30 Yıllık Bir Hatıra: HACI BEKTAS DERGAHI NASIL AÇILDI? Dr. Mehmet Önder * According to a new law, which came into force on 30 November 1925, it was declared to enclose all the "Tekke, Zaviye, and Mausoleum" together with the dergah and mausoleum of Hacı Bektash in the town of Hacı Bektash. However, the mausoleum and the dergah of Mevlana became a museum after the judgement of the Cabinet and was reopened on 2 March 1927. This sitvation continued until 1950. In 1950 the government reopened some of the dergahs, zaviyes and the mausoleum of Hacı Bektash Veli. Unfortunately, these buildings were ruined within those years. In this article, the observation and memories from the restroration of the dergah and its reopening is explained. o Türkiye İş Bankasi Kültür Danışmanı Osmanlı devrinde İslâmi tarikatlar Anadolu'da, hatta devletin egemen olduğu Avrupa ve Arap ülkelerinde, kısaca "tekke" adı verilen dergâh, âsitane ve zaviyeleriyle çok yaygın olarak yüzyıllar boyu yaşamışlardı. Bunlar arasında büyük mutasavvıf Mevlâna Celâleddin adına kurulan Mevlevî tarikatı ile Hacı Bektaş Veli adına kurulan Bektaşi tarikatı en tanınmış ve yaygın olanlarıydı. Mevlevi tarikatının merkezi Konya, Bektaşiliğin merkezi ise Hacıbektaş kasabasıydı. Her iki tarikat pirinin türbesi bu merkezlerde ve dergâhlarının içindeydi. Cumhuriyetten sonra, 30 Kasım 1925 tarihli "Tekke, Zaviye ve Türbelerin Kapatılması na ilişkin Kanun yürürlüğe girer girmez, Türkiye'deki bütün tarikatların dergâh, asitane ve zaviyeleri kapatıldı. İçerisindeki eşyalar mahallerinde kurulan heyetler tarafından bir tutanakla tespit edildi. bunlardan sanatlı, etnografik nitelikte değerlileri, bölgesindeki müzelere, müze yoksa doğrudan Ankara'da kurulmakta olan Etnografya Müzesi'ne gönderildi. Yalnız bir dergâh bu uygulamanın dışında bırakıldı. Atatürk, Konya'daki Mevlâna Türbesi ve Dergâhı'nın kapatılmayarak müze hâlinde ziyarete açılmasını istiyordu. Bâşbakan İsmet İnönü, 6 Nisan 1926 günü toplanan Bakanlar Kurulu'ndan bir karar aldı. Bu kararda: (Tarz-ı mimari nokta-i nazarından kıymeti ve etnografyaya müteallik âsârı ihtiva eylemesi hasebiyle müze ittihazına elverişli olduğu anlaşılan Konya'daki Mevlâna Türbesi ve Dergâhı'nın müze olarak tanzimi ve ziyarete açılması... ) bildiriliyordu. Bu, kararnameden sonra Millî Eğitim Bakanlığı Hars ve Asar-ı Atika (Kültür ve Eski Eserler) Dairesi Müdürü Hamid Zübeyr (Koşay) bir heyetle Konya'ya gönderilerek Mevlâna türbesi ve Dergâhı'nın tüm eşyaları, Dergâh erkânından (postnişin, tarikatçı dede, kazancı dede ve türbedar)dan teslim alındı. Müzeye müdür olarak atanan --- 35 --M. Yusuf Akyurt bu eşyaları envanter ederek Dergâhı, (Asar-ı Atika Müzesi) adıyla 2 Mart 1927 günü ziyaret açtı. Eski adı Suluca Karahüyük olan Hacıbektaş'taki Hacı Bektaş-i Veli türbesi ve Dergâhı eşyaları ise yine Hamid Zübeyr (Koşay)ın başkanlığında ayrı bir heyet tarafından teslim alınmış, Dergâhın oldukça zengin kütüphanesi ile birlikte bu eşyalar Ankara'ya getirilmişti. Eşyalar Etnografya Müzesi'ne, kitaplar da Ankara Umumi Kütüphane'ye devredilmiş, Dergâh ve Türbe kâpatılarak Vakıflar idaresinin gözetimine ve korumasına bırakılmıştı. Aradan yıllar geçti. Konya'daki Mevlâna Türbesi ve Dergâhı, Mevlâna Müzesi olarak dünyaya kapıları açmış, her yıl yüzbinlerce ziyaretçiyi bağrına çekiyordu. 