Çepeçevre Karadeniz - Devam Eden Sorunlar, Muhtemel Ortakl›klar Rusya ve Ukrayna aç›s›ndan Dr. Anneli Ute Gabanyi Rus gazının Ukrayna’ya verilmesi ve bunun Avrupa’nın enerji tedariki güvenliğine etkileri nedeniyle, 2006 yılına girilirken ortaya çıkan ilk kriz, Avrupa Birliği’ne, Karadeniz Bölgesinin stratejik önemini vurucu biçimde gösterdi. Aynı yılın 4 Aralık günü Avrupa Komisyonu bölgesel işbirliğinin geliştirilebilmesi için yeni bir politik girişimin hazırlanması gerektiğini bildiriyordu. Karadeniz’e kıyısı olan Romanya ve Bulgaristan’ın 1.1.2007 tarihinde Avrupa Birliği’ne tam üye olarak girmeleriyle Avrupa Birliği’nin kendisi de Karadeniz’e kıyısı olan bir organizasyon durumuna geldi. Avrupa Komisyonu 11.4.2007 tarihinde 29 Çepeçevre Karadeniz – Devam Eden Sorunlar, Muhtemel Ortakl›klar Rusya ve Ukrayna aç›s›ndan Avrupa Konsey’ine ve Parlamentosuna bölgesel işbirliği için yeni bir girişimin – Karadeniz Sinerjisi’nin - tanıtımını yapıyordu. Avrupa Birliği’nin yıllar boyu bölgeyle ilgili bazı planlara ve az sayıdaki sektörel projelerde işbirliğine ilgi göstermemesi üzerine, bu belge 2007 Haziran’ında yapılan Avrupa Birliği Zirvesi’nde terk edildi. Tam da bu sıralarda Avrupa Birliği’nde bu özel sorunun durumu ve Karadeniz’e kıyısı olan devletlerin soruna olan ilgilerinin durumlarıyla ilgili sorular sorulmaya başlamıştı. Bundan tam iki yıl sonra artık, şüphe yok ki, burada tarihi geçmişten kaynaklanan ve tarih içinde biçim değiştirmiş ilgi alanları bulunuyor. Ancak, bu ilgi alanları tarihten gelen bölgesel i l i ş k i l e rden oluşmuş bir ilişkiler ağına yatırılmış durumda. Aynı zamanda ilişkilerin oluşturulduğu bu bölge, gelişmiş global dış güçlerin çok sık saldırısı nedeniyle baskı altında bırakılan bir bölge olma özelliği de taşıyor. Rusya, Ukrayna ve Moldova Cumhuriyeti’nin ortak ilgilerinden dolayı bu ülkelerin işbirliği içinde olmalarının getireceği sorunlar kadar, ortaya çıkacak olanakların da gösterilmesi gerekiyor. Rusya Türkiye Rusya ile birlikte bugün Karadeniz kıyısında iki büyük bölgesel güçten birini temsil ediyor. İkinci Dünya Savaşı ile komünist dünya sisteminin çökmesi arasında geçen zaman diliminde Sovyet imparatorluğu bölgenin şüphesiz tek „Statiko-Gücü“ idi. Tam da bu dönemde Karadeniz’in Kuzey kıyılarına ilk Rus ticarethaneleri açılmaya başlamıştı. 19. yüzyılın başlamasıyla Rusya bu kıyıları, bugünkü Ermenistan’ın ve Ukrayna’nın bir bölümü yanında Tuna Nehri’nin denize döküldüğü bölge ile beraber ele geçirerek politik ve askeri olarak da güven altına aldı. Daha önceleri Rusya, Pontus Euxinus’a, yani Karadeniz’e hakim olmak amacı için düşmanlarına karşı 30 Dr. Anneli Ute Gabanyi uğraşıyordu. 19. yüzyılda bu düşmanlar bir yandan Karadeniz’e kıyısı olan Osmanlı İmparatorluğu, diğer yandan Avusturya, İngiltere, Fransa ve Prusya gibi büyük Avrupa güçleriydi. Birinci Dünya Savaşı’ndan ve Rus İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra, yeni güçlenen Sovyetler Birliği, Karadeniz’de Türkiye, bugünkü Ukrayna ile Moldova Cumhuriyeti’nin bazı bölgelerinin sahibi Romanya ve Bulgaristan’la karşı karşıya gelmişti. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Karadeniz, Sovyetlerin yanında Romanya ve Bulgaristan’ın üye olduğu Varşova Paktı ile Türkiye’nin temsil ettiği NATO’nun cephe hattı durumuna gelmişti. Soğuk Savaşın sona ermesinden, Romanya’da ve Bulgaristan’da komünist diktatoryaların çökmesinden (1989) ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasından (1991) sonra Karadeniz’in politik geometrisinde ciddi bir değişim çizgisi oluşmaya başladı. Rusya eski belirleyici konumunu kaybederken, Sovyetler Birliği’nden sonra kurulan Ukrayna ve Gürcistan gibi devletlerle anlaşmazlığa düştü. Bütün bunların yanında Moskova, bir zamanlar Varşova Paktı’nın ve karşılıklı ekonomik yard ı m Konseyi’nin üye devletleri olan Romanya ve Bulgaristan’ın, NATO ve Avrupa Birliği tarafından üyeliğe kabul edilişlerini ve onların kendi kıyılarında ABD’ye askeri üs kurma iznini vermelerini çaresizce izlemek zorunda kalmıştı. Rusya’nın Karadeniz politikası birçok aşama geçirmişti. Rus Devlet Başkanı Boris Jelzin’ in Karadeniz politikası eski Sovyetler Birliği’nin politikasına göre daha belirsizdi. Ekonomik destek, doğru d a n yatırımlar ve başka biçimlerde işbirliği beklediği batılı devletlerle „Heyecan verici bir aşama“ diye tanımlanabilecek bir süre ç başlatmıştı: Rusya kendini Avrupa-Atlantik Enstitüler ile diyaloga 31 Çepeçevre Karadeniz – Devam Eden Sorunlar, Muhtemel Ortakl›klar Rusya ve Ukrayna aç›s›ndan açmış, Avrupalı değerleri tanımış ve kendi ekonomik zayıf durumundan Batıya güvenliğe dayalı politik tavizler çıkartmıştır (Anti-Balistik Füze Antlaşması, NATO’nun genişlemesinin kabulü, Av ru p a Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması (AKKA/CFE/KSE-Vertrag)) kabulü. Bütün bunların yanında Jelzin, batının eski Sovyet hegemonyası içinde kurulan yeni cumhuriyetlerin bağımsızlaşma çabalarına olan ilgisizliğinden de faydalanmıştır. Başka bir değişle, Rusya bu bölgelerde güvenliği sağlayan politikaları kendi belirleyebilmek için batılıların bu ilgisizliğini kullanmıştır. Bu amaca ulaşmak için Moskova, stratejik olarak önemli Karadeniz devletlerinde (Moldova Cumhuriyeti, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan) farklı düşünen temsilcilerin çatışmalarını provoke etme yoluna gitmiştir. Daha sonra Rus birlikleri ayrılıkçı güçlerin yanında anlaşmazlıklara müdahale ederek oralarda da „Barış Gücü“ adı altında yerlerini sağlamlaştırmışlardır. Bunun yanında, Ruslar bu anlaşmazlıkların müzakere ve anlaşma süreçleri üzerindeki kontrolü de ele geçirmiş olup, şimdilik donmuş gibi gözüken anlaşmazlıkları gerekli gördüklerinde yeniden kolayca alevlendirebilecek durumdadırlar. Wladimir Putin’ in 1999’da Rusya Devlet Başkanı olarak iktidara gelmesiyle batıya ve Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) Grubu’na karşı yeni stratejilerin uygulanacağının belirtileri görülmeye başlandı. 