Selim Meme Hastaliklari.indb

advertisement
SELİM MEME HASTALIKLARI
Editörler
Prof. Dr. Cihan URAS
Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi
Genel Cerrahi Anabilim Dalı, İstanbul
Prof. Dr. Bahadır M. GÜLLÜOĞLU
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Genel Cerrahi Anabilim Dalı, İstanbul
Doç. Dr. Fatih AYDOĞAN
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Genel Cerrahi Anabilim Dalı, İstanbul
NOBEL TIP KİTABEVLERİ
© 2015 Nobel Tıp Kitabevleri Tic. Ltd. Şti.
SELİM MEME HASTALIKLARI
Editörler: Prof. Dr. Cihan URAS, Prof. Dr. Bahadır M. GÜLLÜOĞLU, Doç. Dr. Fatih AYDOĞAN
ISBN: 978-605-335-167-2
5846 ve 2936 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri yasası hükümleri gereğince herhangi bir bölümü, resmi veya yazısı, yazarların
ve yayınlayıcısının yazılı izni alınmadan tekrarlanamaz, basılamaz, kopyası çıkarılamaz, fotokopisi alınamaz veya kopya
anlamı taşıyabilecek hiçbir işlem yapılamaz.
Yayımcı
Yayımcı Sertifika No
Baskı / Cilt
Matbaa Sertifika No
Sayfa Tasarımı - Düzenleme
Baskı Tarihi
: Nobel Tıp Kitabevleri Tic. Ltd. Şti.
Millet Cad. No: 111 34104 Fatih-İstanbul
: 15710
: No-bel Matbaacılık San. Tic. Ltd. Şti.
Ömerli mevki İhsangazi Cd. Tunaboyu sk. No. 3
Arnavutköy – Hadımköy
: 12565
: Nobel Tıp Kitabevleri
: Ekim 2015 - İstanbul
ÖNSÖZ
Genel cerrahi ve meme polikliniklerine yapılan başvuruların büyük bir bölümünü selim meme hastaları
oluşturmaktadır. Bu nedenle meme hastalıkları ile uğraşan hekimlerimizin memenin fizyolojisi, bozuklukları ve hastalıkları hakkında yeterli bilgi sahibi olmaları gerekmektedir. Ancak selim meme hastalıklarını
işleyen kitaplar sınırlı sayıdadır.
Tanı yöntemlerindeki gelişmelere bağlı olarak selim meme hastalıklarında cerrahi uygulamaların sayısı da azalmaktadır. Kitapta meme hastalıkları tanı
yöntemleri de anlatılmıştır. Kitapta mastalji gibi sık
karşılaştığımız konulara yer verildiği gibi meme başı
adenomu, adenomyolipom gibi ender görülen durumlar da işlenmiştir. Memenin iltihabi hastalıkları ve
laktasyonda karşılaşılan meme problemlerine de detaylı olarak değinilmiştir.
Kitap, meme yakınmalarına yaklaşım, tarama,
meme kanseri için risk ve riskli hastalara yaklaşım,
selim meme patolojileri ve nadir görülen selim meme
lezyonları olmak üzere beş kısımdan ve on yedi bölümden oluşmaktadır. Bölümler şekil ve tablolarla
görsel olarak zenginleştirilmiştir.
Bu eserin hazırlanmasında her biri meme hastalıkları konusunda değerli otuz dört yazar yer almıştır.
Yazarların hazırladıkları bölüm konusunda tecrübe ve
deneyimleri olmasına dikkat edilmiştir.
Kitabın hazırlanmasında emeği geçen yazarlara ve
Nobel Tıp Kitabevleri çalışanlarına çok teşekkür ederiz.
Editörler
Prof. Dr. Cihan Uras
Prof. Dr. Bahadır M. Güllüoğlu
Doç. Dr. Fatih Aydoğan
iii
YAZARLAR
Prof. Dr. Tamer Akça
Prof. Dr. Levent Çelik
Doç. Dr. Fatih Altıntoprak
Doç. Dr. Memduh Dursun
Prof. Dr. Erkin Arıbal
Doç. Dr. Ali İlker Filiz
Doç. Dr. Can Atalay
Yrd. Doç. Dr. Sonay Baltacı Göktaş
Doç. Dr. Fatih Aydoğan
Prof. Dr. Bahadır M. Güllüoğlu
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi
Genel Cerrahi Anabilim Dalı
Mersin
Sakarya Üniversitesi Tıp Fakültesi
Genel Cerrahi Anabim Dalı
Sakarya
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Radyoloji Anabilim Dalı
İstanbul
Ankara Onkoloji Eğitim ve Araştırma Hastanesi
Genel Cerrahi Kliniği
Ankara
İstabul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Genel Cerrahi Anabilim Dalı
Meme Hastalıkları Servisi
İstanbul
Prof. Dr. Yavuz Başterzi
Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi
Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalı
Mersin
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Korkut Belli
Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi
Genel Cerrahi Anabilim Dalı
Muğla
Prof. Dr. Neslihan Cabıoğlu
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi
Genel Cerrahi Anabilim Dalı
İstanbul
Prof. Dr. N. Zafer Cantürk
Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi
Genel Cerrahi Anabilim Dalı
Kocaeli
Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
Radyoloji Anabilim Dalı
İstanbul
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi
Radyoloji Anabilim Dalı
İstanbul
GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi
Genel Cerrahi Servisi
İstanbul
Medipol Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi
Hemşirelik Bölümü
İstanbul
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Genel Cerrahi Anabilim Dalı
İstanbul
Prof. Dr. Gül Esen İçten
Acıbadem Maslak Hastanesi
Meme Radyolojisi Bölümü
İstanbul
Prof. Dr. Şennur İlvan
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Patoloji Anabilim Dalı
İstanbul
Doç. Dr. Hasan Karanlık
İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü
Cerrahi Ünitesi
İstanbul
Prof. Dr. Abut Kebudi
Maltepe Üniversitesi Tıp Fakültesi
Genel Cerrahi Anabilim Dalı
İstanbul
v
Uzm. Dr. Fahrettin Kılıç
YAZARLAR
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Genel Cerrahi Anabilim Dalı
İstanbul
Prof. Dr. Savaş Koçak
Prof. Dr. Cihan Uras
Güniz Sokak 48/9
Kavaklıdere/Ankara
Prof. Dr. Yavuz Kurt
GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi
Genel Cerrahi Servisi
İstanbul
Doç. Dr. Osman Kurukahvecioğlu
Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi
Genel Cerrahi Anabilim Dalı
İstanbul
Doç. Dr. Güldal Yılmaz
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Patoloji Anabilim Dalı
Ankara
Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi
Genel Cerrahi Anabilim Dalı
Ankara
Doç. Dr. Erkan Öztürk
Uzm. Hem. Yasemin Nazlı
Uzm. Dr. Tülin Öztürk
Sağlık Bakanlığı Marmara Üniversitesi
Pendik Eğitim ve Araştırma Hastanesi
İstanbul
Prof. Dr. Serpil Dizbay Sak
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
Patoloji Anabilim Dalı
Ankara
Prof. Dr. Gürhan Sakman
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi
Genel Cerrahi Anabilim Dalı
Adana
Uzm. Dr. Turgay Şimşek
TOYOTA-SA Hastanesi
Genel Cerrahi Kliniği
Sakarya
vi
Yrd. Doç. Dr. M. Ümit Uğurlu
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Radyoloji Anabilim Dalı
İstanbul
Özel Medicana International Hastanesi
Ankara
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Patoloji Anabilim Dalı
İstanbul
Prof. Dr. Ekrem Yavuz
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi
Patoloji Anabilim Dalı
İstanbul
Yrd. Doç. Dr. Ramazan Yıldız
Gülhane Askeri Tıp Akademisi
Genel Cerrahi Anabilim Dalı
Ankara
Prof. Dr. Mehmet Halit Yılmaz
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Radyoloji Anabilim Dalı
İstanbul
İÇİNDEKİLER
KISIM 1
MEME YAKINMALARINA YAKLAŞIM
Bölüm 1
Memenin Doğumsal ve Gelişimsel Anomalileri. . . . . . . . . . . . . . . . . . . 3
Prof. Dr. Tamer Akça
Prof. Dr. Yavuz Başterzi
Bölüm 2
Mastalji . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 15
Yrd. Doç. Dr. Ramazan Yıldız
Doç. Dr. Erkan Öztürk
Bölüm 3
Mastitler . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 23
Doç. Dr. Hasan Karanlık
Doç. Dr. Fatih Altıntoprak
Bölüm 4
Meme Başı Akıntıları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 35
Prof. Dr. Neslihan Cabıoğlu
Prof. Dr. Gül Esen İçten
Prof. Dr. Cihan Uras
Bölüm 5
Jinekomasti . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 49
Prof. Dr. N.Zafer Cantürk
Uzm. Dr. Turgay Şimşek
Bölüm 6
Laktasyonda Meme Bakımı . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 57
Yrd. Doç. Dr. Sonay Baltacı Göktaş
Uzm. Hem. Yasemin Nazlı
KISIM 2
TARAMA
Bölüm 7
Asemptomatik Hastada Görüntüleme Anomalilerine Yaklaşım . . . . 71