1950 yılından sonra Konya Mevlâna Müzesine müdür olarak atanmamla birlikte, Mevlâna'nın ölüm yıldönümlerine rastlayan 17 Aralıklarda daha kapsamlı Anma Törenleri düzenlenmeye başlandı. Bu törenlerde Mevlevi müziği ve semâhından da örnekler veriliyor, törenler yerli-yabancı, herkesin ilgi ve hayranlığını çekiyordu. Mevlâna, 13. Yüzyıl başlarında, ailesi ile birlikte Orta Asya'daki Belh şehrinden Anadolu'ya göçen Anadolu Selçukluları'nın başkenti Konya'ya yerleşen, bu şehirde eserlerini yazan, burada ölen bir Türk mutasavvıfi ve tasavvuf şairi idi. Hacı Bektaş da aynı yüzyılda Asya'daki Horasan Bölgesi'nden Anadolu'ya göçen, bugün Türbesi ve Dergâhının bulunduğu Suluca Karahüyük'e yerleşen, burada çevresinde toplanan Oğuz Türkmenlerine Allah yolunda, din yolunda klavuzluk eden, onların saf gönüllerini aydınlatan bir tasavvuf güneşiydi. Mevlâna ve Hacı Bektaş, birbirleriyle dost, birbirini seven ve sayan iki büyük mürşiddi. Düşüncelerinde, irşadlarında hemen hemen fark yoktu. Biri şehre yerleşmiş, toplumun okur-yazar yüksek kesimine, öteki okuyup yazması bile olmâyan, saf yürekli. inancı tanı, çoğu konar-göçer yürük, --- 36 --ya da tarlasını ekip biçerek kıt kanaat geçinen köylülere sesleniyordu. ölümlerinden sonra, dervişleri ve sevenleri tarafından her ikisinin adına tarikatlar kurularak, birine Mevlevî, ötekine Bektaşi denmişti. Her iki tarikat ta Osmanlı devletinin kuruluş yıllarından başlayarak hızla yayıldı. Anadolu'ya, Anadolu'nun dışına taştı. Yüzlerce Mevlevi ve Bektaşi dergâhı, asitânesi, zaviyesi açıldı. Zaman zaman aralarında rekabet te oldu. Birbirlerini yerdiler. Ama gerçekte, tarikat âdâp ve erkânına, ya da baştaki şeyhlerin görüş ve inanç sistemlerine ilişkin farklarla yüzyıllarca varlıklarını sürdürdüler. Bu böyle olduğu, her iki tarikatın Türk kültürü sanat, ve edebiyat alanlarında derin etkileri, hizmetleri bulunduğu hâlde, birinin dergâhı ve türbesinin ziyarete açık, ötekinin kapalı olması, çok aydınları üzüyordu. Hacı Bektaş Dergâhı ve Türbesi de mimarisiyle Beylikler ve ilk Osmanlı dönemi mimarisine örneklik edecek üslûptaydı. Dergâhın tarihî eşyalar zaten Ankara Etnografya Müzesinde ayrı bir salonda sergileniyordu. Hacı Bektaş Dergâhı’nın restore edilerek eşyaları ile birlikte müzeleştirilmesi ve Türbesinin ziyarete açılmasında ne zarar vardı? Bu düşünceler giderek olgunlaşıyordu. 1950'de iktidara gelen Demokrat Parti ileri gelenleri Türkiye'de kapalı duran bazı türbelerin ziyarete açılması düşüncesindeydiler. sonunda İstanbul'da Eyüp Sultan Türbesi başta olmak üzere bazı padişah türbeleri, Bursa'da Çelebi Mehmed ve Muradiye, Konya'da Selçuklu Sultanları gibi türbeleri açılanlar arasındaydı. Listeye Hacı Bektaş Veli Türbesi ilâve edilmişti. Ne var ki, Vakıflar İdaresi'nin koruması ve gözetimi altında bulunan Hacı Bektaş Veli Türbesi ve Dergâhı Külliyesi, kapandıktan sonra kendi hâline bırakılmıştı. Çatılar