T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH (GENEL TÜRK TARİHİ) ANABİLİM DALI GEÇ ROMA TARİHYAZIMINDA HUNLAR -BATI AVRASYA’DA ERKEN TÜRK VARLIĞI- Doktora Tezi Abdullah ÜSTÜN Ankara-2013 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH (GENEL TÜRK TARİHİ) ANABİLİM DALI GEÇ ROMA TARİHYAZIMINDA HUNLAR -BATI AVRASYA’DA ERKEN TÜRK VARLIĞI- Doktora Tezi Abdullah ÜSTÜN Tez Danışmanları: Prof. Dr. Abdullah Gündoğdu Prof. Dr. Turhan Kaçar Ankara-2013 T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH (GENEL TÜRK TARİHİ) ANABİLİM DALI GEÇ ROMA TARİHYAZIMINDA HUNLAR -BATI AVRASYA’DA ERKEN TÜRK VARLIĞI- Doktora Tezi Tez Danışmanları Prof. Dr. Abdullah GÜNDOĞDU Prof. Dr. Turhan KAÇAR Tez Jürisi Üyeleri Adı ve Soyadı İmzası Prof. Dr. Abdullah GÜNDOĞDU ........................................ Prof. Dr. Üçler BULDUK ........................................ Prof. Dr. İlhami DURMUŞ ........................................ Prof. Dr. Saadettin GÖMEÇ ........................................ Doç. Dr. Osman KARATAY ........................................ Tez Sınavı Tarihi .18.06.2013 TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ MÜDÜRLÜĞÜNE Bu belge ile, bu tezdeki bütün bilgilerin akademik kurallara ve etik davranış ilkelerine uygun olarak toplanıp sunulduğunu beyan ederim. Bu kural ve ilkelerin gereği olarak, çalışmada bana ait olmayan tüm veri, düşünce ve sonuçları andığımı ve kaynağını gösterdiğimi ayrıca beyan ederim. (05/07/2013) Abdullah Üstün ÖNSÖZ Bu çalışmanın öyküsü, uzun bir bekleme sürecinin ardından 2005 yılında Balıkesir Üniversitesinde araştırma görevlisi olarak işe başlamam ile kesişir. Erken dönem Türk tarihi üzerine çalışmak istediğim için burada tanıştığım hocam Turhan Kaçar, beni kendi uzmanlık alanı olan Geç Roma kaynaklarına yönlendirdi. Hakkında çok az şey bildiğim Roma dünyasına girmek benim adıma korku ve endişeye sebep olmuştu. Dokuz yıldır bir şekilde mesai harcadığım bu alanda, ne korkularım ne de endişelerim henüz ortadan kalkmış değil. Zira uğraşılması gereken on binlerce sayfalık kaynak ve hesaplanması dahi güç bir nicelikte bunlar üzerine yapılmış çalışmalar ile karşı karşıyaydım. Dolayısıyla kaynaklar üzerinde dururken büyük katkı sunacakları şüphesiz olan bu çalışmalara hâkim olmak bir yana, onların tamamından haberdar olmak bile altından kalkılması güç bir iş olduğu açıktı. Zira Roma yahut Yunan ve Latin edebiyatı; Avrupa tarihi açısından, hem Avrupalıların atalarının tarihini öğrenmelerini sağlayan hem de uygarlık noktasında takipçisi olduklarını iddia ettikleri bir alandı. Doğal olarak yüz yıllardır, Avrupa akademisinin ilgisinin merkezinde yer almaktaydı. Bu nedenle onun hakkında İspanyolcadan Rusçaya pek çok farklı dilde ‘sayısız’ araştırma kaleme alınmış ve elan da bu çalışmalar devam etmekte. Diğer taraftan araştırmacıların ilgisi, gerek Latin gerek Yunan edebiyatı olsun ‘klasik’ devirden uzaklaştıkça seyrelmekteydi. Herodotus yahut Titus Livius söz konusu olduğunda artan ilgi, bu tezin de veri evrenini oluşturan geç Roma dönemi edebiyatına gelindiğinde azalmaktaydı. Bunların arasında en şanslısı olan Ammianus dahi, ‘klasik’ dönemin müverrihleri ile kıyaslandığında daha az ilgi çekmişti. Bu durum Geç Roma edebiyatı üzerine olan çalışmaları nicelik olarak önceki dönemlere nazaran daha takip edilebilir kılmaktaydı. Bunun dışında diğer bir kolaylık, sadece Türkiye’de olur diye düşündüğüm önceki çalışmaları tekrar hatta kopya ve dahi öncekilerden daha kötüsünü kaleme alma hastalıklarının, en azından daha yakından takip etmeye çalıştığım İngiliz ve Rus akademik literatüründe de vaki olduğunu müşahede ettim. Böylelikle bunca araştırma nasıl okunacak endişelerimin kısmen de olsa dağılmış oldu. Roma devrinde Yunanca ve Latince yazılan metinleri kast ederek kullandığım Roma edebiyatının, Türk tarihine kaynak oluşu yönüyle incelenmesi amacıyla çıktığım bu yolda, müktesebatımdan kaynaklanan sorunlar da vardı. Şöyle ki ne Yunaca ne de Latince bilmekteydim. Bu eksikliği gidermek adına hiç değilse temel düzeyde bu dillere aşinalık kurmak için Yunanca ve Latince öğrenmeye çalıştım. Yukarıda bahsettiğim üzere aslında bu alanda yapılan çalışmalar için daha fazla mesaiyi zorunlu kılan yayın yelpazesinin genişliği, bu noktada benim adıma çok kolaylaştırıcı oldu zira Geç Roma tarihyazımı ürünleri batı dillerine çevrilmişti ve İngilizce ve Rusça çevirileri, bu metinleri Türkçeye aktarmak için çok yardımcı olmaktaydı. Lakin çevrinin çevirisi anlamına gelen bu sorunu, kısmen eserleri İngilizceye ve Rusçaya çevirenlerin tercüme noktasında göstermiş oldukları özen sayesinde, kısmen de bunları asıl metinlerle karşılaştırmak suretiyle aşmaya çalıştım. Tezin alanını oluşturan, geç Antikçağ yahut erken Ortaçağ yahut İslamiyet’ten önceki Türk tarihi özellikle Batı Avrasya sahası Türkiye’de akademik anlamda, maalesef neredeyse boş durumdadır. Zira dördüncü ve beşinci yüzyıllar genel olarak Eskiçağcılar için fazla geç, Ortaçağcılar için fazla erken ve Türk tarihi noktasında yaklaşanlar içinse adeta ıskalanmış bir görünüm arz etmektedir. Oysaki Roma’nın dönüştüğü ve imparatorluğun Batısını; Iustinianus dönemindeki kısmı ve geçici ii hâkimiyet maada, geri döndürülmez şekilde yitirdiği, Roma dahil Avrupa halklarının Hıristiyanlaştığı, Roma dışı Avrupa halklarının yeni biçimlere kavuştuğu ve mevcut sosyo-etnik yapıların erken izlerinin temeyyüz ettiği ve bizim adımıza bin yılı aşacak Batı Avrasya’da Türk varlığının zemininin hazırlandığı bu periyot, ihmal edilecek bir kesit olmasa gerektir. Bu şartlar altında tez, ilgili alanlara bir nebze dahi olsa katkı sunar ve boş alanları boş tarlalara benzettiklerinden olsa gerek, buralarda tabiri caizse at koşturanların değil ama ilim meraklılarının alana ilgisini çekme noktasında bir fonksiyonu olursa, ne mutlu. Türkiye’de, bu tezin alanını kesen hem erken dönem Türk hem geç Antikçağ hem de erken Ortaçağ tarihi alanındaki bu boşluk, terminoloji noktasında bir standart oluşmaması sonucunu doğurmuştur. Bu çerçevede tezin yazımı esnasında kendi içinde bir standart-tutarlılık- sağlama noktasında aşağıdaki şekilde hareket edilmiştir. -İmparatorların, hükümdarların sıraları belirtilirken, batı dillerinde ve buna uygun olarak zaman zaman Türkçe literatürde de tercih edilen usulün hilafında olmasına rağmen Türkçenin mantığına uygun düştüğü için sıra sayıları adların önüne getirilecektir. Örneğin Theodosius II olarak değil II. Theodosius olarak yazılmıştır. -Eski Yunanca ve Latince antroponimlerin -şahıs adların- yazımında imla birliğini sağlanmak için bu adların Latince şekilleri tercih edilmiştir. Latin dilinde erkek şahıs isimleri genellikle “us”, Eski Yunancada ise “os” bitimlidir. Bu çerçevede Eunapius değil Eunapius; Priskos değil Priscus tercih edilecektir. Adların Latince biçimleriyle yazılmaları, Türkçede de kullanılan, batı literatüründeki modern şekillerinin de hilafındadır. Örneğin Livy değil Livius şekli kullanılmış ve yine aynı sebepten hâlihazırdaki ‘j’li formlar kullanılmamış; Jordanes değil Iordanes olarak yazılmıştır. Türklere ait isimlerin yazımına gelince, bu kez Türkiye’de, hiç değilse bu iii adların bir kısmına aşinalık olması ve tezin her şeyden önce Türk tarihi alanına odaklanması nedeniyle ve metnin daha rahat okunmasını sağlamak amacıyla tezde, Türkçede kullanılan yazım şekilleri yahut adların muhtemel Türkçe şekilleri tercih edilmiştir: Uldin değil Uldız, Haraton değil Karaton. -Toponim -yer adları- ve etnonimlerin –kavim adlarının- yazımında Türkçede kullanılan mevcut şekilleriyle, geçmiş kullanımlar arasında büyük farklılıklar ve başkalıklar söz konusu değilse yine aşinalık karinesinden mütevellit Türkçeleri kullanılmış ve geçtikleri yerde Latince formlarına yer verilmiştir. Örneğin (H)İster değil Tuna kullanılmıştır. Latincede (H)İster sadece aşağı Tuna’ya karşılık gelmesine ve Türkçedeki bu ad nehrin kaynağından ağzına tamamını kapsamasına rağmen, zaten Türkiye için fazlaca yabancı bir terminolojiye sahip bu alanda yazılan metni, bir nebze dahi olsa akıcı kılabilmek adına, bu gibi farklılıklar göz ardı edilerek aşinalık karinesi yeğlenmiştir. -Romalılara ait unvanların yazımında orijinal Latince şekilleri kullanılmış ve ilk geçtikleri yerde açıklanmaya çalışılmıştır. -Uzaklık, ağırlık vd. ölçü sistemleri asıl Latince biçimleriyle gösterilmiş ve geçtikleri yerlerde günümüz Türkiye’sinde kullanılan sistemlerdeki karşılıkları dipnotlarda verilmeye çalışılmıştır. --Bu devir için, henüz Katolik kilisesi ile Ortodoks kilisesi arasında günümüzde de devam etmekte olan bariz ayrışma söz konusu değildir. Bu nedenle her iki ad da örneğin Ariusçuluk karşısında, ‘merkezi’ Hıristiyanlık kast edilerek kullanılmıştır. --Bu tez tarihyazımı –historigrafya- alanında hazırlanan bir tarih tezidir ve tarihçilik açısından metinler; tarihçiliğin malzemesini oluşturan, çalışılan devre ait iv yani kaynak metinler ve bu malzemeden yola çıkılarak yazılan günümüze ait tarih çalışmaları yani literatürel metinler diğer bir ifadeyle birincil ve ikincil olmak üzere iki farklı anlam ifade etmektedir. Bu durumun yaratabileceği olası karışıklıkları önlemek ve bu ayrımı tez içine kati bir surette sokabilmek maksadıyla, terimlerin eski ve yeni oluşlarını da göz önünde tutarak; Geç Roma tarih yazarlarını ifade ederken ‘müverrih’, günümüzün tarihçilik işleriyle meşgul zevatını ifade ederken ise ‘tarihçi’ terimleri kullanılacaktır. Kendilerinden çok şey öğrendiğim ve öğrettiklerinin bazılarını uygulama noktasındaki eksiklerimden dolayı onlara karşı mahcup olduğum muhterem ebeveynim Hasan ve Elmas Üstün’e, benim için bir ‘mektep’ olmuş Ankara sahaflar camiasına ve sohbet meclislerine, beni hakkında çok az şey bildiğim bu alana yönlendiren, fikirlerini cömertçe paylaşan ve literatür tedariki konusunda yardımcı olan danışman hocam Turhan Kaçar’a, esnek bir çalışma ortamı tanıyan, tezle ilgili tartışmalarımızda Türkiye’de maalesef eşine pek rastlanmayan bir anlayış sergileyen ve bürokratik işkence süreçlerinden sıyrılmam konusunda her daim özverili davranan danışman hocam Abdullah Gündoğdu’ya, Türk tarihi ve kültürüyle ilgili hususları konuşma noktasında zaman ayıran hocam Saadettin Gömeç’e, her konuyu olduğu gibi tezimi de tartıştığım ‘ağabey’im Ahmet Özcan’a, tezin bazı bölümlerini beraber tashih ettiğimiz bir dönem danışmanlığımı da üstlenmiş Ayşe Onat’a, Yunanca ve Latince için yardım aldığım Aydın Mutlu’ya, Rusça ve İngilizceden çevirilerde yardımcı olan Mars Tengizbayev’e, içinden çıkamadığım bazı İngilizce metinleri çeviren Kürşad Urungu Akpınar’a, Tezin basıma hazır hale getirilmesi için yardımcı olan Kibar Taş’a, esnek bir mesai ortamı sağlayan Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü ve bu bölümün Genel Türk Tarihi Anabilim Dalı v başkanlarına, idarî işler noktasındaki yükümü, bir özveri örneği sergileyerek üstlenip tez yazımına daha fazla vakit ayırmamı sağlayan mesai arkadaşım Eralp Erdoğan’a teşekkür etmek, nezaketten ziyade üzerimdeki bir borçtur. Tüm bu yardımlara ve kolaylıklara rağmen tezdeki tüm hataların ve noksanların sorumluluğunun kendime ait olduğunu ifade etmeme dahi gerek yoktur. vi İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ .......................................................................................................................... İ İÇİNDEKİLER ..........................................................................................................Vİİ KISALTMALAR ..........................................................................................................X GİRİŞ ............................................................................................................................ 1 I. BÖLÜM : KARGAŞA ESNASINDA TARİH YAZMAK ................................... 17 I.I.TARİHÎ ARKA PLAN .......................................................................................................... 17 I.I.I. TÜRKLERDEN ÖNCE ROMA İMPARATORLUĞU .............................................................. 17 I.I.II. TÜRKLERDEN ÖNCE BATI AVRASYA .............................................................................. 30 I.II. EDEBİ ARKA PLAN: YUNAN-LATİN TARİHYAZIMININ GELİŞİMİ ....................................... 34 I.III.GEÇ ROMA MÜVERRİHLERİ ........................................................................................... 43 I.III.I. AMMIANUS MARCELLINUS (d. yak. 330 – ö. 392’den sonra) ...................................... 43 I.III.II. EUNAPİUS SARDİS (d. yak. 345 – ö. 414’den sonra) ................................................... 49 I.III.III. EUSEBİUS HIERONYMUS (d. 331/348-ö. 420) ........................................................... 50 I.III.IV. PAVLUS OROSIUS (d. yak. 375 – ö. 418’den sonra) ................................................... 52 I.III.V. THEBAILI OLYMPIODORUS ......................................................................................... 53 I.III.VI. PHILOSTORGIUS (d. yak. 364/ yak.368) .................................................................... 55 I.III.VII. SOCRATES SCHOLASTICUS (d. 380-ö. 439’dan sonra) .............................................. 56 I.III.VIII. SALAMINUS HERMEIAS SOZOMENUS ..................................................................... 57 I.III.IX CYRRHUSLU THEODORETUS (d. yak. 393-ö.yak. 423) ................................................ 58 I.III.X. PRISCUS (d. 410/420 - ö. 472’den sonra) ................................................................... 59 vii I.III.XI. PROSPERUS AQUITANUS ........................................................................................... 62 I.III.XII. ZOSIMUS .................................................................................................................. 63 I.IV. GEÇ ROMA TARİHYAZIMINDA ‘HUNLUK’ BİLGİSİNİN OLUŞUMU .................................. 66 II. BÖLÜM : TAHAYYÜLLER VE TESADÜFLER: KÖKENE, DİLE VE DIŞ GÖRÜNÜŞE DAİR KAYITLAR ....................................................................................... 72 II. I. KÖKENLERİ ................................................................................................................... 72 II.I.I HUNLARIN ORTAYA ÇIKIŞLARINA DAİR BİR ANLATI ....................................................... 88 II.II. DİLLERİ ....................................................................................................................... 102 II.II.I. ŞAHIS ADLARI (ANTROPONİMLER) ............................................................................ 106 II.II.II KAVİM-KABİLE ADLARI (ETNONİMLER) ..................................................................... 115 II.III. DIŞ GÖRÜNÜŞLERİ (ANTROPOLOJİK VERİLER) ............................................................ 119 III. BÖLÜM : MEKÂN, TOPLUM, İKTİDAR ....................................................128 III.I. MEKÂN ....................................................................................................................... 128 III.I.I. HUN HÜKÜMDARLIĞININ SINIRLARI ......................................................................... 128 III.I.II. HUN HÜKÜMDARLIĞI’NIN COĞRAFYASI .................................................................. 142 III.II. TOPLUM .................................................................................................................... 151 III.II.I. GÜNDELİK HAYAT ..................................................................................................... 151 III.II.II. ADETLER VE ŞÖLENLER ............................................................................................ 170 III.II.III. SUÇ VE CEZA ........................................................................................................... 184 III.III. İKTİDAR .................................................................................................................... 189 III. III. I. HUN İKTİDARININ DOĞASI ..................................................................................... 189 III.III.II. İKTİDAR GÜCÜNÜN KAYNAĞI: SAVAŞÇILIK ............................................................. 202 viii III.III.III. HARİÇTEKİ HUNLAR: PARALI ASKERLER, ESİRLER VE MÜLTECİLER ........................ 216 III.III.III.I. PARALI ASKERLER ........................................................................................... 216 III.III.III.II.ESİRLER ........................................................................................................... 221 III.III.III.III. MÜLTECİLER.................................................................................................. 226 SONUÇ.....................................................................................................................234 BİBLİYOGRAFYA .................................................................................................240 I. Kaynak Toplamaları ........................................................................................................ 240 II. Toplamalar Haricinde Çağdaş Dillere Kaynak Çevirileri .................................................. 241 III. Araştırmalar ................................................................................................................. 244 EKLER .....................................................................................................................251 HARİTALAR ........................................................................................................................ 251 RESİMLER .......................................................................................................................... 269 ÖZET .......................................................................................................................274 ABSTRACT.............................................................................................................275 ix KISALTMALAR GENEL KISALTMALAR a. anno (yıl) a.g.e. adı geçen eser a. g.k. adı geçen kaynak a.g.m. adı geçen makale c. cilt bkz. bakınız d. doğduğu tarih dn. dip not ed. editör fr. fragman krş. karşılaştırın m. miladi (miladi takvimde) M.Ö. Milattan Önce M.S. Milattan Sonra n. not ö. öldüğü tarih r. resim s. sayfa sn. son not ss. sayfadan sayfaya (sayfalar arasında) ter. tercüme vd. ve devamı x vdğ. ve diğeri(leri) yak. yaklaşık BİBLİYOGRAFİK KISALTMALAR Bibl. Cod. Bibliothecal Codices Exc. de Leg. Rom. Excerpta de legationibus Romanorum Exc. de Leg. Gent. Excerpta de legationibus Romanorum ad gentes Getica De origine actibusque Getarum Hist. Adv. Pag. Historiae adversus Paganos Res Gestae Rerum gestarum Libri XXXI Romana De summa temporum vel origine actibusque gentis Romanorum BSOAS Bulletin of the School of Oriental and African Studies. CQ Classical Quarterly. JHS Journal of Hellenic Studies OCD The Oxford Classical Dictionary. ODB I-III Kazhdan, A. P., vdğ., ed., (1991), The Oxford Dictionary of Byzantium, c. I-III, New York-Oxford. MGM Monumenta Germaniae Historica PLRE I Jones, A. H. M., Martindale, J. R., Morris, J., ed. (1971), The Prosopography of the Later Roman Empire, c. I (260395), Cambridge. PLRE II MARTINDALE, J. R. ed. (1980), The Prosopography of the Later Roman Empire, c. II (395–527), Cambridge. xi RHL Umur, Z., Roma Hukuk Lügatı, İstanbul, 1983. New Pauly Cancik, H., Schmeider, H., ed., (Almanca için), Salazar, C. F., ed., (İngilizce için), (2002-) Brill's New Pauly: Encyclopaedia of the Ancient World, Leiden-Boston. VV Vizantiyskiy Vremennik. VDİ Vestnik Drevniy İstorii. xii GİRİŞ Türk tarihinin erken dönemleri, yabancı yazılı kaynaklar sayesinde araştırılabilmektedir zira Türklerden günümüze ulaşabilen kompozisyon niteliğindeki ürünler, tarihlerinin takip edilmeye başlandığı dönemin çok daha sonrasına aittir. Günümüz akademisinin; Türklerin tarihini indirebildiği nokta ile Türklerin dil yadigârlarının ilk örneklerinin ait oldukları devir arasında, yaklaşık bin yıllık bir fark vardır. Konuyu açacak olursak; ilk Türk siyasi yapısı olarak Hsiung-nu kabul edildiği takdirde tarihleri –hiç değilse siyasi tarihleri- günümüzden yirmi dört yüz yıl öncesine uzanmakta ama kompozisyon niteliğindeki ürünüyle Türklerin ilk dil yadigârı, yani Orhun-Yenisey yazıtları, yalnızca on üç yüz yıl geriye gitmektedir. Türk tarihi ile Türk edebiyatı arasındaki bu kronolojik makastan ötürü, Türk tarihi ile ilgili yabancı edebi kaynaklar, geçmişi aydınlatmak için incelenen kaynak kümelerinin birisi olmaktan çıkıp, tarihçinin geçmişi bizzat üzerine kurmak durumunda kaldığı unique tanıklıklar niteliği kazanmaktalar. Türk edebiyatı eserlerinin elimizde olmadığı dönemi çalışmak ise, doğal olarak tarihçileri büyük güçlüklerle karşı karşıya bırakmaktadır. Bahis edilen güçlüklerin evreni hakkında şu örnek fikir verebilir: Bu kronolojik kesitte kurulan siyasi yapıların hükümdarlarının adları, sadece yabancı kaynaklarda kaydedildiği şekilleriyle bilinmektedir ve adların kaydedildiği biçimlerden, özellikle Çince kaydedilmiş olanlardan, yalnızca bir kısmı hükümdarların gerçek adını kurmak için yeterli olmaktadır.1 Diğer taraftan Türk tarihinin takip edilebileceği yabancı kaynaklar, onların mekansal durumuna göre farklılıklar arz etmektedir. Avrasya’nın doğusunda akan Türk tarihi için Çin edebiyatı yol gösterici olurken batısı için Roma ve Yunan yahut 1 Bkz. Bölüm II.II.I. tezde adlandırıldığı şekliyle Roma edebiyatı bu görevi ifa etmektedir. Diğer bir ifadeyle yazı yazmak için geliştirdikleri yöntemlere varıncaya değin ‘her şeyi’ birbirinden ayrı olan farklı dünyalar ile tarihçiler karşı karşıya kalmaktadır. Yazılanlardan, tarihsel verilerden, tarihsel bilgiye ulaşmak için tarihçi, kaçınılmaz olarak bu dünyaları tanımak zorundadır ki onların farklılıkları, bir kişinin her ikisine de derinlemesine hâkim olma ihtimaline pek imkân bırakmamaktadır. Bu ise erken dönem Türk tarihinin Avrasya’nın batı ve doğusunda akışını bir bütün olarak ele alınması noktasında kopukluklara yol açmaktadır. Tarihçiler bu durumun doğal bir sonucu olarak onlardan biri, ya Çin ya Roma, özelinde kalma eğiliminde olmuşlar diğer bir ifadeyle; Sinologlar yahut Romanistler tarafından, bu edebiyatlardaki çevre halklara dair verilerin ele alınıp değerlendirilmesi söz konusu olmuştur. Dolayısıyla Türklerin erken dönem tarihinin, Romanist yahut Sinolojik perspektifle incelenmesi durumu oluşmuştur. Bu unique kaynaklardan tezde ele alınacak olanlar ise, Geç Roma edebiyatının tarihyazımı -historigrafi- türü içinde sınıflandırılan ürünleridir ki Batı Avrasya coğrafyasını kapsamaktadırlar. Tezin kronolojik kapsamı ise, dördüncü yüz yılın sonlarına doğru eserini tamamlayan Ammianus 2 ile başlayarak altıncı yüz yılın hemen başında eserini kaleme aldığı düşünülen Zosimus 3 ile kapanmaktadır. Bu kaynak kümesinin nasıl bir mahiyete sahip olduğu hakkında fikir verebilmek için ona daha yakından bakacak olursak; her şeyden önce erken dönem Türk toplumunun temel olarak ‘göçebe’, mukayyitlerin içinde yaşadığı toplumun ise ‘yerleşik’, yani 2 Bu tartışma için bkz. O. J. Maenchen-Helfen, “The Date of Ammianus Marcellinus Last Book”, American Journal of Philology 76 (Baltimore, 1955), s. 384-399. 3 Bu tartışma için bkz. R. T. Ridley, Zosimus New History, Canberra: Australian Association for Byzantine Studies, Canberra 1982. 2 tarihi yazanla, tarihi yazılanın tamamen farklı-zıt toplumsal formasyonlara sahip oldukları görülür. Diğer taraftan; müverrihler eserlerini kaleme alırken ilgi odaklarının merkezinde Roma dünyası yer almaktadır. Çevre halklar ‘ötekiler’ bu dünyayla olan ilişkileri çerçevesinde eserlere dâhil edilmiştir. İlişkilerin yörüngesini ise Roma sınırlarını, zaman zaman da Roma ve İstanbul yakınlarına kadar uzanarak doğrudan doğruya başkentleri bile tehdit eden, çoğunda Roma ordularının savaş alanlarını yenilgiyle terk ettikleri askerî seferler-akınlar ve vergi ya da diğer bir takım maddi imkânlar sunarak bu seferlerin-akınların önüne geçmeye yahut kuzeyden yönelebilecek diğer tehdit odaklarına karşı bölgede kendine müttefik bulmaya çalışan Roma gayretleri oluşturur. Bunların dışında, müverrihler köklü bir edebi geleneğe sahip ve Ligeti’nin de dediği gibi, sıklıkla bu geleneğe körü körüne bağlı kalarak4, paradigmaları yerleşmiş bir yazın atmosferi içinde ve nihayet doğal olarak, tıpkı günümüz tarihçileri gibi, kendi kaygılarını da göz önünde tutarak eserlerini kaleme almışlardır. Alana yönelik bir çalışma yapılırken sıralanan şerait; kaynaktaki veriden ‘görece objektif’ tarihsel bilgiyi elde etme sürecinin belli başlı öncülleri arasında yer alır. Tek cümleye indirgenecek olunursa işin eksenini; olgu; coğrafyanın Türk sakinleri ile algı; Romalı müverrihin onu kavrayışı, korelasyonunun analizi oluşturur. Bu tezin veri havuzunu, Geç Roma tarihyazımının kendisi değil, bu edebi türe ait eserlerde Türkler hakkındaki anlatılar, en genel anlamıyla kayıtlar oluşturur. Tezin sorunsalı ise, Türk tarihinin Batı Avrasyadaki akışı değil, bunu takip etme 4 L. Ligeti, “Attila Hunlarının Menşei”, şurada Nemeth, ed., 1962, s. 8. 3 noktasında en geniş verileri sağlayan Roma müverrihlerinin metinlerinin tarihsel bilgi olarak vaadettikleridir. Tezin veri havuzunu oluşturan metinlerin hem tür hem de dönem olarak dışına taşıldığı bölümler olmuştur. Claudianus ve Sidonius’un şiirlerine başvurularak tarihyazımı türü dışına taşılmış, Iordanes’in kaynağı şüpheli daha doğru bir ifadeyle kendi anlatısı olabilecek pasajlarına yer verilerek de dönemin dışına çıkılmış olmaktadır. Bu durum metinlerin takibinin doğurduğu gereklilikten kaynaklanmaktadır. Yine de bu tezde merkezi, tarihyazımı metinleri oluşturacağını ve şiir gibi diğer edebi türlerdeki bu verilerin ise sadece müverrih metinleri arasındaki kopuklukları giderme noktasında hesaba katılacaklarını belirtmek gerekir. Zira tezin iddiasını; döneme dair edebi kayıtların tarihsel bilgi olarak ifade ettikleri değil Roma tarihyazımında Türklük bilgisinin oluşumu ve gelişimini takip etmeye çalışmak oluşturmaktadır. Dördüncü ve beşinci yüzyıl müverrihlerinin eserlerindeki Türklük bilgisinin merkezinde ise siyasi-askerî kudreti Roma dünyasının başına büyük sorunlar açmış Hunlar yer almaktadır. Lakin tezin kronolojik kapsamı içindeki Priscus, Batı Avrasya coğrafyasın’da temeyyüz eden diğer Türkler -Avar, Sabir ve Ogurlar- hakkında da veriler sağlamıştır.5 Bu verilerin de tezin kapsamı içinde yer alması nedeniyle yani birden çok Türk kavmi söz konusu olduğu için tezin alt başlığında genelleme yapılarak hepsini kapsayacak bir isim olan ‘Türk’ kullanılmıştır. Buradaki tesmiyenin meşruiyetinin zeminini, kuşkusuz tezin kronolojik kesitinin akabindeki yüz yılda, Doğu Avrasya’da yükselecek Kök-Türk siyasal yapısının adından bağımsız olarak, Türk adının daha sonra kazandığı ve 5 Priscus Fragman XL/I ve XL/II. 4 hâlihazırda da tarihçiler tarafından benimsendiği 6 üzere genel olarak Türk Dilini konuşanlar anlamındaki kullanımı sağlamaktadır. Bu edebi arka plan içinde, tezin üzerine oturduğu temel veri alanını oluşturan tarihyazımının kendi tekâmülüne daha yakından bakıldığında iki eksen karşımıza çıkar. Bunlardan biri Latin-Yunan edebiyatında –hâle ve maziye bakış, onu algılayış ve tasvir- tarihyazımı türünün oluşumu ve gelişimi; bir diğeri ise, bu alan içerisinde ötekiler ‘barbar’lar, tez özelinde Türkler –mensup oldukları saha itibarıyla kuzeyli ‘barbar’lar- bilgisinin oluşumu ve gelişimidir. Türkler bağlamında müverrihlerin kayıtları hem çok fazla hem çok azdır 7 . Şöyle ki; kaynaklardaki bilgiler bölük pörçük olmaları nedeniyle az, hemen hemen çağdaş her kaynağın haklarında bir şeyler kaydetmesi nedeniyle çoktur. Verilerin bölük porçüklüğü noktasında dahi genelleme ancak kaynaklardan günümüze ulaşanlar üzerinden yapılabilir; zira eserlerin bir kısmı tamamen bir kısmı ise kısmen kayıp olduğu için gerçekte onlarda neler yer aldığını tam manasıyla bilme şansına sahip değiliz. Bu nedenle, hiç değilse eserleri eksik ulaşan müverrihler hakkında çizilen portreler ve eserleri hakkında yapılan analizler doğal olarak eksik kalmaya mahkûmdur. 6 Bu genel durumu farklı dillerde yazılmış üç kitap adıyla yinelemek gerekirse; İngilizce için Peter Golden eserine ‘An Introduction to the History of Turkic People’ Fransızca için Jean-Poul Roux ‘Histoire des Turcs: Deux mille ans du Pacifique à la Méditerranée’ hatırlanabilir Türkçe de ise İbrahim Kafesoğlu ‘Türk Milli Kültürü’. Her üç çalışmada tezin kronolojik ve lokasyon eksenini kapsamakta ve ele adığı kavimleri aynı şekilde yani Türk başlığı altında sunmaktadır. 7 Szadeczky-Kardoss, “Avarlar”, şurada Sinor, ed., 2003, s. 283’de bunu ‘az olarak’ tanımlamış olmakla birlikte bize bu formulasyonun ilhamını yine de bu cümle vermiştir. ‘Avarlarla ilgili kaynaklarımız hem odukça az hem de tarihsel yorumları tartışılmaz olmamakla birlikte, Avarların Avrupa’daki yazgılarıyla ilgili çizilebilecek en açık resim her şeyden önce Yunan ve Latin kayaklarının tanıklığına daha az bir ölçüde de Doğu (Süryani, Ermeni, Kopt, Arap) ve Slav kaynaklarının verilerine dayanmaktadır.’ 5 Tezin alanına girdiği noktada Geç Roma tarihyazımı, terminoloji birliğine sahip değildir. 8 Geç Roma müverrihlerinin; Hun, Avar, Ogur, Sabir gibi tesmiyelerinin karşıladıkları ‘şey’ esnek ve değişken niteliktedir; mutlak ve malum bir siyasal-toplumsal-etnik yapıya karşılık kullanılmamaktadır. Müverrihler bu adları; örneğin siyasal bağlamda kullandıklarında, siyasal bir yapıyı, siyasal erkin sahibini, siyasal erkin mensubu olduğu kabileyi, siyasal yapının farklı kökenlerden gelen ahalisini, siyasal yapı çöktükten sonra müteakibi olan siyasal yapıları kast ederek kullanmışlardır. Örnek Hun adı özeline indirgenirse bu ad; Hunların siyasal yapısına, bu yapının iktidar organına, banisi kurucu boya, Germen, İran ve diğer kabileleri de kapsayan Hun konfederasyonun ahalisine, ondan sonra herhalde farklı kabilelerin kurduğu siyasal yapılara işaret etmek maksadıyla kullanılmıştır. Batı Avrasya coğrafyasının yeni ahalisini ve onların teşkilatını adlandırırken ister ‘yeni’nin kavranmakta ve tanımlanmaktaki güçlüğünden ister başka bir nedenden kaynaklansın; müverrihlerin kafasının karışık oluşu nedeniyle, tesmiyelerin temel alarak yapılacak bir kaynak analizi-tarih kurgulaması, sağlıklı bir panorama sunmaktan uzak kalacaktır. Adlandırmalar coğrafyanın bu yeni unsurunu, Türkleri-Altaikleri, kendi içinde gruplandırırken başarılı olamadığı ölçüde, onları bölgenin daha eski, Romalılar için tanındık, sakinleri olan Germen ve İran kavimlerinden ayırmakta mahirdirler ve hiç değilse olgunun köken ve toplumsal boyutu bağlamında, yetkin bir perspektif sağlamaktadırlar.9 Batı Avrasya’daki Türklerin tarihine akademinin ilgisi üzerine bir durum değerlendirmesi yapıldığında karşımıza şöyle bir manzara çıkmaktadır. Bu ilgi ya 8 Bkz. Bölüm I.IV. 9 Ammianus Res Gestae XXXI. II. I.; Eunapius Fragman XLI. 6 Roma tarihçileri yahut Oryantalist-Türkolog kökenliler tarafından yönlendirilmiştir. Bu durum ise şu açmazlara yol açmıştır: Batı telakisinde Türkolog profili, kendilerinden beklentilerin geniş bir alanı kapsaması nedeniyle, uzmanlaşabilmekodaklanabilmek için daha az zamana sahiptir; zira Türkologlar, Türk dilini, edebiyatını, Hunlardan –Hsiung-nu- Türkiye Cumhuriyete’ne Türk tarihini bilmekle mükellef kişidir.10 Bu kadar geniş bir alanda araştırma yapmak kuşkusuz onlara her bir alanı derinlemesine düşünmek için daha az zaman bırakmaktadır. Oryantalistlere kalan zamanın Türkologlara göre daha sınırlı olacağı açıktır. Dönemin uzmanı Roma tarihçilerinin bakış açısı ise; taşıdıkları unvan çerçevesinde kalmakta, bir diğer ifadeyle Türk tarihinin akışını, halet-i ruhiyesini, hülasa paradigmalarını algılamak noktasında yetkinlikten uzaktır. İronik ve biraz da abartılı bir şekilde ifade edilirse; kaynak kategorisindeki tarih eserlerini kaleme alanlarla, Roma tarihinin çağdaş meraklıları arasında algılayış odağı benzeşmektedir. 11 Dahası tıpkı antikçağ tarihçileri gibi çağdaş tarihçiler de bu 10 Son dönemlerden bir örnek verecek olursak; Cambridge tarih serisinin ilgili cildi olarak 1990 yılında yayınlanmış, alanın en önemli el kitapları arasında sayılabilecek Denis Sinor editörlüğünde kolektif bir çalışma olan The Cambridge History of Early Inner Asia’da, aynı kişi birinde Çin diğerinde Roma kaynaklarının ön planda olduğu bu iki alanda olmasına rağmen hem Hunlar maddesini hem de Kök Türkler maddesinin yazarı olarak karşımıza çıkmaktadır. ‘Erken İç Asya Tarihi’ adıyla Türkçeye çevrilen kitabın bahsedilen maddelerinin mütercimleri bile farklıdır: Hun maddesi Mete Tunçay; Kök Tük maddesi Talat Tekin tarafından tercüme edilmiştir. Türkçe çevirisinde bile, muhtemelen iki farklı mütercime ihtiyaç duyulan maddelerin tek kişi tarafından kaleme alınması ilginç bir durum olsa gerek. Biraz daha su kaldırır olmakla birlikte bu çalışmada yer alan başka bir örnek ise ‘Rusya’nın Orman kuşağı Halkları’, ‘Güney Rusya Bozkırlarının Halkları’ ve ‘Orta Asya’da İslamiyet’in İlk Dönemleri ve Karahanlılar’, maddelerinin yine tek kişi tarafından, Peter Golden, yazılmış olmasıdır. Bu maddelerin çevirisi içinse yine üç mütercim; yukarıda verilen madde adlarının sırasıyla Mete Tunçay, Ayda Arel ve Halil Bektay çalışmıştır. 11 Hunlar hakkında İngilizcedeki ilk monografinin, 1948 yılındaki basımının başlığıyla A History of Attila and the Huns, yazarı E. A. Thomson bu tespitin güzel bir örneğidir. Hunları köprü 7 kavimlere, çevresindeki yerleşik-tarımcı Roma toplumuna muhtaç parazit bir hayat sürmek gibi belli klişeler çerçevesinde bakma eğilimi baskındır. Roma, payitaht olarak, Mısır’ın hububat üretimine muhtaç olduğunda hiç akıllarına gelmeyen ‘parazit’ nitelemesi, kuzeyliler söz konusu olduğunda, onların gözünde adeta olguyu kavrayabilmenin nirengi noktasıdır. Türkiye’de alanla ilgili kaleme alınanlar ise, çağdaş Roma tarihçilerinin daha çok Türkolog-Oryantalist kuşağın eserlerinin, nedense onlardaki edebi cevher yansıtılmaksızın, kuru bir uslupla aktarılmış şeklidir. Bu ifade ediş biçiminde kaynaktaki bilgiyle onun üzerine çalışma yapan batılı araştırmacının yorumu, kaynağın doğrudan takip edilmemesi nedeniyle olsa gerek, birbirine karıştırılmış ve dahi bu yorumlar arasında hoşa gidenler, tarihsel verinin kendisi olarak lanse edildiğine dahi rast gelmek mümkündür. Tespit edilebildiği kadarıyla doğrudan tezin konusuna, Geç Roma tarihyazımında Hunlara odaklanmış bir çalışma ne Türkiye’de ne de yurt dışında mevcut değildir. Yukarıda genel özelliklerine değinilen alanla ilgili çalışmaları örneklendirmek amacıyla aşağıda bir liste sunulmuştur. Roma edebiyatının Türk tarihinin kaynağı olarak kullanılması olarak görebileceğimiz, diğer bir ifadeyle bu edebiyatta zikredilen Hunların, Çin edebiyatının bahsettiği Doğu Avrasya’daki Hsiung-nu ile ilişkilendirilmesi Fransız sinlog Joseph De Guignes’e –on sekizinci yüz yılın ikinci yarısına- kadar iner. De Guignes, Histoire générale des Huns, des Mongoles, des Turcs et des autres Tartares occidentaux adlı eserinde Hunlar ile Çin korkuluklarına benzeten Ammianus’un kayıtlarını ‘aksi ispatlanmamışsa’ kaydını düştükten ve onun bu konudaki haber kaynağının Hunlar tarafından mağlup edilen Gotlar olabileceği değerlendirmesini yaptıktan sonra doğru kabul edileceğini söyler. 8 kaynaklarındaki Hsiung-nuları özdeşleştirmiştir. Edward Gibbon’un aynı devirde12 kaleme aldığı ve Romanistiğin ‘kült’ eserlerinden biri olmuş Decline And Fall Of The Roman Empire13 adlı çalışmasında bu görüşü benimsemiş ve popülerleşmesini sağlamıştır. Her ne kadar tarihçiler arasında bu yaklaşım terk edilecek olsa da böylece Roma edebiyatının kaydettiği bazı halkların Türk ve en genel anlamda Altaik kökenlerine akademinin ilgisi yönelmiş olmaktadır. De Guignes’in bu eseri Hüseyin Cahit, sonradan alacağı soyadıyla Yalçın, tarafından Türkçeye çevrilmiş Hunların Türklerin Moğolların ve Daha Sahir Tatarların Tarih-i Umumisi adıyla 1923 yılında eski harfli olarak yayınlanmıştır. Yetmişli yıllarda bu çeviri Latinize edilerek tekrarlanacaktır. Bu çeviri sayesinde Türkiye’de de tespit edilebildiği kadarıyla alanla ilgili ilk ilmi yayın gerçekleşmiştir. Bu dönem aynı zamanda, Osmanlı dağılma sürecinin doğurduğu milliyetçi motivasyonun da etkisiyle Türklerin erken dönem tarihine olan ilgi ile keşisen bir süreci de ifade etmekteydi. Diğer Avrupa toplumlarının kendilerinden kabul etmediği Macarların geçmişlerini arama gayretleriyle daha önceden bu yola çıkmaları, yani diğer bir milliyetçi refleks alan adına oldukça verimli sonuçların doğmasına neden olmuştur. Çünkü Macaristan tarihi, Hunların ve daha sonra batı Avrasya’da hüküm sürecek diğer Türk kavimlerinin tarihiyle kesişmekteydir. Gyula Nemeth, Gyula Moravcsik gibi alanın üstadlarını çıkaracak Macar akademisi, bu alanda Türk akademisini de ziyadesiyle besleyecektir. Bu noktada ilk örnek olarak karşımıza, erken yaşta 12 De Guignes’in üç ciltlik bu eseri 1756-1758, Gibbon’un altı ciltlik eseri ise 1776-1789 tarihleri arasında yayınlanmıştır. 13 Eserin tam adı The History of the Decline and Fall of the Roman Empire olmakla birlikte Decline and Fall of the Roman Empire şeklinde kısaltımış adıyla da meşhurdur. 9 hayattan ayrılmasına rağmen büyük bir azimle çalıştığı anlaşılan Hüseyin Namık Orkun çıkmaktadır. Priscus’un eserinden Türkçedeki ilk çevirileri de sunan Attila ve Oğulları 14 , dört cilt olarak kalem aldığı Türk Tarihi 15 başlıklı çalışmasının ikinci cildi Batı Avrasya’daki Türk hâkimiyeti üzerinedir ve Hunlara genişçe yer verilir. Son olarak Gyula Moravcsik’in A Magyar történet Bizanci forrasai adlı çalışmasından derlemeler yaparak kaynaklar üzerinde genel bir tanıtım niteliğindeki bu eseri Türk Tarihinin Bizans Kaynakları16 başlığıyla yayınlamıştır. Şerif Baştav ve İbrahim Kafesoğlu, Macar akademisinde yetişen diğer örnekler olarak karşımıza çıkmaktadır. Her ne kadar, doktora tezi dâhil olmak üzere çalışmaları geç Ortaçağ’da yoğunlaşsa da özellikle Baştav alanın üzerinde mühim bir mesai harcamıştır. Baştav, bahsedilen Macar çalışmalarının anlamlı bir yansıması olan Gyula Nemeth’in editörlüğünde Lajos Ligeti, Peter Vaczy, Sandor Eckhardt, Nandor Fettich’in çalışmalarıyla katıldıkları Attila és hunjai 17 adlı günümüzde de önemini koruyan eseri Türkçeye çevirmiştir. 18 Baştav ayrıca bu eserin özetine benzeyen bir yayın daha yapmıştır. 19 Alana dair en önemli katkılarından biri ise, 14 İstanbul’da 1933 yılında yayınlanmıştır. Orkun Priscus çevirilerini muhtemelen Macarca tercümesinden yapmıştır. 15 Ankara: Akba Kitabevi, 1946 16 Ankara: Çığır Dergisi Neşriyatı no:2, 1938. 17 Budapest: Magyar Szemle Tarsasag, 1940. İkici defa 1960 yılında yayınlanmıştır. 18 Attila ve Hunları, İstanbul: Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları sayı: 106, 1962. İkinci defa 1982 yılında yayınlanmıştır. Bu çalışma ayrıca, Tarık Demirkan tarafından Türkçeye çevrilerek Hunlar ve Tanrının Kırbacı Attila, -İstanbul: Yapı Kredi Yayınları1996 yılında tekrar yayınlanmış lakin Demirkan’ın çevirisi, Baştav’in dönemin akademik dilini yansıtan tercümesiyle kıyaslanmayacak derecede basittir ve Attila és hunjai’de yer alan bir bölüm ve çok kıymetli olan sonnotlar tercümenin dışında bırakılmıştır. 19 ‘Attila ve Hunları’, Tarihte Türk Devletleri, c. I, Ankara: Ankara Üniversitesi Rektörlüğü yayınları, 1987, s. 37-53. 10 Sabirler hakkında kaleme aldığı Sabir Türkleri 20 adlı makalesidir. Baştav’ın bu husustaki son çalışması ise, Thompson’un aşağıda bahsedilecek ve yine bir Macar olan Istvan Bona’nın arkeolojik verilerin ön planda olduğu Das Hunnen Reich21 adlı çalışmlarından da istifade ederek kaleme aldığı Avrupa Hunları adlı yayınıdır.22 İbrahim Kafesoğlu’nun sırf alan üzerine bir çalışması olmamakla birlikte pek çok kez basılmış Türk Milli Kültürü 23 isimli eserinde Hunlar ve ardılı Türk kavimlerinin Batı Avrasya’daki varlığını, konu hakkında yayınlanan monografilerden hareketle ele almaktadır. İslam Ansiklopedisinin ‘Türkler’ maddesinin tarih kısmında da bu yayın özetlenerek tekrarlanır. Aynı durum eğitim hayatına Rusya’da başlamış ve Almanya doktoralı Akdes Nimet Kurat’ın IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz’in Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri 24 adlı eseri içinde geçerlidir. Bu yayın ise Türk Dünyası El Kitabı’nda tekrarlanmıştır. İstanbul Üniversitesi Genel Türk Tarihi Anabilim Dalında yani Kafesoğlu’nun kürsüsünden Ali Ahmetbeyoğlu hazırladığı yüksek lisans ve doktora tezleri ile Türkiye’de doğrudan alan üzerine kurulmuş çalışmalara örnek teşkil eder. Ahmetbeyoğlu’nun yüksek lisans tezi Grek Seyyahı Priskos (V. asır)'a göre Avrupa Hunları 25 başlığını taşımaktadır. Bize göre bu tezin başlığı yeterince özenle 20 Belleten, c. V, s. 17-18 (1940), s. 53-99. Bu makalenin aynı adla bir ayrıbasımı da yapılmıştır: İstanbul: Maarif Matbaası, 1941. 21 Budapest, 1991. 22 Türkler, c. I, Ankara, 2002, s. 853-886. 23 Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1977. Düzeltilmiş ve genişletilmiş şekli eserin üçüncü baskısı: İstanbul, 1984. 24 Ankara: Ankara Üniversitesi Dil Ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Yayınları sayı 182, 1972. 25 İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Genel Türk Tarihi Anabilim Dalı, 1990. Daha sonra aynı isimle Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı tarfından yayınlanacaktır: İstanbul, 1995. 11 düşünülmemiştir zira Priscus’un (Yunanca yazımıyla Priskos) Hunlar arasında yer almasının nedeni bir seyahat değil Attila’ya elçilikle görevlendirilmiş Maximus’un sefaret heyetinde görevli oluşudur. 26 Priscus’un eserinin Türkçeleştirilmesini hedefleyen bu çalışmada Orkun’un yukarıda bahsedilen Attila ve Oğulları adlı eserindeki Priscus çevirileri de kullanılmış lakin Orkun’un atladığı kısımlar ilave edilmiştir. Ahmetbeyoğlu’nun doktora tezi Avrupa Hun İmparatorluğu Tarihi27 adını taşımaktadır. Türkiye’de yapılmış doğrudan alan üzerine olan bu doktora, Hun tarihinin, siyasi tarih merkezinde genel görünümünü ele almıştır. Hem kaynak hem literatür kullanılarak kaleme alınmış eserde, bizce alanın en önemli çalışması olan aşağıda bahsedilecek Maenchen-Helfen’in eserine yer verilmemiştir. Mevcut YÖK tez merkezi kayıtlarına göre tespit edebildiğimiz bir kaç yüksek lisans tezi daha mevcuttur. Bunlardan ikisi Hunların askerî yapısını konu edinir. Biri Rukiye Öztürk’ün hazırladığı Grek ve Latin kaynaklarına göre İskit, Sarmat ve Avrupa Hunlarında Askerî Kültür (m.ö. V. yy. - m.s. VI. yy.) 28 , bir diğeri Cüneyt Güneş tarfından hazırlanan Avrupa Hun İmparatorluğu'nda Ordu ve Savaş 29 başlığını taşımaktadır. Bu satırların yazarı tarafından hazırlanan Türk tarihinin bir kaynağı: De Origine Actibusque Getarum 30 başlıklı yüksek lisans tezi de bu cümleden sayılabilir. 26 Priscus Fragman XI/I ve XI/II [2] 27 İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Genel Türk Tarihi Anabilim Dalı, 1997. Daha sonra aynı adla kitap olarak yayınlanacaktır: Ankara: Türk Tarih Kurumu, 2001. 28 Ankara: Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Eskiçağ Tarihi Bilim Dalı, 2007. 29 Muğla: Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, 2012. 30 Balıkesir: Balıkesir Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı, 2007. 12 Türkiye’de, en çok ilgi duyulanını Hunların oluşturduğu Batı Avrasya Türk tarihi alanındaki çalışmalar görüldüğü üzere oldukça azdır. Türkçeye son zamanlarda birkaç mühim eser daha çevrilmiş olması bir nebze de olsa bu boşluğu doldurmaktadır. Denis Sinor editörlüğünde Cambridge serisinin ilgili cildi olarak yayınlanan The Cambridge History of Central Asia 31 Türkçeye, Mete Tunçay editörlüğünde bir heyet tarafından Erken İç Asya Tarihi 32 adıyla çevrilerek yayınlanmıştır. Bu yayında, her ne kadar bir Türkolog olsa da Sinor’un kaleme aldığı ‘Hunlar’ maddesi genellikle bir Romanist olan Thompson’un görüşlerini tekrarlamaktadır. Edward Artur Thompson, tespit edilebildiği kadarıyla alanla ilgili ilk İngilizce monografi olan A History of Attila and the Huns 33 adlı eseri, bahsedildiği üzere bir Romanist gözüyle ele almıştır ki bu durum adeta eserin her sayfasında kendini hisettirmektedir. Eserin Türkçesi ise, Blackwell yayın evi tarafından yapılan baskısından Hunlar34 adıyla yazarının adının Elizabeth yapmaya varıncaya değin çok sorunlu bir tercümeyle yayınlanmıştır. Bu tezde her şeye rağmen önemli bir çalışma olan Thompson’un eserine, daha doğrusu onun görüşlerine olabildiğince yer verilmiştir. Hunlar üzerine bir diğer İngilizce monografi ve bize göre alanın en büyük emek harcanan eseri Nazi Almanyasından kaçarak Amerikaya sığınan sosyalistlerden biri ve birinci sınıf bir âlim olan ‘üstad’ Otto J. Maenchen-Helfen tarafından The 31 Cambridge: Cambridge University Press, 1994. 32 İstanbul: İletişim Yayınları, 2000. Bu yayın pek çok kez tekrarlanmıştır. 33 Oxford: At the Clarendon Press, 1948. Bu çalışma Thompson’un ölümünün ardından Peather Heather tarafından hazırlanarak Blackwell yayın evinin The Peoples of Europe serisi için The Huns, Oxford 1999.’da yeniden yayınlanmıştır. 34 Sibel Dinçol, Ankara: Phoenix, 2008. Bu çevirinin eleştirisi için bkz. T. Kaçar, “Bir Çeviri Komedisi: Edward Arthur Thompson, Hunlar”, Toplumsal Tarih sayı 206, (Şubat 2011), s. 93-95. 13 World of the Huns Studies in Their History and Culture35 adıyla kaleme alınmıştır. Alan adına en büyük talihsizlik bu eserin, Maenchen-Helfen’in ölümünün ardından, yayınevine bıraktığı el yazmalarının Max Knight tarafından edite edilmesiyle yayınlanması yani ‘üstad’ın esere son şeklini verememiş olmasıdır. Bu tez, uzun mesailerin harcanmış, ilmik ilmik dokunmuş bu abidevi esere ve MaenchenHelfen’in görüşlerine çok şey borçludur. Yine de belirtmek gerekirki muhtemelen kitabın bu yayınlanma serüveninden kaynaklanan nedenlerden ötürü bu çalışmada yazarın refarans olarak gösterdiği kaynaklarda uyuşmama gibi sorunlar mevcuttur. Diğer bir ‘üstad’, alanın en önemli referans eserlerinden birini ortaya koyan Macar âlim Gyula Moravcsikdir. Yunanca yazılmış kaynakların taranarak Türkler ile ilgili bahisleri tanıtan, eserleri kaleme alan yazarlar hakkında bilgi veren ve onlar üzerine yapılan çalışmaların bibliyografyasını sunan Byzantinoturcica I Die Byzantinischen Quellen der Geschichte der Türkvölker36 başlıklı bu eser, kaynakların çevirisini ve birebir değerlendirmesini sunmamakta, daha çok kaynaklar üzerine ansiklopedik bilgiler vermektedir. Byzantinoturcica II : Sprachreste der Türkvölker in den Byzantinischen Quellen 37 başlıklı eserin ikinci cildi ise kaynaklarda geçen onomastik unsurları ve geçtiği kaynakları listeler. Martindale ve birinci cilt için ayrıca Jones ve Morris editörlüğünde yayınlanan The Prosopography of the Later Roman Empire I-III38 adlı mühim çalışma, Roma edebiyatı eserlerinde isimleri geçen şahısları listeler ve 260-641 dönemini kapsayacak şekilde kaynaklardaki verileri 35 Berkeley-Los Angales-London: University of California Press, 1973. 36 İlk baskı; Budapest: Magyor-Görög Tanulmanyok, 1942; ikinci baskı Berlin: Akademie Verlag ,1958; üçüncü defa; Leiden: Brill, 1983. 37 İlk baskı, Budapest, 1943; sonraki iki baskı birinci cilt ile eş zamanlıdır; Berlin: Akademie-Verlag 1958, Leiden: Brill, 1983 38 Cambridge, 1971–1992. 14 derler. Bu çalışmanın 260-527 yıllarını kapsayan ilk iki cildi tezin kronolojik çerçevesine denk düşmektedir. Alexander Kazhdan editörlüğündeki Oxford Dictionary of Byzantium I-III tartışmalı hususlarda, tercihleri benimsenen bir refarans kaynağı niteliğindedir ve bu tez için de bu tercihler geçerli olmuştur. Lakin bu çalışma Doğu Roma, tarihçilerin verdiği isimle Bizans merkezledir ve dolayısıyla Batı Roma’yı kapsamamaktadır. Bu refaransların alanla ilgili yapılan araştırmalarda çok büyük kolaylıklar sağlamakta olduğunu belirtmek gerekir. Bu tez, her biri kendi içinde alt başlıklar taşıyan üç bölüm olarak düzenlenmiştir. Özgünlük taşımayan ilk bölümde metinlerin, verilerin, nasıl bir edebi ve tarihsel zemin üzerinde meydana geldiği ve onları kaleme alanların kimler olduğuna temas edilmeye çalışılmıştır. Bu çerçevede Türkler, Hunlar, Batı Avrasya coğrafyasında temeyyüz etmeden önce bu coğrafyanın ve müverrihlerin memleketi olan Roma dünyasının görünümüne değinilmiştir. Müverrihler hakkında ansiklopedik biyografiler derlenmiş ve ilgili eserleri, Türk tarihinin kaynağı olmaları merkeze alınarak tanıtılmaya çalışılmıştır. Bu edebiyat içinde Hunluk bilgisinin oluşumuna dair bir tasvir denemesi yapılmaya çalışılmıştır ki bu alt bölüm özgün oluşu yönüyle öncekilerden ayrışır. İkinci ve üçüncü bölümde doğrudan metinlerin kendisi ele alınarak, metinsel ve metinler arası bağlam çerçevesinde sundukları bilgiler birbiriyle ilişkilendirilmeye, takip edilmeye ve sorgulanmaya çalışılmıştır. Bu çerçevede ikinci bölümde, müverrihler Hunların kimler olabileceğine dair iddiaları, yahut bu soruya verdikleri cevaplar olarak değerlendirilebilecek kayıtlar üzerinde durulmuştur. Onların kökenine dair önerileri, nasıl ortaya çıktıklarına dair anlatıları, dolaylı yoldan yani onomastik unsurlar üzerinden de olsa konuştukları dile dair sağladıkları veriler 15 ve nihayet Hunların fiziki tasvirlerini ne surette yaptıkları ele alınmıştır. Dille ilgili etimolojik analizler, uzağında olduğumuz bir disiplin olduğu için bu alanla ilgili yapılan çalışmalardan bir derleme yapılmak zorunda kalınmış zira hâlihazıra onların yegâne dil varlıkları olarak ulaşan bu verileri, bu nedenle dışarda bırakmak, görmezden gelmek çok lüks bir tercih olacağı düşünülmüş, peşinden gidilen sorulara cevap verme noktasında daha sığ bir veri havuzuyla karşı karşıya kalınmasından kaçınılmaya çalışılmıştır. Üçüncü bölümün temel sorusu ise nasıl yaşadıkları hakkındadır. Her şeyden önce müverrihlerin yaşadıkları mekân hakkındaki haberleri ele alındıktan sonra, bu coğrafyada nasıl bir hayat sürdükleri, ne gibi değerlere sahip oldukları ve nasıl örgütlendikleri hakkındaki kayıtları işlenmeye çalışılmıştır. Türk tarihinin gerek yatay, Doğu Avrasya coğrafyasındaki akışı ve gerekse dikey, müteakip dönemler ile bir bütün olarak, daha sağlıklı algılanması ve kurgulanması, diğer bir ifadeyle tarihsel devamlılığın takibi için en sağlıklı zeminin, çok kırılgan olan siyasi-askerî cihette neler yaptıkları değil nasıl yaşamış oldukları sağlar. Aynı zamanda bu siyasiaskerî başarıların da nedeninin anlaşılmasını sağlayacaktır. Maalesef Türkiye’de, her ne kadar kendi milli tarihimiz olsa da, Türk tarihinin kurgusu, ötekiler –yabancılar- tarafından inşa edilen yapının dışında yeni bir anlatı geliştirilememiştir. Böylece zaten kaynakları sağlayan ‘ötekiler’in müverrihleriyken onları kurgulayanlar da ‘ötekiler’in tarihçileri olmuş, bizde ise bunun üzerine biraz hamasi ton katılmak suretiyle tekararları yapılmıştır. Umarız bu tez, bu sorunun üzerinde durulması için bir nebze katkı sunar. 16 I. BÖLÜM : KARGAŞA ESNASINDA TARİH YAZMAK I.I.TARİHÎ ARKA PLAN I.I.I. TÜRKLERDEN ÖNCE ROMA İMPARATORLUĞU Bu bölümün yazılmasındaki amaç, bir Geç Roma Tarihî tasviri yapmaktan ziyade Roma edebiyatının ve bunun içindeki tarihyazıcılığı türünün icra edildiği zemin, müverrihlerin yaşadığı ve eserlerinde tasvir ettikleri dünya hakkında tez bağlamında bir panorama sunmaktır. Böylelikle; Türklerin dâhil oldukları coğrafyanın ‘süper gücü’nün ahvaline dair bir durum tespiti de yapılmış olunacaktır. Roma İmparatorluğu, kuzeyden gelen akınların kalıcı olarak sınırlarını daraltmaya başlamasından önce, aşağı yukarı Atlas Okyanusundan Kafkaslara, Britanya’dan Sahra Çölüne uzanan dört bin sekiz yüz kilometre uzunluğunda ve Britanya dışarıda bırakıldığında iki bin sekiz yüz kilometre derinliğinde bir alana yayılmıştı. Yaklaşık olarak dört bin beş yüz kilometre kareye ulaşan bu topraklarda, Hıristiyanlığın zuhur ettiği devir için yapılan bir tahmine göre elli ile altmış milyon civarında bir nüfus yaşamaktaydı. 39 Bu geniş sınırlara ulaşıncaya kadar; krallık, cumhuriyet devirleri geçmiş, Augustus ile birlikte imparatorluk dönemi açılmış principatus 40 ve buradan, tezin kronolojik çerçevesi noktasında Roma tarihi dönemlendirilmesi içindeki en yakın nokta olan, ikinci imparatorluk dominatus 41 39 40 M. I. Finley, Antik Çağ Ekonomisi, İstanbul 2006, s. 14-15. Principatus: ‘birinci kişinin yönetimi’ anlamına gelen Latince tabir. Augustus’tan Diocletianus’a (M.Ö. 27-283) değin devam eden süreç için kullanılır. 41 Dominatus: Hâkim, efendi anlamındaki dominus sözünden. Modern Romanistler tarafından Roma’nın imparatorluk sürecindeki ikinci –son- imparatorluk dönemine verilen ad. İlki Augustus ile başlayan tur. Dominatus Diocletianus’tan Iustinianus’a (284-565, Batı imparatorluğu için 476) uzanan devreyi kapsayan doğu tarzı bir monarşi rejimidir. İmparator hükümdarlık alameti giysisiyle ve bakanlar kuruluyla bir tanrı-imparator vasıflarını haizdir ve rejim mutlak monarşi niteliğindedir. RHL s. 61. dönemine ulaşmıştı. Roma tarihinin siyasi dönüşümü açısından anlamlı olan bu dönemlendirme ile uyuşmayan bir başka kırılma, Roma toplumun için farklı bir kronolojik kesitte, Marcus Aurelius’un saltanatı (161-180) ile Iustianus’un saltanatı (527-575) arasındaki dört yüz yıllık süreçte, gerçekleşmekteydi. Bu süreçte Roma toplumu; hayatın ritminden, ahlaki duygulara eş zamanlı olarak da kentlerin ve kentleri çevreleyen köylerin sakinlerinin benlik duygusuna nüfuz eden bir dizi derin dönüşüm geçirmişti. Roma Dünyasına damgasını vuracak kırılma, yavaş bir akışla antik siteden Hıristiyan kilisesine, eski kamusal cemaat biçiminden yenisine evrilmesiyle sonuçlanacaktır.42 Roma siyasi tarihindeki bahsedilen kırılma süreci şöyle gelişmiştir. İmparatorluk için bir kriz ve anarşi asrı olan üçüncü yüzyılın sonlarına doğru Diocletianus’un hükümdarlığı devrinde, Roma İmparatorluğunun monarşiyi andırsa da cumhuriyet devri devlet organizasyonunu şeklen devam ettiren rejimi, doğu örneğinde salt monarşik bir yönetim biçimine dönüşmüştür. Böylece principatus olarak adlandırılan imparatorluğun ilk evresi kapanıp, dominatus denilen ikinci evre açılmıştır. İmparator Carus ve oğulları Carinus ve Numerianus’un halefi olarak bunlardan batıya hükmeden Carinus’u mağlup edip tahta el koyan Diocletianus (yahut Diocles) bu yeni rejimin ve İmparatorluğun Doğu ve Batı’sında iki augustus ve iki caesardan oluşan yeni hükümdarlık düzeninin yani tetrarşinin 43 kurucusu 42 43 Peter Brown, “Geç Antikçağ”, şurada: Aries, P., Duby, G., ed., 2006, s. 252. Dörtlü imparatorlar collegiumu. Diocletianus’un, tek başına hükmettiği imparatorluk yönetimini tetrarşiye dönüştürmesi süreci şöyle gelişmiştir: ilk önce ‘barbar’ istilalarından ve vergi tahsildarlarından huzursuz olup göç eden köylülerin Galia’da çıkardıkları isyanı başarı ile bastıran komutan Maximianus’a augustusluk ünvanı verilmiştir. O Milano’da ikamet edip buradaki sorunlarla ilgilenmiş Diecletianus ise İznik’te (Nicomedia) ikamet edip en büyük erkin sahibi olmuştur. İkinci olarak ünlü bir aristokrat olan Constantius’u Maximianus’a yine asker kökenli Galerius’u ise kendine 18 olmuştur. Daha sonra imparatorluğun Doğu ve Batı şeklinde ikiye bölünmesine yol açacak süreç böylece başlamaktadır ve fakat henüz Diocletianus devrinde son karar mercii yine kendisi olduğu için böyle bir mahiyeti haiz değildir.44 Diocletianus (284-305), adem-i merkeziyet sistemini kullanarak imparatorluk idaresinin yükünü hafifletmek için kapsamlı bir imparatorluk reformu yapar (293). Diocletianus ile 286 yılında ortak augustus olarak atanan Maximinaus; Galerius ile Constantius Chlorus’u evlat edinirler ve caesarları, dolayısıyla halefleri olarak tayin ederler ve imparatorluk eyaletlerinin yönetimini aralarında üleştirirler. Böylece yirmi yıl sonra augustusların iktidardan çekilerek yerlerini caesarlara bırakmalarını, onlarınsa kendilerine halefleri olacak apparitor –yardımcı– caesarlar tayin etmelerini öngören tetrarşi sistemi kurulmuş olur. İmparatorluğun eyalet sayısı yaklaşık ikiye katlanarak yüz bir provincia ve bunlar vicariilerin45 yönetiminde on iki diocesise 46 bağlanır, genel olarak askerî ve sivil otorite birbirinden ayrılmaya çalışılır. Halk, üzerlerinde tasarruflarda bulunulan subiecti –tebaa– haline gelir: köylüler işledikleri toprağa bağlı kılınır –kolonluklar– ve zanaatkârlar ordunun ihtiyaçlarını temin maksadıyla zorunlu olarak birlik –korporasyon–oluştururlar. Diocletianus devrinde iktisadi politikalar çerçevesinde; para basılarak ve fiyat caesar olarak atamıştır. Eyaletlerin yönetimi caesarlar ve augustuslar arasında paylaştırılmış ve caesarlar kendi augustuslarına karşı sorumlu kılınmıştır. Uygulamada ise baskın bir kişiliği ve zaten görevlendirdiklerinin de güvendiği kendisi gibi Illyrialı asker kökenliler olması sayesinde Dieclatianus, hepsinin üzerinde hüküm sürmüştür. 44 O., Akşit, Roma İmparatorluğu Tarihi M.Ö. 27-M.S. 395, İstanbul, 1985, s. 487-497. 45 Vicarius praefectorum praetorio: Dominatus (Diocletianus ile başlayan son imparatorluk dönemi) devrinde Diocesis olarak adlandırılan birimleri yönetmek üzere imparator tarafından tayin edilen Praefectus Praetorioların vekilleri gibi onların hemen altında bulunan valiler. RHL s. 166. 46 Diocesis: Dominatus devrinde bir idari taksimat birimi. İmparatorluğun dört büyük prafecturasından birine bağlıdır ve kendi altında ise provinciayı barındırır. RHL s. 59. 19 fermanı yayınlanarak imparatorluğun finansal durumu düzeltilmeye çalışılır ve aynı şekilde Capitatio-Iugatio sistemine dayanan annona ile talepler düzene konulur. İç ayaklanmalar bastırılır, imparatorluğun sınır güvenliği sağlandığı gibi doğudaki egemenlik genişletilir. Tetrarşi sisteminin bir gereği olarak Diocletianus ve Maximianus tahttan çekilir. Yerlerine planlandığı üzere Galerius ile Constantius augustus olurlar ve kendi caesarlarını atarlar lakin tetrarşi; York’ta Constantius’un oğlu (I. yahut Büyük) Constantinus ve Roma’da Maximianus’un oğlu Maxentius gibi münferit muktedirlerin izledikleri siyaset nedeniyle devam edemez ve ortadan kalkar (305).47 Tetrarşinin ardından hemen hemen onunla aynı ömre sahip yirmi sene kadar devam eden taht mücadelesi (305-324) yaşanır ki bu süreç Constantinus’un tek başına tüm imparatorluğa hükmetmesine imkân verecek mutlak hükümdarlığını – totius orbis imperator– tesis etmesiyle neticelenir. Constantinus devrinde (324-337) Byzantium, pagan sembolleri de barındırmakla beraber, Constantinapolis olarak ihya edilerek pagan Roma’nın hilafında imparatorluğun Hıristiyan başkenti –ikinci Roma– olarak yükseltilir. Diocletianus’un başlattığı süreç tamamlanmak ve/veya dönüştürülmek suretiyle önemli idarî ve askerî reformlar gerçekleştirilir ki böylelikle ‘müstebit’ devlet inşası tamamlanır. İmparatorun tanrıya bezerliğini vurgulamak maksadıyla altın işlemeli giysi, alın çemberi, diz çökme gibi katı saray merasimleri uygulanır. Magister militumlar48 yönetimindeki ordu, imparatorluğun dört bölgesinin 47 48 ODB I, s. 626. magister militum: Dominatus devrinde I. Constantinus’tan itibaren ordunun başkumandanının unvanı. Biri piyadeyi diğeri süvariyi komuta edecek şekilde iki kişi başkomutanlığı da söz konusu olabilmekteydi. İmparatorluğun idari yapısının değişmesiyle oluşturulan yeni birimlere bağlı olarak sayıları artmıştır. RHL s. 130. 20 idarecileri, sacrum consistorium 49 –bakanlar kurulu–, praefectus urbi 50 artık imparatorun emri altındadır. Takviye edilerek yetmiş beş lejyona, dokuz yüz bin askere çıkarılan ordu; comitatenses -ordugâh-, limitannei –sınır birlikleri-, candidati –imparatorun muhafız alayından- oluşmaktadır. İmparatorluğun hudutların da yerleşik foederatuslar sınırları korumayı üstlenmiştir. 51 İmparatorluğun mahalli teşkilatı; Antakya merkezli Oriens, Sirmium merkezli Illircum, Milano merkezli Italia, Trier merkezli Galia olmak üzere dört bölge, on dört dioecesis ve yüz on yedi eyalet şeklinde düzenlenir. Merkezi teşkilat organı ise şu comeslerden 52 vücuda gelir: magister officiorum 53 , quaestor sacri palatii 54 , praepositus sacri cubiculi 55 , comes sacrarum largitionum 56 ve comes rerum privatarum57. Roma ve İstanbul senatoları şehir meclisi hüviyetini alır. Romanın bin yıllık geleneği terk edilerek askerî ve sivil idare birbirinden ayrılır. Meslekler 49 sacrum consistorium: büyük memurlar/nazırlar kurulu. 50 praefectus urbi: Roma ve İstanbul şehirlerinin ve yüz millik muhitinin idari, askerî ve iaşesiyle görevli ve mühim hukuki yetkilere de sahip özel valiler. RHL, s. 166. 51 ODB I, s. 499; H., Kinder, W., Hilgemann, Dünya Tarih Atlası, Ankara, 2006, s. 103. 52 comes (ç. commites) Dominatus devrinde imparatorun yakın maiyetinde bulunan büyük memurlara verilen ad. RHL, s. 40. 53 magister officorum: Dominatus devrinde, imparatorun saray işlerinin başında bulunan büyük memur, saray nazırı. Sarayın haberleşme ve evrak işlerini görür aynı zamanda sarayın muhafız kuvvetlerinin de komutanıdır. RHL, s.130. 54 quaestor sacri palatii: Domunatus devrinde kanunların hazırlanması ve özellikle hukukî konularla ilgilenen büyük memur. İmparatorun danışma meclisinin çalışmalarının da başkanıdır. RHL, s.176. 