m ı OvufiM^ A KALIK 1957 Sahibi : Fikret BÜYÜKAĞAOĞLU Yazı işlerini fiilen idare eden Mesul Müdür : Ziya DEMİREL Umumî Neşriyat Müdürü : Melih V A S S A F Neşriyat Müşaviri : Mümtaz Zeki TAŞK IN G. Sekreter Galip ON AT Teknik Sekreterler : Erdoğan B O ZK A YA Erol KARSLI İdare Müdürü : Şahin TEKGÜNDÜZ Ressam : Hüseyin MUMCU Fotoğrafla^ : Ş a r k A j a n s ı Unlfrance Film Osman HARCAN İdare yeri : Rüzgârlı Sokak Doğuş Matbaası üstü kat ; 3 Şark Ajansı - Ankara Haberleşme adresi : P. K. 615 - 323 - Ankara Abone Şartlan : Yıllık : 600 kuruştur. 6 aylık : 300 » Dış memleketler için fiatı iki mislidir. Telefon : 53980 İlân Şartlan : İç ve dış kapaklar Tam sahife : 300 Lira Yarım sahife : 200 » Dörttebir sahife: 100 Liradır İlânlarda pazarlık yapılmaz. B R YILDÖNÜMÜ Tam on yıl önce . . . 27 Aralık 1957 ............. Türk Tiyatrosu’nun temel taşlarından birini teşkil edecek olan bir müessesenin, Küçük Tiyatro’nun Ankara’lı sanat severlere perdesi­ ni açacağı müjdeleniyordu... Bu aydınlık do­ lu haber dilden dile, kulaktan kulağa dolaşı­ yor, gazete, dergi sütunlarını dolduruyordu. Ankaralı sa­ nat severler sevinç içindeydiler. Çünkü belli belirsiz za­ manlarda temsiller veren Devlet Konservatuvan Tatbikat Sahnesi’nin yanında, devamlı temsiller verecek bir sahne daha perdesini açıyordu. . . 27 Aralık 1957 akşamı saat 20,30 da, heyecanla, ümitle ve merakla dolu bir salon, insanların karanlığı delercesine ileriye bakan gözleri karşısında kadife perde ağır ağır açıl­ dı. Salona, istikbal vadeden, «İlerisi aydınlıktır» diye hay­ kıran sahne ışıkları doluşuverdi. O gece, Ahmet Kutsi TECER’in «Köşe Başı» piyesi Devlet Tiyatrosu sanatkârları tarafından başariyle temsil edildi. Bunu daha başkaları takibetti. Perdesini « Köşe Başı» ile açan Küçük Tiyatro, o yıl sekiz piyes, üç opera ve üç çocuk piyesine sahne oldu. Onu daha başarılı ve daha verimli dokuz yıl takip etti. Gene bir gün bir opera binasının açılışında ayni ümit­ li, heyecanlı ve meraklı bakışlar, başka bir kadife perde­ nin açılışı ile aydınlandılar. Gene yıllar geçti... Köhneleş­ meye yüz tutmuş bir sahnenin perdeleri ayni uğurlu eller tarafından açıldı ve salonu dolduran aynı çeşit seyircile­ rin gönüllerini aydınlattı. Üçüncü Tiyatro açılmıştı. . . Açılışlar birbirini takip ediyordu. Bir gün Oda Tiyatrosu’­ nun minik perdelerini açılırken gördük. Aradan çok geç­ medi. Açılışlar taşraya da sirayet etti. Ayni uğurlu eller, bir gün Bursa’da Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nu, bir gün Adana’da Belediye Şehir Tiyatrosu’nu ve gene bir gün İz­ mir’de İzmir Tiyatrosunu açtı. Artık Türk Tiyatrosunun meseleleri hallolunma yolundadır. Ve bu yolun ilerisinde­ ki aydınlık gelecek gönüllere ferahlık saçmaktadır. Bugün Küçük Tiyatro on yaşını doldurmuş bir çocu­ ğun, zeki ve haşarı bir çocuğun bitmek tükenmek bilme­ yen saf ve temiz enerjisiyle faaliyetine devam ediyor, ve edecektir de... Ona ve diğer bütün sanat sahnelerimize ba­ şarılı ve uzun ömürler dileriz... O. D. Klişeler Desen Klişe Atölyelerinde yapılmıştır. Gönderilen yazılar basılsın basılmasın geri verilmez. Güzel İstanbul Matbaası’nda dizilip basılmıştır. Basıldığı Tarih : 28/12/1957 Kapak Resmimiz Y ildin in ÖNAL «F oto : Osman D ARCAN » SÎNEMA ve T İY A T R O KULÜBÜ Okuyucularımız arasında açmış olduğumuz anket neticelen­ miş ve 1956 -1957 yılının en lyl kadın sanatkân (YAĞM URCU ve M İSAFİR piyeslerindeki başansı dolayısiyle) Yıldız A K Ç A N , Y ı­ lın en iyi erkek sanatkân (TA H T A ÇA N A K L A R Piyesindeki ba­ şarısı He) Yüdınm Ö N AL seçilmişlerdir. Sanatkârlarımızı okuyucularımız adına candan tebrik eder, bütün sanatkâr arkadaşlarımıza yeni sezonda başarılar dileriz. O. D. A R AL IK 1957 1 OTUN DÜNYASI Aydmlanmızla Konuşuyoruz 1 — Tiyatromuzun son yıllarda terakki ettiğini kabul ediyor musunuz? 2 — Tiyatrolarım ızda oynanan eserleri beğeniyor musunuz? 3 — H angi tarz eserleri daha çok oynamalı? 4 — Amatör tiyatroların faydasına inanıyor musunuz? 5 — Tiyatroda en önemli şahıs kim dir? M ü ellif rejisör, oyun­ cu ilâh 6 — M ü e llif rejisör, sanatkârlarımız hakkında genel düşünce­ leriniz? Beğendiklerinizi hiç beğenmedikleriniz? Cevap I — Tiyatromuzun son yıllarda gelişmiş olduğu bir gerçek­ tir. önce, Muhsin Ertuğrul’un olağan­ üstü gayretile yeni yeni tiyatrolar kurulmuştur. Bugün Ankara .da dört tane tiyatromuz var diyebilmek es­ ki yıllan düşünürsek az şey değildir. Bunlann yanında bölge tiyatrolan da kurulmağa başlanmıştır. Bur­ sa, İzmir, Adana ve Konya’daki ça­ lışmalar son yıllann tiyatro alanın­ daki .büyük kazançlandır. Gene bunlar kadar önemli olan ve bu hareketlere, bu yeniden kuru­ luşlara cesaret veren, halkın tiyat­ roya alışması, yavaş yavaş anlamıya başlamasıdır. Başka bir deyimle, bu son yıllarda tiyatro seyircisi ye­ tişmeğe başlamıştır. Sayısı az kusuru çok da olsa, ye­ ni telif eserlerin sahnelerimizde gö­ rülmeğe başlanması da düşünülürse, tiyatro konusunda bir hayli gelişme kaydetmiş olduğumuz kendiliğinden ortaya, çıkar. Bakın unutuyordum, Amatör tiyatroların kurulmıya baş­ lanmasını da Önemle belirtmeliyim. Amatör tiyatrolar, gerek sanat, ge­ rek seyirci yetiştirmede çok önem­ lidirler. Cevap Ef Bu soruya ne yazıkki evet diyemiyeceğim. Şu İmkânla­ rımızla, bir yığın masraflar ve böylesine iyiniyetli, beğenmeğe hazır seyircinin karşısına öyle eserler çı­ karıyoruz ki, hayıflanmamak elden gelmiyor. Hem bu türlü eserler her yıl repertuvarda çoğunluğu teşkil 2 ediyorlar. Arada bir çok güzel oyun­ lar da seyrediyoruz. Meselâ Hatıra Defteri, Yağmurcu, Ramak Kaldı Sami Ç E L E N K v.s. gibi. Ama bunlar doyumluk de­ ğil tadımlık oluyor. Cevap m — En çok bu günün ti­ yatrosunu temsil eden modem eser­ ler oynanmalıdır. Bu, günün insanı­ na perdelerini açan tiyatrolar için ilk ve en tabiî vazifedir. Ancak, biz­ de de tiyatro yazarı yetişmesini sağ­ lamak, hevesli olanları teşvik etmek için dozunu kaçırmadan yerli eserler de oynanmalıdır ve unutmamalıdır ki, tiyatro yazan yetiştirmek için, teşvik olsun diye yerli eser oyna­ mak kadar, tiyatro yapısı sağlam modern tercüme eserler oynamak da gereklidir. Eksiksiz örnekleri gör­ meden, tiyatro tekniğinin bugün nerelere vardığını bilmeden, genç bir hevesli, kendisi gibi acemilerin eser­ leri arasında nasıl yetişebilir? Aslolarak günümüzün kuvvetli eserlerini oynuyacak olan tiyatrola­ rımız, telif eserlerin yanında gar­ bın klâsiklerine de yer ayırmalıdır. Klâsiklerin içinde yoğrulmuş garp dünyası bile onlardan yoksun kala­ mazken, bu âleme yeni girmeğe ça­ lışan biz nasıl uzak kalabiliriz ? Bu üç türlü esere yer verebilmek için de sahnelerimizin yetişip yetişmiyeceği düşünülebilir. Ankara ve îstanbuldaki tiyatro adedi (repertuvar iyi tanzim edilebilirse) bu işe yetebilir. Bölge tiyatroları da kendi imkânlarına göre ayarlanmalıdırlar. Sahnelerimizin sayılı olması, yuka­ rıda açıkladığımız gibi üç türlü eser oynamak zorunda bulunmamız, bizi eser seçerken çok daha titiz dav­ ranmağa sevketmelidir. Herhangi bir sahneyi bir hafta için bile, lü­ zumsuz, bize bir şey vermiyecek bir eserle işgal etmemeliyiz. Cevap IV — Amatör tiyatrolar evvelâ, iyi veya kötü, bozuk düzen de olsa bir tiyatro faaliyeti olduğu için, kendi çevresinde tiyatro sözünü ettirdiği, dedikodusunu yaptırmağa olsun sebep olduğu için, hülâsa ti­ yatro denen sanatın varlığını duyur­ duğu için tiyatroya faydalıdır. Bun­ dan başka amatör tiyatrolar körpe istidatların belirmesine hattâ geliş­ mesine yardım ettikleri için, kendi çaplarında seyirci yetiştirdikleri için de tiyatroya faydalıdırlar. Cevap V — Bu üç kişiden yazarla aktör yaratıcıdır. Rejisörün yaptığı interprétation ve coordination’dur denebilir. Böyle olunca önemli kişi­ yi yazarla aktör arasında seçmek gerekiyor. Tiyatronun metinle baş­ ladığını, onsuz hiç bir şey yapılamıyacağmı, aktörü harekete ve yarat­ mağa sevkedenin metin olduğunu düşünürsek şüphesiz en önemli kişi yazardır. Hattâ tiyatro eserinden aktörsüz olarak sadece okunarak da zevk alınabilir’ Ama böyle derken, müstesna yaradılışını, çabasının güç­ lüğünü, o harikulâde, o tanrılara ya­ raşır yaratıcılığını düşündüğüm ve özel bir yakınlık duyduğum aktörü de kolay kolay bir yana bırakamı­ yorum. Cevap V I — Açıkçasını söylemek lâzımsa, tiyatro yazarlarımızdan be­ ğendiğim yok. Ümit verici olanlar var ama, onlarda bir hayli zaman ister. Bu soruda rahat rahat ve zevkle cevapl andırabileceğim aktörlerimizdir. Onların içinde gerçekten kıy­ metlileri çoktur. Aktör kadromuzla bugün övünebiliriz. Sadece örnek vermiş olmak için, Yıldız Akçan, Cüneyt Gökçer, Salih Canar, Şa­ hap Akalın, Ahmet Evİntanı sayabi­ lirim. Şu anda aklıma gelmiyen da­ ha bir çok isimlerde vardır. 