islam mezhepleri tarihi - Ankara Üniversitesi Açık Erişim Sistemi

advertisement
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ
(İSLAM MEZHEPLERİ TARİHİ)
ANABİLİM DALI
EBÛ HANÎFE VE FERGANA VADİSİNDEKİ ETKİSİ
(DOKTORA TEZİ)
Zaylabidin ACIMAMATOV
Ankara 2005
T.C.
ANKARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
TEMEL İSLAM BİLİMLERİ
(İSLAM MEZHEPLERİ TARİHİ)
ANABİLİM DALI
EBÛ HANÎFE VE FERGANA VADİSİNDEKİ ETKİSİ
(DOKTORA TEZİ)
Danışman:
Prof. Dr. Sönmez KUTLU
A.Ü. İlahiyat Fakültesi
Öğretim Üyesi
Hazırlayan:
Zaylabidin ACIMAMATOV
Ankara 2005
I
ÖNSÖZ
İslam’ın yayılmasında ve medeniyetleşme sürecine büyük katkıda bulunan
alimlerden birisi de Ebû Hanîfe’dir. Günümüzde Müslümanların, özellikle Türklerin
büyük çoğunluğu ona nispet edilen Hanefî mezhebine bağlıdır. Bununla birlikte Ebû
Hanîfe’nin hayatını, eserlerini, fikirlerini, etkilerini ele alan Türk dillerinde yazılmış
eser sayısı son derece azdır. Bu bakımdan biz Ebû Hanîfe ve Fergana Vadisindeki
Etkisi konusunu Mezhepler Tarihi açısından incelemeye çalışacağız.
Ebû Hanîfe, halk arasında menkabevî yönüyle tanınmaktadır. Bu durum onun
doğru anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. Biz bu çalışmamızın I. Bölüm’de Ebû
Hanîfe’nin tarihî ve menkabevî hayatını ayrı ayrı inceleyeceğiz.
II. Bölüm’de Ebû Hanîfe’nin itikadî konudaki görüşlerini ele alacağız. Ebû
Hanîfe İslam Düşüncesinde daha çok bir fakih olarak bilinmektedir. Oysa, o aynı
zamanda itikatla ilgili görüşler de ileri sürmüş, daha sonra Ehl-i Sünnetin bir
cephesini oluşturan Mâturîdîliğin oluşmasına zemin hazırlamıştır.
II/VIII. asrın ikinci yarısından itibaren Ebû Hanîfe’nin fikirleri daha çok
İslam coğrafyasının doğusunda yayılmaya başlamış, III/IX. asırdan itibaren
Semerkand ve Buhara’nın ötesine Fergana bölgesine doğru yayılmaya devam
etmiştir. Bu mezhebe mensup alimlerin çıkmasıyla Hanefîlik buralarda daha da
güçlenmiş ve zirveye ulaşmıştır. Günümüzde genelde Orta Asya topluluklarının
büyük çoğunluğu ve Kırgızların hemen hemen tamamı Hanefî mezhebine bağlıdır.
Bu nedenle çalışmamızın III. Bölümünde Kırgızlar’ın dinî düşüncesinde etkili olan
Fergana vadisinde Ebû Hanîfe’nin tesiri ve Hanefîliğin yayılışını analiz edeceğiz.
Orta Asya’da bügüne kadar bu konuda ciddî bir bilimsel çalışma yapılmış
değildir. Kırgızistan’da konuyla ilgili bilgi açığını doldurmak amacıyla böyle bir
konuyu doktora tez konusu olarak çalışmak istedik. Çalışmamız genelde Orta Asya,
özelde Kırgızistan insanlarının Ebû Hanîfe’yi tanımalarında büyük yararlar
II
sağlayacağı ümidindeyiz. Böyle bir araştırmayı yapmam konusunda beni teşvik
ederek yardımlarını hiç bir zaman esirgemeyen danışman hocam Prof. Dr. Sönmez
Kutlu’ya ve hiçbir konuda yardımlarını esirgemeyen hocalarım Prof. Dr. Hasan Onat
ve Prof. Dr. Mustafa Erdem’e, ayrıca katkıları bulunan bütün arkadaşlarıma da
teşekkürlerimi arz ederim.
Zaylabidin Acimamatov
Ankara 2005
III
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ ……………………………………………………………………...
I
İÇİNDEKİLER ………………………………………………………………
III
KISALTMALAR…………………………………………………………….
VIII
GİRİŞ
A. Metot Hakkında …………………………………………………………..
1
B. Kaynaklar Hakkında ……………………………………………………...
3
I. BÖLÜM
İMAM AZAM EBÛ HANÎFE’NİN HAYATI VE ONA NİSBET EDİLEN
ESERLERİ
A. Hayatı …………………………………………………………………….. ….8
a. İsmi ve Künyesi …………………………………………………….........8
b. Doğumu ve Nesebi ………………………………………………………9
c. Ailesi ……………………………………………………………………10
d. Şahsiyeti ve Şemaili ……………………………………………….........12
e. Vefatı ……………………………………………………………………13
B.Tahsili………………………………………………………………………….16
a. Hocaları…………………………………………………………………..21
b. Öğrencileri……………………………………………………………….24
1. İmam Ebû Yusuf (113-182/731-798)………………………………….25
2. Şeybânî (132-189/749-805)……………………………………………27
3. Züfer b. Hüzeyl (110-158/728-775)……………………………………29
4. Hasan b. Ziyad (116-204/734-819)……………………………………30
5. Vekî b. el-Cerrâh (129-197/746-812)………………………………….31
6. Nuh b. Ebî Meryem (173/789)………………………………………...32
7. Kasım b. Ma’n (175/791)……………………………………………...33
IV
8. Yahya b. Zekeriya (183/799)………………………………………….34
9. Hafs b. Gıyas (117-194/735-810)……………………………………..35
10. Esed b. Amr el-Becelî (190/806)…………………………………….36
11. Ebû Mutî el-Belhî (119/814)…………………………………………37
12. Bişr b. Gıyas el-Merîsî (218/833)……………………………………38
C. Menkabevî Kişiliği ve Kırgızlar Arasındaki Menkabeler……………………39
a Menkabevî Kişiliği …………………………………………………...39
b. Kırgızlar Arasında Ebû Hanîfe Hakkındaki Menkabeler……………..43
D. Muhalifleri Tarafından Ebû Hanîfe’ye Yöneltilen Eleştiriler………………..50
a. Hadis Konusunda……………………………………………………..50
b. İrcâ Konusunda……………………………………………………….53
E. Ebû Hanîfe’ye Nisbet Edilen Eserleri……………………………………….58
a. İtikadî Eserleri ………………………………………………………...59
1. er-Risâle İlâ Osman el-Bettî……………………………………..59
2. el-Âlim ve’l-Müteallim………………………………………….60
3. el-Fıkhu’l-Ebsat………………………………………………….61
4. el-Fıkhu’l-Ekber…………………………………………………63
5. el-Vasiyye……………………………………………………….65
b. Diğer Eserleri ……………………………………………………….65
1. Fıkhî Eserleri ……………………………………………………65
2. Hadisle İlgili Eserleri ……………………………………………66
II. BÖLÜM
EBÛ HANÎFE’NİN İTİKADÎ GÖRÜŞLERİ
A. Ulûhiyyet …………………………………………………………………...69
B. Nübüvvet ……………………………………………………………………72
C. el-Esma ve’l-Ahkâm ………………………………………………………..73
a. Büyük Günah Problemi ……………………………………………….74
b. Amel-İman İlişkisi ……………………………………………………77
c. İmanda İstisna …………………………………………………………80
d. İmanın Tanımı …………………………………………………………81
V
e. İmanda Artma ve Eksilme …………………………………………….83
f. İmanda Eşitlik …………………………………………………………85
g. İman-İslam İlişkisi …………………………………………………….86
h. Va’d ve Vaîd ………………………………………………………….88
D. Siyasî Görüşleri ……………………………………………………………89
III. BÖLÜM
EBÛ HANÎFE’NİN GÖRÜŞLERİNİN FERGANA VADİSİNDE
YAYILIŞI
A. Fergana Vadisinin Genel Durumuna Kısa Bir Bakış ……………………….94
B. Ebû Hanîfe’nin Görüşlerinin Fergana Vadisinde Yayılışı…………………..99
a. Fergana ………………………………………………………………99
1. Ebû Muzaffer el-Muşattab el-Fergânî (414/1023-486/1093)………..100
2. Ebû Bekr Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed es-Serahsî (483/1090) ….101
3. Muhammed b. Ebû Bekr el-Fergânî (594/1197)…………………….102
4. Ömer b. Muhammed el-Andükânî el-Fergânî (632/1234……………103
5. Muhammed Ebû’l-Feth Celâluddîn el-Fergânî (VII/XIII. Asır)…….104
6. Ebû Bekr Muhammed b. Hamaveyh el-Fergânî (IV/X. Asır)……….104
7. Habîb b. Ömer el-Fergânî …………………………………………...104
8. Muhammed b. İbrâhim el-Hukandî (VI/XII. Asır)………………….105
b. Kâsân …………………………………………………………………105
1. Mesûd b. Hüseyin el-Kâsânî (520/1126) …………………………..106
2. İbrâhim b. Ya’kûb el-Kâsânî (478/1085-553/1158) ……………….107
3. Muhammed b. Mesûd el-Kâsânî (490/1097-555/1160) ……………107
4. Muhammed b. Ya’kûb el-Kâsânî (480/1087-555/1160) …………..107
5. Ali b. Mavdûd el-Kâsânî (480/1087-557/1162) ……………………108
6. Hasan b. Nasr el-Kâsânî (490/1096-557/1162) ……………………109
7. Ebû Nasr Ahmed b. Süleyman el-Kâsânî (V/XI. Asır) ……………109
8. Alâuddîn Ebû Bekr b. Mesûd el-Kâsânî (587/1191) ………………109
9. Ya’kûb b. Ebû Nasr el-Kâsânî (VI/XII. Asır) ……………………..111
VI
10. Ebû Abdullah Muhammed b. Hasan el-Kâsânî (VI/XII. Asır) …..112
11. Rizkullah el-Kâsânî (VI/XII. Asır) ………………………………112
12. Eşref b. Necîb el-Kâsânî (VII/XIII. Asır) ……………………......113
c. Ahsıket ………………………………………………………………113
1. Ebû Ali Hüseyin b. Ebî Ya’lâ el-Ahsıketî (V/XI. Asır) …………..114
2. Ebû’l-Vefâ Muhammed b. Muhammed el-Ahsıketî (520/1126)….114
3. Ahmed b. Muhammed el-Ahsıketî (530/1135)……………………114
4. Ebû Abdullah Hüsâmuddîn el-Ahsıketî (644/1247)………………115
5. Ahmed b. Muhammed el-Ahsıketî (611/1214-670/1271)…………116
d. Mergınan …………………………………………………………….116
1. Abdulaziz b. Abdurrezzâk el-Mergınânî (477/1084-1085)………..117
2. Mahmûd b. Abdulaziz el-Mergınânî (V/XI. Asır)…………………118
3. Ali b. Abdülaziz el-Mergınânî (506/1112)…………………………118
4. Ebû’l-Meâli Kays b. İshâk el-Mergınânî (526/1132)………………119
5. Ömer b. Ahmed el-Mergınânî (485/1092-556/1160)………………119
6.Ebû’l-Hasan Burhânuddîn el-Mergınânî (593/1197)………………..120
7. Ebû Hafs Nizâmuddîn Ömer b. Ali el-Mergınânî (600/1203)………122
8. Abdullah b. Ali el-Fergânî (551/1156-616/1219)…………………..122
9. Hasan b. Ali Zahîrüddîn el-Mergınânî (619/1222)…………………123
10. Ebû Bekr b. Ali İmâduddîn el-Mergınânî (620/1223)……………..123
11. Muhammed b. Ahmed el-Mergınânî (VI/XII-VII/XIII. Asırlar)…..124
12. Ebû İshâk İbrâhim b. Ali el-Mergınânî (VI/XII. Asır)……………124
13. Esed b. İshâk (VI/XII. Asır)……………………………………….125
14. Sâid b. Esed b. İshâk el-Mergınânî (VI/XII. Asır)…………………125
15. Mahmûd b. Mesûd el-Mergınânî…………………………………..126
16. Ebû Bekr b. Ziyâd el-Mergınânî …………………………………..126
17. Ebû’l-Feth Zeynuddîn el-Mergınânî el-İmâdî (VII/XIII. Asır)…....126
18. Muhammed b. Muhammed el-Kubâvî (726/1326)………………..127
e. Oş …………………………………………………………………….127
1. Mesûd b. Mansûr el-Oşî (519/1125) ……………………………….128
2. Ali b. Osman el-Oşî (569/1173) …………………………………...128
3. Ebû Abdullah Nasruddîn el-Oşî (592/1195) ………………………135
VII
4. Ömer b. Mûsa el-Oşî (VI/XII. Asır) ……………………………….135
5. Muhammed b. Ahmed el-Oşî (613/1216) …………………………..136
6. Muhammed b. Âlim el-Âmil el-Oşî (741/1340) ……………………136
f. Özkent ………………………………………………………………...137
1. Mahmûd b. Abdülaziz el-Özcendî (VI/XII. Asır) ………………….137
2. Fahruddîn Hasan b. Mansûr el-Özcendî (592/1196) ……………….138
SONUÇ ………………………………………………………………………141
BİBLİYOGRAFYA ………………………………………………………….144
VIII
KISALTMALAR
A.g.e.
: Adı geçen eser
A.g.m.
: Adı geçen makale
A.g.md.
: Adı geçen madde
AÜİFD
: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi
AÜİFİİED
: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam İlimler Enstitüsü
Dergisi
Bkz.
: Bakınız
c.
: Cilt
ed.
: Editör
çev.
: Çeviren
DFİFM
: Dârülfunun İlahiyat Fakültesi Mecmuası
Haz.
: Hazırlayan
MEB. İ.A.
: Millî Eğitim Bakanlığı İslam Ansiklopedisi
TDV. İ.A.
: Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
Krş.
: Karşılaştırınız
Nşr.
: Neşreden
S.
: Sayı
s.
: Sayfa
thk.
: Tahkik eden
trz.
: Tarihsiz
T.A.
: Türk Ansiklopedisi
yrz.
:Yersiz
IX
1
GİRİŞ
A. Metot Hakkında
Ebû Hanîfe siyasî ve dinî kargaşaların bol olduğu bir dönemde yaşamıştır. O,
bir taraftan siyasîlerin, diğer taraftan mezhep mensuplarının şiddetli eleştirilerine
maruz kalmıştır. Çünkü Ebû Hanîfe’nin yüksek zekasına ve ilmine hayran olanlar
olduğu gibi, onu çekemeyenler de vardı. Bu nedenle ona yöneltilen eleştirilere cevap
vermek ve Ebû Hanîfe’yi savunmak amacıyla bir çok menâkıb kitabı kaleme
alınmıştır. Bununla birlikte, bu eserler Ebû Hanîfe’yi övmek ve savunmak amacıyla
yazıldığı için, gerçeğe uymayan pek çok bilgi bulunmaktadır. Biz bu gerçeği dikkate
alarak Ebû Hanîfe’nin gerçek hayatını ve itikadî görüşlerini ön yargısız ve objektif
bir şekilde onun tarihsel şahsiyeti üzerinde derinleşerek ele almaya çalışacağız.
Ebû Hanîfe’nin İslam düşüncesinin gelişmesinde büyük rolü olduğu herkes
tarafından kabul edilen bir gerçektir. O, hem İslam itikadına, hem de İslam fıkhına
büyük katkı yapmıştır. II/VIII. asrın ikinci yarısından sonra mezhep haline gelen
Hanefîlik, Ebû Hanîfe’nin öğrencileri tarafından sistemli hale getirilmiş olup, İslam
dünyasının bir çok yerlerinde yayılmıştır.
Ebû Hanîfe hakkında eskiden günümüze kadar bir çok kitap ve makale
yazılmıştır. Ancak, Ebû Hanîfe hakkında bir takım meseleler hâlâ çözülmüş değildir.
Dolayısıyla bu meselelerin çözülebilmesi için, öncelikle tarihi iyi anlamak gerekir.
Hasan Onat’ın da ifade ettiği gibi müslümanların tarihi eleştirel yaklaşımla yeniden
okumaları gerekir. İslam tarihi doğru anlaşılmadığı için geçmişin problemleri bizleri
hala meşgul etmektedir.1
Müslümanlar II/VIII-III/IX. asırdan itibaren sahabe dönemindeki insanları
otorite kabul etmeye başlamışlardır. Dolayısıyla her mezhep kendisinin “Fırka-i
Nâciye” olduğunu iddia ederek Hz. Peygamber dönemi ile irtibatlandırmaya
2
gitmiştir. Fikirlerin ortaya atıldığı ortam ve hadiseler arasında mutlaka bir ilişkisi
vardı. İtikadî ve siyasî görüşlerin hangi zaman dilimiyle ve hangi olaylarla ilgili
olduğu Mezhepler Tarihi bilim dalının alanına girmektedir. Mezhepler Tarihi
araştırmalarının asıl hedefi, fikirlerin hangi şartlarda ortaya çıktığını tarafsız bir
şekilde ve bilimsel araştırma metodu çerçevesinde ortaya koymaktır.2 Bu sebeple,
Ebû Hanîfe’nin hayatı, eserleri ve itikadî görüşleri “Fikir-hadise ve mekan irtibatı”
prensibi çerçevesinde incelenecektir.
Mezhepler Tarihi araştırmasında uyulması gereken bir ilke de meselelere
tarafsız olarak yaklaşmaktır. Üçüncü asra kadar yazılan birinci el kaynaklar, çok azı
hariç zamanımıza ulaşmamıştır. Bu eserlerden bize ulaşanları ise mezhep taassubu ile
yazılmış olup son derece sınırlı bilgiler içermektedir. Üçüncü asrın sonları dördüncü
asrın başlarında yazılan kaynaklar ise daha çok doktrinler üzerinde ve mezhepleri 73
fırka hadisine göre tamamlamaya çalışmışlardır. Mezhepler Tarihçiliğinin çözmesi
gereken en önemli sorunlardan birisi, bilgi kaynaklarının sahihliği ve bu eserlerin
güvenilirliği sorunu teşkil etmektir. 3 Bu bakımdan ilk dönem klasik yazarların
yaptığı gibi şahsiyetleri methetmek veya yermek şeklindeki bir yaklaşımdan uzak
durarak onların hayatlarını, asılsız rivayetler ve ikinci el kaynaklara dayanarak değil,
abartmadan asıl kaynağına inerek aydınlatmaya çalışacağız.
İslam Mezhepleri Tarihi araştırmacısı, her türlü biyografik, rical, tabakat,
Mezhepler Tarihi, ilk dönem İslam Tarihi eserlerinden faydalanarak şahıslar üzerinde
derinleşmek ve sağlıklı bilgiye ulaşmak durumundadır. Bu noktada gerek ele alınan
mezhep veya şahsiyetleri, gerek mezhep sahiplerinin yazmış oldukları tabakat
kitaplarını incelerken son derece dikkatli davranmalıdır. Çünkü, bu tür eserlerde
önemli şahsiyetlerin hayatlarının menkabevî ve tarihî gerçekliği birbirine karışmıştır.
Örneğin Ebû Hanîfe’nin tarihî kişiliğinden çok menkâbevî kişiliği daha çok
tanınmaktadır. Bizim buradaki amacımız Ebû Hanîfe’nin yaşadığı döneme inerek
tarihî kişiliğini ortaya koymaktır. Diğer taraftan mezheplerin adlarının kim
tarafından, kime ve niçin verildiğini iyice tespit etmek gerekir. Çünkü, mezheplerin
adları genelde muhalifleri tarafından verilmiştir. Her mezhebin kendisini ifade etmek
1
Bu konuda geniş bilgi için bkz: Onat, Hasan, Türkiye’de Din Anlayışında Değişim Süreci, Ankara
2003, 17.
2
Kutlu, Sönmez, İslam Düşüncesinde İlk Gelenekçiler, Ankara 2000, 13.
3
Kutlu, Sönmez, “İslam Mezhepleri Tarihinde Usul Sorunu”, 49. (Basılmamış Makale)
3
üzere kullandığı isimle başkasının onlara verdiği isim çoğu zaman örtüşmeyebilir.
Ebû
Hanîfe’nin
muhalifleri
tarafından
yerici
anlamda
“Mürciî”
olarak
isimlendirilmesi, bunun tipik bir örneğidir.
Üzerinde durulması gereken diğer bir husus fikirler üzerinde metodolojik
olarak derinleşmektir. Bununla fikirlerin ilk ortaya atılış şeklini ve zamanını
kastediyoruz. Yani daha sonra mezheb taraftarlarının ortaya attığı görüşlerden değil,
bizzat görüşü ortaya atan kişinin üzerinde çalışma yapılmalı, mezheple ilgili ne kadar
bilgi varsa hafife alınmayarak tek tek değerlendirilmeli, bilimsel tarihçilik
kriterlerine uygun bir şekilde süzgeçten geçirerek eleştirel bir mantıkla analiz
edilmelidir. Ancak bunu yaparken sadece Mezhepler Tarihi kitaplarıyla yetinmeyip,
fikrin ait olduğu dönemle ilgili tarih, edebiyat, coğrafya, şehir tarihleri ve diğer bütün
eserlerden de hareketle mümkün olacaktır.4
Meşhur şahsiyetler hakkında pek çok rivayet kaydedilmiştir. Bu yüzden
menkulde makulü aramak ilkesine göre hareket edilmelidir. Örneğin Bağdat’ın
kuruluşundan önce vefat ettiğini bildiğimiz birisi kendisinin “ben Bağdat’ta iken”
diyerek rivayette bulunması buna örnek gösterilebilir. Bu yolla tarihsel şahsiyetle
menkabevî hayatı birbirinden ayırmak mümkündür.
İslam Mezhepleri Tarihi’nin de diğer sosyal bilimlerde olduğu gibi kendine
özgü bir yöntemi vardır. Ancak, Mezhepler tarihçisi, klasik ve yaşayan mezheplerle
ilgili herhangi bir konuda araştırma yaparken belli bilim dallarından faydalanmak
zorundadır. Çünkü, siyasî ve itikadî gayelerle vucud bulmuş mezhepler ve çağdaş
dinî-siyasî akımlar, tarihî, ictimaî, psikolojik, ekonomik, dinî ve kültürel boyutları
olan son derece karmaşık olgulardır.5
İslam Mezhepleri Tarihi araştırmalarında takip edilen ilkeler doğrultusunda
Ebû Hanîfe’nin hayatını, eserlerini ve fikirlerini ortaya koymaya çalışacağız.
B. Kaynaklar Hakkında
Ebû
Hanîfe’nin
hayatını
anlatan
bir
çok
kaynak
bulunmaktadır.
Çalışmamızda kullandığımız kaynakların başında cografya, tarih, tabakât, makâlât,
menâkıb eserleri gelmektedir. Tarîh ve Tabâkât kitaplarının başında Hatîb el4
5
Kutlu, “İslam Mezhepleri Tarihinde Usul Sorunu”, 54.
Kutlu, a.g.m., 58.
4
Bağdâdî’nin, Târîhu Bağdad’ı, 6 Kureşî’nin
Cevâhiru’l-Maziyye’si
7
ve diğerleri
8
gelmektedir. Ebû Hanîfe’nin hayatından genişçe anlatan eserlerden biri Hatîb elBağdâdî’dir. Yazar, Ebû Hanîfe hakkında ileri sürülen her türlü konuya yer vererek
tarafsız görünmeye çalışmıştır. Fakat, daha çok Ebû Hanîfe’yi tenkit eden rivayetlere
yer vermesinden dolayı bazı yazarlar tarafından eleştirilmiştir. Örneğin Muhammed
Zâhid el-Kevserî, Hatîb el-Bağdâdî’nin Târîhu Bağdad adlı eserini tenkit etmek
amacıyla Te’nibu’l-Hatîb adlı eserini telif etmiştir.
İlk dönemlerde Ebû Hanîfe’yi en çok eleştirenler Hadis Taraftarları olurken,
bu eleştirilere cevap veren ve onu savunanların çoğunluğu yine Hadis Taraftarları
çevresinde yetişen alimler olmuştur. Bunların arasında İbn Abdilberr, Saymerî,
Kureşî, Muvaffak el-Mekkî, Zehebî gibi alimleri sayabiliriz.
İlk dönemde yazılan İslam Mezhepleri Tarihi eserleri esasen kendi fikrini
savunma mahiyetinde ele alınmıştır. Makâlât nevinden eserleri, günümüze ulaşan
IV/X-VI/XII. asırlar arasında yazılan Fırak, Milel ve Nihal kitapları takib eder.9 Bu
tür eserlerden Bağdâdî’nin el-Fark Beyne’l-Fırak, Eş’arî’nin Makâlâtu’l-İslâmiyyin
ve’Htilâfi’l-Musallîn ve Şehristânî’nin el-Milel ve’n-Nihal adlı eserleri en meşhur
olanlarıdır. Fırak, Milel ve Nihal kitaplarında Ebû Hanîfe’nin hangi mezhebe bağlı
olduğu konusunda çelişkili ve değişik bilgiler bulunmaktadır. Onun hangi mezhepten
olduğu hususu söz konusu eserlerden yararlanılarak onların Ebû Hanîfe hakkındaki
tavırları aydınlatılacaktır.
Diğer İslam büyükleri gibi Ebû Hanîfe hakkında bir çok menâkıb kitabı
yazılmıştır. Menâkıb kitaplarının halk üzerinde çok etki bıraktığı ve yaygın hale
geldiği görülmektedir. Bu bakımdan menâkıbın üzerinde kısaca durmak istiyoruz.
6
Hatîb el-Bağdâdî, Ebî Bekr Ahmed b. Ali (463/1071), Târîhu Bağdâd ev Medîneti’s-Selâm, thk.
Hüseyin el-Esed, Beyrut 1986, XIII/325-426.
7
el-Kureşî, Muhyiddîn Ebî Muhammed Abdulkâdir b. Muhammed b. Muhammed b. Nasrullah b.
Sâlim b. Ebî Vefâ el-Hanefî (696/1295-775/1373), Cevâhiru’l-Maziyye fî Tabakâti’l-Hanefiyye, thk.
Abdulfettah Muhammed el-Halva, Riad 1993, I/26-32.
8
Ebû Hanîfe’nin hayatını anlatan bazı tarih ve tabakât kitapları: en-Nevevî, Ebû Zekeriya Muhiddîn b.
Şeref (676/1277), Tehzîbu’l-Esmâi’l-Lügât, Beyrut trz, II/216-223; ez-Zehebî, Şemseddîn Muhammed
b. Ahmed b. Osmân (748/1374), Siyerü A’lâmü’n-Nübelâ, thk. Arnavut ve Hüseyin el-Es’ad, Beyrut
1982, VI/390-403; İbn Hallikân, Ebî Abbâs Şemsuddin Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekr (608/1211681/1282), Vefâyâtu’l-A’yân ve Anbâu İbnâi’z-Zamân, thk. İhsan Abbas, Beyrut 1977, V/405-415;
İbn Hâcer el-Askalânî, Şihabuddîn Ebi’l-Fazl Ahmed b. Ali (852/1448), Tehzîbu’t-Tehzîb, Beyrut
1968, X/449-452; et-Temîmî, Takiyyuddîn Abdulkâdir (1005/1597), Tabakâtu’s-Seniyye Terâcimu’lHanefiyye, thk. Abdulfettah Muhammed el-Hilv, Kahire 1983, I/73-115.
9
Fığlalı, E. Ruhi, “İslam Mezhepleri Tarihinde Karşılaşılan Bazı Problemler”, Uluslararası I. İslam
Araştırmaları Sempozyumu, İzmir 1985, 369-377.
5
Menkabe, Arapça nekabe kökünden türemiş olup, çoğulu menâkıbtır. Kelime
anlamı öğünelecek güzel iş, hareket ve davranış manalarına gelmektedir.10 Önceleri
Peygamber’in ashabının tarihen sabit meziyetlerinden bahseden hadislerin toplandığı
fasılların isimlerini kastetmek için kullanılan11 menkabe, sonraları tasavvuf tarihinde
Sûfîlerin kerâmetlerini nakleden hikayeler manasında tahminen III/IX. asırdan
itibaren kullanılmaya başlamıştır. 12 Menkabelerin oluşmasında İslamiyetten önce
Arap toplumunda mevcut olan mitler, efsaneler, Yahudi ve Hıristiyan kaynaklı
menkabelerin rolü büyük olmuştur. 13 Menkabelerin halk arasında büyük yankı
bulmasının nedeni, topluma yabancı olmayan eski inanç, gelenek ve göreneklerin
doğrultusunda teşekkül etmesidir. Böylece menkabeler bütün İslam dünyasında
yayılmış ve hemen hemen bütün İslam büyükleri için menkabeler söylenmiş ve
yazılmıştır. Menkabelerin giderek genişlemesiyle birlikte büyüklerin gerçek
hayatları, tarihî simaları unutularak her birinin çevresinde menkabe halkalarından
oluşan kılıflar örülmüştür.14 Ebû Hanîfe de bu menkabe geleneğinden kendi payını
almıştır. Arap, Fars ve Türk dillerinde onun adına bir çok menkabe yazılmıştır. V/XI.
asırdan itibaren tasavvufun gelişmesiyle menkabelerin daha da zenginleştiği görülür.
Menkabeler halkın mahsulüdür. Yazarlar, menkabeleri kendileri üretmeyip
halkın ürettiği menkabeleri tertip ve tasnif ederek yazıya geçirmişlerdir.
15
Menkabeler, gerçeğe dayanan ve hayalî olanlar diye iki gruba ayrılmaktadır. 16
Gerçeğe dayanan menkabelerin önemli bir kısmı gerçekten yaşanmış tarihî
vak’alardan
oluşurken,
hayalî
menkabeler
tamamen
gerçek
olaylara
dayanmamaktadır. Ebû Hanîfe hakkında yazılan menkabelerde de bunu görmek
mümkündür. Daha sonraki dönemlerde yazılan menkabeler hayalî motiflere
bürünmüştür. Türkler arasında yaygın olan şifahî kültür, efsane ve destanların etkisi
bu tür menkabelere de yansımıştır. Fuad Köprülü doğuda oluşan menkabevî geleneği
şöyle tasvir eder: “Eski Doğu tarihçileri, ekseriyetle tarih ile menkabeyi biribirinden
10
İbn Manzur, Ebî Fazl Cemâlüddîn Muhammed (711/1311), Lisânu’l-Arab, Beyrut 1955, I/768.
Ateş, Ahmed, “Menâkıp”, (MEB) İ.A., İstanbul 1957, VII/701.
12
Ocak, AhmetYaşar, Türk Halk İnançlarında ve Edebiyatında Evliya Menkabeleri, Ankara 1983, 27.
13
Ocak, Türk Halk İnançlarında ve Edebiyatında Evliya Menkabeleri, 29.
14
Ocak, a.g.e., 29.
15
Ocak, a.g.e., 34.
16
Ocak, a.g.e., 32.
11
6
ayıramadıkları için, halk muhayyelesinde teşekkül eden hayâlî şekilleri aynen
kitaplarına geçirmekten başka bir şey yapmadılar.”17
Ebû Hanîfe adına yazılıp günümüze ulaşan menkabeler III/IX. asırdan
itibaren yazılmıştır. Bu tarihten önce onun adına yazılan menkabelerin olup olmadığı
belli değildir.
Türkiye kütüphanelerinde Ebû Hanîfe hakkında yazılan menâkıb kitaplarının
pek çok yazma nüshaları bulunmaktadır.18 Çalışmamızda en çok kullanılan menâkıb
17
Köprülü, Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, III. Baskı, Ankara 1976, 27.
Türkiye kütüphanelerinde bulunan Ebû Hanîfe’yi anlatmak için yazılan bazı menâkıb kitapları
şunlardır:
1. el-Himmânî, Ebü’l-Abbas Ahmed b. es-Salt (302/914), Menâkıbü Ebû Hanîfe,
Süleymaniye Ktp., Tırnovalı Nu: 919/2, v. 89a-91b.
2. Saymerî, Ebû Abdillah Hüseyin b. Ali (436/1045), Menâkibü’l-İmami’l-A’zam Ebû Hanîfe
Numan, Süleymaniyye Ktp., Fatih Nu: 004493, v.1a-52a.
3. el-Yemânî, Ebû Bekr Atik b. Ali b. Davud (460-1068), el-Beyân ve’l-Burhân fî Cumal min
Fazâili’l-İmam A’zam, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa Nu: 1933, v. 1b-64b.
4. el-Kuşeyrî, Ebü’l-Kasım Abdulkerim b. Havâzin b. Abdulmelik b. Talha (465/1072),
Menâkıbü’l-İmam Ebû Hanîfe, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi Nu: 002017, v. 166b-169b.
5. ez-Zerencerî, Ebü’l-Fazl Bekr b. Muhammed b. Ali (512/1116), Menâkıbü Ebû Hanîfe,
Süleymaniye Ktp., Kasidecizâde Nu: 677/85, v. 344b-366b.
6. el-Mekkî, Ziyauddin Ebü’l-Müeyyed el-Muvaffak el-Harezmî (568/1172), Menâkıbü’lİmam Ebû Hanîfe, Süleymaniye Ktp., Damad İbrahim Nu: 000665, v. 1b-224b; Aynı Ktp., İzmirli
Hakkı Nu: 002100.
7. el-Hâsî, Sadruddin Muvaffak b. Muhammed el-Harizmî (634/1237), el-İbâne fî Reddi Men
Sannea alâ Ebû Hanîfe, Süleymaniyye Ktp., Şehid Ali Paşa Nu: 001567, v. 167-177.
8. Ebü’l-Müeyyed el-Harizmî, Muhammed b. Mahmud el-Hanefî (665/1266), Câmiu
Mesânidi’l-İmami’l-A’zam Ebû Hanîfe, Süleymaniyye Ktp., Ayasofya Nu: 000888, v. 172.
9. Kerderî, Hahızuddîn Muhammed b. Muhammed b. Şihab b. Yusuf el-Bezzâzî (827/1424),
Menâkıbu’l-İmam A’zam, Süleymaniyye Ktp., Hekimoğlu Nu: 807, v. 1b-158b.
10. Müellifi Meçhul Nushalar, Ebû Hanîfe ve Hammad Arasında Bir Vakıa, Süleymaniyye
Ktp., İzmir Nu: 000924/2, v. 91-96.
11. Müellifi Meçhul Nushalar, Ebû Hanîfe’nin Medhi Hakkında İmam-ı Şafi’ye İsnad Olunan
Bir, İstanbul 1280, Süleymaniyye Ktp., Düğümlü Baba Nu: 000429/14, v. 58-58.
12. Muhammed es-Sabî, Manzume fî Menâkıbü’l-İmami’l-A’zam Ebû Hanîfe, Süleymaniyye
Ktp., Ayasofya Nu: 001536, v. 2.
13. İbnü’l-Kirmânî, Takiyyüddin Yahya b. Muhammed b. Yusuf (833/1429), Menâkıbü’lİmami’l-A’zam ve Meşâhiri Ashabih, Süleymaniyye Ktp., Hekimoğlu Nu: 000806, v. 1b-53b.
14. İbn Kemal Paşa, Şemseddin Ahmed b. Süleyman (940/1533), Menâkıbü’l-Eimmeti’lHanefiyye, Süleymaniyye Ktp., Esad Efendi Nu: 003652, v. 108-114.
es-Sâlihî, Şemseddin Ebû Abdillah Muhammed b. Yusuf ed-Dımaşkî eş-Şâfiî (942/1536), Ukûdu’lCuman fî Menâkıbü Ebû Hanîfe en-Nu’man, Süleymaniye Ktp., Reisülküttâb Nu: 1190, v. 32b-142a.
15. Mustafa Şeyh, Menâkıbü’l-İmam Ebû Hanîfe ve Ashâbiha, Süleymaniye Ktp.,
Reisülküttab Nu: 001189, v. 8-56.
16. ez-Zilevî, Muharrem b. Muhammed b. Arif Hasan (1000/1592), Menâkibü’l-İmam Ebû
Hanîfe, Nuru Osmaniyye Ktp., Nu: 003425, v. 1b-45 byp.
17. es-Sivasî, Ebü’s-Sena Şemseddîn Mehmed b. Arif Hasan Şemseddîn (1006/1597),
Menâkıbü’l-İmam Azam, İstanbul: Hattal Tevfik Efendi Matbaası, 1873. (Abdurahhman Eşref Efendi
(1006/1597), Tezkiretü’l-Hikem fî Tabakâti’l-Ümem ile beraberdir.)
18. el-Hamevî, Şihabuddin Ahmed b. Muhammed el-Mekkî el-Hamefî (1098/1687),
Tezhibü’s-Sahîfe Bi Nusreti’l-İmam Ebû Hanîfe, Süleymaniyye Ktp., Esad Efendi Nu: 003631, v. 109113.
18
7
kitapları arasında Saymerî’nin, 19 İbn Abdilberr’in, 20 Mekkî’nin, 21 Zehebî’nin, 22
Kerderî’nin,23 Heytemî’nin24 eserleri bulunmaktadır.
Şahıslar hakkında kaynaklarda çok sınırlı bilgi bulunduğundan Hanefîliğin
Fergana bölgesinde yayılışı konusunda ilk dönem büyük İslam Coğrafyacı ve
Tarihçilerin eserlerine de baş vurduk.25 Fergana bölgesinde yetişen Hanefî alimler
hakkında inceleme yaparken, mümkün olduğu kadar klasik kaynaklardan
yararlanmaya özen gösterdik.
Çalışmamızda
Ebû
Hanîfe’nin
hayatıyla
ilgili
yapılmış
müstakil
çalışmalardan da yararlandık.26
19. Müellifi Meçhul Nushalar, Ebu Hanîfe Hakkında Türkçe Manzum Medhiyye, İstanbul
1265, Süleymaniyye Ktp., Düğümlü Baba Nu: 000428/16, v. 52-52.
20. Müellifi Meçhul Nushalar, Ebu Hanîfe Menâkıbı (Kitabü’l-Kunuz), Süleymaniyye Ktp.,
Düğümlü Baba Nu: 000 000.
21. Müellifi Meçhul Nushalar, Menâkıbü Ebî Hanîfe, Süleymaniyye Ktp., Fatih Nu:
002305/2.
22. Eşref Abdullah, Menâkıbü’l-İmam Azam Ebû Hanîfe, Süleymaniyye Ktp., Kılıç Ali Paşa,
Nu: 000764, v. 202.
23. Müellifi Meçhul Nushalar, Ebu Hanîfe Hakkında Arapça Manzum Medhiyye, İstanbul
1276, Süleymaniyye Ktp., Düğümlü Baba Nu: 000431/14, v. 58-58.
24. Müstakımzâde, Süleyman Sâdeddin (1202/1787), Menâkıb-ı İmam Azam, (Türkçe)
Süleymaniyye Kpt.., Pertev Paşa Nu: 611/7, v. 174b-350b.
25. Filurnavî, Mustafa b. İsmail (1244/1828), Menâkıbu’l-İmam A’zam, Süleymaniyye Ktp.,
Bağdad’lı Vehbi Efendi Nu: 1257, v. 1b-46b.
19
es-Saymerî, Ebû Abdillah Hüseyin b. Ali (436/1043), Ahbâru Ebî Hanîfe ve Ashâbihi, thk. Ebü’lVefâ el-Efgânî, Beyrut 1976, 15-95.
20
İbn Abdilberr, Ebû Umar Yûsuf el-Endülüsî (368-463/977-1069), el-İntikâ fî Fazâili’l-Aimmeti’sSelâsetü’l-Fukâhâ, thk. Abdulfettah ebu Gurra, Beyrut 1998, 122-171.
21
el-Mekkî, Muvaffak b. Ahmed (568/1172), Menâkıbü Ebî Hanîfe, Beyrut 1981.
22
ez-Zehebî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Osmân (748/1374), Menâkibu’l-İmâm Ebû
Hanîfe ve Sahibeyh Ebû Yusuf ve Muhammed b. Hasan, thk. M.Z. el-Kevserî ve Ebu’l-Vefâ el-Efgânî,
Beyrut 1408/1988, 5-53.
23
el-Kerderî, Hafizuddîn b. Muhammed el-Ma’ruf, Menâkıbü Ebî Hanîfe, Beyrut 1981.
24
İbn Hâcer el-Heytemî, Şihâbuddîn Ebû’l-Abbas Ahmed (974/1567), İmâm-ı Azam’ın Menkıbeleri,
çev. Abdülvehhab Öztürk, Ankara 1978.
25
İbn Hurdazbih, Ebu Kasım Ubeydullah b. Abdillah (300/913), Kitâbu’l-Mesâlik ve’l-Memâlik,
Leiden 1967; el-Makdisî, Şemsüddîn Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr el-Benâ eşŞâmî (380/990), Ahsenü’t-Tekâsim fî Ma’rifeti’l-Ekâlim, Leiden 1967; el-İstahrî, İbrahim b.
Muhammed el-Fârisî (346/957), Kitâbu’l-Mesâlik ve’l-Memâlik (ed. Fuad Sezgin), Frankfurt 1992;
İbn Havkal, Ebu’l-Kâsım en-Nâsıbî (367/977), Kitâbu Sîreti’l-Arz, Leiden 1939; es-Semânî, Ebî Sa’d
Abdulkerîm b. Muhammed b. Mansur et-Temîmî (562/1167), el-Ensâb, Haz. Abdullah Umar elBârudî, Beyrut 1988; İbnü’l-Esîr, İzzüddîn Ebû’l-Hasan Ali b. Muhammed (630/1233), el-Lübâb fî
Tehzîbu’l-Ensâb, Beyrut trz.; Yakut el-Hamevî, Ebû Abdillah Şihabuddîn Yakut b. Abdillah
(626/1229), Kitâbu Mu’cemu’l-Buldân, ed. F. Sezgin, Frankfurt 1994.
26
Ebû Zehra, Muhammed, Ebû Hanîfe, çev. Osmân Keskioğlu, Ankara 2002; İblağ, İnâyetullah, elİmâmu’l-A’zam Ebû Hanîfe el-Mütekellim, yrz., 1971; el-Cündî , Abdülhalîm, Ebû Hanîfe, Kahire
1970; Gâvecî, Vehbî Süleyman, Ebû Hanîfe en-Nu’mân İmâmu’l-Eimmeti’l-Fukâhâ, Beyrut 1987;
Uzunpostalcı, Mustafa, Ebû Hanîfe, Hayatı ve İslam Fıkhındaki Yeri, Konya 1985. (Basılmamış
Doktora Tezi); İsmail Hakkı Ünal, İmam Ebû Hanîfe’nin Hadis Anlayışı ve Hanefî Mezhebinin Hadis
Metodu, Ankara 2001; Merttürkmen, Hilmi, Buhârî’nin Ebû Hanîfe’ye İtirazları ve Aralarındaki
İhtilaflar, Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Erzurum 1976. (Basılmamış Doktora Tezi); Şahyar,
8
I. BÖLÜM
İMAM AZAM EBÛ HANÎFE’NİN HAYATI VE ONA NİSBET
EDİLEN ESERLERİ
A. Hayatı
a. İsmi ve Künyesi
Başta Tabakat ve Tarih kitapları olmak üzere Ebû Hanîfe’nin hayatına yer
veren bütün kaynaklar onun adının Numan olduğu konusunda görüş birliğindedir.27
Numan isminin ne anlama geldiği hususunda farklı görüşler ileri sürülmüştür. İbn
Hâcer el-Heytemî (1504-1567), bu anlamları şöyle açıklamaktadır: “Numan kan,
demektir. Bazıları ruh manasına geldiğini söylemişlerdir. Ebû Hanîfe de fıkıh ilminin
dayanağıdır. Fıkıh ondan kaynaklanmış ve zor meselelerin çözümünü onda
bulmuştur. Numan kelimesinin gelincik, yahut erguvan çiçekleri manasına geldiğini
söyleyenler de olmuştur. Buna göre Ebû Hanîfe temiz huylu, kemalin zirvesine
erişmiş, demektir. Yahutta Numan nimet kökünden gelmektedir. Ebû Hanîfe, halkın
üzerinde Allah’ın bir nimetidir.”28
Numan, İslam tarihinde daha çok “Ebû Hanîfe” künyesi ve “İmam-ı Azam”
ünvanıyla şöhret bulmuştur. Ona bu künyenin niçin nisbet edildiği tam olarak
bilinmemektedir. Bu konuda en geniş bilgiyi İbn Hâcer el-Heytemî vermektedir:
“Künyesi de Ebû Hanîfe’dir. Hanif, kendini ibadete vermiş, yahut müslüman
demektir. Çünkü hanif kelimesi meyl manasınadır. Müslüman ise hak dine
Ataullah, İbn Ebî Şeybe’nin Ebû Hanîfe’ye İtirazları, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
İstanbul 2002. (Basılmamış Doktora Tezi).
27
İbnü’n-Nedîm, Muhammed b. İshâk (385/955), el-Fihrist, Beyrut 1964, 284; en-Nevevî, Tehzîbu’lEsmâi’l-Lügat, II/ 216; İbn Hallikân, Vefâyâtu’l-A’yân ve Anbâu İbnâi’z-Zamân, V/404; ez-Zehebî,
Siyerü A’lâmü’n-Nübelâ, VI/390; a.mlf., Mizânü’l-İtidâl fî Nakdi’r-Ricâl yrz., 1325/1907, III/ 237;
İbn Hâcer el-Askalânî, Şehabeddîn b. Ahmed b. Ali b. Muhammed b. Muhammed b. Ali b. Ahmed
Ebî’l-Fazl (852-773/1448-1371), Lisânü’l-Mizân, thk. Muhammed Abdurrahman Meraşî, Beyrut
1995, II/ 650; el-Kummî, Abbas, el-Künye ve’l-Lakab, Beyrut trz, I/53; İbn Hâcer el-Heytemî, İmâm-ı
Azam’ın Menkıbeleri, 43; Sezgin, Fuad, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, Riyad 1984, C. I, cüz. 3, 31; Serkis,
Yusuf b. İlyas b. Musa ed-Dımeşkî (1351/1932), Mu’cemu’l-Matbûatu’l-Arabiyye ve’l-Muarrebe,
Kahire 1928, 301.
9
meyyaldir. Bir başka görüşe göre, onun Ebû Hanîfe künyesini alışının sebebi, hanife
denen diviti yanından ayırmayışıdır. Çünkü hanife Irak lehçesinde divit demektir.
Hanîfe adında bir kızı olduğu için bu künyeyi almıştır, diyenler varsa da bu iddia
reddedilmiştir. Çünkü onun Hammad’dan başka oğlan ve kız çocuğu yoktur.”29 İbn
Hâcer el-Heytemî’nin “Kendini ibadete vermiş, yahut müslüman demektir” ifadesi,
onun bu künyeyi almasının gerekçesini daha iyi açıklamaktadır. Onun önderliğiyle
başlayan ve talebelerinin gayretleriyle geliştirilip yayılan “Hanefî mezhebi” adını bu
künyesine nisbetle almıştır.
Büyük imam anlamına gelen “İmam-ı Azam” ünvanı da çağdaşları arasında
seçkin bir yere sahip olduğu, İslam fıkhına ve içtihad metoduna önemli yenilikler ve
açılımlar getirdiği için verilmiştir.30
b. Doğumu ve Nesebi
Ebû Hanîfe 80/699 yılında Kûfe’de doğmuştur. 31 Bazı kaynaklarda Ebû
Hanîfe’nin 61/680 32 senesinde doğduğu belirtilmişse de, bu rivayetlerin doğruluk
payı azdır. Onun hangi ayda doğduğuna dair kaynaklarda herhangi bir bilgi yoktur.
Kaynaklar genelde onun nesebini Ebû Hanîfe Nu’man b. Sabit Zûta b. Mah
olarak zikretmekle birlikte, 33
Ebû Hanîfe’nin nesebi hakkında farklı rivayetler
bulunmaktadır. Kaynaklar, onun nesebinin Benî Teymullah b. Sa’lebe b. Bekr b.
28
İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 43.
İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 43.
30
Uzunpostalcı, Mustafa, ‘Ebû Hanîfe’, DİA., (İstanbul 1994), X/131.
31
es-Saymerî, Ahbâru Ebî Hanîfe ve Ashâbihi, 3; Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/331; İbn
Hibbân, Muhammed b. Hibbân b. Ahmed el-Bustî (354/965), Kitâbü’l-Mecrûhîn mina’l-Muhaddisîn
ve’d-Duâfâi ve’l-Metrûkîn, thk. Mahmud İbrahim Zaid, yrz, 1976, III/62; İbn Abdilberr, el-İntikâ fî
Fazâili’l-Aimmeti’s-Selâsetü’l-Fukahâ, 188; en-Nevevî, a.g.e., II/216; el-Kureşî, Cevâhiru’l-Maziyye
fî Tabakâti’l-Hanefiyye, I/53; ez-Zehebî, Siyer, VI/391; a.mlf., Menâkıb, 13; a.mlf., el-İber fî Haber
Men Gaber, thk. Ebû Hacir Muhammed es-Said b. Besyûnî Za’lul, Beyrut 1985, I/164; İbn Hallikân,
Vefâyâtu’l-A’yân, V/405; İbn Hâcer el-Askalânî, Tehzîbu’t-Tehzîb, X/449; es-Suyûtî, Celalüddîn
Abdurrahman b. Ebî Bekr (849-911/1445-1505), Tabakâtü’l-Hüffâz, thk. Ali Muhammed Umar,
Kâhire 1973, 81; et-Temîmî, Tabakâtu’s-Seniyye Terâcimu’l-Hanefiyye, I/75; İblağ, el-İmâmu’lA’zam Ebû Hanîfe el-Mütekellim, 5; Sezgin, a.g.e., C. I, cüz. 3, 31; Serkis, a.g.e., 302; Usmân,
Abdulkerîm, Meâlimu’s-Sekâfetu’l-İslâmiyye, Beyrut 1984, 319; İmâm Zâde Sâlih Sâim, İmâm A’zam
Aimmuhu Salâsuhu, İstanbul 1317, 5; Zübyânî, Abdülmecîd Abdülhamîd, Târîhu’l-Fıkhi’l-İslâmî,
Magrib 1994, 242.
32
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/331; et-Temîmî, a.g.e., I/75; İblağ, a.g.e.,5..
33
İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, 284; en-Nevevî, Tehzîbu’l-Esmâi’l-Lügat,II/ 216; ez-Zehebî, Siyerü
A’lâmü’n-Nübelâ, VI/390; a.mlf., Mizânü’l-İtidâl fi Nakdi’r-Ricâl,III/ 236; İbn Hallikân, Vefâyâtu’lA’yân ve Anbâu İbnâi’z-Zamân, V/404; İbn Hâcer el-Askalânî, Lisânü’l-Mîzân, II/ 650; el-Kummî, elKünye ve’l-Lakab, I/53; Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I, cüz. 3, 31; Serkis, Mu’cemu’lMatbûatu’l-Arabiyye ve’l-Muarrebe, 301.
29
10
Vâil’in mevlası şeklinde bir görüşe yer vermektedir. 34 Bu bakımdan Teymî
nisbesiyle de anılmıştır. Burada mevla kelimesinin ne anlama geldiği, yani köle mi,
yoksa dostluk anlamına mı geldiği tartışma konusu olmuştur. Araplar, halkı arap
olmayan yerlerde fetihlerde bulundukları zaman, buranın halkını bir Arap kabilesinin
himayesine verirlerdi ki, buna da dostluk ve yardımcı manasında mevla denirdi.35 Bu
husus Ebû Hanîfe’nin torunu İsmail b. Hammad b. Ebû Hanîfe tarafından da şu
şekilde doğrulanmaktadır: “Numan b. Sabit b. el-Merzuban hür faris oğullarındandır.
Dedem Numan 80 yılında dünyaya gelmiştir. Büyük dedem Sabit, Numan dedem
daha küçük iken Hz. Ali’nin yanına gelmiş, Hz. Ali ona ve zürriyetine dua etmiştir.
Allah’a yemin ederim ki, bizim üzerimize asla kölelik vurulmamış, böyle bir şey asla
vaki olmamıştır.”36
Diğer torunu olan Ömer, Sabit’in babası Zuta olduğunu söyleyerek, onun esir
edilip köle düştüğünü söylese de37 bunun doğru olmadığı kanaatindeyiz. Çünkü Ebû
Zehra’nın dediği gibi bölge Araplarca ele geçirildiğinde, Zuta esir düşmüş, ancak
kendisine âman verilerek serbest bırakılmıştır. Çünkü feth olunan yerlerde halkın
önde gelenlerine müslümanların yapageldikleri muamele böyledir.38
c. Ailesi
Ebû Hanîfe’nin nereden geldiği hususunda da farklı farklı görüşler ileri
sürülmektedir. Şöyleki kaynaklarda Ebû Hanîfe’nin soyunun Kabil’den, Bâbil’den,
Nesa’dan, Tirmiz’den ve Enbar’dan geldiği rivayet edilmektedir.39 İbnü’n-Nedîm’e
34
el-Buhârî, Ebû Abdillah İsmâîl b. İbrâhim el-Cu’fî (256/869), Kitâbu Târîhu’l-Kebîr, Diyarbakır
trz, VIII/81; es-Saymerî, Ahbâru Ebî Hanife ve Ashâbihi, 1; İbn Hallikân, a.g.e.,V/405; el-Mâzî,
Cemalüddîn Ebû’l-Haccâc Yûsuf (654-742/1256-1341), Tabakâtu’s-Seniyye fî Terâcimi’l-Hanefiyye,
thk. Bisar Avvad Maruf, Beyrut 1992, XXIX/418; ez-Zehebî, Menâkibu’l-İmâm Ebû Hanîfe ve
Sahibeyh Ebû Yûsuf ve Muhammed b. Hasan, 14; el-Kummî, a.g.e., I/53; Brockelmann, Carl,
Târîhu’l-Edebi’l-Arabî, çev. Muhammed Fehmî Hicazî, Mısır 1993, II/252.
35
Uzunpostalcı, Mustafa, Ebû Hanîfe ve Nassları Değerlendirmesi, İslamî Araştırmalar Dergisi (Ebû
Hanîfe Özel Sayısı), Cilt:15, Sayı: 1-2, Ankara 2000, 20.
36
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd ev Medîneti’s-Selâm, XIII/327; İbn Hallikân a.g.e., V/405; enNevevî, a.g.e., II/216-217; ez-Zehebî, Siyer, VI/395; a.mlf., Menâkıb, 13.
37
Ömer’in rivayeti hakkında bkz: Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/326; Heytemî bunu şöyle
değerlendiriyor: “Kardeşi iki torunun, Sabit’in babasının Numan, yahut Zuta ve dedesinin Merzuban,
yahut Mah olduğuna dair muhalif ifade kullanmalarına şöyle cevap verebiliriz: Olabilir ki, her birinin
iki ismi, veya bir isim ve bir lakabı vardır. Yahutta Zuta Numan, Merzuban da Mah demektir. Kölelik
hususundaki ihtilafları da böyle halledilebilir. Soyunda kölelik var, diyen dedesini; yok, diyen de
babasını, yani Sabit’i kasdetmiştir.” Bkz: İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 42.
38
Ebû Zehra, Ebû Hanîfe, 24.
39
Bkz: es-Saymerî, a.g.e.,2; Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/326-327; İbn Hallikân,
Vefâyâtu’l-A’yân, V/405; ez-Zehebî, Siyer, VI/394-395; el-Mâzî, a.g.e., XXIX/322-323.
11
göre,40 Ebû Hanîfe’nin büyük babası Zuta Kabil’de doğmuştur. Bu görüş et-Temîmî
(1005/1596) tarafından da Ebû Hanîfe’nin dedelerinin aslen Kabilli olduğu, oradan
Nesa’ya, oradan da babasının doğduğu yer olan Tirmiz’e, oradan da Enbar’a göç
ettikleri şeklinde ifade edilir.41 Öyle anlaşılıyor ki, Temîmî de onun, aslen Kabilli
olduğunu kabul etmektedir. İsmail b. Hammad dedelerinin Farsoğullarından
olduğunu söylese de,42 aslında Ebû Hanîfe’nin milliyeti hususunda ne kendisi, ne de
talebeleri söz etmiştir. İlk anda Ebû Hanîfe’nin atalarının bulunduğu bölgede
Türklerin de yoğun olmasından dolayı, onun Türk
olabileceği ihtimali de akla
gelmektedir. 43 Onun Arap olma ihtimaline gelince, Fars ve Türk diyenlerin
karşısında zayıf kalmaktadır. Bu konuda çağdaş yazarlar arasında da farklı görüşler
ortaya atılmıştır. Ahmet Reşit Paşa, Ebû Hanîfe’nin Kûfe’de 80/699 yılında
doğmasından dolayı Araplaşmış olduğunu ileri sürerken,44 Muhammed Hamidullah
onun babasının Fars, annesinin Hint menşeli olduğunu ileri sürmektedir.45
Şayet Ebû Hanîfe’nin torunu İsmail’in Ebû Hanîfe’nin babası Sabit’in, Hz.
Ali’yi ziyaret ettiği ve duasını aldığı şeklindeki rivayeti46 doğru ise, Ebû Hanîfe’nin
ailesinin bu bölgeye daha erken dönemlerde geldiği söylenebilir. Hattâ Ebû
Hanîfe’nin dedelerinin Sâsânî devletinde valilik yaptığı ve Sâsânî Meliki Hürmüz’ün
Ebû Hanîfe’nin dedesi olduğu da nakledilmiştir.47 Soyunu Sâsânîler’e dayandırmak
doğru olmayabilir. Çünkü diğer tarih kitaplarında Sâsânî Meliki Hürmüz’ün Ebû
Hanîfe’nin dedesi olduğundan bahsedilmez.
40
el-Fihrist, 284.
et-Temîmî, a.g.e., I/74.
42
Ebû Hanîfe’nin torunu İsmâil b. Hammâd’ın dedesinin Farsoğullarından geldiği hakkındaki rivayete
bkz: Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/327; İbn Hallikân, a.g.e., V/405; en-Nevevî, a.g.e.,
II/216-217; ez-Zehebî, Siyer, VI/394; a.mlf., Menâkıb, 13.
43
Onun Türk olduğunu ileri sürenlerin başında Osmân Keskioğlu gelmektedir. Keskioğlu “Onun
atalarının yurdu Türk illeridir. Türk olması en kuvvetli bir ihtimal olarak ortada durmaktadır. Onun
İranlı olduğu sözü, Arap olmayanlara Acem demek âdet olduğundan ileri gelmektedir. Bu kelimenin
yanlış anlaşılması yüzünden nice Türk alimlerine Acem damgası vurulmuştur.” diyerek Ebû
Hanîfe’nin aslen Türk olduğunu ileri sürmektedir. Bkz: Keskioğlu, Osmân, İmam A’zam, Ankara
1960, 110; Emiroğlu da, Ebû Hanîfe’nin Türk olduğunu ileri sürmektedir; bkz: Emiroğlu, İbrahim,
“İmam-ı Azam’ın Beş Eseri Üzerine”, (Ebû Hanîfe Özel Sayısı) Cilt:15, Sayı: 1-2, Ankara 2000, 215.
44
Hacı Şerîf Ahmet Reşît Paşa, “Ebû Hanîfe’nin Siyâset Anlayışı”, Sâdeleştiren: Mevlüt Uyanık,
İslâmî Araştırmalar Dergisi (Ebû Hanîfe Özel Sayısı), Cilt:15, Sayı: 1-2, Ankara 2000, 260.
45
Hamidullah, Muhammed, İslam’da Devlet İdaresi, çev. Kemal Kuşçu, İstanbul 1963, 31.
46
Bkz: Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/327; İbn Hallikân, a.g.e., V/405; en-Nevevî, a.g.e.,
II/217.
47
İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 42.
41
12
Hatîb el-Bağdâdî, Ebû Hanîfe doğduğunda babasının Hristiyan olduğunu
rivayet etmektedir. 48 Fakat tespit edebildiğimiz kadarıyla, bu konuda başka bir
kaynakta bu konuda herhangi bir bilgi verilmemektedir. Kaynakların çoğunluğu,
babası Sabit’in Müslüman bir ailenin çocuğu olarak doğduğu görüş birliği
içindedirler.49
Ebû Hanîfe, Kûfe’de varlıklı bir ailenin çocuğu olduğu için, küçük yaştan
itibaren maddî sıkıntıya maruz kalmamıştır. Ebû Hanîfe kumaş tüccarlığı yapmıştır.50
Tüccarlık işi Ebû Hanîfe’ye babasından geçmiştir. Kûfe’de kendilerinin bir dükkanı
olduğu bilinmektedir.51 Ebû Hanîfe babasının vefatıyla birlikte ticareti bırakmayıp,
arkadaşları ile devam ettirmiştir. O, ticaretinin kazancını, hayır işlerine sarf ederek,
hem malı, hem bedeni ile Allah yolunda mücahede ettiği bilinmektedir. 52 Ebû
Hanîfe, halifelerden ve emirlerden bağış ve hediye kabul etmemiştir. 53 Ebû
Hanîfe’nin sadece Hammâd isimli erkek çocuğu olduğu bilinir. Bunun dışında
maalesef kaynaklar, onun ailesi ve çocukları hakkında bilgi vermemektedir.
d. Şahsiyeti ve Şemaili
Ebû Hanîfe hakkında onu yeren ve öven pek çok şey söylenmiştir. Mezhep
taassubu dolayısıyla onu yeren, ona iftira atanlar genelde onu çekemeyenler
olmuştur. Ancak Ebû Hanîfe’nin büyüklüğünden bahsedenlerin yanında bunlar
küçük bir grup oluşturur. Aslında o, akıllı, takva sahibi, cömert, halkla iyi ilişkiler
içerisinde olan birisidir. Saymerî, Ebû Hanîfe’nin kişiliği konusunda şunları
kaydetmektedir: “Ebû Hanîfe zahid, alim, takva sahibi bir kimse olup, doğru sözlü,
geceleri ibadet ederek, gündüzleri de oruç tutarak geçiren birisiydi.”
54
Bu
rivayetlerde onun bazı yönleri abartılsa da, onun çok güçlü bir kişiliğe sahip samimî
bir Müslüman olduğu anlaşılmaktadır.
Ebû Hanîfe ticaretle uğraştığı için insanlarla nasıl muamelede bulunacağını
da çok iyi biliyordu. O, ticaretine haram karıştırmamaya özen gösterdiği
bilinmektedir. Bir rivayete göre, ortağı Hafs b. Abdirrahman’ı bir malı satması için
48
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/327.
es-Saymerî, a.g.e., 1; İbn Hallikân, V/405; ez-Zehebî, Siyer, VI/394; İblağ, a.g.e.,5.
50
İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 117; Ebû Zehra, a.g.e., 30.
51
İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 117.
52
Hacı Şerîf Ahmet Reşît Paşa, a.g.md., 260; Usmân, a.g.e., 319.
53
ez-Zehebî, Menâkıb, 42; İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 117-118.
49
13
gönderir. Ancak malın kusurunu söylemeyi unuttuğu için sonra Ebû Hanîfe malın
parasını sadaka olarak dağıtmıştır. 55
Büyük bir servete sahip olan Ebû Hanîfe cömert bir kişiliğe sahipti. Hatîb elBağdâdî, Ebû Hanîfe’nin kazancını yıldan yıla hesap edip, onu ilim adamları ve
öğrencilerine harcadığını şöyle anlatır: “Bunu ihtiyacınız olan yere sarf edin ve
sadece Allah’a hamdedin. Çünkü, bu verdiğim mal gerçekte benim değildir; sizin
nasibiniz olarak Allah fazl ve kereminden onu benim elimle size göndermiştir.”56
Ebû Hanîfe fakih ve muttakî bir zattı. Fıkıh ilminde meşhurdu.
Etrafındakilere iyilik yapmakla tanınmıştı. Gece gündüz ilim öğrenmekle meşguldü.
Kendisine müracaat edenler, ilminden ve malından faydalanırdı. Az söyler, çok sükût
ederdi. Helal ve harama dair bir mesele ortaya atılınca hemen konuşurdu. Hakka
yöneltme
hususunda en güzel şekilde hareket ederdi. Saltanat malından kaçar,
hediyesini almazdı.57
Her ne kadar oğlu Hammad’ın rivayetine göre Ebû Hanîfe’nin uzun boylu
olduğu söylense de, Ebû Yûsuf’un verdiği bilgilere göre orta boyludur.58
Güzel yüzlü, düzgün kıyafetli olan Ebû Hanîfe, giyim kuşamına özen
gösterir, güzel ve kıymetli elbiseler giyinir, hoş kokular sürünürdü.59
e. Vefatı
Kaynaklar genelde, Ebû Hanîfe’nin 150/767 senesinde Bağdad’ta vefat ettiği
hususunda aynı görüştedirler. 60 Ancak Ebû Hanîfe’nin 151/768 de ve 153/770 te
vefat etmiş olduğuna dair bazı görüşler var ise de bunlar zayıf rivayetlere
dayanmaktadır.61 Ebû Hanîfe’nin hangi ayda vefat ettiği ile ilgili tam bir görüş birliği
54
es-Saymerî, a.g.e., 35.
Bu konudaki rivayete bkz: Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/358.
56
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/358.
57
Onun kişiliği hakkındaki rivayetlere bkz: Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/340; ez-Zehebî,
Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osmân (748/1374), Tezkiretu’l-Hüffâz, Mekke 1955, I/168.
58
Krş: İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 44.
59
Bu konudaki rivayetlere bkz: İbn Abdilberr, el-İntikâ, 192; es-Saymerî, a.g.e., 2-3; Hatîb elBağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/331; ez-Zehebî, Menâkıb, 16.
60
Buhârî, Târîhu’l-Kebîr, VIII/81; İbn Hibbân, a.g.e., III/63; İbn Abdilberr, a.g.e., 192; İbnü’nNedîm, el-Fihrist, 284; Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/331, 424; en-Nevevî, a.g.e., II/216; elKureşî, a.g.e., I/54; ez-Zehebî, Menâkıb, 48; a.mlf., Siyer, VI/405; es-Suyûtî, a.g.e., 81; et-Temîmî,
a.g.e., I/76; İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 131; el-Mâzî, a.g.e., XXIX/444; İblağ, a.g.e., 5; Zübyânî,
a.g.e., 242; Serkis, a.g.e., 302; Brockelmann, a.g.e., II/252; Ebû Zehra, a.g.e., 70.
61
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/424-425; es-Suyûtî, a.g.e., 81; el-Mâzî, a.g.e, XXIX/444.
55
14
bulunmamaktadır. Zehebî, el-İber’inde Ebû Hanîfe’nin Receb ayında,
62
Menâkıb’ında ise Şevval veya Receb ayında vefat ettiğine dair bazı rivayetlere yer
vermektedir.63 Kureşî ise, Ebû Hanîfe’nin Şaban, Receb veya Şevval ayında vefat
ettiği ile ilgili rivayetleri kaydetmektedir.64 Hatîb el-Bağdadî ise onun Receb ayında
vefat ettiğini ileri sürmektedir.65
Bu rivayetlerden hareketle Ebû Hanîfe’nin hangi ayda vefat ettiğini
aydınlatabilmek son derece zor görünmektedir. Bununla birlikte, rivayetlerin
çokluğuna bakılırsa, onun Receb ayında vefat ettiği yönündeki rivayetler daha güçlü
gözükmektedir.66
Ebû Hanîfe’nin nasıl öldüğü veya öldürüldüğü tam olarak bilinmemektedir.
Genel kanaat Ebû Hanîfe’nin ölümüne siyasî görüşlerinin sebep olduğu yönündedir.
