Sis te mik Kan ser le rin Nö ro lo jik Komp li kas yon la rı

advertisement
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Sürekli Tıp Eğitimi Etkinlikleri
Sistemik Kanserlerin Nörolojik Komplikasyonları
Sempozyum Dizisi No: 37 • Aralık 2003; s. 239-274
Sistemik Kanserlerin Nörolojik Komplikasyonları
Aksel Siva, Gökhan Erkol
Batı dünyasında ölüm nedenleri arasında ikinci sırada gelen “kanser” lerin
doğrudan sinir sistemini ile ilgili olanları düşük orandadır. Buna karşılık sistemik kanserlerin nörolojik komplikasyonları söz konusu olduğunda, tüm kanserlerin en az üçte birinde hastalığın başlangıcı veya seyri sırasında nörolojik
komplikasyonlar ile karşılaşılmaktadır (Tablo 1). Bunların büyük bir bölümü
sinir sistemine olan metastazlar şeklinde görülmekle birlikte, vasküler, metabolik, toksik, infeksiyöz ve paraneoplastik nörolojik sendromlar da dışlanamayacak oranlarda ortaya çıkmaktadır. Kanser tedavileri ile ilgili nörolojik
yan etkiler de bu komplikasyonlar arasına dahil edilirse kanserli hastalarda
karşılaşılan nörolojik sorunların oranı daha da yükselmektedir. Nitekim bazı
serilerde neredeyse kemoterapi için hastaneye yatan hasta sayısına yakın oranda hastanın sadece nörolojik bulgu ve belirtiler nedeniyle hospitalize edildiği
bildirilmiştir. Son yıllarda hemen her tür kanserde yaşam süresinin uzaması
nedeniyle hastalarda nörolojik belirti ve bulgularla daha sık oranda karşılaşılmaktadır. Hastalarda ortaya çıkan nörolojik yakınmalar ve bulguların gidişi
kanser tipine bağlı olmakla birlikte; uygulanan tedaviler, hastanın bağışıklık
durumu ve kanser dışı hastalıkların hastada var olup olmadığı gibi etmenler
de tablonun gelişiminde etkilidir.
MERKEZİ SİNİR SİSTEMİ METASTAZLARI
Beyin Metastazları
Metastatik beyin tümörlerinin tedavisinde son 15 yıl içinde ilerleme kaydedilmiş olmakla birlikte, kanserli bir hastada beyin metastazının ortaya çıkması günümüzde halen kötü bir prognozun belirtisi olarak kabul edilmektedir.
Bununla birlikte, doğru tedavi birçok hastanın beyin metastazından dolayı
ölmesini engelleyebilir. Beyin metastazları, kanser hastalarında en sık görülen
merkezi sinir sistemi (MSS) komplikasyonu olarak kabul edilmektedir. Nitekim tüm kanserli hastaların %15-40’ında sistemik kanserin tanısı öncesinde,
239
• Aksel Siva - Gökhan Erkol
Tablo 1. Sistemik Kanserlerin Nörolojik Komplikasyonları
METASTAZ
•
Merkezi Sinir Sistemi
Intra-aksiyal (kraniyal veya spinal parenkim içi)
Ekstra-aksiyal (kraniyal veya spinal parenkim dışı)
Leptomeningeal (karsinomatöz menenjit)
Sub / Epi-dural (kraniyal / spinal)
•
Kraniyal sinirler ve Periferik Sinir Sistemi
VASKÜLER KOMPLİKASYONLAR
•
Embolik infarkt
tümör
embolisi
septik
emboli
non-bakteriyel
•
DIC
(Dissemine intravasküler koagülasyon)
Sistemik
•
trombotik endokadit
Trombotik-arteryel komplikasyonlar
veya intrarteryel kemoterapi komplikasyonu
Trombotik-venöz komplikasyonlar
venöz
sinüs veya serebral ven trombozu / hiperkoagülabilite veya
metastatik komplikasyon
•
Hemorajik komplikasyonlar
Metastatik
Sub
tümör içi kanama
/ Epi-dural kanama
Trombositopeni
ile ilişkili spontan serebral hemoraji
TEDAVİ YAN ETKİLERİ
•
Kemoterapi
•
Radyoterapi
•
Cerrahi
•
Alternatif tedaviler!
METABOLİK VE TOKSİK KOMPLİKASYONLAR
•
Metabolik Ensefalopati
İNFEKSİYONLAR
İmmun
sistem yetmezliği ve opportünistik infeksiyonlar
PARANEOPLASTİK NÖROLOJİK SENDROMLAR
sırasında veya tanı sonrası yaşamlarının bir döneminde intrakraniyal metastazlar ortaya çıkmaktadır. Bir başka açıdan bakıldığında klinik-görüntüleme
veya nekropsi serilerine göre metastatik MSS tümörleri, primer MSS tümörlerinin 5-10 katı sıklıkla ortaya çıkmaktadır. Bu sıklığın saptanmasında son yıllarda geliştirilen tedavilerle kanser hastalarının daha uzun süre yaşamalarının
rolü olduğu da yadsınamaz.
240
Sistemik Kanserlerin Nörolojik Komplikasyonları •
Erişkinlerde beyin metastazı yapan kanserler sıklık sırasına göre; akciğer
(küçük hücreli ve küçük hücreli olmayan akciğer tümörü), meme, gastrointestinal sistem, ürogenital sistem (renal hücreli kanser, vd) ve deriden (malign
melanom) kaynaklanırlar. Nadir olmayarak primer tümör saptanamayabilir.
21 yaşın altındaki hastalarda beyin metastazları daha çok sarkom (osteojenik
sarkom, rabdomiyosarkom ve Ewing sarkomu) ya da germ hücreli tümör kaynaklıdır. Çocuklarda solid tümörlerin beyin metastazı erişkinlerden daha az
görülür (%6-10) ve en sık metastaz yapan tümörler; embriyonel rabdomiyosarkom, Wilms tümörü ve Ewing sarkomu gibi sarkomlar ve nöroblastomlardır.15-21 yaş arası germ hücreli tümörlerin metastazlarına daha sık rastlanır.
Yayılma yolları: Çoğu beyin metastazı beyne hematojen yolla ve sıklıkla
arteryel sistemle yayılır. Bu metastazlar çoğunlukla akciğer kanseri kaynaklıdır; ya da birincil kanser önce akciğer, sonra da buradan yayılarak beyin
metastazını yapar. Tümörlerin küçük bir oranının venöz kapaklardan yoksun
vertebral Batson venöz pleksusu ile beyne geldiği de ileri sürülmüştür. Batson
beyin dışında sistemik tutulumu olmayan pelvik ve retroperitoneal bölge kanserlerinin artmış intraabdominal basınç yardımıyla bu pleksusa, oradan da
medulla spinalis ve daha çok arka çukur olmak üzere kafa içine yayıldığını
düşünmüştür. Daha sonra Delattre tarafından yapılan bir çalışmada bu hastalarda pulmoner metastazlarda diğer kanserlere göre bir azalmanın olmadığı
ancak bu tür kanserlerin metastazlarının yerleşimi için beynin diğer organlara
göre daha “bitek bir toprak” olduğu öne sürülmüştür. Çoğu beyin metastazı
ak-gri madde birleşim yerinde yerleşir. Bunun nedeni bu bölgede kan damarlarının aniden daralarak tümör hücreleri için bir tuzak görevi yapmalarıdır.
Aynı nedenle metastazlar beyinde büyük arterlerin sulama alanlarının karşılaşım ve birleşim yerleri olan “waterhed” bölgelerinde de sık görülürler. Beyinde metastazların yerleşiminin dağılımı büyük oranda kanlanmanın dağılımı
ile uyumludur. Buna göre metastazların %80 kadarı serebral hemisferlerde,
%15’i serebellumda %5’i ise beyin sapında yerleşir.
Bilgisayarlı tomografi (BT) kullanılarak yapılan çalışmalarda olguların
%50-60’ında çoğul metastaz saptanırken, manyetik rezonans görüntüleme
(MRG) ile yapılan çalışmalarda bu oranın %80’lere kadar yükseldiği bildirilmiştir. Yeni kontrast maddeleri ve yeni nesil MRG teknikleri kullanılarak
yapılacak çalışmalarda bu oranın daha da yüksek bulunabileceği düşünülmektedir. Akciğer kanserleri ve malign melanom daha çok çoğul metastazlar ile
ortaya çıkarken, kolon, meme, renal hücreli kanserler tek metastaz yapma eğilimindedirler. Burada terminoloji le ilgili birkaç açıklama yapmak gerekmektedir. Tek (single) beyin metastazı terimi, hastada gösterilebilen tek bir beyin
metastazı olduğunu bildirir ve hastalığın bedendeki diğer yayılımı hakkında
241
• Aksel Siva - Gökhan Erkol
bilgi vermez. Soliter beyin metastazı terimi ile anlatılan ise gene gösterilebilen tek bir beyin metastazının olması; bunun yanısıra bedende gösterilebilen
başka bir kanser yayılımının olmaması durumudur. Bu ikinci grup hastaya
oldukça ender rastlanır.
Klinik: Beyin metastazları sıklıkla semptomatiktirler ve 2/3’ü hastalıkları
sırasında nörolojik belirtilere yol açarlar. Kllinik bulgular beyindeki kitle lezyonları ile aynıdır. Başağrısı sıklıkla ilk bulgudur. Sonrasında günler ya da
haftalar içinde fokal belirti ve bulgular ortaya çıkabilir. Artmış kafa içi basıncının bir bulgusu olarak oldukça sık bildirilen “erken sabah başağrısı”, beyin
metastazlı hastaların %40’ında görülür. Birden çok metastaz olduğunda ve
arka çukur metastazlarında başağrısı daha sıktır. İkinci sıradaki başlangıç bulgusu fokal güçsüzlüklerdir. Modern görüntüleme yöntemlerinin erken tanıyı
olası kılması nedeniyle, artmış kafa içi basıncının bir göstergesi olan papilla
ödeminin fundoskopi ile saptandığı beyin metastazlı hastaların oranı çok azalmıştır.
Hastaların %10’unda epileptik nöbetler başlangıç bulgusu olarak gözlenebilir (hastalığın seyri sırasında bu oran %25’e ulaşabilir). Birden çok metastazı
olanlarda daha sık gözlenir ve başlangıçta fokal nöbet olarak ortaya çıkar.
Fokal nöbetlerin metastazı lokalize edici değeri olabilir. Yüksek fonksiyon
bozuklukları %1-2 oranında non fokal ensefalopatiye ya da afazi gibi fokal bir
bulguya ikincil olarak ortaya çıkabilir.
%5-10 hastada bir damarın basısına ya da emboliye bağlı serebral infarktlar ya da tümör içine kanamalar hastada akut nörolojik belirti ve bulgulara yol
açabilir. Kanama özellikle koriyokarsinoma ve malign melanomda sıktır.
Sonuç olarak kanseri olduğu bilinen bir hastada yeni bir nörolojik belirti ya
da bulgu ortaya çıkması akla muhakkak metastaz olasılığını getirmelidir.
Tanı: En iyi tanı yöntemi kontrastlı MRG, olanak yoksa kontrastlı BT’dir.
Klinik öykü uygun ve birden çok lezyon varsa tanıda zorluk çekilmez. Bununla birlikte ayırıcı tanıda birincil beyin tümörleri, abseler veya diğer infeksiyöz nedenler, serebral infarkt ve kanamalar da düşünülmelidir. Ayrıca tek
metastazların belirlenmesi de tedavi ve prognozu etkileyebileceğinden dolayı
büyük önem taşımaktadır.
BT ve MRG’de metastaz lehine olan özellikler lezyonların gri-ak madde
sınırında yerleşmiş olması, çoklukla birden fazla sayıda bulunması, kenarlarının gliomlara göre daha düzenli olması ve küçük bir tümör odağının etrafında
aşırı ödemin varlığıdır. Tek metastazlarda kontrastlı MRG kullanımı ile dahi
yanlış pozitif sonuçlar %11’e varan oranlarda gözlenebilir. Bu durumda arteriografi, ya da biyopsi gibi diğer yöntemler tanı amacıyla kullanılabilir.
242
Sistemik Kanserlerin Nörolojik Komplikasyonları •
Daha önce de belirtildiği gibi metastazların çoğu hematojen yolla olmaktadır ve akciğerler ya birincil kaynaktır ya da kanser önce bu organa metastaz yapar. Bu nedenle beyin metastazı olan hastaların %60’ında akciğerlerde
direkt grafi ile bir kitle lezyonu gösterilebilir. Direkt grafide lezyon yoksa
toraks tomografisi ya da MRG düşünülebilir. Akciğerlerde lezyon saptanamamışsa, patent foramen ovaleden parodoksal emboli ile yayılma ya da akciğerde mikroskobik metastazların olabileceği de akla gelmelidir. Batın BT ya da
MRG tetkikinde de daha önceden şüphelenilmeyen bir renal tümör saptanabilir. Birincil tümöre ait öykü ya da fizik muayene bulgusu yoksa daha ileri
tetkik çoğunlukla sonuçsuz kalmaya mahkümdur.
Beyin metastazlarına klinik yaklaşım: Beyin metastazına yaklaşımda önemli etmenlerden biri metastazın ortaya çıktığı sırada sistemik kanserin hangi
evrede olduğudur. Diğer önemli konular tek yada birden çok metastaz varlığı,
birincil tümörün doğası, metastazın yerleşimi, metastaz içine kanama ve glukokortikoid ve antikonvülsanların kullanımıdır.
Beyin metastazları kanserin ilk belirtisi olarak, beyin dışı bir kanser tanısı
ile eşzamanlı olarak ya da bilinen sistemik bir kanserin varlığı sırasında ortaya çıkabilirler. Klinik pratikte tüm bu evreleri birbirinden ayırmak oldukça
güç olsa da, hastalığa yaklaşımda en iyi planlama için bu ayırım çok yardımcı
olabilir.
1. Beyin metastazının ilk bulgu olduğu tablolara yaklaşım: Bu hastalar genellikle nörolojik yakınma ve belirtiler sonrası istenen BT ya da MRG’de bir tane
kontrast tutan lezyonu olan hastalardır ve ayırıcı tanı metastaz ile habis gliom, abse, kanama ya da tümör içine kanama arasında yapılmalıdır. Lezyonun
doğası hakkında bilgisahibi olmanın yolu (stereotaktik veya açık biopsi ile)
doku örneği almaktır. Ek olarak sistemik bir kanserin araştırılması için çeşitli
tetkikler (kan biyokimyası, tümör göstergeleri, akciğer grafisi ve/veya toraks
BT’si, batın ultrasonu, dışkıda gizli kan aranması vb gibi) istenebilir. Bilinen
sistemik kanseri olan hastalarda bile saptanan kontrast tutan tek lezyonların
metastatik olmama olasılığı %11 gibi yüksek bir oranda olduğundan, doku
örneği alınması çok önem taşımaktadır. Bu işlemin sistemik kanser aranması
için çok fazla zaman harcanmadan yapılması yerinde olacaktır.