1957 ARALIK OTUN DÜNYASI • • • • ••• Set « « « TİYATRO’dan FANTEZİLER « « « Ifmıosu uek o k iik HAŞİD ski günlerin «Direklerarası», daha dün denecek kadar ya­ kın tarih, onbeş yirmi yıl ön­ ceki «Şehzadebaşı», Halk Tiyatro­ larımızın doğup büyüdüğü ve galiba öldüğü renkli semttir. Kapıların önündeki rengâ renk afişler, baştan savma, pek basit, hatta acemice ya­ pılmış, fakat bir orijinal sanatkârın gözüne çarptığında, primitif halk san’atı, diye dillere destan olabilecek resimler.. Onların hemen önünde bir caz davulu ve ortalığı çatır çatır yırtan sesile, hatta Bayezit’den du­ yulabilecek kadar tiz perdeden çalan mızıka. Bu, görülecek manzaranın bilhassa akşam üzerleri tadına do­ yum olmazdı. Bir ucu V efa’dan A k ­ saray’a, bir ucu Fatih’ten Bayezid’e kadar uzanan bu, Tiyatroya davet curcunası Şehzadelilerin kulakların­ dan eksilmezdi. E Turan Tiyatrosunun betön merdi­ venlerinden taşan bu, kendine hâs, halk tiyatromuzun bu sirklere mah­ sus davet usulü, akşam büyük ko­ mik Naşid’in güzel bir komedisile, düetto, kanto ve soloları ilân ederdi. Turan Tiyatrosunun üst katmda oturan Naşid’i görm ek isteyenler, hiç bir merasime tâbi olmadan, hat­ ta binaya girm eğe müsaade bile al­ mağa lüzum görmeden yukarı kata çıkarlar ve Naşid’in kapısını çalar­ larsa, büyük halk sanatkârını hemen oracıkta yakalayabilirlerdi. Turan Tiyatrosu, zaman zaman tamir görmesine rağmen, bir harabiyet manzarası içindeydi. Locaları ve rahatsız koltuklan ile Tiyatro sa­ lonu her çeşit meşakkat ve hoyratlı­ ğa katlanabilecek sağlamlık ve ba­ sitlikte yapılmıştı. Gardropçu A gopyan’m elbiseleride bu bina içindeydi. Tâ Kadıköy’­ den tutun da, Edim ekapı’ya Mecidi­ ye köyünden ARALIK 1907 Sultanahmete kadar Agopyan’m gardrobundan faydalan­ mayan yoktu. Mektep müsamerelerinde, okul veya klüp eğlencelerin­ de lâzım olan en klâsik kılıktan, zey­ bek elbisesine kadar, akla ne kadar kıyafet gelirse, Agopyan’m gardro­ bundan temin edilirdi. Yalnız bu gar- H Mümtaz Z ^i TAŞKIN drobun bir hususiyeti vardı; elbise­ ler tasnif edilmiş değildi. Odanın or­ tasına yığılmış duran elbise dağın­ dan, lâzım olan kılıkları bulmak, ceketin altına pantalon uydurmak, veya efe küığma fes seçmek, tama­ men müşteriye aitti. Agopyan, elbi­ selerini toplamak için bizzat uğra­ şırdı. Adım sanını bilmediği, yüzü-‘ nü ilk defa gördüğü müşterilerine emniyet eder, bütün gardrobunu sa­ kınmadan açardı. Elbise kiralan ise, adamına göre alınırdı. Tanıdığı bi­ riyse kira, bilâhare alınabilirdi. Hat­ ta acıyarak, gedikli müşterilerinden bazen para almadığı da olurdu. Bu gardroptan bazen büyük Tiyatro te­ şekkülleri de faydalanırdı. Yalnız bir komple küık vücude getirmek, iş sahibine düşerdi. Döküm halinde­ ki elbise dağının başında yılmamak ve muhakkak bulunabileceğine ka­ naat getirmek lâzımdı. Her kılığın parçalan, muhakkak vardı ve aran­ dığı takdirde bulunurdu. Pek bulu­ namayacak olursa, yahut kiraya ve­ rilen elbiselerden eksik olarak gel­ mişse, Agopyan, o kılığın stiline uy­ durur, bir şeyler bulur, denkleştirirdi. Naşid’in meşhur komedilerindeki meşhur adı «Fıstık» idi. Evin efendi­ si, yani «peder» rolündeki kranta ak­ tör, dışanya bir kaç defa : — Fıstıkk!.. Fıstıkkk!. diye ba­ ğırırdı. Bunu bir kaç kere tekrarla­ dığı halde görünürlerde olmayan Naşid, birden sahneye fırlar, alkış tu­ fanına, sağ -elini göbeğine koyarak, yanm eğilmek suretiyle selâm verir, sonra gözlerini salonun ön sıraların­ da, daha evvel muteber zevata da­ ğıtılan localarda gezdirerek iltifat ederdi. Efendisinin : — Neredeydin ulan? sualine, Fıs­ tık isminden kinaye olarak hemen : — Kapalıçarşı’daki mahallebicinin aşuresinin üstünde, diye cevap verirdi. O gün salonda takılabileceği kimler varsa, teker teker «ti» ye alınırdı. Sahnede zikri cemilleri ge­ çen şahıslar, Naşid’in esprilerine ko­ nu olmaktan büyük bir zevk duya­ rak göbeklerini hop hop hoplatırlardı. Oyun devam ede dursun, seyirci sıralan arasında gazoz, kurabiye, leblebi ve çekirdek satışı hararetle devam eder, fındık ceviz gibi kabuk­ lu yemişler, salondaysa avuçta, loeakapılannın arasına sıkıştmlarak ça­ tır çatır kırılırdı. Bahriye kantosu oynayan, Agop­ yan gardrobu mamul âtı, bahriye el­ biseli kartoloz kantocu, pörsümüş et­ lerini titrete titrete zıplar, durur, so­ lo şarkı söyleyen ve üeride Safiye gibi parlamağı ümit eden bir mah­ cup taze, alkışlanmadan ıslıklanır, mamafih yanık «Yeşil başlı ördek» türküsünde biraz alâka görürdü. Şehir Tiyatrosunun operetlere başlaması üzerine Turan Tiyatrosu da gayrete geldi ve şarkılı piyesler temsil etmeğe başladı. «Şeyhin kızı» revü operetinde yeni tuluatçı primadonnalan, jön prömiyeleri görmeğe başladık. Naşid’in müstehcen sayılabilecek derecede açık saçık esprileri de var­ dır ki, erbabı bu nüktelere bayılır ve salonu : — Yaşşşa Naşid !„ avazeleri çınlatırdı. Naşid, oğlu Selim’i okutarak her halde Tiyatrocudan başka bir şey yapmak emelindeydi. Bu sebeple ço­ cuğunu o civardaki hususi okullar­ dan birine vermiş ve Selim’in Naşid’in oğlu olduğu okulda duyulduğu za­ man hususi bir sempati ile karşılan­ mıştı. B ir de Adile isminde kızı var­ dı. Şimdi her ikisi de Muammer Karacada çalışıyorlar. sil nu ğa ru dı Oyunlar sona erip o günkü tem­ bitince, halk arkasmı dönüp salo­ terk ederken, mımkacılarda aya­ kalkarak ve borularını halka doğ­ uzatarak keskin bir hava çalar­ ki, bunun m an ası: — Aldık paranızı... demektir. 3 OYUN DÜNYASI Üçüncü Perdedeki Ölüm harlie Castle bir insanın arzu edeceği hey şeye sahipti : Şöhret, para, kadınlar ara­ sında muvaffakiyet. C Charlie Castle meşhur bir ak­ tördü. Bütün dünyayı dolaşmış ve her yerde seyircilerinin taktirini toplamıştı. Fakat bir gün Charlie Castle intihara teşebbüs etti. Zira o artık bir insan değil adeta makinadan farksızdı, öyle ki bir menacerin ihtirasları, bir kaç rejisörün arzulan ve bir alay prodüktörün plânlarıyla işleyen bir , makina. Charlie Castle ölmüş ve böylece oyun sona ermişti. Seyirciler dona kalmış ve içlerinden derin bir nef­ retle ürpererek »evlerine gitmişlerdi. Amerikalı yazar Clifford Odet’nin meşhur bir sahne sanatkânnm şöhrete yükselişi ve hayatının sona erişini canlandıran «Büyük Bıçak» adlı trajik komedisi Broadway*da büyük bir zafer elde etmişti. Bu, yazann muaffakiyeti yanında Char­ lie Castle’i oynayan sanatkârın, A merikalı aktör John Garfield’in za­ feriydi. John Garfield ölüm sahnesini o derece tabii oynuyordu ki Broadway’in daima en iyi kalite oyun sey­ retmeğe alışmış seyircisi bile bu ta­ biilik karşısmda dehşetle yerinden sıçrıyordu, ve John Garfield oyunu­ nu o derece yaşıyordu ki kendisini her defasında sahne işçileri kulisten dışarıya taşımak mecburiyetinde ka­ lıyorlardı. Fakat sanatkâr odasmda daima tam zamanında kendine geli­ yor ve halkm alkış tufanına sahneye gelerek mukabele edebiliyordu. Bu böylece o meş'um geceye ka­ dar devam etti. Evet o gece John Garfield bilhassa tesirli bir oyunu müteakib her zamanki gibi yere yıkıldığı zaman hemen kendine gele­ memişti. Tiyatronun doktorunu ça­ ğırdılar ve John Garfield’in menaceri doktorun kısa bir muayeneyi muteakkip başını kaldırdığı zaman gördüğü kireç gibi bembeyaz olmuş, yüzünü hayatında hiç bir zaman unutamıyacaktı. Doktor «ölmüş» diye fısıldadı, «evet gerçekten ölmüş». John Garfield ölmüştü, Üçüncü 4 perdede kendi kendisinin gırtlağını kesmişti. Doktorun yaşatabilmek için sarfettiği bütün gayretler boşunaydı. Artık her şey faydasız. Charlie Castle - John Garfield ölmüştü. Bir kaç dakika sonra Garfield’in menaceri dehşet içinde sahneye gel­ di. Sapsan kesilmiş çehresi alkış­ lan ve birkaç sabırsızlanan seyir­ cinin ıslıklarını susturdu. Ve o za­ man menacer acı hakikati seyirci­ lere bildirdi. Halk da menacer gibi dona kalmıştı. John Garfield bir insanın arzu edeceği her şeye sahipti : Şöhret pa­ ra, kadınlar arasında muvaffakiyet. John Garfield meşhur bir aktör­ dü. Bütün dünyayı dolaşmış ve her yerde seyircilerinin takdirini top­ lamıştı. Fakat bir gün John Garfield intihara teşebbüs etti. Zira o artık bir insan değil adeta makinadan farksızdı, öyle ki bir menacerin ih­ tirasları, bir kaç rejisörün arzuları ve bir alay prodüktörün plânlariyle işleyen bir makina. John Garfield ölmüş ve böylece oyun sona ermişti. Seyirciler dona kalmış ve içlerinden derin bir nef­ retle ürpererek evlerine gitmişlerdi. Yazan : Ingeborg GLUPP Çeviren : Ayten ŞENER (Batı Almanya Sanat Temsilcimiz) r ^JtXcosiniLatin f rr,a r s ğ - e t i ı b i ğ i Bir kannca getiriverdi yazı Sonra karpuz kabuğu düştü suya Kestane çiçekleri çıldırasıya sevdalı Uzandılar maviye Bir eski şarkı ve ateş böcekleri Hatıralarla ürperen deniz Uzak günlerin ardında Aydınlık bir beniz Bir bulut kenarından Gülümseyiverdi yüzün Gördüm içime aktığım Bir yeşil yıldızın Ümit yüklü rüzgârda Ellerinin serinliği Mevsimlerle gelişin Ne iyi Gözlerince ışıklı yıldızlar Gülen kuş mutlu zamanlar içinde Boyattın limon çiçeğim Temmuz bahçelerinde. İlhan GEÇER J 1957 ARALIK OYUN DÜNYASI Ü N İF R A N C E F İL M : FRANSIZ STÜDYOLARINDA PE R D E D E İL K A D IM L A R : Fransa’nın 24 yaşındaki genç re­ jisörü Louis Malle, Jeanne Moreau, M aurice Ronet ve Georges P ojolyile Y ori Bertin'in beraber oynadıkla n «A scen seu r Pour L ’E chafaud» yu m eydana getirdi. Y in e bir piyes yazm ış bulunan, François Leterrler’in yardım cı direk­ törü ve Bresson’un Un Condamne a M ort s’est E chape» filminin yara­ tıcısı R oger Nhnİer bu suretle ilk film ini yapm akla sanat hayatının diğer bir yönünü de tam am lam ış . ol­ du. Bütün bu ilk adım lar mükemmel bir birliğe kavuşm akla film ciliğin pürüzsüz olarak ilerlemesine yardım ediyorlar. Bu arada müptedi direktörlerin eserlerinin havasını bozan nahoş olaylara da rastlam ak daima m üm ­ kündür. «Cham ps Elysees» de sinema m akinalan bir telefon hücresinin dışı­ na konulmuştu. Hücreye, telefon et­ mek için girm iş bulunan aktörler­ den Jean M oreau’yu tesbit etmek için bütün film ciler faaliyetteydi. Tam o sırada seyre gelmiş m erak­ lılar arasından kısa boylu çelimsiz birisi çok kızgın şekilde bağırarak telefon hücresindeki şahsın norm al­ den (6 dakika) fa zla kaldığını ve derhal hücreyi terketm esini söylü­ yor. R ejisörün işareti üzerine aktör telefon hücresini terk ediyor ve adam kemali ciddiyetle telefonunu ederek, kızarm ış bir yüzle dışarı çıkıyor. F ilm yapıcılara m uarız olan bu tip insanlardan kurtulm ak için ya ­ pılacak en münasip iş m ünakaşa et­ meden neticeyi beklem