T.C. EGE ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH ANABİLİM DALI SELÇUKLU-BİZANS MÜNASEBETLERİ (1116-1308) DOKTORA TEZİ Hazırlayan Yusuf AYÖNÜ Danışman Doç. Dr. Mehmet ERSAN İZMİR-2007 TUTANAK Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yönetim Kurulu’nun ....... tarih ve .... sayılı kararı ile oluşturulan jüri, Orta Çağ Anabilim Dalı Yüksek Lisans öğrencisi Yusuf Ayönü’nün Türkiye Selçukluları-Bizans Münasebetleri (1075-1116) başlıklı tezini incelemiş ve adayı ........ günü saat ....... da tez savunmasına alınmıştır. Sınav sonunda adayın tez savunmasını ve jüri üyeleri tarafından tezi ile ilgili kendisine yöneltilen sorulara verdiği cevapları değerlendirerek tezin başarılı olduğuna oybirliğiyle / oyçokluğuyla karar vermiştir. BAŞKAN ÜYE ÜYE Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürlüğü’ne sunduğum SelçukluBizans Münasebetleri (1116-1308) adlı Doktora tezinin tarafımdan bilimsel, ahlak ve normlara uygun bir şekilde hazırlandığını, tezimde yararlandığım kaynakları bibliyografyada ve dipnotlarda gösterdiğimi onurumla doğrularım. ...../......./ 2007 Yusuf AYÖNÜ İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ......................................................................................................................VIII KISALTMALAR .....................................................................................................X KAYNAKLARA DAİR ...........................................................................................XII A. Bizans Kaynakları ..............................................................................................XII B. Ermenice Kaynaklar ...........................................................................................XIX C. Süryanîce Kaynaklar ..........................................................................................XXI D. Arapça Kaynaklar...............................................................................................XXII E. Farsça Kaynaklar .............................................................................................XXVI F. Haçlı Kaynakları.............................................................................................XXX G. Türkçe Kaynaklar..........................................................................................XXXIII H. Araştırma Eserleri .........................................................................................XXXIII GİRİŞ ........................................................................................................................1 BİRİNCİ BÖLÜM GELİŞME DÖNEMİ I- SULTAN I. MESUD DÖNEMİ (1116-1155)......................................................25 A. Sultan I. Mesud-İmparator II. Ioannes Komnenos Arasındaki Münasebetler (1118-1143) ..............................................................................25 1. Şahinşah-Mesud Mücadelesi ve Şahinşah’ın Sonu.......................................25 2. Bizans’ın Durumu .........................................................................................27 3. İmparator II. Ioannes Komnenos’un Denizli (Laodikeia) Üzerine Seferi (1119) .............................................................................................................29 4. İmparator II. Ioannes Komnenos’un Türkler Üzerine İkinci Seferi ve Uluborlu (Sozopolis)’nun Zaptı (1120) .........................................................30 5. Sultan I. Mesud-Melik Arap Mücadelesinde Bizans İmparatoru II. Ioannes Komnenos’un Tutumu ...................................................................................31 6. İmparator II. Ioannes Komnenos’un Kardeşi Isaakikos Komnenos’un Türklere Sığınması .........................................................................................34 7. Danişmendlilere Karşı Selçuklu-Bizans İttifakı (1134)................................36 8. İmparator II. Ioannes Komnenos’un Çukurova ve Kuzey Suriye Üzerine Seferi (1137-1138) .........................................................................................38 9. İmparator II. Ioannes Komnenos’un Niksar Kuşatması (1139-1140): Ioannes Komnenos’un Selçuklulara Sığınması ...........................................................40 10. İmparator II. Ioannes Komnenos’un Suriye Üzerine İkinci Seferi ve Ölümü (1142-1143)....................................................................................................43 B. Sultan I. Mesud-İmparator I. Manuel Komnenos Arasındaki Münasebetler (1143-1155).......................................................................................................46 1. I. Manuel Komnenos’un Bizans Tahtına Oturması ve Selçuklular Üzerine İlk Seferi........................................................................................................46 2. İmparator I. Manuel Komnenos’un Konya Üzerine Seferi (1146) ...............48 3. Ermenilere Karşı Sultan I. Mesud-İmparator I. Manuel Komnenos Arasındaki İttifak (1153-1154) ......................................................................59 II- SULTAN II. KILIÇ ARSLAN DÖNEMİ (1155-1192)....................................62 A. Myriokephalon) Savaşına Kadar Selçuklu-Bizans Münasebetleri (1155-1176)..........................................................................................................62 1. II. Kılıç Arslan’ın Saltanatının İlk Yıllarında Anadolu’da Yaşanan Gelişmeler ...................................................................................................62 2. I. Manuel Komnenos’un II. Kılıç Arslan’ın Anadolu’daki Rakipleri ile İttifak Kurması ............................................................................................65 3. II. Kılıç Arslan’ın İstanbul’a Gitmesi (1162)................................................71 4. İmparator’un Desteğini Alan II. Kılıç Arslan’ın Anadolu’da Duruma Hâkim Olması .............................................................................................76 5. Myriokephalon Savaşı ve Anadolu’da Türk Hâkimiyetinin Yerleşmesi .....78 a. Savaş Öncesinde Yaşanan Gelişmeler ......................................................78 b. Myriokephalon Savaşı ..............................................................................83 (1) Savaşın Geçtiği Mevki Hakkındaki Görüşler.....................................83 (2) Savaş Öncesinde Tarafların Durumu ve Orduların Harekâtı .............85 (3) Myrikephalon Savaşı (17 Eylül 1176)................................................87 B. Myriokephalon Savaşından Sonra Selçuklu-Bizans Münasebetleri................91 II 1. İmparator I. Manuel Komnenos’un Saltanatının Son Yıllarında Selçuklu-Bizans Münasebetleri...................................................................91 2. İmparator I. Manuel Komnenos’un Ölümünden (1180) Sonra Bizans İmparatorluğu’nda Yaşanan Gelişmeler .....................................................94 3. II. Kılıç Arslan’ın Saltanatının Son Yıllarında Bizans İle Münasebetler (1185-1192)....................................................................................................97 a. Bizans Yönetimine Karşı Ayaklanan Aleksios’un Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan’a Sığınması .....................................................................97 b. II. Kılıç Arslan’ın Ülkeyi Oğulları Arasında Paylaştırması ve Selçuklu Melikleri Arasındaki Mücadeleler ...........................................................99 c. Selçuklu Melikleri ve Bizans Arasındaki Münasebetler ............................100 d. III. Haçlı Seferi, Selçuklular ve Anadolu’da Yaşanan Gelişmeler ............101 İKİNCİ BÖLÜM YÜKSELME DÖNEMİ I- SULTAN I. GIYASEDDİN KEYHÜSREV VE II. RÜKNEDDİN SÜLEYMANŞAH DÖNEMİ (1192-1211)........................................................104 A. I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in İlk Saltanat Döneminde Selçuklu-Bizans Münasebetleri (1192-1196) ..........................................................................104 1. II. Kılıç Arslan’ın Ölümünden Sonra Selçuklu Devleti’nde Yaşanan Gelişmeler ......................................................................................................104 2. Bizans İle İlişkilerin Bozulması ....................................................................105 3. I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in Menderes Bölgesine Seferi ..............................106 B. II. Rükneddin Süleymanşah Döneminde Selçuklu-Bizans Münasebetleri (1196-1204) ..........................................................................107 1. II. Rükneddin Süleymanşah’ın Melikliği Döneminde Bizans’a Karşı Faaliyetleri ve Selçuklu Tahtına Oturması.....................................................107 III 2. II. Rükneddin Süleymanşah ve III. Aleksios Komnenos (1195-1203) Arasındaki Münasebetler ...............................................................................109 3. II. Rükneddin Süleymanşah’ın Anadolu’da Siyasî Birliği Yeniden Sağlaması ve Ölümü........................................................................................................110 4. III. Kılıç Arslan Dönemi (1204-1205) ..........................................................112 C. I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in İkinci Saltanat Döneminde Selçuklu-Bizans Münasebetleri (1205-1211) .............................................................................113 1. I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in Bizans’taki Gurbet Hayatı ...............................113 2. I. Theodoros Laskaris İle Yapılan Antlaşma: I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in İkinci Defa Selçuklu Tahtına Oturması (1205)..............................................116 D. IV. Haçlı Seferi ve Bizans’ta Yaşanan Gelişmeler .....................................119 1. IV. Haçlı Seferi, İstanbul’un Latinler Tarafından İşgali ...............................119 2. İznik İmparatorluğu’nun Kurulması .............................................................122 3. Trabzon İmparatorluğu’nun Kurulması ........................................................126 E. I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in İkinci Saltanat Döneminde Selçuklu-İznik İmparatorluğu Münasebetleri (1205-1211)...................................................129 1. IV. Haçlı Seferi’nin Ardından Anadolu’da Yeni Bir Düzenin Kurulması....129 2. I. Gıyaseddin Keyhüsrev-I. Theodoros Laskaris Arasındaki Antlaşma (1206).............................................................................................131 3. Antalya’nın Fethi (1207)...............................................................................133 4. Selçuklu Devleti ve İznik İmparatorluğu Arasındaki İlişkilerin Gerginleşmesi ve Antiokheia Savaşı (1211) ..........................................................................135 IV II- SULTAN I. İZZEDDİN KEYKAVUS DÖNEMİ (1211-1220) .......................146 A. I. İzzeddin Keykavus Döneminde İznik İmparatorluğu İle Münasebetler ...................................................................................................146 1. Antiokheia Savaşından Sonra Selçuklu Devleti’nde Yaşanan Gelişmeler ve I. İzzeddin Keykavus’un Selçuklu Tahtına Oturması ...............................146 2. Barış Antlaşması ...........................................................................................148 3. Antlaşmanın Ardından İlişkilerin Seyri ........................................................150 B. I. İzzeddin Keykavus Döneminde Trabzon İmparatorluğu İle Münasebetler ...................................................................................................151 1. I. İzzeddin Keykavus’un Trabzon İmparatorluğu İle Münasebetlerine Yön Veren Gelişmeler....................................................................................151 2. Sinop’un Fethi (1214) ...................................................................................152 3. Antalya’nın Geri Alınması (1216) ................................................................156 III- SULTAN I. ALÂEDDİN KEYKUBAD DÖNEMİ (1220-1237)....................157 A. I. Alâeddin Keykubad Döneminde (1220-1237) İznik İmparatorluğu İle Münasebetleri.............................................................................................157 1. I. Alâeddin Keykubad’ın Selçuklu Tahtına Oturması (1220) .......................157 2. Uc Bölgelerindeki Mücadeleler ....................................................................158 3. Konya-İznik Arasındaki Münasebetler .........................................................159 B. I. Alâeddin Keykubad Döneminde Trabzon İmparatorluğu İle Münasebetler ...................................................................................................161 1. Sinop-Trabzon Çatışması ..............................................................................161 2. Trabzon Seferi...............................................................................................164 V 3. Sultan I. Alâeddin Keykubad’a Karşı I. Andronikos Gidos ve Celâleddin Harezmşah Arasındaki İttifak ......................................................169 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM GERİLEME VE ÇÖKÜŞ DÖNEMİ I- SULTAN II. GIYASEDDİN KEYHÜSREV DÖNEMİ (1237-1246)..................172 A. II. Gıyaseddin Keyhüsrev Döneminde İznik İmparatorluğu İle Münasebetler ...................................................................................................172 1. I. Alâeddin Keykubad’ın Ölümünden Sonra Selçuklu Devleti’nde Yaşanan Gelişmeler .......................................................................................172 2. Kösedağ Bozgununa Kadar Yaşananlar........................................................173 3. Kösedağ Bozgunundan Sonraki Gelişmeler: Moğollara Karşı Selçuklu-Bizans İttifakı.............................................................................................................175 II- MOĞOL HÂKİMİYETİ DÖNEMİ.....................................................................178 A. II. İzzeddin Keykavus’un İlk Saltanatı, Sonraki Gelişmeler ve Kardeşlerin Ortak Saltanatı Dönemi (1246-1262) .......................................178 1. II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in Ölümünden Sonra Selçuklu Devleti’nde Yaşanan Gelişmeler .......................................................................................178 2. Mikhail Palaiologos’un Selçuklu Ülkesine Sığınması..................................179 3. II. İzzeddin Keykavus’un Bizans’a Sığınması (1256) ..................................181 4. II. Theodoros Laskaris Tarafından Desteklenen II. İzzeddin Keykavus’un Selçuklu Tahtını Yeniden Ele Geçirmesi.................................184 VI B. Pervâne Mu‘înü’d-Dîn Süleyman Dönemi (1262-1277).............................185 1. II. İzzeddin Keykavus’un İkinci Defa Bizans’a Sığınması...........................185 2. II. İzzeddin Keykavus’un Bizans İmparatoru Tarafından Enez Kalesine Hapsedilmesi ve Sonrasında Yaşananlar ........................................191 C. İmparatorluk Merkezinin İstanbul’a Taşınmasından Sonra Yaşanan Gelişmeler .....................................................................................193 1. Anadolu’da Bizans Hâkimiyetinin Çökmesi.................................................193 2. II. Mesud’un Saltanatı ve Selçuklu Devleti’nin Sonu...................................196 SONUÇ......................................................................................................................199 BİBLİYOGRAFYA .................................................................................................208 EKLER (RESİMLER VE HARİTALAR) VII ÖNSÖZ Bizans İmparatorluğu ile Türkler arasındaki ilişkilerin başlangıcı, İmparatorluğun kuruluş yıllarına kadar geriye gitmektedir. Bilindiği gibi M.S. IV. yüzyıl sonlarından itibaren Karadeniz’in kuzeyinden geçip Balkanlara inen çeşitli Türk toplulukları (Hun, Avar, Bulgar, Peçenek, Uz ve Kıpçak gibi) uzun bir dönem boyunca İmparatorluğun Kuzeybatı sınırlarında ciddi bir tehdit oluşturmuşlardı. Bizans İmparatorluğu, sınırlarını tehdit eden bu Türk kavimlerini, savaş ya da diplomasi yoluyla kontrol altına almayı başarmıştı. Bununla birlikte Bizans yönetimi, İmparatorluğun Anadolu’daki eyaletlerini ele geçiren Selçuklu Türklerine karşı aynı başarıyı gösteremedi. Anadolu’nun fethi ve Türkleşmesi meselesi, yerli ve yabancı araştırmacıların her zaman büyük ilgi duydukları bir konu olmuştur. XI. yüzyılda başlayan bu sürecin ilk ve en önemli aşaması, büyük oranda Türkiye Selçuklu Devleti devrinde tamamlanmıştı. Sasanîler ve ilk İslâm fetihleri döneminde olduğu gibi geçici başarı ve kazançlar yerine, sistemli bir fetih ve iskân politikası uygulayan Selçuklular, Anadolu’nun demografik yapısının değişmesini sağlamışlardır. Ülkemizde bu güne kadar gerek Selçuklu gerekse Bizans İmparatorluğu ile ilgili eserlerde yeri geldikçe iki toplum arasındaki ilişkilere değinilmiştir. Ancak SelçukluBizans ilişkilerini konu alan müstakil bir çalışma henüz yapılmamıştır. Biz bu çalışmamızda taraflar arasında yaşanan siyasî münasebetleri bir bütün olarak ele alıp değerlendirmeye çalıştık. Şüphesiz Selçuklular ile Bizans arasındaki ilişkiler sadece siyasî olaylardan ibaret değildir. Ayrı bir çalışma konusu olabilecek kültürel ve ekonomik ilişkilere de ilgili yerlerde temas ettik. Başlangıcından 1116 yılında kadar olan dönemde Selçuklu-Bizans Münasebetlerini ele aldığımız Yüksek Lisans tezimizde, Türkmenlerin Anadolu’ya girişlerinden itibaren başlayan ilişkilerin, Türkiye Selçuklu Devleti’nin kurulmasının ardından farklı bir boyut kazandığını gördük. Anadolu’da bağımsız bir Selçuklu Devleti’nin kurulmasıyla aynı coğrafyayı paylaşmak zorunda olan iki devlet arasındaki ilişkiler, salt savaş meydanlarındaki çarpışmalar şeklinde olmaktan çıkmış, her iki toplumun üyeleri arasında, giderek artan sosyal ve iktisadî ilişkiler de kurulmuştur. Bunun dışında zaman zaman mevcut siyasî iktidara diğerini tercih eden yöre halklarının gönüllü olarak topluca karşı tarafa iltica ettiklerini de yine bu dönemde görmekteyiz. VIII Anadolu’da siyasî üstünlüğün Selçuklulardan Danişmendlilere geçtiği 1116 yılından, Türkiye Selçuklu Devleti’nin yıkıldığı tarihe kadar olan süreçte iki toplum arasındaki ilişkileri incelediğimiz tezimizi üç bölüm halinde ele alırken, Anadolu’da siyasî birliğin sağlandığı I. Mesud ve II. Kılıç Arslan dönemlerini Gelişme, I. Gıyaseddin Keyhüsrev’den I. Alâeddin Keykubad’ın İktidarının sonuna kadar olan ve devletin gücünün doruğuna ulaştığı dönemi Yükselme ve II. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminden başlayarak Selçuklu Devleti’nin yıkılışına kadar olan dönemi ise Gerileme ve Çöküş Dönemi olarak kabul ettik. Öncelikle çalışmamız sırasında tüm yoğunluğuna rağmen bizimle ilgilenen, özel kütüphanesinden yararlanmamıza imkân veren muhterem hocam Prof. Dr. İsmail Aka Bey’e teşekkür etmek isterim. Tez konusunun tespit edilmesinde ve çalışmalarımızın her aşamasında yardımlarını esirgemeyen değerli hocam Doç. Dr. Mehmet Ersan’a şükranlarımı sunarım. Ayrıca tezimizin sonuna eklediğimiz haritaların hazırlanmasındaki katkılarından dolayı Arş. Gör. Mertcan Akan’a ve özel arşivindeki fotoğraflarını kullandığımız Arş. Gör. Dr. Emine Tok’a teşekkür ederim. Atina’daki çalışmalarımız sırasında bizi kendi evinde ağırlama nezaketini gösteren ve çalışma konumuz ile ilgili düşüncelerini paylaşan Prof. Dr. Aleksios G. C. Savvides’e teşekkür ederim. Yine Atina’daki American School of Classical Studies bünyesinde bulunan Gennadius Kütüphanesi ve yine Atina’daki Ulusal Araştırmalar Merkezi bünyesinde bulunan Bizans Araştırmaları Merkezi çalışanlarına göstermiş oldukları ilgiden dolayı şükranlarımı sunarım. Yusuf Ayönü İzmir 2007 IX KISALTMALAR AP: Arkheion Pontou BF: Byzantinische Forschungen BSOAS: Bulletin of the School of Oriental and African Studies BZ: Byzantinische Zeitschrift CEHE: The Cambrige Economic History of Europe CFHB: Corpus Fontium Historiae Byzantinae CHI: The Cambridge History of Islâm CMH: The Cambridge Medieval History CSHB: Corpus Scriptorum Historiae Byzantinae DI: Der Islam DGBİT: Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi DOP: Dumbarton Oaks Papers EHelE: Ekpaidevtikê Hellênikê Enkyklopaideia EI2: The Encyclopaedia of Islâm ÉO: Échos D’Orient HC: A History of the Crusades HHelE: Hê Historia tou Hellênikou Ethnous İA: İslâm Ansiklopedisi İÜEFTED: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Enstitüsü Dergisi JRAS: Journal of the Royal Asiatic Society MGE: Megalê Genikê Enkyklopaideia MhelE: Megalê Ellênikê Enkyklopaideia MW: The Moslem World NRS: Nuova Rivista Storica Nuova Rivista Storica:NRS OCP: Orientalia Christiana Periodica ODB: The Oxford Dictionary of Byzantium OHB: The Oxford History of Byzantium REB: Revue des Études Byzantines X SAD: Selçuklu Araştırmaları Dergisi SM: Studi Medievali TAD: Tarih Araştırmaları Dergisi TDVİA: Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi TİD: Tarih İncelemeleri Dergisi TM: Türkiyat Mecmuası TSD: Tarih Semineri Dergisi UBHC: University of Birmingham Historical Journal WZKM: Wiener Zeitschrift für die Kunde des Morgenlandes XI KAYNAKLARA DAİR A. Bizans Kaynakları Tarih boyunca çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olan Türkler hakkında bilgi veren en önemli kaynaklar Çin, İran, Arap, Rus, Bizans, Ermeni, Süryanî ve Latin kaynaklarıdır. Ancak özellikle Türkiye Selçukluları, Beylikler ve Osmanlı tarihi ile ilgili yapılan araştırmalar açısından, XI. yüzyıldan itibaren Anadolu Türk tarihi hakkında verdikleri bilgiler göz önünde tutulduğunda Bizans kaynakları ayrı bir öneme sahiptir. Bizans kaynakları arasında Selçuklular hakkında ilk bilgileri veren kaynağımız, Georgios Cedrenus’un Synopsis Historiarum1 adlı eseridir. XI. yüzyılda yaşadığı bilinen Cedrenus’un hayatı hakkında pek fazla bilgi bulunmamaktadır. Dünyanın yaradılışıyla başlayan eser, 1057 yılına kadar gelmektedir. Bununla birlikte Cedrenus’un tarihçi mi yoksa derleyici mi olduğu yönünde tartışmalar vardır. Zira onun Ioannes Skylitzes’in kroniğinin 811-1057 yılları arasını kapsayan esas kısmını kopya ettiği bilinmektedir. Selçuklu tarihi hakkında bilgi veren ilk Bizans tarihçisi olması dolayısıyla oldukça önemli olan Cedrenus’un eserinde Tuğrul Bey’in Anadolu seferi, bu sefer öncesi ve sonrasındaki Selçuklu-Bizans münasebetlerine dair bazı hadiseler ve IV. Romanos Diogenes’in Malazgirt’de hezimet ile sonuçlanan son seferinden bahsedilmektedir. İlk dönem Selçuklu-Bizans münasebetleri hakkında yararlandığımız eserin Immanuel Bekker’in Bonn Corpus’undaki neşrinden istifade ettik2. XI. yüzyıl tarihçilerinden olan Ioannes Skylitzes’in hayatı hakkında bilgi bulunmamaktadır. 1060 civarında öldüğü düşünülen Skylitzes’in kroniği3 811-1057 tarihleri arasındaki olayları kapsamaktadır. İmparator I. Romanos Lakapenos’un (920944) iktidarının sonuna kadar olan dönem için Teophanes Continuatos’dan faydalanan Skylitzes’in eserinin bundan sonraki bölümleri, günümüzde mevcut olmayan kaynaklara dayandığından oldukça önemlidir. Türkiye Selçuklularının kuruluş dönemi ile ilgili verdiği bilgilerden yararlandığımız Skylitzes’in eserinin tam metni bu güne değin 1 Cedrenus’un eserinin ilk baskısı Latince çevirisi ile birlikte 1506 yılında Xylander tarafından yapılmıştır. Daha sonra 1647 yılında Goar ve Fabrot tarafından eser Ioannes Skylitzes’in kroniği ile birlikte yeniden yayınlanmıştır. 2 Georgius Cedrenus, Synopsis Historiarum, I-II, C.S.H.B., yay., Immanuel Bekker, Bonn 1838-1839. 3 Ioannes Skylitzes, Synopsis Historiarum, II, C.S.H.B., yay., Immanuel Bekker, Bonn 1839. XII yayınlanmamıştır. Bonn Corpus’unda Skylitzes’i kopya eden Georgios Cedrenus’un eseri yayınlanmıştır. Bizanslı hukukçu ve tarihçi olan Mikhaêl Attaleiatês’in kaleme aldığı ve 10251081 yılları arasındaki olayları kapsayan Historia4 adlı eseri, Anadolu’ya Türk akınlarının yapıldığı dönemi nakletmesi bakımından, Türk tarihi açısından günümüze ulaşan en önemli Bizans kaynaklarından birisidir. Sivil ve askerî mahkemelerde avukatlık yapan Attaleiatês, daha sonra İmparator IV. Romanos Diogenes’in yanında askerî hakim sıfatıyla seferlerine refakat etmiştir. Bizans sarayında itibarlı bir mevkiye sahip olan Attaleiatês’in 1034-1079 yılları arasında cereyan eden olayları canlı bir şahid olarak tasvir etmesi bakımından eseri son derece kıymetlidir. Attaleiatês’in kitabı daha sonraları Nikephoros Bryennios, Anna Komnena ve Ioannes Zonaras gibi pek çok tarihçinin yararlandığı bir kaynaktır. Eserde Selçuklu-Bizans ilişkileri dışında, Peçenek-Bizans savaşları ile Oğuz ve Kumanlardan bahsedilmektedir. Ancak eserin bizim için en önemli tarafı Türklerin Anadolu’ya düzenlediği ilk akınlar, IV. Romanos Diogenes’in Anadolu seferleri ve Malazgirt savaşı hakkında verdiği ayrıntılı bilgilerdir. Çalışmamızda IV. Romanos Diogenes’in Anadolu seferleri, Malazgirt savaşı ve sonrasındaki Selçuklu-Bizans münasebetleri konusunda, eserin Iôannês D. Polemês tarafından yapılan neşrini kullandık5. Çalışmamız sırasında yararlandığımız XI. yüzyıla ait diğer bir Bizans kaynağı Prenses Anna Komnena’nın, babası I. Aleksios Komnenos’un hayatını anlattığı Aleksiad6 adlı eseridir. İmparator I. Aleksios Komnenos’un (1081-1118) saltanatı döneminde Selçuklu- Bizans münasebetleri ile ilgili olarak bilgi veren en önemli kaynak durumundaki bu eserde Anna, 1069-1118 yılları arasındaki olayları tasvir etmiştir. 4 İki yazması bilinen (Paris ve Madrid) eserin Latince çevirisi ve metni Brunet de Presle-Immanuel Bekker tarafından 1853’de Bonn serisinde yayınlanmıştır (Michaelis Attaliotae, Historia, yay., Brunet de Presle-Immanuel Bekker, C.S.H.B., Bonn 1853). Ayrıca eserin 1056 yılına kadar olan kısmı H. Gregoire tarafından 1958 yılında Fransızca’ya çevrilmiştir. 5 Mikhaêl Attaleiatês, Historia, yay., Iôannês D. Polemês, Atina 1997. 6 Eserin tafsilatlı bir yorumuyla birlikte Fransızca çevirisi: Anna Komnena, Aleksiade, Collection Byzantine de’l Association Guillaume Bude, I-III, nşr. B. Leib, Paris 1937, 43, 45; diğer baskısı: Ducange, R.H.C.G., I, bir diğer baskısı: A. Reifferscheid, I-II, Leipzig 1884’de yapılmıştır. Ayrıca İngilizce çevirisi Elizabeth A. S. Dawes, The Alexiad of Princess Anna Komnena, London 1928, 1967; Almanca tercümesi Köln 1995; Türkçe çevirisi Bilge Umar, Alexiad, Anadolu’da ve Balkan Yarımadası’nda İmparator Alexios Komnenos Dönemi’nin Tarihi Malazgirt’in Sonrası, İstanbul 1996. XIII I. Aleksios Komnenos’un saltanatı boyunca Selçuklular ile olan münasebetleri, 1096 yılında başlayan I. Haçlı seferi sırasında Haçlıların, Bizans ve Türklerle olan temasları konusunda sık sık başvurduğumuz Aleksiad, ayrıca Çaka Bey’in ortaya çıkışı, ilk faaliyetleri ve I. Kılıç Arslan tarafından ortadan kaldırılması hakkında ayrıntılı bilgiler içermektedir. Türklere karşı düşmanlık içinde olan Anna’nın taraflı anlatımı, kronoloji bakımından mevcut olan karışıklıklar ve aktarılan olayların tarihlerinin net olarak verilmemesi gibi eksikliklerin dışında Aleksiad, diğer kaynaklarda belirtilmeyen hadiseleri tafsilatlı bir şekilde anlatması bakımından oldukça önemlidir. Çalışmamız sırasında eserin, A. Dawes tarafından yapılan İngilizce ve Bilge Umar tarafından yapılan Türkçe çevirisini kullandık. Bizans edebiyatının önemli temsilcilerinden birisi olan Mikhail Psellos’un Khronographia’sı7 976-1078 yılları arasındaki olayları anlatmaktadır. IX. Konstantinos Monomakhos döneminde Bizans sarayındaki en itibarlı kişilerden birisi olan Psellos’un bu nüfuzu, IV. Romanos Diogenes döneminde biraz zayıflamışsa da, yine saraydaki etkinliği devam etmiştir. Psellos’un eseri, özellikle IV. Romanos Diogenes dönemindeki Selçuklu-Bizans mücadeleleri, Malazgirt Savaşı ve sonrasındaki gelişmeler hakkında verdiği bilgiler açısından oldukça önemlidir. Ancak yazarın kendisini ve sevdiklerini haklı çıkaracak bir tutum içinde olması, buna karşılık sevmediklerine, özellikle de IV. Romanos Diogenes’e karşı ağır ifadeler kullanması, eserin tarafsızlığı konusunda şüpheler uyandırmaktadır. Psellos’un bu eserinden, E.R.A. Sewter tarafından yapılan İngilizce ve Işın Demirkent’in yaptığı Türkçe çeviriyi8 kullanarak yararlandık. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte XII. yüzyılın ikinci yarısında yaşadığı bilinen tarihçi ve ilahiyatçı Iôannês Zônaras’ın Kroniği9, çalışmamız sırasında 7 El yazması tek nüshası Paris’te olan bu eser, ilk olarak C.N. Sathas tarafından 1874’te yayınlandı: “Funeral Oration on John Xophilions”, Bibliotheca Graeca Mediii Aevi, IV, daha sonra metni ve Fransızca çevirisi ile birlikte 1926-28’de Paris’te basıldığı gibi (Michael Psellos, Chronographi Ou Histoire d’un Siecle de Byzance 976-1077, I-II, Paris 1926-28) İngilizce çevirisi E. R. A. Sewter tarafından 1952’de Leiden’de 1953’te New Haven’da, 1966’da Londra’da yayınlanmıştır (Psellos, The Chronographia of Michael Psellus, İngilizce çev., E. R. A. Sewter, New Haven 1953). 8 Işın Demirkent, Mikhail Psellos’un Khronographia’sı, T.T.K. yayınları, Ankara 1992. 9 Eser Bonn serisinde Latince çevirisi ve metni ile birlikte M. Pinder tarafından 1841-44’de (I-II. Cilt) ve Th. Büttnerwobst tarafından 1897’de (III. Cilt) yayınlanmıştır. J. Millet de S. Amour tarafından yapılan Fransızca çevirisi (Chroniques ou Annales de Jean Zonaras) ise 1560 yılında Lyon’da ve 1583 yılında Paris’te basılmıştır. Zônaras’ın bu eserinin Almanca çevirisi Erich Trapp tarafından 1986’da Graz’da XIV müracaat ettiğimiz bir diğer Bizans kaynağıdır. Dünyanın yaratılışından başlayarak 1118’e kadar gelmekte olan eser, daha önceki Bizans kaynaklarına dayanmaktadır. Zônaras’ın, eserini kaleme alırken Attaleiatês, 976 yılı sonrasındaki olaylar için Psellos ve Skylitzes’in dışında günümüze ulaşmayan bir kaynaktan yararlanmış olması ve tarafsız anlatımı kitabının değerini arttırmaktadır. IV. Romanos Diogenes’in Anadolu seferleri, Malazgirt savaşı ve sonrası ile ilgili bilgiler için eserin Iordanês Grêgoriadês tarafından yapılan neşrini10 kulandık. Malazgirt savaşında sol kanat kuvvetlerine komuta eden, sonraları VII. Mikhail Dukas’a karşı bir ayaklanma teşebbüsünde bulunduğu için 1078’de I. Aleksios Komnenos tarafından mağlup edilerek gözlerine mil çektirilen komutanın torunu Nikêforos Vryennios’un Ylê Istorias11 adlı eseri, 1070-1079 yılları arasında meydana gelen olayları içermektedir. Prenses Anna Komnena’nın kocası olan Vryennios’un kitabı daha çok bir aile tarihçesi karakterinde olup, tarihî olaylardan ziyade Komnenos ailesinin hayatı ile ilgilidir. Vryennios’un eserinden, Malazgirt savaşı ile ilgili olarak verdiği bilgilerin dışında, Türkiye Selçuklu Devleti’nin kurucusu Süleymanşah ve kardeşi Mansur’un Batı Anadolu’daki faaliyetleri, Bizans tahtında hak iddia ederek ayaklanan Botaniates ve Melissenos ile olan temasları ve bu sayede hâkimiyet sahalarını nasıl genişlettikleri konusundaki bilgiler için, Dêmêtrês Tsougkarakês-Despoina Tsougklidou tarafından yapılan neşri ve O. Kazanlı tarafından Türkçe’ye çevrilen fakat henüz yayınlanmamış olan Türk Tarih Kurumu’ndaki nüshayı kullandık12. 1155-1157 yılları arasında Denizli yakınındaki Khonai’de doğan Niketas Khoniates, genç yaşta ailesi tarafından İstanbul’a gönderilerek iyi bir eğitim alması sağlanmıştır. Bundan sonra bir süre avukatlık yapan Niketas, ardından Angelos yapılmıştır. Erich Trapp, Militärs und Höflinge im Ringen um das Kaisertum, 969 bis 1118 (Nach der Chronik des Johannes Zonaras), Graz 1986. 10 Iôannês Zônaras, Epitomê Istoriôn, C. III, yay., Iordanês Grêgoriadês, Atina 1999. 11 Bu kaynağın P. Possinus tarafından 1661’de kullanılan tek el yazması bugün kayıptır. Eser Bonn serisinde Latince çevirisi ile birlikte 1836’da A. Meineke tarafından basılmıştır. (Nicephori Bryenni, Commentari, yay. ve Lat. çev., A. Meineke, C.S.H.B., Bonn 1836). H. Grégoire tarafından 1953 yılında Fransızca çevirisi yayınlanan eserin bir diğer Fransızca çevirisi metni ile birlikte 1975’te basılmıştır. (Nicephore Bryennios, Histoire, Introduction, texte, traduction et notes par Paul Gautier, Bruxelles: Byzantion, 1975). Ayrıca Vryennios’un eserinin Türklerle ilgili bazı bölümlerinin Türkçe çevirisi yapıldığı gibi (V.Y. Muçoğlu, Türklük, sayı 11 (1940), 317-319, sayı 12 (1940), 367-368, sayı 13 (1940), 415-417) tam olarak Türkçe çevirisi O. Kazanlı tarafından yapılmış fakat henüz basılmamıştır (O. Kazanlı, Tarihi Hatıralar, (Türk Tarih Kurumu’nda Basılmamış nüsha). 12 Nikêforos Vryennios, Ylê Istorias, Dêmêtrês Tsougkarakês-Despoina Tsougklidou, Atina 1996, Türkçe çev., O. Kazanlı, Tarihi Hatıralar, (Türk Tarih Kurumu’nda Basılmamış nüsha). XV hanedanı (1185-1204) döneminde saraya girerek saray ve devlet idaresinde önemli görevlere yükseltilmiştir. 1204 Nisan’ında İstanbul’un Latinler tarafından işgal edilmesinin ardından şehri terk ederek İznik’e sığınan Niketas, son yıllarını I. Theodoros Laskaris’in himayesinde saray hizmetinde geçirdikten sonra 1213 yılında bu şehirde ölmüştür. Niketas’ın, İznik’te geçen son yıllarında kaleme aldığı Tarihi, 11181206 yılları arasındaki dönem ile ilgili en önemli kaynaklardan birisidir. Özellikle Sultan I. Mesud (1116-1155) ve II. Kılıç Arslan (1155-1192) dönemi Selçuklu tarihi hakkında verdiği ayrıntılı bilgiler, Türk tarihi açısından son derece önemlidir. İlk olarak Rönesans dönemi bilginlerinden Hieronymmus Wolf tarafından 1557 yılında yayınlanan Niketas’ın eseri, bundan sonra kısmen ya da tamamen çeşitli dillere çevrilerek defalarca basılmıştır13. Çalışmamızın pek çok yerinde kullandığımız Niketas’ın bu eserinden Harry J. Magoulias’ın İngilizce çevirisi ile birlikte Fikret Işıltan ve Işın Demirkent tarafından yapılan Türkçe çevirileri kullandık14. XII. yüzyıl Bizans tarihçilerinden bir diğeri, 1143 yılından sonra doğan Ioannes Kinnamos’tur. Onun 1118-1176 yılları arasındaki dönemi kapsayan Tarihi15, II. Ioannes Komnenos (1118-1143) ve I. Manuel Komnenos (1143-1180)’un saltanatları zamanında geçen olayları içermektedir. Kinnamos, görgü tanığı olmadığı II. Ioannes Komnenos dönemi olaylarını oldukça kısa bir şekilde anlatmaktadır. Asıl ağırlık verdiği dönem, I. Manuel Komnenos’un iktidarı dönemidir. Özellikle I. Manuel Komnenos zamanında Selçuklu-Bizans münasebetleri ile ilgili verdiği bilgilerden yararlandığımız eserin, 13 Nicetae Choniatae, Historia, yay. ve Lat. çev., Immanuel Bekker, Bonn 1835; Franz Grabler, C.I, Die Krone der Komnenen: die Regierungszeit der Kaiser Johannes und Manuel Komnenos (1118-1180) aus dem Geschichtswerk des Niketas Choniates; C.II, Abenteurer auf dem Kaiserthron. Die Regierungszeit der Kaiser Alexois II, Andronikos und Isaak Angelos (1180-1195) aus dem Geschichtswerk des Niketas Choniates; CIII, Die Kreuzfahrer erobern Konstantinopel : die Regierungszeit der Kaiser Alexios Angelos, Isaak Angelos und Alexios Dukas, die Schicksale der Stadt nach der Einnahme sowie das "Buch von den Bildsaulen" (1195-1206) aus dem Geschichtswerk des Niketas Choniates, Graz-WienKöln 1958. 14 Nicetas Choniates, O City of Byzantium, Annals of Niketas Choniates, Translated by Harry J. Magoulias, Detroit 1984; Türkçe çev., Fikret Işıltan, Histoira (Ioannes ve Manuel Komnenos Devirleri), Ankara 1995; Türkçe çev., Işın Demirkent, Niketas Khoniates’in Historia’sı (1195-1206), İstanbul 2004. 15 Ioannes Kinnamos, Epitome rerum ab Ioanne et Alexio (!) Comnenis gestarum, yay., A. Meineke, C.S.H.B., Bonn 1836. XVI Charles M. Brand tarafından yapılan İngilizce ve Işın Demirkent tarafından yapılan Türkçe çevirisini kullandık16. 1217’de İstanbul’da doğan ve 1282’de aynı şehirde ölen Geôrgios Akropolitês’in, VIII. Mikhail döneminde kaleme aldığı Khronikê Syngrafê17 başlıklı eseri İznik İmparatorluğu dönemi ile ilgili en önemli kaynak konumundadır. 1203-1261 yılları arasındaki olayların anlatıldığı eser, Selçuklular ile İznik yönetimi arasındaki münasebetler hakkında ayrıntılı bilgi vermektedir. Çalışmamız sırasında, İznik İmparatorluğu döneminde Selçuklu-Bizans münasebetleri hakkında başvurduğumuz eserin, Antônios D. Panagiôtou tarafından yapılan neşrini kullandık18. Nikêforos Grêgoras’ın 1204-1359 tarihleri arasındaki dönemi kapsayan Rômaikê Historia’sı 19, yine İznik İmparatorluğu dönemi hakkında bilgi veren diğer bir kaynaktır. XIII. yüzyılın sonlarında doğan ve XIV. yüzyılın ikinci yarısında ölen Grêgoras’ın eseri, Akropolitês’in eserine göre daha uzun bir dönemi kapsamaktadır. Olayların görgü tanığı olması dolayısıyla, XIV. yüzyılın ilk yarısındaki hadiseler ile ilgili çok daha ayrıntılı bilgiler veren Grêgoras, İznik İmparatorluğu dönemi ile ilgili bilgiler de vermektedir. Çalışmamız sırasında sık sık başvurduğumuz Grêgoras’ın eserinden, Dêmêtrês Moshos’un neşrini kullanarak istifade ettik20. XIV. yüzyıla ait kapsamlı son Bizans kaynağı Georgios Pakhymeres’in Relations Historiques 21 adlı eseridir. 1261-1308 tarihleri arasındaki dönemi kapsayan bu eser de, Grêgoras’ın eseri gibi başkentin İstanbul’a taşınmasının ardından yaşanan gelişmeler açısından son derece önemlidir. Özellikle bu süreç içerisinde Anadolu’da meydana gelen gelişmeler ve Türklerin Batı Anadolu bölgesine yayılması hakkında ayrıntılı bilgiler verilmektedir. XIII. yüzyılın ikinci yarısındaki münasebetler ile ilgili olarak 16 John Kinnamus, Deeds of John and Manuel Comnenus, İngilizce çev., Charles M. Brand, New York: Columbia University Press 1976; Türkçe çev., Işın Demirkent, Ioannes Kinnamos’un Historia’sı (11181176), Ankara 2001. 17 Georgii Acropolitae, Opera, ed. A. Heisenberg, 2 cilt, Leipzig 1903. 18 Geôrgios Akropolitês, Khronikê Syngrafê, yay., Antônios D. Panagiôtou, Atina 2003. 19 Nicephorus Gregoras, Byzantina Historia, yay., L. Schopen-I. Bekker, C.S.H.B., 3 cilt, Bonn 18291855; Jan Louis van Dieten, Nikephoros Gregoras, Rhomäische Geshichte, 3 cilt, Stuttgart 1973-88. 20 Nikêforos Grêgoras, Rômaikê Historia, C.I, (1204-1341), yay., Dêmêtrês Moshos, Atina 1997. 21 Goergii Pachymeris De Meichalele et Andronico Palaeologis, yay., Immanuel Bekker, 2 cilt., Bonn 1835; Pakhymeres, Georgios, Relations Historiques, C.I-II, notlar Albert Failler Fransızca çev., Vitalien Laurent, Paris 1984; C. IV, notlar ve Fransızca çev., Albert Failler, Paris 1999. XVII yararlandığımız eserin Albert Failler ve Vitalien Laurent tarafından yapılan neşrini kullandık. 1364-1370 yılları arasında Trabzon Metropolitliği yapan John Lazaropoulos’un kaleme aldığı Logos ôs en Synopsei Dialamvanôn tên Genetthlion êmeran tou en Thavmasi Perivoêtou kai Megalathlou Evgeniou başlıklı risale, 1222-23’de Selçuklular tarafından düzenlenen Trabzon seferi ile ilgili en ayrıntılı bilgileri vermektedir. Bununla birlikte Lazaropoulos’un kayıtlarında pek çok efsanevî unsurların yer almasının yanı sıra kronolojik karışıklıklar da mevcuttur. Çalışmamız sırasında Lazaropoulos’un eserinin Papadopoulos-Keremeus tarafından yapılan neşrinden yararlandık22. 1399/1400’de Trabzon’da doğan ve 18 Kasım 1472’de Ravenna’da ölen geç dönem Bizans bilim adamı ve ilahiyatçılarından olan Vêssariôn 1423 yılında rahip olmuş ve 1437’de İznik Metropoliti olarak atanmıştı. 1439’da Katolikliği seçen Vêssariôn bundan sonra hayatının çoğunu İtalya’da geçirmiştir. Çeşitli üst düzey görevlerde bulunan Vêssariôn, iki defa da Papalık için aday olmuştur. Kariyeri boyunca pek çok eser yazan Vêssariôn’un bizim burada yararlandığımız çalışması Trabzon hakkındaki kasidesidir. Muhtemelen 1436-1437’de kaleme aldığı bu kaside de Vêssariôn Trabzon’un deniz gücü, askerî yapısı, güçlü surları üzerinde durmaktadır. Ayrıca Trabzon’un yerleşim planı, İmparatorluk sarayı ve şehrin ticarî önemi hakkında da bilgiler vermektedir. 1222-1223 yılındaki olaylar ile ilgili olarak bu kasidenin Lampsides tarafından yapılan neşrini kullandık23. Trabzon’daki Komnenlerin resmî tarihçisi olan Panaretos 1320-1390 yılları arasında yaşamıştır. III. Aleksios Komnenos tarafından 1363 yılında Protosebastos ve Protonotarios unvanı verilen Panaretos, İmparator ile birlikte sayısız seferlere katılmış, iki defa da İstanbul’u ziyaret etmiştir. Panaretos’un Kroniği Trabzon ile ilgili en önemli yerel kaynaklardan birisidir. 1204-1390 yılları arasındaki olayların anlatıldığı eserin özellikle yazarın olayların canlı şahidi olduğu 1340-1390 arasındaki bölümü çok önemlidir ve eserin ilk bölümlerine göre çok daha ayrıntılıdır. Panaretos bu eserinde daha çok resmî hayat ile ilgili olaylar üzerinde durmuştur. Biz bu çalışmamızda 1222/23 22 Iôsêf Lazaropoulos, Logos ôs en Synopsei Dialamvanôn tên Genetthlion êmeran tou en Thavmasi Perivoêtou kai Megalathlou Evgeniou, Papadopoulos-Keremeus, Fontes Historiae Imperii Trapezuntini, ed., Adolf M. Hakkert, Amsterdam 1965, s.52-77. 23 Vêssariôn, Engkômion eis Trapezountos, yay., O. Lampsidês, “ ‘O «eis Trapezounta» Logos tou Bêssariônos”, Arkheion Pontou, 39, (1984), s.3-75. XVIII yılında Selçukluların Trabzon üzerine düzenledikleri sefer ile ilgili olarak eserin Türkçe çevirisinden yararlandık24. Çalışmamız sırasında kullandığımız Trabzon İmparatorluğu kaynaklarının sonuncusu Kônstantinos Loukitês’in Engkômion eis Agion Megalomartyra tou Khristou Evgenion kai tous Synathlous aftou Kanidion, Oyalerianon kai Akylan tous en Trapezounti Martyrêsantas25 başlıklı eseridir. B. Ermenice Kaynaklar Doğum ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinmemekle birlikte XI. yüzyılın sonlarıyla XII. yüzyılın ilk yarısında yaşamış olan Urfalı Mateos’un Vekayinâmesi26 952’den 1136 yılına kadar olan olayları içermektedir. Bu esere Papaz Grigor tarafından zeyl yapılarak 1163 yılına kadar meydana gelen olaylar anlatılmıştır. Yakın Doğu ve Türk tarihi hakkında önemli bilgiler veren Ermenice kaynaklar arasında Urfalı Mateos’un Vekayinâmesi diğer kaynaklarda bahsedilmeyen birçok olayı ayrıntılı bir şekilde anlatması bakımından özel bir yere sahiptir. Müellifin eseri başlıca üç kısımdan oluşmaktadır. Bu kısımlarda kronolojik sıra ile 952-1052 yılları arasındaki olaylar birinci kısımda, 1053-1102 yılları arasındaki olaylar ikinci kısımda ve son olarak 1102-1136 yılları arasındaki olaylar üçüncü kısımda kaydedilmiştir. 24 Mihaêl Panaretos, Peri tôn tês Trapezountos Vasileôn tôn Megalôn Komnênôn Opôs kai Pote kai Poson Ekastos Evasilevsen, yay., A. Hahanov, Panaret’in Trabzon Tarihi, Türkçe çev., Enver Uzun, Trabzon 2004. 25 Kônstantinos Loukitês, Engkômion eis Agion Megalomartyra tou Khristou Evgenion kai tous Synathlous aftou Kanidion, Oyalerianon kai Akylan tous en Trapezounti Martyrêsantas, yay., Papadopoulos-Keremeus, Fontes Historiae Imperii Trapezuntini, ed., Adolf M. Hakkert, Amsterdam 1965, s.1-32. 26 Mateos’un bu eserinin Haçlı seferleri ile ilgili kısmını ilk önce Fransız Ed. Dulaurier, 1850’de çevirmiş ve yayınlamıştır. Aynı yazar eserin tamamını 1858’de Paris Milli kütüphanesindeki üç yazma nüshadan çevirerek yayınlamıştır. Ed. Dulaurier daha sonra 1869’da aynı eserin Haçlı seferi ile ilgili kısmını “Recueil des Historiens de la Croisades” adlı serinin “Documents Arméniens” bölümünün birinci cildinde yayınlamıştır. Eserin Ermenice metni ise 1869’da Kudüs Ermeni manastırı matbaasında daha eski üç yazma nüsha üzerinden basılmıştır. Eserin diğer dillere çevirisi için bkz. Hrant D. Andreasyan, “Türk Tarihine Aid Ermeni Kaynakları”, Tarih Dergisi, I/1, İstanbul 1950, s.108. XIX Mateos’un bu eserinden Selçukluların Bizans ile olan münasebetleri ve Haçlılar ile olan savaşları konusunda Hrant D. Andreasyan’ın yaptığı Türkçe çeviriyi27 kullanarak istifade ettik. Çalışmamız sırasında kullandığımız bir diğer Ermenice kaynak, XIII. yüzyıl Ermeni müelliflerinden Simpat’ın 951-1331 yılları arasındaki olayları kapsayan Vekayinâmesi’dir. Kilikya Ermeni Krallığı tarihini yazmış olan Simpat’ın eserinin büyük bir kısmı Mateos’un kitabının özetidir. 1152-1274 yılları arasındaki olayları anlatan kısmı bizzat Simpat tarafından kaleme alınan eserin 1274’den 1331 yılına kadar olan kısmı ise adı bilinmeyen bir yazar tarafından yazılmıştır. Kilikya Ermeni Krallığı, Türkiye Selçukluları, Memlûkler ve Karamanlılar hakkında önemli bilgiler veren Simpat’ın bu eserinden faydalanmak için Hrant D. Andreasyan tarafından yapılan fakat henüz basılmamış olan Türk Tarih Kurumu’ndaki nüshayı28 kullandık. Yine XIII. yüzyıl Ermeni müellifi olan Vardan Vartabet’in yazdığı Cihan Tarihi29 vardır. Yaratılıştan başlayan eserin, özellikle 889-1269 yılları arasındaki olayları kapsayan kısmı, Selçukluların Anadolu’yu fethi, Bizanslılar ve Haçlılara karşı olan savaşlarını kronolojik olarak anlatması bakımından araştırmamız için faydalı olmuştur. Çalışmamız sırasında eserin Hrant D. Andreasyan’ın Türkçe çevirisinden30 faydalandık. Kilikya Ermeni Krallığı’nın tarihi olan ve Urfalı Vahram tarafından kaleme alınan Vekayinâme’de Selçuklular, Bizans ve Haçlılar ile ilgili bilgiler bulunmaktadır. Çalışmamızda Türklerin Anadolu’ya düzenledikleri ilk akınlar ile ilgili olarak eserin Hrant D. Andreasyan tarafından yapılan, fakat henüz basılmamış olan Türk Tarih Kurumu’ndaki nüshasından31 yararlandık. 27 Urfalı Mateos, Vekayinâme, Türkçe çev., H. D. Andreasyan, Urfalı Mateos Vekayi-Nâmesi (9521136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162), 2. Baskı, Ankara 1987. 28 Simpat Vekayinâmesi (951-1334), Türkçe çev., Hrant D. Andreasyan. (Türk Tarih Kurumu’nda Basılmamış nüsha). 29 Ermenice metin 1861’de Moskova’da, 1812’de Venedik’te basılmıştır. 1221-1268 yılları arasındaki olayları kapsayan kısmı Fransızca terc. Ed. Dulaurier, “Les Mongols d’Agres les historiens Arméniens”, Journal Asiatique, October-November 1860. 30 Vardan Vartabet, “Türk Fütühatı Tarihi (889-1262)”, Tarih Semineri Dergisi, ½, Türkçe çev., Hrant D. Andreasyan, İstanbul 1937, s.154-245. 31 Urfalı Vahram, Kilikya Kralları Tarihi, Türkçe çev., Hrant D. Andreasyan, (Türk Tarih Kurumu’nda Basılmamış nüsha). XX Eserini 1241 yılında yazmaya başlayan ve 1265’te tamamlayan Genceli Kiragos’un Ermeni Tarihi’nin32 en önemli tarafı Moğol istilası ile ilgili bilgiler verdiği kısmıdır. Bu bölümde Ortadoğu’yu istila eden Moğolların dinleri, dilleri, teşkilatları, gelenek ve görenekleri hakkında ayrıntılı bilgiler verilmektedir. Çalışmamız sırasında istifade ettiğimiz eserin Türkçe çevirisini kullandık33. C. Süryanîce Kaynaklar 1126 yılında Malatya’da doğan Süryanî Mikhail’in kaleme aldığı Vekayinâme34 Anadolu Türk Tarihi açısından en önemli Süryanî kaynağıdır. 1166 yılında Süryanî kilisesi Patriği olan Mikhail’in yazdığı bu eser, Süryanî kilisesi tarihi etrafında 1195 yılına kadarki olayları ihtiva eden bir dünya tarihidir. İslâm tarihi ve özellikle Selçuklu tarihi ile ilgili olarak önemli bilgiler içermektedir. Anadolu’ya düzenlenen ilk Türkmen akınları, Malazgirt savaşı ve Türkiye Selçukluları ile ilgili bilgiler için Hrant D. Andreasyan tarafından yapılan fakat henüz basılmamış olan Türk Tarih Kurumu’ndaki nüshayı kullandık. Çalışmamızda kullandığımız bir diğer Süryanî kaynağı Abû’l-Farac İbnu’l Ibrî’nin (Bar Habraeus) Kronolojisi’dir35. 1226 yılında Malatya’da doğan ve Yahudi bir doktor olan babası tarafından iyi bir eğitim alması sağlanan müellifin eseri yaratılıştan başlayarak 1285 yılına kadar olan olayları kapsamaktadır. Üç kısımdan oluşan eserin birinci bölümü 1285’e kadar ki olayların siyasî tarihidir. İkinci ve üçüncü bölümler ise kilise tarihinden bahseder. Abû’l-Farac’ın ölümünden sonra kardeşi Bar Sawma Sofi ve diğer bazı yazarlar bu eseri devam ettirerek 1297’ye kadar olan olayları kaydetmiştir. 32 S.118’e bak. Genceli Kiragos, “Ermeni Müelliflerine Nazaran Moğollar”, Türkçe çev., Ed. Dularier, Türkiyat Mecmuası, II, İstanbul 1926, s.139-207. 34 Ermenice metni 1871’de Kudüs’te basılan eser ayrıca V. Langlois ve Ed. Dulaurier tarafından 1848’de, Shabau tarafından 1924’te Fransızcaya çevrilmiştir. 35 Kitap ilk olarak 1663’te İngilizce çevirisiyle birlikte Historia orientalis autore Gregoria adıyla Oxford’da basılmıştır. 1783 yılında yapılan Almanca tercümesi 1872-1877 yıllarında üç cilt halinde yayınlanmıştır.1890 ve 1958’de Anton Sâlihânî tarafından Beyrut’ta yeni baskıları yapılan kitap ayrıca P. Bedyan tarafından Chronicon Syriacum adıyla 1890’da Paris’te neşredildiği gibi E.W. Budge tarafından İngilizce’ye çevrilerek The Chronography of Gregory Abû’l-Farac adıyla 2 cilt halinde 1932’de Londra’da basılmıştır. 33 XXI Çalışmamızın birçok yerinde kullandığımız eser için Ömer Rıza Doğrul’un Türkçe çevirisinden36 istifade ettik. Araştırmamızda kullandığımız diğer bir Süryanî kaynağı müellifi bilinmeyen Anonim Süryani Vekayinamesidir37. Bir Papaz tarafından 1240’lı yıllarda kaleme alınan bu eser de 1098-1164 yılına kadar olan dönemi kapsamaktadır. Özellikle Haçlıların Urfa’ya hâkim oldukları dönem (1098-1144) hakkında önemli bilgiler bulunan eserden A. S. Tritton tarafından yapılan İngilizce ve Vedii İlmen tarafından yapılan Türkçe çeviriyi kullanarak istifade ettik38. D. Arapça Kaynaklar 1160-1233 yılları arasında yaşayan İbnü’l-Esir’in yazdığı el-Kâmil fî’t-Târîh adlı eser çalışmamız sırasında en fazla kullandığımız Arapça kaynaktır. İyi bir tahsil görmüş olan İbnu’l Esîr’in bu eseri insanlığın yaratılışından 1231 yılına kadar olan hadiseleri içermektedir. Kendisinden önceki tarihçileri eleştirmekten çekinmeyen müellifin güzel bir üslûpla kaleme aldığı eseri, İslâm ve Türk tarihi açısından son derece önemlidir. XII ciltten oluşan eserin IX. ve X. ciltlerinden Selçuklular ile ilgili bilgiler için Beyrut baskısını ve Abdülkerim Özaydın tarafından yapılan Türkçe çeviriyi kullandık39. 1185-1257 yılları arasında yaşayan Sıbt İbnu’l-Cevzî’nin Mir’âtu’z-Zemân fî Târîh’il Â’yân40 adlı eseri büyük bir İslâm tarihidir. Kitabın ilk kısmı genellikle eski eserlerin özeti şeklinde olup pek fazla değer taşımaz. 1055 tarihinden sonra ve özellikle 1055-1079 yılları arasındaki olaylar hakkında verdiği bilgiler Garsunnime’nin ‘Uyûn etTevârîh adlı eserinden alınmış olması bakımından son derece önemlidir. Eserin bir diğer önemli tarafı yazarın kendi dönemine ait olayları canlı bir şahit olarak tasvir 36 Abû’l-Farac İbnu’l-İbrî (G. Barhebraeus), Abû’l-Farac Tarihi, İngilizce’den Türkçe’ye çev., Ö. R. Doğrul, I-II, 2. Baskı, Ankara 1987. 37 Anonim Süryani Vekayinamesi, yay., J.B.Chabot, Chronicon (Syriacum) ad annum chr. 1203/4 pertinens , CSCO III , Paris 1918. 38 Anonim Süryani Vekayinamesi, “The First and Second Crusades from an Anonymous Syriac Chronicle” İngilizce çeviri ve notlar A.S. Tritton-H.A.R. Gibb, Journal of the Royal Asiatic Society, 1933, I. Kısım, s.69-101, II. kısım, s.273-305; Türkçe çev., Vedii İlmen, I. ve II. Haçlı Seferleri Vekayinamesi, İstanbul 2005. 39 İbnü’l-Esir, el Kâmil fî’t-Târîh, neşr. Carolus Johannes Tornberg, Beyrut 1386/1966, 475; Türkçe çev., Abdülkerim Özaydın, İstanbul 1987. 40 Eserin birinci cildi İhsan Abbas’ın tahkikiyle 1985 yılında Kahire’de, 495-654 yılları arasındaki kısmı tahkiksiz olarak 1951 yılında Haydarabad’da basılmıştır. Ayrıca Jewet tarafından 1907 yılında Chicago’da faksimile bir baskısı daha yapılmıştır. XXII etmesindendir. Malazgirt savaşı öncesinde Anadolu’ya düzenlenen Selçuklu akınları, Malazgirt savaşı ve sonuçları, Türkiye Selçukluları hakkındaki bilgiler için eserden Ali Sevim’in Selçuklu tarihi ile ilgili bölümleri seçerek yaptığı neşrinden41 istifade ettik. 1073 yılında Dımaşk’ta doğan İbn Kalânisî, Hilâl b. el-Mehâsin es-Sâbi’nin tarihine zeyl olarak bir Dımaşk tarihi yazmıştır. Kalânisî 1140-1160 yılları arasında kaleme aldığı kitabında Türklerin Dımaşk’ı fethinden itibaren kendi zamanına kadar geçen hadiseleri kaydetmiştir. Çalışmamız ile ilgili olarak eserin H. F. Amedroz tarafından yapılan neşrini kullandık42. 1090 yılında Halep’te doğan Azîmî’nin yazdığı Tarih çalışmamızda kullandığımız bir diğer Arapça kaynaktır. el-Azîmî Tarihi43 diye bilinen bu eser 1143 yılı olaylarıyla son bulan kısa bir İslâm tarihidir. İlk Selçuklu akınları sırasında Bizans ile olan çatışmalar ve Türkiye Selçuklu sultanları hakkındaki bilgiler için eserin Ali sevim tarafından yapılan çevirisinden yararlandık. Halepli meşhur tarihçi İbnu’l-‘Adîm’in (1193-1262) Bugyetu’t-Taleb fî Târîh Haleb44 adlı eseri Halep’te yaşamış ya da Halep’e uğramış önemli şahsiyetlerin hayatları ve eserlerinin anlatıldığı bir kitaptır. Alp Arslan hakkında verilen ayrıntılı bilgiler için başvurduğumuz eserden Ali Sevim’in Selçuklu devlet adamlarının biyografilerini seçerek yaptığı tenkitli neşrinden faydalandık45. İbnu’l-‘Adîm’in başvurduğumuz bir diğer eseri Zubdetu’l-Haleb min Târîh Haleb’dir46. İbnu’l-‘Adîm bu eseri Bugyetu’t-Taleb fî Târih Haleb’deki siyasî tarihe dair bilgilere diğer kaynaklardan ilaveler yaparak kaleme almıştır. Bu eserden de ilgili bölümler için Samî Dahhân tarafından 1954’de Dımaşk’ta yapılan neşri kullanarak istifade ettik47. 41 Sıbt İbnü’l Cevzî, Mîr’âtü’z-Zeman fî Tarih’il Âyan, yay. Ali Sevim, Ankara 1968. İbn Kalânisî, Zeyl Târîh Dımaşk, yay., H. F. Amedroz, Leyden 1908. 43 Claude Cahen eserin 1063 yılı olaylarından sonraki kısmını J.A., 1938, 353-448’de yayınlamıştır. Ayrıca 1041 tarihinden sonraki kısmı Ali Sevim tarafından notlarla Türkçe’ye çevrilmiş ve T.T.K. yayınları arasında 1988 yılında Ankara’da basılmıştır (Azimî, Tarih, nşr. ve Türkçe çev., Ali Sevim, Azimî Tarihi Selçuklular ile İlgili Bölümler, Ankara 1988). 44 Eserin F. Sezgin tarafından 1986’da Frankfurt’ta fotoğraf baskısı; Dâr el-Fikr tarafından Beyrut’ta basılmıştır. 45 İbnü’l-Adîm, Bugyetü’t-Taleb fî Tarih Haleb (seçmeler), çeviri, notlar ve açıklamalar Ali Sevim, Biyogrofilerle Selçuklular Tarihi, Ankara 1989. 46 Günümüze kadar gelen bu eser Sâmi Dahhân tarafından 1951, 1954 ve 1968 yıllarında Dımaşk’ta Fransız Enstitüsü yayınları arasında basılmıştır. 47 İbnu’l-‘Adîm, Zubdetu’l-Haleb min Târîh Haleb, II, yay., Samî Dahhân, Dımaşk 1954. 42 XXIII 1245 yılında ölen Bundârî’nin, İmâdeddin Isfahanî’nin çok süslü bir üslûpla kaleme aldığı Selçuklu tarihine dair eserini güzel bir şekilde özetleyip sadeleştirerek kaleme aldığı Zubdetu’n-Nusra ve Nuhbetu’l-Usra48 adlı eseri Selçuklu tarihi hakkında ayrıntılı bilgiler veren en önemli kaynaklardan birisidir. Çalışmamızla ilgili bölümler için eserden Kıvameddin Burslan’ın yaptığı Türkçe çeviriden49 faydalandık. 1116 yılında Meyyâfârikin’de doğan İbnu’l-Ezrak’ın, Târîh Meyyafârikin ve Âmid50 adlı eserinin mevcut kısmı Hz. Ömer’in hilafetinden 1176 yılına kadar gelmektedir. Kitabın tamamı ise Meyyafârikin’in kuruluşundan itibaren başlıyordu. Ancak eserin baş kısmı mevcut nüshalarda eksiktir. Kitapta Meyyafârikin’in tarihinin yanısıra İslâm tarihi, Irak, Şam, el-Cezire, Doğu Anadolu Beylikleri, Selçuklular, Atabeyler, Mervâniler ve Artuklu Beylikleri hakkında bilgiler mevcuttur. Çalışmamız sırasında Malazgirt savaşı ile ilgili bilgiler için başvurduğumuz eserden B.A.L. ‘Avvâd’ın 1959 yılında Kahire’de yaptığı baskıyı kullandık. Araştırmamız sırasında kullandığımız bir diğer Arapça kaynak Halife en-Nâsır’ın katibi Sadreddin el-Huseynî’ye nisbet edilen Ahbâru’d-Devleti’s-Selçukiyye51 adlı eserdir. Kuruluşundan yıkılışına kadar Büyük Selçuklu tarihinden bahseden bu eserin müellifi hakkında bazı şüpheler mevcuttur. Sadreddin el-Hüseynî 1194 yılında ölmüştür. Kitapta, eserin adı ile ilgili olarak Ahbâru’d Devle ve Zubdet’ut-Tevârîh diye iki isim yazdığı halde yazar olarak iki yerde Sadreddin el-Huseynî yazmaktadır. Bu nedenle de kitap ona nisbet edilmektedir. Alp Arslan dönemindeki Bizans-Selçuklu münasebetleri, Malazgirt savaşı ve Türkiye Selçukluları ile ilgili bilgiler için eserin Necati Lugal tarafından yapılan Türkçe çevirisini kullandık. 1225/26 yılında Malatya’da doğan Ebülferec, Ehrun adlı Yahudi bir hekimin oğlu idi. Babası her ne kadar sonradan vaftiz edilerek Hıristiyanlığı kabul etmişse de 48 Eser Houtsma tarafından 1889 yılında Leiden’de yayınlanmıştır. (Houtsma, L’Histoire des Seljoukides de l’Iraq, Leiden 1889). Ayrıca 1318/1900’de Kahire’de; 1980’de Beyrut’da değişik baskıları yapılmıştır. 49 Bundârî, Zubdet al-Nusra va Nuhbat al ‘Usra, Türkçe çev., Kıvameddin Burslan, Irak ve Horasan Selçukluları Tarihi, İstanbul 1943. 50 İbnu’l Ezrak, Târîh Meyyafârikin ve Âmid (Mervanlılar Kısmı), yay. B. A. L. Avvâd, Kahire 1959; Beyrut 1974. 51 Eser ilk olarak M. İkbal tarafından 1933 yılında Lahor’da, 1984, 1985 yıllarında Beyrut’da neşredildi. Ayrıca Necati Lugal tarafından Türkçe’ye çevrilmiş ve Türk Tarih Kurumu yayınları arasında basılmıştır (Sadruddin Ebu’l-Hasan Ali ibn Nâsir ibn Ali el Hüseynî, Ahbâr üd-Devletis-Selçukıyye, Türkçe çev., Necati Lugal, Ankara 1943). XXIV Ebulferec babasının aslında bir Yahudi olması sebebiyle İbnülibrî (Yahudi oğlu) diye anılmıştır. Hayatı boyunca pek çok eser yazan İbnülibrî’nin kitaplarının bir kısmı Araça çoğunluğu ise Süryanîcedir. Hayatının son dönemlerinde daha önce Süryanîce olarak kaleme aldığı tarihini Arapça’ya çevirmiş ve bu esere İslâm ve Moğol devletleri hakkında yeni bölümler ilave etmiştir. Genel bir dünya tarihi olan Tarihi Muhtassarüddüvel’in Arapça metni Latince tercümesi ile birlikte ilk defa 1663 yılında Edward Pocok tarafından Oxford’da basılmış, daha sonra 1783 yılında Bower tarafından Almanca’ya çevrilmiştir. Eserin Arapça ikinci nüshası 1890 yılında Cizvit papazlarından Anton Salhani tarafından Beyrut’ta basılmıştır. Hz. Adem’den başlayarak kendi dönemine kadar olayların anlatıldığı eser on bölüm halinde yazılmıştır. Moğol hâkimiyeti dönemi Anadolu’sunda meydana gelen olaylar hakkında yararlandığımız eserin M. Şerafeddin Yaltkaya’nın Moğol Padişahları ve Müslim Arap Padişahları Devleti’nin Moğollarla ilgili olan kısımlarını içeren çevirisini52 kullanarak istifade ettik. 1247 yılında doğan ve tam adı Rükneddin Baybars el-Mansûrî el-Hatâ’î edDavâdar şeklinde olan Baybars Mansûrî, Kalâvun’un memlûk emirlerindendir. Büyük bir asker ve idareci olmasının yanında ünlü bir Hanefi fakihi ve tarihçi olan Türk asıllı Baybars Mansûrî’nin en önemli eseri yıllara göre düzenlenmiş olan Zübdetü’l-Fikre fî Târîhi’l-Hicre adlı İslâm tarihidir. 724/1324 tarihine kadar gelen bu eserin önemli bir bölümü İbnü’l-Esîr’in tarihinden alınmıştır. Eserin asıl önemli kısmı Memlûklar devrine ait olan ve kendisinin topladığı malzemeye dayanan kısımlardır. Özellikle XIII. yüzyılın ikinci yarısında Anadolu’da cereyan eden olaylar ile ilgili olarak başvurduğumuz eserin Donald S. Richards tarafından yapılan neşrini53 kullandık. 677/1279 yılında doğan ve 732/1332 yılında Kahire’de ölen Nüveyrî’nin Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb adlı eseri içinde edebiyat, şiir, coğrafya, astronomi, hukuk, siyaset, idare, tarih, hayvanlar ve bitkiler hakkında bilgilerin bulunduğu ansiklopedik bir çalışmadır. Eserin üçte ikisini oluşturan tarih kısmı on birinci ciltten kitabın sonuna kadar gider. Tarih kısmının ilk üç cildi İslâm öncesi döneme geri kalan kısmı ise İslâm tarihini içermektedir. Türk tarihinin de en önemli kaynaklarından birisi olan bu eser Avrupa’da çok erken tanınan İslâm kaynaklarındandır. Moğol hâkimiyeti 52 Ebul Ferec (İbnül İbrî), Tarihi Muhtasarüddüvel, terc. Şerafeddin Yaltkaya, İstanbul 1941. 53 Baybars Mansûrî, Zübdetü’l-Fikre fî Târîhi’l-Hicre, yay., Donald S. Richards, Beyrut 1998. XXV döneminde Anadolu’daki gelişmeler ile ilgili olarak yararlandığımız eserin Muhammed Abdülhadi Şaire tarafından1990 yılında Kahire’de yapılan neşrinden faydalandık54. 766/1365 yılında Kahire’de doğan Takiyüddin Ahmed b. Ali el-Makrizî’nin Kitâb es-Sulûk li-Ma‘rifet Duvel el-Mulûk çalışmamız sırasında yararlandığımız diğer bir Arapça eserdir. Eser, 567/1171 yılı olaylarıyla başlar ve 845/1441 yılına kadar gelir. Makrizî’nin İbnü’l-Esîr, Baybars Mansûrî ve Nüveyrî’nin eserlerinden faydalanarak kaleme aldığı bu eseri, erken dönemlerden itibaren araştırmacıların dikkatini çekmiş ve Quatremère 1835-1845 tarihleri arasında iki ciltlik kısmını yayınlamıştır. Daha sonra M. Mustafa Ziyade eserin edisyon kritikli neşrine başlamış ve ilk iki cildini yayınlamıştır. Onun ardından Said Abdülfettah Âşûr 1970-73 yılları arasında eserin üçüncü ve dördüncü ciltlerini yayınlamıştır. Çalışmamız sırasında II. İzzeddin Keykavus döneminde yaşanan hadiseler ile ilgili olarak eserin M. Mustafa Ziyade tarafından yapılan neşrinden55 faydalandık. Kullandığımız son Arapça kaynak Müneccimbaşı Ahmed b. Lütfullah’ın Câmiu’d-Düvel adlı eseridir. XVII. yüzyılda yetişen ve başta tarih olmak üzere tefsir, mantık, tıp, sayılar teorisi, geometri ve müzik alanlarında önemli eserleriyle ün yapmış bir Osmanlı âlimidir. Tam adı Ahmed b. Lütfullah el Mevlevî es-Selânikî elKaramanî'dir. Müneccimbaşı’nın kitabı Hz. Adem (a.s.)'den 1673 yılına kadar olan dönemi kapsayan genel bir dünya tarihidir. Geç dönemde yazılmış olmasına rağmen birçok kaynaktan yararlanılarak yazılmış olması sebebiyle önemli bir eserdir. Çalışmamız sırasında eserin Ali Öngül tarafından hazırlanan tenkitli neşri kullandık56. E. Farsça Kaynaklar Çalışmamız sırasında kullandığımız en önemli Farsça kaynak Türkiye Selçukluları hakkında en ayrıntılı bilgiyi veren İbn Bibi’nin El Evamirü’l-Ala’iye Fi’lUmuri’l-Ala’iye adlı eseridir. 1231 yılında anne ve babası ile Konya’ya gelen İbn Bibi 1282 yılı civarındaki ölümüne kadar Türkiye Selçuklularının hizmetinde kalmıştır. 1281 54 Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb, yay., Muhammed Abdülhadi Şaire, C.30, Kahire 1990. Makrizî, Kitâb es-Sulûk li-Ma‘rifet Duvel el-Mulûk, C.I/2, C.II/1 yay., Muhammed Mustafa Ziyade, Kahire 1956, 1942. 56 Müneccimbaşı Ahmed b. Lütfullah, Câmi‘üd-düvel, Selçuklular Tarihi, Anadolu Selçukluları ve Beylikler, II, yay., Ali Öngül, İzmir 2001. 55 XXVI yılında tamamladığı eserini Alâeddin Ata Melik Cüveynî’nin isteği üzerine Farsça kaleme almıştır. Kitap’ta II. Kılıç Arslan’ın ölümünden (1192) başlayarak 1281 yılına kadar Türkiye Selçuklu Devleti tarihi anlatılmaktadır. Kitapta olaylar kronolojik sıra içerisinde ve edebî bir üslupla verilmektedir. İbn Bibi, kitabında anlattığı olayların çoğuna şahit olmuştur. Bununla birlikte verdiği tarihlerin bir kısmı hatalıdır. Eserin bir muhtasarı, yazarın kardeşi Emir Nâsır ed-Din Yahya tarafından kaleme alınmış ve Recueil de textes relatifs à l’histoire des Seldjoucides külliyatının dördüncü cildi olarak yayınlanmıştır. Kitap E. D. Duda tarafından Almanca’ya çevrilmiştir57. Adnan Sadık Erzi tarafından 1956 yılında Türk Tarih Kurumu yayınları arasında tıpkı basım olarak yayınlanmıştır. M. Nuri Gençosman ve F. N. Uzluk tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir. Çalışmamızın hemen her aşamasında istifade ettiğimiz eserin Adnan Sadık Erzi tarafından hazırlanan tıpkı basımını ve Mürsel Öztürk tarafından yapılan Türkçe çevirisini kullandık58. XIII. yüzyılın ikinci yarısıyla XIV. yüzyılın ilk çeyreğinde Anadolu’da yaşamış olan Aksaraylı Kerimüddin Mahmud’un kaleme aldığı Müsâmeretü’l-Ahbâr ve Müsayeretü’l-Ahyâr59 adlı eseri Türkiye Selçuklularıyla ilgili diğer bir önemli Farsça kaynaktır. Üst düzey devlet görevlerinde bulunan Aksarayî’nin eseri dört kısımdan oluşmaktadır. Birinci bölümde Hicrî, Rûmî, Yezdgerd ve Celâlî takvimlerinden, ikinci bölümde Hz. Peygamber, dört halife, Emevîler ve Abbasîlerden, üçüncü bölümde kuruluşundan yıkılışına kadar Büyük Selçuklular ile II. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanına kadar olan Türkiye Selçukluları ve dördüncü bölümde ise XIII. yüzyılın ikinci yarısıyla XIV. yüzyılın ilk yarısındaki Türkiye Selçukluları tarihinden bahsedilmektedir. Araştırmamızla ilgili bölümler için eserden Osman Turan tarafından yapılan ve 1943 yılında Ankara’da basılan metnin tamamının tenkitli neşrini ve 2000 yılında Mürsel Öztürk tarafından yapılan Türkçe çevirisini kullandık. 57 H.D. Duda, Die Seldschukengeshichte des Ibn Bibi, Copenhagan 1959. İbn Bibi, El Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’l-Ala’iye, yay. A. Sadık Erzi, Ankara 1956; Türkçe çev., Mürsel Öztürk, I, Ankara 1996. 59 Hasan Fehmi Turgal tarafından kitabın Anadolu Selçuklularıyla ilgili kısmı Türkçeye tercüme edilmiş ve 1937’de Konya mecmuasında yayınlanmıştır. Ayrıca Fikret Işıltan eser üzerinde doktora çalışması yapmış ve çevirisini Die Seldochuken geshichte des Aksarâyî adıyla 1943 yılında Leipzig’de yayınlamıştır. Yine aynı yıl içinde M. Nuri Gençosman kitabın Türkçe çevirisini ve Osman Turan’da metnin tamamının tenkitli neşrini yapmıştır. 58 XXVII 1240 yılında Hemedan’da doğan Reşidüddin Fazlullah’ın Câmi üt Tevârih60 adlı eseri İslâm dünyasında Moğol-Türk tarihine ilişkin yazılmış önemli eserlerden birisidir. İki kısımdan oluşan eserin Tarih-i Mübârek-i Gazanî adı altında yazılan birinci kısmı Sultan Gazan Han’ın emriyle onun zamanında yazılmıştır. Türk ve Moğol kabileleriyle Gazan Han dönemi sonuna kadar Cengizoğulları tarihini içeren bu cilt İlhanlılar hazinesinde saklanan Altın Kitap’a dayanılarak yazılmıştır. Olcaytu’nun isteği üzerine yazılan ikinci kısmı ise Hz. Adem’den 1303 yılına kadar olan olayları içeren genel bir İslâm tarihidir. Tamamı bitirildikten sonra esere Câmi üt-Tevârih adı verilmiştir. Gazan Han’ın saltanat dönemiyle son bulan Câmi üt-Tevârih’e Olcaytu ve Ebu Said Bahadır dönemlerinin eklenerek İlhanlı tarihinin tamamlanması için Timur’un oğlu Şahruh zamanında bir zeyl yazılmıştır. Reşidüddin’in bu eserinden Malazgirt savaşı ve sonrası ile ilgili bilgiler için Ahmet Ateş tarafından yapılan Türkçe çeviriden61 faydalandık. 1281 yılında doğan Hamdullah Müstevfî’nin Târîh-i Güzide62 adlı eseri Reşidüddin’in Câmi üt-Tevârih’inin bir özetidir. Yalnız Câmi üt-Tevârih’ten sonraki olaylar ilave edilmiştir. Kitap peygamberler ve halifeler tarihi, eski İran tarihi, İslâm devri İran ve Turan sülaleleri, Moğollar tarihi, alim ve şairlerin biyografileri, Kazvin şehrinin tarihi ve topografyası olmak üzere altı kısımdan oluşmaktadır. Büyük Selçuklular ve Türkiye Selçuklu Sultanları ile ilgili bilgiler için eserden Hüseyin Nevâî’nin tıpkı basımından istifade ettik. Niğdeli Kadı Ahmed’in 1340 yılında tamamladığı İlhanlılardan Ebu Said Bahadır Han adına kaleme aldığı el-Veledü’ş-Şefik adlı büyük eseri, Türkiye Selçuklu Devleti ve XIV. yüzyıl başlarındaki Anadolu’nun siyasî, sosyal ve dinî durumu hakkında çok kıymetli bilgiler içermektedir. Dört kısım ve bir hatimeden oluşan bu eserin çeşitli İslâm ve Türk devletlerinden bahseden ikinci kısmında Türkiye Selçuklularına ait ayrı bir bölüm bulunmaktadır. Yazarın doğrudan kendi bilgi ve gözlemlerini kaydettiği ve 60 Reşidüddin Fazlullah, Câmi üt-Tevârih, yay., Abdülkerim Alioğlu Alizade, Bakü 1957, Karl Jahn, Tarih-i Mübarek Gazani, London 1940; Ayrıca eserin ikinci kısmının Frenk tarihine ait bölümü Karl Jahn tarafından 1951 yılında Gazneliler ve Selçuklulara ait bölümleri ise 1957-60 yıllarında Ankara’da Türk Tarih Kurumu yayınları arasında, İsmaililer, Fatimîler ve Nizarîlere ait kısımları Danişpejuh-M. Müderris-i Zencâni ve M. Debir Siyâkî tarafından 1958-1960 yıllarında Tahran’da yayınlanmıştır. 61 Raşîd al-Dîn Fazlallâh, Câmi’al-Tavârîh, C. 2, cüz 5, yay., Ahmet Ateş, Ankara 1960 62 Eser E. Browne tarafından Gibb Memorial Serisi arasında 1910 yılında tıpkı basım olarak Londra’da, Hüseyn Nevâî tarafından Tahran’da yaynlanmıştır (Hamdullah Müstevfî, Târîhi-i Güzîde, yay., Abdülhüseyn-i Nevâî, Tahran 1339 ş.) ayrıca E. Browne eserin alim ve şairlerin biyografilerinden bahseden beşinci kısmını İngilizce çevirisiyle birlikte JRAS’ın 1900 yılı sayısında yayınlamıştır. XXVIII çağdaşları hakkında bilgiler verdiği eserinden Türkiye Selçuklu Devleti’nin yıkılışı ile ilgili olarak Fatih Kütüphanesi’nde mevcut tek nüshasından faydalandık63. Hayatı hakkında pek fazla bilgi olmayan Ravendî’nin Râhat-us-Sudûr ve Âyet-usSurûr64 adlı eseri çalışmamızda kullandığımız bir diğer Farsça kaynaktır. 1181 yılında Irak Selçuklu sarayında, bu hanedan son bulduktan sonra da Türkiye Selçuklu sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in hizmetinde çalışmış olan Ravendî’nin bu eseri başlangıçtan 1194 yılına kadar gelen bir Selçuklu tarihidir. Araştırmamızla ilgili bölümler için eserden Ahmet Ateş tarafından yapılan Türkçe çeviriyi kullandık65. 1433 yılında Belh’te doğan ve iyi bir tahsil gören Mirhond’un kaleme aldığı Ravzat us-Safâ fî Sîret el-Enbiyâ ve’l-Mulûk ve’l-Hulefâ66 yedi ciltten oluşmaktadır. İlk altı cildi bizzat müellif tarafından yazılan eserin yedinci cildi Mirhond’un torunu Hondmir tarafından yazılmıştır. Kitap yaratılıştan 1523 yılına kadar gelir. Birinci ciltte eserin yazılma sebeplerinden, tarih ilminin faydalarından, tarihçinin vasıflarından bahsedildikten sonra yaratılıştan itibaren tarihi anlatmaya başlar. İkinci ciltte peygamber ve dört halifeden, üçüncü ciltte on iki İmam ile Emevî ve Abbasîlerden, dördüncü ciltte Abbasîler döneminde yaşayan devletlerin tarihinden, beşinci ciltte Cengiz ve sülalesinden altıncı ciltte Timur ve sülalesinden bahsedilir. Yedinci cilt ise iki kısma ayrılır. Birinci kısımda Hüseyin Baykara ve dönemi, hatime adı verilen ikinci kısımda Acâib el-Mahlûkât anlatılır. Araştırmamız ile ilgili bölümler için eserin Luknov baskısını kullandık67. Son olarak kullandığımız diğer bir Farsça kaynak Gerdizî’nin Zeynü’l Ahbar68 adlı eseridir. Farsça tarih yazarlarının en eskilerinden olan Gerdizî’nin hayatı hakkında pek fazla bilgi bulunmamaktadır. Gerdizî’nin eseri eski İran tarihinden, Peygamberin 63 Niğdeli Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefik, Fatih Ktp, No:4519. Kitap M. İkbal tarafından 1921’de Londra’da, 1985 yılında Tahran’da yayınlanmıştır. 65 Ravendî, Muhammed b. Ali b. Süleyman, Râhat-üs-Sudûr ve Âyet-üs-Sürûr, I, Türkçe çev., Ahmet Ateş, Ankara 1957. 66 Eserin Tâhirîler ve Sâffarîler ile ilgili kısımları Jenisch tarafından Latince’ye çevrilip 1792 yılında Viyana’da yayınlanmıştır. Sasanîler ile ilgili kısmı Desaeg tarafından Fransızca’ya çevrilerek 1893 yılında Paris’te Samanîlerle ilgili kısmı Tred Wilken tarafından Latince’ye çevrilerek 1808’de Götingen’de yayınlanmıştır. Aynı yazar daha sonra Gazneliler ile ilgili kısmı da Latince’ye çevirmiştir. Eserin tam metni ise 1853-1854 yıllarında Tahran’da, 1271 yılında Bombay’da, 1874, 1914 yıllarında Luknov’da, hş.1333, 1338 yıllarında yine Tahran’da olmak üzere bir çok kez yayınlanmıştır. 67 Mirhond, Ravzatu’s-Safa, C. IV, Luknov 1914. 68 Eserin Tâhirîler, Safârîler, Sâmânîler ve Gaznelilerden bahseden kısımları M. Nazim tarafından 1928’de Berlin-Londra’da basılmıştır. Kitabın tamamının tenkidli neşri ise Abdülhay Habibî tarafından farklı tarihlerde bir çok kez basılmıştır. 64 XXIX hayatından, 1031 yılına kadar İslâm tarihinden ve 1041 yılına kadar Horasan tarihinden bahsetmektedir. Selçukluların kuruluş aşaması ile ilgili olarak başvurduğumuz bu kitaptan Abdülhay Habibî’nin neşrini kullanarak istifade ettik69. F. Haçlı Kaynakları Çalışmamız sırasında kullandığımız Haçlı kaynaklarının başında Haçlı seferleri ile çağdaş bir eser olan anonim Gesta Francorum et aliorum Hierosolimitanorum’dur. Eser muhtemelen Bohemund’un maiyetinde olan, daha sonra da Tankred ile Kudüs’e giden bir şahıs tarafından kaleme alınmıştır. Günlük hatırat şeklinde yazılan eser I. Haçlı seferinin başlangıcından 1099 yılındaki Askalan savaşına kadar olan olayları anlatmaktadır. I. Haçlı seferi sırasında Anadolu’ya gelen Haçlı ordularının Bizans İmparatorluğu ile olan münasebetleri ve Selçuklular ile olan mücadeleleri ile ilgili olarak Rosalind Hill tarafından yapılan İngilizce çeviriyi70 kullandık. Fulcherius Carnotensis’in71 Gesta Francorum Iherusalem Peregrinantium başlıklı eseri konumuz ile ilgili başka bir Haçlı kaynağıdır. Papa II. Urbanus’un I. Haçlı seferini ilan ettiği 1095 yılındaki Clermont konsilinde bulunan Papaz Fulcherius Carnotensis, I. Haçlı seferine bizzat katılmıştır. Etienne de Blois’in maiyetinde, Dük Robert de la Normandie’nin ordusuna katılarak Anadolu’ya gelen Fulcherius, daha sonra 17 Haziran 1097’de ana Haçlı ordusundan ayrılarak Urfa’da bir Kontluk kuran Baudouin de Boulogne’un hizmetine girmiştir. 1118’deki ölümüne kadar Baudouin’in yanında kalan Fulcherius Carnotensis, 1127 yılına kadar Kudüs’de yaşamıştır. Üç kısım halinde kaleme aldığı eserinin birinci kısmını 1101, ikinci kısmını 1106 ve son kısmını ise 1124-1127 yılları arasında tamamlamıştır. Eserin iki ayrı İngilizce çevirisi bulunmaktadır. Bunlardan M.E. Mc Ginty tarafından yapılan çeviri72 Baudouin de Boulogne’un 1100 yılında Kudüs Kralı olmasına kadar olan dönemi içermektedir. F. 69 Gerdizî, Zeynü’l Ahbâr, yay. Abdülhay Habibî, Tahran 1363 h.ş., Anonim Gesta Francorum et aliorum Hierosolimitanorum, ed., ve İngilizce çev., Rosalind Hill, The Deeds of the Franks and other Pilgrims to Jarusalem, London, 1962. 71 Alman litarütüründe Fulcher von Chartres, Fransızca’da Foucher de Chartees ve İngilizce’de Fulcher of Chartres şeklinde geçmektedir. 72 Fulcher of Chartries, Chronicle of the First Crusades, İng. çev., M. E. Mc Ginty, Oxford 1941. 70 XXX Rita Ryan tarafından yapılan çeviri73 ise eserin tamamını içermektedir. Biz de çalışmamız sırasında Ryan tarafından yapılan bu çeviriyi kullandık. Bir diğer Haçlı vekayinâmesi ise Albertus Aquensis’in Liber Christianae Expeditionis pro Ereptione et Restitutione Sanctae Hierosolymitanae Ecclesiae74 başlıklı eseridir. Hayatı hakkında pek fazla bilgi bulunmayan Albertus 1120 yılına kadar olan hadiseleri anlattığı bu eserini 1120-1158 yılları arasında Almanya’da kaleme almıştır. Albertus’un çalışmasından I. Haçlı seferi ile ilgili olayları anlatırken yararlandık. Çalışmamızda eserin H. Hefele tarafından yapılan Almanca çevirisini kullandık75. Haçlı kronikçisi Odo de Deuil (ö. 1162), II. Haçlı seferi sırasında Fransa Kralı VII. Louis’in ordusunda rahip olarak görev yaptı. Bu nedenle de eseri daha çok VII. Louis’in hayat hikâyesi tarzındadır. De Profectione Ludovici VII in Orientem başlıklı eseri II. Haçlı seferi hakkındaki en önemli kaynak durumundadır. II. Haçlı seferi sırasındaki olaylara şahitlik eden Odo de Deuil konumu gereği Haçlı liderlerinin ruh hallerini de çok iyi biliyordu. Odo de Deuil’in eserinin en ilginç yönlerinden birisi Haçlı ordularıyla birlikte gelenlerden pek çoğunun İslâmı seçmeleri ile ilgili verdiği bilgilerdir. Odo de Deuil’e göre ana Haçlı ordusu tarafından terk edilen bu insanlar Müslümanlar tarafından çok iyi bir muamele ile karşılanmış ve bunun sonucunda üç binden fazla kişi Müslüman olmuştu. Bununla birlikte Odo de Deuil Haçlıların yaptığı hataları açıklarken bunların bireysel insan hataları şeklinde yorumlamaktadır. Odo de Deuil’in kayıtları Haçlıların Antakya’ya ulaşması ile son bulmaktadır. Üzerinde I. Manuel Komnenos dönemi olayları ile ilgili olarak kullandığımız bu eserin Virginia Gingerick Berry tarafından yapılan İngilizce çevirisini kullandık76. Kronolojik olarak Fulcherius Carnotensis’i takip eden Willermus Tyrensis’in Historia ferum in Partikus Transmarinis Gestarum77 adlı eseri çalışmamız sırasında 73 Fulcher of Chartres, A History of the Expedition to Jerusalem 1095-1127, İngilizce çev., Frances Rita Ryan, Knoxville 1969. 74 R.H.C. Occ. IV, s.265-713. 75 Aquensis, Albertus, Liber Christianae Expeditionis pro Ereptione et Restitutione Sanctae Hierosolymitanae Ecclesiae; Almanca çev., H. Hefele, Albert von Aachen. Geschichte des ersten Kreuzzuges, C. II, Jena 1923. 76 Odo of Deuil, De profectione Ludovici VII in orientem, ed., ve İngilizce çev., Virginia Gingerick Berry, The Journey of Louis VII to the East, New York 1948. 77 R.H.C., I, s.1 vd. XXXI yararlandığımız diğer bir Haçlı kaynağıdır. 1130 yılından önce Filistin’de doğan ve 1187 yılından önce Roma’da ölen Willermus, 1175 yılında Tyrus (Sûr) başpiskoposu olmuştur. Haçlı seferi sırasında 1100’e kadar olan kısmındaki olaylar için Albertus Aquensis ve 1100-1127 yılları arsındaki olaylar için de Fulcher of Chartres’in eserinden faydalanan Willermus Tyrensis’in eserinin en önemli kısmı 1127-1177 yılları arasındaki olayları anlattığı bölümdür. Çeşitli dillere çevrilen eserin çalışmamız sırasında Kausler tarafından yapılan Almanca çevirisini kullandık78. IV. Haçlı seferine katılarak İstanbul’un zaptına şahit olmuş Robert de Clari’nin İstanbul’un Zaptı79 başlığını taşıyan eseri çalışmamız sırasında yararlandığımız bir diğer Haçlı kaynağıdır. Robert de Clari kardeşi Aleaume ile birlikte IV. Haçlı seferine katılmış ve Pierre d’Amiens ile beraber kutsal topraklara gitmek üzere yola çıkmıştı. Ancak seferin istikametinin değişmesi sonucunda o da İstanbul önlerine gelerek şehrin kuşatılmasına katılmıştı. Yazmış olduğu eserinde İstanbul’un kuşatılması ve zaptı sırasında gördüklerini ve duyduklarını anlatmıştır. IV. Haçlı seferi sırasında yaşanan gelişmeler ile ilgili olarak başvurduğumuz eserin Beynun Akyavaş tarafından yaptığı Türkçe çeviriyi kullandık80. Çalışmamız sırasında kullandığımız son Latince kaynak Simon de Saint Quentin’in eseridir. Papa IV. Innocent tarafından doğuya gönderilen bir grup keşişin arasında bulunan Simon de Saint Quentin Fransız asıllı bir Dominikan keşişi idi. Moğolların yaptıkları kıyıma son vermeleri ve Hıristiyanlığı kabul etmelerini telkin eden Papalık mektubunu Moğol hakanına ulaştırmakla görevli bu grup içerisinde yer alan Saint Quentin, uzun süre kaldığı Anadolu’daki gözlemlerini eserinde toplamıştır. Moğolların tarihi, gelenekleri, yaşam tarzları ve bizim açımızdan 13. yüzyıl Anadolu’su hakkında önemli bilgiler içeren bu önemli kaynaktan Erendiz Özbayoğlu tarafından yapılan çeviriyi81 kullanarak istifade ettik. 78 Willermus Tyrensis, Historia rerum in partibus transmarinis gestarum, Almanca çev., E. ve R. Kausler, Geshichte der Kreuzzüge und Königreichs Jerusalem, Stuttgart 1844. 79 Robert de Clari, La Conquête de Constantinople, Traduction par Pierre Charlot, E. De Boccard, Paris 1939; Robert de Clari, La Conquête de Constantinople, éditée par Philippe Lauer, Librairie Ancienne Honoré Champion, Paris 1956. 80 Robert de Clari, İstanbul’un Zaptı (1204), Türkçe çev., Beynun Akyavaş, Ankara 1994. 