55 praepositus sacri cubiculi: baş sayman. 56 comes sacrarum largitionum: devlet hazinesini idare eder, Mukaddes Hazine Nazırı. Vergi işleri ve mali ihtilaflar ile ilgilenir, madenlerin, imparatorluk atölyelerinin, darphanenin idarecisidir. RHL, s. 40. 57 comes rerum privatorum: İmparatorun ve hanedanın özel mülkünün yahut ellerinde tuttukları mülküten sorumlu büyük memur. 21 babadan oğla geçer ve nüfus başına vergi ve emlak vergisi uygulanmaya konulur. Bu devirde para sistemi de düzenlenir, bu dönemde basılan altın solidius, dokuzuncu yüzyıla kadar standart sikke birimi olarak tedavülde kalır. Constantinus pek çok selefi gibi iktidarı için ilahi bir dayanak arar ve nihayetinde erkinin kutsal kökeni olarak Hıristiyanların tanrısını seçer.58 II. Constantius (337-361) 59 mutedil Ariusçuluğun etkisinde kalmış bir imparatordur ve devrinde Ariusçuluk tüm kiliseler için bağlayıcı olur, Katolikler için ise o zorba bir hükümdar olarak kabul edilmiştir. Bu dönemde imparatorluğun hem kuzey hem doğu olmak üzere her iki temel cephesinde de mücadele edilmek istenir. Kuzey cephesinde, Argentoratum savaşıyla (357) Strasbourg’da Alemanni’yi karşı büyük bir zafer kazanılmış, Orta Tuna mansabında ise Sarmatlar karşı başarılı bir sefer gerçekleştirilmiştir. Doğu cephesine gelince, Sasanilere karşı II. Constantius’un hükümdarlığı boyunca savaşılmıştır hatta imparator öldüğü esnada yeni bir sefere hazırlanmaktadır. İmparatorluğun son pagan imparatoru ve Constantinus hanedanlığının son temsilcisi Apostata60Iulianus (361-363) Constantius’un ölümünün ardından tek imparator olarak tahta çıkar. Constantinus devrinde başlayan dönüşümün hilafında geleneksel Roma toplumunu yeniden ihya etmeye kalkışır. Bu siyasetin en manidar yansıması, devrin Hıristiyanlığının müesseselerini ve sosyal faaliyetlerini taklit etmek suretiyle paganizmin yeniden canlandırılması gayretidir. 58 ODB I, s. 499; H., Kinder, W., Hilgemann, Dünya Tarih Atlası, Ankara, 2006, s. 103. 59 337 yılından itibaren diğer kardeşleri II. Constantinus ve Constans ile birlikte, 353’ten sonra ise tek augustus olarak vefat ettiği 361 yılına kadar hüküm sürer. 60 Apostata: murtedi anlamındır zira Hıristiyan Constantius hanedanlığının Paganist mensubudur. Unvan kendisine IX. yy.da verilmiştir (ODB II, s. 1079). Türkçede imparator biyografisi konusunda alanla ilgili tek örnek olan Baydur’un çalışmasında, bu unvanın Iulianus’a, acımasız düşmanlarından Hıristiyan müellif Naziansuslu Gregorius tarafından verildiği belirtmiştir. Baydur, Nezahat, İmparator Julianus, İstanbul 1999, s. 9. 22 Başlangıçta muvaffakiyetle devam eden Sasani seferi esnasında bir suikast sonucunda ölümü, yürütmekte olduğu aykırı politikanın sonu olur. Çağdaşı ve sonraki devrin Hıristiyan yazarlarının ona tepkisi onu ‘yaşayan şeytan’ olarak etiketleyecek kadar ölçüsüz olmuştur.61 Suikastın ardından Sasani seferi devam ederken Iulianus’un halefi olarak aynı cephede görev yapan bir asker olan Iovanius (363-364) tahta çıkar. Ordunun açlıktan muzdarip olması ve İstanbul’da siyasi rekabet tehdidi nedeniyle, Mezopotamya’dan vazgeçme pahasına Sasaniler ile bir ateşkes imzalar ve başkente doğru harekete geçer lakin bu talihsiz imparator henüz yoldayken vefat eder. Iovanius’un halefi olarak tahta, idarî ve askerî bürokrasinin ittifakıyla yine asker kökenli bir isim, I.Valentinianus (364-375) geçer. İmparatorluk erkini paylaşmaya gerek duyarak kardeşi Valens’i Doğu’nun, İstanbul’un ortak hükümranı ilan eder kendi ise Milano ve Trier’de ikamet ettiği halde Batı’nın sorumluluğunu üzerine alır. İmparatorluğu aralarında paylaştırdıktan sonra Valentinianus, Iulianus’un caesar olarak bulunduğu Galya’dan 361 yılında ayrılmasının ardından yenilenen ‘barbar’ tehlikesinin karşı tedbirler almak amacıyla bu bölgeye intikal eder. İmparatorluğu boyunca Ren ve Tuna sınırlarının savunması için çaba harcamış; hakeza komutanı Theodosius 62 da Britanya’yı hedef alan büyük bir barbar akınını bastırmıştır. Nehir kıyıları boyunca ve bunların gerisinde Roma eyaletlerine bağlanan yollar üzerinde ‘barbar’ların 61 PLRE I, s. 226; PLRE I, s. 477-478 burada muhtemelen maddi bir hata neticesi olarak Iulianus’un imparatorluk dönemi 360-363 olarak gösterilmiştir; ODB I, s. 524; ODB II, s. 1079; T., Cornell, J., Matthews Roma Dünyası Atlaslı Büyük Uygarlıklar Ansiklopedisi c. V., İstanbul 1988, s. 190-191; Kinder ve Hilgemann 2006, s. 103. 62 magister 368-369 comes rei militaris rütbesiyle Britanya’da görev yapar, 369-375 yıllarında ise equitum –süvari kumandanı- olarak imparatorluğun hizmetinde çalışacaktır ve Valentinianus’un 372 yılında Alanlara karşı düzenlediği seferde ona yardım edecektir. Ayrıca İmparatorluğun Afrika topraklarında da görev yapacaktır. PLRE I, s. 902-903. 23 topraklarına yapılan akınları destekleyecek müstahkem mevkiler oluşturulmuştur. Panonia’da Quadi ve Alanlara karşı harekete geçilir ve Ren sınırı yeniden çizildiği gibi Britanya’daki Hadrianus suru yenilenir. Devrin müverrihlerinin ona nazarı farklılık arz eder, pagan müverrih Ammianus Marcellinus olumsuz, en azından sıradan bir imparator portresi sunarken Hıristiyan müverrih Hieronymus seçkin biri olarak gösterip onu methetmektedir. 63 Valens’in saltanı ise her iki cephede de, kuzeyde Gotlar ve doğuda Ermenistan uğruna Sasaniler ile mücadele etmekle geçer. Hun ilerleyişi nedeniyle yurtlarını terke mecbur kalan çok sayıda Vizigota, Doğu imparatorluğu tarafından sınırları dâhilinde, Trakya’da, iskânlarına izin verilmiştir. Doğrusu bu kabulünün imparatorluğa hem yeni bir askerî stoka sahip olma hem de köylünün kendi toprağında kalarak üretime dolayısıyla vergi vermeye devam etme gibi çifte yarar sağlayacağı düşüncesi söz konusu ise de, gerçekte bu karar imparatorluk için büyük bir hezimetin hazırlayıcısı olacaktır. Bu süreç kontrol edilemez bir hal alır ve Gotlar ayaklanarak Trakya’yı yağmalarlar. Bu esnada doğu cephesinde olan Valens isyanı bastırmak için buraya doğru harekete geçer lakin 365 yılında yine Balkanlar’da Procopius’un 64 isyanını bastırmadaki muvaffakiyet bu kez tekrarlanamaz. Doğu imparatorluk ordusu ile 63 PLRE I, s. 461, 902-903, 930-931, 934; ODB I, s. 524; ODB II, s. 1079; ODB III, s. 2149- 2150; Cornell ve Matthews 1988, s. 191-192; Kinder ve Hilgemann 2006, s. 103. 64 Devrin mühim iç ayaklanmalarından birinin önderi olan Procopius, imparatorlukta notariustan comesliğe kadar yükselmiş Iulianus’un kendine halefi olma sözü vermiş lakin vefatının ardından Iovianus tahta çıkışına kendisi razı olmuştur. Iovianus’un kısa süre sonra ölmesi üzerine Valens 364 yılında tahta çıkınca ona karşı askerî bir faaliyete girişmiş ki İstanbul’a Valens yanlılarını tutuklayabilecek kadar etkili olmuştur. Procopius’un hareketi Trakya ve Anadolulu köylülerce desteklenmiş lakin kaynaklarının yetersizliği ağır vergiler koymasına neden olmuş bu da onun toplumsal tabanını yitirmesi sonucunu doğurmuş. Birliklerin çoğu da, ya Valens’e sadık kalınca yahut Procopius’un gayesinin peşinden gitmeyi bırakınca isyan bir süre daha devam etmesine rağmen katı bir surette bastırılmıştır. PLRE I, s. 742-743; ODB III, s. 1731. 24 Gotlar Adrianopolis’te (Edirne/378) savaşırlar ki bu savaşta Valens öldürülür ve Doğu ordusunun üçte ikisi yok edilir. Valens Ariusçu Hıristiyanlığa mensup oluşu dahası iktidarının sonlarına doğru Katoliklere karşı tavır alması devrin Katolik müelliflerinin eserlerinde ona karşı menfi bir aksın gelişmesinin nedenlerindendir.65 Dördüncü yüzyılın son çeyreğinde Batı Avrasya’da Hunlar ortaya çıkar. Böylece Roma-Kuzey ilişkilerine yeni bir unsur eklenmiş olur ve bu yeni unsur Roma-Kuzey ilişkilerindeki mevcut statükoyu sarsar. 66 Hunlara karşı mücadele Roma için öylesine önemli olmuştur ki, doğu Roma’yı Diocletianus ve Constantinus tarfından geliştirilen askerî stratejilerin değiştirilerek yenisini kurmaya zorlamıştır.67 Hunlar ilk olarak Karadeniz’in Kuzeyine hâkim Ermanerich önderliğindeki Ostrogot krallığını yıkar ve böylece kuzeyin kendi iç statükosunu da ortadan kaldıracak Kavimler Göçünü Völkerwanderung tetiklemiş olurlar. I. Valentinianus’un halefi olarak Valens (375-378) ve Gratianus (375-383) imparator olurlar. Hun tazyiki nedeniyle 376 yılında imparatorluktan sığınma talebinde bulunup iskân edilmiş olan Vizigotlar, yukarıda bahsedildiği üzere ayaklanacaklardır. Valentinianus’u müteakip Batı’nın imparatoru, 367 yılı ortalarında Flavius Gratianus olur. İmparatorluğunun ilk devirlerinde Senato’ya ve retorik eğitimi gibi geleneksel kültürel değerlere saygı göstermiştir. Amcası Valens’in 378 yılında Edirne savaşında hezimete uğramasının ardından izlediği siyasette radikal değişiklikler olmuştur. Got hezimetinin derinden etkilediği Gratianus, Illyricum’dan geri çekilir. Bu felakete, Ariusçuluk nedeniyle verilmiş ilahi bir gazap nazarıyla 65 PLRE I, s. 461, 902-903, 930-931, 934; ODB I, s. 524; ODB II, s. 1079; ODB III, s. 2149- 2150; Cornell ve Matthews 1988, s. 191-192; Kinder ve Hilgemann 2006, s. 103. 66 D. Sinor, “Hun Dönemi”, şurada D. Sinor, ed., (2003), s. 245-246. 67 E. W. Luttwak, Bizans İmparatorluğu’nun Büyük Stratejisi, İstanbul, 2012, s. 25-26. 25 bakar ve Katolikliği destekleyen ateşli bir Hıristiyan olur. Paganizme, karşı da tavır alan Gratianus; pagan bir sembol olan Zafer Sunağı’nı Roma senatosundan çıkartır ve Kadim Roma inancına ait pontifex maximu 68 unvanını kullanmaktan vazgeçer. Doğu’ya atadığı I. Theodosius örneğinde olduğu gibi ittifaklar kurmayı denemiştir. 383 yılındaki Maximus isyanı ordusundaki huzursuzluğu kışkırtmış ve magister equitumu düzenlediği suikastta öldürülmüştür.69 Edirne savaşında Valens’in ölümü üzerine İspanya kökenli I. Theodosius, Batı’nın imparatoru Gratianus tarafından 379 yılının başında Doğu’nun ortak imparatoru ilan edilir, dört yıl sonra Gratianus’un öldürülmesi üzerine ise tek imparator olacaktır. Theodosius Roma birliği üzerine bir siyaset güderek ‘barbar’ akınlarından yoğun bir şekilde etkilenen eyaletlerde provincia vergileri düşürecektir. Aynı zamanda ‘barbarları’ kendi yanına çekerek foederati olarak imparatorluğa hizmet eder bir konuma kavuşturmayı dener; orduda komuta kademesinde görevler verir, Ostrogotlar Pannonia’da ve Vizigotlar Trakya’da iskân edilir. Dine karşı yaklaşımı siyasi eğilimlerini sergiler; Katolikliğin sadık bir destekçisidir. Himayesi altında Selanik Fermanı (380) ile Katoliklik doğru inanç olarak ilan edilir, bir yıl sonra toplanacak 68 ekümenik konsilde ise Ariusçuluk 70 yasaklanır ve Roma’da Pagan din adamlarına –rahiplere- verilen pontifex adından ve en büyük, önder manasındaki maximus sıfatından oluşan bu unvan Roma dininin ve bütün rahiplerin önderi, başkanı anlamındadır. RHL, s. 160. 69 ODB II, s. 867. 70 yahut Aryanizm. Hıristiyanlığın teslis inancındaki ‘Baba’ ile ‘Oğul’un özdeşliğini inkar ederek ikisi arasındaki ilişkiyi hiyerarşik bir çerçevede açıklayan Libya kökenli piskopos Arius’un (d. yak. 260) kurucusu olduğu ve onun adını taşıyan ‘heretik’ Hıristiyan akım. İmparatorlukla kilisenin entegrasyonu sürecine denk düşen IV. yy. Hıristiyanlık dünyasında mühim bir yer işgal eder ki devrin büyüklü küçüklü on konsilindeki tartışmaların merkezinde yer alır. İznik Konsili’nde (325) Arius aforoz edilir, II. Constantius açık bir şekilde Ariusçuluğu destekler ayrıca Katolik Hıristiyanlığa karşı 26 Athanasiusçuluk 71 resmi itikat olarak kabul edilir. Lakin feodorati statüsündeki Germenlerin Ariusçuluğuna hoşgörü ile yaklaşılır ayrıca Paganizme karşı sert tedbirler alınırken Themistius ve Symmachus gibi paganlarla beraber çalışmaktan da geri durulmaz. 382 yılında Vizigotlarla yapılan iskân ve barış antlaşması yenilenir. Theodosius doğu cephesinde ise III. Şapur (384-388) ile bir barış ve dostluk antlaşması akdedilerek Ermenistanı Roma ile Sasaniler arasında böler. Selanik’te 390 yılında meydana gelen ayaklanmada ‘barbar’ askerler desteklenir ve Roma yurttaşları ciddi bir şekilde cezalandırılır. Etrafında Stilicho, Rufinus gibi İspanyol, ‘barbar’ ve Doğu’lulardan oluşan Got istilalarının meydana getirdiği felaketten sonra devletin yeniden yapılanması sürecini başarılı bir şekilde yöneten iyi bir ekibi vardır. Aralarında özellikle Roma aristokrasisine karşı tavır alan Theodosius, Maximus ve Eugenius’un ayaklanmalarının da yer aldığı değişik isyanların üstesinden gelmeyi de başarmıştır.72 Gratianus’un öldürülmesi ardından Batı’da iktidar süreci şöyle gelişir; Gratianus’un komutanlarından Magnus Maximus bir gasıp olarak tahtı ele geçirir ve zalimane bir siyaset izler onun ölümünün ardından Katoliklik Batı’da baskın bir itikat olarak yayılır lakin Doğu’nun imparatoru bir Ariusçu olan Valenstir. I. Theodosius’un himayesinde İstanbul’da toplanan II. Ekümenik Konsil’de (381) ise Arius ‘sapkın’ ilan edilerek Katolik Hıristiyanlık Ariusçuluk karşısında son zaferini kazanır. Lakin Ariusçuluk bu dönem itibarıyla özellikle Germenler arasında yaygın bir şekilde kabul edilir ve İmparatorluk ile Germenler arasındaki ihtilaf alanlarından birini oluştur. ODB I, s. 167; T., Kaçar, Geç Antikçağ’da Hıristiyanlık, İstanbul 2009, s. 52-56. 71 İskenderiye başpiskoposu, teolog, filozof ve aziz Athanasius’un (295-373) adını taşıyan ve onun görüşleri üzerine bina olmuş Hıristiyan akım. Arius karşıtı bir din adamı olan Athanasius, Ariusçuluğun imparatorluk sarayında etkili olduğu devirlerde beş kez görevden alınmış ve sürgüne gönderilmiştir. Erken dönem çalışmaları arasında Pagan mitolojiyi hedef alan ve Yahudilik karşısında Hıristiyanlığı savunduğu iki kitap yer almakla birlikte mühim eserleri Ariusçu teolojiyi reddiye için kaleme aldığı dört kitaplık çalışmasıdır. Athanaisçu teolojinin temeli ‘Baba’ ile ‘Oğul’un özdeşliğine dayanır. ODB I, s. 217-218. 72 ODB III, s. 2050-2051; Kinder ve Hilgemann 2006, s. 103. 27 beş sene boyunca (383-388) Batı’nın önemli bir bölümünü kontrolü altında tutar ve hatta 387 yılında İtalya’yı ele geçirir, sarayı Selanik’e kaçmak durumunda bırakır. Gratianus’un kardeşi II. Valentinianus ise Theodosius’a sığınmıştır. Theodosius geçici bir süre için Maximus’u tanır lakin sonunda batıya yönelir ve iki savaşta Maximus’u mağlup eder, Aquileia yakınlarında ele geçirip öldürür. (388). Bu arada; Hıristiyanlık 391 yılında resmi din olarak kabul edilir ve tüm pagan kültler yasaklanır. II. Valentinianus, Theodosius’un Frank kökenli magister militiumu Arbogast tarafından öldürülür, bunun üzerine Eugenius (392-394) Batı’nın imparatoru olur ve Pagan kültlere yeniden serbesti tanınır. Eugenius, Aquileia yakınlarında Arbogast’a yenilir ve öldürülür. -Büyük- I. Theodosius artık mutlak hükümran olmuştur (394-395), ölümünün ardından oğulları, Ardacius Doğu’da ve Honorius Batı’da olmak üzere imparatorluk bölüştürülür. Bundan sonrası için artık kendi yolunda giden bir Doğu İmparatorluğu ile güçsüz imparatorların tahta oturduğu başkentini Ravenna’ya taşımış (404), Germenler ve Hunların tazyikine yetmiş yıl dayanabilecek bir Batı İmparatorluğu söz konusudur. Batı’da son imparator Romulus Augustulus’un 476 yılında Odoecar tarafından tahtan indirilmesiyle Batı imparatorluğu son bulacaktır.73 Romanın bu periodunda toplumsal dönüşüm-kırılma süreci ise şöyle gelişir. Hıristiyanlığın doğduğu ve yayılmaya başladığı miladın ilk üç yüzyılı içinde pagan imparatorluk; Nero (54-68), Domitianus (81-96), Traianus (98-117) ve özelliklede Decius (249-251) devrinde cereyan eden hadiselerde gözlenebileceği gibi yeni dine karşı dönem dönem iyice sertleşen bir şekilde tavır alınmıştır. İmparatorluğun bu refleksi üçüncü yüz yılın son yarısında ortadan kalkmaya başlar ve hatta Gallienus 73 ODB II, s. 1324; Kinder ve Hilgemann 2006, s. 103. 28 (253-268) 260 yılında kırk yıl geçerli olacak bir hoşgörü fermanı çıkarır. Diocletianus döneminde ve bu devri takiben 303 ile 311 yıllarında ise Hıristiyanlar yeni bir baskı devri yaşayacaktır ki 311 yılında Galerius ile Licinius’un yayınlayacakları diğer bir hoşgörü fermanıyla bu süreç de kapanmış olur. Hıristiyanları asıl rahata erdirecek olan ise kamu kültünün kaldırıldığı, kiliseye ait malların iade edildiği, onlara eşit hakların tanındığı ve tam bir ibadet özgürlüğünün verildiği Milano fermanıdır (313).74 Romanın toplumsal ve dolayısıyla entelektüel alanda karşı karşıya kalacağı diğer bir krizi, Hıristiyanlık kendi içinden çıkaracaktır. Erken Hıristiyanlığa güçlü bir şekilde tesir eden bu krizin kaynağını, genelde ‘İsa’ kültü etrafında şekillenen ilahiyat tartışmaları oluşturur. Tartışmanın cephelerinin birinde Ariusçuluğun yer almaktadır ki hiç değilse imparatorluk coğrafyası açısından ikinci ekümenik konsile kadar (İstanbul 381) oldukça etkilidir. Arius’un (256-336) yanı sıra devrin öne çıkan Hıristiyan teologları arasında birinci ekümenik konsilde (İznik/Nicaea 325) kelime-i şahadetin kendi öğretisine göre formüle edildiği Athanasius (yak. 296-373); Batı’da ise incili Latince olarak yayınlayan Hieronymus (yak. 345-420), Cicero’yu örnek alarak Hıristiyan ahlakı hakkındaki De officiis ministrorum’un yazarı Milano piskoposu Ambrosius (yak. 340-397) ve Confessiones (İtiraflar) ile De civitate Dei’nin (Tanrı Kenti Üzerine) yazarı Hippo Regius piskoposu Augustinus (354-430) yer alır.75 74 Kinder ve Hilgemann 2006, s. 107. 75 Kinder ve Hilgemann 2006, s. 103. 29 I.I.II. TÜRKLERDEN ÖNCE BATI AVRASYA “Germania bir bütün olarak Gallia, Raetia ve Pannonia halklarından Rhenus ve Danavius nehirleriyle; Sarmatia ve Dacia halklarından ise aralarındaki sıra dağlarla ya da birbirlerine karşı duydukları korkularla ayrılır. Kalın, geniş körfezleri ve koskoca bir alana yayılmış adaları kucaklayan okyanusla çevrilidir. Buradaki halkları ve onların krallarını savaş sayesinde daha yeni yeni tanımaktayız.”76 Bu bölümde, özellikle İran ve Germen kavimleri tarafından iskân edilmiş ve en geç dördüncü yüzyılın son çeyreği itibarıyla Türk kavimlerinin de kompozisyona dâhil olduğu Batı Avrasya coğrafyasındaki, içinden ‘kavimler göçü’nün de çıkacağı, gelişmeler üzerinde durulacaktır. Gerek Türk gerekse Germen ve Slav ve hatta İran kavimleri söz konusu olsun tarih ve zemin olarak bu kesitin temel literatür malzemesini Roma edebiyatı sunar. Tez kapsamında Batı Avrasya ile Roma coğrafyası açısından imparatorluğun hükmettiği alanın dışına işaret edilmektedir. Bu alanın Türklerin coğrafyaya dâhil olduğu dördüncü yüzyıldaki sınırı; kuzey batıda Tyne-Solway hattından başlayarak Britanya adasını aşağı yukarı çağdaş İskoçya’yı hariçte bırakarak bölen Hadrianus Surları ile devam edip kıta Avrupası’na giren 76 Tacitus, De origine et situ Germanorum, I 1. Germania omnis a Gallis Raetisque et Pannoniis Rheno et Danuvio fluminibus, a Sarmatis Dacisque mutuo metu aut montibus separatur: cetera Oceanus ambit, latos sinus et insularum inmensa spatia complectens, nuper cognitis quibusdam gentibus ac regibus, quos bellum aperuit. Türkçe tercüme Mine Hatapkulu, Germania Halkların Kökeni ve Yerleşim Yerleri, İstanbul 2006, s. 25’den nakildir. 30 burada Ren ve Tuna ırmaklarının güneyini kapsayarak Karadeniz’e uzanan oradan da aşağı yukarı günümüz Batum’undan güneye yönelip Ermenistan’a ve Fırat ve Dicle nehrine uzanmaktadır. Roma İmparatorluğu bu hattı, tez konusunun dışında kaldığı için burada ifade edilmemiş, güney hattı ile birlikte muhafazası güç bir devasa sınır uzunluğuna sahiptir. Uzunluğu yaklaşık on üç bin kilometreyi bulan bu sınırları Roma İmparatorluğu, sayısı müttefik kuvvetlerle birlikte muhtemelen iki yüz elli bine ulaşan bir ordu ile korumaya çalışmaktaydı. Diğer taraftan korumak durumunda kalmamak, yani savaştan kaçınmak için ister istemez alıveriş ve ticaret, diplomasi ve kültürel etki yolu ile etrafına nüfuz etmeyi denemiştir. Sınır üzerindeki baskının imparatorluğun düşmanlarından ziyade; Roma ile hem sınır olmadıkları diğer hatlarında başkalarınca tehdit edildiklerinden imparatorluğun bir parçası olmayı arzulayanlardan ya da parçası olmaya çalıştıkları toplum tarafından ‘barbar’ damgasıyla reddedilenlerden gelmesi Roma siyasetinin ironik bir sonucudur. Aynı ilişkiler manzumesi ile üçüncü yüzyılın başlarına kadar devam eden fetihler ve akabinde ittifaklar; Roma ordularına ve ilgili bürokrasiye Germen halklarını ve dahası askerî taktiklerini tanıma imkânını sağlamıştır. Her şeye rağmen Roma diplomasisi hem kuvvet politikası hem de kültürel nüfuz yolu ile kuzey sınırlarında istikrarı Türklerin bölgeye ilerledikleri devre kadar sürdürmeyi başaracaktır.77 Romanın ‘kuzey’ sınırı Ren ve Tuna nehirleri olmak üzere, her biri Ren’in doğusunda ve Tuna’nın kuzeyinde yaşayan ‘barbar’ kavimler tarafından tacize uğrayacak iki hat gibi düşünülebilir. Bölüm başında verilen Tacitus alıntısı ve bu alıntıdaki ‘buradaki halkları ve onların krallarını daha yeni yeni tanımaktayız’ ifadesinde ortaya çıktığı üzere birinci yüzyılın kuzeyli ‘barbar’, Germen, bilgisi, daha 77 John Haldon, Bizans Tarih Atlası, İstanbul 2007, s. 37. 31 ziyade Ren’in doğusundaki coğrafya özelinde henüz gelişmeye başlayan bir özellik taşır. Tuna’ya özellikle de aşağı mecrana bu tehdidin ulaşması ve doğal olarak Roma edebiyatına aksetmesi daha doğrusu bu edebiyatın bölgedeki Germenleri de kapsayacak şekilde ‘kuzey’ bilgisini geliştirmesi yine Germen grubundan bir kavim olan Gotların ikinci yüzyılda Karadeniz’in kuzey sahillerine kadar uzanan göçlerinden sonra vuku bulacaktır. Germen halklarını Roma sınırlarına yaklaştıracak uzun soluklu göçlerin ilk dalgası, İskandinavya’dan M. Ö. I. yy.da başlayan Kuzey-Doğu ve Orta Avrupa’ya yönelen harekettir. II. yy.ın ortalarına gelindiğinde ise yukarıda da değinilen Karpatlar’a ve Karadeniz’in kuzeyine kadar uzanma gerçekleşir. Gotların göçleri ile Hazar’dan Karadeniz’in kuzeyine kadar uzanan coğrafyada bölgenin daha eski sakinleri olan İran kökenli Alanlar gibi göçebe kabilelerle de temas etmiş oldular ki bu temasın siyasal sonucu, hayvancılıkla uğraşan yarı göçebe bir konfederasyon olarak ortaya çıkar. Gotların doğu şubesinden olan Ostrogotların hükmettiği bu konfederasyon kuzeyde Baltık Denizi kıyılarına kadar uzanmakta ve doğal olarak Slavları da kapsamaktadır. 78 Tacitus’un tasvirini yaptığı Germen kabilelerinin batı grubunu da kapsayan başka kuzeyli kabilelerin Roma ile olan dostça ve düşmanca ilişkileri ve onların üzerindeki Roma tesiri belirtildiği gibi daha eskilere gider. Roma tarafından bir kısmı özümsenerek kendi sınırlarına dâhil edilen bu unsurların çoğu dördüncü yüzyıla gelindiğinde hala Ren vadisinde ve onun doğusu ile Tuna’nın kuzeyinde bağımsız olmalarına ve sık sık Roma ile mücadele etmelerine rağmen, Roma’nın nüfuzu altındaki yapılar olmuşlardır. Ren-Tuna hattının, Avrupa’nın, ‘barbar’ kabilelerinin 78 Haldon 2007, s. 39. 32 önde gelenlerinin dördüncü yüzyıl başları itibarıyla dağılımı şu şekildeydi. Orta Avrupa’da Ren ile Tuna’nın birbirine yakın olan kaynaklarının gerisindeki Alemanni, onların doğusundaki, Burgondlar onlardan Güney ve Doğu Avrupa’ya doğru Tuna’nın kuzeyi boyunca sırası ile Iuthingi, Vandallar, Süevler onların güneyinde Gepidler ve nihayet onların da güneyinde Ostrogotlar bulunmaktaydı. Kuzey Avrupa’ya uzanan diğer cihette ise Ren’in kuzey ve orta yatağının doğusundaki Franklar ve onların doğusundaki Saksonlar; Karadeniz’in Kuzeyinde ise; Herullar Kırım yarım adasının kuzeyinde ve Alanlar ise onların doğusunda yer alacak şekilde sıralanmışlardı. Günümüz coğrafyasına göre tasviri yapılan bu yayılım yukarıda sıralanmayan birkaç kavmi de içine katarak, kuzey; Franklar, Angollar, Saksonlar ve Iutlar, orta; Alemanni, Burgondlar, Iuthingler, Lombardlar ve Thuringler, ve doğu (yahut güney ve doğu) Vandallar, Gepidler, Gotlar, Heruller olarak sınıflandırmak, devri telakki etmek noktasında daha açık panoroma sunar. Gruplar kendi içlerinde sürekli bir mücadele içinde oldukları gibi Ren-Tuna sınırının güneyine ve batısına yani Roma’ya; kuzey grubu için Britanya’ya uzanan bir savaş ve akın coğrafyası söz konusuydu. Kuzeyli ‘barbarlarla’ savaşmak birkaç yüz yıldır Roma İmparatorluğun aşına olduğu bir uğraştı ama Türklerin de bölgeye nüfuzuyla birlikte gelişen süreçte, İmparatorluğun Batı kanadının sonunu getirecek ve Doğusunu her zaman sarsacak bu cephe Roma için bir varoluş meselesi haline bürünecekti. İmparator Marcus Aurelius II. yy.da Markomanları yenmiş, Frank ve Alemanni akınları III.yy.da sıklaşmış, 360 yıllarının başında bir Frank-Alemanni akını Iulianus tarafından bozguna uğratılmış olmakla beraber artık kuzey cephesi bundan sonra çok daha etkili şekilde imparatorluğu vurmaya başlayacaktı.79 79 Haldon 2007, 39. 33 I.II. EDEBİ ARKA PLAN: YUNAN-LATİN TARİHYAZIMININ GELİŞİMİ “ Halikarnasosolu Heredotos’un, insanoğlunun yaptıklarının zamanla unutulmaması ve hem Yunanların hem de Barbarların hayret verici başarılarının bir gün adsız kalmamasını sağlamak, ayrıca nasıl onların yekdiğeriyle çatıştıklarını göstermek için sunduğu araştırmalarıdır …” 80 Geçmişe ait tanıklıklar sayesinde icra edilebilen bir uğraş olan Tarihçilik, onlardaki ilgili verilerin toplanmasından daha fazlasını yapmak durumundadır. Verilerin tespiti ve toplanmasıyla başlayan süreç, tenkit ve tahlil evresi sayesinde gerçekleşen, görece objektif tarihsel bilginin üretimi ile sonuçlanır. Bu bölümün amacı da tez bağlamında tenkit ve tahlil evreninin bir panoramasını sunmaktır. Müverrihleri yetiştiren Roma eğitim sistemi, özellikle Latin kısmı için, kurallara uygun söz söylemek olan gramerin yerine, etkili ve güzel bir şekilde ifade etme anlamına gelen, retorik üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla bu eğitimden geçen müverrihlerin eserlerinin biçimlenişinde, ‘bu muteber şey’in tesiri doğaldır. Dahası onlar tarihi tasvir ederlerken bunu etkileyici bir şekilde güzel ifadelerle icra etmek gibi bir kaygıyla hareket etmişler ve hatta yaşanmışın yahut yaşanmakta olanın apaçık-ayrıntılı tasvirini yapmak yerine; olayların gerçekleştiği tarihler, savaşlara dair rakamlar vd. anlatımın akıcılığını bozacak, eserin edebi güzelliğine ‘halel’ 80 Herodotos Historiae I 1 Ἡροδότου Ἁλικαρνησσέος ἱστορίης ἀπόδεξις ἥδε, ὡς μήτε τὰ γενόμενα ἐξ ἀνθρώπων τῷ χρόνῳ ἐξίτηλα γένηται, μήτε ἔργα μεγάλα τε καὶ θωμαστά, τὰ μὲν Ἕλλησι τὰ δὲ βαρβάροισι ἀποδεχθέντα, ἀκλεᾶ γένηται, τά τε ἄλλα καὶ δι᾽ ἣν αἰτίην ἐπολέμησαν ἀλλήλοισι. 34 getirecek verilere metinlerinde yer vermemeyi yeğlemişlerdir.81 Müverrihin ve onun müstakbel okurlarının yetiştiği eğitim ortamına dair bir panorama, devrin edebi zevklerinin şekillendiği zemin üzerine fikir yürütmeyi mümkün kılacağı gibi diğer taraftan müverrihin muhtemel ve anlaşılabilir kaygılarından biri olan okunur olmayıeserin rağbet görmesini sağlayabilmek için metnini oluştururken göz önünde tutuğu şeyler hakkında da bilgi vericidir. 82 Aşağıdaki satırlarda Roma’nın, birçok yönden farklılık gösteren Latin ve Yunan (Helen) kısmının eğitime-okula bakışı ve eğitimi icra edişi hakkındaki bilgiler bu amaçlarla verilecektir. İmparatorluğun Yunan kısmında okul her şeyden önce bir kamusal alandır. Dolayısıyla zenginlere-soylulara değil toplumun her kesimine açık bir kurumdur. Latin kısmında ise eğitim sadece okuma yazma öğretimini hedefleyen ve on iki yaşına değin süren bölümü geniş tabanlıdır. Bu yaştan sonra sadece zengin ve erkek olanlar için eğitimi devam ettirmek mümkündür. Latin dünyası için okul ithal bir kurumdur ve sokaktan, siyasetten, dinsel etkinliklerden arındırılmıştır. Yunan gymanziumu müfredatında retorikin yanında Yunanca, Homeros, felsefe, müzik dersleri ile birlikte önemli bir yere sahip beden eğitimi yer alır. On altı yaşına değin gymnazium ve palestra adını taşıyan okullarda süren eğitim, aynı müfredatı takip ederek lakin bu sefer delikanlılık ephebre adı altında bir yahut iki yıl daha devam etmektedir. 83 İyi aileye mensup bir Latin ise on iki yaşında temel eğitimi bitirdikten sonra on dört yaşında çocukluk elbiselerini çıkarır ve on altı yaşında kamusal alanda örneğin 81 E. A. Thompson, The Huns, Oxford, 2000. s.6-18. 82 Poul Veyne, “Roma İmparatorluğu”, şurada: Aries, P., Duby G., ed., Özel Hayatın Tarihi, İstanbul 2006, ss. 18-249, s. 33. 83 Veyne 2006, s. 31-37. 35 orduda görev alabilmektedir. Mesleki eğitime ise yer verilmemektedir, bu süreç ‘alaylı’ bir şekilde, iş başında öğrenmeyle gerçekleşmektedir. Kültürel alanla ilgili olanlara sıra geldiğindeyse artık durum değişmektedir zira ‘kültür’ okulda öğretilen bir şeydir. Temel eğitimden sonra on iki yaşından on altı yahut on sekiz yaşına kadar devam eden, pek çok kişinin hayatında doğrudan bir karşılığı olmayan klasik başlığı altında Roma dünyası için ‘klasik’ olmuş yazarların ve mitolojinin öğretildiği bir eğitim verilmekteydi. Ardından çok önemsenen ve Cicero’nun oligark bir aileye mensup olmamasına rağmen senatoya kabulünü sağlaması örneğinde de olduğu gibi, bu alandaki başarısının bireye saygınlık ve itibar kazandırdığı retorik eğitimi başlayacaktır. Bir Latin için işin bir diğer yönünü Yunanca öğrenimi oluşturmaktaydı; zira kültürlü bir Latin için Yunanca öğrenmek olmazsa olmazlardandır, ama bir Yunan açısından Latince öğrenmek böyle bir anlam taşımamaktadır. Yunanlar ancak hukuk kariyeri yapmak için o da Geç Antikçağdan itibaren Latince öğrenmeyi önemseyeceklerdir. Yunanlar doğal olarak, kendi edebi geleneklerinden neşet ettiğini söyleyebileceğimiz, Latin edebiyatını da takip etmezler hatta istisnalar dışında Cicero yahut Vergilius’dan dahi haberdar değillerdir. Eğitime ve ondan beklentilere dair bu şablon doğal olarak Yunan-Latin edebiyatları ve onun bir şubesi olarak tarih yazımı için iletişimin Yunandan Latine tek yönlü bir hat takip ettiği sonucunun çıkmasını sağlamaktadır. Latince bile bilmeyen Yunan edip ve müverrihlerinin bu havuzda yıkanmaları mümkün olmasa gerek.84 Müverrihlerin içinde yaşadığı Roma toplumunda derin dönüşümlere sebep olacak Hıristiyanlığın her alana uzanan tesiri, Roma edebiyatını ve doğal olarak tarihyazımını da etkisi altına alacaktır. Yeni dinin Roma paganizminin hilafına olan 84 Veyne 2006, s. 31-37. 36 yayılımını dördüncü yüzyılda gelindiğinde artık Roma intelijansıyasını da iyiden iyiye kapsayacak şekilde genişletmesi, Yunan-Latin tarihyazımı açısından bir kırılma noktası olacaktır. Yeni dinin evrensel mesajı gereği; bir taraftan, Hıristiyan öncesi tarih telakkisinin, ağırlık merkezini Roma yahut Yunanistan’ın oluşturduğu, mekân boyutunu yıkıp çeşitli ırkların nasıl ortaya çıktığını ve dünyanın muhtelif meskûn mahallerini nasıl şenlettiklerini tasvir eden yeni bir anlatı geliştirmiştir. Diğer taraftan; yaratılıştan kıyamete devam eden çizgisel bir zaman algısı alternatifi getirmiştir. Böylece mümin müverrihler için insanın kökenine giden evrensel bir tarih ya da dünya tarihi yazmak kaygısı da söz konusu olmuştur.85 Tezin inceleyeceği kaynaklar, yani dördüncü ve beşinci yüzyıla ait tarih eserleri; Yunan-Latin tarihyazımının hem mekân hem zaman ekseniyle farklı bir anlatıya kaydığı, en azından yeni bir söylem geliştirdiği, Hıristiyan tefekkürünün tetiklediği bu kırılma devrinde kaleme alınmış ürünlerdir. 86 Kaynak eserlerden bir kısmı ise, doğrudan doğruya bu sürecin bir sonucu olarak ortaya çıkan yeni bir tarihyazımı türüne, kilise tarihlerine, dâhil eserler oluşturur. Vasiliev’in işaret ettiği gibi; dördüncü yüzyıldan altıncı yüzyılın başlangıcına değin uzanan süreçte edebiyat, bilim ve eğitimin gelişimi, Hıristiyanlık ile antik pagan dünyası arasındaki ilişkilere sıkı bir şekilde bağlıdır. Hıristiyan apolojistlerinin ikinci – üçüncü yüz yıllarda, paganist birikimden Hıristiyan tefekkürünün yararlanıp yararlanmayacağı noktasındaki tartışmalarda; bir kısmının Yunan kültürünün değerine işaret ederek Hıristiyanlıkla bağdaştırılabileceğine kani olmalarına rağmen, diğerleri pagan uygarlığının Hıristiyanlık için hiçbir manası olmadığını savunup bu 85 Örneğin Pavlus Orosius. 86 R., G., Collingwood, Tarih Tasarımı, Ankara, 2007, s. 93-94. 37 uygarlığı reddetmekteydiler. Pek hararetli geçmiş olan bu tartışma, geç ikinci yüzyılın meşhur muharriri Clementis’in ‘Felsefe, bir rehber olarak, Mesih tarafından tekâmüle davet edilmiş olanları hazırlar’ 87 ifadesinde açığa çıktığı üzere, İskenderiye’de bu iki yaklaşımda bir orta yol açma eğilimi baskın çıkmış olsa da, Hıristiyanlığın ilk üç yüzyılında bu sorun aşılamamıştır. Bununla birlikte zaman içinde paganlar Hıristiyanlığa ihtida ederken, Hıristiyanlıkta tedrici olarak pagan uygarlığının bir takım unsurlarını alacaktır.88 Hıristiyan edebiyatı, büyük muharrirlerin eserleri sayesinde dördüncü ve beşinci yüzyıllarda zenginleşirken, paganlar da kendi edebi geleneklerini sürdürdüler ve geliştirdiler. İmparatorluğun doğusunda meskûn Hıristiyanlar, dördüncü ve beşinci yüzyıllar süresince, etkileri İmparatorluğun uzak sınırlarına uzanan meşhur muharrirler çıkarmış ve birçok meşhur edebiyat merkezi vücuda getirmiştir. Anadolu, Kapadokia, dördüncü yüzyılda sivrilen üç Hıristiyan ünlü muharriri ile Basileius89, Nazianzuslu Gregorius90, Nüssesli Gregorius91 bu kültür merkezlerine ev sahipliği yapan coğrafyalardan biridir. Syria’nin uygarlık tarihi için iki önemli merkezi olan İskenderun ve Beyrut, 200-551 yıllarında özellikle hukuk alanındaki araştırmalarıyla tanınır, yanında Filistin’in Caesaria ve Gazze şehirleri de kayda değer kültür merkezleridir, ama bu kentler İmparatorluğun Asya topraklarında yer alan diğer merkezler gibi İskenderiye’nin güçlü tesirinde kalmışlardır. Iustinianus ile 87 İskenderiyeli Clemnens (Titus Flavius Clemens yak.150 - yk. 215) Stromata (Στρώματα) I 5’dan naklen A. A., Vasiliev, History of the Byzantine Empire 324-1453, 1952, Madison, s. 116. 88 A. A., Vasiliev, History of the Byzantine Empire 324-1453, Madison, 1952, s. 116. 89 yahut Büyük Aziz Basileyos (Άγιος Βασίλειος ο Μέγας 330-379) Kayserilidir (Caesaria). 90 yahut İhtiyar Gregorius yahut Nazianzuslu İhtiyar Gregorius (yak. 276 – 374). Çağdaş Aksaray yakınlarından. 91 yahut Nüssesli Aziz Gregorios (Ἅγιος Γρηγόριος Νύσσης) yahut Gregorius Nyssenus (yak. 335 – 394’den sonra). Basileius’un küçük kardeşidir. 38 dördüncü yüzyılda bir kültür merkezi olarak asıl gelişimini sağlayacak İstanbul ise dönem itibarıyla, Doğu’da gündelik hayattan çekilmeye başlayan Latinceyi yaşatmaya devam ettirerek dikkat çekmektedir. Pagan akademisiyle Atina ve Selanik, Doğu’nun diğer kültür merkezleridir. Doğu İmparatorluğunun bu kültür merkezleri kendi aralarında kıyaslanacak olunursa; Avrupa topraklarındaki fikri faaliyet ve yaratıcı kudret, birçok merkezinin tarihi ancak İskender’e kadar inmesine ve onların koloni olarak gelişmesine rağmen Asya ve Afrika’dakilere oranla çok daha mahduttur. Devrin muharrirlerinin büyük kısmı Asya ve Afrika kökenlidir. Patrolojik edebiyat dördüncü ve beşinci asırlarda en yüksek noktasına ulaşmıştır.92 Anadolu bu dönemde daha önce değinildiği gibi üç büyük müellif çıkarmıştır: Basileius, Nazianzuslu Gregorius, Nyssali Gregorius. Basileius ve Nazianzuslu Gregorius İskenderiye ve Atina’nın en iyi retorik okullarında eğitim almışlardı. Üçlünün en güçlü tesire sahip müteffekiri Nüssesli Grigorius’un eğitimi hakkında ise bilgi bulunmamaktadır. Üçlü klasik edebiyata derinlemesine hâkim ve ‘Yeni İskenderiye’ hareketine mensupturlar. Bu hareket; kilisenin geleneklerine bağlı kalmakla birlikte ‘İskenderiye’ okulunun mistik-alegorik ölçüsüzlüklerini kabullenmemekte, dini akidelerin araştırılmasında aklı öne çıkarmakta ve felsefi düşünce birikimini kullanmaktadır. Ariusçuluk karşısında ortodoks Hıristiyanlığı savundukları teolojik eserlerin yanında mektuplar ve nutuk türünde de kayda değer örnekler bırakmışlardır. Onlardan sonra ise Kapadokya yeniden irfan sahasından çekilecektir.93 92 Vasiliev 1952, s. 116-117. 93 Vasiliev 1952, s. 117-118. 39 Antakya’da, İskenderiye okuluna muarız, Kitab-ı Mukkades’in alegorik yorumlarını içermeden, olduğu gibi kabulünü savunan bir akım gelişmiştir. Hareketin öncülüğünü Antakya’nın gözdesi ve Libanius’un94 öğrencisi Ioannes Chrysostomus95 gibi sıra dışı eylem adamları yapmıştır. Pek çok eseri dünya edebiyatını büyük şaheserleri arasında yer alan Ioannes kusursuz klasik eğitimi fevkalade bir üslup ve hatiplik kabiliyetiyle birleştirmiştir. Sonraki kuşaklar onun dehasının görkemi ve yüksek ahlaki niteliklerinin tesirinde kaldığı gibi müteakip edebi akımlar da, eserlerinden ifadeler, tasvirler ve fikirler iktibas etmiştir. Daha sonra müellifi meçhul pek çok eserin Ioannes’e atfedilmesi itibarının ne kadar büyük olduğunun göstergesidir. Yüzyılları aşan bu itibarın vazıh bir ifadesiyle, on dördüncü yüz yıl yazarlarından Nicephorus Callistus’un satırlarında karşılaşmak mümkündür: ‘Kelimelerle ifade edilemeyecek zarafetteki binden fazla vaazını okudum. Delikanlılık çağımdan itibaren onu sevdim ve onun sesini Tanrı’nın sesiymişçesine dinledim. Ve her ne biliyorsam ve her ne isem ona borçluyum.’96 Özellikle tarihçilik açısından kendi eserlerinde, vaazlarında, nutuklarında, sürgünlüğü sırasında kaleme aldığı iki yüzden fazla mektup ile İmparatorluğun içinde süre giden hayata dair emsalsiz bilgiler sunmaktadır.97 94 yahut Libanios (Λιβάνιος yak. 314 – yak. 394) Sofist ekolden retorik öğretmeni. 95 Ἰωάννης ὁ Χρυσόστομος (yak. 349–407), İstanbul başpiskoposu, erken kilise babalarının mühim simalarından birdir. 96 Historia ecclesiastica XII 2, ed. Migne, Patrologia Graeca CXLVI 933’den naklen Vasiliev 1952, 118. 97 Vasiliev 1952, 118. 40 Bir Filistin şehri olan İdarîea ise aynı zamanda kilise tarihçiliğinin babası olan devrin seçkin bilgini Eusebius’un98 memleketidir. Eusebius, İskenderiyeli bilgin ve erken Hıristiyan kilisesinin en mühim teologları arasında yer alan Origenes’in geleneğini geliştiren ve eserlerini yayan bir Caesarea rahibi olan Pamphilus’un yanında yetişmiştir. Pamphilus 307 yılındaki Hıristiyan karşıtı kovuşturmada tutuklanınca Eusebius çalışmalarını devam ettirebilmesi için ona yardımcı oldu lakin 309 yılında o ve bazı öğrencileri idam edilmiştir. Bunun üzerine Eusebius önce Sur ve ardından Thebais’e kaçar, Hıristiyanların maruz kaldıkları baskıları sona erdiren 311 yılındaki Galerius’un imzasını taşıyan hoşgörü fermanının ardından ise Caesarea piskoposu seçilir. Eusebius, bu devrin teoloji tartışmalarının içinde yer aldığı gibi Constantinus’un takdirini kazanır ve müverrihlik ile meşgul olur. Baş otorite olarak kabul gördüğü Constantinus devrinin yanı sıra Hıristiyanların hilafına sürdürülen politikalardan nasibini aldığı Diocletianus döneminin de tanığı olan Eusebius pek çok bilgi derleyen seçkin bir sistemci bilgin portresidir. Çalışmaları apolojik sorunlar ve kilise tarihi olarak iki kategoriye ayrılabilir. Teoloji alanındaki çalışmalarından biri, paganların saldırılarına karşı Hıristiyanlığı savunduğu ‘İncil’e Hazırlık’ 99 da; Yahudi dininin ve felsefesinin Yunan-Latin paganizminden daha zengin ve eski olduğunu ve onun uygulamamalarının insan yaşamanı daha güçlü bir şekilde tesir ettiğini göstermeye çabalamıştır. Diğer taraftan bu alandaki bir diğer çalışması olan ‘İncil’in İspatı’100nda ise, Yahudiliği ince bir kabuğa benzetirken Hıristiyanlığı kalıcı bir öz diye tanımlayarak Musa yasalarının geçici hükümler olduğu ve Tevrat’taki 98 yahut Eusebius Pamphili (Εὐσέβιος ὁ Παμφíλου yak. 260–339 yahut 340). Aslında Eusebius’un öğretmeninin adı olan Pamphilus’u, ona olan saygısının nişanesi olarak ikinci bir isim olarak almıştır. 99 Praeparatio evangelica Εύαγγελική προπαρασκευή. 100 Demonstratio evangelica Ευαγγελικης Αποδειξεως. 41 kehanetlerin İsa tarafından gerçekleştirildiğini savunmuştur. Hem kendi eserleri arasında hem de tez nokta-i nazarında asıl önemli çalışmaları tarih alanında olanlarıdır ki; bunların içinde de en önemlilerini ‘Kronik’, ‘Kilise Tarihi’ ve ‘Constantinus’un Yaşamı’ tesmiye olunan çalışmaları temsil eder.101 Geç Roma tarihçiliğinin eğitimli bir kitleye hitap eden grubu, çağdaşları olan ‘barbar’ları tesmiye ederken, bu kitle tarafından aşina olunmayan yeni adlar yerine, Herodotus ve Thucydides’de anılan bilindik adları kullanmayı ve dahası kökenlerini onlara ilişkilendirmeyi yeğlemişlerdir. Tam tersi bir durum, Ioannes Malalas gibi avama ve din adamlarına hitap eden tarihçiler için geçerliydi. Onlar çağdaşları olan kavimlere verilen adları yeğlemişlerdir; zira bu kitle için klasiklerde geçen eski kavim adları zaten bilindik değildi.102 Bir dönemin dinî eğilimi konusunda hem gerçeğe uygun, hem de anlamlı genellemeler yapmak zordur; fakat en azından Roma İmparatorluğunun geç döneminin çok dindar bir dönem olduğu rahatlıkla söylenebilir. Kuşkucu ve usçular tarihte ve edebiyatta iz bırakmamışlardır. Hem paganlar hem de Hıristiyanlar, dünyevi meselelere müdahale eden bazı ‘yardımsever’ ve ‘habis’ doğaüstü güçlere yürekten inanıyorlardı. Hepsi, duruma göre o güçlerden yardım ve destek alabilmek veya onları yatıştırıp idare edebilmek için çırpınıyordu.103 101 Vasiliev 1952, s. 118. 102 E. A. Thompson, The Huns Revised and with an afterword by Peter Heather, Oxford 2000, s. 24. 103 A. H. M. Jones, The Later Roman Empire 284-602, 1964, s. 957’den naklen Michael Grant, Roma’dan Bizans’a, İstanbul 2000, s. 3-4. 42 I.III.GEÇ ROMA MÜVERRİHLERİ Tezin bir önceki bölümünde Geç Roma (Yunan-Latin) tarihyazımının arka planı sunulmaya çalışılmıştır. Bu bölümün ve takip eden bölümlerin hedefi ise tezin üzerine kurgulandığı, Türk tarihinin kaynağı olarak Geç Roma tarihyazımını ele almak olacaktır. Bu çerçevede; Geç Roma tarihyazımının mahiyetine değinilecek ve Roma müverrihleri hakkında biyografik bilgiler verilip eserlerine dair bir tanıtım yapıldıktan sonra; Türkler hakkındaki kayıtlarının bilançosu sunulacaktır. Bu devrin tarihyazımı, Moravcsik’in ifade ettiği gibi beşinci yüz yıl özelinde, Doğu tarihçiliği Batı tarihçiliğine nazaran daha yüksek bir mevkiye sahiptir.104 Geç Roma müverrihleri, memleketlerinin tarihini yazarlarken onunla ilişkili olan imparatorluk coğrafyasının dışındakilere -ötekilere- eserlerinde yer vermişlerdir. Bu cümleden olmak üzere; Doğusu ve Batısı ile devrin Roma dünyasının sürüklendiği askerî-siyasi-sosyal süreçlerin önemli aktörlerinden Hunlar da, müverrihlerin ilgisini çekmiştir. Golden’in daha sonraki asır için, Batı Avrasya bozkırlarında karışıklık söz konusu ise kabile ve etnik bileşim çeşitliliğinin bir mozaiği andırdığını lakin kaynakların bu renk çeşitliliğinin ancak bir kısmını yansıtabilmiş olduğu tespiti, Hunların dominat olduğu devir için de belirli ölçülerde geçerlidir.105 I.III.I. AMMIANUS MARCELLINUS (d. yak. 330 – ö. 392’den sonra) Hun tarihinin ilk ‘mübeşşiri’ olan Ammianus, soylu bir aileye mensup Antakyalı tarihçidir. Protector domesticusda106 subay olarak Roma ordusunda görev yaptığı 354-365 yıllarında imparatorluğunun hem doğusunda hem batısında 104 G. Moravcsik, “Hunlar Meselesinin Bugünkü Hâli”, şurada: Baştav 2005, s. 496. 105 P. B. Golden, “Güney Rusya Bozkırlarının Halkları”, şurada: Sinor, ed., 2003, s. 345. 106 Türkçe anlamı: muhafız birliği. 43 bulunmuştur. Memleketine geri döndükten sonra, araştırma yapmak amacıyla Mısır, Yunanistan ve Roma’ya seyahatler yapmıştır.107 Latince kaleme aldığı Rerum gestarum Libri XXXI, kısaca Res Gestae kendi ifadesiyle ‘bir Yunan ve eski bir askerin’108 bakış açısıyla kaleme alınmış, 96-378 dönemini kapsayan, otuz bir kitaptan oluşan bir tarih eseridir. Ammianus eserine başlangıç olarak, Tacitus’un tarihinin kapandığı dönemi seçmiş olmakla birlikte, bu devamlılığı ve 275 yıllık süreci kapsayan eserin ilk on üç kitabı kayıptır. Günümüze ulaşan 14-31. kitaplar, 353-378 dönemini ihtiva eder. Eserde vatanseverlik, barbarların ve halk tabakasının aşağılanması, bozulmuşluğa ve şatafata tenkit gibi edebi geleneğin peşin hükümleri; yazarının belki de artık önemli oranda Hıristiyanlaşmış Roma ahalisinin pagan bir mensubu olduğu için dinsel hoşgörü, büyük kusuruna rağmen kendisi gibi pagan olan Iulianus’unda aralarında bulunduğu kendi kahramanlarının övgüsü ile dengelenerek harmanlanır. Bir pagan tarafından yazılması nedeniyle şaşılacak oranda Hıristiyanlıkla alakalı bilgi içeren eser; üslup olarak, Tacitus ve Vergilius’un iyi bir karışımıdır.109 Ammianus eserini günümüze ulaşan kendisiyle çağdaş dönemi kapsayan bölümlerini, uzun yıllar boyunca pek çok görgü tanığından edindiği bilgileri kullanarak kaleme almış olmalıdır. Bunun yanında, az da olsa Iulianus’un 357 yılında Strasburg’daki zaferi hakkında yayınladığı küçük eseri ve Eunapius’un kitabı gibi daha önce kaleme alınanları kullanmıştır.110 107 ODB I, s. 78., New Pauly I, s. 384-385. 108 Ammianus Res Gestae XXXI. 16. 9. 109 ODB I, s. 78. 110 New Pauly I, s. 386. 44 Res gestae, Hunların Karadeniz civarında ortaya çıktıkları dönem üzerine birinci sınıf bir kaynak olmanın ötesinde, ilk dönemleri hakkında bugünkü bilgilerimizin onun kaydettiklerinden ibaret olması nedeniyle unique bir konumdadır. Maenchen-Helfen çok yerinde tespitlerle onu ve eserini aşağıdaki gibi değerlendirmiştir. Ammianus eserini 392/393 yılları kışında yani imparatorluğun iki parçasının birbiri ile savaşa sürüklendiği bir dönmemde tamamlamıştır. Güçlü komutan Arbogast 392 yılı Ağustosunda Eugenius’u, Batı’nın imparatoru ilan eder. Bu gelişme karşısında bir süre hangi tavrı alacağına karar veremeyen Theodosius, daha sonra kendisinden daha iyi askerî olanaklara sahip bu gasıp ile uzlaşma yolunu aramış gibi görünmektedir. Bu ara dönemin ardından Theodosius izlediği politika, oğlu Honorius’u Augustus ilan etmesi 111 olayında da görüleceği üzere Eugenius’a karşı savaşacağı işaretlerini vermektedir. Ammianus’un bu gelişmeler karşısında, mütedeyyin bir Hıristiyan olan İmparator Theodosius’dan değil bilge bir pagan olan Eugenius’dan yana tavır alacağı noktasında şüphe etmeye fazla yer yoktur. Müverrih sözde Roma ordusu olan Theodosius’un birliklerine korku ile bakmış olsa gerektir. İmparator’un, Batı’nın tahtını gasp eden Maximians’a karşı aldığı zaferi bu gözü pek Hun süvarilerine borçlu olması hususu vuzuha kavuşturulmuş olamamakla birlikte, Hunların bu seferde mühim bir role sahip oldukları katidir. Şöyle ki, Theodosius’un süvarileri ‘Pegasus tarafından havadan getirilmektedir’112, onlar at sürmediler, onlar uçtular. 113 Hunların dışındaki hiçbir askerî güç Emona’dan Aquileia arasındaki doksan altı kilometre mesafeyi bir günde geçemez. Ammianus, kaçınılmaz bir 111 23 Ocak 393 tarihinde gerçekleşir. 112 Pacatus XXXIX, 5’den naklen Maenchen-Helfen 1973, s. 10 dn. 63. 113 Non cursus est, sed volatus. Pacatus XXXIX, ‘den naklen Maenchen-Helfen 1973, s. 10 dn. 64. 45 ihtimal olarak görünen Doğu ordusunun Hunlara karşı yapacağı savaştan korkmaktadır.114 Ammianus Roma’nın hizmetinde olanlar da dâhil tüm ‘barbarlardan’ nefret etmektedir. Diyarbakır’da 115 Sasaniler’e karşı cesurca savaşan Galyalı askerleri, ‘sığır dişliler’ 116 olarak çağırmaktadır ve eserini Gotların Edirne’deki zaferini öğrenince kendi sorumluluk alanındaki tüm Gotları kılıçtan geçiren, Iulius için bir övgü ile tamamlar. Velev ki Hunlar bu ‘nefret edilen barbarların’ en kötüsüdür. Hem Claudianus117 hem Iordanes118 Hunları ‘kuzeyin en utanç verici kavmi’, ‘vahşiliğin kendisinden daha azgınlar’ şeklinde çağırırlarken aslında Ammianus’a kulak vermekteler. Baş avcı Alanlar dahi Hunlardan ‘yaşam tarzları ve alışkanlıkları itibarıyla daha az barbardırlar’.119 Roma ile kurdukları uzun ilişkiler sayesinde kimi Germenler medeniyet noktasında bazı gelişmeler kaydetmişlerdir lakin Hunlarda hala ilkel ‘barbarlık’ hüküm sürmektedir.120 Bunların dışında Ammianus’un anlatısı, önyargılı haber kaynaklarının tesiriyle çarpıtmalar içermektedir. Ammianus 378 yılından biraz önce, 383 yılındaki kısa bir dönem hariçte tutulursa, hayatının geri kalanını geçireceği Roma’ya gider. Burada kimi Hunlar ve diğerleriyle karşılaşmış olma ihtimali tamamıyla göz ardı edilemez; lakin Latinceyi birkaç emri anlayacak kadar bilen bir Hunun, kavminin nasıl yaşadığını ve Gotlar ile nasıl savaştığını Ammianus’a anlatması ihtimali akla uygun 114 Maenchen-Helfen, The World of the Huns, Los Angeles, 1973, s. 10. 115 Romalılar Amida olarak adlandırır. 116 Dentatae bestiae, Ammianus Res Gestae XIX, 6, 3.) 117 Claudianus In Rifinium I, 324-325. 118 Iordanes Getica 121. 119 Ammianus Res Gestae XXXI, 2, 21. 120 Maenchen-Helfen 1973, s. 10-11. 46 değildir. Karadeniz’in kuzeyinde ve Romanya’daki bu savaşın anlatısı temel olarak Ammianus’un Gotlardan edindiği bilgilere dayanır. Hunlara karşı savaşan daha sonra dux limitis per Arabias 121 olacak Munderich bilgi kaynaklarından biri olmalıdır. Ammianus’un anlatısını Gotların bakış açısıyla kaleme aldığı söylenebilir. Ostrogotların kralı Ermaneric’in muhtelif ve pek çok kahramanca işleri nedeniyle komşularının korktukları çok cengâver bir kral olarak tasvir edilir 122 ki, fortiter – cengâverlik- Ammianus’un bir ‘barbar’ için kolayca bahşetmeyeceği türden bir methiyedir. Alatheus ve Saprax ‘tecrübeli önderlerin yiğitlikleriyle tanıdığı’ 123 kişilerdir. Ammianus, Gotların on ikiden fazla önderinin isimlerini zikreder fakat hiçbir Hunu anmaz. Onlar meçhul kitlelerdirler, korkunçturlar ve insandan aşağıdırlar.124 Res gestae’da XXXI. kitabında yer alan Hunlarla ilgi kayıtlar, edisyonlarda numaralandırıldığı şekliyle, şu bölüm ve pasajlarda bulunmaktadır: 2, 1-12; 3, 1-8; 8, 4; 16, 3. Bu bölüm ve pasajların Hunlar hakkında verdiği bilgiler ise şu şekildedir. ‘Hunların Halanların (Alan) ve Asya İskityasının diğer kavimlerinin yurtları ve gelenekleri hakkında’ adı verilen bu bölümde; Hun antropolojisi, etnografyası ve sosyal hayatı hakkında şunlar kaleme alınmıştır: Eski kayıtlarda haklarında çok az bilgi olduğu tespitini yapılıp, Hunlar tüm vahşiliklerin üstünde olarak nitelenir ve Azak denizinin ötesinde yaşadığı belirtilir. Hunların fiziki görünüşleri tasvir edilir ve çocuklarının yüzlerini sakal çıkmaması için dağladıklarına değinilir. Tüm çirkinliklerine rağmen yine de insan şeklinde olmalarından hayıflanıp beslenme, 121 Ammianus Res Gestae XXXI, 3, 5. 122 a.g.k. XXXI, 3, 1. 123 a.g.k. XXXI, 3, 3. 124 Maenchen-Helfen 1973, s. 11. 47 barınma ve giyinme tarzları hakkında bilgi verilir. ‘Cesur fakat çirkin’ atlarının gündelik yaşamdaki yerinin tespiti yapılır. İktidar ilişkileri ve savaşma usullerine dair haberler yer alır. Sosyal ve aile yaşamlarına dair de bilgiler vardır. Hunlarla ilgili bu bölümün son cümlesinde ise onların yağma ve katliama düşkünlükleri söylenerek Alanlar hakkındaki kısma geçilir.125 ‘Hunlar Tanais (Don)’da Halanları, ordularının gücü yahut da antlaşmalarla, kendilerine katılmaya zorladılar; Greuthunglara (Gotlar) saldırdılar ve onları yurtlarından çıkardılar’ şeklinde başlıklandırılmış olan bu bölümde Hunların erken siyasi askerî tarihi hakkında bilgiler vardır. Hunların Alanları yenmeleri, yurtlarını ele geçirmeleri, Alanlardan hayatta kalanlarla ittifak kurmaları ve sonra Gotların, ‘Ermenrichus’un geniş ve zengin’ ülkesi, üzerine yürümeleri, Ermenrichus’un bu saldırı karşısında dehşete kapılması ve intiharı, halef Got kralı Vithimiris’in Hunların bir kısmına, kendi tarafına geçmeleri için ödeme yapması ama beklentinin boşa çıkması, bir savaşta öldürülmesi ve Gotların Dnieper’e (Danastius) kadar geri çekilmesi anlatılmıştır. Batı Gotları, (Theruingler) Hunlara karşı aynı nehrin kıyısında mevzilenmeleri ama onların da Hunlara yenilmeleri hadisesi nispeten tafsilatlı bir şekilde tasvir edilmiştir. Bu basıncın karşısında dayanamayan Gotlar, bu mücadelenin akabinde Doğu Roma’ya sığınmaları ve akabinde gelişen Got tarihiyle ilgili olaylar 4.-7. bölümlerde ele alınmıştır. 126 Doğu Roma’ya sığınan Gotların burada huzursuz olmalarından mütevellit çıkardıkları ayaklanma ve bazı Hunların onlarla ittifak kurması.127 Gotların, Doğu Roma ordularıyla yaptığı ve galip geldiği 125 Ammianus Res Gestae XXI.3. 1-12. 126 Ammianus Res Gestae XXXI. 3. 1-8. 127 a.g.k. XXXI.8.4. 48 savaşa Hunların desteği kaydedilmiştir ki bu Romalıların Hunlarla doğrudan ilk karşılaşmaları olsa gerektir.128 I.III.II. EUNAPİUS SARDİS (d. yak. 345 – ö. 414’den sonra) Yunanca yazmış pagan yazar ve müverrih. Sardis’te doğdu ve eğitimi için Atina’da bulunduğu beş yıl haricinde burada yaşadı. Bu çağa özgü bir durum olan sofist-hekimler grubundan olması, Iulianus’un sırdaşı ve meşhur bir doktoru olan Oribasius ile dostluk kurmasını sağladı. Böylece; Hıristiyan olan akıl hocaları Chrysantius ve Prohaeresius’a karşı bir hayranlık beslemişse de; çalışmalarının duygusal merkezini ve entelektüel dürtüsünü paganizm oluşturmuştur. 399 yılından sonra yazdığı ‘Sofistlerin Yaşamı’ Βίοι σοφιστών adlı eserinde; soğukkanlılığın ve şevkin farklı derecelerinde olmak kaydıyla muhtelif retorik erbabına, sofisthekimlere ve Yeni Plâtonculara övgüler düzmüştür. Bu tezin kapsamına giren eseri ise Dexipus’un devamı olarak kaleme aldığı, 270-414 yıllarını kapsayan on dört kitaptan mürekkep ‘Tarihler’ Ἰστορικὰ ὑπομνήματα129, adlı eseridir. 130 Oribasius’un tasfiyesi üzerine kaleme aldığı bu eserin, maalesef günümüze sadece fragmanları ulaşmıştır. Zosimus’un Historia novası gibi sonraki döneme ait çalışmaların, Eunapius’un eserinden iktibaslar içerdiği düşünülmektedir.131 Eserin iki edisyonu olduğu ve Eunapius’un kendisi tarafından yapılan ikinci edisyonda 132 128 a.g.k. XXXI.16.3. 129 Bu tezde Eunapius’un bu eserine yapılacak göndermelerde bu ad kullanılmayacak, Blockley edisyonundaki fragman numaraları ile gösterilecektir. 130 ODB II, s. 745-746.; New Pauly V, s. 169. 131 Photius’a göre Historia nova’nın IV. 2; II 19-74, 119-178’i Eunapius’un eserinden alıntıdır. Photius Bibl. Cod. LXXVII. 132 Photius Bibl. Cod. LXXVII. 49 Hıristiyanlığa karşı hasmane tavrın yumuşatıldığı ileri sürülmüştür.133 Muhtevası ve yazılış tarihi; Eunapius’un mu Ammianus Marcellinus’u kaynak olarak kullandığı yahut Marcellinus’un mu bunu yaptığı, sonu gelmez tartışmaların konusu olmuştur. 134 Eunapius’un bu çalışması kendisi gibi pagan olan Zosimus dışında Philostorgius ve Sozomenus gibi kilise tarihçileri tarafından bir kaynak olarak kullanılmıştır.135 Eunapius’un eserinden kalan fragmanlardan, bize göre en önemli olanı, Hunlar hakkındaki mevcut Roma irfanının sahip olduğu birikim ve diğer müverrihlerin bahsetmemesi nedeniyle kendinin anlatısını kurarken ne surette onlar hakkında bilgi topladığı ve kompozisyonunu nasıl oluşturduğuna dair satırların yer aldığı fragmandır. 136 Gotların Hunlar karşısında mağlup oluşları ve göçleri 137 ; Romalılar tarafından Gotların Hunlara karşı mevzilendirilmesi 138 ve Hunların Roma ordusu hizmetinde görev almalarından139 bahseder. I.III.III. EUSEBİUS HIERONYMUS (d. 331/348-ö. 420) Tarihçi kimliğinden ziyade bir Hıristiyan aziz, İncil müfessiri ve mütercimi olarak daha meşhur olan Hieronymus’un, yaygın kullanılan adıyla Jerome, hayatı Dalmaçya’da başlar ve Beytüllahim’de sona erer. Hieronymus ömrünün ilk yıllarında, Roma’da, bilge Donatus’un himayesinde eğitim alırken hem klasik hem Hıristiyan kültürden beslenmiştir. Roma İmparatorluğunun hem doğu hem de 133 W. R. Chalmers, ‘The ΝΕΑ ΕΚΔΟΣΙΣ of Eunapius Histories’, CQ 47, 1953, s. 165- 170.’dan naklen New Pauly V, s. 169-170. 134 ODB II, s. 745-746. 135 New Pauly V, s. 169. 136 Eunapius Fragman XLI = Exc. de Sent. 39. 137 Eunapius Fragman XLII. ve LIX. 138 a.g.k. Fragman XLV. 139 a.g.k. Fragman LX. 50 batısında seyahatler yapıp, Suriye çölünde bir inziva esnasında İbranice ve tayin edildiği Antakya’da Yunanca öğrenir. Yeniden Roma’ya gelerek Papa Damasus’un sekretaryasında görev almış ayrıca varlıklı Romalı kadınların akıl hocası olmuştur. Papa’nın vefatının akabinde yeniden Beytüllahim’de nihayete erecek bir seyahate çıkıp burada yeni kurulan bir manastırı yönetmeye başlamış ve kendini bilime adamıştır.140 Hieronymus’un tefsirine de yer vermek suretiyle İncil’i Latinceye tercümesi, çalışmaları arasında en önde olanı olarak kabul edilir. Aziz Petrus’dan kendine değin eserlerini Latince ve Yunanca kaleme alan yüz otuz beş Hıristiyan yazarın bir kataloğu niteliğindeki De viris illustribus 141 başlıklı çalışması diğer bir mühim eseridir. Hieronymus’un bu tezin kapsamına giren eseri ise, Eusebius ait Hz. İbrahimden 325 yılına değin olayları kapsayan bir dünya tarihi niteliğindeki Yunanca Chronicayı şerh ederek ve genişleterek Latince yayınladığı çalışmasıdır. Bu eserde tespit edebildiğimiz kadarıyla Hunların Gotları tazyiki münasebetiyle Türk kavimlerine değinmiştir. 142 Bunun dışında, devrinin sosyal ve entelektüel hayatına ışık tutan, bu çerçevede Hunlara da değindiği, pek çok mektup kaleme almıştır. Lakin tez tarihyazımı alanında kaldığı için Hieronimus’un bu kayıtlarına tezde yer verilmemiştir.143 140 ODB II, s. 1033. 141 Türkçe anlamı: Meşhur adamlar üzerine. 142 Cronographia: 289. Olimpiat h. 143 ODB II, s. 1033. 51 I.III.IV. PAVLUS OROSIUS (d. yak. 375 – ö. 418’den sonra) Bir Latin teolog ve yazar olan Orosius, muhtemelen Portekiz’in kuzeyindeki Braga’da 144 doğmuştur. Orosius 412 yılı sularında, Cezayir’in kuzey doğusundaki Annabah 145 şehrine gelmesiyle kendisini Beytüllahim’e, Hieronymus yanına yollayacak Aurelius Augustinus Hipponensis 146 ile tanışır. Filistin’deyken bazı teolojik münakaşaların içinde yer alır. Afrika’ya geri dönünce Augustus kendisine bir tarih kitabı yazmasını telkin eder. Bunun üzerine Historiae Adversus Paganos147 adlı eserini kaleme aldı.148 Aynı zamanda ilk Hıristiyan dünya tarihi örneği olan, 416-417/18 yıllarında kaleme alınmış Historiae Adversus Paganos, yaratılışından başlayıp 417 yılında kapanan yedi kitaptan müteşekkil bir çalışmadır. Orosius bu kitabı, Augustinus’un kendisinden De civitate dei 149 adlı eserini tamamlayacak bir çalışma ortaya koymasını talep etmesi üzerine yazmıştır. Eser, 410 yılında Roma şehrinin Gotlar tarafından yağmalanmasının ahali üzerindeki tesirinden yararlanarak Romalıların sorunlarının nedenini, eski tanrılara sırtlarını dönmüş olmaları olarak lanse eden pagan telkinlerini asılsız çıkarmak ve cennet argümanını güçlendirmek amacıyla tasarlanmıştır. Eser yalın bir dille yazılmış olmakla birlikte kaçınılmaz olarak, her zaman da dürüstçe olmayan, taklitler içerir ve Orosius’un kendi döneminin öncesi hakkındaki bölümleri özgün olmaktan çok uzaktır. Bizans döneminin çok önemsenen bir eseri olması, Halife III. Abdurrahman tarafından 959 yılında Arapçaya tercüme 144 Romalıların verdiği isimle Bracara. 145 Romalıların verdiği isimle Hippo yahut Hippo Regius. 146 Saint Augustinus yahut Saint Austinus. 147 Türkçe anlamı: putpereslere karşı tarih. 148 ODB III, s. 1537; New Pauly X, s. 240-241. 149 Türkçe anlamı: Tanrı şehri. 52 ettirilmesi ve yaklaşık iki yüz yazmasının günümüze ulaşmasından da anlaşılacağı üzere, tesiri her yere yayılmış bir eserdir. 150 Eserdeki Hun tarihiyle ilgili kısımlar edisyonlarda numaralandırıldığı şekilleriyle şunlardır: Hunların ‘ulaşılmaz dağlar’ın ardından çıkması ve Gotlara hücum etmesi151, I. Theodosius’un Hun, Alan ve Gotlara karşı seferi152, Hun, Alan ve Gotların kendi içindeki mücadelelerinden bahis 153, Hunların ve Gotların Radagius karşısında Roma’ya desteği154, Hunların da aralarında yer aldığı kuzeyli ‘barbar’ların Roma topraklarına kabulü.155 I.III.V. THEBAILI OLYMPIODORUS Mısır’ın Thebai şehrinde doğmuş Yunanca yazan beşinci yüzyılın tarihçi, şair ve felsefe meraklısı bir portresidir. Yirmi yıl boyunca, dans edebilen, şarkı söyleyebilen bir papağan ile maceraperest seyahatler yapmıştır. 412 yılında Hun önderlerinden Donatus’a gönderilen bir elçilik heyetinde yer almıştır. Müteakip on yılda Atina’da bulunmuş ve Mısır’a geri dönmüştür. 156 Olympiodorus, muhtemelen 412 yılında Ravenna veya İstanbul’dan hareket edip Hunlara gönderilen elçilik heyetinin başkanı olarak görevlendirilir. Elçilik heyetinin temas kurduğu Hunların, Tisse de mi yoksa Kuzey Batı Karadeniz havalisinde mi olduğu açık olmasa da her halükarda Tuna Nehri’nin sol kıyısında oldukları anlaşılmaktadır. Karadeniz üzerinden Tuna’ya yahut Adriyatik Denizi’nin 150 ODB III, s. 1537; New Pauly X, s. 241. 151 Orosius Hist. Adv. Pag. VII. 33. 9-15. 152 a.g.k. VII. 34. 5-10. 153 a.g.k. VII. 37. 3. 154 a.g.k. VII. 37.12. 155 a.g.k. VII. 41. 7-8. 156 ODB III, s. 1524. 53 Dalmaçya kıyılarından kuzeye hareket eden elçilik, seyahati esnasında deniz yolunu kullanmıştır. Bu devirde Hun kabileleri muhakkak surette birlik tesis etmişlerdi ve başlarında ὁ τῶν ῥεγῶν πρῶτος ‘krallarından birincisi’ olan Κaraton 157 bulunmaktaydı. Olympiodorus’un tarih alanındaki bu eseri, yirmi iki kitaptan müteşekkil olup 407-422 yıllarını kapsamaktadır ve II. Theodosius’a ithaf olunmuştur. Eserin aslı günümüze ulaşmamakla birlikte; Philostorgius, Sozomenus ve bilhassa Zosimus’un çalışmalarına kaynaklık etmiştir.158 Bu ve diğer yazarların iktibasları ve Photius’un derlemeleri aracılığıyla, Olympiodorus’un kaybolan bu çalışması belirli ölçülerde günümüze aksetmiş olmaktadır. Eserin doğrudan günümüze ulaşan yegâne bölümü olan XLVI. fragman, Olympiodorus’un biçim ve üslup olarak kabalığını ve saldırgan paganizmin Hıristiyan din adamları tarafınca sevilmemesinin nedenini açığa çıkarmaktadır. Olympiodorus açık bir şekilde klasik üslubun bazı kanunlarını, özellikle de basit Latince sözlere yer vermek suretiyle ihlal etmiştir. Lakin kendisini Geç Roma müverrihlerinin en ‘bilimsel’ portresi konumuna çıkartan, gerçekleri ve figürleri, ağdalı bir üslup kullanarak sunmayı yeğlemiştir.159 Eserin günümüze ulaşan parçaları arasında Hunlar ile alakalı olarak yukarıda bahsedilen sefaretten, Hun önderlerinden Donatus’un öldürülmesinden ve hükümdar Karaton’un buna verdiği tepkiden 160 ve ‘atalar kültünü’ çağrıştıran bir nedenden 157 Bu ad için bkz. Bölüm II.II.I. 158 Photius Bibl. Cod. LXXX’den naklen ODB III, s. 1524. 