AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ İKİ AYDA BİR ÇIKAR EYLÜL - EKİM 2006 SAYI: 368 YIL:54 İÇİNDEKİLER 2 AZERBAYCAN KÜLTÜR DERNEĞİ Adına sahibi CEMİL ÜNAL Yazı İşleri Müdürü TUNCER KIRHAN Koordinatör İSA YAŞAR TEZEL Azerbaycan Temsilcisi NESİMAN YAKUPLU İdare Yeri Bayındır Sok. 37/6 Kızılay - ANKARA Tel: 435 37 06 • Fax: 435 37 05 İnternet Adresi: www.azerder.org Cumhuriyetimiz 83 Yaşında 4 Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti 7 Orta Doğu Üzerindeki Oyunlar ve Gerçekler 12 Eski Bir Yalan Ermeni Soykırımı ve Nobel Ödülü Mehmet Emin RESULZADE Cemil ÜNAL Üzerine... Tuncer KIRHAN 18 Azerbaycan Petrol Gelirleri Nasıl Kullanılacak Ramil HÜSEYN E-mail adresi: azerbaycan@azerbaycankulder.org Kapak Konusu Cumhuriyet Bayramı Dergide yayınlanan yazıların her hakkı saklıdır İzin alınmadan iktibas edilemez. Dergide yayınlanan makalelerin sorumluluğu yazarlarına aittir. Basın Ahlak Yasasına uymayı taahüt ederiz. Nergiz Matbaası Tel: 385 30 79 Faks: 385 82 18 e-mail:nergiz_matbaacilik@mynet.com 21 Kafkas İslam Ordusu(1918) 26 Ölüm Yıl Dönünümünde Türk Timur SİLİ Dünyasında Önemli Bir İsim: Muhammed Hüseyin ŞEHRİYAR Selçuk ÖNAL 28 Saha Türkleri’nin Elmas Yurdu YAKUTİSTAN Prof. Dr. Orhan KURAL 31 AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ 32 Bir Kitap Bir İnsan... Nizamettin ONK 1 Dernek Haberleri Eylül - Ekim 2006 CUMHURİYETİMİZ 83 YAŞINDA ‘‘Mustafa Kemal Paşa, 28 Ekim 1923 gecesi arkadaşlarına bir sır gibi sakladığı düşüncesini açıklar. “Yarın Cumhuriyeti ilan ediyoruz” Aradan geçen 83 yıla rağmen aynı heyecan ve mutlulukla nice yüz yıllarda, onun çizdiği yolda , Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.’’ İ nsanca yaşamanın, yönetmek ve yönetilmenin en güzel şekli olan Cumhuriyetimizin kuruluşunun 83. yılındayız. Türk Milletinin bu en büyük bayramını kutlarken, 29 Ekim 1923 tarihine giden yola baktığımızda, bitmiş, tükenmiş bir imparatorluğun kalıntıları üzerinde sürdürülen emperyalist işgal ve onların yandaşlarına verilen savaşıyla kazanılan Türk istiklalinin yaratıcısı ve Cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ ü bu gün her zamankinden daha gerçek şekilde anlamak ve anlatmak zorundayız. Cumhuriyetimizin Kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK Mustafa Kemal Paşa ‘nın tarih sahnesine çıktığı dönemde, ülkesinin çağın gerisinde kalmış yapısıyla ayakta durmaya çalışması ve uygarlığın temsilcisi olan batılı devletlerin emperyalist planları yürürlükte idi. nim devlet anlayışım millet egemenliğine dayanan Cumhuriyettir” der. Çünkü o donanımlarıyla, çağını iyi tahlil eden bir asker olarak inandığı yolda gerçek bir Cumhuriyetçidir. Ondaki Cumhuriyet anlayışı, vatan sevgisi ve bağımsızlık aşkı, 1905 yılında genç bir Osmanlı subayı iken bulunduğu Şam’da bir arkadaşına söz ettiği şekilde kendini gösterir. Burada, Halil Paşa’ya “Be- AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Samsun’a gönderilmesi sırasında, dönemin genel kurmayındaki sicil varakasında dahi “Cumhuriyetçidir” ibaresinin yer alması, o ibarenin Mustafa 2 Eylül - Ekim 2006 Anadolu insanı; kadın, erkek, yaşlı, genç, çocuk demeden bir bütün olmuş, cephede çarpışan vatan evlatlarına erzak ve silah taşımıştır. İnançla çıkılan yolda, yol yolcusuna yenilmiş, çılgın Türkler 9 Eylül’de nihai zafere ulaşmışlardır. Kemal ‘deki Osmanlı yönetim anlayışı ile çatışan kişiliğinden ve saray çevresince geleneksel kara bir leke (!) olarak takıldığına hiç şüphe yoktur. Ne var ki artık, Cumhuriyet ateşi onun aklında ve uygulamalarında bilerek veya bilmeyerek bir süreç halinde tutuşmuştur. Hürriyet ve istiklal içgüdüsünü yüzyıllar boyunca taşımış bir millet için tarihi bir dönemeçte kendisini sorumlu tutan bir önder olarak hesabını ortaya koymuş ve mutlak zafere ulaşılacaktır düşüncesini “ Zafer, zafer benim olacaktır diyebilenindir.” Sözleriyle hep yüreğinde taşmıştır. 22 Haziran 1919’da Erzurum kongresinde, Kongre Başkanlığına adaylığının teklifi sırasında kendisine engel olmak isteyen muhaliflerin “ Kongre Başkanın sivil zevattan seçilmesi “ teklifine karşın, Mustafa Kemal ‘in çok sevdiği askerlikten istifa ederek üniformasını çıkarması, halk iradesine olan saygısını gösterir. O bir konuşmasında da şöyle diyecektir: “Benim duygularım milletimin duygularıdır.” Bunu derken millet ve bağımsızlık sözcüğünü bir arada kullanmaktan yılmadan usanmadan geleceği yüreğine kazır gibi anlatmakta ve öğretmektedir. Kendi iç dünyasında ki bağımsızlığı ile ulusunun bağımsızlık vizyonunu birleştirmiş bir insandır. Böylece kendi iç savası milletinin savaşı, kendi iç güdüsü yine milletinin iç güdüsü olarak ortaya çıkmıştır. Temmuz 1919 tarihinde ki Sivas Kongresi ‘ni takip eden Şubat 1920 tarihli Misak-ı Milli andıyla gerçekleştirilecek olan tam bağımsızlık, milli egemenlik ve Anadolu aydınlanması ile Ulusal Kurtuluş savaşına gidecek yolun, Ankara’da 23 Nisan 1920 de açılacak olan TBMM’den geçeceği şekliyle hazırlıklar tamamlanır. Bu yol oldukça çetin bir yoldur. Bu meclis hem millet egemenliğinin üstünlüğünü tartışacak, kurtuluş savaşıyla ilgili kararları alacak, İstanbul hükümetiyle itilaf devletlerine karşı nüfuz mücadelesi verecek, hem de bir hükümeti içinde barındırmakla büyük bir sorumluluğu üstlenmiş olacaktır. Anadolu ihtilaline giden yolda oluşan birinci meclis, Türk tarihi açısından oldukça önemlidir. Mustafa Kemal ATATÜRK’ ün bir kurtuluş savaşçısı olarak ortaya koyduğu öğreti yalın bir bağımsızlık ilkesi ve öğretisidir. Çünkü o’ Bağımsızlık nedir sorusunun temel öğretisini bizzat anlatarak, öğreterek tam bağımsızlık yolunda hedef belirlemiş bir komutandır. 1905 yılında belirlediği ilkelerle çelikleşen bağımsızlık ve millet olma yolundaki düşüncelerini ilan etmenin mutluluğunu yaşayacaktır. Ümmet devletten çıkıp millet devleti olma yolunda yapılan bu önemli değişikliklerin başında “Hakimiyet Milletin Olacaktır” anlayış ve kararlılığımın bulunmasıdır. Ve nihayet, Mustafa Kemal Paşa, 28 Ekim 1923 gecesi arkadaşlarına bir sır gibi sakladığı düşüncesini açıklar. “ Yarın Cumhuriyeti ilan ediyoruz” Aradan geçen 83 yıla rağmen aynı heyecan ve mutlulukla nice yüz yıllarda, onun çizdiği yolda Cumhuriyet Bayrammız kutlu olsun. Türk Milletinin tükenmiş bir imparatorluk içinden millet olma bilinciyle şahlanması başta istiklaline kavuşması ve milli egemenliğin tesisi gerçek bir destandır. Mustafa Kemal Atatürk bu destanı büyük nutkunda “1919 yılı Mayıs ayının 19. günü Samsun’a çıktığımda vaziyet-i umumi manzara şöyle idi. “ diyerek destanın başladığı coğrafyayı tasvir eder. AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ AZERBAYCAN KÜLTÜR DERNEĞİ Merkez Yönetim Kurulu 3 Eylül - Ekim 2006 YAŞASIN TÜRKİYE CUMHURİYETİ Türkiye Cumhuriyeti’nin 10. yılında Azerbaycan’ın Büyük Önder’i Mehmet Emin Resulzade tarafından Berlin’de çıkan ‘İsitklâl Gazetesi’nin 29 Ekim 1933 günlü sayısında yayınlanmış yazıyı önemi nedeniyle yeniden yayınlıyoruz. MUAZZAM BİR YILDÖNÜMÜ! Cihan tarihinin en meraklı devrindeyiz: Asırlaşmış binalar yıkılıyor; yıkılmaz diye düşünülen müesseseler çöküyor; yeni binalar ve yeni kıymetler kökleşiyor. Bütün değerlerin değiştiği bu dönüm devrinde türlü büyük hadiselere şahit oluyor; ve her gün denecek kadar tarihi bir çok vak’alar için yapılan yıldönümlerini görüyoruz. Umumi neticesinde tarihten yediği en son darbe ile her türlü istiklâl ve haysiyetten mahrum zavallı bir hale geldi; şöyleki İstanbul sarayında - ne pahasına olursa olsun -tutunmağı canına minnet bilecek Türk tarihinden nasipsiz bulunan padişah, mahüt Sevr Muhahedisine kabulde tereddüt göstermedi. Fakat, bugün Türkiye’li kardeşlerimizin haklı sevinçlerle andıkları yıldönümünü biz, başkalarından ayırmak için ona muazzam vasfını veriyoruz. Fakat eskiyen, gittikçe yıpranarak varlık hikmetini kaybeden Osmanlı İmparatorluk binası son çöküş noktasına yaklaştıkça, taaruz kanunu mucibince, kendini değişecek yeni bir kuvvet belirerek, günden güne büyüyordu. Türkiye’de cumhuriyetin kurulması ancak siyasi bir idare şeklinin değişmisinden ibaret olsaydı şüphesiz bu, haddi zatında gene büyük bir hadise olurdu. Fakat, buna rağmen, ona muazzam vasfını vermekte - itiraf edelim ki- tereddüt ederdik. Zamanımızdaki bollu yıldönümleri arasında kendisine seçilmiş bir yer ayırmazdık. Türk münevverleri tarafından, muhtelif zamanlarda vetürlü şekillerde temsil olunan bu kuvvet, Türkiye ıslahat ve hürriyet hareketi idi, ki onun Tanzimatçılık, Meşrutiyetçilik ve Türkçülük diye başlıca etapları vardır. Hadisenin azameti orasındadır ki, cumhuriyet rejiminin kurulmasıyle Türkiye’de sade bir idare şekli değil, Türk cemiyetinin maddi - manevi bütün müeseseleri değişmiş; çürümüş Osmanlı saltanatının yerinde, bütün şuunatile milli demokratik yeni bir Türk devleti kurulmuştur. Evet, iki asırdan ziyade, bir müddetten beri inhitat ve hezimete uğrayan ve Osmanlı İmparatorluğu, Harbi AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ İmparatorluk sisteminin yaşadığı son günlerde sarayın bir tarftan israf, diğer taraftan da ihmal ettiği Anadolu Türklüğü içerisinde Türkçülük diye şuurlanan milliyetçilik - işte, bu tarihi hareketin aldığı muasır bir şekildi. Büyük felaket karşısında, kurtuluşu, Sevr Muahedesi’ni kabul etmek zilletinde bulan düşmüş Osmanlıcılara mukabil, yükselmiş Türk milliyetçileri, milli hakimiyet esa- 4 Eylül - Ekim 2006 sına dayanarak, harekete geçtiler ve büyük Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin dahi rehberliği ile muazzam istiklâl cihadına giriştiler. Bu örnekten öğrendik ki, bir millet istiklalini sade asrın kendisine mücerret olarak tanıdığı hakka dayanmakla değil, bir de bunu hak ettiğini bizzat isbat etmekle, yani ölümü gözüne alarak silaha sarılmak ve maksat hasıl oluncaya kadar dövüşmekle alır. Asrın en yüksek idealine, Türk tarihinin en bariz an ‘anesine ve Türk milletinin sarsılmaz iradesiyle Anadolu halkının en hayati menafiine uygun gelen bu -karar, uzak gören demir iradeli bir kumandan ve er- kanı harbin idaresi altında ve Anadolu’nun “Ya ölüm, ya istiklâl”, diye gösterdiği azim ve cesaret karşısında tamamiyle tahakkuk etti. Hak verilmez, alınır işte, Türk inkılabının bir daha teyit ettiği eski hakikat! Türkiye tecrübesinin bize öğrettiği hakikatlerden biri de şu oldu ki, beşeri medeniyetin yüksek gayesi bulunan istiklal için vuruşan bir halk hakikaten de müstakil olmak ve öyle kalmak isterse, bu medeniyetin özünü teşkil eden maneviyatı almak ve kendi milli kültürünü onunla mezç ederek asri bir millet merte- besine çıkma mecburiyetindedir. Menhus Sevr Muahedesi yırtıldı; mes’ut Lozan Muahedesi yazıldı!.. Birincisi, çöken imparatorluğun ölüm beratı idi; ikincisi ise yükselen cumhuriyetin doğum vesikası oldu. 29 Teşrinievvel 1923’e kadar Anadolu hareketine ait resmi vesikalarda ‘cumhuriyet unvanına rastgelinmez. Bu tarihe kadar şiar, memleketin ecnebilere karşı istiklâlini kazanmaktı. Cemiyet ve devlet işlerinde ancak ileri insanlığın tecrübe ile erdiği ilim ve fen ölçülerine kıymet veren yeni Türk rejimi, tatbik ettiği sistemin başına dünyanın dinden, aklın da nakilden ayrılması umdesini koymuştur. Fakat, bu kazanç Lozan’da beynelmilel bir kayda bağlandıktan sonra, hadiselerin inkişafında ve bu inkişafı meharetle idare eden büyük reisin tasavvurlarında cumhuriyet idealinin saklı bulunduğunu sezmek zor değildi. Hakimiyet milletindir. Devlet, milleti teşkil eden fertler arasındaki muamelelerle, bunlarla cemiyet arasındaki münasebatı tanzim etmekle mükellef bir müessesedir. Bu müessese, bütün icraatında ilhamını gökten ve tabiat üstündeki kuvvetlerden değil, bizzat halktan alır, onun için ve onun vasıtası ile iş görür. Lozan’a kadar hareketin büyük rehberi cumhuriyetten bahsa lüzum görmedi ise, bu, ona has taktikten başka bir şey değildi. Milli Türkiye, her şeyden evvel istiklalini bütün cihana isbat edecekti. Ta başlangıçtan itibaren “hakimiyeti milliye” esasına dayanan Anadolu istiklal hareketi, cumhur idaresiyle yürütülen demokratik bir hareketti; Lozan merhalesine erişildikten sonra, artık bu fiili vaziyetle, taban tabana zıt bulunan saltanat ve