Onun ömrünün 52 yılı Emevîler, 18 yılı Abbasîler devrinde geçmiştir.Yani, Ebû
Hanîfe, Emevî halifesi Abdulmelik b. Mervan’dan (66/685-86/705) başlayarak son
halife II. Mervan zamanına (127/744-132/750) kadar geçen bütün olaylara, hilafetin
Emevîler’den Abbâsîler’e geçişine ve Abbâsî halifelerinden Ebû’l-Abbas es-Seffah
(132/750-136/754) ile Ebû Cafer el-Mansur (136/754-158/775) zamanına kadar
gelişen olaylara şahit olmuştur.67
Ebû Hanîfe, Ehl-i Beyt’e karşı kalbinde muhabbet besliyordu. Emevîler’in
Kûfe valisi İbn Hübeyre, Ebû Hanîfe’nin Ehl-i Beyt’e olan yakınlığını fark etmiş ve
onun Emevîlere karşı tutumunu anlamak için, Ebû Hanîfe’ye kadılık makamını teklif
etmiştir. 68 Rivayetlere göre, Ebû Hanîfe bu teklifi kabul etmediğinden dolayı,
kendisine her gün on değnek olmak üzere yüz değnek ceza vermesine rağmen, o
teklifi kabul etmemiş ve bunun üzerine hapse atılmıştır.69 Bu hususta bir rivayette
şöyle anlatılır: “Üst üste bir kaç gün dayak yedikten sonra valinin yanına bir adam
gelip “Hoca ölecek” dedi. Vali: “Öyleyse yeminimizi yerine getirsin.” cevabını verdi.
İmam Azam: “Mescidin kapılarını saymamı istese yapmam. Bırakın beni,
62
ez-Zehebî, el-İber, I/164.
ez-Zehebî, Menâkıb, 48.
64
el-Kureşî, a.g.e., I/54.
65
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/424.
66
Onun receb ayında vefat ettiği hakkındaki rivayetlere bkz: el-Kureşî, a.g.e., I/54; Hatîb el-Bağdâdî,
Târîhu Bağdâd, XIII/424; ez-Zehebî, el-İber, I/164; a.mlf., Menâkıb, 48; et-Temîmî, a.g.e., I/76; elMâzî, a.g.e., XXIX/444;
67
Uzunpostalcı, “Ebû Hanîfe”, X/132-133.
68
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/328; Ebû Zehra, a.g.e., 46-47.
69
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/328; İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 124.
63
15
arkadaşlarıma danışayım.” dedi. Vali bunu fırsat bilerek, tahliye edilmesini emretti.
İmam Azam atına bindi, 130/747 senesinde Mekke’ye kaçtı. Hilafet Abbâsîler’e
geçene kadar orada kaldı. Mansur zamanında Kûfe’ye geldi. On bin dirhem para ile
cariye gönderdi, fakat İmam Azam bunları kabul etmedi”70 ve bunun üzerine onu
hapse attı. Ebû Hanîfe’nin o hediyeleri kabul etmeyişinin sebebi gayet açıktır. Halife
Mansur’un amacı Ebû Hanîfe’yi kendine çekip istediği gibi kullanmaktı. Bunun
farkında olan Ebû Hanîfe, halife Mansur’un teklifini geri çevirmiştir.
Bir rivayete göre, halife Mansur, Ebû Hanîfe’nin kendisine bağlılığını
denemek için, yeni kurulan Bağdat şehrinin kadılığına teklif etmiştir. Bu kadılığı
kabul ettiğini ve görevinin çok kısa sürdüğünü söyleyenler varsa da, daha sağlam
rivayetlere göre o, görevi kabul etmemiş ve bunun sonucu Bağdad’ta hapse atılmış
ve dövülmüştür.71
Ebû Hanîfe’nin ölümü ile ilgili veya hapisten çıktıktan sonra zehirlenerek
veya dayaktan öldüğü hususunda birbiriyle çelişen pek çok rivayet vardır. Diğer bir
rivayete göre de Cafer el-Mansur, Ebû Hanîfe’yi yanına çağırıp, süte zehir katarak
ısrarla içirdiği ve bu yüzden öldüğü söylenir.72 Hatîb el-Bağdâdî’nin de vurguladığı
gibi doğru olan onun hapisteyken öldüğü görüşüdür. 73 Bununla beraber Ebû
Hanîfe’nin hapiste zehirlenerek veya dayak atılarak öldürüldüğü ve cenazesinin
hapisten çıkarıldığı hususunda da bazı rivayetler vardır.74
Çağdaş araştırmacılardan Ebû Zehra, Mansur’un Ebû Hanîfe’nin cenaze
namazını kıldığı ile ilgili rivayetlere dayanarak, onun hapishanede ölmediğini iddia
eder.75 Ancak Ebû Hanîfe’nin hapiste mi, yoksa hapisten çıktıktan sonra mı vefat
ettiği hususu hakkında kesin bir şey söylemek çok zordur.
70
ez-Zehebî, Menâkıb, 42; el-Mekkî, Menâkıb, I/23-24; İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 124-125.
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/329-330; İbn Hâcer el-Heytemî, bu konuda şöyle açıklık
getirmektedir: “Ebû Hanîfe’yi bu sebeple öldürmesinin sebebi, kadılığı reddetmiş olmasına karşı
çıkanlar olmuştur. Asıl sebep, bazı düşmanlarının İmam Azam’ı Mansur’a şikayet ve ihbar ettiler.
Dediler ki: Şöyleki, Hz. Ali’nin torunlarından İbrahim’i senin üzerine kışkırtan O’dur. Ona mali
yardımda bulunmuştur. Halife bunu duyunca korktu ve telaşlandı. Bunu üzerine Halife, İmam Azam’ı
Bağdat’a getirtti. Sebepsiz yere öldürtmeye cesaret edemedi. Ortaya kadılık meselesini attı. Çünkü
kabul etmeyeceğini biliyordu. Sonunda muradına erdi.” Bkz., İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 130-131.
72
es-Saymerî, a.g.e., 87.
73
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/328.
74
Ebû Hanîfe’nin zehirlenerek öldürüldüğü hakkında bkz: İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 127; Halim
Sabit Şıbay, “Ebû Hanîfe”, İ.A (MEB), İstanbul 1948, IV/25.
75
Ebû Zehra, a.g.e., 70.
71
16
Ebû Hanîfe’nin cenaze namazına elli-altmış bin kadar insanın katıldığı
söylenir. Cenaze namazı altı kere kılınmış olup, sonuncusunu oğlu Hammad
kıldırmıştır. İzdihamdan dolayı ikindiye kadar defn edilememiştir.76 Cenazesi kendi
vasiyeti üzerine Bağdad’ta Hayzuran kabristanının doğu tarafına defnedilmiştir. 77
Ebû Hanîfe’nin orayı vasiyet etmesinin sebebi kendi helal kazancı ile orayı
sağlığında satın alması idi. Çünkü, Ebû Hanîfe daha hayatta iken o yeri satın alarak
Müslümanlara kabristan olmak üzere vakfetmişti.78 Defnedildikten sonra yirmi gün
kadar kabrinin başında insanların namaz kıldıkları rivayet edilmektedir. 79 Onun
ölümüne sadece sevenleri değil muhalifleri de üzülmüştür. Mesela, Şu’be b. Haccâc,
Ebû Hanîfe’nin ölümünü duyunca “Onunla birlikte Kûfe’den fıkıh da gitti.”
demiştir.80
Selçuklu sülalesinden Şah Şerif, İmam Azam’ın kabrinin yanına bir cami ile
medrese inşasına başlamış ve Bağdat’ta büyük sanatkar Şerefu’l-Melik Ebû Said b.
Muhammed b. Mansur el-Harezmî tarafından 459/1066 yılında tamamlanmıştır. 81
Daha sonra Bağdat’a Fatih Sultan Mehmed, Kanunî Sultan Süleyman, IV. Murad
gibi Osmânlının bazı büyük sultanları tarafından cami, türbe ve bunlara ek olarak
kapalı mekanlar inşa edilmiş, zaman zaman tamir ve onarım ettirilmiş ve bugüne
kadar korunmuştur.82
B. Tahsili
Ebû Hanîfe küçük yaştan itibaren Kur’an-ı Kerîm’i hıfz etmiş ve kıraat ilmini
yedi kurradan biri olan İmâm Asım’dan öğrenmiştir.83 Böylece o, ilk tahsiline Kur’an
ile başlamıştır. Bunun dışında bazı kaynaklar Ebû Hanîfe’nin kelam, fıkıh, hadis,
tefsir gibi ilimlerin yanında edebiyat, şiir, nahiv felsefe ve başka ilimleri de tahsil
ettiğinden söz ederler.84 İlim tahsiline başlamadan önce sadece ticaretle uğraşırken,
76
es-Saymerî, a.g.e., 88; İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 132; Ebû Zehra, a.g.e., 70.
İbnü’n-Nedîm, a.g.e., 284-285; İbn Hibbân, a.g.e., III/63; es-Saymerî, a.g.e., 88; Hatîb el-Bağdâdî,
Târîhu Bağdâd, XIII/424; ez-Zehebî, Menâkıb, 48; et-Temîmî, a.g.e., I/76 İbn Hâcer el-Heytemî,
a.g.e., 132; Ebû Zehra, a.g.e., 70.
78
Reşid Paşa, a.g.m., 271-272.
79
es-Saymerî, a.g.e., 88; İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 132; Ebû Zehra, a.g.e., 70.
80
İbn Abdilberr, el-İntikâ, 196.
81
Reşid Paşa, a.g.m., 272.
82
Aynı yer.
83
İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 127; Reşît Paşa, a.g.e., 260.
84
el-Mekkî, Menâkıbü Ebî Hanîfe,52-53; Reşît Paşa, a.g.md., 260.
77
17
ilmin ticaretten daha hayırlı olduğunu söyleyerek Ebû Hanîfe’yi ilme teşvik eden
Şa’bî olmuştur.85
Ebû Hanîfe’nin ilk önce fıkıhla mı, yoksa kelamla mı ilgilendiği veya her
ikisiyle birlikte mi tahsil ettiği konusunda kaynaklar farklı bilgiler vermektedir. Ebû
Hanîfe’nin kelam ilmi ile ne kadar uğraştığını mevcut bilgiler doğrultusunda analiz
etmeye ve değerlendirmeye çalışacağız.
Ebû Yusuf (183/709)’dan nakledilen bir rivayete göre, Ebû Hanîfe ilim
konusunda etrafındakilerle bir istişarede bulunmuş; Kur’an, Hadis, Nahiv, Arapça ve
Kelam ilimlerinin sonunun iyi olmadığı, en faydalı ilmin fıkıh olduğu ve kadı
olabileceği söylenmiştir. Bunun üzerine Ebû Hanîfe, bundan daha faydalı bir ilim
olmadığı kanaatine vararak, fıkıh tahsili yapmaya karar vermiştir.86 Ancak Zehebî,
Ebû Hanîfe döneminde Kur’an ve hadis ilmi dışındaki ilimlerden fıkıh ve kelam
ilminin henüz ortaya çıkmadığını ileri sürerek, 87 bu rivayeti şöyle eleştirir:
“Başkanlık için ilim taleb eden sırf bunu düşünür. Aksi takdirde, Peygamber
(s.a.v)’in “Sizin efdaliniz, Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.” hadisi sabittir.
Fasübhanallah! Mescidden daha efdal bir yer mi var? İlim neşri için Kur’an
öğretmekten daha uygunu var mı? Asla! Günah işlememiş çocuklardan daha hayırlı
talebe mi olur? Bu hikayenin uydurma olduğunu zannediyorum. İsnadında sika
olmayan kimse var.” 88 Her ne kadar sistematik bir fıkhî ve kelamî gelenek
oluşmamışsa da, Ebû Hanîfe’nin bu iki ilimle uğraştığı bilinmektedir. Bu konuda pek
çok rivayet bulunmaktadır. Bu rivayetler onun önce kelamî konularla ilgilendiğini
göstermektedir.
Şöyleki Ebû Hanîfe’nin Basra’ya yirmi defadan fazla gittiği ve orada sapık
fırkalarla münazara ettiği ve sonra fıkha döndüğü kaydedilmektedir.89 Ayrıca Ebû
Hanîfe’nin öğrencilerinden İmam Züfer (158/775)’in rivayetine göre, Ebû Hanîfe
kelam ilminde parmakla gösterilecek bir dereceye gelmiştir, ancak bir gün
Hammad’ın ders halkasında otururken, bir kadın gelip ondan talak konusunda bir
mesele sormuş, Ebû Hanîfe buna cevap veremeyince, gidip Hammad’dan sormasını
85
el-Mekkî, Menâkıb, I/54; İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 51-52.
Bu rivayet hakkında geniş bilgi için bkz., Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/332-333; ezZehebî, Siyer, VI/396-397; İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 53; Mâzî, a.g.e., XXIX/324-325; Ebû Zehra,
a.g.e., 33.
87
es-Saymerî, a.g.e., 5-6; ez-Zehebî, Siyer, VI/396-397.
88
ez-Zehebî, Siyer, VI/396.
86
18
ve cevabını kendisine de söylemesini istemiştir. Böylece kelama göre fıkhın daha
hayırlı olduğunu düşünerek fıkha dönmüştür.90
Bu rivayetlerden onun fıkıh öğrenmeye başlayınca, kelamı tamamen bıraktığı
anlaşılmamalıdır. Çelebî’nin dediği gibi, bu görüş onun risalelerindeki yaklaşıma
uymamaktadır.91 O, risalelerini fıkha başlamadan önce yazmış değildir. Zira, Ebû
Hanîfe Hammad’ın ders halkasına devam etmeye başladığında daha yirmi yaşında
idi. Hammad’ın ders halkasında sadece fıkhî konular değil kelamî bazı problemler de
tartışılmaktadır. Bu konu üzerinde daha sonra duracağız.
Bir çok âlim Ebû Hanîfe’nin aynı zamanda kelamî konularla ilgilendiğini
kabul etmektedir. İmam Şâfiî (204/820): “İnsanlar kelamda Ebû Hanîfe’ye
muhtaçtırlar.”92 demiştir. Aynı şekilde Abdulkaahir el-Bağdâdî onu bir mütekellim
kabul eder: “Onların (Ehl-i Sünnet) fakihleri ve mezhep sahipleri arasındaki ilk
mütekellimleri, Ebû Hanîfe ve Şâfiî’dir. Ebû Hanîfe’nin “Kitâbu’l-Fıkhı’l-Ekber”
adını verdiği Kaderiyye’yi red için yazılmış bir kitabı vardır.”93
Ebû Hanîfe’nin kelam ilmi ile meşgul olduğu, alimlerle münazarada
bulunduğu ve onları cevap veremez hale getirdiği yönündeki bilgiler onun
menâkıbını yazan Mekkî tarafından da doğrulanmaktadır. 94 Hattâ Ebû Hanîfe’nin
kendi ağzından birkaç rivayete de yer verilmektedir. Bunlardan birisi şöyledir: “Ben
kelamla meşgul oluyordum. Mutezile, Hariciler, Rafızîlerin çeşitli fırkaları ve
sapıklıkla münakaşalarda bulundum ve onlara galip geldim.”95
Başka bir rivayette ise, yine onun ağzından diğer fakihlerle kelamî konuları
tartıştığı anlatılmaktadır: “Bana kelamî konularda münazara etme gücü verilmişti.
Uzun süre onunla uğraştım, onu müdafaa ettim, insanları onunla susturdum.
Münazara ehlinin sapık fırka mensuplarının çoğu Basra’daydı. Yirmiden fazla
89
el-Mekkî, Menâkıb, I/53-54; el-Kerderî, Menâkıbü Ebî Hanîfe, II/137-138.
Bu konuda geniş bilgi için bkz., Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/333; el-Mekkî, Menâkıb,
I/51; el-Kerderî, Menâkıb, II/137; ez-Zehebî, Siyer, VI/398; İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 52.
91
Bkz: Çelebî, İlyas, “Risâleleri ve İtikadî Görüşleri ile İmam Azam Ebû Hanîfe” İslamî Araştırmalar
Dergisi (Ebû Hanîfe Özel Sayısı), Cilt:15, Sayı: 1-2, Ankara 2000, 65.
92
el-Kerderî, Menâkıb, II/61; İbn Hallikân, Vefâyâtu’l-A’yân, V/409.
93
Bağdâdî, Abdulkâhir b. Tâhir b. Muhammed (429/1037), Mezhepler Arasındaki Farklar, çev.
E.R.Fığlalı, Ankara 2001, 289-290.
94
Bkz: el-Mekkî, Menâkıb, I/57.
95
el-Mekkî, Menâkıb, I/383.
90
19
Basra’ya gittim. Bazan bir yıl, bazan daha az veya daha çok kalıyordum. İbâziyye,
Sufriyye gibi Haricilerin çeşitli kollarıyla münakaşa ettim...”96
Daha sonraları büyük Hanefî alimlerinden Ebû’l-Yüsr el-Pezdevî kelamî
konularla ilgilenmenin meşruiyetini ve farz-ı ayn olduğunu Ebû Hanîfe’nin tavrıyla
şu şekilde ilişkilendirmiştir: “Ebû Hanîfe bu ilmi öğrenmiş, Mutezile ve bütün bid’at
ehli ile münazara yapmış, başlangıçta ashabına söz konusu ilmi öğretmişti. O bu
konuda bize kadar gelen kitapları kaleme almış, bunlarla bid’atçileri ve sapıkları
mahf etmiştir.”97
Ömer en-Nesefî de, Ebû Hanîfe’nin fıkıh ilminden evvel akaid bahislerinde
ve kelamî mübahaselerde temayüz ettiğini belirtmekle akaidde Ehl-i Sünnetin ilk
imamı olduğunu ileri sürmektedir.98
Ebû Hanîfe’nin kelamî meselelerle ilgilendiğini çağdaş araştırmacılar da
kabul etmektedir. 99 Örneğin İnayetullah İblağ, Ebû Hanîfe’nin Sünnî kelam
medresesinin ilk kurucusu olduğunu ve Ehl-i Sünnet dışındaki hiç bir mezhebe bağlı
olmadığını ileri sürmüştür.100
Görüldüğü gibi klasik dönem yazarlarının çoğunluğu ve günümüz
araştırmacıları onun aynı zamanda kelamî konularla da uğraştığını desteklemektedir.
O dönemde pratikte kelama nazaran fıkhın önemi büyük olduğundan,
kelamın yanında fıkıh daha çok öğretiliyordu. Ebû Hanîfe de bunu anlayınca, fıkha
daha ağırlık vermiş, fakat kelamı tamamen bırakmış değildi. Ancak, Yörükân’ın da
dediği gibi bu kelam ilmi, sonraki sistematik kelamdan farklı idi. Yörükân, bu farkı
şöyle açıklamaktadır: “Bu yüzden kelam ve mütekellimîn tâbirlerinin ifâde ettiği
mânâyı devrelere göre mütalâa etmek lazımdır. Ebû Hanîfe devrine kadar gelen
kelam, Akliyyeci yolu olmakla beraber mantık ve felsefe tesirinden âzadedir. İbn-i
Küllab devrine kadar gelen kelam, felsefe ve mantık tesirleriyle karışmış ve Mutezile
elinde gelişmiştir. İbn-i Küllab devrinden Mâturîdî’ye kadar gelen kelam ise, selef
96
el-Mekkî, Menâkıb, I/54; el-Kerderî, Menâkıb, II/137-138; Ebû Zehra, a.g.e., 100.
el-Pezdevî, Ebû’l-Yüsr Muhammed (493/1099), Ehl-i Sünnet Akaidi, çev. Şerafeddin Gölçük,
Erzurum 1980, 5.
98
Ömer en-Nesefî, İslam İnancının Temelleri Akaid, Haz. M. Seyyid Ahsen, İstanbul 1995, 20.
99
Çağdaş araştırmacıların konuyla ilgili tartışmaları için bkz: Koçyiğit, Talat, Hadiscilerle Kelamcılar
Arasındaki Münakaşalar, Ankara 1989, 90; Topaloğlu, Bekir, Kelam İlmi, İstanbul 1993, 46-47;
Altıntaş, Ramazan, “Ebû Hanîfe’nin Kelam Metodu ve “el-Fıkhu’l-Ekber” adlı Eserine Yöneltilen
Bazı İtirazlar" İslamî Araştırmalar Dergisi (Ebû Hanîfe Özel Sayısı), Cilt:15, Sayı: 1-2, Ankara 2000,
186.
100
İblağ, a.g.e., 185-186.
97
20
akîdelerini de içine almaya başlamış ve bu Eşarî ile kemalini bulmuştur. Mâturidî ve
Eş’arî’den sonra ise kelam, felsefe ve mantık prensipleriyle birleşmiş, kelam felsefesi
adını almış sonra güdülen usûle göre felsefe kelamı ve İslam felsefesi halini
almıştır.”101
Sonuç olarak Ebû Hanîfe döneminde kelamî meselelerle ilgilenilmediğini
söylemek bir bakıma tarihî gerçeklere ters düşmektedir. Çünkü Ebû Hanîfe’ye kadar
teşekkül eden Mürcie, Şia ve Mutezile gibi mezhepler ilk dönemlerde ne kadar
politik olsa da kelamın esas kısmını oluşturan akaid meseleleri üzerinde
yoğunlaşmışlardı. Ancak Yörükân’ın izah ettiği gibi Ebû Hanîfe dönemindeki
kelamın durumuyla daha sonraki Mâturîdî ve Eşarî dönemindeki kelamın durumu
aynı değildir. Hicrî dördüncü asırdan itibaren kelam, felsefe ve mantık ilimlerinin
tesirleri ile karışmıştır.102 Bu bakımdan kelamı Mâturîdî ve Eşarî ile başlatmak doğru
değildir. Hem kendi eserlerindeki fikirlerinden, hem tarihî gerçekleri göz önünde
bulundurarak söyleyecek olursak, Ebû Hanîfe Ehl-i Sünnet kelamının ilk zeminini
oluşturmuştur. Onun görüşleri kelam ilmindeki orijinal görüşlerdir. Daha sonra
ortaya çıkan ve Ehl-i Sünnet kelamının bir cephesin oluşturan Mâturîdîlik tamamen
Ebû Hanîfe’nin görüşleri üzerine kurulmuştur.
Ebû Hanîfe, Fıkhu’l-Ebsat adlı eserinde Fıkhu’l-Ekber’i kelam ilmi olarak
nitelendirmektedir. Ebû Hanîfe bu konuda şöyle ifade eder: “Dinde fıkıh, ahkamda
fıkıhtan daha üstündür. Kişinin nasıl ibadet edeceğini öğrenmeye çalışması, kendisi
için bir çok ilmi toplamasından daha hayırlıdır. Fıkhın en fazîletlisi, kişinin Yüce
Allah’a îmanı, şerâyi, sünnetler, hadler, ümmetin ittifak ve ihtilafını bilmesidir.”103
Aslında fıkıh ile kelam arasında çok sıkı bağ söz konusudur. Burada Ebû
Hanîfe de fıkıh ile kelam arasındaki sıkı iritbatı belirtmeye çalışmaktadır.
Ebû Hanîfe’nin kelam ilmini en faziletli ilim olarak nitelendirdiği
anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi onun aynı zamanda bir mütekellim olduğunu kabul
edenlerin sayısı daha çoktur. Bütün bu açıklamalardan sonra, onun hayatının sonuna
kadar kelamî meselelerle uğraştığı sonucu çıkmaktadır. Böylece Ebû Hanîfe’nin önce
kelamı öğrendiği, ancak fıkhın önemini kavrayınca, fıkıh üzerinde derinleştiği
101
Yörükân, Yusuf Ziya, İslam Akaid Sisteminde Gelişmeler İmam-ı Azam Ebû Hanîfe ve İmam
Mansuri Mâturidî, Notlarla ve eklemelerle yayıma hazırlayan: Turhan Yörükân, Ankara 2001, 132.
102
Yörükân, a.g.e., 132.
103
Ebû Hanîfe, Fıkhu’l-Ebsat, (Mustafa Öz’ün İmam Azam’ın Beş Eseri adlı kitabın içerisinde),
İstanbul 1992, 35.
21
anlaşılmaktadır. Bununla birlikte o, hayatının sonuna kadar fıkhî meseleler yanında
itikadî meseleleri de tartışmaya devam etmiştir.
Daha sonra Ebû Hanîfe’nin itikadî görüşlerini devam ettiren Ebû Mansur elMâturîdî olmuştur. O, Ebû Hanîfe’nin hem itikadî, hem de fıkhî görüşlerini kabul
ederek sistemleştirmiş ve onun görüşlerinden zor olanlarını açıklamakla akılcı-hadarî
bir din ve dünya görüşü oluşturmayı başarmıştır.104 Hanefî-Mâturîdî mezhebi daha
çok Türkler arasında yayılmıştır. Ebû Hanîfe’nin Türkler arasında bu kadar büyük
mevkiye sahip olması, günümüzde de Ebû Hanîfe ve Hanefîliğin Türk topluluğu
arasında saygıyla karşılanması İmam Ebû Mansur el-Mâturîdî itikatta tamamen onun
görüşlerini devam ettirmesine bağlayabiliriz. Çünkü, Ebû Mansûr el-Mâturîdî
Mâveraünnehir’de ilmin simgesi haline gelmişti. Yörükân, Hanefîlik-Mâturîdîlik
çizgisini, Türk Sünnîliği olarak isimlendirmektedir.105
a. Hocaları
Ebû Hanîfe’nin pek çok alimle görüştüğü ve bunlardan bir kısmından ders
aldığı bilinmektedir. Ancak o, bizzat düzenli bir şekilde ve uzun bir sûre İbrahim enNehaî (96/714) ve Şa’bî (104/722)’nin öğrencisi olan Hammad b. Ebî Süleyman
(120/737)’ın Kûfe camiindeki derslerine devam etmiştir. Kendisinden aktarıldığına
göre, o, Hammad b. Ebî Süleyman’ın ölümüne kadar on sekiz yıl onun derslerine
devam etmiştir.106 Ebû Hanîfe hocasına saygısından dolayı, ayrıca kendisi bir ders
halkası kurmamıştır. Bir defasında böyle bir şeye niyetlenmiş, fakat sonra
vazgeçmiştir. Aslında Ebû Hanîfe, hocalık yapmadan önce ünü her tarafa
yayılmıştı.107 Hatta o, hacca gittiğinde ve Basra’ya gidip gelişlerinde kendi fikirlerini
diğer alimlerle tartışmıştır.
Kûfe’de yetişen Hammad b. Ebî Süleyman 120/737 tarihinde vefat etmiştir.
Hammad, fıkhı Şa’bî ve İbrahim en-Nehaî’den almıştır. Bu ikisi de önde gelen
bilginlerden Şureyh’den, Alkame b. Kays’dan, Mesruk b. Ecda’dan ders
almışlardır.
104
108
Bu sebeple Hammad, İbrahim en-Nehaî’nin fıkhî anlayışını
Kutlu, Sönmez, Bilenen ve Bilinmeyen Yönleriyle İmam Mâturîdî (İmam Mâturîdî ve Mâturîdilik
(Haz. S. Kutlu) adlı kitabın içerisinde), Ankara 2003, 22.
105
Yörükân, a.g.e., XXXV.
106
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/334.
107
Ebû Zehra, a.g.e., 95.
108
Ebû Zehra, a.g.e., 90.
22
geliştirmeye çalışmıştır. İbrahim en-Nehaî fıkıhta re’yin sistematik olarak
kullanılmasına öncülük edenlerdendi. Şa’bî’nin fıkhı ise, hadislere daha fazla yetki
veriyordu.109 Bu bakımdan Ebû Hanîfe’nin re’y imamı olarak isimlendirilmesinde
hocası Hammad’ın ve onun da hocası İbrahim en-Nehaî’nin etkisi büyüktür.
Ebû Hanîfe, kendi ilim silsilesini şöyle açıklamıştır: “Emîrü’l-Mü’minin Ebû
Cafer’in huzuruna girdim. Bana ilmi nerden aldığımı sordu. Ben Hammad’dan, o
İbrahim’den, o da Ömer b. el-Hattab, Ali b. Ebî Talib, Abdullah b. Mesud ve
Abdullah b. Abbas’dan aldı dedim. Bunun üzerine Ebû Cafer, “Çok güzel, çok güzel,
kendini iyi ve mübarek kimselerle dilediğin gibi tevsik ettin ey Ebû Hanîfe dedi.”110
Ahmed
Emin,
Ebû
Hanîfe’nin
bu
ilim
silsilesini
şu
şekilde
şemalaştırmıştır111:
Ali b. Ebî Talib (41/662)
Esed b. Yezid en-Nehaî
Mesruk b. Ecda el-Hemdanî
(75/695)
Abdullah b. Mesud (32/653)
Alkame b. Kays en-Nehaî
(63/683)
(62/682)
Amir b. Şerahil eş-Şa’bî (104/723)
Şureyh b. Haris el-Kindî
(80/700)
İbrahim en-Nehaî (96/715)
Hammad b. Ebî Süleyman (120/738)
Ebû Hanîfe (150/768)
Züfer b. Hüzeyl (110-158/728-775)
Şeybânî (132-189/749-805)
İmam Ebû Yusuf (113-182/731-798)
Bu şemaya göre Ebû Hanîfe’nin ilim kaynağı Hz. Peygamber’in vefatından
sonra Kûfe’ye yerleşmiş olan Ali b. Ebî Talib ve Abdullah b. Mesud idi. Bu
109
Ebû Zahra, a.g.e., 90.
es-Saymerî, a.g.e., 58-59; Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/334-335; et-Temîmî, a.g.e., I/8;
İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 15.
111
Ahmed Emin, Duhal İslâm, Kahire 1935, II/180.
110
23
sahabelerden ilim alan Mesruk b. Ecda el-Hemdânî, Alkâme b. Kays en-Nehaî ve
Şureyh b. Hâris el-Kindî’den de Amir b. Şerâhil eş-Şa’bî, İbrahim en-Nehaî,
bunlardan da Hammad b. Ebî Süleyman, bundan da Ebû Hanîfe ders almıştır.
Bazı kaynaklar Ebû Hanîfe’nin Hammad b. Ebî Süleyman’dan başka
alimlerden de ders aldığını kaydederler. Bunların başında Mekke fakihi Ata b. Ebî
Rebah(114/733), Abdullah b. Abbas’ın kölesi İkrime(105/723) ve Abdullah b.
Ömer’in azadlı kölesi Nâfî (117/735) gelmektedir.112
Ebû Hanîfe’nin Atâ b. Ebî Rebah ile Mekke’de ilk karşılaştıklarında
aralarında şöyle bir konuşma geçer:
-Sen nerelisin?
-Kûfeliyim.
-Sen dinde fırkalara ayrılan diyardanmısın?
-Evet.
-Sen hangi fırkadansın?
-Sahabeye sövmeyen, kadere iman eden, günahtan dolayı kimseyi tekfir
etmeyen sınıftanım.”113
Ebû Hanîfe’nin fıkıhta ve ilimde esaslı bilgi sahibi oldukları söylenen Ehl-i
Beyt imamlarından Zeyd b. Ali, Muhammed Bâkır, Cafer-i Sâdık ve Ebû
Muhammed Abdullah b. Hasan’dan ilmî müzakerelerde bulunmuştur. 114 Fakat
onlardan da ders aldığını söylemek
zordur. Ebû Hanîfe’nin onların öğrencisi
olduğuna dair kaynaklarda yeterli bilgi bulunmamaktadır. Özellikle Ebû Hanîfe
Cafer-i Sâdık ilişkisi hoca talebe ilişkisinden çok iki alimin fıkhî alış verişinden
ibarettir. Çünkü, Cafer Sâdık ile Ebû Hanîfe aynı yaşta idiler. Cafer Sâdık, Ebû
Hanîfe’den iki sene önce, yani 148/766 senesinde vefat etmiştir. Abdullah b. Hasan
da 70/689 senesinde doğmuştur. Ebû Hanîfe’den on yaş kadar büyüktür. Onun da
Ebû Hanîfe ile görüş alış verişinde bulunduğunu söyleyebiliriz. Ebû Hanîfe’nin bu
kişilerle münasebetinin bir nedeni de onun Ehl-i Beyt’e olan sevgisidir.
Ebû Hanîfe hocası Hammad b. Ebî Süleyman öldükten sonra onun yerine
geçerek ders vermeye başlamıştır. Fakat, önce Hammad b. Ebî Süleyman’ın yerine
oğlu İsmail geçti. Babasının ilmî arkadaşları aradıklarını onda bulamayınca, yerine
112
Ebû Zehra, a.g.e., 19.
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/332.
114
Ebû Zehra, a.g.e., 92.
113
24
Musa b. Ebû Kesîr’i oturttular. Fakat bundan da tatmin olamadıklarından, oy birliği
ile Ebû Hanîfe’yi seçtiler. Ondan herkes memnun kaldı. Onun ders halkası Kûfe
mescidinin en büyük ders halkası oldu.115
Hammad hayatta iken de Ebû Hanîfe’ye vekaleten ders vermiştir. Hammad,
Basra’daki akrabalarından birinin cenazesine gittiğinde yerine Ebû Hanîfe’yi bıraktı.
Hocası gelinceye kadar iki ay ders vermeye devam etti. O, iki ay içinde Ebû
Hanîfe’ye altmış mesele soruldu. Hocası geldiğinde, Ebû Hanîfe sorulan meseleleri
anlattı. Ebû Hanîfe’nin cevap verdiği altmış meselenin kırkını doğru, yirmisini yanlış
cevaplandırdığını söyler. Bunun üzerine Ebû Hanîfe, hocası vefat edinceye kadar
ondan ayrılmamaya karar vermiştir.
116
Ebû Hanîfe hocasının en sevdiği
öğrencisiydi. Bunun için ders halkasının önünde, kendi yerine ondan başkasının
oturmasını yasaklamıştır. 117 Hattâ, bir rivayetten Hammad b. Süleyman’ın Ebû
Hanîfe’yi kendi çocuğundan daha çok sevdiği anlaşılmaktadır.118
b.Öğrencileri
Ebû Hanîfe derslerini öğrencileri ile daha çok soru cevap şeklinde yapardı ve
fetva verirken de öğrencileri ile istişare ederdi. Daha sağlam bir görüş ileri sürülürse,
onu benimserdi. Görüşlerin kesinlik kazanmadan yayılmasına müsaade etmezdi.119
Ebû Hanîfe, öğrencileriyle istişare etmeksizin kendi başına içtihatta bulunmamıştır.
O, meseleleri tek tek ortaya atar, talebelerini dinler, kendi görüşünü söyler, onlarla
bir ay, hatta daha fazla münakaşa ederdi. Bu meseleler hakkında görüşlerden biri
ağırlık kazanınca, Ebû Yusuf bir esas olarak onu tespit emiştir.120
Ebû Hanîfe, ortaya bir mesele atılınca, önce öğrencilerinden söz alır, onların
fikirlerini dinler, tartışmalar olur, sonunda kendisi de kendi fikrini söyleyerek bir
hükme varılırdı. Hasan b. Ziyad, Ebû Hanîfe’nin şöyle dediğini rivayet eder: “Bu
bizim en güzal görüşümüzdür. Kim bizimkinden daha güzel bir söz getirirse, o
hakikate bizimkinden daha yakındır.”121
115
İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 55.
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/333; İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 52-53.
117
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/333.
118
Bkz.: Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/334.
119
Bu konudaki rivayetler hakkında bkz: İbn Abdilberr, el-İntikâ, 258; Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu
Bağdâd, XIII/402-403; ez-Zehebî, Menâkıb, I/34.
120
Bu konudaki rivayetler hakkında geniş bilgi için bkz., el-Mekkî, Menâkıb, I/391.
121
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/351.
116
25
Bütün bu rivayetlerden onun hür düşünmeye açık olduğu anlaşılmaktadır.
Derslerini de soru cevap şeklinde yapması kendisine has bir metot olmalıdır. O,
herkesin re’yini almakla, öğrencilerinin daha iyi gelişmelerini sağlamıştır. Ayrıca
gelenekçilerin yoğun olduğu bir dönemde Ebû Hanîfe’nin hür düşünceyi esas alması
büyük bir cesarettir. Ebû Hanîfe’nin bu kadar akılcı davranmasının nedeni, onun hem
Kur’an’ın, hem de Peygamberin sünnetinin re’yle çelişmeyeceğine inanmasıdır. Bu
nedenle akla uymadığı için bazı hadisleri kullanmamıştır. Bu bakımdan Ashabu’lHadisten tepki almıştır.
Ebû Hanîfe’nin ilminin ve fikirlerinin yayılmasında ve günümüze kadar
intikal etmesinde öğrencilerinin rolü büyüktür. Çünkü Hanefîlik, merkezde Ebû
Hanîfe’nin görüşleri olmak üzere talebeleri tarafından desteklenerek bir mezhep
haline getirilmiştir. Ebû Hanîfe, 30 yıl kadar ders vermiş ve dört bin civarında
öğrenci yetiştirmiştir. O, akın akın gelen ve ders almak isteyenlere ders halkasını
açık tutmuştur. Ebû Hanîfe’nin yetiştirdiği bir kaç öğrencisi başkadılık ve
müçtehitlik derecesine ulaşmıştır. Böylece, onun yetiştirdiği şahsiyetler Belh,
Semerkant, Horasan, Irak, Suriye ve Mısır’a dağılmışlar ve İslam akîdesini müdafaa
etmişlerdir.122 Biz burada Ebû Hanîfe’den ders alan ve yüksek mevkiye ulaşan bazı
öğrencilerine yer vereceğiz.
1. İmam Ebû Yusuf (113-182/731-798)
Ebû Yusuf Yahya b. İbrahim b. Habib b. Said b. Habte el-Kûfî el-Ensârî,123
Ebû Hanîfe’nin en büyük öğrencilerindendir. İsmi Yakup’tur ve Ebû Yusuf künyesi
ile meşhur olmuştur. Babası İbrahim b. Habib Ensârî’dir. Ebû Yusuf, 113/731
senesinde Kûfe’de doğmuş ve 182/798 senesinde Hârun Reşid döneminde Bağdat’ta
122
Yörükân, a.g.e., 42.
Geniş bilgi için bkz: İbn Sa’d, Ebû Abdillah Muhammed b. Said b. Meni ez-Zührî (230/845),
Tabakâtu’l-Kübrâ, Beyrut trz, V/330; İbn Abdilberr, el-İntikâ, 329; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, 286;
Hatîb el-Bağdâdî, es-Sâbiku ve’l-Lâik, thk., Muhammed b. Matar ez-Zühranî, Riyad 1982, 375; İbn
Hallikân, a.g.e., VI/378; ez-Zehebî, Mizânü’l-İtidal, IV/447; a.mlf., Tezkiretu’l-Huffâz, II/292; İbn
Hâcer el-Askalânî, Lisânü’l-Mîzân, VI/300; İbn Kutluboğa, Ebî Adl Zeynüddin Kâsım (879/1474),
Tâcü’t-Terâcim fî Tabakâti’l-Hanefiyye, Bağdad 1962, 81; Taşköprüzâde, Ahmed b. Mustafa,
Tabakâtu’l-Fukahâ, nşr. Ahmed Neyle, Mısır 1961, 15; el-Kirânevî, Habîb Ahmed- Tehânevî, Eşraf
Ali, Ebû Hanîfe ve Ashâbihî, Beyrut 1989, 95; el-Leknevî, Muhammed Abdülhay el-Hindî (12641304/1847-1886), el-Fevâidu’l-Behiyye fî Terâcimi’l-Hanefiyye, Haz. Ahmed ez-Za’bî, Beyrut 1998,
372; Ebû Zehra, a.g.e., 224; Kevserî, Muhammed Zâhid, Hüsnü’t-Tekâdî fî Sîreti’l-İmâmi Ebî Yusuf
el-Kâzı, Humus 1969, 6; Zirikli, Hayreddîn, el-A’lam, IX/252; Brockelmann, Târîhu’l-Edebi’l-Arabî,
II/263; Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I, cüz. 3, 51; Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukukı İslâmiyye ve
Islahatı Fıkhıyye, Kamusu, İstanbul 1985, I/392; Özel, Ahmet, Hanefî fıkıh Alimleri, Ankara 1990, 20.
123
26
vefat etmiştir.124 O, Kûfe’de büyümüş ve orada eğitim görmüştür. Soyu Arap’tır.
Fakir bir aileye mensuptur. Bu durum onun ekmek parasını kazanmaya zorlamış, bir
yandan da ilim öğrenmeye heveslendirmiştir. Ebû Hanîfe bunu anlayınca ona maddî
yardımda bulunmuş, o da tamamen ilme sarılmıştır.125
O, büyük bir fakih olmakla beraber bir hadis alimidir.126 Bunun dışında tefsir
ilminde de büyük bir mevkiye ulaşmıştır.127
Ebû Yusuf, İshak Şeybanî, Süleyman Temîmî, Yahya b. Said el-Ensârî,
Hişâm b. Urve, Atâ b. Sâid ve Muhammed b. İshâk b. Yasar’dan hadis
dinlemiştir.128 Onun çok sayıda hadis ezberlediği ve dersden sonra da bu hadisleri
yazdırdığı belirtilmiştir.129 Kendisinden de Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî, Bişr b.
Velîd el-Kindî, Ali b. Ca’d, Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Maîn ve diğerleri rivayette
bulunmuşlardır.130
Ebû Yusuf, hocası Ebû Hanîfe’ye göre, hadislere daha çok müracaat etmiştir.
Bunun nedeni de Ebû Yusuf’un zamanında sahih hadislerin tespiti konusundaki
çalışmaların artmasıydı.131 O, böylece re’ylerini hadisle takviye ederek, Ehl-i Re’y ve
Ehl-i Hadis’in metodunu uzlaştırmak istedi.132 Ebû Yusuf bir çok meselelerde Ebû
Hanîfe’ye karşı çıkmakla beraber, onun usûlüne tâbi olmuş, ayrı bir mezhep
kurmamıştır. 133 O, bir çok konuda Ebû Hanîfe’ye muhalefet etmekle, aksine onu
desteklemiş ve eksikliklerini tamamlamıştır. Hanefiliği ilk yayanlardan birisi Ebû
Yusuf olmuştur. 134 İmam Azam ile İmam Ebû Yusuf’un anlayış ve meselelere
yaklaşımındaki yakınlığından dolayı, onlara “Şeyheyn” ünvanı verilmiştir.135
124
İbn Abdilberr, el-İntikâ, 331; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, 286; ez-Zehebî, Tezkiretu’l-Huffâz, II/293;
İbn Kutluboğa, a.g.e., 81; el-Leknevî, a.g.e., 372; Zirikli, a.g.e., IX252; Brockelmann, Târîhu’lEdebi’l-Arabî, II/263; Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I, cüz. 3, 51-52.
125
Ebû Zehra, a.g.e., 224.
126
Onun fakih olmanın yanında hadis alimi olduğu hakkındaki rivayetlere bkz: İbnü’n-Nedîm, elFihrist, 286; ez-Zehebî, Mizân, IV/447; İbn Hâcer Askalânî, Lisânü’l-Mîzân, VI/300; İbn Hallikân,
a.g.e., VI/379; Zirikli, a.g.e., IX/252.
127
Zirikli, a.g.e., IX/252; Bilmen, a.g.e., I/392.
128
İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, 286; İbn Hallikân, a.g.e., VI/379; ez-Zehebî, Tezkiretu’l-Huffâz, II/292293; Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I, cüz. 3, 51.
129
Bkz: İbn Sa’d, a.g.e., V/330; İbn Abdilberr, el-İntikâ, 330; İbn Hallikân, a.g.e., VI/279.
130
İbn Hallikân, a.g.e., VI/379.
131
Özel, a.g.e., 20.
132
Ebû Zehra, a.g.e., 225.
133
Bilmen, a.g.e., I/392.
134
İbn Kutluboğa, a.g.e., 81; Taşköprüzâde, Tabakâtu’l-Fukahâ, 16; Zirikli, a.g.e., IX/252.
135
Reşid Paşa, a.g.m., 269.
27
İlk defa “Başkadı” (kadı’l-kudat) veya “Dünyanın Başkadısı” ünvanı ona
verilmiştir. 136 Ebû Yusuf, Mehdî, Hâdî ve Hârun Reşid dönemlerinde kadılık
yapmıştır.137
Ebû Yusuf, bir çok eser kaleme almıştır. O, sadece kendi görüşlerini değil,
hocasının görüşlerini de kitap haline getirmiştir. İbnü’n-Nedîm, Ebû Yusuf’un usûl
ve Emâli türüne dair bir çok kitabını zikreder: “Kitâbu’s-Salât, Kitâbu’z-Zekât,
Kitâbu’s-Siyâm, Kitâbu’l-Ferâiz, Kitâbu’l-Buyû’, Kitâbu’l-Hudûd, Kitâbu’l-Vekâle,
Kitâbu’l-Vesâya, Kitâbu’s-Sayd ve’z-Zebâih, Kitâbu’l-Gasb ve İstibrâ’, Kitâbu
İhtilâfi’l-Emsâr, er-Red alâ Mâlik b. Enes, Harun Reşid’in emriyle hazırladığı
Kitâbu’l-Harac, Kitâbu Cevâmi’, ki bunu da Yahya b. Halid için yazmıştır ve kırk
kitabı ihtiva eder. Bunda ihtilaflı meseleleri ve hangi re’yin esas alınmış olduğunu
zikreder. Ebû Yusuf’un ayrıca İmlâ adlı eseri de vardır. Onu kadı Bişr b. Velid
rivayet etmiştir. O, bazı meseleler hakkında 36 kitabı ihtiva eder.”138
Brockelmann139 ise onun Harun Reşid’in emriyle hazırladığı Kitâbu’l-Harac
ve Kitâbü’l-Mehâricü fi’l-Hiyel adlı iki eserinden bahsetmekle yetinmektedir.
2. Şeybânî (132-189/749-805)
Ebû Abdillah Muhammed b. Hasan b. Ferkad eş-Şeybânî,140 Ebû Hanîfe’nin
önde gelen talebelerindendir. İsmi Muhammed, babasının adı Hasan Şeybanî’dir.
Künyesi ise Ebû Abdillah’tır. O, 132/749 senesinde Vasıt’te doğdu ve Kûfe’de
büyüdü.141 Kaynaklar İmam Muhammed’in aslen Dımaşk’teki “Haresta” denilen bir
köyden olduğunu kaydetmektedir.142 İmam Muhammed’in Ebû Hanîfe’den iki sene
136
Zirikli, a.g.e., IX/252.
İbn Abdilberr, el-İntikâ, 331; İbn Hallikân, a.g.e., VI/379; Zirikli, a.g.e., IX/252; Brockelmann,
Târîhu’l-Edebi’l-Arabî, II/263; Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I, cüz. 3, 52.
138
İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, 286.
139
Târîhu’l-Edebi’l-Arabî, II/263-264.
140
İbn Abdilberr, el-İntikâ, 337; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, 287; Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd,
II/169; el-Kureşî, a.g.e., III/122; ez-Zehebî, Mîzân, III/513; İbn Kutluboğa, a.g.e., 54; Taşköpüzâde,
Ahmed b. Mustafa, Miftâhu’s-Sâde, thk., Kamil Bekrî-Abdülvehhâb Ebû’n-Nûr, Kahire 1968, VI/24;
a.mlf., Tabakâtu’l-Fukahâ, 16; el-Leknevî, a.g.e., 268; Zirikli, a.g.e., VI/309; Kehhale, Ömer Rıza,
Mu’cemu’l-Müellifîn, Beyrut trz, IX/207; Brockelmann, Târîhu’l-Edebi’l-Arabî, II/264; Sezgin,
Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I, cüz. 3, 54; Bilmen, a.g.e., I/392; Özel, a.g.e., 22.
141
İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, 287; Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, II/169; el-Kureşî, a.g.e., III/123;
İbn Hallikân, a.g.e., IV/184; İbn Kutluboğa, a.g.e., 54; Taşköprüzâde, a.g.e., VI/241; el-Leknevî,
a.g.e., 268-269; Zirikli, a.g.e., VI/309; Kehhale, a.g.e., IX/207; Brockelmann, Târîhu’l-Edebi’l-Arabî,
II/264; Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I, cüz. 3, 55.
142
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, II/169; el-Kureşî, a.g.e., III/123; Taşköprüzâde, a.g.e., VI/241;
Zirikli, a.g.e., VI/309.
137
28
ders aldığını, sonra onun fıkhını Ebû Yusuf’tan tamamladığı ileri sürülmektedir.143
Bu doğru olabilir. Çünkü, Ebû Hanîfe vefat ettiğinde İmam Muhammed 18 yaşında
idi. Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf’un dışında da bir çok şahısdan ders almıştır. O, İmam
Malik, Evzaî, Süfyan Sevrî, Amr b. Dînar’dan ders alırken, kendisinden de Ebû Hafs
el-Kebîr, Ebû Süleyman Cüzcânî, Muhammed b. Semâa, İbrahim b. Rüstem,
Muhammed b. Mukâtil, Şeddad b. Hâkim, Musa b. el-Mâsırî er-Râzî, İmam Şâfiî
gibi büyük alimler ders almışlardır.144 Dil ve edebiyatta da geniş bilgi sahibi olduğu
bilinmektedir.145 Onun bu edebî yönü bazı alimlerce övülmüştür. Mesela, İmam Şâfiî
onun hakkında: “O, insanların en fasihidir. Konuştuğu zaman onu dinleyen kimse
Kur’an onun lügatıyla inmiş sanırdı.”146 derken; Ebû Ubeyd de: “Allah’ın kitabını en
iyi bilen Muhammed b. Hasan idi.”147 demiştir.
İmam Muhammed 180/796 yılında Harun Reşid tarafından Rakka kadılığına
tayin edilmiştir. Bir süre bu görevde kaldıktan sonra Bağdat’a dönmüştür. 189/805
yılında Hârun Reşîd ile birlikte Horasan’a gitmiş ve Horasan kadılığına tayin
edilmiştir. Aynı yılı Rey şehrinde vefat etmiştir.148 İmam Muhammed vefat ettiğinde
Harun Reşid, “Lügat ve fıkıh gitti” diyerek üzüntüsünü dile getirmiştir.149
İmam Muhammed de bazı meselelerde Ebû Hanîfe’ye muhalefet etmiş ise de
içtihadlarında
Ebû Hanîfe’nin usûlünü takip etmiştir. Bundan dolayı fıkıh
kitaplarında İmam Azam ile İmam Muhammed’e “Tarafeyn”, İmam Azam’ın en
büyük öğrencilerinden sayıldığı için de İmam Yusuf ile İmam Muhammed’e
“İmameyn” denilmiştir.150
İmam Muhammed aynı zamanda büyük bir fıkıh, hadis alimi ve kuvvetli bir
dilci olmakla Hanefîliğin gelişmesinde ve olgunlaşmasına büyük katkılar sağlamıştır.
143
İbn Abdilberr, el-İntikâ, 337; İbn Hallikân, a.g.e., IV/184; Brockelmann, Târîhu’l-Edebi’l-Arabî,
II/264; Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I, cüz. 3, 55; Ebû Zehra, a.g.e., 233.
144
İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, 287; Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, II/169; el-Kureşî, a.g.e., III/123;
ez-Zehebî, Menâkıb, 79; İbn Kutluboğa, a.g.e., 54; el-Leknevî, a.g.e.,269; Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’lArabî, C. I, cüz. 3, 55; Bilmen, a.g.e., I/392.
145
Ebû Zehra, a.g.e., 232; Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I, cüz. 3, /55.
146
İbn Abdilberr, el-İntikâ, 337; Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, II/172; el-Kureşî, a.g.e., III/123;
Zirikli, a.g.e., VI/309.
147
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, II/172; el-Leknevî, a.g.e., 269.
148
İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, 287; Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, II/169-170; Zirikli, a.g.e.,
VI/309. Taşköprüzâde, a.g.e., VI/242; Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I, cüz. 3, /55.
149
İbn Hallikân, a.g.e., IV/185; el-Kureşî a.g.e., III/126; Taşköprüzâde, a.g.e., VI/242-243.
150
Reşid Paşa, a.g.m., 269.
29
Ona atfedilen eserler arasında şunlar bulunmaktadır:151 Kitâbü’l-Mebsût, elAsl, el-Muvatta, el-Emâlî, ez-Ziyâdât, el-Câmiu’s-Sağîr, el-Câmiu’l-Kebîr, esSiyerü’l-Kebîr, es-Siyerü’s-Sağîr, Kitâbu’l-Âsâr, el-Akîde, Kitâb fî Usûli’l-Fıkh,
Kitâbu’l-İktisab Fi’r-Rızki’l-Mustetab, Kitâbu’l-Haccâc, Fetevâ fî Manzûme,
Kitâbu’s-Salât, Kasîdetu’ş-Şeybânî, el-Hucce alâ Ehli’l-Medîne, Kitâbu’l-Mehâric
ve’l-Hiyel, Ziyâdâtu’z-Ziyâdât.
3. Züfer b. Hüzeyl (110-158/728-775)
Züfer b. Hüzeyl b. Kays el-Anberî el-Basrî, 152 Ebû Hanîfe’nin en büyük
talebelerindendir. Babası İsfahanlı olup Basra valisiydi. 153 Babası Arap, annesi
İran’lıydı. 154 Züfer b. Hüzeyl 110/728 senesinde doğdu ve 158/775 senesinde
Basra’da vefat etmiştir. 155 Ebû Hanîfe’nin diğer öğrencilerine nisbetle daha kısa
yaşamıştır. Yaş bakımından hem Ebû Yusuf’dan, hem de İmam Muhammed’den
büyüktür. O, Ebû Hanîfe ile bu ikisinden önce tanışmıştır. Fıkhı Ebû Hanîfe’den
öğrenmiştir. Kaynaklar onun aynı zamanda fakih, hadis alimi ve hafız olduğunu
kaydetmektedir.156
Züfer b. Hüzeyl, A’meş, İsmail b. Ebî Hâlid, Muhammed b. İshak, Haccac b.
Ertat ve başkalarından rivayette bulunurken, kendisinden de Hassan b. İbrahim elKirmânî, Eksem b. Muhammed Vâlid Yahya b. Eksem, Abdulvahid b. Ziyad, Ebû
Nuaym el-Mülâî, Nu’man b. Abdusselâm et-Temîmî, el-Hakem b. Eyyûb, Malik b.
Fudayk ve diğerleri rivayetlerde bulunmuşlardır.157
Ebû Hanîfe’den sonra talebelerine ders vermiştir. Hayatının sonuna kadar
Basra kadılığı yapmıştır.158
151
el-Leknevî, a.g.e., 270; Zirikli, el-A’lam, VI/309. Ayrıca Şeybanî’nin eserleri hakkında geniş bilgi
için bkz: Brockelmann, Târîhu’l-Edebi’l-Arabî, II/265-276; Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I, cüz.
3, 56-78.
152
İbn Abdilberr, el-İntikâ, 335; İbn Hallikân, a.g.e., II/318; el-Kureşî, a.g.e., II/208; ez-Zehebî,
Nübelâ, VIII/38-39; Taşköprüzâde, Miftâhü’s-Sâde, VI/249; a.mlf., Tabakâtu’l-Fukahâ, 18; elLeknevî, a.g.e., 132; Zirikli, a.g.e., III/78; Kirânevî, a.g.e., 104; Ebû Zehra, a.g.e., 244; Sezgin,
Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I, cüz. 3, 51; Özel, a.g.e., 19.
153
el-Kureşî, a.g.e., II/207; ez-Zehebî, Nübelâ, VIII/39; Taşköprüzâde, a.g.e., VI/250; Zirikli, a.g.e.,
III/78; Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I, cüz. 3, 51.
154
Ebû Zehra, a.g.e., 244.
155
el-Kureşî, a.g.e., II/208; ez-Zehebî, Nübelâ, VIII/39; Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I, cüz. 3,
51.
156
el-Kureşî, a.g.e., II/207.
157
ez-Zehebî, Nübelâ, VIII/39.
158
İbn Abdilberr, el-İntikâ, 335; Zirikli, a.g.e., III/78.
30
Züfer b. Hüzeyl, Hadiste güvenirliliği ve münazara ilmindeki üstünlüğü ile
tanınmış bir kimsedir. 159 Züfer b. Hüzeyl’in önceleri Ashâbu’l-Hadis’ten olduğu,
sonra re’ye meylettiği söylenmektedir. 160 Bununla birlikte o, katı kıyasçılığıyla
tanınmıştır. Genelde İslam fıkhının, özelde Hanefî fıkhının gelişmesine büyük
katkılar
sağlayan
Züfer
b.
Hüzeyl’in
kendine
ait
hiç
bir
kitabından
bahsedilmemektedir. Bu durumu Ebû Zehra şöyle yorumlamaktadır: “İmam
Züfer’den naklolunmuş bir kitap yoktur. Üstadının mezhebini rivayet ettiğini de
bilmiyoruz. Bunun sebebi her halde üstadından sonra az yaşamış olmasıdır.” 161
Kendisi bir kitap yazmamış olmakla beraber Hanefî kaynakları kendisinden ve
fikirlerinden söz ederler.
4. Hasan b. Ziyad (116-204/734-819)
Ebû Ali Hasan b. Ziyad el-Ensârî el-Lu’luî el-Kûfî,162 Ebû Hanîfe’nin büyük
talebelerindendir. Kendisi Kûfe asıllı olup, Bağdat’a göç etmiş ve orada hayatını
sürdürmüştür.163 O, Ebû Hanîfe’den ders almıştır. Kendisinden ise Muhammed b.
Semaa, Muhammed b. Şucâ el-Belhî ve Şu’be b. Eyyub ilim öğrenmiştir.164 Hasan b.
Ziyad, Ebû Hanîfe’nin görüşlerini çok iyi tertip edip ezberlemiştir. Bu bakımdan
kaynaklar, onu Ebû Hanîfe’ye ait görüşlerin hafızı olarak kaydeder.165
Kendisi hadis rivayet etmekle de meşhur olmuştur. İbn Cüreyc’den on iki bin
hadis yazdığı söylenir.
166
Fakat muhaddislerin çoğunluğu onun hadislerini
almamışlardır. Bazıları onu hadis bilmemekle, hadiste güvenilir olmamakla ve hadis
yazmamakla itham ederken,167 bazıları onu methetmiştir.168
159
Onun hadiste güvenirliliği ve münazarada üstünlüğü ile ilgili rivayetler hakkında geniş bilgi için
bkz: el-Kureşî, a.g.e., II/208; ez-Zehebî, Nübelâ, VIII/39.
160
İbn Hallikân, a.g.e., II/318; Kirânevî, a.g.e., 104; Zirikli, a.g.e., III/78.
161
Ebû Zehra, a.g.e., 245.
162
İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, 288; Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VII/325; el-Kureşî, a.g.e., II/56;
ez-Zehebî, Mîzân, I/491; a.mlf., Nübelâ, IX/543; İbn Kutluboğa, a.g.e., 81; Taşköprüzâde, Tabakâtu’lFukahâ, 18; el-Leknevî, a.g.e., 104; Zirikli, a.g.e., II/205; Sezgin, Tarihu’t-Turasi’l-Arabî, C. I, cüz.
3, 78.
163
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VII/325; ez-Zehebî, Nübelâ, IX/543; Zirikli, a.g.e., II/205.
164
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VII/325.
165
İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, 288; el-Leknevî, a.g.e., 105.
166
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VII/325; el-Kureşî, a.g.e., II/57; ez-Zehebî, Nübelâ, IX/544;
Taşköprüzâde, a.g.e., VI/257; Kirânevî, a.g.e., 186.
167
Onun hadiste güvenilir olmamakla itham edildiği rivayetler hakkında geniş bilgi için bkz: ezZehebî, Mîzân, I/491.
168
Onu methettiği rivayetlere bkz: el-Leknevî, a.g.e., 105.
31
Bazıları da onun fıkıhda çok derin bilgi sahibi olduğunu söylemişlerdir.169
Fakat onun görüşleri ve rivayetleri Hanefî fıkhında Ebû Yusuf’un ve İmam
Muhammed’in fikirleri ve rivayetleriyle aynı ölçüde itibar görmez.170
Hafs b. Giyas’dan sonra 194/810 senesinde Kûfe kadılığına getirilmiş, ancak
fıkhı iyi bilmesine rağmen, kadılık vazifesini iyi yapamadığından bu görevden
çekilmiştir. 171 Ona “Lu’luî” nisbesinin verilmesi inci satmasından dolayı olduğu
söylenir.172
Hanefî fıkhının gelişmesinde kendi eserleri ve fikirleriyle önemli katkılar
sağlayan büyük İslam bilgini ve fakihi Hasan b. Ziyad, 204/819 yılında 88 yaşında
vefat etmiştir.173
Onun eserleri arasında Edebu’l-Kâdî, Meâni’l-Eyman, Kitâbu’n-Nefakât,
Kitâbu’l-Harâc, Kitâbu’l-Ferâiz, Kitâbu’l-Vesâya, el-Emâli, Kitâbu’l-Hısâl ve
Kitâbu’l-Mucerred gibi eserler bulunmaktadır.174
5. Vekî b. el-Cerrâh (129-197/746-812)
Ebû Süfyan Vekî b. el-Cerrâh b. Melih b. Adî er-Ruvâsî el-Kûfî, 175 Ebû
Hanîfe’nin talebelerindendir. Vekî b. el-Cerrâh, 129/746 senesinde doğmuştur. Aslı
Nisabur veya Soğd köylerindendir. 176 Künyesi Vekî’dir. 177 Babası Kûfe’de
Beytulmal nazırıydı. 178 Veki b. el- Cerrah, İsmail b. Ebî Halid, Hişam b. Urve,
Süleyman A’meş, Abdullah b. Avn, İbn Cüreyc, Evzâî, Süfyan Sevrî, Şu’be, Ebû
Yusuf ve Züfer’den ders alırken, kendisinden de Abdullah b. Mübarek, Yahya b.
Âdem, Kuteybe b. Said, Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Maîn, Ali b. Medînî, Züheyr b.
169
İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, 288; el-Kureşî, a.g.e., II/56; İbn Kutluboğa, a.g.e., 81.
Krş: Ebû Zehra, a.g.e., 246.
171
el-Kureşî, a.g.e., II/56; el-Leknevî, a.g.e., 105; Zirikli, a.g.e., II/205; Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’lArabî, C. I, cüz. 3, 78.
172
Özel, a.g.e., 25.
173
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VII/328; el-Kureşî, a.g.e., II/57; ez-Zehebî, Nübelâ, IX/545; elKiranevî, a.g.e., 186; Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I, cüz. 3, 78.
174
Hasan b. Ziyad’ın eserleri hakkında geniş bilgi için bkz: İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, 288; el-Leknevî,
a.g.e., 105; Zirikli, a.g.e., II/205; Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I, cüz. 3, 79.
175
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/471; el-Kureşî, a.g.e., III/576; ez-Zehebî, Tezkiretu’lHuffâz, I/306; a.mlf., Nübelâ, IX/140; a.mlf., Mizân, IV/335; el-Leknevî, a.g.e., 366; Sezgin, Târîhu’tTurâsi’l-Arabî, C. I, cüz. 1, 179.
176
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/472; ez-Zehebî, Nübelâ, IX/142.
177
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/471.
178
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/472; ez-Zehebî, Nübelâ, IX/142.
170
32
Harb, Ebû Bekr, Osman b. Ebî Şeybe, Ahmed b. Ca’fer el-Veki, Abbas b. Gâlib elVerrak, Yakub ed-Davrekî ve diğerleri rivayetlerde bulunmuşlardır.179
Vekî b. el-Cerrâh’ın hem fıkıhda, hem de hadiste derin bilgi sahibi olduğu
söylenir. Bu konuda İbn Âmir şöyle der: “Kûfe’de hadis ve fıkıhta ondan daha alim
olanını görmedim.”180 Aynı zamanda Kur’an hafızı olduğu bilinir. Ahmed b. Hanbel
de şöyle der: “Veki hafız idi, onun gibisini görmedim.”181 Yahya b. Eksem, Veki
b.el-Cerrah’ın bir çok zamanlarını oruçla geçirdiğini ve her gece Kur’an’ı hatm
ettiğini bildirir.182
Etbâu’t-Tâbiîn’in büyüklerinden olan Vekî b. el-Cerrâh, Harun Reşid’in
kadılık teklifini kabul etmemiş ve hac dönüşü Mekke ile Kûfe arasında bulunan Feyd
denen yerde 197/812 senesinde vefat etmiştir.183 Yazma halinde bulunan Kitâbü’zZühd ve Mecmûa Min Ahâdis adlı hadis mecmuası, el-Musannef ve et-Tefsîr adlı
eserleri telif ettiği bilinir.184
6. Nuh b. Ebî Meryem (173/789)
Ebû Isme Nuh b. Ebî Meryem el-Kureşî el-Mervezî; 185 Ebû Hanîfe’nin
talebelerindendir. İsmi Nuh’dur. Ebû Hanîfe’nin görüşlerini ilk olarak o toplamıştır.
Bundan dolayı da ona “el-Câmi” lakabı verilmiş ve bu adla meşhur olmuştur.186
Fıkhı Ebû Hanîfe’den ve İbn Ebî Leyla’dan; Hadisi Haccac b. Ertat’dan;
Tefsiri Kelbî ile Mukatil’den; Megâziyi İshak’tan okumuştur.187 Bunun dışında o,
Yahya b. Said, İbn Cüreyc, Mukatil b. Hayyan, A’meş ve diğer hocalarından
rivayette bulunurken, kendisinden de Nuaym b. Hammad, Şeyhu’l-Buhârî, Îsa b.
Musa, Zeyd b. Hibab, Hibban b. Musa ve diğerleri rivayette bulunmuşlardır.188
179
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/472; ez-Zehebî, Nübelâ, IX/142; Taşköprüzâde, Miftâhü’sSâde, VI/253; el-Leknevî, a.g.e., 366.
180
ez-Zehebî, Tezkiretu’l-Huffâz, I/308.
181
ez-Zehebî, Nübela, IX/147.
182
Onun çok ibadet edişi hakkında kaynaklarda bir çok rivayetler bulunmaktadır. Geniş bilgi için bkz:
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/473; ez-Zehebî, Tezkiretu’l-Huffâz, /307-308.
183
ez-Zehebî, Tezkiretu’l-Huffâz, /309.
184
Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I, cüz. 1, 180.
185
Hatîb el-Bağdâdî, es-Sâbiku’l-ve’-Lâik, 338; el-Kureşî, a.g.e., II/7-8; İbn Hâcer el-Askalânî,
Tehzîbu’t-Tehzîb, X/486; İbn Kutluboğa, a.g.e., 20; el-Leknevî, a.g.e., 363.
186
el-Kureşî, a.g.e., II/7; İbn Hâcer el-Askalânî, Tehzîbu’t-Tehzîb, X/486; İbn Kutluboğa, a.g.e., 20;
el-Leknevî, a.g.e., 363.
187
el-Kureşî, a.g.e., II/8; İbn Hâcer el-Askalânî, Tehzîbu’t-Tehzîb, X/486.
188
el-Kureşî, a.g.e., II/8; İbn Hâcer el-Askalânî, Tehzîbu’t-Tehzîb, X/486.
33
Mansur’un halifelik döneminde Merv’de kadılık yapmıştır. 189 Derin fıkıh
alimi olmakla beraber, muhaddisler onu hadis uydurmacılığıyla suçlamışlardır. 190
Nuh b. Meryem’in doğum senesi belli olmamakla birlikte, 173/789 senesinde vefat
ettiği bilinmektedir.191
Kaynaklar, onun hiç bir eserinden bahsetmediklerinden dolayı, eserinin olup
olmadığı belli değildir.
7. Kasım b. Ma’n (175/791)
Ebû Abdillah Kasım b. Ma’n b. Abdirrahman b. Abdillah b. Mesud el-Huzelî
el-Mesudî el-Kûfî, 192 Ebû Hanîfe’nin öğrencilerindendir. Fıkhı Ebû Hanîfe’den
öğrenmiştir. Bunun
dışında Mansur b. Mu’temir, Hüseyin b. Abdirrahman,
Abdulmelik b. Umeyr, Hişam b. Urve, Süleyman el-A’meş, Âsım el-Ahvel, Yahya b.
Said ve diğerlerinden ders alırken, kendisinden de Abdurrahman b. Mehdî, Ebû
Nuaym, Mualla b. Mansur, Ebû Gassan en-Nehdî, Muafî b. Süleyman, Abdullah b.
