hn 84 e1.indd - Halkın Nabzı

advertisement
KATMER
ÇİÇEK BİR
GÜLÜŞ
KIBLE
YALNIZ
GEZİ Mİ?
SEÇİMLER,
SİYASET VE
ADAY ADAYLARI
S.9’da
KADINA ŞİDDETE HAYIR KOŞUSU
Yıl 3 Sayı 84
G
eçen hafta iki gün yine Türkiye
demokratikleşme mücadelesi için
çok önemliydi. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü büyük bir coşku, isyan
dalgası ve öfke ile çok geniş kitleler tarafından meydanlarda, caddelerde kutlandı.
Gösteriler sırasında kadınlar erkek egemen toplum anlayışını kınarken, iktidarı
döneminde kadına yönelik şiddet ve kadın
cinayetlerinin büyük artış gösterdiği AKP
hükümetine olan öfkesini dışavurdu.
Fakat diğer taraftan bütün aksi söylemlere rağmen düzen partileri hâlâ kadın
kotası koymaktan imtina ediyor, aday seçiminde kadının siyasete katılımını artıracak uygulamalar yapacakları yönünde bir
açıklama yapmıyor.
HDP ise kadın erkek eşitliğini tam olarak
gerçekleştirmiş bir parti olarak kendisini
sık sık ‘kadın partisi’ olarak tanımlayarak
Kürt kadın devriminin siyasetteki temsilcisi olduğunu ortaya koyuyor.
HDP, Haziran 2015 seçim sürecinin
odağı parti konumuna şimdiden gelmiş
durumda.
7 Mart Cumartesi günü ise tüm Türkiye devrimci demokratlarının sevgilisi olan
Berkin Elvan’ın birinci ölüm yıldönümü
anması yapıldı.
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin
Demirtaş ve hayat arkadaşının da hazır
bulunduğu törene HDP ve CHP’den milletvekilleri de katıldı.
Bu haftaki söyleşim barış mücadelecisi,
siyasetçi ve gazeteci bir kadın ile. Yüksel
Genç hem çözüm süreci hem seçimler
hem de Türkiye gündemine ilişkin sorularımı yanıtladı.
Bu hafta da köşe yazarlarımız Türkiye gündemini durdukları yerden ele alan
yazılar yazdılar. İlgiyle okuyacağınızı
düşünüyorum. Haberlerimiz ise hem yerel
hem ülkesel boyutta yine.
Haftaya görüşmek üzere
S.4’te
11 Mart 2015
TÜRKÜLER EMEK İÇİN
S.4’te
Çarşamba
“AKP’nin önündeki en
büyük engel HDP”
Yüksel Genç genç bir gazeteci, yazar ve bir siyasetçi. Bir Kürt kadın. Barış
mücadelecisi. Gencecik ömrünün epey bir zamanını ise siyasi tutuklu
olarak cezaevinde geçirmiş ama yine de demokrasi mücadelesinden geri
durmayan bir insan. Yüksel Genç ile buluşup kendisine Türkiye gündemine,
seçimlere ve çözüm sürecine dair sorular sordum.
FEMİNİST GECE YÜRÜYÜŞÜ
BERKİN ELVAN ANILDI
İstanbul’da kadınlar
Kadınlar Günü için
Taksim’de 13’üncü kez
Feminist Gece Yürüyüşü’nde bir araya
gelerek meydanları
doldurdu.
Gezi'de yaralanan ve 11
Mart’ta 15 yaşında yaşamını
yitiren Berkin Elvan, ölümünün birinci yıldönümünde vurulduğu yerde “Berkin Elvan
15’inde bir fidan” sloganları
ile anıldı.
S.7'de
S.7'de
2 YORUM
2015
11 Mart
Çarşamba
Yaşar Kemal; “xwedê
yeke derî hezar”
ŞEYHMUS DİKEN
B
üyük edebiyatçı olmak için büyük
kapılardan geçmek gerekir. Edebiyatın büyük ustası Yaşar Kemal, bu
sözünü sağlığında “oğlum” diye hitap ettiği
Mehmed Uzun için sarf etmişti. Yaşar Kemal’i ve onun edebiyatını dünya yüzünde
bilenler bilir ki; Yaşar Kemal’in kendisi bizatihi büyük kapılardan geçmiş, büyük bir edebiyat şahsiyeti. Ben bu kanıya, 1980 yılında
Kimsecik üçlemesinin ilk kitabı Yağmurcuk
Kuşu’nu ve diğer ikisi Kale Kapısı ile Kanın
Sesi’ni okuduğumda varmıştım.
Kitabın sayfaları arasında Anadolu ve
Mezopotamya coğrafyasının halkları sökün
ediyordu. Büyük yokoluşun ve beraberinde
insana dair trajedinin 1915 ve sonrasındaki
“büyük felaketi”ne denk düşen; yollardaki
telefatın izleri vardı kitapta. Ermeniler, Kürtler, Türkmenler, Araplar ve diğer halklar.
Ermeni halkının Çukurova topraklarından
koparılıp atılmasının üzerine, Kürt coğrafyasından göçle gelenlerin yerleşme / yerleşememe dertleri, hikâyeleri paylaşılıyordu
Yağmurcuk Kuşu’nda.
Yaşar Kemal’in edebiyatında halkların
birbirleriyle vuruşması ve çatışması yoktur.
Halklardan birinin ırkçılık fetişizmi ile yüceltilerek, diğerlerinin aşağılanması da yoktur.
Kültürel ve geleneksel damarların birarada
yaşama ve birbirlerini öteleyerek değil etkileyerek yaşadıklarından bir şeyler öğrenerek,
tat alarak hayatı ruhuna kadar yaşama felsefesi vardır.
İşin açıkçası Yaşar Kemal Ağabeyin
1990’lı yılların başından 2009 yılına kadar
20 yıllık zaman dilimi içinde (aslında 1951
yılından bu yana gazeteci kimliği ile yazıp
söyledikleri de kitabın kimi yerlerinde var)
her defasında farklı şekillerde ifade edilmiş
ama içeriği aynı, kimi cümlelerle bıkmadan
usanmadan “muktedirlere” sorumlu ve vicdan sahibi aydın kimliği ile yazdığı, konuştuğu ve paylaştığı cesur metinler “Bu Bir
Çağrıdır” kitabını yayınlandığı dönemlerin
gazete kupürlerini hatırlayarak yeniden okuyunca, bir kez daha “çağrı”sının kıymetini
kavradım. Yaşar Kemal, doksanına merdiven dayamış yaşlarında bir bilge edebiyatçı
ve vicdanlı aydın kimliğiyle bir kez daha söyleyip yazıyordu. “Demokrasi Kürt Sorunundan geçer. Gerisi ağzın(ız)la kuş tutsan(ız)
iflah olmazsın(ız)…”
Geriye kalan nedir ki! Fukara Türk ve
Kürt halk çocukları gerilla ya da asker olarak üçer beşer ölüyor / öldü bu tuhaf ülkenin dağlarında, bayırlarında, şehirlerinde.
Mahpustakileri ise ne siz sorun ne biz söyleyelim…
Yaşar Baba’nın çok sevdiği bir Kürtçe söz
vardır. Der ki; “Xwedê yeke, derî hezar”.
Evet, Allah birdir, kapı bin. Biri kapanırsa
bir diğerinin açılacağı umudu hep vardır.
Ama baba, seni uğurlarken sana diyeyim ki;
biliyor musun bunlar bütün kapıları sadece
kendi bildikleri kaville açmakta inat ettiler
/ ediyorlar. Kilidi de öbür ellerinde tutarak!
Tanrıyı ise sadece kendi inançlarına “tahsisli” saydılar / sayıyorlar. Ve yetmezmiş gibi
oyun çağındaki Kürt ve Türk çocuklarını,
demir yığını kurşun geçmez panzerlerine
taş attılar, sapan salladılar diye kurşunlayıp
ölüdürüyorlar. Sonra da buna yasal kılıf uydurmak için “İç Güvenlik Yasası”nda ısrar
ediyorlar.
Öyle bir günde gittin ki; yine Kürdün vicdanlı siyasal temsiliyeti adeta sana yakışan
Barış sesinin muştucusu gibi bir kapı araladı.
Dedi ki bu eşitler arasında bir Barış çağrısı-
dır. Bu sese kulak verin. Öyle bir günde gittin ki; her 28 Şubat günü geldiğinde belki de
seninle birlikte Barışın ilk adımı bugün Yaşar
Kemal öte yakaya göçerken atıldı diyecek
tarih…
Seni defnederken senin adın yazılı o mezar taşının önündeki küreklenen toprağına
kutsal ŞehriAmed’den senin sahici manevi
evladın Mehmed Uzun’un mezar toprağından getirdiğim dört avuçu kattım. Ve yüksek
sesle dedim ki; “Bu dört avuç toprak bölünmüş, parçalanmış dört parça Kürdistanı simgeliyor. Bir Kürt edebiyatçısının mezarından
bir diğer Kürt edebiyat ustasının mezarına
taşınıyor. Ruhu şad olsun. Edebiyat babasını
kaybetti…”
Diliyor ve umuyorum ki; bu dünya yüzüne belki de yüz yılda bir gelecek böylesine
hançeresi kuvvetli, belleği güçlü, dünyası sevecen ve toprağımızın, coğrafyamızın onur
abidesi, yüz ağarı Yaşar Kemal Ağabeyin öte
yakaya göçerkenki sözlerine kulak verecek
muktedirler sahiden “muktedir” olur…
Yoksa Yaşar Baba’nın edebi ve edepli eli
hep yakanızda olur ve her daim hesap sorar,
benden söylemesi…
HALKIN NABZI GAZETESİ VE BİTLİS BELEDİYESİ İŞBİRLİĞİ İLE BİTLİS'TE
WILLIAM SAROYAN KÜT ÜPHANESİ
AÇILIYOR!
Büyük bir yazarın ve
bu toprakların Ermeni
halkının emeğine ve
anısına saygıyla...
Kitap bağışlarınızı bekliyoruz:
Bitlis Belediyesi
Saroyan Kütüphanesi
Bitlis / Türkiye
YORUM 3
2015
11 Mart
Çarşamba
Katmer çiçek bir gülüş
AHMET TULGAR
G
ülüşü katmer çiçek bir kızın
fotoğrafı düştü cuma gecesi
sosyal paylaşım sitelerine.
“Böyle gülümsüyorlar, sonra gidiyorlar.” Öyle dedim hemen o gece.
‘Düşmedi’ aslında o fotoğraf o sitelere, açtı, açıverdi gece vakti, anlam
anlamın ardından, çağrışım çağrışımın çağrıcısı, katmer katmer gül, öyle
derin açtı.
Tutunamayız haber jargonuna.
Haber jargonu ile “ajanslara düştü”
deyip sıradanlaştırılabilecek biri, geçiştirilebilecek gibi değildi.
Bir kere çoktan verilmiş bir kararın
sevinci var o gözlerde. Tembihler gibi,
teselli eder gibi bakıyor, gülüyor bir
kere. İlk katman.
Biraz uçarı ama çokça bilinçli, belli
ki. Bir sınır aşmış, sınırın öbür tarafından cesaret veren, davet eden bir kaçak. En güzel kaçak. Eğlenir gibi onu
elinde tutamayan kurulu düzenle, gülüyor. İkinci katman.
Yaşama sevinci: Olmaz mı. Bu gülüşten yaşama sevinci okunmaz mı?
O da öyle sevmiş hayatı, öyle seviyor
ama gidiyor. O gidiyor. Sevdiği hayatı
daha sevilesi yapmaya. Döneceğinden
emin. “Dönmezsem de ne gam” der
gibi. Sevmiş, sevilmiş gibi. Üçüncü
katman.
Böyle güzel gülen, hepsi gibi güzel
gülen, bazıları başka güzel güler ya,
işte onlar gibi gülen kız, düşmüş Kobanê’de, haberi cuma gecesi geldi.
Leyla Doğan’ın gülüşüne derin bir
yarın başında durur gibi bakıyoruz
şimdi.
Gamzelerinin çukuruyla işaret ediyor gülüşündeki o derinliğe.
O derinlikte, baktığımızda, kısacık
hayatının ihtişamı ışıldıyor dipten. Bir
zılgıt, bir şarkı yankılanıyor. Dipten.
Güle oynaya, şarkılarla gidenlerden o
da, belli ki.
“Bitsin” diyemeyeceğimiz, daha
diyemeyeceğimiz, ama kolay kolay
“gitsin, peki” de diyemeyeceğimiz bir
savaşa böyle gitti demek ki. Belli ki.
Kobanê’ye.
Tam da düşman, insana, kadına
saldırdığı gibi, onun mirasına, tarihine, sanata da saldırdığı günlerde, Kobanê’de düşen bir güzel sanatlar fakültesi öğrencisi. Ne derin bir anlam.
Gencecik kızlar, erkekler gidiyorlar
bu savaşa. “Bitsin” diyemiyoruz haykı-
rarak. “Daha değil, daha değil” diyoruz içimizden.
Hayıflanarak ve biraz mahçup, “gitsin” diyoruz belki içimizden.
ABONELİK KARTI
1 Yıl Yurtiçi 60
Adı Soyadı :
ANADOLU YAKASINDA
GÖRÜNÜR OLMAK iÇiN
ilan Reklam ve Rezervasyon
hattı için bizi arayınız
T: 0216 457
46 46
F: 0216 457 13 12
e-mail: halkinnabzi@gmail.com
Adresi
:
e-mail
:
Tel-GSM :
Abonelik bedelini banka hesabına yatırdıktan sonra bilgileri lütfen
aşağıda belirtilen posta adresine veya e-mail e gönderiniz.
HALKIN NABZI
Bağlarbaşı Mahallesi 2. İlkokul Cad. No:39
Cihangir İş Mrk. Kat:2 D:7 Maltepe/İstanbul/Türkiye
T:+90 216 457 46 46 F:+90 216 457 13 12
halkinnabzi@gmail.com
www.maltepeninnabzi.com
AKBANK Maltepe Şubesi
TL HESABI: Şube Kodu: 00 29 Hesap No:0189926
IBAN:TR35000460002 9888000189926
Devrim oluyor çünkü.
Bu giden kız bu yüzden böyle gülüyor belli ki.
Böyle gülüyorlar, sonra gidiyorlar.
Halkın Nabzı
Gazetesi
Süreli Yayın
AHİS Reklam Organizasyon
Prodüksiyon San. Tic. Ltd. Şti.
Adına İmtiyaz Sahibi ve Genel
Yayın Yönetmeni (sorumlu)
İSHAK KARAKAŞ
Editör: Ahmet TULGAR
Grafik Mizanpaj
Hukuk Danışmanı
Erdal BEKTAŞ
Av. Uğur KARAKAŞ
Grafiker
Danışma Kurulu
Hakan YILDIRIM
Spor Servisi
Fırat COŞKUN
Kültür Sanat
Bedros DAĞLIYAN
Avusturya Temsilcisi
Erdal BOYOĞLU
Viyana Temsilcisi
Emine BAŞKÖY
Fehim IŞIK
Samet MENGÜÇ
Fuat TOKAT
Yer: Bağlarbaşı Mh. 2. İlkokul
Cd. No: 39 Cihangir İş Merk.
Kat 2 D:7 Maltepe - İstanbul
Tel: 0216 457 46 46
Fax: 0216 457 13 12
halkinnabzi@gmail.com
Baskı: GÜN MATBAA Beşyol
Mah. Akasya Sk No 23/A
Sefaköy-Küçükçekmece - İST.
Tel: +90 212 426 63 00
4 HABER
2015
11 Mart
Çarşamba
Erkekler, “kadına şiddete
hayır” diyerek koştu
M
altepe Belediyesi’nin düzenlediği organizasyonla,
8 Mart Dünya Kadınlar
Günü’nde erkekler, ellerinde karanfiller ve üzerinde “kadına şiddete hayır”
yazılı tişörtlerle koştu.
Maltepe Belediyesi, Birleşmiş Milletler’in (BM) “Toplumsal Cinsiyet
Eşitliği için Dayanışma Hareketi” olan
“HeforShe-KadıniçinErkek”
kampanyasının Türkiye’de uygulanmasına
öncülük etti. Bu kapsamda, 8 Mart
Dünya Kadınlar Günü’nde erkekler,
kadınlara karşı her türlü ayrımcılığı ve
şiddeti ortadan kaldırmak ve duyarlılık
oluşturmak için koştu.