81 Simon de Saint Quentin, Bir Keşiş’in Anılarında Tatarlar ve Anadolu 1245-1248, Türkçe çev., Erendiz Özbayoğlu, Antalya 2006. XXXII G. Türkçe Kaynaklar Çalışmamızda kullandığımız tek Türkçe kaynak 977-1669/1670 yılında ölen Bursalı Ahmed b. Mahmud’un Selçukname’sidir82. Hayatı hakkında pek fazla bilgi bulunmayan Ahmed b. Mahmud’un kaleme aldığı bu Selçuklu tarihi her ne kadar Selçuklu devletinin yıkılmasından üç yüz yıl sonra yazılmış olması ve henüz bulunamayan eski kaynakların hiç birisinden yararlanılmamış olması dolayısıyla önemsiz gibi gözükse de XVI. yüzyılda Büyük Selçuklu tarihini konu alan bir Osmanlı müellifinin eseri olması bakımından dikkat çekicidir. Anadolu’ya düzenlenen ilk Selçuklu akınları, Alp Arslan dönemindeki Selçuklu-Bizans mücadeleleri, Diogenes’in Anadolu seferleri ve Malazgirt savaşı hakkındaki bilgiler için Erdoğan Merçil’in 1977 yılında İstanbul’da yaptığı sadeleştirilmiş neşrini kullandık. H. Araştırma Eserleri Ülkemizde her ne kadar doğrudan Selçuklu-Bizans ilişkilerini konu alan müstakil bir çalışma yapılmamışsa da gerek Büyük Selçuklu gerekse Türkiye Selçuklu Devletleri hakkında pek çok eser yazılmıştır. Bu alandaki ilk çalışmalar Fuad Köprülü ile başlamış ardından Mükrimin Halil Yınanç, Osman Turan, M. Altay Köymen ve İbrahim Kafesoğlu tarafından devam ettirilmiştir. Bugün de başta Ali Sevim ve Erdoğan Merçil olmak üzere Selçuklu tarihi üzerine araştırmalar yapan birçok tarihçi vardır. XI. yüzyılın başlarından itibaren temasa geçen ve Anadolu’da bağımsız bir Selçuklu Devleti’nin kurulmasının ardından aynı coğrafyayı paylaşan iki toplumun tarihi ayrılmaz bir bütün halinde olduğundan Selçuklu tarihini konu alan eserlerde yeri geldiğinde Bizans ile olan ilişkilere de temas edilmiştir. Söz konusu eserlerin başında hiç şüphesiz Osman Turan’ın Selçuklular Zamanında Türkiye adlı kitabı gelmektedir. XIV bölümden oluşan bu eserinde yazar, Alp Arslan’dan Osman Gazi’ye (1071-1318) kadar olan dönem içerisinde Türkiye Selçuklularının tarihini ayrıntılı bir şekilde ele 82 Eserin birisi Bodleian (Oxford) kütüphanesinde diğeri Bâdi Efendi (Edirne) kütüphanesinde olmak üzere iki nüshası vardır. Erdoğan Merçil bu iki nüshayı karşılaştırarak edisyon kritik yapmış daha sonra elde edilen metni sadeleştirerek yayınlamıştır (Ahmed bin Mahmud, Selçuknâme C. I-II, Haz. E. Merçil, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul 1977). XXXIII almaktadır. Olayların kronolojik sıraya göre anlatıldığı eserde siyasî olayların yanında Selçuklu Devleti’nin komşu devletlerle olan münasebetlerine, XI-XIV. yüzyıl Anadolu’sunun sosyal, kültürel ve ekonomik yönlerine temas edilmektedir. Bununla birlikte Osman Turan’ın eserinde Selçuklu-Bizans münasebetleri hakkında verilen bilgilerin bazılarında kronoloji ve bilgi hatalarının olduğunu belirtmemiz gerekir. Yazarın bu kapsamlı eserinin dışında Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, Selçuklular ve İslâmiyet, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi başlıklı kitaplarına ve İslâm Ansiklopedisi’nde yazmış olduğu Selçuklu Sultanları ile ilgili maddelere de çalışmamızın farklı aşamalarında başvurduk. Mükrimin Halil Yınanç’ın uzun yıllar önce kaleme aldığı Türkiye Tarihi: Selçuklular Devri I Anadolu’nun Fethi başlıklı muhtasar eseri, erken dönem SelçukluBizans münasebetleri ile ilgili olarak başvurduğumuz diğer bir çalışmadır. Eserine Abbasiler döneminde Türklerin Anadolu’ya düzenlediği akınlara kısaca değinerek bir giriş yapan yazar, daha sonra Büyük Selçuklu Devleti’nin kurulmasından önceki Türkmen akınlarından başlayarak I. Süleymanşah döneminin sonuna kadar Bizans ile yapılan mücadelelere değinmektedir. Yine Mükrimin Halil Yınanç’ın eseri ile aynı başlığı taşımakla birlikte daha kapsamlı çalışmalar olan Alim Sevim’in Anadolu’nun Fethi ve Yaşar Yücel-Ali Sevim’in Türkiye Tarihi başlıklı kitapları da çalışmamız sırasında sık sık başvurduğumuz eserlerdir. Kültür Bakanlığı tarafından yayınlanan Anadolu Selçukluları ve Beylikler Dönemi Uygarlığı adlı kolektif çalışmayı da tüm eksiklik ve hatalarına rağmen burada zikretmemiz gerekir. Bu genel tarihlerin dışında Büyük Selçuklu veya Türkiye Selçuklu Devletlerinin belirli bir dönemini ele alan çalışmalar da yapılmıştır. Genellikle bir hükümdar döneminin tüm yönleri ile incelendiği bu çalışmalarda söz konusu hükümdar devrinde Selçuklu Devleti’nin Bizans İmparatorluğu ile olan siyasî münasebetlerine de değinilmiştir. Bu çalışmalar arasında M. Altay Köymen’in, Tuğrul Bey ve Zamanı, Alp Arslan ve Zamanı; İbrahim Kafesoğlu’nun, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu; Ali Sevim’in, Anadolu Fatihi Kutalmışoğlu Süleymanşah; Tuncer Baykara’nın I. Gıyaseddin Keyhüsrev (1164-1211), Gazi-Şehit; Işın Demirkent’in Sultan I. Kılıç Arslan; Salim Koca’nın Sultan I. İzzeddin Keykavus (1211-1220); Muharrem Kesik’in Türkiye Selçuklu Devleti Tarihi Sultan I. Mesud Dönemi (1116-1155); Emine Uyumaz’ın Sultan XXXIV I. Alâeddîn Keykuıbad Devri Türkiye Selçuklu Devleti Siyasî Tarihi (1220-1237); Selim Kaya’nın I. Gıyaseddin Keyhüsrev ve II. Süleymanşah Dönemi Selçuklu Tarihi (11921211); Abdulhalûk Çay’ın II. Kılıç Arslan ve Anadolu’nun Türkleşmesinde Dönüm Noktası Sultan II. Kılıç Arslan ve Karamıkbeli (Myriokefalon) Zaferi (17 Eylül 1176) adlı eserlerini sayabiliriz. Bu arada Nejat Kaymaz’ın Türkiye Selçuklu Devleti’nin bir dönemine damgasını vuran Mu‘inü’d-dîn Süleyman’ın şahsında XIII. yüzyılın ikinci yarısındaki gelişmeleri çok ayrıntılı olarak verdiği Pervâne Mu‘inü’d-dîn Süleyman adlı çalışmasını unutmamak gerekir. Selçuklu devri Türk tarihi, ülkemizdeki kadar olmasa da yurt dışındaki yabancı araştırmacıların da dikkatini çekmiştir. Claude Cahen’in, siyasî tarihin yanı sıra XIII. yüzyılda Anadolu’nun ekonomik, kültürel ve demografik yapısı üzerinde durduğu Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler isimli kitabı, Tamara Talbot Rice’ın olayları çok yüzeysel olarak aktardığı The Seljuks in Asia Minor başlıklı eseri, Viladimir Gordlevski’nin Marksist anlayışla kaleme aldığı Anadolu Selçuklu Devleti adlı kitapları bunların başında gelmektedir. Tezimizi kaleme alırken sık sık başvurduğumuz bu eserlerde genel olarak Selçuklu Tarihi, Anadolu’nun fethi ve bu süreç içinde Selçuklu Devleti ile Bizans İmparatorluğu arasındaki münasebetlere ana hatlarıyla değinilmiştir. Bunların dışında doğrudan Selçuklu tarihiyle ilgili olmasa da konumuzla alakalı olan Akdes Nimet Kurat’ın, Peçenek Tarihi ve Çaka Bey; Işın Demirkent’in Haçlı Seferleri Tarihi; Şahin Uçar’ın Anadolu’da İslâm-Bizans Mücadelesi yararlandığımız belli başlı eserlerdir. Anadolu’daki Türk tarihinin tüm yönleri ile ortaya konulması hiç şüphesiz Bizans tarihinin ve kaynaklarının incelenmesinden geçmektedir. Bununla birlikte ülkemizde Bizans tarihine yönelik yapılan araştırmaların sayısı oldukça kısıtlıdır. Oysa ki, Batı’da Bizans tarihini konu alan çalışmaların sayısı başlı başına bir kütüphane oluşturacak kadar çoktur. Bizans tarihinin bir bütün halinde ele alındığı eserlerin dışında Batılı araştırmacılar, Bizans’ın demografik, dinî, sosyal, kültürel, ekonomik, askerî yönlerini inceledikleri müstakil çalışmalar da yapmışlardır. Biz de çalışmamız sırasında konumuz ile ilgili kitap, makale, bildiri ve ansiklopedi maddelerini mümkün olduğunca kullanmaya çalıştık. Georg Ostrogorsky’nin Bizans Devleti Tarihi; George Finlay’in History of the Byzantine Empire; Charles Diehl’in Bizans İmparatorluğu’nun Tarihi; XXXV Paul Lemerle’nin Bizans Tarihi; A. A. Vasiliev’in History of the Byzantine Empire; J.J. Norwich’in, A Short History of Byzantium ve Byzantium The Apogee; Warren Treadgold’un A History of the Byzantine State and Society; Robert Browning’in The Byzantine Empire; Enno Franzius’un History of the Bayzantine Empire; Dionysios A. Zakythynos’un To Vyzantion apo tou 1071 mekhri tou 1453; Alekisos G.C. Savvides’in Historia tou Vyzantio 1025-1461 gibi belli başlı genel Bizans tarihlerinde kronolojik sıraya göre İmparatorluğun siyasî tarihi, diğer halklar ile olan ilişkileri, ekonomik, askerî ve dinî durumu hakkında bilgiler verilmektedir. Ancak bin yıldan daha uzun süre varlığını devam ettirmiş bir devletin tarihinin tüm yönleri ile ayrıntılı olarak tek bir çalışma ile ortaya konulması imkansız olduğundan yukarıda isimlerini verdiğimiz eserlerde verilen bilgiler yüzeyseldir. Bununla birlikte Bizans tarihinin belirli bir dönemini konu alan eserlerde söz konusu dönemler ile ilgili çok daha ayrıntılı bilgiler mevcuttur. Örneğin Michael Angold’un A Byzantine Government in Exile Government and Society under the Laskarids of Nicaea (1204-1261) adlı kitabı İznik İmparatorluğu’nun sosyal ve idarî organizasyonu hakkında hazırlanmış en kapsamlı eserdir. Yazar, İznik İmparatorluğunun merkez ve taşra teşkilatı, ekonomik ve askerî organizasyonu ile ilgili ayrıntılı bilgiler verirken İmparatorluğun doğu sınırındaki Türkler ile olan münasebetlerine de zaman zaman değinmektedir; Alice Gardner’ın 1912 yılında yazdığı The Lascarids of Nicaea The Story of an Empire in Exile İznik İmparatorluğunu konu alan diğer bir önemli çalışmadır; İznik İmparatorluğu ile olduğu kadar I. Andronikos Komnenos’un torunları Aleksios ve David Komnenos tarafından kurulan Trabzon İmparatorluğu ile ilgili de müstakil eserler yazılmıştır. Jacob Philipp Fallmerayer’in Geshichte des Kaisertums von Trapezunt; William Miller’in Trebizond, The Last Greek Empire of the Byzantine Era 1204-1461; Anthony Bryer’in The Empire of Trebizond and the Pontos; Khrêstos Samouêlidês’in Historia tou Pontiakou Hellênismou; Tryfôn Evangelidês’in Historia tês Trapezountos apo tôn Arkhaiotatôn Khronôn mekhri tôn Kathêmas başlıklı eserleri bu konuda yazılmış en önemli çalışmalardır. Bunların dışında Bizans İmparatorluğunun tarihinin belirli bir dönemini kapsayan çalışmalarda mevcuttur. Uzun yıllar önce yazılmış olmasına rağmen bu konuda hâlâ bir baş yapıt olma özelliğini taşıyan Ferdinand Chalandon’un Jean II Comnène (1118-1143) et Manuel I Comnène (1143)-1180) başlıklı kapsamlı çalışması XXXVI Anadolu’daki Türkler ile yoğun bir mücadelenin yaşandığı Komnenos Hanedanının bu iki hükümdarı dönemindeki olaylar ayrıntılı olarak incelenmiştir. Charles M. Brand’ın Byzantium Confronts the West 1180-1204; E. Angeliki Laiou’nun Constantinople and the Latins The Foreign Policy of Andronicus II 1282-1328 eserleri Bizans İmparatorluğu’nun Batı ile olan ilişkilerini konu alan önemli çalışmalardır. Bilge Umar tarafından Türkçeye çevrilen Donald M. Nicol’un Bizans’ın Son Yüzyılları (1261-1453) adlı eseri 1261 yılından sonra başkentin yeniden İstanbul’a taşınmasının ardından yaşanan gelişmeleri tüm ayrıntıları ile aktarmaktadır. Özellikle Anadolu eyaletlerini ihmal ederek yüzünü Batı’daki gelişmelere çeviren Mikhail Palaiologos döneminde Moğol istilasının ardından Batı Anadolu bölgesine yığılan Türkmenlerin Bizans sahalarındaki faaliyetleri hakkında önemli bilgiler verilmektedir. Speros Vryonis’in The Decline of Medieval Helenism in Asia Minor and the Process of Islâmization from Eleventh through the Fifteenth Century; Konstantinos Amantos’un O Hellênısmos tês Mikras Asias kata ton Mesaiôna ve Skheseis Hellênôn kai Tourkôn apo tou Endekatou Aiônos mekhri tou 1821 başlıklı çalışmaları Anadolu’daki Bizans hâkimiyetinin çöküşü ve bölgede Türklerin yayılması ile ilgili çarpıcı bilgiler vermektedir; Son olarak A. Savvides’in, Byzantium in the Near East : its Relations with the Seljuk Sultanate of Rum in Asia Minor, the Armenians of Cilicia and the Mongols, A.D. c. 1192-1237 ve Vyzantina Stasiastika kai Aftonomistika Kinêmata sta Dôdekanêsa kai stê Mikra Asia 1189-1240 başlıklı çalışmalarını da zikretmemiz gerekmektedir. XXXVII GİRİŞ XI. yüzyıl, Anadolu ve Bizans tarihi açısından oldukça önemli bir dönemdir. Yüzyılın başlarında Bizans hâkimiyeti altında olan Anadolu, aynı yüzyılın sonlarında büyük oranda Türklerin eline geçtmişti. Uzun süren iktidarı döneminde ülke topraklarını iki katına çıkartan II. Basileios (976-1025), hükümdarlığının sonlarına doğru Anadolu’daki durum ile de ilgilenmiş ve Bagratuni Krallığı’nın en güçlü temsilcisi I. Gagik'in (990-1020) ölümünün ardından çıkan karışıklıktan yararlanarak 1021/22 yılında düzenlediği sefer ile Gürcistan’ın bir kısmı ve Vaspurakan bölgesini (Van Gölü havzası) Bizans arazisine katmıştı. Bu sefer sonunda yapılan anlaşma ile Vaspurakan Ermeni Krallığı, I. Gagik’in oğlu Ioannes Simpat'a bırakılacak ve onun ölümünden sonra Bizans İmparatorluğu’na katılacaktı1. II. Basileios 1025 yılında ölünce İmparatorluğun görkemli dönemleri son buldu. Kardeşi VIII. Konstantinos (1025-1028), ardından da kız yeğenlerinin kocaları III. Romanos Argyros (1028-1034), IV. Mikhail (1034-1041) ve IX. Konstantinos Monomakhos’un (1042-1055) hâkimiyetleri döneminde, II. Basileios’un kurmuş olduğu güçlü askerî ve politik yapı çökmüş, devletin iktisadî ve siyasî durumu hızlı bir değişime uğramıştı2. Merkezî hükümet, feodal sistemin oluşmasını engellemek amacıyla aristokrasi sınıfının gücünü kırmak için giriştiği mücadeleden vazgeçtiği gibi zaman içinde memur aristokrasisinin temsilcisi haline gelmişti3. Askerî asalet sınıfının merkezî hükümet için tehlike oluşturan gücünün yok edilmesi amacıyla ordudaki asker sayısı düşürülmüş ve askerî harcamalara ayrılan bütçe azaltıldı4. Bilhassa IX. Konstantinos Monomakhos döneminde devletin gereksiz harcamalarını karşılamak için askerlere ayrılan topraklar dahi vergilendirilmesi ve 1 Vardan Vartabet, “Türk Fütühatı Tarihi (889-1262)”, TSD, ½, Türkçe çev., Hrant D. Andreasyan, İstanbul 1937, s.168; Ayrıca bkz., Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, Türkçe çev., Fikret Işıltan, 3. Baskı, Ankara 1991, s.291-292; George Finlay, History of the Byzantine Empire, London-Newyork 1935, s.406; Romilly Jenkins, Byzantium: The Imperial Centuries, A.D. 610-1071, Toronto 1987, s.327-328; Peter Charanis, “The Byzantine Empire in the Eleventh Century”, HC, I, ed. Kenneth M. Setton, Philadelphia 1955, s.179; Ali Sevim, Genel Çizgileriyle Selçuklu-Ermeni İlişkileri, Ankara 1983, s.9-10. 2 Ostrogorsky, a.g.e., s.296 vd.; Jenkins, a.g.e., s.336; Charanis, a.g.m., s.177-190. 3 Ostrogorsky, a.g.e., s.296-297. 4 Ostrogorsky, a.g.e., s.307; M. Levtchenko, Bizans, Türkçe çev., Erdoğan Berktay, İstanbul 1979, s.239; Paul Lemerle, Bizans Tarihi, Türkçe çev., Galip Üstün, İstanbul 1994, s.87; Osman Çetin, Selçuklu Müesseseleri ve Anadolu’da İslâmiyet’in Yayılışı, İstanbul 1981, s.14-15 (Giriş). sayıları azalan Stratioteslerin5 belirli bir miktar para karşılığında askerlik hizmetinden muaf tutulması sonucu İmparatorluğun en büyük askerî gücünü oluşturan Anadolu themalarının ordusu yok edildi6. Bu uygulama yerli askerlerin sayılarının azaltılması ve onların yerini ücretli askerlerin almasına yol açtı7. Nihayet ücretli askerlerin sayılarının az olması ve yerli askerler kadar sadakatle savaşmamaları, İmparatorluğun askerî gücünü önemli ölçüde azalttı8. IX. Konstantinos Monomakhos döneminin önemli gelişmelerinden birisi de II. Basileios’un doğudaki Ermeni Krallıkları üzerinde takip ettiği politikanın devam ettirilerek daha önce yapılan antlaşma gereğince Ani Ermeni Krallığı’nın arazisinin Bizans topraklarına katılmasıdır9. Doğudaki bu gelişmeler her ne kadar başlangıçta Bizans’ın lehine gibi görünse de, Ermeni Krallıklarının ortadan kaldırılarak topraklarının İmparatorluk arazisine katılması Türklerin yararına oldu. Çünkü bölge halkı Anadolu’nun iç bölgelerine göçürülüp yerel askerî kuvvetlerin varlığına büyük ölçüde son verilirken buralara donanımlı askerî birliklerin yerleştirilmemesi, doğudan gelecek bir saldırı karşısında İmparatorluk topraklarını savunmasız bırakmıştı10. Bizans yönetimi ülkenin doğusunda tampon görevi üstlenecek unsurları ortadan kaldırırken, Selçuklular uzun mücadelelerin ardından 1040 yılında Gaznelilere karşı Dandanakan savaşında elde ettikleri nihai zaferin ardından Horasan’a hâkim oldular. Bu zaferin ardından Selçuklular, Bizans İmparatorluğu karşısında yeni bir güç olarak ortaya 5 Stratioteslerle ilgili olarak bkz., Ostrogorsky, a.g.e., s.90 vd. Georgius Cedrenus, Synopsis Historiarum, II, CSHB, yay., I. Bekker, Bonn 1839, s.608; ayrıca bkz.,Ostrogorsky, a.g.e., s.307; Speros Vryonis, The Decline of Medieval Helenism in Asia Minor and the Process of Islâmization from Eleventh through the Fifteenth Century, Berkeley 1971, s.74-75; Jenkins, a.g.e., 365; Işın Demirkent, “1071 Malazgirt Savaşına Kadar Bizans’ın Askerî ve Siyasî Durumu”, İÜEFTD, sa. 33, İstanbul 1982, s.145. 7 Ostrogorsky, a.g.e., s.307-308; Vryonis, a.g.e., s.75; Lemerle, a.g.e., 87; Çetin, a.g.e., s.14-15 (Giriş). 8 Vryonis, a.g.e., s.75-76; Warren Treadgold, Byzantium and Its Army 284-1081, Stanford, California 1995, s.39. 9 Simpat Vekayinâmesi (951-1334), Türkçe çev., Hrant D. Andreasyan. (Türk Tarih Kurumu’nda Basılmamış nüsha), s.30 vd.; Vardan, s.174; ayrıca bkz., Ernst Honigmann, Bizans Devleti’nin Doğu Sınırı, Türkçe çev., Fikret Işıltan, İstanbul 1970, s.172-173; Ostrogorsky, a.g.e., s.309; Levtchenko, a.g.e., s.244; Michael Angold, The Byzantine Empire 1025-1081, New York 1988, s.17-18; Treadgold, a.g.e., s.39; aynı yazar, A History of the Byzantine State and Society, Stanford-California 1997, s.592; V.V. Barthold, “Ani”, İA., C.I, Eskişehir 1997, s.435. 10 Demirkent, “Bizans’ın Askerî ve Siyasî Durumu”, s.145; Angold, The Byzantine Empire, s.17-18; Enno Franzius, History of the Bayzantine Empire, New York 1967, s.276; Charanis, a.g.m., s.179; Lee Wrooman, “The Pre Ottoman Conquest of Asia Minor”, MW, XXI, July 1931, 252; Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, 5. Baskı, İstanbul 1996, s.121. 6 2 çıkıyordu11. Selçuklular İslâm dünyasındaki karışıklıklara son vererek düzeni sağlamakla kalmamış, aynı zamanda asırlardır devam eden İslâm-Bizans mücadelesine de yeni bir boyut kazandırmıştır. Bu yeni dönemle birlikte, Bizans İmparatorluğu savunma durumuna geçerken Selçuklu Devleti idaresindeki İslâm dünyası saldırıya geçiyordu. Anadolu, gerek kendi beyleri idaresindeki Türkmen topluluklarının düzenledikleri akınlar, gerekse düzenli Selçuklu ordularının seferleri sonucunda, Türkler tarafından fethedilmiş ve doğudan gelen yoğun Türkmen göçleri sayesinde dinî, kültürel ve demografik yapısını hızla değiştirerek bir Türk yurdu halini almıştır. Selçuklu Türkleri ile Bizans İmparatorluğu arasındaki ilk temaslar Selçuklu Devleti’nin kurulması öncesinde Anadolu’ya düzenlenen akınlarla başlamıştır. Selçukoğullarının Anadolu’ya düzenlediği ilk akın, Çağrı Bey’in 1016-1021 yılları arasında Doğu Anadolu’ya düzenlediği sefer olarak kabul edilmektedir12. Çağrı Bey’in kendileri için daha güvenli bir yurt bulmak13 ya da bulundukları bölgedeki güçlerle mücadele edebilecek kudrete ulaşmak için gerekli olan maddî kaynağın teminini 11 Muhammed b. Ali b. Süleyman Ravendî, Râhat-üs-Sudûr ve Âyet-üs-Sürûr, I, Türkçe çev., Ahmet Ateş, Ankara 1957, s.98 vd.; İbnü’l-Esir, el Kâmil fî’t-Târîh, C.IX., neşr. Carolus Johannes Tornberg, Beyrut 1386/1966, s.482-483; Türkçe çev., Abdülkerim Özaydın, C.IX, İstanbul 1987, s.368-369; Bundârî, Zubdet al-Nusra va Nuhbat al ‘Usra, Türkçe çev., Kıvameddin Burslan, Irak ve Horasan Selçukluları Tarihi, İstanbul 1943, s.5; Hamdullah Müstevfî, Târîh-i Güzîde, yay., Abdülhüseyn-i Nevâî, Tahran 1339 ş., s.428; Ahmed bin Mahmud, Selçuk-Nâme, C.I, Haz. E. Merçil, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul 1977, s.25; Vardan, s.170-171; ayrıca bkz., M.A. Köymen, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, C.I, 2. Baskı, Ankara 1993, s.336 vd.; aynı yazar, “Tuğrul Bey”, İA., C.XII/II, Eskişehir 1997, s.29; Ali Sevim-Erdoğan Merçil, Selçuklu Devletleri Tarihi, Siyaset, Teşkilat ve Kültür, Ankara 1995, s.24 vd.; Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, 2. Baskı, Ankara 1993, s.47-48; İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, İstanbul 1992, s.17-18; Sevim “Çağrı Bey”, TDVİA, C.8, İstanbul 1993, s.184 ; M. Halil Yınanç, “Çağrı Bey”, İA., C.III, s.326; Claude Cahen, “The Turkish Invasion: The Selchükids”, HC, I, ed. T. M. Setton and M.W. Baldwin, Philedelphia 1955, s.141-142; László Rásonyi, Tarihte Türklük, 3. Baskı, Ankara 1993, s.163; W. Barthold, Moğol İstilâsına Kadar Türkistan, Haz. H. Dursun Yıldız, Ankara 1990, s.322-323; René Grosset, Bozkır İmparatorluğu, Türkçe çev., M. Reşat Uzmen, İstanbul 1993, s.154; Bertold, Spuler, “Ghaznavids”, EI2, C.II, LeidenLondon 1965, s.1051; B. Zahoder, “Dendanekan”, Türkçe çev., İsmail Kaynak, Belleten, XVIII/72, (1954), s.586. 12 Çağrı Bey’in bu seferi ile ilgili olarak bkz., Urfalı Mateos, Vekayinâme, Türkçe çev., H. D. Andreasyan, Urfalı Mateos Vekayi-Nâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162), 2. baskı, Ankara 1987, s.48 vd.; Simpat, s.18-19; Urfalı Vahram, Kilikya Kralları Tarihi, Türkçe çev., Hrant D. Andreasyan, (Türk Tarih Kurumu’nda Basılmamış nüsha), s.3; Mirhond, Ravzatu’s-Safa, C.IV, Luknov 1914, s.86; ayrıca bkz., İbrahim Kafesoğlu, “Doğu Anadolu’ya İlk Selçuklu Akını (11151021) ve Tarihi Ehemmiyeti”, 60. Doğum Yılı Münasebetiyle Fuad Köprülü Armağanı, İstanbul 1953, s.259-274; M.C. Şehabeddin Tekindağ, “Türkiye Tarihine Toplu Bir Bakış: Türklerin Anadolu’ya Gelişleri ve Yerleşmeleri”, Anadolu’da Türk Tarhi ve Kültürü, Trabzon 1967, s.1-2. 13 Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, s.11; Ali Sevim-Erdoğan Merçil, Selçuklu Devletleri Tarihi, Siyaset, Teşkilat ve Kültür, Ankara 1995, s.18. 3 sağlamak amacıyla14 çıktığı bu seferden birkaç yıl sonra bu kez 1028 yılında Yabgulu (Nâvekiyye, Yâvgiyân)15 Türkmenlerinin Anadolu’ya girdiklerini görmekteyiz. Ülke içinde huzursuzluk çıkardıkları gerekçesiyle Gazneli Mahmud tarafından ağır bir yenilgiye uğratılan, bir kısmı esir edilen ve öldürülen Yabgulu Türkmenleri, Mansur, Göktaş, Boğa, Dana, Kızıl ve Anasıoğlu gibi beylerin idaresinde Irak, Azerbaycan ve Doğu Anadolu bölgesine girmişlerdi16. Büyük Selçuklu Devleti’nin kurulmasından sonra da merkezî idare ile araları açık olan bu Türkmenler, Anadolu’da askerî faaliyetlerini sürdürdüler17. Bizans topraklarından çok Güney Doğu Anadolu bölgesindeki Müslüman hâkimlerin arazilerine akınlar düzenleyen Yabgulu Türkmenleri, nihayet Tuğrul Bey’in (10401063) Azerbaycan’a dönerek buradaki Selçuklu emirlerinin idaresinde Bizans’a karşı yapılan akınlara katılmaları hususundaki emrine uyarak geri döndüler18. Bu ilk Türkmen akınları Tuğrul ve Çağrı beylerin egemenliğini tanımak istemeyen vaktiyle ArslanYabgu’ya bağlı Oğuz beylerinin idaresindeki Türkmenlerin düzenledikleri ve belirli bir fetih planı içinde olmayan gayri-nizamî akınlardır. Yabgulu Türkmenleri her ne kadar Büyük Selçuklu Devleti’nin kontrolü ve isteği dışında hareket etmişlerse de, yaptıkları akınlarla bölgedeki direnme gücünü yıpratarak daha sonraki Selçuklu fetihleri için uygun bir zemin hazırlamışlardır. Selçukluların Dandanekan’da kazandıkları nihaî zafer ile Horasan’daki Gazneli hâkimiyeti son bulmuş ve Gazneli topraklarında Büyük Selçuklu Devleti kesin olarak 14 Köymen, “Selçuklu Devri Araştırmaları, I”, Belleten, XVII/68, (1953), 569. Ahmet Ateş, “Yabgulular Meselesi”, Belleten, XXIX/115 (1965), s.517-525; Sevim, “Nâvekiyye Türkmenleri Sorunu” Erdem, C.9, sa:26, Eylül 1996, s.789-792. 16 İbnü’l-Esir, C.IX, s.476; Türkçe çev., C.IX, s.363; ayrıca bkz., Faruk, Sümer Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları, İstanbul 1992, s.73; M. Altay Köymen, Büyük Selçuklu, C.I, s.169 vd. 17 İbnü’l-Esir, C.IX, s.385-386, 508; Türkçe çev., C.IX, s.298, 388; ayrıca bkz., Sümer, Oğuzlar, s.88; Köymen, Selçuklu DevriTürk Tarihi, 2. baskı, Ankara 1982, s.159. 18 Mateos, s.83-84; Simpat, s.31-32. Bizans valisi Stefanos’un mağlup ve esir edilmesi ile ilgili olarak Bizans kaynakları da bilgi vermektedir. Bu konuyla ilgili olarak Bizans müellifleri Sultan Tuğrul Bey’in emri ile Musul Arapları ile harp etmek için görevlendirilen Kutalmış’ın Musul hükümdârı ile yaptığı muharebede mağlup olarak Vaspurakan taraflarına kaçtığını, orada Bizans valisi olan Stefanos’tan ülkesinden geçmek için izin istediğini, fakat mağrur ve çılgın bir kişi olan bu valinin geçiş izni vermediği gibi Türklere saldırdığını, ancak mağlup ve esir edildiğini ve Kutalmış’ın onu Tebriz’e götürerek sattığını nakletmektedirler (bkz., Nikêforos Vryennios, Ylê Istorias, yay., Dêmêtrês Tsougkarakês-Despoina Tsougklidou, Atina 1996, s.71; Türkçe çev., O. Kazanlı, Tarihi Hatıralar, (Türk Tarih Kurumu’nda Basılmamış nüsha), s.36; Iôannês Zônaras, Epitomê İstoriôn, yay., Iordanês Grêgoriadês, C.III, Atina 1999, s.135-137. 15 4 kurulmuştu19. Devletin kurulmasının ardından Tuğrul Bey, Selçuklu şehzâdelerinin her birini belirli bir bölgenin fethi ile görevlendirdi. Selçuklu Sultanı’nın emri ile harekete geçen Selçuklu şehzâdeleri kısa süre içinde fethetmekle görevli oldukları bölgeleri ele geçirme başarısı gösterdiler20. Bu arada II. Basileios’un Ermeni topraklarını ilhak politikasını devam ettirerek Bizans İmparatorluğunun sınırlarını Azerbaycan’a kadar ilerleten IX. Konstantinos Monomakhos’un, Gürcü kumandanı Liparit’in idaresindeki orduyu, Şeddadoğulları Beyliğinin merkezi Dovin’e göndermesi üzerine harekete geçen Kutalmış, Gence önlerinde karşılaştığı Bizans ordusunu mağlup ederek geri çekilmek zorunda bırakmıştı21. Bu ilk Selçuklu-Bizans karşılaşmasında Bizans ordusu ağır kayıplar vermişti. Ölenler arasında Ermeni kuvvetlerinin komutanı Vahram ve oğlu Grigor da vardı22. İki devlet arasındaki ilk resmî temaslar 1048/49 yılındaki Hasankale zaferinden sonra oldu. Vaspurakan sınırındaki Büyük Zap suyu kenarında Bizans kuvvetleri tarafından pusuya düşürülerek pek çok Selçuklu beyi ile birlikte şehit edilen Selçuklu Şehzadesi Hasan’ın23 intikamını alması için Tuğrul Bey’in bölgeye gönderdiği kardeşi İbrahim Yınal, bu savaşta Bizans ordusunu mağlup, Bizans ordusunun komutanı Gürcü Prensi Liparit’i de esir etti24. Gürcü kumandan Liparit’in dışında pek çok esir ve bolca 19 Cuzcanî, Tabakat-ı Nasırî, yay., Abdülhay Habibî, Tahran 1363 h.ş., s.245 vd.; Gerdizî, Zeynü’l Ahbâr, yay., Abdülhay Habibî, Tahran 1363 h.ş., s.410 vd., 433 vd.; Mirhond, s.87; Müstevfî, s.428; Raşid AlDin Fazlallâh, Câmi ‘Al-Tavârih, yay., Ahmet Ateş, II, 5. cüz., 2. baskı, Ankara 1999, s.7-9, 15-16; İbnü’l-Esir, C.IX., s.482-483; Türkçe çev., C.IX, s.368-369. 20 Yınanç, Türkiye Tarihi: Selçuklular Devri I Anadolu’nun Fethi, İstanbul 1934., s.24; Cahen “Qutlumush et ses fils avant l’Asie Mineure”, Der Islam, 39, (1964), s.17; Sevim, Anadolu’nun Fethi, 2. baskı, Ankara 1993, s.50; Sevim-Merçil, a.g.e., s.34; Ali Sevim-Yaşar Yücel, Türkiye Tarihi Fetih, Selçuklu ve Beylikler Dönemi, Ankara 1989, s.41. 21 Azimî, Tarih, yay. ve Türkçe çev., Ali Sevim, Azimî Tarihi Selçuklular ile İlgili Bölümler, Ankara 1988, s.8; ayrıca bkz., Turan, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkuresi Tarihi, 2. Baskı, İstanbul 1978, s.287; aynı yazar, Selçuklular Tarihi, s.121; Kafesoğlu, “Selçuklular”, İA., C.X, s.365; Coşkun Alptekin, “Büyük Selçuklular”, DGBİT, C.VII, İstanbul 1989, s.107-108; Salim Koca, “Sultan Alp Arslan ve Anadolu’nun Kaderini Tayin Eden Zafer”, Meslek Hayatı’nın 25. Yılında Prof. Dr. Abdulhalûk M. Çay Armağanı, C.I, Ankara 1998, s.602. 22 Mateos, s.82; Simpat, s.31. 23 İbnü’l-Esir, C.IX, s.546-547; Türkçe çev., C.IX, s.415; Vryennios, s.73; Türkçe çev., s.36; Zônaras, s.137; ayrıca bkz., Köymen, “Anadolu’nun Fethi”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, I, Ankara 1961, s.93-94; J. Laurent, Byzance et les Turcs Seldjoucides dans l’Asie Occidentale Jusqu’en 1081, ParisNancy 1913, s.22. 24 Mikhail Attaleiatês, Historia, yay., Ioannis D. Polemis, Atina 1997, s.95; Cedrenus, II, s.579-580; Zônaras, s.137-139; İbnü’l-Esir, C.IX, s.546; Türkçe çev., C.IX, s.415; Azimî, s.8; Mateos, s.89-90; Marie Félicité Brosset, Gürcistan Tarihi (Eski Çağlardan 1212 Yılına Kadar), Türkçe çev., H.D. Andreasyan, Ankara 2003, s.283; ayrıca bkz., Turan Selçuklular Tarihi, s.121-123; S.G. Agacanov, Oğuzlar, Türkçe çev., Ekber N. Necef-Ahmet Annaberdiyev, 2. baskı, İstanbul 2003, s.319; Claude 5 ganimet25 ele geçiren İbrahim Yınal, Tuğrul Bey’in bulunduğu Rey şehrine dönerek Liparit’i ve savaşta elde ettiği ganimetleri ona sundu26. Bu gelişme üzerine İmparator IX. Konstantinos Monomakhos, bu sırada Balkanlarda ortaya çıkan Peçenek tehlikesini de düşünerek doğuda Selçuklular ile barışı sağlamak ve Liparit’i kurtarmak için harekete geçti. Bu amaçla İmparator, Diyarbakır Mervanî emiri Nasrüddevle aracılığıyla barış girişimlerine başladı. Selçuklu başkentine gelen Bizans elçisi, Liparit’in kurtuluş fidyesinin yanı sıra “eski devirlerde benzeri görülmemiş” hediyeler de getirmişti. Bizans İmparatoru’nun Selçuklu Sultanı’na gönderdiği hediyeler arasında 1000 balya ipekli kumaş ile diğer kumaşlardan 500 çeşit, 500 at, 300 Mısır eşeği, 1000 keçi, 100 kalıp gümüş, 200.000 dinar (altın) para vardı27. İmparator’un gönderdiği bu hediyeleri kabul eden Tuğrul Bey, Liparit’i fidye almadan serbest bıraktı28. Büyük Selçuklu Devleti ile Bizans İmparatorluğu arasındaki bu savaşın Selçuklular lehine sonuçlanmasının ardından yapılan antlaşmayla Selçuklular, Bizans tarafından bir güç olarak resmen tanınmış oldu. Bundan sonra Tuğrul Bey, Bizans ile imzalanacak antlaşmanın şartlarının görüşülmesi için Abbasî halifesi Kaim Biemrillah’ın akrabalarından Şerif Ebu’l-Fazl Nâsır’ı29 Bizans heyeti ile birlikte İstanbul’a gönderdi. Ancak yapılan görüşmelerde bir sonuç elde edilemedi. Bunun ardından Selçukluların yeniden akınlara başlayacağını düşünen İmparator doğudaki kalelerin sağlamlaştırılmasını ve askerî kuvvetlerin arttırılmasını emretti30. Cahen, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, Türkçe çev., Yıldız Moran, İstanbul 1979, s.83; aynı yazar, Türklerin Anadolu’ya İlk Girişi, Türkçe çev., Y. Yücel-B. Yediyıldız, Ankara 1992, s.10; Rauf A. Gusseinov “Relations Entre Byzance et les Seldjuks en Asie Mineure aux XIe et XIIe Siècles (D’après les sources Syriennes)” Actes du XIVe Congres International des Études Byzantines, Bucarest 6-12 Septembre 1971, C.II, 1975, s.338. 25 Rivayete göre bu savaşta 100 binden fazla kişi esir edilmiş ki mümkün değil, 19 bin zırh elde edilmiş ve ele geçirilen ganimetler 10 arabayla taşınmış; bkz. İbnü’l-Esir, C.IX, s.546; Türkçe çev., C.IX, s.415; Mateos, s.90; ayrıca bkz., Köymen, Tuğrul Bey ve Zamanı, İstanbul 1976, s.56; KafesoğluYıldız-Merçil-Saray, A Short History of Turkish-Islamic States, Ankara 1994, s.93. 26 Zônaras, s.139, Azimî, s.8; Vardan, s.175; ayrıca bkz., Yınanç, a.g.e., s.26-27; Köymen, a.g.m., s.95; Turan, Selçuklular Tarihi, s.123; Koca, a.g.m., s.602. 27 Gregory Abû’l-Farac İbnü’l-İbrî (G. Barhebraeus), Abû’l-Farac Tarihi, İngilizce’den Türkçe’ye çev., Ö. R. Doğrul, C.I, 2. Baskı, Ankara 1987, s.304-305; İbnü’l-Esir, C.X, s.28; Türkçe çev., C.X, s.43. 28 Zônaras, s.139; Attaleiatês, s.95; İbnü’l-Esir, C. X, s.28; Türkçe çev., C.X, s.43. 29 Tuğrul Bey’in Bizans İmparatoru huzuruna gönderdiği elçinin ismi Bizans kaynaklarında “Serifês” olarak geçmektedir; bkz., Zônaras, s.139. 30 Yınaç, a.g.e., s.27; Köymen, a.g.m., s.95; aynı yazar, “Tuğrul Bey”, İA., C.XII/II, s.35; Kafesoğlu, “Selçuklular”, İA., C.X, s.365; Hasan Ghali Moayedi, Invasion Seldjoukides En Arménie Byzantine”, TAD, C.VI, sa. 10-11, 1968, s.129; Bu konu hakkında bilgi veren Bizans kaynaklarında, Tuğrul Bey tarafından İstanbul’a gönderilen Serifês adlı elçinin İmparator ile yaptığı mülakatta Sultan adına haraç 6 Gerçekten de ülke içindeki karışıklıkları düzene koyan Tuğrul Bey 1054 yılında ordusunun başında Anadolu’ya bir sefer düzenledi. Bu sefer sırasında Van Gölü’nün kuzeyindeki Bargiri (Muradiye) ve Erciş kalelerini ele geçiren Selçuklu Sultanı Malazgirt’i de kuşatmış, fakat ele geçirememişti31. Baharla birlikte tekrar geri dönmek düşüncesiyle Anadolu’dan ayrılan Tuğrul Bey, bu tarihten sonra Şehzade isyanları ve Bağdat’daki hadiselerle uğraşmak zorunda kaldığından, Anadolu’ya bir daha sefer düzenleyemedi. Bununla birlikte Selçuklu beylerinin Anadolu’daki faaliyetleri devam etti. Özellikle 1057-58 yıllarındaki iç mücadeleler sırasında Bizans İmparatorluğu’nun Doğu Anadolu üzerindeki kontrolünün iyice azalması, Selçuklu beylerine daha rahat hareket etme imkanı verdi. Salar-ı Horasan, Samuk, Emir Kapar ve Dinar gibi beyler idaresinde Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgelerini baştanbaşa geçen Selçuklu akıncıları başta Erzincan, Sivas ve Malatya olmak üzere birçok önemli merkezi yağmalamışlardı32. Tuğrul Bey’in ardından, Selçuklu tahtına yeğeni Alp Arslan (1063-1072) oturdu33. Ülke içinde düzeni sağladıktan sonra 1064 yılı başlarında Doğu Anadolu ve Gürcistan istediği fakat bunun kabul edilmeyerek elçinin hiçbir şey elde edemeden geri döndüğü ve bunun üzerine Sultan’ın bizzat Romalılara (Bizans) karşı yürüdüğü kaydedilmektedir. bkz. Zônaras, s.105; ayrıca bkz., Köymen, Selçuklu Devri, s.247-248; Sevim, Anadolu’nun Fethi, s.52-53; Sevim-Yücel, a.g.e., s.42-43; Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, s.24; yine dönemin olayları hakkında bilgi veren Abû’l-Farac ve İbnü’l-Esir, Selçuklu Devleti ile Bizans İmparatorluğu arasında meydana gelen bu olaydan bahsederken Tuğrul Bey’in İstanbul’a bir elçi gönderdiğine dair herhangi bir bilgi vermemekte ve Liparit’in hiçbir şey talep edilmeden serbest bırakılmasına karşılık İmparator’un İstanbul’da bulunan camiyi tamir ettirdiği, içine kandiller astırdığı ve buraya görevliler tayin ederek maaş bağladığını, ayrıca Tuğrul Bey’e de 1000 balya ipekli kumaş ile diğer kumaşlardan 500 çeşit, 500 at, 300 Mısır eşeği ve 1000 tane de siyah gözlü ve boynuzlu keçi gönderdiğini yazmaktadırlar; bkz. Abû’l-Farac, C.I, s.304-305; İbnü’lEsir, C.X, s.28; Türkçe çev., C. X, s.43. 31 Attaleiatês, s.97; Abû’l-Farac, C.I, s.306; Mateos, a.g.e., s.100 vd.; Simpat, s.35-36; İbnü’l-Esir, C.IX, s.599; Türkçe çev., C.IX, s.454-455. 32 Ioannes Skylitzes, Synopsis Historiarum, II, CSHB, yay., I. Bekker, Bonn 1839, s.652-653; Süryani Keşiş Mikhail, Vekayinâme, Türkçe çev., H.D. Andreasyan (Türk Tarih Kurumu’nda Basılmamış nüsha), s.16-17, 21; Abû’l-Farac, C.I, s.312-313; Mateos, s.106 vd., 110 vd., 113 vd.; Simpat, s.37 vd.; ayrıca bkz., Köymen, a.g.m., s.98 vd.; Honigmann, a.g.e., s.180 vd. 33 İbnü’l-Esir, C.X, s.29, 31 vd.; Türkçe çev., C.X, s.43, 45, vd.; Müstevfî, s.430-431; Bundârî, s.24 vd.; İbnu’l Ezrak, Târîh Meyyafârikin ve Âmid (Mervanlılar Kısmı), yay., B. A. L. ‘Avvâd, Kahire 1959, s.186; ayrıca bkz., Köymen, Büyük Selçuklu, C. III, s.7 vd.; aynı yazar, Alp Arslan ve Zamanı, İstanbul 1995, s.23 vd.; Yınanç, “Alp Arslan”, İA., C.I, s.384; Kafesoğlu, “Alp Arslan”, TDVİA., C.2, İstanbul 1989, s.526-527; C.E. Bosworth, “The Political and Dynastic History of the Iranian World (A.D. 10001217), The Cambridge History of Iran, C.V, Cambridge 1968, s.54; aynı yazar, İslâm Devletleri Tarihi, Türkçe çev., E. Merçil-M. İpşirli, İstanbul 1980, s.145; A. K. S. Lambton, “The Internal Structure of The Seljuq Empire”, The Cambridge History of Iran, C.V, Cambridge 1968, s. 219; Carl Brockelman, İslâm Ulusları ve Devletleri Tarihi, Türkçe çev., Neşet Çağatay, Ankara 1992, s.142; Herbert M.J. Loewe, “The Seljūqs”, CMH, Cambridge 1923, s.306. 7 seferine çıkan Alp Arslan, bu sefer sırasında Bizans’ın doğudaki en önemli merkezlerinden Ani’yi fethetti34. Ayrıca Kars bölgesi hâkimi Gagik’i de Selçuklu vassalı haline getirdi. Ancak Alparslan’ın ayrılmasından sonra Gagik Bizans’a sığındı. Onun Anadolu’dan ayrılmasından sonra da tıpkı Tuğrul Bey döneminde olduğu gibi Anadolu’da Bizans ile olan mücadele Selçuklu beyleri tarafından devam ettirildi. Bu dönemde Anadolu’da faaliyetlerde bulunan Selçuklu beyleri arasında en meşhur olanı hiç şüphesiz Afşin Bey idi. Antep, Antakya ve Malatya havalisinde faaliyetlerde bulunduktan sonra İç Anadolu bölgesine girerek 1067 yılında Kayseri’yi ele geçiren Afşin Bey, ertesi yıl Suriye’ye kadar inen Bizans ordusunun arkasından dolaşarak İstanbul-Kilikya yolu üzerindeki önemli bir merkez olan Amuriyye (Amorion)35 kalesini zapt etti. Bu olayı duyan İmparator, geri dönüş sırasında Afşin Bey’in yolunu kesmek istediyse de Selçuklu kuvvetlerinin süratle geri çekilmeleri sonucu başarısız oldu36. Son olarak 1070 yılında Alp Arslan’dan kaçarak Anadolu’ya giren Selçuklu Şehzadesi Erbasan37, Sivas yakınlarında mağlup ve esir ettiği Manuel Komnenos’un teklifi üzerine Bizans’a sığınmak için İstanbul’a gittiğinde38, onu takip eden Afşin Bey İstanbul Boğazı’nın Anadolu kıyısındaki Kadıköy’e kadar ilerledi. Buradan Erbasan ve 34 Attaleiatês, s.153vd.; Abû’l-Farac, C.I, s.316; Mateos, s.119 vd.; Vardan, s.177; Simpat, s.40; Brosset, s.288; İbnü’l-Esir, C.X, s.41; Türkçe çev., C.X, s.52; Sadruddin Ebu’l-Hasan Ali ibn Nâsir ibn Ali el Hüseynî, Ahbâr üd-Devletis-Selçukıyye, Türkçe çev., Necati Lugal, 2. baskı, Ankara 1999, s.26-28; ayrıca bkz., Köymen, Alp Arslan ve Zamanı, s.36 vd.; Cahen, “Alp Arslan”, EI2, C.I, Leiden-London 1960, s.420; Laurent, a.g.e., s.24; Honigmann, a.g.e., s.185-186; John Julius Norwich, A Short History of Byzantium, New York, 1997, s.237; Fahreddin, Kırzıoğlu, “Selçukluların Anı’yı Fethi ve Buradaki Selçuklu Eserleri”, SAD, II, 1970 s.131-132. 35 Afyon ili Emirdağ ilçesinde, merkez bucağına bağlı Hisarköy’ün yerinde bulunan İlkçağ kenti bkz., Bilge Umar, Türkiye’deki Tarihsel Adlar, 2. baskı, İstanbul 1993, s.63. 36 Attaleiatês, s.175 vd., 223-225; Zônaras, s.197 vd.; Abû’l-Farac, C.I, s.318-319; Mateos, s.137; ayrıca bkz., Köymen, Alp Arslan, s.40-41; Honigmann, a.g.e., s.118; Mustafa Kafalı, “Anadolu’nun Fethi ve Türkleşmesi”, Erdem, C.8, sa: 22, Ocak 1996, s.8. 37 Sultan Alp Arslan’ın kardeşi Gevher Hatun’un kocası olan bu Selçuklu şehzâdesi, (bkz., Sıbt İbnü’l Cevzî, Mîr’âtü’z- Zeman fî Tarih’il Âyan, yay., Ali Sevim, Ankara 1968, s.118-119, 144, 173) Kavurt Bey ile Alp Arslan arasındaki mücadelede Kavurt Bey’in yanında yer alarak öncü kuvvetlerine kumanda etmişti. Ancak Sultan Alp Arslan’ın Kavurt Bey’i itaat altına almasından sonra Alp Arslan’ın gazabına uğramaktan korkan Erbasan maiyetindeki kuvvetlerle Anadolu’ya girmişti. Erbasan’ın Bizans’a sığınması hakkında ayrıntılı bilgi için bkz., Attaleiatês, s.255-257; Zônaras, s.209-211; Vryennios, s.73-75; Türkçe çev., s.37-38; Mateos, s.137-138; ayrıca bkz., Erdoğan Merçil, “Bizans’ta Selçuklu Hanedan Mensupları”, XI. Türk Tarih Kongresi, Bildiriler, II, Ankara 1994, s.709-710; Sevim, Ünlü Selçuklu Komutanları, Afşin, Atsız, Artuk ve Aksungur, Ankara 1990, s.25-26; Kafesoğlu, “Selçuk’un Oğulları ve Torunları”, TM, XIII, 1958, s.129; Laurent, “Rum (Anadolu) Sultanlığının Menşei ve Bizans”, Türkçe çev., Y. Yücel, Belleten, LII/202, (1988), s.220. 38 Skylitzes, II, s.685-686. 8 yanındakilerin kendisine teslimi için İmparator’a bir mektup gönderen Afşin Bey, bu isteği geri çevrilince yolu üzerindeki tüm Bizans şehir ve kasabalarını yağmalayarak geri döndü39. 1068 yılında İmparatoriçe Eudokia ile evlenerek40 Bizans tahtına oturan IV. Romanos Diogenes (1068-1071), askerî alandaki başarıları ve cesaretiyle bazı kesimler tarafından kurtarıcı olarak görülüyordu. Gerçekten de kendisinden önceki İmparatorların aksine bizzat ordunun başında sefere çıkan Diogenes, Bizans İmparatorluğu’na yeni bir dinamizm kazandırmıştı41. Yaklaşık dört yıl süren saltanatı süresince, 1071 Malazgirt bozgunuyla son bulan seferinin dışında 1068 ve 1069 yıllarında Anadolu’ya iki sefer daha düzenlemişti. Ancak dönemin Bizans kaynaklarının da ifade ettiği gibi, bu seferler sırasında birkaç önemsiz başarının dışında kalıcı bir sonuç elde edemedi42. Nihayet bu iki seferde başaramadığını doğrudan Selçuklu başkenti üzerine giderek elde etmeyi düşünen Diogenes, İmparatorluğun çeşitli eyaletlerinden toplanan birliklerin dışında Peçenek, Kıpçak, Uz ve Hazar gibi gayrimüslim Türk toplulukları ile Rus, Alman, Bulgar, Frank ve Gürcü ücretli askerlerinden oluşan43 büyük ordusuyla 1071 yılında son seferine çıktı44. Ancak 39 Mateos, s.137-138. Erbasan’ın Bizans’a sığınmasına çok şaşıran Mateos bu görülmemiş işitilmemiş bir şeydi diyerek hayretini ifade etmektedir; Sıbt İbnü’l Cevzî, s.146-147; ayrıca bkz., Merçil, a.g.m., s.709-710; Kafesoğlu, “Selçuk’un Oğulları”, s.129; Feridun Dirimtekin, Malazgirt Meydan Muharebesi, İstanbul 1943, s.41; aynı yazar, “Selçukluların Anadolu’da Yerleşmelerini ve Gelişmelerini Sağlayan İki Zafer”, Malazgirt Armağanı, Ankara 1972, s.236; Cahen, “İslam Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı”, Türkçe çev., Zeynep Kerman, T.M., C.XVII, 1972, s.87-88; Laurent, a.g.e., s.25 vd.; aynı yazar, a.g.m., s.220. 40 N. Oikonomides, “Le Serment de l’Impératrice Eudocie (1067)” REB, 21 (1963), s.101-128; Pavlos Karolides, Romanos Diogenis, Türkçe çev., Kriton Dinçmen, İstanbul 1993, s.43. 41 Angold, “The Byzantine State on the Eve of the Battle of Manzikert”, BF, XVI, (1991), s.9-34. 42 Psellos, The Chronographia of Michael Psellus, İngilizce çev., E.R.A. Sewter, New Haven, 1953, 269; Türkçe çev., Işın Demirkent, Mikhail Psellos’un Khronographia’sı, Ankara 1992, s.226. İmparator’u her fırsatta eleştiren Psellos, bu seferler sırasında Diogenes’in düşmanın üzerine gitmenin dışında hiçbir şey elde edemediğini ifade etmektedir. 43 Uzun tarihi boyunca İmparatorluğun askerî yapılanmasında ve savaş taktiklerinde zaman zaman değişiklikler olmuştur. Örneğin XI. yüzyılın ilk yarısından itibaren Bizans orduları, İmparatorluğun çeşitli bölgelerinden toplanan ücretli askerlerden, thema kuvvetlerinden ve yabancı birliklerden oluşmaktaydı. Tarihi süreç içerisinde Bizans savaş sisteminde ve ordu yapısında meydana gelen değişiklikler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz., John Haldon, Byzantium at War AD 600-1453, New York : Routledge, 2003, s.47-60; aynı yazar, Military Service, Military Lands, and the Status of Soldiers: Current problems and Interpretations”, State, Army and Society in Byzantium, VII, Ashgate: Variorum 1995, s.1-67. 44 Skylitzes, II, s. 687 vd.; Mateos, s.140; Sıbt İbnü’l Cevzî, s.148; Ahbâr üd-Devletis-Selçukıyye, s.33; İbnü’l-Adîm, Bugyetü’t-Taleb fî Tarih Haleb (seçmeler), çeviri, notlar ve açıklamalar Ali Sevim, Biyogrofilerle Selçuklular Tarihi, Ankara 1989, s.12; Malazgirt Savaşı ile ilgili ayrıntılı bilgi için ayrıca 9 Malazgirt’de ordusu perişan ve kendisi de esir edilen Diogenes bu seferinin sonunda yalnızca tahtını değil, trajik bir şekilde hayatını da kaybetti45. Selçuklu-Bizans ilişkilerinde bir dönüm noktası teşkil eden Malazgirt savaşına46 değin, Bizans kontrolündeki Anadolu’ya düzenlenen Selçuklu akınları, her ne kadar iç bölgelere kadar uzanmışsa da, bu dönemde doğudaki birkaç merkezin dışında herhangi bir Türk yerleşiminden söz etmek güçtür. Oysa bu zaferden yalnızca birkaç yıl sonra Kutalmışoğlu Süleymanşah Anadolu’da bağımsız bir devlet kuracaktır. Zengin kaynakları, siyasî ve askerî denetimden uzak olması, Anadolu’yu yalnızca Selçuklu idaresine tâbi Türkmen toplulukları için değil, rahatça hareket edebilecekleri bir bölge olması bakımından, Bizans yönetimine başkaldıran asiler için de oldukça cazib bir mekan haline getiriyordu. Nitekim 1073 yılında Türkler üzerine gönderilen Bizans ordusunda yer alan ücretli Frank askerlerinin komutanı Urselius de Bailleul, bu sefer sırasında Bizans ordusunu terk ederek Sivas taraflarına gelip bölgede kendi hâkimiyetini kurdu. Çok geçmeden etraftaki Bizans kentlerini yağmalamaya başlayan Urselius de Bailleul, İmparator tarafından üzerine gönderilen Caesar Ioannes Dukas’ı da mağlup ve esir etti. Bununla da yetinmeyen bu asi Frank komutanı biraz sonra yeğenine karşı kışkırttığı Caesar’ı da yanına alarak Bizans tahtını ele geçirmek üzere harekete geçti. Üsküdar’a kadar ilerleyerek burasını ateşe veren Urselius, ancak o sıralarda Orta Anadolu’da faaliyetlerde bulunan ve İmparator tarafından yardıma çağırılan Artuk Bey tarafından mağlup edilerek etkisiz hale getirilebildi47. Artuk Bey’in Bizans’a teslim bkz., Sevim, Malazgirt Meydan Savaşı, Ankara 1971; aynı yazar, “Malazgirt Meydan Savaşı ve Sonuçları”, Malazgirt Armağanı, Ankara 1972, s.219-229; Faruk Sümer-Ali Sevim, İslâm Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı (Metinler ve Çeviriler), Ankara 1988; Cahen, “İslâm Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı”, s.77-100; Sümer, “Malazgirt Savaşına Katılan Türk Beyleri”, SAD, sa. IV, 1975, s.197-207. 45 Skylitzes, II, s. 697vd.; Attaleiatês, s.285vd.; 297vd.; Psellos, s.269 vd., 276 vd.; Türkçe çev., s.229 vd., 233 vd.; Zônaras, s.213 vd.; Abû’l-Farac, C.I, s.321 vd; Süryani Mikhail, s.26-27; Mateos, s.143; Vardan, s.178; Müstevfî, s.433; Bundârî, s.40-41; Aksarayî, Müsâmeretü’l-Ahbâr, yay., O. Turan, Ankara 1944, s.16-17; Türkçe çev., Mürsel Öztürk, Ankara 2000, s.12-13; İbnu’l-‘Adîm, Zubdetu’lHaleb min Târîh Haleb, II, yay., Samî Dahhân, Dımaşk 1954, s.28-29; ayrıca bkz., Konstantinos Amantos, Historia tou Vyzantinou Kratous, 867-1204, C.II, Atina 1947, s.240-246; Semavi Eyice, Malazgirt Savaşını Kaybeden IV. Romanos Diogenes, Ankara 1971, s. 81-96; Norwich, Byzantium the Apogee, New York 1992, s.356-357; Karolides, a.g.e., s.71-79. 46 Bu zaferin önemi ile ilgili genel bir değerlendirme için bkz., Hüseyin G.Yurdaydın, “Importance of Malazgirt Victory for the Islâmic Countries”, Erdem, C.9, sa: 25, s.443-451; Mehmet Şeker, Fetihlerle Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması, Ankara 1987, s.48 vd. 47 Attaleiatês, s.323 vd; Skylitzes, II, s.708 vd.; Zônaras, s.227-229; Vryennios, s.125 vd.; Türkçe çev., s.58 vd.; ayrıca bkz., Sevim, “Artukluların Soyu ve Artuk Bey’in Siyasi Faaliyetleri”, Belleten, 10 etmeyerek eşinin ödediği fidye karşılığı serbest bıraktığı Urselius de Bailleul, çok geçmeden Bizans yönetimi için yeniden tehlikeli hale geldiğinde, bu kez bir başka Selçuklu beyi Tutak Bey tarafından ele geçirilerek Bizans’a teslim edilmişti48. Bu tarihten birkaç yıl sonra Kutalmışoğullarının Anadolu’da aktif bir rol oynadıklarını görmekteyiz49. İlk olarak Urfa ve Birecik taraflarına geldikleri anlaşılan kardeşlerden ikisi bir süre sonra Suriye’deki hadiselere karışmış, ancak Atsız Bey karşısında başarısız olarak bu Selçuklu Beyi tarafından yakalanıp Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’a (1072-1092) gönderilmişlerdi50. Kardeşlerden diğer ikisi Süleyman ve Mansur ise bir süre daha bu bölgede kaldıktan sonra faaliyetlerini kendileri için daha uygun şartlara sahip olan Anadolu’da sürdürmeye karar verdiler. Bu şekilde Anadolu’nun iç bölgelerine yönelen Süleymanşah, ilk olarak Bizans valisi Martavkosta’nın elinden Konya’yı, ardından da Romanos Makri idaresindeki Gevale kalesini51 ele geçirdi. Ciddi bir direnişle karşılaşmayan Süleymanşah, çok geçmeden Konya’dan İznik kapılarına kadar olan bütün bölgeleri hâkimiyeti altına aldı52. Onun bu kadar kısa süre içinde böylesine geniş bir alana hâkim olmasında, şahsî kabiliyetlerinin XXVII/101, (1962), s.126; aynı yazar, Ünlü Selçuklu Komutanları, s.47 vd.; aynı yazar, “Artuk b. Eksük”, TDVİA., C.3, İstanbul 1997, s.414; İbrahim Artuk, Artuk Beğ, Ankara 1988, s.15 vd.; Laurent, a.g.e., s.66. 48 A. Komnena, The Alexiad of The Princess Anna Komnena, İngilizce çev., A. Dawes, London 1967, s.8 vd.; Türkçe çev., Bilge Umar, Alexiad: Anadolu’da ve Balkan Yarımadası’ında İmparator Alexios Komnenos Dönemi’nin Tarihi Malazgirt’in Sonrası, İstanbul 1996, s.17 vd.; Skylitzes, II, s.711vd.; Vryennios, s.171 vd.; Türkçe çev., s.72 vd.; Attaleiatês, s.347-349; Zônaras, s.229.; ayrıca bkz., Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, İstanbul 1953, s.67-68; aynı yazar, “Melikşah”, İA., C.VII, s.667; Vryonis, a.g.e., s.107-108; aynı yazar, “Patterns of Population Movement in Byzantine Asia 1071-1261”, XVe Congrés International D’ Études Byzantine, Rapports et Co-Rapports I. Histoire, Atina 1976, s.5-6. 49 Bizans kaynaklarından Skylitzes’e göre Kutalmış’ın beş oğlu vardı; bkz., Skylitzes, II s.732.; bunlardan dördünün ismi çeşitli Doğu ve Batı kaynaklarından geçmektedir. Mesela Süleyman ve Mansur için bkz., Vryennios, s.259; Türkçe çev., s.102; Devlet (Dolat) için bkz., İbnu’l-‘Adîm, Zubdetu’l-Haleb, II, s.205; Alp İlek (Alp Yülük) için bkz., Mateos, s.186. 50 Sıbt İbnü’l Cevzî, s.174-175; ayrıca bkz., Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye, 4. baskı, İstanbul 1996, s.47 vd. Konuyla ilgili bilgi veren kaynaklarda yalnızca Kutalmışoğlu ve kardeşi olarak geçen bu iki şehzâde muhtemelen Alp İlek ve Devlet’tir. Zira diğer iki kardeş Süleyman ve Mansur’un isimleri bu tarihten sonra meydana gelen hadiselerde zikredilmektedir (bkz., Vryennios, s.259; Türkçe çev., s.102). 51 “Tarihlerde Gevale imlasıyla yazılan ve Gevele denilen kale Konya yakınında Sille civarındaki (Konya ile Altınapa yolu üzerinde) dağın üzerinde olup dağın bir adı da Tahtalı dağdır.” Bkz., İ.H. Uzunçarşılı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, Ankara 1988, s.30 dipnot 2. 52 Tarih-i Al-i Selçuk Der Anadolu (Anonim), yay., Nadire Celâlî, Tahran 1999, s.79; Türkçe çev., F. N. Uzluk, Anadolu Selçukluları Devleti Tarihi, Ankara 1952, s.23. 11 yanısıra yukarıda da belirttiğimiz gibi, bu dönemde Bizans’ın içinde bulunduğu karışıklıkların da etkisi olmuştur. 1078 yılında VII. Mikhail Dukas’a (1071-1078) karşı ayaklanan Anadolu orduları komutanı Nikephoros Botaniates (1078-1081), merkezî idarenin kendisini ortadan kaldırması için başvurduğu I. Süleymanşah’ın elinden daha önce Bizans’a sığınan ve şimdi kendisi ile birlikte hareket eden Selçuklu hanedanının bir diğer mensubu Erbasan sayesinde kurtulmuştu. Erbasan’ın aracılığıyla I. Süleymanşah’ı para ve değerli hediyeler karşılığında yanına çekmeyi başaran Botaniates, önce İznik’e ardından da İstanbul’a geçerek iktidarı ele geçirdi53. Nikephoros Botaniates, Bizans tahtına oturduktan sonra İstanbul’daki taraftarlarına ve emrindeki adamlarına ihsanlarda bulundu. Botaniates’in sadık bir hizmetkâr gibi kendisine çalışan ve tahtı ele geçirmesine yardım eden Selçuklu kuvvetlerine karşı da çok cömert davrandığını söyleyen Attaleiatês, İmparator’un Türklere verdiği hediyelerin kendi adamlarına verdiklerinden çok daha fazla olduğunu ifade etmektedir. Attaleiatês’in anlattığına göre Boğazın karşı kıyısındaki Üsküdar’da karargâh kuran Selçuklu birliklerinin beyleri başkente davet edilmekte ve burada kendilerine çok miktarda altın ve değerli kumaşlar hediye edilmekteydi. Aynı şekilde Kutalmışoğulları da hemen her gün İmparatorluk hazinesinden değerli hediyeler almaktaydılar. Bizans’ın Balkanlardaki topraklarına tamamen hâkim olan ve İmparatorluk iddiasında bulunan Nikephoros Bryennios’a karşı da Botaneiates yine Süleyman ve Mansur’u yardıma çağırdı. Süleymanşah’ın gönderdiği 2000 kişilik kuvvet Trakya’daki Kalavria savaşında önemli bir rol oynadığı gibi Bryennios’un esir edilmesini de sağlamıştı54. Öte yandan bu sıralarda Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın Kutalmışoğullarını itaat altına almak için Anadolu’ya 53 Attaleiatês, s.457 vd.; Vryennios, s.235 vd.; Türkçe çev., s.94 vd.; Zônaras, s.233, 237; Abu’l-Farac, C.I, s.327 vd.; ayrıca bkz., D. I. Polemis, “Notes On Eleventh-Century Chronology (1059-1081), BZ, LVIII, (1965), s.69 vd.; Ostrogorsky, a.g.e., s.322; G. Leiser, “Sulayman b. Kutulmish”, EI2, C.IX, Leiden 1997, s.825-826. 54 Attaleiatês, s.457-459, 475 vd.; Skylitzes, II, s.736-737; Vryennios, s.259, 265vd.; Türkçe çev., s.102 vd.; Zônaras, s.235-237; Alexiad, s.12 vd.; Türkçe çev., s.23 vd.; ayrıca bkz., Laurent, a.g.m., s.225; Cahen, Anadolu’da Türkler, s.90; Vryonis, a.g.e., s.106; Walter Emil Kaegi, “The Contribution of Archery to Turkish Conquest of Anatolia”, Speculum, XXXIX, January 1964, s.107; Türkçe çev., Yusuf Ayönü, “Anaolu’nun Türkler Tarafından Fethine Okçuluğun Katkısı”, TİD, XVI, 2001, s.252. 12 gönderdiği Porsuk da muhtemelen bu ittifak sayesinde I. Süleymanşah’a hiçbir şey yapamamıştı55. Botaneiates ile I. Süleymanşah arasındaki bu ittifak Süleymanşah’ın 1080 yılında Botaneiates’e karşı ayaklanan Nikephoros Melissenos’u desteklemesi ile son buldu. I. Süleymanşah tarafından desteklenen Melissenos, I. Aleksios Komnenos’un (1081-1118) daha atik davranarak Bizans tahtına oturmasıyla amacına ulaşamadı. Bununla birlikte Melissenos’un saf dışı edilmesinin ardından, onun isteği üzerine muhafaza edilmeleri için Türk garnizonları yerleştirilen Bizans şehirlerinin I. Süleymanşah tarafından bir daha boşaltılmaması sonucunda başta İznik olmak üzere Batı Anadolu’daki pek çok şehir Selçuklu hâkimiyetine girdi56. Bithynia bölgesini57 tamamen zapt ederek İmparatorluk başkentinin yanı başındaki İznik’i kendisine merkez yapan I. Süleymanşah, biraz sonra İstanbul Boğazı’nın Anadolu sahilinde kurduğu gümrük daireleriyle boğazdan geçen gemilerden vergi almaya başladı58. Yeni İmparator I. Aleksios Komnenos, batıda Norman Robert Guiskard ile olan mücadeleyi öncelikli olarak halletmeyi düşündüğünden I. Süleymanşah ile anlaşma yoluna gitti. Belirli bir miktar para karşılığında barış 55 Sultan Melikşah’ın Emir Porsuk’u Anadolu’ya göndermesiyle ilgili olarak iki farklı görüş ileri sürülmektedir. Bunlardan birincisine göre hâkimiyet davası nedeniyle birbirleriyle arası açılan Süleymanşah ve Mansur’un çatışmaya girdiğini öğrenen Sultan Melikşah, Süleyman’ın yanında yer alarak bu sırada Bizans’a sığınmış olan Mansur’un ortadan kaldırılması için Emir Porsuk’u Anadolu’ya göndermişti; bkz., Yınanç, a.g.e., s.62; Köymen, “Süleymanşah ve Anadolu Selçuklu Devleti’nin Kuruluşu”, Belleten, LVII/218 (Nisan 1993), s.75-76; bu konu ile ilgili olarak ileri sürülen ikinci fikre göre ise, merkeziyetçi yönetime büyük önem veren Sultan Melikşah, Emir Porsuk’u Anadolu’da başına buyruk hareket eden Kutalmışoğullarının her ikisinin üzerine göndermişti (bkz., Turan, Türkiye, s.56 vd.; aynı yazar, Selçuklular Tarihi, s.286-287; Cahen, Türklerin Anadolu’ya İlk Girişi, s.36). Bize göre de Sultan Melikşah Emir Porsuk’u Anadolu’ya Kutalmışoğullarının her ikisini de itaat altına almak üzere göndermiştir. Zira bu tarihte Kutalmışoğullarının aralarının açık olduğuna dair herhangi bir delil yok iken. Bu iki kardeşin Emir Porsuk’un üzerlerine gönderilmesinden kısa süre önce birlikte hareket ettiklerine dair kaynaklarda açık ifadeler vardır ( bkz., Vryennios, s.258; Türkçe çev., s.102). 56 Vryennios, s.305 vd.; Türkçe çev., s.123 vd.; Attaleiatês, s.521-522; Alexiad, s.61 vd., Türkçe çev., s.81 vd.; Zônaras s.251-253; Türkiye Selçuklu Devleti’nin kuruluş tarihi ve İznik’in zaptı ile ilgili olarak ayrıntılı bir inceleme için ayrıca bkz., Kafesoğlu, “Anadolu Selçuklu Devleti Hangi Tarihte Kuruldu”, İÜEFTD, sa. 10-11, 1981, s.1-18; Clive F.W. Foss, “Nicaea”, ODB, C.2, New York-Oxford 1991, s.1463-1464; Turan, Türkiye, s.55. aynı yazar, “Süleymanşah I”, İA., C.XI, s.206; aynı yazar, “Anatolia in the Period of the Seljuks and The Beyliks”, CHI, I, edited by P. M. Holt-Ann. K. S. Lampton and Bernard Lewis, Cambridge 1970, s.234; Sevim, Anadolu Fatihi Kutalmışoğlu Süleymanşah, Ankara 1990, s.26. 57 Anadolu’nun kuzeybatı yanında, yaklaşık olarak bugünkü Bursa, Bilecik, Bolu, Sakarya, Kocaeli illerini, İstanbul ilinin Anadolu’daki parçasını, Zonguldak ilinin batı yarımını kapsayan bölgenin adı. Bkz., Umar, a.g.e., s.167. 58 Yınanç, a.g.e., s.66; Turan, Türkiye., s.61; aynı yazar, Mefkure, s.290. 13 teklifinde bulunan İmparator’un bu isteği I. Süleymanşah tarafından olumlu karşılanınca taraflar arasında bir antlaşma imzalandı59. Bu antlaşma ile doğu sınırını emniyete alan I. Aleksios, ayrıca Normanlar karşısında I. Süleymanşah gibi güçlü bir müttefik de kazanmış oluyordu. Nitekim I. Aleksios, 1082 yılında Adriyatik kıyısındaki Draç’ı kuşatan Robert Guiskard’a karşı koymak için Selçuklulardan askerî destek aldığı gibi, ertesi yıl Tesalya’ya kadar ilerleyerek Yenişehir’i kuşatan Guiskard’ın oğlu Bohemund’a engel olmak için de yine I. Süleymanşah’tan yardım talep etti. I. Süleymanşah’ın, gönderdiği 7000 kişilik kuvvet, savaş sırasında büyük yararlılıklar göstererek I. Aleksios’un mücadeleyi kazanmasında önemli bir rol oynadı60. Tarafların genellikle üçüncü bir düşmana karşı çıkar ilişkisine dayalı olarak birbirleriyle yaptıkları bu ittifaklar uzun ömürlü olmasa da sık sık tekrarlanıyordu. I. Süleymanşah’ın ölümünün ardından İznik’te yerine bıraktığı Ebû’l-Kâsım’ın idaresi döneminde de Bizans ile olan ilişkiler inişli çıkışlı bir şekilde devam etti. I. Aleksios, I. Süleymanşah ile yaptığı antlaşmayı bozarak Bizans aleyhinde faaliyetlere girişen ve ele geçirdiği Gemlik (Kios)’da küçük bir deniz filosunun inşâsına başlayan Ebû’l-Kâsım ile başlangıçta mücadele etmek zorunda kaldı61. Ancak Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’ın İznik’i zapt etmek için Emir Porsuk idaresinde bir orduyu Anadolu’ya göndermesi üzerine kendisi için daha tehlikeli bir rakip olacağını düşündüğü bu Selçuklu beyine karşı Ebû’l-Kâsım’ı desteklemeyi uygun buldu. Antlaşma şartlarını görüşmek için gittiği İstanbul’da uzun süre İmparator tarafından ağırlanan Ebû’l-Kâsım, her ne kadar İzmit ve çevresinin hâkimiyetini Bizans’a kaptırmışsa da bu ittifak sayesinde İznik’teki durumunu koruyabilmişti62. Diğer taraftan başta Ebû’l-Kâsım olmak üzere Anadolu’da başına buyruk hareket eden Türkmen beylerini itaat altına almak isteyen Melikşah da bunun Bizans’ın desteğini almadan sağlanamayacağını anladığından, bu doğrultuda girişimlerde bulunuyordu. Bu amaçla İmparator’a gönderdiği bir mektup ile evlilik yoluyla hısımlık kurmayı öneren Sultan Melikşah, eğer 59 Alexiad, s.94 vd.; Türkçe çev., s.126 vd. Anna’ya göre barış önerisinde bulunan Aleksios değil Süleymanşah idi. Ancak bu dönemde asıl zor şartlar altında bulunan ve savunma durumunda olan Bizans İmparatorluğu olduğundan bu teklifin Aleksios tarafından yapılmış olması daha mantıklıdır. 60 Alexiad, s.126 vd.; Türkçe çev., s.142 vd., 163 vd.; Angold, The Byzantine Empire, s.112; Treadgold, State and Society, s.615. 61 Alexiad, s.155 vd.; Türkçe çev., s.197 vd. 62 Alexiad, s.157 vd.; Türkçe çev., s.199 vd.; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.85. 14 bu gerçekleşirse Türkleri kıyı bölgelerinden çekeceğini, tüm hisarları kendisine geri vereceğini ve bütün gücüyle onu destekleyeceğini vaad etmekteydi. Fakat mektubu getiren Siyavuş adlı elçiyi birçok vaadlerle kendi tarafına çekmeyi başaran I. Aleksios, Sultan’ın gönderdiği mektubu kullanarak başta Sinop olmak üzere Türk beylerinin elindeki sahil kentlerini hile ile ele geçirdi. Buna rağmen Melikşah, İmparator’a bu kez Porsuk’un ardından İznik üzerine gönderdiği Bozan aracılığıyla daha önceki tekliflerini yineleyen ikinci bir mektup gönderdi. Sultan Melikşah’ın bu konudaki kararlılığını farkeden I. Aleksios, özellikle evlilik konusuna pek sıcak bakmasa da dönemin en kudretli hükümdarı Melikşah’ı karşısına almak istemediğinden ona cevap vermek zorunda kaldı. Fakat bu sırada Sultan Melikşah’ın aniden ölmesi sonucu iki hanedan arasında akrabalık kurma girişimi sonuçsuz kaldı63. I. Kılıç Arslan’ın İznik’e gelerek yönetimi ele almasından (1092/93-1107), I. Haçlı seferine kadar geçen süre içinde, Selçuklu-Bizans ilişkilerinde herhangi bir değişiklik olmadı. I. Süleymanşah’ın 1086’daki ölümünün ardından I. Aleksios Komnenos’un Türkiye Selçuklularının hâkimiyetindeki bölgelere karşı saldırılarını yoğunlaştırması sebebiyle I. Kılıç Arslan tahta oturduktan hemen sonra bu baskıyı kırmak için Bizans’a saldırıya geçti64. Ancak çok geçmeden I. Aleksios’un telkinleriyle kayınpederi Çaka (Çakan) Bey’e65 karşı Bizans ile işbirliği yaptı. Bizans sarayında yetişen ve daha sonra oluşturduğu deniz filosuyla İzmir ve civarındaki adaları hâkimiyeti altına alan bu Türk Bey’i, ittifak halinde olduğu Peçenek Türkleriyle birlikte Bizans İmparatorluğu’nu sıkıştırmaktaydı66. 1091 Nisan’ında diğer bir Türk kavmi olan 63 Alexiad, s.153, 160-161; Türkçe çev., s.195-196, 203-204; ayrıca bkz., Cahen, Anadolu’da Türkler, s.94-95; Charles M. Brand, “The Turkish Element in Byzantium, Eleventh-Twelfth Centruies”, DOP, 43 (1989), s.4. 64 Alexiad, s.163-164; Türkçe çev., s.207 vd.; Demirkent, Sultan I. Kılıç Arslan, Ankara 1996, s.16-17; Turan, Türkiye, s.97. 65 Bu Türk Bey’inin ismi ile ilgili olarak bkz., Kafesoğlu, “Selçuklu Çağındaki İzmir Türk Beyi’nin Adı: Çaka mı, Çağa mı, Çakan mı”, İÜEFTD, sa. 34, İstanbul 1984, s.55-60. 66 Çaka Bey’in ortaya çıkışı ve ilk faaliyetleri ile ilgili olarak bkz., Alexiad, s.183 vd.; Türkçe çev., s.229 vd.; Zônaras, s.164-165; ayrıca bkz., Akdes Nimet Kurat, Çaka, Orta Zamanda İzmir ve Yakınındaki Adaların Türk Hakimi, İstanbul, 1936, s.8 vd.; aynı yazar, Peçenek Tarihi, İstanbul, 1937, s.198 vd; Çoşkun Alptekin, “İzmir Türk Beyliği (Çaka Beyliği)”, Tarihte Türk Devletleri, II, Ankara 1987, s.477478; Savvides, “O Seltzoukos Emirês tês Smyrnês Tzakhas (Çaka) kai oi Epidromes tou sta Mikrasiatika Paralia, ta Nêsia tou Anatolikou Aigaiou kai tên Kônstantinoupolê, (c.1081-c.1106, I: c.1081-1090, II: c.1090-1106)”, Vyzantino Tourkika Meletêmata, Atina 1999, s.71-102. 15 Kumanlarla anlaşarak Peçenekleri neredeyse tamamen imha ettiren67 I. Aleksios, Çaka’ya karşı da I. Kılıç Arslan’ı kullandı. Selçuklu Sultanı’na gönderdiği mektup ile onu Çaka Bey’e karşı harekete geçmeye kışkırtan İmparator bu amacına ulaştı. I. Kılıç Arslan ileride kendisine rakip olacağını düşündüğü kayınpederini yanına davet ederek öldürttü68. Çaka Bey’e karşı birlikte hareket eden taraflar arasındaki ilişkilerin çok geçmeden yeniden gerginleştiğini görmekteyiz. Kumanlarla mücadele ettiği sırada tüm Bithynia bölgesinin Türkler tarafından talan edilmesi üzerine harekete geçen I. Aleksios, tam bu sırada Haçlı ordularının Balkan topraklarına girdiği haberini aldı69. Bizans’ın uzun süreden beri Batı’dan talep ettiği ücretli askerlerin yerine sayıları yüz binlerle ifade edilen Haçlı ordularının gelmesi70 Bizans yönetimini sıkıntıya sokmuştu. Batılıların “hiçbir antlaşmaya uymayan, para düşkünü ve güvenilmez” kişiler olduğunu düşünen I. Aleksios, böylesine büyük orduların İmparatorluk arazisinden geçerken sorun oluşturacaklarını bildiğinden tedirgindi71. Bununla birlikte Bizans, bu Haçlı orduları sayesinde Türkleri kıyı bölgelerinden uzaklaştırmayı başarabilmişti. Nitekim Haçlılar tarafından haftalarca şiddetli bir kuşatma altında tutulan İznik, I. Kılıç Arslan tarafından kendi kaderine terk edildikten sonra, şehirdeki Türk garnizonu tarafından Bizans’a 67 Kurat, Peçenek Tarihi, s.214 vd.; aynı yazar, Çaka Bey, s.22-23 ; Demirkent, I. Kılıç Arslan, s.5; A.A. Vasiliev, History of the Byzantine Empire, C.II, Wisconsin 1976, s.385; Angold, The Byzantine Empire, s.110-111; Ostrogorsky, a.g.e., s.332-333; Robert Browning, The Byzantine Empire, Washington DC. 1992, s.160; J.M. Hussey, “The Later Macedonians, The Comneni and the Angeli 1025-1204”, CMH, C.IV, Cambridge 1966, s.214. 68 Alexiad, s.219-220; Türkçe çev., s.269-271; ayrıca bkz., Kurat, Çaka, s.29-30; aynı yazar, Peçenek Tarihi, s.201; Demirkent, I. Kılıç Arslan, s.17-18; Turan, Türkiye, s.97-98; aynı yazar, “Kılıç Arslan”, İA., C.VI, Eskişehir 1997, s.682; Mücteba İlgürel, “Çaka Bey”, TDVİA., C.8, İstanbul 1993, s.188; Cahen, Anadolu’da Türkler, s.95. 69 Alexiad, s.247-248; Türkçe çev., s.300 vd. 70 Demirkent, “Haçlı Seferleri Düşüncesinin Doğuşu ve Hedefleri”, İÜEFTD, sa. 35, İstanbul 1984, s.71; aynı yazar, “Haçlı Seferlerinin Mahiyeti ve Başlaması”, Haçlı Seferleri ve XI. Asırdan Günümüze Haçlı Ruhu Semineri, 26-27 Mayıs 1997, Bildiriler, İstanbul 1998, s.6; aynı yazar, “Haçlılar”, TDVİA., C.14, İstanbul 1996, s.526; Fredrich Duncalf, “The First Crusade: Clermont to Constantinople”, H.C., I., s.253 vd.; Ralph-Johannes Lilie, Byzantium and the Crusader State 1096-1204, Oxford-New York, 1993, s.1-2; Sydney Nettleton Fisher, The Middle East A History, New York 1969, s.133. 71 Alexiad, s.248; Türkçe çev., s.302-303; Anna’nın eserinde Haçlılara karşı ağır ifadeler kullanıldığı gibi Haçlı kaynaklarında da Bizans’a karşı eleştiriler vardır. Özellikle Anadolu’dan geçişleri sırasında Bizans yönetiminin Türklerle işbirliği yaparak kendilerini tuzağa düşürdüğü yönünde ifadeler bulunmaktadır. Bkz., Albertus Aquensis, Liber Christianae Expeditionis pro Ereptione et Restitutione Sanctae Hierosolymitanae Ecclesiae, Almanca çev., H. Hefele, Albert von Aachen Geschichte des ersten Kreuzzuges, C.II, Jena 1923, s.80 vd. 16 teslim edildi (19 Haziran 1097)72. I. Kılıç Arslan’ın eşi ve çocuklarının da bulunduğu İznik’in ardından başta İzmir ve Efes olmak üzere Batı Anadolu’nun sahil bölgeleri de Bizans hâkimiyeti altına girdi73. İznik’in düşmesinden sonra Konya’yı başkent yapan I. Kılıç Arslan, Danişmendliler ile birlikte Haçlılara karşı mücadeleye devam etti. 1101 yılında birbiri ardına Anadolu’ya giren Haçlı ordularını yenilgiye uğratan I. Kılıç Arslan’ın bu başarıları, Haçlıların yardımıyla Türkleri Anadolu’dan tamamen atmayı düşünen İmparator’un umutlarını boşa çıkardı74. Bir süre sonra I. Kılıç Arslan ile bir antlaşma yapan I. Aleksios, buna göre Marmara kıyısındaki bölgeler, ayrıca İzmir ve Antalya havalisi Bizans’a ait olmak şartıyla Anadolu’nun diğer bölgelerinde Bizans’ın eline geçen yerleri Selçuklulara geri vermeyi kabul ediyordu75. I. Kılıç Arslan’ın Musul’u hâkimiyeti altına aldıktan sonra Büyük Selçuklu Devleti emirlerinden Çavlı ile yaptığı savaşta ölmesinin (1107)76 ardından onun Anadolu’da kurduğu siyasî birlik bozulmuş ve Türkiye Selçuklu Devleti büyük bir 72 Alexiad, s.252 vd., 269 vd.; Türkçe çev., s.308 vd., 325 vd.; Anonim Gesta Francorum et aliorum Hierosolimitanorum, ed. ve İngilizce çev., Rosalind Hill, The Deeds of the Franks and other Pilgrims to Jarusalem, London, 1962, s.12 vd.; İbnü’l-Esir, C.X. s.273-274; Türkçe çev., C.X. s.228; Mateos, s.188 vd.; Vardan, s.187, ayrıca bkz., Demirkent, Haçlı Seferleri, İstanbul 1997, s.21 vd., 30 vd.; aynı yazar, Sultan I. Kılıç Arslan, s.24 vd; Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, C.I., Türkçe çev., Fikret Işıltan, Ankara 1989, s.110 vd., 136 vd.; aynı yazar, The First Crusade, Abridged ed., Tokyo-Dai Nippon 1980, s.92 vd., 122 vd.; aynı yazar, “The First Crusade: Constantinople to Antioch”, H.C., I, s.284 vd; Karen Armstrong, Holy War: The Crusades and Their Impact on Today’s World, LondonPapermarc 1992, s.154 vd, P.M. Holt, The Age of the Crusades (The Near East from the Eleventh Century to 1517, New York 1992, s.21; Türkçe çev., Özden Arıkan, Haçlılar Çağı 11. Yüzyıldan 1517’ye Yakındoğu, İstanbul 1999. s.21. 73 Alexiad, s.280 vd.; Türkçe çev., s.337 vd.; ayrıca bkz., Demirkent, I. Kılıç Arslan, s.32-33; Runciman, Haçlı Seferleri, C.I, s.149; aynı yazar, The First Crusade, s.137; Cahen, Anadolu’da Türkler, s.98; Tamara Talbot Rice, The Seljuks in Asia Minor, London, 1961. s.53. 74 Alexiad, s.288 vd.; Türkçe çev., s.346 vd.; Mateos, s.214 vd.; Vardan, s.189; ayrıca bkz., Runciman, Haçlı Seferleri Tarhi, C.II, Ankara 1992, s.19 vd.; Demirkent, Haçlı Seferleri, s.61 vd.; aynı yazar, I. Kılıç Arslan, s.34 vd.; aynı yazar, “1101 Yılı Haçlı Seferleri”, Prof. Dr. Fikret Işıltan’a 80. Doğum Yılı Armağanı, İstanbul 1995, s.17-56; aynı yazar, “1101 Yılı Haçlı Seferleri Ordularının Anadolu’da Takip Ettiği Yollar Hakkında”, Uluslararası Haçlı Seferleri Sempozyumu, 23-25 Haziran 1997 (İstanbul), Ankara 1999, s.31 vd.; Z. Velidî Togan, Umumi Türk Tarihi’ne Giriş, 3. baskı, Ankara 1981, s.204. 75 Turan, Türkiye, s.105-106; aynı yazar, Selçuklular ve İslâmiyet, İstanbul 1980, s.88-89; Demirkent, I. Kılıç Arslan, s.49. Bizans imparatoru ve I. Kılıç Arslan arasında bir antlaşma yapılması elbetteki yalnızca I. Kılıç Arslan’ın 1101 yılında Anadolu’ya giren Haçlı ordularına karşı elde ettiği büyük başarıların sonucu olarak düşünülemez. Zaten bu sıralarda daha önce kendisine verdikleri sözleri yerine getirmeyen Haçlılar ile Aleksios’un arası açıktı. Nitekim çok geçmeden Bohemond ile çatışmaya giren İmparator Selçuklulardan yardım almıştır (bkz., Cahen, Anadolu’da Türkler, s.100). 76 Aksarayî, s.29; Türkçe çev., s.22; İbnü’l-Esir, C.X, s.342 vd.; Türkçe çev., C.X, s.426 vd.; Müstevfî, s.474-475; Mateos, s.231; Müneccimbaşı Ahmed b. Lütfullah, Câmiu’d-Düvel (Selçukluar Tarihi II), yay., Ali Öngül, İzmir 2001, s.11 vd.; ayrıca bkz. Demirkent, I. Kılıç Arslan, s.49 vd.; KafesoğluYıldız-Merçil-Saray, a.g.e., s.124; Cahen, “Kilidj Arslan I”, EI2, C.V, Leiden 1986, s.104. 17 sarsıntı geçirmişti. Tıpkı I. Süleymanşah’ın ardından olduğu gibi, I. Kılıç Arslan’ın ölümünden sonra da Türkiye Selçuklu tahtı bir müddet boş kaldı. Ancak bu sefer durum biraz daha farklıydı. Zira I. Kılıç Arslan’ın ardından devletin yönetimini ele alacak ve düzeni sağlayacak Ebû’l-Kâsım gibi dirayetli bir emir yoktu. Üstelik I. Haçlı seferinin Anadolu’daki Türkler üzerinde açtığı derin yaralar henüz tam olarak sarılmamıştı. Bu durumdan faydalanan Bizans İmparatorluğu derhal harekete geçerek Selçukluların elinde bulunan birçok bölgeyi işgale başlamıştı. I. Kılıç Arslan’ı mağlup eden Emir Çavlı, ardından Musul üzerine yürüyerek ciddi bir direnişle karşılaşmaksızın şehri teslim aldı77. Bundan sonra hutbeyi tekrar Büyük Selçuklu Sultanı adına okutan emir Çavlı, I. Kılıç Arslan’ın kendi üzerine gelirken bir miktar kuvvetle birlikte Musul’da bıraktığı oğlu Şahinşah (Melikşah)’ı Isfahan’a Sultan Muhammed Tapar’ın huzuruna gönderdi78. Yaklaşık iki yıl Isfahan’da tutulan Şahinşah, 1109 yılı başlarında Sultan Muhammed Tapar tarafından serbest bırakıldı79. İlk olarak Malatya’ya gelerek kardeşlerinden Tuğrul Arslan’ın hâkimiyetine son veren Şahinşah daha sonra da Mesud ve Arab’ı saf dışı ederek babasının tahtına oturdu (1110)80. I. Kılıç Arslan’ın ölümünden Şahinşah’ın Anadolu’ya gelerek Konya tahtına oturmasına kadar geçen süre içerisinde Türkiye Selçuklu Devleti’nin topraklarına sürekli olarak saldırılarda bulunan Bizans’a karşı Selçukluların müdafaa savaşları Hasan Bey tarafından devam ettirilmekteydi. Ancak 1110 yılında Konya’da tahta oturan Şahinşah’ın ilk işi kendisine rakip olabilecek Hasan Bey’i ortadan kaldırmak oldu81. Bundan sonra Selçuklu Sultanı, batıda taarruz halindeki Bizanslıların, Türkiye Selçuklu Devleti için oluşturduğu büyük tehlikenin farkında olduğundan İmparator I. Aleksios ile mücadeleye başladı. Şahinşah bu amaçla ilk olarak Bizanslıların elinde 77 İbnü’l-Esir, C.X, s.430; terc, C.X, s.345; Abû’l-Farac, C.II, s.347. İbnü’l-Esir, C.X, s.430; terc, C.X, s.345; Abû’l-Farac, C.II, s.349. 79 Abû’l-Farac, C.II, s.347-350; bu hadise ilgili olarak bilgi veren İslam kaynaklarından İbn Kalanisi’ye göre Şahinşah Muhammed Tapar tarafından serbest bırakılmamış kaçarak Anadolu’ya gelmiştir (İbn Kalanisî, s.158). Krş., Muharrem Kesik, Türkiye Selçuklu Devleti Tarihi Sultan I. Mesud Dönemi (1116-1155), Ankara 2003, s.16-17. 80 Süryani Mikhail, s.54-55; Abu’l-Farac, C.II, s.349; krş., Kesik, a.g.e., s.17-18. 81 Turan, Türkiye, s.153-154; Osman Turan buna delil olarak Şahinşah’ın, Mesud ile mücadelesi sırasında Hasan Bey’in oğlu Gazi’nin Şahinşah’a büyük bir hınç ve intikam duygusuyla saldırmasını (Alexiad, s.406-407; Türkçe çev., s.499-500) göstermekte ve İbn Kalanisi’nin Şahinşah’ın babasının ülkesine geldiğinde amcasının oğlunu öldürdüğü rivayetine (İbn Kalânisî, Zeyl Târîh Dımaşk, H.F. Amedroz, Leyden 1908, s.158) dayanarak da Hasan Bey’in Kılıç Arslan’ın kardeşi Kulan Arslan’ın oğlu ve dolayısıyla da Selçuklu soyundan olduğunu ileri sürmektedir ki, bize göre de bu görüş doğrudur. 78 18 bulunan Alaşehir üzerine bir ordu sevk etti. Ancak şehrin valisi Konstantinos Gabras, Selçukluların üzerine doğru ilerlediğini duyunca komutası altındaki birlikleri yanına alarak onları Kelbianos’ta82 karşılamış ve Selçuklu kuvvetlerini burada mağlup etmişti. Bu yenilgi üzerine Şahinşah, I. Aleksios Komnenos’a bir elçilik heyeti göndererek barış teklifinde bulundu. İmparator, huzuruna gelen Selçuklu elçilerini büyük bir saygıyla ağırlamış ve uzun görüşmelerden sonra taraflar arasında maddeleri ve içeriği bugün bilinmeyen bir antlaşma yapılmıştı83. Ancak bu antlaşmanın uzun süre geçerliliğini koruyamadığı görülmektedir. Çok geçmeden I. Aleksios Komnenos’un ayaklarındaki şiddetli ağrılar nedeniyle sefere çıkamamasından faydalanan Türkler yaklaşık 50000 kişilik bir kuvvet ile Bizans’a karşı saldırıya geçti. Nitekim 1113 yılında batıdaki Bizans topraklarına doğru ilerleyen Selçuklu kuvvetleri ayrı ayrı beylerin idaresi altında İznik Gölü dolaylarına kadar olan bölgelerde yeniden fetihler yaptılar84. Emir Monoluğ ve Emir Muhammed idaresindeki birlikler Bursa ve Ulubat Gölü civarındaki Bizans savunmalarını çökerterek Çanakkale Boğazı’na kadar ilerlediler. Türklerin bu akınlarını duyan İmparator, rahatsızlığına rağmen bizzat harekete geçmiş ve İstanbul Boğazı’nın Anadolu yakasındaki Üsküdar’a gelerek tüm kuvvetlerinin toplanması için burada karargâh kurmuştu. Bir süre sonra yanındaki kuvvetlerle birlikte İzmit körfezi kıyısındaki Kibotos’a85 gelen İmparator, ayaklarındaki rahatsızlık nedeniyle daha fazla ilerleyemediğinden Selçuklulara karşı yürütülecek askerî harekâtı buradan idare etmeye karar verdi. Bu sırada Çanakkale Boğazı’nın Anadolu kıyısında bulunan Abydos’a kadar gelen Emir Monoluğ burada da herhangi bir direnişle karşılaşmaksızın Edremit (Adramytteion) ve Kırkağaç (Khliara)’a kadar ilerlemişti. Bu haberin gelmesi üzerine İmparator, o sırada İznik valisi olan Kamitzes’e bir mektup gönderip, yanına bir miktar kuvvet alarak Türkleri takip etmesi emrini verdi. Bu emir üzerine yanındaki kuvvetlerle İznik’ten ayrılan Kamitzes, Emir Muhammed idaresindeki kuvvetlerle karşılaştığında Selçuklular, Bizans kuvvetlerinin başında İmparator olduğunu zannederek endişeye kapılmışlardı. Ancak Kamitzes’in 82 Küçük Menderes vadisinin İç ucundaki ova bkz., Umar, a.g.e., s.415. Alexiad, s. 370; Türkçe çev., s.451-452. 84 Alexiad, s.371, 374 vd.; Türkçe çev., s.453, 457 vd.; ayrıca bkz. Turan, Türkiye, s.154-155; Alptekin “Türkiye Selçukluları”, DGBİT, C.VIII, s.235; Merçil, a.g.e., s.119; Sevim-Merçil, a.g.e., s.435; Sevim-Yücel, a.g.e., s.119. 85 İzmit Körfezi’nin ağzı yakınındaki, güney yanda bir kıyı köyü bkz., Umar, a.g.e., s.437. 83 19 askerleri arasında bulunan Balkanlardan gelme gayrimüslim Türklerden (Uz-Peçenek) bir Türk’ü esir alan Selçuklular, bu askerden gerçeği öğrenince yeniden toparlanarak Bizanslıları mağlup etmişlerdi. Kuvvetleri dağılan Kamitzes buna rağmen yanında kalan az sayıdaki askerle mücadelesine devam etti; ancak çok sayıda Selçuklu askeri tarafından sarılan Kamitzes başka çaresi olmadığını anlayınca teslim oldu. Bu arada yenilgi haberini duyan İmparator, Türkleri arkadan çevirmek amacıyla İznik ve Malagina86 üzerinden geçerek Eskişehir’in batısındaki dağlık bölgeden Kütahya’ya kadar ilerledi ve Akrokos87 denilen yerde Türklere bir baskın düzenleyerek, onlara ağır kayıplar verdirdi ve pek çoğunu da esir etti. I. Aleksios’un, Kütahya bölgesindeki Türklere yaptığı bu katliamı öğrenen Emir Muhammed, o sırada bulunduğu Edremit ve Kırkağaç bölgesinden ayrılarak Germe (Karme) ve Simav (Synao) yoluyla geri döndü. Eskişehir bölgesindeki Türkmenleri de yanına alan emir Muhammed, bu katliamın intikamını almak için İmparator’un peşine düştü. Alaşehir’e doğru ilerleyen Bizans ordusunun artçı kuvvetlerine yetişerek saldırıya geçen Emir Muhammed, burada Bizanslılara ağır kayıplar verdirdiği gibi bu kuvvetlerin başında bulunan iki ünlü Bizans generalini de öldürmüştü. Bu çarpışmalar sırasında çıkan kargaşadan yararlanan Kamitzes ise kaçmayı başararak Alaşehir-Eğrigöz arasında karargâh kurmuş olan İmparator’un yanına geldi. Kamitzes’ten durumu öğrenen I. Aleksios çok üzülse de hiçbir şey yapamadan İstanbul’a döndü88. İstanbul’da bir yıl kalan ve bu arada Balkanlarda Bogomiller ve Kumanlar üzerine bir sefer düzenleyen89 İmparator, bundan sonra yeniden Selçuklular üzerine bir sefere çıkmak için hazırlığa girişti. Türkiye Selçuklu Devleti’nin başkenti Konya üzerine yürümeyi düşünen ve bu amaçla ülke dışından paralı asker toplayan İmparator’un böyle bir sefere çıkmasının sebebi, dönemin olayları hakkında ayrıntılı bilgiler veren Anna Komnena’nın eserinde Türkiye Selçuklu Sultanı Şahinşah’ın Anadolu’yu istila etmeye hazırlanması olarak gösterilmektedir. Anna’ya göre büyük bir istila hazırlığı yapan 86 İstanbul’dan Eskişehir’e, Bolvadin’e, Akşehir’e, konya’ya uğrayıp Gülek geçidine ya da Torosların diğer bir geçidini aşarak Kilikya’ya ulaşan Bizans askerî yolunun üzerinde bulunan kent bkz., W.M., Ramsay, Anadolu’nun Tarihî Coğrafyası, Türkçe çev., Mihri Pektaş, İstanbul 1960, s.216 dipnot 2, s.221 dipnot 9, s.226 dipnot 16; Umar, a.g.e., s.538. 87 Kütahya iline bağlı ilçe merkezi Emet’in batı yanındaki Eğrigöz dağı bkz., Umar, a.g.e., s.43. 88 Alexiad, s.374 vd.; Türkçe çev., s.457 vd.; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.155; Alptekin, “Türkiye Selçukluları”, s.235. 89 Alexiad, s.383 vd; Türkçe çev., s.469; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.155. 20 Şahinşah, İmparator’a karşı başarılı bir savaş yürütebilmek için Horasan’dan ve Halep’ten kuvvetler getirtmişti90. Çeşitli milletlerden toplanan ücretli askerlerden oluşan büyük bir orduyu Türkler üzerine sevk eden İmparator ayaklarındaki rahatsızlığı yeniden nüksettiği için bu sefere katılamayıp İstanbul’da kalmıştı. Bizans İmparatoru’nun emriyle büyük bir ordunun üzerine geldiği haberini alan Şahinşah da kuvvetlerini toplayarak harekete geçti (1116). İmparator I. Aleksios Komnenos’un ordusunun başında bu sefere çıkmaması Türk askerleri arasında alay konusu olmuştu91. Türklerin bu alaylı davranışlarını öğrenen İmparator çok sinirlenmiş ve ağrılarının hafiflemesi üzerine bizzat ordusunun başına geçerek Türkler üzerine sefere çıkmıştı. Üsküdar üzerinden Kibotos’a oradan da Ulubat bölgesine gelen I. Aleksios, tüm kuvvetlerinin toplanması için bir müddet bekledikten sonra İznik’e doğru hareket etti. İznik’te üç gün kalan İmparator, daha sonra muhtemelen Türklerin Manyas Gölü civarındaki dağların eteğinde bulunan ovada olduklarını öğrendiğinden, İznik’ten ayrılarak bu bölgeye geldi. Türkler, Bizans ordusunun yaklaştığını görünce bir savaş hilesine başvurarak daha kalabalık gözükmek için her tarafta ateşler yakmışlardı. Bizanslılar ile çatışmaya girmeyen Türk kuvvetleri aldıkları ganimetlerle birlikte geri dönmüşlerdi. Manyas yakınlarında karargâh kuran İmparator, elinden kaçırdığı Türkleri takip etmek için onların arkasından hafif birlikler gönderirken, kendisi de Ulubat bölgesine gelerek karargâh kurdu. Konya üzerine gitmek için gerekli hazırlıkların tamamlanması ve diğer kuvvetlerin toplanması amacıyla burada üç ay kadar kalan İmparator, Konya üzerine yürümek için harekete geçtiği sırada Selçukluların İznik çevresindeki bölgeleri talan ettiğini duydu. Bunun üzerine I. Aleksios, İznik taraflarına geldiyse de, Bizans ordusunun üzerlerine geldiği haberini alan Türk kuvvetlerinin daha önceden geri çekilmesi nedeniyle onları yine yakalayamamıştı. Bundan sonra Türkler tarafından kurulan Söğüd köyüne gelen I. Aleksios, burasının da boşaltılmış olduğunu gördü. Böylece boş yere yoluna devam etmek istemeyen İmparator geri döndü. Çok geçmeden Emir Monoluğ idaresindeki bir 90 91 Alexiad, s.390; Türkçe çev., s.479. Gerçekten de Selçuklu askerleri kendi karargâhlarında “yatağında yatan İmparatoru ve etrafındaki hekimler ve bakıcıları” taklit ederek İmparator’un bu durumuyla alay ediyorlar ve kahkahalar atarak gülüyorlardı; bkz., Alexiad, s.390-391, Türkçe çev., s.479-480. 21 Türk birliği, İznik yakınlarına gelerek bölgeyi talan etti. Bununla birlikte I. Aleksios bu sefer Türk akıncıları üzerine gitmeyerek ordusuyla İzmit’e çekildi92. İzmit’te karargâh kuran İmparator, İstanbul’dan beslediği ordusunun da eksiklerini tamamlıyordu. Selçuklulara karşı giriştiği seferlerde tam anlamıyla bir başarıya ulaşamamış olan I. Aleksios Komnenos, Türklerin İznik civarına kadar olan bölgeleri yağmaladığını duyunca artık daha fazla duramayarak Eskişehir’e doğru harekete geçmeye mecbur kaldı. Böylece İzmit’ten ayrılan I. Aleksios, İznik’e geldiğinde deneyimli subaylar komutasındaki hafif birlikleri ayırarak onlara, ordunun önünde gitmelerini ve küçük birlikler halinde vur-kaç taktiği kullanarak Türklere kayıplar verdirmelerini emretti. Ordunun asıl bölümüyle yoluna devam eden I. Aleksios ise Eskişehir ovasına vardı. Türklerin diğer milletlerden farklı bir savaş taktiği uyguladığını ve bu yüzden de ağır kayıplar verdirdiklerini bilen İmparator, onlarla olan savaşında daha az kayıp vermek için yeni taktikler deniyordu. Eskişehir’den Kütahya istikametine doğru ilerleyen I. Aleksios, ordusundan bir birliği Kamitzes’in idaresine vererek Bolvadin ve Kedrea93 üzerine gönderirken bir diğer birliği de Amorion’a94 yolladı. Boğa adlı bir komutanın idaresindeki Kedrea’ya hücum eden Kamitzes bu önemli kaleyi ele geçirdikten sonra Bolvadin’e doğru ilerledi. Bolvadin’i ele geçiren Kamitzes şehirdeki birçok Türk’ü de katletti. Kamitzes’in ardından Bolvadin’e gelen I. Aleksios Komnenos’un niyeti Konya’ya kadar ilerlemekti. Ancak Türkiye Selçuklu Sultanı Şahinşah’ın, Bizans ordusunun yiyecek bulmasını engellemek için tüm tarlaları ateşe verip yiyecek maddelerini ortadan kaldırdığını ve Anadolu’nun kuzeyindeki Türkmenlerin (Danişmendliler) de saldırıya geçtiğini duyan İmparator, korkuya kapılmıştı. Ayrıca takip edeceği yol üzerindeki Akşehir bölgesi de Türkmenlerle doluydu. İlk önce Akşehir üzerine mi yoksa Konya üzerine mi yürümek konusunda tereddüt içinde olan İmparator, nihayet civardaki bir kilisede yaptığı dua ve bir papazın kehaneti sonucu Akşehir yönünde devam etmeye karar verdi. Ordusuyla Akşehir’e doğru ilerleyen İmparator’un önden gönderdiği Bardas komutasındaki Bizans 92 Alexiad, s.392-393, Türkçe çev., s.480-481; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.155-156. Afyon’dan Ankara’ya uzanan yol üzerinde ve Afyon’un 44 km. kuzeydoğusunda bulunan bucak merkezi Bayat kasabasının 3 km. kadar batısında bkz. Umar, a.g.e., s.413. 94 Afyon ili Emirdağ ilçesinde, merkez bucağına bağlı Hisarköy’ün yerinde bulunan İlkçağ kenti bkz., Umar, a.g.e., s.63. 93 22 kuvvetleri, birçok kez etraftaki Türkmenlerin baskınına uğrayarak ağır kayıplar vermiş ve sonunda çaresiz bir şekilde İmparator ile birleşmek üzere geri çekilmişti. Türklerin çok kalabalık ve etrafa yayılmış bir halde olduğunu öğrenen İmparator, bundan sonra ordusunu sık düzene sokarak Akşehir üzerine yürümüş ve burasını ele geçirmişti. Akşehir’i ele geçiren İmparator bundan sonra etrafı tahrip etmek amacıyla Konya’ya doğru gönderdiği kuvvetler dışında bizzat Konya üzerine gitmemiş ve bir müddet sonra kendisine sığınmış olan bölgede yaşayan Rumları da Bizans topraklarında iskân ettirmek üzere yanına alarak geldiği yoldan geri dönmüştü95. İmparator’un geri dönüşü sırasında Bizans ordusuna sürekli baskınlar düzenleyen Emir Monoluğ idaresindeki Türk birlikleri Bizanslılara ağır kayıplar verdirmekteydi96. Anna’nın anlattığına göre bu sırada yanındaki kuvvetlerle Emir Monoluğ’un yanına gelen Şahinşah, bu tecrübeli Türk beyini İmparator ile bizzat savaşa girmediği için eleştirmiş, hatta onunla alay etmişti. Emir Monoluğ ise kendisini eleştiren Şahinşah’a “Ben yaşlı ve tedbirli olduğum için onunla kapışmayı şimdiye dek erteledim. Ama senin bunu yapmaya gözün kesiyorsa git o işi kendin dene; sonuç kimin haklı olduğunu bize öğretecek” diye cevap vermişti97. Gerçekten de biraz sonra Selçuklu Sultanı Bizans artçı kuvvetlerine karşı saldırıya geçmiş ve emrindeki diğer beylere de saldırı emrini vermişti. Ancak başarısız olan Selçuklu kuvvetleri etraftaki dağlara çekilmek zorunda kalmıştı. Hatta içlerinde Sultan’ın şarabdârı da olmak üzere pek çok Türk esir edilmişti. Bu esnada Bizans ordusundan kaçan bir Türk askeri98 Selçuklu Sultanı’nın yanına gelerek ona İmparator ile gündüz savaşmamasını bunun yerine sık sık gece baskınları düzenleyerek Bizans ordusuna kayıplar verdirmesini tavsiye etti. Bu öğüde kulak veren Şahinşah bundan sonra geceleri gönderdiği kuvvetlerle Bizans ordusuna baskınlar yaptırmış ve böylece onlara ağır kayıplar verdirmişti. Selçukluların bu baskınları karşısında zor duruma düşmesine rağmen ordusunun düzenini koruyabilen İmparator bir an önce geri çekilebilmek için hızla ilerlerken Afyon Karahisar yakınlarındaki Ambanaz köyünde konakladığında kuvvetlerini yeniden toparlayan Selçuklu Sultanı’nın şiddetli 95 Alexiad, s.395 vd., 401, Türkçe çev., s.484 vd., 492; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.157. Alexiad, s.401-402; Türkçe çev., s.492-493. 97 Alexiad, s.402; Türkçe çev.,, s.493. 98 Balkanlardan gelen Oğuz veya Peçenek Türklerinden olmalıdır. Anna’da İskit diye geçiyor; bkz., Alexiad, s.403; Türkçe çev., s.495. 96 23 bir hücumuna uğradı. Bu saldırıda Sultan Bizanslılara ağır kayıplar verdirmekle birlikte daha önce de belirttiğimiz gibi İmparator’un geri çekilmesi düzenli bir şekilde ve saf halinde olduğundan Bizans ordusunu tam olarak bozmayı başaramadı99. Bundan sonra başta Monoluğ gibi tecrübeli beylerin tavsiyesiyle Şahinşah, Bizans İmparatoru’na aralarında bir antlaşma yapılması yönünde teklifte bulundu. Uzun süredir Türklerle mücadele etmesine rağmen kesin bir netice elde edememiş olan İmparator, ardı arkası kesilmeyen Selçuklu baskınlarından da bunaldığı için hiç düşünmeden bu teklifi kabul etti100. Selçuklu Sultanı, tecrübeli Monoluğ ve diğer bazı Selçuklu beylerini de yanına alarak Afyon Karahisar ile Augostopolis arasındaki ovada İmparator ile buluştu. İmparator, barış şartlarını görüşmek üzere yanına gelen Şahinşah’a değerli bir at, kendi pelerinini, yüklü miktarda para ve uzun bir şamdan hediye etti101. İmparator aynı şekilde Sultan’ın emirlerine karşı da oldukça cömert davranmış ve onlara da değerli armağanlar vermişti. Böylece uzun bir mücadelenin ardından nihayet Türkiye Selçuklu Sultanı Şahinşah ile I. Aleksios Komnenos bir uzlaşmaya vardı. 99 Alexiad, s.403-404; Türkçe çev., s.495-496. Alexiad, s.404, Türkçe çev., s.496; ayrıca bkz., Nikostratos Kalomenopoulos, “Aleksios I Komnênos”, MHelE, C.14, s.779; 101 Alexiad, s.405-407; Türkçe çev., s.497-500; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.154 vd.; Mehmet Ersan “Türkiye Selçukluları’nda Hediye ve Hediyeleşme-I”, TİD, XIV(1999), s.66. 100 24 BİRİNCİ BÖLÜM GELİŞME DÖNEMİ I- SULTAN I. MESUD DÖNEMİ (1116-1155) A. SULTAN I. MESUD-İMPARATOR II. IOANNES KOMNENOS ARASINDAKİ MÜNASEBETLER (1118-1143) 1. Şahinşah-Mesud Mücadelesi ve Şahinşah’ın Sonu Şahinşah tahta oturduğu günden itibaren amansız bir mücadeleye giriştiği I. Aleksios Komnenos ile 1116 yılında barış antlaşmasını yaptıktan sonra Bizans ordugâhından ayrılacağı sırada kardeşi Mesud’un, kendisine karşı harekete geçtiği haberini aldı102. Bunun üzerine İmparator, ona, kardeşinin isyanı hakkında ayrıntılı bilgi edinip gerekli önlemleri alıncaya kadar ordugâhta kalmasını tavsiye etti103. İmparator’un bu yerinde uyarılarına rağmen Şahinşah bir an önce harekete geçmek niyetindeydi. Bunun üzerine İmparator, en azından ağır donanımlı güçlü bir Bizans birliğinin kendisine Konya’ya kadar eşlik etmesini teklif etti. Ancak kendisine fazlaca güvenen Şahinşah bu teklifi de geri çevirerek104 I. Aleksios ile vedalaştıktan ve kendisine verilen yüklü miktarda parayı aldıktan sonra Konya’ya gitmek üzere yola çıktı105. Hasta yatağında Selçuklular ile mücadele etmek zorunda kalan ve nihayet Şahinşah ile barış antlaşması yaparak doğu sınırlarında huzuru temin eden I. Aleksios Komnenos, Selçuklu tahtında meydana gelecek değişikliğin, Şahinşah ile yaptığı antlaşmayı geçersiz kılacağını bildiğinden tedirgin olmuştu. Gerçekten de bu sırada Şahinşah’ın kendisini hapsettiği yerden kurtulmuş olan106 Mesud, yanında yer alan bazı Selçuklu 102 Alexiad, s.406; Türkçe çev., s.498 Alexiad, s.406; Türkçe çev., s.498. 104 Anna Komnena Şahinşah’ın, İmparator’un yardımcı kuvvetler verme teklifini reddetmesini “Çünkü Barbarların huyu böyle gözü karadır ve neredeyse kendilerini bulutların üzerinde bir yüceliğe çıkmış sanırlar” diyerek ilginç bir şekilde eleştirmektedir. Muhtemelen kendisine karşı nasıl bir tuzağın kurulduğundan haberi olmayan Şahinşah kardeşinin isyan hareketini kendi kuvvetleri ile rahatlıkla bastırabileceğini düşünmekteydi. Bkz., Alexiad, s.406; Türkçe çev., s.499. 105 Alexiad, s.406; Türkçe çev., s.498-499. 106 Süryani Mikhail, Şahinşah’ın bir emirinin ona isyan ederek Mesud’u hapisten çıkardığını ve onu Danişmendli Emir Gazi’nin yanına götürdüğünü ve burada Sultan ilan edilen Mesud’un, yanında birçok altınla beraber İstanbul’dan dönerken tuzağa düşürerek, önce esir ettiklerini daha sonra da gözlerini kör 103 25 beylerinin teşviki ve Danişmendli Emir Gazi’nin desteğiyle tahtı ele geçirmek için harekete geçmişti. Bizans ordugâhından ayrılan Şahinşah, durumun tam olarak ne olduğunu anlamak için adamlarından bazılarını önden gönderdi. Fakat Şahinşah’ın gönderdiği adamları kuvvetli bir ordu ile ilerleyen Mesud’a rastlayıp kendisiyle görüştükten sonra onun tarafına geçtiler. Bundan sonra da hiçbir şey olmamış gibi yanına döndükleri Şahinşah’a yolların emniyetli olduğunu bildirdiler. İhanete uğradığından habersiz olan Sultan, ihtiyatsızca yürüyüşünü sürdürürken yolda Mesud’un ordusuyla karşılaştı. Bu ilk karşılaşma sırasında Mesud’un ordusunda bulunan Hasan Bey’in oğlu Gazi, muhtemelen Şahinşah tarafından öldürülen babasının intikamını almak için derhal safları terk ederek mızrağıyla Şahinşah’a saldırdı. Üzerine gelen rakibinin mızrağını elinden çekip alan Şahinşah, ardından ona “Kendi hesabıma kadınların da artık bana karşı kullanmak üzere mızrak taşıdığından haberim yoktu” diye hakaret etti107. Mesud’un güçlü ordusuna karşı koyamayacağını anlayan Şahinşah, destek almak için İmparator’un yanına dönmeye karar verdi. Ancak Akşehir yakınlarındaki Tyragion adlı bir kaleye geldiğinde arkasından yetişen Mesud’un askerleri tarafından kuşatıldı. Kalenin surlarına çıkan Şahinşah adamlarından Boğa’nın ihanetinden habersiz bir şekilde düşmanlarına müttefiki Bizans İmparatoru’nun kendisine yardıma geleceğini haykırdı. Hisardaki Rumlar da Şahinşah’ın yanında kuşatmacılara karşı inatla direnmekteydiler. Fakat çok geçmeden Boğa’nın tehditleri sonucunda ahalinin şehrin kapılarını açmasıyla içeriye giren Mesud’un askerleri tarafından yakalanarak gözlerine mil çekildi108. Eserinde bu konudan bahseden Anna Komnena, Şahinşah’ın gözlerinin babasının hediye ettiği uzun şamdan ile kör edildiğini yazmaktadır109. Bundan sonra Konya’ya götürülerek karısına teslim edilen Şahinşah’ın gözlerinin tam olarak kör ettiklerini söyler. Bkz., Süryani Mikhail, s.55; Ancak Abu’l Farac, Şahinşah’ı Bizans İmparatoru’nun yanından dönerken Danişlmendli Emir Gazi’nin pusuya düşürerek ele geçirdiğini ve daha sonra da gözlerini kör ettirdiğini, bunun ardından Malatya’daki emirlerin Mesud’u hapisten çıkartıp Sultan ilan ettiklerini kaydetmektedir. Bkz. Abu’l Farac, C.II, s.349-350; Ancak bunlardan ilki daha mantıklı gelmektedir. Nitekim olayların çağdaşı ve doğrudan muhatabı olan Bizanslı tarihçi Anna Komnena da Sultanı ele geçiren ve gözlerine mil çektiren kişinin Mesud olduğunu ifade etmektedir. Alexiad, s.407; Türkçe çev., s.500; krş., Kesik, a.g.e., s.32; Turan, Türkiye, s.159 vd. 107 Alexiad, s.406-407; Türkçe çev., s.499-500. 108 Alexiad, s.407; Türkçe çev., s.500; Abu’l-Farac, C.II, s.350; Süryani Mikhail, s.55; ayıca bkz., Ferdinand Chalandon, Jean II Comnène (1118-1143) et Manuel I Comnène (1143)-1180), Paris 1912. s.43-44. 