2. Sistemik kanserle bir arada ortaya çıkan metastazlara yaklaşım: Bu hasta
grubunda akciğerler ya birincil tümör kaynağıdır ya da bir diğer sistemik
kanserin akaciğer metastazı söz konusudur. Eğer beyin metstazı ve birincil
akciğer tümörü bir arada opere edilip, radikal olarak çıkarılabilirse %20-40
olguda 5 yıl yaşam süresine ulaşılabildiği bildirilmiştir. Eğer böyle bir tedavi
uygulanacak ise kural olarak ilerleyen nörolojik hasarı engellemek için beyin
operasyonu önce yapılmalıdır. Bu klinik yerleşim çok nadir olmakla birlikte
243
• Aksel Siva - Gökhan Erkol
olası tedavi şansı göz önüne alındığında, bu tablonun tanınmasının gerekliliği
ortaya çıkmaktadır.
3. Kanseri bilinen hastada ortaya çıkan beyin metastazlarına yaklaşım: Kanseri
olan hastalarda hastalığın herhangi bir döneminde beyin metastazı görülmesi, oldukça sık karşılaşılan bir durumdur. Tedavi seçenekleri büyük oranda
metastazın tek ya da birden çok olmasına bağlıdır. Buna karşın genelde uygulama bu hastaların çoğunluğuna tüm beyin ışınlamasının yapılmasıdır. Bunun
nedeni birçok hastada tanı sırasında birden çok beyin metastazının olması, tek
lezyonu olanların metastazlarının cerrahi olarak ulaşılabilir bölgede olamaması, hastanın genel durumunun cerrahiyi kaldıracak durumda olmaması olarak
sıralanabilir.
Tek metastazı olan hastaya yaklaşım: Tek beyin metastazlarının tedavisinde
cerrahi ya da radyoterapi seçeneklerinin hangisinin seçileceği ile ilişkili ikilem
henüz tam çözülememiştir. Bununla birlikte, iki randomize çalışmadan elde
edilen sonuçlara göre, genel durumu iyi olan ve ekstrakraniyal tümöründe
3 aydır herhangi bir ilerleme gözlenmeyen hastaların, cerrahi girişim ve sonrasında radyoterapi ile tedavilerinin en iyi seçim olacağı düşünülmektedir.
Ancak tek beyin metastazlarında, nadir olmayarak lezyonun gerçekten metastaz olduğunun kanıtlanması için doku örneğinin elde edilmesinin değeri de
unutulmamalıdır.
Hastaların genel durumunun kötü olduğu, sistemik kanserin aşırı yayılmış
olduğu ya da sistemik tedavinin beyindeki metastazı da iyileştirebilmesinin
güçlü olasılık olduğu durumlarda cerrahiden vazgeçilerek tek başına radyoterapi düşünülebilir.
Cerrahi ve radyoterapinin tercih edildiği hastalarda median sağ kalım 10
aydır ve hastaların %20’si 2 yıl yaşarlar. Daha da önemlisi, bu hasta grubu
yaşam sürelerinin son aylarına kadar nörolojik açıdan işlevlerini koruyabilmektedir.
Cerrahinin en önemli etkisi tümör volümünü küçülterek, radyoterapi
sırasında tümörün derinliklerindeki hipoksik bölgelerde kalıp radyasyondan
etkilenmeyen hücrelerin sayısını azaltmasıdır.
Cerrahiye alternatif olarak radyocerrahi de giderek gelişmekte olan bir
yöntemdir. Bu alanda kullanılan iki araç doğrusal hızlandırıcı ve gamma bıçağıdır. Sonuncu yöntem iyonize edici radyasyonu 30 mm. çapında bir bölgeye
odaklayabilmektedir. İster klasik beyin cerrahisi teknikleri, isterse radyocerrahi yöntemleri kullanılsın sağ kalım oranları çok fazla değişmemektedir. Radyocerrahiye tüm beyin ışınlamasının eklenip eklenmemesi gerektiği konusunda
önceleri tartışmalar olmuşsa da, tüm beyin ışınlamasının makroskopik lezyo-
244
Sistemik Kanserlerin Nörolojik Komplikasyonları •
nun yanında bulunabilecek mikrometastazların tedavisinde de yararlı olabileceği düşünülmüştür. Geriye dönük veri analizleri de tüm beyin ışınlaması
eklenmiş hastalarda yaşam süresinin daha uzadığını göstermektedir.
Birden çok beyin metastazı olan hastaya yaklaşım: Çoğul beyin metastazları olan hastalarda tüm beyin ışınlaması standart tedavidir. Median yaşam süresi 2-6 ay arasında değişmektedir. Yaşam süresine etki eden en önemli etkenler;
yaş, tanı sırasındaki nörolojik durum ve sistemik kanserin yaygınlığıdır. En
iyi koşullarda median yaşam 6 ay olup, iki yıl yaşam beklentisi %10’u geçmemektedir. Kötü koşullarda (60 yaş üzerinde, yaygın metastazı olan ve yatağa
bağımlı hastalarda) median yaşam süresinin 3 ay olduğu düşünülünce radyoterapinin uygulanmasının gerekliliği tartışılır hale gelebilir. Bu durumdaki
hastalar için önerilecek tedavi glukokortikoidler ve antikonvulsanlar olabilir.
Çoğul metastazlı hastalarda cerrahi ancak yaşamsal tehlike oluşturan tek ve
büyük bir lezyonun varlığında söz konusu olabilir.
Diğer tedavi yöntemleri: Beyin metastazı olan hastaların 2/3’ü sistemik
kanserlerinden dolayı kaybedilmektedir. Kemoterapi; meme kanseri, küçük
hücreli akciğer kanseri gibi duyarlı kanserlerin beyin metastazlarında ya da
tekrarlayan metastazlarda özellikle hastanın kliniği iyi ise düşünülebilir.
Birincil tümörü kemoterapiye duyarlı da olsa kan beyin bariyeri ve başka
tam belirlenmemiş nedenlerden ötürü metastazlar bazen kemoterapiye yanıt
vermeyebilir. Asemptomatik olarak rutin tarama sırasında ortaya çıkan metastazlarda ise tedavi birincil tümörün doğal davranışına göre planlanır. Örneğin
radyoterapiye vereceği cevabın çok iyi olmayacağı bilinen renal kanserlerde
lezyon semptomatik olana kadar beklenebilecekken; küçük hücreli akciğer
kanseri gibi kimi tümörlerde erken radyoterapi düşünülebilir.
İnterstisyel brakiterapi de kullanılabilecek bir diğer tedavi yöntemi olup,
tümör lojuna implante edilen radyoaktif çubuklarla lokal yüksek doz radyasyon uygulanması esasına dayanır. Tümör lojunun hemen dışında ise radyasyon düzeyi hızla düşer. Bu yöntem ancak cerrahi olarak ulaşılabilir yerlerdeki
küçük hacimli metastazlarda işe yarar. En önemli yan etkisi, cerrahi girişimi
gerektirebilecek şekilde kitle lezyonu davranışı gösteren radyasyon nekrozuna yol açabilmesidir.
Tekrarlayan beyin metastazları: Tekrarlayan metastazlar için daha önce
adı geçen tüm tedavi yöntemleri geçerlidir. İlk tedavi sırasında uygulanan
yöntemler sınırlamalar ortaya çıkarabilir. Başlangıçta tüm beyin ışınlaması ile
tedavi edilen metastazların alabilecekleri ek doz 1500-2500 cGy düzeyindedir.
Bu doz tümör gelişimini kontrol etmede yetersizdir ve çalışmalarda anlamlı
sonuçlara yol açmamıştır. Ulaşılabilir tekrarlayan tek veya yeni metastazlarda
245
• Aksel Siva - Gökhan Erkol
cerrahi bir seçenek olabilir. Tekrarlayıcı metastazlarda stereotaksik radyocerrahi ise diğer bir alternatif olarak gündeme gelebilir.
Serebellar ve Beyinsapı Metastazları
Serebellar metastazlar arteryel yayılma ile ortaya çıkabildiği gibi, kanser
hücreleri spinal kanal içindeki Batson ven pleksusu yoluyla da arka çukura
gelebilirler. Serebellar metastazlarda, supratentoryal olanlara göre daha fazla
bulgu ile karşılaşılır. Hastalar sıklıkla; başağrısı bulantı, kusma ve yürüme
güçlüğü tarzında kafa içi basıncı artması bulguları verirler, taraf seçen bulgular ise nadirdir. Beyinsapı metastazlarında ek olarak kraniyal sinir tutulumu
ve uzun traktus bulguları ortaya çıkabilir. Kraniyal BT normal olabilir, MRG
tercih edilmelidir. Hastalar tanı sürecinde ya da radyoterapi sırasında ani kötüleşme gösterebilirler. Bu nedenle radyoterapiden 48 saat önce glukokortikoid
başlanması uygun olacaktır. Bazen tüm bu önlemlere karşın akut hidrosefali
ve buna bağlı olarak herniasyon ortaya çıkabilir. Bu durumda cerrahi dekompresyon ve ventriküloperitoneal şant uygulaması acilen gerekebilir.
Glukokortikoidlerin Kullanımı: Beyin metastazlarında ortaya çıkan ödem; kan
beyin bariyerindeki bozulmaya ikincil olarak ortaya çıkan su ve sodyum geçişine bağlı vazojenik doğada bir ödemdir. Bu ödem metastazın kendisinden beklenmeyecek ölçüde fokal bulgu ya da kafa içi basınç artışı yaratmasına neden
olabilir. Beraberinde lokal bir anaerobik metabolizma artışı, dolayısıyla laktik
asit miktarında artma ve ATP, HCO3- ve pH azalması da gözlenir. Bu sonuçlar beyin dolaşımının otoregülasyonunda bozulmaya yol açarak bölgesel kan
akımını bozarlar ve nörolojik tablo daha da kötüleşir. Glukokortikoidlerin
beyin ödemi üzerindeki etkisi birtakım karmaşık biokimyasal işlemler aracılığı ile olduğu gibi, kan beyin bariyeri endotelinin geçirgeniğinin azaltılması
yoluyla da olmaktadır.
Tedavi edici etki 24-48 saatte ortaya çıkar. %50 olguda tüm bulgular düzelir, %15 olguda birtakım bulgular ortadan kalkar, kalan olgularda ise hemen
hiç etki gözlenmez. Seçilecek ilaç daha az mineralokortikoid etkisi olup, glukokortikoid etkisi yüksek olan deksametazondur. Ayrıca bu ilacın proteinlere
bağlanması da prednizona göre daha düşüktür. Standart doz günde 2 ya da 4
doza bölünmüş halde verilen 16 mg. dır. Bir çalışmada deksametazonun günlük tek doz halinde 4 mg.uygulamasının bile beyin metastazlarının kafa içi
basıncı artışı bulgularının önlenmesinde başarılı bir şekilde kullanılabileceği
gösterilmiştir. Ayrıca düşük doz kullanımın, 8 ya da 16 mg. kullanımına göre,
cushingoid yüz gelişimi, bilek ödemi, steroid miyopatisi gibi yan etkilere de
daha az yol açtığı gösterilmiştir. Deksametazonun biyolojik yarı ömrü 24-36
saattir ve günde tek doz olarak da verilebilir. Herniasyon başlangıcı gibi akut
246
Sistemik Kanserlerin Nörolojik Komplikasyonları •
tablolarda 10 mg. (iv) uygulama sonrası günde 16 mg. verilebilir. Glukokortikoidler 14 gün ya da daha az kullanılabilirse birden kesilebilir. Daha uzun
kullanımlarda azaltılarak kesilmesi önerilir. Daha uzun süreler bildirilmişse
de , tek başına steroid kullanılan beyin metastazı olgularında median sağkalım süresi 2 aydır.
Beyin Metastazlarında Ortaya Çıkabilecek Diğer Sorunlar
İntrakraniyal Kanama: Beyin metastazlarında %15 gibi oldukça yüksek bir
oranda görülür. Koriyokarsinom ve malign melanom sıklıkla kanamalı metastazlara yol açarlar. Bu hastalarda dissemine intravasküler koagulasyon ve
diğer kanamaya yol açan sistemik nedenler araştırılmalıdır. Kanseri olduğu
bilinen ve kanama eğilimi olmayan hastalarda varolan bir kanamalı lezyonu
metastaz olarak kabul edip ona göre tedavi etmek bazı durumlarda akılcı bir
yaklaşım olabilir.
Epilepsi: Epileptik nöbet beyin metastazlı hastaların %15- 25’inde ilk nörolojik semptomudur. Epileptik nöbet ile birlikte başvuranlarda anti-epileptik
başlanması gerekirken, metastatik melanom dışı tümörlerde epileptik nöbet
olmadıkça çoğul beyin metastazı saptansa dahi profilaktik anti-epileptik
başlanması gerekmemektedir. Phenytoin seçilebilecek en etkin ilaçlardan
biri olmasına karşın; bu ilacın diğer ilaçlar ve beyin metastazlı hastalarda
sık kullanılan deksametazonla bilinen etkileşimi ve radyoterapi uygulanması
sırasında eritema multiforme oluşması riski nedeniyle diğer ilaçlara bir yönelim söz konusudur. Dekzametazon karaciğerde sitokrom p-450 enzim sistemi
ile yıkıldığından bu enzimle yıkılan ve bu enzimi hızlandıran phenytoin ve
phenobarbital bu ilacın yarı ömrünü ve dolayısıyla da etkinliğini azaltabilir.
Aynı şekilde dekzametazon da phenytoin kan düzeylerinde ve etkinliğinde
değişiklikler ortaya çıkarabilir. Akut antikonvulsan etkinin gerekmediği status dışı durumlarda sodyum valproat, carbamazepin, ox- carbamazepin ve
lamotrigine kullanılabilir.
Spinal Metastazlar
Epidural Medulla Spinalis Basısı (EMSB): Kanser metastazlarının kauda equina sinir köklerini ve medulla spinalisi dura mater dışından basıya uğratması
olarak tanımlanabilecek bu klinik tablo nadir olmayan bir nörolojik komplikasyondur. Tüm kanser hastalarınını en az %5‘inde EMSB bulgularına rastlanır. Otopsi serilerinde ise klinik bulgu vermese dahi meme kanserinde %70‘e
varan oranda ve diğer solid tümörlerin tümü göz önüne alınınca da hastaların
1/3‘üne yakınında EMSB saptanmıştır. Bu hastalarda median sağ kalım oranları oldukça düşük olup, kanser tipine göre değişmekle birlikte; akciğer kanserle-
247
• Aksel Siva - Gökhan Erkol
rinde 3 ay, meme kanserinde ise 14 ay gibi sağkalım süreleri bildirilmiştir. En
sık vertebra korpus metastazları sonrası ya buradan yayılımla ya da patolojik
kırık sonrası kemik parçalarının da işin içine karışmasıyla ortaya çıkan EMSB
hastalarda morbidite ve mortalitenin önemli bir nedenidir. Doğrudan epidural, intradural ya da intraspinal metastazlar ender görülür. EMSB‘na sık yol
açan kanserler arasında meme, akciğer, prostat ve renal kanserler; miyelom
ve lenfoma sayılabilir.