ona bağlı Hilafet müesseseleri bittabi sökülüp atıldı. Cumhuriyet rasmen ilan olundu. Bunun içindir ki, dahildeki kuvvetleri parçalıyacak her hangi bir hareketten sakınıldı; yarının sözü bugün söylenilmedi. Lozan zaferiyle tamamlanan “bugün”, cumhuriyeti ilanda mahzur bırakmayan “yarın”ı temin etmiş oldu. Saltanat ve Hilafetin ilgasiyle, otokrasi ve teokrasi devrine nihayet veren Türk milleti demokrasi devrine girmiş oldu. Büyük şenliklerle karşılanan bugün, işte, bu büyük hadisenin yıldönümü, Türkiye demokrasisinin bayramıdır. Bir “yarın” ki parlaklığı ile şarkın girdiği kurtuluş yolunu baştan başa aydınlattı. Göz kamaştıran bir aydınlık! Tarihi sebeplerle, iktisadi ve içtimai açılış itibariyle, orta zaman şerait ve münasebatı içinde durgun kalan Şark, kendini saran geri nizam ve irtica müesseselerinden sıyrılmak için, epey zamandanberi çırpınıp duruyor ve daldığı derin uykudan uyanmak üzere, ötede beride harekete geçerek kımıldanıyordu. Harp sonunda bu hareket, cihan mikyasında bir hızla ilerledi; milli uyanış ve istiklal hareketleri, yeni cihan istikrarı içinde, büyük amiller sırasına geçti. Ne mutlu bir gün; ne kutlu bir bayram! Bir gün, ki cumhuriyete sadık her hangi Türkiye’li bir vatandaşla birlikte hürriyet ve demokrasiyi bir prensip olarak benimseyen bütün insanlar da onu alkışlıyor, beşeri prensiplerin buradaki zaferini kendi zaferleri gibi görüyorlar; bir bayram, ki sade Türkiye’liler değil, hürriyet ve istiklal için döğüşen esir Şarkın bütün milliyetçileri de onu kendi ideallerinin bayramı gibi görüyorlar. Türkiye inkılâbı, işte, bu ayaklanan Şark milliyetçiliğinin en mükemmel bir tipi ve kazandığı parlak ve katı zaferiyle önde giden rehberi ve örneğidir. AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ 5 Eylül - Ekim 2006 Evet, Türkiye inkılabının şümülü sade Türkiye’ye ait değildir. Cumhuriyet kanunları sade Türkiye dahilinde tatbik olunuyorsa da, bu kanunların kökünü teşkil eden büyük umdelerin tesiri Türkiye haricinde ve bilhassa Türkiye dışındaki Türk illerinde carıdir. Bu itibarla Türkiye inkılabı beynelmilel bir şümüle maliktir. karşısına çıkan düşmanlarını maddeten ezmiş, manen öldürmüştür. Ve bugün bu zaferin onuncu yıldönümünde Türkiye Cumhuriyeti’nin beynelmilel münasebetteki itibarı, imparatorluğun son asır zarfında görmediği bir değerdedir; hele Türk inkılabının cihan efkan umumiyesinde kazandığı prestij, hiç bir saltanat Türkiyesine nasip olmamıştır. Hilafetin ilgasiyle Türkiye İslam dünyasındaki mevkiini kaybeder, denilmişti. İnkılapçı Türkiye’nin Müslüman milletlerin hürriyetçi zümresi üzerindeki manevî tesirini İstanbul Sarayı kat’iyen kazan amamıştır. Nakilden müstakil bir akıl, dinden ayrı bir dünya, kadına hürmet esasına müstenit demokratik bir aile, her türlü imtiyaz ve zümre tahakkümünden ari, hürriyet, müsavat ve içtimaı tesanüt esasına dayanan bir cemiyet; bütün milletin okur yazar olmasını güden bir devlet; en kolay bir yazı; halkı düşünen ve ilhamını ondan almak isteyen bir edebiyat; beynelmilel kültür müsabakasında Türklüğe kendi ehemmiyetile mütenasip şerefli bir yer- işte bu on yıl içinde Türkiye Cumhuriyetinde tatbik olunan ıslahat programnın en mühim noktaları! Türk kültürü için yapılan son meşkür teşebbüsler ise, Türk illerinin memnuniyet ve alkışlarla karşılayacakları bir hadisedir, ki eşini Türkçülük fikir ve neşriyatını, telefon ve elektrik ışığı ile beraber men ‘eden Sultan Hamid idaresinde aramak bir budalalık olurdu. Bu öyle bir programdır ki, onun tatbiki sade biz Azerbaycan milliyetçileri için değil, alel’umum bütün Türk illeri milliyetçileri için her zaman mukaddes bir arzu, erişilmesi istenilen büyük bir ideal olmuştur ve bugün de öyledir. Biz, Türklüğün ebedî düşmanı Çarlık Rusya’sının bugünkü şekli bulunan Sovyetlere karşı hürriyet, milliyet ve istiklâl namına döğüşen Türk illeri, her ne kadar Türkiye Hükümetinin taktik olarak kullandığı Bolşevik Rusya ile müdara siyasetinden maddeten zararda isek de, program olarak tatbik ettiği büyük umdelerden manen faydadayız. Türkiye, sade bu ideal programını kanunlar halinde tesbit etmekle kalmamış; cumhuriyet erleri, bu büyük hakikati dahi unutmamışlardır. Bir millet, ancak organize oluşu ve iktisadı faaliyet ve refahı nisbetindedir ki, ideal haklardan istifade eder. Fikrî, millî ve siyasî istiklâllerin kökü iktisadî istiklâldir. Cumhuriyetin demiryolu siyaseti, bankacılık siyaseti; milli sanayı ve ticaret sahasında tatbik ettiği siyaset, aşarın ilgası, kooperatifçilik ve köy kredisi gibi ıslahat ile köylüyü düşünmesi dahi tedbirli ve faal bulunduğunu göstermiştir. Rus komünizminin yıkıcı ve yakıcı tatbikatı yanında, Türk demokratizminin yapıcı ve yaratıcı icraatı vardır. Yıkıcılık geçer, yapıcılık kalır. Gelecek, milletleri süngü gücü ile yapma rejime boyun eğdirmenin değil, milli hakimiyete, hakka ve hürriyete dayanan istiklalcılığındır. Bundan on yıl evvel büyük “Nutuk”un gençliğe hitap eden o heyecanlı hulasasında tasvir olunan facialı mahrumiyet ve felaketlere bakmıyarak, herkesin, battığına hükmettiği bir milleti, Almanya gibi teşkilatı, teslihatı ve prestiji korkunç bulunan bir devleti çarmıha çeken galiplere karşı savaşmaya çekerek, nihayet zafere erdiren Büyük Adam, cumhuriyet ilanını iltizam edince, hariçte ve dahilde bir çokları bunu şüphe ve endişelerle karşıladılar; kazanılmış Lozan zaferinin tehlikeye düştüğünü söyliyenler bile oldu. Evet, Türkiye’li kardeşlerimizin göğüslerini iftiharla kabartan bu bayram bizim de kalplerimizi ümit ve tesellilerle dolduruyor. Bütün samimiyet ve heyecanımıla bugün sesimizi Türkiye Cumhuriyetini tes’it eden milyonların gür sesi ile birleştirirken, millî istiklâlin yenilmez bir hak ve hakikat olduğuna en bariz bir misali ile bir daha inanıyoruz; bu imandan aldığımız yeni bir kuvvetle biz de bağırıyoruz: Fakat, ne görüyoruz: Cumhuriyet, Şeyh Sait, Menemen isyanları gibi kara irtica, hamlalariyle, ardı arası kasilmeyen komünist entrik ve propagandalarına rağmen, muvaffakiyetle yaşamış ve kendi yürüyüşünde ilerliyerek AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Yaşasın müstakil Türkiye Cumhuriyeti!.. 6 Eylül - Ekim 2006 ORTA DOĞU ÜZERİNDEKİ OYUNLAR ve GERÇEKLER Cemil ÜNAL G eçmiş dönemlerde, insanlığın bilmediği yerleri keşfetmek için kaşiflerin yaptıkları araştırmalar, emperyalist güçlerin bu cografyaya yayılmak, Orta Dogu’yu kendi kontrolleri altına almak arzularının ilk işaretleri olmuştur. Bugün dahi sıcaklığını fazlasıyla hissettiğimiz, kanların döküldüğü Orta Doğu denilen bu cografyanın şekillenmesinde Batılılar, özellikle İngilizler önemli rol oynamışlardır. Hindistan yolunu kendi gelecekleri için çok önemli bulan İngilizler, bu bölgeyi, Fransa ve Rusya’nın - sözde-saldırılarından korumak-açıkçası-kendi hakimiyetleri dışında, başka güçlerin bu bölgeye hakim olmalarını önlemek için savaşmayı dahi göze almışlardır. 3- Filistin’ de, bir Yahudi Milli Yurdu’nun kurulması, Özellikle, Birinci Dünya Savaşı ve sonrası gelişen siyasi olaylar, başta Osmanlı İmparatorluğu’nun parçalanmasına, Balkanlar’dan Orta Asya’ya, Kafkas’lardan Kuzey Afrika’ya, bugünkü Orta Doğu’yu da içersine alan geniş coğrafyanın şekillenmesine sebep olmuştur. 4- Bölgede hakimiyet sağlamak için Arap, Yahudi Milliyetçiliğinin, kışkırtması ve desteklenmesi, Geçmişte ‘‘Büyük Şark Oyunu” olarak tarif edilen olaylar, bugün yalnız isim değiştirerek “ Büyük Orta Doğu “ projesi olarak sahnelenmektedir. Bu coğrafyada yaşayan halklarla ilgili verilen kararlarda bu toplulukların-bugün olduğu gibi-hiçbir zaman ne düşündükleri sorulmamış, kararların alındığı masaya bile oturmalarına müsaade edilmemiştir. Batılı devletler bu oyunu oynarken A.B.D, ilk zamanlar bu meselelerden uzak durmaya çalışmışlardır. 5- Türk toprakları üzerınde, bağımsız Ermeni, Kürt ve Rum Pontus Devletleri’nin kurulması. BÜYÜK ŞARK OYUNU “ Büyük Şark Oyunu” nun hedefleri kapalı kapılar ardında tespit ediliyordu. Alınan kararların önemli olanları, şöyle sıralanıyordu : Birinci Dünya Savaşını hazırlayan olaylar Avrupa Devletleri’nin de kendi aralarında bölünmelerine sebep olmasına rağmen, her iki grubun, Osmanlı Devletinin parçalanması, parçalanma sonrasında hangi bölgelerin kimin nüfuz alanı olacağı, Orta Doğu’da nasıl bir haritanın çizileceği hususundaki görüşleri müşterek olmuştur. 1- Osmanlı İmparatorluğu’nun, parçalanması ve pay edilmesi, 2- Batılı devletlerle, Osmanlı İmparatorluğu bünyesinde yaşayan Ermeniler, Kürtler, Araplar ve diğer gayri müslim halklar arasında Osmanlı Devleti’nin yıkılmasına yönelik gizli ittifakların oluşturulması, AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Birlik oluşturan devletlerden Almanya’nın Osmanlı İmparatorluğu’na yaklaşma gösterisi, diğer ülkelerin de, işine gelmekteydi, çünkü Almanya’nın Akdeniz’e inmesi 7 Eylül - Ekim 2006 orada güç sahibi olması, Rusya’nın Akdeniz’e inmesinden daha tehlikeli görülüyordu. Osmanlı Devleti bünyesindeki azınlıkları devlete karşı kışkırtan İngilizler Kürtleri de kullanmışlardır. Kürtler içinde özel planlar hazırlamışlardı. Hazırlanan plana göre: Avrupa Devletleri’nin, kapı arkasında hazırladıkları oyunlar, kendi bünyelerinde de sıkıntılar yaratmış, Fransa ve İngiltere de hükümetlerin düşmesine sebep olmuş, 1917 Bolşevik İhtilali ile de Rusya’da da hükümet ve rejim değişikliği olmuştur. 1- Kürtlere sınırları belli olan toprak verilmesi, 2- İngiliz mandası altında özerklik tanınması, Bu olaylar, Osmanlı Devleti’nin geleceğini belirleyen, Orta Doğu’nun yeniden nasıl şekilleneceğine karar verecek, siyasi iktidarların iş başına gelmesine sebep olmuştur. 3- Araplara ve Ermenilere tanınacak devlet kurma hakları, kürtlerede tanınmas kürtleri ümitlendiren İngilizler, Kürtlerin bağımsız Kürdistan kurulması işlerinin barış konferansına iletilmesi hususunda kendilerine büyük destek vermişlerdi. Temsilci olarakta Paris’te yaşayan Islahat-i Osmaniye Fırkası Başkan-ı Şerif Paşa’ yi seçmişlerdi. Şerif Paşa, Ermenilerle de münasebet kurmuş beraber hareket edeceklerine dair Ermenilerle anlaşma bile yapmışlardı. İSRAİL VARLIĞI Nitekim, bugün Filistin toprakları üzerinde kurulması, varlığını sürdüren İsrail Devleti’nin Suudi Arabistan’ın, Kuveyt’in, Irak’ın, Suriye’nin, Lübnan’ın, Ürdün’ün sınırları çizilmiş olması, o tarihlerde verilen kararlar neticesinde gerçekleşmiştir. Ermeni temsilcisi Bogos Nubar, Ermenistan Cumhuriyeti Delegeleri Başkanı vekili H. Ohacanyan ve Kürtlerin temsilcisi seçilen Şerif Paşa, müştereken imzaladıkları müracaat belgesini Paris Barış Konferansına sunmuşlardı. KÜRT ERMENİ ve PONTUS DEVLETİ HAYELLERİ O tarihlerde gerçekleştiremedikleri projeler içersinde, anadolu toprakları üzerinde kurmayı ve kurdurmayı hayal ettikleri Kürt, Ermeni ve Rum Pontus Devletleri’nin kurulamaması olmuştur. AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Hatta müracaat belgesinde Ermeni ve Kürtler’in aynı ırktan geldikleri çıkarları müşterek olduğu ve her iki halkın bağımsızlık istedikleri belirtilmiştir. Kürt Devleti’nin 8 Eylül - Ekim 2006 kurulmasına katkıda bulunacak pek çok Kürt Cemiyetleri kurulmuştur. Bunlar içerisinde hevi(umut) ile Kürdistan Teali Cemiyeti en aktif olanlardı. 