bilimname, XXIII, 2012/2, 173-185 İSLAMDA MODERNLEŞME GİRİŞİMİNDE ORYANTALİZMİN İZLERİ İbrahim KESKİN Yrd. Doç. Dr., Muş Alparslan Ü. Edebiyat F. i.keskin@alparslan.edu.tr Özet Oryantalizm, Batı’nın Doğu toplumlarını nasıl anladığı ve yorumladığına göndermede bulunur. Söz konusu anlama ve yorumlama emperyalist yayılmayla da el ele gider ve Batı’nın kendi konumunu tahkim etmeye ve meşrulaştırmaya yönelik işler. Batı karşısında yaşanan düşüş oryantalist söylemin İslam dünyası entelektüelleri tarafından içselleştirilmesine sebep olmuştur. Tarihsel dönemleştirme ve geri kalmışlık problemine yönelik yerli entelektüellerin değerlendirilmelerine bakıldığında oryantalizm’in izlerini açıkça görmek mümkündür. Anahtar Modernleşme, Oryantalizm. kelimeler: Oryantalizm, İslam, Batı, Doğu, Emperyalizm, Self- THE TRACES OF ORIENTALISM IN THE ATTEMPS OF MODERNISATION IN ISLAM Abstract: Orientalism refers to how the West understands and interprets the eastern societies. Such understanding and interpretation goes hand in hand with the imperialist expansion and subserves to strengthen and justify the İbrahim KESKİN position of the West. The decline of the Islamic world caused internalization of the orientalist discourse by the intellectuals of the Islamic world. When focused on the evaluations of these intellectuals regarding the periodization and classification of the historical processes and their approach to the problem of backwardness, it is possible to see the traces of Orientalist viewpoint. Sayfa | 174 Giriş Keywords: Orientalism, Islam, Modernisation, West, East, Imperialism, Self- Orientalism. Hiç kimse ne geçmişi yeniden ele geçirmek ne de onu olduğu şekliyle yeniden inşa etmek arzusu taşımamaktadır; bunun mümkün olduğu iddiasında da değildir. Fakat ilerlemenin kaçınılmazlığına yönelik inanca karşı bir tutum göstermek hala ciddi bir tepkiyi göze almayı gerektirir. Zira bazı şeylerin geçmişte olduğu gibi bırakılması gerektiğini söylemek bir münasebetsizlikmiş gibi görülebiliyor. Gelenekten kaynaklanan bir davranış pratiğinin normatif gücünün gittikçe zayıflama eğilimi gösterdiği günümüzde bir inancın, düzenlemenin veya pratiğin gelenekselliği sürekli randıman, akılcılık/rasyonalite, işe yararlılık, günümüze uygunluk ve ilericilik gibi argümanlar tarafından bir dirençle karşılaşmaktadır. Geçmişten miras alınan şeyden olabildiğince kurtulunması gerektiğini, geçmişin geleceğe engel olan bir yük gibi algılandığı bir zaman diliminin içinde bulunuyoruz. 1 Genelde Batı’nın/Batılı Aydınlanmanın etkisi altında kalmış insanlar kurumların, kurumsal pratiklerin, toplumdaki egemen inançların yeni inançlar, pratikler ve kurumlarla değiştirilmesi, yeniden ele alınarak biçimlendirilmesi ya da geçmişin ambarına terk edilmesi gerektiğini düşünmektedir. Söz konusu terk ediş, işe yaramaz ve ıskartaya çıkanların yerine mutlak anlamda iyi olacakların konulmasını sağlayacak değişiklik olarak varsayılır. Mevcut durumlarıyla bile şeylerin çok eksik ve oldukça fazla iyileştirilme ve geliştirilme ihtiyacı duydukları inancıyla geçmişin savunulamazlığı varsayımı gittikçe yaygınlık kazanmaktadır. İlerlemeye duyulan güven büyük bir tutku olarak hala devam etmektedir. On yedinci yüz yıldan itibaren teknolojik güç itibariyle Batı karşısında bir gerileme, hatta çöküş yaşayan İslam toplumunun karşı karşıya kalmış olduğu bu süreç İslam toplumlarının bilinçlerinde çok ciddi bir sarsıntıya sebep olmuştur. Söz konusu sürecin ortaya çıkarmış olduğu sarsıntı çöküş söyleminin Shills,Edward, “Gelenek”, İnsan Bilimlerine Prolegomena, Derleme ve Terc. Hüsamettin Arslan, Paradigma Yay. İstanbul 2002, s. 145-146 1 İslamda Modernleşme Girişiminde Oryantalizmin İzleri içselleştirilmesiyle neticelenmiş gibidir. Çöküş paradigmasının içselleştirilmesi kendi tarihsel sürecinin Avrupa merkezli tarih algısı çerçevesinde yeniden dönemleştirmesini de beraberinde getirmiştir. 