Prof. Dr. Erkin Arıbal
KISIM 3
MEME KANSERİ İÇİN RİSK ve RİSKLİ HASTALARA YAKLAŞIM
Bölüm 8
Meme Kanseri için Risk ve Riskli Hastalara Yaklaşım . . . . . . . . . . . . . 85
Yrd. Doç. Dr. M. Ümit Uğurlu
Prof. Dr. Bahadır M. Güllüoğlu
vii
İÇİNDEKİLER
KISIM 4
SELİM MEME PATOLOJİLERİ
Bölüm 9
Memenin Kistik Lezyonları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 95
Doç. Dr. Fatih Aydoğan
Uzm. Dr. Fahrettin Kılıç
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Korkut Belli
Uzm. Dr. Tülin Öztürk
Prof. Dr. Mehmet Halit Yılmaz
Bölüm 10
Fibroadenom . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 105
Prof. Dr. Abut Kebudi
Prof. Dr. Levent Çelik
Bölüm 11
Filloid Tümör . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 111
Doç. Dr. Can Atalay
KISIM 5
NADİR GÖRÜLEN SELİM MEME LEZYONLARI
Bölüm 12
Adenozis ve Çeşitleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 117
Prof. Dr. Serpil Dizbay Sak
Prof. Dr. Savaş Koçak
Bölüm 13
Hamartomlar . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 121
Prof. Dr. Neslihan Cabıoğlu
Prof. Dr. Cihan Uras
Bölüm 14
Radyal Skar /Kompleks Sklerozan Lezyon . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 123
Doç. Dr. Memduh Dursun
Prof. Dr. Ekrem Yavuz
Bölüm 15
Miyoepitelyal Selim Meme Lezyonları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 127
Doç. Dr. Osman Kurukahvecioğlu
Doç. Dr. Güldal Yılmaz
Bölüm 16
Mezenkimal Benign Meme Lezyonları . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 133
Doç. Dr. Ali İlker Filiz
Prof. Dr. Gürhan Sakman
Prof. Dr. Yavuz Kurt
Bölüm 17
Meme Başı Selim Tümörleri . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 139
Prof. Dr. Şennur İlvan
DİZİN . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 141
viii
KISIM 1
MEME YAKINMALARINA YAKLAŞIM
BÖLÜM
1
Memenin Doğumsal ve Gelişimsel Anomalileri
Prof. Dr. Tamer Akça
Prof. Dr. Yavuz Başterzi
GİRİŞ
Meme dokusunun gelişimi erkek ve dişi embriyolarda
aynı şekilde başlar. Fetal gelişimin 5.-6. haftalarında
galaktik bantlar olarak da bilinen primitif süt çizgileri
ortaya çıkar. Klasik bilgiler ektodermin kalınlaşmasıyla oluşan bu tek sıralı çizgilerin aksillalardan inguinal
bölgelere kadar uzandığına işaret etmekle birlikte, son
zamanlarda insan embriyoları üzerinde yapılan bazı
çalışmalarda bu çizgilerin sadece aksillopektoral bölgede sınırlı olduğu ileri sürülmektedir. Yedinci haftadan itibaren kalınlaşan ektodermal tabaka, mezenkimi
penetre ederek meme çıkıntılarını oluşturmaya başlar
ve 12. haftada meme tomurcuğu tam olarak belirginleşir (Şekil 1 A). Bu epitelyal tomurcuktan 13-20. haftalar arası ikincil olarak gelişen dallanmalar ve kanallar
ile erişkin memesinde 13-20 adet bulunan süt kanalları sistemi ortaya çıkar (Şekil 1 B). Bu haftalarda aynı
Meme Tomurcuğu
Meme-Süt
Çizgisi
Meme-Süt
Çizgisi
A
Aksesuar Meme ve
Meme Başı
B
ŞEKİL 1. (A) Embriyonik dönemde meme tomurcuğunun gelişimi. (B) Meme-süt çizgisi ve olası aksesuar meme dokusu bölgeleri
(Ressam Nurseren Tor’un çizimi ile).
3
KISIM 1
MEME YAKINMALARINA YAKLAŞIM
12
A
B
ŞEKİL 12. (A, B) İki taraflı juvenil hipertrofi (Y. Başterzi arşivi).
toloji sadece meme ile sınırlıdır, vücudun diğer bölümlerinde başka herhangi bir deformite olmaksızın
normal büyüme ve gelişme devam eder. Hemen daima
iki taraflı görülmekle birlikte, tek taraflı olgular da bildirilmiştir. Meme dokusundaki östrojen ve progesteron reseptörlerinin sayısı normaldir. Gerçek etiyoloji
bilinmemekte ancak özellikle 11-14 yaş grubundaki
adelosanlarda memelerin östrojene hassasiyetinin artmasına bağlı olarak geliştiği düşünülmektedir. Dışarıdan steroid alımı, bazı tür penisilinlerin veya doğum
kontrol haplarının kullanılmasından sonra da juvenil
hipertrofi olguları bildirilmiştir.
Normalde 3-5 yıl içinde normal büyümesini tamamlaması gereken memelerde büyüme aniden hızlanır ve kısa sürede dev boyutlara ulaşabilir. Memeler
sert ve kısmen de noduler özelliktedir. Areola genişlemiş ve yüzeyel venler belirgin hale gelmiştir. Cilt hızlı
büyümeye bağlı olarak nekroze olabilir. Hormon seviyeleri normal sınırlardadır, ancak hastalarda infertilite
gelişme riski artmıştır. Tanıda anamnez ve fizik muayenenin yanı sıra manyetik rezonans görüntüleme tercih edilir. Bu olgularda %1.3 civarında prepubertal ve
pubertal malignite bildirilmiştir. Tek taraflı olgularda
travma, dev fibroadenoma, filloid hastalık göz önünde
bulundurulmalıdır.
Juvenil hipertrofi genelde omuz, boyun ve sırt ağrıları ile postural sorunlara neden olurken, sırt üstü
yatıldığında nefes darlığı da gelişebilir. Hastaları psikolojik olarak da etkileyen juvenil hipertrofi, meme
küçültme ameliyatları ve meme başı-areola kompleksinin pozisyonun düzeltilmesi ile tedavi edilmelidir.
Ameliyat mümkünse memelerin gelişimini tamamladıkları dönemin bitimine kadar ertelenmelidir. Nüks
ihtimaline karşı hormonal baskılama (danazol, bromokriptin) denenebilir. Ancak nüksü önlemenin en
kesin yolu basit mastektomi veya subkutan mastektomi ile birlikte implant uygulamaktır.
Gebelik (Gravid) Hipertrofisi
Gebelikte hipertrofi oldukça nadir görülen, memelerin sıklıkla iki taraflı, bazen de tek taraflı olabilen
aşırı hipertrofisidir (Şekil 13). Her ne kadar ilk gebelikte görülmek gibi bir kuralı yoksa da, herhangi bir
gebelikte görülmesi, sonraki gebeliklerde görülme
ihtimalini artırmaktadır. Etiyoloji kesin değildir, ancak sıklıkla gebeliğin erken haftalarında görülmeleri
ŞEKİL 13. İki taraflı gebelik hipertrofisi (Ressam Nurseren
Tor’un çizimi ile).
BÖLÜM
2
Mastalji
Yrd. Doç. Dr. Ramazan Yıldız
Doç. Dr. Erkan Öztürk
Meme ağrısı (mastalji, mastodini) kadınların sağlık
birimine ve hekime en sık başvuru nedenidir ve 35
yaş altı kadınların sağlık harcamalarının önemli bir
kısmını oluşturmaktadır.Yaşamları boyunca kadınların %70’inden fazlasını etkiler. Her yaşta görülebilir,
ancak çoğunlukla premenstrual dönemdeki kadınları
(30-50 yaş) etkilemektedir. Prevalansı %41-79 arasındadır ve çoğu menstrual siklüsla ilişkilidir. Ader ve
arkadaşları çalışmalarında 18-44 yaş arasında premenopozal kadınlarda siklik semptomların görülme oranını %68 olarak belirtmişlerdir.
Etiyolojisi net olarak bilinmemektedir ancak hormonal, beslenme, psikolojik faktörler dahil olmak
üzere pek çok faktör etyopatogezinde sorumlu tutulmuştur. Ağrı genellikle orta derecededir ve tolere
edilebilir. Ancak %10-20 hastada tedavi gerektirecek
ve hayatı olumsuz etkileyebilecek derecede şiddetli
olabilir. Artan östrojen, düşen progesteron seviyeleri, anormal östrojen/progesteron oranı, bazal prolaktin (PRL) seviyesinde yükselme, gama linoleik
asit yetmezliği etiyolojide sorumlu tutulan faktörlerdendir. Hastada memede ağrı, şişme, nodularite
ve hassasiyet görülebilir. Meme ağrısı memenin bir
bölümünde, bir memede ya da her iki memede görülebilir. Postmenopozal dönemde ağrıda azalma
görülmesine rağmen östrojen, progesteron ve PRL
ölçümlerinde anormal değişiklik görülmemiştir.
Psikolojik faktörler, su retansiyonu ve kafein alımı
suçlanmış ancak anlamlı bir ilişki saptanmamıştır.
İyot eksikliği, diyetteki yağ alımı, ya da memedeki
yağ asidi seviyesi değişikliğinin rolü ise tam olarak
bilinmemektedir.
Meme ağrısını kabaca meme kaynaklı olan (siklik,
nonsiklik) ve meme kaynaklı olmayan (göğüs duvarı
ağrıları, diğer ağrılar) şeklinde tanımlanabilir. Meme
ağrılarının yaklaşık %50’si siklik natürdedir ve bunların da sadece %10’u tedaviye ihtiyaç gösterir.
SINIFLANDIRMA
Genel olarak mastaljiyi meme kaynaklı ve meme kaynaklı olmayan ağrılar olarak değerlendirmek mümkündür.
