Tercüman 1001 TEMEL ESER Şeyhülislâm Cemâleddin Efendi A __ * SIYASI HATIRALAR ( 1908-1913) Sadeleştiren: Ziyâeddin ENGİN İstanbul 1978 Devlet arşivlerimizin acıklı hâli, tarih teliflerinin çoğunun heniiz el—yazması hâlinde bulunuşu veya ilmî neşirlerinin ya­ pılmamış olması, hususiyle yakın tarihimizin tedkfkıni güçleş­ tirdiği gibi, bu devre için yapılan spekülâsyonların İtibâr gör­ mesine yol açmaktadır. Bâzan biribirine zıd düşen bu hüküm keşmekeşinden şaşkına dönen okuyucuyu sâlim bir yola çıkar­ manın belki de en kolay yolu, hâdiselerin şâhidi veya âmili olanların, hâdiseleri nasıl görüp değerlendirdiğini tespit eden eserleri, rahat okunur bir hâlde sunmaktır. Bu eserle, yine ^Tercüman 1001 Temel Eser" serisi için hazırlanmakta olan Sa­ id, Kâmil, Memduh Paşa'laıia vs. zevâtın "hâtwa"ları, bu mak­ sada hizmet için neşrolunmaktadır. İki defada 18 yıl kadar şeyhülislâmlıkta bulunup, zekâ, fetânet ve vukufuyla büyük itibar kazanan Mehmed Cemâleddin Efendi'nin "Hâtırat—» Siyâsiyye"si, İkinci Meşrûtiyeti tâkip eden 4—5 yıllık çalkantılı devrin hâdiselerine ışık tutmakta, 1914'de, Balkan Bozgununun mes'ulu addedilerek haklarında meclis soruşturması açılan Ahmet Muhtar ve Kâmil Paşa hüku- metlerinin üyesi sıfatiyle müellif, gurbette münzevi olduğu hâl­ de, hem nefsini em de kabine arkadaşlarını müdâfaa etmekte­ dir. Ona göre, bozgunun gerçek mes'ulü, hesapsız, taşkın ve in­ safsız davranışlarıyla İttihat ve Terakki mensuplarıdır. Şüphe­ siz okuyucu, yalnız bu eserle yetinmeyip, diğer "hâtıra"ları da gözden geçirip, biribiriyle mukayese yaparak, mâkul bir hükme varacaktır. 1914'de Mısır'da yazılıp, 1919‘da bir gazetede tefrika edil­ dikten sonra, ertesi yıl kitap hâline getirilen " H â tırâ t-ı Siyâsiyye", zikredilen baskısına dayanılarak sâdeleştirilmiş aslında hiçbir tasnif ve tertibe tâbi tutulmayan metinden rahatlıkla is­ tifâdeyi temin için, muhtevâya uygun bölüm ve ara—başlıkları ile bâzı zanirf notlar ilâve olunmuştur. Tarih araştırıcılarının ehemmiyetle başvurdukları bu kıymet* ' li kaynak esere, okuyucularımızın da alâka duyacaklarını umu­ yoruz. Prof. Bekir KÜTÜKOĞLU GİRİŞ I. ŞEYHÜLİSLÂM CEMÂLEDDİN EFENDİ'NİN HAYATI İlim ve irfan sahasında olduğu gibi, İdarî ve siyâsi sa­ hada da devrinin temâyüz etmiş bir şahsiyeti olan Şey­ hülislâm Mehmed Cemâleddin Efendi; Kazasker Yusuf Efendi'nin torunu ve Şer'iye hâkimleri seçim meclisi reisi Kazasker Mehmed Hâlid Efendi'nin oğlu olup 31 Mart 1264 (1848) tarihinde İstanbul'da doğmuştur. Anne tarafından da Kevâkibî—zâdelerden Kazasker Ha­ cı Mehmed Said Efendi âilesine bağlı olup, büyük anne­ si de meşhur âlim Geienbevı İsmâil Efendi'nin kızı idi. Veziriazam Nişancı Mehmed Paşa’nm da Cemâleddin Efendi'nin ecdâdı arasında bulunduğu nakledilmiştir. Mahalle mektebinde okuduktan sonra, zamanının büyük âlimleri olan hocalardan ve babasından hususi dersler görerek lüzumlu bilgileri almış ve Arapçayı öğ­ renmiştir. Daha on yaşında iken (1858) ilmiye sınıfına idhâl ve Ruus—ı hümâyun defterine kaydolunarak kendisine yüzyirmibeş kuruş maaş bağlanmış, zekâ ve dirâyeti sâyesinde çok çabuk ilerleyerek, 1866 yılında ibtidây—i hâriç pâyesiyle Konya'lı Ahmed Efendi Dersiyesine müderris tayin olunmuş, 1871 yılında Hare­ ket—i hâriç payesi alıp, Şeyhülislâm Mektubçuluğu kâtibleri arasına girmiş; aynı yıl içinde Şeyhülislâmlık mektubçuluğu muâvinliğine, 1872'de önce, ibtiday—î dâhil payesine, sonra Anadolu Kazaskerliği mektubçuluğuna, yine ay m yıl hareket—i dâhil itibariyle Adliye Nezâreti İstanbul Birinci Ceza Mahkemesi Muharrerat Şubesi muâvinliğine, 1875 yılında da bu dâirenin mü­ dürlüğüne yükselmiştir. İlmiye nıtbesi sürekli artarak, Musıle-i sahn, Sahn—ı Semân ve Hareket—i altmışlıya ve nihâyet 1877 yılında da Süleymaniye Müderrisliği pâyesine erişmiştir. 1877 yılında İstanbul Ceza Mahkemesi mümeyyizli­ ğine ve ayni sene Temyiz Mahkemesi Beşinci hukuk mümeyyizliğine tâyin edilmiş olup, 1878 yılında Şey­ hülislâmlık Dâiresi Mektubçuluğuna getirilmiştir. 1875—1879'da birbiri ardınca Mahreç—i dâhil, Bilâd—ı hamse, Haremeyn, pâyelerine yükselerek; 1884' de İstanbul Kadılığına, 188'de Anadolu Kazaskerliğine ve 1890 senesinde de Rumeli Kazaskerliğine yükselmiştir. 1891'de, 43 yaşında ve Rumeli Kazaskeri payesiyle Meşihat mektubçuluğunda bulunduğu sırada, üstün zekâ ve dirâyeti, ayni zamanda devrin iyi veya kötü bütün ahvâline vukufu dolayısiyle, makamı için çok genç denilebilecek bir yaşta, Şeyhülislâmlık mevkiine yükselmiş ve onsekiz seneye yakın bir süre (4 Eylül 1891 - 14 Şubat 1909; 2 Temmuz 1912-23 Ocak 1913) bu makamda vazife yapmıştır. Cemâleddin Efendi'nin; II. Abdülhamid gibi ev- hamli, kuşkulu ve hiç kimseye güveni olmayan bir padişah zamanında uzun müddet bu makamda kalması, bir taraftan padişahın en küçük bir şüphesini çekmeye­ rek güvenini kazanması, diğer taraftan saltanat makamı ve bunun devamı için tehlikeli bir unsur olarak gördü­ ğü, medrese talebesini, büyük bir dirayetle idâre ede­ rek herhangi bir olaym çıkmasına meydan vermemiş olması, ayni zamanda Meşrutiyet inkılâbında, II. Abdülhamid'in öteki nâzır ve paşalarına nisbette, içinde bulunduğu durumu çok iyi kavrayarak hem heyecanı yatıştırıcı, hem de 11. Abdülhamid'i memnun edici te­ şebbüs ve hareketlerde bulunması, Padişahın ve inkılâbcılann hoşuna gitmiş olup, bütün bu akıllıca hare­ ketleri, kendisinin 1909 yılma kadar bu makamda ka­ labilmesine imkân vermiştir. Bununla beraberjıakîkatte İttihatçıların duygu, düşünce ve icraatlanna karşı ol­ duğu için, Kâmil Paşa Kabinesi düşürüldükten sonra istifa etmiş; Sultan Abdülhamid önce istifasını kabul etmemişse de vuku bulan ısran üzerin kabul etmek zo­ runda kalmıştır. Yeni sadnâzâm Hüseyin Hilmi Paşa' nın şeyhülislâmlığa getirilen Ziyâeddin Efendi'nin hiçbir işte ağzını açmadığım görerek "Cemâleddin Efendi'nin yerine şeyhülislâm bulamadık" diye üzün­ tüsünü izhâr ettiği naklolunur. Daha sonra 20 Temmuz 1912 tarihinde kurulan Gazi Ahmed Muhtar Paşa Kabinesinde tekrar Şeyhülislâm­ lık makamına getirilmiş ise de; Muhtar Paşa'nın kısa süren sadâretinden sonra bu zâta halef olan Kâmil Paşa'nın sadâretinde İtdhad ve Terakki Cemiyeti tara­ fından düzenlenen Bâb—ı Ali baskım sonunda 23 Ocak 1913 tarihinde Şeyhülislâmlıktan ve siyâsetten çekil­ mek zorunda kalmıştır. öteden beri Ittihad ve Terakki mensuplarına karşı olduğu için, baskından sonra teşkil edilen kabinede,Ce­ mâleddin Efendi'nin şeyhülislâm olarak vazife görmesi Sultan Mehmed Reşad tarafından istenmişse de, Sadnâzam Mahmud Şevket Paşa, sâbık hükümet âzâsının aralarında bulunmasını câiz görmeyip muhalefet etti­ ğinden pâdişâhın arzusu yerini bulmamıştır. İstanbul* da kalmayı kendisi ve âflesi için tehlikeli bulduğundan Mısır'a giderek, İskenderiye civarındaki Remle kasaba­ sına yerleşmiştir. Bilâhere buradan Avrupa'ya geçerek Nis şehri ve çevresinde bir süre dolaştıktan sonra tek­ rar Mısır’a âilesinin yanma dönmüştür. ACemâleddin Efendi, çok zeki, kurnaz, idân ve siyâ­ si kabiliyeti itibariyle dikkate şayan bir kimse olup, 5 Nisan 1335 (1919) tarihinde 72 yaşında bulunduğu sırada Mısır'da İskenderiye civarındaki Remle kasaba­ sında vefat etmiş; İskenderiye'deki cenaze merasimine, otuzbinden fazla müslüman katılmış; İstanbul'a getiri­ len nâşı Fatih'te Otlukçuyökuşu'ndaki âile mezarlığın­ da toprağa verilmiştir. Mezkur yokuş ve çevresinde yapılan araş fır malan­ ınız, o zamanlar bir kısmı yangın yeri olan bu havâlide sonradan bir çok yeni inşâat yapılması dolayısıyla Ot* lukçuyokuşu adını taşıyan yol güzergâhının değişikli­ ğe uğramış olması bakımından âile mezarlığının yerini tâyine imkân bulunamamış ise de, mezânnın Edirnekapı Şehitliğine nakledilmiş olduğu öğrenilmiş ve ara­ ma sonunda da, Cemâleddin Efendi'ye âit mezann, bu şehitliğin ana kapısından girişte sol tarafa doğra uza­ yan yol boyundaki ikiıici parselde ve "müze” tâbir edi­ len kısımda olduğu görülerek yeri tespit edilmiştir. Fo­ toğrafı sunulan mezâr kitâbesi şöyledir: ^ "Hûve'l—Hallâkı'l—bâkî Makam—ı Meşîhat—ı lslâmiyye'ye iki d e fa revnak—bahş olup gariben ve memleketine mütehassiren İskenderiye'de irtihâl eden Şeyh Yusuf Efendi— zâde Ahmed Hâlid Efendi—zâde el Hâc Mehmed Cemâleddin Efendi'nin kabr—i şerifleridir. Ruh—ı şerifleri için nzâen li'llâhı teâlâ el—Fâtiha" Târih—i vilâdet fı 31 Mart sene 1264 T ân h —i vefât fı 5 Nisan sene 1335" «t» Pek küçük yaşta Arapça öğrenen Cemâleddin Efen­ di bu dilde şiir yazacak kadar kudret göstermiş; çok okumuş geniş kültürü ile muhatablannın hayranlığını kazanmıştır. Cemâleddin Efendi'nin vefatı dolayısıyla, birader— zâdesi Sâîd Molla Bey'in 'T ürkçe İstanbul" gazetesin­ de neşr ettiği ebcedle "tarih" mısraını ihtivâ eden mer­ siyesi aşağıdadır: Cemâleddin Efendi onsekiz yıl Bâb—ı Fetvâ'da • -* Meâlı—pâş olup müfti'l—enâm —i kâm —buı öldü 4 A * A t j Tecelli eyledi zamda pek ulvi faziletler^ Vücudu hüsn—i ahlâka kitâb—ı müstebın oldu Meşihat mesnedin yükseltti hikmetle, adâletle Bütün dânişverâna destgır ü hem muin oldu Fesâhatda, belâgatda nazırın görmedik el—hak Ana allâmeler tilmiz—i zânu—ber—zemîn oldu s Mühimmât—ı mesâilde anın idrâk ü iz'ânı Bu mülk ü millete birçok zaman hablü'l—metin oldu Ne bedbahtız ki kaldık son zaman mahrum feyzinden Ufulü şimdi hayfâ bâis—i âh u enin oldu Mısır'da "irci'ı" emrin alınca verdi fetvâsmı O fetvadan çıkan "lebbeyk"sadâsı pür—tanın oldu Cihânı etdi istilâ o dâhi—i kemâlâtın Ziyâ'—ı nâzehânısi bütün diller hazin oldu * Saıda, Çar—yâr imdâd edüp yazdım tamam târih Cemâlüddin Efendi nâil—i Huld—i berin oldu (—1337) II. CEMALEDDtN EFENDİ HAKKINDA YAZILANLAR Vefâtı ve cenâze merâsımi dolayısıyle gazetelerde çıkan yazılan, Cemâleddin Efendi hakkındaki devrinin göriişlerini aksettirmesi bakımından, kısaltarak ve sade­ leştirerek aşağıda veriyoruz: * 17 NİSAN 1335 (1919) TARİHLİ *'TÜRKÇE İSTANBUL" GAZETESİNDEN Büyük ve acı bir kayıp: Şeyhülislâm esbak Cemâleddin Efendi vefat etti. Ecel, memleketimizin ilim ve irfan sahasında en yük­ sek mertebeye erişmiş olan, insanlık ve ahlâk bakımın­ dan emsalsiz bir insan olarak tanınan bir zâtı milletin aguşundan aldı. Cemâleddin Efendi Hazretleri, memleketimizin acık­ lı durumuna dayanamayıp yabancı diyarlarda, milleti­ nin dert ve elemieriyie dolu yaraiı gönlünü gezdirerek avutmağa çalışmıştı. Her müslümanm, her insanın bü­ yük bir hürmetle ve hayranlıkla bağlı bulunduğu Cemâ­ leddin Efendi'nin ölümü ümıd ve teselliden mahrum bu­ lunan memleketi derin bir matemle sarsacaktır. Cemâleddin Efendi, senelerin, asırların nâdir yetiş­ tirdiği büyük bir siyâset ve ilim adamıdır. Cemâleddin Efendi’nin, oturmakta olduğu İskenderiye civarındaki Remle kasabasında kısa bir hastalıktan sonra vefat ey­ lemeleri üzerine cenâzeleri İstanbul'a nakledilmek üze­ re tahnit edilerek büyük bir merasimle İskenderiye’ye götürülmüş ve Beni Oanyal camiine konmuştur. Cenâzenin Remle'den İskenderiye’ye naklinde Mı­ sır Hükümeti tarafından gönderilen bir askeri müfreze tarafmdan gerekli merâsim ve saygı ifâ edildiği gibi ge­ rek Mısır eşrâfmdan ve gerekse orada bulunan vatan­ daşlarımızdan büyük bir cemâat câm i-ı şerife kadar tâbutu tâkip ederek son ihtirâm vazifelerini yapmışlar­ dır. Vefâtı bütün Mısır'da da büyük bir üzüntü yarat­ mıştır. Kendisinin, yeğenleri olan başyazarımız Said Molla Bey'e göndermiş olduklan mektupları bir acının payla­ şılmasına yarar düşüncesiyle aşağıya alıyoruz. SALI, XII, 1328 TARİHLİ MEKTUP. Mektubunu ve gönderdiğin gazeteleri aldım, sağlık haberinizden çok memnun oldum. Memleketin duru­ munun her gün biraz daha vehâmet kesbetmekte oldu­ ğunu öğrenince çok üzüldüm. Bu Cuma günü Kadı Efendi ile Sultan Kansu Gavri Câmiine gitmiştim. Orada hususi bir mahalde namaz kıldık. Camiye yalnız gidemiyorum, çünkü bütün ce­ mâat elimi öpmek için üzerime saldırıyor. Ancak ya­ nımda bulunanların yardımı ile kendimi kurtarabili­ yorum. Mısır ulemâ ve eşrâfı şahsıma karşı fevkalâde 1 i >•“ -16- * w* hürmet ve muhabbet gösteriyorlar. Dün Hüseyin Kâ­ mil Paşa ziyaretime geldi. Lord Kiçner’i de büyük bir iktidar sâhibi akıllı ve bilgili gördüm bizden pek hoş­ lanmış, Cuma günü saat dörtte bir çay ziyafetine dâvet etti. 9 MAYIS 1329 TARİHLÎ MEKTUP: Fazıletlü oğlum, 29 Nisan 1329 tarihli mektubunuzu sevinçle oku­ dum. Nis’teki güzel ve mâmur yerleri otomobil ile ge­ zerek buralarda yaşamanın tadını çıkarmakta isem de Ayaş Müftüsü—zâde Es'ad Paşa merhumun dediği gibi insan vatanının bir zerre toprağını, gurbet diyarı­ nın bin gülistanına feda edemiyor. Doğup büyüdüğü yerler hiç akimdan çıkmıyor ve daima oraların has­ retiyle kıvranıyor. Bununla beraber memleketimizin asırlardan beri içinde bulunduğu harâp hâlini ve bu hâlin giderilme sebeplerinin güçlüğünü görüp düşün­ dükçe imâr edilmiş memleketleri gezip görmekle ken­ dini avutmuş oluyor. Yengeniz hanımefendi ile âilemin ilettikleri haberler üzerine bir müddet daha bura­ da kalmayı uygun buldum. Zaten düşünce ve tahmin­ lerim de bu merkezde idi. Nis’e gelmeği icâbeden de bu düşüncedir. İnşâallah memleketimizde, ümıd olu­ nan intizam ve âsâyiş yakında kurulur da, ben de İstanbul'a gelerek hepinize kavuşmuş olurum. An­ latmış olduğumuz hâller ve olaylar sizi üzmesin,bun­ lar geçici şeylerdir. Gün doğmadan meşime—i şebden neler doğar. Siz, her zaman söylediğim gibi, doğ­ ru yoldan ayrılmayın, iyiliği ve kötülüğü fark etme­ yen, ne dediğini bilmeyen kimselerle temas kurmayı­ nız. Cenâbı Hak sizi her türlü tehlikeden korur ve mu­ hafaza eder. Ben fikren ve vicdânen râhatım. ÇARŞAMBA, 18 EYLÜL 1329 TARİHLÎ MEKTEP: Faziletlü oğlum, Geçenki mektubuna yazdığım cevapta göndermiş olduğunuz mühim varakayı aldığımı bildirmiştim. Bu varakayı dikkatle okudum, düşüncelerinin çok doğru olduğu kanâatına vardım. Çünkü devletin selâmeti için bundan başka kurtuluş yolu yoktur. Bizde bu hırs ve birbirimize karşı düşmanlık mevcut iken değil Edirne* yi Sofya'yı bile alsak faydası yoktur. Varakayı şimdi­ lik yanımda alakoydum; tabii başka nüshası olmadığın­ dan istersen Mısır'dan iâde ederim. Bundan sonraki mektuplarını Kadı Efendi vasıtası ile Mısır'a gönderme­ lisin..........Bey'e yazdığım mufassal mektubu kendisin­ den isteyip okuyunuz ve ne suretle düşünüldüğünü öğ­ renip bana yaz. Pederin ' ^ Cemâleddin *** • ! 24 NİSAN 1335 (1919) TARİHLİ "İSTANBUL" GAZETESİNDEN: Merhum Cemâleddin Efendi'nin ceııâzesi dün şehri­ mize getirildi. Cenâzeyi İngiliz Devleti tarafmdan tah­ sis olunan hususi bir gemi İskenderiye'den şehrimize getirdi. Merhum, takriben bundan yirmi gün kadar ön­ ce 5 Nisan 1335 (1919) bir cuma gecesi saat 7.30'da Remle'deki konaklarında kendisine bir fenalık geldiği­ ni söylemiş her türlü tedâviye rağmen kısa bir süre son­ ra vefat etmiştir. Cenâzeleri Remle'deki konaktan alınarak ikibin kişi­ den fazla bir cemâat ve asken merâsimle İskenderiye' ye getirilmiş ve orada toplanan büyük bir cemâat, kon­ soloslar ve devlet memurları da bu cemâata katılarak, tâbutu eller üstünde taşınarak İskenderiye'deki Benî Dânyal Câmiine getirilmiş, orada cenâze namazı kılın­ mıştır. Mısır'daki müslüman halk cenâzenin Mısır'da hazırlanacak bir türbeye defnini istemiş ise de, ailesi b u n a ' nzâ göstermediğinden, cenâze tahnit edilerek (tam tahnite âilesi râzı olmadığından cenâzenin etrafı kömür tozu vekimyevi mâdde ile sarılarak) tâbuta kon­ muştur. Cenâzenin İstanbul’a nakli için İngiliz Devleti bir harp gemisi vermek istemiş ise de âilesi bunu kabul et­ mediğinden, yalnız cenâze ile âilesini İstanbul’a getir­ mek için bir İngiliz vapuru verilmiş, âilesi bu vapura İskenderiye'de bulunan bâzı harp mâlullerini ve esirleri de almıştır. Vapur 22 Nisan 1335 (1919) sabahı İstan­ bul'a gelmiş ve Kızkulesi açıklarında demirlemiştir.Yi­ ne o tarihte İstanbul'u işgal altında bulunduran Ingilizlerin vermiş olduğu bir istimbot ile cenâze, vapurdan alınarak Sirkeci'ye ve oradan da Şehremaneti’nin tah­ sis ettiği bir otomobil ile ve hazır bulunan cemâat ile Salkımsöğüt ve Alemdar caddelerini takiben Said Molla Bey'in konağına getirilmiştir. Padişah irâdesi ile askeri ve resmi bir merasim hazır­ lanmış ve Topkapı Sarayı'ndan getirilen örtü ile tabut örtülmüştür. Aynı zamanda, Saray müezzinleri de duâ için cenaze merasiminde hazır bulunmuştur. BUGÜNKÜ (24 Nisan 1919) MERASİM: Bugün saat 12.00'de, önde polisler, Yüksek Muallim Mektebi talebesi, Mahmud Şevket Paşa Numune Mek­ tebi Müdür, Muallim ve talebesi, onların arkasından as­ ken müfreze ve onlan takiben şeyhler,dervişler,dedeler ve Saray müezzinleri ortasında tabut; bunların arkasın­ da Padişah tarafından gönderilen zevat, vekiller,âyân âzalan, ilmî, askeri ve mülkî ricâl ve kalabalık bir top­ luluk ile Said Molla Bey'in Cağaloğlu'ndaki konağın­ dan hareket olunarak Divan—yolu'nu tâkiben Sultan Mahmud Türbesine gelinmiş; burada duâ yapıldıktan sonra İlâhiyle Şehzadebaşı yolundan Fâtih Hazretle­ rinin Türbesi önüne gelinmiş; burada da Fâtiha okuna­ rak doğruca Otlukcuyokuşu'ndaki âile mezarlığına kabrinin başına gelinmiş ve yapılan dinî merâsimden sonra toprağa verilmiştir. ■ ı 18 NİSAN 1335 (1919) TARİHLİ "İKDAM" GAZETESİNDEN: Avrupa'da bulunmakta olan sâbık Şeyhülislâm Ce­ mâleddin Efendi'nin vefat eylediğine dâir arkadaşları­ mızın bâzılannda çıkan haberler bizleri pek derin acı­ lara şevketti. Kendileri İskenderiye civannda Remle’de vefat eylemiş ve cenâzesi İstanbul'a getirilmek üzere tahnit edilerek, büyük bir merâsimle İskenderiye'ye götürülerek Beni—Danyal Camii şerifine konmuştur. Mısır hükümetinin gönderdiği bir asken müfreze ve Mısır'ın ileri gelenleri ve âlimleri cenâze merâsiminde hazır bulunmuştur. Bu acı haberi öğrendiğimiz zaman memleketin nâdir yetiştirdiği böyle ilmi, idâreciliği ve siyâseti uhdesinde toplamış olan adı geçenin kaybedilişine çok üzüldük. Kendisi 1263 Cemâziyelevvelinin dokuzunda İstan­ bul'da doğmuş ve mükemmel tahsil görmüştür. Cemâ­ leddin Efendi, Abdülhamid'in Padişahlığı zamanında uzun müddet yüksek Meşihat makamında bulunmuş­ tur. ölümünden dolayı muhterem âilesine ve bilhassa mahdumlan Muhtar Bey'e beyân—ı tâziyet eyleriz. 24 NİSAN İ335 (1919) TARİHLİ "İKDAM" GAZETESİNDEN: Mısır'da vefat ettiğini daha önce bildirmiş olduğu­ muz sâbık Şeyhülislâm Cemâleddin Efendi'nin cenaze­ si, dün deniz yolu ile şehrimize getirilmiş ve bir sıhhiyye otomobili ile birader—zâdesi 'T ürkçe İstanbul" Ga­ zetesi sahibi ve arkadaşımız Said Molla Bey'in Cağaloğ­ lu'ndaki Hamam Sokağmda bulunan konağmdan kaldı­ rılarak Pâdişâh emri gereğince F âtih'te Otlukçuyokuşu'ndaki âile mezarhğında toprağa verilecektir. "MAKAM—I M EŞİH A T-I ISLAMİYE'DEN f VERİLEN ÖLÜM İLÂNI: "Sabık Şeyhülislâm Mehmed Cemâleddin Efendi' •nin cenâzesi, Nisan'ın yirmidördüncü perşembe günü zevâh saat onbirde Said Molla Bey'in Cağaloğlu'ndaki konağmdan kaldırılarak Fâtih Cami—ı şerifi civaıindaki Otlukçuyokuşu'ndaki âilelerine âit mezarlığa def* nolunacağmdan ricâl ve mensubıni İlmiyece son ihtirâm ifâ edilmek üzere beyan keyfiyet olunur." "MECLİS—I MEŞÂYIH"TEN VERİLEN İLAN: "Şeyhülislâm esbak merhum Mehmed Cemâleddin Efendi’nin cenâzesi Nisan'ın yirmidördüncü perşembe günü zevâh saat onikide Said Molla Bey'in Cağaloğlu' nda bulunan konaklarından kaldırılacağından Meşâyih—i kirâm ve ihvân—ı tarikatın hususi libaslanyle ha­ zır bulunmaları niyaz olunur." * i , 25 NİSAN 1335 (1919) TARİHLİ "İKDAM'' GAZETESİNDEN: Mısır'da Remle'de vefat eden Şeyhülislâm Cemâled­ din Efendi'nin cenazelerinin şehrimize getirildiğini dünkü nüshamızda yazmıştık. Merhumun cenâzeleri, dün zevâh, saat oniki raddelerinde Cağaloğlu'nda kâin birâderzâdeleri Said Molla Bey'in hânelerinden, önün­ de bir müfreze süvari askeri ve süvari polisleri, onlann arkasında Dârüleytam Talebesi, Meşâyih Ulemâsı ve Saray müezzinleri, âlimler ve ileri gelen kimseler etra­ fında itfâiye bölüğünden bir bölük piyâde kıt'ası oldu­ ğu ve binlerce cemâat bulunduğu halde kaldırılarak Divanyolu, Beyazıd, Şehzadebaşı yoluyla Fâtjh Ca­ mi—i şerifine nakil ve orada cenaze namâzı kılınarak merhumun Meşîhat makamında bulundukları zaman yaptırmış oldukları Otlukçuyokuşu'nda Şeyhülislâm Cami—i şerifi (1) yanındaki âilemezarlığma defnedilmiştir. Pâdişâh emri ile tabutu örtmek için Topkapı Sara­ yından bir Kâbe örtüsü gönderilmiş Ve cenaze masraf­ ları hükümet tarafından ödenmiştir. 24 NİSAN 1335 (1919) TARİHLİ . "ITİSAM” MECMUASINDAN: Ittihad ve Terakki hükümetinin birinci sukutunu müteâkip teşekkül eden Gazi Ahmsd Muhtar Paşa ve Kâmil Paşa kabinelerinde tekrar Meşihat makamına gelmiş plan Cemâleddin Efendi, »nezkur kabinenin Bdö—ı Ati öas&ını sonucu suKuri'yig /sfan6ufcfa kar­ mayı hayatı için tehlikeli gördüğünden Mısır'a git­ mişti. İttihat—Terakki Hükümetimin tekrar sukut etmesi üzerine İstanbul'a gelmesinde bir mâni kalma­ dığı için tekrar vatana avdet ile Devlet ve Millet’i si­ yâsî fikirlerinden faydalandırması ümid edilirken bir­ kaç gün önce İskenderiye’de vefat ettiği öğrenildi. Adı geçenin ceddi olan İsmail (ielenbevı, ilim ve fennin her sâhasmda olduğu gibi, kalemi ile de kendi­ sini şarka ve garbe nasıl tanıtmış ise Cemâleddin Efen­ di de şark ve garpte ilim, zekâ ve siyâsi dirâyetiyle öy­ lece tanınmıştı. Sultan Abdülhamid gibi son derece ev­ hamlı ayni zamanda zekâ ve dirayetle emsâli az bulu­ nur bir hükümdarın Mısır'da Lord Kiçener gibi maruf bir diplomatın takdirlerini (2) kazanması ve hele Jön (1 )ö n c e , $ e y h Resm i M a h m u d E fe n d i ta ra fın d a ^ g ge ( 1 4 8 1 ) 'de y a p tırı­ lan c â m l, za m anla h arâb o ld u ğ u n d a n C e m â l d i n E fe n d i tarafından Ih yâ e d ilm iş ti. F a k a t, 1 9 1 8 ya n g ın ın d a y a n m ,ş o lu p , s im d i arsası b u ­ lu n m a k ta d ır. (B a k ın ız : A y v a n sa ra y ı Hüseyin E f en(ji, H a k ık a tü ’l— ce v â m l, I, 1 1 7 ;T a h s ln ö z , İsta n b u l C â m lle r i, I, l l Ç f n . 2 6 5 ). (2 )M ıs ır'd a In g iliz B aşkonsolosu o lu p K lç e n e r (K ıtc h e n e r) k o n tlu ğ u pa­ yesine yükselen H o ra tlo H e rb e rt (1 8 5 0 — 1 9 1 tj)( C e m â le d d in E fe n d i' nln siyâsi, mes'eleherdeki v u k u fu n u h a y re ti^ g ö rü p , m e m leketinde kendisinden fa yd a la n ılm a m ış olm asından d o la y , müteessif o ld u ğ u n u b irç o k kim seye ifâde e tm iş tir. Türklerin Kâmil Paşa'dan ziyade düşmanlığını celb et­ miş bulunması, merhumun iktidar derecesini gösterme­ ğe kafidir. "Cemâleddin Efendi vefat etti" demek, bu büyük adam kıtlığı devresinde, ilmiye, en mümtaz bir sımâsını; devlet, en yüksek idâre ve siyâset adamını, İslâmlık âlemi de en mâruf bir şeyhülislamını kay­ betti demektir. » ‘ 26 NİSAN 1335 (1919) TARİHLİ "İSTANBUL" GAZETESİNDEN: Şeyhülislâm Cemâleddin Efendi'nin eşi Fatma Ha­ nım, kocasının acısana dayanamayarak ve bunun neti­ cesi Mısır'da meydana gelmiş olan hastalığı artarak dünkü Cuma günü (25 Nisan 1335 —1919—) Boğaz'da Kuruçeşme'deki yalısında vefat etmiştir. Adı geçen, 54 yıl Cemâleddin Efendi'ye hayat arka­ daşlığı yapmış vebütün bu hayatlan son gününe kadar ye­ ni evlenmiş bir kan koca gibi dâimâ sevgi, saygı ve mu­ habbet içinde geçmiştir. Cemâleddin Efendi merhum, son gününde çekmekte olduğu sancıyı, torununun yukan kattaki hanımına bil­ dirmek istediğini anlayınca o dakikasında bile "Hanımı rahatsız etmeyiniz" dediği gibi, torunu çaresiz kalıp haber vermek gereğini duyunca, güyâ merhumun bir­ likte kahve içmek için hanımını yanma çağırmakta ol­ duğunu hanımına söylediği zaman, hanım ise: "Efendi şimdiye kadar kahve içmek için beni yanına çâğırmamıştır. Dâimâ kendisi gelirdi beraber kahve içerdik, mutlaka hastalandı, veyâhut İstanbul'dan fenâ bir ha­ ber aldı" diyerek acele ile yanına gelmiş ise de odaya girmesinden iki üç dakika sonra Cemâleddin Efendi ve­ fat etmiştir. Bundan da anlaşılıyor ki Cemâleddin Efendi, o anın­ da bile hiç kimsenin kendisi için rahatsız olmasına nzâ göstermemiştir. Cenâze bugün Kuruçeşme'deki yalıdan merâsimle kaldırılarak istimbot ile Unkapanı'na getirilmiş, Padi­ şah emriyle askerî merâsimle oradan alınarak Fâtih Câmiine ve ikindi namazından sonra kılınan cenâze namazını müteâkip yine merâsimle ve büyük bir ce­ maat ile Otlukçuyokuşu’ndaki aile mezarlığında top­ rağa verilmiştir. Bütün cenâze masrafları Saray tarafından ödenmiş­ tir. III. CEMÂLEDDİN EFENDİ’NİN "SİYASÎ HÂTIRALARI”NA DAİR 1330 (1914)’de Mısır'da kaleme alınıp 'T ürkçe İs­ tanbul” (1) adiyle çıkan gazetede, 15 Ramazân (14 Ha­ ziran—30 Zilka'de 1337 (28 Ağustos 1335—1919) ara­ sında, bâzı küçük fâsılalarla (2) tefrika edilip, ertesi yıl kitap hâlinde basılan "Siyâsi Hâtıralar" Cemâleddin Efendi'nin II. Meşrutiyet'in ilânı ile İstanbul'dan ayrılı­ şı arasında geçen siyâsî hayâtına taalluk etmekte olup, başlıca iki bölümde mütâlaa edilebilir: ı)lkinci Meşrutiyet'in ilâm ile bundan mütevellid olarak halkın büyük bir baskıdan kurtularak hürriyete kavuşmuş olması sebebiyle göstermiş olduğu coşkun sevinç ve heyecanı ve bu heyecan ile büyük toplulukla­ rın Bâb—ı Ali’de, Meşîhat'ta ve hattâ Tıbbiyye Mekte- (1 )9 K a s ım 1 3 3 4 (1 9 1 8 ) 'd e n itib a re n " Y e n i İ s t a n b u l" a d ın ı ta ş ıy a n ga­ ze te , 3 0 . sa y ıd a n itib a re n İse ' T ü r k ç e İs t a n b u l” a d ın ı ta ş ıy a n , b u so­ n u n c u d e v re d e g a ze te n in s â h lb ve b a ş m u h a rr ir liğ in i M e h m e d S a id d e ­ ru h te e t m iş t ir . ( 2 ) A d e t itib a riy le 4 0 'a b â lig o la n te f rik a , 8 , 1 2 , 2 2 t e m m u z ile 1— 2 , 9 — 2 6 ağ u sto s 1 3 3 5 ( 1 9 1 9 ) ta r ih li nüsh ala rda ç ık m a m ış t ır . bi talebesi de dahil olduğu halde Yıldız Sarayı çevresin­ de toplanıp tezâhüratta bulunmalarının, zaten son de­ rece kuşkulu olan Padişah'ı ve saray erkânını ne kadar çok ürkütmüş olduğunu sezen Cemâleddin Efendi, bü­ yük korku ve tepki sonucu çıkması %ıuhtemel kötü olayları önleme hususunda göstermiş olduğu başarılan, hattâ yanlış bir tutum içine düşmekte olan Sadnâzam Said Paşa'nın bu hareketinin çok acı sonuçlar doğura­ cağını, esasen çok evhamlı olan Pâdişâh'ın daha çok telâş ve endişeye düştüğünü ve kendisi hakkında yan­ lış kanâatlere kapılmış olduğunu hissederek, söz ve hâ- r reketleriyle hepsini teskin ederek yatıştırmış olduğu­ nu; böylece, vahim olayların meydana gelmesini ve hat­ tâ kardeş kam dökülmesini önleyerek; yeni doğmuş olan Meşrutiyetle aydınlanan yurdun bir anda karanlı­ ğa gömülmesini ve âkıbeti meçhul olaylara sahne ol­ masının önüne geçtiğini; bunu tâkip eden günlerde meşruti idârenin kuruluşu için gayretler sarfettiğini, bâzı bakımlardan kendi fikirlerine uymayan Sadrıâzam Said Paşa'nın düşüncelerinin yanlışlığını görüp, bu tak- dirde de böyle bir sorumluluk altına girmeyerek Meşîhat makamından istifa etmeğe kalktığım, bütün bunlann sonucu olarak Padişah'ın hakikati anlayarak kendi­ sine gereken teveccüh ve itimâdı gösterdiğini; dolayı- * siyle, çıkması muhtemel birçok kötü olaylann önlen­ mesine çalıştığını; bundan sonra meydana gelen kabine değişikliklerini ve tâkip edilen yanlış siyâset ve tutum ­ lar sonucu, memleket ve millet aleyhine meydana gelen ve Balkan Savaşının sonuna kadar geçen olaylan açık­ lamakta, bilhassa Trablusgarp Savaşı ile Balkan Sava­ şındaki mağlubiyetimizin başlıca sebeplerini anlatmak­ ta, ayni zamanda dâhilde vehususiyle Makedonya, Ar­ navutluk, Suriye ve Yemen'de meydana gelen ayaklan­ maların bu mağlubiyetlere nasıl tesir ettiğini, bütün bunlara, o devrin bir kısım idâri' ve siyâsi' ricâlinin yan- * lış kararlarının ve beceriksiz tutumlarının yol açmış ol* duğu anlatmakta ve tarihî olaylan açıklamaktadır. 