2 Çöküş söyleminin Müslüman toplumların aydınları tarafından içselleştirilmesi –kendi medeniyet ve kültürlerine yönelik çöküş algısı- kendilerine ait olandan kurtulma arzusunu Sayfa | 175 açığa çıkarmıştır. Kendi kültür ve medeniyetlerine ait olanın yerine Batılı olanı tesis etme çabasını doğurmuştur. Geçmişten gelen ve şimdiyi belirlediği düşünülen her ne var ise yaşanılan sürecin müsebbibi olarak görülmeye başlanmış ve bu talihsiz süreçten kurtuluşun yolu geçmişten, geçmişin belirleyiciliğinden kurtulmak olarak algılanmaya başlanmıştır. Kanaatimizce Müslüman toplumların entelektüel ve aydınlarının kendi geçmişlerine, şimdilerine, medeniyet ve kültürlerine yönelik yaklaşım tarzı oryantalizm’in Doğu algısına dayanmaktadır. Biz bu iddiamızı çöküş algısı analizi- ve -Avrupa merkezci- tarih dönemleştirmesi ile oryantalist söylem arasındaki benzerlikten yola çıkarak temellendirmekteyiz. Söz konusu dönemleştirme ve gerilik söyleminin Müslüman entelektüeller tarafından içselleştirilmesinin, oryantalizmin yerli bellekteki izlerini açığa çıkardığı kanaatindeyiz. Biz bu makalede modernleşme çabaları ve arzusundaki oryantalist etkiyi ele almaya çalışacağız. Modernleşme Nedir? Modernite geleneksel olarak tanımlanan entelektüel kavrayış ve söz konusu kavrayış ile ilişkili yaşam biçimlerinden kesin bir kopuşun ifadesi olarak kullanılmaktadır. Bu kopuş geçmişte elde edilen pratiklere ve varsayımlara güvensizlikte temellenen bir kopuştur. Bu anlamıyla özgül düşünme biçimlerine işaret eden modernite; kadimler ve modernler arasındaki, bilimin kadimlerin bilgeliğine karşı mücadelesinde kendini gösteren kavga dönemi olarak karakterize edilir. 3 Tarihsel olarak 15.yy.dan itibaren başlayan bir dizi toplumsal, ekonomik ve kültürel değişimlerin ifadesi olarak modernleşme, Batının modern diye tanımlanan bir ben bilincini de kapsayan bir süreçtir. Planlanan ya da koordine edilmiş olan söz konusu değişimin sadece bir değişim olarak değil, modernleşme (süreci) olarak tanımlanması, söz konusu değişimde rasyonalitenin önemini vurgulamakla ilişkilidir. Bu değişim sürecini Weber formel rasyonalizasyon olarak tanımlamaktadır. 4 Batıyı modernleştiren süreç, 2 Kireççi, Mehmet Akif, Decline Discourse and Self-Orientalization in The Writings of Al- Tahtawl Tâhâ Husayn and Ziya Gökalp A Comparative Study of Modernization in Egypt and Turkey, Ph.D. Tesis, University of Pennsylvania, 2007, s. 3. (basılmamış doktora tezi) 3 Hollinger,Robert, Post-Modernizm ve Sosyal Bilimler, Çev.: Ahmet Cevizci, Paradigma Yayınları, İstanbul 2005,s.37 4 Weber, Max, Economy and Society, s. 85 İbrahim KESKİN Batı’nın hem kendi kökenlerine güvenle ilişkilendirilmiş hem de rasyonalitenin oynadığı varsayılan role dayandırılmıştır. Weber’in tanımlamasına göre rasyonalizasyon, geleneksel pratiklerin amaçlanan/arzulanan hedeflere daha etkili bir biçimde ulaşmak için tasarlanan Sayfa | 176 prosedürler lehine terk edilmesini ya da reformdan geçirilmesini içerir. 5 Bu, toplumun, araçsal rasyonalizasyonu olarak tanımlanan rasyonalizasyon aracılığıyla yeniden tasarımlanması anlamına gelmektedir. Bu yolla kurumlar belirli amaçların daha etkili yerine getirilmesinin araçları haline getirilmiştir. Söz konusu süreçte rasyonalizasyon araçsal bir işlevden çıkarak daha dünyevileşme süreçleriyle birleştirilmiş hale gelmiştir. Geleneksel kurumların ve pratiklerin verimlilik adına yeniden biçimlendirilmesi, dini inanç ve değerlerin otoritesini tahrip eder hale gelmiştir. Rasyonelleşmenin doğası gereği gelenek ve din belli bir şekilde eylemenin yeter sebebi değildir ve olmamalıdır. İnsan eyleme biçimleri artık dine ya da geleneğe referansla yapılır olmaktan çıkmaktadır. 6 Dolayısıyla rasyonelleşme din ve geleneği dışlar hale gelmiştir. Bu dışlama din ve geleneğin davranışlar için yeter sebep olamayacağı şeklindeki eleştiriyle sınırlandırılan bir dışlama değildir. O aynı zamanda din ve geleneğin her türlü kötülüğün, geriliğin sebebi olarak itham edilmesini de içeren bir dışlamadır. Geleneksel pratik ve kurumların verimlilik adına reformdan geçirilmesi, dini inanç ve değerlere yönelik bir tahribi de beraberinde getirmiştir. Rasyonelleştirme gelenek ve dinin daha fazla eylem ve pratiklerin temeli olamayacağını varsayar. Kutsal şeyler bilgisizliğin ve aşağı durumun yansıması olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Bilgisizlik ve gelenek bir birleriyle ilişkilendirilip, Avrupa’nın tiksinti duyulan eski rejiminin unsurları olarak görülmüşlerdir. Cehaletle ilişkilendirilmiş gelenek, rasyonalite ve bilimsel bilgi ile karşıt bir şekilde konumlandırılarak, insani faaliyetlerin akıl ve bilimsel bilgi tarafından yönlendirilmesi gerektiği savunulmuştur. Bu, insanlığın keyfi ve baskıcı otoriteden kurtularak, özgürleşmesinin yegâne mümkün yolu olarak görülüyordu. Rasyonel düşünme ve emprik gözlemin karşısında konumlandırılan gelenek, dogma ve hurafeyle özleştiriliyor ve dogma ve inançta rasyonel ve emprik gözlem yoluyla ispatlanamayan olarak bir hata formu şeklinde değerlendiriliyordu. Çünkü gelenek bu karakteriyle eski rejimin sürmesine yardım etmiştir. Bu, her kurumun aklın kontrolü altında rasyonel şekilde doğrulanması gerektiğini savunanların zihninde tiksinti verici bir durumu ifade etmektedir. Geleneksellik akla ve bilimsel bilgiye yer açtığında, varlıklarının mümkün kıldığı tüm kötülüklerin ortadan kalkacağı varsayılmaktaydı. Zira gelenek, gelişmeye, bilim ve aklın insan faaliyetlerine 5 West, Kıta Avrupa Felsefesine Giriş, Çev.: Ahmet Cevizci, Paradigma Yayınları, İstanbul 1998, s.20 West, a.g.e., s.20 66 İslamda Modernleşme Girişiminde Oryantalizmin İzleri uygulanmasına engel teşkil eden her şeyin vücut bulmasına zemin teşkil eden unsur olarak görülmüştür. Modernleşme sadece gelenek ve dinin yaşam biçimlerinden dışlanmasını içermez. Batı dışı söz konusu olduğunda modernleşmenin farklı bir anlama Sayfa | 177 büründüğünü de görmekteyiz. Bu anlam “az gelişmiş ülkelere gelişmiş ülkelerin vasıflarını kazandıran değişme süreci” 7 tanımlamasında açığa çıkar. Az gelişmişlik ya da geri kalmışlık Batının sömürgeleştirdikleri ya da sömürgeleştirmek istediklerini tanımlamaya yönelik bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Az gelişmiş ülkeler için ideal olan, Batılılar gibi olmaktan geçmektedir. Batının az gelişmiş olarak tanımladıkları toplumlara yönelik belirledikleri bu ideal aslında sömürü arzusunun ifadesi olmaktadır. Çağdaş uygarlığın sahipleri mağluplara örnek hedef olarak gösterdikleri şey ile Rönesans’ın, Protestanlığın, Sanayi devrimin ürünü olarak ortaya çıkan sosyal sistemlerin egemenliği altına girmelerini hedeflemişlerdir. Modernleşme ile modernleşememiş toplumlar modernleşmiş toplumlara benzeyecektir. 8 Batı Düşüncesinin Karakteri Olarak Rasyonalite Rasyonalite rasyonel düzenliliğe sahip bir dünya tasarımında temellenir. İnsan söz konusu teorik _zihinsel- düzenliliği keşfetme _elde- etme yeteneğine sahip bir varlık olarak kabul edilir. İnsani varlığın bir özelliği olarak doğadaki/dünyadaki düzenliliği keşfetme yeteneğine sahip akıl, doğası gereği insani kuvvetler içinde imtiyazlı bir yere sahiptir. Akıllı bir varlık olarak insanın yerine getirmesi gereken en önemli işlev akıl yürütmek, entelektüel yetilerini gerçekleştirmek/açığa çıkarmaktır. 9 Dolayısıyla rasyonalite, insani özün gerçekleştirilmesinin en iyi yolu olarak görülür. Rasyonel bir varlık olarak insan moderniteyle birlikte artık temel bir referans noktası konumuna yükseltilmiştir. İnsanın temel referans noktasına yükseltilmesi en genel anlamda hümanizm kavramında ifadesini bulur. Hümanizm, köken itibariyle antik döneme kadar geri götürülebilir. Antik dönemden Protogoras’ın “her şeyin, var olanların var olduklarının, var olmayan şeylerin var olmadıklarının ölçüsü” sözü hümanizm’in karakterini açığa çıkarmada önemli bir ipucu sağlayacaktır. 10 Hümanizm entelektüel ve toplumsal hareket olarak Rönesans düşüncesinde somutlaşmış olup, kültürel, sosyal vb. birçok alanı kuşatmıştır. Ortaçağ düşüncesinin tabiatüstüne müracaat etmek suretiyle, insani varlığı baskı altına alması, bu dünyanın öte dünya lehine Meriç Cemil, Kırk Ambar, Ötüken Yayınları, İstanbul 1980, S.264, den İnternational Encylopedia of The Sciences, 1967 8 Meriç, a.g.e., ss.264-267 9 Kant, İmmanuel, “Aydınlanma Nedir? Sorusuna Cevap.”, İmmanuel Kant Seçilmiş Yazılar, Çev. Nejat Bozkurt, Remzi Kitabevi, İstanbul 1984, s. 213. 