I. Meme kaynaklı ağrı
a. Siklik ağrı
i. Menstruasyon öncesinde meme lobullerindeki değişiklikler (hormonal sitimülasyon)
b. Non-siklik ağrı
i. Cooper’s ligamentinde gerginlik,
ii. Sütyen basısı,
iii. Travmaya bağlı yağ nekrozu,
iv. Hidrodenitis süpürativa,
v. Fokal, periduktal mastit,
vi. Kist,
vii. Mondor hastalığı (meme venlerinin sklerozan periflebiti)
II. Meme kaynaklı olmayan ağrı
a. Göğüs duvarı kaynaklı
i. Tietze sendromu (kostokondrit),
ii. Diffüz ya da lokalize yan ağrısı,
iii. Servikal artrite bağlı radiküler ağrı,
iv. İnterkostal kas ağrısı.
b. Göğüs duvarı kaynaklı olmayan ağrı
i. İskemik kalp hastalığı,
ii. Safra kesesi hastalıkları,
iii. Plörezi, perikardit, pnömoni
Siklik Mastalji
Etiyolojisi tam olarak bilinmeyen siklik mastalji, üreme çağındaki kadınlarda kabaca %45-70 oranlarında görülmektedir. Artmış ER, düşük PR seviyeleri
ve ER/PR oranlarındaki anormalliğin etiyolojisinde
rol aldığı düşünülmektedir. Siklik mastalji menstrual
15
BÖLÜM
3
Mastitler
Doç. Dr. Hasan Karanlık
Doç. Dr. Fatih Altıntoprak
Meme anatomik olarak vücudun dış yüzeyinde yerleşmesi, süt sekresyonu sırasında mikroorganizmalar
için mükemmel bir besiyeri olması ve emzirme sırasında kronik travmaya maruz kalması nedenleriyle
inflamatuar olayların sık görüldüğü bir organdır. Sadece meme hastalıkları ile spesifik olarak ilgilenen
hekimler değil, tüm hekimler meslek hayatları boyunca mutlaka memenin inflamatuar hastalıkları ile
karşılaşmaktadırlar. Bu nedenle her hekimin memede
görülen inflamatuar değişikliklerin klinik özellikleri
ve tedavi yaklaşımları konusunda genel bir bilgisinin
olması gerekmektedir.
Memedeki inflamatuar olaylar bazen klinik olarak
maligniteyi taklit edecek şekilde ortaya çıksa da genellikle benign özelliktedirler. Ayrıntılı bir anamnez ile
etiyoloji genellikle aydınlatılabilirken bazı klinik özellikler de tanı koymaya yardımcı olur (Tablo 1).
Bu bölümde memenin en sık görülen inflamatuar
değişikliği olan mastitlerin, sık görülen alt gruplarının
tanı ve tedavi özellikleri anlatılmaktadır.
PERİDUKTAL MASTİT
Tüm benign meme hastalıkları açısından bakıldığında
nadir görülen bir hastalık olmasına rağmen laktasyonel olmayan mastitlerin büyük bir çoğunluğundan
sorumludur. Non-laktasyonel mastitler santral lokalizasyonlu (periareolar) olabileceği gibi periferal yerleşimli de olabilirler. Başlangıçta duktal ektazi ile aynı
hastalık olduğu düşünülen fakat daha sonra ayrı bir
antite olduğu anlaşılan periduktal mastit, klinik olarak
periareolar inflamasyon ve apse gelişimi ile karakterizedir. Görülme yaşı ortalama 32 (19-48)’dir, etkilenen
TABLO 1. Memede sık görülen inflamatuar değişiklkikler ve ayırıcı tanı için ipuçları
Tanı
Tanı için ipuçları
Laktasyonel mastit (akut)
Sıklıkla emziren kadınlarda görülür, emzirme dönemleri dışında görülmesi nadirdir.
Akut başlangıçlıdır
Granülomatöz mastit (spesifik veya
idiyopatik)
Ayırıcı tanı için histopatolojik inceleme ve kültür sonuçları gereklidir. Genellikle
doğurganlık çağındaki genç kadınlarda, emzirme dönemleri dışında görülür.
Plazma hücreli mastit
Sıklıkla gebelikle ilişkilidir
Yağ nekrozu
Ağrısızdır, genellikle travma ile ilişkilidir
Meme enfarktı
Genellikle gebelik sırasında veya erken postpartum dönemde görülür
Subareolar meme apsesi
Premenopozal genç kadınlarda emzirme dönemleri dışında görülür. Subareolar
lokalizasyonludur, tekrarlama eğilimindedir.
Dermatit
Kırmızı renkli, kaşıntılıdır. Paget hastalığı ile karışabilir
Paget hastalığı
Meme başında pullu bir görünüm vardır. Sıklıkla dermatit düşünülerek tedaviye
başlanır fakat bu tedaviye cevap vermez
İnflamatuar karsinom
Memede hızlı gelişen büyüme, endürasyon ve portakal kabuğu görünümü vardır
23
BÖLÜM
4
Meme Başı Akıntıları
Prof. Dr. Neslihan Cabıoğlu
Prof. Dr. Gül Esen İçten
Prof. Dr. Cihan Uras
Meme başı akıntısı şikayeti ile polikliniğe başvuran
hastaların oranı diğerlerine göre daha azdır. Geniş serilerde bu oran % 4,5 ile %7,4 arasında değişmektedir.
Meme başı akıntısının etiyolojisi genellikle selim nedenlere dayanmaktadır. Kadınların çoğunda her yaşta
manipülasyonla veya masaj sonrası pompayla meme
başından sıvı elde edilebilir. Meme başından postpartum dönemde süt gelmesi fizyolojiktir. Meme başı
akıntısı ile gelen hastayı değerlendirmede amaç; selim
sebeplere bağlı oluşan meme başı akıntısını meme
kanserine bağlı olarak gelişenlerden ayırmaktır. Ancak, tanıda kullanılacak radyolojik ve sitolojik tetkikler konusunda klinisyenler arasında ortak bir görüş
birliği bulunmamaktadır.
Meme başı akıntısı klinik özelliklerine ve sıklığına
göre “selim” veya “patolojik” olarak sınıflandırılır. Bilateral ve sıkmakla meme başından birkaç kanaldan
gelen memebaşı akıntısı “selim” olarak değerlendirilirken tek taraflı ve tek kanaldan spontan gelen ve
sürekli olan meme başı akıntısı ise patolojiktir. Bu
tür meme başı akıntısına sebep olabilecek bir lezyonun varlığından şüphelenilir. Selim (fizyolojik) meme
başı akıntı sıvısının rengi beyazdan yeşile veya kahverengiden siyaha kadar değişen renklerde olabilir. Bu
akıntının renginin memenin apokrin bezlerinin sekresyonu sonucu oluştuğu düşünülmektedir. Berrak,
seröz, serösanjinöz (pembe) veya kanlı meme başı
akıntısının ise artmış meme kanseri riskiyle ilişkili olduğu gösterilmiştir. Literatürde 3110 hastayı kapsayan
bir meta-analiz çalışmasında; kanlı meme başı akıntısı olan hasta grubu ile seröz ve kanlı olmayan meme
başı akıntısı olan hasta grupları karşılaştırılmıştır.
Çalışmanın sonucunda kanlı meme başı akıntısı olanlarda diğer her iki gruba göre de meme kanseri riskinin artmış olduğu görülmüştür. Ayrıca ele gelen kitle
veya radyolojik anormalliklerin olması kanser riskini
artırmaktadır. Meme kanserli hastaların çoğunda tek
kanal, spontan, kanlı meme başı akıntısına rastlanırken, az sayıda hastada patolojik akıntı kriterlerine uymayan çok kanallı, sıkmakla gelen ve/veya süt rengi
akıntıya rastlanmaktadır. Ancak bu tür hastalarda da
ya memede kitle ve/veya görüntüleme tekniklerinde
anormallikler de mevcuttur. Bu yüzden patolojik tanı
gerektirecek hastaları belirlerken, “patolojik akıntı”
tanımı içine fizik muayene veya duktografiyi de içeren
görüntüleme tekniklerindeki anormallikler ve klinisyenin klinik görüşü de eklenmelidir.
Meme başı akıntısı olan hastada cerrahi girişim
başlıca şu iki nedenle yapılır: 1) Kanseri ekarte etmek
için teşhis amaçlı; 2) meme başı akıntısı şikayetini ortadan kaldırmak için. Bu bölümde meme başı akıntısının sebepleri, teşhis ve tedavide cerrahi yaklaşımlar
tartışılacaktır.
CERRAHİ TEDAVİ GEREKTİRMEYEN
MEME BAŞI AKINTISININ SEBEPLERİ
Cerrahi girişim gerektirmeyen nedenlere bağlı meme
başı akıntısı sebepleri Tablo 1’de gösterilmiştir. Meme
başı akıntısının en önemli fizyolojik sebebi peripartum dönemde laktasyondur. Ayrıca meme başına elle
masaj ve uyarı ile yaş, doğum sayısı ve menopoz durumuyla ilişkisiz olarak bazı kadınlarda meme başından akıntı olabilir. Meme masajı yapılan kadınların
%19’unda ve meme başı aplikatörü uygulananların
ise yaklaşık %50’sinde meme başından sekresyon elde
edilmiştir. Daha önce tanımlandığı gibi selim meme
başı akıntısı genellikle bilateral ve birden çok kanaldan gelen, süt veya yeşil renkli akıntıdır.
M.D. Anderson Kanser Merkezi’nde yapılan bir çalışmada, meme başı akıntısıyla başvuran 146 hastanın
35
BÖLÜM
5
Jinekomasti
Prof. Dr. N.Zafer Cantürk
Uzm. Dr. Turgay Şimşek
Jinekomasti erkek meme dokusunda görülen, glandüler bir proliferasyonun neden olduğu, tek taraflı veya
iki taraflı, simetrik ya da asimetrik meme dokusu genişlemesidir. Erkeklerin %40-65’inde görüldüğü iddia
edilmektedir. Genelde rutin fizik muayenede tesadüfen fark edilen ağrısız meme büyümesi yada areolar
bölge altında hassas kitle şeklinde karşımıza çıkar. Bu
bölümde jinekomastinin prevalansı, etiyolojisi, patogenezi, patolojik özellikleri, tanı ve tedavisi anlatılacaktır.
