1 7EKİ M2 01 4-SAYI 1 48 HAL I L HODZI C Bi RSAV ASKAHRAMANI Yayın Koordinatörü Halilhodzic İlker Yılmaz Asabi, heyecanlı ve lafını sakınmadan söyleyebilen Vahid Halilhodzic’in hayatının arka planını tüm karakteristik özelliklerini ortaya koyar nitelikte. Velez Mostar’da başlayan hikayesi ikinci Türkiye seferiyle devam ediyor. Bronz ayakabıyı kazanacak kadar kaliteli bir golcü olan Halilhodzic’in savaşla harmanlanan yaşamı, ölümle yüzleşmesine karşın ülkesini terketmek istemeyişi, tırnaklarıyla kazıyarak teknik direktörlükte kendini kabul ettirişi ve Kuzey Afrika ile Fransa’daki başarıları sonrası tekrar geldiği Trabzonspor’daki aykırı demeçleri onu tanımamıza yardımcı oluyor. Hayatım Futbol’da bu hafta Halilhodzic’in hayatından kesitleri okuyabilirsiniz. Yazarlar Adem Yiğit Bahadır Bozkurt Emre Gürkaynak Fırat Topal Serkan Akkoyun Uğur Karakullukçu 148. sayıda ayrıca; Performansı serbest düşüşe geçen Iker Casillas’ı, Red Bull’un Almanya’daki takımı Leipzig üzerine yapılan eleştirileri, bu sezon yaptığı çıkışla adından söz ettiren Sampdoria’nın gidebileceği yolu ve hapishaneden Bundesliga’ya uzanan Türk oyuncu Süleyman Koç’un hikayesini bulabilirsiniz. Keyifli okumalar, İlker Yılmaz iletisim@hayatimfutbol.com team@mobilike.com #148 BU SAYIDA Bir Savaş Kahramanı Savaş sırasında elinde silah vardı. Halilhodzic dikenlerle dolu bahçede güzel kokuya odaklandı Hassas Fırtına Trabzonspor’da beklentiler henüz karşılanmadı. Halilhodzic’in öğrencilerine zaman lazım Casillas Düşerken Casillas’ın geçen sezon başlayan düşüsü durmuyor. Tecrübeli eldiveni zor günler bekliyor Sampdoria’nın Bileti Serie A’da sezonun flaş takımı Sampdoria nereye kadar gidebilir? Red Bull ve Yaylımcı Futbol Politikası Salzburg’la başlayan hikaye Leipzig’le devam ediyor. Fakat Almanya Red Bull’u tartışıyor İki Arkadaş ve İkinci Şans Bundesliga’da bir Türk tüm Almanya’ya herkesin ikinci bir şansı hak ettiğini ispatladı Serkan Akkoyun GANiMET Mi? ESiR Mi? BiR SAVAŞ KAHRAMANI HALILHODZIC Profil HF148 Bosna Savaşı sırasında elinde silahıyla savaşıyordu. Yıllar sonra Dünya Kupasının en iyi hocaları arasına girdi. Bu yolda ise dikenlerle dolu bir gül bahçesinde sadece o güzel kokuya odaklandı “Bir gün içinde üzerimize ateş açmaya başladılar. Neden? Adım Leyla olduğu için mi? Bunu kimse anlayamıyordu!” Halilhodzic Velez Mostar formasıyla. Alexandra Cavelius’un yazdığı Leyla romanında, Bosna savaşının başladığı günleri henüz 16 yaşındaki Leyla işte bu sözlerle özetliyordu. Leyla daha sonra Sırpların eline geçip, kampa götürülüp tecavüze uğrayacaktı. Ve tüm bunlar roman olmasına karşın; yaşanmış olaylardan derlenmişti. Bosna, 1992 ve 1995 yılları arasını gürültülü bir sessizlik içinde acı çekerek geçirmişti. Bir futbolcu doğuyor Leyla, Krayina’da bu düşünceler içindeyken Fransa’da Nantes ve Paris Saint-Germain formaları ile kupalar kazanan, Şampiyonlar Ligi’nde forma giyen ve 1982 Dünya Kupası’nda Yugoslavya ile dikkatleri üzerine çeken Vahid Halilhodzic de Mostar da bir mücadeleye başlamıştı. Futbolu bırakmasının üzerinden 4 yıl geçmişti. İlk takımı Velez Mostar’ın başına bu sefer teknik direktör olarak geldi ve ilk deneyimini yaşamak için ‘bismillah’ dedi. Ülkesinde çok ünlüydü. Uzun boyu, ince bacakları ve sert şutları ile Fransa’da harikalar yaratmış 200’e yakın gol atmıştı. Şimdi Bosna topraklarında bir futbol efsanesi vardı. Ama topraklar bir süre sonra kirlenmeye başladı. “Savaş bir para israfıdır. Hayatın kazançlarını silip süpürür” der Amerikalı yazar Eugene O’Neill. Bosna’da savaş başlamış, Sırplar hiçbir insanlık değerini gözetmeksizin özellikle Müslümanları yok etmeye koyulmuştu. Buldukları tüm dişilere önce tecavüz edip sonra öldürüyor, erkekleri direkt öldürüyor, evlerini yakıyor, dükkânlarını yağmalıyorlardı. O dönemde orada Müslüman olmak ölmek için tek ve yeterli sebepti. Cem Yılmaz’ın dediği gibi sniperla gerçekten Müslüman avlanıyordu. Bir savaşçı doğuyor O sniperlardan birisinin tek gözünün ucunda da Vahid Halilhodzic vardı. 1952 yılında yemyeşil bir Bosna kenti olan Jablanica’da doğan Vahid henüz 16 yaşında evinden ayrıldı ve Mostar’ın yolunu Halilhodzic Nantes formasıyla 5 sezonda 96 gol attı. tuttu. Çünkü ona göre ‘futboldan başka hiçbir şey yapamaz’ haldeydi. 19 yaşına geldiğinde Velez Mostar’ın futbolcusuydu ve 10 yıl, 200’den fazla maç, 100’den fazla golle sürecek hikâyeye ‘merhaba’ demişti. Sniper’ın kırmızı sinyalinin üzerinde gezdiği şehirde yaklaşık 10 yıl önce futbol kralıydı. Bu başarıları onun Fransa’nın o dönem ünlü kulüplerinden birisi olan Nantes’a transfer olmasını sağlamıştı. Biraz değişiklikten kimseye zarar gelmezdi. Hem Fransa’ya giderse daha fazla para kazanır ve ülkesine döndüğünde yeni bir ev alabilir, belki şehrindeki fakir insanlara yardım edebilirdi. Onun için iki önemli şey vardı çünkü ailesi ve onuru. Sniper tam da onurundan hedef aldı. Tetiği çektiğinde ise ufak bir hata sonucu onurundan değil, korkusundan vurmuştu. Vahid Halilhodzic, Bosna savaşı sırasında bir Sırp sniper tarafından vuruldu. Bedeni hayattaydı ama artık korkusu ölüydü. Lucianus, Büyük İskender’in fetihlerini “Önüne çıkan tepelerde ne varsa yıkarak, geçtiği her yerin altını üstünü getirerek” sözleri ile anlatır. Bosna’da kentler üflenmeden küllüğe konmuş kibrit çöpleri gibiydi. Bir kısmı yanmış ve kararmış, bir kısmı sağlam ama yalnız ve eksik. Halilhodzic, yanmış ve kararmış kısımda bıraktı, Fransa’dan döndüğünde yanında getirdiği hayallerini. Nantes’ın ardından 1 sezon Paris Saint-Germain forması giyen Vahid, Velez Mostar teknik direktörü olarak sonunda kentine hizmet etme fırsatı bulmuştu. Ama fırsatlarını tam alnından vurup yaşamsal faaliyetlerini sonlandıran savaş onu da içine çekti. Tek varlıkları olan evini korumak için silah aldı. Fırın ve lokanta olarak da kullanılan evlerinin çevresini temizledi. Kendilerine yönelik gelen saldırılara karşı aynı şiddetle yanıt verdi. Bir sniper tarafından vurulduktan sonra herkes ona ülkeden ayrılması için baskı yaptı. Çünkü önemli bir futbol figürü, ünlü bir isimdi. Ama o bir süre daha kalmayı tercih etti. 1-2 ay boyunca hastanede tedavi oldu. Daha sonra Milijov Petkovic’in başında bulunduğu Hırvat Savunma Konseyi’nin tehditleri altında 1993 yılında ülkeden ayrılmak zorunda kaldı. Ayrılmasının hemen ardından içinde ölümde yüzleştiği, PSG’de oynadığı sırada ölen annesi ile en güzel çocukluk hatıralarının bulunduğu ev; yağmalandı ve yakıldı. Halilhodzic ailesinden geriye, Vahid’in yanmış kan kurusu kaldı. Bir teknik direktör doğuyor “Bir gün önce zengin bir adamdım. Ertesi gün bir pantolon ve gömlekle kaldım” diyor Halilhodzic. Mostar’dan ayrılıp Beauvais’e gittiğinde ona kucak açan ülke yine Fransa oldu. Ama bu sefer bir futbol efsanesi değil yanında savaş mağduru apoletini de taşıyordu. Vücudunda mermi yarası, kalbinde korkusuzluk; Halilhodzic o gün nasıl bir adam olacağına karar verdi; “Hayatım iniş ve çıkışlarla dolu. Tek yapmam gereken başarılı olmak.” 