159 ODB III, s. 1524. 160 Olympiodorus Fragman XIX = Photius Bibl. Cod. LXXX. 54 ötürü Hunların Roma topraklarına düzenledikleri bir seferlerden161 bahseden haberler yer alır. I.III.VI. PHILOSTORGIUS (d. yak. 364/ yak.368162) Kapadokya kökenli mütevazı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Philostorgius’un biyografisi hakkında çok az bilgiye sahibiz. Gençliğinde eğitimini tamamlamak amacıyla İstanbul’a gittiği düşünülmektedir lakin bu eğitimin hukuk alanında mı, din alanında mı olduğu açık değildir. Hemşehrisi Eunomius’un Yeni Ariusçuluğu’nun tesirinde bir teoloji anlayışını benimsemiştir. 163 Ariusçuluğun neden olduğu parçalanmanın tesirinde, Eusebius’u başlangıç olarak seçerek 320-425 yılları arası dönemi kapsayan ve on iki kitaptan oluşan bir Historia Ecclesiastica 164 kaleme almıştır. Bu eserin aslı kaybolmakla birlikte, Photius tarafından yapılmış bir özeti mevcuttur. Photius, özetin başından sonuna değin Philostorgius’u, heretik ve dine karşı saygısız biri ve de Arius, İzmitli 165 Eusebius, Apollinarius ile dördüncü ve beşinci yüzyılın diğer heretiklerinin savunucusu olarak tenkit ettiği gözlemlenmektedir. Geniş bir genel kültüre sahip olduğu anlaşılan Philostorgius, ücra ve bilinmeyen memleketler, bilhassa Asia ve Africa’nın içbölgeleri hakkında coğrafî yahut diğer pek çok ayrıntıyı anlatısına eklemiştir. Kehanetler, canavarlar, mucizeler ve diğer olağanüstü olaylar söz konusu olduğunda safdilliğe meyyal bir yapısı vardır. Eserinde bu tarz söylencelere dikkat 161 Olympiodorus Fragman XXVII = Photius Bibl. Cod. LXXX. 162 New Pauly XI, s. 113. 163 ODB III, s. 1661; New Pauly XI, s. 113. 164 Türkçe anlamı: kilise tarihi. 165 Romalıların verdiği isimle Nicomedia. 55 çekecek oranda geniş bir şekilde yer verir. Onu bir heretik olarak kabul eden Photius, bu yönünü hararetle eleştirmekle birlikte üslubunu övmekten de geri durmaz. 166 Photius’un bu özeti, J. Gothofredus’un yorumlarıyla Latinceye çevrilmiş ve Geneva’da 1642 yılında, ayrıca H. De Valois tarafından Compendium Historiae Ecclesiasticae Philostorgii, quod dictavit Photius Patriarcha, adıyla Paris’te 1673 yılında yayınlanmıştır. Fransızca çevirisi ise 1676 yılında Paris’te; Abregé de l'Histoire de l'Eglise de Philostorge ismiyle basılmıştır.167 Tez kapsamında ele alınan eserler içinde ‘kilise tarihi’ türünün ilk örneği olan bu çalışmada, Hunları Herodotus’da geçen Neuriye bağlamak suretiyle onların kökenine ve Gotlara akın etmelerine168; Hunların Tuna havalisini ele geçirmelerine, Roma’ya akınlarına ve diğer taraftan, Karadeniz’in doğusundan sarkarak Anadolu’ya sefer düzenlemelerine169 dair bilgiler yer alır. I.III.VII. SOCRATES SCHOLASTICUS170 (d. 380171-ö. 439’dan sonra) İstanbul doğumlu bir diğer kilise tarihçisi olan Socrates, her ne kadar Scholasticus olarak çağrılıyorsa da onun bir hukukçu ya da papaz olduğuna dair iddialar vardır. İskenderiye’den İstanbul’a sürgün edilen pagan gramerciler Ammonius ve Helladius’un öğrencisi olmuştur. Socrates’in Yunanca kaleme aldığı Historia Ecclesiastica172 adındaki Hunlara da değinmek suretiyle 305-439 yıllarını kapsayan eser; her biri, Doğu Roma imparatorlarından birinin hükümdarlık 166 ODB III, s. 1661; New Pauly XI, s. 113-114. 167 ODB III, s. 1661. 168 Philostorgius Historia Ecclesiastica IX. 17. 169 a.g.k. XI. 8. 170 Yunanca yazımıyla Σωκράτης Σχολαστικός. 171 New Pauly 380 yılından sonra olarak göstermektedir. New Pauly XIII, s. 600. 172 Yunanca yazımı ile Ἐκκλησιαστικὴ ἱστορία. 56 dönemine ayrılmış yedi kitaplık bir çalışmadır. Eusebius’un aynı isimli çalışmasının devamı izlenimini veren bu eser, sade bir üslupla yazılmış ve 444 yılından önce tamamlanmıştır. Eser, askerî tarihi de içeren dünyevi olaylara, İstanbul’da vuku bulmuş pek çok yerel hadiseye yer verir. Socrates, kaynaklarına kelimesi kelimesine atıfta bulunan iyi bir eleştirel tarihçidir. İskenderiyeli Athanasius bir incelemesinde, Socrates’in çalışmasını yazarken birinci kaynak olarak kullandığı Aquileialı Rufinus’un Latince Ecclesiastica Historiasının pek çok kronolojik hata ihtiva ettiğine Socrates’i ikna edince, eserinin yeni bir edisyon yayınlamıştır. Dördüncü ve erken beşinci yüzyıl için önemli bu çalışmayı kaleme alan Socrates, tezin kapsamı içindeki Sozomenus ve Theodoretus ve daha başkaları tarafından taklit edilen ve başvurulan bir müverrih olmuştur.173 Socrates, Hunlarla ilgili olarak onların Gotlar ile mücadelesini, 174 Roma’nın doğu eyaletlerini yağmalamalarını,175 tartışmalı Hun-Burgund muharebelerini,176 Rua ve ona bağlı birliklerin ‘Tanrının gazabına’ uğramalarını haber verir.177 I.III.VIII. SALAMINUS HERMEIAS SOZOMENUS Sozomenus Gazze doğumlu, İstanbul’da hukuk tahsili görmüş ve hukukçu yahut scholasticus olarak çalışmış beşinci yüzyıl kilise tarihçisidir. Doğum ve ölüm tarihleri tespit edilememektedir. 439 ile 450 yılları arasında yazdığı Historia Ecclesiastica adını taşıyan, günümüze ulaşan büyük bölümü 324-425 yıllarını kapsayan eserini, Eusebius’un çalışmasının devamı olarak tasarlamış ve İmparator II. Theodosius’a ithaf etmiştir. Karmaşık teoloji tartışmalarına, kilise politikalarına ve 173 ODB III, s. 1923; New Pauly XIII, s. 600-601. 174 Socrates Historia Ecclesiastica IV. 34. 175 a.g.k. VI. 1. 176 a.g.k. VII. 30. 177 a.g.k. VII. 43. 57 papazlara mesafeli durmakla birlikte yine de dokuz kitaptan oluşan bu eserini tipik bir mümin edası ile yazmıştır. Sozomenus, çalışmasını kaleme alırken yararlandığı pagan tarihçi Olympiodorus’un, kendisi gibi II. Theodosius’a ithaf ettiği eseriyle bir yarışma içinde olduğu göze çarpmaktadır. Historia Ecclesiastica’nın dokuzuncu kitabı yani 425-439 yıllarını içeren son kısmı kayıptır. Sozomenus eserini yazarken, tenkit etmekle birlikte geniş olarak selefi Socrates’den, ayrıca Rufinus, Gelasius ve kilise edebiyatından yararlanmış ve dördüncü yüzyılın bir takım belgelerini kullanmıştır. Diğer taraftan, Xenophon 178 gibi klasik Yunan müverrihlerinden de istifade etmiştir. Sozomenus, Socrates’i tamamlayan bu önemli çalışmasında, dogmatik hususlarda mucizelere inanmaya meyilli olmasına rağmen, kullandığı diğer kaynaklar ve özellikle belgeler onun eserini, bu devrin tarihsel edebiyatında seçkin bir yere taşımıştır.179 Sozomenus’un çalışmasında; Hunların ortaya çıkışına dair anlatı,180 Hunların İskitya kiliselerinin kendisine bağlı olduğu Theotimus’a bakışı, 181 Doğu Roma eyaletlerine 182 ve Trakya’ya seferi 183 ve nihayet Uldız idaresindeki Hunların Roma’nın balkan eyaletlerine akınlarına184 dair bilgiler verir. I.III.IX CYRRHUSLU185 THEODORETUS (d. yak. 393-ö.yak. 423) Hıristiyan müellif ve müverrih, Antakya’da doğmuştur, 423 yılından sonra Cyrrhus piskoposu olmuştur. Ailesinin, Hıristiyanlığa hizmet etmesini arzulamasına 178 Yunanca yazımı ile Ξενοφῶν (Ksenofon). 179 ODB III, s. 1932-1933; New Pauly XIII, s. 684. 180 Sozomenus Historia Ecclesiastica VI. 37. 181 a.g.k. VII. 26. 182 a.g.k. VIII. 1. 183 a.g.k. VIII. 25. 184 a.g.k. IX. 5. 185 Çağdaş Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye sınırı yakınlarındaki antik şehir. Modern Nebi Huri. 58 rağmen klasik bir eğitimden geçmiştir. Genç yaşında bir anagnost olmuş ve nihayet bir manastıra intisap etmiştir. İskenderiyeli Cyrilus’a karşı bir Nestorius yanlısı olarak devrin teoloji tartışmaları içinde yer almıştır. Daha sonra ömrünün geri kalanını geçireceği piskoposluk bölgesine dönmüştür. Çoğu teoloji hakkında olmak üzere pek çok eser yazmıştır. Tezin kapsamına giren çalışması, 444-450 yılları arasında kaleme aldığı Historia Ecclesiastica adlı eseridir. Kilise tarihçiliği alanında eser veren çağdaşı Sozomenus ve Socrates’ten farklı olarak kiliseye dair hususlara da bu eserinde yer vermiştir.186 Tez bağlamında ise bu kaynakta, muhtemelen Tuna havalisindeki Hunları kastederek onların Hıristiyanlığa meylinden187 ve Trakya’yı yağma eden Rua’nın, Tanrının gazabına uğramasından188 söz edilmektedir. Tez kapsamında ele alınan eserler arasında, Hunları ilk kez İskit olarak adlandırması ve onlar hakkındaki göçebelik vurgusu, nicelik olarak sınırlı olan bu kayıtları önemli kılmaktadır. I.III.X. PRISCUS (d. 410/420 - ö. 472’den sonra) Hunlar hakkındaki bildiklerimizin çoğunu kendisine borçlu olduğumuz Priscus, Panion 189 doğumlu İstanbul’da yaşamış bir müverrih ve hatiptir. 190 Muhtemelen önceleri bir hitabet -retorik- öğretmeniyken daha sonra, comes Maximunus’un adsessoru –danışmanı- olarak 449 yılında Attila’ya gönderilen elçilik heyetinde yer 186 ODB III, s. 2049. 187 Theodoretus Historia Ecclesiastica V. 31. 188 a.g.k. V 36. 189 Marmaranın kuzey sahilinde, çağdaş Tekirdağ yakınlarında bir geç Antikçağ kenti. ODB III, s. 1571. 190 Örneğin Kilise tarihçisi Evagrius, onu hatip yani ‘retor’ sıfatıyla ‘Retor Priskus’ olarak zikreder. Evagrius Historia Eclastica II. 5. 59 almıştır. 191 Roma’yı 450 yılında ziyaret etmiş 192 ve 452-453 yıllarında Mısır ve Arabistan’a giden Maximinus’a eşlik etmiştir.193 Yaklaşık 456 yılında Marcianus’un magister officorumu Euphemius’un danışmanlığını yapmıştır.194 Kaleme aldığı tarih kitabının tüm kopyaları kaybolmuş, günümüze sadece ondan derlenmiş pasajlar ulaşmıştır. Çalışmanın aslı sekiz kitaptan müteşekkildir, günüzüme ulaşan fragmanlar ise 433-434 yılından 470 yılları arasındaki dönemini kapsamaktadır. Eserin kapsamı hakkında kati bir kanaate sahip olmak imkânı olmamakla birlikte, Attila hakkında bağımsız bir bölümü ihtiva ettiği anlaşılmaktadır. Priscus’un eserinden; onuncu yüzyılda İmparator Constantinus Porphyrogenetus’un hazırlattığı Excerpta de legationibusda geniş bir şekilde derleme yapılmıştır ki günümüze kalan pasajların çoğu, varlığını bu çalışmaya borçludur. Ayrıca onun bilgeliğini ve üslubunun inceliğini öven Evagrius Scholasticus’dan Suda’ya varıncaya kadar Doğu Roma yazarları, bir hayli itibar ettikleri Priscus’un eserinden iktibaslar yapmaları sayesinde diğer bazı pasajlar günümüze ulaşabilmiştir. Diğer taraftan her ikisi de Latince yazan Cassiodorus ve onun üzerinden Iordanes tarafından da, bu eserden geniş olarak derlemeler yapılmıştır ki Hunlar ile ilgili pek çok kaydı sadece bu alıntılamalar sayesinde bilebilmekteyiz. Priscus, askerî hadiselerde, özellikle kuşatmalarda çoklukla gerçekten ziyade edebiyata bağlı kalarak retoriğe aşırı düşkün olabilmektedir. Çağdaşı olan ‘barbar’lara karşı yaklaşımı sıklıkla geleneksel kalıplar içindedir fakat kudretli insanlara karşı tavrı ondan hoşlanıp hoşlanmamasıyla bağlantılı ve tutarsızdır. Priscus, Batı’da cereyan 191 192 Priscus Fragman XI/II [1 ve 2] a.g.k. Fragman XX/III. 193 a.g.k. Fragman XXVI-XXVIII. 194 a.g.k. Fragman XXXIII; ODB III, s. 1721; New Pauly XI, s. 874. 60 eden hadiselere çok ilgi göstermemekle birlikte, Roma İmparatorluğu’nun çöküşünün farkında olduğu metninde gün yüzüne çıkmaktadır.195 Priscus’un eserinden günümüze ulaşan metin parçaları -fragmanlar- yayına hazırlanırken muhtelif şekillerde düzenlenmiş-sıralanmıştır. Tezde, Blockley’in yaptığı düzenleme esas alınacaktır. Çeviri esnasında yararlanılan Ahmetbeyoğlu’nun Türkçe ve Latışev’in Rusça tercümelerinde Muller edisyonu, Latışev için ayrıca Dindorf edisyonu, esas alınmıştır. Blockley ile Muller/Dindorf edisyonlarında fragman numaraları birbirini tutmamaktadır. Diğer edisyonlarla karşılaştırma yapmak için Blockley edisyonunun sonunda yer alan listeye bakılabilir.196 Priscus, hem nitelik hem de nicelik olarak Hun tarihi için en zengin verileri, Avar, Sabir ve Ogurlar hakkında ise kapsam dâhilindeki müverrihler içinde yegâne kaydı sağlamaktadır. Uzun bir metin oluşturacağı için Priscus’da yer alan Türkler ile ilgili verilerin bilançosu burada ayrıca sıralanmayacak, eserinde karşılaşılan dikkat çekici birkaç veriden örnekler sunmakla yetinilecektir. Priscus’un terminolojisine dair birkaç şey söylemek gerekirse, Barbar nitelemesini Afrika’daki göçebe kabileler,197 Kuzeydeki Vandallar, Gotlar198 için de kullanır. Ama Sasanileri bu sözle nitelediğine rastlanmamıştır. Sasanileri hem Pers hem de Part olarak adlandırır, hükümdarları içinse kralın yanı sıra çoğunlukla monark (μονάρχ) Pers monarkı yahut Part monarkı diye niteler.199 195 ODB III, s. 1721; New Pauly XI, s. 874. 196 R. C., Blockley, The Fragmentary Classicising Historians of the Later Roman Empire II Eunapius Olympiodorodus Priscus and Malchus text translation and historiographical notes, ARCA Classical and Medieval Texts, Papers and Monographs 10, Liverpool, 1983, s. 491-494. 197 Priscus Fragman XXVII. 198 Örneğin Priscus Fragman LI, LIII. 199 Bkz. örneğin Fragman XLI/I. 61 Priscus, Hunlar için kullandığı isimlerden bazılarını, kuzeyin diğer kavimlerine mensup olanların da adı olarak kaydetmiştir. Örneğin, Attila’nın kardeşi olan Bleda Βλήδα antroponimi, İmparator Marcianus’un Vandal kralı Gaiseric’e yolladığı elçinin adı olarak da kaydedilmiştir. Bu Bleda Gaiseric’in mensubu olduğu heretik inancın, Ariusçuluğun, bir papazıdır.200 Iordanes’in muhtemelen ondan iktibasla, ilk Hun önderinin adı olarak kaydedeceği Balamir’i Βαλάμερ, hükümdarlığının yıkılmasının akabindeki devirde, bu coğrafyanın sakinlerinden Ostrogotların lideri İskit olarak nitelediği kişinin adı olarak sunar.201 Magister Millitum Ricimer’in parayla bulduğu destekçileri İskit olarak nitelenmiştir.202 Bu İskitleri PLRE203 de Hunlar olarak belirtilmiş olmasına rağmen Blockley204 muhtemelen onların Pannonia’daki Ostrogotlar olduğunu ifade etmiştir. Son olarak Ahmetbeyoğlu’nun onun hakkındaki önemli bir tespitine yer vermek gerekir. Ahmetbeyoğlu, Priscus’un Exc. de Leg. Rom. aracılığıyla elimize ulaşan fragmanlarında, Hunlar hakkında ‘çirkin hiçbir kayıt mevcut’ olmaması nedeniyle Iordanes’in iktibası sayesinde haberdar olduğumuz pasajlardaki Hunlara dair ‘çirkin’ ifadelerin bizzat bu müverrih tarafından metne eklenmiş olması gerektiğini düşünmektedir.205 I.III.XI. PROSPERUS AQUITANUS Prosperus Aquitanus yahut İngilizce literatürde çağrıldığı adıyla Prosper Tiro yahut Aguitaineli Prosper, Galya kökenli olmakla birlikte, olgunluk çağının büyük 200 Priscus Fragman XXI/I. 201 Priscus Fragman XXXVII. 202 Priscus Fragman XXXVIII. 203 PLRE II, s. 708-710. 204 Blockley 1983, s. 394-395, sn. 147. 205 A. Ahmetbeyoğlu, Avrupa Hun İmparatorluğu Tarihi, Ankara, 2001, , s. 170. 62 kısmını Roma’da geçirmiştir. Papalık bünyesinde, muhtemelen 469 yılında önemli bir mevki elde etmiştir. Prosperus hem Galya hem de Roma’da devrin ilahiyat tartışmalarına dâhil olmuştur. Kroniği çalışmalarından sadece biridir. Bu eser 378 yılına değin olan bölümü Hieronymus’un ünlü kroniğinin bir özeti hükmündedir ve ardından Prosperus tarafından kaleme alınan devam kısmı gelir. 433 ile 455 yılları arasında birkaç edisyonu kaleme alınmıştır. Prosperus’un, Geç İmparatorluk devrinin Doğu ve Batı olmak üzere iki konsülünün görev yıllarını, kroniğinin Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesinden başlattığı kendine özgü takvimlendirme sistemine eklemek suretiyle, çağdaşı tarih kayıtlarına tesir etmiştir.206 Prosperus bu çalışmasında, Hunlar ile ilgili olarak Roma askerî hizmetindeittifakında görev almaları, 207 Aetius’un Hunlara sığınması, 208 Hunların Burgunları tarumar etmeleri,209 Trakya ve Illyricum’u tahribi,210 Attila’nın Bledayı öldürüşü,211 Attila’nın Galia 212 ve İtalya 213 seferi ve ölümü ile müteakip dönemde Hun hükümdarlığında yaşananlar214 ile ilgili veriler sağlamaktadır. I.III.XII. ZOSIMUS Doğum ve ölüm tarihleri tam olarak bilinmemekle birlikte beşinci yüzyılın sonu ile altıncı yüzyılın başında yaşadığı düşünülen Zosimus, son pagan müverrihtir ve bu çalımanın kapandığı isimdir. Muhtemelen Suriye yahut Filistin kökenli olan 206 A. C. Murray, From Roman to Merovingian Gaul, Peterborough, 2000, s. 62. 207 Prosperus Epitoma Chronican 398 a. (Miladi takvimde 410 Yılı ve 412 Yılı) 208 a.g.k. 405 a. 209 a.g.k. 408 a. 210 a.g.k. 415 a. 211 a.g.k. 417 a. 212 a.g.k. 424 a. 213 a.g.k. 425 a. 214 a.g.k. 426 a. 63 Zosimus, hukuk eğitimi almıştır. Eserinin başlığında da bir comes ve advocatus fisci215 olduğu belirtilmiştir. Gazzeli sofist Zosimus yahut Askalon ile özdeşleştirilme önerilerinde bulunulmuş ise de bunlar kabul edilebilir değildir.216 Zosimus’un çalışması, Historia nova’yı217 ne zaman tamamladığı kati surette tespit edilmemiş olmakla birlikte, 501 yılı civarında olması gerektiği düşünülmektedir. 218 Bu eser, Eski Yunan hakkında yüzeysel bir girişten sonra Diocletianus devrinden itibaren Roma İmparatorluğu merkezinde 410 yılına kadar gerçekleşen olaylara değinir. Çalışmada, beşinci kitabın yirmi altıncı bölümünden başlanarak 270-404 dönemi için, özellikle her ikisi de kendisi gibi pagan olan Eunapius ve Olympiodorus’un kayıp eserleri kullanılmıştır. Eunapius ve Olympiodorus’un eserlerinin günümüze ulaşmaması nedeniyle, Zosimus’un bu çalışması daha bir önem kazanır. Bu çerçevede her iki müverrihin Hunlar hakkında verdikleri bilgilerin akislerine Zosimus’da denk gelmek mümkündür. Historia nova, Alaric’in Roma’yı ele geçirmesinden önce birdenbire kapanır. Eserde karşımıza çıkan bunun gibi durumlar, çalışmanın tamamlanmamış olduğuna işaret etmektedir. Eserin başlığındaki Nova -yeni- ifadesi, Photius’un belirttiği gibi ikinci bir edisyondan ziyade Hıristiyanlığa karşı bir mücadeleyi çağrıştırmaktadır. Bu çerçevede eser, bir anlamda Augistunus ve Orosius gibi Hıristiyan yazarlara cevap olarak kaleme alınmıştır. Son pagan müverrihler arasında yer alan Zosimus, aynı zamanda Roma’nın düşüşünü ilk kez telaffuz edenlerden biridir. Her ne kadar 215 Türkçe anlamı: hazine avukatı. 216 ODB III, s. 2231; New Pauly XV, s. 971. 217 Yunanca olan bu eserin esas adı: Ἱστορία νέα Historia neadır. Historia nova ise Latince yazımıdır. Türkçe anlamı Modern zamanlar tarihidir. 218 New Pauly, eserin kaleme alınma dönemini 498-518 yılları olarak göstermektedir. New Pauly XV, s. 971. 64 Eunapius ve Olympiodorus birer bilgin olarak Zosimus üzerinde tesirleri görünse de, onun pesimist yaklaşımı ve Roma İmparatorluğunun çöküşünü tarihsel bir vaka olarak görüşü kendi konsepti olarak vucuda gelmiş olsa gerektir. Zosimus’un eserinde, farklı kaynaklarda yer alan aykırı hususları fahiş bir dikkatsizlikle sunduğu gözlemlenmektedir. Yine de diğer kaynakların yetersiz kaldığı üçüncü yüzyıl ve 378410 yılları için en mühim müverrih olarak karşımıza çıkmaktadır. Zosimus’un eseri, muhtemelen Stoudios manastırında istinsah edilmiş, birkaç Bizanslı editör tarafından yapılan tenkitleri içeren tek yazma sayesinde günümüze ulaşmıştır.219 Zosimus’un kayıtlarında, Hunların kökeni ve ortaya çıkarak Gotlara saldırması, 220 Hunların savaş tarzları, 221 Gotların Hun saldırıları karşısında tutunamayıp Roma İmparatorluğuna sığınmaları, 222 Balkanlarda tutunamayan Gotların bu sefer Hunlara sığınmaları,223 Hunların tazyikiyle diğer bir Got kafilesinin Roma üzerine yürümesi,224 I. Theodosius’un aralarında Hunların da yer aldığı bazı kuzey kavimlerini mağlup etmesi, 225 Uldız ile Gainas’ın mücadelesi, 226 Uldız’ın Balkan seferi227 ve Hunların önce Radagius karşısında, daha sonra farklı sebeplerden Roma ordusunda yer almaları228 hakkında veriler yer alır. 219 ODB III, s. 2231; New Pauly XV, s. 971-972; R. T. Ridley, Zosimus New History A Translation with Commentary, Australian Association for Byzantine Studies Byzantina Australiensia 2, Canberra, 1990, s. IX. 220 Zosimus Historia nova IV. 20. 3. 221 a.g.k. IV. 20. 4. 222 a.g.k. IV. 20. 5. ve 26. 1. 223 a.g.k. IV. 22. 3. ve 23. 6. 224 a.g.k. IV. 25. I. 225 a.g.k. IV. 34. 5-6. 226 a.g.k. V. 22. 1., 2. ve 3. 227 a.g.k. V. 22. 3. 228 a.g.k. V. 26. 4, 34. 1, 37. 1, 45. 6 ve 50. 1. 65 I.IV. GEÇ ROMA TARİHYAZIMINDA ‘HUNLUK’ BİLGİSİNİN OLUŞUMU Romalıların gözünde Tükleri ele almadan önce, Geç Roma müverrihlerinin bu kavimler içinde ilgilerini ilk sırada yöneltikleri Hunlar hakkında, daha öncesine ait Roma bilgi birikiminin tespitini yapmak, özellikle erken dönemde müverrihlerinin bu bilgi alanını hangi şartlar altında oluşturduklarının anlaşılmasına yardımcı olacaktır. Bunun için en doğru adres ise Hunlar hakkında ilk haberleri229 veren Ammianus ve Eunapius’un, dördüncü yüz yılın sonu ve beşinci yüzyılın başlarında kaleme aldıkları eserleri olsa gerektir. Eunapius eserinin Hunlarla ilgili bölümünde sözlerine şöyle başlar: ‘Bir zamanlar yazılmış Hunlara dair ilk anlatılarda, tüm Avrupa’ya yayıldıkları 230 ve İskit ülkesinin kabilelerini tazyik ettikleri esnada nerede yaşıyor oldukları ve kökenleri hakkında hiç kimsenin söyleyebileceği muayyen hiçbir şeye sahip olmadığı sırada …’231 Görülebileceği üzere Eunapius burada, Hunların kökeni hakkında bir bilgi boşluğu olduğuna işaret etmektedir. Çağdaşı Ammianus ise ‘eski kayıtların, haklarında çok az bilgi verdiği…’ ifadesiyle bu durumu sanki tasdik 229 Yunan-Latin edebiyatında kaydedilmiş daha evvelki devre, Geç Roma dönemimin öncesine ait bazı etnonimler ‘Hun’ adıyla ilişkilendirilmekte hatta özdeşleştirilmektedir. Bu yaklaşımlar doğru olsun yahut olmasın, bu verilerin daha çok tarihyazımı haricindeki türlerde yer alması, kısa değinmelerden ibaret olması ve dahası ‘Hun hükümdarlığının’ yahut ‘Hun kavminin’ tarihi noktasında süreklilik arz eden izlenebilir nitelik taşımaması nedeniyle bu çalışmanın kapsamı dışında tutulmuştur. Bu veriler hakkında Maenchen-Helfen’in (1973: 444-455) ‘Early Huns in Eastern Europe’ bölümüne bakılabilir. 230 Muhtemelen “τὴν Εὐρώπην πάσαν ἐπέδραμον = tüm Avrupa’ya” yayılmak ifadesinin metne, Eunapius’un günümüze ulaşan fragmanlarını derleyen Photius tarafından ilave edilmiş olmalıdır. E. Ç. Skrjinskaya, İordan O proishojdenii i deyaniyah Getov Getica Vstupitelnaya statya, privod, kommentariy, Vizantiyskaya biblioteka, St. Petersburg, 2001, s. 273. Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Bölüm II.I. 231 Eunapius Fragman XLI. 66 etmektedir.232 Diğer bir ifadeyle Türk tarihinin Roma kaynakları alanında, Hunluk bilgisinin ilk mübeşşirleri olarak görebileceğimiz iki müverrih de, kendi devirlerinden önceki Hun tarihine ve pek tabii onların kökenlerine dair malumatın yetersiz olduğu noktasında hemfikirdirler.233 Eunapius, bu sorunu aşabilmek adına izlediği yolu eserinde ifade ederken, bir bakıma günümüze, bu devirde bir müverrihin veri toplama ve metin oluşturma noktasında gösterdiği çabaların ve yaşadığı kaygıların panoramasını da sunmaktadır. Hunlar hakkında veriler sunan diğer meslektaşlarının, onları edinme yöntemine dair böylesine geniş bir değerlendirme yapmamış olması, bu satırların değerini daha da arttırdığı ve onlar hakkındaki verileri doğru değerlendirme noktasında tarihçilere çok şeyler sağladığı kuşkusuzdur. Eunapius bu çerçevede ‘kadim yazarlardan derlemeler yaptı[ğını] ve olasılık ölçütüne bağlı kalarak sıraladı[ğını]’ söyler. Bunun yanında ikinci bir bilgi kaynağına da ‘Şifahi haberlerden elde edilmiş bilgilerde, yazdıklarımın güvenilir kabul edilmesi ve hikâyemin gerçekten uzaklaşmaması için doğruluk ölçütünü’ kullandığını belirtirken değinir. 234 Yaptığı çalışmada takip ettiği bu yolu: YunanLatin klasikleri yani ‘kadim yazarlar’daki kayıtlar ile çağdaş veriler yani ‘şifahi haberler’ arasında kurduğu dengeyi şu benzetmeyle açıklar: ‘Küçük ve basit bir evde çocukluklarını geçirmelerinin akabinde, çok iyi bir talihin eseri olarak büyük ve yüce 232 Ammianus Res Gestea XXXI 2 1. 233 Daha ayrıntılı bir değerlendirme için Bkz. Bölüm II.I. 234 Eunapius Fragman XLI. Burada ‘kadim yazarlar’ ve ‘şifahi bilgiler’ (τὰ παλαιά ve τὰ ἀπαγγελλόμενα) olarak çevirdiğimiz Eunabius’un ifadelerinin anlamlandırılması ve değerlendirilmesi hakkında bkz. Thompson 2000, s. 20-21. 67 bir konağın sahibi olmalarına rağmen alışkanlıkla eski evlerini hâlâ idealize eden ve aziz tutanlarla benim tavrım aynı değildir’.235 Eunapius bu benzetmeyle çağdaş derlemeleri, ‘kadim yazarlar’dan iktibaslara yeğlediğine işaret etmekte ve ‘Hunlara dair eski kayıtları kullanmaya rıza göstermiş’ olmasına ‘rağmen onları diğer kaynaklara’ eklediğini belirtmektedir.236 Bu esnadaki tavrını ise ‘bir hastalıkla mücadele ederken başlangıçta, yardımcı olacağını umdukları bir ilaç kullanan fakat daha iyi olan bir tanesini bulan ve deneyenlerin öncekini onunla değiştirirken içinde oldukları haleti ruhiye’ ye benzetir.237 Eserinde daha geç döneme ait verilerin daha eski döneme ait olanları göz ardı etmesine rıza göstermediğini de ifade eden Eunapius, böylelikle elde etmek istediği sonucu şöyle ifade etmiştir: ‘hakikat uğruna yenisini eklerken, eskisinin tarih tarafından kutsanmış bir gelenek olarak kalmasına müsaade edip kayıtlara daha doğru tasviri ilave edeceğim.’238 Görüldüğü üzere Eunapius’un iki kaynağı olduğundan bahsetmektedir. Bunlardan biri; tarih tarafından kutsanmış bir gelenek diye sunduğu τὰ παλαιά ‘kadim yazarlar’ ve diğeri; hakikat uğruna başvurduğu τὰ ἀπαγγελλόμενα ‘şifahi bilgiler’ olarak sunulmaktadır. 239 Başta belirtildiği üzere aynı durumun, yine aynı kavim yani Hunlar hakkında yazan ve aynı devrin müverrihleri olan diğerleri için de geçerli olduğunu düşünmek mümkündür. 235 Eunapius Fragman XLI. 236 Eunapius Fragman XLII. 237 yine orada. 238 yine orada. 239 Eunabius’un ‘kadim yazarlar’ ve ‘şifahi haberler’ olarak çevirdiğimiz bu iki ifadelesinin anlamlandırılması ve değerlendirilmesi hakkında bkz. Blockley 1983, s. 140, sn. 90; Thompson 2000, 20-21. 68 Geç Roma tarihyazımının doğası üzerine belirtilmesi gereken diğer bir husus, aralarında terminoloji birlikteliğinin olmayışıdır. Hunların erken dönemlerinde İskit adı Gotları tesmiye için kullanılmış daha sonra ise aynı ad Hunları adlandırmak için de kullanılmıştır. 240 Beşinci yüzyılın başında, Hunların mühim bir siyasal aktör olarak temeyyüz ettiği dönemin müverrihleri Eunapius241 ve Philostorgius242; Gotları kastederek, İskitlerin Hunlar tarafından sürüldüğünden bahis açmakta; bu siyasal yapının artık ortadan kalktığı devrin sonrasında belki de bu yüz yılın sonunda yazan Zosimus243 da aynı terminolojiyle anlatıyı tekrarlamaktadır. Diğer taraftan İskit adı Ammianus’ta, bu sefer bir Germen halkı için değil bir İran halkı için; PerslerinPartların İskit kökenli olduğunu belirttiği esnada karşımıza çıkmaktadır. 244 Ammianus; Gotların her iki şubesini -Ostrogot ve Vizigot’u- ise bu adla değil Greuthungi ve Thuringi olarak anmaktadır.245 Yine beşinci yüzyılın başında Hieronymus 246 ve Orosius’un 247 , aynı olayı anlatırken Gotları, İskit değil bu ad ile tesmiye etmesi durumu iyice karmaşıklaştırmaktadır. Son olarak ironik bir hal arz eden; Gotları İskit olarak çağırdığı belirtilen Zosimus’un aynı eserinin aynı kitabının aynı bölümünde; Hunlara’ın kökeninin Hükümdar İskitler olabileceğini kaydettiğini belirtmek gerekir.248 Herodotus’a kadar inen249 Hükümdar İskitler adlandırmasının Geç Roma 240 Örneğin Theodoretus ve Priscus’da. 241 Eunapius Fragman. XLII. 242 Philostorgius Historia Ecclesiastica IX. 17 243 Zosimus Historia nova IV. 20. 3. 244 Ammianus Res Gestae XXXI. 2. 20. 245 Örneğin a.g.k. XXXI. 3. 4. ve 5. 246 Hieronymus Cronographia 289. Olimpiat h. 247 Orosius Hist. Adv. Pag. VII. 33. 10. 248 Zosimus Historia nova IV 20. 3. 69 tarihyazımında neye karşılık geldiği tam manasıyla vuzuha kavuşmamış olmakla birlikte, bu adın bir parçasını oluşturan İskitin hem Got hem de onun karşıtı olan Hun için kullanıldığı görülmektedir. Müverrihler kökü klasiklere inen İskit etnonimini kullanırken belirleyici olan herhalde ne ortak köken ne Türkiye’de sıkça karşılaşılan bir yanılgı olan: benzer bir yaşam formasyonu –göçebelik- değildir, zira Germen ve İran halkları genel olarak yerleşik ve tarımcıdır250 ve Türk halkları ise genel olarak göçebedir. Bu çerçevede ODB’nin İskitler maddesindeki; Bizans yazarlarının bu terimi dördüncü yüzyıldan itibaren Hunlardan başlamak üzere, karşılaştıkları tüm göçebe halkları tesmiye için kullandıkları genellemesi de yanlıştır. 251 Zira bu adı hem dört hem de beşinci yüzyılın müverrihleri arasında, yukarıda gösterildiği üzere, Hunları değil onların mücadele ettiği ve göçebe olmayan halkları adlandırmak için kullananlar vardır. Netice itibarıyla; İskit adının müverrihler tarafından kullanımı hakkında bir genelleme yapmak gerekirse, belki de Karadeniz’in kuzeyinin orta va batı bölgelerine lokalize edilebilecek bir coğrafyada yaşayan halkları tesmiye için kullanılması eğilimi olduğundan bahsedilebilir. 252 Lakin yinelemek gerekir ki bu 249 Herodotus Historiae IV 20 250 Hunların, Batı Avrasya’daki ilerleyişlerinin erken aşamasında topraklarını ele geçirdiği, doğu Germen grubuna mensup Gotların ve çağdaş Romanya’dan Ukrayna’ya uzanan bu coğrafyanın II.-IV. yy.lara tarihlenen tarımcı-yerleşik ‘Çernyahovskaya Kültürü’ Черняховская культура için örneğin bkz. Heather 2012, s. 89. 251 ODB III, s. 1857 ve 1858: ‘Byz. writers used the term Scythians as an archaism denoting all nomadic peoples whom they encountered, beginning in the 4th C. with the Huns…’ 252 Alanın diğer bir mühim referansı olarak kabul edilen New Pauly, açıkça belirtilmemekle beraber muhtemelen tez çerçevesinde Roma müverrihleri adı altında sunulanları da kapsamak suretiyle, ‘Bizans’ yazarları tarafından ayrım yapmaksızın kuzey ve kuzey doğu barbarlarının bu ad ile anıldığına işaret etmektedir. New Pauly XIII, s. 160. 70 coğrafyanın sınırlarını kati bir surette çizmek mümkün değildir ve müverrihler arasında terminoloji birliği yoktur.253 Kuzey dünyası Roma edebiyatının bakış açısıyla Hunlardan bağımsız olarak da ‘barbar’ dünyasıdır. Lakin Hunlar için, Ammianus ve Eunapius’da karşımıza çıktığı gibi, bu ‘barbar’ dünyanın en dışlanmışları-ürkütücü olanları olarak sunulmaları gibi bir durum söz konusudur. Hunlar ile ilk karşılaşıldığında, Roma müverrihlerin onları kuzeyin diğer ‘barbarlar’ın da ‘barbar’ı olarak sunmaları zamanla yerini daha mütedil bir dile bırakmış gibi görünmektedir. Skrjinskaya’nın da dediği gibi Hun, Got ve Alanlar; müverrihlerimizden örneğin Yunanca yazan pagan Olympiodorus’ta olduğu gibi, Latince yazan Hıristiyan Orosius’ta da Avrupa’daki ‘barbar’ kabile grupları olarak sunuldukları ve diğerlerinden, önceki müverrihlerin aksine, vahşilik göndermesi üzerinden ayrıştırılmadıkları görülmektedir. 254 253 Etnonimler üzerinden Geç Roma müverrihlerinin bir terminoloji denemesi için bkz. A. Üstün, “‘Kargaşa’ Esnasında Tarih Yazmak: Geç Roma Müverrihlerinde İskit ve Hun Etnonimlerinin Kullanımı Üzerine”, Karadeniz Araştırmaları Dergisi, c. 10, sayı 37 (Bahar 2013), s.1-13. 254 Orosius Hist. Adv. Pag. VII. 34. 5.; Socrates Historia Ecclesiastica VI. 6. Zosimus Historia Nova V. 22.; Marcellinus Chronicon 379 a., 400 a.; E. Ç. Skrjinskaya, “‘İstoria’ Olimpiodora”, V. V. c. VIII (1956), s. 262-263, dn. 143. 71 II. BÖLÜM : TAHAYYÜLLER VE TESADÜFLER: KÖKENE, DİLE VE DIŞ GÖRÜNÜŞE DAİR KAYITLAR II. I. KÖKENLERİ ‘[Hunlar hakkında] … Diğer Got kabileleri arasında, yeryüzünün gizli sinesinden çıkmış şimdiye kadar insan soyunun hiç görmediği türden bir kavmin, yüksek dağlardan kopmuş bir kar fırtınası gibi, önüne gelen her şeyi ezip onu yok ettiği yolunda büyük bir söylenti yayıldı.’255 Hunların kökeni, diğer bir ifadeyle dördüncü yüz yılın son yarısında Roma müverrihlerin ilgi alanına girmesinden önceki devirleri, hem müverrihler hem tarihçiler arasında farklı görüşlerin ileri sürüldüğü, tartışmalı bir konudur. Tarihçiler arasındaki tartışma; Hun adını çağrıştıran daha önceki devre ait Yunan-Latin edebi eserlerindeki kayıtlar ile Hunları ilişkilendirme ve De Guignes’e kadar inen256 Şyunğ-nu – Hun özdeşleştirilmesini öngören yaklaşım olarak iki başlık altında toplanabilir. Yunan-Latin edebiyatında kaydedilmiş daha evvelki devre -Geç Roma dönemimin öncesine- ait bazı etnonimler ‘Hun’ adıyla ilişkilendirilmekte hatta özdeşleştirilmektedir. Ucu daha açık olan bu kayıtlar, genel olarak bir isimden ibaret kalan sadece coğrafyadaki mevcudiyetin daha erken devirlere kadar indiğinin göstergesi olabilecek bir mahiyettedir. Bu yaklaşımlar doğru olsun yahut olmasın, bu verilerin daha çok tarihyazımı haricindeki türlerde yer alması, kısa değinmelerden ibaret olması ve dahası ‘Hun hükümdarlığının’ yahut ‘Hun kavminin’ tarihi 255 “Fama tamen late serpente per Gothorum reliquas gentes, quod invisitatum antehac hominum genus modo nivium ut turbo montibus celsis, ex abdito sinu coortum adposita quaeque convellit et corrumpit” Ammianus Res Gestae XXXI. 3. 8. 256 J. De Guignes, Hunların Türklerin Moğolların ve Daha Sahir Tatarların Tarih-i Umumisi, İstanbul, 1923, s. 120-122. noktasında süreklilik arz eden, izlenebilir nitelik taşımaması gibi nedenlerden ötürü, bu tezin kapsamı dışında tutulmuştur.257 Bunlardan ikincisi maalesef Türkiye’de bir galat-ı meşhur olarak yaşamakla birlikte, 258 tarihçiler tarafından genel olarak terk edilmiş bir görüştür.259 Şyunğ-nu ve Hun konfederasyonunun bileşenleri arasında tabii ki aynı kavimlerin-kabilelerin olduğu düşünülebilir 260 lakin her iki siyasi yapının kurucu kabilesinin özdeşliği, eldeki verilerin iddia edilmesine müsaade ettiği bir husus değildir. 261 Zira Türk tarihinin erken dönem edebi kaynaklarını sağlayan iki merkez açısından da Hunların Avrasya’nın batısına doğru yayıldığı coğrafya; diğer bir ifadeyle Roma edebiyatı için Karadeniz’in kuzey doğusu ve Çin edebiyatı için Türkistan’ın kuzey batısı, projeksiyonlarına girmeyecek denli uzaktır. Bu çerçevede Avarların Doğu Avrasya bağlantısı daha farklı yahut şanslı bir konumdadır. Zira kaynaklar Avarların, Avrasya’nın batısına ilk sarktıkları anı değil ama altıncı yüz yıldaki sürecinin Doğu Avrasya ile bağlantısını takip edilebilir 257 Bu veriler hakkında Maenchen-Helfen’in ‘Early Huns in Eastern Europe’ adlı bölümüne bakılabilir. O. J. Maenchen-Helfen, The World of the Huns, Los Angeles-Londra, 1973, ss. 444-455. 258 Örneğin A. N. Kurat, IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara, 1972, s. 13; İ. Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, İstanbul, 1997, (1983 yayımının tıpkıbasımı), s. 71; A. Ahmetbeyoğlu, Avrupa Hun İmparatorluğu Tarihi, Ankara, 2001, s. 16. Türkiye’de karşı görüşü dile getirenler de olmuştur. Bkz. Ş. Baştav, “Avrupa Hunları”, şurada: H. C. Güzel ve dğr. (ed.), Türkler I, Ankara, 2002, ss. 853-886, s. 853. 259 Örneğin L. Ligeti, “Attila Hunlarının Menşei”, şurada: Nemeth, ed, 1962, s. 26; D. Sinor, “Hun Dönemi”, şurada: Sinor, D., ed., 2003, s. 247; I. Vasary, Erken İç Asya’nın Tarihi, İstnabul, 2007, s. 83. 260 Ligeti 1962, s. 26; Sinor 2003, s. 246; P. Golden, Türk Halkları Tarihine Giriş, Ankara, 2002, s. 71. 261 Şyunğ-nu-Hun özdeşliği ile ilgili tartışmalar için bkz. Ligeti 1962, ss. 10-25; Ahmetbeyoğlu 2001, 9-16. 73 kılmaktadır. Bu talihi, kuşkusuz İran karşıtı bir cephe kurma fikri üzerinde duran devrin Doğu Roma ve Kök Türk siyasi patronajına borçluyuz. Tezin kronolojik kesitinin sonrasına düştüğü için hariçte bırakılan bu süreç, Avrasya’nın doğusu ile batısı arasındaki demografik geçişlere örnek teşkil etmesi noktasında manidardır. Daha sonra pek çok kez tarihsel verilerin şahitlik edeceği bu doğudan batıya göç olgusu, belirtildiği üzere Hunlar için de benzer bir çıkarsama yapma noktasında muhkem bir argüman oluşturmaktadır. Zira aşağıda gösterileceği üzere müverrihler Hunları tanımadıklarını beyan ettiklerine ve evveliyatlarını muhayyel zeminler üzerinden açıklama yoluna gittiklerine göre, Batı Avrasya’nın yerli halkları arasında olmadıkları, dahası farklı bir coğrafyadan geldikleri sonucuna ulaşmak gerekir. Böylelikle, kaynakların Hunların IV. yy.ın son yarısında bu bölgede temeyyüz etmelerinden önceki suskunluğu için bir açıklama da belirmiş olur. Avrasya coğrafyasının doğusu ile batısı arasındaki demografik hareketler, doğuda ‘kaybedenlerin’ yahut doğuda güçlenenlerin batıya ilerlemeleri, bir genel geçer önerme olarak ileri sürülebilecek niteliktedir. Hunların kökenine dair müverrihlerin satırlarında temeyyüz eden temel öge, onların bilinmeyen-tanınmayan oldukları vurgusudur. Dördüncü yüz yılın sonunda yazan Hunların ilk tanığı Ammianus ile başlatacağımız bu tespit beşinci yüzyılın sonunda, tezin kronoloji itibarıyla son metnini oluşturan eseri kaleme alan Zosimus’a varıncaya kadar birden çok kez tekrarlanmaktadır. Ammianus eserinin otuz birinci kitabında Hunlar için yazdığı ara bölüme262 şöyle başlar: ‘Yine de, Mars’ın263 gazabının alışılageldiği gibi her şeyi yangınıyla 262 Ammianus Res Gestae XXXI 2. 1-12. 74 birbirine katarak tetiklediği bütün bu yıkımın ve çeşitli felaketlerin tohumu ve başlangıcı olan bu meseleyi araştıracağız. Eski kayıtların hakkında çok az bildiği Hun 264 soyu, Maeotis bataklıklarının ötesinde, buzlu okyanusun yakınında yaşamaktaydı …’265 Hunların ortaya çıktığı koşulları betimlerken Ammianus; mitolojik bir zemine, savaş tanrısı Mars’ın gazabına, diğer bir ifadeyle pagan müverrih kendi tanrılarına gönderme yapmaktadır. Burada ki ‘felaketler ve belaların başlangıcı ve tohumu’ ifadesi Gotların önce isyan ve Trakya’yı yağmalaması ve devamında ayaklanmayı bastırmaya gelen Doğu Roma İmparatorluğu ordusunun üçte ikisini yok etmesi ve hatta Doğu imparatoru Valens’i dahi öldürmeleri 266 sürecini tetikleyen, Gotları yurdundan edecek Hun ilerleyişi kast ediyor olsa gerektir.267 Köken konusunda ise ‘monumentis veteribus leviter nota = eski kayıtların çok az bildiği’ni ifade ederek haklarında bahis açtığı Hunların genel olarak ve özelde kökenleri itibarıyla daha önceki devirlerinin Roma müellifleri tarafından, bilinmediklerine işaret etmiştir. Ammianus, Hunların daha önceden bilinmediğini kati bir surette değil ‘leviter nota = 263 Yunan tanrısı Ares’in Latince karşılığı-özdeşi olan savaş tanrısı. Eski Roma takviminde yılın ilk ayının, Türkçedeki mart, adı da ondan gelir ve bu ay ona adanmıştır, bu çerçevede İtalya yerlilerinin telakkisinde ayrıca, bu ay içinde onun şerefine kutlanan bahar bayramları dolayısıyla Mars için toprağın bereketinin simgeleme niteliği de söz konusudur. Mart ayı aynı zamanda imparatorluk için sefer mevsiminin başladığı dönemdir. Mars, Roma gençliğinin de Tanrısıdır ve kurt ile yeşil ağaçkakan kendisine adanmış hayvanlardır. Romulus ile Romus’u emziren kurdun Mars tarafından görevlendirildiği düşünülür. Marcellinus’un burada kullandığı metafizik unsur onun Pagan kökeniyle ilişkilendirilebilir. A. Erhat, Mitoloji Sözlüğü, İstanbul, 1972, s. 254; P. Grimal, Mitoloji Sözlüğü, İstanbul, 1997, s. 472-473. 264 Krş. Zosimus Historia nova IV 20, Sozomenus Historia Ecclesiastica VI 37, Priscus özellikle Fragman XI, Agathias Historiae V, 11 vd. 265 Ammianus Res Gestae XXXI 2 1. 266 9 Ağustos 378 Adrionopolis Savaşı. 267 O. J. Maenchen-Helfen, The World of the Huns, Los Angeles-Londra, 1973, s. 1. 75 çok az bildiği’ ifadesiyle ortaya koyması, doğal olarak burada hiç bilinmeme durumunun söz konusu olmadığı sonucunu doğurur. Eğer bu ifade, edebi bir tercihten fazlasını ifade ediyorsa, kastedilen bu bölümün başında değinilen, Roma edebiyatının daha önceki devre ait eserlerinde tarihçilerin Hunlar ile ilişkilendirdiği etnonimler olabilir. Yaklaşık olarak Ammianus’un çağdaşı Eunapius’ta aynı durumu tespit edecektir: ‘Bir zamanlar yazılmış Hunlara dair ilk anlatılarda, tüm Avrupa’ya yayıldıkları ve İskit ülkesinin kabilelerini tazyik ettikleri esnada nerede yaşıyor oldukları ve kökenleri hakkında hiç kimse söyleyebileceği muayyen hiçbir şeye sahip …’268 değildi. Eunapius’un ifadesinde ise Hunların tanınmazlık durumu daha katidir: Roma müelliflerinin Hunlar hakkında söyleyecek ‘muayyen hiçbir şey’i yoktur. Eunapius’un bu pasajının doğru değerlendirebilmek için atlanmaması gereken bir noktaya; Skrjinskaya’nın işaret etmiştir. Şöyle ki; Eunapius’un eserini yazdığı esnada, eser 414 yılı ile kapanır, Hunlar henüz Avrupa’nın içlerine kadar ilerlemişlerdir. Dolayısıyla Skrjinskaya’nın, ‘τὴν Εὐρώπην πάσαν ἐπέδραμον = tüm Avrupa’ya yayılmak’ ifadesinin metne, Eunapius’un günümüze ulaşan fragmanlarını derleyen Photius tarafından ilave edilmiş olabileceği savı yerinde olsa gerektir.269 Beşinci yüz yıl kilise tarihçilerinden Sozomenus’da, Hunların komşularınca bilinmediğini söylerken dolaylı yoldan da olsa herhalde aynı duruma işaret etmektedir: ‘Derler ki; Hun halkı ne Tuna270 ötesi Trakları ne de Gotların kendisi 268 Eunapius Fragman XLI. 269 E. Ç. Skrjinskaya, İordan O proishojdenii i deyaniyah Getov Getica Vstupitelnaya statya, privod, kommentariy, Vizantiyskaya biblioteka, St. Petersburg, 2001, s. 273. 270 Metinde Yunaca adıyla yani ‘İster’ olarak geçmektedir lakin toponimlerin günümüzdeki Türkçe kullanımlar ile uyuşanları metinleri daha rahat okunabilir kılmak için bu tezde çağdaş adlandırmalarıyla kullanılmıştır. 76 tarafından bilinirdi. Sınırları birbirine kavuşan bunlar yekdiğerini bilmezlerdi ..’ 271 Sozomenus’a göre bunun nedeni: ‘aralarında büyük bir göl uzanıyordu ve her biri kendi yaşadığı kıyıyı dünyanın sonu, onun ötesini ise deniz ve sonsuz su sahası, kabul ediyordu.’ 272 Sozomenus’un burada Eunapius ve Ammianus’dan yukarıdaki kaydından ayrıştığı nokta, Hunların tanınmayışının muhatabı olarak Roma dünyasını değil komşuları olan Traklar ve Gotları beyan etmesidir. Lakin komşuları için de tanındık olmadıklarını, başka bir kaydında Ammianus da belirtmiştir. ‘Diğer Got kabileleri arasında, yeryüzünün gizli sinesinden çıkmış şimdiye kadar insan soyunun hiç görmediği türden bir kavmin, yüksek dağlardan kopmuş bir kar fırtınası gibi, önüne gelen her şeyi ezip onu yok ettiği yolunda büyük bir söylenti yayıldı.273.’274 Tezin kronolojik kapsamının içinde son müverrih olan Zosimus da Hunların tanındık olmayışı noktasında, selefi üç müverrihi teyit etmektedir. ‘Bu esnada, daha önce bilinmeyen bir barbar kavim birdenbire ortaya çıktı ve Tuna’nın karşısındaki İskitlere 275 saldırdı. Bunlara Hun denilirdi …’ 276 . Zosimus’u seleflerinin her üçünden ayrıştığı nokta, Hunların kökenlerine dair faraziyeler ileri sürmesidir. Ona göre Hunlar ‘ya hükümdar İskitler adlandırılması gerekenler ya küçük basık burunlu, Herodotus’un277 Tuna havalisinde yaşadığını söylediği güçsüz halk …’ olanlardır.278 271 Sozomenus Historia Ecclesiastica VI. 37. 272 yine orada. 273 Geriye kalan Got kabileleri arasında, yoluna çıkan her şeyi yakalayan ve yok eden yüksek dağlardan kopan bir kasırga gibi o zamana kadar bilinmeyen bir insan soyunun, dünyanın uzak bucağından ortaya çıktığına dair bir söylenti yayıldı. 274 Ammianus Res Gestae XXXI 3 7. 275 Eunapius gibi onun eserinden geniş ölçüde yararlandığı düşünülen Zosimus’da ‘İskit’ adını Gotlar için kullanmaktadır. 276 Zosimus Historia nova IV 20. 3. 277 Herodotus Historiae V. 9.’daki Sigynnae. Ridley 1990, s. 190; sn. 58. 77 Batı Avrasya’ya, daha kesin bir lokasyonla Karadeniz’in kuzey ve kuzey batısına yayılmadan önce nerede oldukları yahut eski yurtları hakkında da müverrihler muhtelif cevaplar vermişlerdir. Bunlardan birini Azak 279 Denizi- Bataklıklarını merkez alan anlatılar oluşturur. Ammianus’un Hunlar için uygun gördüğü bu coğrafya ‘ultra paludes Maeoticas glacialem oceanum = Maeotis bataklıklarının ötesinde, buzlu okyanusun yakınında’ 280 idi. Azak bataklıklarıyla ilişkili bu anlatımın, merkeze bu lokasyonu koymak suretiyle yapılmış iki kayıt daha mevcuttur. Bunlarda ilki herhangi bir toponim zikredilmeden Sozomenus’da yer alır: ‘aralarında büyük bir göl uzanıyordu’ 281 Gotlar ile Hunların arasındaki sınır için Sozomenus’un buradaki işaret ettiği alanın, Azak dışında bir yerle özdeşleştirilmesi ihtimal dışıdır. Diğeri ise Priscus’da yer alan bir kayıttır ve toponim açıkça zikredilir. ‘Azak bataklıklarının uzak sahillerinde yaşarlardı…’ 282 . Buradaki uzak sahillerin Azak’ın doğu kıyılarına karşılık gelmesi gerekir. Ammianus’da karşımıza çıkan glacialem oceanum ‘buzlu okyanus’ ifadesi Eckhardt’a göre, onun antik coğrafya anlayışının etkisiyle, Kavimler Göçü devrinde ortaya çıkan her kavmi kuzeyin soğuk bölgelerinden getirme eğilimine örnek teşkil etmektedir, zira Hippokrates’ten beri müelliflerin inandığı ve öğrettiği şey, kuzeye doğru ilerlendikçe vahşiliğin artığıdır. 283 Görüleceği gibi dördüncü yüz yılın son çeyreğinde yazan Hunların ilk tanığı Ammianus, Hunları Azak üzerinden yaptığı tasvirinde, onun muhtemelen kuzeye doğru ötesine yerleştirmekteyken, beşinci yüz 278 Zosimus Historia nova IV 20. 3. 279 Latincesi Maeotis yahut Meotis; Yunacası Μαιῶτις Mayotis. 280 Ammianus Res Gestae XXXI 2 1. 281 Sozomenus Historia Ecclesiastica VI. 37. 282 Priscus Fragman I = Iordanes Getica 123. 283 S. Eckhardt, “Efsanede Attila”, şurada: Nemeth, ed., 1962, s. 144. 78 yıl tarihçileri Sozomenus ve Priscus Azak’ı merkeze almak suretiyle onları lokalize etmekte yani Karadeniz’in kuzeyini işaret etmektedirler. Buradaki mekânsal açının nedeni, ikinci gruptaki müverrihler devrinde Hunların artık daha batıda bulunmaları olsa gerektir. Ammianus’u çağrıştıran bir okyanus öyküsünü; Batı Avrasya’ya dâhil olan ikinci kuşak Türk kavimleri ile ilişkili olarak Priscus anlatmaktadır. ‘Okyanus’un kıyısında 284 yaşayan kabilelerin yerlerinden ettiği Avarlar’ 285 dan bahseden Priscus’un Exc. de Leg. Rom.daki kayıt sayesinde ulaştığımız bu öyküsünün, Suda tarafından sağlanan ikinci bir versiyonunda ‘okyanus’ bağlamı daha geniş olarak ele alınır: ‘‘Kendileri, Okyanus’un kıyısında yaşayan kabileler tarafından yerlerinden edilen Avarlar, Sabirleri sürdüler. Bu kabileler Okyanus’un taşmasından kaynaklanan bir sis yüzünden ve bir sürü grifon ortaya çıktığı için yurtlarını terk etmişlerdi. … bu musibetler tarafından sürülen okyanus sakinleri, komşularına saldırdı ve saldıranların daha güçlü olmasından mütevellit, onların hücumuna karşı koyamayan Avarlar yerlerinden oldu.’ 286 Her şeyden önce Priscus’un, Suda tarafından yapılan bu ikinci bu aktarımında, Blockley’in sözleriyle; muhtemelen beceriksizce bir özetlemenin sonucu olarak metnin anlamının belirsizleştiği görülmektedir. 287 Gordon sorunu, metni; topraklarını sis kaplaması ve griftonlar basması sonucu terk eden Okyanus havalisi sakinleri tarafından sürülen Avarların 284 Ammianus, Hunların geldikleri yer, yani ana yurtları olarak Buzlu Okyanus’u gösterir. Bkz. Res Gestae XXXI II 1. 285 Priscus Fragman XL/I 286 Priscus Fragman XL/II = Suda A 18. 287 R. C. Blockley, The Fragmentary Classicising Historians of the Later Roman Empire II Eunapius Olympiodorodus Priscus and Malchus text translation and historiographical notes, ARCA Classical and Medieval Texts, Papers and Monographs 10, Liverpool, s. 395, dn. 157. 79 komşularına saldırdıklarını ve saldıranlar daha güçlü olduğu için komşuların onların göçüne direnemediği şeklinde tefsir eder.288 Suda kaynaklı ikinci anlatıda, Avarları yurtlarından süren okyanus havalisi kavimlerinin ‘bir sürü grifon ortaya çıktığı için yurtlarını terk’ etmeleri öyküsü, Philostorgius’un Hunlarla özdeşleştirdiği Neurilerin 289 , Herodotus’da yer alan ‘… büyük yılanların istilasına uğrayarak memleketlerinden kaçmışlardı …’ 290 ifadesini çağrıştırmaktadır. 291 Her iki müverrihin de, Türk kavimleriyle ilgili anlatılarında; Priscus’da Avarları yurtlarından sürenler bahsi ve Philostorgius’ta Hunların ataları olarak sunulan Neuri bahsinde, vahşi hayvanların doğrudan yahut dolaylı etkisiyle yurtlarını terke mecbur kalma durumu, müverrihlerin klasiklerden alıntılama alışkanlığından kaynaklanan bir tesadüf olarak kabul edilse bile, onların seçiminin ‘vahşi’lik ekseninde yapıldığı dikkat çekmektedir. Kazananlar daha vahşi olarak sunulmaktadır ki bu Hun ilerleyişini açıklamak için onların ne kadar vahşi olduğundan bahseden müverrihlerin yaklaşımı ile örtüşmektedir. Suda’daki iktibasta yer alan grifon eksenli anlatının da, Herodotus’a dayandığı iddia olunmuştur.292 Herodotus grifonu aşağıda gösterileceği üzere üç yerde ve her üçünde de Arimaspi kavmiyle birlikte zikretmiştir. Bunlardan ilkinde; Avrupa’nın kuzey tarafının altın bakımından zengin olduğundan lakin buna dair güvenilir bir malumat olmadığından bahseden Herodotus, tek gözlü Arimaspilerin bunları Grifonlardan çaldığından bahsetmektedir. 293 Rawlinson’a göre, Herodotus 288 C. D. Gordon, The Age of Attila, New York, 1960, s. 134. 289 Philostorgius Historia Ecclesiastica IX. 17 290 Herodotus Historiae IV. 105. 291 V. V. Latışev, “İzvestiya drevnih pisatiley o Skifii i Kavkaze”, VDİ, s. 1948/4, s. 264, dn. 5. 292 Gordon 1961, s. 207, sn. 6. 293 Herodotus Historiae III. 116. 80 Arimaspiyi anlattığına göre, ‘Avrupa’nın kuzeyi’nden kastettiği lokasyon, Ural Dağları havalisidir.294 Herodotus ikinci kez onları andığında, Grifonlar ile tek gözlü Arimaspilerin komşu olduklarını belirtecektir.295 Herodotus, onlar hakkında verdiği son haberde; artık bilinmeyen bir alana girildiği tespitini yaparak sözlerine başlar ve her ikisi hakkındaki bilgi kaynaklarını da açıklar. Tek gözlü Arimaspi ve altının bekçisi Grifonlar hakkındaki haberleri İssedonlardan öğrenmekte olduklarını, İskitlerin ise sadece onların anlattıklarını tekrar ettiklerini belirtir. Yunanların da zaten İskitlerin bu tekrarı sayesinde onlardan haberdar olduklarını ve bu nedenle İskit dilindeki arima -tek- ve spu -gözmanasındaki bu adla onları çağırdıklarını söyleyerek296 anlatısını tamamlar. Sabirler, Ogurlar ve Avarlar’ın ortaya çıkışı ile bağlantılı olarak, Herodotus’un bilinen dünyasının kuzey doğusuna denk düşen bu muhayyel coğrafyada geçmekte olan olaylardan yararlanarak anlatısını süsleyen Priscus’un mekân seçiminin, tesadüften fazlasını ifade etmemesi için hiçbir neden yoktur. Her ne kadar bu coğrafya muhayyel ise de, Herodotus’un burada belirttiği üzere, nihayetinde bilinen bir alandan sonrası itibarıyla muhayyeldir ve bu alan ile doğru yönde ilişkilendirilmiş gibi görünmektedir. Bu çerçevede müverrihlerin arkaizm eğilimleri esnasında yaptıkları tercihler tesadüf yahut retorik veya Echard’in yukarıda öne sürdüğü görüşten 297 fazlasını ifade edebilecek niteliktedir. Philostorgius’un Neuri özdeşleştirmesi ise, Neuri Baltık havalisine yani Gotların geldiği yere lokalize edildiği için bu görüşü desteklemez. 294 G. Rawlinson, Heredot Tarihi, İstanbul, 1941, s. 339, dn. 1. 295 Herodotus Historiae IV. 13. 296 Herodotus Historiae IV. 27. 297 Eckhardt 1962, s. 144. 81 Diğer müverrihler arasında Hunların ‘kadim yurdu’, bir dağı merkeze alan lokasyonla, alternatif bir anlatıyla sunulur. Orosius 298 ‘Uzun zamandır ulaşılmaz dağların ardında saklanan Hun soyu birdenbire öfke içinde harekete geçti ve Gotlara onları eski evlerinden kaçıracak ve sürecek bir şekilde akın etti…’ 299 demektedir. Hunların evveliyatları için Orosius, herhangi bir yön yahut isim vermeden ‘ulaşılmaz dağların ardını’ işaret etmektedir. Orosius’a ifadesini çağrıştıran ve bu sefer bir dağ ismi zikreden bir diğer kayıtla Philostorgius’ta karşılaşırız ‘[Hunlar] Onlar Rhipaia Dağları havalisinde yaşarlar ki, Don300 nehri oradan doğar ve Azak301 Gölüne boşalır.’302 Philostorgius’un Hunların belki de evvelden beri yaşadığı yer olarak gösterdiği yer Rhipaia Dağları τὰ Ῥιπαῖα ὄρη; Yunan tahayyülünde, zirveleri bilinen dünyanın kuzeyine doğru yükselen bir sıradağ olarak kabul edilir. Yunan irfanında, geniş ovalar yahut bozkırların içinde Asya ve Avrupa’nın birbirine karıştığı, Don ve Volga nehirlerinin arasındaki Azak ve Hazar Göllerinin oldukça kuzeyinde olduğu tasavvur edilir. Karla kaplı olduğu ve yağmur getiren rüzgârlar estiği için yerleşim olmadığı düşünülün Rhipaia Dağları, Arimaspi ve Hyperborei yakınlarına lokalize edilir. Oikoumene’nin kuzey sınırı olduğuna göre muhtemelen doğudan batının sonuna değin uzanır. Kuzey ve batı hakkındaki coğrafya bilgisinin genişlemesiyle Rhipaia daha da kuzey-doğuya kaydırılır ve diğer sıradağlarla birlikte Avrupa ve Asya 298 Orosius, eserinin en özgün bölümünü oluşturup burada verilecek kayıtların da yer aldığı yedinci kitabının otuz üçüncü bölümünde Ariusçu Valens’in katolik Hıristiyanlara karşı takındığı düşmanca ve zalimce tutumundan bahis açar. 299 Orosius His. Adv. Pag. VII. 33. 10. Bkz. Marcellinus Res Gestae 31. 3.-4. 300 Tanais. 301 Maeotis. 302 Philostorgius Historia Ecclesiastica IX. 17 82 arasındaki sınır olarak kabul edilir. Hâlihazırdaki hiçbir sıradağ ile özdeşleştirilememektedir. 303 Bu nedenle Philostorgius’ta da Hunlar için öngörülen anayurt bir muhayyel ülkedir ve sadece adı vardır. Hunların kadim yurdunu muhayyel bir coğrafyaya yerleştirmenin yanı sıra Philostorgius onlar hakkında ‘… Eski insanların Neuri tesmiye ettiği halk bu Hunlardır …’304 tanımlamasını yaparak, müverrihlerde değişik şekillerde karşımıza çıkan anakronizmin bir örneğini sergilemektedir. Burada ‘eski insanlar’ ifadesiyle gönderme yaptığı Herodotus olsa gerektir. Herodotus eserinde birden çok kez bu etnonimi zikretmiştir: Neuriyi İsitya ve havalisini tarif ederken ‘toprak eken İskitlerin’ daha yukarısına yerleştirirler ki artık buradan sonra yerleşim yoktur. 305 İskitya’yı kuzeyden –kara sınırından- çeviren kabileler arasında gösterip, bu kabileleri Tuna itibarıyla; Agathirsi, Neuri, Antrophagi ve Melanchleani306 olarak sıralamaktadır. Rawlinson, Neurinin meskûn olduğu bu bölgeyi Baltık havalisi olarak kabul eder 307 . Herodotus ayrıca onlar hakkında şu bilgileri verir: İskitlerin komşuları olduğunu belirtir 308 ve Neuri adetleriyle İskit adetlerinin benzeştiği söyler, yurtlarını yılanlar tarafından istila edilmesi nedeniyle terke mecbur kalmaları hadisesini anlatılar. İskitlerin ve İskitya’da yaşayan Yunanların, onlar hakkında her birinin her sene bir kaç gün için 303 Rhipaia Örneğin New Pauly, özdeşleştirme noktasında herhangi bir öneri sunmamakla birlikte, dağlarını, Ural Dağları yahut diğeri Karpatlar ile özdeşleştiren görüşler mevcuttur.http://www.perseus.tufts.edu/hopper/text?doc=Perseus:text:1999.04.0064:entry=rhipaeimontes-geo (Ocak 2013); New Pauly V, s. 566. 304 Philostorgius Historia Ecclesiastica IX. 17 305 Herodotus Historiae IV. 17. 306 a.g.k. IV. 100. 307 Rawlinson 1941, s. 424, dn. 1 308 Herodotus Historiae IV. 102. 83 de kurda dönüştükleri düşüncesinde olduklarını söyler ve bu nedenle Herodotus bu olayı hokkabazlık olarak niteler.309 Philostorgius’un bu göndermelerinin ve neden Herodotus’ta geçen onca kavimden herhangi biriyle değil de özellikle Neuri ile Hunlar arsında karabet kurduğunun anlaşılması, diğer bir ifadeyle ne tür bir çağrışımın, bu ilişkilendirmeyi yol açtığı sorularına şu an itibarıyla cevap verememekle birlikte bu tercihin bir tesadüften fazlasına işaret etmesi gerektiği düşüncesini kaydetmek gerekir. Yine de şu kadarını belirtelim ki Rawlinson’un Neuri yurdunu Baltık havalisine yerleştirme tespiti doğru ise burası Hunların değil lakin düşmanları olan ve Philostorgius’un İskit tesmiye ettiği Gotların anayurdudur. Benzer bir anakronizm ‘…Herodotus’un 310 Tuna havalisinde yaşadığını söylediği güçsüz halk…’311 ifadesiyle Zosimus’da da yer alır. Bu kez Herodotus’un aşağıda alıntılandığı üzere tasvir ettiği Sigynnae, Hunlar ile özdeşleştirilmiştir: ‘Bu memleketin (Trakya) kuzeyindeki havaliye gelince, burada kimlerin mukim olduğuna dair hiçbir kimse kati bir şey söylememektedir. Anlaşılan Tuna nehri geçilir geçilmez uçsuz bir çöle giriliyor. İster’in ötesinde ikamet ettiğini işittiğim biricik halk Sigynnae denilen ırktır ve anlatıldığına göre bunlar Medler gibi giyiniyorlar ve atları da beş parmak uzunluğunda tüylerle örtülüdür. Bu atlar nispetten küçük, burun delikleri yassıdır ve insanları sırtlarında taşıyabilecek kuvvette değildir. Fakat arabaları koşulduğu zaman dünyanın en suratlı atları gibi hareket ediyor. Bu yüzden bu millet araba kullanmaktadır. Bunların sınırı Adriyatik denizi üzerindeki Eneti’ye kadar uzanıyor ve bunlar kendilerini Medlerin bir kolonisi sayıyorlar. Bunların nasıl 309 ayn. kyn. IV. 105. 310 Herodotus Historiae V. 9. 311 Zosimus Historia nova IV 20. 3. 84 olup da Medlerin bir kolonisi olabileceğini ben, kendi hesabıma tasavvur edemiyorum. Fakat devirlerin uzun silsilesi içinde hiçbir şeyi imkânsız saymamak gerektir. Sigynnae, Massilia’nın üstünde yaşayan Liguryalıların tacirlere verdikleri isimdir. Kıbrıslılar ise bu kelimeyi mızrak manasında kullanıyor.’312 Ridley’in ifadesiyle Herodotus doğal olarak hiçbir yerde Hunlardan bahsetmez, söz konusu olan sadece Zosimus’un, onun yukarıda ki Sigynnae tasvirini yanlış değerlendirmesidir.313 Buna rağmen yine de dikkat çekici olan; Zosimus’un Hunların kökenine dair ihtimallerden biri olarak sunduğu Sigynnae’yi Herodotus’un ‘… bunlar kendilerini Medlerin bir kolonisi sayıyorlar…’ ifadesiyle İran eksenli bir bağlamda sunuluyor oluşudur. Ola ki; Hunların doğudan gelen öykülerini anımsattığı için bu tercih yapılmışsa, onların kökeni hakkında yine bir müverrih, genelde işaret edilen kuzeyin hilafında bu yönü ima ederek ‘ezber bozan’ bir veri sağlamaktadır. Lakin bir düşünce olarak dillendirdiğimiz bu görüşü destekleyebilecek, Priscus’un yukarıda ele alınan kaydının çözümlemesinden ortaya çıkan uyuşma dışında muhkem bir delili şu an itibarıyla bulmuş değiliz. Köken hakkındaki tahayyülün en aykırı örneği, Iordanes’in, Priscus’dan bir alıntılama yaptığı pasajda karşımıza çıkar. ‘ quod, credo, spiritus illi, unde progeniem trahunt, ad Scytharum invidia id egerunt = Zannederim ki Hunları doğuran kötü ruhlar, İskitlerden nefret ettikleri için bunu yaptılar.’314 Iordanes bu alıntısında, kendi eserinde Priscus’u anarak iktibasta bulunduğu bu pasajın hemen öncesindeki, Hunların kökeni hakkındaki açıklamasına gönderme 312 Herodotus’tan aktarılan bu pasaj Rawlinson 1941, c. II s 5-6 ve Ökmen 1991, s.248-249’dan derlenmiştir. 313 Ridley 1990, s. 190; sn. 58. 314 Priscus Fragman I = Iordanes Getica 123-126. 85 yapmaktadır: ‘… Sacandza [İskandinavya’dan] adasından ayrılmalarının ardından Gotların beşinci kralı olarak başa geçen ve kabilesiyle birlikte İskitlerin ülkesine göç ettiğini söylediğimiz, Büyük Gadaricus’un oğlu Filimer, halkının içinde kendi dilinde Haliurunn adını verdiği bazı büyücü kadınlar buldu. Şüphe edilen bu kadınları kabilesinden ayırdı ve onları ordusunun uzağında ıssız bir bölgede sürgün yaşamaya mecbur etti. Orada, vahşi doğada dolaşan cadıları gören kötü ruhlar onları kucakladılar ve bu vahşi kavmin [Hunların] babası oldular.’ 315 Metin içi bağlam noktasında, Iordanes, Hunların ortaya çıkışına dair Priscus’dan aktardığı geyik 316 efsanesi esnasında, bu olayın nedeni olarak Hunların atası olan kötü ruhların, ‘İskitlerden = Gotlardan nefret’ etmesini göstermektedir. Buradan da Hunların türeyişine dair muhtemelen doğrudan kendine ait anlatıya gönderme yapmaktadır. Aynı geyik efsanesine yer veren Procopius da, onları kökeni hakkında böyle bir öyküye vermemekle birlikte bu olayın amacının İskitlere acı getirmek olduğunu belirtmektedir: ‘… bana göre, bunun ile hedeflenen sadece orada yaşayan barbarların başına felaket getirmekti…’317. Hem Iordanes’in hem Procopius’un bu anlatıyı Priscus’tan iktibas ettiklerini düşünen Blockley, buradan hareketle, Hunlara bu yolun gösterilişi yahut ortaya çıkışlarının İskitleri ‘cezalandırılması-başlarına bir bela musallat edilmesi’ düşüncesinin Priscus’ta da yer aldığı sonucunu çıkarmaktadır.318 315 Iordanes Getica 121-122. Iordanes’in bu pasajının çevrisi şuradan alıntıdır: Abdullah Üstün, Türk Tarihinin Bir Kaynağı: De origine actibusque Getarum, Balıkesir 2007. (yayınlanmamış yüksek lisans tezi) 316 Bkz. Bölüm II.I.I. ‘Hunların Ortaya Çıkışına Dair Bir Anlatı’. 317 Procopius De bellis VIII. 5. 7-11 318 Blockley 1983, s. 379, sn. 1 86 Her iki geyik efsanesiyle ilgili her iki anlatının kaynağının Priscus olmasına itiraz etmek için ortada bir neden görünmemektedir. Lakin bu olayların nedenini açıklayan ifadeler ve Iordanes’in bu esnada gönderme yaptığı Hunların türeyişine dair efsaneyi anlatan ifadelerin kaynağı kimdir. Altıncı yüz yılın her iki müverrihi tarafından tekrarlanan, geyik efsanesindeki olağanüstü durumun nedeninin her iki müverrih birinci tekil kullanımla aktardıklarına göre burada artık Priscus’un sözleri değil yazarların kendi ifadeleri söz konusu olsa gerektir ve dolayısıyla Iordanes’in bunun ile bağlantılı olarak sunduğu ve kaynağını ‘antiquitas = eski gelenekler’ olarak açıkladığı Hunların türeyişine dair anlatıda Priscus’dan bağımsız olarak anlam kazanır. Kuşkusuz bu Blockley’in dillendirdiği, Priscus’da geyik efsanesi çerçevesinde gelişen olaylardaki amacın Gotların başına felaket getirmek olduğuna dair bir ifadenin yer alabilme ihtimalini yalanlamaz, sadece sonraki her iki metnin daha sağlıklı değerlendirilmesini sağlar. ‘… İkamet ettikleri belirli bir yer olmaksızın, evleri olmaksızın, kanunları olmaksızın yahut meskûn bir surette yaşam olmaksızın ebedi firarlar gibi yaşamlarını geçirdikleri katarlar göçerler; … Onlarda hiç kimse nerede doğdukları sorusuna cevap veremez: bir yerde rahme düşerler, buradan uzakta doğarlar ve daha uzakta büyürler.’ 