T.C. ANKARA ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ TARİH (TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ) ANABİLİM DALI KIBRIS TÜRK BASINI’NDA LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI Yüksek Lisans Tezi Meryem Birmeç Tez Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Ahmet Emin Yaman Ankara-2005 İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ..........................................................................................................ii GİRİŞ............................................................................................................1 I. BÖLÜM: LOZAN BARIŞ KONFERANSI...............................................14 A. Ülke ve Askerlik Sorunları.................................................................................23 1. İstanbul ve Boğazlar...........................................................................23 2. Kıbrıs..................................................................................................28 3. Mübadele............................................................................................32 4. Bulgarlar.............................................................................................42 5. Adalar.................................................................................................44 6. Genel Af Meselesi..............................................................................49 7. Azınlıklar............................................................................................51 B. Türkiye’de Yabancılar ve Azınlıklar Rejimi ile İktisat Sorunları.....................54 1. Kapitülasyonlar...................................................................................54 2. Osmanlı Borçları.................................................................................60 3. Tazminat.............................................................................................64 II. BÖLÜM: LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI SONRASI KAMUOYUNA YANSIYAN SORUNLAR......................................................................................69 A. Kıbrıs...................................................................................................................69 B. Musul...................................................................................................................93 C. Osmanlı Borçları.................................................................................................120 D. Kabotaj................................................................................................................124 III. BÖLÜM: DIŞ TEPKİLER ..............................................................................128 SONUÇ....................................................................................................146 ÖZET.......................................................................................................149 ABSTRACT.............................................................................................150 KAYNAKÇA.......................................................................................... 152 i ÖNSÖZ Kıbrıs, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti tarihinde önemli bir yer teşkil eder. 1878’de İngiltere’ye kiralanması ve I. Dünya Savaşı’nda İngiltere’nin tek taraflı ilhakı ile kaybedilen ada, konumu itibariyle Anadolu ile olan ilgisini her zaman sürdürmüştür. Lozan Antlaşması ile Kıbrıs’ın İngiltere’ye ait olduğu resmen Türkiye Cumhuriyeti tarafından kabul edilmişti. Adadaki Türk toplumunun tutumu ve Lozan Antlaşması’na nasıl baktıkları kendi geleceklerini belirleyen bir antlaşma açısından oldukça büyük bir önem taşır. Şimdiye kadar bu konunun açıkça ortaya konulmamış olması, çalışmanın yapılmasında itici faktör olmuştur. Lozan Barış Antlaşması’nın, görüşmelerin başladığı Kasım 1922’den, antlaşmanın imzalandığı Temmuz 1923’e kadar olan gelişmeler ve Lozan sonrası kamuoyuna yansıyan sorunların basındaki yansımaları tezin konusunu oluşturdu. Kıbrıs’ın tarihi ile ilgili şimdiye kadar yapılmış çalışmalar, ağırlıklı olarak 1960 ve sonrasına aittir. Konumuzu içine alan dönem hakkında çok fazla inceleme yapılmaması, yapılan az sayıdaki incelemelerin de Kurtuluş Savaşı ve Atatürk Devrimleri Dönemi’ni kapsaması, Lozan konusunun çalışmaya değer olduğunu düşündürdü. Araştırmada, o dönemin yazılı basın kaynaklarının yanı sıra, bize fikir verebilecek tetkik eser ve makaleler kullanıldı. Kıbrıs Türk yazılı basınına ulaşabilmek için iki önemli arşivden yararlanıldı: Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde bulunan Kıbrıs Türk Milli Arşivi ve Güney Kıbrıs Rum ii Yönetimi’nde bulunan PIO (Public Information Office)’nun arşivi. Bunlar dışında, Milli Kütüphane arşivinde sayısı birkaçı geçmeyen gazete buludu. Gazetelerin yayınlandığı süre içindeki tüm sayılarına ulaşmak neredeyse imkansızdır. İyi korunamadıklarından dolayı arşivlerdeki sayılar dağınık bir şeklidedir. Nüshaların bazılarının sayfası eksik, bazıları ise okunamaz durumdadır. PIO arşivinde bulunanlar, Milli Arşiv’e oranla daha fazla olmakla birlikte, PIO kataloğunda belirtilen yıllar arasındaki tüm gazeteler de ne yazık ki arşivde bulunmamaktadır. Ulaşılan sayılardan bilgi sağlanmaya çalışılmış ve bir bütünlük oluşturulmasında çoğu kez büyük zorluk çekilmiştir. Gazetelerin büyük bir kısmının, 1926 yılına ait sayılarına ulaşılabildiğinden bu dönemde gündemde olan Musul Meselesi hakkında bir çok haber ele geçmiştir. Lozan’da görüşülen konular, basında yer aldıkları ölçüde ele alınarak işlendi. Kimi konular hakkında hiçbir habere ulaşılamadığından, değinme gereğini duymadık. Giriş bölümünde, Mondros’tan Büyük Taarruz’a kadar olan gelişmeler anlatılarak genel bilgi verilmiştir. I. Bölümde Lozan Konferansı süresince olan gelişmeler ele alınmıştır. Konferansta alınan kararların uygulanma süreci de bu bölümde yer aldı. II. Bölümde Lozan’da kesin çözüme kavuşmamış sorunların basındaki yansıması, Kıbrıs’tan Türkiye’ye anlaşma sonrası başlayan göç ve yabancı kamuoyunun antlaşma hakkındaki yorumlarına değinildi. Çalışmanın her aşamasında bana gerçek anlamda yardımcı olan hocam Yrd. Doç. Dr. Ahmet Emin YAMAN’a ve aileme çok teşekkür ederim. iii Yararlandığımız başlıca gazeteler şunlardır:1 Ankebut: Ankebut’un sözlük anlamı “örümcek”tir. 8 Eylül 1920 (kimi yapıtlarda 31.7.1920)’de Tuzla (Larnaka)’da yayıma başlayan dergi niteliğindeki bu haftalık gazetenin yayın süresi üç yıl oldu. “Haftalık edebi ve içtimai Türk gazetesidir.” alt başlığı altında çıkmaktaydı. “Müdür ve sahib-i imtiyazı Derviş Ali Remmal” görülmesine karşın o sıralarda memur olduğundan, gazete yayımlaması yasalara aykırı olduğu için Hüseyin Şafi Alper’in sahibi olduğunu ileri sürülmektedir. 17 Mart 1923 tarihine kadar 128 sayı yayınlanan Ankebut’un başyazarlığını Mehmet Fikri yapmaktaydı. Çeşitli boyutlarda yayınlanan gazetenin geniş bir yazı kadrosu olup, bunlar arasında Osman Talat, M. Celal, Muallim Cudi, Hayri Muhiddin imzalarının görülmektedir. Ankebut gazetesinin 1920-23 yıllarına ait nüshaları Kıbrıs Türk Milli Arşivi’nde 5 ciltte toplanmış olmakla birlikte, bu yıllara ait bazı sayıları eksiktir. Bazı sayılarının ise sayfaları tam değildir. 1922-23 tarihli Cyprus Blue Book’tan2 edinilen bilgiye göre gazete toplam 310 sayı çıkmıştır. Ancak arşivde bulunan son sayısı, 128’dir. Birlik: Hacı Bulgurzade Hulusi tarafından 4 Aralık 1924’te yayına başlayan gazetenin imtiyaz sahibi yine kendisiydi. Cumartesi günleri çıkarılan gazetenin 1930’da yayımına son verildi. Gazetenin şeriatçı bir yayın sürdürdüğü, Evkafçıları sürekli desteklediği denilmektedir. Sonraları Atatürkçü doğrultuda yayımlandığı da belirtilmektedir. Milli Arşivde gazetenin 51 ve 52. sayısı, Ankara Milli 1 HAKERİ, Bener Hakkı; Kıbrıs Türk Ansiklopedisi, 1992; ÜNLÜ, Cemalettin; Kıbrıs’ta Basın Olayı (1878-1981), Basın-Yayın Genel Müdürlüğü iv Kütüphane’de ise 174, 175 ve 221. sayıları bulunmaktadır. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nde bulunan PIO arşivinde ise 1926-1930 yılları arasındaki sayılarına ulaşmak büyük oranda mümkün. Doğru Yol: 8 Eylül 1919’da (kimi kaynaklarda 9 Eylül 1919) haftalık olarak yayın dünyasına atılan bu gazetenin parolası “Hak yolu aramak, vacibedir aklı selime” olup sahip ve başyazarı dava vekili Ahmet Raşit, sorumlu müdürüyse Mehmet Remzi (Okan)’dı. Başlık altında “Cuma günleri neşr olunur. Edebi, fenni, siyasi, içtimai Türk gazetesidir.” denmektedir. Doğru Yol bir yıl yayımlanıp Ahmet Raşit’in “mebus intihabına karışması ve intihablarla meşgul olması üzerine” 9 Eylül 1920’de kapandı. Bundan sonra Mehmet Remzi, Söz gazetesini çıkarmağa başlamıştır. Doğru Yol bu aradan altı ay sonra, 28 Şubat 1921’de yeniden yayımlandı. 1926’ya dek yayımı sürdüren Ahmet Raşit, Lozan Muahedesi’yle Türk uyruğuna geçme hakkını kullandığından “Türkiye’ye gelmek fikriyle ve kendi arzusu ile gazeteyi kapattı.” Milli Arşiv’de Şubat 1925’e ait 245 ve 246. sayıları, Ankara Milli Kütüphane’de ise 10 Mart 1922’ye ait 102. sayısı yer almaktadır. PIO’da 1926 yılına ait 288-315 arası sayıları bulunmaktadır. Hakikat: 18 Eylül 1920’de yayınlanmağa başladığı ileri sürülmektedir. Sahibi Derviş Ali Remmal, sorumlu müdürü Mehmet Fikri’ydi. Gazetenin on iki veya on beş yıl yaşadığı belirtilmektedir. 2 İngiliz Dönemi’nde Kıbrıs’ta yayınlanan gazeteler hakkında bilgilerin bulunduğu yıllıklar. v 30 Ekim 1930 tarihli Söz gazetesindeki bir haberde “yeni matbuat kanunu”nun gerekliliklerini yerine getirmek için geçici olarak yayınını tatil eden Hakikat’in tekrar yayına başladığı belirtildiği “Lefkoşa’ya nakledilen Hakikat gazetesinin” diye belirtilmesi dikkati çekmektedir. Demek ki Hakikat ilkin Lefkoşa dışında, büyük bir olasılıkla Larnaka Tuzlası’nda yayınlanmaktaydı. Hakikat’ın çıkmadığı günler 18 Ağustos 1930’la, 28 Ekim 1930 tarihleri arasındadır. Gazete Arap harfleriyle, Latin harfleriyle yayın yaptığı gibi İngilizce yazılara da yer vermekteydi. Gazete adadan Türkiye’ye göç edilmesini savunmaktaydı. 19301933 yılları arasındaki toplam 5 cilt Girne’deki Milli Arşiv’de, Ankara Milli Kütüphane’de 8 Ağustos 1931 tarihli 493. sayısı yer almaktadır. PIO’da ise 19261933 arası sayıları bulunmaktadır. Masum Millet : 11 Nisan 1931 (bazı kaynaklarda 1 Nisan 1931)Cumartesi yayıma başlayan bu gazetenin sahibi Cengiz Mehmet Rifat (Cingizzade ya da Cingizoğlu Mehmet Rifat)’tı. C.M. Rifat halk arasında daha çok Jön ya da Con Rifat olarak bilinmekteydi. Gazetenin amaçları “sömürgeciliğin aleyhine çalışmak, esnafı, rençberi ve işçileri korumaktı. Devrin sömürge idaresi, aleyhinde olduğu için, ilk kez (ikincisi 29 Ağustos 1934) gazeteyi kapattı. 10 Ekim 1947’de haftalık olarak ve tek yaprak halinde yeniden yayımlanmağa başlandı. Masum millet, ilkin eski yazı İngilizce’yle karışık, sonraki sayılarındaysa da yeni Latin harfleriyle yayımlanmaktaydı. “Evkaf’ın Türk Cemaati’ne devri” için ilk ve yöntemli savaş veren bu gazete oldu. Gazete haftalık olup, 1933 ve 1934 yıllarında haftada iki kez yayımlanmaktaydı. PIO arşivinde 1931 ile 1948 arasındaki sayılarının yer aldığı katalokta belirtilmişse de ne yazık ki bu yılların tümü bulunmamaktadır. vi Seyf: İlk sayısı 2 Mart 1912’de (kimi kaynaklarda 12 Mart 1912’de) yayımlandı. Seyf’in anlamı kılıç’tır. Haftalıktı. İlk ve sonraki bazı sayılarının pazar, daha sonraları pazartesileri yayımlandığı bilinmektedir. İttihat ve Terakki Fırkası’nın tutumunu benimseyen gazete Evkafçılar’a karşıydı. Müdür ve imtiyaz sahibi Bodamyalızade Mehmet Münir’di. 15 Haziran 1914 tarihine dek, yüz on iki sayı yayımlandı. 15 Ağustos 1929’da ikinci kez yayımlanmağa başlayan gazete bir kaç sayı yayınlandıktan sonra sahibinin ölümüyle yayın dünyasından çekildi. Seyf’in başlıca yazarları: Dr. Hafız Cemal, M. Orhan, H. Ziya, Sadreddin Bey, Dr. Eyyub Necmeddin, Bodamyalızade M. Necmi idi. Girne Milli Arşivi’nde 9 Haziran 1913 tarihli sayısı mevcutur. PIO arşivinde ise 1913 ve 1926 yılları arasındaki sayılarının yer aldığı belirtilmişse de belirtilen yılların tümüne rastlanılmadı. Söz: Mehmet Remzi’nin (Okan) yayınladığı bu gazetenin yayına başlayış tarihi üstüne kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Kimilerine göre ilk çıkış tarihi 8 Eylül 1918’dir. Kimilerine göreyse bu tarih 1920’lerdedir. Bir başka yazıya göre ilk sayısı 15 Şubat 1921’de yayımlandı. (Nedir 18 Teşrinisani 1930 ya da 22 Cemaziyelahır 1349 tarihli 463. sayısında Söz başlığı altında “Tarihi Tesisi 8 Eylül 1919” yazmaktadır. “Haftalık Türk gazetesidir” denilen bu sayıda yazılar hem eski hem de yeni harflerledir. Perşembe günü belirtildiğine göre gazete bu 12. yılında Perşembeleri yaymlanmaktaydı.) Bunlara göre göre ikinci sayısı 22 Şubat 1922’de vii çıkarıldıktan sonra durdurularak Doğru yol gazetesinin yayımına devam edildi. Bu iki sayıya Doğruyol’un numara sayısı verildi. Söz gazetesi Mehmet Remzi Okan’ın ölümüyle 22 Ocak 1922’de yayımını durdurur. 5 Mart 1934’te “ayni ideal ve ruhla yeniden yayın hayatına devama” başlar. Bu kez sahibiyse Remzi Okan’ın kızlarından Vedia Remzi Okan’dır. Söz bir ara (1945’te) Lefkoşa’da Zavallis Basımevi’nde basıldı. Kimi kaynaklara göre M. Remzi Okan’ın ölümünden sonra yayınını durduran gazete ancak Aralık 1945’te yeniden yayın yaşamına girdi. 21 Ağustos 1946’da gazetenin adı Hürsöz olarak değiştirildi. Söz gazetesi, Kıbrıs basın hayatında çok etkin bir gazeteydi.yayınlandığı süre boyunca Kıbrıs Türkü ve Türkiye’nin çıkarlarını korumayı amaçladı. Söz gazetesinin, 1929-1946 yılları arasındaki sayılarına Milli Arşiv’den ulaşmak mümkündür. PIO’da 1919-1987 tarihlerini içeren sayıların olduğu belirtilmekle birlikte, hepsi arşivde bulunmamaktadır. Vatan: Nisan 1920’de yayına başlamıştır. Haftalık olan bu gazete Hüseyin Hüsnü Cengiz tarafından çıkarılmaktaydı. Başyazarı Avukat Hüseyin Cemal’di. Gazete sahibi adadan ayrılınca gazete kapanmıştır. Gazetenin 1925 ve 1926 yıllarına ait sayılarını PIO’da bulmak mümkündür. viii GİRİŞ I. Dünya Savaşından yenik çıkan Osmanlı Devleti, İtilaf Devletleri’yle 30 Ekim 1918’de ağır koşullar içeren Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzaladı. Buna göre; boğazlar işgal, Osmanlı ordusunun terhis edilecek , tüm haberleşme ve ulaşım gereçleri ile sistem İtilaf devletlerinin denetimine verilecek, tersane ve donanmaya el konulacaktı. Doğu Anadolu’da karışıklık çıktığı taktirde İtilaf devletleri bu bölgeyi işgal edebilecekti. İtilaf Devletleri güvenliklerini tehlikeye düşürecek bir durum ortaya çıkarsa herhangi bir stratejik noktayı işgal etme hakkına sahip olacaktı. Mondros Ateşkes Antlaşması imzalandıktan kısa bir süre sonra uygulamaya geçildi. İngilizler Musul, Antep, Maraş’ı işgal edip, Samsun ve çevresini denetim altına aldılar. Fransızlar Adana ve çevresini, İtalyanlar Antalya çevresi ve Konya’yı işgal ettiler. Osmanlı yönetimi bunlara kayıtsız kaldı. Dünya Savaşı’nın sorumluluğunu yükledikleri İttihat ve Terakki Fırkası ileri gelenleri tutuklanmaya başlandı. Ahmet İzzet Paşa Hükümeti, 11 Kasım 1918’de çekilerek Tevfik Paşa Hükümeti kuruldu. İşlemez hale gelen Osmanlı Parlamentosu padişah tarafından dağıtıldı. Tevfik Paşa Hükümeti 3 Mart 1919’da çekilince yerine İngilizlere yakınlığıyla bilinen Damat Ferit Paşa Hükümeti işbaşına geldi. Osmanlı toprakları, I Dünya Savaşı’nda yapılan gizli antlaşmalarla paylaşılmıştı: Ürdün ve Irak İngiliz koruyuculuğu altına girecekti. Çukurova’dan Sivas’a, doğuda Mardin’e kadar olan bölge, İskenderun ve Hatay bölgesi, Suriye ve Irak’ın kuzeyi Fransızlara verilecekti. İtalyanlar, İzmir’in güneyinden itibaren bütün Ege ve İç Anadolu bölgesi ile Mersin’e kadar uzanan bütün Akdeniz kesimini, Konya dahil olmak üzere alıyordu. Rusların payı da tüm Doğu Anadolu ve boğazlar 1 idi. Ancak, 1917 Bolşevik devrimi ile savaştan çekilen Rusya, planların değişmesine yol açtı. İtilaf Devletleri, 1918’de savaşın bitmesiyle yenilen devletlerle ayrı ayrı barış antlaşmaları imzaladılar. Osmanlı Devleti ile mütareke imzalanmış, ancak barış antlaşmasının imzalanması gecikmişti. Amerika Birleşik Devletleri savaşa İtilaf Devletlerinin yanında 1917’de katıldı. ABD Başkanı Woodrow Wilson, I. Dünya Savaşı ve sonrası barışının temel ilkelerini, 8 Ocak 1918’de açıkladı. İtilaf Devletlerinin Osmanlı Devleti’ni parçalama programlarının görünürdeki gerekçesi Wilson’un 14 ilkesine dayandırıldı. Bu ilkelerle; milletler prensibi uygulanarak Avrupa’da homojen halklardan oluşan devletlerin egemen olması, milletlerarası bir örgütün denetiminde dünya güvenliğini sağlamak ve ekonomik alanda devletler arasında serbest mübadele ilkesini geçerli kılmak amaçlandı. Wilson Prensiplerinin 12. maddesi Osmanlı Devleti ile ilgiliydi. Buna göre, “Şimdiki Osmanlı İmparatorluğunun Türk bölgelerine egemenlik tanınmalıdır. Ancak, Türk egemenliği altında yaşayan diğer uluslara kesin bir yaşama hakkı, özgür ve engelsiz tam bir gelişme olanağı verilmelidir, boğazlar her devlete açık olmalıdır.” Ancak bu ilkelerin kendi çıkarlarına ters düştüğünü düşünen İngiltere, Fransa ve İtalyanlar bu ilkelerden sapmayı tercih ettiler. İtilaf Devletleri tarafından 18 Ocak 1919’da, yenilen devletlerle imzalanacak barış antlaşmalarını görüşmek üzere Paris Barış Konferansı toplandı. Sadrazam Damat Ferit Paşa, 12 Haziran’da Paris’e giderek konferansa katıldı. Burada, Osmanlı’nın 1914 sınırlarını ve önceki savaşlarda devlet egemenliğinden çıkan 2 toprakları istedi. İtilaf devletleri bu teklifleri reddederek, Anadolu’da ancak küçük ve ulusal bir Türk devleti kurulmasını destekleyebileceklerini belirttiler. Batı Anadolu, St. Jean de Maurienne Antlaşması (19-21 Nisan 1917) ile İtalya’ya verilmiş, yürürlüğe girmesi Rusya’nın onayına bağlı kılınmıştı. Ancak İngilizler bu bölgede güçlü bir devlet yerine zayıf bir devletin bulunmasını çıkarlarına uygun gördüklerinden Doğu Trakya ve İzmir çevresindeki geniş bir bölgeyi Yunanistan’a verdiler. Bu olay İngilizlerle İtalyanların arasının açılmasına neden oldu. Mondros Ateşkesi imzalandığında, Suriye’de bulunan Mustafa Kemal Paşa, ateşkesle birlikte İstanbul’a çağrıldı. İstanbul’un durumu vatanı kurtarmak için uygun olmadığından Anadolu’ya geçmeyi düşündü. Bunu sağlamak için, geniş yetkilerle 9. Ordu Müfettişi olarak Anadolu’ya atanmasını sağladı (30 Nisan 1919). Görevi, Ankara’dan Diyarbakır, Samsun, Sivas, Amasya, Erzurum ve Trabzon’a kadar geniş bir alanı kapsıyordu. Karadeniz bölgesindeki karışıklığı önlemek için görevlendirilmişti. 19 Mayıs 1919’da Samsun’a giderek Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı başlattı. Yunanlılar, Mondros’un 7. maddesine dayanarak, 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgaline başladılar. Mustafa Kemal Paşa, 28 Mayıs 1919’da Havza’da yayınladığı bir genelgeyle İzmir’in işgalini kınayarak işgallere karşı halkın protesto gösterileri yapmasını, ordunun terhisinin önlenmesini ve milli cemiyetlerin Anadolu’nun her tarafında kurulmasını istedi. İzmir’in işgali ile Kuva-yı Milliye (milli kuvvetler) birlikleri oluşturularak Batı Cephesi kuruldu. 3 Milli cemiyetler Mondros’tan sonra, işgallere karşı oluşturuldu. Cemiyetler bölgesel direniş örgütü niteliğine sahip olmakla birlikte önce ağırlıklı olarak propaganda yoluyla seslerini duyurmaya çalıştılar, başarılı olamayınca silahlı direnişe geçtiler. Doğu Anadolu’da, Trakya’da, İzmir’de, Trabzon’da, Adana çevresinde kurulan bu cemiyetler Sivas Kongresi’nde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirildi. Bu cemiyetlerin yanında vatanın kurtuluşunu, bağımsız milli bir devlet kurulmasında değil, başka yollarla gerçekleştirmeyi düşünen çeşitli cemiyetler kuruldu: Sulh ve Selamet-i Osmaniye Fırkası, Teali İslam Cemiyeti, İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Wilson İlkeleri Cemiyeti. Bunlar Anadolu’da çıkan çeşitli isyanları desteklediler. Ayrıca azınlıkların Wilson ilkelerine dayanarak bulundukları bölgede çoğunluğu sağlamak ve işgalleri meşrulaştırmak için kurdukları cemiyetler vardı: Kürt Teali Cemiyeti, Alyans-İsrailit, Mavri Mira, Trabzon Pontus Rum Derneği, Taşnak ve Hınçak Cemiyetleri bunlar arasındaydı. Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya geçerek başlatmış olduğu milli hareket İngilizler’in tepkisini çekerek tutuklu bulunan 67 Türk Devlet adamının Malta’ya sürülmesine yol açtı. Mustafa Kemal Paşa, İtilaf Devletlerinin isteği üzerine İstanbul hükümeti tarafından 8 Haziran 1919’da görevinden geri çağrıldı. Mustafa Kemal Paşa bunu dikkate almayarak, Amasya’ya geçti. Refet Bey, Ali Fuat Paşa ve Rauf Bey’in desteğiyle Amasya Genelgesi’ni yayınladı (21-22 Haziran 1919). Bu genelgeyle Sivas’ta ulusal bir kongrenin toplanmasına, önceden tarihi belirlenmiş ve Doğu Anadolu illerini kapsayan Erzurum’daki kongreye katılmaya karar verildi. Amasya Genelgesi, ulusal egemenliğe dayalı yeni bir Türk Devleti kurulması yolunda atılan ilk adım niteliğindedir. Halkın kendisini ve vatanını kurtarmak için 4 sivil toplum örgütlerinin üye seçimi yoluyla kongreler oluşturmasının demokratik başlangıcını yapmıştır. Mustafa Kemal Paşa, 8/9 Temmuz 1919’da askerlik görevinden istifa ederek, sivil olarak mücadelesine devam etti. Amasya’dan Erzurum’a geçerek burada Vilayet-i Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Erzurum şubesinin düzenlediği kongreye katıldı. Erzurum Şubesinin Heyet-i Faale Reisliğine seçildi. 23 Temmuz’da açılan kongre, 7 Ağustos’a kadar çalışmalarını sürdürdü. Alınan kararlara göre; Doğu illeri Osmanlı topluluğundan hiçbir şekilde ayrılamaz, Kuva-yı Milliye’yi etken ve milli iradeyi hakim kılmak esastır, manda ve himaye kabul edilemez, her türlü işgal ve müdahalesine karşı millet birlik olarak kendini müdafaa edecek, vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığını İstanbul hükümeti sağlayamadığı taktirde Anadolu’da geçici bir hükümet kurulacaktır. Kararlar itibariyle ulusal bir kongre olmuş, Sivas Kongresi, TBMM’nin toplanış ve açılış gerekçesi de bu kararlara dayanmıştır. Erzurum Kongresi’nden sonra, 26-31 Temmuz 1919 tarihleri arasında Balıkesir Kongresi ve 16-25 Ağustos 1919’da Alaşehir Kongresi toplandı. Balıkesir Kongresi’nde Yunanlılara karşı savaşan Kuva-yı Milliye birliklerinin finansmanını sağlama ve yönetimi üzerine önemli kararlar alındı. Alaşehir Kongresi’nde ise Balıkesir ve Erzurum kongrelerinin kararları tartışılarak Yunanlılara karşı direniş mücadelesinin sürdürülmesinin gerekliliği belirtildi. Amasya Genelgesi ile toplanacağı bildirilen Sivas Kongresi, 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında gerçekleştirildi. Bu kongrede; Erzurum Kongresi’nde seçilen 9 kişilik Temsil Heyeti’ne Sivas Kongresi’nde 6 kişi daha eklendi. Temsil Heyeti, 5 TBMM açılıncaya kadar alınacak milli kararlarda etkin olacak bir kurul haline geldi. Milli sınırlar içinde vatanın bütünlüğü vurgulanarak tüm direniş kuruluşları ve dernekler Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirildi. Anadolu’daki milli uyanış karşısında, İstanbul Hükümetinin engelleyici hareketleri çok etkili olamadı. Kongre, Damat Ferit Hükümetinin sonunu hazırladı. 11/12 Eylül 1919’da kolordu komutanlıklarına çekilen telgraflarda, hiçbir telgrafın İstanbul’a gönderilmemesi ve hiçbir telgrafın alınmaması istendi. Anadolu hareketi ile İstanbul arasındaki tüm haberleşme kesildi. Damat Ferit Hükümeti, 30 Eylül 1919’da istifa etmeye mecbur oldu. 2 Ekim 1919’da Ali Rıza Paşa Sadrazamlığa getirildi. Yeni kurulan bu hükümetin amacı Anadolu hareketini kuvvetlendirmek değil, onu alabildiğine kontrol altına alabilmek olacaktı. 20-22 Ekim 1919 tarihleri arasında Amasya’da yapılan görüşmeye, İstanbul Hükümeti adına Bahriye Nazırı Salih Hulusi Paşa katıldı. İmzalanan protokol ile İstanbul Hükümeti, Temsil Heyeti’ni resmen tanımış oldu. Burada, seçimlerin yapılarak Mebusan Meclisi’nin İstanbul dışında toplanmasının sağlanması, Sivas Kongresi kararlarının Mecliste görüşülüp kabul olunması gibi konuların Salih Paşa’nın İstanbul Hükümetine kabul ettirmesi istendi. Ancak, Salih Hulusi Paşa bunları hükümete kabul ettiremedi. İstanbul Hükümeti, anayasaya aykırı olduğu gerekçesiyle meclisin İstanbul dışında toplanmasını reddetti. Seçimlerin yapılarak meclisin İstanbul’da toplanması kabul edildi. Yapılan seçimleri büyük oranda Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adayları veya Cemiyetin desteklediği kişiler kazandı. Mustafa Kemal Paşa Erzurum Milletvekili seçildi. Mustafa Kemal Paşa, milletvekillerinden Meclis-i Mebusan’da, Müdafaa-i Hukuk Grubu oluşturmalarını, Erzurum ve Sivas Kongrelerinde belirlenen ulusal hedefleri Meclise benimsetmelerini ve kendisini başkan seçtirmelerin istedi. 12 Ocak 6 1920’de toplanan Mebusan Meclisine İtilaf Devletleri, meclisin etkin bir karar alamayacağını düşünerek herhangi bir müdahalede bulunmadılar. Milletvekilleri, Mustafa Kemal Paşa’nın istediği grup yerine Felah-ı Vatan Grubu’nu oluşturdular, kendisini de başkan seçtiremediler. Ancak, 28 Ocak 1920’de kongrelerde belirlenen ulusal hedefler Misak-ı Milli adı altında Mecliste kabul edilebildi. Buna göre; “Mondros Atşkesi’nin imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihinde Osmanlı yönetiminde bulunan ulusal sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz. İstanbul’un ve Marmara Denizi’nin güvenliği sağlanırsa boğazlar dünya ticaretine açılabilir. Batı Trakya, Kars, Ardahan ve Artvin’de halk oyuna başvurulmalıdır. Arapların oturdukları yerlerin geleceği o yöre halkının iradesine bırakılacaktır. Azınlıklara, çevre ülkelerdeki Türklere tanınan haklar oranında hak tanınacaktır. Ekonomik, siyasi ve adli gelişmemizi engelleyen hiçbir ayrıcalık kabul edilemez”. Alınan bu kararlar İtilaf Devletlerinin büyük tepkisine yol açtı. Ali Rıza Paşa Hükümeti yerine Salih Paşa Hükümeti kuruldu. İstanbul, 16 Mart 1920’de resmen işgal edilerek Mebusan Meclisi dağıtıldı. Salih Paşa da baskılara dayanamayarak istifa etmek zorunda kaldı. Yerine 5 Nisan 1920’de Damat Ferit getirildi. Paris Barış konferansı’nda Osmanlı Devleti hakkında kesin bir karar alınmamıştı. İtilaf Devletleri 1920 yılında Londra’da (I. Londra Konferansı 12 Şubat-10 Mart 1920) ve San Remo’da (18-26 Nisan 1920) toplanarak çeşitli görüşmeler yaptılar. San Remo Konferansı’na İngiltere, Fransa ve İtalya katıldı. Roma’da bulunan milli mücadeleci Galip Kemali Söylemezoğlu, İtalya başbakanına yazdığı mektupta Türklerin de dinlenilmesini talep etti. Ayrıca İzmir, Trabzon, Adana, Bitlis, Erzurum ve Trakya nüfusunun çoğunluğunun Türklerden oluştuğunu bildiren bir muhtırayı İtilaf temsilcilerine sunmasına rağmen olumlu bir cevap 7 alamadı. San Remo Konferansı’nda belirlenen ön barış şartlarına göre; İngiltere, Irak ve Filistin’de, Fransa Suriye’de mandater olarak hak sahibi olacak; Güney ve Güneydoğu Anadolu içlerine kadar uzanan İtalyan ve Fransız nüfuz bölgeleri oluşturulacak; İngiltere’nin himayesinde bir Kürt Devleti oluşturulacak ve Doğu Anadolu, Güneydoğu Anadolu topraklarında bir Ermenistan oluşturulacak; İzmir, Batı Trakya ve Doğu Trakya’nın büyük bir bölümü Yunanistan’a verilecek ve boğazlar uluslar arası bir komisyonun denetimine bırakılacaktı. Mebusan Meclisi dağıtıldıktan sonra, Anadolu’da meclis açma fikri kabul gördü. İngilizlerin elinden kurtularak Anadolu’ya geçebilen Mebusan Meclisi milletvekillerinin de katılımıyla, 23 Nisan 1920’de TBMM açıldı. 