Mekteb-i Sanayi - Sosyal Bilimler Enstitüsü

advertisement
İÇİNDEKİLER / CONTENTS
MİLLÎ MÜCADELE DÖNEMİNDE KİLİS
Kilis In The National Struggle Period
Erdinç GÜLCÜ………………………………..…..……………….. 1-37
KÜRESEL FİNANSAL KRİZİN EKONOMİK BÜYÜME ÜZERİNE
ETKİLERİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ
Effects Of The Global Financial Crisis On Economic Growth Sample Of
Turkey
Sadettin PAKSOY, Erdal ALANCIOĞLU………..……………. 38-57
GÜRCİSTAN BÖLGESİNDE OSMANLI-RUS NÜFUZ MÜCADELESİ
(1774-1792)
Ottoman-Russia Power Struggle Over Georgıa (1774-1792)
Serhat KUZUCU………………………………………………….. 58-71
KİLİS ASKERLİK ŞUBESİ REİSİ SAKALLI AHZ-I ASKER
BİNBAŞISIMAHMUT BEY’İN BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI (GAZZE
CEPHESİ)’NA GİDEN ASKERLERE YAPTIĞI KONUŞMA VE KİLİS
ASKERLİK ŞUBESİ’NİN KİLİS KUVA-YI MİLLİYESİNE
KATKILARI
The Speech Given By Kilis Recruiting Office Chief Major Mahmut Bey
(Bearded) To The Soldiers On The Way To Gaza Frontier In The World
War I And The Support Of Kilis Recruiting Office To Kilis National
Forces
Mustafa ŞAHİN, Cemile ŞAHİN…………………………...…..... 72-82
OKUL ÖNCESİ EĞİTİM PROGRAMI’NDAKİ AMAÇ VE
KAZANIMLARIN ÇOKLU ZEKÂ KURAMINA DAYALI ZEKÂ
ALANLARI AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
Assessing Preschool Education Program’s Aims And Achievements In
Terms Of Intelligence Fields Based On Multiple Intelligence Theory
Gülay EKİCİ, Hülya GÜLAY OGELMAN, Feyza UÇAR….... 83-105
AKTARMALAR / TRANSCRIPTIONS
FUÂD
KÖPRÜLÜ’NÜN
İZLENİMLERİYLE
OXFORD’DA
TOPLANAN XVII. BEYNE’L-MİLEL MÜSTEŞRİKLER KONGRESİ
Muammer BAYRAKTUTAR…….…………………………… 106-113
Erdinç GÜLCÜ
/1
MİLLÎ MÜCADELE DÖNEMİNDE KİLİS
Yrd. Doç. Dr. Erdinç GÜLCÜ
Özet
I. Dünya Savaşı’nda yenilen Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918’de İtilaf
Devletleri ile Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzaladı. İtilaf Devletleri antlaşma
uyarınca, Osmanlı askerinin silahlarını alarak terhis ettiği gibi, gerek gördüğü
yerleri de işgale başladı.
Savaşın sonlarına doğru Halep’e kadar olan Suriye topraklarını işgal
etmiş olan İngiltere, ateşkesin yapılmasından kısa bir süre sonra Urfa, Maraş,
Antep ve Kilis’i işgal etti. Aralık ayının son günlerinde Kilis’e giren İngiliz
askeri, yaklaşık bir yıla yakın bir süre Kilis’te kaldı. Bu süre zarfında İngilizlerin
halkın üzerine gitmemesi sebebiyle bir silahlı çatışma yaşanmadı. Bununla
beraber halk arasında ilk millî örgütlenmeler bu dönemde başladı. Bu millî
cemiyetler, yapılan haksızlıklara karşı çeşitli eylem ve protestolarla kendilerini
gösterdiler.
İngiltere ve Fransa arasında yapılan Suriye İtilafnamesi sonucu İngiltere
işgal ettiği Güney Anadolu topraklarını Fransa’ya bıraktı. 29 Ekim 1919’da
Ermeni unsurlarla birlikte Kilis’e giren Fransızlara karşı halk tepki gösterdi.
Fransız İşgal Komutanlığı’nın sert tedbirler alması karşısında, şehirde kalmanın
mümkün olmadığını gören vatanseverler, şehir dışında Kuva-yı Milliye
örgütlenmesini sağlayarak mücadeleye başladılar.
Kilis Kuva-yı Milliye’si şehirde ve Kilis çevresinde Fransızlarla mücadele
etti. Bununla beraber Antep’e gidecek Fransız askeri yardımları önlemek için
Antep yolunda ve yine Fransız kuvvetlerinin geçişini önlemek için Katmaİslahiye demiryolu hattında verdikleri mücadeleler, Kilis Kuva-yı Milliyesi’nin
önemli başarılarıdır.
Nihayet TBMM Hükümeti ile Fransa arasında 20 Ekim 1921’de
imzalanan Ankara Anlaşması sonucunda, 7 Aralık 1921’de Kilis işgalden
kurtuldu.
Anahtar Kelimeler: Kilis, Milli Mücadele, Kuva-yı Milliye, İngilizler,
Fransızlar.

Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Muallim Rıfat Eğitim Fakültesi, Türkçe Eğitimi
Bölümü
e.gulcu@kilis.edu.tr
2 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
KILIS IN THE NATIONAL STRUGGLE PERIOD
Abstract
The Ottoman Empire defeated in World War I, signed the Mondros
Armistice Agreement with the Allies on 30 October 1918. In accordance
with the treaty Allies, demobilized the soldiers of the Ottoman Empire
taking their weapons and invaded places deems necessary to them.
Towards the end of the war Great Britain which had occupied the
land of Aleppo in Syria, occupied Urfa, Marash, Antep and Kilis shortly
after the armistice. British soldiers who entered Kilis in the final days of
December stayed in Kilis approximately for a year. During this time, an
armed conflict did not occurre due to the British soldiers did not offend
against the Kilis people. However first national organizations was
formed during this period. These national communities showed
themselves in the various actions and protests against the injustices.
As a result of Syria Agreement between Britain and France,
Britain left France the southern Anatolian lands which were occupied by
her formerly. The people of Kilis showed reaction to the French army
which entered Kilis on 29 October 1919 containing Armenian soldiers. In
relation to strict measures of French army the city patriots decided that it
was impossible to stay in the city and because of that they leaved the city
and organized the Nationalist Forces and started to struggle against the
French.
Nationalist Forces of Kilis resisted against French. However,
fights in order to prevent French military aid to Antep French forces and
struggles on Katma-İslahiye railway line major are significant successes
of Nationalist Forces of Kilis.
Finally, Kilis liberated from the occupation on 7 December 1921
as a result of the agreement concluded between France and government
of Grand National Assembly of Turkey on 20 October 1921.
Keywords: Kilis, National Struggle, Natoinal Forces, The British, The
French.
1. XX. Yüzyıl Başlarında Kilis’in İdarî Yapısı ve Nüfusu
Mercidabık zaferiyle 1516 yılında Osmanlı hâkimiyetine geçen
Kilis, XIX. yüzyılın sonuna kadar Halep Eyaletine bağlı olarak zaman
içerisinde kaza, sancak, nahiye gibi idari statülerde yer aldığı
görülmüştür.
Erdinç GÜLCÜ
/3
1889-90 yılına ait Halep Vilayet Salnamesi’ne göre Kilis, Halep
Sancağı’na bağlı bir kaza birimiydi. Bu tarihlerde Kilis Kazası’nın İzziye
ve Com adında iki nahiyesi ve 473 köyü bulunmaktaydı1. 1899 yılında ise
kazaya bağlı nahiye sayısı yediye yükselmiş, ancak bu tarihlerde köy
sayısında bir değişiklik meydana gelmemiştir2. 1903 yılında kazaya bağlı
olarak; Kilis, Türkman, Fellah, Menbüç, Musabeğli, Şikağî, Amikî, Okçu
İzzeddin ve Com nahiyeleri olmak üzere toplam dokuz nahiye
bulunmaktaydı. Nahiye sayısında artış bu tarihte devam ederken, köy
sayısında az bir azalma meydana gelerek 469’a gerilemiştir3. 1904 yılında
kaza içerisinde Şeyhler adında yeni bir nahiye daha kurulmuş olup,
nahiye sayısı ona yükselmiştir4. 1908 yılına ait Halep Vilâyeti
Sâlnâmesinde mevcut durumun muhafaza edildiği görülmektedir5. 1912
yılında Kilis Kazası, idari yönden Halep Sancağı yerine Ayntab(Antep)
Sancağı’na bağlandı6.
XX. yüzyıl başlarında Kilis’in nüfusuna gelince; bu hususta Halep
Vilâyet Sâlnâmeleri’nde yer alan bilgiler bizim için önemli bir veri
oluşturmaktadır. Ancak bu bilgiler daha çok kazayı ihtiva eden bilgiler
olduğu görülmektedir. Şehre ait bilgiler ise sınırlıdır. Mevcut sâlnâmeler
içerisinde sadece birinde şehir nüfusu hakkında ayrıntılı bilgi yer
almaktadır. Bu sâlnâmeye göre; 1886-87 yıllarında Kilis şehrinin nüfusu
toplam 19.037 kişi olup, bu nüfusun 14.840’ı Müslüman, 4.197’si ise
gayrimüslimdir7. Şehirdeki Müslüman nüfusun oranı % 78, gayrimüslim
nüfusun oranı ise %22’dir.
Gayrimüslim nüfusu oluşturan etnik unsurlar Rum, Ermeni ve
Yahudi’dir. Hristiyan nüfusu, Ortodoks, Katolik ve Protestan mezhebine
mensup olanlar oluşturmaktaydı. Ancak bu etnik ve dinî nüfusun
oranlarına dair bir bilgi bulunmamaktadır. Bu arada, bu bilgilerden
1
1307 Tarihli Halep Vilâyet Sâlnâmesi, s.139.
Ancak istifade ettiğimiz Halep Vilâyeti Sâlnâmesi’nde, mevcut nahiye sayısı
verilmesine rağmen, kazaya eklenmiş olan bu yeni nahiyelerin adları
yazılmamış olduğundan, bu sırada hangi nahiyelerin eklendiğini
bilmemekteyiz. Bkz. 1317 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi,s.211.
3
1321 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi,s.252-256.
4
1322 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi,s.280-281
5
Bkz. 1326 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi, s. 262.
6
Orhan Sakin, Osmanlı’da Etnik Yapı ve 1914 Nüfusu, İstanbul, 2008, s. 205;
Şinasi Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, Ankara, 1991, s. 148.
7
1304 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi, s.166.
2
4 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
gayrimüslim nüfusun büyük çoğunluğunun şehirde yaşamakta olduğu da
anlaşılmaktadır8.
Şehirdeki Müslüman nüfusun etnik ve mezhep durumunu gösteren
bir kayıt yoktur. Ancak sâlnâmelerde verilen bilgilerden, şehirde
konuşulan dilin Türkçe olduğu sürekli kaydedilmektedir. Günümüzde de
Kilis şehrinde halk arasında Türkçe dışında başka bir dilin veya bazı
mahallî dillerin dahi konuşulmaması kayıtlardaki bu bilgileri teyit
etmektedir. Dolayısıyla bu bilgiden hareketle şehirdeki Müslüman
nüfusun büyük bir çoğunluğunun Türk nüfusu olduğunu rahatça
söyleyebiliriz. Ayrıca bu bilgiden gayrimüslim nüfusun da Türkçe
konuştuğu anlaşılmaktadır.
1889-90 yılında şehirdeki nüfus, toplam 4.100 hanede
oturmaktaydı. Müslüman nüfusa ait 37 cami, 14 mescit, 8 medrese, 4
tekke ve 2 mektep bulunmaktaydı. Gayrimüslimler ise 4 kilise ve 2
havraya sahipti. Bu kiliselerden her biri ayrı bir mezhep ve etnik guruba
ait olup şehirde Rum, Ermeni, Katolik ve Protestan kiliseleri mevcuttu9.
Bu tarihten sonraki yıllara ait verilere göre Kilis şehrinde; 1892-93
yılında 34 mahallede toplam 4.335 hane10, 1898-99’da 4.500 hane11,
1903-04’de 35 mahallede 4.710 hane12 ve 1908’de ise 33 mahallede
4.731 hane tespit edilmektedir 13. Bu rakamlardan da anlaşılacağı gibi;
XX. yüzyıl başlarında Kilis şehrinin nüfusunda ve hane sayısında sürekli
bir artış seyrinin var olduğudur. Ancak bu döneme ait sâlnâmelerde,
meydana gelen bu nüfus artışı hakkında aydınlatıcı bir bilgi
bulunmamaktadır. Tahminimizce bu hızlı şehirleşmenin başta gelen
sebeplerinden biri, Kilis ve çevresinde göçebe yaşayan çeşitli aşiret ve
cemaatlerin, artık yerleşik hayata geçmeye başlamasıdır.
Kilis Kazası’nın bu tarihlerdeki nüfus seyri şu şekildeydi: 1890
yılında kazanın toplam nüfusu 72.066 kişi idi. Bu nüfusun 67.817’si
Müslüman, 2630’u Ermeni-Ortodoks, 362’si Ermeni Katolik, 333’ü
Protestan, 302’si Rum ve 622’si ise Yahudi idi 14. Müslüman nüfus kaza
8
Erdinç Gülcü, “Halep Vilâyeti Sâlnâmelerine göre Kilis (idari ve sosyal
durumu)”, VI. Hatay Tarih ve Kültür Sempozyumu Bildirileri, Antakya, 2004,
s. 160-168.
9
1307 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi, s.139.
10
1313 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi, s.191.
11
1316 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi, s.207.
12
1321 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi, s.249.
13
1326 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi, s.254.
14
1308 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi, s. 170.
Erdinç GÜLCÜ
/5
içerisinde en büyük kitle olup oranı %94, ikinci büyük kitleyi Ermeniler
oluşturmakta olup, Ortodoks ve Katolik mezhebine mensup olanların
toplam oranı %4, Yahudi nüfusun oranı ise %1 idi.
1908 yılında kazanın toplam nüfusu 72.803 kişi idi. Bu toplam
nüfusun 65.766’sı Müslüman, 3729’u Ermeni Ortodoks, 385’i Rum,
342’si Protestan, 327’si Ermeni Katolik, 565’i Yahudi ve 1689’u da
yabancı uyrukluydu15. Ancak yabancı olarak kaydedilen nüfusun
mensubiyeti hakkında bir bilgi bulunmamaktadır. Bu tarihte
Müslümanların toplam nüfus içerisindeki oranı %90, Ermenilerin %6,
yabancıların %2, Yahudilerin % 1 idi.
Osmanlı Devleti’nde 1914 yılında yapılan son nüfus sayımında
Kilis Kazası’nın toplam nüfusu 84.814 kişi idi. Nüfusun din ve
mezheplere göre dağılımı şu şekildeydi: 78.905’i Müslüman, 3.934’ü
Ermeni Ortodoks, 376’sı Ermeni Katolik, 434’ü Rum, 775’i Musevi ve
390’ı Protestan idi16. Bu toplam nüfus içerisinde Müslümanların oranı %
93, Ermenilerin oranı % 5, diğer Hristiyan nüfusun oranı %1 ve
Yahudilerin % 1 idi.
Bu verilere göre; 1908 yılına nispetle altı yıl içerisinde kazanın
nüfusu 11.011 kişi artmıştır. Nüfus artışı en fazla Müslüman nüfusta
görülmekte olup, bu artışın sebebini tahminimizce bölgede yapılan aşiret
iskânları, Kafkaslarda ve Balkanlarda yaşanan felaketler nedeniyle
Anadolu’ya gelen muhacirlerin yerleştirilmesidir. Müslüman nüfusta
görülen bu büyük artışa karşın, başta Ermeniler olmak üzere,
gayrimüslim nüfusta olağanüstü bir gelişme görülmemektedir.
2. Suriye Cephesinin Düşmesi ve M. Kemal Paşanın Kilis’e
Gelmesi
I. Dünya Savaşının başlamasından bir süre sonra, Osmanlı Devleti
de, İttifak devletleri yanında savaşa girdi. Osmanlı Devleti’nin
katılmasıyla birlikte, savaş alanı daha da genişleyerek, İtilaf devletlerine
karşı yeni cepheler açıldı. Yeni cephelerden biri de Sina-Filistin cephesi17
olup, bu cephenin açılmasını özellikle Almanya istemişti.
Sina-Filistin cephesinde, Osmanlı Devleti’nin IV. Ordusu
bulunmaktaydı ve komutanlığına da Cemal Paşa getirilmişti. İngilizlere
15
1326 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi, s. 262.
Orhan Sakin, a.g.e., s. 205.
17
Bu cepheyle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Genelkurmay Başkanlığı, I. Dünya
Harbinde Türk Harbi, Sina- Filistin Cephesi, C.IV, Kısım 2, Ankara, 1986.
16
6 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
karşı açılan bu cepheyle, Süveyş kanalından İngilizlerin uzaklaştırılması
hedeflenmekteydi. Ancak çeşitli askeri harekâtlar düzenlendiyse de,
istenilen başarı sağlanamadı ve ciddi kayıplar verilmesine neden oldu.
Bu askeri harekâtları başarıyla bertaraf eden İngilizler, Filistin ve
Suriye topraklarını ele geçirmek amacıyla karşı saldırıya geçti. Bu arada
1916’da İngilizlerin destek ve tahrikiyle, Mekke Emiri Şerif Hüseyin ile
oğlu Faysal bir Arap krallığı kurmak hayaliyle isyan başlattılar. Bu isyan
hareketi; Arapların, Osmanlılara karşı topyekûn isyan etmelerini
sağlamamışsa da, İngiliz harekâtına önemli bir destek sağladı18.
Filistin ve Suriye’de İngiliz ilerleyişinin durdurulamaması üzerine
Enver Paşa, Halep’te ordu komutanlarıyla bir toplantı yaptı. Toplantı
sonrasında, bu cephede yeni düzenlemelere gidilerek Yıldırım Ordular
Grubu kuruldu(15 Temmuz 1917). Bu grup içerisinde yeni bir ordu yani
7. Ordu teşkil edildi ve bu ordunun komutanlığına da M. Kemal Paşa
getirildi 19.
İlk safhada İngiliz ilerleyişi, ısrarlı Osmanlı direnişi karşısında
yavaş şekilde devam etmekteydi. Fakat savaşın sonlarına doğru ve
bilhassa Eylül 1918’den itibaren İngiliz ilerleyişi hareketli bir safhaya
girdi. Bu ilerleyiş karşısında Suriye topraklarında tutunamayan Osmanlı
kuvvetleri önce Halep’e çekildi ise de, 26 Ekimde İngiliz ve Arap isyancı
kuvvetlerinin Halep’i işgal etmesi üzerine, 7. Ordu Halep’in kuzeyine
doğru geri çekilmek zorunda kaldı. İngiliz ve Arap kuvvetleri Halep’in
kuzeyine doğru ilerleyişe devam etmek istedilerse de, 7. Ordunun şiddetli
direniş karşısında pek fazla ilerleme kaydedemediler. Böylece Osmanlı
kuvvetleri Halep’in kuzeyinde, İskenderun–Beylan–Der el-Cemal–Tel elRıfat ve doğuya uzanan yeni bir savunma hattı oluşturdu. Bu savunma
hattı, Mondros Mütarekesinin imzalandığı sırada Osmanlı kuvvetlerinin
bulunduğu hat olup, daha sonra bu hat içerisine Antakya’da dâhil edilerek
Misâk-ı Millî’nin güney sınırlarını oluşturmuştur20.
Suriye cephesinde Osmanlı kuvvetlerinin yenilgiye uğrayarak
geriye çekilmesi hadisesi yaşanırken, Kilis havalisinde yaşayan bazı Arap
kökenli vatandaşlar, bu durumu fırsat bilerek Suriye’deki Arap hareketini
18
Ömer Osman Umar, Türkiye-Suriye İlişkileri (1918-1940), Elazığ, 2003, s.89.
19
Genelkurmay Başkanlığı, Sina-Filistin Cephesi, s.69-70; Ö. Osman Umar,
Osmanlı Yönetimi ve Fransız Manda İdaresi Altında Suriye (1908-1938),
Ankara, 2004, s.273-274.
20
Genelkurmay Başkanlığı, Sina- Filistin Cephesi, s. 682-727; Ö.O. Umar,
Osmanlı Yönetimi ve Fransız Manda İdaresi Altında Suriye, s. 314-320.
Erdinç GÜLCÜ
/7
desteklemeye karar vererek harekete geçtiler. Bu maksatla Fellah
nahiyesinin ileri gelenleri ile nahiyeye bağlı köylerin muhtarları bir araya
gelerek, “Kilis Havalisi Arap Cemiyeti” adında bir cemiyet kurdular.
Cemiyet faal olduğu yerlerde; 14 Ekim 1918’de duvarlara ilanlar asarak,
Emir Faysal yönetiminde bağımsız bir Arap hükümetinin kurulacağını ve
hatta Kilis ve çevresinin de bu hükümete bağlanacağı yönünde
propagandaya başladılar. Cemiyetin bir diğer faaliyeti ise; Türk
tahakkümünden kurtulduklarında yakın bir zamanda bağımsızlığını
kazanacak olan Arap hükümetine katılacaklarını ve Emir Faysal’ın emir
ve iradesine gireceklerini bildiren 80 imzalı bir mazbata hazırlamak oldu.
Bu mazbatayı Şerif Hüseyin’e ulaştırmak üzere bir heyeti, 16 Ekimde
yola çıkardılar. Ancak bu heyet Halep’e varmadan Osmanlı zabitleri
tarafından yakalandı ve yargılanmak üzere Halep Harp Divanına sevk
edildi21.
Fakat Arap milliyetçilerinin faaliyetleri bununla da bitmediği,
hatta Halep’in İngiliz ve Arap isyancı kuvvetleri tarafından ele
geçirilmesinden sonra, bu hareketin daha da bir ivme kazandığı
görülmektedir. Nitekim Faysal’ın, Kilis Belediyesine bir karar sureti
göndererek, Arap topraklarının bir parçası olduğu iddiası ile Kilis’i, Arap
hükümetine teslim etmelerini istedi. Bunun üzerine Kilis Belediye
Başkanı Osman Fazlıağaoğlu, Belediye Meclisini topladı. Meclis üyeleri
bu talebi büyük öfkeyle karşıladılar ve toplantı sonucunda Kilis halkının
hissiyatına rehber olacak şekilde, Kilis’in teslim edilmeyeceğini ve hatta
gerekirse silahla karşı konulacağını bildiren bir karar aldılar22.
Bununla beraber, Kilis açısından tehlike bu şekliyle kalmadığı da
aşikârdı. Nitekim bazı Arap aşiretlerinin, Türk kuvvetlerinin Halep’ten
çekilmelerinden sonra, Kilis’in köylerine baskınlar vermeye başlamaları
ve çapulculuklarda bulunmaları, Kilis için tehlikenin kapıda olduğunu
göstermekteydi. Bu maksatla Kilis’i bu saldırılardan korumak ve
emniyetini sağlamak amacıyla, Kilis Kaymakamı İbrahim Bey
başkanlığında, Hacı Tahir-zâde Mehmet Efendi (Müslüman Bey) ve Hacı
Şerif-zâde Mehmet Celaleddin (İslam Bey)’in sevk ve idaresinde 40
kişiden oluşan bir milis kuvveti oluşturuldu. Bu milisler merkez kuvvet
olarak görev yapacaktı. Bunlar dışında, daha önce mahallelerin emniyet
21
Şinasi Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 15-16; Halil İbrahim
İnce, Milli Mücadele’de Kilis, Gaziantep Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Gaziantep, 2004, s. 13-15.
22
Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 15-19; H. İ. İnce, a.g.t., s.
13-15.
8 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
ve asayişini sağlamak amacıyla kurulan mahalle milis teşkilatı ve süvari
milisler bulunmaktaydı. Süvariler, şehir içerisinde devriye olarak
gezecekler, ayrıca dışarıdan gelecek Arap çetelerin düzenleyecekleri
saldırıları önlemek ve çeteleri takip ederek tenkil eylemekle
görevliydiler23. Şehrin etrafında gerekli olan yerlerde kontrol noktaları ve
siperler oluşturularak, şehir geceli gündüzlü silahlı milisler tarafından
korunmaya başlandı24.
Kilis’te bu hareketlilikler yaşandığı sırada, 7. Ordu Halep’ten
kuzeye doğru çekilmiş ve ordu karargâhı da Katma’ya taşınmıştı. Arap
isyancı grupların, Müslimiye’den Antep istikâmetini tutmuş oldukları ve
onları takiben İngiliz kuvvetlerinin de bu tarafa doğru gelmekte olduğu
haberi, 7. Ordu komutanı M. Kemal Paşa’ya ulaştı. Bu haberi alır almaz
M. Kemal Paşa, İngiliz tehdidine karşı gerekli tedbirleri almak amacıyla
Kilis’e gitmeye karar verdi. Bu maksatla Kilis Kaymakam İbrahim
Süreyya Bey’e Kilis’e geleceğine dair bir telgraf dahi çekti. Ancak bu
telgraf Kilis’e ulaşmadığı için M. Kemal Paşa’nın Kilis’e geleceğine dair
bir bilgi bulunmamaktaydı.
M. Kemal Paşa’nın aracı 28 Ekim akşamı Kilis’e gelmek üzere
yola çıktı. Araç şehre yaklaştığında, şehri korumakta olan silahlı milisler
tarafından yolu kesildi. Ancak milisler arasında bulunan Saraç Mehmet,
Çanakkale savaşı sırasında paşanın emir çavuşluğunu yapmış olduğundan
paşayı tanımış ve paşayı alarak doğruca şehir merkezinde bulunan
Mevlevihane’ye getirmiştir. Bu sırada Kaymakam İbrahim Süreyya Bey
ve ilgililere Mevlevihane’de yapılacak olan toplantı için haber verildi.
Toplantıda, Kilis’in boşaltılarak, Poyraz’daki Resul Otman dağlarında
cephe oluşturulması hususunu M. Kemal Paşa teklif etti. Fakat Kilis’in
ileri gelenleri, şehrin harap edilmesini istemediklerinden, bu teklife karşı
çıktılar. Paşa da bu teklifinde pek ısrarcı olmayarak Kilis’e silah ve
cephane yardımında bulunacağına dair söz verdi. Ayrıca Kilis halkının
almış olduğu bu tedbirlerden de yeterince memnun kaldığını ifade ederek,
yaklaşık altı saat kaldığı Kilis’ten ayrıldı25.
M. Kemal Paşa’nın Kilis’e gelişinden iki gün sonra, 30 Ekim
1918’de Mondros Mütarekesi imzalandı. Mütareke uyarınca, Osmanlı
23
Mehmet İslam, “Kilis Kuvvayı Millîye Harekâtı”, Genç Kilis Gazetesi, 25
Eylül 1960, s.1-2.
24
Kilisli Kadri, Kilis Tarihi, Neşr. Osman Vehbi, Burhaneddin Matbaası,
İstanbul, 1932, s.29-30.
25
Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 22-27; H. İ. İnce, a.g.t., s.
23-24.
Erdinç GÜLCÜ
/9
orduları terhis ve silahları da teslim edilecekti. Katma’da bulunan 7.
Ordunun ambarlarında bulunan silah, eşya ve yiyecek maddelerinin
Kilis’e nakledilmesini, M. Kemal Paşa emretmişti. Ancak nakil işi
tamamlanmadan İngilizlerin, Katma’yı bombalamaları ve ambarlarda
bulunan bütün malları ele geçirmeleri, bu önemli sevkiyatın
gerçekleşmesini önlemiştir26. M. Kemal Paşa da ordusunun lağvedilmesi
sebebiyle, 13 Kasımda İstanbul’a dönmek zorunda kaldı 27.
3. İngiliz İşgal Dönemi
I. Dünya savaşının cephelerde en şiddetiyle devam ettiği sıralarda,
bu savaştan galip çıkacak tarafın kendileri olduğuna inanan İtilaf
devletleri, savaş sonrasının planlarını da hazırlamaya başlamıştı. Bu
bağlamda, itilaf devletlerin arasında yoğun bir diplomatik trafik
yaşanmaktaydı. Taraflar arasında sürdürülen bu müzakerelerde tartışılan
sorunların ilk sırasını, Osmanlı topraklarını nasıl paylaşacakları konusu
teşkil etmekteydi. İtilaf devletleri arasında çeşitli zamanlarda yapılan bu
görüşmelerde, aralarında sağladıkları mutabakatlar doğrultusunda, bazı
gizli anlaşmalar dahi imzalamışlardı. İşte bu antlaşmalardan biri de 16
Mayıs 1916’da, İngiltere, Fransa ve Rusya arasında imzalanan SykesPicot Antlaşması’dır. Bu antlaşmaya göre; Adana’dan Sivas’a kadar olan
Anadolu’nun bir kısmı, Suriye toprakları ile Musul, Fransa’ya; Musul
hariç Irak topraklarıyla, Fransız mıntıkasıyla Hicaz ve Necid arasındaki,
İran hududundan Akaba’ya ve Filistin’in güneyine kadar uzanan
topraklar İngiltere’ye bırakılacaktı28.
Mütarekenin imzalanmasından sonra, İtilaf devletleri savaş
sırasında hazırladıkları paylaşma projelerini hayata geçirmeye başladılar.
Ancak İngiltere, Fransa ile imzaladığı Sykes-Picot antlaşmasına rağmen,
önemli petrol kaynaklarına sahip Musul’u elde etmeyi düşünmekteydi.
Bu hedefini gerçekleştirmek amacıyla mütarekeden hemen sonra, 7.
maddeye dayanarak bir oldubitti ile Musul’a girdi. Bununla da kalmayan
İngiltere, Anadolu’nun güney kısımlarında bulunan Urfa, Antep, Maraş
ve Kilis’i de işgal etti29. Böylece İngiltere, Fransa’ya karşı önemli bir koz
26
H. İ. İnce, a.g.t., s. 17.
Kâmuran Gürün, Savaşan Dünya ve Türkiye, İstanbul, 1986, s. 220.
28
K. Gürün, a.g.e., s.69; Salâhi R. Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika,
C. I, Ankara, 1987, s. 2; Hikmet Bayur , “Dünya Savaşı sırasında Osmanlı
Devletinin paylaşılması hakkında yapılan anlaşmalar”, Cumhuriyetin 50.
Yıldönümü Semineri, Ankara, 1975, s. 42-43.
29
K. Gürün, a.g.e., s. 263-264.
27
10 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
elde etmiş oldu. Çünkü Anadolu’nun güneyinde yer alan bu topraklar,
Fransa’nın gelecekteki hedefleri açısından önemi büyüktü ve o artık bir
tercih yapmak zorundaydı30. Nitekim daha sonra İngiltere’nin düşündüğü
gibi, Fransa bu yerleri geri alabilmek için, Musul’u İngiltere’ye
bırakmayı kabul etmiştir.
İngilizler ilk olarak keşif amacıyla; 13 Aralık 1918 günü, bir
İngiliz kaymakamının komutasında 20 civarında nefer ve zabitin yer
aldığı, ikisinde mitralyöz bulunan dört otomobille, Halep’ten Kilis’e
geldiler. Hükümet binasında kaymakamla bir görüşme yaparak,
ambarların mevcudu, ot ve samanın bulunup bulunmadığı, jandarma
kadrosunun miktarı, Kilis’te ikâmet edecek olan bir general için uygun
bir yerin olup olmadığı gibi hususlarda bilgiler aldıktan ve gerekli
tetkikleri yaptıktan sonra, Halep’e geri döndüler31.
İngilizlerin bu tetkikleri, Kilis’i işgal niyetinde olduklarını
göstermekteydi. Nitekim yapılan bu ilk keşiften kısa bir süre sonra, sözde
zahire bahanesiyle gelen İngiliz subayların, daha sonra bu kışı Kilis’te
geçirmek için kaymakamlıktan izin almaları ve akabinde şartların uygun
olduğuna kanaat getirilmesiyle birlikte, Hintli askerlerden oluşan bir
İngiliz süvari taburunu yola çıkardılar. Böylece İngilizler, Aralık 1918’in
sonlarına doğru Kilis’i tamamen işgal etti32.
İngilizler, kurnazca bir yöntemle Kilis’i ele geçirdikten sonra; bu
seferde Suriye’de kendi güdümlerinde kurmayı amaçladıkları Arap
hükümetine, burayı da dâhil etmek için çeşitli entrikalar çevirmeye
başladılar. Bu maksatla bir kısım Arap aşiretlerini silahlandırarak,
Kilis’in köylerini işgal etmeleri için tahriklerde bulundular. 12 Mart 1919
tarihli bir belgede, Kilis’e bağlı Azaz ve Com nahiyesi taraflarında 190
köyün Araplar tarafından işgal edildiğinden bahsedilmektedir ki33, bu
tahriklerin hangi aşamaya ulaştığını gözler önüne sermektedir.
Yine 22 Şubat 1919’da Halep’te meydana gelen olayların
Kilislilerin tahrikleri sonucu çıktığını bahane eden İngilizler, kısa bir süre
sonra Kilisli aydın ve ileri gelenlerinden 16 kişiyi tutukladılar. Bununla
30
Genelkurmay Başkanlığı, Türk İstiklal Harbi I, Mondros Mütarekesi ve
Tatbikatı, Ankara, 1999, s.105.
31
ATASE. Arşivi, Kutu No: 68, Gömlek No: 67, Belge No: 67-1.
32
Kilisli Kadri, age., s. 30-31; H. İ. İnce, agt., s. 31. Ancak Genç Kilis
Gazetesine hatıralarını anlatan Mehmet İslam, İngilizlerin işgal tarihini Ocak
1919 olarak vermektedir. İşgale katılan İngilizlerin askeri kuvvetinin 200 kişi
olduğunu söylemektedir. Bkz. Mehmet İslam, a.g.m , 25 Eylül 1960, s.2.
33
ATASE. Arşivi, Kutu No: 78, Gömlek No: 127, Belge No: 127-1.
Erdinç GÜLCÜ
/ 11
da yetinmeyen İngilizler, bölgedeki bütün yiyecek maddelerine çok azı
dışında el koyarak34, Kilis halkını cezalandırmak ve hatta onların
gözlerini korkutmak istemişlerdir.
İngiliz işgali ile ortaya çıkan meselelerinden biri de, Kilis’in idarî
açıdan nereye bağlanacağı konusuydu. Kilis’in bir kısım ileri gelenleri ile
özellikle de güneyde köyleri ve toprakları kalan bazı zenginler, Kilis’in
Halep’e bağlanmasını yani Suriye’de kurulmaya çalışılan Arap
hükümetine dâhil olmasını istemekteydiler. Ancak Kaymakam İbrahim
Süreyya Bey ile Heveskârani Maarif Cemiyeti’ne mensup vatansever
insanlar Kilis’in, Antep Mutasarrıflığına bağlı olmasını arzu
etmekteydiler. Hatta bu sırada Amerikan Kızılhaç Örgütüne mensup
olduklarını söyleyen birkaç yabancı uyruklu kişiler gelerek Neşet Efendi
Hanına yerleşirler. Bunlar halkla ve özellikle de Suriye’ye bağlanmayı
isteyen kişilerle görüştüler 35. Bir takım etkili insanların, bu şekilde bir
temayül içerisine girmeleri ve faaliyet göstermelerine tahammül
edemeyen Kaymakam İbrahim Süreyya Bey, görevinden istifa etti36.
Bu arada İngilizlerin, Kilis’i işgal etmeleri, Ermeniler arasında da
büyük sevinçle karşılanmıştı. Fakat Ermeniler, İngilizleri tahrik etmeye
çalışmalarına rağmen, onlar bu tahriklere kapılmadıkları gibi, halkın
üzerine çok fazla da gitmemişlerdir. Ancak bununla beraber, tehcir
sırasında Türklerin sözde el koydukları Ermeni mallarının geri verilmesi
için kurulan komisyonlarda, Ermenilerin bir kısım yanıltıcı bilgilerine
alet olan İngilizler, Türklere ait bazı mallara haksızca el konulmasını
sağlamışlardır37.
İngiliz işgali döneminde; Kilis’te, İngilizlere karşı silahlı bir
mücadele hareketi görülmedi. Ancak bu dönemde, daha sonra teşkil
edilecek olan Kuva-yı Milliye hareketinin ilk nüvesi bu devrede
oluşmuştur. Kilis’i Suriye’ye bağlama girişimleri, Ermeni tahrikleri gibi
hadiseler, Kilisli vatanseverlerin bir araya gelerek örgütlenmelerini
sağlamıştır. Böylece gizliden gizliye örgütlenmeye başlayan
34
Genelkurmay Başkanlığı, Türk İstiklal Harbi I, s. 106.
Maalesef bu talepler, daha sonra Londra Konferansı sırasında Fransızlar ve
İngilizler tarafından, TBMM. Hükümetinin temsilcisi Bekir Sami Beyin
önüne konularak, sözde bu gibi isteklerin var olduğu ispat edilmeye
çalışılmıştır. Bkz. Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 57-58.
36
Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 58; Ş. Çolakoğlu, Kilis
Tarihi Üzerine Denemeler, Ankara, 1995, s.112.
37
Kilisli Kadri, a.g.e., s. 31.
35
12 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
vatanseverler, bir kısım hadiselere tepki vermek maksadıyla protesto,
miting ve çeşitli eylemler düzenlemişlerdir 38.
Bu hususta Kilis’te rastlanılan ilk organizeli hareket Cemiyet-i
İslamiye çatısı altında gerçekleşmiştir. Cemiyet-i İslamiye teşkilatı ilk
olarak, İslam dünyasının önde gelen şahsiyetleri tarafından Berlin’de
kurulduktan sonra, Mısır, Suriye vb. gibi ülkeler yanında, Anadolu’nun
çeşitli yerlerinde de faaliyet göstermiştir39. Kilis’te de bu cemiyetin bir
şubesi, eski mebuslardan ve ulemadan Hacı Mustafa Efendi
başkanlığında kurulmuştur. Cemiyetin üyeleri arasında; Salih-zâde Hacı
İsmet, Neci oğlu Burhan, Topal oğlu Neşet, Yavaşça Muhtar, Salih oğlu
Abdülkadir, Mehmet Cemalettin (İslam Bey), Mehmet Fehmi (Molla
Recep), Canbolat-zâde Ali Fuat vs. şahıslar bulunmaktaydı. Cemiyetin
görünürdeki amacı, Anadolu’da felakete uğrayanlara yardım etmekti.
Fakat 200 kadar faal üyesi bulunan bu cemiyete baskın verilerek
defterlerine el konulması üzerine40, cemiyet yeraltına çekildi ve
faaliyetlerini gizli şekilde yürütmeye başladı. Bu cemiyetin yerine daha
çok Heveskârân-ı Maârif Cemiyeti (Eğitim Gönüllüleri Cemiyeti) ön
plana çıktığı görülmektedir. Cemiyet, görünürde bilime ve kültüre ilgi
duyanların oluşturdukları bir kültür derneğiydi41. Ancak bununla beraber,
İngiliz işgali döneminde cemiyet fırsat buldukça düzenlediği miting ve
protesto eylemleri ile sesini duyurmaktaydı. Cemiyetin başlıca üyeleri
arasında; Ahmet Rami (Atan), Asaf (Sarıca), Sait (Baytaz), Mahir
(Canbolat), Mahir (Atabenli), Hüseyin Fevzi (Sansal), Hasan Kâmil
(Demirbaş), İslam Bey, Müslüman Bey, Mücahit Bey vs. yer
almaktaydı42.
Kilis, İngiliz işgali altında yaklaşık 11 ay kaldı. Yukarıda da
bahsettiğimiz gibi; Fransa, İngiltere’nin Anadolu’nun güneyinde yaptığı
bu işgalleri, Sykes-Picot Antlaşması uyarınca kendi hesabına düşen yerler
olduğunu savunmakta ve mevcut bu duruma itiraz etmekteydi. Aynı
şekilde İngiltere de, Sykes Picot Antlaşmasıyla Fransa’ya kaptırmış
olduğu Musul’u geri almak istemekteydi. Bu sebeple, İngiltere ile Fransa
arasında uzun süren sıkı pazarlıklar neticesinde, Eylül 1919’da iki taraf
arasında Suriye İtilafnamesi olarak tanınan antlaşma imzalandı. Bu
38
Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 58-61.
Ö. O. Umar, Türkiye-Suriye İlişkileri, s. 39-40; Abdülkerim Rafık, “TürkiyeSuriye ilişkileri (1918-1926)”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, Çev.
Sabahattin Samur, S. 88, İstanbul, 1994, s.52-53.
40
Sahir Üzel, Gaziantep Savaşının İç Yüzü, Ankara, 1952, s.10.
41
H. İ. İnce, a.g.t., s. 45.
42
Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 76-77.
39
Erdinç GÜLCÜ
/ 13
antlaşma ile Musul, İngiliz hâkimiyetinde kalırken; karşılığında işgal
ettiği Suriye ve Anadolu’nun güneyindeki yani Urfa, Maraş, Antep ve
Kilis’in de içinde yer aldığı topraklardan, 1 Kasım 1919 tarihinden
itibaren askerlerini çekmeye başlayacaktı43. Böylece Kilis’te İngiliz işgali
dönemi sona ererken, yeni bir işgal dönemi de başlamaktaydı.
Suriye İtilafnamesinden sonra, Antep’e gelen Fransız komutan ile
Antep’te bulunan İngiliz işgal kuvvetleri komutanı arasında yapılan
görüşme sonucunda Antep, Kilis ve Maraş’la ilgili bir bildiri hazırlandı.
Bildiride; İngiliz işgali altında bulunan bu yerlere Fransız kuvvetinin
geleceği, Fransız kuvvetinin de İngiliz kuvveti gibi itilaf kuvvetlerinin
cümlesinin vekili olduğu, salahiyet ve vazifelerinin tamamen aynı
olduğu ifade edilmekteydi 44.
Nihayet İngiliz işgal kuvvetleri, itilafnamede sözü edilen 1 Kasım
tarihini dahi beklemeden, bu yerlerden çekilmeye başladı.
4. Fransız İşgali Dönemi
İngilizlerin çekilmeye başlamasıyla birlikte, Fransız işgal
kuvvetleri bölgeyi işgale giriştiler. 29 Ekim 1919 tarihinde Ermeni
unsurlarının da yer aldığı bir Fransız öncü birliği Kilis’e girdi. Önce
şehrin muhtelif yerlerine yerleşen Fransız askerleri, daha sonra Askerlik
Şubesine baskın düzenlediler ve ele geçirdikleri bütün belge ve defterleri
yaktılar45. Bu sırada, Kilis kaymakamlığına bir nota veren Fransız
komutan; Ermenilerin yerleştikleri kışla, Belediye Hanı ve Askerlik
Şubesinin çevresindeki bütün hanelerin, tahliye edilmesini istedi46.