Özgecan tişörtleriyle koştular
Sabahın erken saatlerinde Cevahir
Hotel İstanbul Asia önünden başlayan koşuya, Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç’ın yanı sıra, CHP Genel
Sekreteri Gürsel Tekin, CHP İstanbul
Milletvekili Mahmut Tanal, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu
(DİSK) Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu, Birleşmiş Milletler Kadın Birimi (UN Women) HeForShe Temsilcisi Gizem Yarbil, Sabancı Üniversitesi
Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Forumu’ndan Ayşe Yüksel,
Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV)
temsilcileri, Gezi Parkı anneleri adına
Yıldız Bulut, Soma’da hayatını kaybeden madenci aileleri adına Havva
Şen, çok sayıda siyasetçi, sanatçı, gazeteci, muhtarlar, sivil toplum örgütleri, sporcular ve vatandaşlar katıldı.
Koşu öncesi katılımcılara, üzerinde
Özgecan Aslan’ın fotoğrafı bulunan
ve “kadına şiddete hayır” yazılı “HeForShe” kampanyası tişörtleri ile karanfil dağıtıldı. Yaklaşık 1 kilometrelik
güzergahta yapılan koşu, Yalı Mahallesi Açık Basketbol Sahası önünde
sona erdi.
Koşu sonrası bir konuşma yapan
Maltepe Belediye Başkanı Ali Kılıç,
“Öncelikle BM tarafından dünya
genelinde başlatılan ve Türkiye’de
ilk kez yapılan bu projeye sahip çıktığınız için teşekkür ediyorum. Kadınları yılda bir kez hatırlıyoruz ama
Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş’ın da
dediği gibi ‘Kadınlar insandır, biz erkekler ise insanoğlu.’ Bu sözler gösteriyor ki Anadolu insanına, böylesi
yüreklere saygı duymak gerekiyor.
Herkes elini yüreğine koyarak, bu
şiddetin önlenmesi için mücadele
etmeli. Siyasi nutuklarla bu işler yürümüyor ve görüyoruz ki her siyasi
nutuk atıldıkça kadınlar öldürülmeye, şiddet görmeye devam ediyor. 8
Mart Dünya Kadınlar Günü’ne bir
gün kala bile, öldürülen kadın haberlerini okuyoruz. Bu sorun, idamla
çözülmez. Ailenin en küçük bireyleri
olan çocukların aile içinde eğitilmesi, hatta ailelerin de eğitilmesi gerekiyor. Biz de Maltepe Belediyesi olarak bu noktada somut bir adım attık
ve belediye olarak evlenmek üzere
başvuran çiftlere, evlilikte iletişim ve
çatışma ile baş etme yöntemleriyle
ilgili, danışmanlık hizmeti verilmesini karara bağladık. Bu vesileyle, annelerimizin, kadınlarımızın önünde
saygıyla eğiliyorum” dedi.
Kartal belediyesi thm
korosu'ndan 'emek için
türküler' konseri
K
artal Belediyesi Kadınlar
Korosu Solistleri, Şef Özgür Doğan ve müzisyenlerin sazları eşliğinde 8 Mart Dünya
Emekçi Kadınlar günü nedeniyle
konser verdi. Uğur Mumcu Yaşam
Kalitesini Yükseltme Merkezi’nde
“Emek İçin Türküler” konserine
Kartal Belediyesi Başkan Yardımcısı Ömer Fethi Gürer ve Kartal-
lılar katıldı. Sunuculuğunu Gülşen
Özkök’ün yaptığı gecede sanatçılar
güne özgü türküler seslendirdiler.
Konserde bir konuşma yapan
Kartal Belediyesi Başkan Yardımcısı Ömer Fethi Gürer, Kartal Belediyesi’nin sanata ve sanatçıya her zaman büyük değer verdiğini belirtti.
Kadınlara yönelik Kartal Belediye
Başkanı Op. Dr. Altınok Öz döne-
minde yapılan çalışmaları anlattı.
Kadın Konuk Evi, Kadın Danışma
Merkezi, Kadın Ürünleri Pazarı ve
kreşler hakkında bilgi verdi.
2015
11 Mart
Çarşamba
YORUM 5
Kıble yalnız Gezi mi?
FEHİM IŞIK
G
ezi Direnişi, Kemalizm’i yeniden hortlatma amacıyla
mecrasından çıkaran Ulusalcılara, direnişin meyvelerini altın tepside AKP’ye sunan CHP’lilere rağmen
bir dönüm noktasıdır. Her şeyden öte
geniş halk kitlelerinin üzerindeki ölü
toprağını attığında neleri değiştirebileceğinin açık kanıtı olmuştur.
Buna rağmen, Türkiye’nin geleceğinde etkili olabilecek yeni bir sürece
adım atarken kıblemiz yalnız Gezi Direnişi mi olmalı?
Son birkaç haftadır, HDP ile Türkiye sol hareketi, özellikle de BHH arasında seçim ittifakı kurulmasına dönük
tartışmalar var. Nihayetinde BHH bir
açıklama yaptı ve “İttifak yok, dayanışma var” diyerek kiminle dayanışacağını beyan etmeden bir tutum belirledi.
Bu tutumun nedenini anlamak
mümkün...
BHH’nin kuruluşuna öncülük
edenler, Gezi’ye yükledikleri misyon
nedeniyle bu hareketin dağılmasını
istemiyor ve hareket olarak tutum belirlemek yerine bileşenlerin her birinin
kendince tutum belirlemesinin yolunu
açıyorlar. Yani işin özü şu: BHH içinde Kürt hareketi ile mesafeli duran bir
kesim CHP’yi güçlendirecek; BHH’lilerin bir kısmı HDP’nin barajı aşması
için çaba gösterecek; sayıca az da olsa
bazıları seçimi boykot edecek.
Bu tutum tartışılacak ama esas tartışılması gerekenin Kürt hareketi ile mesafeli duran bir kesimin, HDP karşıtı
tutumlarına Gezi’yi alet etme girişimleri olmalı, kanımca.
Yeniden Kürt hareketi Gezi’de
var mıydı, yok muydu, tartışmalarına girmeye gerek yok. Kürt hareketi
ve Kürtler Gezi’de vardı ama Ulusalcıların yanında değildi. Onlarla,
Gezi’yi kullanarak Kemalizm’i yeniden hortlatma girişimlerine karşı
oldukları için ayrışıyorlardı. Kürt
hareketinin Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana Türkiye’yi halklar
ve inançlar mezarlığına dönüştüren,
ret-inkâr-asimilasyon politikalarının
mimarı olan bir anlayışla ya da bu
anlayışı savunanlarla yan yana durmasını beklemek ham hayaldir.
HDP’nin
Türkiye sol/
sosyalist kesimleriyle
işbirliğini dayatması
önemlidir. Bunu seçim
öncesinde de, seçim
sonrasında da hep
zorlamalı
Baştaki “Kıblemiz yalnız Gezi mi
olmalı?” sorusunun
yanıtına dönelim.
İbresi
CHP’den
yana olan BHH bileşenleri, daha şimdiden tutumlarına Gezi’yi dayanak gösteriyorlar.
Kürt hareketinin gericiliğinden dem
vurup, Kürtlerin AKP ile işbirliği yaptığını savunuyorlar.
Tam burada eğri oturup, doğru konuşalım. Evet, Gezi Direnişi AKP’ye
darbeydi. Ama AKP’yi Ortadoğu’da
hallaç pamuğuna çeviren, onun siyasetini tüm dünyanın gözü önünde yerle bir eden, Kürt siyasetinin öznesini
oluşturan emsalsiz direniş değil miydi?
Eğer bu direniş olmasaydı, AKP almış
başını gidiyordu. Binlerce cana mal
olan bu onurlu direnişin etkisini görmeyip Gezi üzerinden Kürt hareketini
karalamaya kalkmak, bundan nema-
lanmaya çalışmak,
kusura bakmayın
kimsenin haddi değil.
AKP politikalarını
Ortadoğu’da,
Kürdistan’da bunca gerileten ama
daha büyük ölümlere ve katliamlara
yol açmamak için de ısrarla ve inatla diyalog ve müzakereyi - iktidarda
onlar olduğu için - AKP’yle zorlayan
Kürt hareketine gericilik ve işbirlikçilik
yaftasını yapıştıranlar bilsin ki bu tutumları esasen AKP’nin ekmeğine yağ
sürüyor.
HDP, 7 Haziran’a parti olarak katılıyor.
Bunun öncesinde CHP’de dâhil tüm sol, sosyal demokrat ve sosyalist kesimlere zeytin dalını uzattı.
ÖDP’nin de savunduğu bu yaklaşımı
reddeden HDP değil, bizzat CHP’nin
kendisi oldu. Hal böyle iken HDP’yi
suçlamak, onu AKP kuyrukçusu gibi
göstermek en hafif deyimle siyasi körlüktür.
Buna rağmen HDP’nin Türkiye
sol/sosyalist kesimleriyle işbirliğini dayatması önemlidir. Bunu seçim
öncesinde de, seçim sonrasında da
hep zorlamalı. Bu noktada HDP’yi,
belki de Kürt hareketinin diğer bileşenlerine bunca önem vermediği için
eleştirmek gerekir. HDP, Türkiye’nin,
Türkiye’deki diğer halkların ve inanç
kesimlerinin dayanışmalarına muhtaç
ama aynı oranda Kürtlerin farklı kesimlerinin de desteğine muhtaç. Henüz geç olmadan, HDP’nin Kürt kapısını da zorlaması lazım. Hatta kapıdan
kovuluyorsa pencereden girmeye çalışması lazım. HDP gibi büyük/etkin bir
harekete bu yakışır.
Henüz erken ama son söz de aday
profiline dönük olsun.
Çok başvuru var. Bunca başvuru
arasından aday seçimi yapmak kolay değil. Az sayıda da olsa bazı aday
adaylarının listelerin açıklanmasından sonra benmerkezci davranıp küsmesi, hatta karşıt cephede yer alması
da muhtemel... Hiç kuşku yok parlamentoya seçildiğinin ertesi günü cezaevine girmeyi mücadelenin, direnişin gereği gibi gören azımsanmayacak
bir kadro da var. Bu renklilik bir kitle
hareketi açısından büyük kazanımdır.
Çok açıktır ki bu aday adayları arasında bir denge kurmak gerekir. Bu
nedenle adayların hem mücadelenin
yükünü omuzlarında taşıyacaklardan,
hem ittifak bileşenlerinden, hem de
değişik kesimlerden oy getirecek, mücadeleye ivme katacak ama HDP’de
bir iç tartışmayı da tetiklemeyecek
kesim ve kişilerden seçilmesine özen
gösterilmeli. Özcesi, seçmenin duyguları önemsenmeyerek “Ben karar
verdim, bunlar olacak” denildiğinde,
sıkıntı yaşanacağını şimdiden görmek
gerekir.
Konuştuğum her seçmen, işi gücü
bırakmış adı açıklanacak adaylara kilitlenmiş.
Adaylara kilitlenen seçmenin duygusunun seçime yansıyacağını da
unutmamak gerek...
6 YORUM
2015
11 Mart
Çarşamba
Benim filozof defterlerim-3
Modernizm - Post Modernizm
İkilemi
ÖNDER BİROL BIYIK
B
u hafta yine siyasetten uzaklaşalım ve biraz nefes alalım, dedim. Filozof defterler arasında
gezinmeye devam ediyoruz. İsterseniz
‘modernizm-post modernizm ayrımı
ne kadar analitik?’ ona bakalım.
Elbette 3. Sanayi dönemiyle tüketim çağına girildiğini ve üretim etrafında şekillenen yapıların çözüldüğünü
ileri süren, toplumu imajlara, insanı
an’a sıkıştıran post modernizme eleştirel bakıyorum. Post modernizmin
eleştirelerinde dikkate alacak çok husus var ancak eleştirirken tarihin genleriyle oynamamalı.
Post modernistler insanlığın sorunlarını modernite-post modernite ikileminde tartışma eğilimindeler. Onlara
göre çağdaş insanın yaşadığı tüm yıkımın müsebbibi ilerlemeci ve rasyonalist modernite... Onun “modernite”
kavramı içine feodalizmin tasfiyesinde
bugüne, kapitalist ve anti-kapitalist bütün öğeler giriyor. Marksizm, Bilim,
Nihilizm, Varoluşçuluk, Feminizm,
Faşizm, Liberalizm vs. vs. hepsi modernist, hepsi ilerlemeci, kalkınmacı,
buyurgan ve müdahaleci… Ona göre
modernizm, Yakınçağ’dan 1950’lerin
3. Sanayi devrimine kadar geçen zamanın üst-kimliği…
Elbette feodalizmin tasfiye edilip,
kapitalizmin kurumlaştığı günden
bugüne değin yaşanan süreç modernizm olarak adlandırılabilir. Bu
sürecin başlangıcı İtalyan Hümanizmasına kadar gider. Bunda bir beis
yok. Ancak modernizm herkes için
eşit bir gelişmeyi içermediği gibi sınıfsal bir analiz de içermez. Mesela
Marshall Bermann modernizmi, paradoksla dolu, insanın nesne olmaktan çıkıp özne haline geldiği dönem
olarak görür.
Modernist dönem, coğrafi keşiflerden sonra hız kazanan sermaye hareketleri ve kapitalist pazarın oluşumuyla
açıldı. Akılcıydı, ilerlemeciydi, girişimciydi. Pazar rekabeti sürekli yenilenme ve değişimi zorunlu kılıyor, her şey
paranın hizmetine giriyor, Toplum sürekli bir dinamizm yaşıyordu. Kapitalizmin zamansal ve mekansal aurasıydı
modernizm.
bu çatışmalı süreç önceden
Post
Modernitenin
tarih
kurgulanmış, sapmalarla
içindeki farkı, geçmiizah edilecek bir süreç
modernizm,
şe göre bir fark ve
değil. Toplumların,
modernizme sert
feodalizmle kıyastarihin bir kesitineleştirilerle yönelse de deki varoluş biçilandığında anlam
varlığını modernizme
kazanır.
Burjuva
mi. Temelinde özel
devrimlerinin kalımülkiyet ilişkileri ve
borçlu olduğunu,
cılaştırdığı bir dizi
sınıfsal
eşitsizlikler
feodal dönemde
yenilikler var ve bunvar.
çıkamayacağını
lar olumlanmalı. AnPost modernizme
pekâlâ
bilir
cak insanlığın serüveni
göre bütün belalar, şu
orada kalmıyor. Kapitalizm,
rasyonalizm, ilerlemecilik
insanlığın ulaştığı son nokta da deve bilimin başının altından çıkıyor!
ğil. Kapitalizmde de sınıf savaşımları Sanki insanlık bir tiyatro yaşıyormuş
var, açlık var, sömürü var, adaletsizlik- gibi! Sanki tarih bir anomaliymiş gibi!
ler var. Post modern teorinin aksine Sanki sınıf savaşımları nesnellik taşı-
mıyormuş gibi! Pencere böyle olunca,
doğal olarak Marksizm de, Nihilizm
de, Varoluşçuluk da, Faşizm de içeriği
bakımından bir sepette aynı disiplinlere indirgeniyor.
Post modernizmin, çağdaş insanın
yıkımından moderniteyi sorumlu tutması alternatif tarih arayışını da zorunlu kılar. Oysa post modernizmin
mevcudu olumsuzlamaktan öte bir tarih felsefesi yok. Sistemlerin yükseliş
ve çöküş dönemleri arasında fark gözetmiyor.
Örneğin, modernite diye olumsuzladığı kapitalizm (bu arada sosyalizmin) ona göre hiçbir tarihte ilerici
bir rol oynamadı, insanlığı getirdiği yer Hitlerin Auschwitz toplama
kampları oldu işte. Buna Faust’tan
Hitler yaratma sevdası diyorum ben.