115 milletvekili içinde en yaşlısı olan Sinop Milletvekili Milli Eğitim Müdürlüğünden emekli Şerif Bey yaptığı konuşma ile, meclisin Misak-ı Milli kararları çerçevesinde tam bağımsızlık için çalışmasının zorunluluğu ortaya kondu. Böylece, imparatorluktan ulusal devlete geçiş aşamasında önemli bir adım atıldı. I. Dönem TBMM’de güçler birliği ve meclis üstünlüğü ilkesi mevcuttu. Bu özellikleri ile karar alma mekanizmasının hızlı çalışması sağlanmaya çalışıldı. Meclis bir yandan Anadolu’yu işgale başlayan güçlerle mücadele ederken bir yandan da milli egemenliğe dayalı tam bağımsız yeni bir devletin kurulmasına çalışacaktır. I. TBMM, sosyo-ekonomik açıdan halk tabanına yakın bir kadroya sahipti. Milletvekilleri ağırlıklı olarak eski memurlardan oluşuyordu. Siyasi partiler yerine gruplaşmanın olduğu görülür. Mecliste, Halk Zümresi, Tesanüd, İstiklâl, Islahat grupları bulunuyordu. Müdafaa-i Hukuk Grubunun hakimiyeti göze çarpıyordu. Meclis üyeleri, siyasi düşünüş açısından birbirleriyle uyumlu olmasalar da vatanın kurtuluşu konusunda birleşiyorlardı. 20 Ocak 1921’de Teşkilat-ı Esasiye Kanununu kabul, 29 Ekim 8 1923’te Cumhuriyeti ilan eden, 3 Mart 1924’te halifeliği kaldıran ve I. TBMM olmuştur. TBMM’nin açış aşamasında Damat Ferit Paşa ve Hükümeti Anadolu’da kurulan düzeni yıkmak ve Milli Mücadeleyi önlemek için harekete geçti. Yurdun çeşitli yerlerinde gerek azınlıklar tarafından, gerekse İstanbul Hükümeti tarafından pek çok ayaklanma çıkarıldı. Bazıları TBMM açılmadan önce başlayıp, sonra da devam etti. Bunlardan Aznavur ve Kuva-yı İnzibatiye doğrudan İstanbul Hükümeti tarafından çıkarılan ayaklanmalardır. Bu iki ayaklanma, Çerkez Ethem ve Ali Fuat Paşa’nın çabasıyla bastırıldı. Bolu, Düzce, Hendek, Adapazarı, Yozgat, Afyonkarahisar, Konya, Milli Aşiret, Koçgiri, Ali Batı, Şeyh Eşref gibi ayaklanmalar din elden gidiyor gerekçesiyle çıkarıldı. Azınlıklardan Rumlar ve Ermeniler de çıkardıkları ayaklanmalarla Türkleri uzun süre uğraştırdılar. Bunların bastırılmasında Kuva-yı Milliye birlikleri etkin bir rol oynadı. Ancak, düzen ve otoriteden yoksun bu birlikler, zaman zaman Ankara’nın otoritesi altına girmeyi de reddettiler. Düzenli ordu kurulunca, Kuva-yı Milliyeci olan Demirci Mehmet Efe ve Çerkez Ethem ayaklandılar. TBMM çeşitli nedenlerle çıkan ayaklanmalar için önlemler aldı. 29 Nisan 1920’de Hıyanet-i Vataniye Kanunu çıkarılarak, Eylül 1920’de İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Buna göre, TBMM’ye karşı sözle bile olsa ayaklananlar, meclisin varlığını inkar edenler, vatan haini sayılarak gerekirse ölümle cezalandırılacaktı. Kurulan İstiklal Mahkemelerinde milletvekilleri görev alıyordu. İtilaf Devletleri ile Osmanlı Devleti arasında Nisan 1920’de San Remo’da belirlenen esaslar çerçevesinde antlaşma imzalanacaktı. İngilizler, barış koşullarını Osmanlı’ya daha çabuk kabul ettirmek için Yunanlıları desteklediler. Yunan 9 Birlikleri, 22 Haziran 1920’den itibaren Bursa-Uşak çizgisi boyunca ilerlediler. Trakya bölgesini işgal ettiler. Damat Ferit Paşa bu durumda San Remo taslağını kabul etmekten başka çare kalmadığını ileri sürerek İstanbul Hükümeti’nin olağanüstü bir şekilde topladığı kurula antlaşma metnini kabul ettirdi ve Paris’te, 10 Ağustos 1920’de Sevr Antlaşması’nı imzaladı. Buna göre; İstanbul ve Anadolu’nun küçük bir kısmı Türklerde kalacak, azınlık hakları gözetilmediği ve barış antlaşması hükümlerinin kabul edilmediği taktirde İstanbul da Türklerden alınacak, boğazlar dünya devletlerinin geçişine açık olacak ve yönetimi uluslar arası bir komisyona bırakılacak, boğazlar Komisyonu’nun üzerindeki elinde olacak her ve türlü bu kontrol ve komisyonda denetim Boğazlar Osmanlı temsilcisi bulunmayacaktı. Fırat Nehri’nin doğusunda bağımsız Ermeni ve Kürt devletleri kurulacak. İngiltere, Fransa ve İtalya işgal ettikleri yerleri ellerinde tutacaklar. Osmanlı ordusunun sayısı azaltılarak ağır silahlardan arındırılacak, sadece iç güvenlikle ilgili hizmetleri yerine getirecekti. Kurulacak olan mali komisyonla Osmanlı’nın gelirleri denetlenecek, kapitülasyonlar yeniden düzenlenerek yaygınlaştırılacak, Midye-Büyükçekmece hattına kadar Doğu Trakya, Gökçeada, Bozcaada ve İzmir merkezli Ege’nin bir bölümü Yunanistan’a verilecek, azınlık ve yabancı devlet okulları serbest bırakılacaktı. Sevr Antlaşması, Osmanlı Devletini fiilen ortadan kaldırmıştı. TBMM, Sevr Antlaşması’nı onaylayanları vatan haini ilan etti. Antlaşmanın yürürlüğe konulmasını engellemek için düzenli ordu kurulması çalışmaları hızlandırıldı. 8 Kasım 1920’de alınan bir kararla düzenli ordu kuruldu. Kuva-yı Milliye birlikleri düzenli ordu birliklerine dönüştürüldü. Askerden kaçılmasını önlemek amacıyla İstiklal Mahkemeleri görevlendirildi. 10 Ermeniler, Doğu Anadolu topraklarını kendi sınırları içerisine katmak amacıyla intikam alayları kurarak Türklere karşı katliamlarda bulundular. 9 Haziran 1920’de Mustafa Kemal Paşa, Doğu Cephesi Komutanlığına Kazım Karabekir Paşa’yı atadı. Karabekir Paşa, Ermenilere karşı başarı kazanınca, 3 Aralık 1920’de Ermenilerle Gümrü Antlaşması imzalandı. Bu antlaşma, TBMM Hükümetinin uluslar arası alanda sağladığı ilk başarıdır. Buna göre; Kars, Iğdır, Sarıkamış, Artvin ve Ardahan’ın bir bölümü geri alındı. Ermeniler, Doğu Anadolu’ya dair isteklerinden vazgeçtiler ve Sevr Antlaşması’nın geçersizliğini kabul ettiler. Doğu Cephesinde kalıcı barış için ilk adım atılmış oldu. İşgallere devam eden Yunanistan, Bursa’yı aldıktan sonra Eskişehir’e yöneldi. Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa, düzenli ordu birlikleriyle önce Yunanlılar’a, sonra da ayaklanan Çerkez Ethem’e karşı büyük başarı kazandı. I. İnönü Savaşı (6-10 Ocak 1921) adı verilen savaş sonucu, TBMM’ye karşı olan güven arttı, büyük devletler arasındaki görüş ayrılığı ortaya çıktı. İtalya ve Fransa sorunu barış yoluyla çözerek daha fazla zarara uğramamak için İngiltere’yi barışa zorladılar ve 21 Şubat-12 Mart 1921’de Londra’da Yunanistan ve TBMM’nin de katıldığı bir barış konferansı düzenlediler. Konferansın temel amacı, Sevr’i yumuşatarak TBMM’ye kabul ettirmek ve Anadolu’daki uyanışın daha da güçlenmesini önlemekti. Konferansa, ikililik yaratarak çıkacak görüş ayrılığından faydalanmak amacıyla TBMM’nin yanı sıra İstanbul Hükümeti de çağrıldı. Konferansa İstanbul Hükümeti adına Sadrazam Tevfik Paşa, TBMM Hükümeti adına Bekir Sami Bey katıldı. Konferansta Türk Heyeti, Misak-ı Milli sınırları ve 11 kapitülasyonlar konusunda taviz vermeyince bir sonuca varılamadan dağıldı. Bu konferans ile İtilaf Devletleri TBMM’nin varlığını hukuken kabul etmiş oluyordu. Afganistan ile 1 Mart 1921’de bir dostlun antlaşması imzalandı. Afganistan, Milli Mücadeleye destek verdiğini belirterek TBMM’nin varlığını kabul eden ilk devlet oldu. Sovyet Rusya ile 16 Mart 1921’de Moskova Antlaşması imzalandı; Sovyet Rusya Misak-ı Milli’yi tanıyacak, taraflardan birinin tanımadığı uluslar arası bir antlaşmayı diğeri de tanımayacak, kapitülasyonların kaldırıldığı kabul edilecekti. Ayrıca doğu sınırı kesin biçimini alıyordu. Moskova Antlaşması ile ilk kez batılı bir devlet Misak-ı Milli’yi tanıyordu. I. İnönü Savaşı’ndan sonra 20 Ocak 1921’de Teşkilat-ı Esasiye ilan edildi. 12 Mart 1921’de de İstiklal Marşı, milli marş olarak kabul edildi. Londra Konferansı’nda isteklerini kabul ettiremeyen İngilizler Yunanlıları destekleyerek TBMM Hükümeti’ne karşı bir kez daha kışkırttı. Sevr’i zorla kabul ettirmek için harekete geçen Yunan Ordusu tarafından, Eskişehir ve Afyon üzerine büyük bir saldırı düzenlendi. Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa önderliğindeki Türk askerleri Yunanlıları durdurmayı başardılar. II. İnönü Muharebesi’nin (23 Mart-1 Nisan 1921) kazanılmasıyla İtalya kuvvetlerini Anadolu’dan çekme kararı aldı (5 Temmuz 1921). Fransa da TBMM ile anlaşma için çalışmalara başladı. I. ve II. İnönü Muharebelerinde yenilgiye uğrayan Yunanlılar, 10 Temmuz’da tüm güçleriyle İnönü, Eskişehir, Kütahya, Afyon hattında saldırıya geçince, Türk ordusu Yunanlılara yenilerek Sakarya Nehri’nin doğusuna çekildi. Kütahya, Eskişehir, Afyon, Bilecik Yunanlıların eline geçti. Bu yenilgiden komutanlar sorumlu tutulmuş ve mecliste çok sert tartışmaların yaşanmıştı. Ankara’nın tehlikeye 12 düşmesi karşısında Meclisin Kayseri’ye taşınması bile gündeme geldi. Meclis’in, ordunun başına geçmesi için baskı kurduğu Mustafa Kemal Paşa olağanüstü durumda, yetkilerinin de olağanüstü olması gerektiği savıyla, meclisten başkomutanlık ve askerlik konularında tam yetki talep etti. 5 Ağustos 1921’de çıkarılan yasayla Mustafa Kemal Paşa’ya, 3 ay süreyle yetki verildi. Yapılacak olan savaşta ordunun ihtiyaçlarını karşılamak için 7-8 Ağustos’ta Tekalif-i Milliye Emirleri çıkarıldı. Sakarya Nehri’nin batısında bulunan Yunanlılarla Türk ordusu arasında yapılan meydan muharebesini Mustafa Kemal Paşa’nın Başkomutanlığında Türk ordusu kazandı. Mustafa Kemal Paşa’ya gazilik ve mareşallik ünvanı verildi. TBMM kuvvetlerinin elde ettikleri başarılar, Fransa ile 20 Ekim 1921’de Ankara Antlaşması imzalanmasını sağladı. Antlaşma, bugünkü Suriye sınırını büyük oranda belirliyordu. Misak-ı Milli ilk kez İtilaf Devletleri içinde yer alan bir devlet tarafından kabul edildi. Sakarya Zaferinden sonra gizlilik içerisinde taarruz hazırlığına başlandı. 26 Ağustos-18 Eylül 1922 tarihleri arasında süren savaşta büyük ve kesin bir başarı kazanıldı. 9 Eylül’de İzmir, 18 Eylül’de Bursa kurtarıldı. 13 I. LOZAN BARIŞ KONFERANSI Büyük Taarruz’dan sonra toplanan Mudanya Konferansı’na, Mustafa Kemal Paşa tarafından Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa olağanüstü yetki ile delege olarak atandı. İsmet Paşa’nın başkanlık yaptığı konferansa, İngiltere adına General Harrington, Fransa adına General Charpy, İtalya adına General Mombelli katıldı. Konferans sonucu, 11 Ekim 1922’de Mudanya Ateşkes Antlaşması imzalandı. Buna göre; Yunan kuvvetleri 15 gün içerisinde Doğu Trakya’yı boşaltacak, TBMM Hükümetinin Trakya’da güvenliği sağlayacak jandarma kuvvetlerinin sayısı 8 bini aşmayacak, Trakya’nın devir ve teslimi sırasında olay çıkmasını önlemek üzere burada İtilaf Devletleri’nin kurulları ile 7 taburluk birlikleri bulunacak, bunlar Trakya’nın Türklere tesliminden itibaren 30 gün içinde geri çekilecek, Türk ordusu barış imzalanıncaya kadar Çanakkale ve Kocaeli Yarımadası’nda saptanan çizgiyi geçmeyecek ve buradaki işgal kuvvetleri barış imzalanıncaya adar kalacaktı.1 Ateşkesten sonra, barış konferansına gidecek delegelerin seçilmesi gerekiyordu. Bakanlar Kurulu Başkanı Rauf Bey baş delege olarak konferansa katılmak istiyordu. Ancak Mustafa Kemal, Paşa Rauf Bey’e tam olarak güvenemediğinden, İsmet Paşa’nın heyet başkanı olmasını uygun gördü. Dışişleri Bakanlığına, Yusuf Kemal Bey yerine İsmet Paşa’nın atanmasını sağladı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yapılan seçimle İsmet Paşa Baş Delegeliğe, Maliye Vekili Hasan Bey ve Sıhhiye Vekili Rıza Nur Bey de delegeliklere seçildiler. Mudanya’da 1 ATATÜRK, Mustafa Kemal; Nutuk, C.II , T.T.K, Ankara 1999, s. 905 14 göstermiş olduğu başarı, İsmet Paşa’nın delege başkanlığına seçilmesinde etkili oldu.2 Lozan’a gidecek heyette geniş bir danışmanlar grubu vardı:3 Müşavirler: Münir Ertegün (Hariciye Vekaleti Hukuk Müşaviri), Muhtar Çilli (Eski Nafia Nezareti Müsteşarı), Veli Saltık (Burdur Mebusu), Zülfü Tigrel (Diyarbakır Mebusu), Zekâi Ayaydın (Adana Mebusu), Celal Bayar (Eski İktisat Vekili ve İzmir Mebusu), Şefik Başman (Maliye Teftiş Heyeti Reisi), Seniyettin Başak (İstanbul Evkaf Hukuk Müşaviri), Şevket Doğruker (Deniz Dairesi Müdürü), Tevfik Bıyıklıoğlu (Kurmay Yarbay), Tahir Taner (Adliye Müsteşarı), Nusret Metya (Hariciye Vekilliği İkinci Hukuk Müşaviri), Hikmet Bayur (Hariciye Vekilliği Siyasi İşler Müdürü), Zühtü İnhan (Öğretim Üyesi), Fuat Ağralı (Maliye Vekilliği Muhasebat Umum Müdürü), Mustafa Şeref Özkan(Eski Nazır), Şükrü Kaya (Mülkiye Müfettişi), Hamit Hasancan (Kızılay İkinci Reisi), Cavit (Eski Maliye Nazırı), Hayım Naum (Yüksek Mühendis Okulu Fransızca Öğretmeni), Baha (Adliye Vekilliği Mezhep İşleri Müdürü) Basın Müşavirleri: Ruşen Eşref Ünaydın (Yazar), Yahya Kemal Beyatlı (Öğretim Üyesi) Genel Sekreter ve Müşavir: Reşit Saffet Atabinen (Mülga Şurâ-yı Devlet Azası) Mütercim: Hüseyin Pektaş (Robert Kolej İkinci Müdürü) 2 a.g.e, C. II, s. 905, 909, 911 3 KARACAN, Ali Naci; Lozan, Milliyet Yay., Tarih Kitapları Dizisi, 2. B., Temmuz 1971, s. 66-71 15 Katipler: Ali Türkgeldi (Hariciye Vekilliği Memuru), Mehmet Ali Balin (Hariciye Vekilliği Memuru), Cevat Açıkalın (Hariciye Vekilliği Memuru), Celâl Hazım Arar (Hariciye Vekilliği Memuru), Saffet Şav (Kızılay Umumi Merkezi Memuru), Süleyman Saip Kıran (Hariciye Vekilliği Memuru), Rifat (Eski Hariciye Memuru), Dr. Nihat Reşat Belger (Paris Basın Temsilcisi) Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde, bu liste onaylandıktan sonra İsmet İnönü söz alarak konferansta Misak-ı Milli’nin esas alınacağını belirtti. Milletvekilleri, barış antlaşmasında yer alacak görüş ve dileklerini ilettiler. Özellikler tam bağımsızlık, sınırlar ve Ermenistan üzerinde duruldu. Ege adaları, Rodos ve 12 Adanın Türkiye’ye bırakılması istenirken, bazı üyeler Kıbrıs’ın geri verilmesini dilediler. Batı Trakya için halk oylaması isteği tekrarlanarak, Musul’un anavatandan ayrılmaması gerektiği üzerinde duruldu.4 Ermeni Yurdu ve kapitülasyonlar konusunda Türk heyeti savaşı göze alacak kadar kesin kararlıydı. Konferansa giderken İnönü’ye bakanlar tarafından imzalanan 14 maddelik bir talimat verildi:5 “1. Doğu Sınırı: “Ermeni Yurdu ” söz konusu olamaz, olursa görüşmeler kesilir. 2. Irak Sınırı: Süleymaniye, Kerkük ve Musul livaları istenecek, konferansta başka bir durum ortaya çıkarsa hükümetten talimat alınacak. 3. Suriye Sınırı: Bu sınırın düzeltilmesi için çalışılacak ve sınır şöyle olacaktır: Re’si İbni Hani’den başlayarak Harim, Müslimiye, Meskene, sonra Fırat yolu, Derizor, Çöl, nihayet Musul vilayeti güney sınırına ulaşılacak. 4. Adalar: Duruma göre davranılacak, kıyılarımıza pek yakın olan adalar ülkemize katılacak, olmazsa Ankara’dan sorulacak. 5. Trakya Sınırı: 1914 sınırının elde edilmesine çalışılacak. 6. Batı Trakya: Misak-ı Milli maddesi istenecek. 7. Boğazlar ve Gelibolu Yarımadası: Yabancı bir askeri kuvvet kabul edilemez, bu yüzden görüşmeleri kesmek gerekirse önceden Ankara’ya bilgi verilecek. 8. Kapitülasyonlar: Kabul edilemez, bu yüzden görüşmeleri kesmek gerekirse gereken yapılır. 9. Azınlıklar: Esas mübadeledir. 10. Osmanlı Borçları: Bizden ayrılan ülkelere paylaştırılacak, Yunanistan’dan alınacak tamirat bedeline mahsup edilecek, olmazsa 20 yıl ertelenecek. Düyun-ı Umumiye idaresi 4 TURAN, Şerafettin; Türk Devrim Tarihi, C. V , Bilgi Yayınevi, İstanbul 2002 s. 283 5 ŞİMŞİR, Bilâl N; Lozan Telgrafları I (1922-1923), Ankara 1990, s. 14 16 kaldırılacak zorluk çıkarsa (Ankara’dan) sorulacak. 11. Ordu ve donanmaya sınırlama konması söz konusu olamaz. 12. yabancı kuruluşlar: Yasalarımıza uyacaklar. 13. Bizden ayrılan ülkeler için Misak-ı Milli’nin ilgili maddeleri geçerlidir. 14. İslam Cemaati ve vakıfların hakları, eski antlaşmalara göre sağlanacaktır.” Sadrazam Tevfik Paşa, 17 Ekim 1922’de Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgrafta İstanbul ile Ankara arsındaki anlaşmazlığın ortadan kalktığını ve ulusal birliğin sağlandığını, ulusun padişahın buyruklarına uyması gerektiğini belirtti. Konferans için Ankara’dan İstanbul’a bir temsilci gönderilmesini önerdi. Mustafa Kemal Paşa, Tevfik Paşa’nın bu davranışını, “devlet siyasasını bulandırmaktan” ibaret olduğunu söyleyerek reddetti. İtilaf Devletleri, Lozan’da yapılacak barış konferansına, 28 Ekim 1922’de her iki hükümeti de çağırmıştı. Bu ikililik durumu, 1 Kasım 1922’de yasa gereği padişahlığın kaldırılmasıyla son buldu.6 İsmet Paşa ve TBMM heyeti, 11 Kasım 1922’de Lozan’a gitti. Konferans kararlaştırıldığı gibi 13 Kasım’da değil, 20 Kasım 1922’de İsviçre’nin Lozan Şehri Mont Benon Gazinosu’nda açıldı. Ouchy’deki Şato Oteli’nde yapıldı. Konferansta, İngilizleri Hariciye Vekili Lord Curzon temsil etti. İkinci İngiliz Delegesi ise İngiltere’nin Türkiye Büyükelçisi Sir Horace George Montagu Rumbold idi. İtalya’yı Musollini’nin emrinde bulunan Marki Camill Garonni ile Jules Cesar Montanya, Fransa’yı Barère ve Bompard, Japonya’yı Baron Hayachi ile Otchiai, Yunanistan’ı Venizelos ve Caclamanos temsil ediyordu. Bulgaristan adına Stambuliski, Romanya adına Duca ve Diyamandy, Yugoslavya adına Nintchitch ve Rakitch bulunuyordu. İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya çağrı yapan devletler konumundaydılar. Türkiye, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya tüm görüşmelere 6 NUTUK, C. II, s. 905, 909, 911, 917 17 çağrıldı. Amerika Birleşik Devletleri gözlemci sıfatıyla, Sovyet Rusya ve Bulgaristan da Boğazlar statüsü için, Belçika ve Portekiz ise ticaret ve yerleşme sözleşmelerine katılmak amacıyla çağrıldılar.7 20 Kasım’da açılış töreni yapıldı. İsviçre Konfederasyonu Başkanı Haab açılış konuşmasında, “Yakındoğu anlaşmazlıklarına son verecek bir barış toplantısı” olduğunu belirtti. Lord Curzon da söz alarak temsilcilerin hepsinin uzlaştırıcı oldukları taktirde barışın sağlanabileceğini belirtti. İsmet Paşa, asıl taraflardan biri olduğunu belirterek söz aldı. “Bu dakikada bile hala bir milyondan fazla masum Türk Küçük Asya ovalarında ve yaylalarında evsiz, ekmeksiz, serseri dolaşmaktadırlar… Efendiler, çok ızdırap çektik, çok kan akıttık… Bütün uygar uluslar gibi özgürlük ve bağımsızlık istiyoruz.” diyerek Türkiye’nin tutumunu açıkça ortaya koydu.8 21 Kasım’da saat 10:00’da ilk oturum yapıldı. Bu toplantıda Lord Curzon geçici başkanlığa seçildi. Konferans için İngilizce, Fransızca ve İtalyanca olmak üzere 3 resmi dil kabul edildi. Ancak tercümelerle vakit kaybını önlemek için herkesin bildiği kabul edilen Fransızca konuşulmasına karar verildi.9 Sorunları görüşülmesi için oluşturulan 3 ayrı komisyona İngiltere, Fransa ve İtalya başkanlık etti. Fransız delegesi Massigly genel sekreterliğe getirildi. İsmet Paşa komisyon başkanlıklarından birinin Türkiye’ye verilmesini istemiş ancak bu reddedilmişti. Türk heyetinden Reşit Saffet Atabinen’e yazı işleri komitesinde görev verildi.10 7 TURAN; a.g.e, C.V, s. 284-85 8 TURAN; a.g.e, s. 284-85 9 KARACAN; a.g.e, s. 95-109 10 TURAN; a.g.e, s. 285 18 Konferansın I. Devresinde üç komisyon oluşturulmuştu. A. Ülke, Arazi ve Askerlik Sorunları Komisyonu: Komisyonun başkanlığı İngiltere’ye verildi. I. komisyon 86 günde 25 oturum yaptı. Toplam 9 oturum sınırlara, 8 oturum boğazlar meselesine, 5 oturum azınlıklar işine, 3 oturum mübadele işine, 2 oturum da Musul konusuna ayrıldı.11 I. komisyon üç alt komisyona ayrıldı: 1. Azınlıklar Alt-Komisyonu: Başkanı İtalya İkinci Delegesi Mösyö Montanya idi. Bu komisyon 17 toplantı yaptı. Yapılan görüşmeler sonucu azınlıkların sadece din azlığı olması ve azınlıklara haklar tanıyan her memlekette kabul edilen haklara sahip olmaları kabul edildi. Genel af sorunu da bu komisyonda görüşüldü. 2. Nüfus Mübadelesi Alt-Komisyonu: Bu komisyonun da başkanlığını Montanya yaptı. Burada rehinelerin, sivil tutukluların, savaş esirlerinin iadesi ve nüfus mübadelesi konuları hakkında 13 toplantı gerçekleştirildi. 3. Neully Antlaşması’nın Bulgaristan’a Ege Denizi’nde Ekonomik Bir Çıkış Yeri Verilmesine İlişkin Maddesini Uygulama, Yol ve Yöntemlerini İncelemekle Görevli Alt-Komisyon: Fransız temsilcisi General Weygand başkanlığında bir oturum yaptı. I. komisyon alt komisyonlarıyla birlikte 56 defa toplandı. 11 BİLSEL, Cemil; Lozan, C. II, Ahmet İhsan Matbaası, 1933, s. 498 19 B. Türkiye’de Yabancılar ve Azınlıklar Rejimi Komisyonu: Başkanı Marquis Garroni idi. Bu komisyon kapitülasyonlar için 5 defa toplantı yaptı. Kendi içinde 3 alt komisyon oluşturuldu. 1. Yerleşme Hakkı ve Adli Rejim İtibariyle Yabancıların Statüsü AltKomisyonu: Buna İngiliz İkinci Delegesi Horas Rumbold başkanlık ediyordu. Toplam 6 oturum yaptı. Yabancıların Türkiye’de yerleşmesi konusunda uzlaşma sağlanmışsa da, yabancıların tabi olacağı usul üzerinde anlaşılamamıştır. Türk Heyeti konferansın kesintiye uğramaması için bu konuda Müttefik Devletlerin önerdikleri formülleri 4 Şubat 1923’te kabul ettiğini bildirmesine rağmen konferansın kesintiye uğramasının önüne geçilemedi.12 2. Ekonomik Rejim Bakımından Yabancıların Statüsü Alt-Komisyonu: Fransız Mösyö Serrius başkanlığında 14 defa toplandı. 3. Uyrukluk ve Arkeolojik Araştırmalar Alt-Komisyonu: Başkanı Montagna olup 3 oturum yaptı. İkinci Komisyon alt komisyonlarıyla birlikte 32 defa toplandı. C. İktisat ve Maliye Sorunları Komisyonu: Bu komisyona Fransa baş delegesi Mösyö Barère başkanlık etti. Bu komisyonda da 4 alt komisyon oluşturularak sorunların çözümü yoluna gidildi. Bu komisyon 5 defa toplantı yaptı. 1. Mali Sorunlar Alt-Komisyonu: Fransa İkinci Delegesi Mösyö Bombard’ın başkanlığında 8 defa toplandı. 12 BİLSEL; a.g.e, s. 488, 499 20 2. Gümrük ve Ticaret Rejimi Alt-Komisyonu: Türk delegelerinden Hasan Beyin başkanlığında 7 defa toplandı. 3. İktisat Sorunları Alt-Komisyonu: İtalyan delege Nogora’nın başkanlığında 19 toplantı yaptı. 4. Sağlık İşleri Alt komisyonu: Başkanlığını Fransa baş delegesi Mösyö Barère’in yaptığı bu komisyon 2 toplantı yaptı. Alt komisyonlarıyla birlikte III. Komisyon 41 oturum gerçekleştirdi.13 Konferansın I. Devresi 86 gün sürdü. Asıl ilgi uyandıran tartışmalar bu devrede gerçekleşti. II. Devre, I. devrede çarpışan fikirlerin bir anlaşmaya varma yolunda karşılıklı uyma teşebbüsleriyle geçti. I. Devre sonunda sunulan taslak tek taraflı idi. II. Devrede ise bütün hükümler karşılıklı müzakere edildi.14 31 Ocak 1923’e kadar yapılan görüşmelerde hiçbir konu üzerinde tam bir uyuşma sağlanamadı. Konferansta, Türk-Yunan savaşının sonuçları değil, yüzyılların birikimi olan ve Osmanlı İmparatorluğu’nun tarihe gömülüşünün ortaya çıkardığı sorunlar ele alındı. Kapitülasyonlar, azınlıkların ve boğazların durumu, Trakya ve Irak sınırları çözümü zor sorunlardı.15 Müttefik devletler, antlaşmayı kendilerine göre şekillendirip 161 madde ve 7 ek ile birlikte kabul edilmek üzere Türk heyetine sundular. 13 a.g.e, s. 500 14 a.g.e, s. 97-98 15 TURAN; a.g.e, s. 285 21 Türk Heyeti verilen antlaşma metnini görüşmek üzere müttefiklerden zaman istedi. Ancak istenilen yeterli zaman verilmemiş, aceleye getirilerek imza etmeleri istenmişti. Türk heyeti de antlaşmanın bazı maddelerini reddettiğinden Lord Corzon’un İngiltere’ye dönmesiyle konferans, 4 Şubat 1923’te kesilmiş oldu. 16 İsmet Paşa, 20 Şubatta Ankara’ya geldi ve gerekli açıklamaları yaptıktan sonra yeni talimat istedi. Mecliste, özellikle muhaliflerin sert eleştirileri olmuş ve tartışmalar yaşanmıştı. İsmet Paşa Misak-ı Milli’ye ihanetle suçlandı. Mustafa Kemal Paşa, heyetin Meclise değil sadece hükümete karşı sorumlu olduğunu belirterek suçlamaları önleyebildi İki buçuk aylık bir kesintiden sonra müttefikler, Türkiye’nin yaptığı itirazlara, 29 Şubat’ta yanıt vererek konferansın yeniden açılması için ilk adımı attılar. Türkiye Büyük Millet Meclisi de 8 Mart’ta karşı önerilerini bildirdi ve ikinci dönemin açılması kararlaştırıldı.17 23 Nisan 1923’te konferans yeniden başladı. Konferansın 2. devresinde, 3 komisyon yerine 3 tane komite oluşturuldu. Lozan Konferansı’nın ikinci devresinde alt komisyonlar yerine uzmanların toplantıları oldu. Komiteler arasında Türk teklifleri, içeriğine göre maddeler itibariyle ayrıldı. I. Komite: İngiliz baş delegesi Horas Rumbold’un başkanlığında 13 toplantı yaptı. Bu komiteye antlaşma projesinin 1’den 144’e kadar olan maddeleri (14. ve 19. maddelerin 2. fıkraları hariç) ve 134’ten 151’e kadar olan maddeleri ile Trakya’ya ait sözleşme, af beyannamesini (10.-14. maddeye kadar olanlar dışında) yabancılar 16 BİLSEL; a.g.e, s. 97, 98, 103 17 TURAN; a.g.e, s. 287 22 rejimine ait sözleşmeyi verdiler. 152.-159. maddeler de sonradan bu komisyonun kapsamına girdi. II. Komite: 17. ve 19. maddelerin ikinci fıkraları, 45., 70. ve 129-233. maddelerin verildiği bu komite 9 toplantı yaptı. Başkanlığını da Fransız baş delegesi Pelle yürüttü. III. Komite: Başkanı İtalya baş delegesi Marki Garroni idi. 71.-117. maddeler, ticaret sözleşmesi ve yabancılara ait sözleşmenin 10.-17. maddeleri bu komisyona verildi. İkinci devreye, kapitülasyonların kaldırılması kararlaştırıldığı için birinci devrede bulunan İspanya, İsveç, Norveç, Danimarka, Hollanda delegeleri gelmediler. Polonyalılar müzakerenin bitimine kadar konferansta bulundular ve antlaşma imzalandıktan sonra Türkiye ile yerleşme ve ticaret mukavelelerini imzaladılar. Konferans, 24 Temmuz 1923’te imzalandı. Esas antlaşma 143 madde ve buna ek 4 bölüm ve 17 ayrı protokol bulunuyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisi, 23 Ağustos 1923’te 14 olumsuz oya karşı 213 oyla Lozan Antlaşmasını onayladı. Ancak, diğer devletlerin onaylamaları geciktiğinden, Antlaşma 6 Ağustos 1924’te yürürlüğe girebildi.18 Lozan, Türkiye’yi bağımsız, uygar ülkeler arasına katmış, devletler hukuku bakımından onun dış ilişkilerinin temelini atarak yeni devletin kuruluş sürecini tamamlamıştı.19 18 a.g.e, s. 291 23 A. Ülke ve Askerlik Sorunları 1. İstanbul ve Boğazlar İstanbul ve boğazlar, I. Dünya Savaşı’nda yapılan gizli paylaşım antlaşmalarıyla Rusya’ya verilmişti. 