Kilis halkı ise, Fransızların bölgeyi işgal edeceğinden haberleri
olmasından itibaren infialdeydiler. Fransızların, Ermenilerle birlikte
Çukurova bölgesinde Türk halkına karşı işledikleri cinayet ve
fecaatlerden haberdar olduklarından, burada da aynı felaketlerin
yaşanacağından korkmaktaydılar. Bu maksatla, Fransızların şehri işgal
etmesi karşısında, Heveskârân-ı Maârif Cemiyetinin ileri gelenlerinin
öncülüğünde, işgalin yapıldığı gün öğlen namazından sonra Canpolat
(Tekye) Camii avlusunda, büyük bir protesto mitingi düzenlendi. Mitinge
43
Ö. O. Umar, Türkiye-Suriye İlişkileri, s. 21-22; Ö. O. Umar, Osmanlı Yönetimi
ve Fransız Manda İdaresi Altında Suriye, s. 376-378.
44
ATASE. Arşivi, Kutu No: 105, Gömlek No: 101, Belge No: 101-4.
45
H. İ. İnce, a.g.t., s. 61.
46
ATASE. Arşivi, Kutu No: 119, Gömlek No: 76, Belge No: 76-2.
14 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
yaklaşık on bin kişi katılmıştı47. Bu mitingde Hacı Ahmet Efendi-zâde
Galip (Salihoğlu) çok coşkulu ve etkili bir hitapta bulundu. “Kalkın ey
gaflet içinde olanlar” diyerek başladığı konuşmasında; “Dedelerimizin,
ölülerimizin gömülü olduğu bu kutsal topraklarımıza düşman giriyor. Siz,
ey en büyük dinin sancağını açanlar. Siz, ey tarihe destanlar yazanlar.
Şimdi istiklâl günü hamiyet günüdür. Hür doğduk, hür yaşadık, hür
ölmeliyiz. Düşman bu topraklara adım atarsa hep beraber savaşalım, hep
beraber ölelim” sözleriyle, halkı duygulandırmış ve ağlatmıştır 48.
Bu arada aynı gün, kaza halkı adına Kilis Belediye Reisi Osman
Fazlı Bey, Sivas’ta bulunan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Heyeti Temsiliyesine bir telgraf çekerek, işgali bildirdi ve yapılması
gerekenleri sorarak yardım istedi49. Bu telgrafa Sivas’tan cevap
gecikmemiş ve hemen iki gün sonra Heyet-i Temsiliye Başkanı M.
Kemal Paşadan, Osman Fazlı Beye bir telgraf ulaşmıştır. 31.10.1919
tarihli olan bu telgrafta; hür yaşama azminde olan Kilislilerin, ikinci defa
haksızca bir işgale uğradıklarına dair gönderilen telgrafı aldığını ifade
eden M. Kemal Paşa, millî haklarımızı azim ve kararlılıkla kesin olarak
korumaya devam için, millî bir teşkilatlanmaya özen gösterilmesi
gerektiğini ve bu hususta gerekli yardımların da yapılacağını bildirdi50.
Kilis halkının bu heyecan ve galeyanına rağmen Fransızlar, şehri
işgal ettikten sonra, şehirde baskı ve zulüm siyasetlerini olanca şiddeti ile
halk üzerinde uygulamaya başladılar. Halkın can, mal ve namus güvenliği
kalmamıştı51. Ancak bu baskı ve zulme karşı, halkın sessiz kalması da
düşünülemezdi. Nitekim Fransız askerlerinin bu zulmüne karşı ilk eylem,
Kasım 1919’da Sakıp Bey tarafından gerçekleştirildi. Fransız
askerlerinin, sözde kadın kılığına girmiş militaristlerin etrafta dolaştığı
iddiasıyla, yer yer örtülü kadınları rahatsız etmeleri, halkın tepkisini
çekmekteydi. Sakıp Beyin eylemi de, Cumhuriyet caddesinde meydana
gelen böyle bir hadiseden kaynaklanmıştı. Sarhoş bir Fransız askerinin,
caddeden geçmekte olan bir kadına tacizde bulunduğunu gören Sakıp
Bey, olaya neden olan Fransız askerini öldüresiye dövdü. Bu olay, halk
arasında büyük bir infiale ve tepkiye yol açtı. Bu arada halkın bazı ileri
47
ATASE. Arşivi, Kutu No: 270, Gömlek No: 38, Belge No: 38-2; Kilisli Kadri,
a.g.e., s. 31.
48
Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 60-61.
49
ATASE. Arşivi, Kutu No: 270, Gömlek No: 38, Belge No: 38-2.
50
ATASE. Arşivi, Kutu No: 270, Gömlek No: 38, Belge No: 38-1.
51
Kilisli Kadri, a.g.e., s. 33-34.
Erdinç GÜLCÜ
/ 15
gelenleri, durumun ciddiyetini anlatmak üzere Jandarma Komutanı Yusuf
Ziya Bey’e şikâyette dahi bulundular52.
Olayların gittikçe büyüdüğünü gören Fransız İşgal Kuvvetleri
Komutanlığı, olayları yatıştırmak yerine halkı tehditle susturmak istedi.
Bu maksatla, Fransız komutan bir ilan hazırlatarak şehrin çeşitli yerlerine
kaymakamlık vasıtasıyla astırdı. İlanda baştan sona çok vahim ifadeler
yer almaktaydı. Ancak bu ilanda en dikkat çeken ve ürperten husus;
“Kargaşalık çıkması halinde telef olacak veyahut yaralanacak bir
Fransız askerine karşılık yerliden iki adamın kurşuna dizileceği ve
bunların da kur’a ile tespit olunacağı”53 şeklinde yer alan bu ifadelerdi.
Bu sözler, Fransız işgal kuvvetlerinin ne kadar insaniyetten ve hukuktan
uzak olduklarının da açık itirafıydı.
Kilis’teki bu hadiselerden, Sivas’ta bulunan Anadolu ve Rumeli
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyeti Temsiliyesi Başkanı Mustafa Kemal
Paşa da haberdar edildi. Hatta Sivas’ta kurulmuş olan Anadolu Kadınları
Müdafaa-i Vatan Cemiyeti üyeleri de hemen harekete geçerek, Dahiliye
Nezaretine ve İstanbul’da bulunan yabancı temsilciliklerine, bu olayları
kınayan ve şikayette bulunan telgraflar çektiler54.
4.1. Kilis’te Kuva-yı Milliye Teşkilatının Kuruluşu
Fransızlar, Güney Anadolu’da işgal ettikleri yerlerde Ermeni
çetelerinin Türk halkının üzerine saldırmalarına göz yummaları yanında,
Diyarbakır taraflarında ve Suriye bölgelerindeki Ermenileri, bu bölgeye
göç etmeleri için çaba sarf etmekteydiler. Buna karşılık, bölgede yaşayan
Türkleri de başka yerlere göçe zorlayarak bölgede Ermeni nüfusun
çoğunluğu teşkil etmesini planlamaktaydılar55.
Fransızların güneyde oynadıkları bu oyun, bölgede yaşayan Türk
halkının güvenliğini ve varlığını tehlikeye sokmaktaydı. Bu nedenle,
bölgede bir an önce halkın güvenliğinin sağlanması için, millî
teşkilatlanmaya gidilmesi elzem hale gelmişti. Nitekim Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, güney cephesi ile ilgili bir kısım yeni
düzenlemelere gitti. Bu düzenlemeye göre cephe üç kısma ayrılmakta
52
Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 78-80; Mehmet İslam,
a.g.m., 27 Eylül 1960, s.1.
53
ATASE. Arşivi, Kutu No: 104, Gömlek No: 11, Belge No: 11 (1-2); Kutu No:
109, Gömlek No: 128, Belge No: 128 (1-2); H. İ. İnce, a.g.t., s. 65-67.
54
Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 81.
55
Yaşar Akbıyık, Milli Mücadelede Güney Cephesi Maraş, Ankara, 1999,
s.156.
16 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
olup, Maraş, Antep ve Kilis ikinci bölgede yer almaktaydı. Bu bölgenin
sınırları; birinci bölgenin Bahçecik-Kozan-Osmaniye hattının doğusu ile
üçüncü bölgenin Adıyaman, Samsat, Birecik hattının batısında kalan
bölgeydi. Bu bölgenin güvenliği ve sorumluluğu, Sivas’ta bulunan 3.
Kolorduya ve bölge içinde bulunan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine
verildi56.
İkinci bölgenin organize edilmesi ve kurtarılması faaliyetini
yürütmek amacıyla, bir Heyet-i Merkeziye teşkil edilmek suretiyle
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kuruldu. İşgal altında olmayan Elbistan ise,
cemiyetin merkezi olarak seçildi57. Bölgede cemiyetin teşkilatlanışı, işgal
altında olmayan yerlerde açıktan, işgal altında olan yerlerde ise Cemiyet-i
İslamiye adıyla gizli şekilde yapılacaktı58.
Bölgede millî teşkilatlanmanın başladığı sıralarda, esaretten
kurtularak Kilis’e gelen Mehmet Sait(Şahin Bey), Yemen’den arkadaşı
olan Mehmet Fehmi (Molla Recep) ile görüşmüş ve ondan Kilis’te millî
direniş için örgütlenme içerisinde olduklarını öğrenmişti59. Bu duygularla
Kilis’ten ayrılarak Antep’e gelen Mehmet Sait, burada yakın arkadaşı
olan Heyet-i Merkeziye üyesi Muhtar Bey vasıtasıyla cemiyet üyeleriyle
tanıştı. Mehmet Sait, Antep’te yaptığı görüşmeler sonunda “Kilis Yolu
Kuva-yı Milliye Kumandanlığı” vazifesini kabul etti60.
Mehmet Sait, bu görevi üstlenmesinden sonra artık kod adı olarak
Şahin ismini kullanır ve herkes onu artık Şahin Bey olarak tanıyacaktır.
Şahin Bey ilk iş olarak, Kilis-Antep yolunu Fransız kuvvetlerine kapalı
tutmak amacıyla, Kilis çevresinde bulunan köylerden topladığı 100
kişilik gönüllü milis kuvvetiyle, Kızılburun-Kertil mevkilerini tutmaya
başlar. Bu sırada Kilis’ten Antep’e gitmek üzere, 3 Şubat 1920 tarihinde
150 arabadan oluşan bir erzak kolu ile iki piyade bölüğü ve bir süvari
56
ATASE. Arşivi, Kutu No: 350, Gömlek No: 108, Belge No: 108-1; H. İ. İnce,
a.g.t., s. 74-75.
57
Daha sonra cemiyet merkezini Kılıç Ali Bey, Maraş ve Antep Havalisi Kuvayı Milliye Kumandanı olarak, Antep-Maraş arasında önemli bir mevkiye sahip
olan Pazarcık’a taşıdı. Bkz. Y. Akbıyık, a.g.e., s. 162-165.
58
Nitekim bu karar doğrultusunda Kilis’te de, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı
yerine, zaman zaman Cemiyet-i İslamiye adı ön planda tutulmuştur. Bkz. Y.
Akbıyık, a.g.e., s. 161.
59
Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 84-86; Mehmet İslam,
a.g.m., 27 Eylül 1960, s.1.
60
Lohanlızade Mustafa Nureddin, İstiklal Sevgisinin Abidesi Gaziantep
Müdafaası, Gaziantep, 1974, s. 31-33; S. Üzel, a.g.e., s. 17; Ş. Çolakoğlu,
Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 86-88.
Erdinç GÜLCÜ
/ 17
takımının desteğinde, bir Fransız kuvveti yola çıktı. Bu durumu haber
alan Şahin Bey, Kızılburun-Dazburun tepelerinde yolu keserek konvoyu
beklemeye başladı. Fransızlar bu durumdan habersiz bu mevkie
ulaşmalarıyla birlikte, milisler şiddetli ateşle Fransızların ilerleyişini
durdurur ve iki taraf arasında şiddetli çatışma meydana gelir. Ancak bu
beklenmedik saldırı karşısında şaşkına dönmüş olan Fransız kuvveti, bazı
askeri kayıplar vermeleri üzerine yola devam edemeyeceklerini anlayarak
geri çekilerek Kilis’e döndü61.
Kilis-Antep yolu üzerinde, Fransızlarla ikinci sıcak çatışma 18
Şubat 1920 tarihinde gerçekleşti. Bu sırada Antep’te bulunan Fransız
kuvvetleri, silah ve cephane bakımından sıkışık durumda olduklarından,
Kilis’ten yardım istemişlerdi. Bu talep üzerine bir Fransız erzak kolu, bir
süvari takımı ile iki dağ topuyla takviyeli bir piyade taburunun
korumasında, Kilis’ten hareket etti. Ancak Şahin Bey’e bağlı milislerin
yoğun ateşiyle karşılaşan bu Fransız konvoyu da, Kilis’e geri dönmek
zorunda kaldı62. Şahin Bey’in kazandığı bu başarılar, bölgedeki halkın
Kuva-yı Milliye’ye daha fazla güven duymasına ve dolayısıyla
örgütlenmenin hız kazanmasına da önemli katkı sağladı63.
Şahin Bey, Antep-Kilis yolu üzerinde mücadeleye başladığı
sıralarda, daha önce Cemiyet-i İslamiye ve Heveskârân-ı Maârif
Cemiyeti’nde yer alan vatanseverler, Kilis’te Kuva-yı Milliye’yi
örgütleme çabası içerisine girdiler. İslam, Sakıp ve Müslüman Beyler,
şehir ile köyler arasında bağlantı kurmaya ve örgütleme faaliyeti
yürütürlerken; Molla Recep’te Maarif Kahvehanesi’ne giden Kilisli
gençleri, davaya kazandırmaya çalışmaktaydı64. Ancak bu faaliyetler
yürütülmesine karşın, bu örgütlenmenin tek elden organizesini
sağlayacak ve bu sorumluluğu en iyi üstlenecek bir kumandana ihtiyaç
vardı. Fakat kumandanlık konusunda, Kuva-yı Milliye’yi örgütlemeye
çalışanlar, kendi aralarında bir ihtilafın çıkmasından korkmaktaydılar.
Bunun için, aralarında yaptıkları müzakereler sonucunda, Kilis dışından
bir kişinin kumandan olarak başlarına geçmesinin, daha uygun olacağına
karar verdiler. Kilisli vatanseverlerin kendi aralarında aldıkları bu kararı
bildirmek üzere İslam Bey ile Çapar Abdo’yu, Antep’in Sakçagözü
61
ATASE. Arşivi, Kutu No: 329, Gömlek No: 148, Belge No: 148-1; Kutu No:
330, Gömlek No: 47, Belge No: 47-2; Lohanlızade M. Nureddin, a.g.e.,s.3233.
62
Lohanlızade M. Nureddin, a.g.e.,s.33-34; Ş. Çolakoğlu, Kilis DirenişKurtuluş ve Sonrası, s. 34.
63
H. İ. İnce, a.g.t., s. 82-83.
64
Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 76, 86.
18 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
Nahiyesi’ne gönderdiler. Şubat 1920’de Maraş’ın işgalden
kurtulmasından sonra kumandanlar, Hurşit Ağa ile görüşmek üzere
Sakçagözü’ne gelmişlerdi. Bölgedeki Kuva-yı Milliye’nin önde gelen
kumandanları, Hurşit Ağa’nın evinde bir araya geldikleri sırada, İslam
Bey ile Çapar Abdo bu toplantıya katılarak Kilis’te alınan kararı bizzat
burada bulunanlara bildirdiler. Yapılan toplantı sonucunda; Antep
cephesine Yüzbaşı Kılıç Ali, İslâhiye cephesine Yüzbaşı Yörük Selim ve
Kilis cephesine de Yüzbaşı Kâmil Polat’ın kumanda etmesine karar
verildi65.
Sakçagözü’ndeki toplantı sonucunda Kilis Kuva-yı Milliye
Kumandanlığına getirilen Polat Bey ile Kilis’ten gelen temsilciler
arasında yapılan görüşmede, millî kuvvetlerin Kürt Dağı bölgesinde
bulunan Meydanki’de toplanmasına karar verildi. Bu görüşmeden sonra
Polat Bey, gerekli hazırlıklarını tamamladıktan sonra, beraberinde
bulunan birkaç adamıyla birlikte Mart ayının başlarında Meydanki’ye
geldi66. Polat Bey Meydanki’ye geldikten sonra ilk iş olarak, 3 Mart
1920 tarihinde bir emir yayınladı. Bu emirde genel olarak; Kilis’teki
milis kuvvetlerin yeniden teşkilatlandırılması, iaşe ihtiyacının
karşılanması ve organizeli halde faaliyetlerin yürütülmesi hususları yer
almaktaydı67.
Milis kuvvetleri Mart ayı başlarında (tahminimizce Polat Beyin
Meydanki’ye geldiği sıralarda) Kurt Kulağı ve Raco istasyonlarında
bulunan Fransız karakollarına saldırılar düzenlendi68. Bu saldırıları
65
Mehmet İslam, a.g.m., 28 Eylül 1960, s.1.
Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 74, 96, 100; Mehmet
İslam, a.g.m., 28 Eylül 1960, s.1. Polat Beyin Meydanki’ye geldiği tarihi, Ş.
Çolakoğlu Şubat ayının sonları olarak vermektedir. Ancak Polat Bey’in
Meydanki’de yayınladığı ilk genel emri 3 Mart 1920 tarihindedir. Bu nedenle
Polat Bey’in Meydanki’ye Mart ayının ilk günlerinde gelmiş olması daha
muhtemeldir.
67
Ayrıntılı bilgi için bkz. Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s.
100; H. İ. İnce, a.g.t., s. 87-88.
68
Suriye ve Anadolu’nun güney kısımlarını Fransa adına işgal etmekle
görevlendirilmiş subaylardan Yüzbaşı Andrea’nın kaleme aldığı ve Erkân-ı
Harbiye Miralayı Kadri’nin tercüme ettiği günlükte bu hattın Kuva-yı Milliye
tarafından sürekli saldırıya uğradığı hususunda şunları söylemektedir: “Çeteler
nakliyâtımızı sektedâr etmek için Kemalîlerden emir alıyorlar ve bunu pek
güzel ifâ ediyorlardı. Ekseriyetle Meydanı Ekbez ile ve Raco arasındaki
demiryolu katʿ olunuyordu ve hatta birkaç defa Katma’nın hemen takriben on
kilometre kadar uzağındaki Kurtkulağı istasyonuna doğru olan hattı kesilmişti.
Bir Tabur hatta bir Bölük ile geçer geçmez hemen tamir husûsâtında kullanılan
66
Erdinç GÜLCÜ
/ 19
düzenleyenler arasında; Kilis’teki Fransız askerini dövme hadisesinden
sonra şehirden ayrılarak Meydanki ve Çamlıca taraflarında örgütlenme
faaliyetlerini sürdüren Sakıp Bey, Ahmet Ruto Ağa, Abdullah İslam,
Seydo Diko Ağa ve Şeyh Abdi (Gelen) de bulunmaktaydı. Hatta bu
baskında; Sakıp Bey ve arkadaşlarının Kilis Hükümet Konağı’ndan
kaçırdıkları bir Ramazan topu da kullanıldı.69. Çatışma sırasında birkaç
Fransız askeri öldürüldü, 35 civarında Cezayir kökenli Fransız askeri ise
esir alındı. Sakıp Bey esir alınan bu Fransız askerlerini işgalden
kurtulmuş olan Maraş’taki Kolordu merkezine götürerek teslim etti70.
Bu sırada Antep’teki savunmayı kırmaya çalışan Fransızlar, askeri
yardıma ihtiyaç duymaktaydılar. Bu maksatla bir kez daha Şahin Bey’in
tuttuğu Kilis-Antep yolunu açmayı zorlamak amacıyla yeni bir Fransız
birliğini 17 Mart 1920 tarihinde Kilis’ten yola çıktı. Bu durumun haber
alınması üzerine Fransız birliğinin geçmesini önlemek amacıyla Şahin,
İslam ve Sakıp Beyler Kuva-yı Milliye müfrezeleriyle Seve boğazını
tuttular. Fransız askerlerinin Seve boğazına ulaşmasıyla birlikte iki saat
süren bir sıcak çatışma yaşandı. Ancak düşman birliği çok güçlü
olmasından dolayı Kuva-yı Milliye müfrezeleri geri çekilmek zorunda
kaldılar. Fransız birliği de yolun güvenli olmadığını görerek Kilis’e
dönmek zorunda kaldı71.
Polat Bey Meydanki’ye geldikten sonra bölgede yaşayan başta
Okçu İzzeddinli aşireti72 olmak üzere çeşitli aşiretleri ve aşiret beylerini
Kuva-yı Milliye’ye kazandırmak için büyük çaba sarf etmiştir. Bu
hususta önemli ölçüde başarı sağlandığı da görülmektedir. Nitekim
aşiretlerden alınan yardımlarla Katma-İslahiye demiryoluna yapılan
saldırı ve Darmık Savaşı buna en iyi örnek teşkil etmektedir.
Fransızların asker ve silah sevkiyatında kullandıkları Katmaİslahiye demiryolu hattını kullanılamaz hale getirmek için plan yaptı.
Hedef, Akbez - Raco arasında bulunan ve Mesekanlı Köyü’ne yakın iki
ameleyi himaye için gönderiliyor ve fakat hat tamir edilib de bir veya birkaç
tren geçtikten iki üç gün sonra başka bir yerden yine hattın katʿ edildiği haberi
alınıyordu”. Bkz. Erkân-ı Harbiye Miralayı Kadri, Fransızlara Nazaran Suriye
ve Kilikya Muharebatı, Yayına Haz. Erdal Açıkses, Elazığ, 2010, s. 6.
69
Mehmet İslam, a.g.m., 28 Eylül 1960, s.1.
70
H. İ. İnce, a.g.t., s. 85-86.
71
Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 107-108; Mehmet İslam,
a.g.m., 28 ve 29 Eylül 1960, s.1.
72
Bkz. Mustafa Öztürk, “İzziye Kazasının Kuruluşu ve Milli Mücadeledeki
Yeri”, Ankara Üniversitesi Tarih Araştırmaları Dergisi (Prof. Dr. Yücel
Özkaya’ya Armağan), Ankara, 2005, s.29-45.
20 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
sırt arasına kurulmuş olan 30 m. yüksekliğinde ve 50 m. uzunluğunda
olan demiryolu köprüsüne ve köprüyü korumakta olan Fransız
karakoluna saldırmaktı. Polat Bey’in yönlendirdiği Ahmet Ruto, Şeyh
Abdi ve Amik Beylerinden Mursal oğlu Ahmet Bey’e bağlı kuvvetler 24
Mart 1920 tarihinde köprü kuşatıldı ve köprüyü korumakta olan Fransız
karakolu yaylım ateşine tutuldu. Açılan ateş sonucunda bir Fransız subayı
ve köprüden atlayan bir Ermeni kökenli çavuş öldü, 40 Fransız askeri de
esir alındı. Köprü ise tahrip edilerek kullanılmaz hale getirildi. Ertesi
günü Maraş’ a gitmek üzere Kilis’ten hareket eden 600 kişilik bir Fransız
taburunun gelmekte olduğunu haber alan Polat Bey hemen harekete
geçerek plan yaptı. Bu plana göre; bölgede bulunan aşiret ağalarına bağlı
milis kuvvetleri ile Seve boğazında yapılan çatışmadan sonra bu tarafa
gelmiş olan İslam ve Sakıp Beyler, Fransız taburunun yolunu kesmek
üzere Darmık Dağı eteklerinde ve Bekobası’nda tedbir alacaklardı.
Kendisi de Bülbül Nahiyesi ve civarında yer alan köylerden kuvvet
toplayarak yardımlarına gidecekti. Nihayet 26 Mart günü Fransız taburu
dağın eteğinde yer alan dar vadiden tek sıra halinde geçmeye başladı. İlk
ateşi Sakıp Bey açtı ve böylece iki taraf arasında yaklaşık iki saat devam
eden büyük bir çatışma yaşandı. Bu mücadele sonunda Fransız taburunun
tamamının imha edildiği, buna karşılık milis kuvvetlerinin aralarında
Sakıp Bey’in de bulunduğu on şehit ve on kadar da yaralı olduğu ifade
edilmektedir73. Milislerin, demiryolu köprüsünü tahrip ve bir tabur askeri
de imha etmeleri, Kuva-yı Milliye’nin bölgede elde ettiği en önemli
başarılardan biridir.
Kilis’te bulunan Fransız İşgal Kuvveti, 25 Mart günü Kilis’ten
sadece Maraş’a değil, ondan daha büyükçe bir kuvveti74 Antep’e gitmesi
için yola çıkardı. Fransızlar bu büyük kuvvetle Kilis-Antep yolunu
açmayı ve Antep’teki kuvvetlerine yardım ulaştırmayı umuyorlardı.
73
Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 74-75, 101-106; Mehmet
İslam, a.g.m., 29 Eylül 1960 s. 1-2, 30 Eylül 1960, s.1; H. İ. İnce, a.g.t., s.
88-91. Hatta Darmık Dağı (Hisar) Savaşı sırasında Bulamac Köyü’nden Fat-i
Rendi (Güzel Fatma’dan kısaltmadır) adında dul bir kadının ateşin ortasına
atılarak yüksek bir kayaya çıkması ve savaşanları teşvik etmek üzere sözler
söyleyip zılgıt çalması, diğer taraftan aşiretin mensubu birçok kadın ve
çocuğun mevzilere cephane ve su taşıması da bir kahramanlık örneğidir. Bkz.
M. Öztürk, a.g.m., s. 41-42.
74
1 Cezayir Avcı Taburu, 1 Senegal Avcı Taburu, 1 Müstemleke Taburu, 2
Süvari Bölüğü (1’i atlı piyade), ½ İstihkâm Takımı, 65’lik 1 adet cebel
bataryası, 1 seyyar hastane olmak üzere toplam 2500 kişi, 1400 hayvan ve 400
arabadan oluşmaktaydı. Bkz. Miralay Kadri, a.g.e., s. 8-9.
Erdinç GÜLCÜ
/ 21
Şahin Bey ise Kilis’ten bir Fransız kuvvetinin hareket ettiği haberini alır
almaz, ne pahasına olursa olsun yolu tutmak amacıyla hemen hazırlıklara
başlayarak hem çevre köylere haberler göndererek milis toplamaya
çalıştı, hem de Antep Kuva-yı Milliyesi’nden yardım istedi. Bu arada
Fransızları durdurmak amacıyla da Kızılburun–Dazburun–Kantara
üzerinde bir savunma hattı oluşturdu. 26 Mart günü sabahında Fransız
kuvvetleri Kızılburun–Dazburun–Kantara hattına ulaşmaları üzerine,
Kuva-yı Milliye müfrezeleri ateşe başladılar. Bunun üzerine Fransız top
bataryası, müfrezelerin bulunduğu tepeleri yoğun bir top ateşine tuttu.
Top ateşi ve bazı Fransız birliklerinin saldırıya geçmesi karşısında,
müfrezeler geriye çekilmeye başladılar. Fransız kuvveti bunun üzerine
tekrar yürüyüşe geçerek gün içerisinde Sinnep Köprüsü’ne vardılar. 27
Mart günü Kuva-yı Milliye müfrezeleri ile Fransız kuvvetleri arasında
önce Kazıklı tepelerinde sıcak çatışma yaşandı. Top ateşi karşısında
müfrezeler geri çekilmek zorunda kaldılar. Gün içerisinde ikinci çatışma,
Beşgöz Hanı’na doğru yerleşmiş olan müfrezelerin Fransız ilerleyişini
durdurmak istemeleri sebebiyle yaşandı. Ancak buraya da Fransız
kuvvetlerinin yoğun ateş açması üzerine Kuva-yı Milliye müfrezeleri bu
defa Elmalı tepelerinde yeni bir savunma hattı oluşturdular. 28 Mart günü
sabahında iki taraf arasında Bostancık kayalıkları ve Elmalı Köprüsü
çevresinde şiddetli çatışmalar yaşandı. Fransızların asker ve silah
üstünlüğü karşısında müfrezeler çatışmaya uzun süre dayanamayarak geri
çekilmek zorunda kaldılar75. Bu şiddetli çatışmada Şahin Bey,
Fransızların Elmalı Köprüsü’nü geçmemesi için insanüstü bir gayretle
savaşmasına rağmen, sonunda maiyetindeki on sekiz kişiyle beraber
köprü üzerinde şehit düştü76.
Kilis-Antep yolunun Kuva-yı Milliye milisleri tarafından tutulmuş
olmasından dolayı yaklaşık üç aydan beri Antep ile herhangi bir irtibat
sağlayabilme ve yardım gönderebilme imkânı bulamayan Fransızlar,
ancak yola çıkardıkları büyük bir askeri kuvvet ve üstün silahlar ile
yoğun bir çatışma sonunda dördüncü günde Antep ile yeniden bağlantı
sağlayabildiler. Bu üç günlük savaşta Türk milislerin kaybı yaklaşık
olarak 100 şehit ve 300 yaralı, buna karşılık Fransızların ise ikisi subay
olmak üzere 4 ölü ve biri subay olmak üzere 25 yaralı bulunmaktaydı77.
75
Miralay Kadri, a.g.e., s. 8-14; Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve
Sonrası, s. 112-113.
76
Lohanlızade M. Nureddin, a.g.e., s.34-35.
77
Miralay Kadri, a.g.e., s. 14-15.
22 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
Şahin Bey’in şehit olmasından sonra Kilis-Antep yolunun
tutulması görevi Alaattin Bey’e verildi. Fakat bir süre sonra maiyetindeki
milislerin dağılması sebebiyle Polat Bey bölgeye gelerek yeniden kuvvet
topladı ve yolun tutulmasını sağladı. Nisan ve Mayıs aylarında
Fransızların Antep’e yardım göndermesini önlemek amacıyla Kuva-yı
Milliye’nin cansiperane şekilde çaba sarf ettiğini ve yol üzerinde bu
yüzden zaman zaman çatışmalar yaşandığını görmekteyiz.
Bu çatışmalardan biri; 7 Nisan 1920 tarihinde Antep’ten dönmekte
olan Fransız kuvveti ile Kuva-yı Milliye milisleri arasında meydana
geldi. Bu çatışmada milislerin Fransız kuvvetine verdirdiği kayıp 80 ölü
ve yaklaşık bir o kadar da yaralı idi78. 9 Mayıs’ta Antep’e gitmek üzere
Kilis’ten hareket eden Fransız birliği ile Kızılburun’da meydana gelen
şiddetli çatışma neticesinde, Fransız kuvveti geri dönmek zorunda kaldı.
Yine 21 Mayıs’ta Kilis’ten hareket eden dört tabur piyade ve iki bölük
süvariden oluşan Fransız kuvvetine Geneyik’te kurulan pusu neticesinde
yaklaşık 200 Fransız askeri öldürüldü79.
Bu arada Polat Bey Kilis–Antep yoluna daha yakın olmak
düşüncesiyle karargâhını Cercik Köyü’ne taşıdı. Bu karargâh aynı
zamanda 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılışından sonra kurulan Ankara
Hükümeti’ni temsil eden yerel yönetimin merkezi olacaktı. Bu maksatla
Kilis Heyet-i Merkeziyesi adı altında başkanlığını Kâmil Polat Bey’in
yaptığı, Molla Recep (Mehmet Fehmi), İslam Bey, Müslüman Bey ve
Ahmet Remzi (Güres) Bey’in üye bulunduğu bir yönetim oluşturuldu.
Yerel yönetim işlerinden başkanlığını Molla Recep’in başkanlığında bir
heyet sorumlu olacaktı. Bu heyetin ilk işi Kuva-yı Milliye’ye bir an önce
iaşe temin etmekti. Bölgede dirlik ve düzenin sağlanması yani asayişten
sorumlu kolluk görevini İslam ve Müslüman Bey’ler yapacaklardı. Bu
sırada Kilis Askerlik Şubesi’nin defter ve kayıtları çalınarak Cercik’e
getirildi80.
4.2. Ateşkes İlanı
İtilaf Devletlerinin San Remo’da Osmanlı Devleti ile yapılacak
barış anlaşmasının esaslarını belirleyerek Osmanlı Hükümeti’ne
sundukları bir dönemde, Fransa ile TBMM Hükümeti arasında ilk
ilişkiler başladı. İki taraf arasında yapılan çeşitli görüşmeler neticesinde,
78
ATASE. Arşivi, Kutu No: 819, Gömlek No: 188, Belge No: 188-1.
H. İ. İnce, a.g.t., s. 106-112.
80
Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 166-167.
79
Erdinç GÜLCÜ
/ 23
iki tarafında istekli olması üzerine bir ateşkes anlaşmasının yapılmasına
karar verildi.
İki tarafta ateşkes anlaşmasından kendilerince faydalanmayı
düşünmekteydiler. Fransa, I. Dünya Savaşı’ndan ağır bir mali yükle
çıkmıştı. Bu yüzden 1919 yılından itibaren Fransa’da istikrarlı
hükümetler kurulamamakta ve bir siyasi bunalım yaşanmaktaydı81. İçte
bu siyasi bunalım yaşanırken, Güney Anadolu’da Fransız kuvvetleri ise
sıkışmış durumdaydı. Bu bölgede Kuva-yı Milliye’nin başarılı çete
savaşları vermesi ve irtibatta olduğu Suriye Arapları vasıtasıyla da
Anadolu’ya gelen askeri yardımın engellenmesi, Fransa’nın durumunu
kötüleştirmeye başlamıştı. İşte bu sebeple Fransa zaman kazanmak ve bu
arada bölgedeki kuvvetlerine asker ve silah tedarikinde bulunmayı
düşünmekteydi. M. Kemal Paşa ise; bu anlaşma vesilesiyle İtilaf
Devletleri tarafından tanınmayan TBMM Hükümeti’nin tanınması
sağlanabilir, bu anlaşma Fransa ile İngiltere’nin arası açabilir ve belki de
Fransa, TBMM ile bir barış anlaşması imzalamaya ikna olabilir, diye
düşünmekteydi. İşte bu düşüncelerle iki taraf arasında yirmi günlük bir
ateşkes kabul edildi82.
Bu ateşkes antlaşmasına göre; 29/30 Mayıs gece yarısı başlayacak
ateşkes yirmi gün sürecek, Fransızlar on gün içinde Pozantı, Sis (Kozan)
ve Antep’i boşaltacaklar ve iki tarafta ellerinde bulundurdukları tutsakları
karşılıklı olarak geri vereceklerdi83.
Ancak ateşkes yapılmasına rağmen, Fransızların sözleşmeye uygun
hareket etmemeleri üzerine M. Kemal Paşa çeşitli komutanlıklara ve
Fransız Tümen Komutanı General De Lamaut ile ateşkesin ayrıntılarını
görüşmek üzere Kilis’te bulunan Kaymakam (Yarbay) İrfan Bey’e84
şifreli bir telgraf çekti. M. Kemal Paşa telgrafında özetle; Fransızların
kendi tutsaklarını kurtarmak ve yapacakları saldırı hazırlığı için zaman
kazanmaya çalıştıkları, masum Müslüman halkı tutuklamaya devam
ettikleri, Ermeniler vasıtasıyla Müslüman halkı kırdıkları, geri verilen
tutsaklara karşı aynı sayıda tutsağı salıvermedikleri gerekçeleriyle 18/19
81
K. Gürün, a.g.e., s. 123-124.
Salahi R. Sonyel, Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, C. II, Ankara, 1991, s.
69-72.
83
Mustafa Onar, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları-II, Ankara, 1995, s.
145-146; S. R. Sonyel, a.g.e., C. II, s.71-72
84
ATASE. Arşivi, Kutu No: 55, Gömlek No: 54, Belge No: 54-1, 54-18.
82
24 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
Haziran gece yarısı bütün Fransız cephesinde ateşe başlayacaklarını85
bildirmekteydi.
Görüldüğü gibi ateşkesten elde edilmesi beklenen gelişmeler
gerçekleşmemişti. Bununla beraber ateşkes ile Kilis’te bazı olumlu
gelişmelerde oldu. Bu gelişmelerden birincisi; Fransızlardan çok şeyler
bekleyen Kilisli Ermeniler, yapılan bu ateşkes karşısında büyük hayal
kırıklığına uğramış olmalılar ki, tutumlarında beklenmedik bir tavır
değişikliği görülmeye başlandı. Hatta Ermeni cemaatinin ileri gelenleri,
Kilisli Ermeniler adına TBMM Başkanı M. Kemal Paşaya çektikleri
telgrafta özetle; şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da Türk
vatandaşlarımızla Osmanlı toplumunun ayrılmaz bir parçası olarak
yaşamaya azmettiklerini86 bildirmekteydiler. Kilisli Ermenilerin bu
sözleri, tavır değişikliğinin hangi noktaya geldiğini göstermesi açısından
çok dikkat çekicidir.
İkinci önemli gelişme ise; daha önce Kuva-yı Milliye’ye aleyhtarı
olan Kilis eşrafından bazı kimseler, 14 Haziran 1920 tarihinde Kefergani
Köyü’nde Polat Bey ile bir araya gelerek Kuva-yı Milliye’ye ve
TBMM’nin her emrine uyacaklarına dair yemin etmeleridir87. Ayrıca
eşraf ile yapılan müzakereler sonucunda; süvari bölüğünün noksanlarının
tamamlanması, piyadenin elbise ve iaşe ihtiyacının temin edilmesi,
Fransızlara erzak satışının önlenmesi, Kuva-yı Milliye’nin iaşe ve diğer
ihtiyaçlarının sağlanması için vergi konulması, Londra’da devam eden
barış görüşmelerine telgraflar çekerek İstanbul Hükümeti’nin görüşlerinin
geçerli olmayacağının duyurulması, vb. gibi esasları içeren on üç
maddelik bir anlaşma yapıldı88.
Bu arada ateşkes arifesinde başlayan ve ateşkes döneminde
hareketlenmenin olduğu bir başka gelişme ise; bu sıralarda Suriye’de bir
devlet kurmayı uman ve önceleri Fransa ile iyi ilişkilere sahip Emir
Faysal, Fransa ile ihtilafa düşünce TBMM ile ilişki kurma çabası
içerisine girmesidir. Bu maksatla bizzat kendisi M. Kemal Paşa ile
yazışma yaptığı gibi, bölgede bulunan bazı yöneticiler ile görüşmeler
yapmaları için gönderdiği temsilciler vasıtasıyla bir işbirliği sağlamaya
85
M. Onar, a.g.e., s. 155.
S. Üzel, a.g.e., s. 90-91.
87
ATASE. Arşivi, Kutu No: 55, Gömlek No: 54, Belge No: 54-63, 54-64.
88
Ayrıntılı bilgi için bkz. Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s.
189-191;. H. İ. İnce, a.g.t., s. 141-144.
86
Erdinç GÜLCÜ
/ 25
arzuladı89. Nitekim bu görüşmeler sonucunda iki taraf arasında birincisi
2-3 Haziran 192090, ikincisi de 2 Temmuz 1920 tarihinde91 iki anlaşma
yapıldı. Bu anlaşmaların her ikisinde de Türk tarafına başkanlık eden
Polat Bey olup, bu görüşmeler Kilis’in Kefergani Köyü’nde oldu. Hatta
ikinci görüşmede Irak’tan da temsilciler de bulunmaktaydı ve onlarda
anlaşmaya katıldılar. Bu yapılan anlaşmalarda dikkati çeken en önemli
hususlar; düşmanı kovmak için işbirliği yapılması, askeri yardımda
bulunulması, bilgi paylaşımı, suçluların yakalanarak karşı tarafa teslimi
vb. gibi konular yer almaktaydı.
Ancak Türkiye-Suriye arasında bu yakınlaşmalar yaşandıysa da,
Emir Faysal’ın kendi krallığında bağımsız bir Suriye kurma çabalarına
karşın Fransa’nın Suriye’ye kendi mandasını kabul ettirme gayreti,
Fransa ile Emir Faysal ilişkilerinin gerginleşmesine sebep oldu. Bunun
üzerine Fransa Suriye’de askeri harekâta karar verdi. Halep’i işgal etmek
amacıyla General Gobo ’nun kuvvetlerine katılmak üzere Kilis’ten
General De Lamaut komutasında 3 Piyade Taburu, 2 Süvari Bölüğü ve 5
Bataryadan oluşan bir kuvvet Halep’e gitti. General Gobo komutasında
Fransız kuvveti hiçbir direnme ile karşılaşmadan 23 Temmuz 1920’de
Halep’i işgal etti92. Fransız kuvvetleri, 25 Temmuz 1920’de Şam’a
girerek Emir Faysal yönetimine son verdiler93. Böylece bu girişimden
beklenen bir sonuç alınamadı.
4.3. Savaşın Yeniden Başlaması
Yirmi günlük ateşkesin sona ermesiyle birlikte iki taraf arasında
yeniden çatışmalar başladı. Bu sırada Kilis ve Havalisi Kuva-yı Milliye
Kumandanı Polat Bey’in tayini 21 Haziran 1920’de Maraş’a çıktı. Ancak
Kilis Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi Recep Bey 23 Haziranda M.
Kemal Paşa’ya telgraf çekerek durumun hassasiyetinden dolayı Polat
Bey’in bir müddet daha Kilis’te kalmasını rica etti 94. Bu rica üzerine
Polat Bey’in bir süre daha Kilis’te kaldığını görmekteyiz. Hatta 7
89
Ö. O. Umar, Osmanlı Yönetimi ve Fransız Manda İdaresi Altında Suriye, s.
439-442. A. Rafık, a.g.m., s.38-40.
90
Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 192.
91
Ö. O. Umar, Osmanlı Yönetimi ve Fransız Manda İdaresi Altında Suriye, s.
442-443; Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 192-194.
92
Miralay Kadri, a.g.e., s. 62-63.
93
Ö. O. Umar, Osmanlı Yönetimi ve Fransız Manda İdaresi Altında Suriye, s.
446-449.
94
ATASE. Arşivi, Kutu No: 766, Gömlek No: 149, Belge No: 149-1.
26 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
Ağustos 1920 tarihli bir yazıda Polat Bey’in yerine Mahmut Bey’in tayini
hususu ifade edilmekte ise de95, Polat Bey’in bir süre daha Kilis’te
görevine devam etmiştir.