Velîd el-Adenî, Mincâb b. el-Hâris ve diğerleri rivayette bulunmuşlardır.193
Kasım b. Ma’n, bir çok ilim öğrenmiş ve meşhur olmuştur. O, Fıkıh, Arapça
ve Hadis’te çok derin bilgi sahibi olduğu gibi, şiir yazmakla da tanınmıştır.194 Ebû
Haşim onun çok yönlü bir alim olduğu konusunda şöyle demiştir: ‘”İnsanlar ondan
hadis rivayet ederlerdi, şiir, Fıkıh ve Arapçayı ondan öğrenirlerdi.”195 Bir çok ilimde
derinleşmesine bakılırsa çok zekî olduğu anlaşılmaktadır. Bir çok Hanefî alimi gibi
hadisle meşgul olmuş, fakat muhaddisler tarafından önemsiz görülmüştür. Bununla
birlikte bazı Sünen sahipleri onu sika sayıp eserlerinde rivayetlerine yer
vermişlerdir.196
Mehdî zamanında Şerik b. Abdillah’dan sonra Kûfe kadılığını yapmıştır.
Fakat hizmetine karşılık ücret almamıştır.197
189
el-Kureşî, a.g.e., II/8; İbn Kutluboğa, a.g.e., 20.
İbn Hâcer el-Askalânî, Tehzîbu’t-Tehzîb, X/487-488.
191
el-Kureşî, a.g.e., II/8; İbn Kutluboğa, a.g.e., 20.
192
İbn Sa’d, Ebu Abdillah Muhammed b. Said b. Meni ez-Zührî (230/845), Kitâbu’t-Tabakâti’lKebîr,nşr. Edward Sachan Euden Mittwoch, Leiden 1909, VI/317; el-Kureşî, a.g.e., II/708; ez-Zehebî,
Nübelâ, VIII/190; İbn Hâcer el-Askalânî, Tehzîbu’t-Tehzîb, VIII/338; el-Leknevî, a.g.e., 251.
193
ez-Zehebî, Nübelâ, VIII/190-191; İbn Hâcer, el-Askalânî Tehzîbu’t-Tehzîb, VIII/338.
194
el-Kureşî, a.g.e., II/709; Zehabî, Nübelâ, VIII/191; el-Leknevî, a.g.e., 252.
195
ez-Zehebî, Nübela, VIII/191.
196
el-Kureşî, a.g.e., II/709.
197
el-Kureşî, a.g.e., II/708.
190
34
Kaynaklar, bu alimin ne zaman doğduğundan bahsetmemekle birlikte,
genelde onun 175/791 senesinde vefat ettiği konusunda ittifak içindedirler.198
el-Leknevî, müçtehid vasfına sahip olan bu alimin, en-Nevâdir fi’l-Luga ve
Garîbu’l-Musannaf adlı iki eserinden bahsetmektedir.199 Özel, ise onun en-Nevâdir
fi’l-Luga’dan başka eserinin olmadığını söyler.200
8. Yahya b. Zekeriya (183/799)
Ebû Said Yahya b. Zekeriya b. Ebî Zâide el-Kûfî el-Hemedânî, 201 Ebû
Hanîfe’nin önde gelen öğrencilerindendir. Künyesi Ebû Said’dir. 202 Fıkhı Ebû
Hanîfe’den almıştır. Kendi babasından, Asım el-Ehval, Hişam b. Urve, Yahya b.
Said el-Ensârî, A’meş, Davud b. Hind, Ebû Mâlik el-Eşcarî, Ubeydullah b. Umar,
Mucâlid, Alâ b. Museybe, Hâşim b. Hâşim ez-Zührî, Musa el-Cühenî, İbn Avn, Salih
b. Salih b. Hay, Abdulmelik b. Hamid b. Ebû Ganiyye, Misar, Haccac b. Ertat,
Şu’be, İbn İshak’dan hadis dinlemiştir.203 Kendisinden de Ebû Davud el-Hafariyyu,
Yahya b. Âdem, Mualla b. Mansur, Yahya b. Yahya, Ahmed b. Hanbel, İbn Main,
İbn Ebî Şeybe, Harun b. Maruf, Ebû Kureybe, Hünnâd, Amr b. Râfi el-Kazvinî, Ali
b. Muslim et-Tûsî, Ahmed b. Mânî’, Hasan b. Arafa, Ziyad b. Eyyub, İbn Zürâra,
Muhammed b. Ubeyd el-Muhâribî, Ya’kub ed-Davrekî ve diğerleri rivayette
bulunmuşlardır.204
Fıkıhda olduğu kadar hadiste de meşhur olmuştur. Genelde hadiste güvenilir
ve hadis hafızı idi.205
Harun Reşid döneminde Medain’de kadılık yapmıştır. Ancak kadılığı dört ay
sürmüştür.206 Doğum tarihi tam olarak bilinmemekle beraber, tahminen 120/738’de
198
el-Kureşî, a.g.e., II/709; Zehebî, Nübelâ, VIII/191; İbn Hâcer el-Askalânî, Tehzîbu’t-Tehzîb,
VIII/339; el-Leknevî, a.g.e., 253.
199
el-Leknevî, a.g.e., 252-253.
200
Özel, a.g.e., 19.
201
İbn Sa’d, Tabakâtu’l-Kübrâ, VI/393; el-Kureşî, a.g.e., III/585; ez-Zehebî, Nübelâ, VIII/337; a.mlf.,
Tezkiretu’l-Huffâz, I/267; a.mlf., Mîzân, IV/374; İbn Hâcer Askalânî, Tehzîbu’t-Tehzîb, XI/208;
Taşköprüzâde, a.g.e., VI/256; el-Leknevî, a.g.e., 370; el-Kiranvî, a.g.e., 110.
202
İbn Sa’d, Tabakâtu’l-Kübrâ, VI/393.
203
ez-Zehebî, Nübelâ, VIII/338; İbn Hâcer el-Askalânî, Tehzîbu’t-Tehzîb, XI/208; Taşköprüzâde,
a.g.e., VI/256.
204
el-Kureşî, a.g.e., III/586; ez-Zehebî, Nübelâ, VIII/338; a.mlf., Tezkiretu’l-Huffâz, I/267; İbn Hâcer
el-Askalânî, Tehzîbu’t-Tehzîb, XI/208; Taşköprüzâde, a.g.e., VI/256.
205
Geniş bilgi için bkz: İbn Sa’d, Tabakâtu’l-Kübrâ, VI/393; ez-Zehebî, Nübelâ, VIII/340.
206
ez-Zehebî, Nübelâ, VIII/340.
35
doğduğu ileri sürülür.207 Vefatı hususunda da farklı rivayetler bulunmaktadır.208 Eğer
onun 120/738 senesinde doğduğu kabul edilirse, 183/799 de vefat ettiği doğru
olabilir. Çünkü, kaynaklar onun 63 yaşında vefat ettiğini belirtmektedirler. 209
Herhangi bir eserinin olup olmadığı bilinmemektedir.
9. Hafs b. Gıyas (117-194/735-810)
Ebû Ömer Hafs b. Giyas b. Talk en-Nehâî el-Kûfî, 210 Ebû Hanîfe’nin
talebelerindendir. Hişam b. Abdilmelik devrinde 117/735 senesinde doğmuştur.211
Kûfe’ye yerleşmiş Neha kabilesindendir. Bu bakımdan Nehâî olarak da
isimlendirilmiştir.
Kendisi büyük bir fakih olmakla birlikte, hadis hafızı olup bir çok hadis
rivayet etmiştir. Kaynaklarda sika olarak nitelendirilmektedir.212 Ondan üç bin veya
dört bin hadis rivayet edilip ezberlendiği de söylenir.213
Fıkhı Ebû Hanîfe’den öğrenmiştir. Hadisi ise Asım el-Ehval, Süleyman
Teymî, Yahya b. Said, Hişam b. Urve, Yezid b. Ebî Ubeyd, Alâ b. Museyyeb,
A’meş, Muhammed b. Zeyd b. Muhâcir, İbn Cüreyc, Ebû İshak Şeybânî, Ebû Mâlik
el-Eşcâî, Habîb b. Ebî Amr, Bureyde b. Abdillah b. Ebî Burde, Ubeydullah b. Ömer,
Leys b. Ebî Suleym, Hişam b. Hassan, Alâ b. Halid’den dinlemiştir.214
Kendisinden de Yahya b. Said el-Kattan, İbn Mehdî, Ömer b. Hafs, Yahya b.
Yahya, Ahmed b. Hanbel, İshak, İbn Ebî Şeybe, Ahmed ed-Davrekî, Süfyan b.
Veki’, Selm b. Cünâde, Sehl b. Zencele, Sıdk b. Fazl, Ebû Said el-Aşaccu, Ali b.
207
ez-Zehebî, Nübelâ, VIII/338.
Bu konudaki tartışmalar için bkz: İbn Sa’d, Tabakâtu’l-Kübrâ, VI/393; el-Kureşî, a.g.e., III/586;
ez-Zehebî, Mizân, IV/374; a.mlf., Tezkiretu’l-Huffâz, I/268;Taşköprüzâde, Miftâhü’s-Sâde, VI/256.
209
el-Kureşî, a.g.e., III/586; ez-Zehebî, Tezkiretu’l-Huffâz, I/268; a.mlf., Mizân, IV/374;
Taşköprüzâde, a.g.e., VI/256; el-Kirânevî, a.g.e., 110.
210
İbn Sa’d, Kitâbu’l-Tabakâtu’l-Kebîr, VI/271; Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VIII/185; a.mlf.,
es-Sâbiku’l-ve’-Lâik, 183; el-Kureşî, a.g.e., II/138; İbn Hallikân, a.g.e., I/197; ez-Zehebî, Nübelâ,
IX/22; a.mlf., Tezkiretu’l-Huffâz, I/297; a.mlf., Mizân, I/567; İbn Hâcer el-Askalânî, Tehzîbu’t-Tehzîb,
II/415; el-Leknevî, a.g.e., 116; Safedî, a.g.e., XIII/98.
211
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VIII/195; İbn Sa’d, Kitâbu’l-Tabakâtu’l-Kebîr, VI/271; ezZehebî, Nübelâ, IX/22.
212
ez-Zehebî, Nübelâ, IX/25.
213
ez-Zehebî, Tezkiretu’l-Huffâz, I/298.
214
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VIII/185; İbn Hallikân, a.g.e., I/198; ez-Zehebî, Nübelâ, IX/22;
İbn Hâcer el-Askalânî, Tehzîbu’t-Tehzîb, II/415.
208
36
Haşram, Amr b. en-Nakid, İbn Numeyr, Harun b. İshâk, Ebû Kureybe ve diğerleri
rivayette bulunmuşlardır.215
Hafs b. Gıyas 194/810 senesinde vefat etmiştir.216 Ebû Hanîfe’nin önde gelen
diğer öğrencileri gibi o da kadılık yapmıştır. Harun Reşid zamanında Bağdad’da iki,
Kûfe’de on üç yıl bu görevde bulunmuştur.
217
Eserlerinin olup olmadığı
bilinmemektedir.
10. Esed b. Amr el-Becelî (190/806)
Esed b. Amr Ebî’l-Munzir el-Becelî el-Kûfî,218 Ebû Hanîfe’nin talebelerinden
biridir. Künyesi Ebû’l-Munzir’dir. Ebû Amr el-Kâdı, el-Kuşeyrî, el-Becelî ve el-Kûfî
olarak da adlandırlır.219
Ebû Hanîfe’nin diğer öğrencileri gibi o da hem fıkıhda, hem de hadiste derin
bilgi sahibi olmuştur. Fıkhı Ebû Hanîfe’den almıştır. İbrahim b. Cerir, Mutarrif b.
Tureyf, Yezid b. Ebî Ziyad ve Haccac b. Ertat’dan rivayette bulunurken, kendisinden
de Ahmed b. Hanbel, Ahmed b. Manî’, Muhammed b. Bekkar b. Reyyan ve Hasan b.
Muhammed Za’ferânî rivayette bulunmuşlardır.220
Esed b. Amr’ı bazıları hadisde güvenilir,221 bazıları da zayıf görmüşlerdir.222
O, Ehl-i Re’y ile Ashabu’l-Hadis arasında bir köprü oluşturmaya çalışmıştır.
Esed b. Amr aslen Kûfeli olup, sonradan Bağdat’a yerleşmiştir. Harun Reşid
döneminde Ebû Yusuf’tan sonra Bağdat ve Vâsıt’da kadılık yapmıştır.
223
Kaynaklarda onun doğum tarihi tam olarak belli olmamakla birlikte, 188/804 veya
215
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VIII/185; ez-Zehebî, Nübelâ, IX/23; İbn Hâcer el-Askalânî,
Tehzîbu’t-Tehzîb, II/415-416.
216
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VIII/195; İbn Sa’d, Kitâbu’l-Tabakâtu’l-Kebîr, VI/271; ezZehebî, Nübelâ, IX/22.
217
el-Kureşî, a.g.e., II/141; İbn Hallikân, a.g.e., I/198; ez-Zehebî,Tezkiretu’l-Huffâz, I/297; elLeknevî, a.g.e., 117; Safedî, a.g.e., XIII/98-99.
218
İbn Sa’d, Tabakâtu’l-Kübrâ, V/331; Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VII/18;el-Kureşî, a.g.e.,
I/376; Taşköprüzâde, Miftâhü’s-Sâde, VI/259; el-Leknevî, a.g.e., 78; Safedî, a.g.e., IX/6; Kirânevî
a.g.e., 165.
219
İbn Sa’d, Tabakâtu’l-Kübrâ, V/331; el-Kureşî, a.g.e., I/376.
220
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VII/18; el-Kureşî, a.g.e., I/378;
221
Bkz: İbn Sa’d, Tabakâtu’l-Kübrâ, V/331; Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VII/20.
222
Bkz: Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VII/20; Safedî, a.g.e., IX/6.
223
İbn Sa’d, Tabakâtu’l-Kübrâ, V/331; Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VII/18; el-Kureşî, a.g.e.,
I/378.
37
190/806 yılında vefat ettiği bilinmektedir.224 Fıkıhda ve hadisde derinleşmiş bir alim
olan Esed b. Amr’ın eser yazıp yazmadığı bilinmemektedir.
11. Ebû Mutî el-Belhî (119/814)
Ebû Mutî Hakem b. Abdillah b. Mesleme el-Belhî,225 Ebû Hanîfe’nin önde
gelen öğrencilerindendir. Bunun dışında Hişam b. Hassan, Bekr b. Huneyse, İbad b.
Kesir, Abdullah b. Avn, İbrahim b. Tahman, İsrail b. Yunus, Malik b. Enes ve
Süfyan Sevrî’den rivayette bulunurken, kendisinden de Ahmed b. Munî’, Hallâd b.
Sâlim es-Saffar ve başkaları rivayette bulunmuşlardır.226
Mekke, Medine ve Kûfe’de bulunmuş, bir çok kez Bağdat’a gitmiş ve
oralarda rivayette bulunmuştur.227
Belh’te on altı yıl kadılık yapmış ve 199/814 senesinde vefat etmiştir.228 Bazı
kaynaklarda onun ölüm tarihi farklı verilmektedir. Kureşî,229 onun vefat tarihi olarak
197/813 senesini gösterirken, Taşköprüzâde 230 177/793 yılını göstermektedir.
Kaynaklar Ebû Mutî el-Belhî’nin 84 sene yaşadığını kaydederler.231 Onun doğum
tarihi belli değildir. Eğer Zehebî’nin rivayetini doğru kabul edersek o, 115/733
senesinde doğmuş olmalıdır.
Ebû Mutî el-Belhî’nin rivayet ettiğ hadisler Hadis Taraftarlarınca kabul
görülmeyerek tenkit edilmiştir. İbn Cüzcânî, Buhârî ve Nesâî gibi büyük hadisçiler
onun hakkında “Hadisde zayıftı, onun hadisi alınmaz, hadisi terk etmiştir” hükmünü
vererek onu Mürciî ve Cehmî olmakla suçlamışlardır.232
Ebû Hanîfe’nin itikadî konulardaki görüşlerini içeren el-Fıkhu’l-Ekber adlı
eserini, Ebû Mutî el-Belhî rivayet etmiştir.233
224
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VII/21; el-Kureşî, a.g.e., I/378; İbn Kutluboğa, a.g.e., 17.
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VIII/218; ez-Zehebî, Mîzân, I/574; İbn Hâcer Askalânî,
Lisânu’l-Mîzân, II/334; İbn Kutluboğa, a.g.e., 87; Özel, a.g.e., 25.
226
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VIII/218; el-Kureşî, a.g.e., IV/87; ez-Zehebî, Mizân, I/574; İbn
Hâcer Askalânî, Lisânu’l-Mîzân, II/334; Taşköprüzâde, Miftâhü’s-Sâde, VI/262.
227
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VIII/218; Özel, a.g.e., 25.
228
ez-Zehebî, Mîzân, I/575.
229
el-Kureşî, a.g.e., IV/87.
230
Taşköprüzâde, Miftâhü’s-Sâde, VI/262.
231
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VIII/219; el-Kureşî, a.g.e.,IV/87; ez-Zehebî, Mîzân, I/575;
Taşköprüzâde, Miftâhü’s-Sâde, VI/262.
232
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VIII/220; ez-Zehebî, Mîzân, I/574; İbn Hâcer el-Askalânî,
Lisânu’l-Mîzân, II/334.
233
el-Kureşî, a.g.e., IV/87.
225
38
12. Bişr b. Gıyas el-Merîsî (218/833)
Ebû Abdirrahman Bişr b. Gıyas b. Abdirrahman el-Merîsî el-Adevî elBağdâdî,234 Ebû Hanîfe’nin öğrencilerinden sayılmaktadır. Ebû Hanîfe’den kısa bir
süre fıkıh dersi almış, sonra Ebû Yusuf’tan devam etmiştir.235 Doğum tarihi belli
olmamakla beraber, vefat tarihi 218/833 veya 219/834 olarak verilmekte ve vefat
ettiğinde 80 yaşında olduğu söylenmektedir.236 Eğer 80 yaşında vefat ettiği doğru ise,
tahminen o, 138/755 senesinde doğmuştur. O zaman Ebû Hanîfe vefat ettiğinde Bişr
el-Merisî 12 yaşında idi.
O, Hammad b. Seleme, Süfyan b. Uyeyne’den rivayette bulunurken,
kendisinden de Ebû Muhammed el-Hallal, Ebû Hasan el-Atıkî ve diğerleri rivayette
bulunmuşlardır.237
Ebû Yusuf’un önde gelen talebelerinden olmakla birlikte, onunla pek çok
konuda tartışmaları olmuştur. Bazı görüşlerinden dolayı Ebû Yusuf tarafından
eleştirilmiştir.238
Daha sonra kelam ve felsefeye meyletmiştir. Kur’an’ın mahluk olduğunu ileri
sürmüş ve bir çok alim tarafından eleştirilmiştir ve tekfir edilmiştir.239 Babasının da
Yahudi olduğu söylenir.
240
Mürcie’nin Merisiyye fırkası onun adına nisbet
edilmiştir.241
Eserleri arasında Kitâbu’l-İrcâ’, Kitâbu’r-Redd ala’l-Havâric, Kitâbu’lİstitaâ,
Kitâbu’l-Küfri’l-Müşebbihe,
Kitâbu’l-Ma’rife,
Kitâbu’l-Vaîd
bulunmaktadır.242
234
İbnü’l-Esîr, el-Lübâb fî Tehzîbu’l-Ensâb, III/200; Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VII/61; elKureşî, a.g.e., I/447; İbn Hallikân, a.g.e., I/277; ez-Zehebî, Mîzân, I/322.
235
İbnü’l-Esîr, el-Lübâb, III/200; el-Leknevî, a.g.e., 93.
236
İbnü’l-Esîr, el-Lübâb, III/200; Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, VII/70; el-Kureşî, a.g.e.,I/449; elLeknevî, a.g.e., 94.
237
İbnü’l-Esîr, el-Lübâb, III/200; İbn Hallikân, a.g.e., I/277.
238
el-Kureşî, a.g.e., I/448; el-Leknevî, a.g.e., 94.
239
Bişr el-Merîsî’nin bu konuda eleştirildiği hakkındaki rivayetlere bkz: Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu
Bağdâd, VII/67; ez-Zehebî, Mîzân, I/323.
240
ez-Zehebî, Mîzân, I/322; İbn Hallikân, a.g.e., I/277.
241
İbnü’l-Esîr, el-Lübâb, III/200; İbn Hallikân, a.g.e., I/277-278; el-Kureşî, a.g.e., I/449.
242
Özel, a.g.e., 215-216.
39
C. Menkabevî Kişiliği ve Kırgızlar Arasındaki Menkabeler
a. Menkabevî Kişiliği
Ebû Hanîfe’nin menkabevî hayatını anlatan bir çok eser yazılmıştır. Başta
menakıbname yazarları olmak üzere, bazı alimler Ebû Hanîfe’nin faziletlerinden söz
ederlerken, bazan onu yüceltecek çok şeyler söylemişlerdir. Öyleki Ebû Hanîfe
hakkında müceddid olduğu, dini ve sünneti ihya edeceğine dair hadisler bile rivayet
edilerek onu kutsallaştırmışlardır. Bu tür hadislerin bir kısmı şunlardır:
Abdullah
b.
Mi’dan
el-Ezdî,
Enes
b.
Malik’den
şöyle
rivayette
bulunmaktadır: “Peygamber (s.a.v) şöyle dedi: Ümettimden birisi çıkacaktır. O,
Muhammed b. İdris’tir. O, ümmetimi İblis’ten koruyacaktır. Yine ümmetimden
birisi çıkacaktır. O, Ebû Hanîfe’dir. O, ümmetimin çırasıdır, o ümmetimin
çırasıdır.” 243 İbnü’l-Cevzî ve el-Aclünî bu hadisin mevzu olduğunu ve sonradan
uydurulduğunu ileri sürmektedirler.244
Ebû Hüreyre, Peygamber (s.a.v)’den şöyle rivayet etmektedir: “Ümmetimin
içinden birisi çıkacaktır. Adı en-Numan, künyesi de Ebû Hanîfe’dir. O, ümmetimin
çırasıdır; o, ümmetimin çırasıdır; o, ümmetimin çırasıdır”.245 İbnü’l-Cevzî ve Hatîb
el-Bağdâdî bu hadisin de mevzu olduğu fikrindedirler.246
Enes b. Malik, Peygamber (s.a.v)’den şöyle rivayette bulunmuştur: “Benden
sonra bir adam gelecektir. Onun ismi Numan b. Sabit, Künyesi de Ebû Hanîfe’dir.
Allah’ın dinini ve benim sünnetimi elleriyle diriltir.” 247 Hatîb el-Bağdâdî, 248 bu
hadisin mevzu ve batıl olduğunu söylemektedir.
Ebû Hanîfe’nin şahsıyla ilişkilendirilen bir hadis de şudur: “İlim Ülker
yıldızında asılı olsa, o ilme Arapların eli yetmez, fakat İranlıların (Farsların) eli
243
İbnü’l-Cevzî, Ebi’l-Ferec Abdirrahman b. Ali Muhammed b. Ca’fer (597/1200), Kitâbu’l-Mevzuat
Mina’l-Ahâdis Merfuât, thk., Nûriddîn b. Sakarî b. Ali Boyacılar, Riayd 1998, II/304; es-Suyûtî,
Celâlüddîn Abdurrahman (911/1505), el-Lâlî el-Masnûatu Fi’l-Ahâdisi’l-Mevzûa, Beyrut 1975, I/456;
el-Aclûnî, İsmail b. Muhammed (1162/1749), Keşfu’l-Hafâ, yrz, 1351/1932, I/34.
244
İbnü’l-Cevzî, Kitâbu’l-Mevzûat, II/305; el-Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, I/34.
245
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/336; İbnü’l-Cevzî, Kitâbu’l-Mevzuat, II/305; İbn Hâcer elHeytemî, a.g.e., 33.
246
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/336; İbnü’l-Cevzî, Kitâbu’l-Mevzuat, II/306-307.
247
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, II/287; İbnü’l-Cevzî, Kitâbu’l-Mevzuat, II/306; es-Suyûtî, elLâlî, I/457; İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 33.
248
Târîhu Bağdâd, II/287.
40
yeterdi.” 249 İbn Hâcer el-Heytemî, hadis eleştirmenlerinden Hafız Celalüddin
Suyutî’nin, bu hadisi Ebû Hanîfe’nin çıkacağına dair Peygamber’in müjdesini
taşıyan bir hadis olarak rivayet ettiğini kaydeder.250 Fakat, bu hadisin isnadının zayıf
olduğu kabul edilmektedir. 251 Ebû Hanîfe hakkında Peygamber (s.a.v) adına
söyletilen bu gibi pek çok hadis bulunmaktadır. Bu hadislerin uydurma olduğunda
şüphe yoktur. Çünkü yer, zaman, mezhep ve şahıs adı verilen rivayetlere İslam
bilginleri şüpheyle yaklaşmışlardır. Hz. Peygamber’in gaipten haber veren bu tür
hadisleri söylemesi imkansızdır; Ayrıca Peygamber (s.a.v)’den sonra dini ve sünneti
ihya etmeye hiç kimsenin yetkisi yoktur. İnsanlar bu hadisleri uydurmakla Ebû
Hanîfe’nin şanını yüceltmeye çalışmışlardır. Aslında Ebû Hanîfe’nin büyük alim
olduğunu bu tür hadisler ile göstermeye ihtiyacı yoktu. O, zaten hem ilmi, hem de
ahlakıyla kendisinin nasıl büyük bir alim olduğunu kanıtlamıştır. Nitekim bu tür
hadisler İmam Malik ve İmam Şafiî adına da uydurulmuştur. Öncelikle Suyutî’nin bu
hadisleri Ebû Hanîfe’ye işaret ettiği şeklinde yorumlaması doğru değildir. Çünkü,
Ebû Hanîfe’nin adını yüceltmeye çalışanlar olduğu gibi, onu eleştirenler de vardır.
İbn Hâcer el-Heytemî bu hadisleri şöyle değerlendirmektedir: “Bütün bu hadisler
mevzudur, uydurmadır. Hadis kritiği ile azıcık ilgisi olanların nazarında bir kıymet
teşkil etmez.”252
Ebû Hanîfe’nin rüyasında Allah’ı gördüğünü bildiren rivayetler de vardır:
“Ebû Hanîfe rüyasında Allah’ı görmüş; Allah kendisine şöyle demiştir: “Ben Ebû
Hanîfe’nin ilminin yanındayım. Yani, onun ilmini koruyacağım, onu kabul
ediyorum, ondan razıyım, onun ilmi de, o ilmî alanlar da mübarektir. Muhalifleri bile
fıkıh ilmindeki önceliğini takdir etmişlerdir. Bu yüzden İmam Şâfiî, “Allah Ebû
Hanîfe’ye rahmet etsin, bütün insanlar fıkıhta ona muhtaçtırlar.”, “Her kim fıkıh
öğrenmek isterse Ebû Hanîfe’yi ve arkadaşlarını bırakmasın.” demiştir.” 253 Bu
rivayetin, rüya bile olsa, sonradan Ebû Hanîfe’ye nisbet edildiği anlaşılmaktadır.
Çünkü, İmam Şâfiî, Ebû Hanîfe öldüğü senede doğmuştur ve onun, “İnsanlar fıkıhta
249
İbn Hanbel, Ahmed (241-164/855-878), el-Müsned, thk., Şuayb el-Arnavut ve Adil Mürşid, Beyrut
1997, XV/260; Aynı eser, XVI/90; Aynı eser, XIII/331-332; İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 31.
250
İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 31.
251
Bu hadisin isnadının zayıf olduğu hakkında bkz: İbn Hanbel, el-Müsned, XV/260.
252
İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 34.
253
el-Kureşî, a.g.e., I/56; ez-Zehebî, Menâkıb, 30; es-Suyûtî, a.g.e., 80; İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e.,
14.
41
Ebû Hanîfe’ye muhtaçtırlar” sözü Ebû Hanîfe’nin ölümünden sonraki yıllarda
söylenmiş bir sözdür.
Bir rivayete göre, Ebû Hanîfe rüyasında Hz. Peygamber’in mezarını açtığını,
Peygamber’in kemiklerini toplayarak göğsünün üstüne koyduğunu; bir rivayete göre
de, kemikleri çıkarınca birbirine eklediğini görür. Bu rüyadan çok korkan Ebû Hanîfe
bu rüyayı tabir etmesi için İbn-i Sîrîn’e adam gönderir. İbn-i Sîrîn rüyayı şöyle tabir
eder: “Senin rüyan doğrudur. Muhammed (s.a.v)’in sünnetini ihya edeceksin”.254
Ebû Hanîfe’nin bu rüyayı görmüş olması doğru olabilir, fakat bu rüyanın
yorumu tartışmalıdır. Diğer rivayetlerde olduğu gibi, burada da Ebû Hanîfe eşsiz bir
kişi konumuna getirilmeye çalışılmaktadır.
Bununla birlikte menâkıb ve diğer kaynaklarda Ebû Hanîfe’nin her gece
Kur’an’ı hatm etmesi ve çok ibadet etmesi hususunda farklı rivayetler
bulunmaktadır. Daha önce Ebû Hanîfe’nin takva ve her işi Allah için yaptığı bahsi
üzerinde durmuştuk. Kaynakların da bildirdiğine göre, onun gerçekten çok ibadet
ettiği bir gerçektir. Ebû Hanîfe çok ibadet ettiğinden dolayı “direk” diye
isimlendirilmiştir.255 Fakat menâkıb müellifleri ve diğer bazı yazarlar bazen uydurma
rivayetleri gerçek gibi göstermeye çalışmışlardır. Mesela, bir rivayete göre, “İmam
Azam, bir müddet, gecenin yarısını ihya etti, daha sonraları tamamını ibadetle
geçirdikten sonra tümünü ihya etmeye başladı. Şöyle ki yolda giderken biri onu
göstererek; “İşte bu, geceleri kamilen ibadetle geçirir” demiştir. Bunun üzerine bütün
geceleri ibadetle geçirmeye başladı ve: “Bende olmayan bir ibadetle nitelenmekten
Allah’dan haya ederim.” der.”256
Ebû Hanîfe’nin dindarlığını mübalağa eden rivayetlerden birisi de şudur:
“Kendileri kırk yıl yatsı abdesti ile sabah namazını kıldılar. Kendisine bu gücü
kazandıran şeyin ne olduğu sorulduğu vakit şöyle demişlerdir: “Ben alfabe sırasına
254
İbn Abdilberr, el-İntikâ, 268; Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/335; ez-Zehebî, Menâkıb, 36;
Ayrıca İbn Hâcer el-Heytemî, bundan bir az farklı rivayeti dile getirmektedir: “Ebû Hanîfe ona bir
rüya söyleyince İbn Sîrin ona: Sırtını aç, sol tarafına dön, dedi. O da açınca, iki omuzu arasında, yahut
sol pazısında bir ben gördü. Doğrusun, sen Ebû Hanîfesin. Senin hakkında Resülüllah (s.a.v):
“Ümmetimden bir adam çıkar. Ona Ebû Hanîfe denir. İki omuzunun arasında bir ben vardır. Allah’ın
dinini ve benim sünnetimi elleriyle diriltir.” buyurmuştur.” İbn Hâcer el-Heytemî , a.g.e., 55-56.
255
es-Saymerî, a.g.e., 46; Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/352; ez-Zehebî, Siyer, VI/400;
a.mlf., Menâkıb, 21.
256
ez-Zehebî, Tezkiretü’l-Hüffâz, I/169; İbn Hâcer el-Askalânî, Tehzîbü’t-Tehzîb, X/450; İbn Hâcer
el-Heytemî, a.g.e., 15-16.
42
göre Allah’ın isimleri ile ona dua ettim.”257 Mekkî ise, onun otuz sene yatsı abdesti
ile sabah namazını kıldığını beyan etmektedir.258
Bu rivayetlerden Ebû Hanîfe’nin aşırı derece yüceltildiği anlaşılmaktadır. Her
gün teheccüd namazına kalkmış olabilir. Fakat, kırk yıl yatsı abdesti ile sabah
namazını kılması, kırk yıl geceleri hiç uyumadığını gösterir. Ne kadar büyük alim
olursa olsun, sonuçta o da bir insandır. Çünkü, Ebû Hanîfe de diğer insanlar gibi
içmeye, yemeye ve dinlenmeye muhtaçtır. Ama çok az uyumuş olabilir. Zehebî’nin
de dediği gibi, İmamın geceleyin ibadete kalktığı, teheccüd namazına ve ibadete
düşkünlüğü mütevatirdir.259
Ebû Hanîfe’nin Kur’an’ı hatmetmesi konusunda da bir çok rivayet
bulunmaktadır. Onun küçük yaşta Kur’an-ı Kerim’i ezberlediğini ve kıraat ilmini
yedi kurradan biri olan İmam Âsım’dan öğrendiğini daha önce de belirtmiştik.
Kaynaklardan onun Kur’an’ı çok okuduğu, fakat sonradan birtakım abartılı
rivayetlerin uydurulduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan bazıları şöyledir: Harice b.
Musab’ın bildirdiğine göre, “İmamlardan dördü bir rekatta Kur’an-ı hatmederdi.
Bunlar: Osman b. Avfan, Temîm ed-Dârî, Said b. Cübeyr ve Ebû Hanîfe’dir.”260 Ebû
Yusuf’un bildirdiğine göre, Ebû Hanîfe her gece her rekatta Kur’an-ı hatmederdi.261
Ayrıca Mekkî, eserinde Züfer b. Hüzeyl’in şöyle dediğini kaydetmektedir: “Ebû
Hanîfe bir ayda Kur’an’ı üç kere ve Ramazanda ise altmış kere hatmederdi.” 262
Başka bir rivayette de “Ebû Hanîfe günde Kur’an’ı bir kere, Ramazanda ise günde
iki kere hatmederdi.”263 denilmektedir. Eserlerinde Ebû Hanîfe aleyhinde pek çok
rivayete yer veren Hatîb el-Bağdâdî başta olmak üzere sonraki bazı müellifler de
onun her gece veya geceleri kıldığı namazlarda Kur’an’ı hatmettiği veya
Ramazan’da Kur’an’ı altmış kere hatmettiği yönünde pek çok rivayete yer verirler.264
Ebû Hanîfe’nin Kur’an’ı çok okuduğu ve çok kere hatmettiği bir gerçektir.
Biz burada bu hususu inkar etmiyoruz, fakat onun adına söylenilen bazı rivayetlerin
257
İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 19.
el-Mekkî, Menâkıb, I/20.
259
ez-Zehebî, Menâkıb, 20.
260
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/355.
261
el-Kureşî, a.g.e., I/57; ez-Zehebî, Menâkıb, 21.
262
el-Mekkî, Menâkıb, I/221.
263
el-Mekkî, Menâkıb, I/217-218.
264
Ebû Hanîfe’nin Kur’an’ı hatm konusundaki rivayetlere bkz: Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd,
XIII/352, 255; el-Mekkî, Menâkıb, I/219; ez-Zehebî, Siyer, VI/400; a.mlf., Menâkıb, 23; İbn Hâcer elHeytemî, a.g.e., 19, 54.
258
43
uydurma olduğunu açıklamaya çalışıyoruz. Mesela, bir rekatta Kur’an’ı baştan başa
okumak çok zaman alır. Dolayısıyla bir rekatı en azından akşamdan sabaha kadar
okuması lazım. Ayrıca otuz veya kırk sene geceleri Kur’an’ı hatmetmesi de, onun
otuz veya kırk sene geceleri hiç uyumadığı anlamına gelir. Oysa, Ebû Hanîfe sadece
Kur’an’ı hatmetmekle meşgul olan bir alim değildir. O, her gün çok sayıdaki
öğrencisine ders vermesinin yanında, diğer kendi şahsî işleri ile de meşgul oluyordu.
Dolayısıyla, Ebû Hanîfe’nin Kur’an’ı ezberlediği ve bir ayda üç kere hatm ettiği
şeklindeki
Hafs b. Abdirrahman’ın rivayeti gerçeğe daha yakındır ve daha
doğrudur.265 Çünkü, bir ayda üç kere Kur’an’ı hatm etmiş olması normaldir.
Ebû Hanîfe, namazı Kur’an’ı hatim yaparak kılmış olabilir. Yani, bir rekatta
baştan sona kadar değil, her rekatta okuyabildiğince okuyup, sonraki rekatlerde ve
diğer namazlarda kaldığı yerden devam etmiş olabilir. Aslında Ebû Hanîfe Kur’an’ı
çok kere hatm ettiği bir gerçektir. Fakat, bu yukarıdaki rivayetlerde söylendiği gibi
değildir.
Bazı alimler, Ebû Hanîfe’yi “İmamların Güneşi (Şemsü’l-Eimme)” ve
“Ümmetin Çırası (Sirâcü’l-Ümme)”, bazıları da onu “İlmin Denizi (Bahru’l-Ulum)”
olarak isimlendirmişlerdir.266 Ebû Hanîfe, bu isimlendirmeleri hak etmiştir. Çünkü,
onun ilmiyle, ahlakıyla ve dürüstlüğüyle o dönemin en parlak şahsiyetlerinden birisi
olduğu tarihî bir gerçektir.
b. Kırgızlar Arasında Ebû Hanîfe Hakkındaki Menkabeler
Kırgızlar’ın Orta Asya’daki en eski Türk boylarından biri olduğu hemen
hemen herkes tarafından kabul edilmektedir. Kırgızlar’ın Müslüman oluşları da diğer
Türk boylarında olduğu gibi uzun bir zaman diliminde gerçekleşmiştir. Çünkü,
Kırgızlar’ın bir kısmı yüksek dağlı yerlerde, bir kısmı da düz yerlerde
yaşamaktaydılar. Bu bakımdan Kırgızlar’ın İslam’ı kabulü ilk dönemlerde topluca
olmamıştır. Bunun için Kırgızlar’ın İslamlaşmasını IV/X. asırda Karahanlılar
döneminden itibaren, topluca olmasa da, yerleşik hayata geçmiş olan oymaklarla
başlatabiliriz. 267 Çünkü bu dönemlerde Tanrı dağları, Pamir dağlarının aşağı
tarafında, Isık-Göl ve Talas ırmağının kıyılarında bir kısım Kırgızlar Karahanlılar
265
266
el-Mekkî, Menâkıb, I/222.
et-Temîmî, a.g.e., I/73.
44
yönetimi altında bulunmaktaydı.268 Karahanlılar döneminde de Maveraünnehir’de
Sünnîlik hakim durumda olup,269 Karahanlıların resmî mezhebi Hanefîlik idi.
Kırgız’ların ilk
dönemlerden
itbaren
Haricilik, Şiilik
ve
Mutezile
mezheplerini kabul ettiğine dair, mevcut kaynaklarda herhangi bir kayıt
bulunmamaktadır. Bilinen en önemli kayıt Fergana’ya Mürciî fikirlerin bazı
Hanefîler tarafından ulaştırıldığıdır. Daha sonraki dönemde Orta Asya’da Sünnîlik
hakim
durumdaydı.
Sünnîlik
ise
Hanefî-Maturidi
çizgisiyle
Kırgızlar’ın
270
İslamlaşmasında etkili olmuştur.
Kırgızlar’ın tarih boyunca en çok benimsediği mezhep Hanefilik olmuştur.
Bu yüzden Hanefîlik, Kırgız kültüründe önemli yer tutmuş ve onların örf, adet,
gelenek ve göreneklerinin şekillenmesinde çok fazla etkili olmuştur. Kırgızlar
arasında, Mâtürîdilik yeterince tanınmadığı için itikadda ve fıkıhta Hanefî mezhebine
mensubiyet söz konusudur. Bunun, İmam Mâturîdî’nin İmam Ebû Hanîfe’nin
fikirlerini daha sistemli hale getirmesinden dolayı olduğunu düşünüyoruz.
Hanefîliğin Kırgızlar arasında önemi büyük olmasına rağmen, günümüze kadar
Kırgızistan’da Hanefîlik ve Ebû Hanîfe ile ilgili ciddî bir ilmî çalışma yapılmış
değildir. Bu bakımdan Hanefî mezhebi halk tarafından yeteri kadar tanınmamaktadır.
Ayrıca Kırgızistan’da bazı din görevlileri tarafından Ebû Hanîfe ile ilgili bir takım
çalışmalar yapılmışsa da bunlar yetersizdir. Çünkü, genelde Ebû Hanîfe hakkında
yapılan çalışmalar, onun menkabevî hayatıyla sınırlı kalmaktadır. Bu bakımdan
günümüzde Kırgız halkı arasında İmam Azam’ın tarihsel kişiliğinden çok menkabevî
yönü yaygındır.
Kırgızlar önce Allah’a, sonra Peygamber’e, ondan sonra da Ebû Hanîfe’ye
saygı gösterirler. Yaşlı Kırgızlar ve mollalar, sık sık şu ifadeyi tekrarlar: “Eskiden
beri atalarımızın da benimsediği mezhep İmam Azam mezhebi olduğu için bizim de
bu mezhebi devam ettirmemiz herbirimizin en büyük kutsal görevidir.” Kırgızlar
arasında dört fıkhî mezhepten en hak mezhep olarak İmam Azam’ın mezhebi kabul
edilir. Halk,
İmam Azam mezhebinden başka bir mezhebe geçen bir Kırgıza
müslüman gözüyle bakmaz. Bu mezhepten başka bir mezhebe geçene “Atalarımıza
267
Erşahin, Seyfettin, Kırgızlar ve İslamiyet, Ankara 1999, 37-40.
Baytur, Anvar, Krgız Tarıhının Leksiyaları, Bişkek 1992, II/14.
269
Fry, Richard Nelson, Orta Çağın Başarısı Buhara, çev. Hasan Kurt, Ankara 2000, 178.
270
Acimamatov, Zaylabidin, Türkler’in İslamlaşma Sürecinde Mezheplerin Rolü, Ankara 2001, 9293. (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi).
268
45
hıyanet etti” diyerek suçlarlar. Bunun en önemli sebebi de Ebû Hanîfe’nin Kırgızlar
arasında daha çok menkabevî yönüyle tanınması ve İslam’ı İmam Azam mezhebi
aracılığıyla öğrenmiş olmalarıdır. Bundan dolayı Kırgızlar arasında çokça bahsedilen
Ebû Hanîfe’nin bazı menkabelerini burada ele alıp analiz etmek istiyoruz.
İmam Azam’ın en meşhur menkabelerinden biri babasıyla ilgili “elma
hikayesi”dir. Bu hikaye hakkında bir kaç farklı rivayet mevcuttur. Bunların birisi
şöyledir: “Sabit, babaların en hayırlısıydı. İmama daha baba olmamışdı. O, çok alim
birisiydi. Bir gün abdest alırken suda akıp gelen bir elmayı görür ve hiç düşünmeden
elmayı dişler, fakat dişledikten sonra pişman olur ve ağlamaya başlar. Bir çok bahane
bulmaya gerek yoktu. Sabit, nefsine hakim olamadı. Kendi kendine şu soruları sorar:
Bu elma kimin elmasıdır? Kimin nimetidir? Buna Ahirette nasıl cevap veririm?
Ağlarken aklına bir şey gelir ve o elmanın sahibi ile görüşmek için ark boyunca
yürür. Karşısına çıkanlara “Bu elma kimindir?” diye sora sora üç gün boyunca yol
boyu yürür ve büyük bir elma bahçesine varır. “İşte elma bu bahçenindir.” diye
üzgün bir halde düşünürken bahçe sahibine rastlar. Bahçe sahibi onun üzgün halini
anlar. Bu şahıs çok cömert ve kerem sahibiydi. Sabit, bahçe sahibini gördükten sonra
yerinden kalkarak selam verir. Mal sahibi Sabit’in yanına gelerek niçin buraya
geldiğini sorar. Sabit ona geçen olayları anlatır ve “Elma sizin bahçenizin ise nasıl
ödeyebilirim?” der. Adam Sabit’in çok takva sahibi olduğunu anlayınca “Bu elma
gerçekten benim bahçemindir.” diye cevap verir. Bahçe sahibi, Sabit’i doğru
söyleyip söylemediği konusunda imtihan etmek ister. Sabit, adama “Bir dinar para
verirsem hakkımı helal edermisiniz?” der. Adam, “Hayır.” diye cevap verir. Sabit,
“On dinar verirsem, kabul edermisiniz?” der. O, bunu da kabul etmez. O zaman “Yüz
dinar vermeme ne dersiniz?” der. Adam bunu da kabul etmez. O halde “Bir kaç sene
sizin hizmetinizi yapayım.” der. Adam buna da razı olmayınca, “Beni pazara götürüp
kendi kulum diye satın.” der. Bahçe sahibi bunu da kabul etmeyince, Sabit’in
yapacak hiç bir şeyi kalmaz ve ağlar. Bunu gören Bahçe sahibi, Sabit’in gerçekten
Allah’ın takva sahibi sevgili bir kulu olduğunu anlar. Bundan sonra, o kızını Sabit’e
vermeyi uygun görerek, Sabit’e “Sana bir teklifim var, eğer bu teklifi kabul edersen,
o zaman ben hakkımı helal ederim.” der ve devam eder “Benim sadece bir tane kızım
var. Fakat onun bütün organlarında kusur var; gözleri kör, eli ve ayağı yok,
konuşamaz, yani kızım hiç bir erkeğe layık değildir. Eğer siz o kızımla evlenirseniz,
46
ben o zaman hakkımı helal ederim.” der. Sabit bir az düşündükten sonra, bu teklifi
kabul eder.
Böylece Sabit o kızla nikah yaptırdıktan sonra, kızı kendi evine götürür.
Evine geldikten sonra kızın yüzüne bakar. Fakat kızda babasının anlattığı kusurun
hiç birisi yoktur. Sabit bunu görünce, yine büyük günaha kapılmayayım düşüncesiyle
bunun nedenini kızın kendisine sorar. Kız bunun nedenini şöyle anlatır: “Babamın
beni öyle anlatmasının birinci sebebi, sizi sınavdan geçirmekti. İkincisi, sizin
Allah’dan ne kadar korkacağınızı anlamaktı. Kızımın gözleri görmez sözüyle kızının
yüzünü hiç bir yabancı erkeğin görmediğini ve kızının bu yaşa gelinceye kadar hiç
bir erkeğe bakmadığını, kızının her zaman Allah’a ibadet etmekle meşgul olduğunu
kastetti. Kolu yok demesiyle, kızının hiç bir günah işe elini uzatmadığını, ayağı yok
demesiyle de günaha bir adım atmadığını kastetti. Sabit kızdan bunları duyunca
Allah’a şükür ederek, Hz. Peygamber’e salavat getirir. Böylece kızı eş olarak kabul
eder ve kız hamile olur. Daha sonra İslam’ın nurunu yayarak ve Peygamber’imizin
daha önce “Benim ümmetime rehberlik edecek bir adam gelir.” diye haber verdiği
İmam Azam dünyaya gelir.”271
Başka bir rivayette de, “Peygamberimiz Muhammed (s.a.v) sahabelerle
mescidde sohbet ediyordu. Muaz b. Cebel kapıdan girdi ve selam vererek şunu
söyledi: “Ey Allah’ın elçisi dün akşam ben bir rüya gördüm. Semada yıldızların
arasında bir yıldız farklı bir şekilde parlıyordu. O yıldızın nuruyla bütün alem nura
doldu. Yıldızların arasında ondan daha parlak bir yıldız görmedim.” Hz. Peygamber
bunu duyunca çok sevindi ve heyecanlı bir şekilde: “Ey Mu’az b. Cebel! O yıldız
benden sonra yüz yıl geçince benim ümmetimden bir kişi dünyaya gelir, onun adı
Numan ibn Sabit’tir. Benim bütün ümmetime sadece o güç kazandırır, hatta o, iki
dünyaya hakimlik eder. Onun ilminin nuru ümmetimle kıyamete kadar beraber olur.
İşte siz ümmetimin en büyük nurun görmüşsünüz.” diye cevap verir. O, anda önünde
hurma bulunuyordu. Peygamber (s.a.v) o hurmayı ağzına salıp bir az beklettikten
sonra, tekrar çıkarıp yanında oturan Abdullah Ensârî’ye sunarak “Ey Hoca Abdullah
Ensârî bu teberrük hurmayı o ümmetime vermekle mükellef oldunuz. Bu benim
271
es-Sivasî, Ebü’s-Sena Şemseddîn Mehmed b. Arif Hasan Şemseddîn (1006/1597), Menâkıbü’lİmam Azam, İstanbul: Hattal Tevfik Efendi Matbaası, 1873, 38-41. (Abdurahhman Eşref Efendi
(1006/1597), Tezkiretü’l-Hikem fî Tabakâti’l-Ümem ile beraberdir.)
47
emanetimi çok iyi muhafaza etmelisiniz. Fakat bu hurmayı benim o ümmetime
vermeniz için sizin hayatınız yetmez. Bundan dolayı hayatınızın sonunda Enes b.
Malik’e vermelisiniz. Fakat, o da yaşlanınca babasıyla beraber kendileri gelirler.
Onun oğlunun ismi Numan, babasının ismi ise Sabit’tir. O, değerli ümmetlerim çok
özel elbiseleri ve çok farklı kıyafetleriyle gelirler. Benim o ümmetlerimi çok iyi
karşılayınız. Onlara benden yüz selam ve yüz haber söyleyiniz. O ümmetim, benim
bütün ümmetlerime şeriat yolunda kolaylık sağlasın. Ahirette bütün ümmetlerime
Numan rehberlik eder. Kim ki onun mezhebini takip ederse Allah Teala
onun
vücudunu cehennemden kurtarır.” diyerek bazı nasihatlar verdikten sonra, mübarek
ağzından bir damla suyu Hoca Abdullah Ensârî’ye verir.
Hoca Abdullah Ensârî ağzındaki o mübarek suyu Peygmber (s.a.v) vefat
edinceye kadar ağzında sakladı. Hoca Abdullah Ensârî de yaşlanınca Enes b.Malik’e
verdi. Abdullah Ensârî teberrük emaneti Enes b. Malik’e verirken : “Ey İbn Malik,
size bir nasihatım ve emanetim var. Bu emanet benim değil Peygamberimizindir.”
diyerek Hz. Peygamber’in anlattıktarını anlatır.”272
Başka bir rivayete göre de Numan, çocukken konuşmaya ilk defa “Eşhedü en
lâ ilâhe illallâh vahdehû lâ şerîke leh ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve
rasuluh” sözüyle başlamıştır. O, dört yaşına geldiğinde okuma-yazma öğrenip, çok
kısa zaman içerisinde Kur’an’ı hatmetmiştir. Bunu fark eden anne babası ona şeriat
ilmini öğretecek bir hoca aramak zorunda kalırlar. O dönemlerde bütün dünyaca
tanınan âlimlerden sadece Enes b. Malik vardı ve doksan yaşındaydı. Hayatının sonu
geldiğini farkeden Enes b. Malik Peygamber (s.a.v)’in Hoca Abdullah Ensârî’ye
söylediği nasihatını hatırlayıp, o emaneti emanet sahibine teslim etmesi gerektiğini
düşünüyordu. Böylece bir günü Numan babasıyla birlikte Enes b. Malik’e gelir.
Onun önünde büyük sahabeler ve alimler bulunuyordu. Sabit, Numan’la gelip kapı
önüne otururlar. İşte o zaman Allah’ın kudretiyle Hz. Enes b. Malik’in gözüne bir
nur görünür. O nurun bir ucu semaya doğru uzanıyordu, bir ucu ise kapı önünde
oturan çocuğun yüzüne değiyordu. Hz. Enes b. Malik bunu farkedince “Siz misafirler
kimsiniz? Nereden geldiniz? Bu çocuğun ismi nedir? Niçin geldiniz?” diye sorar. O
zaman Sabit “Ey büyük insan! Ben bir fakirim, bu çocuğu sizden ders alsın ve İslam
şeriatın öğrensin diye size getirdim.” der. Enes b. Malik gelen misafirleri çok hoş
272
Otonbay uulu, Düyşenbek Acı, İslamdın Negizderi, Bişkek 1993, 154-157.
48
karşılayarak, Hoca Abdullah Ensârî’ye Hz. Peygamber’in söylediği nasihatları
hatırlar. Gelen misafirler “Benim adım Sabit, oğlumun ismi ise Numan’dır.” diye
cevap verir. Bunu duyunca Enes b. Malik yerinden kalkarak, “Esselamu aleykum, Ey
ümmetlerin çırası! Ey şeriatın kuvvetlendiricisi! Ey halkı Allah’ın yoluna
yönlendirici! Ey hak yolunun tacı! Ey öncekilerin de sonrakilerin de imamı! Ey
takvalıların üstadı! Ey bütün ilimleri kendine sığdıran adam! Bu söylenen selamlar
benim değil Hz. Peygamber (s.a.v)’in selamlarıdır.” diyerek Numan’ı elleriyle
yukarıya kaldırır. “Peygamber (s.a.v)’in size bıraktığı bir emaneti var. Hz.
Peygamber’in emanet ettiği ağız suyunu ben dişlerimin arasında sakladım. Şimdi de
bu emaneti size teslim etmem lazım.” diyerek Numan’ın ağzına verir. Ondan sonra
Peygamber’imizden teberrüken hurma meyvesini ona verip, “Bunu yeyiniz.” der.
Numan, o meyveyi yedikten sonra yukarıya bakınca arş âlemi görür, aşağı tarafa
bakınca Allah’ın sırlı kerametlerini görür. Numan’ın dilinde de güneşin nuru gibi bir
nur hasıl olur. Böylece Enes b. Malik, “Elhamdülillah bu değerli emanetleri sağ bir
şekilde size ulaştırdım. Şimdi benim hayatımın sonu geldi. Siz benim ruhuma bir dua
edin ve bereketli dualarınınızı benden esirgemeyin, beni unutmayınız.” deyip
kendine düşen görevi yerine getirir. Kendisin sanki cennet bahçesindeymiş gibi çok
iyi hissetmeye başlar ve gülümseyerek ruhunu teslim eder ve göçer.
Numan bundan sonra ve Kâbe’yi tavaf etmek ve Muhammed (s.a.v)’in
kabrini ziyaret için babasıyla yola çıkar. Mekke’ye geldiğinde kerametli
duvarlarından şöyle sesler işitir: “Ey kulum! Yer yüzüne rahmetimi verdim. Dostum
Muhammed (s.a.v)’in ümmetlerine sizi rehber kıldım. Söylediğiniz her şeriat
hükmünü arşın üzerine yazacağım. Her kulum sizin şeriatinize göre amel ederse, onu
o kuluma nur yaparım. Kıyamet günü o nurla benim rahmetime kavuşur. Sizin
söylediğiniz içtihatların bereketinden nice kullarım benim rahmetime kavuşup,
cehennem ateşinden kurtulurlar.” Hz. Numan bunu duyunca bir an kendisin
kaybeder, kendine gelince yer yüzündeki bütün ilimlerden haberdar olur.
Bir kaç gün sonra Hz. Numan babasıyla ağlayarak Mekke’yle, Beytullah’la
vedalaşır ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in mezarına doğru yola çıkar. Peygamberimizin
mezarına yaklaşınca kendisini tutamayarak ağlarlar. Hz. Peygamberimizin yattığı
Medine toprağını kucaklayarak, aklını kaybedip, güçsüz ve hareketsiz yere uzanır. O
zaman Hz. Muhammed (s.a.v) ortaya çıkarak “Ey İmam Azam! Yüce Allah size çok
49
çok rahmet eylesin. Yüce Allah size iki âlemin ilmini verdi ve benim ümmetime sizi
rehber olarak tayin etti. Benim ümmetime şeriati öğretin ve kolaylaştırın. Âhirette
ümmetlerimin durumlarıyla ilgili sizden soracağım. Ümmetlerimden her kim sizin
mezhebinizi tutarsa ve şeriatinizle amel ederse, kıyamet günü onu Allah Teala
cehennem ateşinden kurtarır.” der. Böylece önceki ismi Numan b. Sabit olan imama,
Hz. Muhammed (s.a.v) tarafından ilk defa “Ey İmam Azam” diye seslenmesinden
dolayı İmam Azam ismi verildi ve bütün âlem onu bu adla tanıdı.”273
Bu menkabe Kırgız halkı arasında çok yaygındır. Genelde mollolar insanlara
vaaz ederlerken bu hikayeyi çok anlatırlar. En ilginç tarafı da İmam Azam’ın
hikayelerde
anlatıldığı
şekliyle
halk
tarafından
tasavvur
edilmesidir.
Bu
menkabelerden dolayı İmam Azam’a Kırgız halkı tarafından çok saygı duyulmakta
ve kutsal bir kişi olarak görülmektedir.
Başka bir rivayete göre de Arş’ın sağ ve sol tarafına nurdan yapılmış iki tane
taht koyulur. Onun sağ tarafına cennet elbiseleri ile İmam Azam, sol tarafına da
İmam Şafiî otururlar ve orada da Allah’ın emriyle fetva verirler.274
Bu menkabelerden İmam Azam’ın mümkün olduğu kadar yüceltilerek
kutsallaştırıldığı tartışmasız olarak ortadadır. Biz burada Kırgızlar arasında yaygın
olan İmam Azam menkabelerinden bir kısmını anlattık. Bütün bu menkabeler onun
ilmine saygı ve sevgiden dolayı söylendiği kanaatindeyiz. Bu tür menkabeler, sadece
Kırgızlarda değil İmam Azam mezhebini kabul eden bütün diğer Türk
topluluklarında da mevcuttur.
İmam Azam’la ilgili bu menkabeler halk tarafından doğru olarak kabul
edilmektedir. Onların doğru ve yanlışlığı bir tarafa, İmam Azam’ın ilmî kişiliği,
imanı, güzal ahlakı ve ailevî terbiyesinin Türk topluluklarınca örnek alınması ve
onun şahsiyeti üzerinden İslamî kimliklerini muhafaza etmeleri son derece faydalı
olmuştur.
273
274
Otonbay uulu, a.g.e., 161-173.
Otonbay uulu, a.g.e., 191.
50
D.
Muhalifleri
Tarafından
Ebû
Hanîfe’ye
Yöneltilen
Eleştiriler
Ebû Hanîfe, kendi döneminde ve sonraki dönemlerde fikirleriyle büyük
yankılar uyandırmış birisidir. Ancak bazıları onun bu fikirlerini benimseyip
savunurken, bazıları daima onun fikirlerine karşı durmuş ve onu eleştirmiştir. Daha
önce de zikrettiğimiz gibi Ebû Hanîfe’yi en çok tenkit edenler Hadis Taraftarları
olmuştur. Onlar Ebû Hanîfe’yi kıyasa dalmak, iman konusunda Mürcie ile hemfikir
olmak ve eserlerinde hadisi az kullanmakla eleştirmektedirler. Bu eleştiriler, temelde
iki noktada toplanmaktadır.
a. Hadis Konusunda
Ebû Hanîfe hadise son derece saygılı idi. Bunun en önemli delili onun bu
konudaki şu sözüdür: “Resulullah (s.a.v)’dan bir hadis geldiği zaman baş göz
üstüne.”275 Ancak, o, rivayet edilen hadislerin hepsinin sahih olduğu fikrinde değildi.
Sahih olmayan hadisleri reddediyordu. Karşısına çıkan her hadisi re’yi ile
karşılaştırıyor, sonra hüküm veriyordu. Ebû Hanîfe, hadisleri ilk önce akıl
süzgecinden geçiriyordu. Eğer akla aykırı ve Kur’an’la çelişmiyorsa, böyle bir hadisi
asla kullanmıyordu.
Ebû Hanîfe’nin eserlerinde hadisleri az kullanması, onun hadislerden haberi
olmadığı
anlamına gelmez. Çünkü, bu kadar hadis rivayetinin bol olduğu bir
bölgede yetişen Ebû Hanîfe gibi bir alimin hadislerden habersiz olması mümkün
değildir. Bilakis, bu rivayet bolluğundan haberdar olduğu içindir ki, bunların
tercihinde çok titiz davranmış, önüne gelen her rivayeti kabul etmekten uzak
durmuştur.276
Pek çok fıkhî meseleye çözüm getiren ve içtihadda bulunan Ebû Hanîfe’nin
hadisden haberi olmaması imkansızdır. Büyük Ehl-i Hadis alimlerinden İbn
Abdilberr “O, kendi nezdinde sahih olan ve sika ravilerce rivayet edilen hadisleri ve
bir de Hz. Peygamberin en son fiillerini nazar-ı itibara alırdı.” 277 demekle Ebû
Hanîfe’yi hadis bilmezlikle suçlayanlara cevap vermektedir. Ayrıca aynı müellif Ebû
275
İbn Abdilberr, el-İntikâ, 266; ez-Zehebî, Menâkıb, 34; İbn Hâcer el-Askalânî, Tehzîbü’t-Tehzîb,
X/451; İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 15.
276
Ünal, a.g.e., 51.
277
İbn Abdilberr, el-İntikâ, 262.
51
Hanîfe’nin çok hadis ezberlediğini ve hadiste güvenilir birisi olduğunu beyan
etmektedir.278 Daha sonraki dönemlerden itibaren hadis alimlerinin çoğunluğu Ebû
Hanîfe’yi destekleyip, ona yöneltilen suçlamalara cevap vermeye çalışmışlardır.
Zahid
el-Kevserî,
Hanefî
mezhebinin
yetiştirdiği
112
hadisçinin
adını
sıralamaktadır.279
Ebû Hanîfe’nin bazı sahabelerle ve pek çok tâbiîinle
görüşmesi, onun
hadisler konusunda önemli bir birikime sahip olduğunu gösterir. Kaynaklar, Ebû
Hanîfe’nin hangi sahabelerle görüştüğü ve kimlerden rivayet ettiği hususunda farklı
bilgiler vermektedir. Bazıları Ebû Hanîfe’nin sadece Enes b. Malik’den rivayette
bulunduğunu ileri sürerlerken, 280 bir kısmı da onun, Enes b. Malik (93/712),
Abdullah b. Ebî Evfa (87/706), Sehl b. Said es-Saidî (88/707), Ebû Tufeyl Âmir b.
Vasile (102/721) ile görüştüğünü ileri sürerler.281
Çağdaş araştırmacılardan İblağ ise, Ebû Hanîfe’nin on altı sahabe ile
görüştüğünü tespit etmiştir. Bunlar şu sahabelerdir: “Enes b. Malik, Abdullah b. Enes
el-Cühenî, Abdullah b. Haris b. Cüz-i ez-Zebidî, Cabir b. Abdillah, Abdullah b. Ebî
Evfa, Malik b. Yesar, Vaile b. Eska, Ebu’t-Tufeyl Âmir b. Vaile, Aişe binti Hucrud,
Sehl b. Sa’d, Sabit b. Hallad b. Süveyd, Sabit b. Yezid b. Said, Abdullah b. Semure,
Muhammed b. Rebi, Abdullah b. Cafer ve Ebû İmâme.”282
Ayrıca Ebû Hanîfe babasıyla on altı yaşında, yani 96/715 senesinde hacca
gittiğinde, orada Ata b. Ebî Rebah, Abdullah b. Hâris ile tanışarak onlardan hadis
dinlediği rivayet edilir.283
Seyf b. Cabir, Ebû Hanîfe’nin şöyle dediğini rivayet eder: “Enes’i gördüm,
Allah ondan razı olsun.” 284 Fakat Zehebî, Ebû Hanîfe’nin Enes b. Malik’i ancak
Kûfe’ye geldiğinde gördüğünü, bunun dışında hiç bir sahabeyi görmediğini ve hiç
birinden hadis rivayet etmediğini kaydetmektedir.285
278
İbn Abdilberr, Ebî Umar Yûsuf el-Endülüsî (368-463/979-1071), Câmiu Beyâni’l-İlmi ve Fadlihi,
Haz. Abdurrahman Muhammed Usamân, Medine 1968, II/183.
279
Zâhid el-Kevserî, Muhammed, Hanefî Fıkhının Esasları, çev. Abdulkâdir Şener ve M. Cemal
Sofuoğlu, Ankara 1991, 51-68.
280
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/325; ez-Zehebî, Siyer, VI/391-392; İbn Hâcer el-Askalânî,
Tehzîb, X/449; es-Suyûtî, Tabakâtu’l-Hüffâz, 80.
281
es-Saymerî, a.g.e., 4; İbn Hallikân, Vefâyâtu’l-A’yân, V/406; en-Nevevî, a.g.e., II/216;
Serkis,a.g.e., 302-303; Zübyânî, Abdülmecid Abdülhamid, Târîhu’l-Fıkhi’l-İslâmî, Magrib 1994, 242.
282
İblağ, a.g.e., 35.
283
es-Saymerî, a.g.e., 4.
284
ez-Zehebî, Menâkıb, 14.
285
ez-Zehebî, Siyer, VI/391-392.
52
Hatîb el-Bağdâdî ise, Ebû Hanîfe’nin Enes b. Malik’i gördüğünü, tâbiînin
büyüklerinden Ata b. Ebî Rebah, Ebî İshak Sebiî’, Muharib b. Disar, Hammad b. Ebî
Selman, Heysem b. Habib, Kays b. Muslim, Muhammed b. Münkedir, Nâfî’ Mevla
b. Ömer, Hişam b. Urve, Yezîdü’l-Fâkir, Semmâke b. Rahb, Alkame b. Mursed,
Atiyyetü’l-Avfî, Abdulaziz b. Rafi’ Abdulkerim Ebî Ümeyye ve diğerlerinden hadis
dinlediğini rivayet etmektedir.286
Ebû Hanîfe’nin sahabeyle görüşüp görüşmediği tartışmalıdır. Çünkü, en son
vefat eden sahabelerden Enes b. Malik Basra’dan Kûfe’ye geldiğinde ve orada vefat
ettiğinde Ebû Hanîfe on üç veya on beş yaşında idi. Ebû Hanîfe’nin Enes b. Malik’i
gördüğü ve ondan hadis dinlediği doğru ise, o zaman Ebû Hanîfe tabiînden sayılır.
Ebû Zehra, Ebû Hanîfe’nin bazı sahabeleri gördüğünü, fakat yaşı küçük olduğundan
onlardan hadis rivayet etmediğini ileri sürer.287
Türk bölgesinde doğup yetişen ve Türk olduğu da söylenen hadis alimi İmâm
Buhârî de Ebû Hanîfe’yi tenkit edenlerin başında gelmektedir. İmâm Buhârî’nin en
çok karşı çıktığı mezheplerden birisinin Mürcie olduğu kendi eserlerinden de
anlaşılmaktadır.288 Ebû Hanîfe iman meselesinde aynı fikri paylaştığı için, onu da
Mürciî’den saymıştır. 289 Buhârî, Ebû Hanîfe’yi re’ye dalmakla ve en çok hadis
bilmemekle suçlamış ve eserinde isim zikretmeden 122 yerde “İnsanlardan birisi
şöyle dedi” 290 ifadesini kullanarak Ebû Hanîfe’yi tenkit etmiştir. Buhârî’ye Rey
Taraftarlarından karşı çıkan Ebû Abdillah b. Ebî Hafs el-Kebîr Muhammed b.
Ahmed, Ebû Hanîfe tarafını tutmuş ve ona yöneltilen tenkitlere cevap vermek için
Kitâbu’l-Îmân adıyla bir eser yazmıştır. Malesef, sadece Ebu’l-Muin en-Nesefî
(508/1114)’nin bazı alıntılar yaptığı bu eser bize ulaşmamıştır.291
Hadis alimlerinden bir kısmı Ebû Hanîfe’yi hadisten haberi olmamakla
suçlarken,292 bir kısmı onu aynı zamanda bir hadis hocası olarak göstermişlerdir.293
286
Târîhu Bağdâd, XIII/325.
Ebû Zehra, a.g.e., 87.
288
Buhârî’nin Mürcie’yi iman konusunda red etmesi konusunda geniş bilgi için bkz: Çakın, Kamil,
“Buhârî’nin Mürcie ile İman Konusunda Tartışması”, AÜİFD, (1992), XXXII/181-198.
289
Bkz: Buhârî, Kitâbu’t-Târîhu’l-Kebîr, VIII/81.
290
Buhârî’nin Ebû Hanife’yi ithamı konusunda geniş bilgi için bkz: Merttürkmen, Buhârî’nin Ebû
Hanife’ye İtirazları, Erzurum 1976. (Basılmamış Doktora Tezi).
291
Kutlu, İslam Düşüncesinde İlk Gelenekçiler, 187-188.
292
İbn Hibbân, Kitâbu’l-Mecruhîn, III/61-73.