1917 Bolşevik Devrimi ile Sovyet Rusya savaştan çekilmiş, eski rejimin imzalanan bütün uluslar arası antlaşmalarını tanımadığını belirtmişti. Yeni kurulan devlet ile TBMM arasında, 16 Mart 1921’de Moskova Antlaşması imzalandı. Buna göre; “Boğazların tüm ulusların ticaretine açılması ve geçiş özgürlüğünün sağlanması için, Bağıtlı taraflar, Karadeniz ve Boğazların bağlı olacağı rejimin kesin biçimde hazırlanması işinin, kıyı devletlerinin temsilcilerinden oluşmak üzere, daha sonra yapılacak bir konferansa bırakılmasını uygun bulurlar. Bu konferansta alınacak kararların Türkiye’nin salt egemenliğine ve Türkiye ile onun başkenti olan İstanbul’un güvenliğine hiçbir zarar getirmemesi gerekir.”20 11 Ekim 1922’de imzalanan Mudanya Ateşkes Antlaşması’na göre İstanbul ve boğazlar TBMM yönetimine bırakılacak, İtilaf Devletleri barış antlaşmasının imzalanmasından altı hafta sonra İstanbul’u boşaltacaklardı. Boğazlar konusu Lozan Konferansı’nda ilk kez, 4 Aralık 1922’de görüşülmeye başlandı. Sovyetler Birliği’ni bu görüşmelerde Tchitcherin (Çiçerin) temsil etti. Sovyetler’e göre, İstanbul ve Çanakkale Boğazı’nda ve Marmara Denizi’nde ticaret gemilerinin geçişi serbest olacaktı. Karadeniz ve kıyılarının, yakın doğu ve İstanbul’un güvenliği için boğazların savaş ve barış zamanında 19 ŞİMŞİR, Bilal; Lozan Antlaşması, Atatürkçü Düşünce, C. I, S. 1, Temmuz 1994, s. 11 20 SOYSAL, İsmail; Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları, I. Cilt (1920-1945), TTK, Ankara 2000, s. 34 24 Türkiye dışındaki devletlerin gemilerine kapalı olması gerekiyordu. Ukrayna ve Gürcistan da aynı görüşteydi.21 Müttefik Devletlere göre; savaş ve barış zamanında ticaret gemilerinin geçişi serbest olacak, savaş zamanında Türkiye savaşa katılsın veya katılmasın tarafsız gemiler serbestçe geçecek, boğazlarda serbestliği engelleyebilecek askeri nitelikte hiçbir kara ya da deniz tesisi bulunmayacak, Karadeniz ve Çanakkale boğazları askerden arındırılacak, İstanbul ve çevresinde başkentin ihtiyaçlarını karşılayabilecek en çok 10 bin kişilik bir kuvvet bulundurulacaktı.22 Türk Heyeti’nin görüşü Misak-ı Milli’ye uygundu: “…İstanbul şehriyle Marmara Denizi’nin güvenliği her türlü saldırılardan korunmuş olmalıdır. Bu ilke saklı kalmak şartıyla Akdeniz (Çanakkale) ve Karadeniz Boğazları’nın dünya ticaretine ve uluslar arası ticarete açık tutulmasına ilişkin bizimle bütün öteki devletlerin oybirliğiyle verecekleri karar geçerli olacaktır.”23 Karadeniz’e sahili bulunan Bulgaristan, Karadeniz’in askerden arındırılmasını, boğazlarda Tuna’da olduğu gibi gidiş gelişin sağlanması için bir komisyon oluşturulmasını; Romanya, Karadeniz’in kapanmamasının kendi ekonomisi açısından önemini belirterek, askerden arındırılmasını, gemilerin boğazlardan serbestçe geçişini ve boğazlarda uluslar arası bir rejim kurulması yani İtilâf kuvvetlerinin bulunmasını istiyordu. 24 Ancak, Lozan’da boğazlar konusunda esas olarak Sovyet Rusya’nın, müttefiklerin ve Türklerin görüşü çatışmıştı. 21 22 KARACAN; a. g. e, s. 172 MERAY, Seha L.(Çev.); Lozan Barış Konferansı Tutanaklar-Belgeler, Tkm. I, C. I, Ktp I., Yapı Kredi Yayınları, 2. B., İstanbul 2001, s. 160-161 23 MERAY; a. g. e, Tkm. I, C. I, Ktp I , s. 133 24 KARACAN; a. g. e, s. 203-204; MERAY; a. g. e, s. 136-137 25 Boğazlar meselesi, Lozan’ın birinci döneminde yoğun olarak görüşülmüş ve büyük oranda anlaşmaya varılmıştır. Bu konuda müttefiklerin konferans kesilmeden önce sundukları tasarı olumlu karşılanmış, 8 Mart 1923 tarihli teklifte de , olduğu gibi muhafaza edilmiştir. İkinci dönemde bu tasarı üzerinden hareket edilerek sonuca ulaşılmıştır. Lozan Barış Antlaşması ile boğazlar Türkiye’ye verildi. Gidiş geliş serbest olacak ve Milletler Cemiyeti denetiminde, başkanının Türk olduğu uluslar arası bir komisyon tarafından düzenlenecekti. Boğazların her iki yakası da askerden arındırılacak. Antlaşma Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylandıktan 6 hafta sonra işgal kuvvetleri İstanbul’dan gideceklerdi. Kuvvetler, 2 Ekim 1923’de İstanbul’dan ayrıldılar. Kıbrıs Türk basınında, Lozan Konferansı’nda tartışılan boğazlar sorunu uzunca bir süre önemli gündem maddesi olarak algılanmamış, özellikle Haziran 1923’ten itibaren boğazların tahliyesi konusu gündeme taşınmıştır: “İstanbul’un ne zaman tahliye edileceği konusunda gazetecilerin yönelttiği soruya General Pelle müttefiklerin bu konuda birlikte hareket edeceklerini, tahliyenin zamanı ve ne kadar süreceğinin henüz belli olmadığını, Türk delegeleri ile bu konuda uzlaşılacağını ümit ettiğini belitti.”25 “Türkiye’de işgal edilen yerlerin tahliyesinin nasıl olacağını şimdiden tahmin etmek mümkün değildir. Ancak bazı toplantılarda müttefiklerin fikirlerine bakılırsa tahliyenin aşamalı şekilde olacağı ve Gelibolu Yarımadası’nın tahliyesinin en sona bırakılacağı, barış antlaşması hükümleri uygulanıncaya kadar müttefiklerin bazı yerleri rehin olarak işgale devam edecekleri söylenebilir. Delegelerimizin aşamalı tahliyeyi kabul etmesi şüphelidir.”26 25 Hakikat, 23 Haziran 1923, No: 141, “İstanbul Ne Vakit Tahliye Edilecek” 26 Hakikat, 23 Haziran 1923, No: 141, “İstanbul ve Çanakkale’nin Tahliyesi Meselesi” 26 Görüşmelerde İsmet Paşa, İstanbul ve Çanakkale’nin tahliye tarihini belirlemek için Sir Rumbold’la görüşme teşebbüsünde bulunmuştur.27 Lozan’dan gelen haberlere göre barış antlaşmasının tüm maddeleri gözden geçirilmiştir. İstanbul, Gelibolu ve Çanakkale’nin tahliyesi diğer maddelerin çözümüne bağlıdır. Müttefikler tahliye konusunda kendi aralarında görüşmeler yapmışlardır. Delegeler, barış antlaşmasının müttefiklerden birinin onaylamasının ardından tahliyenin gerçekleşebileceği üzerinde durmaktadırlar.Türkiye’nin imtiyazlar meselesinde fedakarlıkta bulunabilmesinin de boğazların tahliyesine bağlı olduğu yorumu yapılmaktadır.28 Sir Horace Rumbold’un 17 Temmuz 1923’te sunduğu, Müttefik kuvvetlerince işgal edilmiş bulunan Türk topraklarının boşaltılmasına ilişkin protokole göre; “Lozan’da kararlaştırılan barış antlaşması ile öteki senetlerin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde onaylanmış olduğu, müttefik devletlerin İstanbul’daki yüksek komiserlerine bildirilir bildirilmez, sözü geçen devletler işgal etmekte oldukları toprakların boşaltılması işlemlerine başlayacaklardır. Bu işlemler, Çanakkale Boğazı’nda, Marmara Denizi’nde ve Karadeniz Boğazı’nda durmakta olan İngiliz, Fransız ve İtalyan savaş gemilerinin de çekilmelerini kapsayacak.”29tır. Meclis ve Mustafa Kemal Paşa adına Ali Fuat Paşa’nın da bulunduğu, Rauf Bey’in başkanlığını yaptığı Bakanlar kurulunda, konu uzun uzun görüşülmüştü. Sonuçta İstanbul ve boğazların tahliyesinin geciktirilmesinin hiçbir şekilde kabul 27 Hakikat, 7 Temmuz 1923, No: 143, “İsmet Paşa Hazretlerinin Teşebbüsü” 28 Hakikat, 14 Temmuz 1923, No: 144, “Nihayet talebimizin kabul edileceğini umuyoruz.” ; Hakikat, 14 Temmuz 1923, No: 144, “Fransızlar Israr Ediyorlar” 29 MERAY; a. g. e, Tkm II, C. I, Ktp. II, s. 196 27 edilemeyeceğine karar verilmiş, karar, İsmet Paşa’ya gönderilerek tahliyenin geciktirilmesi kesin olarak reddedilmesi istenmiştir.30 “İtilaf devletleriyle imzalanan tahliye protokolünden sonra İstanbul’daki askeri birliklerin geri çekilmesini kabul ettiler. Ancak ileri sürdükleri şarta göre, önce Anadolu’da bulunan birlikler, ardından İstanbul ve en son da Çanakkale ve Gelibolu’daki askeri birlikler geri çekilerek işgal sona erecekti.”31 Journal gazetesine göre Rusya’nın Roma temsilcisin boğazlar mukavelesinin onaylanması hakkında verdiği beyanatta; Rusya’nın hiçbir sorumluluk kabul etmediğini belirtiyordu. Bu nokta, davet eden devletlere de iletilmiş ve Rusya’nın bunu imzalamasının tek sebebi, Batılı devletlerin Rusya hükümetini onaylaması amacını gütmesiydi.32 Times’dan bildirilen habere göre, hafta sonunda 4 bin İngiliz askerinin gitmesiyle başlayan İstanbul’un tahliyesi “Türkiye’nin ve belki de bütün Şark’ın tarihinde yeni bir devrin, bir faslın açıldığına harici ve göze görünür bir alamettir…Yunanlıların savaşta hezimete uğramaları, Avrupa devletlerinin kendi aralarındaki anlaşmazlıkları Lozan Muahedesini meydana getirdi. Bu muahedename, Türkiye’ye cihanda şimdiye kadar hiç işgal etmediği bir mevki bahş eyledi. Müttefiklerden hiçbirinin Türkiye’nin göstereceği direnme karşısında barışı tehlikeye koyamayacakları konusundaki tutumlarını çok becerikli bir şekilde kullandı ve önemli bir siyasi zafer kazandı. Milliyetperver Türkler, kapitülasyonlar ile ticaret ve maliye işlerine kendilerini bağlayan bağı kopardılar… Türklerin büyük kısmının düşüncesi ekalliyetlerden ve Avrupa müdahalesinden kurtularak kendi gelecekleriyle 30 Hakikat, 21 Temmuz 1923, No: 145, “Ankara Tahliyenin Tehirini Redde Karar Verdi” 31 Hakikat, 18 Ağustos 1923, No: 148, “Tahliye Nasıl Olacak”; İngiliz, Fransız ve İtalyan Kuvvetleri işgal ettikleri Türk topraklarının boşaltılmasına ilişkin 24 Temmuz 1923’te imzalanan protokol uyarınca, 17 Temmuz’da Rombold’un sunduğu şartlar kabul edildi. MERAY; a. g. e, Tkm. II, C. II , s. 109 28 rahatça yaşamaktır. Fakat irfan ve zeka sahibi olan lider kadro, bu devirde dünyadan tecritle rahatça yaşamanın birbiriyle uyuşmayan iki tabir olduğunu bilmelidir. Bu yola gitmek Türkiye için felaket olur…”33 İtilaf donanmalarının İstanbul’dan ayrılışı 3 ay sonra Kıbrıs gazetelerine yansıdı: “İstanbul gazetelerinden okunduğuna göre İstanbul’daki yabancılara ait savaş gemileri limandan ayrıldılar.”34 2. Kıbrıs Kıbrıs, Osmanlı Devleti tarafından 1878’de İngiltere’ye kiralandı. 1881’de Mısır’ın işgal edilmesiyle İngiltere için stratejik önemini yitirdi ve İngiltere adadaki faaliyetlerini sınırlandırarak yatırım yapmamaya başladı. Osmanlı Devleti’ne olan kirayı ödemek için halktan ağır vergiler aldı. Kıbrıs’ın ekonomik gelişmesi oldukça ağırlaştı. Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı’na Almanların yanında katıldığından, 5 Kasım 1914’te İngiltere Kıbrıs’ı ilhak etti ve Yunanistan’a kendi yanında savaşa katıldığı taktirde Kıbrıs’ı vermeyi vaat etti. Savaşa girmekten kaçınan Yunanistan daha sonra İngilizlerin yanında savaşa girmesine rağmen çok geç olduğu söylenerek Kıbrıs Yunanistan’a verilmedi. 35 İngiltere I. Dünya Savaşı’nda, Osmanlı Devleti ile savaş halinde olduğundan, Kıbrıs Türklerine kuşkuyla bakmış ve bu durum toplumda korkuya neden olmuştu. Enosis akımının 1919’da kızışması, Kıbrıs Türklerinin durumunu daha da zorlaştırdı. 32 33 Hakikat, 8 Eylül 1923, No: 151, “Niçin Tasdik Etmiş” Hakikat, 20 Teşrin-i Evvel 1923, No: 156, “Türkiye’deki Yeni Tarih Faslı” 34 Hakikat, 5 Kanun-ı Sani 1924, No: 167, “Ecnebi Gemileri Gitti” 35 KIZILYÜREK, Niyazi; Kıbrıs Sorununda İç ve Dış Etkenler, Işık Kitabevi Yay., 2. B. Lefkoşa 2001, s. 33,37 29 Buna rağmen Kurtuluş Savaşı’na aralarında para toplayarak yardımda bulundular.36 Hatta, çok sayıda Kıbrıslı Türk savaşa katıldı ve üst düzey görevlerde bulundu.37 Kurtuluş Savaşı’nda kazanılan başarı Kıbrıs Türklerinde sevinçle karşılanmasına rağmen, bu sevinç adanın Türk yönetimine devredileceği umuduyla bütünleşemedi. 38 Türkiye, Lozan Konferansı’nda Kıbrıs’ın İngiltere’ye ait olduğunu kabul ettiğinden bu konu tartışılmadan karara bağlandı. Antlaşmanın 20. ve 21. maddeleri Kıbrıs ve Kıbrıs Türk halkı ile ilgilidir: “Madde 20: Türkiye, Britanya Hükümeti tarafından Kıbrıs’ın 5 Kasım 1914’te ilan olunan ilhakı tanıdığını beyan eder. Madde 21: 5 Kasım 1914 tarihinde Kıbrıs adasında yerleşmiş olan Türk uyrukları, yerel yasanın belirttiği koşullara göre, İngiltere uyrukluğuna geçecek ve böylece Türk uyrukluğunu yitireceklerdir. Bununla birlikte, bu Türkler, isterlerse, bu antlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlanarak iki yıllık bir süre içinde, Türk uyrukluğunu seçebileceklerdir. Bu durumda seçme haklarını kullandıkları günü izleyen on iki ay içinde Kıbrıs adasından ayrılmak zorunda kalacaklardır. İşbu antlaşmanın yürürlüğe konulması günü Kıbrıs adasında yerleşmiş bulunup da yerel yasanın belirttiği koşullara uyularak yapılan istem üzerine, o gün İngiltere uyrukluğunu edinmiş ya da edinmek üzere bulunmuş olan Türk uyrukları da bu nedenle Türk uyrukluğunu yitireceklerdir. Kıbrıs Hükümeti, Türkiye Hükümetinin izni olmaksızın Türk uyrukluğundan başka bir uyrukluğu edinmiş olan kimselere İngiltere uyrukluğu tanımayı reddetmek yetkisine sahip olacaktır.”39 36 ÖKSÜZ, Hikmet; “Lozan’dan Sonra Kıbrıs Türklerinin Anavatan’a Göçleri”, Tarih ve Toplum, C. 31, S. 187, Temmuz 1999, s. 36 37 İSMAİL, Sabahattin; BİRİNCİ, Ergin; Atatürk Dönemi’nde Türkiye-Kıbrıs İlişkileri 1919-1938, KKTC Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı Yayınları, 1. B., Lefkoşa 1989, s. 42-47 38 ÖKSÜZ, Hikmet; a. g. e, s. 36 39 SOYSAL, İsmail; a. g. e, C. I., s. 99-100 30 Kıbrıs Türk basınında, konuyla ilgili 7 Nisan 1923’te çıkan haberde, 8 Mart 1923 tarihli Türk tekliflerine dair bilgi verilmektedir. Burada, Türkiye’nin barış isteğini herkese ispat ettiği, Avrupa’nın da aynı çabayı göstermesi gerektiği belirtilerek, Avrupa devletlerinin, Ankara’nın gereğinden fazla gösterdiği itilafperverlik sayesinde daha fazla kazanç elde etmeye çalışabileceği üzerinde duruluyor. Teklifte, Kıbrıs’la ilgili maddenin, halkın isteklerinden uzak olduğu vurgulanarak yaşanılan üzüntü dile getiriliyordu: “….Dünyanın en büyük zaferlerini kazanacak derecede harikalar göstermiş olan Heyet-i Vekilemiz tarafından ahiren verilen bu ümide verdiğimiz teklifat maalesef misak-ı millimizin manasını hakkıyla tevaffuk etmemiş olduğundan emel-i millimiz de bi-hak tatmin edilmemiş oluyor!”40 Atina’daki Elefteros Tipos gazetesinden alındığı belirtilen haberde, Kıbrıslıların [Rumlar] Venizelos’a, Lozan’da Kıbrıs meselesinin idaresini kendisine emanet etme isteklerini haber vermek amacıyla bir temsilci gönderdiklerini bildirmektedir. Ancak Venizelos Kıbrıslıları temsil etmeyi kesinlikle kabul etmediğini belirterek cevabının basında yayınlanmasını istemiştir.41 Kıbrıslı Rumların Enosis faaliyetleri çerçevesindeki bu hareketleri Venizelos’tan karşılık görmedi. Bu dönemde Kıbrıs’ın Yunanistan’a verilmesine ilişkin haberler gazetelerde sıkça yer alıyordu. Minister Guardiyan gazetesinde, Yunanistan’ın Kıbrıs’ı alması durumunda, İtalya’nın da Rodos’u alması gerektiği yorumu yapılmıştı.42 40 Ankebut, 7 Nisan 1923, No: 131 41 Hakikat, 14 Temmuz 1923, No: 144, “Venizelos ve Kıbrıs” 42 Hakikat, 21 Temmuz 1923, No: 145, “Kıbrıs Hakkında” 31 Lozan Barış Antlaşmasının imzalanması Kıbrıs’ta büyük sevinçle karşılandı. Antlaşmanın imzalandığını bildiren telgrafın ardından, adanın çeşitli yerlerinde kutlamalar yapıldı. Larnaka’da yapılan kutlamada büyük coşku vardı: “…Şerefli bayrağımız dalgalanıyor ve halaskar kumandanlarımızın fotoğrafları çiçekler arasında kulüplerin balkonlarını süslüyor. Memlekette bulunan üç kulübün müdavimleri birleşerek alkışlar arasında büyük kıraathaneye gittiler.” Mağusa’daki kutlamaları İslam müesseseleri, Türk ve esnaf kulüpleri düzenledi. Kışla meydanında yapılan kutlamada, Dava Vekili Mithat Bey bir konuşma yaparak, Türkiye’deki milli hareketin safhalarını anlattı. Türklerin çok önemli ve şerefli bir barış antlaşması imzalamalarına rağmen, Kıbrıs’taki İslam ahalisinin mağdur edildiği üzerinde durdu. Bu mağduriyetin doğal olduğuna da değinerek, Kıbrıslı Türklerin görevlerinin varlıklarını korumak olduğunu belirtti. Mağusa’daki etkinlikler ertesi gün de sürdü ve Mağusa Naib ve Katibi İbrahim Hakkı Efendi’nin duasıyla kurbanlar kesildi. 43 Kıbrıs Türk halkı, Türkiye adına antlaşmanın yapılmasını sevinçle karşılamasına rağmen kendi ihtiyaçlarını tatminden uzak olduğunu düşünüyordu: “Senelerden beri çektiğimiz sıkıntıları, akıttığımız gözyaşlarını kesinlikle değiştirmedi. Büyük ümitlerle sulhü bekleyenlerin yüzlerinde ümitsizlik ve yas görülüyor.” Buna rağmen Türkiye’nin elinden geleni yaptığı söylenerek anavatana olan güven ve bağlılık ifade ediliyordu: “Bizi esaretten kurtarmak için canlarını esirgememiş dindaş ve kardeşlerimiz her türlü ihtimali hesaba katarken Kıbrıs Müslümanlarını da hesaba dahil ettiklerini biliyoruz. Ancak umduklarımız çıkmadı ve kurtuluş gününü göremedik. Bizim derdimize çare bulunamadı. Ancak elde ettiğimiz 43 Hakikat, 4 Ağustos 1923, No: 146, “Mağusa’da Sulh Şenlikleri” 32 zaferlerden dolayı iftihar etmemek mümkün değil. Milletimizin meydana getirdiği bağımsız hükümet çok önemlidir. Lozan’da yapılan antlaşma hükümetimize doğrudan ulaşabilmek için önümüzdeki engelleri kaldırmamışsa da anavatanla aramızdaki istibdat zincirlerini koparabilmek için önemli bir durumdur. Milletimizin bu zaferi bize de buradaki dertlerimizin tedavisi için çalışmaya başlamak imkanını verdi. Kıbrıs ile Anadolu arasındaki din ve millet bağları koparılamaz. Bu bağlarımızı daha da kuvvetlendirmeliyiz.”44 Kıbrıslı Türkler, Lozan kararını şaşkınlıkla karşılamamış ve adada, Kıbrıs’ın tekrar Türkiye’ye verilebileceği yönünde bir inanç oluşmamıştı. Bunda, İngiliz egemenliğinin etkisi küçümsenemezdi. Lozan Konferansı’nın Kıbrıs’la ilgili kararı halkta, zaten kötü olan ekonomik durumunun daha da kötüleşeceği inancını doğurdu. Bu nedenle halkın bir kısmı hemen anavatana göç etmeyi düşünürken, bir kısmı da varolan kötü ekonomiyi düzelterek anavatan ile olan bağların korunmasına çalışacaktı. 3. Mübadele Balkanlarda ulusçuluk akımının etkisiyle bağımsızlığını elde eden uluslar, ulusal egemenliklerini çalışıyorlardı. Bu pekiştirmek için ülke nüfusunu homojenleştirmeye durum, imparatorluğun eski topraklarından Anadolu’ya Türk- Müslüman göçünün başlamasına yol açtı.45 Balkan Savaşları, Yunanistan’ın aldığı yerlerdeki Türkler ile, Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayan Rumların anavatan bildikleri karşı tarafa göç etme eğilimini doğurmuştu. Türkiye ile Yunanistan arasında nüfus mübadelesi, I. Dünya savaşı yıllarında düşünülmüştü. Yunanistan’ın 44 Hakikat, 6 Teşrin-i Evvel 1923, No: 154, “Sulh ve Biz” 45 ARI, Kemal; Büyük Mübadele-Türkiye’ye Zorunlu Göç(1923-1925), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 3. B., İstanbul 2003 , s. 15 33 “megali idea” siyasetinden dolayı, Türk ve Rum halkları arasındaki ilişkiler eski sıcaklığını yitirince mübadele kaçınılmaz oldu. 46 Lozan Konferansı’nda mübadele sorunu, birinci komisyonun, mübadele alt komisyonunda görüşüldü. Yunanistan mübadelenin isteğe bağlı, Türkiye ise zorunlu olması görüşündeydi. Komisyonda eğilimin zorunlu mübadeleden yana olmasından dolayı Türkiye’nin isteği kabul edildi. 10 Ocak 1923’teki görüşmede, İstanbul ve Batı Trakya’daki nüfusun mübadele edilmeyeceği ilkesi de kabul edildi.47 Konferansta, 30 Ocak 1923’te Türk ve Yunan delegelerince “Türk-Yunan Nüfus Mübadelesine İlişkin Sözleşme Ve Protokol” imzalandı. Buna göre; Türk topraklarında yerleşmiş olan Rum Ortodoks dininden Türk uyrukları ile, Yunan topraklarında yerleşmiş Müslüman dininden Yunan uyrukları, 1 Mayıs 1923 tarihinden başlayarak zorunlu mübadeleye başlayacaktır. Bu madde İstanbul’da oturan Rumlar (30 Ekim 1918’den önce yerleşmiş ve İstanbul’da oturanlar) ile Batı Trakya’da oturan Müslümanları kapsamayacaktır. Göç ettirilecekler her çeşit taşınır mallarını yanlarında götürebileceklerdi; taşınmazlar üzerindeki mülkiyet hakları ile alacakları da saklı tutulacaktı. Bu mülklerden kamulaştırılmış olanlara yeniden değer biçilecekti. İlke olarak bir göçmene gittiği yerde, ayrıldığı ülkede bırakılmış olduğu mallara eşdeğerde ve nitelikte mal verilecekti. Sözleşmede değişimi denetlemek ve göçü kolaylaştırıcı önlemleri almak için karma bir komisyon, “Muhtelit Mübadele Komisyonu” kurulması kararlaştırılmıştı. Komisyon, Türk ve Yunan taraflarının 4’er delegesi dışında, I. Dünya Savaşı’na girmemiş devletler arasından Milletler Cemiyeti 46 TURAN, Şerafettin; Türk Devrim Tarihi (Yeni Türkiye’nin Oluşumu 1923-1938), C. III, Bölüm I, Bilgi Yay., 1. B., Temmuz 1995, s. 83 47 MERAY; a. g. e, s. 323 34 tarafından seçilecek 3 üyeden oluşacaktı. Komisyonun giderleri belirlenecek orana göre iki tarafça saptanacaktı.48 Türkiye’ye gelecek göçmenlerin nakil ve yerleştirilmeleri için, 13 Ekim 1923’te Mübadele İmar Ve İskan Bakanlığı kurularak, 8 Kasım 1923’te “Mübadele İmar Ve İskan Kanunu” çıkarıldı. Mustafa Necati bakanlığın başına getirilerek bütçeden 6.095.083 lira ödenek ayrıldı.49 Sözleşme, Lozan Antlaşmasının imzalanması ile yürürlüğe girdi.50 Basında yer alan haberlere göre; Yunanistan’a sevk edilmeyen Rum muhacirlerinin miktarı 25 bine ulaşmıştı.51 Yunan hükümeti müttefik devletlere verdiği notada; Anadolu’dan az sayıda Rum muhacir kabul edebileceğini bildirdi. Makedonya’dan 25 bin muhacir göndereceğini ve buna karşılık Anadolu’dan ancak 5 bin Rum muhacir kabul edilebileceğini belirtiyordu. Ayrıca, Türkiye diğer muhacirleri de Yunanistan’a sevk edecek olursa o miktarda Müslüman’ın Yunanistan’dan ihraç edilmek ihtiyacı doğacağı da bildirilmişti.52 Gelecek muhacirlere, Rumlar tarafından terk edilmiş malların, Yunanistan’da bırakacağı mallara karşılık olarak dağıtılması öngörülmesine rağmen Türk hükümetinin antlaşmanın yürürlüğe girmesinden sonra yasal olarak bu mallarla ilgili bir tasarrufu 48 Tam metin için bknz. SOYSAL, İsmail; Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları, 1. Cilt (1920-1945), T.T.K, Ankara 2000, s. 185-191 49 TURAN, a.g.e, s. 84 50 Tahiderosus gazetesine göre mübadele mukavelesi, Lozan Muahedesi’nin onaylanmasından bir ay sonra uygulamaya konulacaktı. Hakikat, 8 Eylül 1923, No: 151, “Mübadele Ne Zaman Başlayacak” 51 Ankebut, 24 Mart 1923, No: 129 52 Ankebut, 31 Mart 1923, No: 130 35 olmadı. Malların bir kısmı kimi fırsatçılar tarafından “fuzuli işgal” edildi. Bir kısım mallar Lozan’da imzalanan sözleşmenin yürürlüğe girmesine kadar Maliye Vekaletinin tasarrufunda olup, açık artırma ile satılmış, “icara” verilmiş veya fırsatçıların eline geçmişti.53 Hakikat’te çıkan habere göre İstanbul dışındaki yerlerde Rumlar mübadeleye tabi olacaklarından Rumlara ait emlak ve arazinin müzayede ile satılacağı için bu konuda gerekli emirnameler çıkarılmıştı. Bu malların satışı Tasfiye Komisyonu tarafından yapılacak ve komisyonun olmadığı yerlerde de Meclis idareleri aracılığıyla gerçekleştirilecekti. Müzayede süreleri kısa olacak ve Müslüman müşterilere bazı yardımlarda bulunulacaktı.54 Terk edilmiş mallardan göçmenlere 50 dönümü geçmemek üzere arazi dağıtılacaktı.55 Özellikle basında Türk-Yunan ilişkilerine gölge düşürecek nitelikte ve mübadele edilecek Türklere baskı yapıldığına dair çıkan haberler siyasi çevrelerde ve kamuoyunda etkili olmuş ve ilişkileri gerginleştirmişti. Onbinlerce insan mübadelenin uygulamasını beklemeden başta Selanik olmak üzere Yunanistan’ın kıyı kentlerine toplanmıştı. Türkiye’nin bu durumda hızlı davranarak göçmenleri Türkiye’ye sevk etmesi gerekiyordu.56 Muhtelit Mübadele Komisyonu’nun aldığı karara göre göçmenlerin taşınmasına önce liman kentlerinden başlanacak, daha sonra iç bölgelerdeki köy, kasaba ve kentlere geçilecekti.57 53 ARI; a. g. e, s. 10 54 Hakikat, 11 Ağustos 1923, No: 147, “Rumların Emvali Satılacak”; Arı, komisyonun adını Tahliye Komisyonu olarak vermektedir. ARI; a.g.e, s. 154 55 Hakikat, 3 Teşrin-i Sani 1923, No: 138, “Muhacirlere Arazi Tevzifi” 56 ARI; a.g.e, s. 21, 22 57 ARI; a.g.e, s. 77 36 “Selanik’ten gelen mülteciler İzmir’e yerleştirilmişti. Bunlar, Selanik’te bulunan Müslümanların mübadeleden vazgeçtiklerini talep ettiklerine dair çıkan haberlerin aslı olmadığını söylüyorlar. Söylenenlere göre, Selanik’e tayin olunan firarilerden Hulusi, oradaki Müslüman ahaliye Yunanlılar kadar zulüm yapıyor. Evkaf-ı İslamiye icar bedeliyatının tümünü topluyor, bütün Müslüman evlerini Rum ve Ermeni göçmenleriyle dolduruyordu.”58 “Yunanistan’da bulunan İslam Muhacirler, kendilerin ilgilendiren konuları görüşmek için bir kongre düzenleyeceklerdir.”59 Arnavutluk’taki Müslümanlar mübadeleye tabi olmayacaklardı. Muhtelit Mübadele Heyeti son toplantısında Epir’deki İslam Arnavutlarının mübadeleye tabi olup olmayacaklarını görüşmüştü. Mübadele Heyetine başkanlık eden Dr. Rüştü Bey, Türkiye’nin ancak Türk göçmenleri iskan edebileceğini, Arnavutların mübadeleye tabi tutulmayacaklarını söyledi. Yunan temsilcileri de bu noktaya katılıyordu.60 Yunan Hükümeti’nin valiliklere gönderdiği talimatla Müslümanların Yunanistan’dan ayrılırken beraberlerinde götürecekleri eşyayı bildirmeleri, buğday ve altın naklinin yasak olduğu dile getiriliyor.61 Oysa sözleşmeye göre göçmenler, her türlü taşınabilir mallarını kısıtlama olmaksızın beraberlerinde götürebilirlerdi. Türkiye İmar Vekaleti mart sonuna kadar Yunanistan’dan 200 bin muhacirin Anadolu’ya nakline karar vermiştir. Vekalet bu konuda yeni tedbirler ve gerekli düzenlemeleri yapmaktadır.62 Kış mevsimi gelmeden göçmenlerin yerlerine yerleştirilmeleri amaçlanıyordu. Gerek İstanbul ve Anadolu’daki mübadeleye tabi Rumların ve gerek Yunanistan’dan gelecek Müslümanların Teşrin-i evvele kadar mahallerine sevkleri ve mübadelenin sona ermesi kararlaştırılmıştı.63 58 Hakikat, 18 Ağustos 1923, No: 148 59 Hakikat, 8 Eylül 1923, No: 151, “Yunanistan Müslümanlarının Kongresi” 60 Hakikat, 10 Teşrin-i sani 1923, No: 159, “Arnavutlar Mübadeleye Tabi Olmayacaklar” 61 Hakikat, 22 Eylül 1923, No: 153, “Buğday ve Altın Nakli Memnudur” 62 Hakikat, 2 Şubat 1924, No: 171 63 Hakikat, 14 Haziran 1924, No: 188 37 Muhacirlerin iskanına dahil olan başvekaletin tamimi bütün kolordulara tebliğ edilmiştir. İsmet Paşa meseleyi bizzat takip edecektir. Bütün muhacirlerin yakında yerleşmiş olacağı düşünülmektedir. Bu konuda hükümet tutumunu katılaştırarak ilgisiz olan memurların işlerine son verecekti.64 Saruhan Mebusu Sabri Bey meclise teklif ettiği kanın tasarısında açıkta kalan muhacirlerin kıştan evvel yerleştirilmelerini ve hükümete 10 milyon ödenek verilmesini talep etmektedir.65 Göç edenlerin sayısı hakkında gazetelerde çok sayıda haber çıkıyordu. İkamet tezkeresi almak için yapılan başvurulara bakıldığında İstanbul’da bulunan yabancıların sayısı 20 bin civarındaydı.66 Ètablis meselesinin67 çözümüne bakılmaksızın Kasım 1924’ün başında mübadeleye tabi İstanbul Rumlarının nakillerine başlanması için imar vekili, Tevfik Rüştü Beye başvurmuştu.68 Emlak ve arazinin değerinin biçilmesi için