109 Alexiad, s.405-407; Türkçe çev., s.497-500. 26 edilmediğinin anlaşılması üzerine Mesud’un emriyle Selçuklu beylerinden Erikmez tarafından yayının krişi ile boğularak öldürüldü (1117)110. Böylece Şahinşah’ın kardeşi Mesud ile giriştiği mücadele sonucunda yalnızca saltanatı (1110-1116) değil, hayatı da son buldu. Sultan I. Mesud’un (1116-1155) kardeşi Şahinşah’ı mağlup ederek, Selçuklu tahtına oturmasında en büyük pay, hiç şüphesiz kayınpederi Danişmendli Emir Gazi’nin idi. Anadolu’da Selçukluların rakibi konumunda olan Danişmendliler, Gümüştekin Ahmed Gazi’nin ölümünden (1104) sonra oğulları arasındaki mücadeleler sebebiyle büyük bir sarsıntı geçirdi. Ancak Emir Gazi’nin diğer kardeşlerini ortadan kaldırarak yönetimi tek başına ele almasından111 sonra yeniden toparlandılar. Başlangıçta Selçuklulara tâbi olan Emir Gazi, I. Kılıç Arslan’ın 1107 yılında ölümünden sonra yaşanan gelişmeler ve Selçuklu Şehzadeleri arasındaki mücadeleler sayesinde hâkimiyet sahasını hızla genişletti. Damadı I. Mesud’un Selçuklu tahtına oturmasından sonra da Anadolu’daki hadiselerde başrolü oynayan Emir Gazi döneminde güç dengesi Danişmendlilerin lehine değişmiş ve Anadolu’daki hâkimiyet Selçuklulardan Danişmendlilere geçmişti112. Bu durum Emir Gazi’nin ölümüne kadar devam etmiş ve I. Mesud, iktidarını borçlu olduğu kayınpederinin gölgesinde kalmıştı113. 2. Bizans’ ın Durumu I. Mesud’un uzun saltanat dönemi, bir yandan Anadolu’da Selçukluların en büyük rakibi olan Danişmendliler ile pasif bir nüfuz mücadelesine sahne olurken, diğer yandan II. Ioannes Komnenos ve I. Manuel Komnenos döneminde Bizans’a karşı takip edilen ısrarlı ve kesintisiz bir mücadeleyi karakterize etmektedir114. Sultan I. Mesud’un kayınpederi Emir Gazi’nin yardımıyla Selçuklu tahtına oturmasından yaklaşık iki yıl sonra I. Aleksios Komnenos da öldü ve yerine oğlu II. Ioannes Komnenos (1118-1143) 110 Alexiad, s.407; Türkçe çev., s.500-501; ayrıca bkz., Merçil, a.g.m., s.709-712; Turan, Türkiye, s.159160; Alptekin, “Türkiye Selçukluları”, s.236; Sevim-Merçil, a.g.e., s.437; Sevim-Yücel, a.g.e., s.120121; Merçil, a.g.e., s.119. 111 Mateos, s.225; Vardan, s.189; krş., Özaydın, “Danişmendliler”, DGBİT, C.VIII, s.128; Yınanç, “Danişmendliler”, İA., C.III, s.469; Kesik, a.g.e., s.36. 112 Bu dönem boyunca hiç şüphesiz Anadolu’da Bizans için Danişmendliler Selçuklulardan daha büyük bir tehdit oluşturmaktaydı. Bkz., J.M. Hussey, The Byzantine World, London-New York 1957, s.61. 113 Özaydın, “Danişmendliler”, s.128-131; Yınanç, “Danişmendliler”, s.469-470; Tekindağ, “Anadolu Selçuklu Tarihine Toplu Bir Bakış”, Anadolu’da Türk Tarihi ve Kültürü, Trabzon 1967, s.10-11. 114 Alexis G.C. Savvides, Oi Turkoi kai to Vyzantio, I, Atina 2001, s.119. 27 geçti. Malazgirt bozgunun ardından çöken Bizans yönetimini yeniden kurmak hiç şüphesiz I. Aleksios Komnenos’un büyük başarısıdır. İktidarı döneminde doğu sınırını kısmen de olsa güvenlik altına almayı başaran İmparator, eyalet sistemine de çeki düzen verdi ve Bizans’ı eskiden olduğu gibi Doğu Akdeniz’deki en büyük güç haline getirdi. Bununla birlikte İmparatorluğun iç bünyesindeki zayıflık bir türlü giderilemedi. I. Aleksios Komnenos’un önündeki en büyük engel para darlığı idi. Malazgirt bozgunu, İmparatorluğun Avrupa eyaletlerini ve başkentini rahat bir şekilde yaşatan Anadolu’nun elden çıkmasına sebep olmuştu. İnsan gücü, vergi ve üretim kaybına yol açan bu gelişme Bizans’ın kendi kendine yeten ekonomik organizasyonunu çökertmiş ve İmparatorluk sıkıntıya düşmüştü115. Anna Komnena’nın, kardeşinin İmparatorluğunu ilân etmesine karşı tepkisi onun tac giymesinin ardından da devam etti. Bu ihtiraslı Bizans prensesinin babasının cenaze töreninin devam ettiği sırada kocasını tahta oturtmak için kardeşi II. Ioannes’e karşı bir suikast hazırladığı bilinmektedir116. Ioannes Komnenos bu suikast girişimini Türk asıllı Ioannes Aksukhos117 sayesinde etkisiz hale getirerek İstanbul’da idareyi tamamen ele aldı. 1097’de İznik kuşatması sırasında Haçlılar tarafından ele geçirilen ve İmparator I. Aleksios Komnenso’a sunulan Aksukhos 9-10 yaşlarında girdiği Bizans sarayında eğitim görüp yetiştirilmiş ve oyun arkadaşı olduğu Ioannes ile sıkı bir dostluk kurmuştu. II. Ioannes Komnenos ve I. Manuel Komnenos’un saltanatının ilk yıllarında olmak üzere 32 yıl boyunca Doğu ve Batı orduları komutanlığı yapan bu Selçuklu Türk’ü yalnızca İmparator’un değil diğer Bizanslıların da saygısını kazanmıştır. Ünlü Bizans 115 Judith Herrin, “The Collapse of the Byzantine Empire in the Twelfth Century: A Study of a Medieval Economy”, UBHJ, XII/2, (1970), s.189-190, 194; Bu konu hakkında ayrıca bkz., Vryonis, “Byzantium: The Social Basis of Decline in the Eleventh Century”, Grek, Roman and Byzantine Studies, II, (1959), s.157-175; Ioannes N. Svoronos, “Société et Organization Intérieure dans l’Empire Byzantin au XI siècle: Les principaux promlèmes”, Thirteenth International Congress of Byzantine Studies, Oxford 1967, s.373-389; Runciman, “Trade and Industry”, CEHE, C.II, Trade and Industry in the Middle Ages, Cambridge 1987, s.145. 116 Süryani Mikhail, s.66; Titos Athanasiadês, Oi Aftokratores tou Vyzantiou, Atina 2003 s.133. 117 Ioannes Aksukhos ile ilgili olarak ayrıntılı bilgi için bkz., Nicetas Choniates, O City of Byzantium, Annals of Niketas Choniates, Translated by Harry J. Magoulias, Detroit 1984, s.7-8, 26-27, 29 vd.; Türkçe çev., Fikret Işıltan, Histoira (Ioannes ve Manuel Komnenos Devirleri), Ankara 1995, s.6-7, 30, 32 vd.; ayrıca bkz., Demirkent, “Komnenoslar Sarayında Bir Türk: Ioannes Aksukhos”, XI. Türk Tarih Kongresi, Bildiriler, II, Ankara 1999, s.539-544; Nevra Necipoğlu, “Aksuhos Ailesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, I., İstanbul 1993, s.166-167; Charles M. Brand, a.g.m., s.4 vd.; Yonca Anzerlioğlu, “Bizans İmparatorluğu’nda Türk Varlığı”, Türkler, C.VI, Ankara 2002, s.225-226; Kazhdan-Cutler, “Axouch”, ODB, C.1, s.239. 28 tarihçisi Niketas, eserinde Aksukhos ile ilgili olarak “İmparatorun en büyük teveccühüne nail olan kişi ise Ioannes Aksukhos idi. Bu zat bir Türk’tü. Baimondos (Bohemond)’un Filistin seferi sırasında Bithynia’nın başşehri Nikaia (İznik)’nın Türk egemenliğinden kurtarılışı sırasında esir düşmüş ve İmparator Aleksios’a takdim olunmuştu. Ioannes ile aynı yaşta bulunduğu için İmparator tarafından oğluna oyun arkadaşı olarak verilmiş ve kısa zamanda bütün saray halkının teveccühünü kazanmıştı. Ioannes tahta çıktıktan sonra Ioannes Aksukhos Büyük Domestikos118 olmuş ve imparator yanındaki nüfuzu daha da artmıştı; öyle ki, İmparatorluk hanedanının yüksek mevkilerde bulunan azasından birçoğu onunla karşılaştıklarında atlarından iner ve kendisine imparatora mahsus ta’zimâtta bulunurdu. Ioannes Aksukhos’un eli savaşa yatkın olduğu kadar da, gerektiğinde, hayırlı ve iyi işler için açıktı. Bundan dolayı düşüncesinin soyluluğu ve terbiyesi menşeini unutturmuş ve onu herkesin sevgilisi haline getirmişti” ifadelerini kullanmaktadır119. 3. İmparator II. Ioannes Komnenos’un Denizli (Laodikeia) Üzerine Seferi (1119) 1116 yılında Afyon Karahisar yakınlarında meydana gelen savaşın ardından I. Aleksios Komnenos ile Şahinşah arasında yapılan antlaşma I. Mesud’un Selçuklu tahtına oturmasından sonra da devam etti. Ancak, I. Aleksios Komnenos’un 1118 yılında ölümünün ardından taraflar arasında savaşlar yeniden başladı. Babasının ardından İmparatorluk tacını giyen II. Ioannes Komnenos, başkentteki muhaliflerini etkisiz hale getirdikten sonra Türkler üzerine ilk seferine çıktı. II. Ioannes’in tahta oturmasından sonra ilk iş olarak Türkler üzerine sefere çıkması Anadolu’daki gelişmeler ile ilgiliydi. Zira başkente Türklerin Menderes havzasındaki şehirler üzerine saldırılar düzenlediği haberleri gelmekteydi120. Bu gelişmeler üzerine İmparator, bölge üzerinde yeniden denetim sağlamak ve başta bir süre önce ele geçirdikleri Laodikeia şehri olmak üzere Türkleri hâkim oldukları yerlerden çıkartmak üzere 1119 yılı baharında sefere 118 Bu unvan ve Bizans İmparatorluğu’nda bu unvanı almış şahıslar ile igili olarak bkz., Laurent, “Le Grand Domesticat a Byzance”, ÉO, XXXVII (1938), s.53-72. 119 Niketas, s.7-8; Türkçe çev., I, s.6. 120 Niketas, s.9; Türkçe çev., I, s.8. 29 çıktı121. Büyük bir ordu ile başkentten ayrılan II. Ioannes Komnenos, Alaşehir’e yaklaşınca, burada etrafına kazıklarla çit çektirdiği bir ordugâh kurdu. Bundan sonra Ioannes Aksukhos’u şehre saldırması için bir miktar kuvvetle birlikte Denizli üzerine gönderdi. Bu sırada Denizli’de yanındaki az sayıdaki bir kuvvetle meşhur Türk beylerinden Alpkara (Emir Başara) bulunmaktaydı. Çok geçmeden İmparator da bütün ordusuyla birlikte gelerek herhangi bir direniş ile karşılaşmadan şehri ele geçirdi. Alpkara sayıca üstün, iyi donanımlı güçlü Bizans ordusuna karşı şehri teslim etmek zorunda kalmıştı. Sekiz yüz kişilik Türk garnizonunun şehri serbestçe terk etmesinin ardından Bizanslılar Denizli’ye yeniden hâkim oldular. II. Ioannes Komnenos, şehirde yeterli sayıda bir garnizon, gerekli erzak ve malzeme bıraktıktan sonra İstanbul’a dönmek üzere yola çıktı122. 4- İmparator II. Ioannes Komnenos’un Türkler Üzerine İkinci Seferi ve Uluborlu (Sozopolis)’nun Zaptı (1120) II. Ioannes Komnenos başarılı bir şekilde sonuçlandırdığı ilk seferinin ardından döndüğü İstanbul’da uzun süre kalmadı. Ertesi yıl Türklere karşı ikinci bir sefer düzenledi. Bizans’ın Anadolu’daki eyaletleri üzerine düzenlenen Türk akınlarına son vermek isteyen İmparator, savaşa hazır olmadıkları anda saldırmak suretiyle Türklere ağır kayıplar verdirmeyi düşünüyordu. Niketas’ın ifadesine göre İmparator böyle büyük çaplı bir seferden iki yarar ummaktaydı. Öncelikle Anadolu eyaletlerinin surlar ve tahkimat yapmak yerine bir meydan savaşında kazanılacak zaferle daha iyi korunacağını düşünüyordu. Ayrıca askerlerinin kışlalarda bekleyerek değil savaş meydanlarında pişerek daha iyi eğitileceğini düşünüyordu123. Görüldüğü üzere Bizans İmparatoru surlarla çevrilen şehirlerde bırakılan garnizonlarla sağlanacak kısmi bir hâkimiyet 121 John Kinnamus, Deeds of John and Manuel Comnenus, İngilizce çev., Charles M. Brand, New York: Columbia university Press 1976, s.14; Türkçe çev., Işın Demirkent, Ioannes Kinnamos’un Historia’sı (1118-1176), Ankara 2001, s.6; Niketas, s.9; Türkçe çev., I, s.8. 122 Kinnamos, s.14; Türkçe çev., s.6; Süryani Mikhail ve Abu’l-Farac bu yıl Türkler üzerine sefere çıkan İmparator’un Türklerin elinden üç kale aldığını yazmaktadırlar. Bkz., Süryani Mikhail, s.68; Abu’lFarac, C.II, s.356; ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II, s.46-47; K.I. Amantos, Skheseis Hellênôn kai Tourkôn apo tou Endekatou Aiônos mekhri tou 1821, C.I, Atina 1955, s.38; Demirkent, “Aksukhos”, s.542; Vryonis, a.g.e., s.119; aynı yazar, “Nomadization and Islâmizaton in Asia Minor”, DOP, 29, (1975), s.45; Turan, Türkiye, s.160; Treadgold, State and Society, s.630; Angold, The Byzantine Empire, s.153. 123 Niketas, s.8; Türkçe çev., I, s.9. 30 yerine meydan savaşında ağır kayıplar verdireceğini düşündüğü Türkleri bölgeden çıkartmak suretiyle yalnızca şehir merkezlerini değil tüm bölgeyi güvenlik altına almayı amaçlıyordu. Gerçekten de surlarla korunaklı merkezlerin dışında kalan bölgelerde rahatlıkla dolaşan Türkler, böylece Bizans merkezleri arasındaki bağlantıyı kesiyor ve bölgenin kontrolünü imkânsız hale getiriyordu. İmparator’un şimdiki hedefi Uluborlu (Sozopolis) idi. Anadolu’daki önemli şehirlerden birisi olan Uluborlu, etrafı uçurumlarla çevrili sarp bir tepenin üzerinde kurulmuş olduğundan ele geçirilmesi çok zor bir şehirdi124. Bu müstahkem kaleye çok dar bir geçit dışında hiçbir yönden hücum etmenin imkânı yoktu. Kuşatma aletlerinin kullanılamayacağı konumdaki şehre ancak bu dar geçitten geçebilecek az sayıdaki birliklerle saldırılabilirdi. Ancak İmparator II. Ioannes Komnenos’un uyguladığı akıllıca hazırlanmış bir plan ile şehir kolaylıkla Bizanslıların eline geçti. Atlı kuvvetlerini Paktiarios ve Dekanos adlı komutanlarının emrine veren İmparator onlara Uluborlu etrafında dolaşarak surlara saldırmalarını ve kaledekilerin bir çıkış hareketi yapmaları halinde onlarla çatışmaya girmeden geri çekilmelerini emretti125. Böylece tüm Bizans birliklerinin bu atlı kuvvetlerden oluştuğunu düşünen Türkler, çalılıklarla kaplı olduğu için görünmeyen patikaların gerisine çekilerek burada gizlenmiş olan diğer Bizans kuvvetlerinin pususuna düşürülecekti. Gerçekten de atlı Bizans birliklerinin hücumları ile tahrik edilen kaledeki Türkler birkaç kez Uluborlu’dan çıkarak düşmanı takip ettiler. Bu çıkışlardan birisinde kendilerine kurulan tuzaktan habersiz bir şekilde Bizanslıları her zamankinden daha uzağa kadar takip ettiler. Türk kuvvetlerinin Bizanslıların peşinde bu dar geçidi geçerek şehirden uzaklaşmaları üzerine pusudaki Bizans kuvvetleri hemen Uluborlu’ya saldırmışlardı. Bu sırada kaçmakta olan Bizans atlı birlikleri de geri dönünce Türkler çember içine alındılar. Şehrin kapıları Bizanslılar tarafından tutulduğundan geri dönemeyen Türk birliği neredeyse tamamen katledilmiş ve ancak atları hızlı olan çok küçük bir grup bu katliamdan kurtulabilmişti. Böylece Uluborlu İmparator’un kurnazca planı sayesinde Bizans’ın eline geçti (1120)126. Uluborlu’yu ele geçiren İmparator daha 124 Kinnamos, s.15; Türkçe çev., s.6. Kinnamos, s.15; Türkçe çev., s.7; Niketas, s.9; Türkçe çev., I, s.8. 126 Niketas, s.9; Türkçe çev., I, s.8-9; Kinnamos, s.15; Türkçe çev., s.7; ayrıca bkz., Muralt, E.D., Essai de Chronographie Byzantine 1057-1453, C.I, Bale, Geneve 1871, s.122; Chalandon, a.g.e., II, s.47; aynı yazar, “The Later Comneni John (1118-1143), Manuel (1143-1180), Alexius II (1180-1183), Andronicus (1183-1185)”, CMH, Cambridge 1923, s.354; Kesik, a.g.e., 51-52; Amantos, Vyzantinou 125 31 sonra güneye doğru ilerleyişini sürdürerek başta Hierakokoryphites kalesi127 olmak üzere Türklerin elindeki pek çok küçük şehir ve kaleyi yeniden Bizans hâkimiyeti altına aldıktan128 sonra Peçeneklerin Balkanlarda İmparatorluk arazisine akınlar yaptıkları haberini alması üzerine İstanbul’a geri döndü129. 5. Sultan I. Mesud-Melik Arap Mücadelesinde Bizans İmparatoru II. Ioannes Komnenos’un Tutumu Kayınpederi Emir Gazi’nin desteği ile Şahinşah’ı ortadan kaldırarak Selçuklu tahtına oturan I. Mesud’un iktidarı bu sefer Ankara ve Komana130 Meliki olan kardeşi Arap tarafından tehdit edilmekteydi. Artuklu Belek Gazi’nin 1124 yılında ölmesinin ardından Malatya’nın Danişmendliler tarafından ele geçirilmesi sırasında. I. Mesud’un kayınpederi Emir Gazi’ye destek vermesine kızan Melik Arap, harekete geçti131. I. Mesud’un bu davranışını bir ihanet olarak değerlendiren Melik Arap, Emir Gazi’nin bu sırada Artuklular ile mücadele ediyor olmasını fırsat bilerek 1126 yılında 30.000 kişilik132 bir kuvvet ile Selçuklu tahtını ele geçirmek için I. Mesud üzerine yürüdü. Kardeşler arasındaki bu ilk çatışmada Melik Arap karşısında mağlup olan I. Mesud, destek almak amacıyla İstanbul’a II. Ioannes Komnenos’un yanına gitti133. I. Mesud’u çok iyi bir şekilde karşılayan II. Ioannes Komnenos kardeşi ile mücadele etmesi için ona asker ve yüklü miktarda para (altın) yardımında bulundu. İmparator’un kendisine sağladığı bu destek ile Bizans başkentinden ayrılan I. Mesud, ilk önce kayınpederi Emir Gazi’nin yanına geldi. Böylece kuvvetlerini birleştiren iki hükümdar I. Mesud’un kaçarak Bizans’a sığınması üzerine Konya’yı kuşatmış olan Melik Arap’ın üzerine Kratous, s.322; aynı yazar, O Hellênısmos tês Mikras Asias kata ton Mesaiôna, Atina 1919, s.58; Gounaridês, “Iôannes II Komnênos”, EHelE, C.4, Atina 1985, s.167; Dionysios A. Zakythynos, To Vyzantion apo tou 1071 mekhri tou 1453, Atina 1972, s.34; İlia Laskarê, Vyzantinoi Aftokratores, C.II, Atina 1995, s.118. 127 12. yüzyılda Antalya yakınlarında bir kale bkz., Ramsay, a.g.e., s. 424, 470; Umar, a.g.e., s.317. 128 Niketas, s. 9-10; Türkçe çev., I, s.9; Kinnamos, s.15-16; Türkçe çev., s.7; ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II, s. 47-48; Turan, Türkiye, 161; Vryonis, a.g.e., 119. 129 Niketas, s.10; Türkçe çev., I, s.9; Kinnamos, s.16; Türkçe çev., s.7-8; Peçeneklerin Bizans üzerine düzenlediği bu son sefer hakkında ayrıntılı bilgi için bkz., Savvides, “Hê Teleftaia Patzinakikê Epidromê sto Vyzantio (1122-1123)”, VyzantinoTourkika Meletêmata, Atina 1999, s.137-151. 130 Tokat’ın 9 km. kuzeydoğusunda, Almus yolu kavşağındaki Gömenek/Gümenek Köyünün yerinde idi. Bkz., Umar, a.g.e., s.458. 131 Abu’l-Farac, C.II, s.360. 132 Süryani Mikhail, s.87. 133 Süryani Mikhail, s.87. 32 yürüdü134. Taraflar arasında meydana gelen savaş bu sefer I. Mesud ve Emir Gazi’nin galibiyeti ile sonuçlandı. Mağlup olan Melik Arap, Kilikya Ermeni Baronu I. Thoros’a (1100-1129) sığındı135. Kaynakların ifade ettiğine göre Melik Arap Danişmendliler ve kardeşine karşı olan mücadelesini bundan sonra da devam ettirdi. Süryani Mikhail, Emir Gazi ile defalarca savaşan Melik Arap’ın son yenilgisinin ardından Bizans İmparatoru II. Ioannes’e sığındığını ifade etmektedir136. Melik Arap ve Emir Gazi arasındaki mücadeleler hakkında ayrıntılı bilgiler veren Süryanî Mikhail’in eserinde 1127 yılından sonra bu Selçuklu Şehzadesi hakkında herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. Aynı şekilde Emir Gazi ve Melik Arap arasında şiddetli savaşların olduğunu söyleyen Abu’lFarac, Melik Arap’ın Emir Gazi’ye karşı son yenilgisinden sonra Bizans’a kaçtığı sırada kaybolduğunu ve bir daha ondan haber alınamadığını ifade etmektedir137. Melik Arap’ın faaliyetleri hakkında bilgi veren bir diğer kaynak Anonim Selçuknâme’ye göre ise birbirleri ile üç defa savaşan I. Mesud ve Melik Arap sonunda aralarında anlaşmışlardı. I. Mesud tarafından kendisine birkaç kale verilen Melik Arap daha sonra bazı beylerin kışkırtmaları sonucunda kardeşine karşı yeniden ayaklanmış ve yardım almak için Bizans İmparatoru II. Ioannes’e başvurmuştu. Onun bu isteği İmparator tarafından olumlu karşılanmış ancak bu yardım gelmeden önce Melik Arap ölmüştü138. Olaylar farklı anlatılsa da kaynakların mutabık kaldığı nokta Melik Arap’ın kardeşine karşı Bizans İmparatoru’ndan yardım istediğidir. Daha önce I. Mesud’u destekleyen İmparator, bu sefer de Melik Arap’a destek vermeyi kendi çıkarlarına uygun bulmuştu. Anadolu’daki Türklerin tek bir bayrak altında toplanmaları kendisi açısından zararlı olacağından İmparator, birbirlerine karşı olan mücadelelerinde her iki kardeşi de desteklemiştir. Bu şekilde kendi aralarında mücadele eden Türkler birbirlerini kıracağı gibi Bizans’ın başına da dert olmayacaklardı. 134 Süryani Mikhail, s.87. Süryani Mikhail, s.87; Abu’l- Farac, C.II, s.360. 136 Süryani Mikhail, s.88. 137 Abu’l Farac, C.II, s.360-361. 138 Anonim Selçukkname, s.80; Türkçe çev., s.24. 135 33 6. İmparator II Ioannes Komnenos’un Kardeşi Isaakikos Komnenos’un Türklere Sığınması Selçuklu-Bizans ilişkilerinin uzun tarihi boyunca her iki taraftan da çeşitli sınıftan insan ya da insan topluluklarının karşı tarafa iltica ettikleri görülmektedir. Taht mücadelelerine karışan hanedan mensupları veya mevcut idareye başkaldıran asilerin karşı tarafa sığındıkları sık sık görülmektedir. Ayrıca Bizans toprak aristokrasisi tarafından yavaş yavaş toprakları ellerinden alınan köylülerin, Selçuklu idaresini tercih ettikleri ya da II. Ioannes Komnenos döneminde Çankırı bölgesinde yaşayan Türklerin gönüllü olarak Bizans tebası olmaları139 örneğinde olduğu gibi topluca taraf değiştirmeler de olabiliyordu140. Başlangıçta Selçuklulardan Bizans’a sığınan hanedan mensupları veya beylerin sayısı daha fazla idi. Ancak Anadolu’da bağımsız bir devlet kuran Selçukluların zaman içinde bölgede üstünlüğü ele geçirmelerinin ardından durum değişmiştir. Zaman içerisinde Bizans tarafından Selçuklulara sığınan hanedan mensuplarının ya da merkezî otoritenin zayıfladığı dönemlerde bulundukları bölgelerde otonomi elde etmek ya da tamamen bağımsız olmak isteyen Bizanslı soyluların, Türklere sığındığı veya Bizans yönetimine karşı Türklerle işbirliği yaptığı görülmektedir. Bizans hanedan üyeleri arasında Selçuklulara sığınan ilk prens II. Ioannes Komnensos’un kardeşi Isaakios Komnenos’tur. 1122/23’de Peçenekleri ağır bir yenilgiye uğratan, ardından da Macarları itaat altına alan141 II. Ioannes, böylece batıda güvenliği sağladıktan sonra tekrar doğuya yöneldi. İmparator’un batıdaki düşmanları ile meşguliyeti sırasında daha önce Danişmendlilerin elinden alınan Kastamonu ve sahil bölgelerinin Türkler tarafından yeniden ele geçirilmesi, II. Ioannes Komnenos’un Anadolu’ya sefere çıkmasını zorunlu kılmaktaydı. Bithynia ve Paphlagonia142 eyaletleri üzerinden Kastomonu’ya ulaşan İmparator, şehri şiddetli bir kuşatma altına aldı. Kastamonu’nun Danişmendli emiri güçlü Bizans ordusu karşısında dayanamayacağını 139 Kinnamos, s.20-21; Türkçe çev., s.13; ayrıca bkz., Necipoğlu, “Türklerin ve Bizanslıların Ortaçağda Anadolu’da Birliktelikleri”, Cogito, sa. 29, İstanbul 2001, s.83. 140 Mustafa Daş, “Selçuklu Ülkesinde Bizanslı Mülteciler”, Toplumsal Tarih, Aralık 2000, s.5. 141 Niketas, s.10 vd.; Türkçe çev., I, s.9 vd.; Kinnamos, s.16 vd.; Türkçe çev., s.7 vd.; Süryani Mikhail, s.69; ayrıca bkz., Ostrogorsky, a.g.e., s.349-350. 142 Anadolu’nun Karadeniz bölgesinde, batısındaki Bithynia’dan Filyos Çayı ile, doğusundaki Pontos’tan Kızılırmak ile ayrılan, güneyindeki Phrygia ile doğal sınırı olmayan bölgenin adı. Bkz., Umar, a.g.e., s.636. 34 anlayınca, kaleyi terk etmiş ve şehre giren Bizans kuvvetleri pek çok Türkü esir etmişlerdi143. Böylece Kastamonu bir kez daha Danişmendlilerin elinden çıktı. Fakat II. Ioannes’in İstanbul’a dönmesinden sonra şehir yeniden Türkler tarafından ele geçirildi.144. II. Ioannes’in Kastamonu’yu aldıktan sonra seferini yarıda keserek apar topar İstanbul’a dönmesi kardeşi Isaakios Komnenos’un tahtı elde etmek üzere başlattığı isyan yüzündendi. Bizans kaynaklarında ağabeyinin tahta oturmasında herkesten çok katkısı olduğu belirtilen145 Isaakios, daha sonra iktidar hırsına kapılarak, bu sefer sırasında ordudaki bazı komutanlarla birlikte II. Ioannes’e bir komplo hazırlamış, ancak bunun anlaşılması üzerine oğlu Ioannes ile birlikte orduyu terk ederek Türklere sığınmıştı146. Anadolu’daki Bizans karşıtı güçlerle birleşerek tahtı ele geçirmeyi planlayan Isaakios, ilk olarak Danişmendli Emir Gazi’nin yanına geldi. Danişmendlilerin ve Selçukluların desteğini aldıktan sonra, bir süredir İstanbul yönetimi ile arası açık olan Trabzon ve çevresinin hâkimi Konstantin Gabras’ın147 yanına giderek onu da bu ittifaka katılmaya ikna etti. 1130/31 kışını Emir Gazi ve Sultan I. Mesud’un yanında Malatya’da geçiren Isaakios ve oğlu ardından Çukurova’ya Ermeni Leon’un yanına gitti. İlk önceleri Leon ile çok iyi anlaşan ve hatta kızıyla evlenerek onunla akrabalık kuran Isaakios, bir süre sonra Ermenilerle arası açıldığından Çukurova’dan ayrılıp tekrar Konya’ya Sultan I. Mesud’un yanına döndü148. Kendisine sığınan Isaakios ile İmparator’a karşı anlaşan Leon, bu arada Bizans’a ait bazı bölgeleri ele geçirmişti. Bu gelişmeler üzerine II. Ioannes Komnenos 1132 yılında Kilikya seferine çıktı. Bu sefer sırasında Türkler ve Ermenilere karşı başarılar kazanan İmparator birkaç kaleyi de ele geçirdi149. 143 Niketas, s.12; Türkçe çev., I, s.12; ayrıca bkz., Kalomenopoulos “Iôannes II Komnênos”, MHelE, C.14, s.779. 144 Niketas, s.12-13; Türkçe çev., I, s.12-13; Kinnamos, s.20; Türkçe çev. s.11-12; ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II, s.82; I. Kordatos, Historia tês Vyzatinês Aftokratorias, (395-1204), C.I, Atina 1959, s.524. Treadgold, State and Society, s.631; Turan, Türkiye, s.171. 145 Niketas, s.19; Türkçe çev., I, s.20. 146 Cahen, Anadolu’da Türkler., s.107, Daş, a.g.m., s.6. 147 Gabras ailesi ile ilgili olarak bkz., Anthony Bryer, “A Byzantine Family: The Gabrades, c.979c.1653”, UBHJ, XII, (1970), s.164-187; A. Kazhdan-A. Cutler “Gabras”, ODB, C.2, s.812. 148 Niketas, s.19; Türkçe çev., I, s.20-21; Süryani Mikhail, s.96; ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II, s.8485; Cahen, Anadolu’da Türkler, 107; Turan, Türkiye, s.171; Daş, a.g.m., s.5-6. 149 Süryani Mikhail, II, 98; ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II, s.84-85; Turan, Türkiye, s.171-172. 35 Diğer taraftan II. Ioannes’in İstanbul’dan ayrılmasını fırsat bilen Isaakios taraftarları İstanbul’da bir ayaklanma başlatmışlardı. Bu harekete destek veren Selçukluların Uluborlu’ya saldırması, Danişmendlilerin de Papflagonia bölgesindeki Zinin kalesini kuşatmaları üzerine derhal geri dönen İmparator, kendisine karşı başlatılan bu çok yönlü harekâtı etkisiz hale getirerek duruma hâkim oldu150. Destek bulma ümidiyle son olarak Haçlı kontlarının yanına giden Isaakios, burada da aradığı yardımı bulamadı151. Tahtı ele geçirme planları böylece suya düşen Isaakios, artık hiçbir şansı kalmadığını anlayınca ağabeyinden af dilemek üzere 1139 yılında İstanbul’a döndü. II. Ioannes’de tüm yaptıklarına rağmen kardeşini ve yeğenini affederek onlara eski makamlarını iade etti152. 7. Danişmendlilere Karşı Selçuklu-Bizans İttifakı (1134) Danişmendli Emir Gazi’nin 1134 yılında ölmesinin ardından yerine dört oğlundan en büyüğü olan Muhammed geçti153. Danişmendli tahtına oturduktan sonra kardeşleri ile sürtüşmeler yaşayan Melik Muhammed’in, eniştesi I. Mesud ile de arası açıktı154. Daha önce Türklerin elinden geri aldığı Kastomonu şehrinin Danişmendliler tarafından zapt edilerek içindeki Bizans garnizonunun kılıçtan geçirilmesini hazmedemeyen İmparator, Türkler üzerine yeni bir sefer hazırlığına başladı. Bu sefer şartlar da daha uygundu. İki Türk hükümdarının dargın olmasını Bizans çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyen İmparator, Selçuklu başkentine gönderdiği elçiler vasıtasıyla Sultan I. Mesud’u Melik Muhammed’e karşı Bizans ile işbirliği yapmaya razı etti155. Böylece I. Mesud’un gönderdiği yardımcı kuvvetlerle Çankırı önüne gelen Bizans kuvvetleri şehri kuşattı. Melik Muhhamed, Selçuklu-Bizans ittifakı karşısında tutunamayacağının farkındaydı; bu nedenle o, eniştesi I. Mesud ile aralarındaki 150 Süryani Mikhail, II, 98; ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II, s.84-85; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.171172. 151 Chalandon, a.g.e., II, s.152-153; Daş, a.g.m., s.6. 152 Niketas, s.19; Türkçe çev., I, s.21; ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II, s.153; Necipoğlu, a.g.m., s.79-80; Daş, a.g.m., s.6. 153 Özaydın, “Danişmdliler”, s.131; Turan, Türkiye, s.173. 154 Kaynaklarda Selçuklu Sultanı Mesud ile Melik Muhammed’in aralarının açık olduğu söylenmekle birlikte bunun sebebi belirtilmemektedir bkz., Niketas, s.13; Türkçe çev., I, s.13; Bununla birlikte Osman Turan Danişmendli Meliki ile Sultan Mesud’un arasının Emir Gazi’nin ölümünden sonra yaşanan miras meselesi yüzünden açıldığını ifade etmektedir. Bkz., Turan, Türkiye, s.173 155 Kinnamos, s.20; Türkçe çev., s.13; Niketas, s.13; Türkçe çev., I, s.13. 36 anlaşmazlığı gidererek bu ittifakı parçalamaya çalıştı. Muhammed, Selçuklu Sultanı’na yazdığı bir mektupta: Her ikisinin aynı soya mensup ve akraba olduklarını belirttikten sonra Bizans İmparatoru ile yaptığı antlaşmanın Türk çıkarlarına zarar verdiğini ifade ederek Bizans ile olan birlikteliğine son vermesini ve kendi yanında yer almasını istedi156. Muhammed’in bu girişimi etkili oldu ve Sultan I. Mesud kayınbiraderinin tarafına geçti. Bir gece Sultan’ın İmparator’a gönderdiği yardımcı kuvvetler geri çekildi. Bunu öğrenen İmparator hırsından deliye döndü ve oradan derhal ayrılmaya karar verdi. Fakat orada bulunan keşişler, Çankırı’yı ele geçirebilmesi için sadece biraz cesarete ihtiyacı olduğunu söyleyerek onu bu düşüncesinden vazgeçirmişlerdi157. Ertesi gün şehre tekrar taarruz eden II. Ioannes, Türk kuvvetleri tarafından geri püskürtülünce ordusuyla birlikte Kirmastı Çayı kenarında kurdurduğu müstahkem mevkiye çekilmek zorunda kaldı. Kışı burada geçiren Bizans ordusu kış aylarında civarda yiyecek bulamadıklarından büyük sıkıntı çekmişlerdi158. Görüldüğü üzere Anadolu’daki Türk hükümdarları zaman zaman birbirlerine karşı Bizans ile ittifak kurabiliyorlardı. Ancak başlangıçta II. Ioannes Komnenos ile ittifak kuran Sultan I. Mesud, Melik Muhammed’in girişimleri ile bu davranışının Türklerin çıkarlarına zarar verdiğini fark ederek kayınbiraderinin tarafına geçmişti. Kışı geçiren İmparator yeni gelen birliklerle ordusunu takviye ettikten sonra ilk olarak Kastamonu üzerine yürüdü. Şehri anlaşma yoluyla teslim alan159 İmparator ardından Çankırı’yı ele geçirmek üzere yeniden harekete geçti. II. Ioannes Komnenos civar bölgeleri hâkimiyeti altına aldıktan sonra karargâhını Çankırı önünde kurdu. Şehri şiddetle kuşatan Bizans birlikleri, surların güçlü olması ve ahalinin cesur bir şekilde direnişi karşısında bir türlü başarılı olamıyorlardı. Bunun üzerine İmparator surları dövmek yerine mancınıklarla şehrin içindeki binaları vurmaya karar verdi. Bizans karargâhının kurulu olduğu yüksek tepelerden şehrin binaları görülebildiğinden Bizans birlikleri fırlattıkları taşlarla hedeflerini rahatlıkla vurabilmekteydi. Bu saldırının etkisi büyük oldu. Evleri yıkılan ve şehrin sokaklarında dahi yürüyemez hale gelen ahali, 156 Niketas, s.13; Türkçe çev., I, s.13. Kinnamos, s.21; Türkçe çev., s.13. 158 Kinnamos, s.21; Türkçe çev., s.13. 159 Niketas, s.13; Türkçe çev., I, s.13; Kinnamos, s.21; Türkçe çev., s.13; Süryani Mikhail, s.99; ayrıca bkz., Chalandon, “The Later Comneni”, s.357. 157 37 baskısını arttıran kuşatma karşısında daha fazla dayanamayarak şehri teslim etmek zorunda kaldı. Çankırı’ya giren İmparator şehirdekilerin çoğunu buradan sürmüş ve şehirde 2000 kişilik bir Bizans garnizonu bıraktıktan sonra İstanbul’a geri dönmüştü. Çankırı teslim olduktan sonra Türk ahalinin bir kısmı güvenlik içinde şehri terk edebilecekleri halde gönüllü olarak Bizans tebaası olmayı seçmişlerdi160. İmparator Kastamonu ve Çankırı şehirlerini ele geçirmeyi başardı. Fakat daha önce de olduğu gibi Bizans’ın bölgedeki hâkimiyeti pek uzun sürmedi ve çok geçmeden bu iki şehir yeniden Türklerin hâkimiyeti altına girdi161. 8. İmparator II. Ioannes Komnenos’un Çukurova ve Kuzey Suriye Üzerine Seferi (1137-1138) Bizans İmparatoru II. Ioannes Komnenos 1137 yılında büyük bir ordu ile Çukurova ve Kuzey Suriye üzerine sefere çıktı. Ağırlıklarını deniz yolu ile gönderen İmparator ordusu ile yolu üzerinde Selçuklulara ait yerleri tahrip ederek162 Toroslara ulaştı. Tarsus, Adana ve Misis (Mamistra)’i güçlük çekmeden ele geçiren İmparator, ardından kuzeydeki Anazarba üzerine yönelerek burasını da zapt etti. Bu şekilde Ermenilere ağır bir darbe indiren II. Ioannes, bundan sonra Antakya’ya yönelerek şehri kuşattı. Kısa bir kuşatmadan sonra Antakya’yı hâkimiyeti altına alan163 İmparator, Ermeni sorununu nihai bir çözüme bağlamak amacıyla tekrar Çukurova’ya döndü. Çok geçmeden I. Leon ve iki oğlunu esir eden Ioannes onları İstanbul’a gönderdi164. Ermenilere karşı elde ettiği bu başarılara rağmen İmparator harekâtına son vermeyerek bu sefer de Kuzey Suriye’deki Müslüman topraklarına girdi. Kısa süren bir 160 Kinnamos, s. 21; Türkçe çev., s.13. Niketas, s.13; Türkçe çev., I, s.13-14; Kinnamos, s.20-21; Türkçe çev., s.12-13; Süryani Mikhail, s.99; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.173; Treadgold, State and Society, s.632, Angold, The Byzantine Empire, s.155. 162 Mateos, s. 290; Papaz Grigor, s.293; Süryani Mikhail, s.111. 163 Niketas İmparator’un Anazarba’yı aldıktan sonra Antakya’ya gittiğini ve burada hükümdar Raymond ve halk tarafından sevgi ile karşılandığını yazmaktadır (Niketas, s.16; Türkçe çev., I, s.17).; krş., Runciman, Haçlı Seferleri, C.II, s.174-175; Demirkent, Urfa Haçlı Kontluğu Tarihi (1118-1146), C.II, Ankara 1994, s.118-119; Kesik, a.g.e., s.55; Ersan, “Kilikya Ermeni Krallığı”, Efsaneden Tarihe Tarihten Bugüne Adana: Köprübaşı, haz. Erman Artun-M. Sabri Koz, İstanbul 2000, s.329-330. 164 Mateos, s.290; Papaz Grigor, s.293; Süryani Mikhail, s.111; Simpat, s.54; Urfalı Vahram, Kilikya Kralları Tarihi, Türkçe çev., Hrant D. Andreasyan, (Türk Tarih Kurumu’nda Basılmamış nüsha) s.7; Abu’l-Farac, C.II, s.374; Ersan, “Kilikya Ermeni Krallığı”, s.330. 161 38 kuşatmanın ardından Bizaâ’yı ele geçiren165 II. Ioannes, daha sonra Halep üzerine yürüdü. İmparator’un bu saldırısı karşısında Halepliler, Musul Atabegi İmâdeddin Zengi’ye haber göndererek kendisini yardıma çağırdılar. Bunun üzerine İmâdeddin Zengi 5000 kişilik bir kuvveti Halep’in yardımına gönderdi. İmparator, 20 Nisan’da Halep’e saldırı düzenlediyse de bir sonuç elde edemeden geri çekilmek zorunda kaldı166. Halep önlerinden ayrılan II. Ioannes, Kuzey Suriye’deki önemli merkezlerden bir diğeri olan Şeyzer üzerine yürüyerek burasını kuşattı. Ancak biraz sonra İmparator Şeyzer kuşatmasını kaldırarak Antakya’ya dönmek zorunda kaldı167. İmparator’un bu ani dönüşünün sebebi, Şeyzer’in yardımına gelen İmadeddin Zengi’nin bir yandan da Kuzey Suriye’deki Haçlı Kontlarını İmparator’a karşı kışkırtmasıydı. Fakat daha da önemlisi İmparator’un bu seferi sırasında Bizans ordusunu takip ederek Çukurova’ya inen Sulltan I. Mesud, Kuzey Suriye’de fetihler yapan İmparator’un arkasından Adana’yı ele geçirerek yağmalamıştı168. Bu sırada Hısnıkeyfa Artuklu emiri Kara Arslan da büyük bir kuvvetle Fırat’ı geçmişti169. Kuzeyden Sultan I. Mesud ve güneyden de İmadeddin Zengi ve diğer Müslüman hâkimler tarafından kıskaç altına alınma tehlikesi karşısında İmparator, geri çekilmişti170. Çukurova’ya dönen II. Ioannes, Sultan I. Mesud üzerine birlikler gönderse de Selçuklu Sultanı bir hafta önce bölgeden ayrıldığından bir sonuç elde edemedi171. Kışı burada geçiren İmparator ardından I. Mesud ile bir antlaşma yaptıktan sonra İstanbul’a geri döndü172. İmparator ile Sultan I. Mesud arasında bir antlaşma yapıldığından bahseden tek kaynak olan Süryani Mikhail 165 İbnü’l-Esir, C.XI, s.56; Türkçe XI, 59; ayrıca bkz., Demirkent, Urfa Haçlı Kontluğu, C.II, s.121. Runciman, Haçlı Seferleri, C.II, s.176-177; Demirkent, Urfa Haçlı Kontluğu, C.II, s.122; Kesik, a.g.e., s.56. 167 Chalandon, a.g.e., II, s.139-142; Runciman, Haçlı Seferleri, C.II, s.178; Demirkent, Urfa Haçlı Kontluğu, C.II , s.124; Kesik, a.g.e., s.56. 168 Süryani Mikhail, s.112; Anonim Süryani Vekayinamesi, “The First and Second Crusades from an Anonymous Syriac Chronicle” İngilizce çeviri ve notlar A.S. Triton-H.A.R. Gibb, Journal of the Royal Asiatic Society, 1933, II. kısım, s.276-277; Türkçe çev., Vedii İlmen, I. Ve II. Haçlı Seferleri Vekayinamesi, İstanbul 2005, s.47-48; Abu’l-Farac, C.II, s.374; ayrıca bkz., Runciman, Haçlı Seferleri, C.II, s.179; Turan, Türkiye, s.175. 169 İbn Kalanisi, s.266; Azimî, s.60. 170 Demirkent, Urfa Haçlı Kontluğu, C.II, s.125 171 Turan, Türkiye, s.175. 172 Niketas, s.18; Türkçe çev., I, s.20 (Niketas Antakya’dan İstanbul’a dönüşü sırasında İmparator’un ordusundan bazı birlikleri ayırarak Selçuklular üzerine yolladığını yazmaktadır. Niketas, İmparator’un Suriye’de savaşmasını fırsat bilerek Bizans arazilerine akın yapan Selçukluları cezalandırmak istediğini ve Selçuklular üzerine gönderilen birliklerin pek çok Türkü esir ettiklerini ve yük hayvanları ile bine k atlarını ellerinden aldıklarını ifade etmektedir.); Süryani Mikhail, s.112. 166 39 antlaşmanın içeriği hakkında bilgi vermemektedir 173. Bizans kaynakları ise bu konuda tamamen sessiz kalmaktadır. II. Ioannes Komnenos’un bu seferinde elde ettiği başarılar daha öncekiler gibi kalıcı olmamış ve çok geçmeden ele geçirdiği tüm bölgeler Türkler tarafından fethedilmişti174. Görüldüğü üzere büyük masraflarla düzenlenen geniş çaplı seferler başarılı gibi görünse de kalıcı olamıyor ve İmparatorluk ordusu İstanbul’a döndükten sonra ele geçirilen bölgeler yeniden Türkler tarafından geri alınıyordu. 9. İmparator II. Ioannes Komnenos’un Niksar Kuşatması (1139-1140): Ioannes Komnenos’un Selçuklulara Sığınması İstanbul’a dönen II. Ioannes Komnenos kısa bir hazırlık döneminin ardından sağlık durumunun iyi olmamasına rağmen Türkler üzerine yeni bir sefere çıktı. Bunun sebebi Selçuklu ve Danişmendli akınlarının yeniden Karadeniz sahillerine ve Sakarya kıyılarına kadar ilerlemesiydi. İmparator’un amacı Armeniakon Theması’na sızan Türklerin üzerine giderek bölgenin güvenliğini sağlamaktı. Ayrıca o, uzun zamandan beri Bizans’tan bağımsız olarak hareket eden Trabzon hâkimi Konstantinos Gabras’a haddini bildirmek istiyordu175. Ordusunu Ulubat’ta toplayan176 İmparator, 1139 yılı ilkbaharının sonlarında sefere çıktı. Bütün yazı ve sonbaharın ılık günlerini yürüyüşle geçiren II. Ioannes kış başlayınca Karadeniz Kintesi’nde (Bu günkü Kundu) kışlağa çekildi. Bizans ordusu buradan Türklerin arazisine saldırılara başladığında kış mevsiminin başlamış olması dolayısıyla oldukça güçlük çekti. Özellikle o yıl kış çok sert geçtiğinden yiyecek maddeleri tamamen tükenmiş, aynı zamanda yük ve binek hayvanları da telef olmuştu. Bizanslıların içinde bulunduğu bu durum çok geçmeden Türkler tarafından öğrenildi. Bundan sonra sürekli olarak Bizans ordusuna baskınlar düzenleyen Türkler ile Bizanslılar arasında sık sık çarpışmalar oluyor ve her seferinde Türkler galip 173 Süryani Mikhail, s.112. Turan, Türkiye, s.175, Demirkent, Urfa Haçlı Kontluğu, C.II, s.128, 130. 175 Niketas, s.20; Türkçe çev., I, s.22 176 Bizans ordusu İmparator’un emri üzerine toplansa da askerler II. Ioannes’in bu yeni sefer emrinden oldukça hoşnutsuzlardı. Zira üç yıl boyunca doğuda savaşan askerlerden bir kısmı daha yeni dönmüşler ve memleketlerine gitme fırsatı bulamadan yeni sefere çıkmak üzere orduya çağırılmışlardı. Niketas, ordusunun bu isteksizliğinden haberdar olduğunu düşündüğü İmparator’un olup bitenlerin farkında değilmiş gibi davrandığını ifade etmektedir. Bkz., Niketas, s.19; Türkçe çev.,I, s.21. 174 40 geliyordu177. Niketas’ın konu ile ilgili ifadeleri Bizans ordusunun Türkler karşısındaki çaresizliğini göstermesi bakımından oldukça ilginçtir: “Türkler atlarının süratine güvenerek yoğun bir bulut gibi ansızın Bizanslıların üzerine çöküyor ve Bizanslılar daha mızraklarını kullanamadan rüzgar gibi ortadan kayboluyorlardı”178. Savaş atlarının kaybını önlemeye çalışan İmparator bütün orduyu dolaşarak en iyi durumdaki atları topladı. Ardından bu atları mızrakla savaşmasını bilen Bizanslılara ve bu tür savaşın ustası olan Latinlere dağıttı. Böylece Türklerin saldırılarının daha etkili bir şekilde karşılanması imkânı oldu. Ordusunu bu şekilde bir düzene sokan II. Ioannes bir sonraki çarpışma sırasında sayılarının çok görünmesi için atlıların arkasından giden yayaların da flamalarını yükseğe kaldırmaları emrini verdi. Bizans kuvvetlerinin bu taktiği gerçekten de başarılı olmuş ve bu mızraklı saldırı karşısında tutunamayacaklarını anlayan Türk kuvvetleri geri çekilmek zorunda kalmıştı179. Bundan sonra II. Ioannes, Niksar üzerine giderek şehri kuşattı180. Uzun bir kuşatmanın181 ardından Niksar’a saldırıya geçen Bizans kuvvetleri ile Türkler arasında birçok çarpışma yaşandı182. Kuşatmanın devam ettiği sırada meydana gelen bir hadise yorgun olan ve yiyecek sıkıntısı çeken Bizans ordusunda moralleri bozduğu gibi II. Ioannes Komnenos içinde hayal kırıklığına sebep oldu. Babası Sebastokrator Isaakios Komnenos ile Türklere sığınan Ioannes çok geçmeden yaptıklarından pişman olarak İmparator’dan af dilemiş ve bu dilekleri kabul edilerek eski makamları kendilerine iade edilmişti. Ancak Ioannes bu sefer sırasında çok basit bir sebep nedeniyle Bizans saflarını terk ederek bir kez daha Türklerin tarafına geçmişti. Niketas, Niksar’ın ele geçirilmesini engelleyen Ioannes’in düşüncesiz, bencil ve önüne geçilmez dikkafalılığı diye nitelendirdiği bu olayı şöyle anlatmaktadır: “Bir çarpışma öncesi İmparator, İtalya’dan gelmiş ünlü bir şövalyenin savaşa atsız katıldığını görmüş ve yanında at süren yeğenine, üstünde bulunduğu Arap atını bu İtalyana vermesini emretmişti. Ioannes’in daha birçok atının mevcut olduğunu 177 Niketas, s.20; Türkçe çev., I, s. 22. Niketas, s.20; Türkçe çev., I, s. 22. 179 Niketas, s.20-21; Türkçe çev., I, s.22-23; krş., Kesik, a.g.e., s.58. 180 Niketas, s.20; Türkçe çev., I, s.23; Süryani Mikhail, s.116-117; ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II, s.176-177; Vryonis, a.g.e., s.119, Treadgold, State and Society, s.634, Turan, Türkiye, s.176. 181 Süryani Mikhail iki ordu atı ay boyunca birbirine karşı karargâh kurmuş vaziyette kaldı demektedir. Bkz., Süryani Mikhail, s.116; krş, Kesik, a.g.e., s.58. 182 Niketas, s.20; Türkçe çev., I, s.23. 178 41 bilmekteydi. Fakat Ioannes kendini beğenmişliği ve yersiz gururu ile İmparator’un emrini uygulamadı ve sert bir biçimde itiraz etti. Aşağılayıcı bir ifadeyle İtalyanı düelloya davet etti: Eğer kendisini yenecek olursa o zaman atı kendi malı sayabilirdi. Ancak Ioannes, amcası İmparatora uzun süre direnemezdi; çünkü onun safrasının kabardığını görüyordu. İstemeye istemeye atı teslim etti. Genç Ioannes bundan sonra hiddetten köpürmüş olarak başka bir ata atlayıp düşmana karşı dörtnala kalktı. Düşmanların yanına gelir gelmez de mızrağını ters çevirerek başındaki miğferi çıkardı ve Türkler tarafında geçti. Türkler onu babasının sürgünlüğü zamanındaki refakati devresinden tanıdıkları ve onun kendilerine katılması ile durumlarının güçleneceğini bildikleri için onu sevinçle karşıladılar”183. Gerçekten de Melik Muhammed, bir kez daha kendisine sığınan Ioannes’i çok iyi karşılaşmıştı. Bundan sonra dinini değiştirerek Müslüman olan Bizans prensi, daha sonra Konya’ya Selçuklu Sultanı I. Mesud’un yanına gitmişti. Niketas, Ioannes’in Konya’ya gittikten sonra burada Sultan’ın kızlarından birisiyle evlendiğini yazmaktadır184. Yine bu konu hakkında bilgi veren bir diğer Bizans kaynağının ifadesine göre Ioannes, Türklerin arasında çelebi unvanını almıştı185. Daha önce babasının yaptığı gibi taht mücadelelerine karışmak yerine dinini değiştirerek Selçuklu hizmetine giren bu Bizans prensi, rivayete göre 1145/46 yılında I. Manuel Komnenos’un Konya’yı kuşattığı sırada şehirde bulunmayan I. Mesud’un yerine idareyi Sultan’ın kızı olan eşiyle birlikte bizzat üzerine alıp İmparator’un başarısız olarak geri çekilmesini sağlamıştı186. İmparator’un yeğeninin bu tutumunun sebebi anlaşılır gibi değildir. Amcası ile çok basit bir sebepten ötürü giriştiği bir tartışma sonucunda Türklerin tarafına geçmesi, üstelik herhangi bir zorlama olmadığı halde dinini değiştirerek Müslüman olması oldukça dikkat çekicidir. Belki de genç Bizans prensi daha önce babası ile birlikte Selçuklu ülkesinde sürgün oldukları sırada tanıdığı Selçuklu Sultanı’nın kızına aşık olmuş ve ülkesine geri döndükten sonra unutamadığı aşkı yüzünden böyle bir davranışta bulunmuştu. 183 Niketas, s.21; Türkçe çev., I, s.23; ayrıca bkz., Daş, a.g.m, s.7; Amantos, Skheseis, s.39. Niketas, s.21; Türkçe çev., I, s.23., krş, Daş, a.g.m., s.7 185 Phrantzes’den naklen Daş, a.g.m., s.7. 186 Niketas, s.31-32; Türkçe çev., I, s.36; ayrıca bkz.,Turan, Türkiye, s.176; Daş, a.g.m., s.7. 184 42 Yeğeninin bu davranışına üzülen İmparator tüm ümidini yitirdi. Çünkü Türklerin tarafına geçen Ioannes’in Bizans ordusunun hayvan ve yiyecek bakımından çektiği sıkıntıları ve içinde bulunduğu güç şartları onlara anlatacağını bilmekteydi. Bu nedenle düşmana hissettirmeden ordugâhını biraz daha geriye kaydırdı. Bununla birlikte İmparator’un niyetini anlayan Türkler, kıyı bölgesine kadar geri çekilen Bizans ordusunun artçı kuvvetlerine sürekli saldırılarda bulundular Böylece başarısızlıkla sonuçlanan Niksar seferinin ardından İmparator 1140 yılı başlarında İstanbul’a geri döndü 187. 10. İmparator II. Ioannes Komnenos’un Suriye Üzerine İkinci Seferi ve Ölümü (1142-1143) II. Ioannes Komnensos, 1142 yılı İlkbaharında Suriye üzerine ikinci defa sefere çıktı. Niketas’ın ifadesine göre İmparator’un amacı Antakya’yı zapt ettikten sonra Kudüs üzerine bir sefer düzenleyerek burasını ele geçirmekti. Fakat seferinin asıl amacını gizli tutmak isteyen İmparator etrafa Ermeniler üzerine düzenlediği ilk sefer sırasında zapt edilen yerlerin emniyet altına alınması ve bunların kendi aralarında ve İstanbul ile bağlantılarının sağlanması olarak açıklamıştı188. Çok geniş çaplı bu sefer sırasında İmparator’un ilk hedefi, başarısızlıkla sonuçlanan Niksar kuşatmasının ardından Pamphylia bölgesini189 istilaya girişen ve Uluborlu’yu kuşatan Sultan I. Mesud oldu. Ancak Bizans ordusu bölgeye gelmeden Selçuklu kuvvetleri geri çekilmiş olduğundan taraflar arasında herhangi bir çatışma yaşanmadı190. Bununla birlikte İmparator, civardaki şehirlerin emniyetini sağlamak ve Selçuklu idaresine girmiş olan ahaliyi yeniden Bizans tâbiiyetine almak niyetindeydi. Bunlar arasında en önemlisi Beyşehir Gölü üzerindeki adalarda yaşayan ve Konya ile yoğun ticarî ilişkiler içinde bulunan Hıristiyan ahali idi. Ancak İmparator bölgeye geldiğinde adalarda yaşayan halk Bizans’a tâbi olmayı reddetti. Kinnamos, adalardaki bu Hıristiyan ahalinin gölü İmparator’a teslim etmeme sebebini “çünkü uzun zamandan beri Türklere yakın yaşadıkları için onların adetlerini benimsemişlerdi” şeklinde ifade 187 Niketas, s.21; Türkçe çev., I, s.23-24. Niketas, s.22; Türkçe çev., I, s.25. 189 Antalya ovasının İlkçağ Helenlerince kullanılan adı. Bkz., Umar, a.g.e., s.633. 190 Chalandon, a.g.e., II, s.181. 188 43 etmektedir191. Aynı şekilde Niketas da bu konu hakkında şunları söylemektedir: “Gölün içinde, birçok yerde sudan fışkıran küçük fakat müstahkem adaların ahalisi Hıristiyan olmakla beraber, o sıralarda kayıkları aracılığı ile Konya Türkleri ile çok canlı ilişkiler sürdürmekteydiler. Böylece bunlarla Türkler arasında sadece kuvvetli bir dostluk kurulmakla kalmamış, bunlar da adet ve gelenekleriyle hemen hemen Türkleşmişlerdi. Bu sebepten de sınır komşularının tarafını tutuyorlar ve Bizanslıları kendilerine düşman görüyorlardı. Uzun bir alışkanlık işte milliyet ve dinden daha güçlü oluyor”192. Görüldüğü gibi Bizans yönetimi Anadolu’daki Türk hâkimiyetini reddetse de yerli halk bu durumu kabullenmişti. Anadolu’yu aşama aşama ele geçirerek kalıcı olarak yerleşen Türkler bölgenin yalnızca demografik yapısını değiştirmekle kalmamış, aynı zamanda Anadolu’da yeni bir düzen kurmuşlardı. Bu yeni düzen din, dil, ırk ayrımı gözetmeden uzlaşma içinde bir arada varolabilmekti. Yukarıdaki örnek Bizans halkının Türkler ile huzur içinde yaşamayı Bizans idaresine girmeye tercih ettiğini hatta bunun için İmparator’a dahi karşı çıkmaya cesaret ettiğini göstermektedir. Bu durum Türkler ile Anadolu’daki Bizans halkı arasında nasıl güçlü bağlar kurulduğunu ve Türklerin kendi gelenek ve göreneklerini Hıristiyan ahaliye kabul ettirdiklerini göstermektedir193. II. Ioannes Komnenos’un isteğini geri çevirmekle kalmayan Adalardaki Hıristiyan halk ayrıca ona küfürler savurdular. Bunun üzerine İmparator, ahaliye gölün eskiden beri Bizans’a ait olduğunu, eğer gerçekten istiyorlarsa Türklerin tarafına geçmelerini bildirdi. Söylediklerinin halk tarafından ciddiye alınmadığını gören II. Ioannes derhal harekete geçti. Gezi ve balıkçı kayıkları birbirine bağlanarak yapılan sallara yüklenen kuşatma aletleri ile adalardaki kalelere saldıran Bizans kuvvetlerinin bir kısmı gölde ilerlerken çıkan fırtınanın salları parçalaması sonucu boğuldu. Bununla birlikte İmparator Beyşehir Gölü üzerindeki bu adaları ele geçirmeyi başardı194. Bundan sonra diğer hadiseleri anlatmaya geçen Bizans kaynakları adalardaki Hıristiyan halkın akıbeti hakkında herhangi bir bilgi vermemektedir. Osman Turan adaları ele geçiren II. 191 Kinnamos, s.26; Türkçe çev., 20. Niketas, s.22; Türkçe çev., I, s.24. 193 Necipoğlu, a.g.m., s.74-75. 194 Niketas, s.22; Türkçe çev., I, s.24-25; Kinnamos, s.26; Türkçe çev., s.20; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.177. 192 44 Ioannes’in Selçuklu Sultanı’nı kendisine tercih eden ahaliyi Konya’ya sürdüğünü ifade ederken hangi kaynağa dayandığını belirtmez195. Bu olaydan sonra ilerleyişine devam eden Bizans ordusu Antalya’ya geldiğinde II. Ioannes’in en büyük oğlu Aleksios öldü. Babaları tarafından ağabeylerinin cenazesini deniz yolu ile İstanbul’a götürmekle görevlendirilen Andronikos ve Isaakios’tan ancak Isaakios İstanbul’a ulaşabildi. Çünkü yolculuk sırasında İmparator’un oğullarından Andronikos da ölmüştü. Cenazeleri İstanbul’a götüren Isaakios ise geri dönmeyerek başkentte kaldı196. İki oğlunu kaybeden İmparator buna rağmen İstanbul’a dönmeyerek en küçük oğlu Manuel ile birlikte seferi devam ettirdi. Kuzey Suriye’deki Haçlı kontlarını itaat altına almak amacıyla Antalya’dan ayrılarak hızlı bir şekilde Çukurova’ya geçen İmparator 25 Eylül 1142’de Bagras kalesi önlerine ulaştı197. Daha önce Urfa kontu Joscelin’e haber göndererek kendisine bir rehine göndermesini talep eden II. Ioannes’in bu talebi Kont’un kızlarından Isabella’yı göndermesi ile sonuçlandı198. Şimdi de Antakya prinkepsi Raymond’a haber göndererek daha önceki anlaşmalar gereğince şehrin kendisine teslimini istedi. Ancak bu isteği Raymond tarafından geri çevrildi. Raymond’un bu tavrı üzerine Antakya çevresini yağmalattıran İmparator kış mevsiminin yaklaşması sebebiyle Antakya’ya yapacağı saldırıyı gelecek bahara bırakarak kışlamak üzere Tarsus’a geldi199. Ancak II. Ioannes, bu niyetini gerçekleştirmeye fırsat bulamadı. Zira 1143 yılı Mart ayında yapılan av sırasında bir yaban domuzunu avlarken kaza sonucu zehirli bir okun parmağına açtığı yaranın tesiriyle öldü200. 195 Turan, Türkiye, s.177. Niketas, s.22; Türkçe çev., I, s.25; Kinnamos, s.27; Türkçe çev., s.21; Anonim Süryani Vekayinamesi müellifi İmparator’un ikinci oğlu öldükten sonra İstanbul’a geri döndüğünü yazmaktadır (Anonim Süryani Vekayinamesi, s.279-280; Türkçe çev., s.50) ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II, s.12-14, 182 vd. 197 Willermus Tyrensis, Historia rerum in partibus transmarinis gestarum, Almanca çev., E. ve R. Kausler, Geshichte der Kreuzzüge und Königreischs Jerusalem, Stuttgart 1844, s.394; ayrıca bkz., Demirkent, Urfa Haçlı Kontluğu, C.II, s.132. 198 Runciman, Haçlı Seferleri, C.II, s. 183; Demirkent, Urfa Haçlı Kontluğu, C.II, s.32. 199 Chalandon, a.g.e., II, s.187-192; Runciman, Haçlı Seferleri, C.II, s.182-184. 200 Niketas, s.23; Türkçe çev., I, s.26; Kinnamos, s.27 vd.; Türkçe çev., s.21vd.; Papaz Grigor, s.296; Süryani Mikhail, s.121; Abu’l-Farac, C.II, s.377; Anonim Süryani Vekayinamesi, s.280; Türkçe çev., s.50; ayrıca bkz., Muralt, a.g.e., s.143; Robert Browning, “The Death of John II”, Byzantion, XXXI (1961), s.229-235; Chalandon, a.g.e., II, s.191 vd.; aynı yazar, a.g.m., s.361; Kordatos, a.g.e., C.I, s.526; Zakythynos, a.g.e., s.36-37; Athanasiadês, a.g.e., s.134; Laskarê, a.g.e., C.II, s.119. 196 45 B. SULTAN I. MESUD-İMPARATOR I. MANUEL KOMNENOS ARASINDAKİ MÜNASEBETLER (1143-1155) 1. I. Manuel Komnenos’un Bizans Tahtına Oturması ve Selçuklular Üzerine İlk Seferi Parmağını çizen zehirli okun açtığı yara yüzünden durumu her geçen gün ağırlaşan II. Ioannes Komnenos, sonunun geldiğini anlayınca bütün yönerticileri ve komutanları çadırında toplayarak uzun bir konuşma yapmış ve onlardan kendisinden sonra yanında bulunan küçük oğlu Manuel’i İmparator olarak tanımaları hususunda söz almıştı201. Daha önce II. Ioannes’in tahta çıkması sırasında aktif bir rol oynayan Türk asıllı Ioannes Aksukhos’un, Manuel Komnenos’un tahta oturması sırasında da başrolü üstlendiğini görmekteyiz. Yeni İmparator I. Manuel Komnenos (1143-1180), babasının ölümünün ardından ordusuyla birlikte İstanbul’a doğru yola çıkarken, kendisinden önce başkente giderek duruma hâkim olması ve ağabeyi Isaakios’un tahtı ele geçirmeye yönelik bir girişimde bulunmasını önlemesi için Ioannes Aksukhos’u görevlendirdi. Khartularios Basileios Tzintzilukes ile birlikte daha II. Ioannes Komnenos’un ölüm haberi ulaşmadan İstanbul’a gelen Aksukhos, görevini başarıyla yaptı. I. Manuel’in ağabeyi Isaakios’u ve tehlike oluşturacak diğer önemli kişileri tutuklattırarak hapseden Aksukhos, ayrıca Ayasofya’daki din adamlarının desteğini de almayı başardı. Böylece I. Manuel’in hiçbir sorunla karşılaşmadan başkente gelerek tahta çıkmasını sağladı202. II. Ioannes Komneneos gibi güçlü bir rakibinin ortadan kalkmasının yanı sıra aynı yıl içinde Melik Muhammed’in ölümünün ardından Danişmendli Meliklerinin taht mücadelelerine girişmeleri Selçuklu Sultanı I. Mesud’a Anadolu’daki siyasal üstünlüğü yeniden ele geçirme fırsatı verdi. II. Ioannes’in öldüğü sırada Malatya kuşatması ile meşgul olan203 Sultan, yeni İmparator I. Manuel’in İstanbul’a dönüşü sırasında Selçuklu topraklarına girdiği haberini alınca Malatya kuşatmasına son vererek ülkesine döndü. Tahtı kaybetme endişesi ile bir an önce başkente ulaşmak isteyen I. Manuel, zaman 201 Niketas, s.24 vd.; Türkçe çev., I, s.28 vd. Niketas, s.29 vd.; Türkçe çev., I, s.33 vd.; krş., Demirkent, “Aksukhos”, s.543; Hussey, a.g.m., s.226; Edward Ford, The Byzantine Empire, The Rearguard of European Civilization, London 1911, s.349; Kalomenopoulos “Manouêl II Komnênos”, MHelE, C.14, s.779; Athanasiadês, a.g.e., s.135. 203 Azimî, s.66; Süryani Mikhail, s.124; Abu’l-Farac, C.II, s.377; ayrıca bkz., Kesik, a.g.e., s.47. 202 46 kazanmak amacıyla Selçuklu Sultanı’ndan izin almadan topraklarından geçmeyi göze almıştı. Bizans ordusunun Selçuklu topraklarından geçişi sırasında, I. Manuel’in kuzeni Andronikos Komnenos ve yine I. Manuel’in yeğeni ile evli olan Theodoros Dasiotes Selçuklular tarafından esir edilerek Konya’ya Sultan I. Mesud’un yanına götürülmüşlerdi204. Bu durum kendi topraklarından izinsiz geçen İmparator’a karşı Selçukluların saldırıda bulunduğunu göstermektedir. Ancak Niketas, Andronikos Komnenos ve Theodoros Dasiotes’in orduya av eti getirmek için ava çıktıklarında ordunun yürüdüğü yoldan saptıklarını ve bu esnada Türkler tarafından esir edildiklerini yazmaktadır. Yine o bu Bizans soylularının daha sonra Sultan tarafından fidye alınmaksızın karşılıksız olarak serbest bırakıldıklarını da ifade etmektedir205. Malatya kuşatmasını yarıda kesen Sultan, İmparator’un arazisinden geçerek İstanbul’a gitmesinin ardından tekrar Malatya üzerine yürüdü. Ancak Selçuklu Sultanı bir kez daha şehri alamadan kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı. Zira İstanbul’da duruma hâkim olan genç İmparator, vakit kaybetmeden Selçuklular üzerine bir sefer düzenledi. I. Manuel’in bu seferinin sebebi, Selçuklulara bağlı Türkmen topluluklarının Batı Anadolu’da Menderes havzasında ve kuzeyde İznik’e kadar olan Bizans arazilerine akınlar düzenlemeleriydi. İstanbul’dan ayrılan I. Manuel, ilk olarak bu sırada Melangia şehrinin206 yakınlarında bulunan Türkler üzerine yürüdü. Bölgenin güvenliğini sağlayan İmparator, Melangia şehrinin sağlamlaştırılması ve yeniden inşası için gerekenleri yaptıktan sonra rahatsızlığı sebebiyle daha fazla ilerleyemeyerek seferini yarıda kesip İstanbul’a dönmek zorunda kaldı207. I. Manuel’in 1143 yılı sonlarında gerçekleştirdiği bu seferin amacı akınlarını İznik yakınlarına kadar ilerleten Selçukluları bölgeden uzaklaştırmaktı. İznik’ten Dorylaion’a208 giden yol üzerindeki ilk askerî karargâh olan Melangia’nın Türkler tarafından tehdit edilir hale gelmesi, bu dönemde Selçukluların Anadolu’daki etkinliklerini göstermesi bakımından önemlidir. Bizans İmparatoru II. 204 Niketas, s.30; Türkçe çev., I, s.34. Niketas, s.30; Türkçe çev., I, s.34. 206 İznik’in güneydoğusunda yer alan bu karargâh şehri için bkz. Ramsay, a.g.e., s.221. 207 Niketas, s.30; Türkçe çev., Işıltan 1995, s.35.; Kinnamos, s.37; Türkçe çev., s.33-34 (Kinnamos İmparator’un İstanbul’a dönme sebebi olarak kız kardeşi Maria’nın gittikçe artan hastalığının tehlike arzettiğinin bildirilmesini gösterir.) 208 Demirkent, “Bizans İmparatorluğu Devrinde Dorylaion”, Tarihte Eskişehir Sempozyumu, I, (2-4 Kasım 1998), Eskişehir 2001, s.45-60. 205 47 Ioannes, Kuzey Suriye’ye kadar uzanan büyük çaplı seferler düzenlerken Selçuklu kuvvetleri Bizans ordusunun arkasından savunmasız durumdaki batı bölgelerini kontrolleri altına almaktaydı. Bu durum Bizans İmparatorlarının doğuya düzenlediği seferlerinin Anadolu’daki Türk varlığının etkinliğini kırmakta başarılı olamadığını açıkça göstermektedir. 2. İmparator I. Manuel Komnenos’un Konya Üzerine Seferi (1146) Selçuklu Türkleri ile mücadele konusunda babasından çok daha kararlı olan I. Manuel, kesin bir sonuç elde edemediği ilk seferinin üzerinden fazla bir süre geçmeden 1146 yılında Selçuklulara karşı yeni bir sefer düzenledi. Sultan I. Mesud’un, İmparatorluğun Isauria eyaletindeki önemli merkezlerinden birisi olan Prakana kalesini209 ele geçirerek yağmalaması ve Selçukluların Bizans aleyhindeki diğer faaliyetlerine sinirlenen210 I. Manuel İstanbul’dan ayrılarak Rhyndakos ovasında II. Ioannes tarafından inşa edilen Ulubat kalesinde karargâh kurdu. Gerekli hazırlıkları tamamlayan İmparator, Türklerin niyetini anlayarak hazırlanmalarına fırsat vermek istemediğinden vakit kaybetmeden yola çıktı ve süratle ilerledi. Kinnamos, İmparator’un niyetinin birden bire karşılarına çıkarak şaşırtacağı Türkleri gencinden yaşlısına kadar yok etmek olduğunu söyler211. Çok süratli bir şekilde Uludağ’ı geçerek güçlü bir kale inşâ ettirmiş olduğu Pithekas’a212 ulaşan I. Manuel, buradaki çok yüksek ve sık bitki örtüsü ile kaplı olan dağları geceleyin geçerken rahatsızlandı. Buna rağmen ordusundan yeterli bir bölümü ayırarak komutanlarının emrinde bu sırada yakınlarda bulunan Türkler üzerine gönderdi. İmparator’un gönderdiği bu kuvvetler Türk kuvvetlerini mağlup ederek elde ettikleri bol miktarda ganimet ile geri dönmüşlerdi. Ancak İmparator burada meşgul iken kalabalık bir Türk birliğinin Thrakesion Theması’nın213 topraklarına saldırdığı haberi geldi. I. Manuel tarafından asker toplamak üzere buraya gönderilen Theodoros Kontostephanos henüz bölgeye ulaşmamış olduğundan karşılarına hiçbir kuvvet 209 Uzuncaburç bkz., Ramsay, a.g.e., s.25, 404. Kinnamos, s.38; Türkçe çev., s.35, Selçuklu Sultanı doğuda sınırlarını genişletirken batıda Türkmenler Menderes vadilerine ve kuzeyde İznik yakınlarına kadar ilerlemişlerdi. Bkz., Turan, Türkiye, s.180. 211 Kinnamos, s.38; Türkçe çev., s.35. 212 Pithekas’ın yeri için bkz., Ramsay, a.g.e., s.220 vd. 213 Batı Anadolu’yu ve özellikle Lydia’yı kapsayan Thema için bkz., Umar, a.g.e., s.786. 210 48 çıkmayan Türk kuvvetleri Kelbianos bölgesine kadar ilerleyerek etrafı yağmalamış ve çok miktarda ganimet ele geçirmişlerdi. Bu gelişme üzerine çok sinirlenen I. Manuel, Selçuklu başkenti Konya’ya doğru harekete geçti. Kinnamos, İmparator’un bu esnada seferini bir mektup ile Sultan I. Mesud’a bildirdiğini ifade etmektedir. Sultan’ı tehdit eden ve onu ağır bir şekilde eleştirdiği bu mektubunda I. Manuel, “Bilmeni isteriz ki, sen üzerine saldırmamız için bizi tahrik eden şeyler yaptın. Bizzat kendin bizden Prakana’yı gasbettin. Burası sana ait değildi ve son zamanlarda Romalıların topraklarına saldırdın. Ayrıca Roma’nın müttefiki olan Yağıbasan ve oradaki birçok kabile reisi ile savaşmaktan çekinmedin. Sen ki, zeki bir adamsın Romalıların bunu asla gözardı etmeyeceklerini anlamalısın. Tanrının bize yardımı ile sen bunun cezasını kat kat ödeyeceksin. Ya mantıksız davranışlardan uzak dur, ya da derhal Romalılara karşı koymaya hazırlan” diyordu. Getirilen mektubu okuyan Sultan I. Mesud ise İmparator’a şu cevabı yazdı: “Mektubunuzu aldık, azametli İmparator! Ve emrettiğiniz gibi hazırlandık. O halde ordunuza ilerlemesini emredin, uzun görüşmelerle bizi bekletmeyin. Gerisi, yani durumun nasıl gelişeceği Tanrı’nın inayetine kalmıştır. Ordugâh kurduğumuz Akşehir karşılaşma yerimiz olsun” Akşehir’de karargâh kuran Sultan I. Mesud, kuvvetlerinden bir kısmını Konya üzerine ilerleyen Bizans ordusunun yolunu kesmek üzere gönderdi. Sultan tarafından gönderilen bu kuvvetler, Afyon yakınlarındaki Kalograia Tepesi214 denilen mevkide Bizans ordusuna saldırdılar. Ancak taraflar arasında meydana gelen çatışmada Selçuklu kuvvetleri yenilmiş ve geri çekilmek zorunda kalmıştı. Kinnamos, bu çatışmada Selçukluların ağır kayıplar verdiğini ve ölenler içinde Türkler arasında meşhur birisi olan Khaires (Hairî)’in de olduğunu belirtmektedir. Bu yenilgiyi öğrenen I. Mesud, Akşehir’den ayrılarak biraz daha geriye çekildi. Kazandığı bu galibiyet ile sevinen İmparator, Sultan’ın ordusuyla geri çekildiğini duyduğunda ona bir mektup daha gönderdi. Selçuklu öncü kuvvetlerine karşı kazanılan galibiyetin sağladığı moralle kendisine güveni daha da artan İmparator ikinci mektubunda: “Sen asil efendi! Şunu iyi anlamalısın ki, her ne kadar korkaklık utanç verici ise de, boşuna kaba dayılık taslamak 214 Afyon-Akşehir arasında ve Afyon’a yakın bir yer olduğu düşünülmektedir. Bkz., Kinnamos, Türkçe çev., 37, dipnot 27. 49 daha da utandırıcıdır. Boşuna böbürlenen savaşta alaşağı ediliverir. Sanki önceki kibirlenmeni tamamen unutmuş gibi ve kısa süre önce İmparatorluğumuza yazdıklarını hesaba katmadan, kaçıverdin. Nereye gittin bilmiyorum? Bak sana bir hatırlatma yapıyorum. Eğer önceden bize yazdığın şekilde Akşehir’e gelişimizi beklemezsen, asil ve âlicenab kişiliğin, aşağılık korkaklığını çabucak silemez” şeklinde daha ağır ifadeler kullanmaktaydı. Bu galibiyetin ardından ilerleyişini sürdüren I. Manuel, Akşehir’e gelerek şehri zaptetti ve burada uzun zamandır hapis tutulan Bizanslıları kurtardı215. Akşehir’den çekilen Sultan ise Türkler arasında Andrakman216 olarak anılan yere gelerek ordugâhını burada kurdu. Bunu haber alan İmparator Adrianopolis şehrinden geçti ve Gaita217 denen yerde o da ordugâhını kurdu. I. Manuel ertesi gün Selçuklu ordusunun bulunduğu yöne doğru ilerledi. Birbirinden çok uzakta olmayan iki ordu karşı karşıya gelince aralarında savaş başladı. Kalabalık Bizans ordusu karşısında geri çekilmek zorunda kalan Selçuklu kuvvetleri Bizanslılar tarafından takip edilerek bir kısmı öldürüldü bir kısmı ise esir edildi. Kinnamos, Sultan I. Mesud’un bu yenilgiden sonra Konya’ya kadar geri çekildiğini ancak Bizanslılar tarafından kuşatılacak şehirde kısılı kalma ihtimalini düşünerek ordusunun bir kısmını şehrin arkasındaki yamaca yerleştirdikten sonra öteki kısmını da yanına alıp Konya ile Kaballa218 kalesi arasında şehrin sağ tarafında kalan coğrafi konumuna güvendiği dağa çekildiğini söyler. Kinnamos, Türk savaş taktiğinden habersiz olarak Konya’ya ulaşıncaya kadar Bizans ordusunun karşısına çıkan Selçuklu kuvvetlerine karşı galip geldiklerinden ve Akşehir’deki son yenilginin ardından korkuya kapılan Sultan I. Mesud’un Konya’da dahi kalamayarak şehirden ayrıldığı yorumunu yapmaktadır. Oysa ki İmparator’un Konya üzerine yürüyeceğini haber alan Sultan I. Mesud, çok kalabalık olduğu için bir meydan savaşına giremeyeceği Bizans ordusuna yol boyunca saldırılar düzenleyerek Konya’ya ulaşıncaya kadar yıpratmayı ve nihayet 215 Niketas Akşehir’de Türklerle savaşırken topuğundan yaralandığını söylediği İmparator’un Türkler üzerine yürümeye burada karar verdiğini belirtirken (Niketas, s.31; Türkçe çev., I, s.36) Kinnamos İmparator’un Konya üzerine gitmeye Pithekas’ta karar verdiğini ifade etmektedir (Kinnamos, s.39; Türkçe çev., s.36). 216 Burasının Akşehir-Konya yolu üzerinde ve Üçhöyük (Gaita)’e yakın bir mevki olduğu düşünülmektedir. bkz., Kinnamos, Türkçe çev., s.37 dipnot, 29 217 Bugün, Üçhüyük: Akşehir-Konya yolu üzerinde, Akşehir’e 14 km., Konya’ya 96 km. mesafededir. Bkz., Kinnamos, Türkçe çev., s.37, dipnot 30. 218 Konya’nın 11 km. Kuzey batısında Tekeli dağın tepesindedir. Bkz., Kinnamos, Türkçe çev., s.38, dipnot 3; krş., Umar, a.g.e., s.356. 50 şehirde bırakılan kuvvetlerle savunma savaşı yapılırken kendisi de savunmaya elverişli bir bölgeye çekilerek Konya’yı kuşatan Bizans kuvvetlerine dışarıdan hücum etmeyi planlamıştı. Kaballa’ya gelen İmparator I. Manuel, Selçuklu Sultanı’nın nerede olduğunu ve ne yapmak istediğini bilmediğinden hemen saldırıya geçmeyerek bir süre bekledi. Sultan I. Mesud’un şehrin sağ tarafındaki yamaçta bulunan Selçuklu kuvvetlerinin başında olduğunu öğrenince bir an önce Sultan’ın üzerine saldırmak istedi. Ancak İmparator’un ordusundaki komutanlar onun bu kararını onaylamadılar. Bizans komutanları I. Manuel’e Türk kuvvetlerinin sayısının bu kadar az olmayacağını, I. Mesud’un kalabalık Bizans ordusuna karşı şehrin surları dışında açık bir savaşa girerek kendisini tehlikeye atmayacağını, bu birliklerin Sultan’ın öncü kuvvetleri olduğunu ve asıl kuvvetlerin pusu kurmuş olabileceklerini düşündüklerini söylediler. Bizans kaynaklarında zaman zaman düşmana karşı düşüncesizce saldırıya geçtiği konusunda eleştirilen I. Manuel, adamlarının tereddüt içinde olduklarını görünce alaycı bir şekilde “Romalılar! Barbarların hilesi sizin dirayetinizi korkuya dönüştürmesin. Önümüzde görünür bir ordu sancağı olmadığı için, onların başka bir yerde başka orduları olduğunu sanmayın. Bence Türklerin başka askeri birlikleri yok. Sancakları orada çalılıklar içinde gizlenmiş; böylece bizi sanki çok kişi varmış gibi korkutmak istiyorlar. Barbarların sayısına şaşmayın, aksine zaafını küçümseyin. Tabiatıyla hakikat, hayal ile uyumlu değildir. Nitekim ben hemen onlarla karşılaşmak üzere öncü birlikleri ile yola çıkıyorum ve siz de ordunun geri kalan kısmı ile disiplin içinde düşmanın pususuna düşmeyesiniz diye, beni arkadan takip etmelisiniz” diyerek219 onların bu tereddütünü gidermeye çalıştı. Adamlarına moral vermek isteyen İmparator öncü kuvvetlerle saldırırıya geçerken Selçukluların pususuna düşmemek için geride kalan kuvvetlerine ihtiyatlı bir şekilde kendisini takip etmeleri emrini verdi. Bu davranışı onun da Türklerin gerçek gücünden emin olmadığını göstermektedir. İmparator’un bu ilk saldırısıyla birlikte Selçuklu kuvvetleri geri çekilmeye başladı. Bizans kuvvetlerinin kaçan Türkleri takip etmesi, ordunun arkada kalan kısmı ile bölünmelerine sebep oldu. Uyguladıkları bu sahte geri çekilme ile istediklerini elde eden Selçuklu kuvvetleri ordunun geriden gelen kısmını pusuya düşürdü. Bu sırada 219 Kinnamos, s.42; Türkçe çev., 38-39. 51 Konya’daki Selçuklu kuvvetleri de şehirden çıkarak saldırıya geçince Bizans ordusu dağılmaya başladı. Geride kalan birliklerinin başına gelenleri öğrenen İmparator, adamlarından Pyrrhogeorgios’un kumandasındaki bir birliği onların yardımına gönderdi. Ancak yardıma gelen bu kuvvetler panik içerisinde dağılmış Bizans kuvvetlerinin toparlanmasını sağlayamadı. İmparator geri döndüğünde ordusunun mağlup olmak üzere olduğunu gördü. Kinnamos’un ifadesine göre ordudaki bu paniğin bozguna sebep olmasını engellemek için bir hileye başvurmuştu. Bempitziotes adlı bir askeri yanına çağıran I. Manuel ona, başındaki miğferini çıkartıp havada sallamasını emretti. Böylece İmparator Sultan’ın esir edildiği izlenimini vererek dağılan kuvvetlerinin toparlanmasını sağlarken, liderlerinin esir edildiğini düşünen Türklerin ise morallerini bozmayı düşünüyordu. Gerçekten de I. Manuel’in bu hilesi işe yaramış, Sultan’ın esir edildiğini düşünen Bizans kuvvetleri toparlanarak Selçuklu kuvvetlerini geri itmeyi başarmışlardı. Hava kararınca savaşa ara verildi. Bulunduğu yere karargâh kuran Bizans ordusu ertesi gün şafak sökerken oradan ayrılarak Konya önlerine geldi. Konya’yı kuşatan İmparator çok geçmeden şehri ele geçiremeyeceğini anladı. Bunun yanı sıra Sultan I. Mesud’a yardımcı kuvvetlerin geldiğine dair haberlerin gelmesi (Türklerin geri dönüş yolunu kesmeleri ihtimali)220 üzerine kuşatmaya son vererek Konya önlerinden ayrıldı. Ancak İmparator ayrılmadan önce Konya şehrinin etrafını adamlarına tahrip ve yağma ettirdi. Kinnamos’un naklettiğine göre etrafı yağmalayan Bizans ordusu civardaki Türk mezarlığını da tahrip ederek mümkün olduğunca çok cesedi mezarlardan dışarı çıkartmıştı. Bu şekilde şehirdekilerin morallerini bozmak isteyen İmparator, yine Kinnamos’a göre Sultan’ın annesinin mezarının hakarete uğramasını istememiş adamlarına bu mezara dokunmamaları emrini vermişti221. Bundan sonra İmparator Konya’da bulunan Sultan I. Mesud’un hanımına bir mektup gönderdi. İmparator, ince bir üslupla Sultan’a hakaret ettiği bu mektubunda “Bilmenizi isteriz ki İmparatorluğumuzun kölesi olan Sultan yaşıyor. Savaşın tehlikelerinden kaçtığı için 220 Kinnamos, Manuel’in Batı’daki milletlerin (Haçlı orduları), atalarından gelen bir adetle, isyan ederek bütün güçleriyle Roma (Bizans) topraklarına saldıracaklarına dair ikaz edici rivayetin hergün biraz daha yayılması üzerine hazırlık yapmak için geri döndüğünü ifade eder. Bkz., Kinnamos, s.43; Türkçe çev., s.40. 221 Kinnamos, s.43; Türkçe çev., s.40; Anonim Selçukname müellifi bir Cuma günü Konya’da katliam yapan İmparator’un yedi bin Müslümanı şehit ettiğini ifade etmektedir (Anonim Selçukname, s.80; Türkçe çev., s.24-25. 52 hayatta” demekteydi. Aslında Sultan’ın hanımı İmparator’u iyi bir şekilde karşılamak için iki bin koyun, çok sayıda öküz ve pek çok çeşit yiyecek hazırlamıştı. Ancak Bizans ordusunun şehrin etrafını tahrip etmesi sonucunda bu gerçekleşmedi222. İmparator geri çekilmeye başladığında I. Mesud’a bir mektup daha gönderdi. Bu mektubunda I. Manuel, “Seni defalarca aradık ama seninle karşılaşamadık Sürekli kaçıyor, gölge gibi kayıp gidiyorsun. Gölgelerle savaşır gibi olmamak için şimdi evimizin yolunu tutuyoruz. Baharda karşına daha hazırlıklı geleceğiz. Kendine hiç yakışmayan şekilde, böyle kaçmamaya dikkat etmelisin”223 dedi. İmparator baharla birlikte tekrar Selçuklular üzerine geleceğinden söz etmekteydi. Ancak II. Haçlı seferi nedeniyle bu gerçekleşmedi. İstanbul’a dönmek üzere yola çıkan Bizans ordusu Türklerin Tzibrelitzemani224 dedikleri geçide geldiğinde yardımına gelen kuvvetlerle durumunu güçlendiren Sultan I. Mesud Bizans ordusuna yetişmek üzere harekete geçti. Kinnamos’un tarifine göre çok dar olan bu geçit sadece saflar halindeki ordular için değil, küçük gruplarla yolculuk yapanlar için de aşılması güç bir yerdi 225. Bu geçit yakınında karargâh kuran İmparator, Sultan tarafından takip edildiğini anlayınca adamlarından bir kısmını ordugâhın iki tarafındaki uçuruma gizledi. Askerlerine kendisinin düşmana saldırdığını görünceye kadar burada kalmaları emrini verdi. Selçuklu kuvvetlerine saldırmayı düşünen I. Manuel, ağabeyi Ioannes ve Doğu ve Batı orduları komutanı Ioannes Aksukhos’un karşı çıkması üzerine bu fikrinden vazgeçti. Bundan sonra yanındakilerle ordugâha dönen İmparator, Selçuklu ordusunun saldırıya geçmemesi üzerine adamlarından Türk asıllı Pupakes’i civarda bulunan Türkler hakkında araştırma yapması için gönderdi. Çok geçmeden geri dönen Pupakes, sekiz kişilik bir Türk birliği gördüğünü söyledi. Bu haber üzerine İmparator, ağabeyi ve Aksukhos ile birlikte hemen Türklerin olduğu yöne gitti. Türklerin hafif silahlara sahip olduğunu gören I. Manuel, kendisini gördüklerinde kaçıp kurtulmamaları için Pupakes’i önden göndermiş ve ona Türklere yaklaşmasını ve ona saldırdıklarında kendisinin 222 Kinnamos, s.44; Türkçe çev., s.40. Kinnamos, s.44; Türkçe çev., s.40-41. 224 Konya-Beyşehir üzerinde ve Konya’nın 10 km. batısında yer alan dar geçit bkz., Kinnamos, Türkçe çev., s.41, dipnot 36. 225 Kinnamos, s.44; Türkçe çev., s. 41. 223 53 olduğu tarafa doğru kaçmasını emretmişti. İmparator’un emrini başarıyla uygulayan Pupakes, bu küçük Türk birliğini İmparator’un yakınına kadar getirdi. Ancak İmparator’u son anda fark eden Türkler bu tuzaktan kaçmayı başarmıştı. Bunun üzerine I. Manuel bu küçük Selçuklu birliğini takibe başladı. İmparator tarafından takip edilen bu birlik biraz sonra arkalarından gelen elli kişilik kuvvetle birleşince sayıları artmıştı. Bu birlik muhtemelen Sultan I. Mesud’un ordusunun öncü kuvvetleri önünde giden küçük bir keşif koluydu. Bu sırada pusuda bekleyen adamları karargâhtan bir hayli uzaklaşmış olan İmparator’un durumu hakkında bilgi almak için Kotertzes adındaki bir soyluyu onun yanına göndermişlerdi. I. Manuel yanına gelen Kotertzes’e hemen geri dönerek pusudaki tüm kuvvetlerle yardımına gelmesini söyledi. Bundan sonra yakındaki bir tepenin üzerine çıkan İmparator, 500 kişilik bir Selçuklu birliğinin gelmekte olduğunu gördü. Bunların arkasından da tüm ordusuyla birlikte Sultan I. Mesud gelmekteydi. Gerideki kuvvetlerinin kendisine yardıma gelmekte olduğunu bilen I. Manuel Türkler üzerine saldırdı. Çok geçmeden de diğer Bizans kuvvetleri de İmparator’un yardımına geldi. Bu durumu gören Sultan I. Mesud yardıma gelen Bizans kuvvetlerinin önlerinin kesilerek İmparator’un yanındaki kuvvetlerle birleşmelerinin engellenmesini istedi. Sultan’ın bu manevrasını gören I. Manuel ise yanında bulunan Pupakes’ten Türklerin yardıma gelen Bizans kuvvetlerinin önünü kesmelerine mani olmasını istedi. Kendisi de son bir çabayla Selçuklular üzerine saldırarak onları biraz geriye sürdü ve yardıma gelen Bizans kuvvetleri İmparator’un yanına ulaşabildi. Böylece I. Manuel, şansının da yardımıyla Selçuklu kuvvetleri tarafından ele geçirilmekten son anda kurtuldu226. Bununla birlikte başta Ioannes Aksukhos olmak üzere ordudaki diğer komutanlar İmparator’un ordusundakileri ve kendisini tehlikeye atan bu düşüncesiz davranışını ağır bir şekilde eleştirdiler. Gerçekten de İmparator büyük bir hata yapmış ve düzeni bozulan Bizans ordusu henüz toparlanamamıştı. Nitekim bu eleştiriler karşısında I. Manuel “Şimdi bu sözlere ihtiyacımız yok. Ama biz mümkün olduğu kadar dikkat edelim de daha çok Romalı yitip gitmesin. Çünkü arkamızda kalmış olan pek çoğu henüz yolda; gerimizden geliyorlar” demiştir227. 226 227 Kinnamos, s.44 vd.; Türkçe çev., s. 41 vd. Kinnamos, s.48; Türkçe çev., s.45. 54 Düzeni bozulan Bizans ordusunda birlikler arasındaki bağlantı kopmuştu. Bunun üzerine arkadan gelen ve Selçuklular tarafından takip edilen kuvvetlere yardım etmek için yakındaki bir düzlükte pusu kurulmasına, geri kalan kuvvetlerin de ordugâha dönmelerine karar verildi. Bundan sonra İmparator bir miktar kuvvetle ileriye doğru yürüdü. Bir uçurumun kenarına gelince aşağıdan Selçuklu kuvvetlerinin yaklaşmakta olduklarını gördü. Birkaç adamıyla vadinin bir yanında durdu ve arkadan gelen kuvvetlerine tepeye çıkmalarını ve düşmana doğru yürümelerini emretti. Bunların Türklerle çatışmaya girdiğini görünce pusudakiler de yardıma geldiler. Vadinin çok dik olması nedeniyle savaş her iki taraf açısından da zor oluyordu. Selçuklu kuvvetlerinin kaçmasını engellemek amacıyla İmparator adamlarına hızlı bir şekilde vadiye doğru at sürmelerini, ileriye doğru gider gibi yapmalarını fakat çok fazla da uzaklaşmamalarını söyledi. Bizans kuvvetlerinin bu saldırısı karşısında Selçuklu kuvvetleri geri çekildi. Tam bu sırada daha önce I. Manuel tarafından geriden gelen Bizans birliklerine yardım için gönderilmiş olan Kotertzes ile okçular İmparator’un yardımına geldi ve Selçuklu kuvvetlerine saldırdı. Bu arada I. Manuel’in zor durumda olduğunu gören ordugâhtaki kuvvetlerde yardıma gelince Selçuklu ordusu geri çekilmek zorunda kaldı. Bu çatışmanın ardından ordugâha dönen I. Manuel ertesi gün şafak sökerken tekrar İstanbul’a doğru yola çıktı228. Bizans ordusunun yakınında ordugâh kurmuş olan Sultan I. Mesud taşlık arazide Bizans kuvvetlerine iki yandan saldırmak suretiyle ağır kayıplar verdirdi. Selçukluların saldırıları üzerine Bizans yaya kuvvetlerine komuta eden Kritoples birliği ile geri dönerek Bizans ordusunu takip eden Türklerle savaşa girişti. Fakat Selçuklu kuvvetlerine karşı tutunamayınca kaçmaya çalıştı. Ancak bu yaya birliklerinin neredeyse tamamı Sultan I. Mesud’un kuvvetleri tarafından imha edildi. Yaya kuvvetlerinin başına gelenler Bizans ordusunda tam bir korku ve paniğe sebep oldu. İmparator’un emirlerine kulak asmayan Bizans birlikleri düzeni bozarak ağırlıkların taşındığı konvoya katıldılar. İmparator emirlerine karşı gelenlerin birçoğunu ağır bir şekilde cezalandırsa da bu pek etkili olmamıştı. Bizans ordusundaki bu panik havası ve düzensizlik sonucunda Selçuklu kuvvetleri tam olarak kuşatma altına aldıkları İmparator’a şiddetle saldırdı. Bu saldırının güçlükle atlatılmasının ardından İmparator, 228 Kinnamos, s.48-49; Türkçe çev., s.45-46. 55 Türklere karşı saldırıya geçmek istedi fakat ordudaki diğer ileri gelenlerin bu görüşe karşı çıkması üzerine askerlerin dinlenmesi için karargâh kurulmasına karar verildi. Buna rağmen I. Manuel, İmparatorluk sancağını alarak yanındakilerle birlikte Selçuklu kuvvetlerine saldırdı. Bu beklenmedik saldırı karşısında Selçuklu kuvvetleri geri çekildi. Bizans kuvvetlerinin takibi sırasında içlerinde önemli kişiler de olmak üzere pek çok Türk öldürüldü ve bir kısmı da esir edildi. Öldürülenler arasında Sultan’ın şarabdâr’ı Parkusas ve Bizans asıllı olup, Selçuklular arasında üst düzey bir mevkiye sahip olan Gabras da vardı229. Gabras’ın kesilen başı ibret olsun diye ordugâhta dolaştırılmıştı. Bu başarının ardından ordugâha dönen İmparator, askerlerin hâlâ büyük bir kargaşa ve şaşkınlık içinde olduklarını gördü. Ordugâhın etrafında savunma tedbirleri aldıran I. Manuel, bundan sonra her birliği uygun mevkilere yerleştirdi. Geceyi sıkıntı içinde geçiren Bizans ordusu, ertesi gün yola çıkmadan önce, İmparator ordugâhın ortasına gelerek askerlerin bozulan morallerini düzeltmek ve yeniden cesaretlerini toplamalarını sağlamak amacıyla, askerlerine hitaben bir konuşma yaptı230. İstanbul’a geri dönüş sırasında Bizans ordusunun Selçuklu kuvvetlerinin saldırıları karşısında ne kadar zor duruma düştüğü, İmparator’un bu konuşmasından da açıkça görülmektedir. Selçuklu başkentini ele geçirmek için sefere çıkan I. Manuel, bu amacına ulaşamadığı gibi, geri dönüşü sırasında ağır kayıplar vermişti. Üstelik şimdi İstanbul’a sağ salim ulaşabilmesi dahi tehlikeye girmişti. Bu konuşmanın ardından Bizans ordusu Beyşehir Gölü’ne doğru harekete geçti. Ordu o dar bölgeden ovaya çıkıp açık alana varınca, İmparator esir edilen Türklerden birinin getirilmesini emretti. I. Manuel yanına getirilen Türk’e Sultan I. Mesud’a iletmesi için şunları söyledi: “Sultan’a şu sözlerimi bildir. Yüce İmparator benim vasıtamla bunu iletmektedir: Biz Konya’ya bizzat geldik. Senin topraklarına girdik ve gerçekten İmparatorluğumuza karşı işlediğin suçu cezalandırmak istedik. Ama sen kaçak esirler gibi sürekli bir yerden diğerine kaçtın ve bizimle yüz yüze gelmemek için orada kalmadın. Bu yüzden kendi topraklarımıza dönüyoruz. Fakat bahar gelince daha büyük kuvvetlerle yine geleceğimizi bilerek iyice hazırlanmalısın”. Bunları söyledikten sonra İmparator tarafından gönderildiği kesin olarak belli olsun 229 230 Kinnamos, s.51; Türkçe çev., s.47. Kinnamos, s.51-52; Türkçe çev., s.48. 56 diye esir Selçuklu askerine asillerden birinin göğüs zırhını da verdi ve onu Sultan’a gönderdi231. Sultan, İmparator’un gönderdiği mesajı aldıktan sonra I. Manuel’e aralarında barış yapılması isteğiyle elçiler gönderdi. I. Mesud’un bu barış talebi muhtemelen Batı’da yeni bir Haçlı seferi hazırlıklarının yapılması ile ilgiliydi. Ancak I. Manuel Sultan tarafından gönderilen elçileri Batı’dan gelecek ordular hakkında kesin ve doğru haberler alabilmek için sürekli oyaladı232. İmparator, Büyük Menderes’in kaynaklarından birine varınca artık Selçuklu topraklarının dışına çıktığını düşündüğünden, suyu bol ve manzarası çok güzel olan bu yerde avlanarak savaşın sıkıntılarını unutmak istedi. Ancak tam bu sırada uzaktaki çalılıklar arasında bir hareketlilik fark etti. Mesafenin uzaklığından dolayı ne olduğunu seçemedi ve adamlarından birkaçını ne olduğunu anlamaları için gönderdi. Geri dönen adamları birçok çadırın kurulmuş olduğunu, çalılıklar içindeki hareketlerin de çadırdakilerin otlayan atlarına ait olduğunu söylediler. Çalılıklar arasında çadır kuranlar, liderleri Raman idaresinde Bizans bölgelerine yaptıkları akınlardan elde ettikleri bol miktarda ganimet ile geri dönmekte olan Türklerdi. Adamlarından bir kısmını onları takip etmekle görevlendiren İmparator, kendisi de yanına birkaç adam alarak durumu daha iyi görebileceği bir yere çıktı. Çok geçmeden çadırlarını toplayarak yola çıkan Türkler, Bizanslıların kendilerini takip ettiklerini fark edince geri dönüp onlara karşı durdular. Fakat Bizanslılar yaklaşınca yine arkalarını dönerek uzaklaştılar. Türklerin bu hareketi sık sık tekrarlaması onları şaşırttı ve takipten vazgeçerek geri dönmeyi düşündüler. Bunu fark eden İmparator derhal adamlarının yanına gitti. Takip sırasında yorgun düşen Bizanslıların birbirlerinden ayrıldıklarını ve sayılarının azlığını fark eden Türkler her taraftan Bizanslılara saldırıya geçmişler, ancak İmparator’un gelmesiyle geri çekilmişlerdi. Bu sefer bizzat kendisi takibe başlayan İmparator ile Türkler arasında küçük bir çatışma daha yaşandı233. Bu çatışma sırasında İmparator atılan bir ok ile ayağından yaralandı234 ve ordugâha geri döndü. 231 Kinnamos, s.52; Türkçe çev., s.49. Kinnamos, s.52; Türkçe çev., s.49. 233 Kinnamos, s.53-54.; Türkçe çev., s.49-51. 234 Kinnamos, s.55; Türkçe çev., s.51. Niketas, İmparator’un henüz Konya’ya gelmeden önce Akşehir’de Selçuklu kuvvetleri ile giriştiği savaş sırasında topuğundan yaralandığını yazmaktadır (Niketas, s.31; Türkçe çev., I, s.36). 232 57 Görüldüğü üzere Konya önlerinden ayrılan Bizans ordusu İstanbul’a dönüşü sırasında Türklerin saldırıları sonucunda çok ağır kayıplar vermişti235. Anonim Selçukname’ye göre İmparator’un ordusunu denize kadar takip eden Sultan, Bizanslılara ait yedi kaleyi ele geçirmiş ve içindeki Bizans askerlerini de öldürtmüştü236. Bithynia bölgesine ulaştığında İmparator, daha önce Akşehir’den kurtardığı Bizanslıları buraya yerleştirdi. Manastırlardan birisinden mübadele ile onlar için mal mülk sağlayan I. Manuel, buraya bir de Pylai237 adı verilen bir kale inşâ ettirdi. Bizans ordusu Rhyndakos nehrine ulaştığında Sultan I. Mesud’un elçileri gelerek İmparator’a Sultan’ın barış teklifini ilettiler. Sultan’ın gönderdiği bu elçilik heyetinin başında meşhur Selçuklu emirlerinden Süleyman bulunuyordu. Taraflar arasında yapılan görüşmeler sonucunda Selçukluların Prakana kalesi ve daha önce ele geçirdikleri birkaç kaleyi Bizans’a teslim etmesi şartıyla bir barış yapıldı238. Ancak İmparator’un Selçuklular ile yaptığı bu barış antlaşması Batılılar tarafından I. Manuel Komnenos’un Hıristiyanlığa ihaneti olarak değerlendirilmiştir239. Kinnamos, bu barış antlaşmasının Türklerle hesaplaşmak amacıyla Rhyndakos’da Konya üzerine çıkacağı ikinci seferinin hazırlıklarını yaptığı sırada huzuruna gelerek, Sultan’ın barış yapmak istediğini bildiren Selçuklu elçileri ile yapıldığını ifade etmektedir. Ancak bu mümkün değildir. Kinnamos muhtemelen olayları karıştırmaktadır240. Böylece I. Manuel Komnenos’un, Selçuklu başkentine kadar gittiği bu büyük seferi başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Bizans kaynaklarında Konya kuşatmasının kaldırılması ile ilgili çelişkili ifadeler bulunmaktadır. Niketas, “İmparator Türklerin yaptığı huruc hareketleri neticesinde geri çekilmek zorunda kaldı ve bu ricat hareketi bile ancak dövüşülerek gerçekleştirilebildi. Çünkü Türkler öncekilerden çok daha büyük ölçüde bir çıkış hareketi yapmışlar ve açık araziyi işgal ederek İmparator’un çekiliş 235 Anonim Selçukname, s.80-81, Türkçe çev., s.25. Anonim Selçukname, s.81, Türkçe çev., s.25. 237 İzmit Körfezi’nin Marmara Denizi’ne açılan batı yanında, güney kıyıda bir kentcik. Bkz., Ramsay, a.g.e., s.204, 220; Umar, a.g.e., s.684-685. 238 Kinnamos, s.58.; Türkçe çev., s.54; Süryani Mikhail, s.139; ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II, s.257. 239 Odo of Deuil, De profectione Ludovici VII in orientem, Ed. ve İngilizce çev., Virginia Gingerick Berry, The Journey of Louis VII to the East, New York 1948, s.55; ayrıca bkz., Ebru Altan, İkinci Haçlı Seferi (1147-1148), Ankara 2003, s.44. 240 Kinnamos, s.58; Türkçe çev., s.54. 236 58 yolunu kesmişlerdi. Ağır çarpışmalar sonucunda İmparator güçlükle bu çemberi kırarak başşehre dönebildi”241 demektedir. Niketas kuşatmanın Batı’da hazırlıkları yapılan yeni bir Haçlı seferinden dolayı son bulduğunu hiçbir şekilde zikretmez. İmparator’un Konya kuşatmasına, yeni düzenlenecek Haçlı seferi dolayısıyla son verdiğini Kinnamos ifade eder. Ancak yine aynı yazar, İmparator’un Konya şehrinin alınamayacağına kanaat getirdiğini de yazmaktadır. Bunun dışında Selçuklu Sultanı’nın kendisine yardıma gelen kuvvetlerle de gücünün arttığını ve İmparator’un dönüş yolunun kesilme tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu da belirtir. Daha da ilginci, kuşatmaya son veren İmparator’un Sultan’a yazdığı iki mektupta da baharla birlikte daha iyi hazırlıklar yaparak tekrar Konya üzerine sefer düzenleyeceğini yazmaktadır242. Hiç şüphesiz İmparator, yeni düzenlenecek bir Haçlı seferi hakkında bilgi sahibi olsaydı baharda tekrar geleceğini söylemezdi. İmparator muhtemelen Konya’yı alamayacağını anlamış ve şehrin dışında bulunan Sultan’ın da oluşturacağı tehlikeyi fark ettiğinden kuşatmayı kaldırarak geri dönmüştür. Nitekim eserinde dönüş sırasında Türklerle olan çatışmaları ayrıntılı olarak tasvir eden Kinnamos’un ifadelerinden, Bizans ordusunun ağır kayıplar verdiğini ve güç duruma düştüğünü anlamaktayız. Kinnamos’un ifadesi doğruysa, İmparator muhtemelen Pithekas’ta Türklere kızıp Konya üzerine ani bir sefere çıkmış, hazırlıksız olarak çıktığı bu seferde de başarısız olmuştu. 