293
Ebû Hanîfe’nin hadiste sika olduğu hakkındaki ileri sürülen rivayetlere bkz; İbn Abdilberr, elİntikâ, 257; el-Kureşî, a.g.e, I/56; ez-Zehebî, Siyer, VI/395; İbn Hâcer el-Askalânî, Tehzîb, X/450; esSuyûtî, a.g.e.,80; el-Mâzî, a.g.e., XXIX/424; İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 128.
287
53
Ebû Hanîfe, nass ve hadisin yanında kendi re’yine de yer verdiği için, Rey
Taraftarlarından kabul edilmiştir.294
Ebû Hanîfe’nin eserlerinde az hadis kullanması da, kendisinin “hadiste yetim
idi” 295 şeklinde itham edilmesine sebep olmuştur. Ebû Hanîfe’nin eserlerinde az
hadis kullanmasının nedeni, hadis uydurma işi bu bölgede yaygın olmasıydı.
Dolayısıyla Irak alimleri her rivayet edileni hadis diye kabul etmiyor, kabul etmek
için birtakım şartlar ileri sürüyorlardı.296
Merttürkmen, bu hususu iki şekilde açıklamaktadır. Birincisi, Buhârî’nin Ebû
Hanîfe’yi hadiste zayıf göstermesinin nedeninin Ebû Hanîfe’nin bazı hadisleri
duymamış olmasıdır. Ebû Hanîfe devrinde hadis tedvini başlamış fakat
bitmemiştir.297 İkincisi, Ebû Hanîfe, hadislerin en çok manasını nazarı itibara alarak
hadisi kabul edip edemeyeceğini ona göre karar vermiştir. Bir çok senedi sahih hadis
ona göre makbul olmayabilir. Çünkü, Ebû Hanîfe’nin hadisi red nedenlerinden biri
de hadislerin Kur’an’a muhalefettir.298
b. İrcâ Konusunda
Mürcie kavramı, mezhep isimleri arasında gerek etimolojik, gerekse ıstılahî
anlamı bakımından en çok tartışılan kavramların başında gelmektedir. 299 Klasik
kaynaklarda Mürcie’nin birbirinden farklı pek çok tarifi yapılmaktadır. 300 Kutlu,
Mürcie hakkında yapılan bütün tanımları göz önünde bulundurarak Mürcie’yi şöyle
tanımlamaktadır: “Mürcie, Hz. Osmân ve Ali başta olmak üzere bütün büyük günah
işleyenlerin durumlarını Allah’a bırakarak onların cennetlik veya cehennemlik
oldukları hususunda hiç bir fikir ortaya koymayan kimseler ve topluluklara verilen
müşterek bir isimdir.”301
294
İbn Hibbân, Kitâbu’l-Mecruhîn, III/61; Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/325; ez-Zehebî,
Mîzan, III/237; es-Suyûtî, Tabakâtu’l-Hüffâz, 80; el-Kummî, el-Künye ve’l-Lakab, I/53; el-Mâzî,
a.g.e., XXIX/418.
295
İbn Hibbân, Kitâbu’l-Mecruhîn, III/71; Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/443.
296
Uzunpostalcı, “Ebû Hanîfe ve Nassları Değerlendirmesi”, 32.
297
Merttürkmen, a.g.t., 88.
298
Merttürkmen, a.g.t., 33.
299
Mürcie kavramı hakkında geniş bilgi için bkz: Kutlu, Sönmez, Türkler’in İslamlaşma Sürecinde
Mürcie ve Tesiri, Ankara 2000, 28-38.
300
Kutlu, Mürcie hakkında yapılan tarifi 23 madde halinde açıklamaktadır. Geniş bilgi için bkz.
Kutlu, Türkler’in İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesiri, 31-33.
301
Kutlu Türkler’in İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesiri, 39.
54
Ebû Hanîfe’ye ircâ konusunda yapılan eleştirilere geçmeden önce ona nisbet
edilen eserlerde ircâ’nın nasıl anlaşıldığını tespit etmek gerekir. O, ircâ’yı: “Günah
işleyenlerin cennetlik veya cehennemlik olduklarını söylemeden, onlar hakkındaki
hükmü geciktirmek”302 olarak tanımlar. Yine o bir başka yerde ircâ, tecrübelerimizle
ve kendi ölçülerimizle bilemeyeceğimiz bir şeyi Allah’a havale etmek ve o konuda
tevakkuf etmek olarak tanımlamaktadır. 303 Bu sebeple Ebû Hanîfe, büyük günah
işleyenin cennetlik veya cehennemlik olduklarına şehadet edilemiyeceğini ve onlar
için Allah’dan aff dilemekle beraber azaba çekileceklerinden korkulacağını ileri
sürmüştür. 304 Ona bu ve imanla ilgili diğer fikirlerinden dolayı muhaliflerince
“Mürcie” ismini vermiştir. Ancak o, bu eleştirilere şöyle cevap vermektedir:
“Zikrettiğin Mürcie meselesine gelince : Bid’at ehli hak ve doğruyu söyleyen
kimseleri bu isimle isimlendirirse, hakkı söyleyenlerin bunda ne günahı vardır?
Oysaki böyle isimlendirenler, adl ve sünnet ehli kimselerdir. Mürcie ismini de ancak
onlara düşman olan kimseler vermiştir.”305
Ebû Hanîfe’ye nisbet edilen eserler incelendiğinde, büyük günah, amel-iman
ilişkisi, imanda istisna, imanda artma ve eksilme, imanda eşitlik, iman-İslam ilişkisi
ve va’d ve vaîd konularında Mürcie ile aynı fikirleri paylaştığı anlaşılmaktadır.306
Hariciler, Şia, Mutezile ve Ashâbu’l-Hadis ile bu konularda anlaşamayan Ebû
Hanîfe’nin Mürcie ile imanla ilgili pek çok konuda aynı görüşleri paylaşması, onun
bu mezheple bir ilişkisinin olduğuna işaret etmektedir.
Elimizde bulunan İslam Mezhepleri Tarihinin ana kaynaklarından ve IV/X.VI/XII. asırlar arasında yazılmış olan Fırak, Milel ve Nihal kitaplarında Mürcie ile
iman konusunda aynı görüşleri benimsediğinden dolayı Ebû Hanîfe, Mürcie
ekolünden gösterilmiştir. Ebû’l-Hasan el-Eş’arî, Ebû Hanîfe ve ashabını Mürcie’nin
dokuzuncu fırkası olarak zikreder.307 Bağdâdî, Ehl-i Sünnet’i sekiz kısma ayırıp Ebû
302
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’l-Müteallîm, çev. M. Öz, (İmam Azam’ın Beş Eseri adlı kitabın içerisinde),
İstanbul 1992, 23.
303
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’l-Müteallîm, 23.
304
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’l-Müteallîm, 24.
305
Ebû Hanîfe, Risâle ila Osmân el-Bettî, çev. M. Öz, (İmam Azam’ın Beş Eseri adlı kitabın
içerisinde), İstanbul 1992, 68.
306
Ebû Hanîfe ile Mürcie’nin iman anlayışı ile uyuştuğu konular hususunda geniş bilgi için bkz:
Kutlu, Türkler’in İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesiri, 101-147.
307
Eş’arî, Ebî Hasan Ali b. İsmail (324/936), Makâlâtu’l-İslâmiyyin ve’h-Tilâfi’l-Musallîn, thk.,
Muhammed Muhyiddîn Abdulhâmid, Beyrut 1995, I/219.
55
Hanîfe’yi ikinci grupta zikreder.308 Yazar, Mürciî olarak bilinen Bişr el-Merîsî’yi
Ebû Hanîfe’nin taraftarlarından gösterir.309 Givony, ikisi arasında bağın kurulmasının
Ebû Hanîfe’nin lehine olmadığını ve her iki yazarın da Bişr el-Merîsî ile Ebû Hanîfe
arasında bir bağ kurmasının şüphe uyandırdığını ileri sürer.310
İbn Hazm da Ebû Hanîfe’yi Mürcie içinde Ehl-i Sünnet’e en yakın alim
olarak kabul etmesine rağmen,311 Mürcie’yi bid’at mezhepleri arasında saymıştır.312
Şehristânî ise, bütün bunlara karşı çıkar ve şöyle der: “Yemin ederim ki, Ebû Hanîfe
ve arkadaşlarına “Sünnet Mürcie’si” denilmekteydi. O, iman kalble tasdiktir, ne
artar, ne eksilir diyordu. Bundan onun ameli imandan geri bıraktığını zannettiler,
halbuki amel hususunda o kadar titiz davranan Ebû Hanîfe ameli terke fetva verir
mi? Ona Mürcie denilmesi şu yüzdendir. O, birinci asırda meydana çıkan Kaderiyye
ve Mutezile’ye muhalifti. Mutezile kader meselesinde kendilerine her muhalif olana
Mürcie derlerdi. Hariciler de böyle yaparlardı. Bu isim mutlaka Mutezile veya
Hariciler tarafından verilmiş olmalıdır.”313 Şehristânî, Ebû Hanîfe’ye ilk defa Mürcie
ismini tahsis edenlerin Mutezile ve Hariciler olduğunu belirtmekle birlikte, Ebû
Hanîfe’nin ve arkadaşlarının “Sünnet Mürciesi’nden” olduğunu söylemekle bu
ilişkinin varlığını kabul etmiş görünmektedir. Ancak Şehristânî, böylece Ebû
Hanîfe’yi Mutezile ve Haricilerin ithamından kurtarmaya çalışmıştır.
Klasik Şiî müelliflerinden Nevbahtî, Ebû Hanîfe’yi Ehl-i Sünnet’in önde
gelen imamların biri olması hasebiyle, Mürcie’nin Amr b. Kays el-Masır’ın
liderliğini yaptığı Masırıyye koluna mensup biri olarak tanımlar.314
İmam Azam’ın fikirlerini takip eden ve kelamî meselelerini sistematik hale
getirmiş olan Ebû Mansur el-Mâturîdî(333/944),
Ebû Hanîfe’nin ircâ ile ilgili
görüşünü şöyle açıklar: “Ebû Hanîfe ve onun görüşünü benimseyenler ise mürtekib-i
kebîreye Allah’ın nasıl bir muamele uygulayacağını bilememiştir; aslında bu husus,
308
Bağdâdî, Mezhepler Arasındaki Farklar, 246.
Bağdâdî, a.g.e., 290.
310
Givony, Joseph, “Fırak Edebiyatında İmam Ebû Hanîfe’nin Tasviri ve İlgili Meseleler”, çev.
Muzaffer Tan ve N. Kemal Karabiber, Ankara 2003, 69. (İmam Mâturîdî ve Mâturîdilik (ed. Sönmez
Kutlu) adlı kitabın içerisinde.)
311
İbn Hazm, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed Said el-Endülisî (456/1064), el-Faslu fi’l-Milel ve’lEhvâ ve’n-Nihâl, Beyrut 1986, II/111.
312
İbn Hazm, el-Fasl, IV/178.
313
eş-Şehristânî, Ebî Feth Muhammed b. Abdulkerîm (548/1153), el-Milel ve’n-Nihâl, thk., Ahmed
Fehmî Muhammed, Beyrut 1992, I/139.
314
Kummî, Sa’d b. Abdillah Ebî Halef el-Eş’arî (301/913)-Nevbahtî, el-Hasan b. Musa (300/912), Şiî
Fırkalar, çev. Hasan Onat, Sabri Hizmetli, Sönmez Kutlu, Ramazan Şimşek, Ankara 2004, 62.
309
56
ancak nakil yoluyla tespit edilebilir. Ne var ki konuyla ilgili kesin hüküm vermeyi
gerektirecek bir nas gelmemiştir. Şu halde bu noktada ircâ kaçınılmaz
durumdadır.” 315 Ebû Mansur el-Mâturîdî
böyle bir ircanın isabetli olduğunu
söylemekle, bu yönde Ebû Hanîfe’nin Mürciîliğini kabul etmiş görünmektedir.316
Ebû Mansur el-Mâturîdî, Haşviyye’nin her türlü güzel ameli iman diye
nitelememesi sebebiyle Mürciî olarak isimlendirmenin hem dilin, hem de aklın kabul
etmiyeceği bir iddia olduğunu ileri sürerek şöyle cevap vermektedir: “Eğer bütün
salih amelleri iman statüsünde tutmadıkları için, sözü edilen gruba Mürcie denmesi
gerekli hale geliyorsa aynı ismin bu adı kendilerine takanlara da verilmiş olması
gerekir...”. 317
Bir taraftan da o, Mürcie ifadesiyle Cebriyye’nin kasdedilmiş
olduğunu belirtmektedir.318
Daha geç dönem yazarları Ebû Hanîfe’ye yöneltilen eleştirileri müdafaa
etmişlerdir. Çağdaş yazarlardan Muhammed Zahid el-Kevserî, Ebû Hanîfe’nin
Hâriciler ve uzantıları tarafından Mürciî olarak isimlendirildiğini ileri sürer. 319
Böylece Kevseri, Hatîb el-Bağdâdî’nin Târihu Bağdat isimli eserini tenkit etmek
amacıyla yazdığı Te’nibu’l-Hatîb adlı eserinde Hariciler ve uzantıları tarafından Ebû
Hanîfe’nin “Bid’at Mürciesi” olarak adlandırılmasına karşı çıkarak, onun “Sünnet
Mürciesi” olduğunu isbata çalışır.320
İzmirli İsmail Hakkı, Ebû Hanîfe’yi “Mürcie-i Fukaha, Mürcie-i Ehl-i
Sünnet” mezhebinden olduğunu ileri sürer.321 Ebû Zehra ise, “Mutezile’den başka
bütün fukaha ve muhaddisler Mürcie zümresine girmiş olur ki, bu doğru değildir.”
demekle Ebû Hanîfe’nin bu yöndeki Mürciîliğini kabul etmez.322
İlk dönemlerden itibaren iman konusunda Hariciler, Mutezile, Şia ve Hadis
Taraftarları, Mürcie’yi eleştiriye tâbi tutuyorlardı. Ebû Hanîfe, iman konusunda
Mürcie ile aynı fikirleri paylaşmasından dolayı muhalif mezhepler tarafından
“Mürciî” olarak isimlendirilmiş ve bu adla itham edilmiştir. Yukarıda izah ettiğimiz
315
el-Mâturîdî, Ebû Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud (333/944), Kitâbu’t-Tevhid
Tercümesi, çev. Bekir Topaloğlu, Ankara 2002, 499.
316
el-Mâturîdî, Kitâbu’t-Tevhid Tercümesi, 498-499.
317
el-Mâturîdî, Kitâbu’t-Tevhid Tercümesi, 497.
318
el-Mâturîdî, Kitâb,’t-Tevhid Tercümesi, 500.
319
Kevserî, M. Zahid, Te’nibu’l-Hatîb alâ Mâ Sakahu fî Tercemeti Ebî Hanîfe Mine’l-Ekâzib, Haz.
Azzatu’l-Atar el-Hüseynî ve Mahmud Sakar, yrz, 1942, 51.
320
Kevserî’nin Hatîb el-Bağdâdî’ni tenkit ettiği hususunda geniş bilgi için bkz: Kevserî, Te’nibu’lHatîb, 46.
321
İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlm-i Kelam, Haz. Sabri Hizmetli, Ankara 1981, 85-86.
57
gibi klasik dönem yazarlarının çoğunluğu Ebû Hanîfe’nin Mürcie ekolüne mensup
olduğunu iddia etmişlerdir. İrcâ fikri Givony’nin de izah ettiği gibi, Eşarîler ve
Hanbelîler tarafından küfürle ilişkilendirilerek bu isim altında varlığına devam
etmiştir.323
Kûfe
I/VII.
asrın
son
çeyreğinden
itibaren
Mürcie’nin
en
etkili
merkezlerinden biri haline gelmeyi başarmıştır. Madelung,324 “Ebû Hanîfe, doğudaki
Mürcie’nin politik olmasa bile, itiraz edilmez manevî bir lideri olmuştur.” demekle
Mürcie’nin doğudaki devam ettiricisi olarak Ebû Hanîfe’yi göstermiştir. Kutlu da,
konuyla ilgili yaptığı çalışmalarda Ehlü’r-Rey ile Mürcie arasındaki ilişkiyi uzun
uzun analiz ettikten sonra şu kanaate varmıştır: “Kûfe’de Hammad’dan sonra
Mürcie’nin fıkhî ve itikadî konulardaki önderi Ebû Hanîfe olmuştur.”325 Gerek Ebû
Hanîfe’ye nisbet edilen eserlerdeki imanla ilgili görüşleri, gerekse makalât yazarları
ile çağdaş yazarların ulaştığı neticeler, Ebû Hanîfe ile Mürcie arasında bir ilişki
olduğunu doğrulamaktadır. Ancak bu ilişki Mürcie içerisinde görülen Muhammed b.
Kerram ve diğer bazı aşırı şahsiyetlerinki gibi değildir. Mutedil bir Mürciî anlayışla
iman konusunda aynı görüşleri paylaşmaktan ibarettir.
Aslında Ebû Hanîfe, her hangi bir meseleyi çözmede bir mezhebe bağlı
olmaktan ziyade kendi aklını kullanmıştır. O, özgün düşünmeyi esas almış ve
başkalarını da hür olmaya çağırmıştır. O, “Kim daha güzel bir görüş getirirse onu da
kabul ederiz.”326 şeklinde bir ilke oluşturmuştur. Ona göre, bir kimsenin her hangi bir
mezhebe bağlı olup olmaması önemli değildir. Kim ne olursa olsun hakkı söylemişse
onu kabul etmiştir. Bunun dışında Ebû Hanîfe kendine muhalif olan diğer
mezheplerin hiç birisini tekfir etmemiştir. Onların da iman ettiği halde mümin
olduğunu ve günah işlediği takdirde onu affedilip edilmemesini Allah’ın dilemesine
bağlı olduğunu ileri sürmüştür.327
Ebû Hanîfe, mezhebine bakılmaksızın herkesin arkasında namaz kılmanın
caiz olduğunu savunur ve bu görüşünü şöyle temellendirir: “Her takva sahibi ve
322
Ebû Zehra, a.g.e., 204.
Givony, “Fırak Edebiyatında İmam Ebû Hanîfe’nin Tasviri ve İlgili Meseleler”, 77.
324
Madelung, Wilferd, “Horasan ve Mâveraünnehir’de İlk Mürcie ve Hanefiliğin Yayılışı”, çev. S.
Kutlu, AÜİFD, Ankara 1992, XXXIII/243-244.
325
Kutlu, Türkler’in İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesiri, 208.
326
Zehebî, Menakıb, 34.
327
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’-Müteallim, 16-17; a.mlf., er-Risâle, 66.
323
58
günahkar kimsenin peşinde namaz kılmak caizdir. Senin ecrin sana, onun günahı da
kendisine aittir.”
328
E. Ebû Hanîfe’ye Nisbet Edilen Eserleri
Ebû Hanîfe’nin bizzat kendisinin bir eser yazmadığı ileri sürülmekle birlikte
ona pek çok eser nisbet edilmiştir. 329 Klasik kaynakların verdiği bilgilere göre,
Hanefîler Ebû Hanîfe’ye ait eserlerin bulunduğunu savunurken, Mutezile, nisbet
edilen eserlerde yer alan fikirlerin kendi görüşlerine uymadığı için, ona ait hiçbir eser
bulunmadığını ileri sürmüştür. Mutezile’nin bu iddiasına Kerderî şöyle cevap
vermektedir: “Ebû Hanîfe’nin tasnif edilmiş bir kitabı yok diyecek olursan ben de
cevaben derim ki, bu Mutezile’nin sözüdür. Onlar, Ebû Hanîfe’nin ilm-i kelamla
ilgili hiç bir kitabının olmadığını iddia etmektedirler. Bundan amaçları, el-Fıkhu’lEkber ve el-Âlim ve’l-Müteallim adlı eserlerinin onun olmadığını ifade etmektedir.
Halbuki (Ebû Hanîfe) bu eserlerinde Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat kaidelerinin çoğunu
açıklamıştır. Mutezile’nin davası onu kendilerinden göstermek arzusudur. Onlar
(Mutezile) “Bu kitap (el-Fıkhu’l-Ekber), Ebû Hanîfe el-Buharî’nindir.” derler. Böyle
bir iddia açıkça hatadır.” Ben bu iki kitabı (el-Fıkhu’l-Ekber ve el-Âlim ve’lMüteallim) da Allâme Kürdî hattıyla gördüm. Ulemanın çoğu bunun üzerinde
birleşmişlerdir.”330
Hanefî
olmayan
müellifler
de
kaydetmektedirler. İbnü’n-Nedîm(385/995)
Ebû
331
Hanîfe’nin
bazı
eserlerini
el-Fihrist’inde Kitabu’r-Redd ala’l-
Kaderiyye adlı eserin Ebû Hanîfe’ye ait olduğunu ileri sürerken, Abdülkahir elBağdâdî,332 bu eserin el-Fıkhu’l-Ekber’in diğer bir adı olduğuna işaret eder. Katip
Çelebî 333 (657/1259) ise, bu eseri Ebû Hanîfe’nin torunu İsmail b. Hammad
(212/827)’a ait gösterir. Hatîb el-Bağdâdî de diğer kaynaklarda zikredilmeyen Ebû
328
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ebsat, çev. M. Öz, (İmam Azam’ın Beş Eseri adlı kitabın içerisinde),
İstanbul 1992, 45.
329
Brockelmann, Târîhu’l-Edebi’l-Arabî, II/254; Fığlalı, Ethem Ruhi, Çağımızda İtikadî İslam
Mezhepleri, İstanbul 1996, 61.
330
el-Kerderî, Menâkibu Ebî Hanîfe, II/122.
331
İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, 285.
332
el-Bağdadî, Abdulkâhir, Usûlu’d-Dîn, İstanbul 1928, 308; a.mlf., Mezhepler Arasındaki Farklar,
289-290.
333
Çelebî, Katip, Keşfü’z-Zunûn, Ankara 1941, I/839.
59
Hanîfe’nin fıkhî görüşlerini içeren Kitâbu’r-Rehn adlı bir eserini zikreder.334 Fakat
böyle bir eser bize ulaşmış değildir. Ona nisbet edilen ve akaid konularını içeren elÂlim ve’l-Müteallim, el-Fıkhu’l-Ekber, el-Fıkhu’l-Ebsat, el-Vasiyye adlı eserler onun
görüşlerini bir araya getirmek üzere öğrencileri tarafından kaleme alınmıştır. Ancak,
er-Risâle ila Osmân el-Bettî adlı eseri bizzat kendisinin yazdığı bilinmektedir.335
Ebû Hanîfe’ye nisbet edilen bir başka eser de, el-Müsned adlı hadis
mecmuasıdır. Bu kitap öğrencileri tarafından Ebû Hanîfe’den rivayet edilmiş
hadislerden oluşmaktadır.336
Brockelmann, bu eserler dahil olmak üzere Ebû Hanîfe’ye atfedilen toplam
21 esere,337 Sezgin ise toplam 19 esere yer vermektedir.338 Yukarıda bahsettiğimiz
eserleri hariç nisbet edilen eserlerin ona ait olup olmadığı kesinlik arzetmemektedir.
Ebû Hanîfe’nin eser yazmaması Ebû Zehra’nın da dediği gibi muhtemelen,
içinde bulunduğu dönemin kendine özgü şartları sebebiyledir. Çünkü müçtehitler
sahabe devrinde bile fetvalarını ve içtihatlarını yazmaktan çekinirlerdi. Hatta Hz.
Peygamber’in hadislerini bile yazmamışlardır. Çünkü ortada dinî esaslara dair yazılı
kitap olarak yalnız Kur’an-ı Kerim’in bulunmasını arzu ediyorlardı. Sonra ulema
hadisleri ve fetvaları yazmaya mecbur oldu.339
Ebû Hanîfe’ye nisbet edilen itikadî görüşleri içeren beş eserin ve el-Müsned
adlı eseri üzerinde durmak istiyoruz.
a. İtikadî Eserleri
1. Risâle ilâ Osmân el-Bettî
Bu eser Ebû Hanîfe tarafından Basra kadısı Osmân el-Bettî (143/760)’nin irca
akidesi ile ilgili sorularına cevap vermek üzere yazılmış risaledir. 340 Ebû Hanîfe,
iman ile ameli birbirinden ayırdığı için Mürciî olarak nitelendirilmiştir. Onların
buradaki Mürcie’den kastı, bid’at anlamındaydı. Ebû Hanîfe bu risalesinde onlara
şöyle cevap verir: “Zikrettiğin Mürcie meselesine gelince: Bid’at ehl-i hak ve
334
Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/342.
Sezgin, Târîhu’t-Turasi’l-Arabî, C. I, cüz. 3, 32. Bu eserler, İmam Azam’ın Beş Eseri adıyla
Mustafa Öz tarafından Türkçeye çevirilerek Arapça metinleriyle birlikte 1981 yılında İstnabul’da
basılmıştır.
336
Brockelmann, Târîhu’l-Edebi’l-Arabî, II/254; Sezgin, Târîhu’t-Turasi’l-Arabî, C. I, cüz. 3, 42.
337
O, eserler hakkında geniş bilgi için bkz: Brockelmann, Târîhu’l-Edebi’l-Arabî, II/254. 254-262.
338
Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I, cüz. 3, 37-50.
339
Ebû Zehra, a.g.e., 215-216.
335
60
doğruyu söyleyen kimseleri bu isimle isimlendirirse, hakkı söyleyenlerin bunda ne
günahı vardır? Oysaki böyle isimlendirenler, adl ve sünnet ehl-i kimselerdir. Mürcie
ismini de ancak onlara düşman olan kimseler vermiştir.” 341 Böylece Ebû Hanîfe,
Mürcie isminin düşmanları tarafından kınamak amacıyla ve bid’atçı anlamında
kullanıldığı için kabul etmemiştir. Ancak iman amel ayrımındaki görüşünde ısrar
etmiştir.
Osmân el-Bettî 143/760 senesinde öldüğüne göre, bu eser daha önce
yazılmıştır. Eserin 335/946 yılına kadar rivayet zinciri şu şekildedir: “...Ebû’l-Hasan
Ali b. Ahmed el-Farisî (335/946), Nusayr b. Yahya el-Belhî (268/881), Muhammed
b. Semaa et-Temimî, Ebû Yûsuf Yâkûb b. İbrâhîm el-Ensârî (182/798), Ebû Hanîfe
(150/767)”.342 Bu eserin 3 yazma nüshası İstanbul’da bulunmaktadır.343
Ebû Hanîfe’nin bu eseri diğer eserlerine nazaran kendi görüşlerini bize
ulaştıran en güvenilir eseri olarak kabul edilebilir. Bu bakımdan, Ebû Hanîfe’nin
görüşleri ortaya konarken bu eserdeki fikirleri esas olarak alınacaktır.344
2. el-Âlim ve’l-Müteallim
el-Âlim ve’l-Müteallim, İbnü’n-Nedîm,345 Fahru’l-İslam el-Pezdevî,346 Ebü’lYüsr el-Pezdevî,347 Bezzazî,348 Mekkî349 ve Katip Çelebî350 tarafından Ebû Hanîfe’ye
nisbet edilmiştir. Bu eser hoca öğrenci arasında geçen dialogdan ibarettir. Hocanın
Ebû Hanîfe olduğunda bir ihtilaf bulunmamakla birlikte, öğrencinin kim oduğu
ihtilaflı gözükmektedir. 351
Fakat öğrencinin Ebû Mukatil Hafs b. Selm es-
Semerkandî (208/823) olduğu yönündeki rivayet daha güçlüdür.352 Eser, 43 soru ve
340
Brockelmann, Târîhu’l-Edebi’l-Arabî, II/262; Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I, cüz. 3, 48.
Ebû Hanîfe, Risâle ilâ Osmân el-Bettî, 68.
342
Ebû Hanîfe, Risâle ilâ Osmân el-Bettî, 68.
343
Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I, cüz. 3, 37; Risâlenin yazma nüshası, Süleymaniye
Kütüphanesinde Fatih Nu: 5392/6 (116b-124a) ve Selim Ağa Nu: 587/10 (170b-184a) ve Yeni Cami
Nu: 001190 da bulunmaktadır. Krş: Beyazizade, Ahmed Efendi, İmam Azam Ebû Hanîfe’nin İtikadî
Görüşleri, çev. İlyas Çelebi, İstanbul 1996, 44.
344
Krş: Kutlu, Türkler’in İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesiri, 9.
345
el-Fihrist, 285.
346
Keşfu’l-Esrâr, yrz, 1307, I/8.
347
Ehl-i Sünnet Akaidi, 5.
348
Menâkıb, II/122.
349
Menâkıb, I/86.
350
Keşfu’z-Zunûn, II/1487.
351
Bu konuda geniş bilgi için bkz: Kutlu, a.g.e., 10-12.
352
İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, 285; Çelebi, Keşfü’z-Zunûn, II/437; el-Mekkî, Menâkıb, I/86; el-Kevserî,
Te’nîbu’l-Hatîb, 45; Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I, cüz. 3, 49; İmâm Azam Ebû Hanîfe, el341
61
cevaptan oluşmaktadır. Zahid el-Kevserî, el-Âlim ve’l-Müteallim’in ravilerin şöyle
sıralamaktadır: “Ebû’l-Hasan Ali b. Halid ed-Dımeşkî, Ebû’l-Hasan Burhanuddîn Ali
b. el-Belhî’den; o, babasından; o, Abdulkerim b. Musa el-Pezdevî’den; o, Ebû’lMansûr el-Mâturîdî’den; o, Ebû Bekr Ahmed el-Cüzcanî’den; o, Muhammed b.
Mukatil er-Razî’den; son ikisi Ebû Mutî el-Hakem b. Abdillah el-Belhî ve İsâm b.
Yûsuf el-Belhî’den; bu ikisi de Ebû Mukatil Hafs b. Selm es-Semerkandî’den; o ise
Ebû Hanîfe’ye sorduğu suallerin cevaplarını nakletmiştir.”353
el-Âlim ve’l-Müteallim’in Türkiye’de bazı kütüphanelerde yazma nüshaları
bulunmaktadır.354
el-Âlim ve’l-Müteallim Kevserî tarafından 1930 senesinde Hayadarabad’da,
1949’da Kahire’de
355
ve 1981’de de İstanbul’da Mustafa Öz tarafından
yayınlanmıştır.
3. el-Fıkhu’l-Ebsat
Ebû Mutî el-Belhî tarafından rivayet edilen bu eser, ilk dönemlerde elFıkhu’l-Ekber adıyla tanınmaktaydı. 356 Muhammed Zahid el-Kevserî (1372/1952)
neşrettiği nüshanın rivayet silsilesini Dârü’l-Kütübi’l-Mısriyye’de bulunan nüshadan
şöyle vermektedir: “İmam Ebû Bekr Muhammed b. Muhammed el-Kâşânî, Ebû Bekr
Alauddin Muhammed b. Ahmed es-Semerkandî’den; o, Ebu’l-Muin Meymun b.
Muhammed el-Mekhulî en-Nesefî’den; o, Ebû Malik Nasran b. Nasr el-Huttelî’den;
o, Ali b. Hasan b. Muhammed b. Gazzal’dan; o, Ebu’l-Hasan Ali b. Ahmed elFarisî’den; o, Nusayr b. Yahya b. Fakih’ten; o, Ebû Mutî el-Hakem b. Abdillah elBelhî’den; o da Ebû Hanîfe’den rivayet etmiştir.”357
Âlim ve’l-Müteallim, thk., Muhammed Revas Kalahcî ve Abdulvehhâb Hindî en-Nedevî, yrz, 1972,
(Mukaddime, 21).
353
Kevserî, el-Âlim ve’l-Müteallim’in ön sözü, 5; Kal’açî-Nedevî, el-Âlim ve’l-Müteallim’in ön sözü,
9.
354
Bu eserin Süleymaniye kütüphanesinde bulunan yazma nüshaları şunlardır: Fatih Nu: 005392;
Esad Efendi Nu: 003522; Damad İbrahim Nu: 000297; Raşid Efendi Nu: 001016; Aşir Efendi Nu:
000412; A. Tekelioğlu Nu: 000858; Celal Ökten Nu: 000071; İbrahim Efendi Nu: 000866; Kadızade
Mehmed Nu: 000549; Yazma Başlıklar Nu: 000717; Yeni Cami Nu: 001190; el-Âlim ve’lMüteallim’in diğer kütüpnalerdeki yazmaları da şunlardır: Beyazid Devlet kütüphanesinde Beyazid
Nu: 001507; Nur Osmâniye kütüphanesi Nu: 004930; Hacı Seli Ağa kütüphanesi Hacı Selim Ağa Nu:
000587; Çorum İlahiyat kütüphanesi Nu: 001545/2; Antalya Tikeli İlçe Halk kütüphanesi Nu:
000858; Millî kütüphane Nu: A001331-15.
355
Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I, cüz. 3, 49.
356
el-Kureşî, a.g.e., IV/87; İbn Kutluboğa, a.g.e., 87.
357
Kevserî, Te’nibu’l-Hatib, 73; Ebû Hanîfe, Fıkhu’l-Ebsat, 35.
62
Fıkhu’l-Ekber ile Fıkhu’l-Ebsat’ın muhtevası yönünden aynı eser olduğu ileri
sürülmekte ise de bu doğru değildir. Sezgin, “Fıkhu’l-Ekber = Fıkhu’l-Ebsat” olarak
göstermektedir.358 Aslında Ebû Mutî el-Belhî kanalıyla rivayet edilen esere Fıkhu’lEbsat denilip, Hammad kanalıyla rivayet edilen esere de el-Fıkhu’l-Ekber
denilmiştir.359
Batılı arştırmacılarından A.J. Wensinck, L. Gardet ve W.M. Watt, el-Fıkhu’lEkber’in iki farklı nüshasının bulunduğunu ileri sürerek, Ebû Mutî Belhî’ye ait
olanını el-Fıkhu’l-Ekber I, Hammad’a ait olanını ise el-Fıkhu’l-Ekber II şeklinde
ayırmaktadırlar.360
Daha önce de belirttiğimiz gibi el-Fıkhu’l-Ebsat, bizzat Ebû Hanîfe
tarafından yazılmamış olup, daha sonra öğrencisi Ebû Mutî el-Belhî tarafından
hocasının görüşlerini kitap haline getirmiştir. Bu eser Ebû Hanîfe’nin ölümünden
sonra kaleme alındığı için, bazı fikirler ilave edilmiş olabilir.
Kâtip Çelebî, Ebû Hanîfe’nin eserlerinden bahsederken el-Fıkhu’l-Ebsat
ismine yer vermemektedir.361 el-Fıkhu’l-Ebsat eserine yer vermemesinin nedeni, ilk
dönemlerde el-Fıkhu’l-Ebsat’ın el-Fıkhu’l-Ekber olarak zikredilmesi ve ikisinin aynı
eser olarak görülmesinden kaynaklanmış olabilir.
el-Fıkhu’l-Ebsat’a da bir çok alim tarafından şerhler yazılmıştır. 362 elFıkhu’l-Ebsat’ın şerhlerinin müellifleri konusunda da bazı karışıklıklar olmuştur. elFıkhu’l-Ebsat’ın en meşhur şerhlerinin başında Atâ b. Ali el-Cüzcânî ve Ebü’l-Leys
es-Semerkandî’nin şerhleri gelmektedir. 1903’de Haydarabad’da, 1907’de Kahire’de
basılan Ebû Mansur el-Mâturîdî’nin el-Fıkhu’l-Ekber şerhi, aslında Ebü’l-Leys esSemerkandî’nin
el-Fıkhu’l-Ebsat
şerhi
olup
yanlışlıkla
Mâturîdî’ye
nisbet
edilmiştir.363
358
Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I, cüz. 3, 41.
Beyazizade, a.g.e., 41.
360
Wensinck, A.J., The Muslim Creed, London 1932, 264; Watt, W.M., İslam Düşüncesinin teşekkül
Devri, çev. E.R. Fığlalı, İstanbul 1998, 164-166, 170, 175, 354, 392-393; Gardet, L., Introduction ala
Teologie Musulmane, Paris 1948, 139-143.
361
Çelebi, Keşfü’z-Zunun, II/1287.
362
el-Fıkhu’l-Ebsat’ın şerhleri hakkında geniş bilgi için bkz: Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I,
cüz. 3, 41-45.
363
Krş: Kutlu, a.g.e., 13.
359
63
el-Fıkhu’l-Ebsat’ın Türkiye’de çeşitli yazmaları bulunmaktadır.364 Bu eser
1890 ve 1906 tarihlerinde Kahire’de basılmıştır. Daha sonra Zahid el-Kevserî
tarafından Kahire’de 1949 yılında tekrar yayınlanmıştır.
4. el-Fıkhu’l-Ekber
el-Fıkhu’l-Ekber, Ebû Hanîfe’nin itikadî konulardaki görüşlerini içerdiği
iddia edilen bir eserdir. Bu eser Ebû Hanîfe tarafından yazılmamış olup oğlu
Hammad’ın onun görüşlerini topladığı bir eserdir.365 Ebû Hanîfe’ye nisbet edilen elFıkhu’l-Ekber tamamen akaid konularını içermektedir. Bu eserde akaid konularında
Havâric, Kaderiyye, Cehmiyye ve Şia gibi mezheplere karşı Ebû Hanîfe’nin
görüşleri savunulmaktadır.366
İbnü’n-Nedîm ve Abdulkâhir el-Bağdâdî, Ebû Hanîfe’ye nisbet edilen elFıkhu’l-Ekber’i er-Redd ala’l-Kaderiyye olarak isimlendirmişlerdir.367 Wensick,368
onu el-Fıkhu’l-Ekber II olarak isimlendirirken, Brockelmann369 Ebû Hanîfe’ye ait üç
ayrı el-Fıkhu’l-Ekber’i ve 4. olarak da el-Fıkhu’l-Ebsat’ı nispet etmektedir. Oysa,
Brockelmann’ın Ebû Hanîfe’ye ait gösterdiği I ve III numaralı el-Fıkhu’l-Ekber ile
IV. numaradaki el-Fıkhu’l-Ebsat aynı eserlerdir.370
Ebû Zehra ise, Ebû Hanîfe’nin el-Fıkhu’l-Ekber adı altında iki eseri
olduğunu,
birine
el-Muhtasar,
diğerine
el-Fıkhu’l-Ebsat
denildiğini
ileri
371
sürmektedir.
el-Fıkhu’l-Ekber’in çok sayıda yazma nüshası bulunmaktadır.372 Bu eserin
bir çok dile çevrisi yapılmıştır. Bir çok alim tarafından eserin çok sayıda şerhleri
yapılmıştır. el-Fıkhu’l-Ekber’in en meşhurları Ebû’l-Münteha ve Aliyyü’l-Kârî
364
Süleymaniye kütüphanesi İbrahim Efendi Nu: 000372; Hacı Selim Ağa kütüphanesi Hacı Selim
Ağa Nu: 000587; Çorum İl Halk kütüphanesi Nu: 001545/1, Amasya Beyazid İl Halk kütüphanesi Nu:
001090.
365
Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I, cüz. 3, 37.
366
Brockelmann, Târîhu’l-Edebi’l-Arabî, II/254.
367
İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist, 285; Bağdâdî, Usûlu’d-Dîn, 308.
368
The Muslim Cread, 102-108.
369
Târîhu’l-Edebi’l-Arabî, II/254-258.
370
Kutlu, a.g.e., 13.
371
Ebû Zehra, a.g.e., 193.
372
el-Fıkhu’l-Ekber, 1872 yılında Delhi’de Urduca çevrisiyle, 1890’da Lahor’da Pencapça çevrisiyle,
1889’da İstanbul’da, 1913’de Kahire’de ve 1884’de Haydarabad’da Ebü’l-Münteha şerhiyle birlikte
yayınlanmıştır.
64
şerhleridir.373 Ebû Hanîfe’nin bu eserinin Türkçe’ye birkaç tercümesi yapılmıştır. elFıkhu’l-Ekber’i ilk defa Türkçe’ye Süleyman Mustakim çevirmiş ve İstanbul’da
basılmıştır.374
Eserin mevcut yazmalarında hem metin, hem sened bakımından bazı
farklılıklar bulunmaktadır. Medine’deki Arif Hikmet kütüphanesi 226 numaralı
mecmuada bulunan yazmanın senedi, en doğru olarak kabul edilmektedir.375 Senedi
şöyledir: “İbrahim el-Kirvanî, Ali b. Ahmed el-Farisî’den, o Nusayr b. Yahya’dan, o
İbn Mukatil’den, o Usame b. Yûsuf’dan, o Hammâd b. Ebû Hanîfe’den, o Ebû
Hanîfe’den rivayet etmiştir.”
376
İblağ, Darü’l-Kütüb ve Ezher’de bulunan
yazmalardaki senetlerde çok az farklılıklar olduğunu tespit etmiştir.377
el-Fıkhu’l-Ekber’de ele alınan Keramet, Mu’cize ve İstidrac gibi meseleler
Ebû
Hanîfe
döneminde
tartışılmayıp
daha
sonraki
dönemde
tartışıldığı
söylenmektedir. 378 Bu konular, eserin onun aidiyeti konusunda bazı şüpheleri
gündeme getirmektedir. Ebû Hanîfe’ye nisbet edilen bu eser oğlu Hammad
tarafından rivayet edildiğine göre, o meseleleri Hammad ilave etmiş olabilir. Eğer
Hammad’ın ilave ettiği doğru ise, tartışmalı kısımlar II/VIII. asrın ilk yarısından
sonra ortaya çıkmıştır.
el-Fıkhu’l-Ekber’e çok sayıda şerh yazıldığından dolayı bazı nüshalarda asıl
metin ile şerhleri karışmış olma ihtimali oldukça yüksektir.379 Mustafa Öz tarafından
Türkçeye çevrilen İmam Azam’ın Beş Eseri adlı eserindeki “Gökte ve yerde
bulunanların imanı, iman edilmesi gereken şeyler yönünden artmaz ve eksilmez,
373
el-Fıkhu’l-Ekber’in şerhleri hakkında geniş bilgi için bkz: : Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I,
cüz. 3, 38-41; Brockelmann, Tarihu’l-Edebi’l-Arabi, II/255-257.
374
Ancak bu eserin Türkçe’ye tam olarak hangi tarihte çevrildiği belli değildir. el-Fıkhu’l-Ekber’i
daha sonra Türkçeye çevirenleri sırasıyla Hasan Basrî Çantay, (Ankara 1954), Sabit Ünal (Ebü’lMünteha şerhiyle Ankara 1973), Seniyüddin Başak (İstanbul 1952), İsmail Kaya (Konya 1973),
Yunus Vehbi Yavuz (Aliyyü’l-Kârî şerhiyle İstanbul 1979) ve Ahmed Karadut (aynı şerhle Ankara
1983) bkz: Kutlu, Türkler’in İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesiri, 14.
375
İblağ, a.g.e., 101.
376
Kevserî, Kitâbü’l-Âlim ve’l-Müteallîm’in Önsözü, (İmam-ı Azam’ın Beş Eseri içerisinde), 6-7.
377
Bkz: İblağ, a.g.e., 101-103.
378
Krş. Fığlalı, Çağımızda İtikadî İslam Mezhepleri, 61.
379
Bkz: Halim Sabit Şibay, “Ebû Hanîfe”, IV/26; Kutlu, “Daru’l-Kütüb’teki bir nüshada diğer
nüshalarda bulunan “Biz, Mürcie’nin dediği gibi, iyiliklerimiz kabul edilmiş, kötülüklerimiz
affedilmiştir, demiyoruz” ifadesi yerine “İyiliklerimiz kabul edilmiş, kötülüklerimiz affedilmiştir,
demiyoruz.” şeklinde bir ifade kullanılmıştır. Bu sebeple, cümledeki “Mürcie’nin dediği gibi” kısmı
esere sonradan sokulmuş olabileceğini düşünüyoruz.” demektedir. Bkz. Kutlu, Türkler’in İslamlaşma
Sürecinde Mürcie ve Tesiri, 15.
65
fakat yakin ve tasdik yönünden artar ve eksilir.”380 ifadesi Aliyyül Kârî şerhinde asıl
metin olarak “Gökte ve yerde bulunanların imanı, iman edilmesi gereken şeyler
yönünden artmaz ve eksilmez”381 olarak yer almaktadır. Bu mesele ikinci bölümde
ele alınacaktır.
5. el-Vasiyye
Ebû Hanîfe’ye birden fazla Vasiyye adlı eser atfedilmektedir. Onun oğlu
Hammad, öğrencileri Ebû Yusuf ve Hâlid es-Semtî ve dostlarına hitaben yazdığı
risaleleri vardır.382 Brockelmann,383 Ebû Hanîfe’nin beş tane Vasiyye adlı eserinden
bahsederken, Sezgin 384 dört tane Vasiyye’sinden söz etmektedir. Elimizdeki elVasiyye dostlarına ve öğrencilerine vasiyyeti olup bir çok şerhleri bulunmaktadır.
Bunlardan aralarında çok önemli farklılık olmayan en meşhur iki nüshasından
birincisi, Molla Hüseyin b. İskender el-Hanefî’nin Kitâbu’l-Cevheretü’l-Münîfe
adıyla şerhettiği (Haydarabad 1903) Vasiyye’dir. İkincisi ise, Muhammed b.
Mahmud b. Ekmelüddin el-Bâbertî tarafından şerhedilen ve Öz’ün çevrisinde esas
aldığı Kahire’de neşredilmiş Vasiyye’dir.385
b. Diğer Eserleri
1. Fıkhî Eserleri
Ebû Hanîfe, büyük bir fakih ve çok önemli fıkhî görüşlerin sahibi olmasına
rağmen kendisine ait veya kendisine nisbet edilen fıkhî meseleleri içeren herhangi bir
eseri ya yoktur, ya da kaynaklar onun o tür eserlerinin olduğundan bahsetmezler.
Fakat, kendisinin yetiştirdiği öğrencileri, kendi eserlerinde, itikadî ve siyasî
görüşlerinde olduğu gibi onun bütün fıkhî görüşlerine de yer vermişlerdir. Böylece
Hanefî mezhebinin esasını oluşturan Ebû Hanîfe’nin fıkhî görüşleri günümüze kadar
380
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber, 58.
Aliyyü’l-Kârî, İmam Azam Fıkh-ı Ekber Aliyyü’l-Kârî Şerhi, çev. Yunus Vehbi Yavuz, İstanbul
1992, 160.
382
Ebû Hanîfe’nin diğer Vasiyye’leri hakkında geniş bilgi için bkz:Yörükân, a.g.e., 119-218.
383
Târîhu’l-Edebi’l-Arabî, II/260-261.
384
Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I, cüz. 3, 45-48.
385
Sezgin, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, C. I, cüz. 3, 46-47; Brockelmann, Târîhu’l-Edebi’l-Arabî, II/260261.
381
66
intikal etmiştir. Talebesi Züfer’in de bildirdiği gibi Ebû Hanîfe’nin öğrencileri ondan
not alıyorlardı.386
Öğrencisi Muhammed b. Hasan’ın yazdığı el-Mebsut, ez-Ziyâdât, el-Câmiu’lKebîr, el-Câmiu’s-Sağîr, es-Siyerü’l-Kebîr, es-Siyerü’s-Sağîr adlı Zâhiru’r-Rivâye
olarak bilinen eserler, ona isnat edilen görüş ve içtihatlardan oluşmaktadır. Ebû
Hanîfe’nin öğrencileri derslerinde ondan not almışlar ve sonra kendi eserlerinde o
görüşlere yer vermişlerdir.
2. Hadisle İlgili Eserleri
Müsnedü Ebî Hanîfe
Ebû Hanîfe’ye nisbet edilen eserlerden birisi de el-Müsned adlı hadis
mecmuasıdır. Fakat, bu eseri kendisi yazmamıştır. Ebû Hanîfe’nin öğrencilerine ders
verirken ve hüküm çıkarırken dayandığı hadisler, sahabe ve tâbiînden işittiği hadisler
olup talebeleri tarafından toplanıp yazılmış ve müsnedler haline getirilmiştir.387 Bu
müsnedler öğrencilerinin bir çok farklı rivayetlerinden oluşmaktadır.388
386
Bkz: Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/402-403.
Beyazızade, İmam Azam Ebû Hanîfe’nin İtikadî Görüşleri, 35.
388
Brockelmann bu rivayetleri şöyle sıralamaktadır:
1. Ebî Yûsuf el-Ensârî (182/798)‘nin rivayeti. İlk defa Kahire’de 1327/1905 de basılmıştır.
2. Ebû Abdillah Hüseyin b. Muhammed b. Husrev el-Belhî (222/837)’nin rivayeti. 1829
senesinde Berlin’de basılmıştır.
3. Ebû Muhammed Abdillah b. Muhammed b. Yâkub b. Haris el-Buhârî el-Hârisî
(340/951)’nin rivaytei. Mektebetü’l-Ezher’de 21440. numarada, Darü’l-Kütübi’l-Mısrıyye’de 430.
768. 1659. numarada ve Selim Aga kütüphanesinde 233. numarada yazma nüshaları bulunmaktadır.
4. Ebû Abdillah Muahmmed b. İshâk b. Mende rivayeti.
5. Rivayet edenin kim olduğu belli değil. Dârü’l-Kütübi’l-Mısrıyye’de 155. numarada yazması
bulunmaktadır.
6. Ebû Abdillah Husrevî el-Belhî (523/1130)’nin rivayeti. Berlin’de 1829. senesinde
basılmıştır.388
7. Ebû Abdillah Muhammed b. İbad b. Mülkidad el-Halâtî (652/1653)’nin rivayeti. Darü’lKütübi’l-Mısrıyye’de 440. numarada yazması bulunmaktadır.
8. Ebû Müeyyed Muhammed b. Mahmud el-Havârezmî (655/1257)’nin rivayeti. Dârü’lKütübi’l-Mısrıyye’de 47. numarada yazması bulunmaktadır.
9. Rivayetin kimden olduğu belli değil. Berlin’de 1832 senesinde basılmıştır.
10. Ebû Ümeyye Mervân b. Sevban’nin rivayeti. Darü’l-Kütübi’l-Mısrıyye’de 1259 numarada
yazması bulunmaktadır.
11. Rivayetin kimden olduğu belli değil. Mektebetü Camiu Zeytun’da 206. numarada yazması
bulunmaktadır.
12. Mûsa b. Zekeriyya el-Haskefî (650/1252)’nin rivayeti. Berlin’de 1832 senesinde
basılmıştır.
13. Hüsâmuddîn er-Râzî rivayeti. Bkz: Brockelmann, Târîhu’l-Edebi’l-Arabî, II/258-259.
387
67
Ebû Hanîfe’ye atfedilen el-Haskefî’nin rivayet ettiği el-Müsned iki cilt
halinde Kahire’de 1981’de basılmıştır.
Ebû Hanîfe’nin Müsned’i kendisinin yazmamasının nedeni, o dönemde hadis
yazma geleneğinin yaygın olmayışıydı. Bu bakımdan hadisleri yazma ihtiyacı
duymamıştır. Daha sonra öğrencileri Ebû Hanîfe’den duydukları hadisleri yazıp bir
araya getirmişlerdir. Bu bakımdan bu eseri kendisi yazmasa da bu durum eserin
kendisine nispetini zayıflatmaz.
68
II. BÖLÜM
EBÛ HANÎFE’NİN İTİKADÎ GÖRÜŞLERİ
Ebû Hanîfe, tarihte daha çok İslam fakihi olarak tanındığından bazı yazarlar
onu bir mütekellim olarak kabul etmezken, bazıları onu hem bir fakih, hem de bir
mütekellim olarak görür. Ebû Hanîfe’ye atfedilen eserler incelendiğinde, baştan sona
itikadî meselelerle ilgilendiği görülecektir. Bu eserleri, Ebû Hanîfe’nin fakih
olmasının yanında bir mütekellim olduğuna da açık bir delildir. Aslında bu büyük
fakihin itikadî meselelerle ilgilenmemesi mümkün değildir. Bu konuyu Yörükan
gayet güzel bir şekilde şöyle teshiş etmektedir: “Dersler fıkıh meselelerine dair
olmakla beraber, hariçten sorulan meseleler de münakaşa edilir ve sırası gelince
akaid bahisleri ele alınırdı. Çünkü ibadetlerle bazı fetva ve kaza mevzularının akaidle
ilgisi vardır.”1
Ebû Hanîfe’nin eserlerinde ortaya konulan meseleler, ilk defa onun tarafından
ortaya atılmış itikadî meseleler değildir. Ebû Hanîfe’den önce Haricilik, Mürcie, Şia
ve Mutezile mezhepleri o meseleler üzerinde kendilerine has görüşleri savunup
benimsiyorlardı. Artık, imamet deyince Şia, tevhid ve adalet denince Mutezile,
büyük günah işleyenin tekfir edilmesi ve zalim imama isyan denilince Hariciler,
iman-amel ayrımı söz konusu olunca Mürcie akla gelmekteydi.
Ebû Hanîfe itikadî fikirlerini oluştururken Mürciî fikirlerden faydalandığı ve
onların görüşlerine yakın görüşler ortaya koyduğu görülmektedir. Buna delil olarak
Ebû Hanîfe’nin büyük günah problemi, amel-iman ilişkisi, imanda istisna, imanın
tanımı, imanda eşitlik, iman-islam ilişkisi, imanda artma ve eksilme, va’d ve vaîd
konularında Mürcie ile müşterek fikirleri benimsemesini gösterebiliriz. Ebû Hanîfe,
Haricilik ve Mutezile’nin iman anlayışıyla hiç bir yerde uyuşmazken, mutedil
1
Yörükân, a.g.e., 47.
69
Mürcie’nin iman anlayışını çok az farklılıklarla kabul etmiş ve temellendirmiştir.2
Ebû Hanîfe, Hariciler ve Mutezile karşısında Mürcie cephesini tutmuştur diyebiliriz.
Büyük günah işeyenin tekfiri ve ebedî cehennemde kalması fikri hariç
amellerin imandan olduğu, imanın artma ve eksilme kabul edeceği ve amellerin
imana dahil edilmesi gerektiği gibi diğer konularda Ashabu’l-Hadis, Haricilerle aynı
görüşü paylaşmışlardır.3 Bundan dolayı daha sonra Mürcie’ye karşı tavır
oluştururken Haricilerin yerini Ashabu’l-Hadis almıştır. Bu bakımdan Ashabu’lHadis alimleri Ebû Hanîfe’yi Mürciî olarak görmüşlerdir.4
Ebû Hanîfe’ye nisbet edilen eserlerde, Ulûhiyyet, Nübüvvet, iman ve siyaset
gibi pek çok itikadî ve siyasî konular yer almaktadır. Bunları sırayla ele almak
istiyoruz.
A. Ulûhiyyet
Ebû Hanîfe, Ulûhiyyet konusunu Kur’an ve aklın ışığında ortaya koymaya
özen göstermiştir. O, Allah’ın birliğinin, hiç bir şeye denk olmadığını ve ona ait
sıfatların bulunduğunu şöyle açıklamıştır: “Yüce Allah, sayı yönüyle değil, ortağı
olmaması yönüyle birdir. O, doğurmamış ve doğrulmamıştır. O’na hiç bir şey denk
değildir. O yarattıklarından hiç birine benzemez. İsimleri, zâtî ve fiilî sıfatlarıyla
daima var olmuş ve var olacaktır.”5 Allah’ın birliğini sayı cihetinde inhisar
etmemesi, kendinden sonra bir var edicinin bulunduğu vehmini ortadan kaldırmak
içindir. Cenabı Allah’ın zatında ve sıfatında eşi, benzeri ve ortağı yoktur.6 Allah’ın
birliği hususunda Kur’an’da şöyle buyurulur: “De ki: Allah birdir. Allah kimseye
muhtaç değildir. Doğmamıştır doğurmamıştır. Kendisine hiç kimse denk değildir.”7
Aliyyu’l-Kârî, Allah’ın zatında ve sıfatlarında tek olduğunu, herkesin ona
muhtaç olduğu ve hiç bir varlığın kendisine denk olmadığı ile ilgili Ebû Hanîfe’nin
ileri sürdüğü fikirleri ortaya atmasını toplumsal dinî yapıya bağlamaktadır: “Burada
Mekke kafirlerine reddiye vardır. Onlar şöyle demişlerdi: Melekler Allah’ın
kızlarıdır. Allah doğurmamıştır, ifadesiyle bu inanç yıkılmıştır. Yahudilere de
2
Mürcie ile Ebû Hanîfe’nin iman anlayışını karşılaştırınız: Kutlu, Türkler’in İslamlaşma Sürecinde
Mürcie ve Tesiri, 101-147.
3
Kutlu, a.g.e., 102.
4
Buhârî, Kitâbu’t-Târihu’l-Kebîr, VIII/81.
5
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber, 55.
6
Aliyyu’l-Kârî, İmam Azam Fıkh-ı Ekber Aliyyu’l-Karî Şerhi, 27.
7
İhlas, 112/1-4.
70
reddiye vardır. Yahudiler de şöyle demişlerdi: Uzeyr, Allah’ın oğludur. Yani
Allah’ın oğlu da yoktur, kızı da... O doğmamıştır, doğurmamıştır. Hrıstiyanlara da
reddiye vardır. Hrıstiyanlar: Mesih, Allah’ın oğludur, annesi de eşidir, demişlerdi.”8
Kur’an-ı Kerim’de cinlerin müminlerinden hikayeten şöyle buyuruluyor: “Doğrusu
rabbimizin şanı çok yücedir; ne eş edinmiştir, ne de çocuk... .”9
Ebû Hanîfe Allah’a ait sıfatları ikiye ayırır; Zâtî sıfatlar ve fiilî sıfatlar. Ona
göre, Allah’ın zâtî sıfatları; hayat, kudret, ilim, semi, basar ve irade sıfatlarıdır. Fiilî
sıfatları ise, tahlik (yaratma), terzik (rızık verme), inşa (yapma), ibdâ (örneksiz
yaratma) ve sun’ (sanatla yaratma) ve diğer fiilî sıfatlarıdır.10
8
Aliyyu’l-Kârî, a.g.e., 27.
Cin, 72/3.
10
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber, 55; Aliyyu’l-Kârî Allah’ın bu sıfatlarını şöyle açıklamıştır:
1. Zâtî Sıfatları
Hayat: Allah Teala’nın yaşaması demektir. Allah Teala ezelî bir hayatı vardır.
Kudret: Gücü yetmek demektir. Şüphesiz Cenabı Allah, ezelî ebedî olan hayatı ile yaşamaktadır ve
sermedî sıfatı olan kudreti ile her istediğini yapmaya gücü yetendir. Yani Allah’ın bir şeye gücü
yettiği zaman bu olay kadîm olan kudreti ile gücü meydena gelir. Yaratılmış varlıklarda olduğu gibi
hadis olan bir kudret ile değil.
İlim: İlim sıfatı da Allah’ın ezelî sıfatıdır. Allah Teala bütün yaratıkları bilir. Hiç bir şey
O’nun bilgisinden gizli değildir. Allah’ın bilgisi her şeyi kaplamıştır. Allah’ın şanı sonradan olma
bilgilerden münezzehtir. Ebû Hanîfe, hiç bir şeyin Allah’tan gizli kalamayacağını şöyle belirtir:
“Kalplerde gizli olan şeyleri, ancak Allah bilir.”
Aliyyyu’l-Kârî Allah’ın ilim sıfatını Kur’an’daki şu ayetlerle desteklemektedir: “Yaratan
bilmez mi? O, latiftir, her şeyden haberdardır.” (Mülk, 67/14) ‘”Gaybın anahtarı Allah katındadır.
Onları ancak Allah bilir. Karada ve denizde ne varsa hepsini o bilir. O’nun bilgisi dışında bir yaprak
dahi düşmez. Yerin karanlıkları içinde tek bir dane, yaş ve kuru her şey Allah’ın emridir. O, Allah’tır
ki, sizleri geceleyin uyutarak ölü gibi yapıyor, gündüz de yaptığınız işleri biliyor. Nihayet dönüşünüz
O’nadır.” (En’am, 6/59)
Kelam: Allah’ın zatına ait ezelî sıfatlardan biri de kelam sıfatıdır. Allah kelam sıfatı
aracılığıyla konuşur. Cenabı Allah’ın kelamı harf ve ses cinsinden değildir. Onun konuşması
mahlukların konuşmasına benzememz. Mahlukat, harfler, ses ve organ gibi vasıtalarla konuşur. Allah
Teala ise bunların hiç birine muhtaç değildir. (Ebü’l-Münteha, Fıkh-ı Ekber Şerhi, Ankara 1983, 240,
(Menakıbı İmam Azam ve Fıkh-ı Ekber Şerhi kitabı içerisinde))
Semi: Allah’ın ezelî sıfatlarından biri de işitme sıfatıdır. Allah işitme sıfatı ile harfler, sesler ve
kelimeleri işitir. Allah her şeyi işitendir. Ne kadar gizli olursa olsun, O’nun işitmesinden hiç bir ses
kaçmaz.
Basar: Allah’ın ezelde var olan zâtî sıfatlarından biri de görme sıfatıdır. Şekil ve renkleri de
görme sıfatıyla görür. Ne kadar küçük olursa olsun, hiç bir şey onun görmesinden kaybolmaz.
İrade: Allah’ın yine ezelî sıfatlarından bir de irade sıfatıdır. Dünyada ne varsa onun dilemesiyle
meydena gelir. Allah’ın dilediği şey olur, dilemediği şey olmaz. Onun istek ve iradesini reddedecek
yoktur. Hükmünü hiç bir kuvvet geri çevirmez. Kur’an’daki şu ayetlerde Allah’ın iradesi hakkında
bilgi vermektedir: “Allah dilediğini yapar.” (İbrâhim, 14/27) “Şüphesiz Cenabı Allah dilediğini
hükmeder.” (Mâide, 5/1)
Aliyyu’l-Kârî Kur’an’daki iradenin iki türlü olduğunu şöyle ifade eder: “Allah’ın kitabında
irade iki türlüdür. Biri kaderle ilgili kevnî ve hılkî (tabiî) iradedir ki o iradenin sembolü meşîettir.
Bütün yaratıklara şamildir. Çünkü, Cenabı Allah Kur’an-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor: “Allah kimi
hidayete erdirmek isterse onun kalbini İslam’a açar, gönlüne de genişlik verir. Her kimi de sapıklığa
sevk etmek isterse, onun kalbini öyle daraltır, sıkıştırır ki, iman etme teklifi karşısında göğe
çıkacakmış gibi zorlanır.” (En’am, 6/125)
9
71
Ebû Hanîfe’ye göre, Allah, sıfatları ve isimleri ile var olmuş ve var olacaktır.
O’nun isim ve sıftlarından hiç biri sonradan olma değildir. Allah’ın sıfatlarının
yaratılmış ve sonradan olduğunu söyleyen, yahut tereddüt eden veya şüphe eden
kimse Yüce Allah’ı inkar etmiş olur.11 Allah’ı inkar eden de mümin sayılmaz,
kafirdir.
Ebû Hanîfe’ye göre, Allah Teala mahlukların sıfatı ile tavsif edilemez. O’nun
gazabı ve rızası keyfiyetsiz sıfatlarındandır.12 Ebû Hanîfe, Allah’a şey denebileceğini
kabul etmiş ve bu görüşünü şöyle açıklamıştır: “Allah bir şey (varlık)’dir, fakat diğer
şeyler gibi değildir. O’nun varlığı cisim, cevher, araz, had, zıd, eş ve ortaktan uzaktır.
O’nun Kur’an’da zikrettiği gibi eli, yüzü ve nefsi vardır. Allah’ın Kur’an’da
zikrettiği gibi el, yüz ve nefs gibi şeyler, keyfiyetsiz sıfatlardır. O’nun eli, kudreti
veya nîmetidir denilemez. Zira bu takdirde sıfat iptal edilmiş olur. Bu, Kaderiyye ve
Mutezile’nin görüşüdür, O’nun elinin, keyfiyetsiz sıfat olması gibi, gazabı ve rızası
da keyfiyetsiz sıfatlarından iki sıfattır.”13 O, bu konuda Kaderiyye veya Mutezile
diye bilinen ekolün görüşlerine karşı çıkmaktadır.
Ebû Hanîfe eşyanın yaratılması ve yaratılmadan önce Allah’ın ilminde
bunların bilgisinin var olduğunu kabul etmiş ve bu fikrini şöyle açıklamıştır: “Allah
eşyayı bir şeyden yaratmadı, Allah, eşyayı oluşundan önce, ezelde biliyordu. O,
eşyayı takdir eden ve oluşturandır. Allah’ın dilemesi, ilmi, kazası, takdiri ve Levh-i
Mahfuz’daki yazısı olmadan dünya ve ahirette hiç bir şey vaki olmaz. Ancak, onun
Levh-i Mahfuz’daki yazısı hüküm olarak değil, vasıf olarak yazılıdır. Kaza, kader ve
dilemek, O’nun nasıl olduğu bilinmeyen sıfatlarındandır. Allah, yok olanı yokluğu
halinde yok olarak bilir, onun yarattığı zaman nasıl olacağını bilir. Var olanı, varlığı
halinde var olarak bilir, onun yokluğunun nasıl olacağını bilir.”14 O’na göre, Allah’ın
İradenin ikinci türlüsü din, şeriat ve emirlerle ilgili iradedir. Bu türlü irade ise muhabbet ve rızayı
gerektirir. Nitekim bu konuda Cenabı Hak şöyle buyuruyor: “Allah sizin için kolaylık murad edr,
güçlük murad etmez.” (el-Bakara, 2/185) Emir ise bu ikinci çeşit iradeyi gerektirir, birinci tür iradeyi
gerektirmez.
2. Fiilî Sıfatlar
Tahlîk, yaratmak demektir. Tarzîk, yaratıkları rızıklandırmaktır. İnşâ, ilk başta yaratmak;
ibdâ, eşsiz bir şekilde yaratmaktır. Sun, Allah’ın sanatı demektir. İhya, diriltmek; ifnâ, yok etmek;
inmâ, büyütmek; üretmek; tasvir, eşyaya şekil vermek demektir. Bu sıfatlarının hepsi Tekvîn sıfatının
manası içine girmektedir. Bkz: Aliyyu’l-Kârî, İmam Azam Fıkh-ı Ekber Aliyyu’l-Karî Şerhi, 32-42.
11
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber, 55.
12
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ebsat, 50.
13
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber, 56.
14
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber, 56.
72
hiç bir sıfatı mahlukların sıfatına benzemez ve Allah’ın sıfatlarında hiç bir şekilde
değişim olamaz.
Ebû Hanîfe, ulûhiyyet konusunda daha çok Mutezile’nin görüşlerini
eleştirmiştir. Ebû Mansur el-Mâturîdî, Ebû Hanîfe’nin bu eleştirilerini şu şekilde
doğrulamakta ve desteklemektedir: “Ebû Hanîfe (Allah rahmet eylesin) şöyle dedi:
Bizimle Kaderiyye arasındaki tartışma iki noktada yoğunlaşır. Kendilerine “Allah,
sonsuza kadar vuku bulacak şeyleri olacakları gibi bilmiş midir?” diye sorarız.
“Hayır!” derlerse küfre düşerler, çünkü rablerine bilgisizlik isnat etmiş olurlar.
“Evet!” derlerse tekrar sorulur: “İlminin ezelde sebkat ettiği gibi gerçekleşmesini
dilemiş midir yoksa dilememiş midir?” Eğer “Hayır!” derlerse Allah’ın, bilgisiz
olmasını istediğine hükmetmiş olurlar. Böyle bir isteğe sahip bulunan bir varlık ise
hakim olamaz. Şayet “Evet!” derlerse, bu defa Kaderiyye her şeyin ezelde bildiği
gibi gerçekleşmesini dilediğini benimsemiş olur.”15 Ebû Hanîfe, bu eleştirileriyle
Allah’ın bilgisinin ezelî olduğunu açıklayarak Kaderiyye’nin görüşünü çürütmeye
çalışmıştır.
Ebû Hanîfe’ye göre, Allah ahirette müminler tatafından herhangi bir mesafe
olmaksızın, teşbihsiz ve keyfiyetsiz olarak Cennet’te görülecektir.16
Allah’ın ahirette müminler tatarfından Cennette görüleceği ile ilgili şu
ayetleri
delil
getirmektedir:
17
bakacaklardır.”