1998 yılının ağır ekonomik ve finansal krizi Rusya’da petrolün ve doğalgazın dünya piyasalarında yükselen fiyatı sayesinde atlatılabilmişti. Kendine ait „Güdülen Demokrasi“ politikasıyla, siyasal muhalefetin devredışı bırakılmasıyla, medya üzerinde devlet kontrolünün arttırılmasıyla ve halkın milliyetçiliğinin harekete geçirilmesiyle Putin toplumu belirli dengede tutabilmeyi başarabildi. Bununla 32 Dr. Anneli Ute Gabanyi beraber Boris Jelzin’ in bolca propagandasını yaptığı batı politikasının Rus yönetimi tarafından uygulanışının hissedilir biçimde gerilediği de açıkça algılanabiliyordu. ABD ve Av rupa devletlerinin işbirliği yapılacak ortak olarak algılanmaları da her geçen gün biraz daha azalıyordu. Buna karşın, bu devletler artan biçimde, bir zamanlar Sovyetler Birliği’nin hakim olduğu Baltıklardan Karadeniz’e olan bölgelerinde, kontrolü ele geçirmeye talip rakipler olarak görülüyordu. Rusya bununla da yetinmeyip güneydoğu Avrupa’da eski Varşova Paktı’nın tampon alanları olarak gördüğü ve Rus etki alanı olarak kabul ettiği devletleri de rakipleri olarak görmeye başlamıştı. Rus yönetimi 2004 yılında gerçekleşen NATO-Genişlemesi ile Baltık devletlerine, Romanya ve Bulgaristan’a olan stratejik ilgisine karşı bir tehdit oluştuğunu görmüştü. Rus Yönetimi 2004 yılında Ukrayna’da ve 2005 yılında Gürcistan’da gerçekleşen devrimlerden sonra ABD’nin kendisine politik alanda meydan okuduğu hissine de kapıldı. 2008 yılında Bükreş NATO zirvesinde Ukrayna’nın ve Gürcistan’ın üyeliklerinin hızlandırılma isteği nedeniyle Rusya ile Batının yüzleşmesi krize varan boyutlara vardı. Nitekim bu kriz 2008 yılının Ağustos ayında Kafkas Cumhuriyeti’nin savaşa girmesine bile neden olmuştur. ABD tarafından Bush’un yönetimi altında hızlandırılan, Polonya ve Çekoslovakya’ya roket rampalarıyla radar istasyonlarının kurulma planları, ABD ile Rusya’nın ilişkilerini daha da hassas bir duruma getirmiştir. Rusya, Varşova ve Prag hükümetlerinin kabul ettiği bu önlemleri bahane ederek, karşı önlem olarak Kaliningrad’ a roketler yerleştirmekle ve silahsızlanma anlaşmalarını dondurmakla tehdit etti. Rusya şimdi de ordusunu, özellikle de deniz kuvvetlerini modernize etmek için silahlanma harcamalarını artırmayı planlıyor. Moskova’nın sürdürdüğü bu politikalarda açıkça görülebilenler noktalar şunlar: 33 Çepeçevre Karadeniz – Devam Eden Sorunlar, Muhtemel Ortakl›klar Rusya ve Ukrayna aç›s›ndan - Bir zamanlar Sovyetler Birliği hegemonyasındaki topraklarında ve Karadeniz kıyısında bulunan artık bağımsız devletlerde NATO’nun askeri genişlemesini engellemek; - Rus petrol ve doğalgaz hatlarının Karadeniz bölgesinden orta ve batı Avrupa’ya ulaşmasını garanti altına almak; - Bu projelere alternatif olabilecek „Nabucco“ gibi projeleri bloke etmek. Putin’ in iktidara gelmesinden beri Rus enerji politikalarının Balkanlara ve Akdeniz bölgesine el atmaları son kez olmayacaktır. 