18. yüzyılda Avrupa’da başlayan ‘Aydınlanma Akımı’nın kurucularından Almanyalı filozof Immanuel Kant, felsefenin temelini; insanın kendi düştüğü olumsuz durumdan kurtulmak için yine çareyi kendi aklında bulabileceği şeklinde ilkel bir şekilde özetleyebileceğimiz mantığa oturtur. Halilhodzic, Bosna’da kül olan evinden bir Anka Kuşu çıkmayacağını biliyordu. Futbola ileri gitmeli ve bu işin en iyilerinden birisi olmalıydı. Kapı kapı kulüpleri dolaştı. Arabasında yattığı geceler oldu. Beauvais’te geçen bir senenin ardından 1997 yılında Afrika’da yaşayacağı tecrübeye kadar Leyla’sını arayan Mecnun gibi gezdi. Bu arada Leyla o sıralarda Sırpların elinde, tecavüz ve işkence altındaydı. Halilhodzic, Marcelo Lippi ve Fabio Capello gibi isimleri takip etti. Onları izledi. Futbolun gelişimini ve gidebileceği noktayı hep tahmin etmeye çalıştı. Sonunda kapılar ona yıllar sonra en büyük hocalık başarısını sergileyeceği topraklarda, Afrika’da açıldı. Fas’ın Raja Casablanca takımını Vahid’e emanet ettiler. Avrupa’nın zirvesindeyken geldiği ülkesinde ailesini ve evini bırakan Halilhodzic tüm hırsını rakiplerden çıkardı. Önce Lig şampiyonu ardından Afrika Şampiyonlar Ligi şampiyonu oldu. Trabzonluların “dede” lakabı taktıkları hocaları henüz yolun başında olaya çok sert dâhil olmuştu. Protestanlar “bugün çok çalış ve yarını düşün” Ligue 2 şampiyonluğunun ardından. mottosunu taşır. Halilhodzic ise, “bugün çok çalış ve geçmişini düşün” mottosunu icat etti. Çünkü onu geleceğe ve hedeflerine taşıyacak yegâne azim geçmişinde yaşadıklarında gizliydi. Bir insan doğuyor Halilhodzic, Raja Casablanca sonrasında Lille, Rennes, Paris Saint-Germain, Trabzonspor, Ittihad Jeddah, Fildişi Sahili, Dinamo Zagreb ve Cezayir’i çalıştırdı. Lille’de ligi 3. bitirdi. PSG ile Şampiyonlar Ligi’nde mücadele etti. Fildişi Sahili’ni Dünya Kupası’na götürdü. Cezayir’le Dünya Kupası’nda ikinci tura çıktı, uzatma dakikalarında turnuvanın şampiyonu Almanya’ya 2-1 yenildi. 2014/15 sezonunda da yarım kalan işini tamamlamak için Trabzonspor’a geri döndü. Fransızlar için ‘Coach Vahid’ Trabzonsporlular için ‘Dede’ Karadeniz kıyılarında yeni bir hikâyenin kahramanı olmak üzere geri gelmişti. 16 yaşında ailesinden kopup Mostar’a gelen Vahid Halilhodzic bir savaş ganimeti mi yoksa esir miydi? Onu masum bir futbol adamından saldırgan bir çöl tilkisine dönüştüren şey kesinlikle kurşunlar, ölümler ya da yangınlar değildi. ‘Dede’ hep eksik yaşadı. Hayatı heyecan ve hayal kırıklarıyla dolu bir adamın sesinin gür çıkmasına saygı duymamız gerekiyor. Yazıdan taşanlar -Cezayir ile Dünya Kupası bileti aldığı günden 1 yıl önce kardeşi hayatını kaybetti. Burkina Faso maçından sonra gözyaşlarını tutamadı çünkü aklına kardeşi geldi. -Fildişi Milli Takımı’nı 2010 Dünya Kupası’na taşıdı ama siyasi nedenlerden dolayı görevine son verildi. Kendini görevden alan hükümetin bu davranışını “iğrençlik” olarak niteleyen Halilhodzic daha sonra yeni gelen hükümetin kendisinden özür dilediğini açıkladı. -Teknik direktörlüğü sırasında Chelsea’den teklif aldı ancak o dönem dil sorunu nedeniyle kabul edemedi. -1985 yılında Galatasaray’ın transfer listesine girdi. Ama Nantes satmaya yanaşmadı. Halilhodzic o sezonu 28 golle kapatarak Avrupa gol krallığında ‘Bronz Ayakkabı’ ödülünü aldı. -Disiplinli ve sert oluşu nedeniyle Avrupa piyasasında futbolcular arasında adı ‘Diktatör’e çıktı. -PSG’yi çalıştırdığı dönemde takım kadrosunu basına veren çalışanı kovdu. -Fransa’da onu konu alan kitaplar yazıldı. Süper Lig Adem Yiğit HF148 HASSAS FIRTINA Sezona büyük bir transfer harekatıyla başlayan Trabzonspor’da beklentiler henüz karşınlanmış değil. Sabırsızlık kelimesinin vücut bulduğu bordo-mavililerde Vahid Halilhodzic’in öğrencileriyle yapabilecekleri merak konusu Geçen sezon UEFA Avrupa Ligi’nde yakaladığı başarı grafiğini Süper Lig’e yansıtamayan Trabzonspor’da, büyük umutlarla ve öze dönüş hayaliyle göreve gelen Mustafa Reşit Akçay dönemi hüsranla sonuçlanmış, Trabzonspor yönetimi de yola Hami Mandıralı ile devam kararı almıştı. Sezonu elindeki kadronun daha önceki sezonlarıyla kıyaslandığında hiç de fena sayılmayacak bir noktada bitiren Trabzonspor’da bu nispeten başarılı sonuca rağmen sular durulmadı, bir başka antrenör değişikliği geldi. “Hocamızla yeni sezon için anlaştık. Kendisi şu anda Dünya Kupasında takım çalıştırıyor” sözleriyle duyuruyordu Başkan İbrahim Hacıosmanoğlu hoca değişikliğini. İsmi zikredilmese de camiaya yakın isimler bu hocanın Halilhodzic olduğunu biliyorlardı. Büyük bir güvenle ve umutla çıkılan bu yolun daha başlangıcından itibaren bir dizi sorunla karşılaşıldı. Ve bundan sonrası pek de parlak görünmüyor. Dünya Kupası’nda Cezayir’le başarılı bir grafik yakalayan Vahid Halilhodzic’in kupa sonrasında takımın başına geçeceği konuşuluyordu fakat süreç uzadı. Hacıosmanoğlu ne kadar “anlaştık” dese de ortada resmi bir mukavele yoktu. “Kafa karıştırıcı teklifler aldığını” bizzat Emir Delic isimli Boşnak bir gazeteciye açıklayan Halilhodzic’in fiyat yükselttiği konuşuluyordu. Gecikmeli de olsa Boşnak hoca takımın başına geçti. Ve ne olduysa ondan sonra oldu aslında. Hacıosmanoğlu kanadından, haziran ayının başından beri yapılan her hamle sonrası “Her şeyi hocamıza danışıyoruz” açıklaması geliyordu ve fakat Halilhodzic’in kadroyla çalışmaya başlar başlamaz “Bana on oyuncu lazım” sözü kafaları karıştırıyordu. Eğer yapılan her hamlede hocaya danışılmışsa, hoca o ana kadar transfer edilmiş oyuncuları niçin beğenmemişti? Danışılan hoca Halilhodzic değil de bir başkası mıydı? Böylelikle iki ayrı transfer döneminde olacak işler bir transfer dönemine sığdı ve Trabzonspor ikiye ayrılan bu transfer döneminin ilk dönemini tamamen çöpe