Olgular yatağından koparıldığında,
reel anlamlarını da yitirirler. Burjuva devrimlerin tarih önünde ilerici
mi-gerici mi olduğunu belirlemek
için hangi toplumsal ilişkiler sistemini tasfiye ettiğine ve yerine neyi koyduğuna bakmak daha doğru değil
mi? Kapitalist-emperyalist sistemin
gericilik çağındaki tahripkârlığından
neden Montesquieu, Voltaire, J.J.
Rousseau sorumlu tutulsun.
Post modernizm, modernizme sert
eleştirilerle yönelse de varlığını modernizme borçlu olduğunu, feodal
dönemde çıkamayacağını pekâlâ bilir.
Neden köylü değil de kentli yaklaşımdı
post modernizm? Çıkmak için neden
ileri sanayi toplumunu bekledi? Bunlara bir yanıtı olmalı…
‘Modernizmin bir aşaması mı, yoksa aşılması mı?’ üzerine yürütülen tartışmalarda post modernizm, ister modernizmde bir aşama olarak sunulsun,
isterse kopuş ve yadsıma olarak nitelensin -fark etmez!- her iki durumda
da ilerleme dizgesinde bir yere oturur.
Sanırım bu yer, emperyalist bunalım
dönemine has, eklektik ve kısa ömürlü
bir felsefi arayış.
Goethe ne güzel söylemiş: “Dönemler çökerken bütün eğilimler özneldir;
öte yandan yeni bir çağın koşulları olgunlaşırken bütün eğilimler nesneldir.”
HABER 7
2015
11 Mart
Çarşamba
Berkin Elvan anıldı
G
Feminist gece yürüyüşü
İ
stanbul’da kadınlar 8 Mart Dünya Kadınlar Günü için bugün (8
Mart) Kadıköy’de yapılan mitingin ardından Taksim’de 13’üncü kez
Feminist Gece Yürüyüşü’nde bir araya
gelerek meydanları doldurdu. Fransız
Kültür Merkezi’nin önünde toplanan
binlerce kadın şarkılarla, ıslıklarla, sloganlarla Tünel’e kadar coşkulu bir yürüyüş gerçekleştirdi.
Yürüyüş boyunca “Kadın kadındır, çiçek babandır”, “Kadın, yaşam,
özgürlük”, “Yaşasın örgütlü mücadelemiz”, “Feminist düşmanı Tayyip Erdoğan” sloganları atıldı.
Yürüyüşün ardından Tünel’de
Türkçe ve Kürtçe olarak yapılan basın açıklamasında AKP hükümetinin
istihdam politikalarıyla, “Kadınlar
erkeklere emanettir,” söylemleriyle
kadınları evliliğe, aileye mahkum etmek istediğini belirtti. Kadınlar, AKP
iktidarının kadın istihdamını esnek ve
güvencesiz hale getirdiğini, kadınların
ücretli ve ücretsiz emeğinin daha fazla
sömürülmesi demek olacağını söyleyerek “AKP’nin yalanlarına kanmayacağız” dedi. Basın açıklamasında şu ifadelere yer yerildi:
“Kadınlara üç çocuk, beş çocuk
doğurma baskısı, devletin en üst katlarından yapılırken, anneliğin bir kadının hayatındaki en önemli kariyer
olduğu telkin edilirken, biz kadınlar,
‘bedenimiz bizimdir, hayatımızla ilgi-
li karar hakkı bizim’ diyoruz. Kürtaj
yasağının meclisten geçmesine yol
vermedik. Bunun üzerine fiili kürtaj
yasağı başlatıldı. Biz bunu ifşa edince,
Sağlık Bakanlığı hastanelerin işlediği
bu suçu engelleyeceğine, feministlere
yalancı dedi. Bizse haklarımızın takipçisi olmaktan da, bu yasağa karşı
birbirimizle dayanışmaktan da vazgeçmiyoruz.”
“Bugün Türkiye’de kadın düşmanlığının yanı sıra, bizzat Cumhurbaşkanı tarafından feminizm düşmanlığı
da yayılmaya çalışılıyor. Çünkü AKP
biliyor ki dinsel muhafazakarlıktan
güç alan, aile dışında hayat kuran
kadınları yok sayan politikaları gerçekleştirebilmenin doğrudan karşısında duran örgütlenme, feministlerdir.
Kadınların güçlenmesinden AKP’nin
ödü kopuyor. Feminist sözünü tehdit olarak görüyorlar. Onlar erkek
egemenliğe karşı sürdürülen direnişi
kırmak için feminizme saldırıp dursunlar, biz feminist mücadelemizle
güçleniyoruz.”
Kadın düşmanı ve aile merkezli
AKP’ye rağmen, her gün daha çok
kadının örgütlenerek, kadın dayanışmasını güçlendirdiğini ve erkek-devlet
şiddetine karşı mücadeleyi büyüteceklerini belirtti.
Basın açıklamasından sonra kadınlar halaylar çekip, şarkılar söyleyerek
eylemi sonlandırdı.
ezi direnişi sırasında Okmeydanı’nda polisin attığı
gaz fişeğinin başına isabet
etmesi sonucu ağır yaralanan ve
269 gün komada kaldıktan sonra
11 Mart’ta 15 yaşında yaşamını
yitiren Berkin Elvan, ölümünün birinci yıldönümünde vurulduğu yerde
“Berkin Elvan 15’inde bir fidan”
sloganları ile anıldı. Elvan Okmeydanı Cemevi’nde gerçekleşen anmaya, Berkin’in annesi Gülsüm,
babası Sami Elvan, Gezi direnişinde yaşamını yitiren Ethem
Sarısülük’ün ailesi, HDP Eşbaşkanı
Selahattin Demirtaş ve Eşi Başak
Demirtaş, HDP, CHP milletvekillerinin yanı sıra yüzlerce kişi katıldı.
Ülkede adaletin olmadığını belirten Berkin’in babası Sami Elvan,
“Hâlâ Berkin’in katillerinin ortada
olmadığını görüyoruz. Berkin’in
katilleri hayatlarını devam ettiriyor.
Ama bizim çocuğumuz ortada yok.
Herkesin bu davanın peşinde olmasını istiyorum” diye konuştu.
Anmada
konuşan
HDP
Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ise,
AKP iktidarı döneminde yüzlerce
çocuğun katledildiğini belirter-
ek, “Sokakta bu kadar büyük bir
güvenlik gücü terörü hali hazırda
uygulanırken,
soruşturulmamış
yüzlerce faili belli cinayet ortada
dururken hükümet bununla yetinmeyip, yeni ‘güvenlik yasa paketi’ni
parlamentodan geçirmeye çalışıyor.
Bu yasa yokken 12 yılda yüzlerce
kişiyi katlettiniz. Bu yasa da üstüne
gelirse, Allah korusun herhalde katledilen insan sayısı binleri bulacak.
Berkin de iktidarın bu vahşet uygulamalarının en acı sembolüdür”
dedi. Berkin’in intikamını almak
gibi bir yaklaşımın olmaması gerektiğini söyleyen Demirtaş, “Berkin gibi evlatlarımızın böyle aleni
katliamlarını durdurmak için de
bu ülkede hukuku, kurumsallaşmış
bir demokrasiyi hakim kılmamız
lazım. Bizim arkasına sığınacağımız
kavram, intikam değil, hukuk
çerçevesinde hesap sormak olmalıdır. Bu hesabı da Türkiye’nin
ilericileri, demokratları sorabilir
ancak” dedi. Berkin’in vurulduğu
yerde yapılan anmanın ardından
yüzlerce kişi Berkin’in mezarının
bulunduğu Feriköy Mezarlığı’na
yürüdü.
8 HABER
2015
11 Mart
Çarşamba
Gamze Akkuş İlgezdi’den çalıştay önerisi
C
HP, İstanbul 1. Bölge ön seçim
adayı, diş hekimi ve siyaset
bilimci Gamze Akkuş İlgezdi,
adaylığını açıkladıktan sonra da sözcüsü olduğu Sosyal Dönüşüm Vakfı Girişimi’nin çalışmalarına hız kesmeden
devam ediyor.
Dün Kartal’da bir restaurantta Anadolu Yakası’ndaki yerel gazetecilerle
bir araya gelen İlgezdi, gazetecilerle
yerel medyanın sorunlarını konuştu.
Bir yerel gazeteciler çalıştayı düzenlemek istediğini açıklayan Gamze Akkuş İlgezdi, medya mensuplarının çalıştayın organizasyonuna katılmalarını
ve çalıştaya katkı sağlamalarını arzu
ettiğini belirtti.
Sohbet şeklinde süren geniş katılımlı toplantıda, çalıştayın organizasyonunun her ilçeden temsilciler ve gazeteci
dernekleri tarafından kotarılması konusunda mutabık kalındı.
Gamze Akkuş İlgezdi, CHP’nin
önde gelen kadın aday adaylarından
biri olarak ön seçime katılacak.
Kadın siyaseti yapmayı hedefleyen
Gamze Akkuş İlgezdi kendisini şöyle
anlatıyor:
“İlk, orta ve lise eğitimimi İstanbul’da tamamladım. Üniversite eğitimimi Marmara Üniversitesi, Diş Hekimliği Fakültesi’nde Yüksek Lisans
programıyla bitirdim. 1992’de SSK Okmeydanı Hastanesi’nde, hekim olarak göreve başladım.
9 yıl ameliyathane bölümünün sorumluluğunu yürüttüm. Aynı yıllarda
Kamu-Sen sendikasının üyesiydim ve
görev yaptım.
1999-2001 yılları arasında Okmeydanı SSK Hastanesi’nde Başhekim
Yardımcılığı yaptım.18 yıl çalıştığım
Okmeydanı SSK Hastanesi’nden,
2009’da İçişleri Bakanlığı kadrosuna
geçerek kurum değişikliği yaptım. Bu tarihten itibaren, kendi kurduğum Prof. Türkan Saylan Tıp Merkezi’nde hekimlik yapmanın yanı sıra,
kurumun Kültür, Sağlık ve Sosyal projelerini hazırlayıp, hayata geçirdim. Profesyonel müzik çalışmalarım olduğu için MÜYOBİR üyesiyim. Sosyal Dönüşüm Vakfı Girişimi
Sözcüsüyüm.
Bunun dışındaki çalışma alanlarım,
“kadın hakları”, “sendikal faaliyetler”
ve “halk bilimi”.
Doğu kökenli ve sosyal demokrat
bir ailenin çocuğuyum. 3 dönem kurultay delegesi olan, yıllarca parti yöneticisi olarak partinin her kademesine
emek veren bir babanın kızıyım. Sol ve
partili bir gelenekten geliyorum.
2011 yılında, Yeditepe Üniversitesi’nde başladığım Siyaset Bilimi ve
Uluslararası İlişkiler Bölümü’ndeki
Yüksek Lisansımı 2013 yılında bitirdim. Bitirme tezim “Yerel Yönetimlerde Kültür ve Sanat politikaları.”
Yine Siyaset Bilimleri üzerine aynı
yıl başladığım doktoramı bu yıl tamamladım. Tez konum “Yerel Demokrasi, Dünya örnekleri, Türkiye
modeli”
Evliyim, üç yaşındaki Turnam’ın
annesiyim.”
Gamze Akkuş İlgezdi, adaylık açıklamasında ise Yunanistan’da SYRIZA’nın elde ettiği seçim başarısına
göndermede bulundu ve şöyle dedi:
“Yunanistan yaptı! İspanya yapıyor! Biz de yapabiliriz! Adaletin zaferi için, vicdanları ayaklandırmak
için, alın terinin hakkı için, özgür bir
gelecek için, barışın aşkı için,sonuç
olarak, sol memenin altındaki cevahiri karartmamak için, yolumuz açık
olsun!”
2015
11 Mart
Çarşamba
N
YORUM 9
Ölümüne sevmek
e kadınlar sevdim zaten yoktular/yağmur giyerlerdi sonbaharla bir/azıcık okşasam
sanki çocuktular
Bıraksam korkudan gözleri sislenir/
ne kadınlar sevdim zaten yoktular/
böyle bir sevmek görülmemiştir
Attila İlhan Böyle bir sevmek şiirinde kadınları böyle betimlemiş. Koca
Nazım ise kadınların çileli yaşamını
gözümüze sokmuş âdeta…
Ve kadınlar,/bizim kadınlarımız/
korkunç ve mübarek elleri,/ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle
Anamız, avradımız, yârimiz/ve
sanki hiç yaşamamış gibi ölen/ve soframızdaki yeri/öküzümüzden sonra gelen/ve dağlara kaçırıp uğrunda
hapis yattığımız/ve ekinde, tütünde,
odunda ve pazardaki
Ve karasabana koşulan/ve ağıllarda/ışıltısında yere saplı bıçakların
Oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle
bizim olan/kadınlar,/bizim kadınlarımız…
Evet, biz erkekler kadınları çok sevdik; o denli sevdik ki onun uğruna öldürdük ya da çok sevdiğimizden onu
öldürdük… Kendimden kendi ailemden biliyorum. Amcalarımın eşleri,
Dayımın eşi ve annem, kayınvalidem
ve eşim… Nasıl da özverili, fedakâr ve
cana yakındılar… Yemez yedirir, giymez giydirirdiler… Evi çekip çeviren,
olmazı olduran evin direği olan kadınlardı; kadınlarımız…
Evet, şairler kadını hep güzel anlatmış, kâh sevgililerini, kâh annelerini ya
biz; bizler…
Sizce bir erkek neden kendisinden
zayıf birine kadınına, kadınlara şiddet uygular. Hani, köpeklerle kedilerin
uzlaşmaz tutumları gibi diyebilirsiniz;
oysa beraberce aynı kaptan yemek yiyen, birlikte uyuyan onca hayvan var
ki…
Erkeğin şiddete neden meyilli olduklarını birkaç maddede özetleyebilir
miyiz? Yani erkek bu nedenlerin ardına sığınarak mı yapıyor sizce? İşte nedenlerden bazıları:
1-Biyolojik neden: Erkekliğin doğası: Saldırgan yani şiddeti uygulayan
aile bireylerinin büyük oranlarda er-
kek oluşu erkeklik hormonlarının şiddet davranışında etkili olduğunu düşündürmektedir.
2-Patolojik neden: Şiddet uygulayanların dengesiz veya ruhsal bozukluğu olan kişiler olduğu düşünülür.
Kabul görmeyen bu yaklaşıma göre
şiddet olayları sadece “normal” olmayan bireyler arasında ortaya çıkmaktadır. Oysa şiddet kullananların sadece
%10’unda ruhsal bozukluğa rastlanmaktadır.
3-Uyuşturucu ve alkol kullanımı:
Alkol ve madde bağımlılığı olan kişiler kullandıkları maddelerin neden olduğu ruhsal etkiler sonucunda şiddet
uygulamaya daha yatkındırlar. Ancak
alkol şiddetin esas nedeni olarak değerlendirilmemektedir.
4-Kendini kaybetme Şiddeti, davranışların kontrolünün kaybedilmesi ile
açıklayan yaklaşım kabul görmemektedir. Saldırgan kişilerin sadece belli
yerlerde ve belli kişilere karşı şiddet
kullandığı görülür. Örneğin bu kişiler
evde eşlerini döverken, ne kadar kızgın
olurlarsa olsunlar patronlarına veya
bir polise saldırmaya kalkışmazlar.
Ayrıca ailede şiddet kullananların şiddet taktiklerini de dikkatlice seçtikleri
görülmektedir. Eşlerini sıklıkla etrafta
başkaları yokken belirgin bir iz veya
önemli zarar bırakmayacak şekilde
dövme gibi tutumlar taktikler şiddet
kullananların aslında davranışlarını
kontrol edebildiklerini göstermektedir.
5-Ailede şiddet görme: Kişinin çocukluk ve gençlik dönemlerinde, aile
içi şiddetin uygulandığı var olduğu bir
ortamda yetişmesi veya şiddete maruz
kalması sonraki yaşamda yetişkinlikte
ailede ve toplumsal alanda bir şiddete
başvurma uygulayıcısı olma olasılığını
artırmaktadır. İstismara uğrayan çocukların % 30’u yetişkinliğinde şiddet
kullanırken uygularken, uğramayanlarda bu risk sadece % 2-4’tür (Gelles,1995). Öte yandan ailede istismara
uğradığı veya şiddete şahit tanık olduğu halde yetişkinliğinde şiddete başvurmayan pek çok kişi bulunmaktadır.