“Kıyamet
gününde
parlak
yüzler,
rablerine
“Hayır, onlar kıyamet gününde Rablerini görme nimetinden
mahrumdurlar.”18 Ebû Hanîfe’ye göre, burada onlardan kasıt kafirlerdir. Çünkü,
kafirlerin Allah’ı görme imkanı olmayacaktır.
B. Nübüvvet
Ebû Hanîfe, bütün peygamberlerin insanları tek olan Allah’a boyun eğmeleri
ve tek bir dine çağırmaları için görevlendirildiğini belirterek, bu fikrini şu ayetlerle
temellendirir: “O, size, dinden Nuh’a emrettiğini, sana vahyettiğimizi, İbrâhim’e
Musa’ya ve İsa’ya emrettiğimizi; dini doğru tutun ve ondan ayrılığa düşmeyin diye,
15
el-Mâturidî, Kitabu’t-Tevhid Tercümesi, 388.
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber, 58.
17
Kıyâme, 75/22-23.
18
Mutaffifin, 83/15.
16
73
kanun yaptı.”19, “Senden evvel hiç bir peygamber göndermedik ki ona benden başka
hiç bir ilah yoktur, ancak bana ibadet edin diye vahyetmiş olmayalım.”20, “Allah’ın
yarattığı değiştirilmez, en doğru din budur.”21
Ebû Hanîfe, peygemberlerin geliş sebebini ise şöyle açıklar: “Şüphesiz biz
biliyoruz ki, Allah Teala Resulünü tefrika ve Müslümanları birbirleriyle vuruşturmak
için değil, ayrılığı gidermek ve Müslümanlar arasında sevgiyi çoğaltmak için bir
rahmet olarak gönderdi.”22
Ebû Hanîfe’ye göre, iman ve bütün ibadetlerin sevabı hususunda
peygamberlerin insanlara üstünlükleri vardır. Çünkü, Allah Peygamberleri, diğer
insanlardan peygamberlik hususiyeti ile üstün kıldığı gibi, sözlerini, namazlarını,
evlerini, meskenlerini ve bütün her şeylerini, diğer insanlardan üstün kılmıştır. Onlar,
Allah’ın emin kullarıdır. Hiç bir kimse; ibadet, Allah korkusu, huşu ve zat-ı ilahi
hakkında meşakketlere katlanmak hususunda, onların seviyesine ulaşamaz.23 Ebû
Hanîfe, peygamberlerin diğer insanlardan ibadet, ahlak, inanç ve diğer yönleriyle de
üstün olduklarını savunmuştur.
Ona göre, Allah’ı bilmek peygamberler vasıtasıyla olsaydı, insanlara
marifetullah nimetini ihsan etmek, Allah’tan değil, peygamberlerden olurdu. Halbuki
Rabbini bilme nimetini peygambere ihsan eden de Allah’tır.24 Burada Ebû Hanîfe
peygamberlerin kendi başlarına hiç bir şey yapamayacaklarını ve peygamberlerin
insanlara hitap ettikleri bilgilerin, aslında onlara Allah’ın ihsan ettiği bilgiler
olduğunu söylemek istemiştir.
Peygamberler, insanlara kendi peygamberliğini kanıtlamak için Allah
tarafından verilen mucizeleri göstermişlerdir.25
Ebû Hanîfe, eserlerinde bir kaç yerde “Resül” kelimesi ile “Nebi” kelimesini
ayrı ayrı kullanmıştır.26 Fakat, bu kelimeler arasındaki üstün veya farklı yönlerinden
bahsetmediğine göre, O “Resül” ve “Nebi” kelimelerini eş anlamda kullanmıştır.
19
eş-Şura, 26/13.
el-Enbiya, 21/25.
21
er-Rum, 30/30.
22
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’-Müteallim, 11.
23
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’-Müteallim, 10.
24
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’-Müteallim, 31.
25
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber, 57.
26
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber, 57; a.mlf., el-Âlim ve’-Müteallim, 16.
20
74
Aliyyu’l-Kârî de Ebû Hanîfe’nin bu kelimeleri eş anlamda kullandığı kanaatini
taşımaktadır.27
Ebû Hanîfe, peygamberlerin masum olduğunu kabul eder ve bunu şöyle
açıklar: “Peygamberlerin hepsi de küçük, büyük günah, küfür ve çirkin hallerden
münezzehtir. Fakat, onların sürçme ve hataları vâki olmuştur.”28 Böylece Ebû
Hanîfe, peygamberlerin hiç birisinin küçük, büyük günah işlemediklerini ve küfre
girmediklerini ortaya koymaktadır. Fakat, unutarak Adem (a.s)’in cennetteki ağaçtan
yemesi gibi bazı hatalar işlediğini ileri sürer.29
Ona göre, Hz. Peygamber’in şefaati haktır. O, peygamberin şefaatini
günahkar müminler ve onlardan büyük günah işleyip cezayı hak etmiş olanlar için
hak ve sabit olduğunu ileri sürmektedir.30 Burada günah işleyen müminlerin hak
ettiği şefaat, tövbe eden müminler içindir. Günah işleyip de tövbe etmediyse, o
zaman Hz. Peygamber de ona şefaat etmez.
C. el-Esmâ ve’l-Ahkâm
a. Büyük Günah Problemi
İlk defa “Her büyük günah küfürüdür, muhaliflerin yurdu küfür yurdudur ve
büyük günah işleyen herkes ebedî cehennemde kalacaktır.”31 demekle büyük günah
konusunu gündeme getirenler Hariciler olmuştur. Büyük günahın tekfir edilmesine
karşı çıkarak, kendi özgün fikirleriyle Haricilerin bu görüşlerini reddeden ilk fırka
Mürcie olmuştur.32
Mutezile ise büyük günah işleyenlerin imandan çıkacağına, fakat kafir
olmayacağını öne sürmüştür. Onlar, bir taraftan büyük günah işleyenler için iman ile
küfür arasında bir mertebe kabul edip, büyük günah işleyeni ne kafir, ne mümin
olarak nitelemişlerdir. Onlara göre, böyle bir kimse fâsık olmakla, tövbesiz öldüğü
27
Bkz: Aliyyu’l-Kârî, a.g.e., 23.
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber, 57.
29
Aliyyu’l-Kârî, a.g.e., 114; Ebû Hanîfe hz. Muhammed’in masumiyeti hakkında şunları söyler: “Hz.
Muhammed, Allah’ın sevgili kulu, resûlü, nebisi, seçilmiş tertemiz kuludur. O hiç bir zaman puta
tapmamış, göz açıp kapayacak bir an bile Allah’a ortak edinmemiştir. O, küçük, büyük hiç bir günah
işlememiştir.” Bkz: Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber, 57.
30
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber, 58; a.mlf., el-Vasiyye, 62.
31
Eş’arî, Makâlât, I/149.
32
Kutlu, Türkler’in İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesiri, 104.
28
75
takdirde cehennemde ebediyyen kalacak; ancak, cehennemdeki azap derecesi
kâfirinkinden daha hafif olacaktır.33
Daha sonra Haricilerin fikri, kaynaklara Ashabu’l-Hadisin görüşleri olarak
geçmiş ve Mürcie fırkası, Hariciler başta olmak üzere Mutezile ve Ashabu’l-Hadis
fırkalarının ileri sürdükleri büyük günah işleyenin tekfir edilmesi görüşüne karşı
büyük günah işleyenin tekfir edilmeyeceğini ve durumunun Allah’a bırakılacağı
görüşünü savunmuştur.34 Mürcie’ye göre, büyük günah işleyenler imanlı olmaları
dolayısıyla mümindir, fakat tevbe etmeden mümin olarak ölen kimsenin durumu
Allah’a kalmıştır. O, isterse affeder, isterse cezalandırır.35
Ebû Hanîfe, büyük günah işleyenin mümin olmaya devam ettiğini, ancak
günahkar mümin olduğunu vurgulayarak ve bu görüşünü şöyle açıklamaktadır: “Kim
haksız yere başkasını öldürürse, yahut hırsızlık ederse veya yol keserse, yahut
facirlik eder veyahut günah işlerse veya zina ederse, yahut da içki içer sarhoş olursa;
bu kişi günahkar mümindir, kafir değildir. Bu durumda olanlar işlediklerinden dolayı
cehennemde azaba uğrarlar, fakat imanları sebebiyle cehennemden çıkarılırlar.”36
Ebû Hanîfe’ye göre, büyük günah işleyen işlediği günahı kadar cehennemde
azaba uğrar, fakat imanları sebebiyle cehennemden çıkarılır. Ancak, büyük günah
işleyen mümin olarak ölürse, onun durumu Allah’ın dilemesine bağlıdır. Dilerse
affeder, dilerse cezalandırır. Ebû Mansur el-Mâturîdî, Ebû Hanîfe’nin büyük günah
işleyenin durumu hakkındaki görüşünün ancak, nakil yoluyla tespit edilebileceğini,
fakat bu konuyla ilgili kesin hüküm vermeyi gerektirecek bir nas gelmediği için bu
noktada ircânın kaçınılmaz bir durum olduğunu vurgulamaktadır.37
Ebû Hanîfe, büyük günah işleyenin imanı terk etmedikçe kafir sayılmayacağı,
fasık da olsa mümin sayılacağı hususunda Mürcie ile aynı fikri paylaşmaktadır.
Ebû Hanîfe, şirk haricinde mutlaka cezalandıracağı günahlar hakkında hiç bir
şey bilmediğini söylemekle, Ehl-i Kıble’den her hangi birinin şirkin dışında işlediği
33
el-Hayyât, Ebü’l-Hüseyin Abdurrahim b. Muhammed el-Mu’tezilî (300/921), el-İntisâr ve’r-Red
alâ Râvendî, 164 vd.
tkd. Muhammed Hicâzî, Kâhire 1988, 237 vd.
34
Kutlu, a.g.e., 104-105.
35
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber, 57.
36
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ebsat, 42; Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber adlı eserinde de büyük günah
işleyenin durumun şöyle açıklar: “Allah’a ortak koşmak ve küfür dışında, büyük ve küçük günah
işleyen, fakat tevbe etmeden mümin olarak ölen kimsenin durumu Allah’ın dilemesine bağlıdır.
Dilerse ona cehennemde azap eder, dilerse affeder ve hiç azaba uğratmaz.” Bkz.: Ebû Hanîfe, elFıkhu’l-Ekber, 57.
37
el-Mâturîdî, Kitabu’t-Tevhid Tercümesi, 499.
76
günahlar hususunda, “Allah onu mutlaka cezalandıracaktır” şeklinde bir şehadette
bulunamıyacağını ileri sürer ve bu görüşünü şöyle temellendirir: “Bildiğim şudur ki;
günahların bir kısmı affedilir. Ama hangisidir? Bunu bilmiyorum.”38 Çünkü,
Kur’an’da şöyle buyurulmaktadır: “Eğer yasakladığımız büyük günahlardan
kaçınırsanız sizin kusurlarınızı örteriz....”39 “Şüphesiz Allah kendisine şirk
koşulmasını affetmez. Onun ötesinde dilediği kimselerin günahlarını affeder.”40 Bu
ayetlere göre, şirkin dışındaki bütün günahların affedilmesi mümkün görünmektedir.
Ebû Hanîfe şirkin dışındaki günahları küçük ve büyük olarak nitelendirmiştir.
Fakat, o küçük ve büyük günah hakkında bir açıklama yapmamıştır. Ebû Hanîfe
küçük günahla büyük günahın aynı seviyede olmadığını belirterek, büyük günaha
nisbeten küçük günahın üstün olduğunu “Zira, Allah katında en şerefliniz, en çok
takva sahibi olanınızdır.”41 ayetine dayandırır. Ebû Hanîfe her ikisinin de
akibetlerinden korktuğunu, fakat büyük günah işleyenin durumundan küçük günah
işleyene nisbetle daha çok korktuğunu söylemekle, küçük günah işleyenin büyük
günah işleyene nazaran affedilmesini daha çok ümit ettiğini ileri sürmüştür.42 Yani, o
küçük günahın büyük günaha nisbetle Allah tarafından daha kolay affedilebileceğini
veya cezasının daha hafif olacağı fikrini ortaya koymaya çalışmıştır.
Ebû Hanîfe, şirk dışında işlenen günahların Allah tarafından affedilmesi için,
ona dua etmenin daha iyi olduğunu söyler. Bu yüzden helak olması için “Ya Rabbi,
şu adamı günahıyla cezalandır.” şeklinde beddua etmenin günah olduğunu ileri
sürer.43 Ona göre, günahkar için Allah’tan af dilemek iki husustan dolayı daha
fazîletlidir: “Birincisi, o kimse netice itibariyle günahkar da olsa mümindir. Diğer
taraftan Allah’ın o kimseye mutlaka azap edeceğini bildirdikten sonra, onun için af
dilersen bu senin için haramdır. Çünkü, Allah cehenneme layık kıldığı kimseler için
af dilemesini yasaklamıştır.”44 Burada Ebû Hanîfe birinci husustaki kimsenin
günahkar da olsa mümin olduğundan, onun affedilmesi için dua edilmesinin daha iyi
olduğunu söylerken, ikinci husustaki kimsenin imandan çıktığından dolayı onun
affedilmesi için dua etmenin haram olduğunu ileri sürmüştür. Buradan yine
38
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’-Müteallim, 16.
en-Nisa, 4/31.
40
en-Nisa, 4/48.
41
el-Enbiya, 21/35; el-Ankebût, 29/57.
42
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’-Müteallim, 17.
43
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’-Müteallim, 18.
44
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’-Müteallim, 18.
39
77
anlaşılıyorki Ebû Hanîfe’ye göre az günah işleyen ile çok günah işleyenin durumu da
aynı mertebede değildir. O, çok günah işleyene nisbetle, az günah işleyenin
affedilmesinin daha çok umulabileceğini söylemiştir.
Ebû Hanîfe’ye göre, mümin tevhidi terk etmedikçe, bütün günahları da
işlemiş olsa, yine Allah düşmanı olmaz. Zira düşman, düşmanına buğz ve nefret
besler, noksanlık izafe eder. Halbuki mümin, büyük günah irtikap etmesine rağmen,
Allah’ı her şeyden çok sever.45 Böylece Ebû Hanîfe kalbinde imanı olduğu halde
günah işleyenin mümin olduğunu, günah işleyenin Allah’a karşı düşmanlık
beslemediğini ve bu durumda dahi bu kimsenin Allah’ı herşeyden çok sevdiğini
belirtmiştir.
Ebû Hanîfe’nin günah işleyenlerin cennetlik veya cehennemlik olduklarını
söylemeden, onlar hakkındaki hükmü geciktirmeyi irca olarak görmesinden dolayı46
hem bazı klasik dönem yazarları, hem de bazı çağdaş araştırmacılar Mürcie ile Ebû
Hanîfe arasında bir ilişkiden bahsetmişlerdir. Ebû Hanîfe’nin Mürcie’den olduğunu
açıkça söylemeyişinin nedeni muhtemelen da, o dönemde o bölgelerde yoğun bir
biçimde var olan Hariciler, Mutezile ve Ashâbu’l-Hadis tarafından Mürcie’nin çok
sert bir şekilde itham edilmesidir.
Ebû Hanîfe bir müminin günahkar olmasının caiz olduğunu söylemekle,
dinde lakayıtlığı veya ahlakî kayıtsızlığı teşvik etmek istememiştir.47
Ebû Hanîfe kendi görüşlerini ortaya koyarken ılımlı davranmaya ve orta yolu
takip etmeye özen göstermiştir. Bu bakımdan sert fikirleri
savunan Haricilik,
Mutezile ve Ashabu’l-Hadis’e nisbeten, Ebû Hanîfe’nin fikirleri daha çok taraftar
toplamış, İslam’a girişi kolaylaştırmış ve İslam’ın farklı çevreler tarafından kabul
edilmesini sağlamıştır.
b. Amel-İman İlişkisi
Amel-iman münasebeti konusundaki tartışmalar hicrî I. asrın ikinci
yarısından itibaren Haricilerle Mürcie arasında hararetli bir şekilde başlamıştır.48
45
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’-Müteallim, 19.
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’-Müteallim, 23.
47
Günahkar konusunda duyarlı olmaya çağırmaktadır: “Günahlar, mümine zarar vermez demeyiz.
Keza günah işleyen kimse cehenneme girmez de demeyiz. Dünyada mümin olarak kimse, fasık da
olsa cehennemde ebedî kalacaktır demeyiz.” Bkz.: Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber, 57.
48
Kutlu, İsalm Düşüncesinde İlk Gelenekçiler, 89.
46
78
Amelin imandan bir cüz olup olmaması hususunda alternatif iki zıd görüş ortaya
atılmıştır. Amelin imandan bir cüz olup, imanın ayrılmaz bir parçası olduğunu
Hariciler, Mutezile ve Ashabu’l-Hadis taraftarları kabul ederken, amelin imana dahil
edilmeyeceği fikri Mürcie benimsemiştir.
Ebû Hanîfe amelin imandan bir cüz olmadığı fikrini kabul etmiştir. Ona göre
müminler, iman ve tevhid hususunda birbirlerine müsavidirler, fakat amel itibarıyle
birbirlerinden farklıdırlar.49 Böylece Ebû Hanîfe amelin imandan bir cüz olmadığı
hususunda, bunun aksini düşünen Hariciler, Mutezile ve Hadis Taraftarlarının
karşısında olmuştur. Bu konuda da Ebû Hanîfe, Mürcie ile hemfikirdir. Mürcie’ye
göre, bütün iyi ameller iman değildir. Eğer böyle olsaydı hiçbir insanın imanı
mükemmel olmazdı. Mürcie, Nebilerin bile bütün taatleri yerine getiremediklerini
ileri sürmekle, bütün taatlerin iman olduğu takdirde tek bir küçük günah işleyenin
imanı da tam olmayacağı fikrini savunur.50
Hadis Taraftarları ise ameli imandan bir cüz kabul ederek, sadece imanın
farzlarını, ilkelerini ve hudutlarını yerine getiren kimsenin imanının mükemmel
olabileceği fikrini benimsediğini ileri sürmüşlerdir.51 Mutezile de imanın, Allah’a
itaat, farzları ve nafileleri eda etmek ve çirkin işlerden kaçınmak olduğunu ileri
sürerek, amelin imanın ayrılmaz bir parçası olduğunu kabul etmiştir.52
Ebû Hanîfe amel ile iman arasında bir ayrım yapar ve bu fikrini şu şekilde
temellendirir: “Amel imandan, iman da amelden ayrıdır. Çünkü, çoğu zaman
müminden amel yapma mükellefiyeti kalkar. Amel kalktığı zaman iman da kalkar
denilmesi caiz değildir. Zira hayızlı kadın, bu halde iken namazın hükmü
kendisinden kalkar. Böyle bir kadın için, iman da kalkar diyemeyiz. Yahut, kendisine
imanı da terk etmesi emredilir, denilmez. Çünkü, Allah Teala, kendisine: “Orucunu
terk et, sonra onu kaza et” buyurmuştur. Kendisine imanı da terk et, sonra kaza et,
denilmez. Yine, fakire zekat borcu yoktur, denilir; fakat, fakire iman gerkeli değildir,
denilemez.”53 Burada Ebû Hanîfe, belli durumlarda amellerin terkedilebileceğini
veya kaza edilip sonra eda edilebileceğini anlatmaktadır. Ebû Hanîfe’nin bu fikrini
49
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber, 58.
el-Kâdî Ebû Ya’lâ, Muhammed b. el-Hüseyin b. Muhammed b. Halef b. Ahmed b. el-Ferrâ Bağdâdî
(458/1066), Mesâilü’l-İmân, thk. Suûd b. Abdülaziz el-Halef, Riyad 1410, 250.
51
İbn Ebî Şeybe, Ebî Bekr Abdullah b. Muhammed, Kitâbu’l-İman, thk., Muhammed Nairuddin elElbânî, Beyrut 1983, 45-47.
52
Abdülcebbar, Kâdı b. Ahmed, Şerhu Usûlu’l-Hamse, thk. Abdulkerim Osman, Kahire 1988, 802.
53
Ebû Hanîfe, el-Vasiyye, 60.
50
79
Aliyyü’l-Kârî kendi şerhinde şöyle değerlendirmektedir: “Eğer amel imandan bir
parça olsaydı, amelin düştüğü hallerde imanın da düşmesi gerekirdi. Halbuki durum
böyle değildir” diyerek Ehl-i Sünnet’in de bu görüşte olduğunu ileri sürmektedir.54
Ebû Hanîfe’nin bu görüşlerinden namazın farz olduğuna inanmayı ayrı şey,
farz olduğunu bildiği halde kılmamayı ayrı şey olarak kabul ettiği anlaşılmaktadır.
Ona göre, farz olduğuna inanmadığı halde kafir, inandığı halde kılmazsa, günahkar
mümin olur. Ebû Hanîfe’ye göre, eğer farz kılınan şeyler bizatihi iman olsaydı, Allah
o amelleri işleyinceye kadar kullarını mümin olarak isimlendirmezdi.55 O,
Kur’an’daki şu ayetleri amel ile imanın ayrı olduğuna delil olarak göstermektedir:
“İman eden ve salih ameller işleyenler....”56 “Hayır, muhsin olarak îmanıyla bütün
varlığını Allah’a teslim ederse....”57, “Kim de mümin olarak ahireti diler ve onun için
çalışırsa.....”58 Bu ayetlere göre: “Müminler imanlarından dolayı namaz kılarlar, oruç
tutar, zekat verir, hacceder ve Allah’ı zikrederler. Yoksa namaz, zekat, oruç ve
haccetmekten dolayı iman etmiş olmazlar”59 O, böyle demekle bir kimsenin iman
ettiği için amel ettiğini, yoksa amel ettiği için iman etmediğini ve bunun imkansız
olduğunu ortaya koymuştur. Yani ona göre, iman amelden öncedir, sonra değildir.
Ebû Hanîfe bu görüşünün daha anlaşılır hale gelmesi için şu örneği verir: “Borçlu
önce borçunu kabul eder, sonra da öder. Önce ödeyip, sonra da borcunu kabul etmez.
Borcunu kabul etmesi ödemesinden dolayı değil; bilakis ödemesi, borcunu kabul
etmesinden dolayıdır.”60
Hadis Taraftarlarının önde gelenlerinden Ahmed b. Hanbel, “İman edenler ve
salih amel işleyenler” şeklindeki ayetlerde, vav harfinin amel ile imanı ayrımak için
değil, ameli imanla birleştirmek için kullanıldığını söyler ve bu görüşün Ehl-i
Sünnet’in görüşü olduğunu ileri sürmüştür.61 Ebû Hanîfe ise, vav harfinin iman ile
ameli ayrımak için kullanıldığını savunur. Ebû Hanîfe’nin, Hadis taraftarlarına
yönelttiği eleştirilerinden dolayı, Hadis Taraftarlarınca Kitâbu’l-İmân adıyla bir çok
reddiye yazılmıştır.
54
Aliyyü’l-Kârî, a.g.e., 164.
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’-Müteallim, 13.
56
el-Asr, 103/2. vd.
57
el-Bakara, 2/112.
58
el-İsra, 17/19.
59
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’l-Müteallim, 13.
60
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’-Müteallim, 13.
61
İbn Hanbel, Abdullah b. Ahmed, es-Sünne, thk., Ebû Hacer Muhammed Said b. el-Ebyânî, Beyrut
1985, I/113.
55
80
c. İmanda İstisna
Bu görüş iki temel esasa dayanmaktadır. Birincisi, bir kimsenin “Ben
gerçekten müminim”, ikincisi ise, “Ben inşallah müminim veya ümit ederim
müminim.” yaklaşımıdır. Bu konu ilk dönemlerde Mürcie ve Ashabu’l-Hadis
arasında tartışılmıştır. Mürcie, iman eden kimsenin “Ben gerçekten müminim”
demesi gerektiğini şart koşarken, Hadis taraftarları ise, “İnşallah müminim” demeyi
şart koşmuşlardır.62 Onlara göre, bir mümin şu andaki halini ifade ederken “Ben
gerçekten müminim” diyebilir, fakat gelecekte mümin olarak yaşayacağını ve imanlı
öleceğini bilmediği için, müminin, “İnşallah müminim” demesi gerekir. Mürcie ise,
insanları mümin, kafir ve münafık şeklinde üç gruba ayırarak, mümin gerçekten
mümindir, kafir de gerçekten kafirdir demekle, müminin “Ben gerçekten müminim”
demesi gerektiğini söylemiştir.63
Ebû Hanîfe ise, bu konuda kendi fikrini sistemleştirmiş ve imanda istisnanın
şart olmadığını benimsemiştir. “Sen mümin misin?” diye sorulan kimseye, “Allah
daha iyi bilir derse bu hakkında ne dersin?” diye sorulduğunda Ebû Hanîfe “Onun
imanında şüphe vardır.” diye cevap vermiştir.64 O, gerçekten iman eden kimsenin,
imanından şüphe etmemesi gerektiğini ve şüpheli imanın, iman olmadığını
belirtmiştir. Ebû Hanîfe, mümin gerçekten iman eden, kafir de gerçekten inkar eden
kimsedir demekle, imanda şüphe olmaması gerektiğini ileri sürmüştür.65
Ebû Hanîfe, kendi görüşlerini “Onlar gerçekten müminlerdir”66 ve “Onlar
gerçekten kafirlerdir”67 ayetleriyle delillendirmiş ve bu ayete dayanarak Hz.
Muhammed’in ümmetinden âsi olan kimselerin hepsi gerçekten mümin olup, kafir
olmadığı sonucuna varmıştır.68 Dolayısıyla Ebû Hanîfe’ye göre, bir kimse günahkar
mümin olsa da, Allah’ın kelamını veya Allah’ı inkar etmedikçe, o gerçek mümindir.
Allah’ı inkar eden de gerçek kafirdir.
62
Bu konuda geniş bilgi için bkz: Kutlu, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesiri, 122-125;
Kutlu, İslam Düşüncesine İlk Gelenekçiler, 101-112.
63
Kutlu, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesiri, 122.
64
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ebsat, 40.
65
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ebsat, 42; a.mlf., el-Vasiyye, 60.
66
el-Enfal, 8/4.
67
en-Nisa, 4/151.
68
Ebû Hanîfe, el-Vasiyye, 60.
81
d. İmanın Tanımı
İmanın tanımı konusunda ilk dönemlerden itibaren Mürcie, Mutezile ve
Hadis Taraftarları arasında önemli görüş ayrılıkları oluşmuştur. Mürcie üç farklı
iman tanımı yapmıştır. Birincisi, iman kalple gerçekleşen marifettir veya tasdiktir.69
İkincisi, iman dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir.70 Üçüncüsü ise, iman sadece dil ile
ikrardır.71 Bunların hiç birine amel dahil edilmiş değildir.
Hadis Taraftarları, Mürcie’nin bu tanımına karşı çıkmış ve imanı, dil ile ikrar
kalb ile tasdik ve azalarla amel veya sadece söz ve amel olarak tanımlamışlardır.72
Hadis Taraftarları tarafından imanın bir çok tanımı yapılmış,73 ancak Hadis
Taraftarları imanın bütün tanımlarına ameli dahil etmişlerdir. Hadis Taraftarları
amellerin imanın bir unsuru kabul edilmesinde Haricilerin tavrını aynen
benimsemişler, fakat imanı oluşturan diğer unsurları onlardan farklı bir şekilde tespit
etmişlerdir.74
Mutezile ise, Mürcie ve Hadis Taraftarları gibi imanı açık bir şekilde
tanımlamış değildir. Mutezile imanı beş esas prensibine göre değerlendirmiştir. O,
Allah’a itaat, farzları ve nafileleri yerine getirmenin iman olduğunu iddia etmiştir.75
Mutezile de imana ameli dahil etmektedir. Bu sebeple onlar imanı, ikrar, bilgi ve
amel olarak tanımlamışlardır. Bu demektir ki, Mutezile’ye göre taklid yoluyla
yapılan imanın da hiç bir kıymeti yoktur. Görülüyorki Mutezile imana bilgiyi de
eklemiştir. Mutezile’ye göre bir kimse ikrar ederek, iyi ameller işleyerek ve aklı ile
İslam’ın temel prensiplerine ulaşmak suretiyle gerçek imanı bulmuş olur.76
Ebû Hanîfe’ye göre iman, dil ile ikrar kalp ile tasdiktir.77 Bu sebeple o, iman
nedir? sorusuna inanılacak nesneler açısından bakıp şöyle cevap vermiştir: “İman,
Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna
69
el-Malatî, Ebü’l-Hüseyin Muhammed b. Ahmed (377/987), et-Tenbîh ve’r-Red alâ Ehli’l-Ehvâ ve’lBida’, tkd. Zahid Kevserî, Beyrut 1968, 149.
70
İbn Teymiyye, Ebü’l-Abbâs Takiyuddîn Ahmed b. Abdilhalîm (728/1328), İman Üzerine, çev.
Salih Uçan, İstanbul 1985, 130.
71
el-Malatî, et-Tenbîh ve’r-Red alâ Ehli’l-Ehvâ ve’l-Bida’, 151.
72
İbn Hanbel, es-Sünne, I/85; İbn Hazm, el-Fasl, III/188.
73
Ashabu’l-Hadis’in iman tanımı konusunda geniş bilgi için bkz: Kutlu, İslam Düşüncesine İlk
Gelenekçiler, 75-88.
74
Kutlu, İslam Düşüncesine İlk Gelenekçiler, 75.
75
Abdulcebbar, Şerhu Usûlu’l-Hamse, 802.
76
Işık, Kemal, Mutezile’nin Doğuşu ve Kelamî Görüşleri, Ankara 1967, 71.
77
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber, 58.
82
şehadet etmen, meleklerine, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin
Yüce Allah’tan olduğuna inanmandır.”78
Ebû Hanîfe’ye göre sadece dil ile ikar iman olmaz. Çünkü, sadece ikrar iman
olsaydı, bütün münafıkların mümin olmaları gerekirdi. Keza sadece tasdik de iman
olmaz. Eğer sadece tasdik iman olsaydı, bütün kitap ehlinin mümin olması gerekirdi.
O bu görüşünü desteklemek için şu ayetleri delil olarak getirir: “Allah şahitlik eder
ki, münafıklar yalancıdırlar.”79, “Kendilerine kitap verdiğimiz kimseler peygamberi
oğullarını tanır gibi tanırlar.”80 O, bu ayetlerden hareketle dil ile ikrar ve kalp ile
tasdikin iman olabileceğini, ikisinden biri olmadığı zaman bir kimseye mümin
denilmesinin mümkün olmadığını açıklamıştır.
Ebû Hanîfe, diliyle tasdik, kalb ile tekzib eden kimsenin, insanların onun
kalbinde olanı bilemiyeceklerinden dolayı Allah katında kafir, insanlara göre ise
mümin olduğunu savunur.81 Çünkü, Allah kalpte olanı bilir. Fakat insanlar kalpte
olanı bilemez. Bu bakımdan insanlar tasdik konusunda üç farklı durumdadır.
Birincisi, lisan ve kalbi ile tasdik eden kimse Allah katında ve insanlar yanında
mümindir. İkincisi, lisanıyle tasdik, kalbi ile tekzib eden kimse, Allah katında kafir,
insanlara göre mümin olan kimsedir. Üçüncüsü, imanını gizleme durumunda, lisanı
ile küfür izhar edenin halidir. Onun bu durumunu bilmeyen kimse, o insanı kafir
olarak isimlendirir. Fakat, o kimse Allah katında mümindir.82
Ebû Hanîfe, imanın dil ile ikrar, kalp ile tasdik olduğunu, fakat bazı
durumlardan dolayı kalp ile tasdik edip, dil ile gizleyenin mümin olduğunu
belirtmiştir. Bunun aksi durumunda ise, yani dil ile ikrar edip, kalbi ile inkar edenin
imanı kabul olmaz. Bu durumda o kimseyi Allah kafir olarak isimlendirir.
Ebû Hanîfe imanın sözlük anlamını açıklarken bu kelimenin eş anlamlıları
arasında tasdik, marifet, yakîn, ikrar ve İslam kelimelerine yer verir.83 Bu kelimeler
arasındaki anlam ilişkisini şöyle açıklar: “Bunlar birbirinden farklı ve fakat hepsi de
bir manaya, iman manasına gelen kelimelerdir. Allahu Teala’nın Rabb olduğunun
ikrarı, tasdiki, kesin inancı ve kesin bilgisidir. Bütün bunlar, muhtelif lafızlar
78
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ebsat, 35-36, 37.
el-Münâfikun, 63/1.
80
el-Bakara, 2/146.
81
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’-Müteallim, 13.
82
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’-Müteallim, 13-14.
83
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’-Müteallim, 13.
79
83
olmalarına rağmen manaları birdir. Mesela, bir kimseye ey insan, ey adam veya ey
filanca denmesi gibi.”84
Ebû Hanîfe, imanın tanımına ameli dahil etmemiştir. Bundan dolayı Hadis
taraftarları, Ebû Hanîfe’yi eleştirmişlerdir. Sonuç olarak Ebû Hanîfe’ye göre, iman,
dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir. Fakat, bazı durumlardan dolayı sadece kalbin tasdiki de
yeterli sayılır.
e. İmanda Artma ve Eksilme
İmanda artma ve eksilme konusu en çok Mürcie ve Hadis Taraftarları
arasında tartışılmıştır. İmanda artma ve eksilmenin olmayacağı fikrini savunan taraf
Mürcie olurken, imanın artmasını ve eksilmesini kabul eden taraf Hadis Taraftarları
olmuştur.85 Daha çok ameli imana dahil edenler, imanın artıp eksileceğini
benimserken,
ameli
imana
dahil
etmeyenler
imanın
artmayacağını
ve
eksilmeyeceğini kabul etmişlerdir.
Ebû Hanîfe, ameli imandan bir cüz saymadığından imanın artıp eksilmesini
kabul etmemiştir. Çünkü, ona göre imanın artması ancak küfrün azalması, eksilmesi
de küfrün artması anlamına gelir. Bir şahsın aynı durumda mümin ve kafir olması ise
mümkün değildir. Mümin gerçekten iman eden, kafir de gerçekten inkar eden
kimsedir.86 Bu durumda imanın artması ve eksilmesi imkansız bir şeydir.
Mustafa Öz, tarafından tercüme edilen Fıkh-ı Ekber’deki “Gökte ve yerde
bulunanların imanı, iman edilmesi gereken şeyler yönünden artmaz ve eksilmez,
fakat yakîn ve tasdik yönünden artar ve eksilir.”87 ifadesinin Ebû Hanîfe’ye nisbeti
yanlıştır. Şarihlerin fikirleri asıl metinle karıştırılmıştır. Fıkhu’l-Ekber’in bazı yazma
nüshalarındaki bu farklılık Kutlu tarafından tespit edilmiştir.88
Örneğin Aliyyü’l-Kârî şerhinde, “Gök ve yer ehlinin imanı ne artar, ne
eksilir.” ifadesi asıl metin olarak gösterilmektedir.89 Muhtemelen, “yakîn ve tasdik
84
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’-Müteallim, 14.
Mürcie’nin imanda artma ve eksilme konusundaki görüşü hakkında geniş bilgi için bkz: Kutlu,
Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesiri, 130-138 ; Hadis taraftarlarının imanda artma ve
eksilme konusu hakkında geniş bilgi için bkz: Kutlu, İslam Düşüncesine İlk Gelenekçiler, 119-129.
86
Ebû Hanîfe, el-Vasiyye, 60.
87
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber, 58.
88
Kutlu, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesiri, 16.
89
Aliyyü’l-Kârî, a.g.e., 160.
85
84
yönünden artar ve eksilir” ifadesi, Kutlu’nun da tespit ettiği gibi, şarihlerin
görüşüdür.
Ebû Hanîfe, sema ve gök ehlinden kasıt akıl sahibi inanmakla yükümlü
olanların hiç birisinin imanı artmayıp eksilmeyeceği, hattâ insanlarla meleklerin
imanının aynı değerde olduğunu iddia etmektedir. O, bu görüşünü şöyle
temellendirmektedir: “Çünkü biz, meleklerin görüp inandıkları, Allah’ın akıllara
hayret veren ayetlerinin hepsini görmediğimiz halde tamamen iman etmiş
bulunuyoruz.”90
Son dönem araştırmacılarından ve Ebû Hanîfe’nin Fıkhu’l-Ekber adlı eserini
şerh eden Aliyyü’l-Kârî, Ebû Hanîfe’nin konuyla ilgili görüşlerini imanın hem
tasdik,
hem
de
yakîn
yönünden
artmayacağı
ve
eksilmiyeceği
şeklinde
anlaşılabileceğini iddia etmiştir. O, “Onlara Allah’ın ayetleri okunduğu zaman,
imanlarını arttırır.”91 ayetinden maksadın inanılacak Kur’an ayetleri indikçe imanın
arttığı şeklinde tevil edilmesi gerektiğini ileri sürer ve Ebû Hanîfe’nin görüşünü
şöyle özetler: “İman, inanılacak hususların artması ile artar. Bu durum ise Hz.
Peygamber’in asrından başka zamanlar için düşünülemez.”92
Ebû Hanîfe’yi en iyi anlayanlardan birisi olan Aliyyü’l-Kârî, imanın artma ve
eksilmesinin kalpteki semeresinin, güzelliğinin, nurunun, ziyasının çokluğu ve
temizliğinin artması şeklinde yorumlayan görüşü eleştirmektedir. Çünkü, ona göre
insanlardan bir çoğu çok amel yaptığı halde durumlarında bir değişiklik, nurunda bir
artış, semeresinde bir ziyadelik görülmeyecektir. İman kamil olduğu ve yakîn
tahakkuk ettiği halde bazı kemal sahiplerinde kötülükler de bulunur.93 Kısaca Ebû
Hanîfe “iman artmaz ve eksilmez” ifadesiyle, onun Kur’an indikten sonra hiç bir
yönden artmayacağı ve eksilmeyeceğini kastetmektedir.
f. İmanda Eşitlik
Müminlerin iman konusunda birbirleriyle aynı olup olmaması hususunda
farklı görüşler bulunmaktadır. Yine bu konuda daha detaylı fikirleri ortaya koyanlar
Mürcie ve Hadis Taraftarları olmuştur. Diğer konularda olduğu gibi, imanda eşitlik
90
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’-Müteallim, 14-15.
el-Enfal, 8/2.
92
Aliyyü’l-Kârî, a.g.e., 263.
93
Aliyyü’l-Kârî, a.g.e., 264.
91
85
konusunda da Mürcie ile Hadis Taraftarları birbirine alternatif görüşler ileri
sürmüşlerdir.
Mürcie, müminlerin iman konusunda birbirleriyle aynı olup, birinin
diğerinden üstünlüğü kabul etmeyerek “İnsanlar, imanlarında birbirlerinden üstün
değildirler, bu sebeple onların günahları da, salih amel işleyenleri de iman konusunda
eşittirler.”94 görüşünü benimsemiştir. Dolayısıyla Mürcie’ye göre, amel imandan bir
cüz sayılmaz ve salih amel işleyen müminle, günah işleyen mümin, iman konusunda
eşittir. Bu bakımdan Mürcie, Hadis Taraftarlarının ağır eleştirilerine maruz kalmıştır.
Hadis Taraftarları, ameli imandan bir cüz saydıklarından dolayı müminlerin
iman konusunda eşit oldukları fikrini reddetmişlerdir. Onlar, daha fazla itaat edenin
imanının daha çok, günah işleyenlerin imanı daha az olduğunu kabul etmişlerdir.95
Ebû Hanîfe’ye göre, amel imandan bir cüz değildir. Bütün müminler,
imanları bakımından birbirine eşittir. O, kendi eserinde bunu şöyle ifade eder: “Adl
ve hak ehli, Allah’ın mukaddes emirlerine hürmet konusunda aynı seviyededirler.
Fakat, onların bir kısmı ilim, delil, mukaddes ilâhî emirlere tazim ve davet, bu
konuda sıkıntılara katlanmak ve ümmetin bozulmaması hususunda büyük gayret
sarfetmelerinden, onların haklarını aramak ve müdafaa etmek bakımından,
diğerlerinden üstündür.”96 Ona göre, müminler iman ve tevhid hususunda birbirlerine
müsavidirler, fakat amel itibariyle birbirlerinden farklıdırlar.97 Ebû Hanîfe’ye göre
imanın dışındaki konularda müminler birbirlerinden üstün olabilirler.
Hadis Taraftarları, imanı amellere göre ölçüyorlardı. Ebû Hanîfe’nin önde
gelen öğrencilerinden Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed hocasından ayrılıp, bu
konuda Hadis taraftarlarına yakın düşündükleri görülmektedir. Ebû Yûsuf’un şöyle
dediği rivayet edilir: “Ben hak müminim. Ben, Allah katında müminim. Ama, benim
imanım, Cebrail’in Mikail’in imanı gibidir, diyemem.”98 İmam Muhammed’in de
şöyle dediği rivayet edilir: “İmanım Cebrail’in imanı gibidir demesini iyi görmem.
İmanım, Ebû Bekir’in (r.a) imanı gibidir şeklinde bir söz de edilemez. Ancak şöyle
94
Hâlimî, Hüsyin b. Hasen, Kitâbu’l-Minhac fî Şuabü’l-İman, thk. Halimî Muhammed Fude, Beyrut
1979, I/80.
95
Hâlimî, Kitâbu’l-Minhac, I/51.
96
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’-Müteallim, 18.
97
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber, 58.
98
Ebû’l-Leys es-Semerkandî, Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. İbrâhim el-Hanefî (383/993),
Tenbîhu’l-Ğâfilîn ve Büstânu’l-Ârifîn (Gafilleri Uyaran kitap), çev. Abdülkadir Akçiçek, İstanbul
1974, 914..
86
denebilir: Ebû Bekir’in iman ettiğine ben de iman ettim.”99 Buradan anlaşıldığına
göre, ikisi de imanın eşit olmadığı görüşünü savunmaktadırlar. Muhtemelen onlar
içinde yaşadıkları toplumun baskısından bu noktada etkilenmişlerdir.100
Ebû Hanîfe, iman konusunda müminlerin eşitliğini savunmakla, ameller
üzerinden insanların imanlarını sorgulamanın önüne geçmiş ve müslümanların birlik
ve beraberliğini güçlendirmek istemiştir.
g. İman-İslam İlişkisi
İman-İslam ilişkisi, ilk dönemlerden itibaren en fazla tartışılan kelamî
problemlerden birisidir.
Mürcie, iman ile İslam’ın mânâ itibariyle aynı anlama geldiğini, ikisinin tek
bir isim olduğunu ileri sürmüştür.101 Hadis Taraftarları arasında ise bu konuda bir
birliktelik bulunmamakla birlikte, onlardan bazıları iman ile İslam’ın aynı olduğunu
kabul ederler. Hadis Taraftarlarından bu fikri destekleyenlerin başında Şâfiî, Ebû
Ubeyd, Buhârî, Muhammed b. Nasr, Hâlimî ve İbn Mende gelmektedir.102 Hadis
Taraftarlarından bir grup imanı, amel; İslam’ı, ikrar olarak iki ayrı isim olarak
tanımlar.103
İman ve İslam’ın aynı anlama geldiğini destekleyenler, ameli hem
imanın, hem de İslam’ın bir cüzü saymışlardır.104 İman ve İslam’ın ayrı anlama
geldiğini
destekleyenler
ise,
ameli
imana
dahil
ederken,
İslam’a
dahil
görüşündedir.
Kâdı
105
etmemişlerdir.
Mutezile
ise,
iman
ve
İslam’ın
aynı
olduğu
Abdulcebbar’a göre, iman ve İslam arasında lafız dışında bir farklılık yoktur.106
Mürcie ile Mütezile, iman ile İslam’ın mana itibariyle aynı anlama geldiği hususunda
hemfikirdirler. Fakat, amelin imana dahil edilip edilmemesi hususunda birbirinden
farklıdırlar. Mutezile ameli imandan bir cüz saydığından, ameli İslam’a da dahil
etmektedir. Mürcie ise, ameli ne imandan bir cüz, ne de İslam’dan bir cüz sayar.
99
Ebû’l-Leys es-Semerkandî, Tenbîhu’l-Ğâfilîn, 914.
Kutlu, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesiri, 137.
101
Mâlâtî, et-Tenbîh, ve’r-Red, 156; Mürcie’nin İman-İslam ilişkisi konusunda geniş bilgi için bkz:
Kutlu, Türklerin İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesiri, 138-141.
102
Hâlimî, Kitâbü’l-Minhâc, I/43-45.
103
Kâdı Ebî Ya’la, Mesâilü’l-İman, 426-428.
104
Hâlimî, Kitâbü’l-Minhâc, I/43-45. Bu konuda geniş bilgi için bkz., Kutlu, İslam Düşüncesine İlk
Gelenekçiler, 138-141.
105
Kâdı Ebî Ya’la, Mesâilü’l-İman, 426-428.
106
Abdulcebbar, a.g.e., 706-707.
100
87
Ebû Hanîfe, imanın İslamla aynı anlamda olduğunu kabul eder. Daha önce de
zikrettiğimiz gibi o, imanı, tasdik, marifet, yakîn, ikrar ve İslam
şeklinde
tanımlayarak, bunların lafız itibariyle farklı, fakat mânâ itibariyle aynı anlama
geldiğini, yani hepsinin iman mânâsına geldiğini söyler.107 Ona göre, iman için
geçerli olan şey İslam için de geçerlidir. O, bu görüşünü şöyle açıklar: “İslam,
Allah’ın emirlerine teslim olmak ve itaat etmek demektir. Lügat itibariyle iman ve
İslam arasında fark vardır. Fakat, İslamsız iman, imansız İslam olmaz. Onların ikisi
de bir şeyin içi ve dışı gibidirler.”108 Ebû Hanîfe, iman ile İslam’ı bir bütün olarak
görmektedir. Bu bakımdan ne amel, iman ve İslam’dan bir cüzdür. Ne de iman ve
İslam’da artma ve eksilme olur. İman eden İslam’a girmiş olur. Her mümin
müslüman, her müslüman da mümindir. Ebû Hanîfe, mümin ve müslüman
kelimelerinin kullanımının ey adam, ey insan veya ey filanca şeklindeki kullanımlara
benzediğini ve bunlarla aynı mânâ kastedildiğini ileri sürer.109 Aynı şekilde imanda
ve İslam’da istisna geçersizdir. Bir kimseden mümin vasfı kalktığı zaman
müslümanlık vasfı da kalkar. Ebû Hanîfe’ye göre, iman, İslam ve temel
prensiplerinin toplamı dini oluşturur.110
İman ve İslam’ın aynı anlama gelip gelmediği konusunda mezhepler arasında
tam bir birliktelik olmamıştır. Ebû Hanîfe’nin, bu konuda da Mürcie ile aynı fikri
paylaştığı anlaşılmaktadır.
h. Va’d ve Vaîd
Va’d; Allah’ın Âhirette iyi işler işleyeni mükafatlandırması, vaîd ise, kötü
amel işleyenleri cezalandırması anlamındadır. Bu konuda ilk tartışmayı başlatanlar
Haricilerden Vaidiyye fırkası ve Mutezile olmuştur. Vaidiyye’ye göre, büyük günah
işleyen kafirdir ve bundan dolayı da ebedî cehennemde kalacaktır.111 Şehristanî,
Mutezile’nin va’d ve vaîd görüşünü şöyle açıklamıştır: “Mutezile’ye göre bir mümin
107
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’-Müteallim, 13-14.
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber, 58; Aliyyü’l-Kârî, kendi şerhinde Ebû Hanîfe’nin bu görüşünü şöyle
açıklar: “İman, içten boyun eğmek, İslam ise dıştan boyun eğmektir” diyerek Kur’an’daki şu ayeti
örnek olarak gösterir: “Bedevîler, inandık dediler. De ki, siz kalbinizle iman etmediniz. Ancak biz,
müslüman gözüktük, deyin.” (Hucurat, 49/14) Aliyyü’l-Kârî, imanın içten, İslam’ın da dıştan boyun
eğme olduğunu şöyle açıklar: “Hülasa, iman kalb işidir, dolayısıyla gizlidir. İslam açıktır, gizli
değildir. İmanın yeri kalptir. İslam’ın yeri kalıptır, cesettir. İkisi bir birini tamamlar.” Bkz., Aliyyü’lKârî, a.g.e., 165-166.
109
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’-Müteallim, 14.
110
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber, 58.
111
Şehristânî, el-Milel, I/105.
108
88
dünyadan Allah’a itaat edip tövbe ederek ayrılırsa, mükafata nail olur. Eğer, büyük
günah işleyen kimse bu dünyadan tövbe etmeden ayrılırsa, cehennemde ebedî olarak
kalacaktır, ancak onun azabı kafirlerin azabından daha hafif olur.”112 Gerek Hariciler,
gerekse Mutezile Allah’ın hem va’dinden, hem de vaîdinden dönmeyeceğini
savunurken, Mutezile büyük günah işleyen müminin kafirlerden daha hafif azaba
uğrayacağını ileri sürmekle Haricilerden az da olsa farklılık arzetmektedir.
Mutezileye göre, bu dünyada iyi ameller işleyenin ahirette bu amellerin mükâfatını
görmemesi, Allah’ın adaletine yakışmadığı gibi, kötü ameller işleyenin de ahirette
cezalandırılmaması Allah’ın adaletine yakışmaz.113 Ona göre bir insan bu dünyada
yaptığı işlerinden dolayı Ahirette bunun karşılığını mutlaka görecektir.
Ebû Hanîfe de va’d ve vaîd prensiplerine uyarak bu dünyada iyi ameller
işleyenin ahirette Allah tarafından mükafatlandıracağını, kötü ameller işleyenin ise
Allah tarafından cezalandırılacağını ileri sürmüştür. O, “Şüphesiz Allah kendisine
şirk koşulmasını affetmez. Onun ötesinde dilediği kimselerin günahlarını affeder.”114
ayetini delil getirerek şirkin dışındaki günahların Allah tarafından affedilmesinin
mümkün olduğunu ileri sürer.115 Ancak, o bir müminin işlediği iyi veya kötü amelleri
miktarınca mükafatlandırılıp, yahut cezalandırılacağını söylemiştir.116 Ebû Hanîfe,
Hariciler ve Mutezile’nin ileri sürdüğü büyük günah işleyenin ebedî cehennemde
kalacağı fikrine katılmamıştır. Ona göre, bir mümin işlediği günahı kadar cezasını
çektikten sonra cennete girecektir. Ebû Hanîfe kendi fikirlerine delil olarak şu
ayetleri göstermektedir117: “Kazandığı iyilik kendi lehine, yaptığı kötülük de kendi
aleyhinedir.”118, “Bir iş yapanın amelini ben, elbette boşa çıkarmam.”119, “Yalnız
işlediklerinizin karşılığı ile cezalandırılacaksınız.”120, “Ancak işlediklerinizin
cezasını göreceksiniz.”121, “Kim zerre miktarı iyilik işlerse karşılığını görür, kim de
zerre miktarı kötülük işlerse karşılığını görür.”122, “Küçük büyük her şey
112
Şehristânî, el-Milel, I/39.
Işık, Mutezile’nin Doğuşu ve Kelamî Görüşleri, 71.
114
en-Nisâ, 4/48.
115
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’-Müteallim, 17.
116
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’-Müteallim, 25-26.
117
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’-Müteallim, 25-26.
118
el-Bakara, 2/285.
119
Âli-İmran, 3/195.
120
Yasin, 36/54.
121
et-Tahrim, 66/7.
122
ez-Zilzal, 99/8.
113
89
yazılıdır.”123, “Biz kıyamet günü adalet terazilerini koyacağız. Hiç bir kimse hiç bir
şeyle haksızlığa uğratılmaycaktır. Hardal tanesi ağırlığınca olsa da biz onu hesaba
katacağız. Bizim hesap görmemiz elverir.”124
Ebû Hanîfe’ye göre, ayetlerden bu dünyada iyi ameller işleyen kimsenin
ahirette karşılığını alacağı anlaşılmaktadır. Aynı şekilde kötü ameller işleyenler de
karşılığını alacaktır. Fakat, ona göre bütün büyük günah işleyenlerin durumu aynı
değildir. Herkes işlediği günahı kadar azap görür ve daha sonra cehennemden
çıkarılır.125
Ebû Mansur el-Mâturîdî de Ebû Hanîfe’nin bu konudaki görüşünün isabetli
olduğunu ileri sürerek, onun delil olarak kullandığı ayetleri sıralar.126
Sonuç olarak Ebû Hanîfe’ye göre, Allah va’dinden dönmez, ama vaîdinden
dönebilir. Allah’ın vaîdinden dönmesi, iman ettiği halde kötü amel işleyen müminler
için bir rahmettir. Allah’ın rahmeti gazabından geniştir.
D. Siyasî Görüşleri
Ebû Hanîfe 70 senelik ömrünün 52 yılını Emevîler; kalan 18 yılını Abbâsîler
döneminde geçirmiştir ve çeşitli gruplar arasındaki siyasî mücadelelere şahid
olmuştur. Şöyleki o, Emevi hükümdarlarından Abdülmelik b. Mervan (66-86/685705)’dan başlayarak son halife II. Mervan zamanına (127-133/744-750) kadar geçen
bütün olaylara, hilafetin Emevilerden Abbâsîler’e geçişine ve Abbâsî halifelerinden
Ebû’l-Abbas es-Seffah (133-137/750-754) ile Ebû Cafer el-Mansur (137-138/754775) zamanında gelişen pek çok olaya tanık olmuştur.127 Fakat, buna rağmen siyasete
pek itibar etmemiş, kendisini ilme vermiştir. Bununla birlikte Ebû Hanîfe’nin Ehl-i
Beyt’e saygılı olduğu ve onları sevdiği söylenir. Onun, Zeyd b. Ali Zeynelabidin ve
Cafer Sadık’la samimî olduğu ve Muhammed Bakır’la temas halinde bulunduğu
bilinmektedir. Bununla birlikte şehid edilen Muhammed Nefsü’z-Zekiyye ve
İbrâhim’in babaları olan Abdullah b. Hasan’la da yakın ilişkisi vardı.128
123
el-Kamer, 54/53.
el-Enbiya, 21/47.
125
Ebû Hanîfe, el-Âlim ve’-Müteallim, 26.
126
el-Mâturîdî, Kitabu’t-Tevhid Tercümesi, 499.
127
Uzunpostalcı, “Ebû Hanîfe”, X/132-133.
128
Ebû Zehra, Ebû Hanîfe, 55.
124
90
Ebû Hanîfe, Zeyd b. Ali’nin dinî yaşayışını, ahlakını, ilmini beğendiği ve çok
takdir ettiği bilinir. O, Zeyd’in Emevîler’e karşı çıkışını, Hz. Peygamber’in Bedir
Harbine çıkışına benzetmiştir.129
Ebû Hanîfe, her ne kadar Ehl-i Beyt’i desteklemiş ise de, Şia’nın imamet
anlayışını benimsemiş değildir. O, fazilet sıralamasını şöyle ifade eder:
“Peygamber’den sonra insanların en faziletlisi, Ebû Bekr es-Sıddîk, sonra Ömer elFârûk, sonra Osman b. Affân Zü’n-Nûreyn, daha sonra Aliyyu’l-Murtazadır.”130
Ebû Hanîfe, siyasî konulardan uzak olmasına rağmen bazı önemli
meselelerde
aracılık yaptığı bilinmektedir. Emevîler döneminde mevaliye diğer
müslümanlarla eşit haklar sağlamak için Ebû Sayda ve Sabit Kutna tarafından
başlatılan Mürciî hareketinin devamı olarak bilinen Haris b. Süreyc isyanı,
Emevîler’in yıkılışını hazırlayan sebeplerden birisi olmuştur.131 Emevî vâlisi Nasr b.
Seyyar, 126/744 senesinde Hâlid b. Ziyad ve Hâlid b. Amr’ı, Haris adına eman
almak için Halife Yezid b. Velid’e gönderir. Onlar önce Kûfe’ye gelip Ebû
Hanîfe’den halifenin önemli adamlarından Eclah’a kendilerini Yezid b. Velid ile
görüştürmesi için bir mektup yazmasını istemişlerdir.132 Bu olay incelendiğinde Ebû
Hanîfe’nin Horasan’daki bu hadiselerden haberdar olduğu, onun Haris b. Süreyc’i
destekleyenlerin bir kısmını tanıdığı anlaşılmaktadır.
Abbâsîler’in kuruluş yıllarında İbrâhim b. Meymun ve Yezîd en-Nahvî,
Mürcie’nin önde gelen şahsiyetlerindendi. Ebû İshâk el-Mervezî İbrâhim b.
Meymun, Ebû Hanîfe’nin önde gelen öğrencilerinden olup Atâ b. Ebî Rebâh ve
Nâfi’den rivayette bulunmuştur.133 O, fakîh ve zekî birisi olup, iyiliği emretme
hususuna, takva ve ibadete çok önem veriyordu.134 İbrâhim b. Meymun ve Ebû
Hanîfe “iyiliği emredip, kötülükten sakındırmanın” Allah tarafından farz kılındığı
konusunda aynı fikri paylaşmışlar, fakat, onun nasıl yerine getirileceği konusunda
ihtilaf etmişlerdir. Ebû Hanîfe, İbrâhim b. Meymun’a bu işi tek başına
yapamayacağını söylese de, o ölünceye kadar Ebû Muslim’le cihad edeceğini
129
Ebû Zehra, a.g.e., 45.
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ekber, 57; a.mlf., el-Vasiyye, 61.
131
Bu konuda geniş bilgi için bkz., Madelung, “Horasan ve Maveraünnehir’de İlk Mürcie ve
Hanefîliğin Yayılışı”, 239-247; Kutlu, Türkelerin İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesiri, 183-196.
132
et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr (310/922), Tarihu’l-Ümem ve’l-Mülûk, thk. M. Ebû’lFazl İbrâhim, Kâhire 1977, II71867-1869.
133
Zehebî, Mîzân, I/33; Kureşî, Cevâhirü’l-Muziyye, I/60. (Haydarabad 1332, Baskısı); et-Temîmî,
Tabakâtu’s-Seniyye, I/247.
134
İbn Hâcer el-Eskalânî, Tehzîb, I/172.
130
91
savunmuştur. İbrâhim b. Meymun, Merv’e dönünce Ebû Muslim’i eleştirmeye
devam etmiş, bunun üzerine Ebû Muslim onu tutuklamıştır. Fukaha ve zahidler araya
girerek serbest bıraktırdılar. Fakat İbrâhim b. Meymun, bu davasından vaz
geçmeyince tekrar tutuklandı. O, Ebû Muslim’i şu şekilde eleştirdi: “Seninle cihad
etmekten daha faziletli Allah için yapabileceğim başka bir iş görmüyorum. Allah
görüyorki benim elim bağlı, dilimle eleştirmek suretiyle cihada devam edeceğim.”135
Bunun üzerine Ebû Muslim, 131/748 yılında onu işkenceyle öldürdü.136 Onun ölüm
haberi Ebû Hanîfe’ye ulaştığında, üzüntüsünden ağlayarak önceden beri onun başına
böyle bir işin geleceğinden korktuğunu söyledi.137 Buradan anlaşılıyorki Ebû Hanîfe,
İbrâhim b. Meymun’la iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma ilkesinin nasıl
uygulanacağı kunusunda aynı fikri paylaşmasa da, onu çok seviyordu. İkisinin
arasındaki fark, İbrâhim b. Meymun’un, Ebû Hanîfe’ye nisbeten çok sert ve ısrarcı
olmasıydı. Emevîler dönemindeki Mürciî liderlerden Sabit Kutna, Ebû Sayda ve
Haris b. Süreyc de, İbrâhim b. Meymun gibi düşünüyorlardı. Ebû Hanîfe, iyiliği
emretme ve kötülükten sakındırma ilkesinin nasıl uygulanacağı hususunda Mürciî
liderlerinden farklı bir tavır sergileyerek, onların fikirlerinin önce Horasan’da ve
daha sonra da Maveraünnehir’de yayılmasına büyük katkı sağlamıştır. Ebû Hanîfe,
siyasî konulara doğrudan katılmasa bile, dolaylı olarak hem Emevî, hem Abbâsî
döneminde uygulanan haksızlıklara karşı direnen Mürciî liderlere danıştığı ve
görüşlerine başvurduğu önemli bir şahsiyetti.
Ebû Hanîfe, “Müminlerden iki zümre birbiriyle savaşacak olurlarsa, aralarını
bulup barıştırın. Onlardan biri diğerine tecavüzde bulunursa, mütecaviz olan tarafla
Allah’ın emrine dönünceye kadar savaşın”138 ayetini delil getirerek, zâlim İmama
karşı olduğunu ve âdil zümreyle beraber olacağını savunuyordu.139
Ebû Hanîfe’nin hem Emevî, hem de Abbâsî yönetiminden pek memnun
olmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü, önce Emevî döneminde Halife İbn Hübeyre’nin,
sonra Ebû Cafer el-Mansur’un kadılık teklifini reddetmiştir. Ebû Hanîfe, bu görevi
kabul etmemekte ısrarlı olduğu için kırbaçlanmış ve hapse atılmıştır. Hazineden
135
Kureşî, Cevâhirü’l-Muziyye, I/60.
Kureşî, Cevâhirü’l-Muziyye, I/60; İbn Hâcer el-Eskalânî, Tehzîb, I/173; et-Temîmî, Tabakâtu’sSeniyye, I/247.
137
Kureşî, Cevâhirü’l-Muziyye, I/59; et-Temîmî, Tabakâtu’s-Seniyye, I/246.
138
el-Hucurât, 49/9.
139
Ebû Hanîfe, el-Fıkhu’l-Ebsat, 39.
136
92
yetkili olması için teklif etmiş, fakat o bunu da kabul etmemiştir.140 Ebû Hanîfe’nin
bu siyasî tavrının bireysel olduğu, kendisinden sonra öğrencilerinin kadılık görevini
kabul etmelerinde belli olmaktadır.141
Ebû Cafer el-Mansur, Ebû Hanîfe’yi kadılık görevine getirmek istediğinde
hem iktidarı, hem de kendi çıkarını düşünüyordu. O, ilmiyle ve ahlakıyla insanların
güvenini kazanan Ebû Hanîfe’yi bu iş için uygun görüyordu. Ebû Cafer el-Mansur bu
amacını gerçekleştirmek için çok çaba sarf etmiştir. O, Ebû Hanîfe’yi ikna etmek için
hediyeler bile göndermiştir, fakat bunların hiç birini kabul etmemiştir. Bu konuda
Hasan b. Ziyad şöyle der: “Allah’a yemin ederim ki, ne halifelerden, ne de
emirlerden bağış ve hediye kabul etti.”142 Ebû Hanîfe bütün bunların farkındaydı.
Ebû Hanîfe, halifeler tarafından gönderilen hediyelerin devlet hazinesinden
olduğu, şahsî mülkünden vermediği ve kendisinin beytü’l-maldan yardım alacak
durumda olmadığı gerekçesiyle, onları geri çevirmiştir.143 O, hayatı boyunca bu tür
şeylere, çok dikkat etmiştir. Onun haramdan ne kadar uzak durduğu anlaşılmaktadır.
Ebû Hanîfe’nin, bir mala haram karıştığı şüphesi hasıl olursa onu hemen yoksullara,
muhtaçlara dağıttığı bilinmektedir.144
Abdülmelik b. Mervan’dan itibaren Emevî halifelerinin ve ilk iki Abbâsî
halifesinin yönetimlerine şahit olan Ebû Hanîfe’nin onlara karşı siyasî tavrını
belirleyen ana sebep, bu liderlerin zorba uygulamaları ve Ehl-i Beyt’e olan
sevgisiydi.145 Görüldüğü gibi Ebû Hanîfe yaşadığı dönemdeki iktidarın uyguladığı
baskıcı uygulamalardan memnun değildi ve bir yandan da Emeviler’in Ehl-i Beyt’e
olan baskısını hoş karşılamıyordu. Bütün bunlardan Ebû Hanîfe’nin hem Emevî, hem
de Abbâsî yönetimini meşru görmediği anlaşılmaktadır. Bu bakımdan siyasete pek
karışmamış, kendisini ilme vermiş ve yetkililer tarafından gelen teklifleri geri
çevirmiştir. Bununla da kalmayıp yönetim tarafından uygulanan bütün zorluklara
katlanmış ve kararından da hiçbir zaman dönmemiştir.
140
İbn Abdilberr, el-İntikâ, 255.
Uyanık, Mevlüt, “İslam Düşüncesinin Teşekkül Döneminde Ebû Hanîfe’nin Siyasi Duruşu”, İmamı Azam Ebû Hanîfe ve Düşünce Sistemi Sempozyumu Tebliğ Metinleri, 41. (Basılmamış Metinler)
142
Zehebî, Menâkıb, 42; İbn Hâcer el-Heytemî, a.g.e., 117-118.
143
Uyanık, a.g.m., 42.
144
Bu konudaki rivayete bkz: el-Hatîb el-Bağdâdî, Târîhu Bağdâd, XIII/358; Ebû Zehra, a.g.e., 42.
145
Yaman, Ahmet, “Ebû Hanîfe ve Reel Siyaset”, İmam-ı Azam Ebû Hanîfe ve Düşünce Sistemi
Sempozyumu Tebliğ Metinleri, 166. (Basılmamış Metinler).
141
94
III. BÖLÜM
EBÛ HANÎFE’NİN GÖRÜŞLERİNİN FERGANA VADİSİNDE
YAYILIŞI
A. Fergana Vâdisinin Genel Durumuna Kısa Bir Bakış
Fergana, İslamiyetten önce ve sonra bir çok devlet ve medeniyetlere beşiklik
yapmıştır. Coğrafî olarak Fergana, Mâveraünnehir’in doğusunda yer almaktadır.
Barthold, Fergana’nın daha önceki durumu hakkındaki bilgilerin Çin kaynaklarında
olduğunu ve Çin kaynaklarında Davan olarak geçtiğini, Fergana ismini miladî V.
asırda almış olduğunu ileri sürmekle, en eski Çin imlası ile P’o-lo-na sonra Pa-hanna, P’o-han ve Fei-han olarak son şeklini aldığını belirtmektedir.1 Fergana bölgesine
İslamiyet yerleştikten sonra, III-IV/IX-X. asırdan itibaren İslam Coğrafyacılarının
ilgi odağı olmuştur. İslam Coğrafyacıları Fergana’yı Mâveraünnehir’in doğu
tarafında yer alan bölge olarak tasvir etmişlerdir.2 Barthold, bütün bu kaynaklara
dayanarak Fergana’nın coğrafî konumu şu şekilde belirler: “Kuzeyde Çatkal dağları,
doğuda Fergana dağları ve güneyden Alay dağlarıyla sınırlıdır.”3
İslam’ın yayılmasından sonra, Fergana’nın baş şehri Ahsıket, ikinci şehir
olarak da Kuba kabul edilmiştir.4 Makdisî’ye göre, Kuba Ahsıket’ten daha büyük ve
daha güzel olduğundan Kuba’nın başkent olması gerekir. Sınırdaki Oş şehri ise,
üçüncü önemli şehir olarak görülmüştür.5 Barthold,
Özkent’in Oş’un üçte bir
büyüklüğünde olduğunu belirtmektedir.6 IV/X. asra kadar Ahsıket, Kuba, Oş ve
1
Barthold, V.V., Kırgız cana Kırgızıstan Tarıhı Boyunça Tandalma Emgekter, Bişkek 1997, 436-437;
a.mlf., “Fergana”, (MEB) İA, İstanbul 1988, IV/558.
2
Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsim fî Marifeti’l-Ekâlim, 262; İstahrî, Kitâbu’l-Mesâlik ve’l-Memâlik 161;
İbn Havkal, Kitâbu Sîreti’l-Arz, II/512; Semânî, el-Ensâb, IV/367; İbnü’l-Esîr, el-Lübâb, II/206;
Yakut el-Hamevî, Kitâbu Mu’cemu’l-Buldân, III/878-879.
3
Barthold, a.g.e., 436.