attı. Aslında gayet makul başlamıştı bu kez. (Deniz Yılmaz, Serdar Gürler hamleleri, Olcan-Adrian ve Henrique satışları) Halilhodzic’in “Bana en az on oyuncu lazım” çıkışından sonra her şey sıfırdan başladı ve Trabzonspor tarihinin en büyük transfer harcamasıyla, kesinlikle büyük bir aceleyle yeni bir arayışa girdi. Acil tarafından yeni yabancıları getirebilmek için kontenjan belasını tıkayan eldeki oyunculardan kurtulmak için ödenen rakamlar, yeni gelen oyunculara ödenen rakamlarla hemen hemen 50 milyon dolarlık bir maliyetin altına girildi. Galiba bu kez işlem tamamdı. Kadro “yıldız” oyuncularla takviye edilmiş, hocanın inanılması güç gelen talepleri tüm kamuoyunu şaşırtan bir şekilde karşılanmıştı. Oluşan yüksek beklentiyi dizginleme çabalarının ilk tuğlasını Halilhodzic koyuyordu: “Bana en az bir yıl gerekiyor.” Fakat bu memlekette, hele hele Trabzon’da çok transfer acil başarı anlamına geliyor. Daha başlangıçta sancılı başlayan bir sezonda Trabzonspor’un gözü, kulağı saha içindeydi. Avrupa Ligi’nde gruplara kalınması ve deplasmanda Metalist’in mağlup edilmesi camiada umut tohumları yeşermesine neden oldu. Fakat gerçekte durum hiç de böyle değildi. Sezon daha en başından beri büyük sıkıntılara gebeydi Trabzonspor için. Neydi bu sıkıntılar? Kronolojik olarak sayabiliriz fakat bu sorunları Karabükspor- Kevin Constant Trabzonspor maç sonu röportajında Halilhodzic özetledi: “İhanet, İspiyon…” Bir futbol takımından değil, bir TV dizisinin senaryosundan bahsediyor gibiydi Trabzonspor’un patronu maç sonu açıklamasında… Yönetimin ya da daha gerçekçi bir ifadeyle Hacıosmanoğlu’nun geçen sezonun sonundan itibaren verdiği “Kadromuz, transferlerimiz, hocamız… Şimdiden hazırız” içerikli mesajlara rağmen ne transferlerin, ne de hocanın hazır olmaması, hatta hoca geldikten sonra yarılandığı, belki de neredeyse bitirildiği düşünülen transfer sürecinin sıfırdan başlaması ortada büyük bir iletişim sorunu olduğunu gözler önüne serdi. Bu iletişim sorunlarına hocanın kendine has üslubunun yarattığı iletişim sorunları da eklenince Trabzonspor her anlamda birlikte olması gereken bir sezonun temellerini kırılgan bir başlangıçla atacağının sinyallerini verdi. Bir başka iletişim sorunu da Yönetimin medya kanalları/karakterleri üzerinden Trabzonspor camiasına pompaladığı sabır ve umut Waris Majeed mesajlarında saklıydı. Trabzonspor sezon başından beri gerçek manada ümit vadeden bir oyun ortaya koyamamışken, saman alevi performansları abartarak, mevcut form grafiğiyle ne zaman yaşanacağı kestirilemeyen hezimetlerde o sabrın/umudun yerini öfke ve hayal kırıklıklarının almasına sebebiyet veriyor. Bir yapaylık, bir acelecilik ki sormayın gitsin. Hemen her kademede… Trabzonspor’un iki transfer dönemini tek döneme -büyük bir aceleyle- sığdırdı. Hocanın herkesi şok eden “10 oyuncu” isteğinden sonra yapılan hamleler bireysel olarak bakıldığında kalite olarak değil ama kadro mühendisliği/bütünlüğü açısından sınıfta kalan isimlerdi. Yatabare, Waris, Constant, Belkalem, Medjani, Papadopoulos, Cardozo, Sefa, Serdar, Gökhan, İshak, Musa, Ferhat, Anıl, Turgut, Fatih Atik, Salih Dursun… Ortada bir transfer aklından söz edemeyeceğimizi Halilhodzic’in çıkışı ve sonrasındaki telaşe zaten açıklıyor. Halbuki bir “yeniden yapılanma”dan söz edilecekse öncelik akılcı transfer politikasından geçer. (İkinci transfer döneminde) Dar yerli oyuncu havuzuna rağmen nispeten iyi oyuncular alınmış olsa da kadro mühendisliğinin doğru kurgulanmadığını söyleyebiliriz. Takımın en büyük problemi uyum olacak, bu zahir. Ve de kadro mühendisliği… Bu “uyum” sezonunda, oyuncuların en çok ihtiyacı olan şey birlikte çalışmak, idman yapmak ve bunu her fırsatta yapmak. Devre arasında muhtemelen 5 oyuncu Afrika Uluslar Kupası için takımı yalnız bırakacaklar. Gerek devre arası çalışmalarında, gerekse takımın ikinci yarı oynayacağı 3-4 maçta yer alamayacaklar. Basit ama ölümcül olabilecek bir mühendislik hatası. Oyuncuların pek çoğuna ederinden fazla bonservis verildiğini, ödenecek yıllık ücretlerin de oldukça şişik olduğunu da hesaba katarsak, kulübün neredeyse bütün geleceğinin riske edildiği kritik bir sezonda sıcak Avraam Papadopoulos parayı böylesine bilinçsiz bir şekilde harcamak için planlı bir telaşe gerekiyor herhalde! Her şeyin bu kadar aceleyle kurgulandığı bir yerde en son sabredecek kitlenin ezelinden beri taraftar olduğunu da hatırlatalım, formalarımızı giyelim ve bir de saha içine inelim. Trabzonspor kulüp tarihinin en kötü lig başlangıçlarından birine imza attı. Haftalar ilerledikçe takımın düzeleceğine dair bir umut var fakat bu umudu besleyen şey saha içi değil. Saha içinde de bir kaos, bir karmaşa hakim. Halilhodzic’in Cezayir Milli Takımı’yla yakaladığı başarılı performansında takım esnekliği ve dinamik orta sahası önemli bir etkendi. Brahimi, Taider, Feghouli, Bentaleb gibi dinamo nitelikli klas futbolculara Djabou, Lacen, Yebda gibi alternatifler de katıldığında ortaya çok dinamik bir orta saha çıkıyordu. Bir bütün gibi hareket eden, esnek ön alanla birlikte mobilizasyon ve manevra kabiliyetini artıran takım, rakipler karşısında direncini hiç kaybetmiyordu. Bugün Halilhodzic’in Trabzonspor’unda daha ilk bakışta göze çarpan en önemli eksiklerden biri orta sahadaki bağlantı eksikliği. Yeni bir takım olmanın verdiği uyumsuzluğa, hocanın kafasındaki oyun planına uyumlu gibi durmayan oyuncuların varlığı da eklenince Trabzonspor’un ne oynamaya çalıştığını bile anlayamıyorsunuz. Dağınıklığı toparlayacak, orta sahaya dinamizm getirecek bir oyuncu yok kadroda. Halilhodzic bu probleme bir çözüm arayışında. Stoper Medjani’yi, Kayserispor’da sağ bek pozisyonunda parlayan ve Galatasaray’a transfer olan Salih’i ve sağ bek Bosingwa’yı orda denemesinin sebebi biraz da bu. Mehmet’in yavaş yavaş iyiye giden bir görüntü vermesine rağmen fiziksel eksiklikleri ve kritik dakikalardaki temposuzluğu, yüksek mücadele azmine rağmen Salih’in yetersizliği, Constant’ın ışık saçan görüntüsüne rağmen dağınıklığı, Soner’in bir türlü beklenen atılımı yapamaması ve bu negatifliklerin üzerine bir de yeni bir takım olmanın uyumsuzluğu hem arka, hem de ön alanı etkiliyor. Hoca da arayışa devam ediyor ama, belki isimlerle ilgili bir şeyleri sabitleyip, dizilimsel bir arayışa girmesi gerekiyordur, kim bilir? Halilhodzic genelde 4-5-1’den bozma 