319 demekte olan Ammianus bir anlamda, Hun geçmişini takip etmenin neden sorunlu olduğunun cevabını da vermektedir. Burada ima edilen göçen, sürekli yer değiştiren bir kavimdir. Bu kavmin hiçbir ferdi bile ‘nerde doğduğu sorusuna cevap veremez’ken koca bir halk için bunun takibini yapmak müverrihlerin gözünde daha güç bir iş olsa gerektir. 319 Ammianus Res Gestae XXXI 2 10. 87 II.I.I HUNLARIN ORTAYA ÇIKIŞLARINA DAİR BİR ANLATI Geç Roma tarihyazımının Hunlar hakkındaki kayıtları arasında Hunların ortaya çıkışlarına dair anlatılar -efsane-320 da yer almaktadır. Araştırılan devre ait tarihsel verilerin her türlüsünden tarihsel bilginin üretilebileceği fikrinden hareketle bu alt bölümde, söz konusu anlatıların tarihsel bilgi olarak vaat ettikleri üzerinde durulacaktır. Eunapius’un, tam olarak günümüze ulaşmayan eserinin kayıp parçaları arasında, Hunların kökeni mevzuunda yazdıklarının da yer alması Türk tarihçiliği için büyük bir talihsizliktir. Lakin sonraki müverrihlerin ondan yaptığı iktibaslar sayesinde Eunabius’un verilerinden haberdar olmamız mümkün olmuştur ki bunlardan biri de; Sozomenus, Iordanes, Procopius’un Hunların kökenine, nereden ve nasıl geldiklerine dair sundukları anlatı -efsane- olduğu düşünülmektedir. 321 Eunapius’tan yaklaşık yarım yüz yıl sonra eserini kaleme alan Sozomenus bu efsaneyi, birinde sadece onun eserinde yer alan çoban-öküz diğerinde iki kez daha karşılaşacağımız avcı-geyik motifleri ile iki versiyon olarak kaydetmiştir. Aşağıda çevirisini sunduğumuz Sozomenus’un bu kaydı, aynı zamanda bu efsanenin günümüze ulaşan en eski metnidir. 320 Bahsedilen metinlerin; hikâye mi, efsane mi, destan mı, mit mi olduğu yani hangi isim altında verilmesi gerektiği tartışmaya açık bir konudur keza halkbilimciler de hangi anlatının hangi başlığa girdiği yahut bu başlıkların kapsamının ne olduğu hakkında bir görüş birliğine varmış değillerdir. Bu çalışmada ele alınan metinleri tanımlamak için ‘efsane’ ve ‘anlatı’ terimleri kullanılacaktır. 321 E. A. Thompson, The Huns Revised and with an afterword by Peter Heather, Oxford, 2000, s. 20; G. Moravcsik, Byzantinoturcica I Die byzantinischen Quellen der Geschichte der Türkvölker I, Berlin, 1958, s. 261, 511. 88 Anlatının başlangıcı ‘…Derler ki; Hun halkı ne Tuna322 ötesi Trakları ne de Gotların kendisi tarafından bilinirdi. Sınırları birbirine kavuşan bunlar yekdiğerini bilmezlerdi, zira aralarında büyük bir göl uzanıyordu ve her biri kendi yaşadığı kıyıyı dünyanın sonu, onun ötesini ise deniz ve sonsuz su sahası, kabul ediyordu.’323 Birinci versiyon: ‘Sığır sineği tarafından ısırılan bir öküzün324 göl üzerinden geçmesi ve bir çobanın onu ardından takip etmesi ki diğer tarafta karayı görerek kendi kabilesine onun hakkında haber getirmesi vuku buldu.’325 İkinci versiyon: ‘Lakin başkaları, Hun soyundan bir kaç avcının kovaladığı bir dişi geyiğin 326 , su tarafından üzeri kaplanarak örtülmüş yolu onlara gösterdiğini anlatmaktadır. Meyvelerin bolluğu ve havanın mutedilliği ile farklı olan ülkeye hayran kalıp onlar geri döndüler ve gördükleri hakkında kendi halklarının hükümdarını haberdar ettiler.’327 322 Metinde Yunaca adıyla yani ‘İster’ olarak geçmektedir lakin toponimlerin günümüzdeki Türkçe kullanımlar ile uyuşanları metinleri daha rahat okunabilir kılmak için bu tezde çağdaş adlandırmalarıyla kullanılmıştır. 323 Sozomenus Historia Ecclesiastica VI. 37. 324 Sozomenus’un eserini kaleme aldığı Eski Yunancada eril, dişil ve nötr olmak üzere üç cin vardır; ‘sığır’ anlamında ‘βοῦσ’ adının hem eril hem dişil formu ise aynıdır yani ‘öküz’ ve ‘inek’ adlarını bu söz karşılamaktadır. 325 326 Sozomenus Historia Ecclesiastica VI. 37. Eski Yunancada ‘geyik’ anlamındaki ‘ἒλαφος’ adının hem eril hem dişil formu bu şekildedir. Sozomenus ise burada dişil formda kullanmıştır: ‘ἒλαφος διαφυγοῦσα’ ‘kaçan geyik’. Zira Eski Yunancada kelimeyle ilişkili diğer sözler, bu kelimenin cinsine uyarlar ve burada participium görevindeki ‘διαφυγοῦσα=kaçan’ sözünün cinsi dişildir dolayısıyla ‘ἒλαφος=geyik’ dişil olarak kullanılmıştır. Metinlerini sunduğumuz; Procopius: ‘ἒλαφον δε μίαν πηὸς αὐθτῶν φεύγουσαν...τῇ ἐλάφῳ ἐπισπέσθαι ταύτη’ ve eserini Latince yazan Iordanes de ‘cerva=geyik’ dişil olarak kullanmıştır. Cins bakımından aynı durumun geçerli olduğu Latincede ‘cerva’ sözü dişildir. Iordanes Getica 123; Procopius De bellis VIII. 5. 7-8; Skrjinskaya 2001, s. 285. 327 Sozomenus Historia Ecclesiastica VI. 37. 89 Anlatının tamamlanışı: ‘[Hunların] Gotlara karşı onların savaşının ilk teşebbüsü küçük bir kuvvetle idi lakin sonra kendi bütün güçleri ile silaha sarıldılar, kendi komşularını bozguna uğrattılar ve onların topraklarını bütünüyle ele geçirdiler…’328 Iordanes’e güvenecek olursak, Sozomenus ile aralarında yaklaşık yirmi yıl olan Priscus da bu efsaneye eserinde yer vermiştir. Ne var ki Eunapius ile aynı kaderi Priscus da paylaşmıştır zira onun eserinin de önemli bir kısmı kayıptır ve günümüze ulaşmayan kısımlar arasında bu efsane de yer almaktadır. Onun Sozomenus’u ise Iordanes olacak ama bu sefer iktibas apaçık bir şekilde ifade edilecektir: ut Priscus istoricus refert ‘tarihçi Priscus’un haber verdiği gibi’.329 Aşağıda aktarılan metinde Iordanes, avcı-geyik motifli versiyonun ikinci varyantını sunmaktadır. ‘…Bu kabilenin avcıları, adetleri olduğu üzere, Azak’ın330 iç sahillerinde av ararlarken, aniden karşılarına çıkıp bataklığa giren kâh ilerleyerek kâh de durarak, bir yol boyunca onları sürükleyen bir dişi geyik gördüler. Avcılar bu geyiği takip ettiler ve bir deniz gibi geçilmez olarak düşündükleri Azak bataklığını yürüyerek geçtiler. Onlar tarafından bilinmeyen İskit ülkesi görünür görünmez geyik gözden kayboldu. Zannederim ki Hunların kökeninin dayandığı kötü ruhlar, İskitlere kin besledikleri için bunu yaptılar.331 Azak’ın ötesinde başka bir dünyanın varlığından 328 Sozomenus Historia Ecclesiastica VI. 37. 329 Iordanes Getica 123. 330 Latince metindeki adı Meotis veya Maeotisdir 331 Iordanes eserinde bu pasajın öncesinde Hunların kökenine dair açıklamasına gönderme yapmaktadır: ‘… Sacandza [İskandinavya’dan] adasından ayrılmalarının ardından Gotların beşinci kralı olarak başa geçen ve kabilesiyle birlikte İskitlerin ülkesine göç ettiğini söylediğimiz, Büyük Gadaricus’un oğlu Filimer halkının içinde kendi dilinde Haliurunn adını verdiği bazı büyücü kadınlar buldu. Şüphe edilen bu kadınları kabilesinden ayırdı ve onları ordusunun uzağında ıssız bir bölgede sürgün yaşamaya mecbur etti. Orada, vahşi doğada dolaşan cadıları gören kötü ruhlar onları 90 tamamen habersiz olanlar, İskit ülkesinin muhteşemliğiyle kuşatıldılar ve onlardan önce hiçbir devirde tamamen bilinmez olan bu yolun, ilahi bir kudret tarafından onlara gösterilmiş olduğunu düşünerek kendi halklarına geri döndüler. Başlarından geçen bu olayı anlatılar, İskitya’yı methettiler ve kabilelerini ikna ederek bir geyiğin rehberliğinde öğrendikleri bu rotayla onları İskitya’ya geçirdiler. Bu şekilde İskitlerin ülkesine ilk girişlerinde ele geçirdikleri her şeyi zafer için kurban ettiler, geri kalanları ele geçirdiler ve kendilerine tabi kıldılar..’332 Tüm anlatı, Geç Roma müverrihlerinin satırlarında üçüncü ve son kez olmak üzere yine ‘avcı-geyik motifinin’ diğer bir varyantıyla, Iordanes’in çağdaşı ve altıncı yüz yılın en mühim ve hatta kimilerine göre ‘klasik edebiyat’ın son büyük müverrihi Procopius’ta karşımıza çıkar. Iordanes gibi Procopius’un kaynağının da Priscus olduğu düşünülmektedir. 333 Dolayısıyla karşımızda olan Priscus’un kaydının bir başka aktarımıdır. kucakladılar ve bu vahşi kavmin [Hunların] babası oldular.’ Hunların ortaya çıkışı hakkındaki bu anlatıyı tekrarlayan Procopius onları kökeni hakkında böyle bir öyküye vermemekle birlikte bu olayın amacının İskitlere acı getirmek olduğunu belirtmektedir: ‘… bana göre, bunun ile hedeflenen sadece orada yaşayan barbarların başına felaket getirmekti…’. Blockley he Iordanes’in hem Procopius’un bu anlatıyı Priscus’tan iktibas ettiklerini düşünen Blockley buradan hareketle, Hunlara bu yolun gösterilişi yahut ortaya çıkışlarının İskitleri ‘cezalandırılması-başlarına bir bela musallat edilmesi’ düşüncesinin Priscus’ta da yer aldığı sonucunu çıkarmaktadır. Iordanes Getica 121-122; Procopius De bellis VIII. 5. 7-11; Blockley 1983, s. 379, sn. 1; Iordanes çevirisi için bkz: Abdullah Üstün, Türk Tarihinin Bir Kaynağı: De origine actibusque Getarum, Balıkesir 2007. (yayınlanmamış yüksek lisans tezi). 332 Iordanes Getica 124-125 = Priscus Fragman I 333 R. C. Blockley, The Fragmentary Classicising Historians of the Later Roman Empire Eunapius Olympiodorodus Priscus and Malchus, ARCA Classical and Medieval Texts, Papers and Monographs 6, Liverpool, 1981, s. 116. 91 ‘Lakin anlatılana göre, eğer bu anlatılan gerçekten doğru ise, bir gün birkaç Hun 334 genci avcı köpekleriyle ava çıktılar, bir dişi geyiği takip ettiler; onlardan kaçan geyik bu suya atladı. Gençler ya şan-şeref uğruna ya coşkuya kapıldıklarından ya da tanrının gizemli iradesi buna sevk ettiğinden bu geyiğin ardından gittiler ve onunla birlikte karşı kıyıya ulaşıncaya kadar onu gözden kaybetmediler. Burada onların kovaladıkları hayvan, ne olduğunu kim söyleyebilir, ansızın ortadan kayboldu, –bana göre, bunun ile hedeflenen sadece orda yaşayan barbarların başına felaket getirmekti-, lakin avdaki başarısızlıklarına sabreden gençler, yeni savaşlar ve ganimetler için kendilerine umulmadık bir fırsat buldular. Mümkün olduğunca çabuk anayurtlarına geri döndüler ve bu suların onlar için pekala geçilebilir olduğu haberini derhal tüm Hunlara yetiştirdiler. Ve işte, derhal tüm kabile silaha sarıldı, gecikmeksizin ‘Bataklık’ı geçti ve karşı kıtaya çıktı. Bu esnada, Vandallar buradan çıktılar ve Libya’ya göç ettiler, Vizigotlar ise İspanya’ya yerleştiler. Ve işte Hunlar, birdenbire bu düzlüklerdeki Gotların hayatlarına kastederek onlardan çoğunu kestiler, kalanlar kaçmaya başladı.’335 Yukarıda verilen, iki versiyon ve ikinci versiyona ait üç varyant, metinlerde de; Hunların ortaya çıkışları, Roma dünyasının ve müverrihlerinin görüş alanlarına girmeleri vakasının diğer bir ifadeyle Azak Denizinin-bataklıklarının batısına yahut kadim İskit ülkesine yahut ‘Avrupa’ya ilerleyişlerinin, ‘nasıl’ olduğunu tasvir için bir 334 Procopius burada Hunlar için Kimmer adını kullanarak, devrin müverrihlerinin sıkça başvurduğu bir yöntem olan ‘klasik’lerde geçen eski adları yeni tanıdıkları kavimlerle ilişkilendirme ve hatta o adları bu kavimleri tesmiye etmek için kullanma usulüne örnek teşkil etmekte yani anakronizm yapmaktadır. Bu anlatının yer aldığı VIII. kitabın ilgili bölümün girişinde ‘Eski devirlerde, o zamanda Kimmer olarak adlandırılan Hunların büyük çoğunluğu’ ifadesiyle iki etnonimi özdeş gördüğünü açık bir şekilde ifade edecek ve bu anlatıyı sunarken Hunları, Kimmer olarak adlandıracaktır.(De bellis VIII. 5. 1.). 335 Procopius De bellis VIII. 5. 7-11. 92 anlatı sunulmaktadır. Bunun için Sozomenus biri ‘çoban-öküz’ ve ikincisi ‘avcı-dişi geyik’ motiflerine sahip iki versiyon ve Iordanes ve Procopius’ta ‘avcı-dişi geyik’ versiyonunun iki varyantını sunmaktadır. Lakin bu noktada şunu da belirtmek gerekir ki ‘nasıl’ sorusunun cevabında müverrihler arasında bir görüş birliği söz konusu değildir. İlk aykırı ses, yine bu devrin müverrihlerinden Zosimus tarafından yükseltilecektir: ὡσ ἐκ τῆσ ὐπὸ τοῦ Τανάΐ δος καταφερουμένη ἰλύος ὁ Κιμμέριος ἀπογαιωϑεῖς Βοσπορος ἐνέδωκεν αὐτοῖς ἐκ τῆς Ἁσίἀς ἐπὶ τὴν Εὐρώπην πεζῆ διαβῆωαι ‘Don 336 tarafından indirilen çamur ile Kerç 337 Boğazının sığlaştığı bilgisini buldum, 338 (bu) onlara Asya’dan Avrupa’ya yürüyerek geçmek imkânı sağladı.’339 Görüldüğü üzere Zosimus, Hunların ortaya çıkışını ‘metafizik’ unsurları barındıran bir anlatıyla değil fiziki bir durum ile açıklamaktadır. Diğer taraftan vakayı efsaneyle açıklayan Procopius’un da aslında verisini sorguladığı düşünülebilir: εἲπερ ὁ λόγος ὑγιής ἐστι ‘…eğer bu anlatılan gerçekten doğru ise…’.340 Müverrihlerin kaydettikleri bu hikâye hakkında tarihçilerin vardığı neticelere, Hunların ‘nasıl’ ortaya çıktıkları hakkındaki bu efsane üzerine yapılan çalışmalara, vaat ettiği şeylerin çıkarsamalarına geçersek, temelde iki yaklaşımın söz konusu olduğu görülür. Romanistler efsaneyi Yunan-Latin edebiyatının ‘klasiklerinde’, 336 Metinde Eski Yunanca adı Tanais ile verilmektedir. 337 Metinde Eski Yunanca adı Kimmer ile verilmektedir. 338 Gumilöv, Zosimus’un ulaştığı bu bilgiyi inandırıcı bulur zira IV. yy.da kutuplardan bozkıra hızla akıp gelene siklonların Volga, Don ve Dinyeper’in kaynaklarını nemlendiren fırtınalar getirmiş olduğu, bu nehirlerin taşması sonucu sürüklenen toprakların ise Volga’da delta, Don’un aşağı mecraında sığ yerler oluşturduğu bunların da bilahare Azak Deniz’inin dalgalarıyla parçalanarak Kerç Boğazının sığlaşmasına neden olduğu kanaatindedir. L. N. Gumilöv, Hunlar, İstanbul, 2002, s. 576577, dn. 74. 339 Zosimus Historiae Novae IV. 20. 3. 340 Procopius De bellis VIII. 5. 7. 93 mitlerinde ararlarken Türkologlar bu öyküde; bozkır kavimlerinin mitolojisinden esintiler taşıdığı kanaatindedirler. İlk olarak Romanistlerin çalışmalarına daha yakından bakalım. Sozomenus’un ilk versiyon olarak yer verdiği, sığır sineği tarafından rahatsız edilip kaçan ve suya giren öküz anlatısı hakkında Vasiliev, Yunan mitlerinden biri olan Io söylencesinin 341 bir uyarlaması olduğu tespitini yapar ve Thompson da bu tespite katılmak gerektiğini söyler. İkinci versiyon hakkında Vasiliev, bu sefer aradığını Euripides’in İfigeneya en Tavroys342 adlı tragedyasında da yer alan geyik motifinde bulur.343 Bu noktada; Maenchen-Helfen’in, Vasiliev’e gönderme yaparak ‘geyik’ motifli efsanenin, Io mitinin bir kalıntısı olarak sunarken iki versiyonu birbirine karıştırarak hataya düşmüş olduğuna dikkat çekmek gerekir.344 Gösterildiği üzere Io efsanesi ‘geyik’ motifli ikinci versiyonla değil ‘sığır sineği’ motifli ilk versiyonla ilişkilendirilebileceği açıktır. Diğer taraftan Skrjinskaya’nın işaret ettiği gibi, Herodotus 345 ve Strabon 346 gibi ‘klasiklerde’ yer alan kışın oluşan buzlardan yararlanarak bu yoldan geçme anlatımının, Geç Roma 341 Bu örneklenmenin öznesi olan Io mitini özetle aktarmak yerinde olur. Söylence şöyledir; Zeus’un eşi olan Hera, onun Io ile aşk yaşadığını fark eder. Zeus onu Hera’dan korumak için bir ineğe dönüştürür ama bu kez de Hera, Io’ya bir sığır sineğini musallat eder, sinek onun böğrüne yapışıp onu çılgına çevirir. Io, kendisini oradan oraya atmaya başlar bu esnada boğazı yüzerek geçer. (Grimal 1997, s. 330-331) 342 Ἰφιγένεια ἐν Ταύροις=İfigeneya Kırım’da. Euripides’in de aralarında yer aldığı tragedya yazarları tarafından geliştirilen İfigeneya mitinde; Agamemnon ile Klytaimnestra’nın kızlarından biri olan İfigeneya, tanrıça Artemis’in gazabından kurtulmak isteyen babası tarafından kurban edilmek durumunda kalır. Agamemnon, kızı İfigeneya’yı kurban edilmek üzere Artemis sunağına sunduğunda Artemis ona acır ve onun yerine bir geyik koyar, onu ise Kırım’a götürerek rahibesi yapar. ( Grimal 1997, s. 336-337). Geyik bahsinin geçtiği bölüm için bkz (Euripides İfigeneya en Tavroys 1580- 1603) 343 Vasiliev 1936, s. 29-30, Thompson 2000, s. 21. 344 Maenchen-Helfen 1945, s. 244. 345 Herodotus Historiae IV. 28. 346 Strabon Geographika VII. 307.; XI. 494. 94 müverrihlerince Hun örneğinde tekrarlanmaması manidardır. Lakin Skrjinskaya da, geyik ile ilgili efsanelerin Roma edebiyatı için tanındık ve kılavuzluk yapan mucizevî hayvan motifinin yaygın olduğunu söyler. Iordanes’in eserini kaleme almasından yirmi yıl kadar önce ölen Eugippius’a ait Vita sancti Severini’den, ‘kılavuz hayvan’ motifine bir örnek gösterir: Bu anlatıda, Alp Dağlarında tipi yüzünden yollarını kaybeden seyyahlara, aslında bu zamanda kış uykusunda olması gereken bir ‘ayı’ aniden ortaya çıkar ve onların önünden yürüyerek kılavuzluk yapar.347 Görüldüğü üzere Romanistlere göre, müverrihlerin kaynağı, Hunlar arasında yaşayan bir anlatı değil ve fakat kadim Yunan edebiyatının ‘klasik’leridir. Thompson’a göre zaten ne devrin müverrihi, bozkırlara gidip göçebeler hakkındaki gerçeği keşfetmenin görevi olduğunu düşünüyordu ne de dönemin okur kitlesinin böyle bir talebi vardı ama her müellif, mensup olduğu camianın mirası olan klasikler hakkındaki bilgisini sergilemeyi amaç edinmişti. 348 Thompson, bir bakıma Romanistlerin müverrihlerin dünyasına bakışını sergilerken aslında hem Euanapius hem de kendisiyle çelişmektedir. Yukarıda Eunapius’tan349 alıntıladığımız bölümde de görülebileceği gibi o, ‘kadim yazarlar’ın yanında ‘şifahi haberler’den de derlemeler yaparak gerçeği aramıştır, aslında Thompson da yine bu pasajdan hareketle Eunapius’un daha sonradan ulaştığı haberlerle görüşünü değiştirdiğini belirtmiştir. Öyleyse Thompson bu sözüyle Eunapius ile dahası kendi eserinin diğer bir yerinde söylediğiyle yani sadece üç sayfa içinde hem kaynak metinle hem de 347 Skrjinskaya 2001, s. 273-374. 348 Thompson 2000, s. 23. 349 Bkz. Bölüm I. IV. 95 kendisiyle çelişkiye düşmüştür.350 Diğer taraftan, Romanistlerin dikkat çektiği üzere –sığır sineği, geyik gibi- motifler arasında benzerlik, belki de bir devamlılık olduğunu öne sürmek mümkündür fakat benzerliği-devamlılığı- Hunlar ile ilgili bu efsanenin varlığının tek kaynağı olarak kabul etmek zorlama bir yaklaşım olarak durmaktadır. Romanistlerin bu çözümlemesi; efsanenin kaynağını ortaya çıkaran bir keşif olmaktan ziyade müverrihlerin değil fakat kendilerinin dünyayı ‘klasikler’ ekseninde algıladıklarının bir göstergesi olması noktasında daha değerli olsa gerek. Türkologlara gelince, efsanenin ilk versiyonu hakkında suskun kalan Ligeti, geyik-avcı motifini taşıyan ikinci versiyonun son şeklini alması noktasında Yunan müelliflerin rolünü inkâr etmenin mümkün olamayacağını kabul etmekle beraber, hikâyenin ‘barbar’ âleminde ortaya çıkmış olmasını muhakkak olarak görür. Hikâyenin unsurlarının Hunlar arasında yaşasa dahi kökeninin daha önceki devirlerde ve başka kavimlerde aramak gerektiğini düşüncesindedir. Geyik motifine İskitler arasında ve İskit sanatının ulaşabildiği her yerde yani Macaristan’dan Sibirya’ya, Moğolistan’a ve Kuzey Çin’e kadar olan bölgede değişik üslup ve biçimlerde olmak üzere rastlandığını belirtir. Ligeti buna binaen Yunanların İskit dünyası ile Karadeniz’deki kolonileri aracılığıyla kurdukları temas sayesinde bunu öğrenmiş olabileceklerini dolayısıyla hikâyenin kökeninin ‘bozkır dünyası’ olduğunu ifade eder.351 Ligeti her nedense Yunan müellifinin çok önceden haberdar olduğunu söylediği bu anlatının niçin daha önce değil de Hunların çağdaşı müverrihler tarafından ve doğrudan onlarla ilişkilendirilerek anlatıldığı hakkında bir yorum 350 Eunapius Fragman XLI; Thompson 2000, s. 21-23. 351 Ligeti 1962, s. 9-10. 96 yapmamıştır. Madem efsanenin kökeni İskit çağına yani Hunların yedi yüz yıl kadar öncesine inmekte ve Yunan müellifler tarafından bunca zamandır bilinmekte idi, o halde neden onlar bunu kayda geçirmek için Hunların bölgeyi tazyikini beklediği sorusuna makul bir karşılık vermek mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla kaynak metinlerin şahitliği olmadığı sürece böyle bir önermenin, ispatlanamaz olmanın dışında bir şansı yokmuş gibi durmaktadır. Bu noktada; Eunapius’un yöntemini aktarırken alıntılanan ‘kadim yazarlar’dan bilgiler derlediğine dair ifadesinin ilk bakışta Ligeti’yi desteklediği düşünülebilir. Lakin eserinin tamamıyla günümüze ulaşmaması nedeniyle burada hangi verinin kimden alındığı noktasında kesin bir şeyler söylemek imkânına sahip değiliz. Kaldı ki Eunapius bunların yanında ‘şifahi’ haberlere de yer verdiğini ifade etmektedir. Eğer Sozomenus’un herhangi bir kaynak belirtmeden aktardığı bu efsane tahmin edildiği üzere gerçekten Eunapius’tan alınmış ise pekâlâ, Vasiliev’in belirttiği gibi ‘kadim yazarlar’dan bir adaptasyon olduğu daha açık olan çoban-öküz versiyonunun klasiklere, avcı-geyik versiyonunun ise ‘şifahi haberlere’ örnek teşkil ettiği ve böylece ikinci versiyonun bizzat Hunlardan derlenmiş olduğu iddia edilebilir. Ligeti’nin bu yazısının yer aldığı çalışmanın diğer bir bölümünü kaleme alan Eckhardt da ikinci gruptandır yani efsanenin kökenini bozkır dünyasında, dahası Türk Kültüründe arayanlar arasındadır. O, bu iki versiyonda müverrihlerin bizzat Hunların köken efsanelerini kaydetmiş oldukları düşüncesindedir. Arkeolojik verilere başvurabilmek için Eckhardt, Moğolistan’ın Noin-ula eyaletine değin uzanmaktadır. Burada bir Hun mezarında bulunan işlemeli keçe üzerinde yer alan kanatlı bir hayvan yahut bir porsuk ve Ren geyiği figürlerinin, Sozomenus’un iki versiyonunu yek diğeriyle harmanladıktan sonra ortada bir sorun kalmadığı 97 görüşündedir.352 Moğolistan ile Ukrayna arasındaki mesafe bir yana bırakılsa dahi Sozomenus’un kesin olarak birbirinden ayırdığı, birini diğerinin alternatifi olarak sunduğu iki versiyonu birleştirmek kabul edilebilir olmaktan uzaktır. Kaldı ki aktardığımız kaynak metinlerde görülebileceği üzere, anlatıyı aktaran başka hiçbir müverrihin ‘sığır sineği-öküz-çoban’ motiflerinin yer aldığı ilk versiyonu eserlerine almaması, doğru versiyon olarak ‘geyik ve avcının’ yer aldığı ikincisini tercih ettiklerinin, en azından birincisini önemsemediklerini gösteriyor olsa gerek. Dolayısıyla bu motiflerin hepsi aynı anda elimizde olamaz, bunlar olsa olsa birbirlerinin alternatifi olabilir. Nihayetinde Moğolistan’da çıkarılan arkeolojik bir verinin ilişkilendirilebileceği muhkem zemini sağlaması, Roma edebiyatından değil yanı başındaki Çin edebiyatından beklenir. Daha yeni çalışmalardan da örnek vermek gerekirse bu efsaneyi değerlendirdiği esnada –ola ki çeviriden kaynaklanan bir sorun söz konusu değilse-; Sozomenus’un, kendisinden yüz yıl sonra yaşayan Iordanes’i tasdik ettiğini öne süren Roux, Türk-Moğol folklorunda, geyiği izleyen askerlerin nehir geçişine dair bir iz bulamamaktadır. Zaten yukarıda varyantlarını verdiğimiz efsanede de böyle bir iz yoktur zira geyiği askerler değil çoban yahut avcılar takip etmektedir. Kabilenin geri kalanları gizli yol öğrenildikten sonra bu güzergâhtan ilerleyeceklerdir ki artık bu esnada ortada takip edilebilecek bir geyik yoktur. Anlatıda açıkça belirtilmemiş olsa da kabilenin ilerlemesi esnasında kılavuzluk yapanın avcılar yahut ilk versiyona göre çoban olduğu aşikârdır. Peki neden Roux, bu efsaneyi çözümleyebilmek için Türk-Moğol folklorunda geyiği izleyen askerlerin nehir geçişine dair bir iz aramaktadır? İşte bu, bizim için de merak konusudur. Bunların yanında Roux’un, 352 Eckhardt 1962, s. 148. 98 müverrihlerin ‘klasiklerden’ yararlanmasının, onların tesirinde kalmasının doğal olduğunu lakin bunun daha ileri götürülemeyeceğini zira Altay dünyası için geyik motifinin hiç de yabancı bir tema olmadığına işaret ederken öne sürdüğü nedende değil ama ulaştığı sonuçta haklı olduğunu düşündüğümüzü ifade etmek gerekir.353 Türkiye’de kültür tarihçiliğinin öncüleri arasında görebileceğimiz ve aynı zamanda bir Sinolog olan Ögel’i, Procopius’un sunduğu varyanta yer verirken kullandığı çalışma hataya düşürmüşe benzemektedir. Efsanenin giriş kısmını ‘Vaktiyle Kimmer kralının Kutrigur ve Utigur adında iki oğlu varmış. Günlerden bir gün bu iki oğul avlanırken…’ olarak verirken bir karışıklığa yol açılmaktadır. 354 Ahmetbeyoğlu da, dipnotlarda kullandığı kriptoyu çözemediğimiz çalışmasında bu hatayı devam ettirmektedir. 355 Yukarıda çevirisi verilen anlatıda görüleceği üzere avcılar Hun hükümdarının oğulları Kutigur ve Utigur değil kimlikleri belirsiz ‘τῶν Κιμμερίων νεανίας = Kimmerlerden birkaç genç’tir. 356 Ögel de bu efsaneyi ilişkilendirme noktasında ‘Kuzey’ kavimlerinden olan Macar efsanelerinden Radlof’un Sibirya’da yaptığı derlemelere kadar farklı devirlere ve farklı coğrafyalara kadar gitmektedir. 357 Burada sunduğu Macar efsanesi, müverrihlerin yukarıda verdiğimiz anlatılarının bir varyantı olsa gerektir. Tarihçilerin bu efsaneye bakışları bahsini, Türkiye’de yayınlanan ve efsaneye Türk Kültürü ekseninde yaklaşan iki çalışmayı ele alarak kapatalım. Gömeç ve Ahmetbeyoğlu’nun bu efsanedeki ‘kılavuz geyik’ motifini, Oğuz Kağan 353 J-P. Roux, Orta Asya’da Kutsal Hayvanlar ve Bitkiler, İstanbul, 2005, s. 132-134. 354 B. Ögel, Türk Mitolojisi I, Ankara, 1998, s. 579 355 A. Ahmetbeyoğlu, “Avrupa Hunlarının ‘Sihirli Geyik’ Efsanesi”, Hakkı Dursun Yıldız Armağanı, İstanbul, 1995, s. 57, dn. 11. 356 Procopius De bellis VIII. 5. 7 357 Ögel 1998, s. 578-583. 99 Destanındaki ‘kılavuz kurt’ motifi ile özdeşleştirme eğilimindedirler. 358 İlk bakışta iddialı bir önerme gibi duran bu analizin, tersten bir denemesine Gumilöv’de rastlamak mümkündür. Bütün kabilenin yok edilip kolları ve bacakları kesilerek ‘bataklığa’ bırakılan bir çocukla onu himaye eden ‘kurd’un çiftleşmesinden Avrasya’nın doğusundaki Kök Türklerin türeyişini anlatan destanı Gumilöv, Hunların Avrasya’nın batısındaki yok oluşuyla özdeşleştirir. Hun dilinden Kök Türkçeye oradan da Çinceye ve tabii bu dil üzerinden çağdaş dillere yapılan çeviriler yüzünden dördüncü kez tercüme edilmiş şekline ulaşmanın mümkün olduğu bir manzum metinle karşı karşıya olduğumuz şerhini de düşer. 359 Lakin Oğuz Kağan destanı ile yapılan özdeşleştirmede; Reşidüddin versiyonunu dışarıda bıraktığımızda, Avrasya kıtasını bir uçtan bir uca kat etmenin yanında yarım milenyumu aşan kronolojik bir fark karşımıza çıkmaktadır. Görüldüğü üzere Romanistler Yunan klasik edebiyatında kendilerine bir zemin aralarken Türkologlar genel olarak, Türk kültüründe, folklorunda bir dayanak bulmak eğilimindedirler. Birinci versiyondaki sığır sineğinin ve ikinci versiyonun her üç varyantında da mevcut geyik motiflerinin izlerini, ‘klasik’ edebiyata bulmak mümkündür. Lakin bundan, müverrihlerin anlatılarının adaptasyondan ibaret olduğu, özgünlük taşımadığı çıkarsaması yapan Romanistler, yaptıkları ‘keşfi’ fazlaca abartıyor olsa gerektir. Motifler arasındaki bu benzerliklerin –devamlılıkların-, Hun Türk- tarihçiliği için manası en çok, kültür tarihini ilgilendirdiği veçhesiyle, sığır sineği ve geyik motiflerinin Türk kültürüyle kurulan irtibatına, Roma müverrihleri tarafından sağlanan örneğinin sağlam bir kanıt oluşturmaması sonucuna yol açar. 358 S. Gömeç, Türk-Hun Tarihi, Ankara, 2012, s. 299, dn. 434; Ahmetbeyoğlu 1994, s. 66. 359 L. N. Gumilöv, Hunlar, İstanbul, 2002, s. 593-594. 100 Eunapius için belki ama söz konusu olan bizzat elçi olarak Hun topraklarını gezmiş Priscus, dahası Hun Hükümdarlığının artık var olmadığı altıncı yüzyılda eserlerini yazmış Iordanes ve Procopius olduğunda, onların Hunları tanımadığını ve bu nedenle ‘kadim edebiyata’ başvurduklarını ileri sürmek makul karşılanamaz. Hunların bilinemeyen dönemi bu sürecin öncesidir ve bu efsane bir bakıma Roma edebiyatında Türklük -‘Hunluk’- bilgisinin oluşmaya başladığı döneme aittir. Dahası neden ısrarla bu anlatının tekrarlandığının cevabı, Yunan-Latin edebiyatının paradigmalarına sadakat dâhil hiçbir genellemeci yaklaşımla verilemez. Hiç değilse, en az üç kez tekrarlanan ve Priscus’un şahit gösterildiği geyik-avcı motifini içeren ikinci versiyonun, Hunlar arasında yaşamakta olan bir anlatıdan –Hun gerçekliğinden- bir şeyler taşıması gerekir. Diğer taraftan bu gerçekliğin Türklere ait diğer anlatılar ile özdeşleştirmek için şu ana değin öne sürülen görüşler pek ispatlanması mümkün savlar gibi durmamaktadır. Lakin bizzat müverrihler kendi göndermeleriyle zaten bunu doğrularlarken bu efsanenin Hunlara ait olduğunu, onlara özgü bir anlatının hatırasını taşıdığını ispat için neden kat edilmesi güç gibi duran zamansal ve mekansal mesafelerde gezinmek gerekli olsun? Sunulan metinlerin -tarihsel verilerin- tarihsel süreçle ilişkilendirilmesi babında, bu satırların yazarının kanaat-ı acizane olarak söyleyebileceği ise şunlardır. Efsanede bahsedilen Hunların ‘ortaya çıkışlarının’ akabinde gelişen olaylara evvela tekrar bakalım. Hunlar, dördüncü yüzyılın ikinci yarısından itibaren Avrasya’nın batısına yayılırlar, buradaki kavimleri Roma İmparatorluğuna ve bir diğerinin üzerine doğru iterek aynı zamanda Kavimler Göçü’nün en büyük dalgalarından birini tetiklerler ve Romanınki de dâhil olmak üzere tüm statükoları alt üst ederler. Müverrihler doğal olarak bu muazzam –olağanüstü- sürecin müsebbiblerinin, 101 Ammianus’un ifadesiyle ‘totius autem sementem exitii et cladum originem diversarum=çeşitli felaketlerin ve bütün bu belaların tohumu ve başlangıcı’ olanların ‘nasıl’ ortaya çıktığı, diğer bir ifadeyle her şeyin nasıl başladığı sorusuna cevap aramak durumundadırlar. 360 Bu noktada müverrihlerin pozisyonu, bize göre, doğrudan ya da aracılar vasıtasıyla Hunlardan işittikleri -efsanevi- bir anlatıyı, ‘üstadlarının’ eserleriyle ve belki diğerlerinden duydukları ile harmanlayarak satırlarına nakşetmektir. Amaçları kesinlikle, bir bilinmeze yani Hunların ortaya çıkışını afakî bir hikâye anlatarak ‘geçiştirmek’ değil klasik edebiyat bilgilerini bir araç olarak kullanıp yaşadıkları dünyayı sarsan olağanüstü sonuçlar doğurmuş bir olayı -travmayı- yaratanların ‘nasıl’ ortaya çıktıklarını derledikleri bir anlatıyla açıklamaktır. Kaldı ki anlatının Hun kökenli olduğu görüşünü dışarıda bırakmak, veri-süreç bağlamında Hunların ortaya çıkışının metafizik bir anlatıyla tasviri, onların tesirlerinin ve bu tesiri yaratan kudretin, metinlere bir yansıması olduğu önermesini yanlış çıkarmaz. Engellenemeyen bir kudretin yol açtığı sıra dışı bir süreç tasvir edilirken, olağanüstü unsurları barındıran bir anlatıya yer verilmektedir. II.II. DİLLERİ Tezin odaklandığı Türk kavimlerinin konuştukları dillerden, diğer bir ifadeyle ana dillerinden günümüze herhangi bir metin ulaşmamıştır.361 Bu çağdaş akademinin 360 Ammianus Res gestea XXXI. 2. 1. 361 Burada söz konusu olan Hunlara ait yazılı verilerin ulaşmamasıdır yoksa Priscus birden çok kez Attila devriyle ilgili olarak Hun Hükümdarlığı ile Roma İmparatorluğunun yazışmasından bahseder. Örneğin; Fragman IX/I: ‘Attila…mektup yolladı… [mektupta yazan talepler Roma sarayında] okundu…’; Fragman XI/I: ‘[Hun elçisi] Edeko…Attila’nın mektubunu [Doğu Roma sarayında] teslim etti’. Bunlardan daha çarpıcı olanı; Priscus’un Attila’nın sarayındaki yazılı bir belgeden bahsetmesidir. Fragman XI/II [12]: ‘[Attila] …kâtiplerine papirüs üzerine yazılmış kaçakların adlarını seslice okumasını emretti. Kâtipler tüm bu isimleri [Doğu Roma elçilik heyetine] sesli okudu’. Böylelikle varlığından haberdar olduğumuz Hun evrakının hangi dilde yazıldığı, yani 102 onların kökeni hakkındaki ihtilaflı görüşler ileri sürmesine yol açtığı gibi, aynı zamanda bu tartışmaların açmaza sürüklenmesine sebebiyet vermiştir. Konuştukları dil hakkında fikir yürütülmesine dayanak sağlayan verileri ise yine, eserlerinde onamastik kayıtlara da yer veren müverrihler sunmaktadır. Bunlardan en zenginini ise antroponomik verilerdir. Tezin kapsamına giren Latin ve Eski Yunan dillerindeki historigrafik kaynaklarda onların adları kaydedilirken doğal olarak bu dillerinin fonetik imkânları, isimlerin kaydedilmiş formları üzerinde belirleyici olan hususiyetlerden biridir. Bu yazım şekillerinin oluşmasında bir diğer belirleyeci, Yunan ve Latin dillerinin morfolojik yapısından kaynaklanmaktadır; Yunanca’da beş ve Latince’de altı tane causus vardır ve adlar metinlerde çekime uğramış biçimleriyle de karşımıza çıkmaktadır. Üçüncü bir husus ise Geç Roma müelliflerinin adları yazarken Latince ve Yunanca adların seslerine yaklaştırmak için onları değiştirme eğilimidir.362 Onomastik kayıtların hangi şartlar altında biçimlendiğine dair yukarıda sıralananlar, adların orijinal şekillerinin tespiti yahut bu şekillerin kurulması ve etimolojik analizleri noktasında tartışmalar yaratmaktadır. Ayrıca adların kaynak dillerinden çağdaş dillere aktarılması serüveni ve Türkçe literatürde de bu aktarılan şekillerin kullanılması, orijinalinden daha da uzaklaşmış bu yazımların, adın kendisi olarak benimsenmesi gibi yanılsamalara yol açmıştır. İsimlerin Latince ve Eski Yunanca yazımlarının ne gibi özellikler taşıdığı hakkında burada sunulacak bunların kendi ana dillerinde mi yoksa muhatapları Romalılar olduğuna göre Yunanca yahut Latince mi düzenledikleri hakkında, kesin bir şey söylememiz mümkün değil. Lakin yukarıda sıralananlar Hun dilinde yazılmış olsun yahut olmasın, hem yazacak malzemeye hem de kâtiplere sahip olduklarına göre, kendi dillerinde de bir şeyler kayıt etmelerinin önünde hiçbir engelleri olmadığını ortaya koymaktadır. 362 Maenchen-Helfen 1973, s. 380 ve 381. 103 açıklamalardan ve etimolojik analizlerden yapılacak derlemelerdeki maksat hem hangi dili konuştuklarına dair, günümüze ulaşan temel verileri sergilemek hem de bu işin mukayyitler tarafından ne şekilde yapıldığını göstermeye çalışmaktır. Tezin öznesi olan Türklerin, Batı Avrasya’daki kurduğu siyasi yapıların içinde farklı ailelerden birden çok dilin konuşulduğu bir özelliğe sahip olduğunu belirtmek gerekir. 363 Diğer taraftan kurucu kabilelerin ismi, bu teşekkül içindeki diğer kavimleri de kapsayacak şekilde kullanıldığı ve siyasi yapı ortadan kalksa dahi bu ismin onları tesmiye ederken yaşamaya devam ettiğine tanık olunmaktadır. Doğal olarak burada söz konusu olan ortak köken değil, ortak siyasi yapı ile olan rabıtadır.364 Maenchen-Helfen’in iddia ettiğinin aksine 365, Hunları özelinde Batı Avrasya coğrafyasının Türk kavimlerinin dillerine dair verilerimiz sadece onomastik unsurlardan ibaret değildir. Zira müverrihlerimizden Priscus’un, medos 366 ve kamon367 ve ondan iktibasla Iordanes’in strava368 olarak kaydettiği, antroponim ve etnonimlerin haricinde üç adet cins adı mevcuttur. Antroponim ve etnonimleri kaydederken onların anlamı hakkında suskun kalan müverrihler, bu üç cins adın manasına dair bilgiler de sunmaktadırlar. 363 Priscus Hun hükümdalığı ahalisinin kullandığı diller ile ilgili şöyle demektedir: ‘Halkların bir halitası olduklarından kendi dillerinin yanı sıra Hunca yahut Gotça yahut (Romalılar ile ilişkileri olanları durumunda) Latinceyi ilerletirler.’ Priscus Fragman XI/II [24]. 364 G. Nemeth, “Hunların Dili”, şurada: Nemeth, ed., 1962, s. 215. 365 Maenchen-Helfen 1973, s. 376. 366 μέδος Priscus Fragman XI/II [17] 367 κάμον yine orada 368 Priscus Fragman XXIV = Iordanes Getica 254-258 [258]. 104 Priscus ‘yerlilerin medos diye adlandırdıkları şarap’ 369 olarak tanımladığı medosun kökenine dair muhtelif görüşler öne sürülmüştür. Bunların arasında yer alan sözün Slavyan kökenli olduğu görüşü Nemeth tarafından reddedilir. Yine de adın Hint-Ari kökenli olabileceği genel kabul gördüğü söylenebilir.370 Priscus’un ‘darı ve arpadan yapılmış barbarların kamon olarak adlandırdığı’ 371 şeklinde tanımladığı kamonun etimolojisi hakkında da değişik fikirler ileri sürülmüştür. Bunlardan biri, ismin metinde geçen κάμον biçiminin çekimli halde oluşundan hareketle nominatif şekli κάμος = kamos şeklinde kurularak, bu söz Türkçe kımız ile ilişkilendirilmek istenmiştir. Lakin hem Nemeth ve hem Maenchen-Helfen, Priscus’un yukarıda ifade ettiği üzere darı ve arpadan yapılan kamon ile kısrak sütünden yapılan kımızın anlam ve ayrıca kamos=kımızın –os’un Yunanca bitim eki olduğu dolayısıyla geriye kalan kam’ın kımız ile fonetik olarak uyuşmadığını ileri sürmüştür.372 Mana üzerinden ilk iddia, bir adın başka şeyleri karşılamak içinde kullanılmasının önünde bir engel olamaması nedeniyle yerinde olmasa gerektir. Her iki tarihçinin de adın özdeşleştirilmesi noktasındaki önerisi, üçüncü yüz yıl Latin metinlerinde denk gelinen Pannonialıların içeçeği arpadan yapılmış bir içkiyi ifade eden kamos (kamum) şeklinde kaydedilmiş söz ile ilişkilendirmek suretiyle, Hun hükümdarlığı sınırları içinde kullanılan Hint-Ari dillerinden birine ait olduğudur.373 Iordanes aracılığıyla diğer bir ifadeyle Latinize edilmiş şekliyle karşımıza çıkan son cins adı olan strava kökeni hakkında da Germen, Slav yahut Türk dilleri merkezinde farklı görüşler öne sürülmüştür. Türkçe olduğu iddiasında tanıklık 369 Priscus Fragman XI/II [17] 370 Nemeth 1962, s. 217; Maenchen-Helfen 1973, s. 425. 371 Priscus Fragman XI/II [17] 372 Nemeth 1962, s. 216; Maenchen-Helfen 1973, s. 425. 373 Nemeth 1962, s. 216-217; Maenchen-Helfen 1973, s. 425. 105 olarak, Polonya’ada yaşayan Karaim Türklerinin lisanında mevcut, koymak, temizlemek, ölüyü gömmek’ anlamındaki astra- ve defin anlamına gelen astrav sözleri ileri sürülmüştür. Asra fiilinin diğer Türk lehçelerinde tespit edilemediğini belirten Nemeth, bir ‘t’ sesini barındıran şeklin ise diğer lehçelerde mevcut olmadığını söylemektedir ki Türkçe bir söz için üç konsonatın arka arkaya gelmesi açıklaması güç bir durum olsa gerektir. Buradan hareketle Nemeth, ‘defin’ anlamıyla kullanımın sonradan temmeyüz etmiş bir durum olması ihtimalini ileri sürerek bu özdeşleştirmeyi reddeder.374 Germen kökenli olamayacağını iddia eden MaenchenHelfen ise stravanın Slav kökenli olduğunu öne sürer.375 II.II.I. ŞAHIS ADLARI (ANTROPONİMLER)376 Ἀτακάμ Atakam.377 Rua’dan kaçan bir Hun.378 Nemeth’e göre adın sonundaki ‘kam’ Türkçe şaman anlamındaki sözden başkası değildir ve adın başındaki ‘ata’ günümüzde de aynı anlamı taşıyan sözdür.379 Maenchen-Helfen, bu ismi İrani Ἀπταχάμος Artahamos ile karşılaştırma 374 Nemeth 1962, s. 217-218. 375 Maenchen-Helfen 1973, s. 425-26. 376 Başlık olarak kullanılan Şahıs Adları (Antroponimler) ifadesi ve bu dil yadigarlarının şahıs adı olarak değerlendirilmesine bir şerh düşmek gereklidir; zira Prof. Saadettin Gömeç, Türklerin erken dönemlerinde hükümdarların özel adlarının kullanılmadığı ve onlara ünvanlarıyla hitap edildiği noktasına dikkatimi çekti. Bu bölüm içinde karşılaşılacağı üzere, örneğin İlig, bu görüş ele alınacak bazı adlar için diğer bilim adamları tarafından da benimsenmiştir. Mesela Pritsak hanedan mensuplarının adlarını ya şahıs adı ya da unvan olarak katagorize etmiştir. Yine de hükümdar olsun yahut olmasın onlardan bahsedilirken müverrihlerin yer verdiği adlandırmaların hepsi bu bölüm içinde verilecektir. O. Pritsak, “The Hunnic Language of Attila Clan”, Harvard Ukrainian Studies, c. 5, s. 6, (Aralık) 1982, s. 431. 377 Priscus Fragman II. 378 Bkz. Mamas; PLRE II, s. 175; Latışev 1948, s. 245, dn. 11. 379 Nemeth 1962, s. 222. 106 denemelerine işaret ettikten sonra Vambery’ye dayanan bu ata ‘baba’ ve kam ‘şaman’ etimolojisine katıldığını belirtmiştir.380 Ἀττήλας Attelas381 Attila382 Hun hükümdarı Nemeth adın hem Volga nehrinin Tükçe adı ‘Etil’ hem de baba anlamındaki ‘Ata’ adından hareketle383 yapılan Türkçe kökenli olduğuna dair açıklamaları, ilmi olarak kıymetsiz ve esastan mahrum bulur. 384 Maenchen-Helfen, yine bu nehrin adının ve Attila’nın adının etimolojisi için Pritsak’ın ileri sürdüğü ας as ve τιλ, τηλ, τελ til, tel sözlerinden mürekkep olduğu iddiasını 385 kabul etmez. Ona göre bu antroponimin analizi için herhangi bir güçlük söz konusu değildir ve bu ad yine ‘baba’ anlamındaki ama Germenic ‘atta’dan gelmekte olduğunu belirtir.386 βλήδας Bledas387; βλίδας Blidas388; Bleda.389 Hun eş hükümdarı. Muncuk’un oğlu, Attila’nın kardeşi.390 380 Maenchen-Helfen 1973, s. 406. 381 Priscus Fragman IX (nominatif halde), II ve daha pek çok yerde; 382 Prosperus Epitoma Chronicon 435 a. ve daha diğer yerlerde. Attila adının gerek Yunanca gerek Latince yazılımında Priscus’un kaydettiği Yunanca ve Prosperus’un kaydettiği Latince şekilleri, adın standart yazımını gösterdiğinden yani müverrihlerin bu antroponimin kaydında farklı şekillere yer verdikleri tespit edilmediğinden, Attila isminin kaydedildiği pek çok diğer metin burada ayrıca zikredilmemiştir. 383 L. Rasonyi, Tarihte Türklük, Ankara, 1993, s. 70. 384 Nemeth 1962, s. 219. 385 Pritsak, bu iki sözden mürekkep iddiasında ilk söz için Çuvaşça büyük anlamındaki ‘as’ ile aynı olduğunu ileri sürmüştür. İkinci söz için, biri Balkaş gölüne dökülen diğeri ise Sirderya bölgesinde olmak üzere ‘Tal’ diye çağrılan iki nehirin adıyla ilişkilendirmiştir. O. Pritsak, “Der Titel Attila” Festschrift für Max Vasmer, Berlin, 1956, ss. 404-419’dan naklen Maenchen-Helfen 1973, s. 387 386 Maenchen-Helfen 1973, s. 386. 387 Priscus Fragman II, XI/2, XIII/2. 388 Theophanes Chronographia AM 5942. 389 Prosperus Chronicle s.a. 444), Marcellinus Comes Chronicle s.a. 444; Iordanes Getica 181. 107 Dönem kaynaklarında aynı ad, bir Ariusçu piskopos 391 ve Totilas’ın komutanlarından birinin ismi 392 olarak kaydedilmiştir. Hunların Gotlardan almış oldukları kelime anlamı “uğur”, “şöhret” olan bir antroponimdir. Türkçe literatürde de rastlanan, eski bir Macar adı olan “Buda” adı ile özdeşleştirilmesi yanlıştır.393 Δεγγιζίχ Dengizih394; Denzic395; Dintzic396; Δινζίριχος Dinzirihos397. Attila’nın oğlu yak. 460-469 Hun hükümdarı.398 Bu adın, Türkçe ‘tengiz/deniz’ sözü ile aynı olduğu ve son ekiyle birlikte ‘küçük deniz’399 anlamına geldiği genel kabul görür.400 Hatta Nemeth, müverrihlerin kaydettiği antroponimler içinde, aslına yakın surette muhafaza edilenin bu ad olduğunu iddia eder. 401 Maenchen-Helfen, Marcellinus Comes’teki Denzic ve Iordanes’teki Dintzic yazımlarının, adın Germen aksanına dönüşmüş şekli olduğunu belirtir.402 390 PLRE II, s. 230. 391 Priscus Fragman XXI/I. 392 Procopius De bellis VII. 5. 1. 393 Nemeth 1962, s. 219–220; Maenchen-Helfen 1973, s. 387-388. 394 Priscus Fragman XLVI, XLVIII/I. 395 Marcellinus Comes s.a. 469. 396 Iordanes Getica 272. 397 Chron. Pasch. s.a. 468. 398 PLRE II, s. 354-355. 399 Rasonyi bu adı yine Türkçe ama ‘deniz rüzgârı’ olarak anlamlandırmıştır. Rasonyi 1993, s. 400 Örneğin: Nemeth 1962, s. 262, Maenchen-Helfen 1973, s. 408. Deniz ile özdeşleştirmeyi 72. kabul eden Gömeç bunun bir antroponim değil ‘ebediliği-enginliği’ ifade eden bir nam olduğunu belirtir ve son sesi oluşturan –ik’in küçültme eki olabileceği düşüncesine katılır. S. Gömeç, “Attila’nın Çocuklarının Adı”, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi, 23/36, Ankara, 2004, s. 122. 401 Nemeth 1962, s. 262. 402 Maenchen-Helfen 1973, s. 408. 108 Ellac403Attila’nın en büyük oğlu.404 Bu adın Priscus’da geçtiği şekli elimize ulaşmamıştır, muhtemelen müstensihler metni aktarırılarken bu adı atlamışlardır. Maenchen-Helfen bu şekil için Ἤρναχ = Ernah’ı önermiştir. 405 Nemeth, Iordanes’in Priscus’dan latinize ederek aktardığı bu adın esas şeklinin İl(l)ek olacağını ileri sürmüştür.406 Adın esas şekli ve dolayısıyla Türkçe kökenli olduğuna dair Nemeth’in önerisi, ufak farklarla başka tarihçiler tarafından benimsenmiştir. Yunan ve Latin yazarların sık sık yabancıların adlarını ünvanlarıyla karıştırdıklarını ve Ellac’ın da bir ad değil unvan olduğunu belirten Maenchen-Helfen ‘hükümdar, kral’ anlamında ilik407, aynı şekilde Rasonyi ‘hükümdarlık’ manasında İlig 408 ve Gömeç ‘il sahibi, devlet sahibi’ anlamında İllig409 şeklini benimsemiştir. Ἠρνᾱκ Ernak410; Ἠρνάχ Ernah411; Hernac412. Attila’nın oğlu, Hun hükümdarı yak. 466/467.413 Nemeth, Priscus’un Ἠ414 işaretini daima i olarak okumak gerektiğini ve yine Yunanca yazanların genelde α işaretinin e sesine karşılık kullandıklarını öne sürerek, bu adı İrnek yahut İrnik olması gerektiğini, Iordanes’deki Hernac yazımının ise bu 403 Iordanes Getica 262 = Priscus Fragman XXV. 404 PLRE II, s. 391. 405 Maenchen-Helfen 1973, s. 407. 406 Nemeth 1962, s. 222. 407 Maenchen-Helfen 1973, s. 407. 408 Rasonyi 1993, s. 72. 409 S. Gömeç, “Attila’nın Çocuklarının Adı”, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi, 23/36, Ankara, 2004, s. 120. 410 Priscus Fragman XIII/III. 411 Priscus Fragman XLVI. 412 Iordanes Getica 266. 413 PLRE II, s. 400-401. 414 spritüs lenis almış kelime başındaki eta Η η. 109 antroponimin latinize şekli olduğunu söyler. Bu surette ulaştığı İrnek yahut İrnik’i; erkek anlamındaki ‘er, ir’ ile Türkçe bir ek olarak sunduğu –ni(k)den müteşekkil ‘açık bir surette’ Türkçe bir ad olduğu tespitini yapar.415 Maenchen-Helfen ise sık sık Bulgar hükümdarları listesindeki ирникъ = irnik ile özdeşlelştirilen bu adın –nik küçültme eki ile yapılan Nemeth’in analizinin, bu ekle ilgili kısmını reddeder. Tükçe’de bu adın karşılığının ‘büyük kahraman’ anlamında ir-an-ak olabileceğini lakin aynı döneme ait Ermeni Arnak’ın adıyla benzerliğine dikkat çeker ve son tahlilde kökeninin belirsiz olduğunu öne sürer. 416 Gömeç, bu adında bir şahıs adı değil il-teberlikin bir alt kademesinde yer alan Erkin-İrkin’in karşılığı olabileceği ihtimalini dillendirir.417 Ἡρέκαν Herekan418 Attila’nın eşi.419 Bang, bu antroponim için arı ‘temiz’ ve qan ‘prenses’ sözlerinden mürekkep arı(g)-qan şeklini önermiş ve Türkçe olduğunu ifade etmiştir. 420 Nemeth ve Maenchen-Helfen tarafından da bu görüş benimsenmiştir.421 Χαράτων422 Haraton. Hun hükümdarı.423 415 Nemeth 1962, s. 221. 416 Maenchen-Helfen 1973, s. 415. 417 Gömeç 2004, s. 120-121. 418 Priscus Fragman XI/II [35]; XIV. 419 PLRE II, s., 400. 420 W. Bang, “Über die türkischen Namen einiger Grosskatzen”, Keleti Szemble 17 (1916- 1917), ss. 112-146, s. 112, n. 2’den naklen Maenchen-Helfen 1973, s. 408. 421 Nemeth 1962, s. 221; Maenchen-Helfen 1973, s. 408. 422 Olympiodorus Fragman XIX 423 PLRE’de Karaton ‘overlord of the Huns’ olarak tanımlanmıştır. Olympiodorus ondan Χαράτων, ὁ τῶν ῥηγῶν πρῶτος = ‘Karaton [Hun] kralların [nın] ilki (birinci sıradaki)’ olarak bahsetmektedir. Her ne kadar buradaki ifade açık bir şekilde belirtmemişse de metinde Hun krallarının okçuluktaki hünerlerinden bahsettikten sonra Karaton’u ‘kralların ilki’ olarak tanımlaması nedeniyle anlaşılması gereken; onun diğer kralların-önderlerin üstünde-ilk sırada yani Hunların hükümdarı 110 Maenchen-Helfen, Vambery’nin bu antroponimi, ‘siyah gömlek’ anlamındaki Türkçe qara ton ile açıklamasını 424 fonetik olarak mümkün görmektedir. Lakin Χαράσπης = Haraspes örneğinde de görüldüğü üzere bu adı çağrıştıran İrani bir isim daha mevcut olduğuna da dikkat çeker. Ayrıca Olympiodorus’un, diğer Yunan yazarlar gibi Stilika’yı Στελίχων = Stelihon olarak yazdığını yani yabancıların adlarındaki son ses a/o’nun sık sık –ων = on ile verilebilmekte olduğunu belirtir ve adın kökenini belirleyemediğini söyler. 425 Yine de bu tezde Karaton adı kullanılacaktır. Κουρίδαχος Kuridahos426 Akatsiri önderlerinden. Sinor bu adın çözümlemesini yapamamış olduğunu belirtmekle birlikte ses düzeninin Türkçe bir adı çağrıştırdığı sezgisini paylaşmıştır.427 Maenchen-Helfen’e göre ise bu ad, qurtaq, qurt yani kurt kökü ve q küçültme ekinden oluşan ‘kurtçukküçük kurt?’anlamında Türkçe bir ad olmalıdır. Bu çerçevede Nemeth’in ‘kurt’ adının bu anlamıyla kullanılması son zamanlarda zuhur eden bir durum olduğu görüşüne ise, on dördüncü yüz yılda yazılmış Nuzhet el-gulub’da aynı anlamda geçtiğini göstererek itiraz etmiştir.428 Lakin, Golden’in da Nemeth ile aynı noktadan hareketle red ettiği429 Maenchen-Helfen’in bu önerisi, Priscus’un eseri ile Nuzhet el- olduğudur ki bu nedenle PLRE’nin hilafınada olsa burada bu tanımlamada bulunulmuştur. PLRE II, s. 283. 424 A. Vambery, Der Ursprung der Magyaren, Leipzig 1882, s. 45’den naklen Maenchen- Helfen 1973, s. 416. 425 Maenchen-Helfen 1973, s. 416-417. 426 Priscus Fragman XI/II [16] 427 ‘Ce nom a une consonance turque, mais je n’ai pas réussi a l’identifier’ Sinor 1948, s. 2, n. 1’den naklen Maenchen-Helfen 1973, s. 437. 428 Maenchen-Helfen 1973, s. 437-438. 429 P. B. Golden, Türk Halkları Tarihine Giriş, Ankara, 2002, s. 70, dn. 11. 111 gulub arasında bin seneye yaklaşan bir zaman aralığı olduğuna göre kabul edilebilir olmaktan uzaktır. Μάμας Mamas.430 Yüksek bir mevkie sahip bir Hun.431 Bu ad Altın Orda’nın emirlerinden Mamai ile karşılaştırılmış olmakla birlikte aynı şekliyle Geç Roma döneminde Roma ruhban sınıfının kullandığı bir isim olduğu için bu ismin Türkçe yahut Moğalca olması mümkün gözükmemektedir. Bir Hun mülteci olan Mamas, muhtemelen vaftiz edilerek bu adı almıştır.432 Μουνδίουχος Mundiuhos 433 Μούνδιος Mundios 434 Mundzucus 435 Attilanın babası.436 Nemeth, bu ismin asıl şeklinin Mundzsuk olduğunu ileri sürmüş ve ‘inci’ ‘boncuk’ anlamında Türkçe bir ad olduğunu iddia etmiştir.437 Adın Türkçe olduğunu kabul eden Maenchen-Helfen, ilk hece için man/ban ikinci hece içinse tuğ ihtimali üzerinde durur.438 Ὠηβάρςιος Oebarsios439 Attila’nın amcası.440 Nemeth ιος ios Yunanca bitim eki olarak gösterir ve Yunanların yabancı dillerdeki a sesini Ὠ omega işaretiyle vermeye eğilimli olduğunu belirterek bu 430 Priscus Fragman II. 431 PLRE II, s. 704; Latışev 1948, s. 245, dn. 10. 432 Maenchen-Helfen 1973, s. 417-418. 433 Priscus Fragman XV/II. 434 Theophanes Chronographia AM 5942. 435 Iordanes Getica 180 = Priscus Fragman XI/III; Iordanes Getica 257 = Priscus Fragman XXIV/I. 436 PLRE II, s. 767. 437 Nemeth 1962, s. 220. 438 Maenchen-Helfen 1973, s. 410-411. 439 Priscus Fragman XIV. 440 Yine orada; PLRE II, s. 793-794. 112 yazımdan Aibars’a ulaşır. Bu adın ise ‘ay’ ve ‘pars’tan mürekkep Türkçe bir ad olduğunu belirtir. 441 Maenchen-Helfen ise bu adın İrani dillerle açıklamasını da filolojik olarak makul bulmakla birlikte ay ve barsdan mürekkep Türkçe izahını da aynı şekilde makul kabul eder.442 Tezde de Aybars olarak anılacaktır. Οὔλδης443 Uldes; Uldin444; Huldin445. Hun hükümdarı.446 Maenchen-Helfen herhangi bir açıklama yapmaksızın kökeni belirlenememiş isimler başlığı altında sunmakla birlikte Türkçe kökenli olma ihtimalini de hariçte bırakmaz.447 Pritsak bu adı İran Moğllarının hükümdarı Olcaytu ile ilişkilendirip öldi+n şeklinde, mutlu talihli anlamıyla kurmuştur. 448 Tezde, Türkçe literatürdeki tercihler göz önünde tutlarak Uldız olarak çağrılacaktır. Οὔπταρος Uptaros449; Octar450 Hun hükümdarı. Attila’nın amcası. Bu antroponimin analizinde Maenchen-Helfen, adın Yunanca yazımının başında yer alan -pt seslerinin Balkan Latincesinde –ctye dönüşmesinin mutad olduğunu belirtmiş ve bu ismi kökeni belirsiz ismler listesi altında sunmuştur. 451 Lakin Pritsak, büyük olasılıkla ‘cesur, güçlü, emreden anlamında Türkçe bir ad 441 Nemeth 1962, s. 220. 442 Maenchen-Helfen 1973, s. 417-419. 443 Zosimus Historia nova V 22 2-3; Sozomenus Historia Ecclesiastica IX. 5 444 Orosius Hist. Adv. Pag. VII. 37. 12; Marcellinus Comes Chronica s.a. 406. 445 Iordanes Romana 321 446 PLRE II, s. 1180. 447 Maenchen-helfen 1973, s. 422 ve 441. 448 O. Pritsak, “The Hunnic Language of Attila Clan”, Harvard Ukrainian Studies, c. 5, s. 6, (Aralık) 1982, s.437. 449 Socrates Historia Ecclesiastica VII 30. 450 Iordanes Getica 180. 451 Maenchen-helfen 1973, s. 381 ve 441 113 olarak değerlendirmiştir.452 Türkçe literatürde Oktar olarak kullanılması nedeniyle bu tezde de aynı şekliyle kullanılacaktır. Ῥoύγας Rhugas453; Ῥωΐλασ Rhoilas454; Ῥοῦα Rhua455; Rugila yahut Ruga456; Roilas457; Roas458. Hun hükümdarı. Priscus’ta Rua isminin yazıldığı şeklin -Ῥοῦα- tam transkripsiyonu Rhuadır zira Eski Yunanca rho P harfi kelime başında olduğunda, her zaman bünyesinde bir spritus asper taşır ῥ, rhetor örneğinde olduğu gibi. Nemeth ‘ila’ bitimli şeklini açıklarken bu ekin Got dili kökenli olduğu sonucunu ileri sürmekte Ruga biçiminin yanında Rugila biçiminin de mevcut oluşunun ek tespiti noktasındaki iddiasını desteklediğini, düşünmektedir. hakeza 459 kökün yani ‘Ruga’nın da yine Gotça olduğunu Maenchen-Helfen’e göre muhtemelen bu şekillerden hiçbiri hükümdarın gerçek adını vermemektedir. Kayıtlar, belki Türkçe bir adın Germenler üzerinden kaynaklara aksettiğini yahut yaygın olan bu adın Gotça kökenli olduğuna dair etimolojiyi veya her ikisini de düşündürmektedir. Yalnız ‘Uruk’ sözünden hareketle öne sürüldüğü gibi, Türkçe üzerinden yapılan etimolojik açıklamalar fonetik olarak mümkün görülmemektedir.460 452 Pritsak 1982, s. 440-441. 453 Socrates Historia Ecclesiastica VII 43. 454 Theodoretus Historia Ecclesiastica V 36. 455 Priscus Fragman II 456 Chronica Gallica 457 Nikiûlu(Mısır) Ioannes 458 Iordanes Getica 180. 459 Nemeth 1962, s. 219. 460 Maenchen-Halfen 1973, s. 389-390; PLRE II, s. 951. 114 II.II.II KAVİM-KABİLE ADLARI (ETNONİMLER) Ἀκατίροι Akatiroy461 yahut Ἀκάτζιροι Akatziroy462 Acatziri463 Maenchen-Helfen’in aktardığına göre ilk kez Tomaschek tarfından ‘ağaç-eri’ şeklinde Türkçe olarak açıklanmıştır ve bu iddia Nemeth’in de aralarında yer aldığı bilginler camiasında yaygın kabul görmüştür.464 Lakin Akatiri’nin yurtları için devrin kaynaklarınca ormanlık değil bozkırın işaret ettiği düşüncesinde olanlar tarafından, bu etimolojik açıklamaya itirazlar da gelmiştir. Maenchen-Helfen, Priscus’taki kaydın Ἀγάτζιροι değil Ἀκάτζιροι olması nedeniyle g sesini κ (kappa) işaretiyle veremeyeceğinden hareketle ‘ağaç-eri’ açıklamasını, hem coğrafi hem de fonetik olarak mümkün görmemektedir. 465 Bu etnonim daha sonra bu coğrafyanın hâkimi olacak Hazar adıyla ilişkilendirilmek suretiyle açıklanmaya çalışılmıştır. 466 Golden adın bir kez kaydedilen ve muhtemelen bir müstensih hatasına 467 dayanan yazımı Ἀκάτζιροι Akatziroy formundan yola çıkarak –t- yahut –tz- sesinin bir –ç- sesine tekabül edebileceği görüşüne dayanarak, buradan K.S.R yahut X.S.R.’ye ulaşır. Daha doğrusu Czegledy’nin ileri sürdüğü bu K.S.R yahut X.S.R.’nin Ahasir yahut Akatzir’e dönüştüğü kanaatini kabullenir.468 Batı Hazarları manasında; Ak-hazar AqXacir yahut diğer etimolojik denemeleri hem tarihsel süreç hem de linguistik 461 Priscus Fragman XI/II [25], XI/II [35], XL/I ve XL/II = Suda A 18, XLVII. 462 Priscus Fragman XI/II [16]. 463 Iordanes Getica 464 Maenchen-Helfen 1973, s. 427, Nemeth 1962, s. 222-223. 465 Maenchen-Helfen 1973, 428-434. 466 Bu tartışmalar için bkz. Dunlop 2008, ss. 24 ve 25. 467 Maenchen-Helfen 1973, s. 435; Thompson 2008, s. 332, sn. 1. 468 Golden 2006, s. 67. 115 noktasında reddeden469 Maenchen-Helfen herhangi bir alternatif öneri getiremediğini belirtmektedir. 470 Lakin Priscus’un kaydettiği Akatiri önderi Kuridak’ın adının Türkçe olduğunu düşünmektedir.471 Ἄβαροι Abaroy.472 Latışev Avraları; Hun kavmiyle akraba, Altay ve Ural arasındaki alanda yaşayan bir kavim olarak sunmaktadır. Rus letopisleri ise onları Slav atasözlerine girdiği şekilde Obrov olarak adlandırdığını ekler. 473 Avarlar, Hunların Batı Avrasya’da güçlerini kaybetmelerinden sonra bölgeye sızdılar ve yavaş yavaş çağdaş Macaristan’a doğru ilerlediler. Golden, Avar yahut Apar etnonimi için Moğolca tırmanmak, sürünmek anlamındaki abargi-, abarga yahut Türkçe, ‘reddetmek, isteksiz olmak, karşı çıkmak’ anlamındaki aba- sözleri ile yapılan açıklama denemelerine yer vermiş lakin kendi kanaatini belirtmemiştir.474 Οὔννοι Unnoy, Hunni Hun adının Yunanca yazım şekli olan Οὔννοι’un transkripsiyondaki karşılığı Unnoydur (nominativ çoğulda) zira Eski Yunanca’da kelime başı her vokalin üstünde, okunuşun bir ‘h’ sesiyle birlikte yapılıp yapılmayacağını belirlemek için spritus işaretlerinden biri yer alır. Hun adı yazılırken u sesini veren ou diftongunun üstüne ise, okunuşun yumuşak yahut ‘h’ sesi olmaksızın yapılması gerektiğini 469 Maenchen-Helfe, Markwart tarfından öne sürülen, Priscus’un τζ ile –ts- yahut –c- yi karşılamış olabileceği iddiasına, Ἀμιλζύποις yazımına yer veren Priscus’un diğerini Ἀκαζίροι olarak yazmamasının açıklamasını çıkmaza götürdüğünü öne sürerek karşı çıkar. Maenchen-Helfen 1973, s. 435 ve 436. 470 Maenchen-Helfen 1973, s. 434-437. 471 Bkz. Bölüm II.II.I ‘Kuridak’ 472 Priscus Fragman XL/I ve XL/II (=Suda A 18). 473 Latışev 1948, s. 695, dn. 4. 474 Golden 2002, s. 61 ve 62, dn. 33. 116 gösteren spritus lenis konulmuştur. Latince kaynaklardaki yaygın yazım şekli ise, Hunni 475 -nominativ çoğulda- şeklindedir. “Hun” adının etimolojik kökeni için Nemeth, Türkçe yahut Türkçeye akraba dilleri işaret etmiştir. Eğer böyleyse; buradaki “h” sesi “k” sesinden gelmiştir. Böylece Kun sözüne ulaşılır. Bu adın karşılığı ise şunlar olabilir: Türkçe ‘kavim’ anlamındaki kün; Moğolca ‘insan’ anlamındaki kümün; yine aynı anlamdaki Samoyedce kum; Züryencede kendi adlarını karşılayan komi.476 Ὀνόγουροι477 Onoguroy Hunuguri478 Türkçe On-Ogur’a karşılık bir etnonimdir. Hamilton’un teklif ettiği OnUyghur transkripsiyonu ancak Ὀνωήγουροι yazımına karşılık gelebilir lakin kaynak metindeki Ὀνόγουροι yazımı için ihtimal dışıdır.479 Σαβίροι480 Sabiroy Hunların akrabası ve Ural’ın güneyi veya doğusuna konumlandırılan daha geç müelliflerin ise Sabeiroi Σάβειροι olarak adlandırdığı kabile. Sibirya toponimi muhtemelen onların adıyla aynı köke dayanmaktadır. Procopius bu kabileyi, Avarlar tarafından sürüldükleri dönemde Kuzey Kafkasya steplerine konumlandırmaktadır.481 475 Örneğin: Iordanes Getica 30. 476 Nemeth 1962, s. 223. 477 Priscus Fragman XL/I. 478 Iordanes Getica 37. 479 Maenchen-Helfen 1973, s. 438. 480 Priscus Fragman XL/I ve XL/II (=Suda A 18). Suda’da yer alan bu iktibasta Sabinoras (Σαβίνωρας) şeklinde kaydedilmiş olmasına rağmen burada bir yazım hatası olduğunu düşündüğümüzden biz Sabir (Σαβίρων) olarak verdik. 481 Procopius De Bellis II 29; Latişev 1948, s. 264, dn. 3. 117 Nemeth482, Ligeti483 tarafından kabul gören görüşüyle sabir adını ‘sapmak’ sözüyle Türkçe açıklar lakin Golden, linguistik verilerin, bu etnonim hakkında kesin bir sonuca ulaşmayı mümkün kılmadığını düşünmektedir.484 Σαράγουροι485 Saraguroy Golden’e göre Şarağur yahut Sarağurdur.486 Golden beyaz anlamındaki sara ile ogur(z)dan mürekkep bir etnonim olduğunu düşünmektedir.487 Müverrihlerin Batı Avrasya coğrafyasının Türk sakinlerinin dilleri hakkında sağladığı veriler üç söz; kamon, medos ve strava ile sıralanan onamastik kayıtlardan ibarettir. Elimizde bunların dışında konuştukları dile dair veriler olmadığı için, burada sıralanan onomastik liste ve onların etimolojik analizine dair yapılan derlemeden doğacak sonuç ve yapılacak çıkarsama; Nemeth’in de dediği gibi, Hunların Türkçe konuşan bir kavim yani daha doğru bir ifadeyle Türk olduklarını göstergesi olmaktan başkası olmasa gerektir.488 Zira yukarıda listelenen ve Türkçe izah edilebilen adların mevcudiyetini, Hunlar üzerindeki herhangi bir Türk tesiriyle açıklamak mümkün değildir. 482 489 Kuşkusuz müverrihlerin kayıtlarında yer alan G. Nemeth, A honfoglaló magyarság kialakulása, Budapest, 1930, s. 37, 187-192’den naklen Golden 2002, s. 84-85. 483 L. Ligeti, A magyar nyelv török kapcsolatai a honfoglalás előtt és az Árpád-korban, Budapest, 1986, s. 347’den naklen Golden 2002, s. 84. 484 Golden 2002, s. 85. 485 Priscus Fragman XL/I. 486 P. B. Golden, Hazar Çalışmaları, İstanbul, 2006, s. 60. 487 Golden 2002, s. 78. 488 Yabancı metinlerde yer alan ‘Türkçe’ ifadeleri ele alan bu tarz bir deneme, Hunlar ile de özdeşleştirilen Doğu Avrasya coğrafyasının bilinebilen ilk Türk siyasal yapısı olan Şyunğ-nular için Yunanca ve Latince ile karşılaştırıldığında ‘Türkçe’ sesleri ifade etme noktasında çok daha sorunlu olan Çince kayıtlar üzerinden Talat Tekin tarafından da yapılmıştır. Bkz. T. Tekin, Hunların Dili, Ankara, 1993. 489 Nemeth 1962, s. 223. 118 onamastik unsurlar içinde Türkçe dışındaki dilerle, mesela Germen dilleriyle açıklananlar da mevcuttur. Lakin bu durum, hükümdarlığın ‘gayri Türk’ unsurları ile olan etkileşimlerinin yahut müverrihlerin onları bu unsurların telafuz ettikleri şekilde kayda geçirmesinin490 yahut her ikisinin de bir sonucu olarak görmek hayal gücünü zorlamayı gerektirecek bir durum değildir. Diğer bir ifadeyle Türkçe dışı unsurların olası varlığı, Hunların hâkimi olduğu heterojen siyasi yapının yansıması dışında bir anlam ifade etmese gerekir. Böylelikle müverrihler bize, konuştukları dilin yadıgarlarını kaydetmek suretiyle bu kavimlerin kökenleri hakkında somut, şüpheye yer bırakmayacak argümanları dolaylı bir yoldan ve herhalde farkına varmaksızın sunmaktadırlar. II.III. DIŞ GÖRÜNÜŞLERİ (ANTROPOLOJİK VERİLER) Priscus, Attila’nın hükümdarlığının ‘başkent’inde demografik yapısının yaşadığı bir heterojenliği olayı aktarırken hakkındaki Hun önermeyi güçlendiren bir argümanı kaydetmiş olur. Olay Priscus’un, Attila’nın en üst düzey yöneticilerinden Onegesius’un sarayının önünde ve bu saraya girmek için beklediği esnada vuku bulur. ‘… İskit tarzı giysilerinden bir barbar olduğunu zannettiğim birisi bana yaklaştı ve beni ‘χαῖρε [hayre-merhaba]’ diyerek Yunanca selamladı. Yunanca konuşan bir İskit beni şaşırttı. Halkların bir halitası olduklarından kendi dillerinin yanı sıra Hunca yahut Gotça yahut (Romalılar ile ilişkileri olmaları durumunda) Latinceyi ilerletirler. Fakat Illyria ve Trakya’nın deniz kıyılarından esir alınanları hariç, onlardan hiç biri kolayca Yunanca konuşamaz ve onlarla karşılaşan herkes, düşkünlük içindeki bir insan gibi hırpani giysilerinden ve kirli saçlarından 490 Örneğin Maenchen-Helfen Germen kökenli olduğu savlanan adlardan; Attila, Bleda, Edekon, Onegesius ve Ruga adlarını ‘Germanic or Germanized’ başlığı altında sunmaktadır. Maenchen-Helfen 1973, s. 441. 