Ateşkesin bitmesi ile yeniden savaş başlarken TBMM Hükümeti,
Güney Cephesinde yeni bir düzenlemeye gitti. 27 Haziran 1920 tarihinde
Bakanlar Kurulu Kararı ile yeni kurulan Adana Cephesi Komutanlığına
kolordu komutanı yetkisi ile Albay Selahattin Adil Bey atandı. Adana
Cephesi, Mersin’den başlayarak Fırat ırmağınca uzanan Fransızlarla olan
cepheyi içine almaktaydı. Bu cephe içerisinde bulunan sancak ve
kazaların lojistik ve askerlik şubeleri de Adana Cephesi Komutanlığına
verildi. Yine cephe içerisinde yer alan bölgelerde bulunan askeri birlikler
ve millî kuvvetler Adana Cephesi buyruğuna gireceklerdi96. Bu karar ile
birlikte Kilis Kuva-yı Milliyesi de Adana Cephesi Komutanlığına yani 2.
Kolordu’ya bağlandı. Artık bu cephede Fransızlarla yürütülecek
mücadele tek elden ve bölgede bulunan gerek düzenli askeri birlikler ve
gerekse milis kuvvetler bir koordine içerisinde hareket edeceklerdi.
Savaşın tekrar başlamasından sonra yukarıda da bahsettiğimiz gibi,
Fransızların Emir Faysal yönetimine karşı askeri harekâta katılmak
amacıyla Kilis’ten ayrılan General De Lamaut komutasındaki askeri
kuvvet Halep’e gitmişti. Fransızların Kilis’te bıraktıkları askeri gücü 200
piyade, 50 süvari, 2 top ve birkaç tüfekten ibaretti97. Bu büyük bir fırsat
olmasına rağmen, yine de bu şartlar altında Fransızları Kilis’ten şu anda
söküp atmak kolay görünmemekteydi. Evet Kuva-yı Milliye’nin
ateşkesten istifade ederek şehirde ve köylerde güven kazandığı ve askere
alınanların sayısı hayli arttığı doğruydu. Fakat askere alınanların iaşe ve
silah temini konusunda hala sıkıntılar çekilmekteydi98. Bu sebeple
şimdilik Kuva-yı Milliye fırsat buldukça, şehir ve çevresinde çatışmalara
girmekte, zaman zamanda sınırlı imkânlar ölçüsünde Fransızları rahatsız
edecek şekilde şehre karşı taciz ateşler açılmaktaydı99.
Bu arada Polat Bey gönderilen bir emir üzerine, Kilis’te geçici bir
hükümet kurmak amacıyla harekete geçmiş ve oluşturulan geçici
hükümet hakkında Antep Mutasarrıflığını ve 11Eylül 1920 tarihli bir
yazıyla da Adana Cephesi Kumandanlığını bilgilendirmiştir. Bu
düzenlemeye göre geçici hükümet; kaymakam, hâkim, mal müdürü,
95
ATASE. Arşivi, Kutu No: 791, Gömlek No: 96, Belge No: 96-1.
M. Onar, a.g.e., s. 160-161.
97
Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 196-197.
98
ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 21, Belge No: 21-1.
99
H. İ. İnce, a.g.t., s. 150-154.
96
Erdinç GÜLCÜ
/ 27
jandarma zabiti ve komiserden oluşmaktaydı. Bu görevlilerden
hâlihazırda kaymakam, hâkim ve jandarma zabitinin mevcut olduğu, mal
müdürü vekâletine Kuva-yı Milliye’den bir efendi, komiser vekâletine
(asaleti de istenmektedir) de Polis Eyüp Sabri Efendi tayin edilmiştir.
Ayrıca kaza altı nahiyeye ayrılarak her nahiyeye de vekâleten müdür
tayin edildiği ve her nahiyenin ise 60 küsur karyeden oluştuğu
bildirilmektedir100.
Bu düzenlemeyle bölgedeki idari boşluğun ve belirsizliğin
tamamen ortadan kaldırılmaya yönelik bir adım olduğunu görmekteyiz.
Artık Kilis Kazası, TBMM Hükümeti’ne bağlı bir yönetime kavuşmuş
oluyordu.
Buna karşılık Fransızlarda boş durmuyor, gerek şehirde düzeni
sağlamaya çalışırken, gerekse de çevre köylere karşı askeri harekâtlar
düzenlemekteydiler. Bu harekâtlardan en dikkati çekenlerden biri; 26
Eylül 1920 tarihinde şafakla beraber 300 piyade ve 100 süvariden oluşan,
beraberlerinde iki Kilisli şahıs Mülazım Nazmi Efendi ve Hasan
Cüneydan ile beraberlerindeki çeteleri, ayrıca Halep’ten gelen süvari ve
piyade ile Telhabeş Nahiyesi’ni baskın vermeleridir. Baskın karşısında
Kuva-yı Milliye müfrezesi şiddetle mukavemet etmiş ve saldırıyı geri
püskürttü. Fransız kuvveti kaçarken birkaç ölü ve yaralı ile bir esir kayıp
vermişti. Hatta süvariler kaçan Fransız askerini Kilis’e kadar
kovaladılar101. Aynı gün içerisinde Fransızlar, Hasan Cüneydan çeteleri
ile birlikte Kefergani ve Telamisin’de bulunan Kuva-yı Milliye
müfrezelerine saldırdı. Ancak bu baskında da başarılı olamayarak geri
kaçmak zorunda kaldılar102
Ancak dünkü saldırılarda başarılı olamayan Fransızlar, bu
başarısızlığın intikamını almak için, 27 Eylül sabahı 500 piyade ve süvari
ile birlikte 2 top, 4 mitralyöz ve 20 araba ile yeniden Telhabeş’i bastılar.
Kuva-yı Milliye bu baskın karşısında bir süre mukavemet gösterdiyse de
köyün kuzey ve güneyine çekilerek savunma hattı oluşturdular. Bugünkü
çatışmada Fransızların kaybı 10 ölü 30’un üzerinde yaralı idi. Ayrıca
Fransız askerleri çevre köylere de baskınlar vererek, masum insanları
soyarak zahirelerine ve büyükbaş hayvanlarına da el koydular103.
Bu baskınlarda dikkati çeken bir hususta; Fransızların bazı yerli
kişileri elde ederek onların çete kurmalarına ve halka zulüm etmelerine
100
ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 72, Belge No: 72-1.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 133, Belge No: 133-4, 133-11.
102
ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 133, Belge No: 133-3.
103
ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 133, Belge No: 133-2.
101
28 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
göz yumarak halkı yıldırmaya çalışmalarıdır. Böylece halkın Kuva-yı
Milliye’ye yönelmesinin önüne geçilecek ve başarı kazanması bu yolla
engellenilmeye çalışıldı. Fransızlarla işbirliğinde bulanan Hasan
Cüneydan, Kör Reşit, Katma Şeyhi Ahmet Ağa, Seydo, Diko, Tevfik
oğlu Nazmi, Mülklü Hacı, Raco obasından Hamadioğlu Mehmet 104 vb.
gibi elebaşları etraflarına çeteler toplayarak kurtuluşa kadar geçen bu süre
içerisinde Kilis ve çevresinde halka büyük zulümlerde bulundular ve
Fransız işgalinin devam etmesi için hizmette bulundular.
Fransızlarla işbirliği hususunda bir diğer konuda; Kuva-yı Milliye
hakkında Fransızlara casusluk hizmeti verenlerin bulunmasıydı. Nitekim
4 Eylül 1920 tarihinde Kilis ve çevresinde dolaşan Kilis Tahrirat Kâtibi
Nuri Efendi ve oğlu Antep Topçu Mülazımı Emin Efendi ile
beraberlerinde iki kişi yakalanarak Antep’e sevk edildiler105. Antep’te
Divan-ı Harp’te yapılan yargılama sonucunda idama mahkûm oldular.
Ancak idama mahkûm olanlardan Mazmahorlu İbo, son kez Özdemir Bey
tarafından sorguya alınmış ve bu baba ile oğula iftira attığını ve bu
şekilde ifade vermesi için ikna edenlerin, Kilis’te Fransızlara erzak
müteahhitliği yapan Müteahhit Ökkeş ve babası olduğunu söylemesi
üzerine Nuri Efendi ve oğlu Mülazım Emin Efendi beraat ettiler106.
28 Ekim 1920 tarihinde Kilis-Katma yolu üzerinde bulunan
Armutça Köyü civarından geçecek olan bir Fransız nakliye koluna İslam
ve Müslüman Beylerin kumandasındaki müfreze pusu kurdu. Nakliye
kolu 50 asker ve 15 eşya yüklü arabadan oluşmaktaydı. Yaklaşık iki saat
devam eden çatışmaya Kilis’ten yardım gelmesi üzerine müfreze geri
çekilmek zorunda kaldı107.
30/31 Ekim 1920 gecesi Kilis’te bulunan düşman karargâhına otuz
kişilik bir müfreze, beraberlerinde getirdikleri top ile baskında bulundu.
Birkaç saat süren çatışma sırasında karargâha 25 top mermisi atıldı.
Zayiat hakkında bir bilgi bulunmamakla beraber, açık karargâha yapılan
baskında Fransızlara pek çok kayıp verdirildiği tahmin edilmekteydi 108.
Fransız askeri Telhabeş’te kalmaya devam ettiği için 31 Ekim günü
bir süvari müfrezesi köyün arkasına gönderilmiş ve Hacılı civarında
104
ATASE. Arşivi, Kutu No: 1321, Gömlek No: 108, Belge No: 108-1; Kutu No:
1071, Gömlek No: 149, Belge No: 149-1; Kutu No: 1030, Gömlek No: 20,
Belge No: 20-2; Kutu No: 1329, Gömlek No: 25, Belge No: 25-1.
105
ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 61, Belge No: 61-1.
106
Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 202-203.
107
S. Üzel, a.g.e., s. 179-180.
108
ATASE. Arşivi, Kutu No: 937, Gömlek No: 114, Belge No: 114 -1, 114-2.
Erdinç GÜLCÜ
/ 29
Fransız süvarileri ile çatıştı ve ellerinde bulunan köylülerden aldıkları
develeri geri aldılar109. Fransızlar bu saldırı sonucunda önceden boşaltılan
Telhabeş’i tamamen ateşe verdiler110.
1 Kasım 1920 tarihli bir belgeden, tayini çıkmasına rağmen
yaklaşık dört aydan beri görevine devam eden Polat Bey’in yerine, Cephe
Topçu Kumandanı Kaymakam (Yarbay) Recep Bey’in tayin edildiği ve
Recep Bey’in Cengin’e gelmek üzere hareket ettiğini öğrenmekteyiz.
Recep Bey’e verilen emre göre Kilis ve Havalisi Kuva-yı Milliye
Kumandanlığı şark (doğu), garp (batı) ve cenup (güney) akıncı
müfrezelerinden oluşacaktı. Şark ve garp müfrezeleri Kilis–Katma
hattının şark ve garp mıntıkalarında, cenup müfrezesi Harim civarında
bulunacak ve bu müfreze İbrahim Hanano Bey’in kumandasında
olacaktı111.
Recep Bey’in Kilis’te kumandanlığı çok fazla sürmedi. Antep
harekâtı sebebiyle Fırka Kumandanlığı tarafından göreve çağrılınca,
Antep’e gitmek zorunda kaldı. Bunun üzerine Recep Bey’in yerine 24
Aralık 1920 tarihinde Yüzbaşı Abdüllatif Bey vekâleten Kilis ve Havalisi
Kuva-yı Milliye Kumandanlığına atandı112. Ancak Abdüllatif Bey, Kilis
Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Heyet-i Merkeziyyesi’yle ve Kuva-yı
Milliye mensubu bazı kimseler ile ters düştü. Bu tartışmalar üzerine
Abdüllatif Bey 8 Ocak 1921 tarihinde Fırka Kumandanlığına durumu
özetleyen bir rapor yazdı. Raporda; Kilis Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin
şimdiye kadar kontrolsüz vazife ifa ettiğini, alınan kararların ve
faaliyetlerin şahsi çıkarlar doğrultusunda olduğunu, Kilis müfrezesinin de
başıboş gezen serkeş kimselerden oluştuğunu ve imtiyaz sahibi bir
hukuka sahiplermiş gibi davrandıkları113 vb. hususlar yer almaktaydı..
Bunun üzerine 2. Kolordu Kumandanlığından gönderilen Yüzbaşı Faik
Bey ilk başta İslam ve Müslüman Beylerin de aralarında olduğu 5 kişiyi
ve daha sonra da 45 kişiyi Maraş’taki Kolordu Merkezine götürdü ve bu
kişiler tahkikat için15 gün süre ile Maraş’ta kaldılar 114. Bu hadise
karşısında Polat Bey de 14 Şubat 1921 tarihinde Fırka Kumandanlığına
bir yazı gönderdi. Polat Bey yazısında; Maraş’a gönderilen bu 50 kişinin
sevk ve idaredeki hata yüzünden ufak tefek kabahatleri olmakla beraber,
109
ATASE. Arşivi, Kutu No: 937, Gömlek No: 114, Belge No: 114 -1, 114-2.
H. İ. İnce, a.g.t., s. 157-158.
111
ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 131, Belge No: 131-1, 131-2;
Kutu No: 796, Gömlek No: 132, Belge No: 132-1, 132-2.
112
H. İ. İnce, a.g.t., s. 164-165.
113
ATASE. Arşivi, Kutu No: 805, Gömlek No: 80, Belge No: 80-6.
114
H. İ. İnce, a.g.t., s. 166-167.
110
30 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
şimdiye kadar elde edilen başarıların arkasında bu kişilerin önemli katkısı
bulunmakta olup, memleketlerine istek ve vicdanla hizmet etmekte
oldukları hususlarına işaret etmekteydi. Hatta bu hassas dönemde
durumun bu şekilde devam etmesi halinde, önemli hizmetlerde bulunan
akıncı müfrezelerinin dağılmasına sebebiyet olacağı115 hususunu da
hatırlatmaktaydı. 2. Kolordu Kumandanlığı Polat Bey’in bu yazısını
dikkate almış olmalı ki, bu yazıdan bir hafta geçmeden 21 Şubat 1921
tarihinde Polat Bey yeniden Kilis ve Havalisi Kuva-yı Milliye
Kumandanlığına atadı116 .
Elbette ki Kilis Kuva-yı Milliyesi’nde yaşanan bu tartışmalar,
bölgede Fransızlarla yürütülen mücadeleyi olumsuz etkilemiştir. Nitekim
bu dönemde Kuva-yı Milliye’nin Fransız kuvvetlerine karşı düzenlediği
eylemlerde bir yavaşlamanın olduğu gözlemlenmektedir.
2. Kolordu Kumandanlığından Fırka Kumandanlığına 3 Şubat 1921
tarihli bir yazıda, Kilis ve Havalisi Kumandanlığı emrine 25. Alaya bağlı
3. Taburun 9. Bölüğü Kilis’e verildiği bildirilmektedir. Ayrıca 4. Atlı
Süvari Bölüğünün yarısı Süvari Nısf (Yarım) Bölüğü olarak Kilis’e
gönderilecekti117. Bu düzenlemeler, artık bölgede düzenli ordunun
oluşturulmasına yönelik atılan önemli adımlar olarak görebiliriz.
Polat Bey’in Kilis’teki bu ikinci Kuva-yı Milliye Kumandanlığı
görevi çok fazla sürmedi. 27 Mart 1921 tarihinde Polat Bey’in yerine,
daha önce Kilis Asker Şubesi Reisliğinde bulunmuş olan ve hâlihazırda
Antep Alay Kumandanı olan Binbaşı Mahmut Bey tayin edildi. Ayrıca
Mahmut Bey, Kilis Kaymakamı Cemal Bey’in rahatsızlığı sebebiyle
gitmesi uygun görüldüğünden, onun yerine Kaymakamlık görevine de
vekâlet edecekti118.
Kilis’te bu gelişmeler olurken; İtilaf Devletlerinin düzenlediği ve
21 Şubat 1921tarihinde başlayan Londra Konferansı’na TBMM
Hükümetini temsilen ve başkanlığını Bekir Sami Bey’in yaptığı bir heyet
katıldı. 11 Mart 1921 tarihinde TBMM Hükümeti’ni temsil eden Bekir
115
ATASE. Arşivi, Kutu No: 805, Gömlek No: 89, Belge No: 89-6.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 1329, Gömlek No: 12, Belge No: 12-1, 12-2.
117
ATASE. Arşivi, Kutu No: 1329, Gömlek No: 9, Belge No: 9-1. Ancak bu
düzenleme Polat Bey göreve başladığı sırada hala yapılmadığını 3Mart 1921
tarihli yazıdan anlamaktayız. Bu tarihte Kolordu Komutanlığı yapılan bu
düzenlemeyi yeniden bildirmektedir. Bu düzenlemeler bölgede düzenli ordu
oluşturmaya doğru atılan önemli adımlardı. Bkz. ATASE. Arşivi, Kutu No:
1329, Gömlek No: 9, Belge No: 9-2.
118
ATASE. Arşivi, Kutu No: 808, Gömlek No: 187, Belge No: 187-1.
116
Erdinç GÜLCÜ
/ 31
Sami Bey ile Fransız Başbakanı A. Briand arasında bir görüşme oldu ve
neticede bir anlaşma imzalandı. Anlaşmaya göre; iki taraf arasındaki
savaşa son verilmesi ve Fransız askerinin bölgeden çekilmesi
öngörülüyor, buna karşılık Fransızlara birçok imtiyazlar tanınmaktaydı.
Bekir Sami Bey’in imza attığı bu anlaşma, Ankara’ya danışılmadan kendi
inancına göre yaptığı bir anlaşma olup, esasında Sevr Anlaşması’nda bir
değişiklik yapmayan sadece bir-iki küçük değişiklikle yetinen bir
anlaşmadan ibaretti. Nitekim bu anlaşmaya karşı başta M. Kemal Paşa
olmak üzere TBMM üyeleri büyük tepki gösterdi119. Böylece Bekir Sami
Bey’in imza attığı anlaşma bir geçerlilik kazanmadı. Bununla beraber
Fransa’nın bu şekilde TBMM ile temas kurması ve bir anlaşmaya
yanaşması, Güney Cephesinde işlerin iyi gitmediğini ve Anadolu’dan
ayrılmayı düşündüğünü göstermekteydi. Ancak yine de Fransa, Batı
Cephesindeki gelişmelerinin neticelerini beklemeyi kendi çıkarlarına
uygun gördü.
Her ne kadar TBMM-Fransa ilişkileri bir neticeye varmadıysa da,
Londra Konferansı ile başlayan diplomatik ilişkiler bundan sonra da
devam edecekti. Fakat şu bir gerçekti ki, diplomatik alandaki ilişkilerin
seyrini, cephedeki başarılar belirleyecekti.
Fransa ile diplomatik alanda bu ilişkiler devam ederken Kilis’te bu
dönemde daha çok iki taraf arasında, halk üzerinde bir otorite kurma
hususunda bir mücadele verildiği ve bunun göstergesi olarak da vergi
toplama konusunda ciddi bir rekabetin yaşandığını görmekteyiz. Bu
maksatla Fransız askerleri, yerli çete elebaşları olan Kör Reşit, Katma
Şeyhi Ahmet Ağa, Seydo ve Diko vb. gibi şahıslarla işbirliği yaparak
köylerden aşar vergisini toplamaya çalışmaktaydılar 120. Diğer taraftan
asayişi sağlamak ve köylerden vergi toplanılmasına yardımcı olması için
Müslüman ve Ermenilerden jandarma yazmayı da ihmal etmiyorlardı.
Nitekim Fransızlar, 30 Haziran 1921 tarihine kadar yaklaşık 300
jandarma yazmışlardı 121. İşte Fransızlar bu takviye kuvvetlerle köyleri
tehdit etmekte ve halktan zorla vergi toplamaktaydılar. Bu hususta 7
Eylül 1921 tarihli bir belgede; Kilis’in takriben 25 km. doğusunda olan
Taşlıyakar civarına Fransız Yarbay Herbuyo kumandasındaki bir Fransız
kuvveti, beraberlerinde Müslüman ve Ermeni jandarmalar ile Mülklü
119
S. R. Sonyel, a.g.e., C.II, s.126-136.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 1173, Gömlek No: 129, Belge No: 129-2; Kutu No:
1071, Gömlek No: 149, Belge No: 149-1; Kutu No: 1030, Gömlek No: 20,
Belge No: 20-1; Kutu No: 1321, Gömlek No: 128, Belge No: 128-1; Kutu
No: 1321, Gömlek No: 86, Belge No: 86-1.
121
ATASE. Arşivi, Kutu No: 1322, Gömlek No: 87, Belge No: 87-1.
120
32 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
Hacı çetesi de olmak üzere geldiğini, TBMM Hükümeti’ne aşar veren ve
Fransızlara taraf olmayan eşrafın çiftliklerini tahrip ederek yaktıklarını ve
o zamana kadar 60.000 altın akçe tahsil ettiklerini122 yazmaktadır. Bu
belgeden de anlaşılacağı üzere, durum oldukça feci ve vahimdi.
Fransızların bütün bu tehdit ve baskılarına rağmen, Binbaşı
Mahmut Bey’in Kilis’e bağlı köylerde hem otoriteyi sağlamaya yönelik
faaliyetler yürüttüğü ve hem de TBMM Hükümeti adına aşar vergisini
köylerden toplamaya çalışmaktaydı123. Bu hususta 8 Mayıs 1921 tarihli
bir belgede; Fransızların bütün baskılarına rağmen Yazıbağı, Salikan ve
Katma köyleri ağnam vergisini arzu ve sadakatle Kuva-yı Milliye’ye
verdikleri124 ifade edilmektedir.
Bu arada TBMM Hükümeti ile Fransa arasında diplomatik ilişkiler
Haziran 1921’de yeniden başladı. Ancak TBMM’nin talepleri konusunda
Fransa yine de tereddüt yaşamaktaydı. Fransa’nın bu tereddüdü Sakarya
Savaşı’nın kazanılmasına kadar devam etti. Sakarya’da Yunanlılara karşı
büyük bir zafer kazanılması karşısında Fransa’nın TBMM’nin gücü
hakkındaki tereddüdü ortadan kalkmış, artık bir barış anlaşması
imzalamaya daha sıcak bakmaya başlamıştı. Nihayet TBMM ile Fransa
arasındaki görüşmeler 20 Ekim 1921’de bir neticeye ulaştı ve iki taraf
arasında Ankara Anlaşması imzalandı125.
Ankara Anlaşması’na göre; TBMM Hükümeti ile Fransa
arasındaki savaş hali resmen sona ermekte, Türkiye-Suriye sınırı
çizilmekte ve Güney Anadolu topraklarından Fransa resmen çekilmeyi
kabul etmekteydi. Ayrıca anlaşmanın imzasından itibaren en çok iki ay
içerisinde Fransız kıtaları anlaşmada belirtilen çizginin güneyine ve Türk
kıtaları da bu çizginin kuzeyine çekilecekti. Anlaşmanın 8. Maddesine
göre Türkiye-Suriye sınırı ise; Sınır çizgisi İskenderun Körfezi üzerinde
Payas mevkiinin hemen güneyinde olmak üzere seçilecek bir noktadan
başlayacak ve yaklaşık olarak Meydan-ı Ekbez’e doğru gidecek, sınır
çizgisi oradan Marsuva mevkiini Suriye ve Karnebi mevkii ile Kilis
kentini Türkiye’ye bırakmak üzere güneydoğuya doğru kayacaktı.
Oradan Çobanbey İstasyonunda demiryoluyla birleşecekti. Daha sonra
122
ATASE. Arşivi, Kutu No: 1169, Gömlek No: 21, Belge No: 21-1.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 1321, Gömlek No: 92, Belge No: 92-1.
124
ATASE. Arşivi, Kutu No: 1321, Gömlek No: 157, Belge No: 157-1.
125
S. R. Sonyel, a.g.e., C.II, s.198-201.
123
Erdinç GÜLCÜ
/ 33
Bağdat demiryolunu izleyecek ve demiryolunun platformu Nusaybin’e
kadar Türk toprakları üzerinde kalacaktı126 .
Bu arada Fransa ile anlaşma yapılmasından sonra Maraş’tan Kilis
ve Havalisi Kumandanlığı Vekâletine gönderilen emirle; İslam Bey ve
emsali muvazzaf olmayan süvari ve piyade gönüllülerinin evvelce
Mahmut Bey tarafından kendilerine verilen elbiselerin tamamıyla kıtaya
teslimi ve terhisleri istenmekteydi127. Artık savaş bittiğine göre muvazzaf
olmayan milislerin görevi de bitmiş oluyordu. Böylece bundan sonra
Kilis ve havalisinde asayişi sağlayacak unsurlar muvazzaf birliklerdi.
Ankara Anlaşması’na göre, Fransız kuvvetleri en çok iki ay
içerisinde işgal ettikleri yerlerden geri çekileceklerdi. Kuva-yı Milliye ile
Fransız Garnizon Kumandanı arasında yapılan görüşme sonucunda
Kilis’in 7 Aralık 1921 Çarşamba günü teslimi kararlaştırıldı. Yani
Fransızlar iki aylık süre dolmadan şehri teslim etmeyi kabul ettiler. Kilis
müfrezesi de zaten Kurtaran’dan, Zamhalı’ya doğru harekete geçmişti.
Zamhalı da bulunan öncüler burada asıl birliğe katılarak 7 Aralık 1921
günü şimdiki Öğretmen Okulunun bulunduğu sırtlardan Kilis’e
girdiler128. Böylece Kilis’in üç yıllık esareti sona ermiş ve düşman
işgalinden bu şekilde kurtulmuş oldu.
Sonuç
Mondros Ateşkes Anlaşması ile başlayan yaklaşık üç yıllık esaret
Ankara Anlaşması ile sona ermiş ve artık Kilis düşman işgalinden
kurtulmuştu. Ancak sınır hemen şehrin bir kilometre güneyinden geçmiş
ve Kilis’e bağlı onlarca köy sınırın güney tarafında kalmıştır. Bu durum
Kilis için büyük bir kayıp demekti. Çünkü birçok Kilisli vatandaşın aile
efradı, akrabası, malı, arazisi ve köyü orada kalmıştı. Bundan sonra
kaybedilenleri kurtarmak için çaba sarf etmek gerekmekteydi. Bunun için
çeşitli zamanlarda yapılan müracaatlar üzerine, iki ülke arasında birkaç
defa komisyonlar oluşturuldu. Nihayet bazı sınır düzeltmeleri
gerçekleştikten sonra, sınırın bugünkü hatta kadar güneye çekilmesi
sağlandı. Ancak çok şeyler kaybedilmişti ve artık Kilis’in kaderinde bir
sınır şehri olmak vardı.
126
İsmail Soysal, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları (1920-1945), C. I, Ankara,
2000, s. 50-51.
127
ATASE. Arşivi, Kutu No: 1071, Gömlek No: 160, Belge No: 160-1.
128
Ş. Çolakoğlu, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, s. 257-260.
34 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
Diğer taraftan, bir savaş içerisinde nizami olmayan unsurlarla bir
savaş yürütülmüştü. Bu olağanüstü durumdan sonra tekrar normal hayata
geçiş, hukukun ve düzenin sağlanması kolay değildi. Nitekim kurtuluştan
sonra eski alışkanlıklar keyfilikler, Kilis’te çeşitli sorunlara ve
tartışmalara sebep oldu.
Erdinç GÜLCÜ
/ 35
BİBLİYOGRAFYA
1. Arşiv Belgeleri
ATASE. Arşivi, Kutu No: 68, Gömlek No: 67, Belge No: 67-1.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 78, Gömlek No: 127, Belge No: 127-1.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 105, Gömlek No: 101, Belge No: 101-4.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 119, Gömlek No: 76, Belge No: 76-2.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 270, Gömlek No: 38, Belge No: 38-2
ATASE. Arşivi, Kutu No: 270, Gömlek No: 38, Belge No: 38-2.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 270, Gömlek No: 38, Belge No: 38-1.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 104, Gömlek No: 11, Belge No: 11- 1, 11-2.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 109, Gömlek No: 128, Belge No: 128 -1, 1282.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 350, Gömlek No: 108, Belge No: 108-1.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 329, Gömlek No: 148, Belge No: 148-1.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 330, Gömlek No: 47, Belge No: 47-2.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 819, Gömlek No: 188, Belge No: 188-1.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 55, Gömlek No: 54, Belge No: 54-1, 54-18.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 55, Gömlek No: 54, Belge No: 54-63, 54-64.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 766, Gömlek No: 149, Belge No: 149-1.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 791, Gömlek No: 96, Belge No: 96-1.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 21, Belge No: 21-1.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 72, Belge No: 72-1.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 133, Belge No: 133-4, 13311.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 133, Belge No: 133-3.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 133, Belge No: 133-2.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 1321, Gömlek No: 108, Belge No: 108-1.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 1071, Gömlek No: 149, Belge No: 149-1.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 1030, Gömlek No: 20, Belge No: 20-2.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 1329, Gömlek No: 25, Belge No: 25-1.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 61, Belge No: 61-1.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 937, Gömlek No: 114, Belge No: 114 -1, 1142.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 805, Gömlek No: 80, Belge No: 80-6.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 805, Gömlek No: 89, Belge No: 89-6.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 1329, Gömlek No: 12, Belge No: 12-1, 12-2.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 1329, Gömlek No: 9, Belge No: 9-1.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 1329, Gömlek No: 9, Belge No: 9-2.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 808, Gömlek No: 187, Belge No: 187-1.
36 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
ATASE. Arşivi, Kutu No: 1173, Gömlek No: 129, Belge No: 129-2.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 1030, Gömlek No: 20, Belge No: 20-1.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 1321, Gömlek No: 128, Belge No: 128-1.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 1321, Gömlek No: 86, Belge No: 86-1.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 1322, Gömlek No: 87, Belge No: 87-1.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 1169, Gömlek No: 21, Belge No: 21-1.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 1321, Gömlek No: 92, Belge No: 92-1.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 1321, Gömlek No: 157, Belge No: 157-1.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 1071, Gömlek No: 160, Belge No: 160-1.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 937, Gömlek No: 114, Belge No: 114 -1, 1142.
ATASE. Arşivi, Kutu No: 796, Gömlek No: 131, Belge No: 131-1, 131-2;
ATASE. Arşivi Kutu No: 796, Gömlek No: 132, Belge No: 132-1, 132-2.
2. Sâlnâmeler
1304 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi.
1307 Tarihli Halep Vilâyet Sâlnâmesi.
1308 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi.
1313 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi.
1316 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi.
1317 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi.
1321 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi.
1322 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi.
1326 Tarihli Halep Vilâyeti Sâlnâmesi
3. Araştırma ve İncelemeler
Akbıyık, Yaşar, Milli Mücadelede Güney Cephesi Maraş, Ankara, 1999.
Bayur, Hikmet, “Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devletinin paylaşılması
hakkında yapılan anlaşmalar”, Cumhuriyetin 50. Yıldönümü
Semineri, Ankara, 1975, s. 31-47.
Çolakoğlu, Şinasi, Kilis Direniş-Kurtuluş ve Sonrası, Ankara, 1991.
Çolakoğlu, Şinasi, Kilis Tarihi Üzerine Denemeler, Ankara, 1995,
s.112.
Erkân-ı Harbiye Miralayı Kadri, Fransızlara Nazaran Suriye ve Kilikya
Muharebatı, Yayına Haz. Erdal Açıkses, Elazığ, 2010.
Genelkurmay Başkanlığı, I. Dünya Harbinde Türk Harbi, Sina- Filistin
Cephesi, C.IV, Kısım 2, Ankara, 1986.
Erdinç GÜLCÜ
/ 37
Genelkurmay Başkanlığı, Türk İstiklal Harbi I, Mondros Mütarekesi ve
Tatbikatı, Ankara, 1999.
Gülcü, Erdinç, “Halep Vilâyeti Sâlnâmelerine göre Kilis (idari ve sosyal
durumu)”, VI. Hatay Tarih ve Kültür Sempozyumu Bildirileri,
Antakya, 2004, s. 157-168.
Gürün, Kâmuran, Savaşan Dünya ve Türkiye, İstanbul, 1986.
İnce, Halil İbrahim, Milli Mücadele’de Kilis, Gaziantep Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi,
Gaziantep, 2004.
Kilisli Kadri, Kilis Tarihi, Neşr. Osman Vehbi, Burhaneddin Matbaası,
İstanbul, 1932, s.29-30.
Lohanlızade Mustafa Nureddin, İstiklal Sevgisinin Abidesi Gaziantep
Müdafaası, Gaziantep, 1974.
Mehmet İslam, “Kilis Kuvvayı Millîye Harekâtı”, Genç Kilis Gazetesi,
24 Eylül-1 Ekim 1960.
Onar, Mustafa, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları-II, Ankara, 1995,
s. 145-146.
Öztürk, Mustafa, “İzziye Kazasının Kuruluşu ve Milli Mücadeledeki
Yeri”, Ankara Üniversitesi Tarih Araştırmaları Dergisi (Prof.
Dr. Yücel Özkaya’ya Armağan), Ankara, 2005, s.29-45.
Rafık, Abdülkerim, “Türkiye-Suriye ilişkileri (1918-1926)”, Türk
Dünyası Araştırmaları Dergisi, Çev. Sabahattin Samur, S. 88,
İstanbul, 1994, s.31-72.
Sakin, Orhan, Osmanlı’da Etnik Yapı ve 1914 Nüfusu, İstanbul, 2008.
Sonyel, Salahi R., Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika, C. I- II, Ankara,
1987-1991.
Soysal, İsmail, Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları (1920-1945), C. I,
Ankara, 2000.
Umar, Ömer Osman, Türkiye-Suriye İlişkileri (1918-1940), Elazığ, 2003.
Umar, Ömer Osman, Osmanlı Yönetimi ve Fransız Manda İdaresi
Altında Suriye (1908-1938), Ankara, 2004.
Uzel, Sahir, Gaziantep Savaşının İç Yüzü, Ankara, 1952.
Sadettin PAKSOY-Erdal ALANCIOĞLU / 38
KÜRESEL FİNANSAL KRİZİN EKONOMİK BÜYÜME
ÜZERİNE ETKİLERİ: TÜRKİYE ÖRNEĞİ
Doç. Dr. Sadettin PAKSOY
Öğr. Gör. Erdal ALANCIOĞLU
Özet
Finansal piyasalar, 1929 Dünya Ekonomik Buhranı’ndan sonraki en
geniş ve en derin kredi krizini yaşamıştır. 2007 yılında başlayan ve sonrasında
da küresel bir krize dönüşen finansal dalgalanmanın kaynağı ABD mortgage
piyasadır. Son yıllarda yaşanan hızlı küreselleşme süreci ile birlikte, dünya
ekonomisinde yoğun bir entegrasyon meydana gelmiştir. Küreselleşmenin
sonucu olarak, bu krizin ülkeler ve ülke grupları üzerindeki etkisi farklı
genişlikte ve derinlikte olmuştur. Bu çalışmada, küresel finans krizinin Türkiye
ekonomisine yaptığı makro ekonomik etkilere dikkat çekilmektedir. Çalışmada
özellikle küreselleşme ve küreselleşmeye bağlı olarak ortaya çıkan küresel krizin
nedenleri ve ortaya çıkış süreci üzerinde durulmuş ve son yaşanan küresel krizin,
Türkiye’de büyümeye olan etkisi analiz edilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Küreselleşme, Ekonomik Kriz, Büyüme.
EFFECTS OF THE GLOBAL FINANCIAL CRISIS ON
ECONOMIC GROWTH
SAMPLE OF TURKEY
Abstract
Financial markets in the world after the World Economic Depression of
1929 escaped the credit crunch in the most comprehensive and depth so far.
Starting in 2007 and after transformed into a global financial crisis, a source of
fluctuations in the U.S. is mortgage market. To enter the world's economies in
recent years, with a rapid process of globalization, the globalization process has
caused the integration of the world economy than in a big way. As a result of
globalization, countries and groups of countries on the impact of this crisis has
been different in width and depth. In this study, the global financial crisis,
Turkey's economy draws attention to the macro-economic effects. The study of
globalization and especially the causes of the global crisis caused by
globalization and the emergence of concentrate mainly on the process and the
recent global financial crisis, the impact of growth in Turkey have been
analyzed.
Keywords: Globalization, Economic Crisis, Growth

Kilis 7 Aralık Üniversitesi, İktisadi İdari Bilimler Fakültesi, İşletme Bölümü
spaksoy@kilis.edu.tr

Harran Üniversitesi, Bozova Meslek Yüksek Okulu,
ealancioglu@harran.edu.tr
39 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
1.GİRİŞ
Küreselleşmeye bağlı olarak ülkeler arasındaki ticari sınırların
kalkmasıyla birlikte, herhangi bir ülkede ortaya çıkan ekonomik kriz
kolaylıkla diğer ülkeleri de etkileyebilmektedir. Ülke ekonomilerini bu
yolla olumsuz olarak etkileyen küresel krizler ülkelerin ulaşmak istediği
makro ekonomik hedefleri gerçekleştirmesini güçleştirmektedir.
Ülkelerin üretim yapısı, büyüme oranları, fiyat istikrarı, istihdam yapısı,
ödemeler dengesi gibi değişkenler küresel krizden etkilenerek ülkelerin
ekonomik performanslarını düşürmektedir. Türkiye gibi gelişmekte olan
ülkeler, bu krizlerden daha çok etkilenmektedirler.
Amerika Birleşik Devletleri’nde 2007 yılı ortalarında bankacılık
sektöründe ortaya çıkan ve daha sonra da küresel bir boyut kazanarak tüm
dünyayı etkilemeye başlayan finansal kriz, etkisini artırarak devam
etmektedir. Dünyada baş gösteren kriz mali kriz değil küresel ekonomik
krizdir. Çünkü özellikle finansal sektörde başlayan krizler oradan reel
sektöre geçmektedir. Günümüz ekonomileri entegre duruma geldiği için
bir ulusal ekonomide ortaya çıkan kriz bütün dünya ekonomilerine
sıçramakta, etkilerini oralarda da göstermektedir.
Finans sektöründen başlamış olsa da, ekonominin her alanında
etkisini gösteren bu kriz, ekonomilerin küçülmesi sonucu özellikle
istihdamı olumsuz etkilemiştir. Dış ticaretin daralması, iç talebin
kısılması üretimi de azaltmış ve işyerleri kapasitelerini düşürmek
durumunda kalmış, hatta işyeri kapanmaları yaşanmaya başlamıştır. Bu
gelişmelerden en fazla etkilenen kesim de çalışanlar olmuş ve işsizlik tüm
dünyayı etkilemiştir. Bu küresel etkiler, kırılgan bir yapıda olan
ülkemizin sosyoekonomik yapısını da olumsuz olarak etkilemiştir. Zaten
yüksek olan işsizlik oranının daha da artması, hükümeti bu olumsuz
durumu düzeltme yolunda çeşitli önlemler aramaya yöneltmiştir.
Bu çalışmada, Türkiye ekonomisinin, küresel ölçekli finansal
krizden ne ölçüde etkilendiği incelenmektedir. Ayrıca öncellikle küresel
krizlerin sınıflandırılması yapılmış, ABD mortgate piyasası ele alınarak
krizin ortaya çıkış nedenleri ve gelişimi irdelenmiştir. Daha sonra ise
2008 küresel krizin Türkiye ekonomisine genel etkilerinin yanında
özellikle büyüme üzerinde etkisi analiz edilmiştir.
2. KÜRESELLEŞME VE EKONOMİK KRİZLER
2.1. Küreselleşme Tanımları
Küreselleşme son yıllarda yeryüzünün “her alanında yaşanan gelişmeleri”
tanımlamak için kullanılan sihirli bir sözcük haline gelmiştir (Bozkurt, 2000:1).
Sadettin PAKSOY-Erdal ALANCIOĞLU / 40
Bu gelişmelerin politik, ekonomik, kültürel, toplumsal ve teknolojik boyutları
olduğu için de küreselleşmenin tanımı kişiden kişiye farklılık gösterebilmektedir.
Kimilerine göre küreselleşme çok uluslu şirketlerin kullandığı bir propaganda
sloganı, kimilerine göre ise dünyanın çehresini değiştiren, ulusal sınırları ortadan
kaldıran bir süreçtir (Eroğlu ve Albeni, 2002: 19).
Küreselleşme ile dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen bir
olayın yansımaları, diğer ülkelerde de görülmekte ve sadece olayın ortaya
çıktığı ülkeyi değil, binlerce kilometre uzaklıktaki başka ülkeleri de
etkilemektedir. Yaşanan bu küreselleşme süreci nedeni ile ekonomik
olaylar da birbiri ile iç içe girmiş ve ekonomik olayların yansımaları da
bu ilişki nedeni ile daha önemli hale gelmiştir (Yaprak, 2009:2).
Küreşelleşme kavramıyla ifade edilen sürecin iki bileşeni bulunmaktadır.
Bir tanesi sermaye birikimi süreci ile ilgilidir. Burada esas olan sermaye
dolaşımının serbestleşmesi, hacminin artması, hızlanması, yaygınlaşması
ve yeni yatırım araçlarının devreye girmesidir. Küreselleşmenin esas itici
gücü budur ve son on yıl boyunca finansal piyasalar ufuklarını daha evvel
hiç görülmemiş derecede genişletmişlerdir (Freeman, 1998: 55).
Küreselleşmenin ekonomik tanımı ise, “Ülke ekonomilerinin
dünya ekonomileriyle entegrasyonu; diğer bir ifadeyle, dünyanın tek bir
pazarda bütünleşmesi” olarak veya “malların, hizmetlerin, sermayenin,
enformasyonun ve emeğin dünya çapında dolaşımının önündeki
engellerin kaldırılması veya azaltılması” şeklinde yapılabilir (Kutlu,
1998:366). Ekonomik anlamdaki küreselleşme kavramıyla ifade edilen
sürecin iki bileşeni bulunmaktadır: Bunlardan birincisi üretim, diğeri ise
sermaye birikimi süreci ile ilgilidir. Üretimin küreselleşmesi maliyet,
üretim faktörlerinin elverişliliği ve fırsat maliyetleri dikkate alınarak
üretimin belirli aşamalarının değişik bölgelerde gerçekleştirilmesi
biçiminde ortaya çıkan sistemdir. Sermayenin küreselleşmesinde, esas
olan sermaye dolaşımının serbestleşmesi, hacminin artması, hızlanması,
yaygınlaşması ve yeni yatırım araçlarının devreye girmesidir.
Küreselleşmenin esas itici gücü de budur ve son 30 yıl içinde finansal
piyasalar ufuklarını daha evvel hiç görülmemiş derecede
genişletmişlerdir. Küreselleşme sürecinde ortaya çıkan hızlı gelişim ve
dönüşüm ile birlikte sermayenin mekândan kurtulmuş olduğunu
söylemek mümkündür. Böylece, paranın ve bilginin özgür hareketi
önünde herhangi bir sınırlama kalmamıştır (Bauman, 1998: 70‐90).