6-Toplumda şiddetin hoş görülmesi
ve paylaşılan bir değer olması: Bu bakışa göre, Aile içi şiddetin “ nasıl algı-
landığını ve tanımlandığını toplumun
ve bireylerin kültürel değerleri üzerinde şekillenmektedir. Kültürel nedenlere göre, şiddetinin toplumda kimi belli
durumlarda ve belli kişilere karşı kullanımının kabul gördüğü görür ve kuşaktan kuşağa aktarıldığı aktarılır savunulmaktadır. Örneğin, erkeğin sert,
kaba ve kadına karşı üzerinde baskıcı
kurduğu davranışlarını temsil eden
“maçoluk ”çoğu zaman ciddi olarak
ele alınmaz.
7-Cinsiyet rolleri: Kadına yönelik
şiddetin kadın toplumda geleneksel
olarak benimsenen kadın rolüyle yerinin ne olduğu ile bağlantısı vardır.
Feminist bakış açısına göre kadına yönelik şiddet; kadını mal, köle, terbiye
edilmesi gereken yaratık gibi gören
toplumların erkek egemen yapısından
kaynaklanmaktadır. Kadın-erkek eşitliğinin olmadığı, kadının daha edilgen
olduğunun kabul edildiği toplumlarda
erkek şiddeti kültürel kurumlar, siyasi
ve ekonomik düzen tarafından pekiştirilir ve hoş görülür.
Erkeğin korku, çaresizlik, üzüntü
gibi duygularını belli etmesini yetersizlik olarak gören, kızgınlığın şiddet yolu
ile ifade edilmesini erkeğe daha fazla
yakıştırılan bir davranış olarak benimseyen kültürlerde erkek saldırganlığı
özendirilir. Saldırganlığın erkeklerde
cesaret, güçlü olma, enerji, ataklık anlamına geldiği, erkeğe başarı ve üstünlük sağladığına inanılır.
8-Yaşam sıkıntıları: Hayat karşısında şanssız olmak, beklentilerin ve kazanılmış niteliklerin yoksunluğu gibi
sosyoekonomik baskı unsurları da gerginlik ve kaygı yaratabilir. İşsizlik veya
düşük gelir düzeyi ile beraberinde yaşanan stres ve imkânların kısıtlılığı şiddet uygulama riskini arttırabilir.
Daha birçok madde sıralanabilir.
Son 55 günde öldürülen kadın sayısı
65 olan ülkemiz ise feodal toplumdan burjuva kapitalist topluma geçişin sancılarını yaşamaktadır. Ekonomik nedenler yüzünden, işe girerek
bağımsızlığını kazanan kadın, erkekte sanki güç yitimine nedenmiş gibi
algılanmakta ve şiddeti erkek çare
olarak kullanmaktadır. Ayrıca psiko-
KADINIM
Uyku artığı zamanlarında gecenin
Sıkıca sarıl bedenime
Tenin tenime değsin
Kokunu hissedeyim
Kaybedivermek korkusu seni,
Ölümden beter
Acır her bir yanım, dökülür
Düşlerim; paramparça
Bil ki gün az gelir
Sana doymadan
Rüyalarımda da severim
Kelebektir ömrüm sanki an kısa!
Ara sıra ellerimi tut yeter
Öyle derin bak ki gözlerime
Sevgili…
Yanında sırnaşan kedi olayım.
Bedros Dağlıyan
lojik sorunları olan gençlerin evlenince geçer diyerek evlendirilmesi de
ayrı bir vaka olarak değerlendirilmeli. Doktor raporları bence evliliğin
ilk şartı olmalıdır.
Kadına şiddet ancak güçsüz ve korkak insanların işidir bana göre; toplumla yüzleşemeyen, kendini baskı altında çaresiz ve aciz hisseden erkek sırf
kendini iyi hissetmek uğruna şiddete
başvurmaktadır. Ancak bu şiddet toplumda o denli benimsemektedir ki, bu
durumu işte, otobüste, trende, işyerlerinde memleketin her yerinde görebilirsiniz. Artan iş yükünün ve metropollerin getirdiği stres değildir sadece
erkeği şiddete iten, feodal unsurlardır
tez zamanda çözülmesi gereken…
10 YORUM
2015
11 Mart
Çarşamba
Hatıralar hatır
istiyor (2)
11
Eylül günü yazılamaya
çıkmıştık, yazılamada bir
olumsuzluk çıktı. İbrahimi aradım atalyöye gelemeyeceğimi
söyledim. O gün eve gittim (uzun bir
süre olmuştu eve gitmeyeli). 12 eylül
akşamı evde kaldım. İbrahime evin
telefonunu verdim. Gece telefon çaldı,
telefonu ben açtım tavuklar gibi yatma kalk televizyonu aç dedi. Hayırdır
bu saatte bu ne telaş dedim, o ısrarla
"televizyonu aç da görürsün“ diyordu,
bir açtım ki Hasan Mutlucan‘dan inleyen nağmeler çalıyordu. İlk uyanan
babam oldu, bu saatde televizyon mu
açılır dedi ama darbenin yapıldığı haberini duyunca bana baktı. Bütün ev
kalkmıştı, evet ne yapacaktık diye düşünmeye başladık. Eve gelirlerse, ben
ne yapacağım? Tek alternatif arka
tarafa bakan ve bir metre boşluk olan
alana atlayıp oradan kaçmayı planladım. Sürekli yola bakıyorduk. Askerler
gelirse atlayacaktım
İbrahim'le bütün gün telefonlaştık,
yiyecek istiyordu, ama nasıl ulaştıracaktım, onu ayarlamak için sağa sola
telefon ediyordum. Mahallemizde
Davutpaşa askeri fırınında çalışanlar
normal iş günü gibi fırına çalışmaya
gitmişlerdi. Fırında çalışan bir tanıdık
ile kontak kurdum ve hallettim. Atölye
fırına yakındı. Mahallede askerler geziyordu ama evlere baskın yapmıyorlardı.
Aksam İbrahim'in yanına, yani kaldığımız yere gittim. 11 Eylül günü yaşadığımız olumsuzluğu anlattım. Bölge ilişkilerini konuştuk. Kısa bir süre
sonra ben bu bölgeden ayrıldım.
İbrahim,
Esenler-Bayrampaşa
bölgesinde devrimci faaliyet sürdüyordu. Aranıyordu ve polislerle sürekli sorun yaşıyordu, her gün bir
tehlike atlatıyordu. Polis İbrahim'i
yok etmek istiyordu. Çünkü o bir
mücadeleci, o bir örgütçü, o bir sorumluydu. Oligarşi tarafından o bir
anarşist biriydi. Oligarşi devrimcilerden korkuyordu.
İbrahim yoldaş, Oligarşinin kolluk
kuvveti polisler tarafından kaldığı evde
etkisiz hale getirildi. Polisler ekip otosunda sürekli küfür ediyorlardı, sürekli
vuruyorlardı, sürekli saldırı halindeydiler. Bu saldırılar karşısında İbrahim'de polislere tepki gösteriyor ve polislerin küfürlerine karşılık veriyordu.
Ekipin içinde olan diğer sempatizanlar
bu olaya şahit oluyor. İbrahim ekipten
aşağı indirildiğinde kurşuna dizildi 1
Mart 1981 günü Çiftehavuzlar-Esenler'de.
O zamanlar, haberler polis bülteni
gibiydi, Polis neyin yazılmasını istiyorsa o öyle yazılıyordu. Gazetelerde
çıkan haberler öyleydi. Devrimciler
mutlaka dur ihtarina uymadığı için
ölü geçiriliyordu. Gazetede çıkan haberler polisin istedigi biçimde yazılıyordu.
O sıralar gazeteler TV haberleri
polis bülteni gibiydi. Polis neyin yazılmasını neyin haberini vermişse o
yazılıyordu, o söyleniyordu. Öldürülen devrimcilerin mutlaka dur ihtarına uymamış ve silahlarına sarılmış
azılı anarşistler oluyor ya da ev gösterirken kaçarken vuruldu oluyordu.
İbrahim‘le ilgili çıkan haber de , “Ev
gösterirken kaçmak istedi, dur ihtarına
uymadı, anarşist kaçmak isterken vuruldu" diye yazdı gazeteler.
Oysa İbrahim, ne dur ihtarına ne
de çatışmaya girmişti. Ekip içinde polislerin saldırısına ve küfürlü sataşmasına maruz kalıyor. İbrahim polislerin
yumruklu ve coplu saldırısına karşı
kendini korumak ister. Polislerin küfürlerini iade edince, polisler İbrahim‘i
ekipten indirerek kurşuna diziyor.
Ekip içinde olan sempatizanların gözü
önünde kurşuna diziliyor.
İbrahim yoldaş, Tozkoparan kıpkızıl tanır seni, bir başka yanar sana.
İbrahim'i sadece bir yoldaş olarak değil, okul arkadaşımı, dostumu da yitirmenin acısını hala yüreğimde taşıyorum.
Tarihimizde öyle isimler vardır ki,
Onları ayrı düşünemeyiz. Hatırasız ve
duygusuz yaşam insanı kurutur.
*Yüksel Geniş, 16 Kasım 1994
günü İsviçre -Bern‘de sol içi çatışkıda
öldürüldü
*Hüseyin Şakül, 20 Temmuz 1979
günü İstanbul-Avcılar‘da sol içi çatışkıda öldürüldü.
YORUM 11
2015
11 Mart
Çarşamba
Seçimler, siyaset ve
aday adayları
İSHAK KARAKAŞ
S
iyasetin birçok cephesi vardır. Burjuva düzeni ve otoriter rejimler topluma siyasetin
sandıktan ibaret olduğunu empoze
etmeye çalışsa da devrimciler bunun
böyle olmadığını, sokağın da önemli
bir siyaset alanı ve mevzii olduğunu
çok iyi bilirler. Hele bu devrimci siyaset Kürt Özgürlük Hareketi gibi kitleselleşmiş ve olgunlaşmış bir hareketse
bir köydeki komünden dağdaki bir
savunma alanına, bir dernekten parlamentoya, birçok alan, hatta hayatın
her alanı artık siyaset yapma ve yeni
bir toplum inşa etme mevziidir.
Bizler siyasetin seçim süreçlerinden seçim süreçlerine yapılan bir
yan uğraş olmadığını biliriz. Bunu
iyi öğrendik. Ama bu demek değildir
ki, mücadelenin belli bir aşamasında
parlamenter siyaset ve dolayısıyla seçimler stratejik önem kazanmaz.
İşte bu Haziran 2015 seçimleri
de böyle stratejik bir öneme haiz.
Meclis’te güçlü bir HDP temsiliyeti,
Türkiye’nin demokratikleşmesi için
gereken yasal düzenlemelerin Meclis’teki dayatıcısı ve kolaylaştırıcısı
olacak, Türkiye’nin daha da otoriterleşmesinin önüne geçerek müzakere
sürecine de ivme kazandıracaktır.
Ama yine de çok da abartmamak
lazım. HDP barajı geçecek, birçok
kamuoyu araştırmasına göre geçti
bile. Ancak Kürt Özgürlük Hareketi’nin önde gelen sözcüleri şunda da
mutabık ki, HDP baraja takılsa da seçimlere parti olarak katılmakla zaten
baraj sınırını kısa ya da orta vadede
geçersizleştirecektir. Çünkü HDP’nin
olmadığı bir Meclis yasama görevini
yerine getirmekte zorlanacak ve baraj indirilip erken seçime gidilecektir.
HDP’siz bir Meclis’in artık meşruiyeti olamaz.
Yine de şunu kabul etmek gerekir
her Pazar 21.00'de
ki, HDP milletvekilleri klasik vekil tipolojisine uymasa da, milletvekilliği
ayrıcalıklı bir konum, yasalar karşısında önemli bir statüko. Dolayısıyla
cazip. Siyasetin bu kadar geniş bir
alana yayılmış olduğu bir harekette
eğer bu kadar çok aday adayı çıkıyorsa, bunun sebebi biraz da vekilliğin
bu cazibesinde yatıyor.
Aday adayları arasında çok sevdiğim insanlar var. Bazıları ise olmaz-
sa olmaz denilecek şahsiyetler. Ama
yine de bu seçim sürecini bir yarış sürecine değil bir emek, bir dayanışma
sürecine dönüştürmemiz gerekiyor.
Hele bu kadar emek yoğun bir
harekette özellikle yer seçmek, talep
etmek adaba aykırıdır.
Herkes gibi ben de birkaç hatırlatma yapmak istedim.
Bundan öte söyleyebileceğim,
“Herkese kolay gelsin. Serkeftin.”
Pazartesi günleri saat 16.00'da
SOYLESI
12 SÖYLEŞİ
2015
11 Mart
Çarşamba
İshak Karakaş
Yüksel Genç
 Öncelikle bu yoğun gündemde bizi kırmayıp röportaj
teklifimizi kabul ettiğiniz için
teşekkür ederiz. Bir kaç soru
hazırladık kamuoyunun merak
ettiği, okurların merak ettiği sorular, cevaplarsanız sevinirim.
Tabii. Ben de teşekkür ederim.
 Selehattin Demirtaş, geçen
haftaki grup toplantısında AKP
hükümetine güvenmediklerini
söyledi. Hükümet ise sürekliDemirtaş’a ağır bir biçimde saldırıyor. AKP bununla neyi hedefliyor?
Aslında AKP Hükümeti’nin Demirtaş’a saldırısı ilk değil, biliyorsunuz , daha önce de aslında bir ara
Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde
bir gerilim hattı oluşmuştu ama şimdiki kadar bir gerilim hattı oluşmamıştı. İlk 2013 İmralı görüşmelerine
katıldıktan bir süre sonra da oluşan
bir gerilim hattı olduğunu hatırlıyorum, fakat şimdikinin amacı tabii
çok daha özel ve tamamen seçim yatırımı olarak görünüyor esasında. Bu
saldırının kökeninde kişisel egolarla
ilgili sorunları da fark etmek mümkün olabilir ama siyaseten HDP’nin
açığa çıkarmış olduğu yükselişten
duyulan rahatsızlığın bir yansıması
gibi görünüyor. Çünkü HDP eğer
barajı geçerseki ki engelleri artık kaldırmak gerekiyor, barajı geçip yüksek miktarda bir milletvekili sayısıyla
meclise dahil olduğu andan itibaren
AKP’nin 2023 ve 2071 vizyonlarının kendisinin bir bütün olarak değişmesi gerekecek, o kadar dikensiz
bir yolda yürümüyor olacak kendi
amaçlarının iç ajandasını gerçekleştirirken. AKP’ye göre bir Türkiye dizaynı bir sekteye uğramış olacak, işin
özünde birazcık böyle bir neden var.
 Yani başkanlık sistemini
hayata geçiremeyecekleri için
mi bu kadar saldırıya maruz kalıyor HDP ve Demirtaş?