10 Cevizci, Ahmet, İlk Çağ Felsefe Tarihi, Asa Yay., Bursa 2000, s. 81 7 İbrahim KESKİN değersizleştirilmesi ve feodal rejimlerin bireyi ortadan kaldırır tarzda işlemesi, Rönesans düşüncesine vücut veren bağlamı oluşturmuştur. Dolayısıyla Ortaçağ düşüncesine tepki olarak, insanın merkeze alındığı Grek ve Roma düşüncelerine geri dönüş olarak başlamıştır. Bu anlamıyla Rönesans döneminde hümanizm Sayfa | 178 bireyin kurtuluşuna odaklanmıştır. Bu dönemde hümanizm bilim öncesi çağın mistik ve estetik karakterini bünyesinde barındırmaktadır. 17. yy.a gelindiğinde hümanizm kavramında köklü bir dönüşüm yaşanmıştır. Bu dönüşüm felsefe ve bilimlerde meydana gelen değişime paralel olarak ortaya çıkmıştır. İnsanın merkeziliğini esas alan karakteriyle Rönesans hümanizmiyle aynılık gösterse de modern seküler hümanizm, insan aklını ve bilimi tek referans kaynağı olarak görmek suretiyle mistik ve estetik tecrübeleri geride bırakmak hususunda ısrarcı olmuştur. Bu özellik onu Rönesans hümanizminden farklılaştırmıştır. Bu özelliğiyle modern seküler hümanizm aklı insan varlığının tek ve en yüksek kaynağı olarak gören, bireyin yaratıcı ve ahlaki gelişiminin doğaüstüne müracaat etmeden gerçekleştirebileceğini ve insanın doğallığını, özgürlüğünü ve etkinliğini ön plana çıkaran felsefi akımı ifade etmektedir. 11 Descartes’in “cogito”sunda ifadesini bulan modern seküler hümanizm, insanı evrenin merkezine yerleştirerek varlığın efendisi olma perspektifini işaret eder. 12 Bu anlamıyla hümanizm aydınlanma düşüncesinde en yetkin formuna ulaştırmıştır. Aydınlanma entelektüel ve felsefi bir hareket olarak Batı tarihinde bir dönüm noktasına işaret eder. Her ne kadar aydınlanmanın kökleri çok daha öncesine gitse de, 18. yy. da insan hayatını iyileştirmek için bir projeye dönüşmüştür. Söz konusu proje insan sefaletinin ana kaynağını cehaletin oluşturduğu, bilimsel bilginin ikame edilmesiyle cehaletin ve cehaletin neden olduğu sorunların ortadan kalkarak insani ilerlemenin sınırsız yolunun açılacağını varsayar. 13 On sekizinci yüz yılın entelektüel, kültürel ve felsefi hareketini ifade eden Aydınlanma 14, Avrupa toplumunun değişim, gelişim ve ilerleme olarak nitelendirilen sürecinin entelektüel anlamdaki doruk noktası olarak görülmektedir. Toplumsal, ekonomik ve kültürel alanlarda yaşanan değişim emprik bilim ve rasyonaliteyle ilişkilendirilmek suretiyle ilerleme olarak tanımlanmıştır. Bilim ve akıl bireylerin ve toplumların hayatlarını düzenlemenin kurallarının doğru kaynakları olarak görülmeye başlanmıştır. Aydınlanmayla birlikte Batı, kendi düşüncesi, pratikleri, değerleri ve kurumlarının üstünlüğüne yönelik güçlü bir inanç meydana getirmiştir. Batı’nın kendine ve değerlerine yönelik beslediği bu inanç, modern devletin Doğuşu ve kapitalist Pazar Cevizci, Ahmet, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yay., İstanbul 1999, s. 431 Vattimo, Gianni, Modernliğin Sonu, Çev.: Şehabettin Yakin, İz Yayıncılık, İstanbul 1999, s.86 13 Hollinger, a.g.e.,s. 17 14 Marshall,Gordon, Sosyoloji Sözlüğü, Çev.: Osman Akınhay & Derya Kömürcü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 1998, s. 48 11 12 İslamda Modernleşme Girişiminde Oryantalizmin İzleri ekonomisinin yükselişi gibi modernleştirici gelişme sürecinin başarıyla tamamlanmasında temellendirilmiştir. 15 Entelektüel bakımdan özerk bilimsel, sanatsal ve ahlaki alanlar, eskinin dini dünya görüşünden kesin ve ona karşıt bir biçimde ayrılmıştır. Bilimsel bilgi Sayfa | 179 geleneksel bilgiye tezat olarak görülmüştür. Rasyonalite ve bilimsel prosedürlerin uygulanması gelenek, geleneğe ait inanç, pratik ve değerleri gözden düşürmüştür. Her inanç ve kabule rasyonalite ve emprik gözlem kurallarına uyum testi uygulanmaya başlanmakla kalınmayarak, geleneğin eleştirisi cehalete duyulan nefretle birleşmiştir. 16 Yoksunlukların Coğrafyası Olarak Doğu ve Oryantalizm Modernleşme gelişmişlikle ilişkilendirilirken bu ilişki rasyonalite temelinde ele alınır. Lineer tarih anlayışında somutlaşan söz konusu ilerleme ideali modernitenin en temel karakterlerinden birini yansıtır. Fransız aydınlanmasında somutlaşan ilerleme düşüncesi evrensel bir tarih kurgusuyla, bilimdeki gelişmelerle paralel olarak insani düşünüm ve kazanımların ilerleyeceği inancını yansıtır. 