ektir. A ksi halde zam an kaybolur, yersiz müna­ kaşalara sebebiyet verilebilir. T E R E Z E T ÎE N N E PE R D E D E : f François Arnold, Jam es R obert­ son - Justice ve Pierre V âneck, «H e W ho M ust D ie» deki tem silleriyle Londra’da çok beğenilmişlerdi. Isviçrenin küçük bir köyünde zengin bir çiftçiyle evlenip, sonradan üvey o ğ ­ luna aşık olmuş, onunla birleşm ek için kocasını zehirlemiş, dalavereci bir köylü kızının hikâyesi olan T er 6z Etîönne’i bu d e fa d a perdede o y ­ nadılar. A R A L IK l « W ■H John Knittel’in romanından mül­ hem olarak çevrilen film in m evzuunun mühim bir kısmının geçtiği saha, büyük bir köydü. Onun için artistler arasındaki tem as ve anlaş­ m ayı temin etmek zor oluyordu. Zi­ ra köyde telefon yoktu. Köyün pa­ pazı buna bir çare buldu. Önce kili- «Teréz, Etiénne» François Arnoul ve diğer oyuncular bir dinlenme anında se çanını çalarak artistleri çağırtma­ ya başladı. Çamn kilise m üdavimle­ ri arasında karışıklığa sebebiyet vermesi sonunda bu usulden vaz geçti. Onun yerine kilise direğine beyaz bir bayrak çekm eyi uygun buldu. Gene film in bir sahnesinde Jam es Robertson - Justice’in bir bo­ ğ a y ı öldürmesi icap ediyordu. Onun için köyden kiraladıkları bir boğ a­ y a uyutucu ilâç içirm ek lâzım geldi. F akat dört dakikalık bir sahne için boğanın sahibiyle tam dört gün mü­ nakaşa ettiler. Sonunda sahibi razı edildi fa k a t bu defa da boğa ilâca karşı tam bir m uafiyet kazandı. Sahne için ölm ek istemiyordu. So­ nunda başka bir boğ a kullanmak zorunda kaldılar. COM EDIE F ÎL M Î : FRANÇAISE*™ BÎR U zun senelerden beri meşhur Fransız Millî T iyatrosu Comédie Française, klaşjk dramın en mü­ kem m el örneklerini taktim ederek beynelminel şöhreti elinde tutm uş­ tur. B u tiyatroda bir çok ünlü ak tör ve aktristleri, memleketlerinin bü­ yük dram atistleri Racine v e M oliére*in kalem lerinden çıkm ış büyük dram, kom edi ve trajedilerde görün­ düler. Şimdi*yeni ve büyük bir tec­ rübeye girişilm ektedir. Senede bir veya iki defaya mahsus olmak üze­ re en iyi komedi repertuvarı seçile­ cek. Eastm ancolor sistemi ile piyes­ ler doğru olarak ve hiç değiştiril­ meden film e alınacak. Piyeslerde h iç bir suretle kırpm a ve dialoglarda kesinti olmayacaktır. M ADEM OİSELLE MORGAN'in YÜZÜNÜN D E Ğ İŞ M E S İ: Michele M organ, yeni filmi olan «L a N uit et L a Jour» da tanınmıyacak şekilde, daha ziyade çirkin bir kadın* olarak gösterilecektir. Yüzün­ de kendisine çirkin bir kadın görü­ nüşü verecek değişiklikler yapüacaktır. Onun rolü, kocasının muha­ lefetine kızarak kendisini güzel g ös­ term ek için estetik am eliyatı olm ak­ tır. Böylelikle film nihayete erme­ den seyirciler, M ichele Morgan*ı tekrar kendi güzelliğine bürünmüş olarak göreceklerdir. Film çok hayati bir problem e işaret ediyor : Kadın, kocasının mü­ saadesi olmadan yüzünü v e hatta şahsiyetini değiştirebilir m i?.. K IS A H A B E R L E R : İlk defa «Oeil P our O eil» film in­ de görülen Fransız artisti Pascale Audret «The Diary O f A nne Frank» daki sahne başarısından sonra ken­ disine çeşitli roller verildi. Çok ya­ kında ise «L ’ Eau Y le» de görülecek­ tir. Chiristlane Jacque*in yakm da ya­ p acağı «D am e Catherine» de M arti­ ne Carol, Rusların genç Katertna’sını oynayacak, E vvelce K orda versi­ yonunda aynı rol, Elizabeth B ergner tarafından oynanmıştı. Bir Fransız İngiliz müşterek prodüksi­ yonu olan film , Katerina’nm genç­ liği ile ilgilidir ve onun taç giym e töreni ile biter... Edurige Ferdilere, D amelle Darrieux, R obert L a Moureux, Michele M organ, M ichele Simon, Micheline Presle, Gerard Philipe, Jean Ma ra is, B ritgitte Bardot, D arry Carol ve di­ ğer büyük artistler, Sacha Guitry’nin hazırlamakta iken öldüğü film de gö­ rülecekler. Guirty, onlan filminin eşhası olarak seçmişti. V e rejisör Clement Duhour bu bütün listedeki eşhası, film i dahi Guirty’ye layık kı­ labilm ek için her şeye rağmen top­ lamıştır. «M oncleur Vin çent» ve «L e Missioraire» film leri ile tanınan rejisör M aurice Cloche, dini ilhamlarla çev­ rilmiş olan film ler listesinde yer ala­ cak yeni bir film P ietro Ferrari’nin bir hikâyesine dayanmaktadır. 5 OYUN DÜNYASI cüda gelişinde fikren rolti olduğuna kat’iyetle kaniyim. Beyaz perdemizde inkilâp yapan film : 0 Günden Sonra «O Günden Sonra» isimli yerli filmin önce fotoğraflarını görmüş­ tüm. Bu benim için bir ümit ışığının belirmesine sebebiyet vermişti. Filmin fotoğraflarında kulanılan ışık şekli, gölgelerle elde edilen si­ yah beyaz lekeler modem fotoğraf anlayışı içinde, Avrupa çapında bir ustalıkla göz dolduruyordu. kada deniz, önde nhtımı keskin bir bıçakla ikiye ayırır gibi bir siyah beyaz, «gölge ve ışık» genç kızın -$$■ Melih VASSAF çılgınca sahile doğru koşuşu, erke­ ğin onu kovalayışım mondrian’ın tab- Mevzu : yerli bir melodram. İşin ticari kısmını telâfi etmek için mev­ zuun rolü mühimdir. Maalesef bütün dünya sinemacılığında önce kapita­ listleri, sonrada rejisörleri frenliyen filmin iş yapma kabiliyeti kazanç nazariyeleridir. Kazanç, filmin kıy­ metine tesir eden en mühim unsur­ dur. Rejisörleri bir kaplumbağa ka­ buğu içine, prodüktörleri de bir sa­ natseverden ziyade birinci sınıf pa­ tates taciri şekline sokar. Mühim Şekil, aksesuvar ve kişilerin kadr içindeki yerleri, memleket ölçü­ sünde iyi düşünülmüş, titiz bir mi­ zansenin belirli Ömeklerindendl. Filmde kullanılan kırk değişik mekân, Haliç ve Edirnekapı surla­ rında elde edilen güzel peyzajlar oyuncuların iştirakiyle hareketleni­ yor, filme takümadan, seyirciyi yor­ madan, dikkat ve ilgiyi dağıtmadan dinamizm ve akıcılık sağlıyordu. Bunda aktörlerden çok rejisörün pa­ yı olduğu muhakkak. Çünkü bas rolleri paylaşan genç kızla erkek, hayatlarının ilk oyunlarını oynuyor­ lardı bu filmde. Bu iki amatörü iyi kompozisyonlarla hareket şekline sokup sinemaya veren rejisörde «İh­ san Sedat Serük» modem sinema tekniğinin ileri görüşü olduğu muhak­ kak. Kendisi bugüne kadar ikinci plânda kalmağa katlanan mütevazı bir insandı. Kordelânm sahibi Nildan Film ona hayatmda yapmak is­ tediklerinin bir kısmını - memleke­ timizin bütün teknik, imkânsızlıkları, na rağmen - tatbike fırsat verdi. Kanaatimce oldukça rahat bir çalış­ ma elde eden İhsan Sedat, ilerde aynı şartlan bulduğu taktirde en iyi rejisörlerimiz arasında hakiki ye­ rini bulacaktır. İstismara müsait tabiatı, efendiliği onu şarlatanlıktan kurtaran mühim vasıflardandı. Filmde, modem fotoğraflarla ve­ rilen, Cézanne'in tablolarını andıran meyhane, Utrillo gibi sokak, Rouhault vari «contre lumière» sahne­ leri; ön plâna alınmış ahşap balık­ hane merdivenlerinin arasından gö­ rünen rıhtıma çekilmiş bir balıkçı kayığının kadr’m bir köşesinde yer alan 1/4 oranındaki burnu, gemici halatları, çapa, kurumak için sahil­ deki odunlara gerili balık ağlan, ar­ 6 O günden sonra : Oktar DURU KAN ve Sevda FERDAG film in bir sahnesinde lolan gibi hazırlayan filmin genç operatörü Vedat Akdikmen’e çök şeyler vaat ediyor. Bu arada, bu İyi ekibi bir araya getirmesini bilen Nildan film sahibi Nejat Ilhan’ı tebrik etmemek düşüncesizlik olurdu. Kendisinin ileri bir görüşe sahip ve fümin bu şekilde vü- olan filmin iş yapma imkânlarıyla sanat cephesini bağdaştırabilmektir, Öyle zannediyorum ki «O Günden Sonra» isimli film çok temiz hazırlaQmV Wr Kendisiyle konuştuğum Nejat îlhan : «Mevzu dedi, bir filmin iyi ola1957 ARALIK OTUN DÜNYASI bilmesi için önce tatbik edilmesi önemli yedi sekiz unsurdan daha sonra gelir. Mevzu, çok basit çok dramatik, çok realist, çok roman­ tik veya halkın anlayışına göre çok kuvvetli olabilir. Bu, hiç bir zaman bir filmin sanat cephesini tayin et­ mez. Bundan evvel mevzuun sinema­ ya veriliş şekli gelirki bunu : a — Hareket b — Oyun c — Fotoğraf d — Mizansen e — Renk (Siyah beyazın değer­ lendirilmesi ve nüansları) gibi kı­ sımlara ayırabiliriz. Sinema bugün için bir ilim bir sanat, bir ihtisas; bunların haricinde de hayatın ta kendisidir. Acılar, üzüntüler, sevinç­ li, ümitli günler, saadet anları, bü­ yük ihtiras, gaye ve kötümserlikler, sefalet, ahlâksızlık ve asil hareket­ ler; enteresan ve öğretici kısımla­ rıyla, dünyayı tanıtan manzaralarıy­ la, çeşitli örf ve adetleri aksettirme­ siyle sinema bir ibret, bilgi, bir iyi’yi veya kötüyü ayırma vasıtasıdır. Bunlan, muhakkak ki seyirciye en iyi şekliyle ve realist olarak verebilşnek yerinde olur. Sinema’da muhtelif kurallar, ce­ reyanlar, fikirler, hatta tabir caizse doktrinler olabilir. Fakat bütün bun­ ların başında gelen seyircinin veya kütlenin istediğini verebilmektir. Biz mevzuu seyircinin istediği şe­ kilde seçtik. Bundan sonra, bir Ana­ dolu ve İstanbul havası esmeye çek­ tir sinemada. Çünkü Anadolu’da iyi veya kötü film i ayırmasını biliyor artık. Filmin çekilişinde güç ve değişik zaviyeler tecrübe edildi. Bunlar, fil­ mi güzel, değişik ve hareketli fotoğ ­ 73it x=A#acı kafileden sıt Elli yaşındayım ben insanoğlu, Erbabı bilir kıymetimi. Zeytin Ağacıyım, Bereket ağacıyım. Sorma silsilemi. İbrahimin tapusunda kayıtlıyım Kel İbrahimin, şişman İbrahimin, kalleş İbrahimin Anla kimin elindeyün oğul anla Bilirler... Ayşe nine bilir, kalın Aptullah bilir Herkes bilir Ben de bilirim Ses çıkarmazlar şu adem oğullan, havva kızlan, Saçlan Gür san saçlan Topuklarım döven Zebrayı Benim dallarımın altında kıskıvrak yakaladı. Barabellumu şakağına dayadı ırzına geçti kızın... Gözlerim yok, dillerim yok. Dallarım var. Yapraklarımla gördüm Kızı kan içinde bırakıp kaçtı İbrahim... Kaim Aptullah da bilir Ayşe N inede Gördüler onlar, işittiler kızın çığlıklarım. Sağır olmadılar