4
İstahrî, a.g.e.,333.
5
Makdisî, a.g.e, 272.
6
Barthold, a.g.e., 439; Şu anda Özkent Kırgızistan devleti sınırlarında bulunmakla Oş’a bağlı bir
ilçedir. Etnik durumu daha çok Kırgızlardan oluşmaktadır.
95
Özkent şehirleri Fergana’nın en önemli merkezlerinden sayılırken, bu asırdan
itibaren Mergınan şehri Fergana’nın en önemli merkezlerinden biri haline gelmiştir.7
Bu
bakımdan
Mergınan
bölgesinde
yetişen
alimler
Merginânî
nisbesiyle
isimlendirilmiştir.
Fergana’ya çeşitli zamanlarda çeşitli Türk boyları yerleşmişlerdir. Bunlar
Sakalar, Yüeçiler, Göktürkler, Türgeşler ve Karluklar’dır.8 Genelde Fergana’nın
etnik durumunun Türk soylarından ibaret olduğu anlaşılmaktadır. Makdisî, Türklerin
gerçek bölgesi olarak ilk sırada Fergana, ondan sonra İsbicab, Şaş, Uşrusana, Suğd
ve Buhara’yı zikretmektedir.9 Hicrî birinci asrın sonlarında Kuteybe b. Muslim,
Fergana’ya Araplar’ı yerleştirmiştir.10 Fakat bu durum Fergana’nın etnik durumunu
etkilememiştir. Fergana vadisinde İslamiyetin yayılışı Kuteybe b. Muslim’in
(94/713) bölgeyi fethinden sonra gerçekleşmiştir.11 Bununla birlikte onun döneminde
İslamiyet Fergana’nın tamamına yayılmış değildir. İslamiyetin Fergana’nın her
tarafına yayılışı uzun bir süreçte olmuştur. Fergana vadisine İslamiyet’in yayılışı
Emevîler, Abbâsîler, Samanîler, Karahanlılar ve bundan sonraki dönemlerde de
devam etmiştir.12
Barthold, Fergana’nın X/XVI. asırdan itibaren Özbek devleti kontrölünde,
ancak XI/XVII. asırda memleketin büyük kısmının Kırgız Sultanlarının eline
geçtiğini
ileri sürmektedir.13 Fakat bu dönemden itibaren Fregana’nın coğrafi
durumu biraz değişikliğe uğramıştır. Ülke 1876 senesinde Rus hükümetinin
hakimiyeti altına girmiş ve 1924 senesinde de Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan
arasında taksim edilmiştir.14
İlk dönemlerden itibaren Mâveraünnehir’de de Haricilik, Mutezile, Mürcie,
Şia ve Hadis Taraftarlarının etkili olduğu bilinmektedir. Maveraünnehir’de
Hanefiliğin hakim mezhep hâline gelmesine kadar en etkili mezhep Mürcie
7
Barthold, a.g.e., 442.
Cusubaliev, Ali, Fergana Bölgesine İslamiyetin Girişi ve Yayılışı, Ankara 2001, 65. (Basılmamış
Yüksek Lisans Tezi).
9
Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsim fî Marifeti’l-Ekâlim, 261-262.
10
el-Belâzurî, Ahmed b. Yahya b. Cabir (279/892), Futûhu’l-Buldân, çev. M. Fayda, Ankara 1987,
628-629.
11
Wellhausen, J., Arap Devleti ve Sükûtu, çev. F. Işıltan, Ankara 1960, 209.
12
Fergana bölgesinde İslamiyetin yayılışı konusunda geniş bilgi için bkz: Cusubaliev, a.g.t.
13
Barthold, a.g.e., 443.
14
Barthold, “Fergana”, IV/563-564; Günümüzde Fergana bölgesinde yer alan Mergınan, Fergana,
Hocend, Ahsıket, Kasan ve Kuba şehirleri Özbekistan sınırlarında bulunurken, Oş ve Özkent şehirleri
Kırgızistan sınırlarında bulunmaktadır.
8
96
olmuştur.15 Ancak III/IX. asırdan sonra bu bölgede hakim olan mezhep Hanefilik
olurken, daha sonra ise, Hanefiliğin itikadî yönünü sistemleştirerek devam ettiren
Mâturîdîlik olmuştur. Fergana bölgesinde hakim olan mezheb Hanefîlik idi.16
Hz. Peygamber’den sonra meydena gelen siyasî ihtilaflar, Haricilik, Mürcie,
Mutezile ve Şia gibi grupların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Mürcie mezhebi de
o siyasi ihtilaflardan kendi payını almıştır.
İslam düşüncesinin gelişmesinde büyük rol oynayan Mürcie’nin, Hanefî ve
Mâturîdîliğin oluşmasında büyük etkisi olduğu bilinmektedir. Aynı şekilde
Türkler’in İslamlaşmasında da Mürcie’nin çok önemli katkısı vardır.17 III/IX. asırdan
itibaren Mürciî fikirler Orta Asya’da Hanefî-Mâturîdî gelenekle birlikte yayılmıştır.18
Madelung, ilk dönemlerden itibaren bu bölgede Ebû Hanîfe’nin doğudaki Mürcie’nin
politik olmasa bile itiraz edilmez manevî bir lideri olduğunu ileri sürmektedir.19
Mürcie’nin bir kolu olan Kerrâmîlik, IV/X. asırdan itibaren Gazneliler
döneminde Mâveraünnehir’de yayılmaya başlamıştır. Makdisî’nin verdiği bilgilere
göre, Kerrâmîler Fergana ve pek çok yerlerde hanakahlar kurarak, gayri muslimlerin
topluca İslam’a girmelerinde büyük rol oynamışlardır.20
Mürcie Fergana bölgesinde başlangıçta kendi adıyla faaliyet göstermişse de,
kısa süre sonra diğer bölgelerde olduğu gibi burada hakim konumda olan Hanefî ve
Mâturîdî fikirler aracılığıyla yayılmıştır.
Abbâsîler’in döneminde Hanefîlerin merkezi Bağdat idi. Aynı zamanda
sadece Hanefilerin değil, diğer itikadî ve siyasî fırkaların da yoğun olduğu bir bölge
durumundaydı. Daha sonra Ebû Hanîfe’nin öğrencilerinin, doğuya yayılmaları
sebebiyle Sâmâniler’in ilk dönemlerinde Semerkand ile Buhara ve Fergana vadisi,
Doğu Hanefî mezhebinin önde gelen medresesinin merkezi olmaya başlamıştır.21
Ebû Hanîfe’nin görüşlerinin Fergana’ya yayılışı Belhli alimler yoluyla
II/VIII. asrın sonlarında gerçekleşmiştir. Horasan valisi Ali b. İsa b. Mahan, “Bir
15
Mürcie’nin Maveraünnehir’deki etkisi hakkında bkz: Kutlu, Türklerin İslamlaşma Sürecinde
Mürcie ve Tesiri, Ankara 2000.
16
Krş: Barthold, a.g.e., 440.
17
Türkler’in İslamlaşmasında Mürcie’nin etkili olduğu hakkında Kutlu tarafından yapılan Türklerin
İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesiri adlı esere bakınız.
18
Acimamatov, Türkler’in İslamlaşma Sürecinde Mezheplerin Rolü, 93.
19
Madelung, “Horasan ve Mâveraünnehir’de İlk Mürcie ve Hanefiliğin Yayılışı”, 243-244.
20
Geniş bilgi için bkz: Makdisî, a.g.e., 178, 182, 202, 238, 323, 326, 365.
97
Mürciî şeyhi olan Ebû Muaz Halid b. Süleyman el-Belhî (199/814)’nin”22
Muhammed el-A’meş’i namazla ilgili bir görüşü dolayısıyla tekfir etmesi üzerine,
onun cezalandırılmasını ve Belh’e girişinin yasaklanmasını emredince, o sırada Ebû
Hanîfe’nin öğrencilerinden ve Tirmiz kadısı Abdülaziz b. Halid et-Tirmizî,23 onu
kendi şehrine çağırarak törenle karşıladı. Bu olay üzerine, İbn İsa’nın kadısı
Muhammed b. el-A’meş, onun için de aynı cezanın verilmesini ve şehre girişinin
yasaklanmasını emretti. Ebû Muaz ve Abdülaziz birlikte Fergana ve Şaş’a sürgün
edildi. Burada kaldıkları süre içerisinde yüzbin kişinin, onların faaliyetleri sonucu
müslüman olduğu söylenir. Ebû Muti’ el-Belhî, kadı olunca, ikisi de yurtlarına
döndüler.24 Bu dönemden başlayarak Ebû Hanîfe’nin görüşleri çok kısa sürede
Fergana’ya yayılmayı başarmıştır. Bundan sonra kısa müddet içinde Fergana ve ona
bağlı Kâsân, Ahsıket, Oş, Özkent ve Mergınan bölgelerinde çok büyük Hanefî
alimler yetişmiştir. Diğer bölgelerde olduğu gibi Fergana bölgesinde de HanefîMâturîdî alimleri Ehl-i Sünnet inancının felsefî temellerini tesbit için bir çok eser
kaleme almış ve diğer ekolleri eleştirmişlerdir.25
Ebû Hanîfe’nin fikirlerini Buhara’ya ilk getiren, Muhammed b. Hasan b.
Şeybânî’nin önde gelen öğrencilerinden Ebû Hafs Ahmed b. Hafs el-Kebîr el-Buhârî
(217/832)’dir.26
Mâturîdîlik, Ebû Mansur el-Mâturîdî (333/944)’nin görüşleri etrafında
sistemleştirilmiş kelam ekolüdür. Mâturîdîlik IV/X. asırdan itibaren İslam dünyasının
doğusunda etkili olmaya başlamıştır. Abbâsî İmparatorluğu gücünü kaybetmeye
başladığı devirlerde Bağdat eskiden olduğu gibi tek ilim merkezi olmaktan çıkmış,
bunun yanında IV/X ve V/XI. asırlarda Orta Asya’da bulunan Semerkand, Buhara ve
yakın çevreler birer ilim merkezi haline gelmiştir.27 Bu devirde Suriye, Irak ve
Mısır’da tefsir, hadis ve edebiyat gibi ilimler, Orta Asya’da ise aklî ve felsefî ilimler
21
Madelung, Wilferd, XI-XIII. Asırlarda Hanefî Alimlerinin Orta Asya’dan Batıya Göçü, çev.
Sönmez Kutlu, Ankara 2003, 369. (İmam Mâturîdî ve Mâturîdîlik (ed. Sönmez Kutlu) dlı kitabın
içerisinde.)
22
Kureşî, a.g.e., I/229.
23
İbn Hâcer el-Askalânî, Tehzîb, IV/334-335.
24
İbn Davut el-Belhî, Abdullah b. Ömer b. Muhammed el-Vaizî (610/1213), Fedâil-i Belh, Farsçaya
Çev. Abdullah Hüseynî el-Belhî, thk. Abdülhayy Habibî, Tahran 1350, 145-146. (Kutlu, Türklerin
İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesirleri, 254. naklen)
25
Kutlu, Sönmez “Ali b. Osman el-Oşî’nin Oş’un Orta Çağdaki Kültürel ve Dinî Düşünce Sisteminin
Teşekkülündeki Rolü”, 2. (Basılmamış makale)
26
Cüzcânî, Abdulhâkim Şar’î, İslom Hukukşunosliği, Taşkent 2002, 175.
27
Yazıcıoğlu, Mustafa Sait, Mâturîdî ve Nesefi’ye Göre Hürriyetin Kavramı, Ankara 1988, 11.
98
gelişme göstermekteydi.28 Böylece Orta Asya halklarının, yani Türklerin yaşadığı bu
çevrenin şartlarına uygun bir şekilde kendi görüşlerini aklî ve felsefî yorumlarla
destekleyen Mâturîdîlik bu bölgede hakim duruma gelmeye başlamıştır. Bu itibarla
Mâturîdîlik, Maveraünnehir ulemasının mezhebi olmuştur.29
İmam Mâturîdî (333/944), İmam Ebû Hanîfe (150/767)’nin ortaya koyduğu
itikadî görüşlerin, kendi yeni yorumlarıyla Mâveraünnehir’de yayılmasına sebep
olmuştur.30 Mâturîdî, Ebû Hanîfe’nin akîde ve fıkhını benimsediği için, Hanefîlik ile
Mâturîdîlik arasında sıkı bir bağ vardır. Bölge halkı genelde itikadda Mâturîdîliği,
fıkıhta ise Hanefiliği kabul etmiştir. Hanefiliğin Mâveraünnehir’in diğer bölgelerinde
olduğu gibi, Fergana bölgesinde de yayılıp güçlenmesinde ve günümüze kadar
devam etmesinde İmam Ebû Mansur el-Mâturîdî ve öğrencilerinin rolü büyüktür. Bu
çabaların sonucu Türkler’in yüzde doksanı itikadda Mâturîdî, fıkıhta Hanefi
mezhebini kabul etmiştir. Mâturîdîliğin Mâveraünnehir’de bu kadar geniş bir kitleye
sahip olması, onun Türkistan coğrafyasında doğması, İmam Ebû Mansur elMâturîdî’nin Türk olması, bununla beraber onun Hanefî mezhebini benimsemesi ve
akla gerektiği kadar önem vermesindendir.31 Hanefiliğin yayılmasında Mâturîdîlik ne
kadar etkili olmuşsa, Mâturîdîliğini oluşmasında ve geniş kitleler tarafından
benimsenmesinde de Hanefilik o kadar etkili olmuştur. Kutlu, Mâturîdîliğin Türk
dünyasında yayılmasının sebeplerini şu şekilde tesbit etmektedir: “Birincisi, bu
mezhebin Türk kavimlerinin müslüman olmalarını ve Araplarla aynı haklara sahip
olmalarını sağlayan Mürcie mezhebinin görüşleri üzerine kurulmuş olmasıdır.
İkincisi, bütün müslümanların iman bakımından eşit oldukları fikrini benimsemeleri.
Üçüncüsü, amelleri imanın özüne dahil etmemeleri. Tek Allah’a inanmanın İslam’a
girmek için yeterli olduğunu kabul etmeleri. Dördüncüsü, dinin kalpten ve gönülden
benimsenmesini şart koşmaları. Beşincisi, Tek Tanrı inancını taşıyan ve kendilerine
ilahî mesaj gelmemiş İslam diyarından uzakta yaşayan Türklerin kurtuluşa
erebilecekleri ve Cennet’e girebilecekleri fikrini savunmaları. Altıncısı, fıkıhta Ebû
Hanîfe’nin fikirleri üzerine kurulmuş Hanefiliği benimsemeleri. Yedincisi,
28
Yazıcıoğlu, a.g.e., 11.
İzmirli İsmail Hakkı, Yeni İlmi Kelam, 67.
30
es-Semerkandî, Ebû Selem Muhammed b. Muhammed, Akaid Risalesi, Haz. ve çev. Ahmed Saim
Klavuz, İstanbul 1989, 13-14.
31
Ocak, Ahmet, Selçukluların Dinî Siyaseti ve İslam Alemi, Malatya 1999, 27. (Basılmamış Doktora
Tezi).
29
99
Mâturîdînin bir Türk alimi olması ve eserlerini yazarken bölgenin siyasî ve sosyal
yapısını göz önünde bulundurması. Sekizincisi, İslam’ın siyasî amaçlar için bir araç
olarak kullanılmasına karşı çıkması. Dokuzuncusu, dinin anlaşılmasında akla ve
yoruma büyük önem vermeleri. Onuncusu, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat mezhebini
savunmaları ve fıkıhta Hanefî olmaları. Bu sebeple başta Mâturîdî olmak üzere onun
takipçileri Ehl-i Sünnet’in dışında yer alan Şia ve ondan doğan İsmaililik, Dürzülik,
Zeydilik gibi mezheplerin fikirlerini eleştirmek için pek çok eser kaleme almışlar ve
her münasebetle onları eleştirmişlerdir.”32
Hanefilik, Fergana vadisinin her tarafına yayılmış ve bu mezhebe mensup pek
çok alim yetişmiştir. Bunların hepsi itikadda Mâturîdîliği benimsemişlerdir. Böylece
hem Hanefiliği, hem de Mâturîdîliği Fergana vadisinde devam ettirenler, bu bölgede
yetişen Hanefî İslam alimleri olmuştur. Bu alimler sadece Fergana vadisinde değil,
diğer bölgelerde de büyük katkılar sağlamışlardır. Bu bölgede yetişen alimler
hakkından yapılan araştırmalar çok sınırlı olduğundan, onlar halk tarafından yeterli
kadar tanınmamaktadırlar. Bu sebeple Fergana vâdisinde bulunan ilk İslam kültür
merkezlerine nisbet edilen Hanefî-Mâturîdî alimleri üzerinde şehir şehir durmak
istiyoruz.
B. Ebû Hanîfe’nin Görüşlerinin Fergana Vadisinde Yayılışı
a. Fergana
Fergana, III/IX. asırdan itibaren İslamiyetin doğudaki merkezi durumuna
gelen Semerkand ve Buhara’dan sonraki önemli ikinci ilim merkezidir. Ferganalı ilk
Hanefî alimler, Semerkand ve Buhara’daki Hanefî medreselerde tahsil görmüşlerdir.
İlk dönemlerden itibaren Semerkand ve Buhara’da olduğu gibi Fergana’da da
Hanefîlik ve Mâturîdîliğin hakim duruma gelmesinde buranın siyasî durumunun
büyük rolü olduğu kanaatindeyiz. Sâmânîler ve ondan sonra Karahanlılar, Hanefiliği
devletin resmî mezhebi olarak kabul ederek, Hanefi alimleri Kâdı’l-kudat görevine
getirmişlerdir. Bu durum Fergana’da Hanefiliğin yayılmasına çok büyük bir katkı
32
Bkz: Kutlu, Sönmez, “Tarıhta Türk Uruuları Kabul Algan İslam Mazhaptarı cana Azırkı Kezdegi
Kırgızstandagı Diniy Abal (Türk Boylarının Tarihte Benimsediği Mezhepler ve Kırgızistan’daki Dinî
Durum)”, Teologiya Fakultetinin İlimiy Curnalı, S. 1., Oş 2000, 118-119.
100
sağlamıştır. Bundan dolayı da bu bölgede Haricilik, Şia, Mutezile ve Hadis
Taraftarlarının yayılmasına imkan vermemişlerdir.
Fergana bölgesinde Ali b. Osman el-Oşî’nin dışında genelde fıkıh üzerine
alimler yetişmişlerdir. Böylece Fergana, bir ilim merkezi haline gelmiştir.
Fergana’da tarih, edebiyat, astronomi gibi diğer bilim dallarında da bir çok alim
yetişmiştir. Mesela, III/IX. asırda yaşayan Ebû’l-Abbas Ahmed b. Muhammed b.
Kesir el-Fergânî, astronomi ilminde uzmanlaşmış olmasının yanında, aynı zamanda
matematikçi ve coğrafyacı olarak tanınmıştır.33 Diğer bilim dallarında yetişen alimler
bizim konumuz dışında oldukları için bunların üzerinde durmayacağız.
Öncelikle Ferganalı, fakat hangi şehrine ait olduğu tam olarak bilinmeyen, elFergânî nisbesiyle anılan alimler üzerinde durmak istiyoruz.
1. Ebû Muzaffer el-Muşattab b. Muhammed b. Usame b. Zeyd b.
Nu’man b. Muhammed b. Süfyan el-Fergânî (414/1023-486/1093)
Ebû Muzaffer el-Muşattab b. Muhammed b. Usame b. Zeyd b. Nu’man b.
Muhammed b. Süfyan el-Fergânî,34 414/1023 senesinde Fergana’da doğmuştur.35 O,
ilk önce Hanefî fıkhı, hilafiyat ve cedel ilmi hususlarında Fergana’da tahsil
görmüştür. Bunun dışında İsfehan, Buhara ve Rey’i ziyaret edip ders vermiştir. Daha
sonra Bağdat’a gelmiş ve burada hadis öğrenmiştir.36 Kaynaklardan anlaşıldığına
göre en son gittiği şehir Bağdat olup, hayatının sonuna kadar orada kalmıştır. Bazı
biyografi yazarları onu siyasilere yakın olmakla suçlamışlardır. Örneğin, İbn Neccar
onunla ilgili şu bilgiyi verir: “O, Irak’a Nizamü’l-Mülk’ün zamanında geldi. İleri
gelenler ile münazara yaptı, aralarında hikayeler cereyan etti. Fakihlerden çok
askerlere benzerdi. Malları toplayıp yığardı, çok cimri idi.”37 Bazıları ise, onu
övmektedir. Abdülgâfir el-Fârisî ondan övgüyle bahseder: “O, iyi münazara
edenlerden idi. Hizmet, nezâket ve güzellik izhar edenlerendi.”38
33
Bu alim hakkında bkz: Suter. H., “Fergânî”, İA., (MEB), İstanbul 1988, IV/565.
Semânî, el-Ensâb, IV/367; İbnü’l-Esîr, İzzüddîn Ebû Hasan Ali b. Ebî Kerîm Muhammed b.
Muhammed Abdulkerîm b. Abdulvâhid Şeybânî el-Ma’ruf (630/1233), el-Kâmilu Fi’t-Târih, Beyrut
1989, X/227; Kureşî, a.g.e., III/483; İbn Dokmak, Sarimüddîn İbrâhim b. Muhammed el-Alâi el-Mısrî
(809/1406), Nazmu’l-Cuman fî Tabakâti Ashâbi’n-Nu’man, Süleymaniye Kütüphanesi, Sezer, nr.
1827, v. 162b; Kavakçı, a.g.e., 195.
35
Kureşî, a.g.e., III/483.
36
Kureşî, a.g.e., III/483; İbn Dokmak, Nazmu’l-Cuman fî Tabakâti Ashâbi’n-Nu’man, v. 163a.
37
Kureşî, a.g.e., III/484.
38
Kureşî, a.g.e., III/484.
34
101
İbnü’l-Esîr’in verdiği bilgiye göre, Ebû Muzaffer el-Fergânî büyük bir
alimdir.39 O, Ebû’l-Vefâ Muhammed b. Bedîü’l-Hâcib, Ebû Mesûd Süleyman b.
İbrâhim, Ebû Sa’d Sâbit b. Ahmed b. Abdûs er-Râzî, Ebû Sa’d Muhammed b. Ca’fer
b. Muhammed el-Mutayyibî, Ebû Ubeyd Muhammed b. Süleyman b. Bekr el-Kirvânî
ve başkalarından ders almıştır. Kendisinden de Ebû’l-Hasan Abdulgaffar b. İsmail elFârisî rivayette bulunmuştur.40
Ebû
Bağdat’da
Muzaffer
vefat
el-Fergânî,
41
etmiştir.
Onun
486/1093
İmam
senesinde
Azam’ın
Şevval/Ekim
yanına
defn
ayında
edildiği
söylenmektedir.42 Onun büyük bir alim ve şeyh olmasına rağmen, eser yazıp
yazmadığı bilinmemektedir.
2. Ebû Bekr Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed Şemsü’l-Eimme es-Serahsî
(483/1090)
Adı Ebû Bekr Muhammed b. Ebî Sehl Ahmed Şemsü’l-Eimme es-Serahsî
olup,43 büyük Hanefî alimlerindendir. Onun ne zaman doğduğu tam olarak belli
değildir. Aslen Ferganalı olmayıp, Serahslıdır. Serahs, Horasan’da Meşhed ile Merv
arasında bulunan bir şehirdir.44 Bundan dolayı da Serahsî denilmiştir. Kendisine
imam, allame, fakih, mütekellim, münazaracı, usûlcu ve müçtehid gibi ünvanlar
verilmiştir.45 Daha çok İslam aleminde Şemsü’l-Eimme (İmamların Güneşi)
ünvanıyla tanınmıştır. Bu ünvan, ilk defa hocası Halvânî (448/1056)’ye verilmiştir.
Serahsî’nin ölüm tarihi hususunda da farklı tarihler verilmektedir. Leknevî,46
onun ölüm tarihini 483/1090 ve 500/1058 olarak, Kureşî ise,47 490/1097 olarak
kaydeder.
Serahsî, Buhara’da tahsil görmüş ve Ebû’l-Hasan Ali es-Suğdî, Ebû Hafs
Ömer b. Mansûr el-Bezzâz ve Şemsü’l-Eimme el-Halvânî’den ders alırken,
kendisinden de Burhânuddîn Abdulaziz b. Ömer b. Mâze, Mahmûd b. Abdilaziz el39
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, X/227.
Semânî, el-Ensâb, IV/367.
41
Semânî, el-Ensâb, IV/367.
42
İbnü’l-Esîr, el-Kâmil, X/227.
43
Kureşî, a.g.e., III/78; İbn Kutluboğa, a.g.e., 182; Taşköprüzâde, Miftâhü’s-Sâde, II/186; a.mlf.,
Tabakâtu’l-Fukahâ, 75; Leknevî, a.g.e., 261; Zirikli, el-A’lam, VI/208; Hüdarî, Muhammed, Târihu’tTeşri’l-İslâmî, Beyrut 1967, 298; Hamidullah, M., “Serahsî”, İ.A. (MEB), X/502.
44
Leknevî, a.g.e., 261.
45
Kureşî, a.g.e., III/78; Leknevî, a.g.e., 261; Zirikli, a.g.e., VI/208.
46
Leknevî, a.g.e., 262.
40
102
Özcendî, Rüknuddîn Mesûd b. Hasan el-Kâsânî, Ebû Bekr Muhammed b. İbrâhim elHâsirî ve Osman b. Ali el-Bikendî gibi alimler ders almışlardır.48
Serahsî, bazı siyasî sebeplerden dolayı Özkent’teki hapishaneye atılmış ve
orada 15-16 sene kalmıştır.49 Onun 480/1087 tarihinde hapisten çıkarıldığı söylenir.50
Serahsî’nin hapisten çıktığı bu tarih doğru ise, 465/1072 yıllarında hapise atılmış
olabilir.
Serahsî, eserlerinin hepsini hapiste imla uslûbuyla öğrencilerine yazdırmıştır.
O, hapisten çıktıktan sonra Fergan’ya gitmiş ve ölünceye kadar orada kalmıştır.51
Onun en önemli eseri el-Mebsut’tur.52 O, bu eseriyle çok meşhur olmuştur. Şemsü’lEimme deyince bu eser akla gelmektedir. Bu eser, Hâkim eş-Şehîdî (334/945)’nin,
İmam Muhammed’in Zâhiru’r-Rivâye eserlerinden derlediği el-Kâfi adlı kitabının
şerhidir.53 el-Mebsut, 30 cilt halinde olup, Kâhire’de 1324-31 yılında basılmıştır.
İmam Muhammed’in Camiu’l-Kebîr ve Siyeru’l-Kebîr adlı eserlerine
yazılmış Şerhu’l-Câmiu’l-Kebîr ve Şerhu’s-Siyeri’l-Kebîr adlı iki şerhi vardır. Bu
eserin dört cilt olduğu söylenir.54 Kitâb fî Usûli’l-Fıkh adlı bir fıkıh usûlü vardır.55
Ayrıca o, Muhtasâru’t-Tahâvî adlı eseri de şerh etmiştir.56 el-Kesb ve el-Hayz adlı
eserler de ona nisbet edilmektedir. Ancak Hamidullah’ın verdiği bilgiye göre, bu
eserler el-Mebsut’unun muhtelif bablarından başka bir şey değildir.57
3. Muhammed b. Ebî Bekr b. Yûsuf el-Fergânî (594/1197)
“İmam” ve “Rüknüddin” ünvanıyla tanınan Muhammed b. Ebî Bekr b. Yûsuf
el-Fergânî,58 Ferganalı Hanefi alimlerden biridir. Edebiyatla da uğraşmış ve el-
47
Kureşî, a.g.e., III/82.
İbn Kutluboğa, a.g.e., 183; Leknevî, a.g.e., 261; Özel, a.g.e., 42.
49
Onun hapishaneye atılışının sebebi hususunda bkz: Hamidullah, “Serahsî”, X/502-506.
50
Hamidullah, a.g.md, X/504.
51
İbn Kutluboğa, a.g.e, 184.
52
Kureşî, a.g.e., III/78; İbn Kutluboğa, a.g.e., 182; Taşköprüzâde, Miftâhü’s-Sâde, II/186; Leknevî,
a.g.e., 261; Zirikli, a.g.e, VI/208.
53
Özel, a.g.e., 43.
54
İbn Kutluboğa, a.g.e., 184; Zirikli, a.g.e., VI/208.
55
İbn Kutluboğa, a.g.e., 184; Taşköprüzâde, Miftâhü’s-Sâde, II/186; Leknevî, a.g.e., 262; Zirikli,
a.g.e., VI/208.
56
İbn Kutluboğa, a.g.e., 184; Taşköprüzâde, Miftâhü’s-Sâde, II/186; Leknevî, a.g.e., 262; Zirikli,
a.g.e., VI/208.
57
Hamidullah, a.g.md., X/506.
58
Kureşî, a.g.e., III/104; Çelebî, Keşfü’z-Zunûn, II/1755; Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifîn, II/104.
48
103
Edîbû’l-Muhtar ünvanını almıştır.59 Maalesef bu alimin hayatı hakkında kaynaklarda
fazla bilgi verilmez. Onun ne zaman doğduğu belli olmamakla beraber, 23
Cemaziyelevvel 594/2 Nisan 1197 senesinde Mergınan’da vefat etmiştir.60
İmamın
Mefâtîhü’l-Ahbâr
ve
Mefâtîhü’l-Akbâl
adlı eserleri
olduğu
bilinmektedir.61 Bunun dışında 591/1195 senesinde el-Beyân fî Garîbi’l-Kur’ân adlı
bir eser yazmıştır.62
4. Ömer b. Muhammed b. Hüseyin b. Ebî Ömer b. Muhammed b. Ebî
Nasr Ebî Hafs el-Andükânî el-Fergânî (632/1234)
Asıl adı Ömer b. Muhammed b. Hüseyin b. Ebî Ömer b. Muhammed b. Ebî
Nasr Ebî Hafs el-Andükânî el-Fergânî olup,63 aslen Fergana’nın Andican
kasabasındandır. Bu bakımdan Andükânî olarak da tanınır. O, fıkıhta, usûlde,
hilafda, kelamda ve Arap dilinde imam idi.64 Bir çok alanda bilgi sahibi olan, çokça
ibadet eden, çok güzel huylu, mütevazi birisi olduğu ve bir müddet zühd hayatı
yaşadığı bilinmektedir.65
Ebû Hafs el-Andükânî, bir çok ülkeyi gezmiş ve her gittiği yerde ilim
öğrenmiştir. Önce Fergana’da fıkıh tahsili görmüş, sonra Bağdat’a gitmiş ve tahsilini
orada devam ettirmiştir.66 Kureşî, onun ilk tahsilini Müstansırıyye’de Hanefîlerden
aldığını ileri sürer.67 O, Şam, Cezîre ülkelerini gezdi. Sincar’da bir müddet kalarak
insanlara fıkıh, edeb ve usûl dersleri verdi ve sonra Bağdat’a döndü. Bir müddet de
Ribat’ta ikamet etti.68 Kendisi aslen Ferganalı olmasına rağmen hayatının çoğunu
Bağdat’da geçirmiştir. Kimlerden ders aldığı ve kendisinden de kimlerin ders aldığı
bilinmez. Nerede öldüğü bilinmemekle beraber 10 Recep 632/31 Mart 1234 de vefat
59
Kureşî, a.g.e., III/104.
Kureşî, a.g.e., III/104.
61
Çelebî, Keşfü’z-Zunûn, II/1755; Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifîn, II/104.
62
Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifîn, II/104; a.mlf., Keşfü’z-Zunûn Zeylî, Haz. Şerefettin Yaltkaya ve Kilisli
Rifat Bilge, İstanbul 1972, I/206.
63
Kureşî, a.g.e., II/662; Suyûtî, Bugyetü’l-Veât fî Tabakâti’l-Lugaviyyîn ve’n-Nuhât, II/225; Ma’ruf,
Nâcî, Târihu Ulamâi’l-Mustansıryye, Kahire 1976, I/85.
64
Suyûtî, Bugyetü’l-Veât fî Tabakâti’l-Lugaviyyîn ve’n-Nuhât, II/225.
65
Suyûtî, Bugyetü’l-Veât fî Tabakâti’l-Lugaviyyîn ve’n-Nuhât, II/226; Ma’ruf, Târihu Ulamâi’lMustansıryye, I/86.
66
Ma’ruf, Târihu Ulamâi’l-Mustansıryye, I/86.
67
Kureşî, a.g.e., II/662.
68
Ma’ruf, Târihu Ulamâi’l-Mustansıryye, I/86.
60
104
etmiştir.69 Kaynaklarda onun hayatı hakkında fazla bilgi yoktur ve eser yazıp
yazmadığı bilinmemektedir.
5. Muhammed Ebû’l-Feth Celâluddîn el-Fergânî (VII/XIII. Asır)
Muhammed Ebû’l-Feth Celâluddîn el-Fergânî, meşhur el-Hidaye müellifi
Burhânuddîn’in oğludur.70 Büyük Hanefî alimlerindendir. Edebiyatta ve ilimde
büyük seviyeye ulaşmıştır. Kendi döneminde Hanefî mezhebinin lideri sayılır.
Babasından ilim tahsil etmiştir.71 Kaynaklarda doğumu, ölümü ve hayatı hakkında
fazla bilgi bulunmamaktadır. Muhtemelen VI/XII –VII/XIII. asırlarda yaşamıştır.
Büyük bir alim olarak görülmesine rağmen onun eser yazıp yazmadığı
bilinmemektedir.
6. Ebû Bekr Muhammed b. Hamaveyh b. Hadîd b. Hârun b. İdris b.
Abdillah el-Fergânî (IV/X. Asır)
Adı Ebû Bekr Muhammed b. Hamaveyh b. Hadîd b. Hârun b. İdris b.
Abdillah el-Fergânî olup, aslen Ferganalı bir alimdir. Hadisle ilgilendiği
bilinmektedir. 311/923 yılında hacca gittiğinde, Bağdat’da Ebû Cafer Ahmed b.
Muhammed b. Ezher el-Verrâk’dan hadis rivayet etmiştir. Kendisinden de Ebû’lHasan Ali b. Ömer es-Sükkarî el-Harbî rivayette bulunmuştur.72 Doğumu, ölümü ve
hayatı hakkında kaynaklarda fazla bilgi tespit edemedik. Ancak, hacca gittiği tarihten
hareketle onun IV/X. asırda yaşadığı bilinmektedir. Bu alimin eser yazıp yazmadığı
da bilinmemektedir.
7. Habîb b. Ömer el-Fergânî
Habîb b. Ömar el-Fergânî,73 Ferganalı Hanefî fakihlerindendir. Kaynaklar bu
şahıs hakkında çok kısa bilgi ile yetinmektedirler. Bu alimin doğumu, ölümü ve
69
Kureşî, a.g.e., II/662; Suyûtî, Bugyetü’l-Veât fî Tabakâti’l-Lugaviyyîn ve’n-Nuhât, II/226; Ma’ruf,
Târihu Ulamâi’l-Mustansıryye, I/86.
70
Kureşî, a.g.e., III/277; Taşköprüzâde, Tabakâtu’l-Fukahâ, 109; Solak Zâde, Tabakâtu’l-Hanefiyye,
v. 178b; Kefevî, Kitâbu A’lamü’l-Ahyâr, v. 213a; Leknevî, a.g.e., 299.
71
Kureşî, a.g.e., III/277; Taşköprüzâde, Tabakâtu’l-Fukahâ, 109; Leknevî, a.g.e., 299.
72
Hatîb el-Bağdâdî, Târihu Bağdad, II/291; Semânî, el-Ensâb, IV/367.
73
Kureşî, a.g.e., II/34; el-Halebî, İbrâhim (956/1549), Muhtasârü’l-Cevâhiri’l-Mudiyye, Süleymaniye
Kütüphanesi, Şehid Ali Paşa, nr. 1941/1, v. 13b; Kınalızâde, Ali Efendi (979/1572), Tabakâtu’lHanefiyye, Süleymaniye Kütüphanesi, Hasan Hüsnü Paşa, nr. 844, v. 50a; Kefevî, Mahmûd b.
Süleyman el-Hanefî (990/1582), Kitâbu A’lamü’l-Ahyâr, Süleymaniye Kütüphanesi, Reisü’l-Küttap,
105
hayatı hakkında kaynaklarda yeterli bilgi bulamadık. Kimlerden ders aldığı da belli
değildir. Ancak, onun el-Mu’cez ve el-Minhac adlı fıkıhla ilgili eserleri olduğu ve
Muhtasar et-Tahâvî adlı eseri rivayet ettiği bilinmektedir.74 Bu eserlerden hareketle
onun fıkıh alimi olduğu anlaşılmaktadır.
8. Muhammed b. İbrâhim b. Ali b. Nasr b. İsmail el-Hukandî (VI/XII.
Asır)
Adı Muhammed b. İbrâhim b. Ali b. Nasr b. İsmail el-Hukandî olup,
Fergana’nın büyük alimlerinden biridir ve kadılık yapmıştır.75 Hukand, Fergana’ya
bağlı bir kasabadır.76 Bu bakımdan el-Hukandî nisbesiyle anılmıştır. Kardeşi Osman
b. İbrâhim’dir. Buhara’da tahsil görmüştür.
Abdülaziz b. Ömer (536/1141) ve
diğerlerinden fıkıh dersi almıştır.77 Hocasından hareketle onun VI/XII. asırda
yaşadığı anlaşılmkatdır. Bu şahs hakkında bunun dışında başka malumat tespit
edemedik.
b. Kâsân
Kâsân İslamiyetten önce de adı çok zikredilen şehirlerden biridir. İslam
Coğrafyacıları Kâsân’ı Maveraünnehir’de Fergana’ya bağlı Şaş’ın yan tarafında yer
alan bir şehir olarak zikretmektedirler.78 İlk Arap Coğrafyacılarından Makdisî de
Kâsân’ı, Fergana şehirleri arasında zikreder.79 Semanî ve İbn’ül-Esîr ise, sadece
Şaş’ın kıyısında bulunan bir bölge olarak kaydeder.80 Barthold, Çin kaynaklarında
nr. 690, v. 191b; Edirnevî, Kami Mehmed Efendi (1059/1649), Mehammü’l-Fukahâ fî Tabakâti’lHanefiyye, Süleymaniye Kütüphanesi, Aşir Efendi, nr. 422, v. 115b; et-Temîmî, Tabakâtü’s-Seniyye,
III/31; Aliyyü’l-Kârî, el-Esmârü’l-Cemiyye fî Esmâi’l-Hanefiye, Süleymaniye Kütüphanesi, Şehid Ali
Paşa, nr. 1841, v. 43a; Çelebî, Keşfü’z-Zünûn, II/1899; Solak Zâde, Halil Efendi (1095/1683),
Tabakâtu’l-Hanefiyye, Beyazit Devlet Kütüphanesi, Veliyüddin Efendi, nr. 1606, v. 159b; Leknevî,
Fevâid, 102; İsmail Paşa Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifîn Asmâu’l-Müellifin Âsâru’l-Musannifin, İstanbul
1951, I/262.
74
Kureşî, a.g.e., II/34; et-Temîmî, Tabakâtu’s-Seniyye, III/31; Leknevî, Fevâid, 102;
75
Kureşî, a.g.e., III/10.
76
Günümüzde Özbekistan’ın bir ilçesidir.
77
Kureşî, a.g.e., III/10.
78
Ya’kubî, Ahmed b. Ebi Ya’kûb b. Cafer (284/897), Kitâbü’l-Büldân, Medine 1891, 394; Yakut elHamevî, Kitâbu Mu’cemu’l-Buldân, IV/227.
79
Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsim fî Mafireti’l-Ekâlim, 262.
80
Semânî, el-Ensâb, V/15; İbnü’l-Esîr, el-Lübâb, III/21.
106
Kâsân’ın Fergana’nın ve Türk Hükümdarının merkezi olarak gösterildiğini ileri
sürüyor.81
Kâsân, bazı kaynaklarda Kâşân olarak da zikredilmektedir. Bu bakımdan bazı
alimler Kâşânî, Küşânî ve Kâsânî nisbesiyle anılmışlardır. Biz burada onları
düzelterek Kâsânî olarak zikrettik. Fergana’nın diğer merkezlerinde olduğu gibi
burada da bir çok Hanefi ulema yetişmiştir. Şimdi de Kâsânlı Hanefî alimleri
üzerinde duralım.
1. Mesûd b. Hüseyin b. Hasan b. Muhammed b. İbrâhim el-Kâsânî
(520/1126)
Adı Mesûd b. Hüseyin b. Hasan b. Muhammed b. İbrâhim el-Kâsânî olan bu
zat, aslen Kâsânlı Hanefî alimlerdendir.82 Kaynaklarda Kâsânî olarak zikredilir.
Mesûd b. Hüseyin el-Kâsânî, bir müddet Semerkand hatipliğini yaptığı için “elHatib” olarak adlandırılmıştır. Bir çok meşhur Şeyh Seyfuddin Ebû Muhammed
Abdillah b. Ali el-Kindî, el-Hatîb Ebû Nasr Muhammed b. Hasan el-Bâhilî ve
Şemsü’l-Eimme’den ders almış ve rivayette bulunmuştur.83
O, İmam Sadru’ş-Şehîd Hüsâmuddîn Ebû’l-Meâlî Ömer b. Abdilaziz b. Ömer
b. Mâze, Şeyh Zuhriddin Ebû’l-Mehâsin Hasan b. Ali b. Abdilaziz b. Abdirrezzâk b.
Ebî Nasr el-Mergınânî gibi bir çok mühim şahsiyetlerin de hocalığını yapmıştır.84
Mesûd b. Hüseyin el-Kâsânî, 520/1126 senesinde 73 yaşında vefat etmiştir.85
O, 73 yaşında vefat ettiğine göre doğum tarihi 447/1055 olmalıdır.
Mesûd b. Hüseyin el-Kâsânî’nin el-Muhtasar el-Mesûdî adlı tek bir eseri
olduğu bilinmektedir.86
81
Barthold, “Fergana”, IV/559.
Kureşî, a.g.e., III/465; Taşköprüzâde, Tabakâtu’l-Fukahâ, 83; Edirnevî, Mehammü’l-Fukahâ fî
Tabakâti’l-Hanefiyye, v. 128b; Leknevî, a.g.e., 350; Kehhâle, Mu’cemü’l-Müellifîn, XII/226;
Kavakçı, a.g.e., 78.
83
Kureşî, a.g.e., III/465.
84
Kureşî, a.g.e., III465.
85
Kureşî, a.g.e., III/465; Taşköprüzâde, Tabakâtu’l-Fukahâ, 83; Leknevî, a.g.e., 350.
86
Leknevî, a.g.e., 350; Kehhâle, a.g.e., XII/226.
82
107
2. İbrâhim b. Ya’kûb b. Ebî Nasr b. Ebî’n-Nasr b. Madusa el-Kâsânî
(478/1085-553/1158)
Adı İbrâhim b. Ya’kûb b. Ebî Nasr b. Ebî’n-Nasr b. Midvasa el-Kâsânî
olup,87 aslen Kâsânlı Hanefî fakihlerindendir. Lakabı Şeyhu’l-İslâm’dır.88 el-Kâsânî,
10 Zilkâde 478/27 Şubat 1085 yılında Kâsân’da doğmuştur.89 O, Semerkand’da
yaşamıştır.
Hanefî
mezhebinin
büyük
fakihi,
müfessiri
ve
vaîzi
olarak
bilinmektedir.90 İlk tahsilini Kâsân’da kendi babasından almış ve sonra
Semerkand’da Ebû İbrâhim İshâk b. Muhammed el-Hatîb en-Nuhî’nin yanında
devam etmiştir.91 el-Kâsânî, Semerkand’da 553/1085 yılında vefat etmiştir.92
Kaynaklarda onun hayatı hakkında çok kısa bilgi bulunmakta olup eserinin olup
olmadığı bilinmez.
3. Muhammed b. Mesûd Hüseyin b. Hasan Muhammed b. İbrâhim elKâsânî (490/1097-555/1160)
Asıl adı Muhammed b. Mesûd Hüseyin b. Hasan Muhammed b. İbrâhim elKâsânî olup,93 Hanefî alimlerindendir ve Muhtasar el-Mesûdî’nin müellifi Mesûd elKâsânî’nin oğludur. Babasının ifadesine göre, o 27 Rebiyülâhir 490/11 Nisan 1097
yılında Kâsân’da doğmuştur. O, Buhara kadılığı yapmıştır.94 Babası Mesûd’dan ve
Ebû Kasım Ali b. Ahmed b. İsmail el-Kelabâzî ve diğer alimlerden ders almıştır.95
Buhara kadılığını yapmış ve 555/1160 yılında Buhara’da vefat etmiştir.96 Kendine
ait eseri olup olmadığı belli değildir.
4. Muhammed b. Ya’kûb b. Ebî Tâlib el-Kâsânî (480/1087-555/1160)
Asıl adı Muhammed b. Ya’kûb b. Ebî Tâlib el-Kâsânî olup, aslen Kâsânlıdır.
Ebû Tâlib el-Kâsânî, 480/1087 yılında Kâsân’da doğdu. Buhara’da eğitim
87
Kureşî, a.g.e., I/116; et-Temîmî, a.g.e., I/252; Kavakçı, a.g.e., 243.
et-Temîmî, a.g.e., I/252.
89
Kureşî, a.g.e., I/117.
90
Kureşî, a.g.e., I/117; et-Temîmî, a.g.e., I/252.
91
Kureşî, a.g.e., I/117.
92
Kureşî, a.g.e., I/117.
93
Kureşî, a.g.e., III/367; Leknevî, a.g.e., 328; Bağdâdî, Hediyyetu’l-Ârifîn, II/93; Kavakçı, a.g.e., 239.
94
Semânî, Tahbir Fi’l-Mu’cemi’l-Kebîr, II/236.
95
Semânî, Tahbir Fi’l-Mu’cemi’l-Kebîr, II/236; Leknevî, a.g.e., 328.
96
Leknevî, 328; Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifîn, II/9; Kureşî onun 552/1157 de vefat ettiğinden söz
etmektedir. Bkz., Kureşî, a.g.e., III/367.
88
108
görmüştür.97 Buhara’da Ebû Bekr Muhammed b. Ali b. Hafs el-Halvânî, Ebû’l-Fazl
Bekr b. Muahmmed b. Ali ez-Zerencerî, Ahmed b. Hasan ez-Zâhid ve diğer alimlerin
eserlerini imla etmiştir.98 O, 555/1160 senesinde Serahs’da vefat etmiştir.99 Semanî
onunla görüşmüş ve ondan bazı rivayetler almıştır.100 Kavakçı, onu Maveraünnehir
Hanefî hukukçularından saymaktadır.101 Aslında Ebû Tâlib el-Kâsânî’nin fakih olup
olmadığı kesin olarak bilinmemektedir.
5. Ali b. Mavdûd b. Hüseyin b. Hasan b. Muhammed b. İbrâhim elKâsânî (480/1087-557/1162)
Adı Ali b. Mavdûd b. Hüseyin b. Hasan b. Muhammed b. İbrâhim el-Kâsânî
olup,102 Kâsânlı ulemadandır. 27 Ramazanın 480/25 Aralık 1087 yılında Kasan’da
doğmuştur.103 İlk tahsiline Buhara’da amcası Mesûd b. Hüseyin ve Burhânuddîn
Abdulaziz b. Ömer’in yanında başlamış, daha sonra Merv’de Muhammed b. Hüseyin
el-Ersâbandî’den fıkıh dersi almıştır.104 O, Buhara’da Ebû Bekr Muhammed b. Hasan
b. Mansur en-Nesefî, Ebû Bekr Muhammed b. Abdillah b. Fâil es-Sürhaktî ve Ebû
Bekr Muhammed b. Ali el-Halvanî gibi alimlerin derslerini imla etmiştir.105
Ali b. Mevdûd, büyük imam, fakih, münazaracı ve hafız olarak bilinir.
Kur’an-ı Kerim’i pek çok kere hatm etmiştir.106 O, bir müddet Merv’de el-Hâkanî
medresesinde bir çok öğrenciye fıkıh dersi vermiştir. Aynı zamanda vaizlik de
yapmıştır.107
17 Rebiyülevvel 557/6 Mart 1162 yılında vefat etmiştir.108 Hocalarından
notlar tutmuş, fakat eser yazıp yazmadığı belli değildir.
97
Semânî, et-Tahbir fî Mu’cemi’l-Kebîr, II/256; Kureşî, a.g.e., III/402.
Semânî, et-Tahbir fî Mu’cemi’l-Kebîr, II/256-257; Kureşî, a.g.e., III/402-403.
99
Semânî, et-Tahbir fî Mu’cemi’l-Kebîr, II/257; Kureşî, a.g.e., III/403.
100
Kureşî, a.g.e., III/403.
101
Kavakçı, a.g.e., 244.
102
Semânî, Tahbir Fi’l-Mu’cemi’l-Kebîr, I/592; Kureşî, a.g.e., II/616; Kınalızâde, Tabakâtu’lHanefiyye, v. 55a; Solak Zâde, Tabakâtu’l-Hanefiyye, v. 169b; Leknevî, a.g.e., 227; Kavakçı, a.g.e.,
249.
103
Kureşî, a.g.e., II/617; Leknevî, a.g.e., 227.
104
Semânî, Tahbir Fi’l-Mu’cemi’l-Kebîr, I/592; Kureşî, a.g.e., II/617.
105
Kureşî, a.g.e., II/617.
106
Semânî, Tahbir Fi’l-Mu’cemi’l-Kebîr, I/592-593; Kureşî, a.g.e., II/617.
107
Semânî, Tahbir Fi’l-Mu’cemi’l-Kebîr, I/593; Kureşî, a.g.e., II/617.
108
Kureşî, a.g.e., II/617; Leknevî, a.g.e., 227.
98
109
6. Hasan b. Nasr b. İbrâhim b. Ya’kûb el-Kâsânî (490/1096-557/1162)
Hasan b. Nasr b. İbrâhim b. Ya’kûb el-Kâsânî,109 Kâsânlı Hanefî bir alimdir.
Keş’de 490/1096 yılında doğmuştur. 557/1162 yılında vefat etmiştir.110 Kâsân’ın
hâtibi Ali Ebû’l-Meâli Mesûd b. Hüseyin el-Kâsânî’den fıkıh dersi okumuş ve
Keş’de kadılık yapmıştır.111 Aynı zamanda şiirle de uğraşmış olup, Semanî ile
Semerkand’da görüşmüştür.112 Bunun dışında kaynaklarda Hasan b. Nasr hakkında
fazla bilgi yoktur.
7. Ebû Nasr Ahmed b. Süleyman b. Nasr b. Hatim b. Ali b. Hasan elKâsânî (V/XI. Asır)
Asıl adı Ebû Nasr Ahmed b. Süleyman b. Nasr b. Hatim b. Ali b. Hasan elKâsânî olup,113 Kâsânlıdır. Ebû Şucâ’a el-Hazır b. İbrâhim zamanında Hokan’ın
başkadılığını yapmıştır.114 Ebû Şucâ’a el-Hazır b. İbrâhim’in dönemi 465/1072482/1090
tarihleri
arası
olduğuna
göre,115
onun
V/XI.
asırda
yaşadığı
anlaşılmaktadır.
Ebû Nasr el-Kâsânî, tahsilini Semerkand’da yapmıştır. Ondan Semerkand
hatibi
Ebû’l-Meâli
Muhammed
b.
Nasr
b.
Mansûr
el-Medînî
rivayette
bulunmuştur.116 Kaynaklarda hayatı hakkında yeterince bilgi yoktur. Onun eser yazıp
yazmadığı da belli değildir.
8. Alâuddîn Ebû Bekr b. Mesûd b. Ahmed el-Kâsânî (587/1191)
Asıl adı Alaûddîn Ebû Bekr b. Mesûd b. Ahmed el-Kâsânî olup, Kâsânlı
büyük Hanefî alimlerindendir.117 Usûl ve furû’ ilimlerinde derinleşmiştir. Bundan
109
Kureşî, a.g.e., II/95; et-Temîmî, a.g.e., III/117; Solak Zâde, Tabakâtu’l-Hanefiyye, v. 169b;
Leknevî, a.g.e., 112; Kavakçı, a.g.e., 250.
110
Kureşî, a.g.e., II/95; et-Temîmî, a.g.e., III/118.
111
Kureşî, a.g.e., II/95.
112
Kureşî, a.g.e., II/95; et-Temîmî, a.g.e., III/118.
113
Semânî, el-Ensâb, V/15; İbnü’l-Esir, el-Lübâb, III/21; Kureşî, a.g.e.., I/171; el-Eskalanî, Tebsirü’lMüntebih Tecrirü’l-Müştebih, III/1148; et-Temîmî, a.g.e., I/358.
114
Semânî, el-Ensâb, V/15; İbnü’l-Esir, el-Lübâb, III/21; Kureşî, a.g.e.., I/171.
115
Ebi Şeca’a el-Hazır b. İbrâhim’in dönemi hakkında bkz: İbnü’l-Esir, el-Kâmil, IX/301; X/171.
116
Semânî, el-Ensâb, V/15; İbnü’l-Esir, el-Lübâb, III/21; Kureşî, a.g.e.., I/171.
117
Bu alim hakkında bkz: Kureşî, a.g.e., IV/25; İbn Kutluboğa, a.g.e., 294; Taşköprüzâde, Tabakâtu’lFukahâ, 102; Edirnevî, Mehammü’l-Fukahâ fî Tabakâti’l-Hanefiyye, v. 123b; el-Halebî, İbrâhim,
Muhtasârü’l-Cevâhiri’l-Mudiyye, v. 10a; Aliyyü’l-Kârî, el-Esmârü’l-Cemiyye fî Esmâi’l-Hanefiye, v.
88a; Çelebî, Keşfü’z-Zunûn, I/371; Solak Zâde, Tabakâtu’l-Hanefiyye, v. 170a; Kefevî, Kitâbu
A’lâmü’l-Ahyâr, v. 184b; Leknevî, a.g.e., 91; Zirikli, a.g.e., II/47; Kehhâle, a.g.e., III/75-76; Bağdâdî,
110
dolayı Alimlerin Meliki olarak anılmıştır.118 Künyesi Alâuddîn olup, Kâsânî
nisbesiyle tanınmıştır. Bazı alimler diğer Kâsânlı alimler gibi onu da Kâşânî olarak
zikrederler.119 Doğru olanı Kâsânî’dir. Çünkü o şehrin doğru adı Kâsân’dır.
Alâuddîn, es-Semerkandî’nin en seçkin öğrencilerinden olmakla,120 bunun dışında
Ebû’l-Yüsr el-Pezdevî, Ebû’l-Muîn Meymûn el-Mekhulî en-Nesefî ve es-Serhakî
gibi alimlerden ders almış ve kendisinden de oğlu Mahmûd ve Ahmed b. Mahmûd
Gaznevî ve diğerlerine ders vermiştir.121
Alâuddîn Kâsânî, Haleb’e elçi olarak gönderilmiştir. Orada çok iyi
karşılanmış ve oradakilerin isteği üzerine Nûruddîn tarafından 543/1148 yılında inşa
edilen el-Halaviyye medresesine hoca olarak tayin edilmiştir. Önceden bu medresede
Raziyuddin es-Serahsî (544/1149) ders vermekte idi. Fakat telaffuzu iyi
olmadığından azl edilmiştir.122
O, Halep’te Ebû Hanîfe’nin itikadî konulardaki görüşünü savunarak
Mu’tezile’nin görüşlerine karşı mücadele etmiştir.123
Kâsânî’nin ne zaman doğduğu hususunda herhangi bir bilgi yoktur. O, 10
Receb 587/3 Ağustos 1191 yılında Haleb’de vefat etmiştir.124 Hanımı Fatıma’nın
yanına defn edilmiştir.125
Alâuddîn el-Kâsânî, hocası es-Semerkandî’nin değerli bir fıkıh alimi olan
Fatıma isimli kızıyla evlenmiştir.126 Rivayete göre o, hocasının Tuhfatu’lFukahâ’sının şerhi olan Bedâi’s-Sanâi’ fî Tertîbi’ş-Şerâi adlı eserini hocasına arz
edince, hocası çok memnun olmuş ve büyük hukukçu olan kızını ona eş olarak
vermiş ve mehir almamıştır. Bu sebeple asrın alimleri arasında, onun için “Hocasının
Tuhfe’sini şerh etti ve kızını aldı”127 deyimi kullanılmıştır. Kâsânî, bu eserde hocası
Hediyyetü’l-Ârifin, I/235; Serkis, Mu’cemu’l-Matbuati’l-Arabiyye, 1540; Hüdarî, Muhammed,
Târihu’t-Teşri’l-İslâmî, Beyrut 1967, 300; Heffening, W., “el-Kâsânî”, (MEB) İ.A., IV/690;
Brockelmann, Târihu’l-Edebi’l-Arabî, III/678; Özel, a.g.e., 54.
118
Kureşî, a.g.e., IV/25-26.
119
Zirikli, a.g.e., II/47.
120
Kureşî, a.g.e., IV/25-26; İbn Kutluboğa, a.g.e., 294.
121
Solak Zâde, Tabakâtu’l-Hanefiyye, v. 170a; Leknevî, a.g.e., 91.
122
Kureşî, a.g.e.,IV/26; İbn Kutluboğa, a.g.e., 294; Taşköprüzâde, Tabakâtu’l-Fukahâ, 102-103;
Leknevî, a.g.e., 91.
123
Kureşî, a.g.e.,IV/26.
124
Kureşî, a.g.e.,IV/28; İbn Kutluboğa, a.g.e., 294; Leknevî, a.g.e., 91.
125
Kureşî, a.g.e., IV/28.
126
Kureşî, a.g.e.,IV/26; İbn Kutluboğa, a.g.e., 294; Leknevî, a.g.e., 91.
127
Kureşî, a.g.e., IV/26; İbn Kutluboğa, a.g.e., 294; Taşköprüzâde, Tabakâtu’l-Fukahâ, 102; Leknevî,
a.g.e., 91; Çelebî, Keşfü’z-Zunûn, I/371; Serkis, a.g.e., 1540.
111
Semerkandî’nin Tuhfetu’l-Fukahâ adlı eserindeki metodu izlemiştir. Heffening, bu
eserin şerh olmayıp, bizzat Semerkandî’nin bir “taklidi” gibi gözüktüğünü ileri
sürmektedir.128 Özel, Bedâi’nin şekil ve muhteva bakımından bir şerhe
benzemediğini, bu eserin son derece sistemli ve metod bakımından Tuhfe’yi
izlemekle birlikte onu çok aştığını savunur. O, eserin mukaddimesinde metod
bakımından hocasını izlediğini belirtmekte, ancak eserini bir şerh olarak kaleme
aldığı konusunda her hangi bir açıklamada bulunmamaktadır.129
Bize kadar ulaşmış bir diğer eseri de es-Sultân el-Mubîn fî Usûli’d-Dîn’dir.130
Brockelmann, ayrıca tek yazması bulunan Kitâbu’t-Te’vilat adlı Kur’an tefsirini
zikreder.131 Onun Kitâbu’l-Celîl adlı başka bir eserinden de bahsedilmektedir.132
Kâsânî’nin Bedâi’s-Sanâi’ fî Tertîbi’ş-Şerâi’si ilk defa 1327-1328 yılında
Kahire’de 7 cilt halinde basılmış, daha sonra hadisleri Ahmet Muhtar Osman
tarafından tahric edilerek Mısır’da 1974 yılında 10 cilt halinde basılmıştır.133
9. Ya’kûb b. Ebî Nasr el-Kâsânî (VI/XII. Asır)
Ya’kûb b. Ebî Nasr el-Kâsânî,134 Kâsânlıdır. Alim olup olmadığı kesin
değildir. Ancak Kâsânlı Hanefî fâkihi İbrâhim b. Ya’kûb b. Ebî Nasr b. Ebi Nasr b.
Midvasa el-Kâsânî’nin oğludur. İlk tahsilini babasından almış ve ondan bazı
rivayetlerde bulunmuştur.135 Babasının ölüm tarihi 553/1085 olduğuna göre136, o da
VI/XII. asırda yaşamıştır. Bunun dışında hayatı hakkında bilgi tespit edemedik.
Kavakçı, bu şahsı Hanefî alimler arasında zikretmektedir.137
128
Heffening, “Kâsân”’, VI/374.
Özel, a.g.e., 55.
130
Kureşî, a.g.e., IV/27; İbn Kutluboğa, 294.
131
Brockelmann, Târihü’l-Edebi’l-Arabî, III/679.
132
Aliyyü’l-Kârî, el-Esmârü’l-Cemiyye fî Esmâi’l-Hanefiyye, v. 88a.
133
Özel, a.g.e., 55.
134
Kureşî, a.g.e., III/616; Kavakçı, a.g.e., 281.
135
Kureşî, a.g.e., III/616.
136
Babasının ölüm tarihi hakkında bkz., Kureşî, a.g.e., I/117.
137
Kavakçı, a.g.e., 281.
129
112
10. Ebû Abdillah Muhammed b. Hasan Burhânuddîn el-Kâsânî (VI/XII.
Asır)
Ebû Abdillah Muhammed b. Hasan Burhânuddîn el-Kâsânî, usûl ve furûda
çok derin bilgi sahibi olan Semerkand ehlinden gösterilen Hanefî bir alimdir.138
Hayatı hakkında çok az bilgi bulunan alimler arasındadır. Doğumu ve vefatı
hususunda herhangi bir bilgi yoktur. Ancak, Kâsânî nisbesi ile anıldığı için onun
aslen Kâsânlı olduğu ve Semerkand’da ikamet ettiği anlaşılmaktadır. Hac
münasebetiyle 576/1180 senesinde Bağdad’a gidip orada Ömer b. Muhammed enNesefî ve Abdulaziz b. Abdulcebbâr b. Ali el-Kûfî’den hadis yazmıştır.139 O,
zamanının en iyi hadis bilginlerinden sayılmıştır.140
Kendisinden Eşref b. Necîb b. Muhammed Ebî’l-Fazl el-Kâsânî ve Şemsü’lEimme Muhammed b. Abdulkerîm et-Türkistânî fıkıh öğrenmişlerdir.141 Faziletli bir
alim olarak tanınmasına rağmen kaynaklar onun herhangi bir eserinden bahsetmez.
11. Rizkullah el-Kâsânî (VI/XII. Asır)
Rizkullah el-Kâsânî, aslen Kâsânlıdır.142 Kaynaklarda Dımeşkli Hanefî
alimlerinden gösterilmektedir.143 Daha sonra Dımeşk’e gittiği anlaşılmaktadır.
Zehebî’nin onun hakkında şöyle dediği rivayet edilir: “İmam Malik Nûruddîn
zamanındaki Hanefî imamlarındandır.”144 İmam Malik Nûruddîn’in ölüm tarihi
567/1171 olduğuna göre, Rizkullah’ın da bu dönemde yaşadığı anlaşılır. Rizkullah
hakkında bilgimiz ancak bunlarla sınırlı kalmaktadır.
138
Kureşî, a.g.e., III/129; Edirnevî, Mehammü’l-Fukahâ fî Tabakâti’l-Hanefiyye, v. 124a; Leknevî,
a.g.e., 268; Kavakçı, a.g.e., 268.
139
Kureşî, III/130; Edirnevî, Mehammü’l-Fukahâ fî Tabakâti’l-Hanefiyye, v. 124a.
140
Leknevî, a.g.e.,. 268.
141
Kureşî, a.g.e., III/120; Leknevî, a.g.e., 268.
142
Kureşî, a.g.e., II/203; İbn Hâcer el-Askalânî, Ahmed b. Ali (773-852/1371-1448), Tebsîrü’lMüntebih Tecrîrü’l-Müştebih, thk., Ali Muhammed el-Becavî, Beyrut t.y., III/1148; et-Temîmî, a.g.e.,
III/246; Kavakçı, a.g.e., 289.
143
Kureşî, a.g.e., II/203; İbn Hâcer el-Askalânî, Ahmed b. Ali (773-852/1371-1448), Tebsîrü’lMüntebih Tecrîrü’l-Müştebih, thk., Ali Muhammed el-Becavî, Beyrut t.y., III/1148; et-Temîmî, a.g.e.,
III/246; Kavakçı, a.g.e., 289.
144
Kureşî, a.g.e., II/203.
113
12. Eşref b. Necîb b. Muhammed b. Muhammed Ebî’l-Fazl el-Kâsânî
(VII/XIII. Asır)
Asıl adı Eşref b. Necîb b. Muhammed b. Muhammed Ebî’l-Fazl el-Kâsânî
olup,145 Kâsân asıllıdır. Lakabı Eşrefuddin olup, imam ve ustaz olarak
bilinmektedir.146 Doğum ve ölüm tarihi belli olmamakla beraber, Kaşgar’da vefat
etmiştir.147 Şemsü’l-Eimme Muhammed b. Abdisettâr el-Kerderî, Kâdı Mahmûd b.
Hasan el-Belhî, Kasan şehrinin imamı Adnan b. Ali b. Umar el-Kâsânî ve
Muhammed b. Hasan b. Muhammed ed-Dehkan’dan ders almıştır.148 Hocalarından
hareketle onun VII/XIII. asırda yaşadığı kanaatindeyiz. Ebû’l-Fazl el-Kâsânî
hakkında maalesef bu kadar bilgiyle yetinmekteyiz.
c. Ahsıket
Ahsıket, Fergana bölgesinde yer alan en önemli Hanefî kültür merkezlerden
149
biridir.
Barthold, Ahsıket’in IV/X. asırdan sonra Fergana’nın başşehri olduğunu
söylemektedir.150 İslamiyet Fergana’da tamamen yerleştikten sonra Ahsıket başşehir
olmuştur. Çünkü Ahsıket, Kâsân’a nisbeten Fergana’nın merkezinde bulunmaktaydı.
Fergana şehri ile Ahsıket arası dört fersahtır.151 Kâsân ise Fergana’nın kuzeyinde
olup, Semerkand’a daha yakın idi. Semanî’ye göre, Fergana bölgesinin en güzel şehri
Ahsıket’tir.152
Ahsıket şehri, IV/X. yüzyılda büyük ilim merkezlerinden biri haline
gelmiştir. Burada büyük Hanefi alimlerinin yanında hadis, lügat ve tarih alimleri de
yetişmiştir.153 Bazı kaynaklar bu şehri Ahsıkes olarak zikretmektedir. Bizce bu şehrin
doğru adı Ahsıket’tir. Günümüzde bu şehir Özbekistan’ın Fergana vilayeti ile sınırlı
Namengan vilayetine bağlı bulunmaktadır. Ahsıketli Hanefî alimler şunlardır.
145
Kureşî, a.g.e., I/440; et-Temîmî, a.g.e., II/212; Leknevî, a.g.e., 86.
Kureşî, a.g.e., I/440.
147
Kureşî, a.g.e., I/440; et-Temîmî, a.g.e., II/212; Leknevî, a.g.e., 86.
148
Kureşî, a.g.e., I/440-441; et-Temîmî, a.g.e., II/212.
149
Ahsıket hakkında bkz: Makdisî, Ahsenü’t-Tekâsim, 271; Semanî, el-Ensâb, I/95; Yakut el-Hamevî,
Mu’cemu’l-Buldân, I/162; Kureşî, a.g.e., IV/129; Barthold, W., “Ahsıket”, (MEB) İ.A., İstanbul 1940,
I/226; Esin, Emel, “Ahsikes”, DİA, İstanbul 1989, II/180.
150
Barthold, “Ahsıket”, I/226.
151
İbn Hurdazbih, Kitâbu’l-Mesâlik ve’l-Memâlik, 207.
152
Semanî, a.g.e. I/95.
153
Esin, “Ahsikes”, II/181.
146
114
1. Ebû Ali Hüseyin b. Ebî Ya’lâ el-Ahsıketî el-Fergânî (V/XI. Asır)
Adı Ebû Ali Hüseyin b. Ebî Ya’lâ el-Ahsıketî el-Fergânî olup,154 aslen
Ahsıketlidir. O, 395/1004 yılında Nisabur’a gitmiştir.155 Haffâf ve diğerlerinden
hadis rivayet etmişitir.156 395/1004 yılında Nisabur’a gittiğine göre, vefatı bu yıldan
sonraki yıllara tesadüf eder. Hanefî tabakat kitapları onu fakih olarak zikretmelerine
rağmen, eserinin olup olmadığından bahsetmezler.