1913 tarihlerinde de, faaliyetlerinde etkin olmak için Roji Kürd adlı gazeteyide çıkarmaya başlamışlardı. İmzalanan Sevr Anlaşması ile de, Kürt meselesi uluslararası bir belgede yer almıştır. RUSYA’NIN GİRİŞİMLERİ Bugüne kadar, milletleşme sürecini tamamlayan Orta Doğu‘da, eskiden beri din yaşantının ve politikanın temeli olmuştur. Ruslar, Bolşevik İhtilali sonrasında bu geleneği yıkarak, çoğunluğu müslüman olan halkların önüne, din yerine Kominizmi, Batılı Devletler de özellikle, hanedana ve şahıslara bağlı din geleneğinin hakim olacağı rejimlerin devam etmesini teşvik etmişlerdir. Ocak 1919 tarihinde toplanan Paris Barış Konferansına, Osmanlı Hükümeti temsilcileride davet edilmişti. İç ve dış düşmanların yanında, o zaman idarenin başında bulunan Başbakan Damat Ferit’te, Ermeniler için geniş manada bir bağımsızlığı müdafaa ediyor, hatta hiçbir sebep ve mecburiyeti yokken, Torosları Türkiye’nin tabii hududu kabul ettiğini dünyaya beyan ediyordu.Böyle bir düşünceye sahip olan İstanbul Hükümeti, Sevr anlaşmasını imzalamakta bir mahzur görmüyorlardı. A.B.D VARLIĞI ve SÜREÇ 1915 tarihine kadar oynan oyun içerisinde yer almayan A.B.D, 1917 tarihinde, Almanların üç Amerikan şilebini batırmaları, hatta Almanların bu tip olayların devam edeceğini açıklamaları, A.B.D. ’nin Orta Doğu coğrafyasına bakışlarını tamamen değiştirmiştir. Bu gelişmeler olurken İstanbul ‘daki Rum Patrikhanesi, Olaylar üzerine kongrede bir konuşma yapan A.B.D BaşSamsun ‘daki Rum Metropokanı Wilson “Almanların bu liti de boş durmuyorlar, 23 hareketi, devletimize harp Şubat 1919 tarihinde aldıketmesi demektir. BunBaşkan Bush’un, en etkili ve yetki- ilan ları bir kararla” Rum Karadedan sonra, Birleşik Devletniz Cumhuriyeti’nin kurulma dünya barışı, insanlığın li adamı aynı zamanda Texaslı bir ler, hazırlığına başlıyorlardı. kurtuluşu, Orta Doğu’nun dahil olduğu, dünyanın petrol zengini olan Dick Cheney, da İngilizlerin de desteğini alan güvenli olması için her zaRumlar, İstanbul’da çıkardık1999 yıllarında yazdığı oto biyog- man savaşacaktır”. ları Pontus adlı Rumca gaDoğu ve dünya siyasetzetenin, 4 Mart 1919 tarihli rafisinde ‘‘petrol ve petrol endüs- Orta lerine açıklık getiren Wilson, nüshasında “Trabzon Rum Ocak 1918 tarihinde yine Cemiyeti’nin’’ kurulduğunu trisi, bizleri daima büyülemiştir. 8kongrede yaptığı konuşma dünyaya duyurmuşlardı. ile de, Osmanlı İmparatorAmerikadaki bütün dostlarımız, luğu için A.B.D’nin yürüteOsmanlı Devleti bünyesinde politikayı şu cümlelerle en huzurlu yaşayan Araplara, petrol endüstrisinin ve petrolün ceği dile getirmiştir. Batılı Devletler tarafindan Şam’da kurdurulan gizli ceayrılmaz bir parçası olmuştur” ‘‘Osmanlı İmparatorluğu miyetler vasıtasıyla Osmanlı yönetiminde yaşayan ve Devletin’e karşı ayaklanmaya Türk olmayan halklara yateşvik edilmişlerdir. O tarihşam güvencesi ve asla kelerde Osmanlı Sultanı adına sintiye uğramayacak, özerk Hicaz’ı yöneten Mekke Emiri Hüseyin Bin Ali’ye, Arap Krallığı yerine, Şam’ın, Hicaz’ın, Medine’nin, Mekke’nin gelişme firsatı tanınmalıdır ”. idaresinin verileceği, aynı zamanda Arap halifesi olacağı sözü verilmişti, Osmanlı meclisinde, mebus olan arap Böylece Orta Doğu coğrafyasının ve modern savaşın en temsilcileri de Arapça konuşan bütün halkların Türk bo- önemli aracının petrol olduğunu bununda bu bölgede yunduruğundan kurtulması için, Osmanlı Devleti’nin yı- bulunduğunu idrak eden A.B.D Orta Doğu’ya ilgi duyar kılması hususunda batılı devletlerle işbirliği yapıyorlardı. konuma gelmiştir. AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ 9 Eylül - Ekim 2006 İşte geçmişte ‘‘Şark Meselesi’’ bugün ‘‘Büyük Orta Doğu’’ projesi olarak adlandırılan ve şimdilik tek bir ülke tarafindan organize edilen oyun bu bölgede sergilenmektedir. Şimdilik oyunun planlayıcısı olan A.B.D’nin ve stratejik ortağı İsrail’in attığı servis toplarını toplamaya çalışan bazı devletlerde, oyunun içerisinde yer almaya zorlanmaktadır. ENERJİ KAYNAKLARINA YÖNELİM Orta Doğu coğrafyasına ayrı bir önem veren A.B.D’nin, yakın geçmiş içerisinde, Enerji Bakanlığı kanalı ile Hazar Havzası ve bu bölgenin enerji stokları için gizli araştırmalar yaptırmıştır. Bu araştırmaya göre, Hazar Havzasında 243 milyar varil petrol, 150 trilyon metreküp doğalgaz rezervi olduğunu, Suudi Arabistan’da 270 milyar varil petrol olduğunu tesbit ettirmiştir. Suudi Arabistan dünya petrollerinin dörtte birine sahip olup, dünya petrol fiyatlarının belirlenmesinde önemli rol oynamaktadır. nışları ve hiçbir günahı olmayan yüzbinlerce insanın katledilmesi, teröristlerin güç kazanmasına sebep olmuştur. Bundan dolayıdır ki İslami, terör eylemlerinin vasıtası haline getiren teröristler bu coğrafyada etkinliklerini daha da artırmışlardır. Özellikle Suudiler, bir taraftan kendi iktidarlarının ve geleceklerinin ne olacağı endişesini yaşarken, diğer taraftan dünya terörü içersinde yer alan Suudi teröristleri finanse etmektedirler. Nitekim pek çok devlet geçmişte körfeze bağımlı olmanın tehlikesini Saddam Hüseyin’in 1990 yıllarında Kuveyt’i işgal etmesiyle yaşanmıştı. A.B.D ve uluslararası güçlerin sayesinde Kuveyt işgalden kurtarılabilmişti. İşte bu olayda A.B.D’nin bu bölgeyi kendi kontrolu dışında kimseye bırakmayacağının işareti olmuştu. A.B.D Radikal İslami grupların başta Suudi Arabistan olmak üzere petrol üreten devletleri ele geçirebilecekleri endişesini bugün daha fazla taşımaktadırlar. SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN DAĞILMASI Amerika bu önemli kaynakların başka güçlerin eline geçeceği endişesini taşımaktadır. Başkan Bush’un, en etkili ve yetkili adamı aynı zamanda Texaslı bir petrol zengini olan Dick Cheney, 1999 yıllarında yazdığı oto biyografisinde ‘‘petrol ve petrol endüstrisi, bizleri daima büyülemiştir. Amerikadaki bütün dostlarımız, petrol endüstrisinin ve petrolün ayrılmaz bir parçası olmuştur”. İtirafı ile A.B.D.’ nin niçin Orta Doğu’ da bulunması gerektiğini, Orta Doğu’ nun işgalinden önce dile getirmiştir. 11 EYLÜL OLAYLARI ve SONRASI 11 Eylül 2001 terör olayı, A.B.D’nin kafsında yaşattığıpolitikanın hayata geçirilmesine vesile olmuştur. Afganistan işgali, Saddam’ın devrilmesi, Amerika silahlı güçlerinin bölgeye yerleşmesi, bunların yanısıra, Suriye ve İran’ ında aynı akibete uğratılması hazırlıkları, A.B.D. nin, İsrail’in güvenliğinin sağlanmasının bölgedeki petrolün kullanımının ve dağıtımının kontrol altına alınması stratejisinin bir sonucudur. Orta Doğu coğrayasında devletlerin idaresini ellerinde tutanlar maalesef kendi halklarına hiçbir şey vermemekte, bütün nimetleri kendileri için kullanmaktadırlar. Kendi halkının desteğini kaybeden idareciler, dünyadaki demokratik gelişmelere rağmen, kendilerine özgü rejimlerinin devam etmesini inatla sürdürmekte, bundan dolayıda akibetlerinin ne olacağı endişesini yaşamaktadırlar. Millet olma vasıfları bulunmayan bölgede -Amerika ve İsrail’in, ezilen insanlara karşı nefret uyandıran davra- AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla, 1991 tarihinden itibaren dünyada Orta Doguda ve Kafkaslar’da soğuk savaş döneminin etkisi ortadan kalkmış, geçmiş dönemlerde hazırlanan, ama hayata geçirilemeyen siyasi projeler uygulamaya konulmaya başlanmıştır. Özellikle Sovyetler’in çöküşü, iki kutuplu sistemi sona erdirmiş, Orta Doğu ve Kafkaslar’da Amerikan hegemonyasının ağırlık kazanmasına ve bölgenin işgal edilmesine zemin hazırlamıştır. Bütün bölge, dini ve etnik parçalanmaların kucağına itilmiş, terör olayları bölgeyi ve dünyayı tehdit edecek boyutlara ulaşmış, yüzbinlerce insanın ölümüne, katledilmesine yol açmıştır. TÜRKİYE ve AZERBAYCAN EKSENLİ GELİŞMELER Bu ortam içerisinde, Türkiye’yi bölme hareketleri hız kazanmış, P.K.K. Kürtçülük ve Ermeni hareketleri içimizden ve dış dünyadan büyük destek bulmuşlardır. Geçmiş dönemde kurulamayan ikinci Ermeni Devleti, Azerbaycan toprakları üzerinde kurulmuş, bölgede genişleme istidatı gösteren Kuzey Irak’ta da Kürt Devleti ortaya çıkarılmıştır. “Güney Kürdistan’’ olarak adlandırılan bu oluşum Türkiye’nin güney dogusunda “Güney Kürdistan” olarak tarif etmeye başlamıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayan, Osmanlı toprakları üzerinde bağımsız bir Kürdistan’ın ve bağımsız bir Ermenistan’ın kurulmasını öngören Sevr paçavrasına atıf yapan Kürt’ler, hazırladıkları anayasa’da Sevr’in haya- 10 Eylül - Ekim 2006 ta geçirilmesi hususundaki düşüncelerini, anayasalarına vazgeçilmez ilkeler olarak koymuşlardır. Resmi dilin Kürtçe olacağı, Türkmen topraklarının Kürdistan’ın bir parçası olduğu petrol konusunda, Bağdat yönetiminden bağımsız hareket edileceği karar altına alınmış, peşmergelerin ve himayelerinde bölgede faaliyet gösteren P.K.K’lıların, anayasal statüye kavuşturularak Kürt ordusunun çekirdeğini oluşturması hazırlıkları tamamlanmıştır. Geçmişte, Osmanlı Devleti içerisindeki azınlıkları kışkırtan ve Osmanlı Devleti’ni pay etmek isteyen Batılı Devletler bugünde aynı siyasetlerini Avrupa Parlementosu ve onun içerisindeki Türkiye düşmanları kanalıyla yürütmektedirler. Nitekim 2006 ekim ayı içerisinde Avrupa Parlementosu” Avrupa Birliği, Türkiye ve Kürtler” konulu konferans düzenlemiş, bu toplantıya konuşmacı olarakta, P.K.K ve kürtçülük hareketinin en büyük destekleyicisi olan Diyarbakır Belediye Başkanı davet edilmiştir. Kendilerini, Türkiye dışında bir eyaletin temsilcisi, Türk idari sisteminin dışında özerk bir bölgenin başkanı gibi hareket eden bu bölücülere, maalesef Türk yargısı, Türk Parlementosu, hatta bazı siyasi partiler sessiz kalmakta, bazı güçlerin desteğini dahi almaktadırlar. Etrafimızda meydana gelen etnik ve dini ayrışımlar, içi- AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ mizde de hareketlenmiş, hatta etnik ayrımcılık, tek devlete, tek millete, tek bayrağa ve tek dil’e hayır sesleriyle aleni olarak Türkiye’nin gündeminde yerini almıştır. Bugün Türkiye’nin siyasi yapılanması, Türk siyasetinin geldiği nokta, dinin, politika içerisinde önemli bir yere sahip olması, bölücü hareketlerin artmasına ve cesaret bulmasına zemin hazırlamaktadır. Etrafımızda ve içimizde meydana gelen olayların yaratıcıları, kendi stretejileri istikametinde, Türkiye’yi yönlendirmekte, zaman zaman roller bile vermektedirler. Artık baş aktör rolünü oynayan A.B.D Devletleri, Orta Doğu denilen bu cografyayı bu bölgenin haklarını düştüğü Irak bataklığında daha iyi tanımış olması gerekir. Döktüğü kanı temizlemek, huzuru bozulan Orta Dogu’ya, yaşanacak ortamı yeniden getirmek, özellikle A.B.D’nin ve stratejik ortağı İsrail’in elindedir. İran’a, Suriye’ye, Filistin ve Lübnan’a uzanacak eller kanın durmasına vesile olacaktır. Geçmişte A.B.D’nin en güvenilir dostu İran’dı. İran’la el sıkışma, hem bölgeye barışı getirecek hem de, İsrail’in bu bölgede barış içerisinde yaşamasına yardımcı olacaktır. 11 Eylül - Ekim 2006 Haber - Yorum ESKİ BİR YALAN ERMENİ SOYKIRIMI ve NOBEL ÖDÜLÜ ÜZERİNE... Tuncer KIRHAN (AKD Genel Sekreteri) 12 Ekim 2006 tarihinde İngiltere’nin etkili gazetelerinden Financial Times, Fransız Parlamentosunda kabul edilen Sözde Ermeni Soykırımını İnkar etmenin suç olması tasarısını şöyle değerlendiriyordu. “İ kiyüzlülükle Soykırımın inkarını suç sayan yasa teklifini kabul eden Fransız Millet Meclisi dünya basınına alay konusu olmuştur. Türkiye’de ceza kanununda ki 301’in kaldırılması için mücadele edilirken, Fransız meclisinin ifade özgürlüğüne karşı karar alması “ikiyüzlülüktür” demiş, Türk yazar Orhan Pamuk’un Nobel ödülü almasına karşılık “Orhan Pamuk Türkiye aleyhinde konuşabildiği için Nobel alıyor, Fransa ise konuşanları susturmaya kalkıyor. ” Demek oluyor ki, iki yüzlü, tutarsız bir politika sürdürülürken bir yazarın sadece ülkesinde ki siyasi rejime karşı yazı yazması, güdümlü bir siyasal izolasyonun ve dışarıda sürdürülen bir propagandanın sözcüsü gibi davranması ona ödül getirmiştir Burada anlatacağımız konunun aslı ikiyüzlü ve çıkarcı bir politikalar ve bu politikalara uşaklık edenler olacaktır.. Dergimizin geçen sayısında bir yalan üzerine kurulan bir masalın savunucusu Fransa’nın girişimlerini anlatmaya çalışmış, oylamanın “red” edilmesiyle de olayın son bulmadığını, konunun her zaman önümüze getirileceğini bilerek hazırlıklı olmanın altını çizmiştik. Bildiğiniz gibi Fransa’da 18 Mayıs 2006 tarihinde Sosyalist Parti tarafından parlamento başkanlığına verilen bir önergede Ermeni Soykırımını İnkar etmenin 5 yıla kadar hapis, 45 000 Auro para cezası ile cezalandırılması yönünde bir tasarı hazırlanmış ve Paris’teki 400 000 kadar Ermeni seçmenin oylarını alabilmek umudu ile önergeyi veren partinin kendi varlığını kanıtlaması olacaktı. Fransız Parlamentosunda yapılan görüşmelerde oturum AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ başkanı Jean Luis DEBRE bir oyalama taktiği ile önergeyi zaman darlığı içinde gündeme almamış, ancak girişim olarak konunun bir nabız yoklaması, ileride tekrar gündeme getirileceği yönünde mesaj verilmiştir. Bizim medyaya düşen haberlerde de sanki nihai bir kararmış gibi; bu gelişmenin Fransa ile