2)Bâb—ı Ali Baskım ile kendisinin de içinde bulun­ duğu kabinenin düşmesinden sonra iş başma gelmiş olan Mahmud Şevket Paşa hükümetinin iktidardan dü­ şürülmüş olan kabine üyelerini, yanlış icrâatlan dolayısıyle muâheze ve Balkan mağlubiyetinin mes’ulü ol­ makla suçlayarak haklarında açmış olduğu soruştur­ malar karşısında, kabine arkadaşlarım ve dolayısıyle kendisini ibrâ edecek muhâkeme ve mütâlâaları ileri sürmüştür. Ziyâeddin ENGİN SİYASÎ HÂTIRALAR (1908-1913) ' • • * BİRİNCİ BÖLÜM ' ' MEŞRUTİYETİN İLÂNINDAN 31 MART VAK’ASINA KADAR IÇ VE DIŞ GAİLELER ** * A Dünyada meydana gelen hadiseler ve hususiyle mil­ letlerarası vuku bulan muhârebeler, bir çok sebep ve tesirlerin neticesi olup, görünüşte olduğu gibi, hemen o anda meydan gelmiş hâdiseler değildir, tarih sahifeleri bunu doğrular. Bundan dolayı son uğursuz Balkan Har­ bini meydana getiren sebepleri hakkıyle anlamak için, geçmişe bakmak ve II. Meşrutiyet İnkılabı devrinin başlangıcından harbin sonuna kadar geçen olaylann başlıcalannı birer birer ölçüp tartarak incelemek en hakça ve doğru yol olur. MEŞRUTİYETİN İLÂNINDAN HASIL OLAN HEYECAN Meşrutiyet’in bu defaki ilânında Şeyhülislamlıkta bulunuyordum. Temmuzun onbirinci (1) sabahı oku­ duğum gazetedeki resmi' İlândan keyfiyeti öğrenmiş oldum. Çünkü o gece Sadnâzâm (Küçük) Said Paşa’ nın başkanlığında Yıldız Sarayında fevkalâde olarak toplanmış olan Vekiller Meclisine çağırılmamıştım. Ayni gün, her zamanki gibi Şeyhülislâmlık dâiresi­ ne gittim. Halk sınıfından büyük bir topluluk önce Bâb—ı Ali'ye giderek sevinçlerini göstermişler, sonra Harbiye Nezâreti'ne uğrayarak ikindi vakti de Şeyhü­ lislâm dâiresine gelmişlerdi. Derhal dairenin avluya ba­ kan giriş yerine çıkarak hepsinin duygu ve sevinçlerine katıldığımı söyleyerek kendilerini tebrik ve gösterilen minnettarlığı telgrafla Padişah'a bildireceğimi söyledim.Hürriyet neşesiyle son derece coşmuş olan bu topluluğun alınlannda sevinç alâmetinden çok Meşrûtiyet'in yine sürekli olarak yerleşemeyeceği endişe­ sinden meydana gelmiş bir sinirlilik hâli ve heyecan eseri görülmekte idi. O esnâda halkın omuzlan üstüne çıkan bir zat, eski mâceralardan tutturarak şiddetli bir nutuk söylemeğe başladı. Zaten çok heyecanlı olan topluluğun söylenmekte olan nutkun tesiriyle coşmak­ ta olduğunu görünce kendisinin sözünü kestim ve: "Beyefendi, nâil olduğumuz Meşrutiyet nimetini çeke­ meyenler bunun iyice yerleşüp devam etmesini isteme­ yenler vardır. AvrupalIlar bu gün bize hayret ve takdirle bakıyor, ne yolda hareket edeceğimizi dikkatle tâkip ediyorlar. Bu defa da Meşrutiyet'in kuruluş ve deva­ mında muvaffak olamazsak kötü duruma düşer ve kabi­ liyetsizliğimizi bütün cihann gözleri önüne sermiş olu­ ruz. Hep birlikte olgun bir düşünce ve hareketle gaye­ mize ulaşmağa çalışalım, intikam hissi uyandırabilecek en ufak bir olayın meydana gelmesine sebep olduğu­ muzda o olay çok büyüyebilir, Allah korusun kan dö­ külmesine sebep olur. Memleketimizde yabancıların çokluğu sebebiyle dış bir müdâhale olabilir ve korktuğumuz başımıza gelir. Tâmirine çalıştığımız bu büyük binâyı kendi elimizle mi yıkacağız. Allah aşkma, konuşmam değiştir. Şimdi hepimize farzolan; bu nimetin kadrini bilmek, Ka­ nun—ı Esâsı'nin tatbiki için bütün isteklerimizi bu uğurda harcamak ve hükümete yardım a olmaktır" de­ dim. Bunun üzerine konuşan zat, sözünü değiştirerek halkın heyecanını biraz yatıştırdı. O esnâda önümde bulunanlardan bâzıları sinirlerine hâkim otamayarak: "Bu defa da hürriyetimizi elimizden alırsanız hepinizi paralarız" demelerine karşılık, "Efendiler esasen görü­ şüp konuşmalar şeriat hükümlerine uygun olup zamânımız dahi buna ihtiyaç göstermektedir. Ordunun ve bütün hamiyet sahibi kimselerin isteğine ve padişahımı­ zın da bu ihtiyâcı takdir ile umîımun isteğini doğru bulmalarından dolayı kesin olarak yerleşmiş ve bundan böyle hiç bir suretle kaldırdmasına ve iptâline imkân kalmamıştır" diyerek tatmin ve ikna ettiğimden hepsi hoşnutluklarını gösterdiler ve ertesi gün şükrânlannı arzetmek üzere Yıldız Sarayı'na gitmek için Harbiye Dâiresi meydanında toplanmağa karar vererek geri döndüler. Bu sırada, cemâatin elebaşılarından olup et­ rafımda toplanmış olan kimselere hitaben, "böyle bir topluluk ile Saraya gidilirse Padişah çok heyecanlanır; bunun ise büyük mahzurları olabilir. Bugün Bâb—ı Âli ile Harbiye dâiresinde ve burada göstermiş olduğunuz minnet ve şükrânlannızı Pâdişâhımızın vekilleri olarak kendilerine bildirmekliğimiz tabiidir" diyerek toplulu­ ğu bu fikirden vazgeçirmenin doğru olacağını kendile­ rine hatırlattım. Ertesi günü normal olarak toplanan Vekiller Meclisi'nde bulunuyordum. İkindi vakti Bâb—ı Âli'yi çevre­ leyen büyük bir kalabalık beni dışarıya çağırmış bu­ lundular ise de, topluluk arasında herhangi bir kötü dü* şünceye mahal kalmaması için içlerinden birkaç kişiyi seçip sadnâzamlık dairesine göndermelerini rica ettim ve gelen dört kişi ile dinlenme odasında görüşmede bu­ lundum. ' Bunlardan biri Şeyhülislâmlık'a gelenler arasında görmüş olduğum Ecnebi Mektepler Müfettişi Sâdık Bey'di. Konuşmağa başlayarak: "Ahâli dünkü nasiha­ tinizi doğru bularak Yıldız'a gitmekten vazgeçip size mürâcaat etmek için geldik. Hazırladığımız teşekkürnâmeyi millet namına Padişah'a vermenizi hepimiz sizden rica ediyoruz" dediklerinde, iftiharla bu vazife­ yi yerine getireceğimi söyledim ve kapalı olarak ver­ dikleri bir zarfı alarak Meclis odasına girip durumu ve­ killere anlattım. Zarfın içinde ne olduğunu öğrenme arzusu göstermeleri, berikilerinin de muvafakat etme­ leri üzerine zarf açılarak mecliste okundukta, Meşruti­ yet'in kan dökülmeksizin ihsân buyurulmuş olmasın­ dan dolayı teşekkür edilmekte, Padişah'ın rızâsına ve memleketin menfaatına muhâlif harekette bulunmalan sebebiyle halkın inanç ve emniyetini kaybetmiş olan Mâbeyn—i Humâyun'dan nüfuzlu bâzı kimselerin Pa­ dişah çevresinden uzaklaştırılmalarının istenmekten ibâret olduğu anlaşıldı ve tarafımdan Padişah'a veril­ mesi uygun görüldü. Yalnız Sadrıâzam Said Paşa,böy­ le buhranlı anlarda Şeyhülislâm makamında bulunan bir kimsenin Mabeyn—i Humâyun'a gitmesinin ne gibi maksada dayanmakta olduğu tarihlerde yazılı olduğu­ na göre, bizzat gitmekliğimin belki de Padişah'ı evham­ landıracağından, teşekkürnamenin hususi bir yazı ile gönderilmesinin uygun olacağını gizlice hatırlatmış ise de,bu baştan savma hareket Jıalkın itimâdını gidereceği­ ni düşündüğümden bizzât takdimi uygun buldum. O sı­ rada Mabeyn—i Humâyun'dan gelen bir telgraf üzerine Sadrıâzam hemen gitmiş ve meclisin müzâkereleri de son bulmuştu. Ben de kendisini tâkiben Saraya gittim ve izin alarak yalnızca Padişah'm huzuruna çıkıp duru­ mu tafsilâtiyle anlattım ve mektubu takdim ettim. Meğer o gün de Tıbbiye Mektebi talebesi ile halktan hayli kimseler Yıldız’a giderek, ''Padişahım çok yaşa" âvâzeleriyle Padişah'ın kendilerine görünmesini iste­ mekte, Padişah dâiresi ileri gelenleri ise Padişah'in çok haz duyduğunu ve selâmını bildirerek talebenin gitme­ sini istemeleri, talebenin ise isteklerini tekrar etmeleri ve bu hâlin saatlerce devam etmesi Saray halkınca bil­ hassa Harem—i Humâyun’ca endişe ve heyecanı mucip olmasından dolayı, bunların mutlaka dağıtılması için Sadnâzam çağırılmış. Ben, Padişah huzurunda bulun­ duğum esnada, Saray dışındaki bu halkın, ara sıra vük, sek sesle söylemekte oldukları duaları işitilmekte idi. Bunun için Sultan /Vbdülhamid Hazretlerini, üzüntü­ lü ve hcyecanlı buldum. Buna rağmen sükûnet ve vaka­ rını muhafaza ile mâruzâtımı dinleyerek, yazının mâhi­ yetini öğrendikten sonra, "maiyetimde bulunanlardan İzzet Paşa, çok konuşan bir kimse olduğundan sözleri­ ne önem vermem ;valnız Hicaz,demiryolu işinde yararlı­ lığım gördüğüm için çalıştırıyorum. Demiryolu hattın açılışında bulunmak üzere bu Perşembe günü Şam'a gidecekti; daha önce gitmesini söylerim. Ebülhüdâ Efendi ise, sarayda bir vazifede değildir. Belki iki ayda bir kendisini görüyorum. Diğerlerinin de hiç bir önemi yoktur. Sizin karşınızda nutuk- söyleyenler, birâderin parası ile söz söyleyenlerdir. Bunlar hep tahrik eseri­ dir" demeleri üzerine, Padişah'ın muhâkeme ve düşün­ celerinin hâlâ kuvvetli bir evham altında olduğunu ve hakkımda kötü bir düşünceye kapılmış bulunduğunu hissettiğimden, böyle buhranlı günlerde, her vakitten ziyâde hakikî durınnu kendisine beyân etmenin üzeri­ me düşen dmı bir vazife olduğunu ve bu bakımdan söylediklerimin doğru olduğunu din ve nâmusum üze­ rine yeminlerle te'yid ettikten sonra: "Şâhid olduğunuz bu coşkun heyecan, ne birâderinizin ve ne de başka bir kimsenin tahriki neticesidir, ancak ihsan buyurduğunuz hürriyetin meydana getir­ diği sevincin neticesidir. Yıllardanberi tazyik altında olan Osmanlı umiımı ef­ kârının birdenbire böyle bir ferahlığa kavuşunca, se­ vinçle dolu bir heyecan göstermesi tabndir. Nitekim bir yerde sıkışan hava başka bir yere cereyan ettiği sırada fırtına şeklini alması tabiat kanunu iktizâsındandır. Efendimiz, bu bakımdan toplumun isteğini hakkıyle takdir edrek Meşrûtiyeti kan dökülmeksizin ihsan bu­ yurduğunuz cihetle milletin kalbinde yeni bir mevki ve muhabbet kazandınız. Daha doğrusu bugün yeniden culıis buyurdunuz, üstün görüşünüz ve düşünceniz icabınca bu hakikati takdir ile yeni mevkıinizi muhafaza buyurunuz. Bu da Meşrutiyet’in oturması ve sağlamlaş­ ması için iyi niyetli hareketinizin inandırıcı olacak şe­ kilde umûmî efkâra anlatılması ve halkla yeni baştan iyi münâsebetler kurmanıza bağlıdır. Zira gördüğünüz heyecanın, geçmişte olduğu gibi Meşrutiyet'in devam edememesi zan ve düşüncesinden ileri gelmesi de ihti­ malden uzak değildir" dedim. SULTAN ABDÜLHAMİD'İN MEŞRUTİYET HAKKINDA SÖZLERİ Hâkan bu söylediklerimi dikkatle dinledikten sonra, sağımdaki koltuktan kalkıp solumdaki sandalyeye otu­ rarak: "İlk cülusta, Kanlın—ı Esâsı'yi, milletin henüz kâbiliyeti olmadığını ihtar edenlere rağmen, kendim ilân etmiştim. Sonra Rusya muhârebesi çıktı. Harp es­ nasında Medrese talebesi Mebusan Meclisi'ne müracaat­ la münâsip olmayan isteklerde bulundular. Bu hâl ile meclisin devâmının Devlet için zararlı olacağını anla­ dığımdan, kanunun bana verdiği yetkiye dayanarak ge- çici bir zaman için tâtile mecbur oldum. Sonra birkaç d efa açmak niyetinde bulunduğum hâlde engeller çık­ tı. Bu meyânda Mülkiye Mektebi gibi fikir terbiyesine hizmet edecek müesseseleri açarak Millet'i Meşrutiyet idâresine hazırlamağa çalıştım. Bu d efa, gösterilen umunrî arzudan istenilen kabiliyetin elde edilmiş oldu- ğu kanâatma vararak, vekillerin kararım beklemeksizin Meclis—i Meb'usan'm açılmasına emir verdim. Siz Şey­ hülislâmsınız, işte huzurunuzda yemin ediyorum.Meşrütiyet'i hiç bir zaman kaldırmağa ve hükümsüz kılma­ ğa teşebbüs etmeyüp devâmına bizzat çalışacağıma ve saltanatta bulunduğum müddetçe yürürlükte kalması için bütün gayretimi sarfedeceğime, bundan aslâ dön­ meyeceğime, Vallahi, billâhi, tallâhi" diye yemin et­ tikten sonra, "siz de bu yeminimi, yemin ederek halka bildiriniz. İnşâallah, Cuma günü büyük devletlerin sefir­ lerini davet ederek bu husustaki azim ve niyetimin kat'i olduğunu, bağlı bulundukları devletlerine bildir­ melerini tavsiye ile bütün Avrupa'ya siyâsî te'minat ve­ receğim" buyurdular. Ve Mâbeyn erkânından bâzısmı o gece azl, diğerlerinin de Sarayı terk ederek, evlerine gitmelerini emir buyurdular. Gece saat dörde yaklaştığı halde Tıbbıyye talebesi henüz avdet etmemiş olduklanndan Mâbeyn Dâiresin­ de bu işle meşgul olan Sadrıâzam'ın yanma gitmesi ve mes'elenin halledilmesini istediler. Bunun üzerine ben de Sadrıâzamm bulunduğu yere gittim. Harbiye Nâzın Ömer Rüşdü Paşa ile Tophane Müşiri Zeki Paşa da ora­ da idi. Sadnâzam Bâb—ı Ali'den Saraya geldiğinden beri bunlara nasihatta bulunmuş ise de, söz anlatmanın kabil olmadığını beyan ile ne gibi tedbir alınmasının ge­ rektiğini sordu. Silâhsız asker getirilerek bu topluluğa biraz şiddet gösterilmesi gibi tuhaf bir düşünce ortaya sürülünce, "bu yolda bir muâmele kat'iyyen doğru ola­ maz. Pâdişâhımız Efendimizin hemen Mâbeyn Dairesi- ne gelerek bunları memnun etmeleri uygun olur" demekliğim üzerine, orada bulunan Mâbeyncilerden Rızâ Bey'in bunu hemen Padişah'a bildirmesi üzerine, Padi­ şah geldi ve salonun penceresi açılarak buradan toplu­ luğa iltifatta bulundukta, hepsi memnun kalıp duâ ede­ rek dağıldılar. İkindiden gece yansına kadar Sarayı iş­ gal etmekte olan küçük bir mes'ele de böylece çözül­ müş oldu. İbrete şâyandır ki, Pâdişâh’m etrafında bulunan ba­ zı kimseler, kendileri hakkında bir şikâyette buluna­ caklar, diye, Pâdişâh'la halkın görüşmesini arzu etme­ yip önlemeğe çahştıklan bir zamanda, ayni şikâyetleri ihtiva eden bir mektup tarafımdan Padişah'a takdim edilmiş idi. Padişah "Biraz istirahat edelim" diyerek Sadnâzam Said Paşa ile beni kendi odalarına kabul ettiler. Sadrıâzama hitaben: "Meb'uslar Meclisi'nin açılmasını em­ rettik. Şimdi seçim yapılarak Meb'uslann bir an önce toplanmasını temin etmek gerekirken, halkın sevincini göstermesi vesilesiyle böyle bölük bölük saraya, hükü­ met dâirelerine gitmeleri, takım takım sokaklarda do­ laşmaları devam ederse esas işler bırakılmış ve memle­ ketin râhatı kaçmış olur. Bu bakımdan gerekli tedbir­ ler alınmalıdır" buyurduklarında, Said Paşa, beni oğücü ve maksadı destekleyici bir cümle ile söze başlaya­ rak, "halkımızın daha henüz Meşrutiyeti anlayacak hâle gelmediğini bir çok defa arzettiğim halde dinle­ nilmedi", demesi üzerine, Padişah: "Acâip, ben birşey söylediğim zaman, esâs maksadımı saklayarak hilâfını söylüyorum zannına kapılarak, hep aksi ciheti tutar konuşmalarınız oluyor, ilk pâdişâh oluşumda siz kâ­ tiplik hizmetinde bulunuyordunuz, cereyan eden hâl ve muâmelelere tamamen vâkıfsınız. Vaktiyle Meşrutiyet'i milletime bir cemile olarak vermiştim. O za­ man da bu kabiliyetsizlik ortaya sürüldü. Fakat kara­ rımda direndim. Sonra Meclis'in geçici olarak kapan­ ması ve şimdiye kadar açılmasını başaramayışımızın sebeplerini biliyorsunuz. Bu def'a gösterilen umumî is­ tek, yokluğu iddia olunan milli kabiliyetin kazanılmış olduğunu belirtmesinden dolayı hemen Meclis'in açıl­ masını istedim. Bu bakımdan yapılması lâzım gelen her şeyi hazırlamağa gayret etmelisiniz" sözlerim kızgın bir şekilde söyledikten sonra, Sadnâzam'ı da yamna alarak başka bir odaya geçti ve bir müddet husûsî olarak ko­ nuştuktan sonra yine bulunduğum yere geldiler ve gece ezâm saat beşte ikimizin de ayrılmasına izin verdiler. İşte o zaman Sadnâzam'ın düşüncelerinin aslını ve Meşnitiyet'in ilânı için Cumartesi gecesi, Yıldız Sara­ yında yapmış oldukları vekiller toplantısına çağınlmanıaklığımın sebepleri gözlerimin önünde belirmekle, şu nâzik mes'elelerin çözümünde ne gibi güçlüklerle karşı­ laşacağımızı düşünerek bu bakımdan bütün kalbimle Ulu Tann'nın yardım ve koruyuculuğuna sığındım. Vâkıa Said Paşa'nın, Millet'te henüz Meşnıtiyet'e kabiliyet olmadığı hakkındaki fikir ve düşüncesini son­ radan meydana gelen olaylar doğrulamakta ise de, Kânun~ı Esâsı'nin ilk ilânından şimdiye kadar askeri ve mülkî mekteplerde ve kısmen de Avrupa'da okumuş olan gençlerimizde yeni fikirlerle meydana gelen kay­ naşma ve onun neticesi olarak Üçüncü Ordu'da görü­ len hareketler üzerine bunun geri bırakılması câiz ola­ mazdı. Bunun için Padi$ah'a, kendisini bu yolda tereddüdedüşürecekfîkirleraşılayarakMeşrutiyet’in ilanından vazgeçirmek,içte ani bir tehlikenin çıkmasına sebep olabilirdi.Bunun neticesi olarak da medeni dünyâda bir dere­ ceye kadar kazanmış olduğumuz iyi tanınma ve güvenilmenin yok olmasına yol açacağını düşündüğümden ken­ disinin bu fikrine katılamazdım.Hatta Pâdişâh ile olan husûsî görüşmelerimizin birinde, kendileri, Safd Paşa' mn bu düşüncesini hatırlatarak; K anun-ı Esâsı'nin Saltanat Makamına tanımış olduğu hak ve yetkileri kullanmak suretiyle Devlet'i Meşrutiyet'le idarede ba­ şarılı olabileceklerini beyan buyurmuşlardı. Pazartesi günü Pâdişâh'm emirlerini uygun vasıtalarla halka duyurmuştum. Salı günü Şeyhülislâmlık Kapısına geldiğimde binânın iç ve dışını halk ve itibarlı ecnebi­ lerle dolu buldum. Yeşil örtü ile örtülmüş Kur'an—ı Ke­ rimi tâzimle sağ elime alarak dâirenin girişindeki yük­ sek kısma çıktım. Buradan Padişah'ın sözlerini ve ye­ minini hazır olanlara bildirdim ve sözlerimin doğrulu­ ğunu kuvvetlendirmek için kendim de Allah'ın kitâbı üzerine yemin ederek duruma uygun tarzda bazı nasi­ hat ve tavsiyelerde bulunarak kalpleri rahatlatıcı sözler söyledim. Bu hareketimin iyi bir tesir yarattığını gör­ mekle kalben ferahladım. Dâirede toplanmış olan ahâli ve ecnebilerden hatır­ lı kimseler yanıma gelerek tebriklerini bildirdiler. Duru­ mun, resmen matbuat ile ilânı için hazırladığım müs­ veddeyi, Padişah'a arzetmek için yazdığım mektubu göndermek üzere iken, Mâbeyn—i Humâyun Baş—kâ­ tipliğinden, Saraya gelmekliğimi bildiren bir telgraf aldığımdan, Saraya giderek Seccâdeci—başı eliyle mek­ tubu hemen sundum. Bunu tâkıben de huzura kabul olundum. Sultan Abdülhamit Han Hazretleri, arzettiğim dü­ şüncelerimi esas itibariyle uygun gördüklerini ve bu dü­ şüncelerimden hoşlandıklarını bildirerek: "Ben bu -rmaksadı daha mühim bir belge ile kuvvetlendirmek dü­ şüncesindeyim. Yatın sabah Sadrıâzamı çağırarak bu­ nu müzâkere edeceğim. Belki sizi de çağırırım” dedi­ ler. Çarşamba sabâhı bir 'haber çıkmadığından her za­ manki gibi, Vekiller toplantısında bulunmak üzere Bâb—ı Ali'ye gittim ve d u ru m u Sadrıâzam'a anlattım. Kendileri de bu yolda bir emir aldıklarını beyan ile, mevzuu şimdi müzâkere edeceğiz, dedikten sonra, Ve­ killer Meclisinde bulunmağa memur Kâmil Paşa ile nâ- zırlardan Memduh ve Haşan Fehmi Paşaları ve Sadaret Müsteşarı'm beraberine alıp kendilerine mahsus odaya gittiler ve tahminen bir saat sonra Meclis'e döndüler. Koltuğu yanımda olan Kâmil Paşa'dan ne olduğunu sorduğumda, "Bir padişah emri çıkacakmış, onu görüş­ tük" demesi üzerine, ilân yazımın bir padişah emrine çevrileceğini ve bu şekilde isteğimin fazlasıyle yerine getirilmiş olacağını anladığımdan, bundan sonraki mü­ zâkereleri tâkıbe lüzum görmedim. KANUN—I ESÂSİYE AYKIRI DAVRANIŞ DOLAYISİYLE ŞEYHÜLİSLAMLIKTAN İSTİFA A Cumartesi günü, alışılmış merasimle Bâb—ı Ali'de Hatt—ı Humâyun okunacağını bildiren bir dâvet telgra­ fı . aldığımdan, Sadrıâzam'ın yanma gittim. İkindiden sonra Ba^—Mâbeynci Nuri Paşa'nın getirmiş olduğu Hatt—ı Humâyun, Arz—odası'nda okundu. H a tt-ı Hümâyun, K ânün-ı Esâsı hükümlerini açıklayacak ve kuvvetlendirecek surette pek güzel yazılmış ise de, Sadnâzam ve Şeyhülislâm gibi Har­ biye ve Bahriye Nâzırlarının da Padişah tarafmdan se­ çilmesine ve tayin edilmesine dâir bir fıkrayı da içine almış olduğunu anlayınca, aklım başımdan gitti.Çünkü bu fıkra hem mezkûr kanunun açıklığına, hem de yeminle sağlamlaştırılan yüce maksada aykırı olduğun­ dan, H att—ı Humâyun'un tamamını hükümsüz hâle getiriyordu. Sadnâzam odasına gitmiş olduğundan bel­ ki yanlış duymuşumdur, düşüncesiyle sormak için yanına gittim. Vekillerden Hariciye Nâzın Tevfik Paşa ile Haşan Fehmi Paşa ve Hakkı Bey (sonradan sadıâzam olan Hakkı Paşa) ve Baş—Mâbeynci Nuri Paşa oradaydı. Said Paşa, H att—ı Humâyun'da bu fıkra­ nın mevcud olduğunu tasdik ederek, "Padişah,baş­ kumandan oldukları cihetle Harbiye ve Bahriye Nâzır- , lnrının kendileri tarafından seçilmesi ve tâyin edilmesi haklarıdır" dedi. Kendisine cevaben, "bu nâzırlar ku­ mandaya memur olmayıp bulundukları (dâirenin ida­ recisi ve birinci derecede âmiridirler. Hattâ bundan önce Celâl Paşa gibi mülkiyeli vezirlerden bâzı kim­ seler Bahriye Nazırlığına tâyin edilmişlerdi. Esâs itibâriyle muhâkemeııiz doğru olmadığı gibi, K anûn-ı Esâsı, Padişah'a yalnız sadrıâzam ile şeyhülislâmı seç­ me ve tâyin etme hakkını vermiştir. Bu tarzda selâhiyeti genişletme K anûn-ı Esâsl'nin malum maddesine ve Padişah te'minâtına açıkça aykırı olur. Bunun da umumî efkârı ayaklandırması ve Allah korusun bir fe­ lâkete sebebiyet vermesi kuvvetle muhtemeldir. H att—ı Humâyunu değiştirmeğe vakit müsait olmadığından Vekiller Hey'etinin sorumluluğu altında, ilân için gaze­ telere verilecek olan suretinden zikredilen bu fıkrayı çı­ karalım ve Pâdişah'a durumu tafsilatiyle arzederek Hatt—ı Humâyunu düzelttirelim" dedim. Said Paşa, hukuk mütehassısı olan garbın meşhur âlimlerinin bâzı sözlerini delil olarak kullanmağa ve ya­ nıltma yolunu seçmeğe teşebbüs edince, "esâsa âit bu hususları, Mâbeyn Baş—kâtipliğinde bulunduğunuz sı­ rada, Kanim—ı Esâsî müsveddelerini düzeltirken dikka­ te almanız icap ederdi. Şimdi kanunun gösterdiği yol­ dan gitmemek için bir H att^ı Humâyun ile esâs madde değiştirilemez. Teklifim kabul edilmediği takdirde bu hatâlı hareketten meydana gelecek büyük sorumluluğu katılamamakta mazurum" dedim. Ve durumu olduğu gibi Pâdişah'a bildirmesini Nuri Paşa'dan rica ile evime döndüm.Ertesi sabah da Şeyhülislâkhk makamından istifâ ettiğimi bildirir bir hususf arızayı Padişah'a takdim ettim. Arası çok geçmeden Saray'a dâvet olundum. İstifa­ mın sebeplerini, işin aslına tesiri tabii olan yanlış anla­ maya meydan vermeyecek tarzda açıklamak üzere Sa­ raya gittim. Padişahla hususî dâirelerinin salonu kapısı yanında karşılaştım. Beni görünce, "aman Şeyhülislâm Efendi, böyle günde beııi nasıl yalnız bırakıyorsunuz! İstifânızı kat'iyyen kabul etmeni! Mektubunuzu yırtıp yok ettim " diyerek boynumu öpüp teveccüh gösterme­ si, kalbimi çok yumuşattığından elde olmayarak, "Ve­ linimetim size ve vatanıma olan sadâkat ve bağlılığım dolayısiyle, yeminlerle olan mâruzâtıma niçin inanıl­ mıyor? Sizin ve Devlet'in selâmeti uğrunda kudretim nisbetinde harcadığım gayret ve çalışmalarım, evham ve garaz mahsulü olan riyakârca telkinlerle çürütülüyor, yok ediliyor" diye, küstahça sitemden kendimi alama­ dım. * Padişah, "hakkınız var, ben de işin ehemmiyetini an­ ladığımdan, halk arasında hâsıl olan gaieyânı yatıştıra­ cak tedbirler alınmasını Sadnâzama tavsiye ettim. Şim­ di düşünceleri düzeltecek bir yazı hazırlamaktadır. Siz de Bâb—i Aliye gidiniz, kendisi ile birlikte bu işe iyi bir netice veriniz" demesine karşılık, "umumi efkârın heyecanlJblduğu şu sırada alışılmışlığın dışında, Bâb—ı Âli’ye gitmek galeyanın artmasına sebep olabileceğin­ den, Sadnâzam, yazdığını size takdim etsin, ben de kı­ saca düşüncelerimi arzetmek üzere burada beklerim.Bu daha uygun olur" dedim. Bunun üzerine işi çabuklaş­ tırması için Sadnâzam'a telgraf çekmesi hususunda Baş—Kâtip Cevad Bey'e emir verdiler. SAİD PAŞA NIN İSTİFASI VE KAMİL PAŞA’NIN SADARETE GETİRİLMESİ Akşama kadar Çit—Kasrı'nda bekledim. Yatsı vak­ tine yakın, saray Mâbeyncilerinden Emin Bey, Sadâ­ retten Padişah'a takdim olunan yazıyı getirdi ve için­ dekiler hakkmdaki düşüncemin kısaca yazılmasının is­ tendiğini, söyledi. İki sahife olarak tutanak şeklinde yazılmış olan bu yazıda, Said Paşa, o gün Selânik'ten gelmiş olan Tal'at ve Câvid Beylerle Bâb—ı Alî’de, uzun uzadıya yapılan görüşmelerde; adı geçenlerin Trablusgarp Kumandanı Recep Paşa'nın Harbiye Ne­ zâreti’ne tâyininin gerekli olduğunda ısrar ettiklerini, halbuki Harbiye ve Bahriye Nâzırlarinın seçim ve ta­ yinlerinin Padişah'm mukaddes hukukundan olup "Vekiller Meclisi’nin önemli bir unsuru olan Şeyhülis­ lamın buna muhalefetinin ve umumi efkârın da o tara­ fa yönelmesinin, böyle mühim bir meseleden dolayı vekiller arasında anlaşmazlık çıkmasının Kabine’yi istifaya mecbur edeceği, Kanun—ı Esâsı hükümlerinden bulunduğundan, Sâdâret hizgıetinden affedilmesini is­ tirham etmiştir. Bu yazının altında Sadrıâzam ile Ve­ killerden Memdüh ve Haşan Fehmi Paşaların ve bir de ismi hatırımda kalmayan başka bir vekil zâtın imzaları vardı. İstifa şekli kanunî ve kabulü de 'usule uygun oldu­ ğundan, Sadâret Makamı'nın Padişah katında güven ka­ zanmış bir kimseye verilerek, Şeyhülislam'dan başka diğer nazırlıklara yeni Sadrıâzam tarafından uygun gö­ rülen kimselerin seçilmesi, bu kimseler Padişah tarafın­ dan da uygun görüldüğü takdirde alelâde Hatt—ı Humâyun ile desteklenmesinin, geçmişte olan hatâları dü­ zelteceği ve umûmî efkârdaki kaynaşmayı sâkinleştireceği kanâatmda olduğumu arzettinı. Sadâretin Kâmil Paşa'ya verilmiş olduğu ve Vekil­ ler Heyeti’ni birlikte kurmamızın emir buyrulduğu, Emin Bey vasıtası ile tarafıma bildirildiğinden, Mâbeyn Dâiresinde bulunan Sadrıâzam’ın yanına gide­ rek, kendilerine yardımcı olmağa memur edildiğimi, İ beyan ettiğimde hazırlamış olduğu listeyi gösterdi. Hakkı ve Ekrem Beylerin de dahil olduğu bu tertibi uygun bulup ancak Harbiye Nezâreti'ne Müşîr Rıza Paşa'nın seçilmiş olduğunu görünce,kıdemli ve ehli­ yetli olmakla beraber, umumun itimâdını kazanmış olan Recep Paşa’nın tâyininin daha uygun olacağını hatırlattım. Recep Paşa'yı, halk başa geçirebileceği endişesiyle bu nâzırlığa tayinini, Pâdişâhın uygun bul­ madığını, diğer odada bulunan Tal’at ve Câvid Beyle­ rin hatırlatması üzerine de Rızâ* Paşa'yı yazdığını söy­ ledi. Sadnâzam yemek için diğer odaya çıkıp yalnız kaldığımda, Nuri Paşa'yı çağırıp, "Paşa siz dindar ve nâmuslu bir askersiniz. Devlet'in selâmetinin ideâli­ niz olduğunu bilirim. Umumi efkâr Recep Paşa'nın Harbiye Nezâreti'ne tâyinini istiyor. Pâdişâh ise "Re­ is—i Cumhur" olması ihtimâlini düşündüğünden bu tâ­ yinden çekiniyormuş. Halbuki Kanun—ı Esâsıhin be­ lirttiği esâslara göre devletin resmî dini islâmdır.İmam tâyini ise şer'an ümmet üzerine vâciptir. Cumhuriyet­ le idâre olunan hükümetlerde olduğu gibi bizde hiçbir zaman- ve muayyen müddet için cumhurreisi tayinine imkân yoktur. Buna şerîat ve tabanın büyük çoğunlu­ ğunu teşkil eden müslümanlar müsâade edemez. Allah göstermesin bu yola gidilecek olursa devlet çöker. Pâ­ dişâh Efendimizin ayaklarını öperim. Bu yolda vehim telkin eden sözlere ehemmiyet vermesinler. Recep Pa­ şa, din ve nâmusu ile şöhret bulmuş ve mesleğinde kudretli bir müşirdir. Kendisini Harbiye Nezâretine tâ­ yin ederek umûmf efkân tatmin etsinler. Bundan mey­ dana gelecek her mes'uliyeti âcizâne üzerime alırım, durumu böylece arzedin" dedim. Nuri Paşa, Pâdişâh'm yanma gitti ve dönüşte Pâdişah'ın müsâit davrandığım müjdeledi. Padişah daha sonra Başkâtib Cevad Bey'i de yeni Sadnâzam'a gön­ dererek izinlerini te'yid etmeleri üzerine, Recep Paşa, Harbiye Nezâretine seçildi ve vekillerin isimlerini ihti­ va eden defter, Sadrıâzam tarafından resmen Pâdişah'a arzolundu. Padişah tarafından da uygun gömülerek ka­ bul edildiğinden, âdet olduğu üzere Bâb—ı Alî'ye gidil­ di. Orada okunan bu Hatt—ı Humâyun ile, umumi ef­ kârda bir gün önce meydana gelmiş olan kaynaşma sa­ kinleştirilmiş oldu. * * MEB USLAR MECLİSİNİN TOPLANMASI . VE DIŞ GAİLELER A Yeni Vekiller Hey’eti ilk önce Kanun—ı Esâsı’nin uygulanmasına âit vazifeleri esas prensip olarak ele alıp, merkezde ve bütün vilâyetlerde, serbestçe meb'us seçimi yapıldı. Padişah uğurlu bir günde Meclis—i Mebusan dâiresine gelerek, Meclis'i açtı ve hazırlamış ol­ duğu nutku okuttu. Vekiller Hey'eti tarafından hazır­ lanmış olan, Hükumet'in çalışma tarzı ile ilgili beyannâme de başka bir gün Meclis'te okunarak uygun gö­ rüldüğünden Kâmil Paşa Kabinesi'ne büyük bir çoğunlukla ftirnat beyan edilid. Ancak Meşrutiyet'in ilânı ile birdenbire heyecanla­ nan ve tabıatiyle îtidâlini muhâfaza edemeyen umümı efkâra, hoş görünerek nüfuz kazanma hırsında olanla­ rın, Avusturya’nın askeri' işgali altında bulunan Bosna ve Hersek'in de Osmanlı ülkesi olması dolayısıyle ora­ lardan da Meclis'e meb’us gönderilmesine teşebbüs et­ tikleri gibi diğer taraftan Osmanlı Devleti’nin yeni bir ilerleme devrine girerek kuvvet ve kudretinin artması­ nın büyük bir ihtimalle komşu hükümetleri kuşkulan­ dırmış olduğundan, Avusturya Devleti derhal Bosna ve Hersek’i kendi memleketine katmış; Bulgaristan Prensi dahi krallığını ilân etmiş olmakla, beklenmedik bu iki bâdire bütün Osmanlılan çok üzmüş ise de maalesef bu iki olay, daha önce Berlin Andlaşmasmı hazırlayan ve imza eden Büyük Devletler tarafından bir emrivâki ola­ rak kabul edilmiş olduğundan Bâb—ı Alî'nin bu bakım­ dan yaptığı çalışmalar hiç bir verimli sonuca ulaşama­ mış, yalnız Bulgaristan'dan devlet emlâkinin bedeli ola­ rak bir miktar tazminat alınabilmiştir. * 7* KAMİL PAŞA NIN İTTİHAD VE TERAKKİ TARAFINDAN İSTİFAYA ZORLANMASI Kâmil Paşa Sadâretinin başlangıcında İttihad ve Te- . rakki Cemiyeti ileri gelenleri ile hoş geçinmek ve devlet idâresi ile ilgili hatırlatmalarını dâima dikkate almak yolunu lüzumlu gördüğü halde, Devletin her zamankin­ den daha nâzik olan dış siyâsetini müşkülleştirecek aşı­ rı düşünce ve emellere mâruz kaldıkça, yavaş yavaş Ce­ miyet ile arası açılmış ve nihâyet misafir olarak Londra' dan İstanbul’a gelmiş olan Balkan Komitesi Hey'etiniıı İngiltere elçisi tarafından resmen takdimini ve Cemiyet tarafından daha önce kendisine haber verilmeksizin ko­ nağına ziyâfete dâvet olunmasını usule aykırı görerek red cevabı vermesi üzerine, Cemiyet ileri gelenleri Sadrıâzam'a tamamen gücenerek hemen azli için Padişah'a ısrarla müracaat etmişler ise de, Meşrutiyet kaidelerine uygun olmayan bu teklif Pâdişâh tarafından kabul olunmamıştır. Daha sonra vukua gelen Harbiye ve Bah­ riye Nâzırları'nm değiştirilmesi, Kâmil Paşa'yı düşür­ mek için bir fırsat sayılarak Meclis'teki ekseriyet partisi tarafından bir gensoru önergesi verilmesi üzerine, Kâ­ mil Paşa, muayyen bir günde Meclis'e dâvet edildi. Kâ- * mil Paşa, Kanun—ı Esâsi'nin kendisine vermiş olduğu selâhiyete dayanarak, tâyin ettiği başka bir günde,Mec­ lis'e giderek izahat vereceğini resmî bir yazı ile Meclis Başkanlığı'na bildirmiş ise de, ekseriyet partisi asabı bir heyecan ile Sadııâzam'ın bu kaniim cevâbuıı kabul etmeyerek, o gün mutlak Meclis’e gelerek izahat verme- t si isteğinde ısrar ile, gece yansına kadar toplantı hâlin­ de kalarak genç bahriye zabitlerinin bazılarına çektirttikleri ve Hüsnü Paşa'nın Bahriye Nâzırlığı'na tâyinini tenkıd eden telgrafı Meclis'te okutarak, kanuna aykırı olarak Kâmil Paşa'ya gıyâbında güvensizlik oyu veril­ miş ve bu karar o gece Meclis Reisi ve Cemiyet'in ileri gelen bir azası vasıtası ile Padişaha arzolunmuş ve kara­ rın tasdiki için yapılan ısrar sonunda, Kâmil Paşa, izâhat vermesine imkân bırakılmaksızm istifâya zorlan­ mıştır. * . „ İTTİHAD VE TERAKKİ'NIN MEŞRUTİYETİ YIKICI DAVRANIŞLARI işte Meşrutiyet'i canlandıran ve Kanun—ı Esâsi'nin gözcüsü ve koruyucusu olmakla bütün Osmanlılarca yü­ celtilen Ittihâd ve Terakki Cemiyeti'nin hırslanna yeni­ lerek, Kanun—ı Esâst'ye ilk darbeyi yine kendi eliyle vurması, bunca çalışma ve gayretle ikinci d efa canlan­ dırılan Meşrötiyet’in altı ay içinde mânevi