kör olmadılar ya*. Zebranın zoru namus, Kel İbrahimin, rakı, kan, para da para. Aptullahla Ninenin ki kör boğaz. B irde ekmek kapısından olmak... Ama değer m i?. Elli yaşındayım İnsanoğlu, Bakma böyle durduğuma, Zeytin ağaçlanm n bereketi çok Gösterişi yoktur. Ayvalık körfezinde doğdum büyüdüm, Bir zamanlar banş çelenkleri yaptılar soyumun dallarından* Meyvelerin en mukaddesi 0{ruç bozduğun Ekmeğinin katığı, kara zeytini verdim Tapusunda kayıtlıyım diye, Kalleş îbrahime. Haramolsun, gözüne dizine dursun. A ğaçlann bedduası tutar ha. A m a çırpınıp salmışım Dallanmla yelleri dövüşüm İnankL kahrımdan. A n m a gidiyor bu Üş... Bu soğuk kış günü Y a Zehranm derdini herkese bildirsem Ya bir balta vursa beni Çatar çatır devrilsem... Çetin KARAMAN BEY raf serisi haline getirdi. Her şeye rağmen mevzu bizim düşündüğümüz değil, seyircinin İstediğidir. ARALIK 1957 7 OYUN DÜNYASI A Y IN EN i r î F İL M LE R İ ı ^ r “ : : : r : r ı | | | i «BİSİKLET HIRSIZI» R icci Antonido (Lıamberto Maggiorani) işsizdir. îşçi evlerin­ de çturan karısı ile iki küçük çocuğunu geçindirebilmek için iş aramaktadır. Nihayet bir gün bir ilân­ cılık şirketi ona iş verir. Fakat bisikletsiz yapılamıyan bir iş... Afiş yapıştırma işi... Ricci, bisikletsizliğin verdiği bedbinlikle eve. döner. Karı­ sı, bir bisiklet alabilmeleri için çe­ yizlerini ve yatak çarşaflarım satar. Bisikleti alırlar. Artık mesutturlar. Ricci yeni bisikletini omuzundan hiç indirmek istemez. Onda, istikbalini ve evinin barkının, çoluğunun çocu­ çöpçü bir dostuna yardım istemeye gider. Ertesi gün arkadaşları da beraber bisikleti ararlar. Bisiklet parçaları satan işportalar, bisikletçi dükkânlah, bisikletli guruplar, velhasıl bi­ sikletle ilgili ne varsa perdede res­ mi geçit yapar gibi sıra alırlar. Ta­ kip ve aramalar boşa çıkmaktadır. Fakat Ricci, halâ aramak azminde­ dir. Yağmur altında da aramasına devam eder. Nihayet bir ara hır­ sızı görür, peşinden koşar. Fakat ya­ kalayamaz. Bu defa, hırsız çocukla konuşurken gördüğü ihtiyar adamı Enzo Staiola - Lamberto Maggioroni «Bisiklet Hırsızı» uda ğunun geçimini görmektedir. Ertesi sabah büyük oğlu Bruno (Enzo Stai­ ola) ile beraber çıkarlar. Onu, çalış­ tığı benzin istasyonuna bıraktıktan sonra, kendisi de büyük bir hevesle yeni işine gider. Talihsizlik Ricci’nin yakasına yapışmada hiçte geri kal­ maz. Bir hırsız, onun dalgınlığından istifade ederek bisikletini çalar. Ar­ tık konu asıl mecrasına dökülmüş­ tür. Ümitsiz takip başlamıştır. Ric­ ci, ilk iş olarak polise başvurur. Eli boş ve ümitsiz çıkar karakoldan. A k­ şam oğlunu eve bıraktıktan sonra 8 aramaya koyulur. Fakirler yuvası ve kilisede hırsızın yerini söylemesi için onu sıkıştırır. Sonunda gene elinden kaçırır. Bitkin ve ümitsiz bir halde­ dirler. Acıkmışlardır. Her şeyi unu­ tarak hem acıkan karınlarını doyur­ mak, hemde biraz önce tokat attığı oğlunun gönlünü almak için onu bir lokantaya götürür. Her şeyi unutup, yalnız yemesini söyler Bruno’ya... Sahte bir ferahlık, sahte bir mutlu­ luk vardır yüzünde. Yemekten son­ ra gene de kâğıt kalemi alıp hesap yapmaktan kendini alamaz. Bir an kafasına, karısının gittiği falcı ka­ dına gitmek fikri saplanır. Giderler.. Oradanda ümitsiz olarak çıkarlar. Gene mahalle aralarında dolaşırlar­ ken tesadüf hırsızı karşılarına bir kere daha çıkanr. Ona şansını dene­ me fırsatını bir kere daha verir. Ric­ ci, onu bir genelevde yakalar. Dışarı çıkanr. Bisikletini vermesi için sı­ kıştırırken etrafına toplanan mahal• lelinin hücumuna uğrar. Küçük Bruno’nun çağırdığı polis te bir işe ya­ ramaz. Tekrar ümitsiz aynlırlar oradan. Akşam olmaktadır. Ricci’de de işe yaramaz. Beruno’da da ümit namına bir şey kalmamış­ tır. Orada gördüğü bir bisikle­ ti çalmak gelir aklına. Nefsiy­ le yaptığı uzun mücadeleden sonra onu kapar kaçar. Fakat çabucak ya­ kalanır. Bisikletin sahibi ve orada toplananlar onu bir hayli tartaklar­ lar. Bisikletin sahibi, polise teslim etmekten vazgeçmekle ona manevi bir darbe indirir. Oğluna hiç te iyi şeyler öğretmediğini söyler. Ricci’de ve oğlu küçük Bruno’da tam bir yı­ kım hakimdir, ikisinin de izzetinefis­ leri kırılmıştır. Ağır ağır oradan uzaklaşıp kalabalığa karışırlar. Fil­ min dramatik gücü burada tam zir­ veye ulaşır. Baba oğul, ikisi de ağ­ lamaktadırlar. Film biter... Savaş sonu Nâo Realizm cereya­ nının şahaser filmlerinden birisi. Harp sonrası Italyasmda, hatta İtal­ ya’nın başşehri Roma’da işsizliğin ve süfli, düşük hayatın nasıl derin bir yara olduğuna işaret ediyor. Se­ çilen çevre ve konu, «La Strada»dada olduğu gibi özelliği olan çeşit­ ten. Fakat «Vittoriade Sıca.», daha harcıalem olan, yerellik tarafı pek ağır basmayan, nihayet bir çok bü­ yük şehirlerde bulunabilecek bir çev­ reyi ve insanlarını seçmiş. Fakat bu­ nu da tek yönlü olarak işlemiş. Sa­ dece bir baba ile küçük oğlunun bir bisiklet peşindeki «hırsız - polis» hi­ kâyeleri cinsinden kovalaşmaları. Çarşı - pazar, işportacılar, sokak çöp­ çüleri, kalabalık otobüs durakları v.s. gibi tamamen erkekle dolu bir çev­ re. Yani dış çevre. Pek çok özellik­ leri olan Italyan mahalleleri, Italyan kadınlarının gürültülü konuşmaları, kavgaları hemen hemen filme hiç alınmamış. Buna rağmen, gösterilen işçi evleri, su başında sıra bekleyen kadınlar, falcı kadının evi v.s. filmin bütünü ile beraber o zamanın İtal­ ya’sı hakkında tam kanaat sahibi ya­ pabiliyor seyirciyi. 1957 ARALIK OYUN DÜNYASI Senaryo, «Cesare Zavatini» ve «Vittoria de Sıca» nın müşterek ya- • pıtlan. Başı olup sonu olmayan ba­ sit bir hikâye. Mizansen ve plân sı­ rasına önem verilmeden, alelade bir insan gözünün hareketleri esas tutu­ larak hazırlanmış ve kısa, etkili diya­ loglarla süslenmiş... Oyuncuların amatör oluşları fil- , me hiç bir şey kaybettirmemiş. Ricci rolünde (Lamberto M aggiörani), Bruno’nun suya düştüğünü zannet­ tiği sahnedeki davranış ve mimikleri hariç, sona kadar aksamadan başa­ rısını devam ettiriyor. Bilhassa, fil­ min en can alacak noktası olan hır­ sızlığa karar vermekle vermemek arasında Ricci’nin çırpınışlarını veren sahnede am atör oyuncu sadece hari­ ka kelimesine hedef olabilecek bir oyun veriyor. Küçük Bruno’nun küçük oyuncu­ su (Enzo Staiola) şefkat ve sevgi toplayan yüz yapısı ile seyirciyi fazla etkiliyor. Fakat oyuncu olarak bü­ yüklerini bile geride bırakabilecek bir başan sağlıyor, «Vittoria de Sıca», bu filminde özelliklerini belirtiyor. Bilhassa kü­ çük - büyük ilişkisini bu basit hi­ kâyede de konuya katmaktan ge­ ri kalmamış. Gene çokluk kendi filmlerinde rastlanan, çocuklara yer yer büyük insan kişiliği verme özen­ tisi burada da görülüyor. Kardeşinin üşümemesi için pencere kepenklerini kapatması, bir çok yerlerde büyük bir adam gibi babasına yardımcı ol­ ması bisikleti çaldığı zaman onu g ö ­ rüp ağlamalı bir hal alması, v. s. hep bu özentinin örnekleri. De Sıca’yı gene ayni cereyanın en ünlü rejisörlerinden «Federico Felllni» ile karşılaştıracak olursak Sıca’da acılı, iç burkucu sahnelerin da­ ha fazlaca olduğunu görürüz. Gene «de Sıca» mn seyirciyi etkileyebil­ mek amacı ile bisikletleri ve bisik­ letli insanları plâstik materyel ola­ rak kulandığına şahit oluyoruz. «Ladrl di B id d e tte » te ¿<La Strada» da olduğu gibi tamamen stüdyo dışında çekilmiş. Gene ışık ve foto­ ğraf hilelerinden uzak temiz ve sa­ de fotoğraflarla süslü gerçekçi bir film.. Yalm TOLGA -1934 yılında Muğla’da doğmuştur. Orta okulu Muğla’da bitirdikten sonra Lise onuncu sınıfa kadar Haydarpaşa Lisesinde tahsiline devam etmiş ve Konservatu­ ara intisap etmiştir. 1956 yılında Devlet Tiyatrosuna giren sanatkâr o tarihten tibaren piyeslerde rol almağa başlamış takdir edilen genç sanatkârlar safına geçmiştir. uLety m a n X Ç avuy Herkesten evvel odur geçen Sabahleyin tıkır!., tıkır!., eşeğiyle Bizim evin önünden, Süleyman Çavuş Babası gibi çok şendir o da, Türkü eksilmez dudaklarından. Tarlasında, elinde kara - saban Didinir, uğraşır akşama kadar. Öğleyin sovan - ekmek yer. Bir çift öküzüyle, Bir topal eşeğinden başka Yoktur yoldaşı ıssız ovada. Bir ihtiyar anacığından başka Kalmamış kimsesi hayatta Bu garibin... Babasını hatırına getirince, Alın terine karışan gözyaşını Döker toprağa..« Fışkırır yarın elbet O topraktan Çavuşla annesinin ekmeği... Ellerine el sürsen : Hatır hatır, beyenmezsin. O eller sade, O eller ümit dolu. Nasırlar ve yarıklar, Sabanından yadigar. Parmağında küflü bir bakır halka, Karısından yadigâr. Kızarsa da öküzüne geçirir nâzım , öğendiresiyle... Ayakkabıya hasrettir; Çarık bile diyemem, Bir şey sürükler ayağında. Ceketidir sırtında, Yamadan kat kat olmuş Yeleği..