4-3-3’ü tercih ediyor ve Düzeniyle sahaya çıkıyor genelde. Parantez içinde verilen isimler de o mevkide forma şansı bulan diğer isimler. İsim, mevki ne olursa olsun, uyumsuzluk anahtar kelime. Defans, orta saha, hücum… Hücum hattını ele alalım mesela, oyuncuların birbirlerini tanımaması bir tarafa, takımın (Ya da hocanın) Cardozo’yu tanımaması bir başka tarafa. Uyumsuzluk anahtarının yanına yalnızlığı da ekleyelim Cardozo’dan bahsederken. Süper Lig’in yazılmamış bazı kuralları ve kadim standartları var. “İyi bir hücum hattı pek çok defoyu kapatır” bunlardan biri. Hücum hattında doğru bir yapılanmaya gidilebilseydi, Trabzonspor için geçiş süreci daha az sancılı olabilirdi belki. Hücumda kanatsız bir uçak gövdesini andırıyor Trabzonspor. Cardozo Halilhodzic’in beklediği ya da umduğu gibi çok yönlü bir oyuncu değil. En azından bu denli yalnızken… Ondan geriye gelip orta sahaya yardım etmesini, topu alıp hızla rakip kaleye inmesini bekleyemezsiniz. Mobilizasyonu da hızı ve cüssesi yüzünden sınırlı bir oyuncu fakat kalitesini tartışacak değiliz, standartların üzerinde, gerçek bir santrafor. 1.93 boyunda, Çok güçlü, iyi şut çekebilen, önemli bir hedef santrafor. Bunlar onun pozitif özellikleri ve Trabzonspor şu ana dek onun bu özelliklerinden faydalanabilecek bir oyun oynayamadı. Onu verimli kullanabilmek için topla temasını arttırmak, mümkünse de kaleye daha yakın yerlerde bunu yapmak, onun rakip savunma arasında yaratacağı boş alanları sezmek, bu boşluklara koşular yapmak ve pozisyon kovalamak takım arkadaşları ve Trabzonspor için o kadar önemli. Trabzonspor’un kanat oyuncularının öncelikleri, ortalama bir kanat oyuncusunun öncelikleriyle örtüşmüyor. Gerek Sefa, gerek Yusuf öncelikleri “oynatmak” olan oyuncular değiller. Halbuki mevcut önceliklerini ikinci plana atabilseler, oynatmayı ön plana alabilseler istedikleri oyunu daha rahat oynayabilecekler. Halilhodzic’in başını ağrıtacak konulardan biri de bu. Eldeki diğer alternatiflerden Waris’in onunla kuracağı muhtemel bir ortaklık Trabzonspor hücumları için hayati olabilir. Ya da formda bir Deniz Yılmaz… Zira Paraguaylı golcü Second Striker pozisyonunda da oldukça verimli oynayabiliyor. Ama Trabzonspor’un bu sezon şimdiye kadarki çoğu hücum denemesinde Cardozo’ya en yakın oyuncunun mesafesi 30 metre civarındayken onun bu özelliklerinden verim alınabilmesi söz konusu değil. Sözü açılmışken Deniz Yılmaz’a da bir paragraf açalım, iyi başladığı sezonda şanssız bir sakatlık yaşadı. Cardozo ile birlikte önemli işlere imza atabilir, o yeteneklere sahip bir oyuncu. Yukarıda da bahsettiğim gibi bu noktada Vahid Halilhodzic’in zaruri de olsa şimdiye dek sonuç alınamamasından ötürü bitmek bilmeyen arayışları çözüm olabilir. Örneğin, başta Cardozo, ve sonra da Trabzonspor’un elindeki mevcut kadroyla 4-5-1’den bozma 4-3-3 yerine 4-42 denemesi (4-5-1’den bozma diyorum, zira deplasmandaki Metalist, Rostov, içerdeki Fenerbahçe maçlarında Trabzonspor o kadar geri yaslandı ki, ofansif kanatları çoğu zaman beklerin kademesinde ya da yardımındaydılar). Eldeki bir diğer alternatif de Yatabare. Eğer bu oyun sisteminde ısrar edilecekse Cardozo yerine onu monte etmek daha akılcı olacak. Orta sahadaki eksikliği hücumda yakalanabilecek zenginlikle bir nebze de olsa absorbe edebilir, daha verimli bir takım olabilir Trabzonspor bu sayede. Ve de takım mesafesini daraltarak dinamizmini artırabilir. Bu noktada ağır stoperlerinin yaratacağı sorunlar -ki bu sezon “önde oynamak” zorunda kalınan maçlarda ne kadar aksadıkları görüldüMedjani’nin -şimdiye dek verimsiz olduğu orta sahadan- stoper hattına çekilmesiyle en aza indirgenebilir. İhtimaller, ihtimaller… Doğruyu bulmak için doğrunun arayışında olmak gerekiyor önce… Bir olmak, birlikte olmak gerekiyor. Gerek saha içinde eylemlerde, gerekse saha dışında söylemlerde, tutarlı olmak gerekiyor, gerçekçi olmak gerekiyor. Yalnızca söylemlerdeki gerçeklikle peynir gemisi yürümüyor. Ve bütün bunlar Trabzonspor’a “Acil 10 oyuncu gerekiyor”dan ya da sabırlı olmak gerekiyordan daha fazla gerekiyor. Uğur Karakullukçu Profil HF148 iKi ARKADAŞ VE iKiNCi ŞANS Bundesliga’da bir Türk tüm Almanya’ya herkesin ikinci bir şansı hak ettiğini ispatladı... Bunu yapabilmesi için önce dibe vurması gerekiyordu Son hazırlıklarını yapıyorlardı... Babelsberg takımında futbol oynayan Süleyman ve takım arkadaşı o akşam için çok heyecanlıydı. İşleri bittikten sonra abisi Sedat’la buluşan Süleyman evine dönüp yatağına uzandı. Yorgundu. Ertesi günün hayatını değiştireceğini ise henüz bilmiyordu. 18 Nisan 2011 günü antrenman sahasına değil, önce karakola, oradan da cezaevine gidecekti. O sabah tutuklanacaktı. Alman polisi eve yaptığı ani bir baskınla Süleyman ile birlikte abisi Sedat’ı da tutuklamıştı. Bir süredir Sedat’ın iki arkadaşı Süleyman’la aynı evde kalıyordu. Uyuşturucuya ve suça karışmış, hızlı hayatları olan bu yeni ev arkadaşları Süleyman’ın önce arabasını ödünç istedi. Kıramadı, verdi. Sonra kolay para kazandıkları bazı işler için onun arabayı kullanmasını istediler, ona da tamam dedi. Artık abisi ve arkadaşları kafe ve kumarhaneleri soyarken o da arabayı kullanıyordu. Hatta bir takım arkadaşını da ikna etmişti, o da yardımcı oluyordu. Tutuklanmanın gerçekleştiği 18 Nisan öncesinde bir süredir karıştıkları soygun serisinde bıçak, pala, kılıç gibi kesici aletler kullandıkları için ‘Pala çetesi’ olarak anılmaya başlamışlardı. Kaçınılmaz son geldiğinde gelecek vadeden bir futbolcu olan, hatta Türkiye Futbol Federasyonu tarafından takip edilen ve Ümit Milli Takım’a davet edilmesi düşünülen Süleyman, duruşmada “Hayır diyemedim” diyecekti. ‘Hayır’ diyememesi ona 3 yıl 9 aylık hapis cezasına mal olmuştu. Kendisine yardım eden arkadaşı ise soygun öncesi olay yerini terk ettiği için denetimli serbestlik hakkından faydalanmıştı. Yapayalnızdı. Yaklaşık 11 ayı hapiste geçirirken aklında tek bir şey vardı: Futbola geri dönmek… Bu hayatta bir çıkış noktası varsa o da sekteye uğrattığı, hatta bittiğini düşündüğü futbol kariyerini tekrar canlandırmaktan geçiyordu. Hapiste bile çalışıyordu. Hapishanenin gardiyanı onu özel izinle bir saatlik hava alma molasında birkaç kez bir futbol sahasına götürmüştü. “Çok iyisin, ikinci şansını iyi değerlendir” diyordu gardiyan. Hayatının en kötü dönemi mahkemenin verdiği denetimli serbestlik kararıyla