3. Ermenilere Karşı Sultan I. Mesud-İmparator I. Manuel Komnenos Arasındaki İttifak (1153-1154) Selçuklu Devleti ile Bizans İmparatorluğu arasında imzalanan bu barış antlaşması Sultan I. Mesud’un ölümüne kadar geçerliliğini korudu. Bu süre içinde taraflar birbirleri ile çatışmaya girmediği gibi, Ermenilere karşı da birlikte hareket etti. Leon’un ölümünden sonra yerine geçen oğlu II. Thoros’un, Çukurova bölgesine girerek Bizans hâkimiyeti altındaki Tarsus, Adana, Misis ve Anazarba gibi şehirleri ele geçirmesi üzerine İmparator I. Manuel Komnenos, Andronikos’u Tarsus ve Misis valisi olarak bölgeye gönderdi. Ancak Andronikos idaresindeki Bizans ordusu Franklarla birleşen II. 241 242 Niketas, s.31-32; Türkçe çev., I, s.36. Kinnamos, s.44, 52; Türkçe çev., s.40-41, 49. 59 Thoros tarafından Misis önlerinde çok ağır bir yenilgiye uğratılarak neredeyse tamamen imha edildi243. Böylece Bizans’ın bölgedeki hâkimiyetine son veren II. Thoros, daha sonra Türk topraklarını hedef alan akınlar düzenledi. Bu akınlar sırasında İç Anadolu bölgesine kadar giren Thoros, ele geçirdiği çok sayıda esirle geri döndü244. Süryani Mikhail, Kayseri Danişmendli Meliki Zünnûn’un bir emirnâme çıkartarak Kiliseleri tahrip ettiğini ve papazlara da baskı yaptığını bu yüzden de papazların çeşitli sıkıntılar çektiğini kaydeder245. Osman Turan, Zünnûn’un bu davranışının sebebinin bölgedeki Ermenilerin II. Thoros’un akınları sırasındaki ihanetleri olduğunu söylemektedir246. II. Thoros’un kendi hâkimiyet bölgelerine yönelik bu akınları Selçuklu ve Bizans yönetimini yakınlaştırdı. Bizans İmparatoru I. Manuel, Thoros’un bu faaliyetleri karşısında değerli hediyeler gönderdiği Selçuklu Sultanı’na Ermenilere karşı anlaşma teklif etti. II. Thoros’un saldırılarından rahatsızlık duyan ve zaten Ermeniler üzerine bir sefere çıkma planları yapan I. Mesud, I. Manuel’in bu teklifini olumlu karşıladı247. Sultan I. Mesud, 1153 yılında damadı Danişmendli Meliki Yağıbasan da yanında olduğu halde Ermeniler üzerine sefere çıktı. Ancak Torosların geçit yerlerindeki önemli mevkileri tutan Ermeniler karşısında ilerleyemeyen Selçuklu ordusu dağların eteklerinde karargâh kurdu. Bir süre bölgede kalan I. Mesud, Ermeniler tarafından tutulmuş sarp Toros geçitlerinden ilerlemeye kalkmasının tehlikeli olacağını düşündüğünden dolayı geri döndü248. Bizans İmparatoru I. Manuel, ertesi yıl (1154), ilk seferdekinden daha büyük miktarda altın ve gümüş gönderdiği Selçuklu Sultanı’nı “Ermenilere karşı olan öfkemin geçmesi için onların kalelerini yık, kiliselerini yak, bütün memleketlerinin ateşe verilmesini sağla. Yüreğim ancak bu suretle teskin olup rahatlayacaktır” sözleriyle 243 Papaz Grigor, s.304-307; Kinnamos, s.96 vd.; Türkçe çev., s.93 vd.; Niketas, s.78-79; Türkçe çev., I, s.95; ayrıca bkz., Kesik, a.g.e., s.111; Ali Üremiş, Türkiye Selçuklularının Doğu Anadolu Politikası, Ankara 2005, s.98-99. 244 Süryani Mikhail, s.170; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.190-191. 245 Süryani Mikhail, s.171. 246 Turan, Türkiye, s.191, dipnot 102. 247 Papaz Grigor, s.307; Simpat, s.56; Urfalı Vahram, s.12. 248 Süryani Mikhail, s.170; Abul-Farac, C.II, s.391; Papaz Grigor, Sultan’ın Ermeni prensi Thoros ile anlaşarak geri döndüğünü yazarken (Papaz Grigor, s.307-308), diğerleri daha mantıklı bir şekilde Sultan’ın Toros geçitlerini aşamadığından geri çekildiğini belirtir. Krş., Turan, Türkiye, s.191 dipnot 103; ayrıca bkz., Üremiş, a.g.e., s.100, dipnot 252; Ersan, Kilikya Ermeni Krallığı’nın Türkiye Selçukluları’na Tâbiyeti Meselesi”, Prof. Dr. İsmail Aka Armağanı, İzmir 1999, s.306-307. 60 Ermeniler üzerine yeni bir sefer düzenlemeye teşvik etti249. Bizans İmparatoru’nun teşvikinin yanı sıra Ermenilerin Selçuklular açısından tehlikeli faaliyetlerini de göz önünde bulunduran Sultan, 1154 yılında Çukurova bölgesine bir sefer düzenledi. Ancak bu sefer sırasında baş gösteren veba salgını orduyu mahvetmişti. Tüm orduya yayılan hastalıktan askerlerin pek çoğu öldüğü gibi, yük ve binek hayvanları da telef oldu. Bu şartlar altında Selçuklu ordusu tüm ağırlıklarını bırakarak geri çekilmek zorunda kaldı. Bunu gören Ermeniler, dağlardan inerek Türkleri takibe başladılar ve zaman zaman düzenledikleri saldırılarla Selçuklu ordusunu yıprattılar250. Bu salgın ile ordusu ağır zayiat veren Selçuklu Sultanı, daha fazla kayıp vermek istemediğinden II. Thoros ile anlaşmak zorunda kaldı251. Sultan I. Mesud bu seferden döndükten sonra hastalanmış ve 10 ay süren hastalığının ardından vefat etmiştir252. Sultan I. Mesud devri önemli olayların yaşandığı bir dönemdir. I. Kılıç Arslan’ın ölümünün ardından yaşanan gelişmeler sonucunda Anadolu’da ikinci dereceden bir devlet konumuna düşen Türkiye Selçuklu Devleti, I. Mesud’un iktidarı döneminde adeta yeniden hayat bulmuş ve Anadolu’da hâkim güç konumuna yükselmiştir. Bizans, Haçlılar, Ermeniler ile mücadele eden Sultan I. Mesud, Konya ve etrafı ile sınırlanmış olan devletin sınırlarını genişletmiş ve Danişmendliler ile olan mücadeleden başarıyla çıkarak Anadolu’daki güç dengesini yeniden Selçuklular lehine değiştirmiştir. Sultan I. Mesud döneminde Selçuklu-Bizans ilişkilerinin yapısını genel olarak değerlendirecek olursak, güç dengesinin Bizans’ın lehine olduğunu görürüz. Bu durum Sultan I. Mesud döneminde Bizans Devleti ile olan ilişkilere yön vermiştir. I. Aleksios Komnenos’un iktidara geçmesinden sonra toparlanmaya başlayan Bizans İmparatorluğu’nun bu güçlü konumu I. Manuel’in iktidarının son dönemlerine kadar devam etti. Bu dönem boyunca Bizans saldırı durumundayken Anadolu’daki Türkler savunma durumundaydı. Ancak bu savunma şekli XIII. yüzyılda Bizans İmparatorluğu’nun yaptığı gibi sahip oldukları yerleri kaybetmemek için yapılan çakılı bir savunma değildi. Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse II. Ioannes ve ardından oğlu I. Manuel Komnenos döneminde Bizans 249 Papaz Grigor, s.308. Papaz Grigor, s.308-310; Süryani Mikhail, s.173 (Süryani Mikhail Ermenilerin Selçuklu ordusunu Develiye kadar takip ettiğini ifade etmektedir); Simpat, s.56; Urfalı Vahram s.12; Vardan, s.203. 251 Papaz Grigor, s.11; Urfalı Vahram, s.12. 252 Sultan Mesud’un hastalığı ve ölümü hakkında ayrntılı bilgi için bkz.,Turan, Türkiye, s.192-193; Kesik, a.g.e., s.114 vd. 250 61 İmparatorluğu Anadolu’daki Türk varlığına son vermek için defalarca seferler düzenlemiştir. Bizans İmparatorları büyük ordularla Türkler üzerine sefere çıktığında kontrollü olarak çekilen Türkler, sefer boyunca sık sık yaptıkları saldırılarla Bizanslıları yıpratmışlardır. Bizans ordusunun başkente dönmesinden sonra ise Bizans’ın ele geçirdiği yerler tekrar geri alınmıştır. Yani teknik olarak rakibinin faaliyetlerine engel olmak, hatta varlığına son vermek için harekete geçen Bizans tarafıydı. Ancak, Türkler uyguladıkları akıllıca taktik ile Bizans’ın bu avantajını ortadan kaldırıyorlardı. İmparatorların büyük masraflara katlanarak çıktıkları seferler, kısmî ve kalıcı olmayan başarılar sağlarken, Anadolu’daki Türk yayılışını engelleyemiyordu253. Aslında bu durum, Selçuklu-Bizans ilişkilerinin genel karakteridir. Büyük seferler düzenleyen daima Bizans tarafı olmuştur. Buna karşılık Türkler ise ağır Bizans ordusunun önünden çekilip ordu başkente döndükten sonra yeniden harekete geçmekteydiler. Bu durum 1176 yılındaki Myriokephalon savaşına kadar devam etmiş ve bu tarihten sonra Bizans artık saldırı durumundan savunmaya geçmiştir. Bizans bu savunmasında 1204-1261 yılları arasındaki İznik İmparatorluğu döneminin dışında pek başarılı olamamış ve 1453 yılındaki nihaî çöküşüne kadar Batı Anadolu bölgesindeki hâkimiyet sahaları Türkler tarafından aşama aşama ele geçirilmiştir. II- SULTAN II. KILIÇ ARSLAN DÖNEMİ (1155-1192) A. MYRİOKEPHALON SAVAŞINA MÜNASEBETLERİ (1155-1176) KADAR SELÇUKLU-BİZANS 1. II. Kılıç Arslan’ın Saltanatının İlk Yıllarında Anadolu’da Yaşanan Gelişmeler Sultan I. Mesud’un Kılıç Arslan, Dolat (Devlet) ve Şahinşah adında üç oğlu254 ve Danişmendli Kayseri Meliki Zünnûn, Danişmendli Sivas Meliki Yağıbasan, Musul Atabegi Nureddin Mahmud ve Bizans İmparatoru I. Manuel’in kuzeni Ioannes ile evli 253 Paul Magdalino, “The Medieval Empire (780-1204)”, OHB, Ed., Cyril Mango, New York 2002, s.185. Bunların isimleri ile ilgili olarak bkz., Papaz Grigor, s.312-313; Niketas, Sultan Mesud’un birçok oğlu olduğunu kaydeder (Niketas, s.66; Türkçe çev., I, s.79; Süryani Mikhail, s.176-178; Abu’l-Farac, CII, s.393; İbnü’l-Esir, C.XI, s.210; Türkçe çev., C.XI, s.179; İbn Kalânisî, s.332; Anonim Selçukname, s.81; Türkçe çev., s.25. 254 62 olan dört tane de kızı vardı 255 . 1154 yılında Çukurova bölgesine düzenlediği seferin ardından hastalanan Sultan I. Mesud, rahatsızlığının her geçen gün daha da artması üzerine, ölümünün ardından oğulları arasında taht mücadelesi yaşanmaması için bir takım önlemler aldı. Oğullarından Kılıç Arslan’ı tahtın varisi olarak ilân eden Sultan, düzenlenen cülûs merasimi ile devlet erkânının huzurunda tahtından inerek yerine Elbistan Meliki ve son yıllarda kendisi ile birlikte tüm seferlere katılan256 Kılıç Arslan’ı geçirmiş ve onun önünde eğilerek yeni Selçuklu Sultanı’na biat etmişti257. Sultan I. Mesud diğer oğullarına ve damatlarına da Kılıç Arslan’a tâbi olmaları koşuluyla bazı bölgelerin idaresini bıraktı. II. Kılıç Arslan’ı Konya’da Sultan ilân eden I. Mesud, farklı bölgelere Melik olarak tayin ettiği diğer oğullarını ve damatlarını da ona tabi kılmak suretiyle ölümünün ardından çıkacak karışıklığı önlemeye çalışmış ve ülkesini Türk devlet geleneklerine uygun bir şekilde hanedan mensupları arasında taksim etmişti. Bununla birlikte onun ölümünden sonra II. Kılıç Arslan (1155-1192) ile kardeşleri ve enişteleri arasında mücadeleler başladı. II. Kılıç Arslan tahta oturduktan sonra, kaynaklarda hangi bölgelerde hüküm sürdüğü belirtilmemekle birlikte âlicenap, faziletli ve güler yüzlü bir kimse olduğu ifade edilen258 kardeşi Dolat (Devlet)’i ortadan kaldırdı. Bu gelişme en küçük kardeş Şahinşah’ı korkutmuş ve onun kendi hâkimiyet sahası olan Ankara ve Çankırı taraflarına kaçmasına sebep olmuştu259. Kardeşler arasında başlayan bu hâkimiyet mücadelesi, Selçuklulara tâbi durumda olan diğer Türk beylerinin ve Ermeni hâkimlerin Selçuklulara karşı harekete geçmesine sebep oldu260. İlk olarak Danişmendli Sivas Meliki Yağıbasan Kayseri’ye girdi. Onun bu hareketi üzerine iki Türk hükümdarı arasında meydana gelecek çatışma din adamlarının araya girmesiyle engellendi. Ancak çok geçmeden Yağıbasan’ın bu sefer 255 Niketas, s.66; Türkçe çev., I, s.79-80; Müneccimbaşı II, s.17; krş. Kesik, a.g.e., s.115; Turan, Türkiye, s.197-198. 256 Abul Farac, C.II, s.386; ayrıca bkz., Turan “II. Kılıç Arslan” İA., C.VI, s.688; Abdulhalûk Çay, II. Kılıç Arslan, Ankara 1987, s.15-16. 257 Niketas, s.66; Türkçe çev., I, s.80; Papaz Grigor, s.312; Abu’l-Farac, C.II, s.393; İbnü’l-Esir, C.XI, s.210; Türkçe çev., s.179; Anonim Selçukname müellifi II. Kılıç Arslan’ın Selçuklu tahtına oturması ile ilgili olarak “Sultanın üç oğlu vardı. Birisi kendini beğenmiş, ikincisi hane-aray (ev süsleyicisi), üçüncüsü akıllı olanıdır ki padişahlığı ona vermiştir.” demektedir (Anonim Selçukname, s.81; Türkçe çev., s.25). 258 Papaz Grigor, s.313. 259 Papaz Grigor, s.313. 260 Süryani Mikhail, s.176; ayrıca bkz., Çay, a.g.e., s.24 vd.; Turan, Türkiye, s.198-200; Cahen, Anadolu’da Türkler, s.112. 63 Elbistan’a girerek bölge halkını Danişmendli ülkesine sürmesi261 üzerine Selçuklu Sultanı derhal ordusuyla harekete geçti. Aksaray’da karşı karşıya gelen iki ordunun arasındaki savaşı Selçuklu kuvvetleri kazandı. Bu galibiyetin ardından diğer rakipleri ile mücadele etmek zorunda olan II. Kılıç Arslan Danişmendli sorununu tamamen çözemeden Yağıbasan ile anlaşmak zorunda kaldı262. Bundan sonra II. Kılıç Arslan, Ermeni prensi II. Thoros’un kardeşi Stephan’ın Maraş beyinin bir Ermeni köyüne girmesini bahane ederek Maraş’a saldırıp şehri yağmalaması sebebiyle Ermeniler üzerine sefere çıktı. Selçuklu Sultanı karşısında bir şey yapamayacağını anlayan Stephan, ağabeyi II. Thoros’un da onayı ile Petrus kalesini Sultan’a teslim ederek onunla antlaşma yaptı263. Danişmendli Yağıbasan gibi Musul Atabegi Nureddin Mahmud da kayınpederi Sultan I. Mesud’un ölümünden sonra kayınbiraderi II. Kılıç Arslan’a karşı harekete geçmişti. Nureddin, II. Kılıç Arslan’ın diğer rakipleri ile olan mücadelesini fırsat bilerek Ayntab ve Raban’ı işgal etti264. Ermenilerle olan sorunu çözen II. Kılıç Arslan, Nureddin’e gönderdiği mektubunda “memleketlerimi iade et, babam seninle benim aramızdaki hudutları çizdi” diyerek onun bu faaliyetlerine son vermesini istedi. Atabeg Nureddin Mahmud’un bu mektuba cevap vermeyerek Selçuklulara karşı faaliyetlerini devam ettirmesi üzerine II. Kılıç Arslan, Nureddin Mahmud’a karşı harekete geçti. Ayntab’ı kuşatarak ele geçiren Sultan daha sonra Raban’a yürüdü. Bu sırada Kudüs Kralı ve Antakya Prinkepsi’nin de aralarındaki anlaşmayı bozarak Nureddin’e saldırmaları karşısında Musul Atabegi II. Kılıç Arslan’dan özür dileyerek Selçuklulardan aldığı yerleri iade etti ve Halep’e çekildi (1157)265. Saltanatının ilk yıllarında iktidarını sağlamlaştırmak için rakipleri ile mücadele etmek zorunda kalan II. Kılıç Arslan, bu mücadelelerden başarı ile çıkarak Anadolu’da kontrolü tam olarak ele geçirmeyi başarmıştı266. 261 Turan, Türkiye, s.198. Papaz Grigor, s.313-315; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, 198; Özaydın, “Danişmendliler”, s.134; Alptekin “Türkiye Selçukluları”, s.248-249; Çay, a.g.e., s.24-25. 263 Papaz Grigor, s.315-316; Turan, Türkiye, s.199; Alptekin, “Türkiye Selçukluları”, s.249-250. 264 Süryani Mikhail, s.176. 265 Süryani Mikhail, s.178; Papaz Grigor, s.318-319; Abu’l-Farac, II, s.393; İbn Kalânisî, s.332; Turan, Türkiye, s.199-200; Çay, a.g.e., s.27-28. 266 Cahen, Anadolu’da Türkler, s.112; Turan, Türkiye, s.197 vd. 262 64 2. I. Manuel Komnenos’un II. Kılıç Arslan’ın Anadolu’daki Rakipleri ile İttifak Kurması Rakiplerini etkisiz hale getirerek Orta Anadolu’daki Selçuklu hâkimiyetini sağlamlaştıran II. Kılıç Arslan’ın her geçen gün artan kudreti ve bunun yanı sıra Bizans sınırı boyunca Türkmenlerin yeniden Batı Anadolu’daki Bizans topraklarına akınlar düzenlemeye başlamaları267 Bizans İmparatoru I. Manuel Komnenos’u rahatsız etmekteydi. Anadolu’da birliği sağlamış kuvvetli bir Selçuklu Devleti’nin Bizans açısından ne derece tehlikeli olabileceğinin farkında olan İmparator, bu duruma engel olabilmek için bir yandan uzun süredir ihmal ettiği babasının Anadolu politikasını yeniden ele alırken diğer yandan II. Kılıç Arslan’ın rakipleriyle irtibata geçti. 1158 yılında Ermeni Thoros üzerine sefere çıkan İmparator, Phrygia bölgesine268 geldiğinde karşılaştığı Türklere saldırarak büyük bir katliam yaptı269. Kinnamos’un ifadesine göre Türkler üzerine bir sefere çıkmış olduğu izlenimini uyandırmak isteyen İmparator böylece II. Thoros’u habersizce yakalayarak ani bir baskın yapmayı planlamaktaydı270. Bundan sonra ilerleyişine devam eden I. Manuel Çukurova’ya geldi. Ermeni Thoros ve müttefiki Antakya Prinkepsi Renauld’u itaat altına alan271 İmparator, Musul Atabegi Nureddin Mahmud ile de II. Kılıç Arslan’a karşı bir antlaşma yaptı272. I. Manuel bu sefer sırasında henüz Tarsus’ta iken kendisine hapiste bulunan kuzeni Andronikos’un kaçtığı haberi gelmişti. Andronikos’un şahsî özellikleri ve başarılı bir komutan olmasının yanı sıra kendi ailesine mensup soylu birisi olması münasebetiyle de bu durum I. Manuel’i oldukça endişelendirdi273. Süryani Mikhail İstanbul’dan kaçtıktan sonra ülkenin çeşitli bölgelerinde maceralı bir hayat yaşayan Andronikos Komnenos’un son olarak Erzurum’a geldiğini, oradan Türk askerlerini alarak Bizans arazilerine saldırılar düzenlediğini ve esir ettiği Hıristiyan ahaliyi 267 Turan, Türkiye, s.200. Ankara ilinin güneybatı bölümünü; Eskişehir, Kütahya, Afyon illerinin tümünü; Denizli ilinin kuzey yarımını ve hatta Konya ilinin kuzey parçasını kapsıyordu. Bkz., Umar, a.g.e., s.663. 269 Kinnamos, s.137; Türkçe çev., s.131. 270 Kinnamos, s.137; Türkçe çev., s.131. 271 Niketas, s.59 vd.; Türkçe çev., I, s.70 vd.; Kinnamos, s.137 vd.; Türkçe çev., s.132 vd.; Papaz Grigor, s.322 vd.; Abu’l-Farac, C.II, s.397-398; ayrıca bkz., Ostrogorsky, a.g.e., s.357. 272 Kinnamos, s.143-144.; Türkçe çev., S.138; Papaz Grigor, s.327; ayrıca bkz., M.K. Setton “Nureddin’in Faaliyeti”, Türkçe çev., K.Y. Kopraman, TAD, IV, sa. 6-7, Ankara 1966, s.515; Savvides, Oi Turkoi kai to Vyzantio, s.134; Hussey, a.g.m., s.236. 273 Niketas, s.59-60; Türkçe çev., I, s.70-71; Süryani Mikhail, s.184-185. 268 65 Müslümanlara sattığını yazmaktadır274. Bunun üzerine İmparator yakında döneceğini haber vermek ve İstanbul’daki gelişmeler ile ilgili ayrıntılı bilgi almak amacıyla adamlarından Ioannes Kametros’u başkente gönderdi275. Kendisi de Antakya üzerine giderek Renauld’u itaat altına aldıktan sonra vakit kaybetmeden İstanbul’a dönmek üzere yola çıktı (Nisan 1159). Seferin Selçuklulara karşı olmaması ve Sultan ile olan antlaşma dolayısıyla Bizans ordusu Çukurova’ya gelirken Selçuklu topraklarından rahatça geçmişti. Dönüş sırasında da İmparator, bir an önce İstanbul’a ulaşmak istediğinden ordusunu Pamphylia yerine Lykaonia’nın ortasından geçirdi. Selçuklu Sultanı ile olan dostluk anlaşmasına güvenen İmparator, bu yolun güvenliğinden o kadar emindi ki ordusunun büyük kısmını terhis ederek askerlerin memleketlerine gitmesine izin vermişti276. Ancak İmparator’un Musul Atabegi Nureddin ile kendisine karşı yaptığı antlaşmadan haberdar olan II. Kılıç Arslan, Bizans ordusunun topraklarından geçmesine karşı çıktı277. Sultan’ın bu itirazına rağmen Selçuklu topraklarından geçmeye kalkan I. Manuel, Larende ve Kütahya yakınlarında Türkmenlerin saldırısına uğrayarak ağır kayıplar verdi278. Niketas Bizans ordusunun büyük bir kısmının imha edilmesine sebep olan İmparator’un bu davranışını büyük bir hata olarak değerlendirirken Türkleri de aralarındaki dostluğa aykırı davrandıkları için eleştirmektedir279. Ancak şunu göz önünde tutmak gerekir ki, Bizans ordusuna saldıranlar Selçuklu ordusu değil çoğunlukla Selçuklu idaresinden bağımsız olarak kendi beyleri idaresinde faaliyetlerde bulunan Türkmenlerdi. Bizans yönetimi bu Türkmenlerin Selçuklu Sultanı’nın isteği doğrultusunda hareket ettiğini düşündüğünden onların tüm faaliyetlerinden her zaman Selçuklu yönetimini sorumlu tutmuştur. Üstelik Türkmenlerin Bizans ordusuna düzenledikleri bu saldırı gerçekten de Sultan’ın emri ile olmuşsa bile, burada aralarındaki dostluğa ilk olarak ihanet eden Musul Atabegi Nureddin ile II. Kılıç Arslan’a karşı anlaşan İmparator I. Manuel’dir. Selçuklu Sultanı’nın da Anadolu’daki en büyük rakiplerinden biri ile kendisine karşı anlaşan 274 Süryani Mikhail, s.205; krş., Oktawiusz Jurewicz, Andronikos I. Komnenos, Amsterdam 1970, s.72 vd.; Kalomenopoulos, “I. Andronikos Komnênos”, MHelE, C.14, s.780-781; Auguste Bailly, Bizans Tarihi, II, Türkçe çev., Haluk Şaman, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul bty., s.347 vd. 275 Niketas, s.61; Türkçe çev., I, s.73. 276 Niketas, s.63; Türkçe çev., I, s.75. 277 Kinnamos, s.145; Türkçe çev., s.140. 278 Niketas, s.63; Türkçe çev., I, s.75; Kinnamos, s.145; Türkçe çev. s.139-140; Papaz Grigor, s.327. 279 Niketas, s.63; Türkçe çev., I, s.75. 66 İmparator’u cezalandırmak istemesi normaldir. Kaynaklarda Bizans ordusunun verdiği kayıplar hakkında farklı bilgiler verilmekle birlikte ortak görüş Bizans ordusunun Türklerin saldırıları sonucunda çok ağır kayıplar verdiği yönündedir. Konu hakkında bilgi veren Vardan, Türklerin on iki bin kişi öldürdüklerini kaydetmektedir280. Bizans İmparatoru I. Manuel’i bu seferinden dolayı ağır bir şekilde eleştiren281 Papaz Grigor ise Türklerin iki bin Bizanslıyı öldürdüklerini, yirmi bin at ile katır ele geçirdiklerini ve bu sebeple de İmparator ile Sultan’ın arasının açıldığını yazmaktadır282. Bizans kaynakları da bu ifadeleri doğrulamaktadır. Nitekim Niketas, dönüş sırasında gerek İmparator’un İstanbul’a ulaşmak için gösterdiği acelecilik gerekse yurtlarına dönmek isteyen askerlerin disiplinsizce ve akılsızca hareketleri sebebiyle birbirinden kopmuş olan Bizans kuvvetlerinin Türkler tarafından ağır kayıplara uğratıldığını yazmaktadır. İlk saldırılardan sonra ordunun disiplinini sağlayan I. Manuel, Niketas’ın anlattığına göre Türkler tarafından öldürülenlerin bulunduğu yere geldiğinde ölü sayısının ne kadar çok olduğunu görünce duyduğu acı ile dizlerini dövmüş, dişlerini gıcırdatıp inleyerek gözyaşlarına boğulmuştu283. İstanbul’a dönerek kuzeni Andronikos Komnenos tarafından kendisine karşı düzenlenecek darbe girişimine engel olan I. Manuel, bundan sonra Türklerin Çukurova seferinden dönüşü sırasında yaptıklarının intikamını almak için hazırlıklara girişti284. İpsala (Kypsella) ovasında bir ordu toplayan İmparator (1159) ayrıca Anadolu eyaletlerindeki yöneticilere mektuplar yazarak tayin edilen zamanda her birinin başka 280 Vardan, s.204. Papaz Grigor Ermenilere ağır darbe indirdiği bu seferinden dolayı İmparator’u ağır bir şekilde eleştirmekte ve Bizanslılara karşı olan duygularını şu cümlelerle ifade etmektedir: “Biz, eski zamanlarda vukubulan şeyleri vaka-nüvislerin kitaplarında okuyor ve anlıyoruz ki Grek imparatorları, Hıristiyanların kurtuluşu için hiçbir şey yapmamışlar ve bilâkis onların şehir ve eyâletlerini gaspetmişlerdir. Onların yüzündendir ki Ermeniler kendi memleketlerinden çıkmışlar ve Müslümanlar kuvvetlenip her yere hâkim olmuşlardır. Bunlar önce Arzdın şehrini, sonra da Malatya’yı, Sivas’ı ve paytaht şehir olan Ani’yi zapt ettiler. Böylelikle Türkler İstanbul sınırına kadar olan yerleri fethettiler. Kahraman bir millet olan Franklar, Hıristiyanları kurtarmak için üçüncü defa sefere çıktılar, lâkin gözümüz ile gördüğümüz vechile Grek İmparatorunun ihaneti ve hilekârlığı yüzünden, Türklere yenildiler ve mahvoldular. İmparator Hıristiyanların menfaati için gelmiş olsaydı yedi ay Misis’te vakit geçirmezdi. Onun babası da aynı şeyi yapmış ve baron Leon’u diğer bazı Ermenilerle beraber götürmüştü. Roma İmparatorları hakkında verdiğimiz bu izahat, anlayanlar için kâfidir. Onların Ermeni milletine karşı besledikleri büyük nefreti bu suretle anlatmış oluyoruz. Korkak ve kadın yürekli Romalılar, bir içtima aktedip İmparatorlarına: “Ermenilerle Franklara kulak asma, acilen tahtına dön, sonra tekrar gelirsin dediler”. Bkz., Papaz Grigor, s.326. 282 Papaz Grigor, s.327; krş, Runciman, Haçlı Seferleri, C.II, s.294-298. 283 Niketas, s.63; Türkçe çev., I, s.75. 284 Chalandon, a.g.e., II, s.456; Vryonis, a.g.e., s.121. 281 67 taraftan Türklerin topraklarına saldırmaları emrini verdi. I. Manuel böyle bir saldırı taktiği uygulayarak Türklerin birbirlerine yardıma gelmelerini engellemeyi düşünüyordu. Gerçekten de İmparator bu düşüncesinde haklı çıkmış ve Türk topraklarına büyük zarar verilmişti. Kış mevsimi geldiğinde İmparator Çanakkale üzerinden Anadolu’ya girdi. Sarısu ve Porsuk çayından geçen I. Manuel, Dorylaion’a geldi. Etraftaki bütün araziyi ele geçirdikten sonra kalabalık bir insan topluluğunu ve çok sayıdaki çeşitli hayvanı bölgeden sürüp çıkarttı. Bu durumu haber alan Türkler topluluklar halinde bölgeye gelmeye başladılar. Bunun üzerine İmparator, bir Bizans birliğini önlerine çıkan her şeyi yağmalamak üzere gönderdi. Kendisi de birkaç adamıyla beraber yüksek bir tepeye çıkarak yanındakilere İmparatorluk borazanlarını çalmalarını emretti. Böylece Türkler savaşı İmparator’un idare ettiğini düşünecekti. Bu şekilde Bizans ordusu içerilere doğru ilerlerken Türklerle karşılaştı. Türklerle savaşa giren Bizans kuvvetlerinin zor duruma düştüğünü bulunduğu yerden gören İmparator, hemen onların yardımına koştu. İmparator’un yardıma gelmesiyle toparlanan Bizans kuvvetleri Türkleri geri püskürtmeyi başardı. Ele geçirilen Türk esirlerle birlikte karargâha dönen I. Manuel kışın şiddetli geçeceğini fark edince İstanbul’a geri döndü. Bu sefer hakkında bilgi veren Bizans kaynakları Bizans ordusunun verdiği kayıplardan hiç söz etmemektedir. Ancak Eskişehir yakınlarındaki savaşlarda gece baskın yapıp gündüz çekilen Türkmen kuvvetlerinin Bizans ordusuna çok ağır kayıplar verdirdiklerine dair kayıtlar İslâm ve diğer Hıristiyan kaynaklarında mevcuttur285. Bizans ordusunun ağır kayıplar verdiği bu seferden sonra I. Manuel’in İstanbul’a dönmesinin ardından Türkmen toplulukları Isparta ve Denizli’ye kadar uzanan akınlar düzenlemişlerdi286. İmparator dönüş sırasında Bithynia’daki Pylai kasabasına geldiği sırada Sultan tarafından gönderilen Selçuklu elçileri ile karşılaştı. Kinnamos’un ifadesine göre elçilerle pek ilgilenmeyen İmparator, onlara kendi isteğine uygun davranmalarını aksi takdirde Bizans süvarilerinin Selçuklu topraklarına girerek etrafı talan edeceğini söyleyerek tehdit emişti287. 285 Turan, Türkiye, s.200; Çay, a.g.e., s.32-33. Turan, Türkiye, s.200-201. 287 Kinnamos, s.148; Türkçe çev., s.142. 286 68 Başkentte kısa bir süre kalan I. Manuel, daha sonra boğazı geçerek Ritzion288 denilen köyde bir süre durmuş ardından da İzmit körfezinin karşı sahiline geçmişti. Buradan sonra sahil şeridinden geçen yolu takip ederek Alaşehir’e ulaştı. Burada hazırlıklarını tamamladıktan sonra Türk topraklarına saldırdı. İmparator’un İstanbul’da olduğunu düşünen Sultan Bizans ordusunun saldırı haberini duyduğunda başlangıçta buna inanmamış fakat daha sonra bu haberin doğrulanmasının ardından kuvvetlerini Bizans ordusunu karşılamak üzere yola çıkarmıştı. Bu sırada ilerleyişine devam eden Bizans ordusu yerli halk tarafından Sarapata Mylonos289 adı verilen köye ulaştığında burada kamp kurdu. Bu bölgenin kontrolünü elinde tutan Selçuklu emiri Süleyman İmparator’un ilerlediği haberini duymuş olmasına rağmen emin olmak için İmparator’u daha önce gören yeğeni Pupakes’i290 I. Manuel’i teşhis etmesi için Bizans ordusunun mümkün olduğunca yakınına gönderdi. Bizans ordusuna yaklaşan Pupakes, İmparator’u tanıyınca atından inerek onunla konuşmuştu. Ancak onun kim olduğunu ve kim tarafından ne amaçla gönderildiğini öğrenen I. Manuel, Pupakes’e: “Süleyman’a şunu bildir! Sen, Türklerin memleketini şimdi kimin yağma ettiğini öğrenmek istiyorsun; ama önce, yangın evini sardığında bunu nasıl söndüreceğini değil, bunun nasıl başladığını ve kimin başlattığını dikkatle araştırmalısın. Korkaklığın adiliğini, sözüm ona cehalet göstererek bir pelerin gibi örtmeye çalışma. Zira cehalet numarası mantıksız olunca, bunu kullananı suçluluktan kurtarmaz. Kumandanlık ilmi özellikle şunu bilmektir: Vatanı için tehlikelere göğüs geren kişi, durumun dengesini değiştirir. Eğer kişi bunu kavramazsa, her şeyini kaybeder. Bunun mazereti olmaz. İşte tanıdın! Türkleri kırbaçlayanı gördün! Ona karşı çıkmak istiyorsan, böyle yapmaman için mazeret yok”291 diyerek Süleyman’ın yanına gönderdi. Bununla birlikte İmparator’a karşı mücadele eden Türk kuvvetlerinin dağlık bölgelerde saldırdıkları Bizans ordusuna yine ağır kayıplar verdirdiler292. İmparator’un başkente dönmesinden sonra Türkler daha önce olduğu gibi akınlarına devam ederek Fileta (Dodurga)’yı ele geçirdikten sonra 288 Kadıköy yakınlarında bkz., Kinnamos, Türkçe çev., s.142 dipnot 82. Kesin yeri belli olmayan bu köyü Sandıklı ovasında aramak gerekir. Bkz., Kinnamos, Türkçe çev., s.143 dipnot 84; ayrıca bkz., Çay, a.g.e., s.33 dip 64. 290 Kinnamos, Türkçe çev., s.143 dip 86. 291 Kinnamos, s.149; Türkçe çev., s.143-144. 292 Chalandon, a.g.e., II, s.460; Vryonis, a.g.e., s.122; Çay, a.g.e., s.33-34. 289 69 Denizli’ye saldırmışlar ve şehrin ahalisini esir etmişlerdi293. Böylece bir kez daha Bizans İmparatoru’nun çabaları boşa gitmişti. Selçuklulara karşı büyük ordularla her yıl mevsimlik seferler düzenleyen İmparator, bu şekilde kesin bir netice elde edemiyordu. Bu yüzden o daha etkili bir yöntem takip ederek Anadolu’da II. Kılıç Arslan’a karşı kuvvetli bir ittifak oluşturma yoluna gitti. İlk olarak Suriye’deki Franklarla anlaşan İmparator ardından Danişmendli Yağıbasan ile bir ittifak anlaşması yaptı. Bununla da yetinmeyen I. Manuel, II. Kılıç Araslan’ın Çankırı ve Ankara Meliki olan kardeşi Şahinşah’ı da saltanat davasında kendisini destekleyeceğini vaad ederek bu ittifaka dahil etti. Daha önce II. Kılıç Arslan’ın yanında yer alan Kayseri Meliki Danişmendli Zünnûn ve Malatya hâkimi Danişmendli Zülkarneyn’in de bu birliğe katılmasıyla Bizans İmparatoru’nun önderliğinde II. Kılıç Arslan’a karşı kuvvetli bir cephe oluşturulmuş oldu294. Kendisine karşı oluşturulan ittifakı haber alan II. Kılıç Arslan, bu güçlü birliği parçalamak için derhal harekete geçti. Bu amaçla o, ilk önce Bizans İmparatoru’na elçi olarak gönderdiği Bithynia bölgesi emiri Süleyman aracılığıyla elinde bulunan Bizanslı esirleri serbest bırakması karşılığında onunla barış yapmak istediğini bildirdi295. Fakat II. Kılıç Arslan’ın anlaşma teklifi I. Manuel tarafından reddedildi. Bunun üzerine Selçuklu Sultanı 1160 yılında bu kez Danişmendli Yağıbasan ile Elbistan ve çevresini kendisine bırakmak koşuluyla anlaşmaya çalıştı. Fakat bu girişimi de sonuçsuz kaldı. Sultan’ın barış teklifini reddeden Yağıbasan biraz sonra Konya’ya gelmekte olan II. Kılıç Arslan’ın karısı ve Erzurum Saltuklu hükümdarı İzzeddin Saltuk’un kızını kaçırarak yeğeni Zünnûn ile evlendirdi296. Bu son olay karşısında oldukça öfkelenen II. Kılıç Arslan hemen Yağıbasan üzerine gitmişse de Bizans ve Anadolu’daki diğer beylikler tarafından desteklenen Yağıbasan karşısında mağlup olmuştu297. Bu yenilgi II. Kılıç Arslan açısından büyük bir prestij kaybına sebep oldu. Bizans İmparatoru I. Manuel’in uyguladığı akıllı siyaset Sultan I. Mesud’un kurmuş olduğu güçlü birliği parçalamış ve 293 Kinnamos, s.150-151; Türkçe çev., s.144-145; ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II, s.461; Vryonis, a.g.e., s.122; Çay, a.g.e., s.34. 294 Kinnamos, s.151; Türkçe çev., s.145; Niketas, s.67; Türkçe çev., I, s.80-81; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.201; Çay, a.g.e., s.34. 295 Kinnamos, s.152-153; Türkçe çev., s.145. 296 Turan, Türkiye, s.201; Yinanç, “Danişmendliler”, İA., C.III, s.472; Çay, a.g.e., s.35. 297 Niketas, s.67; Türkçe çev., I, s.81; Süryani Mikhail, s.189-190; İbnü’l-Esir, C.XI, s.317; Türkçe çev., C.XI, s.257-258. 70 Anadolu’da birbirine rakip Müslüman güçlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştu. Bizans kaynaklarından Kinnamos, bu gelişmelerin yaşandığı sırada İmparator tarafından daha önce bir miktar kuvvetle Filistin’e gönderilen Ioannes Kontostephanos’un geri dönüşü sırasında karşılaştığı yirmi iki bin kişiden fazla bir Selçuklu kuvvetini mağlup ettiğini yazmaktadır. Yine Kinnamos’un ifadesine göre bu yenilgi haberiyle sarsılan Sultan, İmparator I. Manuel’e daha uygun şartlar ileri sürerek barış teklifinde bulunmuştu298. Buna göre II. Kılıç Arslan teklifleri arasında: 1-Bizanslılara her yıl istek üzerine yardımcı kuvvetler gönderilmesi, 2-Sultan’ın izni olmadan hiçbir Türk’ün Bizans topraklarına ayak basmaması, 3-Bizans topraklarına yapılacak her saldırıya karşı Bizans’ın yanında yer alınması, 4-Bizans İmparatoru’nun her emrinin hemen yerine getirilmesi, 5-Daha önce Bizans’ın elinden alınan şehirlerin iadesi, şeklinde Bizans açısından son derece olumlu maddeler bulunmaktaydı. Daha önce bazı hadiselerde olduğu gibi Kinnamos’un Selçuklu kuvvetleri ile Bizans kuvvetleri arasında vuku bulan bu savaş ile ilgili verdiği bilgiler oldukça karışıktır. Nitekim yeri ve tarihi hakkında bilgi vermediği bu yenilginin ardından Sultan’ın verdiği sözlerle ikna olan İmparator’un onu büyük yeminlerle bağladıktan ve düşmanlık son bulduktan sonra ülkesine döndüğünü yazmaktadır299. Bu ifadeden de Selçukluların Bizanslılar karşısında uğradığı bu yenilginin İmparator’un da katıldığı bir sefer sırasında olduğu anlaşılıyor. Bu durumda bu hadisenin I. Manuel’in 1161 yılında Menderes bölgesine düzenlediği sefer sırasında olması gerekir300. 1161 yılı sonu ya da 1162 yılı başlarında301 meydana gelen bu savaşın ardından Selçuklu Sultanı’nın Bizans İmparatoru’na barış teklifinde bulunduğu anlaşılmakla beraber, yalnızca Kinnamos’un verdiği bu bilgilerin teyid edilmesine imkân yoktur. Bununla birlikte 1162 yılında kendisine karşı kurulan bu ittifakı parçalamak için İstanbul’a giden II. Kılıç Arslan’ın uzun süre kaldığı Bizans başkentinden yukarıda belirtilen tekliflerden 3. madde dışındaki şartları kabul ettiği bir antlaşma imzalayarak geri döndüğü bilinmektedir. Daha sonraki gelişmeler de bunu göstermektedir. Nitekim 1175 yılında I. Manuel Komnenos, 1162 yılındaki bu 298 Kinnamos, 152; Türkçe çev., s.145-146. Kinnamos, s.152-153; Türkçe çev., s.146. 300 Krş., Çay, a.g.e., s.36-37. 301 Çay, a.g.e., s.36-37. 299 71 antlaşmaya dayanarak Aleksios Aulps komutasında bir birliği bu şehirlerin geri alınması için Anadolu’ya göndermiştir302. Ayrıca 1167 yılında Macaristan’da savaşan Bizans ordusunun içerisinde Sultan’ın gönderdiği yardımcı kuvvetlerin bulunduğunu da bilmekteyiz303. 3. II. Kılıç Arslan’ın İstanbul’a Gitmesi (1162) Bizans İmparatoru I. Manuel Komnenos tarafından desteklenen Anadolu’daki diğer Türk hâkimlerinin artan baskısı karşısında bunalan II. Kılıç Arslan, bu birliği parçalamak için ittifakın merkezi durumunda olan İstanbul’a gitmeye karar verdi. Çünkü II. Kılıç Arslan, rakipleri ile kesin bir hesaplaşmaya girmeden önce Bizans’ı kendi tarafına çekmek zorundaydı. Aksi takdirde bu güçlü ittifak karşısında daha fazla tutunamazdı. Bu nedenle 1162 yılında Musul Atabegi Nureddin Mahmud’un kardeşi ve müttefiki Emir Mirân’ı da yanına alarak 1000 kişilik maiyeti ile birlikte İstanbul’a gitti304. II. Kılıç Arslan’ın İstanbul ziyareti ve bu ziyaret sırasında yaşananlar devrin Bizans kaynaklarında ayrıntılı bir şekilde tasvir edilmektedir. I. Manuel’in doğudaki en büyük rakibi olan II. Kılıç Arslan’ın Bizans başkentine gelmesini İmparator’a tâbi bir hükümdarın davranışı olarak yorumlayan Bizans yazarları bu ziyareti gururlanarak anlatırken İmparator’un zenginliği ve ihtişamı karşısında Sultan’ın büyülendiğini abartılı ifadelerle aktarmaktadırlar. Bizans yazarları bu hadiseden o kadar etkilenmişlerdir, ki Kinnamos eserinde “Böyle gösterişli ve olağanüstü bir şeyi, bildiğim kadarıyla, daha önce Romalılar (Bizanslılar) asla görmemiş, yaşamamışlardı” ifadelerini kullanmak suretiyle bu olayın önemini vurgular305. Yine o, “Şayet onca toprağa sahip bulunan ve onca kabilenin efendisi olan bir adam bir hizmetkâr kılığında Romalıların (Bizanslıların) İmparatoru’nun sarayına gelirse, muhteşem sıfatını taşıyanlar içinde kim daha üstündür?” diye cevabı içerisinde olan alaycı bir soru ile 302 Chalandon, a.g.e., II, s.502; Çay, a.g.e., s.37-38. Cahen, Anadolu’da Türkler, s.113-114. 304 Niketas, s.67; Türkçe çev., I, s.81; Kinnamos, s.156; Türkçe çev., s.149; Süryani Mikhail, s.190-191; Abu’l-Farac, C.II, s.399; Papaz Grigor, s.334; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.201; Turan, “II. Kılıç Arslan”, İA., C.VI, s.690; Cahen, “Kilidj Arslan II”, EI2, C.V, Leiden 1986, s.104; Vasiliev, a.g.e., II, s.427; Amantos, Vyzantinou Kratous, s.340; Vryonis, a.g.e., s.122. 305 Kinnamos, s.156; Türkçe çev., s.149. 303 72 kendi imparatorunu yüceltirken Selçuklu Sultanı’nı aşağılamaktadır306. Diğer yandan devrin bir diğer Bizans tarihçisi Niketas bu hadiseyi daha tarafsız bir şekilde değerlendirirken “Manuel onu dostça ve şanına lâyık bir surette kabul etti; İmparator onun burada bulunuşundan nasıl sevinç duyuyorduysa, Sultan da, hiçbir isteğini karşılıksız bırakmayan bu konukseverlikten memnun kalmıştı. Çünkü Manuel, Sultan’ın burada bulunuşunun ve en ihtişama düşkün bir barbarı bile etkileyebilecek olan misafirperverliğinin, kendisinin doğudaki durumunu oldukça iyileştireceği ve bundan başka kişisel hükümdarlık ününü de yükselteceği gibi aldatıcı bir ümide kapılmıştı” ifadelerini kullanmakta ve İmparator’un bu olayı fazla abarttığını dile getirmektedir307. Gerçekten de II. Kılıç Arslan’ın İstanbul’da gördüğü ilgi, İmparator’un Selçuklu Sultanı’na verdiği önemi göstermektedir. Bizans başkentine gelen Selçuklu Sultanı İmparator tarafından büyük bir saygı ve sevinçle karşılandı. Kinnamos, İmparator’un Sultan’ı yüksek bir kürsünün üzerine kurulmuş çok sayıda değerli taşlarla süslü muhteşem bir tahtta, üzerinde paha biçilmez mücevherlerle süslenmiş gösterişli bir elbise olduğu halde yanındaki devlet ileri gelenleriyle birlikte karşıladığını ve onu yüksek tahtın yanında çok mütevâzı, alçak bir tabureye oturttuğunu, daha sonra aralarındaki görüşmenin ardından Sultan’ın sarayda kendisine ayrılan ikâmetgâhına308 çekildiğini ifade eder309. Oysaki Niketas’ın eserinde böyle bir kayıt bulunmamaktadır. I. Manuel, önemli konuğu için başkentte bir geçit töreni yapmak istemiş ancak kaynakların ifade ettiğine göre bu esnada şiddetli bir deprem olması dolayısıyla bu tören iptal edilmişti310. Kinnamos, İmparator’un Sultan ile 306 Kinnamos, s.156; Türkçe çev., s.149. Niketas, s.67; Türkçe çev., I, s.81. 308 Işın Demirkent Sultan II. Kılıç Arslan’a sarayda tahsis edilen yerin Mukhrutas (Mahrûta) adıyla bilinen Selçuklu ustaları tarafından Türk mimarisi ve süslemeleriyle 1150 yılından önce inşa edilmiş olan, büyük taht salonunun yanındaki müstakil bina olduğunu söylemektedir. Bkz., Kinnamos, Türkçe çev., s.150 dipnot 8; Bu bina hakkında bkz., Magdalino “Manuel Komnenos and the Great Palace” Byzantine and Modern Greek Studies, s.101-114; L.A. Hunt, “Comnenian Aristocratic Palace Decoration: Descriptions and Islamic Connections”, The Byzantine Aristocracy IX to XIII Centuries, s.141; Demirkent “Türk yaşam ve Kültürünün Bizans’a Etkilerinden Birkaç Örnek” Tarih Boyunca Türklerde Ev ve ÂileSemineri, Bildiriler, İstanbul 2000, s.145-154. 309 Kinnamos, s.157; Türkçe çev., s.150. 310 Kinnamos, s.157; Türkçe çev., s.150; Niketas, s.67; Türkçe çev., I, s.81; Bizans kaynaklarında bahsi geçen bu büyük deprem, İstanbul’da meydana gelen depremler üzerine kaleme alınmış kitap ve makalelerdeki listelerde bulunmamaktadır. Bkz., V. Grumel, La Chronologie (Traité d’Etudes Byzantines), I., yay., Paul Lemerle, Paris 1958, s.480; G. Downy, “Earthquakes at Constantinople and Vicinity, A.D. 342-1453”, Speculum, 30 (1955), s. 600. 307 73 birlikte saraydan Ayasofya Kilisesi’ne bir zafer merasimi şeklinde gitmek üzere, geçit yürüyüşü düzenlemek istediğini fakat hazırlıkların devam ettiği sırada büyük bir depremin olduğunu ifade etmektedir. Rivayete göre meydana gelen bu deprem İstanbul patriği Lukas Khrysoberges’in (1157-1170), dinsiz adamların kutsanmış eşya ve süslerin aralarından geçmemeleri gerektiğini söylemesine rağmen İmparator’un bu töreni düzenlemeye kalkması üzerine Tanrı tarafından bu saygısızlığa engel olmak için gönderilen bir musibetti. Niketas da İmparator’un İstanbul’a Sultan ile birlikte girmek üzere bir zafer alayı tertip ettiğini yazmaktadır. Kinnamos gibi o da yüksek ruhanilerin ve kilise hadimlerinin hatta bizzat İmparator’un bu doğal felaketi uğursuz bir işaret olarak değerlendirdiklerini ve bu durumun kutsal ikona ve tasvirlerin arasında inançsız birisinin bulunmasına kızan Tanrı’nın bir cezası olduğuna inandıklarını söylemektedir311. Bu tür ifadeler Bizans kaynaklarında çok sık görülmektedir. Bizans yazarları başlarına gelen kötü hadiseleri çoğu zaman ilâhî cezalandırma, iyi şeyleri de Tanrı’nın bir lütfu olarak değerlendirmektedirler. Aslında bu yalnızca Bizanslılar için geçerli bir durum değildi. Aynı şekilde Süryani, Ermeni, İslâm ve Haçlı kaynaklarında da bu inanç özelliğini görmekteyiz. Güneş tutulması, salgın hastalıklar, depremler, kıtlık gibi doğal felaketler Tanrı’nın, inançlarına uygun yaşamayan Hıristiyanlara kendilerine çeki düzen vermeleri için bir uyarısı olarak değerlendirilir. Bu doğal felaketler dışında Bizanslıların kâfir olarak nitelendirdikleri başta Türkler olmak üzere diğer düşmanları karşısındaki başarısızlıklarını da yine Tanrı’nın gazabı olarak değerlendirdiklerini görmekteyiz. Nitekim Niketas 1176 yılındaki Myriokephalon bozgununu Tanrı’nın takdiri olarak yorumlamaktadır312. Bizans kaynaklarının bu türden yorumları 1453 yılına kadar devam etmiştir. Aslında bu gibi dinî motifli yorumlar İslâm dünyasında da görülmektedir. Bunun en belirgin örneği Moğol istilası sırasında Müslüman halkın Moğollar hakkındaki düşüncelerinde görülür. 311 312 Niketas, s.67; Türkçe çev., I, s.81. Niketas, s.107; Türkçe çev., I, s.131-132. 74 İstanbul’da uzun süre kalan Selçuklu Sultanı’nın misafirliği313 sırasında İmparator I. Manuel tarafından hemen her gün onun adına ziyafetler, at yarışları ve çeşitli eğlenceler düzenlendi. Sultan adına düzenlenen gösteriler arasında adet olduğu gibi bazı kayık ve sandalların sıvı ateş ile tutuşturulması da vardı314. II. Kılıç Arslan’ın İstanbul ziyareti hakkında en ayrıntılı bilgiyi veren Niketas’ın eserinde anlattığı bir olay oldukça ilgi çekicidir. Bizans yazarının anlattığına göre oyunlar sırasında yarış yerinin seyir sıraları üstünde yükselen kalın sütunun üzerine tırmanan bir Türk, stadyumun üzerinden uçacağını ilân etmiş fakat hipodromda toplanan kalabalığın huzurunda yaptığı bu girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Üzerine giyindiği çok uzun ve geniş, içine takılan çemberlerle şişirilen beyaz bir giysiyi kanat olarak kullanmayı düşünen bu adam uzun süre uygun rüzgarın çıkmasını bekledikten sonra kendisini boşluğa bırakmış ve yere çakılarak ölmüştü. Olayın ardından başkent halkı çarşıda gezen Sultan’ın maiyetindekilerle alay etmek için bu olayı hatırlatan davranışlarda bulunmuşlardı315. Günde iki kez altın ve gümüş tabaklar içinde gönderilen yemeklerin ardından bu tabakların kendisine armağan edilmesinin yanı sıra Selçuklu Sultanı’na İmparator’un hazinesinden çok miktarda kıymetli hediyeler verilmekteydi. II. Kılıç Arslan’a karşı çok cömert davranan I. Manuel ona “birçok altın ve gümüş sikke, muhteşem giysiler, gümüş vazolar, altın kadehler, değerli zarif kumaşlar ve diğer seçkin mücevherler” hediye etmişti316. Bundan sonra II. Kılıç Arslan, Bizans İmparatoru ile antlaşma yaptıktan sonra ülkesine döndü. Kinnamos bu antlaşmanın taraflar arasında daha önce yapılan 313 II. Kılıç Arslan’ın İstanbul’da kaldığı süre ile ilgili olarak kaynaklarda farklı bilgiler bulunmaktadır. Niketas herhangi bir süre vermeden yalnızca Sultan’ın İstanbul’da uzun süre kaldığını ifade etmektedir (Niketas, s.67; Türkçe çev., Işıltan 1995, s.81); Süryani Mikhail, II. Kılıç Arslan’ın İstanbul’da 80 gün kaldığını yazar (Süryani Mikhail, s.188, 191); Abu’l-Farac ise Sultan’ın İstanbul’da yalnızca 8 gün kaldığını ifade etmektedir (Abu’l-Farac, C.II, s.399); Chalandon ise 24 günlük bir süre verir ki bunu neye dayandırdığını belirtmez (Chalandon, a.g.e., II, s.464) 314 Bizans’ın ilk olarak VIII. yüzyılda İstanbul’u kuşatan Araplara karşı kullandığı ve yüzyıllar boyunca formülünü gizli tutarak düşmanlarına karşı kendisine büyük bir avantaj sağlayan kimyasal bir madde idi. Kinnamos’un “adet olduğu gibi” ifadelerinden sıvı ateş ile yapılan bu gösterilerin diğer konuklar için de düzenlendiği anlaşılıyor. Bu şekilde Bizans bir nevi güç gösterisinde bulunuyordu. Rum ateşi (Grejuva) olarak da anılan Sıvı Ateş ile ayrıntılı bilgi için bkz., J.R. Partington, A History of Grek Fire and Gunpowder, Cambridge 1960, s.1-41; E. Davidson, “The Secret Weapon of Byzantium”, BZ., LXVI (1973) s.61-74; Eric McGeer, “Grek Fire”, ODB, C.2, s.873. 315 Niketas, s.68; Türkçe çev., I, s.81-82. 316 Niketas, s.67 vd.; Türkçe çev., I, s.81 vd.; Kinnamos, s.156 vd.; Türkçe çev., s.149 vd.; Abu’l-Farac, C.II, s.399; Papaz Grigor, s.334; Süryani Mikhail, s.188, 191; İbnü’l-Esir, C.XI, s.317; Türkçe çev., C.XI, s.258; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.201-202; Merçil, a.g.m., s.713. 75 antlaşmaların ilave maddelerle yenilenmesi olduğunu söylemektedir. Bu antlaşmaya göre: 1- Selçuklu Sultanı ömrü boyunca İmparator’a düşman olanlara düşman, dost olanlara ise dost olacak, 2- Ele geçireceği şehirlerden daha büyük ve daha önemli olanlarını İmparator’a verecek, 3- Düşmanların hiçbiri ile İmparator izin vermedikçe barış yapmayacak, 4- Gerektiğinde müttefik olarak Bizanslıların yanında yer alacak ve mücadele ister doğu da ister batı da olsun tüm ordusu ile gelecek, 5- Selçuklu Devleti’ne bağlı Türkmen toplulukları Bizans topraklarına zarar verdiğinde onları cezalandıracaktı317. Kinnamos antlaşmanın maddeleri hakkında ayrıntı verirken Niketas yalnızca, İmparator’un kendisine verdiği hediyeler ile sevinçten kendinden geçen Sultan’ın onun bu cömertliğine karşılık Sebasteia318 ve buna bağlı bölgeyi İmparator’a vereceğini vaad ettiğini yazmaktadır319. 4. İmparator’un Desteğini Alan II. Kılıç Arslan’ın Anadolu’da Duruma Hâkim Olması II. Kılıç Arslan 1162 yılında, kendisine karşı oluşturulan kuvvetli cephenin merkezi olan Bizans başkentine giderek İmparator ile anlaşmakla Bizans’tan gelecek tehlikeyi ortadan kaldırdığı gibi, Bizans tarafından desteklenen Anadolu’daki rakiplerine karşı da avantajlı bir konum elde etmişti. Bizans İmparatoru’nun Selçuklu Sultanı’nın bu durumundan yararlanmak yerine ona destek vermesi şaşırtıcıdır. İstanbul’dan dönen Selçuklu Sultanı, hazırlıklarını tamamladıktan sonra ilk olarak Danişmendliler üzerine yürüdü. Müttefiki olan Artuklu Kara Arslan, Mardin emiri Necmeddin Alpı ile Erzen ve Bitlis emiri Fahreddin Devletşah’ın da kuvvetleri ile desteklenen Selçuklu ordusu Yağıbasan’ın merkezi Sivas üzerine yürüdü. II. Kılıç Arslan karşısında tutunamayan Yağıbasan, Sivas’ı terk etti. Bu gelişme üzerine 317 Kinnamos, s.158; Türkçe çev., s.151. Burada adı geçen Sebastia günümüzdeki Sivas şehri değil, Karia bölgesinde bulunan bir kenttir bkz., Umar, a.g.e., s.716; krş., Çay, a.g.e., s.40 dipnot 80. 319 Niketas, s.69; Türkçe çev., I, s.83. 318 76 Selçuklu kuvvetleri kolaylıkla Sivas’a hâkim oldular (1163). Sivas’dan ayrılan Yağıbasan ise tek başına karşı koyamadığı Selçuklu Sultanı’na karşı işbirliği yapmak amacıyla II. Kılıç Arslan’ın kardeşi ve taht iddiacısı Şahinşah’ın yanına Çankırı’ya gitti. Fakat Danişmendli emiri Çankırı’da bulunduğu sırada aniden öldü (4 Ağustos 1164). Yağıbasan’ın ölümünden sonra Şahinşah üzerine yürüyen II. Kılıç Arslan, kardeşini mağlup ederek hâkim olduğu bölgeleri ele geçirdi320. Yağıbasan’ın ölümünün ardından Danişmendli Melikleri arasında mücadele başladı. Bu durumdan istifade etmek isteyen II. Kılıç Arslan, Danişmendlilerin topraklarına saldırıya geçti. 1165’ten sonra aşama aşama Danişmendli topraklarını ele geçiren Sultan, Elbistan, Tohma Vadisi, Darende ve Gedük yöresini zapt ettikten sonra 1168 yılında Zünnûn’un üzerine yürüdü ve 1169’da Kayseri ve Zamantı’yı topraklarına kattı321. II. Kılıç Arslan karşısında başarısız olan kardeşi Şahinşah, Danişmendli Zünnûn ve Malatya emiri Feridun, Atabeg Nureddin Mahmud’a sığındı322. II. Kılıç Arslan’ın Anadolu’da artan gücünden rahatsızlık duyan Atabeg Nureddin Mahmud kendisine sığınan eski müttefiklerini himaye ederek Selçuklu Sultanı’na karşı yeniden bir ittifak oluşturdu. Sivas’a bir ordu sevk eden Nureddin Mahmut, ayrıca II. Kılıç Arslan’a gönderdiği elçiler aracılığıyla Danişmendli Zünnûn’un topraklarının iade edilmesini, Şahinşah’ın tutsak bulunan çocuklarının serbest bırakılmasını ve Malatya bölgesinden göç ettirilen ahalinin eski yerlerine gönderilmesini istedi. Nureddin’in elçilerini uzun süre yanında alıkoyan II. Kılıç Arslan nihayet toprak talepleri dışındaki isteklerini uygun bulduğunu söylediği elçileri Nureddin’e gönderdi. Bunun üzerine müttefik kuvvetler Sivas’tan ayrılarak Kayseri’ye doğru ilerlediler. Diğer yandan Nureddin Mahmud da Maraş, Göksun ve Behisni’yi işgal ettikten323 sonra Sivas’a yöneldi (1172). Bu gelişme üzerine II. Kılıç Arslan da ordusuyla harekete geçti. Ancak taraflar arasında herhangi bir çatışma olmadan barış sağlandı. Haçlı ordularının topraklarına saldırdığı haberini alan Nureddin Mahmud ele geçirdiği bölgeleri geri 320 Süryani Mikhail ve Abu’l-Farac, Çankırı, Ankara ve çevresinin Bizanslılara ait olduğunu ifade etmektedirler. Muhtemelen her ikisi de Şahinşah’ın Bizans’a tâbi olması sebebiyle bu ifadeyi kullanmaktadır (Süryani Mikhail, s.206; Abu’l-Farac, C.II, s.406 ); krş., Çay, a.g.e., s.42-43. 321 Süryani Mikhail, s.206; Abu’l-Farac, C.II, s.406; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.203; Çay, a.g.e., s.43; Vryonis, “Hê Mikra Asia Apo to 1071 ôs to 1204”, HHelE, C.9, Atina 1980, s.45. 322 Chalandon, a.g.e., II, s.501. 323 Süryani Mikhail, s.227, 229; ayrıca bkz., Setton, a.g.m., s.519; Turan, Türkiye, s.204. 77 vermeyi kabul etmek zorunda kaldı. Buna karşılık II. Kılıç Arslan ise Zünnûn’un Sivas’taki hâkimiyetini tanıyacak ayrıca Nureddin’in emirlerinden Fahreddin Aldülmesih de Zünnûn’u korumak amacıyla 3000 kişilik bir kuvvetle Sivas’ta kalacaktı324. Kaynaklarda Şahinşah’ın durumu ile ilgili bir bilgi verilmemektedir. Ancak Nureddin Mahmud, II. Kılıç Arslan’dan Şahinşah’ın hâkim olduğu bölgelerin de geri verilmesini istemiş olabilir. 1174 yılında Atabeg Nureddin Mahmud’un ölümünden sonra Sivas’ta bulunan Mısır kuvvetleri de geri dönmüşlerdi. Anadolu’daki hâkimiyeti üzerindeki en büyük tehdidi oluşturan Nureddin Mahmud’un ölümü üzerine II. Kılıç Arslan, aralarında yapılan antlaşmayı hükümsüz sayarak harekete geçti. Sivas, Tokat, Niksar, Komana ve Danişmendlilerin hâkim olduğu diğer şehirleri de ele geçiren Selçuklu Sultanı böylece Danişmendlilerin Sivas koluna da son vermiş oldu325. Zünnûn ve Şahinşah ise bu sefer Bizans’a sığınmak zorunda kaldı326. 5. Myriokephalon Savaşı ve Anadolu’da Türk Hâkimiyetinin Yerleşmesi a. Savaş Öncesinde Yaşanan Gelişmeler 1162 yılında Bizans başkentinde Selçuklu Sultanı ile I. Manuel Komnenos arasında yapılan antlaşmanın ardından yukarıda değindiğimiz gibi II. Kılıç Arslan kısa süre içinde Anadolu’daki rakiplerine üstünlüğünü kabul ettirip birliği yeniden sağladı. Bu sırada I. Manuel’in Macaristan’daki hâkimiyet meselesi ile ilgilenmek üzere batıya gitmiş olması Selçuklu Sultanı’na daha rahat hareket etme imkânı vermişti327. Bizans kaynakları II. Kılıç Arslan’ın ülkesine döndükten sonra İmparator ile yaptığı antlaşmaya uymadığını zikretmektedirler328. Ancak I. Manuel’in Macaristan seferi sırasında Bizans ordusundaki Selçuklu yardımcı kuvvetlerinin çok büyük yararlılıklar gösterdiklerini bilmekteyiz329. Bunun dışında Selçuklu Sultanı’nın antlaşmanın tüm maddelerini 324 Süryani Mikhail, s.230; Aksarayî, s.30; Türkçe çev., s.23; Müneccimbaşı, II, s.20-21. Süryani Mikhail, s.233-234; Abu’l-Farac, C.II, s.418; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.205; Vryonis “Mikra Asia”, s.45; Tuncer Baykara, Türkiye Selçuklularının Sosyal ve Ekonomik Tarihi, İstanbul 2004, s.250-251. 326 Abu’l-Farac, C.II, s.418; Süryani Mikhail, s.233; ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II, s.501; Turan, Türkiye, s.205; Çay, a.g.e., s.48; Hussey, a.g.m., s.237. 327 Çay, a.g.e., s.41 vd. 328 Niketas, s.69; Türkçe çev., I, 83. 329 Kinnamos, s.178; Türkçe çev., s.172. 325 78 harfiyen yerine getirdiğini söylemek mümkün değildir. Bununla birlikte taraflar arasında daha önce de yapılan bu tür antlaşmalarda Bizans tarafı da zor durumda imzaladığı antlaşma maddelerini uygulamak konusunda titiz olmamıştır. Malazgirt savaşının ardında IV. Romanos Diogenes ile yapılan antlaşma geçersiz kaldığı gibi, Myriokephalon savaşının ardından I. Manuel de Selçuklu Sultanı ile yaptığı antlaşmayı tam olarak uygulamamıştır. Taraflar arasındaki barış on yıl süreyle geçerliliğini korudu. Fakat II. Kılıç Arslan, özellikle Anadolu’da hâkimiyetini kuvvetlendirdikten sonra bu antlaşmanın kendisine yüklediği ağır sorumluluklardan kurtulmak istediğinden, antlaşma hükümlerini ihlâl etmeye başladı. Kendisine bağlı Türkmen topluluklarına Bizans arazilerine sürekli olarak akınlar yapmalarını telkin eden Sultan bu sayede İmparator’dan daha fazla tavizler koparmayı düşünüyordu330. Bununla birlikte Anadolu’daki birliği sağlamadan Bizans ile yeni bir hesaplaşmaya girmek istemeyen II. Kılıç Arslan bir yandan hâkimiyet sahalarını hızla genişletirken diğer yandan da İmparator’a gönderdiği elçilerle aralarındaki dostluğa verdiği önemi göstermeye çalışıyordu331. Ancak bu esnada Musul Atabegi Nureddin ile de Bizans’a karşı ortak hareket edeceğine dair anlaşan II. Kılıç Arslan ayrıca Alman İmparatoru Friedrich Barbarossa gibi I. Manuel’in rakipleriyle de iyi ilişkiler kuruyordu332. Bütün bunlara rağmen Selçuklu-Bizans münasebetlerinin bozulmasındaki en önemli etken Eskişehir-Kütahya bölgesinde sayıları yüz binleri bulan kalabalık Türkmen toplulukları idi. Merkezî otoriteye tam anlamıyla bağlı olmayan bu Türkmenler, sık sık Bizans arazilerine akınlar düzenlemekteydiler. İç bölgelere kadar uzanan Türkmen akınlarına karşı Bizans yönetiminin bir şey yapamaması bu akınlardan bıkan Bizans ahalisinin Selçuklu Sultanı’na sığınmasına sebep oluyordu. Selçukluların dinî konularda hoş görülü olmaları da Bizans tarafından Selçuklu tarafına geçen 330 Niketas, s.70-71; Türkçe çev., I, s.85-86; krş., Chalandon, a.g.e., II s.465; Vasiliev, a.g.e., II, s.428; Çay, Anadolu’nun Türkleşmesinde Dönüm Noktası Sultan II. Kılıç Arslan ve Karamıkbeli (Myriokefalon) Zaferi (17 Eylül 1176), Ankara 1984, s.61. 331 Çay, Myriokefalon, s.61 332 Kinnamos, s.215; Türkçe çev., s.206; ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II, s.497, 501; Ostrogorsky, a.g.e., s.361; Vasiliev, a.g.e., II, s.425-426; Cahen, Anadolu’da Türkler, s.114-115. 79 gönüllülerin sayısını arttırıyordu333. II. Kılıç Arslan’ın Türkmenlerin bu faaliyetleri karşısında suskun kalması sebebiyle Bizans İmparatoru olanlardan onu sorumlu tutmaktaydı. İmparator 1162 yılında aralarında yapılan antlaşma gereğince bu Türkmenlerin faaliyetlerine engel olması için II. Kılıç Arslan’a elçi olarak Konstantinos Gabras’ı gönderdi. Ancak Sultan’a değerli hediyeler ve yeni silahlar sunan Gabras’ın bu ziyareti sonuçsuz kaldı334. Nihayet hayvanlarına yeni otlaklar arayan Türkmenlerin Sandıklı ovasını işgal etmesi üzerine İmparator, bu akınlara son vermek amacıyla harekete geçti335. 1173 yılında Bizans İmparatoru’nun Alaşehir’e kadar ilerlediğini öğrenen II. Kılıç Arslan, henüz kesin sonuçlu bir savaşa girmek istemediğinden beylerinden Süleyman’ı elçi olarak I. Manuel’e gönderdi336. I. Manuel’in yanına gelen Süleyman, bu saldırılarla Sultan’ın bir ilgisi olmadığını anlatarak onu aradaki barışın korunmasına ikna etmiş ve hediye olarak götürdüğü cins atlarla İmparator’un gönlünü almayı başarmıştı337. İmparator’un ikna olmasındaki en önemli etken Türkmenlere karşı giriştiği bu harekâta karşı Sultan’ın bir misillemede bulunmamasıydı. Bununla birlikte II. Kılıç Arslan’ın Türkmenlerin bu faaliyetlerine karşı gereken önlemleri almamasına kızmış ve 1162’de yaptıkları antlaşmaya uygun hareket etmesini istemişti. Bu yeni antlaşma taraflar arasında bir çatışmayı engellemekle birlikte barışın daha fazla devam etmeyeceği de açıktı. Nitekim İmparator’un İstanbul’a dönmesinden sonra Türkmenler yeniden Bizans arazisine girerek akınlarını sürdürmüşlerdir. Denizli ve etrafını yağmalayan Türkmenler kuzeyde Kırkağaç, Bergama ve Edremit’e kadar ilerlemişlerdi. Bizans İmparatoru da bu saldırılar karşısında sessiz kalmamış Türkmenlerin faaliyetlerine son vermek için bölgeye ordular sevk etmişti338. II. Kılıç Arslan’ın Bizans’a karşı bu Türkmenleri savunmamasına rağmen I. Manuel muhtemelen bu saldırılardan Selçuklu Sultanı’nın sorumlu olduğunu düşünüyordu. I. Manuel 1174 yılı sonu veya 1175 yılı başlarında daha önce 1162 333 Paul Wittek, “Von der Byzantinischen zür Türkischen Toponymie”, Byzantion, X (1935), s.44-45; Türkçe çev., Mihin Eren, “Bizanslılardan Türklere Geçen Yer Adları”, SAD, I, (1969), s.222-223. 334 Chalandon, a.g.e., II, s.501; Çay, Myriokefalon, s.62. 335 Niketas, s.70 vd.; Türkçe çev., I, s.85 vd; Kinnamos, s.216 vd.; Türkçe çev., s.207 vd; ayrıca bkz., Çay, Myriokefalon, s.63; Ebru Altan, “Myriokephalon (Karamıkbeli) Savaşı’nın Anadolu Türk Tarihindeki Yeri”, Türkler, C.VI. Ankara 2002, s.630. 336 Çay, Myriokefalon, s.63-64. 337 Niketas, s.70; Türkçe çev., I, s.85. 338 Niketas, s.71; Türkçe çev., I, s.86; ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II, s.500; Çay, Myriokefalon, s.65. 80 yılındaki antlaşmayla Bizans’a verileceği vaad edilen şehirlerin teslim alınması için hazırlıklara girişti. Bunu haber alan II. Kılıç Arslan yeniden barış görüşmelerine girişmiş ve bir elçilik heyeti aracılığıyla İmparator’a gönderdiği mektupla bu şehirlerin Bizans’a teslimi için kuvvet gönderilmesini istemişti. Bunun üzerine I. Manuel, Aleksios Petraliphas komutasında 6000 kişiden fazla bir kuvveti şehirleri teslim almak üzere Anadolu’ya gönderdi. Fakat II. Kılıç Arslan, henüz ele geçiremediği bu şehirlere onları Bizans’a karşı koruyacağını bildirerek gönüllü olarak Selçuklulara teslim olmalarını sağladı. Böylece hiçbir şey elde edemeyen Bizans kuvvetleri İstanbul’a geri döndü339. Bu son gelişme üzerine I. Manuel, ilk olarak Basile Tzikandelos ve Mikhail Angelos adlı iki komutanı idaresindeki kuvvetleri Türkmenler üzerine gönderdi. Ancak Bizans ordusunun harekâtını öğrenen Türkmenler bölgeyi boşaltarak geri çekildiler. Böylece Bizans Kırkağaç, Bergama ve Edremit bölgesini yeniden denetimi altına aldı. Ayrıca sık sık Türkmenlerin saldırısına uğrayan Denizli’de tahkim edilerek güvenlik altına alındı340. Bundan sonra I. Manuel, Anadolu’daki Bizans garnizonları arasındaki irtibatı sağlamak amacıyla diğer bazı önemli mevkileri de tahkim etmeye başladı. Bunlar arasında en önemlisi Dorylaion’du. Bizzat İmparator tarafından idare edilen tahkim çalışmaları kısa sürede tamamlandı. Dorylaion’un tahkim edildiğini öğrenen II. Kılıç Arslan, Atabeg Süleyman’ı değerli hediyelerle birlikte İmparator’a elçi olarak göndererek aralarındaki barışı bozan bu davranışının sebebini sordu. I. Manuel ise alaylı bir şekilde Sultan’ın bu seferin sebebini bilmemesine şaşırmış gibi yaparak II. Kılıç Arslan’a Danişmendli Zünnûn ve kardeşi Şahinşah’a ait toprakların geri verilmesi gibi kabul edilmesi zor isteklerde bulunarak onu sıkıştırdı341. Savaşın artık kaçınılmaz olduğunu anlayan Sultan bir yandan hazırlıklara girişirken diğer yandan da Dorylaion’un inşaatının geçikmesi için Türkmenlere Bizans kuvvetlerine sürekli olarak baskınlar düzenlemeleri emrini verdi342. 339 Kinnamos, s.218-219; Türkçe çev., s.209-210; ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II s.502; Çay, Myriokefalon, s.65-66. 340 Çay, Myriokefalon, s.66-67. 341 Niketas, s.99-100; Türkçe çev., I, s.121-122; Kinnamos, s.220-221; Türkçe çev., s.211; Abu’l-Farac, C.II, s.421; Süryani Mikhail, s.246-248. 342 Niketas, s.99-100; Türkçe çev., Işıltan 1995, s.122. 81 Bu sırada İmparator yanında bulunan Sultan’ın kardeşi Şahinşah’ın Amasya’daki taraftarlarının yardım istemesi üzerine Şahinşah ve Mikhail Gabras’ı Amasya’yı ele geçirmek üzere bölgeye göndermeye karar verdi343. Ancak emrindeki kuvvetlerle Bizans karargâhından ayrılan Şahinşah Eskişehir’den fazla uzaklaşmadan Selçuklu kuvvetlerince mağlup edilmiş ve bu saldırıdan güçlükle kurtularak perişan bir halde İmparator’un yanına dönmüştü344. Öte yandan kuvvetlerini toplayarak Amasya üzerine giden Mikhail Gabras şehrin önüne geldiğinde Selçuklu birliklerinin de orada olduğunu görünce çok şaşırmış ve şehirdekilerin sürekli çağrılarına rağmen ani bir baskına uğramaktan çekindiğinden bir türlü harekete geçemeyerek şehri Selçuklulara kaptırmıştı345. Bu başarısızlığından dolayı Gabras’ı cezalandıran I. Manuel ardından Thomas adlı bir hadımı Amasya’nın Bizans’a teslimi için II. Kılıç Arslan’ın yanına gönderdi. Ancak İmparator’un tehditlerine aldırmayan II. Kılıç Arslan bu teklifi reddetti346. Dorylaion’un inşaatını tamamlayan I. Manuel ardından Selçuklular üzerine çıkacağı sefer sırasında geçeceği yol üzerindeki bir diğer önemli mevki olan Homa (Siblia, Soublaion)’yı yeniden inşa edip içine bir garnizon yerleştirdikten sonra İstanbul’a döndü347. İmparator’un Batı Anadolu bölgesinin güvenliğini sağlamak için aldığı bu önlemler gerçekten de işe yaramıştı. Bu tedbirler sayesinde daha önce buralardan göç eden Bizans ahalisinin geri dönmesi ile bölge yeniden canlandı348. 1176 yılı başlarında II. Kılıç Arslan’ın sefer hazırlıkları yapan I. Manuel’i bu fikrinden vazgeçirmek için bir kez daha İstanbul’a elçiler gönderdiğini görmekteyiz. Fakat onun bu girişimi de geri çevrildi. İmparator, Sultan’ı kendisine iyilik edene nankörlük etmekle suçlarken, Sultan da İmparator’u Dorylaion ve Soublaion kalelerini 343 Cahen, “Une Famille Byzantine au Service des Seldjuqides D’Asie Mineure”, Polycronion Festschrift Franz Dölger zum 75. Geburststag, Heildelberg 1966, s.147. 344 Kinnamos, s.221; Türkçe çev., s.211-212; ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II, s.502, Turan, Türkiye, s.207. 345 Kinnamos, s.221; Türkçe çev., s.212. Rivayete göre Amasya’daki Türkler şehirdeki Hıristiyan ahalinin ağzından Mikhail Gabras’a bir mektup yazarak yanında bulunan Zünnûn’un Türklerle irtibatta olduğunu, kendisine ihanet edeceğini bildirmişler ve bunun üzerine Bizans ordusu geri çekilmişti (bkz., Süryani Mikhail, s.246-248; Abu’l-Farac, C.II, s.421-422). 346 Kinnamos, s.222-223; Türkçe çev., s.212-213. 347 Niketas, s.100; Türkçe çev., I, s.122; ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II, s.507; Vryonis, a.g.e., s.123. 348 Chalandon, a.g.e., II, s.500; Vryonis, a.g.e., s.123; Çay, Myriokefalon, s.66-67. 82 yeniden inşa ederek aralarındaki antlaşmayı bozmakla suçluyordu349. Nihayet I. Manuel 1176 yılı ilkbaharında yeğeni Andronikos Vatatzes’i Danişmendli Zünnûn ile birlikte Papflagonia bölgesine gönderirken350, kendisi de Ayasofya kilisesinde düzenlenen törenin ardından Selçuklu başkenti Konya’yı ele geçirmek amacıyla büyük bir orduyla İstanbul’dan ayrıldı351. b. Myriokephalon Savaşı (1) Savaşın Geçtiği Mevki Hakkındaki Görüşler Selçuklu-Bizans ilişkilerindeki dönüm noktalarından birisi olan Myriokephalon savaşı hakkında İslâm kaynaklarında pek fazla bilgi bulunmamaktadır. Bununla birlikte Latin, Süryanî ve özellikle Bizans kaynaklarında savaş ile ilgili ayrıntılı bilgiler mevcuttur. Savaşın nasıl cereyan ettiği çok açık bir şekilde bu kaynaklarda anlatılıyorsa da savaş alanının yeri hakkında kesin ifadeler mevcut değildir. Bu konu ile ilgili olarak bugüne kadar yapılan araştırmalarda farklı görüşler ileri sürülmüştür. W. M. Ramsay Hoyran Gölü’nün kuzeydoğusunu yani Kumdanlı ovasını savaşın geçtiği yer olarak göstermektedir. Ramsay, Hoyran Gölü’nün kuzeyinden Yalvaç’a giden yolun üzerindeki Tzibritze (Tzybritze) Boğazı’nın352 Bizans ordusunun pusuya düşürüldüğü geçit olduğu görüşündedir353. Feridun Dirimtekin ise savaşın geçtiği yer olarak Düzbel Geçidi’ni göstermektedir. Dirimtekin, kaynaklarda Homa’dan sonra Myriokephalon’a ulaşan Bizans ordusunun buradan hareket ettikten kısa bir süre sonra Türklerle karşılaştığının ifade edildiğini, bu sebeple Ramsay’ın iddia ettiği gibi savaşın Hoyran Gölü’nün kuzeyinde olamayacağını ileri sürmektedir. Dirimtekin bu görüşünü 349 Niketas, s.100; Türkçe çev., I, s.122-123; Kinnamos, s.223-224; Türkçe çev., s.214; ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II, s.504. 350 Kinnamos, s.224; Türkçe çev., s.215. Ancak Türkler tarafından bozguna uğratılan ve savaş sırasında öldürülen Andronikos Vatatzes’in kesilen başı Myriokephalon savaş alanına getirilmiş ve bir mızrağın ucuna geçirilerek Bizans askerlerine gösterilmişti (bkz., Niketas, s.103; Türkçe çev., Işıltan 1995, s.126; Abu’l-Farac, C.II, s.422; Süryani Mikhail, s.248). 351 Niketas, s.100; Türkçe çev., I, s.123; Kinnamos, s.224; Türkçe çev., s.224. Bu sefere çıkmadan önce Papa III. Alexandrea’ya bir mektup göndererek Türklere karşı çıkacağı seferde Batılı hükümdarların kendisine yardım etmelerini isteyen I. Manuel, Papa’nın kendisine 29 Ocak 1176 tarihinde gönderdiği cevapta yardımın yıl sonundan önce gelemeyeceğini bildirmesi üzerine bu yardımı beklemeden harekete geçmişti (bkz., Chalandon, a.g.e., II, s.505-506). 352 Chalandon, a.g.e., II, s.509; Vryonis, a.g.e., s.124. 353 Ramsay, The cities and bishoprics of Phrygia : being an essay of the local history of Phrygia from the earliest times to the Turkish conquest, Oxford 1895, s.224, 347. 83 şu ifadelerle açıklamaktadır: “Eğer savaş Hoyran Gölü’nün kuzeyinde cereyan etmiş olsa idi Bizans ordusunun 80-90 km. kadar yol yürümesi ve güzergahtaki Tatarlı (Metropolis) kasabasından geçmesi gerekirdi. Halbu ki kaynaklar Homa’dan sonra Bizans ordusunun yürüdüğüne dair hiçbir bilgi vermemektedir”354. Bununla birlikte Osman Turan da Ramsay gibi savaş alanının Kumdanlı’da olduğu görüşündedir355. Bu konu ile ilgili olarak Hüseyin Şekercioğlu ise Bizans ordusunun takip ettiği yolu İznik, Eskişehir ve Kütahya üzerinden Afyon şeklinde göstermektedir. Savaşın 10 gün boyunca devam ettiğini iddia eden Şekercioğlu, bu sürede meydana gelen çarpışmaların yerlerinin Altıntaş (Kütahya), Akşehir yakınları, Yalvaç, Kumdanlı ve Gelendost’daki Madenli köyü olduğunu belirtmektedir356. Ancak Şekercioğlu’nun Bizans ordusunun geçtiği güzergâh, savaş alanı ve savaşın şekli hakkında verdiği bilgiler kaynaklardaki bilgiler ile uyuşmamaktadır357. Bazı tarihçiler ise Myriokephalon savaşının geçtiği yerin Çivril olduğunu ifade etmektedirler358. Alman tarihçi Ekkehard Eickhoff ise VIII. Türk Tarih Kongresi’nde sunduğu tebliğinde savaşın Akşehir’den önce bir mevkide geçmiş olacağını ve bu yerin de Sultan dağlarının batısında günümüzdeki Kırkbaş Köyü yakınlarında olacağını ileri sürmektedir359. Son olarak bu konu ile ilgili ayrıntılı bir araştırma yapan M. Abdulhalûk Çay’a göre Myriokephalon savaşı Yalvaç ovasında vuku bulmuştur360. Kaynaklardaki bilgileri titizlikle inceleyen Çay, daha sonra savaşın cereyan ettiği bölgeye giderek yaptığı alan araştırmaları sonucunda, Selçukluların Sultandağlarından Yalvaç ve Kumdanlı ovalarına inen dört geçitten en elverişlisi olan Karamıkbeli geçidinde Bizans ordusuna pusu 354 Dirimtekin, Konya ve Düzbel (1146-1176), İstanbul 1944, s.115. Turan, Türkiye, s.208, dipnot 31. 356 Hüseyin Şekercioğlu, “Mryofatlon Zaferi ve Yerin Stratejik Önemi”, Türk Kültürü, sa 59, (1967), s.831-836; aynı yazar, “17 Eylül 1176 Gelendost, Mryofatlın Zaferi’nin 796. yılı”, Türk Kültürü, sa 119, (1972), s.1172-1176. 357 Çay, Myriokefalon, s.81-82. 358 Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, C.I, Ankara 1961, s.2; Kudret Ayiter, “Myriokephalon Savaşı Nerede Olmuştur”, VIII. Türk Tarih Kongresi, Bildiriler, Ankara 1981, s.689-701; Umar, “Myriokephalon Savaşının Yeri: Çivril Yakınında Kûfi Çayı Vadisi”, Belleten, LIV/209, (Nisan 1990), s.99-116. 359 Ekkehard Eickhoff, “Der Ort der Sclacht Von Myriokephalon”, VIII. Türk Tarih Kongresi, Bildiriler, Ankara 1981, s.684 vd. 360 Savaş alanının coğrafî mevkii hakkında ileri sürülen görüşler üzerinde duran Çay daha sonra bu konu ile ilgili kendi görüşlerine yer vermiştir. Bkz., Çay, Myriokefalon, s.76 vd. 355 84 kurmuş olduğunu ifade etmektedir361. Kırtaş-Gökoluk-Süpürgelik vadisinin 3-4 km. batısında yer alan Karamıkbeli geçidinin konumunun ve coğrafî yapısının kaynaklarda verilen bilgilerle tamamen örtüştüğünü söyleyen yazar, savaşın Karamıkbeli’nde ve bundan sonraki kuşatmanın Sağır-Kırkbaş-Mısırlı-Körküler bölgesinde yapıldığı görüşündedir362. Adı geçen bölgeye giderek yaptığımız incelemeler sonucunda biz de sayın Abdulhalûk Çay gibi kaynaklardaki bilgilere göre Sultandağları üzerinden geçmesi gereken bu geçitin Karamık kasabası ile Sağır-Kırkbaş-Mısırlı köylerini birbirine bağlayan ve Yalvaç ovasına inen Karamıkbeli geçidi olduğu kanaatine vardık. (2) Savaş Öncesinde Tarafların Durumu ve Orduların Harekâtı Yukarıda da değindiğimiz gibi geçici tedbirlerle ve antlaşmalarla Türk tehlikesine son verilemeyeceğine inanan I. Manuel bu soruna nihaî bir çözüm bulmak için yüzyıl önce IV. Romanos Diogenes’in yaptığı gibi Türkleri Anadolu’dan tamamen çıkartmak düşüncesiyle büyük bir sefer düzenlemeye karar verdi. İlk olarak Dorylaion ve Sublaion kalelerini sağlamlaştıran (1175) İmparator, bu arada Papa III. Aleksandre’ye mektup yazarak Türklerle yapacağı savaşta Batılı hükümdarların kendisine destek vermeleri için onları ikna etmesini istemiştir. Ancak onun bu mektubuna cevaben Papa’nın yazdığı mektupta yardımın yılsonuna doğru gönderilebileceği bildirilmekteydi363. Böylece I. Manuel Haçlı kuvvetlerinin desteği olmaksızın Türkler üzerine sefere çıkmak zorunda kaldı. Zafer kazanacağından emin olan Bizans İmparatoru’nun hedefi Selçuklu başkenti Konya idi. Ayasofya’da yapılan görkemli törenin ardından İmparator başkentten ayrıldı. Ulubat’ta toplanan Bizans ordusu İngiliz, Frank, Macar, Sırp ve Peçenek gibi karışık unsurlardan oluşmaktaydı. Ordunun sayısı hakkında kaynaklarda kesin bir bilgi bulunmazken Bizans ordusunun mühimmat ve ağırlıklarının 3000 den fazla araba ile taşındığı ifade edilmektedir364. 361 Çay, Myriokefalon, s.85 vd. Çay, Myriokefalon, s.90 vd. 363 Chalandon, a.g.e., II, s.505-506; Çay, Myriokefalon, s.96. 364 Kinnamos, s.224; Türkçe çev., 214; Süryani Mikhail Bizans ordunsun ağırlıklarını taşıyan arabaların sayısını 5000 olarak vermektedir (Süryani Mikhail, s.249). 362 85 I. Manuel’in üzerine geldiğini öğrenen II. Kılıç Arslan, İmparator’a birbiri ardına iki elçilik heyeti daha gönderdi. Yanındaki tecrübeli komutanların tüm uyarılarına rağmen I. Manuel, cevabını Konya’da vereceğini söyleyerek II. Kılıç Arslan’ın barış tekliflerini geri çevirdi365. Sırp ve Macar kuvvetlerinin gecikmesinden dolayı Ulubat’taki karargâhından ancak yaz başlarında ayrılabilen İmparator, Selçuklulara herhangi bir yardım gelme ihtimaline karşı 150 gemiden oluşan bir donanmayı da Mısır’a göndermişti. I. Manuel, Türkleri ani bir baskın ile şaşırtmak istediğinden Eskişehir yerine Denizli yolunu tercih etti. Böylece I. Manuel, Balıkesir-AkhisarDenizli-Honaz-Dazkırı-Dinar üzerinden Homa’ya ulaştı366. Bu sırada II. Kılıç Arslan da artık kaçınılmaz hale gelen savaş için hazırlıklar yapmaya başladı. İmparator’un beklenmedik bir yönden ani bir baskın yapmayı düşündüğünü anlayan Sultan, bir yandan civardaki Müslüman hükümdarlarından Bizans’a karşı yardım göndermelerini isterken diğer yandan meydan savaşı öncesinde Bizans ordusunu mümkün olduğunca hırpalamak amacıyla kendisine bağlı Türkmenlere yol boyunca beş on bin kişilik kuvvetler halinde Bizans ordusuna saldırmaları emrini vermişti367. Kuşatma aletleri ve ordunun diğer mühimmatını taşıyan yük arabaları yüzünden oldukça yavaş ilerleyen Bizans ordusuna karşı Türk birliklerinin düzenlediği ani baskınlar etkili olmaktaydı. Ayrıca Bizans ordusunun geçeceği yol boyunca ekinlerin ve otların yakılması, su kaynaklarının kirletilmesi yüzünden Bizans ordusunda baş gösteren dizanteri yüzünden çok sayıda Bizans askeri ölmüştü368. II. Kılıç Arslan bu şekilde Bizans ordusunu yıpratırken barış çabalarını da sürdürmekteydi. İmparator’a üçüncü defa elçiler gönderen Sultan bir kez daha meselenin barış yoluyla halledilmesini istedi. I. Manuel’in tecrübeli danışmanları bu teklifin kabul edilmesini önerdiler. Zira onlar, Türklerin her tarafta tuzak kurdukları ülkenin kolay geçilemeyeceğini, Türklerin askerî gücünün yanı sıra Bizans ordusunda ortaya çıkan salgın hastalığı da göz önüne alması gerektiğini ifade etmişlerdi. Ancak 365 Niketas, s.101; Türkçe çev., I, s.124; ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II s.508; Vryonis, a.g.e., s.124. Niketas, s.100-101; Türkçe çev., I, s.123; Çay, Myriokefalon, s.99; Dirimtekin, a.g.m., s.253 vd; Altan, “Myriokephalon”, s.631. 367 Niketas, s.101; Türkçe çev., I, s.123-124; Chalandon, a.g.e., II s.508; Vryonis, a.g.e., s.124; Çay, Myriokefalon, s.98; Altan, “Myriokephalon”, s.631. 368 Niketas, s.101; Türkçe çev., I, s.123; ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II, s.508; Vryonis, a.g.e., s.124; Vasiliev, “Manuel Comnenus and Henry Plantagenet”, BZ., XXIX (1929-1930), s.237-240; Çay, Myriokefalon, s.99-100. 366 86 onların bu uyarılarına kulak asmayan I. Manuel ordudaki genç komutanlarının da teşvikiyle Sultan’ın barış önerisini bir kez daha geri çevirdi369. Homa’dan ayrılan Bizans ordusu Düzbel-Karlı-Haydarlı-Karadilli-UzunpınarKaramık üzerinden etrafı yüksek tepelerle çevrili dar bir geçidin girişinde yer alan Myriokephalon denilen yıkık bir kalenin bulunduğu mevkiye ulaştı370. Böylece savaş II. Kılıç Arslan’ın istediği gibi Türk topraklarında yapılacaktı. Kuvvetlerinden bir kısmını Sultan Dağları eteklerine yerleştiren II. Kılıç Arslan, bir kısım kuvvetlerini de Karamıkbeli’ne sevk etti371. (3) Myrikephalon Savaşı (17 Eylül 1176) II. Kılıç Arslan’ın Yalvaç ovasında olduğunu öğrenen İmparator, Selçuklu Sultanı ile bir an evvel hesaplaşmak istediğinden Akşehir üzerinden Konya’ya giden normal güzergâh yerine bu yolu tercih etmişti. 17 Eylül 1176’da372 Myriokephalon istihkâmını geçerek Karamıkbeli’ne doğru ilerleyen Bizans ordusu Bizans kaynaklarında Tzibritze diye anılan dar geçide girdi. Bütün yol boyunca sıkı bir düzen kuran, geceleri karargâhın etrafında her türlü güvenlik önlemlerini aldıran I. Manuel, Niketas Khoniates’in kaydına göre kendisine Türklerin bütün tepeleri tutmuş oldukları bildirilmesine rağmen hiçbir önlem almamış ve ordu düzeninde değişiklik yapmadan ovada yürür gibi geçidi geçmek istemişti373. Geçide doğru ilerleyen Bizans ordusunun öncü kuvvetlerinin başında Konstantinos Angelos’un oğulları Ioannes ve Andronikos bulunmaktaydı. Onların yanında Konstantinos Makrodukas ve Andronikos Lapardas yer almaktaydı. Bunların ardından gelen ordunun sağ kanadına İmparator’un kayınbiraderi olan Antakya hanedanına mensup Baudouin, sol kanadına ise Theodoros Mavrozomes kumanda etmekteydi. Bunların arkasında ordunun ağırlıklarını ve kuşatma aletlerini taşıyan arabalar ve onların da arkasında ordunun asıl çekirdek kısmını oluşturan İmparator’un 369 Niketas, s.101; Türkçe çev., I, s.124; Chalandon, a.g.e., II, s.508; Vryonis, a.g.e., s.124; Çay, Myriokefalon, s.100-101. 370 Çay, Myriokefalon, s.102; Altan, “Myriokephalon”, s.631. 371 Çay, Myriokefalon, s.102; Altan, “Myriokephalon”, s.631. 372 Myriokephalon savaşının tarihi ile ilgili olarak bkz., Vasiliev, “Das genaue Datum der Schlacht von Myriokephalon”, BZ., 27, (1927), s.288-290. 373 Niketas, s.101-102; Türkçe çev., I, s.124. 87 kumanda ettiği kuvvetler gelmekteydi. 374 Kontostephanos’un idaresindeydi Artçı kuvvetler ise Andronikos . Angelos’un oğulları ve Makrodukas ile Lapardas önden gönderdikleri piyade birlikleri sayesinde dağların engebeli uzantısında bulunan Türkleri geri çekilmek zorunda bırakmışlar ve hiçbir saldırıya uğramadan ilerlemişlerdi. Ancak Bizans ordusunun geri kalan kısmı önlerinde yer alan ağırlıkları taşıyan arabaların yavaş ilerlemesi sonucunda öncü kuvvetlerine yetişemediler. Öncü kuvvetlerin geçidi rahatça geçmelerine izin veren II. Kılıç Arslan, böylece Bizans ordusunu ikiye böldü. Öncülerin arkasından ilerleyen diğer kuvvetlerin tamamı geçide girince tepelerde yerleşmiş olan Türk kuvvetleri saldırıya geçti. İlk olarak Bizans ordusunun sol kanadını çökerten Selçuklu kuvvetleri, ardından onların yardımına gelen Baudouin idaresindeki sağ kanadı imha ettiler. Bütün çıkış noktaları Türkler tarafından tutulduğundan bu dar geçitte sıkışan Bizans kuvvetleri arasındaki bağlantı tamamen kopmuştu. I. Manuel, Ordunun ağırlıklarını taşıyan arabaları öndeki birliklerle kendi idaresindeki kuvvetler arasına yerleştirmiş olduğundan bir duvar gibi yolu tıkayan bu arabalar yüzünden onların yardımına gidemiyordu. Ordunun sağ ve sol kol kanatlarını oluşturan kuvvetlerin çökertilmesinin ardından artçı kuvvetleri de mağlup edildi. Bu sırada Niksar yakınlarındaki savaşta Selçuklu kuvvetleri tarafından yenilgiye uğratılan İmparator’un yeğeni Andronikos Vatatzes’in kesilen başı savaş alanına getirilerek bir mızrağın ucunda Bizans askerlerine gösterilmiş ve böylece moralleri iyice bozulmuştu375. Yanındaki az sayıda bir kuvvetle güçlükle geçidi aşmayı başaran I. Manuel, daha önce vadiyi geçen öncü kuvvetlerinin yanına ulaştı376. Karanlık bastığında Bizans ordusunun neredeyse tamamı kılıçtan geçirilmişti. Sağ kurtulan Bizans ordusunun bakiyeleri ise bulundukları tepede Türkler tarafından kuşatıldı. Gece boyunca Bizans ordugâhı etrafında dolaşan Türkler, Bizans ordusunda görev yapan Hıristiyan soydaşlarına bağırarak sabah oluncaya kadar kendi saflarına katılmalarını aksi takdirde gün doğarken ordugâhtaki Bizanslılarla birlikte onların da 374 Niketas, s.102; Türkçe çev., I, s.124-125; ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II, s.507-509. Niketas, s.101 vd.; Türkçe çev., I, s.124 vd; Abu’l-Farac, C.II, s.422; Süryani Mikhail, s.248-250; ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II, s.510 vd.; Turan, Türkiye, s.208-209; aynı yazar, Mefkure, s.293; Çay, II. Kılıç Arslan, s.68 vd.; Rásonyi, a.g.e., s.194; Altan, “Myriokephalon”, s.632. 376 Niketas, s.104; Türkçe çev., I, s.128 ; Çay, Myriokefalon, s.112-113. 375 88 öldürüleceğini bildirdiler377. Türkleri Anadolu’dan tamamen atmak düşüncesi ile yola çıkan İmparator tam anlamıyla bozguna uğramıştı. İçinde bulunduğu durum sebebiyle dehşete düşen I. Manuel, askerlerini bırakarak kaçmayı dahi düşündü. Ancak bu fikrini maiyetindekilere açıkladığında tepki ile karşılaşınca bu düşüncesinden vazgeçti378. Sabah olduğunda Selçuklu kuvvetleri yeniden saldırıya geçti. Ioannes Angelos ve ardından da Konstantinos Mavrodukas’ın bu saldırıları durdurmaya yönelik çabaları hiçbir işe yaramadı. İmparator, belki de hayatına son verecek olan nihaî saldırıyı beklerken II. Kılıç Arslan hiç beklenmedik bir şekilde saldırıların durdurulması emrini verdi. Ardından da Niketas’ın ifadesine göre emir Gabras’ı elçi olarak İmparator’a göndererek barış teklifinde bulundu 379 . Barış görüşmeleri sırasında Sultan II. Kılıç Arslan tarafından hediye olarak İmparator’a gönderilen gümüş koşumlu bir at ile uzun ve iki yanı keskin değerli bir kılıcı sunan Gabras, bu ağır yenilgi sebebiyle çökmüş olan I. Manuel’i teselli etmek için sözler söyledi. İmparator’un zırhı üzerindeki sarı renkli ve purpurlu, altın işlemeli çiçeklerle süslü gösterişli elbiseye gözü takılan Gabras, I. Manuel’e: “Bu mutluluk getiren bir renk değildir, hatta savaş zamanlarında başarının çukurunu kazar” dedi. Bu sözler üzerine gülümseyen İmparator, üzerindeki bu elbiseyi Gabras’a hediye etti380. II. Kılıç Arslan’ın gönderdiği hediyeleri kabul eden I. Manuel daha sonra antlaşmayı yazdırarak tasdik etti. Kaynaklarda maddeleri hakkında ayrıntılı bilgi verilmeyen ve sadece Dorylaion ve Soublaion kalelerinin yıkılması ve İmparator’un bu anda iyice incelemeden kabul etmek zorunda olduğu şartlar diye söz edilen bu antlaşmanın ardından I. Manuel İstanbul’a dönmek üzere yola çıktı381. İmparator dönüş sırasında kendisine refakat eden üç Selçuklu emirine rağmen Sultan’ın imzaladığı barış antlaşmasını bir türlü kabullenemeyen Türkmenlerin saldırılarından kurtulamadı. Niketas’a göre avını elinden bıraktığı için pişmanlık duyan Sultan, İmparator’un 377 Niketas, s.105; Türkçe çev., I, s.129; Çay, Myriokefalon, s.114; Altan, “Myriokephalon”, s.632. Niketas, s.105,106; Türkçe çev., I, s.129-130. 379 Bizans kaynakları barış teklifinin ilk önce II. Kılıç Arslan tarafından yapıldığını ifade etmektedir (bkz., Niketas, s.106; Türkçe çev., s.130; ayrıca bkz., Vasiliev, “Manuel Comnenus and Henry Plantagenet”, s.239). Ancak barış teklifinin ordusu neredeyse tamamen imha edilmiş olan İmparator tarafından yapılmış olması daha mantıklıdır ki, Doğu kaynakları da bunu doğrulamaktadır (bkz., Abu’l-Farac, C.II, s.422; Süryani Mikhail, s.249; Anonim Selçukname, s.82; Türkçe çev., s.25). 380 Niketas, s.107; Türkçe çev., I, s.131. 381 Niketas, s.107; Türkçe çev., I, s.131; ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II, s.512; Vryonis, “Mikra Asia”, s.46. 378 89 arkasından adamlarını göndermişti382. Oysa Mikhail’in kaydında gerçek ortaya çıkmaktadır. Buna göre sabah sulh ilân edildiğinde, sulha razı olduğu için Sultan’a kızan Türkmenler, onu hainlikle suçlamışlar ve geri dönmekte olan İmparator’a saldırıya geçmişlerdi383. Görüldüğü gibi Türkmenlerin Selçuklu Devleti içindeki konumları hakkında bilgi sahibi olmayan Bizanslılar merkezî otoriteye tam anlamıyla bağlı olmayan ve çoğunlukla başlarına buyruk hareket eden Türkmenlerin yaptıkları tüm hareketlerden Selçuklu yönetimini sorumlu tutmaktaydılar. Selçuklular tarafından imha edilen ordusunu görmek istemeyen I. Manuel, İstanbul’a farklı yoldan gitmek istedi. Ancak kılavuzları savaşın dehşetini ve hezimetin boyutlarını göstermek için onu bilerek geliş yolundan götürdüler384. Geri dönüş sırasında Türkmenlerin saldırısına uğrayarak kayıplar veren Bizanslılar ancak Honaz’a ulaştıklarında rahat bir nefes alabildiler. Honaz’da toparlanması için dinlendirilen ordudaki yaralıların tedavisi için askerlere para dağıtıldı385. Bundan sonra Alaşehir’e geçen I. Manuel gücünü toplamak için bir müddet istirahat etti. Buradan İstanbul’a gönderdiği bildirilerde kendisini Alp Arslan’ın karşısında mağlup olarak esir düşen IV. Romanos Diogenes’e benzetiyor, ancak antlaşmayı esir olarak Sultan’ın huzurunda değil serbest bir şekilde ve kendi sancağı altında imzaladığını belirtmeyi de ihmal etmiyordu386. Aynı şekilde İngiltere Kralı II. Henry’e gönderdiği mektupta da İmparator, ilk bozgunun ardından yeniden düzene sokulan Bizans ordusunun Selçuklu kuvvetlerine hücuma geçeceği sırada bunu gören Sultan’ın barış yapılması için elçiler gönderdiğini söylemekteydi387. Oysa devrin Bizans kaynaklarında yüzyıl önceki Malazgirt bozgunuyla karşılaştırılan bu zaferin ardından Bizans’ın Türkleri Anadolu’dan çıkarma ümidi tamamıyla suya düştüğü gibi büyük Franko-Bizans düşüncesi de iflas etmiş oluyordu388. Bizans tarihindeki en ağır yenilgilerden birisi olan bu büyük bozgun İmparator’un ruh hali üzerinde de derin izler 382 Niketas, s.108; Türkçe çev., I, s.132. Süryani Mikhail, s.249-250. 384 Niketas, s.107; Türkçe çev., I, s.131. 385 Niketas, s.108; Türkçe çev., I, s.132. 386 Niketas, s.108; Türkçe çev., I, s.132-133; ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II s.512. 387 Vasiliev, a.g.m., s.238 vd. 388 Vaisliev, a.g.e., II, s.429-430; Cahen, Anadolu’da Türkler, s.116. 383 90 bırakmış ve kaynakların da ifade ettiği üzere I. Manuel ölümüne kadar bu olayın yıkıcı etkisinden kurtulamamıştı389. B. MYRİOKEPHALON SAVAŞI’NDAN SONRA SELÇUKLU-BİZANS MÜNASEBETLERİ 1. İmparator I. Manuel Komnenos’un Saltanatının Son Yıllarında SelçukluBizans Münasebetleri 1071 Malazgirt savaşından sonra Bizans’ın Selçuklular karşısında uğradığı ikinci büyük hezimet olan Myriokephalon savaşı Anadolu’daki siyasî dengeyi bir daha değişmemek üzere Türklerin lehine çevirmiştir. Myriokephalon savaşından sonra Anadolu’daki etkisi tamamen ortadan kalkan Bizans, yoğunlaşan Türkmen akınları karşısında varlık gösterememiştir. Zaferden sonra Müslüman hükümdarlara ve Alman İmparatoru II. Friedrich Barbarossa’ya fetihnâmeler gönderen II. Kılıç Arslan büyük bir itibar kazanmıştı. Diğer yandan bu mağlubiyete kadar doğuda ve batıda büyük başarılar kazanan I. Manuel, özellikle batıdaki etkisini kaybettiği gibi, Bizans İmparatorluğu da eski prestijini yitirmişti390. Gerçekten de bu sefer Bizans İmparatorluğu’nun yıkılışına kadar Türklere karşı düzenlenen büyük çaplı son sefer oldu. II. Kılıç Arslan ile yaptığı antlaşma gereği Soublaion kalesini yıktıran ve İstanbul’a ulaştıktan sonra Sultan’a yüklü miktarda altın391 gönderen I. Manuel, bununla birlikte Dorylaion kalesine dokunmadı. Bunun üzerine Selçuklu Sultanı İstanbul’a gönderdiği elçiler aracılığıyla Dorylaion kalesinin yıkılması gerektiğini hatırlatınca I. 389 Willermus Tyrensis, Historia rerum in partibus transmarinis gestarum, Almanca çev., E. ve R Kausler, Geshischte der Kreuzzüge und Königreichs Jerusalem, Stuttgart 1844, s.573. 390 Altan, “Myriokephalon”, s.633. 391 Bazı kaynakların ifade ettiğine göre bu altınlar Türklerin savaş sırasında Bizanslılardan ganimet olarak aldıkları İsa peygamberin çarmıha gerilişini tasvir eden haçın geri alınması içindi (bkz. Süryani Mikhail, s.250; Abu’l-Farac, C.II, s.422). 