Untitled

advertisement
AYLIK
FİKİR
ALPARSLAN TÜRKEŞ’LE BİR KONUŞMA
SAN'AT
Heı tü rlü
P.K 211
K ıbrıs, Y unanistan ve Türkiye
Konuşan : EMİNE IŞINSU
VE
DERGİSİ
haberleşme adresi :
Kızılay — Ankara
2
Dönüş
YETİK OZAN
8
TÜRK MUKAVEMET TEŞKİLÂTI
10
K ıbrıs’ta T ürk İd aresi
Prof. Dr. NEJAT GÖYÜNÇ
Havole :
10071978 numaralı
posta çeki
20
K ıbrıs’sız Anadolu
Dr. TURGUT GÜNAY
K ıbrıs, Türkiye ve Enosis
26
.
Doç. Dr. YULUĞ TEKİN KURAT
31
Abone Şartları
Yurt içi yıllık
Yurt dışı yıllık
60 TL.
120 TL.
O nlar Bu Dilden A nlar
ARİF NİHAT ASYA
42
K ıbrıs H arekâtının M ânâsı
Genel
Doç. Dr. NECMETTİN HACIEMİNOĞLU
Dağıtım
GAMEDA
44
Ülkücü Şair A bdurrahim K arakoç
AHMET CEBECİ
48
63
Kurucusu: HALİDE NUSRET ZORLU­
TUNA .. S ahibi ve Sorum lu Müdürü:
IŞINSU — Um umî N eşriyat Müdü­
rü: GALİP ERDEM — İd ars Müdü­
rü : MERİÇ COŞKUN — A n k ara Tem
sileisi: Ş evket BÜLENT YAHNİCİ —
Tel: 17S:323 — İstan b u l Şubesi: M it.
;hat(paşa Caddesi Küsçük H ay rettin
Efendi Siokağı No 4. Beyazıt — İs­
ta n b u l Temsilcisi: YAŞAR OKUYAN
— İsta n b u l Şube Sekreteri: RUHİ
ÖZKANLI — Erzurum
Tem silcisi:
DENİZ ŞAHİN — Basıldığı yer: Ye­
ni ışık M atbaası,
A nkara — Tel
125810 — İlân: Özel ş a rtla r a ta b i
dir — Dergimizde!:! yazılar, dergi
m izin ismi, yazının çıktığı sa y ı ve
sa y fa be:rtilm eden iktibas edilem ez
SAYI : 33 - «0
AĞUSTOS - EYLÜL 1974
Ve Belki
İLHAN GEÇER
58
H astanın Uykusu
HALİDE NUSRET ZORLUTUNA
59
F ak irin Bayram oğlu N am M ahalde V akf ü Ârâm
İttüğüdür.
SEYYAHI FAKİR EVLİYA ÇELEBİ
D esenler :
GARİPKAFKASLI
K arik atü r :
CENGİZ
YIL : 6 (DEVRE : 2)
60
30, 42
Kıbrıs, Yunanistan ve Türkiye •
TÖRE : 20 Temmuz’daki ilk hare­
ketimiz bezi çevrelerce Türk - Yu­
nan (Rum) mücadelesi değil, bir de­
mokrasi - diktatörlük mücadelesi clarak faşizme karşı savaş olarak ta­
rif ediidi. Bu konuda ne düşünüyor­
sunuz?
Milliyetçi Hareket’in lide­
ri
Sayın Alparslan Türkeş’le Kıbrıs, Yunanistan
ve dünya politikasmm ilgi­
li konulan hakkında yap­
tığımız röportajı okuyucu­
larımıza sunarken bu lûtfundan dolayı Sayın Türkeş'e teşekkür ederiz.
Konuşan : E. Işınsu
2
TÜRKEŞ : Bu sözler kom ünistle­
rin uydurmalarıdır. Yeryüzünde bu­
gün de değerini sürdüren, değişme­
yen gerçek m illet realitesi ve m illet­
ler arasındaki münasebetlerin milli
m enfaat’ere
dayandığı gerçeğidir.
2C Temmuz'da
Kıbrıs'a yaptığımız
müdahale Türkiye’nin ve Türk M ille ­
tinin güvenliğini
korumak ve millî
menfaatlerimizi tem inat altına
a l­
ma gayesine dayanmaktadır.
N ite­
kim Yunanistan’da cunta yıkıldığı ve
yerine demokrasiye
ta ra fta r
olan
Karamanlis iktidarı
geçtiği
halce
TÜRKEŞ
• Alparslan Türkeş’le Bir Konuşma
Türkiye ile Yunanistan
arasındaki
çekişm eler azalmadı, aksine daha da
şiddetlendi.
TÖRE : Sayın Ecevit Yunanistan’­
ın bu kötü duruma eskiyi düşündü­
ğü, Yunan genç'eri okul sıraların­
dan itibaren IVîegalo îdea ile büyü­
tüldüğü için düştüğünü; bizim ise
böyle yapmadığımız için kazandığı­
mızı söylüyor, bu konuda ne düşü­
nüyorsunuz?
TÜRKEŞ : Sayın Ecevit’in bu gö­
rüşleri kanaatımca çok yanlıştır. Bir
bakıma m illetler ulu ağaçlara ben­
zer kökleri ne kadar derinde olurca
o kadar çok yükselirler ve dal budak
salarak ululaşırîar. M illetlerin kökle­
ri, mazileri ve tarihleridir. Bunun i
çin her milletin eskiyi düşünmesi ve
eski şanlı devirlerinden, heyecan ve
şevk alarak geleceğe doğru atilim
KIBRIS
yapması m illetlerin büyümesini sağ­
lar. İnsiyatif sahibi olmak, ülkü sa­
hibi olmak ve büyük olma düşünce­
si taşımak m illetleri güçlü kılar ve
yükselmelerini sağlar. Hiç bir ideali
olmayan insiyatif bir atılım ruhundan
mahrum kalan bir milletin çökmesi,
yıkılması ,nihayet bir zaman mesele
sinden ibaret kalır. M illetlerarası ha­
yat, devamlı bir mücadele ve yarış­
ma manzarası göstermektedir.
Bu
mücadelede vuran kazanıyor. N ite­
kim Yunanistan,
bağımsızlık aldığı
ilk günden itibaren Bizans İmpara­
torluğunu yeniden ihya etme ülkü­
süne sarılmıştır. Ve bu hırs ile de­
vamlı saldırılarda bulunmuştur. Böylece bağımsızlık aldığı tarihten yüz
yıl sonra % 430 nisbetina’e genişle­
miş ve büyümüştür. Kıbrıs'a, günün
münakaşalarını bir yana bırakıp ob­
3
je ktif bir gözle bakarsak şu durum ­
la karşılaşırız : Türkiye'ye 64 kilo ­
metre, Yunanistan'a ise 850 kilom et­
re mesafede bir ada. Üstelik tarihte
fiîien 308 yıl, hukuken ise 400 yıl
Türk toprağı olarak yaşamış ve hiç
bir zaman Yunanistan’a ait olmamış
tır. Yunanistan adanın tümünü T ür­
kiye'ye bıraksa bile tarihi jeopoliti­
ğinden hiçbir şey kaybetmez.
Bu­
na karşılık Türkiye’nin adadan taviz
verdiği her karış toprak, tarihi jeo­
politiğine göre
kesin bir kayıptır.
Halbuki biz bugün 1/3 e karşı Enosis münakaşasına oturuyoruz. Kıb­
rıs'ın en az 2/3 ünü Yunan Devleti
tarihte ilk defa olarak almaktadır.
Bu durumda birkaç gün önceki as­
kerî başarıya değil, yakın tarihteki
kayıplarımıza bakmak ve
«Neden
Türkiye kazandı?» sorusu
yerine,
«20 Temmuz’a kadar neden hep Yu­
nanistan kazandı?» diye sormak ge­
rekir. Bu sorunun cevabı da «çünkü
Yunanlının
Megalo
İdea’sı vardı,
Türkiye ise evlâtlarına
millî ülkü
telkininden — bilhassa
son yıllar­
d a — adeta kaçınmıştı.» dan ibaret­
tir.
TÖRE : Şu anda Türkiye ve Yu­
nanistan demetleri hasım durum da­
dırlar.
Halbuki yine bası çevreler
Türk ve Yunan devletlerinin kardeş­
liğinden söz etm ektedirler. Devletle­
rin hasım, m illetlerin dost elmaları
mümkün müdür?
TÜRKEŞ : Mümkün değildir. M il­
letlerin kardeş, devletlerin hasım o!
ması diye birşey mümkün değildir.
Yunan m illeti’yle kardeşlikten
bah­
setmek ise ak:l alacak birşey değil­
4
dir.
M illetler arasında değişmeyen
realite, daha önce yukarıda b e lirtti­
ğimiz gibi millî menfaatlerdir. Bunu
gözden kaçırmamak icabeder.
Bu
menfaatler icabettirdiği takdirde m il­
letler hasımken de devletler ittifa k ­
lar kurabilirler; fakat, tersi mümkün
değildir.
TC RE : Yunanistan, giriştiği dar­
be teşebbüsü ile Kıbrıs Devletini va
ratan milletlerarası andlaşmayı
ih­
lâl ederken Ege Adaları’na asKerî yı­
ğınak yapmak, Batı Trakya'daki milfetaaşianmıza karşı baskı ve ksatil
hareketlerine girişmek suretiyle Lo­
zan’ı da ihlâl etmiştir. Bu durumda
ve bugünkü şartlar altında Türkiye’­
nin Lozan antlaşmasının da yeniden
gözden geçirilmesini
istemesi dü­
şünülebilir mi?
TÜRKEŞ : Yunanistan
yıllardan
beri Lozan antlaşmasını da çiğnemiş
bulunmaktadır. Türk hükümetleri 50
yıldır hayret verecek şekilde bir u­
mursamazlık ve
ihm alcilik göster­
mişlerdir. Ege adaları gayri askerî
bir durum içinde bulunması gerekli
olduğu halde ve Lozan antlaşması
imzalandığı tarihlerde Batı Trakya'­
daki nüfus durumunda Türkler % 80
in üstünde çoğunlukta, Yunanlılar ise
azınlıkta bulundukları ve bu duru­
mun hiçbir şekilde değişmemesi ge­
rektiği halde, Yunanlılar tarafından
bu anlaşma
hükümleri hiçbir
sekil­
'
-*
’
de tutulmamıştır. Buna karşılık hiç­
bir Türk hükümeti Yunanistan’dan
anlaşma hükümlerini ihlâl etmemesi
talebinde bulunmamıştır. Bu durum ­
da
Lozan
anlaşmasının yeniden
gözden geçirilm esi zarurîdir. Ancak
TÜRKEŞ
bundan önce
dünya kamu oyunu
hazırlamak ve ayrıca gerekli
ted­
birleri almak lâzımdır. Özellikle Si­
lâhlı Kuvvetlerimizi en modern si­
lâh ve araçlarla ve gereçlerle dona­
tarak münakaşasız bir üstünlüğe sa
hıp kılmak gerekmektedir.
Çünkü
Anadolu'nun koynuna kadar sokul­
muş olan Ege Adaları'nın Türk ha­
kimiyetine alınması zorunluluğu da
gözönünde bulundurulmalıdır. Y ıllar­
dan beri Yunanistan silâhlı kuvvet­
lerini
arttırm aya ve yeni silâhlarla
donatmaya çalışmaktadır.
Biz oirkaç yıldan beri bu hususlara d ikka t­
leri çekerek Türkiye'nin kendi silâh­
lı kuvvetlerini gerek Fantom uçak­
ları ve gerekse diğer en modern u­
çak, füze ve gemilerle
donatması
gerektiğine dikkati çekmiştik. O gün
lerde Sayın Ecevit, bizim bu te k lifi­
mize karşı
çıkmış
«Yunanistan'la
dostuz aramızda silâh yarışına kaîkışmak doğru olmaz; dostane bir şe
kilde anlaşmamız daha doğru olur»
şeklinde cevap vermişti. Umarız ki
bugün karşılaştığımız durum lar ken­
dilerini daha gerçekçi olmaya
gö­
türm üştür. Türkiye için sadece mo­
dern uçak ve diğer silâhları almayı
düşünmek dahi yeterli görülm em eli­
dir. Modern atom silâhları ve füze­
ler yapma imkânları da gözönüne alınma.'ıdır.
Bugün artık atom silâhı
yapmak bir hayli
kolaylaşmış ve
yaygın hale gelmiştir. Mahdut sayı­
da dahi olsa atom silâhına sahip o l­
mak, devletimize büyük bir savun­
ma gücü ve birçok konularda münakaşasız söz
hakkı tanıyacaktır.
Son yıllarda zengin veya fakir her
KIBRIS
devlet atom bombası
ve
füzeler
yapma gayretine düşmüş bulunm ak­
tadır. Nitekim Fransa ve Çin’den son
ra Hindistan da atom kulübüne g ir­
miştir. İsrail’in de atom bombasına
sahip olduğu kuvvetle
ileri sürül­
mektedir. Bunun için Mısır devleti
de Am erika'dan acele büyük atom
reaktörleri sağlamaya çalışm akta­
dır.
TÖRE : Kıbrıs'ın ordumuzun he­
nüz kurtarmadığı kesimierinde
ve
Batı Trakya'da Türkier’e karşı kat­
liama kadar varan tecavüzler devam
ederse ve hükümetimiz Kıbrıs’ta 3.
bir harekâta — dünya kamu oyu dü­
şünülerek— girişmezse, Türkiye'nin
milletdaşlarım koruması için alabile­
ceği başka tedbirler var mıdır?
TÜRKEŞ : Yunanlılar ve Kıbrıs'lı
Rumlar çok eskiden beri Türkier’e
karşı devamlı
cinayetler
işliyerek
Türk varlığını yok etm ektedirler. Bu­
gün Batı Trakya'da Türkler'e uygu­
lanan baskılar bir imha harekâtıdır.
Kıbrıs'ta Rumlar küçük - büyük de­
meden
Türkleri en vahşi şekilde
katletm ektedirler. Bunun için T ürki­
ye Birleşmiş M illetler’e başvurarak
Birleşmiş M illetler tarafından bu c i­
nayetleri yerinde incelemek ve so­
ruşturma yapmak üzere tarafsız ve
adil soruşturma kurulları
gönderil­
mesini istemelidir. Kıbrıs'ta Türkler'e
karşı yürütülen toptan irniıâ hareke­
ti, insanlığa karşı işlenen bir suç­
tur. Nasıl II. Cihan Savaşı’ndan son­
ra Almanya'da
m illetlerarası
bir
mahkeme kurularak insanlığa karşı
suç işlemiş olan savaş suçluları mu
hakeme edilerek
cezalandırılmışlar
5
ise, Birleşmiş M illetler tarafından da
tarafsız ve adil bir mahkeme kuru­
larak Kıbrıs'ta T ürkler’e karşı cina­
yetler işlemiş olanlar bu mahkeme­
lere verilerek
muhakeme olunmalı
ve suçiu görülenler cezalandırılmalı­
dır. Bu mümkün olmadığı takdirde
Türkiye süratle adanın bütününü işgâl ederek cinayet
çetelerini
si­
lâhtan tecrit etmeli ve katilleri ya­
kalayarak adil mahkemelerde muha­
keme ettirerek cezalandırmalıdır.
TÖRE : Önce İngiltere’nin sonra­
dan da daha şiddetli bir şekilde
Fransa’nın harekâtımıza karşı çıktı­
ğın; gördük bu durum hakkında ne
düşünüyorsunuz?
TÜRKEŞ : Türkiye'de solcular, ik­
tidarın sola açılmış olmasının T ür­
kiye'ye itibar sağladığını, buna mu­
kabil
Yunanistan’da cunta idaresi
bulunmasının da Yunanistan'a itibar
kaybettirdiğini ileri sürüyorlardı; fa ­
kat Kıbrıs olaylarında en başta İn­
giltere, Amerika ve Fransa Türkiye’­
ye karşı cephe aldılar ve cunta ida­
resindeki Yunanistan’dan yana çıktı­
lar. Böylece olaylar daima her şe­
yi M arksist ideoloji açısından yo­
rumlamaya kalkışanları
yalanlamış
olmaktadır. Yunanistan, batı dünya­
sının çok şımartılmış bir çocuğu du­
rumundadır. Ayrıca Türkiye'nin kal­
kınma ve gelişmesi AvrupalIlar için
daima bir ürküntü konusudur.
Bu
sebeplerden Türk devlet adamları ve
Türk diplomasisi daima bu gerçek­
leri dikkate alarak Batı AvrupalIla­
rın tepkilerini önlemeye veya tesir­
siz bırakmaya
çalışmak zorunlulu­
ğundadır.
6
TÖRE ; S.S.C.B.’nin ilk harekelin
başlarında bizi desteklediği,
sonra
Kıbrıs’tan askerlerimizin çekilmesini
isteyerek aleyhimize döndüğü
gö­
rüldü. A.B.D. ise önce darbedeki Yu­
nan parmağını görmemezlikten ge­
lerek aleyhimize, çıkartmadan son­
ra ise hemen diğer bütün batılı dev­
letlere ve S.S.C.B.’ye nisbetle daha
lehimize bir tutum takip etti. Bu de­
ğişmeleri nasıl izah edersiniz?
TÜRKEŞ : Sovyet Rusya Kıbrıs
meselesinde bir taşla birçok kuşlar
vurma durumundadır.
Bir kere bu
meseleyi
kışkırtmak ve alevlendir­
mek suretiyle Türkiye ile Yunanis­
tan'ı bir savaşa
sürüklem ek
ve
böylece NATO'nun güney kanadını
yıkmak istemektedir. Kıbrıs
mese­
lesinin sebep olduğu çatışmada ba­
tıcılar
Yunanistan'ı
destekledikleri
takdirde Rusya Türkiye’yi destekle­
yecek ve onu NATO'dan kopararak
Doğu b'okuna aktarmaya çalışacak­
tır. Ayrıca Kıbrıs Adasının ne Yuna­
nistan’a verilmesini, ne de Türkiye’­
ye verilm esini veya ne de ikisi ara­
sında taksim edilmesini istememek­
tedir. Çünkü bu yoldan Kıbrıs, ko­
münizme karşı olan bu devletlerin
eline geçmiş olacak ve muhtemelen
bir uzlaşmaya bağlanarak aradaki
çalışma da halledilm iş olacaktır. Bu
ise Rusların işine gelmemektedir.
Ruslar bir barut fıçısı halinde Kıb­
rıs anlaşmazlığının devamını
kendi
menfaatlerine daha uygun bulm ak­
tadırlar. Ayrıca yabancı üslerden ve
askerlerden
arınmış
bağımsız bir
Kıbrıs devleti istemektedirler. Çün­
kü Kıbrıs’ta kuvvetli bir
Komünist
TÜRKEŞ
Partisi bulunmaktadır. AKEL ismini
taşıyan bu komünist partisi, Rumla­
rın % 40 ına yakın kısmının deste­
ğini kazanmış durumdadır.
Zaman
içinde bu % 40 Rum desteği % 50
nin üstüne çıkarıldığı takdirde, ada­
da kendiliğinden komünist bir rejim
kurulmuş olacaktır. Ki bu da Kıb­
rıs adasının tek silâh atmadan Rus­
ların eline geçmesi demek olacaktır.
Bunun için gerek
Ruslar gerekse
Türkiye'deki kom ünistler yani krip­
tolar aynı ağızla
konuşmaktalar,
Kıbrıs’ta bağımsız bir Kıbrıs Devleti­
ni
istem ekteler
ve bunun dışında
*
'
başka tezlere karşı çıkmaktadırlar.
Nitekim birkaç akşam önce TRT’
nin televizyonda düzenlemiş olduğu
bir açık oturumda Türkiye'nin tanın­
mış bütün komünistleri davet olun­
muş, tarafsız ilim adamları ve aydın­
lardan hiç kimse bu oturuma çağırılınamıştır. Ve oturumda federasyon
esasına dayalı bağımsız Kıbrıs te ­
zinden gayri, diğer bütün çözüm yol­
ları kötülenm iştir. A.B.D.'ne gelince,
Türkiye'deki komünist kışkırtmaları,
Türk devlet adamlarının ve Türk po­
litikasının zaman zaman propogandaiarının tesiri altına alm aktadırlar.
Haşhaş ekimi meselesi ustaca istis­
mar edilerek Türkiye’de bir Am eri­
kan düşmanlığı körüklenmiş ve ik ti­
dara gelen Ecevit hükümeti bu propogandalarm tesiri aitında müzake­
re ve anlaşma yolundan gitmeksizin
aleyhimizde tepkilere yol açan bir
tutum takip etm iştir. Haşhaş ekim i­
ni bazı illerde tek taraflı olarak ser­
best bırakmış ekim bölgelerini do­
laşmaya gittiği zaman Afyon'da kış­
KIBRIS
kırtıcılar tarafından «Kahrolsun Ame­
rika» naraları ile karşılanmıştır. Bun­
lar Am erika'da Türkiye aleyhine tep ­
kilere yol açmış ve Amerikan kong­
resinde Türkiye'ye yapılacak yardım ­
ların kesilmesi kararının alınmasına
sebep olmuştur.
Bundan sonra da
Kıbrıs'taki EOKAcı katil Sampson’un darbe olayı meydana gelmiştir.
Amerika
başlangıçta
muhtemelen
kendisinin teşvik ettiği bu hareketi
korumaya çalışmış ve Türkiye'nin
adaya garantör devlet sıfatıyla
çı­
karma yapmasını önlemek istemiştir.
Bu mümkün olmayınca realiteyi ka­
bul etmiş ve Türkiye gibi bir m ütte­
fiki
gücendirmemeye
çalışmıştır.
Devletler arasındaki münasebetler
sabır isteyen uzun vadeli ve uzak
hedefli münasebetlerdir. Girişilen bir
harekete karşı zaman içinde çeşitli
tepkiler ve baskılar düzenlenebilece­
ğini unutmamak lâzımdır. Kıbrıs ko­
nusunda tavır alan bütün devletle­
rin tutum ları ne olursa olsun tavır­
larının sebebi sadece
kendi millî
menfaatleri olmuştur.
TÖRE : Yunanistan’ın askerî kuv­
vetlerini MATO’dan çekmesi konu­
sunda ne düşünüyorsunuz?
TÜRKEŞ : Yunanlılar Kıbrıs adası­
nı ele geçirmek ve ENOSÎS’e giden
yolu açık bulundurmak için gerek
NATO’ya gerekse
diğer devletlere
baskı yapmak ve çeşitli yollardan s i­
yasî avantajlar sağlamak için
her
çareye başvurmaktadırlar. Siyasî ma
nevralar çevirmekte de çok
usta­
dırlar. NATO’dan askeri kuvvetleri­
ni çekme kararı alması da böyle bir
manevradan ibarettir.