EMSB genel olarak kanserin ilk bulgusu şeklinde ortaya çıkabilir. Kanser
hücreleri; arteryel yolla vertebra korpusundaki kemik iliğine gelerek epidural
boşluğa yayılabildikleri gibi; doğrudan intervertebral foramenler yardımıyla,
ya da daha az sıklıkla Batson ven pleksusu yoluyla da bu bölgeye ulaşabilirler.
Buradaki bir kitle lezyonu ya medulla spinalise doğrudan basıyla mekanik
demiyelinizasyon ve sonradan aksonal hasar oluşturur. Ayrıca bu bölgedeki
damarlara bası ile önce venöz konjesyon ve ödem oluşur; bu sırada arteryel
yetmezlik de ortaya çıkan tabloya az ya da çok katkıda bulunur. Özellikle
medulla spinalisin torakal kısmının ön bölümünde arteryel ağın yetersiz olması bu bölgeyi daha duyarlı hale getirmektedir.
Metastazların kabaca %70‘i torakal, %20‘si lumbosakral %10‘u ise servikal
vertebralarda ortaya çıkar. Hastaların %31‘inde düz grafilerde birden fazla
düzeyde tutulum saptanır. Daha ileri görüntüleme yöntemleri ve cerrahi inceleme de işe karışırsa bu oran %86‘ ya ulaşabilir. Birden çok düzeyde tutulum
meme ve prostat kanserlerinde daha fazla görülür. Tutulum yeri kanser tipi
için iyi bir belirteç olmamakla birlikte, bazı yazarlar akciğer ve meme kanserinin torakal vertebraları tercih ettiğni, kolon ve prostat kanserinin ise lumbosakral vertebralarda biraz daha sık görüldüğünü bildirmişlerdir. Hastalarda eğer
cerrahi uygulanacaksa bunun prognozunu belirleyecek bir diğer etken de vertebranın hangi bölümünün tutulduğudur. En sık vertebra gövdesi (%45) daha
sonra posterior ark (%41) ve tüm vertebra (%14) tutulumu gözlenir. Epidural
basılarda dura bütünlüğü sıklıkla korunmuştur.
Klinik
Ağrı: Tutulan bölgeye göre boyun sırt ya da bel ağrısı hastaların %95‘inde
ilk belirtidir. Ağrı ile nörolojik belirtiler arasında çoğunlukla günler ya da 1-2
ay vardır ya da nadiren çok daha uzun olabilir. Arada geçen süre çoğunlukla
kanserin ilerleme hızına bağlıdır. Ağrı bir kök ya da periferik sinir boyunca
yayılım gösterebilir, Başlangıçta hafif olmasına karşın, giderek artarak hastayı
kısıtlar hale gelir. Ikınma, hapşırma ve egzersiz ağrıyı artırır. Disk basısına
bağlı ağrının tersine yatar pozisyonda artış gösterir. Ağrı lokal, segmental ya
da radiküler olabilir. Lokal ağrı epidural metastazın olduğu yerde sabittir ve
248
Sistemik Kanserlerin Nörolojik Komplikasyonları •
ağrıya duyarlı periostun gerilmesine bağlıdır. Segmental ağrı ise lokalize edici değeri olmayan, künt, sürekli ve hareketle artmayan bir ağrıdır ve medulla
spinalisin içindeki ağrıyı taşıyan yolların (örn: spinotalamik yol ) tutulumuna
bağlıdır. Kök ağrısının da lokalize edici değeri olabilir. Torakal bölgede genellikle iki taraflı, servikal ve lomber bölgede ise tek taraflıdır. Servikal lezyonlu
hastaların %80‘inde, torakal lezyonlu hastaların %50‘sinde, lumbosakral tutulumlu hastaların ise %90‘ında görülür. EMSB hastalarında ağrısız yerleşim
ender olmakla birlikte akciğer kanseri, renal kanserler ve lenfomalı hastalarda
bazen ağrısız tablolara rastlanabilir.
Güç Kaybı: Hastaların ancak %5 kadarında başlangıç belirtisi olmakla birlikte tanı konulduğunda %75 hastada güçsüzlük vardır. Öncelikle bacaklarda
başlar ve tutulan vertebra bölgesine kadar yükselir. Başlangıçta asimetrik iken
sonra simetrik hale gelir. Kauda equina tutulumlarında hastada ikinci motor
nöron tipi güçsüzlük varken, medulla spinalis basılarında bası düzeyinde
(örn: servikal lezyonlarda kollarda) ve altında spastisitesi, canlı refleksleri
ve patolojik refleksi ile birinci motor nöron tipi güçsüzlük gözlenebilir. Hastaların %50‘si başlangıçta ambulatuardır. %35 hastada paraparezi gözlenirken
%15 hasta ise tanı sırasında paraplejiktir. Hastanın başlangıçtaki güçsüzlük
derecesi prognozda belirleyicidir. Güçsüzlük gelişme hızı da kanserin tipine
bağlı olarak gelişmekle birlikte, güçsüzlük birkez başlayınca hastalar çoğunlukla 1 hafta içinde paraplejik olurlar. Bu süre meme ve prostat kanserinde
daha uzun iken, renal tümörler, akciğer kanseri ve lenfomada daha hızlıdır.
Otonom İşlev Bozukluğu: Hastaların %50 kadarında başlangıçta üriner ve
anal sfinkter kontrol bozuklukları vardır. Retansiyon veya inkontinans tarzında üriner belirtiler, empotans ve sıklıkla sorgulama ile bildirilen konstipasyon
gözlenir. Bu belirti ve bulgular kauda equina köklerinin iki taraflı tutulumunu ya da konus medullaris tutulumunu gösterir. Çoğunlukla paraplejiye eşlik
eden bu bulgular hastada kötü prognoz işaretidir.
Duyu Kaybı: Ancak %1 hastada ilk belirti olan duyu kaybı, tanı sırasında
hastaların %50‘sinde bulunur. Duyu kaybının şiddeti çoğunlukla güçsüzlükle orantılıdır. Başlangıçta lokalize edici değeri yokken, lezyon tam anlamı ile
geliştikten sonra düzey belirlemede oldukça yardımcıdır. Kauda equina ve
kök tutulumlarında asimetrik olabilen duyu kaybı, medulla spinalis tutulumlarında tutulan segmentin transvers düzlemdeki genişliğine göre lezyon altında tam anestesiden, daha sık gözlenen Brown Sequard tarzı yarım medulla
spinalis tutulumuna kadar değişen bulgular verir. Bu tabloda lezyon düzeyi
altında, lezyonla aynı tarafta dokunma ve proprioseptif duyu bozulmuşken
karşı tarafta bir-iki segment aşağıdan başlamak üzere ağrı ve ısı duyusu kaybı
vardır.
249
• Aksel Siva - Gökhan Erkol
Ayırıcı Tanı: Lokal ağrı ve paravertebral ödem tanıyı destekler bulgular
olmakla birlikte infeksiyonlarda da gözlenebilir. Spinal tutulumun arteryovenöz malformasyonlar ya da aort diseksiyonu gibi vasküler nedenleri aranmalı
ve üfürümler dikkatten kaçırılmamalıdır. Nöroanatomik bozukluğun en üst
düzeyinin saptanması klinik önem taşır. Eğer hemisfer bulguları ya da birden
cok spinal düzey olduğuna ilişkin şüphe varsa tüm düzeyler görüntülenmelidir. Servikal lezyonlarda boyun fleksiyonu ile kollara da yayılabilen ağrı, lumbosakral lezyonlarda düz bacak kaldırmada kök ağrısı saptanması önemlidir.
Sakral bölge duyusunun korunmuş olması intrameduller bir olayı düşündürürken; kauda, konus lezyonları ve medulla spinalisin akut tutulumunun flask
paraplejiye yol açacağı akılda tutulmalıdır. En önemli tanı güçlüklerinden biri
EMSB hastalarının yarıya yakınında kanserin önceden bilinmememesidir. Ayırıcı tanıda disk herniasyonu, epidural abse, arteryovenöz malformasyon, steroid kullanımına bağlı epidural yağlı doku artışı, koagolasyon defektlerine bağlı
epidural hematomlar düşünülmelidir. Kanseri bilinen hastalarda intrameduller metastazlar, subakut nekrotizan miyelopati, leptomeningeal karsinamatoz
(eş zamanlı bulunabilir)‘da akla gelmelidir.
Tanı: Tanıda düz grafi hızlı ve oldukça iyi sonuç veren inceleme yöntemidir. EMSB hastalarının %85 gibi büyük bir oranında düz grafilerde patoloji saptanmıştır ancak servikotorasik bölgede görüntüleme kalitesi sınırlıdır. Kemik
sintigrafisi en az düz grafiler kadar duyarlıdır. Birden çok lezyonu bir arada
gösterebilir. Fakat dejeneratif hastalıklarda yalancı pozitif sonuçlar verebildiği
gibi bazen miyelomun vertebral korpusu aşırı haraplaması nedeniyle yalancı
“soğuk” imaj da verebilir. Bilgisayarlı tomografi kemik yapıya ait defektleri ve
paravertebral kitleleri iyi gösterebilmekle birlikte, spinal kanal içini ve medulla spinalisi iyi görüntüleyememesi nedeniyle seçilmiş hastalar dışında yararı
kısıtlıdır. İntratekal kontrast madde ile görüntü kalitesi artırılabilir. Eğer hastada daha kesin bir lokalizasyon isteniyor ve özellikle de intrameduller bir lezyon varlığından şüphe ediliyorsa seçilecek inceleme yöntemi kontrastlı MRG
olmalıdır. Bu yöntem hem anatomik yapıyı iyi görüntülemekte ve hem de
lezyon natürü hakkında bilgi verebilmektedir. Önceden takılmış metal tesbit
vidaları, metal protezler, hastanın pace maker kullanıyor olması halinde MRG
kullanımı sınırlanmaktadır. Bu hastalarda seçilecek görüntüleme yöntemi BT
eklenmiş ya da eklenmemiş miyelografi olabilir. Bu sırada alınan beyin omurilik sıvısı da patolojik açıdan incelenebilir. Eğer hastanın kanseri bilinmiyorsa
çökmüş vertebranın ya da paraspinal kitlenin BT rehberliğinde biyopsisi de
tanıda yararlıdır.
Prognoz: Hastaların prognozunu belirlemede en önemli etkenler; hastalığa
tanı konduğu sıradaki ambulasyon derecesi, tümörün cinsi ve semptomların
250
Sistemik Kanserlerin Nörolojik Komplikasyonları •
yerleşim hızıdır. Başlangıçta ambulatuar olan hastaların %90 kadarının tedavi
sonrası da aynı durumda kaldığı, dahası bu hastaların %30‘unun bir yıl sonra
hayatta kaldığı ve yaşayan hastaların %50‘sinin de hala ambulatuar olabildiği
gözlenmiştir. Paraparetik olan hastalarda da daha düşük oranlarda olmakla
birlikte radyoterapi ve seçilmiş olgulara uygulanan cerrahi ile benzer sonuçlar alınabilmektedir. Meme kanseri, myeloma ve lenfoma hastaları başlangıç
tedavisine %80 oranında iyi yanıt verirken, akciğer kanserleri, melanom ve
renal kanserli hastalarda bu oran, tedavinin türünden bağımsız olarak %25‘i
geçememektedir. Ani yerleşim ve hızlı ilerleme de kötü prognoz bulgusudur.
Ayrıca parapleji yerleştikten sonra tedaviye başlamak için geçen zamanın da
önemli olduğu belirtilmekte ve bu sürenin 24 saati aşması halinde işlevlerin
geri dönüşünün daha zor olacağı vurgulanmaktadır.
Tedavi: Nöroonkolojinin “acil” denebilecek başlıca hastalıklarından biri
olan EMSB‘nın tanısı ve arkasından tedaviye başlangıç hızla gerçekleştirilmelidir. Glukokortikoidler özellikle de deksametazon köklerdeki ve medulla
spinalisteki ödemin azaltılarak, hastada ağrı kontrolünün sağlanması ve ambulasyonun korunması için yararlıdır. Ayrıca lenfoma gibi bazı tümörlerde bu
tedavinin doğrudan onkolitik etkisi de vardır. Başlangıçta verilecek 10 mg iv
dozu izleyen, 6 saatte bir tekrarlanan 4 mg oral dozların 24 saat içinde ağrıyı
azalttığı ve ambulasyonu koruduğu gösterilmiştir.
Hastanın acil tedavisi sonrası uygulanacak esas tedavi, seçilmiş bazı hastaların dışında radyoterapi olmalıdır. Radyoterapi hasarlı vertebranın iki üst ve
iki altındaki vertebraları da içerecek şekilde planlanmalıdır. Klasik olarak 10
seansta uygulanacak 3000 cGy dozun yeterli olduğu belirtilmektedir. Ancak
uzun yaşam süresi beklenen ve radyoterapi uygulanması gereken hacmin
büyük olması gereken hastalarda, radyasyon miyelopatisini önlemek amacıyla, daha yüksek doz (4000cGy) daha uzun sürede ( 4 hafta ) ve daha çok bülümlenerek (20 seans) verilebilir. Radyoterapi EMSB‘nın tedavisinde oldukça etkin
bir tedavi yöntemi olup, ambulatuar olarak tedaviye alınan hastaların %80‘i
tedavi sonrası da ambulatuar halde kalmaktadır. Ayrıca paraparetiklerin
%30‘u ve paraplejiklerin ise %20‘si tedavi sonrası tekrar yürüyebilmektedir.
Cerrahi ancak seçilmiş olgularda yararlı olduğu bildirilmiş bir tedavi yöntemidir. Primer tümörün tipinin bilinmediği, doku tanısına gerek duyulan hastalarda; acil dekompresyon gereken hastalarda; vertebral kolon stabilitesinin
çok bozulmuş olduğu hastalarda; daha önce radyoterapiye yanıt vermemiş ya
da radyoterapi sırasında kötüleşen hastalarda düşünülebilir. Ayrıca sistemik
kanseri kontrol altında olan ve cerrahi açıdan tama yakın rezeksiyon yapılabileceği düşünülen hastalar da opere edilebilir. Seminom, Ewing sarkomu
ve Hodgkin hastalığı nedeniyle oluşmuş EMSB‘da kemoterapinin etkin oldu-
251
• Aksel Siva - Gökhan Erkol
ğunu bildiren çalışmalar vardır. Ayrıca kemoterapi cerrahi uygulanamayan,
daha önce radyoterapi görmüş hastaların tedavisinde de denenebilir.