91 Manuel, Selçuklu elçilerine zor şartlar altında kabul edilen bu antlaşmanın kendisi açısından çok önem taşımadığını bildirdi392. İmparator’un antlaşmayı ihlal eden bu tutumu üzerine Selçuklu-Bizans çatışmaları yeniden başladı. II. Kılıç Arslan, kaynaklarda Atapakes olarak geçen bir Selçuklu beyini 24.000 kişilik bir kuvvetin başında kıyı bölgelerine kadar tüm Menderes havalisini tahrip etmekle görevlendirdi393. Selçuklu Sultanı, Atabeg’den, dönüşünde kendisine deniz suyu, kum ve kayıkçı küreği getirmesini istemişti394. Türklerde deniz kıyısına ulaşmak cihanın fethi anlamına geldiğinden Selçuklu Sultanı da Türk hâkimiyet anlayışına uygun bir şekilde daha önce atalarının yaptığı gibi fetihlerinin nihaî sınırlarına ulaştığının bir kanıtı olarak beyinden deniz suyu, kum ve kayıkçı küreği istemişti395. 1177 yılında emrindeki kuvvetlerle harekete geçen Atabeg, Aydın, Antiokheia, Luma ve Pentegephyra’yı396 ele geçirdi. Daha sonra kıyı bölgelerini yağmalayan Atabeg’in bu harekâtını öğrenen I. Manuel, yeğeni Ionnes Vatatzes ile birlikte Bizans komutanlarından Konstatinos Dukas ve Mikhail Aspiatis kumandasında bir orduyu bölgeye gönderdi397. İmparator komutanlarına çok dikkatli olmalarını ve düşmanın sayısını tam olarak öğrenmeden ve zafer kazanacaklarına emin olmadan düşmanla mücadeleye girmemelerini tembih etti. Görüldüğü üzere Myrikephalon’da ihtiyatsızca davranarak Bizans ordusunu bir felakete sürükleyen İmparator, bu hezimetten büyük bir ders almış olarak adamlarına çok dikkatli olmalarını öneriyordu. Böylece yola çıkan Bizans kuvvetleri yolda kendilerine katılan birliklerle birlikte Hyelion398 ve Leimmokheir’e doğru ilerlediler. Bizans gözcülerinin geri dönmekte olan Türklerin yaklaştıklarını bildirmesi üzerine Vatatzes ordusunu iki kısma ayırdı. Kalabalık olan kısmını Türklerin geliş yolu üzerinde bir yere mevzilendiren Vatatzes diğer kısmını ise nehrin karşı tarafındaki uygun bir yere yerleştirdi ve onlara eğer 392 Niketas, s.108; Türkçe çev., I, s.133; ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II s.513; Turan, Türkiye, s.213214; Çay, Myriokefalon, s.122. 393 Niketas, s.108 vd.; Türkçe çev., I, s.133 vd.; ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II, s.513-514; Turan, Türkiye, s.214; Vryonis, a.g.e., s.126; M. Said Polat, Selçuklu Göçerlerinin Dünyası Karaçuk’tan Aziz George Kolu’na, İstanbul 2004, s.183. 394 Niketas, s.108; Türkçe çev., I, s.133; Turan, Türkiye, s.214. 395 Michel Balivet, Ortaçağ’da Türkler Haçlılardan Osmanlılara (11.-15. yüzyıllar), Türkçe çev., Ela Güntekin, 2. baskı, İstanbul 2005, s.30. 396 Ramsay, a.g.e., s.236 dipnot 33; Umar, a.g.e., s.672-673. 397 Çay, Myriokefalon, s.123; aynı yazar, II. Kılıç Arslan, s. 92. 398 Denizli iline bağlı ilçe merkezi Sarayköy kasabasının kuzeyinde bulunan kentcik. Bkz., Umar, a.g.e., s.324. 92 Türklerden karşı kıyıya ulaşan olursa onların yolunu kesmeleri emrini verdi. Atabeg idaresindeki Türk kuvvetleri her şeyden habersiz bir şekilde ele geçirdikleri ganimetlerle birlikte Bizans kuvvetlerinin pusu kurdukları bölgeye geldiler. Nehri geçecekleri anda saklandıkları yerden çıkan Bizans kuvvetleri Türklerin üzerine ok yağdırmaya başladı. Bu ani saldırı karşısında bozulan kuvvetlerini toparlamayı başaran Atabeg Bizanslılara karşı saldırıya geçti. Adamlarının paniğe kapılmadan sakin bir şekilde karşı kıyıya geçmelerini sağlamak için mücadele eden Atabeg, karşı kıyıda da Bizanslıların olduğunu ve nehri geçen adamlarının öldürüldüğünü görünce morali bozuldu. Bundan sonra nehir boyunca ilerleyerek yeni bir geçiş yeri arayan Atabeg, kendilerini takip eden Bizans kuvvetlerinin yaklaştığını görünce karşıya geçmek için nehre girdi. Niketas’ın anlattığına göre sağ elindeki kalkanını kayık olarak kullanarak ve sol eliyle de atının dizginlerinden tutarak nehri geçti399. Karşı kıyıya ulaştıktan sonra bir tepeye çıkan Atabeg, dağılan adamlarına bağırarak onları yeniden etrafında toplamaya çalıştı. Ancak bu sırada bir Alan askerinin mızrak darbesi ile şehit oldu. Liderlerinin öldürüldüğünü gören Türkler, düzensiz bir şekilde geri çekilirken ağır kayıplar verdiler. Pek çoğu Menderes nehrinde boğuldu. Ancak bu çarpışma sırasında Bizans kuvvetleri de pek çok kayıp verdi. Ölenler arasında Bizans komutanlarından Mikhail Aspiatis de vardı400. Bu küçük başarı Bizanslıların cesaretini arttırdı ve İmparator I. Manuel, ikinci bir girişimde bulunmak istedi. 1178 yılında İmparator, Türkler üzerine bizzat bir sefer düzenledi. Önce Banaz (Panasion) yakınında çadır kuran Türkler üzerine giden İmparator ardından Lakerion’da bulunan Türklere saldırdı. Ancak bu teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlandı. Zira I. Manuel’in düşmanın durumunu öğrenerek kendisine bildirmesi için önden gönderdiği Katides adlı komutanı Türklere İmparator’un ordusuyla yakında olduğunu söylemiş ve bunu haber alan Türkler bölgeden ayrılmışlardı. I. Manuel süratle Türklerin peşine düştüyse de onları yakalayamamış ve böylece Türkleri kolayca ele geçirme planı suya düşmüştü. Komutanının bu hatasına oldukça sinirlenen I. Manuel ceza olarak Katides’in burnunu kestirmişti401. 399 Niketas, s.109; Türkçe çev., I, s.134. Niketas, s.110; Türkçe çev., I, s.134-135; ayrıca bkz., Chalandon, a.g.e., II, s.513-514; Çay, Myriokefalon, s.123-124; aynı yazar, II. Kılıç Arslan, s.92-93. 401 Niketas, s.110; Türkçe çev., I, s.135. 400 93 Bu seferinde de bir sonuç elde edemeden İstanbul’a dönmek zorunda kalan I. Manuel, geri dönmeden önce yeğeni Andronikos Angelos komutasında bir kuvveti bölgede bıraktı. I. Manuel yeğeninin emrine en seçkin birlikleri vermiş, ayrıca yanına becerikli ve deneyimli bir komutan olan Manuel Kantakuzenos ve diğer bazı Bizans soylularını da bırakmıştı. İmparator’un emriyle Lampe ve Kaklık (Graosgala) arasında bir kale olan Çardak (Kharaks) da bulunan Türkler üzerine yürüyen Angelos, ilk olarak Graosgala’ya baskın yaparak yük hayvanlarını ve diğer ağırlıklarını burada bıraktı. Böylece ağırlıklarından kurtulan Andronikos Angelos, ardından Kharaks’a saldırdı. Ancak bir sonuç alamadı. Niketas’a göre otlaklardaki sürüleri yağmalayıp birkaç Türk çobanını esir etme dışında hiçbir şey elde edememişti. Üstelik bir gece Türklerin baskınına uğrayan Angelos daha durumun tam olarak ne olduğunun anlaşılmasını beklemeden birliklerini terk ederek Honaz’a sığınmış, daha sonra kendisini burada da güvende hissetmeyerek Denizli’ye kaçmıştı. Komutanlarının kaçması üzerine başsız kalan Bizans ordusu dağılmıştı. Paniğe kapılan Bizans askerlerini toparlamaya çalışan Kantakuzenos’un çabaları yetersiz kalmış ve etrafında toplayabildiği az sayıdaki kuvvetle başkente dönmek zorunda kalmıştı. Bu utanç verici yenilgiyi öğrenen İmparator, yeğenini korkakça kaçışından dolayı cezalandırmak istemiş ancak bu mücadelede çok az sayıda Bizanslının ölmesi ve akrabalık bağı sebebiyle bundan vazgeçmişti402. 1179 yılında Türkler bu sefer Kladiopolis’e saldırdılar. Kladiopolis önünde ordugâh kuran Türk kuvvetleri şehrin içindeki Bizans garnizonunun dışarı çıkmasını engellemişler ve daha sonra da şiddetli bir kuşatma yapmışlardı. Kuşatmayı yaracak güce ve uzun süre dayanabilecek erzaka sahip olmayan şehrin ahalisi İmparator I. Manuel’e kendilerine yardım gönderilmemesi halinde şehri Türklere teslim edeceklerini bildirdiler. Bu haberi alan İmparator ordusuyla hemen başkentten ayrıldı ve İzmit üzerinden Kladiopolis’e doğru ilerledi. Şehrin Türklerin eline geçmesinden önce yardım ulaştırmak amacıyla I. Manuel geceleri dahi yoluna devam ediyordu. Nihayet İmparator 402 Niketas, s.110-111; Türkçe çev., I, s.135-136; Çay, Myriokefalon, s.124-125; aynı yazar, II. Kılıç Arslan, s.93-94. 94 Kladiopolis’e yaklaştığında onun geldiğini haber alan Türkler kuşatmayı kaldırarak geri çekildiler. I. Manuel kaçan Türk kuvvetlerini takip etse de onları yakalayamadı403. 2. İmparator I. Manuel Komnenos’un Ölümünden (1180) Sonra Bizans İmparatorluğu’nda Yaşanan Gelişmeler Doğu sınırının güvenlik altına alınması için eyalet yönetiminin temelini oluşturan Thema sistemine yeni bir çeki düzen verilmesi Komnenos hanedanı (1081-1180) döneminde oldu404. Bu düzenlenmenin amacı Bizans’ın bölgede daha etkin bir denetim kurması ve sahil bölgelerinin Selçuklu akınlarına karşı korunmasıydı. Özellikle I. Manuel Komnenos dönemi Türkmenlerin Batı Anadolu’daki Bizans sahalarına yoğun olarak girdikleri bir dönemdir. Bu nedenle I. Manuel sistemli olarak doğu sınırını güçlendirmeye çalıştı. Onun Kırkağaç, Bergama ve Edremit gibi önemli merkezleri ve etrafındaki bölgeleri içine alan Neo Kastra Themas’ını kurması bu doğrultuda aldığı en önemli önlemlerden birisidir405. Ancak Myriokephalon’da uğradığı hezimet onun tüm bu çabalarına son verdi. I. Manuel Komnenos’un Selçuklular karşısında uğradığı bu ağır yenilgi doğurduğu sonuçlar itibarıyla Malazgirt hezimetinden sonra yaşanan sürecin tamamlayıcısı olmuştur. Malazgirt’in ardından doğu eyaletlerini Türklere kaptıran Bizans Myriokephalon’un ardından Orta ve Batı Anadolu’daki eyaletler üzerindeki denetimini kaybetmiştir. I. Manuel Komnenos’un 1180 yılındaki ölümünün ardından özellikle II. Isaakios Angelos ve III. Aleksios Angelos’un ihmalleri sonucunda merkezî idarenin Anadolu eyaletleri üzerindeki hâkimiyeti kısa süre içinde tamamen ortadan kalktı. Bu dönemde Bizans’ın içinde bulunduğu karışıklıklar Selçuklu egemenliğinin yayılmasında önemli bir rol oynadı. Sınır savunmasının çökmesi sonucu yoğunlaşan Türkmen akınları ve Selçuklu yönetiminin desteklediği Bizanslı yerel hâkimlerin faaliyetleri karşısında merkezî idarenin hiçbir şey yapamaması eyaletlerdeki Bizans halkının hoşnutsuzluğunu ve merkezî idareye karşı güvensizliğini arttırdı406. 403 Niketas, s.112; Türkçe çev., I, s.137. Magdalino, The Empire of Manuel I Komnenos 1143-1180, Cambridge 1993, s.123-132; Hélène Glykatzi Ahrweiller, “L’histoire et la géographie de la région de smyrne entre les deux occupations turques (1081-1317) particulièrement au XIIIe siècle”, Travaux et Mémoires, I, (1965), s.124 vd. 405 Niketas, s.85; Türkçe çev., I, s.103; Ahrweiller, “L’Histoire et la Géographie”, s.133-137. 406 Charles Diehl, Bizans İmparatorluğu’nun Tarihi, Türkçe çev., A. Göke Bozkurt, İstanbul 2006, s.124125; Savvides, “Byzantium’s Oriental Front in the First Part of the Thirteenth Century: The Empires of 404 95 1182 yılında Uluborlu ve Kütahya’yı ele geçiren Selçuklu kuvvetleri Denizli ve Alaşehir çevresindeki tüm bölgeleri de kontrol altına almışlardı407. Bu dönemde batı yönündeki fetihleri bizzat idare eden II. Kılıç Arslan, Bizans’taki taht mücadeleleri sırasında karşısına çıkan fırsatları değerlendirmeyi de ihmal etmiyordu. Nitekim bu taht mücadeleleri sırasında Konya’ya gelerek kendisinden yardım talep eden Ioannes Vatatzes’in oğullarına Sultan’ın gönderdiği 40.000 kişilik bir Selçuklu kuvveti Ege denizi kıyılarına kadar ilerlemişti (1183)408. II. Kılıç Arslan daha önce Malatya’da tanıştığı dostu Süryani Patriği Mikhail’e yazdığı mektupta Bizanslılardan 72 kalenin alındığını bildirmiştir. Sultan, Mikhail’e yazdığı mektubunda: “Ermenistan’ın, Suriye’nin ve Kapadokya’nın büyük Sultanı Kılıç Arslan’dan; devletimizin zaferinden sevinç duyan, Mar Bar Sauma manastırında zaferimiz için dua eden, dostumuz Patrik’e: Dualarınız sayesinde Tanrı’nın devletimize coşkunluk verdiğini kabul ve sizi takdir ediyoruz. Aslında Bizans İmparatoru’nun yeğeni, ünlü Alaşehir’den ayrılarak çocukları ile birlikte gelip bizi buldu. Yüce tahtımız önünde bize itaat etti. Biz kendisiyle 40.000 kişilik asker gönderdik. Bunu öğrenen hasımlarımız kalabalık halinde toplanarak savaşmak üzere geldiler. Tanrı zaferi bizim askerimize nasip etti. Kuvvetlerimiz onların peşine takıldı, devletimizin korku ve telaşa düşmüş olan düşmanlarını ortadan kaldırdılar. Öyleki düşmanlarımız bir daha uzun zaman bellerini doğrultamayacaklardır. Bu sebeple askerimiz büyük Diadion kalesini ele geçirdiler. Ve buradan deniz sahillerine kadar yerleri devletimizin iradesine tâbi kıldılar. Biz, Türklere hiç ait olmamış bu topraklarda devletimizin kanun ve töresi uyarında hükmetmekteyiz. Biliyoruz ki, tanrı bütün bunları bize, senin duaların ile bağışladı. Senden devletimiz için duayı kesmemeni istiyoruz. Sağlıkla kal”409 demiştir. 1183 yılında II. Aleksios Komnenos’un annesinin himayesindeki yönetimine son vererek uzun süredir hayalini kurduğu Bizans tahtına oturan I. Andronikos Komnenos’un (1183-1185), İmparatorluğu çöküntüden kurtarmaya yönelik çabaları da Nicaea and Trapezous (Trebizond) in view of the Seljuk and Mongol Menace”, VyzantinoTourkika Meletêmata, Atina 1999, s.51. 407 Niketas, s.146; Türkçe çev., Işın Demirkent, Niketas Khoniates’in Historia’sı (1180-1195), İstanbul 2006, s.45; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.214; Çay, II. Kılıç Arslan, s.94. 408 Niketas s.146-147; Türkçe çev., Demirkent 2006, s.46; Süryani Mikhail, s.267-268; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.214; Çay, II. Kılıç Arslan, s.94; Nejat Kaymaz, “Anadolu Selçuklularının İnhitatında İdare Mekanizmasının Rolü, I”, TAD, II, sa: 2-3 (Ankara 1964), s.123-124. 409 Süryani Mikhail, s.268. 96 sonuç vermemiş ve iki yıl süren despotça yönetimi trajik bir şekilde sona ermişti410. I. Andronikos’un ölümü ve II. Isaakios Komnenos’un (1185-1195) tahta oturması sırasındaki karışıklıklardan yararlanmak isteyen II. Kılıç Arslan, Emir Sami (Sames) kumandasındaki bir orduyu Alaşehir ve çevresindeki bölgelere sevk etti. II. Isaakios Angelos, özellikle Menderes havzasında yoğunlaşan bu Selçuklu akınları karşısında II. Kılıç Arslan’a gönderdiği armağanlar yanı sıra 10 yıllık bir vergi vermeyi kabul ederek barış antlaşması imzalamak zorunda kalmıştı411. 3. II. Kılıç Arslan’ın Saltanatının Son Yıllarında Bizans İle Münasebetler (1185-1192) a. Bizans Yönetimine Karşı Ayaklanan Aleksios’un Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan’a Sığınması Selçuklu-Bizans münasebetlerinin uzun tarihi boyunca zaman zaman merkezî yönetime karşı başkaldıran hanedan mensuplarının ya da devlet idarecilerinin karşı tarafa iltica ettiklerini belirtmiştik. Bunlardan bir tanesi de I. Manuel Komnenos’un oğlu olduğu iddiası ile ortaya çıkarak İmparator Isaakios Angelos’a karşı ayaklanan ve destek almak üzere II. Kılıç Arslan’a başvuran Aleksios adlı bir şahıs idi. Niketas’ın ifadesine göre bu olay daha II. Kılıç Arslan’ın oğlu Kopatinos (Kutbeddin) tarafından tahtından indirilmesinden önce gerçekleşmişti412. Bu durumda Aleksios’un yardım istemek amacıyla Selçuklu başkenti Konya’ya gitmesi, Isaakios Angelos’un tahta oturduğu tarih olan 1185 yılından sonra ve Kutbeddin Melikşah’ın 1189 yılında Konya’ya girerek tahta oturmasından önce meydana gelmiştir. Kaynaklarda belirtildiğine göre Manuel Komnenos’un oğlu Aleksios’un hüviyetine bürünen ve buna uygun olarak saçlarını onun gibi sarıya çalan kahverengiye boyatan bu şahıs, genç İmparator’un kekemeliğini dahi büyük bir ustalıkla taklit etmişti. İstanbul’u terk ederek Menderes bölgesine gelen Aleksios, Harmala’da bir Latin’in yanına yerleşerek ona İmparator I. Manuel Komnenos’un oğlu olduğunu, Andronikos 410 Niketas, s.188 vd.; Türkçe çev., II, s.135 vd.; Süryani Mikhail, s.266-267; ayrıca bkz., Ostrogorsky, a.g.e., s.370-371. 411 Niketas, s.203; Türkçe çev., II, s.166-167; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.214; Çay, II. Kılıç Arslan, s.96. 412 Niketas, s.231; Türkçe çev., II, s.236. 97 tarafından denize atılmakla cezalandırıldığını fakat babasına sadık kişilerce kurtarıldığını söylemişti. Bundan sonra yanındakilerle birlikte Konya’ya giden Aleksios, II. Kılıç Arslan tarafından çok iyi bir şekilde karşılandı. Bizans yönetimine karşı ayaklanan bu şahsın I. Manuel Komnenos’un oğlu olmadığını açık bir şekilde ifade eden Niketas buna rağmen Selçuklu Sultanı’nın kendisine sığınan Aleksios’u I. Manuel’in asıl oğlu gibi kabul edip onu dışlamadığını ve hiçbir zaman kimliğinin sahte olduğunu ima etmediğini söylemektedir413. II. Kılıç Arslan’a sürekli olarak babasının kendisine yaptığı yardımları ve iyilikleri hatırlatarak, ondan Bizans tahtını ele geçirmesi için destek isteyen Aleksios’un bu ısrarları karşısında Sultan, nihayet ona bir menşur vererek kendi tebaası arasından istediği kadar asker toplamasına izin verdi. Sultan’dan aldığı izin ile Türkmenler arasından kısa süre içinde çok sayıda taraftar toplayan Aleksios, Menderes bölgesine akınlar düzenleyerek pek çok şehri ele geçirdi. Kendisine karşı direnen şehirleri cezalandırma konusunda acımasız olan Aleksios, ekili toprakları dahi harap etmiş ve bu nedenle de adı “Ürün-yakan”a çıkmıştı414. Aleksios’un tahrip ettiği şehirler içerisinde Niketas’ın memleketi Honaz da bulunmaktaydı. Nitekim Niketas, Honaz’a girerek buradaki meşhur Başmelek Mikhail Kilisesi’ni tahrip eden Aleksios’u ağır bir dille eleştirmektedir. Bizans yönetimi, Aleksios üzerine bir çok defa kuvvet göndermişse de bir sonuç elde edememişti. Zira üzerine gönderilen birliklerin çoğu Aleksios’a karşı yakınlık duyuyor ve Isaakios’un yerine onu tercih ediyorlardı. Niketas sadece kırsal kesimdeki halkın değil, İmparator Manuel’in oğlu Aleksios’un uzun zaman önce öldüğünü bilen saraya mensup kişilerin bile onun adına ve kendisine hayran olduklarını ifade etmektedir415. Son olarak İmparator Isaakios’un ağabeyi Sebastokrator Aleksios bu asiye karşı sefere çıktı. Ancak o, Aleksios üzerine gitmek yerine henüz onun eline geçmemiş bölgelerin savunması ve buralardan Aleksios’un safına geçeceklerin gidişini önlemeye çalışmıştı. Selçuklu Sultanı’nın kendisine verdiği destek ile hâkimiyet sahasını her geçen gün biraz daha genişleten Aleksios’un yerel halk tarafından da kabul edilmesi onu Isaakios açısından oldukça tehlikeli bir rakip haline getirmişti. Ancak Bizans 413 Niketas, s.231; Türkçe çev., II, s.236. Niketas, s.232; Türkçe çev., II, s.237. 415 Niketas, s.232; Türkçe çev., II, s.237-238. 414 98 yönetimine karşı başlayan bu isyan hiç beklenmedik bir şekilde son bulmuş ve İmparatorluk ordularının beceremediğini bir rahip becermişti. Harmala yakınındaki Pissa Kalesi’ne geri dönüşü sırasında dinlenmek amacıyla girdiği içki içilen bir yerde uykuya daldığında, bir rahip onun yanında duran kılıcı alarak Aleksios’un başını keserek Sebastokrator Aleksios’a göndermişti. Aleksios’un bu beklenmedik sonu Bizans yönetimine rahat bir nefes aldırmıştı416. b. II. Kılıç Arslan’ın Ülkeyi Oğulları Arasında Paylaştırması ve Selçuklu Melikleri Arasındaki Mücadeleler 1185 yılından sonra Selçuklu-Bizans münasebetlerinde bir durgunluk görülmektedir. Bunun sebebi Bizans İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu siyasî durum ile ilgili olduğu kadar, Selçuklu Devleti’nde meydana gelen gelişmelerle de ilgilidir. Bu tarihten sonra yaşı ilerlemiş olduğundan dolayı sefere çıkamayan II. Kılıç Arslan Konya’ya çekilerek devletin idaresini oğullarına bırakmıştı. Selçuklu Sultanı, 1186 yılında ülke topraklarının hanedan üyelerinin ortak malı olduğu anlayışına uygun olarak ülkesini oğulları arasında paylaştırdı. Kaynaklarda verilen bilgilere göre bu taksimde Selçuklu Sultanı ülkeyi oğulları arasında şu şekilde paylaştırmıştı: 1- Kutbeddin Melikşah’a Sivas ve Aksaray, 2- Rükneddin Süleymanşah’a Tokat ve havalisi, 3-Muhiddin Mesud’a Ankara merkez olmak üzere Çankırı, Kastamonu ve Eskişehir bölgeleri, 4- Nureddin Mahmud’a (Sultanşah) Kayseri ve çevresindeki bölgeler, 5- Mugiseddin Tuğrulşah’a Elbistan, 6- Muizeddin Kayserşah’a Malatya, 7- Nasıreddin Berkyarukşah’a Niksar ve Koyluhisar, 8- Nizameddin Argunşah’a Amasya, 9- Sancarşah’a Ereğli, 10- Arslanşah’a Niğde, 416 Niketas, s.232; Türkçe çev., II, s.238. 99 11- Gıyaseddin Keyhüsrev’e Uluborlu merkez olmak üzere Kütahya’ya kadar olan bölgeler417. Hâkim oldukları bölgelerde her biri ayrı birer hükümdar gibi hareket eden Selçuklu Melikleri, kendi adlarına para bastırıyor, hutbelerde Sultan’ın adından sonra kendi adlarını okutuyor, sahip oldukları kendi orduları ile sefere çıkıp savaş ve barış kararları alıyorlardı418. Merkeziyetçi devlet anlayışına ters düşen bu yapı çok geçmeden zararını göstermiş ve daha II. Kılıç Arslan’ın sağlığında kardeşler arasında hâkimiyet mücadeleleri başlamıştı. Yaşı ilerlemiş olan babalarının ölümünden sonra Selçuklu tahtına oturmak isteyen Selçuklu Melikleri kendilerine rakip olarak gördükleri diğer kardeşlerine karşı kuvvet kullanmaktan çekinmiyorlardı. Konya’daki sarayında ikâmet eden II. Kılıç Arslan’ın son yılları oğulları arasındaki bu mücadelelere şahitlik etmekle geçti. Sultan’ın en büyük oğlu Kutbeddin Melikşah, en küçük kardeşi Gıyaseddin Keyhüsrev’i veliaht tayin eden419 babasına karşı mücadele etmekten dahi çekinmemişti. 1188 yılında Kayseri yakınlarında babası ile karşı karşıya gelen Kutbeddin Melikşah’ın askerlerinin II. Kılıç Arslan’a karşı savaşmayı reddetmeleri üzerine Kutbeddin Melikşah Sivas’a çekildi420. Ancak Selçuklu tahtını ele geçirme konusunda kararlı olan Kutbeddin Melikşah 1189 yılında maiyetindeki Türkmenlerle birlikte başkent Konya’ya girerek II. Kılıç Arslan’a zorla kendisini veliaht ilân ettirdi (1190)421. c. Selçuklu Melikleri ve Bizans Arasındaki Münasebetler Bütün bu siyasî parçalanmışlık ve Şehzadeler arasındaki mücadelelere rağmen özellikle uclarda bulunan Rükneddin Süleymanşah, Muhiddin Mesud ve Gıyaseddin 417 Selçuklu Meliklerinin hâkim oldukları bölgeler için bkz., İbn Bibi, El Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’lAla’iye, yay., A. Sadık Erzi, Ankara 1956, s.22; Türkçe çev., Mürsel Öztürk, C.I, Ankara 1996, s.41; ayrıca bkz., Çay, II. Kılıç Arslan, s.104-105; Turan, Türkiye, s.217; Niketas yalnızca Muhiddin Mesud, Kutbeddin Melikşah, Rükneddin Süleymanşah ve Gıyaseddin Keyhüsrev’in hâkim oldukları bölgeleri vermektedir (bkz., Niketas, s.286; Türkçe çev., Işın Demirkent, Niketas Khoniates’in Historia’sı (11951206), İstanbul 2004, s.81-82). Cahen, Ereğli hâkimi Sancarşah’ı Sultan’ın kardeşi ve Niğde hâkimi Arslanşah’ı da onun oğlu yani Sultan’ın yeğeni olarak göstermektedir (bkz., Cahen, Anadolu’da Türkler, s.122; aynı yazar, “Selğukides, Turcomans et Allemands au temps de la troisième croisade” WZKM, 56 (1960), s. 25. 418 Turan, Türkiye, s.217-218; Çay, II. Kılıç Arslan, s.104-105. 419 İbn Bibi, s.13 vd.; Türkçe çev., C.I, s.31 vd. 420 Çay, II. Kılıç Arslan, s.105. 421 Turan “Kılıç Arslan II”, İA., C.VI, s.697. 100 Keyhüsrev, hâkim oldukları bölgelerde fetihlere devam etmişler ve 1176 yılından itibaren çöküşe geçen Bizans’a karşı aktif bir politika takip etmişlerdi. 1195 yılında I. Manuel Komnenos’un oğlu olduğu iddiasıyla ortaya çıkan ve III. Aleksios Angelos’a (1195-1203) karşı isyan eden Aleksios adlı bir şahıs, Ankara Meliki Muhiddin Mesud’un kendisine verdiği destekle Ankara’ya sınır olan pek çok Bizans kentini yağmalamış ve üzerine gönderilen İmparatorluk ordularını da yine Mesud’un yardımıyla mağlup etmişti. Kendisine başkaldıran bu asiyi itaat altına alabilmek için Mesud ile anlaşma girişiminde bulunan İmparator, Mesud’un isteklerini kabul etmeyince taraflar arasındaki mücadele bir buçuk yıl boyunca devam etti. Nihayet 1196 yılı Aralık ayında 4 ay boyunca kuşattığı Safranbolu (Dadybra)’yu ele geçiren ve buradaki yerli ahaliyi sürerek yerlerine Türkleri iskân ettiren Mesud karşısında çaresiz kalan İmparator, Balkanlardaki savaş durumunu da göz önünde tutarak Selçuklu Melikinin daha önce talep ettiği haracı ödemeyi kabul edip onunla barış antlaşması yaptı422. Hatta Muhiddin Mesud barış antlaşması yaptığı III. Aleksios’a Balkanlardaki mücadelesi sırasında yardımcı kuvvetler yolladı423. Aynı şekilde Tokat Meliki Rükneddin Süleymanşah da Melikliği döneminde Karadeniz sahillerine kadar uzanarak önemli bir liman kenti olan Samsun’u ele geçirmişti424. d. III. Haçlı Seferi, Selçuklular ve Anadolu’da Yaşanan Gelişmeler Selahaddin Eyyubî’nin Temmuz 1187’de Taberiye Gölü yakınlarındaki Hıttin’de Kudüs Haçlı Krallığına karşı elde ettiği zafer425, Avrupa’da büyük bir yankı uyandırmış ve yeni bir Haçlı seferi hazırlıkları başlamıştı426. Doğrudan Selahaddin Eyyubî’yi hedef alan bu yeni seferde Kudüs’e kara yoluyla gidecek olan Haçlı kuvvetlerinin başında bulunacak olan II. Friedrich Barbarossa’ya bu sefer için davet Papa tarafından 1188 yılında yapılmıştı. Sefer için ordusunu hazırlamaya başlayan Barbarossa bu sırada sefer sırasında topraklarından geçeceği Macaristan, Bizans ve Selçuklu hükümdarlarına birer 422 Niketas, s.253-254, 260-261; Türkçe çev., III, s.12-13, s.26-29; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.219; Cahen, Anadolu’da Türkler, s.127. 423 Niketas, s.278; Türkçe çev., III, s.65; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.219. Cahen, Anadolu’da Türkler, s.127. 424 Turan, Türkiye, s.219; Cahen, Anadolu’da Türkler, s.127. 425 Ramazan Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, İstanbul 1983, s.73-78. 426 Runciman, Haçlı Seferleri, C.III, Ankara 1992, s.3 vd.; Demirkent, Haçlı Seferleri, s.145 vd. 101 mektup göndererek ülkelerinden geçmek için izin istedi. Onun bu talebi Bizans İmparatoru Isaak Angelos ve Selçuklu Sultanı II. Kılıç Arslan tarafından olumlu karşılandı427. Selçuklu Sultanı ve Alman İmparatoru arasındaki dostluk 1171 yılına kadar gitmektedir. Bu tarihte Friedrich Bararossa’nın akrabalarından Saksonya Dükası Henri, Filistin’den dönerken Anadolu’dan geçtiği sırada II. Kılıç Arslan tarafından misafir edilmiş ve böylece iki devlet arasındaki dostane ilişkiler başlamıştı. Daha sonraki yıllarda Bizans-Selahaddin yakınlaşması karşısında II. Kılıç Arslan ile Barbarossa arasındaki dostluk daha da pekişmişti428. Alman imparatoru Edirne’ye ulaştığında huzuruna gelen II. Kılıç Arslan’ın ve Kutbeddin Melikşah’ın elçileri, İmparator’a Selçuklu topraklarından güven içinde geçebileceğini bildirmişler ve taraflar arasında ihtiyaç maddelerini parası ile satın alabilmelerine dair bir antlaşma dahi yapmışdı429. II. Kılıç Arslan ve oğlu Kutbeddin Melikşah’ın, II. Friedrich Barbarossa’ya iki ayrı elçilik heyeti göndermesi dikkat çekicidir. Sultan’ın elçilerinin ardından Kutbeddin’in elçilerinin Edirne’ye ulaşmalarından da anlaşılacağı üzere ilk olarak Alman İmparatoru’na elçi gönderen II. Kılıç Arslan’dır. Bu durumda II. Kılıç Arslan oğlu Kutbeddin Konya’ya hâkim olmadan önce elçilerini göndermiş ve daha sonra Konya’ya girerek şehre hâkim olan Kutbeddin babasının Barbarossa’ya 430 göndermiştir elçi gönderdiğini öğrenerek kendisi de elçilerini . II. Friedrich Barbarossa huzuruna gelen Selçuklu elçilerinin verdiği güvence ve Selçuklu Sultanı ile olan eski dostluğuna güvendiğinden Anadolu’dan geçişinin rahat olacağını düşünüyordu. Ordusuyla birlikte Gelibolu’dan karşıya geçen Barbarossa, Alaşehir tarafından güneye doğru ilerleyerek 1190 Nisan’ında Denizli’ye ulaştı. Buradan sonra Uluborlu bölgesini geçtikten sonra Myriokephalon’un kuzeyinden Selçuklu topraklarına girdi431. Alman ordusu Türk topraklarına girdikten sonra Türkmen saldırıları ile hırpalanmaya başladı. Aralarındaki antlaşmaya rağmen Türklerin ordusuna 427 Runciman, Haçlı Seferleri, C.III, s.10. Turan, Türkiye, s.221; Çay, II. Kılıç Arslan, s.110. 429 Eickhoff, “Friedrich Barbarossa Anadolu’da” VII. Türk tarih Kongresi (Ankara 25-29 Eylül 1970) Kongre’ye Sunulan Bildiriler, I, Ankara 1972, s.270; Cahen, Anadolu’da Türkler, s.123. 430 Eickhoff, a.g.m., s.270; Çay, II. Kılıç Arslan, s.111. 431 Süryani Mikhail, s.285; krş., Runciman, Haçlı Seferleri, C.III, s.12-13; Altan, “Haçlı Ordularının Anadolu’da Geçtiği Yollar”, Belleten, LXV/243, (2001), s.581. 428 102 saldırmasına şaşıran Barbarossa bu duruma oldukça sinirlenmişti. Alman ordusuna yol boyunca baskınlar düzenleyen ve geçeceği yollar üzerinde su ve yiyecek kaynaklarına zarar veren bu Türkmenlerin çoğunluğu 1185-1195 yılları arasında Büyük Selçuklu Devleti’nin çökmesinden sonra Harezmşahların baskısı nedeniyle batıya doğru göç eden Türkmenler oluşturmaktaydı. Anadolu’nun siyasî yapısını ve Türkmenlerin Selçuklu yönetimi ile olan münasebetlerini tam olarak bilmeyen Barbarossa, Selçuklu Sultanı’nı aralarındaki antlaşmaya ihanet etmekle ve iki yüzlülükle suçluyordu432. Barbarossa’nın yanında bulunan Selçuklu elçileri onu bu saldırılardan Sultan’ın haberi olmadığına, kendi beyleri idaresinde başlarına buyruk hareket eden bu Türkmenlerin Selçuklular açısından da sorun oluşturduklarına inandırmaya çalışmışlardı. Ancak Haçlı ordusu ile mücadele eden yalnızca Türkmen kuvvetleri değildi. Selçuklu Şehzadelerinden Muhiddin Mesud 433 girişmişlerdi ve Kutbeddin Melikşah açıkça Haçlılar ile mücadeleye . Bu durumda II. Friedrich Barbarossa Selçukluların başkenti Konya üzerine yürümeye karar verdi. Başkente doğru ilerleyen Alman ordusunu Kutbeddin’in emrindeki Türkmenlerle durdurma çabası sonuçsuz kalınca Selçuklu kuvvetleri Konya’ya çekilmek zorunda kaldı. Mayıs sonlarında Konya önlerine gelen Alman ordusu şehre girmiş ve Haçlılar şehri yağmalamışlardı. Nihayet II. Kılıç Arslan’ın girişimleri sonucunda yeniden barış sağlandı434. Ordusu için gerekli olan ihtiyaçları karşılayan Barbarossa bir an önce Suriye’ye ulaşmak istediğinden Konya’dan ayrılarak güneye doğru ilerledi. Ancak Alman İmparatoru Silifke yakınındaki Göksu’da boğulunca (Haziran 1190) ordusu dağılmış ve bu sefer sonuçsuz kalmıştı435. 432 Cahen, Anadolu’da Türkler, s.124. Cahen, a.g.m., s.29. 434 Süryani Mikhail, s.285; Runciman, Haçlı Seferleri, C.III, s.13; Demirkent, Haçlı Seferleri, s.151-152; Jean Richard, The Crusades c.1071-c.1291, Cambridge 1999, s.221; Turan, Türkiye, s.223-224. 435 Süryani Mikhail, s.285; ayrıca bkz., Runciman, Haçlı Seferleri, C.III, s.13; Demirkent, Haçlı Seferleri, s.152; Richard, a.g.e., s.221. 433 103 İKİNCİ BÖLÜM YÜKSELME DÖNEMİ I- SULTAN I. GIYASEDDİN KEYHÜSREV VE II. RÜKNEDDİN SÜLEYMANŞAH DÖNEMİ (1192-1211) A. I. GIYASEDDİN KEYHÜSREV’İN İLK SALTANAT DÖNEMİNDE SELÇUKLU-BİZANS MÜNASEBETLERİ (1192-1196) 1. II. Kılıç Arslan’ın Ölümünden Sonra Selçuklu Devleti’nde Yaşanan Gelişmeler Haçlı tehlikesinin atlatılmasının ardından Selçuklu Şehzadeleri arasındaki taht mücadeleleri yeniden şiddetlendi. Haçlı ordusuna düzenlediği saldırılar sonucunda II. Friedrich Barbarossa’nın Konya üzerine yürümesine ve şehrin yağmalanmasına sebep olan Kutbeddin Melikşah bu davranışından dolayı kardeşlerinin tepkisini çekti436. Babasını yanına alarak çıktığı Kayseri seferi sırasında II. Kılıç Arslan’ın bir fırsatını bularak Kayseri Meliki Nureddin Sultanşah’a sığınması Kutbeddin için ikinci bir darbe oldu. Fakat II. Kılıç Arslan aradığı huzuru Sultanşah’ın yanında da bulamadı. Sultanşah’ın babasını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya çalışması sonucunda II. Kılıç Arslan, Kayseri’den de kaçarak en küçük oğlu Uluborlu Meliki Gıyaseddin Keyhüsrev’in yanına sığındı437. Gıyaseddin Keyhüsrev’i veliaht ilân eden II. Kılıç Arslan, Konya halkının daveti üzerine Gıyaseddin Keyhüsrev ile birlikte Konya üzerine giderek şehri ele geçirdi ve yeniden Selçuklu tahtına oturdu. Bundan sonra II. Kılıç 436 437 Çay, II. Kılıç Arslan, s.113. Turan, Türkiye, s.227. 104 Arslan yine Gıyaseddin Keyhüsrev ile birlikte Konya’dan kaçtıktan sonra Aksaray’a sığınan Kutbeddin Melikşah üzerine gitti. Aksaray’da güvende olmadığını düşünen Kutbeddin Kayseri’ye çekildi. Gıyaseddin Keyhüsrev Kutbeddin’in peşinden gitmek niyetindeydi. Ancak yaşı ilerlemiş olan II. Kılıç Arslan rahatsızlanınca Konya’ya dönmeye karar verdi. Ancak dönüş yolunda II. Kılıç Arslan öldü. Babasının cesedini Konya’ya götüren Gıyaseddin Keyhüsrev, devlet ileri gelenlerinin bağlılık yeminini alarak Selçuklu tahtına oturdu438. 2. Bizans ile İlişkilerin Bozulması 1192 yılında II. Kılıç Arslan’ın ölümünden sonra Selçuklu tahtına oturan I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in bu ilk saltanatı 1196 yılına kadar sürdü ve bu süre içinde kardeşlerinin kendi bölgelerindeki hâkimiyetleri devam etti. Diğer kardeşlerinin aksine Melikliği döneminde Bizans ile ılımlı ilişkiler içinde olan I. Keyhüsrev’in bu tutumu hükümdarlığının ilk zamanlarında da devam etti. Fakat 1196 yılında meydana gelen bir hadiseyle ilişkiler yeniden gerginleşti. I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in Mısır hükümdarı elAziz’in (1193-1198) İskenderiye şehrinden İmparator III. Aleksios Komnenos’a hediye olarak gönderdiği iki Arap atını yanında alıkoyması ile başlayan olaylar kısa sürede taraflar arasında savaşa dönüştü. Sultan’ın emri ile alıkonulan bu atlar koşmaları için serbest bırakıldıklarında atlardan birinin dizi çıktı. Bunun üzerine I. Keyhüsrev, İmparator’a bir elçilik heyeti göndererek kendisine hediye olarak gönderilen atları yanında alıkoymasını hoş karşılamasını ve atlardan birisi sakatlandığı için diğerini de göndermeyeceğini bildirdi439. Görüldüğü üzere I. Gıyaseddin Keyhüsrev bu olanların aralarındaki dostluğa zarar vermeyeceğine ve İmparator’un onun bu davranışını hoş karşılayacağına inanıyordu. Fakat Niketas’ın da ağır bir şekilde eleştirdiği gibi İmparator çok önemli olmayan bu hadiseden ötürü çok sinirlenmiş ve Sultan’ın özrünü kabul etmeyerek şiddetle tepki 438 İbni Bibi, s.20; Türkçe çev., C.I s.39; Çay, II. Kılıç Arslan, s.113; Baykara, I. Gıyaseddin Keyhüsrev (1164-1211), Gazi-Şehit, Ankara 1997, s.15; Turan, Türkiye, s.239,; Cahen, Anadolu’da Türkler, s.125. 439 Niketas, s.271; Türkçe çev., III, s.53-54; Tuncer Baykara, Bizans İmparatoru III. Aleksios’un Konyaİstanbul arasında ticaret yapan Selçuklu tebası Türk ve Rum tüccarlarını hapsettirerek mallarına el koyması üzerine I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in buna cevap olarak Mısır hükümdarı Melik Adil’in Antalya yolu ile Bizans İmparatoru’na gönderdiği cins atları sahiplendiğini yazmaktadır (Baykara, I. Gıyaseddin Keyhüsrev, s.18). Oysa Niketas’ın da açıkça ifade ettiği gibi bu olay daha sonra olmuştur. 105 göstermişti. III. Aleksios, Sultan’ın bu hareketine karşılık olarak Konya’dan gelen Türk tüccarlarının hapse atılması ve mallarına el konulması emrini verdi. Tüccarların satılık malları ve yük hayvanları ise etraftakiler tarafından yağmalandı440. 3. I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in Menderes Bölgesine Seferi Selçuklu Sultanı olanları öğrendiğinde İmparator’a herhangi bir uyarıda bulunmadan ordusuyla birlikte Menderes bölgesine yöneldi. Karia ve Tantalos bölgesi şehirlerine441 saldıran I. Keyhüsrev bölge halkından 5000 kişiyi esir etti442. Daha sonra Sultan, Menderes’in güneyindeki önemli merkezlerden birisi olan Antiokheia443 üzerine yürüdü. Ancak bu sırada yaşanan bir gelişme Selçuklu ordusunun şehri kuşatmayarak bölgeden ayrılmasına sebep oldu. Selçuklu ordusu şehre yaklaştığında müzik aletlerinin sesleri ve insanların çıkardıkları gürültüyü duyan I. Gıyaseddin Keyhüsrev, bu gürültünün gelişlerini önceden haber alan Bizans ordusuna ait olacağını düşünerek kuşatmadan vazgeçerek bölgeden ayrıldı. Oysaki Niketas’ın anlattığına göre o gün Antiokheia’da ünlü bir kişinin kızının düğünü vardı. Bu gürültü de Selçuklu ordusunun gelişinden habersiz olan şehir halkının düğündeki eğlencelerinden kaynaklanmaktaydı444. Antiokheia önlerinden ayrılan Selçuklu ordusu ele geçirilen esirlerle birlikte Lampe’ye geldiğinde I. Gıyaseddin Keyhüsrev ordudaki görevlilere esirlerin adlarının, vatanlarının ve kendilerinin kim tarafından esir edildiğinin sorulmasını, herhangi bir mal kayıplarının olup olmadığının araştırılmasını ve esir edilenlerin oğlu, kızı ya da karısının askerler tarafından saklanılıp saklanılmadığının tespit edilmesini emretti. Bu kayıt ve sorgulama işlemleri bitirildikten sonra Sultan sınıf ve akrabalığa göre gruplanmış olarak her şeyi Bizanslı esirlere iade etti ve onları da yanına alarak yola 440 Niketas, s.271-272; Türkçe çev.,III, s.54. Ramsay, a.g.e., s.145; ayrıca bkz., Umar, a.g.e., s.388-390, 764-765. 442 Niketas, s.271-272; Türkçe çev., III, s.54-55; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.239-240; Baykara, I. Gıyaseddin Keyhüsrev, s.18; Selim Kaya, I. Gıyâseddin Keyhüsrev ve II. Süleymanşah Dönemi Selçuklu Tarihi (1192-1211), Ankara 2006, s.47. 443 Karacasu yakınından geçen Dandalas Çayı’nın Menderes’e katıldığı yer yakınında, iki ırmak arasında; Aydın ili Kuyucak ilçesi merkez bucağına bağlı Başaran/Çiftlik Köyünün kuzey yanıbaşında bkz., Umar, a.g.e., s.78-79; Ramsay, a.g.e., s.29, 44, 50, 163, 441, 445. 444 Niketas, s.272; Türkçe çev., III, s.55. 441 106 çıktı. Esirlerin sıkıntı çekmemeleri için elinden gelen gayreti sarf eden I. Keyhüsrev, onlara ekmek ve yiyecek sağladı. Havanın soğuk olması sebebiyle esirlerin ısınmaları için Sultan bizzat eline baltayı alarak odun dahi kesti445. Akşehir’e geldiklerinde Sultan, esir Bizans ahalisini etraftaki köylere ve verimli toprakların olduğu alanlara iskân etti. I. Keyhüsrev, kendilerine arazi, tohum ve ziraat aletleri dağıttırdığı Hıristiyan ahaliye, İmparator ile yeni bir barış antlaşması yapıldığı takdirde ülkelerine dönmekte serbest olduklarını bildirdi. Ayrıca böyle bir şey olmaz ise beş yıl boyunca vergiden muaf tutulacaklarını, bu sürenin ardından da daha önce Bizans yönetimine ödedikleri vergiden fazla olmamak ve sık sık artmamak koşuluyla hafif bir vergi konulacağını da garanti etti446. Kendilerine karşı hoşgörülü davranan bu yeni idareden memnun kalan halk bir daha kendi memleketlerine geri dönmedi. Ayrıca onların bu durumunu gören civardaki pek çok Hıristiyan ahali de gönüllü olarak Bizans idaresini terk ederek Selçuklu tebaası haline geldi. Böylece Selçuklu Sultanlarının uyguladığı bu adil yönetim sayesinde Bizans kentleri boşalırken, Selçuklu kentleri mamur hale gelmeye başladı447. B. II. RÜKNEDDİN SÜLEYMANŞAH DÖNEMİNDE SELÇUKLU-BİZANS MÜNASEBETLERİ (1196-1204) 1. II. Rükneddin Süleymanşah’ın Melikliği Döneminde Bizans’a Karşı Faaliyetleri ve Selçuklu Tahtına Oturması II. Kılıç Arslan’ın oğullarından en kudretlisi olan II. Rükneddin Süleymanşah (1196-1204), kardeşleri arasında askerî konulardaki kabiliyeti ve zekasıyla ön plana çıkmaktaydı448. Edebiyat, hatt ve felsefeyle de ilgilenen bu Selçuklu Şehzadesi daha önce de belirttiğimiz gibi Tokat’ta Melik olarak hüküm sürmekteydi. Bu dönemde Bizans’a komşu sahalarda Meliklik yapan diğer kardeşleri Ankara Meliki Muhiddin 445 Niketas, s.272; Türkçe çev., III, s.55-56. Niketas, s.272-273; Türkçe çev., III, s.56; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.240. 447 Niketas, s.272-273; Türkçe çev., III, s.56; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.240; Baykara, I. Gıyaseddin Keyhüsrev, s.18-19. 448 Niketas, s.286; Türkçe çev., III, s.82. 446 107 Mesud ve Uluborlu Meliki Gıyaseddin Keyhüsrev gibi Bizanslılar ile mücadele etmiş ve bunun sonucunda hâkimiyet sahasını Karadeniz sahillerine kadar genişletmişti449. II. Rükneddin Süleymanşah’ın daha önce Kutbeddin Melikşah ve Gıyaseddin Keyhüsrev arasındaki taht mücadelelerine karışmadığı ve tahtı ele geçirmeye yönelik herhangi bir teşebbüsü olmadığı bilinmektedir. II. Süleymanşah’ın taht iddiası ile harekete geçmesi ağabeyi Kutbeddin Melikşah’ın ölümünden sonra oldu. Muhtemelen şimdi hayattaki en büyük erkek çocuk olarak bu hakkı kendisinde görmekteydi. Kaynaklarda II. Süleymanşah’ın Selçuklu tahtını ele geçirmek için harekete geçmesi ile ilgili olarak çeşitli rivayetler mevcuttur. Anonim Selçukname’ye göre, I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in yanındaki bazı beyler onun tarafını terk ederek II Süleymanşah’a sığınmışlardı. Bu Selçuklu beylerinin I. Keyhüsrev’in tahta oturmak için Sultan II. Kılıç Arslan’ı zehirlettiğini söylemeleri üzerine II. Süleymanşah “fani dünya için babasını katledenin katli vaciptir” diyerek Kayseri’den hareket ederek kardeşinin üzerine yürümüştür450. Diğer bir rivayete göre ise II. Rükneddin Süleymanşah, Hıristiyan bir anadan doğma Gıyaseddin’den nefret ediyordu451. İbni Bibi ise II. Kılıç Arslan öldükten sonra diğer kardeşlerinin I. Gıyaseddin Keyhüsrev’e karşı düşüncelerini bilen II. Süleymanşah’ın taht mücadelelerinin başlamaması ve bunun devlete zarar vermemesi için birliği sağlamak ve düzeni korumak amacıyla harekete geçtiğini söylemektedir452. İlk olarak diğer kardeşlerine kendisine itaat ettikleri takdirde hâkim oldukları bölgelerde hüküm sürmelerine müsaade edeceğini söyleyen II. Süleymanşah böylece onları kendi tarafına çekti. Daha sonra ordusunu toplayan II. Süleymanşah, Kayseri’den ayrılarak Aksaray üzerinden Konya’ya yürüdü. I. Gıyaseddin Keyhüsrev Konya halkının büyük desteği ile bir ay boyunca kuşatmaya direndi453. Ancak her geçen gün ahalinin direnci kırıldı. Sonunda şehrin ileri gelenlerinin araya girmesi ile kardeşler arasında bir anlaşmaya varıldı. Bu anlaşma gereğince kendisi ve yakınlarının can 449 Turan, Türkiye, s.242. Anonim Selçukname, s.84; Türkçe çev., s.26-27. 451 Niketas, s.286; Türkçe çev., III, s.82. 452 İbvn Bibi, s.31; Türkçe çev., C.I, s.51. 453 Aksarayî, s.31; Türkçe çev., s.24. 450 108 güvenliği garanti edilen I. Gıyaseddin Keyhüsrev şehri terk ederken Konya’ya giren II. Süleymanşah Selçuklu tahtına oturdu (7 Ekim 1196)454. 2. II. Rükneddin Süleymanşah ve III. Aleksios Komnenos (1195-1203) Arasındaki Münasebetler 1196 yılında I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in saltanatına son vererek Konya’ya giren II. Süleymanşah’ın saltanat dönemi Anadolu’daki Selçuklu hâkimiyetinin yayılması ve siyasî birliğin yeniden sağlanması açısından son derece önemlidir. II. Süleymanşah devrinde eski kudretine ulaşan Selçuklu Devleti yeniden Bizans’tan haraç alır duruma geldi. Bizans’a karşı kardeşinin takip ettiği politikayı sürdüren II. Süleymanşah döneminde Türkmenlerin Bizans arazilerine düzenledikleri akınlar sürdüğü gibi Hıristiyan ahalinin Selçuklu topraklarına iskân edilmesi de devam etmiştir455. II. Süleymanşah’ın iktidarında 1200/1201 yılı Bizans İmparatorluğu ile yoğun mücadelelerin olduğu bir dönemdir. Taraflar arasındaki sürtüşmeler III. Aleksios Komnenos’un, Konstantinos Frangopulos komutasında altı parçadan oluşan bir donanmayı Karadeniz’e göndermesiyle başlamıştır. Bizans İmparatoru, bu Bizans filosunu görünüşte Giresun yakınlarında batan bir geminin mallarının kurtarılması için bölgeye göndermişti. Ancak sonradan anlaşıldığı gibi asıl amaç o dönemde Karadeniz’de önemli bir ticaret merkezi olan Samsun’a gelmekte olan ticaret gemilerine baskın yaparak mallarını yağmalamaktı. Böylece emrindeki filo ile Karadeniz’e açılan Konstantinos Frangopulos İmparator’un emrine uygun bir şekilde İstanbul’a yük götüren veya İstanbul’dan aldıkları mallarla Karadeniz’e açılan bütün gemilere saldırdı. Mallarını yağmaladığı gemilerdekilerin bir kısmını kılıçtan geçirip cesetlerini denize attıran Bizans amirali bir kısmını da çırılçıplak bir halde salıverdi. Bu olay üzerine 454 İbn Bibi, s.32 vd.; Türkçe çev., C.I, s.52 vd.; Anonim Selçukname, s.84; Türkçe çev., s.27; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.246-247; Baykara, I. Gıyaseddin Keyhüsrev, s.21-22, Başta Claude Cahen olmak üzere bazı tarihçiler Süleymanşah’ın 1196 değil 1197 yılında Selçuklu tahtına oturduğunu ileri sürmektedirler. Bkz., Cahen, Anadolu’da Türkler, s.125; Savvides, “Kaihosrois” MGE, 30 (1983), s.53; aynı yazar, “Suleyman Shah of Rûm, Byzantium Cilician Armenia and Georgia (A.D. 1197-1204), Byzantion, LXXIII (2003) s.99. 455 Savvides, a.g.m., s.100-101. 109 İstanbul’a gelen tüccarlar şikâyetlerini bildirmek üzere sarayın önüne geldiler ve İmparator’a mallarını geri alabilmeleri konusunda kendilerine yardımcı olması için yalvardılar. Ancak İmparator, tüccarlardan alınan mallardan elde edilen parayı hazineye doldurduğundan herhangi bir karşılık bulamadılar. Konya’dan gelen tüccarlar ise haklarının korunması için II. Rükneddin Süleymanşah’a başvurmuşlardı. Tüccarların şikâyetleri üzerine İmparator’a bir elçilik heyeti gönderen II. Süleymanşah, malları yağmalanan tüccarların zararının karşılanmasını ve yeni bir antlaşma yapılmasını talep etti. Selçuklular ile bir çatışmaya girmeyi göze alamayan İmparator meydana gelen bu tatsız olaya kendisinin de üzüldüğünü ve tüm suçun donanma komutanı Frangopulos’ta olduğunu söyleyerek II. Süleymanşah’ın teklifini kabul etti. Yapılan antlaşmaya göre456 Bizans yönetimi Selçuklulara yıllık vergi ödemeyi ve tüccarların zararının giderilmesi için 5000 gümüş tazminat ödemeyi kabul ediyordu (Ağustos 1200)457. Niketas’ın kaydına göre bu antlaşmadan kısa bir süre sonra III. Aleksios, II. Süleymanşah’a suikast düzenlemesi için bir Haşhaşî ile anlaşmıştı. İmparator büyük ödüller vererek kendi tarafına çekmeyi başardığı bu Haşhaşî’ye, kırmızı mürekkep ile yazılmış bir mektup vermiş ve onu II. Süleymanşah’ı öldürmek için göndermişti. Ancak amacına ulaşamadan ele geçirilen bu şahsın itiraflarından gerçek anlaşılınca aradaki antlaşma bozulmuş ve Selçuklular yeniden Bizans eyaletlerine saldırıya geçmişti458. Gerçekten de antlaşmanın yapıldığı yıl Milas bölgesinin vergilerini toplamakla görevli Mikhail Angelos, III. Aleksios’a karşı ayaklandığında II. Süleymanşah’ın desteğine başvurmuş ve “İmparatordan nefret eden” Selçuklu Sultanı tarafından çok iyi karşılanarak kendisine destek verilmişti459. Selçuklu desteğiyle harekete geçen Mikhail, Menderes havzasındaki tüm Bizans şehirlerini yağmaladı460. Bu durum II. Rükneddin Süleymanşah ile III. Aleksios arasındaki antlaşmanın birkaç ay içinde bozulduğunu göstermektedir. 456 Antlaşma için bkz., Savvides, “Souleüman”, MGE, C.48, Atina 1987, s.192. Niketas, s.290 Türkçe çev., III, s.92-93; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.248; aynı yazar, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar, Ankara 1988, s.122-123; Savvides, a.g.m., s.106; Kaya, a.g.e., s.69. 458 Niketas, s.290 Türkçe çev., III, s.93-94. Bu akınlar için ayrıca bkz., Kaya, a.g.e., s.72. 459 Niketas, s.290; Türkçe çev., III, s.94; Savvides Bizans İmparatoru III. Aleksisos’un Selçuklu Sultanı’nın desteklediği Mikhail’in Menderes havalisini yağmalamasına misilleme olarak Konstantinos Frangopoulos’u bir filo ile Karadeniz bölgesine gönderdiğini yazar (Savvides, Byzantium in the Near East, s.83-84). Oysaki Niketas’ın kaydettiği gibi olayların kronolojik sıralaması yukarıdaki gibidir. 460 Niketas, s.290; Türkçe çev., III, s.94; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.248. 457 110 3. II. Rükneddin Süleymanşah’ın Anadolu’da Siyasî Birliği Yeniden Sağlaması ve Ölümü II. Rükneddin Süleymanşah kısa süren saltanatına rağmen devleti feodal yapıdan kurtararak Anadolu’da Selçuklu birliğini yeniden kurması dolayısıyla Selçuklu Sultanları arasında önemli bir yere sahiptir. Anadolu’nun siyasî birliğini sağlamak amacıyla kardeşleriyle mücadele eden II. Süleymanşah, ilk olarak Argunşah ve Berkyarukşah’a ait olan Amasya ve Niksar bölgesini ilhak etti. Bundan sonra Elbistan Meliki Mugiseddin Tuğrulşah da derhal II. Süleymanşah’a bağımlılığını bildirdi. II. Süleymanşah 1200 de Malatya’yı kuşattı ve aldı. Kayserşah, kayınpederi Melik Adil’e sığındı. Erzincan hükümdarı Behramşah, kayınpederi II. Kılıçarslan’a olduğu gibi, II. Süleymanşah’a da bağımlı kalmıştı. Aynı hanedanın Divriği kolunu temsil eden Turanşah’ın da Selçuklulara tâbiiyeti devam etti. II. Süleymanşah, Malatya seferi sırasında, Harput’ta hüküm süren Artuklu hanedanına da hâkimiyetini kabul ettirdi461. II. Süleymanşah hükümdarlığı döneminde Menderes havzasını ele geçirerek Bizans’ı vergiye bağlamıştı. Yine onun döneminde Ermeni hükümdarları yeniden Selçuklulara tâbi hale gelmişlerdi. Nitekim 1204 Nisan’ında Haçlıların İstanbul’u işgal etmeleri sırasında Bizans yönetimi II. Süleymanşah’tan yardım istemiş ancak bu sırada Ankara’nın zaptı ve Gürcistan seferi ile meşgul olan Sultan, Bizans’a herhangi bir yardımda bulunamamıştı462. Bu dönemde Gürcüler, Hıristiyan Kıpçakların da yardımı ile güçlenmişler, Azerbaycan Atabegleri, Ahlat Sökmenleri ve Erzurum Saltukları üzerine akınlara başlamışlardı. Bu durum Selçuklular için de tehlikeli bir gelişme idi. Gürcüler, Kraliçe Thamara zamanında Ahlat ve Erzurum’a kadar ilerlediler. Saltuklu hükümdarı Nasreddin Muhammed’in savunması karşısında, Thamara’nın kocası David geri çekilmek zorunda kaldı463. Fakat bundan sonra da, Gürcüler Doğu Anadolu’da tehdit olmaya devam ettiler. Bütün bu sebeplerden dolayı II. Süleymanşah 1202 de Erzurum’a hareket etti. Çevre Türk beylerinin ve Erzincan Meliki Behramşah’ın da desteğini sağladı. Bu arada Nasreddin Muhammed’i de huzuruna davet etti. Fakat Muhammed 461 Turan, Türkiye, s.251-252. Turan, Türkiye, s.271. 463 Brosset, s.383-384. 462 111 Selçuklu tâbiiyetini kabul etmediği için, II. Süleymenşah, Erzurum’u zaptederek Saltukoğulları hanedanına son verdi464. Sultan, Erzurum’u, kardeşi Tuğrulşah’ın idaresine bıraktı. Erzurum’da Tuğrul ve varislerinin idaresi, I. Alâeddin Keykubad zamanına kadar devam etti. II. Süleymanşah, Erzurum’a el koyduktan sonra, Behramşah ve Tuğrulşah ile birlikte, Pasinler ve Sarıkamış üzerinden Gürcistan’a hareket etti. Micingerd kalesi civarında, Gürcüler ani bir baskınla, Selçuklu ordusunu dağıttılar. Bu arada, bazı Türk beyleri ile birlikte Behramşah da esir alınıp Tiflis’e götürüldü ve sonradan fidye karşılığı serbest bırakıldı. Gürcistan seferi sırasında II. Süleymanşah, aşırı gurur ve kendisine fazla güvenmesi nedeniyle kötü bir bozguna uğramış, fakat her nedense, zaferlerine rağmen, Gürcüler daha fazla ilerlememiş, buna mukabil Selçuklular Doğu Anadolu’da genişlemeye devam etmişlerdir. Bu sıralarda Mesud’un Ankara’daki hâkimiyeti devam etmekteydi. Mesud hem bir edebiyat ve kültür hamisi hem de iyi bir askerdi. Ankara, Çankırı, Kastamonu, Bolu ve Eskişehir hâkimiyeti altında idi. II. Süleymanşah Anadolu Türk birliğini sağlamak için kardeşi Mesud’u da bertaraf etmek zorunda idi. Uzun bir kuşatmadan sonra, II. Süleymanşah, Ankara’yı zaptetti ve muhtemelen Mesud’u da öldürttü. Kısa bir süre sonra, Gürcistan üzerine çıkacağı ikinci seferin hazırlıklarının devam ettiği sırada II. Rükneddin Süleymanşah öldü (1204/1205)465. 4. III. Kılıç Arslan Dönemi (1204-1205) II. Rükneddin Süleymanşah’ın Gürcistan seferine çıkacağı sırada aniden ölmesinin ardından Nuh Alp, Emir Mende ve Tüz Bey gibi önde gelen emirler Sultan’ın henüz küçük yaştaki oğlu III. Kılıç Arslan’ı Selçuklu tahtına çıkarttılar. Amcası I. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından tahttan indirilene kadar III. Kılıç Arslan’ın yaklaşık sekiz ay süren saltanatı döneminde Bizans ile herhangi bir sürtüşme yaşanmadı. Aslında bu dönemde İstanbul’un Latinler tarafından işgalinden sonra Bizans İmparatorluğu 464 Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Târihi, 3. baskı, İstanbu 1993, s.19-20; aynı yazar, “Süleymanşah II”, İA., C.XI, s.226; Sümer, Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu’da Türk Beylikleri, 2. baskı, Ankara 1998, s.38; G. Leiser, “Saltuk Oghulları”, EI2, C.VIII, Leiden 1995, s.1001. 465 İbnü’l-Esir, C.XII, s.195-196; Türkçe çev., C.XII, s.166-167; Müneccimbaşı, II, s.31-32; Savvides, a.g.m., s.110-111. 112 İznik, Trabzon ve Epir’de kurulan yeni devletler ile temsil edilmekteydi. Henüz kuruluş aşamasında olan bu devletler içerisinde Bizans’ın varisi konumunda olan İznik İmparatorluğu varlığı için asıl büyük tehlike olan İstanbul’daki Latin İmparatorluğu ile olan mücadelesi sebebiyle Selçuklular ile iyi geçinmek zorundaydı. Nitekim III. Kılıç Arslan tahta oturduktan sonra adet olduğu üzere diğer hükümdarlar gibi İznik imparatoru I. Theodoros Laskaris’e de tahttaki değişikliği bildirmiş ve taraflar arasında bir antlaşma yapılmıştı. Yeni Selçuklu Sultanı ile yaptığı bu antlaşma gereği I. Theodoros Laskaris ağabeyinin ölümünü haber alarak tahtı ele geçirmek üzere Konya’ya doğru harekete geçen Gıyaseddin Keyhüsrev’e topraklarından geçme izni vermek istememişti. Ancak III. Kılıç Arslan sekiz aylık saltanatın ardından amcası I. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından tahttan indirildi466. C. I. GIYASEDDİN KEYHÜSREV’İN İKİNCİ SALTANAT DÖNEMİNDE SELÇUKLU-BİZANS MÜNASEBETLERİ (1205-1211) 1. I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in Bizans’taki Gurbet Hayatı II. Rükneddin Süleymanşah ile anlaşmaya varıldıktan sonra bir an önce Konya’dan ayrılmak isteyen I. Gıyaseddin Keyhüsrev anlaşmanın yapıldığı günün akşamında aceleyle şehirden ayrıldı. Bu telaş sırasında I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in oğulları İzzeddin Keykavus ve Alâeddin Keykubad da babalarından ayrı düşmüşlerdi. I. Gıyaseddin Keyhüsrev, Bizans’a sığınmak düşüncesiyle İstanbul’a doğru hareket etti. Fakat Konya’nın kuzeyinde yer alan Ladik köyüne geldiklerinde ahali Sultan ve maiyetindekilere kötü davrandı. Hatta I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in adamları ve halk arasında çıkan kavga sonucunda I. Keyhüsrev’in adamlarından yaralananlar olmuş ve malları da yağmalanmıştı. Bu hadise yüzünden doğuya yönelmek zorunda kalan I. Keyhüsrev, bu arada başından geçenlerden şikâyet ettiği bir mektubu da ağabeyine gönderdi467. Bu yaşananlardan ertesi gün haberi olan II. Süleymanşah, olayın sorumlularını bularak en ağır şekilde cezalandırmış ve bununla da yetinmeyerek Ladik’i yağmalatıp 466 467 Turan, Türkiye, s.265-267. İbn Bibi, s.36; Türkçe çev., C.I, s.55-56. 113 yaktırmıştı. Bu olaydan sonra burası Yanık Ladik olarak anılmaya başlandı. Daha sonra II. Süleymanşah Konya’da kalan yeğenleri İzzeddin Keykavus ve Alâeddin Keykubad’ı da buldurdu. Yeğenlerine karşı şefkatle yaklaşan II. Süleymanşah onları kendi yanında kalmaları ya da babalarının yanına gitme konusunda serbest bıraktı. Çocuklar babalarının yanına gitmek isteyince yanlarına güvenilir adamlar vererek onları I. Keyhüsrev’in yanına gönderdi468. Bu sırada Ermeni memleketinin sınırında oğullarını bekleyen I. Gıyasedin Keyhüsrev, İzzeddin Keykavus ve Alâeddin Keykubad’ın yanına ulaşmalarından sonra diğer maiyetiyle birlikte Çukurova’ya Ermeni Kralı II. Leon’un yanına gitti. I. Keyhüsrev burada çok iyi karşılanmakla birlikte II. Süleymanşah’tan çekinen II. Leon ona yardım edemedi. Bundan sonra sırasıyla Elbistan Meliki olan kardeşi Mugiseddin Tuğrulşah, Malatya Meliki olan diğer kardeşi Muizeddin Kayserşah, Halep hâkimi Melik Zâhir, Diyarbakır’daki kız kardeşi ve son olarak Ahlatşahı Balaban’ın yanına gelen ve gittiği her yerde sultan gibi karşılanan469 I. Gıyaseddin Keyhüsrev nihayet buradan da ayrılarak Karadeniz sahiline, oradan da Canik valisinin kendisine sağladığı gemilerle İstanbul’a gitti470. I. Gıyaseddin Keyhüsrev İstanbul’a geldiğinde İmparator III. Aleksios Angelos tarafından çok iyi karşılandı. Adamlarına Sultan’ın ve naiplerinin isteklerinin kendi emirleri gibi yerine getirilmesini buyuran İmparator, Sultan adına her gün ziyafet ve eğlenceler düzenliyordu471. Bununla birlikte I. Keyhüsrev kardeşi ile mücadele edebilmesi için gerekli olan desteği alamadı. İstanbul’da mütevâzı bir hayat yaşayan I. Gıyaseddin Keyhüsrev, Bizans soylularından Manuel Mavrozomes’in kızı ile evlendikten sonra daha rahat bir hayata kavuşmuştu472. İstanbul’da dokuz yıl kalan I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in bu misafirliği sırasında İmparator’un hizmetinde bulunan bir Frenk ile yaptığı düello ve bunun sonucunda yaşananlar oldukça ilgi çekicidir. İbn Bibi’nin eserinde aktardığına göre bir gün Bizans 468 İbn Bibi, s.37-39; Türkçe çev., C.I, s.56-58. Kaya, a.g.e., s.97 vd. 470 İbn Bibi, s.39 vd.; Türkçe çev., C.I, s.58 vd.; Aksarayî, s.31; Türkçe çev., s.24; Anonim Selçukname, s.84; Türkçe çev., s.27; İbnü’l-Esir, C.XII, s.200; Türkçe çev., C.XII, s.169; Abu’l-Farac, C.II, s.474; Bizans kaynaklarından Akropolites’e göre Sultan, İmparator tarafından vaftiz edilerek evlad edinilmişti (Akropolitês, s.37); krş., Gounaridês, “Kaühosroês I ”, EHelE, C.4, Atina 1985, s.347. 471 İbn Bibi, s.51-52; Türkçe çev., C.I, s.70. 472 İbn Bibi, s.57-58; Türkçe çev., C.I, s.76. 469 114 sarayındaki görevliler ile tartışan bu Frenk, İmparator’un huzuruna gelerek bu görevlileri şikâyet etti. İmparator ona “Bugün Sultan burada. Biraz sabret yarın bu meseleyi senin istediğin doğrultuda halledelim” dedi. Ancak o, İmparator’un bu sözlerine aldırmadı ve utanmazlığını sürdürdü. Küstahlığı artınca I. Gıyaseddin Keyhüsrev İmparator’a dönerek “Bu emir ne istiyor” diye sorunca İmparator “Divan üyeleri onun normal ücretini ödemeyi ihmal etmişler” cevabını verdi. Bunun üzerine Sultan “İmparator, kullarına yüz mü veriyor da onlar hadlerini hudutlarını aşarak ona küstahlık ediyorlar” deyince Frenk, bu sefer öfkesini Sultan’a yöneltti ve ona küstahça davrandı. Onun bu hareketine karşılık I. Gıyasedin Keyhüsrev, Frenk’e bir yumruk indirerek bayılmasına sebep oldu. Bunu gören Frenk’in taraftarları Sultan’ın üzerine yürümüşler fakat İmparator’un muhafızları müdahalesi ile ona bir zarar verememişlerdi. Huzurunda bulunan herkesi dışarı çıkartarak I. Gıyaseddin Keyhüsrev ile yalnız kalan İmparator hoş sözlerle misafirini sakinleştirmeye çalıştı. Burada I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in söyledikleri oldukça ilginç ve onun düşünce yapısını göstermesi bakımından önemlidir. I. Keyhüsrev İmparator’a “Siz Melik biliyorsunuz ki Kılıç Arslan’ın oğlu olan ben, Melikşah’ın ve Alp Arslan’ın soyundanım. Doğudan batıya kadar her yerde oturan insanların da bildikleri gibi atalarım ve dedelerim dünyanın en mamur ülkelerini kılıçları ile fethetmişler, asilerin boynuna fetih halkası geçirmişlerdir. Senin ataların da her zaman onların hazinelerine vergiler, haraçlar, baçlar ve mallar göndermişlerdir. Sen de bana karşı aynı yolu takip ettin. Şimdi eğer sen, feleğin takdirinin beni senin toprağına attığı şu anda bana böyle hafifliklerin yapılmasını, benim bir Frenk’in bu çeşit hakaretlerine katlanmamı uygun görürsen ve bu durumu da her biri Sultan ve bir ülkenin sahibi olan kardeşlerim öğrenirse, onlar sana ‘kardeşimin etini başkasına yedirtmeden yerim” sözünü söylerler ve bu bahaneyle sana asker çekerler ve ülkenin toprağını göğe savururlar. Kalelerini ve şehirlerini vahşi hayvanların, tilkilerin aslanların, çakalların, kurtların yuvası yaparlar. Ülkenin harmanını ateşe verip vadilerinde ve ovalarında kan nehri akıtırlar”473 demişti. Bundan sonra I. Gıyaseddin Keyhüsrev, İmparator’un kendisine karşı samimi olduğunu ispatlaması için Frenk ile bir düello yapmasını ayarlamasını istedi. İmparator onun bu arzusunu istemeyerek de olsa kabul etti. Hıristiyan ve Müslümanlardan oluşan 473 İbn Bibi, s.52 vd.; Türkçe çev., C.I, s.71 vd. 115 bir topluluğun birlikte seyrettiği bu düelloda I. Gıyaseddin Keyhüsrev, daha önce İmparator’un huzurunda kendisine küstahlık eden Frenk’i öldürdü. Sultan’ın bu başarısına çok sevinen Bizans İmparatoru III. Aleksios, ona “dev yapılı atlardan, saklatun (Iskarlat) kumaşlardan474, Rum ipeklilerinden, Dakyanus keselerinden475, gümüş tenli Kıpçak kölelerden, ay yüzlü câriyelerden ev ve mutfak âletlerinden oluşan çok miktarda hediyeler” sunmuş, ayrıca Sultan’ın yakınlarına da aynı şekilde hediyeler verdi476. Bu olaydan sonra rivayete göre yenilgiyi hazmedemeyen Frenklerin şehirde olay çıkarmaları ve I. Gıyaseddin Keyhüsrev’e zarar vermelerinden çekinen İmparator ona kayınpederi Mavrozomes’in yanına gitmesini tavsiye etmiştir. I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in İstanbul’dan kesin olarak hangi tarihte ayrıldığı belli değildir. Ancak I. Keyhüsrev, İmparator III. Aleksios’un tahttan indirilmesinden (17 Temmuz 1203) sonra ya da IV. Haçlı seferinden hemen önce İstanbul’dan ayrılmış olmalıdır477. Nitekim Haçlılar İstanbul’u işgal ettiğinde kayınpederinin yanında olduğu bilinmektedir. Mavrozomes yanına gelen damadına “Allah bize teselli verinceye kadar, bu kale sana da, bana da yetişir” demiştir. I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in ailesi ve tüm maiyeti ile birlikte ağabeyi II. Süleymanşah’ın ölümüne kadar kaldığı bu kalenin nerede olduğu bilinmemektedir. Kaynaklardan bir kısmı Mavrozomes’in İstanbul’a bağlı bir kalenin478 diğerleri ise bir adanın hâkimi olduğunu ifade etmektedirler 479 . Bu yerin Marmara kıyısında bir kale ya da yine Marmara denizinde bir ada olması gerekir. 474 Iskarlat (İtal. Scarlatto’dan) Dokuma, parlak Venedik çuhasına verilen ad. (kırmızı, yeşil, beyaz renkleri vardır. En çok kırmızı renkli olanı kullanılırdı. bkz., Meydan Larousse, C.6, İstanbul 1981, s.137. 475 Hıristiyanlara yaptığı işkenceyle şöhret kazanmış olan İmparator Dakyanus ( Decius)’tan adını almıştır. İbn Bibi, Türkçe çev., C.I, s.75 dipnot 243. 476 İbn Bibi, s.56-57; Türkçe çev., C.I, s.75; ayrıca bkz., Ersan, “Hediye ve Hediyeleşme”, s.68. 477 Robert de Clari I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in Temmuz 1203’de İstanbul’a girerek II. Isaakios ve oğlu IV. Aleksios’u Bizans tahtına oturtan Haçlı liderlerinden kardeşine karşı yardım istediğini fakat onun bu isteğinin geri çevirildiğini yazmaktadır. Bkz., Robert de Clari, İstanbul’un Zaptı (1204), Türkçe çev., Beynun Akyavaş, Ankara 1994, s.22. 478 İbnü’l-Esir, C.XII, s.200; Türkçe çev., C.XII, s.169; Abu’l-Farac, C.II, s.474. 479 Aksarayî, s.31; Türkçe çev., s.24. 116 1204 yılında Latinlerin İstanbul’u işgal etmeleri sebebiyle buradan ayrılan I. Keyhüsrev ailesi ve diğer maiyetiyle birlikte kayınpederi Mavrozomes’in yanına geldi ve Konya’ya dönünceye kadar onunla birlikte kaldı480. 2. I. Theodoros Laskaris İle Yapılan Antlaşma: I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in İkinci Defa Selçuklu Tahtına Oturması (1205) Küçük yaştaki III. Kılıç Arslan’ın Selçuklu tahtına oturtulması I. Gıyaseddin Keyhüsrev’e bağlı beylerin harekete geçmelerine sebep oldu. Babaları Yağıbasan’ın ölümünden (1164) sonra Selçukluların hizmetine giren Danişmendli Muzaffereddin Mahmud, Zahireddin İli ve Bedreddin Yusuf, I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in taraftarı oldukları için harekete geçtiler. Uc bölgelerindeki Türkmenlerin lideri konumunda olan Yağıbasanoğulları ve diğer bir önemli Selçuklu beyi Mübarizüddin Ertokuş, etraftaki diğer beyler ile temasa geçerek onları da I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in tarafına çekmeyi başardılar. Diğer Selçuklu beylerine yemin ettirip bu konuda onlardan taahhütnameler aldıktan sonra, daha önce I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in hizmetinde bulunmuş olan Hâcib Zekeriya’yı I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in yanına giderek onu davet etmekle görevlendirdiler. Bilgili ve tecrübeli bir kimse olan Hâcib Zekeriya, İbn Bibi’nin ifade ettiğine göre o dönemde Anadolu’da konuşulan beş dili tüm inceliklerine varıncaya kadar bilmekteydi. Bu niyetlerinin anlaşılmaması için oldukça titiz davranan I. Gıyaseddin Keyhüsrev taraftarı olan beyler, diğer Selçuklu beylerinden aldıkları taahhütnameleri ve mektupları hiç kimsenin fark edemeyeceği şekilde yarılmış olan bir çoban değneğinin içine yerleştirdiler. Daha sonra bu değneği, tanınmaması ve dikkat çekmemesi için keşiş elbisesi giydirdikleri Hâcib Zekeriya’ya verdiler. Böylece yola çıkan Hâcib Zekeriya, bin bir güçlükle kayınpederi Mavrozomes’in yanındaki I. Keyhüsrev’in huzuruna çıktı. Hâcib Zekeriya’dan kardeşi II. Süleymanşah’ın öldüğünü, başta Yağıbasanoğulları olmak üzere diğer Uc beylerinin kendisini tahta çıkartmak istediklerini öğrenen I. Gıyaseddin Keyhüsrev, taahhütnameleri ve mektupları okuduktan sonra kayınpederi Mavrozomes’e gelişmeleri anlatarak devlet ileri 480 İbn Bibi, s.57-58; Türkçe çev., C.I, s.76; Aksarayî, s.31; Türkçe çev., s.24; Abu’l-Farac, C.II, s.474; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.270; Baykara, I. Gıyaseddin Keyhüsrev, s.25; Merçil, a.g.m., s.715. 117 gelenlerinin kendisini tahta çıkarmak istediklerini bildirdi481. I. Gıyaseddin Keyhüsrev üç gün matem şartlarını yerine getirdikten sonra dördüncü gün kayınpederine: “Atalarımdan miras kalmış olan ülkeme dönmeye karar verdim” diyerek bu konudaki fikrini bildirdi. Onun bu sözleri üzerine Mavrozomes: “Eğer siz padişah gitmeye kesin kararlıysanız, ben az çok, büyük küçük, değerli değersiz, konuşan konuşmayan neyim varsa sizin emrinize veririm. Divan naiblerine emir verin de hepsi yolculuk için gerekli olan şeyleri yanlarına alsınlar. Bendeniz de işleri yoluna koyduktan sonra sizin kutlu rikabınız yanında yerimi alırım” dedi. I. Keyhüsrev, kayınpederinin de elinden gelen desteği vereceğini ve kendisinin hizmetinde olduğunu söylemesi üzerine oğulları, Mavrozomes ve diğer maiyetiyle birlikte Konya’ya gitmek üzere yola çıktı. Fakat yolculuk sırasında arazisinden geçtikleri İznik hâkimi I. Theodoros Laskaris, Gıyaseddin Keyhüsrev’e, “Ben Sultan Rükneddin’in oğluyla ağır yeminler ederek anlaşma yaptım. Anlaşma metninde öyle sözler var ki, hiçbir yorum onları değiştirmeye veya çiğnemeye yetmez. Onun için şimdi ben, senin ülkemin topraklarından çıkıp da o Melik’e saldırmana ve onun hayatına zarar vermene izin veremem” diyerek yeni Selçuklu Sultanı III. Kılıç Arslan ile yaptığı antlaşmayı ileri sürerek geçiş izni vermek istemedi. Hiç şüphesiz I. Theodoros Laskaris, İstanbul’dan tanıdığı I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in Selçuklu tahtına oturmasından çok III. Kılıç Arslan gibi yaşı küçük ve tecrübesiz birisinin Selçuklu tahtında oturmasını kendi çıkarları açısından daha uygun bulmaktaydı. Taraflar arasında birkaç gün süren görüşmelerin ardından I. Keyhüsrev’in Sultan olduktan sonra Türklerin elinde bulunan Denizli, Honaz ve Konya sınırına kadar olan diğer kaleleri Bizans İmparatoru’nun bir temsilcisine bırakacağını vaad etmesi ve bu gerçekleşinceye kadar oğulları İzeddin Keykavus ve Alâeddin Keykubad’ın Hâcib Zekeriya ile birlikte İznik’te rehin bırakılmasını kabul etmesinden sonra İznik imparatoru geçiş izni verdi482. Bundan sonra 481 Akropolitês, s.37; İbn Bibi, s.76 vd.; Türkçe çev., C.I, s.97 vd.; Aksarayî, s.32; Türkçe çev., s.24; İbnü’l-Esir, C.XII, s.200-201; Türkçe çev., C.XII, s.169; Müstevfî, s.476; Abu’l-Farac, C.II, s.486. 482 İbn Bibi, s.80-81; Türkçe çev., C.I, s.101; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.272-273; Baykara, I. Gıyaseddin Keyhüsrev, s.28; Cahen, Anadolu’da Türkler, s.126. I. Gıyaseddin Keyhüsrev bu bölgeleri söz verdiği şekilde Bizanslı bir yöneticiye bırakmıştı. Bu Bizanslı yönetici de kayınpederi Mavrozomes idi. Gerçekten de Niketas’ın belirttiği üzere Mavrozomes Keyhüsrev’in desteğiyle tüm Menderes havalisini tahrip ve yağma etmişti (bkz., Niketas, 343; Türkçe çev., III, s.210). Cahen, oğullarının Laskaris’in elinden kaçması sonucu Sultan’ın bu yükümlülüğünden kurtulduğunu, buna karşılık 118 yoluna devam eden I. Keyhüsrev ilk olarak kendisine destek veren Uc Türkmenleri arasından asker toplamak üzere Uluborlu’ya geldi. I. Keyhüsrev Konya üzerine gitmek için Uluborlu’da hazırlıklar yaparken sevindirici bir gelişme olmuş ve ustaca bir oyunla İzzeddin Keykavus ve Alâeddin Keykubad’ı kaçıran Hâcib Zekeriya gönderdiği bir ulakla I. Keyhüsrev’e yanına gelmekte olduklarını bildirmişti483. Bu sevindirici gelişmeden sonra I. Gıyaseddin Keyhüsrev, ordusuyla birlikte Borgulu’dan hareketle Konya üzerine yürüdü. Bu esnada Konya’daki III. Kılıç Arslan’ın taraftarları da savunma hazırlıklarına başlamışlardı. Konya halkı II. Süleymanşah’a söz verdiklerini ve bu yeminlerinden dönmeyeceklerini, geçmişte kendisine gösterdikleri sadakati şimdi de yeğeni III. Kılıç Arslan’a göstereceklerini bildirmekteydiler. Konya önlerine gelen I. Gıyaseddin Keyhüsrev bir aylık bir kuşatmanın ardından kışın yaklaşması dolayısıyla kuşatmayı kaldırarak ordusuyla birlikte Ilgın’a çekildi. I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in, Konya halkının direnişi karşısında ümitsizliğe kapıldığı sırada beklenmedik bir gelişme oldu. Konya ile çekişme içerisinde olan Aksaray ahalisinin şehirdeki valiyi kovarak I. Gıyaseddin Keyhüsrev adına hutbe okutması üzerine, Konya halkı I. Keyhüsrev’e haber göndererek yeğeni III. Kılıç Arslan’a iyi davranacağına dair söz vermesi halinde şehri kendisine teslim edeceklerini bildirdiler. Bu tekilifi memnuniyetle kabul eden I. Gıyaseddin Keyhüsrev, yeğenine Tokat’ı mülk olarak verdi ve diğer beylere de ıkta menşurları yazarak ulaklarla Konya’ya gönderdi. Bundan sonra kapıları kendisine açılan Konya’ya girerek yaklaşık dokuz yıllık bir aradan sonra Selçuklu tahtına yeniden oturdu (Şubat 1205)484. D. IV. HAÇLI SEFERİ VE BİZANS’TA YAŞANAN GELİŞMELER 1. IV. Haçlı Seferi, İstanbul’un Latinler Tarafından İşgali Latinlerle savaşabilmek için Selçuklularla barış yapmak zorunda olan Laskaris’in bu bölgelerin Mavrozomes’e bırakılmasını istediğini yazmaktadır (bkz., Cahen, Anadolu’da Türkler, s.126). 483 İbn Bibi, s.81-84; Türkçe çev., s.102-104; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.273; Baykara, I. Gıyaseddin Keyhüsrev, s.28. 484 İbn Bibi, s.84 vd.; Türkçe çev., C.I, s.104 vd.; Aksarayî, s.32; Türkçe çev., s.24; İbnü’l-Esir, C.XII, 201; Türkçe çev., C.XII, 169-170; Abu’l-Farac, C.II, s.486; Müstevfî, s.476; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.273-274; Baykara, I. Gıyaseddin Keyhüsrev, s.29. 119 XII. yüzyılın sonlarından itibaren Bizans İmparatorluğu yeni bir sürecin içerisine girdi. XI. yüzyılın sonunda iktidara gelen ve yüzyıl boyunca ülkeyi idare eden Komnenos hanedanının çabaları imparatorluğa nefes alacak süre kazandırmanın dışında hiçbir işe yaramadı485. Bizans doğudan ve batıdan düşmanları tarafından tam bir kıskaç altına alınmıştı. İmparatorluğun varlığı üzerindeki en büyük tehlike olarak 1176 yılında Myrikephalon’da Bizans ordusunu hezimete uğratan Selçuklu Türkleri görünmekteydi. Uzun vadede bu doğruydu ancak bu dönemde Bizans için asıl yıkım batıdan geldi. Batılılar ile Bizans arasındaki düşmanlık XII. yüzyılın sonlarında iyiden iyiye kendini hissettirmeye başlamıştı. Bizanslıların imparatorluğun kaynaklarını sömüren Batılılara karşı duydukları nefret 1171’de başkent İstanbul ve imparatorluğun diğer önemli kentlerinde Venediklilerin tutuklanması ile sonuçlandı. Batılılara karşı her geçen gün daha da artan bu öfke 1182’de İstanbul’daki bütün yabancı tüccarların vahşice öldürülmesi ve sahip oldukları tüm malların tahrip edilmesine kardar gitti. Latinlere karşı duyulan bu nefret I. Andronikos Komnenos’un (1183-1185) Bizans tahtına oturması ile doruğa ulaştı. I. Andronikos Komnenos’un ardından 1204 yılındaki Latin işgaline kadar iktidarı elinde tutan Angelos hanedanı imparatorları bu çöküşü durduramadılar. Görüldüğü üzere Bizans halkı XII. yüzyılın sonlarından itibaren varlıkları için en büyük tehlike olarak Batılıları görmekteydiler. Dolayısıyla IV. Haçlı seferinin İstanbul üzerine yönelmesi Bizanslılar için beklenmedik bir sonuç değildi486. Burada onları dehşete düşüren fethedilemez olarak gördükleri İstanbul’un düşmesi olmuştur. 1204 Nisan’ında Haçlı şövalyeleri ve Venedikliler tarafından zapt edilen Bizans başkenti o zamana kadar tarihin tanık olduğu en büyük yağmalardan birini yaşadı487. 485 Chalandon “The Earlier Comneni”, CMH, C.IV, Cambridge 1923, s.318-350; aynı yazar, “The Later Comneni”, CMH, C.IV, s.351-384. 486 IV. Haçlı Seferi öncesinde yaşanan gelişmeler hakkında bkz., Charles M. Brand, Byzantium Confronts teh West 1180-1204, Cambridge-Massachusetts 1968, s.232 vd. 487 Latin yazar Villehardouin eserinde İstanbul’un işgal edilmesi sırasında elde edilen ganimetin çokluğunu ifade ederken “Dünya yaratıldığından beri hiçbir şehirde bu kadar çok ganimet elde edilmemişti” ifadesini kullanmaktadır, Geffroy Villehardouin, Joinville and Villehardouin Chronicles of the Crusades, İng. çev., M.R.B. Shav, Penguin Boks 1977, s.92; Türkçe çev., Ali Berktay, Konstantinopolis’te Haçlılar, 1. baskı, İstanbul 2001, s.94; İstanbul’un zaptı ve yağmalanması ile ilgili olarak bkz., Niketas, s.314 vd., 321 vd; Türkçe çev., III, s.147 vd., 161 vd.; Robert de Clari, s.13 vd.; ayrıca bkz., Runciman, Haçlı Seferleri, C.III, s.108 vd.; Demirkent, Haçlı Sferleri, s.176-179; Charles Diehl, “The Fourth Crusade and the Latin Empire”, CMH, C.IV, Cambridge 1923, s.415 vd.; Nicol, “The Fourth Crusade and the Grek and Latin Empires 1204-61”, CMH, C.IV, Cambridge 1966, s.275 120 Hayatları boyunca böylesine büyük ve ihtişamlı bir şehir görmemiş olan Haçlı askerleri, İstanbul ve Roma kiliseleri arasında uzun zamandır devam eden rekabetin doğurduğu kinden çok şahsî aç gözlülükleri ve merhametsizlikleri dolayısıyla İstanbul’u yakıp yıkmışlar, şehrin bütün kamu ve özel servetini yağmalamışlardı488. Bizans başkentindeki yağma ve cinayetler üç gün boyunca devam etti. Bu olayları yapanlar arasında Haçlı askerlerinin yanı sıra din adamları sınıfının bazı üyeleri de vardı. Niketas’ın da ifade ettiği gibi Latinler her ne kadar gerçek niyetlerini saklamaya çalışsalar da bu sefer “bir korsanlık seferi için toplanmışlardı”489. İstanbul’un işgali Bizans halkı açısından yalnızca maddi değil, manevi açıdan da büyük bir yıkım oldu. İstanbul bundan önce de birçok defa kuşatılmış, ancak şehri kuşatan ordular her seferinde başarısız olarak geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Onların başarısızlıkları Bizans halkının kendini şehrin güçlü surları arkasında her zaman güvende hissetmesine sebep oldu. Ancak şimdi şehir “aralarında büyük bir düşmanlık uçurumu uzanan ve düşünce açısından taban tabana karşıt” oldukları Latinler tarafından ele geçirilmiş ve 1054’deki büyük ayrılığın ardından Bizans kilisesi Roma kilisesinin denetimi altına girmişti. Kısacası Bizans’ı Bizans yapan iki temel unsur; artık ne M.S. 330’da Büyük Konstantinos tarafından kurulan başkent İstanbul’daki tahtında oturan Bizans İmparatoru ne de Aya Sofia’da ayinleri yöneten Ortodoks patrik yoktu. Bununla birlikte 1204 yılındaki felaket, boyutları ne kadar büyük olursa olsun imparatorluk için bir son olmadı. Bizans, 1453’te Osmanlı Türkleri tarafından indirilecek nihai darbeye kadar 200 yıldan fazla bir süre varlığını devam ettirdi. İşgal ve yağmalamaların ardından Flandre Kontu Baudouin Aya Sofia’da İstanbul’da kurulan Latin Devleti’nin imparatoru sıfatıyla tac giydi. Venedikli Tommaso Morosini ise patrik seçildi490. Haçlılar ve Venedikliler arasında işgal öncesi yapılan antlaşmaya göre tüm devlet arazisinin dörtte biri imparator sıfatıyla Baudouin’e ait olacak ve geri kalan toprakların yarısı Venediklilere verilirken yarısı da Haçlı şövalyeleri arasında bölüştürülecekti. Buna göre İmparator Baudouin’e Trakya ve vd.; aynı yazar, The End of the Byzantine Empire, London 1979, s,12; H.A. Nomiku, Haçlı Seferleri, Türkçe çev., Kriton Dinçmen, 2. baskı, İstanbul 1997, s.54. 488 Niketas, 322; Türkçe çev., III, s.164. 489 Niketas, 322; Türkçe çev., III, s.164. 490 Nicol, Bizans’ın Son Yüzyılları (1261-1453), Türkçe çev., Bilge Umar, 2. baskı, İstanbul 2003, s.9. 121 Kuzeybatı Anadolu bölgeleri bırakıldı. Selanik Dükalığı verilen Boniface de Montferrat Makedonya’nın bir kısmı ve Tesalya’yı ele geçirerek bir krallık kurdu. Selanik’ten Atina’ya doğru yürüyen Boniface, Attika ve Boeotia’nın hâkimiyetini Fransız Othon de la Roche’ya bıraktı. Guillaume de Champlitte ve yeğeni Godfroi Villehardoin’e ise Pelopones bölgesi bırakılmıştı491. Bunların dışında Haçlı liderleri imparatorluğun diğer illerini de zapt ederek aralarında paylaşmayı düşünüyordu. Hatta bu amaçla aralarında bir bölüşme antlaşması dahi imzalamışlardı. Bu antlaşmaya göre Yunanistan sahasındaki, Ege adalarındaki ve Anadolu’daki Bizans toprakları aralarında bölüşülecekti. Ancak daha kurulduğu günden itibaren yıkılmaya mahkum gibi görünen Latin Krallığı bu düşüncelerini uygulamak konusunda başarısız oldu. Zira başkentlerini Latinlere kaptıran Bizanslılar ellerinde kalan son topraklarda çok daha kararlı ve cesaretle mücadele edeceklerdi. 2. İznik İmparatorluğu’nun Kurulması Pek çok tarihçi XI. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak Bizans’ın yıkılışına kadar geçen yaklaşık dört yüzyıllık dönem boyunca Bizans’ın en tehlikeli düşmanları olarak Türkleri göstermektedir. Buna göre 1071 Malazgirt bozgunu ile başlayan felaketler zinciri 1176 yılındaki Myriokephalon hezimeti ile devam etmiş ve 1453’de İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmesi ile de Bizans tarihe karışmıştır. Bu açıdan bakıldığında bu düşünceler kısmen doğru gibi görünebilir. Aslında devrin Bizans kaynakları da Malazgirt hezimetinden bahsederken “Sonun başlangıcı” ifadesini kullanmaktadırlar. Gerçekten de Bizans tarihi içinde 1071, 1176 ve nihayet 1453 tarihlerinin çok büyük önemi vardır. Ancak bin yıldan fazla bir süre varlığını devam ettiren Bizans açısından Türkler ne ilk defa mağlup oldukları bir millet ne de Anadolu’yu ele geçiren tek milletti. 1071 ve 1453 yılları arasındaki bir başka tarihte en az onlar kadar önemlidir. Bu tarih İstanbul’un Haçlılar tarafından ele geçirilerek burada bir Latin İmparatorluğu’nun kurulması ile sonuçlanan IV. Haçlı seferidir492. Nitekim 491 Ostrogorsky, a.g.e., s.390-392; Diehl, a.g.e., s.129-130; Vasiliev, a.g.e., II, s.506. IV. Haçlı Seferi ve Latin İmparatorluğu’nun kurulması ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz., J. Godfrey, 1204: The Unholy Crusade, Oxford 1980; D. Queller, The Fourth Crusade: The Conquest of Constantinople, 1201-1204, Pennsylvania University Press 1997; E. Bradford, The Great Betrayal: 492 122 bazı Bizantinistler, Bizans İmparatorluğu’nun gerçek yıkılış tarihinin 1204 yılı olduğunu ve post-Bizans döneminin başlangıç tarihinin, Osmanlıların İstanbul’u fethettiği 1453 değil de, 1204 yılı olduğunu söylemektedir493. İstanbul’un düşmesinin ardından şehri terk eden bazı Bizans soyluları Latinler tarafından ele geçirilmemiş bölgelere kaçmış ve yerel halkın da desteğiyle buralarda Bizans’ın devamını sağlayan devletler kurmuşlardır. Latinlere karşı isyan bayrağı açan Bizans liderlerinin kurduğu bu devletler, Latin idaresi altında faaliyet alanları ortadan kalkan başkentteki Bizanslı unsurların sığınağı haline geldi494. III. Aleksios Angelos’un damadı I. Theodoros Laskaris İznik’te, Angelos hanedanının bir diğer temsilcisi Mikhail Dukas Epir’de kendi hâkimiyetlerini kurdular. Bu iki devletin dışında İstanbul’un Latinler tarafından işgal edilmesinden kısa bir süre önce I. Andoronikos Komnenos’un torunları Aleksios ve David, halaları Gürcü Kraliçesi Thamara’nın desteğiyle Trabzon’u ele geçirerek Trabzon İmparatorluğu’nun temellerini atmışlardı495. Constantinople, 1204, London 1967; E. Gerland, Geschichte des lateinischen Kaisereich von Konstantinopel, I: Balduin I. Und Heinrich, 1204-1216, Darmstadt 1966; Runciman, Haçlı Seferleri, C.III, s.95-116; K. M. Setton, The Papacy and the Levant (1204-1517), I: The Thirteenth and Fourteenth, Philadelphia 1976, s.1-26; Nicol, Bizans ve Venedik Diplomatik ve Kültürel İlişkiler Üzerine, Türkçe çev., Gül Çağalı Güven, İstanbul 2000, s.118 vd. 493 Karsten Fledelius, “Byzantium and the West 1204-1996 a European Perspective”, Byzantium, Identity, Image, Influence, Major Papers, XIX International Congress of Byzantine Studies University of Copenhagen, 18-24 August, 1996, Copenhagen 1996, s.373-389, “When sentimental Westerns mourn the death of Byzantium they should never forget, however, that exactly the Latin West was responsible for most destruction in Constantinople, through the plundering of the Crusaders in 1204 and their subsequent neglect of the city. Thus the last Latin emperor of Constantinople, Baldwin II, sold the lead cover of the roofs of the Great Palace in order to get money. The emperor of the Greek Empire in Nicea had to send money to the Latins in Constantinople to make repairs at the churches possible! That the reconquest never resulted in a total reconstruction of the city was due to lack of money and disunity among the Byzantines themselves during the Palaelogian Period. Thus 1204 is the real beginning of the Post-Byzantine Period even if it is custom to call the period up to 1453 the “Late Byzantine Period.” 1204 was the “point of no return” in the development of the Byzantine state from an empire to small state of only regional importance. But even more important: 1204 was “point of no return” in the deterioration of the relationship between Western, Catholic Europe and Eastern, Orthodox Europe. All later attempts to reunite the two parts have been ephemeral ...” ayrıca bkz., Levent Kayapınar, Osmanlı Klasik Dönemi Mora Tarihi, (Basılmamış Doktora Tezi) Ankara 1999, s.1-2(Giriş). 494 Alice Gardner, The Lascarids of Nicaea The Story of an Empire in Exile, Amsterdam 1964, s.52. 495 Bizans’ın devamını sağlayan bu devletler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz., Michael Angold, A Byzantine Government in Exile Government and Society under the Laskarids of Nicaea (1204-1261), Oxford 1975; Gardner, Lascarids; D.M. Nicol, The Despotate of Epiros (1204-1267) Oxford 1957; aynı yazar, “The Fourth Crusade”, s.275-330; aynı yazar, “Apo tên Alôsê ôs tên Anaktêsê tês Kônstantinoupolleôs (1204-1261”, HHelE, C.9, Atina 1980, s.76-106; Helen Glykatzi Ahrweiller, “L’Experience Nicéne”, DOP, 29, (1975), s.23-40; aynı yazar, “Hê Aftokratoria tês Trapezountos”, HHelE, C.9, Atina 1980, s.325-331; Jacob Philipp Fallmerayer, Geshichte des Kaisertums von Trapezunt, Münih 1827/ Hildeheim 1964; Anthony Bryer, The Empire of Trebizond and the Pontos, 123 Bizans İmparatorluk unvanı üzerinde hak iddia eden bu üç siyasi gücün de ortak amacı İstanbul’daki Latin hâkimiyetine son vermekti. Ancak Theodoros Angelos’un 1230 yılında Meriç kıyısında Bulgar Kralı John Asen tarafından bozguna uğratılmasından sonra Epir Despotluğu pek fazla varlık gösterememiş ve bu iddiasından vazgeçmek zorunda kalmıştı496. Trabzon İmparatorluğu ise her ne kadar Bizans’tan daha uzun ömürlü olsa da İznik İmparatorluğu ve Selçuklular karşısında tutunamayarak Orta ve Batı Karadeniz’deki hâkimiyet sahalarını kaybetmiş, bunun sonucunda da Trabzon ve etrafını içine alan kısıtlı bir bölgede hâkimiyetini devam ettirebilmişti. Bizans’ın bakiyeleri üzerinde yükselen bu devletler içerisinde amacına ulaşan sâbık İmparator III. Aleksios’un damadı I. Theodoros Laskaris tarafından İznik’te kurulan imparatorluktur. Sürgünde kurulan bu devlet tarihçiler tarafından İznik İmparatorluğu şeklinde adlandırılmıştır497. I. Theodoros Laskaris’in başkent olarak seçtiği İznik’in devletin kuruluş aşamasında bir sığınak görevi üstlendiği, sürgündeki İstanbul patrikliğinin merkezi olduğu ve imparatorların tac giyme törenlerinin burada yapıldığı düşünülürse yeni kurulan devletin İznik İmparatorluğu olarak adlandırılması yanlış olmaz498. İznik’te patriklik görevine getirilen Mikhail Autoreianos’un elinden 1208 yılında imparatorluk tacını giymesiyle Bizans halkının gözünde meşru Bizans İmparatoru haline gelen I Theodoros Laskaris’in, imparatorluk yapısının temel kurumlarını (imparatorluk, patriklik, saray, bürokrasi, ordu) İznik’e taşıyarak burada yeniden kurması Bizans London 1980; William Miller, Trebizond, The Last Greek Empire of the Byzantine Era 1204-1461; aynı yazar, “The Empire of Nicaea and the Recovery of Constantinople”, CMH, C.IV, Cambridge 1923, s.478-516; A.A. Vasiliev, “The Foundation of the Empire of Trebizond (1204-1222)”, Speculum, XI (1936), s.3-57; Tryfôn Evangelidês, Istoria tês Trapezountos apo tôn Arkhaiotatôn Khronôn mekhri tôn Kathêmas, Odêssos 1898; Edward Gibbon, The History of the Decline and Fall of the Roman Empire, C.VI, London 1913, s.420 vd.; O. D., Lampsidês, “Peri tên İdrysin tou Kratous tôn Megalôn Komnênôn” AP, 31 (1971-1972), s.3-18; aynı yazar, “Apopseis epi tou Kratous tôn Megalôn Komnênôn” AP, 24 (1961), s. 14-34; Khrêstos Samouêlidês, Historia tou Pontiakou Hellênismou, 3. baskı, Atina 2002, s.64 vd.; A.A. Papadopoulos, “Aleksios I Komnênos”, MEE, C.14, s.782; Savvides, “Trapezounta Aftokratoria (1204-1461)”, MGE, C.51, Atina 1988, s.175-177. 496 Ostrogorsky, a.g.e., s.403; Savvides, Historia tou Vyzantio 1025-1461, C.III, Atina 2004, s.117-118. 497 Ahrweiller, “Hê Aftokratoria tou Mikrasiatikou Hellênismou”, HHelE, C.9, Atina 1980, s.107. 498 III. Ioannes’in Vatatzes tahta oturduktan kısa bir süre sonra idare merkezini İznik’ten Kemalpaşa’ya (Nymfaion) nakletmesi, kendisinin ve oğlu II. Theodoros Laskaris’in saraylarının Kemalpaşa ve İzmir’de olması tamamen o dönemde Anadolu’daki şartlarla ilgilidir. Manisa ve İzmir gibi önemli merkezlerle de bağlantısı bulunan Kemalpaşa bu stratejik konumuyla Selçuklular ile olan mücadele de İznik’e göre daha elverişli bir konuma sahipti. Nitekim idare merkezinin Kemalpaşa’ya nakledilmesi Menderes havzasına yönelik Selçuklu akınlarının durdurulmasında etkili olmuştur. Bkz., Ahrweiller, “L’Histoire et la Géographie”, s.42 vd.; Angold, a.g.e., 63, 111-112; Norwich, Byzantium, The Decline and Fall, s.185. 