PREVELANS
Jinekomasti yenidoğan, puberte ve yaşlılık dönemi
gibi üç farklı yaş grubunda görülmektedir. Plasentadan geçen östrojenin etkisi yüzünden yenidoğanların
%60-90’nda geçici olarak palpe edilebilir meme dokusu gelişebilmektedir. Bu meme dokusu 2-3 hafta içinde
yavaş yavaş geriler. Jinekomasti puberte dönemindeki
kişilerin %30-60’ında görülebilmektedir. Pubertal jinekomasti genellikle pubertenin ilk bulgusu olarak testis
boyutlarının büyümeye başlamasından sonraki 15 ay
içinde oluşur. Bu yaş grubunda ilk olarak 10-12 yaşında başlamak üzere özellikle 13-14 yaşlarında en yüksek
prevalansı gösterecek şekilde karşımıza çıkar ve genelde 16-17 yaşında genellikle involusyona uğrar. Jinekomastinin ileri yaşlarda en yüksek prevalansı 50-80 yaş
arasında görülmektedir. Çalışma populasyonuna ve tanımlama kriterlerindeki farklılıklara bağlı olarak jinekomastinin erkeklerde prevalansı % 24-65 arasındadır.
ETİYOPATOGENEZ
Fizyolojik Jinekomasti
Fötal dönemde erkek meme dokusunun gelişimi dişi
memesindekine benzerlik gösterir. Gebeliğin 9. hafta-
sında pektoral bölgede bazal hücrelerden meme başı
tomurcuğu oluşur. Üçüncü ayın sonunda skuamoz
epitel meme başı tomurcuğunu sarar ve duktus gelişir.
Bu laktifer duktusları oluşturur. Kör uçta ise alveolar
yapılar gelişir. Doğumda fötal prolaktinin, plesentadan
geçen östrojen ve progesteronun düşmesi ile ergenlik
dönemine kadar meme geriler. Meme dokusu her iki
cinste de doğumda histolojik olarak benzer özellikler
gösterir ve çocuklukta nispeten aynı kalır. Ergenlikle birlikte cinslere özel değişim gösterir. Erkeklerin
çoğunda hızlı cinsel olgunlaşma sürecinde duktus ve
çevredeki mezenkimal dokuda geçici bir proliferasyon
olur ve sonra involüsyona uğrar. Oysa kızlarda böyle
olmaz östrojen ve progesteron etkisi ile duktal ve periduktal yapılar büyür ve terminal asinüsler ortaya çıkar. Östrojen meme dokusunun gelişimini uyarır oysa
androjen bu etkiyi antagonize eder dolayısı ile burada
oluşabilecek bir dengesizlik jinekomastiye zemin hazırlar. Erkeklerde puberte öncesi ve sonrası arasında
normale göre 30 kat testosteron düzeyi artarken östrojen düzeyi üç kat artar. Buradaki nispi dengesizlik
puberte sırasında bozulabilir ve jinekomasti gelişir.
Yenidoğanda meme büyümesinin nedeni plasentadan geçen maternal hormonlardır. Bu durum genelde
bir hastalığa işaret etmez ve birkaç hafta içinde tamamen geriler. Prepubertal jinekomasti çok nadir olup
kromozomal analiz, endokrinolojik değerlendirme ve
haricen ilaç kullanma öyküsü dikkatlice ele alınmalıdır. Öte yandan pubertede yukarıda da işaret edildiği
gibi çok sık karşılaşılan bu durum en çok 20 yaşına
kadar herhangi bir girişim gerektirmeden geriler.
Erkeklerde yaşla jinekomasti prevalansı artar. İleri
yaşlarda pek çok olguda görülen jinekomasti sıklıkla
idiyopatiktir. Çeşitli mekanizmalar ileri sürülüyorsa
da östrojen androjen oranındaki değişiklik en sık nedendir. 70 yaşında plazma testosteron düzeyi azalmaya başlar Bunun yanında aynı anda plazma seks hormonu bağlayıcı globulin (SHBG) düzeyi artar. SHBG
49
BÖLÜM
6
Laktasyonda Meme Bakımı
Yrd. Doç. Dr. Sonay Baltacı Göktaş
Uzm. Hem. Yasemin Nazlı
Doğumdan sonra memelerden süt gelmesi ile başlayan laktasyon; fizyolojik değişikliklerin olduğu ve
anne bebek arasında etkileşimin de kurulduğu kadınların önemli bir yaşamsal dönemidir. Anne ile bebeğin sağlığı üzerinde çok önemli biyolojik ve duygusal
niteliğe sahip olan emzirme, bebeklerin sağlıklı büyümesi ve gelişmesi için en uygun beslenme yöntemidir.
Süt çocukluğu dönemi beslenmesinde ideal bir besin
olan ve olumlu etkileri yaşam boyu devam eden anne
sütü ile beslenme her çocuğun en doğal hakkıdır. Başarılı bir emzirmenin gerçekleşmesi, annenin bebeği
memeye tutuşu ve bebeğin memeye yerleşmesinin
doğru bir şekilde olması, emzirmenin uygun sürede
ve sıklıkta olması ile mümkündür. Annelerin bebeklerini yeterli ve etkili emzirmesi için anne sütünün
önemini kavramakla birlikte meme bakımını bilmeleri gerekmektedir. Bu nedenle annelere doğumdan önceki dönemden başlayarak meme bakımı ve emzirme
hakkında bilgi verilmeli ve desteklenmelidir. Eğitimde
önemli fonksiyonu olan ebe /hemşire tarafından anneye verilen eğitimin; ortaya çıkacak meme sorunlarının önlenmesinde, emzirmenin sürdürülmesinde ve
emzirme başarısında büyük rolü olduğu görülmektedir. Annenin doğum sonu dönemde düzenli izleminin
yapılması, emzirme konusunda verilen eğitimlerin
uygulamaya geçip geçmediğinin kontrolü ve annenin
sorularının yanıtlanması oldukça önemlidir.
MEMENİN ANATOMİ ve FİZYOLOJİSİ
Meme organları göğüs duvarının ön ve kısmen yan
bölümünün üzerinde iki adet simetrik yerleşimli modifiye deri bezlerinden oluşan dokulardır. Her
iki tarafta üstte ikinci kaburga, altta altıncı kaburga,
içte sternum kemiği, dışta ise orta koltukaltı çizgisi
arasında yerleşiktir. Meme dokusu, süt çizgisi olarak
bilinen epidermal kalınlaşmadan kaynağını almaktadır. Puberte öncesi meme gelişimi en azdır ve puberte
ile birlikte meme bezlerinin sayısı artar, süt kanalları
gelişir, stromal yapılar artar. Bu dönemde meme tomurcuğu ortaya çıkar. Tüm bu gelişmeleri östrojen ve
progesteron hormonları sağlar. Memenin gelişimini
tamamlaması ancak ilk hamilelik ile birlikte olur; duktuslar daha hızlı bir şekilde gelişerek asinüsler oluşur,
glanduler dokular stromal dokuların yerini alır. Hamileliğin sonunda meme organının nerede ise tamamı glanduler doku tarafından oluşur. Süt verilmesinin
bırakılmasını takiben asinüsler atrofiye uğrar, meme
dokusu içerisindeki stromal doku giderek azalır ve
meme küçülür. Menopoz ile birlikte stromal doku
daha da azalır, asinüsler atrofiye uğrar ve bazen tamamı ile ortadan kalkar.
Meme duktal sistemlerden meydana gelir. Her bir
duktal sistem çok sayıda lobul ve asiniden oluşur. Bir
memede yaklaşık olarak 15-20 adet tubulo alveolar
tipte lobul bulunur. Her bir lobul terminal duktuslara,
bunlar da segmental duktuslara ve en son olarak da
toplayıcı duktuslara dökülür. Toplayıcı duktuslar da
meme başına açılır. Meme dokusu ön torasik duvarın
yüzeyel fasyası arasında yer alır ve memeyi her yönden kuşatır.
Memenin arteryel kanlanması büyük oranda internal mamaryan arter ve lateral torasik arterden
sağlanır. Bu ana arterlerden çıkan daha küçük ölçekli damar ve kapilerler meme içerisinde birbirileri ile
anastomoz yaparlar. Damarlar arasında yine internal
mamaryan arterden kaynaklanan interkostal arterler
yer alır. İnterkostal alandan memeye dik gelen perforatörleri ile memenin kanlanmasını sağlarlar.
Memenin venöz drenajı, memenin arter ve lenfatik damarlarına eşlik eden venöz damarlar aracılığı ile
olur. Önemli ölçüde drenaj aksillaya doğrudur. Meme
parankiminden gelen venler, kanı internal torasik, aksiller ve internal juguler venlere ulaştırırlar. Memenin
57
BÖLÜM
7
Asemptomatik Hastada Görüntüleme
Anomalilerine Yaklaşım
Prof. Dr. Erkin Arıbal
Asemptomatik kadınlarda izlenen görüntüleme bulguları değerlendirme açısından zaman zaman sıkıntı
yaratmaktadır. Bu tip bulgular çoğu zaman benign
yapılar olmasına rağmen gereksiz biyopsi endikasyonlarına veya hastada endişeye neden olabilmektedir. Bu
gibi durumlarda en önemli rol radyoloğa düşmektedir ve radyoloğun deneyim ve bilgisi ile hastaya doğru yaklaşım sergilendiğinde, yarar sağlanmaktadır.
Bu bölümde bu tip bulgular tartışılacak ve örneklerle
doğru yaklaşım modelleri verilmeye çalışılacaktır.
ASİMETRİ
Asimetri mamografi (MMG) incelemesinde sık izlenen bir bulgudur. Çoğu zaman önemli bir nedeni yok-
A
tur ancak nadiren bir kanserin ilk ve tek bulgusu da
olabilir. Asimetri hem mamografide hem de manyetik
rezonans görüntülemede (MR) de izlenebilir ve dikkatle değerlendirilmelidir. Asimetri tek memede olan
ve karşı memede izlenmeyen görünümlere denir. Eğer
her iki pozisyonda izleniyor ve 3 boyutlu bir yapısı anlaşılabiliyorsa bu tip lezyonlar kitle olarak adlandırılırması gerekir.