2008’de Rusya’nın karşı çıkmasına rağmen Sırp vilayeti olan Kosovo’ nun bağımsızlığının Avrupa Birliği ve NATO üyesi ülkelerin çoğunluğu tarafından tanınması, Rusya’nın bu tür politikaları hızlandırması için bir bahanedir. Batı, Kosova’nın nihai statüsü için yıllar boyunca yapılan müzakerelerde yanlış ve gerçekçi olmayan varsayımlardan yola çıktı. Batı Kosova Savaşında 1999’da olduğu gibi Rusya’nın dış politikada bir yenilgiyi ve küçük düşürülmeyi göze alabileceğini bekliyordu. Moskova, Batı tarafından dayatılan, kendine özgü Kosova konusunu da kendi çıkarı için kullanmayı becerecektir. „Halkların çıkarlarına aykırılık“ argümanını sonunda kendisi de kullanıp, geleneksel müttefiki olan Sırpları ortada bırakacaktır. Batılı politikacıların bu kötü ve yanlış hesabı Rusların Kosova’daki asıl ilgi alanının fark edilmesini engellemiştir. Gerçekte Kosova Modeli, Rusya’ya gerektiği zaman Moskova tarafından desteklenen kendine ait olan topraklarda kurdukları yapıyı, bağımsızca hareket eden bağımsız devletler topluluğuna, delil olarak gösterme olanağını verir. Bunlara ek olarak Rusya için önemli olan, batılı devletler özellikle de 34 Dr. Anneli Ute Gabanyi ABD tarafından uluslararası düzeyde eşit seviyede bir aktör olarak kabul görmektir. Rusya ancak bu durumda emsal göstererek halkların hakları prensiplerini savunan rollere soyunabilir. Putin’ le beraber özellikle başına buyruk olarak sınıflandırılan Bağımsız Devletler Topluluğu’na karşı uygulanan politikalarda değişim oldu. Kasım 2003’te Moldova Cumhuriyeti’nin batıya yönelen politik dönüşü, Ukrayna’nın 2004’teki „Turuncu Devrimi“ ve 2005’te Gürcistan’ın „Gül Devrimi“ nden sonra Moskova bu devletlerde gözden düşen politik aktörlere, rejimi değiştirebilmek umuduyla, artan bir baskı uygulamaya çalıştı. Rusya’nın baskı uygularken seçtiği araçlar arasında, bu devletlerden gelen stratejik malların girişinin engellenmesinden, doğalgaz fiyatının artırılmasından, bu devletlerdeki tesislerin büyük Rus kamu ya da özel sektör şirketleri tarafından satın alınmasına ve ayrılıkçı rejimlerin c e s a retlendirilip desteklenmesi sonucunda bu bölgelerde yaşayan sakinlere kitlesel pasaport dağıtımları yapılarak Ruslaştırılmalarına kadar farklı, yöntemler bulunuyordu. 2008 yılında Gürc i s t a n savaşında Rusya’nın askeri provokasyonlardan ve savaştan ürkerek geri çekilmediği görüldü. Bu savaşta ve Ukrayna’dan geçen Rus doğal gazının nakliyesi ile ilgili yeni tedarik krizinde şimdilik Rusya’nın bu devletlerle yapıcı işbirliğine dayanan ilişkiler kurmaya pek niyetli olmadığı, aksine onları batının gözünden düşürmeye çalıştığı ortaya çıktı. Ukrayna Ukrayna, Rusya’dan sonra Karadeniz kenarında en büyük devlettir. Bulunduğu yerde Rusya ile Avrupa-Atlantik organizasyonlar arasında 35 Çepeçevre Karadeniz – Devam Eden Sorunlar, Muhtemel Ortakl›klar Rusya ve Ukrayna aç›s›ndan bir tampon olması ve Rusya ile Orta Asya’dan gelen doğalgaz hatlarının onun üzerinden transit geçmesi nedeniyle bugün bu önemli stratejik konumu kullanıyor. Geçen yüzyıllar boyunca Rusya ile değişkenlik gösteren tarihi ilişkiler her iki devletin bugünkü muğlak ilişki biçimine de damgasını vurmuş. Ortaçağdan beri „Kiev Rusyası“ bugünkü Rusya ve Ukrayna için ortak Devletleri olmuş. 1654 ile 1917 yılları arasında Ukrayna’nın Rus imparatorluğuna entegrasyonu gerçekleştirildi. 