124 açısından ikinci bir doğuş olmuştur499. Böylece İznik, eski başkentin yeniden ele geçirilmesine kadar geçen süre boyunca sürgündeki Bizans İmparatorluğu’nun siyasî ve dinî merkezi haline gelmiş ve imparatorluğun tüm kurum ve geleneklerinin muhafaza edildiği bir sığınak olmuştur500. Anadolu’nun kuzeybatı ucunda yer alan İznik şehri, Bursa, İzmit, Tarsia, Chrysopolis, Chalcedon ve diğer önemli Bizans merkezleri arasında yer almaktaydı. Başkent İstanbul’a yakın olması İznik’i Bizans’ın henüz ele geçirilmemiş bölgelerini de işgal etmek niyetinde olan İstanbul’daki Latin İmparatorluğu’nun ilk hedeflerinden biri haline getirmekteydi. Ancak coğrafî açıdan başkente olan bu yakınlığı bazı olumsuzlukların yanında Epir ve Trabzon’daki soydaşlarına karşı avantaj sağlamaktaydı. 1080-1097 yılları arasında Türkiye Selçuklularına merkezlik yapan İznik Bizanslılar açısından her zaman büyük önem taşımıştır. Ancak Bizanslıların Latinler tarafından İstanbul’dan kovulmasının ardından şimdi her zamankinden daha fazla öneme sahipti. Nitekim Atina eski metropoliti Mikhail Khoniates 1204 yılı sonlarında kendilerini Frank boynduruğundan kurtaracak ve Bizans İmparatorluğu’nu yeniden ihya edebilecek kişi olarak gördüğü I. Theodoros Laskaris’e Avrupa ve Anadolu’daki Grek nüfusunun desteklenmesi ve korunabilmesi için her ne pahasına olursa olsun İznik’te sıkıca yerleşmesini öğütleyen bir mektup yazmıştı501. Ancak I. Theodoros Laskaris’in başlangıçta işi oldukça zordu. Her şeyden önce merkezî otoritenin çökmesi sonucu Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde ortaya çıkan yerel hâkimlerin itaat altına alınmaları gerekiyordu. Ancak İznik İmparatorluğu için bu iç çekişmelerden ziyade dışarıdan gelen tehditler daha önemliydi. İlk olarak İstanbul’u ele geçirerek bir devlet kuran Avrupalı soylular, şimdi aralarındaki paylaşma antlaşmasına uygun olarak kendilerine düşen bölgeleri ele geçirmek üzere harekete geçmişlerdi. Kendisine Edremit civarındaki bölgeler verilen Baudoin’in kardeşi Henri de Flandre ve taksimata göre İznik’e hâkim olmak isteyen Louis de Blois 1204 yılı sonunda Anadolu’da kendilerine düşen bölgeleri ele geçirmek üzere harekete geçtiler. Böylece I. 499 Franz Dölger, Regesten der Kaiserkunden des Oströmischen Reiches, (1204-1282), III, München 1977, s.4, Reg. 1677; Ostrogorsky, a.g.e., s.395; Nicol, Bizans’ın Son Yüzyılları, s.13; Constance Head, Imperial Byzantine Portraits, New Rochelle-New York 1982, s.137. 500 Clive Foss, Nicea: A Byzantine Capital and its Praises, Brookline, Massachusetts 1996, s.57-72. 501 Savvides, Byzantium in the Near East, s.53. 125 Theodoros Laskaris’in yeni kurduğu devlet Latinlerle mücadeleye girişmek zorunda kaldı. I. Theodoros Laskaris Manyas Gölü’nün güneyindeki Poimanenon’da502 (Aralık 1204) ve Edremit yakınlarında (Mart 1205) olmak üzere Latinler tarafından iki kez mağlup edildi. Ancak tam bu sırada meydana gelen bir gelişme İznik İmparatorluğu’nu yok olmaktan kurtardı. Bulgar Çarı Kaloyan’ın 1205 Nisan’ında Edirne yakınlarında Kumanlarla desteklenmiş ordusuyla Latin ordusunu imha etmesi ve bizzat İmparator Baudouin’i esir etmesiyle sonuçlanan müdahalesiyle geçici süreliğine güvenliğini sağlamıştı503. Bu mağlubiyetin ardından Latinler, Pegae kasabası dışında Batı Anadolu’da son olarak elde ettikleri kazanımlarını terk etmek zorunda kaldılar504. Ancak gerek I. Theodoros Laskaris gerekse halefi III. Ioannes Vatatzes, İstanbul’daki Latin İmparatorluğu ile ciddi sorunlar yaşamıştır. İstanbul’un yeni hâkimleri İznik İmparatorluğu ile bizzat mücadele ettikleri gibi zaman zaman da onların rakipleri ile işbirliği yapmaktan geri durmamışlardı. Nitekim Henri de Flander ilk olarak Karadeniz sahili boyunca batı yönünde ilerleyen ve I. Laskaris ile çatışmaya giren David Komnenos ile işbirliği yaptığı gibi daha sonra da İznik’in diğer rakibi Selçuklularla da 1209 yılında Laskaris’e karşı bir antlaşma yapmıştı505. İznik İmparatorluğu’na karşı ikinci ve belkide en büyük tehdit Türkiye Selçuklu Devleti idi. Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev, başlangıçta İstanbul’daki Latinlerle arasında bir tampon oluşturması dolayısıyla İznik İmparatorluğu’nun varlığından rahatsızlık duymamış, hatta 1206 yılında I. Theodoros Laskaris ile bir dostluk antlaşması imzalamıştı506. Ancak bu sulh dönemi uzun sürmemiş ve şartların değişmesi ile Selçuklu Sultanı Batı Anadolu bölgesine yayılması önünde engel olarak gördüğü İznik İmparatorluğu ile mücadeleye girişmiştir. Bu iki güçlü düşmanın dışında Karadeniz sahili boyunca ilerleyen David Komnenos da doğudan İznik İmparatorluğu’nu sıkıştırmaktaydı. I. Theodoros Laskaris, bütün bu tehlikelere rağmen kısa süre içinde rakiplerine karşı üstünlük sağlayarak Batı Anadolu’da güçlü bir devlet kurmayı başardı. 502 Eski Manyas (şimdi Soğuksu) köyüne lokalize ediliyor. Bkz., Umar, a.g.e., s.670. Kaloyan’ın bu seferi ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz., E. Th. Tsolakes, “Kalojan plundert Thrakien und Makedonien” Byzantina, II, 1970, s.269-283. 504 Nicol, Bizans’ın Son Yüzyılları, s.291-293. 505 Ostrogorsky, a.g.e., s.396-397. 506 Savvides, Byzantium in the Near East, s.56. 503 126 3. Trabzon İmparatorluğu’nun Kurulması IV. Haçlı seferinin ardından Bizans İmparatorluğu’nun toprakları üzerinde Latinler ve Grekler tarafından irili ufaklı birçok devletin kurulduğunu daha önce ifade etmiştik. 1204’ten sonra Anadolu’da Bizans’ı temsil eden devletlerden birisi de Trabzon İmparatorluğu’dur. Bununla birlikte burada şunu da ifade etmek gerekir ki Trabzon İmparatorluğu’nun kuruluşu İznik ve Epir’dekilerin aksine İstanbul’un Latinler tarafından işgal edilmesinin bir sonucu değildir. Aleksios ve David Komnenos kardeşler halaları Gürcü Kraliçesi Thamara’nın kendilerine verdiği destekle İstanbul’un Latinlerin eline düşmesinden çok kısa bir süre önce Trabzon’u ele geçirerek bu devletin temellerini atmışlardı (Nisan 1204)507. Trabzon İmparatorluğu’nun kurucuları Aleksios ve David Komnenos kardeşlerin maceraları Komnenos hanedanının son imparatoru olan dedeleri I. Andronikos Komnenos’un 1185’de tahttan indirilmesi ile başlar. I. Andronikos Komnenos’un ardından Bizans tahtına oturan II. Isaak Angelos muhtemelen tahtın varisi konumunda olmaları dolayısyla ileride kendisi için tehlike yaratacak bu iki kardeşi ortadan kaldırmayı düşünmüştür. Ancak o yıllarda henüz çok küçük yaşlarda olan Komnenos kardeşler bir şekilde başkentten kaçırılarak halaları Gürcü Kraliçesi Thamara’nın sarayına götürülmüşlerdi508. Gürcü kraliyet ailesi ile Bizans arasındaki münasebetlerin başlangıcı XI. yüzyılın ilk yarısına kadar uzanmaktadır. İmparator III. Romanos Argyros (1028-1034), döneminde yaklaşık 1032 yılında İstanbul’a gelen Gürcü Kraliçesi Mariam’ın oğlu Bagrat ile Bizans İmparatoru’nun kardeşinin kızı Helen arasında gerçekleşen evlilik ile iki hanedan arasında akrabalık kurulmuştu. 1065 ya da 1071’de IV. Bagrat’ın (10271072) kızı ve II George’un (1072-1089) kız kardeşi olan prenses Martha, Bizans İmparatoru VII. Mikhail Dukas (1071-1078) ile evlendi. Yine Komnenos hanedanı döneminde Gürcü Kralı II. David (1089-1125)’in kızı Kata, I. Aleksios Komnenos’un torunu ve Anna Komnena’nın oğlu Aleksios ile evlendi509. İşte Trabzon 507 Fallmerayer, a.g.e., s.44 vd.; Lampsidês, “O Antagônismos Metaksy tôn Kratôn tês Nikaias kai tôn Megalôn Komnênôn dia tên Klêronomian tês Vyzantınês Ideas”, AP, 34, (1977-78), s.5 508 Vasiliev, a.g.m., s.9-12; Fallmerayer, a.g.e., s.41-43. 509 Vasiliev, a.g.m., s.4. 127 İmparatorluğu’nun kurulması da bu yakın ilişkinin bir sonucudur. Babaları, amcaları ve dedelerinin 1185’deki darbe sırasında öldürülmelerinin ardından iki veya üç yaşlarındaki Aleksios ve ondan birkaç yaş daha küçük olan David, Gürcü Kraliçesi Thamara tarafından İstanbul’dan alınarak kendi sarayına getirilmişti510. İki kardeşin hangi şartlar altında ve ne zaman İstanbul’dan ayrıldıkları konusunda tarihçiler farklı fikirler ileri sürmektedir. Bir kısım tarihçiler iki kardeşin 1185 yılında, yani dedelerinin tahttan indirilmesinden hemen sonra İstanbul’dan kaçırıldıklarını ifade ederken, diğer bazı tarihçiler, Aleksios ve David’in 1185-1204 yılları arasında İstanbul’da saklandıklarını ve şehrin Latinlerin eline düşmesinden az önce İstanbul’dan ayrıldıklarını yazmaktadırlar. Ancak iki kardeşin yaklaşık yirmi yıl boyunca İmparator II. Isaakios Angelos’a yakalanmadan İstanbul’da saklanmaları imkansız görünüyor. Bu sebeple iki kardeşin 1185 yılındaki ihtilal sırasında İstanbul’dan ayrılmış olmaları gerekir. 1185 -1204 yılları arasında bu iki kardeşin hayatı ile ilgili herhangi bir bilgi mevcut değildir. Bu süre zarfından Gürcü sarayında büyüyen kardeşlerden Aleksios, Trabzon İmparatorluğu’nun ilk imparatoru olmuştur. 1204 Nisan’ında Bizans başkentinde büyük bir kaos yaşanırken Komnenos hanedanın bu iki genç temsilcisi Gürcü kuvvetleri ile birlikte Karadeniz’in güneydoğu kıyılarındaki Trabzon üzerine yürüyerek pek fazla zorluk çekmeden burasını ele geçirdiler. Bundan sonra Aleksios Trabzon İmparatoru olarak tahta otururken diğer kardeş David, Gürcü ve diğer ücretli askerlerden oluşan ordusuyla Karadeniz sahili boyunca batıya doğru ilerledi. David Komnenos’un bu hızlı yayılması sonucunda Trabzon İmparatorluğu’nun sınırları kuruluşundan hemen sonra Sakarya nehrinin batısına İzmit’e kadar uzanmaktaydı. Ancak bu durum fazla uzun sürmedi. 1206 yılında İznik imparatoru I. Theodoros Laskaris tarafından mağlup edilen David Komnenos en önemli askerî üssü olan Karadeniz Ereğlisi’ni kaybetmişti511. Selçuklular tarafından da Karadeniz’e çıkan yollar üzerinde tehdit oluşturduğundan dolayı sıkıştırılan Trabzon İmparatorluğu’nun sınırları Sinop ile sınırlı hale geldi. Zaman içerisinde sınırları daha da küçüldü. I. Andronikos Gidos (1222-1235) döneminde sınırlar bugünkü Gürcistan’daki Sivastopol’dan batıda Ünye’ye kadar olan bölgeleri içine almaktaydı. 510 511 Samouêlidês, a.g.e., s.65; Norwich, Byzantium, The Decline and Fall, New York : Knopf, 1996, s.188. Lampsidês, “O Antagônismos”, s.15-16. 128 XV. yüzyılın başlarına gelindiğinde ise imparatorluğun sınırıları Batum ile Giresun arasındaki bölgeyi içine almaktaydı512. İki yüz elli yedi yıl hüküm süren Trabzon İmparatorluğu Grekler tarafından idare edilen son Bizans kökenli devlet olmasına rağmen Bizans sanatı ve Yunan diline katkıları dışında pek varlık gösterememiştir. 1261’de İznik İmparatorluğu’nun İstanbul’u alarak başkentin yeniden İstanbul’a taşınmasının ardından zaten Trabzon İmparatorluğu’nun tarihi farklı bir mecrada akmaya devam etmiştir. E. I. GIYASEDDİN KEYHÜSREV’İN İKİNCİ SALTANAT DÖNEMİNDE SELÇUKLU-İZNİK İMPARATORLUĞU MÜNASEBETLERİ (1205-1211) 1. IV. Haçlı Seferi’nin Ardından Anadolu’da Yeni Bir Düzenin Kurulması IV. Haçlı seferinin ardından merkezî idarenin çökmesi İmparatorluk eyaletlerinde uzun zamandan beri devam eden karışıklığı arttırmıştı. Batı Anadolu bölgesinde kendi hâkimiyetlerini kuran yerel hâkimler bu sürecin hızlanmasına katkıda bulundular. Bunlar arasında en önemlileri I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in kayınpederi olan ve Menderes vadisindeki bölgelere hâkim olan Manuel Mavrozomes, Milet yakınındaki Sampson’da513 Sabbas Asidenos ve XII. yüzyılın sonlarından itibaren Alaşehir (Philadelphia) bölgesinde faaliyetlerde bulunan Theodoros Mankaphas’dı514. Merkezî idareden ümidini kesmiş olan Anadolu’daki Bizans ahalisi yaşadıkları bölgelerde 512 Samouêlidês, a.g.e., s.67. Sampson’un yeri ile igili olarak bkz., G.de Jerphanion “Σαµψών et Άµισος Une Ville à Déplacer de Neuf Cents Kılomètres”, OCP, I (1935), s.257-267; Paul Orgels, “Sabas Asidénos Dynaste de Sampsôn”, Byzantion, X (1935), s 67 vd. 514 Akropolitês, s.33-35; Niketas, s.219-220, 343; Türkçe çev., II, s.202 vd; Demirkent 2004, s.209-210; ayrıca bkz., Savvides, Vyzantina Stasiastika kai Aftonomistika Kinêmata sta Dôdekanêsa kai stê Mikra Asia 1189-1240, Atina 1987, s.173-190, 231-245, 246-251; aynı yazar, Byzantium in the Near East, s.59 vd.; Orgels, a.g.m., s.67-80; Kordatos, Historia tês Vyzatinês Aftokratorias, (1204-1453), C.II, Atina 1960, s.40; C.M. Brand, “Theodore Mankaphas”, ODB, C.2, s.1286-1287; aynı yazar, “Asidenos, Sabbas”, ODB, C.1, New-York-Oxford 1991, s.207; Kazhdan, “Maurozomes”, ODB, C.2, s.1319-1320. 513 129 istikrarın sağlanması için bu yerel hâkimleri desteklenmekteydi. İstanbul’u zapt eden Latinler, Anadolu’yu ele geçirmek için harekete geçtiklerinde Anadolu’da ilerleyen Latin ordusunun Bizans halkı tarafından coşkuyla karşılanması eyalet halkının Bizans yönetimine karşı olan güvensizliğini sergileyen başka bir örnektir515. Nitekim I. Theodoros Laskaris İstanbul’dan ayrıldıktan sonra İznik’e geldiğinde şehirdekiler tarafından kabul edilmemiş ve o, ancak Batı Anadolu’daki diğer bir önemli merkez olan Bursa’da iki yıl kaldıktan sonra 1206 yılında İznik’e hâkim olabilmişti516. Bizans’ın idarî merkezinin İznik’e kaymasının en önemli sonuçlarından birisi, Anadolu eyaletlerinde uzun zamandır devam eden karışıklıklara son verilerek bölgede sukûnetin sağlanması ve XI. yüzyıldan itibaren Bizans’ın en tehlikeli düşmanları konumunda olan Selçukluların batı yönündeki ilerleyişlerinin durdurularak doğu sınırının güvenlik altına alınmasıdır. Selçukluları diğer rakiplerinden farklı kılan ve onları Bizans’ın en tehlikeli düşmanları haline getiren en önemli unsur bitip tükenmek bilmeyen insan kaynaklarıydı. XI. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Anadolu’yu yurt tutan Türkmen toplulukları sürekli olarak Bizans topraklarına akınlar düzenlemekteydiler. İznik İmparatorluğu XII. yüzyıl boyunca kaybedilen bölgeleri bir daha geri alamadı. Fakat Selçuklulara karşı doğu sınırını büyük bir başarıyla savundu. Batı Anadolu’daki bu güçlü konum, İznik İmparatorlarına Epir ve Trabzon’daki soydaşlarına karşı stratejik açıdan büyük bir avantaj sağladığı gibi rakipleri ile olan mücadeleleri ve İstanbul’un yeniden ele geçirilmesi için gerekli olan kaynakları da sağlamıştır517. Unutmamak gerekir ki Bizans’ın gücü her dönemde Anadolu’daki konumu ile orantılı olmuştur. Bizans’ı Bizans yapan iki unsurdan birisi başkent İstanbul diğeri ise Anadolu idi. İmparatorluğun kalbinin attığı yer İstanbul’du. Anadolu ise bu kalbe kan pompalayan atar damar görevindeydi. Anadolu verimli topraklarında yetişen ürünleri ile başkenti beslemekle kalmayıp aynı zamanda toplanan vergilerle Bizans ekonomisinin en önemli gelir kaynaklarından birisiydi. Ayrıca Bizans’ın askerî gücünün de temelini 515 Savvides, Byzantium in the Near East, s.54. Akropolitês, s.30-33. 517 Stephen W. Reinert, “Fragmentation (1204-1453)”, OHB, Ed. Cyril Mango, New York 2002, s.253. 516 130 oluşturmaktaydı518. Bu nedenle İmparatorluk, Anadolu’da güçlü olduğu sürece diğer yönlerden gelecek tehlikeleri rahatlıkla savuşturabilirdi. Anadolu’nun önemi İstanbul’un düşmesinin ardından daha da arttı. Başkentlerini Latinlere kaptıran Bizanslılar için Anadolu’da ellerinde kalan topraklar artık İmparatorluğun idarî bir birimi olmaktan çıkıp tutundukları son kale haline gelmişti. Bu nedenle İznik yönetimi en baştan itibaren Anadolu’daki toprakların güvenliğinin sağlanması ve bölgede güçlü bir idarî organizasyonun kurulması yönünde ellerinden gelen gayreti sarf etmişlerdir. I. Manuel Komnenos’un ölümünün ardından Bizans başkentinde yaşanan iktidar mücadeleleri merkezî idareyi zaafa uğratmıştı. Bu dönem boyunca kendi kaderine terk edilen Anadolu eyaletleri merkezî yönetime karşı olan tüm güvenlerini yitirmişlerdi. 1196’da Ankara Meliki Muhiddin Mesud’un Safranbolu şehrini kuşatması sırasında Bizans İmparatoru III. Aleksios’un tüm müdahaleleri sonuçsuz kalmış ve kuşatmaya 4 ay boyunca direnen Safranbolu halkı başkentten beklediği yardım bir türlü gelmeyince teslim olmak zorunda kalmıştı519. Mesud’un güvenlik dolayısıyla yanlarına istedikleri şeyleri alarak şehri terk etmelerini istediği ahaliden çoğu Bizans idaresindeki bölgelere gitmek yerine şehrin surları dışında yaptıkları barakalarda kalmayı tercih etmişlerdi520. Aynı şekilde Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in 1196 yılında Menderes bölgesine düzenlediği bir sefer sırasında Karia ve Tantalos şehirlerinden ele geçirdiği yaklaşık 5000 esiri Akşehir çevresindeki köylere yerleştirdikten sonra onlara sunduğu cazip koşulların ardından pek çok Bizanslının gönüllü olarak Bizans yönetimini terk ederek Selçuklu idaresine geçtiğini görmekteyiz521. Bu iki örnek XII. yüzyılın sonlarına gelindiğinde Anadolu halkının merkezi idareye karşı nasıl hisler beslediğini açıkça ortaya koyması bakımından oldukça önemlidir. 2. I. Gıyaseddin Keyhüsrev-I. Theodoros Laskaris Arasındaki Antlaşma (1206) 518 Steven Runciman, “Anadolu’nun Ortaçağlardaki Rolü”, Belleten, VII/27, (1943), s.549-556; RalphJohannes Lilie, “Twelfth-Century Byzantine and Turkish States”, BF, XVI (1991), s.42 Türkçe çev., Yusuf Ayönü “XII. Yüzyılda Bizans ve Türk Devletleri”, TİD, XX/I (2005), s.202. 519 Niketas, s.253-254, 260-261; Türkçe çev., III, s.26-28; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.219; Cahen, Anadolu’da Türkler, s.127. 520 Niketas, s.260-261; Türkçe çev., III, s.28; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.240; Baykara, I. Gıyaseddin Keyhüsrev, s.18-19; 521 Niketas, s.273; Türkçe çev., III, s.56. 131 Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev, ikinci defa tahta oturduğunda Anadolu’daki siyasî durum oldukça karışıktı. Trabzon’daki Komnenler Karadeniz sahili boyunca batıya doğru ilerlerken, İstanbul’u işgal eden Latinler Anadolu’da hâkimiyetlerini yaymayı düşünüyorlardı. I. Theodoros Laskaris tarafından İznik’te kurulan yeni devlet ise Selçukluların Batı Anadolu kıyıları ile olan bağlantısını kesiyordu. Selçuklu Devleti denizle bağlantısı olmayan iç kesimlere hapis olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştı. Selçuklu Sultanı bu kapandan kurtulmak ve devletin geleceğini güven altına almak için en azından kuzey ve güney kıyılarındaki önemli ticaret limanlarının kontrolünü sağlamak zorundaydı. Bu durum doğal olarak onun İznik İmparatorluğu ile olan ilişkilerine de yansıdı. I. Gıyaseddin Keyhüsrev başlangıçta İznik İmparatorluğu’nun varlığını kabul etmişti. Zira Selçuklu Sultanı, İstanbul’daki Latinlerle kendi toprakları arasında bir tampon devletin bulunmasını kendi çıkarlarına uygun bulmaktaydı. Latinler, Trabzon’daki Komnenler ve Selçuklular arasında sıkışan İznik İmparatorluğu bu şartlar altında tehlike oluşturmamaktaydı. Üstelik I. Gıyaseddin Keyhüsrev, bu sırada İtalyan Aldobrandini’nin idaresindeki Antalya üzerine bir sefer düzenlemek niyetinde olduğundan İznik İmparatorluğu ile şimdilik bir çatışmaya girmek istemiyordu. İznik İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu şartlar da I. Theodoros Laskaris’i Selçuklular ile iyi geçinmeye zorluyordu. Bir yandan Batı Anadolu’da bağımsız idare kurmaya çalışan yerel hâkimlerle mücadele eden I. Theodoros Laskaris diğer yandan da Bithynia bölgesini ele geçirmek niyetindeki Latinler ve İzmit’e kadar ilerlemiş olan David Komnenos ile uğraşmak zorundaydı. Bu rakipleri ile rahat bir şekilde mücadele edebilmesi için en azından Selçuklu Devleti ile uzlaşmak zorundaydı. İşte bu sebeplerden dolayı 1206 yılı başlarında Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev ile I. Theodoros Laskaris arasında bir dostluk antlaşması imzalandı522. Kaynaklarda antlaşmanın şartları hakkında bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak her iki tarafın da diğer rakipleri ile rahat bir şekilde mücadele edebilmeleri için yapılmış bir saldırmazlık antlaşması olmalıdır. İslam kaynaklarından İbnü’l-Esir 1205/6 yılı olaylarını zikrederken Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in Trabzon üzerine bir sefer 522 Akropolitês, s.37; Niketas, s.350; Türkçe çev., III, s.226; ayrıca bkz., Savvides, Byzantium in the Near East, s. 62; Turan, Türkiye, s.278; Baykara, I. Gıyaseddin Keyhüsrev, s.33. 132 düzenlediğinden bahsetmektdir. Başka hiçbir kaynakta geçmeyen bu hadiseyi İbnü’lEsir şu şekilde anlatmaktadır: “Anadolu Sultanı Gıyâseddin Hüsrevşâh bu sene Trabzon üzerine yürüdü. Kendisine isyan etmiş olan şehrin hâkimini muhasara etti ve sıkıştırdı. Bu yüzden Anadolu, Rus ve Kıpçak şehirleriyle yapılan kara ve deniz ulaşımı durdu. Hiç kimse Gıyâseddin’in ülkesine gidemez oldu. Halk bundan dolayı büyük zarara uğradı. Çünkü onlarla ticaret yapıyor ve ülkelerine gidiyorlardı. Suriye, Irak, Musul, el-Cezire ve diğer yerlerden tüccarlar Anadolu’ya geliyorlardı. Bundan dolayı tüccarlar Sivas’ta toplandılar. Yollar açılmadığı için çok büyük sıkıntı içindeydiler. Sermayesinin başına dönenler bahtiyar insan olarak kabul ediliyordu”523. Gerek Akropolitês gerekse Niketas iki hükümdar arasında bir anlaşmaya varıldığından bahsetmekle birlikte her ikisi de Selçuklu Sultanı’nın Trabzon üzerine bir sefer düzenlediğinden bahsetmemektedirler. Özellikle I. Laskaris-David arasındaki mücadeleyi ayrıntılı bir şekilde anlatan Niketas’ın bu hadiseye değinmemesi oldukça ilginçtir. Bu konu hakkında yorum yapan günümüz araştırmacıları ise farklı fikirler ileri sürmektedirler. Örneğin Finlay I. Laskaris’in kuvvetleri arasında Selçuklu paralı askerlerinin olduğunu ifade etmektedir. Bu yorumundan da anlaşılacağı gibi Finlay I. Gıyaseddin Kethüsrev ile I. Theodoros Laskaris arasındaki dostluk antlaşmasının Trabzon İmparatorluğu’na karşı askerî bir ittifak olduğu görüşündedir. Osman Turan ise Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev ile I. Thedoros Laskaris arasında yapılan antlaşmanın ardından İznik İmparatoru’nun David’i mağlup ederken Selçuklu Sultanı’nın da Aleksios’a karşı zafer kazandığını söylemektedir524. Son olarak Savvides ise İbnü’l-Esir’in eserinde bahsettiği bu Trabzon seferi ile ilgili çeşitli görüşlerin genel bir değerlendirmesini yaptıktan sonra Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in o dönemde önemli bir ticaret merkezi olan Trabzon üzerine Karadeniz ticaret yolunu açmak için bu seferi düzenlemiş olabileceği ihtimali üzerinde durmaktadır. Ancak Savvides 1214 yılındaki Sinop seferine kadar başka hiçbir kaynakta iki devlet arasında bir çatışmadan söz edilmediğini belirterek bu tarihe kadar Trabzon İmparatorluğu’nun bağımsızlığını koruduğunu ifade etmektedir525. Bizim 523 İbnü’l-Esir, C.XII, s.242; Türkçe çev., C.XII, s.201. Turan, Türkiye, s.278-279. 525 Savvides, “Oi Megaloi Komnênoi tou Pontou kai Oi Seltzoukoi tou Rûm (Ikoniou) tên Periodo 1205/6-1222, Hê Dıêgêsê tou Ibn Bibi gıa tên Katalêpsê tês Sinôpês (1214)”, AP, 39, (1984), s.176180. 524 133 görüşümüze göre de I. Gıyaseddin Keyhüsrev ile I. Theodoros Laskaris arasındaki bu antlaşma, her iki tarafın da diğer sorunları ile ilgilenebilmsi için yapılmış bir ateşkes antlaşması niteliğindedir. Dolayısıyla Trabzon İmparatorluğu’na karşı bir ittifak söz konusu olamaz. Bu durumda Savvides’in de ifade ettiği gibi yalnızca İbnü’l-Esir’in değindiği bu sefer Karadeniz ticaret yolunu açmak amacıyla düzenlenmiş olmalıdır. İbnü’l-Esir’in tarih ve Selçuklu Sultanı’nın ismini vererek bahsettiği bu seferi yok saymak mümkün değildir. Ancak burada şunu da ifade etmek gerekir ki Selçuklu Sultanı’nın uzun bir kuşatmanın ardından 1207 Mart’ında Antalya’yı feth ettiği düşünülürse bir yıl içerisinde Anadolu’nun kuzey ve güney ucundaki iki şehrin kuşatılması biraz güç görünmektedir. 3. Antalya’nın Fethi (1207) 1206 yılındaki bu antlaşma beklenildiği gibi her iki tarafın da lehine oldu. Selçuklular ile anlaştıktan sonra David’i mağlup ederek doğusunu emniyet altına alan I. Laskaris, batıda hâkimiyet bölgesini işgale kalkışan Haçlı komutanı Louis karşısında da başarılı oldu ve 1208’de Bizans’ın meşru İmparatoru olduğunu ilân etti. Öte yandan Trabzon hâkimi Aleksios’un Karadeniz kıyısındaki önemli şehirlerden birisi olan Samsun’u kuşatması üzerine şehirdeki Türklerin yardım talebi sonucu harekete geçen I. Keyhüsrev de Aleksios’u mağlup ederek ticaret yolunun emniyetini sağladı526. Bundan sonra Selçuklu Sultanı asıl hedefi olan Antalya üzerine yürüdü. Daha önce de bahsettiğimiz gibi Bizans İmparatorluğu’nun parçalanması Anadolu’da yeni bir düzenin oluşmasına sebep oldu. Bu gelişme Anadolu’daki ticarî faaliyetleri olumsuz etkiledi. Ticaret yollarının güvensiz hale gelmesi sonucunda zarara uğrayan Selçuklu Devleti’nin bir takım önlemler alması gerekmekteydi. Bu nedenle I. Gıyaseddin Keyhüsrev, Karadeniz yolunun güvenliğini sağlamak için düzenlediği seferinin ardından bu kez de Antalya’nın fethi ile ilgilendi. Akdeniz kıyısındaki önemli bir ticaret limanı olan Antalya, Mısır ve Avrupa’dan gelen malların giriş kapısı olduğundan Selçuklu fethi öncesinde burada Müslüman ve Türk ticaret kolonileri oluşmuştu. İstanbul’un düşmesinin ardından Bizans hâkimiyetindeki diğer yerlerde olduğu gibi burada da hâkimiyet mücadelesi başlamış ve nihayet şehrin idaresini Aldobrandini adında 526 Turan, Türkiye, s.279-280; Baykara, I. Gıyaseddin Keyhüsrev, s.34. 134 Toscanalı bir İtalyan ele geçirmişti. Bu mücadele sırasında asayişin bozulması sonucunda tüccarlar zarara uğramış ve bu durum I. Gıyaseddin Keyhüsrev’i harekete geçirmişti. Ordusu ile Antalya üzerine yürüyerek şehri kuşatan Sultan, Kıbrıs Kralı’nın Aldobrandini’ye yardım göndermesi üzerine kuşatmayı kaldırmak zorunda kaldı. Sultan, kuşatmayı kaldırsa da tamamen çekilmemiş ve Antalya’nın dışarı ile irtibatını kesmişti Bu şekilde I. Gıyaseddin Keyhüsrev Antalya’dakilerin zor durumda kalmalarını ve şehri kendisine teslim etmelerini sağlamaya çalışıyordu. Çok geçmeden Latinlerin idaresinden memnun olmayan Bizanslılar, Sultan’a haber göndererek şehrin ele geçirilmesinde kendisine yardım edeceklerini bildirdiler. Bunun üzerine şehir yeniden kuşatma altına alındı. Şehirdeki Bizanslıların da yardımı ile şiddetli bir saldırının ardından Antalya ele geçirildi (5 Mart 1207)527. Antalya’nın idaresini beylerinden Mübarezeddin Ertokuş’a veren Sultan bundan sonra Kilikya Ermenileri üzerine yürüyerek Ermenileri yeniden Selçuklulara tâbi olmaya zorladı. Böylece I. Gıyaseddin Keyhüsrev güney yolunu tam olarak güvenlik altına almış oldu. 4. Selçuklu Devleti ve İznik İmparatorluğu Arasındaki İlişkilerin Bozulması ve Antiokheia Savaşı (1211) Konya ve İznik yönetimi arasında 1206 yılında yapılan antlaşmanın uzun süreli olmayacağı açıktı. Bu antlaşma her iki tarafın da daha öncelikli sorunlarını halletmeleri için zaman kazanma çabasından başka bir şey değildi. Nitekim çok geçmeden taraflar arasındaki ilişkilerin yeniden gerginleştiği görülmektedir. Selçuklu Sultanı Ege kıyılarına doğru yayılması önünde engel olarak gördüğü İznik İmparatorluğu’nun rakipleri ile olan mücadelesinden başarı ile çıkması ve her geçen gün artan gücünden rahatsızlık duyarken, Selçukluların Antalya’yı almaları karşısında ses çıkartmayan I. Laskaris, Selçuklular ile er geç bir çatışmaya girereceğinin farkındaydı. I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in İznik’e karşı İstanbul’daki Latinlerle yakınlaşarak Kral Henry ile bir antlaşma yapması, bu arada I. Laskaris’in Selçuklulara ödediği yıllık vergiyi kesmesi aradaki ilişkileri iyice gerginleştirdi528. Biraz sonra I. Keyhüsrev’i İstanbul’da misafir eden ve Latinlerin işgalinden sonra şehri terk eden III. Aleksios, Antalya’da bulunan Sultan’ın yanına geldi. Damadından şikâyetçi olan III. Aleksios’un 527 İbnü’l-Esir, C.XII, s.252-253; Türkçe çev., C.XII, s. 209-210; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.284; Baykara, Türkiye Selçuklularının Sosyal ve Ekonomik Tarihi, s.266. 528 İbn Bibi, s.103; Türkçe çev., C.I, s.122-123; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.288. 135 tahtını ele geçirmek için I. Laskaris’e karşı yardım istemesiyle aradığı fırsatı bulan I. Keyhüsrev derhal harekete geçti. Bir elçi aracılığıyla gönderdiği mektupta tahtın III. Aleksios’a devredilmesini isteyen I. Keyhüsrev, bu talebi geri çevirilince III. Aleksios’u da yanına alarak I. Laskaris üzerine yürüdü. Taraflar arasında Antiokheia yakınlarında meydana gelen ve her iki tarafın da ağır kayıplar verdiği bu savaşta Selçuklu Sultanı hayatını kaybetti529. Selçuklular ile Bizans arasında Malazgirt ve Myriokephalon savaşlarının ardından üçüncü büyük karşılaşma olan bu savaş hakkında en ayrıntılı bilgi XIII. yüzyıl İslâm kaynaklarından İbn Bibi ile XIII. ve XIV. yüzyıl Bizans tarihçileri Geôrgios Akropolitês ve Nikêforos Grêgoras’ın eserlerinde bulunmaktadır. Kaynaklarda savaşın çıkış sebebi, orduların sayıları, savaşın cereyan ettiği yer, Selçuklu Sultanı’nın öldürülmesi konusunda bazı farklılıklar bulunmaktadır. Bizans kaynakları savaşın çıkış sebebinin I. Theodoros Laskaris’in kayınpederi olan III. Aleksios’un, I. Gıyaseddin Keyhüsrev’den Bizans tahtını yeniden ele geçirmesi için istemesi ve damadı I Theodoros Laskaris’e karşı Sultan’ı kışkırtması olduğunu ifade etmektedirler530. İbn Bibi ise savaşın sebebini I. Laskaris’in topraklarından İslâm ülkelerine giriş ve çıkışlara engel olup zorluk çıkarması, Selçuklulara göndermesi gereken yıllık vergiyi göndermekte, emir ve yasaklara uymada çekimser ve isteksiz davranması olarak göstermektedir531. Bir diğer problem orduların sayıları ile ilgilidir ki bu konuda Bizans kaynakları dahi farklı rakamlar vermektedirler. Akropolitês, İmparator’un kuvvetlerinin tamamının iki bin kişiden oluştuğunu ve bunların sekiz yüzünün cesur ve güçlü savaşçılar olan İtalyanlar olduğunu yazmaktadır532. Grêgoras ise İmparator’un sekiz yüzü savaş konusunda tecrübeli ve yetenekli seçkin Latinlerden oluşan ve tamamı iki bin kişiden fazla olmayan ordusuyla Selçuklu Sultanı’na karşı harekete geçtiğini buna karşılık I. Keyhüsrev’in yaklaşık yirmi bin kişilik okçular, sapancılar ve göğüs göğse mücadeleler için de mızrak ve kılıç kullanan askerlerden oluşan tüm kuvvetlerini topladığını ifade 529 Akropolitês, s.37 vd.; Grêgoras. s.45 vd.; İbn Bibi, s.110; Türkçe çev., C.I, s.130-131; Aksarayî, s.32; Türkçe çev., s.25; Anonim Selçukname, s.85-86; Türkçe çev., s.27-28; Müstevfî, s.477. 530 Akropolitês, s.37-39; Grêgoras. s.46-47. 531 İbn Bibi, s.103; Türkçe çev., C.I, s.122-123. 532 Akropolitês, s.39-41. 136 etmektedir533. İbn Bibi ise herhangi bir rakam vermezken her iki ordunun da çok kalabalık olduğunu söylemektedir534. Bu savaş ile ilgili olarak tartışılan konulardan birisi de savaşın cereyan ettiği yerdir. Bu konuda İbn Bibi savaşın Alaşehir yakınlarında vuku bulduğunu yazarken535 Bizans kaynakları savaşın Menderes kenarındaki Antiokheia yakınlarında meydana geldiğini ifade etmektedirler536. Son olarak 1211 yılında vuku bulan bu savaş hakkında en çok tartışılan konu Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in nasıl öldüğüdür. Bu konuda kaynaklarda farklı olarak anlatılmaktadır. Örneğin Akropolitês, İmparator tarafından atından düşürülen Sultan’ın hemen başının kesildiğini söylerken ne İmparator’un ne de maiyetindekilerin bunu kimin yaptığını bilmediklerini yazmaktadır537. Grêgoras ise I Theodoros Laskaris’in Sultan’ı tek başına öldürdüğünü ve başını mızrağının ucuna geçirdiğini belirtmektedir538. İbn Bibi ise olayı tamamen farklı bir şekilde yazmaktadır. Ona göre Savaş sırasında I. Theodoros Laskaris’e saldırarak vurduğu darbe ile onu atından düşüren Sultan, askerlerinin İmparator’u öldürmesine izin vermeyerek onu yerden kaldırıp atına bindirmiş ve gitmesine izin vermişti. Daha sonra Sultan kendi askerlerinden birisi sandığı bir Frenk askerinin sinsi saldırısı sonucunda hayatını kaybetmişti539. Tüm bu farklılıklara rağmen kaynakların mutabık kaldıkları noktalar da vardır. İlk olarak tüm kaynaklar savaş sırasında ilk önce Selçuklu tarafının saldırıya geçtiğini ifade etmektedirler. Yine tüm kaynakların mutabık olduğu bir diğer konu savaşın başlangıçta üstün durumda olan Selçuklu kuvvetlerinin Sultan’ın ölümünün ardından bu üstünlüklerini kaybettikleri ve geri çekilmeye başladıklarıdır. Kaynaklar arasındaki farklılıkların daha iyi anlaşılması ve konu hakkında daha ayrıntılı bilgi sahibi olunması açısından 1211 yılındaki bu savaş hakkında en ayrıntılı 533 Grêgoras, s.47-48. İbn Bibi, s.106-107; Türkçe çev., C.I, s.126-127. 535 İbn Bibi, s.107; Türkçe çev., C.I, s.127. 536 Akropolitês, s.41; Grêgoras, s.47-48. 537 Akropolitês, s.41. 538 Grêgoras, s.49-50. 539 İbn Bibi, s.109-110; Türkçe çev., C.I, s.130. 534 137 bilgi veren Akropolitês, Grêgoras ve İbn Bibi’nin eserlerindeki kayıtları burada vermeyi uygun bulduk. İlk olarak Akropolitês, Antiokheia yakınlarında meydana gelen bu savaş ve öncesinde yaşananları eserinde şu şekilde ifade etmektedir: “İmparator Aleksios, damadı İznik İmparatoru I. Theodoros Laskaris’e sığınmayı arzu etmediğinden tüm çabası onun (Sultan Keyhüsrev) yanına gitmek içindi. Yolculuk için gerekli olan erzakı yanına alıp Mikhail’in ülkesinden ayrıldı ve uygun rüzgarla Sultan’ın kendisini büyük bir hürmetle karşıladığı Antalya’ya ulaştı. Bundan sonra o sırada İznik’te bulunan İmparator I. Theodoros Laskaris’in huzuruna Sultan’ın elçileri geldi. Elçiler, Theodoros’a kayınpederi İmparator Aleksios’un, Sultan’ın yanına geldiğini bildirdikten sonra onun kendisine ait olmayan bir makamı gasp ederek suç işlediğini söylediler. Bu sözlerden dolayı telaşlanan Theodoros, büyük bir endişeye kapıldı. Çünkü Sultan’ın asıl amacı Bizans ülkesine akınlar düzenleyip tüm ülkeyi yağmalayarak Bizanslılara boyun eğdirmekti ve bu amacına ulaşmak için de Aleksios’u bir araç olarak kullanacaktı. Bu açıdan durum İmparator Theodoros için tam anlamıyla bıçak sırtıydı. Bu gelişme üzerine Theodoros derhal yakın adamlarını topladı ve onlara kendisinin mi? yoksa kayınpederi İmparator Aleksios’un mu? yanında olduklarını sordu. Bunun üzerine onlar anlaşmışlar gibi hep bir ağızdan kanlarının son damlasına kadar onun yanında savaşmaya ve ölmeye hazır olduklarını haykırdılar. Adamlarının bu sözleri ile cesaretlenen Theodoros, Sultan’ın elçisini de yanına alarak İznik’ten ayrıldı. Hızlı bir yürüyüşün ardından Alaşehir’e vardı. Bu sırada Sultan da asıl amacına ulaşmak için bir bahane olarak kullandığı İmparator Aleksios’u da yanına alarak Menderes havzasındaki en önemli şehirlerden Antiokheia’ya saldırdı. Şehri kuşatan Sultan, mancınıkları kurdurdu. Antiokheia düşme tehlikesi ile karşı karşıyaydı. İmparator böyle bir ihtimalden çok korkuyordu. Çünkü Antiokheia’nın düşmesi durumunda Sultan’ın tüm Bizans ülkesini ele geçirmesinin karşısında artık hiçbir engelin kalmayacağı aşikardı. Bu nedenle Theodoros tüm ümitlerini bütün dindarların adını bir işaret ya da mühür gibi kalplerimizde taşıdığımız İsa’ya bağladı ve savaşa karar verdi. Bundan sonra Theodoros, askerlerine çadırları, diğer ağırlıkları ve yolculuk için gerekli olmayan malzemeleri bırakmalarını ve sadece birazcık yiyecek ve elbise gibi zaruri şeyleri yanlarına almaları emrini verdikten sonra ilerleyişini hızlandırdı. Theodoros’un 138 kuvvetlerinin tamamı iki bin kişi idi. Bunlardan sekiz yüzü her zaman kendilerini kanıtlamış cesur ve güçlü savaşçılar olan İtalyanlar geriye kalanlar ise Bizans askerleri idi. Theodoros Antiokheia yakınlarına geldiğinde Selçuklu elçisini efendisinin yanına gitmesi için serbest bıraktı. Elçi Sultan’ın yanına geldi ve ona İmparatorun geldiğini ve saldırıya hazırlandığını söyledi. Fakat Sultan buna inanmadı. Bunun üzerine elçi İmparatorun yakında olduğuna dair yeminler etti. Bu sözler üzerine Sultan mümkün olduğunca hızlı bir şekilde birliklerini topladı ve onları savaş düzenine soktu. İlk olarak İtalyanlar Sultan’ın ordusuna saldırıya geçti fakat Müslümanlar çok kalabalıktı. İtalyanlar, eşsiz bir cesaret ve yiğitlikle savaştılar ve kendi sayılarından çok daha fazla sayıda düşmanı öldürdükten sonra neredeyse son adama kadar öldürüldüler. İtalyanların kolay bir şekilde imha edilmesi Müslümanların Bizanslılara karşı ilerlemelerini kolaylaştırdı. Bizans askerlerinin çoğu kaçmaya başlarken çok az bir kısmı savaşın sonucunu görmek için direnmeye devam etti. Savaşı kazanmış görünen Sultan, İmparatoru aramaya başladı. Bu sırada adamlarından birisi güç durumda bulunan İmparatorun yerini işaret etti. Sultan fiziki gücüne de güvendiğinden hızla İmparatorun üzerine saldırdı. Ansızın birbirlerini fark ettiler. Sultan gürzü ile İmparatorun kafasına bir darbe indirdi bu şiddetli darbe ile sersemleyen İmparator atından düştü. Ben Sultan’ın ikinci bir darbe indirip indiremediğini bilmiyorum ancak İmparatorun atına da vurduğunu söylemektedirler. Fakat atından düşen İmparator ansızın İlahi bir güçle yeniden toparlandı. Ayaklarının üzerine doğruldu. Kılıcını kınından çekti ve bu sırada askerlerine dönmüş kibirli bir şekilde “onun işini bitirdim” diye bağırmakta olan Sultan’ın atının arka ayaklarına bir darbe indirdi. Sultan bir kuleden devrilir gibi yere düştü ve hemen oracıkta başı kesildi. Ancak ne İmparator ne de maiyetindekiler onun başını kimin kestiğini bilmiyorlardı. Böylece o zamana kadar savaşı kaybetmiş görünen İmparator, yanında çok az sayıda asker kalmış olması sebebiyle düşmanı takip edemese de sonunda savaşı kazanmıştı. Bu Bizanslıların rahat bir nefes almasını sağladı. Böylece Müslümanlar Bizanslılar ile barış antlaşması yaptı ve İmparator bu cepheyi kapattı ve artık tüm dikkatini İtalyanlarla olan mücadeleye çevirdi. İmparator savaş sırasında kendisini uzun süre uğraştıran kayınpederi İmparator Aleksios’u da ele geçirdi. Aleksios’u yanına alarak İznik’e getiren Theodoros 139 burada onun İmparatorluk işaretlerini aldı ve onu yaşamının sonuna kadar kalacağı Zakinthos manastırına gönderdi. Aleksios’un eşi Evfrosini de Artas bölgesinde öldü ve orada gömüldü”540. Konu hakkında ayrıntılı bilgi veren bir diğer Bizans kaynağı Grêgoras ise yaşananları şu şekilde anlatmaktadır: “Böylece (III. Aleksios) Ege denizini geçerek Anadolu’ya ulaştı ve gizlice o sırada Antalya bölgesinde bulunan Türklerin Sultanı Keyhüsrev’in yanına gitti. Keyhüsrev’den Bizans tahtına yeniden oturabilmesi için yardım istedi. Aleksios, Sultana eski dostluklarını hatırlattı ve son zamanlarda içinde bulunduğu talihsiz durumu gözyaşları içinde anlattı. İmparatorun vaad ettiği paranın etkisiyle ve ayrıca yapılacak akınlar sırasındaki yağmalardan elde edilecek ganimetlerin hayalini kurduğundan bu teklifi kabul etti. Böylece bütün kuvvetlerini toplayan Keyhüsrev bu arada İmparator Theodoros’a elçiler göndererek onu Bizans tahtını kayınpederi Aleksios’a derhal vermeyi kabul etmediği takdirde ağır bir şekilde cezalandırmakla tehdit etti. Bu sözleri işiten Theodoros endişeye kapıldı ancak kısa sürede kendisini toparlamayı başardı ve kaderini her şeye gücü yeten Allah’ın inayetine bıraktı. Sultanın elçilerini hiçbir cevap vermeden geri gönderdi. Ardından Türk kuvvetleri ile sayı ve güç bakımından mukayese edilemeyecek olan az sayıdaki kuvvetlerini topladı. Bununla birlikte ilahi kudretin müdahalesi onları Türklere karşı güçlü kılacak ve zafer kazandıracaktı. Barbar (Keyhüsrev) süvari ve piyadelerden oluşan ordusunu topladıktan sonra Menderes yakınındaki Antiokheia’ya ulaştı. Şehrin etrafında karargah kurduktan sonra kuşatmayı başlattı. Sultan burasını kısa süre içinde ele geçirdiği takdirde Bizans hâkimiyetindeki diğer şehirleri de ele geçirebileceğini düşünmekteydi. Elbetteki tasarladığı şeyleri çok kolay bir şekilde gerçekleştirebilmek için İmparator Aleksios’u da yanında getirmişti. Diğer yandan İmparator Theodoros, Barbarların saldırısını kendi topraklarında bekleyerek onlara avantaj sağlamanın doğru olmayacağını düşündü. Çünkü eğer Antiokheia’yı yağmalayıp buradan çok miktarda ganimet elde ederlerse daha da küstahlaşacaklardı. Üstelik bu şehri Bizanslılara karşı güçlü bir sığınak olarak kullanabilirlerdi. Böylece hazırlıklarını tamamladıktan sonra sekiz yüzü savaş konusunda tecrübeli ve yetenekli seçkin Latinlerden oluşan ve tamamı iki bin 540 Akropolitês, s.37-43. 140 kişiden fazla olmayan ordusuyla düşmanlarına karşı savaşmak üzere harekete geçti. Üç günlük bir ilerleyişin ardından Bithynia’nın güney sınırını oluşturan ve Phrygia’yı doğu-güney istikametinde boydan boya bölen Uludağ’ın sarp geçitlerine ulaştılar. On bir günlük bir yürüyüşün ardından İmparator Kaystros denilen mevkiyi geçti. Theodoros ani bir saldırı ile barbarları şaşırtmayı amaçlıyordu. Bu şekilde kafaları karışacaktı ve saldırının gerçek mi yoksa rüya mı olduğunu bilemeyeceklerdi. Böylece Sultanın savunması cesur bir ayı ya da kurt sürüsünün saldırısına uğrayan dişsiz ve pençesiz aslanın ki gibi olacaktı. Bununla birlikte Sultan kısa süre önce Bizans İmparatorluğunun güçlerinin pek çok parçaya bölündüğünün; bunların bir kısmı yabancı topraklarda dağılmış bir kısmı ise Latinler tarafından ortadan kaldırılmıştı, çok iyi farkındaydı. Geriye kalanlar ise sayı olarak çok azdı ve güçlükle bir tugay oluşturabilirlerdi. Fakat Sultan doğrudan düşman ordusuna saldırıp saldırmama konusunda tereddüt içindeydi. Zira Sultanın daha önceki cesareti ve tez canlılığı azalmış görünüyordu ki bunun sebebi görmüş olduğu uğursuz bir rüya idi. Ve gerçekte göz önünde bulundurulması gereken çok önemli bir faktör vardı. Bu gibi çaresiz durumlarda küçük ordular, görevlerini ihmal ettiklerinde ya da dikkatsiz oldukları bir durumda sayı bakımından büyük ordulara galip gelmiştir. Böylece Keyhüsrev, yaklaşık yirmi bin kişilik okçular, sapancılar ve göğüs göğse mücadeleler içinde mızrak ve kılıç kullanan askerlerden oluşan tüm kuvvetlerini topladı. Fakat o, ilk olarak İmparatorun kuvvetlerinin saldırmalarını bekliyordu ve ordusunu İmparatorun ordusunun saldırısını beklemek üzere düzene koymuştu. Çünkü savaşın alanı süvari birliklerinin ve kalabalık ordusunun ilerlemesi için hiç elverişli değildi, diğer yandan az sayıdaki düşman kuvvetleri açısından ise oldukça uygundu. Bu onun doğrudan düşmana saldırmak yerine neden beklemeyi tercih ettiğini açıklamaktadır. İlk olarak çok sıkı bir şekilde saf tutmuş olan 800 kişilik Latin kuvveti düşmanın merkez kuvvetlerine saldırdı. Büyük bir güç ve cesaretle saldıran Latinlerin çoğu öldürülse de düşmanın artçı kuvvetlerine kadar ilerleyebilmişlerdi. Daha sonra tekrar geri döndüler ve böylece göğüs göğse savaşmaya hazırlanmış olan düşmanın okçu ve sapancı birliklerini etkisiz kılmış oldular. Bu sırada İmparatorun diğer kuvvetleri de olağanüstü bir azim ile düşmana saldırdılar. Fakat ani saldırının şaşkınlığını atlatarak toparlanan düşman, Latinleri geri itti ve hızlı bir şekilde kuşatıp onları kılıçtan geçirdi. Selçuklular 141 Latinlerle olan bu son çarpışmada sayı bakımından üstün olduklarından çok az kayıp verdiler. Böylece Onlar (Selçuklular) bizim birliklerimize karşı döndüler: ordularının bir kısmı öldürüldü geri kalanlar ise çekilmeye başladı. Bu esnada Türklerin lideri Sultan Keyhüsrev, her şeyi bırakarak İmparator Theodoros’u bulmaya çalıştı; yerini tespit ettiğinde fiziki gücüne ve iriliğine güvendiğinden derhal üzerine atıldı; İmparatora yaklaştı ve gürzü ile İmparatorun başına korkunç bir darbe indirdi: İmparator bu darbe ile kendinden geçti ve atından düştü. Mamafih Tanrı İmparatorun bu şekilde mahv olmasını ve İmparatorluğunun sona ermesini istemedi. Onun lütfu, İmparatorun düştüğü balçık denizinden kurtulmasına ve ayaklarının üzerine yeniden güçlü bir şekilde dikilmesine yardım etti. Yenilmiş gibi görünmesine rağmen bu mucizevî halde oldukça elverişli bir durumdaydı. Böylece o, hızlı bir şekilde barbara (Sultan) doğru ilerledi. Kılıcını çekti ve güçlük çekmeden barbarın atının ön ayaklarına bir darbe indirerek Sultanı al aşağı etti. Theodoros, Sultan ayağa kalkamadan başını kesti, Sultanın kellesini mızrağının ucuna geçirdi ve barbarların birliklerine göstermek için havada salladı. İnsan gücünün üzerindeki Tanrının inayeti sayesinde gerçekleşen bu durum Bizans ordusunun zafer kazanmasındaki temel sebepti. Barbarlar dehşet ve kızgınlığa kapıldılar ve mümkün olduğunca hızlı bir şekilde geri çekilmeye başladılar. İmparator bu büyük tehlikeyi bertaraf etmişti dahası sonunda düşmanı ezmişti. Galibiyetin ardından İmparator muzafferane bir şekilde Antiokheia’ya girdi ve tüm kalbiyle tanrıya şükranlarını sundu. Barbarlar derhal bir elçilik heyeti göndererek barış talebinde bulundular. Böylece ararlında barış antlaşması yapıldı. Ancak antlaşma barbarların isteğine göre değil İmparatorun ileri sürdüğü şartlara göre imzalandı. İmparator düşmanları ile birlikte kayınpederi İmparator Aleksios’u da mağlup etmişti. Theodoros kayınpederini de yanında İznik’e getirdi ve bundan sonra ömrünün sonuna kadar sorun çıkaramaması için ona keşiş cüppesi giydirdi”541. Son olarak İbn Bibi’nin eserinde ise yaşanan olaylar aşağıdaki gibi aktarılmaktadır: “Padişahın yüce fermanı uyarınca, askerin seçkinleri, büyüklerin ve komutanların ileri gelenleri, yardımcıları, taraftarları, ünlü ve şanlı askerleriyle 541 Grêgoras, s.46-50. 142 “Karayı silah denizine çeviren süvarilerle dolu bir ordu” ihtişamıyla Ruzbe ovasında bulunan kutlu karargâhta hazır oldular. Davulun gürültüsü ve zurnanın sesi yükselince dünya gökyüzü gibi yerinden oynadı. Komutanlar bayraklarını yukarı kaldırdılar, yiğitler yüzlerini savaş alanına döndüler. Padişahların büyüğü dışarı çıktı. Taç sahipleri onun rikâbının yanında yaya olarak yürümeye başladı. Kemerini kuşanıp zırhını giydi. Keykubad tacını başına koydu. Ayın yüzüne bulut düşmüş gibi uğurlu şemsiyenin gölgesi şahın başına düştü. Çavuşların “Uzaklaş uzaklaş” sesleri dünyadan kötü gözlülerini uzaklaştıurdı. Demir yükten yeryüzünün belki büküldü, gidiş gelişin yoğunluğundan havanın yüzü kapandı. Şahın etrafında, arkasında önünde kılıçlardan boş bir alan kalmadı. Altın işlemeli kılıcı, belinin etrafını bir hisar gibi çevirdi. “uzak dur” sesi, gülerken ağızdan çıktı. Geriden feleğe, “Uzak dur” dendi. Filin sırtındaki davulların gümbürtüsü, fersah fersah uzaklıktaki dağı ve ovayı tutuyordu. Heybetinden aslanların ormana, kartalların göğe sığındığı, korkusundan timsahların kendilerini nehre attığı, filin kendisine kaçacak delik aradığı bir toplulukla yola çıktılar. Rum’un büyük beldelerinden ola Alaşehir sınırına vardıkları zaman casuslar, Sultan’ın muzaffer bayraklarının ve askerlerinin yaklaştığını haber verdiler. Uykusu rahatı ve huzuru yerind olan ve zorlukluar karşısında mertçe direnen Laskaris bu bela karşısında korkuya kapılıp beldelerine, kabilelerine, aşiretlerine, ada sakinlerine “feryatname” ler göndererek “Bu feci olayı duyup, kötü durumun haberini okuyunca inlemeden ney, ağlamadan tüy gibi oldum” dedi. Onun üzerine Rum’dan, Alman’dan, Kıfçak’tan, Alan’dan sayılması ve bir araya toplanması mümkün olmayan; karınca sürüsünün, kum tanelerinin ve yağmur damlalarının sayısı kadar bir ordu meydana geldi. Laskaris ordunun önünü arkasını, sağını, solunu, merkezini ve cenahlarını savaşçı yiğitler ve Frenk askerleriyle 143 sağlamlaştırıp kuvvetlendirdi. Mükemmel bir düzen içinde İslâm ordusuyla savaşmak için harekete geçti. Diğer yandan İslâm ordusu da gökyüzü gibi ilerlemeye, ateş küresi gibi kaynamaya başladı. Askerlerin Elburz dağı gibi heybetli gürzlerinden, şimşek gibi parlayan kılıçlarından, dağı delen mızraklarından korkan Merih’in ödü patlayıp, denizler kurmaya, ölüm can çekişmeye yüz tuttu. O savaşta mızrağın kısa, okun etkisiz, zırhın gevşek, kılıcın kör, hançerin kesmez, gürzün hafif ve miğferin gevşek olduğunu görünce, aşırı yiğitliği davayı sonuçlandırmak, kavgayı sona erdirmek için onun buhar arasından su damlatır gibi mücevher damlatan elini keskin kılıcının kınına atmaya kalktı. Kızgın aslan gibi üzerindeki zırhın bağını yırtarak düşman safına saldırdı. Buluttan akan yağmur gibi vadide ve derede kan seli akıttı. Savaş arasında düşmanın merkezine varınca Laskaris’i ayakta gördü. Silahını kullanmadı. Kılıcını esirgeyerek kınına koydu. Zehirli yılana benzeyen mızrağını eline alarak “düşmanın gözü zümrüt gibi dışarıya fırlamış” durumuna düşen Laskaris’in üzerine saldırdı. Daha ilk saldırıda ona kıyametin yüzünü gösterdi. Onu atın sırtından yere düşürdü. Ona bağırarak “Ey Kundus” yani “Ey Kel” dedi. Sultan’ın yakın kulları, onun zatının nakşını varlık levhasından silmek istedilerse de Sultan onlara izin vermedi. Emri üzerine onu yerden kaldırıp ata bindirdikten sonra serbest bıraktılar. Laskaris’in askerleri, padişahlarının yenildiğini görünce dağlara, ovalara kaçmaya başladılar. Onun üzerine bütün silahdarlar, candarlar ve müfarede Rabbani takdirin ve semavî kaderin hükmüne uyup Sultan’ı yalnız bıraktılar ve bırakılan malları toplayıp yağma etmekle meşgul oldular. O sırada aniden Sultan’ın karşısına bir Frenk askeri çıktı. Sultan kendi muzaffer askerlerinden sanarak ona aldırış etmedi. Silahlı adamın yanından uzaklaştırılması için askerlerine emir vermedi. Adam Sultan’ın yanından geçerken geri dönüp onun nazlı canını hançer darbesiyle cennet bahçesine gönderdi. Silahlarını, eşyasını ve elbiselerini aldı. Kaçmakta olan bir grup Rum askerine yetişerek onlarla birlikte Laskaris’in yanına geldi. Laskaris, Sultan’ın elbisesini görünce hemen tanıdı. “Bu elbise kimin? Diye sordu. Adam, “Onun sahibini cennet bahçesine yolladım. Bunların hepsini onun üzerinden aldım ve bazı dostlarla 144 huzurunuza geldim” cevabını verdi. Laskaris “o halde hemen gidip öldürdüğün kimsenin cesedini buraya getirebilir misin” deyince, “Getirebilirim” dedi. Laskaris askerlerinden birkaç yiğidi yanına katarak onu gönderdi. Geri gelince, Sultan’ın cesedini gören Laskaris onu tanıdı. Ağlayıp inleyerek, yüzünden kanlı göz yaşları akıtmaya başladı. O üzüntülü halde emir verdi, Frenk’i öldürüp derisini yüzdüler. Bunu yaparken akıl ve fikir sahiplerinin ondan ibret almasını istedi. Beyleri ve komutanları Sultan’ın şehitlik derecesine ulaştığını öğrendikleri zaman onların mutluluk bayrakları ve saadet şemsiyeleri tersine döndü. Huzurları ve rahatları kaçtı. Şaşkın bir hale düştüler. Aydınlık günde dünya gözlerine karardı. Oradan ayrılmayı ganimet sayarak, “Gemisini kurtaran kaptan” sözünü söylediler. Onun üzerine Laskaris ordusunun sıradan ve seçkin kişilerinde neşe ve sevinç hâkim oldu. Kaçan Müslümanların peşine düştüler. O karışıklıkta çok sayıda insanın bazıları, öldürülerek, bazıları boğularak bazıları da korkudan hayatını kaybetti. Çaşnigir Ayaba ile diğer büyük emirlerin bazılarını yakalayıp esir aldılar ve Laskaris’in yanına götürdüler. Oraya varıp Sultan’ın cesedini görünce Ayaba, feryat ederek ağlamaya başladı: kendini Sultan’ın cesedinin üzerine attı. O zaman Laskaris, Ayaba’nın bağlarını çözmelerini emretti ve onu teselli etmeye çalıştı. Şehitlik derecesine ulaşmış olmasına rağmen Sultanı misk ve gül suyuyla yıkayıp temizlediler. Müslümanlar mezarlığında toprağa verdiler. O olayın bulutunun dağılıp kaybolmasından, o hadisenin sisinin kalkmasından sonra oradan alıp Konya’ya götürdüler. Soylu atalarının ve dedelerinin “ Allah onlardan razı olsun” mezarlığında cennete teslim ettiler”542. I. Theodoros Laskaris’in doğudaki en büyük rakibi I. Gıyaseddin Keyhüsrev ile 1211’de Antiokheia yakınlarında giriştiği ölüm kalım mücadelesinden başarı ile çıkması, İznik İmparatorluğu’nun ve dolayısıyla Batı Anadolu’nun geleceğini tayin etmiştir. Eğer I. Theodoros Laskaris bu savaşta yenilmiş olsaydı, Epir Despotluğu’nun 1230 yılında Bulgarlar karşısında uğradığı hezimetin yol açtığı felaketin aynısıyla karşı karşıya kalabilirdi. 542 İbn Bibi, s.103-111; Türkçe çev., C.I, s.122-132. 145 II- SULTAN I. İZZEDDİN KEYKAVUS DÖNEMİ (1211-1220) A. I. İZZEDDİN KEYKAVUS DÖNEMİNDE İZNİK İMPARATORLUĞU İLE MÜNASEBETLER 1. Antiokheia Savaşından Sonra Selçuklu Devleti’nde Yaşanan Gelişmeler ve I. İzzeddin Keykavus’un Selçuklu Tahtına Oturması I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in Antiokheia yakınlarındaki savaşta hayatını kaybetmesi üzerine devlet ileri gelenleri toplanarak Sultan’ın geride kalan oğullarından Malatya Meliki İzzeddin Keykavus, Tokat Meliki Alâeddin Keykubad ve Koyulhisar Meliki Celaleddin Keyferidun’dan hangisinin tahta çıkarılacağı konusunda görüştüler. Bu görüşmeler sonucunda Maraş emiri Nusratuddin’in etkisi ve İzzeddin Keykavus’un yaş olarak en büyük kardeş olması sebebiyle İzzeddin Keykavus’un tahta oturtulmasına karar verildi. Bundan sonra Konya’dan Kayseri’ye hareket eden devlet erkânı buradan İzzeddin Keykavus’a babasının ölümünü bildirmek ve tahta oturması için Konya’ya davet etmek üzere Malatya’ya haberciler gönderdi. Babasının ölüm haberini alan 146 İzzeddin Keykavus, maiyetiyle birlikte Kayseri’ye doğru hareket etti. Kayseri’de devlet ileri gelenleri tarafından karşılanan Selçuklu Şehzadesi için burada ilk tahta çıkış töreni yapıldı. Resmi yas töreninin ardından adet olduğu üzere devlet ileri gelenlerinin ve halkın taziye ve tebriklerini kabul eden genç Selçuklu Sultanı makam, ıkta ve emlak menşurlarını yeniledi ve yeni emlak ve ıktalar dağıttı ve kendisine sunulan hediyeleri kabul etti543. Bütün bu işlerin ardından başkent Konya’ya gitmek için hazırlanan I. İzzeddin Keykavus bu esnada Tokat Meliki olan kardeşi Alâeddin Keykubad’ın kuvvetlerini toplayarak tahtı ele geçirmek amacıyla Kayseri üzerine yürüdüğü haberini aldı. Gerçekten de çok geçmeden I. İzzeddin Keykavus, Alâeddin Keykubad’ın kuvvetleri tarafından Kayseri’de kuşatma altına alındı. Tahtı ele geçirmekte kararlı olan Alâeddin Keykubad, Erzurum Meliki amcası Mugiseddin Tuğrulşah ve Ermeni Kralı Leon ile ittifak kurmuştu. Ayrıca Uc beylerinden Zahireddin İli de kalabalık bir kuvvet ile kendisine yardıma gelmişti544. Şiddetli kuşatma karşısında çaresiz kalan I. İzzeddin Keykavus yanında yeterli sayıda kuvvet olmadığından hiçbir şey yapamıyordu. Nihayet yapılacak en mantıklı davranışın bu ittifakı parçalamak olduğuna karar verildi. Bu işi yürütmekle görevlendirilen Kayseri şıhnesi Celaleddin Kayser, para ve değerli hediyelerle birlikte ilk olarak Ermeni Leon’un yanına gönderildi. Yanında getirdiği para ve hediyeleri Leon’a sunan Celaleddin Kayser, Alâeddin Keykubad ile olan ittifakına son vererek ülkesine döndüğü takdirde kendisine vaadlerde de bulunarak onu ikna etti. Ertesi gün Leon’un kuvvetleri ile birlikte gizlice savaş meydanını terk etmesi Alâeddin Keykubad’ı endişelendirdi. Bundan sonra Erzurum Meliki Mugiseddin Tuğrulşah’ın da kardeşinin topraklarına saldıracağına dair haberler aldığını bahane ederek ayrılmasıyla durum bir anda I. İzzeddin Keykavus’un lehine dönmüştü. Alâeddin Keykubad’ın yalnız kaldığını gören Kayseri’deki kuvvetler derhal saldırıya geçtiler. Mücadeleyi kaybettiğini anlayan Keykubad, geri çekilerek yanındaki adamlarıyla birlikte Ankara kalesine sığındı545. 543 İbn Bibi, s.111-113; Türkçe çev., C.I, s.132-134; Anonim Selçukname, s.86-87; Türkçe çev., s.28; ayrıca bkz., Koca, Sultan I. İzzeddin Keykavus (1211-1220), Ankara 1997.,s. 21-22; Turan, Türkiye, s.294; Kafesoğlu, “Selçuklular”, İA., C.X, s.382. 544 İbn Bibi, s.114; Türkçe çev., C.I, s.134-135; ayrıca bkz., Koca, a.g.e., s.22; Turan, Türkiye, s.294. 545 İbn Bibi, s.114 vd.; Türkçe çev., C.I, s.135 vd; Aksarayî, s.33; Türkçe çev., s.25; ayrıca bkz., Koca, a.g.e., s.22-24; Turan, Türkiye, s.295; aynı yazar, “I. Keykavus”, İA., C.VI, s.632. 147 Böylece I. İzzeddin Keykavus, Alâeddin Keykubad meselesini tamamen çözemese de tahtını ve hayatını kurtarmış oldu. Bundan sonra Kayseri’de daha fazla vakit kaybetmeden Konya’ya doğru harekete geçti. Selçuklu başkentine törenlerle giren I. İzzeddin Keykavus, devlet ileri gelenleri tarafından tahta çıkarıldı. Bunu adet olduğu üzere cülus ve biat törenleri takip etti. Kayseri’de olduğu gibi Sultan burada da makam, ıkta ve emlâk menşurlarını yeniledi. Yeni ıkta ve emlâk dağıtıldı546. Devlet işlerini düzene koyan Sultan, daha sonra saltanatı için tehlike oluşturan kardeşi Alâeddin Keykubad’ı ortadan kaldırmak için hazırlıklara başladı. Ordusunu toplayan Sultan Ankara üzerine yürüyerek şehri kuşattı. 1212 yılı ilkbaharından 1213 yılı ilkbaharına kadar devam eden uzun bir kuşatmanın ardından kurtulma ümitleri kaybolan Alâeddin Keykubad ağabeyine haber göndererek şehir halkına ve kendi canına dokunulmayacağına dair söz verilmesi halinde şehri teslim edeceğini bildirdi. Bu teklifi kabul eden I. İzzeddin Keykavus ordusuyla şehre girdi. Alâeddin Keykubad ise bir süre göz hapsinde tutulduktan sonra Malatya yakınındaki Minşar kalesine hapsedildi. Böylece I. İzeddin Keykavus tam anlamıyla devlete hâkim oldu547. 2. Barış Antlaşması I. İzeddin Keykavus Konya’ya gelip Selçuklu tahtına oturduktan sonra kendisi ile ilk olarak ilişki kuran devlet İznik İmparatorluğu olmuştur. 1211 yılında Antiokheia yakınındaki savaşta mağlup durumdaki Bizans ordusu Sultan’ın talihsiz bir şekilde hayatını kaybetmesinin ardından beklenmedik bir zafer kazanmıştı. Bu umulmadık zafer ile devletini yok olmaktan kurtaran I. Theodoros Laskaris, yeni Selçuklu Sultanı I. Keykavus’un iç mücadelelere son verip devlet işlerini düzene koyduktan sonra bu mağlubiyetin ve savaşta hayatını kaybeden babasının intikamını almak isteyeceğini düşünüyordu. Bu nedenle o, vakit kaybetmeden barış girişimlerine başladı. İmparator I. Laskaris asıl rakibi olan İstanbul’daki Latinler ile rahat bir şekilde mücadele etmek için Selçuklular ile barış yapmak zorunda olduğunu biliyordu. Böylece arkasını emniyete alarak Latinlerle daha serbest bir şekilde mücadele edebilecekti. 546 İbn Bibi, s.120; Türkçe çev., C.I, s.140; ayrıca bkz., Koca, a.g.e., s.25. İbn Bibi, s.133 vd:; Türkçe çev., C.I, s.154 vd.; Anonim Selçukname, s.87; Türkçe çev., s.28 (Anonim Selçukname müellifi Sultan’ın kardeşi Alâeddin Keykubad’ı Hayuk kalesine hapsettiğini ifade etmektedir); Aksarayî, s.33; Türkçe çev., s.25; ayrıca bkz., Koca, a.g.e., s.25-28. 547 148 İmparator savaş sırasında esir edilen Selçuklu beylerinden çaşnigir Seyfeddin Ayaba’yı barış teklifini Sultan’a iletmesi ve arabuluculuk yapması için serbest bıraktı ve onu kendi elçilik hayeti ile birlikte Selçuklu başkentine gönderdi548. İmparator, bu heyet ile birlikte I. İzzeddin Keykavus’a “zembiller dolusu mücevherler, yükler dolusu amberler, gulamlar, cariyeler, altın işlemeli taslar, altın sırmalı ve atlas melikî ve madenî elbiseler ve dev yapılı atlardan oluşan kıymetli hediyeler” göndermişti549. Bununla birlikte İmparator, barış teklifinin kabul edilmemesi ihtimaline karşı da savaş hazırlıklarına başlamıştı. Bizans heyeti ile birlikte Selçuklu başkentine gelen Seyfeddin Ayaba, Sultan’ın huzuruna gelerek olanları anlatmış ve İmparator’un elçilerinin geldiğini bildirmişti. Muhtemelen babasının katilinin İmparator tarafından öldürülmüş olması sebebiyle kızgınlığı geçmiş olan Sultan, kardeşi Alâeddin Keykubad meselesini de tam olarak çözemediğinden Bizans elçilik heyeti ile görüşmeyi uygun buldu. I. İzzeddin Keykavus’un huzuruna kabul edilen Bizans elçileri, Sultan’ın tahtı önünde yer öptükten sonra İmparator’un mesajını ilettiler ve yanlarında getirdikleri hediyeleri ona takdim ettiler. Onların bu davranışından memnun kalan Sultan da adamlarına derhal eğlence ve tören meclisi düzenlemelerini buyurdu. Bu meclise davet edilen Bizans elçilik heyeti Sultan tarafından çok iyi bir şekilde ağırlandı550. Ertesi gün saltanat büyükleri ve devlet ileri gelenleri ile birlikte İznik İmparatoru’nun elçilerini yeniden huzuruna kabul eden Sultan, barış görüşmelerine başladı. Yapılan görüşmelerin ardından taraflar arasında bir anlaşmaya varıldı. Kaynaklarda antlaşma maddeleri hakkında bilgi bulunmamaktadır. Bizans kaynakları savaşın ardından Selçukluların talebi üzerine yapılan antlaşmanın İmparator’un ileri sürdüğü şartlara göre düzenlendiğini yazarken551 İbn Bibi “Rum melikine Sultan’ın Sultanlığını tanıdığı konusunda and içirilmesi ve diğer büyük Sultanlarının kabirlerinin yanında toprağa verilmesi için şehit Sultan’ın kutlu naşını başkente getirilmesi” şeklinde ifadeler kullanmaktadır552. 548 İbn Bibi, s.129-131; Türkçe çev., C.I, s.151-152; ayrıca bkz., Koca., a.g.e., s.62. İbn Bibi, s.130-131; Türkçe çev., C.I, s.152. 550 İbn Bibi, s.131; Türkçe çev., C.I, s.152-153. 551 Grêgoras, s.50; ; Akropolitês, s.43. 552 İbn Bibi, s.132; Türkçe çev., C.I, s.153. 549 149 Bundan sonra antlaşma metninin İmparator tarafından imzalanması ve şehit Sultan’ın naaşının Konya’ya nakli ile görevlendirilen Emir Seyfeddin Ayaba, elçiler, hediyeler ve bağışlarla birlikte yola çıktı. Bizans sınırına yaklaştıklarında elçiler önden bir haberci göndererek İmparator’a işlerin istedikleri doğrultuda sonuçlandığını ve Emir Seyfeddin Ayaba’nın aradaki dostluk bağlarını kuvvetlendirmek ve Sultan’ın naşını almak için geldiğini haber verdiler553. İmparator, ertesi gün düzenlediği mecliste dostluk bağlarını güçlendirmek ve ilişkileri düzeltmek konusunda Sultan ile hem fikir olduğunu bildirdi ve Sultan’ın gönderdiği mesaj gereğince and içti. Bu törenden sonra I. Theodoros Laskaris, ilk gönderdiği hediyelerin iki katını hazırlatmış ve ayrıca I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in naşının başka yerde defnedilmek üzere kabrinden alındığı sırada sadaka olarak 20 bin dinar dağıtmıştı. Şehit Sultan’ın naaşı ile birlikte yola çıkan Emir Seyfeddin Ayaba başkanlığındaki Selçuklu heyeti kalabalık bir Bizans birliği tarafından sınıra kadar uğurlandı. Konya’ya getirilen Sultan’ın naaşı atalarının, dedelerinin ve kardeşinin gömülü olduğu anıt mezara gömüldü. Daha sonra mezarı ziyaret eden I. İzzeddin Keykavus, İmparator’un gönderdikleri ile birlikte 30 bin dinarı adet gereğince fakirlere dağıttı554. 3. Antlaşmanın Ardından İlişkilerin Seyri İznik İmparatorluğu ile Selçuklular arasında yapılan bu antlaşma 50 yıl boyunca geçerliliğini korudu. Taraflar arasında iki ülkenin sınırları ortasında uzanan, yerleşimin olmadığı kırsal bölgelerin denetimini sağlamak için sınır savaşçıları arasında sürekli devam eden çatışmaların dışında büyük çaplı herhangi bir savaş olmadı. Bu antlaşmanın daha öncekilere göre uzun süre geçerliliğini koruması değişen şartlarla ilgiliydi. Nihai hedeflerine ulaşmak için yüzlerini batıya çeviren ve bu alanda yayılma siyaseti izleyen İznik imparatorlarının, doğuda Selçuklular ile olan sınırın korunması dışında bir amaçları yoktu. Selçuklular ise bu dönemde Trabzon’daki Rumlar, Çukurova’daki Ermeniler, Doğu Anadolu’daki ve Kuzey Suriye’deki Müslüman hâkimler ile mücadele 553 554 İbn Bibi, s.132; Türkçe çev., C.I, s.153. İbn Bibi, s.132-133; Türkçe çev., C.I, s.153-154. 150 ettiler555. Ancak Selçukluların güçlerinin doruğuna ulaştıkları dönemde dahi İznik İmparatorluğu’nun aleyhinde bir askerî harekâta girişmemeleri oldukça dikkat çekicidir. Bu durum Selçuklu Sultanlarının İstanbul’daki Latin İmparatorluğu ile kendi hâkimiyet sahaları arasında bir tampon devletin bulunmasını istemeleri ile ilgili olabilir556. Diğer taraftan daha I. Alâeddin Keykubad’ın saltanatı döneminde ortaya çıkan Moğol tehdidini de göz ardı etmemek gerekir. Aslında Selçuklular 1211 yılındaki savaş dışında hiçbir zaman doğrudan Bizans merkezini hedef alan bir askerî sefer düzenlememişlerdi. Büyük çaplı seferler düzenleyen daima Bizans tarafıydı. XI. yüzyıldan itibaren Anadolu’ya akan Türkmen toplulukları, çoğunlukla Selçuklu yönetiminin kontrolü dışında Bizans’ın hâkim olduğu bölgeler üzerine akınlar düzenlemekteydiler. Onların bu faaliyetlerine engel olamayan Bizans yönetimi ise Türkmenlerin Selçuklu Devleti içindeki konumlarını iyi bilmediğinden onların bu faaliyetlerinden Selçuklu Sultanlarını sorumlu tutmaktaydılar. Bu sebeple de sık sık sorunun kaynağı olarak gördükleri Selçuklular üzerine seferler düzenlemekteydiler557. Malazgirt savaşı da Myriokephalon savaşı da bu sebeple vuku bulmuş ve her ikisinde de Bizans mağlup olmuştu. Bu durumu çok iyi kavrayan İznik imparatorları, Selçuklular ile olan sınırın sabit olarak kalmasının Türkmenlerin kendi hâkimiyet sahalarına sızmasının engellenmesinden geçtiğini anlamışlar ve bu doğrultuda önlemler almışlardır. B. I. İZZEDDİN KEYKAVUS DÖNEMİNDE TRABZON İMPARATORLUĞU İLE MÜNASEBETLER 1. I. İzzeddin Keykavus’un Trabzon İmparatorluğu İle Münasebetlerine Yön Veren Gelişmeler I. İzzeddin Keykavus tahta oturduğunda Selçuklu Devleti tüm yönlerden irili ufaklı devletler tarafından sarılmış durumdaydı. Devlet’in kuzeybatı sınırında Batı 555 Turan, Türkiye, s.342 vd.; Sevim, Genel Çizgileriyle Selçuklu Ermeni İlişkileri, Ankara 1983, s.36-38; Mehmet Ersan, “Selçuklu Ermeni İlişkileri”, Türkler, C.6, Ankara 2002, s.640-641; aynı yazar, “I. Alâeddin Keykubad’ın Çukurova Siyaseti” XIV. CIEPO (14th. Symposium of the Comité International d’Etudes Pré-Ottomanes et Ottomanes) Uluslar arası Türk İncelemeleri Kongresi, İzmir 188-22 Eylül 2000, Ankara 2004, s.161-169. 556 Cahen, Anadolu’da Türkler, s.130. 557 Johannes, a.g.m., s.39; Türkçe çev., s.200. 151 Karadeniz sahilleri, Marmara ve Ege bölgelerinin büyük bir kısmına hâkim olan İznik İmparatorluğu bulunmaktaydı. I. Andronikos Komnenos’un torunları Aleksios ve David Komnenos’un Trabzon merkezli olmak üzere kurdukları Trabzon İmparatorluğu ise orta ve Doğu Karadeniz sahil şeridini kontrolü altında tutmaktaydı. Devlet’in güney sınırlarında da olumsuz gelişmeler olmaktaydı. Kozan merkez olmak üzere kurulan Ermeni Kontluğu zaman zaman Selçuklu topaklarına saldırılar düzenlediği gibi Suriye ile Anadolu arasındaki ticaret yollarının güvenliğini de tehdit ediyordu. Fakat daha da önemlisi Selçukluların güneydeki tek ticaret limanı olan ve 1207’de I. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından fethedilen Antalya limanı, I. İzzeddin Keykavus ve Alâeddin Keykubad arasında yaşanan iktidar mücadelesi sırasındaki otorite boşluğundan yararlanan Hıristiyan halkın Kıbrıs Krallığı’nın desteği sayesinde bir gece baskını ile elden çıkmıştı558. Böylece denizlerle irtibatı kesilen Selçuklu Devleti Anadolu’nun iç bölgelerinde sıkışıp kalmıştı. Bu sebeple I. İzzeddin Keykavus tahta oturduğunda beklenilenin aksine akıllıca bir hareketle babasının ölümünün intikamını almak için en güçlü rakibi I. Theodoros Laskaris ile bir hesaplaşmaya girmek yerine İznik İmparatorluğu ile barış antlaşması yaparak arkasını emniyet altına aldı ve önceliği diğer rakipleri ile olan mücadelesine verdi. 2. Sinop’un Fethi (1214) Selçuklu Sultanı öncelikli olarak kuzey ve güney sahillerine ulaşmayı amaçlıyordu. Bu doğrultuda ilk hedefi Karadeniz sahilindeki önemli bir ticaret limanı olan Sinop’tu. Sefer için gerekli hazırlıkları yapan Sultan ordusuyla Konya’dan ayrılarak Sivas’a geldi. İbn Bibi Sivas’ta gereken idarî düzenlemeleri yapan I. İzzeddin Keykavus’a bu sırada Sinop tarafı sınır muhafızlarından Trabzon İmparatoru Aleksios’un Selçuklu topraklarına saldırdığına dair bir haber geldiğini ve bunun üzerine Sinop üzerine gidildiğini ifade etmektedir559. Ancak bu seferin daha en baştan Sinop üzerine olduğu açıktır. Bu nedenle Aleksios, ordusuyla Sivas’a gelen Selçuklu Sultanı’nın hedefinin kendisi olduğunu anlamış olmalı, ki Selçuklulara karşı saldırıya geçmişti. 558 559 Koca, a.g.e., s.30. İbn Bibi, s.147-148; Türkçe çev., C.I, s.168-169. 152 Sivas’ta son hazırlıkların tamamlanmasını bekleyen Sultan, hoşça vakit geçirmek için bir eğlence düzenlemişti. Bu sırada Sinop tarafı Uc muhafızlarından gelen haberciler Sultan’a mühürlü bir mektup getirdiler. Mektupta Trabzon İmparatoru Aleksios’un Selçuklu topraklarına tecavüzlerde bulunduğu yazmaktaydı. Eğlence meclisindekilerin keyfini kaçırmamak için durumu saklayan Sultan, ertesi gün devlet ileri gelenlerini ve komutanlarını bu konuyu konuşmak üzere topladı. Selçuklulara haraç ödeyen Aleksios’un bu beklenmedik davranışına şaşıran ve öfkelenen devlet ileri gelenleri derhal saldırıya geçmeleri gerektiğini söylediler. Bununla birlikte Sultan derhal harekete geçmek yerine temkinli davranmayı tercih etti. İlk olarak Sinop’u görmüş ve çevrenin durumunu bilen birilerini buldurdu ve onlara nasıl hareket edilmesi gerektiği konusunda görüşlerini sordu. Bu kişiler “Sinop kuşatılmadan doğrudan girişilecek bir savaşla alınacak bir yer değildir. Ancak kuşatma ile ora halkı yiyecek ve içecek sıkıntısına düşer, karadan ve denizden yardım kesilirse, şehrin alınması mümkün olur ve zafer kazanılır. Yapacağımız en doğru iş, bu yıl şehrin civarına saldırıp, orada oturanların çoluk çocuklarını esir almak, o bölgenin şehirlerinin ve köylerinin altını üstüne getirmek ve bu tür davranışlarımızı uzun süre devam ettirmektir” dediler560. Bu bilgileri alan I. İzzeddin Keykavus, devlet ileri gelenleri ve komutanlarla birlikte bir savaş meclisi topladı. Yapılan görüşmelerin ardından Sinop’un fethine karar verildi. Aleksios’un durumunu öğrenmek için önden casuslar gönderen Sultan aynı zamanda ordunun ağırlıklarını Sinop’a gitmek üzere yola çıkardı. Çok geçmeden casuslar İmparator’un 500 kişilik küçük bir süvari birliği ile birlikte sık sık şehrin dışına avlanmaya çıktığını ve tedbirsizce içki ve eğlence partileri düzenlediği haberini getirdiler. Bu haber üzerine hemen harekete geçen Uc beyleri, ani bir baskın sonucu pek çok adamı ile birlikte Trabzon İmparatoru Aleksisos’u esir aldılar. Bundan sonra bu güzel gelişmeyi bildirmek üzere Sultan’a haberci gönderdiler. Bu beklenmedik haber karşısında oldukça sevinen Sultan müjdeyi kendisine getiren haberciye ikta, hil’at ve hediyeler vererek ödüllendirdi561. Üç gün içerisinde hazırlıklarını tamamlayan I. İzzeddin Keykavus Sinop’a doğru yola çıktı. Sinop’a yaklaştıklarında İmparator’u esir eden bölge askerleri Sultan’ı 560 İbn Bibi, s.148; Türkçe çev., C.I, s.169-170. İbn Bibi, s.148-149; Türkçe çev., C.I, s.170; ayrıca bkz., Fallmerayer, a.g.e., s.95 vd.; Turan, Türkiye, s.303-304. 561 153 karşıladılar. Yol kenarına dizilmiş askerler Sultan yaklaşınca atlarından inerek uzaktan yer öptüler. Sultan kendisine bu sevinci yaşatan Uc komutanlarına ve askerlerine ihsanlarda bulunduktan sonra otağına çekildi ve esir İmparator’u huzuruna getirmelerini emretti. Elleri bağlı olarak huzuruna getirilen İmparator’u “Canınızı sıkmayın. Bu olaylardan endişe etmeyin. Can sağ olunca bütün işler düzelir” sözleri ile teselli etti. Ertesi gün Sultan, komutanlarına ordunun toplanarak hisarın kale tarafına gelinmesi emrini verdi. Bu arada esir İmparator’un yanına birini göndererek “Bizim padişahlık kafilemiz mübarek varlığını bu bölgede gösterdiğine göre, amaca ulaşmadan geri dönmek mümkün değildir. O halde güvendiğiniz birini şehre gönderin de oradakilere nasihatte bulunun” dedi. Aleksios, kendisi ile birlikte esir düşen beylerinden birisinin yanına gönderilmesini söyledi. İmparator, bu beyine Sinop’a giderek oradakilere şehri Sultan’ın askerlerine teslim etmelerini söylemesini emretti. Haberci şehre gidip İmparator’un emrini söyleyince şehirdekiler, Aleksios’un olgun yaşlarda oğulları olduğunu ve o esir edilmişse onlardan birisini başa geçirebileceklerini söyleyerek şehri Selçuklulara teslim etmeyeceklerini bildirdiler. Geri dönen haberci şehirdekilerin söylediklerini iletince, Sultan onun bir kez daha şehre giderek onları uyarmasını ve bu yanlış tutumlarından vazgeçmelerini söylemesini istedi. Bunun üzerine tekrar Sinop’a giden haberci Sultan’ın uyarılarını bildirdi. Ancak şehirdekiler Sultan’ın bu uyarılarına kulak asmadılar562. Bunun üzerine kuşatmayı şiddetlendiren I. İzzeddin Keykavus, ayrıca şehirdekilerin teslim olmalarını sağlamak için şehirden görülebilecek yüksek bir tepenin üzerine çıkardığı esir İmparator’a işkence yaptırmaya başladı. Böylece İmparatorlarının işkence ile öldürüleceğini gören şehir ahalisi Sinop’u teslim etmek zorunda kalacaktı. Yapılan işkencelerden dolayı acı çeken Aleksios kalenin burçlarından kendisini seyreden halkına bağırarak “Ey dinsizler, şehri kimin için koruyorsunuz. Ben öldükten sonra sizi de zorla ele geçirip esaret zincirine vururlar, çoluk çocuğunuzu hizmetçi ve köle yaparlar o halde bu direnişinizin bana ve size ne faydası var” dedi. Fakat İmparator’un bu acı feryatları da kaledekileri şehri teslim etmeleri için ikna etmedi. Ertesi gün İmparator’a yapılan işkencelerin şiddeti arttı. Kaledekiler İmparator’un 562 İbn Bibi, s.150; Türkçe çev., C.I, s.171; Anonim Selçukname müeelifi, Sultan’ın emirlerinden Behram Taranblusu’nun bin asker ile sahile giderek gemileri yakarak düşmana ağır zayiat verdiğini ifade etmektedir (Anonim Selçukname, s.87; Türkçe çev., s.28); ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.304. 154 ölmek üzere olduğunu görünce daha fazla dayanamadılar. Burçların üzerinden bağırarak Sultan ile görüşmek istediklerini bildirdiler. Bunun üzerine derhal şehre bir haberci gönderildi. Şehrin ileri gelenleri, Sultan’ın İmparator’u serbest bırakması ve kendilerinin de aileleri ile birlikte güven içinde şehirden ayrılmalarına izin vermesi halinde Sinop’u ona teslim edeceklerini bildirdiler. Sultan onların bu isteklerini hemen kabul etti ve isteklerini kabul ettiğine dair ahidnâmeler yazarak gelen elçilerle birlikte kaleye gönderdi. Sultan’ın ahidnâmelerini alan Sinoplular yeni bir elçilik heyeti göndererek burçlara dikilmek üzere Sultan’ın sancağını istediler. İmparator’un adamlarından bazıları, bir grup Selçuklu askeri ve Selçuklu komutanlarından oluşan bir heyet Sultan’ın sancağını şehre götürdüler ve törenle fetih alameti olarak şehrin burçlarına diktiler (28 Ekim 1214 Cumartesi)563. Ertesi gün düzenlenen geçit töreninde Selçuklu askerleri şehrin önünde saflar halinde dizildiler. Törende esir İmparator da ayakta olduğu halde yerini aldı. Bu esnada şehrin ileri gelenleri de bir gün önce Saltanat sancağını burçlara diken emirlerle birlikte dışarı çıktılar. Sultan’ın huzurunda saygı ile eğilerek şehrin anahtarlarını ona teslim ettiler. Şehrin anahtarlarını kendisine sunanlara hil’atler veren Sultan, bundan sonra Sinop’a girdi ve tahta oturdu. Şehre girişi sırasında ahali Sultan’ın üzerine altın ve gümüş paralar saçtı. Bundan sonra Sultan bütün devlet büyüklerinin ve emirlerin katıldığı bir eğlence meclisi tertip etti. Bu mecliste esir İmparator Aleksios arkalarda bir yerlerde bir süre ayakta bekletildikten sonra, Sultan’ın emri ile Selçuklu devlet adamlarının hepsinden daha yüksek bir yere oturtularak kendisine izzet ve ikramda bulunuldu. Ertesi gün Sultan, İmparator’u huzuruna çağırarak ondan ahid ve söz istedi. İmparator Aleksios da antlaşma metnine uyacağına dair söz verdi. Taraflar arasında yapılan antlaşmanın metninde şu maddeler bulunmaktaydı: 563 İbn Bibi, s.150-152; Türkçe çev., C.I, s.171-173; Anonim Selçukname, s.87; Türkçe çev., s.28-29 (müellif Sinop’un fetih tarihini 1216 yılı olarak verirken, Kir Aleksi ile birlikte esir edilen 30 emirinin derilerinin yüzüldüğünü içine saman doldurularak bütün Rum vilayetinde gezdirildiğini söylemektedir); Abu’l-Farac, C.II, s.497 (aynı şekilde Abu’l-Farac da İmparator Aleksios’un öldürüldüğünü yazmaktadır.); Sinop’un zaptı için ayrıca bkz., Turan, “I. Keykavus”, İA., C.VI, s.635; Sümer, “Keykâvus I”, TDVİA., C.25, s.352; Cahen, “Kaykā’ūs I”, EI2, C.IV., s.813; Besim Darkot, “Sinop”, İA., C.X, s.685; Suraiya Faroqhi, “Sinūb”, EI2, C.IX., Leiden 1997, s.654; Michel Kursanskis, “L’Empire de Trébizonde et les Turcs au 13e Siècle”, REB, 46, (1988), s.111-113; F., Taeschner, “The Turks and the Byzantine Empire to the End of the Thirteenth Century”, CMH, C.IV, s.746; Gounaridês, “Kaükaous I”, EHelE, C.4, Atina 1985, s.346; Savvides, “Kaïkaousês”, MGE, C.30, Atina 1983, s.15. 155 1-İmparator serbest bırakılacak 2-Sinop dışında bütün Canik bölgesi ve buralara bağlı yerler İmparator ve onun çocuklarına bırakılacak 3-İmparator gerektiğinde imkânları ölçüsünde Selçuklu ordusuna asker verecek. 4-İmparator her yıl Selçuklu Sultanı’na 10 bin dinar (altın), 5 yüz at, 2 bin baş sığır, 10 bin baş koyun ve yükü kendi hayvanlarından olmak üzere elli yük çeşitli hediyeler gönderecekti564. Antlaşmanın ardından Aleksios ülkesine dönmek için Sultan’dan izin istedi. Sultan istediği izni verdiği İmparator’a, ayrıca Sinop’takilerden istediklerini de yanına almasına müsaade etti. Adet gereğince hükmü altına girdiği Selçuklu Sultanı’nın elini öpen İmparator, ardından kendisi için hazırlanan gemiye binerek Sinop’tan ayrıldı565. Karadeniz kıyısındaki bu önemli limanı ele geçiren Sultan, vakit kaybetmeden şehrin idarî, dinî ve ticarî teşkilatlanmasına girişti. Şehrin kilisesini camiye çeviren Sultan bundan sonra vali, kadı, hoca, hatip, müezzin ve muarrifler tayin etti. Kuşatma sırasında hasar gören surların onartılmasının yanı sıra sefere katılan komutanların her birinin maddi desteği ile bir içkale inşa edildi. Şehre bir dizdar emrinde muhafızlar yerleştirildi. Komutanlardan birisi de bölgenin Sübaşılığına getirildi. Ticarete büyük önem veren I. İzzeddin Keykavus, Hıristiyan tacirlerle iyi ilişkiler kurabileceğini düşünerek şehrin valiliğine Ermeni dönmesi Hetum’u tayin etti. Bütün bu tedbirlerin dışında Sultan, şehrin ekonomik gelişimini sağlamak amacıyla gönderdiği fermanlarla ülkenin diğer bölgelerindeki tüccar ve zenginlerin seçilerek Sinop’a gönderilmesini buyurdu. Böylece Bu iskân politikası ile Türk ve Müslümanlaşacak olan şehir ekonomik açıdan da kalkınacaktı. 3. Antalya’nın Geri Alınması (1216) Sinop’u fethederek Karadeniz ticaret yolunu emniyet altına alan I. İzzeddin Keykavus’un sonraki hedefi Antalya oldu. Bilindiği gibi I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in ölümünün ardından I. İzzeddin Keykavus ve Alâeddin Keykubad arasındaki taht mücadelesini fırsat bilen Antalya’nın Hıristiyan halkı bir gece ayaklanarak şehirdeki 564 İbn Bibi, s.153; Türkçe çev., C.I, s.174; krş., Konstantinos Varzos, “Aleksios I Megas Komnênos”, MGE, C.5, Atina 1978, s.445. 565 İbn Bibi, s.153-154; Türkçe çev., C.I, s.174-175; ayrıca bkz., Koca, a.g.e., s.78. 156 Türkleri öldürüp mallarını da yağmalayarak şehre hâkim olmuşlardı. Bu isyanı üç gün sonra öğrenen I. İzzeddin Keykavus, hemen harekete geçmek yerine Antalya’daki Hıristiyanlarla hesaplaşmayı sonraya bırakarak önceliği Sinop’un fethine verdi. Zira Selçuklu Sultanı aralarında dostluk antlaşması bulunan I. Theodoros Laskaris’in İstanbul’daki Latinlerle mücadele halinde olması sebebiyle bu fırsatı kaçırmak istememişti. Sinop’un fethini tamamlayan I. İzzeddin Keykavus vakit kaybetmeden Antalya üzerine yürümüş ve bir aylık bir kuşatmanın ardından 1216 yılının Ramazan bayramının ilk gününde şehre yeniden hâkim olmuştu566. Sinop’un ardından Antalya’yı da ele geçiren I. İzzeddin Keykavus böylece devleti kara devleti olmaktan kurtarıp tekrar denizlere ulaştırmıştı. I. Gıyaseddin Keyhüsrev gibi ticarî hedeflere uygun bir şekilde siyasetine yön veren I. İzzeddin Keykavus’un bu amaçla çeşitli devletlerle ticarî ilişkiler kurduğunu görmekteyiz. Nitekim I. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde Antalya’nın fethinden (Mart 1207) sonra Selçuklular ile bir ticaret antlaşması yapan Kıbrıs Krallığı ile I. İzzeddin Keykavus döneminde de yakın ilişkiler kurulmuş ve taraflar arasında yeni bir ticaret antlaşması yapılmıştı (1216)567. III- SULTAN I. ALÂEDDİN KEYKUBAD DÖNEMİNDE SELÇUKLU-BİZANS MÜNASEBETLERİ (1220-1237) A. I. ALÂEDDİN KEYKUBAD DÖNEMİNDE İZNİK İMPARATORLUĞU İLE MÜNASEBETLERİ 566 İbn Bibi, 141-146; Türkçe çev., C.I, s.162-167; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.308 vd.; Koca, a.g.e., s.35-37. 567 Turan, Resmî Vesikalar, s.109-119; aynı yazar, Selçuklular ve İslâmiyet, İstanbul 1980, s.227; Şerafettin Turan, Türkiye-İtalya İlişkileri I, Selçuklulardan Bizans’ın Sona Erişine, Ankara 2000, s.166168; Cahen, “Le Commerce Anatolien au Début du XIIIe Siécle”, Mélanges D’Histoire du Moyen Age, Paris 1951, s.96-97; Sezgin Güçlüay, “Anadolu Selçuklu Devleti’nin Ticaret Politikası”, Türkler, C.7, Ankara 2002, s.367; M. Said Polat, “Selçuklu Türkiye’sinde Ticaret”, Türkler, C.7, Ankara 2002, s.378. Selçuklu Sultanlarının Kıbrıs Kralı ve diğer Batılı hükümdarlara verdikleri ticarî imtiyazlara ait ahidnameler için ayrıca bkz., Delilbaşı, Melek, Türk Sultan ve Beylerinin Yazışmada Kullandıkları Yunanca Belgeler ve Değerlendirilmeleri (XIII-XV. Y.Y.), Dil ve Tarih Coğrafya Fakültes Ortaçağ Kürsüsü, Basılmamış Doçentlik Tezi, Ankara Eylül 1978, s.16-32; aynı yazar, “Ortaçağda Türk Hükümdarları Tarafından Batılılara Ahidnamelerle Verilen İmtiyazlara Genel Bir Bakış”, Belleten XLVII/185 (1983), s.95-97. 157 1. I. Alâeddin Keykubad’ın Selçuklu Tahtına Oturması (1220) I. Alâeddin Keykubad’ın tahta oturması ile ilgili iki rivayet mevcuttur. Bu rivayetlerden birincisine göre I. İzzeddin Keykavus, erkek evladı olmaması dolayısıyla ölümünden önce kardeşi Keykubad’ın tahta oturtulmasını vasiyet etmiştir568. Türkiye Selçukluları ve özellikle de Alâeddin Keykubad devri için ana kaynak durumundaki İbn Bibi’nin eserinde bu rivayetten hiç bahsedilmeksizin Alâeddin Keykubad’ın, I. İzzeddin Keykavus’un ölümünden sonra toplanan devlet ileri gelenlerinin aldıkları karar ile Selçuklu tahtına çıkarıldığı ifade edilmektedir. Bu konuyu çok ayrıntılı bir şekilde aktaran İbn Bibi’ye göre herhangi bir karışıklık çıkmasını engellemek için Sultan’ın ölüm haberini gizleyen devlet ileri gelenleri Erzurum Meliki Mugiseddin Tuğrulşah, Koyulhisar Meliki Keyferidun ve Alâeddin Keykubad arasından hangisinin tahta çıkacağını kararlaştırmak üzere Sivas’ta toplanmışlardı. Uzun tartışmaların ardından daha önceki taht mücadelesi sırasında I. İzzeddin Keykavus’un tarafını tutan beylerin itirazlarına rağmen nihayet başta Mübarizeddin Behramşah ve Melikü’l-Ümera Seyfeddin Ayaba’nın çabaları ile Malatya yakınlarındaki Kezirpert kalesinde hapis tutulan Alâeddin Keykubad’ın Selçuklu tahtına oturtulmasına karar verildi569. Selçuklu Şehzadesi’nin yanına giderek onu hapisten çıkarıp tahta oturtulacağını bildirme işini Seyfeddin Ayaba üstlendi. Alâeddin Keykubad’ın hapsedildiği ilk yer olan Minşar kalesine onu bizzat götüren Seyfeddin Ayaba, bu olaydan dolayı kendisine kırgın olduğunu düşündüğü Selçuklu Şehzadesi’ne tahta oturtulacağı haberini ilk veren kişi olarak kendisini affettirmeyi düşünüyordu570. Tutuklu bulunduğu Kezirpert kalesine gelen Seyfeddin Ayaba’dan gelişmeleri öğrenen Alâeddin Keykubad, vakit kaybetmeden Sivas’a geldi. Burada İzzeddin Keykavus’un ölümü ve Alâeddin Keykubad’ın yeni Sultan olarak tahta oturduğu ilân edildi. Yapılan biat töreninin ardından adet üzere ölen Sultan’ın ardından üç gün yas tutuldu. Dördüncü gün Sivas’tan ayrılarak Kayseri’ye gelen Alâeddin Keykubad burada da törenlerle karşılandı. Burada birkaç gün kalan Alâeddin Keykubad, daha sonra 568 İbnü’l-Esir, C.XII, s.304-505; Türkçe çev., C.XII, s.313; Turan, Türkiye, s.326. İbn Bibi, s.200 vd.; Türkçe çev., C.I, s.218 vd.; ayrıca bkz., Turan; “I. Keykubad”, İA., C.VI, s.646647; Emine Uyumaz, Sultan I. Alâeddîn Keykuıbad Devri Türkiye Selçuklu Devleti Siyasî Tarihi (12201237), Ankara 2003, s.18. 570 İbn Bibi, s.204; Türkçe çev., C.I, s.222. 569 158 Aksaray üzerinden Konya’ya geldi. Halk tarafından büyük bir coşku ile karşılanan Alâeddin Keykubad’ın Konya’daki tahta çıkış töreni çok daha ihtişamlı oldu571. 2. Uc Bölgelerindeki Mücadeleler 1220 yılında I. Alâeddin Keykubad’ın Selçuklu tahtına oturmasından iki yıl sonra İznik tahtında da değişiklik olmuş ve I. Theodoros Laskaris’in ölümünün ardından damadı III. Ioannes Vatatzes (1222-1254) İznik tahtına oturmuştu (1222)572. Selçuklu Devleti’ni gücünün doruğuna ulaştıran I. Alâeddin Keykubad ve İznik İmparatorluğu’nun en büyük İmparatoru kabul edilen III. Ioannes Vatatzes arasındaki ilişkilerin dostane bir şekilde olduğunu görmekteyiz. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi taraflar arasında herhangi bir çatışmanın olmaması birbirlerin rakibi olmadıkları anlamına gelmez. Her iki tarafta elinden geldiği takdirde bir diğerini ortadan kaldırmaktan çekinmeyecekti. Ancak daha önce de izah ettiğimiz gibi taraflar açısından asıl tehlike tamamen zıt yönlerden gelmekteydi. İznik yönetimi yüzünü batıya çevirirken, Selçuklularda bu dönem boyunca kuzey, güney ve doğu yönündeki gelişmelerle meşgul olmuşlardı. Bu durum Selçuklu Devleti’nin yıkılışına kadar devam etmiş ve taraflar arasında büyük çaplı bir çatışma yaşanmamıştır. Ancak bu durum sınır boylarında Türkmenler ve Bizanslılar arasındaki çatışmaların bittiği anlamına gelmiyordu. 1211 yılındaki antlaşma da daha öncekilerde olduğu gibi Selçuklu Devleti’nin batı sınırına yığılan Türkmen topluluklarının faaliyetlerine son verememişti. Bir başka ifadeyle Uc Türkmenleri ile Bizanslılar arasındaki sınır boylarındaki mücadele XIII. yüzyıl boyunca devam etmiştir. Türkmenlerin saldırıları İznik İmparatorluğu’nun en güçlü olduğu dönem olan III. Ioannes Vatatzes zamanında dahi kesilmemiştir573. Çatışmaların yoğunlaştığı bölge verimli arazilerin bulunduğu Menderes vadisi idi. İznik İmparatorluğu bu verimli bölgeleri Türkmen akınlarından korumaya çalışırken bölgedeki zengin şehirler Türkmenlerin iştahını kabartıyordu. Alınan tüm önlemlere rağmen Türkmenlerin bu 571 İbn Bibi, s.204 vd.; Türkçe çev., C.I, s.223 vd; ayrıca bkz., Uyumaz, a.g.e., s.19-22; Turan; “I. Keykubad”, İA., C.VI, s.647; Sümer, “Keykubad I”, TDVİA., C.25, İstanbul 2002, s.358; Cahen, “Kaykubād I”, EI2, C.IV., s.817. 572 Grêgoras, s.51; Akropolitês, s.65. 573 George of Pelagonia, “Vios tou agiou Iôannou Vasileôs tou Eleêmonos”, August Heisenberg, “Kaiser Johannes Batatzes der Barmherzige. Ein mittelgriechische Legend”, BZ., 14 (1905), s.232-233. 