ilk incelemenin Girit’te yapılmasına karar verilmişti.69 Yunanistan’da mübadeleye tabi olan İslamlar’dan, ilk mübadele edilen Midilli Müslümanları oldu. Bunlar Ayvalık’a nakledildiler. Bu konu hakkında Amerika Yakın Doğu Muavenet Heyeti temsilcisinin makamına verdiği raporda: “Tahliye ve nakl olunan İslamların miktarı 7024 kişidir. Bunlar beraberlerinde 1820 baş hayvan getirdiler. Yunanlılar bu muhacirlerin üzerlerindeki altınları almak istemişlerse de heyetimizin temsilcisi bunu engelledi. Ancak İslamların nakli 64 Hakikat, 6 Teşrin-i Evvel 1924, No: 204 65 Hakikat, 17 Teşrin-i Sani 1924, No: 210 66 Hakikat, 10 Teşrin-i Sani 1923, No: 159, “İstanbul’da Ne Kadar Ecnebi Var!” 67 Türkiye ile Yunanistan arsında çıkan “établis sorunu” İstanbul kent sınırının hangi bölgeye göre saptanacağı hakkındaydı. ARI; a.g.e, s. 87 68 Hakikat, 6 Teşrin-i sani 1924, No: 204 69 Hakikat, 10 Teşrin-i Sani 1923, No: 159, “Girit’teki İslam Emlakinin Kıymeti Takdir Edilecek” 38 esnasında meydana gelen en dikkat çekici olay, geçen sene Yunanlıların İzmir’den zorla getirdikleri 20 kadar Müslüman kızın feryatları oldu. Bunlar, Yunanlılar tarafından gayri ahlaki maksatlarla zorla Midilli’de alıkonuldular. Bunların feryatları herkesi etkiledi.” yer almıştı. Bu suretle mübadelenin başlangıcında Yunanlıların İzmir’de yaptıkları facianın izlerine rastlanılmaya başlanmıştı.70 Makedonya’dan 120 bin Müslüman’ın hicreti hakkında emirler verildi.71 İmar ve İskan Vekaleti’nin düzenlediği istatistiklere göre Nisan ayı zarfında 58 bin muhacir Türkiye’ye gelmişti.72 Mayıs sonuna kadar Rumeli’den 64 bin muhacir gelecekti.73 Türkiye’ye gelecek muhacirlerle gidecek Rumlar’ın miktarı hesaplanmıştı. Buna göre Türkiye’ye geleceklerin adedi 400 bin küsur olup eylüle kadar tamamen gelmiş olacaklardı. Gidecek Rumların adedi 150 bindir. Teşrin-i evvele kadar çeşitli yerlerdeki Rumlar hareket etmiş olacaklardır. En son İstanbul’dakiler sevk edilecekti.74 Bulgaristan’daki “Lotru” gazetesi verdiği haberde Bulgar hükümetinin, İstanbul’da Türkiye’ye karşı düşman bir Bulgar komitesinin mevcudiyetini yalanladığını bildiriyordu. Ayrıca “Şarki Türkiyeli” Bulgarların mesken ve yurtlarına geri dönülmesine izin verilmesini, Türkiye’de kalmış olan 150 Bulgar’ın dahi vaziyeti iyi olduğunu ve Bulgaristan’daki Türklerin mükemmel bir hayat geçirdiklerini yazıyordu. Türk Hükümetinin, Türkiye Bulgarları meselesinden evvel 70 Hakikat, 17 Teşrin-i Sani 1923, No: 160, “Ankara Muavenet Heyetinin Raporu” 71 Hakikat, 10 Teşrin-i sani 1923, No: 159, “120 Bin Muhacirin Sevki” 72 Hakikat, 24 Mayıs 1924, No: 185 73 Hakikat, 19 Nisan 1924, No: 181 74 Hakikat, 31 Mayıs 1924, No: 186 39 Bulgaristan’daki Evkaf-ı İslamiye meselesinin halli hususunda ısrar ettiği belirtiliyordu.75 Mübadeleye tabi olup da Türklerle evlenmiş olan Rum kadınların diğerleri gibi memleketten ihraçları yalnız Müslümanlığı kabul edenlerin istisna edilmesi vekalet tarafından merkeze bağlı yerlere bir tamimde gönderilmişti. Aynı tamimde Türk aileler nezdinde bulunan Rum çocukların istendiği taktirde teslimi bildiriliyordu. Mübadeleden istisna edilebilmek için çocukların reşit olmaması lazımdı.76 Mübadeleye tabi oldukları halde bazı Rumlar Türkiye’den ayrılmak istemiyordu.77 Bunlardan saklı bulunanlar dahiliye vekaletinden polislere bildirilmişti.78 Ankara’dan mübadele edilmek üzere 750 kişilik Rum kafile İstanbul’a gitmişti.79 1 Eylül 1924 tarihine kadar Türkiye’ye sevk edilmiş olan Müslümanların miktarı 355 bin kişiye ulaşmıştı. Yunanistan’da daha 60 bin Müslüman vardı. Bunlar da Teşrin-i evvel nihayetine kadar sevk edileceklerdi. Şimdiye kadar Türkiye’den Yunanistan’a sevk edilen Rumların miktarı 60 bin kadardı. Bugün Anadolu’da mübadele edilecek daha 80 bin Rum mevcuttur. Bu miktara, İstanbul’da mübadeleye tabi olan Rumlar dahil değildi.80 Selanik’te toplanmış olan 7 bin muhaciri almak için üç vapur tahsis edilmişti. Aynı vapurla Selanik’te tutuklu bulunan ve mübadeleye tabi olan Türklerden 354 75 Hakikat, 6 Haziran 1924, No: 187 76 Hakikat, 21 Temmuz 1924, No: 193 77 ARI; a.g.e, s. 87 78 Hakikat, 31 Mayıs 1926, No: 279 79 Hakikat, 25 Ağustos 1924, No: 198 80 Hakikat, 1 Eylül 1924, No: 199 40 tutuklu İstanbul’a getirilecekti.81 Kesriye’de 14 bin, Kozani’de 4 bin, Kayalar’da 18 bin, Florina’da 10 bin, Karacaova’da 16 bin, Siroz havalisinde 10 bin, Karaferie’de 2 bin, Çamlık’ta 10 bin muhacir kalmıştır. Selanik’te muhacirlerin miktarı henüz bilinmiyordu.82 Ankara’dan alınan haberlere göre Yunanistan’da nakledilecek 10 bine yakın muhacir kalmıştı. Bunun 5700ü Karacaovalı’dır. Selanik’te bulunan İstanbul, Ankara, Trabzon ve bahr-ı cedid vapurlarıyla on güne kadar Karacaovalıların ve ardından da 4700 küsur Selanik muhacirinin nakline başlanacaktı.83 Yunan delegesi ile Tevfik Rüştü Bey arasıda yapılan görüşme sonucunda mübadele esaslarında anlaşma sağlanmıştı. Buna göre, gayri mübadil olan Türklerin sahip oldukları emlak kendilerine iade edilecektir. Fakat bu emlakın birikmiş varidatının iade edilmesinden vazgeçilmişti. Değer biçme esasları yapılarak établis kelimesi takdir edilerek sebep olduğu sorun ortaya çıkarıldı. Metropolitler mübadeleden tamamen istisna edilmişlerdir. Tevfik Rüştü Bey ile “Eksidaris” arasında kararlaştırılan bu itilafname Hariciye Vekilimiz tarafından heyet-i vekileye arz edildiği gibi “Eksidaris” tarafından şifre ile Atina’ya bildirilmişti.84 Yugoslavya, Bulgaristan, Kıbrıs ve diğer memleketlerden şimdiye kadar 400 bin kişi Türkiye’ye göç etmek istemişti. Bunlardan 200 bin kişinin kabulüne karar verildi. Bunlar özellikle hali vakti yerinde olanlardı. Kıbrıs mübadeleye tabi olmamasına rağmen 81 Hakikat, 28 Temmuz 1924, No: 194 82 Hakikat, 4 Ağustos 1924, No: 195 83 Hakikat, 29 Eylül 1924, No: 203 84 Hakikat, 13 Nisan 1925, No: 231 41 buradan Türkiye’ye hicret etmek isteyen 20 bin muhacirin Adana, Mersin, Antalya’da iskan edilmeleri düşünülmekteydi.85 Mübadele sonucunda Türkiye’den Yunanistan’a 1.250.000 gitmiş, buna karşılık Türkiye’ye yaklaşık 500 bin Müslüman gelmişti. Bunlardan 1.000.000’a yakın Rum mübadele edilmeyi beklemeden kaçıp gitmişti. Arı, rakamların kesin olmadığı, araştırmacıların da bu konuda birbirini tutmayan rakamlar verdiği üzerinde durmaktadır.86 Mübadele sorunundan dolayı Türkiye ile Yunanistan arsında yıllardan beri olan gerginliğin barış yoluyla çözümlenmesi için Yunanistan’ın, Türkiye’ye göç eden Türklere “emlakî bedeli olarak” yarım milyon İngiliz Lirası tazminat vermesi mübadele delegeleri tarafından teklif edilerek iki hükümet tarafından kabul edildiği bilinmektedir. Yabancı gazeteler iki ülke arasında ittifak oluştuğunu “bile” yazmışlardı. Son günlerde Yunan hükümetinin kabul edilmeyen bazı teklifler ileri sürmesi uzlaşmadan vazgeçmiş olduğu izlenimini veriyor. Bu teklif İmparatorluk zamanında pasaportlarıyla İstanbul’dan çıkmış “firari Rumların” geri dönmelerine izin verilerek mallarının kendilerine iadesi idi. Yunanistan’ın göçmen Türklere vereceği yarım milyon liraya denk geleceğinden Türkiye bunu kabul etmedi. Böylece mesele eski haline döndü. Acaba şimdi ne olacak? Türkiye hükümeti gazetelerin yazdığı gibi İstanbul’daki Yunan tebaasına mülkünü verecek mi? Yunanistan’ın Lahey Adalet Mahkemesi’ne başvurma teklifini Türkiye’nin reddetmesi ve İstanbul’daki Yunan tebaasının malının tespiti Türkiye’nin bu “son çareye” yöneleceğini gösteriyor. “İstanbul’da Yunan tebaası malına kavuştuğu gün, Yunan Hükümeti yelkenleri suya düşürecek ve senelerden beri sürüncemede kalan mübadele 85 Hakikat, 7 Haziran 1926, No: 280 42 meselesi de sonuçlanmış olacaktır.” Seyf, Rum mallarının verilmesi taraftarı olup, Yunan tebaasına mülkünü geri vermenin en kestirme yol olduğu görüşündeydi.87 4. Bulgarlar Ülke ve askerlik işleri komisyonu, Trakya sınırıyla ilgili ilk toplantısını 22 Kasım 1922’de yaptı. Müttefik devletlerin Türk tarafına teklifleri şu olmuştur: Doğu Trakya için Meriç sınır kabul edilecek, sınırlarda tarafsız bölge oluşturulacak, demiryolları uluslar arası duruma getirilecekti. Türk tarafının istekleri ise; Trakya sınırının 29 Nisan 1913 tarihli İstanbul Antlaşması’nın 7. maddesinde belirtilen sınır olmalıdır. Tarafsız bölge egemenlik hakkımıza zarar vermemek koşuluyla kabul edilebilir. Bulgaristan’a Ege Denizi’nde bir çıkış noktası verilmeli, demiryollarının Bulgarlar ve Türkler tarafından faydalanılmasını sağlamak için uluslar arası bir komisyon oluşturulmalı, Batı Trakya’nın geleceği yapılacak olan halk oyuyla belirlenmelidir.88 Bulgaristan, Batı Trakya’nın Müttefiklerin elinde kalmasını ve bu devletlerin burada demiryollarının geçeceği ve kıyılarında bir yanda Batı’nın büyük uygar devletleriyle denizaşırı devletlerin öte yandan Bulgaristan ile komşuların Romanya, Yugoslavya, Ukrayna ve öteki devletlerin ihracat ve ithalat ticaretine hizmet edecek limanlar yapacağı tarafsızlandırılmış bir bölge haline getirilecek bir rejim kurulmasını istiyor. Bunu da Neuilly Antlaşması’nın 48. maddesine dayandırıyordu.89 86 ARI; a. g. e, s. 8 87 Seyf, 12 Ağustos 1929, No: 1-1138, “Siyasi İşler” 88 KARACAN; a. g. e, s. 123, 124 89 MERAY; a. g. e, Tkm. I, C. I, Ktp. I, s. 20 43 Bulgar temsilci Stancioff, 26 Ocak 1923 tarihli oturumda devletlerin hazırladığı Dedeağaç’a ilişkin sözleşme tasarısındaki teklifi, Bulgaristan’ın uzun süreli kiralama yoluyla Ege Denizi kıyısında bir toprak parçası elde edebilmesi ilkesine dayandığından kabul etmemişti.90 Konferansın ikinci döneminde de gündemde olan bu konu çözüme kavuşmadı. Bulgar temsilcisi 11 Temmuz 1923 tarihli oturumda, sorunun yakın bir gelecekte çözümleneceğini ümit ettiğini belirterek konferansta konunun tartışılmasına son vermişti.91 Kıbrıs Türk basınında konuyla ilgili olarak Bulgar Başvekili Stancioff’un yorumlarına yer verilmektedir. Stancioff, seçimler dolayısıyla yaptığı konuşmada mahrec [çıkış yeri] meselesinin ne olursa olsun Bulgaristan lehinde halledileceğini belirtiyordu: “Eskimiş bir hal alan adalar mahrecimiz meselesinin yeniden incelenmesi için Lozan Konferansı’na davet edildik. Bu mesele millet ve memleket iktisadiyatıyla ilgili, önemli bir meseledir.”92 Stancioff, ülkesinin iç ve dış siyaseti hakkındaki açıklamasında, Neuilly Antlaşması’nın 48. maddesinin Bulgaristan’a Adalar Denizi’nde birden fazla mahreç vaat ettiği üzerinde durmuş ve sert bir tutum takınarak “Akdeniz’e çıkmamıza kim mani olursa o bizim düşmanımızdır. Biz, yabancı topraklarından geçen bir mahrece razı olmayacağız.” demiştir. Türk-Yunan Antlaşması ile Karaağaç’ın Türklere 90 MERAY; a. g. e, Tkm. I, C. I, Ktp. II, s. 387 91 MERAY; a.g.e, Tkm. II, C. I, Ktp. II, s. 133 92 Ankebut, 5 Mayıs 1923, No: 135 44 verilmesini memnuniyetsizlikle karşılamış ve Türklere karşı bazı manevi taahhütlerden vazgeçtikleri üzerinde durmuştur:93 “…Türklerin bu toprak parçası ile ne yapacağını aklım bir türlü almıyor. Türkiye maziye geri dönmek istiyorsa yazıktır. Biz Türklerle beraber savaştık, dost kalmak istiyoruz. Ancak bu durumda bu mümkün olamayacak... Harici siyasetimiz Ferdinand’ın elinde değildir. Hakimiyet milletindir… Ek olarak şunu söyleyeyim ki mahrec meselesi hakkında ilgili devletler bize bazı toprak parçaları verme teklifinde bulundular. Ancak Meclis-i Vükela kararıyla bu, şiddetle reddedilmiştir.” Hakikat, delegelerin Karaağaç’tan transit olarak geçecek eşya konusunu ve Bulgarlar’a Adalar Denizi’nde verilecek çıkış noktası meselelerini inceledikleri haberlerini veriyordu.94 5. Adalar İtalya, Trablusgarp Savaşı’nda beklemediği bir direnişle karşılaşınca, Osmanlı Devleti’ni barışa zorlamak için savaşı Ege Denizi’ne kaydırmaya karar vermiş ve Oniki Ada’yı işgal etmişti. Karadağ’ın, 8 Ekim 1912’de Osmanlı Devleti’ne savaş açması ile başlayan Balkan Savaşları, Osmanlı’yı İtalya ile barış yapmaya zorladı. 15-18 Ekim 1912 de yapılan Ouchy Antlaşması ile Oniki Ada, geçici olarak İtalya’ya verildi. Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp ve Bingazi’deki askerlerini çekmesinden sonra İtalya’nın da adalardan çekilmesi öngörülüyordu.95 İmroz ve Bozcaada Çanakkale Boğazı’nın girişine yakınlığı, Meis adası da Asya kıyısına yakınlığı yüzünden Türkiye’ye bırakılmıştı. Diğer adalar Yunanistan’a 93 Hakikat,7 Temmuz 1923, No: 143, “Karaağaç’ın Terki ve Bulgarların Vaziyeti” 94 Hakikat, 16 Haziran 1923, No: 140, “Karaağaç’tan Transit ve Bulgarlara Mahreç Meselesi” 95 KÜÇÜK, Cevdet; “Ege Adalarında Türk Egemenliği Dönemi”, Ege’de Temel Sorun, Egemenliği Tartışmalı Adalar, Yay. Haz. Ali Kurumahmut, TTK, Ankara 1998, s. 38, 41 45 verilmişti.96 Balkan Savaşları sonunda yapılan 14 Şubat tarihli Londra Konferansı ile Yunan işgali altındaki İmroz, Bozcaada ve Meis Adası Türkiye’ye iade ediliyor, işgalindeki Ege adaları ise Yunanistan’a veriliyordu. Oniki Adaya ait herhangi bir kayıt bulunmuyordu.97 Lozan müzakerelerinde adalar sorunu ilk kez, 22 Kasım 1922 tarihli oturumda gündeme geldi. Türkiye; küçük ve yakın adalarla İmroz, Bozcaada ve Semadirek’in kendisine verilmesini, diğer adaların askerden arındırılmasını, tarafsız ya da bağımsız duruma getirilmesini talep ediyordu. İsmet Paşa, İmroz ve Bozcaada’yı Londra Konferansı kararına dayanarak, Semadirek’i de boğaz karşısında olduğu için istiyordu.98 Büyük devletlerce Yunanistan’a bırakılan Limni, Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adalarının askerden arındırılması talep ediliyordu.99 29 Kasım 1922 tarihli alt komisyon raporunda adaların askerden arındırılması gerektiğini ancak, bunun nasıl olacağı konusunda henüz anlaşma sağlanamadığı belirtiliyordu.100 Adalar hakkında yapılan görüşmeler sonucunda, adaların askerden arındırılması meselesi komisyona havale edildi. Ayrıca, Bozcaada ve İmroz üzerindeki egemenlik işi, bu adalarla Semadirek, Sakız, Midilli, Sisam ve Nikarya adalarının askerden arındırılması, boğazlar sorunu konuşulacağı zaman toplanacak uzmanlar komisyonuna bırakılacaktı. 96 MERAY; a.g.e, Tkm. I, C. I, Ktp. I, s. 102 97 KÜÇÜK, Cevdet; a.g.e, s. 52 98 KARACAN; a.g.e, s. 131 99 MERAY; a.g.e, Tkm. I, C. I, Ktp. I, s. 100 100 KARACAN; a.g.e, s. 132 46 İsmet Paşa, bu konudaki egemenlik çekincelerini ortaya koydu ve diğer adalara ait itirazların projeye kaydedilmesini istedi. Askerden arındırma hakkındaki alt komisyon kararı, Türk çekinceleriyle kabul olundu. İmroz ve Bozcaada’nın Türk olarak kalması kabul edildi. Merkezdeki adaların askerden arındırılması ve kendilerine mahalli bir idare verilmesi noktasında anlaşıldı.101 Devletlerin, Lozan Konferansı’nın 31 Ocak 1923 oturumunda sundukları antlaşma tasarısının 13., 14. ve 15. maddeleri adalarla ilgiliydi. 13. maddeye göre Yunanistan Midilli, Sakız, Sisam ve Nikarya adalarında hiçbir deniz üssü ve istihkam yapmayacak, adalardaki Yunan askeri kuvvetleri de sınırlı sayıda bulunacaktı. 14. madde, Türk egemenliğinde kalan İmroz ve Bozcaada’da kurulacak özel bir yönetim ile adadaki Müslüman olmayan yerel halka can ve mal güvenliği açısından gerekli bütün güvencenin sağlanmasını öngörüyordu. Ayrıca, Rum ve Türk halklarının mübadelesi bu iki ada halkına uygulanmayacaktı. 10215. madde ise Türkiye’nin İtalya yararına haklarından vazgeçeceği adaları belirliyordu:103 Stampalya, Rodos, Kalki, Skarpanto, Kazos, Piskopis, Miziros, Kalimnos, Leros, Patmos, Lispsos, Limni ve İstanköy adaları ile bunlara bağlı adacıklar ve Meis adası.104 101 102 a.g.e, s. 134 Antlaşmada da aynen yer alan bu madde Türkler tarafından kabul edilince Yunanistan, Bozcaada’dan göç ettirilmiş olan bazı Türklerin adaya dönmelerine izin vermiştir. Hakikat, 14 Temmuz 1923, No: 144 103 104 MERAY; a.g.e, Tkm. I, C. I, Ktp. I, s. 56, 57 “Dehsace Ru” gazetesi Meis adası meselesinde İtalya’nın ısrarlı olduğunu ve Türkiye’nin bu konudaki hareket tarzının İtalyanların besledikleri dostluk siyasetine halel getirebileceğini yazıyordu. Ankebut, 21 Nisan 1923, no: 133 47 İsmet Paşa, 25 Nisan 1925 tarihli oturumda Meis adasının Türk karasuları içinde olduğunu, 18 Ekim 1912 tarihli Ouchy Antlaşması ile Türkiye’ye verildiğini ileri sürerek müttefik devletlerin teklifine karşı itirazını belirtti.105 8 Mart 1923 tarihli Türk tekliflerinde de bu maddeler olduğu gibi tutularak, 15. maddeye Meis adasının Türk egemenliği altında kalması isteği eklendi.106 Müttefik devletler bu şartı kabul etmediler. İsmet Paşa, 4 Haziran 1923 tarihli oturumda dünya barışının kurulmasını sağlamak amacıyla Meis adası konusundaki çekincelerini geri çekmeyi kabul etti.107 Lozan Antlaşmasında, adalar konusunda, Meis adasının İtalya’nın elinde kalması da dahil olmak üzere, müttefik devletlerin 31 Ocak’ta sundukları tasarı maddeleri kabul edildi. Atina kaynaklı habere göre; On iki Ada meselelerini tedkik etmek üzere İngiltere Hariciye Nezareti yüksek memurlarından biri Atina’ya gelmişti. İngiliz gazeteleri On iki Ada hakkında Yunanistan’a müsaid surette idare-i lisan ediyor. İtalya’nın On iki Ada’nın iadesini reddetmeyeceği söyleniyor ve ayrıca taraflar arasında tam bir birlik olduğu da rivayet ediliyordu.108 Elefterya gazetesi, yakın doğuda “esrarengiz bir dumanlamadan” bahsederek, Türklerin, sulhe eğilimli olduklarına dair beyanat vermelerine rağmen, Kemal’in 105 MERAY; a.g.e, Tkm. II, C. I, Ktp. I, s. 13 106 MERAY, a.g.e, Tkm. I, C. IV, s. 30 107 MERAY, a.g.e, Tkm. II, C. I, Ktp. I, s. 152 108 Hakikat, 5 Kanun-ı Sani 1924, No: 167, “Oniki Ada Meselesi ” 48 verdiği nota ile Oniki Adaları İtalya’dan talep etmelerinin çelişkili bir durum olduğunu ileri sürüyordu: “Yani Kemaliler, Lozan Konferansı’nda istediklerine ve orada kabul ettiklerine daha ilave etmektedirler. Bu olaylarda gizlilik var. Bir taraftan Türk-İngiliz itilafı, diğer taraftan Musul’da düşmanca hareket. Bir yandan Fransa ile Kemal arasında dostluk diğer taraftan Suriye hudutlarında önemli çarpışmalar ve Fransız tayyarecilerden esir almalar. Bir taraftan İtalya ile Kemal arasında ortak çalışmalar, diğer taraftan Oniki Adalar için Kemal tarafından hak kazanma davası.” Gazete, İtalya’nın Oniki Adayı Yunan Hükümeti’ne vermeyi bile kabul etmezken, Türk hükümetinin talebini şaşkınlıkla karşılıyor. Bu “muammayı” da ancak savaşın halledebileceği üzerinde duruyordu.109 Antlaşmanın imzalanmasından sonra sert bit tutum takınan İtalya hükümeti, Venizelos’un Oniki Ada hakkındaki bütün teşebbüsünü reddetmiş ve bu meselenin Lozan Antlaşması ile halledilmiş olduğunu bildirmiştir.110 İtalya, Yunan Hükümeti’ne karşı olan tutumunu yumuşatarak, Oniki Ada konusunda fikir alışverişinde bulunmak arzusunda olduğunu Yunan hükümetine bildirmişti.111 Tan gazetesinin verdiği haberde; Lozan’ın tasdikinden sonra, İtalya’nın Oniki Adayı yakın bir zamanda ilhak edeceği tahmini yapılmakta ve “Journal Dinalya”nın bu konudan bahsederken, “İtalya Rodos’ta 12 sene müddetle icra ettiği hüsn-i idareyi 109 Ankebut, 31 Mart 1923, No: 130 110 Hakikat, 9 Şubat 1924, No: 172 111 Hakikat, 21 Haziran 1924, No: 189 49 kaybetmemektedir.” demektedir.112 Yunan Hükümeti bu konuda İtalya’yı büyük devletler ve Cemiyet-i Akvam nezdinde şiddetle protesto etmeyi düşünmektedir.113 Oniki ada grubuna dahil olan Rodos’ta yayınlanmakta olan “Rodos Postası” adlı gazete, Oniki Adanın İtalya’ya ilhak edildiğini belirterek, bu adalara İtalyan adaları adını vermektedir.114 Adaların ilhakından sonra İtaya buralara yatırım yapmaya başlamıştır: “Rodos’tan bildirildiğine göre İtalya hükümeti işgali altında bulunan adalarda yol, telgraf ve telefon tesisatı için 95 milyon İtalyan Frangı tahsis etmiştir. Bunun dışında daha önemli işler için ayrıca 5 milyon İtalyan Frangı tahsisatı kabul edildi.”115 Roma’dan gelen telgraflara göre İtalya hükümeti, Oniki Ada meselesi hakkında Yunanistan ile fikir alışverişinde bulunulmasına muhalefet etmektedir. Bu konudaki gelişmeler İtalya ile Yunanistan arasında yeni ticaret mukavelesi imzalanacağı sırada meydana gelmiştir.116 Daily Mail gazetesinin diplomasi muhabiri, Türk hükümetinin İtalya’dan Oniki Ada ile Kastillorizu adasının askerlikten tecrit edilmesini talep edeceğini bildirmişti. “Türkiye’nin bu talebi, İtalya tarafından Türkiye hakkında büyütüldüğü beyan edilen samimi hissiyata bir nişan olacağını belirtiyor.” denilerek İtalya’nın, 112 Hakikat, 15 Eylül 1924, No: 201 113 Hakikat, 29 Eylül 1924, No: 203 114 Hakikat, 30 Teşrin-i Sani 1924, No: 208 115 Hakikat, 2 Şubat 1925, No: 221 116 Hakikat, 22 Kanun-ı Evvel 1924, No: 215 50 Türkiye’nin samimiyetini büyüttüğünü ve bu talebin de buna cevap olacağı üzerinde durulmak isteniyor.117 Adalar konusunda konferansta en çok tartışma konusu olan Meis adası ile Oniki Ada, Kıbrıs Türk basınında sıkça yer almış ve bu konuda gerek Türkiye, gerekse Avrupa gazetelerinin haberlerine geniş oranda yer verilmişti. Kıbrıs’ın da Osmanlı’dan kopmuş bir ada olması, Ege adalarının statüleriyle ilgili gelişmelerle ilgilenmelerine yol açmıştı. Basın, haberleri verirken yorum yapmaktan kaçınmış ve olayları olduğu gibi, aldığı alıntılarla bildirmiştir. 6. Genel Af Meselesi Lozan Konferansının 9 Ocak 1923 tarihli oturumunda genel affın mümkün olduğunca geniş tutulması gerektiği ilkesi üzerinde anlaşıldı.118 Genel af konusunda Türk temsilci heyetinin önem verdiği nokta af tedbirlerinin savaşta Türk tarafına yardımda bulunmuş olan müttefik uyruklarına da uygulanmasıdır.119 Venizelos, genel af konusunda Müttefik temsilci heyetlerince sunulan tasarının bir noktada sınırlanmasını istedi: “Yunan askerlerinin Yunanistan’da ve Müslümanların Türkiye’de düzenli orduda hizmet ettikleri sırada kanunlara ve nizamlara aykırı olarak işledikleri suçlar genel affın dışında kalmalıdır.” Büyük devletler siyasal konularda affı hükümsüz bırakmamak için Venizelos’un teklifini kabul edilebilir nitelikte bulmadılar.120 117 Hakikat, 7 Temmuz 1924, No: 191 118 MERAY; a. g. e, Tkm. I, C. I, Ktp. I, s. 297 119 a.g.e, s. 298 120 a. g. e, s. 299 51 Lozan Antlaşmasını takiben imzalanan 24 Temmuz 1923 tarihli “Genel Affa İlişkin Bildiri ve Protokol”121 gereğince 1 Ağustos 1914-20 Kasım 1922 tarihleri arasında askeri ve siyasi nitelikte suçlardan sanık ve mahkum Türkler ve İtilaf devletleri tebaasından kişilerin, hükümetçe belirlenen 150 kişilik liste hariç olmak üzere, affı hakkındaki kanun Büyük millet Meclisi’nde kabul edildi.122 Basında genel affa ilişkin olarak çıkan haberde, delegeler heyeti müşavirlerinden biri, “muahedeye göre devletlerin antlaşmayı onaylamalarını beklemeksizin 150 kişilik liste hariç olmak üzere diğerlerinin affı icab ettiğini” söyledi. Hükümet hem bu listeyi, hem de genel affı en yakın zamanda ilan edecektir.123 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 26 Aralık 1923’te bazı suçlar dışında Umumi Af Kanunu kabul edildi.124 “Kanun gereğince tutukluların tahliyelerine başlanmıştı: İstanbul vilayeti ve buna bağlı yerlerdeki hapishanelerden tahliye edilen mahbusun miktarı 485’e ulaştığı İstanbul Vilayetince dahiliye vekaletine bildirilmiştir.”125 “Avf-ı umumi kanunu 3. Kolordu’ya tebliğ olunmuştur. Bunun üzerine kolorduda cezasını tamamlayan tutuklu askerlerden 3 zabitle 10 nefer tahliye edilmiştir”.126 Avf-ı umumi ilanı hakkında Erzurum mebusu Salih Efendi tarafından verilen teklif TBMM’de müzakere ile reddedilmiştir.127 121 Protokol metni için bknz. MERAY; a.g.e, Tkm. II, C. II, s. 92, 93 122 KOCATÜRK, Utkan; Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi (1918-1938), T. T.K, 2. B., Ankara 1988 , s. 413 123 Hakikat, 15 Eylül 1923, No: 152, “Avf-ı Umumi İlanı Tehir Etmeyecek” 124 KOCATÜRK; a. g. e, s. 405 125 Hakikat, 2 Şubat 1924, No: 171 126 Hakikat, 9 Şubat 1924, No: 172 127 Ankebut, 5 Mayıs 1923, No: 135 52 Hükümetin aldığı karara göre isyan hareketine katılan ve ordu için tehlikeli sayılan 50 kişilik zabit genel aftan istisna edilecekti.128 Türkiye Büyük Millet Meclisi 16 Nisan 1924 gizli oturumunda Lozan Antlaşması gereğince ilan olunacak genel aftan hariç tutulacak ve hükümetçe hazırlanan 150 kişilik liste görüşülmüştü. 22-23 Nisan 1924 tarihli gizli oturumda görüşmelere devam edilmiş ve Heyet-i Vekile tarafından düzenlenen liste bazı değişikliklerle kabul edilmişti.129 TBMM’de 28 Mayıs 1927’de, söz konusu 150 kişilik listede isimleri yazılı kişilerin Türkiye tabiiyetinden çıkarılmaları hakkında kanun kabul edildi. Ancak 29 Haziran 1938’de kabul edilen af kanunuyla 150’liklerin yurda girişlerine izin verilmiştir.130 7. Azınlıklar İtilaf Devletleri, Lozan Konferansı’nda 15 Aralık 1922 tarihli oturumda azınlıklarla ilgili olarak sundukları tasarının 8. maddesinde “Türk hükümetinin, Türkiye’de soy, din, dil azınlıklarının her biri için…din, hayır ve öğrenim işlerinde özerklik tanımayı ve bu özerkliğe dokunmamayı kabul eder.” demişti. Türk Heyeti Başkanı Dr. Rıza Nur, bunu kesinlikle kabul etmeyerek Türkiye’de sadece din azınlıklarının bulunduğunu, soy ve dil azınlıklarının bulunmadığını belirtmişti. Bu nedenle de soy ve dil azınlıklarının korunması gibi bir ilkenin kabul edilmeyeceği üzerinde durmuştu. Konferansta Türk Heyeti, Türkiye’de sadece Müslüman olmayan azınlıklar olduğunu, bunlara da I. Dünya Savaşı sonunda diğer barış antlaşmalarında öngörülen bütün azınlık hakları da tanınacaktı. 