0
7
Dönüş
Demir aldı ayrılığın uzun koyundan
Yüreğimdeki en levent duygular,
Bekle yeşii feraceli sevgili...
Bu sana son gelişim,
Tanık olsun artmaz, azalmaz sular.
Işıl ışıl tan yerinden kopardım,
Elimde dokuz gül var...
Koklayıp uyan mavi yalnızlığından,
Hilâlsiz gecelerde kalsın.
Gerçekleri düş kılan o büyülü uykular.
Dumansız sabahlar muştulansa da
Kanadının aklığında
Kanla beslenen bir güvercindir barış
Tüneği kara namlular,
Savaş boynumun borcu, zâfer geçilmez andım...
Tanık olsun artmaz azalmaz sular.
Yetik Ozan
8
T İT
Kıbrıs’taki Türk Mukavemet Teşkilâtı’nın arması. Bu
arma mücahitlerimizin şapka ve omuzlarını süsler.
10
A navatan ordusunun 20
Tem m uz’d a b aşlay an
bi­
rinci ve 14 A ğustos’ta so­
nu ca giden ikinci k u rtarış
harek âtın d an önce de Kıb­
r ıs ’ta Bozkurt v ard ı : Türk
M ukavem et T eşkilâtı; ve­
y a kısaltılm ış şekliyle TMT.
R um ların devlet desteğiyle
kurulan
düzenli orduları
Rum Millî M uhafız Teşkilâ tı’n a k a rşı TMT pek sı­
nırlı im kânlarıyla
düzine­
lerce küçük Plevne m üda­
fa a sı y aratm ış,
ordum u­
zun kahredici yum ruğu düş
m anın başını ezene k ad a r
K ıbrıs
Türkünün
canını,
nam usunu ve şerefini ko­
ru m u ştu r. Gönülleri Türklü
ğün, Türk m illiyetçiliğinin
en kesif ateşiyle
yanan
m ücahitlerim iz, EOKA te d ­
hişinin ve İngiliz oyunları­
nın başladığı 1956 - 57 yıl­
ların d a önce VOLKAN’ı kur
TÖRE
TÜRK
MUKAVEMET
TEŞKİLÂTI
dular. Bu ilk direnm e te ş­
kilâtı. ihtiyacın baskısı ile
güçlendi,
büyüdü
ve 1
Ağustos 1958’de TMT’ye dö
nüştü. Volkan da yakıcıy­
dı, Bozkurttu am a TMT d a­
ha sağlam bir askerî teşki­
lâtı, daha güçlü bir m e r­
keziyetçi yönetim i
temsil
ediyordu. 16 sene çarp ışıl­
dı,.. 16 sene önce T ü rk ’ün
kutlu ayında kurulan teş­
kilât 16 sene sonra
yine
aynı kutlu ayın hediye et­
tiği yeni zafere k ad a r dö­
vüştü.
20
Temmuz - 16
Ağustos arasındaki dönem­
de ordumuzun henüz k u r­
tarm adığı y erlerde R um la­
rın giriştikleri katliam ları
da k urtuluşa k ad ar
TMT
göğüsledi. Hemen her y e r­
de son neferine k a d a r kı­
rılm ayı göze a la ra k Yun a n ’ı bölgelerine sokm adı­
lar. H er türlü teknik askeTMT
Teşkilâtm şeması : Ok başlarına göre soldan sağa :
B al, Yeşilırmak, Erenköy, Lefke, Limasol, Boğaz,
(G irue), Lefkoşe, Larnaka, Serdarlı ve Magosa san­
cakları.
11
r î düşüncenin «imhâ edilmiş
lerdir» hükm ünü verdiği za­
yıf m ukavem et n o k taların ­
da bile
an a v atan ordusu
yaklaştığında, im hâ edil­
mek şöyle dursun,
Bozk u rtla rın k at k at üstün
düşman birliklerini önleri­
ne katıp kovaladıkları gö­
rüldü.
TMT’nin
yayın
organı
«Mücahit» dergisine ve teş
kilâtm 14. yıldönümü m ü­
nasebetiyle yayım lanan ki­
ta b a d ay an arak hazırladı­
ğımız bu yazıda size
16
senelik
direnişten
bazı
m ankıbeleri an latm ağ a, ruh
ve m adde olarak
TMT’yi
tan ıtm ağ a çalışacağız.
Serdarlı’da Atatürk büstü.
Teşkilât, Lefkoşe m erke­
zinden yönetilen 9 san cak ­
ta n teşekkül etm işti (M er­
kezle birlikte 10). TMT k i­
tab ın d an aşağ ıy a
aldığı­
mız L efkoşa sancağının ta
rih i hakkm daki yazıda bü­
tün teşk ilâtı d a takib et­
m ek mümkündük :
«Kıbrıs
T ürk
toplum ü-
11un kalbi ve beynidir L ef­
B
O
Z
kU
P
u-70
İGuD'KCfcl / O
TMr yayın organı Mücahit dergisinin bir sayısının
başlığı.
12
koşe! 120 bin Kıbrıs Türkü
ile 36 milyon T ürk Milieti’uin ise asıl kalbi ve bey­
ni A n k ara’dır.
İster en
uzakta G a z ib a fta , ister eıı
yakında Boğaz ve Serdariı’da olsun, ay - yıldızlı bay
rağ m gölgesinde hür y a ş a ­
yan tek b ir T ürk’ün
bile
bir y eri k an asa, çevirir yü
zfioü bakar Lefkoşe, k a n a ­
yan y ara şm a
çare
a ra r
ve bulur!
Y ara büyükse
eğer, bu kez A nkara koşar
L efkoşa’nm im dadına
ve
TÖRE
bir anda kanayan yarasını
sarar!.
«Aslında 1878’lerde
açı­
lan Kıbrıs Türk’ünün yara­
sı, Lozan’la birlikte kana­
maya başladı. Düşman bir
iken iki oldu, üç oldu! İs­
tanbul fethini beşyüz yıl­
dır hazmedemeyen Y unan
ırkı 1955’Ierde Bizans’a gi­
den yolun Kıbrıs’tan geçti­
ğine inandı! Kıbrıs Türk’­
ünün kanayan yarası eğer
ııeşterlenir,
hasta ölürse,
belki Bizans yolu
açılmış
olurdu!
«Lozan’da millî misak hu
dutları dışında
bırakıldığı
için 1955’lere kadar kana­
yan Kıbrıs Türk’ünün ya­
rası,
büyüdükçe büyüdü!
Ve 1958’lerde, Yunan ırkı­
nın Kıbrıs’taki
arsız
ve
küstah bozuntuları, ilk öl­
dürücü neşteri yurdulardı
bu kanayan yaranın üstü­
ne...
Lefkoşe Merkez Sancağının arması.
«Eğer Ankara kulak ver­
m eseydi Kıbrıs Türk’ünün
feryadına, yara müzminle­
şir, hasta ölürdü!
Eğer
BOZKURT’Iar,
rehber ol­
m asaydı
Kıbrıs Türkleri­
ne...
«Rum Tedhiş Teşkilâtı
EOKA 1 Nisan günü Lefkoşa’da patlattığı ilk bom­
badan sonra hedefini açık
açık ilân etmişti : İngilizler adadan çıkarılacak, ası!
düşman
saydıkları Kıbrıs
Türkü bir anda imha edile­
cek ve Enosis gerçekleşti­
rilecekti.«EOKA hareketiyle
İngilizlerin iki yüzlü politi­
k ası sıı yüzüne çıkınca sıTMT
TMT’nin «Bozkurt 74» tatbikatından bir görüntü.
13
1957 tarihlerinde Türk hal­
kı, Lefkoşe ve M agosa’da
İngiHzlere karşı taş ve so­
palarla çarpıştı ve şehit
verdi. 1958 Haziran ve Tem
muz aylarında ise Rumlar­
la çarpıştı.
Bu
safhada
TMT
kurulmuş
foulunuyordu. Lefkoşa’dan başla­
yarak ada sathında TMT’nin yayılm ası ve faaliyetle
ri ise ayrı bir husustur ve
bugün için açıklanması sa­
kıncalıdır.
Serdarlı Sancağına bağlı m ücahitler bir törende.
ra . Tiirklerin nabzını
de­
nemeye gelmişti. İlk defa
olarak 1956 ortalarında Ab
dullah Çavuş Baf’ta,
ar­
kasından da Lisanı Çavuş
Poli’de
EOKA kurşunları­
nın ilk kurbanları oldular.
Her iki olay, ada çapında
büyük
tepkilere yol açtı.
Türk gençliği galeyan ha
lindeydi ve Türk halkı he­
yecandan sokağa
dökülüp
protesto mitingleri
düzen­
lerken karşısında iki düş­
man bulmuştu : İngilizler
ve Rumlar!
«Bu sıralarda İngilizlerin
Türklere karşı tutumu yüz
kızartıcıydı ve bir nevi ha­
karet niteliğindeydi. Türk’­
ün heyecanını anlamak is­
temeyen İngilizler, nüma­
yişleri önlemek için, toplu­
ma söz geçirebileceklerine
14
inandıkları ve lider gözüy­
le baktıkları bâzı kimsele­
ri, kendi memurlar;ym«j
gibi Landroveı-’lere
bindriyorlar, ellerinde birer ho
parlör
sokak sokak do­
laştırıyorlardı.
«Halkın ve gençliğin ne
den
coştuğunu, bu hare­
ketlerin ne zaman önlen­
mesi gerektiğini, öldürücü
EOKA silâhı
karşısında
Türk halkına nasıl bir yöi!
verileceğini oturup düşü­
necek, karara bağlayacak
siyasî ve askerî bir lider­
lik bu sıralarda yoktu. Be
durum karşısında işin cid­
diyet ve vahametini düşü­
ren ilgililer bir araya gel­
diler ve Türk Mukavemet
Teşkilâtı’nı kurma çarele­
rini aradılar.
«İlk olarak 27 - 28 Ocak
«Bir evvelki denemede
Enosis’i
gerçekleştirem e­
yen ve Türk - Rum o rtak ­
lığına dayalı Cumhuriyet’in
ilânı ile Başkanlık koltu­
ğuna oturan Arşövek Makaryos 1963 yıh içinde Türk
lerin karşısına A nayasa’nın
13. maddesinin değiştirilme
si teklifi ile çıktı. Bu olay
Türklerle Rumlar arasında
h era n patlamaya hazır bir
gerginlik yarattı.
«Rum polisi
marifetiyle
ve çeşitli şekillerde
Türk
halkına yönelen baskı ve
tehditler arttırıldıkça arttı­
rıldı.
21 Aralık
1963
giiııü sabaha karşı Tahtakale
M ahallesi’nde
iki
Türk makineli tabanca kul­
lanan Rum polisleri tara­
fından vurulup
öldürüldü.
Radyo haber
bülteninde
halka
«müessif»
olarak
resmen takdim edilen bu
olay, Rumların
Türklere
karşı besledikleri kötii ni­
yetlerinin ilk belirtisi
ol­
muştur. Nitekim 22 Ara­
lık 1963 günü Landrover’lere bindirilmiş silâhlı Rum
polisleri, Türk Lisesi
öğ­
TÖRE
rencilerine ateş açarak öğ­
rencileri yaraladılar.
Ay­
nı gün TCM (Türk Cemaat
Meclisi)
Başkam R. R.
Denktaş’m çalışma odasını
ve Girne Kapısı’nda Ataviirk iıevkelenin kurşunla­
yıp en ileri derecede tah­
riklerine
devam
ettiler.
Gece saat 10.30 da ise, Gir
ne Yolu üzerinde Aspava
Bar yanında
pusu kuran
Rum polisi ekipleri,
ka­
nunsuz hareketlere yüz ver­
meyen bâzı Türkleri
öl­
dürmeğe ve
Yenişehir’le
Kızılbaş bölgelerinde Türk
semtine ateş açm aya baş­
ladılar.
«Bardağı (aşıran Rum
tahrikleri
karşısında,
1
Ağustos 1958
tarihinden
beri Kıbrıs Türkü
adına
söz söylemek hakkını elin­
de tutan TMT, Türkün na­
mus ve şerefini korumak,
can ve mal güvenliğini te­
minat altında bulundurmak
gibi tarihî görevine başla­
mak durumundaydı.
«23 Aralık 1963 günü sa­
bahtan itibaren
Lefkoşe
Türk kesimi şiddetli ve sü­
rekli bir düşman ateşi al­
gındaydı. TMT üyeleri, ilk
«avunma
noktaları
olan
Çetinkaya Spor
Kulubü’nden Ledra P alas’a, Viktorya Sokağı’nda Arabahmet
Camii ilerisinde Baf Kapısı’na, Tanti’nin
Hamamı
kesiminden Ankasivona’daki Rum kuvvetlerine, Çağ­
layan Bölgesi’nden bu böl­
geye taarruz eden Rum
kuvvetlerine, Küçük Kavmaklı’dan Büyük Kaymak
TM T
h ’da harekete geçen Rum
kuvvetlerine, Lefkoşe Erkek
Lisesi binasından
Buzha­
ne ve Yenişehir’de ateş a­
çan
Rum
kuvvetlerine,
Girne Yolu üzerinde Jan­
darma Binası’ndan
Yeni­
şehir ve Kızılbaş’a,
yine
Ortaköy’den Kızılbaş
ve
Dikomo Rum köylerine kar­
şı savunmaya geçtiler .
«Lefkoşe Türk kesimini
çepçevre ateş altına alan
ve Türk kesimine 6 saat
zarfında
girebileceklerini
hesaplayan Rum kuvvetleri
ne, özellikle Küçük Kaymaklı’ya taarruz eden Rum
kuvvetlerine Yunan Kon­
tenjan Alayı’ndan
birlik­
ler sevkedilmişti.
Sadece
Küçük
Kaymaklı’ya, Yu­
nan Alayı’ndan da birlik­
lerin katılmasıyla 1000 ki­
şilik bir düşman kuvveti­
nin hücum ettiği kat’i ra­
kam olarak sabittir.
Bir
bilgi vermesi bakımından,
Ledra
Palas
Oteli’nden
Türklere
karşı
muhtelif
istikametlere
ateş
açan
Rum kuvvetlerinin 7.7.
.
Tf., 9 mm.’lik Sten otoma
tik
tabanca, 9 m m.’ük
İtalyan yapısı Berata o'ofcı&tik
tabanca 9 m m.’lik
Sterlin otomatik
tabanca,
M - 1 P. Tf., Vikers
Ma­
kineli Tf. ve Jungle P. T ’,
gibi çeşitli silâh kullandîk!arr<ıı belirtelim.
«Lefkoşe ve varoşlarında
düşmana
karşı
çarpışan
kuvvetlerimiz 400 kadarf’
fakat hepsi silâhlı değildi.
Türk emniyet mensuplan
ve sivil halktan ellerine av
tüfeği v.s. silâlı
geçirebi­
lenler muhtelif
cephelere
koşmuş, TMT üyeleri ile o­
muz omuza Lefkoşa’yı sa­
vunmuşlardı.
«Ateş, 24 Aralık 1963 gü­
nü yürürlüğe giren müta­
reke ile durdıı ve 25 Ara­
lık 1963 günü saat 8 : 30’
dan itibaren Rum kuvvet­
lerince yeniden başlatıldı.
Çarpışmalar 26 Aralık 1963
günü 10 : 15’e kadar
de­
vam etti ve saat 11.00 cTe
İingilizlerin aracılığı
ile
ikinci kez
müzakerelere
başlandı.
«Lefkoşa savunmasında
özellikle çarpışmaların en
şiddetli olduğu
Çağlayan.
Küçük 'Kaymaklı. Yenişe­
hir Bölgelerinde ve
yine
Küçük Kaymaklı polis ka­
rakolunu kahramanca mü­
dafaa eden, cephanesi bit­
tiği için geri alman komufanlar arasında, gerek bu
bölgelerde ve gerekse diğer
savunma hatlarında, tarihi­
mizde bu isimsiz
kahra­
manlar şükranla anılacak­
lardır.
Lefkoşa çarpışmalarında
TMT mensubu 6 şehit ver­
dik. Bunların dışında Rumlar, birçok masum vatan­
daşımızı katletmişlerdir.
«Çarpışmalar
neticesi
Küçük Kaymakîı’nın
bir
kısmı hariç Lefkoşa ve va­
roşlarında müdafaa mevzilerimiz süratle ileri alma
rak
bugünkü
hatlarımız
teşekkül ettirildi. Cephane
yetersizliği colayss'yla mu15
kavemeteilerimizin geri a­
lınması ve bunların muha­
fazası altında bir
kısım
SıaLan salimen Hamitköy’e
?ağınm ası düşmana aradığı
Türkiye’ye, Kıbrıs
Türkü
fırsatı vermiş ve
ancak
26 Aralık 1963 günü Küçük
Kaymakh’ya girebilmişler­
dir. Evlerinden
çıkmayan
500 soydaşımızın esir alın­
ması ve bunların arasında
bâzı gençlerimizin akıbet­
lerinin hâlâ belli olmaması
yanında, Küçük Kaymaklı’nııı tahrip ve yağma edili­
şi, Rum vandalizminin bir
abidesi olarak bugün
or­
tada durmaktadır.
«Arpalık savunmasında
da 6 şehit verdik 6 Şubat
186i günü. 250 kişilik Rum
kuvvetine karşı sadece 6
piyade tüfeği ve sten ta­
banca
ile
savunulmuştu.
Arpalık!. Ve Arpalık saldı­
rısı Rum sürülerinin
biı
Plevne müdafaasıdır.
«TMT’nin kuruluşu
ile
birlikte
temelleri
atılan
Lefkoşe
Sancağı
bugün
anasancak durumundadır ve
merkezde olması dolayısıyla
Kıbrıs Türk Silâhlı Kuv­
vetlerinin nüvesini
teşkil
etmekte, Kıbrıs Türk toplumunım kaderini elinde tut­
maktadır. Boğaz ve Serdarlı
sancaklarımız da
yepyeni
tesislere, güçlü
birliklere
ve değerli komutanlara sa­
hip
Lefkoşe
Sancağı’ııın
bağrından kopmuştur.
«Anavatan
Türkiye’nin
kuvvetli
pençesi
bugün
Kıbrıs’ın üstündedir. Millî
16
şuuru, hürriyet aşkını, miicadele
azim ve
ruhunu
bir m eşale yapıp Kıbrıs
Türk toplumunun eline ve­
ren, üstün komutanlık
ve
liderlik vasıflarına
sahip
insanların kurduğu Türk
Mukavemet Teşkilâtı
sa­
yesindedir
ki,
anavatan
Türkiye’nin kudretli pençesi
yavruvatan Kıbrıs’ın
üs­
tünden ebediyen kalkmaya­
cak, Kıbrıs Türkü bu top­
raklarda hür ve mesut ya­
şayacaktır.
«TMT’nin
kuruluşunun
14’ncü yılında, TMT’nin o­
luşturduğu Mücahit
Kuvvetleri’ne, onun değerli ko­
mutanlarına ve
anavatan
Türkiye’ye, Kıbrıs Türkü
minnet ve şükran borçlu­
dur.»
A navatan’m
G aziantep’ine,
K ah ram an m a ra ş’ına
m ukabil K ıbrıs’ın da
bir
G azibaf’ı v ard ır. TMT 14.
yıl kitabında B a f’m bu şe­
re f ünvanını nasıl hak e t­
tiği de anlatılıyor :
«Yavruvatan Kıbrıs’ın en
batısında bir serhat
böl­
gemiz vardır. Başları dim­
dik ve mağrur, sözünü kim­
seden esirgemez, demir bi­
lekli elleri tuttuğunu
ko­
paran
cinsten,
ekmeğini
taştan çıkaran, çelik yürek­
li, mert ve yiğit insanların
yaşadığı bir diyar.
«9 Mart 1964’e kadar böl­
ge merkezinin adı K asa’ba’ydı; B af’tı. Şimdi
adı
Gazibaf’tır.
«9 yıldır hürriyet savaşını
açıkta
sürdüren
Kıbrıs
Türkü ilk kurbanını Gazibaf’ta verdi. Tarihe
biı
kalleşlik,
bir
vandalizm,
bir korkaklık ve de
ma­
sum insanların kanma gir­
me hareketi olarak geçecek
EOKA, bir Türk polisinin
göğsüne sıkmış ilk pis kur­
şununu. 1956’da
Abdullah
Çavuş’u Gazibaf’ta
arka­
sından da Lisanı Çavuş’u
Poli’de vurdu EOKA ve
serhat bölgemizin gözünü
budaktan esirgemeyen mert
ve yiğit insanları, çevirdi
yüzünü, baktı Gazibaf’tan
Lefkoşa’ya! Kıbrıs Türkü’nün kalbiydi,
merkeziydi
çünkü Lefkoşa...
,
«EOKA Türk vuruyordu
adanın her yanında!
Ve
bir ses yükseldi bir anda
Lefkoşa’dan! Kıbrıs Türkü’nün sesi Anavatan’dan du­
yuldu!
«Sözde
barış
geldiydi
1960’ta. EOKA’nm
1959’da
biten kanlı ve tiksintiîi se
rüveni durdu, Türk halkla­
rı tescil edildi, bir Kıbrıs
Cumhuriyeti
kurulduydu.
İyi niyetliydik ve
barışı
arzu ederdik. Karşımızdakilerin çatlak seslerine ve
kuru sıkı tehditlerine rağ­
men... Ne var ki 3 yıl si
nen EOKA sürüleri, 3 yılda
bir kıtal plânı
hazırladı­
lar; Lefkoşa’dan başlayıp
Türk’ü boğmayı, bir anda
Türk toplumunu adadan si­
lip süpürmeyi denediler 21
Aralık 1963’de. Lefkoşa’da
dişleri kırılan EOKA çarkı
döndü, 9 Mart 1964 günü
şafakla birlikte, çelik yü­
TÖRE
rekli insanların
yaşadığı
Gazibaf’a dayandı.
«TMT’nin günlük notların­
da Gazibaf savunması ve
bölgedeki düşman saldırıla
r ı hakkında şu satırlar ya­
zılıdır :
«Düşman», ada sathmda
Türkler’e karşı
topyekûn
bir saldırıya geçm eyi, Lef­
koşe
denemesinden
son­
ra göze alamamakta, Tür's
bölgelerini teker teker iş­
gal etmeyi, hiç değilse sin­
dirmeyi hedef
saym akla­
dır.
«Bölgede
irtibatsız
ve
mukavemeti
zayıf
olan
Türk köylerini tehdit
ve
tahrik etmekte, yol serbestisi tanımamakta,
günlük
maişet peşinde
koşarken
pusuya düşürdüğü
Türkler’i
öldürmekte,
B af’m
Türk kesimine
gelişigüzel
ateş açmakta,zaman zaman
ateş kesafetini
arttırarak
m ukavemetçileri ateşe a
teşle mukabeleye
mecbın
etmekte, plânladığı Baf işga
li için zemin hazırlamakta­
dır.