Küreselleşmenin temel mantığı; sermayenin karlılığının
arttırılmasıdır. Dolayısıyla ekonomi politikalarının da etkin kaynak
dağılımının sağlanmasının ve buna bağlı olarak ekonomik refahın
arttırılması için kullanılması bu mantığın birincil koşuludur. Bu koşulun
sağlanması ise serbestleştirilmiş bir piyasa ekonomisinin oluşmasına
bağlıdır. Bu açıdan dünya ekonomilerini tek bir pazara dönüştürerek
41 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
karını maksimize etmeyi amaçlayan sermaye için iki temel hedef
bulunmaktadır. Bunlardan biri ulusal devletin denetim gücünün
sınırlandırılması, diğeri ise emek faktörünün kazanımlarının
sınırlandırılmasıdır (Yeldan, 2002: 24-25). Özellikle 1980'li yıllardan
itibaren dünya artık yeni bir döneme girmiş bulunmaktadır. Bu dönemin
çeşitli belirleyicileri bulunmaktadır. Buna bağlı olarak ortaya çıkan süreç;
“yenidünya düzeni”, “büyük dönüm noktası”, “bilgi çağı” ve
“küreselleşme” gibi kavramlarla anılmaktadır (Afşar,2004: 61).
2.2. Ekonomik Kriz Tanımları
Ekonomik kriz, ekonomide aniden ve beklenmedik bir şekilde
ortaya çıkan olayların makro açıdan ülke ekonomisini, mikro açıdan ise
firmaları ciddi anlamda sarsacak sonuçlar ortaya çıkarmasıdır (Karacan,
1996: 31). Ekonomik kriz genel olarak; piyasada bulunan mallarda,
hizmetlerde, bu mal ve hizmetlerin üretiminde kullanılan üretim faktörleri
ile farklı piyasalarda oluşan fiyatlarda meydana gelen ekonomik
faaliyetlere göre normal olmayan aşırı dalgalamaları ifade eder
(Kibritçioğlu, 2001: 175).
Kriz kavramı, 1990’lardan sonra yaşantımızın içine çok daha fazla
girmiştir. 1990’lı yıllarda, dünyada finansal piyasalardaki küreselleşme
ve şeffaflaşma süreci ile birlikte bilgi teknolojisinde yaşanan buluş ve
yeniliklerin finansal tekniklerde ve araçlarda sağladığı gelişim, yaşanan
krizlere farklı boyutlar katmıştır. Özellikle bilgisayar ve bilgi
teknolojisindeki yeniliklerin finansal araçlar ve finansal hizmetler
üzerindeki etkisi ve yeni finansal araçların olağanüstü boyutta artması,
sermaye akımlarının hızlanmasını kolaylaştırmış fakat aynı zamanda
krizleri yaygınlaştırmada ve algılamada da hızlandırıcı bir rol üstlenmiştir
(Öztürk ve Gövdere, 2010: 380).
Günümüzde de kriz kavramı, genellikle boyutlarının dünya ölçekli
olması nedeniyle “küresel kriz”ler olarak adlandırılmaktadır. Çünkü
küreleşmenin olumsuz bir etkisi olarak dünyanın herhangi bir yerinde
meydana gelen kriz, birbirine sıkı sıkıya bağlı bütünleşmiş mali piyasalar
yoluyla diğer ülkelere yayılabilmektedir (Eroğlu ve Albeni, 2002: 19).
1980’li yılların sonunda liberal politikalar daha aşırı bir şekilde
uygulanmaya konmuştur. Globalleşme adını taşıyan bu model,
sermayenin en yüksek getiriyi elde edeceği alana serbestçe girip
çıkmasını temel alan bir modeldir. Gerçekleşebilmesi için de devletin
müdahaleci ve koruyucu kimliğinden çıkmasını ve ekonomik
düzenlemeleri piyasaya bırakması gerekmektedir. Ancak, 1990 ve onu
takip eden yıllar beklentilerin tersine dünya genelinde ekonomik
Sadettin PAKSOY-Erdal ALANCIOĞLU / 42
gelişmenin yavaşladığı yıllar olmuştur. Gelişmiş ülkelerde üretim ve
verimliliğin artış hızının düşmesi toplam üretimi geriletirken; bu
gelişmeye ek olarak yatırımlarda önemli oranlarda düşüşler gözlenmiştir.
Bu durum, Türkiye gibi sanayileşmiş ülke ekonomileriyle bütünleşme
sürecine giren gelişmekte olan ülkeleri derinden etkilemiştir. Zira
ekonomik durgunluğun etkisiyle tasarruf oranlarının düşmeye başlaması
hem gelişmiş ülke ekonomilerinden, hem de dünya ticaret ve sermaye
piyasalarından az gelişmiş ülkelerin aldıkları payın azalmasına neden
olmuştur. Böylece finansal küreselleşme sorun üretmeye başlamıştır.
Finansal serbestleşmenin ortaya çıkardığı en önemli zarar küresel finansal
krizlerdir (Kar ve Günay, 2003: 20).
2.2.1.Finansal Krizler
Gelişmekte olan ülkeler (GOÜ) siyasi sistemlerini demokratik hale
getirmeye çalışmakta olup, bu sistemle uyumlu olarak çalışan serbest
piyasa ekonomisini benimsemektedirler. 1990’larla birlikte piyasa
ekonomisine geçilirken hem büyük zorluklar, hem de büyük fırsatlar
doğmuştur. Daha önce sadece bir ülke, devletin hemen hemen
ekonominin tüm yönlerini kontrol altına almış olduğu bir durumdan,
tercihlere yönelik kararların piyasalar yolu ile oluştuğu bir duruma
geçmek için planlı bir girişimde bulunmuştur (Stiglitz, 2002: 160).
Finansal serbestleşme ile ilgili yapılan tanımlar içerisinde aşağıda
belirtilen tanım bu hareketlerin teknik anlamdaki tüm yönlerini ifade
etmektedir: “Gelişmekte olan ülkeler, mali sistemlerini serbestleştirmek
amacıyla bir dizi reformlar yapmışlardır. Bunların en önemlileri, faiz
oranlarının serbest bırakılarak kredi tavanlarının kaldırılması, bankaların
merkez bankalarında tutmak zorunda oldukları mevduat munzam karşılık
oranlarının indirilmesi ya da tamamen kaldırılması, bankacılık
sektörünün hem yabancı hem de yerleşiklere açılması, sermaye
hareketlerinin serbestleştirilmesidir” (Güloğlu ve Altunoğlu, 2002: 3).
Finansal kriz, finansal piyasaların kendilerinden beklenen
fonksiyonları yerine getirememesi halidir. Ülkedeki tasarrufların reel
ekonomiye kazandırılmasında aracı olan bankacılık sisteminin
yükümlülüklerini yerine getiremez hale gelmesi, menkul kıymet
borsalarında hisse fiyatlarının çok hızlı düşüşleri, merkez bankalarının
mali piyasaları yönlendirici fonksiyonun yetersiz ya da etkinsiz kalması
gibi bir çok neden finansal kaynaklı ekonomik krizlere neden olmaktadır
(Eroğlu ve Albeni, 2002: 98). Başka bir ifade ile finansal krizler, reel
ekonomi üzerinde büyük yıkıcı etkiler oluşturabilen ve piyasaların etkin
işleyiş gücünü bozan finansal piyasalardaki çöküşlerdir (Taylor, 2009).
43 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
3. 2008 Küresel Finansal Krizin Nedenleri
Finansal krizler, finansal piyasaların etkin bir şekilde fonksiyon
görememesi ile sonuçlanırlar. Bu da ekonomik faaliyet hacminde şiddetli
daralmalara yol açar. Mishkin (2001: 3), finansal krizlere kapı aralayan
dört önemli faktör üzerinde durmaktadır. Bunlar:
1- Finansal sektör bilançolarındaki bozulma,
2- Faiz oranlarındaki artışlar,
3- Belirsizlikteki artışlar,
4- Varlık fiyatlarındaki değişmeler nedeniyle finansal olmayan
şirket bilançolarının (nonfinancial balance sheets) bozulması, şeklinde
sıralanabilir.
Son yirmi yılda finansal piyasalar çok büyük değişim geçirmiştir.
Teknolojinin ilerlemesiyle birlikte bilgiye daha kolay ve ucuz
ulaşılabilmesi, bilginin daha etkin kullanılabilmesini sağlamış, sayısal
tekniklerle birlikte risk ve getiri beklentilerine göre birçok finansal ürün
geliştirilmiştir. Ayrıca, finansal ürünlerdeki çeşitlilik risk tercihlerinin
genişlemesine, katılımcı sayısının artmasına ve piyasaların büyümesine
neden olmuştur. Özellikle banka odaklı finansal piyasalardan piyasa
odaklı finansal piyasalara geçiş yapısal anlamda finans sektörünü
değişime uğratmıştır. Her bilginin dikkatle ele alındığı, 24 saat sürekli
işleyen ve coğrafi sınırları olmayan, odağında ise ABD piyasalarının
olduğu bir piyasalar sistemi ortaya çıkmıştır. ABD’de yaşanan bir sıkıntı
küresel sistem içerisindeki tüm piyasalara yansımakta, belli bir ülkeye
has olayın etkisi aynen yaşanılan krizde olduğu gibi, düşünüldüğünden
çok daha büyük olabilmektedir (BDDK, 2008: 11).
Mortgage sistemide, günümüzdeki finansal piyasalar açısından
son derece önemli bir role sahiptir. Kira öder gibi konut sahibi olmayı
amaçlayan mortgage, belirli bir gayrimenkulün ipotek gösterilmesi
suretiyle kredi alınması yöntemidir. Mortgage, konut sahibi olmak
isteyenlerin uzun vadeli ve düşük faiz oranları ile konut sahibi olmasını
amaçlayan bir sistemdir. Mortgage sisteminde, gayrimenkulüne ipotek
konulmak suretiyle borçlanan taraf borcunu önceden belirlenen vadelerde
ödemeyi taahhüt etmektedir. Borçlu borcunu belirlenen vadelerde
ödemez ise, kredi veren taraf ipotek konulan gayrimenkulü satma ve
alacağını bu tutardan tahsil etme hakkına sahip olmaktadır (Ateş, 2005:
50).
Dünyada 2007-2008 döneminde ortaya çıkan küresel finansal
dalgalanmanın kaynağı, ABD’de 2007 yılı Ağustos ayında başlayan
mortgage krizidir. Piyasa yapısı, denetim eksiklikleri ve bu süreçte
Sadettin PAKSOY-Erdal ALANCIOĞLU / 44
izlenen politikalar sonuçta öngörülemeyen olumsuzluklara yol açmıştır
(Tong ve Shang, 2008).
Krizi ortaya çıkaran nedenler arasında, son dönemlerde ABD’nin
gayrimenkul piyasasında ortaya çıkan aşırı fiyat artışları, konut kredisi
alan riskli kişilerin bu kredileri geri ödememesi ve bunları önlemek
amacıyla kullanılan finansal araçların etkin bir şekilde işletilememesi
sonucu piyasaya sürülen milyar dolarlar sayılmaktadır (Ünal ve Kaya,
2009: 4).
2008 Mortgage krizinin başlıca nedenleri arasında mortgage
kredilerinin yapısının bozulması, faiz yapısının uyumsuzlaşması, konut
fiyatlarındaki şişmeler, menkul kıymetlerin fonlanmasında yaşanan
sıkışıklık, kredi türev piyasaları alanının büyümesi ve kredi
derecelendirme sürecindeki sorunlar yer almaktadır (Coşkun ve Balatan,
2009: 16).
Küresel ekonomik krizin, ABD’de ortaya çıkışı ve gelişimi,
dramatik bir olaylar zinciri neticesinde olmuştur. Bu süreci şöyle
sıralamak mümkündür: Düşük faiz oranları, konut piyasasında oluşan
balon, bu balonun patlaması, bankacılık sisteminin çökmesi, sistemi
yeniden işler hale getirmek için harcanan çabalar, üretim hacminde ciddi
düşüş, işsizlik oranlarında artış, durgunluk belirtileri, ekonominin
düzelmesi amacıyla oluşturulan program ve bu programın finansmanı için
kamu borcunda meydana gelen büyük artış (Öztürk ve Özdemir, 2010:
12).
2001 sonrası dönemde ABD ekonomisinin artan cari açıkları
uluslararası likiditenin temel kaynağı haline gelmiştir. Mekanizmanın şu
biçimde işlediği söylenebilir: ABD, cari açığı arttığında dünyaya daha
fazla dolar ihraç etmeye başlamakta, ABD’nin dünya ekonomisine ihraç
ettiği dolarlar gelişmekte olan ülkelerde döviz rezervi olarak
biriktirilmektedir. Döviz rezervi biriktirme davranışı ABD tahvillerine
olan talebi artırmakta, ABD tahvillerine yönelik talebin artması ABD’de
iç faiz oranlarının düşmesine hizmet etmekte ve ABD’de iç faiz oranları
düştüğünde Türkiye ekonomisi gibi ülkelere yönelik sermaye akımları
artmaktadır. Bu açıdan ilginç olan nokta ABD ekonomisi cari açık
vererek bütçe açığını da finanse etmekte ve bu süreçte temel olarak kur
riski üstlenmekte yani ABD’nin dış kaynak kullanımı mali piyasalardaki
dalgalanmalardan temel olarak etkilenmemekteydi. Bu çerçevede ele
alındığında 2008 yılında ortaya çıkan kriz sürecinin arka planında ABD
ekonomisinin yüksek cari açık verme davranışı bulunmaktadır ( Togay ve
Köse, 2010: 19). Genel bir değerlendirme yapmak gerekirse, bu süreçte
ABD Merkez Bankası FED, bir yandan Amerikan ekonomisini canlı
tutmak, diğer yandan ise devlet borçlarını arttırmamak için düşük faiz
45 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
politikası izlemiştir. Bu politikanın aynı zamanda yüksek düzeyde
seyreden cari açığın nisbi olarak daralmasına olumlu katkıda bulunacağı
beklentisi de dikkate alınmıştır. Fakat genişletici para politikasının
gereğinden fazla uzun sürdürülmesi sonucunda yaşanmakta olan krize
giden sürecin piminin çekildiği yolundaki görüşler artan oranda kabul
görmektedir ( MÜSİAD, 2009;28).
Ancak bu krizi diğerlerinden ayıran çok temel farklılıklar da
bulunmaktadır. İlk olarak, son kriz gerçek anlamda 'küresel' bir krizdir;
zira dünyanın hemen hiçbir ülkesi krizden korunabilmeyi başaramamış,
değişik kanallardan da olsa bir şekilde krizin yıkıcı etkilerine muhatap
olmuştur. İkinci olarak, son finansal kriz 1929'daki Büyük Depresyon'dan
bu yana dünyanın karşı karşıya kaldığı “en derin” ekonomik krizdir.
Uluslararası Para Fonu (IMF), Ekim 2008 tarihli raporunda " dünya
ekonomisi, gelişmiş finansal piyasaların 1930'lardan bu yana yüz yüze
geldiği en tehlikeli şokla beraber büyük bir çöküşe girmiş bulunmaktadır"
tespitiyle krizin vahametini ortaya koymuş bulunmaktadır (Aktaran:
Kutlay, 2009: 58).
3.1. 2008 Küresel Krizinin Türkiye Ekonomisine Etkileri
Öte yandan, telekomünikasyonda yaşanan baş döndürücü
gelişmeler küreselleşmeye ivme kazandırmıştır. Küreselleşme ile birlikte
ülkeler arasındaki ekonomik ilişkiler de hızlanmıştır. Bu gelişmeler,
ticarette ülkeler arası sınırların kalkmasına ve ekonomik ilişkilerin
ilerlemesine yol açmıştır. Ancak, küreselleşme ile birlikte dünya
ekonomilerini tehdit eden yeni durumlar ortaya çıkmıştır. Küresel
ekonomik krizler bunlardan birisidir. 2007 yılının ortalarında ABD’de
mortgage piyasasında başlayan finansal kriz, dünya ekonomileri üzerinde
büyük etkiler yapmaktadır. Doğal olarak bu krizden Türkiye de
etkilenmiş ve bazı makro ve mikro ekonomik göstergelerde
olumsuzluklar yaşanmıştır.
Türkiye ekonomisi son on yıl içerisinde 1999, 2000 ve 2001 olmak
üzere üç önemli kriz geçirmiş, 2008 Ekonomik krizinin etkileri kısmen de
hala devam etmektedir. Bu krizlerin üç tanesinde de ekonomiyi
normalleştirmek için IMF ile stand-by anlaşmaları çerçevesinde istikrar
programları uygulanmıştır. Fakat uygulanan istikrar programları başarılı
olamamıştır. Bunun en önemli nedeni istikrar programlarının kalıcı ve bir
bütün olarak uygulanmaması ve programların gerekli kredibiliteyi
oluşturamamasıdır (Yıldırım, 2010: 49).
Ekonomik krizin Türkiye ekonomisine etkileri hem finansal
piyasalar hem de reel ekonomi üzerinde kendini göstermektedir. Türkiye
Sadettin PAKSOY-Erdal ALANCIOĞLU / 46
ekonomisi Cumhuriyetin kuruluş yıllarından günümüze kadar değişik
boyutta ve özellikte krizlerle karşılaşmıştır. Bunlardan bir kısmı
ekonominin iyi yönetilememesinden dolayı kendimizden kaynaklanmış,
bir kısmı da dış ülkelerde oluşan krizlerden kaynaklanmıştır.
Kendimizden kaynaklanan krizlere 2000 ve 2001 krizlerini, dışarıdan
kaynaklanan krizlere de 1929 ve 1999 krizleri örnek verilebilinir.
Ekonomik krizler genel olarak finansal piyasalarda başlamakta daha
sonra reel ekonomiyi de etkisi altına alarak tüm ekonomiyi kapsamaktadır
(Yıldırım, 2010: 49). 2000 sonrası, Türkiye ekonomisi ucuz kredi
imkânları, ucuz ithalat ve düşük döviz kuru politikaları ile reel sektörü
canlandırırken hedeflediği büyüme oranlarına da ulaşmış ancak bunun
karşılığında önemli tutarlarda dış borçların artması ve cari açık
sorunlarıyla karşılaşmıştır. Böyle bir ortamda dünya konjonktüründe
yaşanan finansal kriz ve sonrası daralma hiç kuşkusuz Türkiye
ekonomisini önemli ölçüde etkilemiştir (Susam ve Bakkal, 2008: 73).
Hükümetin 2002 yılından itibaren kararlılıkla uyguladığı ekonomik
ve mali politikaların sonucunda gelir ve giderler arasında uyumun
gerçekleşmiş olması, bütçede etkinlik ve tasarruf artışı sağlamış, vergi
gelirlerinde ise yüksek performans sayesinde bütçe gelirlerinde olumlu
gelişmeler kaydedilmiştir. Bu çerçevede merkezi yönetim bütçe
giderlerinin GSYH’ye oranı ile faiz giderlerinin bütçe içindeki GSYH
içindeki oranı azaltılmıştır. Bütçe açığının belirgin şekilde
düşürülmesiyle ve her yıl istikrarlı bir şekilde elde edilen faiz dışı fazla
neticesinde kamu kesimi borçlanma gereğinde (KKBG) ve kamu borç
stokunun GSYH’ye oranında önemli oranda düşüşler sağlanmıştır. Tablo
1’den görüleceği üzere, 2002 yılında %11,5 olan bütçe açığının GSYH
içindeki payı 2007 yılı sonunda %1,6’ya gerilemiştir. Bu gerilemeye
paralel olarak KKBG’nin GSYH içindeki paylarında da düşüşler
kaydedilmiş, 2002 yılında %9,8 olan KKBG’nin GSYH içindeki payı
2007 yılında %0,07’ye gerilemiştir (Taban, 2011:6).
47 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
Tablo 1. Temel Ekonomik Göstergeler(2002-2007)
2002
2003
2004
2005
2006
2007
GSYH(Cari Milyon
TL)
350.476 454.781 559.033 648.932 758.391 843.178
Büyüme Hızı(%)
6,2
5,3
9,4
8,4
6,9
4,7
TÜFE(%)
Bütçe
Açığı/GSYH(%)
29,7
18,4
9,3
7,7
9,7
8,4
11,5
8,8
5,2
1,1
0,6
1,62
İşsizlik Oranı(%)
10,3
10,5
10,8
10,6
10,2
10,3
KKBG/GSYH(%)
Kamu Net Borç
Stoku/GSYH(%)
Kamu Net Dış Borç
Stoku/GSYH(%)
Kamu Net İç Borç
Stoku/GSYH(%)
Cari
Açık/GSYH(%)
9,98
7,32
3,63
-0,07
-1,88
0,07
61,4
55,1
49
41,6
34
29,5
25,2
17,2
13,4
6,5
4
1,3
36,2
37,9
35,7
35,2
30
28,1
0,3
2,5
3,7
4,6
6,1
5,9
Kaynak: Maliye Bakanlığı,2011.
Borcun sürdürülebilirliği, borç yükünün makul seviyelere
düşürülmesi ve bu düzeylerde tutulması, makroekonomik istikrarın
sağlanması açısından en temel unsurlardır. Brüt borç stokunun dikkate
alınması, bir ülkenin borç yükünün değerlendirilmesinde çoğu zaman
yeterli olmamaktadır. Kamunun taşıdığı borç yükünün daha doğru bir
şekilde ölçülebilmesi için kamu sektörünün mali yükümlülüklerinin yanı
sıra sahip olduğu finansal varlıklarının da hesaba katılması gerekir. Diğer
ülkelerde olduğu gibi, Türkiye’de de borçluluk düzeyinin analizlerinde en
çok kullanılan göstergeler arasında kamu net borç stoku rakamları ile
bunların GSYH’ye oranları yer almaktadır. 2002 yılında %61,4 olan
kamu net borç stokunun GSYH’ye oranı, 2007 yılında %29,5 seviyesine
gerilemiştir. Özellikle kamunun net dış borcunun GSYH’ye oranındaki
azalış dikkat çekicidir. Bu oran 2002 yılında %25’in üzerinde iken 2007
yılının sonuna gelindiğinde %1,3’e gerilemiştir.
Fiyat hareketlerine bakıldığında, 2002 yılı sonu itibariyle yaklaşık
%30 olan TÜFE enflasyonu 2004 yılı ile birlikte tek haneli rakamlara
düşmüştür. 2004 yılında %9,3 olan enflasyon oranı 2005 yılında %7,7’ye
Sadettin PAKSOY-Erdal ALANCIOĞLU / 48
gerilemiştir. 2006 sonu itibariyle de %9,7 gerçekleşen enflasyon oranı,
2007 yılında %8,4 olmuştur.
2002-2007 yılları arasında Türkiye ekonomisinde yaşanan iki
olumsuz gelişme; yüksek büyümeye rağmen işsizlik oranlarının
azaltılamaması ve cari işlemler bilançosunda sürekli ve büyük oranda
açık vermesidir. 2002 yılında %10,3 olan işsizlik oranı, 2007 yılında da
değişmemiştir. Cari açık yönünden ise, 2002 yılında %0,3 olan cari
açığın GSYH’ye oranı, artan girdi ihtiyacı ve enerji fiyatları nedeniyle 2006
yılında %6,1’e yükselmiştir. 2007 yılında ise, ihracat artışının ithalat
artışından hızlı gerçekleşmesi, bu oranı %5,9’a gerilemiştir (Taban, 2011:6).
Kürsel boyutta yaşanan finansal kriz, ABD ve Avrupa ülkeleri gibi
gelişmiş ülkelerin yanı sıra özellikle bu ülkelerle ticari faaliyetleri olan
ülkeler başta olmak üzere bütün ülkelerin makroekonomik değişkenlerini
etkilemiştir. Bu etkileşimin boyutlarının ülke ekonomilerinin dışa açıklığı
veya dışa bağımlılığı ile paralel olduğunu söylemek mümkündür. Türkiye
gibi gelişmekte olan ülke kategorisinde yer alan ülkelerin hem finansal
piyasalarının hem de reel ekonomilerinin yaşanılan bu krizden
etkilenmesi olağan bir gelişmedir. Çünkü Türkiye dış ticaret
faaliyetlerinin önemli bir bölümünü krizin en yoğun yaşandığı Avrupa
Birliği (AB) ülkeleriyle yapmaktadır. Bu nedenle, AB ülkelerinde
yaşanan bir talep daralması, ihracatının büyük bir bölümü bu ülkelere
olan Türkiye gibi ülke ekonomilerinin makro değişkenlerini olumsuz
etkilemektedir. Türkiye’deki finansal piyasalar krizden beklendiği kadar
olumsuz etkilenmemiştir. 2001 kriziyle finansal sistemini yeniden
organize eden ve güçlendiren Türkiye, finansal krizden kolay sıyrılmış,
ancak asıl etki reel piyasalarda hissedilmiştir (Macovei, 2009: 1).
Ülkemiz reel kesimi, küresel krizden nasibini fazlasıyla almıştır. Küresel
kredi musluklarının kısılması, kredi maliyetlerinin yükselmesi, yurtdışı
pazarların daralması gibi daha birçok nedenden dolayı reel sektör büyük
kayıplar yaşamıştır. Bu kayıplar, ülkemiz makro ekonomik göstergelerine
de yansımıştır. Büyüme, işsizlik ve enflasyon rakamları, ülkemizin büyük
çapta bir daralmayla karşı karşıya olduğunu göstermektedir.
3.1.1. Ekonomik Büyüme Üzerine Etkisi
Finansal krizin reel ekonomik aktivite üzerindeki olumsuz etkileri;
küresel ölçekte büyüme, ticaret hacmi ve sermaye hareketleri üzerinde
daraltıcı etkisiyle birlikte derinleşmiştir (BDDK,2008:1-6). Gelişmiş
ülkelerde başlayarak daha sonra gelişmekte olan ülkeler de dâhil tüm
dünyayı şiddetli bir şekilde sarsan bu kriz sonucunda pek çok gelişmiş ve
gelişmekte olan ülke resesyona girmiş ve ekonomik yavaşlama küresel
49 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
ölçekte daha da belirginlik kazanmaya başlamıştır (Berkmen vd. 2009:3).
Gerek gelişmiş gerekse gelişmekte olan ülkeler tarafından krize yönelik
olarak alınan tüm tedbirlere rağmen, küresel finansal krizinin neden
olduğu güven kaybı, ekonomik aktiviteyi küresel ölçekte yavaşlatarak
büyüme oranlarının belirgin bir şekilde azalmasına neden olmuştur
(Yılmaz, 2009:4).
Küresel finansal krizinin Türkiye ekonomisine etkileri ekonomik
büyümede gerileme ve işsizlikte artış ile reel sektörde kendini
göstermiştir. Ekonomik büyümedeki gerilemenin en önemli nedeni ise
yurtiçi ve yurtdışı talep yetersizliğidir (Togay ve Köse, 2010: 71).
Tablo 2. Gayri Safi Yurtiçi Hasıla
Yıl
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
2009
2010
2011Ç-1
2011Ç-2
2011Ç-3
Sabit
Fiyatlarla
(Milyon TL)
72,519
76,338
83,485
90,499
96,738
101,254
101,921
97,003
105,68
26,112
27,910
31,029
Gelişme
Hızı
(%)
6,2
5,3
9,4
8,4
6,9
4,7
0,7
-4,8
8,9
11,6
8,8
8,2
Cari
Fiyatlarla
(Milyon TL)
350,476
454,780
559,033
648,931
758,390
843,178
950,534
952,538
105,739
288,390
318,404
348,802
Gelişme
Hızı
(%)
45,9
29,8
22,9
16,1
16,9
11,2
12,7
0,20
16,0
19,2
19,2
17,4
Kaynak: TÜİK
Tablo 2’ye göre 2002 den küresel finansal krizin etkisini gösterdiği
2008’e kadar Türkiye ekonomisi bir büyüme trendi yakalamıştır. 2002
yılında büyüme hızı %6,2 iken, krizin etkisini gösterdiği 2009 yılında %
-4,8’ye kadar düşmüştür. 2010 yılında ekonomik büyüme %8,9 gibi
beklenilmeyen bir büyüme oranı gerçekleşmiştir. Bu büyüme oranları
Türkiye ekonomisinin krizden hızlı bir çıkışının göstergesi olmuştur.
Aynı zamanda büyümede yakalana ivme 2011 yılı 1.çeyreğinde %11,6, 2.
çeyreğinde %8,8 ve 3. çeyreğinde de %8,2 büyüme oranları
gerçekleşmiştir.
Sadettin PAKSOY-Erdal ALANCIOĞLU / 50
15.268
10.067
14.188
8.559
14.959
10.438
13.905
9.240
12.891
7.586
11.394
7.022
10.168
5.764
8.790
4.559
3.492
18.000
16.000
14.000
12.000
10.000
8.000
6.000
4.000
2.000
0
8.667
Grafik 1. Kişi Başına GSYH($ Bin TL)
2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010
Cari Fiyatlarla
Satın Alma Gücü Paritesine Göre
Kaynak: TÜİK
2001 yılının ikinci çeyreğinde büyümede sağlanan artışlar, ülkede kişi
başına düşen GSYH miktarında da artışı beraberinde getirmiştir. TÜİK verilerine
göre 2010 yılında kişi başına düşen GSYH değeri cari fiyatlarla 10.067 ABD
Doları olarak hesaplanmış iken, bu değer 2002 yılında 3.492 ABD Doları olarak
hesaplanmıştır (Grafik 1). Son 10 yılda kişi başına düşen gelirde gerçekleşen
yaklaşık 3 kat artış, hem vatandaşların yaşam standardında olumlu değişiklikler
meydana getirmiş hem de gelir dağılımı üzerinde pozitif etki yapmıştır.
2002 yılından buyana Türkiye, gelir düzeyindeki farklılıkta
kaydettiği ilerlemeler ile AB ile arasındaki kalkınmışlık farkını kapatma
sürecine girmiştir. 2002 yılındaki satın alma gücü paritesine göre, kişi
başına milli gelir düzeyi ile AB ortalamasının %37’si seviyesinde
bulunan Türkiye, 2010 yılı itibarıyla AB’nin %48 seviyesini yakalamış
ve anlamlı düzeyde bir yakınsama sağlamıştır (Maliye Bakanlığı, 2011:
36).
GSYH verilerindeki düzelmelerin, 2010 yılında piyasalardaki
beklentilerin iyileşmiş olmasının ve kararlı politikalarla sürdürülen
istikrarın oluşturduğu güven ortamının, ekonomiyi canlandırdığını
söylemek mümkündür. Sermaye girişiyle beraber güçlü biçimde finanse
edilen yatırımlar, büyümenin güçlü olmasını sağlamıştır. Harcamalar
yönünden büyümenin kompozisyonu, iç ve dış talepteki ayrışmanın
belirginleştiğini göstermektedir. İç talebe dayalı bir büyüme yaşanırken
dış talep büyümeyi olumsuz yönde etkilemeye devam etmiştir. Özel
51 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
sektörün tüketim ve yatırım harcamalarındaki istikrarlı artışı, talep yönlü
canlanmanın itici gücü olmuş ve büyümeyi önemli ölçüde tetiklemiştir.
2009 yılında harcamalar yönünden, krizin etkisiyle özel sektör
yatırım ve tüketim harcamalarındaki düşüşler, GSYH’nin daralmasında
etkili olurken; kamu sektörü tüketim harcamaları, iç ve dış talepteki
daralmanın ekonomik faaliyetler üzerindeki olumsuz etkisinin
azaltılmasında etkin bir rol üstlenmiştir. Kriz dönemlerinde GSYH’ye
olumsuz katkıda bulunan stok değişimleri de 2009 yılında yaşanan
daralmada önemli rol oynamıştır. Net ihracat ise bu dönemde büyümeye
pozitif katkıda bulunmuştur. Bu durum, ithalatın ihracattan daha hızlı
düşmesinden kaynaklanmıştır (Maliye Bakanlığı.2010: 31).
Tablo: 2. Sektörel Büyüme Hızları
2002
2003
2004
2005
2006
2007
2008
1.Ç
2.Ç
3.Ç
4.Ç
2009
1.Ç
2.Ç
3.Ç
4.Ç
2010
1.Ç
2.Ç
3.Ç
4.Ç
Tarım
8.8
-2.0
2.8
7.2
1.4
-6.7
4.3
6.3
0.1
6.4
2.9
3.6
-1.2
6.2
4.4
2.1
1.6
0.8
1.7
0.0
5.1
Sanayi
4.6
7.8
11.8
8.7
10.2
5.8
-1.3
6.2
2.4
-2.0
-11.3
-8.6
-20.7
-13.0
-6.9
7.9
13.6
17.5
15.9
9.9
11.7
Hizmetler
4.8
4.1
9.7
8.6
7.1
6.4
2.3
7.3
4.6
1.5
-3.4
-1.8
-8.4
-4.7
-0.3
6.1
7.7
9.1
8.2
4.9
8.7
GSYH
6.2
5.3
9.4
8.4
6.9
4.7
0.7
6.9
3.5
1.1
-5.5
-4.8
-12.4
-6.9
-1.6
6.3
8.9
11.4
10.2
5.5
9.3
Kaynak: TÜİK verilerinden derlenmiştir.
2009 yılında büyümenin yaşandığı tek sektör tarım olmuştur. Ancak
tarımın GSYH içindeki payı düşük olduğu için büyümeye katkısı sınırlı
kalmıştır. GSYH içinde en büyük ağırlığa sahip olan ve büyümenin
lokomotifi sayılan sanayi ve hizmetler sektörlerinde ise, 2009 yılında
Sadettin PAKSOY-Erdal ALANCIOĞLU / 52
daralmalar meydana gelmiştir. 2010 yılında tüm sektörlerde bir büyüme
gözlenmiştir.
Ekonomide gerçekleşen büyümenin altında yatan faktörlerden belki de
en önemlisi, uygulanmakta olan ekonomi politikalarına piyasa aktörleri tarafından verilen güvenin devam etmesidir. Bu yüzden, küresel krizin devam ettiği
dönemlerde özel sektör ve uluslararası yatırımcılar yatırım yapmaya devam
etmiştir. Özel sektör ve uluslararası yatırımcılar tarafından gerçekleştirilen bu
yatırımlar bir yandan ekonomide üretim kapasitesini artırırken, diğer yandan
talep yoluyla ekonomik büyümeyi de hızlandırmıştır (Karagöl, 2011:2).
Ekonomik büyümede ortaya çıkan bu tabloya göre, 2001 ekonomik
krizinden sonra uygulanan mali tedbirlerin ve bankacılık sektöründe
gerçekleştirilen reformların katkısı çok büyük olmuştur. Aynı zamanda,
kriz sonrası dönemde makroekonomik dengelerin korunması, finansal
istikrarın sağlanması ve enflasyonla mücadeleye devam edilebilmesi için
uygulanan politikalar da gerçekleşen bu büyüme rakamlarına önemli bir
katkı sağlamıştır. Bununla beraber, ekonomi yönetimi tarafından
zamanında ve gerekli olduğu durumlarda uygulamaya koyulan
politikaların küresel ekonomik kriz süresince gerçekleşen kesintisiz
büyümeye katkısı yadsınamaz (Karagöl, 2011:2).
4. SONUÇ
Türkiye’de bugüne kadar farklı zamanlarda ve etkileri farklı olan
krizler yaşanmıştır. Ancak yaşanan bu 2008 küresel kriz diğerlerine pek
benzememektedir. 2001 krizinin etkisinin ortadan kalkmaya başladığı bir
dönemde ortaya çıkan bu yeni kriz, Türkiye ekonomisini de diğer
ülkelerin etkilendiği gibi etkilemiştir. Türkiye ekonomisi güncel küresel
krizden ciddi biçimde etkilenmiştir. Krizden, çok hızlı girildiği gibi yine
çok hızlı çıkılmış veya çıkılmakta oluşu bu gerçeği değiştirmemektedir.
Türkiye ekonomisinin küresel krizden hızlı ve güçlü bir şekilde
çıkmasında kamu maliyesi ve para politikasının kriz sürecinde zamanlı,
hedef odaklı ve genel makro ekonomik dengeleri gözeten bir anlayışla
uygulanmasında önemli bir rol oynamıştır. 2002 sonrasında sağlanan
istikrar ve yapısal dönüşüm sonucu elde edilen makroekonomik ve
finansal yapının, küresel krizin etkilerine karşı ekonominin önemli bir
dayanıklılık göstermesine katkıda bulunmuştur.
Türkiye 2009 yılı son çeyreğinde başlayan güçlü büyüme eğilimi
beş çeyrektir aralıksız devam etmektedir. Küresel kriz sonrası elde edilen
büyümede ki bu başarının temelinde istikrarlı politikalardır.
Türkiye ekonomisi, krizden diğer ülkelere göre daha hızlı ve güçlü
bir şekilde çıkmıştır. Ekonomideki toparlanma, 2009 yılının ikinci
çeyreğinden itibaren kendini hissettirmeye başlamış, yılın son çeyreğinde
53 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
GSYH yüzde 6 oranında büyüyerek hızlı bir toparlanma sürecine
girildiğini göstermiştir. Nitekim 2010 yılının ilk çeyreğinde ve ikinci
çeyreğinde çift haneli büyüme ile toparlanma süreci devam etmiştir. 2010
yılının ilk yarısında ulaşılan yüzde 11’lik büyüme performansıyla
Türkiye ekonomisi kriz öncesi büyüklüğüne ulaşmış ve ikinci çeyreğe ait
son verilere göre krizden çıkış sürecinde AB ve OECD ülkeleri arasında
en hızlı ve güçlü büyüyen ülke olmuştur.
Türkiye ekonomisinde de alınan tedbirler ve uygulamaya konulan
ekonomik ve mali politikalar sonucunda, özellikle 2009 yılının ikinci
yarısından itibaren küresel krizin olumsuz etkileri azalmaya başlamıştır.
Yurt içi piyasalardaki belirsizliklerin azaltılarak ekonomide güven
ortamının büyük ölçüde sağlanması ve ekonomideki talebin canlı
tutulmasına yönelik tedbirler, kredi hacminin genişlemesi krizin
etkilerinin giderilmesinde önemli rol oynamıştır.
2008 yılında tüm dünyada yaşanan küresel ekonomik krizin; 2009
yılında belirsizliklerin yoğun olarak yaşanmasına ve ekonomik
faaliyetlerde önemli bir daralmaya neden olmasının ardından, 2010 yılı
başta gelişmiş ülkelerde olmak üzere, dünya ekonomisinin genelinde
canlanma eğiliminin görüldüğü bir yıl olmuştur. 2010 yılında dünya
ekonomisinde beklenen ekonomik faaliyetlerin canlanması; hükümetlerin
mali canlandırma paketleri, merkez bankalarının para politikalarıyla
destekleri ve tükenen stokların yenilenmesi gibi geçici ve kısa vadeli
politikalarla sağlanabilmiştir. Ancak bu canlanmanın sürdürülebilir
olması için bozulan mali yapının düzeltilmesine yönelik ve yapısal
reformlarla da desteklenecek orta vadeli politikaların hayata geçirilmesi
gerekmektedir.
2008’de başlayan ve 2009’da bütün dünyayı etkisi altına alan
küresel krizde yaşanan küçülmeden bu yana Türkiye, çok hızlı bir
büyüme ivmesi yakalamış durumda. 2009’un son çeyreğinden bu yana
büyümeye devam eden ekonomi, son iki yıldır beklentilerin ve
tahminlerin üzerinde bir seyir izliyor. Birçok gelişmiş ülke krizden
çıkmakta zorlanırken, Türkiye küresel krizin etkilerinden en hızlı
kurtulan ülkelerin başında geliyor. TÜİK verilerine göre üretim
yöntemiyle hazırlanan gayri safi yurtiçi hâsıla tahmininde, 2011 üçüncü
çeyreğinde, bir önceki yılın aynı dönemine göre, cari fiyatlarla gayri safi
yurtiçi hâsıla yüzde 17,4’lük artışla 348 milyar 802 milyon liraya çıktı.
Sabit fiyatlarla ise bu dönemde ekonomi, yüzde 8,2’lik büyümeyle 31
milyar 29 milyon lira oldu. Türkiye bu rakamlarla gelişmiş ve gelişmekte
olan ülkeleri temsil eden OECD, AB ve G20 ülkeleri arasında en yüksek
büyüme oranına ulaştı.
Sadettin PAKSOY-Erdal ALANCIOĞLU / 54
Sıkı bir mali disiplin çerçevesinde uygulanan kararlı politikalar
Türkiye’nin ekonomik programının temel unsurları olup, enflasyonun
düşmesine bağlı olarak ekonomide hızla büyüme kaydedilmesinde önemli
rol oynamaktadır. Türkiye, güvenilir makroekonomik politikaların yanı
sıra, geniş kapsamlı ve uzun vadeli bir yapısal dönüşüm programını da
uygulamaya devam etmektedir. Diğer ülkelerdeki uygulamalarla
karşılaştırıldığında, Türkiye’nin özellikle yapısal ve kurumsal
değişiklikleri hızla ve büyük bir başarıyla hayata geçirdiği görülmektedir.
Finans sektörünü yeniden yapılandırarak, kamu sektöründe yönetim
anlayışını iyileştiren ve iş ortamını geliştiren Türkiye, bu alanlarda büyük
mesafe kaydetmiştir. Kapsamlı ekonomik reformlarla birlikte uygulanan
isabetli ekonomi politikaları neticesinde Türkiye ekonomisi, geçtiğimiz
sekiz yıl boyunca istikrarlı bir büyüme sergilemiştir. Kararlı bir şekilde
uygulanan yapısal reformlar ve başarılı makroekonomik politikalar,
Türkiye’nin bölgesinde en hızlı büyüyen ekonomiler arasına girmesini
sağlamıştır.
Türkiye ekonomisinin küresel krizden hızlı ve güçlü bir şekilde
çıkmasında kamu maliyesi ve para politikasının kriz sürecinde zamanlı,
hedef odaklı ve genel makro ekonomik dengeleri gözeten bir anlayışla
uygulanması sonucu önemli rol almıştır.
Türkiye’nin büyümedeki yüksek performansını sürdürebilmesi için
özel sektör yatırımlarındaki artışın devamlılığını sağlayacak ve ihracatta
artışı gözetecek tedbirler alması gerekmektedir. İhracatımızda kalıcı bir
artışın sağlanabilmesi ve yatırım ortamının iyileştirilebilmesi için de
stratejik bir yaklaşımın geliştirilmesi son derece önemli olacaktır.
55 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
KAYNAKÇA
Afşar M., (2004), Finansal Küreselleşme ve Türk Bankacılık Krizleri
Üzerine Etkisi, T.C. Anadolu Ünv yayınları, No:1558, Eskişehir.