tarihi ilişkilerimizi etkileyeceği düşüncesiyle oraya giden Türk sanayisi ve parlamento temsilcilerinin girişimleri ile tekrar etmesinin güç olacağı argümanları yapılmıştı. Ne oldu da aradan beş ay geçtikten sonra tasarı oncafırtınadan hiç etkilenmemiş şekilde yeniden gündeme 12 Eylül - Ekim 2006 gelerek oylandı ve sonuçlandı. Hani Fransa ile ilişkilerimizi canlı tutmak zorunda olan 10 milyar Auro’luk ticari dinamikler, nerede hamaseti yapılan; 1720 yılında Osmanlı Devleti’nin ilk kez elçi olarak Paris’e gönderdiği 28 Mehmet Çelebi ile başlayan Fransa ilişkileri; her ne kadar sonuç Avrupa’da demokrasinin ve özgürlüklerin savunucusu Fransız parlamentosunun bir ayıbı olarak değerlendirilse de, bu sürecin nasıl başlayıp sonuçlandığını göstermektedir. Fransız ulusal meclisinin sayısı 577 iken, bu oylamada iktidar partisinin teklifi veren Sosyalist Parti’den daha fazla oy verdiği ortaya çıkmıştır. Oylamada 106 evet, 19 hayır ve 4 çekimser oyu veren milletvekillerinin 49’u önümüzdeki dönem Cumhurbaşkanı adayı olan İç İşleri Bakanı Nicalos Sarkozy’nin başkanlığını yaptığı iktidar partisinden, 40’ı ise teklif veren sosyalistlerden, 7’ si sağ eksenli UDF, 6’sı Komünist, 3’ü Yeşiller ve biri de bağımsızdır. Burada bir ayrıntıyı ifade etmek gerekir ki Sarkkozy’nin siyasi işlerden sorumlu baş danışmanı Ermeni asıllı bir Fransız dır. Bu durumda tıpkı geçtiğimiz Mayıs ayında olduğu gibi oylamada aleyhte düşünen ancak Ermeni seçmenle karşı karşıya gelmek istemeyen farklı parti milletvekillerinin meclise gelmeyerek oylamayı Ermeni diyasporası ile birlikte hareket eden parlamenterlere bıraktığı görülmüştür. ramında zora sokmak, olabildiğince zayıflatmak, mümkünse bu kendi kulüpleri olan AB’ ne girme yolunda yıpratmak yada yaptırımlarını hızlandırmak. GELİŞMELER ÜZERİNE TEPKİLER Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı telefonla arayan Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac’ın, Fransız Ulusal Meclisinin girişiminden dolayı çok üzgün olduğunu, teklifin yasalaşmasının senato’da engellenmesi konusunda elinden geleni yapacağını ifade ettiği, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın da Fransa Cumhurbaşkanından; teklifin yasalaşmasını engellemesini istediği basından öğrenilmişti. Fransız parlamentosunun almış olduğu bu karar başta Türkiye tarafını olumsuz yönde etkilerken, Avrupa basını ve bir çok Avrupalı parlamenter, devlet adamları ve ruhani liderler tarafından bir ayıp olarak nitelendirildi. Ermenistan Devlet başkanı Robert Koçaryan bile, Eylül ayı sonunda Ermenistan’ı ziyaret eden Fransız Cumhurbaşkanına böyle bir yasanın 18 Mayıs denemesinden sonra devam eden süreçte “Bu yasanın kabul edilmesi Türkiye ile ilişkilerimizi bozar” hatırlatmasında bulunduğu yine basından öğrenilmişti. 18 Mayıs tarihli ötelemeden sonra, temcit pilavı gibi Allah’ın her günü Fransız şövalyelerinin(!) bu tasarıyı gündeme taşıyacaklarını biliyorduk. Bu gün Fransa’da iç politika malzemesi olarak kullanılan saçma sapan iddialar ne kadar tarihi gerçeklere aykırı ise, akla da, mantığa da aykırıdır. İnsanlığın çektiği büyük acılardan sonra kurulan AB, kendi geleceği için önemli üyelerinden biri olan Fransa’daki bu akıl tutulmasına karşı mutlaka tavır almak zorundadır. Tarihi bir yalanı Fransa’nın kanun haline getirme girişimi AB’nin temel değerlerine karşı büyük bir meydan okumadır. Gelişmelerle,Türkiye ile Ermenistan arasında ki bir sorun için Fransa durumdan kendisine bir vazife çıkarmaya çalışırken bilmesi gerekmektedir ki; dünya artık bir sömürgeler kampusu değildir. İftira ve yalan makineleri biraz kendi tarihlerine bakarlarsa, 20. yy. boyunca Nijerya, Senegal, Tunus, Cezayir, Raunda ,Cibuti’de soykırımların nasıl yapıldığını göreceklerdir. Niyet bellidir. Amaç birdir. Türkiye’yi AB ilerleme prog- AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ 13 Eylül - Ekim 2006 FRANSIZ TARİH POFESÖRÜ ADINI TÜRK OLARAK DEĞİŞTİRDİ Gelişmelere tepki olarak Fransız Tarihçisi Prof. Dr. Jean Michel THİBAUX adlı bilim adamı “Türkler Ermenilere soykırım uygulamadı” diyene ceza getiren yasayı protesto için tepkisini ortaya koymuştur. Daha sonra belirlediği iddiaları sürdüren bilim adamı bu amaçla kendisinin Türk vatandaşı olacağını ve ismini de bir Türk ismi o larak değiştireceğini ifade etmişti. Geçtiğimiz günlerde Konya’ya gelen ve bu yöndeki tepkisini ifade eden demeçlerinin arkasında olduğunu ifade ettikten sonra Konya Nüfus Müdürlüğüne başvurarak adının Atakan TÜRK olarak değiştirilmesini ve Türk vatandaşı olarak kabul edilmesini istedi. ERMENİ AYDINLARIN TEPKİSİ İstanbul’da yayınlanan Agos gazetesi yayın yönetmeni Hırant Dink ve Zaman gazetesi yazarı Etyen Mahcupyan ile yayıncı Ragıp Zarakol ortak bir bildiri yayınlayarak inkar yasasını protesto etmişlerdir.(Basın) Yazılı olarak yapılan açıklamada Ermeni halkının geçmişte yaşadığı tarihi gerçeklerin ceza yasası ile dikte edilmesini ihtiyaç olmadığını, tarihe doğru bakmak için ahlak ve vicdan gerektiğini belirterek üçüncü ülkelerde ki konuşmayı engelleyici yasaların psikolojik açıdan Türk Ermeni diyalogunu güçleştirmekte kalmayacağını halklar arasında ilişkiyi dar bakışlı siyasi taktiklerin parçası haline getireceğini ifade ettiler. Bu arada bir açıklama yapan Ermeni Patrik Mesrob II’ de “Amaç her zaman diyalog , empati ve karşılıklı anlayışa katkı sağlayacak başarılı girişimler olmalıdır. Bu amaca katkı sağlamayacak hiçbir girişim bizim için makul düşünceler değildir.” diyerek Fransa Parlamentosu’nun girişimini hukuki ve insani bulmadığını anlatmaya çalışmıştır. AB’ NİN TEPKİSİ Fransa parlamentosu aldığı kararla AB komisyonu tarafından ağır eleştirilere uğradı. AB’nin genişlemeden sorumlu üyesi Olli Rehn ,Sözde Ermeni soykırımı yasasının reddedilmesini suç sayan yasa teklifinin yapıcı AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ olmadığını , amaca zarar verdiğini ifade ederken bu kararın olumsuz etki yaratacağı konusunda uyarıda bulunarak özetle şöyle demiştir. “Ültimatomlarla gerçek diyaloga ve gerçek uzlaşmaya ulaşamayız ama diyalogla ulaşırız.” Fransa’yı bu girişimiyle etkisiz bir elemana benzeten, AB’nin dış ilişkilerinden sorumlu komiseri Benita Ferrero Valdner ise; kararın Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecinde etkisiz olacağını ifade ederek, Fransa’da olup bitenlerle bizim AB olarak aday bir ülkeyle yapmakta olduklarımız farklı iki şey olduğunu Fransa’daki bu meselenin düzenli olarak ortaya çıktığını , çünkü bu ülkede etkili bir Ermeni cemaati bulunduğunu söyledi. DIŞ BASININ TEPKİSİ Washington Post: “Fransa saçmaladı” Le Soir: “Çirkinlik ve hafiflik” gibi başlık atarken; Eko Moskova radyosu: Fransa’nın kararı ile Orhan Pamuk’a Nobel Edebiyat ödülü verilmesi birbiriyle çelişiyor. Fransa’nın kararı düşünce özgürlüğüne karşı bir harekettir. Nobel ödülü ise Pamuk’a ülkenin çoğunluğundan farklı düşünceleri dile getirdiği için veriliyor denilmektedir. Bizde, Nobel ödüllü bu ünlü Türk roman yazarı hakkında bazı tespitlerimizi size aktarmaya çalışalım. Kim ne derse desin Orhan PAMUK ‘un Nobel Ödülü almasının üzerinde gölge vardır. Nobel edebiyat ödülünün açıklanmasına günler kala yapılan yarış içinde İngiltere’nin LADBROKES adlı bahis şirketi, Nobel ödülünün verilmesiyle ilgili olarak 7.856 bahis oynandığını açıklamıştır. Bu bahislerden Orhan Pamuk üzerine oynanan 2.652 bahis’in çoğunun Fransa ve Ermenistan’dan geldiği ifade edilen haberde Dünyanın çeşitli ülkelerindeki Türklerin çoğunluğunun Japon yazar Huruki Murakami’ ye, çok küçük miktarının da, Orhan Pamuk adına oynandığı öğrenilmiştir. Bu ödülün verilmesinden sonra 92 yaşında ki; ünlü Sümerolog Prof. Dr. Muazzez İlmiye, bu ödülün Bir Türk yazarının almasının güzel bir şey olduğunu ancak “ Keşke Orhan Pamuk; “1915 yılında Türkiye’ de bir milyon Ermeni, otuz bin Kürt öldürülmüştür.” Sözünden önce alsaydı diyerek ödülün üzerindeki gölgenin varlığını ince bir şekilde ifade etmiştir.Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat ödülünü almasından sonra bir çok Türk aydını, siyaset adamı, köşe yazarları günlerce bu konuyu ödül alamamanın açlık psikozu içinde bir mutluluk refleksi halinde ifadeye çalıştılar. 14 Eylül - Ekim 2006 Ödülü veren jürinin değerlendirmesi oldukça ilginçtir. “Doğduğu şehrin ruhunu çok iyi anlatması” bize göre basit, yalın ve son derece cılız bir kriterdir. Bu değerlendirmeyle ödüle layık görülen Orhan Pamuk için kimimiz “Türkiye Kazandı” kimimiz “Türkçe’ye verilen ödül’’ yakıştırmasını yaparken, kimi gerçek edebiyat adamları da Orhan Pamuk’u Türk dilini iyi kullanamayan birisi olarak nitelendirmişlerdir. EDEBİYAT ADAMLARININ GÖRÜŞÜ Edebiyat eleştirmenlerine göre kitapları çok satan, ancak az okunan bir yazar olan Orhan Pamuk fenomeni üzerine hayli bir kargaşa doğmuştur. Çok satılıyor, az okunuyorsa, bu kitapları birileri alarak yada, reklam bombardımanı yaparak tüketimine yardımcı olmaktadır denilebilir. Gerek akademisyen, gerekse edebiyatçılarımız arasında büyük ölçüde gürültü olmuş, önemli sayıda eski Marksist düşünceye bağlı ulusal bilinçten ve sanatsal değerlerden yoksun romantikler; Orhan Pamuk’un aldığı ödülün bir susamışlık yada, doğulu bir övgü dizicilik içinde değerlendirmişlerdir. Yazarlık kariyeri internet sitesinden kendi ifadelerine dayanarak öğrendiğimize göre Orhan Pamuk mimarlık eğitimini, resim yapma yeteneği ile karıştırarak öğrenimine son vermiş, daha sonra kısa dönem askerliğin olanaklarından yararlanmak için yeniden okumaya karar vererek İstanbul Gazetecilik Enstitüsünde eğitimini tamamlayarak yazma becerisini kazanmıştır.(!) Edebiyatçılar tarafından eserlerinde klasik Türk edebiyatından aşırmaların çokluğu ile dikkat çeken Pamuk’taki yazma yeteneği asıl ABD’de bulunduğu1985-88 yıllarında katıldığı “Kitap Yazma Kursları”nda gelişir. Düşündürücü olan, Writing Program adlı bu enstitünün sponsorluğunu ABD Dışişleri Bakanlığı yapmaktadır. Yine bu konuda icraatlarıyla yetenekli(!) bir Türk olan; Mahir Öztaş ve Taner Akçam bu enstitünün ve malum Zoran Vakfı’nın himayelerinde yetkin birer uzman olarak yürü ya kulum denilerek, ABD ve Avrupa’da ki Ermeni konferanslarında bir Türk olarak karşı tezi gayretle savunmuşlardır. Öğrendiğimize göre; 2002 yılında Kar adlı romanı yazmak için Kars’a giden Orhan Pamuk, Sabah gazetesinde dönemin yazı işlerini yürüten, Zafer Mutlu’dan muhabirlik basın kartı almış ve çalışmaları sırasında kendini Karslılara gazeteci olarak tanıtmaktan da geri kalmamıştır. AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Oysa o zamana kadar en az birkaç roman denemesi olan Pamuk, kendinde yerleşmemiş bir yazarlık sanatıyla yetkin göremeyip, gazetecelik mesleğinin popülaritesine sığınmıştır. Edebiyatçılar tarafından, post-modern romancılık sınıfına yerleştirilen Pamuk edebiyat dünyamızda en çok eleştiri alan yazar olmuştur. Öyle ki kitaplarındaki alıntıları tespit eden araştırmacı gazeteci Murat Bardakçı ve Nihat Genç’in soru ve eleştirileri karşısında susmayı tercih etmiştir.Bu yazarın kitaplarındaki aşırmalarla ilgili önemli bir tespiti.(Kaynak: edebiyatelestiri.com) dikkat çekmesi yönüyle Edebiyat açısından değerlendirmesini sizler yapınız. Aşağıdaki karşılaştırmada kullanılan bordo renkli alıntılar, Güncel Yayıncılık tarafından Ocak 1996 yılında yayınlanan, Fuad Carım çevirisi, Pedro’nun Zorunlu İstanbul Seyahati adlı, 16. yy. da Türkler’e esir düşen bir İspanyol’un anılarını anlatan kitaptan, siyah alıntılar İletişim Yayınları tarafından Ocak 1996 yılında l7. baskısı yapılan Orhan Pamuk’un Beyaz Kale adlı romanından alınmıştır. “...Cenova’dan Napoli’ye giderken, hareketimizi haber alarak Ponza Adaları’nda bekleyen Türk donanmasının hücumuna uğradık...” (Pedro s.11) “Venedik’ten Napoli’ye gidiyorduk. Türk gemileri yolumuzu kesti...” (Pamuk s.11) “...Ama ne olur ne olmaz, gene esir düşebiliriz korkusu ile, kürekçileri sıkıştırmaktan vazgeçtiler. Malüm a, kürek çekenler ya Türk, ya Mağribi. Gemi bir kere zaptedil mi, bunlar artık serbest. O vakit, Türklere, bu bize şunu etti, şu bize işkence yaptı, derler...” (Pedro s.12)”... Türk ve Mağripli olan kürekçilerimiz sevinç çığlıkları atıyordu; sinirlerimiz bozuldu... Esir düşerse cezalandırılmaktan korkan kaptanımız kürek kölelerini şiddetle kırbaçlatmak için bir türlü emir veremiyordu...” (Pamuk s.11) “...