hayâtına son verilmesi doğrusu esef ve hayrete şayandır. Zira Bahriye Nâzın Arif Paşa evvelce istifâsını Sadnâzam'a vermiş olduğu hâlde, Recep Paşa'nın vefâtı üzerine Cemiyet'in arzusu ile Harbiye Nazırlığı'na tayin olunan, her tavn ve sözü ile bu işten çekilmek istediği­ ni ortaya koyan Rızâ Paşa'nın da bir istifânâmesini el­ de etmiş olacağına göre, Mebusan Meclisi'nin, Sadnâzam'm tâyin ettiği günde vereceği ‘ızâhatı beklemesi kanunen ve hükmen iktizâ ederdi. Kaldı ki Kâmil Paşa' nın, hareketinin kanuni olduğunu ispat ve izah edeme­ yeceği düşünülse bile, ekseriyet partisinin şu acele ha­ reketi ve bilhassa Pâdişah'ı tazyik ile saltanat hukuku­ na tecâvüzünü Kanun—ı Esâsı ile te'life ve hiç bir suret­ le başka türlü mânâlandırmağa imkân olmadığı aşikâr­ dır. ' A Meşrutiyet'in elde edilmesi için öteden beri yazarak ve konuşarak umumi efkân uyandırmağa çalışan aydın fikirli kimselerin; Cemiyetin iktidân kazandıktan sonra tuttuğu bu yolu uygun görmeyenlerin muhâlefet etme­ ğe başlamaları, Cemiyetin ise her ne suretle olursa ol­ sun bunların gücünü yok etmeğe çalışması neticesi, Meşrutiyet’le idâre olunan medenî memleketlerde câri olan usul ve münâkaşa; bizde başka bir renk alarak, Tanrı ihsânı olan millet arasındaki unsur ayrılığı, top­ lumda bozuşmalara ve uyuşmazlığa inkılâb etti. Muhâ­ lefet tarafını tutanların bâzılan ayni şekilde karşı koy­ ma düşüncesiyle siyâsî hasımlannı maddi bir güce daya­ narak susturmak için ilim adamlarını elde etmeğe te­ şebbüs ettiler. CEMÂLEDDİN EFENDİ’NİN ŞEYHÜLİSLÂMLIKDAN AZLİNİ TEMİN TEŞEBBÜSLERİ Halbuki öteden berjjjhâricı ihtiraslara mâruz olan bu devletin, dâhilen de sürekli bir karışıklık içinde bıra­ kılmağa tahammülü olmadığı inancında bulunduğumu ve bundan dolayı sükun ve barışuı muhafazası fikir ve itiyâdında olduğumdan bölücü hareketlere göz yumma­ mın imkânı olmadığını bildiklerinden, Şeyhülislâmlık’ tan düşürülmeme vesile olur ümidi ile Dersiâm Efendi­ leri aleyhime kışkırtarak düzenlettirdikleri şikâyet ya­ zılarını üstâd ve talebeden şuna buna mühürleterek Pâ­ dişâh’a, Sadnâzaın'a ve Meb'usan Meclisi Başkanlığı'na takdim ettirdiler. Akıllarınca umumî efkân aleyhime çevirmek için garez ve bozgunculuğa âlet olan bâzı ga­ zetelerde yalan yanlış yazılar neşrine giriştiler. Fasıla­ sız otuzsekiz seneye yaklaşan Devlet hizmetimde ve » hususiyle Meşrutiyet'in ilânım müteakip, hâl ve mevkiimin yüklediği güç vatan vazifesinde, kudretimin yetti- / ği kadar, hak yolda Allah’ın inayeti ile yürekten çalışa-1 rak unıüımın hoşnutluğunu kazanmış isem de, takati­ min üstüne çıkan bu yorgunluk sağlığımı bozduğun­ dan ve kurtuluş ümidimiz olan Meşrutiyet'in b(;yle acâip bir hâle sokulması fikir ve çalışmalarımda bana usanç ve sıkıntı verdiğinden vazifeden tamamen çekil­ meğe karar vermiş ve Şeyhülislâmlık hizmetinden affe­ dilmekliğim için, Hakan hazretlerine münasip vasıtalar­ la vâki olan mürâcaatlarım kabul edilmemiş olduğun­ dan uygun bir zamanın gelmesini beklemeğe başlamış­ tım. PADİŞAHIN ŞEYHÜLİSLÂMIN İSTİFASINI İSTEMEYEREK KABULÜ Kamil Paşa ile Cemiyet arasındaki bu mücadeleyi uy­ gun bir fırsat sayarak, kendisinin Meb'usan Meclisi'rc dâvet olunduğu gün, sıhhi mâzeretimden bahsederek Pâdişah'a tekrar bir istifaname takdim ettim. Akşam, Kâmil Paşa, Şeyhülislâmlığa gelerek: "Pâdişâh Efen­ dimiz istifânızı kabul buyurmuyorlar, isterseniz iki ay müddetle hava değişimi için Mısır'a gitmenize mü­ sâade edecekler. Ben de istenilen izâhatı başka bir günde vermek için Meb'usan Meclisi Reisliği'ne tezkire yazdım" demesi üzerine, meselenin mâhiyetini bildi­ ğini için sözü fazla uzatmayarak vereceğim cevâbı, ya­ pacağı açıklamanın sonuna bıraktım. Gece yarısı Sadrıâzam'm değiştirilmesinin kararlaştırılmış olmasına bi­ nâen, Başkâtiplikten, ertesi sabah Saraya gelmekliğimi bildiren bir tezkire aldım. Sabahleyin de bu dâvet, bir yâver ile tekrarlandığından hemen Saraya giderek Sadâret'e seçilmiş olan Hüseyin Hilmi Paşa ile buluştum. Kendisinin hazırlamış olduğu vekiller heyeti listesini resmen Padişah'a arzedeceği esnada, aızettiğim istifânâmedeki sıhhî mâzeretimi tekrar ile istifâmın kabulü- l \n ü istirham edince Pâdişâh kabul etmemekte ısrar ve yeni Sadnâzam dahi beraberlerinde bulunmaklığımı şiddetle arzu ettiklerini beyan etmişlerse de, hâl ve mevkiin müsâadesinden istifade ile son dereceye varan istirhamın üzerine, Pâdişâh'm üzülerek ve istemeyerek Şeyhülislâmlığa, mevcut âlimlerden kimin tâyininin uygöıı olacağını sorması üzerine, takdim ettiğim pusu­ lada .isimleri yazılı zatlar arasından Rumeli Kazaskeri Ziyâeddin Efendi'nin tayinini emretmesi ve bana da evimde istirahata müsâade buyurması benim için son­ suz şükran vesilesi oldu. Bu sebeple Sadâret alayı geç vakit yapıldı. 31 MART VAK’ASI Hüseyin Hilmi Paşa Rumeli Umumi Müfettişi olarak uzıın süre Selânik'te oturduğu için Cemiyet erkânının fikir ve emellerine vâkıf olduğundan Sadâret'tejbulundııkça ııygun yollardan hareketle, geçici bile olsa, hü­ kümet İdâresinin memlekette bir huzur ve âsâyiş sağ­ layacağı ümit edilmekte ise de, her sahada alabildiğine artan hırs ve yeni fikirler, Osmanlı askerinin alışılagel­ miş olan inanışları dışında verilen emirler, yapılan tel­ kinler, aradan iki ay geçmeden Otuzbirt Mart Hâdisesi­ ni meydana getirdi. Hareket Ordıısu'nun da İstanbul'a gelmesi ve saltanatta meydana gelen değişiklik neticesi devletin idaresini İttihad ve Terakki Cemiyeti tama­ men eline almış oldu. Herkesin bildiği gibi bu Otizbir Mart Hadisesi'ııde önayak olan avcı taburları Meşrutiyet'in ilânından son­ ra Selanik'ten İstanbul'a getirilmiş ve Kâmil Paşa tara­ fından tekrar eski askeri kıt'alarma iadeleri teşebbüsün­ de bulunulmuş ise de, Cemiyet'ce muvafakat edilmemişt.i. Meşrıitiyet'in ımıhâfaznsı için İstanbul'a getiri­ len bu taburlar ümidin hilafında olarak mezkur lıâdise- yi meydana getirmeğe cör'et etmeleri ve bu hâdise se­ bebiyle Cemiyet Merkezi'nin saltanatta nufuzunu kuvr vetlendirmeğe muvaffak olması nazar—ı dikkati celbe­ den ahvâldendir. İKİNCİ BÖLÜM TRABLUSGARB'IN KAYBINA,IÇ İSYANLARA VE TÜRKİYE ALEYHİNDE BALKANLILARIN İTTİFAKINA YOL AÇAN FENA İDARE İTTİHAD VE TERAKKİ NİN VE İMPARATORLUĞUN UMUMÎ GÖRÜNÜŞÜ Şüphe yok ki İttihâd ve Terakki Cemiyeti, Meşru­ tiyet'in tesîsı için kurulmuş ve o niyetle işe başla­ mıştı. Fakat Üçüncü Ordu'nun gayret ve yardımı ile maksadın elde edilmesine muvaffak olununca, hürri­ yete nâil olan gençlerimiz derece derece ilerleme kai­ desini nazar—ı dikkate almayarak hemen isteğe ulaş­ ma hevesine düştükleri gibi, matbuatın (Basının) bir kısmı da Devlet'in içinde bulunduğu durumu takdir etmeyerek hissi fikirlerle şöhret ve menfaat kazanmak için şahsiyâta dâir yazılar neşrine giriştiklerinden, halk arasında ikilik ve hasetlik peydâ oldu. Daha doğ­ rusu Millî Hâkimiyet bizde baskı ve nifâkı doğurdu. Bu hâl Meclis'e de sirâyet ederek, Meşrutiyet icâbı ola­ rak partiler arasında yapılan münâkaşalar ve azınlık ta­ rafından kesin olarak ileri sürülen haklı bâzı itirâzlar bi­ le hırsları çoğaltmaktan başkabir fayda sağlamadı. Cemiyet'in ileri gelen kimseleri ise, üstünlüğü kendi­ lerinde görme duygu ve düşüncesiyle, bütün işlerin tan­ zimine selâhiyetli olduklarına inanarak her şeyden ön­ ce nüfuzlarını kuvvetlendirme gailesine düşüp gittikçe şiddet kullanmağa başladılar. Nihâyet kanunun zâhiri şekli korunmakla beraber devlet işleri, kuvvetlinin ve galibin arzuladığı gibi yürütülmeğe başlandı, tik önce­ leri tecrübesizlik de buna katılınca idârede ve siyâsette birçok hatalar meydana geldi. İşte bu hatâlar sonradan uğradığımız acı kayıpların başlıca sebepleridir ki aşağı­ da açıklanacaktır. Pâdişâh'ın hükmü altındaki ülkelerin genişliği ve coğrafi mevkii itibariyle de ehemmiyet derecesi beyâna lüzum göstermeyecek kadar açık olup bu ülkelerin sâkinleri ise ırk, mezhep, mizaç ve âdet bakımından bir­ birlerinden ayrı unsurlardan meydana gelmekle bera­ ber, vaktiyle eğitim ve öğretim her tarafa yayılmadığından dolayı, medenf kabiliyetleri, içinde bulunduğu­ muz asrın tekâmül mertebesine erişememekle, Ka­ nun—ı Esâsı hükümlerinin tatbikinde bu cihetler gözönünde tutularak, uzak görüşlü, bilgili olarak hareket olunması iktizâ ederdi. Meselâ Yemen Kıtası ile Şam ve lrak'ı da içine alan Arabistan'ın ve Arnavutluk ile Kürdistan’m diğer vilâ­ yetler gibi idâre edilmesine hâlen imkân olmadığı söz götürmez bir hakikattir. Çünkü geniş Yemen kıt'ası ile Hicaz’ın ahâlisi sırf müslüman ve ekseriyeti itibariyle me­ deniyetten mahrum Araplar’dan ibâret olduğundan, bunların şeriat ahkâmından başka kanunlara, askere alınmağa ve bunun gibi çeşitli hükümet nizamlarına kolayca itaat etmeyecekleri, şimdiye kadar elde edilen tecrübelerle bilindiği gibi, Arnavutluğun dağlık bölge­ lerinde oturan Arnavutlar veH4ristiyan Malisör'ler ile Anadolu'nun dağlık ve tenha yerlerinde yaşayan Kürtler ve Suriye kıt'asındaki Dürz'ıler dahi yaradılıştan ze­ ki, cesur olmakla beraber ekserisi ilim ve irfandan mah- .* - 54 - t rum olduklarında, yürürlükteki kanunlar ile devlet ni­ zamlarının şâir vilâyetlerde olduğu gibi bunlar hakkın­ da da hemen tatbiki hem güç ve hem de zararlı olaca­ ğından bu bakımdan şiddet göstermek ve kuvvete baş vurmak gibi geçici tedbirler fayda vermedikten başka birçok güçlük ve zararlar tevlid edeceği, öteden beri el­ de edilen delil e emsâlleriyle aşikârdır.. İslâm câmiasma mensubiyeti dolayısıyla Hilâfet makamuıa kemâli sadâkatle bağlı olan necip Arap kavnıine mensup Suriye ve Irak ahalisinin lisân ve âdet ba­ kımından ırkî vasıflarını ve Osmanlı hey'etinde iktisâb ettikleri haklarını takdir etmek ve korumak hususu Jıikmet bakımından lüzumlu olduğu gibi, Cennetmekân Fâtih Sultan Mehmed Hân hazretlerinin İstanbul'u fethinde bir siyâsi tedbir olarak Rum halkına vermiş oldukları bâzı imtiyâzlan; Kanun—ı Esâsınin tanzim ettiği müsâvi hakların, bunlar için de faydalı olacağı düşüncesiyle hemen geçerlilikten kaldırmağa çalışmak ve diğerlerine nisbetle daha bilgili ayni zamanda bâzı devletlerce manevî bir himâye altında olan bu mühim unsuru gücendirmek devlet menfaati bakımından uy­ gun bir iş değildir. Kısaca devletin yaşamasını temin, Osmanh âlemini teşkil eden muhtelif etnik zümreleri Kanun—i Esâsı'nin verdiği nimet, hürriyet ve adâletten hakkıyla faydalandırarak tek bir topluluk hâline getir­ menin faydalı olabileceğine, bununla beraber milli menfaatler ve mezhep duyguları her kuvvetin üstünde müessir bir âmil olduğundan, önceden bu cihetin gözönüne alınarak, mezkûr topluluklardaki fikirleri bağ­ daştırmağa ve iş birliğine yarayacak sebeplere tevessül etmenin lüzumu âşikâr iken, etrafımızı saran ilerlemiş milletlere nispetle, bizde pek geri kalan, uzlaştırıcı ve rahatlık sağlayıcı sebeplerin birincisi olan ilmin yayıl­ ması ve umumileştirilmesi için devletin fedakârlıklar yaparak memleketin her tarafında hiç olmazsa şimdilik en çok ihtiyaç görülen yerlerinde, mevcuda ilâve ola­ rak lüzumu kadar medrese ve mektep inşâsı ile ahâlinin eğitim ve öğretimlerinin, mülki ıslâhat, yol ve barınak inşâsı ile maişetlerinin düzenlenmesi ve kolaylaştırıl­ ması yolunda esaslı tedbirler alınması, aydın fikirli olan Meşrutiyet hükümetinin ileri gelenlerine düşen mühim ve yapılması gereken siyâsi' bir vazife idi. Halbuki İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin nüfuzlu kimseleri bu esaslı vazifeyi terk ve ihmal ile önce vilâ­ yetlerde kulüpler kurarak cemiyetin teşkilâtını tamam­ lamağa ve nüfuzlarını kuvvetlendirmek için de şiddetli bir merkeziyet politikasını kendileri için bir hareket noktası saymakla beraber, diğer taraftan memleketin yukarda beyân olunan İçtimaî teşkilâtı ile hâli hazır medeni' kabiliyetine göre tatbiki zor olan Parlaırıantarizm gibi geniş bir idâre usulünü kabul ederek Kanun—ı Esâsı’yi değiştirmek ve Devlet'in merkezi hükmünde olan saltanat hukukunu sınırlamak gibi âşikâr yanlış­ lıklar yaptılar. Esâsen Cemiyetin bu iki çelişik tedbire sanlmaktan maksadı, merkeziyet usulünün kendilerine vereceği kuvvetle bütün milletin ve padişahın haklarını kısarak Hilâfet Makamı'na galebe çalmak ve hükmetmek dâvâsı idi. Vâkıa K anun-ı Esâsı’nin tâdil ve açıklanması ile ikinci maksatları hâsıl olup, içlerinden bâzılannm tari­ hi geleneklere ve memuriyette yükselme hususundaki kaide ve teamüllere aykırı olarak birden Dâhiliye ve Mâ­ liye nazırlıkları gibi mühim mevkilere çıkması ile Bâb—ı Âlî bilfiil Cemiyetin eline geçti ise de, Parlamantarizm ile bağdaşmayan ve kendilerince hayâtî sayılan merkeziyet usulünün tatbik ve icrâsında güçlüklere uğ­ radılar. Çünkü Meşrutiyet’in ilânından sonra Kânun—ı Esasinin de bu suretle değiştirilmesi her tarafta geniş fikir hürriyeti ve ilerleme isteğini arttırdığından,vatanın münevver sınıfından olan kimseler arasında Cemiyete birçok râkıpler çıktı ve mühim olan bazı vilâyetlerde izin dâiresinde geniş ıslâhat yapma arzuları yüz göster­ meğe başladı. Cemiyet ise, elde ettiği hâkimiyet mev­ kiini korumak azminde olduğundan kendisine karşı olanlarla kanun üstü uğraşmak zorunda kaldı. Selâhiyetleri genişletmeyi, merkezin nüfuzunu^ yok olması, merkeziyet usulünün istenmemesini d,e, vilâyetlerin ser­ bestçe otonomi kazanarak Osmanlı hâkimiyetinden çıkmak istedikleri mânâsını vererek bunu muhalifleri­ ne karşı bir tecâvüz silâhı makamında kullandı. YEMEN HÂDİSESİ Yemen kıt'asının mühim bir kısmını işgal eden ZeydiT mezhebindeki ahâlinin başında bulunan ve hâlen isyan hâlinde olan Yahya Hamideddin ile sonradan yapılma­ ğa mecbur kalman anlaşma, daha önce yapılsaydı bu ülkede kan dökülmez, devlet nüfus ve malca kayıplara uğramaz; ayni zamanda Arabistan ile şâir cihetlerden de geniş müsâadeler dairesinde yeni düzenlemelere giri­ şlise umum ahâlinin bir babaya yakışır şekilde hoşnut­ luğu kazanılmış olurdu. Bu hususta hükümete düşen mühim vazifeler yapılmayarak, önce zikredilmiş olan merkeziyet kaidesine uymak lüzumu, Osmanlı memle­ ketinin her cihetini, idâreten saltanat merkezine, haki­ katte ise Cemiyetin emirlerine tâbi kılmak fikriyle, Yemen'e asker göndermeğe devam için askeri' fırkalar sevkolundıi. Memleketin ve bilhassa Anadolu'nun genç evlâtlan ile, bunların çalışmalarının mahsulü olan mal­ lar ve hazîneden büyük meblağlar bu uğurda boş yere harcandı. Hakikatte, memleketin her hangi bir yerinde isyan görülünce onu önlemek ve yok etmek hükümete düşen bir vazifedir. Fakat itaatkâr halkı isyana götü­ recek sebeplerin çıkmasına meydan vermemek de o hü­ kümetin tebaasına karşı birinci vazifesidir. Kerek’te, Havran'da bilhassa Arnavutluk'ta meydana gelen isyan­ lar, hükümet memurlarının yanlış tedbir ve harekâtı ve bâzı tarafların teşvikleri neticesi olduğu bütün vukuf erbâbınca bilinen bir hakikattir. KEREK (2) VAK’ASI Cemiyetçe seçilerek Suriye valiliğine tayin edilmiş olan askerî âmirlerden İsmail Fâzıl Paşa’nın, hac yolu­ nu korumaları için her sene Devlet hazînesinden Kerek Araplanna verilmekte olan binsekizyüz lirayı, kendisi­ ne yapılmış olan bir çok nasihatlere rağmen, "çöldeki çıplak Araplara Meşrutiyet'te de mi haraç vereceğiz" diyerek kesmesinden ileri geldiğini, çoğunluk partisine mensup Şam meb'uslanndan ve sonradan Ayan hey'etine tayin edilen Abdurrahman Bey'den bizzat duydum. Eskiden beri almakta oldukları âidâtlannın kesilme­ sinden müteessir olan Araplar, Mutasarrıflık merkezine saldırarak birçok memuru ve halkı öldürdükleri için,hü­ kümet tarafuıdan üzerlerine askerî kuvvet gönderilerek cezalandırılmışlar ise de, Vâli'nin binsekizyüz lira gibi az bir parayı esirgemesi ve idârecilikteki bilgisizliği, as­ kerden ve itâatlı halk ile âsîlerden bir çok kimselerin ölmesine ve hazîneden de üç—dörtyüzbin lira kadar bü­ yük miktarda bir pranm sarfına sebep olduğu mezkur Abdurrahman Bey'in ifadesinden anlaşılmıştır. ARNAVUTLUK HÂDİSESİ Bu İsmail Fâzıl Paşa; ikinci defa olarak, Said Paşa Kabinesi tarafından Arnavutları cezâlandırmağa me­ mur edilen ordunun başına getirilmiş olup oradaki yan­ lış hareketlerin neticesi hem mezkûr kabinenin düşme­ sine ve hem de Arnavutluk ayaklanmasının genişlemesi­ ne ve devâmına sebep olmuştur ki tafsilâtı aşağıda arz olunacaktır. Yukarda arz ve işaret olunduğu gibi, İttihad ve Te rakki Cemiyeti kendisine karşı olma istidâdında bulu­ nan her kuvvetin kırılması ve yok edilmesi tarafını tu t­ tuğundan, bunlar içinde; kuvvetli bir mevkie sâhip ol­ maları ve içtimâi teşkilatlan sebebiyle en mühim olarak Arnavutlan görüyor ve Cemiyetin merkezi olan Selânik de mânen Arnavutluk'un tehdidi altında bulunuyordu. Gerçi Meşrutiyet'in ilânı esnâsmda vatanın kurtuluşu için Arnavutların birçoğunun verimli çalışmalan görül­ müş ise de, bu millet Anadolu halkı gibi yaradılıştan sâkin ve her emre itaatli olmayıp, içlerinde ay dm fikirli olanların ikazı ile yavaş yavaş hakikatleri anlayarak, memleketlerinin menfaati i^in lüzumunda birlikte hare­ ket etme kabiliyet ve istidadında olduklarından, Cemi­ yet bunlara boyun eğdirmek ve istediği yolda kullana­ bilmek için ilk önce ellerindeki silâhlann alınmasına lü­ zum gördü. O sırada Kosova Valiliği'ne tayin edilen Mazhar Bey' in, bütün işi, bu maksadın başlangıcını hazırlamak ol­ duğu, mahalli memurlar vesâir tarafsız kimselerce bü­ tün delilleriyle tâyin ve tesbit edilmiştir. Arnavutlar husûsi' durumlan ve mevkileri icabı öte­ den beri, hükümetin bâzı müsâadelerine mazhar olmuş, memleketlerinde, kanun namına kendilerince benim­ senmiş bâzı usul ve kaidelere uygun olarak hareket et­ miş olduklarından; mükellefiyet getiren umûmi kanun­ ların başka vilâyetlerde olduğu gibi orada da tamamen tatbîki hususunda vilâyet makamınca şiddet gösteril­ mesi ve o esnâda sakal ve yumurta vergisi nâmı ile yeni vergiler getirileceğine dair bâzı uydurma sözlerin şâyi olması ekseriyet itibâriyle çabucak infial gösteren ve sinirlenen Arnavutlan, âdet ve alışkanlıktan icâbı hoş­ nutsuzluk ve muhalefet eserleri göstermeğe sürükledi. Cemiyeti temsil eden hükümet ise, bu muhalefeti, dü­ şündükleri maksadı elde etmek için tam bir vesile saya­ rak askerf kuvvetle Arnavutlan cezalandırmağa karar verdi. Bu mesele Meb'usan Meclisi'nde görüşüldüğü esnâda Arnavut meb’uslar, ilk önce hükümet emirlerine uyma­ nın vâcib olduğunu uygun bir lisan ile Arnavutlara an­ latmak için bir nasihat hey'etinin gönderilmesini teklif ettiler ve muhâlefet yolunda ısrar etmedikçe vatan ev­ lâdı olan bir çok müslümanın kanının dökülmesi, Ru­ meli'nin anahtan sayılan Arnavutluk'un imha ve peri­ şan edilmemesi yolunda istirhamda bulunmuşlar ise de, bu teklif ve dilekleri, ekseriyet partisi ve onun hüküme­ ti tarafından kabul edilmedi. Mahmud Şevket Paşa ku­ mandası altında, bir ordu gönderilerek Amavutlar şid­ detle cezâlandınldı ve birçoğu da kanlarının yanında dövülerek kinci bir hareketle horlandı ve ellerinde ne kadar silâh varsa süs silâhlarına kadar hepsi toplandı. Gerçi hükümet; Rumeli’nin sağlam bir kal'esi olan Arnavutluk 'u kuvvetle cezâlandırmakla Osmanlı âle­ mine karşı kuvvet ve kudretini gösterdi amma,haki­ katte bundan Balkan milletleri faydalandı, Osmanlı âlemi ise zarar gördü. Çünkü Sırbistan ile Karadağ ara­ sında bulunan ve çok yeri güç geçilebilir dağlar ve or­ manlardan ibaret olan Arnavutluk’un bir milyondan fazla cesur ve cengâver halkı Sırplılarla Karadağlıları korkutmaktan geri kalmıyor; Bulgarlarla Yunanlılarda bir dereceye kadar bunlardan gocunuyorlardı. Balkan­ lar arasında hatırı sayılır bir engel olan Arnavut kuvve­ ti bu suretle yaralanarak âtıl bırakılmakla, Balkan hü­ kümetlerinin o yönden serbestçe hareket etmeleri ve sonradan birbirleriyle anlaşıp aleyhimize ittifak yapmalan kolaylaştırılmış oldu. Diğer taraftan Arnavutların Katolik mezhebinden olup anlaşmazlık, ırk ve mezhep ayrılığı dolayısiyle Karadağlıların eski düşmanı sıfatıyla harp ânında Os­ manlı askeri ile birlikte hareket eden Malisör'lere de ayni baskı yapılarak silâhları ellerinden alındı. Bu ba­ kımdan kırılan bu zümre de, Karadağlılar tarafını tut­ tular. Halbuki Arnavutluk'taki Katolikleri Avusturya Devleti korumakta olduğundan, Hükümet sonradan bu yanlış karanndan dönerek Malisor'lerin silâhlannı geri vererek, istemiş olduklan bâzı şeylere müsâade etmiş ise de, bu muâmele Müslüman Arnavutlan üzmek ve öfkelendirmekten başka bir işe yaramadı. Nitekim bu Malisör'ler, Balkan Harbi'nde Karadağlılarla birleşerek bize karşı silâh kullandılar. işte Hakkı Paşa’nın Meb'usân Meclisi kürsüsünde, Osmanlı tacının bir pırlantası olarak vasıflandırdığı Arnavutluk'u, o şanlı ve büyük taçtan kopanp atan bu akılsızca tedbir ve hareketler, Balkan hükümetlerini aleyhimizde birleşmeğe sevk ve tahrik ederek sonradan bütün Rumeli'nin elimizden çıkmasına yol açan sebep­ lerin başlıcalarındandır. RUM KİLİSESİNE KARŞI TAKINILAN TAVRIN YUNANLILARI BULGARLARA YAKLAŞTIRMASI Meşrutiyet'in ilânı, gelecekteki saadetimiz hakkında Avrupa'da iyi bir düşünce ve ümit meydana getirdiğin­ den, Rumeli'deki yabancı subaylar geri çağrılıp Make­ donya'da düzenin sağlanması, hükümetin icrâatına bı­ rakılmış ve Bulgar çeteleri dahi geleceği bekleyerek ha­ reketlerini durdurmuştu. Hükümetle bu müsâit andan faydalanılarak idârede düzenlemeler ve hele en çok herşeyden önce Makedonya'da, içte ve dışta hoşa gide­ cek şekilde iyi ve muntazam işleyen bir idâre sistemi kurulmasına hemen girişilmesi son derece ehemmiyet­ li ve lüzumlu iken, bu mühim vazife ihmâl edilip aksine bir Arnavutluk meselesi yaratılmakla bütün ümitler yok edilmiş oldu ve Rumeli öncekinden beter bir hâle gel­ di. Rum cemaatına mahsus husûsi mekteplerde, asnn ileri ilmine uygun, kendilerince hazırlanmış olan prog­ rama göre yapılmakta olan öğretim usulünün yerine; Maarif Nezâreti'nin umumî ders cetvellerinin tatbikine ve mezkur mekteplerin lüzumundan fazla teftişlerine ehemmiyet verilerek, bu ve buna benzer durumlarda Nezâret'ten Patrikhâne'ye şiddetli emirler verilmeğe başlandı. Cemiyetin taraftan ve belki de fikirlerinin tercümanı sayılan gazeteler de bu mes'eleleri ele alarak Rumlar aleyhinde şiddetli mânâda makaleler neşrede­ rek bunlan Yunanlılıkla suçlamağa kadar ileri vardılar. Bu arada Girit meselesini de yazılanna konu ederek, İs­ lâm umumi efkârını Rumlar aleyhine heyecanlandırıp ayaklandırarak, o anlarda devletin hayatı bir dayanak noktası olabilecek uzlaşma ve anlaşma gibi önemli bir yolun aksini tuttular. Hükümetin, emirlerinin yerine getirilmesi hususunda takip ettiği şiddetli muâmeleler, mezkûr gazetelerin neşriyatı, Patrikhane’nin Fâtih’ten beri sâhip olduğu imtiyazlann kaldırılması, Rum cemâatmda medeni sahada ilerlemesinin hükümet tarafından engellenmek istendiği zannmı kuvvetlendirerek adı ge­ çen cemâatin güvensizliğine ve hoşnutsuzluğuna yol açıp hükümetle patrikhâne arasında nefret ve çekişme­ ler yarattı. Hakikatte Rum milletini diğerlerine daha üstün sa­ yan bu imtiyazlar, Kanûn—ı Esâsî’nin bütün Oşmanlılara vermiş olduğu eşitlik prensiplerine uymuyorsa'da henüz tatbik mevkiine konulan mezkûr kanunun sağla­ dığı hürriyet ve adâletten, cins ve mezhep farkı gözet­ meksizin bütün Osmanlılann müsâvi şekilde faydalan­ makta olduklan yapılacak işlerle tahakkuk etmeden,da­ ha önceden ellerine geçirmiş olduklan imtiyazlan mu­ hafazaya çalışmaları tabii idi. Esasen Meşrutiyet tama­ men inkişâf ettiğinde herkes aynı hakka sâhip olaca­ ğından bu gibi imtiyazlann kendiliğinden ortadan kal­ kacağı âşikârdır. , Rumeli'ndeki kiliseler meselesinden dolayı Rum ve Bulgar cemâatları arasında öteden beri mevcut olan nefret duygusu, Patriklik makamından Çulgarlar aleyhi­ ne çıkan azletme kararı ile şiddetini arttırmış ve devlet dâhili siyâseti bakımından bundan fayda görmekte iken, hükümetçe Rumlar hakkında girişilen bu hareket, birbirine düşman olan bu iki millete, geçmişi unuttura­ rak aralarında yaklaşma ve anlaşmalarına vesile oldu. Bu yaklaşma neticesi, Sofya ve Atina Üniversiteleri ta­ lebeleri aralarında karşılıklı ziyâretler yaptılar. Yunan veliahdinin de bizzat Sofya'ya gitmesi bunu iyice kuv­ vetlendirerek aleyhimizde yapılmış olan Bulgar, Sırp ve Karadağ ittifakına, sonradan Yunan devletinin de katıl­ masını kolaylaştırdı ve sağladı. Milletlerarası yaklaşma ve anlaşmaların hakiki sebeplerinin menfaat olduğu kimse tarafından inkâr edilemez. Yukarda arz ve beyan olunduğu, aşağıda da geniş olarak açıklanacağı veçhile Hükümet'in, daha Meşrû­ tiyetin başında, çeşitli milletlerden meydana gelmiş olan Osmanlı topluluğunu birleştirecek ve devletin bünyesini kuvvetlendirecek tarzda iyi bir siyâset kuramaması içte bozgunluğu, dışta da aleyhimizde Olan bir­ leşmeleri doğurmuş ve bunun neticesi olarak uğursuz Balkan Harbi'nin çıkışını hazırlamış olduğu, durumu kavrayabilen aklı başında her insan tarafından bilinen ve söylenen şeydir. Zira İslav istilasına karşı, milli var­ lığını ve siyâsetini korumağa mecbur olan Yunan dev­ letinin bizimle işbirliği yapması kendi siyâsî menfaati icabı olduğundan, Girit mes'elesinin hallinde mâkul ha­ reket ederek bu devleti kendi tarafımıza çekmek müm­ kün ve vâcip iken, aksi yapılarak büyük bir fırsat kay­ bedildi. Ve bu gibi hatâlar yüzünden Rumeli tamamiyle elden gitti. Hilâfete bağlı müslümanlarm mühim bir kısmı ve saltanatın tamamlayıcı bir parçası olan Arap Milleti hakkında da ayni yol tutuldu. Kanun—ı Esâsı’nin vermekte olduğu geniş yetki dâiresinde hiç bir faydalı ve düzenli iş ele alınmayıp aksine Suriye mahkemele­ rince verilen kararların ve bunlara âit ilâmların bundan böyle Arapça yazılmayıp resmf lisan olan Türkçe ola­ rak yazılması mahallf adliye idaresine resmi' bir emirle tebliğ edildi. Halbuki bölgedeki dil Arapça olduğundan mahkemelerin Arapça cereyanı tabîı olduğu gibi ilâm­ ların da o lisan ile yazılması zaruri idi. Bu alışılagelmiş usulün değiştirilmemesi, hükümet kaideleri ve adâlet bakımından faydalı idi. Nitekim Arabistan Şeriat mah­ kemeleri tarafından verilen kararlara âit ilâmlar eski­ den beri mahalli lisan ile yazdmakta ve o ilâmlar tem­ yiz edildikte İstanbul’da tetkik edilmektedir. Bunun için bu yanlış tedbirler Suriyeliler üzerinde büyük üzüntüler meydâna getirdi. Bir taraftan Türk milliyet ve hâkimiyetinin inkişâfı­ na çalışmak düşüncesiyle, İstanbul’da cemiyetler kur­ dular ve aşırı düşünceye sâhip gazeteler de bu maksadı benimseyerek, memleketin ınenfaatlanna uygun olma­ yacak bir tarzda neşriyâta başladılar. Hattâ öteden be­ ri devlet işleri ile ilgili yazışmalarda kullanılmakta olan "Devlet—i Aliyye’ tâbirini bile terk ve ihmal ederek bu­ nun yerine "Türkiye" ve "Genç Türk Hükümeti" gibi tâbirler kullanmağa başladılar. Bunların hepsinin Ce­ miyetin teşvikiyle yapılmakta olduğu düşüncesiyle, Araplar da kendi hak ve menfaatlarını korumak kasdiyle Arabistan'da mühim cemiyetler kurdular ve Arabis­ tan'da da, merkeziyet sisteminin dışında olarak umumi İslâhat yapılmasını istediler. Said Paşa kabinesinin düşmesinden sonra, yaptığı hataların nasıl tehlikeli neticeler doğurduğunu anlayan Cemiyet yine kendi gücü ile malum B â b -ı Ali Hâdisesi­ ni yaratarak ikinci defa iktidar mevkiini elde edince, ilk programını değiştirerek, eskiden yaptığı bütün hatâları düzeltme yolunu tutup Suriye adliyesine vermiş oldu­ ğu emri kaldırarak, Arapça'nın Suriye mahkemelerinde Türkçe gibi resmî dil olarak kullanılmasını kabul etti. Vaktiyle; Muhalefet reislerinden Kütahya Meb'usu Ferid Bey’in hazırlayarak meclise vermiş olduğu, fakat Hakkı Paşa Kabinesi'nin şiddetli muhâlefeti karşısında akfnı kalmış olan, merkeziyet sisteminte uymayan "Vi­ lâyetler Kanunu" tasarısını ele alarak bâzı değişiklik- ’ lerle yüıürlüğe koymaları, Suriyelileri bir dereceye ka<Jar memnun ve içlerinden birkaç önemli kimsenin Ayân âzâlığına tâyini hatırlarını hoş etti ise de, Ara- bistan umumî efkârı tamamen tatmin olunamadı. Ga­ zetelerde bu mes’eleler hâlâ konu edilmektedir. İşte bu dönüş hareketi, yukarda beyan edilen eski hatâların açıkça kabul edildiğini belirtmesi bakımından beğenile­ cek bir harekettir. s- Şurası da bilhassa kayıt ve zikre şayandır ki dirâyet ve faaliyetleri asla inkâr edilemeyecek olan Cemiyet ileri gelenlerinin, yukarda sayılan ve beyan edilen bu aksi tedbirleri siyâsî kanâatlerinin neticesi olmayıp .an­ cak siyâsî düşmanlarına üstün gelmek, mevki ve hâki­ miyetlerini korumak fikrine dayandığından, bu yanlış ve garazkârâne hareket ve tutumlan ileelden çıkmasını hazırladıkları Rumeli kıt'asmdan önce kendi düşmeleri­ ne sebep olmuştur ki tafsilâtı aşağıda arzolunacaktır. TRABLUSGARB ’IN KAYBINA YOL AÇAN AKIL ALMAZ İCRAAT Bu belalar silsilesinin en mühimmini yani Balkan Harbini doğuran sebeplerin en tesirlisi de, Trablusgarb muharebeleri olup bu meselede de başlıca sebep; Hakkı Paşa Kabinesi'nin, hayret edilecek derecede olan akıl­ sızca hareketi ve gaflet içinde olup ileriyi görememesi­ dir. Bilindiği gibi Trablusgarb ile Bingazi ülkeleri saltanat merkezinden uzak ve buralara hudud bulunan Mısır,Tu­ nus bölgeleri de yabancı askerlerin işgali altında oldu­ ğundan, donanması kuvvetli bir devlet tarafından bura­ lara bir saldırı olduğunda asker gönderebilmek imkân­ sız bulunduğundan daha önce burada