17 İlerlemeye duyulan inanç ile rasyonalite arasında kurulan ilişki modernleşmemiş/gelişmemiş toplumların modernleşmenin temel karakteristiklerinden yoksunlukla tanımlanması neticesini doğurmuştur. Nedir bu geri kalmışlık ya da gelişmemişlik? Bu tanımlama Cemil Meriç tarafından “asırlık hezimetlerin öcünü almak için Hıristiyan dünyanın keşfi” 18 olarak nitelendirilmektedir. Gerilik ya da az gelişmişlik Doğu-Batı dikotomisinde somutlaşmıştır. Doğu-Batı ayrımı genel bir ayrım olmaktan ziyade, yeniçağın başlangıcından itibaren kazandığı anlam itibariyle, yani modernleşme ile ilişkisi bağlamında ele alınmaktadır. Doğu-Batı dikotomosi aynı zamanda Batı’nın diğer toplumlarla karşılaşmasının ifadesi olarak da karşımıza çıkmaktadır. Aslında Doğu olarak nitelenen toplumlarla Batı’nın daha önceki karşılaşmalarında üst düzey uygarlıklar da bulunmaktaydı. Fakat bu yeni karşılaşmada Doğu toplumları gelişmelerin dışında kalmış toplumlar haline gelmiştir. Söz konusu toplumlar önünde Batı kendi üstünlüğüne yönelik sonsuz bir güven duyarak, kendi yayılmacılığını uygarlığın taşınması olarak görmeye başlamıştır. 19 Batı kendi yayılmacılığını uygarlığın yayılmasıyla özdeşleştirmek suretiyle sömürgeciliğini meşrulaştırma gayreti gütmüştür. 20 Batı elde ettiği güç ile dünya egemenliğini ele geçirerek egemenliği altına aldığı ya da sömürgeleştirdiği toplumları biçimlendirme girişiminde bulunmuştur. Ahmet Çiğdem, Akıl Ve Toplumun Özgürleşimi, Vadi Yayınları, Konya 1997, S.24 Shills, a.g.e., s. 149 17 Çiğdem, Ahmet, Aydınlanma Düşüncesi, İletişim Yay., İstanbul 1997, s. 42 18 Meriç, Cemil, Kırk Ambar, Ötüken Yay., İstanbul 1980, s. 263 19 Sezer, Baykan, “Doğu-Batı Ayrımı”, Doğu-Batı Dergisi, Yıl I, S.II, 1998, s.29 20 Meriç, Cemil, Kırk Ambar, Ötüken Yay., İstanbul 1980, s.264 15 16 İbrahim KESKİN Batı, toplumların birbirini örnek almasını, tolumlar arası ilişkilerin tek mümkün biçimi olarak toplumları sınırlandırmak suretiyle, yayılmacılığına gerekçe ve dayanak sağlamaya çalışmıştır. Dolayısıyla Batı’nın, Batı dışı toplumlarla kurmuş olduğu ilişki öncelikle bir egemenlik ilişkisidir. Batı Sayfa | 180 yayılmacılığı, kendi gücünün, kendi gelişmesinin doğal bir sonucu olarak görmekte ve kendisi ile öteki toplumlar arasında bir ayrım yapmaktadır. DoğuBatı ayrımı, Batı’nın bu toplumlara karşı yaklaşımını yansıtmaktadır. Batı düşüncesi geleneği, rasyonel olana müracaat yoluyla varlığın bilgisi ve hakikatine ulaşılabileceğini varsayar. 21. Oryantalizm, toplumsal gelişmenin topluma içsel olan nitelikler sonucu açığa çıktığını varsayarak, rasyonaliteyi Batı toplumunun temel niteliği olarak görür. Buna göre, bir toplumun özünde ilerlemeyi veya değişmeyi mümkün kılan, destekleyen veya engelleyen unsurların olduğu varsayılmaktadır. Dolayısıyla oryantalist söylemde Batı- Doğu dikotomosi uygar olan –Batı- ve uygar olmayan ayrımına tekabül etmektedir. Batı’yı olumlu, toplumu ilerleten bir üstünlükle, Doğu’yu ise daha alt düzeyde konumlandıran bu yaklaşım tarzı oryantalizmin özünü açığa çıkarır. Batı’nın bu dikotomik sınıflandırması Doğu’nun bir tasviri, Doğu’nun nesnel tarihinin yazımından ziyade Batı’nın kendisinin ve tarihinin Doğudaki yansımasını ifade etmektedir. Oryantalist söylem ile Batı, kendini, tarihini, zamanını Doğu ile arasındaki farka dayanarak kurmaktadır. 22 Söz konusu ayrım en şiddetli biçimde Batı’nın kendi dışındaki dünyayı horlamasında ve küçümsemesinde açığa çıkmaktadır. Bu küçümseyici tavır Batının sömürüsünü de haklı çıkaracak bir tutumun ifadesi olmuştur. Fakat söz konusu tutum bu haklılaştırıcı girişimle sınırlı kalmayarak dönüştürme girişimlerine de dönüşmüştür. Bu dönüşüm Batı dışı toplumların uygarlık yolunda ilerleme ve çağdaşlaşmalarının göstergeleri olarak sunulmuştur. 