Tavası, Paşası, Kaldırımı ve Đskender Beyi ile ELBASAN’DAN TĐRANA BĐZĐM ARNAVUTLUK Ne zaman Osmanlı Kültür ve Tarih mirası sevdalıları ile Balkan’a çıksak Ohri gölü kenarına geldiğimizde karşı kıyılardaki Arnavut ellerinde Elbasan’ı, Berat’ı, Tiran’ı, Akçahisar’ı, Đşkodra’yı ve oralarda bıraktığımız mirası da görmeyi çok isterdik. Bu sene hak nasip etti. Aldık Ohri gölünü solumuza vurduk kuzeye. Vardık Kartal’ın çocuklarının sınırına dayandık. Arnavutlar kendilerine kartalın çocukları anlamında Şkipdar derler. 29.000 km2’lik 4 milyon nüfuslu ve %70’i Müslüman, 500 yıl Osmanlı egemenliğinde kalmış, aynı coğrafyanın insanı iken kültür ve tarih bilinçaltımızda Osmanlı’ya yetiştirdiği paşaları, ciğeri, kaldırımı, böreği ile çok derin bir yer edinmiş Arnavutluk’a girişimiz kolay oldu. Sınırdan itibaren çevreniz yol kenarlarına öbek öbek serpiştirilmiş kalın betonlarla inşa edilmiş tepesine kadar toprağa gömülü silindirik yapıda hafif ve ağır makinalı silahlar için piyade koruganları.ile dolmaya başlıyor. Bunlar 1985 yılında ölene kadar 41 yıl boyunca ülkesini dört bir yandan işgale uğrama sendromu ile dünyadan kopuk bir şekilde eşi menendi görülmemiş bir sistemle yöneten Enver Hoca döneminin bugün kara mizah unsuru olarak hatırlanan sembolleri. Sayılarının yüzbinlere ulaştığı söyleniyor. Bunlar Arnavutluk’un komşuları ile olan sınırlarından içeri doğru ilerledikçe heryerde karşınıza çıkıyor. Bir de kapitalist döneme geçişle ülke içinde patlayan özel araç sayısı –ki modelleri biraz geçmiş olsa da dünyada herhalde Mercesedes araç sayısı açısından Arnavutluk Guinesse’e aday olur, iki sektörde patlama oluşturmuş. Araba yıkama istasyonları ile lüks benzin istasyonları. Bunun dışında altyapı ve bayındırlık hala harap durumda. Ekonomik gelir grupları arasında öteki demirperde ülkeleri arasında kapitalizme geçiş aşamasında yaşanan keskin savrulmalar burada hala canlı. Ama hediyelik eşyacılarda tahta üzerine oyulmuş haritalarda bile canlı tutulan ve bugün Makedonya, Kosova ve bugünkü Arnavutluk arasında dağılmış bir şekilde yaşayan Arnavutları içine alacak şekilde hayal edilen büyük Arnavutluk ideali halkın gelecek ile ilgili önemli motivasyon unsurlarından. Şukumbi ırmağının Münbit düzlüklerden geçerek ani araç patlamasının serüven dünyasına çevirdiği tek şeritli şehirlerarası yolları maceralar ile katedip 2 saatlik bir yolculuk sonrası çevresi ile beraber 80 bin nüfüslu Elabasan’a geliyoruz. 1909’da Đstanbul’da Jön Türk devriminden sonra bunun bir reaksiyonu olarak Arnavutlar ilk Milli Kongrelerini burada toplamışlar ve Arnavutça’yı Latin Alfabesi ile yazma kararını ilk burada almışlar. Đlk girişte Enver Hoca toplu konutları insanın içini burkuyor. Fatih’in meşhur Arnavut milliyetçisi Đskender Bey’in faaliyetlerini kontrol amacı ile 1467’de kurduğu tarihi kale şehirde merkezi bir konumda. Şehre adını bu kale vermiş. Arnavutlar Đlbasan diyorlar. “Arnavid ilini basan (gözetleyen) kale”. Kale oldukça iyi durumda. Đçinde güzel bir restaurant kafeterya hizmet veriyor. Maiyyetinde Osmanlı coğrafyasını keşfetmeyi öğrendiğimiz Pirimiz Haluk Dursun Hocamız’a müjdeler olsun. Artık Elbasan kalesinde Arnavut mutfak kültürünün Osmanlı mutfağına hediyesi Elbasan tavayı çok güzel yapıyorlar. Kalenin hemen arkasında taş döşemeli sokaklar ve şirin evlerin arasından geçince kırma çatılı, kare planlı, ahşap örtülü son cemaat yeri olan 2. Beyazıt tarafından 1490 – 1492 yılları arasında yaptırılan çok şirin Hünkar Cami karşınıza çıkıyor. 1967’de kültür devriminde cami bir müddet halkın bilinçlendirilmesi için bir propaganda merkezi olarak kullanılmış. Ama neyse ki 1996’da tekrar camiye çevrilmiş ama önceden yıkılan minaresi daha inşa edilmemiş. Son dönemde ise Arabistan’lı bir hayır sahibi tarafından restore ettirilmiş. Kale içinde orijinal mimarisini biraz kaybetmiş kale hamamı, geleneksel Arnavut taş döşeme sanatı örneği şirin sokakların iki yanına dizilmiş tarihi evlerin yanı sıra bir de Sultan Abdulhamit’in yaptırdığı saat kulesi var. Kalenin dışına çıktığınızda Arnavutluk’taki hamamların en büyüklerinden 17. yüzyıldan kalma Çifte Hamam karşınıza çıkıyor. Şehrin merkezinin güney kısmında tren yolunun karşısında kare planlı tek kubbeli üstü kiremitle örtülü minaresi harap bir mahzun metruk bir cami daha var. Son cemaat yeri de yıkılmış. 