«Türk
mukavemetçilerin
uyanık, son damla
kan­
larına kadar herhangi bir
saldırıyı karşılamaya
ka­
rarlı olduklarını
anlayan
düşman, günlerden beri al­
dığı takviye kuvvetini ar­
tırmakta, ağır
silâhlarla
teçhiz olmaktadır. Düşman
bu hazırlıklarını, daha ön­
ceki
mevziî
çarpışmalar
sonrası varılan ateşkes ak­
laşmasından
yararlanarak
tamamlamış, 9 Mart 19M
TM T
günü gün doğarken taarru­
za geçmiştir.
«Taarruza
geçen
Rum
kuvvetinin personel sayısı
2000 kadardır.
Çarpışma'
larda, zırhlandırılmış 8 a
det dozer,
ağır silâhlarla
teçhiz edilmiş olarak Ruuı
kuvvetlerine destek vazife
si görmüş, 100’den
fazla
Bren silâhına ek çok sayı­
da A - 4 tipi silâh, havan
topu, roketatar, tomson ve
çeşitli silâhlar kullanılmış­
tır. Albay rütbesindeki bir
Yunan Subayı’nm sevk ve
idaresindeki
muharebeye
Yunaıı Alayı’ndan da su­
baylar katılmıştır.
«Gazibaf’ı 120 kahraman
mücahidimiz savundu. Sa­
vunmada, çoğu av tüfeği,
9 adet Bren, birkaç sand:fc
el bombası, piyade tüfeği
ve Sten makineli tabanca
kullanılmıştır.
Silâhların
kısmı azami, taarruzundan
kısa bir süre önce Lefkoşa ’dan gönderilmiştir. En
kritik anda yapılan
silâh
takviyesini, Baf Türkü her
zaman şükranla anmakta­
dır.
«Düşman, bütün imkânları
m kullanması halinde, a­
zamî 2 saatte, Türk kesim i­
ni işgal edeceğini tahmin
ediyor, karşısındaki
Türk
Mücahidi’nin ecdadına
ve
tarihine yaraşır bir şekil­
de ölüm kalım mücadelesi
vermeye hazır
olduğunu
kestiremiyordu. Plâna gö­
re önce kesif bir roketatar
ateşi ile Türk bölgesi eie
geçirilecek, kuzey
istika­
metindeki Mavrali semtine,
doğudan da dört koldan ol­
mak üzere Dr. Eyyüp, Ke­
mal Atatürk, Namık
Ke­
mal ve Talât Paşa sokak­
larını takiple Türk kesimine
girilecek, merkezî durum­
da olan İnönü meydanında
buluşacak Rum kuvvetleri
zafer şenlikleri yapacaktı.
«9 Mart 1964 günü saba­
hın erken saatlarmda uy­
gulanmaya başlayan plân,
çok .şiddetli roketatar ate­
şi altın a aldığı T ürk mev­
zilerini
yıkmaya
çalışır­
ken, k ah ram an mücahitle­
rimiz
cehennemi
ateşe
bakmadan sım sıkı yerinde
duruyor, elindeki
im kân­
la rla düşmana göz açtırmıyoıdu. S aat 9: 30’a kadar
bir adım bile ilerleyemeyen düşman,
bu saatten
sonra Termopi!
sokağın­
daki Türk mevzilerini daha
kesif bir ateş altına almış,
buradaki
mücahitlerimiz
enkaz altında kalmamak i­
çin Yeni Cami ile bu so­
kaktan ayrılmak zarureti­
ni duymuştur.
«Bütün gün devam eden
muharebe esnasında Çar­
şı bölgesi büyük bir cesa­
retle savunuluyordu.
Bü­
yük Cami minaresi
üze­
rinden bir mücahidimiz a­
teş altma aldığı düşman
kuvvetlerine
kan kusturu­
yordu. Kudurmuş Rum sü­
rüleri, ihtişamla
yükselen
minareyi roketatarlarla de­
lik deşik ederken, minare­
nin yıkılabileceğine
aldır­
mayan mücahidimiz, eşine
ender rastlanır bir cesaretle
savunmasına devam etti.
17
«Düşman kuvveti üstün,
cephanesi boldu. Sadece ce
sareti yoktu.
«Baf savunmasında Türk
mücahidi, elindeki kıt im­
kânlar ve mahdut sayıda
silâhlarla savaştı.
Elinde
en azından birkaç tane ro­
ketatar silâhının bulunma­
yışı, zırhlandırılmış dozer­
lerin Türk mevzilerine ka­
dar
sokulmasına
imkân
verdi. Noksanların g id eril
m esi ve bazı
imkânların
yaratılmasına çalışıldı. Ba
Türkü, mücahidiyle
elere
verdi; mahallî bir silâh
malâthanesi kurdu. Bu ima­
lâthanede yapılan birkaç ha
van topu,
zırhlandırılmış
bir dozer, özellikle
sahra
topunun
taklidi bir
top,
çarpışmalarda
hayli
işe
yaramıştır. Özellikle sahra
topunun ateşiyle Türk böl­
gesinin etkili bir
şekilde
ateş altında tutan ve iki
katlı taş bir binada kurulan
bir Rum mevziinin susturul­
ması, mücahitlerimizi
ve
Baf
Türk’ünü moralman
son derece teçhiz
etmiş,
düşmanın cesaretini sıfıra
indirmiştir.
«Baf savunmasında
bir
olay, Türk mücahidinin va­
tanperverlik ve
mukave­
met ruhunun yüksekliğine
bir delil, Rum barbarlığına
ise en isabetli bir
örnek
teşkil etmektedir. Mavrali’de bir mevziyi, Dipbaf’Iı b>
göçmen ve bölge sakinle­
rinden bir kısım mücahidi­
miz tutuyordu. Hepsi 13 ki­
şiydi! Düşmanın ateş ke­
safetinin
yüksek
olduğu
Mavrali bölgesinin bu m ev­
18
zii, roketatar ateşiyle tah­
rip edilmesine rağmen mü­
cahitlerimiz savunmaya de­
vam ettiler. Ne var ki mer­
mileri tükenmiş, irtibatları
kesilmişti. Mermi tedariki
için mevziden
ayrılan
3
mücahit geri dönemedi. Bir
mücahidimiz, mevzi komu­
tanı Bıyıklı Ahmet’e bey­
hude öleceklerini
söyleye­
rek, mevziden ayrılmalarını
teklif etti. Tüfeğinde
tek
bir mermi kalan
Bıyıklı
Ahmet, «Buradan çıkarsak
nerede dururuz?
Buradan
ancak benim cesedim
çkar!» dedi. Bıyıklı Ahmet,
düşmana canlı teslim ol­
manın dehşetini anlattı -i e
düşmana teslim olmaktan­
sa, tek mermiyi kendi bey­
nine sıkacağını ima
etti
ve davrandı bile! Arkadaş­
ları mani oldu]»-. Bıyıklı
Ahmet, düş»-'
eline düş­
menin de l a m olduğunu bi­
liyordu! 200 kişilik bir Rure
kuvveti saldırdı
Mavral:’
deki mevziye! Ve
Bıyık
Ahmet, arkadaşlarıyla b r
Iikte esir alındıktan son a,
parmakları kesilmek su re­
tiyle işkence edilerek öM
rüldüler orada.
«Rumlar, her türlü hile­
kârlığa ve moral
bozum
harekete tevessül
ederek
Gazibaf’ın Türk
mukave­
metçilerine teslim
olmayı
teklif ediyorlardı. Kasaba,
bütün havan topları ve eî
bombaları ile, yıkılan m ev­
zilerin tozu dumam, yıkılan
Türk emlâkinin keşif
du­
manı içinde yandı, tutuştu.
Bu dehşetli
muharebede,
Gazi B af’ta hürriyet müca­
delesi veren çelik yürek'i
insanlar, mücahitleriyle elele, tam bir disiplin
ve
tam bir dayanışma içinde,
en küçük bir panik yarat­
madan,
düşmana
karşs
kahramanca savaştı. Talâ<
Paşa
Sokağı’nsJan
Türk
kesimine girmeyi deneyen
zırhlandırılmış b ir
dozer,
düşmanın ateşi altında bu
lunan mücahitlerimiz tara­
fından havaya uçuruldu. Do
zer içinden dökülen
ya­
ralı R um lar, çak allar gibi
inleyerek kurtuluşu
kaç­
m ak ta buldular. Dozerdeki
G adet silâh ve diğer bol
miktarda cephane mücahit­
lerin eline geçti.
«Albay rütbesinde
Yu­
nanlı bir subayın sevk ve
idaresindeki Rum kuvvet­
leri, birkaç
saat
içinde
Türk mukavemetini
kıra­
caklarını, Gazihaf’ı
işgal
edebileceklelerini
hesapla­
mışlardı. H esapları yanlış
çıktı.
«10 Mart günü Eum sal­
dırısı fasılalı olarak devam
etti. Ne v a r ki düşmanın
ateş kesafeti azalmış, Rum
hayalleri suya düşmüş, Gazibaf’ın
kaderi belli ol­
muşta artık!
«Rum sürüleri lS64’ün 1
ve 2 Ocak tarihlerinde Çınarlı’da, 19 Ocak’da Kaîkanlida, 21 Ocak’da
Susuz’da, birinci defa
ola­
rak 23 - 24 Ocak’ta Ovalık'ta, yine ilk defa olarak 2
Şubat’ta Altmcık’ta, 3 Şubat’ta Hulu’da, 4 Şubat’ta
Baf Kasabası’nm Mescit
TÖRE
Semti’nde, 5 Şubat'ta ikine'
olarak B af’ta Melana Sem­
ti’nde, 5 Şubat’ta Akkargi’de, 8 Şubat’ta
Karşıyaka
Poli’de, 14 Şubat’ta üçün­
cü defa olarak yine Gazibaf’ta, 14 Şubat günü yine
Poli’de, Mart’ta birinci de­
fa olarak Aksu’da, 5 Mart’
ta ikinci defa yine A ksu’da.
6 Mart günü ikinci defa clarak Altmcık’ta, 7 M a rt’­
ta dördüncü
defa olarak
B af’ta, 8 Mart’ta B ozalan’
da, 23 Nisan günü ikinci
defa olarak Ovalık’ta, ve
24 Ocak 1964 günü Engiııdere’de tahrik, tehdit
ve
saldırılarda bulundular; sa­
vunması zor ve zayıf köy­
lerdeki soydaşlarımız, d a­
ha emin yerlere göç etmek
mecburiyetinde
kalırken,
ölüm pahasına
olsa bile
toprağına bağlı ve kalpleri
Türklük ateşi ile,
vatan
sevgisi ile çarpan
bütün
köylerdeki mııkavemetçi’c
ıim iz, bazı hallerde öldüler,
fa k a t düşmana geçit v er­
mediler.
«Gazibaf direnişi, mücac’e
le tarihimizde Ö2?el
bir
yer işgal etmektedir.»
Vuruşa
vuruşa,
kan
ve b aru tla y oğrularak TMT
16 yıl dimdik durdu. N iha­
yet T ürk Ülküsü, T ürk di­
leği gerçekleşti.
M ücahit
dergisinin 24 n um aralı M a­
yıs 1974 sayısında
Türk
C em aat M eclisi B aşkanı İs­
m ail Bozkurt,
«O rdulaşan
TMT, D evletleşen Toplum»
başlıklı yazısında iki
ay
sonrasını âd e tâ görerek şu
sa tırla rı yazıyordu :
TM T
«Bir toplumun devlet ololması için üç vasfı olma­
sı gerekir : Ülke, halk
(millet) ve egemenlik.
Devlet egemenliğini
ise
Üç ana uzvunun; yani y
sam a, yürütme ve
yargı
uzuvlarının oluşması ortaya
çıkarır.
Devletin
varlığı
ise Silâhlı Kuvvetleri (Or­
du)’nin bekçiliğine emanet
edilir.
«Kıbrıs Türk toplumu, 20.
yüzyıla utanç verm esi gere­
ken barbarcı bir
saldırı
neticesi, bağımsız
Kıbıvs
Cumhuriyetinin
egem enli­
ğine katılma
hakkından
mahrum edildi. Ama Türk'e
lâyık şanlı bir
direnişle
toplum olarak varlığını ko­
rudu; kendi adına egemen­
liğini kullanacak yasam,?
yürütme, yargı organları­
nı oluşturdu; teşkilâtland r
dı. «Yönetim» adı altında
bir «devlet» mekanizması
ortaya çıkardı.
«Yönetimin veya
b aşka
bir deyişle «devlet» m eka­
nizmasının ortaya
çıkm a­
sında esas rolü oynayan;
dünkü TMT’nisı bugünkü
Kıbrıs Türk Silâhlı Kuvveileri’nin tarihî gelişm esi de
Türk tarihinin ananevi ge­
lişmesine paralel ve uygun
bir görüntü gösterdi.
«Kuvayı M illiye’den k a h ra ­
man Türk Silâhlı Kuvvetleri’ni ortaya çıkaran Türk
Milleti’nin bugünkü çocuk­
larının, «Volkan»dan TM1?yi; TMT’den K ıbrıs
Türk
Silâhlı K uvvetleri’ni ortaya
çıkarm asından b aşk a bir
§ey beklenemezdi.
«Kıbrıs Türk Silâhlı Kuv­
vetleri, bugün çağımızın sa­
vaş gereklerine uygun e­
ğitimiyle, mükemmel
ör­
gütlenmesiyle ve
adanın
her tarafına dağılmış te­
sisleriyle gerçekten «ordulaşma» yolunda istenen ve
özlenen hedefe gelmiştir.
«Bu
gelişm e,
Kıbrıs
Türkü’ne
huzur
veren,
verm esi gereken bir
ge­
lişmedir. Çünkü
«ordula­
şan», ordulaştığı
nisbette
«devletleşen» Kıbrıs Türkü,
hedefine hızla
yaklaşıyor
demektir.
«Hedef ise açıktır. Tarih
gösteriyor bu hedefi : «Kıb­
rıs Türkü, ya Kıbrıs Cumhuriyeti’nin eşit egemenlik
hakkına sahip
bir ortağı
olacak; ya da toprağı, hal­
kı; yasam a, yürütme
ve
yargı organlarından
olu­
şan egem enliği ve ordula­
şan Silâhlı Kuvvetleri ile bu
gün zaten «Yönelim»
adı
ile var olan devletini kura­
caktır.
«Sonrası m ı?...
«Sonrasını «Hatay» göste­
riyor’...»
Bugün ordumuz K ıb rıs’ta
k an la bir h a t çizm iştir. Çiz
ginin kuzeyi artık an a v a ­
tan k a d a r emin, an avatan
k a d a r h ü rd ü r... an a v atan ­
dır! F a k a t güneyde, y a r a ­
lı bir hayvanın ru h
h a’i
içersindeki R um ların edep­
sizliklerine k arşı TMT hâ
lâ görevi başındadır. T an­
rı T ü rk ’ü korusun. TÖRE
19
Kıbrıs‘fa Türk İdaresi •
prof. Dr.
nejat g ö yün ç
((Aydınlarımız tahsilleri sırasında birçok mütarekelerin tarihlerini ezberlemek yerme
komşularının ve diğer milletlerin kendileri hakkında gerçekte ne düşündüklerini öğ­
renmiş ve benimsemiş olsalar, sonradan ayni denizin iki yanındaki kardeşlerin dost
mu düşman mı olabileceklerini daha isabetli bir şekilde değerlendirirler; hem de
vaktinde ve hiç üzüntüye, pişmanlığa mahal kalmadan...» diyen tarih Profesörü
Dr. Nejat Göyünç, Kıbrıs’ta Türk idaresini inceliyor.
lif
ü
.
$•#§§§&:
W
m
flp H
;
mmm
■
mm
;
Tuzla (Larnaka) da Hala Hatun (Peygamberimizin halası) tekkesi önünde, tekke­
nin şeyhi Şem’î Efendi tarafından 1845’de çizilen tuğra.
20
GÖYÜNÇ
Çok seneler önce, lise sıralarındayken
bir felsefe hocamızın «in­
san işlediği hatayı tekrar eden hay­
vanda» dediğini
hatırlarım.
Bunu
üstelik ünlü bir Yunan filozofu söy­
lemişti. Çok tecrübeli, çok düşünen
kimselerin söyledikleri sözlere, hik­
metlere acaba kendi cinslerinden o ­
lanlar hiç itibar etmezler mi? Pek
tabiî olarak, eski grekler ile bugün
onların soyundan geldikleri iddia ve
gururu içinde olanlar arasında, isim
benzerliği ve aynı vatanda oturm a­
ları dışında, pek de münasebet yok­
tur. Bu kanaat, geçen yüzyılda Yu­
nan istiklâl hareketini destekledikten
sonra, üstelik bir de kendilerinden
kırai seçtirmenin sevinciyle Yunanis­
tan'a gelip de, sonradan gördükleri
— besle kargayı, oysun gözünü m i­
s a li— ihanetler karşısında ve büyük
bir hayâl kırıklığı içerisinde hatıra­
larını yazan bir çok meşhur Alman
eli kalem tutarının paylaştıkları bir
husustur.
Eski grek medeniyetinin
beşiklerinden birisi olan Mora hal­
kının çeşitli tarihlerde Slav ve A r­
navut göçleri sonucu, eski ırkî özel­
liklerini kaybettiklerini, durumun ye­
ni devletin diğer kesimlerindeki halk
için de aynı olduğunu belirtirler. Bu­
nunla beraber, Batı âlemi, kendi me­
deniyetinin
temellerinden
birisinin
grek medeniyeti olduğunu bildiğin­
den, kısa zamanda bu tür tecrübe­
lerini unuturlar. Avrupa, Yunanistan’
m daima destekçisi olur.
Osmanlı
Devleti’nin zaafından, başında
bu­
lunan türlü iç ve dış dertler arasın­
da bunalımından, devlet adamlarının
KIBRIS’TA TÜRK
— her devirde görüldüğü g ib i— d i­
ğer dünya m illetlerini iyi tanımama­
larından faydalanırlar.
Bir bakarsı­
nız, 1897’de olduğu gibi,
Osmanlı
Devleti harpte bir haftada hakkından
geidiği Yunan Devleti’ne karşı, masa
başında kayıplı çıkar. Kendi m illeti­
ni de tanımayan, onun manevi gü­
cünü bilmeyen kimseler, elbette bü­
yük denilen, aslında manen çok kü­
çük devletleri de bilmezler, onların
devlet adamlarının cakasına, blöfle­
rine, şantajlarına aldanırlar. Bu zih­
niyet 1918 sonrasında az daha Ana­
dolu'yu bütünüyle yabancı boyundu­
ruğuna sokmuyor muydu?
Aslında Yunanistan'a
yapılan da
dostluk mudur?
Doymak bilmeyen
ihtiraslara, başka devletlerin, kom­
şularının aleyhine
hayalperestliğe
gem vurmak gerekmez mi? Lâkin,
gerekenin aksi yapılır, daima siya­
sette. Birinci Dünya Savaşı’ndan Os­
manlI İmparatorluğu
yenik çıkınca
fırsat zuhur
etm iştir.
Yunanlılar
Kıbrıs'ı, oniki Ada’yı, Batı Trakya'yı,
Batı Anadolu'yu,
İstanbul’u, hatta
Anadolu’nun kuzey kıyılarını isteme­
ğe başlarlar. Bu kadarla da kalsa,
iyidir. İznik Rum m etropoliti Vassilios «geride tek ferdi kalmamacası­
na Türkierin tamamiyle yok edilme­
sini» ister. Bu isteklerle ilgili rapor­
lar
İngiliz arşivlerinde bulunmakta
olup, Gotthard
Jaschke’nin
Türk
Kurtuluş Savaşı ile ilgili İngiliz bel­
geleri» (Ankara 1971) adlı kitabında
da onlardan alınan bir çok — yu­
karıdaki gibi ilg in ç — parçalar ser­
gilenmektedir. Hiç şüphe yok, ay­
21
dınlarımız tahsilleri sırasında birçok
m ütarekelerin
veya
anlaşmaların
maddelerini veya tarihlerini ezberle­
mek yerine, komşularının ve diğer
m illetlerin kendileri
hakkında ger­
çekte ne düşündüklerini
öğrenmiş
ve benimsemiş
olsalar,
sonradan
aynı denizin iki yanındaki kardeşle­
rin dost mu, düşman mı olabilecek­
lerini daha isabetli bir şekilde de­
ğerlendirirler, hem de vaktinde ve
hiç de üzüntüye, pişmanlığa mahal
kalmadan...
İstiklâl Savaşı sırasında Anadolu’­
da ne ilerlemeleri, ne de yaptıkları
vahşet batı komşumuzun yanına kâr
kalmamıştır. Lâkin İkinci Dünya Har­
bi sonunda Oniki Adaiar'a kavuş­
muşlar, bir müddet sonra da yine
bir kara cübbeli, kara sakallı, iğ­
renç yüziü, din adamı kisvesindeki
politikacıları vasıtası ve yine adı iyi
siyaset bilire çıkmış dostlarının des­
teği ile Kıbrıs'a el atmışlardır. 1863
ve 1967 tarihlerinde Kıbrıs Rumları­
nın Türklere karşı giriştikleri imha
ve kati! teşebbüsü, son olaylar sıra ­
sında, artık günlük gazetelerin bile
konusu olan işkenceler, Türklere uy­
gulanan
alçakça
hareketler
ile
1918-19’da
İznik Rum M etropoliti
Vassilios'un sözleri arasında ne fark
vardır? Bu girişim ler kiliselerde din
adamları ve okullarda
öğretmenler
vasıtası ile Yunan gençliğine aşıla­
nan bu iğrenç, bu barbar fikrin ta t­
bikatı. değil midir?
Kıbrıs Rumları
Türkleri sade öldürm ekle de kalma­
makta, onları göçe, açlığa, sefalete
zorlamakta, cam iierini yıkmakta ve­
22
ya onları insana yakışmayacak
bir
şekilde kullanm aktadırlar.
Bunların
misalleri her
Yunan
idaresindeki
Türk yurdunda görülür. G irne’de
Türk askerlerine su veren bir İngiliz
karı - kocanın başına gelenler henüz
kaç günlük konudur? Üstelik İngilizler onların akıl hocaları, koruyucu­
ları değil midir?
Bunları anlatm aktan maksadımızı,
Yunanlıların işledikleri
hatalar yü­
zünden, aşırı hayalcilikleri, belki de
«el malı ile gerdeğe girilmez» a ta ­
sözünü bilmemeleri yüzünden, baş­
kalarına çok güvenerek şuursuzca,
insanlık dışı davranışlara girişm ele­
ri, nihayet taşan sabır neticesinde
uğradıkları felâketlerden
ders a la­
mayacak yaradılışta olduklarına işa­
ret etmek içindir.