İlk önce, öyle bir niyetimiz olmadı değil. Fakat bir borda ateşi yiyince teslim olduk...” (Pedro s.13) “Şiddetli bir borda ateşine tutulmuştuk, hemen teslim olmazsak gemimiz batacaktı...” (Pamuk s.12.) “...Birinin bileklerini, kulaklarını ve burnunu kesip omuzuna bir pafta yapıştırdılar; paftada şu yazılı idi: ‘Böyle eden böyle olur’. Öbürünü kazığa çaktılar...” (Pedro s.12) 15 Eylül - Ekim 2006 “Kazığa oturtulan korkak kaptanımız yeni ölmüştü. Kırbaççıları, burnunu, kulağını kesip ibret olsun diye bir sala koyup denize bırakmışlardı...” (Pamuk s.11.) “...Rampacılar gemiye daldılar ve herkesi çırılçıplak ettiler. Beni tepeden tırnağa soymadılar; sırtımdakiler, onların hoşlanmadıkları ve beğenmedikleri şeylerdi. Hem, sırtımdakilerle uğraşmaya bir lüzum görmediler; yattığım kamara çok daha değerli eşyalarla doluydu...” (Pedro s.13.) “...Bizleri Padişah’a çıkarmak için zincire vurdular, askerlerimizi gülünç göstermek için zırhlarını ters giydirdiler, kaptanların ve subayların boyunlarına demir çemberler taktılar, gemimizden aldıkları borularımızı, trampetlerimizi alayla ve keyifle çalarak eğlene eğlene bizi saraya götürdüler...” (Pamuk s. 18) “...Rampacılar gemimize ayak basarlarken kitaplarımı sandığıma koyup dışarı çıktım. Gemi ana-baba günüydü. Dışarıda herkesi toplamışlar çırılçıplak soyuyorlardı...” (Pamuk s.14.) Çünkü bu organizasyon lobilerin kriterlerine bu defa Türk düşmanlığı üzerine kurduğu bir faaliyetin değerlendirmesidir. Türk edebiyatında Ömer Seyfettin, Peyami Sefa, Yakup Kadri, Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Oktay Sinanoğlu,Halide Edip, daha nice isimler gerçek edebiyatın derinliklerini , felsefesini batılı klasikler kadar ustaca yazıp çizmişken, böylesine paralı kitap tanıtım yazarları ve basım organizasyonların himayesinde ödül alan bir kitabın değeri ne olabilir ki. “...Cerrah mısın, diye sordular. Hayır deyince, az kalsın partiyi kaybediyordum. Bereket versin lafa, sözü geçen kaptanlardan Durmuş Reis karıştı. Cenevizli dönme Durmuş Reis ‘İdrar ve nabız hekimidir, cerrahtan daha faydalıdır” dedi, kürekten işte bu suretle kurtuldum...” (Pedro s.13.) “...Sonradan Ceneviz dönmesi olduğunu öğrendiğim Reis iyi davrandı bana; neden anladığımı sordu. Küreğe verilmemek için hemen astronomi bilgimden, geceleri yön bulabileceğimden söz ettim, ama ilgilenmediler. Bunun üzerine bende bıraktıkları anatomi cildine güvenerek hekim olduğumu ileri sürdüm. Az sonra gösterdikleri kolu kopmuş birini görünce cerrah olmadığımı söyledim. Öfkelendiler, beni küreğe çekeceklerdi ki, kitaplarımı gören Reis sordu: ‘idrardan ve nabızdan anlıyor muydum?’ Anladığımı söyleyince hem küreğe verilmekten kurtuldum...” (Pamuk s.14.) “...En üste Muhammed’in sancaklarını astılar; bunların altına, bizden aldıkları bayrakları, haçları ve Meryem Anamız’ın tasvirlerini astılar. Külhanbeyler, başaşağı asılan bu haçlarla tasvirleri bir ok yağmuruna tuttular... Derken denizlerde eşine rastlanmayan bir top ateşi koptu...” (Pedro s.18.) “...Bütün direklerin tepesine sancaklar çektiler, altlarına da bizim bayrakları, Meryem Ana tasvirlerini, haçları tersinden asıp külhanbeylerine aşağıdan oklattılar. Derken toplar yeri göğü inletmeye başladı...” (Pamuk s.14.) “...Ulu-Türk, tutsakları görmek istedi. İki bine yakın tutsağı, ayaklarından zincirleyip sıraladılar; kaptan ve zabit olanları boyunlarından çemberlediler ve bizden aldıkları trampetaları çalarak, boruları öttürek ve bayrakları sürükleyerek hepimizi saraya götürtüler...” (Pedro s.19.) AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ KİM NE DERSE DESİN; NOBEL ÖDÜLÜ SİYASİ BİR ORGANİZASYONDUR Bu ödülü Türk romanına yada güzel Türkçe’ye vermediler. Türkiye’nin hassasiyetleri olan değerleri ve mitleri üzerine söylenen o malum açıklamalara verdiler. Ermeni yandaşlığına verdiler. Mustafa Kemal Atatürk’e inceden hakaret edildi diye verdiler. Gazeteci Emin Çölaşan bir romandan alıntıyı şöyle aktarmıştı. …çocukluğunda kız kardeşiyle tarlada karga kovalayan sapık bir padişah… sonra kasaba meydanına dolanır. …Atatürk heykeline sıçan güvercinleri ayıplar…Atatürk kendini içkiye vermiş meyhane kalabalığına Cumhuriyeti emanet etmiş olmanın güveniyle gülümsüyordu…. Atatürk’ün leblebi zevkinin ülkemiz için ne büyük bir felaket olduğu… cümlelerinde sanat ve felsefesi ironik bir yozlaşma ile Türk milletinin duyarlığını zedelemekten geri kalmamaktadır. Kar romanında, aşağıda tespitlerimizi sıralayacağımız gibi ahlaki değerlerin dışına çıkılarak ,porno filmlerde bile kullanılmayacak galiz, ahlaki olmayan bilakis o yörenin sosyal yaşantısını aşağılayan, tabuları alt üst eden sapıkç anlatımlar mevcuttur.Romanın bir bölümünde diyaloglar içinde birisi sorar, “Kars’ta ne yapıyordunuz.?” Karşıdaki nin cevabı şöyledir. ‘‘Şiir yazıyor ve … çekiyordum.” Böylesine ahlaki değerlerden yoksun ve basit anlatımlar yine bir başka kitapta “Yeni Hayat “ta şöyle anlatılmaktadır. … Adam Otele geldi, Hürriyet gazetesi’ndeki çıplak kadın resmine bakarak, o… çekti! …. 16 Eylül - Ekim 2006 Buyursun edebiyat eleştirmenleri, Nobel’in değerli jüri üyeleri. Orhan Pamuk’un Bulunduğu şehrin gizemli yaşamını anlatan ve böylelikle Nobel ödüllüne layık görülmenin tarif edilmez belagatını. Bütün bu rahatsızlıklar ve objektif değerlendirme çabalarımızla baktıkça olumlu bir nokta bulamadık. Orhan Pamuk hakkında olumlu yazanların arasında yer alan veaynı zamanda akrabası olduğunu öğrendiğimiz Hürriyet gazetesi yazarı, edebiyat eleştirmeni Doğan Hızlan’a gönderdiğimiz ancak herhangi bir yorum veya yanıt alamadığımız mektubu aşağıda sunuyoruz. Sayın Doğan HIZLAN Hürriyet Gazetesi Köşe Yazarı 16 Ekim 2006 tarihli gazetenizde “Edebiyat tarihine kalacak tek cümle” konu başlıklı yazınızı her yazınız gibi özenle okudum. Yazınızda Nobel edebiyat ödülü verilen Orhan Pamuk için şöyle diyorsunuz. ”Sevgili Orhan’ın bir gerçeğe daha alışmasını hatırlatırım,büyük yazarlar sadece yazdıklarıyla değil, söyledikleriyle de kuşatılmış bir hayat yaşarlar.Yazdıklarının ve söylediklerinin hesabı sorulur. Bunu da olağan karşılıyorum ve şaşırmıyorum.Orhan Pamuk romanlarında; ne Ermeni meselesine, nede Kürt meselesine dair tek kelime yazmamıştır.” Siz öyle söyleyin sayın Hızlan, buraya kadar tamamda; sözlü demeçlerinin hiç mi harbiyesi yok.Eleştiri yazılarını üst üste koysak tüm romanlarının on katı olan ve siyasal bir organizasyon içinde değerlendirilen çıkışlarına ne demeli. Yada romanlarında eleştirdiği kutsal değerlerimiz üzerine yazdıkları neyin nesidir. Aşağıdaki tespitlerimizle daha ne yazılmalıydı ki. Bu ünlü romanda ulusal değerlerimiz nasıl zedelenmektedir alıntıları aşağıda birlikte okuyacağız. Kars’ın tarihini ve değerlerini iyi bilen bir Karslıları ve Karslı olarak Türk milletini yaralayacak şekilde ustaca işlenen, ancak, maksatlı ve kötü bir ifade ile tasvir edilen bu romanda, Orhan Pamuk’un İstanbul gibi içinde yaşamadığı ve tanımadığı Kars’ta gazeteciyim diyerek dolaşması sırasında çok iyi bildiği (!)“mistik havayı” üstün bir özellik olarak yakalayan ve ödül almasında ana ilke olarak ifade edilen gizemli anlatım Kar romanında da vardır. Uzun anlatım bozuklukları, kötü tanımlarla dolu sayfalarda işlenen yegane tema Ermenicilik veya Ermeni izleri olmuştur. Okuyacağımız mısralarda, Türk Devletinin ve insanının, Türk polisinin,Türk Paşalarının dahası Karslıların hiç- AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ te layık olmadıkları tanımlamalar, aşağılamalar “büyük yazarları sorumlu tutacak kadar” önem arz eden bir mizansen içinde anlatılmaktadır. Doğrusu sizin gibi değerli bir edebiyat adamının aşağıdaki tespitler konusunda ne diyeceğini merak etmekteyiz. Zengin bir Ermeni’nin kırk odalı konağı.(s.17) ..bin yıl önce diktikleri kiliselerin bazıları hala haşmetiyle duran Ermenilerin…(s.25) Türkiye’nin Ermeniler ile bitip tükenmez kavgaları… (s.30) Şehri alçakgönüllü bir uygarlık merkezine çeviren Ermeniler...(s.134) …bir zamanlar yoksul ve hulyalı Ermeni kızlarının Moskova’dan gelen tiyatro guruplarını seyrettikleri..(s.158) Kirkor Çizmeciyan’ın tiyatro seyrettiği locanın duvarına isabet eden kurşunun izi..(s.161) Ermeni demir kapı..(s.169) ustalarının yeteneğini gösteren Kars’taki ve Anadolu’daki milyonlarca Ermeni’nin bu gün nerede olduğunu..(s.279) ..artık unutmamız gereken Ermeni katliamı iddialarının canlandırılmaya çalışıldığı bugünlerde..(s.279) … üç tane mektup yazdım.Hiç birini postalayamadım. Utandığım için değil. Postaneden açıp okuyacakları için,Karsın yarısı sivil polistir çünkü..(s.138) Kars kahvehanelerinde pinekleyen çeşitli istihbarat görevlileri…(s.208) Alman polisi çalışır.(s.253) Türk polisine benzemez. İyi …Artık dünyanın zalim milletlere tahammülü yok.(!) (s.276) o bütün Türk milletini aptal bulduğunu gözlerimizin içine bakarak söylemişti.(s.276) ..Cumhuriyetin batılılaşma heyecanına uygun düştüğü için ilkin benimsemişler. Karslılar Rusların açtığı beş caddeye askerden başka büyük bilmedikleri için Kars tarihindeki beş paşanın adını vermişlerdi.(s.26) Ve daha nice satırlarla 40 yıllık Rus işgalini kutsayarak anlatmanın ve Ermeni nostaljisini mistik bir kültür armonisi içinde vermenin gizemli anlatımı ne kadar gerçekçi olabilir. Taktirlerinize sunuyorum... 17 Eylül - Ekim 2006 Makale AZERBAYCAN PETROL GELİRLERİ NASIL KULLANILACAK 13 Ramil HÜSEYN Temmuz 2006 tarihinde Ceyhan’da BaküTiflis-Ceyhan boru hattının açılış töreni düzenlendi. İşte bununla Azerbaycan petrolünün dünya piyasasına çıkışı ile ilgili engeller ortadan kaldırılmış oldu. Toplam uzunluğu 1768 km bulunan (443 km Azerbaycan’da; 249 km Gürcistan’da; 1076 km Türkiye’de) boru hattının inşaatı 4 milyar ABD dolarına malolmuştur. Bunun yalnızca inşaat işlerine harcanan para olduğunu göz önünde bulundurmalıyız, boru hattının petrolle doldurulması, mali masraflar ve banka faizleninin ödenmesi bunun dışındadır. Boru hattıyla her gün 1 milyon barel petrol akıtılacaktır. Şu anda boru hattıyla 400 bir barelden fazla petrol akıtılmakta. 2008 yılında bu rakam 1 milyon barrele ulaşacaktır. şı, diğer taraftan da dünya piyasasında petrol fiyatlarının hızlı yükselişi ülkede makro ekonomik göstergelerinin artışında önemli roloynamaktadır. Yalnız 2005 yılında petrol kontratlarından 790 milyon dolar kar elde edilmiştir. 2006’da ise Azerbaycan’ın petrolden 3 milyar dolar civarında kar elde edeceği tahmin edilir. 2006 yılında yabancı petrol şirketlerinin devlet bütçesine ödeyeceği kar vergisinin 450 milyon ABD doları tutarında olcağı bekleniyor. Bu rakamlar ülke ekonomisinde kes ir bir roloynayacak rakamlardır. Azerbaycan ekonomisinde yeni aşama sayılan bu tarihi olaydan sonra ülkenin karşısında duracak olan temel konu petrol gelirlerinin nasıl kullanılacağıdır. 1996 yılından başlayarak petrol çıkarılmasında dinamik artım gözlendiğinin altını çizmeliyiz. 1995 yılında Azerbaycan’da 9.2 milyon ton petrol üretimine karşın 2000 yılında 13.9 milyon ton, 2004 yılında 15.5 milyon ton petrol üretilmiştir. 2005 yılında ise bu rakam 1995 yılı ile oranla 2.4 defa artarak 22.2 milyon tona ulaşmıştır. Tahminlere göre, 2006 yılında Azerbaycan’da 30 milyon ton, 2007’de 46 milyon ton, 2008’de ise 61 milyon ton petrol üretimi beklenmektedir. Bir taraftan petrol üretiminin hızlı artı- Ama karşıdaki süre içerisinde Azerbaycan Cumhuriyeti elde etmiş olduğu petrol gelirlerini akkılıca ve verimli olarak kullanmayacak olursa yeni sorunlarla karşılaşabilir. AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Petrol üretiminin artışına paralel olarak Azerbaycan ekonomisine (ağırlıklı olarak petrol sektörüne) yatırılmış sermaye konusunda dahi artış gözlenmiştir. Çünkü yeni maden yatakları kullanıma sunulmayacağı takdirde 5-6 yıl sonra Azerbaycanda petrol üretimi azalacaktır. Demek ki bu süre içinde gayri petrol alanlarının toplam gelişimine, söz konusu alanlarda iş verimliliğininve rakabete dayanıklı ürünlerin üretilmesinin artışına, verimli ve devamlı iş yerlerinin oluşturulmasına ulaşılması hedef alınmalıdır. 