23 Söz konusu egemenlik girişimleri 19.yy.dan itibaren Doğu’ya da yaygınlaştırılmaya çalışılmıştır. Bu girişimde Batı sömürge toplumlarıyla geleneksel ilişkisini sürdürerek Doğu’ya da aynı ilişki biçimini dayatmayı seçmiştir. Batı egemenliğinin kabulünden başka bir anlam taşımayan yeni ilişkilere uyum, çağdaşlaşmak, uygarlaşmak, ilerlemek ile özdeşleştirilmiştir. Doğu-Batı ayrımı sömürgeci pratikler sonucunda dünya tarihinin Batı tarafından yeniden inşasını ifade etmektedir. Batı, Doğuyu hem ontolojik hem de epistemolojik olarak bir zıtlık ilişkisi içinde konumlandırmış ve gelişmişliğin ya da az gelişmişliğin tarihi olarak inşa etmiştir. Oryantalizm’in tarih inşası Batı’nın dışındakini –ötekini- Doğu’yu nesne olarak kurgulayan bir söylemdir. Bu söylem 21Küçükalp, Kasım, Batı Metafiziğinin Dekonstrüksiyonu: Heidegger ve Derrida, Sentez Yayınları, İstanbul 2008, s. 250-251. 22 Mutman, Mahmut, “Oryantalizm’in Gölgesi Altında Batı’ya Karşı İslam”, Der.: Keyman & Mutman & Yeğenoğlu, Oryantalizm, Hegemonya Ve Kültürel Fark, İletişim Yay. İstanbul 1999, S. 44 23 Sezer, a.g.m., s.33-34 İslamda Modernleşme Girişiminde Oryantalizmin İzleri modernitenin küresel hegemonyasının tarihsel olarak kuruluşunu ifade eder. Batının tarih-akıl-gelişme temelinde hareket eden medeniyetin temsili, ötekinin ise akıl dışılığın, geri kalmışlığın, ilerlemeye kapalı gelenekselliğin temsili olarak kurgulanması, modernitenin global hegemonik bir proje olarak işlev gördüğünün ifadesidir. 24 Oryantalizm’in bu söylemi Doğulu aydın ve Sayfa | 181 entelektüellerinin kendi toplumlarının özgül tarihlerini modernleşme/çağdaşlaşma istenciyle özümsemeye sevk etmiştir. Yerli aydın ve entelektüellerin bu istenci ulus devlet, kapitalizm, rasyonalite ekseninde içselleştirilmiş bir oryantalizme dönüşmüştür. Oryantalizm genelde kendi fantazmalarının kurgusal sonuçlarına dayandırdığı unsurlar yoluyla toplumları tasnif eder. Oryantalizm’in tasnifinin Doğu-Batı tanımlamaları her ne kadar objektiflik iddiası taşıyor olsa da, deskriptif tanımlamaların ötesinde ideolojik imalar taşımaktadır. Bu ima Batı düşüncesinin dikotomik karakterinin imalardır. 25 Buna göre; özü itibariyle rasyonel karaktere sahip olduğu varsayılan Batı, ilerleme, demokratikleşme ve özgürleşme potansiyeline sahip olma hususunda biricikliğe sahiptir, bunun karşısında konumlandırılan Doğu ise, irrasyonel bir karakterle özdeşleştirilip, durağanlık, ilerlemeden yoksunluk, bireyselleşme, özgürlük ve demokrasiden yoksunlukla tanımlanır. Bu tanımlamayı Weber’in İslam dünyasına yönelik analizlerinde açık bir şekilde görmek mümkündür. Turner’ın da belirttiği gibi, Weber; kapitalizm için gerekli olan burjuva sınıfı, para ekonomisi, özgür emek piyasası, rasyonel hukuk ve otonom şehir gibi ön koşullarının ortaya çıkışının İslam’ın siyasi kurumlarının patrimonyal doğası tarafından engellendiğini düşünür. 26 Orta Doğu ve İslam toplumlarını orta sınıfın, modern kentin, siyasi haklar, sınıf çatışmaları ve devrimlerin yokluğuyla tanımlayan Weber, ilerleme ve kapitalizmi merkeze alan oryantalist bir yaklaşım ortaya koymaktadır. 27 Söz konusu yaklaşım, ilerleme ve kapitalizm merkeze alınarak, bu değerleri ancak Batı toplumlarının gerçekleştirme potansiyelinin olduğunu ima etmektedir. Doğu özelinde İslam dünyası karakteristik olarak bu değerlerden potansiyel olarak yoksunlukla özdeşleştirilmiştir. Weber’in İslam’la özdeşleştirerek ele aldığı feodal ahlak, söz konusu ilerlemenin engeli olarak görülür. Feodal ahlak hukukun keyfiliğini doğurduğu gibi, ticarette de sürekli devlet müdahalesini ortaya çıkardığından, rasyonel gelişmeye engel olarak 24 Kahraman, Hasan Bülent, Keyman, Fuat, “Kemalizm, Oryantalizm ve Modernite”, Doğu-Batı Dergisi, Yıl I, S.II, 1998, s. 63-64 25 Murphy, john w., Postmodern Sosyal Analiz, Çev. Hüsamettin Arslan, Paradigma Yayınları, İstanbul 2000, ss. 11-40. 26 Turner Bryan S., Max Weber ve İslam; Eleştirel Bir Yaklaşım, Çev. Yasin Aktay, Vadi Yayınları, Konya 1991, s. 20. 27A.e., s.s. 12-24 İbrahim KESKİN görülür. Weber İslam’ı tüm ilerlemenin temel motivasyonu olarak görülen püriten ahlaktan yoksun olmakla da itham etmiştir. Gerileme Sorunu, Köken Arayışı, Oryantalizm ve Çağdaşlaşma İstenci Sayfa | 182 Genel anlamda 16,yüz yy.dan itibaren İslam dünyasının bir gerileyiş ve çöküş sürecine girdiği kabul edilir. 