merhum Recep Paşa gibi muktedir bir mareşalin kumandası altmda, mükemmel bir asken kıt'a bulundurulduğu gibi, lüzu­ munda yerli halk ve Araplardan yardımcı kuvvet mey­ dana getirilerek kullanmak üzere ihtiyaca yetecek ka­ dar silâh ve şâir mühimmât depolarda saklanmakta idi. Müteveffâ İtalya Başvekili Crispi (3) ile Lord Salisbury (4) arasında geçen ve geçenlerde Avrupa gazetelerinde yayınlanan, siyâsi yazışmalardan anlaşıldığına göre İtalya Devleti, uzun zamandan beri Trablusgarb'ı istilâ etmek fikrinde olup, Fransız'lann Tunus'u işgal etmesi üzerine bu maksadına erişmek için fırsat gözetmekte ve bununla beraber Trablus’ta banka kurmak ve buna ben­ zer iktisadı menfaatler sağlamak suretiyle İtalya umûm f efkarını oyalamakta idi. Meşrutiyet'in, ilânından sonra bütün düşüncelerin üstünde olarak uğradığı talihsizlik İtalyanlar'ın bu ümi­ dini kuvvetlendirmekle beraber iktisâdı' teşebbüsleri için Bâb—ı Ali'ye vâki olan mürâcaatlan, siyâset adamlan/ııızın çıkardığı engeller ve güçlükler ile karşılaştı­ ğından, Giolitti kabinesinin sabrı tükenmeğe başladı. İşte bu sırada Mahmud Şevket Paşa, Trablusgarb mer­ kezinde bulunan askerî kuvvetin mühim bir kısmını mühimmâtı ile birlikte Yemen'e göndermeğe karar vere­ rek, icrâsmı Trablusgarb kumandam Müşir İbrahim Paşa'ya emretti. İbrahim Paşa, bu olaydan doğacak zarar­ ları, İtalyanlann Trablusgarb hakkındaki niyet ve te­ şebbüslerini bütün açıklığıyla Harbiye Nezareti'ne du­ yurarak oradaki askerin naklinin, Trablusgarb'ın İtalyanlara tesliminden başka bir şey olamayacağını bil­ dirdi, feryad etti ise de kimseye dinletemedi. Sonunda askeri'kuvvet mühimmâtı ile birlikte Yemen'e sevkedildi. Trablusgarb'ta jandarma vazifesini görebilecek pek az miktarda asker bırakıldı. Bununla da kanaat edilme­ yerek "Sabah” gazetesinin sâhibinin tasarrufu altında bulunan ''Kayseri” vapuru kiralanarak Trablus askerî depolannda ne kadar silâh varsa İstanbul'a getirildi. Hattâ, idarenin mihveri olan Vali ile Askeri Kumandan da İstanbul’a getirtilerek o koca vilâyet iki mühim ida­ recisinden mahrum bırakıldı. Hayret edilecek bir şekil­ de bu geniş bölge tamamen müdâfaadan ve idâreden mahrum bırakılarak İtalyanların istilasına açık ve âdeta onlann işgaline âmâde bir hâle getirildi. Bu durumu öğrenen İtalya hükümeti, daha önceden başlamış olduğu hazırlıklarını tamamlayarak, mühim bir donanma ve büyük bir ordu ile ansızın Trablus­ garb’a saldırarak vilâyet merkezi ile sâhildeki mühim noktalan işgal etti. Ve Bâb—ı Ali'ye bir nota göndere­ rek Ittihâd ve Terakki Cemiyeti Hükümetine karşı harp ilân ettiğini açıkça bildirdi. Çok şaşılacak bir hâldir ki Hakkı Paşa, uzun müdde( elçilikle Roma'da, Asım Bey de Sofya'da bulunmuşlardı.Cemiyet ileri gelenleri tarafından biri Sadâret,diğe ri de sonradan Harbiye Nezâreti'ne getirildikleri halde, bu kimseler, nezdinde bulunduktan hükümetlerin, dev­ letimiz hakkmdaki zararlı maksat ve harp hazırhklannı anlamayarak bu iki hükümetin hakkımızda iyi niyet besledikleri hususunda kabine arkadaşlarına teminat verdikleri gibi, büyük ve küçük devletlerle aramızda olan münâsebetlerin iyi bir şekilde yürüdüğünü Meb'usan Meclisi'nde de beyan ettiler. Hadiseler ise az zamanda bunun aksini ispat etti. Dirâyet sahibi olduğu bilinen bu iki muhterem zâtın, işin hakikati şöyle dur­ sun, dış görünüşünü bile takdir edememiş olduklan anlaşıldı. ^< TRABLUSGARP HARBİNİN LÜZUMSUZ YERE UZATILMASI Trablusgarb ve Bingazi'de oturan bütün halk ve Araplar, din gayreti ve yaradılışlanndan gelen cesâret ile Italyanlann bu haksız saldırısına karşı birlikte mü­ dâfaaya ve karşı koymaya giriştiler. Bunlara asken kuvvetle yardım imkânı olmadığından, resmen tarafsız kalmış olan Mısır ve Tunus'tan kaçak olarak mühim­ mat, para ve erzak gönderilmesine çalışılmış ve husu­ siyle cemiyet, yanlış ve noksan hareketlerini imkân nisbetinde giderebilmek gayesiyle buraya yâni harp sâhasına en iyi ve becerikli zâbitlerden bâzılarmı göndere­ rek bunlar vâsıtası ile, Trablus'ta bırakılmış olan az miktardaki asker ile Araplan harp usulüne uygun ola­ rak İtalyanlara karşı harekete geçirip, müslümanlığa, Osmanlılık cesâret ve yiğitliliğine yaraşır yararlıklar gösterilmiş ise de bu gibi şanlar altında bir avuç asker’ le başıbozuk Arapların tâlimli ve muntazam İtalyan Ordusu ve her biri bir kale gibi olan donanmasına kar­ şı duramayacakları, ve bundan dolayı harbin uzaması, daha önce Cezâyir'de denendiği gibi can ve mal kay­ bından başka bir işe yaramayacağı âşikâr olduğundan, hiç olmazsa Bingazi'yi kurtarmak ve Trablus müslüman halkı için geniş haklar temin etmek esas şartı ile, İtal­ yanlarla sulh müzâkeresine girişilerek harbe son ver­ mek ve böylece Akdeniz'i geliş ve gidişimize açmak devlet hakkındaki en hayırlı işi olacaktı. Çünkü İtalyan hükümeti, açık denizdeki donanmasını islim üzerinde tutarak dâima asker ve malzeme sevk etmek mecburi­ yetinde olduğundan, bunun da kendilerine tahminin üstünde büyük masraflar yüklemekte bulunması cihe­ tiyle böyle bir teklifi kendisi içinde uygun bulması ih­ timâli kuvvetli idi. Fakat en mühim siyâsî olaylarda bile hissiyata uya­ rak umumî efkân kazanmak ve o sâyede mevkilerini kuvvetlendirmekten başka bir şey düşünmeyen Cemi­ yet ileri gelenleri, Trablus ile Bingazi'ye para, erzak ve mühimmat yetiştirerek Arapları gayrete getirmeğe ça­ lışmaktan ve faydasız olarak harbi uzatmaktan kendile­ rini alamadılar. İtalyan hükümeti ise bizim Trablus ve Bingazi'ye yapmakta olduğumuz yardımı önlemek için Oniki Ada'yı işgal ederek zaten gemilerimize kapalı olan de niz yolunu iyice kendi kontrolleri altına alıp, Balkaı hükümetlerini de bizimle harp etmeleri için tahrik v» teşvike başladı. MUHALEFETİN KUVVET KAZANMASI ÜZERİNE MECLİS 'İN DAĞITILMASI VE USULSÜZ ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ Diğer taraftan, Trablusgarb Bölgesinin uğradığı bu kötü saldırıya, Hakkı Paşa Kabinesi’nin düşüncesiz ve yanlış hareketlerinin sebep olduğunu yakînen bilen Trablus ve Bingazi meb'uslan, vatanın uğradığı bu bü­ yük kaybın tesiri ile mezkur kabinenin mahkeme altına alınması için diğer bâzı meb'uslarla işbirliği yaparak Meclis Başkanlığı'na bir takrir verdiler. Mes'elenin tah­ kiki için meclisce kurulan encümene, Müşir İbrahim Paşa defalarca çağrılarak kendisinden kâfi izâhat alın­ dı. Miîcib sebepleri ve inandırıcı deliller hazırlandı. İş­ bu takrir ile geniş sebeplerini belirten mazbata ve di­ ğer evrak Meb'usan Meclisi'nde mevcuttur. Alınarak okunduğunda bu hakikat tamamiyle açıklığa kavuşur. Mezkûr meb'uslann bu teşebbüsü Cemiyete karşı acı bir darbe olmakla beraber, evvelce Cemiyet'ten ayrıla­ rak müstakil bir gnıp kurmuş olan meb'uslar bâzı mes'elelerde muhâliflerle birleşerek ekseriyet partisi­ nin nüfuzunun azalmasına yağdım ettiklerinden, Cemi­ yet, Meb'uslar Meclisi'ne tefessüh etmiş gözü ile baka­ rak dağıtmağa ve bu suretle Hakkı Paşa Kabinesi'ni Yü­ ce Divan'a sevk olunmak tehlikesinden kurtarmaya ka­ rar verdi. Fakat Kanun—ı Esâsı’de daha önce yapılmış olan değişiklik, Padişah'm bu husustaki haklarını kısıt­ lamış olduğundan Pâdişâh adına meclisi kapayabilmek için 35. maddenin tekrar değiştirilmesi Meclis’e teklif edilmiş ise de üçte iki çoğunluk sağlanamadığı cihetle, mezkur kanunun başka bir maddesine dayanılarak mes'elenin halli lâzım gelmişti. Zâten bu gibi hususlar­ da vukuf ve mehâreti teslim edilen Ayân Reisi Said Pa­ şa, daha önce Sadâret'e getirilmiş olup kendisinin muvâzaa suretiyle istifâsı ile, hemen ayni kimselerle kur­ duğu yeni Vekiller Hey'eti de daha önceki istekte isrâr edip Ayân Meclisi'nin de mütâlaası alınarak Meb'uslar Meclisi tatil edildi ve seçim şekli aşaşıda arzolunacak olan ikinci Meclis—i Meb'usan mezkûr mad­ deyi tekrar değiştirdi. Kanun yapıcının; buna dair olan mâlurn maddeyi ka­ nuna koymaktan maksadı, Meb'uslar Meclisi'nin onayı­ na sunulacak bir hususun reddi takdirinde Vekiller Hey'eti istifaya mecbur olursa, başka bir zâtın kuraca­ ğı hükümet önceki kabinenin isteğini, devlet ve millet için faydalı görüp de aynı istekte bulunursa, bu defa Meclis dağıtılarak yeniden seçime gidilip Millet'in reyi­ ne müracaatla hakikatin meydana çıkması ve bu suretle umumi menfaatlann düşünülmesi idi. Yoksa ilk teklifi yapan kabinenin, teklifinin reddedilmesi sebebiyle isti­ fa etmesi, yine o mevkii işgal ederek eski isteğinde İsrar etmesi bu maksadı temin edemeyeceğinden, Said Paşa' nm şu danışıklı döğüş hareketi ve Meb'uslar Meclisi'nin dağıtılması olayının kanunun ruhuna uygun olamaya­ cağı bütün hukuk âlimlerince tereddütsüz tasdik edilir kanâatmdayım. Gerçi önceki hata düzeltilmiş oldu, lâkin bu ikinci değişiklik, hakıkatta kanunun Padişahbk Makamı'na temin etmiş olduğu yüksek hakların geri verilmesi ve bu suretle kuvvet eşitliği elde edilmesi için yapılmış olmayıp, yukarda açıklanan maksadın elde edilmesi, icabında kendilerine karşı çıkanlar aleyhinde kullanıl­ mak üzere garaza binâen alınmış bir tedbirdir. Çünkü yukarda işâret edildiği gibi Cemiyet, Otuzbir Mart Vak'asmdan faydalanarak Padişah'ı değiştirmeye mu­ vaffak olunca, O makamın bütün hukuki kuvvetini kendi inhisânna almış ve Padişah haklarını kendi he­ sabına kullanmağa girişmiş olduğundan şimdi de o hakların genişletilmesi kendi hususi menfaatleri ica­ bından idi. Nitekim Sadnâzamlık ve Şeyhülislâmlığın Padişah tarafından emniyet ve itimâd edilecek kimse­ lere verilmesi, kanunen Padişah’a mahsus ve münhasır bulunduğu halde, vâki değişikliklerde bıı hakkın kul­ lanılmasına imkân verilmediği ve Pâdişâh yedinde hiç bir salâhiyet ve iktidar bırakılmadığından bu üzücü hâllerin meydana geldiğini; hakkımda gösterilen em­ niyet ve itimad netcesi ikinci d efa olarak Şeyhülislam­ lığa tayinimde, Padişah'ın kendisinden işiterek çok müteessir ve dertli olmuştum. Medeniyetçe ileri olan Fransa ve İngiltere hükümet­ lerinde Kanun—i Esâsıv'nin değiştirilmesi, bir çok usul ve kaidelere tâbi olduğu ve hayli müddet beklemeği icap ettirdiği esasları, medeni milletler nezdinde kanu­ nun derece ve önemini belirtir. Bu bakımdan medeni­ yet bilgisini kendilerinden almakta olduğumuz millet­ lerin yaptıklarını örnek tutmayıp, milletin hak ve hu­ kukunu düzenleyen Kanim—i Esâsî’mizi, hususî menfa­ at ve hislerimize uydurmak için böyle ikide bir değiş­ tirmeğe kalkışmak ve meşk tahtası gibi oyuncak yap­ mak, Meşrutiyet'imiz hakkında iç ve dış emniyetin kalmamasına yol açacağı gibi akıl ve hamiyet sâhibi kimseler için de büyük bir üzüntüyü mucib olsa gerek­ tir. . , * ALEYHİMİZDE BALKAN İTTİFAKININ DOĞMASINA FIRSAT VERİLMESİ Devlet'in böyle içte kararsızlık ve ihtilâl dışta savaş ile uğraştığı ve Akdeniz'deki geniş sâhillerin kuvvetli bir düşman saldırısına uğrayıp Çanakkale Boğazı dışına sevkiyat ve nakliyat yapamadığını gören Bulgar Hükü­ meti, öteden beri düşünmekte olduğu Makedony'mn bölünmesi işini tatbik sâhasma koymak zammın geldi­ ğini anlamış ve Bulgaristan Krallığı'nm ilânı hususu ön­ ce Sobranya'ca görüşülerek, krallığı idare edebilmek için Edirne vilayeti ile Makedonya'nın Bulgaristan’a ka­ tılması ileri sürülerek bu maksadm elde edilmesi için Bulgar Kralı’mn icab eden hükümetlerle gizli anlaşma­ lar yapabilmesi için kendisine mezuniyet verilmesi ka­ rar altına alınmış olduğundan ve evvelce silâhlarının toplanmış olmasından dolayı Arnavutluk bakımından bir korkulan kalmadığından ve merkez komitesinin ka­ rarlarına Italyanlann teşvikleri de katıldığındn Bulgarlar bu fırsatı kaçırmamak için hemen Sırp ve Karadağ­ lılarla görüşmelere başlayarak; Said Paşa kabinesi iş, ba­ şında iken yâni Nisan içinde aleyhimize olarak mâhuf anlaşmayı yapıp imza ettiler. Bulgar Ümıimî efkârını, kendi inançlannca bir kut­ sal savaşa hazırlarken, Yunanlılan da bu anlaşmaya ça­ ğırarak kuvvetlerini arttırmak ve galibiyetlerini temin etmek fikir ve isteğinde bulundular. Halbuki Sırbistan'ın genişlemesi, Avusturya'nın menfaatlanna aykırı olduğundan, bu devlet öteden beri Sırplılara güçlük çıkarmaktan geri kalmaması, diğer taraftan Bulgaristan'ın da genişleyerek kuvvet kazanması dolayısıyla Sırbistan'ın bu iki kuvvet ara­ sında ezilerek bilâhere yok olma tehlikesine düşe­ ceğini Sırp siyâset adamları takdirden âciz kalmadık­ tan gibi; 1Slavlığın Balkan Yarımadası'nda gelişmesi bizim kadar Yunanistan'ın da zararını ve belki de bat­ ması neticesini doğuracağı Yunan Vekiller Hey'eti Başkanı Mösyö Venizelos'un uzak göıüşlülüğünce ma­ lum olduğu cihetle, Balkanlar arasındaki bu iki hükü­ meti tarafımıza çekerek anlaşma yapmak ve Balkan Yanmadası'nda Devlet'in menfaatlerini temin edecek bir muvâzene meydana getirmek kolay ve kabildi. Hattâ Atina Maslahatgüzânmız, Mösyö Venizelosile Girit meselesini görüştüğü esnâda, Ada'nın Osmanlı Devleti hâkimiyeti altında kalmak ve her sene bir mik­ tar vergi vermek esâsıyla bir anlaşma yapılması üzerin­ de mutabakata varmış, bu hususta hükümet ileri gelen­ leri ile görüşmek üzere İstanbul'a gitmek hususunda Venizelos'un iznini alarak, o vakit Hariciye Nazırlığı uhdesinde bulunan Sadnâzam Hakkı Paşa'ya yazmış ve bunu defalarca tekrarlamış olduğu halde müspet veya menfi bir cevap alamamıştı. Yine ayni zat,Osmanlı Devleti ile Sırp Hükümeti ara­ sında bir ittifak muâhedesi yapmak için Atina'da bulu­ nan,Sırp Elçisi ile hususi olarak başlattığı gizli müzakere, Sırbistan Hâriciye Nâzın Mösyö Milavanoviç'in elçile­ rine bu iş için telgrafla izin vermesi üzerine resmiyete döndüğünden, o sırada Hâriciye Nezâreti'ne tayin edil­ miş bulunan Asım Bey'e bildirip talimat istemiş,isteği­ ni tekrai- tekrar hatırlatmış ise de, Bâb—ı Âli her ne­ dense pek mühim olan bu meseleyi dikkate almayarak mezkur maslahatgüzâra bir cevap yazılmasına bile lüzum görmemiş ve bu değerli fırsatı kaçırmıştır. Niha- yet bu teşebbüsün faydalı bir neticeye varmaması, Bul­ garların bu bakımdan yapmış oldukları mâhirâne siyâsf çalışmaların sonucu Balkanlılar arasında anlaşma ve birleşmeler meydana geldiğinden bahisle üzüntülerini bildirmek için mezkûr maslahatgüzarın Hariciye Nezareti'ne yazmış olduğu yazıya, keyfiyetten hiç bahsedilmeyerek okşayıcı bir cevap verilmekle yetinilmiştir. Nezaret'ten ayrılışından sonra bir gün sahilhâneme gelmiş olan Asım Bey'den bu mes'elenin aslını öğren­ mek istediğimde, olayları doğrulayarak; "bu hususa dâir Atina Maslahatgüzan'ndan aldığım yazıyı aynen Sadnâzam Said Paşa'ya verdiğim halde kendisinden ne şekilde hareket etmemin lâzım geldiğine dâir hiç bir emir almadığımdan, mezkûr maslahatgüzara talimat ve­ ren bir cevap yazamadım. Çünkü Sadnâzam, oğlu Ali Nâmık Bey'in birdenbire bir elçiliğe tâyinini emrettiği halde, usûle aykırı olmasından dolayı ilk önce bir müs­ teşarlığa tâyininin uygun olacağını arz ile emrini yeri­ ne getirmediğime gücendiğinden, arzlarım iyi kabul görmüyordu" diyerek üzüntüsünü beyan etmiştir. GİRİT MESELESİ BÜYÜTÜLEREK YUNANLILARIN BALKAN İTTİFAKINA İTİLMESİ Harici siyasetimizde, gâh İttifak—ı Müselles, gâh İti­ lâf—ı Müselles'e meylederek sağlam ve doğru bir hare­ ket yolu çizilemediği gibi, Girit mes'elesi de her ne se­ bebe dayanıyorsa büyütülerek dışarda İttihad ve Te­ rakki klüpleri eliyle, Ada'nın, eski şekilde hükümet ta­ rafından idâresi için her taraftan Hükümet merkezine telgraflar çektirilerek, İstanbul'da da yer yer mitingler yapılarak bu yoldaki istek açığa vurulmakta ve halktan Girid'in hangi tarafta olduğunu dahi bilmeyen bir ta­ kım kimseler "Girid bizim canımız, fedâ olsun kanı­ mız" gibi âmiyâne terânelerle sokaklarda dolaştırılıp A ^ beyhude yere umumi efkâr heyecanlandırılmakta idi. Yirmi seneden fazla bir zaman şehid kanı akıtılarak sahip olunan Girid'in, bir taşını bile isteyerek vermeğe râzı olacak bir müslüman .düşünülemez. Lâkin devlet, donanmasının Yunanistan'a nazaran daha güçlü olduğu bir zamanda,merhum Sadrıâzam Alı Paşa’nın bizzat gi­ derek düzenlemiş olduğu Halepa Kararnâmesi gereğince muhtariyete yakın bir idâre düzeni kurmuş olduğu Girid Adası'ndaki müslümanlar, o vakit, Hıristiyanlara na-' zaran üçte bir nispette iken bu gün beşte bir belki de daha az bir miktara inmiş ve tutum ise büsbütün değiş­ miş olduğundan, bu mes'elenin evvelkinden daha geniş bir ölçüde çözfrnünden başka bir çâre yoktu. işte Bâb—ı Ali'nin bir müddetten beri, umumun his- . lerine uyarak devlete hiç bir faydası olmayacak tarzda giriştiği bu hareket tarzı, Sırplılan Bulgarlarla anlaşma­ ya sevkettiği gibi, Girid hakkında yapdan nümâyişler ile ona eklenen boykot mes'elesi de Yunanlıları tama­ men gücendirmek ve Mösyö Venizelos'u da üzmekle kalmadı. İslâv hükümetlerince tasarlanan Balkanlann taksimi olayından faydalanabilmek için, teklif olunan anlaşmayı kabule şevketti. Şartları etraflıca görüşüle­ rek hazırlanan bu anlaşma, Gazi Ahmed Muhtar Paşa' nın iktidara gelmesini tâkip eden günlerde taraflar ara­ sında imza edildi. Bu satırların yazıldığı sırada Fransa Cumhurbaşkanı bulunan Mösyö Poincare'nin Başvekâlet ile Hâriciye Nezâreti'ni uhdesinde bulundurduğu sırada Fransa Meb'uslar Meclisi'nde yapmış olduğu konuşmadan anlâşıld.ğına göre, adı geçen zat, Osmanlı Hükümeti tara­ fından Makedonya'da henüz ıslâhata teşebbüs olunma- * dığmdan dolayı Balkan hükümetlerinin sabrının tüke­ nerek aralarında anlaşma yaptıklarını, bunun için Ru­ meli'nde sür'atle ıslâhat yapılarak Osmanlı Devleti'nin Balkan Hükümetleri saldırısına uğramamasını teminini « Said Paşa kabinesine tavsiye etmiş; Rusya Hâriciye Na­ zırı Mösyö Sazanof dahi, Duma'da^ Rumeli ıslâhatının çabuklaştırılması hakkında Bâb—ı Ali'ye dostâne hatır­ latmalarda bulunduğunu açıklamış olduğu gibi, İtalya ile sulh yapılarak Trablusgarb derdine bir an önce son verilmesi devletin menfaati iktizâsı bulunduğunu yine Mösyö Poincare ile İngiltere Hariciye Nâzın Sir Edward Grey de mezkur kabineye hatırlatmış oldukları hâlde, bu mühim tavsiyeler hükümetçe lâyık olduğu şekilde dikkate alınmayarak bir taraftan Trablusgarb'a mühimmat ve erzak gönderilerek harbe devam edilmiş, diğer taraftan da Cemiyet'e mensup olarak evvelce tâ­ yin edilmiş olan mülkiye memurlan ve Ittihâd klüpleri marifetiyle yeni seçim yapılmasına çalışılmıştı. SEÇİM YOLSUZLUĞU DOLAYISIYLA ARNAVUTLARIN İSYANI ' ittihad ve Terakki Cemiyeti, eski Meclis'ten almış olduğu dersin uyanıklığı içinde, yeni açılacak Meclis’te kuvvetli bir mulıâlif parti bulundurmamak ve bilhassa eski Meclis'te güç kazanmış olan itirazçılann tekrar se­ çilmesine meydan vermemek düşünce ve niyetinde bu­ lunduğundan, seçim esnâsında medenî memleketlerde geçerli propaganda denilen teşvik ve inandınnanın üs­ tünde her türlü zor ve şiddet kullanarak, istediği kimse­ leri Meb'us seçtirdi. Eski nazırlar ve bilhassa bunlar ara­ sındaki Arnavut Meb'uslar, seçilmekten mahrum bıra­ kılarak umutsuzluğa süniklendi. Tabii onlar da kendi milletlerini heyecanlandırmaktan ve coştumıaktan geri kalmadılar. Evvelki darbe ile gönlü yaralanmış olan Arnavutlar, bu def'a da Meb'us seçimi hakkında kanunun kendileri­ ne vermiş olduğu hakkı serbestçe kullanmaktan mah­ rum bırakılınca aralarında kaynaşmalar başladı. İşte % * sonraki ayaklanmanın tek sebebi, seçimlerde Cemiyet tarafından zor kullanılması ve şiddet gösterilmesidir ki keyfiyet yalnız ağız haberlerinden ibaret olmayıp, Hü­ kümet merkezinde ve vilâyetlerde halkın gözü önünde cereyan eden hakikatlerdendir. Trablus muhârebesi ile meşgul olduğu bir sırada Devlet'in başına Rumeli'de . bir Arnavutluk nıes'elesi çıkarmak aslâ câiz olmadığın­ dan, bu mes’elenin mâkul ve barışçı bir surette çözül­ mesi kesin olarak gerekli idi. Fakat Arnavutların,kom­ şularının kendilerine tecâvüz meylinde olduklarını gö­ rerek, hayat ve mevcudiyetlerini koruyabilmek için ev­ velce ellerinden alınmış olan silâhların geri verilmesi ve seçimin yeniden kanun dâiresinde serbest olarak yapılması, sıkı yönetimin kaldırılması ve Meşrutiyet esaslarının tamamen uygulanması yolundaki istekleri Cemiyetçe kabul edilmediğinden, 'Said Paşa kabinesi; Kerek hâdisesinin yegâne mes’ulü olan İsmail Fâzıl Paşa’nın kumandası altında olarak Üçüncü Ordu’yu ikinci defa Arnavutluk'u vurup cezalandırmağa gön­ derdi. Bu hareket, Rumeli'yi elimizden almak için gizlice tertipler yapmakta olan düşmanlarımızın ekme­ ğine yağ sürerek, bunlara karşı toplu ve kuvvetli bu­ lundurulması son derece lüzumlu olan orduyu Arnavutluk'un sert dağlarında perakende bir hâlde meş­ gul etmek ve kendi kuvvetimizle yok olmamızı hazır­ lamak gibi içinden çıkılmaz bir hatâya düşürdü. Daha önce Belgrad elçisi olduğundan, Sırphların Kosova vilâyeti hakkmdaki zararlı isteklerini bilen ve bu sırada Altıncı Kolordu Kumandanı olarak Manastır' da bulunan ve son muharebede şehid olan hamiyetli askeri âmirlerden merhum Fethi Paşa, Arnavutluk hak­ kında hükümetçe girişilen bu hareketin Rumeli'nin ge­ leceği için tehlikeli olacağını defalarca üstlerine yaz­ mış ise de dinletememiş ve ahbaplarından birine kendi eliyle yazdığı 3 Nisan 1328 (1912) târih e husûsi bir mektupta: "Hacı Adil Bey'in mâlum olduğu şekildeki teftişleri, Allah bilir amma iyi neticeler vermeyecektir, fikrindeyim. Kendileri üzerinde tesirli olmağa çalışa­ cağım. Arnavutluk'ta, hükümetin sebeplerini anlayama­ dığım maksadına, ordunun karıştırılmasına baştan sona karşıyım. Askerin, seçim gibi siyâset işinde kullanılma­ sı ordunun harpçi vasfını bitirir. Sözlerim dinlenmezse derhal emekliliğimi isteyeceğim." "Sırbistan'a âit buyurduklarınız pek mühimdir. Belgrad'da sefir bulunduğum müddetçe Sırp—Bulgar ilişki­ lerini ehemmiyetle takipden geri kalmamıştım. Çünkü Osmanlı Hükiımeti'nin zararına idi. O zaman Mabeyn—i Humâyun'a ve Bâb—ı Ali'ye yazdıklarım kabul olunsaydı, Bulgaristan —Sırbistan ittifakının önüne geçilmiş olacaktı". Yine ayni zat, 29 Nisan 1328 (1912) tarihli başka bir mektubunda: "Seçim fenâlıklarına karşılık ayakla­ nan Arnavutluk hakkında, Hacı Adil Bey ile Mahmud Şevket Paşa, tavsiyem üzerine hareket etseydiler mese­ le kalmazdı. Bizi oyalayan ve mukaddes vatanımızı za­ rara sokan hâller de meydana gelmezdi" sözleriyle elem ve üzüntülerini beyan etmiştir. , SIRBİSTAN'A SİLÂH GEÇİRİLMESİNE MÜSAADE GAFLETİ Daha çok şaşılacak hallerdendir ki, Balkanlıların itti­ fak ettiklerini haber alan Avusturya Devleti, harp hazır­ lığına meydan vermemek için Sırbistan'ın Avrupa'dan satın almış olduğu sen ateşli toplann Avusturya'dan geçirilmesine izin vermediği hâlde, Bâb—ı Âli, Suplar' m baş vurması üzerine mezkur topların mühimmatı ile birlikte, Selânik üzerinden Belgrad'a götürülmesine mü­ sâade etmekle elim bir hata' daha işledi. Çünkü o savaş âletleri az bir zaman sonra Osmanlı ordularına karşı kullanıldı. Bu sevkıyat Said Paşa kabinesinin son günlerine ka­ dar devam edip Gazi Ahmed Muhtar Paşa Kabinesi, ik­ tidara gelince Belgrad'a sevk olunmak üzere Selânik'e getirilmiş olan yüzden fazla topa mühimmatı ile birlik­ te el koydu. Eğer Said Paşa Kabinesi bu gafletde bulunmasaydı Sırplılar askerî teçhizatlarını tamamlayamayacaklarından, Balkan ittifâkı hemen yürürlüğe kona­ maz ve devlet de bu uğursuz saldırıya uğramazdı. Mös­ yö Poincare ve bunun emsâli büyük siyâset adamları ve Atina Maslahâtgüzânmızın uyarmaları ve şâir yollardan Balkan ittifakını öğrenmiş olması tabii olan, Osmanlı Hükumeti'nin zikredilen toplann geçirilmesine müsâa­ de etmesi doğrusu affedilemeyecek müsamahalardan­ dır. ORDUNUN SİYASETE ALET EDİLMESİ DOLAYISIYLE İTTİHADÇILAR ARASINDA PARÇALANMA Gayret ve vatansever bir hareketle yaptıkları çalışma ile Meşrutiyet'in ilânına muvaffak olan üçüncü Ordu' nun hamiyetli subayları dışardaki düşmana karşı mille­ tin haklarını ve vatanı korumak gibi mukaddes bir vazi­ fe ile mükellef olan askerlerin, jandarma gibi devamlı olarak memleket içinde vatan evâltalrının cezâlandırılması ile vazifelendirilmesini hoş görmemeğe başladılar. Bu hareketlerin altında birçok ihtiraslı maksat ve istek­ lerin gizli olduğunu daha önce anlayanlar, çalışma ve düşünce bakımından diğer arkadaşlarından ayrıldılar. Bu bakımdan subaylar içinde, tarafsız olanlardan baş­ ka, İttihad Cemiyeti'ne mensub olanlar arasında "Mu­ kabil Halâskâran" adı ile yeni bir parti meydana geldi. SAİD PAŞA’NIN GÜVENOYU ALDIKTAN SONRA BEKLENMEYEN İSTİFASI Devlet, Trablusgarb savaşı ve İtalyan donanmasının tehdidi altında bulunan Çanakkale Boğazı'nın takviyesi ile meşgul ve Rumeli'ndeki askerlerin de Arnavutluk'u cezalandırmağa uğraştığı bu karışıklık içinde iken,Har­ biye Nazırı Mahmud Şevket Paşa'nın ansızın istifa ede­ rek işten çekilmesi, herkesçe hayretle karşılandı. Sadrıâzam Said Paşa ise Harbiye Nezâreti'ne, uygun birini tâyin ederek Padişah'ın tasdikine arzedeceği yerde, bu tâyin işini yapmayarak diğer arkadaşları ile, yeni top­ lanmış olan Meb'uslar Meclisi’ne giderek, Devlet'in iç durumunu, meb’uslarm his ve hamiyetlerini okşayıcı surette ve hünerli bir şekilde açıklayarak, dış siyâseti­ mizin de isteğe uygun olduğunu ve Devlet'in daha bir çok hayat kaynaklarına sahip bulunduğunu, kendisine mahsus bir beyan tarzı ile ifâde edip, Hâriciye Nâzın Asım Bey'in de kendisini doğnılayarak, Italy anlardan başka büyük devletlerle bilhassa Balkan hükümetleri ile olan münasebetimizin yolunda olduğunu beyan ve temin ederek, Vekiller Hey'eti hakkında Meclis’ten gü­ venoyu aldıktan sonra, Said Paşa'nın hiç beklenilme­ yen bir zamanda hemen istifa etmesi Padişah’ı çok na­ zik ve güç bir durumda bıraktı. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM CEMÂLEDDİN EFENDİ’NİN ŞEYHÜLİSLÂM OLARAK KATILDIĞI MUHTAR VE KAMİL PAŞA KABİNELERİNİN GÜÇ ŞARTLAR ALTINDAKİ İCRAATI CEMÂLEDDİN EFENDİ'YE ŞEYHÜLİSLÂMLIK TEKLİFİ İşte yaratılan bu hengame içinde, Mâbeyn kâtiple­ rinden bir zat evime gelerek bâzı işler hakkında göriişmek üzere Pâdişâh tarafından dâvet edildiğimi bildir­ mesi üzerine, bu emre uyarak Yıldız Sarayı'na gittim. Çitkasrı'nda Baş-Mabeynci Lütfi ve Başkâtip Hâlid Ziya Beyler yanıma gelip adı geçen Hâlid Ziya Bey: "Said Paşa'nın vâki istifâsı üzerine Pâdişâh efendimiz, Sadâret'i Londra elçisi Tevflk Paşa'ya teklif ettiler. Kendisi, Meclis’in kapatılması ile seçimin yeniden ya­ pılması ve umumi af ilânı ile sıkıyönetimin kaldırılma­ sı dâhil altı maddelik isteğinin yerine getirilmesi şartı ile kabul edeceğini bildirdi. Pâdişâh daha önce Ka­ nun—i Esâsî'de yapılmış olan değişiklik gereğince ,Meclis'i kapamağa yetkisi olmadığından bunun dışında olan şartları kabul etmişler ise de Tevfik Paşa eski is­ teklerinde ısrâr etmekle, Sadâret'e Gazi Ahmed Muh­ tar Paşa'yı getirmek düşüncesinde bulunduklarından sizinle bu hususu istişâre edecekler" diye dâvet sebe­ bini açıkladı. Huzura çıktığımda, Pâdişâh Said Paşa' nın istifası ve Tevfik Paşa'nm da ileri sürdüğü isteklerin­ de ısrar etmesi üzerine müşkül bir durumda kaldıklarını Gazi Ahmed Muhtar Paşa askerf ve siyâsî'işlerle sene­ lerce meşgul olmuş, emektar bir kimse olup bana karşı da teveccüh ve itimâdı tam olduğunu kayd ile Sadâret'i ona ve Şeyhülislâmlığı bana vermeği uygun gördüğünü beyan edince, hayret ve üzüntü içinde kaldım. Evvelce istifâma sebep olan rahatsızlığımın gerçekten henüz geçmediğini arzederek bu işten af buyurulmaklığımı arz ve niyaz ettiğimde: "Sâkin bir zamanda şerefli bir memuriyeti korumak için verilen yüksek bir maaş ile senelerce Fetvâ hizmetinde bulunup da, Devlet'in böy­ le sıkışık ve gaileli bir zamanında yardım ümid ederek teklif ettiğimiz,bir hizmeti kabul etmemeniz şimdi maa­ şın az olması ile beraber mes'uliyeti yüklenmekten kaç­ manıza hamledilir ki buna hamiyyetinizkat'iyyen müsâa­ de etmez kanâatındayım" susturucu sözleriyle emirleri­ ne göre hareketimi telmih ettiklerinden, vatana âit bir hizmet ne kadar ağır da olsa bunu yapmaktan kaçınıl­ mazsa da bu işi yapmağa gücün yetmesi şart olduğun­ dan, bir kurtuluş yolu bulmak ümidi ile, önce Gazi Ah­ med Muhtar Paşa'yı görüp bu ’.neseleyi konuşmama müsâade buyurulması hususundaki istirhamın kabul 1 olunmakla,huzur—ı humâyundan çıktım. Kapı önünde durmakta olan Lüfl ve Hâlid Ziya Beyler'in çok acele olarak vuku bulan tebriklerine, henüz kararsız olduğum karşılığını vererek, evvelce Mâbeyn'e çağırılmış olan Paşa'nın bulunduğu yere gittim. FEVKALÂDE BlR KABİNE TEŞKİL LÜZUMU Devlet'in duçar olduğu müşkül durum karşısında, fevkalâde bir Vekiller Hey'eti kurulması lüzumlu olup, bu ise çok nıühim bir mesele olduğu gibi, vakti de ge­ cikmiş bulunduğundan, eski sadnâzamlardan İstanbul' da bulunan Kâmil ve Hüseyin Hilmi Paşaların da hazır bulunduğu bir toplantıda durumun görüşülmesi karar­ laştırılıp, ertesi sabah saat ikide Çitkasrı'nda toplanıl­ mak, adı geçenlere bilgi verilmek hususu tespit edil­ dikten sonra oradan ayrıldım. Ertesi gün saat üçte mezkur Çitkasrı'na gidebildim. Çünkü sağlığımın, bu güç vazifeyi tamamiyle başarma­ ğa müsâit olmaması sebebiyle teklifi kabulden çekin­ meme sebep olduğu gibi, isteğimin üstünde ölan mâne­ vi bir kuvvet beni oraya kerhen sürüklemekte idi. Gazi Ahmed Muhtar Paşa ile Kâmil, Hüseyin Hilmi Paşalar ve Gazi Paşa'nın Vekiller Hey'etini teşkil etmek üzere dâvet etmiş olduğu bâzı ileri gelen kimseleri orada buldum. * İMPARATORLUĞUN İÇ VE DIŞ DURUMUNUN GÖZDEN GEÇİRİLMESİ Vekiller Hey'etinin kesin olarak kuruluşu, istifa et­ miş olan kabinenin düşme sebeplerinin, Devlet'in iç ve- dış durumunun ne merkezde olduğunun bilinmesi­ ne bağlı olduğundan, her şeyden önce Trablusgarb sa­ vaşının son durumu ile Rumeli'de olan ayaklanmanın ve bunun için alınmış olan asken tedbirlerin mâhiyetini ve bunlardan ne gibi sonuçlar alınmış olduğunu öğren­ mek üzere Seraskerlik Dairesi'nden Erkân—ı Harb Reis Vekili Hâdi Paşa ile Trablusgarb'a asker şevkinde gö­ revli bir kurmay subay çağrılarak yaptıkları açıklama­ lar dinlendi ve Üçüncü Ordu ile yapılmış olan yazışma­ lara âit evrak okundu. Akdeniz'in kapalı olması yüzünden, Trablusgarb'a muntazam bir şekilde asker ve savaş malzemesi gön­ derilmesine imkân olmayıp yalnız orada İtalyanlar ile çarpışmakta olan az sayıda asker ile kalabalık bir Arap topluluğunun beslenmeleri ve harbin devamı için lü­ zumlu para ve erzak ile savaş malzemesinin Tunus ve Mısır yolu ile bâzı yabancı vâsıtalarla gönderilmesine çalışılmakta ve bu işler için de ayda 180—200.000 li­ ra kadar bir para harcanmakta olduğu, mezkur subay­ ların ifadelerinden anlaşıldıktan sonra; Ordu Umum Kumandanı İsmâil Fâzıl Paşa, Harbiye Nezâreti'ne çekmiş olduğu son telgrafta, emrinde bulunan sek­ sen tabur kadar askeri, ayaklanma sahasının genişle­ miş olması üzerine lüzum gördüğü yerlere göndererek asileri cezalandırmağa çalışmakta kusur etmemiş ise de, taburların bâzısımn Arnavutlara katılması bâzılarınm da silâh kullanmaktan kaçınmaları ve bu dağı­ nık askeri toplayarak umumi bir harekete girişmesi­ ne imkân kalmamakla ayaklanmanın bastırılması için Bâb—ı Âli'ce siyâsi bir tedbir alınmasından başka çâ ­ re olmadığını bildirmiştir. Hâdi Paşa da, bir seneye yakın devam etmekte olan Trablusgarb savaşı sebe­ biyle Çanakkale Boğazı'nı ve Akdeniz'deki Osmanlı sahillerinin mühim noktalarını, İtalyanların saldırısın­ dan korumak ve bir taraftan da Arnavutluk ayaklan­ masını bastırarak Rumeli'nde karışıklık çıkmasına meydan vermemek için, Nizâmiye ve Redif askerleri­ nin hepsi silâh altına alınıp bunlardan lüzumu kadar taburların, Boğaz etrafı ile şâir mühim noktalara gön­ derilmiş ve yerleştirilmiş, artık Anadolu'da silâh altı­ na alınacak bir tek asker bile kalmamış olduğunu; Üçüncü Ordu'nun durumu da, Kumandan Paşa'nın okunan şu telgrafından açıkça anlaşılmış olduğun­ dan Seraskerlik'çe bu bakımdan vazifenin tamâmen ye­ rine getirilmiş olduğunu söylemiştir. Diğer taraftan ayaklanma hâlinde bulunanlar Said Paşa Kabinesi'nin işten çekilmesi, Meb'uslar Meclisi'nin kapatılarak kanun dâiresinde yeniden serbestçe seçim yapılması, ıımtımı af ilânı ve sıkıyöne­ timin kaldırılarak evvelce toplanan silâhların tamamen ve hemen kendilerine geri verilmesi yolunda ileri sür­ müş oldukları isteklerinin acele olarak yerine getirilme­ sinde isrâr ettikleri ve Usküb'e doğru harekete hazır ol­ dukları resmî yazılardan anlaşılmıştır. V SAİD PAŞA YI İSTİFAYA ZORLAYAN . HAZİN TABLO Şu araştırma ve açıklamalardan, Mahmud Şevket ve Said Paşaların birbiri arkasından işten çekilmelerinin hakiki sebebi meydana çıktı ve hazır bulunanları şaş­ kınlık ve hayret kapladı. Çünkü zeki ve uyanık kimse olan Said Paşa, durumun kötü bir sonuca gitmekte ol­ duğunu ve Trablusgarb savaşma devam etmekle o İs­ lâm bölgesinin kurtarılmasına imkân olmadığını, aksi­ ne Rumeli ile Akdeniz'deki adalarımızı da sürükleyip götüreceğini pek güzel anlamış ve bu hükümetle, devlet gemisini düşmüş olduğu tehlikeli girdabtan kurtaracak gücü makamında ve şahsında görememiş, "idrâk oluna­ mayan tamamiyle terk edilmez" vecızesine uyarak ka­ binesi âzâsından olup bu "H âtırâf'ın yazıldığı tarihte Sadnâzam bulunan Said Halim Paşa'yı görünüşte hava değişimi, hakikatte ise İtalya ile sulh müzâkeresi yap­ mak için önce İtalya yakınındaki Lozan şehrine gön­ dermiş ise de, sulh müzâkerelerinin sona ermesi uzun bir zamana bağlı olduğundan, halbuki askeri' kuvvet ile bastırılamayan Arnavutluk ayaklanmasının devâm etmesi, Bulgarlarla Sırp ve Karadağlıların Devlet’in sa­ vaş içinde bulunmasından ve içteki karışıklıklardan faydalanarak Makedonya'yı elimizden almak üzere ara­ larında bir anlaşma yapmış olmaları ve bütün bunların neticesi olarak Rumeli'nde yakın bir zamanda karma karışık bir hâlin eydana geleceğini anlamış olması ve Mahmud Şevket Paşa'nın da istifası ile yerinde dur- üia gucu sarsıntıya uğramış olduğundan, Met) uslar Meclisi'nde o yaldızlı nutku söyleyip güvenoyu aldık­ tan sonra daha önce (1895’te) İngiltere Elçiliğine sı­ ğınmak için hareket düsturu ve özür vesilesi ittihâz ettiği "üstesinden gelinemeyecek şeyden kaçmak, peygamberlerin âdetındendir" (3) hükmüne uyarak istifasını Padişah’a takdim ettiği, gayret ve çalışma­ larıyla altından kalkamayacağını anladığı bu belâlı yükü, kendisinden sonra gelecek olanlara terk ile, ak­ lınca gelecek sorumluluklardan kendisini kurtarma yoluna gitmiş olduğu anlaşıldı. YENİ KABİNENİN GÜÇLÜKLE KURULMASI Bu korkunç hâl içinde idareyi ele almak, ateşten gömlek giymekten başka bir şey olmadığı cihetle, Nâfıa Nezâreti'ni kabule râzı olmuş olan eski Roma Elçisi Kâzım Bey, derhal bu kararından dönerek top­ lantıyı terketti. Hazır olanlardan bâzılan da haklı ola­ rak kararsızlık göstermeğe başladılar. Diğer taraftan hükümet buhranının uzaması, subaylar arasında dedi­ kodunun artarak sonunda tehlikeli bir durumun mey­ dana çıkmasından korkulmakta olduğu, Harbiye Nâ­ zın Vekili Hurşid Paşa tarafından telefonla aralıksız olarak Saray’a bildirilmekte ve bundan telâşa düşen Pa'dişah da bize tebligat yapmakta idi. Devlet’i kurtar­ mak niyetiyle ortaya atılan İttihadçılann dört beş se­ nelik çalışmaları esnasında, yukarda uzun uzadıya an­ latıldığı veçhile yapmış oldukları ters işleri, fevkalâde tedbirlerle dahi düzeltebilecek kudretli kimselerin bulunamayışı, bir hizmet yapabilmemiz ümidi ile Padi­ şah tarafından bizlere verilmesi arzu buyurulan bu işi, bu güne kadar bütün ecdâdımızla nimetlerinden fayda­ lanmakta olduğumuz bu devleti, Allah korusun yok olmağa sürüklenmekte olan şu kanşık hâliyle ve karar- sizlik içinde bırakıp Pâdişâh'ı daha güç ve tehlikeli bir duruma düşürmek, din duygusu ve vatan sevgimizle bağdaşamayacağından, yeni açılacak Meb'uslar Meclisi’ nin ilk toplantısında hükümetin mevkii anlaşılmak ve kendi düşünceme göre, o zaman işten ayrılmak üzere, Tanrı'nın inâyet ve yardımına sığınarak, zarurî olafak bu ağır yükü üzerime almağa karar verdim. Arnavutlann isteklerinde ısrar ettikleri, daha önce açıklanmış olan maddeler kabul ve icra edilmedikçe bu ateşli karışıklığın yatıştırılmasına başka hiçbir imkân kalmadığı, açıklanan olaylardan ve resmî yazışmalar­ dan anlaşılmış olduğundan, bu esaslar dâhilinde yeni hey'etin tutacağı yol ve yapacağı işlere dâir Hüseyin Hilmi Paşa'nın hazırlamış olduğu program, toplantıda bulunanlar tarafından imzalanarak Vekiller Hey'etinin kurulması kararlaştırıldı ve usiılen yeni Sadnâzam tara­ fından Padişah'a arzedildi. Uygun görüldüğü emir buyurulnıakla güneş batışından sonra Bâb—ı Âli'e gidile­ rek Vekiller Hey'eti toplantısı yapılıp Allah'ın inâyetıyle işe başlandı. ^ * İnsan cinsinin ruhi hâli icabı heyecan ve asabiyetle taşan bir topluluğun söz ayağa düştükten sonra sâkinleştirilnıesini, heyecana sebep olanlann, dahi başara­ madıktan delillerle ve tarihi emsâlleriyle bilindiği gibi, derhal verilen teminata rağmen, Arnavut'lann Kosova vilayetinin merkezi olan Usküb’e vardıklan resmî ha­ berlerden anlaşılınca, bunlara tesirli nasihatte bulunup isteklerinin derhal yerine getirileceğine kat'i teminat vererek o havalide sükunet ve asâyişi bir an önce sağla­ mak üzere, eski Trablusgarb kumandanı Müşir İbrâhim Paşa'nın başkanlığı altında, Arnavut'ların ftimadını kazanmış devlet ileri gelenlerinden birkaç kişiden ku­ rulu bir hey'et gönderildi. Diğer taraftan Vekiller Hey'eti'nin görüşüne göre Meb'uslar Meclisi'nin kanunen kapatılmasını icap etti­ ren sebepler, Ayân Meclisi’ne arzolunarak, durum bu­ rada kurulan bir komisyonda inceden inceye tetkik edi­ lerek hazırlanan mazbata, umûmi hey'ette okunup et­ raflıca görüşüldükten sonra dört beş muhâlif bir çekim­ ser oya karşı büyük bir çoğunlukla, Meb'uslar Meclisi1 nin kapatılması lüzumunu tefsir eden bir karar alınıp Pâdişah'a arzedilerek tasdik olunduktan sonra Ka­ nun—ı Esâsî'nin tâyin ettiği müddet içinde yeniden se­ çim yapılmak üzere, Meb'uslar Meclisi, yeni Sadrıâzam tarafından resmen kapatıldı. Umumi af ilânı ve sıkıyö­ netimin kaldırılması gibi bâzı kavrarlar alınıp Trablus­ garb savaşma son verilerek, Devlet'i büyük bir yük ve masraftan, Akdeniz'i yabancı kontrolünden kurtarmak üzere İtalya ile hususî surette başlamış olan sulh müza­ kerelerinin resmi surette yürütülmesi ve tamamlanması için önceki gibi Roma elçisi Nâbi Bey de dâhil olmak üzere yeniden murahhaslar tâyin edilerek kendilerine lâzım gelen tâlim at verildi. % MÂLÎ DARLIĞIN BlR AN ÖNCE ; İÇ VE DIŞ BARIŞI ZARURİ KILMASI Eski Hakan Abdülhamid Han'dan alman belirli miktar para ile çok miktardaki mücevherden başka, dört sene içinde İttihâd kabineleri tarafından borç Osmanlı altmı tutan,paranın büyük bir miktarı,orduda yapılan yeni teşkilat ve asken techizât ile memurlar ara­ lan yeni teşkilat ve askerî techizât ile memurlar ara­ sında yapılan ayıklama ve bir seneye yakın bir zaman­ dan beri devam etmekte olan Trablusgarb savaşı ile Yemen, Kerek, Havran ve Arnavutluk'taki karışıklık­ lar gibi fevkalâde olaylara vesâir ihtiyaçlara harcanmış olduğundan, hâzinede az bir para kalmış olup harp içinde bulunduğumuz cihetle hâriçten de borç para al­ mağa imkân olmadığından, devletin gelirlerine ek ola­ rak avans vesair suretle dâhilde tedârik edilebilecek para ile idâreye çalışmak zarureti bulunduğu Mâliye Nâzırı'nın açıklamasınden anlaşılarak, bu mâli durum karşısında, sulh müzâkerelerinin çabuklaştırılarak müz­ minleşen Trablusgarb savaşına ve devleti büyük masraf­ lar altına sokan iç karışıklıklara mutlaka son verilmesi­ nin lüzumlu olduğu kanâatmda fikirler birleşmiştir.Filvâki sonradan Mâliye Nezâreti'nde bulunan Cavid Bey, yani açılan Meb’uslar Meclisi'nde mâli durum görüşü­ lürken söylemiş olduğu tafsilatlı nutukta, balısi geçen istikrazların miktarı hakkında Kâmil Paşa Kabinesi'nin sarayda yapılan toplantıdaki beyânının doğru olmadı­ ğını söylemiş ise de, kendisi gibi bilfiil nezâret maka­ mında bulunan bir kimsenin,mâlı duruma dâir Vekil­ ler Meclisi'nde arkadaşlarına verdiği bilgi ve yaptığı açıklamaya itimâd etmek bizim için tabii ve zaruri idi. Uzun müddet mâliye idâresinde bulunarak derece derece ilerlemiş ve Kâmil Paşa Kabinesi'nde de Mâliye Nâzırhğı'na yükselmiş olan Abdurrahman Bey'in, esas kayıtlara dayanarak hazırlayıp matbu birer suretini giz­ lice vekillere dağıttığı ve hazine hesaplan hulâsasını hâ­ vi cetvelli küçük kitaptan bende bulunan bir suret, ma­ lum Bâb—ı Âli Vak'asmın olduğu gece çantamdaki öte­ ki evrakla birlikte Sadnâzam Mahmud Şevket Paşa ta­ rafından aldırtılmış olduğundan bu hesâbı açık olarak gösteren vesika ne yazık ki elimde kalmamıştır. MAKEDONYA ISLAHATININ ELE ALINMASI Bu müşkül hâller içinde senelerden beri devleti meş­ gul eden, her türlü felâketlere sokan Makedonya mese­ lesine, herşeyden önce yeni ve ciddi ıslâhat yapılarak son vermek ve Rumeli'nin geleceğini teminat altına almak işi vekiller arasında görüşüldükte; geçen 1880 yılında Hâriciye Nezâreti'nde bulunan merhum Asım Paşa'nın, büyük devletlerin elçilerinden tâyin edilen delegelerle yapılan müzâkerelerde, Berlin Ahidnâmesi'nin yirmiüçüncü maddesine dayanarak karar­ laştırmış oldukları ıslâhat tarzına dair "Lâyiha", o vak­ tin Vekiller Hey'eti'nce kabul olunarak Padişah’ın ira­ desine arzedilmiş iken, her nasılsa tatbikat sâhasma konmamış; mezkur "Layiha", Avrupa'nın siyâset adamlannca da beğenilmiş olduğu cihetle, Makedonya' da hemen tatbik ve icrâsma girişilirse Avrupa'da iyi bir tesir bırakacağının belli olduğunu vekillerden bir zat hatırlamakla, Arşiv'den mezkur "Lâyiha" getirtilerek okundu. Makedonya'da oturan muhtelif unsurların hak ve menfaatleri ile ilgili, civar hükümetlerin zararlı söz­ leri, kışkırtıcı hareketleri, müslüman olmayan halkın da bunlara kapılarak âsâyişi bozma yolunda meydana gel­ mekte olan hareketlerine mahal bırakmayacak teşkilâ­ tın meydana getirilmesini ve inzibâfı kayıtlan içine alan bu lâyiha, Makedonya'da muhtariyete yakın bir idare şekli kurulmasını icap ettiriyorsa da, hayli müd­ dettir hükümeti işgal eden ve çetelerin yok edilmesi maksadı ile can ve mal kaybına sebep olan ve sonradan yabancı müdâhaleyi dâvetle ecnebi^ zâbıta kuvvetinin kabul edilerek çahştınlmasına hükümeti mecbur bıra­ kan bu mesele, kesin surette çözülmedikçe, yalnız Ru­ meli’nin merkezinin değil, bütün Rumeli'nin elden çı­ kacağı akıl ve basiret sâhibi herkesin bildiği ve büyük devletlerin beğeneceği başka bir düzenleme şeklinin uzun uzadıya müzâkere ve tanzimine vakit müsait ol­ madığından "Lâyiha"nm hemen tatbik sâhasına kon­ ması kararlaştınlarak, İstanbul'da bulunan büyük dev­ letlerin elçilerine bilgi verildi. İTTİHAD VE TERAKKİ'NİN ISLAHAT ALEYHİNDEKİ TAHRİKLERİ Bu tedbir mezkur elç ilerce de uygun bulunarak be­ ğenildi. Ancak merkeziyet usulünü mutlaka korumak istek ve azminde bulunan Cemiyet ileri gelenleri, kendi programlarına uymayan bu hal tarzını tabiatıyla hoş görmedikleri gibi, eski mevkilerini elde edebilmek için çeşitli vesileler aramaktan geri kalmadılar. Bunun için Berlin Ahidnâmesi'nin lehimizde olup da uygu­ lanmayan bazı hükümlerinin, devletin iç işlerine ser­ bestçe hareketini kısıtlamakta, daha önce üçüncü mad­ deye göre yapılmış olan Islâhat Lâyihası'nm uygulan. masının devletin istiklâline aykırı olacağı hakkında hal­ kı aldatıcı fikirlerle ortaya çıkıp bunlan, Vekiller Hey' eti'ne saldırma vesilesi yaptılar. Bu esnada hâl icabı sıkça toplanan Vekiller Meclisi' nde bulunmak üzere sahühânemden çıkarak Dolmabahçe Câmiinin önüne geldiğimde, bana mensup bir kimse arabamı durdurarak; "Beyoğlu'nda oturan belli « başlı ecnebilerden tanıdığım biri, sabahleyin beni tel­ grafla çağırarak: Cemiyet erkânının, bugün Bâb—ı Ali' ye Dârülfünun talebesini göndererek bir nümayiş yap­ tıracakları ve bu kalabalık arasında bâzı fedâiler de bu­ lunarak ileri gelen bâzı vekillere suikast yapılması ihti­ mali olduğunu inanılır yerden haber aldım. Bunun için Efendi, bugün Bâb—ı Ali'ye gitmesinler,diye beni size gönderdi"demiş ise de, bu gibi söylentilere ehemmiyet vermediğimden Allah'a sığınarak doğruca Bâb—ı Ali'ye gittim. Fakat tedbirli olmak için Sadnâzam Gazi Ahmed Muhtar Paşa ile Harbiye Nâzın Nâzım Paşa'ya du­ rumu anlattım. Hakikaten ikindi vakti Darüfünun tale­ besi ellerinde sancaklar olduğu halde Bâb—ı Ali'ye ge­ lerek, mezkur lâyihanın uygulanmasının Devlet'in isviklâline zararlı olacağmdan bahsederek milletçe ka- bul edilemeyeceğini heyecanlı bir ifâde ile belirterek bir hayli gürültü ettiler. Bunlara karışmış olan bâzı basın mensuplan da bastonla, Bâb—ı Ali’nin girişi ta­ rafında bulunan pencere camlanndan bâzılannı kırarak talebeyi Sadaret Dairesine girmek üzere teşvik etmiş. lerse de, talebe cesâret edemeyip o sırada Sadrıâzam ile Bahriye Nâzın Mahmud Muhtar Paşa dışan çıkarak, Devlet işlerinden Vekiller Hey'eti sorumlu olduğundan kendilerinin terbiye dâiresinde tahsilleri ile meşgul olmalannı, vazifeleri dışına çıkıp hükümet işlerine karışmamalarını sert bir şekilde ihtâr ederek talebeyi sustur­ dular. tki saat kadar devam eden bu keşmekeş ve nü­ mayişten sonra talebe dağıldı ve hamdolsun başka bir hâdise olmadı. TÜRKİYE ALEYHİNDE KURULAN BALKAN İTTİFAKININ UMUMÎ BİR HARBE İNKILABINI ÖNLEME TEŞEBBÜSLERİ İşte Gazi Ahmet Muhtar Paşa Kabinesi, yapılan her türlü engellere ve çıkanlan güçlüklere karşı, Arnavut­ luk'ta asâyişi sağlamak, Makedonya ıslâhatını bir an önce yaparak o bakımdan da daimî sükun ve selâmetin temini, bir taraftan da sulh müzâkerlerini çabuklaştıra­ rak, baş belâsı olan Trablusgarb harbinden devleti kur­ tarmak ve Akdeniz'de gemilerimizin serbestçe çalışma­ sını temin etmek, askerin yiyecek vesair lüzumlu ihti­ yaçları için para tedarik edebilmek gibi mühim ve güç birçok meselelerle uğraştığı esnâda, Müttefik Balkan Devletleri, hazırlamış olduklan plânlannı uygulamak istek ve niyetinde bulunduklarından, Bulgari ar arasında coşkunluk eserleri ve harp belirtileri görülmeye başladı. Meydana gelmiş olan ittifak dolayısıyla, Balkan hü-' kumetlerinin bu tasavvur ve meyilleri,Avrupa siyâset ile­ ri gelenleri nazarında ortaya çıkmış sayılmış,şu sıralarda Balkan hükümetlerince harp hazırlığına hız verilerek Balkanların her tarafında bilhassa Sofya'da milliyet fikirlerinin son derece coşkun hâle gelmesi* İstanbul' da ise ıslâhat aleyhinde nümayişler yapılarak hükümet teşebbüslerinin güçleştirilmesi üzerine, Büyük Devlet­ ler, çıkmağa pek müsait olan harbin, mümkün merte­ be önünü alarak Avrupa'yı bir umumi harp tehlikesin­ den kurtarmak düşüncesi ve görüşünde bulunarak,da­ ha önce yapmak için söz verdiğimiz ıslâhatın, kendi ta­ raflarından da birer memur tayin edilerek birlikte tat­ bikat sâhasına konmasını elçileri vâsıtası ile Bâb—ı Âli'ye teklif ettiler. Büyük devletlerin iyi niyetine delâlet eden bu teşeb­ büsü, esasta takdir edilmekle beraber, yukarda adı ge­ çen ıslâhat lâyihasının uygulanmasına yabancı memur­ ların katılmasının devletin iç işlerine müdâhale mânâsı­ nı vereceğinden, mezkur elçilerin, hükümetçe yapılma­ sı kararlaştırılmış olan ıslâhatı, o havâlideki konsolos­ ları vasıtası ile hâricen tâkip ve nezâret etmeleri hususu düşünülüp, Vekiller Meclisi'nce önce bu maksadın elde edilmesine girişildi. BALKANLILARIN HARP HAZIRLIĞI KARŞISINDA, HÜKÜMETİN TERHİS EDİLEN BİRLİKLERİ TEKRAR CEPHEYE SEVKI a Balkan hükümetleri ise elçilerin bu teşebbüsünü öğ­ renince, büyük devletleri bir oldu bitti karşısında bırak­ mak için, birden seferberlik ilân ettiler. Ve hazırladık­ ları kuvvetleri mümkün olan hızla hududa göndermeğe başladılar. Osmanlı Devleti de buna karşılık hemen as­ keri hazırlığa mecbur oldu. Harbiye Nezâreti, askerlik müddetlerini tamamlamış oldukları için seferberlik ilâ­ nından önce terhis etıniş olduğu yüzbindeıı fazla askeri yollardn çevirerek harp sâhasına şevketti. . . Münasebeti gelmişken şurasını belirteyim ki, bu ter­ his meselesinden Vekiller Hey'eti'nin katiyyen bilgisi yoktu. Bu sebeple Vekiller Meclisi’nde Nâzım Paşa'dan bu durumu sordum. Kendisi, üç seneden beri isyan çı­ kan yerlere gönderilmeleri yüzünden yordun bir hâle gelmiş olan yukarda adı geçen Nizâmiye taburlarının, askerlik müddetlerini tamamlamış oldukları için silâh çatarak ısrarla terhis edilmelerini istemeleri üzerine, İtalya gibi büyük bir devletle savaşta bulunduğumuz şu sırada ordu içinde bir ayaklanma çıkmasına katiyyen izin verilemeyeceği gibi, adı geçenlerin terhis edilme­ meleri için de hâlen kanunî bir sebep mevcut olamadı­ ğından Erkân—ı Harbiyye—i Umumiyye kararı ile Nezaret'çe terhisleri yapılmış ise de, Balkan hükümetleri­ nin birdenbire seferberlik ilân etmesi üzerine bu asker­ lerin hemen bulundukları yerlerden geri getirilerek lü- * zumlu yerlere gönderilmiş olduklarını beyan etti. Mese­ leyi tam mânâsiyle açıklığa kavuşturmak için, mezkûr nâzırın, bu hususta Sadâret Makamı'ndan yazılı bir emir alıp almadığını sonra da Sadrıâzam Kâmil Paşa1 dan sordum. Müsteşar Adil Bey de orada idi. Sadrıâzam bilgisi olmadığım söyledi, Müsteşar ise, bu terhis , işinin sırf askeriyenin vazifesi olması ciheti ile bu ba­ kımdan Bâb—ı Ali ile herhangi bir yazışmanın yapılmadığiM söyJedi. BALKANLARIN HARBİ KAÇINILMAZ HALE GETİRMESİ f Bâb—ı Ali, yukarıda kaydedildiği gibi, büyük devlet­ ler sefirleri ile görüşmeler yapmakta olduğu esnâda, Balkan hükümetleri zaten aralarında kararlaştırmış ol­ dukları savaşın her ne suretle olursa olsun geri bırakıl­ masına veya önlenmesine imkân bırakmamak üzere se­ ferberlik ilânından sonra, Rumeli de yapılacak ıslâhat- * ta, büyük devletler gibi kendi taraflarından da birer de­ lege bulundurarak yapılacak ıslâhat şeklini birlikte tan­ zim ve tatbik ile, silâh altında bulunan Osmanlı askeri­ nin hemen terhisi gibi, sert teklifleri hâvi bir ültimato­ mu B â b -ı A)i'ye verdiler. Halbuki Osmanlı ülkesinin birer parçası iken bir asırdan az bir iam an içinde biz­ den koparak istiklâllerini kazanmış olan bu küçük hü­ kümetlerin, milli gururumuzu yaralayacak kat'i bir li­ sân ile ileri sürdükleri şu tekliflerden birincisinin kabul edilmesi, Rumeli bölgesinin elimizde bulunan kısmını Balkan Devletleri ile aramızda müşterek saymak ve as­ kerlerin terhisi ise kendimizi eli bağlı olarak düşmana teslim etmekten başkabirşey olmadığı cihetle, kabul etmek şöyle dursun böyle edebsizce bir tarzda yapıl­ mış olan teklife cevap vermek bile milli' şerefimizle bağdaşamazdı. DURUM HAKKINDA GENEL KURMAYIN GÖRÜŞÜ Asırlardan beri harici tesirler vesâir sebeplerle yavaş yavaş zayıflayan ve çöken devletin zayıf bedeninde, dört senedir süren bir fena idâre yüzünden meydana gelmiş olan muhâlefet ve nifak yarasından en çok zarar gören Rumeli bölgesi kangren hâline gelmiş olmakla, bundan faydalanmakta fırsat kaybetmeyen düşmanları­ mızın bizi korkunç bir savaş karşısında bulundurdukla­ rının açıklığa çıkmış olması ve gelecek saldırıların d e f edilmesi lüzumlu olduğundan, ilk önce bu işlerle vazifeli asker? hey'etin bilgi ve görüşüne mürâcaat et­ mek ve ona göre hareket çizgisini tayin etmek lâzım geldiğinden, Mahmud Şevket Paşa da dâhil olduğu halde Harbiye Dâiresi erkânı Bâb—i Ali'ye çağrılarak hâli hâzır durum bütün tafsilâtı ile kendilerine anlatı­ larak bu husustaki istekleri, düşünceleri ve alınması ge­ reken tedbirler soruldu. Aşağıda açıkça anlatılacağı veçhile, Ferik Abdullal Paşa'dan başka adı geçen askeri erkân, Rumeli'nir muhtelif yerlerindeki Osmanlı askerinin onsekiz gün zarfında dörtyüzbin kişiye çıkarılarak harp sâhasına gönderilmesinin kabil olduğunu, Edirne, İşkodra ve Yanya gibi müstahkem mevkileri elde olduğuna göre, bu kuvvetle müşterek düşmana karşı savunmanın müm­ kün olduğunu bunun için de. Bâb—ı Ali’ce bu müdde­ tin kazanılmasına çalışılmasının lâzım geleceğini ifade edip bu beyânlarını belirten bir varaka hazırlayıp imza ederek Sadnâzam'a verdiler. Mahmud Şevket Paşa, esasta bu beyana katılmakla beraber hâlen asken idare­ de bir memuriyet sıfatı olmadığından mezkur belgeyi imza etmekte mazur olduğunu beyan ve Harbiye Nazı­ rı Nâzım Paşa da kendisini tasdik ettiğinden hey'etçe reyini şifâhen söylemesi kâfi sayıldı. HARBE GİRMENİN BARIŞ YOLUYLA ÖNLENEMEYECEĞİ GÖRÜŞÜNÜN YAYGINLAŞMASI A Dâhili durumumuz, mâliyemiz ve bilhassa Meşrutiyet'ten beri ordudaki subaylann çoğu siyâsetle meşgul olduklarından askerliğin ruhu olan emirlere itaatin ve disiplinin bozukluğuna nazaran bu sırada savaş olması­ nı Vekiller Hey'eti, bilhassa ben, kat'iyyen arzu etme­ diğimiz cihetle müzâkerelerde hep bu esas, dikkatten uzak tutulmayıp ve bundan dolayı Makedonya'da tat­ bik sâhasına koymak isteğinde bulunduğumuz Islâhat Layihası vaktiyle yabancı delegelerle birlikte hazırlan­ mış olduğundan, Büyük Devletlerin elçilerince harbin önleneceği taahhüd edilirse, zarann en hafifini yüklen­ me kabilinden olarak Islâhat'm tatbik ve icrâsmda mezkur devletlerin de iştirâkini kabul etmekte bir sa- kınca görmediğimi Hâriciye Nâzın Noradungian Efen* di'ye mecliste söyledim. Adı geçen, bu şekli kendisinin de düşünmüş bulunduğunu ve buluştuğu elçilerden bâzılanna şahsi isteği olarak söylemiş olduğunu, fakat al­ dığı cevap, Bulgaristan umûmî efkârında meydana ge­ len coşkunluk karşısında Bulgar hükümeti ileri gelenle­ rinin bile harbin durdurulmasına güçlerinin yetmeyeceği böyle bir teşebbüste bulunsalar iktidardan düşmeleri­ nin ihtimal dâhilinde olduğu ve bunun için Büyük Dev­ letlerin, artık geri bırakılması kabil olmayan Balkan Muharebesi'nin Avrupa'ya sıçramasını önlemeye çalı­ şacakları merkezinde bulunduğu ve Avusturya—Maca­ ristan elçisi Mösyö Pallaviçini dahi bu sözü doğrulaya­ rak, yüzde doksan nisbetinde harp ihtimâlinin kuvvetli olduğunu belirtmiş olduğundan, mezkûr elçilerin yap­ mış oldukları tekliflerine tamamen uyulsa bile bu tabii akışın önüne geçilemeyeceğini ifâde etti. Hakikaten İngiltere Hâriciye Nâzın Sir Edward Grey f dahi geçenlerde bâzı İngiliz çevrelerinde söylediği nu­ tuklarda, Balkan Muharebesinin önüne geçilmesi kabil olmadığından, Avrupa'ya sıçrayıp bir umumî harp zu­ hurunu önlemeğe çalıştıklarını ve başarılı olduklarını söylemiştir. Ne var ki insanın fikri ihatası gibi tasarruf kudreti de sınırlı olduğundan, Londra Elçiler Konferansı'nm tabii olmayan kararları Balkanlar da istenilen sükûnet ve ba­ rışı kuramadığı gibi, korkulan Umumî Harp te dolayı­ sıyla az bir zaman sonra zuhur etmiştir. BALKAN HÜKÜMETLERİYLE MÜNASEBETLERİN KESİLMESİ VE HARBİN ZUHURU Yukarda muhtevası kısaca anlatılmış olan Müttefik Balkan Hükümetlerinin ültimatomunun, anlatılan se- bepler yüzünden ve her bakımdan kabulü mümkün ol­ madığından, yine büyük devletlerin tahsili kolay olma­ yan gayretlerine mürâcaat ile beraber, son kurtuluş ça­ resi aranmak üzere, Balkan hükümetlerinin İstanbul'da bulunan elçilerine, ültimatoma cevap yerine pasaport­ ları verilerek zaruri olarak münâsebetin kesilmesine ve bu. suretle devletin şeref ve nâmusunun korunmasına karar verildi. Fakat sonradan iddia edildiği gibi resmen harp ilân edilmedi. Askerî hey'etin istemiş olduğu zaman, müzakereler ve siyasî yazışmalarla kazanılarak Harbiye Dâiresi o müddet içinde askerî tahşîdâtı tamamlamış ve müttefik Balkan Hükümetleri de aralarında kararlaştırmış olduk­ lan veçhile Karadağlılar, birkaç günden beri Arnavut­ luk tarafındaki sınınmıza saldırarak Osmanlı askeri ile resmen harbe başlamışlar, Bulgaristan hududunda da karakol muharebeleri başlamış olmakla, taraflarca ön­ lenmesi kabil olmadığı gibi, büyük devletlerin sarf etti­ ği gayretlerden de istifade ümidi yok olduğundan Os­ manlı askerinin de Allah'a sığınarak düşmanla muhare­ beye başlaması zaruret hâline gelmişti. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM BALKAN HARBİNDEKİ BOZGUNUN SEBEP VE MES ULLERİ BALKAN BOZGUNUN MES’ULÜ KİMLERDİR? Harbin safahatı ile acıklı sonucu herkesçe bilinmekte olup asıl gözönünde tutulacak husus, Osmanlı tarihinde bugüne kadar eşine rast gelinmeyen bu sür'atli bozgu­ nun ne gibi hâl ve sebeplerden ileri geldiğini keşif ve tâyin etmek olmakla, bu hakikati meydana çıkarmak mes'ul askerlerden harp esnâsında kusur ve suçu olan­ ları muhâkeme ederek cezâlandırmak vazifesi île mü­ kellef olarak kynılmuş olan asken PivânTı Âli'nin bir arahk dağıtılmış olduğu ve sonradan verilen fermânla henüz toplanıp işe başlamadığı, bundan dolayı vuku bulan hezimetin sebeplerini ve menşeini tâyiıî etmediği için, yalnız şekle âit bir takım hatâlar isnâdı ile, harbin mes’uliyeti âzasından bulunduğum Gazi Ahmed Muh­ tar ve Kâmil Paşa kabinelerine yüklenmek istenilmekle, harp esnâsında İkinci Şark Ordusu Kumandanhğı’nda ve hâlen Berlin elçiliğinde bulunan Mahmud Muhtar Paşa’nın, "Üçüncü Kolordunun ve İkinci Şark Ordusu' nun muhârebâtı (4) adı altında yazmış olduğu ikiyüzin*? - * yetmiş sahifelik bir eserin hüküm hulâsası olan "mülâ­ hazat” kısmında, harbin meydana gelişi ile acıklı sonu­ nu doğuran hakiki sebepler pek vakıfâne ve tarafsız ' olarak dile getirilmiş olduğundan orada zikredilen dü­ şüncelerin mühim noktalarını nakil ve beyan etmeği bir borç saydım. Mahmud Paşa bu mülâhazalarında: MAHMUD MUHTAR PAŞA NIN GÖRÜŞÜ "Osmanlı Ordularının Rusya muhârebesindeki başa­ rısı ve gösterdikleri kahramanca yiğitlik bu d ef aki sü­ ratli bozgunla karşılaştırılacak olursa hayret ve şaşkın­ lık içinde kalınmamak mümkün değildir. Bir Plevne, bir Gedikler'den sonra, bir Kırkkilise (Kırklareli), bir Lüleburgaz veya bir Komanova vak'alan; ancak bir Rossbach zaferinden sonra lena hezfmeti ile karşılaştı­ rılabilir. Fakat bizim karşımızda ne bir Napolyon mev­ cut idi, ne de bizim kumandanlar, o zamanki Prusya gibi modern harp kaidelerinden habersizdi. Mağlubiye­ timizi meydana getiren sebepler stratejik hatalarından ziyâde, esas teşkilatımızdaki bozukluk, hazırlıklarımı­ zın fenalığı ve bunlara içtimai', siyasf ve ahlâkı" bozuk­ lukların da katılmış olmasıdır" dedikten sonra, bunlan birer birer ve ilmî bir tarzda inceleyip açıklıyor. Bu izâhat sırasında "bütün bu acıklı hâllerin harap edici tesirleri yetmiyormuş gibi, bir de yeni teşkilât ya­ pılmıştı" diyerek, Mahmud Şevket Paşa'nın tatbikat sahasına koyduğu yeni teşkilâtın, orduyu düzeltip kuvvetlendirmek değil, eskiye nispetle idâresi güç bir hâle getirdiğini ve bu defaki bozgunun başlıca sebeple­ rinden biri olduğunu askerlik bakımından beyan ve isbât ediyor. Subaylar siyâset ile meşgul edilerek askerî nizâm ve intizâmın bozuluşunu; Meşrutiyet’ten sonra her şeye tercih edilerek yapılması lâzım gelen ve askerî « »evkiyat için çok önemli olan yolların Nâfıa Nezâreti tarafından yaptırılışının ihmâl edilişini, vuku bulan he­ zimetin en mühim sebepleri olarak açıklıyor. e YOLLARIN KİFAYETSİZLİĞİ BAHRIYENİN ZAAFI Birçok muharebelerde bulunarak kudretlerini is­ pat etrrjiş olan değerli kumandanların bâzısmdan duy­ duklarım dahi bu merkezde olup, Mahmud Şevket Paşa'nm, bahsi geçen teşkilâtı tatbik ve mânevi bakım­ dan Bulgaristan'ı korkutmak için önce Edirne ile İstan­ bul arasında yetmişbin kişilik bir ordu toplayarak yap­ mış olduğu manevra bu hakikati tamamen göstermiş­ tir. Zabitlerin mezkur teşkilâta alışamamış olmaların­ dan dolayı ordunun istenilen şekilde idaresi, erzak vesâir lüzumlu maddelerin askeıi birliklere muntazam olarak gönderilip ulaştmlmsı kabil olmadığı gibi, bir muharebe şeklini çizen ve gösteren bu manevrada, as­ ker arasında açlıktan ve hastalıktan birçok ölüm vak'alarmın meydana geldiği gibi, koleranın hükümet merkezine aşılanmasına ve yayılmasına sebep olduğu ve keyfiyetin Bulgarlara da idari zayıflığımızı göstere­ rek daha sonra bizimle harp etme cesaretini verdiği vu­ kuf sâhiplerince malumdur. Ittihâd kabinesinde Nafıa Nazın olan Hallaçyan Efendi, asker şevki ve şâir nakliyâtın kolaylaştırılması için Anadolu'da ve diğer taraflarda onbin kilometre şo­ se yolu yapılacağını Meb'uslar Meclisi kürsüsünde be- yan ve taahhüt ettiği halde, değil Anadolu'daki yollatın İstanbul üe Edirne arasındaki askeri*yol bile yapılıp ta­ mamlanamadığından, Balkan Muharebesi’nde top arabalan çamurlara saplanıp mühimmatça birçok zararla­ ra uğradığımız gibi, donanmanın düzenlenmesi ve ta­ mamlanması için girişilen teşvikler sonucu hamiyetli halkımızın yaptığı yardımlardan elde edilen para ile iki hurda zırhlı satın alındı ise de mezkur harpte donan­ manın Yunan donanmasına karşı bir zafer sağlayama­ ması yenilmemizin başlıca sebeplerindendir. Yukarda zikredilen iki zırhlıya verilen bir milyon liraya daha lü­ zumu kadar para ilâve edilerek Yunanlıların Averof una karşı koyabilecek yeni ve kuvvetli bir gemi alın­ saydı, denizlerde kazanılma ihtimâli kuvvetli olan za­ ferin karadaki harbin kazanılmasında da büyük tesiri olacağı âşikardı. , Velhâsıl gerek ordunun düzenlenmesinde ve gerek­ se idarî ve siyâsi işlerde meydana gelen bu hatalar, Trablusgarb ve Rumeli ülkelerinin elimizden çıkması­ na sebep olmuştur. Adı geçen Mahmud Muhtar Paşa, mülâhazalarının bir yerinde, bunlan kısaca beyan et­ miş olduğundan aynen buraya kaydetmeyi faydalı J gördüm. * SİYASÎ HATALAR ZİNCİRİ »i V "M eşrutiyet'in' başlarında vatanın can çekiştiği unutalarak Bosna—Hersek'ten meb'uslar celbedilmesi düşünüldü. Avusturya buna bosna—Hersek'i kendi ülkesine katmakla cevap verdi. Bulgaristan Kapı—kâh­ yasına devlet memuru süsü vermek istenildi. Kral Fer­ dinand istiklâlini ilân etmekle mukabele etti. Her ne düşünceye dayanıyor idiyse, Girit meselesi alevlendiril­ di, boykotlar yapıldı. Neticede Yunanlılar Islavlarla birleşti.Ne yazık ki elden giden yalnız Girid olmadı. İtal­ ya'nın Trablusgarb için olduğu bilinen şiddetli isteğine karşı, ya Trablusgarb'ın tahkimi veyahut bu kaabil ol­ madığı takdirde İtalyanların iktisâdı isteklerine karşı uzlaşma yolunda hareket edilmesi ve bu suretle de olsa siyâsi hâkimiyetimizin korunması cihetine gidilmesi mantık icâbı iken, Italyanlara güçlük çıkarılmakta de­ vam olundu. Bu hâl ise İtalyanların silâhlı saldırısını doğurdu. Yerimizin nezâketini takdir etmedik ve güya İtalyanlardan başka düşmanımız yokmuş gibi onlarla harbe kalkıştık. Fakat Trablusgarb'ı korumak şöyle dursun, gidiş—geliş yollarımızın kesilmesinden dolayı Yemen'de ve Asır'deki nüfuzumuz sarsıldı. Ne yazık ki iş bununla da kalmadı. Her tarafta kendi elimizle körüklediğimiz yangınları söndürmekle meşgul olmak­ lığımızdan faydalanan Balkan Hükümetleri harp ilân etti. Başlangıçta belki bu harbin önüne geçmek kabildi. Fakat yukardan beri sayılan felâketlere sebep olan iş­ lerin tesiri altında amansız bir el, Devleti bu girdâba çekti sürükledi. "Ya Girid ya ölüm, ya Trablus ya ölüm” diye bağırmağı ve mitingler yapmağı âdet edi­ nenler, bu defa da, halka "ya Sofya ya ölüm” yazılı \ külâhlar giydirdiler ve gazi olacağız diye bağırttılar. Ne çâreki ne Girid kaldı ne Trablus, o yaygaraları ko­ paranların Sofya'ya girmeleri şöyle dursun, devlet hâ­ kimiyetinin yerleşmiş olduğu bütün Rumeli elimizden gitti. Fakat o adamlara birşey olmadı. Cenâb—ı Hak, kibir ve gururu sevmez. Biz bu cihet­ ten gazaba uğradık. Meşrutiyet'in başlannda Avrupa' nın gösterdiği yakınlığı kazanılmış bir hak saydık. Bu­ nu sadece bir ümit ışığı sayılan Meşrutiyet tnkilâbı'mn uyandırdığı takdir hissinden ibâret olduğunu gözönünde bulunduramadık. Istibdâtm kalkması ile hemen bir bolluk ve büyüklük elde etmişiz gibi kendimizi büyük devletlerden sayarak dünyaya meydan okuduk. Gaze­ telerle hakaret etmedik devlet bırakmadık, ikide birde, kesin bir sayı imiş gibi,mevcut olmayan otuz milyonluk Osmanlılıkla öğündük. Ne yazık ki üç asırdan beri çe­ şitli bozgun, acınacak hâl ve cehâlet aynası olan târih levhalarımıza bakmayarak durmadan altıyüz senelik şan ve şereften söz edip yüksekten uçarak kendimizi aldatmaktan bir an geri kalmadık, ilimden, sanâyiden, t t- * » ticâretten mahrum, yoksulluk ve sıkıntı içinde buna­ lan ve millet sözünün istinâd edeceği esas şartlardan uzak muhtelif unsurların topluluğundan meydana gel­ miş ^siyâsi hayatını sürdürmesi diğer devletlerin birbirle­ riyle olan rekabetine bağlı, arâzisi büyük, fakat kuvveti küçük bir devletçikten başka birşey olmadığımızı anla­ mak istemedik. Gerek bu haller gerekse herşeyden ön­ ce dâhili intizam ve inzibâtı temin etmesi gereken or­ dunun, ihtilâlciler elinde oyuncak olması ve bir kısım subayların vazifelerinden başka herşeyle meşgul olma­ ları, Avrupa'ca hakkımızda beslenen bütün ümitleri sön­ dürüp, her türlü sevgiyi yok ederek nefret uyandırdı.işte başımıza gelenler bütün bu hallerin müstahak oldu­ ğumuz neticeleridir." Evvelce Hakkı Paşa Kabinesi'nde bulunan Mahmud Muhtar Paşa'nın hakikatleri söylemek için yazmış ol­ duğu bu düşünceler, yukarda tafsilatıyla arzettiğim dörtbuçuk senelik yanlışlıklan ve kötülükleri, doğrusu bir pirinç tanesi üzerine "Fâtiha" yazmak kabilinden pek belâgatli hulâsa ve ifâde etmkle, üzerinde inceden inceye araştırılması ve düşünülmesi uygundur. ALINAN ASKERÎ TEDBİRLERE RAĞMEN RİC'ATİN DURDURULAMAMASI Şark Ordusu'nun son dayanak noktası olan Çatalca istihkamlanna, daha önceki devirlerde mevziler yapıla­ rak yerleştirilmiş olan büyük çaptaki toplar sonradan kaldırılarak, her ne düşünceye dayanıyor idiyse nhtımlan da bozulmuş olduğundan ve yeniden rıhtım yapıla­ rak o çapta toplar yerleştirilmesine zaman ve imkân bulunmadığından askeriyece mezkûr istihkâmların önünde piyâde siperleri yaptınlarak buralan koruyacak ve idâre edecek kşdar askerî kuvvet tertip ve tâyin edil­ miş olup Bâb—ı Ali'ce de ordunun lüzumlu bütün ihti- yaçlan temin ve yerlerine gönderilmesi için her ne şe­ kilde yardım lâzım ise, Vekiller Hey'eti gece gündüz toplantılar yaparak bu işlerle ilgili tedbirleri almaktan geri durmamıştır. Hele Kâmil Paşa, yaşı sekseni geçmiş bir piur olduğu hâlde Sadârejf'e tayin olduğu günden itibâren geceleri dahi Bâb—ı Ali'de yatıp kalkarak, arka­ daşları ile birlikte üzerlerine düşen vazifeyi insan gücünüp yettiği nisbette yapmağa çalışmıştır. Ancak takdi­ ri ilâhı icâbı, daha harbin başlangıcında, Şark ve Garp ordularının birçok birliklerinde görülen bozgun eseri bütün askere sirâyet ederek her tarafta devam etmekte olan muhârebeler, geri çekilmekle neticelendiğinden, harbin umumi durumu ile asken bakımdan neticesi hakkında bilgi ve düşünceleri öğrenilerek alınması lâ­ zım gelen tedbirleri görüşmek üzere yeni ve eski ku­ mandanlar bir gece Bâb—ı Âli'ye dâvet edildi. Çatalca istihkâmlarındaki büyük topların kaldırılma­ sı sebebini, Harbiye Nezâreti'nde bulunduğu zamana tesadüf ettiğinden dolayı, askeri hey'et arasında bulu­ nan merhum Mahmud Şevket Paşa'dan sordum. İtal­ yan donanmasının boğazı zorlaması ihtimâli kuvvetli olduğundan, mezkûr toplarla Edirne istihkâmlarında bulunan büyük çaptaki topların bâzılarını, Çanakkale ile Bolayır istihkâmlarına nakledip yerleştirilerek ÇanakkaleBoğazı müdâfaasının takviye olunduğunu söy­ ledi. Hazır olan kumandanlar harbin gidiş âtı hakkında bilgi ve düşüncelerini belirterek, hâlen Yanya, Işkodra ve bilhassa Edirne istihkâmlarının düşmana karşı da­ yanmakta oldukları; Şark Ordusu'ndan geri kalanların da Çatalca istihkâmlarında toplanarak, yapılacak düş­ man hücumlanna şiddetle karşı koyması, Çekmece ve Terkos taraflarından da donanma vasıtası ile orduya yardım edilmesinden başka çâre olmadığı, bu son aske­ ri tedbirlerin hâsıl edeceği neticeye ve durumun icap * V ettireceği şartlara göre, Bâb—ı Ali'ce de siyâsi tedbirler alınmasının lâzım geleceğini bildirdiler. MÜHİMMATSIZL1K VE KOLERA SEBEBİYLE MÜTAREKE İSTEMEYE MECBUR OLUNMASI Lüleburgaz bozgunundan sonra Şark Ordusu, Çatal­ ca istihkâmlarına çekilip oradan düşmana, karşı hü­ cumda bulunarak yiğitlikler gösterdi; düşmanın defa­ larca yaptığı saldırıları büyük telefat verdirerek püskürt­ tü. Ancak harpte ordunun boş yere harcanmış olması, dönüşü esnasında asken noksanlığı ve kışın şiddeti, harp malzemelerinin çok miktarda ziyan olarak nok­ sanlaşmasına sebep olduğundan, Çatalca istihkâmların­ daki topların ancak birkaç gün ateş edebilecek gülleleri kaldığı ve bu durum karşısında harbe devam etmenin kaabil olamayacağının Başkumandanlık Vekâletinden bildirilmesi üzerine, acele olarak gülle temini için topla­ rı yapan Alman fabrikalarına nıürâcaat olunduğu gibi, Trabzon vesâir yerlerde mevcut olduğu haber alman o tip gülleler getirtilerek ihtiyacın giderilmesine çalışıldı ise de, maksada kâfi gelmediği gibi, Allah’ın hikmeti olarak o sırada meydana çıkan Kolera hastalığı muha­ rebeden çok öldünicü olmağa başlamakla Hükümet Merkezine her an biraz daha yaklaşmakta olan tehlike­ yi önleyebilmek için, mütâreke istemek mecburiyeti hasıl oldu. Bulgarlar da harp sahasının merkezden uzaklaşması ve mevsim icâbı mühimmat ve erzak naklinde güçlük çektikleri gibi, Çatalca önlerinde çok kırılmaları ve ko­ lera hastalığının kendi askerleri arasında da baş göster­ mesi sebepleriyle mütarekeye muhtaç idiler. Bu bakım­ dan her iki tarafın kumandan ve murahhasları, Çatalca yakınındaki Bahşayiş köyünde toplanarak sulh müzâ­ kerelerine başlanmak üzere muayyen bir müddet için LONDRA KONFERANSI KARARLARININ AĞIRLIĞI, HARBE DEVAM ETMEDEKİ ACZİMİZ Bu sırada büyük devletler işe karışarak Ingiltere Hâ­ riciye Nâzın Sir Edward Grey'in teklifi üzerine, sulh müzakerelerinin başlatılmasını görüşmek üzere işaret edilen devletlerin Londra'daki elçilerinden meydana gelen bir konferans toplandı. Harbe katılmış olan dev­ letler tarafından da murahhaslar tayin olunarak, uzun müzâkere ve münakaşalardan sonra, Osmanlı Devleti , murahhaslarının şiddetli itirazlarına rağmen, Meriç'in Akdeniz'e döküldüğü yerin doğusundaki Enez'den Ka­ radeniz kıyısındaki Midye'ye kadar hayali bir hat çizi­ lerek —Edirne dâhil olduğu hâlde—, Arnavutluk'tan başka, bütün Rumeli'nin müttefik Balkan Devletlerine; Girid'in Yunanistan'a bırakılması; İtalyanların işgali al­ tındaki adalardan başka Cezâyir'in mukadderâtının tayini ile Arnavutluk’ta teşkil edilecek idâre hususu­ nun büyük devletlere bırakılmasj. ve teferruatı hakkında verilen karar ilgililere ve Bâb—ı Ali'ye tebliğ olundu. Hükümet izzet—i nefsin tahammül edemeyeceği bu istekle karşılaşınca çok güç bir durumda kaldı. Çünkü mâlı ve dâhili durumumuz ile, ordumuzun tecrübe ile meydana çıkmış olan intizamsızlığı, E rkân-ı Harp Re­ isi İzzet Paşa tarafından verilerek Vekiller Meclisi'nde okunan lâyihada da belirtildiği veçhile, harbi sürdürme­ miz kesin olarak imkânsızdı. Her türlü fedakârlıklara katlanarak harp, bir müddet daha uzatılsa bile, bunun can ve mal kaybından başka bir sonuca ulaşması im­ kânsızdı. Nitekim Kâmil Paşa kabinesini düşürerek bu makamı işgal eden Mahmud Şevket Paşa Hükümeti şu­ nu bunu satarak ve birçok güçlükle şuradan buradan br miktar para bularak tekrar harbe girişti. Çatalca, Ge- libolu ve Bolayır havalisindeki savaşlarda birçok asker kaybedildiği, harbin yeniden başlamasına kadar düşma­ na karşı koymakta olan Edirne,Işkodra ve Yanya müs­ tahkem mevkileri de birkaç milyon değerindeki bütün silâh ve mühimmâtıyla birlikte düşman eline geçtikten sonra, yukarda beyan edilmiş olan sulh şartlarını aynen kabule mecbur oldu. Bir de harp esnasında Müttefik Balkan Devletleri ile çarpışmakta iken, sulh müzâkeresinde büyük devletlerikarşımızda bulduk. Diğer taraftan her türlü noksanları­ mıza rağmen devleti harbe mecbur etmek için, evvelce umumi efkârı heyecanlandırarak halkı "harp isteriz" diye feryat ettirenler,şimdi de sulh mes'elesini, hükü­ meti düşürmek için vesile sayarak tertipler yaratmak­ tan geri kalmadılar. 4 * v HÜKÜMETİN MUKABİL TEKLİFLERİ Bunun üzerine keyfiyet Vekiller Meclisi'nde inceden inceye ve uzun boylu görüşülerek bu teklifin tamâmiyle geri çevrilmesine imkân olmadığından bâzı maddele­ rinin devlet menfaatlerine biraz uygun sayılabilecek bir şekle sokulmasının başan sayılabileceği; Osmanh Dev­ le ti'nin eski bir idare merkezi olan Edirne'de birçok mukaddes İslâm eseri bulunduğu, nüfus sayım cetvelle­ rine göre de sâkinlerinin yüzde seksenden çoğunun müslüman, geri kalanın da çeşitli unsurlardan meydana geldiği, Bulgarların Marmara Bölgesi'ne yaklaşmasının Çanakkale Boğazı’mn korunmasını güçleştireceği ve bunun da daha sonra Avrupa sulh dengesini bozabilece­ ği düşünelerek, Edirne'nin Karaağaç'tan itibaren bir sı­ nır çizgisi ile İsviçre gibi bağımsız ve tarafsız bir hükü­ met hâline sokulması, yukarda yazdı olduğu gibi halkı­ nın da çoğunu müslümanlann teşkil ettiğine göre, bu­ rasının, büyük devletlerin de mütâlaası alınarak bir müs- lürnan hâkimin idaresi altına verilmesi; Adalara gelince, Sakız ve Midilli gibi Anadolu sahillerine tam bağı olan­ lar Yunanistan'a bırakıldığı takdirde Aydın ili ve Ayva­ lık sâhillerinde oturan Rum ahâli ile Yunanlılar arasın­ da —aynı cinsten olmaları sebebiyle—kaçakçılık ve bu­ na benzer âsâyişi bozucu hâller eksik olmayıp o havâli de, Makedonya gibi bir fesat kaynağı hâline gelerek devletin başına devamlı olarak sıkıntılı işler çıkmasına sebep olacağından eninde sonunda, ifade edildiği veçhi­ le Edirne gibi Adalar'uı da tamamen terkedilmesine im­ kân görülemediğinden bu cihet de gözönünde tutulmak şartıyla, Adalar mes'elesinin de büyük devletlerin insaf edici takdirlerine bırakılması ve diğer sulh şartlarının zariırı qlarak kabul edilmesinin gerekeceği hususları müzâkere edilerek uygun göriilmüştür. Edirne'nin tarafsız bir bölge hâline getirilmesi işi esasen Sir Edward Grey tarafından Londra Elçisi Tevfik Paşa'ya gizlice hatırlatılmış olduğundan bu teklifle­ rimizin elçiler konferansınca kabul edileceği kuvvetle ümid edilmişti. i" CEMÂLEDDİN EFENDİ NİN DURUMU; MÜZAKERE ÎÇÎN BİR MEŞVERET MECLİSİ TOPLANMASINI TEKLİF VE TEMİNİ * Her ne kadar, Edirne tarafsız bir İslâm hükümeti hâ­ line getirilerek,Bulgarların o taraftaki şiddetli emelleri­ ne bir sınır tâyini ve Adalar'ın halkının çoğunluğunun Rum olması münasebetiyle kendilerine idarede hususi' imtiyazlar verilerek siyâsi bakımdan Osmanlı hâkimi­ yetinde bırakılmaları o zamanki siyâsetimize göre bir başarı sayılabilirse de ortada koca bir Rumeli'nin elden gitmesi gibi yürek yakan bir felâket vardı. Gerçi Ka­ nun—ı Esâsi hükümlerine göre bu hususta kat'i karar vermek sorumlu Vekiller Hey'etine âit ise de, devletin ölüm kalım dâvâsiyle ilgili bu mühim mes’elede, duru­ mun güçlüğünün Osmanlı umiımı efkârında tamamiyle meydana çıkması; uygulanabilecek daha faydalı bir çâre bulunursa o yolun tercih edilmesi; herhalde dü­ şünce ve kararlarımızın isâbetli olup olmadığının an­ laşılarak ona göre kalp rahatlığıyla lüzumlu tedbirlerin alınabilmesi için, eski vekiller ve Ayân Meclisi âzâlan ile ilmi' asken, mülkî ve adlı' sahada ileri gelen devlet büyüklerinden mürekkep bir danışma kurulu toplaya­ rak görüşme yapılmasını Vekiller Hey’eti'ne teklif ettim.Harbiye Nâzın Nâzım Paşa,bütün sorumluluğu Vekiller Hey'etine,ait olan bu meseleye Ayân vesâir kimselerin karıştırılmasının doğru olmayacağını ileri sürerek bu isteğime muhalefet etti. Sadnâzam Kâmil Paşa ile vekillerden bir iki kişi­ nin o tarafı tuttuğunu götönce, maksadımın Ayân ve devlet ileri gelenlerini sorumluluğa ortak etmeği düşün­ mek olmadığını, mes'elenin büyük ehemmiyeti sebebiy­ le, peygamberin âdeti olan istişâreye uyarak kendi düşüncelerimizi, isâbetli görüşlerle aydınlatarak, imkân nispetininde yanlış işler yapmaktan çekinmek olduğu­ nu; bu tarzın devletin eski geleneklerine uygun bulun­ duğunu, teklifim kabul edilmediği takdirde işten çekil­ mek zorunda kalacağımı, kesin bir dille belirterek ısrar ettiğimde, Nâzım Paşa'dan başka bütün vekiller isteği­ me katıldıklarından, Sadnâzam'ın bâzı değişikliklerle hazırladığı liste mucibince, keyfiyet Pâdişah'a arz edi­ lerek müsâade alınmakla, tâyin edilen günde çağırılmış olan kimselerle Beşiktaş Sahil Sarayı’mn üst kat salo­ nunda toplanıldı. Yalnız Mahmut Şevket Paşa Nâzım Paşa ile ayni fikirde olarak itiraz etmiş olduğundan bu toplantıya katılmayacağını bir yazı ile Sadnâzam'a bil­ dirdi. Pâdişâh, şehzâde Yusuf Izzeddin, Vahideddin ve Abdülmecid Efendi'ler beraberinde olduğu halde, top­ lantı salonuna bakan bir odadan görüşmeleri tâkip et­ ti. Ayân Reisi Said Paşa ile eski Sadnâzam Gazi Ah- > med Muhtar Paşa'nın katılmış olduğu toplantıda, Dev let'in asken durumu, dış siyâseti ve mâli gücü hakkında ilgili nâzırlar tarafından hey'ete kâfi açıklayıcı bilgi ve­ rildikten sonra, toplantıda bulunan Cemiyet mensubu ve diğer kimseler tarafından yapılan gerekli konuşma­ larla mes'ele açıklanıp aydınlığa kavuştuktan sonra, sulhün kabul edilerek yapılmasının zaruri olduğuna —bir sebebe bağlamadan harbin devâmı lüzumunu ileri süren Baş—savcı Hakkı Bey'le ona uyan üç beş muhalif oya karşı— çoğunlukla karar verildi. Ayân'dan bâzılan bu karann tutanakla tespit edilerek imza edilmesini ha­ tırlatmış iseler de, kendilerine, dâvetli oln bu kimseler müşterek sorumlu olmayıp yalnız Vekiller'in düşünce­ lerinde ve kararlannda isabetli olup olmadıklarının tâ­ yin ve takdiri için çağırılmış olduklarını, bu sebeple alman karânn imza edilmesine lüzum olmadığını bil­ dirdim. Büyük devletlere verilecek cevabı notanın, Vekiller Meclisi'nde cereyan eden müzâkerelere ve usulüne göre hazırlanması Hâriciye Nâzırı Noradungiyan Efendi'ye tavsiye edilerek ertesi sabah Vekiller Meclisi Bâb—ı Ali'de-toplandı. BÂB-I ÂLİ BASKINI Nâzır’ın Fransızca olarak yazmış olduğu nota tercü­ me edilmek üzere Hâriciye'ye gönderildi. Birkaç saat sonra tercüme edilmiş olarak geri getirilen nota sureti Vekiller Meclisi'nde okunacağı ve Sadrıâzam Kâmil Paşa'nın, bâzı Padişah emirlerini bildirmek için Bâb—ı Ali'ye gelmiş olan Mâbeyn Başkâtibi Ali Fuad Bey'le görüşmek üzere Sadâret'e mahsus odada bulunduğu sı­ rada, Bâb—ı Ali’nin büyük sofasında bir gürültü duyul­ ması üzerine, derhal Harbiye Nâzın Paşa ne olduğunu anlamak üzere meclisten dışan çıktı. Bunun ardından silâh sesleri işitilmekle bütün vekiller şaşkınlık içinde kaldı. Allah’ın takdiri ile,harbin almış olduğu bu fenâ du­ rumdan faydalanarak Vekiller Hey'eti'ni düşürmek ve idâre mekanizmasını ele geçirmek düşünce ve teşebbü­ sünden geri kalmayan İttihad ve Terakki Cemiyeti ricâli,bir gün önce Mâbeyn’de toplanan danışma hey’etinin uygun gördüğü şekilde sulh müzâkerelerine girişilmek üzere büyük devletlerin notasına cevap verileceğini tah­ min ettiklerinden bunu bir saldırı sebebi yaparak,Şeref Efendi Sokağı'nda toplayarak hazırlamış olduklan tah­ minen 20—30 kadar silâhlı kişiyi ikindi vakti birdenbi­ re Bâb—ı Ali'ye sevkederek içeri sokmuşlar. Cemiyete karşı olmasıyla tanınan ve büyük sofada bulunan Sâdaret Yâveri Nâfız ve Harbiye Nezâreti Yâveri Kıbrıslı— zâde Tevfik Beyleri vurup öldürdükten ve kendilerin­ den de Necip adında bir kişi Öldükten sonra adı geçen topluluk Talat ve Enver Beylerle birlikte Sadâret daire­ sindeki küçük sofaya girerek, orada bulunan ve bu top­ luluğu beklemekte olan Harbiye Nâzın Nâzım Paşa Ue kapı yanında duran bir sivil polis komiserini de hemen tabanca ile vurarak şehit ettikten sonra, Sadâret’e mah­ sus odada yukarda yazılı olduğu gibi Mâbeyn Başkâti­ bi ilekonuşmakta olan Sadnâzam Kâmil Paşa’yı kor­ kutup zorlayarak Sâdaret’ten istifasını yazdırmışlar. Mezkur istifayı alan ve daha sonra Harbiye Nâzırı olan Enver Bey bunu hemen Pâdişâh’a takdim eder ek,Mah­ mud Şevket Paşa’nın Sâdaret Makamı’na tayini husu­ sunda Pâdişâh’m müsâadesini temin ederek Bâb—ı Ali’ ye gelip Vekiller Hey’eti’nın değiştirildiğini bildirdi ve yeni Sadnâazam gelinceye kadar eski hey'etin gitmesi­ ni geciktirdi. Gece yatsıdan sonra Mahmud Şevket Paşa, Bâb—ı Ali'ye gelerek şehidleri başka bir yere naklettirip es­ ki vekillerin de birer ikişer evlerine gitmek üze- re ayrılmalarına izin verildi. Sadrıâzam Mahmud Şev* ket Paşa eski Sadrıâzam Kâmil Paşa ile bana, Adliye Nezâreti’ne tâyin etmiş olduğu İbrahim Bey vâsıtası ile, pek saygılı bâzı tebliğde bulunduğu gibi, gece ya­ nsı yemek hazırlatarak ikrâm etti. Sabaha karşı yanı­ mıza verilen birer subayla evlerimize döndük. EDİRNE'Yİ BULGARLARA TERKE RAZI OLAN HANGİ KABİNEDİR? Fakat doğru olmadığı halde, "Kâmil Paşa Kabinesi, Edirne’yi Bulgarlara terk ettiği için feverân eden millet tarafından iktidârdan düşürüldü" diye Dâhiliye Nezâreti makamından bütün Osmanlı ülkelerine resmi telgraflar çekilerek eski kabineye büyük bir iftirâda bulunuldu. Çünkü cevap olarak yazılan notanın tercü­ mesi henüz Vekiller Meclisi'nde okunarak kesinleşme­ miş olduğu gibi, bu notada Edirne'nin Bulgarlara terkedildiğine dâir hiç bir kelime bulunmayıp, aksine Edirne tarafsız bir İslâm hükümeti hâline getirilerek Çanakkale Boğazı'mn korunmasının güven altına alın­ ması istenmekte idi. ^ Çok garip bir olaydır ki yeni hükümet, halkın naza­ rında meşru gösterebilmek için eski kabineye iftira su­ retiyle yüklemek istediği suçu ve kusuru, sonradan kendisi işlemek mecburiyetinde kaldı. Zira mütâreke­ yi bozarak harbe devâm eden, bu yüzden pek çok can ve mal kaybına sebebiyet veren ve çeşitli güçlüklere göğüs geren hükümet, hiç bir başarı sağlayamayarak nihâyet AvrupalIların daha önce teklif etmiş olduktan Midye—Enez hattının öte tarafını yâni Edirne dâhil ol mak üzere bütün Rumeli'nin müttefik Balkan Devletle­ rine bırakılmasını kabul ve imza etti. ı EDİRNE’NİN İSTİRDADI ÖVÜNME VESİLESİ OLABİLİR Mİ? Vâkıa anlaşmanın imzâlanmasından az bir müddet sonra Edirne geri alındı. Fakat elde ettikleri arazi ve memleketleri bölüşme meş'elesinden dolayı mezkur devletler arasında meydana gelen anlaşmazlık harbe dönüştüğünden, Bulgarlar yukanda sözü geçen an­ laşmanın Bâb—ı Âli tarafından kabul ve imza edil­ mesine ve anlaşmanın düzenleyicisi olan büyük dev­ letlerin tabii koruyuculuğuna dayanarak, Edirne is­ tihkâmlarındaki askerlerini Sırp sınırına göndererek Edirne havâlisini boşalttıklarından, bundan faydala­ nan Çatalca’daki ordunun, büyük bir hamiyet ve yaradılıştan olan cesâreti icâbı görülmemiş bir hızla hareket ederek Edirne'yi kurtarması, ölmüş sanılan bir millete Tanrı’nm bir lütfü olduğu şüphesizdir. Bütün Osmanlıların büyük sevincine sebep olan bu İlâhi lütfa, kendilerini çok müşkül ve tehlikeli bir du­ rumdan kurtardığı için yeni hükümetin pek çok şük­ retmesi gerekir. Yoksa işin içyüzünü bilmeyenlere kar, r şı iddia edildiği şekilde, bu hâdise, hiç bir zaman yeni vekiller için bir iftihar ve bir öğünme vesilesi olamaz. Çünkü, kendi idâreleri zamanında, düşmanın savaşla elimizden aldığı bir müstahkem beldeyi, yine kendile­ ri terke râzı olarak o yolda anlaşma imzaladıktan son­ ra, düşman askerlerinden boşaltılmış olduğu bir za' manda ordunun silâh kullanmadan geri almayı başar­ ması, hiç bir şekilde kendilerine fatihlik şerefi ve mezi­ yeti kazandırmaz. Diğer taraftan büyük devletlerin, andlaşma hükümle­ rine uyulması hususundaki, ihtâr ve tebliğlerine karşı dayanmak ve yiğitlik göstermiş olmakla öğünmeye yer yoktur. Zira yukarda açıklandığı gibi Londra Andlaşmasının yapılıp taraflarca imzâsmdan sonra, Balkan hü- kumetleri arasında meydana gelen anlaşmazlık sonucu aralarında savaş çıkmış ve Romanya Hükümeti de bun­ dan faydalanarak silâhlı bir müdâhalede bulunduğu için mezkur andlaşma geçerliliğini kaybetmiş olduğundan, büyük devletlerce andlaşma hükümlerinin zor kullan­ mak suretiyle uygulanmasının istenemeyeceği âşikâr idi. İşte, bundan dolayı, bu kabinenin yerinde herhangi bir başka kabine bulunsa, bu fırsattan belki de daha çok faydalanabileceğinde akıl erbâbı tereddüt etmez. KÂMİL PASA KABİNESİ İLE MAHMUD ŞEVKET PAŞA HÜKÜMETİNİN İCRAATININ MUKAYESESİ Hattâ Kâmil Paşa Kabinesi de sulh müzakereleri ya­ pılırken, Edirne ve müstakil Arnavutluk'tan niâadâ; Müttefik Balkan Devletlerine bırakmak zorunda oldu­ ğumuz toprakların büyük devletlerin himâyesine tevdi edilmesnin, millf izzet—i nefsimiz bakımından daha eh­ ven olacağını ileri sürmüş isem de, merhum Kâmil Paşa "Balkanlılam bu toprakların paylaşılmasında üyuşamayıp aralarında harp çıkması ihtimâli çok kuvvetlidir.lşte biz de o zaman bu fırsattan faydalanarak bu toprak­ ların mühim bir kısmını geri alabiliriz" diyerek siyâsi bir kehânette bulunmuştu. Kâmil Paşa Kabinesi'nin hazırlamış olduğu cevâbı nota ile Mahmud Şevket Paşa hükumeti'nin kabul ve imza ettiği sulh andlaşması karşılaştırılsa hakikf du­ rum dâha açık bir şekilde anlaşılır. Kâmil Paşa Kabi­ nesi mezkur notada belirttiği şekilde sulh yapmağı ba- ' şarabilse idi; düşmana dayanmakta olan Edirne,, Yanya ve Işkodra istihkâmlarındaki askerlerimiz, silâhlan omuzlarında muntazam avdet edecekler; buralarda bu­ lunan ve değeri üç milyon lirayı bulan bütün silâh ve mühimnıât Osmanlı Devleti 'ne âit olacak, daha sonra meydana gelmiş olan can ve mal kaybı da olmayacaki tl. Halbuki Mahmud Şevket Paşa Kabinesi, faydasız olarak dört beş ay kadar harbe devam etmekle,omuz­ larına yüklenmiş olan borçların altında ezilmekte olan bu milletin borçlarını daha da çoğaltmak, Gelibo­ lu çevresi vesâir yerlerde binlerce vatan evlâdının ölme­ sine, kaybolmasına sebep olmak, Edirne, XanYa ve işkadra kalelerini bütün silâh ve mühimmatı ile birlikte düşman eline terk ve teslimden başka ne kazandı? Plevne müdâfasından sonra, askeri tarihimizi süsle­ yecek şekilde, aylarca düşmana kahramanca karşı ko­ yarak büyük şan ve şeref kazanmış olan Edirne kahra­ manlan, sonunda esir olarak birçoğu düşman memle­ ketinde sefâlet içinde öldü. O havâlideki müslüman hal­ kın çoğu, çocuk ve kadınlara vanncaya kadar haksız yere düşmanın vahşiyâne zulmüne ve kılıcına hedef ol­ du. İnsâf ile bakılır ve hakcasına düşünülürse, Rumeli'yi kaybeden Gazi Ahmed Muhtar ve Kâmil Paşalar kabi­ neleri olmayıp, yukarda da açıkça anlatıldığı gibi Otuzbir Mart Hadisesi'nden sonra idâreyi müstakilen eline alan, kötü yönetimi ve siyâsfhatâlan ile harbin çıkma­ sının sebebini bütünüyle hazırlayan İttihad kabineleri olduğuna hükmetmemek kabil midir? Mahmud Şevket Paşa bu kabinelerin üyesi idi. Bu uğursuz sulhü yapan, imza eden ve Rumeli'yi resmen Balkanlı devletlere terk ve fedâ eden hâlen kendisinin başkanlığı altında üye sıfatıyla bulunan bugünkü vekil­ ler olduğunda tereddüt ve şüphe edilebilir mi? Edirne’nin geri alınışı bu kötülüklerini örtüp yok edemez. Daha önce de işâret edildiği gibi o, tabii bir netice idi. İktidar makamında kim olursa olsun zuhur eden bu fırsattan faydalanması zarurfidi. İnsaf buyurulsun, bütün hakikat meydandadır. Kötü niyete yakın bir göz yumma ile Trablusgarb ve Bingazi i s f » t - 120 - * * gibi koca bir İslâm ülkesinin İtalyanların eline geçme­ sine sebep olan Hakkı Paşa kabinesinin Yüce Divan ta­ rafından muhâkeme edilmesini isteyen, yirmiden fazla milletvekili tarafından verilmiş olan takrir ile, dayandı­ ğı belgeler Meb'uslar Meclisi evrakları arasıflda durmak­ ta iken, devletin dâhilde ayaklanma ve hâriçte savaş ile uğraştığı ve bu durumların Rumeli bölgesinde korkunç bir savaşın çıkması tehlikesini meydana getirmekte ol­ duğu bir zamanda, ağır bir yük olan idâreyi üstüne alan Gazi Ahmed Muhtar ve Kâmil Paşalar kabinelerinin üs­ tüne, şekle âit bazı kusurlar isnâdıyla yüklemek, esas bu olaylara sebep olan sorumluları da yüce mevkilerde bulundurarak onlann kusurlarının ve işlemiş olduklan suçlann saklanmasına çabşmak İslâm adâletine ve Os­ manlı insâfına uygun mudur? MUHTAR^AŞA KABİNEStNÎ ALELACELE DİVÂN—I ALİYE SEVK EDEN MEB USLARA SESLENİŞ Meb’uslar Meclisi Dördüncü Şubesi’nin, çok önemli olan bu meselede Gazi Ahmed Muhtar Paşa’yı, resmi belgeleri okumasına ve düşünmesine imkân bırakmaya­ cak surette yalnız bir saatlik mühlet (—) tanıyarak he­ men sorguya çekmesi ve acele olarak bir iki gün zarfın­ da yaptığı üstünkörü bir inceleme ile, senelerden beri sadâkatle ve doğrulukla hizmet etmiş Allah'a hamd ol­ sun nâmus ve şerefi hiçbir suretle lekelenmeıpniş olan kıdemli devlet adamlarının sırf garaz ve intikam duygu­ su ile yüce