İşin öncelikli hedefi yükselen siyasal
trendle ilgili. HDP’nin, ama özellikle Selehattin Demirtaş liderliğindeki
bir HDP’nin yükselen trendini AKP
hükümeti stratejik olarak Türkiye hedefleri önünde engel görüyor. Bunun
en tipik yansımaları ve kırılma noktalarından biri olarak seçimleri görüyor,
yakın tarihte, yakın dönemde yaşanacak seçimlerde seçimlerin kendileri
açısından bir kırılmaya vesile olması
kaygısında olduğunu düşünüyorum bu
saldırının nedeninin. İlk akla gelen gerekçe olarak bunu söylemek mümkün,
onun dışında elbette, AKP’nin kendi
hedeflerini gerçekleştirmesindeki en
büyük engel haline HDP’nin gelmiş
olmasının dışında, belli ki tek adamlık vizyonunun, çünkü AKP içerisin-
de tek adamlık vizyonunu var, bugün
cumhurbaşkanı olsa bile bundan çok
sıyrılmayan cumhurbaşkanı erdoğana ait bu tek adamlık sendromu, tek
adamlık halinin kendisi biraz sarsılıyor
gibi. Türkiye’de şimdiye kadarki en karizmatik siyasetç siyasetçi pozisyonunda olduğunu iddia eden bir cumhurbaşkanımız vardı, bugün Selahattin
Demirtaş’ın bırakalım Kürtler’i genel
Türkiye nüfusu üzerinde etkileme ve
politik karizma oluşturma pozisyonu sanırım AKP içerisinde bazılarını,
özellikle de cumhurbaşkanını epey bir
rahatsız etmişe benziyor. Tabii bu tip
kişisel duygu hallerin ide belki de bunun içerisine koymak gerekiyor ama
özünde politik olarak AKP nin stratejik hedefleriyle ilgi bu . Salt başkanlık
sistemi değil, başkanlık sistemi aslında
bir temsili başkanlık sistemiyle beraber
AKP’nin kendi aklındaki Türkiye dizaynını daha iyi gerçekleştirebileceğini
SOYLESI 13
SÖYLEŞİ
2015
11 Mart
Çarşamba
“AKP’nin önündeki en
büyük engel HDP”
Yüksel Genç genç bir gazeteci, yazar
ve bir siyasetçi. Bir Kürt kadın. Barış
mücadelecisi. Gencecik ömrünün epey
bir zamanını ise siyasi tutuklu olarak
cezaevinde geçirmiş ama yine de
demokrasi mücadelesinden geri durmayan
düşündüğü için başkanlık sistemi ifade
ediliyor. Bence HDP ve Selahattin Demirtaş liderliğindeki HDP’nin seçimler
ve sonrasında göstereceği trend, göstereceği politik tutum, meclis içerisindeki etkinlik biçimi, cumhurbaşkanının
aklındaki başkanlık biçiminin kendisinin uygulanabilirliğine sekte vurmayacak, aynı zamanda onların aklındaki
yeni Türkiye formu sarsılacak, yani biliyorsunuz AKP hükümetin en önemli
beklentisi, en önemli iddiası ve vaadi
Yeni Türkiyeydi. Bu Yeni Türkiye’nin
tüm siyasal kültürel ve ekonomik durumlarını kendilerine göre kullanıyorlar, AKP’nin geldiği ideolojik bağlam
ve pragmatist bağlam üzerinden kuruyor idiler. Fakat HDP nin siyasal
sürece bu denli etkin geliyor olması
Yeni Türkiye’nin sosyolojik, siyasal ve
kültürel bağlamlarda bu kadar kolay
kendine göre dönüştürememesi, bir
de bu sonuca yol açacak, bu yüzden
diyorum stratejik bir kırılma yaratmasından kaygı duydukları için saldırı bu
boyutta gelişiyor
 Anladım, hani başından
beri biliyoruz ki AKP Kürt Siyasal Hareketi’nde ikilik çıkarmaya çalışıyor. Bu mümkün mü?
AKP, HDP’yi, ya da daha büyük
ölçekte Kürt Siyasal Hareketi’ni
bölebilir mi?
Bütün egemenler politika gereği
karşılarında güç olanı, güç olarak gördüklerini bölüp parçalamayı hedeflerler. Kürt siyaseti de salt bugün değil,
geçmişinden bu yana hep bunu yaşadı.
Hatırlayın 90’ları, 2000’leri, şimdiki
süreçleri, işte bir vakitler Sayın Öcalan, Leyla Zana, Hatip Dicle, Ahmet
Türk gibi birçok isim üzerinden, bir
çok isimler üzerinden ikilik yaratarak
hem mevcut Kürt siyasetinin iç bütünlüğünü bozmaya dönük bir tutum için-
bir insan.
Yüksel Genç ile buluşup kendisine Türkiye
gündemine, seçimlere ve çözüm sürecine
dair sorular sordum. Cevapları Kürt Siyasal
Hareketi’nin perspektiflerini hayli net
biçimde ortaya koydu:
de, bunun kendi iç gündemiyle uğraşmasına olanak tanıyarak, kendi kişisel
politik gündemlerini yürütmek yani
kürt siyaseti kendi iç gündemleri ve iç
çatışmalarıyla meşgulken, kendisine
bir ayak bağı olmaktan çıkarmak gibi
bir hedef güttüler hem de bu ikilik politikalarıyla, ikilik pozisyonlarıyla beraber Kürt siyaseti içerisinde esasında
yönetebilecekleri, yönlendirebilecekleri ana damarlar aramaya kalktılar ve
bunu bir yönetim olma, iktidar kurma,
egemen yapı politikası olarak AKP
hükümetinden öncekiler de esasında
çokca işlettiler ama AKP hükümeti
bunu oldukça sistematik yapıyor, yani
güvercinler - şahinler hikayesiyle yaptı
bir vakitler, değişimciler - gelenekselciler söylemi içerisinde yaptı, şimdi
de Selahattin Demirtaş üzerinden
açığa çıkardığı farklı farklı bölünme
politikalarıyla hem mevcut demokratik muhalefetin kendisini, demokratik
muhalefetin ana temsil siyaseti olma
iddiasındaki HDP’nin kendi iç gündemlerinde boğulmasını tercih etmek
hem de içeriden bu tip ikiliklerden
çatışma pozisyonlarıyla yedekleyebilecekleri bazı aktörler bulma çabasıyla
karşı karşıyalar, böyle bir çabanın içindeler diye düşünmek mümkün.
 Biraz da çözüm sürecinden
bahsedelim, hükümetin seçimlere kadar hangi adımları atması gerekiyor?
Aslında o kadar açık ki bu. Çözüm
süreciyle ilgili bugün bulunduğumuz
nokta esasında çok gecikmiş bir nokta,
çünkü 2013’te süreç başladıktan sonra esasında 6 ay, en geç 1 yıl içerisinde
pek çok aşamanın tamamlanmış olması ile ilgili bir beklenti oluşturulmuştu
hatırlarsanız. Tartışmalarda 3 aşamalı
bir süreçten bahsedilmişti ve süreçler
karşılıklı olarak çok hızlı tamamlana-
SOYLESI
14 SÖYLEŞİ
2015
11 Mart
Çarşamba
caktı fakat hepimizin bildiği biçimde
süreç çok böyle işlemedi. Şimdi Sayın
Öcalan adına yapılan son ortak deklarasyondaki açıklamayla hükümetin
ve HDP heyetinin ortak açıklaması
üzerinden ortaya çıkan sürecin kendisi kamuoyuna, topluma bir taahhütte
bulundu. Esasında bu taahhütün ne
kadar farkında insanlar, onu çok bilemiyorum çünkü o ortak açıkamayla
hükümet ve HDP şunu ilan etmiş oldular aslında, esasında “Müzakere süreci
resmen başlamıştır”, bu resmen müzakere sürecinin başladığının ilanıydı.
Bir müzakereyi resmen ilan eden siyasal iktidarın doğal olarak bazı sorumluluklar yüklenmiş olduğunun deklare
ettiğini varsaymak gerekiyor. Bir kere
bunu önemsemek gerekiyor, peki bir
müzakere süreci hangi koşullarda sağlanır? Bir müzakere sürecine girildiği
neler ifade eder? Bir kere bana kalırsa
ilk yapılacak en önemli şey çok hızlı
biçimde müzakere yapılabilme koşullarını engelleyen tüm anti-demokratik
yasal mevzuatın uygulama biçimleri,
anti-demokratik, gayrı meşru hallerin
bertaraf edilmesine dönük hızlı bir çabaya girilmesi gerekiyor. Bunlar TMK
içerisindeki maddelere ilişkin söylüyorum, ama ondan çok daha önce mevcut durumda biliyorsunuz Meclis’te
bir İç Güvenlik Yasası tartışılıyor ki bu
yasa oldukça korkunç bir yasa. Türkiye’nin demokratikleşmesiyle ilgili bir
müzakere masasına giderken böyle
bir yasanın hükümet tarafından meclis içerisinde tartıştırılıyor ve meclisin
gündemine getiriliyor olması zaten
başlı başına bir çelişki pozisyonu.
 Bu yasayı çıkartarak neyi
hedefliyorlar sizce?
Şimdi açıkçası iç güvenlik yasasının
kendisi birkaç hedefe sahip gibi geliyor. Belki kategorize etmek pek sağlıklı değil ama ilk akla gelen İç Güvenlik Yasası’yla AKP toplumu yönetme
alışkanlıklarının, güvenlikli yönetme
alışkanlıklarının bir devamını sağlamaya, kendisinin toplumun güvenlikçi
algılarla yönetme, bastırma ve kontrol
etme sistemini daha güçlendirmek,
elini güçlendirmek gibi bir çabaya sahip olmak istiyor. Demokratikleşme ile
ilgili bir süreci tartışan bir hükümet
niçin toplumu kontrol edecek, baskılayacak böyle bir yasal düzenlemeye
ihtiyaç duyar dediğimizde, toplumdan
gelebilecek karşıt muhalefetin, demokratik eylemlerin ve hareketlerin kendisinden kaygı duyduğu sonucu çıkıyor,
demek ki AKP hükümeti önümüzdeki süreçte söylemlerinin, demokratik
lar bırakılacaktır mutlaka ama bugün
AKP hükümetinin İç Güvenlik Yasasıyla PKK’nin elindeki silah ve eylemsel gücü eşdeğer bulan ve bunları karşılaştıran, birine karşı diğeri yaklaşımı,
tutumu, doğrusu bu güvenlik yasasının
müzakere sürecinde de böylesi bir rolü
olabileceği, AKP hükümetinin böyle
bir rol atfettiği ile ilgili kaygıları okumaları insana yaptırıyor. Bunun dışında siz “müzakere süreci boyunca neler
yapılmalı” demiştiniz, onunla ilgili birkaç şey söylemek isterim.
 Hangi adımların atılması
gerekiyor?
Bir kere İç Güvenlik Yasası kesinlikle kalkmalı, salt iç güvenlik yasası değil
aşırı güvenlikçi ve toplumun sürece demokratik, şeffaf katılımını engelleyen,
söylem gücü olmasını engelleyen tüm
yasal düzenlemeler bir kere kalkmalı,
yasal düzenlemeler dışında uygulama
alışkanlıkları kalkmalı, çünkü Türkiye’de örneğin şu an bir İç Güvenlik
Yasası yok ama asker ve polisin tutumu İç Güvenlik Yasası olmadan benzer tutumlar biçiminde bir alışkanlık
göstermiş durumda ve halkın üzerinde
eylem gücü olmak isteyen ve söz söylemek isteyen, özgür hareket etmek
isteyen toplum üzerinde İç Güvenlik
Yasasının uygulama biçimine sahip.
Demekki böyle alışkanlıklar var, bu
alışkanlıkların kendisini bir kere bertaraf edilmesi gerekiyor
Türkiye söylemlerinin çok çok dışında,
toplumun refleks göstereceği, rahatsızlık ifade edebileceği, itiraz gösterebileceği zeminlerin var olabileceği politik yönelime girmeyi arzuluyor ki bu
yasayı bir ön tedbir olarak çıkarıyor,
demek pekala mümkün, burdan hiç
sağlıklı bir, iç açıcı birşey görülmüyor.
Yani gelecek, niyet yorumu açısından
pek iç açıcı görünmüyor. Öte yandan
iç güvenlik yasasını son müzakere tartışmalarıyla beraber okuduğumuzda
şöyle bir yanılgıyla karşılaşıyoruz. Sanki AKP hükümeti iç güvenlik yasasını
kürt siyasi hareketi ve PKK’nin eylemsel, silahlı ve toplumsal eylemsel gücünü kendisine karşı bir tür demokrasinin
kılıcı gibi kullanmak ve meclisteki iç
güvenlik yasasını işaret ederek belli bir
baskılama, masada elini zayıflatmayla
ilgili bir sürecin önünü örmek istiyor,
böyle bir şeyi yapmak istiyor gibi geliyor. Bir de böyle düşünmeye zorlayan
son dönemde bir dizi şeyle karşılaşıyoruz. Örneğin AKP hükümeti çevresinde şuna çokça rastlıyoruz, “PKK silah
bıraksın, İç güvenlik yasasını meclisten çekelim.” Silahlarla iç güvenlik
paketinin eşleştirilmesi ve birbirinin
karşısına konulması bu niyetle ilgili, bu
niyetin yansımasıyla ilgili gibi geliyor
ki bu çok ilginç. Silahlar ele alındığında İç Güvenlik Paketi diye birşey yoktu Türkiye’de. O silahların ele alınma
gerekçesi çok farklı nedenlerle açığa
çıktı, o gerekçeler kalktığında o silah-
 Özellikle Kürdistan’da böyle alışkanlıklar var, değil mi?
Oldukça yoğun. Kürdistan’da örneğin herhangi oldukça demokratik
bir talep için kitlesel bir karşı duruş ya
da toplanış hali olduğu an ilk gördüğümüz şey hemen tomalardan sıkılmış tazyikli sular, gazlar, sizin nasıl bir
eylem ya da neyle yaptığınızın önemi
yok, direkt polis refleksi, asker refleksi
olarak görüyorsunuz. Diyarbakır sokaklarında on dakikalık bir yürüyüşü,
bütün sokaklara inmiş tomalar, akrepler, hatta son dönemde sıklıkla gördüğümüz tanklar olmaya başlıyor. Bunlar
için yasaya ihtiyaçları yok açıkcası.
 Bir yazınızda değinmiştiniz, kendisini polis olarak görüyor Erdoğan, hatta bir emniyet müdürü olacağına AKP’den
başbakan oldu demiştiniz, yani
gerçekten de o zihniyette düşünen bir yönetim var Türkiye’de.
AKP’nin ve devletin bu savaş hukuku alışkanlıklarının aşılması için ne gibi adımlar atılması
SOYLESI 15
SÖYLŞEİ
2015
11 Mart
Çarşamba
gerekiyor yani? Kürt Özgürlük
Hareketi’nden tutun Sivil Toplum Örgütleri’ne kadar nelerin
yapılması lazım?
Salt güvenlikçi yasalar, uygulamalar,
alışkanlıkların bertaraf edilmesinin
gerekli olduğu çabalar değil, aynı zamanda müzakere masasına oturacak
olanların, müzakere masasının tarafı
olanların mutlak suretle eşitlenmesi
gerekiyor. Çünkü eşit insanlar ancak
sağlıklı, kaygısız, korkusuz söylemlerini, taleplerini ifade edebilirler ve karşılıklı pazarlık güclerini oluşturabilirler,
aksi halde eşit bir müzakere masasından bahsetmek çok güç. Bu şu anlama
geliyor, İmralı başta olmak üzere tüm
müzakere taraflarının iletişim haklarının bir bütünen tanınması, müzakere
yapabilir koşullara sahip olması, bunun adına ister özgürleşme hali dersin,
ister sivil toplumla iletişimin tümüyle
sağlanması dersin, ister erişim haklarıyla ilgili başka pozisyonların kurulması dersin, ne denirse densin müzakere masasının hazır olması için salt
AKP hükümetinden gelmiş olan müzakere heyetinin dilediğince davranma
hakkı değil karşı tarafın, Öcalan başta
olmak üzere karşı tarafın da heyetlerini kurma, söylemlerini oluşturma, taraftarlarını harekete geçirme ve ortak
olarak ve eşit olarak masa üzerinde var
olmakla ilgili tüm gerekli unsurların,
tüm gerekli koşulların sağlanması gerekir, bu da o müzakere masası öncesi
hızla yapılması gereken şeylerden biri.
Diğer sorunuza gelince, Türkiye’de şu
çok yaygın sanırım, 80’ler sonrası bu
kadar yaygınlaşmış da olabilir, bizlerin
tarihleri, bellekleri 80 sonrasını hatırlıyor maalesef, benim gördüğüm Türkiye’de iktidar olanların çok özel bir
güvenlik merakı var, mesela 2000’lere
kadar, 2005’lere kadar iktidar olanlar
kendilerini askere özdeş ya da askerin
yerinde ifade ederlerdi, çünkü Türkiye’de güç olmak, iktidar olmak silahla ilgili bir şeydi, silahın oluşturduğu
güç hukukuyla ilgili bir şeydi, ya ilgili
hükümetler askere yedeklenirdi ya da
kendileri asker gibi davranarak, asker
gibi olma hedefleriyle toplumu yönetmeye çalışırlardı. AKP iktidarıyla beraber aslında Erdoğan esasında şuna
rastlıyoruz, sanki bir polis, bir amir, bir
güvenlik, bir emniyet müdürü gibi her
şeyi güvenlik pozisyonları etrafında
olmak, toplumsal reflekslere burdan
doğrulatmak, burdan doğan toplumsal
refleksleri yönetme ya da bastırma, yok
sayma ya da yeniden üretme biçimlerine giriveriyor. Bunların hepsi aslında
Türkiye’deki zihniyet pozisyonu, ikti-
dar olmakla ilgili, zihniyet pozisyonu
ne kadar çok militarist olduğunu, ne
kadar militer eğilimi olduğunu, Türkiye’de vesayet rejimi değişmiş dense
bile, askeri vesayet kalktı dense bile,
hâlâ çok güçlü bir biçimde militarist
bir bakış açısını, militarist bir yönetim
zihniyetinin etkin olduğunu gösterir.