Fokal asimetriler
Fokal asimetriler MMG’de tek pozisyonda izlenen ve
belirgin kitle yapısı oluşturmayan görünümlerdir. Fokal asimetrilerin altında bir kitle gizlenmediğine emin
olmak için ek pozisyonlar (spot baskı görüntüler gibi)
alınmalı şüphe devam ediyorsa ultrasonografi (US)
ile değerlendirilmelidir (şekil 1). Tüm incelemelerde
B
ŞEKİL 1. Fibrogladular doku arkasında orta hatta belirgin fokal asimetri izleniyor (A). Ancak asimetrinin spot grafi sonrası
kaybolduğu gözleniyor (B).
71
BÖLÜM
8
Meme Kanseri için Risk ve
Riskli Hastalara Yaklaşım
Yrd. Doç. Dr. M. Ümit Uğurlu
Prof. Dr. Bahadır M. Güllüoğlu
Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanser tipi
olup tüm kanser olgularının %23’ünü oluşturmaktadır. Bir kadında meme kanseri oluşumu için riski arttıran birçok faktör tanımlanmıştır. Bunlar demografik
faktörler, memede daha önce biyopsi ile elde edilmiş
histolojik lezyonlar ve genetik mutasyonlar (herediter
yatkınlık) olmak üzere üç ana başlık altında toplanmaktadır. Yıllar süren epidemiyolojik ve klinik araştırmalar sonucunda ‘risk’ grubundaki kadınlarda meme
kanseri gelişme olasılığını azaltmak üzere medikal ve
cerrahi yaklaşımlar geliştirilmiştir. Bu bölümde daha
önce tanımlanmış risk faktörlerine değinilecek ve
yüksek riskli bireylerde meme kanseri görülme sıklığını azaltmaya yönelik kanıta dayalı önleme stratejileri anlatılacaktır.
RİSK FAKTÖRLERİ
1. DEMOGRAFİK FAKTÖRLER:
Yaş: Kadınlarda yaş meme kanseri gelişiminde tek başına önemli bir risk faktörüdür. Yaşla birlikte meme
kanserine yakalanma sıklığı artmakla birlikte bilinmektedir ki 80-85 yaş arasında bir kadının meme kanseri olma riski, 30-35 yaşında olan bir kadından 30 kat
daha fazladır. Bu duruma hayat boyu maruz kalınan
çevresel faktörlerin mi yol açtığı yoksa tek bir etkenin
mi neden olduğu net olarak aydınlatılmamıştır.
Irk: Etnik köken meme kanseri için yaştan bağımsız
bir risk faktörüdür. Kuzey Amerika ve Avrupa’da sıklık artarken Asya ve Afrika’da meme kanseri insidansı
daha düşüktür.
Reprodüktif olaylar: Meme kanserinde tanımlanmış
risk faktörlerinin çoğu hayat boyu karşılaşılan jinekolojik ve endokrinolojik değişikliklerle ilintilidir. Erken
menarş ve geç menopoz hayat boyu görülen ovulatuvar siklüs sayısının artmasına neden olduğu için
%30-50 arasında riski yükseltmektedir. Buna karşın,
geç menarş ve erken menopoz riski azaltmaktadır.
Kırk yaşından önce ooferektomi geçirmiş kadınlarda
meme kanseri riski 2/3 oranında azalmaktadır. Öte
yandan nulliparite ve ilk canlı doğumun 30 yaşından
sonra yapılmış olması riski 2 kat artırmaktadır. Canlı
doğum ile sonlanmayan gebelikler ise riski azaltmamaktadır.
Obezite: Vücut kitle indeksi (VKİ) 30’un üstünde olan
kadınlarda daha zayıf kadınlara oranla meme kanseri
gelişme riski, 55-59 yaş arasında 1.1, 60-64 yaş arasında 1.18, 65-69 yaş arasında ise 1.22 olarak tespit edilmiştir. Premenopozal kadınlarda ise VKİ ile meme
kanseri rölatif riski arasında ters orantı mevcuttur. Bu
gruptaki kadınlarda VKİ arttıkça meme kanseri gelişme riski %10-30 azalmaktadır.
2. MEMEDE SAPTANAN HİSTOLOJİK
LEZYONLAR
Memede tanımlanan histolojik lezyonlar ile kanser
arasındaki ilişki çok faktörlüdür. Memenin glandüler
epitelinde görülen noninvaziv değişiklikler 4 kategoride değerlendirilir (Tablo 1): a) Non-proliferatif lezyonlar, b) Atipinin eşlik etmediği proliferatif lezyonlar, c) Atipinin eşlik ettiği proliferatif lezyonlar ve d)
Lobuler karsinoma in situ (LKİS).
85
BÖLÜM
9
Memenin Kistik Lezyonları
Doç. Dr. Fatih Aydoğan
Uzm. Dr. Fahrettin Kılıç
Yrd. Doç. Dr. Ahmet Korkut Belli
Uzm. Dr. Tülin Öztürk
Prof. Dr. Mehmet Halit Yılmaz
GİRİŞ
Kistik meme lezyonları, en sık görülen basit kistlerden
nadir görülen intrakistik meme tümörlerine kadar
olan geniş bir yelpazedeki durumları kapsar. Kist, genel
olarak, terminal duktal lobuler üniteden kaynaklanan
ve zamanla duktusların birleşerek dilatasyon gösterdiği bir durumdur. Memenin kistik lezyonları için kistik
ya da fibrokistik hastalık, kronik kistik mastit, mazoplazi, fibröz mastopati, fibroadenozis sistika, meme
displazisi, Reclus hastalığı ve Schimmelbusch’un hastalığı gibi isimler kullanılmışsa da, 1985 yılında New
York’ta yapılan konsensus toplantısında meme kistlerinin spesifik bir hastalık olmadığına karar verilerek,
fibrokistik hastalık terimi yerine “memenin fibrokistik değişikliği” teriminin kullanılması önerilmiştir.
Bir çok araştırmacı bu lezyonların, büyüyen fibröz bir
doku nedeniyle duktuslarda mekanik bir obstrüksyon
sonucunda geliştiği konusunda fikir birliğine varmıştır. Fibrokistik değişiklik (FKD) çok yaygın olması ve
bazı türlerinin meme kanseri riskini arttırmasından
dolayı önem arz etmektedir. FKD’ler patolojik olarak
proliferatif değişiklikleri, fibrozisi, ve kistleri içerir. Bu
bölümde memenin benign kistik lezyonları anlatılacaktır.
EPİDEMİYOLOJİ
FKD oldukça sık görülmektedir. Genellikle premenopozal dönemde görülür. En yaygın olduğu yaş aralığı
35-50 arasıdır. Otopsi serilerinde yaklaşık % 60 oranında mikroskopik olarak FKD bulunmuştur. Meme
kanseri riski yüksek olan kadınlara ultrasonografi
(US)taramasının yapıldığı ACRIN (American College of Radiology Imaging Network) 6666 çalışmasında
2662 hastanın % 48’inde ultrasonografi ile kist bulunduğu görülmüştür. Kistler daha çok premenopozal
dönemde görülse de (% 65.1), postmenopozal dönemdeki kadınların da % 39.4’ünde kist tespit edilmiştir.
Kistler genellikle menopoz döneminde regresyon gösterirler. FKD’ler yüksek sosyo-ekonomik düzeyi olan
batı toplumlarında daha sık görülmektedir.
Kistlerin perimenopozal dönemde daha sık görülmesi nedeniyle artmış östrojen düzeyleri, hiperprolaktinemi ve tiroid hormonu fazlalığı gibi hormonal
değişiklikler etiyolojik faktör olarak düşünülsede bu
hipotez net olarak kanıtlanamamıştır.
SINIFLAMA
Geçmişten bu yana meme kistleri için oluş mekanizmasına göre ve içeriğine göre farklı sınıflamalar
yapılmıştır. Bu sınıflamalar araştırmalar dışında pratikte kullanılmamaktadır. Günümüzde kistler ultrasonik görüntüsüne göre basit, komplike ve kompleks
kistler olmak üzere üç şekilde sınıflandırılmaktadır.
Basit kistler düzgün sınırlı, ince duvarlı ve anekoik
lezyonlardır. İnternal eko ve septa içermezler. Komplike kistler, basit sıvı içeriği olmayan, yoğun içerik bulunduran ve solid alan içermeyen kist tipidir.
Kompleks kistler ise bu kriterlerin dışında kalan, kalın duvarlı (≥0.5mm) ve/veya kalın septalı (≥0.5mm)
kistlerdir.. Solid alan içeren kistler de kompleks kist
olarak değerlendirilir. Kistlerin radyolojik sınıflaması ile ilgili ayrıntılı bilgilere tanı bölümünde yer
verilmiştir.
95
BÖLÜM
10
Fibroadenom
Prof. Dr. Abut Kebudi
Prof. Dr. Levent Çelik
Fibroadenomlar, epitelyal ve stromal yapılardan oluşan selim meme lezyonlarıdır. Kadınların yaklaşık
%10’unda görülür. Daha çok genç kadınlarda ve özellikle siyah ırkta görülürler. En çok görüldüğü yaşlar
hayatın ikinci ve üçüncü dekatlarıdır (doğurganlık
çağları). Fibroadenomların etyopatogenezi net olarak
aydınlatılamamıştır. Doğum konrol hapı kullanımının ve Epstein-Barr virüsünün etkili olabildiği bildirilmiştir. Genellikle 1-2 cm çapında olurlar. Büyüme
eğiliminde olan fibroadenomlar, 2-3 cm çapa ulaştıklarında çoğunlukla büyümeleri durmaktadır. Bu da
fibroadenomun gerçek bir neoplazi olmadığının kanıtı olarak ileri sürülmektedir. Yaklaşık 200 fibroadenomun 1’inde enfarkt geliştiği bildirilmektedir. Bu enfarkt kısmi, subtotal veya total olabilmektedir. Gebelik
ve laktasyon dönemleri en sık rastlanan predispozan
faktörler olarak tanımlanmıştır. Bu fenomeni açıklamak için memede armış metabolik aktiviteye karşılık
rölatif vasküler yetmezlik olabileceği öne sürülmüştür.