İntrameduller Metastazlar: Hasta yaşarken tanısı oldukça güç olan bu tablolara tanı sıklıkla otopsi ile konur. Hastalar çoğunlukla miyelopati tanısı alırlar
ve etyoloji kanser metastazı olarak tanınsa bile hastalar bu sırada sıklıkla hastalığın ileri evrelerinde olduklarından tedavi yüz güldürücü değildir. Kanser
varlığında ortaya çıkan miyelopatilerin çoğu epidural medulla spinalis basısına bağlıdır. Miyelografi ya da MRG‘ de dıştan bası saptanamadığı durumlarda nörolog, kanser hastasında basıya bağlı olmayan miyelopati tarzında bir
klinik tablo ile karşı karşıya kalır. Bu tabloların bir kısmına oldukça kolay tanı
konabilir. Başlıcaları; radyoterapi sonrası geçici Lhermitte bulgusu, intratekal kemoterapiye bağlı miyelopati, paraneoplastik ensefalomiyelite bağlı saf
arefleksik amiyotrofilerdir. Daha zor tanı konan tablolar arasında ise; intramedüller metastazlar, geç radyasyon miyelopatisi ve paraneoplastik nekrotizan
miyelopati sayılabilir.
İntramedüller Metastaz-Radyasyon Miyelopatisi Ayırıcı Tanısı: Erken dönemde
ağrı olması, tablonun oldukça hızlı yerleşerek, hızla ilerleyerek parapleji ve
sfinkter kontrol bozukluğuna yol açması intra meduller metastazlar için tipik
bulgulardır. Radyasyon miyelopatisi için ise hastalığın radyoterapi uygulanan
alan içerisinde başlaması, subakut ya da kronik gidiş göstererek çoğunlukla
sfinkter kontrolünü koruyacak şekilde gelişmesi ve ağrının başlangıçta hemen
hiç gözlenmemesi ve olsa dahi önde gelen belirtiler arasında olmaması yönlendirici olabilir. Ayrıca radyoterapi ile beliritiler arasında en az dört ay gibi bir
zaman aralığı gereklidir.
İntrameduller Metastaz-Nekrotizan Miyelopati Ayırıcı Tanısı: Burada da beliritilerin intrameduller metastazlarda ön planda olması ve hızlı gidiş önemli bir
ayırıcı tanı ölçütüdür. Yükselen miyelopati daha çok nekrotizan miyelopatinin
bulgusu olmasına karşın metastazik hastalıkta da gözlenebilir. Yardımcı olabilecek bir diğer bulgu ise nekrotizan miyelopatili hastalarda sistemik kanserin
yaygın halde bulunması ve hastaların %62-85‘inde beraberinde serebral metastaz varlığıdır.
Tedavi: Tedavi önerilerinin çoğu olgu sunumlarına dayanmaktadır. Tanı
kesinleştikten ve radyasyon miyelopatisi dışlandıktan sonra ilk denenecek
tedavi radyoterapidir. Sıklıkla bulguların ilerlemesini durdurur, ağrı ve parestezileri azaltır ve hastaların bazılarında kaybolmuş yürüme işlevini düzeltebilir. EMSB‘da olduğu gibi tedaviden önce işlev kaybı süresi önemlidir ve
olabildiğince kısa olmalıdır. Ayrıca birçok olgu bildiriminde intrameduller
metastazların sıklıkla tek değil birden çok düzeyde yer aldığı gösterilmiş olup
252
Sistemik Kanserlerin Nörolojik Komplikasyonları •
tüm medulla spinalis ışınlamasını da olası tüm zararları göze alarak öneren
yazarlar vardır. Bununla birlikte önerilen yine de belirti veren medulla spinalis parçasının ışınlanması diğer bölgelere bulgular çıktıkça tedavi uygulanmasıdır. Cerrahi tedavi ancak çok seçilmiş ve az sayıda hastada kullanılabilir.
Eğer başka sinir sistemi ya da sistemik metastaz bulgusu yoksa, tümör görüntülemede kapsüllü ve rahat çıkarılabilecek gibi durmaktaysa ve birincil tümör
radyasyona dirençli ise düşünülebilir.
Leptomeningeal Metastaz
Leptomeningeal metastaz solid tümörlerde %3-8, non Hodgkin lenfomada
%5-29 ve lösemilerde %11-70 oranında bildirilmiştir. Tutan tümöre göre lösemik, lenfomatöz ya da karsinamatöz menenjit adı ile de anılırlar. Solid tümörlerin leptomeningeal tutulumları sırasında sıklıkla parenkimal metastazlara
da rastlanır. Her ne kadar leptomeningeal yayılım ileri evre kanserlerin bir
bulgusu ise de, azımsanmayacak sayıda hastada kanserin ilk bulgusu olarak
da ortaya çıkabilir. Tanısında iyi bir nörolojik muayene, radyolojik yöntemlerin yanısıra hastalığı sürekli düşünüp aramak ve beyin omurilik sıvısı (BOS)
tetkiki önemli yer tutar. Son yıllarda özellikle çocukların akut lenfoblastik
lösemisi ve non-Hodgkin lenfomada tedavi protokollerinde merkezi sinir
sistemi proflaksisi uygulaması nedeni ile bu yayılım daha az oranlarda gözlenmektedir. Bununla birlikte küçük hücreli akciğer kanseri ve meme kanseri gibi
hastalıklardaki görülme oranı ise bu hastaların yaşam süresindeki uzama ile
birlikte artış göstermiştir. Hodgkin hastalığında ender görülür. Non-Hodgkin
lenfomada ise eğer testisler yada kemik iliği gibi ekstranodal tutulum varsa;
tümör diffüz büyük hücreli ya da Burkitt tipi lenfoma ise daha sık leptomeningeal tutulum görülür. Akut myeloid lösemide %20-50 olarak gözlenebilirken,
kronik myeloid lösemide çok ender görünür. Kronik lenfositik lösemide hastalar asemptomatik olmasına karşın otopside %50 oranında rastlanır. Diğer
leptomeningeal tutulum yapan tümörler arasında melanom, retinoblastom,
embrional rabdomiyosarkom sayılabilir. Sinir sistemi tümörleri içinde ise
erişkinlerde glioblastoma, çocuklarda medulloblastom, epandimom ve germ
hücreli tümörler leptomeningeal yayılım yapabilirler.
Patogenez: Tümör leptomenikslere ya doğrudan ya da hematojen yolla
yayılabilir. BOS ile temasta olan primer MSS tümörlerinden epandimom ya
da medulloblastomlar daha sık leptomemingeal tutulum yaparken, parenkimal tümörlerde bu daha nadirdir. Bununla birlikte BOS ile temastaki parenkimal yüzeylerdeki gerek primer, gerekse sistemik kanser metastazlarında
leptomeningeal tutulum nadir değildir. Küçük hücreli akciğer kanserinde,
beyine damarların giriş yeri olan Virchow-Robin boşluklarının yayılımda rol
253
• Aksel Siva - Gökhan Erkol
oynadığı gösterilmiştir. Koroid pleksus, Batson ven pleksusu, endonörol ve
perinöral sinir kılıfları ve doğrudan hematojen yayılım da gösterilen diğer
yollar arasında sayılabilir. Bir kez BOS‘a ulaşan tümör hücreleri BOS dolanım
yerlerinin tümünde, özellikle de baziler sisternalar, arka çukur ve yerçekimi
ve BOS dolanım hızının düşük olması nedeniyle kauda equina bölgesinde birden çok tutulum ortaya çıkarabilir.
Leptomeningeal tutulum birçok yolla nörolojik bozukluk yapabilir. Bunların içinde BOS dolanım ve emilim bozukluğuna bağlı hidrosefali, küçük çapta
birçok damar çevresinin tutulumuna bağlı vasküler yetmezliğe bağlı ensefalopati, kan-beyin bariyeri yıkılım bulguları, kortikal metabolizmanın bozukluğu
ve nöral yapıların (örn. Kraniyal sinirler) doğrudan tutulumuna bağlı fokal
bulgular ortaya çıkması sayılabilir. Sistemik kanseri olan bir hastada kısa
aralıklarla ardarda ve asimetrik olarak kraniyal sinir ve alt motor nöron tipi
tutulumlarla karşılaşılıyorsa, leptomeningeal yayılım olasılığı öncelikle aranmalıdır. Hastalarda başağrısı, başdönmesi, ense sertliği, mental durum değişiklikleri (bellek bozuklukları ve konsantrasyon güçlüğü), duysal bulgular ve
bazen de epileptik nöbetler gözlenir.
Kanserli hastalarda yeni bir nörolojik semptomla karşılaşılması muayene
bulguları ile desteklenmese bile parenkimal veya leptomeningeal bir yayılımın dışlanmasını gerektirir. Bu nedenle de tanıda öncelikle kontrast öncesi
ve sonrası MRG yapılmalı, leptomeningeal tutulum saptansa bile, serebral
parenkim tutulumu ya da epidural medulla spinalis basısı gibi BOS dengesi
bozukluğu ile herniasyon ya da daha fazla nörolojik bozukluğa yol açacak
bir patoloji olmadığı gösterildikten sonra BOS incelemesi yapılmalıdır. BOS
tetkiki sırasında açılış basıncında artma, protein artışı (bazen litrede10-20 g‘a
kadar), şeker azalması ve lenfositik pleositoz gibi özgül olmayan fakat tanıyı
destekleyici bulgular gözlenebilir. Bununla birlikte BOS‘da patolojik hücre
görülmesi altın standarttır. İlk ponksiyonda patolojik hücre bulma şansı %50
iken tekrarlayan ponksiyonlarda %90‘a çıkabilir. Bununla beraber klinik ve
radyolojik olarak leptomeningeal tutulum saptanan bazı hastalarda tekrarlayıcı ponksiyonlara karşın pozitif sonuç alınamayabilir. Bu hastalarda yardımcı
olarak BOS‘da CEA (kolon, meme, mesane, over ve akciğer kanseri), LDH izoenzim V (meme, akciğer kanserleri, melanom ve bakteriyel menenjit), beta2
mikroglobulin (hematolojik maliniteler), beta HCG (germ hücreli tm.ler),alfa
fetoprotein düzeyleri bakılması da tanı ve bazen tedavi izleminde yararlıdır.
MRG’de bazen normal kişilerde de enfeksiyöz ya da enflamatuar tablolarda,
PL veya cerrahi sonrası ve negatif BOS basıncına bağlı başağrısında da leptomeningeal boyanmaların olabileceği unutulmamalıdır. Öte yandan negatif BT
ya da MRG incelemelerinin leptomeningeal tutulumu reddettirmediği unutul-
254
Sistemik Kanserlerin Nörolojik Komplikasyonları •
maması gereken başka bir noktadır.
Tedavi: Amaç hastanın nörolojik durumunu elden geldiğince stabilize
etmek, mümkünse düzeltmek ve yaşamı uzatmaktır. Tedavisiz hastalarda
median sağkalım süresi 4-6 haftadır ve ölüm ilerleyici nörolojik tablo ile olur.
Tedavi sırasında hangi yöntemin kullanıldığı önemli olmaksızın, ensefalopati
en iyi cevap veren bulgu iken kraniyal sinir felçleri gibi tututlumlar daha kötü
cevap verir. Kortikosteroidler serebral ödemi ve meningeal irritasyonu azaltırlar, lenfomalarda onkolitik etkileri de vardır. Esas tedavi edici araçlardan
biri radyoterapidir. Ya görüntüleme ile saptanan ve klinik bulgularla uyumlu
lokal bölgelere ya da tüm nöral aksa uygulanır. İkinci seçenekte en önemli
tehlike kemik iliği rezervlerinin tüketilmesidir. Bu sistemik hastalık için yapılabilecek ek kemoterapiyi engelleyebilir. Kemoterapi bir diğer yöntem olup,
gerek sistemik gerekse kemoterapötik maddenin lomber poksiyon ya da intraventriküler bir kanüle bağlanmış sub dermal rezervuarlar (Ommaya rezervuarı) yoluyla verilmesi ile yapılır. Lomber yolla verilmesindeki sakıncalar
epidural ve subdural enjeksiyonlar, işlemin tekrarında uygulama bölgesinde
oluşan yapışıklıklar nedeniyle ilaç dağılımının iyi olmaması ve işlemin güçlüğü olarak sayılabilir. Ommaya rezervuarı kullanımı sırasında ise BOS dolanım
yollarında bozukluklar varsa ilaç daha alt sinir sistemi bölgelerine (örn. Kauda
equina bölgesi) ulaşamaz. Ventrikül çıkışında Magendie ve Luska deliklerinde
tıkanma varsa, ilaç ventrikül içinde birirkir ve toksisite artar. Methotrexate ve
Citarabin en sık kullanılan ajanlardır. İntratekal verilebilecek diğer ajanlar arasında, Tiotepa, 4-hidroperoksisiklofosfamid, ACNU sayılabilir. Son çalışmalarda yüksek doz sistemik metotreksat ve sitarabinin intratekal tedaviden daha
iyi sonuçlar verebildiği gösterilmiştir.
Prognoz kötüdür. Hastalar sıklıkla sistemik kanser nedeniyle kaybedilirler.
Lösemi ve lenfoma hastalarında iyileşme ya da uzun süreli remisyonlar elde
edilebilir. Meme kanseri hastaları da ortalama 3-4 ay olan tedavili sağkalım
sürelerine göre daha uzun yaşarlar. Özellikle sistemik hastalığın çok yaygın
olmadığı ve esas hastalığın ortaya çıkışından uzun süre sonra leptomeningeal
hastalığı ortaya çıkan meme kanserli hastalarda 4-6 ay median sağkalım ve
1 yıla ulaşan yaşam süreleri bildirilmiştir. Melanom radyoterapiye intratekal
tedaviye göre daha iyi yanıt verir. İntratekal tedavi sırasında ortaya çıkan en
önemli komplikasyonlar; akut araknoidit, miyelit, aseptik menenjittir. Uzun
dönem içinde özellikle sistemik ve intratekal metotreksatın bir arada verildiği
ve eşzamanlı ya da kısa zaman aralığında kraniyal radyoterapi gören hastalarda lökoensefalopati sık rastlanan bir komplikasyondur ve ölümcül olabilir.
255
• Aksel Siva - Gökhan Erkol
Periferik Sinir Sistemi Metastazları
Yukarıda değindiğimiz gibi radiküler ve spinal sinirlerin leptomeningeal tutulumları dışında periferik sinir sistemi metastazları çok sık değildir.
Bununla birlikte pleksus metastazları atlanmamalıdır. Tümör pleksopatisi ile
kanserlerin yaklaşık %1’inde karşılaşılmaktadır (Servikal & Brakiyal: %0.43;
Lumbosakral: %0.71). Yayılım doğrudan veya sekonder olabilmektedir.