1922 yılında Ukrayna Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri içinde kurulmuştu ve 1945’te Birleşmiş Milletlerde tek Sovyet Cumhuriyeti olarak sandalye sahibi olabilmişti. Son olarak 1991 yılında Ukrayna Sovyetler Birliği’nden ayrılarak bağımsızlığını ilan etti. Ekonomisi tekdüze, tarihten kaynaklanan bölgesel farklılıkları ve bölünmüş elitlerin damgasını vurduğu Ukrayna’nın dış politikası, beklenildiği gibi kararsızlıklarla doluydu. Ukrayna 1991 yılında Bağımsız Devletler Topluluğu’na girdi, 2003 yılındaysa Rusya, Belarus ve Kazakistan’la kendi ortak ticaret bölgesini kurdu. Buna eşzamanlı olarak Kiev’deki hükümet de yüzünü batıya döndü: 1995 yılında Avrupa Konseyi’ne kabul edildi, 2004 yılında Avrupa Birliği ile Ortaklık ve İşbirliği Antlaşması ve 2005 yılında Avrupa Birliği Eylem planı çerçevesinde AB-Komşuluk Politikası Antlaşması’nı imzaladı. 1997 yılında Ukrayna batıya angaje olan bölgesel organizasyon GUAM’ın kurucu üyesi oldu. Aynı yıl içinde hükümetleri Kiev’de NATO-Ukrayna temel dokümanlarını imzaladı. Ukrayna halkı NATO üyeliğini çok onaylamasa da Ukrayna hükümeti 2002 yılında NATO’ya üyelik başvuru s u n d a bulundu. 2008 yılına gelindiğinde ise daha da ileri giderek Atlantik Paktı’nın Üyelik Eylem Planı’na girmek için başvuruda bulundu. 36 Dr. Anneli Ute Gabanyi Ukrayna’nın bugünkü dış politikası Sovyetler Birliği’nin yerine geçme s o runları ile yoğun biçimde meşgul. Böylece Bağımsız Ukrayna dağılan Sovyetler Birliği’nin hükmettiği topraklardaki anlaşmazlıkları da miras olarak devraldı. Bunlara örnek olarak, Romanya’nın Tuna Nehri Deltası açığında bulunan Yılan Adası verilebilir. Bu ada 1949 yılında Sovyetler tarafından işgal edilmiş, Romanya tarafından Moskova’ya „hediye“ edilmişti. Şimdi ise Bükreş yeniden bu ada üzerinde hak iddia ediyor. Ukrayna 1940 yılında da Stalin’in bölme politikasından karlı çıkmayı başarmıştı. Stalin Bukovina’ nın kuzeyini ve Bessarabien’ in güneyini Karadeniz’e çıkış olabilecek biçimde Ukrayna’ya vermişti. Ukrayna bu kazançları elde ederken kendi topraklarında 1924 yılında kurulan Moldova Otonom Sovyet Cumhuriyeti’ni – Bugünkü Transnistrien – 1991’de bağımsızlığını ilan eden, o zamanki Moldova Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti’ne kaptırmıştı. Yine bir başka Sovyet „hediyesi “ de Ukrayna’yla Rusya arasındaki ilişkileri zorluyor. 19.02.1954 günü Sovyetler Birliği Başbakanı Nikita Chruschtschow Ukrayna Sovyet Cumhuriyeti’ne Kırım Yarımadası’yla Karadeniz limanı Sewavastopol’ u devretmişti. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, Kırım Ukrayna’da kaldığından, her geçen gün potansiyel olarak artan biçimde yeni bir anlaşmazlık kaynağı olma yolunda bir tehdit olarak gözüküyor. Kırım’da zaten patlamaya hazır yeterince etnik malzeme bulunuyor: Halkın yüzde 58,5’i Rus, yüzde 24,4’ü Ukraynalı ve yüzde 12,1’i Kırım Tatarı. Bütün bunlara bir de Ukraynalı ve Rus yatırımcıların ekonomik fikir ayrılıkları ekleniyor. Asıl anlaşmazlık konusunuysa 1997’de imzalanan bir anlaşmaya göre Rusya’nın 2017’ye kadar kullanma iznine sahip olduğu Savaş limanı Sewastopol oluşturuyor. Bu liman geçen yıl Gürcistan savaşında da 37 Çepeçevre Karadeniz – Devam Eden Sorunlar, Muhtemel Ortakl›klar Rusya ve Ukrayna aç›s›ndan Ruslarla