Gebelikte ağrı ve hassasiyet, enflamasyon ve buna bağlı gelişebilen lenfadenopati ile kanserle karıştırılabilir.
Fibroadenomların hormonlardan etkilendiği ve menopozda da involüsyona uğradıkları bildirilmektedir.
Kauçuk kıvamında, düzgün şekilli ve kolayca hareket ettirilebilmesi bu lezyonların karakteristik fizik
muayene özellikleridir. Genellikle küre veya ovoid,
daha az sıklıkla multilobule şekilde olurlar. Selim bir
lezyon olmasına karşılık, memede fizik deformiteye
yol açıp kişilerde anksiyeteye yol açabilir.
Kompleks fibroadenomlar, 3 mm’den büyük kist,
sklerozan adenozis, duktal epitelyal hiperplazi, epitelyal kalsifikasyon ve papiller apokrin değişikliklerden
bir ya da daha fazlasını içeren fibroadenom alt grubunu oluşturur. Basit fibroadenomlara göre daha ileri
yaşlarda görülür Yaklaşık 2500 fibroadenomu kapsayan geniş bir çalışmada %23 oranında saptanmıştır.
Basit fibroadenomlara göre boyutları daha küçüktür.
Literatürde %2 civarında kanser riski olduğu bildirilmektedir. Tedavisi basit fibroadenomlarla benzerdir.
Tubuler adenomlar, seyrek stroması olan, selim
epitelyal dokudan oluşan, iyi sınırlı, mobil ve genç kadınlarda görülen lezyonlardır. Klinik olarak fibroadenomlara benzerler. İyi sınırlı, koyu sarı renkte, düzgün
yapıda kitlelerdir ve mikrososkopik değerlendirmede
bir psödokapsüle sahip oldukları gözlenir. Zaman zaman mikroskopik değerlendirmede fibroadenoma geçiş gözlenebilmektedir.
Laktasyon adenomları (nodüler laktasyonel hiperplazi) gebelikte veya doğum sonrası dönemde bir
veya daha fazla sayıda hareketli kitleler şeklinde görülürler. Mikroskopik değerlendirmede sekretuvar bir
aktivite saptanır. Bunlar iyi sınırlı ve lobule bir yapıya
sahiptirler, kesildiklerinde esmer renkte ve tubuler
adenomdan daha yumuşak bir yapıdadırlar. Mikroskopik incelemede sekretuvar özellikte küboid hücreler
dikkati çeker. O’Hara ve Page 42 laktasyonel meme
adenomunu incelemişler ve bu lezyonların da tubuler
adenomların da aynı patogenezden geliştiğini ortaya
koymuşlardır.
Meme hamartomları (fibroadenolipom, adenolipom), selim yapıda ve seyrek rastlanan diğer benzer
lezyonlardır. Yapı olarak değişik oranda yağ dokusu
ve fibröz dokudan oluşan yoğun bir yapıya sahiptirler.
Zaman zaman yapısında düz kas bulunabilir (miyoid
hamartomlar). Genellikle, tanı ameliyat sonrası dönemdeki patolojik değerlendirmede konabilmektedir.
Fibroadenomatozis fibroadenom ve fibrokistik
değişikliklerden oluşan selim meme lezyonlarıdır. Bu
105
BÖLÜM
11
Filloid Tümör
Doç. Dr. Can Atalay
Filloid tümör (FT), ilk kez 1838 yılında Johannes Muller tarafından “sistosarkoma filloides” olarak tanımlanmıştır. Bu tümörün bu şekilde adlandırılmasının
nedeni taşıdığı metastaz potansiyeli değil, makroskopik görünümünün sarkoma benzemesindendir. Bu
gruptaki tümörler, 1982 yılında Dünya Sağlık Örgütü
tarafından patolojik olarak yeniden sınıflandırılarak
adları “filloid tümör” olarak değiştirilmiştir. FT, tüm
primer meme tümörlerinin %0.3-0.5’ini ve memedeki fibroepitelyal neoplazmların %2-3’ünü oluşturan,
nadiren bilateral olan bir meme neoplazmıdır. Hastalara genellikle 40’lı yaşlarda tanı konulmaktadır. Tümör boyutu ortalama 4-8 cm olup 1-40 cm arasında
değişemektedir. FT’lerin %20’si 10 cm’den büyüktür
ve bunlar dev FT olarak adlandırılmaktadır. Klinik
pratikte FT’ye tanı konulmasında güçlükler yaşanabil-
mektedir. FT’ün radyolojik ve histopatolojik bulguları
fibroadenomla benzerlik gösterdiğinden klinik şüphe
tanı konulması için önemlidir.
KLİNİK BULGULAR
Filloid tümörü olan hastalar, genellikle, memede ağrısız, ele gelen bir kitle ile başvururlar. Hastaların öyküsünden memede mevcut olan kitlenin son birkaç ay
içinde hızlı bir şekilde büyüdüğü öğrenilebilir (Şekil
1). Fizik muayenede kitle genellikle kolayca fark edilir.
Kitle üzerindeki meme cildi, özellikle büyük tümörlerde, gergin, parlak ve variköz venlerle kaplı olabilir.
Daha büyük olan FT’lerde cilt üzerindeki basıya bağlı olarak malignite lehine yorumlanabilecek ülserler
saptanabilir. Klinik olarak malign görünüme sahip
FT’lerde bile fizik muayenede aksiller lenfadenopati
%20 oranında saptanır.
RADYOLOJİK BULGULAR
ŞEKİL 1. Sağ memede hızlı büyüyen kitle ile başvuran ve filloid tümör bulunan bir hastanın görüntüsü.
Memede tanımlanmamış bir kitle ile başvuran hastalarda ilk aşamada mamografi ve meme ultrasonografisi yapılmalıdır. FT, mamografi ve meme ultrasonografisinde fibroadenoma benzer özellikler
gösterir. Mamografide yuvarlak, oval veya lobule bir
kitle olarak görülebilirler. Ultrasonografide ise hipoekoik, düzgün sınırlı kitlelerdir ve içlerinde kistik
alanlar veya septalar saptanabilir. Manyetik rezonans
(MR) görüntülemede ise T2 ağırlıklı görüntülerde
yüksek sinyal yoğunluğu olan oval, yuvarlak veya
lobule kitleler olarak görülürler (Şekil 2). Kontrastlı
111
BÖLÜM
12
Adenozis ve Çeşitleri
Prof. Dr. Serpil Dizbay Sak
Prof. Dr. Savaş Koçak
Adenozis, memenin daha çok lobuler ünitelerinde yer
alan, glandüler yapıların selim proliferatif lezyonlarıdır. Proliferatif olmayan bazı lezyonlara da (örneğin
genişlemiş asinileri çevreleyen kolumnar hücrelerden
oluşan ve “kör duktus adenozisi” olarak da tanımlanmış olan “kolumnar hücreli değişiklik” gibi) bu ad verilmiş olsa da, günümüzde adenozis teriminin proliferatif patolojileri tanımladığı kabul edilir.
Adenozis çeşitlerinin tümü, klinik ve radyolojik
olarak meme kanseri ile sıklıkla karıştırılabildikleri
için önem taşırlar. Histopatolojik ayırıcı tanıları da
güçlük yaratabilir.
Adenozisin birçok tipi tanımlanmıştır. Az görülen
bir adenozis varyantı olan “mikroglandüler adenozis”
dışındaki tiplerin prekanseröz olmadığı ve meme kanserine eşlik etme olasılıklarının düşük olduğu kabul
edilir.
Bu bölümde göreceli olarak sık görülen adenozis
tipleri olan sklerozan/apokrin adenozis, adenomiyoepitelyal adenozis ve mikroglandüler adenozisten söz
edilecektir.
I. SKLEROZAN ADENOZİS/APOKRİN
ADENOZİS
Sklerozan adenozis, memenin biyopsi materyallerinde
sık görülen selim proliferatif lezyonlarındandır. Klinik
ve radyolojik olarak meme kanseri ile karıştırılabilir.
En sık 35-50 yaş arasında görülür.
Klinik ve radyolojik olarak saptanamayan minimal lobuler değişikliklerden büyük kitle lezyonlarına
kadar değişen klinik görünümleri olabilir. Kitle oluşturduğunda “nodüler sklerozan adenozis” olarak da
adlandırılabilir.
Sklerozan adenozis, mamografide meme kanserini taklit edebilir. Radyolojik görüntülemede kitle,
mikrokalsifikasyon kümesi, glandüler dokuda asimetri olarak görülebilir. Ülkemizden yayınlanan bir
çalışmada sklerozan adenozis tanılı 43 olgunun (30
non-palpabl, 13 palpabl kitle) radyolojik bulguları incelenmiştir. Buna göre sklerozan adenozisli olguların
mamografilerinin % 56’sında mikrokalsifikasyon, %
12’sinde kitle, % 7’sinde asimetrik dansite, % 7’sinde
yapısal distorsiyon olduğu görülmüştür.
Tarama amaçlı yapılan mamografilerin yaygınlaşması sonucunda mikrokalsifikasyonların görülme
sıklığında artış olmuştur. Histopatolojik inceleme
önerilen mikrokalsifikasyonlara yapılan streotaksik
biyopsi veya vakum aspirasyon biyopsilerinde, sklerozan adenozis kanser ve duktal proliferatif lezyonlardan sonra en çok karşılaşılan patoloji olarak karşımıza
çıkar.
Histopatoloji
Adenozis meme lobullerini oluşturan asinüslerin sayıca artmasını ifade eden bir terimdir. Bu artışa hem
epitelyal hem de miyoepitelyal hücreler iştirak eder.