119 onları kolayca tanıyabilir. Bununla birlikte bu kişi, her tarafı tıraş edilmiş saçı491 ve güzel elbiseleriyle bakımlı bir İskit gibi idi.’ 492 Priscus bu anlatısında, Attila’nın merkez seçtiği yerin dahi demografik heterojenliğini dile getirmektedir. Lakin o da dâhil olmak üzere müverrihlerimiz, bu yapı içinde Hun kökenli olanları, diğerlerinden ayırmaktadırlar ki bu çerçevede karşımıza çıkan kayıt kümelerinden birini, Hunların fiziki görünüşlerinin tasviri oluşturmaktadır. Hunların görünüşüne dair en eski veri, Ammianus’un ‘Bundan [vahşilikten] mütevellit bebekleri dünyaya gözlerini açar açmaz keskin bir silahla yanaklarını derince keserler; 493 zira kıllarının çıkma vakti geldiğinde kesiğinin kapanmasının önüne geçmiş olurlar; böylece hadımlara benzer şekilde sakalsız, çirkin olarak ihtiyarlarlar. Adaleli ve sağlam vücut uzuvları, kalın boyunları ile onlar korkunç ve dehşetli bir görünüşe sahiptirler, şöyle ki onları iki ayaklı canavarlar olarak görmek yahut köprülerin 494 kenarına konulan insan suretinde kabaca yontulmuş kütüklere benzetmek mümkündür.’495 şeklindeki tasviridir. Devrin edebiyatında yankı bulan bu tasvir, Hieronymus ve Claudianus496 tarafından tekrarlanmıştır.497 491 Priscus’un saç biçimi hakkındaki tasviri Herodotus’tan (Historia III. 8. 3.) alıntıdır. Hun tarzına, Procopius tarafından (Anecdota 7) betimlenir. Thompson 1947, s. 63 vd; Blockley 1983, s. 385, sn. 57. Herodotus Historia III. 8. 3.: ‘Araplar… Tanrılardan yalnız Dionysos ve Urania’yı tanırlar ve biz saçlarımızı Dionysos gibi kesiyoruz, derler; saçlarını şakakların üstünden halka şeklinde keserler.’ (Ter: Ökmen 1991, 145) 492 Priscus Fragman XI/II [24]. 493 Krş. Sidonius Appolloranis Panegyric on Anthemius 243-250. 494 Köprüleri süslemek amacıyla kullanılır. Krş. Iordanes 24. 495 Ammianus Res Gestae XXXI 2 2 496 Aretos alit. turpes habitus obscaenaque visu / corpora; mens duro numquam cessura labori; / praeda cibus, vitanda Ceres frontemque secari / ludus et occisos pulchrum iurare parentes. / nec plus nubigenas duplex natura biformes / cognatis aptavit equis; acerrima nullo / ordine mobilitas insperatique recursus. = [Bu Hunlar]... Bakınca yüzleri korkunç, vücutları tiksindiricidir ama ruhları yılmak bilmez. Yiyeceklerini av ve takip sağlar; ekmek yemezler. Yüzlerini çizmeyi severler ve 120 Ammianus’un Hunlar hakkındaki bahislerinde esas olarak Got kökenli kaynaklarına güvenmek zorunda olduğunu belirten Maenchen-Helfen, bu tasvirin kaynağı olarak, Ammianus’un paralı askerlik yapan Hunları görmüş olma ihtimalini de dile getirmektedir. 498 Bu ihtimal geçerli ise, yukarıdaki tasvirin Ammianus’un doğrudan gözlemlerine dayanmış olma durumunu belirir. Tasvirin ilk cümlesi olarak karşımıza çıkan ‘Bundan [vahşilikten] mütevellit bebekleri dünyaya gözlerini açar açmaz keskin bir silahla yanaklarını derince keserler; zira kıllarının çıkma vakti geldiğinde kesiğinin kapanmasının önüne geçmiş olurlar’499 ifadesi, Ammianus’un bir yanılsamasından fazlasını ifade etmese gerek. Zira Maenchen-Helfen’in de belirttiği gibi, Ammianus, Hunların seyrek sakallı oluşunu açıklamak için ileri sürdüğü ‘bebekleri dünyaya gözlerini açar açmaz keskin bir silahla yanaklarını derince kes’miş oldukları, olgunun kendisini değil Ammianus’un algısını ifade etmektedir. Hunların bedenlerinde de diğer pek çok halkın bedeninde olduğu gibi yaralar vardır. 500 Buna ilave olarak, müverrihlerin dikkatini çeken Hunların yüzündeki yaraların bir diğer nedeniyle Iordanes’in aktarması üzerinden Priscus’da karşılaşmaktayız. Attila’nın ölümünün yasını ‘erkekçe’ tutmak için ‘soyunun geleneği olduğu üzere … derin yaralarla … çirkin yüzlerinin şeklini boz’malarından bahsedilmektedir.501 Burada olay Hunlara özgü; - ebeveynlerinin katledilmesi üstüne yemin etmeyi doğru bir davranış olarak görürler. Atları ile öyle bütünleşmişlerdir ki atlarıyla uyumları yarı at yarı insan olan Centaurlardan bile iyidir. Savaşırken düzensiz ama inanılmaz süratlidirler ve çoğu zaman hiç beklenmedik şekilde tekrar savaş alanına dönerler. Claudianus In Rufinum I. 323-331. 497 Maenchen-Helfen 1973, s. 360. 498 Maenchen-Helfen 1973, s. 361. 499 Ammianus Res Gestae XXXI. 2. 2: 500 Maenchen-Helfen 1973, s. 361. 501 Priscus Fragman XXIV = Iordanes Getica 255. 121 ut gentis illius mos est = soyunun geleneği olduğu üzere- şeklinde sunulmaktadır. Vefat eden ‘meşhur savaşçı[ları]nın yasını tutmak için’ yüzde yara açmak suretiyle kan akıtmak durumu ile karşılaşılmaktadır ki bu da Hunların yüzündeki yaraların nedenlerinden biri olarak karşımıza çıkar. Buradaki ‘sakal’ bahsinde Ammianus’un durumu yadırgamasının sebebini; Hieronymus’un ‘indicium virilitatis’ ifadesinde 502 bulmak mümkündür. Devrin Roma dünyası nazarında sakal bir erkeklik göstergesidir503 ve Hunlar, müverrihimiz özelinde temeyyüz ettiği üzere, Romalıları hayrete düşürecek kadar seyrek sakallıdır. Hunların seyrek sakallı oluşunu teyit eden bir diğer veri ile bizzat Hun ülkesinde bulunan ve Attila’yı gören Priscus’un, soyunun özelliklerini yansıttığını söyleyerek Attila’nın görünüşünü tasvir ettiği satırlarında karşılaşılır: ‘[Attila] … seyrek sakallı ...’504 idi. Sidonius Appolloranis 505 , Anderson’a göre Claudianus’u taklit ettiği 506 tasvirinde, ‘Uzak kuzeyin vadileri boyunca akan beyaz Tanais'in Riphaia’nın 502 Hieronymus Commentarius in Isaiam VII Patrologiae Cursus, seria Latina 24, 112; krş. ‘barba significat fortes’ Augustinus Enarrationes in Psalmos 132, 7 Patrologiae Cursus, seria Latina 37, 1733’dan naklen Maenchen-Helfen 1973, s. 361 dn. 20. 503 Maenchen-Helfen 1973, s. 361. Kaçar Maenchen-Helfen’in aksine, Ammianus’un sakal ile ilgili ifadelerini; Ammianus’un hayranı olduğu kendisi gibi bir pagan, felsefeye karşı meraklı ve Yunan dünyasının filozoflarının sakallı olması gibi kendiside sakala düşkün olan Iulianus’un durumuyla ilişkilendirmektedir. T. Kaçar, ‘Eskiçağ Tarih Yazıcılığında Barbarların Görünüşü: Ammianus Marcellinus’da Hunlar”, XIV. Türk Tarih Kongresi Kongreye Sunulan Bildiriler c. I., Ankara, 2005, s.87-88. 504 Priscus Fragman XI/I 505 Galya kökenli bir Roma şairi. 430 yılında Lugdunum’da (Lyon) doğdu. Batı imparatoru Avitus’un (455-456) kızı ile evlenmiştir ve 469 Galya’da piskoposluk yapmıştır. Ayrıntılı bilgi için bkz. Anderson 1936, ss. IX-LXXIV. 506 Anderson 1936, s. 29, dn 3. 122 uçurumlarından düştüğü yerde, Kaba Adamların507 bölgesinde, kalplerinde ve kolbacaklarında kötülük olan bir ırk’ olarak tanımladığı Hunların dış görünüşleri hakkında şunları yazmaktadır. ‘Onların bebeklerinin bile yüzlerinde sadece onlara özgü bir vahşilik vardır. Kafaları dar bir tepeye [alna?] yükselen büyük yuvarlak kütlelerdir; kaşlarının altındaki iki oyukta görme organları yer alır, ama gözleri çok ötededir. Işık kafataslarının kavisli çukurlarına zorla girdiğinde bu çökük göz yuvalarına pek az nüfuz edebilir, ama tamamen kapalı da değildir, çünkü bu dar boşluğun haznesinden engin bir görüşe sahiptirler ve bu gömülü kuyulardaki saydam gözbebekleri güçlü bir ışığın verebileceği her türlü hizmeti onlara sunar.’ Sidonius şiirinde ağdalı sözlerle Hunların, yuvarlak kafalı, çekik gözlü olduklarını belirttikten sonra basık burunlu olduklarını ekler. ‘Dahası, burun delikleri, yumuşak olmakla birlikte, iki burun deliğinin elmacık kemiklerine doğru genişlemesini engelleyecek şekilde onları çevreleyen bir bantla küntleşmiştir, böylece miğferlerine de yer açılmış olur. Onların çocukları savaş için doğmuştur ve annelerinin sevgisi onların şeklini bozar, çünkü burun araya girmezse yanakların alanı uzar ve genişler.’ Başlarına kıyasla biçimli bulduğu vücutları içinse, bedenlerinin belden yukarısının daha uzun olduğunu düşündürtecek bir ifade kullanır. ‘Erkeklerinin vücutlarının geri kalanı biçimlidir, göğüs geniş ve sağlam, iyi omuzlar, böğürlerinde yer alan küçük mide. Ayaktayken duruşları orta hallidir, ama onları at üstünde görürsen heybetlidirler; dolayısıyla oturdukları zaman uzun bir yapıları olduğu düşünülür.’ 508 Sidonius başları maada, vücutları noktasında ‘görünüşlerindeki 507 axe sub Vrsae. 508 Sidonius Appolloranis Panegyric on Anthemius 243-250. 123 çirkinliğinin bu denli yabani oluşu …’509 demekte olan Ammianus’dan ayrışmaktadır zira gövdelerinin biçimli olduğunu belirtmiştir. Roma edebiyatının dikkatini çeken, Hunların başlarının ‘çirkin’ görünüşü hakkında Kelly, burada söz konusu olanın kafatası deformasyonu olabileceği görüşünü ileri sürer. Kelly’e göre Hunlar diğer bozkır halkları gibi kafataslarının önlünü yapay olarak düzleştirmişlerdir. Yeni doğmuş bebeklerin başlarının etrafının bez şeritler ile sıkıca bağlanması sonucu, basınç altında kalan alnın uzaması ve burun bölgesinin yassılaşıp genişlemesinin sağlanması olan bir uygulamadan bahsetmektedir. Lakin Kelly, bu uygulamanın ne kadar yaygın olduğununun tespitinin mümkün olmadığını belirtmiştir. Dahası arkeolojik verilerin bu durumu teyit ettiğine dair bir kanıt sunamamıştır.510 Romalıların Hunlar’a gönderdiği bir elçilik heyetinde yer alarak 511 Hunları bizzat görmüş Olympiodorus, Hun, Got ve Alanlar arasında ayrım yapmaksızın ‘barbar’larla özdeşleştirdiği heykeller üzerinden onların görünüşleri hakkında bilgi verir. ‘Bu mevki kazıldığında, oraya yerleştirilmiş barbarların tarzında; … uzun saçlı ve başları kuzeye yani barbarların ana vatanına dönük üç gümüş heykel bulundu.’512 Roma betimlemelerinde ‘barbarlar’ın dış görünüşü genellikle elbiseleri ve saç şekilleri üzerinden karakterize edilir. ‘Barbarların elbisesi’, yabanı hayvan postundan bir Germen elbisesi yahut göçebelerin pantolonu, Helen-Latin kültürünün bu temsilcilerinin her zaman dikkatini celp etmiştir. 513 Müellif burada, bulunan heykellerin özelliklerini sıralayarak –ellerin bağlı oluşu, üzerlerindeki elbiseler ve 509 Ammianus Res Gestae XXXI 2 3. 510 C. Kelly, Attila Hunlar Ve Roma İmparatorluğu’nun Çöküşü, İstanbul, 2011. s. 39-40. 511 Olympiodorus Fragman XIX = Photius Bibl. Cod. LXXX. 512 Olympiodorus Fragman XXVII 513 E. Ç. Skrjinskaya, “‘İstoria’ Olimpiodora”, V. V., c. VIII (1956), s. 262 dn. 141. 124 uzun saçlar- onların ‘barbarlara’ aidiyetini vurgulamaktadır. 514 Bu çerçevede Hunların uzun saçlı olduklarını düşünmek mümkündür. Bir diğer dolaylı bilgiye Iordanes’in, ‘Savaşta onlara denk fakat medeniyette, yaşam tarzında ve görünüşte onlardan farklı bir soy olan’ Alanları, Hunlar ile karşılaştırdığı kaynağı tartışmalı satırlarında rastlarız. ‘Belki de, savaştan çok kendi korkunç görünüşleriyle uyanan büyük dehşet ile onları yendiler; [Alanları] onları kaçmak durumunda bıraktılar zira [Hunların] sureti, böyle söyleyemem mümkünse, bir yüze değil gözden ziyade küçük delikli gudubet bir topağa benzeyen yanık [yağız] tenleriyle korku saldı. Görünüşlerinin gaddarlığı, ruhlarının hunharlığını temeyyüz ettirir: dünyaya geldikleri ilk gününde çocuklarına karşı dahi acımasızdırlar. Erkeklerin yanaklarını bir kılıç ile keserler böylece sütten besin almadan önce bir yaraya katlanmayı öğrenmek zorunda bırakılırlar.’515 Ammianus’un çağrıştıran bu tasviri Iordanes şöyle sürdürür: ‘Sakalsız yaşlanırlar ve gençleri güzel görünümden mahrumdurlar; zira bir kılıçla iz açılmış bir yüz, yara izleri nedeniyle zamanı geldiğinde kılların süslemesinden mahrum kalır. Boy olarak biraz kısa, … geniş omuzlu, kalın yapılı ve her zaman dik ve gururludurlar. Velhasıl-ı kelam insan kılığında vahşi hayvanlar gibi yaşarlar.’516 Iordanes’in bu metninin Priscus kaynaklı olup olmadığı hakkında tartışmalar vardır. Dindorf ve Müller herhangi bir neden göstermeden, Iordanes’in Priscus’dan yaptığı iktibası, Getica’nın yüz yirmi altıncı pasajıyla sonlandırdığını ileri süren lakin Iordanes’in metninde böyle düşünülmesini gerektirecek bir ibarenin yer almadığını düşünen Gordon, yüz yirmi yedi ve yüz yirmi sekizinci pasajların her ikisinin de 514 Skrjinskaya 1956, s. 259, dn. 139. 515 Iordanes Getica 127. 516 Iordanes Getica 128. 125 Priscus kökenli olduğunu ileri sürmüştür. Iordanes’in yüz yirmi altıncı pasajda saydığı kavimlerin, aynı şekilde Priscus’da da yer almasının Iordanes’in Priscus’dan yaptığı iktibasın devam etmekte olduğunun işareti olarak ileri sürer.517 Blockley ise Iordanes’in bu pasajlarının Priscus kökenli olamayacağını; zira bu pasajların öncesinde yer alan Azak’ın geçilişine dair öyküye yer veren Procopiusda, her iki pasaj ile bağlantılı bir kayıt bulunmadığı, dahası bu pasajların Ammianus’un anlatımını çağrıştırmasından ötürü Gordon’un ileri sürdüğü görüşün, büyük bir olasılıkla mümkün olamayacağını söyler.518 Skrjinskya da, Iordanes’in yüz yirmi altı ve yüz yirmi yedinci pasajlarında, Alanlar ile bağlantılı olarak yer verdiği haberlerin ve Hunlar ile Alanların medeniyet, yaşam tarzı ve dış görünüş olarak karşılaştırıldıkları ifadelerin kaynağı olarak Ammianus’u görür.519 Iordanes’in doğu Roma ordusundaki Hunları görmüş olabileceğini düşünen Maenchen-Helfen, Hunların dış görünüşleri hakkındaki tasvirin bizzat kendi gözlemlerine dayanmış olduğunu ileri sürmüştür.520 Iordanes’in yer verdiği bu iki pasaj Priscus kökenli olsun yahut olmasın Priscus’un sunduğu Attila portresinde, Hunların dış görünüşleri açık bir şekilde kendi ifadeleriyle yeniden temeyyüz eder. ‘… [Attila] Kısa boylu, geniş göğüslü, iri kafalıydı; kökeninin işaretlerini gösteren koyu tenli, basık burunlu, seyrek ve kırlaşmış sakallı, küçük gözlüydü.’521 Burada atlanmaması gereken Priscus’un bizzat gördüğü bir insanı tasvir ediyor oluşudur ve bu tasviri ‘kökeninin işaretlerini gösteren’ şeklinde sunmasıdır. Diğer bir ifadeyle Attila’nın dış görünüşü, onun 517 Gordon 1961, s. 199, sn. 2 ve 3. 518 Blockley 1983, s. 379, sn. 2. 519 Skrjinskaya 2001, s. 277-278, sn. 388. 520 Maenhen-Helfen 1973, s. 361. 521 Priscus Fragman XI/I 126 mensup olduğu soyun-kavmin diğer mensupları için de geçerli olacak özellikler taşımaktadır. Attila’yı bizzat görmüş Priscus’un ve diğerlerinin Hunların dış görünüşü hakkındakı metinlerinden derlenerek irdelenen bu kayıtlardan çıkacak sonuç: müverrihlerin, Batı Avrasya coğrafyasının diğer halklarından ayrışan, farklı, anlaşıldığı kadarıyla Mongoloid bir tip ile karşı karşıya olduklarıdır. 127 III. BÖLÜM : MEKÂN, TOPLUM, İKTİDAR III.I. MEKÂN III.I.I. HUN HÜKÜMDARLIĞININ SINIRLARI Batı Avrasya’daki Hun varlığına dair somut bir mekâna dayanan ilk kayıt Ammianus’da; ‘Hunlar, … Ostrogotlar 522 ile sınırdaş Alanların topraklarını’ 523 geçtikleri ifadesiyle yer almaktadır. Böylelikle her ne kadar Alan yurdunun sınırlarını, tıpkı devrin diğer siyasi yapılarının sınırları gibi, kati bir surette tespit etme imkânı olmasa da524, Ammianus’un bu kaydı sayesinde Hunlar, hatları kabaca bilinen bu bölgedeki varlıklarıyla gerçek-tarihsel- bir mekânda karşımıza çıkmaktadır. Burada anılan ‘Alan toprakları’ bölgesinde, bu bölgenin güneyiyle ilişkilendirilebilecek, Hun varlığına ilişkin bir diğer habere bu kez açık bir tabii lokasyon da zikrederek, ‘… Don525 tarafından indirilen çamur ile Kerç526 Boğazının sığlaştığı bilgisini buldum, [bu Hunlara] Asya’dan Avrupa’ya yürüyerek geçmek imkânı sağladı’527 diyen Zosimus yer verir. Zosimus Hunların ortaya çıkmasına dair ihtimalleri sıralarken dile getirdiği iddiayı, Gumilöv bu devirde vuku bulduğunu düşündüğü coğrafi hadiseler çerçevesinde inandırıcı kabul eder. Şöyle ki; Gumilöv dördüncü yüzyılda kutuplardan bozkıra hızla akıp gelen siklonların Volga, Don ve 522 Ammianus Greuthungi olarak adlandırmaktadır. 523 Ammianus Res Gestae XXXI 3. 1. 524 Katı bir surette belirtmenin mümkün olmadığı bu hatlarda, Hunlar topraklarını ele geçirdikleri esnada (IV. yy.ın üçüncü çeyreğinde) Alanlar; doğuda Hazar Denizi, güneyde Kafkas Dağları batıda Karadeniz, Azak Denizi ve kuzeyde Volga’nın aşağı ve Don’un orta mecraı olmak üzere lokalize edilmektedirler. Örneğin bkz. McEvedy 2004, s. 9’daki harita. 525 Metinde Eski Yunanca adı Tanais ile verilmektedir. 526 Metinde Eski Yunanca adı Kimmer ile verilmektedir. 527 Zosimus Historia nova IV. 20. 3. Dinyeper’in kaynaklarını nemlendiren fırtınalar getirmiş olduğu, bu nehirlerin taşması sonucu sürüklenen toprakların ise Volga’da delta, Don’un aşağı mecraında sığ yerler oluşturduğu, bunların da bilahare Azak Deniz’inin dalgalarıyla parçalanarak Kerç Boğazı’nın sığlaşmasına neden olduğu kanaatindedir.528 Don nehri üzerinden anlatımlardan bir diğeri; Zosimus’da yer alan batı yönünün aksi istikametinde Hunların doğu şubesini kastederek ‘… gün doğumuna doğru olan Hunlar, Don nehrini geçtiler ve doğuya doğru aktı …’klarını529 söyleyen Philostorgius’da karşılaşılır. Philostorgius gibi, diğer müverrihlerde de, Hunların; Malatya, 530 Çukurova 531 ve Suriye’nin batısına 532 ulaşacak bu seferine 533 dair anlatımlarıyla, Hun hükümdarlığının güney-doğu hudutları hakkında fikir yürütmeyi sağlayacak verilerle karşılaşılmaktadır. Aynı zamanda Hun-Sasani coğrafyasına, belki de onların sınırdaşlığına işaret edecek bir anlatı en vazıh surette Priscus’da karşımıza çıkar. Hunların ‘Medes topraklarının İskitya’dan çok uzakta olmadığı ve Hunların bu güzergâhtan habersiz olmadıkları’na yer veren Priscus, düzenledikleri bir seferden sonra ‘… deniz altındaki bu taştan çıkan ateşten 534 [itibaren] bir kaç 528 L. N. Gumilöv, Hunlar, İstanbul, 2002, s. 576-577, dn. 74. 529 Philostorgius Historia Ecclesiastica XI. 8. 530 Metinde Eski Yunanca adı Melitene ile verilmektedir. 531 Metinde Eski Yunanca adı Cilicia ile verilmektedir. 532 Tam adı Augusta Euphrantensis ( )Fırat’ın (Euphrates) batı kıyısı boyunca uzanan Coele-Syria (aşağı yukarı çağdaş Suriye’nin Fırat’ın batısındaki toprakları) bölgesinden ayrılarak yaklaşık 341 yılında eyalet yapılmıştır. 533 Philostorgius’un anlatımıyla: ‘Malatya olarak çağrılan şehre değin Büyük Armenia’yanın içlerine akın ettiler. Oradan Euphratensis’e akın ettiler, Coele-Syria’ya kadar ulaştılar ve Cilicia’yı istila edip sayılamayacak oranda insan katlettiler.’ Philostorgius Historia Ecclesiastica II 8; ayrıca bkz. Socrates Historia Ecclesiastica VI 1. 7; Sozomenus Historia Ecclesiastica VIII 1. 2. 534 Thompson, 415-420 yahut biraz daha geç bir zamana dönemlendirdiği bu seferin dönüş yolundaki bu yerin, Hazar Denizi kıyısında Azerbaycan’da Bakü’deki petrol sahasının olabileceğini düşünmektedir. Eğer böyle ise, eve dönüş yolunda Doğu’nun geniş bir alanından geçmişlerdir. 129 günlük 535 bir yolculuğun ardından kendi ülkelerine ulaştılar. Böylece İskitya’nın Med ülkesinin çok uzağında olmadığını öğrendi’klerini536 kaydeder. Priscus’un buradaki İskitya tabiri, muhtemelen Hun hükümdarlığının özümsediği coğrafyaya tekabül etmektedir. Medes ise Sasani ülkesini, Priscus’un değişik şekillerdeki adlandırmalarından biridir. Hunların Sasani ülkesine giden ‘güzergâhtan habersiz olmadıkları’ ifadesiyle Priscus yukarıda yer verilen sefere değil ama Sasani topraklarına düzenlenen başka bir Hun seferine gönderme yapıyor olsa gerektir. Tabiî ki ilk bakışta burada Sasani-Hun hattı arasında πορευθέντας ήμερῶν ὀλίγον bir kaç günlük 537 seyahatten, dolayısıyla mesafeden bahsedilmesi sınırdaşlık ihtimaline yer olmadığını gündeme getirmektedir. Lakin Priscus bu ifadesinin bir öncesinde Hunların, ‘düşamanın takibine karşı önlem almak için farklı bir güzergâh izledi’klerini 538 belirtmektedir. O halde söz konusu bir kaç günlük mesafenin, normal şartlar altında tercih edilir olmayan bir güzergâhtan kaynaklanması durumu söz konusu olabilir. Diğer taraftan ‘deniz altındaki bu taştan çıkan ateşten’ kastın çağdaş Bakü olduğu görüşü doğru ise Hunlar henüz Sasani topraklarında olsalar gerekir yani bir kaç günlük yolun bir kısmını Sasani topraklarını Thompson 2008, s. 48; Blockley 1983, s. 386-387, sn. 68. Thompson’un aksine Sinor, bu seferin tarihlendirmesini 395 yılı olarak yapar. Sinor 2003, s. 251. 535 Priscus’un günlerle ifade ettiği mesafe kavramının somutlaştırabileceğimiz bir örneğini bu fragmanın başka bir pasajında bulmak mümkündür. Priscus burada, İstanbul ile Sofya arasını yük taşımayan bir yolcu için on üç günlük bir mesafe olduğunu belirtir. Priscus Fragman XI/II [2]. 536 Priscus Fragman XI/II [38] 537 Priscus yine Romulus’un ağzından Hunların gidiş yönünü; bozkır bir ülkeye girildiği Azak olduğu düşünülen bir gölün aşıldığı ve nihayet on beş günün ardından Sasani topraklarına ulaşıldığı şeklinde tasvir etmiştir. Priscus Fragman XI/II [38]. 538 yine orada. 130 kat etmek için harcamak durumundadırlar. Son olarak buradaki kasıt, herhalde bir sınırdan bir sınıra değil bir ülkenin içinden diğerinedir, hatta tam olarak İskitya’yadır. Yeniden Hunların batıya ilerleyişi çerçevesinde Hun yurdunun bu yöndeki genişlemesi sürecinin takibine dönersek; Ammianus ‘…Ostrogotlar ile sınırdaş Alanların toprakları’ 539, diyerek Hunların ele geçirdiği Alan ülkesinin batı sınırını belirlemiş olmaktadır. Hun toprakları batı yönünde ikinci merhalede işte bu Ostrogot topraklarına doğru genişleyecektir: ‘… Ermaneric’in geniş ve verimli topraklarını … delip geçtiler.’540 Hun ilerleyişinin, dolayısıyla Hun yurdunun genişlemesinin bu ikinci merhalesinde artık Ammianus da; Hunların ‘Dniester 541 nehrini aş’tıklarını ve bu nehrin ‘Tuna 542 ve Dnieper 543 arasındaki engin düzlüklerde ak’tığını bildirmek 544 suretiyle bize somut mekânsal hatlar sunar. Böylelikle Hun yurdunun batı hududu, Dniyester’e yani günümüz Moldova-Ukrayna sınırına erişmiş bulunmaktadır. Ammianus’un Dniester’i ise Vizigotlar’ın 545 önderi Athanaric’in ‘kıyısında, Ostrogotlar’ın bozkırlarının yakınında elverişli bir arazide büyük bir kampı kurdu…’ğu 546 yerdir. Bu suretle batı yönündeki genişlemenin üçüncü aşamasında Hunların ele geçirecekleri Vizigot yurdunun, Ostrogot ile sınırdaş olduğu belirtilmiş olmaktadır. 539 Ammianus Res Gestae XXXI 3 1 540 yine orada. 541 Metinde Latince adı Danastius ile verilmektedir. 542 Metinde Latince adı Hister ile verilmektedir. 543 Metinde Latince Borysthenes ile verilmektedir. 544 Ammianus Res Gestae XXXI 3. 3. 545 Ammianus Thuringi olarak adlandırmaktadır. 546 Ammianus Res Gestae XXXI 3 5. 131 Roma-Kuzey 547 sınırının asırları aşan hattına, Tuna’ya erişmek üzere olan Hunlar, Ammianus’un anlatımında bu kez Prut kıyılarında karşımıza çıkacaktır: ‘[Vizigotlar’ın önderi Athanaric] … Prut 548 kıyılarından Tuna kıyılarına, Taifali’nin topraklarının yakınında yüksek bir sur inşa etmeye başladı … iş yürürken Hunlar onu ani saldırılarla geri çekilmek durumunda bıraktılar’549 Hunların batıya ilerleyişi eşliğinde takip edilebilecek, Hun yurdunun genişlemesi süreci Prut nehrine kadar, Zosimus’un Don’un batısına geçildiği kaydı550 dışında, Ammianus’un sağladığı veriler sayesinde takip edilebilmekteyken RomaKuzey hattını oluşturan Tuna’yı eksen alan anlatımlarda, artık birden çok müverrihin tanıklığı devreye girecektir. Burada anılan kaynakların, Hun hükümdarlığının Tuna sınırına işaret ettiği iddiasında bulunduğumuz göndermeler, kuşkusuz, iki bin sekiz yüz elli kilo metre uzunluğundaki bu nehrin tamamına değil, onun bazı bölümlerine karşılık gelmektedir. Müverrih anlatılarında sıkça anılana ve bu sayede Hun hükümdarlığının en iyi bilinme şansına sahip güney-batı sınırının bu eksenine dair ek bilgi vermek, Tuna kavramının netleşmesi noktasında gereklidir. Eski Yunanca’da İstros Ἴστρος, Latincede ise Hister, diye çağırılan Tuna; Geç Antikçağ’da Danubios Δανούβιος -Latincede Danubius, olarak adlandırılmaya başlanmakla birlikte bu yeni ad, antik İstros’un yerini tamamen alamamıştır. Bu nehri İstros olarak tesmiye eden Priscus bunun bir örneğidir. Tuna nehri ve kolları; 547 ‘… başları kuzeye yani barbarların ana vatanına dönük üç gümüş heykel bulundu…’ ifadesiyle Olympiodorus kuzeyi yani Tuna’nın kuzeyini, Hun ve diğer Türk kökenli kavimlerinin de içinde yer aldığı Roma dışı dünyanın ‘barbarların’ ana vatanı olarak göstermektedir. Olympiodorus Fragman XXVII = Photius Bibl. Cod. LXXX. 548 Metinde Latince adı Gerasus ile verilmektedir. 549 Ammianus Res Gestae XXXI 3 7: 550 Zosimus Historia nova IV. 20. 3. 132 Roma-Kuzey ilişkileri çerçevesinde önemli bir mevki işgal etmektedir ve bu nedenle bu tezin coğrafi çerçevesi içinde merkezi bir konumdadır. Her şeyden önce Tuna, bu iki dünya arasında adeta hem fiziki ve siyasi hem de kültürel ve psikolojik bir sınır olagelmiştir. 551 Nehir coğrafi olarak, Viyana’ya kadar olan kısmı Yukarı; Romanya’da Orşova yakınlarına değin uzanan kısmı Orta ve buradan sonrası ise Aşağı olmak üzere yaklaşık birbiri uzunluğunda üç parçaya ayrılmaktadır. Tuna havalisindeki Roma’nın devlet teşkilatlanması şöyledir: Nehrin güneyinde Raetia, Noricum, Pannonia, bu üçü 395 yılındaki bölünmede Batı’ya bağlanacaktır, Moesia eyaletleri; kuzeyinde ise Dacia kurulmuştur. 552 Ayrıca Romalılar Tuna havalisine tahkim edilmiş limesler, limanlar; Sirmium, Singidunum, Dorotolon’un da aralarında yer aldığı şehirler inşa etmişlerdir. Ancak Roma’nın, daha sonra Doğu’nun, bu kuzey sınırı önce Germenler sonra incelenen müverrihlerin eserinde görüldüğü gibi Hunlar ve son olarak da Avarlar tarafından zorlanacak ve Tuna’nın güneyini de kapsayacak şekilde buralar Roma’dan koparılacaktır.553 Müverrihlerin bize söylediği şey; Hunların Tuna sınırına, Got topraklarını yutarak ulaştıklarıdır. Eunapius Gotları kastederek ‘Hunlar … İskit ülkesinin 551 Priscus’un iki kaydıyla bu durumu örneklendirmek mümkündür. ‘… İskitya üzerinde seyahat ederken [Attila’nın elçisi] Berihos bizimle at biniyordu ve onun kibar ve dost canlısı olduğunu düşünüyorduk. Fakat biz Tuna’yı karşıya geçince hizmetçilerden kaynaklanan bazı eski meselelerin sonu olarak bize karşı bir düşmanın tavrını takındı….’ Priscus Fragman XIV; ‘… lakin Attila, güya avlanmak için Roma topraklarına geçmeyi arzu ettiği için bizimle bu yolda karşılaşan barbarların bir birliğini çoktan [Tuna’dan] karşı kıyıya geçirmişlerdi…’ Priscus Fragman XI/II [5] 552 Retia yaklaşık olarak çağdaş İtalya’nın, Alp Dağlarının kuzeyinde Noricum Tuna’nın güney kıyısı boyunca onun doğusunda, Pannonia ve Moesia’da yine aynı şekilde Tuna’nın güney yakası boyunca batıdan-doğuya doğru sılanmış Roma eyaletleridir. Sadece Dacia’a yaklaşık çağdaş Romanya üzerinde yer alacak şekilde, Tuna’nın karşı kıyısında, Moesia’nın kuzeyindedir. 553 ODB I, s. 586; Blockley 1983, s. 380, sn. 11. 133 kabilelerini tazyik et’tiğinden554 bahsetmekte ve Philostorgius, ‘Tuna’nın ötesindeki İskityalılar [Gotların], Hunlar kendilerine saldırma’sı sonucunda ‘kaçtılar ve dostane bir şekilde Roma topraklarına geç’tiklerini 555 ve ‘Bu Hunlar, İskitya’nın Tuna boyunca uzanan parçasını ele geçir’diklerini556 haber vermektedir. Sadece bu kavimlerin hepsini barbar diye isimlendirmesi noktasında seleflerinden ayrışan Socrates de kendi anlatımıyla, aynı durumu tasdiklemektedir: ‘barbarlar557 … Hun denen diğer komşu barbarlar tarafından … kendi ülkelerinden 558 sürüldüler…’559. İlk iki müverihin terminolojisini kullanan bu olayın diğer bir tanıklığı Zosimus’da yer alır: ‘… İskitler [Gotlar], Hunlara teslim ettikleri yurtlarını terk ederek Tuna’nın karşı kayısına …’ 560 kaçarlar. Sozomenus dördüncü yüz yılın son birkaç yılından bahsederken ‘Bu dönemde … Tuna ötesindeki Hun Barbarları …’ 561 ifadesini kullanarak, Tuna’nın kuzeyinin Hunlaşmasını perçinlemekte ve Tuna bu kez RomaHun sınır hattı olarak karşımıza çıkmaktadır. Zosimus’un; Balkanlarda kendi sınırları içindeki, Hunlardan kaçan Gotların isyanını sonlandırmaya çalışan imparatorluğun, 381 yılında ‘aralarında bazı 554 Eunapius Fragman XLI. = Exc. de Sent. XXXIX. 555 Philostorgius Historia Ecclesiastica IX. 17. 556 a.g.k. II 8. 557 Socrates eserinin bir önceki pasajında; Tuna’nın ardında yaşayan ve Got olarak adlandırılan barbarların kendi aralarında bir mücadelenin olduğu iki parçaya bölündüklerinden bahsedilmektedir burada ise Hun akınları karşısında bu çekişmeye bir son verip ‘ortak düşman’ karşısında bir ittifak kurulduğu belirtilmektedir. Socrates Historia Ecclesiastica IV. 33. 558 Hunların Ostrogot topraklarına akınları 376 yılında vuku bulmuştur. Ostrogotlar bu akınlar karşısında tutunamayıp dağılmışlar ve dönemin ‘barbar dünyasının’ en kudretli aktörlerinden biri olan kralları Ermaneric intihar etmiştir. 559 Socrates Historia Ecclesiastica IV. 34 560 Zosimus Historia nova IV. 20. 5. 561 Sozomenus Historia Ecclesiastica VII. 26. 134 Hunların da yer aldığı Sciri562 ve Carpodaceleri … Tuna’yı geçmeye ve evlerine geri dönmeye zorla’mış 563 oldukları hakkındaki kaydı, Hunların Tuna hâkimiyetinin Vizigot topraklarının ele geçirilmesinin akabindeki sınırları hakkında yol göstericidir. Zosimus bu tanıklığında, aralarında Hunların da yer aldığı buradaki diğer iki kavim için Tuna’nın kuzeyini yurtları olarak göstermektedir. Metin içi bağlam noktasında atlanmaması gereken, burada anlatının Got isyanı merkerkezinde kurulduğu; isyanın paydaşlarından bir kısmının imparatorluk coğrafyası dışına çıkarılması anlatılırken Tuna’nın kuzeyi olarak gösterilen bu alanın, onların yurtları olarak nitelenmiş olmasıdır. Tuna’nın kuzeyi Hunlar ile birlikte pek çok kavmin de yurdudur ve bu dönemde, Hun hükümdarlığının sınırları henüz onlardan bir çoğunu içine almamıştır. Hatırlanacağı üzere Philostorgius lokasyonu, ‘İskitya’nın Tuna boyunca uzanan parçası’564 olarak göstererek, Hun hükümdarlığının erken dönemde nehrin aşağı mecraına hâkim olduğu sonucuna götürmektedir. Bu çerçevede Zosimus’un bu kaydı Tuna havalisinde, batı istikametinde, henüz Hun hükümdarlığının hâkimiyetine girmemiş kabilelerin varlığını teyit etmektedir. Diğer taraftan Zosimus da Tuna nehrinin aşağı mecraının Hunların sınırı oluşunu teyit edecek birden çok kayda yer vermiştir. Bunlardan birinde Zosimus’un İskit dediği Gotlardan bazıları ‘…Sarakeni tarafından tamamen yok edilmektense 562 Sciri. Plinius Sarmatların komşusu olarak gösterir (Naturalis Historiae IV. 97.). III. yy.da Karadeniz havalisinde, daha sonra Zosimus’un burada kaydettiği üzere Hunlar ve Carpodaces ile birlikte Tuna’da görüldüler ve nihayet Gotlar ile birlikte Attila’nın hükümdarlığı döneminde Hun yapısının çatısı altında Gotlar ile birlikte özümseneceklerdir lakin bazı süvarileri Roma hizmetinde görev alacaktır. Ridley 1990, sn. 97. 563 Zosimus Historia nova IV. 34. 5-6. 564 Philostorgius Historia Ecclesiastica XI. 8. 135 Tuna’yı geçerek Hunlara teslim olmayı tercih etmişler…’ 565 diğer bir ifadeyle Hunlara kaptırdıkları yurtlarına geri dönmüşlerdir ki burada yer verilecek ikinci kayıtta Zosimus aynı durumu bir başka vesileyle kendi anlatacaktır. ‘… evlerini ellerinden alan Hun göçebelerinin baskısı altındaki Tuna’nın ardında yaşayan pek çok İskit nehri geçti…’566. Zosimus aynı zamanda, Tuna eksenindeki diğer anlatılar arasında; Hun hükümdarlığının nehir havalisindeki domina tesirine işaret etmektedir. ‘Bu sırada 567 , o esnada Hunların önderi Uldız 568 , Tuna havalisinde bir barbarın ordusu ile yaşamasına izin verilmesinin güvenli olmadığını göz önünde tut’tuğunu569 bildirerek, Hunların egemenlikleri dışındaki alanlar ile ilgilenecek denli bu hattı önemsediklerini sergiler. ‘Tuna havalisinde’ki Hunlar’ dan bahsedenler arasında bu sınırın güneye doğru aşıldığına ve hatta oradaki şehirlerin ele geçirildiğine hükmedilmesini sağlayacak verilerden biri, burada ‘yaşayan barbar kabilelerin önderi Uldız, … Castra Martis570 olarak adlandırılan Moesia’nın bir şehrini, ihanet sayesinde ele geçirdi’ğini 571 bildiren Sozomenus da yer alır. Sozomenus’un burada verdiği özel bilgi tabiî ki ele geçirilen Castra Martis şehri ile ilgili olanıdır, böylelikle Hunların bu nehrin güneyine sarktıkları ve şehirler ele geçirdikleri hakkında da verilere ulaşmış olmaktayız. Bir diğer şehrin ele geçirilişinin haberini ‘… barbarlar [Hunlar] … 565 Zosimus Historia nova IV. 22. 3. 566 a.g.k. IV. 25. 1. 567 Gainas’ın ordusun büyük kısmını kaybedip Tuna’ya geri çekilip ana vatanında yaşamaya başladığı dönem kastedilmektedir. Zosimus Historia nova V 21 6. 568 Yunanca metinde Uldes olarak kaydedilmiştir. Bkz. bölüm II.II.I 569 Zosimus Historia nova V 22 1 570 Muhtemelen çağdaş Bulgaristan’ın kuzey-batısında Sırbistan ile sınırının yakında Kula’daki bir yerleşim ki aynı adı taşıyan bir kalenin de adıdır. 571 Sozomenus Historia Ecclesiastica IX. 5. 136 Tuna’yı geçtiler… … [Margus piskoposu] Nehrin sağ kıyısında gizlediği büyük bir barbar birlik ile Roma topraklarına geri döndü … şehri [Margus’u 572 ] düşmana teslim etti’ğini 573 kaydeden Priscus vermektedir. Her iki veri de şehirlerin Hunlar tarafından ele geçirilişinin nedeni şehir sakinlerinin ihanetine bağlanmaktadır. Lakin Priscus bir diğer kaydıyla ‘İskitler [Hunlar] Danubas574 nehri kıyısındaki bir Illyria şehri olan Niş’i 575 muhasara ediyorlardı …ve şehir[in] alındı’ğını 576 anlatarak, bu kez muhasara sonucu Hunlar tarafından ele geçirilebilen bir şehir ile karşılaşılır ki, önceki iki verideki ihanet vurgusundan bu özelliğiyle ayrışır. Buradan Hunların, her üçü de Tuna’nın güneyinde bulunan üç şehri ele geçirdiği açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır, aynı şekilde imparatorluk sınırları dışında yayıldıkları coğrafyada yer alması muhtemel diğer şehirleri de ele geçirdiği sonucuna ulaşmak da mümkündür.577 Diğer taraftan Niş hakkında daha sonraki bir döneme ait başka bir kaydında Priscus; ‘Niş’e vardığımızda, düşman tarafından yakılıp yıkıldığı için şehri 572 Destunis bu şehri; Yukarı Moesia’da, muhtemelen Tuna kıyısında Constantia’nın karşısında, Morova’nın Tuna’ya döküldüğü yere lokalize eder. Aynı zamanda burası Dacia-Roma sınırıdır ve aynı adı taşıyan bir kalede mevcuttur. Destunis belki de çağdaş Pasarofça olabileceğini de söylemektedir. Destunis 1860, s. 18, n. 4. 573 Priscus Fragman VI/I. 574 Muhtemelen çağdaş Nişava nehri. Niş şehrinden geçen bu nehrin antik adı bilinmemektedir. Priscus, bu şehrin Tuna’ya beş günlük mesafede olduğunu kaydetmektedir bu nedenle Blockley’e göre Δανούβας Danubas adı bu nehrin antik adı da olabileceği gibi bu kaynağı hazırlayanlardan pek çoğunun düşündüğü gibi ortada bir hata da söz konusu olabilir. Zira eldeki veriler bir öneri sunmaya imkân tanımamaktadır. Latışev de bu adın bozulmuş olduğu kanaatindedir. Priscus Fragman XI; Latışev 1948, s. 246, dn 3; Blockley 1983, s. 380, sn. 11. 575 Latince adı Naissus. Yukarı Moesia’da (Moesia Superior) yer alan büyük bir Roma şehridir. Ayrıca bkz. Fragman XI/I. 576 Priscus Fragman VI/II 577 Bizzat Priscus, Attila’nın merkezi olarak sunduğu yerleşimi anlatırken bu çıkarsamayı doğrulayacak bir haber verir.‘Burası tüm barbar dünyasının hükümdarı olan Attila’nın eviydi; burası, zaptettiği şehirlere yeğlediği ikametgâhtı.’ Priscus Fragman XI/III = Iordanes Getica 179. 137 ahaliden yoksun bul’duğunu578 belirtmektedir. Öyle ise Niş üzerinden bir genelleme yapmak gerekirse; Roma şehirlerinin ele geçirilmesinin, Hun hükümdarlığının, şehir yaşamının devam ettirilmek suretiyle buraları hükümdarlık topraklarının birer parçası olarak özümsediği anlamını taşımadığı sonucuna ulaşılmaktadır. Tuna’nın güneyinde yer alan şehirler özelindeki bu durum, alan hâkimiyeti söz konusu olduğunda renk değiştirmektedir; zira yine Priscus Attila’nın elçisi Edeko aracılığıyla Roma’dan taleplerini sıralarken çarpıcı bir veriye ulaşmamızı sağlamaktadır: ‘…. Romalılar … [Attila’nın] savaşta kazandığı arazide ekip biçmeyi durdurmaz ise buna mukabil silahlara başvurmak ile tehdit etti. İddia etti ki; bu tam beş günlük seyir şeridindedir ve Pannonia’dan Trakya’da Novae’ye Tuna boyunca uzanmakta’579 olduğunu haber vermektedir. Maximinus’un elçilik heyetinin üyesi580, diğer bir deyişle diplomatlık yapmış biri olan Priscus’un, diplomatik bir teması anması, bu kaydın güvenirliliğini perçinlemektedir. Öyle ise akla gelmesi gereken, Hun hükümdarlığının, Tuna’nın güneyindeki Pannonia’dan Trakya’ya uzanan bir alanda egemenlik hakları olabileceği, diğer bir ifadeyle Tuna sınırının, nehrin güneyindeki alanları da kapsayacak şekilde aşındırılmış olduğudur. Yine Priscus ‘… Aetius’un yaptığı bir antlaşma ile barbar [Hun] egemenliğine girmiş Sava nehri yakınlarında Pannonia’nın bir bölgesi …’581 ifadesiyle bu önermeyi teyit etmektedir. Priscus’un kaydının bir diğer sonucu, Pannonia’dan başlayan bu alanın, nehir hattı 578 Priscus Fragman XI/II [4] 579 Priscus Fragman XI/I. 580 Priscus Fragman XI/II. [2] 581 Priscus Fragman XI/I. Priscus ayrıca Fragman XV/IV’de bu düşünceyi doğrulayacak başka bir veri daha sunmaktadır. Attila ile Roma elçilik heyetinin bir anlaşmaya varırken Attila ‘Tuna sınırındaki Roma topraklarından geri çekileceği’ne yemin etmektedir. Roma’nın Tuna’nın kuzeyinde toprağı olmadığına göre, buradan çıkarılacak sonuç: Hun Hükümdarlığı Tuna’nın güneyindeki toprakları da ele geçirmiştir. 138 üzerindeki Hun topraklarının batıya -çağdaş Macaristan’a- doğru nehrin orta mecraına eriştiğine tanıklık etmesidir. Tuna nehri üzerinde Hun hâkimiyet alanının genişlemesi hususu vazıh bir surette Prosperus’da da karşımıza çıkar. Onun kayıtları; birinde açıkça bu toponim zikredilerek diğerinde ise çıkarsama sonucu ulaşılabilecek şekilde olmak üzere iki kez bu yönde veri sunar. Bunlardan ilkinde Roma’nın görkemli komutanı ‘… Aetius … kaçıp … Pannonia 582 üzerinden Hunlara ulaş’tığı 583 kaydedilir ki Tuna ile sınırdaş Roma eyaleti Pannonia’dan geçilmek suretiyle Hunlara ulaşıldığına göre bu eyalet Hunlar ile hemhudut olmalıdır. Diğerinde ise isim açıkça zikredilir, İtalya seferinden dönen Attila ‘barış vaadiyle Tuna’nın arkasına’ 584 yani yurduna geri çekilmiştir. Prosperus’un bu iki tanıklığı Hunların Tuna üzerindeki hâkimiyetinin nehrin orta mecraını kapsayacak şekilde genişlediğini göstermektedir. Müverrihler, Hun hükümdarlığının ulaştığı batı sınırı hakkında da fikir yürütmemizi sağlayacak tanıklıklar sağlamışlardır. Bu sefer Ren nehrinin merkezde olduğu, bu tanıklıklardan olan ilki Socrates’de yer alır: ‘… Ren nehrinin ardında yaşayan Burgundlar 585 [a] … Hunlar … sürekli saldırdılar, onların ülkesini yakıp yıktılar, sıklıkla çoğunu öldürdüler. [Burgundlar] istilacılarının üzerine yürüdü… 582 Tuna’nın orta mecraının güneyindeki Roma eyaleti. ayrıca bkz. ODB III, s. 1572. 583 ‘Prosperus Aquitanus Epitoma Chronicon 405 a. [miladi takvimde 432 yılı] 584 a.g.k. 435 a. (miladi takvimde 452 yılı) Bu durumun diğer bir tanıklığı ‘… Papa Leo bizzat kendisi … onunla görüşmek için … geldi. Attila … barış vaadiyle geldiği yol üzerinden Tuna’nın ötesine çekildi.’ ifadesiyle Priscus’da ayer alır. Priscus Fragman XXII/I=Iordanes Getica 219-224 [223]. 585 Socrates’in burada kastettiği V. yy.ın ikinci çeyreğinde Ren havalisinde kurulan birinci Burgund krallığıdır. 139 Oktar 586 adındaki Hun hükümdarı … ölünce Burgundlar, … önderi olmayan bu kavme saldırdı, … kesin bir zafer kazandılar…’587. Görüldüğü üzere; Ren nehrinde bir bölümünde, Burgundların topraklarında Hun istilası gerçekleşmiş yalnız daha sonra Hunlar bu toprakları kaybetmişlerdir. Lakin burada coğrafyadan değil veriden kaynaklanan bir sorun karşımıza çıkar; zira Socrates’in bu pasajının tarihsel olup olmadığı üzerine tartışmalar vardır. Metin bağlamında bu olay Burgundların Hıristiyanlığa geçişlerini ele alan bir anlatının içinde yer alır.588 Yani bir kilise babası olan Socrates’in anlatısının merkezi Burgundların ihtidası ve bu ihtidanın hikmeti sayesinde onların ‘Hun felaketinin’ bertaraf etmesidir. Thompson, bizzat Socrates’in şahitliğiyle, 430 yılına tarihlenebilecek bu pasajın kurmaca değil bir gerçekliğe denk geldiğini ileri sürer. Zira, Ren nehrinin doğusunda iki kavim arasında vuku bulan savaş, Oktar adı ve ölümü, savaşa 586 Yunanca metinde Uptar olarak geçmektedir. Iordanes Getica’da Attila’nın amcası olarak bahsettiği Oktar ile aynı kişidir. Bkz. Bölüm II.II.I. 587 Socrates Historia Ecclesiastica VII. 30 588 Pasajın tamamı şöyledir: ‘Şimdi; bu esnada vuku bulan kayda değer bir olaydan bahsetmek zorundayım. Ren nehrinin ardında yaşayan, Burgundlar olarak adlandırılan barbar bir kavim vardır. Burgundlar barışçıl bir hayat sürerler, hemen hemen hepsi zanaatkârdır ve bu meslekle para kazanarak geçinirler. Hunlar onlara sürekli saldırdılar, onların ülkesini yakıp yıktılar, sıklıkla çoğunu öldürdüler. Bu yüzden bu karışıklıkta, bir beşere rücu etmeye değil fakat kendilerini tanrının korumasına teslim etmeye karar verdiler: Romalıların Tanrısının kendinden korkanları koruduğunu hassasiyetle hesaba katarak bu yüzden müşterek bir kararla Mesih’in inancına sarıldılar. Bu yüzden Galia’nın şehirlerinden birine giderek piskopostan onlara Hıristiyan vaftizini bağışlamasını rica ettiler: yedi gün oruç tutmalarını emretti ve bu arada inancın temel ilkelerini onlara öğretti, sekizinci gün vaftiz etti ve onları serbest bıraktı. Bu yüzden o zamandan beri kendine güvenleri geldi, istilacılarının üzerine yürüdüler ve umutları boşa çıkmadı. Oktar adındaki Hun hükümdarı tıka basa yemek yemesinin neticesi geceleyin ölünce Burgundlar, o esnada önder olmayan bu kavme saldırdı, kendi sayıca az, düşmanları ise çok fazla olmasına rağmen kesin bir zafer kazandılar; Burgundinin hepsinin sayısı sadece üç bin kişi olduğu halde, düşmandan en az on binini yok ettiler…’ Socrates Historia Ecclesiastica VII. 30. 140 katılanların sayısı gibi ayrıntıları bir yaratı olamayacak denli inandırıcı bulur. 589 Thompson’dan sadece herhangi bir analize yer vermeme noktasında ayrışan Vaczy ve Ahmetbeyoğlu -Thompson’a gönderme yapar- da, bu olayı tarihi bir vaka gibi ele alır. 590 Maenchen-Helfen, Thompson’un inandırıcı bulduğu ayrıntıların ‘absürd’lüğünü sergiler: Barışçıl zanaatkâr bir kavim nasıl olur da yedi günlük bir arınmadan sonra bu yüzyılın en cevval on bin savaşçısını üç bin kişilik bir güçle yenebilirler sorusunu yönetir. Diğer taraftan bu anlatının Burgundlarin tarih içindeki seyri ile de çeliştiğini zira 406 yılından kısa bir süre sonra onların Ren’in batı kıyısına geçmiş olduklarını ve Socrates’in bahsettiği 430 yılına gelindiğinde Ren’in doğusunda hala bir Burgund topluluğu varsa bunun bir kaç yüz kişilik küçük bir grup olabileceğini öne sürer.591 Socrates’in bu pasajı tarihsel bir özün üzerine oturtulmuş, muhtemeldir ki bazı Burgundların, Hıristiyanlıkla ‘şereflenmeleri’nin kerametini sergileme kaygısındaki yazarının bir kurmacasıdır. Thompson’un inandırıcı bulduğu ayrıntılar, aslında Maenchen-Helfen’in öne sürdüğü gibi, kaydın tarihsel değil kurmaca kısmıdır. Lakin üzerine oturduğu tarihsel özü, Burgundların ihtidası ve bizim için önemli olan Ren’in doğusunda Main bölgesinde Hunların mevcudiyetinin 592 , müverrihler tarafından sağlanan ilk tanıklığıdır. Ren’e kadar uzanan Hun hükümdarlığının diğer bir habercisi olarak ‘… Attila, … Ren’i geçti ve pek çok Galya şehri vahşi hücumlara maruz kaldı … [lakin] 589 Thompson 2008, s. 90 ve 91. 590 Vaczy 1962, s. 80; Ahmetbeyoğlu 2001, s. 34. 591 Maenchen-Helfen 1973, s. 83. 592 a.g.e., 84-85. 141 Hunları mağlup edildiği görülmektedir …[zira Hunlar] yurtlarına geri döndü’ler593 diyen Prosperus karşımıza çıkmaktadır. Aynı müverrih bir diğer kaydında ‘Ren’i geçen Hunlar, Roma-Got ittifakı karşısında yenilirler ve yurtlarına geri dönerler’594 diye söyleyerek Hun hükümdarlığı sınırlarının Ren’in doğu yakasına değin uzandığını düşündürtmektedir. Ve katastrof; ‘[Attila’nın en büyük oğlu Ellac] öldürüldüğü zaman, geride kalan kardeşleri, söylediğimiz gibi, daha evvel Gotların kendi evleri olan Karadeniz kıyısı yakınına kaçtı. Böylelikle Hunlar son buldu …’ 595 Attila’dan sonra, hükümdarlık ele geçirmek için on yıllarını verdiği batıdaki -Tuna-Ren hattındaki- bu topraklarını terke mecbur kalarak Karadeniz sahilleri civarına geri çekilir. Bir Romalı için bu tabii ki artık tehdit oluşturmadıkları yani Hunlar ile sınırdaş olmadıkları anlamına gelmektedir. III.I.II. HUN HÜKÜMDARLIĞI’NIN COĞRAFYASI ‘… İskitya’nın yahut diğer hiçbir yerin daha önceki hiçbir hükümdarı çok kısa bir sürede bu kadarını asla başaramamıştı. [Attila] Tüm İskitya’nın yanı sıra Okyanus’un adalarına hükmetmektedir … imparatorluğunu daha fazla genişletmek için Perslere saldırmayı istemektedir.’596 Priscus, kendi sefareti esnasında karşılaşıp sohbet ettikleri 597 Batı Roma elçilerinden Romulus’un sözlerini yukarıdaki gibi aktarmıştır. Böylelikle Hun hükümdarlığının mekânı hakkında biri doğrudan diğeri dolaylı olmak üzere iki veriyi sağlamış olmaktadır. Doğrudan olanı Romulus’un, Attila döneminde Hun hükümdarlığının topraklarını tanımlarken kullandığı, ‘tüm 593 Prosperus Epitoma Chronicon 424 a. (m. 451 yılı.) 594 a.g.k. 435 a. (m. 452 yılı) 595 Priscus Fragman XXV = Iordanes Getica 259-263 [263] 596 Priscus Fragman XI/II [37] 597 Priscus Fragman XI/II [36] 142 İskitya’nın yanı sıra Okyanus’un adalar’ını da içine alan bir coğrafyayı kapsamasıdığı hakkındaki ifadesidir. Dolaylı olanı ise Attila’ya yönelik sarf ettiği ‘İskitya’nın yahut diğer hiçbir yerin daha önceki hiçbir hükümdarı çok kısa bir sürede bu kadarını asla başaramamış’ oluşu hakkındaki sözleridir ki sebepleri arasında onun ülkesini ulaştırdığı sınırlar yer almaktadır. Diğer bir ifadeyle sefirin olağan dışı bulduğu, Hun Hükümdarlığı’nın, Attila devrinde özümsediği, daha önce bir emsali olmayan büyüklükteki alanlardır. Maalesef müverrihler, bu mekânı yer küre üzerinde kati bir surette lokalize edilmesini ve o devirdeki siyasi coğrafyanın vaziyetinin tasvirini sağlayacak haberler vermemektedirler. Diğer taraftan bu mekânın kuzey ve doğusu için tarihsel nitelikte böyle bir kayıt sunma ihtimalleri olmasa gerektir; zira buralar, onların da yakinen bilebildiği bir alan değildir. Yalnız, tarihçilik noktasında şöyle bir talihe sahibiz ki Priscus üyesi bulunduğu sefaretin misyonu esnasında, Hun topraklarında kat ettiği yolu ve bu güzergah boyunca uzanan mekânı anlatmıştır. Hükümdarlığın batısındaki topraklar ile özdeşleştirilebilecek bu anlatı, müverrihlerin sağladığı ‘sınırların içi’nden bahseden tek tanıklık olma özelliğine sahiptir. Priscus, sefaretin Hun topraklarına girildiği andan itibaren anlatısına, ‘Tuna’yı geçti[klerini] ve barbarlar ile birlikte yetmiş stadium 598 yol …’ 599 aldıklarını söyleyerek başlar. Böylelikle Hun topraklarının içerilerine doğru yaklaşık olarak yüz otuz kilometre yol kat etmiş olurlar. Devamında ‘ülkenin daha kuzeydeki bölgelerine doğru yola çıktık. Bir süre onunla birlikte seyahat ettik ve sonra İskit rehberlerimizin 598 Bir Roma milinin sekizde birine, yaklaşık olarak 1.847 kilometreye denk gelen Yunanların kullandığı bir uzunluk ölçü birimidir. Priscus’un burada kat edildiği söylediğini mesafe yani yetmiş stadium ise yaklaşık olarak 13 kilometredir. 599 Priscus Fragman XI/II [6] 143 yönlendirmesiyle başka bir yola doğru döndük zira Attila, … bir köye gidiyordu. … Oradan bir ovanın üzerindeki muntazam yol boyunca ilerledik ve deniz taşıtlarının seyrine uygun, Tuna’dan sonra en büyükleri Drekon, Tigas ve Tifesas olan nehirlerden geçtik. …’600 Zikredilen bu üç nehir adı sayesinde, sefaretin güzergâhı yanı Hun topraklarının neresinde bulundukları hakkında somut bir veri elimize geçer. Aynı kayıt ikinci kez Iordanes’in Priscus’dan yaptığı alıntı sayesinde de karşımıza çıkar. Iordanes bu nehirleri, Tsia, Tibisia, ve Dricca 601 olarak adlandırmaktadır. 602 Iordanes’te sunulan bu üç nehir Priscus’un bize Excerpta de Lagationibus Romanorum vasıtasıyla ulaşan yukarıdaki pasajda kaydettiği üç nehir; Δρήκων Drekon, Τίγας Tigas, Τιφησας Tifesas ile birbirine uymaktadır. Görüleceği üzere sadece nehir adlarının sıralanışında farklılık söz konusudur: Dricca yani Δρήκων Drekon, Iordanes’te son sırada Priscus’ta ise ilk sıradadır. 603 Maalesef bu tarihi toponimlerin hangi nehirlere denk geldiği, kati bir surette saptanamamaktadır. Blockley, Priscus’un anlatımının karşılık gelebileceği coğrafi alanı, bazı hesaplamalar ve çıkarsamalar yapmak suretiyle lokalize etmeye çalışmıştır. Ona göre, Diplomatların Viminacium yakınlarından Tuna’yı geçtikleri kabul edilirse, böylece Tifesas yahut Tibisia, Romanya’dan geçerek Belgrad yakınlarında Tuna’ya karışan Timiş; Tigas yahut Tsia ise Karpat Dağlarının Ukrayna kısmından doğan Romanya’nın doğu sınırını teşkil edip Macaristan’dan geçerek Belgrad’ın kuzeyinde 600 Priscus Fragman XI/II [17]. 601 Latince metinde Tsia Tibisiaque et Dricca olarak ifade edilmiştir. 602 Iordanes Getica 178. = Priscus Fragman XI/III. 603 Skrjinskaya 2001, s. 308-309, sn. 508. 144 Tuna’ya karışan Tisza nehri olmalıdır. Bu fragmanda belirtilen 604 yedi günlük seyahat, Tuna’ya yaklaşık bir günlük mesafedeki Batı Roma elçilerinin karşılandığı Attila’nın kamp kurduğu köyden itibarense, her gün iki yüz stadiumluk605 standart oranla, fırtına nedeniyle bir gün kaybedildiği606 de hesap edildiğinde aşağı yukarı bin iki yüz stadium607 yol alındığı iddia edilebilir. Eğer Tisza’yı geçmişlerse bu nehrin batısında ve Noricum’dan gelen elçileri karşılamak için makul yer, onun bir kolu olan Körös nehrinin güneyinde münasip bir mıntıka olmalıdırlar. Attila’nın idarî merkezinin biraz daha uzakta, küçük bir ihtimalle ise aynı nehirlerin karşısında olduğu anlaşılmaktadır.608 Bu merkez, Roma İmparatorluğu’nun her iki parçasını da tehdit etmeye, ayrıca kendi elindeki Pannonia’ya yakın olmaya imkân tanıyan bir konuma sahip Tuna ile Tizsa arasında yer alsa gerektir. 609 Iordanes’in Priscus’dan aktarımında, Exs. de Leg. Rom.daki metinde yer almayan bir ibare daha vardır. Priscus orada, bu üç nehir aşıldıktan sonra Gotların büyük kahramanı “… Vidigoia’nın 610 , … öldürüldüğü yere’ 611 ulaştıklarını bildirmektedir. Gerçi Blockley’e göre, bu ibare Priscus’un metnine muhtemelen daha sonra Bizans müstensihleri tarafından eklenmiş bir bilgidir. Lakin o, Iordanes yahut kaynağı tarafından da eklenmiş olma ihtimalini hariç tutmamak gerektiğini belirtir.612 Diğer taraftan İbarenenin Priscus’a ait olduğunu düşünen Browning, metinde 604 Priscus Fragman XI/II [20] 605 yak. 37 kilometre. 606 Priscus Fragman XI/II [19] 607 yak. 220 kilometre. 608 Priscus Fragman XI/II [21] 609 Blockley 1983, s. 384 dn. 43. 610 Bkz. Iordanes Getica 43. 611 Fragman XI/III =Iordanes Getica 178. 612 Blockley 1983, s. 387, sn. 72. 145 Sarmatlar tarafından gerçekleştirildiği söylenen 613 bu fiilin mekânı olarak Transilvanya yahut Doğu Vallachia’yı tespit eder ve bunu Attila’nın karargâhının Macaristan bozkırlarından ziyade bu bölgede olabileceği argümanını desteklemek için kullanır. 614 Buna karşın Blockley, haklı olarak eğer bu veri Iordanes yahut kaynağı tarafından eklenmişse, bu argümanın boşa çıkacağını söyler. 615 Yalnız, Priscus’dan yapılan iktibaslardan birinde yer alırken diğerinde yer almayan bu ibarenin, kayıp eserin aslında olup olmadığını kati surette tespit etme imkânı yoktur. Priscus Hun ülkesindeki bu seyahatin devamını şu şekilde aktarmıştır. ‘Yedi günlük bir seyahati tamamladığımız zaman İskit rehberlerimizin emri ile bir köyde durduk’616. Son olarak ise artık hedefe her halde Attila’nın merkezine ulaşıldığını bildirir. ‘Aynı seyahat esnasında Attila’nın öne geçmesi için bekledik ve tüm ekibimizle takip ettik. Birkaç nehirden geçtikten sonra, diğer yerdekilerden daha görkemli olduğu söylenen Attila’nın sarayının bulunduğu çok büyük bir köye 617 geldik…. Bu bölgede yaşayan barbarların ne taşı ne de tomruğu olmadığı için kullandıkları ahşabı ithal ederler.’618 Priscus’un haber verdiği üzere ulaşılan merkez ne taşın ne de ağacın olmadığı bir bölgedir ki bu tasvir herhalde bozkır bir alandan başkasını ifade etmese gerektir. 613 ‘Gotların en büyük kahramanı Vidigoia’nın, uzun zaman önce Sarmatlar’ın ihaneti yüzünden öldürüldüğü yere geldik.’ Fragman XI/III =Iordanes Getica 178. 614 R. Browning, “Where was Attila’s Camp” JHS 73 (1953) s., 144 vd.’dan naklen Blockley 1983, s. 387, sn. 72. 615 Blockley 1983, s. 387, sn. 72. 616 Priscus Fragman XI/II [20] 617 Çoğunlukla Attila’nın karargâhı olarak kabul edilen bu köyün lokasyonu için Bkz. Blockley 1983, sn. 29 ve 43. Daha sonra bu yerleşim Tissa nehrinin batısında ve muhtemelen Tuna’ya oldukça yakın bir yerdedir lakin sıklıkla ileri sürüldüğü gibi Körös’un kuzeyinde yahut çok daha ileri de olan Valachia’da değildir. Blockley 1983, s. 385, sn. 53. 618 Priscus Fragman XI/II [21] 146 Prisicus’un tarihçilere sağladığı bir diğer veri grubu, Hun hükümdarlığının tebaası olan diğer Türk kabilelerine delalet edebilecek beşeri coğrafyaya ait olanlardır. ‘… Romalılar ile barış akdedilince Attila, Bleda ve kuvvetleri, İskitya boyunca oradaki kabilelere boyun eğdirerek ilerlediler ve Sorosgi ile de savaştılar.’619 Priscus’un eserinin başlarında geçtiği düşünülen bu ilk kayıtla ilgili biri etnonimin kökeni ve diğeri Sorosgi’nin hükümdarlık içindeki hukuki pozisyonundan kaynaklanan iki tartışma söz konusudur. Burda geçen Σορόσγους Sorosgus’u 620 Latişev, Iordanes’in 621 zikrettiği kabileyle özdeşleştirir ve bu adın Saragur etnoniminin imlası bozuk bir şekilde kaydedilmesinden ibaret olduğunu düşünür ve soydaşı tarihçi Kulakovskiy de çalışmasında bu şekilde verir.622 Lakin rağbet gören bu özdeşleştirmeye itirazlarda gelmiştir. Maenchen-Helfen, πρὸς Σορόσγους kaydının, Saragur olarak kurulması yahut onun ile özdeşleştirilmesinin mümkün görmez. 623 Ayrıca Latışev, onları Hun topluluklarından, yani onların egemenliği altındaki bir kabile olarak göstermesine rağmen Blockley haklı olarak, Hunların ilk etapta egemenlik altına aldıkları kabileler arasında olmadıklarını buradaki Yunanca ifadenin Hun egemenlik alanının dışında kalan halka içinde bulunduklarını düşündürttüğünü belirtmiştir.624 Sorosgi hakkındaki yukarıda sıralanan iddialar için de yer alan onların Saragur ile özdeşleştirme ihtimali olmaması savı doğruysa, bu kavmi Türk halkları içinde 619 620 Priscus Fragman II Σορόσγους Sorosgus metin içinde çekimli halde bulunmaktadır, nominatif şekli ise Σόροσγοι Sorosgoy şeklinde olması gerekir. Maenchen-Helfen 1973, s. 439. 621 Iordanes Getica 126. 622 Latışev 1948, s. 246, dn. 1; Kulakovskiy 2003, s. 258. 623 Maenchen-Helfen 1973, s. 439. 624 Latışev 1948, s. 246, dn. 1. Blockley 1983, s. 380, sn. 6. 147 değerlendirilmesi noktasında, etnonimin kökeninden kaynaklanan argümanı boşa çıkarır. Lakin kökene dair özdeşleştirmeyi reddeden bu sav da en fazla özdeşleştirmeyi kabul eden sav kadar güçlü olduğu, en nihayetinde her ikisinin de hipotez olması nedeniyle bu tezde, Priscus’un bu verisini bu bölümün içinde değerlendirilmesinde bir beis görülmemiştir. Priscus bir diğer kaydında ‘[Attila’nın oğullarından] en büyüğü625 İskitya’nın Karadeniz tarafında yaşayan Akatiri ve diğer kavimleri yönetmekte’ olduğunu kaydetmiştir. Akatiri etnonimi de Sorosgi gibi ihtilaflı bir addır626 lakin bir diğeri için ileri sürülen görüş burada da geçerlidir; ihtilaf ancak onların Türk halkları içinde değerlendirilmesi noktasındaki etimolojik argümanı geçersiz kılmaktadır. Bunlar hariçte tutulsa dahi, bu coğrafyanın eski sakinleriyle özdeşleştirilmeyen her iki kavminde bölgedeki varlığı Hun tarihinin akışının bir parçası olarak açıklanma dışında bir ihtimali yok gibidir. Bu çerçevede Hunların önlerine kattığı Fin-Ugor grubundan değiller ise geriye sadece Türk halklarından olmaları ihtimalı kalır ki bunu bilhassa Akatiri için daha kati bir surette iddia etmenin önünde herhangi bir engel görünmemektedir. Zira Priscus’un iki farklı koldan627 bize ulaşan kaydının her ikisinde de onları ‘πρὸς τοῖς Ἀκατίροις Οὔννοις = Akatir Hunları’ 628 olarak adlandırmaktadır.629 625 Iordanes Ellac olarak kaydetmiştir. Attila’nın ikiden fazla oğlu olduğundan dolayı, πρεσβντέρῳ Geç Yunancadaki süperlatif (enüstünlük) yerine komparatif (üstünlük) kullanımının bir örneğidir. Iordanes Getica 262. 626 Bkz. Bölüm II.II.II. 627 Exc. de Leg. Rom. Gent. 14; Suda A 18. 628 Priscus Fragman XL/I ve XL/II = Suda A 18. Burada nominatif şekli kurulmamış, metinde geçtiği gibi çekimli halleriyle verilmişlerdir. 629 Aynı görüş için bkz. Thompson 2008, s. 125. 148 Priscus’un bundan sonraki kayıtları, tarihçiler arasında özdeşleştirme noktasında ihtilafa pek yol açamayan, daha muhkem yorumların yapılmasına müsaade edecek haberler niteliğindedir. ‘Bu esnada 630 Saragurlar ve Uroglar ve Onogurlar … 631 Sabirler onlara hücum ettiği zaman bu kabileler kendi ana yurtlarından ayrıldılar. Okyanus’un kıyısında yaşayan kabilelerin yerlerinden ettiği 632 Avarlar tarafından bu ikinciler 633 sürüldü. Aynı şekilde, yurt aramak için hareket eden Saragurlar, Akatir Hunlarıyla temasa girdiler, bir çok savaşta onlarla çarpıştıktan sonra bu kabilenin hakkından geldiler.’634 Priscus’un Exc. de Leg. Rom. daki iktibası sayasinde ulaşılabilen bu kaydının, Blockley’in ifadesiyle, muhtemelen beceriksizce bir özetlemenin sonucu olarak anlaşılması daha bir güçleşmiş635 Suda tarafından sağlanan ikinci bir şekli daha vardır. ‘Kendileri, Okyanus’un kıyısında yaşayan kabileler tarafından yerlerinden edilen Avarlar, Sabirleri sürdüler. … okyanus sakinleri, komşularına saldırdı ve saldıranların daha güçlü olmasından mütevellit, onların hücumuna karşı koyamayan Avarlar yerlerinden oldu. Aynı şekilde Saragurlar sürüldü ve Akatir Hunlarıyla temasa geçtiler.’636 630 Latışev gelişen bu olayları 463 yılına tarihlemiş olmakla birlikte; Gordon Attila’nın büyük imparatorluğunun tabası dahası a group of the Hunnish tribes= Hun kabilelerinin bir kısmı olarak gösterdiği Saragur, Orog ve Onogurlar’ın Doğu Roma İmparatorluğu’na elçiler göndermesi özelinde süreci, Latışev’in bir-iki yıl öncesine 461-462 yıllarına tarihlemektedir. Latişev 1948, s. 264, dn. 1; Gordon 1961, s. 133-134. 631 Latışev bu kabilelerin Kafkasya havalisinde bir yerde bulunuyor olması gerektiğini zira sonraki Roma müverrihlerinin tanıklıklarının, Avarlar tarafından yurtlarından sürülen Sabirlerin tam olarak bu havalide olduklarına işaret ettiklerini söylemektedir. Latişev 1948, s. 264, dn. 2. 632 Okyanus’un kıyısında yaşayan kabilelerin yerlerinden ettiği ifadesi için bkz. Bölüm II.I. 633 Bu ikinciler, ifadesinden kasıt Sabirlerdir. 634 Priscus Fragman XL/I 635 Blockley 1983, s. 395, dn. 157. 636 Priscus Fragman XL/II = Suda A 18. 149 Gordon, Avarları bu musibetler tarafından sürülen birileri olarak sunar fakat bu musibetler sis ve grifonlar olduğu için sürenlerin Arktik Okyanus havalisinin sakinleri olması gerektiğini düşünür.637 Priscus’un sıraladığı bu kavimleri; onun eserinin akdeminin yaygın olarak kullandığı İngilizce ve Rusça çevirilerini yapan iki Romanist’in nasıl sunduklarını göstermek, hem Türk tarihçileri tarafından da benimsenen görüşle genel olarak uyuşması 638 , hem Türkiye’de her ikisinin de tanınmıyor olabileceği hesaba katıldığında yerinde olacaktır. Blockley Priscus’un burada bahsettiği, Saragurları ve Onogorları Türk halkları olarak görür ve ikincisini Iordanes’in zikrettiği Hunugurlar ile özdeşleştirir. 639 Saragurlar’i ise bu adı andırmasına rağmen, onlar Tuna’nın ardında olmadıklarını ileri sürerek, yine Iordanes’in zikrettiği640 Sadagarii ile özdeş olamayacağını zira Sadagarii’nin Aşağı Moesia’daki Roma topraklarına yerleştirilmiş bulunduklarını öne sürer. Iordanes ilk pasajda Sabirleri, Hunugurların komşuları olarak gösterir. Iustinianus devrinin sonlarından itibaren İmparatorluğunun Avrupadaki eyaletlerini taciz edecek bir halk olan Avarların burada anılması, aynı zamanda onlar hakkındaki en eski kayıtlardan birini meydana getirir.641 Latışev’e göre; Saragur, Ugor ve Onogurlar kabileleri çok iyi tanınmayan ve Kafkasya havalisinde bir yerde bulunuyor olsa gerektir zira Roma müelliflerinin tanıklıkları, Avarlar tarafından yurtlarından sürülen Sabirlerin tam olarak bu havalide olduklarına işaret etmektedir. 642 Sabirler Σαβίροι Hunların akrabası ve Ural’ın 637 Gordon 1960, s. 134. 638 Örneğin Kafesoğlu 1997, s. 150, 157; Gordon 2002, s. 74, 78, 81. 639 Iordanes Getica 37. 640 a.g.k. 265. 641 Blockley 1983, s. 295, sn. 156. 642 Latişev 1948, s. 264, dn. 2. 150 güneyi veya doğusuna konumlandırılan daha geç müelliflerin ise Sabeiroi Σάβειροι olarak adlandırdığı kabiledir. Sibirya toponimi muhtemelen onların adından gelmektedir. Procopius bu kabileyi, Avarlar tarafından sürüldükleri dönemde Kuzey Kafkasya steplerine konumlandırmaktadır.643 Avralar Ἄβαροι Hun kavmiyle akraba Altay ve Ural arasındaki alanda mevcut olan bu kavim, Hunların Batı Avrasya’da güçlerine kaybetmelinden sonra bölgeye sızmışlar ve yavaş yavaş çağdaş Macaristan’a doğru ilerlemişlerdir. Rus letopisleri ise onları Slav atasözlerine girdiği şekilde Obrov [Oбров] olarak kaydeder.644 III.II. TOPLUM III.II.I. GÜNDELİK HAYAT Hun etnografyasına dair tasvirine Ammianus ‘Bundan [vahşiliklerinden] mütevellit bebekleri dünyaya gözlerini açar açmaz keskin bir silahla yanaklarını derince keserler zira kıllarının çıkma vakti geldiğinde kesiğinin kapanmasının önüne geçmiş olurlar; böylece hadımlara benzer şekilde sakalsız, çirkin olarak ihtiyarlarlar…’ 645 sözleriyle başlar. Daha önceki bölümde 646 işlendiği üzere, buradaki keskin bir silahla bebeklerinin yanaklarının kesilmesi yaşanmışa –Hun etnografyasına- dair bir kare olmaktan çok, onların vahşiliklerinin boyutlarını sergilemek üzere kurgulanmış bir retorik olarak karşımızda durmaktadır. Ammianus’un Hunların yemek kültürü ile ilgili olarak bir sonraki pasajında bize sağladığı bir diğer veri, yine bu ‘vahşi’ toplum algısının izlerini taşır. ‘… ne ateşe ne beşeri besinlerin zevklerine uyum sağlamaya ihtiyaç duyarlar. Yabani 643 Procopius De Bellis II 29; Latişev 1948, s. 264, dn. 3. 644 yine orada dn. 4. 645 Ammianus Res Gestae XXXI 2 2 646 Bkz. Bölüm II.III. ‘Dış Görünüşleri’ 151 otların kökleriyle ve her cins hayvanın, atlarının sırtına, kendi kalçalarının altına koydukları ve ona biraz pişkinlik sağladıkları yarı çiğ etleriyle beslenirler.’647 Ammianus’un sözlerinin gerçeğin kendisi olduğunu düşünen Thompson648 için, yemek kültürüne dair Ammianus’un bu anlatısında ‘yabani otların kökleriyle’ beslenmelerini tarımdan ne kadar uzak olduklarının göstergesi olarak kabul etmektedir. Ayrıca bu kısa tasvirde bu konuya değinilmiş olmasından ise yiyecek toplama uğraşının Hun ekonomisi için taşıdığı önemin göstergesi olarak kabule etmektedir. Eti ise sürülerinden ve avlardan sağlamaktadırlar. 