18 Eylül - Ekim 2006 1995-2005 yıllarında Azerbaycan ekonomisine sermaye yatırımı (milyon dolar) Yıllar Genel Sermaye Yabancı Sermaye İç Sermaye 1995 544.0 375.1 168.9 1996 932.5 621.0 311.5 1997 1694.5 1307.5 387.2 1998 1932.2 1472.0 460.2 1999 1571,0 1090,2 480,0 2000 1470.0 955.0 515.0 2001 1562,1 1092.0 470,1 2002 2596.6 2034.9 561.7 2003 4326.4 3371 955.4 2004 5922.7 4575.5 1347.2 2005 6669.6 4444.3 2225.3 2005 yılında Azerbaycan Cumhuriyeti ihracatının mal grupları üzerine bölünmesi (Genel İhracatın Özel Ağırlığı, Faizle) 1.5% 1.7% 4.5% 3.0% 1.3% 2.4% 1.6% Tablodan gödüğümüz üzere Azerbaycan Cumhuriyeti 2005 yılında mineral ürünler (petrol ürünleri) yüzde 76,8 oluşturmuştur ki, bu da norınal sayılmaz. O zaman ne yapılması gerekiyor? 1. 2. 3. 4. 5. 6. 7. 8. 9. 10. Mineral ürünler Kara, hava ve su ulaşım araçları Bitkisel ürünler Kimya sanayi ürünleri Aşağı değerli madenler Polimer malzemeler Yağlar Hazır gıda ürünleri Dokumacılık malzeme ve ürünleri Diğer ürünler - %76,8 %6,3 %4,5 %3 %2,4 %1,7 %1,6 %1,5 %1,3 %0,9 Ülkenin gayri petrol sektöründe potansiyel gelişim imkanlarının mevcut1uğunu göz önünde bulundurmalıyız. Biz bu imkanların daha fazla tarım alanında gerçekleştirilebileceğini varsayıyoruz. Yüzölçümü 86,6 bin km kare, nüfusu 8 milyon 265,7 bin (%51,0 kent nüfusu, %49,0 köy nüfusu) bulunan Azerbaycan Cumhuriyeti (Dünya çapında yüzölçümüne göre 44., nüfus sayısına göre ise 42. yerdedir) edinecek olduğu petrol gelirlirini verimli şekilde kullanmakla hem tarım alanın geliştirebilir. Hem de devamlı ekonomik gelişime ulaşabilir. Bilirkişi araştırmalarına göre, yakın 20 yılda Devlet Petrol Fonuna aşağı yukarı 200 milyar dolar para girecektir. Petrol gelirlerinin bir kısmının ülkede tarım alanının gelişimine 0.9% 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 6.3% 76.8% AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ 19 Eylül - Ekim 2006 yönlendirilmesi yakın gelecekte Azerbayca’nın gelişiminde önemli iz bırakacağı olanağı oldukça yüksektir. Yani petrol gelirlerinin geniş çapta kullanımı zamanı tarım alanı gelişim planlarının Azerbaycan Cumhuriyetinde orta ve uzun vadeli ekonomik gelişim stratejisinin ve buna uygun programların hazırlanması gerekir. Köylerde devlet mülkiyetinin özelleştirilmesi, tarım söktöründe çok sayıda mal üreticilerinin ortaya çıkması tarım ürünleri üretiminde kısmen istikrar sağladı. Öyle ki, 1992 - 1995 yıllarında tarım alanında toplam ürün üretimi her yılortalama %12 azaldığı halde, 1996 yılından başlayarak (1997 hariç) daim artmakta devam etmiştir. Bu adım bir taftan ülkenin gıda güvenliği programının başarıyla gerçekleştirilmesi demekse, diğer taraftan da gelecekte ülke ekonomisinin petrolle direkt bağlantısı bulunmayan diğer alanlarının da paralel olarak gelişimi demektir. Son 5 yılda tarım ürünlerinin hacim ve yapı dinamiğinin tahlili gelişimin göstergesidir. Azerbaycan ekonomisinin durumunu anlatan Tİü (Toplam İç Ürün) 2005 yılında 2004 yılına oranlı fiyatlarla %26,4 artarak 59,4 trilyon manata (12,6 milyar dolar) ulaşmıştır. 2005 yılında kişi başına 7,2 milyar manatlık veya 1518 ABD doları hacminde, yahut 2004 yıldakinden %25,1 fazla ürün üretilmiştir. Bu rakamla Azerbaycan BDB ülkeleri arasında 2004 yılında 8. sırada olduğu halde 2005 yılında 4. sıraya yükselmiştir. Azerbaycan Cumhuriyeti topraklarının %52,3’nün tarıma yararlı olduğunu bilmekte fayda vardır. Tarıma yararlı alanların 1630,8 bin dönümünü, yani %36,0’ni ekim yerleri oluşturur ki, bunun da 1102,0 bin dönümü veya %67,6’ı sulanan topraklardır. Şu anda ülkede tarım ve orman alanlarında çalışanlar genelolarak çalışanların %40,0’dır. Azerbaycan Cumhuriyeti nüfusunun büyük bir kısmı (%49’u)köy nüfusu olmasından dolayı onları genel olarak köy işleriyle uğraşmaktadırlar. İşte bu yüzden tarım sektörü ülkede yalnız sosyal ekonomik ilişkiler sistemi Vg yaşam standardını direkt olarak etkileyen faktör değil, aynı zamanda ülke içi işletme yapılarını ve vatandaşların yaşam biçimini belirleyen gerçeklik olarak nitelendirilir. Son on yılda tarım sektöründe üretim ve altyapının karakterini etkileyen birtakım değişim fonunda kendisini daha fazla gösteriyor. Azerbaycan Cumhuriyetinin bağımsızlığının ilk yıllarında diğer ekonomik alanlarda olduğu gibi, tarım tarım alanında da gerileme olmuş, tarım ürünlerinin aşağı-yukarı tamamının üretimi kesin olarak azalmış, sözkonusu ürünlerin üretimini yapan sanayi müesseseleri durmuş veya üretimi kısıtlamak zorunda kalmıştı. Mesela, 1990 yılına oranla 1995 yılında ham pamuk üretimi naturel ifadede - 2,0 kez, tütün4,5 kez, sebze - 2,0 kez, tahıl bitkileri - 1,5 kez, üzüm - 3,9 kez, meyve 1,1 kez, çay yaprağı - 3,3 kez, büyükbaş hayvanlar - 1,1 kez,küçükbaş hayvanlar - 1,2 kez, domuzlar - 5,2 kez, kuşlar - 2,2 kez, et üretimi - 2,1 kez, süt - 1,2 kez, yumurta 2,2 kez, yün - 1,2 kez, koza - 4,5 kez, genelolarak kiyası değerlendirmeler yapacak olursak bitkisel ürünler - 1,5 kez, hayvansal ürünler ise - 1,6 kez azalmıştı. AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ TİÜ’nin oluşumunda petrol söktörünün payı 2004 yılındaki %31,3’den o/041,3’deki yükselmiş ve bu sektörde gerçek artış %70 olmuştur. Gayri devlet sektörünün özel ağırlığı ise %73’den %76’a ulaşmıştır. Son 10 yılda (1996 yılında ilk kez ekonomik artış gözlenmiştir) TİÜ oranlı değerlendirmelerle 2,6 defa, son 5 yılda ise %90 artmıştır. Tarım ürünleri ile ilgili olarak 2005 yılında mısır da dahil 2,127 milyon ton tahıl, 1,083 milyon ton patates, 1,127 milyon ton sebze, 626 bin ton meyve, 364 bin ton bostan ürünleri, 197 bin ton pamuk, 80 bin ton üzüm, 7,1 bin ton tütün, 737 ton yeşil çay yaprağı, 263 bin ton et, 1,252 milyon ton süt, 875 milyon adet yumurta, 13,1 bin ton yün üretilmiştir. Genelolarak daha öncnki yıla oranla 2005 yılında tarım ürünlerinin hacmi yüzde 7,5 yükselmiştir. Ama ülkenin potansiyel imkanlarını göz önünde bulundurursak, gelişimin istediğimiz seviyede olmadığını söyleyebiliriz. İşte bundan dolayı Azerbaycan Cumhurniyeti agrar gelişim stratecisinin tekmilleştirilmesi ve aynı zamanda ülkede tarımın çokfonksyonlu proqramının (multifunctionality of agriculture) savunulması gerekmektedir. Tarım çokfonksyonlu proqramı çağdaş tarımla birlikte yalnız insanların gıda ve gayrı gıda ürünleri ile temini ile yetinmiyor, aynı zamanda servis, çevre korunması ve sözkonusu alan için geleneksel sayılamayan diğer fonksyonları da içerir. Bu hallere gelişmiş ülkelerin sosyal ekonomik pratiğinde rastlıyoruz. 20 Eylül - Ekim 2006 Tarihte Bugün... KAFKAS İSLÂM ORDUSU (1918) Timur SİLİ R esmi belgelerde “Kafkas İslâm Ordusu,” Anadolu halkı arasında ise “Turan Ordusu” olarak tanımlanan bu ordunun fikir babası Enver Paşa’dır (1). Nitekim, Rus esaretinden kurtulup Türkiye’ye geçen Avusturyalı bir yarbay, 29 Aralık 1917’de 6. Ordu Komutanı Halil Paşa ile görüşerek O’na Kafkasya’daki siyasi vaziyetin elverişli olduğunu söyleyince, Halil Paşa da O’nu Enver Paşa’yla görüşmesi için İstanbul’a göndermişti. Burada yapılan görüşmede Enver Paşa, Avusturyalı yarbayın verdiği bilgilerden son derece memnun kalmıştı (2). Enver Paşa, Kafkasya’daki bütün İslâm memleketlerinin durumunu yakından takip etmek ve onlara gereken yardımı temin etmek amacıyla, o sırada Trablusgarp’tan İstanbul’a izinli olarak gelen üvey kardeşi Nuri Bey (Killigil) ile yarbay Şevket Bey’i Dağıstan’a göndermeyi tasarladı. Aynı zamanda Azerbaycan’da bir kolordu teşkiline karar verdi (3). Esasen Enver Paşa, daha 1918 yılının başından itibaren Kafkasya’da güvendiği arkadaşlarının sevk ve idaresinde özel bir ordu kurulması için faaliyette bulunuyordu (4). Bununla birlikte Kafkasya’da kurulması düşünülen ordunun Bakü’ye cebri yürüyüşü öteden beri Kafkaslar’da gözü olan Alman ve İngilizlerin tepkisine yol açabilirdi. Bu nedenle “Azerbaycan merkezli” kurulacak olan bu orduya “Kafkas İslâm Ordusu” adı verildi. Bununla birlikte Azerbaycan’da Türk kuvvetlerinin bulunmadığı, aksine bu ülkede yerli ahali ve Türk unsurunun bir ordu teşkil ettiği izlenimi verilmek isteniyordu. Hatta başlangıçta bütünüyle Azeri milislerden teşekkül edecek bir ordunun kurulması dahi düşünülmüştü (5). Ancak bu fikrin gerçekleşmesinin zor ve zaman alacağı anlaşılmış ve Azerbaycan’la yapılan dostluk antlaşmasının 4. maddesi gereğince (4 Haziran 1918), bu ülkeye AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Türk birlikleri sevk edilmişti. Bu kuvvetler ileride kurulacak olan Kafkas İslâm Ordusu’nun çekirdeğini teşkil edecekti (6). Bu ordunun esas alt yapısını ise IX. Ordudan 5. Kafkas fırkası teşkil edecekti. Mevcudu 6 bin olan bu orduya kısa sürede 10-12 bin Azeri gönüllü de katıldı (7). Kafkas İslâm Ordusu kumandanı Nuri Paşa ve maiyetindeki heyet, çetin yol şartlarına rağmen yolculuğuna devam ederek 9 Mayıs 1918’de Tebriz’e vasıl oldu. Heyet birkaç gün burada ikâmet etmek zorunda kaldı. Zira, Urmiye Gölü civarında Türk ve Ermeni kuvvetleri çatışma noktasına gelmişlerdi (8). 21 Eylül - Ekim 2006 Ortalık biraz yatıştıktan sonra heyet, 20 Mayıs’ta Aras Nehri’ni sal ile geçerek Azerbaycan’ın Zengezur bölgesine ulaştı. Buraya ayak basar basmaz Nuri Paşa ve yanındakiler, Azeri Türklerinin sevinç gösterileri ile karşılandı (9). Nuri Paşa oradayken Ermenilerin Azeri Türklerine karşı giriştikleri mezalimin büyük boyutlara ulaştığına şahit oldu. Paşa, bu mezalimin önüne geçmek ve yerli ahaliden bir kuvvet meydana getirmek için emrindeki subaylardan bir kaçını bölgede bıraktı. Yüzbaşı Halil Bey’le üç Türk subayını Nahçıvan ve Ordubad bölgelerine gönderdi (10). 24 Mayıs 1918’de Yevlah’dan harekât eden heyet, 25 Mayıs 1918’de Gence’ye ulaştı (11). Nuri Paşa’nın Gence’ye gelişi buradaki soydaşlarımıza moral kaynağı oldu. Nitekim, Azeri Türkleri bu günü unutmamış ve Türk askerinin Gence’ye girişini “İmdat Gücü” veya “Kardeş Kömeği” şeklinde yad etmişlerdir. Ahmet Caferoğlu’da o anı vurgularken; “...Bu hadise Azeri Türklüğünün ebedi bir iftiharı, Türk birliğinin de başlangıcı ve temel taşıdır...” demektedir (12). Hatta Azeri Türk öğrencileri, gence sokaklarından geçerken hep bir ağızdan: “Salon (tren) gelir yan gelir, Genceli’ye şan verir Gence’nin civanları Bakü diye can verir” Şarkısını söylüyarlardı.