Adenozis sıklıkla fibrokistik değişikler olarak adlandırılan proliferatif meme patolojilerinin bir komponenti olarak izlenir. Makroskopik görünüm adenozise eşlik eden diğer proliferatif/non-proliferatif meme
patolojilerinin görünümü ile de ilişkilidir. Glandüler
komponentin ön planda olduğu florid adenozis iyi sınırlı, sert palpe edilen nodüller oluşturabilirken; sklerozisin eşlik ettiği durumlarda sınırları daha belirsiz
ve fibrotik bir görünüm ortaya çıkar. Kalsifikasyon
mevcut ise, kesit yaparken kumsu granüler bir özellik
farkedilebilir. İzole lobullerde ortaya çıktığında mak117
BÖLÜM
13
Hamartomlar
Prof. Dr. Neslihan Cabıoğlu
Prof. Dr. Cihan Uras
“Hamartom” ilk olarak 1968’de Hogeman ve Ostberg tarafından klinik, radyolojik ve patolojik olarak
bu lezyonun tarif edilmesiyle beraber kullanılmıştır.
Olgun hücrelerden oluşan ve bulundukları dokuda
çoğalan ve hamartomların yapısal bir düzenleri yoktur. Bu yüzden fibroadenomlar, juvenil hipertrofi gibi
memenin diğer adenomları, miyolipom, lipom, kondrolipom, adenohipernomalar hamartomlar içinde sınıflandırılmaz. Eski terminolojide hamartom yerine
“adenolipomlar” veya “fibroadenolipomlar” veya “lipofibroadenomlar” kullanılıp bu lezyonlar günümüzde hamartomlar içinde sınıflandırılırlar.
Hamartomlar, selim lezyonlar olup meme dokusunu iterek oldukça büyük ebatlarda olabilirler. Sıklıkla
lipomlarla karıştırılır; ancak lipomlardan daha erken
yaşta görülürler. Genelde 50 yaşlarında görülmekle
beraber değişik yaşlarda da rastlanabilir. Nadir görülen tümörlerdendir. Son 20 yılda artan tarama ma
mografilerinde daha sıklıkla saptanmıştır. Crothers ve
ark. ise 20 000 mamografide 8 vakada hamartom tespit etmişlerdir. Daha sıklıkla kadınlarda görülmesine
rağmen nadiren erkeklerde görülen hamartomlar da
bildirilmiştir.
Hamartomlar yağlı yapısından dolayı muayenede
ele gelmemesine rağmen meme dokusunda asimetriye yol açabilir. Çoğunlukla 1-5 cm arasıdır; ancak 10
cm’e kadar büyüklerine de rastlanabilir. Mamografide
değişik şekillerde olduğu gibi daha çok fibroyağlı kitle
olarak görüntülenmektedir. Mamografik olarak tipik
görünümü radyolusens yağlı bir halosu olan düzgün
kenarlı bir kitledir (Şekil 1). Juvenil hipertrofi hamartomun görünümünü taklit edebilir. Ultrason bulgusu genelde genelde solid görünümde olmak beraber
değişkendir. 35 hamartom vakasının incelendiği bir
çalışmada vakaların %24’ünde bu lezyonlarda kistik
yapılar tespit edilmiştir. Park ve ark. ultrasonda bu
lezyonların kompresyon olabildiğine ve yuvarlak lezyonların ovoid hal aldıklarına dikkat çekmişlerdir.
KLİNİK ÖZELLİKLER
ŞEKİL 1. Mamografide periareolar bölgede lokalize iyi sınırlı
yağ dansitesinde alanlar içeren hamartom.
Çoğu hamartom benign yapıda olmasına rağmen pek
çok solid lezyonda olduğu gibi tanı için biyopsi gereklidir. Ancak görüntüleme tekniklerinin sonuçlarına
bakılmadan ne ince iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB)
ne de kor biyopsi tek başına hamartomun teşhisi için
yeterli olmayabilir. İİAB nonspesifik benign lezyon
teşhisi koymaya yardımcı olmasına rağmen, spesifik
olarak hamartom teşhisi için yetersizdir. Hamartomun sitolojik bulguları diğer benign lezyonların benzer. Eğer görüntüleme tetkikleriyle bir korelasyon yapılamıyorsa kor biyopsi de kesin teşhiste yetersiz kal121
BÖLÜM
14
Radyal Skar /Kompleks Sklerozan Lezyon
Doç. Dr. Memduh Dursun
Prof. Dr. Ekrem Yavuz
Radyal skar, çoğunlukla yağ içeren santral bir çekirdekten dışarıya doğru ışınsal yayılım gösteren konnektif doku bantlarıyla karakterize; santral skleroz,
değişen derecelerde epitelyal proliferasyonu, apokrin
metaplazi ve papillom formasyonu ile karekterize
non-neoplastik meme patolojisidir. Operasyon spesimenlerinde sıklığı %4-26 arasında değişir. Radyal
skarlar genellikle 1 cm’den küçük olup 1 cm üzeri büyüklükte ise sıklıkla kompleks sklerozan lezyon adını
alır. Üst dış kadran en sık görülen bölgedir.
Etiyolojisi tam olarak bilinmemektedir. Geçirilmiş
cerrahi girişim ya da travma ile ilişkisi yoktur. Genellikle palpabl kitleye, ciltte kalınlaşma ve retraksiyona
neden olmazlar. Eşlik eden mikrokalsifikasyonların
varlığı bildirilmiştir.
Radyal skar görünümüne neden olan benign lezyonlar fibrozis, stromal elastozis, apokrin metaplazi,
sklerozan adenozis, duktal dilatasyon ve atipik olmayan duktal hiperplazidir. Radyal skar olarak bildirilen olguların %25’inden fazlasında eş zamanlı olarak
karsinom mevcut olduğu bildirilmiştir. Radyal skarlı
hastalarda meme kanseri sıklığını açıklayan iki teori
bulunmaktadır. Bu teoriler, radyal skarın premalign
bir lezyon olması ve kanseri riskinin arttığını gösteren
bir belirteç olduğudur. Karsinom genellikle lezyonun
periferinde lokalize olur ve sıklıkla tubuler karsinom,
daha az olarak da atipik duktal hiperplazi, in situ duktal kanser veya lobuler neoplazi tipindedir.
PATOLOJİK ÖZELLİKLER
Radyal skar, hem makroskopik hem de mikroskopik
özellikleri ile tubuler karsinomu taklit eder. Makroskopik olarak karsinoma benzer şekilde spiküler bir
lezyondur ancak karsinomlar kadar sert kıvamda değildir. Çoğu zaman da makroskopik olarak seçilemeyecek kadar küçüktür. Mikroskopik olarak ise santral
kısımda; fibroelastotik zaman zaman sklerotik bir
stroma ve bunun içinde sıkışmış psödoinfiltratif tubuller yer alır. Bu tubullerde apikal uzama olmayışı,
miyoepitelyal tabakası bulunuşu karsinomdan farklı
taraflarıdır. Ayrıca radyal skardaki stroma, karsinomdaki desmoplastik stromadan farklıdır. Periferinde
ise in situ duktal karsinomu andıran olağan duktal
hiperplazi yer alır. Hiperplazi yerine zaman zaman
duktal ektazi, zaman zaman da adenozis gözlenebilir.
Radyal skarın, genel kategoride adenozis veya papiller
lezyon ilişkili olduğu kabul edilir. Buna rağmen sıklık
bakımından karsinomu taklit eden meme lezyonları
içinde en başta gelen lezyonlardan birisidir.
GÖRÜNTÜLEME ÖZELLİKLERİ
Radyal skarın toplum bazlı tarama mamografilerinde
prevalansı yaklaşık %0.04 civarındadır. Mamografide radyal skar asimetrik dansite veya yağ nedeniyle
santrali lüsent yapısal distorsiyon alanı şeklinde izlenir (Şekil 1). Tipik olarak ayrı santral kitle bulunmaz.
Maligniteler radyal skarın mamografik görünümünü
taklit edebilir. Mamografide lüsent yağ varlığı maligniteyi ayırıcı tanıdan dışlayamaz. Çünkü bazen radyal
skarın lüsent santral çekirdeğini süperpoze arka plan
yağ dokusundan ayırt edebilmek mümkün olmamaktadır.
Ultrasonografide ise düzensiz kenarlı, spiküle kitle
ya da kitleden ayırt edilmeksizin yoğun fokal akustik
gölgelenme şeklinde izlenir. Ultrasonografide radyal
skarın maligniteden ayırımı yapılamamaktadır. Rad123
BÖLÜM
15
Miyoepitelyal Selim Meme Lezyonları
Doç. Dr. Osman Kurukahvecioğlu
Doç. Dr. Güldal Yılmaz
Adenomiyoepitelyoma (AME), epitelyal ve miyoepitelyal hücrelerin birlikteliğinden oluşan geniş bir
spektruma sahip bifazik lezyonları tanımlamaktadır.
Memenin adenomiyoepitelyal lezyonları son derece nadir görülen tümörlerdir ve literatürde yaklaşık
150 vaka bildirilmiştir. Adenomiyoepitelyal lezyonlar,
hem duktal epitelyal hem de miyoepitelyal hücrelerin
eşzamanlı, bifazik proliferasyonuyla karakterizedir ve
çoğu AME selimdir. AME ile duktal adenoma arasında ilişki olduğu tartışmalı olmasına rağmen, bu konuyla ilgilenen pek çok yazar bu iki terimi eş anlamlı
olarak kullanmaktadırlar. Miyoepitelyoma, sadece miyoepitelyal kökten diferansiye olan neoplazm olmasına karşın literatürde AME ile aynı özelliklere sahipmiş
gibi kullanılmaktadır.
Miyoepitelyal hücreler normal olarak duktus epitel hücreleri ile bazal lamina arasında bulunmaktadır.