geride kaldığında tutunduğu tek şey eski takımı Babelsberg’deki takım arkadaşlarıydı. Anton Makarenko ve Almedin Civa, ona hapishane günlerinde mektuplar yazıp, onu özlediklerini söylemişlerdi. Birkaç yönetim kurulu üyesinin muhalefetine rağmen bir yıllık sözleşmeyle eski takımına geri döndü. Artık çok daha fazla çalışıyordu. Bölgesel ligde çıktığı 14 maçta 8 golle daha üst liglerdeki ekiplerin dikkatini çekti Bu takımlardan biri Paderborn’du. Başkan Wifried Finke, onun hapishane dönemini bilmesine rağmen kurmaylarına şöyle demişti: “Onu kişisel olarak tanımak istiyorum. Herkes hayatta ikinci bir şansı hak eder.” Süleyman transferinden sadece 8 ay sonra Bundesliga’ya terfi etmiş bir takımın golcüsüydü. Bayer Leverkusen karşısında aldıkları 2-2’lik beraberlikte de attığı golle dikkatleri üzerine tekrar toplamayı başardı. Süleyman 11 Freunde’ye verdiği röportajda, “Artık hayattaki tek amacım genç oyunculara rol model olmak ve perspektifi kısıtlı, hata yapmış gençlere ikinci bir şans yaratabileceklerini göstermek” diyor. Bunu da gayet iyi yapıyor… İkinci şans denince artık akla gelecek futbolculardan birisi, Süleyman Koç… Hikayenin başında Süleyman’ın çeteye dahil ettiği takım arkadaşı ise şu sıralar Ankara’da ekmeğini kazanıyor… Denetimli serbestlik sonrası Erzgebirge Aue’ye imza atan Guido Kocer tıpkı arkadaşı Süleyman gibi şimdilerde ikinci şansını iyi değerlendiriyor. Jimmy Durmaz’ın yerini doldurmak için getirildiği Gençlerbirliği’nde… Profil Bahadır Bozkurt HF148 CASILLAS DÜŞERKEN Yıllardır Real Madrid’in ve İspanya milli takımının kalesini başarılya koruyan dünyanın sayılı kalecilerinden Iker Casillas’ın eldivenleri çıkarması artık an meselesi “Çok iyi bir oyuncu olduğu için değil, çok iyi bir insan olduğu için Casillas ile çalışmak isterdim.” Uli Höeness, Bayern München eski menajeri Önce insan, sonra kaleci 18 yaşından beri Real Madrid’in kalesini koruyan Casillas, hem futbolcu olarak hem insan olarak Real Madridlilerin en sevdiği isimdi. Hatta bir Barcelonalı’ya bile en sevdiğiniz Real Madrid oyuncusu kim diye sorsanız O’nun ismini zikreder. Casillas’ı, İspanya’nın ortak paydası yapan kusursuz futbolculuğunun yanı sıra düzgün kişiliği olmuştur. Manchester City maçında futbol deyimiyle Real Madrid “what a comeback” yapsa da, maç öncesi 14 yaşında Polonyalı bir fanatiğinin ölüm haberini alan kaptan keyifsizdir uzanan mikrofonlara sadece şunu söyler; “İyi kaleci miyim bilmiyorum ama bir zaman sonra iyi adamdır diye anılmak isterim”. Iker Casillas 2012 Avrupa Şampiyonası’nda belki de son kez dünya futbolunun en iyi kalecilerinden bir tanesi olarak kupayı kaldırdı. Kupayla beraber evine dönen Casillas, 2002 sezonundan bu yana sadece 9 maçta forma giymediği Real Madrid’in tartışılmaz kaptanı iken, fırtınalı bir sezona yelken açacağından habersizdi. Köstebek meselesi 2012/13 sezonu başlarken işler yolunda gitmeyince Mourinho radikal kararlarıyla Real Madrid kulübünde buz gibi bir hava estirir. Portekizli teknik adam Iker Casillas’ı ve Sergio Ramos’u yedek bırakarak yıllar sonra bir Madrid geleneğini bozmuş olur. Kaleyi daha yetenekli(!) Adan’a teslim eden Mourinho bunun bir “taktiksel karar” olduğunu belirtse de Real Madrid’e yakın çevreler ve Marca gazetesi bunun bir güç savaşı olduğunu duyurur, takımdaki bazı oyuncularla teknik adam arasında problem olduğunu ima eder. Mourinho bu savaşta tam olarak gardını alır, kalesini sezon içerisinde transfer ettiği Diego Lopez’e emanet eder. Pellegrini’yi daha çok sevdiğini söyleyen Casillas’a cevap kısa sürede Mourinho tarafından iletilir; “Ben de Diego Lopez’i daha çok seviyorum”. Antrenmanda Sergio Ramos ile tartışan Portekizli teknik adam, olayın İspanyol basınında duyulması üzerine takımda bir “hain” olduğunu ima eder. Jose için bu köstebek Iker’den başkası olamaz! Medya günlerce Ramos- Casillas vs Mourinho kavgasıyla çalkanır. Portekizli teknik adam İspanyol oyuncuların Dünya Kupası şampiyonluğu nedeniyle medya tarafından korunduğunu fakat takım içerisinde olan her şeyi sızdıran bir oyuncunun karakterinin sorgulanması gerektiğini vurgular. Casillas ve Ramos yedek kulübesine gönderilir. Olayın aktörlerinden Sergio Ramos ise olayın sadece bir taktiksel bir tartışma olduğunu ve büyütülecek bir konu olmadığını sosyal medya yoluyla duyurur. Ramos ilk onbire geri döner, Casillas yedek soyunmaya devam eder. Kötü günler geçiren Casillas’ı zor bir karar bekler; ya bu hırçın Portekizliyle mücadele edecek ya da transferini isteyerek yıllarını geçirdiği Real Madrid’den boynu bükük ayrılacaktır. Git-geller yaşayan İspanyol kaptan transferin eşiğine çok yaklaşsa da 16 yaşında bir Şampiyonlar Ligi maçıyla başlayan serüvenini Real Madrid arması altında sonlandırmaya karar verir. Basında fırtına giderek şiddetini arttırır. Eski dosyalar açılır. 2011 senesinde oynanan El Clasico’da Jose Mourinho’nun Tita Vilanova’ya yaptığı göz ameliyatı(!) gündeme gelir. Habere göre Casillas bu olaydan sonra ezeli rakibin kaptanları Xavi ve Puyol’u telefonla arayarak, Jose Mourinho’nun hareketi için özür dilediğini ve utanç duyduğunu söyler. Bu haberleri Casillas yalanlasa da teknik ekibin ve bazı arkadaşlarının gözünde takımda her şeyi basına sızdıran, ezeli rakibe koz veren bir “hainden” başka bir şey değildir. Kulübede geçirilen aylar sonunda büyük kaleci Casillas’ın izleri yavaş yavaş Santiago Barnebeu’nun çimlerinden silinmeye başlar. Yaşananlara itiraz eden hem Real Madridli oyuncular, hem İspanya milli takım yıldızları Casillas’ın bu zor günlerinde milli kaleciye destek olur. Dünyanın en iyi kalecisinden biri olan Iker’e saygı gösterilmesini isterler. Mourinho da tüm bu yaşananlar için son sözünü söyler “Ben burada olduğum sürece, Iker kalede olmayacak.” ‘Jose gitsin başkanım!’ Bu huzursuz ortam ne Iker’e, ne de Jose’ye yaramıştı. 