(13) Kafkas İslâm Ordusu, kuruluşundan itibaren muhtelif yapı ya da teşkilât değişikliğine uğramıştır. Bu durumun başlıca nedeni değişen savaş şartlarıdır. Nitekim, Bakü’nün istirdatı için bu ordunun takviyesi ve yeniden teşkilâtlanması icap etmiştir. Eldeki mevcut kaynaklardan Kafkas İslâm Ordusu’nun ilk teşkilât yapısının şu şekilde olduğu anlaşılmaktadır (14): KAFKAS İSLAM ORDUSU AZERBAYCAN ORDUSU TÜMEN TÜMEN TÜMEN ALAY ALAY ALAY AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Azerbaycan’da ilk Kafkas İslâm Ordusu’nun teşkilinden sonra 3. ordunun yeniden yapılanması, 5. Kafkas Fırkasının Mürsel Paşa’nın uhdesine verilmesi ve Şark Ordular Grubu’nun Ferik Vehip Paşa’nın sevk ve idaresindeki oluşumu sonucu, Kafkas İslâm Ordusu’nun mevcudunda büyük artış gözlenmiştir (15). Türk Ordusu Azerbaycan’a geldiği andan itibaren kendilerini sıcak savaşın içinde buldular. Zira, Bolşevik – Taşnak müttefik kuvvetleri, Bakü’yü işgâl etmekle kalmamış, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü de tehdit ediyorlardı. Öte yandan Ermeni komutanı Antranik, Nahçıvan dolaylarındaki Azeri Türklerini katletmeye başlamıştı bile. Buna mukabil Kafkas İslâm Ordusu, Bakü’yü kurtarmak için şu muharebeleri yapmak zorunda kalmıştır (16): Gökçay (Göyçay) muharebesi, Salyan muharebesi, Aksu (Ağsu)ve Kürdemir, muharebeleri Şamahı ve Hacıkabul muharebeleri Ağustos 1918 tarihinden itibaren Bakü önlerinde Kafkas İslâm Ordusu ile Bolşevik – Taşnak birl leri arasında şiddetli çatışmalar cereyan etti (17). Bakü’nün kurtarılması uğrunda, Türk Ordusunun muh- 22 Eylül - Ekim 2006 telif cephelerde ve daha ziyade Bakü önlerinde verdiği mücadele 40. gününü doldurduğunda tarihler 14 Eylül 1918’i gösteriyordu Kafkas İslâm Ordusu da bu günü uğurlu saymış ve bütün hazırlıklarını ona göre yapmıştı (18). Nihayet 14 Eylül 1918 gece yarısı, 15. fırka hücuma geçti. Türk Taarruzuna daha fazla direnemeyen İngiliz birlikleri, Bakü şehrini terk etmek mecburiyetinde kaldılar. Böylece Bolşevik – Taşnak kuvvetleri, büyük bel bağladıkları İngilizlerin kaçmasıyla yalnız kaldılar. Artık Bakü’nün zaptı an meselesiydi (19). Nitekim 15 Eylül 1918’de Azerbaycan’ın pay-ı tahtı Bakü şehri tamamen Kafkas İslâm Ordusu’nun eline geçti. Bu olay üzerine Nuri Paşa, 5. Kafkas Fırkası Kumandanı Mürsel Bey’e gönderdiği kutlama telgrafında; şehrin istirdatı esnasında büyük gayret ve başarıları görülen bütün kıtaat ve efrada övgüler yağdırdıktan sonra savaşta yararlılıkları görülenlerin mükafatlandırılmasını istiyordu (20). saatlik şiddetli bir muharebeyi müteakip zapt edilmiştir...” (21). Vakit Gazetesi ise hadiseye daha ziyade “Türkçülük” nazarından yaklaşarak, haberi şu şekilde duyurmuştur: “Azerbaycan’daki ırkdaşlarımız tabii başkentleri olan Bakü üzerine yürüyerek daha önce Bolşeviklerin eline geçmiş olan Bakü’yü istirdat etmişlerdir. Bizim Azeri kardeşlerimizin başarılarına sevinmemizin sebebi; bu hükümete tesir ederek, fütuhatçı emeller beslemek değildir. Azerbaycan’daki vaziyetin bizi alakadar etmesinin sebebi ırkdaşlarımızın müstakil bir devlet tesis etmelerindendir (22)”. Yenigün Gazetesi; Azerbaycan kardeşlerimizin pay-ı tahtı olan Bakü’nün Türklerin eline geçmesinden dolayı duydukları memnuniyeti belirtikten sonra, “Allah’a şükürler olsun ki bu mübarek günde milli emelimizin yerine gelmiş olduğunu öğrendik.” Şeklinde haberi noktalamıştır (23) Bakü’nün zaptı haberini İstanbul da neşredilen gazetelerin hemen hepsi manşetten duyurdu. Bunlardan biri olan Sabah Gazetesi; “...Bakü evvelce yazdığımız veçhile 36 Ne yazık ki uğursuz Mondros Mütarekesi’nin (30 Ekim 1918) imzalanmasına müteakip, Kafkas İslâm Ordusu, Azerbaycan topraklarından ve Kafkasya’dan çekilmek zorunda kalmıştır. Kısa bir süre sonra da Azerbaycan toprakları bir kez daha Bolşeviklerin işgâline maruz kalacaktır (24). (1) (12) :Ahmet Caferoğlu, Azerbaycan, :Halil Paşa, Bitmeyen Savaş, Haz. Taylan Sorgun, İst.1972,s.219 (2) :Nasır Yüceer, 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı Ordusu’nun Azer baycan ve Kafkas Harekâtı, Ank.1996,s.42 (3) :1. Dünya Harbi’nde Türk Harbi-Kafkas Cephesi 3. Ordu Ha rekâtı III, Ank.1993,s.553. (4) :Hüsamettin Tukaç, Bir Neslin Dramı I, Ank.1966,s.144 (5) :Nasır Yüceer, a.g.e,s.48 (6) :Mehman Süleymanof, Kafkas İslâm Ordusu ve Azerbaycan, Bakü,1999,s.92. (7) :Akdest Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya, Ank.1990,s.531. (8) :ATASE, BDH, Koll, K.1,D.1-120;1-121 (9) :a.g.a. F.7-1 (10) :a.g.a. aynı yer (11) :İsmail Berkok, Büyük Harpte Şimali Kafkasya’daki Faaliyetlerimiz, 94 Sayılı Askeri Mecmuanın 44 sayılı tarih kısmı, İst. Askeri Matbaa, (1 Eylül 1934),s.8 AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ İst.1979,s.36 (13) : Mucip Kemalyeri, Çanakkale Ruhu Nasıl Doğdu Ve Azerbaycan Savaşı (1917-1918),İst.1972,s.5 (14) M.Süleymanof, a.g.e,s.118. (15) : a.g.e.,s.119-121 (16) : Nasır Yüceer, a.g.e.,s.101-102 (17) : ATASE BDH Koll. K. 5309 D. 51, F.72 (18) : M Süleymanof , a.g.e.,s.313-336 (19) : a.g.e.,s.348 (20) : a.g.e.,s.459 (21) : Sabah Gazetesi : (22 Eylül 1918),s.1 (22) : Vakit Gazetesi : (15 Ağustos 1918),s.1 (23) : Yenigün Gazetesi : (17 Eylül 1918),s.1 (24) : Fahri Belen, Türk Kurtuluş Savaşı, Ank.,1983,s.12 23 Eylül - Ekim 2006 15 Eylül 1915 Tarihli Kurtuluş Harekatını Yönlendiren Türk İslâm Ordusu Komutanları 4’üncü Ordu Komutanı Cemal Paşa 15’inci P. Tüm. Komutanı Kurmay Yrb. Süleyman İZZET AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ 24 Eylül - Ekim 2006 15 Eylül 1918 Tarihli Askeri Harekatın İstanbul Basınında Yankıları AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ 25 Eylül - Ekim 2006 Edebiyat-Sanat... ÖLÜM YILDÖNÜMÜNDE TÜRK DÜNYASI EDEBİYATINDA ÖNEMLİ BİR İSİM: Muhammed Hüseyin ŞEHRİYAR Selçuk ÖNAL T ürk dünyasının 20. yüzyılda yetiştirdiği ünlü şair ve düşünce adamı Muhammet ŞEHRİYAR 1906 yılında buram buram Türk kültürü kokan tarihi Tebriz kentinde doğdu. O tarihlerde herkes gibi medrese eğitimi alan Şehriyar daha çocuk yaşlarında iken edebiyata eğilimi olarak dikkat çekti. Dar-ul Fünun eğitiminden sonra tıp eğitimine devam ettiyse de son sınıfa geldiğinde bıraktı. Ana dili olan Azerbaycan Türkçe’sinin yanı sıra Farsça, Arapça ve Fransızca dillerini iyi bilmesi onun edebi yönden kendini yetiştirmesinde etkili oldu. Genç yaşlarında oluduğu Şeyh Sadi’nin Gülistan ve Nisab-us Subyan ve Edvab-ül Cinan gibi ünlü eserleri okudu. Özellikle bu yıllarda Şeyh Sadi’den çok etkilendi. Romantik bir üslupla kaleme aldığı manzum şiirden bir kısmını birlikte okuyalım: Sen gül bahçesine gelince gül harap olur. Yusuf ’un kıymeti düşer sen pazara gidince Sen dama çıkınca ay bulutun arkasına gizlenir. Gül değerden düşer sen gül bahçesine gelince. Şehriyar’ın yetiştiği sosyal çevre, tabiat zenginliği, yaşam biçimi onda ileri tarihlerde yer ederek şiirlerine konu olur. Yaşadığı Tebriz yakınlarında ki Haydar Baba dağından etkilenmesi onu abideleştiren manzum eserini meydana getirmesini, annesinden ana diliyle yazması konusunda, Azerbaycan Türkçe’sinin sihrinde kendini bulur. Genç yaşlardan itibaren kendini şiir dünyasının zenginliğinde bulan Şehriyar çağdaş Azerbaycan şairleri ara- AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ sında çok önemli yere sahip iken, İran edebiyatının neo-klasikleri arasında haklı konuma sahiptir. İran’ın ünlü edebiyatçıları olan Katran, Şems, Haman ve Sadi Tebrizi gibi ünlüler sırasında anılır. O yazdığı eserleriyle edebiyat toplantılarının öncelikleri arasında yeri alan bir şair olur. Şiirleri bestelere ve ressamların tuvallerine konu olarak giren bir sanatçıdır. 1918 tarihli Milli Azerbaycan Cumhuriyeti’nin manevi etkisiyle biçimlenen yeni bir şiir türünün de öncüsü olur. Bir şiirinde duygularını şöyle ifade eder. … Nefesim yalnız İran’da fırtına koparmadı. Gör ki Türkiye ve Kuzey Azerbaycan’da Ne gürültü kopardı. Görülüyor ki Şehriyar Fars edebiyatına yeni bir soluk getirmiş bir ustadır. Özellikle gazel kalıbında kalmakla birlikte Fransız , Türk ve Kuzey Azerbaycan şiirine ilgisi 19.yy. romantikleriyle iç içe zengin bir şiir dünyasında bulur kendini. Şehriyar’ın gençlik yıllarında annesi Kukeb Hanım’dan aldığı nasihat la Eserlerini Ana dili olan Türkçe ile yazması Türk dünyasında bugün aldığı haklı yeriyle değerlendirilmektedir. Edebiyatta bir şaheser olarak bilinen Haydar Baba adlı manzumesi ile bayraklaşan Şehriyar dini inançlarıyla donanımlı bir entelektüeldir aynı zamanda. Şehriyar’ın annesinden aldığı nasihat ile etkilenmesi onun en önemli şiiri olan Haydar Baba’yı yaratmasını sağlar. Haydar Baba şiirini yazma yolunda ki anıyı Güney Azerbaycanlı gazeteci Ahmed Azer’in anlatımından orijinal lehçe ile sunacağız. “ Bir gün büyük şairi görmek 26 Eylül - Ekim 2006 için evine gittim. Bana yeni yazdığı bir şiiri okudu. Ona dedim ki ; -üstad siz şeire başlayanda mektup kimi yazıp kutarırsınız. Üstad gülüp dedi, yok men kiçik idim teze şeir yazırdım. Bir şeire başladım, amma başa çattıra bilmedim. Sonra kalanını cavanlıkta yazdım. Yenede şeirin ardı gelmeyip galdı. Kalanını kocalıkta kutardım. Her şair eser yazanda üzerinde çok çalışır sonrada kutarır eser olur. Bir daha sual edip soruştum; -Üstad sizde şeir yazma gabiliyeti nece yaranır. Bu vaht o bir papıroz yandırıp derinden bir nefes çekti. Ve bir hoş ehval ile göysünü öttürüp söze başladı; O bele dedi : -Mene şeir alemi anamdan bir irsdir. Anam savatsız bir gadın idi. Amma onun sinesinde bayatılar, laylalar, mahnılar şeirler var idi. Bunların hamısını özünden deyer idi. Eğer savadı olsay dı yakin bir gudretli şaire olurdu. Yenede soruştum, -Üstad siz evvelce Farsça şeir yazmağa başlamıssınız, nece oldu ki sonra Ana dilinde “HEYDER BABAYA SALAM” vesair eserler yarattınız. Söz bu yere geldikte, o yene bir nefes papirostan çekip dedi: -Tahranda olan illerde anam meni görmek iç ün Tahrana geldi. Bir gün evde çay demlemek içün samavarın yanına oturmuş idi. Mende ne ise yazırdım ev sakinlik idi. Bu vaht anam köksünü ötürüp bir ah..çekti. Anamın ahı meni hayaldan ayırdı. Başımı galdırıp anama baktım ve soruştum, -ana ne üçün bele ah çektin. Yagin atam , yohsa Tebriz yadına tüşdü O ara sesle dedi : yoh oğul ele bele. Mende birez sonra yorulup gelem defteri kenara goydum. Anam bunu görende iki istekan çak töküp birini mene verdi. İç oğul teze çaydı dedi. Çay elimde bir daha soruştum. Ana de görüm o çektiğin ah neydi. O heç ne demedin menalı bahışlarla üzüme baktı. Ne deyim oğul. Men bunan razılaşmayıp birde sordum. O dedi: Sen kiçiklikten bu güne geder çohlu şeirler yazıp düzeltmisen amma men senin bu yazdıklarınnan heç birini annamıram. Bu arada onun sözünü kesip dedim. -Ana icaze ver, bu teze yazdığım şeiri senin çün okuyum. Şeir Fars dilindeyidi. Çayı yere goyup okudum anam heç ne demeden dikketle gulak asırdı, şeiri okuyup kutardım, sonra başımı galdırıp dedim, nece di ana ? Anam bir söz demeden başını galdırıp ciddi ve menalı bakışlarla bir söz demeden öz narazılığını bildirdi. Onun bu soyuk hereketi meni narahat etti. O dodaklarında soyuk bir tebessümle bele dedi: “Oğlum de görüm bir evlad ilk defa kimi tanıyar?” dedim ananı. AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Bu sözden onun simasında bir bir sevinç hissi duydum. O dedi menim sene öğrettiğim sözler, bayatılar yadında dı mı ? dedim isteyirsen ohuyum. Men anamın evde iş görende zümzüme ettiği vahtlar ohuduğu bayatılardan , yadımda galan şeirlerden bir neçesini ohudum. Bu halda gördüm ki anam gözlerini bir nöktede durdurup fikire gedip, gözlerindeki yaş gullelenip, anamın bu halını gördükte menim halım değişti. Üreğimde ona olan sonsuz mehebbetim coşdu. Bilmedim ne söylüyem ki onu haldan ayıram. Men bu halda iken gördüm ki; anam başını galdırıp üstündeki örpeğinin ucu ile gözderini sildi ve ‘‘oğlum senin yazdığın Fers dilinde gözel şeirdi, menim sene okuduğum laylalar, bayatılar be hanı? Hansı senin üreğinde olabiler’’. Dedim ana senin üreğ açan bayatıların çok gözeldi. Menede ilham veren onlardı. O dedi : - Bes bilirsen mi bu ihmalın sirri nede di? Anamın bu sözleri sonra ana dilimde, anam hegginde ve bu barede eser yazmama neden oldu. Bu menim ana dilimde ilk eserim oldu. Sonraları çok yazdığım ama Tahran da başıma gelen ehvalatlar narahatlıklar içinde bu yazdıklarım tıpatıp battı. Çok sonraları Heyder Baba ve ana dilinde şeir yazmağa devam ettim.” diye anlattı. 18 Eylül 1988 yılında Tahran’da hayata veda eden ünlü şair Şehriyar’ı ölüm yıldönümünde rahmetle anarken onun en ünlü eseri olan şiirinden bir bölümünü okuyalım; “HEYDER BABA” ... Heyderbaba, kehliklerin uçanda, Kol dibinnen dovşan kalhıb, gaçanda, Bahçaların çiçeklenib açanda, Bizden de bir mümkün olsa, yad ele, Açılmayan ürekleri şad ele. Bayram yeli çardahları yıhanda, Novruz gülü, kar çiçeği çıhanda, Ağ bulutlar köyneklerin sıhanda, Bizden de bir yad eyleyen sağ olsun, Derdlerimiz goy dikelsin dağ olsun. Heyderbaba, gün dalıvı dağlasın Üzün gülsün, bulakların ağlasın Uşakların bir deste gül bağlasın, Yel gelende ver getirsin bu yana Belke menim yatmış behtim oyana, Heyderbaba, senin üzün ağ olsun, Dört bir yanın bulak olsun, bağ olsun, Bizden sonra senin başın sağ olsun, Dünya kazov-geder, ölüm-itimdi, Dünya boyu oğulsuzdu, yetimdi. ... 