Servikal metastatik pleksopati baş ve boyunun squamöz hücreli tümörü,
lemfoma ve akciğer adenokarsinomu olan hastalarda, brakiyal metastatik pleksopati ise akciğer tümörleri ile meme kanserli hastalarda ortaya çıkabilmektedir. Servikal metastatik pleksopatide semptomlar hareketle, öksürmekle, yutmakla artış gösteren boyun, boğaz ve omuz ağrısı ile kollarda parestezik ve
disestezik yakınmalar şeklindedir. Bu hastalarda servikal kas spazmı, boyun
hareketlerinde kısıtlılık ve kollarda yüzeyel duyu kaybı ile karşılaşılabilir. Pancoast tümörüne bağlı brakiyal metastatik pleksopati (C5 - D1) de ipsilateral
Horner, ağrı ile birlikte omuz, aksilla, içkol ve ulnar alanlarda yüzeyel duyu
kaybı, disestezi ve kolda lenfödem görülebilir.
Lumbosakral metastatik pleksopati uterus, kolon, rektum, retro-peritoneal
tümörler ile ilişkili olarak ortaya çıkar, olguların %25’inde bilateraldir. Semptomlar ağrı, kramp, parestezi ve güç kaybı olup, muayenede bacakta ödem,
asimetrik DTR değişiklikleri, sıcak ve kuru bir ayakla karşılaşılabilir.
Tanı öncelikle nörofizyolojik olarak EMG pleksus tutulumuna işaret ederken MRG veya BT, bazende PET ile tanı konabilir. Ayırıcı tanıda diğer onkolojik nedenler (radyasyon pleksopatisi, paraneoplazik pleksitis, epidural veya
leptomeningeal spinal tümöral infiltrasyon) dışında DM, vaskülit, postinfeksiyöz gibi non-onkolojik nedenler de düşünülmelidir.
VASKÜLER KOMPLİKASYONLAR
Kanserli hastaların %7-10’unda semptomatik inme veya diğer serebrovasküler olaylar ile karşılaşılmaktadır. Sistemik kanserlere bağlı olarak ortaya
çıkan ve sinir sistemini etkileyen vasküler komplikasyonlar, metastazlardan
sonra en sıklıkla karşılaşılan nörolojik komplikasyonlardır. Bu komplikasyonlar tümör embolisi, septik emboli ve non-bakteriyel trombotik endokadite bağlı embolik olaylar şeklinde ortaya çıkabileceği gibi, dissemine intravasküler
koagülasyon (DIC) veya bazı sistemik veya intrarteryel kemoterapilerin komplikasyonlarına bağlı olarak yaygın trombotik-arteryel komplikasyonlar şeklinde de görülebilirler. Öte yandan venöz sinüs veya serebral ven trombozu şeklinde diğer iskemik olaylarla da karşılaşılabilir. Hemorajik komplikasyonlar
ise metastatik tümör içi kanama, sub/epi-dural kanama ve trombositopeni ile
256
Sistemik Kanserlerin Nörolojik Komplikasyonları •
ilişkili spontan serebral hemorajiler olarak sayılabilir. Ancak kanserli bir hastada serebral vasküler olaylarla karşılaşılması herzaman kanserle ilişkili olmayabilir. Nitekim özellikle yaşlı, hipertansif ve aterosklerotik damar hastalığı
olan ya da atriyal fibrilasyon veya diğer risk faktörleri olan hastalarda ayırıcı
tanıda kanser dışı serebrovasküler olaylar da gözardı edilmemelidir.
KEMOTERAPİNİN NÖROLOJİK KOMPLİKASYONLARI
Kemoterapi gerek primer beyin tümörlerinde, gerekse sistemik kanserlerde giderek artan bir şekilde kullanılmaktadır. Bazı kanserler için (akut
lenfoblastik lösemi, bazı lenfomalar ve testis kanseri gibi) küratif olan bazı
hastalıklarda ise (örn. küçük hücreli akciğer kanseri, meme kanseri, over kanseri ) geçici etki ile yaşam süresine katkıda bulunan bu ajanların kullanımı
çoğu kanser olgusunda gerekli olmaktadır. Nörolojik komplikasyonlar sinir
sisteminin hemen her bölgesini etkileyebilmektedir. Bu etkileme; ilacın doğrudan toksik etkisine, ilaca bağlı gelişmiş diğer organ bozukluklarına (örn.
Karaciğer yetmezliği) ya da ilaç sonrası gelişen immunsupresyona bağlı
olabilir. Kemoterapinin ortaya çıkardığı yan etkileri kanserin aynı zamanda
ortaya çıkarabileceği metastatik, yada metastaz dışı komplikasyonlarından
ayırmak gereklidir. Bazı yan etkiler geri dönebilir ve ilacın potansiyel güçlü
kanser tedavi edici etkisi karşılığında kabul edilebilir (ör. vinkristine bağlı
hafif duysal nöropati). Ancak bazı yan etkiler ilacın kesilmesini gerektirebilir
(ör. trombositopeniye bağlı ya da L-asparaginaza bağlı beyin-damar hastalıkları). Birçok faktör ialcın olası nörotoksik etkisini önler. İlaçların kemik iliği
ya da gastrointestinal sistem toksisitesi nedeniyle sınırlı dozda kullanılması
(sinir sistemi hücreleri bu hücrelere göre daha dirençlidir), ilaçların çoğunun
suda çözünmesi dolayısıyla kan-beyin bariyerini aşamaması bunlar arasında
sayılabilir. Bazı ilaçlar solid tümörlerin tedavisinde çok etkili olduklarından
(örn. Cisplatin) kullanılmalarından vazgeçilemez. İlaç toksisitesinde önemli
bir etmen de ilacın verilme tarzı ve yoludur. Uygulanan kombine tedaviler
sinerjik anti-kanser etkilerinin yanısıra artmış toksisisteye de yol açarlar. Yeni
uygulanan yüksek doz metotreksat tedavisi özellikle radyoterapi ile kombine
olunca lökoensefalopati riski artmıştır. İntratekal, intraarteryel ve kan beyin
bariyerini yıkıcı (mannitol gibi) ajanlarla birlikte yapılan kemoterapilerde de
sinir sistemi toksisistesi artar. Kişide daha önce dikkati çekmemiş diabetik ya
da herediter bir nöropatinin (örn. Charcot-Marie-Tooth) varlığı da ilaca bağlı
nöropati gelişim riskini artırır. Tanısı bazen oldukça güç olabilen bu hastalığın
kliniğinin ilacın kullanımı ile zamansal ilişki göstermesi ve diğer hastalarda da
aynı ilacın benzeri kliniğe yol açması yardımcı olabilir.
257
• Aksel Siva - Gökhan Erkol
Hemen tüm anti-neoplastik ilaç bir miktar hücre zehiri özelliği taşıdığından, az da olsa nörolojik yan etki yapma potansiyeline sahiptir. Bununla beraber nörolojik yan etkiye en sık yol açanlar aşağıda kısaca incelenecektir.
Metotreksat
Bir dihidrofolat redüktaz enzim inhibitörüdür. Düşük doz oral ya da intravenöz kullanım sırasında çoğunlukla nörolojik toksik etki gözlenmez. 1g/
m2’nin üzerindeki dozlarda hastaların %15 kadarında nöbetler, konfüzyon,
bazen koma ve hemiparezinin eşlik ettiği akut bir ensefalopati tablosu ortaya
çıkabilir. Tipik olarak 2. ya da 3. kür sonrası ortaya çıkar. Görüntülemede sıklıkla bulgu yoktur. EEG‘de yaygın yavaşlama gözlenir. Tablo kendiliğinden
düzelir ve tekrar tedavi ile yinelemez. Kronik kullanımda birikici etki ile geç
lökoensefalopati gelişebilir. Bu risk eşzamanlı intratekal kullanım ve radyoterapi ile artar.
İntratekal uygulamada lomber ponksiyon ya da Ommaya rezervuarı ile
uygulanmış olmasına bağlı olmaksızın hastalarda %10-61 oranında aseptik
menenjit tablosu (ateş, başağrısı, ense sertliği ve pleositoz) gelişir. Tablo kendini sınırlar ve semptomatik tedavinin dışında tedavi, gerektirmez. Bu tablonun sıklığı koruyucu madde içermeyen preparatların seçimi ile azaltılabilir.
Obstrüktif hidrosefali varsa intarventriküler uygulama aşırı toksisiteye neden
olabilir. Duyarlı hastalarda kauda equina sendromu ile ya da yükselen miyelopati tablosu ile parapleji gelişebilir.
Sisplatin
Medulloblastoma gibi sinir sistemi tümörlerinde de kullanılan bu ilaç
diğer solid tümörlerde de (akciğer, over, testis. vb) yaygın kullanılır. Nörotoksisitesi doz sınırlayıcıdır. Ototoksisiste sık görülür. Çocuklarda daha fazla
görülür. Kalıcı olabilir.
Distal simetrik; daha çok kalın liflerin tutulduğu, pozisyon ve vibrasyon
duyusu bozukken ağrı ve ısı duyusunun korunduğu bir polinöropati gelişebilir. Paresteziler oldukça sıktır. Doz birikimi ile 300-600 mg/m2’nin üzerinde
sık görülür. İlaç kesilmesi sonrasında da yakınmalar artabilir ve uzun süre
devam edebilir. Amifostin verilmesi toksisiteyi azaltabilir. Ağrı ve paresteziler
için amitriptilin ve gabapentin kullanılabilir.
Vinkristin
Mikrotübül fonksiyonunu etkileyerek aksoplazmik akımı önler. Distal
simetrik sensori motor nöropati ortaya çıkar. Ağrı ve ısı duyusu daha çok tutulmuştur. Otonomik tutulum da hastalarda gözlenebilir. İlacın kesilmesi sonrası
258
Sistemik Kanserlerin Nörolojik Komplikasyonları •
yakınmalar yavaş bir şekilde düzelir. Kazara intratekal uygulama ile öldürücü
yükselen miyelopati ve ensefalopati gelişebilir. Çene ve ekstremite kaslarında
aşırı ağrı, uygunsuz antidiüretik hormon salgılanması ortaya çıkabilir. Hastalarda eş zamanlı trisiklik antidepresan kullanımı nöropatiyi artırabilir.
5-FU
Pan serebellar sendrom (ataksi, koordinasyon bozukluğu dizartri ve nistagmus), göz hareket bozukluğu gözlenebilir. İlaç kesilmesi ile düzelebilir. Özellikle kolon kanserinde levamizol ile birlikte kullanımı akut demiyelinizan bir
ensefalopatiye yol açabilir.
ARA-C
Özellikle yüksek doz kullanımında lökoensefalopatiye yol açabilir. Diğer
kötü etmenler; hepatik ve renal yetersizlik ve ileri yaştır. Dizartri, ataksi, nöbetler hatta koma gözlenebilir.
İfosfamid
Hafif uyku halinden komaya gidebilen ensefalopati tablosuna yol açar.
Toksisite uygulama sırasında ya da hemen sonra ortaya çıkar. %1-30 arasında
değişen sıklıktadır. Neden bilinmemekle birlikte ilacın metaboliti olan klorasetaldehid birikimine bağlı olduğu söylenir. Kalıcı tablolar ender gözlenir, fakat
bir sonraki kürde tekrar olabilir.
L-Asparaginaz
Serbral toksisite bulgusu, uygulama sonrası uyku halinden komaya kadar
değişebilen ensefalopatidir. En önemli komplikasyon ise dural venler ve sinüslerde tromboza yol açmasıdır. Hastada fokal nörolojik kayıplar, nöbet, bilinç
kaybı gelişebilir. İlaç bir kısım hastada serebral kanamalara da yol açabilir.
Paklitaksel, Dokataksel, Tamoksifen
Hastalarda özellikle distal simetrik duysal ağırlıklı ve ağrılı bir nöropati
ortaya çıkabilir. Doza bağlıdır. Ayrıca tamoksifen kas ağrılarına ve ensefalopatiye yol açabilir.
Kortikosteroidler
Mood ve kişilik değişmeleri, psikoz görülebilir. Proksimal güçsüzlükle
karakterize steroid miyopatisi de gözlenen nörolojik yan etkilerdendir. Florlu
kortikosteroidlerden sakınmak önemlidir. Kişisel duyarlılık, kullanım dozu ve
süresi belirleyici etmenlerdir. Yan etkiler ilacın kesilmesi ile azalır fakat ani
kesilme ile uzun süre steroid kullanan kişilerde adrenal yetersizlik ve depres-
259
• Aksel Siva - Gökhan Erkol
yona yol açabilir.
RADYOTERAPİNİN NÖROLOJİK KOMPLİKASYONLARI
Radyoterapi (RT) sırasında sinir sisteminin çeşitli bölümleri, ya radyoterapi uygulanan tümör sinir sisteminin kendisinden kaynaklandığı için, ya
da tümörün kaynaklandığı organa korunamayacak kadar yakın olduğundan
istem dışı olarak iyonize edici radyasyon tarafından etkilenebilir. Radyasyonun sinir sistemi üzerine etkileri geleneksel olarak radyoterapi sonrası çıkış
zamanlarına göre akut, erken gecikmiş ve geç klinik tablolar olarak ayrılırlar.
Radyasyonun Serebral Komplikasyonları
Akut Ensefalopati: Akut ensefalopati radyoterapinin ilk birkaç günü içinde
ortaya çıkar. Hastada başağrısı, uykuya eğilim hali, ateş ve bulantı vardır
ve daha önce var olan nörolojik bulgu ve belirtilerde kötüleşme gözlenir.
Nadir olmakla birlikte öldürücü herniasyon tabloları ortaya çıkabilir. Hastada büyük kitle lezyonu ya da lezyonları varsa ve günlük tüm beyin RT dozu
300 cGy’den fazla ise daha sık gözlenir. Daha çok ödem artışına bağlı olduğu
düşünülürse de görüntülemelerde her zaman gösterilemeyebilir. Hastaya
daha önceden veriliyorsa deksametazon dozunun artırılması tedavide etkili
olabilir. Büyük kitle lezyonu olan hastalarda RT öncesi 24-72 saat öncesinden
deksametazon başlanması akut ensefalopatinin önlenmesinde yararlı olabilir.
Erken Gecikmiş Ensefalopati: Başağrısı, uykuya eğilim hali ve/veya daha
önceden varolan belirti ve bulguların kötüleşmesi şeklinde ortaya çıkar ve
RT’nin tamamlanmasından sonraki ilk birkaç ay içinde gözlenir. Nöropsikolojik testlerde geri dönebilir bozukluklar görülebilir. Klinik tablo kortikosteroidlerle ya da kendiliğinden birkaç haftada düzelir. Bu tablonun klinik olarak
en önemli yanlarından biri RT görmüş beyin tümörleri olan hastalarda tümör
nüksü yada kötüleşmesi ile klinik ve radyolojik olarak ayrılmasının zor olmasıdır. RT sonrası bu hastaların 1/3 kadarında 2-12. aylar arasında BT ya da
MRG’de kötüleşen ödem ve/veya artan kontrast tutulumuna rastlanabilir. Bu
değişikliklerin düzelmesi bazen ayları bulabilir.
