TÜRKİYE-OSMANLI TOPLUMUNUN TARİHİ ÜZERİNE TEZLER 1. Türkiye’de toplumsal ilerleme açısından devrim-karşıdevrim diyalektiği, Osmanlı imparatorluğunda 16.Yüzyılın ortalarından itibaren oluşmaya başlayan yapısal değişim süreci (pro-kapitalist değişimler) ve buna karşı direnişle başlar. Değişimin sınıfsal plandaki karşılığı Allah adına herşeye sahip Sultan ve onun öncülüğündeki „devlet sınıfına“ karşı Anadolu’da zaman içinde oluşmaya başlayan mahalli liderler(“ayan, „çorbacı, knez“ vb. denilen orta sınıflar) öncülüğünde gelişen mücadelede somutlaşır. 2. Bu yapısal değişimin temel etmenlerinden birini, Batı’daki kapitalizme geçiş süreci (dış dinamik) oluşturur. Diğerini ise, artık eskisi gibi fetih yolu ile kendini üretemeyen ve bu nedenle giderek yapısal krize sürüklenen Osmanlı toplumunu ve devletinin kendi iç çelişkileridir. 3. Özellikle 19. Yüzyılın başlarından itibaren açıkça ortaya çıkan bu toplumsal krizlerde -ki aynı zamanda bunlar bir tür devlet krizleridir- ülkenin en büyük ekonomik gücü olan devletin esas derdi, kendisini, dolayısı ile kurduğu düzeni kurtarmaktır. 4. Bu andan itibaren mücadele, dış dinamiklerin etkisi altında değişmektegelişmekte olan toplumla, kendini kurtarma telaşında olan devlet-devlet sınıfı arasındadır. Bu mücadelede kılıktan kılığa giren devlet en sonunda „Türk“ olduğunu keşfederek bu yolla, bir ulus devlet haline gelerek yaşamını devam ettirebileceği inancına varmıştır. 5. Bütün o gayrimüslim katliamlarının altında yatan da onun bu yaşamı devam ettirebilme stratejisidir. Orta sınıfların kendi aralarında „müslimlergayrimüslimler“ olarak ayrışması da gene aslında devletin yarattığı bir sonuçtur. Yoksa eğer işin içinde devlet-devletin oynadığı negatif rol olmasaydı, orta sınıflar -kendi aralarındaki bütün o rekabet mücadelelerine rağmen- gene de bir çıkış yolu bularak toplumsal değişime birlikte önderlik edebilirlerdi. 6. İslam, Anadolu’da yaşayan insanlar için, onları birarada tutan bir değerler sistemi olduğu kadar, aynı zamanda, onları, ümmet statüsüyle devlete karşı koruyan bir kalkan ve haklar sistemini de temsil etmektedir. İler ki dönemlerde ise, Batı kültürüyle yoğrulmuş devletçi burjuvazinin karşısında, Anadolu-dinsel kültürüne sıkı sıkı sarılmak, onları birarada tutan, ekonomik ve politik rekabet mücadelesinde güçlü kılan bir davranış biçimi, dünya görüşü haline gelmiştir. 7. 19. Yüzyıl'da kapitalizmin enternasyonalleşmesi eğilimleri ile birlikte (dış dinamik) Avrupa kapitalizmi, Osmanlı topraklarında kendisi ile işbirliği yapacağı güç olarak gayri-müslim burjuvaziyi bulur. Bu ise önceleri Osmanlı devletinin kendisine rakip müslüman bir orta sınıf istememesinden, onu adeta budamasından (III. Selim / II. Mahmut) ve de Batı’lıların gayrimüslimleri tercih etmelerinden kaynaklanır. 8. Sermayenin devreye girmesine bağlı olarak yaşanılan bütün bu yapısal değişim süreçlerinde ve buna bağlı olarak yaşanılan sınıf mücadelelerinde bir yanda artık dış dinamik olarak hep Avrupa, diğer yanda ise, eski sistem ve onun dinamiklerinin yanı sıra, Müslüman ve Hristiyan burjuvalarıyla dış dinamiğe bağlı olarak ortaya çıkan yeni tipten yapısal güçler vardır. 9. Gelişen kapitalizm şartlarında Devlet, kendi çıkarları açısından -vergipazar ilişkilerinin, meta üretiminin gelişmesinin karşısında değildir. Onun karşı olduğu şey, bu sürecin kendisine rakip bir sivil toplumu ortaya çıkarmasıdır! Özellikle Müslüman orta kesimi kontrol altında tutmaya çalışan devlet, yukardan aşağıya dogru kendisine bağlı bir kapitalizm-devletçi bir burjuvaziyaratmaya çalışır. Bu ise , dış dinamiğin de etkisi altında aşağıdan yukarı doğru pazara bağlı bir şekilde gelişmeye çalışan kapitalizme karşı gerici bir toplum mühendisliği hareketi olmaktan öteye gidemez. 10. 