16. yüzyıldan Nazır Bey Camii. Taş ve horasan işçiliğine baktığınızda zamanının güzel örneklerinden olduğu hemen anlaşılıyor. Arnavutluk bugün Balkanlar’daki Bektaşiliğin merkezi konumunda. Elbasan ise 1912’den beri Arnavutluk’daki önemli Bektaşi merkezlerinden. Đşte bu konumunu pekiştiren ve tamir görmüş iyi durumdaki Cemal Baba Tekke’si Nazır Bey Camii’nin karşısında demir yoluna yakın bir mesafede. Đki katlı ve iyi durumda ve faal. Yine kale yakınında restore görmüş 19. yüzyıldan kalma şimdi müze olarak kullanılan bizim Safranbolu evlerine benzeyen çok görkemli bir konak ile yine kale meydanında Elbasan’da yetişmiş ünlü bir kemani olan Yusuf Efendi’nin elinde kemanı kafasında fesi üzerinde poturu ve cepkeni kaleyi bekleyen heykeline temenna edip Tiran’a doğru yola çıkıyoruz.. Đstanbul’dan Roma’ya uzanan Via Egnetia antik yolu Dıraç’tan geçiyor. Arnavutluk’un son dönemlerde öne çıkan Adriyatik kıyısındaki en güzel sahillere sahip bu küçük şehri yoğun bir betonlaşma tehdit ediyor. Bizim Ayvalık, Altınoluk benzeri bir tatil beldesi. Dıraç’ta bizden kalan bazı bölümleri Osmanlı döneminde ilave edilmiş bir kale. Dıraç’ı geride bıraktıktan sonra Tiran’a geliyoruz. Klasik sosyalist ülke başkentlerindeki şehircilik geleneğinde olduğu üzere geniş caddeler, başkanlık, parti merkezi, opera, bakanlıkların çevresine serpildiği ana meydana açılıyor. Meydan ve yollar şimdilik oldukça bakımsız. 1614’de Süleyman Paşa tarafından kurulan şehir Balkan savaşı sonrası elden çıkar. Tiran’a tarih ve kültür mirası olarak damgasını vuran eserler daha önce adı Enver Hoca Meydanı iken sosyalist dönemin bitiminde Arnavutlar’ın milli kahramanı Đskender Bey’in adı verilen meydanda toplanmış. Bunların başında Ethem Bey Camii gelmekte. 1793’de dönemin Tiran valisi Ethem Bey tarafından yaptırılmış. Bu eser Balkanlarda diğer nefis örnekleri Travnik ve Kalkandelen’de bulunan içi ve dışı kalem işi çeşitli çiçek ve manzara figürleri süslenmiş camilerin üçüncüsü ve en büyüğü. Yine caminin çok zarif tek şerefeli bir minaresi var. Ahşap iç dekorasyonu ise bir başka şaheser. 1822 – 1823 yılları arasında esaslı bir bakım geçirmiş. Kominizm döneminde depo olarak kullanılmasına rağmen yıkılmadan ayakta kalması çok şaşırtıcı. Yeni dönemde ise ince bir tamirattan geçirildikten sonra Đslam Dünyası’ından bazı devlet adamlarının katılımı ile tekrar ibadete açılmış. Camiinin hemen arkasındaki saat kulesi yine 18. yüzyıldan. Ethem Bey Camii ve saat kulesi bugünkü Tiran’ın resimlerde, broşürlerde, internet sitelerindeki tanıtımlarında sembol eserleri haline gelmiş. Ethem Bey Camii’nin hemen karşısında meydanda Enver Hoca’nın heykeli sökülüp kaldırıldıktan sonra meydan Đskender Bey’in at üstündeki ufuklara meydan okuyan görkemli heykeline kalmış. Đskender Bey Yeniçeri Ordusunda devşirilerek 1438’de Akçahisar Bey’i olarak Arnavutluk’a geri gönderilmiş. Ama kendisi 1443’de Sultan’a isyan ederek Akçahisar’da bağımsızlığını ilan etmiş. Hıristiyan dinine de geri dönmüş. Đskender Bey 1468’de ölümüne kadar Osmanlılar ile savaşmış. Osmanlılar bölgeye ancak onun ölümü ile hakim olabilmişler. Ethem Bey Camii’ne 100 m mesafede olan bugün bir işhanı inşaatının içinde kalmış olan Kaplanpaşa Türbesi, Murat Toptani caddesindeki Türk Konakları ve şehir merkezinde Lana Nehri üzerindeki Tabaklar köprüsü de şehirde harap durumlarına rağmen ayakta kalabilen Ecdad yadigarlarından. Ethem Bey Camii’nin arkasından çıkan yol üzerinde Enver Hoca’nın ikametgahı var. Dinlenme esnasında önünden geçen geniş caddede gürültü biraz arttığı zaman caddeyi keyfi bir şekilde sık sık trafiğe kapattırdığı söyleniyor. Bu caddenin bitiminde aslen Üsküplü bir Arnavut olan ve Hindistan’daki hayır çalışmaları ile dünyaca ünlenmiş ve nerede ise Arnavutların yeni dönem milli kahramanları arasına katılmış Rahibe Teresa adına yapılmış Nene Teresa üniversitesi yükselmekte. Arnavutluk coğrafyasındaki Osmanlı Kültür ve Tarih Mirası’dan onlarca Osmanlı mimari mirası ile bizi kendine hayran bırakan Akçahisar ve Berat’ı ise yol refikimiz Dr. Erhan Afyoncu hoca’nın kaleminin zarafetine bırakıyorum. Mustafa Đsmet Saraç Đstanbul, 08 Eylül 2008