9 Ocak 1923’teki toplantıda Lord 128 Hakikat, 9 Şubat 1924, No: 172 129 KOCATÜRK; a. g. e, s. 412 130 a. g. e, s. 466, 621 53 Curzon’un başkanlığındaki Ülke ve Askerlik İşleri Komisyonu, Türkiye’de Müslüman azınlık olmadığını, koruma tedbirlerinin sadece Müslüman olmayan (Rum, Ermeni, Musevi) azınlıklara tanınmasını kabul etti.131 Lozan Antlaşması’nın 37-45. maddeleri Türkiye’de yaşayan azınlıkların korunmasına ilişkindi. Buna göre, Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyrukları, Müslümanların yararlandıkları aynı yurttaşlık haklarıyla siyasal haklardan yararlanacaklardır. Hem hukuk bakımından hem de uygulamada öteki Türk uyruklarıyla aynı işlemlerden ve aynı güvencelerden yararlanacaklardır. “…Özellikle, giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapmak konusunda eşit hakka sahip olacaklardır (Madde 40).” “ Genel eğitim konusunda Türk Hükümeti, Müslüman olmayan uyrukların önemli bir oranda oturmakta oldukları il ve ilçelerde, bu Türk uyruklarının çocuklarına ilk okullarda ana dilleriyle öğretimde bulunulmasını sağlamak bakımından, uygun düşen kolaylıkları gösterecektir. Bu hüküm, Türk Hükümetinin, söz konusu okullarda Türk dilinin öğrenimini zorunlu kılmasına engel olmayacaktır…(Madde 41)”132 Azınlıkların kişisel hukuklarında veya aile hayatlarında onların kendi görenek ve gelenekleri göz önüne alınacak, bunlar azınlık temsilcilerinin de katılacağı bir karma komisyonda düzenlenecekti. Anlaşmazlık çıktığında Milletler Cemiyeti arabuluculuk yapacaktı.133 Antlaşmanın 45. maddesi, Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıklarına tanınmış olan hakların, Yunanistan’ca da kendi ülkesinde bulunan Müslüman azınlığa da tanınmasını öngörüyordu.134 Hakikat’te çıkan haberde 131 ŞİMŞİR, Bilâl N.; “Lozan ve Çağdaş Türkiye’nin Doğuşu”, 70. Yılında Lozan Barış Antlaşması Uluslar arası Semineri (25-26 Ekim 1993), İnönü Vakfı, Ankara 1994, s. 31-33 132 MERAY; a.g.e, Tkm. II, C. II, s. 11, 12 133 TURAN; a.g.e, C. V, s. 289 134 MERAY; a.g.e, Tkm. II, C. II, s. 13 54 Yunan Hükümeti’nin Lozan Antlaşması’nın azınlıklar hakkındaki maddelerine göre Batı Türkiye Müslümanlarının maarif teşkilatına ait bir kanun hazırladığını bildirmektedir.135 Türkiye’de yaşayan azınlıkların sahip olacakları hukuk Lozan Antlaşması’nda belirlenmişti. Burada onların aile hukuku konusunda örf ve adetlerine göre hüküm verilmesi mevcuttu. Lozan Antlaşması uygulanmaya başlayınca, Türkiye’deki gayrimüslim azınlıklar, hükümete yaptıkları başvuruyla kendilerine verilen Ekalliyetler hukukundan feragat ettiklerini sebepleriyle birlikte belirttiler. Adliye vekaleti de bunların feragatnamelerini aşağıdaki tezkire ile Başvekalete göndermiştir. Bu tezkerede; “ TBMM’de Türk Medeni Kanununun kabulü dolayısıyla, Musevi Ermeni, Ermeni Protestani, Rum Ortodoks ve Ermeni Katolik Cemaatleri Adliye vekaletine müracaat ettiler. Burada; Lozan’ın 42. maddesinde kendilerine ait kanunun gerekli olmadığı bildiriliyor, Türk Medeni Kanununun bütün hükümlerinin Türk vatandaşlarına olduğu gibi kendilerine de uygulanmasını “ısrarla talep ve rica” etmektedirler. Bu konu, İstanbul’da konuyla ilgili dairede, Kavanin Komisyonundan gelen mazbatalarda da yer almakta ve kanun layihası hazırlanmasına gerek görülmediği bildirilmektedir. Adliye Vekaleti bu isteğin geçirilmesinde bir mahzur görmemektedir. Vekalet, saltanat devrinden gelen “sakat bir ananenin” sona ererek devlet kanunlarında bir birlik oluşturulmasını memnuniyetle karşılıyordu. Bildirilen bu sebeplerle Türk Medeni kanununun aile hukuku ve şahsi statü kısımları azınlıklara da uygulanacak ve “Ekalliyetler İhzar Kavanin Komisyonları”nın görevlerine son verilecekti.136 135 Hakikat, 28 Temmuz 1924, No: 194 136 Doğru yol, 7 Haziran 1926, No:308 55 B. Türkiye’de Yabancılar ve Azınlıklar Rejimi ile İktisat Sorunları 1. Kapitülasyonlar Kapitülasyon, Osmanlı toprakları üzerinde sürekli veya geçici olarak yaşamakta bulunan yabancı devletler vatandaşlarından, özellikle Müslüman olmayanlara bağışlanmış ayrıcalık, bağışıklık ve bunlara ilişkin izin ve hakların tümünü ifade etmektedir.137 Osmanlı Devleti’nde kapitülasyonlar ilk defa 16. yüzyılda verilmeye başlanmıştı. İlk anlaşma 1535’te Kanuni Sultan Süleyman ile Fransa Kralı I. François arasında imzalanmıştı. Yabancılara verilen imtiyazlar I. Dünya Savaşı’na kadar sürdü. Sultan Vahdettin 9 Eylül 1914’te kapitülasyonların 1 Ekim’den itibaren yürürlükten kaldırılacağını belirtmişse de Fransa, İngiltere ve Sovyet Rusya uluslar arası nitelik taşıyan bir antlaşmanın tek taraflı olarak yürürlükten kaldırılamayacağını söyleyerek buna karşı çıktılar. Sevr Antlaşması’nda kapitülasyonları korunması söz konusuydu. Kapitülasyonlarla yabancılara eğitim, vergi yargı ve daha pek çok konuda imtiyazlar tanımaktaydı. Bütün kapitülasyonların amacı, ülkedeki çoğunluğun, emperyalizmin himayesindeki bir azınlık tarafından sömürülmesine imkan sağlamaktı.138 Lozan Konferansı’nda bu mesele, İtalya’nın başkanlık ettiği İkinci Komisyon’un alanı içine girmekteydi. Konferansta, kapitülasyonlar konusunda müttefik devletlerin tezi şu idi: “Kapitülasyonlar tek taraflı olarak kaldırıldığından bunun hükmü yoktur. İki taraflı antlaşmalar, ancak iki tarafın da isteğiyle 137 ÇOKER, Fahri; Kapitülasyonlar ve Lozan, IX. Türk Tarih Kongresi’nden Ayrı Basım, TTK, Ankara 1989, s. 1664, 1665 138 YERASİMOS, Stefanos; Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, C. III, Çev. Babür Kuzucu, Belge Yay. 7. B., İstanbul 2001, s. 66 56 kaldırılabilir. Bu nedenle kapitülasyonlar hala geçerlidir. Kapitülasyonlardan ancak onlara bedel olacak, tarafların müzakere edeceği teminlerle vazgeçilebilir.Türk mahkemeleri, Türk hakimleri Türk kanunları güven vermekten uzak olduğundan yabancıların davalarına yabancı hakimlerin bakması bir zorunluluktur. Bir kanundan diğer kanuna geçmek için bir geçiş süreci gerekmektedir. Japonya buna örnek olarak gösterilebilir. Kapitülasyonlara dayanarak ülkeye gelip sermaye yatırmış yabancıların hakları birdenbire kaldırılamaz.” Bu konudaki Türk tezi ise şöyledir: Kapitülasyonların verildiği zamana göre durum ve şartlar değişti. Bu nedenle o günkü şartlara göre verilen kapitülasyonlar artık sürdürülemez. Çağdaş devlet anlayışına ters düşen kapitülasyonların kaldırılmasında Türkiye ısrarlıdır. Ayrıca kapitülasyonlar başka şekil ve adlarla da devam edemez.139 Kapitülasyonlar konusunda katılımcı olsun veya olmasın her devletin çıkarı olduğundan toplantılar çok zorlu geçmişti. Yapılan görüşmeler sonucunda 28. madde ile kapitülasyonların her bakımdan kaldırılması kabul edilmişti. Lozan Konferansı kesinti döneminde, 17 Şubat-4 Mart tarihleri arasında İzmir İktisat Kongresi toplanmış ve kongrede Türkiye Cumhuriyeti’nin ekonomisinin alacağı biçim belirlenmişti. Yabancı sermayeye karşı olunmadığı, kanunlar ölçüsünde kabul edilebileceği üzerinde duruldu. 8 Nisan 1923’te Chester Projesi’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde onaylanması dış kamu oyuna, yeni Türkiye’nin yabancı sermayeye karşı düşmanca bir tavır almayacağının bir delili olarak gösteriliyordu.140 139 BİLSEL; a.g.e, s. 97-98 140 BORATAV, Korkut; 100 Soruda Türkiye’de Devletçilik, Gerçek Yayınevi, 1. B., İstanbul 1974, s. 44 57 Kıbrıs Türk basınında, Lozan sonrası Türkiye’de yabancıların faaliyetlerine yönelik çeşitli haberler yer almıştı. New York Herald gazetesi, Türk hükümetinin, projenin gerektirdiği teşebbüslerde bulunacak Amerika sermayelerine gerekli teminatı vermesi gerektiği üzerinde durarak, gerekli teminat verildiği taktirde Amerika bankerlerinden oluşan bir grubun Türkiye’ye yardımda bulunacağını belirtiyordu.141 22 Eylül 1923 tarihli Hakikat gazetesinde Chester imtiyazını almış olan Kenedy Chester’ın, memur ve mühendislerle birlikte Türkiye’ye hareket ettiği bildiriliyordu.142 Bu dönemde yabancı sermaye, yeni kurulan devlet ile ilişkilerini geliştirmek için atılımlarda bulunuyordu. Bunlar, Osmanlı döneminde sahip oldukları ayrıcalıkları, yeniden temin etme çabası içerisindeydiler. Mudanya yoluyla Ankara’ya giden İngiliz şirketleri üyeleri Türk hükümetinden çeşitli isteklerde bulunmuşlardı:143 “I. Dünya Savaşı’ndan önceki imtiyazların ve savaş sonrası yapılan onarımın onaylanması, durumlarının yeni şartlara uygun hale getirilmesi, savaş nedeniyle kullanamadıkları süreye eşit bir sürenin imtiyazlarına eklenmesi ve savaş sırasındaki zararlarının tazmin edilmesi.” Kilisli yabancı sermayesi, barışın hemen ardından Türkiye’de iş yapmak için hazırlanıyorlardı. Daha barış antlaşması imzalanmadan İngiliz bankaları, uzman heyetlerle olabilecek imtiyaz koşullarına göre bu meseleyi incelemekteydiler.144 Times’ın verdiği haberde, Türkiye’de yabancı sermayenin gerekliliği üzerinde durularak Türklerin buna muhtaç oldukları ileri sürülüyordu: “Türkler 141 Ankebut, 28 Nisan 1923, No: 134 142 Hakikat, 22 Eylül 1923, No: 153 143 Hakikat, 7 Haziran 1923, No: 139, “İngiliz Şirketleri Hükümetimizden Ne İstiyor? ” 58 ekalliyetlerden borçlanmadan memleketin ticari ve sınai hayat pompasını yürütemez. Ellerinde kalan doğal kaynaklarını çalıştırmak için gereken tecrübeden, teşkilattan ve hatta harbin meydana getirdiği tahribatı bile tamirden uzaktırlar.” Yabancıların da ancak paralarının teminatı oldukça borç verebilecekleri belirtiliyor.145 Osmanlı Bankası’nın146 imtiyaz süresi 6 Ağustos 1925 tarihinde son bulacağından Osmanlı Bankası direktörü Mösyö “İsteğ”, bankanın hükümet bankası haline getirilmesi için hükümete bazı tekliflerde bulunacaktı.147 İstanbul Maliye Vekaleti Banka Komiseri, Aral Bey vasıtasıyla Osmanlı Bankası’na bildirimde bulundu. Bankanın evrak ve vesaitten hiç olmazsa halk ile alakadar olan kısmının Türkçe’ye çevrilmesini talep etti. Maliye vekaletinin bu talebi yerinde olup yalnız büyük sermayedar memleketlerde değil, şark ve garbda istisnasız her memlekette bankalar, bulundukları memleketin resmi dilini kabul etmekte, halkı ilgilendiren bütün vesika ve defterlerin bir kısmını yerel dil ile tutmaktadır. Bundan dolayı yalnız Osmanlı Bankası’nın değil bütün bankaların maliye vekaletinin bu talebine uymaları 144 Hakikat, 14 Temmuz 1923, No: 144, “Memleketimize Gelecek Sermayeler” 145 Hakikat, 20 Teşrin-i Evvel 1923, No: 156 146 Osmanlı Bankası, 1863’te Fransız sermayesinin de katılımıyla, İngiliz-Fransız sermayesi ortaklığında bir devlet bankası halini almıştı. Banka, devletin “hazine sarraflığı” görevini üstlenmişti. Babıali’ye yıllık %6 faizli ve en çok 500.000 İngiliz lirası tutarında kredi açmayı taahhüt ediyordu. 1875’te bankanın imtiyaz süresi uzatılıp yetkileri genişletildi. Osmanlı Bankası kurulduğu günden itibaren Osmanlı mali ve iktisadi yaşamına etkin bir şekilde katılmış ve devlet borçlarında bu bankanın katkıda bulunmadığı borç hemen hemen yok gibidir. Osmanlı Bankası’nın imtiyaz süresi 1925’te sona ermişti. Cumhuriyet hükümeti Osmanlı Bankası’nı fesh etmemiş, ama devlet bankası kimliğini de sürdürmemişti. 10 Mart 1924’te imzalanan sözleşmeyle bankanın imtiyaz süresi 1 Mart 1935’e kadar, 5 Haziran 1933’te imzalanan sözleşme ile de 1 Mart 1952’ye kadar uzatılmıştı. TOPRAK, Zafer; “Osmanlı Bankası ve Tarihten İzler”, Toplumsal Tarih, C. 9, S. 50, İstanbul 1998, s. 20-22 147 Hakikat, 8 Kanun-ı Evvel 1923, No: 163, “Osmanlı Bankası” 59 zorunludur. Bu durumun özellikle Osmanlı Bankası için geçerli olması gerektiği üzerinde durularak bankanın hükümet ile ilişkilerinden bahsediliyor:148 “…Osmanlı Bankası memlekette bankalar bankası makamındadır. Devletle sıkı alakası bulunan imtiyazlı bir müessesedir. 341 Ağustos’unda nihayet bulacak olan imtiyazın yenilenmesi için cumhuriyet hükümeti ile müzakerata girişmiş, hükümetten yardım görmüş ve banka ile hükümet arasında uygun bir ödeme tarzı bulunarak keyfiyet-i meclisin nazar-ı tasdikine arz olunmuştur. Osmanlı Bankası bu memlekette devamı arzu eylediğine göre hükümetle samimi hareket etmek, ahalinin milli hislerini okşayacak surette muamele etmek mecburiyetindedir. Bundan dolayı eski mukaveleye bağlanmayarak hükümet diğer bankalarda da aynı yolu takip etmelidir.” “Lozan antlaşmasında, yabancılar lehine olan bazı hükümlerden kurtuluyoruz.” başlıklı Milliyet’ten aktarılan haberde Lozan’da imzalanan Ticaret ve Yerleşme sözleşmesine değiniliyordu. Ticaret Sözleşmesi 5 yıllık, Yerleşme ve Yargı Sözleşmesi ise 7 yıllık bir süreyi kapsıyordu. Bu sözleşmeler, onaylanması için TBMM’ye sunulmuş, İktisat Encümeninde incelendikten sonra Heyet-i Umumiye’ye sevk olunmuştu. İktisat Encümeninin bu sözleşme hakkında hazırladığı tutanakta dikkat çekici noktalar olduğu belirtilerek bazı kısımlarından alıntı yapılıyordu: 149 “Lozan Ticaret Mukavelesi geçen sene Ağustos’unda son bulmasına rağmen, ikamet mukavelesinin bitmesine bir yıl daha var. Lozan’da kabul edilen ikamet mukavelesi, Lozan’dan önce yabancıların, memleketimizde ikamet ettiklerinden dolayı sahip oldukları ve kapitülasyonlar denilen imtiyazların kaldırılması diğer devletlerle eşit bir durumda yapıldı. Ancak, memleketimizde yapılacak zorunlu borçlanma ve servet üzerinden istisnai olarak alınabilecek kısımlar konusunda yabancıların istisna tutulacaklarına dair hükümler olduğundan onların da bir an evvel kaldırılması, hükümetimizin kayıtsız şartsız vatandaşlar ve ecnebiler hakkında eşit bulunduğundan devletlerarası senetlere bağlı olduğunun görülmesi, geçmişi tam olarak unutulmuş bir hale koymayı ifade ediyor. Bu da istenen bir durumdu.” Sözleşmede bu hususlar dikkate alınarak vatandaşlarla yabancılar hakkında aynı muameleyi yapabilmek amaçlanmıştı. Lozan Antlaşması tebaaya verilen senetler konusunda ecnebiler lehine kazanılan hakkı taşıyan bir fıkrayı içerdiği halde 148 Hakikat, 24 Teşrin-i Sani 1924, No: 211 60 bu bile sözleşmeye alınmamıştı. Antlaşmada kabotajla vatandaşlara verilen diğer meselelerin Türklere ait olduğu açıklanarak, kara sularında olan cankurtaran gibi hizmetleri yalnız Türklerin yapacağı ve Marmara denizinin de Türklerin karasularından sayıldığı bildirilmekteydi. Yabancı konsolosluk mahkemelerinin kapitülasyonlara dayanan kaza hakları Lozan’la kesin olarak kaldırılmıştı. Lozan’ın yürürlüğe girmesi dolayısıyla İstanbul İngiliz Konsoloshanesindeki birinci derecede mahkeme ve tali mahkeme faaliyetlerini tatil etmiştir. Hakim Mister Linten Torb Perşembe günü Londra’ya gitti. Konsoloshane katibi burada kalarak mevcut işleri tavsiye edecektir. Mister Torb daha sonra başka bir sıfatla İstanbul’a geri dönecektir.150 Kaldırılmış İstanbul Hükümeti, Osmanlı Bankası ve Düyun-u Umumiye’den 2 milyon 200 bin avans almış ve ödenmesi gereken 2 milyon kağıt liralık bir kısım kalmıştı. Maliye Vekaleti, Osmanlı Bankası ile yapılan antlaşma sonucu avansı ödemiştir. Osmanlı Bankası’nda tutulan 397.278 altın lira hükümetimize verilmiştir.151 2. Osmanlı Borçları Lozan Barış Konferansı’nda borçlar sorunu üçüncü komisyonun mali ve iktisat sorunları alt komisyonunda görüşüldü. Türk heyeti 27-28 Kasım 1922 tarihli oturumda, eski Osmanlı İmparatorluğu borçlarının, bu imparatorluğun topraklarından parça almış devletler arasında bölüştürülmesi üzerinde durmuştu. Türkiye Büyük millet Meclisi Hükümeti bu borçtan kendisine düşen payı tanımaktaydı. Ayrıca, gerek Dünya Savaşı sonucu olarak Osmanlı İmparatorluğunun yıkıntıları üzerinde 149 Birlik, 7 Haziran 1930, No: 319 150 Hakikat, 1 Eylül 1924, No: 199 151 Hakikat, 21 Temmuz 1923, No: 145, “Altınlarımızı Aldık” 61 kurulmuş devletlere, gerekse daha önce bu imparatorluktan toprak alarak kendilerine katmış bulunan devletlere yükletilecek borç tutarının kendisini hiçbir bakımdan ilgilendirmediğini düşünmekteydi.152 5 Aralık 1922 tarihli oturumda Türk Temsilci Heyeti, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan devletler arasında yalnız yıllık taksitlerin değil, borç ana parasını da bölüştürülmesi gerektiğini belirtmişti. Böyle olunca Türkiye, Osmanlı’nın mirasçısı değil, ardıl devletlerden biri oluyordu. Ardıl devletlerin sayısı kadar ayrı ayrı borç yaratılması söz konusuydu. Bombard, bu bölüştürme biçimine, borç senetlerini ellerinde bulunduranların karşı çıkmakta haklı olacaklarını, çünkü onların sadece Osmanlı ile sözleşme yaptıklarını söyledi.153 Fransa Baş delegesi Barrère, Osmanlı Devlet borcunun statüsünün Muharrem Kararnamesi154 ile saptandığını ve devletlere bildirildiğini, bunun devletlerin güvencesi altında olduğunu, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan ülkelerin borcun bölüşümüne katılacaklarını belirtmişti.155 13 Ocak 1923 tarihli oturumda borcun, Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan ülkeler arasında bölüştürülmesi noktasında anlaşıldı. Ancak bunun nasıl olacağına ilişkin görüş ayrılığı vardı. Türk Heyeti, bölüştürülecek borcun toplam tutarının 30 Ekim 1918’deki borç toplamı olması görüşündeydi.156 Bombard, müttefik devletlerin, ayrılmış ülkelerin yıllık taksitlerini 152 MERAY; a. g. e, Tkm. I. C. III, s. 3, 6 153 a. g. e, s. 181 154 Osmanlı hükümetiyle, alacaklıların vekilleri arasında Eylül-Aralık 1881 döneminde yapılan görüşmeler sonucunda varılan antlaşma, hükümetçe, 28 Muharrem 1299’a rastladığından kararname “Muharrem Kararnamesi” adını aldı. Kararname ile, Osmanlı’nın bazı gelirleri “mutlak ve değişmez” olarak 13 Ocak 1882 gününden itibaren kararnamede geçen borçların ödenmesine ayrılıyordu. Kurulan “Düyun-ı Umumiye Osmaniye-i Meclis-i İdaresi”, hamiller adına, Osmanlı gelir ve maddi kaynaklarını toplamak, yönetmek ve muhafaza etmek görevlerini üstleniyordu. MERAY; a.g.e, Tkm. I. C. III, s. 9; YERASİMOS; a. g. e, C. II, s. 281-285 155 MERAY; a.g.e, Tkm. I. C. III, s. 16 156 a. g. e, s. 28 62 yükümlenmesine başlangıç olmak üzere 1 Mart 1920 tarihini saptadıklarını belirtti.157 Yunanistan bu konuda kendi payına düşen borcu üzerine almayı reddetmemekle birlikte, katılma ölçüsünün adalet ve hak gözetirlik ilkeleri uyarınca saptanmasını istemişti.158 Borçlar konusunda taraflar arasında çok uzun tartışmalar yaşanmış ve ilk etapta bir sonuca varılamamıştı. Konferansın ikinci döneminde de, taraflar görüşlerinde ısrarlı olmuş ve konferansın çıkmaza girmesine neden olunmuşsa da uzun uğraşlar sonucu mutabakat sağlanmıştı. 24 Temmuz’da imzalanan antlaşmanın 46-57. maddeleri borçlarla ilgiliydi. Buna göre; Osmanlı devlet borcu, kendisinden ayrılan devletler arasında bölüşülecekti. Türkiye, belirtilen tarihlerden itibaren (Lozan’ın 12. maddesindeki adalara ilişkin 14 Kasım 1914’ten başlayarak, 15. maddede belirtilen adalara ilişkin 17 Ekim 1812’den başlayarak) öteki devletlere yükletilmiş katılma paylarından hiçbir şekilde sorumlu olmayacaktır (46. madde). Osmanlı Devlet Borcu (Düyun-ı Umumiye-i Osmaniye) Meclisi, Lozan’ın yürürlüğe girişinden itibaren üç aylık bir süre içinde devletlere düşen yıllık taksitlerin tutarını saptayarak, ilgili devletlere bildirecektir. Bu devletler, Osmanlı Borcu Meclisi’nin çalışmalarını izlemek üzere İstanbul’a temsilci gönderebilecekti. Çıkabilecek herhangi bir anlaşmazlık, Cemiyet-i Akvam’a sevk edilebilecekti (47. madde). Osmanlı İmparatorluğu’ndan ayrılan Asya’daki topraklar üzerinde yeni kurulmuş devletlerin ve antlaşmanın 46. maddesinde belirtilen toprağı kendisine katan devletin borçlu oldukları yıllık taksitler 1 Mart 1920 tarihinden itibaren ödenmeye başlanacaktır. (53. madde)159 157 a. g. e, s. 33 158 a. g. e, s. 59 159 a. g. e, Tkm. II, C. II, s. 13-17 63 Yunanistan’ın Düyun-ı Umumiye’ye katılma derecesi hakkında ortaya çıkan anlaşmazlık, Hakikat’e yansımıştı. Lozan’dan gelen telgrafta, Yunan delegesi Michalopoulos ile Fransa delegesi Bargeton’un bu konudaki görüşleri bildirilmişti. Yunanlıların gümrük gelirleri esası üzerinden hisseye katılmayı talep edecekleri belirtilerek Venizelos’un bu konuyla bizzat ilgileneceği üzerinde durulmuştu.160 Osmanlı döneminde yapılan borç sözleşmelerinde, İstanbul’da Osmanlı altını, Londra’da İngiliz şilini, Paris’te Fransız Frangı yazılıydı. Alacaklıların, kuponları bu paralardan hangisi ile isterlerse alma hakları vardı. Burada amaç, alacaklıların, bulundukları şehirde paralarını alarak zahmet ve masraftan kurtulmalarını sağlamaktı. Dünya Savaşının, altın para ile kağıt para arasında büyük fark oluşturması, alacaklıların paralarını Londra’dan almalarına neden olmuştu. Böylece kupon faizlerinin yanı sıra büyük spekülasyon karları da sağlamaktaydılar. Türk Heyeti Lozan’da, ödemenin İngiliz lirası ile değil, Fransız Frangı ile yapılmasını önermişti. Zaten borçların %90’ı Fransız Frangı ile alınmıştı.161 Fransız Düyun-ı Umumiye temsilcileri, faizlerin İngiliz lirası olarak ödenmesi konusundaki isteklerinde ısrar ederek diğer hamilleri de kendileri gibi düşünmeye ikna etmeye çalışıyorlardı.162 Müttefikler, Fransız Frangı ile ödemeyi kabul etmeyince bir türlü uzlaşma sağlanamamış ve buhran ortaya çıkmıştı:163 “Faizler konusunda ortaya çıkan “buhran” devam ediyor. Fransız delegeler heyeti görüşlerinde ısrar ederek, bunların kabul edilmemesi durumunda konferansı terk edebilecekleri tehdidinde bulunuyorlar. İngiliz delegeler heyeti ise bu sorunun çözümü ile birlikte sulhün yapılmasını hızlandırmak için görevlerini yerine getireceğini bildirdi.” 160 Hakikat, 26 Mayıs 1923, No: 137, “Düyun-ı Umumiye ve Yunanistan” 161 KARACAN; a.g.e, s. 338-542 162 Hakikat, 16 Haziran 1923, No: 140, “Fransız Dainler İngiliz Lirası İstemekte Katiyen Musırr” 163 Hakikat, 23 Haziran 1923, No: 141, “Faizler Meselesinde Fransızların Israrı ve Tehtidi” 64 Müttefikler, borçların faizlerinin , Türkiye tarafından altın olarak ve yıllık 10 milyon yerine 36 milyon ödenmesi üzerinde ısrar ediyorlardı.164 Fransızlar, kuponlar meselesinin çözümlenmesi için Türkiye’nin mevcut sözleşmeleri onaylamasını ve Barıştan sonra Düyun-ı Umumiye hamilleri ile adilane itilâfnameler yapılmasını öneriyorlardı.165 Fransızlar İstanbul’un tahliyesi meselesini bir baskı aracı olarak kullanıyorlardı.166 Güya barışı hızlandırmak için kuponlar meselesini muahededen ayırarak ileride müzakere edilmesini istiyorlar ve ilerideki görüşmeleri teminat için de İstanbul üzerindeki işgalin devamına taraftar oluyorlardı.167 İsmet Paşa müttefiklerin bu tutumuna itiraz ederek böyle görüşme tarzını doğru bulmadığını belirtmişti. 168 Sorun çözümlendikten sonra “Andrenar Divi”, başyazarı olduğu ve Türk düşmanı olarak bilinen gazetesinde, yazdığı makale ile Lozan Konferansı’nı değerlendirdi:169 “Yarı resmi hükümet gazeteleri antlaşmaya şüphesiz sevineceklerdir. Lozan zaten Ankara Antlaşması’nın mantıki bir sonucudur. Fransa Lozan’da, teslimiyetini sunarak doğudaki maddi ve manevi menfaatlerini ihmal ediyor. İngiltere geçen sene İncil’i göze karşı göz, dişe karşı diş diye tercüme ederken şimdiki durum ne oluyor? “İngilizler madem ki bizi terk ediyorlar biz de onlara Çanakkale’de refakat etmekten vazgeçiyoruz.” dediğimizde Poincare, Franklin Bouillon’un tavsiyesiyle Çanakkale’de bir zafer kazanılmış gibi davranılarak buradaki kuvvetlerin acilen tahliyesini gündeme getirmiştir. Yunanlıların doğuda terk ettikleri müttefikler, Lozan’da İsmet Paşa ile birleşerek buna karşılık verdiler. Sonuçta Türkiye’de işgal etmekte olduğumuz bütün araziyi kaybediyoruz. 148 gün süren Lozan Konferansı’nın bütün safhalarını takip etmiş ve her şeyi gören biri olarak meslektaşımız 164 Hakikat, 30 Haziran 1923, No: 142, “Hangi Noktalarda İnat ve Israr Ediyorlar” 165 Hakikat, 14 Temmuz 1923, No: 144, “Kuponlar Hakkında Fransızların Yeni Formülü” 166 KARACAN; a.g.e, s. 566 167 Hakikat, 21 Temmuz 1923, No: 145 168 KARACAN; a. g. e, s. 567 169 Hakikat, 8 Eylül 1923, No: 151, “Türk Düşmanı Andrenar Divi’nin Bir Makalesi” 65 “Lakrosel” Deba [Journal dés Debats] gazetesinde şöyle diyor: Fransa bu konferansta hiçbir şey kazanmamış olmakla birlikte, diğer katılımcılar karşısında da hakları gasp edilerek, ezilmiş olarak çıktı. Diğerleri konferanstan daha iyi durumda çıktılar. Büyük çoğunluğu Fransız olan Osmanlı senetlerinin hamilleri “mahv ve harab” olacaktır. Vatandaşlarımız feda edildi. Antlaşmada bunlardan hiç bahsedilmiyor. Türkler bu hamillere olan borçlarını keyifleri istedikleri gibi ödeyebileceklerdi. Hamiller, kuponlar Avusturya kronu ve kağıt mark olarak ödenmezse kendilerini şanslı hissedeceklerdir.” 3. Tazminat Lozan Konferansı’nda tazminat konusu üçüncü komisyonda görüşülmüştü. Türk Temsilci Heyeti, savaşan devletlerin sivil uyruklarına doğrudan doğruya verilmiş zararların karşılıklı olarak tazminata konu olması gerektiğini belirtmişti. Böylece Osmanlı İmparatorluğu ordularınca zarara uğratılan bu uyrukların zararları imparatorluğa ardıl devletlerce giderilecektir. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti kendi payına düşeni ödeyecektir. Ayrıca Yunan ordusunca Mondros’tan İzmir’in işgaline ve bu ordunun kesin bozguna uğratılışına kadar yapılan yakıp yıkmalar tümüyle onarılmalı ve ödenmeliydi.170 Yunan Heyeti buna karşılık, Yunan ordusunun Anadolu’da yaptığı yakıp yıkmaların sorumluluğunu Türklere yüklemekte ve zarar gören evlerin Rum ve Ermenilere ait olduğunu ileri sürmekteydi.171 Konferansın birinci döneminde müttefikler Türkiye’den zarar ve ziyana karşılık olarak 15 milyon Osmanlı Lirası istemekte olup savaş tazminatından vazgeçmişlerdi. Ancak İsmet Paşa, Türkiye’nin tazminat veya hasar adıyla hiçbir şey ödemeyeceğini belirtmişti.172 Türk Heyeti, Viyana Bankası’nda müttefiklerce el 170 MERAY; a.g.e, Tkm. I, C. III, s. 7 171 a. g. e, s. 159, 160 172 KARACAN; a.g.e, s. 258 66 konan 5 milyon altın lira ile İngiltere’ye bedelleri verilmiş drenotların iadesinden vazgeçerek takas yapılmasına razı olmuştu.173 Müttefiklerin sundukları antlaşma tasarısının 58. maddesi tamiratla ilgiliydi: “Yunanistan ile Türkiye, tebaalarına karşı yapılan zarar ve ziyanın tediyesinden karşılıklı feragat ederler.” Türk karşı teklifi ise şuydu: “Yunan ordu ve memurlarının Anadolu’da yaptıkları zarar ve ziyanın tamiri Türk ve Yunan Hükümetleri arasında halledilecektir. Anlaşma sağlanamadığı taktirde Yunanistan’ın ödeyeceği miktar hakem vasıtasıyla belirlenecektir.”174 Konferans kesintiye uğradığında bu konu henüz çözüme kavuşmamıştı. Kesinti döneminde taraflar arasındaki görüşmeler devam etti. Venizelos ve Lord Curzon’un görüşmesinden sonra Türk-Yunan tazminat meselesinin müttefiklerin cevabının dışında bırakılmıştı.175 Daily Expres’ten bildirilen haberde Türkler tazminat talebinde ısrar ettikleri taktirde Yunan Hükümetinin nasıl hareket edeceği belirtiliyordu. Buna göre Venizelos’a verilen talimatta, 350 milyon İngiliz lirası talep etmesi isteniyordu. Bunun 150 milyonu Dünya Savaşı sırasına Yunanlıların uğradıkları zarar, 70 milyonu “müttefiklerin emriyle yapılan” İzmir’in işgal masrafı, 18 milyonu Türkiye’de tutuklanan askerlerin masrafı, 80 milyonu da göçmenlerin uğradıkları zarar ve ziyandan oluşmaktaydı. Yunanlıların talep ettikleri Türklerin talep ettiklerinden fazla ise de Türkler bu konudaki taleplerinden vazgeçtikleri taktirde Yunanlılar da vazgeçecekti. 176 173 a. g. e, s. 307 174 a. g. e, s. 462 175 Ankebut, 21 Nisan 1923, No: 133 176 Ankebut, 28 Nisan 1923, No: 134 67 Müttefikler Türkiye’ye karşı Yunanistan’ın tamirat parası vermesi prensibini kabul etmişti.177 Ancak Venizelos ve İsmet Paşa’nın yaptığı özel görüşmelerde bir sonuca ulaşılamamıştı. Yunanistan meselenin ne hakem yoluyla, ne de Milletler Cemiyeti ve Lahey Adalet Divanı aracılığıyla çözümünü kabul etmişti.178 Mesele çıkmaza girince müttefikler tamirat konusunu kapatmak için Yunanistan’ın Karaağaç’ı Türkiye’ye bırakmasını önermişlerdi. 