27 Eylül - Ekim 2006 Bir Türk Eli... SAHA TÜRKLERİ’NİN ELMAS YURDU YAKUTİSTAN* Prof.Dr. Orhan KURAL Y akutistan’ın yüz ölçümü neredeyse Türkiye’nin 4 katı kadar: 3 milyon 103 kilometre kare. Ama, %50’sini Rusların oluşturduğu nüfusu sadece 1 milyon bu yüzden “ıssız ülke” de denilir Yakutistan’a. Başkentin nüfusu ise 200 bin hala orta büyüklükteki bir Anadolu kenti görür Yakutsk: Çökmüş oyma süslü ahşap binalar, kütük evler, sütunlar üzerine oturtulmuş beton yapılar, bozuk yollar, bozuk caddeler boyunca uzanan çirkin bir doğal gaz boru hattı , eski araçlar. Ancak 1997 yılından sonra 2006 yılında tekrar aynı kenti ziyaret ettiğimde epey bir farklılık gözüme çarptı. Global ve popüler kültür dişlerini gösteriyor. Zaten bu değişikliği turizm ve çalışma bakanı ile yaptığım basın AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ toplantısında da açıkladım. Artık gece gençler ellerinde birer bira şişesi ve sigara ile jiplerin yanında sohbet ediyorlar. Disko ile fastfood ve lüks lokantalar dolup taşıyor. Kumarhaneler açılmış. İstanbul’daki Soğukçeşme Sokağı örneğindeki gibi bir sokaktaki tahta evler tek tek restore ediliyor. Modern alışveriş merkezleri açılmış. Ama size “hoş” geleceğine inandığım bir bilgi vermeliyim hemen: Bu ülkede tam 700 bin göl var! insan sayısından fazla nehir ve göl bulunmakta. Hangisinin ya da hangilerinin kıyısında düşüncelere dalmak istersiniz bilemem. Ama eğer yolunuz buralara düşerse, aklınızda bulunsun. 28 Eylül - Ekim 2006 Yakutistan, yeraltı kaynakları açısından da zengin bir ülke. Neredeyse periyodik cetveldeki her metal var burada. Söylenceye göre tanrı yeraltı kaynaklarını yeryüzüne dağıtırken Yakutistan üstüne geldiğinde eli donmuş ve hepsini birden düşürmüş. Elmas, altın, kurşun, kalay, mika, petrol, doğalgaz çıkartılıyor bu ülkenin topraklarından. Ancak, bu madenlerin işletme hakkı Ruslar’ın elinde. Bu yüzden Yakutistan’ın madenlerin gelirinden yararlanma oranı düşük, doğal olarak. Elmasın ancak %20’sini Yakutlar’a veriyorlar. Onlar ise hisseyi %40’a çıkartmak istiyorlar. Yakutistan’da, yazın ortalama hava sıcaklığı 28-30 derece. Kışın ise (sıkı durun) -70 dereceye kadar düşebiliyor! Ayrıca, her zaman sis var. Kış aylarında her yer kar altında kalıyor, tüm ırmak ve göller donuyor. Başkent bile yaza kadar 1-2 metrelik kar örtüsünün altında kalıyor. Toprağın altı da sürekli buz halinde olduğu için, tarıma uygun değil. Zamanla sert iklim şartlarına uyum sağlayan kısa bacaklı Yakut atları, yeri eşeleyerek otlarını kendileri buluyorlarmış. “Madem bu kadar soğuk, ısıtma sorununu nasıl çözmüşler?” diye bir soru gelebilir aklınıza. Doğal gaz, yaygın olarak kullanılıyor Yakutistan’da. Ama, doğal gaz boruları, buzlanma nedeniyle, yerin altından değil de sütunlar üzerine kurulmuş binaların altından geçiyor; yani her türlü tehlikeye açık! ırmağı kıyılarına yerleşmişler. Bazı araştırmacılar, Sahaların Moğol ve Cengiz Han’ın baskısı ve zulmüne dayanamayarak, XIII. yüzyılda ana kitleden ayrılarak göç ettiklerini belirtiyorlar. Sahaların büyük çoğunluğunun X. ve XII. yüzyıllar arasında yani ortalama 900 yıl önce kuzeye göç ettiği, atalarının ise Baykal Gölü civarında yaşamış “Üç Kurıkanlar” olduğu da ileri sürülüyor. Sahalar, Hun-Türk dünyasını oluşturan halkların en kuzey doğusunda yaşayan grubu oluşturuyorlar. Mevcut kültürlerden ve teknolojiden uzun süre uzak olmaları, Sahaların, eski Türk dili, dini ve kültürünün birçok unsurunu çağımıza kadar yaşatmalarını sağlamış. Ana kitleden çok eski zamanlarda ayrıldıkları için, günümüzdeki Saha Türkleri’nin dilinde ve folklorunda, eski Türk dili ve folklorunun birçok özelliği ve örneği bulunuyor. Yakutistan, 1632’de Çar Rusya’sına bağlanmış. Her boyun kendine has damga, bayrak, parola ve kuşu varmış. Boy reisine “toyun” deniliyordu. Başlıca uğraşları, avcılık, balıkçılık ve hayvancılıktı. At yetiştirmekle ustaydılar, ayrıca da becerikli madenciydiler. Atları -60 (‘da bile dışarıda kalabiliyordu. 1922 yılında da, Sovyetler Birliği’ne bağlı “Yakut Özerk Cumhuriyeti” kurulmuş. Sahalar, 1917 yılından itibaren, Semen Novgorodov’un Latin alfabesini kullanmaya başlamışlar. Latin alfabesi ancak 22 yıl kullanılmış. 1939’dan sonra ise mecburen Kiril alfabesinin kullanımına geçilmiş. Kentteki eski ahşap evler artık oturulamayacak durumda. Yeni evler ise, belirttiğim gibi, hep beton sütunlar üstünde. Ama bence bu çimento yığınları çok çirkinler. Ahşap evlerin zarafeti nerede, beton yığınları nerede! Sahalar, kullandıkları dile “Saha tıla” (Saha dili) diyorlar. Saha dili konusunda en kapsamlı araştırmayı Eduard Karloviç Pekarskiy yapmış. Pekarskiy, hazırladığı “Saha Dili Sözlüğü”ne, toplam 25 bin kelime almış. 1907-1930 yılları arasında, 13 cilt olarak basılan bu sözlükte, kelimelerin anlamlarının yanı sıra, sözlü gelenekte yaşayan folklora ait pek çok unsura da yer verilmiş. Atatürkümüz de Saha Türkleri’nin dili ile ilgilenmiş ve bu 13 ciltlik sözlük, isteği üzerine 1937 yılında kendisine hediye edilmiş. Atatürkümüz de güzel Türkçemizi hazırlarken bu sözlükten çok istifade etmiş. Bizde onlar gibi sayıyoruz. Bir, iki, üç, dört ... Kenti gezerken, Yakutistan halkının kökleri nerelere uzanıyor, sorusunu soruyorum kendi kendime. İnsan yeter ki sorsun, öğrenmek istediğine her zaman ulaşabiliyor bir şekilde. İşte Yakut Türkleri hakkında benim ulaşabildiklerim: Yakut Türkleri kendilerine “Saha” adını vermişler. Sibirya’nın egemen topluluğu olan Sahalar, Orta Asya’dan, yaklaşık 900 yıl önce, kitle halinde ayrılıp Lena Yakutistan, uzak ve soğuk bir yer olması nedeniyle, Çarlık Rusya’sı zamanında sürgün yeri olarak tercih edilmiş. Tabii Ruslar bu bölgedeki Rus nüfusunu arttırmak istediklerinden hep göçü de teşvik etmişler. “Parmaklıksız Sürgün” adı veriliyormuş bu sürgünlere. 1917 Ekim Devrimi’nden sonra da devam etmiş sürülmeler. Çar ailesinden genç bir prensin ölümüne neden oldukları Başkent Yakutsk, 1632’de Lena Irmağı’nın kıyısına ulaşan birkaç maceraperest Rus tarafından, Rusya’ya yeni yerleşim birimleri kazandırmak amacıyla kurulmuş. Lena ırmağı, bu bölgenin can damarı. Yazın, ulaşım ve taşımacılık için büyük bir fırsat sağlıyor. Kışın ise, tamamen donunca, ırmak üzerinde hazırlanan bir ‘buz yol’ aracılığıyla ulaşım sağlanıyor. AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ 29 Eylül - Ekim 2006 için sadece Volga kıyısındaki bir kasabadan 3 bin kişi öldürülmüş. Tabii ki, sürgünlerin birçok olumsuz yanı var. Ama, Saha Türkleri’nin kültürlerinin araştırılması ve değerlendirilmesi çalışmalarını doğurmuş olması gibi olumlu sonuçları da olmuş. Bakın, Sofronov “Ana Yurt” adlı şiirinin dizelerinde nasıl anlatıyor ülkesini: Ölen adamın toprağın altında yatışı gibi Doğduğum anayurdum Kalın karla kaplanmış Sessiz yatar Hızlı akan Irmağım Kocaman buzla engellenir Çözülmez; yüklenir; ayakta durur Kara ormanım Kalın bir şapkayla kaplanır; Ayakta durur Dumanlı çadırda Şiddetli ayazızın boğduğu Çaresiz insanım Büzülüp yatar Lena nehri yaşamın kendisidir. Baykal Gölü’nden doğup 4400 kilometre sonra Kuzey Buz Denizi’ne dökülen dünyanın en uzun on birinci nehri Lena, yılda 540 kilometre küp suyu denize akıtır. Lena ve kolları tam 50 bin kilometre kare alanı kaplar. Başka özellikleri de var bu suyun! Bir defa bin yıldır hep aynı yolu çizmektedir. Üzerinde herhangi baraj veya bir elektrik santrali yapılmamıştır, böylece ekoloji dünyanın bu bölgesinde korunmaktadır. Altmış yedi milyon yaşında olan Lena’nın suyu hala içilebilir ve kendisi dünyanın en temiz nehridir. Genişliği bazen 40 kilometre ulaşır ve bu özelliği ile Guinness dünya rekorları kitabına girmiştir. “halklar” için önemli bir ibadet yeri olmuş ve ölülerini bu kırmızı dağlara gömmüşler. Rusya’da olduğu gibi, bu kentte de, insanlar sık sık saati soruyorlar. Çoğunda, kol saati yok. İnsan, ister istemez kıskanıyor. Zamana ve saate bu kadar bağımlı yaşayan ve her dakikası programlanmış bir insan olarak, bir yerlere yetişme stresi ve endişesi taşımadan yaşamanın ne kadar güzel olabileceğini düşünüyorum. Bir de aklıma Borges geliyor. Hani, ne için yazdığını soranlara, “Zamanın akışını yumuşatmak için yazıyorum.” demişti ya; bu büyük yazar, Yakutistan’da yaşamış olsa ne derdi, kim bilir? Yakutistan’da “soğuk” her şeye hakimdir. Rüzgarın “kral” olup güneşin ancak zaman zaman müdahale ettiği, genellikle güneş amcanın uzaktan olayları seyrettiği bir ülke burası. Yazın ise bu coğrafyada güneş batmaz. Bulutların üstünde kızıl, mavi mor dalgalar yayarak uzun süre direnir. Gece henüz siyah giysilere bürünmeden tekrar mavi, sarı ve kızıl kıyafetlerle Yakut semalarında tekrar yükselmeye başlar. * Makale ‘‘Gezgin’’ adlı dergiden alınmıştır. Lena Nehri kışın 210 günü donar. Üzerinde açılan yoldan trafik işler. Bu caddeye “Yakut asfaltı” derler. Lena Nehri 240 bin ufak-büyük su ile buluşur. Lena canlıdır. Onunla konuşulur. Ona ricalarda bulunulur. O da bu gelen istekleri dinler, değerlendirir. Kaptanlar Lena’yı memnun etmek için sık sık ona hediyeler atarlar. Başkent Yakutzt’un 200 kilometre güneyinde Lena Nehri boyunca 80 kilometre uzanan 2,3 milyon yıl önce kırmızı kum taşından tektonik olaylar sonucu oluşmuş dik kolonlar zaman içinde sertleşiyor ve yükseklikleri 200 metreye ulaşıyor. Bunlara Lena Sütunları deniliyor. Lena ile Buotama Nehri arasında kalan alan bugün milli park ilan edilmiş ve korunuyor. Elbette bu etkileyici jeolojik formasyonlar bu bölgede yaşamlarını sürdüren Şaman AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ 30 Eylül - Ekim 2006 Bir kitap bir insan... Iğdırlı Araştırmacı ve Eğitimci Nizamettin ONK’un uzun emek verdiği Kafkasya’dan Anadolu’ya ‘‘IĞDIR TARİHİ’’adlı eseri Türk Dünyası Araştırması Vakfı tarafından yayımlandı. Yazarın Kendi kaleminden ön sözünü yayınlıyoruz. toplamayı sürdürdük. Uzak tarihi kitap, gazete, dergi sayfalarında ararken tarih olmuş eserleri de yerinde görmeyi ihmal etmedik. Olayları yaşayanları dinledik ... Zor işin içindeydi. Anlatanlar heyecanlarına duyduklarını katıyorlardı. Daima gerçeğin aydınlanmasına dikkat ettik. Acele etmeden bir ömrün yarım yüzyılını verdik... T arihte büyük devletler kuran Türk ulusu uygarlıkta insanlığa yön verniştir. Başlangıçtan bugüne kazandığı yücelikle ileri adımlar atarak vakur çehre kazandırmıştır. Türk tarihi insanlıkla su yüzüne çıkmıştır. Hak, adalet, insaf, yiğitlik Türk’e has vasıftır. Böyle güçlü bir tarihin akışında Oguz-Eli Igdır’ı görmek, Igdır’ı yaşamak etkilemez mi insanı!.. Henüz ortaokul sıralarında idim. Kalemimi Iğdır’ın geçmişine yöneltmek geldi içimden! .. çünkü akşamlar bir araya gelen yaşlılar geçmişi, anılarını anlatırlardı. Bizde ilgiyle dinlerdik. Igdır yakın zamanlarda büyük olaylara sahne olmuştu. Rus egemenliği baskıları, Doksanüç (1877) Türk-Rus Savaşı ‘nda ezilmeler, 1914-1915 Sarıkamış felaketimiz sürekli konuşulurdu. Hele Ermeni mezalimi bitmez, tükenmez sohbetlerdi. Derin acılar bırakan bu olayları yazmak geldi içimden ... Günler, haftalar, aylar, yıllar geçti. Durmak, yorulmak, bezginlik bilmedik. Araştırmayı, incelemeyi, yaşananları AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ Çalışmamızda belgelerin sağlam olmasına özen gösterdik... Avrupa, Sovyetler Birliği, Türk Cumhuriyetleri kütüphaneleri, bilginleri yakın dostumuz oldu. Dalgalana dalgalana ilerleyen gücümüzle, doğru, yansız bir kitap yazdık... Milli birlik ve beraberliğimizin pekiştirilmesine katkıda bulunacağı umudundayız. “Kafkasya’dan Anadolu’ya IĞDIR Tarihi” adlı kitabımızın cazibesi geniş, aydın zümreyi ilgilendirip kaynak olacaktır, büyük boşluğu dolduracaktır. Tarihsever halkımızın hizmetine sunduğumuz bu eserimizle bir damla fayda sağlarsak mutlu olacağız. 31 Eylül - Ekim 2006 Dernek Haberleri... AZERBAYCAN KÜLTÜR DERNEĞİ KÖRFEZ ŞUBESİNİN 5. olağanüstü genel kurulu 23/09/2006 günü saat 17.00’de dernek binasında yapıldı. İstiklâl Marşı’nın okunması ve saygı duruşundan sonra gündemin 2. maddesine göre divan oluşturuldu. Divan başkanı Nizamettin ARPAT katip üyeliklere Mühendis DANYILDIZ ve Kurban ÖZÜM seçildi. Gündemin 3.maddesine göre faaliyet raporu ve denetim kurulu raporları okundu ve ibra edildi. Gündemin 4.maddesine göre seçimlere geçildi. Yapılan oylama sonucunda yönetim ve denetim kurulu üyeleri aşağıdaki gibi oluştu. YÖNETIM KURULU ASIL ÜYELER: YÖNETIM KURULU YEDEK ÜYELER: Turgut CAFEROGLU Akil SEVİLMİŞ Vahit KORKMAZ Abdullah SALAR Ramazan GÜNAL Mehmet PAMUK Müs/üm KURAK Engin KAZGAN Aslan CANKAYA Ahmet KORKMAZ Ahmet KIRAN SAyhan YILMAZ Sucu AKÜZÜM Nevzat SALAR DENETLEME KURULU ASİL ÜYELER DENETLEME KURULU YEDEK ÜYELER Kenan ELMA Mustafa DURMUŞ Gencay AKÜZÜM Mehmet ÖZÇELİK Veli ERBAŞ Türkay KAYA GENEL MERKEZ DELEGELERİ Mehmet PAMUK Ramazan GÜNAL Müslüm KURAK AZERBAYCAN TÜRK KÜLTÜR DERGİSİ 32 Eylül - Ekim 2006