649 Thompson’un bu yaklaşımına karşı her şeyden önce söylenmesi gereken, kendinin de belirttiği gibi Hun toplumunu hiç görmeyen hatta muhtemelen hayatı boyunca hiçbir Hunu görmeyen bir müverrih olan Ammianus’un, onların iktisadi faaliyetlerinin düzeni bir yana, bu ekonominin kendisi hakkında söyleyebildikleri dahi, her daim şüpheyle bakılması gereken veriler olmalıdır. Maenchen-Helfen, Ammianus’un kendinden önceki eserlerden okuduklarını tahayyülüyle renklendirme eğilimine bir misal olarak gördüğü bu tasviri anlamak için daha çok uğraşmış ve daha tutarlı sonuçlara ulaşmıştır. Ona göre bu kayıtta geleneksel bir edebi tema ile iyi bir gözlemin tuhaf karışımı kendini göstermektedir. Pek çok kuzeyli ‘barbar’ da aynı alışkanlık mevcut olduğu için Hunların yabani otların köklerini yemesini oldukça inandırıcı bulan Maenchen-Helfen, diğer taraftan, atların sırtına koyarak biraz pişkinlik kazandırdıkları etleri yemelerini, göçebe kültürüne ait yaygın bir geleneğin yanlış anlaşılmasından ibaret olduğunu söyler. Bu 647 648 Ammianus Res Gestae XXXI 2 3. Thompson, Ammianus’un hayatında hiç Hun görmemiş olabileceğini teslim etmekle birlikte, Hun etnografyasının tasviri bahsinde dahi onun algısıyla olgunun örtüştüğü noktasında herhangi bir şüphe duymaz. Thompson 2008, s. 20-22. 649 Thompson 2008, s. 62-63. 152 durumu açıklamak için iki ihtimal üzerinde durur; bunlardan ilki atların sırtında eyerden kaynaklanan yaraların tedavi edilmesi amacıyla uygulanan bir iyileştirme yahut bu tür yaraların oluşmasını engellemek için uygulanan bir yöntem olabileceğidir.650 Diğer ihtimal ise coğrafyanın bir milenyum sonraki sakinleri için tutulmuş kayda dayanır. Kesin bir şekilde Ammianus’un kaydını görme ihtimali olmayan on beşinci yüz yılın başında Altın Orda coğrafyasını ziyaret etmiş bir seyyah Johannes Schiltberger, Tatarlar için şu bilgiyi vermektedir: ‘eğer aceleleri varsa, acele yola çıkmak zorunda iseler, eti ince dilimler halinde kesip, eğerlerinin altına koyarlar ve bunun üstündeyken atlarını sürerler. Acıkınca bu etten yerler. Et önce tuzlanır ve onlara göre, bu et kendilerine zarar vermez çünkü et, atın ısısı ile kurur ve atın hareketi sebebiyle eğerin altında gevrekleşip yumuşar ve suyu çıkar. Yemek hazırlamak için vakitleri yoksa böyle yaparlar.’651 Maenchen-Helfen’in tespit ettiği gibi ‘… yarı çiğ et ile beslenecek kadar… dayanıklıdırlar’ ita victu sunt asperi, … ut semicruda carne vescantur 652 ifadesi, Germenleri: ‘hayat tarzları, çok hoyrattır ve kabadır ki yarı çiğ eti yerler.’ victu ita asperi incultique ut cruda etiam carne vescantur653 şeklinde tasvir eden coğrafyacı Pomponius Mela’nın bu betimlemesinden alıntıdır. 654 Pek çok kuzeyli halk gibi 650 A. Solymossy, “La légende de la viande amortie sous la selle”, Nouvelle Reveu de Hongrie, Ağustos 1937, 134-140’dan naklen Maenchen-Helfen 1973, s. 14, dn. 91. 651 J. Schiltberger, Türkler ve Tatarlar Arasında (1394-1427), ter. Turgut Akpınar, İstanbul 1997, s. 117; Maenchen Helfen 1973, s. 15. 652 Ammianus XXXI, 3, 2. 653 Pomponius Mela De Chorographia III. 28. 654 Hunlar hakkında söylediği her şey gibi Hiorenimus’un Hunların çiğ et yiyerek yaşadıkları Hunorum nova feritas iddiası da (Adversus Iovinianum II, 7 Patrologiae Cursus, seria latina, 23, s. 295’den naklen Maenchen-Helfen 1973, s. 15 dn. 93.) Ammianus’a dayanmaktadır. Maenchen-Helfen 1973, aynı yer; Eckhardt 1962, s. 144-145. 153 hakikatte Hunların da çiğ et yemesi söz konusu olabilir. Lakin Ammianus yemeklerini hiç pişirmedikleri bilgisini vererek bir adım öteye geçmektedir. Hun uygarlığının ana motiflerinden biri olan et pişirmek için kullanılan büyük bakır kazanlar ise bunun aksini ispatlamaktadır. Dolayısıyla burada söz konusu olan Ammianus’un Hunları, ‘barbarların’ en alt tabakası klişesinin içine koymak zorunda hissetmesinden ibarettir.655 Maenchen-Helfen bu analizinde, kuzeyli kavimlerin çiğ et yemesi durumunun Hunları da kapsayacak şekilde, beşinci yüzyıl Batı Avrasya coğrafyası için peşinen kabulu, müverrihlerin ‘klişelerinin’ tesirinde kalmak anlamına geleceğini belirtir. Müverrihlerin olguyu kavrama noktasında pozisyonları, bilmedikleri pişirme tekniklerini ‘barbar’a yakışır şekilde betimlemek olsa gerektir zira hayvancılıkla uğraşan toplumlar için çiğ eti, yiyecek haline getirmenin pek çok yöntemi olsa gerektir. Hunların hükümdarlığındaki yeme-içme alışkanlıklarıyla ilgili olarak bir diğer ve Ammianus’un aksine doğrudan bir gözleme dayanan tanıklık, geç hükümdarlık dönemi için Priscus’da karşımıza çıkar. Bleda’nın eşlerinden biri olan kadın Priscus’un dâhil olduğu Doğu Roma elçilik heyetini ağırlar ve onlar da bu misafirperverliğe ‘… kendi ülkelerinin yerli mallarından olmamasından ötürü barbarların değerli bulduğu hurma, diğer kurutulmuş meyveler, Hindistan biberi … ile mukabelede’ 656 bulunurlar. Yine Priscus eserinin bir başka bölümünde ‘Köylerde bize buğday yerine darı ve yerlilerin medos diye adlandırdıkları şarap yerine bol miktarda gıda maddesi tedarik edildi. Maiyetimizdeki hizmetçiler de darı ve arpadan 655 656 Maenchen-Helfen 1973, s. 15. Priscus Fragman XI/II [19]. 154 yapılmış barbarların kamon 657 olarak adlandırdığı içeceği taşıyorlardı.’ 658 Priscus bu iki pasajından birinde onların ülkesinde bulunmayan yiyeceklerden diğerinde ise bulunan yiyecek ve içeceklerden bahsetmektedir. Bunlardan ‘hurma, diğer kurutulmuş meyveler ve Hindistan biberi’nin yerli malları arasında bulunmadığı için bunların ‘barbarlar’ tarafından değerli kabul edildiğini belirtmekle bir tespit yapmaktadır. Yerli ürünler arasında ise darı vardır ki bu buğdaya, medos dedikleri ile şaraba ve türü ayrıca belirtilmeyen gıda maddeleri ile mukabelede bulunulmuş ve darı ve arpadan yapılmış kamon sunulmuştur. Tarımsal ürünlerin söz konusu olduğu bu anlatıda, hiçbir ayrım yapılmadan yerli ürünlerden bahis edildiğine göre bunların Hunlara da ait olduğu düşünülebilir. Lakin gerçekte durum farklıdır zira bizzat Priscus eserinin bir başka yerinde bu durumu vuzuha kavuşturmaktadır. ‘Kendilerinin yararlanması için değil fakat aralarındaki Hunlar için imparatorun onlara toprak vereceğini öne sürdü. Bu adamlar tarımla ilgilenmediği fakat kurtlar gibi saldırdıkları ve Gotların yiyecek ikmallerini çaldıkları için netice itibarıyla ikinciler köle konumunda kalıyorlar ve bizzat kendileri yiyecek kıtlığına katlanıyorlar.’ 659 Görüldüğü üzere, burada zikredilen tarımsal üretimin icracıları hükümdarlık ahalisinin diğer sakinleri belki de Gotlar olsa gerektir. Priscus içme suyu tedariki ile ilgili ‘Uzun bir seyahati tamamlayıp öğlenin geç saatlerinde, yakındaki köyde yaşayanlara içme suyu temin eden bir havuz yakınında 657 Bu iki kelime –medos ve kamon- Hunların kullandığı dilden günümüze kalan iki cins isimdir. Gelzer ve Thompson, medos sözünün muhtemelen Germanik ‘mead’ olduğunu düşünmektedirler. Gelzer 1925, s. 313 vd.; Thompson 1947, s. 62. Kamon ise Pannonia’da bilinen bir biradır. Maenchen-Helfen 1973, s. 424 vd., Thompson 1947, s. 62. 658 Priscus Fragman XI/II [17]. 659 Priscus Fragman XLIX. 155 kamp kurduk. …660’ şeklindeki ifadesi de yine Hun hükümdarlığının tarımcı-yerleşik sakinleriyle ilgili olsa gerektir. Hunlar bu yaşamın tamamen dışında olup olmadıkları hakkında kesin bir hüküm vermek mümkün olmamakla birlikte Hun nüfusunun baskın kısmının bu tarımcı alışkanlıkların dışında oldukları ve hükümdarlığın sonuna kadar da öyle kaldıkları, yukarıdaki ifadeden anlaşılmaktadır. Zira Hunların tarım yapmadıklarından bahseden pasaj Attila sonrası devri anlatmaktadır. Diğer taraftan üretim aşamasında olmasa dahi tüketim noktasında diğer bir ifadeyle Hun mutfağında bu yiyecek ve içeceklerin yer almış olabileceği çıkarsamasını yapmak mümkündür. Hunların barınma alışkanlıklarıyla ilgili ilk veriyi de yine Ammianus sağlamaktadır. ‘Asla hiçbir binada barınmazlar aksine mezar gibi gördükleri onlardan beşeriyetin mutat çevresinin uzaklarına kaçarlar. Onlarda kamışlarla örtülü çardaklarla karşılaşmak dahi mümkün değildir. … dağlarda ve ormanlarda göç ederler. Yad ellerde iken ancak kaçınılmaz bir zaruret halinde bir çatının altına girerler zira onun altında iken kendilerini güvende hissetmezler.’ 661 Dağlarda ve ormanlarda göç ettikleri belirtilen Hunların bir mesken ihtiyacının da olmaması doğal bir sonuç gibi durmaktadır. Lakin Ammianus’un bu pasajının tutarlılığı için geçerlidir. Yoksa soğuk kuzey kışını hiçbir barınak olmaksızın geçirmek mümkün olmasa gerektir. Buradaki kasıt, bizi sabit meskenlerin onların barınma ihtiyaçları arasında yer almadığını göstermektedir. Bunun haricinde kuşkusuz çadırlar ve yine 660 Priscus Fragman XI/II [18] 661 Ammianus Res Gestae XXXI 2. 4. 156 muhtemelen Ammianus’un 662 ve Zosimus’un 663 ifade ettiği arabalar barınma ihtiyacını gidermiş olmalıdır. Elçilik heyetinin seyahati esnasında ‘… Attila’nın sarayının bulunduğu çok büyük bir köye 664 geldik’lerini 665 belirten Priscus, bir başka boyutu ile Hunlarda mesken konusuna değinmektedir ama artık söz konusu olan ‘karabudun’ değil ‘akbudun’dur. Priscus’un Iordanes aracılığıyla ulaştığımız kaydında 666 ; bu ‘köyün’ lokasyonuna ve görünümüne dair bir tasvir sunar.667 ‘Gotların en büyük kahramanı Vidigoia’nın, uzun zaman önce Sarmatlar’ın ihaneti yüzünden öldürüldüğü yere668 geldik. 669 Buradan çok da uzakta olmayan, düz tahtalardan yapılmış ahşap duvarlara denk geldiğimizde aslında büyük bir şehre benzeyen Attila’nın kaldığı köye ulaştık. 670 Bu ahşap duvarlar sağlamlık hissi vermek için, biri dikkatlice bakmadığı müddetçe eklem yerlerinin güçlükle fark edebileceği bir şekilde birbirine bağlanmıştı. 662 Ammianus Res Gestae XXXI 2. 10. 663 Zosimus Nea Historia IV 20. 4. 664 Çoğunlukla Attila’nın karargâhı olarak kabul edilen bu köyün lokasyonu için Bkz. Blocklye 1983, sn. 29 ve 43. Bu yerleşim, Tissa nehrinin batısında ve muhtemelen Tuna’ya oldukça yakın bir yerdedir lakin sıklıkla ileri sürüldüğü gibi Körös’un kuzeyinde yahut çok daha ileri de olan Valachia’da değildir. Blockley 1983, s. 385, sn. 53. 665 666 Priscus Fragman XI/II [21] Iordanes’in buradaki ifadesi Fragman XI/II’deki Priscus’un kaydının serbest bir yorumudur. 667 Iordanes Getica 178-180 ve 182. 668 Muhtemelen çağdaş Romanya’daki Banat bölgesinde Timiş nehri yakınları. Iordanes Getica 43; Skrjinskaya 2001, s. 309, sn. 509. 669 Iordanes kökenli bu kaydın taryışması için Bkz. Bölüm II.I.II. 670 Muhtemelen Güneydoğu Macaristan’daki modern Szeged. 157 Burada çok geniş alana yayılmış büyük avlular ve çok güzel tasarlanmış revaklar görülürdü. 671 Bu saray avlusunun mıntıkası, buranın hükümdarlık sarayı olduğunu gösterebilecek denli yüksek ebatta bir çevre duvarıyla çevrilmişti. 672 Burası tüm barbar dünyasının hükümdarı olan Attila’nın eviydi; burası, zaptettiği şehirlere yeğlediği ikametgâhtı.’ 673 Skrjinskaya Iordanes’in, Priskos’un Attila’nın sarayı hakkındaki bu kıymetli anlatımını ele alarak yaptığı değerlendirme, metne daha iyi hâkim olma noktasında oldukça yardımcıdır. Attila’nin yaşadığı bu yer habitacula, geniş bir şehre benzetilebilecek, bir yerleşim merkezi vicus mahiyetindeydi. Duvarlarını çevreleyen ağaçtan, boyanmış ‘parıldayan levhalar’ ex tabulis nitentibus vardı. Bu ‘salonlar’, triclinia adlandırılan ‘büyük avlular’ ve onlardan başka revaklar porticus yani muhtemelen galerilere ve sundurmalara da işaret etmektedir. Ayrıca anılan binaların etrafında muazzam ‘avlu’ curtisin uzanmakta olduğundan bahsedilmektedir. 674 Bu anlatının ikinci bir versiyonunu Priscus’un asıl metninden seçmeleri barındıran Exc. de Leg. Rom. ulaşmaktayız: ‘Attila’nın duvarına yaklaştım. Çevre duvarının içinde binalardan büyük bir küme vardı, birbirine eklenmiş bazıları güzelleştirmek amacıyla üzerlerine oyma yapılan tahta levhalardan, diğerleri ise kabuğu soyulmuş ve düzleştirilmiş kerestelerden yapılmıştı. Yerden başlayarak vasati derecede yükseltilmiş taşlardan yapılan yuvarlak temeller üzerine oturtulmuştu. Burada Attila’nın eşi yaşıyordu. Kapının önündeki barbarların arasından geçtim ve onu hoş bir kanepeye yaslanırken buldum. Zemin, üzerinde yürümek için yün keçeden 671 Buradaki ifade Fragman XIII/I’deki Priscus’un kaydına dayandığı anlaşılmaktadır lakin Iordanes’in Latince tasviri Priscus’un Yunanca metninden farklılık göstermektedir. 672 Priscus Fragman XI/III. 673 Priscus Fragman XI/III = Iordanes Getica 178-180 ve 182. 674 Skrjinskaya 2001, s. 309, sn. 510. 158 halılarla kaplanmıştı.’ 675 Burada tasvir edilen meskenlerin-sarayın iç düzeni hakkında Priscus ikinci kez bu kompleksin Attila tarafından kendilerinin bir şölende ağırladığı bölümüyle ilgili olarak ‘Tüm koltuklar bu binanın duvarlarının etrafında her iki tarafa yerleştirilmişlerdi. Odanın tam ortasında bir divanın üzerinde oturuyordu. Onun arkasında başka bir divan var ve bunun arkasındaki merdivenler güzel ketenler tarafından örtülmüş ve Yunanların ve Romalıların düğün için hazırladıkları gibi rengârenk süsler asılmış olan Attila’nın yatağına çık’tığını 676 söylemek suretiyle betimlemiştir. Attila’nin konutunun da τὰ οἰκήματα yer aldığı büyük bir yerleşim yahut “köy” ἐη μεγίστη ... κώ hakkında betimlemenin yer aldığı bu kaydı Skrjinskaya şöyle izah etmiştir: Bu konut, müşahidin kaydettiği gibi, Hun önderinin konutlardan en mükemmel olanıydı. Tomruk ve levhalardan yapılmış ξύλοις τε καὶ σανισίν εὐξέστοις ve ahşap duvarlarla çevrilmişti. Bir tepenin üzerinde yer aldığı ve kulelerle taçlandığı için ‘saray’ βασίλεια diğer binalardan yüksekti. Priscus, Attila’nın eşi Hereka’yı ziyareti sırasında ahşap duvarlarla çevrili alanın içindeki çeşitli binaları incelemiş: burada levhadan ve tomruktan, oymalarla süslenmiş evler vardı.677 Buradaki ‘taşlardan yapılan temel’ ifadesinin çevirisi üzerine ihtilaflar vardır. Metnin her iki Rusça çevirisinde de ‘ahşaptan yapılan temel’ olarak verilmiş lakin Destunis678 ve Latışev679 de metnin bu kısmının anlaşılması ve çevrilmesinin güçlüğü üzerine vurgu yapmışlardır. Aynı şekilde metni İngilizceye çevirenler arasında yer 675 Priscus Fragman XI/II [35]. 676 Priscus Fragman XIII/I. 677 Skrjinskaya 2001, s. 309, sn. 510. 678 Destunis 1860, s. 59, dn. 75. 679 Latışev 1948, s. 256, dn. 1. 159 alan Thompson680, Hunlarda taş işçiliğinin olamayacağı düşüncesinden de hareketle ‘ahşap temel’i tercih etmiş lakin hem bu düşünceye karşı çıkan hem de metni bu surette anlamanın doğru olmayacağını söyleyen Blockley, burada sunulan çeviride de tercih edilen ‘taştan yapılmış temel’ şeklinde tercüme etmiştir.681 Priscus’un yine doğrudan ulaşan metinleri arasında yer alan Attila’nın merkezi hakkındaki son tasviri ise ‘İskitler arasında gücü Attila’nınkinden sonra ikinci sırada olan Onegesius’un Pannonia’dan getirilen taşlarla inşa ettiği hamam’ a682 dairdir. Böylece, Priscus Hunlarda taş duvar-işçilik örneklerinin ikinci kez şahitliğini yapmaktadır ki Thompson’un Hunlarda buna denk gelinmeyeceği iddiası daha da boşa çıkmaktadır. Bu kayıt hakkında ise Blockley, Onogesius’un hamamlarının Pannonia’dan getirilen taşlarla inşa edilmesini, ihtimal dâhilinde görmemektedir..683 Taşların tedarik edildiği yere dair bu iddia doğru olsun yahut olmasın diğer taraftan taş işçiliğini icra edenler, burada görüldüğü üzere bir Romalı, kökenleri ne olursa olsun en nihayetinde Hunların böyle bir mimarı ögenin olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu vesileyle Priscus, Hun yerleşiminde bir hamamın ve taş işçiliğinin varlığından bile önemli görülebilecek bir bilgi verir: ‘… Bu bölgede yaşayan barbarların ne taşı ne de tomruğu olmadığı için kullandıkları ahşabı ithal ederler. Hamamın mimarı Sirmium’da esir alınmıştı ve özenli işi için ödül olarak özgürlüğüne kavuşmayı umut…’684 etmekteydi. Hunların ‘merkezi’ için yapılan bu tasvir, ‘taş’ yahut ‘tomruğun’ olmadığı bir bölgeyi, yani ormanın yahut dağın bulunmadığı bir alanı öyle ise bir bozkırı işaret ediyor olsa gerektir. 680 Thompson 1945, ‘The Camp of Attila’ JHS 65, ss. 112-115, s. 113. 681 Blockley 1983, s. 386, sn. 64. 682 Priscus Fragman XI/II [21]. 683 Blockley 1983, s. 385, sn. 53. 684 Priscus Fragman XI/II [21]. 160 Hun giysileri hakkında da ilk haberleri Ammianus’dan öğrenmekteyiz, onların nasıl giyindiklerine dair şunları söylemektedir. ‘Bedenlerini orman farelerinin derilerinden dikilen yahut ketenden giysilere alıştırmışlardır. Evde giydikleri elbiselerle dışarıda giydikleri elbiseler arasında farklılık yoktur; bir kez solgun tunicayı685 üstlerine geçirdiler mi uzun zaman zarfında çürüyerek yırtık pırtık halde parçalanmadan önce çıkarmazlar yahut bir diğeriyle değiştirmezler. Kafayı eğri şapkalarla örterler, bacakları kıllarla, keçi postu ile kaplanır; hiçbir kalıp kullanılmadan yaptıkları ayakkabı, rahat adım atmalarını güçleştirir…’686 Birkaç on yıl sonra ise Olympiodorus, toprağa gömülmüş ‘barbarlara’ ait üç gümüş heykeli tasvir ederken giysilerin özelliği hakkında başka bir ayrıntıdan bizi haberdar edecektir. ‘… barbarların nakışlı elbiseleri giydirilmiş’687 Skrjinskaya’nın da belirttiği üzere müverrih burada, bulunan heykellerin özelliklerini sıralarken – ellerin bağlı oluşu, üzerlerindeki elbiseler ve uzun saçlar- amacı onların ‘barbarlara’ aidiyetini vurgulamaktır.688 Daha sonra Priscus hem elbiselerin hammaddesi olarak keteni hem de onların nakışlı oluşlarını teyit edecektir. ‘Bir gurup hizmetçi hazır bir halde onun etrafında ayakta duruyordu ve hizmetçi kızlar, hoş ketenler üzerinde renkli nakışlar yaparken barbar tarzı giysilerin üzerini süslemek için harap düşmüş halde karşısında oturuyorlardı…’689 685 coloris tunica, a faded tunic, туника устарелого цвета (Latışev), туника грязного цвета (Lukomskiy). Bir Roma giysisi olan tunica. 686 Ammianus Res Gestae XXXI. 2. 5 ve 6. 687 Olympiodorus Fragman XXVII = Photius Bibl. Cod. LXXX. 688 Skrjinskaya s. 259 dn. 139. 689 Priscus Fragman XI/II [35] 161 Hunların yaşamında müverrihlerin en çok dikkati çeken unsurların başında at gelmektedir. Ammianus, kullandıkları ayakkabılar özelinde giyim şekilleriyle de ilişkilendirerek bu hususu ele alır ve devam eder. ‘… Bu nedenle [ayakkabılar] yaya savaşmak için işe yaramıyorlar buna karşılık sanki dayanıklı fakat görünüşü çirkin kendi atlarına yapışmıştırlar ve çok kere onların üstünde kadınların tarzında oturarak kendi günlük işleriyle meşgul olurlar. Bu kavmin her ferdi günü ve geceyi at sırtında geçirirler, alım satım yaparlar, yemek yerler ve içerler ve atın sert boynuna uzanarak uykuya dalar ve derin bir uyku çekerler ve hatta rüya bile görürler.’690 Hunların gündelik yaşamındaki olmazsa olmaz bir öge olarak atın bu fonksiyonlarını belirtmekle de yetinmeyen Ammianus ayrıca, onun sosyal yapı içindeki bir işlevini de, dolayısıyla onların bir geleneğini de, kaydetmek gereği duyar. ‘Mühim işleri görüşmek gerektiğinde, bu vaziyetteyken 691 toplantıyı icra ederler.’ 692 Priscus’da aynı durumu teyit eder. ‘… Şehrin dışında at sırtında toplantı düzenlediler. Barbarlar yayan vaziyette müşaverede bulunmayı uygun bulmadıkları için 693 onurlarını düşünen Romalılar, bir tarafın at sırtından diğerinin ise yayan vaziyette konuşmasının uygun olmayacağından, İskitlerin bu geleneğine uyarak toplantıya aynı şekilde katıldılar…’694 690 Ammianus Res Gestae XXXI. 2. 6. 691 yani ‘at sırtında’ 692 Ammianus Res Gestae XXI. 2. 7. 693 Destunis, Priscus’un buradaki ‘barbar geleneğinde … at sırtında’ müşavere yapmalarına dair sözlerini, Ammianus’un Hunların ‘geceyi ve günü’ at sırtında geçirdikleri kaydının da yer aldığı anlatısıyla ilişkilendirmiştir. Hakeza Zosimus’un piyade savaşlarından habersiz Hunların atlarıyla yaptıkları hücumlara gönderme yaptığı ifadelerini de buna dahil etmiştir. Ammianus Res Gestae XXXI 2 6-7; Zosimus Historia nova IV 20 4; Destunis 1860, s. 19, dn. 6. 694 Priscus Fragman II. 162 Maenchen-Helfen, Amminaus’un adeta atla bütünleşen Hunların yaşamına dair bu tasvirinde, ‘klasiklerin’ yankısını bulduğunu yani bunun bir arkaizm örneği olduğunu ileri sürmektedir. Ona göre bu tasvir, Ammianus’un Trogus’a 695 olan hayranlığını ‘yüksek bir sesle’ sergilemektedir. Ammianus, Trogus’un Partlar hakkındaki şu kaydını okumuş olmalıdır: ‘Her zaman atlarının üzerindedirler. Bu şekilde savaşırlar, şölenlere iştirak ederler, kamusal ve şahsi işlere eşlik ederler. Atlarının sırtında hareket ederler, ticaret yaparlar ve sohbet ederler.’696 MaenchenHelfen’e göre Ammianus, Trogus’tan harfi harfine bir alıntılama yaptığı görülmektedir sadece Trogus’taki ‘her zamanı’ omni tempore ifadesini ‘gün ve gece’ pernox et perdiu şeklinde vermiştir ve bu yüzden Hunları uyurlarken dahi at sırtında olduklarını kaydetmiştir.697 Burada söz konusu olan Thompson’un da dediği gibi 698 göçebe kavimlerin yaşam tarzları arasındaki benzerliklerdir ki bunu Maenchen-Helfen’de kabul etmekle birlikte yukarıda örnek özelinde geçerliliğinin olmadığını düşünmektedir. 699 Lakin bunun nedenine dair herhangi bir ifade de sarf etmemektedir öyle ise bu açıklamasız iddia, havada kalıyor olsa gerektir. Zira kendinin de söylediği gibi göçebe yaşam tarzının benzerliği ve devamlılığı, müverrihleri daha önceki eserlerden yaptıkları alıntıların, retorikten ibaret gerçeği yansıtmayan arkaizm unsurları olarak kabul edilmesine, bu veri özelinde ihtimal bırakmaz. Hun toplumunun merkezinde atın yer 695 Gnaeus Pompeius Trogus, yaklaşık olarak Titus Livius’un çağdaşı olan M.Ö. I. yy.da yaşamış Kelt kökenli Roma tarihçisi. Dört ciltlik Historiae Philippicae adlı bir eser yazmıştır. 696 ‘ Equis omni tempore vectantur; illis bella, illis convivia, illis publica ac privata officia obeunt; super illos ire, consistere, mercari, colloqui.’ Pompeius Trogus Iustinus XLI, 3, 4. 697 Maenchen-Helfen 1973, s. 14. 698 Thompson 2008, s. 22. 699 Maenchen-Helfen 1973, s. 14. 163 aldığı varsayımı boşa çıkartılmadığı sürece, Ammianus’un Hunların Batı Avrasya coğrafyasındaki ilk dönemlerine tarihlenen bu tasvirinin yaşanmış-gerçeklik alanına ait olduğunun inkârı mümkün değildir. Ayrıca Trogus ve Ammianus Latince metinleri de aslında Maenchen-Helfen’in, Ammianus’un Trogus’u ‘her zamanı’ omni tempore ifadesini ‘gün ve gece’ pernox et perdiu ile değiştirerek ve bu nedenle Hunları at sırtında uyutarak dönüştürmesi dışında ‘too literally’ takip ettiğini göstermemektedir. Trogus Partları ‘Equis omni tempore vectantur; illis bella, illis convivia, illis publica ac privata officia obeunt; super illos ire, consistere, mercari, colloqui.’ 700 olarak tasvir ederken Ammianus, Hunları ‘‘ex ipsis quivis in hac natione pernox et perdius emit et vendit, cibumque sumit et potum, et inclinatus cervici angustae iumenti in altum soporem ad usque varietatem effunditur somniorum. et deliberatione super rebus proposita seriis, hoc habitu omnes in commune consultant. aguntur autem nulla severitate regali sed tumultuario primatum ductu contenti perrumpunt quicquid inciderit.’ 701 diye anlatılır. Her iki Latince metin karşılaştırıldığında, Maenchen-Helfen’in ifade ettiğinden çok daha fazla farkın ve değişik ifade kalıplarının söz konusu olduğu bariz bir surette karşımıza çıkar. Hun hayatının neredeyse her alanında ortaya çıkan ‘at’ın bu pozisyonuna ve Ammianus’un tasvirine aykırı bir haberi Sozomenus verir. İskitya kiliselerinin bağlı olduğu kendisi de bir Got 702 , olan Theotimus, İskitleri akınlarıyla sık sık yıkıma uğratan ‘Barbarların ülkesinde’ seyahat ederken ‘…Barbarlardan biri onun zengin olduğunu sanıp haince tutsak etmeye niyetlendi. Bu amaçla bir kement hazırladı ve 700 Pompeius Trogus Iustinus XLI, 3, 4. 701 Ammianus Res Gestae XXXI. 2. 6-7. 702 Sozomenus’un tesmiyesiyle bir İskit. 164 düşmanlarıyla konuşurken mutat şekilde yaptığı gibi kalkanına yaslanarak ayakta durdu…’703 Sozomenus ne bir attan ne de atın üstündeki bir insandan bahsetmekte, aksine düşmanıyla konuşurken kalkanına yaslanarak ayakta durmayı bu ‘barbar’ için ‘mutat’ olduğunu belirtmektedir. Akla ilk gelecek soru buradaki ‘barbar’ın bir Hun mu, yoksa hükümdarlık egemenliğinde yaşayan diğer ‘barbar’ kavimlerden biri mi olduğudur. Metnin bağlamında bu ‘barbar’ın bir Hun olduğu anlaşılmaktadır zira Sozomenus burada Got dediği İskitlerden bahsederek onları ayırdıktan sonra Hun ‘barbarlar’dan söz etmiş ve barbar tesmiyesini Hunlar için kullanmıştır. Böylelikle Hun hayatına dair ‘at üstünde’ olmayı barındırmayan aksine düşmanıyla görüştüğü esnada dahi olsa ‘ayakta durmayı’ mutat gören alternatif bir anlatıyla karşımıza çıkmaktadır. Hunların bu yaşamı idame ettirmek için uğraşılarına dair veriler de yine Ammianus ile başlar. ‘Onlarda hiç kimse çift sürmez ve hiçbir zaman karasabanla işleri olmamıştır. İkamet ettikleri belirli bir yer olmaksızın, evleri olmaksızın, kanunları olmaksızın yahut meskûn bir surette yaşam olmaksızın ebedi firarlar gibi yaşamlarını geçirdikleri katarlarla göçerler; orada kadınlar kocalarına sefil elbiseler dokur, onlarla ilişkiye girer, çocuk doğurur, olgunlaşıncaya değin onları besler. Onlarda hiç kimse nerde doğdukları sorusuna cevap veremez: bir yerde rahme düşerler, buradan uzakta doğarlar ve daha uzakta büyürler.’704 Ammianus’un katarları ve dahası göçerlik olgusu, içinde yine atın ve arabaların -katarların- yer 703 Sozomenus Historia Ecclesiastica VII. 26. 704 Ammianus Res Gestae XXXI 2 10. 165 aldığı bir göç anlatımı bağlamında, Zosimus tarafından da dillendirilir. ‘Ve atları, eşleri, çocukları ve arabalarıyla gel …’diler705 Ammianus, göçebe yaşamı ayrımsama ve algılamadaki yeteneğini, Hunları, yine göçebe hayat sürdüren, o ve diğer müverrihler için daha aşina bir kavim olan Alanlar ile karşılaştırdığı satırlarında da sunar. ‘[Alanlardan] Yaş ve cinsiyetten dolayı savaş için yararsız olanlar, çadırların etrafında bulunur ve ev işleriyle uğraşırlar, gençler ise çok erken yaşlardan itibaren ata binmeye alıştıkları için erkeğin yaya gezmesini utanç kabul ederler ve onların hepsi çok çeşitli talimler sonucunda mükemmel savaşçı haline gelirler. Bu nedenle İskit kökenli olan Persler 706 de savaşmakta çok mahirdirler.’ 707 Bu anlatının Hunlar için de geçerli olduğunu, ‘… [Alanlar] her şeyde Hunlara benzerler’ ifadesiyle ‘lakin hayat tarzları ve mizaçları biraz daha mutedildir’ şerhini koyarak Alanların onlardan ayrıştığı noktayı da işaret etmek suretiyle belirtir. Ammianus, son olarak aşina bir ifade eklemektedir ‘yağmacılık ve avcılık yapar…’lar.708 Avcılık ve yağma faaliyetleri Priscus tarafından da dillendirilir ‘Tarihçi Priscus’un söylediği gibi, bu gaddar kabile [Hunlar], sadece avcılık yapar ve nüfusları arttığında hainlik ve yağma ile komşu halkları rahatsız etmenin haricinde başkaca bir iş bilmeksizin...’ 709 yaşamlarını idame ederler. Iordanes üzerinden haberdar olduğumuz bu pasajın yanında Exc. de Leg. Rom. aracılığıyla günümüze ulaşan diğer bir metinde yağmanın nedeni olarak burada gösterilen ‘nüfus artışının 705 Zosimus Historia nova IV. 20. 4. 706 Ammianus ‘Part’ etnonimiyle ‘Pers’ etnonimini arasında ayrım yapamamaktadır; burada kastedilen eski bir Kuzey Doğu İran halkı olan Partlar olsa gerektir. Lukomskiy 1994, s. 494 dipnot. 707 Ammianus Res Gestae XXXI. 2. 20. 708 Ammianus Res Gestae XXXI. 2. 21. 709 Priscus Fragman I = Iordanes Getica 123-126 [123]. 166 dışında’ başka bir ögeye de yer verilir. ‘…Romulus, Medes topraklarının İskitya’dan çok uzakta olmadığı ve Hunların bu güzergâhtan habersiz olmadıkları cevabını verdi. Ülkelerinin üzerinden kıtlık geçtiğinde, çok eskiden ona hücum ettiler’ 710 . İran’a uzanan bu yağma akınının, ‘hücum’un, nedeni olarak burada sunulan, Hun ülkesinde ‘kıtlık’yaşanmasıdır. Atlanmaması gereken Ammianus ve Priscus’un ‘yağma’ ve ‘avcılık’ anlatımlarının tarihsel bağlamı, erken hükümdarlık dönemidir. Ammianus eserini zaten bu dönemde kaleme almış ve Priscus’un bu metinleri ise Hunların erken dönemlerini konu almaktadır. Priscus, bizzat Hunların mı yoksa egemenlikleri altındaki diğer kavimlerin mi işin merkezinde olduklarına değinmeksizin ilgi çekici bir haber daha vermektedir. ‘… deniz taşıtlarının seyrine uygun, Tuna’dan sonra en büyükleri Drekon, Tigas ve Tifesas olan nehirleri geçtik. Bunları, nehrin yakınlarında yaşayan ağaçlar kullanılarak bir ağacın gövdesinden yapılmış kayıklarla geçtik; diğerlerini bataklık bölgeler yüzünden barbarların arabalarında taşıdıkları sallarla aştık…’711 Priscus, daha önce karşılaşılan arabalardan bir kez daha bahsetmekte, daha çarpıcı olanı ise bunun yanında deniz taşıtları ve hatta onların yapımı hakkında bilgi vermektedir. Bu taşıtlarının yapımının, zanaatkârlığın kimler tarafından icra edildiği açıkça belirtilmemiş olmakla birlikte, hammadde itibarıyla bu coğrafyaya özgü olduklarına göre onlar, Hun hükümdarlığının ahalisi tarafından yapılmış ve kullanılmış olmalıdır. Priscus’un üç nehri deniz taşıtlarının seyrine uygun nitelemesiyle sunması, hiç değilse hükümdarlık coğrafyasının bir kısmında nehirler üzerinde taşımacılık yapıldığının göstergesidir. Hunlar, ister bu taşıtların yapımı ve 710 Priscus Fragman XI/II [38] 711 Priscus Fragman XI/II [17]. 167 kullanımı aşamalarında doğrudan yer alsınlar ister almasınlar, bu maddi kültür unsurları, araçları, onların hayatında yer almış olsa gerektir. Hunların yaşamını idame ettirme noktasında gerekli mekanizmalardan birisinin ‘ihracat ve ithalat’ olduğu, Priscus’un, onların Roma ile girdikleri-girmeye çalıştıkları ticari ilişkileri sergileyen satırlarından anlaşılmaktadır. ‘… Romalılar ve Hunların eşit haklara sahip güvenilir panayırlar olması gerektiği; [üzerine anlaşıldı]’712. Panayırın bir Hun talebi olarak bu antlaşmanın şartnamesine girmesi ticaret, malların mübadelesi noktasında Hun-Roma ilişkilerine, onların verdiği önemi göstermektedir. Priscus’un eserindeki başka bir pasajı, panayır üzerine yapılan ‘önem’ çıkarsaması ile çelişir gibi durmaktadır. ‘İskitlerin panayır esnasında Romalılara saldırmaları713 ve onlardan çoğunu öldürmeleri üzerine Romalılar, ateşkesi dikkate almamakla ve kaleyi714 ele geçirmekle suçladıkları İskitler’e elçi yolladılar. İskitler, bunları sorun çıkarmak için değil lakin karşılık olarak yaptıkları cevabını verdiler; zira Margus piskoposunun kendi ülkelerine geçtiğini ve hükümdarlarının mezarlarını açarak oralara konmuş olan hazineleri çaldığını iddia ettiler.’715 Görüldüğü üzere panayır esnasında, Hun tarafından Roma tarafına bir saldırı yönelmiştir. Buna göre iki taraf arasındaki ticarete de zarar verecek bir askerî faaliyet Hun tarafınca icra edilmiştir ve Romalılar tarafından bu nedenle suçlanmaktadırlar. Lakin yukarıdaki pasajda bu saldırının nedenleri Hunlar tarafından ortaya konmaktadır. Burada panayırın faaliyette olduğu bir anın seçilmesi, bunun önemsenmeyişinden ziyade 712 Priscus Fragman II. 713 442 yılında. 714 Bu kale Fragman II’de bahsedilen Constatia kalesi olmalıdır. Blockley s. 380, sn. 9. 715 Priscus Fragman VI/I. 168 askerî bir harekât için daha elverişli bir ortam sağlamasından kaynaklanıyor ve panayırın önemi önermesine karşı bir argüman teşkil etmiyor olsa gerektir. Attila sonrasında da Hunlar aynı taleple Romalılarla görüşmüşlerdir. ‘Bu esnada Attila’nın oğullarından imparator Leo’ya önceki anlaşmazlıkların nedenlerini gidermek için bir elçilik geldi. Onlar ayrıca bir barış antlaşmasının yapılması gerektiğini ve aynı şekilde Tuna’da Romalılar ile buluşmak, bir Pazar kurmak ve her ne isteniyorsa değiş tokuş etmek gerektiğini söylediler. Elçilik bu şeylerden hiçbirinde başarıya ulaşmadan ayrıldı; zira imparatorun görüşü, topraklarına birçok zararlar vermiş Hunların, Roma ticaretine erişim şansları olmaması gerektiğiydi.’716 Blockley bu pasajı, Marcianus’un muhtemelen daha önce oluşturulmasına karar verilen bu pazarı –panayırı- devam ettirmediğinin ve pek çok ‘barbar’ kabilenin Roma ürünlerinin takasına bağımlı oluşunun göstergesi olarak değerlendirir.717 Defaatla Hun tarafından böyle talepler gelmesi Blockley’in ‘bağımlılık’ çıkarsamasını destekler gibi görünmektedir. Bu metinde karşılaşılan bir diğer husus ise Roma’nın Hunlar ile ticaret noktasında aldığı pozisyonun menfi oluşudur. Burada kar-zarar ekseninden kaynaklanan bir durum mu yoksa artık dağılma sürecindeki ‘sabık’ düşman Hunları, bir ‘ambargo’ uygulamak suretiyle daha güç bir durumda bırakmanın mı Roma politikası üzerinde belirleyici olduğu üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. 716 Priscus Fragman XLVI 717 Blockley 1983, s. 397, sn. 169. 169 III.II.II. ADETLER VE ŞÖLENLER Roma müverrihlerinin eserlerinde, Hun adetlerine dair ‘atalar kültü’ ile ilişkilendirilebilecek iki anlatı karşımıza çıkmaktadır. Bunlarda daha eskisi Olympiodorus’a aittir. ‘…Bu mevki kazıldığında, oraya yerleştirilmiş barbarların tarzında; … barbarların nakışlı elbiseleri giydirilmiş, üç gümüş heykel bulundu. Bu heykeller çıkarılır çıkarılmaz, hemen, birkaç gün içinde bilumum Got kavmi Trakya’ya döküldü kısa bir süre sonra Hunlar ve Sarmatlar Illyricum’a ve yine oraya Trakya’ya akın ettiler: ne de olsa tasvirler tam olarak burada Trakya ile Illircum arasında bulunmaktaydı ve heykellerin sayısı –üç- kendilerinden merhamet dilenilen tüm barbar718 kavimlerin sayısına benziyordu.’719 Olympiodorus’un bu metni üzerine Skrjinskaya’nın yaptığı değerlendirme, anlaşılması için oldukça yararlıdır. Skrjinskaya, Olympiodorus burada, bulunan heykellerin özelliklerini sıralayarak –ellerin bağlı oluşu, üzerlerindeki elbiseler ve uzun saçlar- her şeyden önce onların ‘barbarlara’ aidiyetini vurgulanmakta olduğunu söyler.720 Olympiodorus’un üç heykel ve üç kavim üzerinden metinsel bağlamı, eş statülü bir kavimler ittifakına işaret etme ihtimalini düşündürtse bile, tarihsel süreç bunun alandaki Hun hâkimiyeti altında bir ittifak olma yani diğer her iki kavmin Hun şemsiyesi altında yer almaları durumunu geçerli kılmaktadır. 721 Olympiodorus’un buradaki üçlü anlatım –üç heykel/üç kavim- durumsal gerçekleri sunmaktan ziyade 718 Üç kavim Gotlar, Hunlar ve Sarmatlar, onların saldırısını önleme kudretine malik bu üç heykelle kıyaslanmaktadır ki bu kabileler o devirde mühim bir kavimler ittifakı tesis etmiş haldedirler. 719 Olympiodorus Fragman XXVII = Photius Bibl. Cod. LXXX. 720 Skrjinskaya 1956, s. 259, dn. 139. 721 Peather Heather, Gotlar, Ankara, 2012, ss. 167-171. Bu metin bağlamında; Hun, Alan ve Gotların arasındaki siyasal ilişki daha ayrıntılı bir şekilde Bölüm III.III. ‘İktidar’da ele alınmıştır. 170 edebi kaygıların ön planda tutulduğu bir retorik olma ihtimali vardır. Dolayısıyla ‘Roma’ya yönelen bu sefer ve onun motivasyonun merkezinde Hunlar olmalıdır. Ola ki böyle olmasa dahi, Hunlar en azından eş parçalardan biridir ve kendilerini sembolize eden defnedilmiş bir heykelin çıkarılması onlar için bir savaş sebebidir. Defnedilme-mezar merkezli benzer bir durumun ikinci tanıklığı Priscus tarafından sağlanır. ‘İskitler panayır esnasında Romalılara saldırmaları 722 ve onlardan çoğunu öldürmeleri üzerine Romalılar, ateşkesi dikkate almamakla ve kaleyi723 ele geçirmekle suçladıkları İskitler’e elçi yolladılar. İskitler, bunları sorun çıkarmak için değil lakin karşılık olarak yaptıkları cevabını verdiler; zira Margus piskoposunun kendi ülkelerine geçtiğini ve hükümdarlarının mezarlarını açarak oralara konmuş olan hazineleri çaldığını iddia ettiler.’724 İleri sürülen savaş nedenleri bağlamında Thucydides’den esinlenmiş olduğu düşünülen725 Priscus’un bu metni, Thucydides’in izlerini taşısa dahi, tezin buradaki bağlamı içinde önemli olan savaş-düşmanlık başlatılmasına yol açan nedenler, Priscus’da, Thucydides’in metninde yer alanlardan bağımsız yani özgün bir şekilde ortaya konulmaktadır. Bu pasajda saldırının ‘haklı’ nedeni olarak sunulanın, mezarların açılmış olması mı yoksa onlardaki hazinelerin çalınmış olması mı olduğu açıkça belirtilmemiştir. Lakin her iki durum da ihtimal harici bırakılamayacağına göre, Priscus’un ifadesi, Olympiodorus kaydında savaşın başlamasının nedeni olarak sunduğu ‘barbarlara’ ait gömülü heykellerin yerlerinden çıkarılması durumu ile 722 442 yılında. 723 Bu kale Priscus Fragman II’de bahsedilen Constatia kalesi olmalıdır. Blockley s. 380, sn. 9. 724 Priscus Fragman VI/I. 725 Bu tartışma için Bkz. Bölüm III.III.II. 171 örtüşmektedir. Diğer taraftan tarihsel olarak hakikatte, buradaki savaş yahut saldırının bu nedene dayanıp dayanmadığı, bizim adımıza buradaki bağlam içinde mühim değildir. Önemli olan Hunlar için bunun bir akın/savaş için meşruiyet zemini olarak görülmesidir. Hem Olympiodorus hem de Priscus adeta, Hunların, gerek ‘sembol/heykel’ gerekse ‘insan/hükümdar’larının, başkaları tarafından ‘defnedilmişlik’ durumlarının bozulmasını meşru bir savaş nedeni olarak gördüklerinin şahitliğini yapmaktadırlar. Dolayısıyla bu metinler atalar kültünün Hunlardaki yansımalarına işaret ediyor olsa gerektir. Priscus kendisinin de mensubu olduğu Doğu Roma elçilik heyetinin Hun ülkesi boyunca yol alırken toplumsa düzen içinde telakki edilebilecek, yolculuk ‘düzeninehiyerarşisine’ dair bir duruma iki kez değinir. Bunlardan birincisinde ‘Yedi günlük bir seyahati tamamladığımız zaman İskit rehberlerimizin emri ile bir köyde durduk’larını söyler ve nedenini ‘zira Attila’da aynı yoldan geçmekteydi ve biz onu arkadan takip etmek zorunda’726 olduklarını belirterek açıklar. İkincisin de ise bir zorunluluk olduğunu ifade etmeksizin bu durumu yineler. ‘Aynı seyahat esnasında Attila’nın öne geçmesi için bekledik ve tüm ekibimizle takip ettik’727 Her iki tanıklık, hükümdar ile halk arasında bir hiyerarşiye/nizama dair haber veriyor olsa gerektir. Diğer bir ihtimal ise belki Hunların, Roma elçilik heyeti nazarında hükümdarın/Attila’nın konumunu vurgulamak için bu tarz yöntemlere başvurmaları, elçilik heyeti üzerinde bir nevi psikolojik baskı kurma gayretiyle hareket etmeleridir. Toplumsal statülerin toplum içindeki yansımalarına dair, hükümdar ile halk arasındaki ilişkilerin-adetlerin özelinde toplumsal düzenin diğer bir yankısı, 726 Priscus Fragman XI/II [20]. 727 Priscus Fragman XI/II [21]. 172 Priscus’un satırlarında şu şekilde karşımıza çıkar. ‘… Ertesi gün bizi yola koydular ve günün dokuzuncu saatinde 728 pek çoğu arasından Attila’nın otağına ulaştık. Çadırımızı bir tepeye kurmak istediğimizde, Attila’nın otağı alçak bir yerde olduğu için bizi karşılamaya gelen barbarlar engel oldular.’729 Priscus eserinin bir sonraki pasajında ise merkezine dönen Attila ‘kendisine sunulan şaraptan da bir kadeh içtikten sora, diğer binalardan daha yüksek olan ve bir tepeye inşa edilmiş yere doğru ilerledi’ğini anlatır.730 Bu karşılama seremonisinden sonra Attila’nın yöneldiği bir tepeye inşa edilmiş ve diğer binalardan daha yüksek olan yer kendi meskeni/sarayı olsa gerektir. Priscus, Hunların kullandığı meskenlerin mimari vaziyetiyle kişilerin toplumsal statüleri arasındaki ilişkiye işaret eden başka bir tanıklığa daha yer verir. Bu sefer ‘İskitler arasında gücü, Attila’nınkinden sonra ikinci sırada olan Onegesius’ ile Attila’nın meskenini ‘İhtişamda Onegesius’un yapıları hükümdarınkilere nazaran ikinci sıradadır … Attila’nınkinde olduğu gibi kulelerle donatılmamış’731 olduğunu belirtmektedir. Buradan hareketle ikisi arasındaki statü farkının, onların meskenlerinde de karşılığı olduğu çıkarsamasına gitmek mümkündür. Bu tasvirlerden anlaşıldığı kadarıyla toplumsal statüler-hiyerarşi ekseninde kurulmuş ve mesken yahut çadırların kuruldukları yükseklikler üzerinde dahi belirleyici bir toplumsal düzen karşımıza çıkmaktadır. Görüldüğü üzere, Onegesius bu pasajlardan birinde, Attila’dan sonra ikinci konumda sıralanmakta ve meskeninin özellikleri de bu çerçevede ele alınmaktadır. Her ne kadar Priscus anlatısında daha 728 Roma zamanlandırma sisteminde dokuzuncu saat, günümüzde kullanılan yirmi dört dilimli sitemde öğleden sonra üçüncü saatte denk gelmektedir. 729 Priscus Priscus Fragman XI/II [6] 730 Priscus Priscus Fragman XI/II [22] 731 Priscus Fragman [21] 173 ilerisini söylememişse bile onların ardından gelen diğerleri için de aynı şeylerin geçerli olacağını düşünmek yerinde olacaktır. Roma elçilik heyeti konakladığı esnada çadırlarının Attila’nın otağından daha yükseğe kurulmaması gerektiği ifadesi de aynı çerçevede olsa gerektir. Roma sefareti bundan habersiz olduklarına göre, kendi ülkelerinde bu tarz gelenekler olmadığı ve Priscus’un Hunları Roma’dan ayrıştıran bir noktaya daha temas ettiği düşünülebilir. Bu bağlamda akla gelen diğer bir ihtimal ise Hunlar, yine Attila’nın karizmasını elçilik heyeti üzerinde perçinlemek için bu yöntemlere başvurmuşlar yahut bu adetlerini, böyle bir işlev için kullanmışlardır. Priscus’un satırlarında yer verme gereğini duyduğu diğer bir adet, seferden yahut belki de herhangi bir yolculuktan geri dönüldüğünde nasıl karşılanıldığına dair fikir verecek niteliktedir. ‘…Attila[yı], … Onegesius’un karısı, bir kısmının yiyecek ve diğerlerinin şarap taşıdığı hizmetçilerden bir güruh ile onu karşılamaya geldi (bu İskitler arasında çok büyük bir onurdur) ve onu hoş karşıladı ve dostane bir şekilde kendi sunduklarını kabul buyurmasını istirham etti. Yakın bir arkadaşının karısının ricası olduğu için kendisine eşlik eden barbarlar gümüş büyük tabağı havaya kaldırırken o at üstünde otururken yedi. Kendisine sunulan şaraptan da bir kadeh içtikten sonra … ilerledi.’ Burada metnin öznesi Attila diğer bir ifadeyle Hun hükümdarıdır. Dolayısıyla bir tür seremoni olarak değerlendirilebilecek bu durumun, Hun toplumunun diğer kesimleri için geçerli olup olamayacağı hakkında bir fikir yürütmek için sağlam bir veri oluşturmaz. Priscus bir diğer kaydında köle ve ganimet paylaşımındaki düzen üzerine çıkarsamalar yapılabilecek bir haber verir. ‘Barbarlar tarafından şehir ele geçirilince mal varlığını kaybettiğini ve Attila’nın ardından, pek çok insanın emrinde olduğu 174 İskitlerin önderleri zenginler arasından kendi esirlerini seçtikleri için çok zengin olması nedeniyle ganimetlerin paylaşımında kendisi Onegesius’a devrolunmuştu. Romalılar’a ve Akatiri soyuna karşı sonraki savaşlarda kahramanlığını ispat ederek ve İskit yasalarına göre efendisine ganimetini vererek özgürlüğünü kazanmıştı.’732 Hunların bir seferden sonra ganimetleri, toplum içindeki hiyerarşilerine göre paylaştıkları ortaya çıkmaktadır. Böylece savaş ganimeti olarak köleleştirilen zenginler, Hun toplumunun üst sınıflarından başlamak üzere paylaştırılmaktadırlar. Bir savaş sonucu köleleştirilen biri, Hun toplumu bünyesindeki köle konumundan; diğer savaşlarda kahramanlıklar göstererek ve ele geçirdiği ganimetlerle efendisine kurtarmalığını ödeyerek çıkabildiği anlaşılmaktadır. Priscus, Hun ülkesindeyken tanık olduğu hatta bizzat katıldığı şölenlereziyafetlere de eserinde birden çok kez yer vermiştir. Bunların içinde, oturma düzeninden yapılan ikramlara ve bunların sıralanmasına varıncaya değin çok geniş şekilde ele aldığı şöleni şöyle tasvir eder: ‘… Attila’nın karşısındaki eşikte ayakta durduk ve bu ülkenin adetleri gereği sakiler bize bir kadeh verdiler böylelikle koltuklarımıza oturmadan önce dua etmemiz kabil oldu. Bunu yapınca ve kadehi tadınca, akşam yemeği için yer alacağımız koltuklarımıza gittik.’ Şölen alanına giriş, dâhil oluş için hükümdarın huzurunda eşik üzereinde ayakta durmak, misafirlere içki ikramında bulunulması ve misafirlerin herhalde şölen sahibi için dua etmesi uygulamaları ortaya çıkmaktadır.733 Priscus, Attila’nın sarayında yer alan şölenin verildiği bu alanı tasvir eder ve ziyafet esnasında insanların ne surette oturduklarını-sıralandıklarını açıklar.‘Tüm 732 Priscus Fragman XI/II [25] 733 Priscus Fragman XIII/I. 175 koltuklar bu binanın duvarlarının etrafında her iki tarafa yerleştirilmişlerdi. [Attila] Odanın tam ortasında bir divanın üzerinde oturuyordu. Onun arakasında başka bir divan var ve bunun arkasındaki merdivenler güzel ketenler tarafından örtülmüş ve Yunanların ve Romalıların düğün için hazırladıkları gibi rengârenk süsler asılmış olan Attila’nın yatağına çıkıyordu. Yemekteki sıralanışlarında Attila’nın sağındakiler en saygıdeğer kabul edilenlerdi, bizim de yer aldığımız solda daha alt düzeydekiler. Bizim önümüzde bir İskit soylusu Berihus 734 oturuyordu, Onegesius ise Attila’nın sağındaki bir sandalyede oturuyordu. Attila’nın iki oğlu Onegesius’un karşısında bir sandalyede oturuyordu; en büyük olanı Attila’nın divanının üzerinde ona çok yakın değil fakat sağ köşesinde babasına duyduğu saygıdan yere bakar vaziyette oturuyordu.’ 735 ἐν δεξᾷ τοῦ Ἀττήλλα; Priscus Attila’nın, hükümdarın, sağına en saygıdeğer, diğer bir ifadeyle toplumsal hiyerarşinin üst konumunda olanları oturtur. Böylelikle, toplumun müktedir kesimleri arasındaki hiyerarşiye dair bir tespit yapmanın yanında, sağın Hun toplumu içindeki önemini de dillendirmiş olur. Priscus, şölen hakkındaki bu ayrıntılı tasvirine, başta Attila’nın giysisi olmak üzere yemeklerin sunumuna varıncaya kadar pek çok unsura da yer verir. ‘Düzen içinde her kes oturduğunda bir saki Attila’ya gitti ve bir ahşap kâsede şarabı sundu. O, bu kâseyi aldı ve ilk olarak sırayla selam verdi. Selamlanarak onurlandırılan ayağı kalktı ve adetleri olduğu üzere, o şarabı tadıncaya yahut onun hepsini içinceye kadar yerine oturmadı ve sakiye bu ahşap kâseyi geri uzattı. Yerine oturduğunda tüm hazirun, selamlamadan sonra kâselerimizi alarak ve onları tadarak, aynı şekilde onu onurlandırdı. Her misafirin hizmetinde, Attila’nın sakisinden sonra çekilen hattın bir 734 Yunanca yazımı Βερίχος=Berihos. 735 Priscus Fragman XIII/I. 176 adım ilerisine çıkmak zorunda olan bir saki vardı. İkinci ve hanenin geri kalanı onurlandırıldığında Attila koltuklarımızın düzenine göre aynı seremoniyle bizi selamladı. 736 Herkes bu selamlamayla onurlandırıldığında, sakiler geri çekildi ve Attila’dan başlamak suretiyle üç yahut dört yahut daha çok insan için koltukların hattından ayrılmadan tabakların yerleştirildiği her birinin iştirak edebileceği masalar kuruldu. Attila’nın hizmetçisi ilk olarak etle dolu bir tabağı taşıyarak ve ondan sonra masalara ekmek ve pişmiş yemekler koyarak bize hizmet edenler içeri girdi. Diğer barbarlar için ve bizim için gümüş tabaklarda servis edilerek yemeklerin bol bir şekilde hazırlığı varken Attila için bir ahşap tabakta sadece et vardı. Kendi mutedilliğini başka bir yolla da gösteriyordu. Ziyafette altın ve gümüş kadehler adamlara verildi hâlbuki onun kâsesi ağaçtandı. Elbiseleri sadeydi ve temiz olmasının dışında geri kalanlardan farklı değildi. Ne bir tarafından asılan kılıç ne barbar çizmelerinin bağları ne de atının dizginiyle, altın yahut değerli taşlarla yahut değerli başka bir şeyle diğer İskitler gibi donatılmıştı.’737 Attila, bu metinde şölene katılan diğerlerinden farklı olmayan giyiminden, ötekilere altın ve gümüş kaplarla ve kadehler ile yemek sunumu yapılırken kendisine tahtadan olanlar ile yapılmasına 736 Priscus yeniden bu seremoninin tasvirini tamamıyla açıklamadan yer vermektedir ve Blockley’in tercümesi, yorumu, Bury ve Gordon’uninkinden farklıdır. Ona göre Attila ev sahibi olarak herkesi sırayla selamlamaktadır ve kendi tahta kadehini onlara sunmaktadır. Ayakta durmakta olan konuklar bu kadehten içmektedirler ve onu efendisinin arkasında durmakta olan Attila’nın hizmetçisine geri vermektedirler. Bu hizmetçi arkada durduğu için diğer hizmetçiler bir adım önde bir hat şeklinde durmaktadırlar ve Attila’nın hoş geldiniz dediği misafiri selamlayan diğer misafirlere metal kadehler sunmaktadırlar. Bu kadehler ardından ayakta beklemekte olan hizmetçilere geri verilmektedir. Tüm seremoni, ilk olarak sağ taraftakiler, ardından sol taraftakiler olmak üzere tüm misafirler için tekrarlanmaktadır. Blockley 1983, s. 387-388, sn. 79. 737 Priscus Fragman XIII/I. 177 varıncaya kadar her yönüyle ‘mütevazi’ bir hükümdar portresi olarak karşımıza çıkmaktadır. Tasvir aşağıdaki gibi tamamlanır. ‘İlk tabaklardaki yemekleri bitirdiğimizde hepimiz ayağı kalktık ve daha önceki düzenle bize verilen şarap dolu kâseyi tüketinceye ve Attila’nın sağlığı için dua edinceye kadar hiç kimse koltuklarına geri oturmadı. Bu suretle onurlandırılınca koltuklarımıza geri oturduk ve başka yemeklerin yer aldığı ikinci tabak her bir masaya bırakıldı. Herkes bunu paylaşınca aynı yöntemle tekrar ayağa kalktık, bir kâse şarap içtik ve oturduk. Artık akşam olduğu için çam ağacından meşaleler yanıyordu. İki barbar geldi ve Attila’nın önüne oturdu ve onun savaşlardaki kahramanca işlerini ve zaferlerini anlatan kendi besteledikleri şarkıları söyledi. Misafirler gözlerini onlara odakladı: kimisi bu dizelerden zevk aldı, diğerleri vuku bulmuş savaşları hatırlarken yaşlılık nedeniyle vücutları güçten düşmüş ve ruhları dinlenmeye zorlanmış başkaları gözyaşları düşürdü. Bu şarkılardan sonra aklı gel git olmuş bir İskit ilerledi ve açığa çıkan garipliğiyle, anlaşılmayan ve birlikte çılgın sözleriyle herkesin kahkaha atmasına neden oldu.’ 738 Böylelikle Hun şölenlerinde yemeğin yanında müziğe ve mizah maksadıyla ‘soytarı’ya da yer verildiği görülmektedir. Priscus, Attila tarafından verilen ikinci bir şölene de eserinde yer vermiştir. ‘Ertesi gün Attila bizi tekrar bir ziyafete davet etti ve evvelki gibi aynı şekilde kendi kendimizi takdim ettik ve şölende yerimizi aldık. Bu olayda, yanında oturan oğullarının en büyüğü değil fakat amcası Aybars739 idi. Ziyafet boyunca Attila bize 738 Priscus Fragman XIII/I. 739 Ὠηβαρσιος Oebarsiοs 178 dostça sözlerle hitap etti…’ 740 Burada iki şölen arasındaki seremonilerin ortak olduğunun dile getirilmesinden bu seremonilerin ‘standart’ bir nitelik taşıdığı sonucuna gitmemiz gerekir. Yine Priscus, bu kez Attila’nın eşi Herekan tarafından verilen başka bir ziyafetten bahsetmiştir. ‘Bu esnada Attila’nın eşi Herekan 741 bizi, kendi işlerini yöneten Adamis’in evine yemek yemeye davet etti. Bu halkın önde gelen adamlarından bazılarıyla birlikte oraya gittik ve cömertçe ağırlandık. Bizi cana yakın sözlerle ve yemeklerin ihtişamıyla karşıladı. Hazirundan herkes İskit misafirperverliğiyle ayağı kalktı, bize bir kâse şarap verdiler, içtikten sonra, bizi kucakladılar ve öptüler ve kâseleri geri aldılar. Yemekten sonra çadırımıza geri döndük ve uykuya daldık.’742 Attila tarafından verilen ilk şölende, mizah unsuru olarak dile getirdiği ‘soytar’ı Zerkon hakkında Priscus oldukça uzun bir anlatıya yer vermiştir. ‘…[Zerkon] Şimdi ziyafet esnasında ortaya çıktı ve görünüşü, elbiseleri, sesi ve (Latince, Hunca ve Gotcayı karıştırdığı için) hepsinin karıştığı konuşmasındaki sözleriyle hepsini iyi bir mizahın içine soktu ve Attila hariç herkesin kontrol edilemez 743 kahkahalar atmasına neden oldu. Yüz ifadesinde hiçbir değişiklik olmadan aldırmazlığını sürdürdü ve Ernak 744 adındaki en küçük oğlu geldiği ve yanına oturduğu zaman hariç, ne bir şey söyledi ne de tebessümünü hissettirecek bir 740 Priscus Fragman XIV. 741 Yunanca yazımı Ἡρέκαν. bkz. Blockley 1983, s. 388, sn. 62. 742 Priscus Fragman XIV. 743 Thompson buradaki ifadenin, ἂσβεστον γὲλωτα, Homerus Iliada I 600’dan iktibas olduğunu tespitini yapmıştır, topal Hephaestus’un koşuşturduğu ziyafet sahnesini hatırlatmaktadır. Thompson 1947, s. 64; . Blockley 1983, s. 388, sn. 82. Homerus Iliada I 600: ‘tanrılarda gürül gürül bir kahkaha koptu’ Ter. Erat ve Kadir 2000, s.91. 744 Bu ad hakkında Bkz. Bölüm II.II.I. 179 şey yaptı. Yanaklarını daha yakına çekti ve şefkatli gözlerini ona dikti.’ 745 Attila huzurunda gerçekleşen ve herkesi güldüren bu mizah gösterisine, tebessümleriyle iştirak etmemektedir lakin herhalde şölen seremonisinin geleneksel bir parçası olmasından mütevellit bu gösteriye müsaade etmektedir. Bir toplumun geleneklerin en bariz şekliyle ortaya çıktığı alanlardan biri, bir ölüm olayı esnasındaki davranışlarıdır. Socrates ve Theodorotus; iki Hun hükümdarının sıra dışı ölümü hakkında bilgi verir. Bunlardan ilkinde; Socrates, Oktar’in tıka basa yemek yemesi sonucu öldüğünü 746 ve diğerinde Theodorotus, Rua’nın yıldırım çarpması sonucu vefat ettiğini 747 kaydetmektedir. Attila’nın zifaf gecesi öldüğünü748 söyleyen Priscus, bu ölümü anlatırken başka bir yönüyle de sıra dışılık vurgusu yapar. ‘Bir rüyada Doğunun İmparatoru Marcianus 749 , bu vahşi düşmanı tarafından endişeye düşürülmüşken, Tanrı biraz onun yanında durur ve aynı gece ona; Attila’nın yayının kırıldığını gösterir. Sanki Hun kavmine bu silahın sayesinde pek çok şeyin bahşedildiği ima edilmekteydi. Tarihçi Priscus bu söylentinin doğru bir şahitlik olduğunu söyler. İlahi güçler Attila’nın ölümünü hükümdarlara ifşa etmeleri, ancak özel bir hediye olacaktı, zira büyük 745 Priscus Fragman XIII/III. 746 Socretes Historia Ecclesiastica VII. 30. 747 Theodorotus Historia Ecclesiastica V. 36. 748 Iordanes Priscus’dan nakille bu ölümün nedenini şöyle anlatır. ‘Tarihçi Priscus’un anlattığına göre, Attila ölümünden kısa bir süre önce, kavminin geleneği olduğu üzere, sayısız eşlerinin ardından, Ildico adında çok güzel bir kızla evlendi. Düğünündeki şölende çok fazla içti. Şarap ve içkinin verdiği ağırlıkla sırtüstü uzandığında, mutat olduğu üzere burnundan fazlaca akan kan, normal yolundan boşalamayarak, ölümcül bir şekilde boğazına doldu ve onu öldürdü. Böylece, sarhoşluk, savaşarak şöhrete kavuşmuş bir kralı, utanç verici bir sona götürdü.’ Iordanes Getica 254 = Priscus Fragman XXIV/I. 749 450–457 yıllarında Doğu Roma imparatoru. 180 imparatorluklarca o, çok korkunç addediliyordu.’ 750 Görüldüğü üzere Attila’nın ölümü, zifaf gecesinde vuku bulmasının haricinde, İmparator Marcianus’a ‘ilahi güçler’ tarafından ayan edilmesi de bir sıra dışılık ögesi olarak karşımıza çıkmatadır. Lakin ne Socrates ne de Theodorotus bu ölümlerin ardından Hunların cenaze için neler yaptıkları hakkında bir bilgi vermemişlerdir. Ancak Attila’nın ölümü, hakkında Priscus’un yazdıkları, Hunların ‘ölüm’-cenaze adetlerini sergilemesi bakımından bambaşka bir yere ve öneme sahiptir. Iordanes’in Priscus’tan alıntısı sayesinde ulaşabildiğimiz bu metinde, Priscus ayrıntılı sayılabilecek bir tasvir sunar. Attila’nın ölümünün ardından Hunlar ‘Daha sonra kavimlerinin geleneği olduğu üzere, kendi saçlarını kestiler ve kendi yüzlerine korkunç derin yaralar açtılar. Bu ünlü savaşçının yası, sadece kadınsı feryatlar ve gözyaşlarıyla değil, erkeklerin kanıyla da tut’arlar.’751 Ölüm sonrası yapılanları Priscus, ut gentis illius mos est kavimlerinin geleneği olduğu üzere şeklinde tanımlamaktadır. Diğer bir ifadeyle, bir ölümün ardından; saçların kesilmesi, yüzlerde yaralar açılması, Hun adetleri olarak tanımlanmaktadır. Priscus, cenaze için Hunlar tarafından icra edilenlerden bir kısmına değineceğini ima ederek anlatımına devam eder: ‘Kavmi tarafından, Attila’nın ruhuna gösterilen saygının pek çok şekli hakkında, birkaç söz söylemeyi ihmal etmeyeceğiz. Vücudu geniş ve düz bir yere konuldu ve insanların hayranlığının nişanesi olarak, bir ipek çadırın içine yatırıldı. Bütün Hun kavminin en iyi süvarileri, arena oyunları gibi yattığı yerin etrafında dönerek atlarını koşturuyorlardı ve bir 750 Priscus Fragman XXIV/I =Iordanes Getica 255. 751 Priscus Fragman XXIV/I =Iordanes Getica 255. 181 cenaze ağıtıyla yaptığı işleri anlatıyorlardı.’752 Yukarıda sayılanların dışında Hunlar, cenazenin etrafında atlarla dönmüşler ve ağıt yakmışlardır. Tryjarski, burada söz konusu olanın ‘akbudun’ ile temas halindeki Priscus’un gözlemi olduğuna dikkat çekmekle birlikte, yine de sıralanan uygulamaları Kök Türklerde de tespit ettiğini ve bunun gözden kaçırılmaması gerektiğini belirtmektedir. 753 Bizce Priscus’un olayı sunumu esnasında cenaze uygulamalarını ‘kavimlerinin geleneği’ olarak nitelemesi, Tryjarski’nin tespit ettiği Doğu Avrasya’daki paralelliğin dışında, metnin bir ‘elit’ seremonisinden daha fazlasını vaat ettiğini göstermektedir. Metinde son olarak Attila’nın ardından yakılan bu ağıda yer verilir. “Hunların hükümdarı Büyük Attila, Muncuk’un oğlu, en cesur halkların efendisi, Scythia ve Germania dünyasının tek sahibi. Bu güçler daha önce bilinmiyordu. Attila kentleri ele geçirdi. Roma dünyasının her iki imparatorluğunu korkuttu ve onların yakarışlarıyla yatıştı. Geride kalanları yağmaya maruz bırakmamak için yıllık vergi aldı 754 . Attila öldü fakat düşmanlarının açtığı yarayla veya dostlarının ihanetiyle değil. Barış içindeki halkının arasında keyif içinde ve acısız bir şekilde. İntikam için istendiğine kimse inanmıyorsa kim bunu ölüm gibi görebilir.”755] Bu ağıttan sonra Priscus Attila’nın nasıl defnedildiğini ve onun adına verilen cenaze yemeği-ziyafetini anlatır. ‘Böyle ağıtlarla onun yasını tutarlarken strava756 adını verdikleri- kabrinin üstünde çılgın bir cümbüş arasında ayin yapıldı. Sırayla duygularını en uç noktaya çıkardılar ve hazla kasvetli kederlerini karıştırıp sergilediler. Ardından, gecenin gizliliği içinde Attila’nın vücudunu toprağa 752 Priscus Fragman XXIV/I =Iordanes Getica 256. 753 E. Tryjarski, Türkler ve Ölüm, İstanbul, 2012, s. 26. 754 Priscus Fragman IX/III. 755 Priscus Fragman XXIV/I =Iordanes Getica 257. 756 Hunların dil içinde günümü ulaşan üç cins adda biri olan strava için bkz. Bölüm II.II. 182 defnettiler. Attila’nın bedenini, kralların kudretini gösteren üç şeyden, birincisi altından, ikincisi gümüşten ve üçüncüsü muhkem bir demirden yapılmış tabutlar ile sardılar. Bu madenlerden demir; boyun eğdirdiği halkları, altın ve gümüş ise her iki imparatorluktan onur payesi aldığını simgeliyordu. Savaşta mağlup edilen düşmanların silahları, çok değerli koşum takımları, parıldayan farklı türlerden mücevherler ve prenslere layık bir ihtişam sağlayan türlü çeşitli süsler de mezara konuldu. Ve bu büyük zenginliğin insanların merakından gizlenilmesi gerekliydi. Attila’yı defnetme işini yapanları, yaptıkları işin korkunç karşılığı olarak öldürdüler. Ve böylelikle, defin yapılır yapılmaz, defnedenlerin üzerine ansızın ölüm çöktü.’757 Priscus’un Attila anlatımını kapattığı bu pasajda cenaze ziyafeti haricinde daha ziyade bir hükümdar için söz konusu olabilecek; ikisi altın ve gümüşten yapılmış üç tabut içinde defin, değerli eşyalar ve mücevherler ve defnedenlerin öldürülmesi gibi bilgiler sunar. Son olarak yukarıda belirtildiği üzere bu metinde Priscus’un öznesinin Attila, yani ‘akbudun’dan biri olması nedeniyle toplum içinde ‘sıradan’ insanlar için geçerli olmayacak unsurları da içerdiği açıktır. Bu çerçevede, cenaze uygulamaları arasında, yukarıda sıralananların dışında, Attila’nın içine konulduğu çadırın ipekten yapılmış olmasını da ekleyebiliriz. Tryjarski’nin de belirttiği gibi üç tabutla defnedilme durmunun diğer Türk bölgelerinde karşılığının bulunmamasının açıklamasını da bununla yani ölenin üst tabakanın en üstünde yer alan biri olmasıyla yapmak mümkünüdür. 758 Priscus’un anlatımının sıradan insanların ölümünde gerçekleşen uygulamalardan bazı farklar içermiş olması doğal karşılanabilir. Diğer taraftan 757 Priscus Fragman XXIV/I = Iordanes Getica 258. 758 Tryjarski 2012, s. 26. 183 insanoğlunun hayatındaki üç önemli aşamadan; doğum-ergenlik-ölüm üçlemesinin sonuncusunu konu alan bu anlatım, ihtişamlı taraflar dışarıda bırakıldıktan sonra, pek çok yönüyle, Hun toplumun geneli için de geçerli olanları ifade ettiği söylenebilir. III.II.III. SUÇ VE CEZA Priscus, Attila özelinde hükümdarın toplum içindeki ‘hakem-yargıç’ konumuna işaret eder. ‘[Attila] bu evden dışarı çıktı. Dışarı çıktığında Onegesius ile birlikte bu binanın önünde durdu ve birbiriyle sorunu olan pek çok insan ona doğru ilerledi ve onun muhakemesini aldılar.’ 759 Görüldüğü üzere ihtilafların çözümü noktasında bizzat hükümdar, muhtemelen en üst makam olarak, devreye girmektedir. Burada amaç diğer mekanizmalar tarafından üstesinden gelinmemiş yahut aşılamamış sorunların, buyruğu ‘tartışılamaz’ olan biri tarafından sonuçlandırılması olmalıdır. Dolayısıyla hükümdar da adalet yapısı içinde yer almaktadır. Müverrihimiz, bunun daha açık bir örneğini, Hunların dışında bir yabancının Hunlar tarafından yargılanmasına dair bir tanıklık sunarken sağlayacaktır. Attila’ya suikast girişimde bulunmak amacıyla diplomatik görev kisvesinde onun yanına gelen bir Roma yurttaşı olan Vigilas’ın, yargılanmasına dair şu olayı anlatır. ‘Vigilas İskitya’ya geri döndüğünde ve Attila’nın bulunduğu bölgeye ulaştığında bu amaç için hazırlıklı olan barbarlar etrafı sardı ve onu hapsetti ve Edeko için getirdiği parayı elinden aldılar.’ Vigilas bu şekilde tevkif edildikten sonra ona karşı yöneltilen suçlama dillendirilir. ‘Onu Attila’nın huzuruna götürdüler ve hangi nedenle bu kadar çok altın taşıdığı soruldu’. Vigilas savunmasında iki neden ileri sürer: ‘uzun yolculuk boyunca bitap düşen yük hayvanları ve yetersiz atlar yahut ikmal yetersizliği nedeniyle elçilik gayesinde başarısız olmasın diye kendisi ve kendisiyle birlikte 759 Priscus Fragman XI/II [35] 184 olanların amaçları için olduğu cevabını verdi. Bundan başka; Roma topraklarında birçok kişi akrabalarının fidyesinin verilip kurtarılmaları için ona yalvarmalarından mütevellit esirleri satın almak maksadıyla kendisine para tedarik edilmişti.’ Savunmanın haklı nedenlere dayanmadığını bizzat Attila belirtir: ‘Ardından Attila Vigilas’a ‘alçak hayvan’ diye hitap edip ‘hilelerinle daha fazla adaletten kutulamayacaksın. Bahanelerin cezalandırılmaktan kaçman için yeterli olmayacak.’ Attila, Vigilas’ın savunmasında neden haklılık payı olmadığını açıklar. ‘”Tedarik ettiğin para, kendi ihtiyaçlarına ve atlara ve yük hayvanlarına ve Maximinus ile birlikte bana geldiğinizde size yasakladığım 760 esirlerin fidyelerini ödemeye tedbir olarak gerek duyduğundan daha fazladır.” dedi.’761 Esasen kendisine karşı düzenlenecek suikastın haberini alan Attila, Doğu Roma elçilerine birkaç adamını yollamak suretiyle ‘… Romalılar ile Hunlar arasındaki ihtilaflar halledilinceye kadar, ne Vigilas’ın ne de kendimizin hiçbir Romalı esir yahut barbar köle yahut at yahut yiyecek haricinde başka hiçbir şeyi satın almama’larını emreder.762 Romalılar’a Hun topraklarında yiyecek dışınde herhangi bir şey satın almanın yasaklanmasının amacı; ‘altın getirmesi için nedensiz bırakıp kendisine [Vigilas’a] karşı düzenlenen komploda kolayca tuzağa düşürecek barbarların planının bir parçasıydı’. 763 Böylelikle Vigilas’ın ‘suçüstü’ halde ele geçirilmesinin koşulları hazırlanmıştır. Böylelikle Vigilas, Attila’ya suikast düzenleyeceklere dağıtılmak üzere getirilen altının açıklamasını yapamayacak 760 Bkz. Fragman XI/II [15] 761 Priscus Fragman XV/I. 762 Priscus Fragman XI/II [15] 763 Priscus Fragman XI/II [15] 185 durumda bırakılmıştır. Zira Attila tarafından Roma elçilerinin satın almasına müsaade edilen tek şey yiyecektir ve bu altın yiyecek onun için çok fazladır.764 Attila, Vigilas’ın savunmasını çürüttükten sonra, gerçeği anlatmadığı takdirde nasıl bir cezalandırma ile karşı karşıya kalacağını bildirir. ‘Bunu söyleyip eğer Vigilas neden ve ne amaçla bu parayı getirdiğini söylemezse, bu esnada ilk olarak barbarların ülkesine babasıyla beraber gelmiş Vigilas’ın oğlunun bir kılıçla öldürülmesini emretti.’ Doğrudan kendisi değil ama oğlu üzerinden maruz kalacağı bu ceza bildirildiğinde, Vigilas adaletin tecellisine önce itiraz eder. ‘Vigilas, oğlunun ölümle karşı karşıya kaldığını görünce gözyaşlarını ve feryatlarını tutamadı ve kılıcın masum bir genç üzerinde değil, kendi üzerinde kullanılması için adalete başvurdu.’ Ardından istenileni yapar. ‘Tereddüt etmeksizin, kendinin idam edilmesini ve oğlunun salıverilmesini durmaksızın yalvararak, kendisi, Edeko, hadım ve imparator tarafından planlananı 765 anlattı.’ Zaten ‘Edeko’nun kendisine anlatmış oldukları’ üzerinden teyidini yapabildiği bu beyandan ‘Vigilas’ın yalan söylemiyor olduğunu bilen Attila’ son duruma binaen şu hükmü verir. ‘onun [Vigilas’ın] zincirlenmesini emretti ve oğlu geri dönünceye ve onun kurtarmalığını ödemek için elli altın libre766 daha getirinceye kadar onu serbest bırakmayacağını garanti etti.’767 Burada hükümdar, Attila, yargılamanın ve hüküm vermenin merkezindedir. Gerçi bu yargılama özel bir ‘mahkeme’ hüviyeti taşımaktadır; zira hükümdara suikast planının merkezindeki bir Romalı ‘suçüstü’ ele geçirilmiş ve buna göre bir yargılama süreci yaşanmıştır. Yukarıda yer verilen Priscus’un diğer kaydıyla karşılaştırıldığında, bu 764 Kelly 2011, s. 173. 765 Priscus Fragman XI/I. 766 Latince Libra; yaklaşık 328 grama denk gelen Roma ağırlık birimi. 767 Priscus Fragman XV/I 186 genel uygulama olarak hükümdarın adalet mekanizmasının içinde ve herhalde en üstünde yer aldığı önermesini desteklemektedir. Priscus, yine Vigilas özelinde, bu sefer kendisinin de hazır bulunduğu bir ortamda tanık olduğu, hükümdarın yargıç rölünü gösteren başka bir olayı da kaydetmiştir. ‘… Attila, … bizi [Doğu Roma elçilik heyetini] çağırdı ve … otağına gittik. … Tahtın biraz önünde durduk … Ardından Vigilas’a edepsiz hayvan olarak seslenerek ve tüm kaçakların barbarlara teslim edilmesinden önce hiçbir elçilik heyetinin ona gelmemesi gerektiğinin karara bağlandığı, kendisi ile Anatolius arasındaki antlaşma şartlarını bilmesi gerektiği halde, neden kendisine gelmek istediğini sorarak sözlerini hemen ona doğru yöneltti. Vigilas, kaçakların hepsi teslim edildiği için Romalılar arasında İskit soyundan kaçak olmadığı cevabını verince Attila daha çok sinirlendi ve sözlerinin hayâsızlığı ve utanmazlığı yüzünden onu bu şekilde cezalandırmak suretiyle elçilerin haklarını ihlal edeceğini düşünmese onu kazığa oturtacağını ve kuşlar için yem olarak bırakacağını haykırarak ona oldukça kötü davrandı. Romalılar arasında kendi soyundan pek çok kaçak vardır diye sözlerini sürdürdü ve kâtiplerine papirüs üzerine yazılmış kaçakların adlarını seslice okumasını emretti. Kâtipler tüm bu isimleri sesli okuduğunda Attila, Vigilas’a derhal ayrılmasını söyledi…’ 768 Bu olayda Attila yine Vigilas’in yalan beyanının ispatını ortaya koymakla beraber, bu ‘sözlerinin hayâsızlığı ve utanmazlığı’ nedeniyle ‘onu kazığa oturt[mak] ve kuşlar için yem olarak bırak’mak suretiyle cezalandırmak gerektiği lakin ‘elçilerin haklarını ihlal edeceğini’ düşünmesi yüzünden bundan geri durduğunu ifade eder. 768 Priscus Fragman XI/II [12] 187 Hun hanedanına mensup Romalılara sığınan iki kişi özelinde yine bir suç ve ceza olayı ile karşılaşırız. ‘Romalılar arasındaki, içlerinde hanedan ailesinden Mama 769 ve Atakam’ın 770 da yer aldığı mülteciler barbarlara geri verildi. Onları teslim alanlar kaçışlarının cezası olarak, Trakya’da bulunan Karsum 771 kalesinin yakınlarında kazığa oturttular.’772 İltica etme suçu, isimleri zikredilen bu iki kişi, isimleri ve ünvanları belirtilmeyen teslim alınan diğerleri ile birlikte kazığa oturtulmak suretiyle cezalandırılmıştır. Bunların yanında Priscus’un eserinde ‘sıradan’ insanların yargılanmasına dair başka kayıtlar yer almaktadır. Biri casusluk ve diğeri savaşta kölelerin efendilerini öldürmeleri olayı hakkında, suç ve ceza bağlamında, şu kaydı düşmüştür. ‘….casusluk yapmak için Roma’dan barbarların topraklarına geçmiş bir İskit ele geçirildi. Attila onun kazığa oturtulmasını emretti. Ertesi gün diğer köylerin üzerinden yolculuk ederken İskitler arasında köle olan iki adam getirildi, elleri arkalarından bağlanmıştı çünkü savaşta efendilerini öldürmüşlerdi. Kafaları, tepede “V” şeklinde yarıkları olan ağaçtan iki parçaya tutturmak suretiyle onları idam ettiler.’773 Blockley’in tercümesinin esas alındığı ikinci cezalandırma yönteminin – idamın- çevirisinde bir tasarrufta bulunulmuştur. Şöyleki; Priscus’un kullandığı 769 Yüksek bir mevkie sahip bir Hun, muhtemelen bir önderin çocuğu, erken bir dönemde ekibiyle birlikte sığınmak için Roma tarafına geçmiştir fakat burada anlatıldığı üzere Margus Antlaşması’nın şartları çerçevesinde Attila’ya teslim edilmiştir. PLRE II, s.704; Latışev 1948, s. 245, dn. 10. 770 Erken bir dönemde Hun hükümdarı Rua’dan kaçmıştır. Mama’nın kaderini o da paylaşmıştır. PLRE II, s. 175; Latışev 1948, s. 245, dn. 11. 771 Carsum ya da Carsium, Dobruca’nın çağdaş Geşova Гершова yerleşimi ile özdeşleştirilmektedir. Latışev 1948, s. 245, dn. 12. 772 Priscus Fragman II. 773 Priscus Fragman XIV. 188 ἀνασταυρόω anastavroo eylemi, genellikle çarmıha gerilme yahut kazığa oturtulmayı ifade etmesine rağmen, burada cezalandırma şekli bir dalın oyuğuna yerleştirilen başların boyundan asılması olarak gerçekleştirildiğine göre, metinde bu fiil idam etmek anlamında kullanılmışa benzemektedir.774 III.III. İKTİDAR III. III. I. HUN İKTİDARININ DOĞASI ‘[Hunlar] … hiçbir hükümdarlık otoritesiyle yönetilmezler; ancak ileri gelen adamlarının intizamsız yönetiminden memnundurlar…’ 775 Ammianus, Hunların erken dönemlerine ait iktidar yapısını, idarî örgütlenmelerini, müesses bir nizamın çok uzağında tanımlamaktadır. Başka bir pasajda, Hunların herhangi bir düzene sahip olmaksızın, hatta organize bir mekanizmaları olmaksızın hareket ettiklerini ifade ederek adeta, bu görüşündeki kararlılığını segiler. “Savaş olmadığı zamanlarda hain ve değişkenler, her yeni umuda kolaylıkla teslim oluyorlar ve her şeyde vahşi öfkeye güvenmekteler. … Altına karşı çok güçlü arzu duyuyor, o derece değişken ve öfkeliler ki, hiçbir kışkırtma olmadan bazen aynı gün içinde ittifaklarından vazgeçebilirler ve aynı şekilde hiç kimsenin arabuluculuğu olmadan barışırlar.”776 Ammianus bu suretle her şeyden önce, eserinin Hun-Got mücadelesini anlattığı aşağıdaki bölümü ile çelişen bir metin ortaya koymaktadır ve böylelikle bu tespitinde kendi metninin kompozisyon bütünlüğünü açmaza sokmaktadır. “ve işte Hunlar, genellikle Tanaites adlandırılan ve Greuthungi 777 ile sınır Alanların topraklarını geçip onları dehşetengiz bir kırıma ve yıkıma maruz bıraktılar, hayatta kalanlarıyla 774 Blockley 1983, s. 389, sn. 91. 775 Ammianus Res Gestae XXI. 2. 7. 776 Ammianus Res Gestae XXXI. 2. 11. 777 Ammianus Ostrogotları bu şekilde adlandırmaktadır. 189 ise ittifak kurdular ve kendilerine tabii kıldılar. Onların yardımı ile komşu kavimlere korku salan çok savaşçı bir kral, arkasında farklı farklı ve çok kalabalık kahraman askerleri olan Ermaneric’in geniş ve verimli topraklarını ani baskınlar ile cesurca delip geçtiler.”778 Bu kudretteki Ermaneric, intizamsız bir ‘güruh’un baskısıyla karşılaşınca “uzunca bir süre onların karşısında kararlı bir şekilde durmaya ve saldırıları püskürtmeye çabaladı; fakat felaketin yaklaştığı dehşetini saçan söylenti git gide arttığı için büyük tehlikenin karşısında gönül rızasıyla ölümü, korkusuna son” 779 vermesi yani intihar etmesi anlaşılabilir olmaktan uzaktır. Ammianus, pasajın devamında780 ise bu sefer Hunların, kendisinin Thurungi olarak çağırdığı Vizigotları ‘tarumar’ edişininden bahsetmektedir ki, bu Hunların örgütlenmesi hakkında söyledikleri ile tutarsızlığı perçinlemektedir. Hun iktidarının doğası üzerine, erken dönem içinde değerlendirilebilecek, bir başka veri Olympiodorus’da karşımıza çıkar. ‘…Bu mevki kazıldığında, oraya yerleştirilmiş barbarların tarzında … üç gümüş heykel bulundu. 781 Bu heykeller çıkarılır çıkarılmaz, hemen, birkaç gün içinde bilumum Got kavmi Trakya’ya döküldü kısa bir süre sonra Hunlar ve Sarmatlar Illyricum’a ve yine oraya, Trakya’ya akın ettiler: ne de olsa tasvirler tam olarak burada Trakya ile Illircum 778 Ammianus Res Gestae XXXI. 3. 1. 779 Ammianus Res Gestae XXXI. 3. 2. 780 Bkz. Ammianus Res Getae XXXI. 3. 4-7. 781 Olympiodorus çıkarılan yerde, ‘ellerin arkadan kavuşturulmuş, barbarların naskışlı elbiseleri giydirilmiş ve uzun saçlı’ şeklinde bulunan heykellerin özelliklerini sıralar ki Skrjinskaya’ya göre böylece, heykellerin ‘barbarlara’ aidiyetini vurgulamış olur. Skrjinskaya 1956, s. 259, dn. 139. 190 arasında bulunmaktaydı ve heykellerin sayısı –üç- 782 kendilerinden merhamet dilenilen tüm barbar kavimlerin sayısına benziyordu.’ 783 Anlatıda Got, Alan 784 ve Hunlar ayrı ayrı sefer etmiş gibi sunulmaktadır. Bu durum çok başlı bir yapıya yahut kuzeyde henüz Hun egemenliğinin mutlaklaşmadığına işaret ettiğini düşündürtmektedir. Skrjinskaya bu durumu; Üç kavimin ὰἔϑGotlar, Hunlar ve Alanların saldırısını önleme kudretine malik bu üç heykelle kıyaslanmaktadır ki bu kabileler o devirde mühim bir kavimler ittifakı tesis etmişlerdir şeklinde izah eder.785 Olympiodorus’un bu metnini, sıralanan üç kavmin aralarındaki ilişkileri ve tarihsel arka planı da hesaba katan Skrjinskaya, şu değerlendirmeyi yapar: Burada zikredilen Gotlar, muhtemelen bu dönemde artık İtalya ve Galya’nın güneyine göç etmiş Vizigotlar değil, Balkan Yarımadası ve daha uzun bir müddettir de Tuna havalisiyle ilişkili olan Ostorogotlardır. Dördüncü yüzyılın ilk yıllarında Ostorogotlar, muhtemelen Karpat bölgesindeydiler. Bu Ostorogotlar, Mommsen tarafından yaklaşık olarak 405-445 yılları olarak tarihlendirilen786 kırk yıl zarfında,787 yeni bir kral çıkaramadıkları bir fetret süreci yaşadılar. Olympiodorus’un anlattığı; heykellerin çıkarılışının ardından gerçekleşen Ostorogot akını işte bu fetret devrinde gerçekleşmiş olsa gerektir. İkinci sırada kaydedilen Hunlar, beşinci yüz yılın başında artık Tuna’ya ulaşmışlardır, Hun hükümdarı Uldız Tuna’nın kuzey kıyılarında bulunmaktadır. 782 Üç kavim Gotlar, Hunlar ve Sarmatlar, onların saldırısını önleme kudretine malik bu üç heykelle kıyaslanmaktadır ki bu kabileler o devirde mühim bir kavimler ittifakı tesis etmiş haldedirler. 783 Olympiodorus Fragman XXVII = Photius Bibl. Cod. LXXX. 784 Olympiodorus Sarmat olarak çağırmaktadır. 785 Skrjinskaya 1956, s. 263, dn. 145. 786 MGH, Auctores antiquissimi, T. V, pars 1, s. 21’den naklen Skrjinskaya 1956, s. 262, dn. 787 Iordanes Getica 250-251. 143. 191 İstanbul’dan firar eden Got birliklerinin komutanı Gainas’ı ele geçirmiş ve öldürüp başını imparatora hediye olarak yollamıştır. Beşinci yüzyılın ilk yıllarında Hunların imparatorluk topraklarına doğru dehşedengiz akınları vuku bulmuştur. 415 yılında ise Trakya ve Illiria’ya fevkalade tahripkâr bir akın yapılmıştır. Olympiodorus’un anlatısına konu olan bu devirde Hunların hükümdarı, Uldız ve Oktar’ın halefi olan, ülkesinin topraklarını genişletmesiyle ve gelirlerini artırmasıyla tanınan Rua olsa gerektir. Olympiodorus’un son sırada zikrettiği isim olan Sarmat ile bir dizi kaynakta Hunların müttefiği olarak gösterilen Alanlar kast edilmiş olmalıdır. Hun, Got ve Alanlar; Olympiodorus’da olduğu gibi tez kapsamında ele alınan Orosius gibi diğer müverrihlerde ve Marcellinus gibi, altıncı yüz yılın müverrihlerinde de ayrım yapılmaksızın, kati bir surette Avrupa’daki barbar kabile grupları olarak gösterilmişlerdir.788 Skrjinskaya’nın bu değerlendirmesine yapılacak itiraz, kendisinin Ostrogotlar ile özdeşleştirdiği burada bahsedilen Gotların tıpkı Alanlar gibi Hun egemenliği altında olma ihtimaline değinmemiş olmasıdır. Heather’in gösterdiği üzere, Hunların dördüncü yüz yılın son çeyreğindeki Gotları mağlub etmelerinin akabinde, Hun hükümdarlığının eriştiği sahalar789 dışında kalanlar ya da bu alanın dışına göç edenler hariç, Gotların Hun egemenliği altında olmaları gerektir. Olympiodorus’un üç heykel ve üç kavim üzerinden metinsel bağlamı, eş statülü bir kavimler ittifakına işaret etme ihtimalini düşündürtse bile, tarihsel süreç bunun alandaki Hun hâkimiyetinin patronajında bir yapı olma, başka bir deyişle diğer her iki kavmin Hun şemsiyesi 788 Orosius Hist. Adv. Pag. VII. 34. 5.; Socrates Historia Ecclesiastica VI. 6. Zosimus Historia Nova V. 22.; Marcellinus Chronicon 379 a., 400 a.; Skrjinskaya s. 262-263 dn. 143. 789 Bkz. Bölüm II.III.I ‘Hun Hükümdarlığının Sınırları’ 192 altında yer almaları durumunu geçerli kılmaktadır.790 Bu durumda, Olympiodorus’un anlatımında, Roma’ya karşı harekete geçen kavimlerin aralarındaki bu siyasal düzeninin herhangi bir imasının yer almaması, eseri aktaran Photius’un özensiz özetleme tercihinden yahut Olympiodorus’un üç heykel ile üç kavim arasında uyumlu bir anlatı kurma kaygısından fazlasını ifade ediyorsa, Hun siyasal yapısının, bileşenlerine bağımsız hareket hakkı tanıyan gevşek konfederal sistemine işaret eden bir veri olarak değerlendirilebilir. Sozomenus, Uldız’ın düzenlediği bir seferi anlatırken Hun iktidarının kendi erkini tanımlamasına yer verir. ‘İster havalisinde yaşayan barbar kabilelerin önderi Uldız, büyük bir ordunun başında bu nehri geçti ve Trakya sınırlarında kamp kurdu. Castra Martis olarak adlandırılan Moesia’nın bir şehrini, ihanet sayesinde ele geçirdi ve buradan Trakya’nın geri kalanına akınlar yaptı ve Romalıların ittifak kurma teklifini küstahça reddetti. Trakya birliklerinin kumandanı ona barış önerilerinde bulundu, ama o yükselmekte olan güneşi göstererek ve eğer isteseydi dünyanın o güneş tarafından aydınlatılan her bir bölgesini zapt etmenin onun için işten bile olmadığını bildirerek cevap verdi.’ 791 Her ne kadar burada Uldız’ın muhattabı bir Roma komutanı olsa da kudretinin sınırlarını tanımlayış şekli manidardır. ‘Uldız bu tür tehditler savururken ve istediği kadar büyük miktarda haracın verilmesini emrederken ve sadece bu şartlar altında barış yapılabileceğini veya savaşın devam edeceğini -vaziyet bu denli acizken, Tanrı mevcut yönetime özel lütfünün bariz kanıtını gösterdi; zira, kısa bir süre sonra yakınındaki hizmetkârlar ve Uldız’ın kabilelerinin önderleri Roma hükümet tarzını, imparatorun hayırseverliğini 790 P. Heather, Gotlar, Ankara, 2012, ss. 167-171. 791 Sozomenus Historia Ecclesiastica IX. 5. 193 ve onun en iyi ve yararlı adamları ödüllendirmedeki çabukluğu ve cömertliğini münazara etmekteydiler. Böyle bir saygıyı içlerinde güçlü bir arzu ile hissetmeleri tabii ki Tanrı’nın iradesi dışında değildi ve o birliklerin komutanları Romalılara geçerek, emirleri altındaki adamlarla onların kamplarına katıldılar.’792 Bu ‘feci’ durumdan Roma’nın kurtulmasında ise Romalılar yararına‘Tanrı’nın lütfu’ devreye girer. Sozomenus, bu tehdit karşısında ilahi bir lütuf sayesinde kurtulmanın mümkün olduğunu söylediğine göre, Uldız’ın erkini ifade ederken dile getirdikleri Romalılar tarafından da kabul gören bir beyan olmalıdır. Böylelikle Uldız önderliğindeki Hun iktidarının kudreti bir bakıma ‘tescil’ edilmektedir. Diğer taraftan, Bir kilise babası olan Sozomenus’un kurduğu ilahi bağlantı da ilk bakışta yadırganacak bir şey yoktur lakin Hun tazyikinin gücünü yahut Uldız’ın kudretini ifade etme noktasında manidardır. Zira sıradan bir tehditden sıyrılmak için ‘ilahi’ bir yardıma çok da ihtiyaç olmasa gerekir. Dolayısıyla Uldız’ın iktidarının kudretini tanımladığı satırlar içi boş bir göz dağından fazlasını ifade eder. Nihayetinde bu sefer Uldız için felaketle sonuçlanır. ‘Böylece kendini terk edilmiş bulan Uldız, nehrin karşı kıyısına güçlükle kaçabildi. Kendi birliklerinden çoğu, diğerleri arasında Sciri denen barbar kabilesinin tamamı katledildi.’793 Roma anlaşıldığı kadarıyla hilelerle ve ihsanlarla onun birliği altındaki güçlerden bir kısmını yanına çeker ve güçlerinden muhtemelen önemli bir bölümünü kaybeden Uldız, bu ihanetten sonra geri kalan birliklerinin bir kısmını da muharebede kaybedip geri çekilmiştir. 792 Sozomenus Historia Ecclesiastica IX. 5. 793 Sozomenus Historia Ecclesiastica IX. 5. 194 Hemen hemen Sozomenus’un anlatısıyla aynı kurguya sahip başka bir metni yine bir kilise tarihçisi olan Theodoretus sunar. ‘… İskit göçebelerin önderi Rua794 büyük bir kalabalıkla Tuna’yı geçmişken ve Trakya’yı yağma ve talan ediyorken ve imparatorluğun başkentini kuşatmayla ve özetle onu zapt etmeyle ve onu yıkmayla tehdit ediyorken Tanrı, onun kalabalığının tümünü yok eden ve bu istilacıyı yakan gökten inen fırtına ve yıldırımla onu mahvetti. 795 …’796 Bir diğer kilise babası, bir diğer Hun hükümdarı Rua’nın yarattığı tehditten Roma’nın yine bir ilahi yardım sayesinde kurtulduğunu dile getirmektedir. Böylece Roma karşısındaki Hun gücünün ne ifade ettiği bir kez daha karşımıza çıkmaktadır. Zamanla çok daha geniş bir coğrafyaya 797 yayılacak bu iktidarın zirve noktası yani Attila devri hakkında Priscus şunları söyler. ‘… İskitya’nın yahut diğer hiçbir yerin daha önceki hiçbir hükümdarı çok kısa bir sürede bu kadarını asla başaramamıştı. Tüm İskitya’nın yanı sıra Okyanus’un adalarına hükmetmektedir ve Romalıları haraç ödemeye zorlamaktadır. Mevcut başarılarından daha fazlasını amaçlamaktadır ve imparatorluğunu daha fazla genişletmek için Perslere saldırmayı istemektedir.’798 Priscus, iktidarın kudreti hakkında süre koşulu ile bağlayarak, Hun modelinin, daha önce hiçbir yerde benzeri görülmemiş bir başarıya sahip olduğunu ifade etmiştir. Hanedan mensuplarının ‘iktidar’ organı içinde görevler icra ettikleri, Attila’nın oğlu özelinde karşımıza çıkmaktadır. ‘Onegesius, Attila’nın en büyük 794 Yunanca metinde Ῥωΐλασ Rhoilas olarak kaydedilmiştir. Bkz. Bölüm II.II.I. 795 Theodoretus devam eden bölümde ‘barbar’ olarak çağırdıkları İranlıların da benzer bir felaketle karşılaştıklarını anlatmaktadır. 796 Theodoretus Historia Ecclesiastica V. 36. 797 Bkz. Bölüm III.I. ‘Hun Hükümdarlığının Sınırları’ 798 Priscus Fragman XI/II [37] 195 oğlu 799 ile birlikte bahsedilecek nedenden ötürü Attila’ya boyun eğen İskit kavmi Aktziriye800 gönderilmesi vuku buldu… En büyük oğlunu bu kavmin önderi yapmak isteyerek Onegesius’u bu amaç için yolladı.’801 Metinde Akatziri’yi ziyarete gidenler, Attila’dan sonra en üst makamdaki Onogesius ile birlikte Attila’nın oğludur. Bu ziyaretin amacına ulaşıp ulaşmadığına yani Attila’nın oğlunun Akatiri önderi olup olmadığına dair bir bilgi verilmemektedir. Lakin her halükarda hanedan mensuplarının ülke yönetiminde görev aldıkları, iktidar aygıtının bir parçası oldukları ortaya çıkmaktadır. Kaldı ki diğer bir pasajda, Attila’nın yukarıdaki fargmanda bahsedilen oğlunun mu yoksa bir diğerinin mi olduğu belirtilmekle beraber, hanedan mensuplarının yönetimde rol aldıkları yine Akatziri örneğinde, ama bu kez Karadeniz tarafında daha geniş bir coğrafyayı kapsayacak şekilde karşımıza çıkar. ‘Ertesi gün, Attila’ya üç oğul doğurmuş ki; en büyüğü 802 İskitya’nın Karadeniz tarafında yaşayan Akatiri ve diğer kavimleri yönetmekteydi’. 803 Attila’nın erkek çocuklarının, belki de hanedan ailesine mensup diğer bireylerinde, iktidar mekanizmasının içinde yer aldıkları, başka bir ifadeyle hükümdarın alt düzeydeki 799 Iordanes, Priscus’un burada isim vermeden andığı Attila’nın en büyük oğlunu Ellak olarak çağırmaktadır. Iordanes Ellac olarak kaydetmiştir. Attila’nın ikiden fazla oğlu olduğundan dolayı, buradaki πρεσβυτέρῳ sözünün kullanımı Geç Yunancada süperlatif (enüstünlük) yerine, komparatif (üstünlük) kullanımına bir örnektir. Iordanes Getica 262; Blockley 1983, 383, sn. 40. 800 Priscus, Akatzirilerden bu fragmanın 550. satırı ve devamında yeniden bahsedecektir. Maenchen-Helfen onları Karadeniz’in Kırım’ın batısına düşen topraklarına yerleştirir. MaenchenHelfen 1973, ss. 427-438. Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Bölüm II.II.II. 801 802 Priscus Fragman XI/II [16]. Iordanes Ellac olarak kaydetmiştir. Attila’nın ikiden fazla oğlu olduğundan dolayı, πρεσβντέρῳ Geç Yunancadaki süperlatif (enüstünlük) yerine komparatif (üstünlük) kullanımının bir örneğidir. Iordanes Getica 262 = Priscus Fragman XXV. 803 Priscus Fragman XI/II [35]. 196 bileşenleri oldukları sonucu tamamen açığa çıkmaktadır. Henedanın erkekler dışındaki mensuplarının hatta aile dışından olup evlenme suretiyle –gelin olarakhanedan ailesine dâhil olanların iktidar aygıtı içinde yer aldıklarını düşünmemize yol açacak veri, diğer bir ifadeyle argümanımız Priscus’un ‘(Bleda’nın eşlerinden biri olan) köyü yöneten kadın’ ifadesidir. Priscus, söylendiği gibi metnin devamında Hunların etrafındaki alanlara doğru, iktidarını genişletmek, hâkimiyet altına almak için bu alanlardaki ihtilaflardan yararlandığına dair bir veri aktarır. ‘Bu kavim kabileler ve oymaklara göre pek çok öndere sahipti. Theodosius onlara, Romalılar ile barış içinde olsunlar ve hepsi Attila ile ittifaktan vazgeçsinler diye hediyeler yolladı. Bu hediyeleri götüren elçi, onları her önderin makamına göre sunmadı, netice itibarıyla kıdemli makamdaki Kuridah 804 , farkına varılmadan atlandı ve saygınlığına uygun olandan mahrum edildi böylece hediyesini ikinci sırada aldı ve muadili önderlere karşı Attila’yı yardımına çağırdı. Attila gecikmeksizin [Akatziri’nin] bir kısmını yok eden ve geri kalanını boyun eğmeye zorlayan büyük bir güç yolladı. Ardından Kuridah’ı zaferin ödüllerini paylaşmak için davet etti.’ 805 Akatziri’nin bu önderiyle kurulan ittifak Hunlar açısından başarılı bir şekilde sonuçlanır ve Kuridah ödüllendirilmek istenir. ‘Fakat bir komplodan şüphelenip, bir tanrıyı görmeye gelmenin bir insan için zor olduğunu beyan etti: ‘Güneşin dairesine bakmak mümkün değil ise, biri nasıl zarar görmeksizin tanrıların en büyüğüne bakabilir’. Akatirinin geri kalanın hepsi Attila’ya boyun eğerken, bu 804 Yunanca metinde Κουρίδαχος Kuridahos olarak kaydedilmiştir. Bkz. Bölüm II.II.I. 805 Priscus Fragman XI/II [16]. 197 suretle Kuridah kendi halkı arasında kaldı ve önderliğini sürdürdü.’806Burada Attila için kullandığı sözler, bizce bir dalkavukluk seramonisinden fazlasını ifade etmekte bu sözlerde, Attila’nın kuzey kavimleri içindeki konumu, Hun iktidarına duyulan ‘saygı’ da temeyyüz etmektedir. Aksi takdirde Kuridah’ın Attila’ya hitaben söylediği sözlerin istihzai anlamda kullanma ihtimali belirir ki kendinden yardım istediği ve bunca korktuğu birine karşı bu tarz bir üslupla konuşması mümkün değildir. Bu nedenle, bu sözlerde dalkavukluktan fazlası da vardır ki bu da bizi Attila’nın coğrafyanın diğer kavimleri üzerindeki karizmasının bir işaretine götürür. Attila’nın Hunlar içindeki karizmasını ise yönetimdeki en üst düzey görevli Onegesius’un sözlerinde bulabiliriz. Onegesius kendini ‘ayartmaya’ çalışan Roma sefaretine şu cevabı verir. ‘Attila’nın yanında kölelik, Romalılar arasında zenginlikten evla olduğu düşünen ve çocuklarım, karılarım ve İskitler arasındaki eğitimimle arkama bağlı olan beni efendime ihanet etmeye ikna için pek çok inandırıcı şey getireceklerini düşünüyorlar.’807 Bunun dışında, Attila’nın konutunun, ‘diğer binalardan daha yüksek olan ve bir tümseğe inşa edilmiş yer’de 808 bulunduğuna yani civardaki diğer binalardan daha yükseğe inşa edilmiş olduğuna değinen Priscus, bir betimlemeden ziyade onun Hunlar arasındaki ‘âli’ konumunun hayatın her alanında temeyyüz ettiğini belirtmek istemiş olsa gerektir. İnsanlık tarihinde dikkat çekecek ölçüde karşılaşılan iktidarın metafizik durumlar ile bağlantılı kılınmasına, Hun iktidarı özelindeki bir örneğine yine Priscus’da rast gelmekteyiz. ‘…[Attila] Ernak809 adındaki en küçük oğlu geldiği ve 806 Priscus Fragman XI/II [16]. 807 Priscus Fragman XI/II [34] 808 Priscus Fragman XI/II [22] 809 Yunanca metinde Ἠρνᾱκ Ernak olarak kaydedilmiştir. Bkz. II.II.I. 198 yanına oturduğu zaman hariç, ne bir şey söyledi ne de tebessümünü hissettirecek bir şey yaptı. Yanaklarını daha yakına çekti ve şefkatli gözlerini ona dikti. Diğerlerini görmezden gelirken bu oğluna dikkat kesilmesine şaşkınlığımı belli ettiğimde, yanımda oturan ve Latince bilen barbar bana söyleyeceği hiçbir şeyi tekrar etmemem konusunda beni uyararak, kâhinlerin Attila’ya, soyunun düşeceği fakat bu oğlu tarafından yeniden canlandırılabileceği kehanetinde bulunduklarını söyledi.’810 Pasajdaki metafizik unsurun yani kehanetin, bizzat Attila tarafından itibar görmüş olduğu ortaya çıkmaktadır. Buradan hareketle, metafizik diğer durumların da Hun iktidarı için makul ve muteber karşılanabilir olduğu kabul edilebilir. Priscus, Attila’nın sarayında verdiği bir ziyafeti anlatırken, iktidarın hiyerarşik yapısına dair bir yansıma sunmaktadır. ‘… [Attila] Odanın tam ortasında bir divanın üzerinde oturuyordu. … Yemekteki sıralanışlarında Attila’nın sağındakiler en saygıdeğer kabul edilenlerdi, bizim de yer aldığımız solda daha alt düzeydekiler. Bizim önümüzde bir İskit soylusu Berihus 811 oturuyordu, Onegesius ise Attila’nın sağındaki bir sandalyede oturuyordu. Attila’nın iki oğlu Onegesius’un karşısında bir sandalyede oturuyordu; en büyük olanı Attila’nın divanının üzerinde ona çok yakın değil fakat sağ köşesinde babasına duyduğu saygıdan yere bakar vaziyette oturuyordu.’812 Çok açık olmayan bu oturma düzeni hakkında Blockley, dikdörtgen yahut daha çok karemsi salonun merkezinde Attila oturduğuna göre sadece Attila’nın önündeki duvar boyunca koltuklar konulmuş olması gerektiği düşünür. Böylece Blockley oturma düzeni hakkında şu sonuçlara ulaşır; ziyafet salonun yarısını, Attila ile giriş 810 Priscus Fragman XIII/III 811 Yunanca yazımı Βερίχος=Berihos. 812 Priscus Fragman XIII/I. 199 arasında bulunan kısmını kaplamış olmalıdır. Attila’nın iki oğlu sol tarafın başında oturturken en saygın yerde, Attila’nın sağında ona en yakın olan koltukta Onegesius’un bulunduğu anlaşılıyor. Berichus’un Attila’ya olan uzaklığı açıklanmış değildir lakin Doğu Roma elçilerine göre bir koltuk daha yakın oturmaktadır.813 Blockley’in bu konudaki fikirleri doğru olsun yahut olmasın, merkezinde Attila’nın yer aldığı bu oturma düzeni anlatımında Priscus bize çok ilgi çekici bir veri sağlamaktadır. ἐν δεξᾷ τοῦ Ἀττήλλα; Priscus Attila’nın, hükümdarın, sağına en saygıdeğer, diğer bir ifadeyle toplumsal hiyerarşinin üst konumunda olanları oturtur. İlk bakışta bu Doğu Avrasya’da Çinlilerin Kök Türkler hakkında iki yüz elli yıl sonra gerçekleşecek bir olay için verdiği bir bilgiyle çelişik durmaktadır. ‘2. Yılın sonunda Bügü Çor, kendi kardeşi T’u-hsi Bag’i Sol Kanat Şadı, Kutluk’un oğlu Mo-chü’yü [yani, Bilge’yi] Sağ Kanat Şadı olarak tayin etti’.814 Togan burada söz konusu olanın Sol Kanat Şadı yaşça büyük ve amca konumunda olan T’u-hsi Bag’a verilen bir unvan, yaşça küçük olan Bilge Kağan’ın ise Sağ Kanat Şadı olduğuna göre bu ifadeden solun sağdan üstün olduğu çıkmaktadır. Zira Kapgan Kağan’ın, Bilge Kağan’a değil kendi kardeşine, T’u-hsi- Bag’a, taht için öncelik vermiş olduğunu dile getirir.815 Sağ ve sol üzerinden tanımlanan bu durum, bu sefer Hunların birkaç asır öncesine giden Doğu Avrasya’daki Hsiung-nular hakkında yine Çinlilerin tuttuğu kayıtlarda mevcuttur. ‘[Hsiung-nu] … [Devlet Taşkilatında] Sol ve Sağ Bilge Beyliği, Sol ve Sağ Lu-li [Beyliği], Sol ve Sağ [Kanat] Büyük Generalliği, Sol ve Sağ … [gibi 813 Blockley 1983, s. 387, sn. 78. 814 Chiu T’ang-shu 5169:14. Tercüme; İ. Togan, vdğ, Çin Kaynaklarında Türkler Eski T’ang Tarihi, Ankara, 2006, s. 251’den alıntıdır. 815 İ. Togan,vdğ., Çin Kaynaklarında Türkler Eski T’ang Tarihi, Ankara, 2006, s. 251-254. 200 makamlar] kurulmuştur. Hsiung-nular[da]… genellikle veliaht “Sol T’u-chi Beyi” yapılırdı.’816 Kök Türklerde olduğu gibi Hsiung-nularda da sol yine hiyerarşide daha öndedir zira hükümdar ch’an-yü, devlet teşkilatının bu isim altında organize edilmiş yapısı içinden çıkmaktadır. Farklı Çin kaynaklarının Doğu Avrasya’nın Hun öncesi ve sonrası döneme ait farklı Türk kavimleri için birden çok kez dillendirdikleri bu durum hakkındaki tutarlılıkları, Türk gerçekliğini bu bağlamıyla aksettirmekte, kuşkuya yer bırakmamakta olsa gerektir. Söz konusu çelişki Doğu Avrasya’daki Türk devlet geleneğinde sol önplanda olduğu halde, Attila devri özelinde Hunlar hakkındaki bu anlatımda, hiyerarşide daha üstte olanların, Onegesius’un, Attila’nın sağında oturuyor olmasıdır. Her iki yapının stratejisi çerçevesinde duruma yaklaşırsak, bu çelişkiye bir izah getirme ihtimali belirir. Her şeyden önce Çince’de sağın batı, solun ise doğu yönünü gösterdiğini ve Çinlilerin bu yön algısı özelinde bir anlatım kurduklarını belirtmek gerekir.817 Öyle ise Doğu Avrasya için söz konusu olan, hükümdarlık topraklarının sol yani doğu kanadının, devlet hiyerarşisinde ve doğal olarak protokolünde daha üst bir konumda olmalarıdır. Buradaki siyasal yapılar için zaten ülke topraklarının doğusu stratejik olarakta öncelenmektedir ve devletin merkezi de burada yer almaktadır. Lakin söz konusu olan Hunlar olunca devletin merkezi ve genel olarak faaliyet alanı batıdır, diğer bir ifadeyle Çinlilerin sağ olarak gösterdikleridir.* Bu bağlamda düşünüldünde, Çin kaynaklarının devlet teşkilatı tanıklıklığındaki sol-doğu ile Priscus’un devlet protokolü tanıklığındaki sağ arasında bir çelişki yok gibi durmaktadır. Bu görüşün 816 Han Shu 3751: 1-5. Tercüme A. Onat, vdğ., Han Hanedanlığı Tarihi Hsiung-nu (Hun) Monografisi, Ankara, 2004, s. 7-8’den alıntıdır. 817 * Togan 2006, s. 253. Bu noktaya dikkatimi Prof. Ayşe Onat’ın çektiğini belirtmem gerekir. 201 zayıf yönleri olarak Çince metinlerdeki sağ ve sol kavramlarının bir yöne işaret ettiği ve Priscus’daki ifadenin böyle bir derinliğe sahip olup olmadığını taspite imkân olmadığını belirtmek gerekir. Bir diğeri ise Çinliler, Doğu Avrasya’daki Türklerin doğusunda ve Romalıların Batı Avrasya’daki Türklerin batısında yer aldıkları için, onların metinlerinde kuşkusuz Türklerin kendi yönlerindeki faaliyetlerini daha ön plana çıkarmış olacağıdır. III.III.II. İKTİDAR GÜCÜNÜN KAYNAĞI: SAVAŞÇILIK Hunlar ortaya çıktıkları andan itibaren karşılaştıkları halklara korku saldıklarını görmekteyiz. Ammianus, Hunlar ile ilgili Gotlar arasındaki bir inancı şöyle anlatmaktadır. ‘Diğer Got kabileleri arasında, yeryüzünün gizli sinesinden çıkmış şimdiye kadar insan soyunun hiç görmediği türden bir kavmin, yüksek dağlardan kopmuş bir kar fırtınası gibi, önüne gelen her şeyi ezip onu yok ettiği yolunda büyük bir söylenti yayıldı.’818 Aynı durum Eunapius, Doğu Roma’ya karşı Got ayaklanması esnasında Romalıların haleti ruhuyesini tasvir ettiği satırlarda da karşımıza çıkar. ‘…Romalılar İskitlerin adından, İskitlerin Hunlarınkinden korktuğundan daha az korkmuyorlardı…’ 819 . Bu karşılaştırmada Eunapius’un İskit olarak adlandırdığı Gotlara karşı besledikleri korkuyu, Gotların Hunlara olan korkusuyla kıyaslamaktabunun ile eşitlemektedir. Dolayısıyla Hunlar, Romalılar için kendilerine korku salanları dahi korkutan, diğer bir ifadeyle en korkunç olanlardır. Bu korkuyu, Hun iktitidarının müverrihleri şaşırtan gücünün nedenini Ammianus şu şekilde açıklamaktadır. ‘Onlar mükemmel savaşçılıkları ile ikrar 818 Ammianus Res Gestae XXXI. 3. 8. 819 Eunapius Fragman XLII. 202 edilmeyi hak ediyorlar çünkü kemiğin yıpranmış ucuyla ustaca donatılmış okları fırlatarak savaşırlar, düşmanla göğüs göğüse savaşmak durumunda kaldıklarında ise düşmanı yayan kaçma yahut at sırtında kalma imkânından mahrum etmek için ona kement 820 yağdırırlar, kendi kendilerini darbeden korurlar ve son kertede keskin kılıçlarla vururlar.’821 Hunların okçuluk noktasındaki mahareti ‘Donatus, Hunlar ve önderlerinin okçuluktaki tabii kabiliyetini…’ 822 şeklinde Olympiodorus tarafından tekrarlanır. Ammianus yukarıdaki pasajın dışında başka bir yerde, yeniden Hunların askerî özelliklerine değinmiştir. Kimi kez, bir şeyle tahrik edildiklerinde, meydan savaşına tutuşurlar; bir kama şeklinde düzen tutarak savaşa atlarlar ve korkunç naralar atarak bu surette çıkarlar. Hafif ve hareketli, mahsustan birdenbire dağılırlar ve savaş hattında saf tutmazlar, korkunç kırımlar yaparak orada ve burada saldırılar. Olağanüstü çabuklukları sayesinde hiçbir zaman fark edilmeye fırsat verilmedi ki, tahkimata hücum ettiler yahut düşman kampını talan ettiler.’ 823 Kama benzetmesiyle; Türklerin ‘bozkır taktiği’ diye adlandırılan yarım ay şeklindeki savaş düzenine gönderme yapıyor olabilir. Ammianus’un Hunların askerî vaziyetini görece uzun bir tasvirle 824 ele almasının nedeni, Hunların bu alandaki kabiliyetleri ile alakalı olabileceği gibi müverrihin asker kökenli bir tarihçi olmasıyla da açıklanabilir. Zira Ammianus’un nesrinde, muhasara özelinde savaşlar üzerine yazdığı teknik bilgiyi havi arasözler 820 Bu ekipman Herodotus’un bir Pers kabilesi (Herodotus I 125) olarak kaydettiği Sargatianlar tarafından da kullanılmaktadır. Bkz. Herodotus VII 85; Valerius Flaccus VI 132 vd. 821 Ammianus Res Gestae XXXI. 2. 9. 822 Olympiodorus Fragman XIX = Photius Bibl. Cod. LXXX. 823 Ammianus Res Gestae XXXI 2 8 824 Ammianus Res Gestae XXXI. 3. 8. ve 9. 203 gibi, müverrihin eski bir asker oluşunun yansımaları yer alır.825 Aslında Ammianus bir müverrih olarak, askerî kimliği sayesinde Hunların savaşçılıktaki maharetlerini değerlendirmek için güçlü birbirikime sahip olsa gerektir ve bu nedenle onların savaşçılıktaki hünerini takdir etmesi daha bir anlam kazanır. Ammianus Hun savaşçılığı hakkında bize göre bir de dolaylı yoldan bilgi vermiştir. Alanlardan bahsettiği pasajında onlar hakkında ‘Yaş ve cinsiyetten dolayı savaş için yararsız olanlar, çadırların etrafında bulunur ve ev işleriyle uğraşırlar, gençler ise çok erken yaşlardan itibaren ata binmeye alıştıkları için erkeğin yaya gezmesini utanç kabul ederler ve onların hepsi çok çeşitli alıştırmalar sonucunda mükemmel savaşçı haline geldik’lerini 826 söyler. Ardından ise Alanların fiziki özelliklerini tasvir eder ve onları Hunlar ile kıyaslar ‘Hemen hemen tüm Alanlar uzun boylu ve güzel çehreli, sarımtırak saçlı, bakışları gaddarca olmasa dahi korkutucudur; silahlarının hafifliği sayesinde rahat hareket ederler, her şeyde Hunlara benzerler’. 827 İlk bakışta bu kıyaslamanın fiziki özellikler üzerinden yapıldığı düşünülebilir. Lakin Ammianus daha önce Hunları, dış görünüşleri itibarıyla Alanlardan tamamen farklı bir şekilde tasvir ettiği 828 için burada söz konusu olan benzerlik bağı hiç değilse bir yönüyle savaşçı özellikleri üzerinden kurulmuş olmalıdır. Hunların ok kullanma tarzına değinen Zosimus, bunun yanında atlı-süvari özelliklerine işaret eder. ‘Tamamen piyade savaşından habersiz ve bunda 825 Ayrıntılı bir değerlendirme için bkz: Daan den Hengst, “Preparing the Reader for War Ammianus’ Digression on Siege Engines”, şurada: J. W. Drijvers, D. Hunt (ed.), The Late Roman World and its Historians, Londra 1999, ss. 27-36. 826 Ammianus Res Gestae XXXI. 2. 20. 827 Ammianus Res Gestae XXXI. 2. 21. 828 Ammianus Res Gestae XXXI. 2. 2. 204 kabiliyetsizdirler, lakin deveran etmek, saldırmak, tam zamanında geri çekilmek ve atlarından ok atmak suretiyle muazzam bir katliam yaptılar.’829 Ammianus, Hunları savaşa başlamak diğer bir ifadeyle savaşçılık özelliklerini kullanmak için bir neden aramayan ‘başıboş çete’ler olarak sunmaktadır. “Savaş olmadığı zamanlarda hain ve değişkenler, her yeni umuda kolaylıkla teslim oluyorlar ve her şeyde vahşi öfkeye güvenmekteler. … Altına karşı çok güçlü arzu duyuyor, o derece değişken ve öfkeliler ki, hiçbir kışkırtma olmadan bazen aynı gün içinde ittifaklarından vazgeçebilirler ve aynı şekilde hiç kimsenin arabuluculuğu olmadan barışırlar.”830 Doğrusu burada istisnalarının olduğunu da dile getirir: ‘Kimi kez, bir şeyle tahrik edildiklerinde, meydan savaşına tutuşurlar…’831 Lakin bizzat Ammianus tarafından ‘şerh edilen’ bu kaydı Priscus, Roma ile Hunların savaştıkları olaylardan birini anlatırken, Hunların, hem anlaşmayı bozmak hem de Roma’ya hücum etmek için gerekçelerini yahut meşruiyet iddialarına kaydetmek suretiyle adeta boşa çıkarmaktadır. ‘İskitlerin panayır esnasında Romalılara saldırmaları 832 ve onlardan çoğunu öldürmeleri üzerine Romalılar, ateşkesi dikkate almamakla ve kaleyi 833 ele geçirmekle suçladıkları İskitler’e elçi yolladılar. İskitler, bunları sorun çıkarmak için değil lakin karşılık olarak yaptıkları cevabını verdiler zira Margus piskoposunun kendi ülkelerine geçtiğini ve hükümdarlarının mezarlarını açarak oralara konmuş olan hazineleri çaldığını iddia ettiler.’ 834 Burada, savaşın gerekçelendirilmesi üzerine değinilmeden geçilmemesi 829 Zosimus Historia nova IV 20 4 830 Ammianus Res Gestae XXXI. 2. 11. 831 Ammianus Res Gestae XXXI 2 8 832 442 yılında. 833 Bu kale Fragman II’de bahsedilen Constatia kalesi olmalıdır. Blockley s. 380, sn. 9. 834 Priscus Fragman VI/1 205 gereken bir noktayı Blockley işaret eder. Priscus bu anlatımında Thucydides’i; Pericles’in Spartalılar’ın ultimatonuna cevabını, taklit etmektedir. Yıkıcı Hun akınlarının Peloponnesos savaşıyla karşılaştırmasının yapılması yersiz değildir ve sadece burada değil Priscus’un diğer metninlerinde de Thucydides taklidi kendini gösterir. 835 Thucydides’in zikredilen pasajı şöyledir: ‘Lakin bu hususlar, olayların gerektirdiği üzere başka bir konuşmada açıklanmalıdır. Şimdilik bu adamları, Lakedaimonlar bizim ve müttefiklerimizin lehine yabancı faaliyetlerine ara verdiklerinde, Megara’nın panayırın ve limanların kullanımına müsaade edileceği cevabıyla yollayalım. Antlaşmada bunu yahut diğerini engellemek için hiçbir şey olmayacak: Lakedaimonlar şehirlerine, kendi nüfuzlarına hizmet etmeyi içermeyen bir bağımsızlığı garanti ettiklerinde ve antlaşmayı yaptığımızda bağımsız iseler bağımsız bir halde bırakarak şehirleri terk edeceğiz, lakin ayrı olarak şunları belirtelim ki; antlaşmalarımız gereğince hakem kararına müracaata hazırız ve düşmanlığa başlamayacağız lakin bunu başlatanlara karşı koyacağız. Şimdi bu, Atinalıların yüksek makamında ve hakları nokta-i nazarında kabul edilebilir bir cevaptır.’836 Thucydides’den esinlenmiş ifadelerle Priscus’un anlatımını kurması, bu fragmanda dillendirilen Hunların savaşı meşru kılma için iddialar öne sürmesini, yani onu gerekçelendirmiş olma durumunu, boşa çıkarmaktan ziyade, bir edebi zevki ortaya koyar. Metinler arası bağlam çerçevesinde ise kuşkusuz Ammianus ile Priscus’un muhatap oldukları Hunlar, belli özellikleri söz konusu olduğunda özdeş değildir. İlk müverrih belki oluşum halindeki bir siyasi yapıyla ikincisi artık iyice 835 Blockley s. 380, dn. 9. 836 Verilen çeviride eserin Türkçedeki şu tercümesinden yararlanılmıştır. Halil Demircioğlu, Thucydides Peloponnesos’lularla Atina’lıların Savaşı I. Kitap, Ankara 1950, s.92. 206 oturup gelişmiş bir siyasi yapıyla karşılaşmışlardır. Lakin bu oluşum halinde olma durumu bile Ammianus’un sözlerini haklı çıkarmaz; zira onun söylediği gibi, ‘başıboş’ davranan bir oluşumdan Priscus’un muhatap olduğu Hun yapısı çıkamaz. Priscus’un anlatısı sayesinde artık karşımızda, Hun askerî gücünün; ok, yay ve attan müteşekkil ‘akıncı’ olanaklardan daha fazlasına sahip olduğu bilgisine ulaşmaktayız. Priscus, Hun savaşçılığının kuşatma imkân ve kabiliyetlerini, Niş şehrinin ele geçirilmesi bağlamında ayrıntılı bir şekilde tasvir etmiştir. ‘İskitler Danubas837 nehri kıyısındaki bir Illyria şehri olan Niş’i838 muhasara ediyorlardı. … Bu kalabalık ve iyi tahkim edilmiş şehri almak isteyen barbarlar tüm imkânlarını seferber ettiler. Şehrin sakinleri savaşmak için ortaya çıkmaya cesaret edemediklerinden İskitler kendi birliklerinin geçişini kolaylaştırmak için bu nehrin, şehrin yakınından geçtiği güney kıyısında köprü yaptılar ve şehrin surlarına kadar araçlarını getirdiler. İlk olarak onların erişimi kolay olduğu için tekerleklerin üstüne yerleştirilen kalaslar839 getirildi ki bunların üstünde siperlerde savunma yapanlara ok atan adamlar bulunmaktaydı. Kalasların öteki ucunda ayaklarıyla tekerlekleri iten ve aracı her nerede ihtiyaç olursa sevk eden adamlar vardı böylelikle kaplama üzerinde açılmış deliklerin içinden biri başarılı bir şekilde ok atabilmekteydi. 837 Muhtemelen çağdaş Nişava nehri. Niş şehrinden geçen bu nehrin antik adı bilinmemektedir. Priscus, bu şehrin Tuna’ya beş günlük mesafede olduğunu kaydetmektedir. Bu nedenle Blockley’e göre Δανούβας Danubas adı bu nehrin antik adı da olabileceği gibi bu kaynağı hazırlayanlardan pek çoğunun düşündüğü gibi ortada bir hata da söz konusu olabilir; zira eldeki veriler bir öneri sunmaya imkân tanımamaktadır. Latışev de bu adın bozulmuş olduğu kanaatindedir. Priscus Fragman XI; Latışev 1948, s. 246, dn 3; Blockley 1983, s. 380, sn. 11. 838 Latince adı Naissus. Yukarı Moesia’da (Moesia Superior) yer alan büyük bir Roma şehridir. Ayrıca bkz. Fragman XI/I. 839 Burada tasvir edilen makine bir çeşit vinç gibi görünmektedir. Bkz. R. C. Blockley, ‘Dexippus and Priscus and the Thucydidean Account of the Siege of Platea’ Phoenix 26 (1972) ss. 1827 207 Kalasın üstündeki adamların güvenli bir şekilde savaşabilmesi için, yangın çıkarabilecek oklara ve atılan diğer şeylere karşı söğütten örülerek deri ve postlar ile kaplanmış örgüler ile korunmaktaydılar. Bu suretle pek çok araç sura getirildiğinde, sonuç olarak mazgallı siperlerdeki müdafaacılar ok sağanağından mütevellit pes ettiler ve mevzilerini boşalttılar, ‘şahmerdan’ olarak adlandırılan da getirildi. Bu çok büyük bir araçtır. Bir kalas, birbirine eğik kerestelere gevşek zincirler ile asılır ve keskin bir metal ucu ve onu kullananların güvenliği için tasvir edildiği gibi paravanları vardır. Arkasına bağlanan kısa kementler ile adamlar kalası kuvvetlice darbe hedefinden uzağa savururlar ve sonra serbest bırakırlar, böylelikle onun karşısına gelen duvarın tüm bölümü bunun gücüyle parçalanır. Surlardan müdafaacılar, araçlar çembere getirildiğinde bunun için hazırladıkları araba büyüklüğünde840 kayaları yuvarladılar. Bazılarını, onları kullanan insanlarla birlikte ezdiler, lakin çok sayıda araca karşı direnemediler. Ardından düşman tırmanma merdivenlerini getirdi, böylelikle bazı yerlerde şahmerdanlarla surda gedik açıldı ve başka yerlerde araçların çokluğu sayesinde mazgallı siperlerdekilerin üstesinden gelindi. Barbarlar şahmerdan darbeleriyle yıkılan çevre duvarının bu kısmından ve ayrıca yıkılmamış kısımlarda tırmanma merdivenleri kullanarak içeri girdiler ve şehir alındı.’841 Blockley Hunların Niş’i muhasarası ile ilgili olarak Priscus’un anlatımının; Thucydides’in tesirinde olduğunu söyler. Bu sefer Priscus, Thucydides’in Plataia’nin 840 ‘araba büyüklüğünde’ ifadesiyle bir at arabasının taşıyabileceği büyüklük ve ağırlık kastedilmekte olsa gerektir. Latışev 1948, s. 677, dn. 4. 841 Priscus Fragman VI/2 208 muhasarası hakkındaki anlatımından esinlediğini öne sürer. 842 Thucydides’in ilişkilendirilen pasaji aşağıdaki gibidir. ‘… Önce, artık kimsenin dışarı çıkmaması için şehrin etrafını, kestikleri ağaçlardan yaptıkları şarampol kazıklar ile çevirdiler. Ondan sonra da şehre doğru bir toprak istihkâm yaptılar. … Plataialılar istihkâmın yükselmekte olduğunu görünce, odunlardan bir duvar yaparak bunu, kendi surlarının, tam istihkâmın yapıldığı yerin karşısına koydular. … Koruyucu perdeler olarak da [duvara] postekiler ve deriler astılar. Öyle ki, çalışanlar ve tahta kısım [ucu], yıkıcı oklardan müteessir olmuyor ve emniyette bulunuyorlardı. … Peloponnesoslular … aynı zamanda şehre karşı muhasara makineleri de kullandılar: Bunlardan istihkâmın üzerine getirilmiş olan bir tanesi, [sur üzerindeki] yüksek yapının büyük bir kısmını yıkarak Plataialıları dehşete düşürdü. Diğerleri de surun başka noktalarına [karşı konmuşları]. Fakat bunları Plataialılar, ya üzerlerine ağılar atarak yukarı çekiyorlardı yahut da büyük surlar üzerine konmuş ve öne doğru uzatılmış iki büyük hatıla, uçlarına uzun demir zincirler bağlanmış büyük direkler sarkıtarak, bunları eğrilemesine yukarı çekmek ve sur yıkıcı makine herhangi bir yere yaklaşınca ellerinde tuttukları zincirleri salıvermek suretiyle büyük direkleri aşağı bırakıyorlardı. Bu şiddetli sukut da [makinenin] başının ön kısmını kopardı.’843 Priscus’un bu pasajda yer verdiği, Hun savaşçılığının lojistik boyutlarından birini gösterebilecek nitelikteki köprü inşası ile alakalı kaydı Thompson, orada muhtemelen mevcut bir köprünün Priscus tarafından Hunların bu sefer için inşa ettiklerini varsayması olarak değerlendirmektedir. Zaten Hun ordusunda köprü 842 Örneğin Blockley 1981, s. 54. ve Thompson, E. A., ‘Priscus of Panium Fragman 1b’ CQ 39 (1945) ss. 92-94 843 Thucydides II 75-76. Tercüme Demircioğlu 1950, ss. 52-54.’den aktarmadır. 209 yapma işini kotaracak bir ekip olmasına dahi kuşkuyla yaklaşan Thompson, bir sefer esnasında böyle bir işle zaman kaybetmenin anlamsız olacağını ve tüm Antikçağ boyunca bu büyük şehrin göçebeler inşa edinceye kadar nehrin diğer yakasıyla bir köprüyle bağlanmamış olmasından da şüphe duyar. Thompson göçebelerin şehir ile nehrin aynı yakasında bulunduklarını ekleyerek iddiasını güçlendirmeye çalışmıştır. 844 Gordon, Thompson’un hem Hunların köprü inşa edecek vakitleri olmayacağı düşüncesini hem de daha önceden burada bir köprünün zaten var olduğu hükmünü destekler ve Priscus’un ifadesinin kötü bir tahminden öte bir şey olmadığını öne sürer.845 Thompson’un kuşku duyduğu Hunların böyle bir teknolojiye sahip olamayacağı iddiasına Blockley ise Hunlar için ola ki böyle bir durum söz konusu ise pekâlâ emirleri altındaki Roma mühendislerini bu iş için kullanabilecekleri teziyle karşı çıkmıştır. 846 Thompson ve Gordon’un, Priscus’un bu kaydı hakkındaki Hunların köprü inşa edebilecek bir kabiliyete sahip olamayacağı iddiası ve Blockley’ın bu ‘açmazı’ meçhul ‘Romalı mühendisler’ tarafından aşmaya çalışması, tarihçileri Hunlara, adeta müverrihlerin ‘klişe’leri ile bakmalarından kaynaklanıyor olmalıdır. Zira şehirleri kuşatma ve ele geçirme yeteneğine sahip bir askerî güç için, köprü inşa edebilecek lojistiğe sahip olmasının önünde herhangi bir engel olmasa gerektir. Priscus’un Hun savaşçılığıyla ilgili olarak bize verdiği bir diğer bilgi, uzun mesafeli seferler hakkındadır. Kendisi Hun topraklarındaki Doğu Roma İmparatorluğu sefaret heyeti içinde görev yaparken burada karşılaştığı Batı sefaret heyeti üyesi Romulus’un ağzından bu aktarmayı dile getirir. ‘Romulus, Medes 844 Thompson 2000, s. 292, dn. 88. 845 Gordon 1961, s. 200, sn. 19. 846 Blockley 1981, s. 54. 210 topraklarının İskitya’dan çok uzakta olmadığı ve Hunların bu güzergâhtan habersiz olmadıkları cevabını verdi. Ülkelerinin üzerinden kıtlık geçtiğinde, çok eskiden ona hücum ettiler ve Romalılar o zamanlar savaşın içine girmemek için onlara karşı koymadı. İskit hanedan ailesinin mensuplarından ve büyük bir gücün kumandanlarından Basih 847 ve Kursih 848 (ittifak kurmak için daha sonra Roma’ya geleceklerdi) Medlerin ülkesine ulaştılar. Romalılara uzanacak bu Hunlar 849, bozkır bir ülkeye girip ve bir gölü geçip (Romulus bunun Maeotis olduğunu düşünüyordu) on beş günün ardından bazı dağları aştıklarını ve Med ülkesine girdiklerini söylerler. Bu ülkeyi istila ediyor ve yağmalıyorlarken bir Pers ordusu önlerini kesti ve onların üzerindeki gökyüzünü oklarla doldurdu, bu durum üzerine doğrudan doğruya onların tehlikesinden geri çekilmek ve dağların öbür tarafına geçmek zorunda kaldılar. Çok az ganimet toplayabildiler zira Medler onlardan, onun çoğunu geri aldı. Düşmanın takibine karşı önlem olarak farklı bir güzergâhı izlediler ve deniz altındaki bu taştan çıkan ateşten 850 [itibaren] beş günlük bir yolculuğun ardından kendi ülkelerine ulaştılar.’851 Bu hücumun tarihi üzerine en yeni tartışma, Theodosius ile Eugenius arasındaki vuku bulan Romalıları kendilerini içinde buldukları savaş durumuna, 395 yılındaki Doğu’nun büyük istilası sürecine yerleştiren Maenchen-Helfen tarafından dile getirilmiştir. 852 Ona göre Batı’nın elçisi Romulus’un söylememesine rağmen 847 Yunanca metinde Βασὶχ Basih olarak kaydedilmiştir. 848 Yunanca metinde Κουρσὶχ Kursih olarak kaydedilmiştir. 849 τοὺσ διαβεβηκότασ ifadesiyle, muhtemelen Aetius’un müttefikleri olarak, Basıh ve Kursıh ile Romalılar tarafına geçen Hun grubu kastedilmektedir. Blockley 1983, s. 386, sn. 67. 850 Bu ifadenin anlamlandırılması için Bkz. Bölüm III.I.I. 851 Priscus Fragman XI/II. [38] 852 Maenchen-Helfen 1973, ss. 51-59 211 Hunlar Roma topraklarına kati bir surette 395 yılında girdiler. Onun sözlerindeki tonlama, Blockley’e göre onun Doğu İmparatorluğundaki bu durumu yakinen bilmeyen biri olduğunu düşündürtmektedir. 853 Gordon bu hücumu, doğudaki Romalılarla gasıp Iohannes arasında husumetin sürdüğü 423-425 yıllarına koymaktadır.854 Thompson ise hücumun 415-420 yıllarında yahut ‘biraz daha sonra’ arasında gerçekleştiğini ileri sürmüştür. 855 Blockley ise ‘biraz daha sonra’ yani Romalılar ile Perslerin düşmanlığının hüküm sürdüğü 420-422 yılları olabileceğini düşünmektedir. Romalıların Hun ilerleyişine karşı koymada başarısız olması durumunda –hakikatte, eğer hücum bizzat imparatorluk topraklarını hedef almamışsa sadece bu durum da Romalılar direnememişlerdir. Eğer Hunlar Karadeniz sahillerinin kuzey kıyılarını Tauric Chersonese yahut Lazica’da vuku bulmuştur.856 Her halükarda Hunların pekde başarılı olamadıkları bu sefer dönemiyle, Romulus ile Priscus’un bu sohbeti yaptıkları zamandaki yani Attila devrindeki askerî imkân ve kabiliyetleri oldukça farklılaşmış olmalıdır; zira Priscus, Romulus’un kati bir tespitini nakleder. ‘Ve dahası, [Hunlar] hiçbir kavmin karşı koyamayacağı bir askerî güce sahip olduğu için Medlere, Partlara ve Perslere boyun eğdirebilecek ve onları haraç ödemeye zorlayabilecek.’857 Savaşlarda esir alınanların kabiliyetleri, Hun iktidarının ihtiyaçlarını karşılayan bir stok olarak karşımıza çıkmaktadır. ‘… Attila İmparatora iletilmesi için mektuplar yazdı. Bu işte kâtipleri ve savaşta esir alınan ve edebi kabiliyetleri nedeniyle barbarlar tarafından mektupları tanzim etmekte çalıştırılan Yukarı 853 Blockley, 1983, s. 386, sn. 66. 854 Gordon, 1960, s. 202. 855 Thompson, 1948, s. 31. 856 Blockley 1983, s. 386, sn. 66. 857 Priscus Fragman XI/II [38] 212 Moesia’lı biri olan Rusticius hazırdılar. …’858 Görüldüğü üzere, bir esir olduğundan bahsedilen Rusticus Hun bürokrasisi içinde görev ifa etmektedir. Savaşçılıktaki baskın özellikleri Hun iktidarı için, haraç diğer bir ifadeyle önemli bir gelir kapısıdır. ‘Romalılar ile Hunlar arasında Gelibolu’daki 859 bu savaşın 860 ardından, Anatolius 861 tarafından bir antlaşma için müzakere yapıldı. Antlaşmanın şartları şöyle idi: Kaçaklar Hunlar’a teslim edilmelidir ve haracın ödenmemiş taksitlerini tamamlamak için altı bin altın libra ödenmelidir, bundan sonra haraç her yıl, iki bin yüz altın libra olarak düzenlenir, fidye ödemeksizin kaçan ve anayurduna ulaşan her bir Roma savaş esiri için on iki solidi ödeme belirlendi ve bunlar ödeme yapmazlar ise teslim edilecek kaçaklardırlar; Romalılar kendilerine kaçan hiçbir barbarı kabul etmeyeceklerdi.’862 ‘Romalılar bu koşullarla antlaşmayı kendi rızaları ile yapmış gibi göründü lakin komutanlarının tutulduğu kahredici korku yüzünden, barışa olan arzuları onları acımasız olsa dahi her kararı memnuniyetle kabul etmek zorunda bıraktı.863 Bu yüzden onlar için çok ağır olan haraç koşulunu kabul ettiler çünkü onların gelirleri ve imparatorluk hazinesi, göreve değil fakat amaçsız temaşalara, ahmakça şatafata, sefih eğlenceye ve silahları küçümseyen biri şöyle dursun, sağduyulu hiç bir 858 Priscus Fragman XIV. 859 Yunanca metinde Chersonesus olarak kaydedilmiştir. 860 Bu muharebe 447 yılında vuku bulmuştur. 861 Anatolius 438 yılında magister utriusque militiae per Orientem, 440’da konsul ve 446 yılında patricius ve magister militum praesentalis unvanları sahip olmuş ve Attila’ya gönderilen sefaret heyetlerine iki kez önderlik etmiştir. Anatolius için bkz. XI/II [8,12], XIII/I, XV/III, XV/IV, XV/V. 862 Priscus Fragman IX/III. 863 Blockley’e göre bu ve devamındaki ifadeler çok açık olmamakla birlikte sindirilmiş ve gözleri korkutulmuş Roma askerî kadrosu ile Asimuntların cesareti arasındaki tezata işaret edilmekte ve bu suretle bu kadro tenkit edilmektedir. Blockley 1983, s. 381, sn. 19. 213 insanın uygun şartlar altında bile katlanamayacağı diğer harcamalara gitmekteydi. Bu yüzden sadece İskitlerin değil Roma eyaletleri sınırında yaşayan sair barbarların da haraç taleplerini kabullendiler. Hunlara gönderilmek zorunda kaldıkları haraç ve diğer nakdi ödemeler için onlar tüm vergi mükelleflerini katkıda bulunmak zorunda bıraktılar…864 aralarında Attila’dan emirler almak istemeyen ve Roma tarafına geçen İskit hükümdar ailesinden kimilerinin de yer aldığı teslim olmayı reddeden kaçakların büyük bir kısmı Romalılar tarafından öldürüldü.’865 Haracın ödenmemiş bölümünü oluşturan altı bin libra yaklaşık olarak 1.965 kilogram, belirlenen yeni yıllık haraç miktarı olan iki bin yüz libra ise 687 kilo altına denk gelir. Bu yeni haraç miktarı öncekilerle karşılaştırıldığında, Kelly’in hesabıyla 422 yılındaki 160 kilogram, 439 yılındaki ise 320 kilogramdır, oldukça yüksek olduğu görülmektedir. Priscus meblağın büyüklüğünden ve bunu karşılamanın Romalıları içine düşürdüğü müşkülattan metnin devamında yakınacaktır. Bu çerçevede, bu rakamın Roma dünyası için ne ifade ettiğine daha yakından bakmak, durumu anlama noktasında yararlı olacaktır. Kelly’in hesaplamaları üzerinden devam edilecek olunursa 950 kg. altın yaklaşık 151.200 solidiusa karşılık gelmekteydi bir solidius ise yalnız yaşayan birini birkaç gün geçindirebilecek bir meblağ idi. Altıncı yüzyılda orduya alınan bir askere üniforma ve teçhizatını da karşılamak üzere ödenen meblağ altı solidiusidi. Çağdaş İsraildeki bir köye ait altıncı yüzyıldan kalma belgelerde eyalet pazarında bir solidiusa bir eşek, iki solidiusa bir tay, üç solidiusa 864 Priscus tez bağlamının dışında kaldığı için atlanılan bu kısımda Hunlara ödenmek zorunda olunan meblağı karşılamak için ‘katkıda bulunmaya zorlananların’ vergiden muaf tutulmuş istisnai grupları hatta senatörleri de kapsadığını; bu ödeme ile devletin ve halkın içine düştüğü müşkül durumu kaydetmektedir. 865 Priscus Fragman IX/III. 214 bir köle kız, beş solidiusa bir deve ve altı solidiusa bir köle oğlan satın alınmaktaydı. Doğu imparatorluğuna ait bu bölgeler, ülkenin her tarafına şamil bir fiyat istikrarı olmasa dahi fikir verme noktasında manidardır. İmparatorluğun, Priscus’un bu fragmanda ‘çarçur’ edildiğini söylediği devlet gelirleri ve harcamaları hakkında veriler, manzaranın anlaşılması noktasında kifayetsiz kalmaktadır. 866 445 yılında III. Valentinianus devrine ait bir yasada, gelir olarak ortalama bir eyalet kabul edilebilecek Numidia’dan alınacak yıllık vergiyi yaklaşık olarak 500 kilogram altın (78.400 solidius) olacağı tahmin edilmekteydi bunun üzerinden toplam gelirler üzerinde bir tahmin yürüten Kelly Doğu Roma İmparatorluğunun eyaletlerinden topladığı yıllık vergiyi 30 bin kilogram altın olarak hesaplamıştır. Bireysel zenginlik yönünden bakılacak olunursa Kelly, orta düzey bir senatör ailesinin yıllık gelirinin 450 ile 700 kilogram altın olabileceğini hatta belki çok zengin birkaçının gelirinin 1.800 kilogram altını bulabileceğini düşünüyordu ki bu Attila’nın yıllık haraç gelirinin (950 kilogram altın) üzerindeydi. Bu rakamlar ve tahminler ışığında; ödenen haraç (toplamı yaklaşık 3.000 kilogram altın) vergi gelirleriyle (30.000 kilogram altın) karşılaştırıldığında, Priscus’un bu haracın ödenmesinin senatörler de dâhil olmak üzere Roma ahalisini zorladığı iddiasını gerçekçi olmaktan uzak kılmaktadır. Priscus ister devrin idaresini, Theodosius’un izlediği pasif siyaseti tenkit, ister başka bir amaçla olsun bu noktada abartılı bir anlatı kaleme almış olsa gerektir.867 866 Christopher Kelly, Attila Hunlar ve Roma İmparatorluğunun Çöküşü, İstanbul, 2011, s. 140-143. 867 yine orada. 215 III.III.III. HARİÇTEKİ HUNLAR: PARALI ASKERLER, ESİRLER VE MÜLTECİLER III.III.III.I. PARALI ASKERLER Müverrihler, Hunların erken dönemlerinden başlamak üzere, onların Hun Hükümdarlığının dışında, aynı zamanda bu iktidar ile mücadele içindeki ‘rakip’ iktidarların bünyesinde de yer aldıklarına dair bize bilgiler sunmuşlardır. Bu verilerden ilkini Ammianus aktarır. ‘[Ermaneric] onun ölümünden sonra kral seçilen Vitimir, para karşılığında kendi müttefikleri arasına çektiği Hunların diğer kabilelerine dayanarak bir müddet Alanlar’a karşı direniş gösterdi.’868 Ermaneric’i intihara sürükleyen Hun darbelerinin Gotları vurmasının akabinde, onun selefinin yine Hunlardan destek alarak Alanların karşısına çıktığını söylemektedir ki ilk bakışta oldukça kafa karıştırıcı bir ifade olarak durmaktadır. Bu noktada, Ambrosius’un869 380 yılında kaleme aldığı eserindeki bir kaydı, oldukça yol göstericidir. ‘Hunlar Alanlara, Alanlar Gotlara, Gotlar da Taifali ve Sarmatlara saldırdılar … ve bu daha henüz bir başlangıçtır.’870 Görüldüğü üzere Hunlar doğrudan Alanlara ve Gotlara saldırdığı gibi Hun tazyiki karşısında yurtlarını terk eden Alanlar da Gotlar ile mücadeye girmişlerdir. Hunların Batı Avrasya’ya girmesiyle buradaki kavimlerin düzeni tamamıyla değişti ve kendi aralarındaki mücadele iyice körüklendi. Bu durumu, ‘Ardı arkası gelmeyen farklı çatışmalarda kâh Alanlar ve Hunlar kâh Gotların iki ordusu arasındaki bir birlerini kırdıkları, 868 Ammianus Res Gestae XXXI. 3. 3. 869 Milan başpiskoposluğu görevinde bulunmuş ve IV. yy.ın en etkili kilise mensuplarından biri olmuştur. 870 Aurelius Ambrosius Expositio evangelii secundum Lucam X. 10’dan naklen Heather 2012, s. 158. 216 barbarların kendi içinde yaptığı vahşi savaşlar hakkında hiçbir şey söyleme’yeceğini871 belirten Orosius da teyit etmektedir. Hunların tazyikiyle kaçan Alanların, kendileri de Hunların darbelerine maruz kalmış Gotlar ile girdiği bu mücadele esnasında, Gotların Hunlardan destek birlikleri, herhalde paralı asker, almış oldukları anlaşılmaktadır. Böylelikle, daha sonra Roma ordusu uhdesinde aynı statü ile yer alacak Hunların, kuzey kavimlerinin kendi aralarındaki mücadelelerde de aynı pozisiyonda görev yaptıklarının, tespit edilebildiği kadarıyla, ilk örneği karşımıza çıkmaktadır. Hunların, kendilerinin de mücadele içinde oldukları komşularının askerî hizmetinde görev almaları durumu, Roma için söz konusu olduğunda doğal olarak müverrihlerin satırlarına daha çok yansımıştır. Aynı bahis hakkında Eunapius tarafından sağlanan diğer kayıtta, Roma İmparatorluğunun kendi içindeki bir mücadelede, aralarında Hunların yer aldığı kuzeyli kavimlerin bu sürece dâhil olduklarından bahsedilmektedir. ‘Theodosius [Eugenius’un elçilerini] onların isteklerine kaçamak yanıtlar vererek, dostça bir karşılıkla oyuna getirdi ve evlerine geri gönderdi. Birliklerin komutasına Romalı Timasius, İskit Gainas ve Alan Saul’u getirdi; kendisi İskit soyundan olan fakat Theodosius’un kız kardeşi Serena 872 ile evlendiği için imparatora eşit güce nail olan Stilicho’yu da komutan yaptı; kendi kabile önderlerinin emri altındaki Trakya Hunlarının pek çoğunu da çağırdı.’873 Bu anlatı; Hunların Roma ordusu uhdesindeki bu hizmetleri esnasında kendi önderlerinin emri altında olduğunu da göstermektedir. Eunapius’un ayrıştığı husus 871 Orosius His. Adv. Pag. VII. 37. 3. 872 Priscus’un burada, Serena’yı Theodosius’un kız kardeşi olarak göstermesi, muhtemelen müstensihlerden kaynaklanan bir hatalı olmalıdır. 