divâna şevkini ileri süren meb'uslara sesleni­ yorum. Ey muhterem meb'uslar! Doğuştan sâhip olduğunuz zihin açıklılığı ve anlayışlılık, seçim bölgenizde kazan­ mış olduğunuz itimad ve emniyet sebebiyle, bugün bü­ tün Osmanlılann vekil ve meb'usu, milletin haklarımı! koruyucusu sayılıyorsunuz, Ecdâdımızın azim ve him­ metiyle ele geçirilen Rumeli’nin, bugün tamamen elden çıkmış olmasının sebeplerini araştırarak buna sebep olanların mes’uliyetlerini dava etmek hak ve vazifeniz icabıdır. Fakat yukarda açıkladığım olaylar bütün ger­ çekleriyle bilgi ve anlayışınızdan gizli olmadığı halde nasıl oluyor da, duçar olduğumuz bu acı kayıpların bütün sorumluluğunu zayıflık ve yetersizlikle vasıflan­ dırdığınız bu iki kabineye yüklemek istiyor sunuz? Seçmenleriniz size sual sorup: "Trablus ve Bingazi ülkeleri Osmanlı memleketleri­ nin dışında ve sâhipsiz topraklar mıydı? Bu mübârek yerlerin halkıRumeli gibi çeşitli din ve milletlerden olmayıp hepsi müslümandı. Rumeli’nin alınışından altı yedi asır önce islâmiyeti kabul etmiş ve sonra da Os­ manlı ülkeleri arasına katılmıştı. Daha dün İtalyanların istilâsiyle elimizden çıktı. Bunun tek sebebinin Hakkı Paşa Kabinesi’nin yaptığı yanlışlıklar ve göz yummaları olduğu iddiasıyla sizin gibi meb’uslann Meb’usan MeC" lisi Riyasetine vermiş oldukları takrir, hey'etçe kabul edilerek tahkikat için hususi bir encümene havale edil­ miş ve tahkikat sonucu olayın doğruluğu meydana çık­ mıştı. Sîzlerden birçoğunuz da o mecliste meb'us ola­ rak bulunuyordunuz. Belki içinizde o takrirde imzası olan da vardır. Şimdi milletin hakları ile ilgili bulunan ve hakikatte Balkan Savaşı'nı meydana getiren ve kolaylaştıran se­ beplerin en önemlisi ve etkilisi olan o mes’elede susma­ nız ve olanları görmemezlikten gelmeniz acaba, Hakkı Paşa Kabinesi’nin önemli üyelerinin hâlen iktidar mev­ kiinde bulunmalarından mı ileri geliyor? Gazi Ahmed Muhtar ve Kâmil Paşa Kabineleri'nde Harbiye Nâzın ve savaş esnâsında Başkumandan Veki­ li olmasından dolayı başlıca sorumluluğun kendisine yüklenmesi gereken Nâzım Paşa ile ikinci kabine baş­ „ kanlığında bulunan Kâmil Paşa bu dünyâdan el çekti* ler. Uzun müddet bu devlete hizmet etmiş olan, nâmus ve şerefleri inkâr edilemeyen geri kalan üyelerin, insan­ lık icâbı görüş bakımından bâzı kusurlan olsa bile, iyi niyetlerinden şüphe olmadığından geçmişte yapılmış olan bütün yanlışlıkların ve kötü işlerin sorumluluğu­ nu ; iki üç günlük bir tahkikata dayanarak bunlara yük­ lemeğe kalkışmak adâlet kaidelerine ve tarafsızlığa uyar mı? Padişah, nutkunda kurulduğunu bildirdiği as­ keri' Yüce Divan henüz toplanarak hezimet sebeplerini hakkıyle tâyin etmediği halde, o ciheti hiç söz konusu etmeyerek yalnız bu iki kabinenin muhâkeme altına alınmaları hususunda göstermiş olduğunuz acelecilik, hakkınızda edinmiş olduğumuz emniyet ve itimada dayanarak sizlere vermiş olduğumuz emâneti, iyi bir şekilde kullanmış olduğunuz mânasına gelir mi? dese­ ler ne cevap verirsiniz? Bulgar Milleti son zamanda müttefikleri ile araların­ da çıkan savaştan dolayı, Geşof ve Danef kabinelerinin . muhâkeme altına alınmasını sizden birkaç ay önce iste­ di. Sobranya’da uzun müddet görüşmeler ve soruştur­ malar yapıldı. Zannıma göre henüz bir karar verilerek Yüce DiVan kurulamadı. Medeniyet sâhasına yeni ayak atan Bulgarların hakikati araştırma ve adâleti icra hu­ susunda göstermiş oldukları şu ihtimâm, bizim için ib­ reti mucip değil midir? Şüphe yok ki tarih bu olayı tarafsız olarak tetkik ve muhakeme ile bütün hakikatleri meydana koyacak ve bilhassa Tanrı’nm yüksek mahkemesi bu dâvaları, bü­ tün zan ve şüphelerden arınmış olarak tam bir adâletle ve kesin şekilde sonuca vardıracaktır. "O zulmedenler, yakında hangi inkilâb ile sarsılacaklarını bileceklerdir" B E Ş İ N C İ BÖLÜM MÜDAFAA * ö Gazetelerde gördüğüm veçhile, Ahmed Muhtar ve Kâmil Paşa Kabinelerini suçlamak üzere Meb'uslar Meclisi Başkanlığına verilmiş olan takrirlerdeki madde­ ler ile bunlara Dördüncü Şube tarafından eklenen soru­ lara, ilk savunma olarak, aşağıdaki hususları acele be­ lirtmeliyim. a 4 SORUŞTURMADA TAKİBİ GEREKEN USÛL Evvelâ şunu arzedeyim ki, devletin siyâsf işlerini yü­ rüten Sadâret Makamı ile Hâriciye Nezâreti olduğu gi­ bi kara ve deniz kuvvetlerinin sevk ve idâresi de Harbi­ ye ve Bahriye Nezâretleri'ne ait olduğundan bunların, yetkileri dahilinde olan işleri bağımsız olarak yürütmesi ve bundan meydana gelecek sorumluluğun da kendile­ rine ait olması tabiidir. Fakat devletin umumi'ahvâli ile ilgili olması bakımından Vekiller Hey’eti'nce müzâkere edilmesi gereken veyahut Sâdaret makamından izin alı­ narak yapılması icap eden işler için, mezkûr nezârete yazılan yazılar Sâdaret tarafından Vekiller Hey'eti'ne havâle olunursa, bunlar hey'etçe müzâkere edilerek alınan kararlar tutanağa geçirilerek vekiller tarafından imzâ edilir. Bu usul eskiden beri yapılmakta olup bu işlerin sonucundan doğacak olan sorumluluk mezkur hey'ete aittir. Bundan dolayı ilk önce şikâyet maddele­ rini içine alan tutanaklar incelenerek bunlarda imzâsı olan kimselerden açıklama yapmaları istenilmeli ve ona göre imza sâhiplerinin sorumlu veya sorumsuz oldukla­ rına vicdanen tam kanâat getirdikten sonra, suçlamak icap ediyorsa o yolda soruşturma hülâsası düzenlemek kaide ve adâletin gereği olduğu gibi, zaman geçmesi ile olaylar tamamen hatırda kalmayacağı cihetle, işi tamâmiyle kavradıktan sonra, kâfi açıklama yapabilmek için mezkur tutanakların, imzâ sâhiplerine gösterilmesi adâlet icabıdır. Çünkü kat'i bilgilere dayanmayan ce­ vaplar vicdânen inandırıcı olamayacağı gibi, altında imzâsı bulunmayan maddelerden dolayı da vekillerden bir kimseyi suçlamak kanun ve adâlete uygun değildir. ASKERLER BALKANLILARLA SAVAŞILAMAYACAGINI DEĞİL, HARP EDİLEMEYECEĞİNİ SÖYLEMİŞLERDİR işte bu esasın muhafaza edilmesi şartı ile arzederim ki, birinci takririn "E rk ân -ı Harbiye tarafından ordu­ nun Balkan Devletleri'ne karşı başarıyla savaşacak hal­ de bulunmadığı tekrar tekrar bildirilmiş olmasına rağ­ men harp ilân edilmesi" mes’elesinden ibaret olan ilk maddesini anlatan ilıtâr, eğer vuku bulmuş ise bu Ve­ killer Hey'eti'ne tebliğ olunmadı. Aksine Bâb—ı Ali'ye çağrılarak düşünceleri sorulan askeri âmirlerden, İzmir Askeri Fırka Komutanlığında bulunmuş olan Abdullah Paşa, ordunun intizamsızlığı sebebiyle savaşa gücümüz olmadığını (6) bildirdiği hâlde, diğerleri ve bilhassa Mahmud Şevket Paşa; Harbiye Nezâreti'nde bulundu­ ğu sürede yeniden teşkilâtlandırmak suretiyle orduyu intizâma koyduğunu, büyük paralar harcanarak bütün ihtiyaçların hazırlanarak tamamlandığını belirtip »Bal­ kan Devletleri'nin harp sâhasına ancak altıyüzellibin as­ ker gönderebileceklerini, bunun yüzbini ordu hizmetin­ de bulunacağı cihetle beşyüzellibin askerle savaşa giri­ şebileceklerini, bizim ise Edirne ve Rumeli'nin şâir yer­ lerinde bulunan ordumuzu dörtyüzellibine ulaştırarak, Allah'ın izniyle Edirne, Işkodra ve Yanya istihkâmla­ rıyla birlikte düşmana karşı koymamızın kaabil oldu­ ğunu, fakat noksanların tamamlanması ve ulaştırma iş­ lerinin yapılabilmesi için onsekiz gün kadar bir zamana ihtiyaç olduğunu, bunun da siyâsî müzakereleri uzat­ mak suretiyle kazanılmasının gerektiğini ifâde ettiler. Bununla ilgili olarak hazırlanan yazıyı, yalnız Mahmud Şevket Paşa, yukarda zikredilen özrii ileri sürerek imzâdan istinkâf etti. \ HÜKÜMET HARBE GİRMEK İSTEMEMİŞ, BALKANLILAR SAVAŞI KAÇINILMAZ HALE GETİRMİŞLERDİR Bununla beraber Vekiller Hey'eti mali sıkıntı vesâir güçlükler yüzünden savaştan son derece kaçındı ise de, Balkan hükümetleri esâsen daha önce düşünüp tasarla­ mış olduklan Rumeli'nin paylaşılma işini gerçekleştir­ mek için aralarında yapmış oldukları ittifak ile tamânıen harbe hazırlanmışlardı. Balkanlılar Osmanlı Devle­ ti'nin içte ve dışta çeşitli olaylar ve can sıkıcı mesele­ lerle uğraşmasından, askerlerimizin senelerden beri Ye­ men,Kerek,Havran ve Arnavutluk hâdiseleri sebebiyle yorgun düşmüş olmasından faydalanma fırsatını kaçır­ mamak azminde olduklarından,barışın korunması im­ kânsız hâle gelmişti.Avrupa'nın ileri gelen siyâset adamlarının da beyan vetasdik ettikleri gibi, Osmanlı Hükümeti önlenmesi kaabil olamayan korkunç bir har­ bin karşısında bulundu ve saldırıya karşı savunmaya geçmek zorunda kaldı. Meselenin halli için büyük devletlerle müzâkerelere girişildiği esnâda, Müttefik Balkan Hükümetleri bir ül­ timatom vererek Makedonya ıslâhatına iştirâk ettiril­ meleri ve ordumuzun dağıtılması isteğinde bulunmuş­ lardır ki, bu harpsiz olarak Rumeli'yi düşmana teslim etmek ve hükümet merkezini tehlikeye sokmak demek olacağından, buna ne Osmanlı efkâr—ı umumiyesi, ne de hükümet razı olabilirdi. Zâten tahrik edilen bir ta­ kım kimseler "Harp isteriiz, ya Sofya, ya ölüm" diye sokaklarda feryâd ettirilerek umümf efkâr heyecanlandırılmakta idi. OSMANLI HÜKÜMETİ HARP İLÂN ETMEMİŞ, DEVLET NAMUSUNU KORUMAK İSTEMİŞ, SONUNA KADAR BARIŞI TERCİH ETMİŞTİR İyice yaklaşmakta olan savaşın sulh yoluyla önüne geçmenin kaabil olmayacağı anlaşılınca, devletin ve milletin şeref ve nâmusunu korumak maksadı ile Müttefik Balkan Devletleri'nin ültimatomuna cevap olarak, elçilerinin pasaportları verilerek siyâsi ilişki kesildi. Yoksa resmen savaş ilân edilmedi. Eğer Gazi Ahmed Muhtar Paşa Kabinesi, Balkanlı­ lar ile harbi istese ve destekleseydi, onlardan Önce ha­ zırlığını tamamlar, seferberlik ilân ederdi. Halbuki, mes'elenin meydana çıkışından son günlere kadar,ta­ raflar arasında banşın korunması için çalıştı ise de, yukarda belirtilmiş olan sebepler yüzünden buna mu­ vaffak olma imkânını bulamadı. Bunun için ve bu du­ rumlar gözönüne alınarak etraflıca düşünülür ve insafla muhâkeme edilirse mezkur kabine bü suretle suçlana- RUMELİ’Yİ ELDE TUTABİLME ŞANSI KAÇIRILMIŞTI Osmanlı tarihinin kaydettiğine göre bugün Maca­ ristan’ın başkenti olan Budapeşte'den itibaren Kırım bölgesini, Karadeniz havzası ile Rumeli, Anadolu, Ara­ bistan ve Fas'a kadar Akdeniz'in güneyindeki sahilleri ve beldeleri içine alan geniş memleketimizden birçok yerleri, gerileme devrinin başından beri devamlı olarak kaybettiğimiz gibi, Rumeli bölgesini de hakikatte Ayastefanos (Yeşilköy) Andlaşması ile elden çıkamuştık. ^ Çünkü mezkur bölgenin kuzey sınırını teşkil eden Tuna Nehri ile Balkan Dağlan gibi bir savunma hattını kaybederek, içimizde bir Bulgar hükümetinin meydana gelmesi, Sırp ve Ynan ile Karadağ'ın genişleyerek kuv­ vetlenmesi üzerine, Rumeli'nin geri kalan kısmında Os­ manlı hâkimiyetini korumak çok zordu. İngiltere hükümetinin müdâhale ve gayreti ile yapıl­ ması sağlanan Berlin Andlaşması'na dayanarak Rumeli' nin bizde kalan kısmında hâkimiyetimizi sürdürebildik. Ondan sonra Bulgarların kışkırtmasıyla meydana gelen ve o hızla devam eden Makedonya'daki kanşıklıklara yabancı devletler tarafından müdâhale edildi. Hatta Reval'de iki hükümdânn buluşmasından sonra Rumeli' nin bölüneceği sözlerinin ortaya çıkması, Üçüncü Or­ du'yu uyardığından acele bir tedbir olmak üzere Meş­ rûtiyet ilân edilmesi, bu düşünceleri geçici olarak erte­ lemiş oldu. Meşrutiyet'in ilânı ve saltanat değişikliğinden sonra idâreyi tamamen eline alan İttihat Hükümeti ilk önce Manastır, Kosova ve Selânik illerinde, zamanın icâbı kaçınılmaz ihtiyaçlara uygun yeni düzenlemelerle Ma- . kedonya'daki muhtelif milletleri ve Avrupa umumi ef­ kârını biraz olsun hoşnut etmiş olsa idi, Balkanlıların ittifakı meydana gelmez ve Rumeli'ndeki Osmanlı hâ­ kimiyeti sona ermezdi. Dört seneden fazla devam eden bu devreden fayda­ lanamayan Ittihâd kabineleri ele geçen fırsatları boş yere kaybettiler. BALKAN HARBİNE GİRİŞİN VE BOZGUNUN ASIL MES'ULÜ İTTİHADÇILARDIR Islâhat nâmına kalp kırgınlıklarına ve itirazların art­ masına sebep oldukları gibi, devlet hâzinesine yük ol­ maktan başka hiç bir faydası görülmeyen me'mur dü­ zenlemesi ve askeri* tasfiyeler yaptıkları gibi, kendileri­ ne karşı olan rakiplerini ortadan kaldırmak için ola­ ğanüstü kanuni' tedbirler alarak zor kullanmakla uğraş­ tılar. Avrupa'dan milyonlarca borç alınarak yapılan teşkilat ve alınan askerf teçhizatın hiç bir kıymet ifade etmediği ve yarar sağlamadığı Balkan Muharebesi'nde anlaşılmış oldu. Çünkü harp sahasına gönderilen asker­ ler, Mahmud Şevket Paşa'nın tanzim ve teşkil ettiği or­ dular, bunlan idâre eden âmirler ve subaylar da genel­ kurmayına kadar kendisinin tertip ve tâyin ettiği kim­ selerdi. Fakat Cemiyetin teşvik ve telkiniyle vaktiyle Üçüncü Ordu subayları arasında uyanan siyâsî fikirler, diğer ordulara da sirâyet ederek, askerliğin esas ka'idesi olan itâat, birlik ve beraberlik bozulduğu gibi, yavaş yavaş çoğalan aykırı fikirlerin meydana getirdiği, parti­ cilik, askerlik vazifelerinin hakkıyle yapılmasına engel oldu. Savaşın önlenebilmesi için, büyük devletler tara­ fından, savaşta hangi taraf kazanırsa kazansın, toprak kazanılmayıp statuko'nm korunacağına dâir yapılan açıklamalar ve harp esnasında gönüllü olarak asker ara­ sına girmiş olan bâzı kötü niyetli kimselerin yaptığı söylenen fenâ telkinler de tesirini gösterdi. İşte bu hal­ ler ve bu muharebenin meydana çıkışını hazırlayan se­ beplerle yukarda açıklanan idârî ve siyâsî hatâlar uğur­ suz harbin sonunu doğuran kaçındmaz olaylardır. Şim­ di bunları görmezlikten gelerek bozgun olayının sorum­ luluğunu Gazi Ahmed Muhtar ve Kâmil Paşa kabinele­ rine yüklemeğe çalışmak, adâletli ve insaflı bir tutum olur mu? SEFERBERLİK TATBİKATINDA GECİKME OLMUŞSA BUNUN MES ULÜ VEKİLLER HEY ETİ DEĞİLDİR İlk TAKRİR'in ikinci, dördüncü ve beşinci maddele­ ri seferberlik ilânının gerekli olduğuna dâir Genel Kurmay'ın ihtarlarının Vekiller Meclisi’nce gözönüne alın­ mayıp altı gün sonra seferberlik ilânına karar verildiği; bu karann derhal Harbiye Nezâretinden kumandanlık­ lara ve Dâhiliye Nezâreti tarafmdan da vâliliklere bildi­ rilmesi icâb ederken, çok değerli olan bu ilk günlerin boş yere sivil ve asken memurlar arasında yazışmalarla geçirilmiş olması mes'elelerinden ibârettir. Vekiller Meclisi tutanaklannın okunmasından da an­ laşılacağı üzere, Bulgaristan'ın seferberlik ilân ettiğine dâir Harbiye Nezâreti'nden Bâb—ı Ali’ye verilen malu­ mat, Vekiller Meclisi'ne bildirildiği gün, bizim de der­ hal seferberlik ilânına karar vermiş olduğumuz âşikâr olup, bu da pek tabiidir. İddiâ olunduğu gibi karann tebliğinde bir gecikme olmuş ise, bunun sorumluluğu da bunu yapanlara âid olup bu bakımdan Vekiller Hey'eti'nin tamamı suçlanamaz. Fiilen katılması şöyle dursun, konu hakkında bilgi­ si bile olmaysan bir kimsenin, o iş için sorumlu tutul­ ması, ne ilâhı ve ne de inşânı herhangi bir kanun hük­ mü ile bağdaş tınlamaz. Bununla beraber Bâb—ı Âli'ye çağırılmış olan, yukarda beyân olunan devlet ileri ge­ lenleri ile asken âmirlerin sevkiyat için istemiş olduk­ ları onsekiz gün müddet fazlası ile kazanılarak, Edirne ¥ ve Kırklareli taraflarına gerekli yığınak yapıImıştır.Ka1 radağ askerlerinin sınırı geçerek Osmanlı ordusuna sal­ dırması ile harbe başlamış olduğu resmen anlaşıldık­ tan sonra, orduya harekete geçmesi emrinin verilmiş olduğu yapılacak inceleme ile anlaşılacak hakikatler­ dendir. Farzedelim ki bu hususla ilgili olarak dâireler arasın­ da cereyan eden yazışmalarda, o işi yürüten kişilerin tutumu icâbı bâzı gecikmeler meydana gelmiş olsun, acaba bozgunun tek sebebi bu mudur? Bu acı yenilme­ nin sebeplerinin araştırılması ve buna sebep olan askeri âmirlerin ve subayların sorumluluklarının tâyini için evvelce kurulmuş olan askerî Yüce Dîvan niçin çalış­ maktan men’edildi? Sonradan Meb’uslar Meclisi'nin açılışında okunan pâdişâh nutkunda bu tekrar ele alındığı halde, mezkûr Yüce Divan ne sebeple henüz işe başlattırılmadı. Halbuki sırf askeriyeye ait olan bu mes'ele, inceden inceye araştırılarak bozgun sebepleri tam olarak anlaşıldıktan sonra, Vekiller Heyeti’ne so­ rumluluk yükletmek gerekiyorsa o zaman Yüce Dıvan’a sevkedilmeleri adâlet hükümleri icâbı iken, bu esaslı ci­ het hiç kaale alınmaksızın doğrudan Gazi Ahmed Muhtar ve Kâmil Paşa Kabineleri’nin muhâkeme edil­ meleri karannm çabuklaştırılması, hiç şüphe yok ki maksadın, gerçeği ortaya çıkararak adâlet hükümlerini yürütmek olmadığı, sırf garaz ve intikam olduğunun açık delilidir. ) • HARPDEN ÖNCE, HİZMET MÜDDETİ DOLAN ASKERİN TERHİSİNE MECBURİYET DUYULMUŞTU •* ı Mezkur Takririn üçüncü maddesi, seferberlik ilânın­ dan biraz önce Ordunun üçte birini ve tâlim terbiye ba­ kımından en iyi şekilde yetişmiş olan kısmını teşkil eden askerin terhis edilerek tabur mevcutlarının o da acemi askerlerden mürekkep olmak üzere yüzelli kişiye indirilmiş olmasından bahseden şikâyeti ihtivâ etmek­ tedir. Bu mesele Harbice Dâiresi'ne âit bir vazife oldu­ ğundan, bunda Bâb—ı Ali'nin herhangi bir malumatı ve karan olmadığına göre, sorumluluğu da yalnız Harbiye Nezâreti'ne aittir. Merhum Nâzım Paşa sağ olsaydı, bu hususta inandırıcı cevaplar vermesi mümkündü. Nite­ kim bu konu ile ilgili olarak daha önce kendisine yö­ nelttiğim soruya vermiş olduğu cevap, yukarda geniş olarak arzedilmiştir. Hakikaten nizâmı askerlik süreleri olan üç yılı ta­ mamlamış bulunan ve bu süre içinde dâhilde meydana gelen ayaklanmaları bastırmak için her tarafa gönderil­ melerinden dolayı yorgun ve bitkin düşen, hele son Ar­ navutluk ayaklanmasında bir kısmı Arnavutlara katıl­ mış olan bu askerler, ısrarla terhislerini isterken, Er­ kân—ı Harbiyye'nin kanuna uygun bulunan bu isteği yerine getirmesi zaruri idi; aksi takdirde, Allah koru­ sun, böyle nâzik bir zamanda orduda bir ayaklanma çıkmasının çok kötü sonuçlar verebileceğini düşünen Merhum Nâzım Paşa'nın Genel—Kurmay kararını yeri­ ne getirmesi cihetine gitmesi pek tabiidir. Bununla beraber Bulgarlann birden seferberlik ilân etmeleri üzerine bu askerler yollardan çevrilerek askeri bölgelere gönderilmişlerdir. * HARBE PADİŞAHIN IZNl ALINMADAN GİRİLMİŞ OLMASI MÜMKÜN DEĞİLDİR * * Takririn altıncı maddesi, Kanun—i Esâsı hükümleri­ ne göre harp ilân etmek Pâdişâh'a ait mukaddes bir hak olduğu hâlde, izni alınmaksızın buna nasıl girişi* lebildiğine dâirdir. Yukarda da arzolunduğu gibi, resmen harp ilân edil* mediği hâlde Müttefik Balkan Devletleri'nden Karadağ' m sınırlarımıza saldırarak harbe girişmesi üzerine, Os­ manlı askerinin de düşmanı uzaklaştırmak için sür'at göstermesi bir zaruret hâline gelmiş olduğundan, Baş-? kumandan Vekilliği tarafından Doğu ve Batı orduları­ na o yolda lâzım gelen emirlerin verilmesi gerekmekle durumun Pâdişah'a arzı ve bu hususta müsâadesinin alınması tabii umurdan bulunmuştur. Bâb—ı Ali ve asken dâirelerin o sıralarda karşılaşmış oldukları fazla meşguliyet ve büyük güçlükler sebebiyle şâyet o resmî işlerin yapılmasında gecikmeler olmuş ise de, mes'elenin başından sonuna kadar, yakınlan vâ­ sıtası ile Padişah’a devamlı olarak hakiki ahvâle ait bil­ giler verilmeğe gayret edildiği gibi, Sâdaret Makamı' ndan da birbiri ardı sıra yazılı ve sözlü olarak, keyfiyet tafsilâtı ile saltanat makamına arzolunmuş olduğundan şu asken harekât için Pâdişâh Makamının tasviplerinin alınmadığı iddiâ edilemez. Eğer öyle olsaydı derhal kabine uyarılarak, resmi va­ zifesini yapmadaki gecikmenin sebepleri sorulurdu ki, * şimdiye kadar Pâdişâh Makamından bu bakımdan hiç­ bir itiraz ve bu konuya dâir bir irâde çıkmaması, yapı­ lan açıklamanın doğru olduğunu belirtir. Zirâ bu du­ rum sırf Pâdişah'a ait mukaddes hukuku alâkadâr eden bir mes'eledir. DÜŞMAN SALDIRISI KARŞISINDA ORDUMUZUN DA KARŞI HAREKÂTA GİRİŞMESİ HARBİYE NAZIRLIĞINCA İSTENMİŞ, . VEKİLLER HEYETİ DE BU İSTEĞİ KABUL ETMİŞTİ . . , * . Takririn yedinci maddesi, Bâb—ı Ali nin askerf hare­ kâtın yürütülme tarzına kanşmağa yetkisi olmadığı halde, Vekiller Hey'eti karârı ile savaş yapılması için Başkumandanlık Vekâleti'ne emir verilerek, toplanma­ sı ve hazırlığı henüz tamamlanmamış olan ordularımı­ zın felâkete sürüklenmesi; her meb'us hizmet süresinin Kanun—i Esâsı'ye göre dört yıl olduğu halde, ikinci defa seçilmiş olan Meb'uslar Hey'eti'nin hükümet ile uyuşmazlık hâlinde bulunmaları; bu düşünceye daya­ narak Meb'usan Meclisi'nin feshine ve Kanun—i Esâsı' yi tefsire dâir birkaç fıkrayı içine almaktadır. İlk fıkrada beyân olunan karar, Vekiller Hey'eti'nce kabul edilmiş ise de bunun Harbiye Nezâreti'nin açık­ lamasına ve isteğine dayandığı, Vekiller Meclisi tuta­ naklarının okunup incelenmesinden anlaşılabilir. Er­ kân—ı Harbiyye'mizin modern savaş tekniği icâbı, sa- vunma hâlinin ekseriya mağlubiyeti, taarruzun ise zafe­ re ulaştıracağı nazariyesmi kabul ederek, muhârebe es­ nasında düşmanın yurdumuza girmesine meydan veril­ meyerek mümkün olduğu derecede düşman arazisinde savaş yapılması istek ve düşüncesinde olduğunu Nâzım Paşa, Vekiller Meclisi'nde defalarca söylemişti. Yoksa savaş tekniğine ait bilgisizliği tabii olan Vekiller Hey'eti'nin kendiliğinden tecâvüz hareketi için Başku­ mandan Vekili'ne emir vermesini akıl ve düşünce sâhibi hiçbir kimse kabul edemez ve onaylayamaz. Asken yığınağın yapılması ve noksanlann tamamlan­ ması için, asken hey'et tarafından istenilen süre fazlası ile kazanılmış olduğu gibi, düşmanın saldırışa geçerek harbe başlamış olması üzerine, ordumuzun da karşı ha- ■i rekete geçmesi kaçınılmaz hâle gelmişti. Sevkıyâtın hızlandırılması ve noksanların tamamlanması hususun­ da gecikmeler olmuş ise bunun sorumluluğunun, yu­ karda da arzedildiği veçhile, Harbiye Nezâreti'ne ait ol­ ması lâzım gelir.Bununla beraber sevkıyatın ancak za­ man ve mekânın müsâadesi nisbetinde olabileceği, in­ san gücünün imkânın üstüne çıkamayacağına insaf ile bakılır ve toplu bir halde yurdumuza saldırmak kastın­ da bulunan düşmanlarımızdan birinin, hangi cihetten olursa olsun sınırlarımıza saldırarak savaşa başlaması karşısında ordumuzun da gerektiği şekilde vazifesini yapmaktan geri duramayacağı tarafsız olarak düşünü­ lürse, askerî hey'etin de bu bakımdan nıâzur görülmesi lâzım gelir. , MEB’USAN MECLİSİNİN FESHÎ, DEVLET MENFAATLERİNİN GEREĞİ VE USULÜNCE YAPILMIŞTIR , İkinci fıkraya gelince; medenî memleketlerin çoğun­ da, Meb'uslar Meclisi’nin kapatılması ve yeni seçimlere gidilmesinin hükümetlerin takdirine bağlı olduğu şüp­ hesizdir. Nitekim Meşrutiyet'in ilânından sonra, ilk de­ fa açılan Meb’uslar Meclisi, Saîd Paşa Kabinesi tarafın­ dan kapatılmıştı. Yukarda açıkça arz olunduğu üzere, Saîd Paşa Kabinesi'ni istifaya mecbur eden Arnavutluk ayaklanmasını idâre edenler, ikinci Meb’uslar Meclisi' nin de kapatılarak, tarafsız ve âdilâne bir seçim yapıl­ masını, diğer şartlarla birlikte, ısrârla teklif ettiler.Mezkfir kabineden sonra iş başına gelen Gazi Ahmed Muh­ tar Paşa Kabinesi, askerî hey'etin aczini beyan ettiği mezkuV ayaklanmayı teskîn için daha önce yapılmış olan teklifleri kabul etmekten ve yerine getirmekten başka çâre bulamadı. Zfra, Arnavutluk ayaklanmasının devâmının devlet için büyük bir tehlike yaratmakta ol- u A * duğu görüldüğünden, hükümet, kanuni yola başvura­ rak, düşüncesini, tefsir merci'i olan Ayân Meclisi'ne arzetti. MEzkiîr hey'etin ince tetkik ve müzâkereleri neti­ cesinde büyük bir çoğunlukla verdiği karar Pâdişah’ca da tasvib olunarak sâdır olan ferman gereğince, yeni se­ çimler yapılmak şartı ile Meb'uslar Meclisi kapatıldı. O karann bu neticeyi içine almadığını iddia etmek, Ayân Meclisi kararlannı tefsire girişmek mânâsına gelir ki bu vazife takrir sâhipleri ve Meb'uslar Meclisi Dör­ düncü Şubesi'nin yetkileri dışındadır. Bunun için, bu mes'eleden dolayı Gazi Ahmed Muhtar Paşa Kabinesi' ne yüklenmek istenilen sorumluluğun, Ayân Hey'eti'ne de şâmil olması gerekir. Hatta Kanun—i Esâsı hükümle­ rine ^öre, Pâdişâh, mukaddes, sorumsuz olduğundan mezkur karar da Pâdişâh irâdesi ile uygulanma sâhasına konmuş bulunduğundan, bu sorumluluktan mânevi bir hissenin de Pâdişah'a ait olması lazım gelir. Halbuki mezkûr kabinenin şu hareketi, kanun hükümlerine, işin icâbına ve devlet menfaatlerine uygun olduğundan hiç­ bir sorumluluğu gerektirmeyeceği vukuf ve irfan sâhiplerinceflnâlumdur. 1 " * * im HÜKÜMET, BÜYÜK DEVLETLERİN İSTANBUL’U KORUMAYA İŞTİRAK TEKLİFİNİ REDDEDEMEMİŞTİR İkinci takrir ise, savaş esnasında büyük devletlerin İs­ tanbul’da bulunan donanmalarından karaya asker çıka­ rarak başkenti korumaları hakkında, B âb -ı Âlı*tarafın­ dan bu devletlerin elçilerine teklifte bulunulması,mem­ leketin zâbıta ve asâyiş işlerinin yabancıların idâresine bırakılmasına dâirdir. Düşmanın son zamanlarda Çatalca istihkâmlarına saldırarak başkenti tehdide başlaması, şehir halkını te­ lâşa düşürdüğünden, büyük devletlerin elçileri, Beyoğ- lu ve Boğaziçi'nin Rumeli yakasında pturan yabancı tebaalı kimseleri korumak üzere, mezkur yerleri bölge­ lere ayırıp kendi savaş gemilerinden karaya asker çıka­ rarak bunlarla yerli zâbıta me'murlarına yardımcı ol­ mayı aralarında kararlaştırmış olduklan beyâniyle bu hususta hüküYnet tarafından zâbıtaya talimat verilmesi­ ni istediler. Mahalli zâbıta kuvvetleri yeterli olmakla beraber,her bakımdan şehrin âsâyişini koruyabilecek asken kuvvetler dahi mevcut bulunduğu, esâsen yerli ahâli ile yabancıların muhâfazası hükümetin en başta gelen düşüncelerinden biri olduğundan, böyle bir tedbi­ re hâcet olmadığı münâsip bir lisân ile kendilerine bil* dirildi. Fakat kabul etmediler. Allah göstermesin, "Çatalca istihkâmları düşmana dayanamayacak olursa, askerimizin, şehirde ve bilhas­ sa zenginlerin bölgesi olan Galata ve Beyoğlu tarafla­ rında yağmacılığa girişmesi ihtimâl dahilinde oldu­ ğundan, bu kararımızı uygulamakta mazuruz" diyerek tekliflerinde ısrâr ettiler. Hükümet ise, o sırada mezkûr elçileri iknâ ile tekliflerini red hususunda sebât edecek bir durumda değildi. Bundan dolayı yabancı askerlerin sözü geçen yerlerde ve geçici olarak, Osmanlı zâbıtası ile birlikte çalışmalarına müsâade etmek zorunda kal­ dı. Eğer bu teklif takrir sâhibinin iddiâ ettiği gibi, ka­ bine tarafından yapılmış olsaydı, Mukaddes Emânet­ lerin ve Devlet Hâzinesinin merkezi olan İstanbul tara­ fı, böyle bir koruma tedbirinden ayn tutulur mu idi? Bu iddiaların yalnız Gazi Ahmed Muhtar ve Kâmil Paşa Kâbinelerini suçlamak için bulunmuş isıiâdlar olduğu, kin ve garaz sâhibi olmayan hamiyyet ve vicdan sâhibi kimselerce bilinen birşeydir. BİR AN ÖNCE MÜTAREKE YAPMA ZARURETİ BAŞKUMANDAN VEKİLİNİ, * BULGARLARIN EDİRNE'YE ZAHİRE SOKULMAMA TEKLİFİNİ KABULE MECBUR ETMİŞTİR Yukarda beyân olunan takrirlere ilâve olarak, şube tarafından ileri sürülen sorulardn biri de,Bulgarlarla ya­ pılan mütârekeye göre Edirne'ye erzak gönderilmesi Vekiller Meclisi tarafından kararlaştırılmış iken Savof un tekliflerinin niçin bizim delegeler tarafından kabul edilerek Edirne'nin erzaksız bırakıldığına dâirdir. Gerçekten Vekiller Meclisi, karşılıklı şartlarla mütâ­ reke yapılması için delegelere mezuniyet vermişti. Har­ biye Nâzırı ve Başkumandan Vekili sıfatı ile konuşma­ ya mmur olan Nâzım Paşa'nın, Vekiller Meclisi kararı­ na aykırı olan bu teklifi kabul etmesi, Vekiller Hey'eti' ni de hayret ve üzüntü içinde bıraktığından bu şekilde­ ki hareketi Mecliste kendisine soruldu: Cevaben: Savof, Vekiller Meclisi karan uyarınca mütâreke yapmağa mu­ vafakat ettiğinden, her iki taraf delegeleri, tarafından imzalanmak üzere o yolda bir belge dahi hazırlanmış ise de, ikinci Bulgar delegesinin, sonradan Sofya'dan almış olduğu bir emir üzerine, Edirne'ye erzak sokul­ maması kaydının belgeye ilâvesi hususunda ısrar etmesi ve Savof'un da buna uymak zorunda kalmış olması, mütarekenin yapılmasını güçleştirip geciktireceği, hal­ buki Çatalca istihkâmlanndaki toplarımızın mermileri kalmadığından savaşa devam olunursa iki üç günden fazla dayanmaya imkân olmadığı cihetle, Allah koru­ sun, düşmanın başkenti eline geçirmesi mümkün bu­ lunduğundan, mütâreke süresinde noksanlanmızı ta­ mamlamak ve gerektiğinde tekrar harbe başlamak üze­ re bütün sorumluluğu üstüne aüp mezkur şartlan kabul ederek mütâreke belgesini o suretle tasdik ve imzâ etti- ğifli, umumi kumanda uhdesinde oldğu cihetle, bu yetkinin kendisine âit ve bundan doğacak bütün so­ rumluluğun kendisine râci olduğunu, bildirdi. ^ Gerçekten de yukarda arz olunduğu gibi, mezkur is­ tihkâmlarda atılacak merminin az kaldığı, evvelce de bildirilmiş olduğundan Almanya fabrikalarından tedâ­ rik edilerek gönderilmesi daha önce Almanya’ya gön­ derilmiş olan hususi memura telgraf ile bildirildiği gibi Trabzon vesâir yerlerdeki mermilerin getirilmesine giri­ şilerek durum düzeltilmeğe çalışılmıştı. Sulh müzâkerelerinde kuvvetli bulunmak için, Mütâreke'den faydalanarak, Romanya yolu ile Almanya’ dan kâfi miktarda mühimmat getirtilerek ordunun nok­ sanlan tamamlanmış oldu. Her işte istenilen şey gayeye ulaşmaktır. Adı geçe­ nin kendi ifâdesinde beyan ettiği gibi, zaruret dolayısiyle de olsa bu şartın kabul edilmiş olması tabiâtiyle çok üzücü olmakla beraber, acaba Edirne zahiresizlik yüzünden mi teslime mecbur kalındı? Halbuki Edirne' ye gizlice zahire ithal olunmakta idi. Nitekim Kâmil Paşa kabinesi düştükten sonra yeniden başlayan savaş­ ta da düşmana dayandı ve nihâyet Müttefik Balkan kuvvetlerince