Ateş, K. (2005), Amerika Birleşik Devletlerinde Mortgage
Uygulamasında Vergi, Vergi Dünyası Dergisi, Sayı:285, 50-53.
Bauman Z., (1998), Küreselleşme, Ayrıntı Yayınları, İstanbul.
BDDK . (2008), Finansal Piyasalar Raporu, Sayı: 12, Aralık 2008
BBDK, 2008, ABD Mortgage Krizi
http://www.bddk.org.tr/WebSitesi/turkce/Raporlar/Calisma_Rapo
rlari/5176ABDMORTGAGE05082008x.pdf.Erişim Tarihi:
11.04.2011.
Berkmen, Pelin Gaston Gelos, Robert Renhack and James P. Walsh
(2009), The Global Financial Crisis: Explaining Cross-Country
Differences in the Output Impact, IMF Working Paper,
WP/09/280, http://www.imf.org.15.03.2012.
Bozkurt, V. (2000). Küreselleşme: Kavram, Gelişim ve Yaklaşımlar, İş
Güç Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi, 2(1), 1-12.
Coşkun, Y.S. ve Balatan, Z. (2009), Küresel Mali Krizin Bankacılık
Sektörüne Etkileri ve Türk Bankacılık Sektörünün Veri Zarflama
Yöntemi İle Bilânçoya Dayalı Mali Etkinlik Analizi, 12. İktisat
Öğrencileri Kongresi, 7-8 Mayıs 2009 İzmir
Eroğlu, Ö. ve Albeni, M. (2002), Küreselleşme, Ekonomik Krizler ve
Türkiye, Bilim Kitabevi Isparta
Freeman, A, (1998), “Dünyanın Sonunun Sonu mu?”, Çev:Sungur
Savran, İktisat Dergisi, Sayı:385, (Aralık), s.54-65.
Güloğlu, B. Ve Altunoğlu E. (2002), Finansal Serbestleşme Politikaları
ve Finansal Krizler: Latin Amerika, Meksika, Asya ve Türkiye
Krizleri, İstanbul Üniversitesi SBF Dergisi, Sayı:27.
Kar, M. Ve Günay, E. (2003). Küreselleşme, Bölgeselleşme ve
Entegrasyon Teorisine
Giriş, (Ed: Muhsin Kar ve Harun
Arıkan), Avrupa Birliği Ortak Politikalar ve Türkiye, İştanbul:
Beta Basım A.Ş, s.3-27.
Karacan, A. Ġ. (1996), Bankacılık ve Kriz, Finans Dünyası Yayınları,
İstanbul.
Karagöl, E.T.(2011), GSYİH 2011-II. Çeyrek( Nisan, Mayıs Haziran)
Değerlendirmesi, www.setav.org.(12.12.2011)
Kibritçioğlu, A. (2001), Türkiye’de Ekonomik Krizler ve Hükümetler,
Yeni Türkiye Dergisi, Ekonomik Kriz Özel Sayısı, Cilt 1, Sayı
41, 174-182.
Sadettin PAKSOY-Erdal ALANCIOĞLU / 56
Kutlay, M. (2009), “Küresel Finansal Krizin Türk Ekonomisine Etkileri:
Türkiye’nin Kalkınması Önünde Engel mi, Fırsat mı?”, USAK,
Uluslar arası Stratejik Araştırmalar Kurumu, 12 Eylül 2009,
http://www.usak.org.tr/haber.asp?id=210(25.2.2010)
Kutlu, E. (1998), Küreselleşme ve Etkileri, Anadolu Üniversitesi, İ.İ.B.F
Dergisi, 14(1- 2)Yayın No:1068,0363-386.
Macovei, M., (2009). Growth and Economic Crises in Turkey: Leaving
Behind A Turbulent Past, European Commission, Economic and
Financial Affairs, Belgium.
Maliye Bakanlığı, (2010),Yıllık Ekonomik Rapor,
http://www.sgb.gov.tr/Sayfalar/YillikEkonomikRapor.aspx
(12.6.2011)
Maliye Bakanlığı, (2011),Yıllık Ekonomik Rapor,
http://www.maliye.gov.tr/Sayfalar/YillikEkonomikRapor.aspx(17
.2.2012)
Mishkin, F.S . (2001), Financial Policies and the Prevention of Financial
Crises in Emerging Market Countries, NBER Working Paper
Series, 8087, January.
MÜSİAD, 2009, Yine Kriz, Yeni Dersler, Türkiye Ekonomisi Araştırma
Raporları
Öztürk, S. ve Özdemir, A. (2010), Küresel Krizin Ekonomik Etkileri:
Küreselleşmenin Krizi,
www.ozal.congress.inonu.edu.tr/pdf/131.pdf (Erişim
Tarihi:11.02.2011).
Öztürk, S. ve Gövdere, B. (2010), Küresel Finans Kriz ve Türkiye
Ekonomisine Etkileri, Süleyman Demirel Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi Dergisi Y.2010, C.15, S.1 s.377-397.
Stiglitz, E.J., 2002. Küreselleşme Büyük Hayal Kırıklığı, Çev.: A.
Taşçıoğlu, D. Vural, Plan B Yayınları, İstanbul. 298 s.
Susam, N ve Bakkal, U. (2008), Kriz Süreci Makro Değişkenleri ve 2009
Bütçe Büyüklüklerini Nasıl Etkileyecek? Maliye Dergisi, Sayı
155, Temmuz- Aralık 2008
Taban, S. (2011), Küresel Finans Krizi Öncesi ve Sonrası Dönemde
Türkiye’de Ekonomik Büyümenin Dinamikleri www.setav.org. (
Erişim Tarihi:10.04.2011).
Taylor, J.B. (2009), The Financial Crisis and The Policy Responses: An
Emprical Analysis of What Went Wrong, NBER Working
Paper 14631, January, http://www.nber.org ( Erişim
Tarihi:12.02.2011).
TÜİK. (2009), Türkiye İstatistik Yıllığı, 176
57 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
Togay, S. ve Köse, N. (2010), Küresel Ekonomik Krizin Türkiye’de
Reel Sektöre Yansımaları, Milli Prodüktive Merkezi Verimlilik
Raporu, Ankara
Tong, H and Shang-J. W. (2008), Real Effects of Subprime Mortgage
Crisis: Is It a Demand or a Finance Shock? NBER Working
Paper 14205
http://www.nber.org ( Erişim Tarihi:12.02.2011).
Ünal, A. ve Kaya, H. (2009), Küresel Kriz ve Türkiye, Ekonomi ve
Politika Araştırmaları Merkezi, İstanbul.
Yaprak, Ş. (2009), “Ekonomik Krizlerin İstihdama Yansıması”, Ekonomi
Bilimleri Dergisi, Cilt 1, Sayı2.
Yeldan, E. (2002), Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi, İletişim
Yayınları, İstanbul.
Yıldırım, S. (2010), 2008 Yılı Küresel Ekonomi Krizinin Dünya ve
Türkiye Ekonomisine Etkileri, Karamanoğlu Mehmetbey
Üniversitesi, Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi Cilt:12,
sayı:18, 47-55,
Yılmaz, D. (2009), 77.Olağan Genel Kurul Toplantısı Açış Konuşması,
TCMB, 14 Nisan 2009, Ankara, http://www.tcmb.gov.tr ( Erişim
Tarihi:09.02.2011).
.
Serhat KUZUCU / 58
GÜRCİSTAN BÖLGESİNDE OSMANLI-RUS NÜFUZ
MÜCADELESİ
(1774-1792)
Dr. Serhat KUZUCU
Özet
Bu çalışmada Osmanlı Devleti ile Rusya’nın Kafkaslarda önemli bir
konuma sahip olan Gürcistan bölgesindeki hâkimiyet mücadelesi
değerlendirilmiştir. İki devlet arasındaki XVIII. yüzyılın son çeyreğinde yaşanan
siyasi mücadelelere yer verilerek, bu sürecin Gürcistan’a yansımaları ve
Rusların Gürcistan’ı nasıl himaye altına aldığı incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Gürcistan, Osmanlı Devleti, Rusya
OTTOMAN-RUSSIA POWER STRUGGLE OVER GEORGIA
(1774-1792)
Abstract
In this study, the struggle for dominance between Ottoman Empire and
Russia over Georgia region which has an important position in the Caucasus iss
evaluated. The political struggles between two states in the last quarter of 18th
century are mentioned; and reflections of the process on Georgia and how the
Russians domineered Georgia are examined in detail.
Key Words: Georgia, Russia, The Ottoman Empire

Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Tarih Bölümü
kuzucu@kilis.edu.tr
59 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
Giriş
Gürcistan bugünkü Kafkasya bölgesinin orta kısmında Kür Nehri
havzasında yer almaktadır. Gürcistan’ın batısında Eger dağları, kuzeyinde
Kafkasya sıra dağlarının orta bölümü, güneyinde Ermenistan ve
doğusunda ise bugünkü Azerbaycan yer almaktadır129.
Kafkaslarda oldukça önemli bir konuma sahip olan Gürcistan,
tarih boyunca, Bizans, İran, Hazar gibi birçok devletin hâkimiyeti altında
kalmıştır. Osmanlı Devleti’nin Anadolu’nun kuzey-doğusunda bulunan
Gürcistan bölgesiyle ilgilenmesi XV. yüzyılın ortalarına rastlamaktadır.
Fatih Sultan Mehmet Trabzon’u fethettikten sonra Gürcistan’ın güneybatısına akınlar düzenleyerek, Batum ve çevresini 1479 yılında ele
geçirmiştir. I.Selim’in Trabzon valiliği döneminde Gürcü krallıklarından
Güryel ve İmeret krallıkları itaat altına alınarak haraca bağlanmıştı.
Böylece Osmanlı hâkimiyeti Gürcistan içlerine kadar ulaşmıştı. 1514
yılında Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Savaşı’nı kazanması ile Kartli ve
Kahet (Kahetya) krallıklarının da yer aldığı Doğu Gürcistan Osmanlı
hâkimiyetine girdi. Ancak Yavuz Sultan Selim’in vefatından sonra, bu
bölge Safevi Devleti’nin eline geçti130.
1. Gürcistan’ın Rus Hâkimiyetine Geçmesi
XVIII. yüzyılın başlarında Kafkaslarda üçüncü bir güç olarak
Rusya ortaya çıkmıştı. Çar I. Petro takip ettiği sıcak denizlere inme
politikası gereği Kafkaslardaki gelişmeleri yakından takip etmekte ve
fırsat kollamaktaydı. İşte bu sırada Safevi Devleti’nde başlayan siyasi
istikrarsızlık I. Petro için bulunmaz bir fırsat oldu. Rus kuvvetlerinin
Hazar Denizi’nin batı kıyılarını ele geçirmek üzere harekete geçmesi
karşısında, Osmanlı Devleti de hemen hazırlıklara girişti. Rusya, bölgeye
düzenlediği askeri harekât ile Derbend ve Bakü kıyılarını zapt ederken,
Osmanlı kuvvetleri de harekete geçerek Kartli ve buraya bağlı olan Tiflis
ve Gori gibi büyük şehirleri zapt etti. Bölgede başlayan karşılıklı askeri
harekâtların iki devlet arasında muhtemel bir savaşa dönüşmesi,
Fransa’nın çabaları ile önlendi. Fransa iki taraf arasında arabulmak için
sarf ettiği gayretler sonucunda, iki taraf 1724 yılında İstanbul’da bir
antlaşma imzaladı. Bu antlaşma sonucunda, Gürcistan’ın Kartli ve Kahet
bölgeleri Osmanlı Devleti’nin idaresine girdi ise de, bölgedeki Osmanlı
hâkimiyeti fazla sürmedi. Nitekim 1732 yılında Safevi Devleti’nin başına
geçen Nadir Şah, gerek Osmanlılara gerekse Ruslara karşı başlattığı
129
130
Mirza Bala, “Gürcistan”, İA, IV, s. 837.
Hüsamettin M. Karamanlı, “Gürcistan”, DİA, XIV, s. 314.
Serhat KUZUCU / 60
seferler sonunda bu bölgedeki birçok şehri geri aldı. Tiflis ve civarındaki
birçok kale de savaşsız olarak Safevi Devleti’nin hâkimiyetini tanıdı.
Böylelikle Nadir Şah, Osmanlı Devleti’ne ve Rusya’ya kaptırılan
Gürcistan’daki topraklarını geri almış oldu. Nadir Şah hiç vakit
kaybetmeden bu bölgede yeni bir yapılanma içerisine girerek, Tiflis,
Şirvan, Gence-Karabağ, Tebriz ve Revan bölgelerini Azerbaycan Vilayeti
olarak birleştirdi. Fakat 1735–1744 yılları arasında Kartli ve Kahet’te art
arda çıkan isyanlar sonucunda Nadir Şah, Tiflis bölgesini Azerbaycan
Vilayeti’nden ayırmak zorunda kaldığı gibi, II. Teymuraz’ı Kartli’nin
oğlu İrakli’yi (Heraclius) de Kahet’in kralı olarak tanıdı. II. Teymuraz’ın
ölümünün hemen akabinde 1762 yılında İrakli, Kartli ve Kahet bölgesini
de kendi idaresi altına alarak bütün Doğu Gürcistan’ın kralı oldu131.
Öte taraftan Rusya’da II. Katerina’nın tahta çıkması ile birlikte
Petersburg’un emperyalist emelleri daha bir hız kazandı. Bu dönemde
özellikle Rusya’nın Karadeniz, Kafkasya ve Asya bölgesine yönelik istila
politikası yeniden başladı. II. Katerina ilk olarak Mozdok şehrini inşa
ederek, Terek üzerindeki savunma hattını tahkim etmekle işe başladı.
1769 yılında tahkim edilmiş olan Mozdok şehri civarına “Mozdok
Kazakları Alayı” denilen Kazaklar için Meken, Naura, İçsara ve Kaluçay
gibi köyleri kurdurdu. Tüm bu imar ve tahkim çalışmalarının yanı sıra bu
dönemde Kafkas bölgesinden sorumlu olan General Von Medem’e
bölgenin işgalini kolaylaştırmak için, burada yaşayan milletler arasına
nifak sokması ve kargaşa çıkarması için emirler gönderdi132.
1768 yılına gelindiğinde Osmanlı Devleti ile Rusya arasında
1768–1774 Savaşı patlak verdi. II. Katerina bu savaşı kendi lehine
çevirmek için, 1769 yılında Gürcistan’la ittifak kurdu. Böylece Gürcü
Devleti’nin potansiyel askeri gücünden faydalanma imkânı sağladı133.
İttifakın kurulması ile birlikte, II. Katerina, General Todleben idaresinde
bir Rus ordusunu Kafkas Dağları silsilesinin orta taraflarına gönderdi. Bu
orduya Gürcü Kralı İrakli’nin askerleri de dâhil oldu. General Todleben
ve emrindeki birlikler Daryal Boğazı’nı izleyerek Kafkas Dağları’nı
aşmayı başardılar134.
131
Mirza Bala, “Gürcistan”, İA, IV, s. 843; H. M. Karamanlı, “Gürcistan”, DİA, XIV, s.
315.
132
W. Giray Cabağı, Kafkas-Rus Mücadelesi, İstanbul, 1967, s. 30–31; A. M. Ataç,
Rusya Tarihi Türkler ve Komşularıyla Münasebetleri, Ankara, 1953, s. 94.
133
BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 5/170 (H. 08 Şaban 1183).
134
N. Luxembourg, Rusların Kafkasyayı İşgalinde İngiliz Politikası ve İmam Şamil, (çev.
Sedat Özden) , İstanbul, 1998, s. 26; W. G. Cabağı, Kafkas-Rus Mücadelesi, s. 31.
61 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
Neticede, 1774 yılında Rusya ile Osmanlı Devleti arasındaki
savaşı sonlandıran Küçük Kaynarca Antlaşması imzalandı135. Bu
antlaşmayla birlikte Rusya çok önemli kazançlar elde ederken, Gürcistan
Rusya’yla yaptığı ittifaktan hiçbir fayda görmedi. Sadece Kartli ve Kahet
Kralı II. İrakli Han bir süre de olsa Osmanlı Devleti’nden gelecek
saldırılardan kurtulmuş oldu. Ancak, Osmanlı yönetimi bundan sonra da
II. İrakli’ye karşı bölgede yaşayan Müslüman dağlı halkları desteklemeyi
sürdürdü.
II. İrakli Han, tüm bu problemlerle uğraşırken bu dönemde
yeniden İran tehlikesi ortaya çıktı. İran tahtını ele geçiren Ali Murat,
selefi Kerim Han’ın politikasını değiştirerek, Gürcistan’a yönelik istilacı
bir siyaset izledi. II. İrakli Han tüm bu sebeplerden dolayı çaresiz bir
şekilde yeniden kuzey komşusu ve dindaşı Rusya’dan yardım istemek
zorunda kaldı. Çariçe II. Katerina bu yardım talebine hiç tereddüt
etmeden olumlu yanıt verdi ve bu hususta Kafkas orduları başkumandanı
General Potemkin’e gerekli talimatları iletti. Bu sırada yoğun bir şekilde
Kırım’da Rus hâkimiyetini sağlamlaştırmakla meşgul olan Potemkin,
yeğeni komutasında bir orduyu Gürcistan bölgesine gönderdi. Onun emri
ile harekete geçen yeğeni, kendisine sunulan bu fırsatı iyi değerlendirmek
için gerekli hazırlıkları yapmaya başladı. Fakat bu dönemde birkaç dağ
patikası dışında Kafkas Dağ silsilesini aşan yol henüz mevcut değildi.
Daryal bölgesinden geçerek Kazbek ve Kobi yönünde devam eden yol da
kaya ve buz yuvarlanması gibi tehlikelerden dolayı pek güvenli değildi136.
Bu yüzden olacak ki, General Potemkin, dağı aşan patikayı bir yol haline
getirmek ve genişletmek için çalışmalar yapmaya başladı137.
Gürcistan Kralı II. İrakli, 24 Haziran 1783 tarihinde Gori
şehrinde topladığı meclisin fikrini ve onayını aldıktan sonra Rusya’dan
yardım talebinde bulunmuştu. Çariçe II. Katerina’nın da bu teklife olumlu
cevap vermesiyle birlikte, 24 Temmuz 1783 tarihinde Geogievsk
(Gheorgoievsk) şehrinde iki devlet arasında on üç maddeden oluşan bir
antlaşma imzalandı. Bu antlaşmayla Gürcistan Rusya’nın koruması ve
135
Bu antlaşmanın tüm maddeleri için bkz. BOA, A.DVN. DVE. D.83/1, s. 144–152;
Muâhedât Mecmûası, III, s. 254–273; Nihat Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih
Metinleri, Ankara, 1953, s. 121–135.
136
John F. Baddeley, Rusların Kafkasya’yı İstilası ve Şeyh Şamil, İstanbul, 1989, s. 49–
50.
137
BOA, Hatt-ı Hümayun, DN:12/445 (H. 19 Ramazan 1197).
Serhat KUZUCU / 62
himayesi altına girdiğini beyan etmekteydi 138. İki devlet arasında varılan
antlaşmanın maddeleri ise şunlardı139:
1)
Kartli ve Kahet memleketlerine hâkim olan Tahmuras oğlu II. İrakli
gerek İran gerekse başka bir devlete tabiiyetinden vazgeçerek,
Rusya’nın himayesine girecek, gerektiğinde Rusya’ya yardımcı
olacaktır.
2)
Rusya da II. İrakli’nin taahhüdünü kabul edecek, onun sahip olduğu
ve bundan sonra sahip olacağı mülkünü korumaya zaman
ayıracaktır.
3)
Bundan sonra veraset yoluyla Gürcistan kralı olacak kişi önce
Rusya’ya durumu bildirecek, Rusya da bunu kabul ettiğine dair
kendisine senet, sancak, kılıç, asa, kalkan ve kablı elbise göndererek
krallığını onaylayacaktı. Bununla beraber atanan kral, artık
Rusya’nın himayesinde ve kontrolü altında olduğuna dair yemin
edecekti.
4)
Gerek Gürcistan hududunda bulunan Rus kumandanının gerekse Rus
elçisinin haberi olmadan Gürcistan kralı etraftaki devletlerle
muharebe etmeyeceğini taahhüt etmektedir. Şayet muharebe yapmak
gerekirse hudut kumandanı ve Rus elçisinin onayı ve yardımı
olmadan hareket etmeyecektir.
5)
İki devlet elçileri karşılıklı olarak birbirlerinin memleketlerinde
ikamet edebilecek, Rusya Çarı bunlara kıdemlerine göre rütbe
verecektir.
6)
Gürcistan kralının hükmü altındaki halkı Rusya kendisine müttefik
sayacak, bu halka düşman olan devlet veya milleti Rusya da düşman
bilecektir. Osmanlı Devleti veya başka büyük bir devlet ile
yapılacak antlaşmada mülki idare yetkisini, salyane ve sair işlerini
Rusya kralının onayına verecektir.
138
Alexandre Grigoriantz, Kafkasya Halkları, Tarihi ve Etnografik Bir Sentez; Çerkezler,
Abhazalar, Svanlar, Osetler, Çeçenler, İnguşlar, Gürcüler, Dağıstanlılar, (çev. Doğan
Yurdakul) İstanbul, 1998, s. 30; İsmail Berkok, Tarihte Kafkasya, İstanbul, 1958, s. 373;
N. Luxembourg, Rusların Kafkasyayı İşgalinde İngiliz Politikası ve İmam Şamil, s. 35;
W. G. Cabağı, Kafkas-Rus Mücadelesi, s. 33; Akdes Nimet Kurat, Türkiye ve Rusya,
Ankara, 1990, s. 36.
139
Ahmet Vâsıf Efendi, Mehâsinü’l- Âsâr ve Hakaikü’l- Ahbâr, (haz. Mücteba İlgürel)
Ankara, 1994, s. 76–78; Ahmed Câvid, Osmanlı-Rus İlişkileri Tarihi- Ahmed Câvid
Bey’in Müntehabâtı, (haz. Adnan Baycar), İstanbul, 2004, s. 536–537; Cemal Gökçe,
Kafkasya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Kafkasya Siyaseti, İstanbul, 1979, s. 75–77.
63 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
7)
Gürcistan kralı şunu taahhüt eder ki, askerleriyle bundan sonra
devamlı olarak Rusya’nın hizmetine amade olup, emektarlarını, yani
Rusyalı olup Gürcistan’da vazife görenleri uygun bir şekilde kıdem
sırasıyla memur ve rütbelerinden üstün tutacaktır.
8)
Rusya’nın onayıyla Kartli ve Kahet memleketlerinin başpiskoposu
Rusya kralının sekizinci dereceden olan metropolitleriyle aynı
kıdemde olup bunların yaptıklarını yapmaya gerekli yetkiye sahip
olacaktır.
9)
Gürcistan asilzadeleri, Rusyalı asilzadelerin
imtiyazlardan aynen istifade edeceklerdir.
sahip
oldukları
10) İki taraf da karşılıklı olarak birbirlerinin memleketlerini vatan
edinebileceklerdi. Bunlardan biri tekrar eski memleketine dönmek
isterse buna engel olunmayacaktı. Rusya’nın aracılığıyla harp veya
antlaşmayla serbest bırakılan elçilerin ücretleri ve yol masrafları
verilerek ülkelerine gönderilecektir. Gürcistan kralı da aynı şekilde
davranacaktır.
11) İki devlet karşılıklı olarak birbirlerinin ülkesinde ticaret yapmakta
serbest olacak ve tüccarlara gerekli imtiyazlar verilecektir.
12) Bu antlaşma ebedi olarak yürürlükte kalacaktır.
13) Antlaşma tasdiknameleri altı ay içerisinde veya daha evvel
mübadele edilecektir.
Bu antlaşma uyarınca Tiflis önlerine gelen Rus birlikleri, 3
Kasım 1783 tarihinde şehre girdiler. Bu durum karşısında Gürcü halkı
ciddi bir tepki göstermedi. Sadece Gürcü ordusunda görev alan bazı
birlikler ile birkaç Gürcü prensi ve dağlık alanlarda oturan ve durumu
kabullenemeyen birkaç kabile, neticesi olmayan bazı muhalif
hareketlerde bulundular140.
2. Kafkaslarda Osmanlı-Rus Mücadelesi
Rusların, Kırım Hanlığı’ndan sonra Gürcistan’ı da bu şekilde
kontrolü altına alması, Osmanlı Devleti’nde ciddi bir endişe yarattı. Bu
durum üzerine Osmanlı yönetimi Azerbaycan ve Dağıstan hanlarına
mektuplar yazarak onların Gürcistan ve Rusya üzerine akınlar
yapmalarını istedi. Aynı şekilde Tebriz hanı da Rus ilerleyişinden endişe
ederek, Gürcistan’la ittifak eden Rusların amacının İslâm hanlıklarını
140
J. F. Baddeley, Rusların Kafkasya’yı İstilası ve Şeyh Şamil, s. 50; İ. Berkok, Tarihte
Kafkasya, s. 373–374.
Serhat KUZUCU / 64
ortadan kaldırmak olduğunun altını çizerek, civar İslâm hanlarının “yek
dil ve yek cihet” olması gerektiğini belirterek141, Osmanlı Devleti’nin
endişelerini paylaşmaktaydı. Aynı kaygıları taşıyan Hoy Hanı Ahmet Ali
Han da bu doğrultuda İslâm hanlarının Rusya’ya karşı birleşmesi
hususunda hemfikirdi 142.
Rusya’nın, Kafkas bölgesindeki bu istilacı politikasına karşı bir
an önce mücadele başlatılmasını isteyen, başta Tebriz ve Hoy hanları
olmak üzere, Dağıstan Akuşa Kadısı, Dağıstan Kumuk Valisi
Muhammed Han, Öşem hanı ve Erdebil hâkimi, Çıldır Valisi Süleyman
Paşa’ya gönderdikleri mektuplarda Osmanlı Devleti’nin yanında harbe
hazır olduklarını açıkladılar143.
II. Katerina bir yandan Tiflis bölgesine asker sevk ederken diğer
taraftan da İran ve Dağıstan hanlarına elçiler ve hediyeler göndererek
onları kendi tarafına çekmeye çalışıyordu. Fakat bölge hanlıkları
Rusya’nın istilacı politikalarından bıkmış olsalar gerek, genel olarak
onlarla ittifaka yanaşmak istemiyorlardı144. Artık Rusya ve Osmanlı
Devleti yavaş yavaş bir harbin eşiğine gelmekte olduğu gayet açıktı.
Nihayet iki devlet arasında 1787 yılında yeni bir savaş patlak
verdi145. Osmanlı Devleti ile Rusya arasında 1774 yılında imzalanan
Küçük Kaynarca Antlaşması ile başlayan ve 1787 yılının Ağustos ayına
kadar yaklaşık on üç buçuk yıl süren barış ortamı bu şekilde son bulmuş
oldu.
Savaş ilanıyla birlikte, Osmanlı ordusunun başına Serdar-ı Ekrem
olarak Sadrazam Koca Yusuf Paşa getirildi146. Osmanlı Devleti savaş için
hazırlık yaptığı esnada Avusturya elçisi Herbert Ratkal, tercümanı ile
Bâb-ı Âli’ye gönderdiği mektupta ülkesinin Rusya’nın müttefiki olarak
Osmanlı Devleti’ne harp ilan edeceğini açıkladı ve bu açıklamasının
akabinde de İstanbul’u terk etti147.
Avusturya’nın almış olduğu savaş kararı ile birlikte Osmanlı
Devleti gerek ekonomik gerekse askeri açıdan hiç de hazır olmadığı bir
savaşta bu sefer Rusya ile birlikte Avusturya gibi güçlü bir devlete karşı
141
BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 10/333-F (H. 29 Zilhicce 1197).
BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 10/333-G (H. 29 Zilhicce 1197).
143
BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 3/79 (H. 29 Zilhicce 1198); BOA, Hatt-ı Hümayun, DN:
2/35 (H. 29 Zilhicce 1200); BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 2/35-A (H. 29 Zilhicce 1200).
144
BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 28/1338 (H. 09 Muharrem 1200).
145
BOA, Cevdet Hariciye, DN: 136/6759 (H. 10 Zilkade 1201).
146
BOA, Cevdet Hariciye, DN: 136/6759 (H. 10 Zilkade 1201).
147
BOA, Cevdet Hariciye, DN: 83/4133 (H. 29 Cemaziyelevvel 1202).
142
65 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
karşıya kaldı. Bu savaşın ilk sıcak çatışması 1788 yılında Avusturya ile
Tuna Nehri civarında yaşandı. Daha sonra Rus birlikleri ile de Osmanlı
ordusu arasında da cephede mücadele başladı. İki devlete karşı yürütülen
bu savaş ağrılıklı olarak Belgrat, Özi, İsmail ve Maçin bölgelerinde yani
Karadeniz’in kuzey ve kuzeybatı kısımlarında da geçmesine karşın
Kafkasya bölgesinde de Ruslarla mücadele yaşandı148. Ruslar savaşın
başlamasını (1787) müteakip geneli Kazaklardan oluşan 15 bin kişilik bir
birlikle Kuban’ı geçirdiler. Amaçları Anapa-Tsemez’i ele geçirip
Kafkasya’daki Osmanlı varlığını sonlandırmaktı. Fakat Rus birlikleri
Kuban’ı geçer geçmez özellikle Çerkez kabilelerinin yoğun direnişiyle
karşılaştılar. Yaklaşık kırk gün kadar süren mücadele sonunda Ruslar net
bir sonuç elde edemediler. Bu gelişme sonrası General Potemkin’in
General Tekeli’yi Anapa Kalesi’ni ele geçirmesi için görevlendirdiği
haberi alındı. Bunun üzerine Koca Yusuf Paşa, Anapa seraskerliğine
Battal Hüseyin Paşa’yı atayarak 10 bin asker tedarik edip hemen Anapa
Kalesi’ne yardıma gitmesini emretti149. Fakat bu esnada Samsun’da
bulunan Battal Hüseyin Paşa çeşitli bahaneler ileri sürerek Anapa’ya
gitmedi.
General Tekeli komutasındaki Rus birlikleri ise bu fırsatı iyi
değerlendirmek adına Anapa Kalesi’ni kuşatma altına aldı. Ancak
General Tekeli bu bölgede bulunan kabilelerin yoğun direnişi karşısında
daha fazla zayiat vermemek için kuşatmadan vazgeçerek, birliklerini
Kuban tarafına çekmek zorunda kaldı. Bu mücadele esnasında ciddi
kayıplar veren kabile beyleri Rusların yeni bir saldırısından çekinerek
Battal Hüseyin Paşa’nın bir an önce gelmesi yönünde isteklerini içeren
mektupla beraber elçi olarak Mehmet Bey’i İstanbul’a yolladılar150.
Mehmet Bey İstanbul’a ulaştığında Osmanlı Devleti’nde saltanat
değişikliği olmuş ve III. Selim (1789) tahta çıkmıştı. Mehmet Bey
Kafkasya’da yaşananları ve Battal Hüseyin Paşa’nın tutumunu arz etmesi
üzerine III. Selim oldukça sert bir ferman ile Battal Hüseyin Paşa’nın
derhal Anapa’ya gitmesini emretti. Anapa ve Soğucak taraflarına
gönderilmek üzere ise Canik, Karahisar-i Şarki ve Amasya gibi
148
Bu savaş hakkında daha geniş bilgi için bkz. Serhat Kuzucu, Osmanlı-Rus Savaşı, Fırat
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Doktora Tezi), Elazığ, 2012.
149
Özcan Tatar, “1787-1792 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Trabzon ve Çevresinin Yeri ve
Önemi”, Trabzon ve Çevresi Uluslararası Tarih-Dil-Edebiyat Sempozyumu, (3-5 Mayıs),
Trabzon, 2001, s. 224; A. Câvid, Osmanlı-Rus İlişkileri Tarihi, s. 698–699.
150
A. Câvid, Osmanlı-Rus İlişkileri Tarihi, s. 699.
Serhat KUZUCU / 66
sancaklardan toplam 17 bin nefer askerin de hazırlanması talimatını
verdi151.
Battal Hüseyin Paşa, bu sefer Anapa’ya gitmek zorunda kaldı.
Anapa Kalesi’ne ulaştığı esnada Rus birliklerinin Anapa Kalesi’ni
kuşatmak için Mahuşi köyüne taarruz ederek, Kuban Nehri kenarında
oturan kabilelere saldırdıkları haberi ulaştı. Battal Hüseyin Paşa hemen
kale muhafızı Mustafa Paşa’yı başbuğ olarak atayarak yeteri kadar asker
ve mühimmatla Rus birliklerinin üzerine gönderdi. Ancak Mustafa Paşa
Rus birliklerine mağlup olup Anapa Kalesi’ne geri dönmek zorunda
kaldı. Bu başarılarından sonra Rus birlikleri 7 Mart 1790 tarihinde Anapa
üzerine saldırdı. Fakat Ruslar bu taarruzdan da bir sonuç alamadı.
Bu saldırı sonrası Mustafa Paşa(,) aniden harekete geçerek Şayka
köyünde bulunan Rus birliklerinin üzerine yürüdü. İki taraf arasında
başlayan mücadele üç dört saat sürdüyse de, Osmanlı askerleri mağlup
olarak Anapa Kalesi’ne geri çekildiler. Rus kuvvetleri, Osmanlı askerini
takip ederek Anapa’nın üzerine yürüdüyse de başarısız oldu ve geri
çekilmek zorunda kaldı. Mustafa Paşa, Rusları takip ederek bu kez Cana
Boğazı’nda onlara yetişti ve orada altı saat devam eden savaşta Rusları
mağlup etmeyi başardı. Bu mağlubiyet sonrası Ruslar Kuban tarafına
çekilmek zorunda kaldı152.
Sultan III. Selim kesin olarak Osmanlı birliklerinin Kabartaylar
içine girmesini istemekteydi153. Onun bu isteği mübaşir olarak atanan
Mahmut Bey tarafından Anapa’daki Battal Hüseyin Paşa’ya iletildi154.
Battal Hüseyin Paşa, 8 Ağustos 1790 tarihinde gerekli hazırlıkları
yaparak 32 adet top ve yaklaşık 30 bin askerle Kabartay tarafına harekete
geçti. Bu birliğe ek olarak bölge kabilelerinin de orduya katılmalarıyla bu
sayı her gün biraz daha arttı. Lakin isteksiz bir şekilde çıktığı bu seferde
Battal Hüseyin Paşa sürekli problem çıkarıp, molalar vermekteydi. Bu
şekilde ordu, Kuban Nehri’ne kadar olan 12 günlük mesafeyi ancak bir
aydan fazla bir sürede kat edebildi. 14 Eylül 1790 tarihinde de Kuban
Nehri’nin öbür tarafına geçildi. Her şeye rağmen Osmanlı ordusunun
Kuban Nehri’nin öbür tarafına geçmesi, bölgedeki kabileler arasında
151
BOA, Cevdet Askeriye, DN: 693/29081 (H. 28 Cemaziyelevvel 1204).
Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, V, Matbaa-i Osmaniye, İstanbul, 1309, s. 142–
143.
153
Anapa Muhafızı Mustafa Paşa’ya gönderilen bir fermanda da aynı doğrultuda Kabartay
taraflarına gidilmesi emredilmekteydi. Bkz. BOA, Cevdet Askeriye, DN: 924/39954 (H. 29
Zilhicce 1204).
154
Mustafa Nuri Paşa, Netâyic’ül- Vukuât, IV, Ahvet Matbaası, İstanbul, 1327, s. 30.
152
67 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
sevinçle karşılandı. Bu esnada dört-beş bin Rus askerinin civarda
bulunduğu haberi alınınca Battal Hüseyin Paşa o tarafa küçük bir birlik
sevk etti155. Fakat bunların Ruslara karşı bir şey yapamayacağı gayet
açıktı. Nitekim bozguna uğrayan bu birlikler geri çekildiler. Rus
askerlerinin takip etmesi üzerine Kuban tarafında bulunan askerler de
telaşa kapılıp dağılmaya başladılar. Fakat asıl dağılma Battal Hüseyin
Paşa’nın emrindeki birkaç adamla Ruslara teslim olmasıyla başladı. Bu
durum gerek Osmanlı askerlerinde gerekse kabileler arasında şok etkisi
yarattı. Her şeye rağmen ordu Ruslarla mücadele ederek, büyük bir
bozguna uğramadan 7 Kasım 1790 tarihinde Anapa Kalesi’ne çekilmeyi
başardı156.
Battal Hüseyin Paşa’nın Ruslara teslim olduğu haberi İstanbul’a
ulaşınca Erzurum ve Trabzon valisi olan Hacı Abdullah Paşa Anapa
seraskerliğine atandı ve hiç vakit kaybetmeden Anapa’ya hareket etmesi
emredildi157. Ayrıca kabile beylerine bir mektup gönderilerek Hacı
Abdullah Paşa’nın Anapa seraskerliğine atandığı, paşanın Ruslardan
intikam almak için yola çıkmak üzere olduğu bu sebeple bütün
Çerkezlerin de Paşa ile birlikte bu harbe iştirak etmeleri istendi158.
Rusya ise Osmanlı Devleti’nde yaşanan bu otorite boşluğunu çok
iyi değerlendirdi. Tuna Ordusu Komutanı General Gudoviç komutasında
büyük bir ordu oluşturularak hemen Anapa Kalesi üzerine sevk edildi.
1791 yılının Haziran ayında yola çıkan bu birlik bir ay sonra Anapa
Kalesi’ni kuşatma altına aldı. Kafkas kabileleri kuşatma öncesinde ve
kuşatma sırasında Kalgay Mehmet Giray önderliğinde Ruslara karşı
mücadele ettilerse de bir sonuç elde edemediler. Abdullah Paşa’nın da
emrindeki birliklerle bir türlü bölgeye intikal etmemesi üzerine, kalede
155
A. Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, V, s. 143–144.
Battal Hüseyin Paşa’nın beklenmedik bir şekilde Ruslara teslim olmasının nedeni
olarak; Sultan III. Selim’in kendisini görevden alarak idam ettireceği yönünde edindiği
izlenimler gösterilmektedir. Bu çerçevede Battal Hüseyin Paşa, evvela kendi üzerinde
bulunan Trabzon bölgesinin Erzurum Valisi Abdullah Paşa’ya verilmesinden kuşku
duymuştur. Daha sonra Anapa’ya gelerek kendisine Kabartay taraflarına sefere çıkması
yönündeki emir yazısını getiren Haseki Mahmut Paşa’nın soğuk davranışlarından da
endişe etmiş ve onun yanında kendisinin idamı için bir hatt-ı hümayunun olduğu inancına
kapılmıştır. Bkz. M. Nuri Paşa, Netâyic’ül- Vukuât, IV, s. 30–31; A. Cevdet Paşa, Tarih-i
Cevdet, V, s. 145.
157
BOA, Cevdet Askeriye, DN: 29/1326 (H. 20 Rebiülahir 1205).
158
BOA, Cevdet Hariciye, DN: 33/1621 (H. 29 Ramazan 1205).
156
Serhat KUZUCU / 68
bulunan on bin kadar Osmanlı askerinin tüm çabalarına rağmen,
kuşatmanın on dördüncü günü Anapa Kalesi Rus işgaline uğradı159.
Rusya bu işgalle, Osmanlı Devleti’nin Kafkasya’daki en önemli
kalesini ele geçirmekle kalmayıp, bölge kabilelerini Ruslara karşı bir çatı
altında toplamaya çalışan Osmanlı Devleti’nin planına da büyük bir darbe
indirmiş oldu.
Osmanlı Devleti ile Rusya arasında Kafkas cephesinde yaşanan
bu mücadeleler esnasında, Gürcistan Kralı II. İrakli doğrudan bu savaşa
müdahil olmadı. Zira Rusya ile yaptığı antlaşma sonrası Osmanlı Devleti,
İran ve Kafkasya kabileleri ile yaptığı ticaret ve gümrük gelirleri biten II.
İrakli Rusya’dan gerekli para yardımı alamamıştı. Ayrıca bu savaşa
müdahil olması halinde Dağıstan hanlarının olası akınlarından da
korkmuştu160.
Osmanlı Devleti ile Avusturya arasındaki savaş 3 Ağustos 1791
yılında imzalanan Ziştovi Anlaşması161 ile son bulmasından sonra
Osmanlı ve Rus heyetleri arasında da barış görüşmeleri başladı. İki taraf
arasında yaklaşık iki buçuk ay süren müzakereler sonunda da 10 Ocak
1792 tarihinde on üç maddeden oluşan Yaş Antlaşması imzalandı162.
Antlaşmanın beşinci maddesinde doğrudan Gürcistan bölgesi ile ilgili
hükümlere yer verildi. Bu maddeyle Osmanlı Devleti hiçbir bahane ile
Tiflis Hanı’na ve idarisindeki memleketlere ve oralarda oturan halka
müdahale etmeyeceğini taahhüt etmekteydi.
159
A. Câvid, Osmanlı-Rus İlişkileri Tarihi, s. 699; İ. Berkok, Tarihte Kafkasya, s. 396–
397; C. Gökçe, Kafkasya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Kafkasya Siyaseti, s. 166.
160
M. Sadık Bilge, Osmanlı Devleti ve Kafkasya, İstanbul, 2005, s.154.
161
Bu antlaşmanın maddeleri için bkz. BOA, A.DVN. DVE. D.59/3,(Nemçe Ahitname
Defteri), s. 31–34; BOA, A.DVNS. NMH. D.9, s. 272-274; BOA, Hatt-ı Hümayun,
DN:1432/58619 (H. 29 Zilhicce 1205); Muâhedât Mecmûası, III, s. 156–163; N. Erim,
Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, s. 168–174.
162
Bu antlaşmanın maddeleri için bkz. BOA, A.DVN. DVE. D.83/1, s. 190–193; BOA,
A.DVNS. NMH. D.9, s. 284–286; Muâhedât Mecmûası, IV, Ankara, 2008, s. 4–13;
Ahmed Vâsıf Efendi, Mehâsinü’l- Âsâr ve Hakaikü’l- Ahbâr, (H. 1203–1209), Millet
Kütüphanesi, Ali Emiri Kısmı, Nr. 608 s. 94–95; A. Câvid, Osmanlı-Rus İlişkileri Tarihi,
s. 704–705; G. Noradounghian, Receuil d’Actes Internationaux de I’Empire Ottoman
(1789–1856), II, Paris, 1900, s. 16–21; N. Erim, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih
Metinleri, s. 187–194.