Bu tip radyasyon hasarının bir alt grubu da lösemi için 1800-2400 cGy profilaktik tüm beyin ışınlaması alan çocukların %40-60 kadarında gözlenen somnolans sendromudur. 3 yaşın altındaki çocuklarda daha sık görülür ve uyku
hali, hırçınlık ve mide bulantısı ile şekillenir. Bazen ateş ve papilla ödemi de
eklenen tablo, 3-6 haftada düzelir. Kortikosteroidler yardımcı olabilir. Hasta
çocuklarda ileriye yönelik kognitif etkilenme beklenmez.
Fokal Serebral Nekroz: Primer beyin tümörleri ya da metastazların tedavisi
260
Sistemik Kanserlerin Nörolojik Komplikasyonları •
sonrasında ya da hipofiz, baş ve boyun tümörlerinin tedavisini izleyerek ortaya çıkar. 5000 cGy radyasyon dozu sonrası %3-5 gözlenir. Birçok beyin tümörü hastasının nekroz gelişmesi öncesi kaybedilmesine karşın, 12 ay yaşayan
habis gliomlu hastaların %10 kadarında, brakiterapi uygulananların yarısında
ve stereotaksik radyocerrahi uygulananlarda ise %0-15 arası oranlarda fokal
serebral nekroz gözlenmiştir. Tümör alanına ek doz uygulanmayan ve tüm
beyin ışınlaması alan hastalarda bile nekroz tümör alanı ve komşu dokularda
ortaya çıkar. Bu da peritümöral ödemin de fokal serebral nekroz oluşumunda
kolaylaştırıcı rol oynadığını gösterir.
Fokal serebral nekroz ile RT arasındaki süre 4 ay-7 yıl arasında bildirilmiş
olup en sıklıkla 15-18. aylar arasında rastlanır. Klinik tablo subakut gelişir ve
yer kaplayan bir süreç gibi ortaya çıkar. Önceden varolan tümörün nüksü ya
da kötüleşmesinden ayrılması çok güçtür. BT ve MRG etrafı ödemle çevrili
yama tarzında ya da halkasal kontrast madde tutan bir lezyon gösterir. Kesin
tanı beyin biopsisi ile konur. Bu sırada bazen nekrotik doku arasında var olan
halen yaşayan tümör hücrelerinin örnek alınan yerde bulunmaması nedeniyle
tanı yanlışlığı olabilir. Ayırıcı tanıda Pozitron Emisyon Tomografisi (PET) ile
bölgesel metabolizma ya da Single Photon Emission Computerized Tomography (SPECT) ile bölgesel kan akımına bakılmasının yararlı olduğu söylenmişse de bazı yeni çalışmalarda bu yöntemlerin de yanlış pozitif ya da yanlış
negatif sonuç verebildikleri bildirilmiştir. Manyetik rezonans spektroskopinin
de bu iki tetkik yöntemine üstünlüğü olup olmadığı halen bilinmemektedir.
Deksametazon ve diğer kortikosteroidler hastaların bir bölümünde yararlı
olmakla birlikte hastalar sıklıkla steroid dozunun azaltılması ile kötüleşmektedir. Bu hastalarda nekrotik dokunun cerrrahi olarak çıkarılması denenebilir.
Hiperbarik oksijen tedavisi ve antikoagülanlara yanıt veren hastalar da bildirilmiştir.
Erişkinde Yaygın Serebral Hasar: Her yaştaki hastada en sık görülen RT komplikasyonudur. Erişkin yaşta ortaya çıkan habis gliomları olan çok az sayıda
hasta bu tablonun ortaya çıkacağı kadar yaşayabilir. Fakat 18-24 ay yaşayabilen çoğu hastada BT ve MRG yaygın kortikal atrofi, ventriküllerde genişleme ve ak maddede sinyal anormallikleri gösterir. Bu hastaların yarısında bu
bozukluklar giderek kötüleşir. Bulgular ışınlanan alanın büyüklüğü ve toplam
RT dozu ile doğru orantılı olarak artar. Hastaların büyük çoğunluğunda hastalık önceki mesleklerini sürdüremeyecek ölçüde kognitif yıkım ortaya çıkar.
Özellikle dikkat ve problem çözmeye ait hatalara sıklıkla rastlanır. Bu hastalarda yürüme bozukluğu da sık görülür. RT aldıklarında 50 yaşın üzerinde olan
hastalarda bu tablo daha sıktır.
Küçük hücreli akciğer kanseri nedeniyle uygulanan profilaktik ışınlama-
261
• Aksel Siva - Gökhan Erkol
nın da 1 yıldan uzun yaşayan hastalarda yaygın serebral hasara yol açabileceği bildirilmiştir.
Çocukta Yaygın Srebral Hasar: Gelişmekte olan beyin erişkin beynine göre
iyonize edici radyasyona çok daha duyarlıdır. Primer beyin tümörü tedavisi
için 2500-4000 cGy ışın alan çocukların %50’sinde ardısıra BT ve MRG tetkiklerinde yaygın serebral atrofi ve hemisferik ak maddede sinyal değişikliklerine
rastlanır. Çocuklarda görülen bir diğer serebral radyasyon hasarı ise RT sonrasındaki 3 ay içinde ortaya çıkan ve tüm hastaların 1/3 kadarında gözlenen
mineralize olan mikroanjiyopatidir. Bu hastalarda serebral ak-gri madde sınırında, bazal gangliyonlarda ve dentat nukleusta kalsifikasyonlar gözlenir. Lezyonların sayısı ve yaygınlığı zamanla artar. Tüm beyin ışınlaması alan çocuklarda RT’yi izleyen iki yıl içinde ortalama IQ skorlarında belirgin azalma, nörodavranışsal bozukluklar ve öğrenme bozuklukları gözlenir. 3 yaşından önce
RT alan çocuklarda ve lokal ışınlama yerine tüm beyin ışınlaması alanlarda
bu bozukluklar daha fazla gözlenir. Lösemi için profilaktik RT ve intaratekal
metotreksat tedavisi alan çocukllarda da yaygın beyin hasarına bağlı IQ bozuklukları, yürüme bozuklukları bazen de nöbetler tabloya eklenebilir.
Serebrovasküler hastalık: Karotis arterininin ekstrakraniyal parçasının stenoz ya da oklüzyonu, servikal ve supraklaviküler bölgeye lenfoma , meme
ya da tiroid kanseri nedeniyle yapılan radyoterapinin bilinen bir komplikasyonudur. Kendisini RT sonrası 6 ay-50 yıl arası bir interval sonrası ortaya çıkan
amorozis fugaks, geçici iskemik ataklar ya da serebral infarkta bağlı fokal nörolojik bulgularla gösterir. Aterosklerozun anjiyografide RT alanının içine sınırlı
olması ile tanı konabilir.
Radyasyon Sonrası Çıkan Tümörler: RT sonrası gözlenen intrakraniyal tümörler arasında meningeomlar, gliomlar ve sarkomlar sayılabilir. 15-58 yıl arası
latent periyod bildirilmiş olup en sık 35-40 yıl arasında görülürler.
Optik Nöropati ve Diğer Kraniyal Sinir Tutulumları: Orbita, para nazal sinüsler,
orofarinks kanserleri; hipofiz adenomu ve kraniyofaringiyoma için ve nadiren
intrakraniyal metastazların tedavisinde RT kullanılması optik nöropatiye yol
açabilir. Çoğu hastada RT dozu 5000 cGy’in üzerindedir. Stereotaksik radyocerrahi ile hipofiz tümörü tedavisi sonrası optik nöropatiye yol açabilir. Latent
periyod 12-18 ay arasında değişir. Tek ya da her iki gözde ağrısız ilerleyici
görme kaybı izlenir. Kortikosteroid ve hiperbarik oksijenle kısmi iyileşme gösteren anektodal olgu bildirileri vardır.
RT sonrası 8., 11., 12. ve daha ender olarak da 3., 4., 6. ve unilateral 10. kraniyal sinir tutulumları da bildirilmiştir.
262
Sistemik Kanserlerin Nörolojik Komplikasyonları •
Radyasyon Sonrası Ortaya Çıkan Medulla Spinalis ve Pleksus Hasarları
Geçici Miyelopati: RT sonrası oluşan medulla spinalis hasarlarının en sık
görülenidir. Kraniyospinal aks ışınlamaları ya da MSS dışı bir tümörün ışınlanması sırasında medulla spinalisin alan içinde kalması sonucu ortaya çıkar.
Total spinal doz olarak 5000 cGy ya da günlük doz olarak 200 cGy’in üzerinde
ışın alanlarda daha sıktır. RT sonrası ortalama 4-6 ay sonrası görülür. Yaygın
paresteziler ya da boyun hareketi ile ortaya çıkan; medulla spinalis boyunca
ve ekstremitelere yayılan elektrik çarpması tarzında bir his (Lhermitte bulgusu ) tüm klinik tabloyu oluşturur. Nörolojik muayenede başka belirti yoktur.
Fizyopatolojide arka kordonun demiyelinizasyonunun rol aldığı düşünülür
ve yakınmanın 1-9 ay içinde kendiliğinden düzelmesi bu görüşü destekler.
İlerleyici Geç Miyelopati: Bu grup hastaların çoğunda medulla spinalis MSS
dışı bir kanserin tedavisi sırasında (akciğer, meme, özofagus kanserleri, lenfoma gibi) etkilenir. %1- 12 arasında sıklığı olan tablo radyoterapi sonrası
12-14 ve 24-28 aylar arasında iki ayrı zaman aralığında sıklıkla ortaya çıkar.
Çoğunlukla bacaklarda dizestezi tarzında başlayan hastalık sonrasında ilerler
ve tabloya güçsüzlük ve sfinkter bozuklukları eklenir. Medulla spinalis bozukluğunun üst sınırı çoğunlukla ışınlanan alana uyar. Klinik bulgularla intrameduller metastaz, medulla spinalis gliomu ya da paraneoplazik miyelopatiden
ayırt edilemez. BOS tetkiki çoğunlukla normaldir. Bazen minimal pleositoz
eklenir. MRG’ de olayın başlangıç dönemlerinde genişleme ve T2 ağırlıklı
kesitlerde hiperintens sinyal ve kontrastlı incelemede kontrast tutulumu
gözlenebilir. İleri evrelerde medulla spinalis atrofiktir. MRG’ de radyasyon
miyelopatisini ayırt etmakte yetersiz kalabilir. Bunun nedeni MRG değişikliklerinin RT alanının dışında da gözlenebilmesidir. T1 ağırlıklı kesitlerde RT
alanı içinde vertebra gövdelerinde yağlı dejenerasyon ile uyumlu olarak hiperintens görünüm ve klinik bulguların düzeyinin bu alan içinde olması tanıyı
destekleyebilir.
Tedavi olanakları kısıtlıdır. Kortikosteroidlerin klinik tabloyu stabilize
edebildiği ve minimal yarar sağlayabildiği bildirilmiştir. Antikoagülasyon ve
hiperbarik oksijen de tedavide denenebilir.
Brakiyal Pleksopati: En sık gözlenen RT komplikasyonudur. Literatürdeki
hastaların %40-75’i meme kanserlilerdir, akciğer kanserliler ve lenfomalılarda da azalan sıklıkta olmasına karşın gözlenir. Akut olarak gelişebildiği gibi
erken (ilk 6 ay ) ya da geç (2-4 yıl) formlarıda vardır. Akut tablo tek ya da iki
taraflı omuz ağrısının ardından gelişen daha çok deltoid ve supraspinatus kaslarını etkileyen ve kısmen geri dönüşümlü bir hastalıktır.
263
• Aksel Siva - Gökhan Erkol
Erken gelişen tablo meme kanseri nedeniyle RT alan kadınların %1 kadarında gelişir. El ve ön kolda parestezilerle başlar, hafif güçsüzlük eklenir. Belirtiler aylar içinde hafifleyebilir.
Geç pleksopatide 5600 cGy total ve 200 cGy’in üzerinde günlük doz sorumlu tutulmaktadır. Bu tablo da elde ve parmaklarda parestezilerle ortaya çıkar
fakat güçsüzlük daha belirgin olup sakatlık derecesine varacak düzeyde olabilir ve sıklıkla ilerleyicidir. Ayırt edilmesi gereken en önemli tablo pleksus
metastazıdır. Ayırıcı tanıda metastaz varlığında ağrının ve ipsilateral Horner
sendromunun varlığı yardımcı olabilir. EMG’ de miyokimi varlığı da tanıyı
destekler. CT ve MRG tanıda her zaman yardımcı olamayabilir.
Tedavide rehabilitasyon kısmen yararlı olabilir. Aşırı ağrı söz konusu olursa sinir dokusunun cerrahi serbestleştirilmesi ya da arka kök kesileri yararlı
olabilir. Pelvik tümörlerin RT’si 3ay-30 yıl latent periyod sonrası lumbosakral
pleksopati ve buna bağlı gelişen, sıklıkla asimetrik fakat iki taraflı bacak güçsüzlüğü bildirilmiştir. Mesane ve barsak bulguları nadirdir. Gözlenirse RT’ye
bağlı mesane fibrozisi ya da proktit düşünülmelidir. RT’ye bağlı brakiyal pleksopatide olduğu gibi metastaz ayırd edilmelidir. BT ve MRG metastazların
gösterilmesinde yardım edebilir.
PARANEOPLAZİK NÖROLOJİK SENDROMLAR
Tanımlama
Kanserli hastalarda karşılaşılan, primer tümörün kendisi veya metastazı
ile doğrudan (lokal) bir ilişkisi bulunmayan; kanserle ilişkili metabolik, infeksiyöz veya vasküler kökenli olmayan ve kanser tedavisinin yan etkileri ile
açıklanamayan, ancak primer tümor ile dolaylı olarak ilişkili ve bir kısmının
oto-immun kökenli olduğu kabul edilen nörolojik tablolara “Paraneoplastik
Nörolojik Sendromlar” (PNNS) denilmektedir. Kanserin-sinir sistemi üzerindeki- uzak etkisi olarak da adlandırılan bu paraneoplastik nörolojik sendromlar ‘‘kanser’’ daha bilinmeden, aktif kanser sırasında veya kanser tedavisi
sonrasında hasta remisyonda iken ortaya çıkabilmektedir.
Paraneoplastik nörolojik sendromların en az %50’sinin kanser tanısı konmadan önce ortaya çıkması, bu sendromların tanınmasının önemini vurgulamaktadır. Ancak PNNS’ın her zaman altta yatan bir kansere işaret etmedikleri
de unutulmamamlıdır. Nitekim, Lambert Eaton Miyastenik Sendromu, subakut serebellar dejenerasyon, limbik ansefalit ve çocuklarda karşılaşılan opsoklonus-miyoklonus gibi “klasik” PNNS’da çoğunlukla altta yatan bir tümörün
varlığı gösterilirken, polimiyozit, sensorimotor polinöropatilerde ve ALS de
altta bir kanserle karşılaşılma oranı çok düşmektedir.
