Aralık-1996 İSLAM’DA İNSAN HÜRRİYETLERİ HAK VE Diyanet ِْ ُاَيَحْ َسب ك ُسدًى َ اْل ْن َسانُ اَ ْن يُ ْت َر Muhterem Cemaat! İnsan eşref-i mahlûkattır, hür olarak yaratılmış bir varlıktır. Şerefi fıtrî olduğu gibi hürriyeti de fıtrîdir. İslam'ın insana tanıdığı hak ve hürriyetlerin kaynağı, diğer sistemlerde olduğu gibi beşerî değil, İlâhîdir. Bu, İlâhî hukuk sisteminin zaruri bir neticesidir. Bu sebeple bu hak ve hürriyetler, her ne şekilde olursa olsun çiğnenemez, yok sayılamaz. Asla vazgeçilmez ve tecavüz edilemez. Ayrıca bu hürriyet, ibadetlerin de vazgeçilmez şartlarındandır. Hürriyeti kısıtlananların kulluk vecibeleri de noksandır. Onun için insanın asıl gayesi, Yarada- na korkusuzca kulluk etmektir. Bu da en geniş manasıyla hürriyette kaimdir. Aziz Müslümanlar! İnsanın canı kadar hak ve hürriyetleri de azizdir. Hayat hakkı ne kadar muhterem ise, hak ve hürriyetleri de o kadar masum ve muhteremdir. Ancak bu hak ve hürriyetler sınırsız da değildir. Dünyada her şeyin bir haddi bir hududu olduğu gibi, hürriyetlerin de bir sınırı vardır. İslam, insana bu geniş hürriyeti tanırken onu başıboşluğa itecek, sorumsuzluğa düşürecek tehlikelere işaret etmiş, fıtratın tayin ettiği çizgiye uymasını istemiş, sınırları zorlamamasını emretmiştir. Nitekim Kıyamet suresi 36. ayet-i kerimede Cenab-ı Allah şöyle buyurmuştur: “İnsanoğlu kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.” Değerli Müslümanlar! İnsan, sahip olduğu değerlerin pek çoğunu sonradan kazanır. Bunları elde etmek için hayatı boyunca çırpınır, didinir. Bu değerleri kaçırmamak için çalışır. Çünkü bunların bedelini, hayatının en masum ve verimli çağlarını vererek ödemiştir. Onun içindir ki bedeli ödenen değerler, insanın nazarında daha çok kıymetlidir. Dünyada bedeli ödenemeyecek kadar ağır manevi değerler de vardır. Hürriyet bunların başında gelir. Çünkü hür olmak, insan olmakla eş değerdedir. İnsanın hür olması demek, irade ve ihtiyarında serbest olması demektir. Fakat bu serbestlik ona, her istediğini istediği şekilde yapma, arzu ettiği bütün fiilleri başkasının zararına da olsa icra etme hürriyeti vermez. Fakat insan, bir taraftan kendisini çepeçevre kuşatan İlâhi rahmet ve mağfiretin vüs'atı, bir taraftan kendisini çepeçevre tahrik ettiği cehalet sebebiyle, kendisini sınırsız bir hürriyetin sahibi zanneder ve etrafına zarar vermeye başlar. İşte siyasî, İçtimaî, ahlâkî ve İktisadî huzursuzlukların kaynağı bu zulüm ve haksızlıklardır. Bunun neticesi insanlığın felaketidir. Muhterem Müslümanlar! Kişi ve toplumlar bu noktaya geldiği zaman, kendisinin hakkı olduğunu zannettiği değer yargılarını kaybetmeye başlar; ilk kaybedeceği şey de hürriyeti ve ona bağlı olar rak haklarıdır. Başkalarının haklarıyla sınırlı olan bu hürriyeti iyi kullanmak gerekir. Demek ki insanın hürriyeti, başkalarının haklarıyla sınırlıdır. Hürriyetlerini elden çıkarmak istemeyenler, başkalarının hukukuna saygılı olmalıdır ki; hürriyetini sonuna kadar kullanabilsin. Değerli Müslümanlar! İnsan kendisini, mutlak hürriyetin ve mutlak iradenin sahibi zannetmemelidir. Çünkü bu zan bir aldanıştır. Gerçi insanın şu fani hayatta “benim” dediği şeyler vardır. Ama bunlar gerçek manada "malikiyyet” ifade etmez. Bunlar bize, asaleten değil, geçici olarak verilmiş tasarruflardır. Dolayısıyla birer emanettir. Emanetler üzerindeki tasarruf hakkımızı son derece titizlikle kullanmalıyız. Aksi halde emaneti zayi etmiş oluruz. Emaneti zayi edenler, hem kendilerine, hem yüklendikleri emanete, hem de diğer canlılara karşı zulmetmiş olurlar. Unutmayalım ki, hürriyetler sınırlandırılmadığı takdirde kendi kendini yok eder. Hürriyetin gücü sınırsızlığında değil, başkalarının haklarıyla sınırlı olmasındadır. Çünkü mutlak manada hürriyet, yalnız Yüce Allah'a mahsustur.