Tarihin hiç bir döneminde Yuna­
nistan’ın idaresine girmemiş olan
Kıbrıs’ın Türkiye ile ilişkileri ise çok
yönlü ve derindir. Ada gerek yakın­
lık bakımından, gerekse coğrafî, ta ­
rihî, ekonomik bağlantıları cihetin­
den Anadolu’ya sıkı - sıkıya kenetlen­
miştir. M illiyetçi, örnek insan Prof.
Cemal Alagöz'ün,
Türk Heyeti'nin
bir tem silcisi olarak katıldığı 1969’
da Lefkoşa’da toplanan L M ille tler­
arası Kıbrıs Araştırmaları
Kongres i’nde, Rumları kızdırmak için şaka
yollu,
fakat büyük bir heyecanla
söylediği ve o andaki gergin hava­
nın da yatışmasına sebep olduğu
gibi, adanın biçimi de manidardır.
Yalnız
işaret
parmağı açık olan
(Karpas yarımadası) bir yumruk şek­
linde olup, açık parmak İskenderun
GÖYÜNÇ
Körfezini,
mektedir.
yani Anadolu'yu göster­
Osmanlı - Türklerinin Kıbrıs seferi
1570 - 71 senelerine tesadüf eder. O
tarihte ada Venediklilerin elinde o ­
lup, bir korsan yatağıdır. İstanbul İskenderiye deniz yolu üzerinde bu­
lunduğundan Türk tica re t gemilerine
baskınlar, vurgunlar yapılmakta, za­
rar verilm ektedir. Bunlara, daha ba­
zı başka etkenlerin katılması sonu­
cu, Sultan II. Selim'in hocası Lala
Mustafa Paşa bu sefere serdar ta ­
yin
edilir.
Osmanlı
donanması
16 Mayıs 1570
Pazartesi
sabahı
Kurban Bayramı namazı kılındıktan
sonra, Beşiktaş önlerinden
demir
alır, gece^ Yedikule açıklarında geçi­
rilir, ertesi sabah saat dörtte M ar­
mara'ya açılır. 30 Haziran'da Finike’­
ye, 2 Temmuz'da da Limasol'a geli­
nir. Kale halkı kaçmıştır, bir kısım
asker karaya çıkar. O gece orada
yatan donanma, ertesi günü Tuzla'ya gelir ve 4 Temmuz'da da karaya
asker ve toplar çıkartılır. Hedef Lefkoşa kale ve şehrinin zaptıdır. Bir
aylık bir kuşatma ve muharebeden
sonra, 9 Eylül (ne tesadüf) 1570'de
sabah namazını iki saat geçe kale
ieth edilir, Avlonya sancakbeyi M u­
zaffer Paşa
Kıbrıs Beylerbeyliğine
tayin olunur. Bu muhasara sırasında
gece gündüz siperden ayrılmayıp
harp eden, «baş kesüb, dil (esir)
alan» kahramanlara tim arlar verilir,
bunlardan çok üstün yararlığı görü­
len bazıları da çeşitli askerî - İdarî
görevlere atanırlar. Adanın Magosa
hariç, diğer kesimleri kolaylıkla alı­
KIBRIS’TA TÜRK
nır.
Lâkin, onun
teslim
1 Ağustos 1571 'i bulur.
olması
Bu sefere a it bir Harp - günlüğü'nde Osmanlı - Türklerinin savaşta bi­
le yerli halka karşı davranışlarının ne
kadar yüce olduğunun delili
olan
belgeler vardır. Meselâ, Girne halkı
kalelerinin tesliminden sonra
Os­
manlI idaresine tam bir itaat göster­
diklerinden bir kaç yıl için bir kısım
vergilerinden muaf tutulurlar. Yine,
bir başka belgeden Limasol halkının
Osmanlı idaresine bir ayrı müracaa­
tı öğrenilir. Bu şehrin, Lefkoşe ve
B af’a ikişer konak
mesafede
ve
uzak olduğundan daha yakın
bir
yerde pazar kurulması istenmekte,
halka kolaylık sağlamayı kendisine
rehber ve düstur edinen Türk ida­
resi de bu isteği yerine getirm ekte­
dir.
Magosa’nın muhasarası sırasında
da çok ilgi çekici olaylara rastlanmaktadır. Venedik'ten Türklere kar­
şı harp etmek için getirilen bir kı­
sım asilzâdeler, kaleden
kaçarak
gelir, islâmiyeti kabul eder,
Türk
hizmetine girerler. Bu davranışları­
nın sebebi
korku
mudur,
yoksa
Türklere döğüşürken bile
m ertlik
ve faziletten ayrılmadıkları! için duy­
dukları hayranlıktan mıdır?
Onları
bu defa gerçekten
tanıdıklarından
mıdır?
Magosa kumandanı Antonio Bragadino’nun,
kalenin
tesliminden
sonra ele geçtiğinde derisinin yüzü­
lerek içine saman doldurulması, şe­
hirde dolaştırılması daima aleyhim i­
ze batının bir istism ar
konusudur.
23
Lâkin, batılılar hiçbir zaman
onun
Türk esirlere, hatta kendisine elçi­
likle, anlaşmak üzere giden erlere
ne yaptığını hatırlamak, düşünmek
istemezler. Halbuki her iki olay da
yanyana yazılmaktadır. İşin gerçeği
Türkleri işkence ile öldürm ek batıda
âdi, olağan, suç sayılmayan hare­
ketlerdir. Daha on sene önce küçük
bebeklerin
Kıbrıslı Rumlar tarafın­
dan feci şekilde öldürülm esi Batıda
kimin kılını kıpırdatmıştır.
Bu son
Türk Barış Harekâtından önce ada
rumlarının Türklere karşı tatbike ko­
yuldukları vahşice muameleleri han­
gi güç önlemek istem iştir?
Türkierin adanın fethinden sonra
en büyük çabasiı buranın
bayındır
bir hale getirilm esi, Türkierin adaya
yerleştirilm eleri
meselelerinde
o l­
muştur. Hemen cami ve mescid gibi
dinî müesseselerin adanın her tara ­
fında yapılmasına başlanmış. Kale­
lerin tam iri için Bostan adlı bir m i­
mar gönderilm iştir. Yine aynı yılda
Lefkoşa'da müslüman halkın bir bitpazarına ihtiyaçları olunca, yeni ya­
pılan birçok dükkân bu işe tahsis
edilm işlerdir. Yine aynı
tarihlerde
hamam, kütüphane,
Büyük
Han,
sonra da Kumarcılar Hanı yapılmış.
Aynı yüzyıl sonlarına doğru, yani
Lefkoşa'nın fethinden onbeş - yirmi
yıl kadar sonra bir mevlevihâne in­
şa ettirilm iştir. Sonradan birçok de­
ğişikliklere uğrayan bu bina hâ­
len
T ü r k
M ü z e s i
ola­
rak kullanılmaktadır. Bu müzede
saklanmakta olan Şerife Defter­
leri (Eski mahkeme defterleri) nde
kadıların teb’a arasında din
farkı
24
gözetmediklerinin birçok
belgeleri
vardır. Kıbrıs Türk Tarih
Kurumu
Başkanı Sayın Vergi Bedevi'nin bu
husustaki bir araştırması, yukarıda
bahs olunan kongrede tebliğ olarak
okunmuş, sonra da Türk Kültürünü
Araştırma Enstitüsü tarafından aynı
kongreye sunulan Türk tebliğleri ile
birlikte 1971'de bastırılmıştır.
Aynı kongrede Yunanlıların
asıl­
sız bir iddiaları v a rd ır: Kıbrıs T ürkle­
rinin, asla Türk olmayıp, sonradan
müslüman olup Türkleşm iş adanın
yerli halkı olduğu hususu. Halbuki
Kıbrıs'ta yerli halktan İslâm dinine
girenlerin sayısı çok azdır. Adanın
Hristiyan yerli halkı Venedik idare­
sinden memnun olmadıklarından bir
çok kaleleri Türklere teslim etm iş­
ler, Venedik idaresi zamanında baş­
ka ülkelere göç etmek zorunda ka­
lanlardan bir kısmı, geri dönmüşler,
fakat her yönü ile hoşgörü içerisin­
de hayatlarını sürdürm üşlerdir. Os­
manlı idaresi, vaktiyle Balkanlarda
veya imparatorluğun başka vilâyet­
lerinde yapıldığı gibi, adaya
Türk
nüfusun yerleşmesi için teşvikte bu­
lunmuştur. 1572 senesinde
adanın
m uhtelif yerlerinde bulunan
çeşitli
sınıflara mensup sayıları 4000'e yak­
laşan askerlerin ailelerini getirm ele­
ri sağlanmış, bunlardan adada yer­
leşmek isteyenlere kolaylıklar sağ­
lanmıştır. Aynı metod memurlar için
de uygulanmıştır. Askerlerden bekâr
olup, evlenmek isteyenlere Anado­
lu'dan gelin getirilm iştir.
Bununla
beraber esas Türk yerleşmesi Kara­
man, Beyşehir, Ürgüp, Niğde,
A k­
saray, Akşehir gibi Orta şehirlerin­
GÖYÜNÇ
den aileler getirilerek Kıbrıs'ta çeşit­
li yerlere yerleştirilm işlerdir. Gerek
bu
yerleşmeler, gerek yerleştirilen
türlü meslek mensubu halkın adedi,
özellikleri
Sayın Prof. Dr.
Cengiz
Orhonlu'nun I. M illetlerarası
Kıbrıs
Araştırm aları Kongresi'ne
sunduğu
çok mükemmel bir bildirisinin konu­
sunu teşkil etm iştir. Bu bildiri
de
diğerleri ile birlikte
yayımlanmış­
tır.
Bugün Kıbrıs adasında
yaşayan
Türk nüfusunun rumlara
nazaran
daha az olması çeşitli sebeplere, Kıb­
rıs'tan Türkiye'ye veya başka ülke­
lere Türk göçlerine bağlıdır. İngilte­
re idaresinde bir Türk ailesi ile bir
rum ailesinin aynı şartlar içerisinde
bulunabilecekleri düşünülebilir mi?
Aralarında dinî ve kültür bağları bu­
lunan toplulukların bir arada yaşa­
maları daha kolaydır, kaynaşmaları
da mümkündür.
Kıbrıs Türkünün başına gelen, da­
ha önce Batı Trakya Türkünün de
başına gelm iştir. Lozan
muahede­
sinden sonra güvenlikleri Yunanis­
tan tarafından garanti edilen soy­
daşlarımız, çoğunlukla her şeylerini
orada terk bahasına, güvenliği, can
emniyetini kaçıp Türkiye'ye
sığın­
makta bulmuşlardır. Bugün aramız­
da zaman
zaman son
servetleri
canlarını kurtarabilm ek için
Türki­
ye'ye sığınan kardeşlerimizi
kına­
yanlar vardır. Oralarda kalıp diren­
miyorlar, diye. Atasözleri
m illetler
için en kestirme, en kesin hayat tec­
rübelerinin ifadesidirler. «Tok, açın
halinden anlamaz», «ya sayı sayma­
KIBRIS’TA TÜRK
sını bilmiyor, ya dayak
yememiş»
gibilerinin üzerinde uzun uzun dü­
şünmek ve yorumlamak, Kıbrıs'taki,
Batı Trakya'daki Türklerin halini an­
lamak için faydalıdır.
Mustafa Kemal
Paşa
(Atatürk)
Sakarya
muharebelerinden
sonra
Mehmetçiği şöyle över : «Dünyanın
hiç bir tarafında ve ordusunda yü­
reği seninkinden daha temiz, daha
sağlam bir askere rast gelinmemiştir. Her zaferin
mayası
şendedir.
Her zaferin en büyük payı şenindir».
Gerçekten de Mehmetçik, zaferleri
ile, eşsiz fedakârlık ve feragati ile
yüce bir m illetin tarihini yazmıştır.
Ama o bununla da kalmamış, kendi
zaferlerinin de
ayrıca
destanını
yazmıştır.
«Düşman girmiş yurdumuza,
Koştuk, geldik, vurmak için,
Siper kazdık o domuza
Karşı pusu kurmak için .
Kaçışıyor, işte bakın
Yıldı kâfir, döndü geri.
Kaçışıyor akın akın
Kovalıyor, TÜRK ASKERİ.»
Yukarıdaki kıtalar
Sakarya’da
Mehmetçiğin yazdığı destandan alınrnıştır. Kıbrıs’ta ilerleyen Mehmet­
çiğin önünden rumların
silâhlarını,
hatta tanklarını bile bırakarak kaç­
tıklarını okuyoruz. O, yine yeni bir
tarih yazıyor. Belki yine zaferlerinin
destanının yazanı da vardır.
M ehmetçik bugün Kıbrıs’ta
Hak
ve hak yolunda yine
savaşmakta,
adayı şehitlerinin, gazilerinin
taze
kanları ile bezemektedir. ®
25
KIBRIS’SIZ
ANADO LU
«Yeryüzünün ideolojik ve
coğrafî durumuyla
siyasî
ve beşerî cehresi arasında
kaideli bir uygunluk var­
dır.
Yerleşilen
toprağın
nereye kadar yurt olabile­
ceğini tayin eden,
komu­
tanlardan
önce
toprağın
kendisidir.»
D r.
26
Turgu t
G ünay
Çocuk dünyası bambaşkadır.. İyi­
lik, güzellik ve m utluluk üzerine ku­
rulmuş bir dünyadır bu. Çocuk, ken­
disine yakın olan her şeyi küçücük
yüreğindeki engin sevgiyle yoğura­
rak, bu çerçeve içerisine
sokmak
ister; yakıştırmalar, benzetmeler ya­
par durur, hep iyiyi, güzeli, mutluyu
bulabilmek için kötülüğe, çirkinliğe,
mutsuzluğa gözü kapalıdır. Onun i­
çin annesi gökten inmiş bir melektir;
yeryüzündeki kadınların en güzeli, en
iyisidir. Babası güçte, kuvvette den­
gi olmayan olağanüstü
bir kahra­
mandır. Her gün oynadığı taşlı, toz­
lu sokağın dünyada bir eşi daha yok
tur. Kapının önündeki hantal incir
ağacı, dallarına küme küme konup
göçen aylak serçeler,
gölgesinde
dinlenen eli sepetli yaşlılar, sepet­
lerden sarkan ucuza alınmış
seb­
zeler, buruşuk meyveler;
kısacası
çevresinde yer alan her şey onun
küçük dünyasına
en güzel renkler
ve biçimlerle desenlenip giren basit,
fakat kalıcı hayat çizgileridir. Yetkin
bir insan için en yüce prensip olan
yurt sevgisinin teşekkülü de bu eski
ve teme! psikolojiye bağlı olsa ge­
rektir.
Dünya haritasında
Türkiye’yi ilk
kez gördüğümde henüz ben de yakıştırmacılık
çağlarımı yaşıyordum.
Onu bir arslana benzetmiştim
he­
men.. Çizmeyi andıran İtalya’nın, e l­
diveni andıran Yunanistan'ın yanın­
da bütün heybetiyle kükrer gibiydi.
Türk olmaktan,
Türkiyeli olmaktan
eşsiz bir haz ve tarifsiz bir gurur
duymaya başlamıştım.
GÜNAY
Bu heybetli arsian tablosunun sol
üst köşesinde
başlayıp aşağılara
kadar inen kırmızı kesik çizgiler d ik­
katimi çekmişti o zamanlar.
Ama,
aradan yıllar geçip de o uğursuz çiz­
gilerin ne anlama geldiğini öğrendi­
ğimde hayal kırıklığım büyük oldu.
Demek, o soylu arslana dişleri ka­
dar yakın olan Oniki Adalar, pençe­
si kadar yakın olan Kıbrıs bizim de­
ğildi...
O gün bu gün haritaya bakmak
ge'mez içimden, A tlaslar garip bir
ürperti verir. El vurup açası olsam
dişleri sökülmüş,
pençeri kesilmiş
bir arslanın iniltilerini duyacakmış
gibi olurum...
Çocukluğumda ta ttı­
ğım o eşsiz duygunun, o yalçın gu­
rurun zedelenmesinden korkarım.
***
Kıbrıs’ın can pazarı durumuna geidiği böyle bir günde «tam bağımsız
Kıbrıs», «tüm silâhlı kuvvetlerden a ­
rınmış Kıbrıs» (Türk Silâhlı Kuvvetle­
ri de dahil) gibi Slavcadan tercü ­
me bir takım sloganlarla yeniden o r­
taya çıkan ip kaçkınlarına coğraf­
ya, Türk dersleri yerine hiç unuta­
mayacakları bir ibret dersi vermek
şüphesiz ki daha yerinde olacaktır;
ancak hükümetimizin mağfireti
ve
koruyucu kanatlan bunların üzerin­
de olduğu için şim dilik ilk iki konu­
da ders vermekle yetineceğiz. Olur
da bir tesadüf eseri onlar veya on­
ları hak'ı bulanlar okurlar...
Yeryüzünün
ideolojik ve coğrafî
durumuyla siyasî ve beşerî çehresi
arasında kaideli bir uygunluk var­
dır. Yerleşilen toprağın
nereye ka­
dar yurt olabileceğini tayin
eden,
KIBRIS’SIZ
komutanlardan önce toprağın ken­
disidir. Anadolu'yu fetheden Türkler
Boğazları
ele geçirmedikçe,
Trakya’ya geçmedikçe
Anadolu’ya
tam anlamıyla sahip olam ayacakla­
rını biliyorlardı; başka bir deyimle,
İstanbul onları çağırıyordu... Asya’­
nın Avrupa'ya açılan kapısına böy­
lece Türk kilidi vurulmuş oluyordu;
ama pencerelerin de ele geçirilm e­
si gereği vardı. Bunlar Anadolu’nun
parçalarıydı zaten. Kıbrıs IV. zaman­
dan V. zamana geçerken Anadolu’­
yu Suriye'ye bağlayan adanın sular
altında kalmasıyla adalaşmıştı. On­
iki Adalar da benzeri bir kopmay­
la ayrılmışlardı Anadolu’dan ve A ­
nadolu gibi Türkleşebilm ek için dağ
lardan, yaylalardan akıp gelmiş, gö­
çebe kültüründen
maya almış bir
m illetten usta denizciler yetiştirm e­
sini bekliyorlardiı. Üstün bir intibak
gücüne ve eşsiz bir medenî azme
sahip olan Türk M illeti kısa zaman­
da denizci olmayı başardı.
Ama,
uzaktan el uzatılsa
tutuluverecekmiş gibi gelen bu adaları ele ge­
çirm ek hiç de kolay olmadı; zira
bu adaların Türkler için taşıdığı stra ­
tejik değer Türk düşmanları ta ra ­
fından iyi kavranmış ve Haçlı elbirliğiyle olağanüstü bir biçimde ta h ­
kim edilmişlerdi.
Bunlardan Rodos, ilkin Fatih Sul­
tan Mehmet zamanında (1480), son­
ra da II. Beyazıt zamanında (1503)
iki defa kuşatıldı; fakat fethi için
Kanunî Sultan Süleyman'ın 700 par­
çalık bir donanmayla 60.000 bin Le­
vendi buraya
göndermesi
gerekti
(1522).
Oniki Ada'nın tamamı ise,
27
Barbaros Hayrettin Paşa'nın Akde­
niz'i bir Türk göiü haline getirm e­
siyle Türklerin oldu. Asya, Avrupa
ve A frika gibi üç büyük kıtanın dü­
ğüm noktası olan Kıbrıs II. Selim
zamanında Venediklilerden binlerce
can pahasına alındı (1570).
Ortalama
dört yüz yıl boyunca
Türkiye’nin gerçek birer parçası o ­
larak Türklerin elinde kalan bu a d a ­
ların göğüs göğüse yapılmış savaş­
lar sonunda değil de, siyasî güç
süzlüğümüz, ihmalkârlığımız
sonu­
cunda yitirilm esi, dost bildiğim iz düş
maniarımızın antlaşmalara yüz
çe­
virmeleri ve siyasî oyunları sonu­
cunda elden çıkması meselenin en
acı yanını teşkil etmektedir.
Anlaşmalara uymayanlar Türkiye
dışındaki devletler olduğuna
göre,
bugün Kıbrıs ve Oniki Adalar Tür­
kiye’den gasp edilmiş toprak par­
çaları durumundadır. Bu bakımdan,
Türkiye’nin bu adalar üzerindeki ta ­
rihe, hukuka ve stratejik gerçeklere
dayalı haklarını araması, yıllar son­
ra da olsa, tabiîdir ve Türk M illeti
nin daima diri kalmış arzularından
biridir.
Mugassıpiarm başında gelen ve
Türkiye’nin tarihî düşmanı olan Yu­
nanistan’ın işgal ettiği adalarla ye­
tinmeyip bunları
Türkiye'nin
tam
işgali için bir basamak olarak kul­
lanmak istemesi meseleye ayrı bir
ehemmiyet kazandırmaktadır.
Yu­
nanistan'ın «Megalo - İdea» ya da­
yanan ve çağlarla, rejimlerle,
hü­
kümetlerle değişmeyen bu tutumu
Türkiye’nin Yunanistanla ergeç gö­
ğüs göğüse gelmesini kaçınılmaz kı­
28
lan faktörlerin başında gelmektedir.
20 Temmuz 1974 tarihini gerekli
ve hukuki bir karşı koyusun b aşlan­
gıç günü olarak
tarih sayfalarına
geçiren Türk harekâtı, milletimizin
bir bütün olarak yukarıdaki gerçe­
ğin şuuruna
yettiğini gösterm ekte­
dir. Bu hususu aydınlığa kavuştur­
mak için, canlılığını hâlâ bütün sı­
caklığıyla koruyan son Kıbrıs hadi­
sesinin niçin ve ne suretle başla­
dığını bir kere
daha hatırlamakta
gerek vardır.