26 Mayıs 1923 tarihli gizli toplantıda Türk Heyeti Karaağaç’ı tazminata karşılık olarak kabul etti.179 Hakikat’te çıkan haberde Türkiye’nin Yunanistan’dan 1 milyar 350 milyon liralık tamirat masrafı almasına engel olunduğunu, bu nedenle ülkenin en bereketli kısmının tamiratının Türkiye’ye yüklendiğini belirtiyordu.180 Türkiye ile Yunanistan arasında tamirat konusunda yapılan antlaşmada Yunanlılar bazı esasları kabul ettiler. Buna göre; Türkiye ile Yunanistan Mondros Mütarekesi’nden sonra el koydukları gemileri karşılıklı olarak iade edecekler, Anadolu’da ecnebilerin uğradığı zarar ve ziyanlar Yunanlılar tarafından tazmin edilecek, Türk tebaasına ait olup da Yunanlılar tarafından savaş vergisi olarak alınan her türlü mal, mülk, para ve mücevherat sahiplerine iade edilecek, Anadolu’da zarar görmüş olan demiryolları Yunanlılar tarafından tamir edilecek, Türk tabiiyeti altındaki yabancı sermayeli şirketlerin Yunan işgalinden gördükleri zarar ve ziyanlar tazmin edilecekti.181 177 KARACAN; a. g. e, s. 459 178 a. g. e, s. 462 179 a. g. e, s. 468, 469 180 Hakikat, 30 Haziran 1923, No: 142 181 Hakikat, 7 Temmuz 1923, No: 143, “Yunanlıların Kabul Ettikleri Esasat” 68 Londra’daki “Obsorne” gazetesi Karaağaç’ın Türkiye’ye verilmesi ile TürkYunan arasındaki tazminat meselesinin iyi bir şekilde çözüldüğünü ve taraflar arasındaki anlaşmazlığın ortadan kalktığını belirtiyordu.182 İngiltere’de Ticaret İdaresi Reisi Avam kamarasında verdiği beyanatta, Türkiye’ye ait 5 milyon İngiliz liralık vapur bedellerinden kendilerine tazminat verilmesini isteyenlerin taleplerini bir komisyonun incelediğini söyledi. 10 Kanun-ı Sani 1920’ye kadar olan zararlar bu şekilde tazmin edileceğini, bundan sonraki zararlar için Lozan Antlaşmasının onaylanmasını bekleyerek oradaki vasıtalardan yararlanmak gerekeceğini belirtmişti.183 1925 yılına ait haberde, Lozan Antlaşması’nın tazminat konusundaki kararından bahsedilerek oluşturulan tazminat komisyonlarına değiniliyordu:184 “Lozan Muahedesinin müzakeresi esnasında harb-i umumide İtilaf Devletleri tebaasının Türkiye’deki zarar ve ziyanlarından bahsedilmiş ve bizden tazminat talep olunmuştu. Fakat müzaherat sonradan başka bir mecraya girmiş ve İngiltere’ye savaştan önce sipariş ettiğimiz Reşadiye drenotu ile diğer gemiler için ödemiş olduğumuz miktarın -ki 12 milyon lira kadar tutmaktadır- İngiliz, Fransız, İtalyan tebaalarının zarar ve ziyanlarına karşılık bize adem-i tediyesi kabul edilmişti. Bu suretle adı geçen devletler kendi tebaalarına karşı zarar ve ziyanlarını ödemek üzere taahhüt etmiş bulunuyorlar. Lozan Muahedenamesi gereğince merkezi Paris’te olmak üzere oluşturulan tazminat komisyonları faaliyete başlamıştır.” Türkiye’de zarar gören ecnebi tebaasına verilecek olan tazminatı taksim için görevlendirilen İngiliz Murahhası Mister Karl, Fransız Murahhası Mösyö Clemencau ve İtalyan Delegesi Kumandan “Seriperi” Larnaka’ya uğrayan Pierre Loti vapurunda olduklarından karaya çıkmışlar ve baş hakim “Sir Nedilton”, Komiser ve “Mister Amirayla” tarafından karşılanmışlardı. Komisyon Beyrut’a hareket ederek 182 Hakikat, 21 Temmuz 1923, No: 145, “Türkiye Meselesinin Halli” 183 Hakikat, 8 Kanun-ı Evvel 1923, No: 163, “İngiliz Tazminat Talepleri” 184 Hakikat, 30 Mart 1925, No: 229 69 görevlerine başlayacatır. Öğrenildiğine göre İngiliz Hükümeti Sultan Osman ve Reşadiye drenotlarına karşılık olarak önceden ödenilen 5 milyon liradan İngiltere’nin hesabına isabet eden miktarı Türkiye’de zarar gören tebaasına tahsis etmeye karar vermiştir. Harp sırasında Anadolu’ya sevk edilmiş olan İngiliz tebaasına beşer bin lira tazminat verilecektir.185 185 Hakikat, 6 Nisan 1925, No: 230 70 II. LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI SONRASI KAMUOYUNA YANSIYAN SORUNLAR A. Kıbrıs Lozan Antlaşması’na göre Türkiye’den ayrılmış ülkelerde yerleşmiş Türk uyrukları hukukça ve yerel yasanın öngördüğü şartlarla, ülke hangi devlete bırakılmışsa o devletin uyruğu olacaktı (30. madde). Bu kimseler antlaşmanın yürürlüğe iriş tarihinden itibaren iki yıllık bir süre içinde Türk uyrukluğunu seçebileceklerdir.186 Lozan’da imzalanan Mübadele Sözleşmesi, halkların karşılıklı değişimini öngörüyordu. Mübadeleye tabi olacakların taşınma, beslenme, barınma ve yerleşmesine ilişkin 23 Ekim 1923’te hazırlanan tasarı TBMM’ye sunuldu. “Mübadele İmar ve İskan Kanunu” adlı yasa, 8 Kasım 1923’te mecliste kabul edildi.187 Kıbrıs’taki Türkler hem Lozan’daki sözleşmeye tabi değillerdi hem de 8 Kasım tarihli kanunda da bunlara ilişkin bir karar yoktu. Ancak Lozan, ada Türkleri’nin seçme hakkını kullanarak göç edebileceklerini öngördüğünden antlaşmanın onaylanmasından sonra Türkiye’ye yoğun göç faaliyetleri başlamıştı. Antlaşmaya göre adadaki Türk uyrukları ya İngiliz uyruğuna geçecek ya da antlaşmanın onaylanmasından sonra iki yıllık bir süre içinde Türk uyruğunu seçebilecekti. Türk uyruğunu tercih ederek seçme haklarını kullandıkları günden itibaren 12 ay inde Kıbrıs adasından ayrılmak zorundaydılar (21. madde). İngiltere uyruğunu edinmiş veya edinmek üzere [başvurmuş] olan Türk uyruğunu yitirecekti. 186 MERAY; a. g. e, Tkm. II, C. II, s. 9 187 ARI; a.g.e, s. 33 71 Antlaşmanın, 6 Ağustos 1924’te yürürlüğe girmesi ile iki yıllık sürenin başlaması, göç faaliyetlerinin de yoğunlaşması anlamına geliyordu.hakikat’te 25 Ağustos’ta yer alan haberde son hafta içerisinde Mağusa limanından 42 kişilik bir kafilenin göç ederek Mersin’e gittiği bildiriliyor.188 1924 yılında göç eden Türkler’in bir kısmı Konya’ya gitmişlerdi. Ancak sözleşme ve kanundaki durum, zor durumda kalmalarına neden olmuştu. Bu konuyla ilgili çıkan haberde İstanbul’dan geri dönen İskele Müderrisi Hulusi Efendi’nin izlenimlerine yer verilmişti. İskele’de Büyük Camii’de yaptığı konuşmada Hulusi Efendi’nin, buradan gidenlerin durumunun perişanlığından bahs ederek cemaat üzerinde kötü etki yaptığı belirtilmiş, halkta “mili hükümet” hakkında kötü bir izlenim uyandırıldığı ileri sürülmüştü: “…Gönül arzu ederdi ki müderris fenalığından bahsederken köylü kardeşlerimizin ekonomik durumlarını ve iç siyasetimizi idare eden şahsiyetlerin takip eylemekte oldukları siyaset programının hakkımızda hayırlı olup olmadığından da bahs ederek anavatan geçinmek için gerekli olanı temine koşan kardeşlerimizin gitmekte haklı olup olmadıklarını izah eylesin…” Gazete, halkın kötü yaşayışları hakkındaki şikayetleri dinlenmeden “Şimdi gidilmemeli, zamanı değildir. Bilahare gitmek daha hayırlıdır.” demenin rehberlik olmadığını söylüyor. Hulusi Efendi halkı yanlış yollara sürüklemekle, göç hazırlıklarının yarıda kesilmesine neden olmakla suçlanıyor. Söylediği sözlerle maksatlı davranmakta, memlekete “saadet yerine zaruret ve sefalet” getirmekte olduğu ileri sürülüyor.189 188 Hakikat, 25 Ağustos 1924, No:198 189 Hakikat, 29 Eylül 1924, No: 203 72 Kıbrıs’tan olan göç, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti tarafından 2 Aralık 1924’te yapılan toplantıda 1188 numaralı kanunnameyle düzene konuldu. Böylece milli sınırlara sığınanlara nasıl davranılacağı tespit edilmiş oldu. Haziran 1925’te göçü düzenlemek için adada Türk Konsolosluğu kurularak, Asaf Bey Konsolos olarak atandı.190 Türkiye’ye göç etme konusu basında çok tartışma konusu olmuştu. Göç edip etmemek, ne zaman göç edileceği Kıbrıs’taki ekonomik durum ile Türkiye’nin göçmenlere olan tavrı basında geniş bir şekilde yer almıştı. Kıbrıs Türk basınının, bu sorulara verilecek cevaplar konusunda tam bir birlik içerisinde olmayıp, çok değişik yorumlar dile getirildiği görülüyor. Kıbrıs’ta 1920’li yılların sonuna doğru Türk halkı ikiye bölünmüştü. Bir tarafta dini cemaat özelliklerini taşıyan İngiliz’e bağlı “Evkafçılar”, diğer tarafta ise Türkiye Cumhuriyeti’ne bağlı milliyetçi özellikler taşıyan “Halkçılar”. Konsolosluğun kurulmasından sonra halkçılar Türkiye ile yakın ilişkilerde bulundular.191 Hakikat’te çıkan haberde memlekette uyanmanın başladığı günden beri yüksek sınıfı işgal edenlerin mevkilerini korumak için herhangi bir kuvvetin önünde baş eğebildiklerinden bahsediliyor. Yapılan bu hareket, memleketteki esaret durumunu uzatmaktan başka bir işe yaramıyor denilerek bir kısım halkın İngiliz yönetiminin hizmetinde olduğu anlatılıyordu. Bu durumda halkın ihtiyacı olan siyasi cesarettir: “…Fakat memleket için terakki ve tekamülü temin eyleyecek olan cesaret- 190 ÖKSÜZ; a.g.m, s. 36, 37 73 i siyasiye kuru bir sözden öteye geçmemektedir. Senelerden beri yapılan tecrübeler, devam eden bu cesaretsizliğin ekserinin zararına olduğu kanaatini husule getirmiş olduğundan son zamanlarda umumun şikayeti ve hoşnutsuzluğuna sebep olmuştur…” Bu hoşnutsuzluk herkesin zihninde muhaceret fikrini oluşturdu. Bunun en büyük delili son bir sene zarfında Kıbrıs’tan hicret edip geri dönenlerin “zayiat ve sefaleti” göz önünde olduğu halde “millet aşkıyla süslenmiş olan yürekler zerre kadar müteessir olmayarak cumhuriyet idaremize ilticaya acele etmiş olmalarıdır. Zavallı Kıbrıslılar, gerçi İrfan Bey192’in dedikleri gibi müstakbel ve tarafsız bir idarede yaşamaktadırlar.”193 Hakikat, adadaki hoşnutsuzluğu yaratanların gazeteciler değil memleketin efendi geçinenleri olduğunu vurgulayarak gençlerin çabalarının bu kişiler tarafından engellendiğini ileri sürüyor. Elli senelik bir tecrübe ile burada bir kitle meydana getirmeye imkan yoktur: “Bizim kanaatimize göre bu memlekette İslam unsuru için rakip düşman tarafından iki imkan bırakılmıştır. Birincisi burada kalıp kahrolmuş aşağılanmış olarak yaşamak. İkincisi de hicret etmek. İşte hamiyetsiz ve kimsesiz kalan dünkü reaya, bu günkü millet-i hakimenin! hedefi olmakta olan din kardaşlarımız bu sebepten dolayı ikinciyi tercih ettiler. Bu, hiç şüphe yoktur ki binlerle milletdaşımıza yakın bir zamanda esaretten kurtulma imkanı hazırlayacak ve halkın bu vaziyeti karşısında kayıtsız hareket eden muhteremler hakkında milletten 191 MÜMTAZ, Hüseyin; “Kıbrıs Tarihi’nden Bir İnsan Portresi”, Tarih ve Toplum, C. 31, S. 187, 1999, s. 13 192 İrfan Bey ile Musa İrfan’ın kastedildiği tahmin edilmektedir. Musa İrfan Bey Evkaf Murahhaslığı görevini yapmış, 1925’te ölümü üzerine yerine İngilizlere yakınlığıyla tanınan Mehmet Münir Bey atanmıştı. MÜMTAZ; a.g.m, s. 12 193 Hakikat, 20 Temmuz 1925, No: 243 74 çıkacak söz bir kelime-i teminden başka bir şey olmayacaktır.”194 Türkiye’ye göç etmek, adadaki esaretten kurtulmak anlamında savunuluyordu. Mübadele ile Türkiye’ye göç eden göçmenler arasında en yaygın hastalık sıtmaydı. Mübadele İmar ve İskan Vekaleti, 1924 yılının başında sıtma ile savaşa başlayabildi.195 Birlik gazetesinin 14 Ağustos 1925 tarihli nüshasında “muhaceret vaziyeti” namıyla yazılmış bir makalede, Anadolu’nun sıtmalı olduğu işitilmekte olduğundan bahsederek Kıbrıs’tan hicret edecek Türklerin uyanık bulunmalarını tavsiye etmektedir. Bu haberi veren Hakikat, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti Kıbrıs’tan hicret edecek olan Türklere Anadolu'da sıtmalı mıntıkalar tahsis etmediği gibi sıtmalı gideceklerin tedaviyatı için acil tedbirler alınacağını belirtmektedir.196 Türkiye Konsolosluğu, “Lozan Muahedesi gereğince hakk-ı hıyarını kullanarak Türkiye’ye hicret etmek üzere mürur tezkeresi alanlardan 12 ay ya da daha az müddet Kıbrıs’ta kalmayı arzu edenlerle Kıbrıs’ta ikamet eden ve muntazam pasaporta sahip olan bütün Türkiye tebaasının şehbenderliğe müracaatla tabiiyet alem ve haberi almaları lüzumu” verdiği gazete ilanıyla duyurmuştu.197 Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti Kıbrıs’tan gelen tepkilerle, 2 Kanun-ı Evvel 1340 (1925) tarihinde 1188 kararnameye ek olarak yeni bir kararname kabul etti. Buna göre Lozan Antlaşması’nın “Araziye Müteallik Ahkam” faslının 21. maddesi 194 Hakikat, 27 Temmuz 1925, No: 244 195 ARI; a. g. e, s. 150 196 Hakikat, 24 Ağustos 1925, No: 248 197 Hakikat, 23 Teşrin-i Sani 1925, No: 257 75 gereğince Türkiye’ye göç etmek isteyen ve harekete hazır bulundukları anlaşılan ve nüfusu 20 bin olarak tahmin edilen Kıbrıs Müslümanlarının sevk ve iskan masrafları kendilerine ait olmak üzere geldikleri coğrafyanın özellikleri ve iktisadi yapıları göz önünde tutularak yerleştirilmeleri tespit edildi: Kozan 3000, Muğla 3000, Cebel-i Bereket 3000, Adana 3000, Mersin 2000, Silifke 3000, Antalya 3000. bu göçmenlerden yardıma ihtiyacı olanlara yardım etme imkanı bulunduğu taktirde – hükümete yük getirmeyecek şekilde- fakirlik dereceleri dikkate alınarak yardımda bulunulacaktı. Buna göre yakın akrabaları bulunanlara bir hane ve yeter miktarda arazi verilecekti. Hükümet emrindeki arazi hariç boş, sahipsiz ve bekletilmekte olan araziye borçlanma suretiyle göçmenlerin iskanı sağlanacaktı.198 Türkiye Hükümeti, Anadolu’ya göç edecek olan Kıbrıslılara yardım etme kararını Kıbrıs’taki konsolosluğa bildirdi. Bakanlar kurulunun verdiği karara göre fakir olan göçmenlere devlet arazisinden tarla ve ev tahsis edilecekti. Söz, seçme hakkının sona ermek üzere olduğu bir dönemde “ana hükümetin” Kıbrıslılara gösterdiği şefkat ve ilgiye teşekkür ederek, cumhuriyet hükümetine mutluluk ve esenlik diliyordu.199 Türkiye hükümetinin, Kıbrıslı Türkler’den Anadolu’ya göç edeceklere yapacağı yardım ve koruma konusundaki kararları, gazetenin muhaceret meselesinden tekrar bahsetmesine neden oldu. Bu konuda basın ikiye bölündü. Söz, bundan önceki yazılarında göç edeceklerin yanı sıra adada birçok Türk vatandaşımızın kalacağını ve adanın tamamıyla tahliyesinin mümkün olmadığını 198 ÖKSÜZ; a.g.m, s. 37 199 Söz, 13 Şubat 1926, No: 227, “Heyet-i Vekilenin Kıbrıslılar Hakkındaki Mühim Bir Kararı” 76 belirtmişti. Şimdi söz konusu olan mesele göç etmek zorunda olanlara yardım etmektir. Türkiye hükümeti mültecileri iskan için bir takım mıntıkalar ayırarak sevkiyatı sağlamak için gereken memurları seçti. Bunların faydası Türkiye’ye yetişebilenler içindir. Adadan göç edecekler için düzenli sevki sağlayacak bir teşkilat oluşturulmazsa büyük zorlukla karşılanacaktır. Söz, bu konuda şu öneriyi sunuyor: Her kazada bir heyet oluşturularak kazadan hicret edecek kimselerin isimleri, meşguliyetleri, mali durumları kayıt ve tesbit edilerek toplu halde sevk edilmesini sağlamak. Bunlar yapıldığı taktirde Türkiye’deki teşkilata paralel hareket edilir ve her şey daha düzenli olur. Karpaz’da Muallim Celal ve Şevket Efendiler tarafından yapılan teşebbüsle200 Karpaz’dan göç edeceklerin listeleri düzenlendi. Eğer kaza ve nahiye merkezlerinde böyle bir oluşum meydana getirilirse ve hazırlanacak kimselerin belirlenen herhangi bir İskele’den sevkleri temin olunursa hem vakit zay olmaz, hem de birçok kimse lüzumsuz yere zarar görmemiş olur. Türkiye’nin Kıbrıslılar için ayırdığı iskan mıntıkaları: Cebel-i Bereket, Kozan, Adana, Mersin, Silifke, Antalya ve Muğla’dır. Kıbrıs’tan sevk olunacak her kafile hangi mıntıkaya gideceğini bilmeli ve doğrudan oraya sevk edilmelidir. Yoksa halk kendi haline bırakılırsa her giden yine Mersin’e çıkacak ve birçok yanlışlıklara meydan verilmiş olacaktır. “Ümit ederiz ki adada kalmak ve yaşayabilmek için muhtaç olduğumuz teşkilatı meydana getirme konusundaki başarısızlığımızı kaçarken olsun üzerimizden 200 Mağusa Kaleburnu Rüştiyesi Baş Muallimi Ahmet Celal, Başvekil İsmet Paşa’ya 15 Teşrin-i Sani 1925’te yazdığı mektupta Anadolu’ya göç etme sebeplerini belirtmişti. Mektupta Osmanlı Yönetimi, Kıbrıs’ı İngiltere’ye bırakması ve ada Türklerini esir duruma getirmesiyle suçlanıyordu. İsmet Paşa’nın, Lozan’da bunu kalbi sızlayarak kabul ettiğine inandıklarını, Lozan antlaşmasına koyulmuş Türklerin anavatana göç etmesine imkan veren maddeyi sevinçle karşıladıklarını, bu vesile ile Kıbrıs Türklerinin büyük çoğunluklarının göçe hazırlandıklarını söylüyor. Celal, İsmet Paşa’nın Türkleri bir araya getirme konusunda, Manisa’da vermiş olduğu nutukta söylediklerine dayanmaktaydı. ÖKSÜZ; a.g.m, s. 37 77 atarız.” denilerek halkın ne derece kopuk olduğu belirtiliyordu.201 Adadan göç etme, teşkilatlanamamanın getirdiği bir boşluğun milleti ayırması yani cemaat fikrinin Türkler için tam anlamıyla bütünleştirici etkisinin olmayışındandı. Bunun temelinde birçok sebep yatmaktaydı. İngilizlerin, böl yönet politikasını adada etkin bir şekilde uygulamaları, ağır vergilerden dolayı ekonomilerinin bozuk oluşu gibi. Söz, “Sihirli Düğüm” başlıklı yazıda Kıbrıs’ın İngiltere’ye kiralanma durumundan bahisle, İngiltere’nin ada halkı üzerindeki ayrılıkçı politikalarına işaret etmektedir:202 “Büyük Britanya ile Bab-ı Ali arasında yapılan” Kıbrıs ahitnamesi” adada sihir etkisi yaparak Kıbrıs Türk Cemaatini günden güne zayıflatmış ve harabeye sevk etmiştir. “Sihirli düğüm” olarak nitelendirilen bu durum gün geçtikçe kuvvetleşiyor, pekleşiyor ve Kıbrıs Türkü’nü boğacak bir hal ortaya çıkarıyor. Kıbrıs Rum Cemaati milli duygularının tesiriyle bu kör düğümü hafiflettiler. Rum mütefekkirleri ve siyasileri kendi cemaatlerinin hukuku için giriştikleri uzum mücadeleden sonra hükümeti kendi görüşlerine yakınlaştırmayı başardılar. Hükümet yerlilerden önemli görevlere memur olarak atamaya başlarken203 Rum Cemaatini daima başta bulundurmuş, Ermeni ve Maronitleri düşünmüş ama hiçbir suretle Kıbrıs Türklerini hatırlamak istememiştir. Türkler sihirli düğümün arasına kısılıp boğulmaya layıkmış gibi bu senelerce devam etti. İngiliz idaresi döneminde Türk halkı ve temsilcileri hükümete baş eğerek sadakat gösterdiler…” Özellikle memur atamalarında Türklere büyük haksızlık yapıldığı belirtilerek Rum ve Ermenilere ayrıcalık gösterildiği üzerinde duruluyor:204 201 Söz, 20 Şubat 1926, No: 228, “Yine Muhaceret Meselesi” 202 Söz, 1 Mayıs 1926, No: 238 203 Osmanlı Döneminde geleneğe uygun olarak Türkler devlet ve toprak, Hıristiyanlar ise ticaret üzerinde egemen olmuşlardı. KIZILYÜREK, Niyazi; Kıbrıs Sorununda İç ve Dış Etkenler, Işık Kitabevi Yay., 2. B., Lefkoşa 2001, s. 29 204 Söz, 1 Mayıs 1926, No: 238 78 “…Türkler, önemli görevlere yerli memur atanmasına başlanmışken bunun muhtariyet idaresine doğru gittiğini söyleyerek Yunan idaresine ulaşacak bu durumun kendileri için ne derece tehlikeli olacağını belirttiler. Ancak bunları dikkate alınmadı. Rumlardan iki kumandan, savcı muavini yapılmış, Maronitler’den bir kumandan ve posta müdür muavini tayin edilmesine rağmen Türklerden kimse hükümette yüksek görevlere atanmadı. Hükümetin de bildiği gibi, vilayet tercümanlığı Türklere özgü bir görevdir. Bu görev hep Türklere verilmişti. Türkler dilekçe ve kanunları tercüme etmekle mükelleftiler. Ermeni Türkçe’si anlaşılmaz bir halde olup, yapılan tercümelerin anlaşılması İngilizce ve Rumca’dan daha zordur. Bu şikayetlere rağmen vilayet tercüman muavinliğine yine bir Ermeni atandı. Bu, Türk hukuk ve mevcudiyetine ağır bir darbedir.Türk memurları görevlerini ciddi olarak yerine getrdikelrine göre Ermeni tayininin nedeni nedir? Eğer sihirli düğümün tesiri ise beter olsun… Rumlar için aynı durum olsaydı onlar buna izin verir miydi? Onlar için kabul edilmeyen şey niçin bize uygulanıyor? Aynı durum mahkeme kayıt memurları için de geçerlidir. Ermenilerden biri bu göreve atanıyor. Ermenilerin Türkler adına hareket etmesi ve mevki sahibi olması nedenidir?...” Gazete, Kavanin azasından bu hareketi protesto ve cemaatin hukukunu müdafaa etmesini beklemektedir. Türkiye’ye göç edenlerden gelen haberler, hükümetin ilgili davrandığı, halkın rahatı için uğraşıldığını gösteriyordu. Göç, başlangıçtaki gibi gelişigüzel değil artık düzenli ve planlı yapılıyordu:205 “Göç eden vatandaşlarımızın bazılarından gelen özel mektuplarda belirtildiği üzere iskan dairesi bunlara son zamanlarda daha çok önem vermeye başlamış ve ayrılan mıntıkalarda kendilerine tarla ve ev vererek birleştirilmelerine çalışmıştı. Türkiye Cumhuriyeti Kıbrıs’tan gidecek olanlardan bahçecilik ve portakalcılık ile uğraşan kimselerin de bulunacağını dikkate alarak Cebel-i Bereket vilayetinin Dörtyol kazasında 300 aileye ev ve portakal bahçesi vermeye karar verdi. Bu karar Kıbrıs Şehbenderliğine bildirilerek bu özellikte göç edeceklerin doğruca Mersin’e gönderilmeleri belirtildi… Büyük Millet Meclisi azalarına, hükümete şükranlarımızı gönderirken bu konuda hükümet nezdinde teşebbüste bulunarak Kıbrıs Türklerine himaye ve muaveneti temine çalışan Konsolos Asaf Bey Efendiye de teşekkür ederiz.” 205 Söz, 15 Mayıs 1926, No: 239 79 Ahmet Raşid, Doğru Yol gazetesinde “Cezire Türklüğü’nün Akıbeti” başlıklı makalesinde dört asıra yakındır adada olan Türklerin zorluklarla dolu yaşantısına değinerek istikbalin karanlık olduğunu söylüyordu:206 “Türklerin bu hale gelmeleri adadaki hakimiyetlerini muhafaza edememe ve eldeki mirası israf etmelerindendir. Durum böyle olunca kurtuluş ümidinde bulunmak da zordur. Cezire Türklüğünü bu duruma getiren nedir? Artık bu sorulara cevap aramak faydasızdır. Çünkü öldükten sonra dirilmek mucizesi Kıbrıs Türklüğü için uzak bir ihtimaldir. Yangın saçağı sardıktan sonra onu söndürmeye çalışmak sadece biraz daha yorulup yıpranmak anlamına gelir. Kaldı ki ada Türklüğünü kurtarmaya teşebbüs eden hiçbir gözle görülen hareket de yoktur. Herkes kendi “nefs-i kaydına düşerek cemaat hayatı endişesinden çoktan uzaklaşmıştır.” Cemaat dağılmıştır.” Raşid cemaatin bu hale “kendi, arzusuyla ve bilerek” gelmediğini belirtiyor. Cemaati bu hale getiren içimizde hala yaşıyor olan düşmandır. “Onu söküp atacak kuvvet ve kabiliyetten mahrumuz.” Son çare üç-dört yüz sene önce gelinen yere geri dönmektir. “Burada kalmak felaketine uğrayanlar için gelecek çok müthiş akıbetleri sağlıyor” diyerek Raşid adada kesinlikle kalınmaması gerektiğini vurguluyor. Burada kalanlar belki bir lokma ekmek bulabileceklerdir. Ancak sadece bundan ibaret olmayan hayatta çok önemli hisler, fikirler vardır. Kıbrıs Türkü bu maneviyata veda etmeden Kıbrıs’ta bir dakika bile huzur bulamayacağından adada bir Türk mevcudiyetinin hiçbir manası kalmamıştır. “Maddi ve manevi dağılma içerisinde olan bir halk için insanlığını kurtarmaya çalışmak artık bir vazife olmuştur.” diyen Raşid, çok karamsar bir tablo çizerek halkın bir kısmının yaşamanın yollarını aradığını, bir kısmının ise “hakikatin somurtkan çehresinden korkarak bir takım hayallerle kendini avuttuğunu” belirtiyor ve bunların hem kendini hem de evladını kurban edeceği üzerinde duruyor. 206 Doğru Yol, 24 Mayıs 1926, No: 306 80 Türklerin, Lozan’ın yürürlüğe girişinden itibaren, iki yıllık süre içinde seçme hakkını kullanmaları gerekiyordu. Gazetelerde bu sürenin bitiş tarihine dair hatırlatıcı nitelikte haberler çıkmıştı. “Lozan’ın Türk Cemaatine verdiği hakk-ı hıyar müddeti bir hafta sonra bitecektir.” diye ilan vererek Türkiye konsolosluğu ve mahalli hükümet bunu halka hatırlatmıştır.207 “Lefkoşa Komiserliği tarafından 16 Haziran 1926’da yayınlanan bir bildiride halka, seçme süresinin son bulacağı tarih hatırlatılıyordu. Buna göre; 5 Kasım 1915’de Kıbrıs’ta yerleşik olarak İngiliz tabiiyetini kazanmış olan Türk tebaaları Lozan Antlaşması kararı gereğince 6 Ağustos 1926 gününe kadar seçme haklarını kullanmaları gerekiyordu.” 208 “Lozan Muahedenamesinin 21. maddesi gereğince bütün Kıbrıs Türklerine bahş edilen hakk-ı hıyar müddeti 6 Ağustos 1926 tarihinde son bulacağını ve Türkiye tebaası olmak için hakk-ı hıyarını kullanarak şehbenderlikten mürur tezkeresi alacakların mürur tezkerelerinin veriliş tarihinden itibaren 12 ay daha Kıbrıs’ta kalabilecekleri cihetle Türkiye Cumhuriyeti tabiiyetini seçeceklerin 6 Ağustos tarihine kadar şehbenderliğe müracaatla mürur tezkeresi almaları ve bu tarihten sonra olacak müracaatların dikkate alınmayacağı ilan olunur. 20 Haziran 1926.”209 Söz’deki haberde 31 Temmuz 1926’ya kadar seçme hakkını kullananların miktarı, aileleri de dahil olmak üzere 15 bine ulaşmıştı.210 Seçme hakkı süresinin bitişi hakkında yapılan değerlendirmeye bakıldığında gazetelerin ikiye bölündüğü göze çarpmaktadır. Söz gazetesi, göç etmeyi savunmanın yanı sıra, adada kalanların teşkilatlanıp varlıklarını sürdürmeleri için de çeşitli seçenekler öne sürüyor. Söz, adadaki Türk cemaatini 4’e ayırıyor: -Emlak, arazi ve servet sahipleri.-Yüksek mevkide hükümet dairelerinde çalışanlar.- Serbest 207 Söz, 31 Temmuz 1926, No: 249 208 Doğru yol, 21 Haziran 1926, No: 310, “Muhaceret Hakkında Hükümet İlanı” 209 Hakikat, 23 Teşrin-i Sani 1926, No: 284; Türkiye Şehbenderliğinin verdiği bu ilan birkaç defa gazetede yayınlanmıştı. 