159 bölgedeki faaliyetlerine kesin olarak son vermeyi başaramayan İmparator Vatatzes, Balkanlardan aileleriyle birlikte göçürdüğü kalabalık bir Kuman topluluğunu Türkmenlere karşı Menderes havzası ve Phrygia bölgesine yerleştirdi. Fakat Bizans’ın Batı Anadolu’daki Türk yayılmasını durdurmak için aldığı bu önlem bir işe yaramadığı gibi Kumanların Türkmenlerle karışmasıyla bölgenin Türkleşmesi hız kazandı574. 3. Konya-İznik Arasındaki Münasebetler Bazı batılı araştırmacılar I. Alâeddin Keykubad döneminde Selçuklular ve İznik İmparatorluğu arasında yıllarca devam eden savaşların yaşandığını iddia etmektedirler. Nitekim bu konu hakkında yapmış olduğu çalışmasında John S. Langdon, III. Ioannes Vatatzes’in 1222 ya da 1225’den 1231 yılına kadar doğu sınırında Selçuklular ile mücadele içinde olduğunu ifade etmektedir575. Langdon, bu düşüncesine kanıt olarak üç ayrı kaynaktaki konu ile ilgili kayıtları göstermektedir. Bunların ilki Patrik II. Germanus’un kaydı, ikincisi XIII. yüzyıl Arap tarihçisi İbn Natif’in eseri ve üçüncüsü de XIX. ya da XX. yüzyılda Nicodemus Hagiorites tarafından yayınlanan geç dönem Anonim Grek kaynağıdır. Ayrıca o, İmparator’un oğlu II. Theodoros tarafından kaleme alınan methiye ve Akropolitês’in de büyük eseri Khronikê Syngrafê’den yıllar önce yazdığı mersiyede Vatatzes’in Türklere karşı elde ettiği başarılardan söz edildiğini ifade etmektedir576. Ancak Langdon’un sözünü ettiği bu mücadeleler ile ilgili olarak ne Selçuklu ne de Bizans kaynaklarında en ufak bir imanın dahi olmaması şaşırtıcıdır. Langdon’un bu düşüncesine en büyük kanıt olarak gösterdiği İbn Natif, 1225 yılı olaylarından bahsederken I. Alâeddin Keykubad’ın Vatatzes ile olan savaşı sırasında 574 Paul Wittek, Menteşe Beyliği 13-15 inci Asırda Garbî Küçük Asya Tarihine Ait Tetkik, Türkçe çev., O.Ş. Gökyay, 3. baskı, Ankara 1999, s.13; Fuad Köprülü, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, 2. baskı, Ankara 1984, s.76; Turan, Türkiye, s.352; Ostrogorsky, a.g.e., s.409; Savvides, “Oi Komanoi (Koumanoi) kai to Vyzantio 11os-13oç ai.”, VyzantinoTourkika Meletêmata, Atina 1999, s.164. 575 John S. Langdon, Byzantium’s Last Imperial Offensive in Asia Minor, New Rochelle-New York 1992, başlıklı çalışmasında 1222/25-1231 tarihleri arasında III. Ioannes Vatatzes ile Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad arasında savaşlar olduğunu ileri sürmektedir. Bu konu ile ilgili yazarın en önemli dayanak noktası Arap tarihçisi İbn Natif’in kayıtlarıdır. İbn Natif’in kayıtlarına göre Keykubad ile Laskaris’in oğlu arasında iki defa savaş olmuş, bunlardan birincisini Bizans ikincisini ise Selçuklular kazanmıştır bkz., Claude Cahen, “Question D’Histoire de La Province de Kastamonu au XIIIe Siecle” SAD, III (1971), s.147-148. Ancak böyle bir hadiseden dönemin diğer kaynakları bahsetmemektedir. Ayrıca bu dönem boyunca Selçuklu Sultanı’nın devletin doğu bölgelerindeki sorunlarla ilgilendiğini düşünürsek bu görüşün doğruluğunu kabul etmek mümkün değildir. Bu konu hakkında ayrıca bkz., Cahen, Anadolu’da Türkler, s.142-143. 576 Langdon, a.g.e., s.1-2. 160 birçok kaleyi ele geçirdiğini belirttikten sonra Trabzon üzerine düzenlenen başarılı sefere değinmektedir. İbn Natif, Selçuklu Sultanı’nın sekiz günlük bir zorlu kuşatmanın ardından Vatatzes’in büyük kalelerinden birisini ele geçirmesiyle Bizans-Selçuklu mücadelesinin 1227’de yeniden başladığını, bununla birlikte III. Ioannes Vatatzes’in bu kaybını telafi etmeyi başardığını yazmaktadır577. İbn Natif 1229 gibi geç bir tarihte dahi I. Keykubad ve III. Vatatzes arasında mücadelenin olduğundan söz etmektedir578. Anonim Grek kaynağı ise, İmparatorluğunun dördüncü yılında (1225-26) III. Ioannes Vatatzes’in Antiokheia ve Yukarı Menderes vadisinin diğer şehirlerine saldıran Selçuklulara karşı başarı ile mücadele ettiğini belirtmektedir579. Langdon, Akropolitês’in önceki eserinde bu konu ile ilgili imalarda bulunmasına karşılık asıl büyük eserinde sessiz kalmasını yazarın ikinci eserini Palailogos hanedanının himayesinde yazmış olmasına bağlamaktadır. Ayrıca Akropolitês’in III. Vatatzes’in 1235-1236’da İstanbul üzerine düzenlediği büyük taarruzdan da bahsetmediğini ifade etmektedir. Ancak Akropolitês’in Türklere karşı yalnızca bir tek başarılı sefer değil yaklaşık altı yıl boyunca zaman zaman şiddetlenen bir mücadeleye hiç değinmemesi tuhaftır. Langdon’un asıl dayanak noktası olan İbn Natif ise Suriyeli bir Arap tarihçidir. Yazarın coğrafî açıdan uzak olduğu bu bölgenin tarihi ile ilgili bilgi verirken şahısları ve olayları karıştırması gayet doğaldır. Selçuklu tarihi hakkında bilgi veren diğer Arap kaynaklarında da bu tür kronoloji ve şahıs isimlerindeki karışıklıklara sık rastlanmaktadır. Yazarın üçüncü kaynağı olan çok geç dönemde yazılmış menakıbname tarzı Anonim Grek kaynağında verilen bilgileri ise şüphe ile karşılamak gerekir. B. I. ALÂEDDİN KEYKUBAD DÖNEMİNDE TRABZON İMPARATORLUĞU İLE MÜNASEBETLER 1. Sinop-Trabzon Çatışması 577 Cahen, “La Province de Kastamonu”, s.148. Cahen, “La Province de Kastamonu”, s.148; krş., Langdon, a.g.e., s.15-16. 579 Nicodemus Hagiorites, “Vios tou agiou Vasileôs Iôannou tou Vatatzê tou Eleêmonos”, bkz., Constantine Agathangelus, Asmatikê Akolouthia tou Agiou Vasileôs Iôannou tou Vatatzê, İstanbul 1872, s.40-44. Ancak bu tarihte Selçuklu ordusu üç koldan Ermenilere saldırıyordu. 578 161 1214 yılında I. İzzeddin Keykavus ile Trabzon İmparatoru Aleksios arasında yapılan antlaşmanın ardından Selçukluların vassalı haline gelen Trabzon İmparatorluğu ile olan ilişkiler 1223 yılına kadar iyi bir şekilde devam etti. 1223 yılında Moğolların Suğdak şehrini zapt etmelerinin ardından yaşanan gelişmeler sonucunda taraflar arasındaki ilişkilerin gerginleştiğini görmekteyiz. I. Alâeddin Keykubad döneminin ana kaynağı olan İbn Bibi’de bu konu ile ilgili herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. Ancak İbnü’l-Esir 1223 yılında Rus ve Kıpçakları mağlup eden Moğolların etraftaki şehirleri yağmaladıklarını ve halkı kılıçtan geçirdiklerini, kıyımdan kurtulanların sahip oldukları tüm malları ve zenginlikleri gemilere yükleyerek bölgeden kaçtıklarını belirtmektedir580. İbnü’l-Esir, Moğolların önünden kaçan zengin ve tüccarların birçok gemiyle birlikte deniz yoluyla İslâm diyarlarına gittiklerini söylemektedir ki burada kastedilen İslam diyarı Selçuklu ülkesidir. Daha sonraki gelişmeleri İbnü’l-Esir şu şekilde anlatmaktadır: “Bu Ruslar varmak istedikleri limana yanaştıkları bir sırada gemilerinden birisi yarılmış ve bu gemi, içindeki insanlar hariç, her şeyiyle batıp gitmiş, yok olmuştu. O sıralarda uygulanan bir âdete göre; limana yakın bir yerde batan gemi o bölgenin sultanına ait oluyordu. Bunun için bölgenin hükümdarı bu gemiden çok mal elde etmişti. Diğer gemiler ise sağ salim kurtularak sahile yanaşmışlardı”581. İslâm kaynaklarından yalnızca İbnü’l-Esir’de bahsi geçen bu hadise hakkında Trabzon kaynakları çok daha ayrıntılı bilgi vermektedirler. Bununla birlikte olaylar daha farklı bir şekilde aktarılmaktadır. Nitekim Bizans kaynaklarına göre Selçuklular ve Trabzon İmparatorluğu arasında mevcut olan barış antlaşması Sinop yöneticisi Hetum tarafından bozulmuştur. Lazarapoulos bu olayı şu şekilde anlatmaktadır: “Mamafih bu antlaşma Selçuklu Sultanı ile I. Andronikos Gidos arasında bir savaş çıkmasına sebep olan, Sultan’ın emirlerinden Sinop’un hâkimi Hetum’un akılsızca davranışı yüzünden bozuldu. Bu yıl (1222/23) Cherson (Kırım) ve Gothia bölgesinden toplanan yıllık vergiyi Trabzon’a getirmek üzere Cherson yöneticisi Aleksios Pactiares idaresindeki bir gemi yanında diğer bazı soylular da olduğu halde Trabzon’a doğru yol almaktaydı. Ancak tam bu sırada aniden patlak veren fırtına onları Sinop limanına sığınmak zorunda bıraktı. Bu sırada yukarıda zikrettiğimiz Hetum, gemideki yolcuları esir edip 580 581 İbnü’l-Esir, C.XII, s.388; Türkçe çev., C.XII, s.347. İbnü’l-Esir, C.XII, s.388; Türkçe çev., C.XII, s.347-348. 162 tüm mallarına el koydu. Daha sonra Hetum güçlü bir donanmayı Cherson üzerine gönderdi ve pek çok bölgeyi yağmalattı. Kendilerine tâbi bölgelerin Sultanlarının imzaladığı antlaşmayı bozan barbarların elinde uğradığı felaketi öğrenen Trabzonlular, Sinop hâkiminin yaptıklarını da anlatarak olup bitenleri derhal İmparatorlarına bildirdiler. Bu haberler üzerine Andronikos güçlü bir filoyu Sinop üzerine gönderdi. Askerler Carusa’da karaya çıktılar ve şehrin etrafındaki bölgeleri yağmalamaya başladılar. “Mart” a kadar ilerleyen Trabzon kuvvetleri burada limana demirlemiş çok sayıda Türk gemisi buldular ve hepsini ele geçirdiler; mürettebatın çoğu kılıçtan geçirildi, geri kalanlar ise esir alındı. Bu durum esirlerin akrabaları arasında hoşnutsuzluğa yol açtı ve Hetum’u olanlardan ötürü kınadılar ve onu Bizans kuvvetlerinin komutanına görüşme yapmak için bir elçi göndermeye zorladılar. Uzun görüşmelerin ardından o (Hetum), Aleksios Pactiares’i, tüm esirleri ve malları ile birlikte “Serium”u (Selçuklular tarafından ele geçirilen Kırım gemisinin ismi) serbest bırakmaya karar verdi; tüm para ve gasp edilen mallar Trabzonlulara geri verildi. Aynı şekilde onlar da bu akın sırasında ele geçirdikleri her şeyi Hetum’a geri verdiler.”582 Her iki tarafın kaynaklarında verilen bilgileri karşılaştırdığımız zaman, İbnü’l-Esir geminin tam olarak hangi şehir yakınlarında battığını ve bölgenin hükümdarının ismini zikretmemektedir. Ancak Suğdak’ın karşısındaki bu İslâm diyarının Selçuklu ülkesi olduğuna şüphe yoktur. Bunun yanı sıra İbnü’l-Esir, bu hadiseden sonra Selçuklular ve Trabzon İmparatorluğu arasındaki ilişkilerin bozulduğundan bahsetmemektedir. Bizans kaynakları ise Selçuklular ile Trabzon İmparatorluğu arasındaki ilişkilerin gerginleşmesine yol açan bu hadiseyi anlatırken Moğolların Suğdak’ı zapt etmelerine hiç değinmemektedirler. Aşağıda ayrıntılı bir şekilde anlatacağımız gibi Bizans kaynakları bu hadiseden sonra ordusunu toplayan Selçuklu Sultanı’nın Trabzon üzerine bir sefer düzenlediğinden bahsetmektedir. Oysa İslâm kaynakları Selçukluların Trabzon üzerine 1227/28 yılında sefer düzenlediklerini ifade etmektedirler. Her iki tarafın kaynaklarındaki ortak nokta, hadisenin 1222/23 yılında meydana geldiği, olayların sebepleri ve gelişimi farklı anlatılsa da Selçuklu tarafının Sinop limanı açıklarında batan ya da Sinop limanına sığınmak zorunda kalan bir geminin mallarına el koymasıdır. 582 Iôsêf Lazaropoulos, Logos ôs en Synopsei Dialamvanôn tên Genetthlion êmeran tou en Thavmasi Perivoêtou kai Megalathlou Evgeniou, yay., Papadopoulos-Keremeus, Sbornik İstoçnikov Po İstoriy Trapezundskoy İmperiy, FHIT, ed., Adolf M. Hakkert, Amsterdam 1965, s.117. 163 Selçukluların Kırım’dan gelen bu gemiye Sinop limanında her ne sebepten olursa olsun el koymalarının Sinop ve Trabzon arasında bir mücadeleye sebep olduğu açıktır. 1214 yılında Selçukluların Sinop’u ele geçirerek Karadeniz kıyısında önemli bir limana sahip olmaları hiç şüphesiz Trabzon İmparatorluğu’nun Karadeniz üzerindeki mutlak hâkimiyetine son vermiştir. Selçuklular, 1223 yılında Suğdak’ı zapt eden Moğolların bölgeden ayrılmasının ardından Karadeniz’in kuzey kıyısındaki bu önemli ticaret limanına yerleşmek isteyen Trabzon İmparatorluğu’nun faaliyetleri sonucunda bölgedeki karışıklığın devam etmesi üzerine düzenledikleri deniz aşırı sefer ile Suğdak’a hâkim olarak bölgede sükûneti sağlamışlardı583. Böylece Sinop’un ardından Suğdak’ı da hâkimiyeti altına alan Selçuklular, Trabzon İmparatorluğu’nun aleyhine bir adım daha atmış oluyorlardı. Bütün bu gelişmeler karşısında Trabzon yönetiminin Selçukluların Karadeniz’deki hâkimiyetini kırmak için harekete geçmesi doğaldır. Bu sebeple 1223 yılından sonra Karadeniz bölgesinde taraflar arasında başlayan mücadelenin zaman zaman durulsa da uzun süre devam ettiği açıktır. 2. Trabzon Seferi Sinop ve Trabzon arasındaki bu çatışmadan bahseden Bizans kaynakları yukarıda değindiğimiz hadiselerin ardından Sinop’ta yaşananları öğrenen Selçuklu Sultanı’nın çok sinirlendiğini ve ordusunu toplayarak Trabzon üzerine sefere çıktığını yazmaktadırlar584. Bununla birlikte İslâm kaynakları bu tarihte Trabzon üzerine düzenlenen bir seferden hiç bahsetmemektedirler. Suriyeli tarihçi İbn Natif, 1225 yılı olaylarını anlatırken Selçuklu Sultanı’nın İznik İmparatoru I. Laskaris’e karşı galip gelerek bazı kaleleri ele geçirdikten sonra Trabzon İmparatoru I. Andronikos Gidos’u da 583 Bu sefer hakkında ayrıntılı bilgi için bkz., A. C. S. Peacock, “The Saljūq Campaign against the Crimea and the Expansionist policy of the Early Reign of ‘Alā’ al-Dīn Kaykubād”, JRAS, XVI, 2, (2006), s.133-149. 584 Lazaropoulos, s.61, 76,117 vd.; Kônstantinos Loukitês, Engkômion eis Agion Megalomartyra tou Khristou Evgenion kai tous Synathlous aftou Kanidion, Oyalerianon kai Akylan tous en Trapezounti Martyrêsantas, yay., Papadopoulos-Keremeus, Sbornik İstoçnikov Po İstoriy Trapezundskoy İmperiy, FHIT, ed., Adolf M. Hakkert, Amsterdam 1965, s.30-31; Vêssariôn, Engkômion eis Trapezountos, yay., O. Lampsidês, “ ‘O «eis Trapezounta» Logos tou Bêssariônos”, AP, 39, (1984), s.51-52, 67-69; Mihaêl Panaretos, Peri tôn tês Trapezountos Vasileôn tôn Megalôn Komnênôn Opôs kai Pote kai Poson Ekastos Evasilevsen, yay., A. Hahanov, Panaret’in Trabzon Tarihi, Türkçe çev., Enver Uzun, Trabzon 2004, s.63. 164 mağlup ettiğini ifade etmektedir585. Bir diğer Arap tarihçi İbnü’l-Esir ise 1228 yılında Erzincan üzerine yürüyerek burasını ele geçiren I. Alâeddin Keykubad’ın daha sonra Erzurum üzerine yürüyeceği sırada Eyyubîlerin Ahlat hâkimi Hüsâmeddin Ali’nin Erzurum’un yardımına gelmesi ve bu arada Bizanslıların Sinop’u ele geçirdikleri haberinin duyulması üzerine ülkesine geri döndüğünü yazmaktadır. İbnü’l-Esir, başkente dönen I. Alâeddin Keykubad’ın, hazırlıklarını tamamladıktan sonra Sinop’a doğru hareket ettiğini, karadan ve denizden kuşatılan şehrin Bizanslıların elinden geri alındığını belirtmektedir586. Selçukluların Trabzon İmparatorluğu üzerine bir sefere çıktığından söz eden İslâm kaynaklarında bu seferin Trabzon kuşatması ile sonuçlandığına dair herhangi bir bilgi yoktur. İbn Bibî’nin eserinde ise Selçuklular ile Trabzon İmparatorluğu arasında cereyan eden bu mücadele hakkında hiçbir kayıt bulunmamaktadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi Selçuklu Devleti ile Trabzon İmparatorluğu arasında Karadeniz’deki hâkimiyet rekabeti sonucunda bir mücadelenin yaşandığı kesin görünmektedir. Nitekim Trabzon İmparatoru Andronikos, 1230 yılındaki Yassıçemen savaşı sırasında I. Alâeddin Keykubad’ın rakibi Celâleddin Harezmşah’ın yanında yer almıştır. I. Andronikos Gidos’un Selçuklulara karşı Celâeddin Harezmşah ile bir ittifak kurması bu tarihlerde Konya ve Trabzon arasındaki ilişkilerin iyi gitmediğinin en açık göstergesidir. Bununla birlikte 1223 yılında Selçuklu kuvvetlerinin Trabzon’a düzenlediği sefer başta Lazaropulos olmak üzere Trabzon kaynaklarında çok ayrıntılı olarak ele alınmaktadır. Trabzon üzerine düzenlenen bu sefer sırasında Selçuklu ordusuna “Melik” komuta etmekteydi. Kaynaklarda Melik diye bahsedilen bu kişinin kimliği ile ilgili kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Onun Erzurum Meliki Mugiseddin Tuğrulşah, I. Keykubad’ın oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev ya da Sultan’ın kardeşi Koyulhisar Meliki Celâleddin Keyferidun hatta bizzat I. Alâeddin Keykubad olduğuna dair düşünceler vardır587. Yalnızca Lazarapoulos, Trabzon seferi sırasında Selçuklu ordusuna komuta eden Melik’in I. Alâeddin Keykubad’ın oğlu olduğunu açık bir şekilde ifade 585 Cahen, “La Province de Kastamonu”, s.147. İbnü’l-Esir, C.XII, s.479; Türkçe çev., C.XII, s.441-442. 587 Uyumaz, a.g.e., s.46; Sümer, “Keykubad I”, TDVİA., C.25, s.358; Savvides, “Gia tên Taftotêta to “Melik” stên Seltzoukıkê Ekstrateia tou 1222-1223 kata tês Trapezountas”, Praktika 14. Panellêniou Istorikou Synedriou, Selanik 1994, s.79-98; aynı yazar, “The Trapezuntine Sources of the Seljuk Attack on Trebizond in A.D. 1222-1223”, AP, 43, (1990-1991), s.103. 586 165 etmektedir588. Trabzon seferinin 1227/28’e gerçekleştiğini söyleyen Osman Turan ise, Sinop’un ele geçirilmesinin ardından Selçuklu donanmasını Trabzon üzerine gönderen I. Alâeddin Keykubad’ın asıl orduyu da oğlu II. Gıyaseddin Keyhüsrev ve Atabegi Mübarizeddin Ertokuş komutasında bölgeye gönderdiğini ve Erzincan’da toplanan ordunun Gümüşhane yoluyla Zigana dağını aşıp Maçka üzerinden Trabzon önlerine geldiğini söylemektedir589. Yukarıda bahsettiğimiz gibi, Sinop’a saldıran Bizans kuvvetlerinin limanda demirli Türk gemilerini ani bir baskın ile ele geçirmeleri ve tüm mürettebatı esir etmeleri üzerine Sinop valisi Hetum, Bizanslı esirleri ve mallarını iade ederek Türk esirleri kurtarmışsa da Bizanslıların aldıkları ganimetleri geri vermemesi aradaki ilişkileri germişti. Lazaropoulos o sırada Konya’da bulunan Sultan Melik’in, Sinop’ta olanları öğrendiğinde, çok sinirlendiğini ve derhal Malatya’ya haberciler göndererek komutanlarını kendisi ile buluşmak üzere Erzurum’a çağırdığını ifade etmektedir590. Erzurum’da birliklerini toplayan Melik daha sonra ordusu ile birlikte Erzincan’a geçmişti. Bu gelişme üzerine İmparator Gidos, tüm kuvvetlerini toplayarak karşı saldırıya geçmek üzere hazırlıklara başladı. Başkent’in etrafındaki dar geçit ve patikalarda savunma tedbirleri alan İmparator, aynı zamanda Soteropolis (Borçka), Lazica ve Ünye’ye kadar olan bölgelerdeki tüm müttefiklerini de yardıma çağırdı. Bununla birlikte Selçuklu ordusunun çok kalabalık olduğunu öğrenen başkent halkı dehşete kapılmış ve tüm ümitlerini yitirerek Chrysokephalos kilisesi ve Evgenios manasıtırında toplanarak dua etmeye başlamıştı. Trabzon kaynaklarının verdiği bilgilere bakıldığında İmparator, Trabzon’da kısılı kalmamak için sarp arazi koşullarından da yararlanarak Selçuklu ordusunun yolu üzerindeki dar ve sarp geçitlere kurdurduğu pusularla Türk kuvvetlerini yıpratmaya çalışmıştı. İmparator uyguladığı bu taktikle kısmen başarılı olmuş ve bölgeyi tanıyan Trabzon birlikleri dar geçitlerde kurdukları pusularla Selçuklu kuvvetlerine kayıplar verdirmişlerdi. Yol boyunca Selçuklu kuvvetlerine saldırılar düzenleyen İmparator’un kuvvetleri nihayet Trazbzon’a geri dönerek kuşatma hazırlıklarına başladı. Uzun ve zorlu bir yolculuğun ardından güney 588 Lazaropoulos, s.117. Turan, Türkiye, s.361. 590 Lazaropoulos, s.118. 589 166 batı istikametinden Trabzon önlerine gelen Selçuklu ordusu, Aziz Evgenios manastırı yakınında kamp kurduktan sonra şehri her yönden kuşatma altına aldı591. Güçlü ve aşılması zor surlarla çevrili olan Trabzon’da şehri savunacak kuvvetlerin sayısı yeterliydi. İmparator, her ne kadar deniz tarafındaki surlar o dönemde sahile kadar uzanmıyor olsa da kara tarafından tamamen abluka altına alınmış şehre deniz yoluyla komşu bölgelerden gelecek erzak yardımının güvenle kendilerine ulaşabilmesi için deniz tarafındaki surların tahkim edilmesi emrini verdi. Ancak çok geçmeden Sinop hâkimi Hetum komutasındaki çok sayıda geminin şehri denizden de kuşatmasıyla Trabzon tam anlamıyla kıskaç altına alınmış oldu. Kuşatmanın başlamasından birkaç gün sonra Melik adamlarına şehrin etrafında araştırma yapmalarını ve zayıf yönlerini öğrenmelerini istedi. Zira Melik bu muhkem şehrin fethinin kolay olmayacağını anlamıştı. Kaledekiler burclardan sürekli olarak Selçuklu ordusu üzerine ok yağdırdığından askerler surlara yaklaşarak tırmanmak için merdivenlerini yerleştiremiyorlardı. Selçuklu ordusunun surlara tırmanmak amacıyla yaptığı her taarruz kaledekiler tarafından engelleniyordu592. Bu noktada Melik, kuzey surlarında yer alan ana girişin önüne sahil tarafında yeni bir kamp kurulması emrini verdi. Böylece eski şehrin sınırlarından batı kısmındaki Aziz Barbara kilisesine kadar uzanan sahil tarafı Selçuklu kuvvetleri tarafından tutulmuş ve Selçuklu piyadeleri ile donanma arasında doğrudan bağlantı kurulmuş oldu593. Çok geçmeden hücum borularının çalmasıyla Selçuklu ordusu bu sefer kuzey yönünden tüm gücüyle saldırıya geçti. Saldırının devam ettiği bir sırada İmparator, kuzeybatı yönündeki Aziz Evgenius kilisesi yakınındaki Selçuklu kuvvetlerinin saldırıya geçme konusunda tereddütte olduklarını fark etti. Bu fırsatı değerlendirmek isteyen İmparator derhal emrindeki süvariler ile şehirden çıkarak Selçuklu kuvvetlerine ani bir saldırı düzenledi. Bundan sonra şehre geri çekilen İmparator’un önü Selçuklu birlikleri tarafından kesilince taraflar arasında şiddetli bir çatışma olmuş ve bu çatışmada her iki tarafta ağır kayıplar vermişti. Selçuklu tarafında ölenler arasında Melik’in yeğeni ve Sinop yöneticisi Hetum vardı. Aynı şekilde Bizans tarafından da çok 591 Lazaropoulos, s.118-120. Lazaropoulos, s.120-121. 593 Lazaropoulos, s.121. 592 167 sayıda önemli komutan ölmüştü594. Sağsalim şehre dönmeyi başaran İmparator bu ani saldırı ile Selçuklu kuvvetlerine ağır kayıplar verdirmişse de onun bu hareketi Melik’i kızdırmış ve Aziz Evgenius kilisesini tahrip ederek bu saldırının intikamını almak istemişti595. Bu suretle şehrin ele geçirilmesini hızlandırmış olacağını düşünüyordu. Şehre karşı düzenlenen bir başka Selçuklu saldırısı da püskürtülünce Melik saldırıları bir süre durdurma kararı aldı. Kuşatma altında tuttuğu şehrin yiyecek ve su sıkıntısı çekmeye başladığının farkında olan Melik ertesi gün Trabzon halkına çok güç şartlar içinde olduklarını bildiğini ve er geç şehri alacağı mesajını gönderdi. Sultan’ın kararlılığı karşısında endişeye kapılan ve Selçuklu kuvvetlerinin şiddetli saldırıları karşısında şehrin daha fazla dayanamayacağını anlayan İmparator, vakit kazanmak ve şehirde yiyecek ve su sıkıntısı olmadığını göstermek amacıyla Sultan’a haber gönderip, barış görüşmelerinin başlaması için temsilcilerini göndermesini istedi. Selçuklu temsilcileri şehre geldiğinde onlara muhteşem bir ziyafet veren İmparator daha sonra onların şehrin sokaklarında gezmelerine izin verdi. Gerçekten de İmparator’un bu taktiği işe yaramış ve şehirdekilerin herhangi bir sıkıntısı olmadığını gören Melik’in adamları geri döndüklerinde gördüklerini anlattıklarında Melik’in morali bozulmuştu. Kamp kurdukları bölgede Bizanslıların saldırıları ile taciz edilen Selçuklu ordusu nihayet Melik’in emri ile şehri düşürmek amacıyla tüm gücüyle saldırıya geçti. Bu son saldırı şehirdekilerin tüm ümitlerini yitirmesine sebep olmuştu. Şiddetle saldıran Selçuklu kuvvetleri şehri ele geçirmek üzereyken başlayan fırtına ve şiddetli yağmur her şeyi tersine döndürdü. Şiddetli yağmurun oluşturduğu seller yüzünden birlikler arasındaki bağlantı kopmuş ve Selçuklu ordusu dağınık bir halde geri çekilmek zorunda kalmıştı. Sele kapılıp boğulanların dışında etrafa dağılan Selçuklu askerleri de yakalanarak esir edilmiş ya da kılıçtan geçirilmişti. Esirler arasında Maçka ormanlarında ahali tarafından yakalanarak İmparator’un huzuruna getirilen Melik de vardı596. Lazaropoulos’un ifadesine göre Andronikos, esir edilen Selçuklu Meliki’ne karşı hoşgörülü davranmış ve zincirlerini çözdürüp bir ata bindirdiği Selçuklu Meliki ile Trabzon’a birlikte girmişti. İmparator, sarayında misafir ettiği Selçuklu Meliki’ni daha sonra fidye almadan serbest bırakmıştı. İmparator, Selçuklu Meliki’nin Sinop’a güven 594 Lazaropoulos, s.121-122. Lazaropoulos, s.122. 596 Lazaropoulos, s.123-128. 595 168 içinde ulaşması için yanına kuvvetler verdi. Konya’ya geri dönen Melik, İmparator ile yaptığı antlaşmanın gerekliliklerinden çok daha fazlasını yerine getirdi. Değerli Arap atları ve kıymetli hediyeleri, yanı sıra Evgenius manastırına büyük miktarda maddi yardımda bulunmuştu597. Savvides, Trabzon kaynaklarının verdiği bilgileri kesin olarak doğru kabul ettiğinden Trabzon İmparatorluğu’nun 1223 den 1231 yılına kadar sekiz yıl boyunca Selçuklulara haraç ödemediğini ve bağımsız olduğunu ifade etmektedir.598 Osman Turan seferin tarihini farklı vermekle birlikte o da başarısızlığın sebebini yağan yağmur sonucu oluşan sellere bağlamaktadır. Ayrıca o da esir edilen Selçuklu Meliki’ne iyi muamele edildiğini ve fidyesiz serbest bırakıldığını ifade etmektedir599. Muhtemelen 1223 yılındaki gemi krizinden sonra bozulan Trabzon ve Konya arasındaki ilişkiler 1228 yılına kadar çatışmalar yaşanarak devam etmiştir. 1228 yılında meydana gelen çatışmada Trabzon hükümdarının Selçuklulara karşı ufak çaplı bir başarı kazandığı anlaşılıyor. Ancak bu başarı ile Trabzon İmparatorluğu’nun Selçuklulara bağımlı olmaktan kurtulduğuna dair bir kanıt yoktur. Ancak bazı araştırmacılar Trabzon İmparatoru’nun 1230 yılında I. Alâeddin Keykubad’a karşı Celaleddin Harezmşah’ın yanında yer almasını Selçuklulara tâbi olmadığının bir göstergesi saymaktadırlar. Ancak I. Andronikos Gidos, Selçuklu hâkimiyetinden kurtulmak için de Celaleddin Harezmşah ile ittifak yapmış olabilir. 3. Sultan I. Alâeddin Keykubad’a Karşı I. Andronikos Gidos ve Celaleddin Harezmşah Arasındaki İttifak XIII. yüzyılın başından itibaren siyasî bir güç olarak tarih sahnesine çıkan Moğollar, yarım asır içinde Çin’den Doğu Avrupa’ya kadar olan tüm sahaları zapt ettiler. Cengiz Han’ın orduları tarafından dönemin en kudretli İslâm devleti olan Harezmşahların ortadan kaldırılması sonucunda İslâm dünyasını Moğol istilasından kurtarabilecek en büyük sed yıkılmış oluyordu. Sultan Kutbeddin Muhammed Harezmşah’ın Hazar denizinde bir adaya kaçarak orada ölmesinin ardından oğlu Celâleddin’in Moğollara karşı kahramanca mücadele ettiği bilinmektedir. O, İran’ın 597 Lazaropoulos, s.128-132. Savvides, Byzantium in the Near East, s.170-171. 599 Turan, Türkiye, s.362. 598 169 batısı, Kafkasya ve Doğu Anadolu bölgesini içine alan bir devlet kurarak Moğol ilerleyişini durdurmaya çalışmıştır. Meraga şehrini kendisine merkez yapan Celâleddin, 1225 yılı yazında bir mektup ile birlikte baş kadı Mucireddin Ömer bin Sa’d Harezmî’yi Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad’a elçi olarak gönderdi. Celâleddin göndermiş olduğu mektubunda İslâm dünyasının düşmanları ile olan mücadelelerini anlattıktan sonra aynı soya ve dine mensup olduklarını, Selçuklular batıda kâfirlerle mücadele ederken kendilerinin de doğudaki müşriklere karşı savaştıklarını ifade etmiş ve I. Alâeddin Keykubad’a düşmanlarına karşı ittifak kurmalarını teklif etmişti600. Onun bu teklifi Selçuklu Sultanı tarafından menuniyetle karşılanmış ve taraflar arasında gönderilen elçilik heyetleri ve değerli hediyelerle iki devlet arasında iyi ilişkiler kurulmuştu. Ancak çok geçmeden Celâleddin Mengüberti’nin Doğu Anadolu bölgesinde Selçuklular aleyhindeki faaliyetleri iki ülke arasındaki ilişkilerin bozulmasına sebep oldu. Nihayet Harezmşah Sultanı’nın dönemin en önemli ilim ve fikir merkezlerinden olan Ahlat’ı kuşatması ve Selçuklu Sultanı’nın bir İslâm beldesi olan Ahlat kuşatmasının kaldırılması yönündeki uyarılarına kulak asmaması sonucunda bu iki büyük Türk hükümdarı karşı karşıya gelmişlerdi. İki güç arasındaki mücadele de Selçuklular Eyyubbilerle ittifak kurarken Celâleddin Mengüberti’nin yanında Erzurum hâkimi Cihanşah ve Trabzon İmparatorluğu yer almaktaydı. Trabzon İmparatoru Andronikos Gidos’un SelçukluHarezmşah mücadelesinde ne sebeple Celâleddin Mengüberti’nin yanında yer aldığı kaynaklarda belirtilmemektedir. Ancak yukarıda da ifade ettiğimiz gibi bunun sebebinin taraflar arasındaki ilişkilerin uzun süredir gergin olmasına bağlayabiliriz. 10 Ağustos 1230’da Erzincan yakınındaki Yassıçemen mevkiinde karşılaşan iki taraf ordularının yapmış olduğu şiddetli savaş sonucunda Selçuklu-Eyyûbî kuvvetleri karşısında ağır bir yenilgiye uğrayan Harezm ordusu ağır kayıplar vermiş kurtulmayı başaranlar ise etrafa dağılmıştı601. Kaçmayı başaran Harezm askerlerinden 3000 kadarı Canik dağlarını aşarak Celâleddin Mengüberti’ye tâbi olan Trabzon İmparatorluğu’nun 600 İbn Bibi, s.368-369; Türkçe çev., C.I, s.375-376; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.363-364; aynı yazar, Resmî Vesikalar s.82-83; ayrıca bkz., Uyumaz, a.g.e., s.47-48. 601 İbn Bibi, s.392 vd.; Türkçe çev., C.I, s.395 vd.; Alaaddin Ata Melik Cüveynî, Tarih-i Cihangüşa, C.II, Türkçe çev., Mürsel Öztürk, Ankara 1988, s.148-149; Genceli Kiragos, “Ermeni Müelliflerine Nazaran Moğollar”, Türkçe çev., Ed. Dularier, TM, II, İstanbul 1928, s.148; ayrıca bkz., Uyumaz, a.g.e., s.4764; Taeschner, a.g.m., s.748. 170 arazisine geçmişler, ancak bunlardan büyük bir kısmı Rum köylüleri tarafından öldürülmüşlerdi602 Trabzon İmparatoru Andronikos Gidos 1230 yılında yanlış tarafta yer almanın bedelini ağır bir şekilde ödemiş ve kısa süren bağımsızlığın ardından yeniden Selçuklulara tâbi hale gelmişti. Üstelik yeni antlaşmaya göre Trabzon yalnızca haraç ödemekle kalmayıp ihtiyaç halinde Selçuklu ordusuna katılmak üzere 1000 asker göndermekle yükümlü hale gelmişti603. Trabzon İmparatorluğu’nun Selçuklulara bağımlılığı 1243 yılına kadar devam etmiş ve Kösedağ bozgunun ardından Selçuklular gibi onlar da Moğollara tâbi hale gelmişlerdi604. 602 Turan, Türkiye, s.372. Fallmerayer, a.g.e., s.109-116; Turan, Türkiye, s.362; Kursanskis, a.g.m., s.119-120; Evangelidês, a.g.e., s.69-70; Savvides, “Kaïkobadês”, MGE, C.30, Atina 1983, s.17. 604 Fallmerayer, a.g.e., s.119 vd. 603 171 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM GERİLEME VE ÇÖKÜŞ DÖNEMİ I- SULTAN II. GIYASEDDİN KEYHÜSREV DÖNEMİNDE SELÇUKLUBİZANS MÜNASEBETLERİ (1237-1246) A. II. GIYASEDDİN KEYHÜSREV DÖNEMİ (1237-1246) 1. I. Alâeddin Keykubad’ın Ölümünden Sonra Selçuklu Devleti’nde Yaşanan Gelişmeler Amid seferine çıkmak üzere Meşhed ovasında toplanan ordunun hazırlıkları devam ederken Ramazan Bayramı’nın gelmiş olması sebebiyle I. Alâeddin Keykubad, emirler ve devlet erkânının katılacağı büyük bir ziyafet düzenlenmesini buyurdu. Ancak düzenlenen ziyafette Çaşnigir Nusreddin Ali’nin kendisine ikram ettiği kuş etinden yedikten sonra rahatsızlandı. I. Alâeddin Keykubad, ızdırabının artması üzerine eğlence meclisini terk ederek Keykubadiye Sarayına gitti. Çok geçmeden durumu daha da ağırlaşan Sultan Keykubadiye Sarayında vefat etti (31 Mayıs 1237)605. Bu büyük Selçuklu Sultanı öldüğünde, geride Mahperi Hatun’dan Gıyaseddin Keyhüsrev ve Eyyubî Melikesi Gaziye Hatun’dan İzzeddin Kılıç Arslan ve Rükneddin olmak üzere üç 605 İbn Bibi, s.458 vd.; Türkçe çev., C.I., s.453 vd.; Anonim Selçukname, s.91; Türkçe çev., s.31 ( müellif “4 Şevval 4.5.1239 Pazartesi günü Kayseri’de ‘Şehzade’ Gıyaseddin, ahlaksız emirlerle meşveret ederek Sultan’ı zehirlediler” demektedir.; Abu’l-Farac, C.II, s.536; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.388389; Uyumaz, a.g.e., s.93. 172 oğlu vardı. Aslında o, Amid seferinin hazırlıkları devam ederken Sivas’ın idaresini Harezmli Kayır Han’a tevdi ettiği gibi büyük oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev’i de Erzincan Meliki olarak tayin etmişti. Eyyubî Melikesi Gaziye Hatun’dan olma oğlu İzzeddin Kılıç Arslan’ı ise veliaht ilân ederek tüm devlet erkânını ona biat ettirmişti. Ancak daha Sultan’ın cenazesi Konya’daki türbede gömülmeden önce saltanat mücadelesi başladı. Bu mücadelelerde Gıyaseddin Keyhüsrev taraftarları her yola başvurmak suretiyle bu Selçuklu Şehzadesi’ni tahta oturtmayı başarmışlardı606. Harezmli Kayır Han, Hüsâmeddin Kaymeri ve Kemâleddin Kâmyâr gibi önde gelen Selçuklu beyleri bu durumun I. Alâeddin Keykubad’ın vasiyetine aykırı olduğunu söyleyerek Gıyaseddin Keyhüsrev’in hükümdarlığını kabul etmek istemeseler de sonunda onlar da biat etmek zorunda kaldılar607. Böylece iktidarını sağlamlaştıran II. Gıyaseddin Keyhüsrev, daha sonra babasının ölümünden önce Kayseri’ye gelmiş olan yabancı elçiler ile görüşerek dış ilişkileri yeniden düzene koydu. Selçuklu beylerinin II. Gıyaseddin Keyhüsrev’e biat etmiş olmaları Selçuklu merkezinde sukunetin sağlanmasına yetmemişti. Özellikle II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in tahta oturmasında baş aktör olan Sadettin Köpek’in entrikaları ve genç Sultan’ın halen hayatta olan kardeşlerinin kendisine karşı harekete geçebileceklerine dair endişeleri pek çok önemli Selçuklu emirinin sudan bahanelerle ortadan kaldırılmasına sebep oldu. Bu durum nihayet Sadettin Köpek’in II. Gıyaseddin aleyhinde faaliyetlere başlamasına kadar devam etti. Bu durumu fark eden Sultan onu da ortadan kaldırmayı başararak idareye tam anlamıyla hâkim oldu608. 2. Kösedağ Bozgununa Kadar Yaşananlar II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in yetersizliğine ve birçok önemli devlet adamının ortadan kaldırılmış olmasına rağmen Türkiye Selçuklu Devleti kudretinden bir şey yitirmemiş gibi görünüyordu. İktidarı tam olarak ele alan II. Gıyaseddin Keyhüsrev, 606 İbn Bibi, s.464-465; Türkçe çev., C.II, s.19-20; ayrıca bkz., Turan, “II. Keyhüsrev” İA., C.VI, s.620; Cahen, “Kaykhusraw II”, EI2, C.IV., s.816; Turan, Türkiye, s.403-404; Alptekin “Türkiye Selçukluları”, s.298; Sevim, “Kaeyhüsrev II”, TDVİA., C. 25, s.349. 607 İbn Bibi, s.465-466; Türkçe çev., s.20-21; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.404-405; Alptekin “Türkiye Selçukluları”, s.298-299; Sevim, “Keyhüsrev II”, TDVİA., C.25, s.349. 608 İbn Bibi, s.479 vd.; Türkçe çev., C.II, s.33 vd.; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.411-413; Alptekin “Türkiye Selçukluları”, s.301; ; Sevim, “Keyhüsrev II”, TDVİA., C.25, s.349. 173 babasının ölümüyle sonuçlanamayan Diyarbekir’in fethini gerçekleştirdi (1240)609. Ayrıca dışarıda I. Alâeddin Keykubad döneminde Selçuklu Devleti’ne tâbi olan komşu hükümdarlar üzerindeki hâkimiyeti devam etmekteydi. Nitekim Halep hâkimi ve diğer Eyyubî Melikleri başta olmak üzere, Artukluların Mardin kolu, Çukurova’daki Ermeniler ve Trabzon İmparatorluğu II. Gıyaseddin’in hâkimiyetini tanıyor ve yükümlülüklerini yerine getiriyorlardı. Hatta Fransız seyyah Vincent de Beauvais Selçuklu Sultanı’na tâbi olan hükümdarlar arasında İznik İmparatoru III. Ioannes Vatatzes’i de saymakta ve onun gerektiğinde yardımcı kuvvet olarak 1200 asker gönderdiğini ifade etmektedir610. Türkiye Selçuklu Devleti’nin bu güçlü durumu nedeniyle 1240’da Selçuklu sınırına kadar Gürcistan’ı istila eden Moğol ordusu Selçuklu sınırını geçmeye cesaret edememişti. Ancak bu sıralarda patlak veren Babaî ayaklanması Selçuklu Devleti’nin içinde bulunduğu zaafiyeti gözler önüne serince durum bir anda tersine döndü. Dinî meselelerden çok sosyal ve iktisadî sorunlardan kaynaklanan isyan Selçuklu birlikleri tarafından ağır kayıplar verildikten sonra güçlükle bastırılabilmişti611. Babaî ayaklanması Moğol istilası önünden kaçarak Anadolu’ya dolan Türkmenlerin bölgenin sosyal ve iktisadî yapısını nasıl çökerttiğini gözler önüne serdiği gibi, bir Türkmen şeyhinin etrafında toplanan halk topluluğunun karşısında Selçuklu kuvvetlerinin içine düştüğü güç durumu da açıkça ortaya koymaktaydı. Nitekim II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in zayıf şahsiyeti ve Babaî ayaklanması karşısında Selçuklu Devleti’nin acziyeti daha önce Selçuklu sınırlarına tecavüz etmeye cesaret edemeyen Moğolların bu tereddütüne son vermişti612. 1242 yılı sonbaharında Baycu Noyan komutasında Anadolu’ya giren Moğol ordusu Erzurum’u ele geçirerek yağmaladı ve halkını da kılıçtan geçirdi613. Bundan sonra Mugan’daki kışlaklarına dönen Moğol kuvvetleri 609 İbn Bibi, s.490 vd.; Türkçe çev., C.II, s.43 vd.; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.416 vd. Turan, Türkiye, s.420. 611 İbn Bibi, s.498 vd.; Türkçe çev., C.II, s.49 vd.; Abu’l-Farac, C.II, s.540; Simon de Saint Quentin, Bir Keşiş’in Anılarında Tatarlar ve Anadolu 1245-1248, Türkçe çev., Erendiz Özbayoğlu, Antalya 2006, s.43-45; ayrıca bkz., Ahmet Yaşar Ocak, Babaîler İsyanı Alevîliğin Tarihsel Altyapısı Yahut Anadolu’da İslâm-Türk Heterodoksisinin Teşekkülü, 2. baskı, İstanbul 1996, s.133 vd.; Turan, “II. Keyhüsrev” İA., C.VI, s.623-624; Cahen “Kaykhusraw II”, EI2, C.IV., s.817; aynı yazar, “Bābāi”, EI2, C.1, Leiden-London 1960, s.843-844; Taeschner, a.g.m., s.748. 612 Anonim Selçukname, s.91; Türkçe çev., s.31; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.429. 613 İbn Bibi, s.514 vd.; Türkçe çev., C.II, s.62 vd.; Baybars Mansûrî, Zübdetü’l-Fikre fî Târîhi’l-Hicre, yay., Donald S. Richards, Beyrut 1998, s.20; Abu’l-Farac, C.II, s.541; Ebul Ferec (İbnül İbrî), Tarihi 610 174 böylece ertesi yıl düzenleyecekleri asıl sefer öncesinde Anadolu’daki durumu da öğrenmiş oldular. Gerçekten de ertesi yıl Baycu komutasında Anadolu’ya tekrar gelen Moğol ordusu karşısında Selçuklu kuvvetleri Kösedağ’da daha savaşa girmeden dağıldı (1243)614. 3. Kösedağ Bozgunundan Sonraki Gelişmeler: Moğollara Karşı SelçukluBizans İttifakı Moğollar karşısında Kösedağ’da yaşanan hezimet Türkiye Selçuklu Devleti tarihinde dönüm noktası olmuş ve bu tarihten sonra Selçuklular Moğollara tâbi hale gelmişlerdir. 1243 yılındaki Kösedağ savaşının ardından Anadolu’da Moğol hâkimiyetinin başlaması Selçuklu-Bizans ilişkilerine farklı bir boyut kazandırdı. Bu tarihten sonra Bizans, Selçuklu Sultanları için Moğollara karşı bir müttefik ya da Moğollarla anlaşmazlığa düşerek ülkesini terk etmek zorunda kalan Sultanlar için bir sığınak haline geldi. Moğolların 1243 yılında Kösedağ’da Selçukluları mağlup ettiğini haber alan III. Ioannes Vatatzes, Selçukluları ve Trabzon İmparatorluğu’nu haraca bağlayan Moğolların kendi hâkimiyet sahalarına da girmelerinden endişelendiğinden, Moğollara karşı Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev ile antlaşma yaptı615. Görüldüğü gibi Moğol tehlikesi Selçuklu Devleti ve İznik İmparatorluğu arasındaki eski antlaşmayı bozmamış aksine her ikisi için tehlike oluşturan Moğollara karşı ortak hareket edeceklerine dair yeni bir antlaşma imzalamışlardı. Moğollara karşı 1243 yılında taraflar arasında yapılan bu antlaşmanın Kösedağ bozgunundan önce mi yok sa sonra mı yapıldığına dair iki farklı görüş bulunmaktadır. Grêgoras, Moğol tehdidi karşısında Muhtasarüddüvel, Türkçe çev., Şerafeddin Yaltkaya, İstanbul 1941, s.19; ayrıca bkz., Turan, Türkiye s.427vd. 614 İbn Bibi, s.517 vd.; Türkçe çev., C.II, s.64 vd.; Baybars Mansûrî, s.20-21; Abu’l-Farac, C.II, s.541 vd.; Saint Quentin, s.58-59; Ebul Ferec, Tarihi Muhtasarüddüvel, s.19-20; ayrıca bkz., Bertold Spuler, İran Moğolları Siyaset, İdare ve Kültür İlhanlılar Devri, 1220-1350, Türkçe çev., Cemal Anadol, 2. baskı, Ankara 1987, s.53; David Morgan, The Mongols, Cambridge-Massachusetts 1987, s.145. 615 Grêgoras, s.67-68; Akropolitês, s.123-125; ayrıca bkz., Muralt, a.g.e., s.363; Dölger, Regesten, III, s.36-37, Reg. 1776; Zakythynos, a.g.e., s.106; Gounaridês, “Iôannes III Doukas Vatatzês”, EHelE, C.4, Atina 1985, s.168; Savvides, “Byzantium’s Oriental Front”, s.64; Anonim Selçukname müellifi Gıyaseddin Keyhüsrev’in kaçarak Menderes suyu kenarına kadar gittiğini ve oradan İstanbul’a gidecek iken barış haberinin gelmesiyle Konya’ya geri döndüğünü yazmaktadır (Anonim Selçukname, s.93; Türkçe çev., s.32) müellif Selçuklu Sultanı ile İznik İmparatoru arasında herhangi bir antlaşmadan bahsetmemektedir. Ayrıca Menderes kıyısına gelen II. Keyhüsrev’in buradan İstanbul’a gitmek niyetinde olduğunu söylemektedir. Ancak bu dönemde İstanbul’da Latinler hüküm sürmekteydi. Yazar herhalde İznik ile İstanbul’u karıştırmaktadır. 175 tedirgin olan Selçuklu Sultanı’nın elçilerini aralarında bir antlaşma yapılması için İmparator’a gönderdiğini ifade etmektedir. Yazar burada Sultan’ın niyetinin Moğollarla savaşırken arkasını emniyet altına almak istemesi olduğunu ifade etmektedir. Böylece batıdan bir saldırı ihitimali ortadan kalkacağından kuvvetlerini de iki cepheye bölmekten kurtulacaktı616. Ancak unutmamak gerekir, ki İznik ile Konya arasında 1211 yılında imzalanan barış antlaşması bu zaman kadar geçerliliğini korumuş ve taraflar arasında iki ülkenin sınırları ortasında uzanan yerleşimin olmadığı kırsal bölgelerin denetimini sağlamak için sınır savaşçıları arasında sürekli devam eden çatışmaların dışında büyük çaplı herhangi bir savaş yaşanmamıştı. Dolayısıyla Sultan gönderdiği elçileri aracılığıyla batı sınırını güvenlik altına almaktan çok Bizans İmparatoru’nu Moğollara karşı birlikte mücadele etmeye ikna etmek istiyor olmalıydı. Nitekim o, Eyyûbî Melikleri ve Selçuklulara tâbi diğer hâkimlerden de Moğollara karşı yanında savaşmak üzere yardımcı kuvvetler göndermelerini istemişti. Grêgoras, İmparator’un Sultan’ın elçilerinin teklifini memnuniyetle karşıladığını zira onun da böyle bir antlaşmayla kuvvetlerini doğu ve batı cephesine bölmek zorunda kalmayacağını ifade ediyordu. Üstelik coğrafî konumları gereği Moğolların saldırısını ilk olarak karşılamak zorunda olan Selçuklular böylece İznik için bir dalga kıran görevi üstlenmiş olacaktı617. Dönemin diğer bir kaynağı Akropolitês’in eserinde ise II. Gıyaseddin Keyhüsrev ile III. Ioannes Vatatzes arasındaki antlaşmanın Kösedağ bozgunundan sonra yapıldığı belirtilmektedir. Akropolitês’in ifadesine göre Moğollar karşısında bozguna uğrayan II. Gıyaseddin Keyhüsrev, düşmanlarını savuşturabilmek ve birazcık da olsa baskıdan kurtulabilmek için gönderdiği elçiler ile İmparator’dan yardım istemişti. Selçuklu Sultanı elçileri aracılığıyla Moğollara karşı işbirliği yapmanın Bizans içinde gerekli olduğunu, çünkü Selçuklu ülkesinin ele geçirilmesi halinde sıranın Bizans’a da geleceğini ifade etmekteydi. Tecrübeli İmparator da bu durumun farkında olduğundan Moğollara karşı kuvvetlerini Selçuklular ile birleştirmeyi kabul etti. İmparator daha önce yalnızca Selçuklular ile savaşmış olan Moğolların bu sefer karşısında Bizans’ı da bulacağını ve iki büyük devlete karşı savaşmaktan korkacaklarını düşünüyordu618. Akropolitês bundan sonra Selçuklu Sultanı ile İmparator’un Menderes kenarındaki 616 Grêgoras, s.67-68. Grêgoras, s.67-68. 618 Akropolitês, s.123-125. 617 176 Tripoli’de buluştuklarını, hatta Selçuklu askerlerinin Sultan’ın karşı kıyıya geçemesi için tahtadan bir köprü yaptıklarını ifade etmektedir. Bir araya gelen iki hükümdar birbirlerine iltifatta bulunduktan sonra karşılıklı olarak hediyeler vermişler ve daha önce elçiler aracılığıyla Moğollara karşı olan savaşta birbirlerinin yanında olacaklarına dair yaptıkları antlaşmayı tekrar onaylayarak ayrılmışlardı. İmparator Alaşehir’e giderken Sultan da Konya’ya dönmüştü619. Akropolitês’in anlattıklarından ilk önce Selçuklu elçilerinin İmparator’un huzuruna geldiklerini anlıyoruz, ki bu durum Grêgoras’ın ifadesini doğrular niteliktedir. Muhtemelen Sultan, savaş öncesi diğer komşu devletlere olduğu gibi, İznik İmparatoru’na da Moğollara karşı işbirliği yapmak üzere elçiler göndermiştir. Kösedağ savaşında Selçuklulara tâbi olan Trabzon İmparatoru’nun yardımcı birlikler gönderdiğini bilmekteyiz620; ancak Sultan’ın bu teklifini kabul eden III. Ioannnes Vatatzes’in savaş öncesinde yardımcı kuvvetler gönderip göndermediğine dair bir kayıt yoktur. Akropolitês’in bozgundan sonra iki hükümdarın bir araya gelmelerine dair kaydı ise, Kösedağ bozgunun ardından Bizans’a sığınma düşüncesinde olan Sultan’ın batı bölgelerine geldiği sırada gerçekleşmiş olmalıdır. Daha sonra Moğolların Anadolu’dan ayrıldıkları haberi üzerine Sultan İznik İmparatorluğu’na sığınmak yerine Konya’ya dönmüş olmalıdır. III. Ioannes Vatatzes, bu ortak düşmana karşı II. Gıyaseddin Keyhüsrev ile anlaşmayı kendi çıkarlarına uygun bulmuştu. Anadolu sınırlarının korunmasına büyük önem veren İmparator, bu amaçla kalelerin yakınlarına köyler kurdurmak suretiyle onların yiyecek ve diğer ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlamıştır621. III. Ioannes Vatatzes 1243 yılında Moğol istilasını duyduğunda bir yandan çok sayıda yeni birliklerle kuvvetlerini takviye ederken diğer yandan da tüm kalelere uzun süre yetecek kadar erzak stoku yapılması emrini de vermişti622. Fakat Selçuklu ordusunu Kösedağ’da bozguna uğratan Moğol komutanı Baycu Noyan Anadolu’da kalmayarak geri döndü. Böylece İmparator’un endişeleri boşa çıkmış ve İznik İmparatorluğu herhangi bir zarar görmemişti. Üstelik Kösedağ bozgunu, İstanbul’daki Latinlerle yakın ilişki kuran 619 Akropolitês, s.123-125; ayrıca bkz., Amantos, Skheseis, s.48. Savvides, “Kıose-Dag”, MGE, C.33, Atina 1984, s.125. 621 Georgios Pakhymeres, Relations Historiques, C.I, notlar Albert Failler Fransızca çev., Vitalien Laurent, Paris 1984, s.99. 622 Pakhymeres, C.I, s.187; Angold, Laskarids, s.194; Ostrogorsky, a.g.e., s.409. 620 177 Selçukluların İznik için oluşturduğu tehlikeye tamamen son verdiği gibi, iktisadî açıdan da Bizanslılara faydalı oldu. Selçuklu ülkesinin harap olması sonucunda yiyecek sıkıntısı çeken Türklere, ürettikleri tarımsal ve hayvansal ürünleri değerinin çok üzerinde satan Bizanslılar bu sayede büyük kazançlar elde etmişlerdi623. Grêgoras Selçuklular ile barış halinde olan İmparator’un Anadolu’da bu huzur ortamından yararlanarak tarım ve hayvancılığı geliştirmek için büyük çaba harcadığını ve yeni düzenlemeler getirdiğini yazmaktadır. Onun bu çabası kısa sürede meyvelerini vermiş ve çok geçmeden ziraat ve bağcılık ile uğraşan ahali elde ettikleri ürünlerden bol kazançlar elde ettikleri gibi kalabalık sayıda hayvan sürülerine de sahip olmuşlardı. Bizanslı yazar böylece birkaç yıl içinde bütün ambarların mallarla dolduğunu, ağıllarda, mandralarda ve ahırlarda hayvan sürülerinin olduğunu ifade etmektedir. Grêgoras bu dönemde Anadolu’daki Türkler arasında büyük bir yokluk ve yiyecek kıtlığı olduğunu, bu nedenle bütün yolların Bizans ülkesine girip çıkan Türk erkek, kadın ve çocuklarla dolu olduğunu kaydetmektedir. Türkler başta buğday olmak üzere tarımsal ürünler ve kümes hayvanları, sığır ve küçükbaş hayvan satın almak için Bizanslılara değerinin çok üzerinde fiyatlar ödemişlerdi. Bu şekilde yüksek fiyattan sattıkları ürünlerle Türklerin ellerindeki altın, gümüş, değerli kumaş ve eşyaları alan Bizanslılar kısa süre içinde büyük servet elde etmişlerdi. Nitekim ürettikleri yumurtaları Türklere satarak büyük paralar kazanan yumurta üreticileri elde ettikleri bu paraların bir kısmı ile İmparatoriçe’ye değerli taşlar ve incilerle süslü çok görkemli bir tac yaptırmışlardı. İmparator da bu taca “yumurta tacı” adını vermişti624. II- MOĞOL HÂKİMİYETİ DÖNEMİ A. II. İZZEDDİN KEYKAVUS’UN İLK SALTANATI, SONRAKİ GELİŞMELER VE KARDEŞLERİN ORTAK SALTANATI DÖNEMİ (12461262) 623 624 Grêgoras, s.69; Ostrogorsky, a.g.e., s.410. Grêgoras, s.68-69; ayrıca bkz., Kordatos, a.g.e., C.II, s.81; Head, a.g.e., s.139. 178 1. II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in Ölümünden Sonra Selçuklu Devleti’nde Yaşanan Gelişmeler 1246 yılında II. Gıyaseddin Keyhüsrev öldüğünde Selçuklu tahtına aday olabilecek üç erkek çocuğu vardı. Bunlar 11 yaşındaki İzzeddin Keykavus, 9 yaşındaki Rükneddin Kılıç Arslan ve 7 yaşındaki Alâeddin Keykubâd idi625. Her ne kadar II. Gıyaseddin Keyhüsrev sağlığında en küçük oğlu Alâeddin Keykubâd’ı veliaht tayin etmişse de626 Sultan’ın ölümünden sonra vezir Şemseddin İsfehanî liderliğinde toplanan devlet erkânı kardeşlerden en büyüğü olan İzzeddin Keykavus’un tahta oturtulmasına karar verdi. Alınan bu kararın ardından İzzeddin Keykavus Meliklik yaptığı Uluborlu’dan Konya’ya getirtilerek Selçuklu tahtına oturtuldu627. II. İzzeddin Keykavus’un tek başına iktidarı 1249 yılına kadar devam etmiş ve bu süre içinde Selçuklu-Bizans ilişkilerinde kayda değer bir gelişme yaşanmamıştır. 1249 yılında Göyük Han’ın tahta çıkışı münasebetiyle Moğolistan’a giden Rükneddin Kılıç Arslan, maiyetine verilen 2000 Moğol askeri ve ağabeyi II. İzzeddin Keykavus’un saltanattan, veziri İsfehanî’nin de vezaretten azledildiğine dair yarlığ ile geri döndü. Sivas’ta Sultanlığını ilân eden IV. Kılıç Arslan, Moğol Han’ının kendisine verdiği yarlığa dayanarak tek Sultan olduğunu ve ağabeyinin Sultanlığını tanımadığını ilân etti. Kardeşler arasındaki bu çekişme sonucunda yeni bir buhranın eşiğine gelen Selçuklu Devleti, tecrübeli devlet adamlarından Celâleddin Karatay’ın akıllıca siyaseti sonucunda bu bunalımdan kurtuldu. Kardeşlerin üçünün de Atabegliğini üzerine alan Karatay, Şehzadeler arasında uzlaşma sağlamış ve üçünün de katıldığı ortak bir iktidar oluşturmuştu. Böylece Selçuklu tarihinde 1249-1254 arasındaki dönemi kapsayan “Müşterek Saltanat Devri” başladı. 1254’de II. Alâeddin Keykubâd’ın öldürülmesinden sonra II. Keykavus ve IV. Kılıç Arslan arasındaki mücadele yeniden başlamış ve mücadeleden galibiyet ile çıkan II. Keykavus ele geçirdiği IV. Kılıç Arslan’ı Borgulu kalesine hapsederek tek başına iktidarı ele geçirmişti628. 625 İbn Bibi, s.549; Türkçe çev., C.II, s.88; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.458. Aksarayî, s.36-37; Türkçe çev., s.27-28; Abu’l-Farac, C.II, s.545. 627 İbn Bibi, s.548 vd.; Türkçe çev., C.II, s.88 vd.; bkz., Abu’l-Farac, C.II, s.545; ayrıca bkz., Turan, “II. Keykavus, İA., C.VI, s.642; Sümer, “Keykâvus II”, TDVİA., C.25, s.355. 628 İbn Bibi, s.608 vd.; Türkçe çev., C.II, s.136 vd.; Aksarayî, s.40; Türkçe çev., s.30; Abu’l-Farac, C.II, s.545 vd., Ebul Ferec, Tarihi Muhtasarüddüvel, s.27; Anonim Serlçukname, s.94 vd.; Türkçe çev., s.33 vd. 626 179 2. Mikhail Palaiologos’un Selçuklu Ülkesine Sığınması 1254 yılında II. İzzeddin Keykavus tek başına iktidarı ele geçirirken, aynı yıl İznik yönetiminde de değişiklik olmuş ve III. Ioannes Vatatzes’in ölümünün ardından İznik tahtına oğlu II. Theodoros Laskaris (1254-1258) geçmişti. Yeni İmparator’un tahta oturduktan sonra yaptığı ilk iş babasının Selçuklular ile yaptığı antlaşmayı onaylamak ve yenilemek oldu. Çünkü acilen İmparatorluğun batısındaki sorunlarla ilgilenmek zorunda olan II. Theodoros, Anadolu’da herhangi bir sorunla uğraşmak istemiyordu. Gerçekten de İmparator III. Ioannes Vatatzes’in öldüğünü duyan Bulgar Kralı, daha önce Bizans ile yapılan antlaşmayı bozarak Trakya’daki İmparatorluk şehirlerine akınlar düzenlemeye başlamıştı. Selçuklular ile mevcut antlaşmayı yenileyerek doğu sınırının güvenliğini garanti altına alan II. Theodoros, daha sonra vakit kaybetmeden Bulgarlar üzerine sefere çıktı629. İmparator, Balkanlardaki sorunlarla meşgul iken, Bithynia bölgesinin güvenliğinden sorumlu Megas Kontostavlos630, Mikhail Palaiologos’un ülkesini terk ederek Türklere sığındığı haberini aldı. Batı seferinden dönünceye kadar İznik’in idaresini bıraktığı Mikhail Palaiologos’un, bu makamı bırakarak Türklerin safına geçmesi631 İmparator’un zihnini allak bullak etmişti. İmparator, Mikhail’in Selçuklu Sultanı’ndan alacağı yardım ile İznik üzerine yürümesinden endişelenmekteydi632. Mikhail Palaiologos’un Selçuklu Devleti’ne sığınmasının sebebini konu hakkında bilgi veren Bizans kaynaklarından öğrenmekteyiz. Bu olayı ayrıntılı olarak aktaran Grêgoras ve Akropolitês’in her ikisi de Mikhail’in kaçmasını hayatından endişe etmesine bağlamaktadır. Bizans tarihçilerine göre İmparator’un sert tutumu ve kızdıklarına karşı acımasızca cezalar veriyor olması, Megas Kontostavlos’u korkutmaktaydı. Üstelik İmparator, defalarca onu tehdit etmiş, gücendirmiş ve herkesin yanında kendisini 629 Grêgoras, s.77vd.; Akropolitês, İmparator’un gönderdiği elçiler aracılığıyla Selçuklu Sultanı’nın bu sırada Moğollarla uğraştığını öğrendiğini ve dolayısıyla doğu sınır ile ilgili bir endişe duymaya gerek kalmadığına kanaat getirdikten sonra tüm ordusunu toplayarak Bulgarlar üzerine sefere çıktığını yazarken eski antlaşmanın yenilendiğine değinmemektedir. Akropolitês, s.209; ayrıca bkz., Johannes Dräseke, “Theodoros Laskaris”, BZ., 3, (1894), s.508. 630 Bu makam ile ilgili olarak bkz., Rodolphe Guilland, “Études sur L’Histoire Administrative de L’Empire Byzantin, Le Grand Connétable”, Byzantion, XIX (1949), s.99-109. 631 Pakhymeres, C.I, s.43-45. 632 Akropolitês, s.227-229. 180 şiddetle cezalandıracağını söylemişti. Kendisine karşı iyi hisler beslemediğine inandığı İmparator’un etraftan duyduğu dedikodular sonucunda öfkesinin daha da arttığını düşünen Mikhail, bu iftiraları çürütmenin imkânsız olduğunu anlayınca tek kurtuluşun Türklere sığınmak olduğuna karar vermiş ve hayatını kurtarmak için Selçuklu başkentine kaçmıştı633. Gelecekteki Bizans İmparatoru Mikhail Palaiologos’un Selçuklu başkentine doğru olan yolculuğu sırasında başından geçenler oldukça dikkat çekicidir. Akropolitês’in anlattıklarına göre Selçuklu Uc bölgelerine ulaşan Mikhail Palailogos, burada Bizans bölgelerine düzenledikleri akınlardan elde ettikleri ganimetlerle geçinen Türkmenlerle karşılaştı. Bu Türkmenler tarafından altın, gümüş, at, değerli kumaşlar gibi sahip olduğu ne varsa hatta giyindiği elbiselere varıncaya kadar soyulmuş ve maiyetindekiler de esir edilmişti. Türkmenlerin elinden kurtulmayı başaran Mikhail, güçlükle ulaştığı Selçuklu başkentinde perişan halde Sultan’ın huzuruna çıkabildi. Mikhail’i büyük bir sevinç ile karşılayan Selçuklu Sultanı, başından geçenleri öğrendiğinde adamlarına çalınan mallarının ve esir edilen maiyetindekilerin bulunarak Mikhail’e geri verilmesini emretmiş, ancak bu bir sonuç vermemişti634. Hiç şüphesiz Mikhail’in başına gelenlere üzülen Selçuklu Sultanı ondan çalınanların geri alınmasını istemiştir. Ancak bir yandan iç mücadelelerle bir yandan da Moğollarla uğraşan Selçuklu Devleti’nin bu dönemde Uc bölgelerde yaşayan Türkmenler üzerinde herhangi bir yaptırımı yoktu. Bizans kaynaklarının, Mikhail Palaiologos’un Sultan’ın huzuruna geldiği sırada Selçukluların Aksaray yakında karargâh kurmuş olan Moğollarla savaş hazırlıkları yaptıklarını zikretmelerinden Mikhail Palaiologos’un, 1256’da kışlamak üzere Anadolu’ya giren Baycu Noyan ile II. İzzeddin Keykavus’un kuvvetleri arasında Sultanhanı’nda meydana gelen savaş arifesinde Selçuklu ülkesine iltica ettiğini anlıyoruz. 3. II. İzzedddin Keykavus’un Bizans’a Sığınması (1256) 1251 yılında Büyük Han olarak tahta oturan Mengü Kağan ertesi yıl İslâm ülkelerinin fethinin bir an önce tamamlanması amacıyla kardeşlerinden Hülegü’yü İran 633 634 Grêgoras, s.81-82; Akropolitês, s.225 vd. Akropolitês, s.229-231; ayrıca bkz., Daş, a.g.m., s.9. 181 ve batıdaki ülkelerin idaresiyle görevlendirirken635, Baycu Noyan’a da Mugan’dan ayrılarak ordusuyla birlikte Anadolu’ya gitmesi yönünde bir buyruk yollamıştı636. Böylece Hülegü, 1255’de kalabalık ordusu ile İran’a gelirken, Baycu Anadolu’ya geçti637. Baycu Noyan Erzurum’a geldiğinde kendisine kışlayacak bir yer göstermesi için II. İzzeddin Keykavus’a bir elçi gönderdi. Moğolların ikinci kez Selçuklu ülkesini istilaya girişeceğini düşünerek endişeye kapılan Selçuklu Sultanı bir yandan savaş hazırlıklarına girişirken diğer yandan da Pervâne Nizâmü’d-Dîn Hurşîd’i asıl niyetini öğrenmek amacıyla Baycu’nun yanına göndermişti638. Baycu’nun yanından dönen Pervâne Nizâmü’d-Dîn onun kötü bir niyeti olmadığını ve yalnızca ordusuyla birlikte kışlamak için bir yer istediğini bildirdiğinde rahat bir nefes alan II. İzzeddin Keykavus, Moğol komutanının isteklerinin yerine getirilmesini buyurdu. Ancak daha sonra Sultan, savaş taraftarı genç komutanlarının kışkırtması ile tecrübeli devlet adamlarının uyarılarına aldırmaksızın Baycu Noyan ile savaşma kararı aldı ve hazırlıklara başladı639. II. İzzeddin Keykavus başkentte savaş hazırlıklarını sürdürürken Baycu Noyan da ordusu ile birlikte Aksaray’a kadar ilerlemişti. Bunun üzerine II. İzzeddin Keykavus topladığı orduyu Vezir İzzeddin, Beylerbeyi Yavtaş, Emîr-i âhur Arslan Doğmuş ve daha önce Selçuklu başkentine iltica ettiğini söylediğimiz Mikhail Palaiologos komutasında Baycu Noyan üzerine gönderdi. Ancak Aksaray ve Konya arasındaki Sultan hanı denilen mevkide meydana gelen savaşta Selçuklu ordusu Moğollar karşısında tutunamayarak mağlup oldu (1256)640. Bizans kaynaklarının ifade ettiğine göre Sultan, Selçuklu ordusunda yer alan çok sayıdaki Bizanslıyı641 ayrı bir birlik altında Mikhail Palaiologos’un komutasına vermiş ve onlara Selçuklu askerlerinin kıyafetlerini giydirmek yerine Bizans üniformaları giymelerini emretmişti. II. Keykavus böylece Moğolları şaşırtarak onları Bizans ile ittifak yaptığına inandırmak istiyordu. Bu sayede olayın iç yüzünü bilmeyen Baycu 635 Cüveynî, C.II, s.207, C.III, s.56-57; Ebul Ferec, Tarihi Muhtasarüddüvel, s.25-26; ayrıca bkz., Barthold, a.g.e., s.525. 636 Cüveynî, C.III, s.58. 637 Cüveynî, C.III, s.58; Ebul Ferec, Tarihi Muhtasarüddüvel, s.27; ayrıca bkz., Nejat Kaymaz, Pervâne Mu‘inü’d-dîn Süleyman, Ankara 1970, s.60. 638 İbn Bibi, s.619; Türkçe çev., C.II. s.144; ayrıca bkz., Kaymaz, a.g.e., s.61. 639 İbn Bibi, s.620-621; Türkçe çev., C.II. s.146. 640 İbn Bibi, s.621vd.; Türkçe çev., C.II. s.146 vd.; Aksarayî, s.41-42; Türkçe çev., s.31-32; Anonim Selçukname, s.97-98; Türkçe çev., s.35; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.480; Kaymaz, a.g.e., s.62-63. 641 Akropolitês Hıristiyan birlikler ifadesini kullanmaktadır. Bkz., Akropolitês, s.231. 182 Noyan Bizans’ın yardımcı kuvvetler gönderdiğini düşünecekti. Emrindeki kuvvetler ile büyük bir cesaretle savaşan Mikhail’in kendi kuvvetlerinin karşısında bulunan Moğol birliklerini bozduğunu ve onları geri çekilmek zorunda bıraktığını ifade eden Bizans kaynakları, daha sonra Sultan’ın emrindeki Beylerden birisinin idaresindeki birliklerle Moğolların safına geçmesi sonucu Selçukluların savaşı kaybettiğini yazmaktadırlar642. Bizans kaynaklarının bu ifadesini doğrulayan İslâm kaynakları Moğol saflarına geçen bu Selçuklu Beyi’nin Arslan-doğmuş olduğunu belirtmektedirler. Rivayete göre bu Selçuklu Beyi, ordunun başında Moğollar üzerine giderken, Sultan II. İzzeddin Keykavus, Konya’da sarhoş bir halde onun evine giderek harîmini (ailesini) rahatsız etmişti. Bu hadiseyi öğrendiğinde çok sinirlenen Arslan-doğmuş “Ben onun ve İslâmın düşmanı karşısında hizmetinde iken o bana böyle bir muamele eder ve aileme saldırır” dedikten sonra Baycu’ya haber göndererek Moğolların safına geçmek istediğini bildirmiş ve Arslan-doğmuş’un emrindeki birliklerle Moğolların safına geçmesi II. Keykavus’a bağlı Selçuklu ordusunun mağlubiyetine neden olmuştu (1256)643. Yenilgi haberini ertesi gün öğrenen II. İzzeddin Keykavus, sarayda mevcut altın, mücevherat ve kıymetli eşyaları yanına alarak ailesi ve yakın adamlarıyla Konya’dan ayrılarak Antalya’ya, oradan da Alâiye’ye kaçtı. Selçuklu Sultanı, Baycu Noyan’ın peşinden asker göndermesi üzerine Alâiye’den ayrılarak Türkmenlerin yoğun olduğu Uc bölgesindeki Ladik’e gitti. Ancak Moğollar tarafından takip edildiğini anlayan II. Keykavus kurtuluşu II. Theodoros Laskaris’in yanına gitmekte buldu644. II. İzzeddin Kaykavus Moğollarla mücadele ederken II. Theodoros Laskaris de batıdaki meselelerle ilgilenmekteydi. Baycu Noyan’ın bir kez daha Selçukluları mağlup ettiğini öğrenen İmparator, İznik açısından da tehlike olarak gördüğü bu gelişme üzerine Mikhail Laskaris’i az miktarda kuvvetle birlikte Selanik’te bırakarak derhal geri döndü645. Çanakkale Boğazı’nı geçen II. Theodoros, hızla Lidya bölgesine doğru 642 Grêgoras, s.82-83; Akropolitês, s.231-233. Turan, Resmî Vesikalar, s.67-68; aynı yazar, Türkiye, s.480-481. 644 İbn Bibi, s.623 vd.; Türkçe çev., C.II. s.148 vd.; Aksarayî, s.41-42; Türkçe çev., s.35; Anonim Selçukname, s.98; Türkçe çev., s.35; Ebul Ferec, Tarihi Muhtasarüddüvel, s.27; ayrıca bkz., Sümer, “Anadolu’da Moğollar”, SAD, I, (1969), s.29-30; Sümer, “Keykâvus II”, TDVİA., C.25, s.356. 645 Akropolitês, s.233. 643 183 ilerledi ve burada karargâh kurdu. Yanına gelen II. İzzeddin Keykavus’u iyi bir şekilde karşılayan İmparator ona ve yanındakilere bol miktarda hediyeler verdi646. Sultan II. İzzeddin Keykavus başkentten kaçınca Sultan hanı savaşı sırasında Baycu Noyan’ın tarafına geçen Arslan-Doğmuş ve diğer devlet ricali arasında yapılan görüşmeler sonucunda IV. Kılıç Arslan’ın tahta oturtulmasına karar verildi ve hapisten çıkarılan IV. Kılıç Arslan Konya’ya getirilerek Selçuklu tahtına oturtuldu647. IV. Kılıç Arslan’ın tahta çıkmasında baş rölü oynayan Pervâne Nizâmü’d-Dîn Hurşîd ve Emîr-i hâcib Mu‘inü’d-dîn Süleyman’ın Moğolların nezdinde itibar sahibi olmaları tecrübesiz Kılıç Arslan’ın saltanatı sırasında şahsî iktidarlarını kurmalarını kolaylaştırmaktaydı. Bununla birlikte IV. Kılıç Arslan’ın saltanatının Baycu tarafından tasdik edilmesi kolay olmadı. II. Keykavus meselesini kesin olarak çözüme bağlamadan IV. Kılıç Arslan’ın saltanatını tasdik etmek istemeyen Baycu Noyan, II. Keykavus’un Bizans topraklarına kaçmasının ardından IV. Kılıç Arslan’ın saltanatını tasdik etti648. 4. II. Theodoros Laskaris Tarafından Desteklenen II. İzzeddin Keykavus’un Selçuklu Tahtını Yeniden Ele Geçirmesi Bizans İmparatoru II. Theodoros Laskaris’in yanında Moğolların Anadolu’dan ayrılacağı günü bekleyen II. İzzeddin Keykavus, Hülegü Han tarafından Bağdat seferine katılması için çağırılan Baycu Noyan’ın Anadolu’dan ayrıldığını öğrenir öğrenmez İmparator’un verdiği kuvvetlerle Konya üzerine yürüdü. II. Theodoros Laskaris, II. İzzeddin Keykavus’a tahtını geri alması için destek olarak Isaakios Dukas komutasında yalnızca 400 kişilik bir destek kuvveti vermişti649. Akropolitês, II. Theodoros Laskaris’in kendisine verdiği desteğe karşılık minnettarlık borcunu ödemek isteyen II. İzzeddin Keykavus’un Denizli’yi Bizans’a geri verdiğini ve buraya Bizans muhafız birliklerinin yerleştirildiğini söylemektedir. Ancak aynı yazar Bizans’ın burasını koruyacak gücü olmadığından çok geçmeden Denizli’nin yeniden Türklerin eline 646 Akropolitês, s.241. İbn Bibi, s.623-624; Türkçe çev., C.II. s.148-149. 648 İbn Bibi, s.625 vd.; Türkçe çev., C.II. s.149 vd, Kaymaz, a.g.e., s.66-67. 649 Akropolitês, s.241; ayrıca bkz., Kordatos, a.g.e., C.II, s.140; Aksarayî ise Sultan’ın Bizans İmparatoru’nun yardım maksadıyla yanına verdiği üç bin süvari ile Konya üzerine yürüdüğünü yazmaktadır bkz., Aksarayî, 49; Türkçe çev., s.39. 647 184 geçtiğini yazmaktadır650. Bu olaylardan kısa bir süre sonra İmparator’dan güvenliği için yeminli teminatlar alan Mikhail Palaiologos’un ülkesine geri döndüğünü ve eski makamının ve mallarının kendisine iade edildiğini görmekteyiz(1258)651. Nizâmü’d-Dîn Hurşîd’in öldürülmesinin ardından IV. Kılıç Arslan’ın Sultanlığı döneminde devletin dizginlerini tek başına ele geçiren Mu‘inü’d-dîn Süleyman, II. Keykavus’un İmparator’un verdiği kuvvetlerle Konya üzerine geldiğini öğrenince Hülegü Han’ın huzuruna gitmek amacıyla IV. Kılıç Arslan’ı da yanına alarak Konya’dan çıkıp Kayseri’ye gitti. Mu‘inü’d-dîn Süleyman ve IV. Kılıç Arslan’ın Konya’yı terk etmelerinin ardından başkente gelen II. İzzeddin Keykavus şehir halkı tarafından törenle karşılanarak yeniden Selçuklu tahtına oturtuldu (Mayıs 1257)652. B. PERVÂNE MU‘ÎNÜ’D-DÎN SÜLEYMAN DÖNEMİ (1262-1277) 1. II. İzzeddin Keykavus’un İkinci Defa Bizans’a Sığınması II. İzzeddin Keykavus bir kez daha tahtı elde etmeyi başarmıştı. Ancak bu durum iki Selçuklu Şehzadesi arasındaki iktidar mücadelesine son vermemiş, aksine IV. Kılıç Arslan üzerinde büyük bir etkiye sahip olan Pervâne Mu‘inü’d-dîn Süleyman, II. İzzeddin Keykavus’u tahttan indirmek için Moğollar nezdinde girişimlere başlamıştı. IV. Kılıç Arslan’ı yanına alarak Hülegü’nün huzuruna giden Mu‘inü’d-dîn Süleyman, II. İzzeddin Keykavus’un faaliyetlerini anlattığı İlhanlı hükümdarından Selçuklu ülkesinin tamamının IV. Kılıç Arslan’a bırakıldığına dair yarlığı ve bunun gerçekleştirilebilmesi için gereken askerî yardımı almayı başardı. Ancak bu sırada Bağdat üzerine yürümek için hazırlıklar yapan Hülegü söz verdiği yardımı Bağdat seferinden sonra göndereceğini söyleyerek IV. Kılıç Arslan ve Pervâne’yi geri gönderdi653. Hülegü Han’ın yanından döndükten sonra Erzincan’a gelen Pervâne ve IV. Kılıç Arslan maiyetindekilerle birlikte 1257-1258 kışını burada geçirdiler. Moğolların Bağdat 650 Akropolitês, s.241; krş., Kordatos, a.g.e., C.II, s.140; Besim Darkot, “Denizli”, İA., C.III, s.528. Akropolitês, s.241; Grêgoras, s.83; Pakhymeres, C.I, s.45-47. 652 İbn Bibi, s.626; Türkçe çev., C.II. s.151; Aksarayî, s.49; Türkçe çev., s.39; Anonim Selçukname, s.98; Türkçe çev., s.35; ayrıca bkz., Kaymaz, a.g.e., s.69 vd; Gounaridês, “Kaükaous II”, EHelE, C.4, Atina 1985, s.346. 653 Baybars Mansûrî, s.72. 651 185 seferi ile meşgul olmalarından faydalanan II. İzzeddin Keykavus, Pervâne Mu‘inü’d-dîn Süleyman ve kardeşine karşı galip gelerek iktidarını korumayı başarıyordu654. Ancak 1258 yılı başlarında Bağdat’ı zapt eden Hülegü’nün komutanlarından Bâyân idaresinde bin kişilik bir kuvvet göndermesinin ardından Pervâne, II. Keykavus’a karşı harekete geçti. İlk olarak II. Keykavus’un kuvvetlerine karşı direnmekte olan Tokat’ın yardımına gitti. Fakat Yıldızdağı mevkiine geldiklerinde karşılaştıkları II. Keykavus’un kuvvetleri karşısında mağlup olarak tekrar Erzincan’a dönmek zorunda kaldı655. Bundan sonra yardım istemek için tekrar Hülegü’nün huzuruna giden Pervâne Mu‘inü’d-dîn Süleyman, bu sefer Hülegü Han’ın komutanları Alıncak ve Kadagan’ın emrinde on bin kişilik büyük bir kuvvetle Erzincan’a döndü. Bu kuvvetlerle yeniden II. Keykavus’a karşı harekete geçen IV. Kılıç Arslan ve Pervâne ilk olarak Niksar’ı aldıktan sonra bir kez daha Tokat üzerine yürüdüler, fakat şiddetli direniş karşısında yine başarısız oldular656. Kuşatmaya son vererek Tokat’ın batısına çekilen Pervâne ve Moğol kuvvetleri doğrudan II. Keykavus üzerine giderek meseleyi kökünden çözmeye karar verdiler. Bu gelişmeler yaşanırken dört yıl önce II. Gıyaseddin Keyhüsrev’in en küçük oğlu ve tahtın varislerinden olan Alâeddin Keykubad ile birlikte Moğolistan’a Büyük Han Mengü Kağan’ın huzuruna giden Selçuklu elçileri Mengü Kağan ve Hülegü’den aldıkları yeni buyruklarla geri dönmüşlerdi657. Onların dönüşü ile mesele bambaşka bir boyut kazandı. Moğolistan’a doğru yola çıkan Selçuklu erkânı Alâeddin Keykubad’ın ölümünden sonra aralarında çıkan fikir ayrılığı sebebiyle ayrı ayrı yollarına devam etmişler ve uzun ve maceralı bir yolculuğun ardından Mengü Kağan’ın huzuruna varmışlardı. Her iki heyettekileri de dinleyen Mengü Kağan tüm Selçuklu ülkesini önce II. İzzeddin Keykavus’un idaresine bıraktı ve II. Keykavus’a verilmek üzere Seyfeddin Torumtay’a altın bir payza verdi. Ancak tam bu sırada Baycu Noyan tarafından gönderilen elçilerden II. Keykavus’un Moğollara karşı mücadele ettiğini öğrenen Mengü Kağan bu sefer tüm Selçuklu ülkesini IV. Kılıç Arslan’ın hâkimiyetine vermeyi uygun buldu ve üzerinde arslan başı bulunan altın yaldızlı yarlığı ve altın payzayı 654 İbn Bibi, s.627-628; Türkçe çev., C.II. s.151-152; ayrıca bkz., Kaymaz., a.g.e., s.71-72. Baybars Mansûrî, s.72-73. 656 İbn Bibi, s.629; Türkçe çev., C.II. s.153. 657 İbn Bibi, s.630-631; Türkçe çev., C.II. s.153-155; Turan, Türkiye, s.489-490; Kaymaz, a.g.e., s.73-74. 655 186 Sultan’a götürmesi için Sâhib Şemseddin Mahmud’a verdi. Anadolu’ya dönmek üzere Mengü Kağan’ın huzurundan ayrılan Sahib Şemseddin geri dönüşü sırasında Hülegü’nün huzuruna çıkarak gelişmeleri ona da anlattı. Hülegü, olanları dinledikten sonra ağabeyinin verdiği yarlığ ve payzayı elinden aldığı Sâhib Şemseddin’e ülkesine dönerek her iki kardeşin Elcezire ve Suriye üzerine çıkacağı sefere katılmak üzere huzuruna gelmelerini bildirmesi emrini verdi658. Anadolu’ya dönen Sâhib Şemseddin bu sırada Alıncak ve Kadagan komutasındaki Moğol yardımcı kuvvetleri ile Tokat yakınlarında II. Keykavus üzerine yürümek için hazırlık yapan Pervâne ve IV. Kılıç Arslan’ın yanına gelerek onlara gelişmeleri anlattı. Bundan sonra Mengü Kağan’ın da buyruğuna uygun olarak ülkenin aralarında paylaştırılmasına razı olan iki kardeş zoraki de olsa bir anlaşmaya vardılar ve Hülegü’nün buyruğu gereği Irak’taki Moğol ordugâhına gitmek üzere yola çıktılar. Hülegü, huzuruna ilk olarak çıkan II. Keykavus’u çok iyi karşılamış ve İbn Bibi’nin ifadesine göre ağabeyinin IV. Kılıç Arslan’a gönderdiği yarlığ ve payzayı ona vermişti659. Fakat birkaç gün sonra IV. Kılıç Arslan da Hülegü’nün huzuruna gelince durum yeniden değişmişti. Aksarayî’nin anlattığına göre saltanatın II. Keykavus’a bırakıldığını öğrenen Pervâne derhal Hülegü nezdinde girişimlere başlamış ve onu ülkenin iki kardeş arasında taksim edilmesinin daha faydalı ve adil olacağına ikna etmişti660. Bu son kararına uygun olarak iki kardeşe gerekli yarlığ ve talimatları veren Hülegü bundan sonra onları da yanına alarak Suriye seferine çıktı. Bu sefer sırasında Meyyâfârikîn, Diyarbakır, Halep ve Şam’ı ele geçiren Hülegü, Mısır üzerine yürümeye hazırlanırken Mengü Kağan’ın ölüm haberinin gelmesiyle Azerbaycan’a döndü. Bu sırada II. Keykavus ve IV. Kılıç Arslan’a da Anadolu’ya dönmeleri için izin verdi661. Bu şekilde II. İzzeddin Keykavus’un Türkiye Selçuklu Devleti’ndeki tek başına hâkimiyeti son bulmuş oluyordu. Hülegü’den ayrıldıktan sonra Anadolu’ya dönen iki kardeşten Kızıl Irmağın batısından Bizans sınırına kadar olan bölgelerin hâkimi olan II. 658 İbn Bibi, s.631; Türkçe çev., C.II. s.154-155. İbn Bibi, s.632; Türkçe çev., C.II. s.155 660 Aksarayî, s.61-62; Türkçe çev., 45-46. 661 İbn Bibi, s.632-633; Türkçe çev., C.II. s.156; Baybars Mansûrî, s.47; Ebul Ferec, Tarihi Muhtasarüddüvel, s.39; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.492-493; Kaymaz, a.g.e., s.78-79. 659 187 İzzeddin Keykavus Konya’da ikâmet ederken, Kızıl Irmağın doğusunda kalan topraklarda hüküm süren IV. Kılıç Arslan kendisine merkez olarak Tokat’ı seçmişti. Bir süre Konya’da kalan II. İzzeddin Keykavus daha sonra Hıristiyan dayıları Kir Hâye ve Kir Kedid’i de yanına alarak önce Kubâd-âbâd’a ardından da Antalya’ya gitti. Onun devlet işlerini ihmal ederek Antalya’da sefahate dalması IV. Kılıç Arslan’ın tüm yetkilerini eline alan Pervâne’nin ihtirasları doğrultusunda II. Keykavus’u ortadan kaldırarak devlete tam anlamıyla hâkim olma çabalarını kolaylaştırmıştı. Moğollar nezdinde kazandığı güven sayesinde sürekli olarak devlet içindeki kendi nüfuzunu arttırırken, II. İzzeddin Keykavus’un Konya’yı terk ederek Antalya’ya yerleştiğini, devlet işlerini boşladığı gibi Memlûklerle de mektuplaşarak Moğollar aleyhinde onlarla anlaştığı yönünde telkinler de bulundu. Onun kışkırtmaları sonucu Hülegü 1261 yılında II. Keykavus’u yanına çağırdı. Ancak Sultan kendisi gitmeyerek yerine saltanat naibi Yav-Taş’ı gönderdi. II. Keykavus’un Hülegü’nün huzuruna bizzat gitmemesi, istenilen haracı zamanında göndermemesi ve en önemlisi Pervâne Mu‘inü’d-dîn Süleyman’ın İlhanlı hükümdarını II. Keykavus’a karşı kışkırtması, Moğolların II. Keykavus’a karşı harekete geçmesine sebep oldu. Alıncak Noyan komutasında Anadolu’ya gönderilen Moğol ordusu IV. Kılıç Arslan ve Pervâne tarafından karşılandı. Durumu öğrenen II. Keykavus, bir yandan bu Moğol ordusuna karşı tedbir almak için Ruzbe ovasında otağını kurarken diğer yandan da veziri Fahreddin Ali’yi bu harekâtın sebebini öğrenmek ve eğer kendisi için bir tehlike var ise, ortamı yumuşatmak amacıyla bu sırada Aksaray’da olan Alıncak Noyan’ın yanına gönderdi. Ancak II. Keykavus, Alıncak Noyan’ın o gece saldırıya geçeceğini ve kendisinden haber beklediği veziri Fahreddin Ali’nin de kardeşi IV. Kılıç Arslan’ın vezirliğini kabul ettiğini öğrendi. Bu gelişme üzerine memleketin savunmasını emir ve beylerine bırakan Sultan Antalya’ya gitti. Onun Antalya’ya gitmesinden iki gün sonra Moğol ordusu ve IV. Kılıç Arslan Konya’ya girdi ve II. Keykavus’un tüm mallarına Hülegü adına el koydular662. Moğollara karşı tek başına karşı koyamayacağını bilen II. Keykavus, tahtı yeniden ele geçirmek için 1260 yılında Ayn Câlut’ta Moğolları mağlup eden Memlûk Devleti’nden yardım istedi. Memlûk Sultanı Baybars, kardeşi IV. Kılıç Arslan ile 662 İbn Bibi, s.6635-637; Türkçe çev., C.II. s.158-159; ayrıca bkz., Sümer, “Anadolu’da Moğollar”, s.35; Kaymaz, a.g.e., s.80 vd. 188 anlaşmazlığa düşen II. Keykavus’un Moğolların IV. Kılıç Arslan’a yardım etmeleri sebebiyle başkentini terk ederek Antalya’ya kaçtığını öğrendiğinde, Selçuklu Sultanı’na elçiler göndererek onu kendi yanına davet etmişti. Memlûk Sultanı Baybars, elçileri aracılığıyla II. İzzeddin Keykavus’a gönderdiği mektubunda Mısır’a iltica ettiği takdirde tahtını geri alması için tüm gücüyle kendisine destek olacağını bildirmişti. Ancak II. İzzeddin Keykavus onun bu teklifini kabul etmemiş ve Memlûk elçilerine hiçbir ümidi kalmadığı zaman Mısır’a sığınabileceğini bildirerek onları geri göndermişti663. II. İzzeddin Keykavus ile Memlûk Sultanı Baybars arasındaki diplomatik temasların bu kadarla sınırlı kalmadığı bilinmektedir. Mısır elçileri ülkelerine geri dönerken Selçuklu Sultanı, Nâsireddin Nasrullah b. Kûh (Güç)-Arslan ve Hâcib Sadreddin el-Ahlatî’yi kendi elçileri olarak Baybars’a göndermiştir. Selçuklu elçileri beraberlerinde Selçuklu ülkesinin yarısı üzerinde tasarruf haklarının Sultan Baybars’a devredildiğine dair iki mektup ve Baybars’ın istediği beylerine iktâ ve emâret tevcihi yapabilmesi için üzerinde II. Keykavus’un tuğrası bulunan belgeler getirmişlerdi. Memlûk Sultanı huzuruna gelen Selçuklu elçilerini çok iyi karşılamış ve II. Keykavus’a yardımcı kuvvetler gönderilmesi için derhal hazırlıklara başlamıştı. Bundan sonra Nâsireddin Nasrullah’ı yardımcı kuvvetlerle karadan, diğer Selçuklu elçisi Sadreddin elAhlatî’yi de Sultan’ı durumdan haberdar etmek için deniz yolundan Anadolu’ya göndermişti664. Selçuklu Sultanı düşmanlarına karşı bir yandan Baybars ile anlaşma yoluna giderken diğer yandan da kendi çabalarını sürdürüyordu. Nitekim o, komutanlarından Ali Bahadır ile son bir girişimde bulunmak için harekete geçti. İbn Bibi’nin anlattığına göre Sivrihisar’da kalabalık bir topluluğa sahip olan Ali Bahadır Konya yakınlarındaki Moğol ordusuna ve IV. Kılıç Arslan’a bir gece baskını düzenlemek istedi. Fakat kuvvetleri ile yola çıkan Ali Bahadır’ın rehberi geceleyin yolu şaşırınca sabaha kadar yollarını kaybetmiş bir şekilde dolaşmışlar ve sabah olunca da aniden Moğol öncü kuvvetleri ile karşılaşmışlardı. Moğol öncülerinin asıl orduya haber ulaştırmalarının ardından Altun-Aba Kervansarayı civarında tutuştukları meydan savaşında mağlup 663 Kaymaz, a.g.e., s.87. Baybars Mansûrî, s.75; Şihâbüddin Ahmed b. Abdülvehhâb Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb, yay., Muhammed Abdülhadi Şaire, C.30, Kahire 1990, s.56-57; Makrizî, Kitâb es-Sulûk li-Ma‘rifet Duvel el-Mulûk, C.I/2, yay., Muhammed Mustafa Ziyade, Kahire 1956, s.469-470. 664 189 olmuşlar ve savaş meydanından kaçmayı başaran Ali Bahadır Uc bölgelerine kaçmıştı665. Ali Bahadır’ın mağlup olarak kaçtığını ve düşmanlarının da kendi üzerine geldiğini öğrendiğinde tüm ümidini yitiren II. İzzeddin Keykavus, tek çıkar yolun ülkesini terk etmek olduğuna karar verdi. Ailesi, yakın adamları ve diğer maiyetiyle birlikte Antalya’dan gemiye binerek İstanbul’a gitti (1262)666. Bu sırada İstanbul’daki Bizans tahtında 1261 yılında İstanbul’u Latinlerin elinden geri alarak667 57 yıllık sürgüne son veren VIII. Mikhail Palaiologos bulunuyordu. VIII. Mikhail Palaiologos da daha önce ayrıntılı bir şekilde anlattığımız gibi vaktiyle Selçuklulara iltica etmişti. Bu zor durumunda II. Keykavus’a sığınan VIII. Mikhail Palaiologos, Selçuklu Sultanı tarafından çok iyi karşılanmış ve döndükten sonra İznik tahtını ardından da İstanbul’u ele geçirmişti. İmparator da şimdi zor durumda kalarak kendisine sığınan eski dostunu çok iyi karşıladı. Bizans kaynakları İstanbul’a gelen Sultan’ın, İmparator ile olan görüşmesi sırasında geçmişte zor durumda kalarak Selçuklu ülkesine sığındığında kendisine nasıl yardımcı olduğunu hatırlattıktan sonra Moğollara karşı birlikte savaşmalarını ya da bunu kabul etmez ise maiyetindekilerle birlikte kalıcı olarak yerleşebilmesi için Bizans ülkesinin sınırları içinde bir bölgeyi kendisine bağışlamasını istediğini ifade etmektedirler668. Ancak her iki istekte İmparator’u rahatsız etmişti. VIII. Mikhail, bu sırada batıdaki meseleler ile meşgul olduğundan, Selçuklular ile Moğollara karşı ittifak kurmayı uygun görmüyordu. Çünkü böyle bir durumda kuvvetlerini farklı iki cepheye bölmüş olacaktı, ki bu da ona pek güvenli gelmiyordu. Öte yandan hükümdar soyundan olan ve Türk hâkimiyet anlayışına göre yetişmiş II. Keykavus’un çok kalabalık sayıdaki maiyeti ile birlikte Bizans sınırları içerisinde bir bölgeye yerleştirmek gelecek açısından tehlikeli olabilirdi669. İslâm ve diğer doğu kaynakları da İmpartor’un Selçuklu Sultanı’na ve maiyetindekilere elinden gelen hürmeti gösterdiğini ifade etmektedirler. II. Keykavus’un İstanbul’da dilediği gibi yaşamasına izin veren VIII. Mikhail, ayrıca 665 İbn Bibi, s.637; Türkçe çev., C.II. s.160; ayrıca bkz., Kaymaz, a.g.e., s.89-90. Pakhymeres, C.I, s.181 vd.; İbn Bibi, s.637; Türkçe çev., C.II. s.160; Aksarayî, s.67 vd.; Türkçe çev., s.50 vd.; Anonim Selçukname, s.99; Türkçe çev., s.35; Abu’l-Farac, C.II, s.582; ayrıca bkz., Kaymaz, a.g.e., s.86 vd.; Turan, Türkiye, s.494 vd.; Merçil, a.g.m., s.718; Sümer, “Keykâvus II”, TDVİA., C.25, s.356. 667 Şerif Baştav, Bizans İmparatorluğu Tarihi Son Devir (1261-1461), Ankara 1989, s.1. 668 Grêgoras, s.102-103. 669 Grêgoras, s.102-103. 666 190 tahtını yeniden ele geçirebilmesi için kendisine destek vereceğini vaad ediyordu670. Bir süre sonra II. Keykavus’un taraftarları da Bizans topraklarına geçerek İstanbul’a Sultan’ın yanına gelmişlerdi671. 2. II. İzzeddin Keykavus’un Bizans İmparatoru Tarafından Enez Kalesine Hapsedilmesi ve Sonrasında Yaşananlar Çok geçmeden VIII. Mikhail’in II. Keykavus’a karşı olan tutumunun değiştiği görülmektedir. İslâm kaynakları İmparator’un tavrındaki değişikliğin sebebinin İmparator’u öldürerek yerine geçme düşüncesinde olan Sultan ve adamlarının planladığı suikastın İmparator tarafından öğrenilmesi olduğunu söylemektedirler672. Aynı şekilde Bizans müellifi Pakhymeres de bunu doğrular mahiyette II. Keykavus’un Altın Ordu Hanı’nı ve Bulgar Kralı Konstantin’i Bizans’a karşı kışkırttığını ve İmparator’un düşmanlarıyla işbirliği yaptığını zikretmektedir673. İmparator’un bundan dolayı Selçuklu Sultanı’nı Enez kalesine hapsettiğini ifade eden Bizans müellifi Sultan’ın İstanbul’da kalan ve Melik Konstantin adını alan küçük oğlunun Hıristiyan olarak yetiştirildiğini ileri sürer674. Ancak bu iddialara rağmen İmparator’un Sultan’a karşı olan tavrındaki değişikliğin sebebi bu dönemde meydana gelen siyasî gelişmelerle ilgili olmalıdır. 670 İbn Bibi, s.637; Türkçe çev., C.II. s.160; Aksarayî, s.70; Türkçe çev., 53; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.497-498. Rivayete göre II. İzeddin Keykavus İstanbul’da gizlice Hıristiyan olmuş ve vaftiz edilmişti (bkz., Viladimir Gordlevski, Anadolu Selçuklu Devleti, Türkçe çev., Azer Yaran, Ankara 1988, s.334). 671 Kalabalık sayıdaki bu topluluk daha sonra Dobruca’ya yerleşmişti. Bu gün hala bu bölgede yaşayan ve Keykavus’un ismine bağlı olarak Gagavuz diye anılan Türkler onların soyuna dayandırılmaktadır (bkz. Paul Wittek, “Yazijioglu ‘Ali on the Christian Turks of Dobruca”, BSOAS, XIV, 1952, s.639-668; Ocak, Sarı Saltık Popüler İslâm’ın Balkanlar’daki Destanî Öncüsü, Ankara 2002, s.26 vd. ). 672 İbn Bibi, s.639-640; Türkçe çev., C.II. s.161; Aksarayî, s.75; Türkçe çev., s.56-57; Baybars Mansûrî, 25-26. 673 Pakhymeres, C.I, s.301 vd. 674 Pakhymeres, C.IV, notlar ve Fransızca çev., Albert Failler, Paris 1999, s.675; II. İzzeddin Keykavus’un bu oğlunun soyundan gelenler Osmanlı devleti zamanına kadar yaşamıştır (bkz., Laurent, “Une Famille Turque au Service de Byzance les Mélikés”, BZ., 49 (1956), s.349-368); Elizabeth Zachariadou, “Oi Khristianoi Apogonoi tou Izzeddin Kaikaous II stê Veroia”, Makedonika, VI, (1964/65) s.62-74; Wittek, “La descendance chrétienne de la dynastie Seldjouk en Macédoine”, REB, 33, (1934), s.409-412. 191 Hülegü’ye karşı ittifak kuran Altın Ordu ve Memlûk Devletleri, İmparator’a gönderdikleri elçiler vasıtasıyla II. Keykavus’un Moğollara karşı desteklenmesini istiyorlardı. Ancak Hülegü’den çekinen VIII. Mikhail, II. Keykavus’u desteklemek yerine ona karşı olan dostane tutumunu değiştirdi. Biraz sonra Moğollarla evlilik yoluyla hısımlık kuran İmparator, Selçuklu Sultanı’nı annesi ve iki oğlu ile birlikte Meriç nehri ağzındaki Enez kalesine hapsettirdi (1262). Bununla da yetinmeyen İmparator, II. Keykavus’un yanındaki ileri gelen beylerini Ayasofya’da Hıristiyanlığı kabule zorlamış ve buna uymayanları öldürtmüştü675. Bizans kaynaklarından Grêgoras da servetine el konularak Bizans hazinesine aktarılan Sultan’ın, ayrıca iyi savaşçılardan oluşan kalabalık sayıdaki adamlarının vaftiz edilip yeniden doğduktan sonra Bizans ordusu içinde görevlendirildiklerini yazmaktadır676. Bizans müellifi Türkopol (Türkopoulos)677 diye adlandırılan bu birliklerin uzun süre Bizans ordusunda görev yaptıktan sonra 1305 yılında Tekirdağ yakınındaki Apros (İncecik)’ta Bizans ordusu ile Katalan Askerî Birliği678 arasında meydana gelen ve Bizans ordusunun neredeyse 675 İbn Bibi, s.638-639; Türkçe çev., C.II, s.161; Aksarayî, s.75; Türkçe çev., s.56-57; Abu’l-Farac, C.II, s.585; Grêgoras, Enez kalesinde hapis tutulan Sultan’ın, Bulgar hükümdarı Konstantin’e haber göndererek kendisini kurtardığı takdirde ona bunun karşılığını fazlasıyla ödeyeceğini söylemişti. Sabık İmparator Laskaris’in kızı ile evli olan Konstantin, zaten erkek kardeşi İmparator VIII. Mikhail tarafından kör edilen karısı tarafından kardeşinin intikamını alması için sürekli kışkırtıldığından Sultan’ın bu teklifini kabul etmişti. Bkz., Grêgoras, s.119-120; ayrıca bkz., Merçil, a.g.m., s.718-719. 676 Grêgoras, s.120-121. 677 XI. ve XII. yüzyıllarda özellikle batı kaynaklarında geçen (bkz., Fulcher of Charters, A History of the Expedition to Jerusalem 1095-1127, İngilizce çev., Frances Rita Ryan, Knoxville 1969, s.83; Albertus Aquensis, I, s.28, 52, 75) Türkopoulos terimi, Bizans belgelerinde ilk olarak 1082 tarihli olan ve I. Aleksios Komnenos’un imzasını taşıyan bir belgede karşımıza çıkmaktadır Amantos, “Tourkopoloi”, Hellênika, 6, (1933) s.325-326; aynı yazar, Skheseis Hellênôn kai Tourkôn apo tou Endekatou Aiônos mekhri tou 1821, C.I, Atina 1955, s.49, 78; Kalomenopoulos, “Tourkopouloi”, MHelE, C.23, s.235; Savvides, “Tourkopouloi”, MGE, YDRİA, C.51, (1988) s.121-122; aynı yazar, “Ekkhristianismenoi Tourkofônoi Misthoforoi sta Vyzantina kai sta Latinika Strateumata tês Anatolês VyzantinoTourkika Meletêmata, Atina 1999, s.287-296; Elizabeth Zachariadou, “Tourkopouloi”, ODB, C.3, s.2100. 678 Katalan Askerî Birliği ve Anadolu’daki faaliyetleri hakkında ayrıntılı bilgi için bkz., Grêgoras, s.227 vd; Pakhymeres, Relations Historiques, C.IV, neşr ve Fransızca çev., Albert Failler, C.IV., Paris 1999, s.438, 444, 456, 462-464, 466, 468-470, 472, 474, 478, 482-484, 526; ayrıca bkz., Salvatore Tramontana, “Per la storia della “Compagnia Catalana” in Oriente”, NRS, XLVI (46), (1962), fasc. 1, s.58-95; R. Ignatius Burns, “The Catalan Company and the European Powers, 1305-1311”, Speculum, XXIX, (1954) s.751-771; Frances Hernandez, “The Turks with the Grand Catalan Company, 13051312”, Boğaziçi Üniversitesi Dergisi, 2, (1974) s.25-45; David Jacoby, “Catalans, Turcs et Vénetiens en romanie (1305-1332): un Nouveau Témoignage de Marino Sanudo Torsello”, Studi Medievali, XV/I, (1974), s.217-26; Angeliki E. Laiou, Constantinople and the Latins The Foreign Policy of Andronicus II 1282-1328, Cambridge-Massachusetts 1972, s.143 vd.; Zerrin Günal Öden, “Bizans İmparatorluğu’nun Türklere Karşı Alan ve Katalanlar İle İttifakı”, İ.Ü.E.F.T.D., sayı 35, (1994) s.123129; Mehmet Ersan, “Katalanların Anadolu’daki Faaliyetleri: 1304”, Uluslararası Batı Anadolu Beylikleri Sempozyumu, Bildiriler, 18-20 Ekim 2004, Balıkesir, 2005, s.76-84. 192 tamamen imha edildiği savaşın679 ardından Katalanların safına geçerek soydaşları Halil (Ece)’in kuvvetlerine katıldıklarını ifade etmektedir680. II. İzeddin Keykavus’un Bizans İmparatoru tarafından hapsedildiğini duyan Altın Ordu hanı Berke, 20.000 kişilik bir kuvveti Bizans üzerine gönderirken, Bulgarların da bu kuvvetlere katılmasını emretti. Bizans’ın Balkanlardaki şehirlerini tahrip eden bu kuvvetler Enez’e kadar gelerek II. Keykavus ile oğulları Mesud ve Keyumers’i de yanlarına alıp Han’ın yanına götürdüler. Altın Ordu hanı tarafından çok iyi karşılanan ve kendisine ihsanlarda bulunulan II. Keykavus 1279/80 yılına kadar Kırım’da yaşadıktan sonra burada öldü681. C. İMPARATORLUK MERKEZİNİN İSTANBUL’A TAŞINMASINDAN SONRA YAŞANAN GELİŞMELER 1. Anadolu’da Bizans Hâkimiyetinin Çökmesi XIII. yüzyıl Türkiye Selçuklu Devleti ve Anadolu için bir dönüm noktasıdır. Aynı yüzyıl içinde I. Alâeddin Keykubad ile devlet, gücünün doruğuna ulaşırken, Anadolu da Moğolların önünden kaçan her sınıftan insan için huzur içinde olabilecekleri güvenli bir ülke konumundaydı. Fakat bir nesil sonra I. Alâeddin Keykubad’ın oğlu ve halefi II. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde Selçuklu Devleti büyük bir çöküş yaşarken, Anadolu da tüm zenginlikleri Moğollar tarafından acımasızca sömürülen bir ülke haline geldi. 