 Çok haklısınız, geçmişte
de, Demirel döneminde de asker
botları giyen oldu, hatta bir kadın olarak başbakan Tansu Çiller asker botunu giydi ve Kürdistan dağlarına gitti, yani orada o
zihniyet hâlâ daha devam ediyor
demektir. Biraz da kadın sorunlarından bahsedelim, Türkiyede
kadın hareketi Kürt Özgürlük
Hareketi’yle ve çözüm süreciyle
nasıl ilişkileniyor?
Genel Türkiye kadın hareketi açısından söylüyorum. Çünkü Türkiye’de çok ciddi bir Kürt kadın hareketi var ve bugün kendisinin beslendiği
ana damar olarak Kürt Özgürlük Hareketi’yle karşılaşıyoruz. Dikkat ederseniz, Kürt kadın hareketi geçmişte
de ufak tefek bazı girişimler içerisinde olsa bile bugün kimlik kazandığı,
çok geniş kitleleri etkilediği, bölgesel
çapta esasında etkiler, sonuçlar açığa
çıkardığı zaman Kürt Özgürük Hareketi’nin daha doğrusu, PKK’deki
hareketin açığa çıkmasından sonraki
sürece rastlıyor. Özellikle 90’lı yıllar
kadın hareketinin gelişmesi, kadın
hareketinin özgürlük ve dünya bakışı,
toplum bakışı, yeni toplumu ele alma
biçimindeki farklılaşma, cinsiyetçiliği
tartışma biçiminin kendisi bugün hem
Ortadoğu’yu hem de Türkiye kadın
hareketini ciddi anlamda etkiler düzlemde. Bu anlamda Kürt Özgürlük
Hareketi esasen Kürt kadın hareketini çok çok etkilemiştir. Kürt kadın hareketinin bugün bu kadar güçlü ifade
bulmasında, bu kadar güçlü mobilize
olabilmesi ve Kürt Özgürlük Hareketi ne denli etkiliyse, Türkiye kadın
hareketinin bugün kendisini daha
rahat büyütebilmesi, ifade bulabilmesiyle ilgili en büyük destek, dayanışma noktası, deneyim noktasını Kürt
Kadın Hareketi’nin oluşturduğunu
söylemek abartı olmaz, çünkü Türkiye’de kadın hareketi genel anlamda, özellikle 80 darbesi sonrası, 90’lı
yıllarda biraz ifade, anlam kazanmış.
Geçmişte daha cılız, daha genel siyasal litaratür içerinde tanımlanmış
ama bağımsız feminist anlamda Tür-
kiye Kadın Hareketi’yle karşılaşma
tarihi 30 yıla denk geliyor. Bu 30 yıl
içerisinde Türkiye kadın hareketi 80
darbesinin getirdiği ağır baskının içerisinde dağılan siyasal hareketlerden
arta kalan kadınlar olarak, cinsiyet
bağlamlı yeniden biraraya gelip bir
damar oluştururken, Kürdistan kadın hareketi de Kürt Siyasal Hareketi
etrafında, Kürt Özgürlük Hareketi
etrafında bir direniş gücü olarak kendisini önce ifade etmiş, ancak zamanla, özgürleşme tartışmasıyla beraber
salt basit bir direniş gücü olmak ulusal kimlikten açığa çıkmış bir direniş
gücü olmanın yetersiz hatta anlamsız kaldığına karar verip esas özgürlüğün cinsiyet özgürlüğü üzerinden
sağlanmış toplumsal yapılarla ilgili
olduğuna dair güçlü edinimler, deneyimler elde etmiş bir hareket olarak
Kürt Kadın Hareketi karşımıza çıkıyor, tam da bu noktadan sonra zaten
Türkiye Kadın Hareketi’ne en büyük
desteği, en büyük gücü, hatta Türkiye
Kadın Hareketi’ne son yıllardaki en
önemli rengi ve öncülüğü verebileceği
noktayı açığa çıkarmış oluyor, çünkü
bu Kürt Kadın Hareketi kendi gelişim seyrini ulusal dinamiklerle ifade
etmiyorsa, ulusal dinamiklerin ken-
SOYLESI
16 SÖYLEŞİ
disinden çıkmış olan direniş gücünü
cinsiyet bağlamlı tüm tarihsel ve gelecek sorgulamaları üzerinden tanımlıyor ve bağlamlı sorgulamaların açığa
çıkardığı ideolojik birikim, düşünsel
birikimin kendisiyle beraber farklı bir
çizgi oluşturuyor, belli ezberleri de
bozuyor esasında Kürt kadın hareketi bakımından söylersek. Çünkü tipik
feminist hareketlerde ulusal bağlamlı bahsedişler çoğu kez milliyetçilikle
tariflenir ve milliyetçilik kadın hareketlerinin, feminist hareketlerin reddettiği bir olgudur ya da işte silahla
tanımlanmış, silah üzerinden açığa
çıkmış öz savunma pozisyonlarını tipik feminist hareketler bir militarist
tutum olarak tariflerler ve kadın hareketlerinin, feminist kadın hareketlerinin dışında olarak ele alırlar, bunları
çoğu kez ulusalcı hareketlere eklenmiş kadın tutumları olarak ifade ederler ama Kürt kadın hareketi bugün
ulusal özgürlük bağlamını cinsiyet özgürlük bağlamı içerisinde tariflemeye
kalkarak farklı bir kulvar açmış, farklı
bir pencere açmış durumda, öte yandan silahla kadın arasındaki ilişkinin,
öz savunma ilişkisinin kendisini mevcut sistemin, erkek egemen sisteminin
kırılmasındaki etkin bir güç olarak
kullanma moduyla da anti-militarist
olmak ama öz savunmayı güçlendirmek ve güçlü kılmak arasındaki ilişki
ve dengeyle kurabilmiş, farklı bir kulvar açabilmiş durumda, bunu Kürt
kadın hareketinin Türkiye kadın hareketine, aslında bölgedeki tüm kadın
hareketlerine getirdiği yeni bir soluk,
yeni bir pozisyon olarak ele almakta
fayda olduğunu düşünüyorum, çünkü
Ortadoğu’da çok önemli toplumsal
problemler var, toplumsal özgürleşme
problemleri var, bu toplumsal özgürleşme problemlerinin hepsinin kökeninde erkek egemen sistemin yaratmış
olduğu kodlar yatsa da, kadınların
bunlarla mücadele etme biçimi, sokağa çıkma ve mücadele gücü, direniş
gücü, eylem gücü haline gelme biçimi, tam da o egemen olan, etkin olan,
kabul gören toplumsal sorun kodlarıyla ilgili açığa çıkıyor. Ortadoğu’da
ulusal sorunlar oldukça yaygın, Ortadoğu’da sınıfsal problemler oldukça
yaygın, Ortadoğu’da cinsiyet problemleri oldukça yaygın, tüm bunlar
içerisinde ulusal ya da sınıfsal ne tür
bir mücadele yürütülürse yürütülsün
bütün bu mücadelelerin özünde cinsiyet odaklı açığa çıkmış olan, sistem
gerçeğini sorgulama ve mücadeleyi
cinsiyet özgürlüğü etrafında tanımlayabilme pozisyonu kurulabiliyorsa,
bu Ortadoğu’nun çıkmazlarını aşma-
2015
11 Mart
Çarşamba
da büyük bir açık penceredir ve Kürt
kadın hareketinin yaptığı bilhassa bu.
Aslında ortaya çıkardığı örgütlenme
biçimi, eylem biçimi, tanım ifade bulma biçimi, Ortadoğu’da kadın hareketlerinin gelişebilmesiyle ilgili hem
bir umut hem olası yöntemlere dönük
bir deneyim olarak ortaya çıkıyor,
farklı bir deneyim sunuyor. Bunu bu
anlamda önemsemek gerektiğini düşünüyorum
 Son olarak hasta tutsaklar
sorunu çözülecek mi ve nasıl çözülebilir?
Keşke hasta tutsaklar sorunu diye
bir sorun olmasaydı dünyanın hiç bir
yerinde, cezaevi koşullarında yaşayamayan bir tutsağın cezaevine tutulması gibi bir durum söz konusu olmamalıydı. Fakat Türkiye’de maalesef hasta
tutsaklar gibi çok insani bir mevzuu,
çok vicdani biz mevzuun kendisi politik pazarlıkların konusu olmuş durumda, hiç bir politik pazarlık konusu
olmaksızın tamamen toplumsal vicdanın gerekleri etrafında bu insanların
çoktan tedavi edilebilir, yaşamlarını
sürdürebilir, daha sağlıklı ve aileleriyle
birlikte onlara ilgi gösterecek, onları
destekleyecek olanlarla birlikte tedavi
olma sürecini yürütmeleri gerekirken,
bugün Türkiye’de maalesef hasta tutsaklar bir politik pazarlığın en önemli konusu gelmiş hali durumundalar.
Hatta öyle ki bugün hasta tutsaklar
neredeyse Kürt sorunundaki müzakere masasının en önemli gündemi haline getirilmek isteniyorlar. Bu aslında
herkesin çok güçlü bir biçimde itiraz
etmesi gereken bir şey. Bir hasta tutsağın, kanser olmuş bir tutsağın, Kürt
sorunu çözülse de, çözülmese de özgür
bir ortamda, sağlıklı bir ortamda kendisini destekleyebileceklerle birlikte
tedavi olması yaşama tutunması gerekir. Türkiye’de idam cezasının kalktığı
iddiasına rağmen bugün bu insanlar
tedavi olma ve yaşamlarını kurabilme
süreçlerinden mahrum edilerek esasında farklı bir biçimde zamana yayılmış bir idam cezası sürecine mahkum
ediliyorlar. Önemli bir kısmı cezası
beş yıldır, on yıldır, yirmi yıldır, o çok
farketmiyor, o beş yıl, on yıl, yirmi yıl
bitmeden zaten ömürleri bitiyor, bi
rtür ömür boyu ceza, daha doğrusu
idam cezasına mahkum edilmiş oluyorlar pratik olarak. Benim cezaevinde kaldığım süreç içerisinde yüzlerce
hasta tutsak yaşamını yitirdi ve bunların hiçbiri idam cezası almış insanlar
değildiler. Normal cezalar almış, nasıl
yargılandıkları bizim açımızdan zaten
şaibeli, zaten toplum vicdanında ceza
almış olduklarına inanmadığım insanlardı, büyük bir kısmı cezaevi koşulları içerisinde hastalandılar, cezaevi
koşulları içerisinde tedavi edilmediler,
buna müsade edilmedi ve cezaevi ko-
şulları içerisinde yakınlarından helallik isteyemeden, içlerindeki ukteleri
söyleyemeden yaşamlarını yitirip gittiler, bu insanların herhangi bir siyasal
pazarlıkla ilgisi olamaz. Bu tamamen
insani, vicdani birşey. Türkiye’de şimdiye kadar çoktan çözülmesi gereken
sorun. Maalesef AKP hükümetinin
oldukça vicdansız bir pragmatizmi
var, bu vicdansız pragmatizmine şu
aşamada kurban olmuş durumdalar.
Kürt sorununda ilerleyecek aşamanın
kendisiyle beraber hasta tutsakların
da tahliyesi, tedavi edilebilir koşullara kavuşmasıyla ile ilgili bir süreç
işleyecektir. Müzakere masasından
bahsediyorsak, hiç değilse bu kadar
insani, vicdani bir mevzu halledilmek
zorunda. Cezaevinde ölümü bekleyen insanlara ölümü bu kadar reva
görmemek gerekiyor. Bugün yarın da
olsa çözülecektir ama öyle bir noktaya
geliyor ki hani onu çözene kadar anlamını yitiren bir noktanın oluşmasıdır
kaygım şimdi. Zaten anlamını yitirdi,
biliyorsunuz son birkaç ay içerisinde
kaç tane hasta tutsak yaşamını yitirdi.
AKP hükümetinin bugün yarın demesine rağmen dolayısıyla hasta tutsak
sorunun çözülmesinin tek koşulu maalesef Türkiyedeki müzakere masasının güçlü olmasıdır.
 Çok teşekkür ederim.
Siz sağolun
YORUM 17
2015
11 Mart
Çarşamba
Temkinli iyimserlik
KEREM ÇİFTÇİ
B
arış sürecine ilişkin yaşanan
gelişmelere farklı yönlerden bakmak da mümkündür.
Barış bir mücadelesizlik-teslimiyet asla
değildir. Edilgen bir mağlubiyet bekleyenler ancak kendini avutabilirler,
toplumun felaketi pahasına.
Bunun için Ortadoğu'nun yeni reel
politik durumuna biraz gerçekçi bakmak aslında yeterlidir. Bu yeni dönemdeki konjonktürde Kürt Özgürlük
Hareketi önemli aktörlerden biridir.
Elysee sarayındaki kabul sıradan bir
olay değildir, Kürtler için etkin diplomasi dönemi başlamıştır. ABD-Rusya-Çin-Avrupa alanları etkin diplomasi ile açılmıştır ve iyi işletilmektedir.
Zamanın ruhunu iyi okuyan - reel politik durumu, özellikle Ortadoğu'yu ve
Dünya'yı iyi analiz eden bir akıl var.
Bakın, yakın dönemin Suriye suskunları Rusya-Çin-İsrail politik manevra alanlarına esneklik kazandırmış
durumdalar, olası senaryoları Ortadoğu için devrededir. Rusya şimdiden
Esad-PYD arasında arabulucu rolüne
hazırdır ve aktiftir.
Bölgede artık ABD-Avrupa'nın yerel işbirlikçi mikro ulus devletçikler
oluşturup çelişkileri derinleştirme seçeneği gerçekçi değildir ve bölge gerçekleriyle örtüşmüyor. Bu gün etnik
milliyetçilik adına milyonlarca insan
ölüyor.
AKP dış siyaseti tamamen iflas et-
miştir, tek seçeneği kalmıştır, o da Kürt
barışına sarılmasıdır. Son Süleyman
Şah türbesi olayı bunun önemini ortaya koymuştur, üçlü bir konsensüs sonucu askerler kurtarılmıştır, ABD-PYDT.C uzlaşısıyla, doğru tutum da budur
Kürtler'le etkin ve kalıcı bir işbirliğiyle
ancak Türkiye nin güvenliği mümkündür. T.C sorunlu aklı bu olaya anlam
veremeyip "Hatay dan sonra yeni bir
toprak parçasını ülkeye kattım” mantığıyla bakarsa kendini ateşe atar.
Oysa yakın zamanda bu barış sürecinden olumlu bir sonuç çıkmazsa
“KÖH” kendi sistemini tek taraflı inşa
edecek ve T.C ile çatışma kaçınılmaz
olacaktır, çünkü Rojava'da da üç kanton zorunlu olarak birleşmeye gidecektir.
Artık Ortadoğu'da ulus devletlerin
çözülme sürecindeyiz. Irak'ta-Suriye'de olan budur,s sıra statükoda diretenlere de gelecektir kaçınılmaz olarak.
Ortadoğu'da devlerin hegemonik
savaşı vardır. Riskler ve fırsatlar iç içedir. Çoklu senaryolar da devrededir,Türkiye'nin pek fazla alternatifi de-zamanı da yoktur, tek yanlışta faturayı
ona çıkarırlar.