69 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
Sonuç
Osmanlı Devleti ile Rusya XVIII. yüzyılın başlarından itibaren
birçok cephede savaşmış olmalarına rağmen II. Katerina’nın Rus tahtına
çıkmasına kadar Kafkaslarda iki devlet arasında ciddi bir mücadele
yaşanmamıştı. II. Katerina’nın (1762-1796) Rus imparatoriçesi olması ile
birlikte Kafkaslarda izlediği yayılmacı siyaset iki devleti 1768-1774
savaşında karşı karşıya getirmişti. Osmanlı Devleti bu savaşa her ne
kadar Lehistan meselesinden dolayı girmişse de Rusların Kafkaslarda
izlediği emperyalist politikada etkili olmuştu. Özellikle bu dönemde
Rusların Gürcistan bölgesinde bulunan Gürcü krallıklarıyla ilişkileri sıkı
ilişki içerisindeydi. Hatta Osmanlı Devleti’nin pek varlık göstermeği bu
savaşta Gürcü krallıkları Rus birliklerinin yanında yer almıştı. Fakat bu
savaş sonrası Ruslar çok önemli kazançlar elde ederken, Gürcistan
Rusya’yla yaptığı ittifaktan hiçbir fayda görmemişti. Sadece Kartli ve
Kahet Kralı II. İrakli Han bir süre de olsa Osmanlı Devleti’nden gelecek
saldırılardan kurtulmuş oldu. Fakat Osmanlı Devleti’ne bağlı olan civar
Müslüman kabilelerin ciddi düşmanlığını kazanarak Kafkas bölgesinde
yalnızlığa itildi. Bir de buna İran tahtını ele geçiren Ali Murat’ın, selefi
Kerim Han’ın politikasını değiştirerek, Gürcistan’a yönelik istilacı bir
siyaset izlemeye başlaması II. İrakli Han’ı iyice zor durumda bıraktı.
Tüm bu sebeplerden dolayı II. İrakli Han çaresiz bir şekilde yeniden
kuzey komşusu ve dindaşı Rusya’dan yardım istemek zorunda kaldı. Bu
talebi iyi bir fırsat olarak gören Rusya, Gürcistan ile 24 Temmuz 1783
arasında on üç maddeden oluşan bir ittifak antlaşması imzaladı. Rusya bu
şekilde bu bölgenin kontrolünü tamamen eline geçirmiş oldu. Bu ittifak
sonrası 1787 yılında Rusya ile Osmanlı Devleti arasında yeni bir savaş
patlak vermesi Gürcistan kralı II. İrakli Han’ı yeni bir çaresizliğin içine
itti. Fakat II. İrakli Han bu sefer 1768 yılındaki ilk savaşta yaptığı hataya
düşmeyerek Kafkasya cephesinde iki devlet arasında yaşanan
mücadelelere doğrudan müdahil olmadı. Fakat buna karşın, bu savaş
sonrası imzalanan Yaş Antlaşması’na sınırlarını Osmanlı Devleti’nin
olası akınlarına karşı güvence altına alan bir maddenin yerleştirilmesini
sağladı.
Serhat KUZUCU / 70
KAYNAKÇA
1.ARŞİV VESİKALARI
BOA, A.DVN. DVE. D.59/3,(Nemçe Ahitname Defteri)
BOA, A.DVN. DVE. D.83/1, (Rusya Ahitname Defteri)
BOA, A.DVNS. NMH. D.9, (Name-i Hümayun Defteri)
BOA, Hatt-ı Hümayun, DN:12/445 (H. 19 Ramazan 1197).
BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 5/170 (H. 08 Şaban 1183).
BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 10/333-F (H. 29 Zilhicce 1197).
BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 10/333-G (H. 29 Zilhicce 1197).
BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 3/79 (H. 29 Zilhicce 1198).
BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 2/35 (H. 29 Zilhicce 1200).
BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 2/35-A (H. 29 Zilhicce 1200).
BOA, Hatt-ı Hümayun, DN: 28/1338 (H. 09 Muharrem 1200).
BOA, Cevdet Hariciye, DN: 136/6759 (H. 10 Zilkade 1201).
BOA, Cevdet Hariciye, DN: 83/4133 (H. 29 Cemaziyelevvel 1202).
BOA, Cevdet Askeriye, DN: 29/1326 (H. 20 Rebiülahir 1205).
BOA, Cevdet Hariciye, DN: 33/1621 (H. 29 Ramazan 1205).
BOA, Cevdet Askeriye, DN: 924/39954 (H. 29 Zilhicce 1204).
BOA, Cevdet Askeriye, DN: 693/29081 (H. 28 Cemaziyelevvel 1204).
2.KAYNAK VE ARAŞTIRMA ESERLER
Ahmet Vâsıf Efendi, Mühâsinü’l- Âsâr ve Hakaikü’l- Ahbâr, (H. 12031209 ), Millet Kütüphanesi, Ali Emiri Kısmı, Nr. 608.
Ahmet Vâsıf Efendi, Mühâsinü’l- Âsâr ve Hakaikü’l- Ahbâr, (haz.
Mücteba İlgürel) Ankara, 1994.
Ahmet Cevdet Paşa, Tarih-i Cevdet, V, Matbaa-i Osmaniye, İstanbul,
1309.
71 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
Ahmed Câvid, Osmanlı-Rus İlişkileri Tarihi (Müntehabâtı), (haz. Adnan
Baycar), İstanbul, 2004.
Muahedat Mecmuası, IV, Ankara, 2008.
Mustafa Nuri Paşa, Netâyic’ül- Vukuât, IV, Ahvet Matbaası, İstanbul,
1327.
ATAÇ, A. M., Rusya Tarihi Türkler ve Komşularıyla Münasebetleri,
Ankara, 1953.
BALA, Mirza, “Gürcistan”, İA, IV, s. 837–845.
BADDELEY, John F., Rusların Kafkasya’yı İstilası ve Şeyh Şamil,
İstanbul, 1989.
BERKOK, İsmail, Tarihte Kafkasya, İstanbul, 1958.
BİLGE, M. Sadık, Osmanlı Devleti ve Kafkasya, İstanbul, 2005.
ERİM, Nihat, Devletlerarası Hukuku ve Siyasi Tarih Metinleri, Ankara,
1953.
GÖKÇE, Cemal, Kafkasya ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Kafkasya
Siyaseti, İstanbul, 1979.
GRİGORİANTZ, Alexandre, Kafkasya Halkları, Tarihi ve Etnografik Bir
Sentez; Çerkezler, Abhazalar, Svanlar, Osetler, Çeçenler,
İnguşlar, Gürcüler, Dağıstanlılar, (çev. Doğan Yurdakul),
İstanbul, 1998.
KARAMANLI, H. M., “Gürcistan”, DİA, XIV, s. 314-316.
KUZUCU, Serhat, Osmanlı-Rus Savaşı, Fırat Üniversitesi, Sosyal
Bilimler Enstitüsü, (Basılmamış Doktora Tezi), Elazığ, 2012.
LUXEMBOURG, N., Rusların Kafkasyayı İşgalinde İngiliz Politikası ve
İmam Şamil, (çev. Sedat Özden) , İstanbul, 1998.
NORADOUGHİAN, Gabriel, Receuil d’Actes Internationaux
I’Empire Ottoman (1789–1856), II, Paris, 1900.
de
TATAR, Özcan, “1787-1792 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Trabzon ve
Çevresinin Yeri ve Önemi”, Trabzon ve Çevresi Uluslararası
Tarih-Dil-Edebiyat Sempozyumu, (3-5 Mayıs), Trabzon, 2001,
s. 201-232.
Mustafa ŞAHİN-Cemile ŞAHİN / 72
KİLİS ASKERLİK ŞUBESİ REİSİ SAKALLI AHZ-I ASKER
BİNBAŞISI MAHMUT BEY’İN BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI
(GAZZE CEPHESİ)’NA GİDEN ASKERLERE YAPTIĞI
KONUŞMA VE KİLİS ASKERLİK ŞUBESİ’NİN KİLİS KUVAY-I
MİLLİYESİNE KATKILARI
Dr. Mustafa ŞAHİN
Dr. Cemile ŞAHİN
Özet
Birinci Dünya Savaşı, Osmanlı’nın her bir köşesi için kötü sonuçlar
doğurduğu gibi Anadolu evlatları için tam bir kıyım olmuştur. Vatanın birçok
köşesinden kınalı kuzular adeta ekin biçilir gibi biçilmişlerdir. Yeni evli, nişanlı
ve sözlü kızlar ellerinde kınaları ile boynu bükük kalmışlardır.
Cepheye gitmek üzere sevk edilecek Mehmetçikler, ülkenin her yerinde
Askerlik şubelerinin önlerinde sıra olmuşlardır. Hiçbir zorlamaya meydan
vermeden vatan hizmeti için adeta yarış etmişlerdir.
Askerlik şubeleri, işte bu genç askerlerle kıt’alar arasında köprü görevi
görmüşlerdir. Askere sevk olmak üzere, Askerlik şubelerine gelen gençlere,
askerlikle ilgili ilk bilgiler ile sevk edilecekleri kıtalar ve harbin genel seyri,
yapacakları görevler ile ilgili intibaklar, buralarda verilmiştir.
Kilis Askerlik Şubesi de bu görevini layıkıyla yerine getirmiş, Askerlik
Şubesi Başkanları vatan evlatlarını ölüme gönderirken; onlara her türlü bilgiyi
burada aktarmışlardır. Mehmetçik; bir emriyle ölüme gidecekleri komutanlarını
ilk olarak askerlik şubelerinde tanıma fırsatı bulmuşlardır.
Askerlik Şubesi Başkanları, bu ulvi görevlerini ifa ederken, şube
başkanlarının fedakâr eşleri de Mehmetçiğin anaları, eşleri ve nişanlıları ile
askerlik şubesi başkanı arasında elçi görevi yapmışlardır.
Askerlikte devamlılık ve geleneklerin gereği olarak askerlik şubeleri
görevlerini ifa etmeye devam etmekte; bu nöbet sürdükçe de Mehmetçik-kıtalaraileler arasında köprü olmaya devam edeceklerdir.
Anahtar Kelimeler: Birinci Dünya Savaşı, Kilis, Askerlik Şubesi, Gazze Cephesi,
İşgal.

Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Dr.,
Per.Bnb., Kilis As.Ş.Bşk.lığı, 79000 Kilis,
msahin44m@yahoo.com

Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Dr., MEB. Uzman Öğretmen, Kilis Mehmet Uluğ Can
İlköğretim Okulu, 79000 Kilis, drcemilesahin@yahoo.com
73 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
THE SPEECH GIVEN BY KILIS RECRUITING OFFICE CHIEF
MAJOR MAHMUT BEY (BEARDED) TO THE SOLDIERS ON THE
WAY TO GAZA FRONTIER IN THE WORLD WAR I AND THE
SUPPORT OF KILIS RECRUITING OFFICE TO KILIS NATIONAL
FORCES
Abstract
The World War I, yielded devastating result for the Ottoman’s which
was seen in every corner of Anatolia. Motherland lost sons of soil fight for their
motherland and had seen a worst massacre of history, when families have lost
valuable lives of all youth, old children alike. War left behind nothing but the
gloomy Picture of war, leaving behind widows with small children on the mercy
of no one.
Nonetheless during the aforementuned war, the nation displayed
extremly high level of national character, morale and coruage under extremely
diffucult circumstances. Hundreds and thousands people volunteered themselves
for war recruitment in competition with each other. Men were found queued up
the Gates of recruiting offices all over the country.
At the recruiting offices, the officers served as a bridge between the
recruits and actual figthing tpoops. Recruits were instructed sequsite level
training about the war situation and duties they were expected to perform.
Like any other recruitment office, Kilis Recruitment Office did its best
in training the recruits fort he war. Besides impartig battle oriented training, the
recruits were also given the knowledge of their future future commanders on
whose orders they would fight and die.
Recruit training was not only confined to battle harden or mission
oriented training but chief of recruitment Office also gave due importance to the
wellfare of the troops. The wife of the chief helped the left behind families as an
ambassador and acted like a biridge between the families and chief of
recruitment office.
As a requirement of the military customs recruitment offiices continue
to perform these missions and as this duty continues , they will be the bidge
between the units and their families.
Keywords: World War I, Kilis, Recruit Office, Gaza Frontier, Occupy.
Giriş
Askerlik şubelerinin gerek Birinci Dünya Savaşı’nda gerekse de
Kurtuluş Savaşı’nda askeralma ve seferberlik uygulamalarında çok
önemli işlekler yerine getirmişlerdir. Bu kapsamda Kilis Askerlik Şubesi
de üzerine düşen görevleri yerine getirdiği gibi Kuvay-ı Milliye’ye
gereken destek verilmiştir. Bu konulara ilişkin bir hatıra ve bu hatırayı
destekleyen belgeden yola çıkılarak; Kilis Askerlik Şubesi’nin askeralma
Mustafa ŞAHİN-Cemile ŞAHİN / 74
ve icra ettiği diğer diğer görevlere teferruatı ile bu çalışmada
değinilmiştir.
Tanzimat’tan sonra mecburi askerliğin başlaması ile askeralma
kanunları çıkarılmış, askerlik işlemlerinin yapılabilmesi için askerlik
şubeleri açılmıştır163.
Askerlik şubeleri, 25 Kasım 1886 tarihinden sonra kurulmaya
başlanmıştır. İhtiyaca göre sayıları değişmekle birlikte; bütün vatan
toprağı Ordular bölgelerine ayrılmış, ordu bölgeleri kolordu bölgelerine
ayrılmıştır. Her kolordu bölgesi bir askeralma dairesi/bölgesi kabul
edilmiştir. Askeralma dairesi/bölgesi başkanlıklarına bağlı; her kaza için
Ahz-ı Asker Kalemi/Şubesi Riyaseti (Başkanlığı) açılmıştır164.
Günümüzde askeralma bölgeleri ve askerlik şubelerinin sayıları
ve yerleri ihtiyaca göre belirlenmekle birlikte, her kaza/ilçe için bir
askerlik şubesi tüzel kişiliğinin varlığı kabul edilmiştir. Askerlik
şubelerinin kendi ilçelerinde görevini sürdürmesine gerek görülmüyorsa,
tüzel kişiliğinin devam etmesi şartıyla bir başka askerlik şubesi çatısı
altında görevinin sürdürülmesi esas alınmıştır165.
Kilis’in 1995 yılında il olması ile birlikte; Kilis Askerlik Şubesi
Elbeyli, Musabeyli ve Polateli Askerlik şubelerini de bünyesine alarak,
aynı binada dört askerlik şubesinin hukuki kimliği ile faaliyetlerini
sürdürmektedir.
1. Birinci Dünya Savaşı Seferberliği ve Kilis’te Seferberlik
Uygulaması
Osmanlı Devleti’nde Tanzimat’tan sonra askeralmayı
düzenleyen; 1846, 1870, 1886 ve 1914 tarihlerinde olmak üzere, dört
kanun yürürlüğe girmiştir. Bunların birincisi olan 1846 tarihli Kura
Kanununun 7’nci maddesi gereği “kazaların yer ve durumu göz önünde
tutularak her kazada bir askerlik şubesi kurulmuştur. 29 Nisan 1330
(Miladi: 12 Mayıs 1914) tarihli Mükellefiyet-i Askeriye Kanun-u
Muvakkati ile yeni askeralma kanunu yürürlüğe girmiş, daha sonra
163
Faruk Ayın, Osmanlı Devleti’nde Tanzimat’tan Sonra Askeralma Kanunları
(1839-1914), Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yay., Ankara, 1994,
s.11, 13, 50.
164
Ayrıntılı bilgi için bkz. Mustafa Şahin, Dr., Hasan Tahsin Uzer’in Mülki İdareciliği
ve Siyasetçiliği, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora
Tezi, Erzurum, 2010, s.9.
165
18.06.1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu.
75 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
Birinci Dünya Savaşı’nın ihtiyaçları doğrultusunda seferberlik ilan
edilmiştir166.
Askeri Mükellefiyet Kanunu’nda değişiklik yapılarak Sultan V.
Mehmed Reşad tarafından 14 Mayıs 1331’de (Miladi: 27 Mayıs 1915) bir
irade (emir) yayınlayarak seferberliğin ilanına karar verilmiştir.
Seferberliğin ilanını müteakip Sultan V. Mehmed Reşad’ın
iradesinden sonra Harbiye Nezareti de bir tebliğ yayınlayarak, 1314
(1896) doğumluların (yani 19 yaşındakilerin) henüz askerlik hizmetine
çağrılmamışları ile 1315 (1897) doğumluların, bedenleri gelişmiş, harbe
elverişli ve silah kullanmaya kabiliyetli olanlarından müsait bulunanların
da kıtalara sevk edilmek üzere askerlik şubelerine teslim olmaları
emredilmiştir. Ekseriyeti 15 ila 19 yaşında olan bu genç bahadırların
cepheye katılımları anısına Anadolu’da yakılan meşhur “Hey Onbeşli
Onbeşli” adlı türküde de söz konusu durum çok acı ve dramatik bir dille
anlatılmıştır. Burada sözü edilen “15’liler” 1315 doğumlulardır. Yani 1
Haziran 1897 ile 22 Mayıs 1898 arasında doğan ve tam 18 yaşını
doldurmuş olan gençlerdir167.
Kilis’te seferberlik ilanı haberi, 1915 Ramazan Bayramı’na
birkaç gün kala öğrenilmiştir. Haberin duyulmasını müteakip bütün iş
yerleri kapatılmıştır. Askerlik Şubesi önünde kalabalık kuyruklar
oluşmuştur. Sevk evrakını alanlar yaya olarak birliklerine
gönderilmektedir. Aradan uzun zaman geçmeden Askerlik Şubesi’ne
şehitlerin künyeleri168 tek tek gelmeye başlayacaktır169.
Kilisli Şahmaranoğlu Mehmet de yukarıda anlatılan emsalleri
gibi 1315 doğumludur170. Kemik yaşına göre askere alınır. Kilis Askerlik
Şubesi Riyasetince iki defa askere yollanmış, en son sevk edildiği
Adana’dan yaya olarak bir arkadaşı ile Kilis’e kadar yaya olarak kaçarlar.
Yeniden yakalanır ve Kilis Askerlik Şubesi Reisi Sakallı Ahz-ı Asker
Binbaşısı Mahmut Bey’in karşısına çıkarılır. Yeniden kaçacağını
söyleyen Mehmet’e “seni öyle bir yere göndereyim de kaç” der ve bakaya
kontenjanından 4’ncü Ordu’nun Gazze’de konuşlu 7’nci Kolordusu’na
166
Ayın, a.g.e., s.11, 13, 50.
Ömer Faruk Erol, Hür Işık Gazetesi, Manisa, 19 Nisan 2011.
168
Askeri teamüllere göre; şehit olanların iki adet olan künye levhalarından birisi alt ve
üst dişleri arasına çenesine basınç yapılarak çakılır. İkincisi ise zinciri ile birlikte ailesine
gönderilir. Künye levhalarında; adı-soyadı, kimlik nu.sı, kan grubu, memleketinin yanı
sıra dini bilgisi (Müslüman ise M harfi) bulunur. Şehidin dininin gereklerine göre Askeri
Şehit Cenaze Töreni düzenlenir.
169
Ahmet Barutçu, Kilis’in Kurtuluşu Şafakta Savaşanlar, Kent Ofset, Kilis, 2008, s.2.
170
MSB Arşiv Md.lüğünün 03.07.2006 Tarihli ve 3214-705-06 (3915) sayılı Künye Kayıt
Belgesi. Belge Ek-1’de sunulmuştur.
167
Mustafa ŞAHİN-Cemile ŞAHİN / 76
tertip edilir. Bu sırada Güney Cephesine giden “milis Mevlevi
Taburu’na”171 teslim edilerek trenle Halep’e gönderilir.
Kilisli Mehmet gibi Halep’e Güney Cephesi’ne sevk edilen erata
Mahmut Bey şu konuşmayı yapar: “Evlatlarım vatan sizden hizmet
bekliyor. Canınızı dişinize takın ve şu İngiliz gâvuruna haddini bildirin.
Geride bıraktıklarınız bize emanet, onları merak etmeyin. Türk Milletinin
dini, ahlaki bütün varlığı siz vatan evlatlarına emanettir. Bu devlet bir
bina ise siz sahip olmazsanız bu bina çökecektir ve milletimiz bu binanın
enkazı altında kalacaktır. Vatanın savunmasında asker-sivil, büyük-küçük
ayırımı olmaz. Sizlerin yaşları belki küçük olabilir, ama bizim
gönlümüzde ve gözümüzde çok büyüksünüz. Haydi, evlatlarım; ölürseniz
şehit, kalırsanız gazi olacaksınız. Ne mutlu sizlere bu değerli payelerin
sahipleri olacaksınız. Hepinizin birer birer alınlarından öpüyorum.
Gazanız mübarek olsun”.
Mehmet, Gazze’de 7’nci Kolordu Karargâhı’nda Posta Eri olarak
görevlendirilmiştir. Posta Mehmet’in bir eşeği vardır, bu eşeğe yüklenen
iki sandıkla keçi (sıçan) yollarından cepheye evrak ve malzeme götürüpgetirir. Subaylar Mehmet’i çok severler. Ancak savaş kaybedilir ve ricat
başlar. Mehmet çok çeşitli ve tehlikeli yollardan tekrar Kilis’e gelir. Bu
defa Kilis önce İngilizler daha sonra da Fransızlar tarafından işgal edilir.
Mehmet bu defa Kuvayı Milliye’ye katılır. Omzuna mavzeri alarak
Fransızlara karşı savaşır172.
2. Kilis Askerlik Şubesi’nin Kilis Kuvay-ı Milliyesi’ne
Katkıları
Kilis, 6 Aralık 1918’de İngilizler tarafından bir yıl sonra 29 Ekim
1919’da da Fransızlar tarafından işgal edilmiştir. Doğuda Neşet Efendi
Hanı’na, batıda liseye, güneyde Nakşibendî Tekkesi’ne, kuzeyde Karataş
Tepesine, şehir içinde de Debboy ve Abdi Ağa Hanı’na yerleştiler. Kilis
Askerlik Şubesini de basan Fransız askerleri, bütün belge ve defterleri
yaktılar. Fransız Kumandanlığı, Kaymakamlığa bir nota vererek,
Ermenilerin bulunduğu kışla ile Belediye Hanı, Askerlik Şubesi
civarındaki bütün hanelerin tahliyesini istemiş ve tamamen tahliye edilen
bu mahaldeki mevcut eşyayı da camilere nakletmişlerdir. Nakil sırasında
171
Milis Fırkaları, Abdulhakim Arvasi, Seyyid Taha, Seyyid Hacı Baba Şeyh, Van ve
Gevaş Müftüleri gibi din adamları tarafından kurulmuştur. Bektaşi ve Mevleviler de ayrı
bir milis teşkilatı kurmuşlar, Erzincan ve Dersim’liler de mücahit alayı kurmuşlardır.
Bunların kuruluşunda hep ön planda olan Teşkilat-ı Mahsusa’dır. Şahin, a.g.e., s.94.
172
Bu hatırat, Gazze Cephesi’nde 7’nci Kor.K.lığında Posta Neferliği yapan Kilisli
Şahmaranoğlu Mehmet’in oğlu Hasan Şahmaranoğlu’ndan nakledilmiştir.
77 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
eşyadan bir çoğu zâyi olmuştur173. Fransız birliğindeki Ermeni
Taburu’nun Müslüman halkı kışkırtmalarından dolayı Cezayir Avcı
Taburu ile değiştirilmiştir174.
Bu dönemde yerel direnişi başlatmak isteyen vatansever subaylar
Kilis ve Antep’te görünürde sabit bir göreve atanmak için talepte
bulunmuşlardır. Bu şekilde Şahin Bey (Üsteğmen Mehmet Sait) Nizip
Askerlik Şubesi Başkanlığına175 atanmış, fakat asli görevi Kilis ve
Havalisi Kuvay-ı Milliyesi Kumandanlığı olmuştur. Kilis’te Kuvay-ı
Milliyeyi teşkilatlandıran Şahin Bey’dir. Şahin Bey, Kilis yol
güzergâhının emniyetini, yani Kilis üzerinden Antep’in Fransızlarca
ikmalini engelleme görevini icra etmiştir176. Şahin Bey, karargâhını
Kilis’in Acar köyünde kurmuş, Kilis-Antep yolundaki Elmalı Köprüsü
üzerinde Fransızlarla savaşırken 29 Mart 1920’de şehit düşmüştür.
Cenazesi 30 Mart 1920’de Kilis’e bağlı Mülk köyüne defnedilmiş, 15 yıl
sonra Gaziantep’teki Şehitler Abidesi’ne, bilahare Elmalı Köprüsü
civarındaki (Zeytinli köyü yanı) Şahin Bey Şehitliğine nakledilmiştir177.
Şahin Bey’in şahadeti sonrasında178 Kilis ve Havalisi Kuvay-ı
Milliyesi Kumandanlığına tayin edilen Yüzbaşı Polat Bey179, Kilis
Askerlik Şubesi Başkanlığına atanmayı istemiş, bu görev üzerinden milli
direnişi yönetmeyi planlamıştır. Ancak kendisine bu kadronun münhal
olmadığı cevabı verilmiştir. Sivas Kongresi’nden sonra Müdafa-i Hukuk
173
Halil İbrahim İnce, Mili Mücadele’de Kilis, Gaziantep Üniversitesi, Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Gaziantep, 2004, s.61.
174
Barutçu, a.g.e., s. 13.
175
Kilisli araştırmacı Hasan Şahmaranoğlu, Nizip’in 1926 yılında kaza olduğunu,
dolayısıyla Askerlik Şubesi teşkilatının Nizip’te bu tarihten sonra kurulduğunu ifade
etmiştir. Aslında Şahin Bey’in atandığı askerlik şubesi Birecik Askerlik Şubesi’dir. Hasan
Şahmaranoğlu, Kilis Kuva-yı Milliye Kumandanı Şahin Bey ve Gerçekler, Kilis, 2009,
s.3.
Muğla’dan gelen 5’inci Fırka’nın Birecik’e gelmesi ile Birecik Kuvay-ı Milliyesi
Tabur’a dönüştürülmüş, Tabur Komutanlığına Kilis’li Yüzbaşı Salih Bey atanmıştır.
Cemil Cahit Güzelbey, “Birecik Kurtuluş Savaşları ve İsmail Hakkı Bilgin”, Gaziantep
Sabah Gazetesi, 30 Ocak 1984.
176
Barutçu, a.g.e., s. 19.
177
Şahmaranoğlu, a.g.e., s. 6,7.
178
Bu atama Şahin Bey’in şahadeti öncesinde de yapılmış olabilir.
179
Yüzbaşı Kamil Polat 1889’da Niksar’da doğmuştur. Anadolu ve Rumeli Müdafa-i
Hukuk Cemiyeti Başkanı Mustafa Kemal Paşa tarafından Kilis ve Havalisi Kuvay-ı
Milliyesi Kumandanı olarak tayin edilmiştir. Yüzbaşı Kamil Bey, Milli Mücadele’de
“Polat” mahlasını kullanmıştır. Kahramanlıklarından dolayı Kilisliler tarafından “Polat
Paşa” diye anılmıştır. Soyadı kanunundan sonra “Polat” soyadını almıştır. Barutçu, a.g.e.,
s. 13.
Kilis’in 1995 yılında il olması ile birlikte yeni teşkil edilen bir ilçesine Polat Bey’in
hatırasına hürmeten “Polateli” adı verilmiştir.
Mustafa ŞAHİN-Cemile ŞAHİN / 78
Cemiyeti adını alan Cemiyet-i İslamiye tarafından Kilis’te Kuvay-ı
Milliye teşkilatı kurulması kararlaştırılmış, bu bağlamda Polat Bey,
Müdafa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı Mustafa Kemal Paşa tarafından
doğrudan Kilis ve Havalisi Kuvay-ı Milliye Kumandanlığına tayin
edilmiştir180.
Polat Bey; bu atamayı müteakip yerel kaynakları değerlendirmek
üzere bir çalışma başlatmıştır. Yüzbaşı Polat Bey; Nisan 1920’de
Karnebi181 Karargâhı’ndan Maraş Havalisi Kuvay-ı Milliye Kumandanı
Nusret Bey’e çektiği 3 nu.lı telgrafta ; “Kilis Askerlik Şubesi’nden 33
ihtiyat zabiti (subayı)nin182 kayıtlı olduğunun rapor edildiği”
bildirilmiştir183.
Heyet-i Temsiliye kararıyla Askerlik Şubelerine, milli
mücadeleye katılmak üzere her kaza için bir piyade taburu kurma emri
verilmiştir. Bu taburların komutanları Askerlik Şubesi Başkanı olacak,
bölük komutanları ise Askerlik Şubesi emrindeki subaylardan ve ihtiyat
zabitlerinden oluşacaktır. Bu esasa göre cami veya mescidi olan her köy
ve mahalle bir piyade takımı olarak sayılarak bu takımın idaresi, mescidin
imamı ve müezzini veya köyün hocası gibi din adamları tarafından
yürütülecektir. Sayısı fazla olacak takımlara komutan tedariki mümkün
olmazsa terhis edilmiş kudretli çavuş veya başçavuşlardan
faydalanılacaktır. Silah ve mühimmat Cami ve mescitlere veya buraya
yakın ve gizli yerlere veyahut da kontrol altında olmayan askerlik şubesi
depolarına gizlenmiştir. Taburları oluşturmak üzere, yeterli sayıda
gönüllü toplanamazsa askerlik şube başkanlıklarının emri ile bu köy ve
kasabalardaki millî ordu takımları gizli bir suretle silâhaltına alınabilmesi
yetkisi verilmiştir. Heyet-i Temsiliye’nin verdiği direktiflere göre,
Müdafaa-i Hukuk teşkilâtı, işgal altında bulunmayan yerlerde serbest
yapılacak, işgal altındaki yerlerde ise Cemiyet-i İslâmiye teşkilâtı namı
ile ve gizli surette yapılacaktır. Askerlik Şubesi Başkanı, bulunduğu
kazanın Müdafaa-i Hukuk cemiyetinin çalışmalarını takip edecek ve
idareye yardımda bulunacaktır. Askerlik Şubesinde görevli subaylar,
muayene bahanesi ile şube dairelerinde millî bir orduyu oluşturacak
erlerin ve silahların mevcudunu tespit edecektir. Her yerde, Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti’nin öncülüğünde, mahallin ileri gelenlerinin şahsî
yardımı ve askerlik şubelerinin nezaretinde olarak, millî taburlar
180
Barutçu, a.g.e., s. 13.
Karnebi köyü Kilis’in merkezine bağlıdır ve yeni Duruca köyüdür.
182
Maalesef bu subaylardan sadece üçünün Kuvay-ı Milliye’ye katıldığı, Polat Bey’in
mesajından anlaşılmaktadır.
183
Barutçu, a.g.e., ss. 82–83.; İnce, a.g.e., s. 113.
181
79 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
hazırlanacak, asker ve silah mevcudu ile ihtiyaç derecesi tespit edilip
3’üncü Kolordu’ya bildirilecektir. Bu taburun idare ve iaşeleri kendi
mahallerince sağlanacaktır. Kilis’te de bu maksatla bir tabur
oluşturulmuş, taburun komutanlığını da Kilis Askerlik Şubesi Başkanı
yapmıştır. Milli taburun teşkil edildiği, Kilis’in müdafaasından sorumlu
bulunan Sivas’ta konuşlu 3’üncü Kolordu Komutanlığına bildirilmiştir184.
Bu arada Kilis Askerlik Şubesi185 Başkanlığı görevinde yukarıda
sözü edilen sakallı Ahzı Asker Binbaşısı Mahmut Bey bulunmaktadır186.
Kilis’in işgali sonrası Fransız Karargâhı’ndan Albay Molterya, Kilis
Askerlik Şubesi’ni işgal ederek tüm defter ve evrakı Halep’e göndermek
üzere kamyonlara yüklemişlerdir. Kilis’in Ermeni ve Rumlarından oluşan
muhafızlar, Katma yolunda Kilis Kuvay-ı Milliyesi’nin taarruzu sonucu
durdurulabilmiştir. Askerlik Şubesinden gasp edilen evrak kurtarılarak
Kilis Kaymakamlığı’nın da taşındığı187 Cengin köyündeki Kuvay-ı
Milliye Karargâhı’na götürülmüştür188.
Bu durum karşısında çılgına dönen Fransız işgal kuvvetleri,
Askerlik Şubesi’ndeki diğer kayıtları ve evrakı ateşe vermişlerdir. Bunun
üzerine Askerlik Şubesi Başkanı Binbaşı Mahmut Bey, Belan köyüne
giderek Ahmet Ruto’nun birliğine katılmıştır. Kendisine, Kürt Dağı 189
Kuvay-ı Milliye Kumandanlığı görevi verilmiştir190.
Kilis Askerlik Şubesi Başkanı Binbaşı Mahmut Bey, 27 Mart
1921 tarihinde Kilis Havali Kumandanlığı görevine getirilmiş ve ayrıca
Kilis Kaymakamı Cemal Beyin rahatsızlığı sebebiyle Kaymakamlığa da
vekâlet etmesi de istenmiştir. Ancak 29 Ekim 1921’de Mahmut Bey Kilis
ve Havâlisi Kumandanlığı görevinden alınmış yerine Süvari Yüzbaşı
Halim Bey tayin edilmiştir191.
184
İnce, a.g.e., ss. 77-78.
Kilis Askerlik Şubesi tarihçesine göre; Kilis As.Ş.Bşk.lığı 1801 yılında kurulmuştur. O
dönemde Cumhuriyet Meydanı karşısında yer alan eski Hükümet Binası ve Adliye’nin
yanında yer alan bir yolcu hanında hizmet vermektedir. Söz konusu yolcu hanı yıkılmış,
günümüzde hanın izleri yok olmuştur.
186
Binbaşı Mahmut Bey, Soyadı Kanunundan sonra “Bener” soyadını almıştır. İbrahim
Beşe, İşgalden Kurtuluşa Kilis, Başak Matbaası, Ankara, 2009, s. 157.
187
İnce, a.g.e., ss. 117-118.
188
Barutçu, a.g.e., s. 39.
189
Kürt Dağı, Kilis’te bulunmaktadır.
190
Barutçu, a.g.e., s. 74.
191
İnce, a.g.e., s.173–174.
185
Mustafa ŞAHİN-Cemile ŞAHİN / 80
Sonuç
Vatan emanetine tevdi edilen fedakâr evlatları sayesinde
kurtarılmış, “vatan” olabilmiştir. Vatan evlatları bu görevlerini yaparken
her türlü tedbiri almışlar, her türlü kaynağı kullanmayı vazife
edinmişlerdir. Kutsal vatanın düşman işgalinden kurtarılmasında, rütbe,
makam, yaş, cinsiyet ve zenginlik farkı gözetmemiştir. Her bir fert kendi
seviyesinde, kutsal vatana hizmeti bir borç bilmiştir.
Vatan yolunda hizmet eden fedakâr evlatlarının yanı sıra
kurumlar ve kuruluşlar ile onların idarecileri de bu yolda üzerine düşeni
yapmaktan geri durmamışlardır. Günümüz ölçüleri ile çok pasif bir
konumda değerlendirilebilecek askerlik şubeleri de kendilerinden
beklenin fevkinde görev ifa etmişlerdir. Düşmanla mücadelede askerlik
şubelerinin değerli komutanları, tanımlanmış görevlerini bir yana
bırakarak görünen güçlerinin çok üzerinde işler yaparak vatanı bizlere
yurt yapmışlardır.
81 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
KAYNAKÇA
1.Arşiv Belgesi
MSB Arşiv Md.lüğünün 03.07.2006 Tarihli ve 3214-705-06 (3915) sayılı
Künye Kayıt Belgesi.
2. Diğer Kaynaklar
AYIN, Faruk, Osmanlı Devleti’nde Tanzimat’tan Sonra Askeralma
Kanunları (1839-1914), Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik
Etüt Başkanlığı Yay., Ankara, 1994.
BARUTÇU, Ahmet, Kilis’in Kurtuluşu Şafakta Savaşanlar, Kent
Ofset, Kilis, 2008.
BEŞE, İbrahim, İşgalden Kurtuluşa Kilis, Başak Matbaası, Ankara,
2009.
EROL, Ömer Faruk, Hür Işık Gazetesi, Manisa, 19 Nisan 2011.
GÜZELBEY, Cemil Cahit, “Birecik Kurtuluş Savaşları ve İsmail Hakkı
Bilgin”, Gaziantep Sabah Gazetesi, 30 Ocak 1984.
İNCE, Halil İbrahim, Mili Mücadele’de Kilis, Gaziantep Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi,
Gaziantep, 2004.
ŞAHİN, Mustafa, Dr., Hasan Tahsin Uzer’in Mülki İdareciliği ve
Siyasetçiliği, Atatürk Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Basılmamış Doktora Tezi, Erzurum, 2010.
ŞAHMARANOĞLU, Hasan, Kilis Kuva-yı Milliye Kumandanı Şahin
Bey ve Gerçekler, Kilis, 2009.
Kilis Askerlik Şubesi Tarihçesi.
18.06.1949 tarihli ve 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu.
Mustafa ŞAHİN-Cemile ŞAHİN / 82
EK–1 Kilisli Şahmaranoğlu Mehmet’in Askerlik Safahatını Gösterir
Belge192
192
MSB Arşiv Md.lüğünün 03.07.2006 Tarihli ve 3214-705-06 (3915) sayılı Künye Kayıt
Belgesi.
Gülay EKİCİ – Hülya GÜLAY OGELMAN- Feyza UÇAR
/ 83
OKUL ÖNCESİ EĞİTİM PROGRAMI’NDAKİ AMAÇ VE
KAZANIMLARIN ÇOKLU ZEKÂ KURAMINA DAYALI ZEKÂ
ALANLARI AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
Doç. Dr. Gülay EKİCİ
Yrd. Doç. Dr. Hülya GÜLAY OGELMAN
Arş. Gör. Feyza UÇAR
Özet
Bu araştırmanın amacı, 60-72 aylık çocuklar için hazırlanan okul öncesi
eğitim programının Çoklu Zeka Kuramına dayalı zeka alanları açısından
öğretmen görüşlerine göre değerlendirilmesidir. Araştırmada okul öncesi eğitim
programında yer alan amaç ve kazanımların çoklu zeka kuramına dayalı zeka
alanlarına göre dağılımları ortaya konulmuştur. Bu amaçla araştırmacılar
tarafından, okul öncesi eğitim programında gelişim alanlarına göre yer alan
amaç ve kazanımlar esas alınarak “Okul Öncesi Eğitim Programında Yer Alan
Amaç ve Kazanımların Çoklu Zeka Kuramına Yönelik Analizine Ait Görüş
Formu” oluşturulmuştur. Bu form araştırmanın çalışma grubunu oluşturan 60
anaokulu öğretmenine uygulanmıştır. Elde edilen veriler SPSS 13.0 paket
programında analiz edilmiştir. Verilerin analizinde her bir amaç ve kazanımın
çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanlarına göre dağılımına ilişkin frekans ve
yüzdeleri hesaplanmıştır. Araştırma sonuçlarına göre; psikomotor alanda amaç
ve kazanımların en çok kapsadığı zeka alanı bedensel-kinestetik zeka alanı,
sosyal-duygusal alanda amaçların en çok kapsadığı zeka alanı sözel-dilsel,
kazanımların en çok kapsadığı zeka alanı ise sosyal-kişilerarası zeka alanlarıdır.
Dil ve bilişsel alanlarda yer alan amaç ve kazanımların en çok kapsadığı zeka
alanı sözel-dilsel zeka, özbakım becerilerinde amaç ve kazanımların en çok
kapsadığı zeka alanı, bedensel-kinestetik zeka olmuştur.
Anahtar kelimeler: Çoklu zeka alanları, okul öncesi eğitim, eğitim programı,
okul öncesi eğitim programı.


Gazi Üniversitesi, Eğitim Programları ve Öğretimi Ana Bilim Dalı, gekici@gazi.edu.tr
Pamukkale Üniversitesi, Okul Öncesi Ana Bilim Dalı, hulyagulay7@hotmail.com

Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Okul Öncesi Ana Bilim Dalı, feyzaucar@kilis.edu.tr
84 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
ASSESSING PRESCHOOL EDUCATION PROGRAM’S AIMS
AND ACHIEVEMENTS IN TERMS OF INTELLIGENCE FIELDS
BASED ON MULTIPLE INTELLIGENCE THEORY
Abstract
The purpose of this study is to assess the preschool education program
prepared for 60-72 month-old children, in terms of intelligence fields based on
Multiple Intelligence Theory, according to the views of teachers. The study
revealed distributions of goals and acquisitions in the preschool education
program according to intelligence fields based on multiple intelligence theory. In
order to achieve this purpose, “The Feedback Form for the Analysis of Goals
and Acquisitions in Preschool Education Program in Terms of Multiple
Intelligence Theory” was formed by researchers, based on goals and
acquisitions in the preschool education program according to the development
fields. This form was applied to 60 kindergarten teachers, who constitute the
sample group of the study. The SPSS 13.0 software package was used to analyse
the data. During the analysis of the data, the frequency and percentages related
to distribution of each goal and acquisition according to intelligence fields,
which are based on multiple intelligence theory, were calculated. The results of
the study concluded that the intelligence field that is covered by goals and
acquisitions in the psychomotor field at the most is the bodily- kinaesthetic
intelligence field, the intelligence field that is covered by goals in the socialemotional field at the most is the verbal-linguistic intelligence field and the
intelligence field that is covered by acquisitions at the most is the socialinterpersonal intelligence field. While the intelligence field that is covered by
goals and acquisitions in linguistic and cognitive fields at the most is the verballinguistic intelligence, the intelligence field that is covered by goals and
acquisitions in self-care skills at the most is the physical-kinaesthetic intelligence
field.
Keywords: Multiple intelligence fields, preschool education, education program,
preschool education program.