264
Sistemik Kanserlerin Nörolojik Komplikasyonları •
Tablo 2. Paraneoplastik nörolojik sendromlar
Merkezi Sinir Sistemi
Ensefalomiyelit
Limbik ensefalit
Subakut serebellar dejenerasyon
Opsoklonus-miyoklonus
Beyin sapı ensefaliti
Optik nörit
Fotoreseptör dejenerasyonu
Stiff-man sendromu
Nekrotizan miyelopati
Miyelit
Motor nöron hastalığı
Periferik Sinir Sistemi
Sensoriyal nöropati
Subakut motor nöropati
Subakut / kronik sensorimotor periferik nöropati
Akut poliradikülonöropati
Mononöritis multiplex
Brakiyal nörit
Otonomik nöropati
Lambert Eaton Miyastenik Sendromu ( LEMS)
Miyastenia Gravis (MG)
Dermatomiyozit & polimiyozit
Akut nekrotizan vd. Miyopatiler
Klinik paraneoplastik nörolojik sendromlar kanserli hastaların yaklaşık
%1’inde görülmektedir. Ancak bu sendromlarla karşılaşılma olasılığı tüm kanserler için eş değerde olmamakta ve belirli tümörlerde özellikle bu sendromlar
daha sık olarak ortaya çıkabilmektedir. Örneğin Lambert Eaton Miyastenik
Sendromu (LEMS) ile akciğerin küçük hücreli kanserinde %2-3 gibi daha
yüksek oranlarda karşılaşılmaktadır. Akciğerin küçük hücreli kanseri dışında
meme ve over kanserleri, Hodgkin lemfoması ve timoma, paraneoplastik nörolojik sendromlarla daha sık olarak bir arada görülen kanser türleridir.
PNNS gerek merkezi, gerekse periferik sinir sistemini etkileyebilmektedir.
Aşağıdaki tabloda bu sendromlar sıralanmıştır.
Patogenez & İmmunoloji
PNNS gelişiminde tümoral kökenli nörotoksik maddelerin varlığı, oportünistik viral infeksiyonlar ve tümör ile nöral doku arasında temel besleyici
maddelerin tüketimine yönelik yarışma gibi hipotezler öne sürülmüştür.
265
• Aksel Siva - Gökhan Erkol
Ancak günümüzde en geçerli olan görüş, primer tümör ile etkilenen sinir
sistemi yapısı arasında benzer antijenik özellikleri paylaşma sonucu gelişen
bir otoimmun yanıtın bu sendromların ortaya çıkışından sorumlu olmasıdır.
Nitekim bazı PNNS’larda serum ve BOS’ta tümoral ve nöral antijenlerle karşılıklı etkileşen “otoantikorların” varlığının gösterilmesi, etkilenen merkezi ve
periferik sinir sistemi alanlarında inflamatuar infiltrasyonun varlığı, otoantikorların pasif transferi ile deneysel modelin gerçekleştirilmesi (LEMS) ve plazmaferez ile -anormal IgG’nin uzaklaştırılması sonucu- bazı olgularda düzelme
gözlenmesi PNNS gelişiminde otoimmun yanıt ile ilişkili kanıtlar olarak kabul
edilmektedir.
PNNS’la birlikte giden ve özgün paraneoplastik antikorların saptandığı
tümörlerin göreceli olarak daha selim bir seyir gösterdikleri kaydedilmiştir.
Nitekim bu özellikleri gösteren primer tümörlerin, bu özellikleri taşımayan
aynı tip tümörlere göre daha yavaş büyüdükleri ve metastaz yapma olasılıklarının daha düşük olduğu bildirilmiştir. PNNS ile birlikte gözüken özgün
antikorlar giderek artan bir sıklıkta tanımlanmaktadır. Tablo 3’te antinöronal
antikorlar, en sık birlikte görüldükleri tümör tipleri ve ilişkili paraneoplastik
nörolojik sendromlar gösterilmektedir.
Belli bazı antikorlar ve bunların ilişkili olduğu nörolojik tablolar bazı kanser tiplerinde daha sık görülür. Aşağıdaki tablo bu ilişkiyi göstermektedir.
Paraneoplazik sendromların patogenezi ve karşılaşılan antikorların rolü
ile ilgili netleşmiş bir bilgi yoktur. Bu yüzden Fathallah-Shaykh’ın paraneoplastik nörolojik sendromları patogeneze yönelik biyolojik özelliklerine
dayanarak önerdiği sınıflandırmasına değinmekte yarar vardır. Buna göre; 1.
Patogenezin açık olarak anlaşıldığı ilk grupta LEMS ve MG gibi sendromlar
yer almaktadır. Bu sendromlar serum ve BOS’ta tümoral ve nöral antijenlerle karşılıklı etkileşen otoantikorların gösterildiği, bunların pasif transferi ile
deneysel modelin gerçekleştirildiği ve uzaklaştırılmalarıyla da düzelmenin
gözlendiği otoimmun patogenezin anlaşılabildiği hastalıklardır. 2. İkinci
grupta PNNS ile ilişkili olduğu kabul edilen antikorların gösterilebildiği,
ancak ilk gruptaki gibi antikor-sendrom ilişkisinin özgün olmadığı ve pasif
transferle hastalığın ortaya çıkartılamadığı yani hem epidemiyolojik hem de
biyolojik verilerin varolduğu ama hastalığın patogenezini açıklamaya yeterli
olmadığı sendromlar gelmektedir: Üstelik bu antikorların nörolojik sendrom
olmadan ortaya çıkmaları, kansere ve nörolojik sendroma özgün olmamaları
ve kanser olmadan da saptanabilmeleri anlamlılıklarının belirlenmesini güçleştirmektedir. Bu grup “idiyopatik paraneoplastik nörolojik sendromlar” olarak
adlandırılabilir. 3. Üçüncü ve son grupta ise bulgu ve belirtilerin tanımlanmış
266
Sistemik Kanserlerin Nörolojik Komplikasyonları •
Tablo 3. Antinöronal antikorlarla ilişkili tümörler ve paraneoplastik nörolojik sendromlar
Antikor
Primer tümör
anti-Hu
SCLC; nöroblastoma
anti-Yo
anti-Ri
nus
anti-amphiphysin**
anti-VGCC
anti-MysB
Anti-AChR
anti-VGPC
anti-Tr
anti-CAR
Anti-bipolar cell
anti-CV2
yel
anti-Ma1***
PNNS
Ensefalomiyelit, sensoriyel nöropati,
Serebellar dejenerasyon
over vd jinekolojik, meme Serebellar dejenerasyon
meme, jinekolojik, SCLC
Serebellar dejenerasyon, opsokloMeme, over, SCLC
SCLC
SCLC
Timoma
Timoma
Hodgkin lemfoması
SCLC vd
Melanoma
SCLC vd
Çeşitli
Stiff-man, Ensefalomiyelit, LEMS
LEMS
LEMS
Miyastenia Gravis
Nöromiyotoni
Serebellar dejenerasyon
Fotoreseptör dejenerasyonu
Retinal dejenerasyon
Ensefalomiyelit, Serebellar
dejenerasyon, Optik nörit, sensorinöropati,
Serebellar dejenerasyon, beyinsapı
ensefaliti
Açıklamalar:
SCLC (small cell lung carcinoma): küçük hücreli akciğer kanseri
LEMS : Lambert Eaton Miyastenik Sendromu
VGCC (voltage-gated calcium channel): voltaja bağımlı kalsiyum kanalları
VGPC (voltage-gated potassium channel): voltaja bağımlı potasyum kanalları
Anti-AchR: anti-asetil kolin reseptör antikoru
CAR (carcinoma associated retinopathy): kanserle ilişkili retinopati
paraneoplastik sendromlara uyduğu ancak serum ve BOS’ta antikorların gösterilemediği ve kanserin de her zaman saptanmadığı nörolojik sendromlar gelmektedir. Patogenez açık olmayıp malignite ile nörolojik sendrom arasında bir
bağlantı kurmak güçtür.
Paraneoplastik Nörolojik Sendromlarda Tanı
Aşağıda bazıları ele alınan “klasik” paraneoplastik nörolojik sendromlardan birini düşündürten semptom ve belirtileri olan hastalarda bilinen bir
kanser varsa ayırıcı tanı doğal olarak daralmaktadır. Bu hastalarda öncelikle
kanserin doğrudan veya dolaylı komplikasyonları (Tablo 1) araştırılmalıdır.
MSS ile ilgili sendromlarda öykü ve muayeneyi, öncelikle metastazı dışlamak
amacı ile MRG izlemelidir. Bu inceleme semptom ve belirtilerle bağlı olarak
kraniyal veya spinal bölgeyi içermeli ve muhakkak Gadolinium verilerek
tamamlanmalıdır. Buna karşılık PSS tutulumunda nörofizyolojik incelemeler
ön plana çıkmaktadır. Her iki durumda da BOS incelemesi gerek atipik hücre-
267
• Aksel Siva - Gökhan Erkol
lerin olmadığını göstermek, gerekse biyoimyasal ve immunolojik incelemeler
için yapılmalıdır. PNNS’da BOS’ta nadir olmayarak lemfositik pleositoz; protein, IgG, IgG indeks yüksekliği ve oligoklonal bandların varlığı ile şekillenen
inflamatuar değişikliklerle karşılaşılmaktadır. Olanak varsa ANNA, BOS ta
da bakılmalıdır.
Kanserin bilinmediği durumlarda PNNS birçok olasılıktan biri olarak
düşünülmelidir. Bu hastalarda ayırıcı tanı yelpazesi bekleneceği üzere daha
genişlemektedir. Bir yandan primer bir nörolojik patoloji araştırılırken diğer
yandan altta yatan ve sistemik bir malignitenin olup olmadığı da incelenmelidir (Tablo 5).
PNNS düşünülen ve araştırmaların başka yapısal veya metabolik bir hastalığı göstermediği olgularda anti-nöronal antikorlara bakmak önem taşımaktadır. Ancak bu incelemenin tam bir panel halinde henüz ülkemizde yapılmadığını, alınan kan örneklerinin yurt dışına yollanmakta olduğunu anımsatmakta
yarar vardır.
Paraneoplastik Serebellar Dejenerasyon
En sık görülen PNNS olan “Paraneoplastik Serebellar Dejenerasyon”
(PSD) ile çoğunlukla akciğer (öz. küçük hücreli akciğer kanseri), over ve uterus tümörlerinde karşılaşılmakla birlikte, bu sendrom meme, kolon kanseri
ve Hodgkin lemfomasında da bildirilmiştir. Bu sendrom değişik kanserlerle
birlikte görüldüğü gibi Anti-Purkinje (anti-Yo), Anti-Hu (ANNA-1), Anti-Ri
(ANNA-2), Anti-Ma1, Anti-Tr, Anti-CV2 gibi farklı anti-nöronal antikorlar ile
de ilişkilendirilebilmektedir (Tablo 4).
Tablo 4. Paraneoplastik Serebellar Dejenerasyon’un birlikte görülebildiği antikorlar
ve ilişkili oldukları bildirilmiş olan başlıca tümö
268
Antikor
Tümor Tipi
Anti-Purkinje (anti-Yo)
Anti-Tr
Anti-Hu (ANNA-1)
Anti-Ri (ANNA-2)
Anti-CV2
Anti-Ma1
Atipik antinöronal
Antikor-negatif
Over kanseri, meme
Hodgkin hastalığı
Küçük hücreli akciğer kanseri
Meme, akciğer kanseri
Küçük hücreli akciğer kanseri
Parotis, meme, kolon, akciğer
Akciğer, kolon, Hodgkin hastalığı
Değişik tümörlerler
Sistemik Kanserlerin Nörolojik Komplikasyonları •
Tablo 5. Paraneoplastik nörolojik sendromlarda tedavi seçenekleri
Primer kanserin tedavisi
Kortikosteroidler
Tiamin
IVIG
Plazmaferez
Protein-A Column Immunoadsorption
Kombinasyon tedavileri
Klinik Tablo: Klinik tablo genellikle subakut bir gelişim gösterir. Haftalar
içinde gelişen ilerleyici bir dengesizlik ve yürüme ataksisini takiben gövde ve
ekstremite ataksisi, serebellar tip dizartri, nistagmus ve opsoklonus ile şekillenen bir serebellar sendrom belirir.
Görüntüleme: BT ve MRG genellikle normal bulunur, hastalığın uzun sürdüğü hastalarda zaman içinde serebellar atrofi gelişebilir. Bazı hastalarda
MR’da T2 ağırlıklı incelemelerde serebellar ve serebral akmaddede non-spesifik hiperintens bir görünüm ile karşılaşılabileceği bildirilmiştir.
Ayırıcı Tanı: PSD’nun ayırıcı tanısında kanser biliniyorsa öncelikle parankimal metastaz, bilinmiyorsa primer serebellar tümörler görüntüleme yöntemleri ile dışlanmalıdır. Bundan sonra non-paraneoplastik serebellar dejenerasyonlar olarak ilaç toksik etkisi (örn. cytarabine, 5-fluorourasil veya phenytoin),
alkolik serebellar dejenerasyon, ağır metal intoksikasyonu ve özellikle olivopontoserebellar atrofiler ve diğer herediter spino-serebellar dejenerasyonların varlığı araştırılmalıdır. Demiyelinizan hastalık; viral beyinsapı ensefaliti
ve serebellit gibi inflamatuar-infeksiyöz olasılıklarda gözden geçirilmelidir.
Hipotiroidizm, Creutzfeldt-Jacob hastalığı ve tablonun akut geliştiği hastalarda serebellar infarkt ayırıcı tanıda ele alınabilecek diğer olasılıklardır.
Paraneoplastik Limbik Ensefalit
Paraneoplastik Limbik Ensefalit (PNLE) olgularının yaklaşık %80’ini akciğerin küçük hücreli kanseri ile, geri kalanlarının önemli bir bölümü testis kanserleriyle beraber görülmektedir. Akciğer kanseriyle ilişkili olan olguların yaklaşık yarısında anti-Hu antikorları, testis kanseri olanların çoğunda anti-Ma2
antikorları saptanmaktadır. PNLE meme, endometriyum, kolon ve mesane
kanseri, timoma ve Hodgkin olguları ile birlikte de bildirilmiştir.