akıyor, bazı bölümlerinin duvarlarını süsleyen çok değerli kalem işi nakışları dökülüyordu. Hemen onarılmazsa yapıda daha büyük yaralar açılacaktı. Hacı Bektaş Dergâhı Külliyesinin onanını ve restorasyonu konusunda Vakıflar Genel Müdürlüğü yönetim kurulu üyelerinden Halim Baki Kunter ve Va --- 37 --kıflar Baş Mimar Ali Sami Ülgen, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğünden uzman Mahmut Akok'la birlikte bir rapor hazırlamışlardı. Rapor olumlu karşılandı. Vakıflar idaresi onanın ve restorasyon projesini hazırlıyordu. Arkeolog-mimar Mahmut Akok, aslına uygun biçimde kalemişi süslemelerini yapacaktı. 1960 yılından sonra, onanın ve restorasyon faaliyetleri hızla arttı. Mevlâna'ya olduğu kadar, Hacı Bektaş Veli'ye de hayranlığını bildiğimiz Nevşehir Eski Senatörü Prof. Dr. Ragıp Üner, o günlerde Sağlık Bakanıydı. Hacı Bektaş Türbesi ve Dergâhının onarım ve restorasyonu ile yakından ilgileniyor, bütçeden gerekli ödeneğin ayrılması için yardımcı oluyordu. Vakıfların bağlı bulunduğu Devlet Bakanı Nüvit Yetkin'i Hacıbektaş'a kadar götürmüş, onanın ve restorasyonu yerinde görmüşlerdi. Onarın ve restorasyonlar 1963 yılı sonunda tamamlandı. Dergâh'ın külliyesi ile birlikte müze olarâk ziyarete açılabilmesi için, mülkiyeti Vakıflar idaresinde kalmak üzere kullanma hakkının Millî Eğitim Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğüne verilmesi gerekiyordu. bu işlemin bir an önce tamamlanmasında da Prof. Dr. Ragıp Üner'in büyük yardımları olmuştu. 1964 yılında Milli Eğitim Bakanlığı Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü olarak Ankara'daydım. O yıllarda Millî Eğitim Bakanı olan Dr. İbrahim Oktem'e: (-Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürünüz Konyalı ve Mevlâna Müzesi Müdürlüğünden bu göreve getirildi. Konya'yla rekabet olmasın diye Hacı Bektaş Müzesini açmayı geciktirir veya engeller, durumu bilgilerinize sunarız.) demişler. Onların bu sözleri Bakan'a söyledikleri günlerde, ben Hacı Bektaş Müzesi'nin bir an önce açılması için var gücümle çalışıyordum. Sonradan öğrendiğime göre Bakan bunu söyleyenlere şu cevabı vermişti: (- Benim Genel Müdürüm Bektaşi değil ama sizden daha fazla Hacı Bektaş'ı tanır ve sever. Onu rahat bırakınız.) Hacı Bektaş Müzesi'nin eşyaları Ankara Etnografya Müzesinde bulunuyordu. Önce bu eşyalar Müze uzmanı Mahmut Akok başkanlığındaki bir heyet aracılığı ile seçtirdim ve Hacıbektaş'a gönderdim. Daha sonra Hacı Bektaş Dergâhından alınarak Ankara Umûmi Kütüphanesi'ne mal edilen kitapları Kütüphaneler müdürü rahmetli Aziz Berker dostumun yardımı ile Hacıbektaş'a gönderdim. Bu arada bir çok kişiler Türbe ve Dergâha armağanlar yapıyor, kimi halı-kilim, kimi avize, yazı levhalar, kandiller, Bektaşilikle ilgili çeşitli eşyalar veriliyordu. Müzenin kadrosunu da tamamlamıştım. Hacı Bektaş Veli'yi --- 38 --çok seven Ali Sümer, adlı çalışkan bir genci Müdür olarak atadım. Mahmut Akok ta vitrinler yaptırarak eşyaları yerli yerince teşhire başladı. Birkaç ay içinde müze açılacak duruma getirildi. Yine Prof. Dr. Ragıp Üner'in önerisiyle Müze 16 Ağustos 1964 günü törenle ziyarete açılacaktı. Hacı