28 İslam dünyasının fikri dinamizmini kaybetmiş olması ve tarım toplumunun sınırlamalarından kurtulamamış olması gibi unsurlar, söz konusu iddianın hem gerekçeleri hem de göstergeleri olarak sunulur. Batı karşısında İslam toplumlarının yaşamış olduğu askeri, siyasal, teknolojik vb. yenilgiler, Müslümanların yenildikleri güce gözlerini çevirmelerine neden olmuş, hatta bu büyük bir öykünmeyle sonuçlanmıştır. 29 İslam toplumunun fikir ehli -elbette ki kendi benliği, medeniyet ve kültürüne yabancılaşmamış olanları- değerlerinden vazgeçmemişler, sorunların inanç ve değerlerden kaynaklanmadığına yönelik savunmacı ve reaksiyoner tutumlar göstermişlerdir. Yirminci yüzyılın büyük bir kısmı boyunca İslamcı modernist akımın savunucuları İslâm’ın bir din olarak üslup bakımından hayati önem taşıyan her hangi bir konuda anti rasyonel olmadığını, ayrıca kültürel olarak da gelenekçi olmadığını iddia etmişlerdir. Ortodoks İslam aslında gerçekçi, radikal, asketik ve disipline bir kültürdü; Kalvinizm’de görülen iç dünyasal asketizm’in aynısını İslam da sağlayabilirdi. Gerçekten İslam tek tanrıcılığı, içinde çok tanrıcı sınırlamalar taşıyan teslis doktrinine sahip Hristiyanlıktan daha rasyoneldi. Sorun islam’ın bu rasyonalist dinamiğinin daha önceden nasıl bastırılmış olduğunu açıklamaktı. İslam dünyasının bu tarihsel gecikme isnadını açıklayabilecek birkaç cevap vardı. Bunların arasında mistik sufizm’in olumsuz sonuçları, gelenekçi dindarlık, İslam hukukunun katılığı ya da ictihat kapısının kapanması, daha kârlı yatırımlara yönelmede zekâtın olumsuz etkileri ve sivil toplum ve içinde özerk bir kent kültürünün yokluğu bulunmaktaydı. 30 Turner’ın da değindiği üzere, İslam toplumu aydını geri kalmışlık sorununu analiz, tespit ve çıkarımlarında oryantalist söylemle ortak bir sonuca vararak modernleşme sürecinin İslam toplumlarında başlamamış olmasını, İslam kültür ve geleneğinin irrasyonel karakteriyle ilişkilendirilmiştir. Gerek geri kalmışlık tartışmalarında gerekse de İslam toplumlarının modernleştirilme önerilerinde oryantalizm’in izleğini açıkça görmek mümkündür. Oryantalizm’in söyleminde Geniş bilgi için bakınız, Gencer, Bedri, İslam’da Modernleşme, Lotus Yayınları, Ankara 2008, s.s. 36-54 29 A.e., s. 207 30 Turner Bryan S., Oryantalizm, Postmodernizm ve Globalizm, Çev. İbrahim Kapaklıkaya, Anka Yayınları, İstanbul 2002, s. 29. 28 İslamda Modernleşme Girişiminde Oryantalizmin İzleri ortaya konulmuş olan Doğu’yu irrasyonellik, durağanlık, despotizm, orta sınıfın yokluğu vb. yoksunluklarla tanımlama ile modernist İslam düşünürlerinin İslam’ın rasyonel karakterinin kültürün irrasyonel unsurları, despotizm gibi etkenler tarafından engellendiği şeklindeki çıkarımları oryantalist söylemin içselleştirilmiş biçimini açığa çıkarmakta ve belirginleştirmektedir. Mesela; Sayfa | 183 İslam toplumlarında demokratikleşme sürecindeki gecikmenin ulus devletin ve orta sınıfın yokluğuyla ilişkilendirilmesi bu yaklaşımı örneklemektedir. Söz konusu aydınlar gerek düşünsel düzlemde gerekse de toplumsal ilişkiler düzleminde geleneksel yapıların İslam toplumlarının modernleşmesi bağlamında bir engel teşkil ettiği kanaatindedirler. 31 Batı dışı toplumların modernleşme istenci yerel dokunun dönüşümünün özgül bir yansıması olarak değil, entelektüel ve politik elitlerin politik bir çabası olarak açığa çıkmaktadır. 32 Gönüllü modernleşme istenci ile küresel modernite arasında bir bağ söz konusudur. Modernleşme istenci modernitenin global hegemonyasının söylemsel kuruluşu ve hareket tarzını, dolayısıyla oryantalist söylemin içselleştirilmiş inşasını açığa çıkarmaktadır. Bu da modernleşme istencindeki dışsal kurucu unsuru göstermek açısından önemli bir göstergedir. 