Birkaç gün veya hafta içinde ilerleyici olarak gelişen yakın hafızada ağır
yıkım, kişilik ve ruh hali değişiklikleri, ajitasyon, konfüzyon, oryantasyon
269
• Aksel Siva - Gökhan Erkol
bozukluğu, hallüsinasyon, kompleks-parsiyal nöbetler en sık karşılaşılan
belirtilerdir. Görüntüleme çoğunlukla normaldir veya nonspesifik bir atrofi
bulunabilir. Ancak bazı hastaların T2 ağırlıklı MR incelemelerinde medial
temporal loblarda, amigdala bölgesi, hipotalamus ve bazal kortekste hiperintens bir görünüm dikkati çekebilir. BOS’ta inflammatuar değişikliklerle karşılaşılması beklenir. Ayırıcı tanıda primer veya sekonder intrakraniyal kitle
olasılığı dışlandıktan sonra depresyon ve psikotik tablolar, toksik, metabolik
ensefalopatiler, herpes simplex ensefaliti ve sekonder demanslar göz önüne
alınmalıdır. Hastada bilinen bir malignite varsa uygulanan tedaviyle ilgili bilgi alınmalıdır. Methotrexate, procarbazine, ifosfamide ve daha nadiren diğer
kemoterapötik ilaçlara bağlı ensefalopati tabloları, özellikle küçük hücreli akciğer tümörlerinde profilaktik geçirilmiş kraniyal radyoterapi sonucu organik
beyin sendromları ile karşılaşılabileceği de unutulmamalıdır.
Opsoklonus-Miyoklonus
Paraneoplastik opsoklonus-miyoklonus sendromu (POMS) istemsiz sakkadik göz küresi hareketleri ve gövde ve ekstremitede miyoklonilerle şekillenen
bir tablodur. Göz küresi hareketleri aritmik, çok yönlü ve yüksek amplitüdlüdür. Başka serebellar bulgular eşlik edebilir. Çocuklarda görüldüğü zaman
altta yatan bir nöroblastoma ile karşılaşılma olasılığı değişik serilerde %10-50
arasında değişmektedir. Erişkin POMS olgularının ise %10-20’sinde meme
veya küçük hücreli akciğer kanseri ile karşılaşılır. bir PNNS olarak ortaya çıktığı erişkinlerde anti-Ri antikoru (ANNA-2) saptanabilir, buna karşın çocuklarda bildirilmiş bir antikor yoktur.
Ayırıcı tanı yelpazesi geniştir. Gerek çocuklarda gerek erişkinlerde en sık
viral bir infeksiyonu takiben görülebilir. Hiperosmolar non-ketotik koma,
amitriptilin intoksikasyonu, i.v.phenytoin ve diazepam sonrası gibi toksikmetabolik ensefalopatilerle ilişkili olarak, sarkoidozda ve üst beyinsapı ve
talamusu etkileyen kanama veya tümörlerde de bildirilmiştir.
Paraneoplastik Subakut Sensoryel Nöropati
Subakut Sensoryel Nöronopati (SSN) kliniği ile başvuran hastaların yaklaşık %20 sinde bu tablonun paraneoplastik bir sendrom olduğu ve bunların
da en az 2/3 ünün küçük hücreli akciğer kanseri ile beraber gözüktüğü kaydedilmektedir. Genellikle orta yaş ve sonrasında ortaya çıkan ve arka spinal
kök gangliyonlarının etkilendiği SSN ile kadın ve erkeklerde eşit oranda karşılaşılmaktadır. Özellikle anti-Hu antikoru ile ilişkili olarak bildirilen SSN nadir
olmayarak kanser tanısı konmadan ortaya çıkmaktadır. Anti-Hu antikoru
270
Sistemik Kanserlerin Nörolojik Komplikasyonları •
pozitif SSN ile kadınlarda daha fazla karşılaşılmaktadır. Bu sendrom çoğunlukla diğer paraneoplazik sendromlarla bir arada görülmektedir.
Klinik Tablo: SSN günler veya haftalar içinde gelişen ve ekstremite distallerinde belirgin disestetik ağrı, uyuşma ve diğer parestetik tipte yakınmalarla
başlar. Bu yakınmalar başlangıçta asimetrik ve yama tarzında olabilir ancak
kısa bir süre içinde ilerleyerek tüm vücuda ve yüze yayılır. Muayenede derin
duyu kaybı belirgindir, derin tendon refleksleri hipoaktiftir veya alınamamaktadır ve hastalarda ağır sensoriyal ataksi vardır. Olguların bir kısmında
otonom sinir sistemi etkilenmesine ait belirtilerle de karşılaşılabilir. Hastalık
aylar içinde kişide ciddi özürlülüğe yol açacak şekilde ilerler ve ondan sonra
duraklar.
Laburatuar İncelemeleri: BOS incelemesi genellikle inflamatuar özellikler
gösterir ve lemfositik pleositoz, protein ve IgG artışı, oligoklonal bandların varlığı ile karşılaşılabilir. EMG’de sensoriyel sinir aksiyon potansiyellerinde ciddi
amplitüd düşüklüğü veya yanıtların hiç alınamaması ile karşılaşılır. Yanıt alınabiliyorsa iletilerin korunduğu dikkati çeker. Motor aksiyon potansiyelleri
büyük ölçüde korunmuştur. Sensoriyel sinir biyopsi de dahil olmak üzere bu
incelemelerin hiçbiri paraneoplastik SSN için özgün değildir. Ancak anti-nöronal antikorların (özellikle anti-Hu) pozitifliği ve diğer PNNS ın varlığı, kanseri
bilinmeyen bir kişide bir paraneoplazik SSN olasılığını güçlendirmektedir.
Ayırıcı Tanı: SSN tablosu ile en sık karşılaşılan oto-immun hastalıklardan
biri Sjörgen sendromudur. Kronik inflamatuar demiyelinizan polinöropatinin sensoryel formu klinik olarak SSN ile karışabilir, ancak bu durumda
EMG de gerek sensoriyel gerekse motor lifleri etkileyen demiyelinizasyonun
gösterilmesi ile nörofizyolojik olarak ayrılabilirler. Aşırı miktarda pyridoxin
“B6” vitamini tüketiminin sensoriyel bir nöropati tablosuna yol açabileceği
bildirilmiştir. Bunların yanında HIV ile ilişkili olarak benzer sensoriyel nöropati tablosu ile karşılaşılabileceği kaydedilmektedir. Kemoterapotik ilaçlardan
cisplatin, cisplatin içeren tedavi sonrası carboplatin verilenlerde ve paclitaxel
(taxol) veya docetaxel (taxotere) içeren rejimleri alanlarda da sensoriyel ağırlıklı nöropatilerle karşılaşılabilmektedir.
Kanserli hastalarda özellikle kemoterapide kullanılan ilaçlara veya sistemik-metabolik komplikasyonlara bağlı olarak özellikle genel bir halsizlik-güçsüzlük olmakta, muayenede derin tendon refleksleri hipoaktif bulunmakta ve
EMG de ileti uzaması ile karşılaşılabilmektedir. Bu bulgular paraneoplazik
SSN ile karıştırılmamalıdır.
271
• Aksel Siva - Gökhan Erkol
Lambert Eaton Miyastenik Sendromu
Lambert Eaton Miyastenik Sendromu (LEMS) tanısına varılan hastaların
yaklaşık %60’ında bu sendrom paraneoplastiktir. Bu hastaların çok büyük
bir kısmında altta yatan tümör küçük hücreli akciğer kanseridir. Nitekim bu
kanserlerinde %1-3’ünde LEMS görüldüğü kaydedilmektedir. Nadir olarak
LEMS, akciğerin küçük hücreli olmayan kanserlerinde, prostat, tiroid, küçük
hücreli serviks kanseri, timoma, germinoma ve lemfoma ile birlikte de bildirilmiştir. LEMS bu olguların çoğunda kanser tanısı konmadan belirmektedir.
Kanserin tanınmasına kadar geçen süre ortalama 12-18 ay arasında değişmekle beraber bu sürenin “yıllarla” ölçüldüğü olduğu olgular da vardır. LEMS’li
hastaların önemli bir kısmında voltaja bağımlı potasyum kanallarına (VGPC:
voltage-gated potassium channel) karşı antikorlar saptanır. Bu antikorlar
sendromun PNNS olup olmadığını göstermez. Buna karşı çok azında anti-Hu
antikorları saptanabilir ve bu durum ise lems’in bir PNNS olarak ortaya çıktığını gösterir.
Klinik Tablo: Birçok hastada yavaş gelişen bir güçsüzlük ve bitkinlik sözkonusudur. Hasta çok çabuk yorulmaktadır. Pelvis kaslarında daha belirgin
olmak üzere kavşaklarda hakim simetrik bir güç kaybı vardır. Hastalığın ilk
dönemlerinde kas aktivitesini takiben geçici bir güçlenme olabilir ve bu özellik
klinik olarak LEMS’i miyasteniden ayırmaya yarayabilir. Bulber semptomlar
seyrektir ama diplopi, ptoz ve yutma güçlüğü olabilir. Derin tendon refleksleri
azalmıştır veya alınmaz, hastaların yaklaşık %75’inde ağız kuruluğu, görme
bulanıklığı, terlemede azalma, sfinkter sorunları ve impotans gibi otonom
semptomlar kaydedilir. Bazı hastalarda ise paraneoplastik serebellar dejenerasyon veya ensefalomiyelit LEMS’le birlikte görülebilir. Bu kişilerde MSS
bulguları daha ön plana çıkabilir.
Ayırıcı Tanı: Önce Miyastenia Gravis ile, sonrada LEMS’in paraneoplazik
ve non-paraneoplazik formları arasında yapılmalıdır. Tanıya EMG ve antikor
tayini ile gidilir.
Paraneoplastik Nörolojik Sendromlar - Tedavi
Paraneoplastik Nörolojik Sendromlarda bazı istisnalar dışında bildirilmiş
etkin bir tedavi yoktur. Sadece patogenezi açık olarak bilinen LEMS ve MG’te
sorumlu antikorları uzaklaştırmaya veya baskılamaya yönelik tedavilerle
olumlu sonuçlar alınabilmektedir. Bu tedavilerin arasından LEMS için primer
kansere yönelik tedavi yanında hastanın genel durumu, süre ve kalite olarak
yaşam beklentisi, nörolojik tablonun ağırlığı, gerek teknik olanaklar, gerekse
ekonomik koşullar göz önüne alınarak iletiye yönelik guanidin, pyridostigmi-
272
Sistemik Kanserlerin Nörolojik Komplikasyonları •
ne, immun yanıtı baskılamaya yönelik prednisolone, azathiopirine, antikorları
uzaklaştırmaya yönelik intravenöz immunglobulin (IVIg) ve plazmaferez tedavileri tek veya kombine olarak uygulanabilir.
Paraneoplastik Serebellar Dejenerasyon olgularında tedavi yanıtları çok
yüz güldürücü olarak bildirilmemekte ve uygulanan çeşitli tedavilere sadece
hastaların %10 nun yanıt verebildiği belirtilmektedir. Uygulanan yöntemler
arasında kortikosteroidler ve diğer immunosupressif ajanlar, plazmaferez ve
IVIg sayılmaktadır. Bizim de gözlemimiz bu yönde olup IVIg ile tedavi ettiğimiz 3 hastada tekrar ambulasyonlarını sağlayacak derecede düzelme gözlemiştik. Bir hastamızda da MALT tipi ileal yerleşimli lemfomasının tedavisini
takiben semptomlarda gerileme olmuştu.
Paraneoplastik opsoklonus-miyoklonus sendromu (POMS) tedavisinde
semptomtik olarak clonazepam denenebilir. Thiamin ile düzelme bildirilmiş
olmakla birlikte bu sonucun başka örneklerle doğrulanması gerekmektedir,
bununla birlikte ucuzluğu ve kullanım kolaylığı gözönüne alınarak verilmesinde sakınca yoktur. Kortikosteroid ve immunosupressif diğer tedaviler yanında IVIg denenebilir. Bir immunomodulator tedavi yöntemi olan protein A
column immunoadsorbsiyon tedavisi ile bildirilmiş olumlu sonuçlar vardır.
Paraneoplastik Limbik Ensefalit olgularında nörolojik tablo tedavilere
genellikle yanıtsız kalmaktadır. PNNS tedavisi amacıyla protein A column
immunoadsorbsiyon uygulanan seride 6 hastanın biri PNLE olup, bu hastanın stabilize olduğu bildirilmiştir.
Paraneoplastik Subakut Sensoryel Nöronopati tedaviside çok yüz güldürücü gözükmemektedir ancak IVIg veya plazmaferez denenmesi uygundur.
PNNS’da sendromun kimi zaman kendiliğinden duraklayabilmesi veya
dalgalı bir seyir gösterebilmesi, hatta düzelebilmesi söz konusu olduğundan
tedavinin değerlendirilmesi her zaman çok kolay değildir. Tedaviye başlanma zamanı, değişik PNNS’ın bir arada olabilmesi, anti-nöronal antikorların
varlığı ve düzeylerindeki farklılıklar, çoğu sendromların patogenezdeki belirsizlikler tedavilerin sonuçlarını yorumlamayı daha da güçleştirmektedir. Öte
yandan bu spektrum içinde yer alan değişik özellikteki sendromların aynı
tedavi uygulamasına tek tip yanıt almanın beklenemiyeceği açıktır. Bununla
birlikte PNNS spektrumu içine düşen hastalarımıza merkezimizde yukarıda
da değindiğimiz gibi primer tümörün tanısı, hastanın genel durumu, süre ve
kalite olarak yaşam beklentisi, nörolojik tablonun ağırlığı ve bunların yanında
ekonomik koşullar ve uygulanabilirlilik göz önüne alınarak kortikosteroid ve
IVIg tedavilerini uygulamaktayız.
273
• Aksel Siva - Gökhan Erkol
KAYNAKLAR
1.
2.
3.
4.
5.
6.
7.
8.
9.
274
Aminoff MJ. Neurology and General Medicine Churcill Livingstone. New York, 2001.
Clouston PD, De Angelis LM, Posner JB, The Spectrum of Neurological Disease in Patients with Systemic Cancer. Ann Neurol 1992; 31; 268-273.
Dalmau J, Posner JB. Paraneoplastic syndromes. Arch Neurol 1999, 50:405-411.
Dropcho EJ, Paraneoplastic syndromes. In-Gilman S, editor. MedLink Neurology, San Diego: MedLink Corporation 2003-Forth edition. MedLink Corporation, 2003.
Erkol G, Siva A. Kanser hastasında nörolojiik sorunlar. Onat H, Molinas-Mandel N (Editörler): Kanser hastasına
yaklaşım. Nobel Tıp Kitabevleri, 203-232, 2002.
Henson RA, Urich H. Cancer and the nervous system, The neurological manifestations of systemic malignant
disease, Blackwell Scientific, London 1982.
McAllister LD, Ward JH, Schulman SF, De Angelis LM. Practical neuro-oncology. Butterworth Heinemann, Boston, 2002.
Patcheli RA, Neurologic Complicadons of Systemic Cancer, Neurologic Clinics of North America, Volume 9,
Number 4, 1991.
Posner JB. Neurological complications of cancer. F.A.Davis Company. Philadelphia, 1995.
Download