2012/13 sezonunda ezeli rakip Barcelona’yı El Clasico maçlarında durdurmanın formülünü bulsalar da, ligi Katalan ekibinin 15 puan gerisinde ikinci olarak bitirirler. Başkan Perez kötü geçen sezonun ardından Mourinho ile yollarını ayırırken, bu ayrılığın arkasında iki kaptan Casillas ve Ramos’un ısrarlı isteği olduğu haberleri kulaktan kulağa dolaşır. Mourinho bu ayrılığı sezon sonlarına doğru hissetmiş ve İspanyol gazetecilere şöyle seslenmişti; “Ben bir gün bu kulüpten ayrılabilirim, fakat Casillas burada hep olacaktır” Takım, yoluna teknik adam Carlo Ancelotti ile devam edecektir. Yeni teknik adam Carlo Ancelotti ile beraber yeni umutlar da yeşerir. Antrenmanlarda Casillas’ın formsuzluğu Ancelotti’nin gözüne çarpar. İtalyan teknik adam zaman da kazanmak adına Casillas’ı Şampiyonlar Ligi ve Kral Kupası maçlarında oynatacağını belirtir. Konuk olarak geldikleri Istanbul’daki maçta Casillas isteksiz tavırlar sergileyip, sakatlığını bahane ederek, yerini tekrar Diego Lopez’e bırakır. Iker’in içindeki futbol oynama isteği bu kadar azalmışken, performansında da düşüş gözle görünür hale gelmiştir. Her şeye rağmen Casillas’a 2014 Dünya Kupası’nda ihtiyacı olan İspanya Milli Takım’ı Teknik Direktörü Del Bosque verdiği beyanlarla kaptana “hazır ol” emri verir. Casillas, Ancelotti’nin sabrı ile beraber form tutmaya başlasa da o eski güveni izleyenlere bir türlü veremez.İlk sezonunda Ancelotti ile Şampiyonlar Ligi finaline çıkan eflatun-beyazlıların rakibi, arka mahalleden Atletico Madrid olur. 2001/02 sezonunda Yıldıray Baştürklü Bayer Leverkusen’den kupayı alırken de, 2013/14 sezonunda Arda Turanlı Atletico Madrid’in hayallerini bitirirken de kalede olan isim yine Casillas’tır. Mourinho’nun son sezonunda ezeli rakip Barcelona ile fark 13 puana çıktığı sırada basın mensuplarına “Yeter ki Şampiyonlar Ligi’ni kazanalım, fark 25 puan olsa da umrumda değil” beyanını veren İspanyol file bekçisi, çok istediği kupanın finalinde yaptığı hata ile bir çuval inciri berbat eder. Atletico Madrid maçı sonuna kadar önde götürse de Casillas’ın imdadına çok sevdiği Sergio Ramos 90+2’de attığı golle yetişir. Ramos’un golünün ardından Atletico Madrid çöker, Real Madrid bulduğu gollerle kupaya uzanır. Casillas maç sonu Ramos’u öpücüklere boğar, Şampiyonlar ligi şampiyonu takımın kalecisi olarak milli takımının Dünya Kupası kafilesine katılır. Cehennem azabı; Brezilya 14 Dünya Kupası’nda ilk maçında İspanya, Hollanda karşısında öne geçtiğinde her şey sıradan ve bilindik ilerliyordu. Hesapları alt üst eden ise Casillas’ın üst üste yaptığı hatalardı. Hollanda son Dünya Kupası finalinde kaybettiği İspanya’nın üzerinden buldozer gibi geçerken, milli takımda hedef adam kaptan Casillas olur. Maç sonrasında futbol efsanesi Diego Maradona, Casillas’ın artık sıradan bir kaleciden farkı olmadığını, bu takımın en zayıf halkası olduğunu televizyon kanallarında haykırır. Artık Del Bosque’den başka O’na güvenen pek kimse kalmamıştır. Şili maçında da Del Bosque’nin yüzünü kara çıkaran İspanyol eldivenin, artık yolun sonuna geldiği tüm otoriteler tarafından kabul edilir. Her şeye rağmen Süper Baba rolündeki Vicente Del Bosque kâbus gibi geçen turnuva için sadece Casillas’ı suçlayamayacağını belirtir. Sadece Casillas’ın değil tüm takımın kötü bir turnuva geçirdiğini belirten İspanyol teknik adam, futbolun içerisinde böyle durumların söz konusu olabildiğini belirterek, kaptanın üzerindeki bu ağır yüke omuz verir. Futbolun en nankör yüzü ile tanışmıştır kaptan; futbolda dün yoktu, sadece bugün vardı. O sevmediği Portekizli, bunu İspanyol basınına defalarca beyan etmişti. Seni tekrar zirveye çıkarırım Öte yandan kaleci arayışlarını sürdüren Arsenal, transfer sezonunda rotasını İspanyol yıldıza yöneltir. Türk sinemasından alışık olduğumuz “Gazinocular kralı” rolünde Arsene Wenger, sönmeye yüz tutan yıldızı tekrar zirveye çıkaracağını belirtir. Arsene Wenger’e göre takımının O’na, O’nun da böyle bir değişikliğe ihtiyacı vardır. Real Madrid, Dünya Kupası’nda parlayan Kosta Rikalı kaleci Keylor Navas’ı transfer ettiğinde tüm taşlar yerine oturmuş gibidir. Kendine güveni kalmayan, belki de futbol hayatında sahip olduğu tüm gücü Mourinho savaşına harcayan Casillas, Arsenal macerasına atıl(a)maz ve Madrid ekibinde kalmaya karar verir. Antrenörleri Ancelotti ve Del Bosque oyuncunun özgüvenini artırmaya çalışsa da Casillas o eski günlerine dönüş yapamaz. Bu sezon neredeyse oynadığı her maç kalesinde gol gören tecrübeli eldiven, sosyal medyada antrenman görüntüleriyle de alay konusu olur. Tüm bu olanlara rağmen Fransa 2016 için açıklanan kadroda yine 1 numaralı formayı Del Bosque’den alan Casillas, milli takımda kalan son kredisini hataları sonucu yediği golle Slovakya maçında harcar. Del Bosque pes eder, bir sonraki maçta eldivenleri David De Gea’ya teslim etse de, Ancelotti yaptığı açıklamayla oyuncusuna yine, yeniden sahip çıkar; “Slovakya maçını izledim. Hatalı bir gol yedi, fakat bu tüm maçı kaybetmek için tek bir neden değil. Casillas’a güveniyorum. Bu sezon biz de çok gol yiyoruz, yediğimiz goller sadece O’nun hatası değil.” Şüphesiz bu tavrın nedeni Casillas’a duyulan saygı, bugüne kadar verdiği emek ve taraftarların hala çok sevdiği bir isim olması. Şu ana kadar kazandığı 24 kupa ile çıktığı zirveden tepetaklak düşerek inen kaptan, son yıllarda geçirdiği travmalara rağmen hala Real Madrid’in kalesinde. Diğer yandan Mourinho şimdi Chelsea’de mutlu, Ramos hala en yakın arkadaşı, Keylor Navas eldivenleri takmak üzere. Kale ne zaman düşer göreceğiz… Futbol Yönetimi HF148 Fırat Topal RED BULL VE YAYILMACI FUTBOL POLiTiKASI 10 yıl önce Salzburg’da başlayan Red Bull’un futbol dünyasındaki rolü giderek yayılıyor. Son olarak İngiliz futboluna da el atacakları yönünde dedikodular çıkan firmanın Alman futbolundaki şubesi Red Bull Leipzig’e ve oldukça eleştirilen projelerine bir bakalım Bugün 5,3 milyar dolarlık bir servete sahip olan Avusturyalı iş adamı Dietrich Mateschitz, 1982’de Tayland’a yaptığı bir seyahat sırasında, uluslararası literatürde jet-lag olarak bilinen eş zamanlama bozukluğundan muzdaripti. Bunun üzerine içinde, kafein, su, şeker ve B vitamını ihtiva eden Krating Daeng isimli içeceği denemeye karar verdi. Sorunu ortadan kalktığında kafasında bir şimşek çakmıştı. Hemen üretici firmanın sahibi Chaleo Yoovidhya ile bağlantı kurdu ve benzer bir içeceği, içine Avrupa tatlarını da ilave ederek kendi kıtasına götürme fikrini öne sürdü. Chaleo bu teklife hayır demedi ve 1987 yılında Mateschitz, Red Bull şirketini kurdu. Bugün 30 yıla yaklaşan bir ömrü olan Red Bull dünyanın en bilinen markalarından birisi ve Mateschitz ile birlikte yola çıkan Chaleo öldüğünde geride 5 milyar dolarlık bir servet bırakmıştı. Red Bull, 21. yüzyılla beraber spor müsabakalarında ciddi anlamda rol almaya ve sponsorluk anlaşmaları imzalamaya başladı. Hatta bunu zaman zaman yepyeni organizasyonlar meydana getirmeye kadar götürdüler. Red Bull Air Racing Şampiyonası, Red Bull X-Fighters, Red Bull Road Rage bunlardan sadece birkaçı. Firma ayrıca hem bireysel sporlar hem de takım sporlarında bir dolu sponsorluk anlaşmasına sahip. Son olarak Avusturyalı paraşütçü Felix Baumgartner, Red Bull Stratos projesi ile 39 bin metre yükseklikten dünyaya atlamış ve 3 farklı dünya rekoru kırmıştı. Red Bull, Formula 1’de Infiniti Red Bull Racing ve Scuderia Toro Rosso, NASCAR’da da Team Red Bull takımının sahibi. Ayrıca Avusturya ve Almanya buz hokeyi liglerinde de EC Red Bull Salzburg ve EHC Red Bull München takımlarıyla temsil ediliyor. Futbol hamleleri Red Bull’un yeşil sahalara girişi ise, 2005 yılında, şirketin merkezinin bulunduğu Fuschl am See köyüne en yakın büyük şehir olan Salzburg’da gerçekleşti. 