33 Sonuç ve Değerlendirme İslam toplumlarının, Ortaçağ Batı toplumlarının aksine olmak üzere, sosyal, kültürel, ekonomik ve bilimsel bakımdan büyük bir gelişmişlik göstermelerine rağmen, on yedinci yüzyıldan itibaren, Batıya nazaran bir gerileme ve daha sonraki dönemler açısından ise, bir çöküş süreci yaşamaları, birçok düşünür ve bilim adamı tarafından konu edilmiş ve bunun sebeplerine yönelik birtakım düşünceler ileri sürülmüştür. Fakat bu husustaki birçok söyleme bakıldığında oryantalist söylemin içselleştirilmiş biçimine tekabül ettiği söylenebilir. Çöküş paradigmasının içselleştirilmesi, genel olarak Doğu, özelde de İslam dünyasının kendi tarihlerini yeni bir dönemleştirmeye tabi tutmalarına sebep olmuştur ki, bu, Avrupa merkezli tarih yazımına benzer bir dönemleştirmeye tekabül etmektedir. İslam dünyasının bu şekilde dönemleştirmeye tabi tutulması, yerel entelektüellerin kendilerine ait olandan vazgeçmelerine, medeniyet bakımından değişiklik taleplerine ve bunun yerine Batılı medeniyeti tesis etmeyi arzulamalarına sebep olmuştur. Bu tutum self-oryantalizasyon sürecini ifade etmektedir. Self-oryantalizasyon, yerli entelektüeller ve politikacıların oryantalist algı biçimleriyle uyumlu bir şekilde kendilerini algılama ve yeniden üretmelerini sağlayan bir bilinç biçimini ifade eder. Batının kendine göre daha üstün algılanmasına neden olan hiyerarşi, kendilerini 31 Câbirî, Yeniden Yapılanma, Çev. Ali ihsan Pala, Mehmet Şirin Çıkar, Kitabiyat yayınları, Ankara 2001, s. 136 32 Göle, Nilüfer, “Batı Dışı Modernlik Üzerine Bir İlk Desen”, Doğu-Batı Dergisi, Yıl I, S.II, 1998, s.55 33 Kahraman & Keyman, a.g.m., s.70-71 İbrahim KESKİN Sayfa | 184 oryantalize eden reform programlarının en derinlerine nüfuz etmiştir. Fakat söz konusu yerel entelektüellerin kendini oryantalize etmelerinin amacı Batının olduğu gibi kabulünden ziyade, kendilerini inatla hâkim ötekinin aşağısında yerleştirme istekleridir. 34 KAYNAKÇA Cevizci, Ahmet, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yay., İstanbul 1999 --------------------, İlk Çağ Felsefe Tarihi, Asa Yay., Bursa 2000 Çiğdem, Ahmet, Aydınlanma Düşüncesi, İletişim Yay., İstanbul 1997 --------------------, Akıl Ve Toplumun Özgürleşimi, Vadi Yayınları, Konya 1997 el-Câbirî, Muhammed Âbid, Yeniden Yapılanma, Çev. Ali ihsan Pala, Mehmet Şirin Çıkar, Kitabiyat yayınları, Ankara 2001 Gencer, Bedri, İslam’da Modernleşme, Lotus Yayınları, Ankara 2008 Göle, Nilüfer, “Batı Dışı Modernlik Üzerine Bir İlk Desen”, Doğu-Batı Dergisi, Yıl I, S.II, 1998 Hollinger, Robert, Post-Modernizm ve Sosyal Bilimler, Çev.: Ahmet Cevizci, Paradigma Yayınları, İstanbul 2005 Kahraman, Hasan Bülent, Keyman, Fuat, “Kemalizm, Oryantalizm ve Modernite”, Doğu-Batı Dergisi, Yıl I, S.II, 1998 Kant, İmmanuel, “Aydınlanma Nedir? Sorusuna Cevap.”, İmmanuel Kant Seçilmiş Yazılar, Çev. Nejat Bozkurt, Remzi Kitabevi, İstanbul 1984 Kireççi, Mehmet Akif, Decline Discourse and Self-Orientalization in The Writings of Al- Tahtawl Tâhâ Husayn and Ziya Gökalp A Comparative Study of Modernization in Egypt and Turkey, Ph.D. Tesis, University of Pennsylvania, 2007, (Basılmamış Doktora Tezi) Küçükalp, Kasım, Batı Metafiziğinin Dekonstrüksiyonu: Heidegger ve Derrida, Sentez Yayınları, İstanbul 2008 Marshall,Gordon, Sosyoloji Sözlüğü, Çev.: Osman Akınhay & Derya Kömürcü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara 1998 Meriç, Cemi, Kırk Ambar, Ötüken Yayınları, İstanbul 1980 Murphy, john w., Postmodern Sosyal Analiz, Çev. Hüsamettin Arslan, Paradigma Yayınları, İstanbul 2000 Mutman, Mahmut, “Oryantalizm’in Gölgesi Altında Batı’ya Karşı İslam”, Der.: Keyman & Mutman & Yeğenoğlu, Oryantalizm, Hegemonya ve Kültürel Fark, İletişim Yay. İstanbul 1999 Sezer, Baykan, “Doğu-Batı Ayrımı”, Doğu-Batı Dergisi, Yıl I, S.II, 1998 Shills, Edward, “Gelenek”, İnsan Bilimlerine Prolegomena, Derleme ve Terc. Hüsamettin Arslan, Paradigma Yayınları, İstanbul 2002 Turner Bryan S., Max Weber ve İslam; Eleştirel Bir Yaklaşım, Çev. Yasin Aktay, Vadi Yayınları, Konya 1991 34 Kireççi, a.g.e., s. 26. İslamda Modernleşme Girişiminde Oryantalizmin İzleri Turner Bryan S., Oryantalizm, Postmodernizm ve Globalizm, Çev. İbrahim Kapaklıkaya, Anka Yayınları, İstanbul 2002 Vattimo, Gianni, Modernliğin Sonu, Çev.: Şehabettin Yakin, İz Yayıncılık, İstanbul 1999 Weber, Max, Economy and Society, Sayfa | 185 West, Kıta Avrupa Felsefesine Giriş, Çev.: Ahmet Cevizci, Paradigma Yayınları, İstanbul 1998