Kıbrıs’ın bağımsızlığı için garanti
vermiş devletlerden biri olan Yuna­
nistan, bu bağımsızlığı
şuurlu
ve
plânlı olarak kendi elleriyle bozmuş
ve Kıbrıs Türk'ünü temsil etmekten
âciz olan, soluk benizli, hasta çırpınışlı Kıbrıs bayrağının yerine uğur­
suz ENOSİS
bayrağını çekmeden,
vebalini hesap etmeden
Birleşmiş
M illetleri temsil eden Barış Gücü ­
nün gözleri önünde Kıbrıs'ın bağrı­
na dikm iştir. Açıkça ve tek kelim ey­
le Kıbrıs'ın işgali demek olan
bu
harekâta girişirken
de Türkiye’nin
kendi ağır ve yoğun iç m eseleleriy­
le meşgul olduğunu, Fantom uçak­
larının alınmasına karşı çıkan, Yunan'ı kardeş bilen rom antik bir Baş­
bakan tarafından
yönetildiği
için
karşı harekât yolunda
maddî
vs
manevî zeminden yoksun
olduğu­
nu hesap etmişti. Ancak, unuttuğu
bir şey vardı.. Tarih sahnesine çık­
tığı andan itibaren ordu - m illet ola­
rak yasaya gelmiş olan Türk M il­
leti, istiklâli, hürriyeti ve m illî hak­
ları tehlike veya tehdit altına g ird i­
ğinde en kısa zamanda bütünleşe­
GÜNAY
bilen, tek yürek, tek kafa haline ge­
lebilen bir yapıya sahipti.
Nitekim
öyie oldu ve bütün dünyanın gözü
önünde Yunanistan yanlışını acı bir
sille yemekle ödedi.
Cenevre'de yapılan
barış görüş­
melerinin Yunanistan ve İngiltere’­
nin oyalamalarıyla belli ve müsbet
bir sonuca bağlanamaksızın dağıl­
ması; öbür yandan, Kıbrıs’ta Rumlar
tarafından «tutsak» niyetine
rehin
alınan silâhsız, günâhsız sivil hal­
ka yapılan
ezânın kısa zamanda
vahşet halini alması üzerine
Türk
ordusunun yeni bir harekâta g iriş­
mesi gayet tabiî karşılanmalıydı. Bu
kez karşımızda Yunanistan’ın yanın­
da gizli veya açık olarak İngiltere de
yer almış olsa bile, Türk m illeti bu
hayatî meselesini ne pahasına olur­
sa olsun son bir defa kökünden hal­
letmek arzusu ve azmindedir.
Bu
arada, Çanakkale önlerinde aldıkla­
rı tarihî dersi unutan Kraliçe'den ni­
şanlı İngiliz «Sir» leri, Mehmetçiğin
paralı
«Gurka askeri» nden daha
savaşçı olduğunu
hatırlamak
zo­
rundadırlar...
Hedef Kıbrıs’taki
Türk varlığını
meşru ve müşahhas bir çerçeve içe­
risine almak olduğuna göre,
Kıb­
rıs'ın Türk Ordusu tarafından fiilen
Türkiye’ye ilhakından
başka bütün
alternatifler millî Türk görüşüne ay­
kırı düşecektir. Zaten bu konuda çe­
kilen sıkıntılar Kıbrıs’ta bugüne ka­
dar hep yabancı alternatiflerin de­
nenmiş olmasından
ileri gelm ekte­
dir. «Bağımsız Kıbrıs» tezi, adanın
gerçek sahibi olan Kıbrıs Türk’ünü
gitgide azınlık durumuna getirmeye
KIBRIS’SIZ
yönelmiş bir İngiliz - Yunan oyunuy­
du.
Bu arada, çok iyimser ve çok mütevazi bir siyasî felsefeyle
hükü­
met tezi olarak benimsemek
yo­
lunda olduğumuz
«federatif
sis­
tem», «otonom sistem» gibi
tezler
üzerinde de bir kez daha derince
düşünmek gereği vardır. Bu tezler­
de öngörülen yönetim tarzının
uy­
gulama safhasına geçmesi halinde,
Kıbrıs Türklerinin yıllardan beri ma­
ruz kaldıkları İktisadî ve
manevî
baskı durdurulabilecek midir? Gene
Rumlarla bir arada, iç içe yaşamak
zorunda kalacak olan Türkierin ü­
zerindeki tehdit atm osferi tam anla­
mıyla dağıtılabilecek midir? Bu so­
rulara kesin olarak «evet» diyebil­
mek çok, zordur ve tek kesin çö­
züm yolunu Kıbrıs’ın Türkiye'ye
il­
hakı tezinde aramaktan başka ça­
remiz kalmamıştır. Büyüğüyle, küçü­
ğüyle,
ordusuyla,
siviliyle
bütün
Türk M ilie ti’nin arzusu bu yön­
dedir ve Kıbrıs'ı savunmanın T ürki­
ye’yi savunmak olduğu şuurundan
doğan bu arzunun tahakkuku
için
her türlü fedakârlığa hazırdır.
***
Atalarımızdan
devraldığımız
bu
toprakları
bir gün
çocuklarımıza
devredeceğiz,
onlar da çocukları­
na... Gönül ister ki, Anadolu’yu jeo­
lojik bütünlüğüyle, Tanrının elinden
çıktığı biçimiyle devredelim
bizden
sonraki kuşaklara ve bir daha kim ­
senin yüreği sızlamasın onu dişleri
sökülmüş, pençesi koparılmış bir
arslana benzeterek.. •
29
KIBRIS, TÜRKİYE ve ENOSİS
30
KURAT
DOÇ. D r. Y u l u g
Tekİn K U R A T
Yakın tarih ve tfış politika mütehassısı Doç. Dr. Kurat, Kıbrıs
meselesinin 20 Temmuz 1974’e kadarki gelişmesini inceliyor.
Yı! 1878 tarih 12 Temmuz, İngilizler 4 Haziran'da imzalanmış ci­
lan
Kıbrıs Konvansiyonu uyarınca
Adaya çıkmışlardı. Lefkoşe garnizo­
nunda
yapılan
merasimde,
Türk
bayrağı indirilip yerine İngiliz bayra­
ğı çekilirken seyirciler arasındaki bir
Rum'un bir Türk subayını tahrik e t­
tiği görülmüştü. Ancak yapılan mü­
dahale sonucunda, subayın
Rum’u
kılıcı ile doğramasının güçlükle önü­
ne geçilebilm işti (1). Yıl 1974 tarih
20 Temmuz, şanlı Ordu 96 yıl önce
ayrılmış olduğu Kıbrıs’a yeni bir gö­
revle çıkıyor ve atalarının 1571 se­
ferindeki aynı heyecan ve azmi ile
Gaza’ya atılıyordu. Bu Gaza, T ürklü­
ğün haysiyet ve şerefini
korumak
için olduğu kadar,
Hak’ka tapan
T ürk’ün
hakkını
çiğnetmiyeceğine
dünyaya bir kere daha ıspatlamasıy(1)
dı. 12 Temmuz 1878 de Yeşilada’ya
çöken karabulutlar ve 20 Temmuz
1974 sabahı doğan güneş arasında
geçen 96
yılın siyasî bilançosunu
yapmakta fayda vardır. Bu da ancak,
heyecanların en kutlusu olan
millî
heyecanımızı bir an için olsun din­
lendirerek, tarih metodunun istediği
gerçekçi bir açıdan yapılabilir.
Kıbrıs adasının 4 Haziran 1878
konvansiyonu ile İngiliz yönetimine
bırakılmasını, 93 harbi denilen 1877­
78 Türk Rus savaşının sonuçları zor
lamıştı. Gazi Osman Paşa’nın Plevne’deki savunmasıyla Bulgaristan’da
altı ay duraklayan Çar oldular», 1878
Ocağında Trakya’ya girm işler ve Os­
manlI Devleti’ni 3 M a rt’ta Ayastefanos (Yeşilköy) andlaşmasım imzala­
maya mecbur etmişlerdi. Rus ordu­
larını İstanbul dolaylarına kadar ge­
Y.T. Kurat, «1878 Kıbrıs Konvansiyonu ve Enosis Kıvılcımları», A.Ü.D.T.C.
Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi cilt III (1967), s. 160.
ENOSİS
31
tirerek Balkanlar’daki
kuvvet den­
gesini de geniş çapta bozan bu ge­
lişme, o tarihe kadar tarafsızlığını
bozmamış İngiltere, Fransa ve Avus­
turya'yı nihayet uyandırmıştı. A vru­
pa devletleri dengenin bu şekilde bo
zulmasına kendi çıkarları yönünden
seyirci kalamazlardı. Dolayısiyle Bal­
kanlarda oluşacak yeni statünün be­
lirlenmesi için Berlin'de bir konfe­
rans düzenlediler.
Fakat İngiltere
Berlin konferansına yeni bir politika
iie geliyordu. Artık Britanya İmpara­
torluğunun ekonomik candamarı o ­
lan Hindistan yolunun savunulması
İstanbul Boğazında değil Akdenizde
Daşlıyacaktı.
Başbakan Disraeli de
bu politikayı Kraliçesi V iktorya’ya
şöyie izah ediyordu :
Eğer Babıaü Kıbns’ı Majestelerine
verecek ve karşılığında
Osmanlı
İmparatorluğu’nun Asya'daki topraklonm Rus istilâsına karşı İn­
giltere'nin savunacağım
taahhüd
eden bir andlaşma yapacak olur­
sa, İngiltere’nin Âkdenizdeki kud­
reti büsbütün artacak ve Majes­
telerinin Hindistan İmparatorluğu
da son derecede kuvvetlenecektir,
Kıbrıs Batı Asya’nın anahtarıdır (2).
İstanbul'daki İngiliz Elçisi Layard
bu politika uyarınca BabIali’den Ye
şilada’yı koparmaya çalışıyor, fakat
Osmanlı Devlet adamları buna pek
yanaşmak istemiyorlardı. İngiliz el­
çisinin teklifleri açıktı. Londra ancak
böyle bir işlem karşılığı
Berlin’de
Rusya'ya karşı BabIali'nin
yanında
olabilirdi. Osmanlı Devleti ise Rusya
Doğu Anadolu’da yeni bir taarruza
geçmedikçe Kıbrıs adasını elden çı­
karmak niyetinde değildi ve M eclis'i
Mahsus üyesi eski şeyhülislamlardan
Kara Halil Efendi şöyle diyordu :
Rumeli’de kısa bir süre için sağ­
lanacak kolaylıklar ve Anadolu’da
ne olacağı kestirilemiyen
fayda­
lar karşıidığmda, ilerde çok sakın­
calı olaylara yol açacak bir mem­
leketi bırakmaya aklım ermiyor (3).
Diğer bir üye Haşan Fehmi Efendi
de «Gözle görülen zarar ne olacağı
belli olmayan
faydalarla
giderile­
mez» (4). diyordu. Fakat İstanbul’da
İngilizler ağır basmış, buna rağmen
Babıali’nin 4 Haziran Konvansiyonu­
na eklediği 1 Temmuz şartları da
kabul edilm işti, ki bunların arasında
şu hüküm de v a rd ı: Eğer Rusya son
savaşta eline geçirdiği Kars ve Do­
ğu Anadolu'daki toprakları Osmanli İm paratorluğu'na iade edecek o­
lursa, İngiltere de Kıbrıs’tan çekile­
cekti.
İngiliz yönetim inin adada
başla­
masıyla, Padişahın Kıbrıs’taki
hü­
kümranlığı ortadan kalkmıyorsa da,
Londra artık orasını kendi malı sa­
yıyordu. idaredeki bu değişiklik, a­
dadaki Rum toplumu liderleri ta ra ­
fından Enosis'in bir müjdecisi ola­
rak yorumlanmıştı. İngiliz genel va li­
si Sir Garnet VVollesley görevine baş
lamak üzere 22 Temmuz 1878 de ka­
(2)
Y.T. Kurat, Henry Layard’m İstanbul Elçiliği, 1877 - 1880, A.Ü.D.T.C.F. ya­
yınlan, 1968, s. 82.
(3) Aynı eser, s. 94
(4) Aynı.
32
KURAT
raya çıkarken. Çite Piskoposu Kyprianos cemaatine
şöyle hitab edi­
yordu :
Adadaki hükümet değişikliğini ka­
bul ettiğimiz kadar Büyük Britan­
ya’nın tıpkı 7 adalarda olduğu gi­
bi Kıbrıs’ı tabii bağları olan ana­
vatan Yunanistan ile birleştirmek
için kolaylık göstereceğine de iti­
madımız vardır (5).
Bütün bu propagandalar
yanın­
da Kıbrıs'ın yönetim inin
İngilizlere
verileceği haberi Atina'da yayılır ya­
yılmaz, lieri gelen iş adamları arsa
spekülasyonunda
bulunmak üzere
ajanlarını Larnaka'ya gönderm işler­
di.
Rumların kıta Yunanistan’ı dışın­
daki adalara da uzanmak politika­
sı olan Enosis, aynı zamanda gele­
neksel bir deniz politikasıydı. Türkler Orta Asya isteplerinden Viyana
kapılarına kadar tarihteki faaliyetle­
rini karada yürüttüklerinden, deniz­
lerin önemi ikinci plânda kalıyordu.
Barbaros Hayrettin Paşa’nın levent­
leri ile Kanunî'nin akıncıları arasın­
daki fark kalyon ve attı. Yalnız kı­
lıçlar aynı amaçla çekiliyordu. XVI
ıncı yüzyılda Orta Avrupa'ya hakimi
yetini kabul ettiren Türk, bu hakim i­
yetini Akdenizde de gerçekleştire­
rek kara ve deniz arasında bir den­
ge kurmuştu. Fakat bu çabalar sü r­
dürülürken, A tlantik kıyısındaki A v­
rupa devletleri Okyanusları tekelle­
(5)
(6)
rine almak kavgası içindeydiler. Bu
kavganın arkasında Uzak Doğu’nun
kuzey ve güney Am erika'nın ham
madde kaynaklarına sahip
olmak
gibi büyük ekonomik am açlar var­
dı. Osmanlı İm paratorluğu ise deniz
ler aşırı bir ekonomik siyaset g üt­
mediğinden bu mücadeleye katılm a­
mış ve bunun zararları daha sonra­
ki yüzyıllarda ona çok pahalıya mal
olmuştu. Fakat bazı uyanık devlet
adamları böyle bir gelişmenin
bi­
linci içindeydiler. Sadrıazam ve ta ­
rihçi Lütfi Paşa Kanunî'yi şöyle uyaraığını yazar :
Bundan önceki Hakanların
çoğu
karaya
hükmetmişlerdir,
ancak
bunlardan çok azı denizlere hükmedebilmişlerdir.
Deniz muhare­
beleri tekniğinde
kafirler bizden
ileridir.
Onlardan üstün olmamız
gerek (6).
Açık denizlerde
«kafirler üstün­
düler». 1535- 1545 arası,
Osmanlı
İmparatorluğunun, Süveyş tersanesi
yapısı Akdeniz tipi küçük kalyonla­
rı ile yüksek bordalı Portekiz gemi
leri karşısında gerek Kızıldeniz ge­
rek
Basra Körfezinde
bir varlık
gösterememişti. Portekizlilerin
ba­
harat ticaretirjin yürütüldüğü
Hint
Okyanusu ve yörelerindeki teke lcili­
ği XVII inci yüzyılda İngiltere'ye ge­
çecekti. Ancak Türklerin Akdeniz’de­
ki siyaseti bile çelişkiler içindeydi.
Barbaros, İtalyan ve İspanyol kıyı­
larını titretirken, Kıbrıs ve G irit ada-
Y.T. Kurat, «1878 Kıbrıs Konvansiyonu ve Enosis Kıvılcımları, s. 160.
Bernard Lewis, The Emergence of Modern Turkey, London, 1961, s. 25
ENOSİS
33
.'arında haçlı bayrakları
dalgalanı­
yordu.
Adıgeçen adaların 1571 ve
1669 da işgallerinden sonra da, Os­
manlIların karadaki politikası Kıbrıs
ve G irit'te de uygulandı.
İslâm siyaset geleneğine
daya­
nan Osmanlı hakim iyet felsefesi a ­
dalardaki hristiyanları Türkleştirm ek
ve İslâmlaştırmak değil, onların uy­
sal uyruklar olmalarını istiyor ve bu­
nun karşılığında kendilerine din ve
iktisa t hürriyeti tanıyordu. 1571 yı­
lına kadar
Venedik yönetim indeki
Kıbrıs'ta, Katolik kilisesinin
güdük
bıraktığı Ortodoks mezhebi, Osman­
lI idaresinden sonra ferahlamış ve
kendisini güçlendiren unsurun
to ­
runlarının kanlarını 1956 dan
beri
akıtarak bu şükrân borcunu
öde­
meye çalışmıştı. Ancak OsmanlIların
hoşgörüsü,
modern m illiyetçilik a ­
kımları ile Akdeniz ve Ege'deki den­
geyi kıta Yunanistan'ı yararına de­
ğiştirirken, T ürk’ü kendi öz yuvası
Anadolu toprağında da vurmak is­
temiş, böyle bir Sakarya ve bir 30
A ğustos’u zorunlu kılmıştı.
İttiha t ve Terakkiciler, Balkan Sa
vaşlarında Ege adalarının elden çık­
masıyla, 15 Mayıs 1919 gibi bir teh­
likeyi önjiyecek tedbirleri almak is­
tem işlerdir. 1912 güzünden itibaren
M idilli, Sakız ve Sisam'da
beyaz
haçlı bayrakların dalgalanması, A y­
valık, Bergama, İzmir ve Aydın yö­
relerindeki Rumları heyecanlandırdı­
ğı kadar Batı A nadolu’aki m itolojik
(7)
34
Yunan hülyalarını da yeniden can­
landırmış oluyordu. Böyle bir te h li­
kenin giderilmesi, Ege kıyısını çev­
releyen adaların geri alınması ve
bunun için de Türk donanmasının
güçlendirilm esiyle mümkün ola bilir­
di. İşte bu safhada belki de Türk
tarihinde ilk kez deniz politikası ka­
ra politikasından
önde geliyordu.
M illî çıkarları söz konusu olunca tek
vücut ve tek kafa olan Türk milleti,
şimdi olduğu gibi o zaman da yürü­
tülen bağış kampanyasında
hiçbir
fedakârlıktan kaçınmıyarak, İngiliz
tezgahlarına ısmarlanan
iki
gemi
için 5 milyon Osmanlı lirasını derhal
sağlamıştı. Sultan Osman ve Reşa­
diye
adını
alacak
bu
zırhlılar,
30 Temmuz 1914 de teslim edilmek
üzereydiler Hatta Yunanistan’ın bu
gemileri batırmak üzere
Cebelitarık’a bir denizaltı göndereceği veya
Ege denizinde
bütün donanmasını
seferber ederek saldıracağı yolunda
haberlerin gelmesi üzerine, o sıra­
da Akdenizde bulunan Alman Gooben zırhlısının her iki gemiye refa­
kat etmesi için Berlin'e başvurul­
ması dahi düşünülüyordu (7). Böy­
le bir durum ortaya çıkmadı. Çünkü
Osmanlı - Alman
yakınlaşmasından
şüphelenen donanma bakanı Winston Churchill gemileri vermediği g i­
bi parayı da iade etmiyerek, 2 Ağus­
tosta imzalanan Berlin - İstanbul it­
tifakını da perçinlem iş oluyordu.
Osmanlı Devleti büyük savaş ön­
cesinde kendisine hem Ege mese-
Y.T. Kurat, «How Turkey Drifted Inta World War In Stadies in International
History, London Longmans, s. 300.
'
KURAT
leşinde Yunanistan’a karşı destek­
leyecek hem de Rusya'nın muhte­
mel bir saldırısını önliyecek bir m üt­
tefik arıyordu. Ne İngiltere ne de
Fransa buna yanaşmayınca m ütte­
fik Almanya olmuş, o da Yunanis­
ta n ’a karşı değil Rusya için bir ga­
ranti vermişti. İşte bu sırada Gooben
ile Brezlau adlı zırhlıların İngiliz do­
nanması tarafından Akdeniz'de ko­
valanması sonucu Marmara'ya
sı­
ğınmaları ve Yavuz ile M idilli ada­
larını almalarıyla Osmanlı
devleti
kendisini savaşa sürüklenmiş bula­
caktı. Bu büyük savaşta Mehmetçik
A rabistan’da ve Avrupa'da çarpışır­
ken Ege meselesi tamamiyle unutul
muştu. Öte yandan İngiltere Yuna­
nistan'ı da yanında savaşa çekebil­
mek için ona çok ilgi çekici bir a r­
mağan sunmak istedi «Kıbrıs». Oy­
sa İngiltere daha 1914 Eylülünde he
nüz gizli tutulan Osmanlı - Alman it­
tifakından işkillenerek Kıbrıs'ın sta­
tüsünü değiştirecek plânlar
hazır­
lıyor ve 21 Ekimde; yani Osmanlı
devleti
savaşa girmeden iki hafta
önce adanın Büyük Britanya İmparatorluğu'nun bir kolonisi olacağı yo
iunda prensip
kararı alıyordu (8).
Ancak Londra’nın teklifine,
Yunan
kralı Konstantin, Alman İmparatoru
ile akrabalık bağları olması yüzün­
den ygnaşmadığı gibi, Rusya da Yu­
nan ordusunun Trakya ve Boğazlara
yaklaşmasına razı değildi.
Ruslar
Rumların
İstanbul'daki özlemlerini
çok iyi bildiklerinden kâğıt üzerinde­
(8)
ki andlaşmalarla
kazandıkları bu
kenti onlara kaptırmak istem iyorlar­
dı.
Fakat Çanakkale yenilgisi üzerine
1916 Ocağındanberi Selanik'de zor­
la üslenen m üttefikler, 1917 Hazira­
nında Atina'da yaptıkları
hükümet
darbesi ile koyu destekçileri Venizelos’u iktidara getirerek Yunanis­
tan'ın savaşa
resmen
katılmasını
sağlamışlardı. Atina da bu şekilde
barış masasında galiplerin arkasın­
da yer almaya hazırlanırken,
Os­
manlI devleti de yenilgisini Mondros
mütarekesi ile (30 Ekim 1918) kabul
etmiş bulunuyordu. Böylece 1913 lerde sezinlenen tehlike, Batının deste­
ğindeki Yunanistan’ın İzmir’e çıkm a­
sı ile başlıyacaktı.
Ancak bu macera Rumlara kendi­
lerinin de kabul e ttikleri gibi çok
pahalıya mal oldu. Bununla bera­
ber Türkiye
Lozan Konferansında
Atina'nın Ege adalarındaki hüküm­
ranlığını ve yörelerin
askerleştirilmemesi şartı ile kabul ediyordu. Ay­
nı barış andlaşmasının 16 ncı mad­
desi uyarınca da Kıbrıs’taki hüküm ­
ranlık haklarından yalnız
İngiltere
yararına
vazgeçiliyordu.
Halbuki
Bolşevik ihtilâli ile Rusya'da iktid a ­
ra gelen Sovyetler, savaştan çe kil­
mek amacıyla Almanya ve Babıali
ile 3 M art 1918 de
imzaladıkları
Brest - Litovsk barışında Kars, A r­
dahan ve Batum ’u Türkiye’ye iade
etm işlerdi. Eğer 4 Haziran 1878 Kon
Koloniler Bakanı Yardımcısından Dışişleri Bakanı Yardımcısına, 21 Ekim 1914,
No : 6034 - Dosya 50 611 F.O. 371/2143. İngiliz Hariciye Arşivi.