873 Eunapius Fragman LX = Antakyalı Iohannes Fragman 187= Exc. de Ins. 79. 217 ise, onlardan Trakya Hunları olarak bahsetmesidir. Bu ifade, daha önce bir şekilde Roma toparaklarına iltica etmiş bir Hun grubuna, belki de 380 yılındaki Hun mültecilere gönderme yapıyor olsa gerektir. Hunların, Roma imparatorluğu ordusunda görev almaları bahsi Orosius’da da karşımıza çıkar. Roma’nın, Gotların önderi Radagius’a874 karşı girdiği mücadelede Hunların ve diğer bir Got grubunun oynadığı rolü şöyle anlatır: ‘Tanrı, Radagaius’a karşısında Roma’ya destek vermeye meyilli Romanın diğer düşmanlarının arzusunu bahşetti ki, Roma’nın en korkunç düşmanı: Uldız ve Sarus’un875 tebaası, Hunların ve Gotların bu önderleri Roma’yı savunmak876 için geldiler.’ 877 Prosperus ise, Batı Roma imparatorluğu özelinde Roma ordusunda Hun birliklerinin görev ifa edişini birden çok kez tekrarlayacaktır. ‘Augusta Placidia ve Caesar Valentinianus şaşırtıcı bir talihle gasıp Iohannes’i bastırdılar ve muzaffer olarak hükümdarlık gücüne tekrar kavuştular. Aetius’tan özür dilendi zira Iohannes namına getirdiği Hunlar onun çabalarıyla yurtlarına geri döndüler…’. 878 Burada Hun askerlerin yurtlarına geri dönüşü Aetius’un bir başarısı olarak sunulduğuna göre, Roma orusuna katılımı sağlanan Hunların yani muhtemelen Hun paralı askerlerinin, görevleri sona erdiğinde geri dönmelerinde sorunlar yaşandığı anlaşılmaktadır. 874 Bkz PLRE I ‘Radagaius’. 405 yılının sonlarına doğru bir grup Ostrogot ile birlikte Pannonia’dan İtalya’ya saldıran pagan inancına mensup bir önderdir. 23 Ağustos 406 yılında ele geçirilecek ve öldürülecektir. 875 Bkz PLRE II ‘Sarus’. 876 Orosius burada Hun Uldız ve Got Sarus’un isimlerini sıralamakta ve fakat Radagaisus’a karşı yapılan savaşın kumandanı olmasına rağmen kendisine menfi gözle baktığı Vandal Stilicho’ya yer vermemektedir. Zosimus Historia nea V 26; Fear, s. 398, dn. 445; Tyulenev, s. 495, dn. 443. 877 Orosius His. Adv. Pag. VII. 37. 12. 878 Prosperus Aquitanus Epitoma Chronicon 398 a. (miladi takvimde 425 yılı.) 218 Lakin Batı, aynı askerî ittifakı daha sonraki yıllarda da tekrarlamaktan geri durmayacaktır. Zira Prosperus ‘Hunların yardımıyla Gotlara karşı savaş yürütüldü.’ğnden 879 ve ‘Aetius’tan sonra ikinci komutan olan Hun yardımcı kuvvetlerini yöneten Litorius hesapsızca Gotlar ile savaşa girdi’ğinden 880 bahsetmektedir. Her iki kayıtta da Roma Gotları, yani diğer bir kuzeyli ‘barbar’ kavim karşısında Hunlardan destek almak yolunu seçmiştir. Prosperus’dan sonra eserini kaleme alan fakat Hunların erken dönemlerini anlatan Doğu müverrihi Zosimus da, Roma ordusunda görev yapan Hun birlikleri hakkında bilgiler vermektedir. Bu kayıtlardan birinde Zosimus, ‘Bu haber 881 ilk duyulduğunda herkesi şaşkına çevirdi. Şehirler umudunu yitirdi ve Roma bile bu olağan dışı tehdit ile karşılaşmanın telaşına düştü lakin Alanlardan ve Hunlardan alabildiği kadar yardımcı kuvvet…’ 882 alındığından bahseder. Kuzeyden, ‘barbar’ dünyasından, gelen bir tehdit karşısında aynı dünyanın diğer kavimlerinden yardım, paralı asker, alma yahut ittifak kurma durumu, böylelikle bir kez daha karşımıza çıkmaktadır. Farklı kavimlerden derlenen bu güçler, ittifak halindeyken dahi kendi içlerinde mücade ettikleri, Romalıların karşılaştıkları bir diğer sorun olsa gerektir. Zira Zosimus, ‘…gücü ve şöhretinden mütevellit müttefikler arasında mümtaz biri olan barbarların kumandanı Sarus[un], uyudukları için Stilicho’nun muhafızı 883 tüm 879 Prosperus Aquitanus Epitoma Chronicon 410 a. (miladi takvimde 437 yılı.) 880 Prosperus Aquitanus Epitoma Chronicon 412 a. (miladi takvimde 439 yılı.) 881 Buradaki ifadeden kasıt ‘Radagius Tuna ve Ren’in yukarısından dört yüz bin Galyalı ve Germeni topladı ve İtalya’yı işgal etmeye başla’ masıdır. Zosimus Historia nova V. 26. 3. 882 883 Zosimus Historia nova V. 26. 4. Buradaki ‘tüm’ ifadesi müttefikler arasında yer alan Hunların hepsini değil sadece Stilicho’nun koruması görevindeki Hun askerlerini kastetmektedir. 219 Hunları öldür[düğünden dolayısıyla] … birbiriyle ihtilaflı barbarlar …’ dan 884 bahsetmektedir. Buradaki ifade, her ne kadar bu ihtilafın kökenine ve zeminine dair bilgiler içermese de, Stilicho’nun ordusundaki kuzeylilerin bir çatı altında yer almalarına rağmen kendi aralarında bir çekişmenin olduğu tespitinin yapılmasına olanak vermesi noktasında manidardır Zosimus daha çarpıcı bir veriyi, ‘Alaric böyle önemli bir harekâta tam olarak başa baş olmasa da seçkin birliklerle icra etmeye karar verdiğinde, harekâtına katılması için Hunlardan ve Gotlardan hatırı sayılır bir ordusu olan karısının erkek kardeşi Ataulf’a, yukarı Pannonia’ya haber gönder…’diğini 885 söylerken sunmaktadır. Ataulf yani Vizigotların önderinin emri altındaki birlikler arasında ‘hatırı sayılır’ oranda Hun güçleri de yer almaktadır. Bu noktada ortaya çıkan artık Hun hükümdarlığının güdümünde bir destek değil Hun iktidarından kopmuş bir güruh söz konusu olsa gerektir. Bir başka yönüyle de, belki Hunların daha önce bahsedildiği üzere sadece Roma’nın değil, diğer kuzeyli kavimlerin uhdesinde yer aldıklarına işaret etmektedir. Zosimus eserinin bir başka yerinde ise bu sefer Roma askerî hizmetindeki Hunların, yukarıda kendi ordusunda Hunların yer aldığını söylediği Ataulphus’un bu birliklerine saldırdığını beyan etmiştir: ‘… Honorius, Magister Officiorum Olympius’a Ravenna’da üç yüz kişilik Hunları verdi, Pissa diye adlandırılan bir şehrin yakınlarında kamp kuran Ataulphus’un Gotlarını bulduklarında onlara saldırdılar…’886 884 Zosimus Historia nova V. 34. 1. 885 Zosimus Historia nova V. 37. 1. 886 Zosimus Historia nova V. 45. 6. 220 Alaric’in harekatına karşı Hunlardan ciddi bir miktarda yardım alınmıştır. ‘Bu yapıldı, imparator, Alaric’e karşı yapılacak savaşta müttefik kuvvetler olarak on bin Hun topladı ve geldiklerinde onların ihtiyaçlarını karşılayabilmek için Dalmaçyalılara hububat, koyun ve öküz vermelerini emretti.’887 Zosimus burada bu yardımcı kuvvetin kaç kişiden oluştuğunu belirterek tarihçilere çok yardımcı olmaktadır. Zira devrin edebiyat anlayışında, metin içinde rakam vermek çok sık rastlanan bir durum değildir ve bu nedenle Hunların nüfusları hakkında fikir yürütmek için elimizde yeterince veri yoktur. Burada ki rakam, abartılı-afakî olanlar hariçte bırakıldığı takdirde, Hunlar hakkında nadiren rastlanan domografik verilerin en güvenilir olanlarından biridir. 888 III.III.III.II.ESİRLER Olympiodorus eserinde ‘Bu mevki kazıldığında, oraya yerleştirilmiş barbarların tarzında; elleri arkadan kavuşturulmuş, barbarların nakışlı elbiseleri giydirilmiş, uzun saçlı ve başları kuzeye yani barbarların ana vatanına dönük üç gümüş heykel bulundu’ğunudan 889 bahseder. Olympiodorus’un metninde geçen; ‘elleri arkadan kavuşturulmuş’ ifadesinin anlamlandırılması üzerinde durmak gereklidir zira bu tabir Roma dünyasının esir algısına, esir olanlara gönderme yapmak için kullanılmış olmalıdır. Skrjinskaya’nın aşağıda yer verdiğimiz analizi bu 887 888 Zosimus Historia nova V. 50. 1. Hunların nüfusu hakkında eldeki veriler yukarıda belirtildiği gibi çok yetersizdir. Iordanes’in Attila’nın ordusunda beş yüz bin askerin olduğu söylentisine yer verdiği kayıt gibi afakî olabileceği kuvvetle muhtemel sayılar dışarıda bırakıldığında, Zosimus’un burada zikrettiği rakam Geç Roma müverrihlerinin bu noktada sağladıkları ciddi veriler arasında yer alır. Hun adıyla bahsedilen bu üç bin kişilik asker topluluğunun köken olarak homejen mi olduğu yani hepsinin Hun kavmine mensup mu olduğu yoksa artık aralarında Alanları ve Gotları barındıran Hun birliğinin mi mensubu oldukları sorgulanması gereken bir diğer noktadır. Iordanes Getica 182. 889 Olympiodorus Fragman XXVII = Photius Bibl. Cod. LXXX. 221 konuda oldukça ufuk açıcıdır. Metinde; heykellerin, imparatorluk için barbar akınlarının neşet ettiği kuzeye dönük şekilde gömüldükleri söylenilmektedir. Eski bir ayin ile kutsanmış oldukları ve ‘barbar’ akınları karşısında bir set gibi koruma vazifesini ifa etikleri için bu heykeller, gömülü oldukları yerde meskûn ziraatla meşgul yöre halkı nazarında kutsal kabul edildiği belirtilmiştir. 890 Heykellerin imparatorluğun sakinleri tarafından ‘yorumlanışı’ tüm bunları düşündürtür ne de olsa; kendi mülklerini ‘barbarlardan’ muhafaza peşinde koşan Romalılar, heykellerden yardım beklemektedir. Bundan ötürü heykeller, Romalıların gözünden barbarların tasviri olmalıdır.891 Romalılar, bir dizi anıtta da görüldüğü gibi, sık sık barbarları tutsak görünümünde tasvir etmişlerdir. Örneğin Roma’da forumdaki Septimius Severus kemerinin kolonunun temelindeki rölyefler: Romalı askerlerin barbar tutsakları getirmeleri tasvir edilmektedir. 892 Roma Vatikan müzesinde bulunan İmparator Constantinus’un annesi Helena’nın lahitinin somakisinin duvarındaki rölyefler, Roma süvarilerini ayrıca mağlup barbarları, dizleri üstünde, elleri arkadan bağlı vaziyette tasvir eder.893 Bunların dışında da göçebe-tutsak tasviri, Dobruca’nın batısı ve Silistre’nin doğusunda yer alan yarı harabe haldeki Tropaeum Traiani anıtındaki pek çok rölyefte temeyyüz etmektedir. Anıtın çevresini saran metoplarda 894 890 Olympiodorus Fragman XXVII = Photius Bibl. Cod. LXXX. 891 Skrjinskaya 1956, s. 259-260, dn. 140. 892 E. S. Straong. La Sculptura Romana, II, s. 303’dan naklen Skrjinskaya 1956, s. 259-260, dn. 140. 893 G. Lippold. Die Sculpturen des Vatikanischen Museums, III, 1, No: 589.’dan naklen Skrjinskaya 1956, s. 259-260, dn. 140. 894 54 numaralı. 222 Romalıların ‘barbar’larla savaşlarına dair rölyefler ve tacın kenar dişlerinde 895 rölyeflerle aynı surette, ‘barbar’ figürleri bulunmaktadır. 896 Barbar betimlemesinin eksiksiz bir tasvirinin ortaya çıktığı işte bu rölyeflerde, onların arasından bazıları elleri arkadan bağlı zincirlenmiş vaziyette Roma askerlerince götürülmektedir. 897 Elleri serbest olanları ise ardı sıra götürülüp ahşap gövdeye bağlanmaktadır.898 Skrjinskaya zikredilen tasvirlerin, Romalıların nazarında barbarın sureti hakkındaki fikri ve dahi imparatorluk ile ‘barbar’ kabileler arasındaki şiddetli ihtilafları ve kanlı savaşları teyit ettiğini düşünmektedir. Romalıların arzuları için, Barbarın-esirin tipi, bu tipin açık alameti esir alınması yani ellerinin arkadan bağlanmasıdır ki önden bakıldığında bu görünüm kolların; dirseklerden kıvrılmasıyla -рук, согнутых в локтях- verilmektedir. Olympiodorus’un buradaki kaydı ile Tropaeum Traiani rölyeflerindeki tasvirler 899 kıyaslandığında temel düzeyde örtüşmektedirler. Adamklissi’deki bu taştan yapılmış ‘barbar’ tasvirlerine benzeyen, lakin Olympiodorus zikrettiklerinin gümüşten yapıldığını söylemektedir, bir takım heykellerin Trakya’da gömülü oluşu, aşırı basitleştirme olarak değerlendirilir. Buna karşın; insanlar, toprağa gömülü bir takım karmaşık mimari anıtların harabeleriyle tesadüfen karşılaştıkları ve orada bazı tasvirleri fark edip kendilerini barbarlardan koruyacak söylenceler çıkardıkları, figürlerin törenle defni hakkında bir efsane yarattıkları yaklaşımı kabul edilmez. Metinde tüm açıklığıyla ortaya konulduğu üzere 895 36 numaralı. 896 bkz Adamkcilis rölyefleri: r. 1, 2, 3, ve 4. Skrjinskaya 1956, s. 256-257 arası r. 1-4 = Ekler 897 Тосilеsсо, Benndorf, Das Monument von Adamklissi — Tropaeum Traiani, Wien 1895, r. 1-4. metop 29, 33, 18, 45 46 47’dan naklen Skrjinskaya 1956, s. 259-260, dn. 140. 898 Skrjinskaya 1956, s. 259-260, dn. 140; Benndorf , r. 116, 117, 119-122, 114, 115, 118’dan naklen Skrjinskaya 1956, aynı yer.= Ekler r. I-VI. 899 Skrjinskaya 1956, s. 256-257 arası, resim 5 ve 6. 223 Romalıları barbarlardan koruyan ve şu halde, Romalıların topraklarında bulundukları düşünülmesi gereken Olympiodorus’un bahsettiği ‘heykeller’, ‘barbar’ hakkındaki Roma nazarının tasvirini vermek zorundaydılar. Böyle bit telakki tam olarak da Adamklissi rölyeflerindeki barbarların tasvirinde verilmektedir. Bunun yanında, rölyeflerin nitelikleri –ve bu özellik- en kati şekilde metinde kullanılan ve kuşkusuz, zincirle yahut iple sarılı olunmasıyla ilgili olarak, ‘ellerin arkadan bağlanması’nı vurgulamakta olan partisip yapıdaki 900 ‘bağlı’ sözünün açıklanmasına yardımcı olmaktadır. Bu söz aynı zamanda, Olympiodorus’un zikrettiği ‘heykeller’ tüm ‘barbar’ niteliklerinin yanında, Romalıların nazarıyla, barbar-tutsak, görünümüne sahip olduklarına da tanıklık etmektedir. 901 Skrjinskaya heykelleri hem tasarlayanların hem de yapanların Romalılar olduğunu varsayarak, onların uzun zaman önce gömülmüş oldukları çıkarsamasına gider. Anlaşıldığı kadarıyla, tesadüfen bulundular ve buluntu alaka uyandırdı: onu ‘hazine’ olarak adlandırdılar ve eyaletin yöneticisine haber verdiler. Bu surette; bölgede yaşayanlar arasında dahi, kutsal yer ve bu heykeller, üstelik onları kutsalaştırmak suretiyle toprağa gömülü heykeller sanki yeniden keşfedilişi hakkında bir efsane temeyyüz etti. Burada söz konusu efsanenin; geç dönem bir efsane mi yoksa eski zamanlardan beri yaşayan bir efsanenin, heykellerin üstünden yapılan ve sözde onların sayesinde, barbar akınlarından heykellerin de bulunduğu o bölgeyi korumak için güç alınmasını sağlayan bir tören hakkındaki anlatı mı olduğunu söylemek güçtür. Roma resmi dininde bu tarz törenler malum değildir, yine de 900 Tam olarak participium perfect passivi formunda. 901 Skrjinskaya 1956, s. 259-260, dn. 140. 224 benzer olaylarda nadiren de olsa imparatorluğun resmi dini adına hareket edilmiştir.902 Esir kavramına dair, Olympiodorus’un Hunlarla bağlantılı yukarıdaki kaydı ve geniş ölçüde yer verdiğimiz Skrijinskaya’nın şerhinden sonra, diğer müverrihlere geçecek olursak, Sozomenus bize, Hunların önemli oranda Romalılara esir verdiklerini söylediği bir olayı anlatır. ‘İster havalisinde yaşayan barbar kabilelerin önderi Uldız, büyük bir ordunun başında bu nehri geçti ve Trakya sınırlarında kamp kurdu.’ Lakin daha sonra Uldız’ın emri altındakiler ayartılarak Roma tarafına çekilir geri kalanlara Romalıların son derbeyi vurmaları hiç de zor olmamıştır. ‘ Böylece kendini terk edilmiş bulan Uldız, nehrin karşı kıyısına güçlükle kaçabildi. Kendi birliklerinden çoğu, diğerleri arasında Sciri denen barbar kabilesinin tamamı katledildi. Bu talisizlik başlarına gelmeden önce bu kabile sayıca çok kalabalıktı. Onlardan bazıları öldürüldü ve diğerleri esir alındı ve zincirlenerek İstanbul’a götürüldü. Muktedirler eğer birlikte kalmalarına izin verirlerse, muhtemel bir ayaklanmaya kalkışacakları düşüncesindeydiler. Bu yüzden onlardan bazıları düşük fiyata satıldı, diğerleri ise İstanbul’a yahut Avrupa’ya dönmelerine asla müsaade edilmemeleri fakat onlara aşına yerlerden deniz vasıtasıyla ayrı tutulmaları koşuluyla hediyelere karşılık köle olarak armağan edildiler. Bunlardan bir kısmı satılmayarak elde kaldı ve farklı bölgelere yerleştirilmeleri için emir verildi. Bithynia’da, Olympus Dağı yakınlarında, yekdiğerinden ayrı yaşayan ve bu bölgenin vadilerinde ve tepelerinde tarım yapan birçoğunu görmekteyim.’903 Sozomenus bu pasajın başında Uldız’ı Tuna havalisindeki barbarların önderi olarak sunmakta diğer 902 Skrjinskaya 1956, s. 259-260, dn. 140. 903 Sozomenus Historia Ecclesiastica IX. 5. 225 bir ifadeyle, Hunları ayırmamaktadır lakin hepsinin yok edildiğini söylediği Sciri hariçte tutulduktan sonra geriye kalanlar arasında diğer bir ifadeyle bu esirler içinde Hunlar da olmalıdır. III.III.III.III. MÜLTECİLER Müverrihlerin kayıtlarında, esir olanlar dışında, Roma iktidarına sığınmış, diğer bir ifadeyle Hun yönetiminden kopmuş Hunlar da karşımıza çıkmaktadır. Orosius, ‘barbarlar’ ile Roma arasındaki, tahribattan ittifaka varacak ilişkilere değindikten904 sonra bir din adamı için doğal görülebilecek bir şekilde, bu ilişkinin ulaşması gerekli görülen boyutu yahut kendinin bu konudaki arzusunu ifade ederken Roma İmparatorluğundaki Hun sığınmacılara işaret etmektedir. ‘Barbarlar sırf bu amaç uğruna Roma topraklarına kabul edilseydi –ha keza Hıristiyan Kilisesi doğudan batıya her yerde Hunlar, Suevler, Vandallar, Burgundianlar ve farklı kökenlerden sayısız kavimle doldurulsaydı–mademki pek çok insan, bu fırsat olmaksızın nasiplenmekten mahrum kalacakları ‘Tanrı’ inancını kabullenmek için gelmişlerdi, kendi payımızdan biraz kayıp da olsa, Tanrının rahmetine şükretmek ve övünmek lazım gelirdi.’ 905 Bir diğer Hıristiyan yazar Sozomenus açık bir şekilde durumu belirtir. ‘Bu sıralarda Trakya’da kampa yerleştirilen Hunlar, hiç kimsenin onları tazyik etmemesine ve onlara saldırmamasına rağmen yoldaşlarının çok büyük bir kısmını bırakıp utanç verici bir şekilde kaçmaya başladılar.’906 Sozomenus’un burada andığı 904 Orosius His. Adv. Pag. VII. 41. 4-7. 905 Orosius His. Adv. Pag. VII. 41. 8. (7-8). Bu bölümde ‘barbarlar’ ile Roma arasındaki, tahribattan ittifaka varacak ilişkilere değinilmekte (41: 4-7) ve bir din adamı olan yazar tarafından, doğal olarak, bu ilişkinin ulaşması gerekli görülen boyutu yahut yazarın bu konudaki arzusu, çevirisi verilen bu pasajda tezahür etmektedir. 906 Sozomenus Historia Ecclesiastica IX. 5. Krş. Zosimus Historia nova V. 22. 226 Hunlar, muhtemelen Roma hizmetindeki yahut Roma’ya daha önceden iltica etmiş Hun grupları olmalıdır. Sozomenus Hunların Romalılar’a ilticasına ve bu ilticanın sonuçlarına dair bir olayı anlatır böylelikle aşağıda görüleceği üzere, Priscus’un eserinde Hunların neden sürekli olarak kaçaklara dair taleplerde bulundukları sorusuna bir ışıkta tutmuş olur. ‘İster havalisinde yaşayan barbar kabilelerin önderi Uldız, büyük bir ordunun başında bu nehri geçti ve Trakya sınırlarında kamp kurdu. … Uldız … tehditler savururken ve istediği kadar büyük miktarda haracın verilmesini emrederken ve sadece bu şartlar altında barış yapılabileceğini veya savaşın devam edeceğini vaziyet bu denli acizken, Tanrı mevcut yönetime özel lütfunun bariz kanıtını gösterdi; zira, kısa bir süre sonra yakınındaki hizmetkârlar ve Uldız’ın kabilelerinin önderleri Roma hükümet tarzını, imparatorun hayırseverliğini ve onun en iyi ve yararlı adamları ödüllendirmedeki çabukluğu ve cömertliğini münazara etmekteydiler. Böyle bir saygıyı içlerinde güçlü bir arzu ile hissetmeleri tabii ki Tanrı’nın iradesi dışında değildi ve o birliklerin komutanları Romalılara geçerek, emirleri altındaki adamlarla onların kamplarına katıldılar. Böylece kendini terk edilmiş bulan Uldız, nehrin karşı kıyısına güçlükle kaçabildi. Kendi birliklerinden çoğu, diğerleri arasında Sciri denen barbar kabilesinin tamamı katledildi. Bu talisizlik başlarına gelmeden önce bu kabile sayıca çok kalabalıktı.’907 Hun hükümdarı Uldız’ı felakete sürükleyen emri altındaki Hunların Roma tarafına geçmeleri olarak sunulmaktadır. Bir Kilise tarihçisi olan Sozomenus bu talihi, daha önce belirtildiği üzere ‘tanrının lütfuna’ bağlamaktadır. 907 Sozomenus Historia Ecclesiastica IX. 5. 227 Priscus Hunların kendilerinden kaçarak Roma’ya iltica eden tebaaları hakkında ne kadar hasas oldukları açık bir şekilde karşımıza çıkar. ‘Romalılar ile Hunlar arasında Gelibolu’daki 908 bu savaşın 909 ardından, Anatolius 910 tarafından bir antlaşma için müzakere yapıldı. Anlaşmanın şartları şöyle idi: kaçaklar Hunlar’a teslim edilmelidir …’911 Priscus Hunlar ile Romalılar arasındaki yeni bir antlaşmanın şartlarını sıralarken aynı maddeyi tekrarlar. ‘… Romalıların hem bundan sonra İskit topraklarından gelen mültecileri kabul etmemesi …’912 Priscus bir diğer kaydında yapılan antlaşma sonucu Hunlara geri teslim edilen hanedana mensup iki Hun’un maruz kaldığı muameleyi not eder. ‘… Bu koşullarla Romalılar ve Hunlar arasında antlaşma akdedildi, … Romalılar arasındaki, içlerinde hanedan ailesinden Mama ve Atakam’ın da yer aldığı mülteciler barbarlara geri verildi. Onları teslim alanlar kaçışlarının cezası olarak, Trakya’da bulunan Karsum 913 kalesinin yakınlarında kazığa oturttular.’914 908 Chersonesus [Thracica] 909 Bu muharebe 447 yılında vuku bulmuştur. 910 Anatolius 438 yılında magister utriusque militiae per Orientem, 440’da konsul ve 446 yılında patricius ve magister militum praesentalis unvanları sahip olmuş ve Attila’ya gönderilen sefaret heyetlerine iki kez önderlik etmiştir. Anatolius için bkz. Priscus Fragman XI/II [8,12], XIII/I, XV/III, XV/IV, XV/V. 911 Priscus Fragman IX/III. 912 Priscus Fragman II. 913 Carsum ya da Carsium (CIL, III. 1382) Dobruca’nın çağdaş Гершова yerleşimi ile özdeşleştirilmektedir. (RE, III, 2, 1616) Latışev 1948, s. 245, dn. 12. 914 Priscus Fragman II 228 ‘Attila kendinin bu emirlerine ekleme yaptı ve Asemus 915 halkından ister Romalılardan ister barbarlardan olsun ellerinde bulunan tutsakları teslim etmelerini talep etti. Asemus hem Trakya sınırına hem Illyria’ya yakın güçlü bir kaledir. … Böylece bu savaşta Asemuntiler birçok İskiti öldürdüler, birçok Romalıyı azat ettiler ve düşmandan kaçanlara sığınak verdiler. Attila, eğer Asemuntiler’e sığınan Romalılar teslim edilmezse yahut onlar için bir fidye ödenmezse alınan barbar esirler serbest bırakılmazsa, ne ordusunu geri çekeceğini ne de bu barışın koşullarını onaylayacağını söyledi. … Bu yüzden Asemus ahalisine kendi aralarındaki firar etmiş Romalı esirleri ya teslim etmeleri ya da her biri için on iki solidi ödemeleri ve Hun esirleri serbest bırakmalarını söyleyen bir mektup yolladılar. … bir süreliğine elde tutulan ikisi hariç infaz edildiklerini beyan etiler. Geri döndürülmese bile savaş kuralları dâhilinde aldıkları kendi esirlerini teslim etmeyeceklerdi. … ve Asemuntilerin ellerindeki barbarlar geri verildi. Asemuntiler de, kendilerine sığınan Romalıların özgürlük için ayrılmış oldukları hakkında yemin ettiler ve aralarında Romalılar olduğu halde bu konuda yemin ettiler. Kendi soylarından insanların güvenliği bunu yaptıklarından yalan yere yemin etmiş olduklarını düşünmediler.’916 Müverrihlerimizden Olympiodorus iltica durumunun, diğer yöne yani Roma’dan Hunlara geçişe örneklik teşkil edecek bir kayıt sunmuştur. ‘[Olympiodorus] Donatus, Hunlar917 ve önderlerinin okçuluktaki tabii kabiliyetini ve 915 ’Ασιμοΰς (-ντος) katı bir surette bu toponimi başka yerlerde Ansamo yahut Anasamo olarak tesmiye edilen şehirle özdeşleştirilebilir. Bu şehir Niğbolu (Nikopolis) yakınlarında Tuna’ya dökülen Osma nehri üzerinde bulunmaktadır. Destunis 1860, s. 26, dn. 24. 916 Priscus Fragman IX/III 917 Buradaki kayıt ile Hunların Orta Avrupa’daki mevcudiyetine dair en eski veri sunulmuş olmaktadır. Skrijinskaya s. 253 dn. 87. 229 bu tarihçi, nasıl onlara ve Donatus’a elçi 918 olarak gönderildiğini anlatır. … Donatus’un ant içmek suretiyle nasıl haince kandırıldığını ve canice öldürüldüğü hakkında yazar. Bunlara ilave olarak; bu önderlerin başı olan Karaton’un 919 bu cinayete nasıl hiddetlendiğini ve krallara yakışır hediyelerle nasıl yatıştırıldığını ve sakinleştirildiğini anlatır. Onun tarihinin on kitaplık birinci babının muhtevası böyledir …’920. Maenchen-Helfen’in de işaret ettiği üzere Olympiodorus’un burada çevrisi verilen metnini derleyen Photius, Donatus’a bir Hun önderi dememektedir. Donatus bir Roma adıdır ve muhtemelen o Hunların tarafına geçmiş bir Romalıdır. Diğer taraftan bu fragmanda öne çıkmasından anlaşılacağı üzere, Hun kabilelerinden birinin önderidir. Blockley’e göre; metinde Cameron tarafından öne sürülen 921 ve Matthews tarafından desteklenen 922 , Olympiodorus’un bu elçilik heyetindeki görevinin Donatus’un öldürülmesi olduğu görüşüne temel oluşturabilecek hiçbir iz mevcut değildir. Blockley’den birkaç on yıl önce yazan Skrjinskaya ise imparatorluk tarafından Hunların meselelerine bu surette bir müdahaleyi Photius’un bu kısa alıntısında gözlemlemenin mümkün olduğu görüşündedir. Onun kurgusuna göre; Olympiodorus’un, ondan önceki bir elçilik heyeti tarafından mı icra edildiği açık olmasa da imparatorluğun diplomatları Hun kabilelerinin işlerine karışmışlar, onlardan bazılarını ayartarak kendi taraflarına çekmişler ve düşmanları olan 918 ὁἱὸἐέ Donatus, Hunlar ve onlara giden elçilik hakkındaki ifadelerin açık olmayışı, Photius’un kullandığı kaynağın doğrudan Olympiodorus’un eseri olmadığını ve başka bir tarihçinin Olympiodorus’tan yaptığı iktibas üzerinden bu eserden yaralandığı düşüncesini doğurmaktadır. Skrijinskaya s. 254 dn. 89. 919 Bkz. Bölüm II.II.I. 920 Olympiodorus Fragman XIX = Photius Bibl. Cod. LXXX. 921 Cameron 1965, s. 497. 922 Matthews 1970, s. 79 vd. 230 diğerlerine karşı ayartmışlardır. Metinde Donatus’un ‘bir yeminle kandırılarak haince’ öldürüldüğünü belirtmektedir. Onun ölümü bu kabile konfederasyonunun önderini, Karaton’u, çok kızdırmıştır, bu önder imparatorluk hediyeleriyle sakinleştirilmiştir. Skrjinskaya; Donatus’un katli imparatorluk diplomatlarının tasarısı ve onların ajanlarının katılımıyla gerçekleşmiştir yoksa neden Hun hükümdarı sakinleştirilmiş ve muhtemelen imparatorun hediyeleriyle öfkesi savuşturulmuş olsun sorusunu sormaktadır. Ravenne ve özellikle de İstanbul tabiî ki, bir süreliğine bile olsa Hun kabilelerinin imparatorluğun kuzey sınırlarına amansız baskısını hafifletmeye çalışmışlardır.923 Roma’dan Hunlara bir diğer iltica olayını, Hunların suçladığı ve teslim almak istediği Margus piskoposunun ilginç öyküsünü anlatan Priscus sunar. ‘[Hunlar] Eğer onu ve bir de antlaşma uyarınca –pek çoğu Romalılar arasında bulunan- kaçakları teslim etmezlerse savaş çıkaracaklarını söylediler. Romalılar bu iddianın yanlış olduğu cevabını verince, kendi iddialarının doğruluğuna güvenen barbarlar tartışmalı meselelerin hakem kararı ile hallini reddettiler ve savaş açtılar. Tuna’yı geçtiler ve nehir boyunca aralarında Illyria’da bir Moesia 924 şehri olan Viminacium’unda 925 bulunduğu pek çok şehri ve kaleyi tahrip ettiler. Bu şeyler oluyorken bazıları Margus piskoposunun teslim edilmesi gerektiğini söylüyorlardı zira bir insan uğruna tüm Roma halkı savaş tehlikesi ile yüzleşmemeli. Teslim 923 Blockley 1983, s. 216; dn. 49; Skrjinskaya 1956, s. 253, dn 87; PLRE II, s. 376. 924 Priscus’un πόλις … τῶν ἐν Ἰλλυριοῖς Μυσῶν ifadesini Blockley ‘a city of Moesia in Illyria- Illyria’da bir Moesia şehri’ olarak Latışev ise ‘горад иллирийских мезийцев- Illyrialıların (sıfat durumunda) Moesia şehri’ diye çevirmiştir. Biz manasını anlayamadığımız Priscus’un bu ifadesini Blockley’i esas almak suretiyle çevirdik. 925 Çağdaş Sırbistan’da Kostolac kasabası yakınlarında Roma eyalet sistemi içinde Yukarı Moesia’da (Moesia Superior) Margus (Morova) nehrinin Tuna’ya döküldüğü yerde bulunan önemli bir şehirdir. 231 edileceğinden şüphelenen piskopos şehirdeki bu insanlardan gizlice kaçarak düşman tarafına geçti ve eğer İskit hükümdarları makul bir bağış verirse onlar için bu şehre ihanet edeceğini vaat etti. Onlar, vaadini gerçekleştirirse, onu her türlü nimetle gark edeceklerini söylediler ve eller sıkıldı ve vaatler için yeminler edildi. Nehrin sağ kıyısında gizlediği büyük bir barbar birlik ile Roma topraklarına geri döndü ve geceleyin onları kararlaştırdıkları işaretle harekete geçirdi ve şehri düşmana teslim etti. Bu suretle Margus talan edilince barbarların kudreti daha çok arttı.’926 Priscus, Doğu Roma sarayına Hun elçisi olarak gelen Edeko hakkında anlattığı aşağıdaki olayda, bu kez Roma’nın Hunların içinden adam kazanmak suretiyle Hun iktidarıyla mücadeleye girmek yöntemini denediğine tanıklık eder. ‘Bu mektuplar imparatora sesli bir şekilde okununca Edeko ile bu barbarın tebliğ ettiği Attila’nın tüm beklentilerini tercüme eden Vigilas 927 ayrıldı ve imparatorun teşrifatçısı 928 Chrysaphius ile ve onun nazırlarının en muktedirleriyle görüşmek için diğer makama gitti. Bu barbar saray odalarının görkemine şaşkınlığını belli etti ve Chrysaphius ile konuşmak için geldiğinde, Vigilas tercüme ederken, Edeko’nun bu sarayı övdüğünü ve Romalıları zenginliklerinden ve altın tavanlı odalarından ötürü kutladığını söyledi.’ Edeko Roma sarayının karşısında büyülenmişe benzemektedir ve Roma bürokrasisi adeta durumdan vazife çıkarır. ‘Chrysaphius, İskit menfaatlerini önemsemez ve Romalılarınki için çalışacak olursa onun da zenginliğin ve altın tavanlı odaların sahibi olacağını söyledi.’ Edeko’nun ilk başta tavrı nettir, 926 Priscus Fragman VI/I. 927 Yunanca metinde Βιγίλα Bigila olarak kaydedilmiştir. 928 primicerius sacri cubiculi daha sonra spatharius devlet işleri üzerinde büyük tesiri olan yüksek bürokrasi mensubu. 232 muhattaplarına ‘ Kendi efendisinin izni olmaksızın bir başka hâkimin hizmetçisi için bunu yapmanın doğru olmayacağı cevabını’ verir. Lakin daha sonra Edeko Romalılar tarafından ikna edilecektir. ‘Edeko bunu yapmaya söz verdi ve hadımın konutuna yemek için geldi. Tercüme yapan Vigilas ile birlikte, sağ elleri ile tokalaştılar ve yeminlerini değiştirdiler’929 Mülteciler, özellikle iktidar kadrosundan-hanedandan olanlar, Hun iktidarındaki muhtemel ihtilafların, mücadelelerin kaybeden tarafları, muhalifleri olsalar gerektir. Kitlesel ilticilar ise onlara bağlı birimlerden oluşuyor olmalıdır. Bu durum özelinde, aynı zamanda Hun iktidarının muhaliflerini yanına çekmeye çalışan Roma dış politikasının ortaya çıkmış bir yansıması ile karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Diğer taraftan Donatus örneğinde tarihçilerin öne sürdüğü görüşler doğru ise, Hunlar da Roma karşısında benzer bir siyaset takip etmişlerdir. 929 Priscus Fragman XI/I. 233 SONUÇ Tez çerçevesinde Geç Roma müverrihlerinin, Türkler hakkında tuttuğu kayıtlar ele alınıp kendi içinde değerlendirilmeye çalışıldı. Tezin kronolojik kesiti –dördüncü ve beşinci yüzyıllar- itibarıyla bu kayıtlar, Priscus’un iki versiyonu olan bir fragmanı dışarıda bırakıldığı takdirde geri kalanları Hunlar ile ilgilidir. Tezin zamansal çerçevesini aşan altıncı asır müverrihlerinin metinlerinde, Priscus’un değindiği diğer Türk kavimleriyle ilgili süreci takip etmek mümkündür. Bu takip, aynı zamanda Roma tarihyazımının, kuzey halkları içinde Türk kavimlerine yaklaşımlarının, onları hangi suretle kimlerle ayrıştırdıklarının ve kimlere eklemelediklerinin, kendi aralarında ve diğerleriyle ne surette ele aldıklarının çıkarsamasını sağlayacaktır. Batı Avrasya coğrafyasındaki Türkler hakkında yazılı kaynakları sağlayan Roma müverrihlerinin eserlerini kaleme alırken dertleri, aslında kendi memleketlerinin tarihini yazmaktır. Bu nedenle, onu etkileyen yahut onunla etkileşim içinde oldukları noktada çevre halklara ve aynı bağlam içinde Türk kavimlerine değinmişlerdir. Bu bağlam, metinlerin sağlıklı değerlendirilmesi noktasında öncüllerden biridir zira Türkler eserlerin teması değil ‘dolgu’su konumundadır. Doğal olarak metinler, çoğunlukla askerî-diplomatik kesişmeler noktasında onlara değinir, bu ise karşımıza ‘kesintili’ bir veri havuzunu çıkarır. Yine de, farklı perspektifler geliştirildiğinde ve alternatif okuma yöntemleri denendiğinde, onlar hakkında pek çok çıkarsamaya ve sonuca götürecek verileri içerdiği görülmüştür ki tez temel olarak bu odak üzerine kurgulanmıştır. Müverrihlerin verilerinin tarihsel bilgi olarak taşıdığı değeri tespit etmenin ön koşulu, bu verilerin yer aldığı eserlerdeki metin içi ve metinler arası bağlamın sağlıklı kurulabilmesi olduğu ortaya çıkmaktadır. Eserlerin kaleme alındığı edebi iklimin, iki eksen üzerinden sorgulanması-algılanması gerektiği tespit edilmiştir. Bunlardan ilki; özellikle Yunanca söz konusu olduğunda, dönemin bin yıl gerisine uzanan, paradigmaların oluştuğu edebi geçmiş ve ikincisi, eserlerin kaleme alındığı miladın dördüncü ve beşinci yüzyıllarındaki edebi atmosfer. Diğer taraftan metinler arası bağlam için, bu tezde her ne kadar genellikle denenmemiş olsa da tarihyazımı türü özelini aşmak gereklidir. Çünkü örneğin beşinci yüzyıl kilise tarihçisi Theodoretus her şeyden önce bir teolog olması gibi, tarih yazımı alanında eser veren müelliflerden hiç değilse bir kısmı diğer edebi türlerde de kalem oynatmışlardır. Kaldı ki vakıa böyle olmasaydı dahi metinlere sağlıklı nüfuz edebilmenin öncüllerinden birini, genelde dönemin edebi bilançosu içinde tarihyazımı ve özelde müelliflerin eserleri arasında tarih üzerine olanlar, bütün-parça, bağlamında yaklaşmak oluşturacağı açıktır. Lakin bu çalışma belirtildiği üzere edebi bilanço içinde sorgulama noktasında herhangi bir iddiaya sahip değildir. Her ne kadar müverrih metinlerinin odağı hızlıca değişen, Türk tarihinin devamlılığını takip ve kırılma noktalarını tespit noktasında mühim yer tutmayan siyasal-askerî hadiseler olsa da müverrihler hem doğrudan değinmeler hem de bu anlatılardaki dolaylı verilerle, Türk tarihçiliğine pek çok bilgi sağlamışlardır. Türk tarihinin Avrasya’nın doğusu ve batısı ile bütünlüğü ve sonraki devirlere aktarılanlar çerçevesinde devamlılığını takip etmek için; temel olarak sosyo-kültürel yapıyı ve belli ölçüde de müeseseleri merkeze almak gerektiği düşüncesinden hareketle tezde batı Avrasya’daki erken Türk varlığı üzerinden bu amaca bir katkı sunulmak için bu verilere yaklaşılmıştır. Müverrihlerin metodolojisi noktasında Eunapius’un Hunları anlatığı pasajında dile getirdiği, hem Hun bağlamı özelinde kurulması hem diğer müverrihlerde benzer 235 bir metin tespit edilmemesi nedeniyle oldukça değerli bir metin olduğu gözlemlenmiştir. Her ne kadar Eunapius’a ait olmakla birlikte, hem şifahi haberlerden hem edebi birikimden beslenen bu yaklaşım, dönemin diğer müverrihleri için de bilgi toplama ve metin oluşturma noktasında geçerli olduğu öngörülebilir en azından bu konuda bir fikir verebilir. Müverrihler arasında, onların pagan yahut Hıristiyan oluşlarından veya ortaya koydukları metnin tarihyazımının hangi alanında kaleme alındığından bağımsız olarak ortak bir dil-‘terminoloji’ olmadığı tespit edilmiştir. Müverrihler için Roma İmparatorluğunun kuzeyi bir ‘barbar’ dünyasıdır. Lakin Hunların erken dönemlerinden bahseden müverrihlerde, özellikle Ammianus’da karşılaşılan, Hunları ‘barbar’ların en ‘barbar’ı olarak sunarak ‘şeytanlaştırarak’ onları diğer kuzey kavimlerinden ayrıştırma, dönemsel olarak bir anlama sahip olduğu görülmüştür. Daha sonraki müverrihler için Hunlar, Priscus’da karşılaştığımız gibi tarımla uğraşmama gibi başka özellikleri ile diğer kuzeyli kavimlerden ayrıştırılmışlardır. Adeta ‘Hun realitesi’ne Roma müverrihleri zamanla, artık sadece diğer kuzeyliler kadar yadırganan diğer bir ifadeyle diğerleri kadar kanıksanan kabullenilen bir pencereden bakma davranışı sergilemiş gibi görünmektedirler. Batı Avrasya’nın bu halkları, her şeyden önce Hunlar, kimdiler sorusuna, doğrudan yahut dolaylı yoldan müverrihlerin verdiği cevaplar kıyaslandığında dolaylı olanların daha somutlaştırılabilir bir nitelikte olduğu görülmüştür. Doğrudan olan kayıtlar, genelde Roma edebiyatının ‘klasik’lere olan tutkunluğunun müverrihleri sürüklediği anakronik sonuçları içerme gibi bir özellik taşımakta oldukları farkedilmiştir. Bu nedenle tarihselleştirilmesi oldukça zor bir niteliğe sahip bu veriler ilgili bölüm başlığında ‘tahayüller’ göndermesiyle tanımlanmışlardır. 236 Müverrihlerin bu noktada olgunun kendisini anlamaya çalışmaktan ziyade, klişeleşmiş ‘barbar’ algısının tezahürü, tekrarını sunma eğilimdedirler. Lakin müverrihlerin, bu zengin ‘klasik’ yelpaze içindeki anakronik tercihlerinin nedenleri üzerinden sorular sormak mümkündür. Diğer taraftan sürekli olarak Roma tefekkürünce bilinmeyen alanlara gönderme yapmaları noktasında müverrihler arasında bir tutarlılık söz konusudur. Böylelikle Hunların tanındık-bilindik olanlar içinde yer almadıkları, bu coğrafyadaki mevcudiyetin bir göç olayına dayandığı sonucuna ulaşmak mümkündür ki Priscus’un bölgede ikinci kuşak Türk kavimleriyle ilgili olarak anlattığı göç hadisesinin başladığı yerinde yine bu bilinmeyen alan olması itibarıyla Hun örneğiyle uyum içindedir. An itibarıyla kurgusal boyutta kalma dışında bir sonuca ulaşılamadığı için bu sorgulama derinleştirilememiştir. Tarihselleştirilme noktasında diğerlerinden ayrışan, onomastik kayıtlar ve fiziki tasvirler gibi dolaylı veriler, onların kimler olduklarının cevabına ulaşabileceğimiz bilgileri içermekte olduğu farkedilmiştir. Onomastik ögeler arasında yer alan Türkçe ile izah edilebilen kayıtlar, konuştukları dilin Türkçe olacağı hakkında da dayanak sağlamaktadır. Müverrihlerin, antropolojik tasvirlerinde Mongoloid bir tip karşımıza çıkmaktadır. Bu sonuçlardan hareketle kuşkusuz Hun hükümdarlığının tüm ahalisinin değil ama hükümdarlığın kurucu boyunun Türkler olduğunu varsaymamız, daha doğru bir ifadeyle onları Türk tarihi ile eklemlememiz için Roma tarihyazımı verilerinin ‘tek başına’ yeterli olduğu söylenebilir. Hunların nasıl bir hayat sürdürdükleri sorusuna belli yönleriyle cevap vermek, her şeyden önce Batı Avrasya coğrafyasında özümsedikleri alanlar dâhilinde, yani üzerinde bulundukları mekânın hatlarının, özellikle bu alanların güney ve batı hatları söz konusu olduğunda tespitini yapmak mümkündür. Öncelikle Hunların yayıldıkları 237 alanlar hakkında, müverrihlerin eserlerindeki Hun seferlerinin, oldukça yardımcı oldukları görülmüş ve süreç takip edilerek batı ve güney sınırları daha belirgin bir şekilde ortaya konma imkânı bulunan bu hatlar tespit edilmeye çalışılmıştır. Söz konusu olan, Hun sınırlarının kuzey ve doğusu olunca ise müverrihler, Roma sınırlarından oldukça uzak, dolayısıyla pek de kendilerini ilgilendirmeyen bu alan için sundukları panoromanın, berrak olmadığını tespit etmişlerdir. Hun toplumu bağlamında, müverrihlerin bilgi kaynaklarının, metinlerin şekillenişi üzerindeki tesiri bir kez daha bariz şekilde ortaya çıktığı gözlemlenmiştir. Doğrudan gözleme değil de, muhtemelen şifahi haberlerden derlenmiş bilgileri klasikler ile harmanlayarak sunan Ammianus’un iğreti duran anlatımıyla, doğrudan Hunlar arasında bulunmuş Priscus’un canlı anlatımı kıyaslandığında bu durum daha kati surette ortaya çıkmaktadır. Hemen hemen her müverrih, yer yer onlarla diğer kuzey kavimleri arasında benzerlikler kursa da, Hunların özgün yaşam modelinin izlerine rastlamak mümkündür. Hunların örgütlenme modeli -‘iktidar’- bağlamında tespit edilen verilerse, Hunların kendilerine ait hükümdarlık alanı dışında onunla bağlantılı yahut bağlantısız hatta zaman zaman ona rağmen yer aldıkları ve faaliyet gösterdikleri fark edilmiştir. Bu mekanizma hakkındaki erken verilerde, yine olguyu ortaya koyma noktasında çok da başarılı olamayan, daha ziyade onun kudretini, imkân ve kabiliyetlerini vurgulama eğiliminde bir anlatım söz konusudur. Lakin özellikle Attila devriyle ilgili tespitlerde, daha kapsayıcı yer yer ayrıntıları içeren ve iktidarın özelliklerinin pek çok noktasına ışık tutan bir veri havuzu sunulduğunu belirtmek gerekir. Müverrihlerin ülkesini, Roma’yı, savaşçılıkları yüzünden zor durumlarda bırakmalarından ötürü, at ve ok kullanmaktaki maharetleri ve katı ‘gaddar’ 238 disiplinleri müverrihlerin anlatımlarında sık sık yer verdikleri bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Tez bağlamında irdelenen verilerin daha iyi anlaşılması ve daha anlamlı olması için genel edebi blanço ve müverrihlerin diğer ötekiler ve özellikle de diğer kuzeyliler hakkında yazdıklarının daha ön plana çıkarılması gerekir. Bunların ise arkolojik bulgular ile kaşılaştırılması hem metinlere daha güçlü nüfuz edilmesi hem de gerçekte ne yaşanmış olabileceğine dair daha muhkem bir panorama sunacağı açıktır. Müverrih kayıtları eksenli bir tarih tasviri eksik ve hatta sakat kalmaya mahkûmdur. Kanaatımız bu eksenle yapılacak tarih tasviri, Batı Avrasya’daki Türk tarihinin akışında değil, Roma historgrafisinde Türklük bilgisinin oluşumu ve gelişimi için yeterli olacaktır. Bu çerçevede bu tezin iddiası da bundan ibarettir. 239 BİBLİYOGRAFYA I. Kaynak Toplamaları Aalto, P., , Tuomo, P., (1975), Latin Sources on North-Eastern Eurasia, I – II, Asiatische Forschungen c. 44, Wiesbaden. Blockley, R. C., (1983), The Fragmentary Classicising Historians of the Later Roman Empire II Eunapius Olympiodorodus Priscus and Malchus text translation and historiographical notes, ARCA Classical and Medieval Texts, Papers and Monographs 10, Liverpool. Corpus Fontium Historiae Byzantinae, 1967Corpus Scriptorum Historiae Byzantinae, Bonn 1828–1897. Chavannes, E., (2006), Documents sur les Tou-kieu (Turcs) Occidentaux, recueillis et commentes suivi de Notes Additionnelles (Сборник трудов Орхонской экспедиции, VI, St. Petersburg 1903; T’oung Pao, series II, 4, 1904, ikisi bir arada tek cilt olarak: Paris 1941; Türkçesi: ter. Mustafa Koç, Batı Türkleri, İstanbul). Fontes Graeci Historiae Bulgaricae, Sofya 1954–69. Fontes Latini Historiae Bulgaricae, Sofya 1958–65. Ferlagu, J., vdğ., ed., (1977), Glossar zur frühmittelalterlichen Geschichte im östlichen Europa: Serie A. Lateinische Namen bis 900, band I, Wiesbaden. Latışev, V. V., (1893) İzvestiya drevnih pisatiley greçeskih i latinskih o Skifii i Kavkaze I, St. Petersburg Martindale, J. R., (birinci cilt için ayrıca Jones, A. H. M. ve Morris, J.) ed., (1971–1992), The Prosopography of the Later Roman Empire I-III (260–641), Cambridge. Mommsen, T. (1882–1894), Monumenta Germaniae Historica; auctores antiquissima, cilt 5 – 11, Berlin. Moravcsik, G., (1943), Byzantinoturcica II Sprachreste der Türkvölker in den byzantinischen, Budapeşte Moravcsik, G., (1958), Byzantinoturcica I Die byzantinischen Quellen der Geschichte der Türkvölker, Berlin. Mullerus, C. (1851), Fragmenta Historicorum Graecorum IV. Collegit Disposuit Notis et Prolegomenis Illustravit, Paris. Murray A. C. (2000), From Roman to Merovingian Gaul, Peterborough. Vısokiy, M. F., Timofeev, M. A., ed., (2007), Tserkovnıe istoriki IV-V vekov. Scriptores Rerum Ecclesiasticarum Saec. IV-V, ROSSPEN, Moskova. II. Toplamalar Haricinde Çağdaş Dillere Kaynak Çevirileri Anderson, W. B., (1936–1965), Sidonius Apollinaris. Poems and Latters III, Londra: Loeb. Blockley, R. C., (1983), The History of Menander the Guardsman. Introductory Essay, Text, Translation and Historiographical Notes, Liverpool: ARCA Classical and Medieval Texts, Papers and Monographs 17. Çekalova, А. А., (1993), Prokopiy Kesariyskiy Vayna s Persami Vayna s Vandalami Taynaya İstoriya, Moskova: RAN Pamyatniki istoriçeskiy misli. Demircioğlu, H., (1950), Thucydides Peloponnesos’lularla Atina’lıların Savaşı I. Kitap, Ankara Destunis, G., (1860), Skazaniya Priska Panayskovo, Sn. Petersburg Dewing, H. B., (1914-1940), The Works of Procopius I-VII, Londra: Loeb. Erhat, A., A. Kadir, (2013), Homeros İlyada, İstanbul. 241 Fear, A. F., (2010), Orosius Seven Books of History Against the Pagans, Liverpool. Jeffreys, E. vdğ. (1986), The Chronicle of John Malalas, Melbourne. Hatapkulu, M. (2006), Tacitus Germania Halkların Kökeni ve Yerleşim Yerleri, İstanbul. Jones, H. L., (1917-1932), Strabo Geography VI-XIV, Londra: Loeb. Kondratyev, S. P., (1996), Prokopiy Kesariyskiy Vayna c gotami O postroykah, Moskova. Kulakovskiy, Yu. A., Sonni, A. İ., (2005), Rimskaya İstoriya, Moskova Latışev, V. V., (1948), “İzvestiya drevnih pisatiley o Skifii i Kavkaze”, VDİ, s. 1948/4, s. 245-267. Levçenko, M. V., (1996), Agafiy Mirineyskiy O tsarstvavannaya Yustiniana, Мoskova: RAN Pamyatniki istoriçeskiy misli. Lukomskiy, L. Yu., (1994), Ammian Martsellin Rimskaya istoriya, Sn. Petersburg: Antiçnaya biblioteka. Mierow, C. C., (1966), The Gothic History of Jordanes in English version with an introduction and a commentary, Cambridge. Onat, A., vdğ., Han Hanedanlığı Tarihi Hsiung-nu (Hun) Monografisi, Ankara, 2004. Ökmen, M., (1991), Herodot Tarihi, İstanbul. Platnauer, M., (1922), The Works of Claudian, Londra: Loeb. Rawlinson, G., (1941), Heredot Tarihi, ter. Ömer Rıza Doğrul, İstanbul. 242 Ridley, R. T., (1990), Zosimus New History A Translation with Commentary, Canberra: Australian Association for Byzantine Studies Byzantina Australiensia 2. Rolfe, J. C., (1935-1939), Ammianus Marcellinus I-III, Londra: Loeb. Schaff, P., Wace, H., (1989), A Select Library of Nicene and Post-Nicene Fathers of The Christian Church II Socrates, Sozomenus Church Histories. Edinburgh. Schaff, P., Wace, H., (1996), A Select Library of Nicene and Post-Nicene Fathers of The Christian Church III Theodoret, Jerome, Gennadius, Rufinus: Historical Writings, Edinburgh. Schiltberger, J. Türkler ve Tatarlar Arasında (1394-1427), ter. Turgut Akpınar, İstanbul, 1997 Skrjinskaya, E. Ç., (1956), “‘İstoria’ Olimpiodora”, V. V., c. VIII, s. 233-277. Skrjinskaya, E. Ç., (2001), İordan O proishojdenii i deyaniyah Getov Getica Vstupitelnaya statya, privod, kommentariy, Vizantiyskaya biblioteka, St. Petersburg. Togan, İ., vdğ., Çin Kaynaklarında Türkler Eski T’ang Tarihi, Ankara, 2006 Tyulenev, V. M., (2009), Pavel Oroziy İstoriya protiv yaziçnikov Pirivod s latinskavo kommentarii i ukazatel, Sn. Petersburg. Üstün, A., (2007), Türk Tarihinin Bir Kaynağı: De origine actibusque Getarum, Balıkesir. (yayınlanmamış yüksek lisans tezi) (İsimsiz) (1851), Tserkovnaya istoriya Ermiya Sozomena Salaminskovo, Sn. Petersburg: Tipografiya Fişera. 243 III. Araştırmalar Ahmetbeyoğlu, A., (1995), “Avrupa Hunlarının ‘Sihirli Geyik’ Efsanesi”, Hakkı Dursun Yıldız Armağanı, Ankara, s. 65-68. Ahmetbeyoğlu, A., (2001), Avrupa Hun İmparatorluğu Tarihi, Ankara. Akşit, O., (1985), Roma İmparatorluğu Tarihi M.Ö. 27-M.S. 395, İstanbul. Аlekseev, S. (2008), Slavyanskaya Yivropa V - VI vekov, Moskova. Altheim, F., (1967), Reich gegen Mitternacht Asiens Weg nach Europa, Hamburg 1955. (Türkçesi: ter. Emin Türk Elçin, Asya’nın Avrupa’ya Öğrettiği, İstanbul) Aries, P., Duby, G., ed., (2006), Özel Hayatın Tarihi, İstanbul. Аverintsev, S. S., (1997), Poetika rannivizantiyskoy literaturı, Moskova. Bachrach, B. S., (1973), A History of the Alans in the West. from their early appearance in the sources of classical antiquity through the early middle ages, Minneapolis. Baştav, Ş., (1987), “Attila ve Hunları” şurada: Tarihte Türk Devletleri, c. I, Ankara. Baştav, Ş., (2005), Makaleler II, Ankara. Blockley, R. C., (1972), ‘Dexippus and Priscus and the Thucydidean Account of the Siege of Platea’ Phoenix 26. Blockley, R. C., (1981), The Fragmentary Classicising Historians of the Later Roman Empire Eunapius Olympiodorodus Priscus and Malchus, ARCA Classical and Medieval Texts, Papers and Monographs 6, Liverpool. Brown, P., (2006), “Geç Antikçağ”, şurada: Aries, P., Duby, G., 2006, (ed.), ss. 251-334. 244 Cameron, A., (1970), Agathias, Oxford. Cameron, A., (1985), Procopius and the Sixth Century, Berkeley. Cameron, A., Garnsey, P., ed., (2007), The Cambridge Ancient History c.. XIII. The Late Empire A. D. 337-425, Cambridge. Cameron, A., vdğ., ed., (2007), The Cambridge Ancient History XIV. Late Antiquity: Empire and Successors A. D. 425-600, Cambridge. Collingwood, R. G., (2007), The İdea of History, Oxford 1946. (Türkçesi: ter. Kurtuluş Dinçer, Tarih Tasarımı, Ankara) Cornell, T., Matthews, J. (1988), Roma Dünyası Atlaslı Büyük Uygarlıklar Ansiklopedisi c. V., İstanbul. Croke, B., (1983), “The Context and Date of Priscus Fragment 6”, Classical Philology, c. 78, No: 4 (Ekim 1983), s. 297-308. Czegledy, K., (1998), Nomad nepek vandorlasa Napkelettol Napnyugatig, Budapeşte 1969. (Türkçesi: ter. Erdal Çoban, Bozkır Kavimlerinin Doğu’dan Batı’ya Göçleri, İstanbul) De Guignes, J., (1923), Hunların Türklerin Moğolların ve Daha Sahir Tatarların Tarih-i Umumisi, İstanbul. (ter. Hüseyin Cahit [Yalçın]) Drijvers, J. W., Hunt, D., ed., (1999). The late Roman world and its historian: Interpreting Ammianus Marcellinus, Londra: Routledge. Dunlop, D. M., (2008), Hazar Yahudi Tarihi, İstanbul. (ter. Z. Ay) Eckhardt, S., (1962), “Efsanede Attila”, şurada: Nemeth 1962, (ed.). ss. 141214. Erhat, A., (1972), Mitoloji Sözlüğü, İstanbul. 245 Ferris, I. M., (2000), Enemies of Rome Barbarians throught Roman Eyes, Stroud. Finley, M. I., 2006, The Ancient Economy, Berkeley: University of California Press 1985 (Türkçesi: ter. Hatice Palaz Erdemir, Antik Çağ Ekonomisi, İstanbul) Fouracre, P., ed., (2006), The New Cambridge Medievel History I c.500c.700, Cambridge. Grant, M., (2000), Roma’dan Bizans’a, İstanbul. (ter. Z. İlkgelen) Grant, M., (2005), Greek and Roman Historians Information and Misinformation, Taylor and Francis e-Library. Grimal, P., (1997), Mitoloji Sözlüğü, İstanbul. (ter. Sevgi Tamgüç) Goffart, W., (1988), The Narrators of Barbarian History A. D. 550–800: Jordanes Gregory of Tours Bede and Paul the Deacon, New Jersey. Golden, P., (2002), Türk Halkları Tarihine Giriş, Ankara. (ter. O. Karatay) Golden, P. B. (2003), “Güney Rusya Bozkırlarının Halkları”, şurada: Sinor, ed, (2003), s. 345-381. Golden, P. B., (2006), Hazar Çalışmaları, İstanbul. (ter. E. Ç. Mızrak) Gordon, C. D., (1961), The Age of Attila, New York. Gömeç, S., (2004), “Attila’nın Çocuklarının Adı”, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Araştırmaları Dergisi, 23/36, Ankara Gömeç, S., (2012), Türk-Hun Tarihi, Ankara. Gumilöv, L. N., (2002), Hunlar, İstanbul. (ter. D. A. Batur) Haldon, J., (2007), Bizans Tarih Atlası, İstanbul. Heather, P., (1992), Goths and Romans 332–489, Oxford. Heather, P., (2012), Gotlar, Ankara. (ter. Erkan Avcı) 246 Heather, P. (1995), “The Huns and the End of Roman Empire in Western Europe,” The English Historical Review, Vol. 110, No. 435, February 1995. Heather, P., (2006), The Fall of the Roman Empire, Oxford. Hengst, D. den, (1999) “Preparing the Reader for War Ammianus’ Digression on Siege Engines”, şurada: Drijvers, Hunt 1999, (ed.), ss. 27-36. İplikçioğlu, B., (1997), Eski Batı Tarihi I. Giriş Kaynaklar Bibliyografya, Ankara. Kaçar, T., (2003), “Eskiçağ Tarih Yazıcılığında Barbarların Görünüşü: Ammianus Marcellinus’ta Hunlar”, XIV. Türk Tarih Kongresi Kongreye Sunulan Bildiriler c. I, Ankara 2003, s. 83-95. Kaçar, T., (2009), Geç Antikçağ’da Hıristiyanlık, İstanbul Kaçar, T., (2011), “Bir Çeviri Komedisi: Edward Arthur Thompson, Hunlar”, Toplumsal Tarih sayı 206, (Şubat 2011) Kafesoğlu, İ., (1997), Türk Milli Kültürü, İstanbul. Kelly, C., Attila Hunlar ve Roma İmparatorluğunun Çöküşü, ter. T. Kaçar, İstanbul, 2011 Kinder, H., Hilgemann, W., (2006), Dünya Tarih Atlası, ter. L. Uslu, Ankara. Кorabov, D. S., (2003), Sotsialnaya orgazitsiya Alan Sevirnovo Kafkaze IVIX vv., RAN İnstitur arheologii,Sn. Petersburg. Kulakovskiy, Yu. A., (2006), İstoriaya Vizantiya 395-518 godı; St. Petersburg. Kurat, A. N., (1972), IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara. Ligeti, L., (1962), “Attila Hunlarının Menşei”, şurada: Nemeth, ed, 1962. 247 Lindner, R. P., (1981), “Nomadism, Horses and Huns”, Past and Present, No. 92. (Ağustos 1981). Luttwak, E. W (2012), Bizans İmparatorluğu’nun Büyük Stratejisi, İstanbul. Maenchen-Helfen, O. J., (1945), “The Legend of the Origin of the Huns”, Byzantion 17. Maenchen-Helfen, O. J., (1955) “The Date of Ammianus Marcellinus Last Book”, American Journal of Philology 76. Maenchen-Helfen, O. J., (1973), The World of the Huns, Los AngelesLondra. Macartney, C. A., (1944), “On the Greek Sources for the History of the Turks in the Sixth Century”, BSOAS c. 11, No:2 (1944), s. 266-275. Marasco, G., ed., (2003), Greek and Roman Historiography in Late Antiquity Fourth to Sixth Century A.D., Leyden-Boston. Мarinoviç, L. P., (2006), Аntiçnaya tsivilizatsiya i varvari, RAN İnstitut fcyöobşçey İstorii, Moskova. McEvedy, C., (2002), Ortaçağ Tarih Atlası, ter. A. Anadol, İstanbul: Sabancı Üniversitesi Yayınları. McEvedy, C., (2004), İlkçağ Tarih Atlası, ter. A. Anadol, İstanbul: Sabancı Üniversitesi Yayınları. Merrills, A., H., (2005), History and Geography in Late Antiquity, Cambridge-New York. Moravcsik, G., “Hunlar Meselesinin Bugünkü Hâli”, şurada: Baştav, Ş., 2005, ss. 493-504. 248 Nagy, K., (2005), “Notes on the Arms of the Avar Heavy Cavalry”, Acta Orientalia Academiae Scientiarum Hung., c. 58, No:2 (2005), s. 135-148. Nemeth, G., ed., (1962), Attila és hunjai, Budapeşte 1940. (Türkçesi: ter. Şerif Baştav, Attila ve Hunları, Ankara) Nemeth, G., (1962), “Hunların Dili”, şurada: Nemeth 1962, (ed.), s. 215-224. Noble, T. F. X., ed., (2006), From Roman Provinces to Medieval Kingdoms, New York. Orkun, H. N., (1933), Attila ve Oğulları, İstanbul. Orkun, H. N., (1938), Türk Tarihinin Bizans Kaynakları, Ankara. Ögel, B., (1998), Türk Mitolojisi I, Ankara. Pritsak, O., (1982) “The Hunnic Language of Attila Clan”, Harvard Ukrainian Studies, c. 5, sayı 6, (Aralık 1982). Potter, D. S. (2006), “The Transformation of the Empire: 235-337”, şurada: Potter, David S., A Companion to the Roman Empire, Kundli:Blackwell Publishing 2006, s. 153-173. Rasonyi, L., (1993), Tarihte Türklük, Ankara. Rohrbacher, D. (2005), The Historians of Late Antiquity, Londra- New York. Roux, J-P., (2005), Orta Asya’da Kutsal Hayvanlar ve Bitkiler, ter. A. Kazancıgil ve L. Arslan, İstanbul. Sinor, D., ed., (2003), The Cambridge History of Early Inner Asia, Cambridge- New York 1990 (Türkçesi: ter. ed. A. G. Soysal, Erken İç Asya Tarihi, İstanbul) Sinor, D., (2003), “Hun Dönemi”, şurada: Sinor, D. 2003, (ed.), s. 245-310. 249 Szadeczky-Kardoss, S., (2003), “Avarlar”, şurada: Sinor 2003, (ed.), s. 283310. Tekin, T., (1993), Hunların Dili, Ankara. Thompson, E. A., (1945), “The Camp of Attila” JHS 65. Thompson, E. A., (1945), “Priscus Panium Fragman 1b” CQ 39. Thompson, E. A. (2000, 2008), The Huns Revised and with an afterword by Peter Heather, Oxford 2000. (Türkçesi: ter. M. Sibel Dinçel, Hunlar, Ankara 2008) Üstün, A.,(2013), “‘Kargaşa’ Esnasında Tarih Yazmak: Geç Roma Müverrihlerinde İskit ve Hun Etnonimlerinin Kullanımı Üzerine”, Karadeniz Araştırmaları Dergisi, c. 10, sayı 37 (Bahar 2013). Vaczy, P., (1962), “Hunlar Avrupada”, şurada: Nemeth 1962, (ed.), ss. 57-140. Vasary, I. (2007), Erken İç Asya’nın Tarihi, İstnabul. (ter. İ. Doğan) Vasiliev, A. A., (1936), The Goths in Crimea, Cambridge. Vasiliev, A. A. (1952), History of the Byzantine Empire 324-1453, Madison. (Türkçesi: ter. Arif Müfid Mansel, Bizans İmparatorluğu Tarihi I, Ankara, 1943.) Veyne, P. (2006), “Roma İmparatorluğu”, şurada: Aries, P., Duby, G. 2006, (ed.), s. 18-249. Wells, S. P., (2001), The Barbarians Speak How the Conquered Peoples Shaped Roman Europa, New Jersey. 250 EKLER HARİTALAR Harita-I: Antik Çağ Haritaları-Tahayyüller Coğrafyası-Strabon’un Haritası yak. M.Ö. 25. (Bölüm II.I.) Harita-II: Antik Çağ Haritaları-Tahayyüller Coğrafyası-Pomponius Mela’nın haritası yak. M.S. 50. (Bölüm II.I.) 252 Harita-III:Batı Avrasya coğrafyasının fiziki özellikleri ve toprak kullanımı. (J. McEVEDY, Ortaçağ Tarih Atlası, İstanbul 2004, s.5) 253 Harita-IV: Alemanni’nin 260 yılındaki Galya istilası. (Harita: http://www.roman-empire.net/maps/empire/invasions/mov-alemanni-260.html) (Bölüm I.I.I./ II.) Harita-V: Gotlar 268 yılında Tuna’yı geçer. Makedonya ve Trakya’ya gider. Got ve Heruli Atina’yı talan eder. (Bölüm I.I.I./ II.) (Harita:http://www.roman-empire.net/maps/empire/invasions/mov-goths-ad268.html) 254 Harita-VI: Vandallar ve Sarmatlar 270 yılında Tuna’yı geçer. (Harita: http://www.romanempire.net/maps/empire/invasions/mov-sarm-ad270.html) (Bölüm I.I.I./ II.) 255 Harita-VII: Roma İmparatorluğu ve Kuzey 305 yılı. (J. McEVEDY, İlkçağ Tarih Atlası, İstanbul 2004, s.101) (Bölüm I.I.I./ II.) 256 Harita-VIII: Roma İmparatorluğu ve Kuzey 362 yılı. (J. McEVEDY, İlkçağ Tarih Atlası, İstanbul 2004, s.103) (Bölüm I.I.I./ II.) 257 Harita-IX: 362 yılında Roma İmparatorluğu ve Kuzeyde tahmini nüfus. (J. McEVEDY, İlkçağ Tarih Atlası, İstanbul 2004, s.105) (Bölüm I.I.I./ II.) 258 Harita-X: 362 yılında kentler ve ticaret yolları. (J. McEVEDY, İlkçağ Tarih Atlası, İstanbul 2004, s.107) (Bölüm I.I.I./ II.) 259 Harita-XI: 362 yılında Hıristiyanlık. (J. McEVEDY, İlkçağ Tarih Atlası, İstanbul 2004, s.109) (Bölüm I.I.I.) 260 Harita-XII: Roma İmparatorluğu (395 yılı) (J. Holdon, Bizans Tarihi Atlası, İstanbul, 2007, s.38.) (Bölüm I.I.I./ II.; III.I.I) 261 Harita-XIII: Roma İmparatorluğu (395 yılı) (Bölüm I.I.I./ II.; III.I.I) (http://commons.wikimedia.org/wiki/File:Partition_of_the_Roman_Empire_in_395_AD.png) 262 Harita-XIV: Tuna’nın güneyindeki Vizigotlar isyan eder ve pek çok Got Tuna’yı geçer (378 yılında). (http://www.roman-empire.net/maps/empire/invasions/mov-vigoths-378.html) (Bölüm I.I.I./ II.; III.I.I) Harita-XV: Gotlar Balkanlar ve Yunanistan’ı yağmalar (395-397 yıllarında. (http://www.romanempire.net/maps/empire/invasions/mov-vigoths-395-97.html) 263 Harita-XVI: Hun akınları. ( J. Holdon, Bizans Tarih Atlası, İstanbul, 2007, s. 40.) (Bölüm III.I.I) 264 Harita-XVII:Hunlar 406 yılı. (J. McEVEDY, Ortaçağ Tarih Atlası, İstanbul 2004, s.11) (Bölüm III.I.I) 265 Harita-XVIII:Hunlar 420 yılı. (J. McEVEDY, Ortaçağ Tarih Atlası, İstanbul 2004, s.13) 266 Harita-XIX: Attila Devrinde (450 yılı) Hun Hükümdarlığı. empire.net/maps/empire/extent/ad450.html) (Bölüm III.I.I) 267 (Harita: http://www.roman- Harita-XX:Hunlar 451 yılı. (J. McEVEDY, Ortaçağ Tarih Atlası, İstanbul 2004, s.15) (Bölüm III.I.I) 268 RESİMLER Resim I-II. Küçük İskitya’da Tropaeum Traiani’da taş üzerine nakş edilmiş esir barbarların rölyef tarzındaki tasvirleri. Romanya Dobruca. (Skrjinkaya, 1956, s.256-257 arası Resim 1-2) (Bölüm III.III.III.II) Resim III. Küçük İskitya’da Tropaeum Traiani’da taş üzerine nakş edilmiş esir barbarların rölyef tarzındaki tasvirleri. Romanya Dobruca. (Skrjinkaya, 1956, s.256-257 arası Resim 3) III.III.III.II) 269 (Bölüm Resim IV. Küçük İskitya’da Tropaeum Traiani’da taş üzerine nakş edilmiş esir barbarların rölyef tarzındaki tasvirleri. Romanya Dobruca. (Skrjinkaya, 1956, s.256-257 arası Resim 4) (Bölüm III.III.III.II) Resim V-VI. Küçük İskitya’da Tropaeum Traiani’da taş üzerine nakş edilmiş esir barbarların rölyef tarzındaki tasvirleri. Romanya Dobruca. (Skrjinkaya, 1956, s.256-257 arası Resim 5-6) (Bölüm III.III.III.II) 270 Resim-VII: Christopher Kelly, Attila Hunlar ve Roma İmparatorluğu’nun Çöküşü, Ter. Turhan Kaçar, İstanbul, 2011, resim-1. (Bölüm III.II.I) 271 Resim-VIII: Attila Roma elçilik heyetini karşılıyor. 272 Resim-IX: Attila ölüm döşeğinde. Christopher Kelly, Attila Hunlar ve Roma İmparatorluğu’nun Çöküşü, İstanbul, 2011, son resim-10) (Bölüm III.II.II) 273 ÖZET Bu tez; Roma tarihyazımını, Hunlar özelinde Türk tarihinin kaynağı olarak ele almaktadır. Zira Türklerin erken dönem tarihi, komşularının sağladığı yazılı veriler sayesinde incelenebilmektedir. Batı Avrasya coğrafyası için Roma edebiyatı, böyle bir fonsiyona sahiptir. Bu çerçevede tezin; biri Roma tarihyazımı ve diğeri Roma müverrihlerinin Türklerin erken dönemleri hakkında verdikleri haberler olmak üzere iki ekseni vardır. Devrin edebi ortamı içinde; monografi, kilise tarihi ve kronik olmak üzere üç başlık altında toplanabilecek tarihyazımı türünde verilen eserler, Roma edebiyat içinde, bu alan için doğal olarak en geniş veri havuzunu sağlamaktadır. Müverrihlerin yaşadığı ve eserlerini oluşturdukları iklim olan Roma dünyasına, bu bağlam içinde değinilmiştir. Ayrıca müverrihin biyografleri ve eserlerinde Türklere açtıkları satırların bilançosu da verilmeye çalışılmıştır. İkinci ekseni oluşturan Türk Tarihinin Batı Avrasya’daki akışı, Roma tarihyazımına yansımaları kapsamında ele alınmıştır. Müverrihlerin; Hunların kim oldukları ve nasıl bir hayat sürdüklerine dair verdiği haberler, tezin üzerinde durduğu iki sorunsalı –problematiği- oluşturmuşur. Dördüncü ve beşinci yüzyıl Roma tarihyazımı ürünlerinin, metin içi ve metinler arası bağlamı çerçevesinde bu sorunsal irdelenmiştir. Böylece hem Roma edebiyatına farklı bir penceden bakılmaya hem de Türk tarihinin devamlılığını noktasındaki önemi açık olduğu halde üzerinde fazla durulmayan bir alanda tarihçiliğe katkı sunulmaya çalışılmıştır. ABSTRACT This thesis aims a examining the Roman historiography as the source of Turkish history on the case of Hunnic history. As it is well known the earliest history of the Turks may only be studied from the evidence that their neighbours provided. The Roman literature for the western Eurasia is no exception. In this context this thesis has two central themes. One is the Roman historiography itself, phases of the the other is the details provided by the Roman historians about the earliest Turkish history. The written Roman sources for our purpose may be classified as the chronicles, ecclesiastical histories and the monographs, which are also the largest databank in the Roman literature. Therefore the Roman history is here dealt with only slightly as the historical context of the historians lived in. Also some biographical details about the historians and their digressions about the Turks are concerned here. The course of the Turkic history in the western Eurasia, which is the second central theme of our thesis is dealt with as far as it has been found in the late Roman historiography. The records of the Roman historiography about the identity of the Huns and their lifestyle constitute the two problematics we are concerning here. Therefore it is essantial to examine the late antique literature in the intertextual context. By doing so, it is aimed at both seeing the Roman literatüre from a different angle, and within the continuity of the Turkish history how one can place and use these literature as a source of a solid Turkish history.