« Gönlünü barda dinlendirmez Bu adam, Ahlat gölgesinde K eyfi tamam, Yine dudağında «Ferayem» türküsü«. Gün kızıllaştı, Tohum tarlada... Gönüller şen... Tozlu yollarda Şehre dönüyor «H o öküzüm, hb!» Güzel Muğla’mda Bir garip Süleyman... Yalm TOLGA Ş .T . ARALIK 1957 9 OYUN DÜNYASI Sanatkârlarımızı Tanıyalım J a l e U 1957 Fuan İzmirlilere ve İzmir’e gelenleri fazlasiyle tatmin etmişti. Kültürparkın geniş korulukları ara­ şma serpiştirilmiş pavyonlarda, her gece eğleniyorlar, geziyorlar, yazın tadını çıkarıyorlardı. Fakat bu şeiıe Fuar’dan en fazla memnun kalanlar sauatsevenler, bilhassa tiyatrosevenlerdi. Çünkü, İlk defa olarak, Devlet Tiyatrosu, iyi bir kadro ile İzmir’e gelmişler ve Fuar A çık Hava Tiyat­ rosunda, iki ay müddetle, 3 piyes temsil etmişlerdi : Edmund Morris’in «Tahta Çanaklar»!, Celâl Arseven’in «Üçüncü Selim» ve Goldoni’nin «İki Efendinin Uşağı»!... Bu sonuncu komedi’nin prömiye­ ri Ankara’dan önce İzmir’de yapılı­ yordu. Piyes beğenilmişti. Artistler rollerini severek oynıyorlardı. Birgtin Ankara’dan, Anne Frank rolü için Gülgün Kutlu çağırılmca onun oyna­ dığı, piyesin en mühim rolünü Jale Uzraan’a verdiler. İşte o zamana ka­ dar piyesi oynayanlarda ve seyre­ denlerde bir canlanma oldu. Jale, bu rolü fevkalâde oynuyordu. Neden da­ ha önce «Beatriçe» Jale’ye verilme­ mişti?..» Oysaki bu genç aktristin şanat ha­ yatı eski ve başarılarla doluydu: 1949 da Konservatuarın Tiyatrö Yüksek Bölümünden mezun olduktan sonra, yine Goldoni'nin «Yabancı» komedi­ sinde ve yine Beatriçe rolünde, Dev­ let Tiyatrosunda ilk başarısını ka­ zanmıştı. Daha konservatuarda tale­ be iken de birçok güzel rollere «Bir Evlenme», «Kahvehane», «Maryanın Kalbi» piyeslerinde çıkmıştı. Küçük Tiyatro’daki «Yabancı» komedisinde sevimli halleri, tatlı konuşması ve güzel fiziği ile beğenilince, turnede «Antigone» piyesinde îsmene ve «Kıs­ kançlar» komedisinde oynamıştı. Er­ tesi sene de Sebahattin Kudret’in (Şakacı) smda oynayınca artık sa­ nat ufukları Jale’ye açılmış oldu. Bu sıralarda birbiri peşine çok güzel roller oynadı. Bilhassa Somerset Maugham’m «Kadının Fendi» komedisin de nazlı, zarif bir İngiliz kızı olan Nelly’de ve buna hiç benzemeyen Sutton Vane’in «Öteye Doğru» dra­ mında, kendisini oğluna tanıtmadan, 10 Z M A N onun peşinden koşan zavallı ana, Mrs. M itget rolönde çok beğenildi. 1956 Ekimi başında, Büyük $ Melih VASSAF • Tiyatro’da Abdülhak Hâmid’in «FPlN TEN « trajedisinde Mother Robert rolünde göründü. Oradan Üçün­ cü Tiyatro sahnesine geçti. Edmurad Morris’in «Tahta Çanaklar» piyesin­ de Bessie Bexter rolüle başarılarına bir yenisini ilâve etti. Sezon sonun­ da Küçük Tiyatro’âa Cevat F ehm i­ ’ nin «Kleopatra’nm Mezarı» piyesin­ de, mühim rolerden biri olan Saniye'yi, sevimli oyunu ile canlandıran ve bize sevdiren Jale Uzman artık kendisine önemli roller verileceği te­ sirini bıraktı üzerimizde!.. 1957 Fuar sezonu geldiği zaman J. Uzman «İki Efendinin U şağı» ve «Tahta Çanaklar»ı oynadı. Bütün İzm ir kendisine hayran kaldı. Hele «İki Efendinin U şağı» nda Beatriçe rolünü oynadıktan sonra bu hayraulık iki misli arttı. Öyle tahmin edi­ yoruz ki Ankara’daki oyunda Uz­ man ayni rolü oynar. Jale’nin sanat hayatını öğrendiniz. Şimdi O’nu eşi Ümran Uzman ve cici kızı Dırahşan İle başbaşa bırakalım... Allaha­ ısmarladık! ' v 1957 ARALIK OYUN DÜNYASI 0 Gençtir Yapar Vak’a Ankara’da Devlet Tiyatro­ sunda geçer. Ahmet Muhip Dranas’m «G ölgelen piyesinin provaları yapılmaktadır. Rejisör Mahir Canovadır. Biz çakşırken müellif te mütema­ diyen rejisöre karışmaktadır. — Şurası böyle olacak.. — Hayır burası böyle olacak.. Artistlere bizzat talimat vermek­ te, mizansen göstermekte hattâ, ses tonları ayarlamaktadır. Son prova­ daydık, Ahmet Muhip Dranas bermutad hazırdı ve bermutad herkese vazifesini öğretmekle meşguldü. Bir ara bana sıra geldi. — «Durun> dedim. «Bir dakika! Size bir hikâye anlatmama müsaade eder m isiniz?» Sonra hikâyeyi an­ lattım : — Viyana’da büyük bir rejisör bir eseri sahneye koyuyormuş, mü­ ellif te her provada gelir ve artistle­ re durmadan karışırmış. Nihayet temsil günü gelip çatmış. Müellif gene dayanamıyarak sahneye gelmiş ve perde açılmadan son talimatları vermeye başlamış. O 00 - J— Artistler kendisini hürmetle din­ ler ve teker teker hepsi : — Peki efendim, -— Olur efendim, —•Tabiî efendim., derlermiş. Ni­ hayet sıra genç bir aktöre gelmiş, müellif ona da talimat vermek üzere ağzını açıyormuş ki, büyük artistler­ den bijî sayın muharririn önünde hürmetle eğilerek : — Aman sakın efendim! O daha yenidir, ona hiçbir şey söylemeyin, çünkü her söyleneni yapar, demiş. Gölgeler o akşam oynanmıştı. - Ş eref G Ü R S O Y ' Kâmuran ö z b ir 1927 yılında Eskişehirde doğmuştur. Bü­ tün öğrenimini Ankara’da yapmıştır. Şiire Üniversite sırala­ rında başlamış, ve 1950 senesine kadar fasılasız yazmıştır. Bundan sonra, beş sene kadar şiirden uzaklaşan özbir, tiyat­ ro ile uğraşmaya başlamış ve muhtelif gazetelerde bu yolda faaliyet göstermiştir. 1953 de, gazetecilik mesleğine intisap eden ve o tarihten beri Yeni Sabah Gazetesinin Ankara muhabirliğini yapmak­ ta olan Kâmuran özbir, herşeyden evvel şâir olduğunu ve şiiri çok sevdiğini söylemektedir. Sade bir dile ve kuvvetli bir mısra yapısına sahip bulunan özbir, şiirlerini bu sezon «Son Durak» isimli bir kitapta toplayacaktır. M ' 1 i \ Tfzakta Şöyle gönlüme« uzamversem Dalgalar sürükler mi beni acaba, İstemem toprak altına girmeyi Bırak ölümü deryalara«. Bir yeşil aydınlık Bilmem nasıl anlatayım sana, A cır dudaklarım tuzdan Yosunlar takılır saçlarıma.. Pırıl - pırıl bir dünya içre Yaşama tadında balıklar, Burada insanlar Korkutmuyor karanlıklar. Bern - beyaz köpüklere Ellerin diye sarılıyorum Yakamozlar arasında Seni görüyorum.. Yıllardır a y n kaldığım Vefasız dalgalardır, İstemem toprak altına girmeyi Mezarım deryalardır.. Kâmuran ÖZBİR i § g g ‘ ARALIK 1957 ' ::........... ..................... = ■■ •• • 11 ■ OYUN DÜNYASI Fransız Filmciliğinin Dahi Rejisörü C L O U I O T GERÇEKTEN Gündüzleri kameranın yanında bir ufak sandalyeye oturup son hiz­ ip, Jean Gabin, Fernand Gravey veya Arletty için, sabırsız sahneye koyu­ cuların tefrika gibi sayfa sayfa aldık lan ek aşk sahnelerini yazıyor, sonra gece uygunsuz heyecanların esiri ola­ rak Friedrich Strassa’daki mahzen­ lere koşuyor ve kaçakçı ve hırsızlar­ la kokain çanakları başında sabahlı­ yordu. Fakat bir 1935 gecesi, bu çok es­ mer «dert çekmekte» kimseden geri kalmıyan sırtından hiç eksik etme­ diği tweed ceketinin ceplerini bir sü­ rü şeyler karaladığı kâğıtlarla dol­ duran tuhaf Fransız delikanlısı bir randevuya gelmedi. Gelemedi. Gele­ mezdi, herşeyi terketmek zorunday­ dı. Bu tükenmiş, kendini yitirmiş adam «Haute Savoi» da 1460 gün yatağa çakılmış vaziyette kalkacağı günü bekliyecekti. Bu sırada eserle­ rini ezberleyinceye' kadar Prost’u okudu. V e o zamana kadar sahip olamadığı bir silâh daha k azan d ı: Sabır... Clouzot, bu sabırm en mükemmel örneğini 1952 de Crau’nun boğucu sessizlik ve yalnızlığında «Le Salair de la Peur» ü çevirirken gösterdi. Filmin daha yansına gelmeden, giri­ şilen m asraflann çokluğu karşısında deliye dönen prodüktörleri devama ikna edebilmek için filmin ikinci ya-, rısım kuru kuruya anlatmanın para, etmiyeceğine inanmıştı. Bunun üze­ rine binlerce sahife kâğıt' ve bir lit­ re de siyah çini mürekkebi aldı. Ge­ celeri kaldığı otele adamlarıyla ka­ pandı ve on gün müddetle çevireceği bütün sahnelerin birer birer resimle-' rini yaptı. «İstikbalini kendilerine bağladığı maliyeciler için bu şarttı.» Tabiî bu Clouzot'nun çalıştığı yerde büyük kızgınlık nöbetleri eksik olu­ yordu manasma gelmemeliydi. Her­ hangi bir hareketin saniyenin yüzde biri kadar daha evvel yapılması ge­ rektiğini taktir edemiyen bir artist, yıldızlardan birinin makyajını kısa zamanda yetiştiremiyen bir makyör rejisörün gazabını arttırmağa yeti­ yordu. Söylendiğinden daha az sayı­ da olmakla beraber bu fırtınalar o 12 ŞEYTAN M I? kadar efsaneleştirilmişti ki, Clouzot’nun dostlarından biri «Miquette Et Sa Mère» filme alınırken bu­ luşma saatinde onu aramaya gelir ve kimsenin «kükremediğini» görün- Çeviren : Timuçin YEKTA ce de, onun meşgul bulunduğu kame­ ra tarafma bakmağa bile lüzum gör­ meden çıkar gider. FRESNAY ÎLE BÎR ÖĞLE YEMEĞİ VE JOUVET ÎÇÎN BÎR TRAJEDİ 1939 da Clouzot iyileşmiş olarak Paris’e döndüğünde kimse onu ha­ tırlamıyordu artık. Küçüklüğün me­ lek yüzlü Clouzot - bebeklik resmi bunu doğruluyor - sunu yalnız annesi destekliyordu. Yine ısmarlama di­ yaloglar yazabilmesi, yeni arkadaş­ lıklar ve Berlin hayatınm kurulması için epey uğraşıldı. Ümitsizlik için­ de her şeyin terkedileceği bir gün «herşey» değişti. Clouzot’yu yemeğe davet edip «herşey» ini değiştiren bu adam, alelade arkadaşlarından birivdi. intizamsızlıktan, vahşetten, çıl­ gınlıklar ve bilhassa şeytan hikâye­ lerinden nefret eden bu kurtarıcı Pi­ erre Fresnay idi. Masadan kalktık­ larında Frèsnay’m kendisine sağla­ dığı imkânı Clouzot şüphesiz takdir ediyordu. Ancak şimdilik verilen ka­ rar Henri Lavedan’m «Le Duel - Diello» isimli eski bir piyesinin adap­ tesi yapılacağı hakkındaydı. Adap­ tenin filme almışı ise harpten iki gün evveline kadar sürecekti. Bu sırada «Le Mur de L ’ouest - Batı Duvarı» adlı bahriyelilerle ilgili bir trajediyi bitirecek fakat ne var ki Jouvet za­ ten tek olan nüshasını da kaybede­ cektir. Yine bu sırada tanınmamış ve sa­ kalı uzamış bir genç t Daniel Gelinin Grad Guignol de yarattığı «On Pred les Mêmes» i yazacaktır. Ve aynı şevk ve susuzlukla «înconnes dans la Maison» «Le Dernier des six» in senaryolarını bitirecektir. Ve nihayet 1942 de ilk filmine şa­ hit oluyoruz : «L ’assassin Habite Au 21». Tabii jenerikin başında da onun için en kıymetli isimler : Fresnay ve Delair. Sonra bir çifte muvaffakiyyet daha : Michodière de «Comédie en Trois A ctes» ve Bourdet’nin Fransız’oaya kazandırdığı «Feu Victoire» gibi iki tiyatro eseri. Continental’e geçen Clouzot 1943 de bütün perde­ lerde yıldırım tesiri yapan en sonsuz kinleri ve en hararetli hayranlıkları üstüne çeken Tulle’deki adsız mek­ tuplarla ilgili şaheserini yaratıyor : Le Corbeau. KARNIM A DAHİYAN E BİR TEKME YEDİM gazeteci Georges Sadoul şöyle anla­ tıyor : «Asıl patronu Goebbels olan bir Alman firması ve canavar ruh­ larla meskûn küçük bir Fransız şeh­ rini teşhir etmiş oluyordu. Mukave­ met cephesi müfritleri bunu bir ha­ karet saydılar.» Serbest kaldığında Clouzot’nun düşmanlan aynı müeyyidenin filmin diğer mesullerine de tatbikini iste­ diler. İşte bu hücumlara avukatlar bunların başında eleştirici François Chalais vardı1- rakipleri haksız çıka­ racak delillerle cevap verdiler. Clo­ uzot’nun filmin gösterilmesinden iki gün önce Continental’in kapısını çar­ pıp işi terkettiğini, «Küçük bir Fran­ sız Şehri» adı'altında küçük, düşün­ dürücü olduğu öne sürülen filmi yine iddia edildiği gibi Alm anyadada oynatılmadığı ve hatta nazi sansürü­ nün bunu yasakladığını belirttiler. Adsız mektupların artık ehemmiye­ tini kaybetmesi bir tarafa. Le Cor­ beau yazarının bir parça daha az kabiliyetli olsaydı bunlardan hiç bi­ rinin başına gelmiyeceğini söyledi­ ler. Yine de 1944 - 1949 arasında Le Corbeau gösterilemedi. Fakat bu sıkıntı yıllarında Paris’e yolu düşen bütün büyük sahneye koyucular, A.B.D. sefaretinde özel şekilde hazır­ lanmış bir mahzende bu eseri alkış­ lamak imkânını buldular. Sefalet yüzünden birkaç defa in­ tiharın eşiğine kadar giden Clouzot ya gelince «Quai des Orievres» ile yine harika vasfını kazanacak ve işi» ne tekrar başlıyacaktır. Sonra : Sonrasını biliyorsunuz. 