ENOSÎS
35
vansiyonu yürürlükte olsaydı İngil­
tere'nin derhal Yeşilada’dan çekilme
si gerekecekti,
ancak Londra Os­
manlI İm paratorluğu’nun da savaşa
girmesi üzerine 5 Kasım 1914 de
Konvansiyonu tek taraflı değiştire­
rek
Kıbrıs’ı kendi İmparatorluğuna
kattığını ilân etmişti.
Yaptığı bütün andlaşmalara
bü­
yük bir saygı gösteren Türkiye Cum­
huriyeti için
Kıbrıs ancak 1955’de
bir mesele durumuna gelmişti. İkin­
ci Dünya Savaşı öncesindeki İtal­
yan tehlikesi
Ankara ve Atina'nın
çeşitli andlaşmazlıklarına son
ver­
melerini sağlamış ve bu iki ülke bü­
yük savaşın sonunda da m illî var­
lıklarını tehlikeye sokan komünizme
karşı işbirliği yapmak lüzumunu duy
muşlardı. Fakat 1950 lerde Kıbrıs'­
taki Enosis istekleri ortaya çıkınca,
Türk diplom atları 1923 lerde olduğu
gibi İngiltere’nin adadan çekileceği­
ne hiç ihtimal vermediklerinden,
NATO’ya girme çabalarının sürdü­
rüldüğü bir dönemde
Yunanistan’ı
gücendirmek istemiyorlardı. Hattâ
M illî Türk Talebe B irliğ i’nin 23 Ocak
1950 de Kıbrıs’taki Türk toplumunun
haklarının korunması için düzenledi­
ği m itingi Dışişleri Bakanı Necmeddin Sadak diplomasi yönünden doğ­
ru bulmamıştı. Yunanlılar meseleyi
1954 yılında Türkiye’ye açmak iste­
mişlerse de, Başbakan Menderes'in
7 Haziranda -Atina'yı ziyareti sırasın­
(9)
(10)
(11)
36
da elçi Ferit Gökçen bütün gücünü
harcıyarak Kıbrıs'ın söz konusu e ­
dilmemesini sağlamıştı. (9) Nihayet
9 Ağustosta Türkiye - Yunanistan Yugoslavya arasında Bled’de imza­
lanan askeri paktı fırsat bilen Yunan
Dışişleri Bakanı Stefanopulos konu­
yu meslekdaşı
Fuat Köprülü’ye a ­
çınca, o da «Kıbrıs meselesi diye bir
şey yoktur» diyerek konuşmaya g ir­
mekten kaçınmıştı. (10)
Bu mese­
leyi artık resmi bir politika haline ge­
tirm ek isteyen
Yunan Başbakanı
Papagos, 30 Eylülde görevine baş­
layan yeni elçi Settar İlksel’e İngil­
tere'nin Kıbrıs'tan çekilm ek eğilim in­
de olduğunu, dolayısiyie Türkiye ve
Yunanistan'ın aralarında bir taksim
projesi oluşturarak Londra ile masa
başına oturmalarını önerm işti. A n­
kara ise Londra'nın böyle bir eği­
limde olduğunu hiç sanmadığından
İngiltere'yi gücendirecek bir atılım ­
da bulunmak istemiyordu. Yunanis­
tan bunun üzerine Birleşmiş M ille t­
lere başvurunca, NATO'nun
Doğu
kanadından çıkması muhtemel
bir
bunalımı önlemek amacıyla Amerika
ağırlığını ortaya koymuş ve Kıbrıs
sorunu 17 Aralık 1954'de geçici o la­
rak gündemden çıkarılmıştı (11).
1955 yılına girildiğinde, Rumların
Kıbrıs için Enosis, isteğini artık tamamiyle benimseyen
A tindt Yeşilada'da Yunan Albayı G rivas’ın örgüt
lediği EOKA’nın
(Kıbrıs Savaşçıları
S.G. Xydis, «Toward Toil and Moil in Cyprus», Middle East Journal cilt 20
(1966). s. 12.
Aynı.
Aynı, s. 17.
KURAT
M illî Örgütü), 1 Nisan’da İngiliz i­
daresine karşı başlattığı şiddet ha­
reketini dolaylı olarak destekliyordu.
Böylece adadaki Türk ve Rum toplumları arasında başlayan kutuplaş­
ma, İngiltere’nin EOKA hareketleri
karşısında Kıbrıs’ın geleceğini
gö­
rüşmek üzere Türkiye ve Yunanis­
tan'ı 31 Ağustos'ta Londra’da
bir
konferansa çağırmasiyle kendisini
Ankara ve Atina arasında da göste­
recekti. Dışişleri Bakanı Fatin Rüş­
tü Zorlu adada
İngiliz yönetiminin
devamını kabul edeceklerini,
fakat
bunun dışında Kıbrıs'ın Türkiye’ye
geri verilmesi
tezini savunuyordu.
Londra da Ankara gibi Enosis'i ka­
bul etmiyordu. Bu şekilde 8 Eylül­
de dağılan konferans gerginliği a rt­
tırmış ve T ü rk -Y u n a n basını ile ka­
mu oylarına da
bütün
şiddetiyle
yansıyarak 25 yıllık diplom atik d ost­
luğa derhal son vermişti.
T ü rk -Y u n a n andlaşmazlığının
suni
bir şekilde giderilmesine yol açmış­
tı. Menderes ile Başbakan
Karamanlis 8 Şubat 1959 da Yunanis­
tan ’ın
Enosis’den
Türkiye’nin de
Taksim ’den vazgeçtiğini
belirliyen
andlaşmaya Zürih’de imzalarını koy­
muşlardı. Bağımsız bir Kıbrıs'ı yara­
tacak ikinci andlaşmanın ayrıntjları
da, 19 Şubat’ta Londra'da, Türkiye,
İngiltere, Yunanistan, Kıbrıs
Türk
Toplumu Başkanı Dr. Fazıl Küçük
ve Rum Toplumu Başkanı Başpisko­
pos Makarios tarafından imzalanmış
ve ada 16 Ağustos 1960 da yeni ha­
yatına başlamıştı.
35 inci parelelin kuzeyinin Türkiye
ve güneyinin de Yunanistan’a bıra­
kılması gibi bir çözüm yolunu A nka­
ra olumlu karşılamışsa da, Atina bu­
na yanaşmamıştı. Artık 1958 de her
iki ülke de savaşın eşiğine gelm iş­
ken, Bulgarların Batı Trakya sınırın­
da yığınak yapmaya
başlamaları,
Türk diplom asisinin
Kıbrıs
için
bir garanti andlaşması yapılmasına
gerek duymasında ne kadar isabetli
hareket etmiş olduğu adanın 1963
yılında yeni bir bunalıma sürüklen­
mesiyle kendisini gösterecekti. 1959
Zürih ve Londra andlaşmaları EOKA
Cl'ları hiç de memnun
etmemişti.
Daha önce kaçırılan çok önemli
fırsatlara rağmen, Kıbrıs’ın yeni sta ­
tüsü bir bakıma Türk diplom asisinin
zaferi oluyordu. A da’nın Anayasası
ile Türk azınlığı
hukuk yönünden
Rum
çoğunluğunu
dengelemekle
kalmıyor,
aynı zamanda yönetime
eşit
koşullar
altında katılabiliyordu.
1955
güzündeki bu gelişmeler Kıb­
Bundan
başka
Ankara,
Atina
ve
rıs'ı artık millî bir mesele durum u­
na getirm iş ve «Kıbrıs Türktür» de­ Londra arasında yapılan bir garanti
yimi bütün yurt çapında benimse­ andlaşması da, bu üç devlete ada­
nen bir ilke olmuştu. 1957 yılına ge­ daki Anayasa’nın yürütülm esini göz­
lindiğinde «Kıbrıs Türktür» sloganı­ lemek ve uygulamanın herhangi bir
nın yerini «Ya Taksim, Ya Ölüm» şekilde aksaması halinde, gerek tek
alıyordu. İngiliz
Koloniler
Bakanı başlarına gerek birlikte duruma mü­
Selvvynn Lyndon'un, adadan geçen dahale etmek hakkını da tanıyordu.
ENOSİS
37
Zaten Makarios G rivas’a bunlara ge
çici bir uzlaşma olarak
bakılması
gerektiğini söylemişti.
Başpiskopos
Londra’da bir oldu b itti ile karşılaş­
tığını iddia ediyor ve andiaşmaları
imza etmeseydi Türkiye’nin Kıbrıs’ı
taksim imkânına kavuşmuş olacağı­
nı belirtiyordu. (12) Bu sırada 1960
Anayasasının uygulanmasından
çı­
kan çeşitli zorluklar derhal kendi­
sini gösterdi. Bunların en başında
belediyeler meselesi geliyordu. Türk
toplumu Magosa, Lefkoşa,
Larnaka, Leymasun ve B af’ın Türk kesim­
lerindeki belediyelerin hukuki sta tü ­
lerinin hükümetçe tanınmasını isti­
yordu.
Fakat Türklerle adayı tıpkı
G irit'te olduğu gibi asla paylaşmak
istemiyen Rumlar böyle bir yetkiyi
tammıyacaklardı. Halbuki İngiliz yö­
netimi 1958 de bu belediyelerin ve
meclislerinin varlığmı tanımıştı. Za­
ten Anayasa’ya bazı değişiklikler ge
tirm e için fırsat kollıyan Cumhur­
başkanı Makarios,
1963 Kasımının
son haftasında istediğine kavuşmuş­
tu.
Bir taraftan Amerika Cumhur­
başkanı Kennedy’nin öldürülm esinin
dünyada yarattığı heyecan, öte yan­
dan yeni Türkiye Partisi'nin Başba­
kan İsmet İnönü ile koalisyon o rta k­
lığını bozarak hükümet bunalımı ya­
ratması,
Başpiskoposun arayıp da
bulamıyacağı bir fırsattı. Böylece o
da 30 Kasım’da Kıbrıs Anayasasına
değişiklik getiren 13 maddeyi ilân e t­
ti. Bunların başında Cumhurbaşkanı
ve Yardımcısının veto haklarının kal­
dırılması vardı. M akarios’un bu yet­
(12)
38
kisinden vazgeçmesi, M eclis’te ço­
ğunluğu bulunması dolayısiyle hiçbir
değişiklik yaratmıyor, fakat Dr. Fa­
zıl Küçük’ün en güçlü silâhı elinden
gidiyordu. Türkiye ise 1960 Anayasası’nın değiştirilm esini öngören her
türlü girişime kesinlikle karşı oldu­
ğunu 16 Aralık notası ile belirtince,
21 Aralık'da Kıbrıs’ta iç savaş baş­
ladı.
Aslında Rumlar sonuca zorla g it­
mek için gerekli hazırlıklarını yap­
mışlardı^ EOKA’nın Adadaki İngiliz
yönetimine son vermek için g iriş ti­
ği m etotlar etkili olmuş, aynı şiddet
eylemi ile Türkierin de sindirileceği
varsayılmıştı. Makarios sonuçtan o
kadar emindi ki,
1 Ocak 1964 de
Londra ve Zürih andlaşmalarının hü
kümsüz olduğunu ilân etti.
Ancak bu davranışlar andlaşmalara saygılı olan Türk'ü tanımamak
demekti. Başbakan İsmet İnönü 1964
Şubatında garanti andlaşmasının Tü.r
kiye’ye verdiği müdahale yetkisinin
kullanılacağını açıklamış ve bu de­
mecini Haziran başında daha kesin
bir ifade ile tekrarlamıştı. Fakat Ame
rika Cumhurbaşkanı Johnson Ekim
ayında yapılacak
Başkanlık seçimi
dolayısiyle ülkesindeki Rum asıllı iki
milyon seçmeni de düşünerek, İnö­
nü’ye 5 Haziran’da gönderdiği mek­
tupta VVashington’un NATO gereği
ve savunma amacı ile Türkiye’ye ver
aiği silâhların Kıbrıs’ta kullanılm ası­
na rıza
olmıyacağını bildirdi.
Bu
mektup hüküm et çevrelerinde bü­
P. Stephens, Cyprus, A. Place of Arms, New York 1966, s. 165-66
KURAT
yük hayal kırıklığı yarattığı kadar
Türkiye'nin
askeri
politikasını da
frenlem işti. Fakat bu destekten ce­
saretlenen
Rumlar,
Kaymaklı’da
Türklere karşı Ağustos başında bir
imha hareketine geçince, Ankara'nın
müdahale yetkisini kullanarak savaş
alanını jetleri
ile bombalamasına
ve iki Rum hücumbotunu batırması­
na kimse ses çıkaramamıştı. Birleş­
miş M illetlerin de meseleye eğilm e­
si, azınlık haklarını
titizlikle koru­
makla ün salmış bir kuruluşa yakışmıyacak kadar büyük çelişkiler için ­
de idi. Aracı A rjantinli Galo Plaza
1959 andlaşmalarını bir kenara ite­
rek, bağımsız bir Kıbrıs plânı içinde
azınlık haklarının korunmasının
iki
toplum arasında çözümlenmesini ö ­
nerirken, ya taraf tutuyor ya da a­
zınlık haklarının korunmasının Rumlara emanet edilemiyeceğini anlıyamamış oluyordu. Türk hükümeti bu
plânı kabul etmeyince
Plaza 1965
Martında görevinden
çekilm iş (13)
fakat onun plânı 31 devlet tarafın­
dan benimsenmişti.
Kıbrıs meselesi Birleşmiş M illetler
plâtform unda da
gerçek hüviyetini
kaybederek, 1945 denberi süregelen
soğuk savaşın polemikleri içine gö­
mülmüştü. Şöyle ki M akarios'un us­
talıkla yönettiği entrikalar sayesin­
de «paktlar dışı kalmayı amaç e­
dinmiş» bağımsız bir Kıbrıs’a üçün­
cü blok devletleri sahip çıkmak is­
tem işler ve adaya dışardan hiçbir
(13)
(14)
müdahalede bulunulmaması Asya Afrika grubu yanında Yugoslavya ve
Uruguay'ın öncülüğünde oy çoğunlu­
ğu ile kabul edilm işti (Aralık, 1968).
Enosis’e yeşil ışık yakan böyle bir
karariı Türkiye kabul edemezdi. Fa­
kat 1967 Nisanında
Yunanistan'da
askerî bir darbe sonucu, Başbakan
Kollias liderliğinde yeni bir kabine­
nin kurulması her iki hükümet başkanlarını bir araya getirdi. Eylülün
9'unda Keşan ve 10’unda Dedeağaç’
ta olmak üzere yapılan 13 saatlik
iki toplantı
hiçbir sonuç vermedi.
Başbakan
Süleyman Demirel 1959
andlaşmalarına uyulmasını isterken,
Yunanlılar da Enosis de ısrar e tti­
ler (14).
Ancak 1964 Ağustosunda olduğu
gibi, Grivas bu kez 15 Kasım 1967
de gene sonuca zorla gitmek e ğili­
mini gösterip Erenköy’e saldırınca,
Türkiye Yunanistan’a bir ültimatom
vererek General Grivas ve 950 kişi­
lik kontenjanı aşan Yunan askerle­
rinin Kıbrıs’tan çekilmemesi halinde
savaşa gireceğini bildiriyordu. Ame­
rika ’nın gözlemcisi Cyrus Vance’in
de aracılığı
sonucunda
A tina ’nın
16 Ocak 1968’e kadar bütün b irlik­
lerini geri çekmesiyle bir savaş teh ­
likesi daha giderilm iş oluyordu.
Öte yandan
Kıbrıs bunalımında
Türkiye NATO’lu m üttefiklerinin des­
teğini görememişti. Halbuki Ankara
1952 - 1962 süresi içinde m üttefikle­
rinin çıkarlarını belki de kraldan çok
F.A. Vali, Bridge Across the Bosporus, London - Baltimore, 1971, s. 256.
Cumhuriyet, 10, 11, 12 Eylül 1967.
ENOSlS
39
kralcı bir tutumra savunmuştu. Fa­
kat Kıbrıs olayları şunu gösterm işti
ki, Türkiye kendine has m illî men­
faatlerinin korunmasında tek başına
kalıyordu. İşte bu anlayış NATO i­
çinde bağımsız bir diplomasi uygu­
lamak gereğini getirecekti. Dışişleri
Bakanı: Feridun Cemal Erkin 30 Ekim
1964’de Moskova'ya giderken, Sov­
yetlerle görüşülecek ilginç bir konu
da Kıbrıs meselesi oluyordu. Sovyetler Birliği 1964’e gelinceye kadar bu
konuda Türk tezine yakın bir p o liti­
ka izlememişti. NATO üyesi İngilte­
re'nin adada üslerinin
bulunması
Moskova’yı memnun edici bir durum
değildi.
Nitekim
1964 Şubatında
NATO birliklerinin barışı sağlamak
için adaya çıkmaları söz konusu o ­
lunca, Sovyetler buna karşı diren­
miş ve M akarios'u desteklemişlerdi.
Fakat Enosis de Sovyetlerin destekliyeceği bir
çözüm yolu olamazdı.
Çünkü Adanın Yunanistan'a katılm a­
sı halinde Kıbrıs'taki kom ünist par­
tisi AKEL’in varlığı da sona erecek
ve Rusya buradaki gözetleme kule­
sini kaybedecekti. Dolayısiyle M os­
kova bağımsız ve paktlar dışı kala­
cak bir Kıbrıs statüsünden yanaydı.
Buna rağmen Erkin Moskova'da Türk
tezini içtenlikle destekliyen bir yak­
laşım göremedi. 6 Kasım 1964 ta rih ­
li ortak bildiride daha çok yuvarlak
kelimeler yer alıyordu. Konuşmalar
sırasında Dışişleri Komiseri Gromyko, 1963 bunalımı üzerinde Türkiye'
nin Yeşilada için öngördüğü Fede­
(15)
40
rasyon tezini uygun bulmuş ve bu­
nu Aralık ayında Pravda gazetesine
verdiği demeçte açıklamıştı (15). Fa
kat bu görüş Sovyet dış politikasının
resmi uygulamasında
asla yer almıyacaktı.
1968 kışından sonra Kıbrıs’taki ba­
rikatların
kaldırılmasıyla
Adadaki
gerginlik bir
hayli yumuşıyacaktı.
Ancak 1960 Anayasası artık işleme­
diğinden, Türk toplumu da haklarını
savunabilmek için
Rauf Denktaş’ın
Başkanlığında geçici bir yürütme ko
lu kurmuştu. Rum toplumu başkanı
Klerides ile Denktaş arasında 1968
yazında başlayan görüşmeler, 1970
de Türkiye, Yunanistan ve Birleşmiş
M illetler tem silcilerinin de katılm a­
sıyla genişletilm iş toplum lararası gö­
rüşmeler olarak sürdürülm üştür. Fa­
kat ne var ki, üç yıl içinde sık sık
kesintiye uğrayan
bu konuşmalar­
dan hiçbir olumlu sonuç alınama­
mıştı.
Dış görünüşte yapıcı olarak
gelişen bu olayların arkasında gene
M akarios’un parmağı vardı. Başpis­
koposun 1968 de tutumunu değiş­
tirmeye başlaması, 1968 Anayasası­
na dönmekten çok başka sebeplere
dayanıyordu. Kendisi A tina'daki Cun
ta yönetim iyle fik ir ayrılığına düştü­
ğünden Enosis politikasını
geçici
olarak değiştirm iş ve
bu
yüzden
EOKA lideri Grivas ile arası açıl­
mıştı. Makarios gerek Rum yöneti­
minin adayı fiilen idare etmesi gerek
Kıbrıs'taki sosyo - ekonomik
koşul­
F.C. Erkin, Türk Sovyet İlişkileri ve Boğazlar M eselesi, Ankara, 1968. s. 377.
KURAT
ları örnek göstererek
Yunanistan'ı
bir süre dümen suyunda sürükiiyeceği kanısındaydı. Adada iş imkân­
ları son derecede kısıtlı olan Türkler daha çok Türkiye ve İngiltere’ ­
ye yöneliyor ve Avusturalya da 1971
den itibaren çekici bir göçmen ülke­
si oluyordu. Başpiskopos böylece u­
zun vadeli
bir politika uygulamayı
öngörerek, azınlık
haklarını
1960
dan çok daha kısıntıln bir şekilde
tespit ederek yeni bir Anayasa’yı An­
kara'ya kabul ettirm ek amacını gü­
düyordu. Bundan sonra sıra Enosis'e
gelecek, o da M akarios'un Kıbrıs’ta
kendisi için istiyeceği yetkiler çer­
çevesinde olacaktı. Ancak adadaki
EOKA’cıiar onun kadar sabırlı ola­
madıklarından,
1973 de Kıbrıs'taki
Rum toplumu kendi aralarında bir iç
savaşa
sürüklenmiş
bulunuyordu.
EOKA’cılar Yunanistam'n da deste­
ği ile M akarios’u 15 Temmuz 1974
de devirirken belki Kıbrıs için Enosis hülyalarını da devirdiklerinin fa r­
kında değillerdi, tıpkı 15 Mayıs 1919
da İzmir'e çıkan dedelerinin kendile­
rini nasıl bir akibetin beklediğini b il­
medikleri gibi. 9
Birinci kısmın sonu
VEFAT
Kıymetli edip ve araştırmacı
NİHAT SAMİ B A N A K L I’ yı
13 Ağustos 1974 günü kaybetmiş bulunuyoruz. Ailesine, yakınlarına, Türk
sanat âlemine ve Türk milliyetçilerine
başsağlığı
merhuma
Tanrı’dan
rahmet dileriz.
TÖRE
41
ONLAR
BU DİLDEN
ANLAR
4
Onlar,
«Lütfen!» den
anlamaz.
«Ulan!» dan anlar.
On'ar, çiçekten anlamaz,
diken­
den anlar... güvercinden, kelebekten
değii; doğandan, kartaldan anlar.
Ve onlar, kanaddan anlamaz, ga­
gadan anlar, pençeden anlar.
Onların kitap mantıkından
değil
Afyon, Kocatepe, Dumlupınar mantıkından anladığını biz, kırk yıl ön­
ce biliyorduk., fakat, unutmuşuz. Bu
bilgiyi tazelemek için
harcadığımız
aylar, onlara, bile bile vakit kazan­
dırmamız gibi oldu.
Onlar, şarkıdan anlamaz; tü rkü ­
den, ağıttan anlamaz, belki marştan
anlar.
Onlar, yaydan anlamaz; oktan an­
lar.
Aylarca dil döküp durduk., onlar,
dilden anlamaz, elden anlar.
Anlaşmak için el uzattık., bunu el
açmak sandılar., düşünmedik ki, to ­
katla yumrukla beslenmeye alışmış
olanlar, el işaretinden değil; to k a t­
tan, yum ruktan anlar.
