dünyada’ki bazı örnekler Tayyar Arı* Gündemde olan “başkanlık sistemi” tartışmaları özellikle ABD üzerinden yürütüldüğünde, bu ülkedeki sistemin tam anlamıyla incelenmesi büyük önem taşımaktadır. Çünkü bu sistem ne yalnız başkanlık sistemi, ne federal yapı ne yalnız parlamentarizm ne de çoğulcu demokrasidir. Bu yapı anayasasıyla, parlamentosuyla, demokrasi geleneğiyle, tarihiyle, insan yapısıyla siyasal kültürüyle coğrafyasıyla heterojen olduğu kadar homojen görünümüyle kendine özgü bir yapıdır. Amerika’da siyasal yapı, Başkanlık ve Federalizm gibi iki önemli ayağa oturmaktadır. Bunlardan burada tartışacağımız başkanlık sistemi, güçler ayırımı (seperation of powers) ile kontrol ve denge (check and balances), gibi iki temel ilkeye dayanmaktadır. Aslında söz konusu bu iki ilke tüm demokrasiler açısından önemsenen temel ilkelerdir. Başkanlık ve federalizm Amerika Birleşik Devletleri örneğinde beraber uygulandığı için biri olmazsa diğeri de olmaz gibi anlaşılabilmekte ya da başkanlık sistemi tartışmaları insanların zihninde federalizmi de çağrıştırabilmektedir. Ancak ikisinin birlikte uygulanma zorunluluğu olmadığını belirtmek gerekir. Dünyadaki örneklerine bakıldığında bu iki sistemin her zaman yan yana birlikte uygulanmayabildiğini görmek mümkündür. Örneğin, Almanya’da federal sistem olmasına karşılık klasik parlamenter sistem, Fransa’da ise üniter yapı olmasına karşılık yarı başkanlık sistemi uygulanmaktadır. Dolayısıyla bir ülkedeki federal yapı ya da üniter yapı ülkenin siyasi geçmişi ile doğrudan ilgili bir durumdur. (*) Prof. Dr., Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanı. 769 YENİ TÜRKİYE 51/2013 ABD Üzerinden Bir Başkanlık Sistemi Tartışması Federal yapılar genelde iki şekilde meydana gelmektedir. Ya çok sayıda birbirinden ayrı entitenin (eyaletin veya prensliğin) birleşme iradesinin sonucunda varılan bir uzlaşmayla ya da bir merkezi devletin diğer pek çok devleti egemenliği altına almasıyla oluşmaktadır. Birinciye örnek, Almanya ve ABD, ikinciye ise Osmanlı İmparatorluğu ve SSCB’dir. Bunların dışında merkezi üniter yapıların kendi iradeleriyle ve bir iç ve dış baskı olmadan (Irak gibi) federal yapıya dönüşmelerine nerdeyse hiç rastlanmamaktadır. Bu konuyu burada bırakarak ABD’deki başkanlık sisteminin işleyişine geri dönebiliriz. YENİ TÜRKİYE 51/2013 770 ABD’deki siyasal sistemin temel ilkelerinden güçler ayırımına göre, Kongre yasaları yapmakta, Başkan bu yasaları uygulamakta, Federal Anayasa Mahkemesi ise uygulamanın yasalara uygunluğunu denetlemektedir. Bununla beraber, uygulamada dile getirildiği ölçüde katı bir ayırımdan söz edilemez. Kontrol ve denge kuralı, öncelikle etkisini Kongre’nin iki meclisli (Temsilciler Meclisi ve Senato) yapısında göstermektedir. Ayrıca, Kongre’den geçen bir yasa Başkan tarafından veto edilebilirken antlaşmalar ve üst düzey bürokratların atamaları Senato’nun onayını gerektirmektedir. Bunun dışında Kongre’nin ve Başkanın birçok eylemi Anayasa Mahkemesi’nin (Supreme Court) mütalaasına tabidir. Özellikle dış politikaya ilişkin yetkiler Başkan ve Kongre arasında dengeli bir şekilde dağıtılmaya çalışılmış olmakla beraber, ulusal güvenlikle ilgili esas sorumluluk başkanda olduğu için dünyada ve ABD’nin rolünde meydana gelen gelişmelerle orantılı olarak dış politika konusunda başkanın yetkilerinin biraz daha genişlemesine