1949 Venedik mükâfaatım kazanan fakat sansür tarafından takibata uğrayan Manon, eleştiriciler tarafın­ dan verilen fakat Femandel için An­ gèle ne ise Bourvil için aynı şey olan «Miqguette et sa mère» ve niha­ yet «Diabolues» ve Mystère Picasso’dan evvel, 1953 Cannes Festivalinde jüriden E.G. Robinson’un film biter bitmez «kam ım a dahiyane bir tekme yedim» dediği «Le Salair de la Peur.» 1957 ARALIK OYUN DÜNYASI Sinema ve Tiyatro Dünyası ★ Beyoğlundaki Erten Galerisinde Mücap Ufluoğlu tarafından 100 kişilik bir Oda Tiyatrosu açıla­ caktır. Bu küçük tiyatronun sa­ natkârları arasında Kâmuran Yüce, Neriman Alışık, Sadri alı­ şık ve Lâle Oraloğluda bulun­ maktadır. îlk eserleri geçen mev­ sim Ankara’da Üçüncü Tiyatro­ da temsil edilen Fritz Schwiefer’in Misafir adlı komedisidir. ★ Minyon tipli güzel aktrist Debra Paget sinirlerinden rahatsızdır. Halen istirahat etmektedir. Ya­ kında tekrar perde hayatma dö­ neceği tahmin edilmektedir. ★ Meşhur şarkıcı Jacqueline Fran­ çoise «Madame Curie » ’nin haya­ tım konu alan bir filmde baş rolü oynayacaktır. Bir ilim ada- Ha zırlayan: Şahin T E K G Ü N D Ü Z *★ ★ ★ Şehir Tiyatrosu sanatkârların­ dan Muzaffer Arslan bir ihtilâf yüzünden istifa etmiştir. Verilen rolü beğenmeyen Sırrı Gültekin de idare tarafından işinden çıka­ rılmıştır. ★ Küçük Sahne’nin değerli sanat­ kârı Münir Ozkul şehir Tiyatro­ su tarafından angaje edilmiş ve derhal kontrat yapılmıştır. ★ Adana’da Şehir Tiyatrosuna bağ­ lı olarak birde Çocuk Tiyatrosu tesis edilmiştir. Tiyatroda Ada­ nalı gençler temsiller verecekler­ dir. ★ «The San Fransisco Ballet» top­ luluğu, 1958 yazında Güney Ame­ rika’da 15 hafta sürecek bir seyata çıkacaktır. 1933 yılında te­ sis edilmiş olan bu bale, Ameri­ k a ’da temsiller veren en eski te­ şekkül olarak tanınmaktadır. İda­ resini Lew Christiensen isimli tanınmış bir koreografın başarıy­ la devam ettirdiği bu bale son Uzak Doğu turnesinde muazzam başarı kazanmıştır. ★ ★ Türk asıllı meşhur Amerikan re­ jisörü Elia Kazan «înkalar Di­ yarı» adlı bir film çevirmek için hazırlanmaktadır. Filmde baş ka­ dın rolünü şarkıcı İm a Sumac’a verecektir. Erkek aktörü'" halen tesbit etmemiştir. ARALIK 1957 minin bir şarkıcı tarafından can­ landırılması hayretle karşılan­ maktadır. ★ 1958 Oscan için çıkan dedikodu­ lara göre en kuvvetli namzet ola­ rak kadınlardan Elizabeth Tay­ lor gösterilmektedir. Japon yıl­ dızı M ijko Taka’da Elizabeth Taylor’m en kuvvetli rakibi du­ rumundadır. Erkeklerden ise en fazla adı geçenler Errol Flyn, Alec Guinnes, Marlon Brando, Antony Quin, ve James Gagney’dir. Bakalım kimler kazanacak.. James Dean öldükten sonra ona benzeyenlerde bir hayli çoğal' maktadır. Bu günlerde bir benzer de İngiltere de türemiştir. «The On That Got Aw ay» adlı filmi ile Hardy Kruger İngiltere’nin Ja­ mes Dean'ı unvanım kazanmıştır. ★ Geçen sayımızda uzun bir ayrılık ve çeşitli dedikodulara rağmen tekrar birleştiklerini yazdığımız Ingrid - Rosselini çifti tekrar ay­ rıldılar. Fakat bu defaki ayrılık­ ları boşanma şeklinde tecelli etti. Rosselini tekrar Hindistana dön­ dü. Orada onu bekleyen bir sevgi­ lisi var... İngrid Bergman ise Ingiltereyi seçti. îngilterede Gary Grant ile «Kind Sir» adlı yeni bir filmde oynayacaktır. Bu film Ingrid Bergmanın ilk komedi kordelası olacaktır. Confidential Dergisi son günler­ de susmayı daha uygun bulmuş ve kendine has neşriyatına son verdiğini bildirmiştir. Son defa ise Errol Flyn’e takılmış, onun genç kızları iğfal ettiğini iddia etmiştir. I I J^uztufruş Saçım bir kaç telini daha ağarttı. Yanaklarım çökük Ve boynum bükük. Senden uzaklaşıyorum!.. Bir huzur meleğinin elinden tutup,, Ümidiere mezar olan Toprağa yaklaşıyorum. Seni unutabilirsem, Rahat uyuyacağım mezarımda. Cehennem alevleri, kızıl dudaklarından serindir, Ki, ben yanıyorum hâlâ, Sen kal, yalanca, vefasız dünyanda. Bir daha gelirsem şayet, Seninle gelmem inşallah! Kerim ALHAN r----- !- - - - - - - - - - - !- - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - - 7 13 OYUN DÜNYASI ★ Güzel İtalyan Yıldızı Tyvonne Sanson, Yunanistanda bir film çevirmektedir. Filmin a d ı : «Bir Defa Y aşanz»’dır. Bu filmde Yvonne Sanson, Dimitri Horn adlı Yunan aktörü ile oynamak­ tadır. ★ Beyaz perdenin yaşlanmaya yüz tutmuş şöhretlerinden Rita Hay­ worth, 5. defa evlenmeye karar vermiştir. Yeni kocası, Holliwout’un genç prodüktörlerinden Hill Neitmer olacaktır. ★ Fransa'dan aldığımız haberlere göre, Fransız stüdyolarında halen çevrilmekte olan Filmler, artist­ leri ve rejisörleri şunlardır : ¿K-ahıttı. fDazattasi Bütün Pazartesiler kahrolsun Birazdan sabah olacak Bursa Ovasında Ezan sesleri dökülecek minarelerden Morla yeşil fışkıracak ULUDAG’m eteklerinde Sonra yeşil bir cumartesi Beni sana getirecek Beni sana ellerim kelepçeli getirecek Yıldızların en olmuşlarım senin için koparacağım Akdeniz'in sedeflerini getireceğim Avuçlarımda pul pul Omuzlarımda ebemkuşağı renginde ümitler Sana geleceğim.«.. Sonra yalnızhğım başlıyacak yapış yapış Elimi attığım her şeyde seni bnlamıyacağım Nabzının vuruşunu Kadifekale'den sayacağım Oysa ki sen Urumeli H isan’nda olacaksın Boğazın mavilerinden demet yapacaksın tel tel Ben kordon boyunda olacağım Dut gibi sarhoş Gelene gidene soracağım seni Rrhtım taşlarına soracağım Sonra onlkiye on kala Ü ç direkli Zifir gibi kahır yüklü bir gemi Beni kollarımdan tutacak İstanbul’la seni kamarama kitleyeceğim Cebelitarık tan geçerken bir türkü tutturacağım A yak parmaklanma damlayacak Göz yaşlarım ellerime Gene yeşil cumartesiler düşecek hatırıma Mutlu pazarlar Pazartesilerin anasına avradına söveceğim. Mimi Pinson. Prodüksiyon : Films Hergi. Rejisör ; Robert Daröne. A r­ tistler : Danny Robin, Raymond Pellegrin. Her zamanki Parisllinin klâ­ sik hayat hikâyesidir. Un Homme A Vendre. Prodüksi­ yon : Emile Darbel. Rejisör : Morice İLabro. Artistler : Barbara Lange, Jean Chevrier. Hindi çini’de geçen bir maceranın filmidir. Şans Famille. Prodüksiyon : SJ*,, E.C. Francinex (Paris) Rizoli film (Rokne). Rejisör : Andre Michel. A r­ tistler :Pierre Brasseur, Gino Gervİ, Bernard Biler ve Simone Renant. «Hector Malot» un kitabından mül­ hem : Bir öksüzün hikâyesi. Le Temple Des Oeufs Durs. Pro­ düksiyon : Lyriea ve F. Lopez. Reji­ sör : N oroert Carbonaux. Artisler : Darry Cowl, Fernand Gravey ve B e­ atrice AltaHbe. Eğlenceli bir hikâ­ yedir, Ascenseur Pour L'echafaud. Pro­ düksiyon : Nelles Editions Filmse Re­ jisör : Louis Maile. Artistler : Jaenne Moreau, Maurice Ronet. Bir asansö­ rün yardımıyla çevrilen cinai bir film. Therese Etienne. Prodüksiyon : Cite film s -A gİm an (Paris), Monica (Rom e). Rejisör : Denis De La Patelliere. Artistler ; Françolse Arnoul Pierre Vaneck, James Roberson Jııstice’dir. İsviçre’de yerleşmiş bir çift­ çi ailesi ve kızlarının hikâyesi. Premier Maı. Prodüksiyon :Prosogor (Paris), Monica (R om e). Reji­ sör I Luis Sallavsky. Artistler : Yves Montand, Nicole Berger, İlk bahan tasvir eden güzel, hoş bir hikâye. 14 Semih SERGEN ^ _______________________________ Le Septieme Ciel. Prodüksiyon ; Vesta France, London Films (Paris) Jolly Film (Rom e) (üçlü prodüksi yon )...R ejisör : Raymond Bernard. A rtistler: Danİelle Darrieuz, Noel. Güzel bir komedidir. La Passager Clandestin. Prodük­ siyon : Silver Films - DlsdfUms (Pa­ ris) Southern International Film (Sidney). R e jis ö r: Ralph Habib. A r­ tistler : Martin Carol , Serge Regianni Arletty. Cenup denizlerinde geçen heyecan ve esrar dolu bir kordelâ... ★ İtalyan Turizm dairesi 5 hazi­ ran 1957 - 5 Temmuz 1958 tarih­ leri arasmda İtalya’da bir Opera festivali tertiplemeye karar vermişdir. Bu festivale katılan AvrupalI şarkıcılar arasmda da- ________________ J vetli olarak Leylâ Gençer’de bu ­ lunacaktır. ★ Çağdaş opera bestekârlarından Gian Carlo Menotti birisi Bruxelle biriside Paris operası için iki tane yeni opera bestelemek­ tedir. ★ Sinema ile uğraşan otoriteler yeni bir tip üzerinde çalışmaktadırlar. Bu yeni sinema daire şeklinde olacaktır. Seyirciler dairenin or­ tasında olacaklar, film ise daire­ nin kenar duvarında oynayacak­ tır. Bu sinemanın mucidi Goldbach, seyircilerin çok rahat ede­ ceklerini ve istedikleri zaman filmin istedikleri kısmını seyre­ deceklerini söylemektedir. 