1243 yılındaki Kösedağ bozgunu ile başlayan Moğol hâkimiyetini üç dönem halinde ele alabiliriz. Bunlar Selçukluların Altın Orda Devleti’ne tâbi oldukları ve vergilerini Batu Han’a gönderdikleri 1243 yılından 1256 yılında Hülegü’nün İran’a gelmesine kadar olan ilk devre; 1256 yılından 1277’ye kadar devam eden ve Selçukluların İlhanlılara tâbi olmakla birlikte müstakil bir idareye sahip oldukları ikinci devre; 1277’de Pervâne 679 Laiou, a.g.e., s.162; aynı yazar, “To Vyzantio kai Hê Dysê”, HHelE, 9, Atina 1980, s.166-167; Hernandez, a.g.m., s. 30; Baştav, a.g.e., s.19. 680 Grêgoras, s.237-238; ayrıca bkz., Fuad Carım, Tarihin Türk’e Yüklediği Çetin Görev, İstanbul. 1965, s.104. 681 İbn Bibi, s.639-640; Türkçe çev., C.II, s.161-162; Aksarayî, s.76-77; Türkçe çev., s.57, 104-105; Anonim Selçukname, s.99; Türkçe çev., s.35; Makrizî, Kitâb es-Sulûk, CII/1, Kahire 1942, s.186; ayrıca bkz., W. De Tiesenhausen, Altınordu Devleti Tarihine Ait Metinler, Türkçe çev., İsmail Hakkı İzmirli, İstanbul 1941, s.175; Akhilleôs Th. Samothrakê, “O Soultanos tou Ikoniou Azatinos kai ê Poliorkia tês Ainou ypo tôn Voulgarôn”, Arkheion tou Thrakikou Laografikou kai Glôssikou Thêsavrou, II, Atina (1935-36), s.47-55; Turan, Türkiye, s.500; Ocak, Sarı Saltık, s.35-37. 193 Mu‘ineddin Süleyman’ın ölümünden sonra başlayan ve 1308’de Selçuklu Devleti son buluncaya kadar devam eden tüm kontrolün Anadolu’daki Moğol valilerinin elinde olduğu son devredir. Özellikle bu son devrede her ne kadar Selçuklu tahtında oturan bir Selçuklu Sultanı bulunsa da Selçuklu Devleti’nin varlığından söz etmek güçtür. Bir yandan devlet yöneticilerinin de karıştığı taht mücadeleleri diğer yandan Moğol baskısının yaşandığı bu süreç Selçuklu Devleti’nin tüm dış politikasını ve komşu devletlerle olan ilişkilerini etkilediği gibi Bizans yönetimi ile olan ilişkilerini de etkilemiştir. Moğol istilasını takip eden yıllarda Selçuklu Devleti her geçen gün artan Moğol baskısı altında varlığını devam ettirmeye çalışırken, İznik yönetimi de tüm dikkatini İstanbul’daki Latinlerle olan mücadeleye vermişti. Bu tarihten itibaren iki devlet arasındaki ilişkiler ülke içindeki saltanat mücadeleleri sırasında zor durumda kalan hanedan mensuplarının karşılıklı olarak ilticaları şeklinde geçmiştir. İznik tahtına oturduktan çok kısa bir süre sonra İstanbul’daki Latin hâkimiyetine son veren VIII. Mikhail Palaiologos (1258-1261) böylece büyük bir hayali gerçekleştirmiş oluyordu. 57 yıl devam eden sürgün Bizans için nihayet son bulmuş ve imparatorluk eski başkentine, başka bir ifadeyle şehirlerin kraliçesine yeniden kavuşmuştu. 1261 Ağustos’unda İstanbul’un ikinci kurucusu sıfatıyla şehre giren VIII. Mikhail, Bizans açısından yeni bir dönemi başlatıyordu. Ancak bu yeni dönem büyük sorunları da beraberinde getirdi. İktidarının büyük bir bölümünü batıdaki mücadelelerle geçiren VIII. Mikhail, batı sınırını ve İstanbul’u düşmanlarına karşı başarıyla savundu. Bununla birlikte doğuda aynı başarıyı sergilediğini söylemek mümkün değildir. Anadolu eyaletlerinin ihmal edilmesi Bizans’a pahalıya mal oldu. Moğolların önünden kaçan kalabalık Türkmen toplulukları Selçuklu Uc bölgelerine akın etmekteydi. Aralıksız devam eden göçlerle her geçen gün sayıları daha da artan bu Türkmen toplulukları geçimlerini sağlamak ve kendilerine yeni yaşam alanları açmak için sürekli olarak Bizans topraklarına akınlar düzenlemekteydiler682. Burada şunu da ifade etmek gerekir, ki Anadolu yalnızca göçebe değil, Türk-İslâm aleminin her tarafından alim, 682 Grêgoras, s.153-154; ayrıca bkz, Nicol, Bizans’ın Son Yüzyılları, s.88-89; Wittek, Menteşe Beyliği, s.14 vd.; aynı yazar, Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğuşu, s. 44 vd.; Köprülü, a.g.e., s.73 vd.; Ostrogorsky, “The Palaelogi”, CMH, C.IV, Cambridge 1966, s.346; Şeker, a.g.e., s.84 vd, Vryonis, “Mikra Asia (1204-14539”, HHelE, C.9, Atina 1980, s.318. 194 şeyh, sanaatkar ve çeşitli meslek gruplarından her sınıftan şehirli unsurları da çekmekteydi683. Vergi sisteminde yaptığı değişiklikler sonucunda ağır vergilerle yoksullaşan eyaletlerdeki ahali, Anadolu’nun tüm kaynaklarının İstanbul ve Avrupa eyaletleri için harcanmasından rahatsızdı684. Ancak Bizans’ın Anadolu’daki varlığına en büyük darbeyi vuran yanlış, Selçuklulara karşı doğu sınırını savunmaları karşılığında başta vergi olmak üzere çeşitli yükümlülüklerden muaf tutulan yerel askerlerin Avrupa eyaletlerindeki mücadelelerde kullanılmak üzere götürülmeleri sonucunda Anadolu’nun savunulmasının ücretli askerlere bırakılmasıdır685. Üzerinde yaşadıkları arazilerde her türlü tasarruf hakkına sahip olan yerel askerler Türklerle aynı yaşam tarzına sahip olduklarından onlar gibi silah ve özellikle ok kullanma konusunda oldukça yetenekliydiler. Bu nedenle de sınırı ücretli askerlere oranla daha dikkatli ve azimli bir şekilde savunmaktaydılar. Nitekim Nikêforos Grêgoras ücretli askerlerin maaşlarının hazine tarafından ödenmesinin gecikmesi üzerine görev yerlerini bırakıp gittiklerini, bunun sonucunda Türklerin savunmasız kalan Bizans bölgelerini kolaylıkla ele geçirdiklerini yazmaktadır686. Yine dönemin bir diğer tarihçisi Pakhymeres, “İmparatorluğun kaynaklarını bilinçsizce harcayan VIII. Mikhail açığı kapatmak için Anadolu eyaletlerindeki halk (özellikle Paphlagonia bölgesindeki ahali) üzerine ağır vergiler yüklemişti. Bu vergileri ödeyemeyen ahali, kendileri için İmparatordan daha iyi efendi olduklarına inandıkları Türklerin tarafına geçmeye başlamış ve zamanla Bizans yönetimini terk ederek Türklerin safına geçenlerin sayısı çığ gibi büyümüştü. Türkler kendi tarafına geçen bu Bizanslı unsurların yardımı ve rehberliği ile Bizans topraklarını ele geçirmişlerdi. Üstelik daha önceleri Bizans topraklarına akınlar düzenledikten sonra geri dönen Türkler şimdi ele geçirdikleri topraklara yerleşmekteydiler. 683 Ömer Lütfi Barkan, “İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler”, Vakıflar Dergisi, II, Ankara 1942, s.281; Şeker, Anadolu’da Birarada Yaşama Tecrübesi, 2. baskı, Ankara 2005, s.18-19. 684 George G. Arnakis, “Byzantium’s Anatolian Provinces during the Reign of Michael Palaeologus”, Actes du XIIe Congrès International D’Études Byzantines, Ochride 10-16 Septembre 1961, II, Beograd 1964, s.40-41. 685 Grêgoras, s.156; Nicol, Bizans’ın Son Yüzyılları, s.90. 686 Grêgoras, s.153; ayrıca bkz., Nicol, Bizans’ın Son Yüzyılları, s.90. 195 İmparatorluğun doğu eyaletlerinde bu gelişmeler yaşanırken VIII. Mikhail tüm dikkatini batıya yöneltmişti”687. İfadeleriyle durumu gözler önüne sermektedir. Pakhymeres’in bu ifadelerinden de açıkça anlaşıldığı gibi ekonomik olarak sömürülen ve ordusu yok edilen Anadolu eyaletleri XII. yüzyılda olduğu gibi kendi kaderlerine terk edilmişlerdi. Laskaris hanedanı temsilcilerinin elinden tahtı gasp eden Palaiologoslara karşı duyulan öfke ve güvensizlik, XII. yüzyılda olduğu gibi Bizans halkının gönüllü olarak kendilerine daha adil davranan Türklerin tarafına geçmesine sebep oluyordu. Doğu sınırının688 savunmasının çöktüğünü fark eden İmparator VIII. Mikhail, uzun süre ihmal ettiği Anadolu’ya iktidarının son yıllarında ancak dönebildi. Fakat onun bu son çırpınışları geçici çözümler dışında bir işe yaramamıştı 1282 yılı sonunda öldüğünde Bizans’ın Anadolu’daki eyaletleri neredeyse tamamen Türkler tarafından ele geçirilmişti689. 1204 Nisan’ında Haçlı orduları tarafından başkentleri işgal edilerek onurları ayaklar altına alınan Bizanslılar, geçmişteki tüm ayrılıkları ve sürtüşmeleri bir tarafa bırakarak İstanbul’un geri alınması için tek vücut haline gelmişti. Latinlere karşı duyulan nefret o kadar büyüktü ki uzun zamandır ihmal edilen Anadolu eyaletlerindeki Bizans ahalisi beklenmedik bir şekilde geçmişte çektikleri tüm sıkıntıların kaynağı olarak gördükleri İstanbul’un geri alınması için sürgündeki başkent aristokrasisi ile işbirliği yapmıştı690. Laskarislerin önderliğinde kurulan bu ittifak büyük amacın gerçekleştirilmesine kadar devam etmiş ancak başkentin İstanbul’a taşınmasının ardından VIII. Mikhail yeniden doğuya arkasını dönmüştü. İmparator İstanbul’daki harcamalar ve Batı yönündeki mücadeleler için Anadolu’daki ahaliden yeniden fedakârlık bekledi. Ancak onlar kaynakların da ifade ettiği gibi bir kez daha aynı fedakârlığı göstermek niyetinde değillerdi. 687 Pakhymeres, C.I, s.291-293; krş., Nicol, Bizans’ın Son Yüzyılları, s.89-90. İznik İmparatorluğu’nun doğu sınırı ile ilgili olarak bkz., Peter Charanis, “On the Asiatic Frontiers of the Empire of Nicaea”, OCP, XIII (1947), s.58-62; Robert Lee Wolf, “The Lascarids’ Asiatic Frontiers Once More”, OCP, XV (1949), s.194-197; Michael Angold, Laskarids, s.98-100. 689 Pakhymeres, C.II, notlar Albert Failler Fransızca çev., Vitalien Laurent, Paris 1984, s.633-637; VIII. Mikhail’in Anadolu politikası hakkında ayrıntılı bilgi için bkz., Kônstantinos Giannakopoulos, “Hê Politikê tou Mikhaêl VIII stê Mikra Asia”, HHelE, C.9, Atina 1980, s.135-137. 690 Daş, Bizans’ın Düşüşü, 1. baskı, İstanbul 2006, s.39-40. 688 196 2. II. Mesud’un Saltanatı ve Selçuklu Devleti’nin Sonu Grêgoras, II. İzzeddin Keykavus’un ölümünün ardından kendisi ile birlikte Enez şehrinden kaçan oğlu Melik’in kısa bir süre daha bir yabancı olarak orada kaldıktan sonra bu yaşam şekli hoşuna gitmediğinden babasının mirasının peşine düşmek için Karadeniz’i geçerek Anadolu’ya geldiğini ifade etmektedir. Grêgoras, II. Keykavus’un oğlunun Anadolu’da başından geçenleri ise şu şekilde anlatmaktadır: “…Moğollardan izin alan Melik babasının varisi olarak tahtta hak iddia etti. Emirlerden (Selçuklu) pek çoğu Melik’i hükümdarları olarak kabul ederek ona itaat ettiler. Ancak diğer bazı emirler ona itaat etmeyi reddettiler. Bu emirlerden Amourios adlı birisi hırsızlardan, çapulculardan oluşan kalabalık sayıdaki bir çete ile Melik’e karşı savaştı. Onu kaçmak zorunda bıraktı ve denize kadar takip etti. O zaman Melik Karadeniz Ereğlisi’nde sığınacak bir yer bularak kurtulabildi. İlkbahar geldiğinde Melik o sırada Nymphaeion (Kemalpaşa)’da bulunan İmparator’un yanına gitmeye karar verdi. Ancak yolda bu fikrini değiştirdi ve babasının mirası olan tahtı ele geçirmek amacıyla mücadele etmek için yeniden Türkler arasına döndü. Fakat bu yıl içinde bir katilin elleriyle vurularak öldürüldü”691 Burada Grêgoras’ın Melik olarak zikrettiği Selçuklu Şehzadesi II. Mesud’dan başkası değildir. Ancak onun macerası Grêgoras’ın anlattığından biraz farklıdır. II. Keykavus’un ölümünden sonra 1280’de Kırım’dan Sinop’a geçen II. Mesud, daha sonra İlhan’ın huzuruna çıkmak için İran’a gitmişti. Ahmed Teküdâr, Selçuklu ülkesini III. Gıyaseddin Keyhüsrev ile onun arasında taksim etmiş ancak Ahmet Teküdâr ölünce yerine geçen Argun bu sırada Tebriz’de bekleyen II. Mesud’u tek başına tahta oturtmuştu. Bundan sonra Anadolu’ya dönen II. Mesud Kayseri’de ardından da Konya’da tahta çıkarılmıştı (1284)692. Böylece maceralı bir hayatın ardından Anadolu’ya dönen II. Mesud (1284-1296/1302-1308) babasının varisi olarak iktidarı ele geçirmişti. Son Selçuklu Sultanı’nın II. Mesud mu olduğu yoksa ondan sonra bir Selçuklu Şehzadesi’nin tahta oturup oturmadığı konusu henüz tam olarak aydınlatılmış değildir. Genel olarak Niğdeli Kadı Ahmed’in verdiği 1308 tarihi Selçuklu Devleti’nin sonu 691 Grêgoras, s.152-153. Aksarayî, s.133-134; Türkçe çev., s.104-105, 108-110; Abu’l-Farac, C.II, s.617; ayrıca bkz., Turan, Türkiye, s.580 vd.; Sümer, “Anadolu’da Moğollar”, s.58. 692 197 olarak kabul edilmiştir693. Mısır tarihçisi Makrîzî ise Sultan II. Mesud’un 1318 yılında öldüğünü yazmakta ve dolayısıyla Selçuklu hanedanının bu tarihe kadar hüküm sürdüğünü ifade etmektedir694. Konya takvimi ise 1310 yılında III. Gıyaseddin Keyhüsrev’in oğlu Kılıç Arslan’ın Selçuklu tahtına oturduğunu kaydetmektedir695. Mufazzal b. Ebî’l-Fezâil ise Sultan II. Mesud’un 1307 yılında Selçuklu tahtında bulunduğunu, ancak onun Sultanlığının sadece bir isimden ibaret olduğunu ve 1310 yılında İlhanlı hükümdarı Olcaytu Han’ın Anadolu’ya tam anlamıyla sahip olduğunu bildirmektedir696. Yine bu konu ile ilgili olarak Müneccimbaşı, Timurtaş’ın Ebû Said Han tarafından 1318 yılında Anadolu valiliğine tayin edildiğinde Selçuklu ailesinden geride kalanları araştırdığını, çocukları dahi bırakmaksızın bunların hepsini öldürdüğünü, Bunlardan kurtulanların bazılarının dağlara ve sarp yerlere kaçıp Karamanlılara sığındığını yazmaktadır. Yazarın anlattığına göre Karamanoğulları saltanatı elde etme ümidiyle bunların kızları ile evlenmişler, ancak daha sonra erkeklerine zulüm edip onları ortadan kaldırmışlardı697. Sonuç olarak II. Mesud öldükten sonra yerine bir Selçuklu Şehzadesi’nin Sultan ilân edilmesi ihtimali vardır. Bununla birlikte II. Mesud’un ikinci saltanatı dahi o kadar sönük geçmiştir ki bu Selçuklu Sultanı’nın ölümü bile çok fazla yankı uyandırmamıştır. Bu tarihten sonra Selçuklu hanedanından birisinin tahta oturmuş olsa dahi hükümdar olarak bir yaptırımının olduğundan söz etmek oldukça güçtür698. 693 Niğdeli Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefik, Fatih Ktb., no. 4518, v. 151 b. Makrîzî, Kitâb es-Sulûk, CII/1, s.186. 695 İstanbul’un Fethinden Önce Yazılmış Tarihî Takvimler, yay., Osman Turan, 2. baskı, Ankara 1984, s.78-79. 696 Mufazzal b. Ebî’l-Fezâil’den naklen Turan, Türkiye, s.644. 697 Müneccimbaşı, II, s.141-142. 698 Bu konu ile ilgili tartışmalar için bkz., Turan, Türkiye, s.644; Öden, “Türkiye Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Mesud Hakkında Bazı Görüşler”, Belleten, LXI/231, (1997), s.287-300. 694 198 SONUÇ Selçuklu Türkleri ile Bizans İmparatorluğu arasında XI. yüzyılın ilk yarısından itibaren başlayan temaslar, Kutalmışoğlu Süleymanşah tarafından Türkiye Selçuklu Devleti’nin kurulmasının ardından Anadolu’da hâkimiyet mücadelesine dönüşmüştür. Anadolu’daki bu rekabet, Türkiye Selçuklu Devleti’nin yıkılmasının ardından Beylikler ve Osmanlı Devleti döneminde de devam etmiştir. 1453 yılında İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmesiyle sonuçlanan bu süreç içerisinde iki toplum arasındaki ilişkiler, genel olarak birbirlerinin bölge üzerindeki hâkimiyetine son vermeyi amaçlayan taraflar arasında aralıksız devam eden mücadeleler şeklinde yorumlanmıştır. Bu yaklaşım Anadolu Türk tarihi ile bu kadar iç içe girmiş Bizans tarihine olan bakış açımızı etkilemiş, Bizans tarihi hakkındaki bilgilerimizin 1071, 1176 ve 1453 tarihleri ve bu tarihlerde yaşanan olaylarla sınırlı kalmasına sebep olmuştur. Bizans’ın son yüzyıllarında en fazla münasebetlerde bulunduğu halk hiç şüphesiz Türklerdir. Ancak bu durum onların İmparatorluğun yegâne düşmanları olduğu anlamına gelmez. En azından XII. ve XIII. yüzyılda Bizans açısından Latinler Türklerden çok daha tehlikeli idiler. Dönemin Bizans kaynaklarında Latinlere duyulan büyük nefretin yansımaları bunun en önemli kanıtıdır. Unutmamak gerekir ki birçok Bizanstinist Bizans’ın yıkılış tarihini 1453 olarak değil IV. Haçlı seferi ordularının 199 İstanbul’u işgal ettikleri 1204 yılı olarak kabul etmektedir. Üstelik İstanbul’un Türkler tarafından fethedilmesi öncesinde Venedik ve Ceneviz’in tahakkümü altındaki İmparatorluk ekonomik açıdan tükenmişti. Türkler Bizans İmparatorluğu’nun yıkılmasındaki faktörlerden yalnızca bir tanesidir ve doğal olarak çökmekte olan İmparatorluktan paylarına düşen ganimeti almışlardır. Anadolu’daki topraklarının Türkler tarafından ele geçirilmesini içine sindiremeyen Bizans yönetimi hiç şüphesiz her fırsatta rakibinin bölge üzerindeki hâkimiyetine son vermeyi istediğinden, taraflar arasında çatışmalar hiçbir zaman eksik olmamıştır. Bu nedenle Selçuklu-Bizans ilişkilerinin tarihi genel olarak Anadolu’yu kendilerine yurt etmek isteyen Türkler ile onları bölgeden tamamen çıkartmak isteyen Bizans arasındaki savaşlardan ibaret olarak düşünülmektedir. Türklerin sürekli saldırıları ve Bizans’ın kararlı fakat başarısız savunması; bu bakış açısı önceleri Bizans’a ait olan Anadolu’nun daha sonra tümüyle Türklerin eline geçtiği düşünülürse haklı gibi görülebilir. Çoğunlukla başlarındaki beylerin idaresinde hareket eden ve merkezî idare tarafından hiçbir zaman tam olarak denetim altına alınamayan Türkmen topluluklarının Bizans bölgelerine karşı saldırıları kesintisiz devam etmiştir. Bununla birlikte Anadolu’da Bizans ile çatışmak yerine anlaşmayı tercih eden Selçuklu yönetiminin Bizans’a son vermek gibi bir niyeti yoktu. 1176 yılında Myriokephalon’da yanında kalan az sayıdaki kuvvetle esir edilmeyi bekleyen Bizans İmparatoru’na antlaşma yapmayı teklif eden II. Kılıç Arslan’ın uzlaşmacı tavrı bunun en önemli göstergesidir. Aslında 1211 yılında Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in ölümü ile sonuçlanan Antiokheia savaşı dışında Selçuklu Sultanlarının doğrudan Bizans’ı hedef alan büyük çaplı seferi yoktur. Hasmına karşı büyük seferler düzenleyen Bizans tarafıdır. Türkmenlerin kendi hâkimiyet sahalarına düzenledikleri akınlardan bıkan Bizans yönetimi yanlış bir düşünce ile onların bu faaliyetlerinden sorumlu tuttuğu Selçuklu Sultanlarına hadlerini bildirmek amacıyla birçok defa geniş çaplı seferler düzenlemişlerdir. Bizans yönetimi 1176 yılındaki büyük yenilgiye kadar bu amacından asla vazgeçmemiştir. Ancak 1180 yılında I. Manuel Komnenos’un ölümünün ardından başlayan yönetimdeki zafiyet ve nihayet 1204 Nisan’ında İstanbul’un Latinler 200 tarafından işgal edilmesi ve sonrasında meydana gelen siyasî gelişmeler, Bizans’ın Türkleri Anadolu’dan çıkartma düşüncesine tamamen son vermiştir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi Bizans, Anadolu’daki topraklarını kendine yurt edinen Selçukluları, bu coğrafyadan çıkarma fikrinden uzun süre vazgeçmemiştir. Bununla birlikte Bizans yönetimi diğer düşmanlarına karşı zaman zaman Türklerden yardım istemekten çekinmemiştir. Nitekim 1071 yılında Malazgirt’te Selçuklular karşısında tarihinin en büyük bozgunlarından birini yaşayan Bizans, bundan birkaç yıl sonra merkezî yönetime baş kaldıran Norman Urselius de Bailleul’a karşı Türklerden yardım istemek zorunda kalmıştır. Emrindeki kuvvetlerle Bizans’a karşı ayaklanan bu asi Norman generali, Anadolu’da faaliyetlerde bulunan Türk komutanları sayesinde itaat altına alınabilmişti. Yine 1078’de Bizans tahtını ele geçirmek için İstanbul üzerine yürüyen Anadolu orduları komutanı Nikephoros Botaniates, ancak Süleymanşah ile ittifak kurduktan sonra bu amacına ulaşabilmiş ve kendisine yardım eden Türk birliklerinin komutanlarını İstanbul’a davet ederek onlara değerli armağanlar vermiştir. Selçukluların desteği ile Bizans tahtına oturan Botaniates, diğer taht iddiacısı Bryennios’a karşı da iktidarını Süleymanşah’ın gönderdiği yardımcı kuvvetler sayesinde koruyabilmişti. I. Haçlı seferi orduları sayesinde Türkleri iç bölgelere çekilmeye zorlayan I. Aleksios Komnenos ve Anadolu’daki Selçuklu hâkimiyetine kesin olarak son vermeyi düşünen halefleri II. Ioannes Komnenos ve I. Manuel Komnenos döneminde dahi Selçuklular ile Bizans yönetimi arasında bu türden ittifakların kurulduğunu görmekteyiz. Komnenos hanedanı İmparatorları Batı’da Normanlara, Anadolu’da Danişmendlilere ve Ermenilere karşı Selçuklularla ittifak yapmışlardır. Aynı şekilde Selçuklu Sultanları da gerektiğinde rakiplerine karşı Bizans’tan destek istemişlerdir. Sultan I. Mesud kardeşi Melik Arap’a karşı Bizans’ın yardımına başvurduğu gibi, oğlu II. Kılıç Arslan da Anadolu’daki rakipleriyle olan mücadelesinde Bizans’ın verdiği yardım sayesinde başarılı olmuştur. 1243 Kösedağ savaşının ardından II. Gıyaseddin Keyhüsrev ile III. Ioannes Vatatzes arasında Moğollara karşı kurulan ittifakı da unutmamak gerekir. Selçuklulara karşı mevcut askerî gücüyle başarılı olamayacağının farkında olan Bizans İmparatorluğu, Batı’dan talep ettiği ücretli askerlerin yerine Papalık tarafından sayıları yüz binlerle ifade edilen Haçlı ordularının gönderilmesi sonucunda sıkıntıya 201 düşmüştü. Kalabalık ordulara sahip, ihtiraslı Haçlı Kontlarının Anadolu’da Bizans’ın çıkarlarından çok kendi kazanç ve çıkarlarını önde tutan faaliyetleri, Batılıları “hiçbir antlaşmaya uymayan, para düşkünü ve güvenilmez” kişiler olarak değerlendiren Bizanslıları haklı çıkarmıştı. Anadolu’daki hâkimiyet sahalarını ele geçiren Türklere karşı yardım istediği Batılıların, kendi varlığı üzerinde Türklerden daha büyük bir tehdit oluşturduğunu fark eden Bizans yönetimi, bu sefer Haçlılara karşı Türkler ile ittifak yapmakta bir sakınca görmemiştir. Bizans’ın bu tutumu Anadolu’daki Türkler ile olan ilişkilerine olumlu yansırken, Batı’da tepki ile karşılanmış ve kendilerine karşı Türklere yanaşan Bizans, Hıristiyanlığa ihanet etmekle itham edilmiştir. Yukarıda verdiğimiz örneklerden de anlaşılacağı üzere ortak bir düşmana karşı işbirliği yapmaktan çekinmeyen taraflar arasında karşılıklı ilticaların olduğunu da bilmekteyiz. Başlangıçta Selçuklulardan Bizans’a sığınan hanedan mensupları veya beylerin sayısı fazla iken Selçukluların Anadolu’da müstakil bir devlet kurmaları ve bölgede üstünlüğü ele geçirmelerinin ardından durum değişmiştir. Zaman içerisinde Bizans tarafından Selçuklulara sığınan hanedan mensuplarının, merkezî otoritenin zayıfladığı dönemlerde bulundukları bölgelerde otonomi elde etmek ya da tamamen bağımsız olmak isteyen Bizanslı soyluların Selçuklu yönetimi sık sık işbirliği yaptığı görülmektedir. Ancak çalışmamız sırasında temas ettiğimiz gibi iki toplum arasındaki siyasî ilişkilerin dışında sosyal, kültürel ve ekonomik ilişkilerin tam anlamı ile ortaya konulması iki devlet arasındaki bu üst düzey temaslardan çok Anadolu’ya gelen Türk halkı ile Bizans yönetiminin, Anadolu’daki yerel halk ile Selçuklu yönetiminin ve daha da önemlisi iki halkın birbirleri ile olan ilişkilerinin ayrıntılı olarak incelenmesi ile olacaktır. XI. ve XII. yüzyıl kaynaklarında verilen bilgilere bakıldığında Anadolu’daki yerli halkın Selçuklu yönetimine karşı en başından itibaren olumlu baktığı görülmekte ve hatta çoğu zaman Selçuklu yönetimini Bizans idaresine tercih ettikleri bilinmektedir. XII. yüzyılda Beyşehir Gölü üzerindeki adalarda yaşayan ve Konya ile yoğun ticarî ilişkiler içinde bulunan Hıristiyan ahali, Bizans İmparatoru II. Ioannes Komnenos’a karşı çıkmak pahasına Selçuklulardan yana tavır koymuşlardır. Onların Selçuklular ile olan bu sıkı münasebetlerine şaşıran dönemin Bizans kaynakları hayretlerini “çünkü uzun zamandan beri Türklere yakın yaşadıkları için onların adetlerini benimsemişlerdi” 202 ve “Gölün içinde, birçok yerde sudan fışkıran küçük fakat müstahkem adaların ahalisi Hıristiyan olmakla beraber, o sıralarda kayıkları aracılığı ile Konya Türkleri ile çok canlı ilişkiler sürdürmekteydiler. Böylece bunlarla Türkler arasında sadece kuvvetli bir dostluk kurulmakla kalmamış, bunlar da adet ve gelenekleriyle hemen hemen Türkleşmişlerdi. Bu sebepten de sınır komşularının tarafını tutuyorlar ve Bizanslıları kendilerine düşman görüyorlardı. Uzun bir alışkanlık işte milliyet ve dinden daha güçlü oluyor” şeklindeki sözlerle ifade etmişlerdir. Bu ifadelerden de anlaşılacağı gibi Bizans yönetiminin beklentisinin aksine Anadolu’daki Bizans ahalisi Türklerle çatışmak yerine iyi ilişkiler kurmayı tercih ediyordu. Anadolu’da güçlü bir idarî ve ekonomik organizasyon kurmak isteyen Selçuklu Sultanları yerel halktan da yararlanma yoluna gitmişler ve bu amaçla sürgün usulüne başvurmuşlardır. I. Gıyaseddin Keyhüsrev 1196 yılında Menderes bölgesine düzenlediği sefer sırasında ele geçirdiği çok sayıda Bizanslı esiri Akşehir’e kadar yanında götürüp, onlara birçok ayrıcalıklar vererek etraftaki köylere iskân ettirmişti. Selçuklu Sultanı, kendilerine arazi, tohum ve ziraat aletleri dağıttırdığı Hıristiyan ahaliye, İmparator ile yeni bir barış antlaşması yapıldığı takdirde ülkelerine dönmekte serbest olduklarını, böyle bir şey olmaz ise beş yıl boyunca vergiden muaf tutulacaklarını, bu sürenin ardından da daha önce Bizans yönetimine ödedikleri vergiden fazla olmamak ve sık sık artmamak koşuluyla hafif bir vergi konulacağını da garanti etti. Kendilerine karşı hoşgörülü davranan bu yeni idareden memnun kalan halk bir daha kendi memleketlerine geri dönmediği gibi onların bu durumunu gören civardaki pek çok Hıristiyan ahali de gönüllü olarak Bizans idaresini terk ederek Selçuklu tebaası haline gelmişti. Bu sürgün yöntemleri dışında Selçuklular tarafından ele geçirilen Bizans şehirlerindeki ahali de çoğu zaman yerlerini terk etmeye zorlanmıyor ve farklı mahallelerde olmakla birlikte Türklerle birlikte aynı şehirde yaşamalarına izin veriliyordu. Nitekim Ankara Meliki Muhiddin Mesud’un Dadibra (Safranbolu) şehrini ele geçirdiğinde güvenlik dolayısıyla yanlarına istedikleri şeyleri alarak şehri terk etmelerini istediği ahaliden çoğu Bizans idaresindeki bölgelere gitmek yerine şehrin surları dışında yaptıkları barakalarda kalmayı tercih etmişlerdi. Aynı şekilde Antalya’da Müslüman Türk ve Hıristiyan ahalinin şehirde birlikte yaşadıkları da bilinmektedir. Hiç şüphesiz şehir hayatı ayrı mahallelerde oturmalarına rağmen Türkler 203 ve Bizanslı unsurları birbirine daha da yakınlaştırmıştır. Türklerle birlikte yaşayan Rum ahali Türkçeyi öğrendiği gibi özellikle Türkler arasında Rum kadınlarla evlilikler olması dolayısıyla onlar da yerli halkın dilini öğreniyorlardı. Kültürel açıdan birbirine yakınlaşan iki halk arasında dinî konularda herhangi bir çatışma da yaşanmıyordu. Selçuklu topraklarında yaşayan yerli halkın dışında bir takım Bizanslı soyluların da Konya’ya sığındıklarını ve dinlerini değiştirmek zorunda kalmadan Selçuklu idare mekanizması içinde önemli mevkilere getirildiklerini bilmekteyiz. Selçuklu döneminde Türkler ile Bizans ahalisi arasında ticarî ilişkiler hakkında da kaynaklarda kayıtlar bulunmaktadır. İznik İmparatorluğu döneminde kurulan güçlü idarî ve ekonomik yapı sayesinde ziraat ve bağcılık ile uğraşan Bizans ahalisi elde ettikleri ürünlerden bol kazançlar elde ettikleri gibi kalabalık sayıda hayvan sürülerine de sahip olmuşlardı. Bizans kaynakları bu dönemde Anadolu’daki Türkler arasında büyük bir yokluk ve yiyecek kıtlığı olduğunu, bu nedenle bütün yolların Bizans ülkesine girip çıkan Türk erkek, kadın ve çocuklarla dolu olduğunu kaydetmektedir. Türkler başta buğday olmak üzere tarımsal ürünler ve kümes hayvanları, sığır ve küçükbaş hayvan satın almak için Bizanslılara değerinin çok üzerinde fiyatlar ödemişlerdi. Bu şekilde yüksek fiyattan sattıkları ürünlerle Türklerin ellerindeki altın, gümüş, değerli kumaş ve eşyaları alan Bizanslılar kısa süre içinde büyük servet elde etmişlerdi. Nitekim ürettikleri yumurtaları Türklere satarak büyük paralar kazanan yumurta üreticileri elde ettikleri bu paraların bir kısmı ile İmparatoriçe’ye değerli taşlar ve incilerle süslü çok görkemli bir tac yaptırmışlardı. İmparator da bu taca “yumurta tacı” adını vermişti. Anadolu’nun Türkler tarafından fethedilmesi iki aşama halinde gerçekleşmiştir. XI. yüzyılın sonlarında bölgenin neredeyse tamamını ele geçiren Türkler, I. Haçlı seferi sonucunda Batı bölgelerini yeniden Bizans’a terk etmek zorunda kalmışlardır. Türklerin Batı Anadolu bölgesinin hâkimiyetini tam olarak ele geçirmeleri XIII. yüzyılın sonlarında olmuştur. Bu durum Moğol istilası sebebiyle yaşanan ikinci göç dalgasının Bizans sınırına biriktirdiği yoğun nüfus ile Türklerin saldırı güçlerinin artması ve bu arada Bizans savunmasının çökmesi ile ilgilidir. 1261 sonrasında yeniden dünya çapında bir İmparatorluk olma iddiasında bulunan Bizans, bu amacı gerçekleştirecek ekonomik ve askerî güce sahip değildi. Palaiologos sülalesinin bu beyhude çabası İmparatorluğa yarardan çok zarar vermiştir. İznik İmparatorluğu döneminde devlet 204 merkezinin İznik’te olması sonucu daha önce hiç sahip olmadığı bir ayrıcalığa kavuşan Anadolu eyaletleri başkentin İstanbul’a taşınmasının ardından kendi kaderlerine terk edilmişti. VIII. Mikhail Palaiologos döneminde tüm dikkatin batı yönündeki mücadelelere çevrilmesi ve Anadolu’nun yerel kuvvetlerinin batıdaki mücadelelerde kullanılmak üzere bölgeye sevk edilmesi İmparatorluğun doğu sınırını savunmasız bırakmıştı. Bir kez daha Anadolu’daki ahaliden fedakarlık bekleyen Bizans yönetiminin bu beklentisi karşılıksız kalmış ve kendileri için daha iyi bir efendi olacaklarını düşündükleri Türklerin tarafına gönüllü olarak geçen Bizans ahalisi Batı Anadolu bölgesinde Bizans’ın elinde kalan son toprakların da Türklerin hâkimiyeti altına girmesine katkıda bulunmuşlardı. XIII. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Batı Anadolu bölgesinin hızlı bir şekilde Türklerin hâkimiyeti altına girmesi ve XIV. yüzyılın başlarındaki gelişmeler bugün dahi ilim alemince tam olarak ortaya konulmuş bir husus değildir. Bu hızlı değişimin tam anlamıyla kavranabilmesi dönemin siyasî tarihinin yanı sıra sosyal, ekonomik ve kültürel tarihinin de iyi bilinmesinden geçmektedir. XI. ve XII. yüzyıl Bizans kaynaklarında Türklerle olan sosyal ve kültürel ilişkilere dair bir takım ipuçları mevcuttur. Ancak XIII. ve XIV. yüzyıl Bizans kaynaklarında Türklerin yerel halk ile olan münasebetleri hakkında çok daha ayrıntılı ve ilgi çekici bilgiler verilmektedir. Merhum Fuad Köprülü’nün de ifade ettiği üzere Anadolu’da en önemli siyasî gelişmelerin yaşandığı XIII. yüzyılda özellikle Moğolların Anadolu’ya fiilen hâkim olmalarının ardından Selçuklu merkezî otoritesinin ortadan kalkması, aynı dönemlerde Bizans başkentinin yeniden İstanbul’a taşınmasından sonraki gelişmelerin yol açtığı siyasî buhran Uc bölgelerine yığılan Türkmen toplulukları ile yerli ahali arasındaki sosyal, kültürel ve ekonomik ilişkileri geliştirmişti. Her iki devletin Uc bölgelerinde yaşayan halkın doğal olarak birbirleri ile daha sıkı bir ilişki içerisinde bulundukları görülmektedir. Selçuklu Devleti’nin en önemli Uc teşkilatı Batı Anadolu’da, İznik İmparatorluğu sınırında idi. Bu Uc Türkmenlerinin merkezî yönetimin tam anlamı ile kontrolü altında olmadıklarını, kendi başlarına Bizans bölgelerine akınlar düzenleyerek büyük miktarda ganimet ve esir ele geçirdiklerini biliyoruz. Moğol istilasının ardından yaşanan siyasal gelişmeler Uc bölgelerindeki Türkmenler ile Selçuklu idaresi arasındaki hassas dengeyi 205 tamamen alt üst etmişti. Çok zayıf bir bağ ile merkezî yönetime bağlı olan, hatta Selçuklu Sultanlarının en güçlü oldukları dönemde dahi merkezi otoriteye başkaldırabilen bu unsurlar, Selçuklu yönetiminin zayıflaması ve doğudan sürekli olarak gelen nüfus ile sayılarının artması sonucu tamamen bağımsız davranmaya başlamışlardı.. İznik İmparatorluğu döneminde de durum değişmemiş ve iki devlet arasında bir barış olmasına rağmen her iki tarafın Uc kuvvetleri arasında çatışmalar eksik olmamıştır. Ancak taraflar birbirleri ile çatışmak istemediklerinden bu akınları bahane etmemişlerdir. Uc bölgelerinde Türkmen topluluklarına ait yaylak ve kışlakların yanı sıra birçok köy, kasaba ve sınırın biraz içlerinde bazı büyük şehirler bulunmaktaydı. Türklerin hâkim oldukları bölgelerde Türk köylerinin dışında Hıristiyan köyleri de mevcuttu. Şehir halkı da Müslüman ve Hıristiyanlardan oluşmaktaydı. Buna karşılık Bizans sahasında yerleşmiş Türkler de yok değildi. Uclarda iktisadî münasebetlerle başlayan ilişkiler zamanla sosyal ve kültürel alanlarda da kendini hissettirmekteydi. Paul Wittek, “Dünyanın en uzak köşelerinden kopup gelmiş savaşçı unsurların sayısının artması, sınırın her iki yanında, garip bir kavimler ve diller karışımına, iç bölgelerdekinden çok farklı bir insan birleşiminin oluşmasına yol açar” şeklindeki sözleri ile Uc bölgelerinde yaşayan halkın düşünce dünyasını çok güzel bir şekilde ortaya koymaktadır. Türk şehir ve köylerine yakın Bizans şehir ve köyleri ile ilişkilerin artması, Türkmen topluluklarının zamanla aşiret yapısından kurtularak muntazam siyasî oluşumlar haline dönüşmesi ve Batı Anadolu bölgesinde hızla toprak kaybeden Bizans’ın ekonomik açıdan çökmesi Selçuklu-Bizans sınırındaki Türklerle Bizanslı unsurlar arasında Marmara İktisadi Ünitesi olarak adlandırılan bir birliğin kendiliğinden oluşmasına sebep olmuştu. Başta İznik, İzmit, Bilecik, Bursa ve Alaşehir olmak üzere zengin ve kalabalık Bizans şehirlerinde oturan halk ekonomik refahlarının devam etmesinin Türkmen beylikleri ile olan ticarî münasebetlere bağlı olduğunun farkında olduklarından bu faaliyeti desteklemekteydiler. Sınır bölgesinde bulunan şehirler kimin tarafında olursa olsun Türkler ve Bizanslıların alış veriş yaptıkları Pazar durumundaydılar. Sonuç olarak Selçuklular ile Bizans İmparatorluğu arasında XI. yüzyılın ilk yarısında başlayan temaslar Anadolu’da müstakil bir Selçuklu Devleti’nin kurulmasının 206 ardından yoğunluk kazanmıştır. İki devlet arasındaki siyasî ilişkiler dışında aynı coğrafyayı paylaşmanın doğal bir sonucu zaman içerisinde iki toplum arasında sosyal, kültürel ve ekonomik ilişkilerde gelişmiştir. Çalışmamızın sınırları Selçuklu Devleti’nin yıkıldığı tarih olarak kabul edilen 1308 yılına kadar uzanmakla birlikte Selçuklu merkezî yönetiminin Moğol valilerinin gölgesinde kaldığı ve adeta hiçbir varlık gösteremediği XIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Selçuklular ile Bizans arasındaki ilişkiler kesilmiştir. Bu tarihten sonra Moğol baskısından kaçan ve denetimden uzak Uc bölgelerine yığılan kalabalık sayıdaki Türkmen toplulukları ile 1261 yılında Bizans merkezinin yeniden İstanbul’a taşınmasının ardından değişen siyasî şartlar gereği kendi kaderlerine terk edilen Batı Anadolu’daki Bizans halkının iki devletin müdahalesi ve yönlerdirmesi olmadan karşılıklı çıkar ilişkisine dayalı sıkı münasebetler kurduğu görülmektedir. Özellikle Uclardaki Türkmen beyliklerinin aşiret yapısından kurtularak tüm kurumları ile güçlü siyasî teşekküller haline gelmelerinin ardından, bölgedeki Bizans ahalisi kendilerini savunamadığı gibi üzerlerine ağır vergiler yükleyen İstanbul’daki Bizans hükümetinin olumsuz tavrına rağmen Türklerle ilişkilerini arttırmışlar ve gönüllü olarak bu beyliklerin tebası haline gelmeye başlamışlardır. XI. yüzyıl ile XIII. yüzyılın ilk yarısını kapsayan Bizans kaynaklarında sosyal, kültürel ve ekonomik ilişkilere dair bazı ipuçları bulunmakla birlikte bu dönem boyunca Bizans yazarları ağırlıklı olarak siyasî ilişkilere temas etmişlerdir. Oysaki XIII. yüzyıl sonları ve XIV. yüzyılın ilk yarısı hakkında bilgiler veren dönemin Bizans yazarları Nikêforos Grêgoras ve Georgios Pakhymeres’in eserlerinde Batı Anadolu bölgesinde Türkler ve Bizanslı ahali arasındaki bu uzlaşma ve huzur içindeki ortak birliktelik hakkında önemli kayıtlar mevcuttur. Ancak bu dönemde iki toplum arasındaki ilişkilere çalışma konumuzun sınırlarını aştığından dolayı pek fazla temas edemedik. Başlı başına müstakil bir çalışma olacak bu dönem ilişkileri Osmanlı Devleti’nin kuruluş aşamasında yaşanan gelişmelerin daha açık bir şekilde ortaya konulmasına yardımcı olacaktır. 207 BİBLİYOGRAFYA Agacanov, S.G., Oğuzlar, Türkçe çev., Ekber N. Necef-Ahmet Annaberdiyev, 2. baskı, İstanbul 2003. Ahmed bin Mahmud, Selçuk-Nâme, C. I, Haz. E. Merçil, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul 1977. Ahrweiller, Hélène Glykatzi, “L’histoire et la géographie de la région de smyrne entre les deux occupations turques (1081-1317) particulièrement au XIIIe siècle”, Travaux et Mémoires, I, (1965), s.1-202. _______, “L’Experience Nicéne”, DOP, 29, (1975), s.23-40. _______, “Hê Aftokratoria tou Mikrasiatikou Hellênismou”, HHelE, C.9, Atina 1980, s.106-115. _______, “Hê Aftokratoria tês Trapezountos”, HHelE, C.9, Atina 1980, s.325-331. Akropolitês, Geôrgios, Khronikê Syngrafê, yay., Antônios D. Panagiôtou, Atina 2003. Aksarayî, Kerîmüddin Mahmud, Müsâmeretü’l-Ahbâr ve Müsayeretü’l-Ahyâr, yay. O. Turan, Ankara 1943, TTK yay. Türkçe çev., Mürsel Öztürk, Ankara 2000. Alptekin, Coşkun, “Büyük Selçuklular”, DGBİT, C. VII, İstanbul 1989, 95-229. _______, “Türkiye Selçukluları”, DGBİT, C. VIII, İstanbul 1989, 209-406. 208 _______, “İzmir Türk Beyliği (Çaka Beyliği)”, Tarihte Türk Devletleri, II, Ankara 1987, s.477-481. Altan, Ebru, “Haçlı Ordularının Anadolu’da Geçtiği Yollar”, Belleten, LXV/243, (2001), s.571-582. _______, “Myriokephalon (Karamıkbeli) Savaşı’nın Anadolu Türk Tarihindeki Yeri”, Türkler, C.VI. Ankara 2002, s.630-634. _______, İkinci Haçlı Seferi (1147-1148), Ankara 2003. Amantos, Konstantinos, O Hellênısmos tês Mikras Asias kata ton Mesaiôna, Atina 1919. _______, “Tourkopoloi”, Hellênika, 6, (1933) s.325-326. _______, Historia tou Vyzantinou Kratous, 867-1204, C.II, Atina 1947. _______, Skheseis Hellênôn kai Tourkôn apo tou Endekatou Aiônos mekhri tou 1821, C.I, Atina 1955. Angold, Michael, The Byzantine Empire 1025-1081, New York 1988. _______, A Byzantine Government in Exile Government and Society under the Laskarids of Nicaea (1204-1261), Oxford 1975. _______, “The Byzantine State on the Eve of the Battle of Manzikert”, BF, XVI, (1991), s.9-34. Anonim Gesta Francorum et aliorum Hierosolimitanorum, Ed., ve İngilizce çev., Rosalind Hill, The Deeds of the Franks and other Pilgrims to Jarusalem, London, 1962. Anonim Süryani Vekayinamesi, “The First and Second Crusades from an Anonymous Syriac Chronicle” İngilizce çeviri ve notlar A.S. Triton-H.A.R. Gibb, Journal of the Royal Asiatic Society, 1933, I. Kısım, s.69-101, II. kısım, s.273-305; Türkçe çev., Vedii İlmen, I. ve II. Haçlı Seferleri Vekayinamesi, İstanbul 2005. Anzerlioğlu, Yonca, “Bizans İmparatorluğu’nda Türk Varlığı”, Türkler, C.VI, Ankara 2002, s.218-232. Aquensis, Albertus, Liber Christianae Expeditionis pro Ereptione et Restitutione Sanctae Hierosolymitanae Ecclesiae; Almanca çev., H. Hefele, Albert von Aachen. Geschichte des ersten Kreuzzuges, C. II, Jena 1923. 209 Armstrong, Karen, Holy War: The Crusades and Their Impact on Today’s World, London-Papermarc 1992. Arnakis, George G., “Byzantium’s Anatolian Provinces during the Reign of Michael Palaeologus”, Actes du XIIe Congrès International D’Études Byzantines, Ochride 10-16 Septembre 1961, II, Beograd 1964, s.37-44. Artuk, İbrahim, Artuk Beğ, Ankara 1988. Attaleiatês, Mikhaêl, Historia, yay., Iôannês D. Polemês, Atina 1997. Ateş, Ahmet, “Yabgulular Meselesi”, Belleten, XXIX/115 (1965), s.517-525. Athanasiadês, Titos, Oi Aftokratores tou Vyzantiou, Atina 2003. Ayiter, Kudret, “Myriokephalon Savaşı Nerede Olmuştur”, VIII. Türk Tarih Kongresi, Bildiriler, Ankara 1981, s.689-701. Azimî, Tarih, nşr. ve Türkçe çev., Ali Sevim, Azimî Tarihi Selçuklular ile İlgili Bölümler, Ankara 1988. Bailly, Auguste, Bizans Tarihi, II, Türkçe çev., Haluk Şaman, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul bty. Balivet, Michel, Ortaçağ’da Türkler Haçlılardan Osmanlılara (11.-15. yüzyıllar), Türkçe çev., Ela Güntekin, 2. baskı, İstanbul 2005. Barkan, Ömer Lütfi “İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler”, Vakıflar Dergisi, II, Ankara 1942, s.279-353. Barthold, V. V., Moğol İstilâsına Kadar Türkistan, Haz. H. Dursun Yıldız, Ankara 1990. _______, “Ani”, İA, C.I, Eskişehir 1997, s.435-437. Baştav, Şerif, Bizans İmparatorluğu Tarihi Son Devir (1261-1461), Ankara 1989. Baybars Mansûrî, Zübdetü’l-Fikre fî Târîhi’l-Hicre, yay., Donald S. Richards, Beyrut 1998. Baykara, Tuncer, I. Gıyaseddin Keyhüsrev (1164-1211), Gazi-Şehit, Ankara 1997. _______, Türkiye Selçuklularının Sosyal ve Ekonomik Tarihi, İstanbul 2004 Bosworth, C.E., “The Political and Dynastic History of the Iranian World (A.D. 10001217), The Cambridge History of Iran, C. V, Cambridge 1968, s.1-202. _______, İslâm Devletleri Tarihi, Türkçe çev., E. Merçil-M. İpşirli, İstanbul 1980. Bradford, E., The Great Betrayal: Constantinople, 1204, London 1967. 210 Brand, M. Charles, Byzantium Confronts the West 1180-1204, CambridgeMassachusetts 1968. _______, “The Turkish Element in Byzantium, Eleventh-Twelfth Centruies”, DOP, 43 (1989), 1-25. _______, “Mankaphas, Theodoroe”, ODB, C. 2, New-York-Oxford 1991, s.1286-1287. _______, “Asidenos, Sabbas”, ODB, C.1, New-York-Oxford 1991, s.207. Brockelman, Carl, İslâm Ulusları ve Devletleri Tarihi, Türkçe çev., Neşet Çağatay, Ankara 1992. Brosset, Marie Félicité, Gürcistan Tarihi (Eski Çağlardan 1212 Yılına Kadar), Türkçe çev., H.D. Andreasyan, Ankara 2003. Browning, Robert, “The Death of John II”, Byzantion, XXXI (1961), s.229-235. _______, The Byzantine Empire, Washington DC. 1992. Bryer Anthony, “A Byzantine Family: The Gabrades, c.979-c.1653”, UBHJ, XII, (1970), s.164-187. _______, The Empire of Trebizond and the Pontos, London 1980. Bundârî, Zubdet al-Nusra va Nuhbat al ‘Usra, Türkçe çev., Kıvameddin Burslan, Irak ve Horasan Selçukluları Tarihi, İstanbul 1943. Burns, R. Ignatius, “The Catalan Company and the European Powers, 1305-1311”, Speculum, XXIX, (1954) s.751-771. Cahen, “Le Commerce Anatolien au Début du XIIIe Siécle”, Mélanges D’Histoire du Moyen Age, Paris 1951, s.91-101. _______, “The Turkish Invasion: The Selchükids”, HC, I, ed. T. M. Setton and M. W. Baldwin, Philedelphia 1955, 135-176. _______, Selğukides, Turcomans et Allemands au temps de la troisième croisade” WZKM, 56, (1960), s.21-31. _______, “Alp Arslan”, EI2, C. I, Leiden-London 1960, s.420-421. _______, “Bābāi”, EI2, C.I, Leiden-London 1960, s.843-844. _______, “Qutlumush et ses fils avant l’Asie Mineure”, DI, 39, (1964), s.14-27. _______, “Une Famille Byzantine au Service des Seldjuqides D’Asie Mineure”, Polycronion Festschrift Franz Dölger zum 75. Geburststag, Heildelberg 1966, s.145-149. 211 _______, “Question D’Histoire de La Province de Kastamonu au XIIIe Siecle”, SAD, III (1971), s.145-158. _______, “İslâm Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı”, Türkçe çev., Zeynep Kerman, TM, C. XVII, 1972, s.77-100. _______, “Kaykubād I”, EI2, C.IV, Leiden 1978, s.817-818. _______, “Kaykā’ūs I”, EI2, C.IV, s.813. _______, “Kaykhusraw I”, EI2, C.IV, s.816. _______, “Kaykhusraw II”, EI2, C.IV, s.816-817. _______, Osmanlılardan Önce Anadolu’da Türkler, Türkçe çev., Yıldız Moran, İstanbul 1979. _______, “Kilidj Arslan I.”, EI2, C. V, Leiden 1986, s.103-104. _______, “Kilidj Arslan II”, EI2, C.V, s.104. _______, Türklerin Anadolu’ya İlk Girişi, Türkçe çev., Y. Yücel-B. Yediyıldız, Ankara 1992. Carım, Fuad, Tarihin Türk’e Yüklediği Çetin Görev, İstanbul. 1965. Cedrenus, Georgius, Synopsis Historiarum, I-II, CSHB, yay., I. Bekker, Bonn 18381839. Chalandon, Ferdinand, Jean II Comnène (1118-1143) et Manuel I Comnène (1143)1180), II, Paris 1912. _______, “The Earlier Comneni”, CMH, C.IV, Cambridge 1923, s.318-350. _______, “The Later Comneni John (1118-1143), Manuel (1143-1180), Alexius II (1180-1183), Andronicus (1183-1185)”, CMH, C.IV, Cambridge 1923, s.351-384. Charanis, Peter, “On the Asiatic Frontiers of the Empire of Nicaea”, OCP, XIII (1947), s.58-62. _______, “The Byzantine Empire in the Eleventh Century”, HC, I, ed. Kenneth M. Setton, Philadelphia 1955, 177-219. Choniates, Nicetas, O City of Byzantium, Annals of Niketas Choniates, Translated by Harry J. Magoulias, Detroit 1984; Türkçe çev., Fikret Işıltan, Histoira (Ioannes ve Manuel Komnenos Devirleri), Ankara 1995; Türkçe çev., Işın 212 Demirkent, Niketas Khoniates’in Historia’sı (1195-1206), İstanbul 2004; Niketas Khoniates’in Historia’sı (1180-1195), İstanbul 2006. Cuzcanî, Tabakat-ı Nasırî, yay., Abdülhay Habibî, Tahran 1363 h.ş. Çay, Abdulhalûk, Anadolu’nun Türkleşmesinde Dönüm Noktası Sultan II. Kılıç Arslan ve Karamıkbeli (Myriokefalon) Zaferi (17 Eylül 1176), Ankara 1984. _______, II. Kılıç Arslan, Ankara 1987. Çetin, Osman, Selçuklu Müesseseleri ve Anadolu’da İslâmiyet’in Yayılışı, İstanbul 1981. Darkot, Besim, “Sinop”, İA, C.X, s.683-689. _______, “Denizli”, İA, C.III, s.527-531. Daş, Mustafa, “Selçuklu Ülkesinde Bizanslı Mülteciler”, Toplumsal Tarih, Aralık 2000, s.4-12. _______, Bizans’ın Düşüşü, 1. baskı, İstanbul 2006. Davidson, E., “The Secret Weapon of Byzantium”, BZ, LXVI (1973) s.61-74. Delilbaşı, Melek, Türk Sultan ve Beylerinin Yazışmada Kullandıkları Yunanca Belgeler ve Değerlendirilmeleri (XIII-XV. Y.Y.), Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Ortaçağ Kürsüsü, Basılmamış Doçentlik Tezi, Ankara Eylül 1978. _______, “Ortaçağda Türk Hükümdarları Tarafından Batılılara Ahidnamelerle Verilen İmtiyazlara Genel Bir Bakış”, Belleten XLVII/185 (1983), s.95-104. Demirkent, Işın, “1071 Malazgirt savaşına Kadar Bizans’ın Askerî ve Siyasî Durumu”, İÜEFTED, sa. 33, İstanbul 1982, s.133-146. _______, “Haçlı Seferleri Düşüncesinin Doğuşu ve Hedefleri”, İÜEFTED, sa. 35, İstanbul 1984, s.65-78. _______, Urfa Haçlı Kontluğu Tarihi (1118-1146), C.II, Ankara 1994. _______, “1101 Yılı Haçlı Seferleri”, Prof. Dr. Fikret Işıltan’a 80. Doğum Yılı Armağanı, İstanbul 1995, 17-56. _______, Sultan I. Kılıç Arslan, Ankara 1996. _______, “Haçlılar”, TDVİA, C. 14, İstanbul 1996, s.525-546. _______, Haçlı Seferleri, İstanbul 1997. 213 _______, “Haçlı Seferlerinin Mahiyeti ve Başlaması”, Haçlı Seferleri ve XI. Asırdan Günümüze Haçlı Ruhu Semineri, 26-27 Mayıs 1997, Bildiriler, İstanbul 1998, s.1-14. _______, “1101 Yılı Haçlı Seferleri Ordularının Anadolu’da Takip Ettiği Yollar Hakkında”, Uluslararası Haçlı Seferleri Sempozyumu, 23-25 Haziran 1997 (İstanbul), Ankara 1999, s.115-122. _______, “Komnenoslar Sarayında Bir Türk: Ioannes Aksukhos”, XI. Türk Tarih Kongresi, Bildiriler, II, Ankara 1999, s.539-544. _______, “Türk yaşam ve Kültürünün Bizans’a Etkilerinden Birkaç Örnek”, Tarih Boyunca Türklerde Ev ve Âile Semineri, Bildiriler, İstanbul 2000, s.145-154. _______, “Bizans İmparatorluğu Devrinde Dorylaion”, Tarihte Eskişehir Sempozyumu, I, (2-4 Kasım 1998), Eskişehir 2001, s.45-60. Diehl, Charles, “The Fourth Crusade and the Latin Empire”, CMH, C.IV, Cambridge 1923, s.415-431. _______, Bizans İmparatorluğu’nun Tarihi, Türkçe çev., A. Göke Bozkurt, İstanbul 2006. Dirimtekin, Feridun, Malazgirt Meydan Muharebesi, İstanbul 1943. _______, Konya ve Düzbel (1146-1176), İstanbul 1944. _______, “Selçukluların Anadolu’da Yerleşmelerini ve Gelişmelerini Sağlayan İki Zafer”, Malazgirt Armağanı, Ankara 1972, s.231-258. Downy, G., “Earthquakes at Constantinople and Vicinity, A.D. 342-1453”, Speculum, 30 (1955), s.596-600. Dölger, Franz, Regesten der Kaiserkunden des Oströmischen Reiches, (1204-1282), III, München 1977. Dräseke, Johannes, “Theodoros Laskaris”, BZ, 3, (1894), s.498-515. Duncalf, Fredrich, “The First Crusade: Clermont to Constantinople”, HC, I, ed. T. M. Setton and M. W. Baldwin, Philedelphia 1955, s.253-279. Ebul Ferec (İbnül İbrî), Tarihi Muhtasarüddüvel, terc. Şerafeddin Yaltkaya, İstanbul 1941. 214 Eickhoff, Ekkehard, “Friedrich Barbarossa Anadolu’da” VII. Türk tarih Kongresi (Ankara 25-29 Eylül 1970) Kongre’ye Sunulan Bildiriler, I, Ankara 1972, s.269-280. _______, “Der Ort der Sclacht Von Myriokephalon”, VIII. Türk Tarih Kongresi, Bildiriler, Ankara 1981, s.679-687. Ersan, Mehmet, “Türkiye Selçukluları’nda Hediye ve Hediyeleşme-I”, TİD, XIV, (1999), s.65-77. _______, “Kilikya Ermeni Krallığı’nın Türkiye Selçukluları’na Tâbiyeti Meselesi”, Prof. Dr. İsmail Aka Armağanı, İzmir 1999, s.301-315. _______, “Kilikya Ermeni Krallığı”, Efsaneden Tarihe Tarihten Bugüne Adana: Köprübaşı, haz. Erman Artun-M. Sabri Koz, İstanbul 2000, s.327-343. _______, “Selçuklu Ermeni İlişkileri”, Türkler, C.VI, Ankara 2002, s.635-644. _______, “I. Alaeddin Keykubad’ın Çukurova Siyaseti”, XIV CIEPO (14th. Symposium of the Comité International d’Etudes Pré-Ottomanes et Ottomanes) Uluslar arası Türk İncelemeleri Kongresi, İzmir 18-22 Eylül 2000, Ankara 2004, s.161-169. _______, “Katalanların Anadolu’daki Faaliyetleri: 1304”, Uluslararası Batı Anadolu Beylikleri Sempozyumu, Bildiriler, 18-20 Ekim 2004, Balıkesir, 2005, s.7684. Evangelidês,Tryfôn, Historia tês Trapezountos apo tôn Arkhaiotatôn Khronôn mekhri tôn Kathêmas, Odêssos 1898. Eyice, Semavi, Malazgirt Savaşını Kaybeden IV. Romanos Diogenes(1068-1071), Ankara 1971. Fallmerayer, Jacob Philipp, Geshichte des Kaisertums von Trapezunt, Münih 1827/Hildeheim 1964. Faroqhi, Suraiya, “Sinūb”, EI2, C.IX, Leiden 1997, s.653-656. Finlay, George, History of the Byzantine Empire, London-Newyork 1935. Fisher, Sydney Nettleton, The Middle East A History, New York 1969. Fledelius, Karsten, “Byzantium and the West 1204-1996 a European Perspective”, Byzantium, Identity, Image, Influence, Major Papers, XIX International 215 Congress of Byzantine Studies University of Copenhagen, 18-24 August, 1996, Copenhagen 1996, s.373-389. Ford, Edward, The Byzantine Empire, The Rearguard of European Civilization, London 1911. Foss, Clive, F.W., Nicea: A Byzantine Capital and its Praises, Brookline, Massachusetts 1996. _______, “Nicaea”, ODB, C.2, Oxford University Press 1991, s.1463-1464. Franzius, Enno, History of the Byzantine Empire, New York 1967. Fulcher of Chartres, A History of the Expedition to Jerusalem 1095-1127, İng. çev., Frances Rita Ryan, Knoxville 1969. Gardner, Alice, The Lascarids of Nicaea The Story of an Empire in Exile, Amsterdam 1964. Genceli Kragos, “Ermeni Müelliflerine Nazaran Moğollar”, Türkçe çev., Ed. Dularier, Türkiyat Mecmuası, II, İstanbul 1926, s.139-207. George of Pelagonia, “Vios tou agiou Iôannou Vasileôs tou Eleêmonos”, August Heisenberg, “Kaiser Johannes Batatzes der Barmherzige. Ein mittelgriechische Legend”, BZ, 14 (1905), s.193-233. Gerdizî, Zeynü’l Ahbâr, yay. Abdülhay Habibî, Tahran 1363 h.ş., Gerland, E., Geschichte des lateinischen Kaisereich von Konstantinopel, I: Balduin I. Und Heinrich, 1204-1216, Darmstadt 1966. Giannakopoulos, Kônstantinos, “Hê Politikê tou Mikhaêl VIII stê Mikra Asia”, HHelE, C.9, Atina 1980, s.135-137. Gibbon, Edward, The History of the Decline and Fall of the Roman Empire, C.VI, London 1913. Godfrey, J., 1204: The Unholy Crusade, Oxford 1980. Gordlevski, Viladimir, Anadolu Selçuklu Devleti, Türkçe çev., Azer Yaran, Ankara 1988. Gounaridês, Paris, “Theodôros I Komnênos Laskaris”, Pankosmio Viografiko Leksiko/Ekpaidevtikê Hellênikê Enkyklopaideia, C.4, Atina 1985, s.62-63. _______, “Kaükaous I”, EHelE, C.4, Atina 1985, s.346. _______, “Kaükaous II”, EHelE, C.4, Atina 1985, s.346. 216 _______, “Kaühosroês I ”, EHelE, C.4, Atina 1985, s.347-348. _______, “Iôannes II Komnênos”, EHelE, C.4, Atina 1985, s.167. _______, “Iôannes III Doukas Vatatzês”, EHelE, C.4, Atina 1985, s.167-168. Grêgoras, Nikêforos, Rômaikê Historia, C.I, (1204-1341), yay., Dêmêtrês Moshos, Atina 1997. Gregory Abû’l-Farac İbnü’l-İbrî (G. Barhebraeus), Abû’l-Farac Tarihi, İngilizce’den Türkçeye çev., Ö. R. Doğrul, I-II, 2. Baskı, Ankara 1987. Grosset, René, Bozkır İmparatorluğu, Türkçe çev., M. Reşat Uzmen, İstanbul 1993. Grumel, V., La Chronologie (Traité d’Etudes Byzantines), I., yay., Paul Lemerle, Paris 1958. Guilland, Rodolphe, “Études sur L’Histoire Administrative de L’Empire Byzantin, Le Grand Connétable”, Byzantion, XIX, (1949), s.99-109. Gusseinov, Rauf A., “Relations Entre Byzance et les Seldjuks en Asie Mineure aux XIe et XIIe Siècles (D’après les sources Syriennes)” Actes du XIVe Congres International des Études Byzantines, Bucarest 6-12 Septembre 1971, C.II, 1975, s.337-344. Güçlüay, Sezgin, “Anadolu Selçuklu Devleti’nin Ticaret Politikası”, Türkler, C.7, Ankara 2002, s.365-374. Haldon, John, Military Service, Military Lands, and the Status of Soldiers: Current problems and Interpretations”, State, Army and Society in Byzantium, VII, Ashgate: Variorum 1995. s.1-67. ________, Byzantium at War AD 600-1453, New York: Routledge, 2003. Hamdullah Müstevfî, Tarihi-i Güzîde, yay., Abdülhüseyn-i Nevâî, Tahran 1339 h.ş. Head, Constance, Imperial Byzantine Portraits, New rochelle-New York 1982. Hernandez, Frances, “The Turks with the Grand Catalan Company, 1305-1312”, Boğaziçi Üniversitesi Dergisi, 2, (1974) s.25-45. Herrin, Judith, “The Collapse of the Byzantine Empire in the Twelfth Century: A Study of a Medieval Economy”, UBHJ, XII/2, (1970), s.188-203. Holt, P. M., The Age of the Crusades (The Near East from the Eleventh Century to 1517, New York 1992; Türkçe çev., Özden Arıkan, Haçlılar Çağı 11. Yüzyıldan 1517’ye Yakındoğu, İstanbul 1999. 217 Honigmann, Ernst, Bizans Devleti’nin Doğu Sınırı, Türkçe çev., Fikret Işıltan, İstanbul 1970. Hunt, L.A., “Comnenian Aristocratic Palace Decoration: Descriptions and Islamic Connections”, The Byzantine Aristocracy IX to XIII Centuries, s.138-156. Hussey, J.M., The Byzantine World, London-New York 1957. _______, “The Later Macedonians, The Comneni and the Angeli 1025-1204”, CMH, C.IV, Cambridge 1966, s.193-249. İbnu’l-‘Adîm, Zubdetu’l-Haleb min Târîh Haleb, II, yay., Samî Dahhân, Dımaşk 1954. _______, Bugyetü’t-Taleb fî Tarih Haleb (seçmeler), çeviri, notlar ve açıklamalar Ali Sevim, Biyogrofilerle Selçuklular Tarihi, Ankara 1989. İbn Bibi, El Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’l-Ala’iye, yay., A. Sadık Erzi, Ankara 1956; Türkçe çev., Mürsel Öztürk, I, Ankara 1996. İbnü’l-Esir, el Kâmil fî’t-Târîh, C.IX, X, XI, XII yay., Carolus Johannes Tornberg, Beyrut 1386/1966; Türkçe çev., Abdülkerim Özaydın, C.IX, X, XI, XII İstanbul 1987. İbnu’l Ezrak, Târîh Meyyafârikin ve Âmid (Mervanlılar Kısmı), yay. B. A. L. ‘Avvâd, Kahire 1959. İbn Kalânisî, Zeyl Târîh Dımaşk, H. F. Amedroz, Leyden 1908. İlgürel, Mücteba, “Çaka Bey”, TDVİA, C. 8, İstanbul 1993, s.186-188. İstanbul’un Fethinden Önce Yazılmış Tarihî Takvimler, yay., Osman Turan, 2. baskı, Ankara 1984. Jacoby, David, “Catalans, Turcs et Vénetiens en romanie (1305-1332): un Nouveau Témoignage de Marino Sanudo Torsello”, SM, XV/I, (1974), s.217-226. Jenkins, Romilly J. H., Byzantium: The Imperial Centuries, A.D. 610-1071, Toronto 1987. Jerphanion, G.de, “Σαµψών et Άµισος Une Ville à Déplacer de Neuf Cents Kilomètres”, OCP, I (1935), s.257-267. Jurewicz, Oktawiusz, Andronikos I. Komnenos, Amsterdam 1970. Kaegi, Walter Emil, “The Contribution of Archery to Turkish Conquest of Anatolia”, Speculum, XXXIX, January 1964, 96-108; Türkçe çev., Yusuf Ayönü, 218 “Anadolu’nun Türkler Tarafından Fethine Okçuluğun Katkısı”, TİD, XVI, 2001, s.239-253. Kafalı, Mustafa, “Anadolu’nun Fethi ve Türkleşmesi”, Erdem, C.8, sa: 22, Ocak 1996, s.5-17. Kafesoğlu, İbrahim–H.Dursun Yıldız–Erdoğan Merçil-Mehmet Saray, A Short History of Turkish-Islamic States, Ankara 1994. Kafesoğlu, İbrahim, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, İstanbul 1953. _______, “Doğu Anadolu’ya İlk Selçuklu Akını (1115-1021) ve Tarihi Ehemmiyeti”, 60. Doğum Yılı Münasebetiyle Fuad Köprülü Armağanı, İstanbul 1953, s.259-274. _______, “Selçuk’un Oğulları ve Torunları” TM, C. XIII, 1958, s.117-130. _______, “Anadolu Selçuklu Devleti Hangi Tarihte Kuruldu“, İÜEFTED, sa. 10-11, 1981, s.1-18. _______, “Selçuklu Çağındaki İzmir Türk Beyi’nin Adı: Çaka mı, Çağa mı, Çakan mı”, İÜEFTED, sa. 34, İstanbul 1984, 55-60. _______, “Alp Arslan”, TDVİA, C.2, İstanbul 1989, s.526-530. _______, Selçuklu Tarihi, İstanbul 1992. _______, “Malazgirt Muharebesi”, İA, C.VII, Eskişehir 1997, s.242-248. _______, “Melikşah”, İA, C.VII, Eskişehir 1997, s.665-673. _______, “Selçuklular”, İA, C.X, Eskişehir 1997, s.353-416. Kalomenopoulos, Nikostratos, “Aleksios I Komnênos”, MHelE, C.14, s.778-779. _______, “Tourkopouloi”, MHelE, C. 23, s.235. _______, “Iôannes II Komnênos”, MHelE, C.14, s.779. _______, “Manouêl II Komnênos”, MHelE, C.14, s.779-780. _______, “I. Andronikos Komnênos”, MHelE, C.14, s.780-781. Karolides, Pavlos, Romanos Diogenis, Türkçe çev., Kriton Dinçmen, İstanbul 1993. Kaya, Selim, I. Gıyâseddin Keyhüsrev ve II. Süleymanşah Dönemi Selçuklu Tarihi (1192-1211), Ankara 2006. Kayapınar, Levent, Osmanlı Klasik Dönemi Mora Tarihi, (Basılmamış Doktora Tezi) Ankara 1999. 219 Kazhdan, Alexander, “Maurozomes”, ODB, C.2, New-York-Oxford 1991, s.1319-1320. Kazhdan, A.-Antony Cutler, “Gabras”, ODB, C.2, New-York-Oxford 1991, s.812. Kazhdan, A.-Antony Cutler, “Axouch”, ODB, C.1, New-York-Oxford 1991, s.239. Kaymaz, Nejat, “Anadolu Selçuklularının İnhitatında İdare Mekanizmasının Rolü, I”, TAD, II, sa. 2-3 (Ankara 1964), s.91-155. Kaymaz, Nejat, Pervâne Mu‘inü’d-dîn Süleyman, Ankara 1970. Kesik, Muharrem, Türkiye Selçuklu Devleti Tarihi Sultan I. Mesud Dönemi (11161155), Ankara 2003. Kırzıoğlu, Fahreddin, “Selçukluların Anı’yı Fethi ve Buradaki Selçuklu Eserleri”, SAD, II, 1970, s.111-139. Kinnamus, John, Deeds of John and Manuel Comnenus, İngilizce çev., Charles M. Brand, New York: Columbia university Press 1976; Türkçe çev., Işın Demirkent, Ioannes Kinnamos’un Historia’sı (1118-1176), Ankara 2001. Koca, Salim, “Sultan Alp Arslan ve Anadolu’nun Kaderini Tayin Eden Zafer”, Meslek Hayatı’nın 25. Yılında Prof. Dr. Abdulhalûk M. Çay Armağanı, C. I, Ankara 1998, s.599-619. Koca, Salim, Sultan I. İzzeddin Keykavus (1211-1220), Ankara 1997. Komnena, Anna, The Alexiad of The Princess Anna Komnena, İngilizce çev., A. Dawes, London 1967; Türkçe çev., Bilge Umar, Alexiad: Anadolu’da ve Balkan Yarımadası’ında İmparator Alexios Komnenos Dönemi’nin Tarihi Malazgirt’in Sonrası, İstanbul 1996. Kordatos, I., Historia tês Vyzatinês Aftokratorias, (395-1204), C.I, Atina 1959. _______, Historia tês Vyzatinês Aftokratorias, (1204-1453), C.II, Atina 1960. Köprülü, Fuad, Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu, 2. baskı, Ankara 1984. Köymen, Mehmet Altay, “Selçuklu Devri Türk Tarihi Araştırmaları, I”, Belleten, XVII/68, (1953), s.557-604. _______, “Anadolu’nun Fethi”, Diyanet İşleri Başkanlığı Dergisi, I, Ankara 1961, s.89-122. _______, Tuğrul Bey ve Zamanı, İstanbul 1976. _______, Selçuklu Devri Türk Tarihi, 2. Baskı, Ankara 1982. 220 _______, Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi, C. I, 2. Baskı, Ankara 1993; C. III, Ankara 1992. _______, “Süleymanşah ve Anadolu Selçuklu Devleti’nin Kuruluşu”, Belleten, LVII/218, (1993), s.71-79. _______, Alp Arslan ve Zamanı, İstanbul 1995. _______, “Tuğrul Bey”, İA, C. XII/II, Eskişehir 1997, s.25-41. Kurat, Akdes Nimet, Çaka, Orta Zamanda İzmir ve Yakınındaki Adaların Türk Hakimi, İstanbul, 1936. _______, Peçenek Tarihi, İstanbul, 1937. Kursanskis, Michel, “L’Empire de Trébizonde et les Turcs au 13e Siècle”, RÉB, 46, (1988), s.109-124. Lambton, A. K. S.,“The Internal Structure of The Seljuq Empire”, The Cambridge History of Iran, C. V, Cambridge 1968, s.203-282. Laiou, Angeliki E., Constantinople and the Latins The Foreign Policy of Andronicus II 1282-1328, Cambridge-Massachusetts 1972. _______, “To Vyzantio kai Hê Dysê”, HHelE, 9, Atina 1980, s.166-183. Langdon, John S., Byzantium’s Last Imperial Offensive in Asia Minor, New RochelleNew York 1992. Lampsidês, O. D., “Apopseis epi tou Kratous tôn Megalôn Komnênôn” AP, 24 (1961), s.14-34. _______, “Peri tên İdrysin tou Kratous tôn Megalôn Komnênôn” AP, 31 (1971-1972), s.3-18. _______, “O Antagônismos Metaksy tôn Kratôn tês Nikaias kai tôn Megalôn Komnênôn dia tên Klêronomian tês Vyzantinês Ideas”, AP, 34, (1977-78), s.3-19. _______, “ ‘O «eis Trapezounta» Logos tou Bêssariônos”, AP, 39, (1984), s.3-75. Laskarê, İlia, Vyzantinoi Aftokratores, C.II, Atina 1995. Laurent, J., Byzance et les Turcs Seldjoucides dans l’Asie Occidentale Jusqu’en 1081, Paris-Nancy 1913. Laurent, “Le Grand Domesticat a Byzance”, ÉO, XXXVII (1938), s.53-72. 221 _______, “Une Famille Turque au Service de Byzance les Mélikés”, BZ, sa. 49 (1956), s.349-368. _______, “ Rum (Anadolu) Sultanlığının Menşei ve Bizans”, Türkçe çev. Y. Yücel, Belleten, C. LII/202, (1988), s.219-226. Lazaropoulos, Iôsêf, Logos ôs en Synopsei Dialamvanôn tên Genetthlion êmeran tou en Thavmasi Perivoêtou kai Megalathlou Evgeniou, Papadopoulos-Keremeus, Sbornik İstoçnikov Po İstoriy Trapezundskoy İmperiy, FHIT, ed., Adolf M. Hakkert, Amsterdam 1965, s.52-77. Leiser, G., “Saltuk Oghulları”, EI2, C.VIII, Leiden 1995, s.1001. _______, “Sulayman b. Kutulmish”, EI2, C. IX, Leiden 1997, s.825-826. Lemerle, Paul, Bizans Tarihi, Türkçe çev., Galip Üstün, İstanbul 1994. Levtchenko, M., Bizans, Türkçe çev., Erdoğan Berktay, İstanbul 1979. Lilie, Ralph-Johannes, “Twelfth-Century Byzantine and Turkish States”, BF, XVI (1991), s.35-51; Türkçe çev., Yusuf Ayönü “XII. Yüzyılda Bizans ve Türk Devletleri”, TİD, XX/I (2005), s.197-209. _______, Byzantium and the Crusader State 1096-1204, Oxford-New York 1993. Loewe, Herbert M.J., “The Seljūqs”, CMH, C.IV, Cambridge 1923, s.299-317. Loukitês, Kônstantinos, Engkômion eis Agion Megalomartyra tou Khristou Evgenion kai tous Synathlous aftou Kanidion, Oyalerianon kai Akylan tous en Trapezounti Martyrêsantas, yay., Papadopoulos-Keremeus, Fontes Sbornik İstoçnikov Po İstoriy Trapezundskoy İmperiy, FHIT, ed., Adolf M. Hakkert, Amsterdam 1965, s.1-32. Magdalino, Paul, “Manuel Komnenos and the Great Palace” Byzantine and Modern Greek Studies, 4 (1978) s.101-114. _______, The Empire of Manuel I Komnenos 1143-1180, Cambridge 1993. _______, “The Medieval Empire (780-1204)”, OHB, Ed., Cyril Mango, New York 2002, s.169-208. Makrizî, Kitâb es-Sulûk li-Ma‘rifet Duvel el-Mulûk, C.I/2, C.II/1 yay., Muhammed Mustafa Ziyade, Kahire 1956, 1942. McGeer, Eric, “Greek Fire”, ODB, New York-Oxford 1991, C.2, s.873. İ. Mélikoff, “Denizli”, EI2, C.II, Leiden,London 1965, s.204-205. 222 Merçil, Erdoğan, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, 2. Baskı, Ankara 1993. _______, “Bizans’ta Selçuklu Hanedan Mensupları”, XI. Türk Tarih Kongresi, Bildiriler, II, Ankara 1994, s.709-721. Miller, William, “The Empire of Nicaea and the Recovery of Constantinople”, CMH, C.IV, Cambridge 1923, s.478-516. _______, Trebizond, The Last Greek Empire of the Byzantine Era 1204-1461, London 1926. Mirhond, Ravzatu’s-Safa, C.IV, Luknov 1914. Moayedi, Hasan Ghali, “Invasion Seldjoukides En Arménie Byzantine”, TAD, C.VI, sa. 10-11, 1968, s.127-133. Morgan, David , The Mongols, Cambridge-Massachusetts 1987. Muralt, E.D., Essai de Chronographie Byzantine 1057-1453, C.I, Bale, Geneve 1871. Müneccimbaşı Ahmed b. Lütfullah, Câmiu’d-Düvel (Selçukluar Tarihi II), yay., Ali Öngül, İzmir 2001. Necipoğlu, Nevra, “Türklerin ve Bizanslıların Ortaçağda Anadolu’da Birliktelikleri”, Cogito, sa 29, İstanbul 2001, s.74-91. _______, “Aksuhos Ailesi”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, I., İstanbul 1993. s. Nicol, Donald M., The Despotate of Epiros (1204-1267) Oxford 1957. _______, “The Fourth Crusade and the Greek and Latin Empires, 1204-1261”, CMH, IV, (1966), s.275-330. _______, “Apo tên Alôsê ôs tên Anaktêsê tês Kônstantinoupoleôs (1204-1261”, Hê Historia tou Hellênikou Ethnous, C.8, Atina 1980, s.76-106. _______, Bizans ve Venedik Diplomatik ve Kültürel İlişkiler Üzerine, Türkçe çev., Gül Çağalı Güven, İstanbul 2000. _______, Bizans’ın Son Yüzyılları (1261-1453), Türkçe çev., Bilge Umar, 2. baskı, İstanbul 2003. Niğdeli Kadı Ahmed, el-Veledü’ş-Şefik, Fatih Kütüphanesi, No: 4519. Nomiku, H.A., Haçlı Seferleri, Türkçe çev., Kriton Dinçmen, 2. Baskı, İstanbul 1997. Norwich, John Julius, Byzantium The Apogee, New York 1992. _______, Byzantium, The Decline and Fall, New York : Knopf, 1996. _______, A Short History of Byzantium, New York, 1997. 223 Nüveyrî, Şihâbüddin Ahmed b. Abdülvehhâb Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb fî fünûni’l-edeb, yay., Muhammed Abdülhadi Şaire, C.30, Kahire 1990. Ocak, Ahmet Yaşar, Babaîler İsyanı Alevîliğin Tarihsel Altyapısı Yahut Anadolu’da İslâm-Türk Heterodoksisinin Teşekkülü, 2. baskı, İstanbul 1996. _______, Sarı Saltık Popüler İslâm’ın Balkanlar’daki Destanî Öncüsü, Ankara 2002. Odo of Deuil, De profectione Ludovici VII in orientem, ed., ve İngilizce çev., Virginia Gingerick Berry, The Journey of Louis VII to the East, New York 1948. Oikonomides, N., “Le Serment de l’Impératrice Eudocie (1067)”, RÉB, 21 (1963), s.101-128. Orgels, Paul, “Sabas Asidénos Dynaste de Sampsôn”, Byzantion, X (1935), s.67-80. Ostrogorsky, “The Palaelogi”, CMH, C.IV, Cambridge 1966, s.331-387. Ostrogorsky, Georg, Bizans Devleti Tarihi, Türkçe çev., Fikret Işıltan, 3. Baskı, Ankara 1991. Öden, Zerrin Günal, “Bizans İmparatorluğu’nun Türklere Karşı Alan ve Katalanlar İle İttifakı”, İÜEFTED, sa. 35, (1994) s.123-129. _______, “Türkiye Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Mesud Hakkında Bazı Görüşler”, Belleten, LXI/231, (1997), s.287-300. Özaydın, Abdülkerim, “Danişmendliler”, DGBİT, C. VIII, İstanbul 1992, s.121-140. Pakhymeres, Georgios, Relations Historiques, C.I-II, notlar Albert Failler Fransızca çev., Vitalien Laurent, Paris 1984; C. IV, notlar ve Fransızca çev., Albert Failler, Paris 1999. Panaretos, Mikhaêl, Peri tôn tês Trapezountos Vasileôn tôn Megalôn Komnênôn Opôs kai Pote kai Poson Ekastos Evasilevsen, yay., A. Hahanov, Panaret’in Trabzon Tarihi, Türkçe çev., Enver Uzun, Trabzon 2004. Papadopoulos, A.A., “Aleksios I Komnênos”, MHelE, C.14, s.782. Partington, J.R., A History of Grek Fire and Gunpowder, Cambridge 1960. Peacock, A. C. S., “The Saljūq Campaign against the Crimea and the Expansionist policy of the Early Reign of ‘Alā’ al-Dīn Kaykubād”, JRAS, XVI, 2, (2006), s.133-149. Polat, M. Said, “Selçuklu Türkiye’sinde Ticaret”, Türkler, C.7, Ankara 2002, s.375-385. 224 _______, Selçuklu Göçerlerinin Dünyası Karaçuk’tan Aziz George Kolu’na, İstanbul 2004, Polemis, D. I., “Notes On Eleventh-Century Chronology (1059-1081), BZ, LVIII, (1965), s.60-76. Psellos, The Chronographia of Michael Psellus, Translated from Greek by E. R. A. Sewter, New Haven 1953; Türkçe çev., Işın Demirkent, Mikhail Psellos’un Khronographia’sı, Ankara 1992. Queller, D., The Fourth Crusade: The Conquest of Constantinople, 1201-1204, Pennsylvania 1977. Ramsay, W.M., The cities and bishoprics of Phrygia : being an essay of the local history of Phrygia from the earliest times to the Turkish conquest, Oxford 1895. _______, Anadolu’nun Tarihî Coğrafyası, Türkçe çev., Mihri Pektaş, İstanbul 1960. Rásonyi, László, Tarihte Türklük, 3. Baskı, Ankara 1993. Ravendî, Muhammed b. Ali b. Süleyman, Râhat-üs-Sudûr ve Âyet-üs-Sürûr, I, Türkçe çev., Ahmet Ateş, Ankara 1957. Raşîd al-Dîn Fazlallâh, Câmi’al-Tavârîh, C. 2, cüz 5, yay. Ahmet Ateş, Ankara 1960. Rice, Tamara Talbot, The Seljuks in Asia Minor, London 1961. Richard, Jean, The Crusades c.1071-c.1291, Cambridge 1999. Robert de Clari, İstanbul’un Zaptı (1204), Türkçe çev., Beynun Akyavaş, Ankara 1994. Runciman, Steven, “Anadolu’nun Ortaçağlardaki Rolü”, Belleten, VII/27, (1943), s.549-556. _______, “The First Crusade: Constantinople to Antioch”, HC, I, ed. T. M. Setton and M.W. Baldwin, Philedelphia 1955, s.280-304. _______, The End of the Byzantine Empire, London 1979. _______, The First Crusade, Abridged ed., Tokyo-Dai Nippon 1980. _______, “Trade and Industry”, CEHE, C.II, Trade and Industry in the Middle Ages, Cambridge 1987, s.132-167. _______, Haçlı Seferleri Tarihi, C.I-II-III, Türkçe çev., Fikret Işıltan, 2. Baskı, Ankara 1989, 1992, 1992. Sadruddin Ebu’l-Hasan Ali ibn Nâsir ibn Ali el Hüseynî, Ahbâr üd-Devletis-Selçukıyye, Türkçe çev., Necati Lugal, Ankara 1943. 225 Saint Quentin, Simon de, Bir Keşiş’in Anılarında Tatarlar ve Anadolu 1245-1248, Türkçe çev., Erendiz Özbayoğlu, Antalya 2006. Samothrakê, Akhilleôs Th., “O Soultanos tou Ikoniou Azatinos kai ê Poliorkia tês Ainou ypo tôn Voulgarôn”, Arkheion tou Thrakikou Laografikou kai Glôssikou Thêsavrou, II, Atina (1935-36), s.47-55. Samouêlidês, Khrêstos, Historia tou Pontiakou Hellênismou, 3. baskı, Atina 2002. Savvides, Byzantium in the Near East : its relations with the Seljuk sultanate of Rum in Asia Minor, the Armenians of Cilicia and the Mongols, A.D. c. 1192-1237, Selanik 1981. _______, “Kaïkaousês”, MGE, YDRİA, C.30, Atina 1983, s.15-16. _______, “Kaïkobadês”, MGE, C.30, s.17. _______, “Kaihosrois” MGE, 30, s.53. _______, “Oi Megaloi Komnênoi tou Pontou kai Oi Seltzoukoi tou Rûm (Ikoniou) tên Periodo 1205/6-1222, Hê Dıêgêsê tou Ibn Bibi gıa tên Katalêpsê tês Sinôpês (1214)”, AP, 39, (1984), s.169-193. _______, “Kıose-Dag”, MGE, C.33, Atina 1984, s.125. _______, “Souleüman”, MGE, C.48, Atina 1987, s.191-192. _______, Vyzantina Stasiastika kai Aftonomistika Kinêmata sta Dôdekanêsa kai stê Mikra Asia 1189-1240, Atina 1987. _______, “Tourkopouloi”, MGE, C. 51, (1988) s.121-122. _______, “Trapezounta Aftokratoria (1204-1461)”, MGE, C.51, Atina 1988, s.175-177. _______, “The Trapezuntine Sources of the Seljuk Attack on Trebizond in A.D. 12221223”, AP, 43, (1990-1991), s.102-130. _______, “Gia tên Taftotêta to “Melik” stên Seltzoukıkê Ekstrateia tou 1222-1223 kata tês Trapezountas”, Praktika 14. Panellêniou Istorikou Synedriou, Selanik 1994, s.79-98. _______, “O Seltzoukos Emirês tês Smyrnês Tzakhas (Çaka) kai oi Epidromes tou sta Mikrasiatika Paralia, ta Nêsia tou Anatolikou Aigaiou kai tên Kônstantinoupolê, (c.1081-c.1106, I: c.1081-1090, II: c.1090-1106)”, VyzantinoTourkika Meletêmata, Atina 1999, s.71-102. 226 _______, “Ekkhristianismenoi Tourkofônoi Misthoforoi sta Vyzantina kai sta Latinika Strateumata tês Anatolês” VyzantinoTourkika Meletêmata, Atina 1999, s.287-296. _______, “Hê Teleftaia Patzinakikê Epidromê sto Vyzantio (1122-1123)”, VyzantinoTourkika Meletêmata, Atina 1999, s.137-151. _______, “Oi Komanoi (Koumanoi) kai to Vyzantio 11os-13os ai.”, VyzantinoTourkika Meletêmata, Atina 1999, s.153-170. _______, “Byzantium’s Oriental Front in the First Part of the Thirteenth Century: The Empires of Nicaea and Trapezous (Trebizond) in view of the Seljuk and Mongol Menace”, VyzantinoTourkika Meletêmata, Atina 1999, s.49-69. _______, Oi Turkoi kai to Vyzantio, I, Atina 2001. _______, “Acropolites and Gregoras on the Byzantine-Seljuk Confrontation at Antioch –on- the Maeander (A.D. 1211)”, Vyzantina Tourkika Mesaiônika, İstorikes Symvoles, Selanik 2002, s.29-38. _______, “Vyzantinos Pontos, Oi Seltzoukoi kai Oi Danismendides Tourkoi”, Vyzantina Tourkika Mesaiônika, İstorikes Symvoles, Selanik 2002, s.45-60. _______, “Suleyman Shah of Rûm, Byzantium Cilician Armenia and Georgia (A.D. 1197-1204), Byzantion, LXXIII, (2003), s.96-111. _______, Historia tou Vyzantio 1025-1461, C.III, Atina 2004. Setton, M. K., “Nureddin’in Faaliyeti”, Türkçe çev., K.Y. Kopraman, TAD, C. IV, sa. 67, Ankara 1966, s.505-520. _______, The Papacy and the Levant (1204-1517), I: The Thirteenth and Fourteenth, Philadelphia 1976. Sevim, Ali-Merçil, Erdoğan, Selçuklu Devletleri Tarihi, Siyaset, Teşkilat ve Kültür, Ankara 1995. Sevim, Ali-Yücel, Yaşar, Türkiye Tarihi Fetih, Selçuklu ve Beylikler Dönemi, Ankara 1989. Sevim, Ali, Ünlü Selçuklu Komutanları, Afşin, Atsız, Artuk ve Aksungur, Ankara 1990. _______, Anadolu Fatihi Kutalmışoğlu Süleymanşah, Ankara 1990. _______, “Artukluların Soyu ve Artuk Bey’in Siyasi Faaliyetleri”, Belleten, XXVII/101, (1962), s.121-146. 227 _______, Malazgirt Meydan Savaşı, Ankara 1971. _______, “Malazgirt Meydan Savaşı ve Sonuçları”, Malazgirt Armağanı, Ankara 1972, s.219-229. _______, Genel Çizgileriyle Selçuklu-Ermeni İlişkileri, Ankara 1983. _______, “Çağrı Bey”, TDVİA, C. 8, İstanbul 1993, s.183-186. _______, Anadolu’nun Fethi, 2. baskı, Ankara 1993. _______, “Nâvekiyye Türkmenleri Sorunu” Erdem, C.9, sa.26, Eylül 1996, s.789-792. _______, “Artuk b. Eksük”, TDVİA, C. 3, İstanbul 1997, s.414-415. _______, “Keyhüsrev II”, TDVİA, C. 25, İstanbul 2002, s.349-350. Sıbt İbnü’l Cevzî, Mîr’âtü’z- Zeman fî Tarih’il Âyan, yay., Ali Sevim, Ankara 1968. Simpad Vekayinâmesi (951-1334), Türkçe çev., Hrant D. Andreasyan. (Türk Tarih Kurumu’nda Basılmamış nüsha). Skylitzes, Ioannes, Synopsis Historiarum, II, CSHB, yay., I. Bekker, Bonn 1839. Spuler, Bertold, “Ghaznavids”, EI2, C. II, Leiden-London 1965, s.1050-1053. Spuler, Bertold, İran Moğolları Siyaset, İdare ve Kültür İlhanlılar Devri, 1220-1350, Türkçe çev., Cemal Anadol, 2. baskı, Ankara 1987. Sümer, Faruk-Sevim, Ali, İslâm Kaynaklarına Göre Malazgirt Savaşı (Metinler ve Çeviriler), Ankara 1988. Sümer, Faruk, “Anadolu’da Moğollar”, SAD, I, (1969), s.1-147. _______, “Malazgirt Savaşına Katılan Türk Beyleri”, SAD, sa. IV, (1975), s.197-207. _______, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı-Destanları, İstanbul 1992. _______, Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu’da Türk Beylikleri, 2. baskı, Ankara 1998. _______, “Keykâvus I”, TDVİA, C.25, s.352-353. _______, “Keykâvus II”, TDVİA, C.25, s.355-357. _______, “Keykubad I”, TDVİA, C.25, s.358-359. Süryani Keşiş Mikhail Vekayinâmesi, Türkçe çev., H. D. Andreasyan (Türk Tarih Kurumu’nda Basılmamış nüsha). Svoronos, Ioannes N., “Société et Organization Intérieure dans l’Empire Byzantin au XI siècle: Les principaux problèmes”, Thirteenth International Congress of Byzantine Studies, Oxford 1967, s.373-389. 228 Şeker, Memet, Fetihlerle Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması, Ankara 1987. _______, Anadolu’da Birarada Yaşama Tecrübesi, 2. baskı, Ankara 2005. Şekercioğlu, Hüseyin, “Mryofatlon Zaferi ve Yerin Stratejik Önemi”, Türk Kültürü, sa. 59, (1967), s.831-836. Şekercioğlu, Hüseyin, “17 Eylül 1176 Gelendost, Mryofatlın Zaferi’nin 796. yılı”, Türk Kültürü, sa. 119, (1972), s.1172-1176. Şeşen, Ramazan, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, İstanbul 1983. Taeschner, F., “The Turks and the Byzantine Empire to the End of the Thirteenth Century”, CMH, C.IV, s.736-752. Tarih-i Al-i Selçuk Der Anadolu (Anonim), yay. Nadire Celâlî, Tahran 1999; Türkçe çev., F. N. Uzluk, Anadolu Selçukluları Devleti Tarihi, Ankara 1952. Tekindağ, M. C. Şehabeddin, “Anadolu Selçuklu Tarihine Toplu Bir Bakış”, Anadolu’da Türk Tarihi ve Kültürü, Trabzon 1967, s.9-15. ________, “Türkiye Tarihine Toplu Bir Bakış: Türklerin Anadolu’ya Gelişleri ve Yerleşmeleri”, Anadolu’da Türk Tarhi ve Kültürü, Trabzon 1967, s.1-8. Togan, Z. Velidî, Umumi Türk Tarihi’ne Giriş, 3. Baskı, Ankara 1981. Tiesenhausen, W. De, Altınordu Devleti Tarihine Ait Metinler, Türkçe çev., İsmail Hakkı İzmirli, İstanbul 1941. Tramontana, Salvatore, “Per la storia della “Compagnia Catalana” in Oriente”, NRS, XLVI (46), (1962), fasc. 1, s.58-95. Treadgold, Warren, Byzantium and Its Army 284-1081, Stanford, California 1995. _______, A History of the Byzantine State and Society, Stanford, California, 1997. Tsolakes E. Th., “Kalojan plundert Thrakien und Makedonien”, Byzantina, II, 1970, s.269-283. Turan, Osman, “Anatolia in the Priod of the Seljuks and The Beyliks”, The Cambridge History of Islâm, I, edited by P. M. Holt-Ann. K. S. Lampton and Bernard Lewis, Cambridge 1970, s.231-262. _______, Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkuresi Tarihi, 2. Baskı, İstanbul 1978. _______, Selçuklular ve İslâmiyet, İstanbul 1980. _______, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmi Vesikalar, Ankara 1988. _______, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, 3. baskı, İstanbul 1993. 229 _______, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti, 5. Baskı, İstanbul 1996. _______, Selçuklular Zamanında Türkiye, 4. baskı, İstanbul 1996. _______, “Süleyman Şah I”, İA, C. XI, Eskişehir 1997, s.201-219. _______, “Kılıç Arslan I”, İA, C.VI, Eskişehir 1997, s.681-688. _______, “Kılıç Arslan II”, İA, C.VI, s.688-703. _______, “Keyhüsrev II”, İA, C.VI, s.620-629. _______, “Keykavus I”, İA, C.VI, s.631-642. _______, “Keykavus II, İA, C.VI, s.642-645. _______, “Keykubad I”, İA, C.VI, s.646-662. _______, “Süleymanşah II”, İA, C.XI, s.219-231. Turan, Şerafeddin, Türkiye-İtalya İlişkileri, I, Selçuklulardan Bizans’ın Sona Erişine Kadar, Ankara 2000. Umar, Bilge, “Myriokephalon Savaşının Yeri: Çivril Yakınında Kûfi Çayı Vadisi”, Belleten, 209, (Nisan 1990), s.99-116. _______, Türkiye’deki Tarihsel Adlar, İstanbul 1993. Urfalı Mateos, Vekayinâme, Türkçe çev., H. D. Andreasyan, Urfalı Mateos VekayiNâmesi (952-1136) ve Papaz Grigor’un Zeyli (1136-1162), 2. Baskı, Ankara 1987. Uyumaz, Emine, Sultan I. Alâeddîn Keykuıbad Devri Türkiye Selçuklu Devleti Siyasî Tarihi (1220-1237), Ankara 2003. Uzunçarşılı, İ. H., Osmanlı Tarihi, C.I, Ankara 1961. _______, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu, Karakoyunlu Devletleri, Ankara 1988. Urfalı Vahram, Kilikya Kralları Tarihi, Türkçe çev., Hrant D. Andreasyan, (Türk Tarih Kurumu’nda Basılmamış nüsha). Vartabet, Vardan, “Türk Fütühatı Tarihi (889-1262)”, TSD, ½, Türkçe çev., Hrant D. Andreasyan, İstanbul 1937, s.154-245. Varzos, Konstantinos, “Aleksios I Megas Komnênos”, MGE, C.5, Atina 1978, s.445. Vasiliev, A. A., “Das genaue Datum der Schlacht von Myriokephalon”, BZ, 27, (1927), s.288-290. _______, “Manuel Comnenus and Henry Plantagenet”, BZ, sa: 29, (1929/30), s.233244. 230 _______, “The Foundation of the Empire of Trebizond (1204-1222)”, Speculum, XI (1936), s.3-57. _______, History of the Byzantine Empire, II, Wisconsin 1978. Vêssariôn, Engkômion eis Trapezountos, yay., O. Lampsidês, “ ‘O «eis Trapezounta» Logos tou Bêssariônos”, AP, 39, (1984), s.3-75. Villehardouin, Geffroy, Joinville and Villehardouin Chronicles of the Crusades, İng. çev., M.R.B. Shav, Penguin Boks 1977; Türkçe çev., Ali Berktay, Konstantinopolis’te Haçlılar, 1. baskı, İstanbul 2001. Vryennios, Nikêforos, Ylê Istorias, Dêmêtrês Tsougkarakês-Despoina Tsougklidou, Atina 1996, Türkçe çev., O. Kazanlı, Tarihi Hatıralar, (Türk Tarih Kurumu’nda Basılmamış nüsha). Vryonis, Speros, “Byzantium: The Social Basis of Decline in the Eleventh Century”, Grek, Roman and Byzantine Studies, II, (1959), s.157-175. _______, The Decline of Medieval Helenism in Asia Minor and the Process of Islâmization from Eleventh through the Fifteenth Century, Berkeley, 1971. _______, “Patterns of Population Movement in Byzantine Asia 1071-1261”, XVe Congrés International D’ Études Byzantine, Rapports et Co-Rapports I. Histoire (Athens 1976), s.3-19. _______, “Nomadization and Islâmizaton in Asia Minor”, DOP, XXIX, (1975), s.4271. _______, “Hê Mikra Asia Apo to 1071 ôs to 1204”, HHelE, C.9, Atina 1980, s.42-49. _______, “Mikra Asia (1204-1453)”, HHelE, C.9, Atina 1980, s.316-325. Willermus Tyrensis, Historia rerum in partibus transmarinis gestarum, Almanca çev., E. ve R. Kausler, Geshichte der Kreuzzüge und Königreischs Jerusalem, Stuttgart 1844. Wittek, Paul, “La descendance chrétienne de la dynastie Seldjouk en Macédoine”, RÉB, 33, (1934), s.409-412. _______, “Yazijioglu ‘Ali on the Christian Turks of Dobruca”, BSOAS, XIV, (1952), s.639-668. 231 _______, “Von der Byzantinischen zür Türkischen Toponymie”, Byzantion, 10 (1935), s.12-64; Türkçe çev., Mihin Eren, “Bizanslılardan Türklere Geçen Yer Adları”, SAD, I, (1969), s.193-240. _______, Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğuşu, Türkçe çev., Fatma Gül Berktay, 1. baskı, İstanbul 1995. _______, Menteşe Beyliği 13-15 inci Asırda Garbî Küçük Asya Tarihine Ait Tetkik, Türkçe çev., O.Ş. Gökyay, 3. baskı, Ankara 1999. Wolf, Robert Lee, “The Lascarids’ Asiatic Frontiers Once More”, OCP, XV (1949), s.194-197. Wrooman, Lee, “The Pre Ottoman Conquest of Asia Minor”, MW, XXI, (July 1931), s.249-256. Yınanç, Mükrimin Halil, Türkiye Tarihi: Selçuklular Devri I Anadolu’nun Fethi, İstanbul 1934. _______, “Alp Arslan”, İA, C. I, Eskişehir 1997, s.384-386. _______, “Çağrı Bey”, İA, C. III, Eskişehir 1997, s.324-328. Yınanç, “Danişmendliler”, İA, C.III, s.468-479. Yurdaydın, Hüseyin G., “Importance of Malazgirt Victory for the Islâmic Countries”, Erdem, C.9, sa. 25, s.443-451. Zachariadou, “Oi Khristianoi Apogonoi tou Izzeddin Kaikaous II stê Veroia”, Makedonika, VI, (1964/65) s.62-74. _______, “Tourkopouloi”, ODB, C. III, New York-Oxford 1991, s.2100. Zahoder, B., “Dendanekan”, Türkçe çev., İsmail Kaynak, Belleten, C.XVIII/72, (1954), s.581-587. Zakythynos, Dionysios A., To Vyzantion apo tou 1071 mekhri tou 1453, Atina 1972. Zônaras, Iôannês, Epitomê Istoriôn, C. III, yay., Iordanês Grêgoriadês, Atina 1999. 232 ÖZGEÇMİŞ 1975 yılında İstanbul’da doğdum. İlk ve Orta Öğrenimimi aynı şehirde tamamladıktan sonra 1993 yılında girdiğim Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü’nden 1997 yılında mezun oldum. 1997 yılında Ege Üniversitesi Sosyal bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Ortaçağ Tarihi Bilim Dalında Yüksek Lisans eğitimime başladım. 1998 yılında Ege Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü’ne Araştırma Görevlisi olarak atandım. 2001 yılında “Türkiye Selçukluları-Bizans Münasebetleri (1075-1116)” adlı tezimle Yüksek Lisans eğitimimi tamamladım. Aynı yıl Ege Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü’nün Ortaçağ Doktora Programına başladım. Evli ve bir çocuk babasıyım. YÜKSEK ÖĞRETİM KURULU DÖKÜMANTASYON MERKEZİ TEZ VERİ GİRİŞ FORMU YAZARIN Soyadı Adı Merkezimizde Doldurulacaktır : AYÖNÜ : Yusuf Kayıt No: TEZİN ADI : Selçuklu-Bizans Münasebetleri (1116-1308) Türkçe Yabancı Dil : Seljuk-Byzantine Relationships (1116-1308) TEZİN TÜRÜ: Yüksek Lisans [] Doktora [X] Doçentlik Tıpta Uzmanlık [] TEZİN KABUL EDİLDİĞİ: Üniversite : EGE ÜNİVERSİTESİ Fakülte : Enstitü : SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ Diğer Kuruluşlar : Tarih : 22. 03. 2007 TEZ YAYINLANMIŞSA Yayınlayan : Basım Yeri : Basım Tarihi : ISBN : TEZ YÖNETİCİSİNİN Soyadı, Adı : Mehmet ERSAN Ünvanı : Doç. Dr. [] Sanatta Yeterlilik [] TEZİN YAZILDIĞ DİL: TÜRKÇE TEZİN SAYFA SAYISI: 164 TEZİN KONUSU (KONULARI): Selçuklu-Bizans Münasebetleri (1116-1308) TÜRKÇE ANAHTAR KELİMELER: 1- Selçuklular 2- Bizans 345Başka vereceğiniz anahtar kelimeler varsa lütfen yazınız. İNGİLİZCE ANAHTAR KELİMELER:(Konunuzla İlgili yabancı indeks, abstrakt ve thesaurus’ları kullanınız) 1- Seljukids 2- Seljuks 3- Byzantine 45Başka vereceğiniz anahtar kelimeler varsa lütfen yazınız. 1- Tezimden Fotokopi Yapılmasından izin veriyorum 2- Tezimden dipnot gösterilmek şartıyla bir bölümden fotokopisi alınabilir. 3- Kaynak göstermek şartıyla tezimin tamamının fotokopisi alınabilir. Yazarın İmzası Tarih: 22.03.2007 [ ] [x] [ ] ÖZET XI. yüzyılın ilk yarısından itibaren başlayan Selçuklu-Bizans münasebetleri Anadolu’da bağımsız bir Selçuklu Devleti’nin kurulmasının ardından yoğunluk kazanmıştır. Anadolu’daki topraklarının büyük bir kısmını Selçuklulara kaptıran Bizanslılar, bu toprakları geri almak ve Türkleri Anadolu’dan tamamen atmak düşüncesinden hiçbir zaman vazgeçmemişler ve bu amaç doğrultusunda sürekli olarak faaliyetlerde bulunmuşlardır. Öte yandan Anadolu’yu kendilerine yurt edinen ve bu topraklar üzerinde bir devlet kuran Selçuklular, Bizansın tüm bu çabalarını sonuçsuz bırakmış ve Haçlı Seferleri gibi dıştan gelen büyük bir etkiye rağmen Anadolu’daki varlıklarını korumayı başarmışlardır. Uzun süre aynı coğrafyayı paylaşmış olan iki devlet arasındaki siyasî münasebetleri incelediğimiz “Selçuklu-Bizans Münasebetleri (1116-1308)” adlı tezimizde Büyük Selçuklu devletinin kurulmasının ardından Anadolu’ya düzenlenen Selçuklu akınları, Bizans ile olan ilk temaslar ve genel olarak 1116 yılına kadar olan ilişkileri verdiğimiz giriş bölümünün ardından asıl tez konumuzu oluşturan 1116-1308 tarihleri arasında Selçuklular ile Bizans İmparatorluğu arasındaki antlaşmalar, ittifaklar ve mücadeleleri dönemin Bizans, Ermeni, Süryanî, Arap, Fars ve Türk kaynaklarını kullanmak suretiyle ele aldık. ABSTRACT Seljukid-Byzantine relationships which began in the first half of the XIth century have increased after the establishment of an independent Seljukid State in Anatolia. Byzantines, who lost great portions of their Anatolian territories to the Seljukids, never gave up their aim to regain these territories and to remove the Seljuks from Anatolia completely and strived to realize this purpose. On the other hand, the Seljuks who settled in Anatolia and established a state, resisted Byzantine attacks and the Crusaders and continued their existence in Anatolia. In my Ph. D. Thesis entitled “Seljuk-Byzantine Relationships (1116-1308)” I have analyzed political relationships between the two states which existed in the same region for a long time. Initial Seljukid raids into Anatolia and contact of the Seljuks with Byzantines and relations until 1116 are discussed in generally in the first chapter. Relationships treaties, alliances and struggles between 1116 and 1308, in turn, by using Byzantine, Armenian, Syriac, Arabic, Persian and Turkish sources are examined in the second, the third and the last chapters. İznik (Lefke Kapı) İznik (Yeni Kapı) 228 İznik (İstanbul Kapısı) İznik Surları 229 Konya Kayseri 230 Aksaray Sivas Kalesi (Matrakçı Nasuh) 231 Niksar (Emine Tok’un arşivinden) Tokat (Emine Tok’un arşivinden) 232 Amasya (Emine Tok’un arşivinden) Ankara (Emine Tok’un arşivinden) 233 Uluborlu Afyon (Emine Tok’un arşivinden) 234 Alaşehir (Emine Tok’un arşivinden) Kız Kulesi (Kemalpaşa/İzmir) 235 Bergama (Emine Tok’un arşivinden) Keçi Kalesi/Selçuk (Emine Tok’un arşivinden) 236 1025 Yılında Bizans İmparatorluğu 1092 Yılında Selçuklular ve Bizans İmparatorluğu 237 1143 Yılında Selçuklular ve Bizans İmparatorluğu 1218 Yılında Selçuklular ve Bizans İmparatorluğu 238 1278 Yılında Bizans İmparatorluğu 1350 yılında Bizans İmparatorluğu 239 1453 Yılında Bizans İmparatorluğu 240