1990’larda sponsorluk sebebiyle Casino Salzburg ve Wüstenrot Salzburg gibi isimlerle de anılan SV Austria Salzburg kulübünü 2005 yılında satın alan Red Bull firması, kulübün adını değiştirdi ve Red Bull Salzburg olarak Avusturya Bundesliga’da mücadele etmeye başladı. Kulüp tarihinde 90’larda kazandığı 3 şampiyonluk ve 1994’te gelen UEFA Kupası finali bulunan Salzburg ekibi, Red Bull döneminde geçen 10 yılda 5 lig şampiyonluğu kazandı. 1 yıl sonra ABD Futbol Ligi MLS’de mücadele eden New York/New Jersey MetroStars takımını satın alarak ismini New York Red Bulls olarak değiştiren firma, 2007 yılında Sao Paulo’da, Red Bull Brasil, 2008 yılında da Red Bull Ghana takımlarını kurarak 4 ayrı kıtada futbol sahalarına adım atmış oldu. Red Bull’un futboldaki son hamlesi ise bir zamanlar Doğu Almanya’nın önde gelen şehirlerinden olam Leipzig’de oldu. Leipzig ve futbol dendiğinde akla ilk gelen takım VfB Leipzig’di aslında. 1970 ve 80’lerde Avrupa çapında da adını duyuran kulüp, 1974’te UEFA Kupası’nda yarı final, 1987’de de Avrupa Kupa Galipleri Kupası’nda final oynamıştı. Almanya’nın birleşmesinin ardından eski günlerine dönemeyen VfB Leipzig, mali sorunlar sebebiyle 2004 yılında iflas etti. Aynı yıl taraftarların girişimiyle kurulan FC Lokomotive Leipzig, ülke futbolunun 11. kademesinden başladığı yolculukta geçen 10 senenin sonunda Oberliga’da yani 5. Lig’de mücadele ediyor. Ama artık Leipzig’in bir başka “devi” var. 2009 yılında, 5 büyük ligde de kendini göstermek isteyen firma ve patron Mateschitz, Almanya’da da girişimlerini hızlandırdı ve Oberliga’da mücadele eden SSV Markranstädt takımını satın aldı. Ancak bu sefer önlerinde Alman kanunları vardı, zira Almanya’da sponsorlar kulübün isminde yer alamıyordu. Bunun üzerine ufak bir kelime oyunuyla isim olarak RasenBallsport Leipzig ismi benimsendi. Yani “Leipzig Çim Sporları”. Tabii bu ismin kısaltılması RB Leipzig’di ve bir bakıma Red Bull yine isteğine ulaşmış oluyordu. Protestolar ve yükseliş Red Bull, 2006 yılında, şehrin bir diğer takımı FC Sachsen Leipzig’i satın almak istemiş, ancak uzun süren taraftar protestoları sonucu bu anlaşma rafa kaldırılmıştı. Dynamo Dresden de onların radarındaydı, ama Dresden Doğu Almanya için sadece futbol sahasında değil politikada da simge şehirlerden birisiydi ve kapitalizmin ortaya çıkardığı her türlü değere karşı durmayı amaç edinmiş, güçlü bir taraftar kitlesini barındırıyordu. Bu yüzden şartlar, firmanın Dresden’de de bir girişimde bulunmasına engel oldu. Markranstädt’ta da durum başlarda farklı olmasa da Doğu Almanya futbolunun önlenemez düşüşü ve Leipzig takımlarının oldukça kötü durumu Red Bull’a karşı oluşan önyargının kırılmasına yol açtı. Hatta takımın taraftarlarının yüzde 70’i bu hamleyi desteklediklerini açıkladılar. Bu arada muhalif taraftarların, stadyum çimlerini sabote etme eylemleri ve graffiti yoluyla yaptıkları protestolar, oluşan destek karşısında daha zayıf kalmıştı. RB Salzburg, Markranstädt’ın lisansını aldığı ilk sezon olan 2009/10’da 80 puanla Oberliga Nordost Süd şampiyonu oldu O sırada ligde Sachsen ve Lokomotive Leipzig de bulunuyordu, ama RB Leipzig, en yakın rakibinin tam 22 puan önünde şampiyon olmuştu. 3 sezon boyunca Regionalliga’da oynadıktan sonra, 2012/13 sezonunda, kuzeydoğu grubunda, en yakın takipçileri Carl Zeiss Jena’nın 14 puan önünde ligi bitirip play-off mücadelelerine katılma hakkı kazandılar ve oradan da galip çıkmayı başardılar. İzleyen sezon, bir yükselme daha! 3. Bundesliga’daki ilk sezonlarında, şampiyon olan 1. FC Heidenheim’ın arkasında ligi ikinci sırada bitirip bu sezon 2. Bundesliga’da mücadele etme hakkı elde ettiler. Bu sezon da işler iyi gidiyor. Lider FC Ingolstadt 04’ün 3 puan gerisinde dördüncü sırada yer alıyorlar. Sezon sonu Alman futbolunun en üst kademesine çıkmayı başarırlarsa 3 senede 3, 6 senede 4 kez lig atlamış olacaklar ki, bu muazzam bir performans. RB Leipzig’in stadyumu, 2006 Dünya Kupası’nda da 5 maça ev sahipliği yapan 44 bin kişilik Zentralstadion. Tabii isim hakları satın alındığı için, şu andaki ismi Red Bull Stadyumu. Hülleci Red Bull Takımın başında, 2 sezonda 2 yükselmenin mimarı olan Alexander Zorniger var. Sezon başında yapılan transferler de onların hedeflerinin ne derece büyük olduğunun göstergesiydi. Abisi Sami’nin VfB Stuttgart A takımına katılmasından 1 sene sonra aynı kulübün altyapısına giren küçük kardeş Rani Khedira geçen sezon 9 kez A takım formasını giydikten sonra yaz aylarında 300 bin euro bedelle RB Salzburg’a transfer oldu. Tabii dünya üzerinde farklı ülkelerdeki takımların sahibi iseniz yatay geçişler de söz konusu olabiliyor. Avusturyalı orta saha oyuncusu Stefan Hierländer ve Alman kaleci Thomas Dähne, Red Bull Salzburg’dan transfer edildiler. Anderlecht’in 20 yaşındaki Belçıkalısı Massimo Bruno için kulübe 5 milyon euro ödendi ve Fiorentina’nın genç Hırvatı, Ante Rebic 1 yıllığına kiralandı. Tabii bu işin başka açılımları da var. Bizde “hülle” diye tabir edilen, köprü kulüp kullanmak gibi. Rapid Wien’in 20 yaşındaki forveti Marcel Sabitzer, Red Bull Salzburg’un hedefindeydi ama Rapid oyuncuyu satmıyordu. Derken kulübün sportif direktörü, ünlü Alman spor adamı Ralf Rangnick’in aklına cin bir fikir geldi (Rangnick’e sportif direktörlük için teklif götürüldüğünde, holding patronu Mateschitz, Rangnick’in onu beklediği restoranın arkasına özel helikopteriyle inmişti). Sabitzer’in kontratına “yurt dışından gelmesi halinde 2 milyon euroya serbest kalır” maddesi bulunuyordu. Sözleşmeler hazırlandı, RB Leipzig, Rapid Wien’in kapısını 2 milyonla çaldı, Rapid eli kolu bağlı bu transfer teklifini kabul etti ve Leipzig futbolcuyu aldığı gibi Red Bull Salzburg’a kiraladı. RB Leipzig, zaten Alman futbolunun alışmadığı bir kulüp yapısı ve sosyalist geçmişli şehirde at koşturan emperyalist bir oluşum olarak tepki toplamışken bu tür hamleler onlara karşı olan antipatiyi de artırıyor. 