2. Ebû’l-Vefâ Muhammed b. Muhammed b. Kasım el-Ahsıketî
(520/1126)
Adı Ebû’l-Vefâ Muhammed b. Muhammed b. Kasım el-Ahsıketî olup,157
aslen Ahsıketlidir. Ebû’l-Vefâ el-Ahsıketî, aynı zamanda dilci ve tarihçi idi. Ebû
Reşâd el-Ahsıketî’nin kardeşidir. O, Ebû Kasım Mahmûd b. Muhammed el-Ahsıketî
es-Sûfî’den hadis dinlemiştir.158 Bağdâdî, onun Kitâbu’t-Târih adlı bir eseri
olduğunu kaydeder.159 Ebû’l-Vefâ el-Ahsıketî, 520/1126 tarihinde vefat etmiştir.160
Hayatı hakkında fazla bilgi tespit edemedik. Hanefî tabakat kitapları bu şahsın
biyografisine yer vermezler.
3. Ahmed b. Muhammed b. el-Kâsım Zi’l-Fâzil Ebî Reşâd el-Ahsıketî
(530/1135)
Adı Ahmed b. Muhammed b. el-Kâsım Zu’l-Fâzil Ebî Reşâd el-Ahsıketî
olup,161 aslen Ahsıketlidir. Onun daha çok edebiyatla uğraştığı bilinir. “Ebû Reşâd”
künyesi, “Ahsıketî” nisbesiyle anılmıştır. Ebû Reşâd el-Ahsıketî aynı zamanda büyük
154
Kureşî, a.g.e., II/136; et-Temîmî, Tabakâtu’s-Seniyye, III/170; Kavakçı, a.g.e., 158.
Kureşî, a.g.e., II/136.
156
Kureşî, a.g.e., II/136.
157
Semânî, el-Ensâb, I/95; İbnü’l-Esîr, el-Lübâb, I/26; Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifin, II/85.
158
Semânî, el-Ensâb, I/95.
159
Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifin, II/85.
160
Semânî, el-Ensâb, I/95; İbnü’l-Esîr, el-Lübâb, I/26; Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifin, II/85.
161
Semânî, el-Ensâb, I/95; Yakut el-Hamevî, Ebû Abdillah Şihâbuddîn Yakut b. Abdillah (626/1229),
Mu’cemü’l-Üdebâ, Beyrut trz., V/52;a.mlf., Mu’cemü’l-Buldân, I/162; İbnü’l-Esîr, el-Lübâb, I/26; elKıftî, el-Vezir Cemâlüddîn Ebû Hasan Ali b. Yûsuf (646/1248), İnbâhu’r-Rıvât Alâ Anbâhu’n-Nihât,
thk., Muhammed Ebû’l-Fazl İbrâhim, Kahire 1950, I/132; İbn Kutluboğa, a.g.e., 52; İbn Tolun,
Şemseddîn (953/1546), el-Gurefu’l-Aliye fî Terâcimi Müteahhiri’l-Hanefiyye, Süleyman Kütüphanesi,
Şehid Ali Paşa, nr. 1924, v. 79a. Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifin, I/83.
155
115
bir edip, şair, katip ve tarihçi olarak da tanınır.162 O, Ebû Kasım Mahmûd b.
Muhammed el-Ahsıketî es-Sûfî’den hadis dinlemiştir.163
Ebû Reşâd el-Ahsıketî’nin Kitâb fi’t-Târîh, Kezebe Aleyke Kezâ, Kitâbu
Zevâid fî Şerhi Sakti’z-Zend adlı eserleri olduğu bilinmektedir.164
Doğum tarihi belli olmayan Ahmed b. Muhammed, 530/1135 de vefat
etmiştir.165
4. Ebû Abdillah Hüsâmuddîn Muhammed b. Muhammed b. Ömer elAhsıketî (644/1247)
Adı Ebû Abdillah Hüsâmuddîn Muhammed b. Muhammed b. Ömer elAhsıketî olup,166 aslen Ahsıketlidir. Ebû Abdillah el-Ahsıketî, usûl ve furûda büyük
Hanefî alimlerindendir. Hüsâmmuddîn lakabıyla tanınmıştır.167 Fıkıh usûlüne dair
eserler yazarak, usûl ilminde önemli izahlar yaptığı için “Usûlün Anahtarı” olarak
isimlendirilmiştir.168
Muhammed b. Muhammed el-Buhârî ve Muhammed b. Ömer en-Nevcâbâzî
gibi alimler ondan fıkıh dersi almışlardır.169 Büyük Hanefî fakihi olmasına rağmen
kaynaklarda onun hayatı hakkında yeterli bilgi bulunmamaktadır. Ebû Abdillah elAhsıketî, 23 Zilkâde 644/1 Nisan 1247’de vefat etmiştir.170 Yedi kadının bulunduğu
mezarlığa Kâdı Han’nın yanına defnedilmiştir.171
Şeyh ve İmam mertebesine ulaşan Ebû Abdillah el-Ahsıketî, el-Muntahab fî
Usûli’l-Mezheb,172 el-Muhtahâbu’l-Husâmî, el-Muhtasâr fî Usûli’l-Fıkıh adlı fıkıh
162
Semânî, el-Ensâb, I/95; Yakut el-Hamevî, Mu’cemü’l-Üdebâ, V/53; İbn Kutluboğa, a.g.e., 52; İbn
Kutluboğa, a.g.e., 52; İbn Tolun, el-Gurefu’l-Aliye fî Terâcimi Müteahhiri’l-Hanefiyye, v. 79a-79b.
163
Semânî, el-Ensâb, I/95.
164
Yakut el-Hamevî, Mu’cemü’l-Üdebâ, V/53; el-Kıftî, İnbâhu’r-Rıvât Alâ Anbâhu’n-Nihât, I/132;
İbn Kutluboğa, a.g.e., 52.
165
Semânî, el-Ensâb, I/95.
166
Kureşî, a.g.e., III/334; İbn Kutluboğa, a.g.e., 196; Kınalızâde, Tabakâtu’l-Hanefiyye, v. 11a; elHalebî, İbrâhim, Muhtasârü’l-Cevâhiri’l-Mudiyye, v. 39b; Taşköprüzâde, Miftâhü’s-Sâde, II/190;
a.mlf., Tabakâtu’l-Fukahâ, 108; Çelebî, a.g.e., II/1848-1849; Edirnevî, Mehammü’l-Fukahâ fî
Tabakâti’l-Hanefiyye, v. 52b; Solak Zâde, Tabakâtu’l-Hanefiyye, v. 29b; Leknevî, a.g.e., 310; Zirikli,
a.g.e., VII/255-256; Kehhâle, a.g.e., XI/253; Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifin, II/123; Serkis, a.g.e., 406;
Özel, a.g.e., 65.
167
Leknevî, a.g.e., 310; Zirikli, a.g.e., VII/256.
168
Kehhâle, a.g.e., XI/253.
169
Leknevî, a.g.e., 310.
170
Kureşî, a.g.e., III/334; el-Halebî, Muhtasârü’l-Cevâhiri’l-Mudiyye, v. 39b; Solak Zâde, Tabakâtu’lHanefiyye, v. 29b; Leknevî, a.g.e., 310.
171
Kureşî, a.g.e., III/334; el-Halebî, Muhtasârü’l-Cevâhiri’l-Mudiyye, v. 39b.
172
Çelebî, a.g.e., II/1848.
116
usûlüne dair eserler kaleme almıştır.173 Bu kitaplar fukaha nezdinde oldukça önem
kazanmıştır. Bunun üzerine bir çok alim tarafından ona şerhler yazılmıştır. Bu
alimlerin en önemlileri şunlardır: Hüsâmuddîn Hüseyin b. Ali es-Sığnakî (711/1311),
Abdulaziz b. Ahmed el-Buhârî (830/1426)’nin Ğâyetü’t-Tahkîk, Kıvâmuddîn Emir
Kâtib b. Emir Ömer el-İtkânî (758/1357)’nin et-Tebyin ve Ebû’l-Berekât enNesefî’nin (710/1310) Muhtasâru’n-Nâfi’ adlı şerhleridir.174
5. Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekr el-Ahsıketî Ebî Nasr Cemâlüddîn
(611/1214-670/1271)
Adı Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekr el-Ahsıketî Ebî Nasr Cemâlüddîn
olup,175 aslen Ahsıketlidir. Ebû Bekr el-Ahsıketî, Zilkâde 611/Mart 1214’de
doğmuştur.176 Künyesi Ebû Nasr’dır. Ebû Bekr el-Ahsıketî, İmam olarak bilinir.177
O, Şevval 670/Mayıs 1271 yılında vefat etmiştir.178 Kaynaklarda onun hayatı
hakkında fazla bilgi bulunmamaktadır.
d. Mergınan
Mergınan, Mâveraünnehir’de Fergana’ya bağlı bir şehirdir.179 İlk dönem
Arap coğrafyacılarından Makdisî, Mergınan’ın küçük bir şehir olduğundan
bahseder.180 IV/X. asırdan önce Mergınan’ın Fergana’da önemli bir yere sahip
olduğu bilinmemektedir. Ancak IV/X. asırdan itibaren Fergana’nın büyük bir ilim
merkezi hâline gelmiştir. Bu dönemden sonra kaynaklar Mergınan’ın en meşhur şehir
hâline geldiğini kaydetmektedirler.181 Mergınan şehri IV/X. asırdan sonra siyasî
ehemmiyetini yitirmiştir.182 Gerçekten günümüze kadar ulaşan ve çok büyük öneme
sahip olan el-Hidaye adlı eserin müellifi Burhânuddîn el-Mergınânî başta olmak
173
el-Halebî, Muhtasârü’l-Cevâhiri’l-Mudiyye, v. 39b; Leknevî, a.g.e., 310; Zirikli, a.g.e., VII/256;
Serkis, a.g.e., 406.
174
Hüsâmuddîn’in eserleri hakkında geniş bilgi için bkz: Çelebî, a.g.e., II/1848-1849; Özel, a.g.e., 65.
175
Kureşî, a.g.e., I/264; et-Temîmî, Tabakâtu’s-Seniyye, II/40.
176
Kureşî, a.g.e., I/264; et-Temîmî, Tabakâtu’s-Seniyye, II/40.
177
Kureşî, a.g.e., I/264.
178
Kureşî, a.g.e., I/264; et-Temîmî, Tabakâtu’s-Seniyye, II/40.
179
Mergınan hakkında bkz: Makdisî, a.g.e., 272; Semânî, a.g.e., V/259; Yakut el-Hamevî, Mu’cemü’lBuldân, II/781; İbnü’l-Esîr, el-Lübâb, III/126; Kureşî, a.g.e., IV/313; Barthold, W., “Mergınan”,
(MEB) İ.A., İstanbul 1988, VII/760.
180
Makdisî, a.g.e., 272.
181
Semânî, a.g.e., V/259; Yakut el-Hamevî, Mu’cemü’l-Buldân, IV/500; İbnü’l-Esîr, el-Lübâb,
III/126; Kureşî, a.g.e., IV/313.
182
Barthold, “Mergınan”, VII/760.
117
üzere bir çok alim burada doğup büyümüştür. Fergana’nın diğer bölgelerine mensup
alimlerin çoğunluğu Mergınan’da tahsil görmüştür.
Barthold, Mergınan’da “sart dili” nin, yani Îranî dilin yaygın olduğunu ve
herkesin bu dili bildiğinden söz etmektedir.183
Daha sonra Mergınan Özbeklerin eline geçmiş ve günümüzde de
Özbekistan’ın bir eyaletidir. Şimdi de burada doğan ve yetişen Hanefi alimlerin
üzerinde duracağız.
1. Abdulaziz b. Abdirrezzâk b. Nusayr b. Ca’fer b. Süleyman elMergınânî (477/1084-1085)
Adı Abdulaziz b. Abdirrezzâk b. Nusayr b. Ca’fer b. Süleyman el-Mergınânî
olup,184 Mergınanlı büyük Hanefî alimlerindendir. O, Ebû’l-Hasan Nasr b. Muhsin
el-İmâm el-Mergınânî’den ders almış, kendisi çocuklarına hocalık yapmıştır.185
Tahsilini Semerkand’da yapmış ve daha sonra memleketine dönmüştür.186 Çocukları
da ilimde büyük seviyeye ulaşmıştır. O, bakımdan da çocuklarıyla beraber “Yedi
Müftü” deyimi ile meşhur olmuştur. Bu konuda Ebû Sa’d şöyle der: “O, her biri
tedris ve fetva vermeye salahiyetli altı çocuk babası idi. Çocuklarıyla birlikte evden
çıkınca halk, “tek evden yedi müftü çıktı” derlerdi. Çocuklarının en meşhurları Ali,
Mahmûd ve el-Muallâ’dır.”187
Abdulaziz b. Abdirrezzâk b. Nusayr b. Ca’fer b. Süleyman el-Mergınânî
477/1084-1085 yılında Mergınan’da 68 yaşında vefat etmiştir.188 O, 68 yaşında vefat
ettiğine göre, doğum tarihi 409/1018 yılı olmalıdır. Bu kadar meşhur olmasına
rağmen kaynaklarda onun hakkında bilgiler çok sınırlıdır. Eser yazıp yazmadığı da
belli değildir.
183
Barthold, “Fergana”, IV/563.
Semânî, el-Ensâb, V/260; Kureşî, a.g.e., II/434; el-Halebî, İbrâhim, Muhtasârü’l-Cevâhiri’lMudiyye, v. 24a; Kınalızâde, Tabakâtu’l-Hanefiyye, v. 58a; et-Temîmî, Tabakâtu’s-Seniyye, IV/348;
Kefevî, Kitâbu A’lâmü’l-Ahyâr, v. 140a; Edirnevî, Mehammü’l-Fukahâ fî Tabakâti’l-Hanefiyye, v.
128b; Solak Zâde, Tabakâtu’l-Hanefiyye, v. 151b-152a; Leknevî, a.g.e., 165; Kavakçı, a.g.e., 183.
185
Kureşî, a.g.e., II/434; et-Temîmî, Tabakâtu’s-Seniyye, IV/348.
186
Semânî, el-Ensâb, V/260.
187
Semânî, el-Ensâb, V/260; Kureşî, a.g.e., II/434; et-Temîmî, Tabakâtu’s-Seniyye, IV/348.
188
Semânî, el-Ensâb, V/260; Kureşî, a.g.e., II/434; et-Temîmî, Tabakâtu’s-Seniyye, IV/348.
184
118
2. Mahmûd b. Abdilaziz Abdirrezzâk el-Mergınânî (V/XI. Asır)
Mahmûd b. Abdilaziz Abdirrezzâk el-Mergınânî,189 Mergınanlı “Yedi Müftü”
deyimi ile tanınan Abdürrezzâk (477/1084)’ın oğludur. Babası ve kardeşleri ile
birlikte “Yedi Müftü” ismi ile meşhur olmuşlardır. Bunlardan ikisinin Ali ve
Ya’lâ’nın ismi bilinmektedir. Diğerlerinin isimleri ve kendileri hakkında kaynaklarda
herhangi bir bilgiye rastlayamadık. Babası Abdürrezzâk 477/1084 yılında vefat
ettiğinden, onun da V/XI. asırda yaşadığı anlaşılmaktadır. Mahmûd b. Abdilaziz
Abdirrezzak el-Mergınânî’nin ilmî seviyesini tam olarak bilmiyoruz. Kureşî,
kitabında onu Hanefî alimler arasında sayması ve kardeşlerinin Ali ve Ya’lâ olması
dışında onun hakkında herhangi bir bilgi vermez.
3. Ali b. Abdilaziz el-Mergınânî (506/1112)
Ali b. Abdilaziz el-Mergınânî,190 Mergınanlı Hanefî fıkıhçıların ailesindendir.
Ebû’l-Hüseyin künyesi ve Zuhruddîn lakabıyla meşhur olmuştur. Ali b. Abdilaziz elMergınânî, babası Abdülaziz, Ali es-Seyyid Ebû Şücâ’a Muhammed b. Ahmed b.
Hamza, Ali Burhânuddîn el-Kebîr Abdulaziz ve diğerlerinden fıkıh dersi almıştır.191
Oğlu Ebû’l-Mehâsin Zuhruddîn Hasan b. Ali ve el-Hulâsa sahibi Tâhir’in babası
Kıvâmuddîn Ahmed b. Abdürreşîd öğrencileri arasında bulunmaktadır.192 Kureşî,193
Zuhruddîn’in öğrencileri arasında Fahruddîn Kâdı
194
söylerken, Leknevî
Kâdı
Han’ın da bulunduğunu
Han’ın hocasının bu zat olmayıp onun oğlu Hasan
olduğunu ileri sürer. Çünkü, Fahruddîn Kâdı
Han’ın vefat tarihi 592/1196’dir.
Fahruddîn Kâdı Han’ın ona yetişmesi çok zordur.
Zuhruddîn’in babası ve diğer beş kardeşleri de ilimde yüksek seviyeye
ulaşmışlardır. Onlara “Yedi Müftü” ismi verilmiştir.195 Bu isimle her yerde
tanınmışlardır. O, 9 Recep 506/30 Aralık 1112 yılında vefat etmiştir.196
189
Kureşî, a.g.e., III/446; Kavakçı, a.g.e., 286.
Kureşî, a.g.e., II/576; el-Halebî, İbrâhim, Muhtasâru’l-Cevâhiri’l-Mudiyye, v. 14b; Çelebî, Keşfü’zZünûn, I/137; Taşköprüzâde, Tabakât, 90; Solak Zâde, Tabakâtu’l-Hanefiyye, v. 167a-167b; Leknevî,
a.g.e., 204; Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifin, I/694; Kavakçı, a.g.e., 70.
191
Leknevî, a.g.e., 204.
192
Leknevî, a.g.e., 204.
193
Kureşî, a.g.e., II/576.
194
Leknevî, a.g.e., 205.
195
Onlar hakkında söylenilen rivayet hakkında bkz: Semânî, el-Ensâb, V/260; Kureşî, a.g.e., II/434;
et-Temîmî, Tabakâtu’s-Seniyye, IV/348.
196
Kureşî, a.g.e., II/576.
190
119
Onun Akzıyatü’r-Rasûl, el-Fevâid ve Menâkıbü İmam Azam adlı üç eser telif
ettiği bilinmektedir.197
4. Ebû’l-Meâli Kays b. İshâk b. Muhammed b. Amîrak el-Mergınânî
(526/1132)
Ebû’l-Meâli Kays b. İshâk b. Muhammed b. Amîrak el-Mergınânî,198 aslen
Mergınanlı Hanefî alimidir. Oğlu Esed b. İshâk b. Muhammed b. Emîrek ve torunu
Sâid b. Esed b. İshâk b. Muhammed b. Emîrek el-Mergınânî de Hanefî
alimlerindendir. O, Semerkand’da ikamet etmiş ve ilk tahsilini de burada
yapmıştır.199 Mahmûd b. Abdillah el-Cürcânî’den ders notu almış, kendisinden de
Ebû Hafs Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî rivayette bulunmuştur.200 Emîrek
el-Mergınânî 19 Şevval 526/2 Eylül 1132 yılında Cuma günü Semerkand’da vefat
etmiş ve Cakardize kabristanına defn edilmiştir.201 Kaynaklarda hayatı hakkında
fazla bigi olmadığı gibi, eser yazıp yazmadığı da bilinmemektedir.
5. Ömer b. Ahmed b. Ebî Hasan b. Hasan el-Gandâbî el-Mergınânî
(485/1092-556/1160)
Adı Ömer b. Ahmed b. Ebî Hasan b. Hasan el-Gandâbî el-Mergınânî olup202
aslen Mergınanlıdır. Ömer b. Ahmed el-Mergınânî, 485/1092 yılında Mergınan’a
bağlı Gandâb kasabasında doğmuştur.203 Bu bakımdan Gandâbî olarak da
isimlendirilmiştir. Onun Semerkand’a gidip orada yaşadığı ve tahsilini Belh’de
yaptığı bilinmektedir.204 Sem’anî’nin verdiği bilgiye göre, o, Semerkand’da fetva
makamına getirilmiş faziletli bir alim idi. Belh’de tahsil gördü.205
Ömer b. Ahmed el-Mergınânî, Belh’de Ebû Cafer Muhammed b. Hasan
Sincânî ve diğerlerinden ders almışken, kendisinden Ebû Sa’d Semânî not almıştır.206
197
Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifin, I/694.
Semânî, el-Ensâb, V/260; Kureşî, a.g.e., I/372; et-Temîmî, Tabakâtu’s-Seniyye, II/158; Kavakçı,
a.g.e., 221.
199
Semânî, el-Ensâb, V/260.
200
Semânî, el-Ensâb, V/260.
201
Semânî, el-Ensâb, V/260.
202
Yakut el-Hamevî, Mu’cemü’l-Büldân, III/820; İbnü’l-Esîr, el-Lübâb, II/179; Kureşî, a.g.e., II/631.
203
Yakut el-Hamevî, Mu’cemü’l-Büldân, III/820; İbnü’l-Esîr, el-Lübâb, II/179.
204
Kureşî, a.g.e., II/632.
205
Kureşî, a.g.e., II/632.
206
Yakut el-Hamevî, Mu’cemü’l-Büldân, III/820; İbnü’l-Esîr, el-Lübâb, II/179.
198
120
Kureşî, onun Mahmûd el-Özcendî’den de fıkıh dersi aldığını ileri sürer.207 O,
556/1160 yılında vefat etmiştir.208 Eser yazıp yazmadığı bilinmez.
6. Ebû’l-Hasan Burhânuddîn Ali b. Ebî Bekr b. Abdulcelîl el-Fergânî elMergınânî er-Riştânî (593/1197)
Adı Ebû’l-Hasan Burhânuddîn Ali b. Ebî Bekr b. Abdulcelîl el-Fergânî elMergınânî er-Riştânî olup,209 Mergınanlı büyük Hanefî alimlerindendir. el-Mergınânî
müçtehid seviyesine ulaşmıştır. “Allâme”, “Muhakkik” ünvanlarıyla anılmıştır.210
Künyesi Ebû’l-Hasan’dır. Bir çok İslâmî ilim tahsil etmiştir. O, aynı zamanda fakih,
hafız, hadisçi, müfessir ve diğer ilim dallarında derin bilim sahibi olmuştur.211
Burhânuddîn’in ilmi hususunda Cemâluddîn b. Malih şöyle rivayet eder: “el-Hidâye
sahibi sekiz ilim dalında alimdi.”212
O, Fergana’nın Mergınan şehrine bağlı Riştan köyünden idi.213 Bu bakımdan
da o Fergânî ve Mergınanî nisbesi yanında Riştânî nisbesiyle de anılır. Meşhur bir
çok büyük alimden ders almıştır. Merginânî, Necmüddîn Ebû Hafs Ömer en-Nesefî
(537/1142), Sadru’ş-Şehîd Husâmuddîn Ömer b. Abdilazîz b. Ömer b. Mâzah
(536/1141),
Sadru’s-Saîd
Tâcu’d-Dîn
Ahmed
b.
Abdilaziz,
Sadru’l-Kebîr
Burhânuddîn, Serahsî, Halvânî, Ebû Ali en-Nesefî, Ebû Bekr Muhammed b. el-Fazl,
es-Sebzemûnî, Ebû Abdillah, Tuhfe sahibi Alâuddîn es-Semerkandî, Serahsî’nin
talebesi olan Ebû Amr Osman b. Ali el-Beykendî, Kıvâmuddîn Ahmed b. Abdurreşîd
el-Buhârî, Hülâsâtu’l-Fetavâ’nın sahibi Velîd ve diğerlerinden ders almıştır.214
Kendisinden de Celâluddîn Muhammed, Nizâmuddîn Ömer, Şeyhu’l-İslâm İmâdu’d207
Kureşî, a.g.e., II/632.
Kureşî, a.g.e., II/632.
209
Kureşî, a.g.e., II/627; Firuzabâdî, Mecdüddîn Muhammed b. Ya’kûb (817/1415), el-Mirkâtu’lVefiyye fî Tabakâti’l-Hanefiyye, Süleymaniye Kütüphanesi, Reisü’l-Küttab, nr. 671, v. 49a; İbn
Kutluboğa, a.g.e., 148; el-Halebî, İbrâhim, Muhtasârü’l-Cevâhiri’l-Mudiyye, v. 28b; Taşköprüzâde,
Miftâhu’s-Sâde, II/263; Kınalızâde, Tabakâtu’l-Hanefiyye, v. 59b; Kefevî, Kitâbu A’lâmü’l-Ahyâr, v.
199a; Edirnevî, Mehammü’l-Fukahâ fî Tabakâti’l-Hanefiyye, v. 130b; Aliyyü’l-Kârî, el-Esmârü’lCemiyye fî Esmâi’l-Hanefiye, v. 61b; Çelebî, Keşfü’z-Zünûn, I/227; Solak Zâde, Tabakâtu’lHanefiyye, v. 22b; Leknevî, a.g.e., 230; Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifin, I/802; Kehhâle, a.g.e., VII/45;
Zirikli, a.g.e., V/73; Brockelmann, Târihu’l-Edebi’l-Arabî, III/681; Serkis, a.g.e., 1739; Heffening,
“Mergınan”, VII/761; Kavakçı, a.g.e., 131.
210
Kureşî, a.g.e., II/627; İbn Kutluboğa, a.g.e., 148; Taşköprüzâde, Miftâhu’s-Sâde, II/263; Leknevî,
a.g.e., 230.
211
Leknevî, a.g.e., 230.
212
Kureşî, a.g.e.,II/628.
213
Yakut el-Hamevî, Mu’cemü’l-Büldân, II/781.
208
121
Dîn b. Ebî Bekr, Şemsü’l-Eimme el-Kerderî, Celâluddîn Mahmûd b. Hüseyin elUsrûşenî ve bir çokları ilim almıştır.215
Ebû’l-Hasan el-Mergınânî’nin doğum tarihi belli olmamakla birlikte,
doğduğu memlekette 593/1197 yılında vefat etmiştir.216 Üstadlarını çok aşmış ve
herkes tarafından kabul görülmüştür.217 Tirmizî’nin eserindeki hadisleri Şeyhu’lİslâm Ziyauddîn Ebû Muhammed Saîd b. Esed b. Esed’den dinlemiştir.218
O, bir çok yeri gezmiş ve bir çok alimle görüşerek, bir çok eser telif etmiştir.
Ona atfedilen eserler şunlardır: Kitâbu’l-Tecnis ve’l-Mezîd, Kitâbu’l-Menâsiki’lHacc, Muhtârâtu’n-Nevâzil, Kitâb fi’l-Ferâiz.219 Başlıca eseri de Kudurî’nin
Muhtasâr’ına ve Şeybânî’nin el-Câmiu’s-Sağîr’ine yazılmış bir fıkıh hülasası olan
Kitâbu’l-Bidâyat el-Mubtedî’ye 8 büyük ciltlik Kifâyâtu’l-Muntahâ adıyla yazdığı
büyük bir şerhtir. Fakat bu şerhi bitirmeden önce kendisine uzun ve dağınık
göründüğü için üzerine kısa şerh yazmaya karar vererek ikinci şerh olarak elHidâye’yi yazmıştır.220 Mergınânî, el-Hidâye’sini 13 yılda yazıp bitirmiştir.221 Eser
hem ilm, hem uslûbu, hem de metodu açısından derli toplu ve güzel işlendiğinden
çok itibar görmüştür. el-Hidâye’ye 60 civarında şerh ve hâşiye yazılmıştır. Diğer
önemli şerhleri de şunlardır: Fethu’l-Kâdîr, el-İnâye, el-Bidâye, en-Nihâye, elKifâye, Ğâyetu’l-Beyân, Mi’râcu’d-Dirâye’dir.222 el-Hidâye bir çok dile çevrilmiş
olup günümüzde de itibarını hâlâ korumaktadır.223
Ayrıca Mergınânî’nin el-Hidâye’si Osmanlılarda çok itibar görmüştür. Orta
Asya’da bulunan medreselerde okutulmakta ve molloların elinden düşmeyen bir
kitaptır.
214
Kureşî, a.g.e., II/628; Kınalızâde, Tabakâtu’l-Hanefiyye, v. 59b; Leknevî, a.g.e., 230-231;
Heffening, “Merginânî”, VII/761; Özel, a.g.e., 57.
215
Firuzabâdî, el-Mirkâtu’l-Vefiyye fî Tabakâti’l-Hanefiyye, 49b; Kınalızâde, Tabakâtu’l-Hanefiyye,
v. 59b ; Leknevî, a.g.e., 231.
216 216
Kureşî, a.g.e., II/628; İbn Kutluboğa, a.g.e., 148; Kınalızâde,Tabakâtu’l-Hanefiyye, v. 59b;
Leknevî, a.g.e., 231.
217
Heffening, “Merginânî”, VII/761.
218
Kureşî, a.g.e., 628.
219
İbn Kutluboğa, a.g.e., 148; Leknevî, a.g.e., 231; Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifin, I/802; Kehhâle,
a.g.e., VII/45; Zirikli, a.g.e., V/73; Heffening, “Merginânî”, VII/761; Özel, a.g.e., 57-58.
220
Taşköprüzâde, Miftâhu’s-Sâde, II/264; Çelebî, Keşfü’z-Zünûn, I/228; Leknevî, a.g.e., 231;
Heffening, “Merginân”’, VII/761.
221
Taşköprüzade, Miftâhu’s-Sâde, II/264.
222
Brockelmann, GAL, I/376; Özel, a.g.e., 57.
223
Ayrıca el-Hidâye’nin baskı yerleri ve yılları hakkında geniş bilgi için bkz: Özel, a.g.e., 57-58.
122
7. Ebû Hafs Nizâmuddîn Ömer b. Ali b. Ebî Bekr el-Mergınânî
(600/1203)
Adı Ebû Hafs Nizâmuddin Ömer b. Ali b. Ebî Bekr el-Mergınânî olup,224
aslen Mergınanlıdır. el-Hidâye adlı eserin müellifi Burhânuddîn el-Mergınânî’nin
oğludur.225 Lakabı Nizâmüddîn olup, hayatı hakkında kaynaklarda çok kısa bilgi
bulunmaktadır. Doğum tarihi belli olmamakla birlikte, vefat tarihi muhtemelen
600/1203 yılından sonradır.226
Kardeşi Celâluddîn Muhammed gibi Nizâmuddîn de babasından ilim
öğrenmiştir. Onun Cevâhiru’l-Fıkıh227 ve el-Fevâid228 adlı iki tane eserinin olduğu
bilinmektedir. Cevâhiru’l-Fıkıh adlı eserini Tahâvî, Cessas ve Mesûdî’nin
Muhtasâr’ıyla Hizânetu’l-Fıkıh, et-Tecrîd, el-İrşâd ve diğer eserlerinden derlediği
söylenir.229
8. Abdullah b. Ali b. Sâin b. Abdilcelil b. Halil b. Ebî Bekr el-Fergânî
(551/1156-616/1219)
Asıl adı Abdullah b. Ali b. Sâin b. Abdilcelil b. Halil b. Ebî Bekr el-Fergânî
olup,230 büyük bir fakih olarak tanınmaktadır. Babasının ifadesine göre o, 2 Recep
551/ 21 Ağustos 1156 senesinde Mergınan’da doğmuştur.231 Aslen Mergınanlı olan
bu alim Semerkand’da yaşamıştır.232 O, 600/1203 senesinde Sefer/Ekim ayında hac
münasebetiyle Bağdat’a geldi. Ebû Ahmed el-Emîn, Ebû Muhammed b. el-Ahzar,
Ebû Kâsım b. Huseyin, Ebû Gâlib b. el-Benna ve Ebû Bekr el-Ensârî’den hadis
dinlemiştir. Mâveraünnehir alimlerinden kırk hadis toplamıştır. Bir çok alanda eğitim
224
Kureşî, a.g.e., II/657; Taşköprüzâde, Tabakâtu’l-Fukahâ, 109; Çelebî, Keşfü’z-Zünûn, I/615; Solak
Zâde, Tabakâtu’l-Hanefiyye, v. 178b; Kefevî, Kitâbu A’lâmü’l-Ahyâr, v. 232a; Leknevî, a.g.e., 243;
Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifin, I/785; Kehhâle, a.g.e., VII/298; Brockelmann, Târihu’l-Edebi’l-Arabî,
III/700; Heffening, “Merginânî’, VII/761; Kavakçı, a.g.e., 138; Özel, a.g.e., 59;
225
Kureşî, a.g.e., II/657; Leknevî, a.g.e., 243;
226
Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifin, I/785.
227
Çelebî, a.g.e., II/1294; Leknevî, a.g.e., 243.
228
Çelebî, a.g.e., I/615; Leknevî, a.g.e., 243; Heffening, “Merginânî”, VII/761; Özel, a.g.e., 59.
229
Çelebî, a.g.e., I/615; Heffening, “Merginânî”, VII/761;Özel, a.g.e., 60.
230
Kureşî, a.g.e., II/314; Suyutî, Ebü’l-Fazl Celaleddin Abdirrahman b. Ebi Bekr (911/1505),
Bugyetü’l-Veât fî Tabakâti’l-Lugaviyyîn ve’n-Nuhât, thk., Muhammed Ebü’l-Fazl İbrâhim, yrz, 1979
II/50; et-Temîmî, a.g.e., IV/173.
231
Kureşî, a.g.e., II/315; Suyûtî, Bugyetü’l-Veât fî Tabakâti’l-Lugaviyyîn ve’n-Nuhât, II/50; etTemîmî, a.g.e., IV/174.
232
Kureşî, a.g.e., II/314; et-Temîmî, a.g.e., IV/173.
123
görmüştür. Hilaf, cedel, hadis, nahv ve dilde mezhebin büyük imamı sayılmış ve
Semerkand’ın hatibi olmuştur.233
İbn Neccâr’a göre, ahlaklı, mütevazi ve sadık birisidir.234 O, rivayetler
konusunda çok yetenekli ve dürüst bir insandır. Ebû Bekr el-Fergânî, 616/1219’da
vefat etmiştir.235 Muhtemelen Semerkand’da vefat etmiştir. Hanefî mezhebinin
büyük imamı sayılmasına rağmen, bir eser yazıp yazmadığı bilinmemektedir.
9. Hasan b. Ali Zahîrüddîn el-Kebîr b. Abdilaziz el-Mergınânî (619/1222)
Adı Hasan b. Ali Zahîrüddîn el-Kebîr b. Abdilaziz el-Mergınânî olup,236
aslen Mergınanlı Hanefî fıkıhçılarındandır. O, Zahîrüddîn Ebû’l-Mehâsin lakabıyla
meşhurdur. Zahîrüddîn Ebû’l-Mehâsin, Mergınânîler ailesinden olup, büyük hukukçu
Ali b. Abdilaziz el-Mergınânî’nin oğludur. O, büyük Hanefî alimi Zekiyüddîn elHatîb Mesûd b. Hasan el-Kâsânî’den fıkıh dersi almışken, kendisinden kız kardeşinin
oğlu el-Hülâsâ sahibi İftihârüddîn, Zahîrüddîn Muhammed b. Ahmed ve diğerleri
fıkıh dersi almışlardır.237 Leknevî, ondan Fahrüddîn Hasan b. Mansûr el-Özcendî’nin
de ders aldığını ileri sürer.238 Oysa Fahrüddîn Hasan b. Mansûr el-Özcendî 592/1196
tarihinde vefat etmiştir. Tersine Mergınânî, Fahruddîn el-Özcendî’den ders almış da
olabilir. Çünkü, ikisinin ölüm tarihi arasında 27 yıl fark vardır. Zahîrüddîn Ebû’lMehâsin, 619/1222 tarihinde vefat etmiştir.239
O, fakih olmanın yanında hadisçi olarak da bilinir. Zahîrüddîn, Ebû’lMehâsin el-Akziyye ve’ş-Şurût, el-Fetâvâ ve el-Fevâid adlı eserleri telif etmiştir.240
10. Ebû Bekr b. Ali b. Ebî Bekr b. Abdilcelîl el-Fergânî İmâduddîn elMergınânî (620/1223)
Adı Ebû Bekr b. Ali b. Ebî Bekr b. Abdilcelîl el-Fergânî İmâduddîn elMergınânî olup,241 Mergınanlı Hanefî alimlerindendir. Ebû Bekr b. Ali el-Mergınânî,
233
Kureşî, a.g.e., II/314; et-Temîmî, a.g.e., IV/173.
Kureşî, a.g.e., II/315; et-Temîmî, a.g.e., IV/173.
235
Kureşî, a.g.e., II/315; Suyûtî, Bugyetü’l-Veât fî Tabakâti’l-Lugaviyyîn ve’n-Nuhât, II/50; etTemîmî, a.g.e., IV/174.
236
Kureşî, a.g.e., II/74; el-Halebî, İbrâhim, Muhtasâru’l-Cevâhiri’l-Mudiyye, v. 27a; Kefevî, Kitâbu
A’lâmu’l-Ahyâr, v. 170a; et-Temîmî, Tabakâtu’s-Seniyye, III/95; Leknevî, a.g.e, 107; Bağdâdî,
Hediyyetü’l-Ârifin, I/280; Kehhâle, Mu’cemü’l-Müellifin, III/263; Kavakçı, a.g.e., 139.
237
Leknevî, a.g.e., 107-108.
238
Leknevî, a.g.e., 108.
239
Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifin, I/280.
234
124
Ebû’l-Feth Zeynuddîn Abdirrahîm b. Ebî Bekr İmâduddîn b. Ali el-Mergınânî elİmâdî’nin babası, el-Hidâye’nin müellifi Burhânuddîn Ali el-Mergınânî’nin oğludur.
Babasından ve Ali Kâdı Zahîrüddîn el-Buhârî’den fıkıh öğrenmiştir.242 Ebû Bekr b.
Ali el-Mergınânî’nin hayatı hakkında kaynaklarda fazla bilgi bulunmamaktadır. O,
620/1223 yılında vefat etmiştir.243 Onun Edebu’l-Kâdı
adlı eseri olduğu
bilinmektedir.244
11. Muhammed b. Ahmed b. Yûsuf Bahâuddîn Ebî’l-Mehâmid elMergınânî (VI/XII-VII/XIII. Asırlar)
Adı Muhammed b. Ahmed b. Yûsuf Bahâuddîn Ebû’l-Mehâmid el-Mergınânî
olup,245 aslen Mergınanlıdır. Lakabı Bahâuddîn’dir. Muhammed b. Ahmed elMergınânî,
Cemâlüddîn
el-Mahbûbî
(546/1151-630/1232)’nin
hocalığını
yapmıştır.246 O, el-Kudûriyye’yi şerh etmiş ve Zâdu’l-Fukahâ’yı not almıştır.247
Öğrencisi Cemâlüddîn el-Mahbûbî’den hareketle onun VI/XII-VII/XIII. asırlarda
yaşadığı anlaşılmaktadır. Kaynaklardan bunun dışında onun hayatı hakkında fazla
bilgi tespit edemedik.
12. Ebû İshâk İbrâhim b. Ali el-Mergınânî (VI/XII. Asır)
Ebû İshâk İbrâhim b. Ali el-Mergınânî,248 aslen Mergınanlıdır. Lakabı
Nizâmuddîn olup, künyesi Ebû İshâk’tır.249 Kureşî, Ebû İshâk’ı Kâdı Hân elÖzcendî’nin hadis ve fıkıh hocası olduğunu zikretmektedir.250 İbrâhim b. Ali elMergınânî’nin doğum ve ölüm tarihi belli olmamakla birlikte, hayatı hakkındaki
bilgiler sadece bunlarla sınırlıdır. O, Kâdı Hân el-Özcendî’nin hocası olduğundan
onun VI/XII. asırda yaşadığı anlaşılmaktadır.
240
Leknevî, a.g.e., 108; Kehhâle, a.g.e., III/263.
Solak Zâde, Tabakâtu’l-Hanefiyye, v. 179b; Leknevî, a.g.e., 238 Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifin,
I/235.
242
Leknevî, a.g.e., 238.
243
Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifin, I/235.
244
Leknevî, a.g.e., 238 Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifin, I/235.
245
Kureşî, a.g.e., III/74; İbn Kutlubığa, a.g.e., 210; Solak Zâde, Tabakâtu’l-Hanefiyye, v. 99b;
Leknevî, a.g.e, 260.
246
Kureşî, a.g.e., III/74.
247
İbn Kutlubığa, a.g.e., 210.
248
Kureşî, a.g.e., I/95; et-Temîmî, Tabakâtu’s-Seniyye, II/158; Kavakçı, a.g.e., 279.
249
Kureşî, a.g.e., I/95.
250
Kureşî, a.g.e., I/95.
241
125
13. Esed b. İshâk b. Muhammed b. Emîrek (VI/XII. Asır)
Adı Esed b. İshâk b. Muhammed b. Emîrek olup, Mergınanlı Ebû Hanîfe
ashabına bağlı şeyhlerden sayılmaktadır.251 O, alimler ailesinden gelmektedir. Babası
Ebû’l-Meâli Kays b. İshâk b. Muhammed b. Amîrak el-Mergınânî, oğlu Sâid b. Esed
b. İshâk b. Muhammed b. Emîrek el-Mergınânî, Hanefî ulemalarındandır. Esed b.
İshâk, bir çok dalda bilgi sahibi olmakla güzel şiirler de yazmıştır.252 Ayrıca, çok
takva sahibi ve zâhid birisi olduğu da bilinir.
Ölüm tarihi bilinmemekle birlikte, babası Ebû’l-Meâli Kays b. İshâk b.
Muhammed b. Amîrak el-Mergınânî’nin ölüm tarihi 526/1131 olduğundan,253 onun
VI/XII. asırda yaşadığı anlaşılmaktadır. Eser yazıp yazmadığı bilinmemektedir.
14. Sâid b. Esed b. İshâk b. Muhammed b. Emîrek el-Mergınânî (VI/XII.
Asır)
Adı Sâid b. Esed b. İshâk b. Muhammed b. Emîrek el-Mergınânî olup,254
Mergınanlı alimlerin ailesindendir. Lakabı Ziyâuddîn’dir. Sâid b. Esed elMergınânî’nin hem dedesi, hem de babası alimler arasında yer almaktadır. Dedesi
Ebû’l-Meâli Kays b. İshâk b. Muhammed b. Emîrek el-Mergınânî,255 babası Esed b.
İshâk b. Muhammed b. Emîrek’dir.256
İlk tahsilini babasından almış ve daha sonra Mergınan’a gidip Abdülaziz b.
Ömer’den ilim öğrenmiştir. Hocası Ebû Bekr b. Muhammed b. Ali b. Haydar’dan, o
Ali b. Ahmed b. Muhammed el-Huzâî’den, o Ebû Saîd el-Heysem b. Küleyb eşŞâşî’den, o Tirmizî’den ders almıştır.257
Dedesi Ebû’l-Meâli Kays b. İshâk b. Muhammed b. Emîrek el-Mergınânî’nin
ölüm tarihi 526/1131 olduğundan, onun VI/XII. asırda yaşadığı anlaşılmaktadır.
Eserinin olup olmadığı bilinmemektedir.
251
Kureşî, a.g.e., I/381; et-Temîmî, Tabakâtu’s-Seniyye, II/165.
Kureşî, a.g.e., I/381; et-Temîmî, Tabakâtu’s-Seniyye, II/165.
253
Babası Ebû’l-Meâli Kays b. İshâk b. Muhammed b. Amîrak el-Mergınânî’nin ölüm tarihi hakkında
bkz: Semânî, el-Ensâb, V/260; Kureşî, a.g.e., I/372; et-Temîmî, Tabakâtu’s-Seniyye, II/158.
254
Kureşî, a.g.e, II/259; et-Temîmî, Tabakâtu’s-Seniyye, IV/78.
255
Dedesi hakkında bkz: Semânî, el-Ensâb, V/260; Kureşî, a.g.e., I/372; et-Temîmî, Tabakâtu’sSeniyye, II/158.
256
Babası hakkında bkz: Kureşî, a.g.e., I/381; et-Temîmî, Tabakâtu’s-Seniyye, II/165.
252
126
15. Mahmûd b. Mesûd el-Mergınânî
Mahmûd b. Masûd el-Mergınânî,258 Mergınanlı Hanefî alimlerindendir.
Lakabı Alâuddîn’dir. Alâuddîn’in el-Fetâvâ ve Meâlu’l-Fetâvâ adlı iki tane eseri
olduğu bilinmektedir.259 Kaynaklarda hayatı hakkında herhangi bir malumat yoktur.
16. Ebû Bekr b. Ziyâd el-Mergınânî
Ebû Bekr b. Ziyâd el-Mergınânî, Mergınanlı Hanefî bir alimidir. O, İmam,
Zâhid ve Hatîb olarak bilinir.260 Bir müddet Mergınan’ın hatibliğini yapmış ve ibadet
konusunda müçtehid seviyesine ulaşmıştır.261 Bunun dışında Ebû Bekr b. Ziyâd elMergınânî’nin hayatı hakkında herhangi bir malumat yoktur.
17. Ebû’l-Feth Zeynuddîn Abdirrahîm b. Ebî Bekr İmâduddîn b. Ali elMergınânî el-İmâdî (VII/XIII. Asır)
Adı Ebû’l-Feth Zeynuddîn Abdirrahîm b. Ebî Bekr İmâduddîn b. Ali elMergınânî el-İmâdî olup,262 aslen Mergınanlıdır. Lakabı İmâduddîn’dir. O, Meşhur
el-Hidâye’nin müellifi Burhânuddîn Ali el-Mergınânî’nin torunu, Ebû Bekr b. Ali b.
Ebî Bekr b. Abdilcelil el-Fergânî İmâduddîn el-Mergınânî’nin oğludur. Abdurrahîm
b. Ebî Bekr Merginânî, babasından ve Mecduddîn el-Usrûşenî’nin talebesi olan
Hüsâmuddîn Muhammed b. Osman el-Aliyâbâdî’den fıkıh dersi almıştır.263
Abdurrahîm b. Ebî Bekr Merginânî, el-Fusûlu’l-İmâdiyye adlı tek eseri
olduğu bilinmektedir. O, bu eserini 651/1253 yılında Şaban ayında Semerkand’da
telif etmiştir.264 Hayatı hakkında kaynaklarda fazla bilgi yoktur. Eserini 651/1253
yılında yazdığına göre onun VII/XIII. asırda yaşadığı anlaşılmaktadır. İbn Kâdî
Semâve (823/1420), el-Fusûlu’l-Usrûşenî ile bu eseri birleştirerek Câmiu’l-Fusûleyn
adlı eserini meydana getirmiştir.265
257
Kureşî, a.g.e, II/259; et-Temîmî, Tabakâtu’s-Seniyye, IV/78.
Kureşî, a.g.e., III/451; el-Halebî, İbrâhim, Muhtasârü’l-Cevâhiri’l-Mudiyye, v. 43a; Aliyyü’l-Kârî,
el-Esmârü’l-Cemiyye fî Esmâi’l-Hanefiye, v. 80a.
259
Kureşî, a.g.e., III/451; el-Halebî, İbrâhim, Muhtasârü’l-Cevâhiri’l-Mudiyye, v. 43a.
260
Kureşî, a.g.e., IV/106.
261
Kureşî, a.g.e., IV/106.
262
Kureşî, a.g.e., IV/74; Edirnevî, Mehammü’l-Fukahâ fî Tabakâti’l-Hanefiyye, v. 129a; Çelebî,
a.g.e., II/1270; Leknevî, a.g.e., 159; Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifin, I/560; Serkis, a.g.e., 1740.
263
Leknevî, a.g.e., 109-100.
264
Çelebî, a.g.e., II/1270-1271; Leknevî, a.g.e., 160; Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifin, I/560.
258
127
18. Muhammed b. Muhammed b. Muhammed el-Kubâvî (726/1326)
Adı Muhammed b. Muhammed b. Muhammed el-Kubâvî olup, cedel ve fıkıh
ilminde zamanının en büyük alimlerindendir.266 Mergınan’a gelip yerleşmiştir.267
Kubâvî nisbesiyle anılması onun Kubalı olduğunu göstermektedir.268
Fıkhı
Şemsü’l-Eimme
el-Kerderî’den,
usûlü
de
el-Ahsıketî’den
öğrenmiştir.269 el-Kubâvî, el-Câmiu’l-Kebîr ve Nazmu’l-Câmiu’s-Sagîr adlı eserleri
telif etmiştir.270 726/1326 yılında vefat etmiştir.271 Bunun dışında bu alim hakkında
hiç bir malumat tespit edemedik.
e. Oş
Oş, Fergana bölgesinde bulunan bir şehirdir.272 Makdisî, Oş’un Kuba ve
Ahsıket’ten sonra üçüncü derecede hudud şehir olduğunu ve orada din
mücahidlerinin her taraftan gelip, toplandıkları büyük bir ribât bulunduğunu
zikreder.273 Klasik Arap coğrafyacılarından İbn Hurdazbih, Oş’un bir Türk
hükümdarının merkezi olup Kuba şehri ile arasının on fersah olduğunu kaydeder.274
Makdisî’ye göre, Oş yakınındaki dağdan Türklerin hareketleri gözetleniyordu.275
Oş şehri günümüzde de aynı ismi taşımakta olup, Kırgızistan Devleti
sınırında ikinci başkent sayılmaktadır. Etnik durumu, çoğunluğu Kırgız olmak üzere,
Kırgız ve Özbeklerden oluşmaktadır.
Eskiden Oş şehri Fergana vadisine dahil olup, Türklerin bir hudud şehri
olmasının yanında aynı zamanda siyasî ve ilmî niteliğe de sahipti. Mâturîdî kelam
ekolü Semerkand’da kuruldu, Nesef’te yorumlanıp sistemleştirildi. Fergana vadisinin
265
Özel, a.g.e., 68.
Kureşî, a.g.e., III/350; İbn Kutluboğa, a.g.e.,198; Solak Zâde, Tabakâtu’l-Hanefiyye, v. 29b;
Leknevî, a.g.e., 314.
267
Kureşî, a.g.e., III/350; İbn Kutluboğa, a.g.e.,198; Leknevî, a.g.e., 314.
268
Kuba Fergana’ya bağlı bir kasabadır.
269
Kureşî, a.g.e., III/350.
270
Kureşî, a.g.e., III/350; İbn Kutluboğa, a.g.e.,198; Solak Zâde, Tabakâtu’l-Hanefiyye, v. 29b;
Leknevî, a.g.e., 315.
271
Kureşî, a.g.e., III/350; İbn Kutluboğa, a.g.e.,198; Leknevî, a.g.e., 315.
272
İbn Hurdazbih, a.g.e., 208; Makdisî, a.g.e., 262; Semânî, a.g.e., I/228; Yakut el-Hamevî, a.g.e.,
I/404; İbnü’l-Esîr, el-Lübâb, I/75; Kureşî, a.g.e., IV/132.
273
Makdisî, a.g.e., 272.
274
İbn Hurdazbih, a.g.e., 30.
275
Makdisî, a.g.e., 272.
266
128
Oş şehrinde Oşlu Ali b. Osman’la birlikte edebî bir uslupla şiir haline getirildi.276
Böylece Oş, kelam ilminin bölgedeki önemli merkezlerinden biri hâline gelmiştir.
Fergana, Mergınan ve Namengan şehirleri fıkıh ilminin merkezi olurken, Oş hem
fıkıhta, hem de kelamda adını duyurmaya başlamıştır.277
Oş’da doğan ve burada büyüyen ve Oşî nisbesiyle anılan alimler üzerinde
durmak istiyoruz.
1. Mesûd b. Mansûr el-Oşî (519/1125)
Mesûd b. Mansûr el-Oşî,278 aslen Oşlu Hanefî fakihlerdendir. Semerkand’da
ikamet etmiş ve Ebû Cafer Muhammed b. Ali el-Arafî Semnânî’den ders almıştır.279
Mesûd b. Mansûr el-Oşî, hac münasebetiyle 511/1117 yılında Bağdad’a geldiğinde
Ömer b. Muhammed Zerencerî’den hadis öğrenmiştir.280
Ömer b. Ahmed en-Nesefî’nin zikrettiğine göre, Mesûd b. Mansûr el-Oşî,
çocukları ve ailesi ile beraber bir gecede Zilhicce 519/Aralık 1125 yılında vefat
etmiştir.281 İbnü’l-Esîr, onun 510/1116 yılında vefat ettiğini ileri sürer.282 Kaynaklar
bu zatı faziletli büyük bir fakih olarak zikretmelerine rağmen eserinden söz etmezler.
2. Ali b. Osman el-Oşî (569/1173)
Adı Ali b. Osman b. Muhammed b. Süleyman Ebî Muhammed Sirâcüddîn etTeymiyye el-Fergânî el-Hanefî el-Oşî eş-Şehidî olup, aslen Oşludur.283
Bu
bakımdan Oşî ismiyle anılmıştır. Ne zaman doğduğı ve hayatı hakkında bir şey
bilinmemektedir. Ancak, VI/XII. asrın ikinci yarısında vefat ettiğine göre,
muhtemelen VI/XII. asrın başlarında doğduğunu söyleyebiliriz. Künyesi Ebû
Muhammed olup, döneminin alimleri arasında Sirâcüddîn ünvanıyla tanınmıştır.
276
Kutlu, “Ali b. Osman el-Oşî’nin Oş’un Orta Çağdaki Kültürel ve Dinî Düşünce Sisteminin
Teşekkülündeki Rolü” 5.
277
Kutlu, a.g.m., 5.
278
Semânî, el-Ensâb, I/228; Yakut el-Hamevî, Mu’cemü’l-Büldân, I/415; İbnü’l-Esîr, el-Lübâb, I/75;
Kureşî, a.g.e., III/474; Kavakçı, a.g.e., 212.
279
Semânî, el-Ensâb, I/229.
280
Kureşî, a.g.e., III/474.
281
Semânî, el-Ensâb, I/229; Yakut el-Hamevî, Mu’cemü’l-Büldân, I/415.
282
İbnü’l-Esîr, el-Lübâb, I/75.
283
Kureşî, a.g.e., II/583; İbn Kutluboğa, a.g.e., 154; el-Halebî, İbrâhim, Muhtasârü’l-Cevâhiri’lMudiyye, v. 27a; Çelebî, Keşfü’z-Zünûn, II/1224; Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifin, I/700; Kehhâle, a.g.e.,
VII/148; Serkis, Mu’cemu’l-Matbûatu’l-Arabiyye ve’l-Muarrebe, 399; Brockelmann, C., “Ûşî”,
(MEB)İA, İstanbul 1986, XIII/75; Şerafeddin, M., “Türk Kelamcıları”, DFİFM, Sayı: 23, (İstanbul
1932), 4; Özel, Hanefî Fıkıh Alimleri, 53.
129
Onun milliyeti hususunda da kaynaklarda herhangi bir bilgi zikredilmez. Biz onun
Türk olduğu kanaatindeyiz. Çünkü Oş şehri Fergana’nın diğer şehirleri gibi genelde
Türklerin yaşadığı bir şehirdir. O dönemde ilmî ve resmî dil Arapça olduğundan,
diğer alimler gibi Arapça’yı öğrenmiş ve bütün eserlerini de o dilde yazmıştır.
O, Hanefî mezhebinin meşhur hukukçusu ve Mâturîdî itikadının kelamcısı
olarak meşhur olmuştur.284 Hem fıkıhta, hem itikadda büyük mevkiye ulaştığından
Ali b. Osman el-Oşî, “Dinin Işığı”, “İmam”, “Allâme” ve “Muhakkik” ünvanlarıyla
da anılmıştır.285 O, fıkıh, kelam, tefsir ve hadis ilminin dışında diğer İslam ilimleriyle
meşgul olmakla, edebiyatta olduğu kadar nazımda da şöhret kazanmıştır.286 etTeymiyye, el-Oşî, el-Fergânî, el-Hanefî, eş-Şehidî gibi lakablarla meşhur olan bu
alim, bir Hanefî alimi, Mâturîdî kelamcısı, aynı zamanda edib ve şairdir. Onun vefatı
hususunda farklı rivayetler bulunmaktadır. Bazı bilginler Ali b. Osman el-Oşî’nin
569/1173 yılında vefat ettiğini söylerken,287 bazıları onun 575/1179 dolaylarında
vefat ettiğini ileri sürmektedirler.288
Ali b. Osman el-Oşî, bir çok konuda bir kaç eser bırakmıştır. Bizim zamana
kadar ulaşan eserleri şunlardır:
a. Bedü’l-Emâlî Kasîdesi veya Kasîdetü’l-Lâmiyye’dir.289
Bu eser Ali b. Osman el-Oşî’nin en meşhur eserlerindendir. Eser, Bedü’lEmâlî, Kasîdetü’-Lâmiyye, Kasîdetü Yakûlü’l-Abd gibi adlarla da anılır.290 Usûlü’dDîne ait olup ve Ehl-i Sünnetin akaidini içeren bu kaside 66 beyit olup, 569/1173
yılında yazılmıştır.291
Bedü’l-Emâlî, Arap dilinde kaside olarak, kelam ve akaid konularını
işlemektedir. Oşî, Ebû Hanîfe’nin Fıkh-ı Ekber adlı eserini şiir şeklinde ele almıştır.
Fakat, Bedü’l-Emâlî Fıkh-ı Ekber’in bir nevi açıklaması niteliğinde olmasına
rağmen, konularının sıralanması ve uslûbu itibariyle farklıdır.292
284
Serkis, a.g.e., 499.
Kureşî, a.g.e., II/583.
286
Kehhâle, Mu’cemu’l-Müellifîn, VII/148.
287
Çelebî, Keşfü’z-Zünûn, II/1200; Şerafeddin, a.g.m., 5.
288
Çelebî, Keşfu’z-Zunûn, II/1350; Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifin,I/700.
289
Kureşî, a.g.e., II/583; el-Halebî, İbrâhim, Muhtasârü’l-Cevâhiri’l-Mudiyye, v. 27a; Serkis, a.g.e.,
499.
290
Serkis, a.g.e., 499; Brockelmann, “Uşî”, XIII/75.
291
Kureşî, a.g.e., II/583; Serkis, a.g.e., 499.
292
Kaşeli Ali Rıza, Akâid Emâlî ve Fıkh-ı Ekber Tercümesi, İstanbul 1997, 3.
285
130
Bedü’l-Emâlî, Mâturîdî kelamına dair yazılan ilk manzum eserdir. Bu eser
manzum olmakla ezberlenmesi kolay olduğundan, bir çok insan tarafından
beğenilmiş ve her tarafta okunmuş ve ezberlenmiştir.293 Böylece, bu eser kısa
zamanda bütün İslam dünyasına yayılmış ve şöhret kazanmıştır. Bununla birlikte
Bedü’l-Emâlî kasidesinin Arapça, Farsça ve Türkçe bir çok şerhleri yapılmıştır.294
Şerhleri arasında en meşhuru el-Kârî el-Haravî (1014/1605)’nin şerhi olup,
1010/1601’de Mekke’de Zeva’l-Emâlî adıyla yazılmıştır. Ayrıca 1293/1876’da
İstanbul’da, 1295/1878’de Bombay’da, 1884’te Delhi’de basılmıştır.295 Aliyyü’l-Kârî
şerhi daha çok Orta Asya alimleri tarafından büyük ilgi görmüştür. Hâlâ İslam
bilimleriyle uğraşanların elinde kaynak kitap olarak muhafaza edilmektedir. Eserin
bir çok dillere çevrilişi ve şerhlerinin yapılışı ne kadar ilgi gördüğünü ortaya
koymaktadır. Eserin hem yazma, hem de matbu nüshaları bir çok kütüphanede
bulunmaktadır.296
Bedü’l-Emâlî kasidesi İslam aleminde, daha çok Orta Asya’da eskiden
medreselerde okutulan ve günümüzde de mollalar tarafından okunan ve okutulan
kaynaklar arasında yer almaktadır.
b. Gurerü’l-Ahbâr ve Durerü’l-Eş’âr297
Ali b. Osman el-Oşî, hadis mecmuası olan Gurerü’l-Ahbâr ve Durerü’lEş’âr’ını, Nisâbu’l-Ahbâr ve Tezhireti’l-Ahyâr adıyla 100 bapta 100 kısa hadis
bulunan bir müntehebat şeklinde özetlemiştir.298 Eserin nüshaları Berlin’de
(Ahlwardt, katalog, nr. 1300/301), Münih’te (aum, nr. 126), Kahire’de (Fihrist, I/44)
ve bir parçası da Musul’da bulunmaktadır.299 Eser, Teymuriyye ve Kadiriyye
adlarıyla bilinen Hanefî fetva kitaplarında hadislerin açıklanmasıyla ilgilidir.300
293
Şerafeddin, a.g.m., 5.
Özervarlı, M. Sait., “Emâlî”, TDV. İ.A., XI/73-75.
295
Brockelmann, “el-Oşî”, XIII/75.
296
Bedü’l-Emâlî’nin şerhleri dahil Türkiye’de bulunduğu kütüphanelerdeki yerleri hakkında bkz:
Özbek, Durmuş, “el-Ûşî ve Kasîdetü’l-Emâlî”, Selçuk Universitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, S. 5,
Konya 1994, 261-308.
297
Çelebî, a.g.e., I/526; Kehhâle, a.g.e., VII/148; Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifin,I/700; Brockelmann,
“el-Oşî”, XIII/75.
298
Çelebî, a.g.e., I/526; Brockelmann, “el-Oşî”, XIII/75.
299
Brockelmann, “el-Oşî”, XIII/75.
300
Kutlu, a.g.m., 3.
294
131
c. Meşâriku’l-Envâr fî Şerhi Nisâbu’l-Ahbâr li Tezkireti’l-Ahyâr301
Zirikli, bu eserin yazma olarak bize ulaştığından bahsetmektedir. İkinci bir
yazma nüshasının İzmit kütüphanesinde olduğunu kaydetmektedir.302 Oşî, bu eseri
Ğurerü’l-Ahbâr ve Dürerü’l-Eşâr isimli kitabında özetlemiştir ki, bin sahih hadisi
içermektedir.303
d. Fetâvâ-i Sirâciyye304
Fetevâ-i Sirâciyye, Hanefî mezhebinin fetvalarının mecmuasıdır.305 Bu eser
Katip Çelebî’nin belirttiğine göre, 2 Muharrem 569/14 Ağustos 1175 yılında Ali b.
Osman el-Oşî tarafından yazılmıştır.306 Fetâvâ-i Sirâciyye, Kalkutta’da 1827 yılında
ve Leknev’de 1808-1810 yılları arasında basılmıştır.307
e. Şerhu Manzûmetü Ömer en-Nesefî fi’l-Hilâf veya Muhtelifu’r-Rivâye308
Ebû Hafs Ömer b. Muhammed b. Ahmed en-Nesefî (527/1142)’nin
Manzûmetü’n-Nesefî fi’l-Hilâf isimli eserinin şerhi olan el-Cevâhiru’l-Manzûme, Oşî
tarafından Muhtelifu’r-Rivâye adıyla tekrar şerh edilmiştir.309
İtikadî Görüşleri
Daha önce de belirttiğimiz gibi Mâveraünnehir’in diğer bölgelerinde olduğu
gibi Fergana bölgesinde de Mâturîdî-Hanefî çizgisi hakimdi. Fergana bölgesinde
daha çok Hanefî fakihleri yetiştiği açıkça anlaşılmaktadır. Fergana bölgesinde
alimlerin fıkıh üzerinde yoğunlaşmalarının iki sebebi olmalıdır. Birincisi, pratikte
fıkıh daha çok uygulandığı için itikadî meseleler burada fıkha nisbeten pek gündeme
gelmemiştir.
İkincisi, Fergana bölgesinde Ebû Hanîfe ve Ebû Mansûr
el-
Mâturîdî’nin fikirleri dışında Hariciler, Şia, Mutezile ve Hadis Taraftarlarının
fikirleri etkili ve yaygın olmadığı içindir. Bu bakımdan itikadî meseleler üzerinde
tartışmalar olmamıştır. Ebû Hanîfe’nin itikadî görüşlerini devam ettiren ve açıklık
getiren Ebû Mansur
el-Mâturîdî ve ekolünün görüşleri hemen hemen herkes
tarafından kabul edilmiştir.
301
Kehhâle, Mu’cemu’l-Müellifin, VII/148; Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifin, I/700.
Zirikli, a.g.e., IV/310.
303
Çelebi, a.g.e., II/1954.
304
Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifin,I/700; Serkis, a.g.e., 500.
305
Serkis, a.g.e., 500.
306
Çelebî, a.g.e., II/1224.
307
Serkis, a.g.e., 500.
308
Kehhâle, Mu’cemu’l-Müellifin, VII/148.
302
132
Eskiden Mâveraünnehir’de şiirsel şifahî kültür yaygındı. Bu kültüre sahip
olan Ali b. Osman el-Oşî, Ebû Hanîfe ve Ebû Mansur
el-Mâturîdî’nin itikadî
fikirlerini Kasîdetü’l-Emâlî adlı eserinde şiir şeklinde ele almıştır. Böylece Ali b.
Osman el-Oşî, Ebû Hanîfe ve Ebû Mansur el-Mâturîdî’nin itikadî görüşlerinin bu
bölgede daha da iyi anlaşılmasını sağlamlaştırmış ve güçlendirmiştir. Şimdi de bu
eserde ele alınan itikadî görüşler üzerinde duralım.
1. Ulûhiyyet
Bütün yaratıkların mabudu olan Allah kadimdir ve kemal sıfatlarla
vasıflanmıştır.310 Her şeyden önce bütün mahlukatı yaratan Allah tektir, benzeri,
ortağı ve dengi yoktur. Diğer yaratıkların hiç biri ona benzemez ve benzetilemez. O,
zatında, sıfatlarında, fiillerinde ve isimlerinde Vâcibü’l-Vücûd’dur.311 O, diridir, her
şeyi idare edendir ve celal sahibidir.312 Yani Allah ezelden diridir ve her şey ona
mahsustur. Allah, şerrin ve hayrın yatatıcısıdır. Fakat, günahların yapılmasından razı
değildir.313 O, hayrın yanında şerri de yaratmış, ancak insanları günahtan uzak
durmaları için uyarmıştır. Allah’ın sıfatları zatının ne aynısı, ne gayrısıdır. Onun zatı
ve sıfatları ezelî ve ebedîdir.314 Yani zatı gibi sıfatları da ezelden vardır ve sonsuzdur.
Allah’a diğer eşyalar gibi olmamak üzere şey diyebiliriz. Ona altı yönden uzak
olarak zat diyebiliriz.315 Allah’a şey denilmesi diğer eşyalara söylenilen şey
anlamında olmayıp, Vâcibü’l-Vücûd’un var olduğu anlamındadır.316
Allah, ne cisimdir, ne cevherdir, ne bir bütündür, ne de o bütünün bir
parçasıdır.317 Çünkü, bütün bu sıfatlar Allah’ın yarattığı mahlukatlara aittir. Oysa,
Cenabı Hak bütün bu sıfatlardan münezzehtir.
Allah evlenmekten, kız veya erkek evlat edinmekten münezzehtir.318 Allah
doğmamış, doğurmamış ve evlenmemiştir. Yani bunlara Allah’ın ihtiyacı yoktur.
Çünkü bunlar mahlukların özelliklerindendir.
309
Çelebî, a.g.e., II/1868.
Oşî, Ali b. Osman, Bedü’l-Emâlî, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Kütüphanesi, No: 38157,
v. 1b.
311
Kaşeli, Akaid-i Emali ve Fıkhu’l-Ekber Tercümesi, 5.
312
Oşî, Bedü’l-Emâlî, v. 1b.
313
Oşî, Bedü’l-Emâlî, v. 1b.
314
Oşî, Bedü’l-Emâlî, v. 2a.
315
Oşî, Bedü’l-Emâlî, v. 2a.
316
Kaşeli, Akâid-i Emâlî ve Fıkhu’l-Ekber Tercümesi, 9.
317
Oşî, Bedü’l-Emâlî, v. 2a.