yol açmıştır. Amerikan Başkanı kara, hava ve deniz kuvvetleriyle eyaletlere bağlı birliklerin başkomutanı durumundadır. Bunun dışında, başkana Anayasa tarafından iki önemli yetki daha verilmiştir. Bunlar da büyükelçileri atama ve diğer devletlerle antlaşmalar yapmadır ki, her iki yetkinin de kullanımı Senato’nun onayını gerektirmektedir. Ayrıca başkana icranın başı olma gibi önemli bir yetki tanınmıştır. Buna karşılık icranın başı olan başkanın tüm üst düzey bürokrat ve bakan atamaları Senato tarafından onaylanmak durumundadır. Bunun dışında başkan, yabancı büyükelçileri kabul etme ve ülkede hukuka uyulmasından ve yasaların uygulanmasından sorumlu kişidir. Ancak başkan bu yetkilerden bazılarını Kongre ile birlikte kullanmaktadır. Örneğin bürokrat ve büyükelçi atamasının yanında antlaşmaların yürürlüğe girmesi de Senato’nun onayını gerektirmektedir. Ayrıca savaş ilanı ve dış politikanın uygulanması için gerekli olan fon tahsisi Kongre’nin yetkisinde olan konulardır. Bu anlamda Başkan ile Kongre uyumlu bir ilişki içinde olmak durumundadır. Özellikle İngiltere örneğinden hareket edilirse parlamenter sistemden farklı olarak, Amerika’daki sistemde yürütme ve yasama arasındaki ayırım Anayasa’da açıkça belirtilmiştir. Başkanın ve Kongre üyelerinin seçilmeleri birbirlerine bağlı olmadığı gibi klasik parlamenter sistemlerde görülen parti disiplini de yoktur. Kısaca, Amerika’daki bu kendine özgü sistem Başkanlık ve Kongre Sistemi olarak ifade edilmektedir. Bilindiği gibi diğer demokratik sistemlerde yürütme yetkisi (ve dolayısıyla politika yapma yetkisi) büyük ölçüde parlamentoda çoğunluğa sahip olan partinin lideri olan başbakanın ve genellikle parlamento üyeleri arasından seçilen kabinenin elinde toplanmaktadır. Bu yapının olağan bir sonucu olarak başbakanın ve kabinenin aldığı kararlar veya politikalar normal koşullarda parlamentoda bir engelle karşılaşmaksızın uygulanmaktadır. Çünkü yasama üyeleri tamamen parti kararları ve politikaları doğrultusunda hareket etmektedir. Dolayısıyla parlamentoda çoğunluğu kaybeden başbakan genelde ya güvensizlik oyuyla düşürülür ya da kendisi istifa eder. Bu durumda parlamentoda herhangi bir parti tek başına hükümeti kuracak çoğunluğa sahip değilse yeni bir hükümetin kurulabilmesi için seçimler yenilenir. Amerika’da ise bunun tam tersine kongre, Bu yapıyı Amerika’da gevşek yapılı iki partili sistemi anlamadan açıklamak mümkün değildir. Anayasada partiden hiç söz edilmemesine karşılık 1790’lı yıllardan sonra Amerikan siyaset sahnesine giren partilerin, özellikle ulusal düzeyde ikiden öte gidememesi tamamen Amerika’ya özgü bir olgu olarak görülüp değerlendirilmektedir. Eyalet düzeyinde bu iki partinin (Cumhuriyetçi Parti ve Demokrat Parti) dışında başka partiler bulunsa da bunlar ulusal düzeyde kabul görmemektedir. Bunun nedeni olarak, İngilizce konuşan ulusların daha az ideolojik davranması, dini ve milliyetçilik duygularının Amerikan ulusunda çok büyük farklılıklara yol açmadığı, iki partili sistemin sömürgeci İngiltere’den miras kaldığı, iki partili sistemin Amerikan seçim koleji ve dar bölge çoğunluk sistemi gibi uygulamalardan kaynaklandığı gibi gerekçelerde aranmaktadır. Bunlardan belki de en anlamlısı son olarak üzerinde durulan seçim sistemiyle ilgili belirtilenlerdir. Çünkü seçmenler oylarının boşa gitmesini istemedikleri için büyük