Meme kanseri gelişiminde ortaya çıkan neoplastik
dokular miyoepitelyal hücreleri de infiltre etmektedir. Ancak bazı nadir tümörler direkt bu hücrelerden
köken alırlar ki bunlara memenin miyoepitelyal tü-
TABLO 1. Memenin adenomyoepitelyal lezyonlarının
sınıflaması
Hiperplazi
Adenozis nodül
Adenomiyoepitelyozis /
adenomiyoepitelyal adenozis
Neoplaziler
Selim
Adenomiyoepitelyoma
Malign
Malign Adenomiyoepitelyoma
Tavassoli miyoepitelyal lezyonları, miyoepitelyozis,
adenomiyoepitelyoma ve malign miyoepitelyoma olarak
sınıflamıştır.
mörleri denir. Bu gelişen miyoepitelyal lezyonlar ise,
miyoepitelyozis, adenomiyoepitelyal adenozis, adenomiyoepitelyoma ve adenomiyoepitelyal karsinoma
olarak adlandırılır (Tablo 1). Miyoepitelyal hücreler,
normal meme duktus yapısını oluşturan hücrelerdendir ve sütün duktus boyunca ejeksiyonunu sağlarlar.
Normal duktal epitelyal hücreler reseptörleri aracılığıyla östrojen ve progesteron tarafından regüle edilirlerken, miyoepitelyal hücrelerin büyüme kontrolünün
nasıl olduğu hala belirsizdir. Sadece gebelik ve laktasyon döneminde oksitosin hormonuna bağımlı olduğu
bilinmektedir.
Hamperl tarafından ilk kez 1970’de tanımlanmış
olan adenomiyoepitelyoma (AME), duktal ve miyoepitelyal hücrelerden oluşan neoplastik bir patolojidir
ve tükrük bezinin epitelyal-miyoepitelyal karsinomasına (EMEK) benzerlik göstermektedir. Tükrük bezin-
TABLO 2. Memenin miyoepitelyal lezyonlarının
sınıflaması (WHO sınıflaması)
1. Miyoepitelyozis
A) İntraduktal
B) Periduktal
2. Adenomiyoepitelyal adenozis
3. Adenomiyoepitelyoma
A) Selim
B) Malign
Miyoepitelyal karsinoma
Epitelyal karsinoma
Malign epitelyal ve miyoepitelyal komponentler
Sarkoma
Karsinosarkoma
4. Malign Miyoepitelyoma
127
BÖLÜM
16
Mezenkimal Benign Meme Lezyonları
Doç. Dr. Ali İlker Filiz
Prof. Dr. Gürhan Sakman
Prof. Dr. Yavuz Kurt
PSÖDOANJİOMATÖZ STROMAL
HİPERPLAZİ
Psödoanjiomatöz stromal hiperplazi (PASH), ilk olarak 1986 yılında Vuitch ve ark. tarafından dokuz olguyu içeren bir seri ile tanımlanmıştır ve meme stromasının nadir görülen benign proliferatif mezenkimal
bir lezyonudur. Endotel benzeri iğsi hücreler stromada
birbiri ile anastomoz yapan damar benzeri yarıklanmalar oluşturur. Ancak tanımlanan bu yarıklanmalar
gerçek damarlardan farklı olarak endotel hücreleri ile
döşeli olmayıp miyofibroblastlarla döşeli boşluklardır.
Görülme sıklığı açısından değerlendirildiğinde; 1661
meme biyopsi spesmeninde yedi lezyon saptanan
(%0.4) seriye karşılık, 200 biyopsinin değerlendirildiği
seride %23 oranında mikroskopik odak tespit edilmiş
ve günümüzde iyi tanınan benign meme lezyonları
arasındaki yerini almıştır.
Diffüz ya da nodüler lezyon oluşturma özelliğine
sahiptir. Olguların ancak %30’unda ele gelen ağrısız
kitle kliniği ile kendini gösterirken, %70’inde radyolojik inceleme ya da herhangi bir nedenle yapılan biyopsi sonucunda insidental olarak tespit edilir. Kitle
oluşturan lezyonlar genelde yavaş bir büyüme göstermesine rağmen, hızlı büyüyen lezyonlarda bildirilmiştir. Bildirilen en büyük PASH olgusu 22,5 cm boyutunda olup, bir başka seride ortalama lezyon çapı 2,4
cm olarak verilmiştir.
Psödoanjiomatöz stromal hiperplazinin etiyolojisi
ve patogenezi hakkında henüz net bir bilgi bulunmamaktadır. Lezyonun östrojen bağımlı dokuda progesterona cevap olarak oluştuğunu bildiren çalışmalar
vardır. Ancak tüm lezyonlar progesteron aktivitesi
göstermemektedir. Genellikle premenopozal ve perimenopozal kadınlarda görülmekle birlikte gençlerde,
erkeklerde ve immunsuprese hastalarda da bildirilmiş
olması hormonal etkinin ancak indirekt faktörler arasında yer alabileceğini düşündürmektedir.
Radyolojik yöntemlerde patognomonik bulgu tanımlanmamıştır. Mamografide sıklıkla değişen boyutta yuvarlak ya da oval, tamamen ya da kısmen keskin
sınırlı, kalsifikasyon içermeyen lezyon şeklinde görülebilmesi yanında yer yer spiküle görünüm, asimetrik
dansite ya da dansite artışı şeklinde bulgu verebilir.
Ultrasonografide homojen ekojenitede solid lezyondan, küçük kistik yapılar içeren yarı solid kitlelere kadar farklı görünümde olabilir.
Klinik ve radyolojik bulgular lezyonun özellikle
fibroadenomdan ayırımı için yeterli olamamaktadır.
İnce iğne aspirasyon biyopsisi de (İİAB) kesin tanı
için yeterli olmayabilir. Olguların yaklaşık yarısına
yakınında (%40) fibroadenom ayırıcı tanısı İİAB ile
yapılamazken, yarıklanmaların fokal olduğu ya da örneklemenin yetersiz olduğu durumlarda “hamartom”
şeklinde yanlış tanı konulabilmektedir. Stromal hücre
proliferasyonunun çok belirgin olduğu durumlarda
filloid tümörü veya miyofibroblastom ile ayırıcı tanı
güçleşmektedir. Miyofibroblastom, epitelyal kısım
içermeyen mezenkim tümörü olması nedeni ile filloid
tümör ise epitelyal komponentinin karekteristik görünümü yanında stromal aşırı hücresellik özellikleri ile
PASH lezyonlarından ayırt edilebilir. Damar benzeri
yarıklanmalar barındıran PASH lezyonlarının anjiosarkomdan ayırımı da önemli bir tanı sorunudur.
Psödoanjiomatöz stromal hiperplazide gerçek vasküler yapılar olmayıp yarıklanmalar içinde eritrosit bu133
BÖLÜM
17
Meme Başı Selim Tümörleri
Prof. Dr. Şennur İlvan
MEME BAŞI ADENOMU
Meme başı adenomu (MBA), nadir görülen ve meme
başındaki büyük duktuslardan kaynaklanan selim
proliferatif bir lezyondur. Florid papillomatozis, eroziv adenomatozis ve süperfisyal papiller adenomatozis gibi isimlerle de anılmaktadır. MBA en sık 4-5.
dekatlarda görülmekle birlikte, her yaş kadında ortaya
çıkabilir. Daha nadir olarak erkeklerde de görülebilmektedir.
Klinikte meme başında şişlik, nodülarite, erozyon,
eritem ve kabuklanma gibi bulgular oluşturduğundan
Paget hastalığı ile karışabilmektedir (Şekil 1). Olguların % 60-70’inde kanlı meme başı akıntısı şikayeti
vardır. Meme başında ağrı ve kaşıntı şikayeti de olabilir. Genellikle unilateral yerleşimli olmakla birlikte,
ŞEKİL 1. Meme başı adenomunun görünümü.
literatürde her iki meme başını da tutmuş olgular bildirilmektedir. Mamografide ve ultrasonografik incelemede karsinom olarak değerlendirilebilir.
Makroskopik olarak, genellikle sınırları belirsiz,
sert nodüler lezyon şeklinde görülür. Yüzeyindeki
epidermisde erozyon ve ülserasyon gelişebilir. Mikroskopik incelemede lezyonun, meme başı derisinin
hemen altında yerleşmiş olduğu görülür. Ancak bazen
epidermis ile ilişki de seçilebilir. MBA, birbirinden oldukça farklı histolojik tablolar göstermektedir. Rosen
ve Caicco adenozis, papillomatozis ve sklerozan papillomatozis olmak üzere üç farklı mikroskopik büyüme
paterni tanımlamışlardır. Bu paternlerin herhangi bir
prognostik önemi olmayıp, çoğu olguda bunların karışımı görülmektedir. Sklerozan papillomatozis paterni
memenin sklerozan papillomuna, adenozis paterni ise
sklerozan adenozise benzer morfolojidedir. Sklerotik
stroma içinde dağılmış glandlar ve duktuslar değişik
oranlarda epitel proliferasyonu ve papiller hiperplazi
gösterebilir (Şekil 2). Az sayıda mitoz, nekroz, apokrin ve skuamöz metaplazi alanları görülebilir. Yüzeyde epidermisin yerini alan glandüler epitel, eritemli
ve erode meme başı görünümüne yol açarak klinikte
Paget hastalığını taklit edebilir. Dezmoplastik stroma
içinde hapsolmuş glandüler yapıların oluşturduğu
psödoinfiltratif görünüm nedeniyle de mikroskopik
incelemede invaziv duktal karsinom ya da tubuler karsinom ile ayırıcı tanı güçlüğü oluşabilir. Karsinomun
aksine, MBA’da glandlar ve duktuslar çevresinde myoepitelyal hücreler vardır. Bu nedenle, ayırıcı tanı güçlüğü çekilen olgularda SMA (düz kas aktini) ve P63
gibi myoepitelyal belirteçler ile yapılacak immunhistokimyasal boyama faydalı olacaktır. MBA’nın nadir
olarak in situ ya da invaziv meme karsinomlarına eşlik
139
Download