Ortadoğu kaynayan bir cadı kazanıdır, bu şartlarda KÖH'nin silah
bırakmasından bahis etmek hayal perestliktir. Ancak anayasal haklar verilirse T.C”ye karşı namlular susturulur,
gerisi AKP algı operasyonu lafazanlığıdır. "Söyledim olacak” naraları içi
boş bir slogandan öteye geçmeyecektir.
AKP derin aklı Asyacılığı savunuyor, "Avrupa'yı bırakalım" diyor ve
ülkeyi karanlığa sürüklüyor. RTE kendine padişah özerkliğini hak görüp
Kürtlerin demokratik özerklik talebini
öteliyor, bu da kaos yaratıyor.
AKP+RTE'nin dayandığı zeminde de sorun vardır, muhafazakarlık
ve Beyaz Türklük'tür, bu yapılar toplum nezlinde sabıkalıdırlar. Sistemin
empoze ettiği doğrularla şekillenmek
zaaflıdır, çünkü T.C derin aklı bu sorunlu mantıkla ideolojisini düşman
bir nesil yetiştirmekte kullanmıştır,
işte bu yüzden bu aklın tekçi diline
kanmamak meziyet istiyor. Aşırı uçlar uzlaşıya uzak olur. Bu mantıkla
düşman yaratan Türk beyaz elitist
sınıfı Kürtleri ve ötekileştirenleri asla
anlamadı, otoriterliği kutsadı, başkasının acılarına hep ilgisiz kaldı, kibirle yaklaştı, oysa kibir önce sahibini
vurur. Bu barış sürecine ayak diretenler de işte bu kesimlerdir.
Oysa büyük düşüncelerin zamanın
ruhuyla bütünleşip hakların sorunlarını yerelde çözüm getirmesinin özgürlük çağındayız.
Politik ustalıktan gelen derinlik yeni
paradigma-modellerin lehinedir, bu
ilkeye sadık politikalar yetkince pratikleşirse büyük aşamalar yakalar-zaferler
getirir
Meziyet söylemde değil eylemdedir
artık.
AKP'nin Kürt cephesinde yaratmaya çalıştığı-arzuladığı 'iyi-kötü-çirkin' algı oyunu gerçekçi
değildir. 'Böl-parçala-yönet' politikası eskimiş bayat bir numaradır-onu
geçeceksin! Bu bile AKP'nin sonunu
getirecek riskler barındırır.AKP sosyal-siyasal-ekonomik kriz sinyalleri
vermektedir. Çanlar AKP için çalıyor. Onun için elde Kürt Hareketi'nin ayakta tuttuğu barış umudunun beslediği 'temkinli iyimserlik'
dışında bir şey de yoktur.
Özcesi: AKP onurlu barışın gerekenlerini yapmayarak silahların bırakılması algısıyla toplumu koşullandırıyor. Bu algıyla halk ve özgürlük
mücadelesini karşı karşıya getireceğini sanıyor, hem kendini hem de toplumu fena kandırıyor, çünkü karşısındaki hareket AKP ne kadar örterse
örtsün psikolojik savaşı iyi biliyor ve
şerbetlidir bu ayak oyunlarına. AKP
demokratik bir uzlaşı-çözüm için güven vermiyor, bilakis suni ve kısırdöngü gündemlerle toplumu çatıştırarak
varlığını sürdürmek için oyalama-oyun peşinde.
Oysa Victor Hugo'nun söylediği
gibi “Zamanı gelmiş bir fikrin karşısına dikilme gücüne hiçbir ordu sahip
değildir." Anlayana.
18 YORUM
2015
11 Mart
Çarşamba
“Kız” ve “Bayan” diye bir
cinsiyet yok, “Kadın” var
LEYLA SOYER MENGÜÇ
8
Mart Dünya Kadınlar Günü, 4
Ekim Hayvan Hakları Günü, 20
Kasım Çocuk Hakları Günü , 1
Mayıs Emek Ve Dayanışma Günü...
Ezilen sınıf olmaktan, cinsiyet farklılığından, güçlünün yanında zayıf
olmaktan kaynaklı çoğu bir bayram
havasında geçen anmalı günler. Olmayan şey aranıyor bu günlerde; özgürlük, eşitlik, hak-adalet. Ölüm, şiddet,
kırım, taciz, tecavüz konuşuluyor bu
anlamlı günlerde. Nasıl bayramsa bu!.
Dünya kadınlar gününde mesela,
insan hakları temelinde kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesi,
ekonomik, siyasi ve sosyal başarıları-
nın kutlaması hedefleniyor. Sanki kadınlar farklı bir uzay zamandan eksik
olarak gelmişler de biz bu toplumda
onları tamamlıyoruz. Sanki bu sistem
kadınını ezmemiş, ikinci sınıf vatandaş olarak görmemiş, ekonomik, kültürel ve cinsel olarak sömürmemiş
de onlar bir yerlerden öyle gelmiş
gibi. Hayvan Hakları Günü ya da . O
güzelim canları itip kakmamış, eziyet
etmemiş, toplu imha etmemişiz gibi ve
çocuklarımıza aynı bu toplum emek
sömürüsü, şiddet, uygulamamış, eğitim, sağlık, yaşama, barınma, fiziksel,
psikolojik veya cinsel sömürü de bulunmamış gibi. O koca tek bir günde
T.C. İSTANBUL ANADOLU
28. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ
ESAS NO. : 2015/33
KARAR NO. : 2015/66
05/03/2015
Davacı İffeta Birinci tarafından davalı Nüfus Müdürlüğü aleyhine açılan doğum
yerinin ve doğum tarihinin düzeltilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda;
Davanın kabulü ile, Bursa ili Mudanya ilçesi, Tirilye Mah/Köyü, Cilt No:
47,HaneNo:224, 34BSN’de nüfusa kayıtlı 21736574870 T.C. kimlik numaralı
İlyas ve ve Saliha’dan olma davacı İffeta BİRİNCİ’nin 01/07/1962 olan doğum
tarihinin 19/11/1962. YENİPAZAR olan doğum yerinin BANJA NOVI PAZAR
olarak düzeltilmesine karar verilmiş olup TMK gereği ilan olunur.
Resmi İlanlar www.ilan.gov.tr
büyük büyük sorunları çözüyoruz, bir aykırı mesajlarını haykırdı kadınlar.
gün de bunu başarıyoruz!
Kadın konusu mizahi olarak da
Karnaval havasındergi kapaklarında sosyal
da geçen, kutlama ve
medyadaki sayfalarda
364
günde
anmanın, sevinç ve
yer aldı. "Kadın kahüznün birlikte yadındır çiçek babaninsani olan çok
şandığı
karmaşık
dır", "Geceleri de,
şeyi tüketiyor ve bir
duyguların eşlik etsokakları da meygünde
de
çözüyoruz.
tiği anlamlı günler.
danları da istiyo364 günde insani
Bir aldatmaca gibi
ruz", elinin erkiyle
olan çok şeyi tükedevrimime karışma
gelmiyor mu
tiyor ve bir günde
dövizleri en ilgi çesize de?
de çözüyoruz. Bir alkenleriydi. Yine elledatmaca gibi gelmiyor
rine çiçekler verilmiş ve
mu size de? Sömürü çarklaçiçekli bir duvarın önüne dirı bütün vahşiliği ile dönüyor, kendi zilmiş kadınlara "Gülümseyin lan!...
çocuklarını, kadınlarını, emekçisini çekiyorum..." diye haykıran erkek
yiyerek, yutarak, öğüterek. Her günü bağırmasını içeren dergi kapağı ile
o "Bir Gün" gibi geçirmezsek, küçük bir bankta oturmuş kadının, elindeayrıcalıklı azınlık dışında her kesimi- ki çiçeğin yapraklarını koparırken,
nin canını acıtan, içini yakan eşitsizli- "Öldürür .... öldürmez...öldürür...
ğe, adaletsizliğe "Dur" demediğimizde öldürmez...ve öldürür .." le biten
savunacak hiçbir şeyimiz kalmayacak. sözlerini içeren karikatürler. Kadın
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar durumlarını mizahi olarak ele alan
Gününü kutladık birkaç gün önce. güldürürken düşündüren sözler. İyi
Etkinlikler, anmalar yapıldı. Bir kar- ki mizah var..
naval havasında, milyonlarca kadın
Ben de bütün kadınların Dünya
sokağa çıktı. Çok güzel, anlamlı ya- Emekçi Kadınlar Gününü Kutluyoratıcı mesajlarla ellerindeki döviz- rum. Özgür ,eşit ve adil bir dünya dilerle yürüdüler meydanlarda ve en liyorum.
YORUM 19
2015
11 Mart
Çarşamba
Özgür kadın; Dr. Zekiye Alkan Farsakoğlu,
milletvekili
aday adayı
Genel Cerrahi Uzmanı
İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri
DR. SAMET MENGÜÇ
G
İ
nsanlık tarihi boyunca kadınlar,
kadın olmaktan kaynaklı mücadelesini hep vermiştir. Bir mücadelenin verilebilmesi beraberinde bir
ezenin olmasını gerektirir. İşte tarih
boyunca bu ezende hep erkek olmuştur. İlk kitlesel kadın mücadelesi 1857
de ABD’de tekstil fabrikasında köle
gibi çalıştırılan ve bir yangında hayatını kaybeden 50 emekçi kadının
ölümüyle modern döneme damgasını
vurmuştur. Türkiye’ye gelince her türlü medenileşmede olduğu gibi ancak
1970’li yıllarda emekçi kadınların 8
Mart'ı kutlaması yasalarda yer alabilmiştir. 12 Eylül faşizmi her türlü insan
hakkını gasp ettiği gibi kadın hak ve
mücadelesine de büyük darbe vurmuştur. Son yıllarda artan kadın cinayetlerinin vahşet boyutlarına varması
ve en son Özgecan ASLAN’ın infial
boyutundaki katledilişi ile kadın mücadelesinin de büyük bir ivme kazanmasını doğurmuştur. 12 yıllık eril bakışlı
ortaçağ zihniyetli AKP iktidarının söylem ve eylemlerinin de çok büyük katkısı yadsınamaz boyuttadır. Yaşamın
her alanında olan kadınların erkekleri karşılarına almadan bu mücadeleyi
kazanmalarının mümkün olamayacağı bilinci ile başlayan ve gün geçtikçe
artan mücadeleleri erkeklere bir bütün
olarak şamar gibi çarpmaya devam
etmekte. Hak verilmez alınır şiarının
kadınları özgürleştirmesi çok yakındır.
Tarih yine bireysel kadın mücadelesi
veren ve bu uğurda acılar çeken, intihar eden, işkenceler gören, linç edilen,
recm edilen, idam edilen ve öldürülen
kadınlarla doludur. Kadın mücadelesini bir başına veren bu uğurda ve
genel insan mücadelesi uğrunda yaşamını özgürleştiren kadınlardan biri de
Dr Zekiye ALKAN’dır.
Arkadaşım, yoldaşım, meslektaşım
Dr Zekiye ALKAN; 12 Eylül sonrası Tıp Fakültesinde yakından tanıdığım ilk kadın hakları mücadelecisidir.
Dersimli bir Zaza-Kürt olmasından
kaynaklı polis devlet baskısı yanında,
o günün Diyarbakır’ında yoğun erkek
baskısına karşı belki de tek başına direnen bir kadındı. 12 Eylül sonrası Dicle Üniversitesi’nde yapılan ilk yemek
boykotunu birlikte organize ettiğim
yoldaşım. 12 Eylül öncesi devrimcilerin kadına bakışının henüz lümpen
davranış diye değerlendirildiği yıllardı.
Zekiye tüm bu yanlış değerlendirmeci
eski devrimci abi ve ablalara rest çekerek özgür bir kadın olmayı yaşam biçimi haline getirmeye çalıştı, yıprandı,
zaman zaman sıkıntılar çekse de asla
bu özgürleşme mücadelesinden vaz
geçmeyen bir kadındı.
Ben mezun olmuş, mecburi hizmetteydim. Zekiye’nin tam özgürlüğe giden kararını vermeden 2 ay
kadar önceydi. Diyarbakır’a memleketime izine geldiğimde görüştük.
Görüşmeyeli 1 yılı aşkındı. Çok yıpratılmıştı polis-devlet baskısından
çok çekmişti. Uzun süreli herhangi
bir mekanda oturmamızın bana zarar getireceği kaygısıyla kalkmamızın daha iyi olacağını, yürümeyi de
çok sevdiğinden yürüyelim sohbete
öyle devam edelim demişti. Dağkapı’dan Balıkçılarbaşı’na doğru yürüyorduk, bir süre sonra sivil polislerin
bizi takip ettiğini farkettik. Önemli
değil dememe rağmen hayır sana
zarar gelmesini istemem ben zaten
onların taciz ve baskılarına alıştım,
ama senin için ayrılmamız daha iyi
olur. Hayatta en son zarar gelmesini
istediğim insansın hele hele benim
yüzümden olursa asla kendimi affetmem diyerek son ve zamansız vedalaşmamız oldu Zekiye’yle…
Sonrası 21 Mart Newroz günü Diyarbakır Surların’da ateşli bir beden
ve sonsuz özürlüğe giden bir kadın
ruhu…
8 Mart emekçi kadınlar günü ve 21
Mart Newroz ateşi denilince can yoldaşım, arkadaşım özgür ruhlu kadın
Zekiye ALKAN gelir aklıma… Birde
Sümerbank'tan birlikte aynı renk ve
model kazak aldığımız ilk Üniversite
öğencilik yıllarım… Selam, selam, selam, sevgili Zekiye…
eçen dönem Adalar Belediye
Başkanı olan ve Adalar’da kültür
ve çevre konusunda yaptığı çalışmalarıyla tanınan Mustafa Farsakoğlu,
İstanbul 1. Bölge’den CHP Miletvekili
Aday adayı oldu. Mustafa Farsakoğlu’nun geçen cumartesi aday adaylığını açıkladığı Büyükada’da, eski
belediye başkanının kararı sevinçle
karşılandı.
Osmaniye’de doğan Dr. Farsakoğlu, 1977 yılında İstanbul Üniversitesi
Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra, 1978 yılında çalışma hayatına başladı. Sırasıyla; Adıyaman
Valiliği’nde Kaymakam Adaylığı
(1978), Tunceli-Nazımiye, Trabzon-Arsin, Elazığ-Sivrice’de Kaymakam Vekilliği, Malatya-Akçadağ,
Konya-Cihanbeyli,
Bingöl-Kiğı,
Tekirdağ-Muratlı ve İstanbul Adalar’da Kaymakamlık, Elazığ, Muğla
ve Yalova’da Vali Yardımcılığı yaptı.
Vatani görevini; 1981-1983 yıllarında
Eğridir Dağ Komando Okulu’nda,
Tunceli ve Elazığ’da Jandarma Komando Asteğmen olarak tamamladı.
(1991-1992) Yabancı dil eğitimi ve
mesleki araştırmalar yapmak üzere
gittiği ABD’de 1 yıl kaldı. 1996-2001
yıllarında, İstanbul Adalar Kaymakamlığı’ nın ardından Yalova Vali
Yardımcısı olarak atanan Dr. Mustafa
Farsakoğlu 2006 yılında emekli oldu.
Emekli olduktan sonra; Yeditepe Üniversitesi Kamu Yönetimi
Bölümü Öğretim Görevlisi ve Sosyal
Bilimler Enstitüsü Müdür Yardımcısı
olarak çalışma hayatına devam eden
Dr. Mustafa Farsakoğlu, 1995 yılında İstanbul Üniversitesi’nde Kamu
Yönetimi Anabilim dalında yüksek
lisans yaptı. 2003 yılında aynı Anabilim dalında doktorasını tamamladı.
Yeditepe Üniversitesi, İstanbul Ticaret
Üniversitesi, Maltepe Üniversitesi ve
Ahmet Yesevi Uluslar arası Türk- Kazak Üniversitesi’nde öğretim görevlisi
olarak çalıştı. Dr. Mustafa Farsakoğlu,
2009 seçimlerinde CHP adayı olarak
katıldığı yerel seçimlerde Adalar Belediye Başkanı oldu.