1957 ARALIK = = OYUN DÜNYASI BİR H A Z İR A N A K Ş A M I Yazan : Renée SENN Çeviren : Timuçin Y EK TA ean Celler, inmesine yardım etmek için elini Fanny’e uzattı. tim. Ne tezat!.. Yarabbi lâfa nasıl girmeli ? » — Reni eve kadar da götürebi­ lirdin. Artık bunun önemi olmasa ge­ rek, Değil mi-.. Bu akşam, ona, aşkınm, sevgi­ lerinin niçin öldüğünü soracaktı. Ve sonra yerini başkasının aldığını, ya­ rın ona gideceğini söyliyecekti. J — Kusura bakma şekerim. Fanny, «Allahaısmarladık» der gibi bir el işareti yaptı ve yolun dö­ nemecinde kayboldu. Jeah, asfaltta, bu küçük ayakkabıların kuru ve ace­ leci gürültüsüyle kaybolmasını bekle­ di. Fanny'nin asabı bozuktu. Bekle­ mekten, bekletilmekten bıkmıştı. Bu devam edemezdi, Bir karara varmak lâzımdı. Bütün benliğini saran, ilikle­ rine işleyen ateşe rağmen, evli bir adam oluşunun, serbest bulunmayışı­ nın münasebetlerinde daima ağır bas­ tığını hissediyordu. Nitekim Fanny’de bugün karısıyla konuşacağına dair ondan söz koparmasını bilmişti. Jean, arabayı çalıştırdı. Evine g it­ mek için aceleye lüzum görmüyordu. Louise’i düşünüyordu ; kendisini her zamanki, gibi karşılayacak, çabuk ve alışılmış bir şekilde öpecek, «Y e­ mekten sonra dışarı çıkar m ısm ?» diyecekti,yine. Hayır!.. Bir yere git­ meyecekti.. Bu akşam ona söyliyecekleri vardı. Louise başka birşey sor­ mazdı. Değişiklik arzulamadığı, bu­ nu hissetmek dahi istemediği her za­ man belli olurdu. Jean, «Beraber ya­ şıyoruz, fakat birbirimizden haberi­ miz yok» diye düşündü. «Bir bahane îcad edebilsem... Bana bir fırsat ver­ se, çok daha kolay olacak bu iş..» «Kör, sağır bir itimatla seviyor beni Hemde bunun sıkıcı hatta yıkıcı ol­ duğunu hiç düşünmeden, akima ge­ tirmeden.» «Arzu, ihtiras olmaktan çıktı; şöyle bir.. Şüpheyle, endişey­ le ateşlendiği zaman aşk ölür...» «Kıskanç olsaydı belki beni kaçırmıy a ca k tı; vefasız, hercai olsaydı bel­ ki de ben onu bırakmak istemiyecekABALIK 1957 ★ ★ ★ Louise, gurubun son akislerinin kıpırdaştığı terasa masayı kuruyor­ du. Mesut kadınlara has bir gülüm­ seme vardı dudaklarında. «Ona kö­ tülük ediyorum» diye düşündü Jean. «Fakat bu lâzım. Yarın bir cehen­ bulmaya çalışıyordu. Müphem sözler söylemek lâzımdı : Louise’e hakika­ ten o kadar uzaktı ki... Altı aydır, akşamlan onu yalnız bırakıp çıkı­ yordu. Artık işlerinden de bahsetmi­ yordu eskisi gibi. Sinirli ve dalgındı. Louise, bir tek şey olsun sormuyor­ du. Y a n uykulu, kansıyla kendisini bir tünelde görüyordu. Bu tüneli geçmek, şöyle açığa, aydınlığa ka­ vuşmak lâzımdı. Bu yolu bir gecede katedebilecekler miydi?.. Yoksa mü­ nakaşa daha uzun zaman günlerce aylarca devam edip gidecek m iydi? Acaba ağlar mıydı?.. «Hayır!... A ynlm ıyacağım !..» Hayır.. O hiç bir şey söylememişti. Jean rüya görü­ yordu. Daha konuya girmemişierdlki.. Saat 10 u vururken Louise kalk­ tı. Jean, boşluğuna sığındığı uyku­ dan uyanmıştı. Doğruldu. Gözlerini kaldırmadan : — Louise sana söyliyeceklerim var, dedi. Kansı her zamanki munis bakışlarını büe değiştirmemişti. Çok zamansız ve acele konuştuğunun farkına ancak o zaman varabildi. Hiçbir şey hazırlamamıştı. İnsan sevdiği ve onbeş sene beraber yaşa­ dığı bir kadma, bir kalemde «- Artık seni sevmiyorum. Bir başkası için seni terkediyorum. Beni rahat bı­ rak,» diyemezdi. Hayır bu yapıla­ mazdı... — Bedbahtım Louise... nem azabı olacak ama.. Serbest ola­ cağım. Yalana, sahteliğe hacet kal­ mayacak artık. Ne diyecek acaba?» «-Saadet, hayatı iyi yaşanmış, iyi oynanmış bir rol olarak kabul ede­ bilmektir.- Lâfını ağzmdan düşür­ mez, ama bu sefer?..» «Benimle ev­ lenirken, emniyete ihtiyacı vardı. İstikbali hazırlamak, ondan endişe duymak istemiyordu ; o kadar... Herşey programlı, hazır olmalıydı. Beklenmiyen hiç bir şeye, hiç bir sürp­ rize değişikliğe yer vermeden, azar azar, her gün hazır bir modeli örmeli, işlemeliydi. Modelin sonuna gelmişti ama farkmda değildi.» Yemekten sonra Jean kanapeye uzandı. Louise’de eline bir kitap al­ mıştı. Odada tatsız bir sessizlik var­ dı. «Saat dokuzda açmalıyım.» diye düşündü. Gözleri kapalı, bir cümle Louise, m utfağa götürmek için eline aldığı kahve tepsisini tekrar masaya bıraktı. Şaşırmıştı. Jean’a doğru eğildi, Gözlerine bakmak is­ ter gibi. Sonra yanma ilişti. —- Nen var? Jean, kımıldamıya cesaret edemi­ yordu adeta. Bir sigara yakmak is­ tiyordu. Fakat, sanki bütün gücünü yitirmişti. Konuşamıyor, hareket edemiyor, gözünü bile kaldırmıyordu. Bir bilmecenin, belkide karısının te­ siri altındaydı. Hipnotize edilmiş, yahut hareketlerini kontrol edemez uyurgezerlere dönmüştü. — Nasıl söylüyeceğiml bilmiyo rum... Seni sevdim Louise, Fakat durum çok değişik şimdi... — Yoksa başka bir kadın... ? — Seni üzdüğümün farkındayım. Bunu senden saklamayı çok ister- 15 dim. Louise onu seviyorum, onsuz yapamıyacağım. Halbuki tanıştığı­ mızda geçici bir hevestir demiştim kendi kendime. Bu gün... Bilemezsin bu çok değişik, çok tuhaf bir şey. Bu gözümün önünden ayrılmayan ha­ yal, bu sonsuz eğiliş...Bu sarhoşluğa önce dayanıyorsun; sonra... Sonra bırakıveriyorsun kendini. İşin oluru­ na bırakılması, bir rahatlık, son** için bir inanç veriyor insana. Bıka­ cağıma inanıyor, sana döneceğimi ümit ediyordum. Ü ç ay kadar olu­ yor... Bir gün, ayrılmağa mecbur olduğumuzu söyledi. Birisi ısrar edi­ yordu ; evlenecekti, işte o zaman içime, kendime inanamadım. Anla­ dım ki dünyada herşeyden çok ona bağ*] iyim. Louise, yitik, renksiz bir sesle tek­ rar sordu : — Benden de mi çok ?... Sesi o kadar sönüktüki boşalmak üzere olan gözlerine bakıp kuvvet cesaret almak için Jean başını kal­ dırdı. Hayır Louise ağlamıyordu. Yalmz titreyen elleriyle yaktığı si­ garadan uzun, sürekli nefesler çeki­ yordu. — Devam et,dedi. Soğuk kanlı­ lıkla. Evlenmek istiyordu. O zaman sende ona beni boşayacağını, bekle­ mesini söyledin. Ayrılmak istiyorsun. Bütün çaban bu değil mi ? Tabii o benden daha genç. Erkekler böyledir. K a n la n gününü doldurmuştur. Onu bir yenisiyle değiştirmeleri lâ­ zımdır ; daha tazeleriyle... yeni bir paragraf, yeni bir perde başlar. Açıklam aya Özür , dilemeye lüzum yok. Neler söyleyeceğini biliyorum. «Yine dost kalacağız. Benimle yine ilgileneceksin; maddetende olsun, di­ ğer hususlarda olsun, yardımına dostluğuna, nasihatlanna ihtiyacım olursa beni gözeteceksin.» Hepsi iyi ; hem de çok iyi. Böyle olacağını bil­ meliydim. — Bilemezdin, beklemezdin bu­ nu. Çünki büyük bir inançla sevi­ yordun beni. Şüphe etmiyordun. A ş­ kımızın üzerine eğilmedin, bir gün ölebileceğimi düşünmedin, sezmedin. *»— Aşkımız., Seninki ölmüş, Fa­ kat benimki... Yatakta uykunun verdiği bir çöl sessizliği hakimdi. Odanm sıcak loş­ luğu içinde, ikisi de yekdiğerinin uyanacağından emin, ufak bir ha­ reket, hızlı bir nefes, tek bir keli­ meyle münakaşayı tekrar açmaktan çekinerek müşterek bir çıkmazın içine daldılar. Birbirlerine yabancı gibiydiler, önem verecekleri ve söy­ lemekten çekindikleri şeyleri hesaplıyarak ertesi güne hazırlanıyorlardı. Gizlice silâhlarını hazırlıyor, parlatı­ yorlardı. Jean, kurtuluşu Fanny’nin hayaline bağlanmakta buldu. Şu an, istikbalin hayali ve projeleriyle ge­ çen altı aym tatlı hatıralarına ihti­ yaç duyuyordu. İki üç kelime, bir ateşli cümle, yıkıma başlamaya yet­ mişti. Ya şim di?... Louise onu anla­ maya çalışacak m ıyd ı?... Yoksa 9 da durumunu sağlamlaştırmaya mı çalışacaktı? Şimdi de onu elinden kaçırmamak için çareler mi arıyor­ du-... Mücadeleyi terketmesi için, ~ OYtTN DÜNYASI karışıklık, bu kararsızlık içinde, hem paylaşılmış bir saadetten, hemde feragatten, fedakârlıktan bahsedi­ yordu. Jean sırtüstü uzanmıştı. Vücu­ dunun her tarafında hürriyeti elin­ den alınmış birinin gerginliğini, si­ nirlilik ve sıkıntısını hissediyordu. Yüzünde karşısındakinin taktiğini ümitsizce çözmeye çalışan bir iç mü­ cadelesinin izleri vardı. Louise tek­ rar yerine uzandı. Yavaş yavaş ay­ dınlanan oda da fırtınadan evvel rüzgâr tarafından dalgalanan gemi­ ler gibiydiler. Jean ne yapmak iste­ diğini, lâfı nereye getireceğini anlıyabilmek için ilkönce Louise’in konuş­ masını bekliyordu. — Evlendiğimizde beni sevip sevmediğini merak ediyordum. — Yo, seni sevmiştim. bir kere... Hatırla — Hiç bir şeyi unutmadımki. Ya­ kışıklıydın, heyecanlıydın. Bütün benliğimi dolduran taşanların var­ dı. Hislerime ufacık bir fırsat ver­ meden müstebitçe seviyordun. O ge­ ceyi hatırlıyor musun? Sylvestre’deki geceyi. Ayrılmayı iyice koymuş­ tum kafama. bu çok zeki ve akıllı kadma sert mu­ amele yapılabilir m iyd i?... Louise «Beni seVmiyormuşsun ama ben, se­ ni seviyorum. Mademki gençliğimi, benliğimi feda ettim, mühim olan da budur,» der m iydi?. Gece çekilmez oluyordu. Sabah ikiye doğru, Louise serin­ lemek üzere banyoya gitti. Döndü­ ğünde, Jean ıstıraptan çökmüş bir yüz beklerken, her zamankinden da­ ha sakin buldu Louise’i... Yalnız alışmadığı bir sertlik vardı , fazla alarak. Bu bir keşifti : Louise kendini sonuna kadar müdafaa edecekti. «Onu kırmaya mecbur olacağım» di­ ye düşündü, — Bu gece galiba daha uyuyamıyacağız ?. fazla Ayağa kalktı ve hiç bir şey ol­ mamış g i b i ; — Benden istediğin pek büyük bir fedakârlık Jean, Seninle evlenir­ ken yaptığım fedakârlıktan bile büyük. — Geç oldu. Yatalım artık. Bun­ ları yarın konuşuruz, dedi. Jean’ın gözleri a çıld ı; kararsız, şaşkmdı. Bu manevra ne idi? Bu 16 . — Evet ama, yine de o akşam nişanlanmıştık. — Çünki, bensiz yaşıyamıyacağmı seni terkedersem, kaçacağını, her şeyi bırakıp kaçacağını söyle­ miştin, o akşam. Gözünün başka bir şey görmediğini, bana taptığını, hem de yalvararak söylememiş m iydin? Gençtin, yakışıklıydın kandım. Fa­ kat seni sevmiyordum Jean, zannet­ tiğin gibi, istiyeceğin, arzulayacağın gibi sevmiyordum seni. — Peki öyleyse niye benimle ? evlendin Çünki seni üzmek istemiyor­ dum. Mademki bütün birleşmeler, hemde arzuya dayananlar kahredici bir sonuca varabiliyorlar, diyordum, tek taraflı bir arzu, aksine belki de saadet getirir. Hayat bizi yaklaştı­ rır diye düşündüm. Yanılmamıştım. Alışkanlık, dostluk, paylaştığımız menfaatler, hepsi umduğum gibi çık­ mıştı.. iyiydik. Hislerimi seninkilere uydurmaya başlamıştım. Zaten a r ­ zuların kaprislerinde şiddetini kay­ bediyordu. 