19. Yüzyıl’ın başlarından itibaren gelişmeye başlayan ve Osmanlı toplumunu yeniden yapılandırarak oradaki sınıf mücadelelerine zemin teşkil eden, daha sonra da, yeni kurulan Devlet'e miras kalan (Türkiye’de bugün bile halâ varlığını sürdüren) biribirinin zıttı iki sürecin anatomisinin dayandığı tarihsel temel budur. Bu bağlamda, Tanzimat fermanı (daha sonra da, ucu 1876’da I. Meşrutiyet'e ve 1908’de de II. Meşrutiyet'e varan süreç) toplumsal değişime paralel olarak herşeye rağmen gittikçe güçlenen Müslüman-Hristiyan orta sınıflara karşı devletin kendisini kurtarmak icin giriştiği manevralardır-göz boyama girişimleridir. 11. Jöntürkler, çıkışı itibarı ile bir ucu Balkanlardaki -Selanik’teki- Müslüman orta sınıfta, diğer ucu ise Devlette-Devletin ideolojisinde olan bir bileşiği, tarihsel bir uzlaşmayı temsil ederler. Jöntürk devrimciliği, bu iki instanzın zamanın şartlarına göre bütünleşmiş ortak ideolojisini temsil eden, Osmanlı'ya özgü orijinal tarihsel devrimci-pozitivist bir toplum mühendisliği olayıdır. Başlangıçta devletin bütünlüğünü koruma kaygısı ile (bunlar, II. Abdüllhamit’in gayrimüslimleri dıştalayan müslüman-milliyetçi politikasının devleti parçalamaya götürdüğü görüşündeydiler) çözüm yolunu 1876 Anayasasına -Osmanlılık idealine- dönüşte bulan Jöntürkler, daha sonra bunun da fayda etmediğini görünce devleti kurtarmak için “Türklüğe, Türk kimliğine” yönelirler. İttihatçıların Devleti-Osmanlı Devleti’ni Türkleştirerek kurtarma düşüncesinin kökleri buraya dayanır. 12. Bu bağlamda Tanzimat’tan Cumhuriyet’e değin “batılılaşmak”, Osmanlı’nın çevreyle etkileşme, yaşamı devam ettirme mücadelesinde istenilen sonuçları elde edebilmek için çevreye-çağa uyum çabasıdır. Kendi varlığını başka türlü üretemeyeceğini anlayan Devletin, yaşam kavgasında, kendini kurtarma operasyonudur. Daha başka bir deyişle de, Batı medeniyeti’yle Osmanlı arasındaki etkileşme sürecinde, Osmanlı’nın Batı yaşam tarzıyla birlikte, Batı medeniyeti’ne ilişkin kurum ve kuralları “benimsemesidir”. Bu “benimseme”, Osmanlı’nın, üzerine giydiği İslamcı elbiseyi çıkararak, bunun yerine “Batıcılık” adı verilen yeni bir elbiseyi giymesi olayına benzer! Kurtuluş Savaşı, İttihatçı ve Kemalist biçimleriyle tarih sahnesinde yer alan Osmanlı Devlet sınıfı artıklarının Anadolu sivil toplum güçleriyle (Anadolu halkıyla ve burjuvazisiyle) kurdukları bir ittifakı ifade eder. 1920’de kurulan yeni devletin ve onun Meclis’inin demokrat yanı buradan kaynaklanır. Daha sonra, 1920’den 1929’a kadar olan süreç, adım adım, Devlet sınıfı unsurlarının sivil toplumu devre dışı bırakarak tek parti diktatörlüğünü kurmaları dönemidir. Bir toplum mühendisliği çabası da olsa, Cumhuriyetin içine girdiği bu yeni yol, “kapitalist yoldan kalkınma” hedefi (beraberinde zorunlu olarak özel mülkiyetin tanınmasını da getirdiği için) kaçınılmaz olarak kendi diyalektik inkarını, yani, aşağıdan yukarıya doğru gelişen bir pazar ekonomisinin yolunu da açar. 13. 1950, savaş sonrası dünya kapitalist sisteminin tıkanan kanallarının açılmasına bağlı olarak “kapitalist merkezlerden” içeriye taze kan akması sonucunu verdi. Ki bu da, iç dinamikleri tetikleyerek üretici güçlerin harekete geçmesine neden oldu. Bu bağlamda 1950, o güne dek geçerli olan “devletçi üretim ilişkilerinin” yerine “modern pazar ekonomisi ilişkilerini” geçiren bir devrimdir. Bu nitelikleri ile o, 1930 Serbest Fırka olayından sonra sinmek zorunda kalan Anadolu sivil toplumunun -Anadolu burjuvazisinin- bir yeniden uyanışı, sürece el koyması olayıdır. 14. 27 Mayıs 1960, eski vesayet sistemine son vermeye çalışan burjuva devrimine karşı bir tür restorasyon çabasıdır. Devletçi “sistem mühendislerinin devleti kurtarma” operasyonu olarak, toplumsal ilerleme açısından bir karşı devrimi temsil eder. O, aynı zamanda, sivil toplum güçlerini biribirlerine düşürmeyi hedef alır. Burjuvaziye karşı her türlü “demokratik hareket”i “serbest” bırakan (!) devlet sınıfı, burjuvaziyle çelişkisi olan herkesin, halkın, işçi sınıfının “dostu” olduğunu göstermeye çalışarak süreci saptırmaya çalışır. Bunda başarılı da olur. En azından devletçi-Kemalist-devşirme bir sol yetiştirerek işçi sınıfı hareketini yörüngesinden saptırır. Zeki Alptekin