21 Eylül’de, deplasmanda Union Berlin’e 2-1 mağlup oldukları maçın öncesinde (bu sezon mağlup oldukları tek maç), ev sahibi taraftarlar, açtıkları pankartlar ve ilk 15 dakikadaki tezahüratlarla Red Bull’a tepkilerini gösterdiler. “Leipzig’deki Futbol Kültürü Ölüyor” pankartı bunlardan sadece birisiydi. Sezon başında, RB Leipzig dışındaki tüm takımların taraftarları “Nein zu RB”, yani “RB’ye Hayır” adını verdikleri kampanya etrafında birleştiler. Ana fikir, Red Bull’un, Bayer ve Volkswagen firmalarının Leverkusen ve Wolfsburg’daki gibi, bir takımla beraber markalarını yükseltme çabalarının aksine, tamamen hazıra konmacı bir anlayışla futbolun ve yarışmacılığın ruhunu öldürmesi. Futbol Federasyonu da bu bağlamda eleştiri oklarından nasibini alanlardan. Bununla beraber takımın durdurulamaz yükselişi sürüyor. İngiliz basını geçtiğimiz sene Red Bull’un Şampiyonlar Ligi finaline kadar gitmek istediğini ve bunun için de bu çapta bir kulüp arayışında olduğu haberini yapmış ve firmanın sonraki hedefinin, bir İngiliz kulübü olduğunu ileri sürmüştü. Hatta Liverpool, Everton, Crystal Palace, West Ham United ve Leeds United’ın adı öne çıkarılmıştı. Ancak, firma yetkilileri geçtiğimiz nisan ayında, böyle bir planları olmadığını ve İngiltere’den bir futbol takımı satın almayı kesinlikle düşünmediklerini resmen açıkladılar... Şimdilik. Emre Gürkaynak Serie A HF148 SAMPDORIA’NIN BiLETi Serie A’da yeni sezonun başlangıcıyla paralel çıkışa geçen Sampdoria’nın ligin zirvesine giden bileti tek yöne mi, yoksa Sinisa Mihajlovic’in öğrencilerini bir de dönüş yolu bekliyor mu? Serie A’da oynanan altı hafta sonunda ana gündem maddesi Juventus ve Roma’nın önüne geçilmesi zor performansı olarak gözüküyor. Sahaya, konuşulmak için her türlü geçerli nedeni koyan iki İtalyan devinin mücadelesinin gölgesinde ise bir yeniden doğuş hikayesi, ilk filizlerini verme peşinde. Yeniden doğuş desek de fazla geriye gitmeye gerek yok. 2009/10 sezonunu 4. bitirerek Şampiyonlar Ligi playoff’unda mücadele etmeye hak kazanan Cenova ekibi Sampdoria’nın geçmişini hatırlayışı, Juventus-Roma’dan sahne çalmaya çalışan. 2009/10 sezonunun sonlanmasıyla İtalya futbolunun en üst seviyesine bir yıllık ara veren Sampdoria, Serie A’ya dönüşünden itibaren yükselen bir grafik sergiliyor. Yaklaşık bir sene önce, kasım ayında, takımın başına Sinisa Mihajlovic’i getiren denizci Andrea Doria’nın torunları, ligi 12. sırada tamamladı. Orta sıralara denk gelen bu performasın en dikkat çeken noktalarından biri ise, yenen gol sayısıydı. Sezon boyunca kalesinde 62 gol gören ekip, bu istatistikte ligin en kötü beşinci takımı oldu. Sinisa Mihajlovic Yeni sezonda, eski günleri arayan ekiplerden Inter ve Milan’ı da, yeni günlerin mutlu takımları Napoli ve Fiorentina’yı da geride bırakarak ligin üçüncü basamağına kurulan Sampdoria’nın sırrı yine yenilen gol sayısında yatıyor. 6 maçta 4 galibiyet 2 beraberlik alan namağlup kadro, bu 6 doksan dakika boyunca yalnızca 2 defa gol yedi. Bu rakam aynı zamanda onları Avrupa’nın beş büyük liginde en az gol yiyen beş takım arasına soktu. Peki, futbolculuk döneminde attığı frikiklerle nam salmış Sinisa Mihajlovic’le kimyayı tutturduğu belli olan Sampdoria’da geçen seneden beri neler değişti? Sampdoria’ya başarıyı ne getirdi aslında kolay bir soru olarak gözükebilir ancak durum öyle değil. Ontolojik tartışmalara yol açabilecek bu sorunun cevabını Mihajlovic’in transfer döneminde oynadığı kumarın tutması ve Gabbidiani olarak verirsek, biraz felsefenin konusu olmaktan çıkarabiliriz. Özellikle ligde 4 maçta 3 gol atan 22 yaşındaki golcünün varlığını, en azından kaleciler inkar etmeyecektir. Mihajlovic’in kumarına gelirsek, yaz transfer döneminde, Almanya ile Dünya Kupası Şampiyonu apoletini de takan, takımın en önemli oyuncusu Shkodran Mustafi, Valencia’ya giderken bu ismin yeri tam olarak doldurulmadı. Fiorentina’dan Lorenzo De Silvestri takımın en önemli transfer olarak gözükürken, Cezayir Milli Takımı’nda da şans bulan Djamel Mesbah, Gonzalo Bergessio ve Marco Marchionni kadroya katılan diğer oyuncular oldu. Bleacher Report’un ortaya koyduğuna göre, De Silvestri harici oyuncular, Cenova yollarını tutmadan önce toplamda 29 takım gördü. Bu gezgin isimlerin yanı sıra 30 yaşındaki Manuel Silvestri ve 1995 doğumlu Romalı Romagnoli, kiralanarak transfer noktalandı. Hiçbiri dikkat çekmiyor değil mi? Ancak ne olduysa oldu ve geçtiğimiz sezon genellikle kullandığı 4-2-3-1’den 4-3-3’e geçiş yapan Mihajlovic’in ekibi ritmini buldu. Aynı şehrin takımı Genoa ile oynanan “Derby della Lanterna”da gelen galibiyet, üst üste gelen puanlarla birlikte taraftarı da iyice havaya soktu. Roberto Soriano Kağıt üzerinde büyük beklentiler yaratmayan yeni transferlerin takıma uyum sağlamasında en önemli kilit oyuncular ise orta sahaya seviye atlanan Roberto Soriano ile maç başına yaptığı dripling sayısıyla ligin en iyileri arasına giren Stefano Okaka olarak göze çarpıyor. 45 yaşındaki teknik direktörler tarafından geçen seneye göre farklı pozisyonlara konumlanan bu isimler, değişikliğe iyi reaksiyon vermiş durumda. Ancak her ne kadar işler iyi gitse de Sampdoria’nın çıkış biletinin tek yönlü olup olmadığı konusu kapalı kutu. Ligde henüz önemli bir takımla karşılaşmamış olan “i Blucerchiati”, 25 Ekim-8 Kasım arasında sırasıyla Roma, Inter, Fiorentina ve Milan’la oynayacak. Bu zorlu dönemeç de atlatılırsa, internette yer alan bir ankette, Sampdoria’nın ligi Avrupa Ligi bandında bitireceğini söyleyen %39, 6-10 sırasını savunan %45 karşısında haklı çıkmanın keyfini yaşayabilir. Sampdoria beş sene önce ligin zirvesine oynamayı başarmıştı. O günden beri bazı şeyler değişse de Manolo Gabbiadini Stefano Okaka şehrin takıma inancı yerli yerinde. Güncel filmlerin afişini forma reklamı olarak alan Cenovalılar için sahada kendi filmini çekme şansı var. Kullanacaklar mı, hep birlikte göreceğiz.