1957 ARALIK O TU N D Ü N Y A M Gelişen Çocuk Tiyatrolarımız ürkiye’deki çocuk tiyatrosu, 1935 senesinde İstanbul’da kurulmuş ve faaliyete geç­ miştir. İstanbul Belediyesine bağlı (Şehir Tiyatrosu) nun operet, dram ve komedi bölümlerinden başka, ço­ cuklara temsiller vermek üzere bir (Çocuk bölümü) nün kurulmasını, Türkiye’de Tiyatro geleceği için zaruri bir problem sayan o zamanki şehir tiyatroları Entendantı ERTUĞRUL MUHSÎN bu mevzudaki pro­ jelerini 1955 de tatbik mevkiine koy­ du. O sene Çocuk Tiyatrosunun ku­ ruluş hazırlıklarını tamamladı. T i­ yatro sanatkârlarından olup 23/N isan/1936 da hayata gözlerini kapa­ mış bulunan M. KEM AL KÜÇÜK'ü ilk rejisör olarak tayin etti. Türkiye için yepyeni bir mesele olan, Çocuk­ lara mahsus temsiller veren bir ti­ yatronun kuruluşta gözönüne tutu­ lacak mühim hususlar vardı. Bunlar dan en mühimi, şüphesin ki, bu tiyat­ rolarda oynanacak eserleri seçmek ve bunları temsil edecek sanatkâr­ ları bulmak işidir. ERTU1ĞRUL MUHSÎN, bu ilk ciddi adımın önemi­ ni belirtmek için, tiyatronun büyük sanatkârlarını seferber etti. Çocuk rollerini oynayacak kaabiliyetli ele­ manları çocuk tiyatrosuna tahsis edi­ len cüz’i bir bütçenin imkânları için­ de temin ettikten sonra, başta Neyyire ERTUGRUL, SAMÎ dram bölü­ münün mühim sanatçılarını çocuk tiyatrosunda vazifelendirdi. Yukarı­ da da bahsettiğimiz gibi bu bölümün T î ç çektikten sonra devam etti l — Seneler var bu aksak başlangı­ cı unutmuştum. Tehlikeli devreleri atlatmıştık ; sükûn içinde yaşıyabilirdik. işte yaptığım fedâkârlık bu. Bu akşam bir yenisini istiyorsun. Düşün­ meliyim. Arkadaşma biraz daha sa­ bırlı olmasını söyle. Louise susmuştu. Körükörüne seviyor, baş eğiyor san­ dığı kadını Jean şimdi çok değişik buluyordu. Bu itiraftan sonra J-*ouise’in ondan daha da uzaklaştığını hissetti : «Kaybedeceğim, kaybedi­ yorum onu» diye düşündü. «Hem tut­ mak istesemde kaybedeceğim.» mü­ cadele için biriktirdiği kuvvet tama­ men başka bir sahaya kayıyordu. Louise, yorgun bir hareketle lâm­ bayı söndürmüş, Jean uykuya dal­ mıştı. Beklenmiyen bir ağır uyku­ ARALIK 1957 Yazan : Mümtaz Zeki TAŞKIN san at4işleri ile yakından alâkadar olmak üzere sanatkâr M. KEMAL KÜÇÜK’ü görevlendirdi. Bütün bu hazırlıklar, bir branşın temelinin esaslı bir şekilde atılmasını sağlamak içindi. ERTUĞRUL MUHSÎN Tür­ kiye’de ilk olarak kurulan bir çocuk tiyatrosunun, ilk temsilinin çocukla­ ra ilk tiyatro sevgisi ve bilgisini aşı­ lamak olduğu hususunda rejisöre vermiş olduğu ilham üzere, M.KE­ M AL KÜÇÜK ilk eseri hazırladı. (Çocuklara ilk tiyatro dersi) İşte Türkiye’de çocuk tiyatrosunu ilk ku­ ran ERTUGRUL MUHSİN, ilk çocuk tiyatrosu rejisör ve müellifi M. KE­ M AL KÜÇÜK’tür. 1935 - 36 sezonunda perdesini aç­ mağa hazırlanan İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatrosu, Çocuk Tiyatrosu rosunun şimdiye kadar oynamış olduğu çocuk eserlerinin adları ile, yazanları ve müzik kompozisyonla­ rını hazırlıyanlarla sahneye koyan­ ların isimlerini havi listeler aşağı­ da sunulmuştur. dan uyandığı zaman, LouiSe’in söz­ lerinin acılığı halâ kafasında zonkluyordu. Ne olursa olsun. Fanny’ye bir müddet daha sabretmesini söy­ lemek imkânsızdı. Ültimatomu ver­ mişti. Kararından dömniyecekti. Bu günü bekliyordu ve yarın, yakasını bırakmıyan adamı rahatça reddede­ bilecekti. Bütün gün boyunca Louise her zamanın Louise’i idi. Hoş görürlük ve rahatlıkla münakaşa kapılarını açık tutuyor v e hatta Jean’a her şeye rağmen gece uyuyup uyumadı­ ğını soruyordu. Ne göz yaşı, ne si­ tem. Yalnız tam bir resmiyet, tam bir incelik... «Bu kadınla münakaşa imkân­ sız, Eğilmedikçe onu yenemem. Eğil­ mekte onun akimdan bile geçmiyor Çocuk tiyatrolarının, yannın kül­ türlü tiyatro seyircilerini hazır­ lamak yolunda büyük vazifeler yük­ lenmiş olduğu malûm gerçek olarak kabul edildiğinin, en belli başlı delili, şüphesizdir ki, Türkiye’de Tiyatro seyircilerinin günden güne artmakta olduğu hususu gösterilebilir. Türki­ ye’deki çocuk tiyatroları, çarşamba günleri verdikleri temsilleri ilk okul­ lara ayırmışlardır, ilk okullar, sıra ile bu temsillere gelirler, ilk tiyatro zevkini buradan alırlar. Maarif Ve­ kâleti okulların bu tiyatrolardan faydalanmalarını idaresi altındaki bütün okul Müdürlüklerine tavsiye eder. Türkiye’de Tiyatro seyircileri­ nin gün geçtikçe sayılarının artma­ sındaki en büyük sebep, daha ilk okul çağında iken Tiyatro zevkini tadan çocuklarımızın daha büyük çağlarda da bu zevklerini devam et­ tirmek istemelerinden ileri gelmek­ tedir. Çocuk tiyatroları, ile, Tiyatro­ larımıza ilk okul çağından itibaren seyirci yetiştirmek problemi hal y o­ lunda iken 1955 -1956 sezonunda, Ankara'da diğer bir problem nazarı dikkate alınmıştır : Operalarımız da çocukluktan başlıyarak Opera zev­ kine alışmış genç seyirciler yetiştir­ mek. Bu maksatla geçen mevsim ilk deneme yapılmıştır. Muasır İngiliz kompozitörlerinden B EN J AMÎN BRİTTEN’nin (bir opera yapalım) ad lı eseri «Gençlik operası» olarak sah­ neye konmuş ve büyük bir ilgi top­ lamıştır. Bu şekildeki ikinci eser halen Üçüncü Tiyatro sahnesinde temsil olunmaktadır. (Küçük kolombus). (Devamı var) galiba!..» «Y a F anny?... Bu sefer de işi halledemediğimi söyleyince ; haklı olarak yine bir sürü münaka­ şa, bir dolu sitem.» Vereceği karar­ la başbaşa kalmıştı. Korkunç derece­ de yalnız hissediyordu kendini. A r­ tık gücü yetmiyordu. Louise, bir kaç kelimede onu hareketsiz bırak­ mıştı. Akşama doğru : — Bu defa kim fedâkârlık ede­ cek lütfen söyler misin Jean?... —-■Fedâkârlık falan yok artık, öğleden sonra gidiyorum. — Nen var Jean?... Jean mağlubiyeti iyice kabul et­ mişti : — Bilmiyorum. Beni bırakma Louise. Sana ihtiyacım var... 17 O TU N DÜNYASI 1957 İKRAMİYE PLANI 'APARTMAN DAİRELERİ ZEN G İN P A R A J KRAM İYELERİ SATIŞI ¿ iflT I N Z İ U T SUMEDBANK * K ahve T ir y a k ile r in e M ü jd e ••«•»•««•««•••••••••»••o E:“üE N cp « 0•••••«••• #••#«» ««# «• K A P I Ş I L I Y ÖR Toptan Gaziantep şubesi, 18 : HAYRETTİN DOYURAN OSMAN HAMUT Çankırı Cad. Çiçek Palas Altı N o. 53 T e le fo n : 1*313 Telefon : 1399 — 1387 1951 A R A LIK O H » DÜNYASI T . C. Z İR A A T B A N K A S I Vadeli, vadesiz ^tasarruf hesaplan 1957 ikramiye plânında 2 .0 0 0 . 0 0 0 L i r a Para, 2 .0 0 0 . 0 0 0 L i r a Uzun vadeli Kredi v a r d ı r . f E T t B A N K SERMAYESİ : TL. 500.000.000 22 Yıldanberi Memleket hizmetindedir. Maden işletir, Bölge Elektrik Santralleri kurar. Her nevi Banka muamele ve hizmetleri ifa eder. ŞUBELERİ: ir ANKARA İT KARAKÖY ir ir ANAFARTALAR PANGALTI İT İSKENDERUN ETİBANK'ın 1957 senesi Umumî İkramiye Plânı TL. 900.000,— i aşmaktadır Bu P l â n d a : • AYLIK GELİRLER • MESKEN EDİNME KREDİLERİ • KIŞLIK KÖMÜR • MUHTELİF PARA İKRAMİYELERİ derpiş edilmiştir. Ayrıca her yeni şubenin küşadında muhassas zengin ikramiye keşideleri ve mutena açılış hediyeleri... ETİBANK EMNİYETTİRETİ B A N K H İ Z M E T T İ R ETİBANK UĞURVE HUZURDURA K A U K 1957 19 APARTMANİ İ İ SEL M U HALI LAR IN DA En sabit boya En uzun ömür En düzgün dokumayı GARANTİ EDER SELİ HALILARI, NESİLLERİN HALISIDIR. ANKARA ŞUBESİ - Yenişehir Tuna Cad. No. 1 S E L İ R U G S ARE GUARANTEED FOR Highs color Fastness Longest Wear Uniformity o f Weave IT ’S A RUG GUARANTEED FOR GENERATIONS lVl?AM lV£LEI?Î SIYAH ATLAR P PAHA R a u b m th Her 150 Liraya Bir Kur’a Numarası T. C. Devlet Demiryolları, Demiryolcuları ve Hepimizin B a n k a s ı R A YB A N K Ankara - İstanbul - İzmir Adana |*|&»»»•««•• *********Hi Y t • TÜRK HAVA YOLLARI • • I9 MEMLEKETİN HER TARAFINA 9 I I VE Y İ 0 0 0 Muntazam Seferler | KIBRIS, BEYRUT, ATİNJTya t LİRA T U T A R I N D A İKRAMİYE 24 adet APARTMAN DAİRESİ « 5 adet bahçeli EV • 4 adet yaslık DİNLENME EVİ • ayrıca 1.000.000 liralık çeşitli PARA ikramiyeleri V A K I T - N A K T Ü R K İ Y E $ B A NKA SI paranızın... İstikbalinizin em niyeti a 0 0 0 000 İ T T İ R 0 0 * 0 0000000000 000 THY 0000000000* A 000 BAHÇELİEVLE1 DÖRT MEVSİM ANA OKULU C'»4‘ıı^ıınıı7.1ın yetişmesi için en tatminkâr bir Yuvadır İylBakım-ModernTesisler-Tem» ve Bol Ma Hahçelievler. Cami civarı 19. cu sok. No: 21 Tel: 32129 TÜRKİYE Zirai Donatım Kurumu Dünyaca tanınmış PETERSİME Kuluçka ve ana makinaları ile tavukçuluk malzemesinin Türkiye’de yegâne satıcısıdır. BÜTÜN YURTTA 13 Şube Müdürlüğü 62 Ajans 63 Temsilci İle ÇİFTÇİNİN HİZMETİNDEDİR lllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll:; ıııııııuııııımıııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııııı ^ l l l l l l l l l l l llllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllllll l l l l l l » ^HIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIHIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIIII Atatürk Orman Çiftliği YENİ Pastörize Süt VE TAR AAT AAAK\YAk\_KR\ AV TÜFER\_ER\ AV MAUZEMESV Süt Mamülleri N\AK\RA V E O E K PARÇ.A\_AR\ Fabrikası PR\RÇ V E BAK\R R A D D E AAAW\\J\_\_ER\ c R \ _ f r \k a s \d \ AS\D\) Dünyanın En Modern Tesisatile Mücehhezdir. Bu Fabrikanın resim v e pl&nUt» V«r\\ec** xar«u maMn* ve ®6Te - . « » ^ ^ Pastörize Süt Pastörize Tereyağı Pastörize Dondurmasını M A K İ N A ve K İ MY A E N D Ü S T R İ S İ KURUMU SİPARİŞ TslgraV ; MAKKİW Bâyilerden İsrarla arayınız! V E. S A TIŞ A NKA R A MÜDÜRLÜĞÜ