1.GİRİŞ
Uzun yıllar boyunca insanların zekâları matematik becerileriyle
ve akademik başarılarıyla ilişkili olarak düşünülmüştür. Ancak
1980’lerden sonra yapılan çalışmalar sonucunda zekânın farklı boyutlar
üzerinde olduğu kabul edilmektedir. Bu çalışmalardan birisi de Howard
Gardner’a ait olan Çoklu Zekâ Kuramıdır. Gardner beyni hasar görmüş
hastalar üzerinde yaptığı araştırmalar sonucunda hastaların mantıksal
düşünme gücünü yitirmelerine karşın şarkı söyleme, ıslık çalma gibi
alanlarda bir sorun olmadığını gözlemiştir. Bundan yola çıkarak zekânın
birden fazla boyutunun olduğunu düşünmüştür. Örneğin, müziksel
Gülay EKİCİ – Hülya GÜLAY OGELMAN- Feyza UÇAR
/ 85
zekanın beynin sağ yarı küresi ile, dilsel zekanın ise beynin sol yarı
küresi ile ilişkili olduğu görülmektedir (Armstrong, 2000). Böyle bir
ayrımın olması Gardner’in farklı zekâ alanları üzerinde yoğunlaşmasına
neden olmuştur. Gadner 1993’e kadar yedi farklı zekâ türünden
bahsetmiştir. Bunlar 1. Sözel-dilsel zekâ 2. Mantıksal-matematiksel zekâ
3. Görsel-uzamsal zekâ 4. Müziksel-ritmik zekâ 5. Bedensel-kinestetik
zekâ 6. Özedönük-İçsel zekâ 7. Kişilerarası-Sosyal zekâ. Daha sonra
sekizinci zekâ alanı olan doğa zekâsı eklenmiştir (Saban, 2002).
Gardner’ın sözünü ettiği sekiz tür zekâ alanı aşağıda açıklanmıştır
(Checkly, 1997; Gardner, 1999; Demirel, 2000; Hoerr, 2002; Açıkgöz,
2003; Erman 2003; Tuğrul ve Duran, 2003; Baykal, 2005; Uysal, 2006).
1. Sözel-Dilsel Zekâ: Bireyin kendisini iyi ifade etmesi ve karşı
tarafı iyi anlayabilmesidir. Sözel-dilsel zekâsı gelişmiş kişiler güzel
konuşurlar, kendilerini iyi ve etkili bir şekilde karşı tarafa ifade
edebilirler. Şair, yazar, sunucu gibi mesleklerdeki kişiler bu alanda yer
alır (Demirel, 2000; Tuğrul ve Duran, 2003).
2. Mantıksal-Matematiksel Zekâ: Problem çözme, neden sonuç
ilişkisi kurma, sayı ve semboller, hesaplama, örüntüler bu alan içerisinde
yer alır. Bu alandaki bireyler çok yönlü düşünme özelliğine sahip
oldukları için olaylar arasında ilişki kurmada başarılıdırlar (Açıkgöz,
2003; Baykal, 2005).
3. Görsel-Uzamsal Zeka: Resimlere, şekillere, imgelere ve üç
boyutlu nesnelere ilgi duyarlar. Bu alana sahip bireyler; resim yapmaktan,
şekil yapmaktan, hayal kurmaktan hoşlanırlar. Harita, tablo ve
diyagramları daha kolay anlarlar. Görsel sunumlardan hoşlanırlar
(Checkley, 1997; Gardner, 1999).
4. Müziksel-Ritmik Zeka: Bu alana sahip bireyler seslere, tonlara,
notalara karşı hassastırlar. Müziğe ilgi duyarlar. Ritim tutmaktan, müzikle
çalışmaktan, şarkı söylemekten ve mırıldanmaktan hoşlanırlar. Şarkıları
kolayca öğrenirler ve besteci, müzisyen olmaya yatkındırlar (Tuğrul ve
Duran, 2003; Uysal, 2006).
5. Bedensel-Kinestetik Zekâ: Bu zekâ alanına sahip bireyler
vücutlarını kontrol etmede daha başarılıdırlar. Vücutlarını kullanarak
öğrenmekten zevk alırlar. Hareket ederek ve hareketleri gözlemleyerek
öğrenmeye yatkındırlar. Uzun süre yerlerinde oturamazlar. Bu alana
sahip olan bireylerin aktör, dansçı, pandomim sanatçısı gibi mesleklere
yatkınlığı vardır (Checkley,1997; Yavuz, 2001).
6. Özedönük-İçsel Zeka: Kişinin kendisini, yeteneklerini, ilgi
alanlarını iyi bilmesi ve tanımasıdır. Yeteneklerinin, hobilerinin,
isteklerinin ve ulaşamayacağı amaçlarının farkındadırlar. Bu alana sahip
86 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
bireyler, yüksek düzeyde düşünme becerisine sahiptirler. Kendilerini
dinlemekten hoşlanırlar, içe kapanıktırlar (Erman, 2003; Uysal, 2006).
7. Kişilerarası-Sosyal Zekâ: Bireylerle iletişim kurmaktan, onları
dinlemekten zevk alırlar. Bireylerin mimiklerini, duygularını anlamaktan
hoşlanırlar. Yüksek düzeyde empati kurma becerisine sahiptirler.
İşbirliğiyle hareket etmede ve liderlik rolünü üstlenmede başarılıdırlar
(Checkley, 1997; Hoerr, 2002).
8. Doğa Zekâsı: Çevreye olan farkındalıkları yüksek düzeydedir.
Tabiatla ilgilenmekten, doğayı incelemekten ve çevreyi araştırmaktan
hoşlanırlar. Taşa, toprağa, bitkilere ve hayvanlara karşı ilgilidirler
(Checkley, 1997; Uysal, 2006).
Okul Öncesi Dönem Açısından Çoklu Zekâ Kuramının
Önemi
Okul öncesi dönem çocukların bilgi, beceri ve alışkanlıklarının
oluştuğu önemli bir süreçtir. Bu dönemde çocuklar kendilerini daha iyi
tanımaya, anlamaya ve problemleri fark etmeye başlarlar. Okul öncesi
dönemde çocuğun bu farkındalığından faydalanarak bu sürecin en etkili
şekilde kullanılması önem taşımaktadır (Tuğrul ve Duran, 2003).
Çoklu zekâ kuramı; eğitimde bireyselliğe yer vermesi ve
çocuklara farklı alternatifler sunarak ilgilerini çekmesi bakımından okul
öncesi dönemde önem taşımaktadır (Uysal, 2006). Ayrıca bu dönemdeki
çocuğun kendine has zekâ alanının keşfedilmesi ve bu alana uygun
öğrenme stilinin oluşturulması açısından da ayrı bir öneme sahiptir. Zekâ
alanına yönelik yapılan uygulamalar, çocuğun daha çok ilgisini çekerek
bilgisinin kalıcılığını arttırmaktadır. Geleneksel öğretimin dışına çıkarak,
sözel-dilsel zekâ alanı dışında farklı öğretim yöntemleri kullanılmasını
sağlaması açısından da öğretmenlere farklı bir bakış açısı
kazandırmaktadır. Öğretmen ve öğrencilerin güdülenmesinde,
başarılarının artmasında destek olmaktadır. Çeşitli alanlarda yapılan bazı
çalışmalar da; çoklu zekâ ile uygulanan eğitimin geleneksel eğitimden
çok daha kalıcı ve etkili olduğunu göstermiştir (Saban, 2002; Tuğrul ve
Duran, 2003; Uysal, 2006).
Okul öncesi dönemde yapılan uygulamalar, çocuğun ileriki yılları
için temel kabul edilmektedir. Çocuğun bu dönemdeki merakı ve
öğrenme isteği zeka alanına yönelik çalışmalarla birleştiğinde geleceği
için faydalı yatırımlar sağlayacaktır. Bu dönemde çocuğun ilgi alanına
yönelik çalışmalar yapılarak en üst düzeyde gelişme olanağı yaratılabilir
(Karadağ, 2009).
Çoklu zeka kuramının uygulandığı programlar mevcut olmakla
birlikte, birebir tamamen çoklu zeka kuramının uygulandığı programlara
Gülay EKİCİ – Hülya GÜLAY OGELMAN- Feyza UÇAR
/ 87
ulaşmak mümkün değildir. Yapılan çalışmaların genelinde çoklu zekanın
temelinde programlar uygulanarak etkisi araştırılmıştır (Elibol, 2000;
Kolb ve Weede, 2001; Lowe, Nelson, O’donnell ve Walker, 2001;
Temur, 2001; Bayhan, 2003; Köroğlu ve Yeşildere, 2004; Ulutaş, 2005;
Uysal, 2006; Bulut-Pedük, 2007; Kutluca, Çatlıoğlu, Birgin, Aydın, ve
Butakın, 2009; Ekşi, 2009; Müftüler, 2009).
Genel olarak yapılan çalışmalara bakıldığında, çoklu zeka ile
uygulanan programların daha etkili ve öğrenciler tarafından daha zevkli
bulunduğu belirlenmiştir (Baldes, Cahil ve Moretto, 2000; Janes,
Koutsopanagos, Mason ve Villaranda, 2000). Ancak yapılan çalışmalar
arasında okul öncesi dönemin eğitim programının çoklu zeka kuramına
dayalı olarak incelenmesi noktasında herhangi bir çalışmaya
rastlanmamıştır. Bu nedenle araştırma verilerinin alana nitelikli veriler
kazandırması açısından oldukça önemli olduğu görülmektedir.
Bu çalışmanın temel amacı, 60-72 aylık çocuklar için hazırlanan
okul öncesi eğitim programının çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanları
açısından öğretmen görüşlerine göre değerlendirmektir.
2.YÖNTEM
Betimsel bir çalışma olan bu araştırmada tarama modeli
kullanılmıştır. Tarama modeli geçmişte ve halen var olan durumu,
mevcut olayları, grupları, objeyi ve özellikleri olduğu gibi betimlemeyiresmetmeyi-açıklamayı amaçlayan bir araştırma yaklaşımıdır (Karasar,
1998; Ekiz, 2003).
2.1. Çalışma Grubu
Araştırmanın çalışma grubunu, Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı
Denizli ilindeki, ilköğretim okullarının anasınıflarında görev yapan 60
okul öncesi eğitimi öğretmeni oluşturmaktadır. Öğretmenlerin tamamı
okul öncesi eğitim lisans programlarından mezundur. Öğretmenlerin
47’si (% 78.3 bayan, 13’ü (% 21.7) erkektir. Öğretmenlerin 52’si (%
86.7) 7-10 yıl arasında öğretmenlik deneyimine sahiplerken, 8’i (% 13.3)
ise 5-6 yıl arasında öğretmenlik deneyimine sahiptirler.
2.2. Veri Toplama Aracı
Okul Öncesi Eğitim Programında Yer Alan Amaç ve
Kazanımların Çoklu Zeka Kuramına Yönelik Analizine Ait Görüş
Formu: Veri toplamada kullanılan form, Milli Eğitim Bakanlığı 60-72
aylık çocuklar için hazırlanan Okul Öncesi Eğitim Programı’nda yer alan
amaç ve kazanımlar esas alınarak oluşturulmuştur. Dolayısıyla bu
kapsamda Görüş Formu, gelişim alanlarına göre belirlenmiş amaç
88 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
kazanımlardan oluşmaktadır. Her amaç, kazanımın maddeleştirilmesiyle
oluşturulan Görüş Formunda toplam 318 madde yer almaktadır. Her bir
amaç ve kazanım, bedensel-kinestetik, görsel-uzamsal, sözel-dilsel,
mantıksal-matematiksel, sosyal-kişilerarası, müziksel-ritmik, içsel-öze
dönük ve doğacı zeka alanları olmak üzere toplam sekiz zeka alanında
değerlendirilmektedir. Ölçme aracı olarak kullanılan bu görüş formu,
Türkiye’de kullanılan ulusal bir programda yer alan amaç ve
kazanımlardan oluştuğu için ve doğrudan programı yansıttığı için
herhangi bir uzman görüşüne başvurulmamıştır
Tablo 1. Okul öncesi eğitim programında yer alan amaç ve
kazanımların çoklu zeka kuramına yönelik analizine ait görüş formuna
ilişkin tanımlayıcı bilgiler ve cronbach alpha iç tutarlılık katsayıları
Alanlar
Cronbach
Alpha
Psikomotor Alan (5 amaç + 46 kazanım)
.99
Sosyal Duygusal Alan (15 amaç + 58 kazanım)
.98
Dil Alanı (8 amaç + 37 kazanım)
.98
Bilişsel Alan (21 amaç + 97 kazanım)
.99
Öz Bakım Becerileri (5 amaç + 26 kazanım)
.94
Tablo 1 incelendiğinde, Görüş Formunun tüm alt boyutlarının ve
tamamının Cronbach Alpha iç tutarlılık katsayılarının yeterli düzeyde
olduğu görülmektedir (p < .001). Tabloda, en fazla amaç ve kazanımın
bulunduğu alanın bilişsel alan olduğu belirlenirken, en az amacın
psikomotor ve özbakım becerileri alanlarında, en az kazanımın ise
özbakım becerileri alanında olduğu görülmektedir.
2.2. Uygulama
Araştırmada, veri toplama işleminden önce random yöntemiyle
Denizli il merkezinde yer alan Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı 23
ilköğretim okulu belirlenmiştir. Okullarla ilgili Denizli İl Milli Eğitim
Müdürlüğü’nden gerekli izinler alındıktan sonra, ilköğretim okullarının
anasınıflarında görev yapan öğretmenlere ulaşılmıştır. Ulaşılan 80
öğretmenden 60’ı gönüllü olarak araştırmaya katılmayı kabul etmiştir.
Araştırmaya katılan öğretmenlerle araştırmacılar tarafından çoklu zeka
kuramıyla ilgili görüşmeler yapıldıktan sonra görüş formunu nasıl
dolduracakları hakkında bilgi verilmiştir. Veri toplama sürecinde,
Gülay EKİCİ – Hülya GÜLAY OGELMAN- Feyza UÇAR
/ 89
öğretmenlerin ihtiyaç duydukları noktalarda öğretmenlere rehberlik
yapılmıştır.
2.3. Verilerin Analizi
Verilerin analizi SPSS 13.0 paket programıyla yapılmıştır.
Verilerin analizinde, Görüş Formunda yer alan maddelerin frekans ve
yüzde dağılımları gibi betimsel istatistiklerden yararlanılmıştır.
3.BULGULAR
Bu bölümde öğretmenlerin okul öncesi eğitim programında yer
alan amaç ve kazanımların çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanları
açısından değerlendirilmesine yönelik görüşleri yer almaktadır.
Tablo 2. Okul öncesi eğitim programında psikomotor alanda yer
alan amaçların çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanları açısından
değerlendirilmesine yönelik öğretmen görüşlerinin dağılımı
Zeka alanlarına göre psikomotor alandaki
f %
amaçlar
Bedensel-kinestetik, görsel-uzamsal, mantıksal
58
30,37
matematiksel ve içsel-özedönük zeka alanlarında
yer alan amaçlar (1 amaç)
Bedensel-kinestetik
ve
sözel-dilsel
zeka
alanlarında yer alan amaçlar
(1 amaç)
54 28,27
Bedensel-kinestetik ve görsel-uzamsal zeka
alanlarında yer alan amaçlar (2 amaç)
48 25,13
Bedensel-kinestetik, görsel-uzamsal ve mantıksal31
16,23
matematiksel zeka alanlarında yer alan amaçlar (1
amaç)
Genel toplam (5 amaç)
19 100,0
Tablo 2’de görüldüğü gibi, çalışma grubundaki okul öncesi
öğretmenlerine göre psikomotor alandaki 5 amacın tamamı birden fazla
zeka alanını içermektedir. Amaçlar en az iki, en çok da dört zeka alanında
değerlendirilmişlerdir. Amaçların 1’i (% 30.37) bedensel-kinestetik,
görsel-uzamsal, mantıksal matematiksel ve içsel-özedönük zeka
alanlarında; 1’i (% 28.27) bedensel-kinestetik ve sözel-dilsel zeka
alanlarında; 2’si (% 25.13) bedensel-kinestetik ve görsel-uzamsal zeka
alanlarında; 1’i (% 16.23) ise bedensel-kinestetik, görsel-uzamsal ve
90 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
mantıksal-matematiksel zeka alanlarında yer almaktadır. Okul öncesi
eğitimi öğretmenleri, psikomotor alandaki tüm amaçların bedenselkinestetik zeka alanını temsil ettiğini düşünmektedirler. Tabloda,
amaçların en çok kapsadığı diğer zeka alanlarının ise görsel-uzamsal ve
mantıksal-matematiksel zeka alanları olduğu görülmektedir. Ayrıca
psikomotor alandaki amaçlar arasında tek bir zeka alanında yer alan amaç
bulunmamaktadır. Öğretmen görüşlerine göre psikomotor alandaki hiçbir
amaç, sosyal-kişilerarası, içsel-özedönük, müzisel-ritmik ve doğacı zeka
alanlarında yer almamaktadır.
Tablo 3. Okul öncesi eğitim programında psikomotor alanda yer
alan kazanımların çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanları açısından
değerlendirilmesine yönelik öğretmen görüşlerinin dağılımı
Zeka alanlarına göre
psikomotor
f
%
alandaki kazanımlar
Bedensel-kinestetik zeka alanında yer alan
60
kazanımlar (1 kazanım)
14,89
Bedensel-kinestetik
ve
sözel-dilsel
zeka
alanlarında yer alan kazanımlar
(4 kazanım)
56 13,90
Bedensel-kinestetik, görsel-uzamsal ve içsel52
12,90
özedönük zeka alanlarında yer alan kazanımlar (3
kazanım)
Bedensel-kinestetik ve müziksel-ritmik zeka
51 12,66
alanlarında yer alan kazanımlar (2 kazanım)
Bedensel-kinestetik ve görsel-uzamsal zeka
alanlarında yer alan kazanımlar (14 kazanım)
50 12,41
Bedensel-kinestetik, görsel-uzamsal ve mantıksalmatematiksel zeka alanlarında yer alan kazanımlar
(18 kazanım)
Bedensel-kinestetik, görsel-uzamsal ve sözeldilsel zeka alanlarında yer alan kazanımlar (3
kazanım)
Bedensel-kinestetik, görsel-uzamsal, sözel-dilsel
ve mantıksal-matematiksel zeka alanlarında yer
alan kazanımlar (1 kazanım)
Genel toplam (46 kazanım)
50
49
35
12,41
12,16
8,68
403 100,0
Gülay EKİCİ – Hülya GÜLAY OGELMAN- Feyza UÇAR
/ 91
Tablo 3’te, çalışma grubunda yer alan okul öncesi eğitimi
öğretmenlerine göre psikomotor alandaki 46 kazanımdan, 1’i (%14.89)
tek bir zeka alanında (bedensel-kinestetik), kalan 45’i ise birden fazla
zeka alanında yer almaktadır. Kazanımlardan 4’ü (% 13.90) bedenselkinestetik ve sözel-dilsel zeka alanlarını, 3’ü (% 12.90) bedenselkinestetik, görsel-uzamsal ve içsel-özedönük zeka alanlarını; 2’si (%
12.66) bedensel-kinestetik ve müziksel-ritmik zeka alanlarında; 14’ü (%
12.41) bedensel-kinestetik ve görsel-uzamsal zeka alanlarında; 18’i (%
12.41) bedensel-kinestetik, görsel-uzamsal ve mantıksal-matematiksel
zeka alanlarında; 3’ü (% 12.16) bedensel-kinestetik, görsel-uzamsal ve
sözel-dilsel zeka alanlarında; 1’i (% 8.68) ise bedensel-kinestetik, görseluzamsal, sözel-dilsel ve mantıksal-matematiksel zeka alanlarında yer
almaktadır. Amaçların en fazla dört zeka alanını kapsayabildiği yönünde
görüş belirtildiği görülmektedir. Görüldüğü gibi, amaçların en çok
kapsadığı ilk üç zeka alanı, bedensel-kinestetik, görsel-uzamsal ve sözeldilsel zeka alanlarıdır. Öğretmen görüşlerine göre hiçbir kazanım, sosyalkişilerarası ve doğacı zeka alanlarında yer almamaktadır.
Tablo 4. Okul öncesi eğitim programında sosyal duygusal alanda
yer alan amaçların çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanları açısından
değerlendirilmesine yönelik öğretmen görüşlerinin dağılımı
Zeka alanlarına göre sosyal-duygusal alandaki amaçlar f
%
Sözel-dilsel, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyal- 30
15.46
kişilerarası ve içsel- özedönük zeka alanlarında yer alan
amaçlar (2 amaç)
Sözel-dilsel, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka 28 14.43
alanlarında yer alan amaçlar (6 amaç)
Sözel-dilsel, müziksel-ritmik, bedensel-kinestetik, sosyal- 26
kişilerarası ve içsel- özedönük zeka alanlarında yer alan
amaçlar (1 amaç)
Sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında yer 25
alan amaçlar (1 amaç)
Sözel-dilsel, görsel-uzamsal ve içsel- özedönük zeka 19
alanlarında yer alan amaçlar (1 amaç)
Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, sosyal kişilerarası ve 18
içsel zeka alanlarında yer alan amaçlar (1 amaç)
Sözel-dilsel ve doğacı zeka alanlarında yer alan amaçlar 17
(2 amaç)
13.40
12.89
9.79
9.28
8.76
92 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
Mantıksal-matematiksel,
görsel-uzamsal,
sosyal- 16
kişilerarası ve doğacı zeka alanlarında yer alan amaçlar (1
amaç)
Sözel-dilsel, görsel-uzamsal ve bedensel-kinestetik zeka 15
alanlarında yer alan amaçlar (1 amaç)
Genel toplam (15 amaç)
8.25
7.73
194 100.0
Tablo 4’te görüldüğü gibi, okul öncesi eğitim öğretmenlerine göre
sosyal-duygusal alanda yer alan 15 amacın tamamı birden fazla zeka
alanı içinde değerlendirilmektedir. Amaçların en fazla beş, en az ise iki
zeka alanında değerlendirilmiştir. Amaçlardan 2’si (% 15.46) sözel-dilsel,
görsel uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük
zeka alanlarında; 6’sı (% 14.43) sözel-dilsel, sosyal-kişilerarası ve içselözedönük zeka alanlarında; 1’i (% 13.40) sözel-dilsel, müziksel-ritmik,
bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası ve içsel- özedönük zeka
alanlarında; 1’i (% 12.89) sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka
alanlarında; 1’i (% 9.79) sözel-dilsel, görsel-uzamsal ve içsel-özedönük
zeka alanlarında; 1’i (% 9.28) sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel,
sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında; 2’si (% 8.76)
sözel-dilsel ve doğacı zeka alanlarında; 1’i (% 8. 25) mantıksalmatematiksel, görsel-uzamsal, sosyal-kişilerarası ve doğacı zeka
alanlarında; 1’i (% 7.73) de sözel-dilsel, görsel-uzamsal ve bedenselkinestetik zeka alanlarında yer almaktadır. Amaçların en çok kapsadığı
ilk üç zeka alanı, sözel-dilsel, sosyal-kişilerarası ve içsel- özedönük zeka
alanlarıdır. Öğretmen görüşlerine göre kazanımların tamamında yer
almayan çoklu zeka alanı bulunmamaktadır.
Tablo 5. Okul öncesi eğitim programında sosyal duygusal alanda
yer alan kazanımların çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanları açısından
değerlendirilmesine yönelik öğretmen görüşlerinin dağılımı
Zeka alanlarına göre sosyal-duygusal alanındaki f
%
kazanımlar
Mantıksal-matematiksel,
görsel-uzamsal,
bedensel- 60
22.14
kinestetik, sosyal-kişilerarası, içsel-özedönük ve doğacı
zeka alanlarında yer alan kazanımlar (2 kazanım)
Sözel-dilsel, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka 55 20.30
alanlarında yer alan kazanımlar (29 kazanım)
Sözel-dilsel, bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası, içselözedönük ve doğacı zeka alanlarında yer alan kazanımlar
46
6.97
Gülay EKİCİ – Hülya GÜLAY OGELMAN- Feyza UÇAR
(4 kazanım)
Sözel-dilsel, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyal- 35
kişilerarası ve içsel- özedönük zeka alanlarında yer alan
kazanımlar (6 kazanım)
Bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası, içsel-özedönük ve 29
doğacı zeka alanlarında yer alan kazanımlar (2 kazanım)
Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, bedensel-kinestetik, 24
sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında yer
alan kazanımlar (10 kazanım)
Sözel-dilsel, görsel-uzamsal, müziksel-ritmik, bedensel- 22
kinestetik, sosyal-kişilerarası, içsel-özedönük ve doğacı
zeka alanlarında yer alan kazanımlar
(5 kazanım)
Genel toplam (58 kazanım)
271
/ 93
2.92
10.70
8.86
8.12
100.0
Tablo 5 incelendiğinde, öğretmenlerin görüşlerine göre sosyalduygusal alanda yer alan 58 kazanımın tamamı birden fazla zeka alanı
içinde yer almaktadır. Kazanımlar en az üç, en çok da altı zeka alanında
yer almaktadır. Kazanımlardan 2’si (% 22.14) mantıksal-matematiksel,
görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası, içsel-özedönük
ve doğacı zeka alanlarında; 29’u (% 20.30) sözel-dilsel, sosyalkişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında; 4’ü (% 16.97) sözeldilsel, bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası, içsel-özedönük ve doğacı
zeka alanlarında; 6’sı (% 12.92) sözel-dilsel, görsel-uzamsal, bedenselkinestetik, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında; 2’si (%
10.70) bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası, içsel-özedönük ve doğacı
zeka alanlarında; 10’u (% 8.86) sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel,
bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka
alanlarında; 5’i (% 8.12) de sözel-dilsel, görsel-uzamsal, müziksel-ritmik,
bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası, içsel-özedönük ve doğacı zeka
alanlarında yer almaktadır. Amaçların en çok kapsadığı ilk üç zeka alanı,
sosyal-kişilerarası, içsel ve bedensel-kinestetik zeka alanlarıdır.
Öğretmen görüşlerine göre hiçbir kazanım, müziksel-ritmik zeka alanında
yer almamaktadır.
Tablo 6. Okul öncesi eğitim programında dil alanında yer alan
amaçların çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanları açısından
değerlendirilmesine yönelik öğretmen görüşlerinin dağılımı
94 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
Zeka alanlarına göre dil alanındaki amaçlar
f
Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, müziksel-ritmik ve 55
içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan amaçlar (2 amaç)
%
27.64
Sözel-dilsel zeka alanında yer alan kazanımlar (3 amaç)
51
Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel ve müziksel-ritmik 48
zeka alanlarında yer alan amaçlar (1 amaç)
25.63
24.12
Sözel-dilsel ve mantıksal-matematiksel zeka alanlarında 45
yer alan amaçlar (2 amaç)
22.61
Genel toplam (8 amaç)
199 100.0
Tablo 6 incelendiğinde, çalışma grubunda yer alan okul öncesi
eğitimi öğretmenlerine göre dil alanındaki 8 amaçtan 3’ü tek bir zeka
alanında (sözel-dilsel) yer almaktadır. Diğer amaçların de en çok 4 zeka
alanında yer aldığı görülmektedir. Amaçlardan 2’si (% 27.64) sözeldilsel, mantıksal-matematiksel, müziksel-ritmik ve içsel-özedönük zeka
alanlarında; 3’ü (% 25.63) sözel-dilsel zeka alanında; 1’i (% 24.12)
sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel ve müziksel-ritmik zeka alanlarında;
2’si (% 22.61) sözel-dilsel ve mantıksal-matematiksel zeka alanlarında
yer almaktadır. Öğretmenler amaçların en fazla dört zeka alanını
kapsadığına yönelik görüş belirtmişlerdir. Görüldüğü gibi amaçlarn en
çok kapsadığı ilk üç zeka alanı, sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel ve
müziksel-ritmik zeka alanlarıdır. Öğretmenlerin görüşlerine göre, dil
alanındaki hiçbir amaç, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyalkişilerarası, içsel-özedönük ve doğacı zeka alanlarında yer almamaktadır.
Tablo 7. Okul öncesi eğitim programında dil alanındaki yer alan
kazanımların çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanları açısından
değerlendirilmesine yönelik öğretmen görüşlerinin dağılımı
Zeka alanlarına göre dil alanındaki kazanımlar
f
%
Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal ve 60
27.91
sosyal-kişilerarası zeka alanlarında yer alan kazanımlar (7
kazanım)
Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal, 55
25.58
müziksel-ritmik ve içsel-özedönük zeka alanlarında yer
alan kazanımlar (13 kazanım)
Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, müziksel-ritmik ve 35
16.28
sosyal-kişilerarası zeka alanlarında yer alan kazanımlar (3
kazanım)
Gülay EKİCİ – Hülya GÜLAY OGELMAN- Feyza UÇAR
/ 95
Sözel-dilsel ve mantıksal-matematiksel zeka alanlarında 33
yer alan kazanımlar (2 kazanım)
15.35
Sözel-dilsel, müziksel-ritmik ve bedensel-kinestetik zeka 21
alanlarında yer alan kazanımlar (5 kazanım)
9.77
Sözel-dilsel, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyal- 11
5.12
kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan
kazanımlar (7 kazanım)
Genel toplam (37 kazanım)
215 100.0
Tablo 7’de görüldüğü gibi, öğretmenlerin görüşlerine göre dil
alanında yer alan 37 kazanımın tamamı birden fazla zeka alanı içinde yer
almaktadır. Kazanımlar en az iki, en çok da beş zeka alanında yer
almaktadır. Kazanımlardan 7’si (% 27.91) sözel-dilsel, mantıksalmatematiksel, görsel-uzamsal ve sosyal-kişilerarası zeka alanlarında;
13’ü (% 25.58) sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal,
müziksel-ritmik ve içsel-özedönük zeka alanlarında; 3’ü (% 16.28) sözeldilsel, mantıksal-matematiksel, müziksel-ritmik ve sosyal-kişilerarası
zeka alanlarında; 2’si (% 15.35) sözel-dilsel ve mantıksal-matematiksel
zeka alanlarında; 5’i (% 9.77) sözel-dilsel, müziksel-ritmik ve bedenselkinestetik zeka alanlarında; 7’si (% 5.12) sözel-dilsel, görsel-uzamsal,
bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka
alanlarında yer almaktadır. Amaçların en çok kapsadığı ilk üç zeka alanı,
sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal ve sosyalkişilerarası zeka alanlarıdır. Öğretmen görüşlerine göre hiçbir kazanım,
doğacı zeka alanında yer almamıştır.
Tablo 8. Okul öncesi eğitim programında bilişsel alanda yer alan
amaçların çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanları açısından
değerlendirilmesine yönelik öğretmen görüşlerinin dağılımı
Zeka türlerine göre bilişsel alandaki amaçlar
f
%
Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel ve görsel-uzamsal 60 31.58
zeka alanlarında yer alan amaçlar (4 amaç)
Mantıksal-matematiksel
ve
görsel-uzamsal
zeka 57
alanlarında yer alan amaçlar (10 amaç)
Sözel-dilsel ve görsel-uzamsal zeka alanlarında yer alan 33
amaçlar (3 amaç)
Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal ve 25
içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan amaçlar (4 amaç)
30.00
17.37
13.16
96 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
Sözel-dilsel, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka 15
7.89
alanlarında yer alan amaçlar (1 amaç)
Genel toplam (21 amaç)
190 100.0
Tablo 8 incelendiğinde, bilişsel alandaki 21 amacın tamamı birden
fazla zeka alanı içinde yer almaktadır. Amaçlar en az iki, en çok ise dört
zeka alanında yer almaktadır. Amaçlardan 4’ü (% 31.58) sözel-dilsel,
mantıksal-matematiksel ve görsel-uzamsal zeka alanlarında; 10’u (%
30.00) mantıksal-matematiksel ve görsel-uzamsal zeka alanlarında; 3’ü
(% 17.37) sözel-dilsel ve görsel-uzamsal zeka alanlarında; 4’ü (% 13.16)
Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal ve içsel-özedönük
zeka alanlarında; 1’i (% 7.89) sözel-dilsel, sosyal-kişilerarası ve içselözedönük zeka alanlarında yer almaktadır. Amaçların en çok kapsadığı
ilk üç zeka alanı, sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel ve görsel-uzamsal
zeka alanlarıdır. Öğretmenlerin görüşlerine göre, bilişsel alanındaki hiçbir
amaç bedensel-kinestetik, müziksel-ritmik ve doğacı zeka alanlarında yer
almamaktadır.
Tablo 9. Okul öncesi eğitim programında bilişsel alanda yer alan
kazanımların çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanları açısından
değerlendirilmesine yönelik öğretmen görüşlerinin dağılımı
Zeka alanlarına göre bilişsel alandaki kazanımlar
f
%
Mantıksal-matematiksel,
görsel-uzamsal,
bedensel- 60 20.07
kinestetik ve içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan
kazanımlar (20 kazanım)
Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal ve 55 18.39
içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan kazanımlar (37
kazanım)
Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal, 50 16.72
sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında yer
alan kazanımlar (2 kazanım)
Sözel-dilsel, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyal- 49 16.39
kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan
kazanımlar (16 kazanım)
Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel ve görsel-uzamsal 47 15.72
zeka alanlarında yer alan kazanımlar (17 kazanım)
Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, sosyal-kişilerarası ve 38 12.71
içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan kazanımlar (5
kazanım)
Genel toplam (97 kazanım)
29 100.0
Gülay EKİCİ – Hülya GÜLAY OGELMAN- Feyza UÇAR
/ 97
Tablo 9 incelendiğinde, öğretmenlerin görüşlerine göre bilişsel
alanda yer alan 97 kazanımın tamamı birden fazla zeka alanı içinde yer
almaktadır. Kazanımlar en az üç, en çok beş zeka alanında yer
almaktadır. Kazanımlardan 20’si (% 20.07) mantıksal-matematiksel,
görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik ve içsel zeka alanlarında; 37’si (%
18.39) sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal ve içsel zeka
alanlarında; 2’si (% 16.72) sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görseluzamsal, sosyal-kişilerarası ve içsel zeka alanlarında; 16’sı (% 16.39)
sözel-dilsel, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası ve
içsel zeka alanlarında; 17’si (% 15.72) sözel-dilsel, mantıksalmatematiksel ve görsel-uzamsal zeka alanlarında; 5’i (% 12.71) Sözeldilsel, mantıksal-matematiksel, sosyal-kişilerarası ve içsel zeka
alanlarında yer almaktadır. Amaçların en çok kapsadığı ilk üç zeka alanı,
sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel ve içsel-özedönük zeka alanlarıdır.
Öğretmen görüşlerine göre hiçbir kazanım, müziksel-ritmik ve doğacı
zeka alanında yer almamıştır.
Tablo 10. Okul öncesi eğitim programında özbakım becerileri
alanında yer alan amaçların çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanları
açısından değerlendirilmesine yönelik öğretmen görüşlerinin dağılımı
Zeka alanlarına göre özbakım becerileri
alanındaki amaçlar
Sözel-dilsel, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyalkişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan
amaçlar (3 amaç)
Mantıksal-matematiksel,
görsel-uzamsal,
bedenselkinestetik, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka
alanlarında yer alan amaçlar (1 amaç)
Bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası, içsel ve doğacı
zeka alanlarında yer alan amaçlar (1 amaç)
Genel toplam (5 amaç)
f
%
46
56.79
20
24.69
15
81
18.52
100.0
Tablo 10 incelendiğinde, öğretmenlere göre özbakım becerileri
alanındaki 5 amacın tamamı birden fazla zeka alanı içinde yer almaktadır.
Amaçlar en az dört, en çok ise beş zeka alanında yer almaktadır.
Amaçlardan 3’ü (% 56.79) sözel-dilsel, görsel-uzamsal, bedenselkinestetik, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında; 1’i (%
24.69) mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik,
98 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında; 1’i (% 18.52)
bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası, içsel-özedönük ve doğacı zeka
alanlarında yer almaktadır. Amaçların en çok kapsadığı ilk üç zeka alanı,
bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarıdır.
Öğretmenlerin görüşlerine göre, özbakım becerileri alanındaki hiçbir
amaç müziksel-ritmik zeka alanında yer almamaktadır.
Tablo 11. Okul öncesi eğitim programında özbakım becerilerine
ilişkin kazanımların çoklu zeka kuramına dayalı zeka alanları açısından
değerlendirilmesine yönelik öğretmen görüşlerinin dağılımı
Zeka türlerine göre özbakım becerileri alanındaki
kazanımlar
Sözel-dilsel, müziksel-ritmik, bedensel-kinestetik, sosyalkişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan
amaçlar (1 amaç)
Mantıksal-matematiksel,
görsel-uzamsal,
bedenselkinestetik, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük zeka
alanlarında yer alan amaçlar (6 amaç)
Bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası, içsel-özedönük ve
doğacı zeka alanlarında yer alan amaçlar (4 amaç)
Sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal,
bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük
zeka alanlarında yer alan amaçlar (9 amaç)
Sözel-dilsel, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyalkişilerarası ve içsel-özedönük zeka alanlarında yer alan
amaçlar (2 amaç)
Görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası,
içsel ve doğacı zeka alanlarında yer alan amaçlar (4 amaç)
Genel toplam (26 kazanım)
f
%
60 24.19
55 22.18
51 20.56
38 15.32
23 9.27
21 8.47
24 100.0
Tablo 11’de, öğretmenlerin görüşlerine göre özbakım becerileri
alanında yer alan 26 kazanımın tamamı birden fazla zeka alanı içinde yer
almaktadır. Kazanımlar en az dört, en çok da altı zeka alanında yer
almaktadır. Kazanımlardan 1’i (% 24.19) mantıksal-matematiksel, görseluzamsal, bedensel-kinestetik ve içsel-özedönük zeka alanlarında; 6’sı (%
22.18) mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik,
sosyal-kişilerarası ve içsel zeka alanlarında; 4’ü (% 20.56) bedensel-
Gülay EKİCİ – Hülya GÜLAY OGELMAN- Feyza UÇAR
/ 99
kinestetik, sosyal-kişilerarası, içsel ve doğacı zeka alanlarında; 9’u (%
15.32) sözel-dilsel, mantıksal-matematiksel, görsel-uzamsal, bedenselkinestetik, sosyal-kişilerarası ve içsel zeka alanlarında; 2’si (% 9.27)
sözel-dilsel, görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik, sosyal-kişilerarası ve
içsel zeka alanlarında; 4’ü (% 8.47) görsel-uzamsal, bedensel-kinestetik,
sosyal-kişilerarası, içsel ve doğacı zeka alanlarında yer almaktadır.
Amaçların en çok kapsadığı ilk üç zeka alanı, bedensel-kinestetik, sosyalkişilerarası ve içsel zeka alanlarıdır. Öğretmen görüşlerine göre hiçbir
kazanım, müziksel-ritmik zeka alanında yer almamıştır.
4.TARTIŞMA
Çalışmanın sonuçlarına bakıldığında, psikomotor alanda amaç ve
kazanımların en çok kapsadığı zeka alanı, bedensel-kinestetik zeka alanı
olurken, öğretmen görüşlerine göre bu alandaki hiçbir amaç ve kazanım
sosyal-kişilerarası ve doğacı zekada yer almamıştır.
Sosyal-duygusal alanda amaç ve kazanımların en çok kapsadığı
zeka alanı, sözel-dilsel; kazanımların en çok kapsadığı zeka alanı ise,
sosyal-kişilerarası zeka alanlarıdır.
Dil ve bilişsel alanlarda yer alan amaç ve kazanımların en çok
kapsadığı zeka alanı, sözel-dilsel zeka olmuştur.
Öz bakım becerilerinde amaç ve kazanımların en çok kapsadığı
zeka alanı, bedensel-kinestetik zeka alanı olurken; öğretmenlerin
görüşlerine göre, öz bakım becerileri alanındaki hiçbir amaç müzikselritmik alanında yer almamaktadır. Genel olarak bakıldığında, sözel-dilsel
zeka alanının üç gelişim alanındaki amaç ve kazanımlarda, bedenselkinestetik zeka alanının ise psikomotor ve öz-bakım alanlarındaki amaç
ve kazanımlarda en çok yer alan zeka alanı olduğu görülmektedir. Sosyalkişilerarası, doğacı ve müziksel-ritmik alanlarının bazı gelişim
alanlarındaki amaç ve kazanımlarda hiç yer almadığı bir diğer çarpıcı
sonuçtur. MEB Okul Öncesi Eğitim Programı’ndaki amaç ve
kazanımların, öğretmen görüşlerine dayalı olarak çoklu zeka alanlarına
göre değerlendirildiği bu çalışmanın bulguları, okul öncesi eğitim
programındaki tüm gelişim alanlarında, çoklu zeka alanlarının yeteri
ölçüde temsil edilmediğini ortaya çıkarmıştır.
Başbay’ın (2000) yaptığı benzer bir çalışmada sınıf öğretmenliği
programının çoklu zeka kuramının özelliklerini tam olarak yansıtmadığı,
daha çok sözel ve mantıksal matematiksel zeka üzerinde yoğunlaşıldığı
sonucuna ulaşılmıştır. Oysa çoklu zeka kuramı ile yapılan etkinlikler,
100 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
öğrencilerin okula ve kendilerine karşı olumlu tutum geliştirmesini
desteklemekte, öğrencilerin başarısını ve yaratıcılıklarını attırmaktadır
(Janes ve diğ., 2000; Çetin ve Yükselen, 2005). Ayrıca çoklu zeka
uygulamaları, çocukların işbirliği içinde hareket etmelerini ve sosyal
becerilerinin gelişimini desteklemektedir (Kolb ve Weede, 2001).
Anaokulunda ve birinci sınıflarda yapılan bir çalışmada çocuklara çoklu
zeka uygulamaları ile etkinlikler uygulandığında okuma, yazma ve
dinleme becerilerinde artış görülmektedir (Lowe ve diğ., 2001). Yapılan
araştırmalar göstermektedir ki, çoklu zeka uygulamaları çocukların bir
çok becerisinin gelişimiyle birlikte var olan gelişim alanlarını da
desteklemektedir (Janes ve diğ., 2000; Kolb ve Weede, 2001; Bayhan,
2003; Ulutaş, 2005). Bu nedenle uygulanmakta olan okul öncesi eğitim
programının amaç ve kazanımlarını tekrar ele almakta yarar vardır.
Araştırmada bazı sınırlılıklar da yer almaktadır. Çalışma altmış
okul öncesi öğretmeni ile sınırlıdır. Sonraki çalışmalarda öğretmen sayısı
arttırılabilir. Ayrıca öğretmen görüşlerinin yanı sıra araştırmacıların
görüşlerine de yer verilebilir. Öğretmenlerin ve araştırmacıların görüşleri
karşılaştırılabilir. Çalışma, çoklu zeka alanlarının okul öncesi eğitim
programında yer alan amaç ve kazanımları içinde temsil edilmesine
dayalıdır. Konu ile ilgili sonraki çalışmalarda, okul öncesi eğitim
programı farklı değişkenler açısından ele alınabilir. Okul öncesi
öğretmenlerinin görüşleri ile çoklu zeka alanlarına yönelik etkinlik
uygulamaları arasındaki ilişkiler gibi farklı konularda araştırmalar
yapılabilir. Bunların yanı sıra konuyla ilgili aşağıdaki öneriler
belirtilebilir;
1. Okul Öncesi Eğitim Programı’nda yer alan amaç ve kazanımlar,
doğacı zekâ, müziksel-ritmik zeka, sosyal-kişilerarası ve içsel-özedönük
zeka alanları açısından zenginleştirilmelidir.