ONLAR
Onlar, soğukkanlılıktan anlamaz...
öfkeden anlar.
Onlar, aydınlıktan anlamaz., ateş­
ten anlar..
Onlar,
ipekten,
kâğıttan değil,
demirden, çelikten,
kurşundan an­
lar.
_
Onlar
yazışmadan,
çizişmeden,
buluşmadan, görüşmeden anlamaz,,
döğüşmeden anlar..
II
* *
II
Yanlarında Kıbrıs konusu açıldığı
zaman, suç kendilerindeymiş
gibi,
asker dostlardan kiminin yüzü ö f­
keden, kiminin yüzü utançtan kıza­
rıyordu.. karacısı da, havacısı da,
denizcisi de pek iyi biliyordu ki Kıb­
rıs'ta meydanı boş bulanlar, uçurt­
madan, balondan anlamaz.,
roket­
ten anlar..
II
*
*
II
Onaltı yılın acısını altı günde çı­
kardığımız doğrudur., onaltı yıli teb­
rik etmem; altı günü tebrik ederim.
Onlar, önsözden anlamaz.,
sonsözden anlar. ®
43
Kıbrıs
Harekâtının
Mânâsı
Kıbrıs harekâtımız yalnız eno­
sis hayallerini değil, standart
aydınımızın kafasmdaki bir
yığın yanlış düşünceyi de
gömmüştür. Bu bakımdan ha­
rekâtın, belki sağladığı mad­
dî kazançlardan daha çok
ideolojik faydası da olmuştur.
Doç. Dr. Necmettin
HACIEM İNO Ğ LU
44
M illetlerin hayatında öyle başarı­
lar vardır ki, onun mânevî değeri ve
mânâsı, sağladığı maddi
kazancın
çok üstündedir. Hattâ büyük maddi
zararlara sebep olduğu halde, ma­
nevî bakımdan baha biçilmez
de­
ğerler taşır.
Gene öyle yenilgiler
vardır ki, maddi kayıp olarak hiç bir
şey ifade etmez ama, mânevî yön­
den m illeti yıkar, çökertir. Mânâya
değer veren şerefli insanların
ha­
yatlarında görüldüğü gibi...
İşte Kıbrıs harekâtı da Türk M il­
leti için mânevî değeri maddi
ka­
zancını çok aşan bir başarıdır. Ger­
çi bir yandan oradaki yüz yirmi bin
T ürk’ün hayatit, bir yandan'da, ada­
nın, Türkiye’nin güvenliği
bakımın­
dan sahip olduğu hususiyetler asla
küçümsenemeyecek derecede önem­
lidir. Fakat bu harekâtın sağladığı
«mânevi gelir» her şeyin üstünde­
dir. Eğer, bir çoklarının sandığı gibi,
gaye yalnız adadaki Türklerin ha­
yatını kurtarm ak olsaydı, bunu baş­
ka türlü halletmek de
mümkündü.
Onları, şimdiye kadar yapıldığı üz­
re, topluca ana vatana göç e ttirir­
diniz. Diğer yandan, Kıbrıs'a sadece
bütün Türkiye’nin askeri güvenliğini
ilgilendirdiği için değer vermiş
o l­
saydık, feza çağı silahlarının ülkeler
değil, kıt'alar - arası mesafeleri bile
ortadan kaldırdığını düşünerek, me­
seleyi hafife alırdık. Bu sebepledir
ki, Türk devletinin, belki de yavru
vatanda
yaşayan
soydaşlarımızın
sayısından fazla Mehmetçiği fedâ
etmeyi göze alarak giriştiği harakâtın mânâsı çok büyük ve bambaş­
kadır. Bu tavır
tam
TÜRK’çedir.
T ürk’ün tarihi geleneğine, milli karekterine, yaratılış felsefesine
ve
cihangirlik ülküsüne göredir. Değil
KIBRIS HAREKÂTININ
yenilmek ve gerilemeğe,
yerinde
saymağa bile tahammül
edemiyen
taşkın coşkun ve cesur ruhunun tabiî
icabıdır. Onun içindir ki, bizce Kıbrıs
yalçın kayalıklardan ibaret bomboş
bir ada dahi olsaydı, Türk
milleti
Yunanistan'a «peki» demezdi. De­
memelidir. Başkaları için s a d ic e bir
askerî üs değeri taşıyan Kıbrıs, bi­
zim bakımımızdan millî bir şeref dâ­
vasıdır. Bir kere harekât önemli bir
imtihandır. Kendi
kendimizle
he­
saplaşmadır. Dost ve düşmanı tanı­
mamıza imkân veren bir tecrübedir.
Aldığımız mesafeyi gösteren bir ö l­
çüdür. İşte, konuyu ancak bu anla­
yışla ele alırsak, doğru ve iyi de­
ğerlendirebiliriz.
Şimdi
harekâtın
muhasebesini yapaliım.
Askeri bakımdan :
Harekâtın muhakkak ki en şerefli
yanı kazandığımız askeri
zaferdir.
Böyle bir zafer dostlarımızı alışılmış
olandan daha fazla
sevindirirken,
düşmanlarımızı da kıskançlıkla kıvrandırmış ve dehşete düşürmüştür.
Doğrusunu
söylemek
gerekirse,
herkes üzerinde beklenmeyen
bir
sürpriz şaşkınlığı yaratm ıştır.
A n­
laşılıyor ki hiç kimse silahlı kuvvet­
lerimizden bu ölçüde
bir başarı
ümit etmiyormuş. Gerekçeleride şu­
dur :
1— Türk ordusu elli yıldan
beri
savaş görmemişti. Bu,
tarihim izin
savaşsız geçen en uzun aralığıydı.
Bunca durgunluktan sonra ordumuz
acaba rahata alışarak
uyuşmamış
mıydı?
2— Türk ordusu,
C um huriyetin
kuruluşundan beri, savaşçı değil ba­
rışçı. bir felsefeyle
yetiştiriliyordu.
Hücum için değil, savunmak için ha­
zırlanıyordu. Eğitiminin hedefi buna
göre tayin edilmişti. Tamamiyle yan­
lış yorumlanan «Yurtta sulh cihan­
da sulh» sözü, git gide, «kimseye bir
karış toprak vermeyiz, kimseden de
bir karış toprak istemeyiz» şeklinde
form ulleşm işti. Sonra, eskilerin «bir
lokma bir hırka» tekerlemesi ile ifa­
de ettiği bu «derviş felsefesi,» devlet
adamları tarafından ordumuza
da
benimsetilmek istenmişti. Böyle bir
hava içinde yetişen silahlı kuvvetle­
rin savaş kabiliyetini yitirm esi nor­
mal değil miya'i?
3— Son elli yıl içinde gerek sa­
vaş tekniği, gerekse silah ve malze­
me geniş ölçüde ilerlemiş, değişmiş
ve artmıştı. Bu şartlar altında artık
yüreklerdeki cesaret ve kalblerdeki
iman ikinci, üçüncü plana düşüyor­
46
du. Kimse, «zafer süngünün ucun­
dadır» ilkesine güvenmemeliydi. Hal
böyle olunca, yarım
asır
önceki
şartlara göre büyük basanlar gös­
teren Türk askeri, bakalım
bugün
de aynı seviyeyi tu ttu ra b ilir miydi?
Yoksa «tüfek icad oidu mertlik bo­
zuldu» sözünün ifade ettiği mazere­
ti tekrarlam ak zorunda mı kalacak­
tı?
4— Türk ordusu, son on beş yıl­
da dört defa siyasete
karışmıştır.
Bir orduyu en fazla yıpratan ve onun
savaş gücünü zayıflatan şey de buaur. O yüzden zaman ve enerjisinin
yarısını bir kısım âciz ve hâin p o liti­
kacıların meydana sürdüğü iç düş­
manları temizlemek için harcanmış­
tır. Ayrıca da, gene dört defa ken­
di bünyesinde
küçümsenemiyecek
«operasyonlar» yapmıştır. Böylece,
hem maddi manevi bakımlardan yıp­
ranıp zayıf düşmüş olmalıdır.
5— Türk ordusu - kendisine uzun
müddet yetecek modern silah ve sa­
vaş malzemesine
sahip
değildir.
Onun için tek başına bir savaşa g i­
remez girse de kazanamaz.
İşte ilk bakışta herkesi inandıra­
bilecek kadar kuvvetli ve isabetli gö­
rülen bu tahminler, Kıbrıs harekâ­
tının başarılması ile tamamen iflas
etm iştir. Türk askeri bilinen bütün
tarihi hasletlerini muhafaza etm ek­
tedir. Çağın bütün imkân ve şa rtla ­
rına derhal intibak etm iştir. O gene
dünyanın en güçlü en savaşçı as­
keridir. Şairin :
«Fıtrat değişir sanma, bu kan y i­
ne o kandır»
hükmü tam bir hakikatin ifadesidir.
HACIEMİN OĞLU
Her türlü menfi çabalara
rağmen
Türk'ün milii bünyesi henüz sarsıl­
mamıştır.
Siyasi bakımdan :
1.
Kıbrıs harekâtı isbat etm iştir
ki Türkiye’de siyasi ikdidar m evkiin­
de bulunanlar, kendi felsefeleri ne
olursa olsun, Türk m illetinin ve o r­
dusunun milli davalar karşısında ta ­
kındığı kararlı, tavıra uymak zorun­
dadırlar. Üç beş zavallı politikacı ile
beş on kozmopolit aydının menfi te l­
kinleri, Türk devletinin varlığını il­
gilendiren meselelerde hiç bir mânâ
taşımıyor. Tarihi devlet anlıyışımız,
bir altın damarı gibi, bütün organ­
larda devam ediyor. Aldatılmış olan­
lar kısa zamanda uyanıyor.
2. Bu harekât, ümit edilir ki bizim
batı dünyasına gözü kapalı hayran
ve teslim olan budala aydınlarımızla
saf siyaset adamlarımızın da gözle­
rini açıp kendilerine gelmelerini sağ­
lamıştır. Herkes bir kere daha gör­
müş ve inanmıştır ki, Türk'ün T ürk’­
ten başka dostu yoktur. Batının ne
kadar maymunu
olursak,
onların
önünde ne kadar diz çöker, boyun
eğer, el oğuşturursak ve takla a ta r­
sak, gözlerinde kıymetimiz o derece
düşmektedir. Bu metodlarla H ıristi­
yan dünyasını bize ısındırmanız ve
onlara şirin görünmemiz mümkün
değildir. Onun için mutlaka
milli
kültürümüze ve benliğimize dönme­
liyiz. Türklük ve tarih şuuru içinde
bulunarak, kendimizi herkese kabul
ettirm eliyiz. Dünyadaki yerimizi ve
ağırlığımızı yeni baştan tayin etm e­
liyiz.
KIBRIS HAREKÂTININ
3.
M illetlerarası
meselelerde
hakkınızı alabilmeniz için «hukuken
haklı» olmanız
yetmez.
Haklılığın
yanında, kuvvetli, kararlı, atak
ve
şahsiyetli olmak da lâzımdır. Kuvve­
tin ölçüsü nüfusun çokluğu, ordu­
nun savaşçılığı, ağır sanayi ile harb
sanayiinin milli oluşudur.
Kararlı,
atak ve şahsiyetli olabilm ek için de
m illet fertlerinin uzak milli hedeflere
ulaşmak ülküsü ile yetiştirilm esi ge­
rekir. Eğer biz yarım asır boyunca
bu anlayışı benimsemiş
olsaydık,
Kıbrıs dâvâsı şimdiye kadar çoktan
halledilip, sıra batı Trakya,
oniki
ada ve Kerkük’e gelmişti.
4.
Türkiye’de herkesin «tehlikeli
fikir» saydığı Turancılık ülküsü, de­
mek ki, ne boş bir hayal, ne de bü­
yük bir tehlike imiş. Devlet
niyet
ederse, yahut mecbur kalırsa, vak­
tiyle elimizden zorla koparılmış va­
tan parçalarını yeniden kazanabiliyormuş. Üstelik, böyle bir hareket
bütün m illetçe tam bir gönül birliği
halinde tasvip ediliyormuş.
5. Güçlü ve kararlı bir milli haraket karşısında «süper devletlerin»
de, «dünya kamu oyu»nun da tesiri
mutlaft değil, sınırlıdır. Kimse başka­
sı için tehlikeyi göze almaz ve fe ­
dakarlığa katlanamaz. Bundan do­
layı ilerdeki milli meselelerimizi de
aynı metotla halletmemiz gerekm ek­
tedir. Ayrıca, hem milli menfaatimiz,
hem tarihin yüklendiği vazife, hem
de dünya
muvazenesini sağlamak
bakımından Orta Doğu ve İslâm âle­
minde görülen «lider
boşluğunu»
doldurmağa mecbur olduğumuz da
anlaşılmıştır.
©
47
a*
m■
■■
ULKUGU
ŞAİR
ABDURRAHİM
KARAKOÇ
•
■
'
Ahm et C E BEC İ
Abdurrahim Karakoç, son on yıl içinde haik şiiri dalında bir yıldız gibi
parlayan ve ünü bütün Anadolu'yu saran ülkücü bir halk şairidir. Şairin
bilhassa taşlama alanında gösterdiği başarı herkesçe kabui edilmekte
ve Türkiye'nin yaşayan en güçlü mizah şairi olarak bilinm ektedir. Halk
şiiri tarzında yazanlar; söz çalan halk âşıkları ve söz söyleyen
halk
şairleri olarak ikiye ayrılırsa, Karakoç ikinci gruptan, yani saz çalmayıp, yalnız sözle şiir yaratan halk şairlerindendir. Türkçeyi bilmedikleri
halde, dilci kesilen bazı paralı devşirmeler, her ikisine de, hatta bütün
şairlere «ozan» diyerek düzen bozanlık ederler. Her ne kadar saz şair­
48
CEBECİ
leri bu tarihi terim i biraz karştlıyorsa da, «saz şairi» veya, «âşık» bütün
Türk dünyasında kullanıldığı halde, ozan demek yanlış olur. Kaldı
ki,
mahut çevrelerin ozan dedikleri ve radyodan takdim ettikleri
kurumcu ş iir özentileri bir çocuk şiiri kadar değeri oimayan ve hiç bir mana
taşımayan karalamaları ile ozan değil, tam manasıyie bozandırlar.
Abdurrahim Karakoç, halk şairleri bak»mmdan çok verimli bir ilimiz
olan M araş’ın Elbistan kazasının Celâ (Ekinözü) köyünde 1932 yılında
dünyaya gelm iştir. Babası Ümmet Karakoç ve Balcıfakı namı ile meşhur
dedesi Mehmet Karakoç da birer haik şairiydiler. Şairin dedesi 1935’te,
babası da 1972'de vefat etm işlerdir, faka t söyledikleri şiirler Ceiâ yaş­
lıları tarafından halâ söylenmektedir. Her ikisi de din hocalığı yaparak
talebe yetiştirm işlerdir.
Şairin büyük kardeşi (beş kardeştirler) Bahattin Karakoç da ülke­
mizin sayılı şairlerindendir, faka t halk şiiri tarzında yazmaz. Halen Ma-'
raş’ta sağlık memuru olarak bulunur. Çeşitli gazete ve dergilerde şiirle ­
ri neşredilm ektedir. Küçük kardeşlerin üçü de memleketin çeşitli böl­
gelerinde vazifelidir. Köyde tek kalan Abdurrahim Karakoçtur.
Şairimizin ilk öğrenimini köyünde yapmış, bundan sonra da başka
okula gitme imkânı olmamıştır. Köyde marangozluk öğrenmiş ve 1958
yılına kadar bu işle iştigal etmiş. 1958’de Celâ’da belediye
kurulunca
marangozluğu bıraktırılıp belediyeye muhasebeci olarak alınmıştır. O
gün bu gün bu vazifededir.
Ş iir yazma hevesi daha
ilkokul saflarında belirir ve kısa şiirlerle
arkadaşlarım hicvetmekle işe başlar. İlkokuldan sonra marangozluğu
ve daha sonra askerliği esnasında da şiir yazmaya devam eder. Ağa­
beyi Bahattin Karakoç’un bu arada çeşitli gazete ve dergilerde şiirle ­
rini neşretmesi, şairim izin şiir yazma hevesini daha da arttırır. Bu arada
bir çok halk şairlerinin ve halk âşıklarının şiirlerini okur. Bilhassa Yu­
KARAKOÇ
49
nus Emre ve Dadaloğlunu çok sever faka t taşlamada herhangi bir şairin
tesiri altında kalmamış ve yazdığı hicvî şiirler şairin tesirsiz bir ilhamı­
dır.
Halk şairi Ahm et Çitak'ın Elbistanda basılan «Engizek» gazetesinde
çıkan ve Elbistan’ın kışını kötüleyen şiirine cevap olarak yazdığı taşla­
ma, Abdurrahim Karakoç’un ilk neşredilen şiiridir. Aynı gazetede basıl­
mıştır. A skerlikten dönünce şiirlerini çeşitli gazete ve dergilerde
ya­
yınlamaya başlar. 1965 yılında ilk şiir kitabı olan «Hasan’a Mektuplar»
İzmir'de Fedaî Yayınları arasında çıkar. Kitap kısa zamanda tükenir ve
bir yıl sonra da 2. baskısı yapılır. 1967’de Osman Y. Serdengeçti şairin
ikinci şiir kitabı olan «Haberier Bülteni»ni «Hasan’a Mektuplar»la birleş­
tirerek neşreder. 1960 da İstanbul’da Maya yayınları arasında «El Ku­
lakta» adlı şiir kitabı basılır. Fakat kısa zamanda o da tükenir. 1973’te
Istanbulda’daki Fetih Yayınevi şairin şiirlerini «Bütün Şiirleri» adı altında
toplayarak neşreder. Bir yıl içinde bu kitap da tükenir. Halen Ötüken
Yayınevi ikinci baskısını yapmak üzere almıştır. Şairin son şiirleri de
Devlet gazetesi tarafından yayınlanmakta ve yakında kitap
halinde
Töre - Devlet Yayınları arasında çıkacağı bildirilm ektedir.
Abdurrahim Karakoç, fa kir bir aileye mensup olmakla, köyünde de
mütevazi bir hayat sürmektedir. O'nun topraksız bir köylü ve istidatlı
bir halk şâiri oiduğunu gören sol akım, kendisinden yararlanm ak yol­
larını arar, fakat bütün çabaları boşa çıkar Dinî şiirlerindeki samimi ve
veciz gücü gören din sahtekârı politikacılar da şairi saflarına alıp
istism ar etm ek için bir çok teşebbüslerde bulunurlar, fakat onlar da
hüsrana uğrar. Abdurrahim Karakoç m illî ülküye gönül vermiş, ülkücü
bir halk şairi olarak, m illiyetçi hareketin imanlı, cesur ve tavizsiz bir
neferidir. İli olan Maraş bölgesinde ve bütün yurt sathında millî ülkü­
nün gelişmesi için yılmadan, yorulmadan mücadele etmektedir.
A bdurrahim ’in şiirleri Anadolu halkının bağrından kopan
samimi
hislerini ve onun ince mizah zekâsını dile getirm ektedir. Mizahî ş iir­
deki başarısı diğer konularda da göze çarpmaktadır. Bunlar arasında
hamasî şiirle r ve güzellemeler önemli yer tutar.
«Anadolu’da Bahar» ş iirin d e :
İlkbaharı geldi Anadolu’nun
Silifke’de çiçek açtı nar şimdi
Her tarafı yeşillendi Bolu’nun
Suitandağı benek benek kar şimdi,
Diye başlayarak memleketimizin güzelliklerini tasvir eder.
«Anadolu Sevgisi» şiirinde :
50
CEBECİ
Sen bizim dağları bilmezsin gülüm
Hele boz dumanlar çekilsin de gör
Her yaftası bayram, her günü düğün
Hele yaylalara çıkılsın da gör.
Diyerek Anadolu’nun bir çok köylerinde devam eden eski Türk yarı gö­
çebe hayatını ve bu hayatı sürdüren dürüst ve çalışkan Anadolu Türk
köylüsünün samimiyetini, sağlam karakterini ve eşsiz geleneklerini iç­
ten gelen bir sevgi ile dile getirm ektedir.
«Gide gide» şiirinde şair vatanına olan sevgisini şöyle anlatır :
Maraş’a, Muğla’ya, Kırklareli’ne
Yiğit Köroğlu'nun Çamlıbel’ine
Kars’ın yaylasına, Van’ın gölüne
Ağrı'nın karına âşıksın gönül.
Yiğitin sözünden dönmeyenine
Ateşin yıllarca sönmeyenine
Silâhın omuzdan inmeyenine
Atın gökkırına âşıksın gönül.
Şair Karakoç, Türk m illiyetçiliğinin ana davalarından biri olan Türk
birliği konusunu da şiirlerinde ustalıkla dile getirir. «Adak» şiirinde bu
konu şöyle anlatılır :
Albayraktır ana yurdun gelini
Bu canı Türklüğe adadım anne
Oniki yaşında ettim yemini
Bu canı Türklüğe adadım anne.
Kafkaslarda kavga başlar kan olur
Ötüken dağları toz duman olur
Erinde geçinde koç kurban olur
Bu canı Türklüğe adadım anne.
«Üşüyenler» şiiri ile şair, tutsak kardeşleri için çarpan kalbinden
gelen duygularını dile g e tirir :
Bilir misin kardeş Türk illerinde
Havada yıldızlar, dağda kar üşür
Tutsak soydaşların türkülerinde
Dört mevsim ötede bir bahar üşür.
,,
Ezanlar buz tutmuş minarelerde
Yaylalar dermiş ki : töremiz nerde?
KARAKOÇ
51
Yolların hasretle bittiği yerde
Her dağ yamacında bir mezar üşür.
Karakoç’un şiirlerinde engin Türk tarihi de sık sık şahlanır. İşte
«Vur Emri» şiirinden bir kıta :
Bir haber dolaşır semada pul pul
Kılınçlar bilensin akın var Çin’e
Yiğitler at sürer düşman içine
Tarihe hükmeden bir ses duyulur :
— Vur! TÜRKLÜK aşkına vu r!
Dinî konular da şairimizin şiirlerinde sık sık yer aiır. «Hak yoi İs­
lâm yazacağız» şiirinde şöyle der :
Kör dünyanın göbeğine
Hak yol İslâm yazacağız
Kuşların gözbebeğine
Hak yol İslâm yazacağız
«İlân» şiirinde ise iman gücünü şöyle ilân eder •
Ne diyorsa İslâm dini
Uyacağız suç olsa da
Gerçeği örten kefeni
Soyacağız suç oisa da.