Ukraynalılar arasında önemli bir anlaşmazlık konusu olmuştu. Gözlemciler eğer Ukrayna NATO’ya girmek için bu çabasını s ü rdürürse, Kırım’ın Karadeniz kıyısında yeni bir temsilci anlaşmazlığına neden olabileceğinden şüphe duymuyorlar. Moldova Cumhuriyeti Moldova Cumhuriyeti NATO’nun ve Avrupa Birliği’nin doğu sınırında önemli jeostratejik bir konumda yer alan, eski Sovyet topraklarında olabildiğince uzak batıda bulunan Sovyetler Birliği sonrası bir devlet. Moldova eskiden zayıf ve ulusal kimlik sorunları olan bir devlet olarak anılırdı. 1812 yılında Rusya tarafından topraklarına katılana kadar, bu topraklar Moldova Derebeyliği’nin parçasıydı. Bu katılımdan sonra „Bessarabien“ adı verilen bu topraklar Sovyetler Birliği dağılana kadar Rusya’nın bir parçası olmuştu. 1918 yılından sonra Bessarabien Romanya Krallığı’na entegre edildi. 1938’de oluşturulan Hitler-Stalin Paktı nedeniyle bir yıl sonra Sovyetler Birliği tarafından işgal edildi ve Moldova Sosyalist Sovyet Cumhuriyeti olarak Sovyetler Birliğine dahil edildi. Moldova’nın bu durumu 1991 yılında bağımsızlığını ilan edene kadar devam etti. Bu ilk kez bağımsız olabilmiş yeni devletin tam oturmamış ulusal kimliğine („Romen“ ya da „Moldovalı“?) bozuk devlet yapısı da eklenebilir. Rusya’nın ayrılıkçı otonom bir Transnistrien Cumhuriyeti için, desteklediği “dondurulmuş“ temsilci anlaşmazlığı sonucunda devletin ülkesel entegrasyonu ve egemenliği yaralanmış oldu. Bunlara bir de Rusların enerjisine ve pazarlarına bağımlı olmanın postkoloniyal mirası ekleniyor. Moldova Cumhuriyeti’nin dış politikası başlangıçtaki güçlü batı eğilimlerine rağmen Moskova’nın baskılarına boyun eğmek zorunda kalmış ve 1991 yılında Bağımsız 38 Dr. Anneli Ute Gabanyi Devletler Topluluğu’na girmiştir. Batıya yönelik atılan adımlar kısmen Ukrayna’nın adımlarına benziyor: 1995’te Avrupa konseyine üyelik, AB ile 2004’te ortaklık ve işbirliği Antlaşması, 2005’te AB Komşuluk politikası çerçevesindeki eylem planının imzalanması, 1997’de Bağımsız Devletler Topluluğu’nda kurucu üyelik. Moldova 2001 yılında ayrıca Dünya Ticaret Organizasyonu WTO’ ya da katılmıştır. 2004 yılında Moldova barış için NATO ortaklığını ve 2006’da Bireysel Ortaklık Eylem Planını imzaladı. Gerçi, Ukrayna’dan farklı olarak bu ülke daha sıkı ilişkiler sürdürmesine rağmen NATO’ya girmemektedir. Bunun nedeniyse 1994 yılına ait olan anayasasında gizli. Burada özellikle Rus güçlerinin topraklarından çekilmesini hedef alan sürekli tarafsız kalmayı savunan ve her şeyden önce savunmaya dayalı bir konsept temel alınmış. Gürcistan’da durumun gerginleşmesi ve Rusların Ukrayna’ya yönelik sıklaşan agresif açıklamaları Moldova hükümetine Karadeniz bölgesinde dondurulmuş olan anlaşmazlıkların çözülmesi için bir model sunuyor. Ayrılıkçı bölgelerin Gürcistan’dan 2008’de bil fiil ayrılmaları ve Rus doğalgazının Ukrayna toprakları üzerinden tedarikinde yaşanan yeni kriz Moldova hükümetinin uygulamaya çalıştığı çözümün Karadeniz Bölgesinde dondurulmuş diğer anlaşmazlıklara olumlu bir etkisinin olup olamayacağı hala büyük bir soru olarak karşımızda duruyor. 39