310
133
Allah, mahlukların hepsini öldürür, sonra diriltir ve amellerine göre
cezalandırır. Hayır ehl-i için cennet, kafirler için ceza vardır.319 Âhirette bütün
insanların Allah tarafından diriltileceği ve hesaba çekileceği; müminlerin
mükâfatlandırılacağı, kafirlerin ise cezalandırılacağı beyan edilmiştir.
Müminler Âhirette Allah’ı keyfiyyet, idrak ve şekil olmaksızın göreceklerdir.
Oşî, müminlerin Allah’ı gördüklerinde diğer tüm nimetlerini unutacaklarını ve
böylece ahirette Allah’ın görüleceği fikrini inkar eden Mutezile’nin haksızlığının
ortaya çıkacağından söz etmektedir.320
2. Nübüvvet
Peygamberlere ve melekleri tasdik etmek farzdır. Peygamberlerin sonuncusu
en yüce dereceli ve Hâşimî soyundan olan cemal sahibi nebidir. O, (Hz. Muhammed)
peygamberlerin imamı ve seçilmişlerin tacıdır.321 Hz. Muhammed’in şeriatı kıyamete
ve göç gününe kadar bakidir. Miraç olayı doğrudur. Bu konuda kat’î nasslar
vardır.322
Peygamberler masumdurlar ve nübüvvet makamından azledilmekten
uzaktırlar. Hiç bir kadın, köle ve kötü amel işleyenler peygamber olamadı.323
Dünyada evliyaların kerametleri haktır, fakat nebiden veya bir resülden üstün
olamazlar.324 Oşî burada bir nebi veya bir resül demekle ikisini ayrı ayrı zikretmesine
rağmen, arasındaki farktan söz etmez. Buradan anlaşıldığına göre, Oşî’ye göre nebi
ile resül aynıdır.
3. Âhiret
Kabir azabı haktır. İnsanlar öldükten sonra tekrar diriltilerek hesap
vereceklerdir.325 Herkes kabirlerde Yüce Allah’ın birliğinden soru sorulmak suretiyle
318
Oşî, Bedü’l-Emâlî, v. 2b.
Oşî, Bedü’l-Emâlî, v. 2b.
320
Allah’ın Âhirette görüleceği ve Mutezle’yi inkarı konusunda 20-21. Beytlere bkz: Oşî, Bedü’lEmâlî, v. 3a.
321
Peygamber konusunda 23, 24, 25. Beytlere bkz: Oşî, Bedü’l-Emâlî, v. 3a.
322
Oşî, Bedü’l-Emâlî, v.3b.
323
Oşî, Bedü’l-Emâlî, v.3b.
324
Oşî, Bedü’l-Emâlî, v. 4a.
325
Oşî, Bedü’l-Emâlî, v. 5b-6a.
319
134
imtihan olunacaktır.326 Kafirler ve fasıklar için kabir azabına hükmedilir.327 Âhirette
insanların amelleri tartılacak ve sırat köprüsünden geçeceklerdir.328
Cennet ve cehennem yaratılmış ve şu anda mevcuttur.329
4. Kur’an’ın Mahluk Olup Olmadığı
Kur’an mahluk değildir. Rabbin kelamı mahlukatın kelamı cinsinden
yücedir.330 Kur’an yüce Allah’ın kelam sıfatının bir tecellisidir. Onun kelam sıfatı da
ezelî ve ebedîdir. Diğer sıfatlar mahluk olmadığı gibi, Kur’an’da mahluk değildir.
Allah’ın kelamı mahlukatın kelamına benzemez. Mahlukatın kelamı bir takım seslere
ve hareketlere muhtaçtır. Allah, ise bunların hiç birine muhtaç değildir.331
5. İman
Oşî, bu eseri imanın şartlarına göre tasnif etmiştir. Allah’ın birliğine,
Peygamberlerine, meleklerine, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna ve Âhirette
insanların tekrar dirilip hesaba çekileceği konuları üzerinde durmuştur.
Ona göre, Ebû Hanîfe ve Ebû Mansûr el-Mâturîdî’nin ileri sürdüğü gibi iman
amelden ayrıdır.332 Yani amel etmeyen veya günah işleyen kimse Allah’ı ve
emirlerini inkar etmedikçe imandan çıkmaz.
Oşî’ye göre taklidi iman geçerlidir.333 Mümin olmayan bir kimsenin en son
nefesinde getirdiği imanı makbul değildir.334 Çünkü, o insan hayatının sonuna kadar
iman edebilirdi. Artık iş işten geçmiştir.335
6. Büyük Günah
Oşî, büyük günahı zina, adam öldürme ve hırsızlık gibi şeylerle tarif eder.
Ona göre, bir müslüman büyük günah işlerse dinden çıkmış sayılmaz.336 Yani Allah’ı
inkar etmedikçe büyük günah işleyen bir kimse imanından çıkmaz. Fakat Âhirette
326
Oşî, Bedü’l-Emâlî, v. 5b.
Oşî, Bedü’l-Emâlî, v. 5b.
328
Oşî, Bedü’l-Emâlî, v.6a.
329
Oşî, Bedü’l-Emâlî, v. 6b.
330
Oşî, Bedü’l-Emâlî, v. 2a.
331
Kaşeli, Akâid-i Emâlî ve Fıkhu’l-Ekber Tercümesi, 11.
332
Oşî, Bedü’l-Emâlî, v. 5a.
333
Oşî, Bedü’l-Emâlî, v. 4b.
334
Oşî, Bedü’l-Emâlî, v. 4b-5a.
335
Kaşeli, Akaid-i Emali ve Fıkhu’l-Ekber Tercümesi, 31.
327
135
herkes bu dünyada yaptıklarının karşılığını görecektir.337 İyi amel işleyenler
mükafatlandırılacak, kötü amel işleyenlerde cezasını çekecektir. Büyük günah
işleyen müminler işlediği günahı kadar cehennemde kaldıktan sonra cennete
girecektir.338 Ama Allah ne dilerse o olur. İnsanların cennete girmesi de Allah’ın
rahmetinden dolayıdır.339 Yani büyük günah işleyenleri isterse affeder, isterse
cezalandırır.
3. Ebû Abdillah Nasruddîn Muhammed b. Süleyman el-Oşî (592/1195)
Adı Ebû Abdillah Nasruddîn Muhammed b. Süleyman el-Oşî olup,340 aslen
Oşlu büyük Hanefî alimlerdendir. Şeyhü’l-İslâm namına nail olmuştur. Bu alim
hakkında kaynaklarda fazla bilgi bulunmayıp, tabakat ve bibliyografya kitapları
ondan bahsetmez. İmam Zahîrüddîn el-Mergınânî ve İbrâhim b. İsmâil es-Seffâr’dan
ilim almışken, kendisinden de Şemsü’l-Eimme el-Kerderî ve el-Hidâye sahibi elMergınânî ders almıştır.341 Onun vefatından sonra fıkıh Fahruddîn Kâdı Han elÖzcendî’nin tabakasına intikal etmiştir.342
O, 592/1195 yılında vefat etmiş ve yedi kadının yanına defn edilmiştir.343
Muhammed b. Süleyman el-Oşî, el-Fetâvâ, Şerhu’l-Câmiu’s-Sagîr, Şerhu’z-Ziyâdât
ve Şerhu Edebi’l-Kâdı adlı eserler telif etmiştir.344 Eserlerinin hepsinin fıkıhla ilgili
olduğundan onun bir fakih olduğu anlaşılmaktadır.
4. Ömer b. Mûsa el-Oşî (VI/XII. Asır)
Ömer b. Mûsa el-Oşî,345 aslen Oşludur. Kaynaklarda onun hayatı hakkında
herhangi bir malumat yoktur. Kaynaklar onun sadece isminden bahsederler. Semânî
ve İbnü’l-Esîr eserlerinde bu alimin ismini “İmrân” olarak zikretmektedirler.346
336
Oşî, Bedü’l-Emâlî, v. 5a.
Oşî, Bedü’l-Emâlî, v. 2b.
338
Oşî, Bedü’l-Emâlî, v. 6b.
339
Oşî, Bedü’l-Emâlî, v. 5b.
340
Taşköprüzâde, Tabakât, 98; Kavakçı, a.g.e., 129.
341
Taşköprüzâde, Tabakât, 98.
342
Taşköprüzâde, Tabakât, 98.
343
Taşköprüzâde, Tabakât, 98.
344
Taşköprüzâde, Tabakât, 98.
345
Semânî, el-Ensâb, I/228; İbnü’l-Esîr, el-Lübâb, I/75; Yakut el-Hamevî, Mu’cemü’l-Büldân, I/404405; Kavakçı, a.g.e., 213.
346
Krş: Semânî, el-Ensâb, I/228; İbnü’l-Esîr, el-Lübâb, I/75.
337
136
Kavakçı, bu zatı Hanefî alimleri arasında zikretmektedir.347 Semânî ve İbnü’l-Esîr’in,
Ömer b. Mûsa el-Oşî’den bahsetmelerinden onun en geç VI/XII. asırda yaşadığı
anlaşılmaktadır.
5. Muhammed b. Ahmed b. Ali b. Hâlid Ebî Abdillah el-Oşî (613/1216)
Adı Muhammed b. Ahmed b. Ali b. Hâlid Ebî Abdillah el-Oşî olup,348 aslen
Oşlu Hanefî alimlerdendir. Buhara’da yaşamış ve burada Hanefî fıkhını
öğrenmiştir.349 İbn Neccâr onun hakkında şöyle der: “O, 611/1214 yılında hac
münasebetiyle Bağdat’a geldi ve burada Kâdı Ebû Hafs Ömer b. Muhammed b. Ali
ez-Zerencerî’den hadis dinledi.”350 Daha sonra Buhara’ya dönmüş ve orada
müderrislik yapmıştır. Öğrencileri arasında İbn Dübeysî de bulunmaktadır.351
Muhammed b. Ahmed el-Oşî fıkhın yanında hadis tahsili de görmüş ve aynı
zamanda öğrencilerine fıkhın yanında hadis de öğretmiştir. Kendisi Oşlu olmasına
rağmen, hayatını daha çok Buhara’da geçirmiştir. O, 613/1216 yılında Buhara’da
vefat etmiş ve Kelebez’e defnedilmiştir.352 613/1216 yılında vefat ettiğine göre,
Bağdad’da en fazla bir sene veya daha az bir süre kaldığı anlaşılmaktadır.
Muhammed b. Ahmed el-Oşî’nin el-Menâsik adlı tek eser telif ettiği
bilinmektedir.353
6. Muhammed b. Âlim el-Âmil el-Mükemmil Mevlâna Hafizuddîn ezZâhirî el-Hâlidî el-Oşî (741/1340)
Adı Muhammed b. Âlim el-Âmil el-Mükemmil Mevlâna Hafizuddîn ezZâhirî el-Hâlidî el-Oşî olup, aslen Oş’ludur. Bu şahs hakkında kaynaklarda herhangi
bilgi yoktur. Ancak ismini mezar taşından öğreniyoruz. Onun mezar taşı Oş şehrinde
bulunan Süleyman dağının müzesinde bulunmaktadır.354
347
Kavakçı, a.g.e., 213.
Yakut el-Hamevî, Mu’cemü’l-Büldân, I/405; Kureşî, a.g.e., III/48; Kehhâle, Mu’cemü’l-Müellifin,
VIII/296; Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifin, II/84; Kavakçı, a.g.e., 144.
349
Kureşî, a.g.e., III/48.
350
Kureşî, a.g.e., III/48.
351
Kureşî, a.g.e., III/48.
352
Kureşî, a.g.e., III/48.
353
Kehhâle, Mu’cemü’l-Müellifin, VIII/296; Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifin, II/84.
354
Bkz., Kutlu, “Ali b. Osman el-Oşî’nin Oş’un Orta Çağdaki Kültürel ve Dinî Düşünce Sisteminin
Teşekkülündeki Rolü”, 5.
348
137
f. Özkent
Fergana’nın en önemli merkezlerinden biri de Özkent şehridir.355 İbn
Hurdazbih, Özkent’in Oş’un üçte bir büyüklüğünde olup, iki şehir arasının yedi
fersah olduğunu zikreder.356 IV/X. asırda Karahanlılar, Fergana’yı ele geçirdiklerinde
diğer şehirlerde olduğu gibi Özkent’te de para bastırıp,357 başkent yapmışlardır.
Karahanlılardan sonra Fergana’nın diğer şehirleri gibi Özkent şehri de bir çok siyasî
baskılara maruz kalmıştır. Özkent, Fergana’nın ilmî olmaktan ziyade daha çok siyasî
merkezi olmuştur.
Günümüzde Özkent şehri Kırgızistan Devleti sınırları içinde Oş iline bağlı bir
ilçedir.
Meşhur İslam fakihi ve müçtehit, el-Fetâvâ adlı eserin müellifi Kâdı Han elÖzcendî bu şehirde yaşamıştır. Babasının ve dedesinin de alim olduğu bilinir. Babası
hakkında hiç bir bilgi olmamakla, dedesi Mahmûd b. Abdilaziz hakkında çok az bilgi
bulunmaktadır.
Bunun
dışında
bu
şehre
mensup
alimlere
kaynaklarda
rastlanmamaktadır.
1. Mahmûd b. Abdilaziz el-Özcendî (VI/XII. Asır)
Mahmûd b. Abdilaziz el-Özcendî,358 aslen Özkentlidir. Meşhur büyük Hanefî
alimi Fahruddîn Hasan b. Mansûr b. Mahmûd el-Özcendî el-Fergânî’nin dedesidir.
Lakabı Şeyhü’l-İslâm ve el-Kâdı olduğuna göre,359 kadılık görevini yaptığı ve büyük
alim olduğu anlaşılmaktadır. Bazı kaynaklarda Mahmûd b. Abdilaziz el-Özcendî,
“Gerçek Kâdı Hân” diye geçmektedir.360 Bu ünvan torunu Fahruddîn Hasan b.
Mansûr b. Mahmûd el-Özcendî’ye dedesinden geçmiş olabilir.
Mahmûd b. Abdilaziz el-Özcendî, Şemsü’l-Eimme Ebû Bekr es-Serahsî’den
ders almış ve Mesûd el-Kâsânî’den rivayette bulunmuştur.361 Kendisinden de
355
İbn Hurdazbih, a.g.e., 208; Makdisî, a.g.e., 262; Yakut el-Hamevî, a.g.e., II/405.
İbn Hurdazbih, a.g.e., 30.
357
Barthold, “Fergana”, IV/561-562.
358
Kureşî, a.g.e., III/446; el-Halebî, İbrâhim, Muhtasârü’l-Cevâhiri’l-Mudiyye, v. 42b;
Kınalızâde,Tabakâtu’l-Hanefiyye, v. 10b; Solak Zâde, Tabakâtu’l-Hanefiyye, v. 165b; Kefevî, Kitâbu
A’lâmü’l-Ahyâr, v.158b; Aliyyü’l-Kârî, el-Esmârü’l-Cemiyye fî Esmâi’l-Hanefiye, v. 79b; Leknevî,
a.g.e., 342.
359
Kureşî, a.g.e., III/446; el-Halebî, İbrâhim, Muhtasârü’l-Cevâhiri’l-Mudiyye, v. 42b.
360
Leknevî, a.g.e., 342; Serkis, a.g.e., 1487.
361
Kınalızâde,Tabakâtu’l-Hanefiyye, v. 10b; Aliyyü’l-Kârî, el-Esmârü’l-Cemiyye fî Esmâi’l-Hanefiye,
v. 79b; Leknevî, a.g.e., 342.
356
138
Zâhiruddîn Ebû’l-Hasan Ali b. Abdilaziz el-Mergınânî ders almıştır.362 Kendi torunu
Fahruddîn Hasan b. Mansur b. Mahmûd el-Özcendî’ye de hocalık yapmıştır.363
Hayatı hakkında kaynaklarda çok az bilgi bulunmaktadır. Fergana’nın ilim
merkezi o dönemlerde Mergınan şehri olduğuna göre hayatını burada geçirmiş
olabilir. Doğum tarihi ve ölüm tarihi de bilinmez. Torunu Fahruddîn Hasan b.
Mansûr b. Mahmûd el-Özcendî’nin 592/1196 tarihinde vefat ettiğine göre, onun
muhtemelen VI/XII. asrın ikinci yarısında vefat ettiği anlaşılmaktadır. Eser yazıp
yazmadığı da bilinmemektedir.
2. Fahruddîn Hasan b. Mansûr b. Mahmûd el-Özcendî el-Fergânî
(592/1196)
Fahruddîn Hasan b. Mansûr b. Mahmûd el-Özcendî,364 Özkentli büyük
Hanefî alimi ve Mahmûd b. Abdilaziz el-Özcendî’nin torunudur. Büyük imam,
Hanefî mezhebinin büyük fakihlerinden ve müçtehid seviyesine ulaştığından “Kâdı
Hân” ünvanıyla meşhur olmuştur.365 Ne zaman doğduğu hususunda kaynaklarda
bilgi yoktur. Kaynakların onu el-Özcendî el-Fergânî nisbesiyle anmaları, onun
Fergana bölgesindeki Türk şehirlerinden biri olan Özkend’den olduğunu
göstermektedir.
O, Ebû İshâk İbrâhim b. İsmâil b. Ebî Nasr es-Saffârî el-Ensârî, Zâhiruddîn
Ebû’l-Hasan Ali b. Abdilaziz el-Mergınânî, Nizâmuddîn Ebû İshâk İbrâhim b. Ali elMergınânî ve Burhânuddîn Abdulaziz b. Ömer b. Mâze gibi büyük alimlerden ders
almıştır.366 Kendisinden de Cemâlüddîn Ebû’l-Mehâmid Mahmûd el-Hâsirî,
Şemsü’l-Eimme Muhammed el-Kerderî, Necmü’l-Eimme, Necmüddîn Yûsuf el-Hâsî
362
Kureşî, a.g.e., II/576; Taşköprüzâde, Tabakâtu’l-Fukahâ, 90.
İbn Kutluboğa, a.g.e., 82; Leknevî, a.g.e, 111; Serkis, a.g.e., 1487.
364
Kureşî, a.g.e., II/93; Firuzabâdî, el-Mirkâtu’l-Vefiyye Fi Tabakâti’l-Hanefiyye, v. 21b; İbn
Kutluboğa, a.g.e., 82; Kemal Paşa Zade, Tabakâtu’l-Fukahâi’l-Hanefiyye, Süleymaniye Kütüphanesi,
Ayasofya, nr. 4820, v. 87a; el-Halebî, İbrâhim, Muhtasârü’l-Cevâhiri’l-Mudiyye, v. 15a;
Kınalızâde,Tabakâtu’l-Hanefiyye, v. 52a; Taşköprüzâde, Miftâhü’s-Sâde, II/278; Kefevî, Kitâbu
A’lâmü’l-Ahyâr, v. 198b; et-Temîmî, Tabakâtu’s-Seniyye, III/116; Edirnevî, Mehammü’l-Fukahâ fî
Tabakâti’l-Hanefiyye, v. 119a; Solak Zâde, Tabakâtu’l-Hanefiyye, v. 13b; Aliyyü’l-Kârî, elEsmârü’l-Cemiyye fî Esmâi’l-Hanefiye, v. 45b; Leknevî, a.g.e., 111; Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifin,
I/280; Zirikli, a.g.e., II/238; Kehhâle, a.g.e., III/297; Serkis, a.g.e., 1487; Hüdarî, Târihü’t-Teşri’lİslâmî, 300; Juynboll, W., “Kâdı Hân Fahreddin”, (MEB) İ.A., Eskişehir 1997, VI/49; Brockelmann,
Târihu’l-Edebi’l-Arabî, III/679; Kavakçı, a.g.e., 126; Özel, a.g.e., 56;
365
Kureşî, a.g.e., II/93; İbn Kutluboğa, a.g.e., 82; Leknevî, a.g.e., 111; Zirikli, a.g.e., II/338.
363
139
ve diğerleri ders almışlardır.367 Leknevî, Kâdı
Hân’ın hoca zincirini şöyle
vermektedir: “Hasan b. Ali el-Mergınânî, Abdülaziz b. Ömer b. Maze’den, o Kâdı
Hân’ın dedesi Mahmûd b. Abdilaziz el-Özcendî’den, her ikisi de es-Serahsî Ebû
Bekr Muhammed’den, o ise el-Halvâî’den, o Ebû Ali en-Nesefî’den, o Ebû Bekr b.
Fazl’dan, o es-Sebzemûnî’den, o Ebû Abdillah’tan, o babasından, o İmâm
Muhammed’den, o İmâm Ebû Hanîfe’den ilim almıştır.”368 Böylece Kâdı Han’ın
ilim silsilesi Ebû Hanîfe’ye kadar ulaşmaktadır.
Kureşî, Ebû’l-Mehâsin Mahmûd el-Hâsirî Şeyhu’l-İslam’ın Kâdı Hân elÖzcendî hakkında şöyle dediğini rivayet eder: “O, bizim Kâdı imam efendimiz,
İslam’ın rüknü ve milletin en değerli üstadı, selefin fakihi ve doğunun
müftüsüdür.”369 Bu rivayetten Kâdı Hân’ın halk nezdinde büyük bir itibarı olduğu
anlaşılmaktadır. Buna rağmen onun hayatı hakkında
kaynaklarda çok az bilgi
bulunmaktadır. Kâdı Hân el-Özcendî, 15 ramazan 592/12 ağustos 1196 tarihinde
vefat etmiştir ve yedi kadının yanına defn edilmiştir.370
Kâdı Hân el-Özcendî bir çok mûteber fıkıh eserleri ve Hanefî eserler üzerine
şerhler yazmıştır. Onun en meşhur eseri Fetâvâ Kâdı Hân olup dört ciltten
oluşmaktadır.371 Bu eser vuku bulmuş meseleleri değil de esasen nazarî fıkıh
konularını ihtiva etmektedir. Ancak hayatta sıkça rastlanan konulara ağırlık vermesi
bakımından önemli olup fetva hususunda kolaylık sağlamaktadır.372 İlk defa
Kalküta’da 1251/1835’de I-IV. ciltleri
neşredilen Fetâvâ Kâdı Hân’ın muhtelif
baskıları 1272/1855’de Hindistan’da, 1282/1865’de Kâhire’de, 1898, 1293/18761295/1878’de (Oşî’nin el-Fetavâi Sirâciyyei ile birlikte) Leknev’de, 1310/18931311/1893’de Bulak’da (el-Fetâva’l-Hindiyye’nin ilk üç cildinin kenarında)
366
Kureşî, a.g.e., II/93-94; İbn Kutluboğa, a.g.e., 82; el-Halebî, İbrâhim, Muhtasârü’l-Cevâhiri’lMudiyye, v. 15a-b; Kınalızâde,Tabakâtu’l-Hanefiyye, v. 52a-b; et-Temîmî, Tabakâtu’s-Seniyye,
III/116; Solak Zâde, Tabakâtu’l-Hanefiyye, v. 13b; Leknevî, a.g.e., 111.
367
Kureşî, a.g.e., II/94; İbn Kutluboğa, a.g.e., 82; Kınalızâde,Tabakâtu’l-Hanefiyye, v. 52a-b; etTemîmî, Tabakâtu’s-Seniyye, III/116; Leknevî, a.g.e., 111.
368
Leknevî, a.g.e., 111.
369
Kureşî, a.g.e., II/94.
370
Kureşî, a.g.e, II/94; Firuzabâdî, el-Mirkâtu’l-Vefiyye Fi Tabakâti’l-Hanefiyye, v. 21b; İbn
Kutluboğa, a.g.e., 82.
371
Kureşî, a.g.e., II/94; İbn Kutluboğa, a.g.e., 89; Taşköprüzâde, Miftâhü’s-Sâde, II/278; Zirikli,
a.g.e., II/238-239.
372
Özel, a.g.e., 56.
140
yapılmıştır.373 Ayrıca, el-Emâlî, el-Vâkiat, el-Mehâdir, Şerhu’z-Ziyâdât, Şerhu’lCâmiu’s-Sağîr ve Şerhu Edebi’l-Hadâ li’l-Hassâf adlı eserleri vardır.374
373
Özel, a.g.e., 56.
Kemal Paşa Zâde, Tabakâtu’l-Fukahâi’l-Hanefiyye, v. 87a; Kınalızâde,Tabakâtu’l-Hanefiyye, v.
52a-b; Taşköprüzâde, Miftâhü’s-Sâde, II/278; et-Temîmî, Tabakâtu’s-Seniyye, III/117; Solak Zâde,
Tabakâtu’l-Hanefiyye, v. 13b; Aliyyü’l-Kârî, el-Esmârü’l-Cemiyye fî Esmâi’l-Hanefiye, v. 45b;
Leknevî, a.g.e., 111; Zirikli, a.g.e., II/239; Özel, a.g.e., 57.
374
141
SONUÇ
Ebû Hanîfe, genelde İslam dünyasında ve özelde Türk toplulukları arasında
daha çok İmam-ı Azam lakabıyla meşhur olmuştur. Kendisinden sonra öğrencileri
tarafından sistemleştirilen Hanefîlik mezhebi, onun adına nisbet edilmiştir. O,
Kûfe’de 80/699’da doğmuş ve 150/767’de Bağdat’ta vefat etmiştir. Kaynakların
verdiği bilgiye göre, Ebû Hanîfe’nin ataları Kabil’den, Bâbil’e, buradan Nesa’ya,
Nesa’dan Tirmiz’e ve buradan Enbar’a, buradan da Kûfe’ye gelip yerleşmiştir. Onun
milliyeti hususunda da kesin bilgi bulunmamakla birlikte, İslam düşüncesine yaptığı
büyük katkılardan dolayı her millet onu kendinden göstermeye çalışmıştır.
Zengin bir aileden olan Ebû Hanîfe, hayatının sonuna kadar ticaretle
uğraşmıştır. Kendi döneminde Kûfe’nin önde gelen alimlerinden Hammad b.
Süleyman’dan 18 sene ders almıştır. Hocası Hammad vefat ettikten sonra, onun
yerine geçerek ders vermiştir. Onun çok sayıda öğrenci yetiştirdiği ve kırk kadarının
kadılık görevlerine getirildiği söylenir.
Ebû Hanîfe, İslam literatüründe daha çok bir fakih olarak bilinir. Oysa, o
fıkhın yanında itikadî meselelerle de ilgilenmiştir. Bu konuda günümüzde de farklı
görüşler ileri sürülmektedir. O dönemde her ne kadar kelam sistematik hale
gelmemişse de, bir çok kelamî meselede, tıpkı Hariciler, Mutezile, Şia ve Mürcie
gibi, görüşler geliştirmiştir. Bu bakımdan Ebû Hanîfe’yi aynı zamanda bir
mütekellim olarak kabul etmemizde bir sakınca olmadığı kanaatindeyiz.
Ebû Hanîfe nass ve sünnetin yanında akla da çok önem verdiği için “Rey
Taraftarı” diye isimlendirilmiştir. Onu bu konuda eleştirenler ve hadis bilmezlikle
suçlayanlar Hadis Taraftarları olmuştur. Ebû Hanîfe’nin yaşadığı dönem hadis
uydurmacılığının bol olduğu bir dönemdi. Bu bakımdan o, eserlerinde hadisleri çok
az kullanmış ve hadisleri kullanırken çok titiz davranmıştır. Yoksa bu kadar çok
meseleleri çözen bir alimin hadis bilmemesi düşünülemez. O, bazı hadisleri
duymamış da olabilir. Çünkü, Ebû Hanîfe’nin yaşadığı dönemde hadisler tam olarak
kaydedilip yazıya geçirilmemiştir. Ebû Hanîfe’yi eleştirenler onun vefatından sonraki
dönemlerde yaşayanlardır. Hadis Taraftarlarının ona karşı olan tavırları uzun süreli
olmamıştır. IV/X. ve V/XI. asırlardan sonra bir çok hadis alim Ebû Hanîfe’yi
142
savunmak için kitaplar yazmıştır. Bunlar arasında İbn Abdilberr, Saymerî, Heytemî,
İnayetullah İblağ, Ebû Zehra ve Zahit el-Kevserî gibi alimleri sayabiliriz.
Ebû Hanîfe iman konusunda Mürcie’nin anlayışını desteklemiştir. Bu yüzden
muhaliflerince “Mürciî” olarak nitelendirilmiştir. Eşarî, Şehristanî, Bağdadî ve İbn
Hazm gibi Mezhepler Tarihi yazarları farklı Mürcie anlayışları dolayısıyla, Ebû
Hanîfe ile Mürcie arasında, bu ya da bu şekilde bir ilişki kurmuşlardır. Bu yazarların
bazısı, Ebû Hanîfe’yi Mürcie’den aklamak için Ehl-i Sünnet Mürcie’sine, bazısı da
eleştirmek için onu eleştirilen veya zemmedilen Mürcie içerisine dahil etmiştir. Bu
bakış açısının etkisi günümüzde de devam etmektedir. Ebû Hanîfe’nin iman
anlayışında aynı fikirleri paylaşması onun Mürcie’ye ne kadar yakın olduğunu
göstermektedir. O, Hariciler, Mutezie, Şia ve Hadis Taraftarlarının iman anlayışına
Mürcie’nin iman teziyle karşı çıkmıştır. Ebû Hanîfe ile Mürcie arasındaki ilişkiyi
doğru anlamanın yolu, ona nisbet edilen eserlerde savunulan iman anlayışı ile
Mürcie’nin iman anlayışını karşılaştırmaktan geçer. Ancak bunu yapabilmek için,
öncelikle ona nisbet edilen eserlerin, tahkikli neşrinin yapılması şarttır. Kitâbu’l-Âlim
ve’l-Müteallim dışındakilerin henüz tahkikli neşri yapılmamıştır.
Ebû Hanîfe’ye yapılan eleştiri ve suçlamalar karşısında, onu yüceltmek
amacıyla hakkında bir çok menkabe oluşturulmuş ve bunları toplayan pekçok
menâkıb eseri kaleme alınmıştır. Bu eserlerde, onun hakkında tarihsel şahsiyetine
uymayan gerçek dışı vasıflara yer verilmiştir. Bu eserlerde Ebû Hanîfe hakkında
hadisler uydurulmuş, hatta Hz. Peygamber’e denk olduğu rivayetlerine yer vermiştir.
Günümüzde de bu menkabeler, Hanefîliği benimseyen Kırgız, Özbek ve diğer Türk
boyları ve halkları arasında yaygındır. Aslında Ebû Hanîfe’nin bu tür yüceltmelere
ihtiyacı yoktur. O, İslam düşüncesine büyük katkıları olduğu herkesçe bilinen bir
alimdir.
Ebû Hanîfe’nin bizzat kendisi, herhangi bir eser yazmamıştır. Ancak ona ait
görüşler, öğrencileri tarafından el-Âlim ve’l-Müteallim, el-Fıkhu’l-Ekber, el-Fıkhu’lEbsat, el-Vasiyye adlı eserlerde toplamışlardır. Bu eserler arasında Ebû Hanîfe’nin
görüşlerini en doğru yansıtan eser, er-Risale ilâ Osman el-Bettî’dir. Bu eseri bizzat
kendisi yazmış olabilir.
Ebû Hanîfe, fıkıhta büyük imam olmasına rağmen, onun fıkhî görüşlerini ele
alan kendisine ait bir fıkıh kitabı bulunmamaktadır. Ancak, öğrencileri kendi
143
eserlerinde Ebû Hanîfe’nin görüşlerine yer vermişlerdir. Ona nisbet edilen, Müsned
adlı hadis mecmuası da öğrencilerinin kendisinden rivayet ettikleri hadisleri bir araya
getiren sonradan oluşturulmuş bir eserdir.
Mâverâünnehir’in diğer bölgelerinde olduğu gibi Fergana bölgesinde de ilk
dönemlerden itibaren hem itikatta, hem de fıkıhta Ebû Hanîfe’nin görüşleri hakim
olmuştur. Bu bölgede pekçok Hanefî alim yetişmiştir. Örneğin, Alâuddîn Ebû Bekr
b. Mesûd b. Ahmed el-Kâsânî (587/1191), Ebû Abdillah Hüsâmuddîn Muhammed b.
Muhammed b. Ömer el-Ahsıketî (644/1247), Ebû’l-Hasan Burhânuddîn Ali b. Ebî
Bekr b. Abdulcelîl el-Fergânî el-Mergınânî er-Riştânî (593/1197), Ali b. Osman elOşî (569/1173) ve Fahruddîn Hasan b. Mansûr b. Mahmûd el-Özcendî el-Fergânî
(592/1196) gibi büyük alimler tüm İslam dünyasına adını duyurmuştur. Ali b. Osman
el-Oşî’nin dışında hemen hemen hepsi, hem kelam, hem de fıkıhla ilgilenmişlerdir.
Horasan-Mâveraünnehir’de olduğu gibi, Fergana’da da Hanefîlik ve Mâturîdîlik etle
kemik gibi bütünleşmişler ve birlikte yayılmışlardır. Bütün Mâturîdî alimler fıkıhta
Hanefîliği benimsemiş, pek azı müstesna pek çok Hanefî alim de Mâturîdîliği
benimsemiş ve önemli eserler bırakmışlardır. Günümüzde de, Ebû Hanîfe ve
Mâturîdî, Türk topluluklarının din düşüncesinde ve onları birleştirmede önemli iki
sembol olmaya devam etmektedir. Türk dili açısından Kaşgarlı Mahmud’un Dîvanu
Lûgatu’t-Türk’ü ne kadar önemliyse, itikadî din dili açısından da Mâturîdî’nin
Kitâbu’t-Tevhîd’i en az o kadar önemlidir.
144
BİBLİYOGRAGYA
1.YAZMALAR
Ali el-Kârî, el-Esmârü’l-Cemiyye Fî Esmâi’l-Hanefiyye, Süleymaniye Ktp.,
Şehid Ali Paşa Nu: 1841, v.101.
Edirnevî Kâmî Mehmed Efendi (1059/1649), Mühammü’l-Fukaha Fî Tabakâti’lHanefiyye, Süleymaniye Ktp., Aşir Efendi Nu: 422, v. 39-146.
el-Halebî, İbrahim b. Muhammed b. İbrahim el-Hanefî (956/1549), Muhtasâru’lCevâhiri’l-Mudiyye, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa Nu: 1941/1, v. 94.
el-Kefevî, Mahmud b. Süleyman el-Hanefî (990/1582), Kitâbü’l-A’lâmü’l-Ahyâr min
Fukahâ-i Mezhebi’n-Nu’mani’l-Muhtar, Süleymaniye Ktp., Reisü’l-Küttab
Mustafa Efendi Nu: 690, v. 9+419.
Firuzabâdî (817/1415), el-Mirkâtu’l-Vefiyye Fî Tabakâti’l-Hanefiyye, Süleymaniye
Ktp., Reisü’l-Küttab Mustafa Efendi, Nu: 671, v.107.
İbn Dokmak, Sarimuddîn İbrâhim b. Muhammed el-Alâi el-Mısrî (809/1406),
Nazmu’l-Cuman Fî Tabakâti Ashâbı İmâmi’n-Nu’man, Süleymaniye Ktp.,
Sezer, Nu: 1827, v. 165.
İbn Tolun, Şemsüddin Muhammed b. Ali ed-Dımaşkî (953/1546), el-Gurefu’l-Aliyye
Fî Terâcimi Müteahhiri’l-Hanefiyye, Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa Nu:
1924, v.368.
Kemal Paşazâde, Şemseddin Ahmed b. Süleyman (940/1533), Tabakâtu’l-Fukahâi’lHanefiyye, Süleymaniye Ktp., Ayasofya Nu: 4820, v.84-93.
Kınalızâde Ali Efendi (979/1572), Tabakâtu’l-Hanefiyye, Süleymaniye Ktp., Hasan
Hüsnü Paşa Nu: 844, v. 172-201.
Oşî, Ali b. Osman, Bedü’l-Emalî, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Kütüphanesi, No: 38157, v. 1b-6b.
Solak Zâde Halil Efendi (1095/1684), Tabakâtu’l-Hanefiyye, Beyazit Devlet Ktp.,
Veliyyüddin Efendi Nu: 1606, v. 54b-104b.
2. BASILMAMIŞ TEZLER
Acimamatov, Zaylabidin, Türkler’in İslamlaşma Sürecinde Mezheplerin Rolü,
Ankara 2001, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi).
145
Cusubaliev, Ali, Fergana Bölgesine İslamiyetin Girişi ve Yayılışı, Ankara 2001,
(Basılmamış Yüksek Lisans Tezi).
Merttürkmen, Hilmi, Buhârî’nin Ebû Hanîfe’ye İtirazları ve Aralarındaki İhtilaflar,
Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi, Erzurum 1976. (Basılmamış Doktora
Tezi).
Ocak, Ahmet, Selçukluların Dinî Siyaseti ve İslam Alemi, Malatya 1999, 27.
(Basılmamış Doktora Tezi).
Şahyar, Ataullah, İbn Ebî Şeybe’nin Ebû Hanîfe’ye İtirazları, Marmara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul 2002. (Basılmamış Doktora Tezi).
Tuncel, Ahmed, Ebû Hanîfe ve Menâkıbına Dair Mustakil Eserlerin Süleymaniye
Kütüphanesinde Mevcud Yazmalarının Tavsifi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat
Fakultesi, İstanbul 1975. (Basılmamış Lisans Tezi).
Uzunpostalcı, Mustafa, Ebû Hanîfe, Hayatı ve İslam Fıkhındaki Yeri, Konya 1985.
(Basılmamış Doktora Tezi).
3. MATBU ESERLER
Abdülcebbâr, Kâdı b. Ahmed (415/1020), Şerhu Usûlü’l-Hamse, thk. Abdulkerim
Osman, Kahire 1988.
el-Aclûnî, İsmail b. Muhammed (1162/1749), Keşfu’l-Hafâ, yzr, 1351/1932.
Ahmed Emin, Duhal İslâm, Kahire 1935.
Aliyyü’l-Kârî, İmam Azam Fıkh-ı Ekber Aliyyü’l-Kârî Şerhi, çev. Yunus Vehbi
Yavuz, İstanbul 1992.
Bağdâdî, Abdulkâhir b. Tâhir b. Muhammed (429/1037), Mezhepler Arasındaki
Farklar, çev. E.R.Fığlalı, Ankara 2001.
Barthold, V.V., Kırgız cana Kırgızıstan Tarıhı Boyunça Tandalma Emgekter, Bişkek
1997.
Baytur, Anvar, Krgız Tarıhının Leksiyaları, Bişkek 1992.
Beyazizâde, Ahmed Efendi, İmam Azam Ebû Hanîfe’nin İtikadî Görüşleri, çev. İlyas
Çelebi, İstanbul 1996.
Bilmen, Ömer Nasuhi, Hukukı İslâmiyye ve Islahatı Fıkhıyye, Kamusu, İstanbul
1985.
146
Brockelmann, Carl, Târîhu’l-Edebi’l-Arabî, çev. Muhammed Fehmî Hicazî, Mısır
1993.
el-Belâzurî, Ahmed b. Yahya b. Cabir (279/892), Futûhu’l-Buldân, çev. M. Fayda,
Ankara 1987.
el-Buhârî, Ebû Abdillah İsmâîl b. İbrâhim el-Cu’fî (256/869), Kitâbu Târîhu’l-Kebîr,
Diyarbakır trz.
Cüzcânî, Abdulhâkim Şar’î, İslom Hukukşunosliği, Taşkent 2002.
el-Cündî, Abdülhalîm, Ebû Hanîfe, Kahire 1970.
Ebû Hanîfe, Numan b. Sâbit (150/767), 1-Risâle ila Osmân el-Bettî, 2- el-Âlim ve’lMüteallîm, 3- Fıkhu’l-Ebsat, 4-Fıkhu’l-Ekber, 5-Vasiyye, çev. M. Öz, (İmam
Azam’ın Beş Eseri adlı kitabın içerisinde), İstanbul 1992.
………..., el-Âlim ve’l-Müteallim, thk., Muhammed Revas Kalahcî ve Abdulvehhâb
Hindî en-Nedevî, yrz, 1972.
Ebû Zehra, Muhammed, Ebû Hanîfe, çev. Osmân Keskioğlu, Ankara 2002.
Ebû’l-Leys es-Semerkandî, Nasr b. Muhammed b. Ahmed b. İbrâhim el-Hanefî
(383/993), Tenbîhu’l-Ğâfilîn ve Büstânu’l-Ârifîn (Gafilleri Uyaran kitap),
çev. Abdülkadir Akçiçek, İstanbul 1974.
el-Pezdevî, Ebû’l-Yüsr Muhammed (493/1099), Ehl-i Sünnet Akaidi, çev. Şerafeddin
Gölçük, Erzurum 1980.
Eş’arî, Ebû Hasan Ali b. İsmail (324/936), Makâlâtu’l-İslâmiyyin ve’h-Tilâfi’lMusallîn, thk., Muhammed Muhyiddîn Abdulhâmid, Beyrut 1995.
Erşahin, Seyfettin, Kırgızlar ve İslamiyet, Ankara 1999.
el-Hattat Vâlidu’l-A’zamî, Medresetu’l-İmam Ebî Hanîfe, Irak 1980.
el-Hayyât, Ebü’l-Hüseyin Abdurrahim b. Muhammed el-Mu’tezilî (300/921), elİntisâr ve’r-Red alâ Râvendî, tkd. Muhammed Hicâzî, Kâhire 1988.
Hâlimî, Hüsyin b. Hasen (403/1012), Kitâbu’l-Minhac Fî Şuabü’l-İman, thk. Halimî
Muhammed Fude, Beyrut 1979.
Hamidullah, Muhammed, İslam’da Devlet İdaresi, çev. Kemal Kuşçu, İstanbul 1963.
Hatîb el-Bağdâdî, Ebî Bekr Ahmed b. Ali (463/1071), Târîhu Bağdâd ev Medîneti’sSelâm, thk. Hüseyin el-Esed, Beyrut 1986, XIII/325-426.
.............., es-Sâbiku ve’l-Lâik, thk., Muhammed b. Matar ez-Zühranî, Riyad 1982.
Hüdârî, Muhammed, Târihu’t-Teşri’l-İslamî, Beyrut 1967.
147
Fığlalı, Ethem Ruhi, Çağımızda İtikadî İslam Mezhepleri, İstanbul 1996.
Fry, Richard Nelson, Orta Çağın Başarısı Buhara, çev. Hasan Kurt, Ankara 2000.
Gardet, L., Introduction ala Teologie Musulmane, Paris 1948.
Gâvecî, Vehbî Süleyman, Ebû Hanîfe en-Nu’mân İmâmu’l-Eimmeti’l-Fukâhâ,
Beyrut 1987.
Işık, Kemal, Mutezile’nin Doğuşu ve Kelamî Görüşleri, Ankara 1967.
İblağ, İnâyetullah, el-İmâmu’l-A’zam Ebû Hanîfe el-Mütekellim, yrz., 1971.
İbn Abdilberr, Ebî Umar Yûsuf el-Endülüsî (368-463/979-1071), Câmiu Beyâni’lİlmi ve Fadlihi, Haz. Abdurrahman Muhammed Usamân, Medine 1968.
..............., el-İntikâ Fî Fazâili’l-Aimmeti’s-Selâsetü’l-Fukâhâ, thk. Abdulfettah ebu
Gurra, Beyrut 1998, 122-171.
İbn Ebî Şeybe, Ebû Bekr Abdillah b. Muhammed (235/849), Kitabu’l-İman, thk.,
Muhammed Nâsiruddin el-Elbânî, Beyrut 1983.
İbn Hâcer el-Askalânî, Şihabuddîn Ebi’l-Fazl Ahmed b. Ali (852/1448-773/1371),
Tehzîbu’t-Tehzîb, Beyrut 1968, X/449-452.
.............., Lisânü’l-Mizân, thk. Muhammed Abdurrahman Meraşî, Beyrut 1995.
……….., Tebsîru’l-Müntebih Tecrirü’l-Müştebih, thk., Ali Muhammed el-Becavî,
Beyrut t.y.
İbn Hâcer el-Heytemî, Şihâbuddîn Ebû’l-Abbas Ahmed (974/1567), İmâm-ı Azam’ın
Menkıbeleri, çev. Abdülvehhab Öztürk, Ankara 1978.
İbn Hallikân, Ebî Abbâs Şemsuddin Ahmed b. Muhammed b. Ebî Bekr (608/1211681/1282), Vefâyâtu’l-A’yân ve Anbâu İbnâi’z-Zamân, thk. İhsan Abbas,
Beyrut 1977, V/405-415.
İbn Hanbel, Abdullah b. Ahmed (241/855-164/878), es-Sünne, thk., Ebû Hacer
Muhammed Said b. El-Ebyânî, Beyrut 1985.
.............., el-Müsned, thk., Şuayb el-Arnavut ve Adil Mürşid, Beyrut 1997.
İbn Havkal, Ebû’l-Kâsım en-Nâsıbî (367/977), Kitâbu Sîreti’l-Arz, Leiden 1939.
İbn Hazm, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed Said el-Endülisî (456/1064), el-Faslu fi’lMilel ve’l-Ehvâ ve’n-Nihâl, Beyrut 1986.
İbn Hibbân, Muhammed b. Hibbân b. Ahmed el-Bustî (354/965), Kitâbü’l-Mecrûhîn
mina’l-Muhaddisîn ve’d-Duâfâi ve’l-Metrûkîn, thk. Mahmud İbrahim Zaid,
yrz, 1976.
148
İbn Hurdazbih, Ebu Kasım Ubeydullah b. Abdillah (300/913), Kitâbu’l-Mesâlik ve’lMemâlik, Leiden 1967.
İbn Kutluboğa, Ebî Adl Zeynüddin Kâsım (879/1474), Tâcü’t-Terâcim Fî Tabakâti’lHanefiyye, Bağdad 1962.
İbn Manzur, Ebî Fazl Cemâlüddîn Muhammed (711/1311), Lisânu’l-Arab, Beyrut
1955.
İbn Sa’d, Ebû Abdillah Muhammed b. Said b. Meni ez-Zührî (230/845), Tabakâtu’lKübrâ, Beyrut trz.
İbn Sa’d, Ebû Abdillah Muhammed b. Said b. Meni ez-Zührî (230/845), Kitâbu’tTabakâti’l-Kebîr,nşr. Edward Sachan Euden Mittwoch, Leiden 1909.
İbn Teymiyye, Ebü’l-Abbâs Takiyuddîn Ahmed b. Abdilhalîm (728/1328), İman
Üzerine, çev. Salih Uçan, İstanbul 1985.
İbnü’l-Cevzî, Ebû’l-Ferec Abdirrahman b. Ali Muhammed b. Ca’fer (597/1200),
Kitâbu’l-Mevzuat Mina’l-Ahâdis Merfuât, thk., Nûriddîn b. Sakarî b. Ali
Boyacılar, Riayd 1998.
İbnû’l-Esîr, İzzüddin Ebi Hasan Ali b. Ebi Kerim Muhammed b. Muhammed
Abdulkerim b. Abdulvahid Şeybanî el-Ma’ruf (630/1233), el-Kâmilü Fi’tTârih, Beyrut 1989.
............, el-Lübâb Fî Tehzîbu’l-Ensâb, Beyrut trz.
İbnü’n-Nedîm, Muhammed b. İshâk (385/955), el-Fihrist, Beyrut 1964.
İmâm Zâde Sâlih Sâim, İmâm A’zam Aimmuhu Salâsuhu, İstanbul 1317.
İsmail Paşa el-Bağdâdî, Hediyyetü’l-Ârifin Asmâu’l-Müellifin Âsâru’l-Musannifin,
İstanbul 1951.
..............., Keşfü’z-Zunûn Zeylî, Haz. Şerefettin Yaltkaya ve Kilisli Rifat Bilge,
İstanbul 1972.
el-İstahrî, İbrahim b. Muhammed el-Fârisî (346/957), Kitâbu’l-Mesâlik ve’lMemâlik, (ed. Fuad Sezgin), Frankfurt 1992.
Kaşeli Ali Rıza, Akaid Emali ve Fıkh-ı Ekber Tercümesi, İstanbul 1997.
el-Kâdî Ebû Ya’lâ, Muhammed b. el-Hüseyin b. Muhammed b. Halef b. Ahmed b.
el-Ferrâ Bağdâdî (458/1066), Mesâilü’l-İmân, thk. Suûd b. Abdilaziz elHalef, Riyad 1410.
Kehhâle, Ömer Rıza, Mu’cemu’l-Müellifîn, Beyrut trz.
149
Kevserî, M. Zahid, Te’nibu’l-Hatîb alâ Mâ Sakahu fî Tercemeti Ebî Hanîfe Mine’lEkâzib, Haz. Azzatu’l-Atar el-Hüseynî ve Mahmud Sakar, yrz, 1942.
............., Hüsnü’t-Tekâdî Fî Sîreti’l-İmâmi Ebî Yusuf el-Kâzı, Humus 1969.
el-Kıftî, el-Vezir Cemalüddin Ebu Hasan Ali b. Yusuf (646/1248), İnbâhu’r-Rıvat
Alâ Anbâhu’n-Nihat, thk., Muhammed Ebu’l-Fazl İbrahim, Kahire 1950.
el-Kirânevî, Habîb Ahmed- Tehânevî, Eşraf Ali, Ebû Hanîfe ve Ashâbihî, Beyrut
1989.
el-Kureşî, Muhyiddîn Ebî Muhammed Abdulkâdir b. Muhammed b. Muhammed b.
Nasrullah b. Sâlim b. Ebî Vefâ el-Hanefî (696-775/1295-1373), Cevâhiru’lMaziyye Fî Tabakâti’l-Hanefiyye, thk. Abdulfettah Muhammed el-Halva,
Riad 1993, I/26-32.
Koçyiğit, Talat, Hadiscilerle Kelamcılar Arasındaki Münakaşalar, Ankara 1989.
Köprülü, Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, III. Baskı, Ankara 1976.
Kummî, Sa’d b. Abdillah Ebî Halef el-Eş’arî (301/913)-Nevbahtî, el-Hasan b. Musa
(300/912), Şiî Fırkalar, çev. Hasan Onat, Sabri Hizmetli, Sönmez Kutlu,
Ramazan Şimşek, Ankara 2004.
el-Kummî, Abbas, el-Künye ve’l-Lakab, Beyrut trz.
Kutlu, Sönmez, İslam Düşüncesinde İlk Gelenekçiler, Ankara 2000.
............., Türkler’in İslamlaşma Sürecinde Mürcie ve Tesiri, Ankara 2000.
............., İmam Mâturîdî ve Mâturîdîlik, Ankara 2003.
el-Leknevî, Muhammed Abdülhay el-Hindî (1264-1304/1847-1886), el-Fevâidu’lBehiyye Fî Terâcimi’l-Hanefiyye, Haz. Ahmed ez-Za’bî, Beyrut 1998.
el-Makdisî, Şemsüddîn Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed b. Ebî Bekr el-Benâ eşŞâmî (380/990), Ahsenü’t-Tekâsim Fî Ma’rifeti’l-Ekâlim, Leiden 1967.
el-Malatî, Ebü’l-Hüseyin Muhammed b. Ahmed (377/987), et-Tenbîh ve’r-Red alâ
Ehli’l-Ehvâ ve’l-Bida’, tkd. Zahid Kevserî, Beyrut 1968.
Ma’ruf, Nâcî, Tarihu Ulamai’l-Mustansıryye, Kahire 1976.
el-Mâturîdî, Ebû Mansur Muhammed b. Muhammed b. Mahmud (333/944),
Kitâbu’t-Tevhid Tercümesi, çev. Bekir Topaloğlu, Ankara 2002.
el-Mâzî, Cemalüddîn Ebû’l-Haccâc Yûsuf (654-742/1256-1341), Tabakâtu’s-Seniyye
Fî Terâcimi’l-Hanefiyye, thk. Bisar Avvad Maruf, Beyrut 1992.
el-Mekkî, Muvaffak b. Ahmed (568/1172), Menâkıbü Ebî Hanîfe, Beyrut 1981.
150
en-Nevevî, Ebû Zekeriya Muhiddîn b. Şeref (676/1277), Tehzîbu’l-Esmâi’l-Lügât,
Beyrut trz, II/216-223.
Ocak, AhmetYaşar, Türk Halk İnançlarında ve Edebiyatında Evliya Menkabeleri,
Ankara 1983.
Onat, Hasan, Türkiye’de Din Anlayışında Değişim Süreci, Ankara 2003.
..........., Emevîler Devri Şiî Hareketleri ve Günümüz Şiîliği, Ankara 1993.
Otonbay uulu, Düyşenbek Acı, İslamdın Negizderi, Bişkek 1993.
Ömer en-Nesefî, İslam İnancının Temelleri Akaid, Haz. M. Seyyid Ahsen, İstanbul
1995.
Özel, Ahmet, Hanefî Fıkıh Alimleri, Ankara 1990.
es-Saymerî, Ebî Abdillah Hüseyin b. Ali (436/1043.), Ahbâru Ebî Hanîfe ve
Ashâbihi, thk. Ebü’l-Vefâ el-Efgânî, Beyrut 1976, 15-95.
es-Semânî, Ebî Sa’d Abdulkerîm b. Muhammed b. Mansur et-Temîmî (562/1167),
el-Ensâb, Haz. Abdullah Umar el-Bârudî, Beyrut 1988.
............., Tahbir Fi’l-Mu’cemi’l-Kebîr, thk., Münire Naci Salim, Bağdad 1975.
es-Semerkandî, Ebû Selem Muhammed b. Muhammed, Akaid Risalesi, Haz. ve çev.
Ahmed Saim Kılavuz, İstanbul 1989.
Serkis, Yusuf b. İlyas b. Musa ed-Dımeşkî (1351/1932), Mu’cemu’l-Matbûatu’lArabiyye ve’l-Muarrebe, Kahire 1928.
Sezgin, Fuad, Târîhu’t-Turâsi’l-Arabî, Riyad 1984.
es-Sivasî, Ebü’s-Sena Şemseddîn Mehmed b. Arif Hasan Şemseddîn (1006/1597),
Menâkıbü’l-İmam Azam, İstanbul: Hattal Tevfik Efendi Matbaası, 1873, 3841. (Abdurahhman Eşref Efendi (1006/1597), Tezkiretü’l-Hikem Fî
Tabakâti’l-Ümem ile beraberdir.)
es-Suyûtî, Celâlüddîn Abdurrahman (849/1445-911/1505), el-Lâlî el-Masnûatu Fi’lAhâdisi’l-Mevzûa, Beyrut 1975.
............., Tabakâtü’l-Hüffâz, thk. Ali Muhammed Umar, Kâhire 1973.
............., Bugyetü’l-Veat Fî Tabakati’l-Lugaviyyîn ve’n-Nuhat, thk., Muhammed
Ebü’l-Fazl İbrahim, yrz, 1979.
eş-Şehristânî, Ebî Feth Muhammed b. Abdulkerîm (548/1153), el-Milel ve’n-Nihâl,
thk., Ahmed Fehmî Muhammed, Beyrut 1992.
151
et-Taberî, Ebû Ca’fer Muhammed b. Cerîr (310/922), Tarihu’l-Ümem ve’l-Mülûk,
thk. M. Ebû’l-Fazl İbrahim, Kâhire 1977.
Taşköprüzâde, Ahmed b. Mustafa, Tabakâtu’l-Fukahâ, nşr. Ahmed Neyle, Mısır
1961.
..............., Miftâhu’s-Sâde, thk., Kamil Bekrî-Abdülvehhâb Ebû’n-Nûr, Kahire 1968.
et-Temîmî, Takiyyuddîn Abdulkâdir (1005/1597), Tabakâtu’s-Seniyye Terâcimu’lHanefiyye, thk. Abdulfettah Muhammed el-Hilv, Kahire 1983, I/73-115.
Topaloğlu, Bekir, Kelam İlmi, İstanbul 1993.
Usmân, Abdulkerîm, Meâlimu’s-Sekâfetu’l-İslâmiyye, Beyrut 1984.
Ünal, İsmail Hakkı, İmam Ebû Hanîfe’nin Hadis Anlayışı ve Hanefî Mezhebinin
Hadis Metodu, Ankara 2001.
Watt, W.M., İslam Düşüncesinin teşekkül Devri, çev. E.R. Fığlalı, İstanbul 1998.
Wellhausen, J., Arap Devleti ve Sükûtu, çev. F. Işıltan, Ankara 1960.
Wensinck, A.J., The Muslim Gread, London 1932.
Ya’kubî, Ahmed b. Ebi Yakub b. Cafer (284/897), Kitâbü’l-Büldân, Medine 1891.
Yâkût el-Hamevî, Ebu Abdillah Şihabuddin Yakut b. Abdillah (626/1229),
Mu’cemü’l-Üdeba, Beyrut trz.
..............., Kitâbu Mu’cemu’l-Buldân, ed. F. Sezgin, Frankfurt 1994.
Yazıcıoğlu, Mustafa Sait, Mâturîdî ve Nesefi’ye Göre Hürriyet Kavramı, Ankara
1988.
Yörükân, Yusuf Ziya, İslam Akaid Sisteminde Gelişmeler İmam-ı Azam Ebû Hanîfe
ve İmam Mansuri Mâturidî, Notlarla ve eklemelerle yayıma hazırlayan:
Turhan Yörükân, Ankara 2001.
Zâhid el-Kevserî, Muhammed, Hanefî Fıkhının Esasları, çev. Abdulkâdir Şener ve
M. Cemal Sofuoğlu, Ankara 1991.
ez-Zehebî, Şemseddîn Muhammed b. Ahmed b. Osmân (748/1374), Siyerü
A’lâmü’n-Nübelâ, thk. Arnavut ve Hüseyin el-Es’ad, Beyrut 1982, VI/390403.
.............., Tezkiretu’l-Hüffâz, Mekke 1955.
.............., Menâkibu’l-İmâm Ebû Hanîfe ve Sahibeyh Ebû Yusuf ve Muhammed b.
Hasan, thk. M.Z. el-Kevserî ve Ebu’l-Vefâ el-Efgânî, Beyrut 1408/1988, 553.
152
.............., el-İber Fî Haber Men Gaber, thk. Ebû Hâcir Muhammed es-Said b.
Besyûnî Za’lul, Beyrut 1985.
............., Mizânü’l-İtidâl fî Nakdi’r-Ricâl yrz., 1325/1907.
Zübyânî, Abdülmecid Abdülhamid, Târîhu’l-Fıkhi’l-İslâmî, Magrib 1994.
4. MAKALELER VE ANSİKLOPEDİ MADDELERİ
Altıntaş, Ramazan, “Ebû Hanîfe’nin Kelam Metodu ve “el-Fıkhu’l-Ekber” adlı
Eserine Yöneltilen Bazı İtirazlar’” İslamî Araştırmalar Dergisi (Ebû Hanîfe
Özel Sayısı), Cilt:15, Sayı: 1-2, Ankara 2000, 185-205.
Ateş, Ahmed, “Menâkıp”, (MEB) İ.A., İstanbul 1957, VII/701-702.
Barthold, V.V., “Fergana”, (MEB) İ.A, İstanbul 1988, IV/558-565.
.............., “Ahsiket”, (MEB) İ.A, İstanbul 1940, I/226.
.............., “Merginan”, (MEB) İ.A., İstanbul 1988, VII/760-761.
Brockelmann, C., “Ûşî”, (MEB) İ.A, İstanbul 1986, XIII/75.
Çakın, Kamil, “Buharî’nin Mürcie ile İman Konusunda Tartışması”, AÜİFD,
(1992), XXXII/181-198.
Çelebî, İlyas, “Risâleleri ve İtikadî Görüşleri ile İmam Azam Ebû Hanîfe” İslamî
Araştırmalar Dergisi (Ebû Hanîfe Özel Sayısı), Cilt:15, Sayı: 1-2, Ankara
2000, 63-73.
Emiroğlu, İbrahim, “İmam-ı Azam’ın Beş Eseri Üzerine”, (Ebû Hanîfe Özel Sayısı)
Cilt:15, Sayı: 1-2, Ankara 2000, 215-220.
Esin, Emel, “Ahsikes”, DİA, Istanbul 1989, II/480-481.
Fığlalı, E. Ruhi, “İslam Mezhepleri Tarihinde Karşılaşılan Bazı Problemler”,
Uluslararası I. İslam Araştırmaları Sempozyumu, İzmir 1985, 369-377.
Givony, Joseph, “Fırak Edebiyatında İmam Ebû Hanîfe’nin Tasviri ve İlgili
Meseleler”, Çev. Muzaffer Tan ve N. Kemal Karabiber, Ankara 2003, 59-78.
(İmam Mâturîdî ve Mâturîdîlik (ed. Sönmez Kutlu) adlı kitabın içerisinde)
Hacı Şerîf Ahmet Reşît Paşa, “Ebû Hanîfe’nin Siyâset Anlayışı”, Sâdeleştiren:
Mevlüt Uyanık, İslâmî Araştırmalar Dergisi (Ebû Hanîfe Özel Sayısı),
Cilt:15, Sayı: 1-2, Ankara 2000, 259-272.
Halim Sabit Şıbay, “Ebû Hanîfe”, (MEB) İ.A, İstanbul 1948, IV/20-28.
Hamidullah, M., “Serahsî”, (MEB) İ.A., X/502-507.
153
Juynboll, W., “Kadı Han Fahreddin”, (MEB) İ.A., Eskişehir 1997, VI/49.
Koca, Ferhat, “Kâsânî”, DİA., İstanbul 2001, XXIV/531.
Kutlu, Sönmez “Ali b. Osman el-Oşî’nin Oş’un Orta Çağdaki Kültürel ve Dinî
Düşünce Sisteminin Teşekkülündeki Rolü”, 1-6. (Basılmamış makale).
............., “Tarıhta Türk Uruuları Kabul Algan İslam Mazhaptarı cana Azırkı Kezdegi
Kırgızstandagı Diniy Abal (Türk Boylarının Tarihte Benimsediği Mezhepler
ve Kırgızistan’daki Dinî Durum)”, Teologiya Fakultetinin İlimiy Curnalı, S.
1., Oş 2000, 112-125.
Madelung, V.W., “Horasan ve Mâveraünnehir’de İlk Mürcie ve Hanefiliğin
Yayılışı”, çev. S. Kutlu, AÜİFD, Ankara 1992, XXXIII/239-247.
..............., XI-XIII. Asırlarda Hanefî Alimlerinin Orta Asya’dan Batıya Göçü, çev.
Sönmez Kutlu, Ankara 2003, 369-383. (İmam Mâturîdî ve Mâturîdîlik (ed.
Sönmez Kutlu) adlı kitabın içerisinde)
Özbek, Durmuş, “el-Ûşî ve Kasidetü’l-Emalî”, Selçuk Universitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, S. 5, Konya 1994, 261-308.
Özervarlı, M. Sait, “el-Emâlî”, DİA., İstanbul 1995, XI/73-75.
Suter. H., “Fergânî”, (MEB) İA., İstanbul 1988, IV/565.
Şerafeddin, M., “Türk Kelamcıları”, DFİFM, Sayı. 23, (İstanbul 1932), 1-18.
Uyanık, Mevlüt, “İslam Düşüncesinin Teşekkül Döneminde Ebû Hanîfe’nin Siyasi
Duruşu”, İmam-ı Azam Ebû Hanîfe ve Düşünce Sistemi Sempozyumu Tebliğ
Metinleri, 39-47. (Basılmamış Metinler).
Uzunpostalcı, Mustafa, “Ebû Hanîfe”, DİA., (İstanbul 1994), X/131-138
..............., Ebû Hanîfe ve Nassları Değerlendirmesi, İslamî Araştırmalar Dergisi
(Ebû Hanîfe Özel Sayısı), Cilt:15, Sayı: 1-2, Ankara 2000, 19-50.
Yazıcı, Tahsin, “Fergana”, DİA., İstanbul 1995, XII/375-377.
154
ÖZET
ACIMAMATOV, Zaylabidin, Ebû Hanîfe ve Fergana Vadisindeki Etkisi,
Prof. Dr. Sönmez KUTLU, Ankara Üniv. Sos. Bilm. Enst. Ankara 2005, VIII+153.
Ebû Hanîfe ve Fergana Vadisindeki Etkisi adlı çalışma, Giriş, 3 Bölüm,
Sonuç ve Bibliyografyadan oluşmaktadır.
“İmam Azam Ebû Hanîfe’nin Hayatı ve Ona Nisbet Edilen Eserleri” isimli
I.
Bölüm’de,
Ebû
Hanîfe’nin
tarihsel
hayatıyla
menkabevî
hayatı
değerlendirilmekte ve ona nisbet edilen eserler incelenmektedir. Ebû Hanîfe’nin
hayatı,
eserleri
ve
itikadî
görüşleri
konusunda
bilimsel
araştırmalar
yapılmadığından, Orta Asya’daki Türk boyları onu daha çok menkabevî kişiliğiyle
tanımaktadır. Bu yüzden Ebû Hanîfe’nin hem ilmî, hem de menkabevî kişiliği
birlikte incelenmiştir.
“Ebû Hanîfe’nin İtikadî Görüşleri” isimli II. Bölüm’de, Ebû Hanîfe’nin
itikadî ve siyasî görüşleri işlenmektedir. Bu bölümde Ebû Hanîfe’nin, büyük
günah, amel-iman ilişkisi, imanda istisna, imanın tanımı, imanda eşitlik, imanislam ilişkisi, imanda artma ve eksilme, va’d ve vaîd, siyaset konusundaki görüşleri
analiz edilmiştir.
“Ebû Hanîfe’nin Görüşlerinin Fergana Vadisinde Yayılışı” isimli III.
Bölüm’de, Fergana vadisi hakkında genel bir bilgi verildikten sonra klasik
kaynaklardan hareketle Ebû Hanîfe’nin görüşlerinin etkisi ve Hanefî alimler
incelenmiştir.
Sonuç olarak Ebû Hanîfe, büyük bir fakih olmasının yanında, Ehl-i Sünnetin
itikadî boyutunun oluşmasında etkili olan bir şahsiyettir. Onun fikirleri
Mâverâünnehir’in diğer bölgelerinde olduğu gibi Fergana vadisinde de büyük
yankı bulmuştur. Ebû Hanîfe’nin görüşleri ilk dönemlerden itibaren Türklerin
yoğun olduğu bu bölgede yerli halkın İslamlaşmasına da büyük katkı sağlamıştır.
Böylece Fergana vadisine bağlı Mergınan, Kâsân, Ahsıket, Oş ve Özkent
şehirlerde Ebû Hanîfe’nin fıkhî ve itikadî görüşlerini savunan pekçok alim
yetişmiştir.
155
ABSTRACT
Acimamatov, Zaylabidin, "Abū Hanīfa and His Influence in Farghana",
Ph. D. Advisor: Prof. Dr. Sönmez Kutlu, VIII+153 pp.
This thesis consists of an introduction, three chapters and conclusion.
In the firs chapter entitled "The Life of Abū Hanīfa and the Works Ascribed to
Him", Abū Hanīfa's historical and mythological life, and the works attributed to
him have been dealt with. Since the scientific researches about the life of Abū
Hanīfa, his works and theological views were not sufficient, Turkish nations living
in the Central Asia mostly knew him as a mythological figure. Therefore, his
personality, both historically and mythologically, have been reseached together.
In the second chapter entitled "The Theological Views of Abū Hanīfa", his
theological and plitical views have been examined. In this chapter, the views of
Abū Hanīfe on grave sin, action-fatih relation, making exception in faith,
definition of faith, equality in faith, īmān-islām relation, the increase and decrease
of faith, the promise and the threat, and politics have been analysed.
In the third chapter entitled "The Spread of Abū Hanīfa's Views in
Farghana", after giving a general information on Farghana, on the basis of
classical sources, the influence of Abū Hanīfa's views in Farghana and Hanefite
scholars there have been dealt with.
Consequently, Abū Hanīfa is an figure who played a considerable part in
the formation of Ahl al-Sunnah's theological views. His views found an important
favour in Farhgana, as well as in other regions of Transoxiana. The views of Abū
Hanīfa played a significant role in the Islamization of people in this region where
from the very early the Turks were in the majority. So, in such cities of Farghana
as Marginan, Kāsān, Ahsiket, Osh, Uzkand a great number of scholars appeared
who held the Abū Hanīfa's theological and juridical views.
156
Download