Çiçeklenir sevda serde
Cihad düğün olur merde
Nur-u Kur’an’ı her yerde
Yayacağız suç olsa da.
Dinsizlik ve laiklik yobazlarına karşı yazdığı «Dua» şiirinde bu mu­
zır ve akıl fukarası zavallılar için şöyle dua eder :
Özlesin geçmişi baksın geriye
İslâm çoğaldıkça dönsün deliye
Ektiğim tohumlar nic'oldu diye
Sorsun da kahrolsun, öldürme yâ Rab!
Din düşmanı sözde bilim adamları ile de şöyle alay eder :
Dövmek için su doldurur havana
Kaşındıkça tekme sallar tavana
Anırırsa altüst oiur Havana
Keyfe gelse küle yatar Kübalı.
52
CEBECİ
Peygamberi Kastro, Tanrısı Lenin
Düşmanıdır sapık, en doğru dinin
Hele bir deneyin, beşbini verin
Anasını bile satar Kübalı...
Şairin «Vasiyet» şiirinde de iman ve adalet konuları ele alınmaktadır
İmzasız askerin, korkak paşanın
Bir boyuna bir de enine tükür
Kaçarken vurulup yere düşenin
Bir leşine bir de kanına tükür.
Bırak hesabını ölüm - kalımın
İnanmışa zulmü ne ki zalimin
Mânâyı reddeden sözde âlimin
Bir ilmine, bir de fenine tükür...
Karakoç'un aşk konusunda kaleme aldığı şiirler de pek içli ve li­
riktir. «Mihriban» şiirinden bir örnek :
Sarı saçlarına deli gönlümü
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme ölümü
Görmeyince sezilmiyor Mihriban.
Boşa bağlanmamış bülbül, gülüne
Kar koysan köz olur aşkın külüne
Şaştım kara bahtım tahammülüne
Taşa çalsam ezilmiyor Mihriban.
Türk köyünün ve Türk cemiyetinin İçtimaî yaraları Abdurrahim Karakoç’un şiirlerinde en veciz bir şekilde dile gelir.
«Anadolu Gezisi»
şiirinde şairin Anadolumuza m usallat olan Batı hayranlığı ve Batı kül­
tü r emperyalizminin getirdiği kötülüklerden duyduğu üzüntüyü okuyoruz:
Şehvet kokuyordu Ege’nin bereketli ovaları
Körpe bedenler soyuluyordu ahlâktan
Tedirgin etmişlerdi bizim havaları
Yadırgı sesler geliyordu plâktan.
Çatalkaya dağında kartallar dönüyordu.
Bir nesil yaşıyor, bîr tarih ölüyordu.
KARAKOÇ
53
«Ne denmez ki» şiirinde de şair, Anadolu köyünün halini anlatır :
Çalışırım günüm, haftam, ayım yok
Dayanacak bir etkili dayım yok
Dağım çıplak, tarlam kıraç, suyum yok
Ekin bitmez, keklik ötmez ne deyim.
«Anadolu Dedi ki» şiirinde Anadolu toprağı adına yurdun
sahibi olanlam uyanmaya çağırm aktadır:
gerçek
Anadolu Türktür, Türkündür elbet
Yağsın ozanlardan nur demet demet
Minareler kalem, gökyüzü senet
Uyan bağrı yanık kâtibim uyan.
Sene binyetmişbir, bir Cuma günü
Sevmişim, bağrıma basmışım seni
Dev - piçler düşmana satmadan beni
Uyan alınyazım, nasibim uyan.
Rüşvetçi dalkavukları da «Hepsi bizim kesemizden» şiirinde şöyle
tasvir eder :
Müdür, Bakana yağ yakar
Tel parası kesemizden
Teri bile şıpır kokar
Gül parası kesemizden.
Kahvaltısı kaymakla bal
Sepet sepet muz, portakal
Viski içer, yüzü al al
Yal parası kesemizden.
Anadolu köylüsünün başlıca dertlerinden biri efe doktor bulma ve
doktora verecek tedavi parasıdır. Şair, «Vatandaş Türküsü» başlığı a l­
tında kaleme aldığı şiirlerden birinde bu konuyu şöyle dile getirm ek­
tedir :
Tohdur Beğ
Avrat yeğin sayrı, benim karnı aç
Keyf için gelmedik bura tohdur beğ.
Fukara harcından yaz da bir ilâç
Olsun derdimize çare tohdur beğ.
54
CEBECİ
Yedi baş horanta yıkık hânede
Tüm kazancım bini geçmez senede
Yüz pangunot helâl olsun gene de
Ben nereyim, beşyüz nere tohdur beğ?
Mahkemelerde dâvaların sürüp gitmesi, bürokrasinin sonu gelme­
yen form aliteleri, Anadolu köylüsünü hayatından bezdiren bir d erttir
Şair bu hastalığı Anadolu köylüsünün ağzından hem üzüntü, hem de
ince b ir istihza ile dile getirm ektedir :
Hâkim Beğ
Gene tehir etme üç ay öteye
Bu dâvâ dedemden kaldı hâkim beğ,
Otuz yıl da babam düştü ardına
Siz sağ olun, o da öldü hâkim beğ.
Kırk yıl önce; yani babam ölünce
Kadılıklar hâkimliğe dönünce
Mirasçılar tarla takım bölünce
İrezillik beni buldu hâkim beğ.
Seçim zamanı parlak nutuklarla köylüyü kandırıp oylarını topla­
yan ve sonra da diğer seçime kadar bir daha uğramayan politika
bezirganlarına da şair köylümüzün ağzından şöyle sesleniyor :
Mebus Beğ
Vallahi sıtkımı sıyırdım senden
Tiksintimi naz beileme mebus beğ,
Yoksulluktan yanan kara bağrımı
Isınacak koz belleme mebus beğ.,
Mosturan meydanda sağol, çok yaşa!
Benim tütüne zam, senin maaşa
Bulgur bulamazken çorbaya, aşa
On kuruşu az belleme mebus beğ.
Karakoç'un şiirleri arasında en büyük yeri tutan ve en başarılı
olan şiirler taşlam alardır. Bilhassa halk şiirinde hiciv üstadı mertebesi
ne yükselen şair, halk deyimlerini, atasözlerini ve diğer edebiyat in­
cilerini maharetle kullanmaktadır.
«Boykot da bir işgal de» diyerek memleketteki sol ajanlarını anar­
şi çıkarmaları için tahrik eden politikacılara şöyle taş atar :
KARAKOÇ
55
İşgal de bir
Azatlanır murdar malın yaşlısı
İbiş gitti Dingiş geldi peh peh peh
Sola çıkar cümle yolun taşlısı
Bir çüş gitti, bir çüş geldi deh deh deh...
«Mektup» şiirinde on yıllık iktidarına rağmen bir türlü TRT'yi Türk
m illetinin emrine âmâde kıiamayan AP iktidarının beceriksizliğini şöy­
le ortaya koyar :
Bir geldi, pir geldi çağa Süleyman
Kaç çift çorap ördü sağa Süleyman
Bıraksın gayrisin ağa Süleyman
Terete’yi Türk etti mi yaz hele.
Hasan’a M ektuplar adlı şiir kitabında şair, asker Hasan’a babası
adına yazdığı mektuplarla Türkiye’nin gerçeklerini anlatm aktadır :
Hasan'a Mektup (13)
Asalet babasız çocuk doğurdu
Nazlı Hürriyet'i haydutlar vurdu
Viraneye döndü Türkhan’ın yurdu
Köyün tadı - tuzu kaçtı be Haşan.
Yine Hasan'a M ektuplar adiı şiirlerinden birinde, Batı kültür em ­
peryalizminin Türk köyüne getirdiği bozukluğu şöyle hicveder :
Çavuşların yumruk gözlü Tahir’i
Kahve yaptı kırk senelik ahırı
Erkek Fatma dişi çürük Mahir’i
Güpegündüz aldı kaçtı duydun mu?
Ala kardır Binboğa'nın yücesi
Asker oldu Halime’nin kocası,
Sazlıköy’ün ilerici hocası
Minarede şarap içti duydun mu?
Batılılaşmayı Batı'nın ahlâksızlığına moda diye uyma şeklinde an­
layanlarla şöyle alay eder :
Teşekkürü yaptık mersi
Çıplak göbek ilim dersi
Yönümüz tekniğin tersi
Güler misin, ağlar mısın?
56
CEBECİ
Rus emperyalizminin emrine uyarak dilim izi «arılaştırma», ya­
ni sadeleştirme adı altında kimsenin anlayamayacağı bir kılığa sokan
sahte dilcilere «Ohaa!» şiirinde şöyle hesap sorar :
Mecburiyet «zorun», mesele «sorun»
Dedenin dilinden anlamaz torun
Bölünsün mü yani dün ile yarın
Tarihlere karşı gelen boynuzlu?
«Kahramanlar Geçiyor» şiirinde sahte
kahramanların
ve
millet
düşmanlarının m arifetlerini (!) anlatan şair :
Şo
Ev
Şo
Şo
en önde giden ihtiyar var ya
yıkar, can yakar, zaten kahraman,
sonradan dönme, şo palikarya
da savaş sonu biten kahraman.
Sonlar viski içip sarhoş gezenler
Sonlar üç kopik'e fıkra yazanlar
Sonlar akşam sabah miting düzenler
Ve sonlar da göbek atan kahraman.
Diyerek İstiklâl Savaşında cepheden kaçanların ve milletin başına zu­
lüm olanların yürüyüşlerde en önde bulunduğunu ve kahraman kesil­
diklerini iğneleyici bir üslûpla ortaya serer. Viski içip Rus parasına kar­
şılık sosyalizm adına fıkra ve «yapıt» yazanları da halk söyleyişi ile
taşlar.
Ülkücü şair Abdurrahim Karakoç’un gücünü halk zekâsından ve
Türk halkının engin folklorundan alan şiirleri, yalnız üniversite genç­
liği arasında değil, lise ve ortaokullarda, işçi, memur ve köylülerimiz
arasında da yayılmakta ve sevilmektedir.
Karakoç’un şiirleri yalnız
köylünün değil, Türk m illetinin bozulmayı reddeden ve töresine bağlı
kalan şehirli, köylü ve aydın bütün zümrelerinin, kısacası Türk gibi dü­
şünen her m illet ferdinin düşüncesine tercüm an olmaktadır.
Abdurrahim Karakoç, üç çocuk babası olup, en büyük çocuğu olan
M ihriban 7, Türkislâm 5, Enderhan da 3 yaşındadırlar.
Memleket gerçeklerini memleketimizin bir çok yüksek tah sillile rin ­
den, hattâ bir çok ilim adamlarından çok daha üstün bir halk dehası
ve anlayışı ile görüp teşhis edebilen ünlü halk şairim ize büyük ülkü­
müzün mücadele ve sanat yollarında başarılar diler, tebriklerim izi su­
narız.
@
KARAKOÇ
57
V E BELK İ
Bakarsın lodosa çevirir rüzgâr
Dalgalar saçlarında getirir seni
Açar umut kıyılarında
Yıldızların en güzeli
Bir yağmur başlar delicesine yeşil
ünutuşun hoyrat bahçelerinde
Döner eski çağına hâtıralar
Mevsimler değişir içimde
Mavi havuzlarda yaz bulutları
İlık bir iklime uzayan yollar
Acımsı akşamlarda incecik bir el
Ve hüzün körfezinde sonsuz bir bahar
Eski şarkılarla ısınır
Dallarda kuşlar çıplak
Ve belki yeniden dökülür
Mutluluğun çeşmesinden inanmak
İlhan Geçer
58
HASTANIN UYKUSU
Uyku ne güzel şey, ne kadar tath !
Bir de rüyalar güzel olsa...
Dört nal sürüp atını «O atlı»
Bulutlarda kaybolmasa...
Karanlıklar saldırması küme küme;
Kitaplıklar devrilmese böyle ü s tü m e !
Yatağımın çevresinde
Açılıvermese uçurumlar...
Kurt kuş uyurken yuvada inde,
Ben de sessiz, gürültüsüz uyuyabilsem, ne var?...
Bir de...
Uyanmak olmasa !
Halide Nusrefc Zoriutuna
4 Haziran 1974
S ayın Halide Nusret Zorlutuna’nın
geçen sayımızda yayımlanan
«Görünür»
şiirinde takdim beytinin ikinci m ısraı «Bu da bir böyle aruzdur işte...»; ilk kıta­
nın üçüncü m ısraı ise «Sırlar açılır da perde perde;» olacakken ilkindeki «aruz­
dur», «arzudur»; İkincideki «Sırlar» ise «sıralar» olarak yanlış çıkmıştır. Düzeltir,
şairden ve okuyucularımızdan özür dileriz.
59
Fakirin Bayramoğlu Nam Mahalde
Vakf û Ârâm İttiğüdür (I)
13 Temmuz günü TÖRE’nin İstanbul’da bulunan yazarları ve idarecileri dergimizin
üçüncü yılını Bayramoğlu’nda, Basın İlân Kurumu Tatil Köyü’nde kutladılar. Sey­
yahı Fakir bu toplantıyı kendi diliyle ve gözüyle okuyucularımıza anlatıyor. Anlat­
tıklarında az abartma var ise suç tamamen Evliya Çelebi’nindir.
Seyyahı Fakir E V LİY A Ç E L E B İ
Bu, Bayramoğlu nâm mahal,
İslâmbol'un bir konak şarkında, MIRMIRAĞA deryası kenarında, sadâbâd mislü bir mahaldür. İslâmbol'un
keyf ehii kimesneleri cümle buraya
gelürler. Hattâ Engürü diyârından
dahi gelenler vardur. Meğer Engürü'de mukim, Medrese-i Şark-ui
Avsat (2) ulemâsından İSKENDER
YETİMÎ ile zevcesi, uaebâdan
(1)
(2)
60
Durup dinlenme.
B urada, Ortadoğu Teknik Ü niver­
sitesi.
ÂMİNE HATUN evvelce ol yere gelüp, İslâmbo! ulemâsını davet eyle­
mişler. Fakir bunu haber alıcak
hemân mezkûr ulemâ ile temâsa
geçtim.
Nihayet HARAM İSKELESİ'nde
cem olduk. İslâmbo! Medresesi'nden
NECMEDDİN HACI EMİNZADE,
MUSTAFA KAFA ALİ OĞLU, Söke'ii
MUHAMMED İRİÖZ ü EROL GÜNGÖRMÜŞZÂDE vü haremleri gelmiş
idiler. Bunların cümlesi ashâb-ı
TÖRE'dendür. Hemen bir MİNNİBÜS
EVLÎYA ÇELEBÎ
kiraladuk kim, ÖTEBAS tesmiye o lu­
nan vâsıtanın yavrusudur. Bir saatte
kârip bir yolculuktan sonra Bayramoğlu'na vasıl olduk. Kenâr’ı
râhta (3) SİTTE-İ BASIN deyû
bir tah rir göricek, aman
ka­
rındaşlar, biz buraya baskına geldük de bize niçün dimezsiz. Bu
hakîr silâhlarını almamıştur, imdi ne
ile cenk iderüz deyû feryada başladukta, ayıttılar kim, «Evliyâ, bassın,
cerîdecilik dimektür. Bunun baskın
iie bir alâkas; yoktur. Sitte dahî
kûy ü oba gibi küçük iskân yirlerine dirîer. Yâni cerîdecilerin köyü­
dür.» Fehmeyledüm ki altı adet
hânelerden mürekkeb yerler oldu­
ğu içün buralara sitte dirler. M ih­
mandarlarımız Âmine Hatun ile
zevci İskender Yetimî bizi istikbal
idüp, kûye götürdüler. Cennet bah­
çesi gibi bir yer olduğun şundan
fehmeyledüm ki, bir hayli elma a­
ğaçları olup, anlardan yemek mem­
nudur.
Daha oturup üç - beş kelâm dahi
itmemiş idük kim, yoldaşlardan
Sökeli Muhammed İriöz, «Aman
deryaya girelüm» deyû soyunmaya
başladı. Biz dahi ana tâbi oluben
soyunduk. Lâk'^ diğer karındaşları­
mızı bir türlü ruzı idemedük. Necmeddin Hacıemlnzâde
ile Erol
Güngörmüşzâde Asyâî vasıflarının
derya ile imtizaç eylemedüğünü,
boğulmaktan havf ittüklerini,
Mus­
tafa Kafa Ali Oğlu yoldaşımız ise,
gaayetle iri cüsseli bir zât oldu­
ğunu, deryâyı taşurup kûy-ü suya
(3)
Yol kenarı.
BAYRAMOĞLU NAM
gark itmekten endişe duyduğunu
beyânla suya girmeyüp, sâye-i eşcarda muhabbete karar virdüler.
Biz, Muhammed İriöz yoldaşımız­
la köyün BÎİLÂC kısmına azîmet
eyledük. Oraya vâsıl oldukta g ör­
dük kim bir alay avret ü er kişi
cemaat cemaat kumlar üzerinde
Bîiiâc safâsı yaparlar. Fakir avret­
leri yarı üryân göricek hayli teeddüp
eyleyüp, didelerimi kapatup deryâya
ilerledim. Ol esnâda bir kelp ürümesi işitüp didelerimi açtukta, kedi
cesâmetinde bir kelp'in bize doğru
hücûm eyledüğünü gördüm. Bu kelp
müstesnâ bir kelp olup, bizim çomarlara hiç benzemez. Sûretindeki
ifâde dahi, yaşı yetmişbeşe bâliğ
olmuş yahudi hahamlarının ifâdesi
gibidür. Lâkin ,serv-i hırâmâ.n (4)
bir duhter bu kelpin zincirini elinde
tuttuğundan üstüme ziyâde geleme­
di. Bu işe cânım hayli sıkılup, M u­
hammet İriöz yoldaşıma dönüp,
birâderüm bu kelp nice kelptür kim,
cismine bakmadan bize ürür? Kanden alm ıştur bu cesâreti deyû şevkâ eyledüm. Bu kelpin cesaretinin
daha sonra fehmeyledüm. Meğer
bunda bir kaç adet yahudi zengin­
leri dahi var imiş. Anlara güvene­
rek bu cesâreti göstermiş.
Bir müddet sonra deryâya girdük.
Lâkin bu Muhammet İriöz yoldaşı­
mın şenâverliğine (5) ve dilâverliğine hayret eyledim. Deryadaki mâhîler (8) bile anın gibi yüzemez.
Şenâverlikte de ilminden geri kal(4)
(5)
(6)
Servi salınışlı.'
Yüzücülük.
Balık.
61
maz bir âdemdür (Allah selâmet
virsün). Berâber deryaya açıldukta,
baktım ki ânın duracağı yoktur, ey
yoldaşım haydi geri dönelim, fakir
yüzmeyi Kızılırmak’ta ta'lim eylem iştür daha ziyâde gidemez deyû
bir teklifte bulundum. Ol dahi şöyle
cevap verdi : «Karındaşım, son ey­
yamda Yunan keferesi işi azıtmıştur, hele Yunan cezirelerine varup
anlara bir gözdağı vireyim.» Biz
ânın yarenlik ittüğünü zannederek
geri döndük. Bir müddet sonra dîdeden nihan oldu. Biz ânı intizar
(7), iderken, İskender Yetimî karındasımız yanıma gelüp, «Muhammet
İriöz hâcemiz
kandedür? (8)»
deyû sual ittükte, ahvâli kendüye
nakleyledüm. Anınla dahi bir m iktar
deryâda yüzdük. Bu yoldaşımız u­
zağı göremedüğü içün gözlükle
isti'm âl iderdi. Lâkin aeryâdan
çıktukta, «Aman Çelebi, ben etrafı­
mı iyi göremiyorum; tiz gözlüğümü
bulalım.» dedi. Biz, haydi beraber
arayalım deyince, «Benim bulmam
içün, gözlüğümü takmam gerek»
deyû cevâp virdi. Kendüye ziyâde
hak virüp ben aramaya başladım.
Hayli m üşkilât ile gözlüğü bulup,
kendüyü rahata kavuşturdum. Bâ’ dehû Muhammet İriöz yoldaşımızı
intizara başladuk. Meğer bizim ile
yârenlik itmemiş. Bir müddet sonra
koltuğunda iki adet kâfir kafası ile
çıktı geldi. Böyle, TOZKOPARAN
İSKENDER sîretli bir kimesne olup,
hayretlere garkeyledi.
(7)
(8)
62
Beklemek.
Nerede.
Bundan sonra kûyün aşhânesinde
bir sofra kuruldu kim, hân-ı yağ­
ma didükleri bu olsa gerek. Bu
sofrada daha nice ehl-i ceridiyyun
var idi. İskender Yetimî vü Âmine
Hatun’uri m isâfirperverliğine aşkol­
sun. Andaki gülâmlara (9) muhkem
tem bîhatta
bulunmuş olacaklar
kim, her ne istesem hemân getürü*-lerdi. Biz bundan taam iderken a r­
kamızda ba’zı kimesnelerin KURUMÎ lisânı ile mükâleme ittüklerini
is ti’ma eyledük. Meğer, DE-RE-DE
kabîlesi reisi Samuel Kepekçi ile
ashabı dahi anda taam idermişler.
Bizim bunda olduğumuzu işiterek
zannedüp, «Varıp ânın sakalların
yolayım.» deyû tefekkür idermiş.
Lâkin, bastuğu yeri titreten bir civân olduğumu göricek, taamdan
sonra dîdeden nihân oldu.
Bu yerin hevâsı vü suyu ol mer­
tebe hoştur kim, âdeme yevmiye
altı öğün taam yidürür. Nitekim bi­
raz sohbetten sonra bir sofra dahi
kurdurup, peynir, domates ekleyledük. Ba'dehû İskender Yetimî yo l­
daşımız hepimizi cem idüp, FETVÂGRAF nâm bir âlet ile tasvirle ri­
mizi çıkardı. Encâmı İslâmbol'a rücû vakti gelüp, yarân ile vedâlaştuk. Amine Hatun’un ânesi HÂLİDE
NUSRET ninemizin dahi destin bûs
eyledik. Kendüsü şuarâdan olup,
hayli yaşlı, nûr yüzlü bir hâtundur.
Minnîbüs’ümüze süvâr olup, İs­
lâmbol'a döndük. Hak tealâ TÖRE
ashâbının gönlünü dâim böyle hoş
eyleye. Âmîn..
#
(9)
E rkek köle.
EVLİYA ÇELEBİ
Yunan Gözüyle Kıbrıs.
Türk gözüyle Kıbrıs
Ey
T ü rk!
Üstte
Gök
Çökmedikçe
Altta
Yer
Delinm edikçe
Senin
îlini
ve
Töreni
Kim
Bozabilir ?
Ağustos - Eyiüi -19 7 4
Sayı : 3 9 - 4 0
F iy a tı: 5 Lira
Yeni Işık Matbaası
ANKARA
/
Download