20 SPOR
TOPRAK
SAHA
Fırat Coşkun
M
erhaba futbolseverler bu
hafta öncelikle İstanbul derbisiyle başlayalım. Bir taraftan liderlik için savaşan Pendikspor,
diğer taraftada Play-off potasından
yer almak isteyen Kartalspor. Bu hafta
kendi sahasında Kartalspor ile karşı
karşıya gelen Pendikspor 2-1 skorla galibiyet sevinci yaşadı. Derbi maçında
eksik bişey vardı, oda Kartalspor taraftarları idi. Ligin ilk yarısında oynanan
Kartalspor-Pendikspor karşılaşmasında stad dışında olaylar çıkmıştı ve bu
yüzden İstanbul Emniyeti bir sonraki
derbide bu olayların tekrar yaşanmaması için Kartalspor’un taraftarlarına
giriş yasağı yönünde bir karar vermişti.
Geçen hafta aldığı galibiyetle ikide iki
yapan Pendikspor, ligde ikinci sıraya
yükseldi. Kartalspor ise alamadığı üç
puanla 11. Sıraya düştü. Kartalspor
bu kötü gidişata dur demesi ve playoff potasında yer alması lazım.
Gelelim Maltepespor’a; Bu hafta
kendi sahasında ligin alt sıralarında olan
Halide Edip Adıvarspor’la karşılaştığı
mücadele de maalesef son dakikalarda
yediği golle 1-0 yenik düşen Yeşil-Kırmızılılar üç puanı elde edemedi. Maltepe
temsilcisi kaybettiği üç puana çok ihtiyacı vardı, çünkü bu hafta kazansaydı
play-off mücadelesinde olma şansı olacaktı. Maalesef maçın son dakikalarında
futbol’da yaşanmayacak şeyler yaşandı.
Maçın 87.dakikasında Halide Edip Adıvarspor oyuncusu Oğulcan’ın attığı gol
ile 1-0 öne geçtikten sonra sevincini tribündeki taraftarları ile paylaşırken biraz
abartması sonucunda Maltepespor’lu
bir grup taraftar sahaya girdi. Maçın
bitiminde saha dışında rakip takımın
otobüsüne saldıran Maltepespor taraftaları emniyet güçlerin tarafından uzaklaştırıldılar. Maalesef futbol tarihde böyle
olaylara rastlayabiliyoruz.
Ümraniyespor bu hafta deplasmanda Fethiyespor ile karşı karşıya gelerek
ne yazık ki bir puana razı oldu. Ligde
bir türlü zirveyi tutturamayan Ümraniyespor, liderlik koltuğunu almaya kararlı
gibi gözüküyor. Her geçen hafta taraftarlarına sevinç yaşatan kırmızı-beyazlı
ekip bakalım ilerleyen zamanlarda nasıl
bir performans gösterecek.
Gelelim A. Üsküdar 1908’e; Bu
hafta ligin dişli ekiplerinden Sakaryaspor ile karşı karşıya gelen yeşil-beyazlı ekip maalesef üç puanı almadan
evine döndü. Uzun zamandır liderlik
koltuğuna oturamayan Üsküdar temsilcisi bakalım ligin ilerleyen zamanlarında taraftarlarına sürpriz yaşatcak
mı hep berabere göreceğiz. Haftaya
görüşmek üzere, hoşçakalın.
2015
11 Mart
Çarşamba
0
Maltepespor yıkıldı -1
T
ürkiye 3. Lig 2. Grup 24. haftasında kendi sahasında Halide Edip Adıvarspor ile karşı
karşıya gelen Maltepespor sahadan
1-0 mağlup ayrıldı. Taraftarlarının
desteğine rağmen kendi sahasında rakibi karşısında iyi bir oyun sergileyemeyen Maltepe ekibi, karşılaşmanın
87. dakikasında Oğulcan’ın golüyle
sahadan 1-0 yenik ayrıldı ve haftayı
puansız kapatarak puan cetvelinde
de bir basamak geriye düşerek 7. sırada yer aldı ve play-off hattından
uzaklaştı.
Maltepespor: 0 - Halide Edip
Adıvarspor: 1
Stat: Hasan Polat
Hakem: Emre Kosif, Salim Şanlıer,
Deniz Caner Özaral
Maltepespor: Barış, Mustafa, İsmail, Serhat, Furkan (Dk.65 Emrah),
Ertuğrul, Gani (Dk.75 Samet), Ahmet
(Dk.84 Yalçın), Caner, Savaş, Abuzer
Halide Edip Adıvarspor: Hasan,
Ayhan, Batukan, Ömer, Celalettin,
Nazif (Dk.59 Oğulcan), Uğur (Dk.90
Engin), Okan, Emin, Erdal (Dk.82
Muhammet), Seyithan
Gol: Dk.87 Oğulcan (H.E. Adıvarspor)
Sarı Kartlar: Dk.17 Gani, Dk.62
Caner, Dk.81 Abuzer, Dk.90 Serhat
(Maltepespor) - Dk.11 Erdal, Dk.71
Atalay, Dk.90 Seyithan, Dk.90 Oğulcan (H. E. Adıvarspor)
A. Üsküdar kahraman olamadı
A
nadolu Üsküdar 1908
seyircisiz oynanan Sakaryaspor deplasmanından 1-0’lık mağlubiyetle
puansız ayrıldı. Lider Ankara
Demirspor’un puan kaybettiği
haftada alınacak bir galibiyet
liderlik demekti ancak kötü
bir performans sergileyen Üsküdar temsilcisi 90. dakikada
Abdulkadir’in penaltı golüne
engel olamayınca sahadan puansız ayrıldı
ve büyük bir fırsatı
tepmiş oldu.
Üsküdar, gelecek hafta Bergama Belediyespor
ile karşılaşacak
Sakaryaspor: 1 - A.
Üsküdar 1908: 0
Stat: Sakarya
Hakemler: Alper Ulusoy,
Sezgin Çınar, Gökmen Baltacı
Sakaryaspor: Yavuz, İbra-
0-1
him, Burak
Bekaroğlu,
Özgür, Burak Göksel
(Dk.90 Mustafa), Aykut,
Umut, Mert, Muhammet,
Gökhan (Dk.75 Abdülkadir),
Ahmet (Dk.45 Alaattin)
A.Üsküdar 1908 : Eren,
Ömer, Samet, Nurettin, Seyit,
Cenk (Dk.85 Emre), Murat,
Yunus,
Doğan (Dk.89
Erim), Can
(Dk.62 Kayhan ),
Fatih
Gol: Dk.90
Abdülkadir (pen)
(Sakaryaspor)
Sarı Kartlar: Dk.22 Mert, Dk.70
Alaattin, Dk.88 Burak (Sakaryaspor) - Dk.48 Nurettin,
Dk.75 Doğan, Dk.80 Fatih
(A.Üsküdar)
Kırmzı Kartlar: Samet
Önger ( Dk.90) (A.Üsküdar)
SPOR 21
2015
11 Mart
Çarşamba
Pendikspor’dan derbi zaferi
T
ürkiye 2. Lig Beyaz Grup
29. Hafta karşılaşmasında
Kartalspor’u konuk eden
Pendikspor, Uğur Işıkal’ın golleri
ile rakibini 2-1 mağlup etti. Maçta
Kartalspor’un taraftarı stada valilik kararı ile alınmazken, Pendikspor taraftarları takımlarına destek
oldu. Ezeli rekabette ilk golü bulan
taraf Kartalspor oldu, Kartal ekibi
8. dakikada Emir’in golüyle 1-0 öne
geçti. Mücadelenin 16. Dakikasında
Yağız’ın hatasını affetmeyen Uğur
karşılaşmada beraberliği sağladı, 1-1.
İlk yarıda başka gol olmazken iki takımda soyunma odasına beraberlikle
girdi. İkinci yarıya daha arzulu bir
Pendikspor çıkarken, 50.dakikada
Pendikspor’un sağ köşe gönderinden
kullandığı korner atışına Uğur Işıkal
altıpas içerisinde vuruşunu yaptı ve
Pendikspor’u 2-1 öne geçiren golü
kaydetti. Karşılaşmada başka gol ol-
2-1
mayınca Pendikspor derbiden 2-1’lik
zaferle ayrıldı.
Pendikspor: 2 - Kartalspor: 1
Stat: Pendik
Hakemler: Çağdaş Altay, Oktay
Önge, Mustafa Çevik
Pendikspor: Mehmet, Hakan,
Fahri Tatan, Ali Kemal, Tevfik,
Yaser (Dk.88 Umut), Osman, İlhan,
Uğur (Dk.85 İlyas), Berat, Emre
Pehlivan (Dk. 74 Hayrullah)
Kartalspor: Yavuz, Anıl, Zafer,
Emrah, Sinan (Dk.62 Mehmet
Gürkan), Emir, Uğur, Yağız Göktuğ
(Dk.46 Ömer Furkan), Azad, Hamza (Dk.79 Semih), Oğuz
Goller: Dk.16 ve Dk.50 Uğur (Pendikspor) - Dk.8 Emir (Kartalspor)
Sarı kartlar: Dk.45 Uğur, Dk.73
Emre Pehlivan (Pendikspor), Dk.61
Ömer Furkan, Dk.90+1 Oğuz (Kartalspor)
Ümraniyespor avantajı koruyamadı
T
ürkiye 2. Lig Beyaz
Grup’ta bu hafta deplasmanda Fethiyespor
ile karşı karşıya gelen kırmızı-beyazlılar 1-1 berabere kaldı.
Maça etkili başlayan Ümraniyespor 33. dakikada Ziya’nın
vuruşuyla öne geçti ancak 63.
dakikada Hakan’ın golüne engel olamayınca sahadan 1-1 beraberlikle ayrıldı ve bir puanla
evine döndü.
Fethiyespor: 1 - Ümraniyespor: 1
Stat: Fethiye Şehir
Hakemler: Hüseyin Sabancı,
Can Savaşan, Halil İbrahim
Atabay
Fethiyespor: Metin, Sabri, Mert Er
(Dk.52 Emre Öztürk), Serkan, Ramiz,
Tunay, Aytaç (Dk.59
Ferhat), Hakan
Bahran (Dk.77 Safa),
Emre Okur, İbrahim,
Matteus
Ümraniyespor: Muzaffer, Mustafa, Ziya,
Aytek, Bahadır (Dk.62
Aykut), Özer (Dk.72
Bulut), Ömer, Samet
(Dk.82 İbrahim), Rahman,
Mücahit, Tarık
1-1
Goller: Dk.63 Hakan
(Fehiyespor) - Dk.32
Ziya (Ümraniyespor)
Sarı kartlar:
Dk.45 Sabri (Fethiyespor) - Dk.15 Tarık,
Dk.18 Mustafa, Dk.85
Ömer (Ümraniyespor)
22 YORUM
2015
11 Mart
Çarşamba
Olması muhtemel
olmuşu hurafe
MUSTAFA İŞİTMEZ
A
ma mahalle güzeldir. Hurafelerle, tabularla olmayanı olmuş gibi inandırır,
tövbe-haşa- dediğin her şeyi başına
geçirir.
İstatistiğin olduğu yere ihtimal,
sonrasına olasılık devreye girer. Hepsinin toplamında üç sonuca, otuz üç
yalanın içinden bir gerçeği önüne
koyan insanları tanırsın…
Özellikle yaz akşamları, ikindi
ezanından sonra güneş yokuşun başında eksildikçe her çocuk sokağa
atardı kendini. Top oynayan çocuklar şut yerine fiske vurdular mı Kerim abinin hışmına uğrarlar. Kırıktır Kaniye teyzenin oğlu, topu her
defasında “kesicem bir dahakine”
diye sallardı çitlerin üstünden. Küfür
ederken ya gözlükleri ya da takma
dişleri düşerdi ağzından. Yüzünün
bir tarafı yanık olmasına rağmen hayatla barışıklığı yoktu. Hep öfkeliydi,
daima öfkeli ve hırslı. Enerjisini bahçelerine ektiği meyve, sebzelerden çıkarırdı. Onların üstüne top geldi mi
zıvanadan çıkardı.
Yokuşun ortasındaki Hüseyin
dede öyle değildi. İçine kapanık
bir adamdı ama öfkeli değildi. Elde
ettiği bir şey var mıydı bilmiyorum
ama istediğini elde edenler böyle
mutlu olurdu genelde. O da mutluydu. Mütevazı bir yaşamı vardı.
Bahçesinde kelle bir Milas halısı
vardı, Abrajlı. Üstünde tüm yazı
geçirir, konu komşuya karpuz ikram ederdi. Bazen akşamları bastonuyla yürüyüşe çıkar, bastonunu
yaşlı olduğu belli olsun diye taşıdığını düşünürdüm. Zira koşmaya
başlasa hepimize nal toplamak kalırdı. Her yürüyüşün sonunda evimizin yanımızdaki yıkık yere bakar,
gözleri dolardı.
Üst ve arka mahalleyle maç yaparken onların büyükleri bize “Rum
piçleri” derlerdi.
Nedenini Hüseyin amcaya sorduk.
Meğer bizim yıkık ev eskiden şapelmiş. Ve elbette şapeli yıkmışlar.
Bizden olmayana acımazlar mahallede. Hatta üst, arka ve alt mahalle
bile. Bizi de pek kimse sevmemişti.
Büyük bir saldırı olmuş. Mahalle
savaş alanına dönmüş. Genç, yaşlı
kim varsa atılmak istemiş öne, yapmayın etmeyin. Nafile.
Sonra da yakmaya kalkışmışlar.
İçeride insan olduğu için korkup
uzaklaşmışlar.
Ufak ufak anlatıyor Hüseyin amca.
Yakın arkadaşı camcı Halil’in çok
faydası olmuş Rumlara. Onu da yağma ve talan sırasında öldüresiye dövmüşler, bir daha hiç konuşmamış.
Yirmi yıldır da ortalarda yok, belki
ölmüştür dedi.
Yakamadıkları ahşapları gelip sökmüşler, kış yaklaşırken yakacak olsun
diye. Gözümüzün önünde, teşkilata on kez haber vermemize rağmen
yakmalarına müsaade ettiler derken
gözleri doldu. Arka bahçedeki halıyı
gösterdi. Oradan kalan tek yadigar
bu halı diye…
Şapel nedir bilmiyoruz, mahallede
bir kilise olduğunu ilk defa duyuyoruz. Torunları vardı, Özlem. Çağırdık bir gün, alımlı hoş kızdı. Oturduk anlattık. Dedesinin hastanede
tedavi altına alınması gerektiğinden
bahsettik. Küstü. Bir daha konuşmadı. Dedesine söylemiş zaar, o da eskisi gibi şefkatle bize bakmıyor.
Sonra bir gün Özlem bizim eve
geldi.
“Dedem seni çağırıyor çok acil
gel”
Gittim.
Kapıda oturmuş bana Kerim’i işaret ediyor.
“O pezevengin niye yüzü yanık bi-
lir misin?”
“Bilmem.”
“Sefer sırasında orayı yakanlardan biri de oydu. Ama salak olduğu
için içerde kaldı, güç bela attı kendini dışarı. Sonra da o yanık yüz hatıra
kaldı ona.”
Trafik kazasında yüzünün darbeyle o hale geldiğini bilmesem haydarı
kapıp Kerim’in kapısına gideceğim.
Özlem de aynı kararlılıkla, onaylarmış gibi başını sallayıp bana bakıyor.
Uzattım elimi, “Kalk gidiyoruz”
“Nereye?”
“Senin buraya baktığında ağlamana sebep olan pezevengin evini yıkmaya.”
Her kararlı çaresiz gibi başını
önüne eğdi.
Öyle bir şey yoktu. Hiç olmamıştı.
Yıllar sonra karşılaştığım mahalleden arkadaşlarım, eşlerine ve dostlarına bizi tanıştırırken bahsediyorlardı. Bizim mahallede şapel varmış.
Biz küçükken yağma, talan olmuş
diye.
Olması muhtemel, olmuşu hurafe
olan bu hikayeyi bizi hiç tanımayanlara anlatmak da Hüseyin amcanın
inandırıcılığına teşekkür edip, saygı
duymayı hak ediyordu.
2015
11 Mart
Çarşamba
Barışın, demokrasinin ve
özgürlüğün vekili olmaya
adayım
hDP, İstanbul 3. bölge
milletvekili Aday Adayı
Enver Dursun
Download