Bektaş Dergâhı Müzesinin açılacağına yakın günlerde Milli Eğitim Bakanı Dr. İbrahim Öktem'e açılışı bizzat yapıp yapmayacağını sordum. Bana: (Bu açılışı sen yap: Ben Müsteşar Nuri Kodamanoğlu'nu da Hacıbektaş'a gönderiyorum. Gerekirse, törende o da konuşur. Göreyim sizi bir olaya meydan vermeden açılışı yapınız. Biz Bektaşi Dergâhı değil, müze açıyoruz. Açılıştan sonra, ziyaretler bildiğiniz gibi paralı olacak...) Bakan böyle söylüyordu ama Hacıbektaş'ta ve Türkiye'de bir zümre vardı ki, bir bölüğü kendilerini Hacı Bektaş Veli torunlarından sayıyor, kimileri de ceddinin falan veya filan Bektaşi Dergâhının şeyhi olduğu için kendini Bektaşi Babası ilân ediyordu. Oysa Hacı Bektaş, hiç evlenmemiş, çocuğu da olmamıştı. Bektaşilikse Hacı Bektaş'ın ölümünden çok sonra kurulmuştu. Önemli olan tarikat değil, Hacı Bektaş Veli'nin bir Türk düşünürü ve mutasavvıfı olarak tarihi kişiliği, Türk düşünce hayatına hizmetleri ve yüceliğiydi. Biz Konya'da Mevlâna'yı bu yönleri ile dünyaya mal etmiştik.- Mevlâna'dan sonra kurulan Mevlevilik, sadece araştırma alanımızdı. Açılıştan bir gün önce, Hacı Bektaş İlçesi'ne geldim. Kaymakam ve Belediye Başkanı ile görüştüm. Tören programı bir daha gözden geçirdik. Müzeyi ertesi 16 Ağustos 1964 günü saat 14'de Belediye Meydanında yapılacak bir törenle açmayı kararlaştırdık. İlçe'de otel bulunmadığı için Ziraat Bankası'nın lojmanında misafir edilmiştim. O gece uyuyamadım. Kamyon, otobüs, at arabaları, kağnı gürültüleri gece yarısı başladı. Yüzlerce, binlerce insan, Hacıbektaş ilçesine akın ediyordu. Meğer Hacıbektaş'taki çelebiler, her tarafa haber salmış: (- 16 Ağustos günü ceddimizin Türbesi ve Dergâhı açılacak. Herkes davetli, Çelebinin evindeki lokmaya buyurunuz). Hediyesini alan Hacıbektaş'a koşmuş. Sabah Müze Müdürü Ali Sümer geldi: (-Efendim, köylerden, kentlerden en az onbeşbin kişi Hacıbektaş'a geldi. Müze kapısına dayandılar. Zor durumdayım.) dedi. Hemen Kaymakam’ı aradım. Bir manga jandarma kapıyı tuttu. Tören yapmanın, törende konuşmanın imkânı yoktu. Millî Eğitim Bakanlığı Müsteşarı Nuri Kodamanoğlu da Hacıbektaş'a gelmişti. Durum o da yerinde gördü. Kalabalık Müzeye girecek olursa ne vitrinler, ne de müze kalırdı. Nevşehir'den gelen Jandarma da yetersizdi. Çaresiz Kayseri Valiliği'nden yardım istendi. Oradaki Yurtiçi Komutanlığı'ndan kamyonlara bindirilmiş yüz kadar asker getirildi. Bunlar müzeyi kuşatarak koruma altına aldılar. Kalabalığa sık sık anonslar yapıldı. Müzenin cümle kapısının bulunduğu Birinci Avlu önünde iki sıra halinde sıraya girmezlerse, açılışın yapılamayacağı duyuruldu. Öğleden itibaren jandarmanın gözetimi altında sıralar yapıldı. Dergâh'a içeride hiç durulmadan cümle kapısından girilerek, arka kapıdan çıkmak suretiyle bir ziyaret düzeni kuruldu. Geç saatlere kadar süren ziyaret yavaş yavaş hafıflemeğe başlamıştı. Bu önlemler alınmasaydı, kalabalık birbirini çiğneyecek, müze eşyaları, hatta bina tahrip olacak, bazı ölümler olabilecekti. Ertesi gün ziyaretçi sayısı azaldı. O gün giriş ücreti alınmaya başlanmıştı. Hacı Bektaş Dergâhı Müzesi böyle açılmış, biz de Ankara'ya dönmüştük.