2.
Eğitim
kurumlarında
çoklu
zeka
uygulamaları
yaygınlaştırılmalıdır.
3. Eğitimcilere çoklu zekâ kuramının eğitim sistemi için önemini
anlatan hizmet içi eğitimler verilmelidir. Verilecek eğitimlerde kuramın
tanıtılmasının yanı sıra kurama eğitim uygulamalarında nasıl yer
verileceği etkinlik örnekleri ile belirtilmelidir.
4. Okul öncesi dönemde çoklu zekâya yönelik araştırmalar
arttırılmalıdır.
5. Ailelerle işbirliği içerisinde her çocuğun ilgi ve yeteneğinin
farklı olduğu düşünülerek, çocuğa yönelik ortamlar hazırlanmalı ve
çocuğun ilgisine giren alanlarda etkinlikler geliştirilmelidir.
Gülay EKİCİ – Hülya GÜLAY OGELMAN- Feyza UÇAR
/ 101
6. Çoklu zeka kuramı gibi okul öncesi eğitimi de kapsayan yeni
yaklaşımlar,
modellerle
ilgili
araştırmalar
arttırılmalı
ve
yaygınlaştırılmalıdır.
7. Okul öncesi dönem çocuklarının çoklu zeka alanlarını
desteklemeye yönelik proje çalışmaları uygulanmalıdır.
102 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
KAYNAKÇA
Açıkgöz, M.(2003). Çoklu Zeka Kuramı’na Uygun Hazırlanmış Alıştırma
Yazılımlarının İlköğretim 5. Sınıf Öğrencilerinin
Başarısına Etkisi, Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi,
Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
Aral, N.(1993). Çocuklarda Ve Ergenlerde İlgilerin Gelişimi, 9. Ya-Pa
Okulöncesi Eğitimi ve Yaygınlaştırılması Semineri, 2628, Ankara.
Armstrong, T. (2000). In Their Own Way, Penguin Putman Inc, New
York.
Baldes, D., Cahil, C. ve Moretto, F. (2000). Motivating student to learn
through multiple intelligences, cooperative learning,and
positive discipline. Master of Arts Action Research
Project, Saint Xavier University and Skylight
Professional Development Field- Based Master’s
Program, http./www.eric.org./ED 442 574 (Erişim
Tarihi:15.05 .2012)
Başbay, A. (2000). Çoklu zeka kuramına göre eğitim programları ve sınıf
içi etkinliklerin incelenmesi. Yüksek Lisans Tezi,
Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Ankara.
Bayhan, D. (2003). Çoklu zeka kuramına dayanan okuma-yazmaya
hazırlık programının, altı yaş çocuklarının okula hazır
bulunuşluk düzeylerine etkilerinin incelenmesi. Yüksek
lisans tezi . Marmara Üniversitesi, Eğitim Bilimleri
Enstitüsü, İstanbul.
Baykal, İ. A. (2005). Sosyal Bilgiler Dersinde Uygulanan Çoklu Zeka
Kuramının Öğrencilerin Akademik Başarılarına Etkileri,
Yüksek Lisans Tezi (basılmamış), Gazi Üniversitesi.
Bulut-Pedük Ş. (2007). Altı Yaş Grubundaki Çocuklara Çoklu Zeka
Kuramına Dayalı Olarak Verilen Matematik Eğitiminin
Matematik
Yeteneğine
Etkisinin
İncelenmesi,
Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Fen
Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
Checkley, K. (1997). The first seven...the eight, Educational Leadership,
55(1), 8–13.
Çelebi-Öncü, E. (2010). Erken çocukluk döneminde yaratıcılık ve
geliştirilmesi, Pegema Yayınları, Ankara.
Gülay EKİCİ – Hülya GÜLAY OGELMAN- Feyza UÇAR
/ 103
Çetin, Z. ve Yükselen, A. (2005). Çoklu zeka eğitim programlarının
çocukların yaratıcılıkları üzerinde etkisi. Yaşadıkça
Eğitim, 87, 38-40.
Darıca, N.(2009). Çoklu zeka kuramına uygun gelişimsel etkinlikler,
Morpa Yayınları, İstanbul.
Demirel, Ö., Akınoğlu, O., Acat, M.B., Avanoğlu, Y., Bağcıoğlu, G.,
Özkan, B., Sayan, H., Sıvacı, S.Y., Şahinel, S. ve Talu,
N.(1998). İlköğretimde çoklu zeka kuramının
uygulanması. VII. Ulusal Eğitim Bilimleri Kongresi
Selçuk Üniversitesi Eğitim Fakültesi, Cilt I, 531–546.
Demirel, Ö. (2000).
Kuramdan uygulamaya eğitimde program
geliştirme, Pegem Yayıncılık, Ankara.
Ekiz. D. (2003). Eğitimde araştırma yöntem ve metotlarına giriş, Anı
Yayıncılık, Ankara.
Ekşi, G. (2009).Multıple short story actıvıtıes for very young learners
wıth multıple tastes, Ekev Akademi Dergisi, Yıl: 13, Sayı:
40.
Elibol, O. F. (2000). Anasınıfına Devam Eden Altı Yaş Grubu Çocukların
Çoklu Zeka Teorisine Göre Değerlendirilmesi, Yüksek
Lisans Tezi , Hacettepe Üniversitesi, Ankara.
Erman, A. (2003). İlköğretim 4. Sınıf Öğrencilerinin Çoklu Zeka
Türlerindeki Dağılım Ve Düzey Ölçümlerinin Müziksel
Zeka Düzeyleriyle Karşılaştırmalı İncelenmesi, Yüksek
Lisans Tezi, , Gazi Üniversitesi, Eğitim Bilimleri
Enstitüsü, Ankara.
Gardner, H. (1999). Intelligence Reframed, Basic Books, New York.
Hoerr T. R. (2002). More about multiple intelligences, Early Childhood
Today, 16(4), 43.
Janes, L. M., Koutsopanagos, C. L., Mason, D. S., and Villaranda,
I.(2000) Improving student motivation through the use of
engaged learning, cooperative learning and multiple
intelligences. . Master of arts action research project,
Saint Xavier University and Skylight Professional
Development Field- Based Master’s Program. 80 p.,
http./www.eric.org. (Erişim Tarihi:08.05.2012)
Karadağ, A. (2009). Okul Öncesinde Çoklu Zeka, Kök yayıncılık,
Ankara.
104 / Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
Karasar, N. (1998). Bilimsel Araştırma Yöntemi, 8. Basım, Nobel
Yayıncılık, Ankara.
Kolb, K. ve Weede, S.(2001). Teaching prosocial skills to young children
to
increase
emotionally
intelligent
behavior.
http./www.eric.org.(ErişimTarihi: 10.06.2012)
Köksal, M.S. (2006). Kavram öğretimi ve çoklu zeka teorisi, Kastamonu
Eğitim Dergisi, Cilt:14, No:2, 473-480.
Köroğlu, H. ve Yeşildere, S.(2004). İlköğretim Yedinci Sınıf Matematik
Dersi Tamsayılar Ünitesinde Çoklu Zeka Teorisi Tabanlı
Öğretimin Öğrenci Başarısına Etkisi, Gazi Eğitim
Fakültesi Dergisi, Cilt 24, Sayı:2, 25-41.
Kutluca, T.; Çatlıoğlu, T.; Birgin, O.; Aydın, M. ve Butakın, V. (2009).
Çoklu Zekâ Kuramına Göre Geliştirilen Etkinliklere
Dayalı Öğretime İlişkin Öğretmen Ve Öğrenci Görüşleri,
Dicle Üniversitesi Ziya Gökalp Eğitim Fakültesi Dergisi,
12, 1-16.
Lowe, K., Nelson, A., O’donnell, K. and Walker, M. C. (2001)
Improving reading skills. Master of arts action research
Project, Saint Xavier University and Skylight
Professional Development Field- Based Master’s
Program.91p., http./www.eric.org. (Erişim Tarihi:12
.06.2012)
Müftüler, M. (2009). Üniversite Öğrencilerinin Çoklu Zeka Alanlarına
Göre Serbest Zaman Tercihlerinin Belirlenmesi, Türkiye
Kick Boks Federasyonu Spor Bilimleri Dergisi, Cilt:1,
Sayı:2, Ocak, 2009.
Özdemir, P. (2002). The Effects Of İnstructional Strategies Based On The
Principles Of Multiple İntelligence Theory On
Understanding Of “Diversity Of Livings Things”, Yüksek
Lisans Tezi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Middle East
Technical University, Ankara.
Saban, A. (2002). Çoklu Zeka Teorisi Ve Eğitim, 2. Basım, Nobel
Yayınları, Ankara.
Silver, H., Strong, R. and Perini, M. (1997). Intergrating Learning Styles
And Multiple İntelligence, Educational Leadership, 41,
22-27.
Temur, Ö. D. (2001). Çoklu Zeka Kuramına Göre Hazırlanan Öğretim
Etkinliklerinin 4.Sınıf
Öğrencilerinin Matematik
Gülay EKİCİ – Hülya GÜLAY OGELMAN- Feyza UÇAR
/ 105
Erişilerine Ve Öğrenilen Bilgilerin Kalıcılığına Etkisi,
Yüksek Lisans Tezi , Gazi Üniversitesi, Ankara.
Tuğrul, B. ve Elibol, F. (2001). Altı Yaş Çocuklarının Güçlü Oldukları
Çoklu Zeka Türlerinin Belirlenmesi Ve Çocukların
Tercihi İle Ailelerinin Görüşlerinin Karşılaştırılması,
Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Dergisi, 1, 4-5.
Tuğrul, B. ve Duran, E. (2003). Her Çocuk Başarılı Olmak İçin Bir Şansa
Sahiptir: Zekanın Çok Boyutluluğu Çoklu Zeka Kuramı,
Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, 24,
224-333.
Türkuzan, R. (2004). Çoklu Zeka Kuramının Lise 1. Sınıf Öğrencilerinin
Öz Kütle Konusunu Anlamalarına Ve Öğrendikleri
Bilgilerin Kalıcılığına Etkisi, Yüksek Lisans Tezi
(basılmamış), Gazi Üniversitesi, Ankara.
Ulutaş, İ. (2005).Anasınıflarına devam eden altı yaş çocuklarının
duygusal zekalarına duygusal zeka eğitiminin etkisinin
incelenmesi. Doktora Tezi (basılmamış). Gazi
Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
Uysal, E. (2006). Farklı Okul Öncesi Eğitim Kurumlarına Devam Eden
Altı Yaş Grubundaki Çocukların Çoklu Zeka Kuramına
Göre İncelenmesi, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Ankara Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Ankara.
Yavuz K. E.(2001). Çoklu zeka teorisi ve uygulamaları, Özel Ceceli
Okulları Yayınları, Ankara.
Yenilmez, K. ve Bozkurt, E. (2006). Matematik eğitiminde çoklu zekâ
kuramına yönelik öğretmen düşünceleri, Mehmet Akif
Ersoy Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Aralık.
Muammer Bayraktutar / 106
FUÂD KÖPRÜLÜ’NÜN İZLENİMLERİYLE
OXFORD’DA TOPLANAN XVII. BEYNE’L-MİLEL
MÜSTEŞRİKLER KONGRESİ (*)
Yazan: Müderris Köprülü-zâde Mehmed Fuad **
Çev: Yrd. Doç. Dr. Muammer Bayraktutar ***
Oxford İctimâ‘î Beyne’l-Milel Müsteşrikler Kongresi’nin on
yedinci toplanışıydı. İlk def‘a 1873 senesinde Paris’de toplanan kongre
sırasıyla Londra, Ptersbrug, Floransa, Berlin, Leiden, Viyana, Stockholm,
Londra, Cenova, Paris, Roma, Hamburg, Cezayir, Kopenhang, Atina
şehirlerinde toplanmış ve 1912’deki son Atina Kongresi’nde gelecek
ictimâ‘nın 1915’de Oxford’da olması kararlaşmıştı. Araya Cihân
Harbi’nin girmesi ve harb bittikten sonra da milletler arasındaki
münâsebâtın tanzîmi içün uzun zamanlar geçmesi kongrenin on üç sene
te’hîrle toplanmasına sebep oldu.
Bunlardan Stockholm Kongresi’ne merhûm Ahmed Mithad
Efendi, son Atina Kongresine de merhûm Ahmet Hikmet Bey Osmanlı
Hükûmeti mümessili olarak iştirâk etmişlerdi. Diğer kongrelere
hükümetin resmen iştirâk edip etmediğini ma‘a’l-esef bilmiyorum.
Son kongrenin tertîbi işlerini Oxford Dâru’l-funûnuna mensûb
“Hind Tedkîkâtı Enstitüsü” der-‘uhde etmişdi. Ekseriyesi Oxford’un Şark
tedkîkâtıyla tevaggul eden profesörlerden mürekkeb olmak üzere bir
‘umûm-i kavmiyete bir de daha mahdûd a‘zâdan mürekkeb bir fa‘âl
hey’et teşkîl etti. Usûlden olduğu vechile bütün hükûmetlere, dâru’lfunûnlara, akademilere, ‘ilmî cem‘iyetlere da‘vetnâmeler gönderildi.
Ayrıca bu işlerle ‘alâka-dâr bütün mütehassısların iştirâkı ricâ edildi.
Türkiye Cumhûriyeti ve İstanbul Dâru’l-funûnu da ayrı ayrı
da‘vetnâmeler aldılar ve kongreye resmî sûrette iştirâkı kabûl ettiler.
Kongre tertîb hey’etinin mesâ‘isi parlâk sûrette neticelendi:
Belçika, İngiltere, Danimarka, Mısır, Fransa, Almanya, Macaristan,
İtalya, Japonya, Hollanda, Norveç, İran, Polonya, Portekiz, İsveç,
Türkiye, Amerika devletleriyle Papalık, resmî murahhaslar göndermek
sûretiyle iştirâk ettiler. Dâru’l-funûnlar arasında, İngiltere’nin birçok
dâru’l-funûnları, Almanyanın oniki dâru’l-funûnu bi’l-hassa göze
* Daru’l-Funûn Edebiyat Fakültesi Mecmû‘ası, c. IV, sy. 4, Teşrîn-i Evvel, 1928, s. 678-686.
** İstanbul Dâru’l-Funûn Edebiyat Fakültesi Reîsi.
*** Kilis 7 Aralık Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi. mbayraktutar@kilis.edu.tr
107/ Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
çarpıyordu. Avrupa, Amerika ve Asya’nın altmış bir dâru’l-fünûnu, on üç
akademisi, elli iki ilmî müessesesi ayrı ayrı mümessiller yollamışlardı.
Husûsî sûrette iştirâk edenlerle birlikte kongre a‘zâsının yekûnu
altıyüzden aşağı değildi.
Bütün bu cins kongrelerde mu‘tâd olduğu üzere kongre daha
evvelce dokuz şu‘beye ayrılmıştı:
I.
Umûmî Kısım (Antropoloji, Etnografya, Kable’t-Târîh
Arkeolojisi, Mukâyeseli Esâtîr, Halkiyyât).
II.
Asuriyyât ve ona müte‘allik sâ’ir sahalar; Eski el-Cezire
ve Eski Anadolu.
III.
Mısır ve Afrika.
IV.
Merkezî ve Şimâlî Asya, Tibet.
V.
Aksâ-yı Şark, Hind Çin’i, Malezya, Polinezya.
VI.
Eski Hind, Yeni Hind, Seylan, İran, Ermenî, Kafkasya
sahaları Tedkîkâtı.
VII.
Ahd-i Atîk, İbrânî ve Âramî Tedkîkâtı
VIII. İslâm ve Türk Târîhi, Lisân ve Edebiyât vb.
IX.
Şark San‘atı.
Kongreye iştirâk edenlerin adedi ilk tahmînden pek fazla olduğu
gibi, kongrede okunmak üzere hazırlanan tedkîknâmelerin mikdârı da pek
çok olduğundan hey’et-i tertîbiyye esâsen çok geniş olan altıncı şu‘beyi
üçe ayırdı ve böylece şu‘belerin adedi on bire iblâğ edildi.
Bu şu‘belerde okunan tedkîkâtnâmelerin adedi bi’l-hassa dikkâte
şâyândır:
Birinci şu‘bede 27, ikinci şu‘bede 22, üçüncü şu‘bede 20,
dördüncü şu‘bede 7, beşinci şu‘bede 22, altıncı şu‘bede 34, altıncı
şu‘benin ikinci kısmında 24, üçüncü kısmında 26, yedinci şu‘bede 20,
sekizinci şu‘bede 33, dokuzuncu şu‘bede 27 rapor okunup münâkaşa
edildi. Bu sûretle kongrede hemen hemen 250 kadar tedkîknâme mevzû‘
bahs oldu. Kongrenin zabıtnâmeleri intişâr ettiği zaman XVII. Oxford
Müsteşrikler Kongresi’nin ne büyük bir fa‘aliyet gösterdiği pek iyi
anlaşılacaktır.
Kongre 27 Ağustos Pazartesi günü saat 21:00’de resmî sûrette
açıldı. ‘Ale’l-usûl nutuklar okundu ve resmî mümessillerin takdîm
merâsimi icrâ edildi. Merâsimden sonra gece yarısına kadar devâm eden
çay ziyâfetinde kongre a‘zâsı birbiriyle tanışıb görüştüler. Orada uzun
senelerden beri şahsen tanışmakta olduğumuz dostlara rast geldiğim gibi
gıyâben tanışıb mektûblaşmakta olduğumuz halde şahsen görüşmemiş
olduğumuz meslekdâşlarla da tanıştım. Kongrenin sâf ve samîmi ‘ilmî
havâsı içinde, dostluklar pek çabuk te’sîs ediverdi. Esâsen bu gibi
Muammer Bayraktutar / 108
kongrelerin en büyük faydası da, şüphesiz bu şahsi mu‘ârefelerdir. Salı
sabahından itibâren şu‘belerin ictimâ‘ı başladı. Dinlenecek raporlar pek
çok ve zaman darlığından günde üç ictimâ‘ yapılıyordu. Sabahtan öğleye
kadar öğleden sonra ve gece. Sabah ictimâ‘ları 3-4 sâ‘at, diğer ictimâ‘lar
ise 2 sâ‘at kadar sürüyordu. Sâ‘at üçle beş arasında ekseriyâ muhtelif çay
ziyâfetleri vardı. Oxford’un tıbkı bizim eski medrese binâlarını hatırlatan
kurûn-u vustâî binâları arasındaki ferâhlı, geniş ve güzel bahçelerde
verilen bu ziyâfetler pek samîmi oluyordu. Öğle yemeklerinden sonra,
kütübhâneleri, müzeleri, Oxford’un tarihi binâlarını gezmek içün ba‘zı
tenezzühler tertîb edilmişti. Çarşamba günü Büyük Britanya Hükûmeti
nâmına kongredeki resmî mümessiller şerefine büyük bir ziyâfet verildi.
Böylece kuvvetli ve devâmlı bir sûrette çalışan kongre, Cum‘a akşamı
mesâ‘isini bitirdi ve ertesi gün 11’de ‘umûmî ictimâ‘ akdedilerek nihâî
kararlar verildi. Nutuklar te‘âtî edildi ve üç sene sonra Leiden’de
toplanmak üzere kongrenin hitâmı i‘lân olundu.
Oxford Kongresi’nde beni alâkadâr eden mevzû‘lara aid mühîm
raporları dinlemek üzere, vakit buldukça muhtelif şu‘belere gidib istifâde
ediverdim. Meselâ Fransa arkeoloji âlimlerinden meşhûr Focha’nın Belh
Şehri Âsâr-ı Atîkası hakkındaki konferansını, Nikitin’in Urumiye
havalisindeki Afşarlar hakkında tedkîkâtını dinleyebildim. Lâkin
mesâ‘isine doğrudan doğruya iştirâk ettiğim sekizinci İslâm- Türk
Tedkîkâtı Şu‘besi ictimâ‘ları o kadar çoktu ki, bütün arzûma rağmen sâ’ir
şu‘belerde dinlemek istediğim bir tâkım konferanslarda bulunmak ma‘a’lesef kâbil olmadı. Meselâ programda Vadala isminde bir zâtın “Samsun
Şehrinin Mazîsi, Hâli, İstikbâli” adlı bir raporu ve yine Profesör
Focha’nın “Afganistan’da Son Âsâr-ı Atîka Taharriyâtı” hakkında
konferansı ve daha bu gibi yine alâka-dâr iden şeyler i‘lân edilmişti.
Ma‘a’l-esef bunlara gitmek için vakit bulamadım.
Türk-İslâm tedkîkâtı şu‘besinin re’isi Oxford Dâru’l-funûnunda
Arab Lisânı ve Edebiyâtı müderrisi Profesör Margolius’du. Arab Lisânı
ve Edebiyâtına ait birçok eski metinler neşretmiş ve muhtelif tedkîkâtta
bulunmuş olan bu fâzıl zât, şu‘benin mesâ‘îsini cidden büyük bir mahâret
ve nezâketle idâre etmiştir. Bizim şu‘bede Fransa’nın, İngiltere’nin,
İtalya’nın, Hollanda’nın ve bi’l-hassa Almanya’nın ve daha birçok
memleketlerin ma‘rûf İslâmiyât mütehassısları göze çarpıyordu. Herhâlde
gerek iştirâk eden âlimlerin şahsî kıymet ve şöhreti, gerek ictimâ‘larda
okunan raporların kıymet ve keyfiyyeti i‘tibâriyle, sekizinci şu‘be, bütün
kongrenin en kuvvetli şu‘belerinden birini teşkîl ediyordu. Umûmî
alakayı celbeden raporlar okunduğu zamânlar, salonda elli kişiden fazla
sâmiîn kitlesine tesadüf ediliyordu.
109/ Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
Yalnız şurasını esefle söylemek lâzımdır ki şu‘bemizde okunan
raporlar arasında Türk tedkîkâtına aid olanlar fevka’l-âde mahdûd idi.
Acem ve bi’l-hassa Arab tedkîkâtına nisbetle Türkoloji’nin bu kadar
mahdûd bir dâirede kalması, bu husûsda bütün medeniyyet dünyası
karşısında bize terettüb eden ‘ilmî vazîfenin ehemmiyetini ve ağırlığını
gösteriyor. “Anadolu Lehçeleri Tedkîkâtı Mes’elesinin Bugünkü
Hâli”nden bahis bir rapor okuyacağı programda ‘i’lân edilen Polonyalı
Profesör Kovalski kongreye iştirâk edemediği gibi, Osmanlı Târîhi’ne ait
bir rapor okuyacak olan Alman müsteşriki Profesör Babinger de Oxford’a
gelmemişti.
Vatikan’dan gelen Papalık mümessillerinin reîsi Molla adlı
ihtiyâr bir rahipti. Bu rahibin esâsen Türk olup sonradan Katolik dinini
kabûl ettiğini İngiliz gazeteleri yazdılar. Bu zâtın Nâmık Kemâl’in
meşhur Renan Müdâfaanâmesi hakkında bir rapor okuyacağı evvelce
programda ‘i’lân edilmişti. Fakat bilmem neden, Molla bu raporunu
kongrede okuyamadı. Öyle sanıyorum ki ‘ilmî bir mahiyette olmaktan
ziyâde sırf Katolikliğin nokta-i nazarından dinî bir tenkîd mahiyetinde
olan bu raporun okunmasına, kongre hey’eti râzı olmadı. Çünkü bu gibi
‘ilmî kongrelerde, böyle dinî ve i‘tikâdî mahiyette münâkaşalar tamâmen
memnû‘dur. İşte bu i‘tibarla kongrede, Türkoloji’ye aid mevzû‘
bahsedilen hemen yegâne mes’ele, benim “Harzemşahlar Devrinde Bir
Türk Lisâncısı” adlı raporum oldu. Evvelce Türkiyât Mecmû‘ası’nın
ikinci cildinde bundan bahsetmiştim. Burada rapor mevzû‘unu hulâsaten
arz edeyim:
Rus Türkiyâtçılarından Melioransky 1900’da Türk Lisânına ait
eski eserler hakkında gayet mühim bir tedkîk neşretmişti. Bu
tedkîknâmede, İslâmiyetten sonra Türk Lisânına aid yazılan en eski eser
olmak üzere Muhammed b. Kays isminde bir müellifin “Son Harzem
Hikmetdârı Celâleddîn Namına Te’lîf Etmiş Olduğu Kitâb”
zikrolunuyordu. Melioransky’den sonra da Türk Lisânına aid eski
eserlerden bahseden bir tâkım Macar ve Rus âlimleri ne Muhammed b.
Kays hakkında ne de onun bu mühim eseri hakkında hiçbir ma‘lûmâta
mâlik olmadığımızdan müteessifâne bahsettiler. İbn Muhanna adlı
İlhanlılar devrinde yaşamış bir Arap lugatcisi üç beş sene evvel
İstanbul’da tab‘ edilen Hilyetu’l-Lisân adlı eserinin iki yerinde bu
Muhammed b. Kays’ın eserinden bahsetmiş ve Melioransky bunun
mevcûdiyetini ondan öğrenmişti. Halbuki Türk Lisânına aid bu yedi
asırlık eserin mahiyetini ve muahhar müellifler tarafından ondan istifade
edilib edilmediğini öğrenmek Türk filolojisi itibariyle çok büyük bir
ehemmiyeti hâizdir.
Muammer Bayraktutar / 110
İşte Oxford’da okuduğum raporlarımın birinde, bu eski eser ve
muharriri hakkında yeni bir takım ma‘lûmât vermeğe muvaffak oldum.
Muhammed b. Kays’ın te’lîf ettiği lugat kitâbının yalnız İbn Muhanna’ya
değil, sâir bir takım muahhar İran müelliflerine de ma‘lûm olduğunu, bir
takım İran lugat kitâblarında ondan doğrudan doğruya veya bi’l-vâsıta
alınmış ma‘lûmâta tesâdüf edildiğini îzâh ettim. Sonra bu kitâbın isminin
“Tıbyânu'l-Lugati't-Türkî ‘alâ Lisâni'l-Kanklı” olduğunu yani Harzem’de
büyük bir ekseriyet teşkîl eden Kanklı Türklerinin lehçesini ihtivâ ettiğini
de gösterdim. Ondan sonra da Muhammed b. Kays’ın şimdiye kadar
zannedildiği gibi mechûl bir adam değil, bi’l-akis o devrin çok ma‘rûf bir
âlimi olduğunu meydana koydum. Fi’l-hakîka bu adamın şahsı ve bir
takım eserleri İran Filolojisi’yle iştigâl edenler arasında pek ma‘rûf
olduğu gibi, İran Sınâyi-i Edebiyesine ait pek mühim bir eseri de
mukaddimen Avrupa’da tab‘ edilmişti. Öyle olduğu halde bu adamla
Türkçe lugat yazmış olan Muhammed b. Kays’ın aynı adam olduğu
şimdiye kadar anlaşılamamıştı. İşte bu sûretle Türk Filolojisi’ne ait
mechûl çok mühim mes’elelerden biri, birden bire iyice tenevvür etmiş
oldu. Bu husûsda serdettiğim mulâhazaların kongrece hiçbir i‘tirâza
uğramadığını da ayrıca ilâve etmek isterim. Bu Fransızca raporum kongre
zabıtnâmelerinde aynen intişâr edecektir.
Kongrede İran tedkîkatı ikiye ayrılmıştı: İslâmiyyetten evvelki
İran tedkîkatıyla uğraşan şu‘be ayrıydı. Bizim şu‘bemizde yalnız
İslâmiyyetten sonraki İran’a aid tarîhî ve lisânî mes’eleler mevzû‘ bahs
oluyordu. Bu tedkîkât Türklüğe ait tedkîklere nisbetle epeyce çoktu.
Fakat Arab tedkîkâtıyla mukâyese edilince, bunun da pek mahdûd kaldığı
göze çarpıyordu. ‘Umûmî bir fikir vermek için bunlardan da kısaca
bahsetmek isterim:
Hollanda’nın genç ve kıymetli müsteşriklerinden Dr. Kramers
“Eski İslâm Coğrafya Eserlerinde İran An’anesi” nâmında cidden mühim
bir rapor okuyarak ilk İslâm coğrafyacılarında mevcûd olan bir takım
ma‘lûmâtın Sâsânî Devri an’anelerinden kalmış olduğunu gösterdi. Eski
İslâm coğrafyası hakkındaki tedkîkâtıyla tanınmış olan Mösyö Gabriel
Ferran da bunu te’yîd etti. Sonra İran Devleti nâmına kongreye iştirâk
eden Mirza Muhammed Han Kazvînî eski İran şâ‘irlerinden Bedr
Câcermî’nin oğlu tarafından yazılmış pek mühim eski bir şi‘îr mecmuası
hakkında ma‘lûmât verdi. Kıymetli neşriyyâtıyla Avrupa ilim âlemince
öteden beri tanınmış olan bu fâzıl zâtın raporu bir nokta-i nazardan
mühimdi. Hicri 141’de yazılan “Mûnisu’l-Ahrâr” nâmındaki bu şi‘îr
mecmû‘ası, birçok eski İran şâ‘irlerinin Fârisî şi‘îrlerini ihtivâ ediyordu
ki bunlar arasında Türk oldukları isimlerinden derhal anlaşılan ve şimdiye
kadar isimleri işitilmemiş olan muhtelif Türk şâ‘irleride mevcûttur.
111/ Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
Bunlardan Hasanoğlu adlı bir Türk şâ‘iri hakkında vaktiyle ben de
tedkîkât da bulunmuş ve ona ait bir takım makâleler neşretmiştim. Bu
makâlelerde Hasanoğlu’nun Hicrî sekizinci asır başlarında yaşadığını
mevcûd vesîkalardan istidlâlen tahmîn ediyordum. İşte Mûnisu’l-Ahrâr’ın
meydana çıkması bu tahmînde hiç aldanmadığımı kat’iyyetle meydâna
koydu. Yine bu mecmû‘ada Ömer Hayyâm’ın on iki rubâ‘isi de
mevcûddur ki şimdiye kadar bilinen rubâ‘îlerin en eskileri bunlardır.
Alman müsteşriki Baron Rozen 1928’de Berlin’de Kavyani matba‘asında
basılan “Rubâ‘îyyât-ı Hakîm Ömer Hayyâm” adlı eserinin zeylinde
bunları derc etmiş olduğu gibi, ma‘rûf İngiliz müsteşriki Sir Denisen
Ross da bunları İngilizce tercümesini Londra Şark Lisânları Mektebi
Mecmû‘ası’nda neşretmişti.
Genç İngiliz müsteşriklerinden Mösyö Levy, Abdullah Ensârî’ye
nisbet edilen eski bir Yusuf ve Zuleyha nüshası hakkındaki tedkîkâtından
bahsetti ve bunun ona aid olamayacağını pek müdellil bir sûrette gösterdi.
Bu sûretle eski bir hata ortadan kalkmış oldu. İran tedkîkâtı sahasında
bunlara ilâve olarak bir de benim Ömer Hayyâm hakkında okuduğum
rapor vardı. Fransızca metni kongrenin zabıtnâmelerinde tab‘ edilecek
olan bu raporumda Hayyâm’a aid pek mühim yeni bir vesîkadan
bahsettim.
Tebrîzli Yar Ahmed adlı bir müellif Hicrî 867 senesinde
Hayyâm’ın 487 rubâ‘îsini toplamış ve buna Hayyâm’ın hayatına aid
mühim ma‘lûmâtı muhtevî bir de tercüme-i hâli ilâve etmiş, eski Osmanlı
müelliflerinden muerrih Âlî ve son zamanlarda Hoca Fehîm bundan
istifâde etmişler. Hüseyin Daniş Mirza, Rubâ‘iyyât-ı Ömer Hayyâm adlı
eserinin ikinci tab‘ına ilâve ettiği bir zeylde bu eserden bazı nakillerde
bulunmuş, lâkin ya eserin lisânî ve tarîhî ehemmiyetini lâyıkıyla takdîr
edemediğinden yahut eseri lâyıkıyla tedkîke vakti olmadığından ondan
hiç istifâde edememiş. Hatta en garîbi bu nüshayı nerede gördüğünü bile
söylememiş. İşte ben raporumda bu eserden bahsettim. Hayyâm’a ait
şimdiye kadar bilinen şeylerle bu eserin verdiği ma‘lûmâtı tenkidî bir
sûrette karşılaştırdım. Hatta kendi gördüğüm nüsha ile Âlî’nin ve Hoca
Fehîm’in gördükleri nüshalar arasındaki farkları da gösterdim. Hayyâm’a
ait tedkîkâtın Avrupa’da bi’l-hassa Anglosakson âleminde nasıl büyük bir
alâka ile ta‘kîb olunduğu ma‘lûmdur. Bu i‘tibârla benim verdiğim
ma‘lûmât da yalnız kongrede değil İngiliz yevmî matbûâtında da epeyce
bir alâka uyandırdı. Kongrede de bu mes’ele etrafında bir takım suâller
sordular. Hayyâm hakkında mühim tedkîkâtta bulunan Danimarkalı
müsteşrik Mösyö Christensen’in ahîran neşrettiği eserinde serdettiği
mütâla‘alar hakkında, sonra Hayyâm’a isnâd edilen rubâ‘îlerin vusûki
hakkında nokta-i nazarlarımı bi’l-hassa öğrenmek istediler. Lâzım gelen
Muammer Bayraktutar / 112
cevâbları verdim. Berlin Umûmî Kütübhânesi Şark Yazmaları Şu‘besi
Müdürü Dr. Vail de bu munâsebetle Hayyâm’a ait bir risâleden bahsetti.
Okuduğum rapor böyle büyük kongrelerde okunması mu‘tâd bütün bu
cins raporlar gibi muhtasar olduğundan bu mühim mes’eleye dair Londra
Şark Lisânları Mektebi Mecmû‘ası’na ayrıca bir makâle yazmamı, bu
mektebin fâzıl müdürü Sir Denisen Ross büyük bir nezâketle iltimâs etti.
Ben de bu arzûyu ma‘a’l-memnûniyetle is’âfa çalışacağımı söyledim.
Hayyâm’ın rubâ‘îlerini ihtivâ eden en eski nüsha Oxford’da
Bodleian Kütübhânesi’nde bulunan nüshadır ki Hicrî 865’de yazılmıştır.
Yalnız 185 rubâ‘îyi muhtevîdir. Halbuki benim kongrede bahsettiğim
nüsha, bundan ancak iki sene sonra yazıldığı halde 487 rubâ‘îyi ihtivâ
etmektedir. İşte bu îzâhtan sonra Hayyâm merâklılarının bu yeni vesikaya
karşı neden bu kadar kuvvetle alâkadâr oldukları çok kolaylıkla anlaşılır
ümidindeyim.
İşte bu muhtıralar istisnâ edilince, bizim şu‘bede okunan sâir
raporlar hemen kâmilen Arap tedkîkâtına aitti. Beyrut Cizvit Mektebine
mensûb Mösyö Boyij (?) Arab skolastiklerinin eserlerini Arabca tenkîdli
metni ve Fransızca tercümesiyle birlikte ihtivâ edecek bir külliyyât
hazırlamakta olduklarından bahsetti. Kurûn-u Vustâ Felsefe Tarîhi
i‘tibâriyle pek mühim olan bu teşebbüsü kongre büyük takdîr ile
karşıladı. Berlin Şark Lisânları Mektebi’nin fâzıl müdürü Profesör
Mitovich tıbba aid bi’l-‘umûm eski İslâm metinlerini ihtivâ edecek diğer
yeni bir külliyyât programından bahsetti ve Almanya’da Tıb Tarîhi
tedkîkâtıyla mütevaggıl muesseselerin bu teşebbüsle şiddetle alâkadâr
olduklarını söyledi. Kongrede bu teşebbüsün büyük bir ehemmiyeti hâiz
olduğunu muttefikan tasvîb etti.
Şu‘bemizde Arab tedkîkâtına dâir okunan raporların sadece
mevzû‘larından bahsetmek bile uzun sürer. Yalnız şunu kaydedeyim ki
meşhûr İtalyan müsteşriki Profesör Nallino’nun raporu İslâm Hukuku
Tarîhi i‘tibâriyle pek mühimdi. ‘Umûmî Hukuk Tarîhiyle uğraşan bütün
âlimler şimdiye kadar eski bir Süryanî Hukuku mevcûd olduğunu ve
İslâm Hukuku üzerinde bunun büyük te’sîrâtı bulunduğunu kabûl
ediyorlardı. Halbuki Profesör Nallino, Süryanî Hukuku diye bilinen şeyin
eski ve orijinal bir şey olmayıp İslâm eserlerinin tercümesinden ibâret
olduğunu müdellelen isbât ederek bu iddi‘ânın tamâmen esassız olduğunu
meydâna çıkardı.
Kongrede cereyân eden bir hâdiseye, memleketimizi alâkadâr
etmesi dolayısıyla bi’l-hassa zikretmek isterim. Genç ve kıymetli Alman
müsteşriklerinden Dr. Schacht İstanbul kütübhânelerindeki pek nâdir bazı
yazmalar hakkında mühim îzâhât vererek kongrede büyük bir alâka
113/ Sosyal Bilimler Dergisi Cilt 2- Sayı 3 Haziran 2012
uyandırdı. Fi’l-hakîka İstanbul eski kütübhânelerinin ihtivâ ettiği yüz
bine yakın yazma Arab, Acem, Türk eserleri sayesinde İslâm tedkîkâtı
için hâlen en mühim merkez mâhiyyetini muhâfaza etmektedir. Ne
Avrupa’da ne de İslâm dünyasının diğer sahalarında İstanbul
kütübhâneleriyle mukâyese edilecek bir ma‘lûmât hazînesi mevcûd
değildir. Türklerin eski asırlarda da İslâm dünyasının ilmen en müterakkî
bir unsuru olduğu bununla sâbittir. Türkiye’de Cumhûriyet idâresinden
evvel bu kütübhânelerden lâyıkıyla istifâde etmek, hele Avrupa ilim
adamları için pek müşküldü. İşte kütübhânelerimizin o zaman ki fecî
hâlini bilen ve o zaman uğradıkları büyük müşkilâtı hatırlayan bâzı
müsteşrikler, Dr. Schacht’ın beyânâtından sonra söz alarak bu eski
vaz’iyetten şikâyet ettiler. Ben buna karşı Cumhûriyet idâresinin
kuruluşundan sonra, kütübhânelerimizin bütün ilim erbâbı için açık
olduğunu, beyne’l-milel ilmî te‘âmullere bütün Avrupa memleketleri gibi
Türkiye Cumhûriyeti’nin de tamamen ri‘âyetkâr bulunduğunu, gerek
Ma‘ârif Vekâletimizin gerek İstanbul Dâru’l-funûn’unun bu husûsda ilim
adamlarına a‘zamî muzâhirâtta bulunduklarını söyledim ve sözlerime
delîl olmak üzere de son senelerde İstanbul’u ziyâret etmiş yahut
Türkiyât Enstitüsü vâsıtasıyla kütübhânelerimizden istifâdeye muvaffak
olmuş muhtelif müsteşrikleri gösterdim. Esasen Dr. Schacht da raporunda
bu teshîlâttan kemâl-i şükrânla bahsetmişti. Bu sözlerim kongre a‘zâsı
tarafından çok harâretle alkışlarla karşılandı. Cumhûriyetimizin ilmî
mesâ‘iye karşı gösterdiği bu samîmî alâka ve muzâhirâttan pek memnûn
ve mütehassis oldular.
Mütâla‘ama son verirken, böyle mühim bir kongrede Türkiye
Cumhûriyeti’ni ve İstanbul Dâru’l-Funûnunu temsîl gibi şeref-i
nisbetinde mes’ûliyetli ilmî bir vazîfeyi uhdeme tevdî sûretiyle hakkımda
çok büyük bir i‘timâd gösteren Hükûmet-i Cumhûriye’ye ve İstanbul
Dâru’l-Funûnuna
şükrân
ve
minnetlerimi
tekrâr
etmek
mecbûriyetindeyim.
.
Sosyal Bilimler Dergisi
Kilis 7 Aralık Ünivrsitesi Sosyal Bilimler Dergisi’nde
yayınlanmak üzere gönderilen akademik yazılar, biçimsel olarak
dergimizin yazım kurallarına uygun hazırlanmalıdır.
Başlık sayfasında Türkçe ve İngilizce başlık, yazar ad(lar)ı,
unvan(lar)ı, kurum ad(lar)ı, Türkçe ve İngilizce özet ve anahtar kelimeler
yer almalıdır.
Başlık, en fazla 12 kelimeden oluşmalı, 12 puntoyla, tamamı
büyük ve koyu harflerle, satıra ortalanarak yazılmalıdır. Başlığın yazının
içeriğini en iyi şekilde yansıtması gerekir. Başlıkta kısaltmalar
kullanılmamalıdır. Yazarların ad ve soyadları başlık satırının altında,
ortalı biçimde, koyu (bold) karakterde olmalı. Adın ilk harfi büyük, diğer
harfleri küçük; soyadın tamamı büyük harfle yazılmalıdır. Yazarların
çalıştığı kurum, adlarının altına yazılmalıdır.
Türkçe ve İngilizce özet ve anahtar kelimeler, 10 punto ve italik
harflerle, tek satır aralığıyla yazılmalıdır. Özet 150-200 kelime
uzunluğunda olmalıdır. Özette çalışmanın kapsamı, amacı, yöntemi ve
sonucu kısaca verilmelidir. Özetten sonra 3-5 anahtar kelime
yazılmalıdır.
Yazılar, Microsoft Word 6.0 ve üstü programlarda, Times News
Roman yazı karakterinde, 11 punto ve tek satır aralığı ile yazılmış
olmalıdır. Paragraf girintileri 1 cm., kenar boşlukları üst 5.5, alt, 5.5, sol,
5 ve sağ 4.5 cm. olmalıdır.
Atıflarda ise dipnot yöntemi tercih edildiği gibi metin içinde
gönderme de kabul edilmektedir. Ayrıca kaynakçanın hazırlanmasında
dipnot ve/veya APA yöntemi kullanılmalıdır.
Yazılar hızlı iletişim amacıyla elektronik ortamda kabul ve takip
edilmektedir (sbedergi@kilis.edu.tr). Ayrıntılı bilgi için lütfen
http://sbe.kilis.edu.tr/bolum/SESE13/dergi adresini ziyaret ediniz.
Download