partilerden birini tercih etmektedirler; bu da doğal olarak küçük partilerin büyümesine engel olmaktadır. Başkan adaylarından herhangi birinin seçmen kolejinde çoğunluğu sağlayamaması durumunda her eyalet temsilcisinin tek oy kullandığı Temsilciler Meclisi (iki partinin kontrolünde) seçmen koleji bazında en fazla oy almış üç başkan adayından birini başkan seçmektedir. Burada da üçüncü partinin adayının hiç şansının olamayacağı açıkça görülür. Eyalet düzeyinde dar bölge çoğunluk sistemi olarak ifade edilen seçim sistemi de küçük partilerin elenmesini ve iktidarın iki parti arasında el değiştirmesi sonucunu doğurmaktadır. Ayrıca Amerika toplumunda çok partili sistemin istikrarsızlık getireceğinden kaygı duyulmaktadır.1 Öte yandan Amerika’daki sisteme hakim olduğunu söylediğimiz bu iki partinin aralarında derin ideolojik görüş ayrılıkları olmadığını da görüyoruz. Demokrat parti daha çok alt gelir grubu, işçi sınıfı ve başta siyahlar olmak üzere azınlık grupları tarafından desteklenir ve liberal parti olarak bilinirken; Cumhuriyetçi Parti, iş dünyasının temsilcileri, işveren çevresi, yüksek gelir grubuna mensup kişiler ve dini açıdan tutucu kesim tarafından desteklendiği için muhafazakar parti olarak bilinmektedir. İzledikleri politikalar açısından çok büyük farklılıklar olmasa da Demokrat Parti sosyal politikalara ağırlık verirken, Cumhuriyetçi Parti serbest piyasa ekonomisi ve buna yönelik politikalar üzerinde durmaktadır. Dış politikada en belirgin farklılık Cumhuriyetçilerin daha sertlik yanlısı ve dış politikaya iç politikadan daha fazla ağırlık vermeleridir. Ancak bu farklılıkları (1) Yaklaşık son iki yüzyıl içinde Amerika’da üçüncü parti adı altında pek çok parti gelmiş geçmişse de bunlardan hiç biri sürekli olarak varlığını koruma becerisini gösterememiştir. Bunlardan zaman zaman küçümsenmeyecek başarılar elde edenler de olmuştur. Bunlar arasından belirgin bir başarı gösterebilmiş olanlar, Halkçılar, Yeşilciler, Sosyalistler ve İlericilerdir. Örneğin 1892 başkanlık seçimlerinde Halkçıların adayı bir milyon dolayında oy almıştır. Aynı şekilde İlericiler, 1912 başkanlık seçimlerinde 4 milyon, 1924 seçimlerinde de 4,5 milyon oy alırken, Sosyalistler de 1920 seçimlerinde bir milyonun üzerinde oy alarak iki büyük parti karşısında bir denge sağlamayı başarmışlardır. 771 YENİ TÜRKİYE 51/2013 başkandan ayrı olarak seçildiğinden bu iki organ kararlarını büyük ölçüde birbirinden bağımsız olarak oluştururlar ve dolayısıyla yukarıda parlamento ile hükümet arasında yapılan türde bir ilişkilendirme yapılamaz. Dolayısıyla Amerika’da karar alma sürecini incelerken, başkanın temsil ettiği yürütme ile kongre’yi ayrı ayrı ele almak gerekir. Ancak kongre ve başkan arasındaki uyumsuzluk ileri boyutlara varırsa, bu durum başkanın durumunu zorlaştırabilir ve icrayı kitleyebilir. Atamaların yapılamaması veya antlaşmaların onaylanmaması gibi bir durumda başkanın görevini sürdürme imkânı kalmayabilir. Ancak, ABD örneğinde bu tür krizler geleneğin gücüyle ve siyasal sistemin kendi dinamiğiyle aşılmaktadır. Kongre en son aşamada bir uzlaşma yolu bulabilmektedir. Ayrıca başkanın kamuoyu nezdindeki saygınlığı da kongrenin söz konusu yetkilerini abartmasını engellemektedir. Bazı durumlarda ise başkan ya geri adım atmak durumunda kalmakta ya da kongreyi ika etmek için büyük çaba sarf etmektedir.