savaş sonucu elimizden alındı. Bu sebeple bundan dolayı mezkur kabineyi suçlamağa çalışmak hakkaniyete uygun olamaz. KAMİL PAŞA HÜKÜMETİ EDİRNE'Yİ TERK TEKLİFİNDE BULUNMAMIŞTIR "Taııin "Gazetesinin 2005 sayılı ve 22 Temmuz 1914 tarihli nüshasında yazılı olduğu gibi, Kâmil Paşa kabi­ nesi tarafından Pâdişâh sarayında toplanan uınunıî meclise, Edirne’nin terk edilmesi hakkında bir karar alınması teklif edildiğine dâir Dördüncü Şube tarafın­ dan bir soru sorulmuş olduğu doğru ise, bu büyük bir iftiradır. Çünkü Vekiller Heyeti tarafından böyle bir teklif yapılmadığı, mezkur mecliste bulunanların malu­ mudur. Kâmil Paşa kabinesi, hiç bir vakit Edirne'nin Bulgarlara terk ve teslimine râzı olmadı. Büyük Devlet­ lerin tekliflerinde direnmeleri karşısında, Edirne'nin ta­ rafsız bir Müslüman Devleti hâline getirilmesini son no­ tasında belirtmiş ve bunu adı geçen devletlere teklif et­ meğe karar vermişti. Midye—Enez hattından itibaren Edirne de dahil olduğu halde, Arnavutluk'tan başka bütün Rumeli'nin Müttefik Balkan Devletleri'ne bırakıl­ masını kabul ederek bu anlaşmayı imzalayanın Mah­ mud Şevket Paşa Kabinesi olduğu inkâr edilebilir mi? SEÇİMDE TARAFGİRLİK VE YOLSUZLUK YAPAN MEMURLARIN AZLİ VE BAZI VEKİLLERİN MUVAKKATEN TEVKİFİ, İTTİHADCILARirç DAHA SONRA YAPTIKLARI GAYR—I KANUNİ TENSÎKAT VE SÜRGÜNLER YANINDA SUÇLAMAYA DEĞER İCRAAT MIDIR? Bir de, Gazi Ahmed Muhtar Paşa Kabinesi iş başına gelince Cemiyet'e mensup, bir çok memurları işten ata­ rak yerlerine yetersiz kimseleri getirdiği, Kâmil Paşa Kâbinesi'nin de, o vakit eski vekillerden olup hâlen ik­ tidarda bulunan bâzı muhterem zevâtı tevkif ettirdiği ithâm sebebi olarak ileri sürülmektedir. Her hükümet, icap eden duruma göre, memurlardan bâzı kimseleri işten çıkarmak veya yerlerini değiştir­ mek, ayni zamanda geçici olarak bâzı kimseleri tevkif etmek yetkisine sahiptir. Şu kadar ki, yapılan bütün bu işlerin, kanuna, usâle, hak ve adâlete uygun olması ik­ tizâ eder. Burada bahis ve şikâyet konusu son seçim­ lerde, devlet memurluğu sıfatına uygun olarak tarafsız­ lık kaidesini bozarak Cemiyet hesabına zor kullandıkla­ rı yaygın bir şekilde söylenen ve haklarında şikâyet olunan bâzı vâli ve memurlar, Dâhiliye Nezâreti tara­ fından işten çıkarılarak, yerlerine, yeni seçimlerin selâ­ metle cereyan edeceğine umumî efkârı inandıracak, ta­ rafsızlıklarına itimad olunan kimseler tâyin edilmişti. İnsaf ile düşünülürse; Kâmil Paşa Kabinesi'nin düşme­ sinden sonra o kabine ile Gazi Ahmed Muhtar Paşa Ka­ binesi'nin Dâhiliye Nâzırları tarafından tâyin olunan vâliler vesâir memurlardan, bâzı istisnâlar dışında, han­ gisi memuriyeti başında bırakıldı? Muhâliflikle lekelen­ mek şöyle dursun, Cemiyete bağ ve sadâkati muhak­ kak sayılmayan mühimce ve belki orta ve aşağı derece­ deki memurların bâzısı emekliye sevkedildi, bâzısı da birer bahâne ile işten çıkarılarak yerlerine hep Cemiye­ te bağlı olan kimselerin tayin edildiklerinde şüphe var mıdır? Mahmud Şevket Paşa Hadisesi sebebiyle, Sıkıyöne­ tim Mahkemesi tarafından niahkfîm edilenlerden baş­ ka, kendilerine muhâliflik lekesi sürülerek Anadolu iç­ lerine bilhassa Sinop'a sürülmüş olan binlerce insan,ne gibi bir adlî tahkikat ve hangi mahkemenin karârına dayanılarak evlerinden ve mes'ut âile hayatından uzak­ laştırıldı? Farzedelim ki asâyişi koruma gibi mühim bir maksad, mevcut hükümeti böyle olağanüstü bir tedbir alma­ ya şevketmiş olsun. Sinop'a bir tahkik heyeti gönderi­ lerek suçsuz oldukları anlaşılanlar derhal yerlerine iâde v . olunacaklar idi. Aradan bir yıldan fazla bir zaman geç­ tiği halde, ne yapıldı ve ne gibi âdil bir sonuç gösteril­ di. Taraf ve yakınını bulup da kendini bu belâdan kur­ tarabilen çok az kimseden başka, geri kalan büyük bir kalabalığın, kendileri sürgünde, âile efrâdı ise İstanbul1 da veya şurada burada on paraya muhtaç olarak sefâlet içinde yaşamaya çalışmakta ve bâzıları da açlık ve se­ fâlet içinde garıbâne ölüp gitmekte oldukları herkesçe bilinmektedir. Bu biçarelerin vapurlara doldurularak Sinop'a gönde­ rildikleri gün,gökyüzünü tutan feryat ve in lenıeleri,kayık- lar içinde yardımlarına koşmağa çalışan aile ferdleriniıı iç tırmalıyıcı feryad ve çığlıklarının meydana getirmiş olduğu mahşer örneği manzara yerli halktan başka,Ha­ liç’teki yabancı vapurlarından dürbünle bu vahşet derece­ sindeki hali seyreden AvrupalIları bile dertlietmişti.Şimdi milli nâırıus sayfamızı karalayan bu acıklı durumdan hiç söz edilmeyerek, yukarda arzedildiği veçhile, Vekil­ ler Meclisi karârı ile tahliye edilen mâlum kimselerin Sıkıyönetim'ce üç beş gün tutuklanmalarından dolayı Kâmil Paşa Kabinesi'nin suçlanılmağa kalkışılması, doğrusu vatan evlâtlarını ağlatan ve yabancıları güldü­ ren acâip bir tutumdur. En çok acınılacak taraf da, haksızlıktan önlemek ve kanun hükümlerini korumak esas vazifeleri olan muhterem meb'usların, bu hususta iş başındaki hükümet üyelerinden açıklama yapmaları­ nı isteyerek, medeni âlem nazarında ahlâkımızın mâhi­ yetini ve kabiliyetimizin derecesini gösteren ve tâyin eden bu çeşit işlerin tekerrürünü önlemek hususunda çâre bulmaları, üzerlerine düşen önemli bir vazife iken akıl, mantık, hak ve adâlete uymayan telkinler karşı­ sında şaşkın ve korkakça hareket ederek susmalarıdır. Biz, bugün kavgaya ve bölünmeye değil Devlet men­ faatleri yolunda birlik ve beraberliğe muhtacız. Hâlin bu şekilde devâmı, Rumeli'nin kaybedilmesi gibi Allah korusun bir gün bütün Osmanlılan bilhassa Müslümanla­ rı ağlatacak daha nice vahim neticeler doğuracağı zu­ hur eden eserleri ile görülmeğe başladı. "İyilik etmek, fenâlıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın; günâh işlemek ve haddi tecâvüz üzerinde yardımlaşmayın" emri ile İslâm âlemine hitâb ediliyorsa da, bu âyetin içine aldığı hikmet, bütün in­ sanlık âlemi için bir siyâset düsturudur... (1) 11.Temmuz. 1324 tarihi, bugün kullandığımız tak­ vimle, 24.Temmuz.1908 tarihine isabet eder. (2) Lut Gölünün 15 km. doğusunda bir Ürdün kasaba­ sı olan Kerek, Haçh Seferleri sırasında ehemmiyet kazanmıştı. Osmanlı hâkimiyeti devresinde önemi­ ni kaybetmişti. Osmanlı Devleti tarafından burada oturan Araplara Hac yolunu koruduktan için her yı bir miktar para verilirdi. (3) Hâdıs—i şerif olduğu ileri sürülen, ancak gerek şe­ kil, gerekse mânâ bakımından Hazreti Muhammed' e âidiyeti mümkün olmayan uydurma, fakat tevâtür hâlindeki söz. (4)Berlin Sefiri ve sabık îkinci Şark Ordusu Kumanda­ nı Mahmut Muhtar Paşa, "Üçüncü Kolordu ve İkin­ ci Şark Ordusunu Muharebâtı" İstanbul, Kanaat Matbaası 1331, S. 235, 262-264 (Eserin başlıca bölümleri: Erikler—Petre Muharebe­ si, Kırkkilise (Kırklarefi) Vak'ası, Vize'ye Ric’at, Pınarhisar’a Taarruz, Soğucakdere Muharebesi, Lüle­ burgaz, Karaağaç Muharebesi, Karağaç Deresi Muharebatı, Çatalca Hattına Ric’at, Çatalca Muhare­ besi, Mülâhazât.) (5) "K ur'ân—ı Kerim”, XXVI (eş-Şuarâ), 227 (6) Trabzon'da 1851’de doğup, 1904’de Müşirliğe ka­ dar yükselmişken, 1910’da Ferikliğe indirilen ve 1911’de istifâ eden Abdullah Paşa, bilâhere Arna­ vutluk Ordusu kumandam, İzmir havalisi ordusu kumandanı olmuş, 1912’de Şark ordusu kumanda­ nı olmuş ve 1918 Ekiminde yazdığı "1328 Balkan Harbinde Şark Ordusu Kumandam Abdullah Paşa* nin Hatıratı (1336-Î920) adh eserde (s.) 1—13) keyfiyeti şöyle ifâde etmiştir: HARBİN ÖNÜNÜ ALMAK İÇİN TEŞEBBÜS: Se­ ferberlik ilânından birkaç gün önce Pâdişah'ın do­ ğum günü sebebiyle saraya gitmiştim. Pâdişâh beni huzurlarına kabul ettiler. Ordunun hâlini sordular. Ben de bütün tafsilâtı ile ordunun ne durumda ol­ duğunu ve bu^durum karşısında yapılacak bir har­ bin memleketi ne derece perişan edeceğini tafsilâ­ tıyla arzettim ve sonunun çok fenâ olacağı belli olan bir harbe kat'iyyen meydan verilmemesini is­ tirham ettim. Mâruzâtımı dinleyen Pâdişâh çok üzüldü: "Yarım saat kadar dışarda bekleyiniz, vüke­ lâyı kabul edeceğim. Şu söylediklerinizi onlara da tekrar ediniz, pek mühimdir” buyurdular. Biraz sonra tekrar huzura girdiğimde, o vakit Ş u râ—yı Devlet Reisi olan Kâmil Paşa, Ayân Reisi Ferid Paşa ve Şeyhülislâm Cemâleddin Efendi hazır bu­ lunuyor idi. Mâruzâtımı tekrar ettim. Maatteessüf faydalı bir netice vermedi. Ertesi gün toplantı hâlinde bulunan Vekiller Mecli- si'ne dâvet edildim. Benim gibi Mahmud Şevket ve Hurşid, Erkân—ı Harbiye Reisi, Hâdi Paşalar'da dâvetli idi. Sadnâzam Gazi Paşa Hazretleri diğerleri de hazır oldukları hâlde: "İtalya ile sulh için kararlaştırılan Lozan muâhedesı Trablusgarb’ı elimizden aldığın­ dan ve Balkan Devletleri ile de harp ihtimâli görün­ düğünden bahisle, böyle bir harbin zuhuru hâlinde İtalya ile harbin devamına imkân olup olamayaca­ ğı" hakkındaki mütâlaamızı sordu. Balkan Hükü­ metlerinden yalnız Bulgaristan'la bile yapılacak bir harbi başa çıkaracak bir orduya mâlik olma­ dığımızı ve harp kuvvetimizin perişanlığım birkaç sözle arzettim. Ve Osmanlı Ordusu düşmanı Çafa/ca'da durdurabilirse büyük bir muvaffakiyet sayı­ lacağını ilâve ettim. Sadnâzam Paşa: "Balkan Hü­ kümetleri ile yapılacak bir harp için ayrıca sizin mütâlâanızı soracağız, şimdi yalnız Lozan muahe­ desi meselesini soruyorum" dedi. Ben de, "Size da­ ha kestirme cevap veriyorum"demiştim. Mahmud Şevket Paşa Hazretleri: Ordunun Balkan Hükümetleri'ne karşı hazırlığı için çok emekler harcandığını, fakat dâhili ihtilâllerin, harcanan bu emeklerin verimli neticesini almağa mâni olduğu­ nu; 324 duhullü efrâdm terhisi ile de ordu mevcu­ dunun noksanlaştığını; bu sebeplerle ve Balkanlar­ da bir harp vukuu halinde ordunun pek zayıf oldu­ ğunu ve bunun için İtalya ile harbe devamın kaabil olamayacağım, söyledi. Hâdi Paşa Hazretleri de, bâzı açıklamalarla, ordu­ nun bu zayıf durumda olduğu hakkındaki mütâlâ­ amıza katılarak, Edirne kalesine henüz bir habbe erzak gönderilemediğini ve Divân—ı muhâsebâtın vize muamelesine tâbi olan masraflar sebebiyle sa­ tın almakta çekilen zorluklan, malzemelerin çok noksan olup İstanbul'da bir kat elbise bile mevcut olmadığım ve para verildiği halde bile günde IOOO kattan fazlasının yapılmasının kaabil olmadığı vel­ hâsıl ordunun dağınıklığı ve bu sebepler dolayısiyle memleketi müdafaa edebilecek bir ordunun ancak 1 veya 1,5 ay zarfında Rumeli'de toplanmasının belki mümkün olabileceğini beyân etti. Lozan Muâhedesi imzalandı fakat Balkan Harbi ge­ ri kalmadı. Bu mütâlaalara rağmen, Sadrıâzamı, 1293 harbinin fecâatım idrâk etmiş bir müşir ve üç mühim üyesi asker olan kabinenin sonunun felâket olacağı açıkça görünen bir harbin önünü almak için ne gibi çârelere müracaat veya ne gibi sebepler yü­ zünden bu harbe girmeği uygun gördüklerini anla­ mak için hakikatlerin tamamen inkişâfına intizar lâzım gelecektir." (7) Tanin Gazetesinin 28.Şaban. 1332—9.Temmuz 1330—22.Temmuz 1914 Çarşamba tarih ve 2005 No.lu sayısında çıkan "Divan—ı Ali'ye Doğru" baş­ lıklı yazıda, Meclisi Meb’usân IV. şubesinin, Kâmil ve Muhtar Faşalar kabineleri aleyhinde 3 meb'usun verdiği takrirdeki şikâyet maddelerinin tetkik ve tahkiki ile meşgul olduğu şubenin dâvetine binaen ifade vermek üzere sabık Sadnâzam Gazi Ahmed Muhtar Paşa, sâbık Hariciye Nazırı Gabriyel Norandungian Efendi, sâbık Nafia, Maarif, Maliye, Adliye, Evkaf Nazırları ile Şura—yı Devlet Reisi­ nin gelip isticvap edildikleri; takrirde zikredilen 8 maddeden başka, şu suallerin de sorulduğu ifade olunmuştur. 1)Ayân Meclisi'nin tefsir kararı, Meb'uslar Meclisi'ııin kapatılıp tatilini gerektirmeyip ancak toplan­ ma devresinin tâyinini tazammun ettiği halde neden dolayı Meclis kapatılmıştır? 2)Bulgarlar ile yapılan Mütareke’de, Edirne’ye er- zak verilmesi Vekiller Meclisi'nde kararlaştırılmış iken, Savof'un teklifleri neden bizim mürahhaslarımızca kabul edilerek Edirne erzaksız bırakılmıştır. 3)Saray—ı Hümâyun'da toplanan Umumr Mecliste Edirne'nin terki yolunda bir karar alınması için ne­ den lüzum görülmüştür?" (8) "Kur'an—ı Kerim", V (el-Mâide), 2. , İ Ç5 İ N D E K İ L E R \ BİRİNCİ BÖL^M MEŞRUTİYETİN İLANINDAN 31 MART VAK’ASINA KADAR İÇ VE DIŞ GAİLELER 30 34 39 41 44 45 46 47 48 49 Meşrutiyet’in ilânında Iıâsıl olan heyecan Sultan Abdülhamid’in Meşrutiyet hakkındaki söz­ leri Kanun-ı Esâdfye aykın davranış dolayısiyle Şey­ hülislâmlıktan istifa Said Paşa’nın istifâsı ve Kâmil Paşa'nın Sadaret'e getirilmesi Meb'uslar Meclisi'nin toplanması ve dış gaileler Kâmil Paşa'nın İttihad ve Terakki tarafından isti* fâya zorlanması. İttihad ve Terakki'nin Meşrutiyet’i yıkıcı davra­ nışları Cemâleddin Efendi’nin, Şeyhülislâmlıktan azlini te'min teşebbüsleri Pâdişah’ın, Şeyhülislâm’m istifâsmı istemeyerek kabulü. 31 Mart Vak’ası. İKİNCİ BÖLÜM TRABLUSGARB’IN KAYBINA, İÇ İSYANLARA VE TÜRKİYE ALEYHİNDE BALKANLILARIN İTTİFAKINA YOL AÇAN FENA İDARE 53 İttihad ve Terakki'nin ve İmparatorluk’un umum? görünüşü. 57 Yemen Hâdisesi. 58 Kerek Vak’ası. ’ 58 Arnavutluk Hâdisesi 61 Rum kilisesine karşı takınılan tavrın Yunanlıları, Bulgarlara yaklaştırması. 64 Arapların gücendirilmesi. 65 Trablusgarb’ın kaybına yol açan akıl almaz icrâât 68 Trablusgarb harbinin lüzumsuz yere uzatılması. 69 Muhalefetin kuvvet kazanması üzerine Meclis'in dağıtılması ve usulsüz anayasa değişikliği. ' 7 2 A ley h im izd e B alkan ittifa k ın ın d o ğ m asın a fırsat verilmesi. 74 Girid meselesi büyütülerek Yunanlıların Balkan it­ tifakı’na itilmesi. 76 Seçim yolsuzluğu dolayısiyle Arnavutlann isyânı. 78 Sırbistan’a silâh geçirilmesine müsâade gafleti. 79 Ordunun siyâsete âlet edilmesi dolayısiyle itti­ hatçılar arasında bölünmeler. 80 Said Paşa’nın güvenoyu aldıktan sonra beklenme­ yen istifâsı. •> * ÜÇÜNCÜ BÖLÜM CEMÂLEDDİN EFENDİ'NİN ŞEYHÜLİSLAM OLARAK KATILDIĞI MUHTAR VE KAMİL PAŞA KABİNELERİNİN GÜÇ ŞARTLAR ALTINDAKİ İCRAATI 83 Cemâleddin Efendi'ye Şeyhülislâmlık teklifi. 84 Fevkalâde bir kabine teşkili lüzumu. 85 İmparatorluğun iç ve dış durumunun gözden ge­ çirilmesi. 86 Said Paşa'yı istifaya zorlayan hazin tablo. 88 Yeni kabinenin güçlükle kurulması. 89-90 Meclis—i Meb'usân'm feshi. 90 Mâlî darlığın biran önce iç ve dış barışı zarun kıl­ ması. 91 Makedonya ıslâhâtının ele alınması. 92-93 İttihad ve Terakki’nin ıslâhât aleyhindeki tah- tikleri. 94 Türkiye aleyhinde kurulan Balkan İttifakı'nın umum? bir harbe yol açmasını önleme teşebbüsle­ ri. 95 Balkanlıların harp hazırlıkları karşısında, hüküme­ tin terhis edilen birlikleri tekrar cepheye şevki. 96 Balkanlıların harbi kaçınılmaz hâle getirmesi. 97 Durum hakkmda Genelkurmayın görüşü. 98 Harbe girmenin barış yolu ile önlenemeyeceği görüşünün yaygınlaşması. 99 Balkan Hükümetleri ile münasebetlerin kesilmesi ve harbin zuhuru. DÖRDÜNCÜ BÖLÜM BALKAN HARBİNDEKİ BOZGUNUN SEBEP VE MES ULLERİ 103 104 105 106 108 110 111 112 113 115 117 118 Balkan bozgununun mesulü kimlerdir? Mahmud Muhtar Paşa'nın göriişü. Yolların kifayetsizliği, bahriyenin zayıflığı. Siy⣠hatâlar zinciri. Alınan askerî tedbirlere rağmen ric'atm durduru­ lamam ası. Mühimmatsızlık ve kolera sebebiyle mütâreke is­ temeğe mecbur olunması. Londra Konferansı kararlarının ağırlığı; harbe de­ vam etmedeki aczimiz. Hükümet'in mukabil teklifleri. Cemâleddin Efendi'nin, durumu müzâkere için bir meşveret meclisi toplanmasını teklif ve te'mini Bâb—ı Ali Baskım Edirne'yi Bulgarlara bırakmağa razı olan hangi kabinedir? Edirne'nin kurtarılması bir övünme vesilesi olabilir mi? 119 Kâmil Paşa kabinesi ile Mahmud Şevket Paşa hü­ kümeti icraatının-mukayesesi. 121 Muhtar Paşa Kabinesi'ni alelacele Divân—ı Ali'ye sevk eden Meb'uslara sesleniş. * BEŞİNCİ BÖLÜM MÜDAFAA 127 Soruşturmada takibi gereken usul. 128 Askerler Balkanlılarla savaşılamayacağmı değil harp edilebileceğini söylemişlerdi. 129 Hükümet harbe girmek istememiş, Balkanlılar sa­ vaşı kaçınılmaz hâle getirmişlerdir. 130 Osmanlı hükümeti harp ilân etmemiş, Devlet nâmuşunu korumak istemiş,.sonuna kadar barışı ter­ cih etmiştir. 131 Rumeli'yi elde tutabilme şansı kaçırılmıştı. 132 Balkan Harbine girişin ve bu harpteki bozgunun asıl mes'ulü İttihatçılardır. 133 Seferberlik tatbikatında gecikme olmuşsa bunun mes'ulü hey'et değildir. 135 Harpten önce hizmet müddeti dolan askerin ter­ hisine mecburiyet duyulmuştu. 136 Harbe Pâdişâh'ın izni alınmadan girilmiş olması, mümkün değildir. 137 Düşman saldırısı karşısında, ordumuzun da karşı harekâta girişmesi Harbiye Nâzırlığı'nca istenmiş, Vekiller Hey'eti de bu isteği kabul etmişti. 138 Meb'usân Meclisi'nin feshi, devlet menfaatlerinin gereği ve usulünce yapılmıştır. 139 Hükümet, Büyük Devletlerin İstanbul'u koruma­ ya katılma tekliflerini geri çevirememiştir. 141 Biran önce mütâreke yapılma zarureti, Başkuman­ dan Vekili'ni, Bulgarlar'm Edirne'ye zahire sokul­ mama teklifini kabûle mecbur etmiştir. . _ „ 142 Kâmil Paşa hükümeti Edirne'yi terk teklifinde bu­ lunmamıştır. 143 Seçimde tarafgirlik ve yolsuzluk yapan memurla­ rın azli ve bazı vekillerin muvakkaten tevkifi* İtti­ hatçıların daha sonra yaptıkları gayr—ı kanunî tensikat ve sürgünler yanında suçlamağa değer icrâât mıdır? 5 ' ABDULLAH PAŞA (1851-1937), 1904'te Müşir, W 10 tensika­ tında I. Ferik, Trablusgarp Savaşı sırasında İzmir havâlisi kumandanı (1911), Balkan Harbi sırasında 1. Şark Ordusu Kumandanı (1912), 98,128,148 ABDURRAHMAN BEY, Mâliye Nâzın, 1912'den itibâren Şam Meb'usu ve £yân Meclisi üyesi, 58,91 ABDÜLHAMİD II (1842-1918), 1 0 ,1 1 ,2 0 ,2 2 ,3 3 ,3 8 ,9 0 ABDÜLMECİD (1823-1861), 114 ADİL BEY (1865-1932) Dâhiliye Nâzın, 78,96 AHMED İZZET PAŞA (1864-1937) E rkân-ı Haıp Reisi, Sadnâzam (1918), 111 AHMED MUHTAR PAŞA (Gazi, Müşir, 1839-1918) Sadnâzam 912), 7 ,1 1 ,1 2 7 AHMET TEVFİK PAŞA, Bk . Tevfık Paşa, 3 9 ,8 3 ,8 4 ,1 1 3 AKDENİZ, 6 8 ,7 2 ,8 5 , 86,90,94,111,131 ALİ FUAD BEŞ (Tüıkgeldi, 1867—1935) Mâbeyn Başkâtibi (1912-1920), 115 ALİ NAMIK BEY (Sadnâzam Said Paşa'nın oğlu), 75 ÂLİ PAŞA (Mehmed Emin, 1815—1871), 5 defa sadnâzam, 75 ALMANYA, 142 ANADOLU, 5 7 ,5 9 ,1 0 5 ,1 3 1 ,1 4 4 ARABİSTAN, 54, 57,64,65,131 ARAPLAR, 54,55, 5 8 ,6 6 ,6 8 ,6 9 ÂRİF PAŞA (1848-1909), 2. Onlu Müşiri (1896), 46 ARNAVUTLAR, 7 6 ,8 6 ,8 9 ,1 3 5 ARNAVUTLUK, 25, 54, 57, 5 8 ,5 9 ,6 0 ,6 1 ,7 2 ,7 7 ,7 8 ,8 0 ,8 7 , 9 4 ,1 0 0 ,1 1 1 ,1 1 9 ,1 2 9 ,1 3 8 ,1 4 3 ASIM PAŞA (V. 1886) Adliye Nâzuı (1879) Hâriciye Nâzın (1880), Evkaf Nâzın (1881), 67,73,74,80,92 ASÎR (Hicaz ile Yemen arasında), 107 ATİNA, 6 3 ,7 3 ,7 9 AVRUPA, 35, 37, 6 1 ,6 6 ,7 8 ,9 5 ,9 9 ,1 0 7 ,1 2 9 ,1 3 2 AVUSTURYA, 4 4 ,6 1 ,7 2 ,7 8 ,9 9 ,1 0 6 AYAN (Senato üyesi), 114 AYÂN MECLİSİ (Osmanlı Senatosu), 7 0 ,9o, 114,115,139 AYASTEFANOS (Yeşilköy), 131 AYDIN, 113 AYVALIK, 113 BÂB—I ÂLİ (Osmanlı hükümet konağı—Sadnâzamlık dâiresi), I I ,2 6 ,3 0 ,3 1 ,3 8 ,3 9 ,4 1 ,4 2 ,4 4 , 5 6 ,6 5 ,6 6 ,6 7 ,7 3 ,7 5 , 76, 78, 8 6 , 89, 91, 93, 9 4 ,9 5 ,9 6 ,9 7 ,9 8 ,1 0 8 ,1 0 9 ,1 1 0 , III,1 1 5 ,1 1 6 ,1 1 8 ,1 2 8 ,1 3 3 ,1 3 5 , 136 , 137,139. BAB—I FETVA, Bk. Şeyhülislâmlık, 84 BAHRİYE NEZARETİ, 3 9 ,42,45 BAHSAYİŞ (Çatalca ilçesinin bir köyü), 110 4 BALKAN DAĞLARI, 131 BALKAN DEVLETLERİ (Hükümetleri),. 61, 69, 75, 94, 95, 96,100,107,111,112,117,119,12*}, 136,143 BALKAN HARBİ (1912-1913), 25, 6 3 ,6 5 , 9 9 ,105 BALKAN YARIMADASI, 73 BELGRAD, 77 ,7 8 ,7 9 BERLİN, 103 BERLİN AHİDN/ÎMESİ (1878), 44,93,131 BEYOĞLU, 92,140 BİNGAZİ, 6 6 ,6 8 ,6 9 ,1 2 0 ,1 2 2 BOLAYIR, 109,112 BOSNA, 44,106 BUDA-PEŞTE, 131 . v BULGARLAR, 63,87,94,112,113,117, İ J 8 , 123,141,143 BULGARİSTAN, 4 4 ,4 5 , 6 0 ,7 2 ,7 4 ,7 5 ,7 5 ,9 9 ,1 0 0 ,1 0 5 ,1 0 6 , 131,133 BÜYÜK DEVLETLER, 45,95, 96,98, 99,100,115,118,143 CAVİD BEY (Mehmed, 1875—1926), Mâliye Nazırı (1909), 42, .43,91 CEMÂLEDDİN EFENDİ, Bk. Mehmed Cemâleddin, 12,13,15, 1 6 ,1 8 ,2 0 ,2 1 ,2 2 ,2 3 ,2 5 , CEVAD BEY (Mâbeyn Başkâtibi), 41,43 CEZAYİR, 6 8 ,111 CİOLİTİ, Bk. Giolitti, 66 CRİSPİ (Francesco, 1818-1909) İtalya Başbakanı (1887— 1891,1893-1896), 66 ÇANAKKALE (Boğazı). 72,80,86,109, 112,117 ÇATALCA, 1 0 8 ,1 0 9 ,1 1 0 ,1 1 1 ,118,139,140,141 ÇEKMECE (Büyük), 109 DANEF, Bulgar Başvekili, 123 DERSİAM, Camilerde ders veren hoca (vâiz), 47 DİV&M-I A^Lİ (Yüce Dîvân), 70,103. 121, 123,134 DUMA (Çarlık Rusyası Millf Meclisi), 75 ABDÜLHÜD EFENDİ (Abdülhamid H'ııin Müneccimbaşı ve remilcisi), 33 EDİRNE, 18, 7 2 ,9 8 , 105, 109, 111, 112, 113, 117, 118,119, 120. 129. 134, }41 142,143 EKREM BEY, (Recai-zade Mahmud, 1847—1913), Maârif Nâ­ zın (1908), 43 EMİN BEY, Bk. Mehmed, 42 ENEZ, 111,117, 143 ENVER PAŞA (1881-1922), Harbiye Nâzın, 116 FATİH, 12,21 FATİH SULTAN MEHMED (1432-1481), 55 FAS, 131 FERDİNAND (1861-1948), Bulgar Kralı (1908-1918),106 FERİD BEY, Kütahya Meb’usu, 65 FETHİ PAŞA, Belgrad Elçisi, 6 . Kolordu Kumandanı, 77 FRANSA, 6 6 , 71,75 GALATA, 140 GAZİ AHMED MUHTAR PAŞA, Bk. Ahmed Muhtar Paşa, 11, 22, 75, 79, 83,84, 85, 93, 94, 103, 115, 120, 121, 130, 133,134,138,139,140,143,144 GEDİKLER (Ahmed Muhtar Paşa'ya 1877 de "gazilik” rütbesi verilmesine vesile olan zafer mahalli), 104 GELENBEVf İSMAİL EFENDİ, 9 GEŞOF, Bulgar Başvekili, 123 GİOLİTTİ (Giovanni, 1842-1928)İtalya Başvekili (1911-1914), 66 , G İR İD ,6 2 ,6 3 ,7 3 ,7 4 ,7 5 ,1 0 6 ,1 0 7 GREY (Sir Edward, 1862-1933), İngiltere Hâriciye Nâzın (1908—1916), 7 6 ,9 9 ,1 1 1 ,1 1 3 HXDİ PAŞA, (1861-1932) E rk ân -ı Harp Reisi, 8 5,86 HAKKI BEY, Başsavcı, 115 HAKKI PAŞA (İbrahim, 1863-1918), Roma Elçisi ve Sadrıâzam (1910-1911), 39, 43, 61, 65, 67, 69, 70, 73, 108, 121, 122. HALLAÇYAN EFENDİ, Nâfıa Nâzın, 105 HALİD ZİYA (Uşaklıgil, 1865-1945), Mâbeyn Başkâtibi (1911-1912), 8 3 ,8 4 HARBİYE NAZIRI, 3 5 ,3 9 ,4 2 ,4 5 , 8 8 ,9 8 ,1 1 6 ,1 2 2 HARBİYE NEZARETİ, 31, 42, 43, 44, 67, 73, 80, 8 6 ,9 5 ,9 7 , 1 0 9 ,1 2 8 ,1 3 3 ,1 3 5 ,1 3 7 ,1 3 8 , HAREKET ORDUSU, 49 HAREM—İ HÜMÂYÛN, (Pâdişâh sarayında kadınlara mahsus dâire), 33 HARİCİYE NAZIRI (Nezâreti), 3 9 ,7 4 ,7 5 , 8 0 ,9 2 ,9 9 ,1 1 5 ,1 2 7 HAŞAN FEHMİ PAŞA (1836-1910), vüzerâ ve vükelâ,39,42 HATTI HUMAYUN, 3 9 ,4 0 ,4 2 ,4 4 HAVRAN, 57,90 HİCAZ, 54 HURŞİD PAŞA, (V.1878) Harbiye Nâzın Vekili,88 HÜSEYİN HİLMİ PAŞA, (1855-1920), Sadnâzam (1909), 11, 4 8 ,4 9 ,8 5 ,8 9 HÜSEYİN K^MİL PAŞA, 17 4 HÜSNÜ PAŞA, (Hüseyin, Bahriye Nâzın, 1909), 46 IRAK, 54, 55 İBRAHİM BEY, 117 ' İBRAHİM PAŞA (Müşir) Trablusgatp Kumandanı, 6 6 ,6 9 ,8 9 İENA, Almanya'da Thrungen’de Napolyon’un, 1806’da Prusya­ lIlara galip geldiği şehir. 104 İKİNCİ MEŞRUTİYET İNKİLABI, (24 Temmuz 1908),29 İNGİLTERE, 1 8 ,7 1 ,8 8 ,9 9 İSKENDERİYE, 1 2 ,1 6 ,1 8 , 22 İSLAV, 6 3 ,7 3 ,7 5 ,1 0 6 İSMAİL FAZIL PAŞA (1856—1921), Suriye valisi iken Kerek olayının çıkmasına sebep olan ve Arnavutluk ayaklanma­ sını bastırma hareketine memur olan Kolordu Kumandanı, 5 8 ,7 7 ,8 6 İSTANBUL, 12, 2 2 ,4 9 , 55, 64, 73, 74, 95, 100, 105,139,140 İSVİÇRE, 112 İŞKODRA, 9 8 ,1 0 9 ,1 1 2 ,1 1 9 ,1 2 0 ,1 2 8 # İTALYA (İtalyan, İtalyanlar), 66, 67, 68, 69, 72, 76, 85, 87, 9 0 ,9 6 ,1 0 6 ,1 1 1 ,1 2 1 İTTİFAK—I MÜSELLES, (Almanya, Avusturya ve İtalya'nın meydana getirdiği ittifak sistemi), 74 İTİLAF—I MÜSELLES, (İttifak—ı Müselles'e karşı İngiltere, Fransa ve Rusya'nın meydana getirdiği ittifak sistemi)74 İTTİHAD VE TERAKKİ, 8, 1 1 ,2 2 ,4 5 ,4 6 ,4 9 ,5 3 ,5 6 ,5 9 ,6 7 , 7 4 ,7 6 ,1 1 6 İZZET PAŞA (Müşir, Arap İzzet, V. 1894), II. Abdülhanıid’in mahremi, 33 İZZET PAŞA, Bk. Ahmed, 111 KAMİL PAŞA, (1832-1913) (4 defa sadnâzam 1912-1913), 7, 11, 22, 38, 39, 42, 44, 45, 45, 4 8 ,4 9 ,8 5 ,9 1 ,9 6 ,1 0 3 , 109, 111, 114, 115, 116, 117, 119, 120, 121, 122, 123, ^ 3 3 ,1 3 4 ,1 4 0 ,1 4 3 ,1 4 4 ,1 4 5 KANUN—I ESASI*, 31, 34, 37, 39, 40, 42, 43, 44, 45, 46, 54, 55, 56, 62, 64, 70, 71, 83, 90, 113, 127, 136, 137, 139, 142,143 KARAAĞAÇ, 112 KARADAĞ (Karadağlılar), 6 0 ,6 1 ,6 3 ,7 2 ,8 7 ,1 0 0 ,1 3 1 ,1 3 6 KARADENİZ, 131 KAZIM BEY, Roma Elçisi, 88 KEREK, (Lut Gölü doğusunda kasaba), 5 7 ,5 8 ,7 7 ,9 0 KIRIM, 131 KIRIKKİLİSE (Kırklareli), 104,134 „ KOMANOVA, 104 KOSOVA, 5 9 ,7 7 ,8 9 ,1 3 1 KÜRDİSTAN, 54 LONDRA, 4 5 ,83, 99, 111,113,118 LORDKİÇNER, 17,22 LOZAN, 87 LÜLEBURGAZ, 104,110 LÜTFÜ BEY (Simavi) Başmâbeynci, 83 ,8 4 M^BEYN-İ HÜMAYUN (Sarayda Pâdişâhın erkekleri kabul ettiği dâire), 32, 3 5 ,3 8 ,4 2 ,7 8 MAHMUD MUHTAR PAŞA (Gazi Ahme<J Muhtar Paşa'nın oğ­ lu, 1867-1935) Bahriye Nâzın (19İ0 -1 9 1 2 ) Balkan Har­ binde 2. Şaık Ordusu Kumandanı (1912), 94, 103, 106, 108 MAHMUD ŞEVKET PAŞA, (1856-1913), Sadnâzam (1913), 1 2 ,2 6 ,6 0 ,6 6 ,7 8 ,8 0 , 8 7 ,9 1 ,9 7 ,9 $ , 104 ,1 0 5 ,1 0 9 ,1 1 1 , 1 1 4 ,1 1 6 ,1 1 7 ,1 1 9 ,1 2 0 ,1 2 8 ,1 2 9 ,1 3 2 ,1 4 3 ,1 4 4 MAKEDONYA, 2 5 ,6 1 ,7 2 ,7 5 , 8 7 ,9 1 ,9 4 , 9 8 ,113, 130,13! MALİSÖR (Kuzey Arnavutluk'taki hıristiyan dağlılar için kulla­ nılan tâbir), 54,60 MANASTIR, 77,131 MAZHAR BEY, Kosova Valisi, 59 MECLÎS-İ MEB’USAN (Osmanlı Meb'uslfr Meclisi), 3 5 ,3 6 ,4 4 , 47, 61, 67, 69, 70; 80, 8 6 ,8 8 ,8 9 , * 0 ,9 1 ,1 0 5 ,1 2 1 ,1 3 4 , 138,139 MEHMED CEMÂLEDDİN EFENDİ, (ŞeyhülİslSm), 8 ,9 MEHMED EMİN BEY, (V.1907), Mâbeyny, 42 MEHMED HALİD EFENDİ, 9 MEHMED SAİD EFENDİ, 9 MEMDUH PAŞA (1839-1925), Dâhiliye Nâzın (1895),7,39,42 MERİÇ, 111 Meşihat, Bk. Şeyhülislâmlık, 2 0 ,2 1 ,2 4 ,2 $ MEŞRUTİYET, 30, 34, 35, 36, 37, 44, 45, 46, 4 7 ,4 8 ,4 9 ,5 3 , 5 8 ,5 9 ,6 1 ,6 .2 ,6 3 ,7 2 ,7 7 ,7 9 ,9 8 ,1 0 4 ,1 0 6 ,1 0 7 ,1 3 1 ,1 3 8 MISIR, 8 ,1 2 ,1 6 ,1 8 ,2 0 ,2 1 ,2 3 ,6 6 ,6 8 ,8 6 MİDİLLİ, 113 : MİDYE, 111,117,143 „ 1 . MİLAVANOVİÇ (Sırbistan Hâriciye Nâzın), 73 MUHTAR BEY (Mehmed Cemâleddin Efendi'nin oğlu), 20 MÜLKİYE MEKTEBİ, 35 NABİ BEY (Roma Elçisi), 90 NAFİfe BEY (Sadâret Yâveri), 116 NAPOLYON (Bonapart, 1769-1821) Fransa İmparatoru (1804-1815), 104 NABZIM PAŞA (V, 1913) Harbiye Nazırı (1912) 93,96, 98,114. 116.122.135.137.141 NİŞANCI MEHMED PAŞA, 9 NİS, 12.17 NORADUNGİAN (Gabriel Efendi) Hâriciye Nâzın (1912— 1913), 99,115 NURİ PAŞA, (Başmâbeynci) (1908), 39,43 ONİKİ ADA, 69 OSMANLİ (Osmanlılar), 34, 44, 49, 55, 57, 60,62, 63, 73, 75, 79, 90, 97, 98, 100, 103, 104, 111, 113, 131, 132, 136, 140 OTLUKÇU YOKUŞU, 12,21,24 OTUZBİR MART VAK'ASI (13 Nisan 1909), 4 9 ,7 1 ,1 2 0 ÖMER RÜŞTÜ PAŞA (1843-1922) E rkân-ı Harbiye-i Umu­ miye Reisi (1903), 35 PADİŞAH, 31, 32, 33, 36, 37, 38, 39, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 46, 47, 48, 49, 54, 70, 71,80, 83,84, 88, 89, 90,92,114, 115.123.136.139.142 PALLAVİCİNİ, I. Dünya Harbi sırasında İstanbul'daki Avusturya-Macaristan elçisi, 99 PATRİKHANE (Rum- 62, 63 PLEVNE, 104, 120 POİNCARE (Raymond, 1860-1934) Fransa Cumhurbaşkanı (1913-1920), 75, 76, 79 PRUSYA, 104 RECEP PAŞA, (1842-1908) Trablusgarp Kumandanı (1896), Harbiye Nâzın (1908), 4 2 ,4 3 ,4 6 , ” - , REMLE, 12,16,21 REVAL MÜLAKATI (İngiltere Kralı ile Rus Çan arasında 1908 Haziranında yapılan buluşma), 131 RIZA BEY, Mâbeyinci, 36 RIZA PAŞA, (Müşir, 1844-1920), 43,46 ' ROMA, 67,90 ROMANYA, 118,142 ROSSBACH, (II. Friedrich’in 1757'de Fransızları yendiği Sak­ sonya kasabası) 104 RUM, 5 5 ,6 1 ,6 2 ,6 3 ,1 1 3 RUMELİ. 49. 60, 61, 63, 65, 7 6 ,7 7 ,8 0 ,8 5 ,8 6 ,8 7 ,9 6 ,9 7 ,9 8 , 106, 107, 113, 117, 120, 121, 122,128, 130, 131, 132, 143,145 RUSYA, 75,104 SADARET, Bk. Sadnâzamlık, 42, 67, 70, 83, 84, 94, 96, 115, 127,136 SADARET ALAYI (Sadnâzamın tayini dolayısıyla yapılan merâsim), 49 SADRIÂZAM, 32, 35, 36, 37, 38, 40, 41, 42, 43, 44, 45, 47, 7 4 ,9 0 ,9 4 ,9 6 ,9 8 ,1 1 4 ,1 1 5 ,1 1 6 SADRIÂZAMLIK (Sadâret), 32 ■ ' . SAİD HALİM PAŞA, 87 SAİD PAŞA (Mehmet, 1838-1914) Sadrıâzam, 7, 25, 30, 32, 36, 37, 39, 40, 42, 58, 6 4 ,7 0 ,7 2 ,7 4 ,7 5 ,7 7 ,7 9 ,8 0 ,8 4 , 86,87,114,138 • *t ‘ SAKIZ, 113 SALİSBURY (Lord, 1830-1903) İngiliz Başvekili (1885-1886, 1886-1892,1895-1902), 66 SAVOF, Balkan Harbi Mütarekesinde Bulgar delegesi, 141 SAZANOF. (Sergli Dmitrieviç, 1861—1927), Rus Hâriciye N â­ zın (1910—16), 76 SELANİK, 42,49, 5 9 ,7 8 ,7 9 ,1 3 1 SIRBİSTAN, (Sırplar), 6 0 ,7 2 ,7 3 ,7 5 ,7 8 ,8 7 ,1 1 8 ,1 3 1 SİNOP, 144 SOBRANYA (Bulgar Mili?Meclisi), 72,123 SOFYA, 1 8 ,6 3 ,6 7 ,9 5 ,1 0 7 ,1 3 0 ,1 4 1 SULTAN MEHMED REŞAD, 12 SURİYE, 25, 54, 55, 5 8 ,6 4 ,6 5 ŞAM, 54,58 ŞARK ORDUSU, 108,109,110 ŞEYHÜLİSL^M, 11, 23, 30, 32, 35, 39, 4 0 ,4 1 ,4 2 ŞEYHÜLİSLAMLIK (B â b -ı Fetva, Meşihat Makamı), 32, 38, 4 0 ,4 7 ,4 8 ,4 9 ,7 1 ,8 4 TAL’AT BEY (Paşa), 1847—1921) İttihad ve Terakki liderlerin­ den, Sadnâzam (1917-1918), 4 2 ,4 3 , 116 TERKOS, 109 TEVFİK BEY, Harbiye Nezâreti Yâveri, 116 TEVFİK PAŞA (Ahmed 1845—1936) Hariciye N âzın ve 4 defa sadnâzam 1909, 1918-1919, 1919, 1920-1922),39, 83, 84.113 TRABLUSGARP, 25, 42, 65, 6 6 ,6 7 ,6 8 ,6 9 ,7 6 ,7 7 ,8 0 ,8 5 ,8 6 , 90, 91, 94,106, 120, 122. TRABZON, 142 TUNA NEHRİ, 131 TUNUS, 6 6 ,6 8 , 86 ÜSKÜB, 86,89 VAHİDEDDİN (Mehmet VI. 1861-1926), 114 VEKİLLER MECLİSİ (Hey eti), 30, 31, 40, 4 2 ,4 4 ,7 0 ,8 9 ,9 0 , 95, 96, 98, 109, 112, 114, 1 1 5 ,1 1 6 ,1 3 3 ,1 3 7 ,1 4 1 ,1 4 3 , 145 VENİZELOS (Elevterios, 1864-1936) Yunan Başvekili, 73,75 YAHYA HAMroEDDİN, Yemen Zeydi Mezhebi İmamı, 57 YANYA, 9 8 ,1 0 9 ,1 1 2 ,1 1 9 ,1 2 0 ,1 2 8 YEMEN, 2 5 ,5 4 ,5 7 ,6 6 ,6 7 ,9 0 ,1 0 7 YILDIZ SARAYI, 30, 3 1 ,3 7 , 83 YUNAN (Yunanlılar) 6 2 ,6 3 , 72,73, 75 ,1 0 6 ,1 1 3 ,1 3 1 YUSUF EFENDİ, 9 YUSUF İZZEDDİN, (Sultan Abdiilaziz’in oğlu), 114 ZEKİ PAŞA, (Tophane Müşiri), 35 ZİYAEDDİN EFENDİ (Şeyhülislâm), 11,49