210 Söz, 31 Temmuz 1926, No: 249 81 meslek sahipleri, sanatkar ve esnaf. – Amele sınıfı. Üçüncü sınıfın çoğu muhtaç bir durumda huzursuz bir hayat sürmektedir. Hali vakti yerinde kaç esnafımız gösterilebilir? Esnaf, cemaatten ihtiyaç duyduğu korumayı da görmüyor. Halkın çoğunluğunun dahil olduğu amele sınıfı ancak günü kurtarabilen işsiz kesimdir. Bu sınıf dünyanın her yerinde, özellikler medeni ülkelerde teşkilatlanarak hükümetlere isteklerini kabul ettiriyorlar. Ülkede teşkilatlanmayan ve cemaati tarafından korunmayan esnaf ve amelelerin en çok göç eden sınıf olması bundandır. “Varı yoğu elinden giden, sermaye ve serveti tüketen bir cemaatin burada göreceği sefalet, hakirlik ve açlık değil de nedir?” denilerek Anadolu’ya göç edilmesi haklı çıkarılmaya çalışılıyor. Bunlar, Anadolu’da muhtaç oldukları himayeyi ve hürriyeti göreceklerinden göç etmek için hiç tereddüt göstermiyorlar. Söz, adada kalanlara seslenerek, buradaki kabus dolu hayata daha ne kadar katlanacaklarını soruyor. “Adadaki hayatımızı sürdürmek istiyorsak devamlı teşkilatlanmalıyız. Geçen haftadan beri yayınlamaya başladığımız Filistin Cemaat-i İslamiye Teşkilatı bizim için örnek olamaz mı? İyi niyetle oluşturulan böyle bir teşkilat, hükümetten de destek görür. Her esnaf sınıfı da kendine ait bir teşkilat oluşturursa burada kalanların refaha kavuşması kaçınılmaz olur. Bir an önce birleşerek adadaki durumumuzu düzeltmeye çalışmalıyız. Yoksa buradaki varlığımız ortadan kalkacak.”211 Adadan göç etmek için başvuranların sayısına dair Birlik’te çıkan haberde, 67 bin kişilik bir miktardan bahsedilmekte ve adada kalacak Türklerin 55 bin kişi civarında olduğu iddia edilmektedir: “… Sürenin bitiminden 2-3 gün evveline dair yapılan incelemeye göre, bu süreye kadar şehbenderlikten çıkarılan mürur 211 Söz, 7 Ağustos 1926, No: 247, “Yaşamaya Azim Etmişler” 82 tezkerelerinin adedi 3 bine bile ulaşmadı. Bu miktarın önemli bir kısmı aile için çıkarıldığından adada Türkiye şehbenderliği kurulduğu tarihten itibaren en fazla 6-7 bin kişinin Türk tabiiyeti için hakk-ı hıyarını kullandığı görülür. Bu miktar adanın Türk kitlesini sarsacak bir derecede değildir. Yani bu kişiler bir sene içinde Kıbrıs’ı terk etseler de adada 55 bin kişilik Türk kitlesi kalacaktır.” Birlik, göç etmek için müracaat edecekler arasında şimdiden bile pişmanlık baş gösterdiğini, çünkü bazı öğretmenlerin halkı kandırarak göç etmeye teşvik ettiği ileri sürülüyor: “…Çünkü bazı köylerde köy muallimlerinin şaşırtmasına kapılarak belge dolduran köylüler, aldatıldıklarını anlar anlamaz yaptıkları hareketten pişman oldular. Bundan dolayı hakk-ı hıyarını kullananların bir kısmının 12 ay zarfında adayı terk etmeyecekleri anlaşılıyor…” Lozan’a göre seçme hakkını kullananlar 12 ay içinde adayı terk edecekti. Birlik’e göre bu sürede bu şartı yerine getirmeyenler adada kalabileceklerdi: “Maddeyi böyle yorumlayıp hakkını kullanmasına rağmen adadan ayrılmak istemeyen kimseleri nasıl ve hangi kanuna dayanarak adadan çıkaracakları sorulmalıdır.” Seçme hakkı kullanımı siyasi bir sözleşme olduğundan devletlerin bunu, suçluları iade antlaşmalarına göre hareket ederek halletmeleri gerekiyordu. Tüm bu düşüncelere rağmen adada 57-58 bin ve belki de daha fazla bir Türk kitlesi kalacak. Bu da adadaki göçün ana kitle ile ilgili olmadığını gösteriyor.” Birlik gazetesine göre adayı terk etmek için sağlam bir sebep yoktur: “…Ailevi ve tahsil sebepleriyle gidenler dışında yüksek gelir maksadıyla gidenlerin içinde bulunulan ekonomik buhranda bir kazanç elde edebileceğini düşünmüyoruz. Bu kimselerin ferdi hareketi Kıbrıs’taki asıl kitleyi etkilediği zaman bunlar vicdanen rahat olabilecekler mi? Kıbrıs’a Türklüğü ve Müslümanlığı sokmak için canlarını feda 83 eden on binlerce Türkün ruhları karşısında utanma duyacaklar mı?... Girit’teki Müslümanlar Rum çeteleri ve Yunan idaresinden usandıkları halde her tülü sıkıntıya göğüs gererek asıl kitleyi muhafaza ettiler. Adana Ermenileri ancak cemaatin verdiği bir kararla hicret ettiler…” Makalede asıl incelenmek istenen nokta, adada kalacakların hükümete karşı nasıl bir hareket tarzı takip ederek fayda göreceğidir. Emperyalist devletlerin politikalarına bakıldığında çoğunluğa karşı azınlığı tutarak dengeyi sağladıkları görülüyor: “İngiltere sömürge ve dominyonları da bu siyasetle idare edilir. Hind’de Müslüman ekalliyeti, Filistin’de Yahudi ekalliyeti ve Mısır’da Kıpti ekalliyeti sürekli, hükümetin koruyuculuğunda, yardımcılığında oldular. Biz bu nazik hükümet hikmetini hiçbir zaman anlayamadık ve bu yüzden birçok şey kaybettik. Bizim siyasetimiz menfaatimiz namına hükümetle müzaheret oldu.” Türk ricali eleştirilerek, bunların şimdiye kadar körü körüne hükümetçilik siyaseti takip ettiği, hükümetin de bunu görerek son zamanlarda Türklere karşı ihmalkar davrandığı belirtiliyor. Hükümet bir yandan Türklerin yardımını beklerken, diğer yandan Türklerin pek tabii hukukuna karşı kayıtsız davranıyor. “Sen beni tut, ama ben seni tutmak mecburiyetinde değilim.” demek istiyor. Bu duruma Afrika zencileri bile tahammül edemezken adanın eski hakimi olan Türkler bu kadar alçalamazlar. Şimdiye kadar halkı temsil eden 3-5 kişi böyle bir siyaseti kendilerine yakıştırmış olabilirler. Fakat halk, hiçbir zaman bu siyasete taraftar olmadı. Söz gazetesinin de değindiği memur görevlendirilmesi meselesinden bahsedilerek diğer cemaatleri yanında Türklere yapılan haksızlık vurgulanıyor: “…İngiliz lisanını bilen yüzlerce Türk olmasına rağmen hükümet bir kez olsun vilayet tercümanlığına bir Türk tayin etmeyi düşünmedi… Polis kumandanlığı meselesinde de hükümet ya pek saf kalpli davranıyor ya da Türkleri gereğinden fazla ihmal ediyor. Rum kumandanların 84 idaresindeki Türk polisler zor durumdadır. “Arap darılır Arap yer değneği, efendi, darılır Arap yer değneği.” Atasözü bu durum için uygundur. Hükümet Türk polislerinin feryatlarını duymuyor. Biz eminiz ki Türk polislerinin bir kısmının hakkı hıyarını ulanarak vazifelerini terk etmeleri yalnız hissiyata ait bir şey değildir…” Birlik, Kıbrıs Türklerinin adada zayıf bir azınlık olduğunu ve haklarını korumak hususunda fazla kıskanç davranmak zorunda olduklarını, hakkını destekleyen kuvveti daima başlarının üstünde tutacaklarını savunuyor.212 Birlik, Ahmet Cevdet’in İkdam’daki makalesini yayınladı. Ahmet Cevdet, Kıbrıs’tan göç edilmesine şiddetle karşı olup bunu hiçbir şekilde haklı görmüyordu: “Kıbrıslıların bazıları göçe hazırlanıyor ve bir takım öğretmenler köyleri gezerek pasaport vermek için halktan 5’er şilin topluyorlarmış. Kıbrıs’tan Anadolu’ya hicret, Anadolu’dan yine Anadolu’ya hicret etmektir! Adanın, Anadolu’nun bir parçası olduğuna şüphe yoktur.” Ahmet Cevdet’e göre bazı muhaceretler haklı görülebilir. Ancak Kıbrıs bunlardan değildir. Adanın stratejik öneminin yanı sıra mevcut Yunan tehlikesi Kıbrıs’ta önemli bir Türk varlığını gerekli kılıyordu: “Buradaki Türklerin adada kalması, çoğalması, çalışarak servet sahibi olması Türkiye’nin yararınadır. Adanın Rumlara kalması, oranın bir gün Yunanistan’a geçeceği anlamına gelir. Midilli ve Sakız’ın Yunanistan’a ait olması bizim için ne kadar tehlikeli ise Kıbrıs içi de aynı durum geçerlidir. Oradaki Müslümanları göç ettirecek bir neden göremiyoruz. Bundan ne fayda elde edecekler. Eğer oradaki Türklere “arazilerini almak için” zulüm ve işkence edilmiş olsaydı göç etme nedenleri olurdu. Ancak böyle bir durum söz konusu değil.” Kıbrıs’ın toprak ve iklim açısından çok elverişli 212 Birlik, 7 Ağustos 1926, No: 128, “Yeni Devre” 85 olması burada ziraat yapabilen insanların halk edebilmesini sağlıyor. Orada ne medeniyetler doğup büyümüştür. Adadaki Müslümanların gözlerini açacak uyanık rehberler olsaydı Türkler için çok bereketli bir yer olurdu. Ancak bu yapılamadı. Nedensiz olarak göçe kalkışmak ailenin, servetin ve sağlığın harab olmasına yol açar.” Ahmet Cevdet örnek vererek yüz seneden beri Türkiye’ye olan göçlerden bahsediyor: “Bu göçleri dikkate alarak bunların miktarını tahmin edelim. Sonra bugün memleketimizdeki nüfusun miktarını hesaplayalım. O milyonlarla halktan bugün ne kaldı? İstanbul’un eski mahallelerine bir bakın, Türklerin oradan çekilmekle ne zarar etmiş olduklarını görürsünüz. Kıymetli yerleri bırakıp kıymetsiz yerlerde yaşamaya başladılar. Bugün Sırbistan’dan geldiği sanılan birtakım göçmenler Sirkeci civarında bekliyorlar. Gece, gündüz istasyon çevresinde yatıyorlar. Ben oradan tramvaya bineceğim için bu insanların halini görünce için için ağlıyorum. Kim bilir kaç tanesi hastalanıp ölecektir. İşte bu durum muhaceretin belasıdır. Türkler bu duruma tepki göstermiyor, hiç kahır duymuyorlar. Fakat yine de “millicilik” diye bağırırız. Kıbrıs Türklerinin adada kalmalarında milli bir menfaat görüyorum.” diyen Ahmet Cevdet aksi taktirde memleketin zarar göreceğini söylüyor.213 Adada kalma taraftarı olan Birlik, Lozan’ın imza ve onaylanmasından sonra 63 bin kişilik Kıbrıs Türkü’nün maddi ve manevi büyük zarara uğrayarak bir kısmının adayı terk ettiğini, kalanların ise gidenler kadar yaşam mücadelesi vermek zorunda olduğu üzerinde duruyor. Gidenlerin evini, eşyasını yok pahasına satması Kıbrıs Türkünün “vücudundan parçalar kopmaya” başlamıştı. Her iki taraf için de 86 asıl önemli olan çalışma ve yaşama azminin gerekliliğidir. Ahmet Cevdet’in de belirttiği gibi Kıbrıs, konumu itibariyle önemli olup burada yaşamak isteyen Türklere de önemli görevler düşmekteydi: “Geçmişi unutmak ve kararlı bir şekilde hareket etmek. Hepimiz el ele vererek kazanç yollarında düşüncelerimizi toplamalı, istiklal için çizdiğimiz programı büyük çaba göstererek uygulamalıyız. İnsanın ömrü sınırlandırılmış değildir. Bu ömrü devam ettirme aracı olan çalışmanın, bir amacı olmalıdır. Bugün bulduğunu yiyen, yarın evinin merteklerini söküp satmayı ve alacağı parayı düğün ve eğlence gibi fuzuli zevklere harcayan kişiler, hayatını ümitsizlik ile çürütenlerdir. Bunlar hayatta başarılı olamazlar. Eğer hayata karışarak her ferdin refah içinde yaşayacağı bir cemaat olmak istersek evimizin nerede olduğunu bilmeli ve etrafını çiçeklerle donatmalıyız… Fırsat oldukça “dişten ve tırnaktan” artırarak açıklarımızı kapatmaya çalışmalıyız. Kısaca ölmeyecek gibi çalışmalı ve hazırlanmalıyız.”214 Halk tutumluluğa, birliğe, vatanına bağlı ve çalışkan olmaya davet ediliyor. Birlik gazetesi, göçün gerekçe ve sonuçlarına bireysel değil devlet ve millet açısından bakmaya çalışıyor. Yani uzun vadede Kıbrıs’ın Türkiye için önemini kavrayıp, burada güçlü bir Türk varlığının gerekliliğine siyasi açıdan dikkat çekiyor. Diğer gazeteler de anavatanın önemini vurgulamalarına rağmen bu konuda Birlik’e göre biraz daha bireyci düşünüyorlardı. Türkiye’nin o dönemdeki nüfus ihtiyacı nedeniyle göçü teşvik etmesinin yanı sıra İngiliz baskısının bölücü etkisinin insanları böyle düşünmeye ittiği söylenebilir. İkiye bölünen basın, göç konusu ile uzun süre uğraştı. Bir kısım gazetecinin, adada kalanları yok saymakta oldukları ileri sürülüyordu: “…Memlekette kalanlar 213 Birlik, 14 Ağustos 1926, No: 129, “Ağustos Tarihli İkdam Refikimizin Bir Baş Makalesi-Kıbrıs Türkleri” 87 akıllı ve mantıklı olarak bakılırsa hakir görülecek bir durumda değildirler. Bu varlığı inkar eden gazeteciler anlaşılan cemiyeti görmüyor. Bir gazeteci halkı etkilemek isterse fikirlerinin kaynağını halkın kalbinde bulmalıdır. Bunun tersi olan fikirler cemiyetin malı değildir. Bunların kıymeti, hakikatle karşılaştıkları vakit belli olur. Burada madem bir İslam çoğunluğu var, gazeteci olarak bu mevcudiyetin ihtiyaçlarını, ekonomideki yorgunluklarının belirtmemiz gerekir…” Gazetecilerin görevi halkı doğru şekilde yönlendirmek olduğu ileri sürülerek bunun da adadaki Türk varlığının devamını savunmak anlamına geldiği belirtiliyordu: “... Hayal aleminden maddi aleme giren öncelikle muharrir olmalıdır. Halka, siz burada kalacak olanlar perişan olacaksınız demek mantık yapmak değildir. Bu söz fikri ve dimağı korunmuş bir muharririn can çekişerek lakırdı sarf etmesine benzer. Biz gazeteciler şimdiki durumla ilgilenmeliyiz. Geçmişte sefalet çekmiş olmamız, gelecekte de aynısı olacağı anlamına gelmez. Bu beyhude feylesofluk yapmaktır. Böyle hayali feylesoflar da zamanın en korkunç şahıslarıdır… Memleketin refahı için çalışan her doğru fikir, doğru yolu takibe savaşmalıdır. Yanlış fikirlerde ısrar edenler halkı tehdit edenlerdir ki çağdaş hükümet teşkilatı kimseye bu hakkı vermemiştir……Bugün cemiyetin ihtiyacı ne ise onu düşünmek en doğru harekettir. Siz gitmediniz, o halde sefalet çekmeye perişan olmaya, aç kalmaya mahkumsunuz demek, benim kafam işlemiyor, hakikati göremiyorum demektir. Bundan dolayı yerel basının, burada yaşayacak bir varlığın maddi ve manevi ihtiyaçlarını görerek söylemesini isteriz. İsteriz ki gazeteci yazacağını bilsin, halkı tehdit etmesin. Bundan sonra yapılan tehtidat iktidarın mevcudiyetsizliğini gösterir…”215 Adadan göç edenlerle kalanların sayısı hakkında gazetelerde farklı rakamlar verilmekteydi. Birlik, göç edenlerin sayısının, kalan asıl kitleyi etkilemeyecek kadar az olduğu üzerinde durmuştu. Konsolosun Kıbrıs’a geldiği günden 6 Ağustos 1926’ya kadar seçme hakkını kullanarak Türk uyrukluğunu kazananların miktarının 9310’a ulaştığı belirtiliyor. Adada o tarihte bulunan Türk nüfusuna dayanarak, 214 Birlik, 14 Ağustos 1926, No: 129, “Hala Muhaceret Mi?” 215 Birlik, 21 Ağustos 1926, No: 130, “Hakk-ı hıyarlarını İstimal Edenler 9310 Nüfustur” 88 “çömlek hesabı” ile ileriki yıllarda nüfusun göstereceği seyir tahmin edilmeye çalışılıyor: “…1921’de adada yapılan nüfus sayımında genel Türk nüfusu 61.338 idi216. 1924 senesi sonunda tahmini nüfus –ölüm ve doğum listesinden anlaşıldığına göre- 63.894’e ulaştığı resmen sabittir. Demek ki Türk nüfusu 3 senede 2.456 kişi artmıştır. Her seneye 819 kişi düşüyor. 1925 ve 1926 senelerini de böylece karşılaştırırsak 1924 senesi sonunda mevcut olan 93.894 Türk nüfusa 1638 nüfus daha ilave etmeliyiz. 1926 sonunda adada mevcut Türk nüfusunun toplamı 65.532 olması gerekir. Hakk-ı hıyarlarını kullanan 9310 nüfus, genel olarak adayı terk etmiş olsalar bile adada kalacak Türk nüfusu 56.222’den aşağı olmayacak. Kaldı ki hakk-ı hıyarlarını kullananların bir çoğunun adada kalacağı muhakkaktır. Bunlar arasında şimdiden epeyi pişmanlık baş göstermiştir. Şehbender Beyin adadaki teftişlerinden önce hakk-ı hıyarlarını kullanarak adayı terk edenlerden birçokları geri dönmüşlerse de yaklaşık 1000 kadar nüfusun geri döndüğü tahmin edilmektedir. 9310’da bir kısmının pişman olacağını farz etsek bile –ki durum bize fazla olacağını şimdiden gösteriyor- Türkiye’de kalan 1000 kadar nüfus çıkarılınca 56.222’ye 2000 daha ilave etmek gerekir. Şu halde adada kalacak Türk nüfusunun 58.000’den aşağı olmayacağı ortadadır…” Bu hesabın yapılmasındaki amaç, gidecek ve kalacak olan ada Türklerine meselenin aslını bildirerek, nüfusun 45 bine düştüğünü iddia edenlere yanlış hesap yaptıklarını anlatmaktı. Birlik, gidecek olanlara “hayırlı selametler ile anavatana faydalı birer parça olarak refah ve saadetle yaşamalarını” diliyordu. Aynı anlayışın kalacak olanlara da gösterilmesi gerektiğini belirtiyordu: “… Bizi rencide edecek acı ve ağır sözler, sebepsiz kalp kırmaktan başka sonuç vermez. Kanayan bir yarayı eşmenin ne faydası vardır? Biz yarım asırdan beri biriken dertlerimizi ortaya dökerek yaymaya ve çarelerini araştırıp bulmaya çalışacağız. Gücümüzün yettiği kadar bu konuda kalem dolaştırmaya, bütün dert ve ihtiyaçlarımızı resmi idare mevkiinde bulunanlarımıza duyurtmaya ve çareler araştırmaya karar verdik. Faydasız sözler 216 1921 Nüfus Sayımına göre adada 51.339 Türk vardı. 1931 sayımında bu sayı 64.245’e yükselmişti. ALASYA, Halil Fikret; Tarihte Kıbrıs, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Genel Merkezi, Ankara Şubat 1988, s. 136 89 etrafında kaybedecek vaktimiz yoktur. Yeter ki bütün cemaatimiz bu konuda bize yardımcı olsunlar ve kıymetli düşünceleriyle bizi aydınlatsınlar…”217 Lozan’da Kıbrıs Türklerinin durumunu belirleyen 21. madde gazete tarafından birçok kez yayınlanmasına rağmen son zamanlarda yapılan bazı yayınlar bu maddeye tekrar değinilme gereğini doğurdu. Burada sadece maddenin, seçme hakkını kullananların durumlarını belirleyen kısımları ile ilgilenilecektir. Çünkü seçme hakkı müddeti geçti. Antlaşmanın seçme hakkını kullananlar hakkındaki fıkrası şöyledir: “Seçme hakkını kullanacaklar, 12 ay içinde adayı terk etmek zorundadırlar.” Bazı sabit fikirli insanlar [Birlik kastediliyor] bu açık ifadeyi değiştirmeye çalışıyorlar. “Halk, dolambaçlı fikirlerle, mugalatalarla hakikatten uzaklaştırılmak isteniyor.” denilerek memleketin sefalet ve felakete sürüklenmesinden, halkı yanlış yönlendiren bu kişiler sorumlu tutuluyor. Lozan Antlaşması ile ada İngiliz toprağı haline getirildi. Adada kalanların hepsi İngiliz tabiiyetinde sayıldı. Antlaşma, bir “istisna” yaparak, önceden tabiiyeti altında bulundukları devletin tabiiyetini koruma konusunda halka seçme hakkı veriyor. Ancak, bu hakkın kullanılışı başka bir şarta bağlandı. O da seçme hakkını kullananlar adayı terk edecektir. Kıbrıs hükümeti bu insanları adadan çıkarmak hakkına sahiptir. Türkiye hükümeti de tabiiyetine dahil olanları istemekte de her zaman haklıdır. Tabi ki uygulamada iki devletin nasıl hareket edeceklerini şimdiden tahmin edemeyiz. Gazete bu makale ile maddenin ne anlama geldiğini açıkça ortaya koymayı amaçlıyor. Çünkü bazı kişiler, seçme hakkı kullanılmasına rağmen adada kalınabileceğini ileri sürüyorlardı. Bunlara niye Türk tabiiyetini seçmedikleri soruluyor. “Bu kişilerin amacı halkı oyalayarak belki de bazı makamlara karşı hoş 217 Birlik, 21 Ağustos 1926, No: 130 90 görünme çabasıdır.”denilerek bunlardan gerekli açıklama isteniyor. Eğer bu kişilerin dediği doğru ise her Türk, Türk tabiiyetinde kalarak anavatana olan siyasi bağlılığını korurdu. Ancak “Ne kadar inkar ederlerse etsinler ada Türklüğünün cılız bir mevcudiyete sahip olduğunu onlar da kabul ederler.”218 6 Ağustos’tan sonra gideceklerin sayısının kesinleşmiş olması Türk hükümetinin planlı nakil işine girişmesini sağladı. Türk tabiiyetini kabul ederek Türkiye’ye göç edeceklere, “cumhuriyet hükümeti” tarafından bir vapur kiralanarak Kıbrıs’a gönderildiği müjdelenmektedir. Karpaz’dan hareket edecek olan bu vapur, çok kalabalık olan ilk muhaceret kafilesini nakledecekti. Bu kafile, Silifke’ye götürülerek orada iskân edilecekti. Gazetenin araştırmalarına göre, göç edecekler birleşerek kafile oluştururlarsa eşyalarıyla birlikte ücretsiz olarak nakilleri yapılacaktı. “Bu açıdan Türkiye Cumhuriyeti’ne minnettarız.”denilerek buna aracı olan Konsolos Asaf Beyefendinin Kıbrıs Türkü için bir “halaskar” olduğu belirtiliyordu.219 Mehmet Remzi “Emr-i Vaki Karşısında” adlı makalesinde Lozan’ın imzalanmasında sonra Türklerin içinde bulundukları durumu anlatıyor. Türkler, antlaşmadan sonra oluşan yeni durum karşısında alacakları vaziyeti kararlaştırmak için cemaat olarak birlikte hareket etmeli ve gerekli çalışmaları yapmalıdırlar. Üç yıl önce söylenen bu düşünceler şimdi cemaatin karşısında bir sorun olarak duruyor. Geçmişi bilmeyenler, geleceği de göremezler. Mehmet Remzi, cemaatin süslü kelimelerle, yanlış ifadelerle kandırıldığını ve gerçeği görmesinin engellendiği 218 Doğru yol, 26 Ağustos 1926, No: 315, “Lozan Muahedesi’nin 21. maddesi” 219 Doğru Yol, 26 Ağustos 1926, No: 315, “Bir Tebşir” 91 üzerinde durarak bu süre içinde adadaki diğer unsurların faaliyetlerinden bahsediyor. Bunlar, içinde bulunulan zamanın önemini kavramış ve davalarını dinletmek için İngiltere’ye heyetler göndererek yasal yollara başvurdular. Bu üç sene zarfında Rum vatandaşlarının gayretleriyle devlet idaresinde önemli değişiklikler olmuş ve hükümette kendi amaçlarına ulaşabilecek önemli mevkiler elde etmişler. Şimdi önemsiz gibi görünen bu durumun, yakın bir gelecekte ne derece önemli olduğu anlaşılacaktır. Ne yazık ki Türkler’de mevki sahibi olanlar bu faaliyetleri küçümsediler ve hiçbir girişimde bulunmadılar. Bu kimseler, Türk cemaatinin de hakları olduğunu hükümete telkin etmeye çalışan Türkleri aşırılıkla suçlayarak cemaat teşkilatına karşı olan teşebbüslerinin de neticesiz kalması için bütün kuvvet ve nüfuzlarını da kullandılar. “Hükümet-i mahalliyenin vakit vakit neşr ettiği beyannameler ve ilannamelerde Türkçe’nin Rumca’dan sonra yazılmasını şikayet edenlerin cemaat teşkilatın cezr-i esasatına itiraz edenler olduğunu gördükçe insanın yas ve hezimetten kahr olacağı geliyor. Bu ukala takımının zaman zaman bize de dil uzatması, bizi halkı tehdit etmekle suçlaması kadar gülünç ve haksız bir nazariye olamaz. Bu kesim halkı oyalamakta ve meşru hakkımızı son savunma fırsatlarını kaçırmamız için bütün dil açıklıklarını ve mantıklarını kullanarak bizi uyutmaya çalışıyorlar. Resmi dairelerde Ermeni ve Maronitler’in işgal ettikleri yerlerin önemi kavransa, hiç olmazsa Türklere has görevlerden bahsederek hükümet nezdinde önemli faaliyetlerde bulunmaya gerek duyarlardı. Biz, ileri sürdüklerimizi sebepleriyle birlikte açıklarken niye hala daha aşırı milliyetçilikle itham ediliyoruz?bir gazetenin esas görevi mensup olduğu cemaatin hukukunu iyi bir şekilde ifade etmektir. İstanbul’un en eski gazetelerinden birinde Türk milletinin pek kıymetli ve tecrübeli bir yazarı, Kıbrıs Türklerinden bahsederken buradan göç 92 edenleri haksız buluyor ve bunun sebeplerini araştırmadan aleyhimize hüküm ve karar veriyor. Biz ne kadar talihsiz insanlarmışız ki, en haklı davalarda bile yan tarafımızda bulunmalarını özlediğimiz kimseler daima karşı tarafta bulunuyor ve kanlı göz yaşlarımıza önem vermeyerek yaralı kalplerimize bir hançer deha saplamaktan sakınmıyorlar.” diyen Mehmet Remzi, “Kıbrıs Türklerinin köksüz bir ağaç gibi yaşayabileceğine inananların ve bunun için bizi ikna etmeye çalışanların, doğa kanunlarına aykırı olan bu görüşlerini kabul edecek kadar saf değiliz.” diye ekliyor ve İkdam yazarı Ahmet Cevdet’e karşılık vermiş oluyor.220 Ahmet Raşid, Birlik gazetesinde geçen hafta hakk-ı hıyar konusunda yazılan yazıların yanlış olduğunu belirterek buna cevap olarak bu yazıyı yazdığını söylüyor: “… Bu konu hakkında şimdiye kadar çok yazı yazıldı. Biz muhaceretin lüzumunda, Birlik gazetesi ise lüzum olmadığında ısrar ettik. Hangi tarafın haklı olduğunu ancak zaman gösterecek. Hakk-ı hıyar müddetinin bitmesinden sonra bu hakkını kullananları yollarından alıkoymanın hükmünü anlayamıyoruz. Birlik’in bu yayınına rağmen adada 15 bine yakın Türk kardeşimiz Türk tabiiyetini kabul ettiler. Bu hakkın kullanımı onlar için bir kabahat olmadığı gibi , bu doğal bir şeydir. Birlik, yaptığı yayınlarla gidecek olanların da, gidecek yerdeki mutluluklarından şüpheye düşmelerini sağlamakta ve iki taraflı bir felakete düşmelerini hazırlamaktadır… Bu adamlar adada kalsa da memleket ve Türk mevcudiyeti için ne faydaları olacak?” Raşid’e göre, Birlikçiler miktar ve adede çok önem vermektedirler. “Uzun seneler zarfında benliğini ve her şeyini kaybetmeye terk edilen ve kendisine hiçbir kıymet verilmeyen halk şimdi mi kıymetli oldu? Şimdiye kadar sahip olamadığımız maddi ve manevi kuvvete bu insanlar da kalırsa sahip olacak mıyız?” denilerek “Kaçan tavşanın büyük olması” atasözünün bunu anlattığı belirtiliyor. Birlikçiler, adada kalma teşviklerini yaparken burada yaşama çarelerini de göstermelidirler. Ne 220 Söz, 11 Eylül 1926, 6 93 yazık ki bu yönde bir hareket yok. Bu da Birlikçilerin memleketi tanımadıklarını, halkın kötü durumunu bilmediklerini gösteriyor. Eğer Birlikçiler düğün masraflarını kısmakla bu halkın burada yaşayabilme çarelerini bulduklarına ve bununla her işin bittiğine inanıyorlarsa bir o fikirde değiliz. “Dikkat ediyorum ki bu bahis açıldı mı hep ecdaddan, hakk-ı fetihten bahsediliyor. Mezar ve camilerin kudsiyet ve uluvviyetlerinden dem vuruluyor. Nazarları mazi cezb etmiş hallin ve istikbalin mahuf muzalim tecellisinden haberdar görünen yok. Cemaat fenaya doğru gidiyor. Alttan tutup kaldıracak ne ölüler ne de mukaddesattır.” denilerek halkın yaralarını tedavi edecek merhemi kimin hazırlayacağı soruluyor. Bu durumda herkes kendi haline bırakılmalıdır. Raşid, hakk-ı hıyar konusuna değinerek bunun tanımını yapıyor. “Hakk-ı hıyar, diğer bir devlete terk edilen memleket halkına evvelki metbuu ile yeni metbuundan dilediğini tercih hususunda bahş edilen bir haktır. Hukuk-ı beynelmilel bunu, halkın istemediği bir devlet tabiiyetine icbar edilmemesi için temin ve teyit etmiştir. Bu hakkı kullananlar da artık tercih ettiği devletin vatandaşı olacağından bunu ada Türklerine uygularsak meseleyi daha iyi açıklamış oluruz: Hakkı-ı hıyarını kullanan o dakikadan itibaren resmen Türk tabiiyetine girer. Gitmek ve gitmemek meselesinin bu konuyla bir ilgisi yoktur. Tabiiyete girmiş kimseler bundan çıkmak isterse Türkiye tabiiyet kanununa göre hareket edeceklerdi. Kişi, hakk-ı hıyarını kullanıp Türk tebaasına geçerse artık bu muameleyi görür. Birlikçilerin bu açıklamadan sonra en büyük tehlikeyi görerek onun ağır mesuliyeti altına girme cesaretini bulamayacakları ümit ediliyor.221 Raşid, adada Türk kitlesinin arasındaki derin ikililikten söz ederek, bu derin uçurumun sebeplerini arayıp bulmayı gelecek nesillere ve tarihe bir borç olarak 94 görüyor. Raşid’e göre Türkleri birbirinden ayıran en önemli sebepler, geçmişten beri aynı uğursuz tesirleri vücuda getiren sebeplerden başka değildir. Bunlar mevki ve nüfuz meselesi, menfaat meselesi gibi sebeplerdir. Birbirimizin küçük bir meziyet ve muvaffakiyetini görmeye tahammül edemiyor ve onu gayri meşru ve meşru vasıtalarla söndürmeye teşebbüs ediyoruz. İki taraf arasındaki sürtüşme baş kadılığa ve evkaf dairesine de yansıdı. Bugün ortadaki müftü meseleleri, şeri mahkemeler evkaf, lise vs. meseleler hep aynı halet-i ruhiyenin mahsulüdür. O ezeli hükümranlık duygusunun milletin kalbinde açtığı yaralardır. “Hakiki hedef de evkaf dairesini rakibimiz cemaatin başına çıkarmak ve kitleyi bu kuvvetin elinde esir ve zebun etme gayretidir.” diyerek Raşid, cemaati kuvvetsiz bırakarak adadan ayrılmaya teşvik etmekte birkaç kişinin menfaati olduğunu belirtiyor. Cemaat suikast karşısında meşru müdafaa halindedir. Bunun için kavganın asıl müsebbibi olarak evkaf dairesini tanımak mecburiyetindeyiz. Bunu birçok sebebi vardır. Cemaat olarak samimi davranıp bizi felakete sürükleyen sebepleri görerek onlardan kurtulmamız gerekir. Evkaf makamını kendi, menfaatleri için kullanan bu kişiler cemaatin menfaatini düşünseydi aramızdaki derin uçurum kolaylıkla kapanırdı. Müftü, kadı, evkaf ve lise meseleleri uygun şekilde halledilerek cemaat derin bir nefes alırdı. Bu kesimi cemaatin hukuk ve hürriyetine hangi yol ve vasıta ile ikna etmek mümkün olabilir? Raşid, evkafın sadece kendi işini yaparak, nüfuz ve iktidarından cemaat lehine feragat ederek bu ikililiğe son verebileceği üzerinde duruyor. Evkaf idaresinin cemaat ile birlikte el ele verip hareket etmesi bugün amaçlanan, özlenen şeydir. İşte hastalığın kaynağı bu konudur. Raşid bu makaledeki fikirlerinin gerçeği yansıttığını ve gerçek dururken başka şeylerle uğraşmayı abes gördüğünü belirtiyor. Hakikat 221 Söz, 25 Eylül 1926, No: 254 95 gazetesi muharririnin bir tür ağız kalabalığından başka bir şey olmayan neşriyatına cevap olarak en uygun yol bunu bulduğunu belirtiyor.222 B. Musul I. Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşımı için yapılan gizli antlaşmalardan biri olan Sykes-Picot Antlaşması (12 Ekim 1915) İngiltere ile Fransa arasında yapılmış ve Irak’ın İngilizlere verilmesini öngörüyordu. Mondros Ateşkes Antlaşması 30 Ekim 1918’de imzalandığında Türk birliklerinin elinde olan Musul, ateşkese aykırı olarak 3 Kasım’da İngilizlerce işgal edildi. Musul’un, ateşkes çizgisinin üstünde olması ve ateşkesin yürürlüğe girmesinden sonra işgal edilmesi büyük bir sorun yaratmıştı. Erzurum Kongresi’nde Musul ve yöresinin, Türkiye’nin 30 Ekim 1918 tarihli sınırları içinde olduğu belirtilmişti. Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde 28 Ocak 1920’de kabul edilen Misak-ı Milli’de Mondros’un imzalandığı gün, düşman ordusunun işgali altında bulunan ve halkın çoğunluğunu Araplar’ın oluşturduğu yerler için halk oylamasına gidilmesi kabul edilirken, Musul ve yöresi Türkiye’nin bir parçası sayılarak böyle bir oylamanın dışında tutulmuştu.223 Lozan Konferansında 23 Ocak 1923 oturumunda İsmet Paşa, Musul’un etnografik, siyasal, tarihi, coğrafi, ekonomik, ve askeri nedenlerle bir başka devlete bırakılmayacağını savunmuştu.224 Lord Curzon Musul’un, Irak’ın bir parçası olduğunu ileri sürerek geri vermeyeceklerini belirtti. Curzon gerçekte, petrol yataklarını ellerinden çıkarmak 222 Masum Millet, 13 Eylül 1931, No: 22 223 TURAN; a. g. e, C. III, Bölüm I, s. 151, 152 224 MERAY; a. g. e, Tkm. I, C. I, Ktp. I, s. 344 96 istemiyordu.225 İsmet Paşa, Musul’un verilmeyeceği yönünde direnince Curzon durumun Milletler Cemiyeti’ne aktarılmasını istedi. Ancak İsmet Paşa bunun Milletler Cemiyeti’ne götürülmesini de kabul etmeyince Curzon meselenin barıştan sonra Türkiye ile İngiltere arasında görüşülerek çözümlenmesini kabul eder.226 Lozan görüşmeleri 4 Şubat’ta kesintiye uğramış, heyet yurda dönmüştü. Sorun, Türküye Büyük Millet Meclisi’nde büyük tartışmalara yol açtı. Hükümet 27 Şubat 1924’te yapılan gizli oturumda Türk delegasyonunu “Musul’u satmakla” suçlamıştı. Mustafa Kemal, mecliste yaptığı konuşmada İngilizlerle sorunu çözmeye çalıştıklarını, bundan sonuç alınmazsa savaştan da çekinmeyeceklerini belirtmişti.227 Müttefik Devletler konferans kesilmeden önce sundukları tasarıda Irak sınırının, Milletler Cemiyeti’nin alacağı kararla belirlenmesini talep ediyorlardı.228 Türkiye ise Irak ile olan sınırını imzalanacak antlaşmanın yürürlüğe girmesinden itibaren 12 aylık bir süre içinde Türkiye ile İngiltere arasında dostça bir çözüm yoluyla saptanmasını; anlaşmaya varılmazsa sorunun Milletler Cemiyeti’ne taşınmasını öngörmüştü.229 Ancak Lozan’ın ikinci döneminde yapılan görüşmelerde de kalıcı bir çözüme varılamadı. Barış antlaşmasının 3. maddesinin 2. bendi Türkiye ile Irak arasındaki sınırın nasıl çözümleneceğine ilişkindi:230 “Türkiye ile Irak arasındaki sınır, iş bu antlaşmanın yürürlüğe girişinden başlayarak dokuz aylık bir süre içinde Türkiye ile İngiltere arasında dostça bir 225 TURAN; a.g.e, C. III, Bölüm I , s. 152 226 KARACAN; a.g.e, s. 266 227 TURAN; a. g .e, s. 152 228 MERAY; a. g. e, Tkm. I, C. I, Ktp. II, s. 54 229 MERAY; a. g. e, Tkm. I, C. IV, s. 29 230 MERAY; a. g. e, Tkm. II, C. II , s. 3 97 çözüm yoluyla saptanacaktır. Öngörülen süre içinde iki hükümet arasında bir anlaşmaya varılamazsa, anlaşmazlık Milletler Cemiyeti Meclisine götürülecektir. Sınır çizgisi konusunda alınacak kararı beklerken, Türk ve İngiliz Hükümetleri, kesin geleceği bu karara bağlı olan toprakların şimdiki durumunda herhangi bir değişiklik yapacak nitelikte hiçbir askeri ya da başka bir harekette bulunmayı karşılıklı olarak yükümlenirler.” Musul sorununun İngiltere ile Türkiye arasında çözümü için İstanbul’da 19 Mayıs 1924’te Haliç Konferansı toplandı. Türkiye’yi TBMM Başkanı Fethi Okyar, İngiltere’yi de Irak Yüksek Komiseri Sir Percy Cox başkanlığındaki heyetler temsil etti. Türk Hükümetinin Okyar’a verdiği talimatta, üçte ikisi Türk olan Musul’un coğrafi yönden de Türkiye’nin devamı sayılması gerektiği belirtilerek sınırlar saptanmıştı; -Kabul edilebilir sınır, Kelgir- Salahiye-Cebelihamrin-Vadiitartar-Sincar üzerinden geçen çizgi olabilir. Süleymaniye, Kerkük ve Musul kentlerini yeter sınırlarla Türkiye’de bırakan ve Dicle vadisinden ulaşımı sağlayan bir çözüm kabul edilebilir. Türkiye’nin istediği toprak ve sınır çizgisi saptanınca, petrollerde ortak çıkarları koruyan bir uyuşma ortamı doğabilir. Okyar, açılış konuşmasında Musul’un Türkiye için öneminden bahsederek Türk ve Kürtlerin ortak bir cumhuriyet kurduklarını, Musul’un da halk oylaması ile katılmak istediği tarafı belirlemesi gerektiği üzerinde durdu. İngilizler, Musul ilindeki Hıristiyanları Türkiye aleyhinde kışkırtarak Hakkari yöresindeki Nasturileri koruma altına almaya çalışmışlardı. Petrol kaynağı olan Musul’u elden çıkarmak için her yöntemi denemişlerdi. İngiltere’nin aşırı istekleri, Hakkari ilinden toprak talep etmeleri konferansın 5 Haziran’da kesilmesine yol açtı. Lozan’a göre iki devlet arasında çözümlenemediği taktirde sorunun Milletler Cemiyeti’ne götürülmesi gerekiyordu. İngiltere, 6 Ağustos 98 1924’te Milletler Cemiyeti’ne başvurdu. Türkiye Cemiyete üye olmamasına rağmen, üye olmayan devletler de başvurabilirdi. 20 Eylül’de başlayan görüşmelerde Türk Heyetine Fethi Okyar başkanlık ediyordu. Türkiye, Musul konusunda halkoyuna başvurulması gerektiğini, İngiltere ise okuma yazma bilmeyen bir yörede halkoylaması yapılamayacağını ileri sürerek sorunun yalnızca Türkiye-Irak sınırının saptanmasından ibaret olduğunu savunmuşlardı. İngiltere, saldırgan hareketlerine devam etmiş, Nasturi ayaklanmasına olan desteğini artırmış ve 22-23 Eylül 1924’te Şiransikale’yi bombalamıştı. Bu hareketler Türk-İngiliz ilişkilerinin gerginleşmesine yol açtı. Milletler Cemiyeti Konseyi 30 Eylül’de ilk aşamada aldığı kararda durumun bozulmaması ve 3 kişilik bir komisyon oluşturularak sorunun yerinde incelenmesi gerektiğini belirtmişti. Konsey, komisyona Türkiye ve İngiltere’nin yardımcı olmalarını istedi. Türkiye, uzmanlardan oluşan bir kurulun Musul’a gönderilmesine karar vermiş ve bunun güvenliğini sağlamak için bir askeri birlik görevlendirmişti. İngilizler bunu engellemek isteyince iki taraf arasında çarpışmalar başladı. Bu nedenle Türkiye, Milletler Cemiyeti’nden Türkiye-Irak arasında geçici bir sınır çizgisinin belirlenmesini istedi. Cemiyet, 29 Ekim 1924’te olağanüstü toplanarak, iki taraf askerlerinin o gün bulundukları çizgiyi geçici sınır ilan etti. “Brüksel Sınırı” denilen bu saptamaya taraflar, uyacaklarını kabul ettiler. Bölgedeki karışıklıklardan yaralanarak Türkiye’ye isteklerini kabul ettirmeye çalışan İngiltere, Şubat 1925’te çıkan Şeyh Sait Ayaklanmasını desteklemişti. İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi Lindsay’ın Dışişleri bakanına gönderdiği rapor, güdülen siyaseti çok iyi açıklıyordu: “Son birkaç ay içinde ortaya çıkan 99 kışkırtmalardan sonra Majestelerinin hükümeti, bütün kozları ele geçirmiş ve dilediği kartı oynayabilecek duruma gelmiştir. Ancak sorunun yalnızca sınır düzeltilmesi ile sınırlı tutulmaması gerekiyor… ” Milletler Cemiyeti Soruşturma komisyonu, 16 Temmuz 1925’te verdiği raporda, Musul halkının bağımsız kalma isteği halkoyuna başvurulacaksa buna oybirliğiyle karar verilmesi, Musul’un Irak’ın bir parçası olması, Irak’ın 25 yıllığına İngiltere’nin mandası altına konması, Brüksel çizgisinin Türkiye-Irak sınırı kabul edilmesi yer alıyordu. Bu öneriler, İngiltere’nin, egemen olduğu Milletler Cemiyeti’nde arzu ettiği kararı aldırtmasına olanak verecek nitelikteydi. Tevfik Rüştü Aras rapor üzerine yaptığı açıklamada, Musul’un Irak’a bağlanamayacağını ve ve oradaki Türk egemenliği hukuksal olarak sürdüğünden bir “vekalet ” sistemine gitmeye olanak bulunmadığını belirtmişti. İngiltere, Türk görüşüne karşı çıkınca Konsey 19 Eylül 1925’te yöntem hakkında Uluslar arası Sürekli Adalet Divanı’nın görüşünün alınmasına karar vermişti. Lahey’deki Adalet Divanı’ndan şunlar sorulmuştu: ozan’ın 3. maddesine göre Milletler Cemiyeti’nin alacağı kararın niteliği, bunun bir hakem kararı gibi bağlayıcı olup olmadığı ve Türkiye ve İngiltere temsilcilerinin yapılacak oylamaya katılıp katılamayacakları. Türkiye, sorunun siyasi olup hukuki olmadığını belirterek Divan’ın çalışmalarına katılmayacağını açıklamıştı. Lahey Adalet Divanı, 21 Kasım 1925’te şu kararları almıştı: Milletler Cemiyeti kuruluş ilkelerine göre, aslında bağlayıcı karar alamaz. Ancak taraflar Lozan Antlaşmasıyla Cemiyete bağlayıcı karar alma yetkisini vermişlerdir. Bu nedenle Musul konusunda bağlayıcı karar alınabilir. Cemiyet konseyinde kararların oybirliği ile alınması gerekir. Ancak ilgili tarafların temsilcilerinin oyları dikkate alınmaz. 100 Tevfik Rüştü Aras 8 Aralık 1925 tarihli toplantıda Türkiye’nin oyu sayılmadıkça Türkiye’nin Milletler Cemiyeti Konseyi’nde istediği kararı oybirliği ile çıkaracağının belli olduğunu, Lahey Adalet Divanı’nın kararının Milletler Cemiyeti Kuruluş Anlaşması hükümlerine aykırı olduğunu belirtmişse de bu görüş kabul görmemiş ve Türk Heyeti görüşmeden çekilmişti. 16 Aralık 1925’te toplanan Milletler Cemiyeti Konseyi Soruşturma Komisyonu’nun önerileri doğrultusunda kararlar aldı. Buna göre; Brüksel çizgisi sınır kabul edilmiş, Musul yöresi Irak’a bırakılmış, Irak’taki İngiltere mandasının 25 yıl sürmesi uygun görülmüştü. Milletler Cemiyeti Konseyi Lozan’ın 16. maddesiyle Türkiye’nin kendi sınırları ötesindeki topraklardan zaten vazgeçmiş olduğu yolunda yorum yapmıştı. Türkiye, Musul Sorununu çözebilmek için gerekirse savaşa girilmesini düşünmüşse de sonu olmayan bir maceraya atılmak yerine görüşmeler yoluyla çözüme ulaşmayı tercih etti. Türkiye ve İngiltere arasında başlayan ikili görüşmelerde İngiltere’yi Türkiye Büyükelçisi Sir Ronald Lindsay, Türkiye’yi ise Tevfik Rüştü Aras temsil etti. İngiltere ile Irak 13 Ocak 1926’da imzaladıkları antlaşmada, ileride bağımsızlık verilecek bir krallık sayıldığı için görüşmelere Irak’ın da katılması kararı alınmıştı. Irak adına Savunma Vekili Albay Nuri Sait seçilmişti.231 Yapılan görüşmeler sonucunda “Türkiye ile İngiltere ve Irak arasında TürkIrak Sınırı ve İyi Komşuluk İlişkileri Antlaşması” yani “Ankara Antlaşması” 5 Haziran 1926’da imzalandı. Antlaşmayı Türkiye adına Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Bey, İngiltere adına Türkiye Büyükelçisi Ronald Charles Lindsay, Irak adına 231 TURAN; a. g. e, C. III, Bölüm I, s. 151-160 101 Savunma Bakanı Nuri Said Paşa imzaladı.232 Buna göre; Türkiye-Irak Sınırı Brüksel çizgisine göre saptanmış olmakla birlikte küçük bir değişiklik yapılmıştı. Sınırın yerinde belirlenmesi için üç devletin temsilcilerinden oluşan bir komisyon kurulacaktı. İsviçre, tarafsız bir devlet olarak komisyona katılabilecekti. İyi komşuluğun başlaması ve sürdürülebilmesi için eşkıyalığı önleyici ve sınır güvenliğini sağlayıcı maddeler yer alıyordu. Antlaşmanın 14. maddesine göre Irak, belirlenen yerlerden elde edeceği gelirin %10’unu 25 yıl süreyle Türkiye’ye ödeyecekti. Bu yerler şunlardı: Turkish Petroleum Kumpanyası, aynı sözleşmeye göre petrol ihraç edebilecek olan ortaklıklar ya da kişiler ve kurulacak olan yan ortaklıklar.233 Kıbrıs Türk basınında Musul Sorunu oldukça ilgi görmüş ve çok sayıda haber sık sık basında yer almıştı. San Remo Konferansı ile Irak’ın manda idaresi İngiltere’ye verilmişti. İngiltere, Irak milliyetçiliği karşısında Irak’ta manda rejimini uygulamaktan vazgeçmiş ve ilişkilerinin antlaşmalar aracılığıyla düzenlemek istemişti. 10 Ekim 1922’de Irak’la imzalanan antlaşmaya göre Irak’a iç ve dış işlerinin idaresinde geniş yetkiler verilmişti.234 Times’ın Bağdat’tan verdiği bilgiye göre, İngilizlerle Irak’ın yaptığı Irak Antlaşması, Irak’ın Cemiyet-i Akvam’a kabulüne veya Türkiye ile yapılan barışın onaylanmasından 4 sene sonrasına kadar yürürlükte olmaya devam edeceğine dair 30 Nisan’da bir protokol imzalanmış ve 5 Mayıs’ta da bütün Irak’ta 232 KAYMAZ, İhsan Şerif; Musul Sorunu, Petrol ve Kürt Sorunlarıyla Bağlantılı Tarihsel-Siyasal Bir İnceleme, Otopsi Yay., 1. B., İstanbul Ağustos 2003 , s. 593 233 TURAN; a. g. e, C. III, Bölüm I, s. 151-160 234 ARMAOĞLU, Fahir; 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1995), Alkım Yay. 13. B., Ankara, s. 201, 202 102 ilan edilmiştir.235 İngiltere Sömürgeler Bakanı İngiltere’nin Irak’ı Lozan Muahedesinden 4 sene sonra tahliye edeceğini beyan etmiştir.236 Irak ile İngiltere arasında 13 Ocak 1926’da yeni bir antlaşma imzalanarak geçerlilik süresinin konseyin isteği üzerine 4 yıldan 25 yıla çıkartılmasına karar verilmişti.237 Times gazetesinin Bağdat muhabiri Musul sorunu hakkında yazdığı bir mektupta Musul’un coğrafya ve nüfusu hakkında uzun bilgiler verdikten sonra Irak ile Musul’un birleşmesi gerektiğinden bahs etti. Muhabire, Musul nüfusunun çoğunluğunun Arap ve Kürt olduğunu ileri sürerek Musul’un Irak için öneminden bahsediyor: “Irak gibi zayıf bir devletin Türkiye’ye karşı kuvvetli ve savunması kolay bir sınırı olmalıdır. Revandiz, dört askeri yolun ortasında olması açısından askeri açıdan çok önemlidir.” Süleymaniye’de Şeyh Mahmud’un “müstakbel bir Kürt devleti” kurduğunu belirterek “Musul sorunu çözümlendikten sonra Irak hükümeti ile de bu küçük mesele halledilecektir” denilmiş ve Kürdistan üzerinde durulmuştur. Muhabir, Avrupa’da İsviçre’de olduğu gibi Asya’da da müstakil bir Kürdistan oluşturulmasına İngiltere’nin yardım etmesini istiyor.238 İngiltere, Musul sorununun yoğun olarak görüşüldüğü zamanlarda bölgede çeşitli ayaklanmaları kışkırtarak ortalığı karıştırmış ve kendi lehlerine uygun ortam yaratabilmeyi başarmıştı. Basın yoluyla da faaliyetlerini destekleme yoluna gitmişti. Yusuf Kemal Bey, 11 Ocak 1924’te İngiltere’nin Londra temsilciliğine atandı. Times, verdiği haberde Yusuf Kemal Bey’in İngiltere ile Musul konusunda görüşme 235 Hakikat, 26 Mayıs 1923, No: 137, “Irak Muahedesinin Müddeti ” 236 Hakikat, 19 Nisan 1924, No: 181 237 KAYMAZ; a. g. e, s. 570 238 Hakikat, 22 Kanun-ı Evvel 1923, No: 165, “Times’ın Bağdat Muhabirinin Beyanatı” 103 izninin olduğunu belirtiyor. Gazete, özel istihbaratına dayanarak konunun esasen Türkiye ile İngiltere arasında olduğunu yazıyor.239 Hakikat’te, İstanbul’daki Haliç Konferansı’nda İngiltere’yi delege olarak Sir Percy Cox’un temsil edeceği haberi yer almıştı.240 Konferansta Heyet-i Vekile, Türk Heyeti’ne verilecek talimata karar vermişti. Buna göre Musul Vilayeti’nin eski sınırıyla, Musul’un iadesi istenecektir.241 Haliç Konferansı’nda 5 Haziran’da görüşülmesi ertesi günkü gazetelere yansımıştı: “Telgraf ajanslarının aldıkları tebligat ve yabancı yayınlar gösteriyor ki Musul meselesi bir hafta evvel aldığı şekli yine muhafaza etmektedir. Heyet-i murahhasamıza başkanlık eden Ali Fethi Bey Efendi’nin verdiği meşru taleplerimiz neticesiz münakaşa olunup gidiyor.” İngilizler Lozan’da Musul Meselesi ile doğrudan ilgili olan bir devletti. Haberde İngilizlerin tüm inatçılıklarına rağmen Türk heyetinin siyaseti ihlal edilmemek kaydıyla her yardımda bulundukları belirtilerek Türkiye’nin barış konferansına katılmaktaki amacının milli mevcudiyet ve hukuku tasdik ettirerek Musul üzerindeki hakimiyetinde kararlı olduğunu bildirilmişti. İngiliz delegelerinin Lozan’da ısrarlı oldukları ve bu tutumlarını şimdi de sürdürerek çözümü engelledikleri ileri sürülüyor:242 “…İngiliz delegeleri de eski ısrarlarından dönmeyerek Musul’da sakin ve küçük bir ekalliyet teşkil eden Yezidi, Nesturi ve Keldaniler’in terk edilmeyeceğini! yüzümüze karşı söylemekten çekinmemişlerdi. Musul meselesi gibi kolay bir meselede İngilizlerin aldığı vaziyetler bizde derin bir kanaat meydana getirmiştir. Bu da sulhün büsbütün ertelenmesine veyahud 239 Hakikat, 26 Kanun-ı Sani 1924, No: 170, “Musul Müzakeratı Başlamış” 240 Hakikat, 26 Nisan 1924, No: 182 241 Hakikat, 3 Mayıs 1924, No: 183 242 Hakikat, 6 Haziran 1924, No: 187 104 başka türlü bir şekilde çözümlenmesine meydan vermekti… işte vaktiyle bu kadar zor safhalar geçirmiş olan Musul meselesi maalesef iki haftadan beri devam eden görüşmelerden sonra bile bir çözüme yaklaşmadı…” Musul sorunu, çözümlenmedikçe Türkiye büyük sorunlarla karşılaşacaktı:243 “…Musul meselesi statiko denilen mühim bir şekilde kaldıkça hiçbir zaman dıştaki sıkıntılardan kurtulamayacağız. Bu nedenle de gelirlerimizi her zaman ordumuza tahsis ederek saldırılara karşı hazırlanmaya mecbur kalacağız. Halbuki bu vaziyet içinde yaşayan milletler hiçbir zaman mutlu ve zengin olamamışlardır. Bundan dolayı Musul meselesi bizim için istikbal meselesi olmuştur. Ümit ve temenni ederiz ki milli hudutlarımız dahilinde Türk olarak kalmasını istediğimiz Musul’umuz pek yakında Türk hakimiyetine terk edilecektir…” İstanbul’daki Musul görüşmelerinin sonuçsuz kalması, Irak’ın içişlerine de yansımış ve mecliste belirsizliğin verdiği kaygı baş göstermişti:244 “Bağdat’tan Times gazetesine yazıldığına göre İstanbul’da Musul görüşmelerinin sonuçsuz kalması üzerine 9 Kürt aza Meclis-i ayan müzakeratına katılmamıştır. Musul mebusları hudud meselesinin pek mühim olduğunu söylemektedirler. Diğer bazı mebuslar İngiltere’nin mutlaka Musul’un Irak ile birleşmesin yardım edeceğine inandıklarını söylüyorlar. Fakat muahedenin tasdiki için daha fazla fedakarlık istiyorlar. Muhalifler Şeyh Ahmet, Davut ve Selim... Bunların hareketine amil olan sebep İngiltere ve Hükümet-i hazıraya karşı arzlardır. Hükümet kuvvetsizdir. Muahede taraftarları dahi ağızlarını açmaktan korkuyorlar. Mister Macdonald’ın Cemiyet-i Akvam mektubu birçokları tarafından memnuniyetle karşılanmıştır. Herkes şimdiki çıkmaz yerine mandater usul idaresini tercih etmektedir.” Cemiyet-i Akvam Musul Meselesini görüşmek üzere 39 Ağustos’ta toplantı yapmıştı. Belçika nazırı “Hecenis” Cemiyete başkanlık etmişti.245 Türk Heyeti verdiği muhtırada, Türkiye’nin Musul üzerindeki hukuki egemenliğini genel oylara [halk oyu] başvurulmasını talep etti.246 243 Hakikat, 6 Haziran 1924, No: 187 244 Hakikat, 28 Haziran 1924, No: 190 245 Hakikat, 8 Eylül 1924, No: 200 246 Hakikat, 29 Eylül1924, No: 203 105 Musul hakkında Hakimiyet-i Milliye’de yazılan makalede, Hindistan’a uygulanan siyasetin Türklere uygulanamayacağı belirtiliyor. “Cemiyet-i Akvam’ca Musul Meselesi ancak komisyona havale suretiyle karar verilebilir. Bu zaman zarfında Cemiyet-i Akvam tarafeyn hükümetler arasında meselenin halli için fırsat bırakmış oluyor.” Gazete İngiliz siyasetinin asla değişmediğini söyleyerek İngilizler’in Musul’da, Hindistan’da uygulamak istedikleri siyaseti izah ederek şu satırları yazıyor: “Fakat Musul’da, Hindistan’da İngilizler tarafından uygulanmak istenen siyasetin Türklere uygulanamayacağı hakikati nihayet Macdonald tarafından anlaşılacaktır.”247 Times’ın verdiği haberde Cemiyet-i Akvam Meclisi tarafından çizilen sınırdan [Brüksel Sınırı] bahsederek, bu hududun aşağı yukarı Musul Vilayeti hududu olduğunu, yalnız Arap tarafında hududun azacık şimaline geçtiği bildirmektedir. Türk karargahı olan “Cal”, bu hududun güneyinde kalmıştı.248 Vatan Gazetesi, Musul Sorunu’nun Lozan’dan itibaren olan seyrini irdeleyerek, tarafların tezleri üzerinde duruyor. Buna göre, meselenin çözümü kolay gibi görünse de gerçekte çok derin olduğunu belirtiyor:249 “Türkiye, Musul Vilayeti’ni kendi arazisine ait sayıyor ve onun Anadolu’dan ayrılamayacak bir parça olarak gördüğünü birçok delille ileri sürüyordu. İngiltere’ye göre Musul, Irak hükümetinin açılımı ve ilerlemesi için gereklidir. İngiltere ayrıca bazı siyasi sebeplerle beraber, Musul’da bulunan petrol kuyularını terk etmek istemiyor. İddialar böyle olunca çözüm kolay bir mesele gibi görünüyordu. Türkiye’nin talebi araziye, İngiltere’nin ise ekonomik alana aitti. Arazi Türkiye’de kalıp ekonomik ayrıcalıklar 247 Hakikat, 17 Teşrin-i Sani 1924, No:210 248 Hakikat, 17 Teşrin-i Sani 1924, No: 210 249 Vatan, 13 Kanun-ı Sani 1925, No: 280, “Musul Meselesi” 106 İngiltere’ye verilirse sorun çözülebilirdi. Ancak sorun, derin sebeplerden oluşuyordu.”250 İngiltere, Cemiyet-i Akvam’ın vereceği kararın geçerli olmasını istemesine rağmen, Türkiye burada alınan bir kararın İngiltere’nin lehine olacağını ileri sürerek kabul etmedi. İngiltere, bunun üzerine Cemiyet-i Akvam’ın yetkisi konusundaki anlaşmazlığı Lahey Adalet Mahkemesi’ne başvurarak gidermeyi teklif etti.. Türkiye’ye göre, Lahey Adalet Mahkemesi’nin Cemiyet-i Akvam’ın yetkisini belirlemeye yetkisi yoktu. Cemiyet-i Akvam, yapılan görüşmelerden sonra İngilizler’in bakış açısına uygun bir karar verdi. Buna göre; Musul kıtası Irak hükümetine “ilhak” edilecek, Irak üzerinde İngiltere hükümetinin mandası 25 seneye çıkarılacak, barışın korunması için İngiltere hükümeti, Türkiye’yi razı edecek. Türkiye tabii ki böyle bir hükmü kabul etmez. Cemiyet-i Akvam tarafından alınan bu kararın geçerli olması için, bunu yerine getirme ve uygulama kudreti olması gerekir. “Cemiyet-i Akvam’ın ise böyle bir kudret ve vasıtası yoktur.” Gazeteye göre Türkiye’nin sulh istediğine ve harb ateşini alevlemek istemeyeceğine şüphe yoktur. Sorun iki devlet arasında halledilmelidir. “Şurası muhakkaktır ki İngiltere hükümeti sulhün muhafazası endişesiyle titreyen Cemiyet-i Akvam’dan kendi lehine karar çıkartması, sulhü muhafaza etmek şartıyla olmuştur.” Böyle bir karar iki devlet arasında yapılacak müzakerede İngiltere’nin büyük miktarda fedakarlık yapmamasına yardımcı olacaktı.251 250 Burada okuyucuların iki devlet arasındaki müzakerelerin ayrıntılarını bildiği belirtiliyor. Daha önceki müzakereler, zamanında verilen açıklama ve telgraf haberleriyle ayrıntılı olarak aktarılmış. Bunlar ne yazık ki elimizde yok. 251 Vatan, 13 Kanun-ı Sani 1925, No: 280 107 Cemiyet-i Akvam’ın kararından sonra Times gazetesi, Musul hakkında bir baş makale yayınladı. Haberde kararın bazı kısıntıları içermekle birlikte genel olarak İngiliz bakış açısına uygun düştüğü, ancak bunun oybirliği ile alındığının unutulmaması gerektiği belirtiliyor. Cemiyet-i Akvam’ın kararı ve “Brüksel Hattı” konusunda bilgi verilerek İngiltere’nin Irak üzerinde 25 sene mandasını koruması tavsiyesi üzerine yorum yapılıyor:252 “Tahkikat komisyonu, Musul Vilayeti Irak sınırları içinde kaldığı taktirde, İngiltere Hükümeti’nin bu yeni devlet üzerinde 25 sene mandasını muhafaza etmesini tavsiye etmişti. Cemiyet-i Akvam meclisi her nedense bu keyfi müddete asıldı kaldı. Irak, 1950 gibi geniş bir istikbale kadar İngiltere’ye tabi olarak yaşayacaktı. Fakat asrın renkli oyunlar tarzında görünen inkılapların hangi rengi alacağını kim bilebilir? Cemiyet-i akvam bu 25 seneyi mutlak tayin etmedi. Mister Ameri Irak davasını savunurken, İngiltere’nin Irak’ta kalmak istemesinin nedeninin kendi kendini yönetebilecek dereceye gelmesini temin etmek olduğunu ve bu isteğin gerçekleşmesinin ne kadar zaman alacağını kestirmenin zor olduğunu söylüyor. Fakat son iki sene zarfında elde edilen tecrübeden anlaşılıyor ki bu seneler, sanıldığından da az olacak. Cemiyet-i Akvam Irak hükümetinin bu süresini kesin olarak belirlemeyerek önemli bir hakkı korumuş oluyor. Bu hesabca Irak Devleti 25 seneden az bir zamanda Cemiyet-i Akvam’a dahil olabilecektir. Bu suretle Irak’ın tam bağımsızlığını elde edilmiş olacaktır. Bunun sonucunda da İngiliz mandası görevini yerine getirmiş olacak ve Irak’ın mesuliyetinden azad olmuş olacaktır.” Ancak önemli olan bu 25 sene değil, hazirana kadar olan 6 aylık süredir. Sir Austen Chamberlain, Cemiyet-i Akvam kararından sonra verdiği beyanatta, İngiltere’nin bundan sonra Türkiye ile müzakereye girişmekten hususi bir haz duyacağını, Irak’ta üstlendiği vazifenin gerekliliğiyle Türkiye’nin herhangi bir teklifine önem vereceğini belirtiyor. Ayrıca “Cemiyetin kararı askeri, ırki ve iktisadi sebeplerden dolayı Musul Vilayeti’ni içine almayan yeni ve bağımsız Irak devletini oluşturarak bunu yaşatmanın mümkün olmadığını savunan İngiliz davasının anlayışını doğrulamış oluyor. Musul’un Türkiye’ye ait olduğu tezini bugün uluslar 252 Vatan, 23 Kanun-ı Sani 1925, No: 281, “Musul-Son Hafta” 108 arası en büyük mahkeme mahkum etmiş bulunuyor. Bundan böyle müstakil bir Irak devletini himaye ile inkişafa ulaştırmak yolundaki vazifemiz kolaylaştırılmış oldu.” Fakat Sir Austen Chamberlain’ın açıkça söylemek istediği şudur ki; “Bu kararı Türkiye’ye karşı kazanılmış siyasi bir zafer olarak kullanmaya kalkışmak İngiltere’nin arzularının en sonunda gelir. Bu kararın bizce en büyük kıymeti, Türkiye müzakerelere ile vasıtasız olarak dostane girişmek imkanının hazırlanmasından ibarettir.” Chamberlain, Türklerin Anadolu’daki mücadelesine olan saygısını, Lozan’a bakışını ve gelecekteki İngiliz politikasını şu cümlelerle açıklıyor:253 “Türk milleti çok felaketler görmüş ve yalnız kalmıştır. Bu felaket ve yalnızlık günlerinde Anadolu’da kendilerine mahsus bir politika takibine koyuldular ve “bazı kusurlarıyla beraber” Türk milletini canlandırmak ve yaşatmak yolunda azim ve cesaret gösterdiler. Böyle bir maceraya hürmet etmek lazımdır. Mandamız altındaki memleketlerde takip ettiğimiz idare usulü muvaffak oldukça Büyük Britanya’nın Asya’daki haysiyeti tamir olunuyor. İngiltere, günden güne Asya milletlerinin yeni emelleriyle itilaf ediyor. Uzun ve acı felaketlerden sonra milletin yaşamasını temin için Türklerin sarf ettikleri mesaiye karşı akil İngiliz samimiyeti Türk milletinden esirgenmemelidir. Bazı hatalara ve önemsiz şüphelere pek o kadar aldırmamalıyız. Çünkü bunlar yalnızlık ve kimsesizlik günleriyle ilgilidir. Büyük Britanya için yeni Türkiye ile samimi ilişki tesis etmek yolunda istekli bir teşebbüs zamanıdır. Bu netice şöyle böyle İsviçre kollarından birisinin kenarında bir otelde yüzeysel bir görüşme[Lozan Barış Antlaşması] ile elde edilemez. Akıllı ve şark ahvaline vakıf bir İngiliz’i, yeni Türkiye Devletinin ızdırap içinde kıvrana kıvrana meydana gelmekte olduğu Ankara şehrine mümkün olduğunca kısa bir sürede göndermeliyiz ki orada “Kürdistan’ın muhtariyet idaresini”, iktisadi ve siyasi anlaşmazlıkları ağır ağır ve selamet fikriyle konuşarak çözümlesin. Hepsinden önemlisi Irak’da üstlendiğimiz vazife ile yeni Irak devletinin kurulmasını istiyorsak bu Türkiye’yi felce uğratmak istediğimiz anlamına kesinlikle gelmiyor. Aksine biz Türkiye’nin yaşamasını ve mutlu olmasını istiyoruz.” Musul’da Türk hukukunun müdafaası amacıyla Musul, Kerkük ve Süleymaniyeliler tarafından Musul Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adıyla bir cemiyet 253 Vatan, 23 Kanun-ı Sani 1925, No: 281 109 oluşturuldu. Yakında ilk toplantısını yapacak olan cemiyet vilayetlerde de şubeler açarak genel bir kongre yapılmasına çalışacaktı.254 1925 yılının başında Milletler Cemiyeti Soruşturma Komisyonu bölgedeki incelemelerini bitirmek üzereydi. Hakikat’teki haberde heyetin yakında Musul’dan Bağdat’a, Bağdat’tan Beyrut yoluyla İstanbul’a döneceği belirtilerek Komisyon’un İngilizlerin tedbirlerine rağmen ahalinin Türkiye’nin lehinde birçok tezahürata şahit olduğu üzerinde duruluyor.255 Komisyonun yaptığı incelemede yapılan görüşmeler, işgal güçleri ve Irak yönetimine duyulan korkudan etkilenmişti. Rapor’da Süleymaniye’de görüşülen tanıkların tümünün oybirliğiyle Irak’la birleşmekten yana görüş bildirdikleri ve Komisyon’un bu bildirimlerin serbestçe yapıldığına içtenlikle inandığı belirtilmektedir. Komisyona göre, Süleymaniye’nin Irak’la birleşme isteği siyasi değil, ekonomik nedenlere dayanıyordu.256 Buna karşın basında çıkan haber, komisyonun raporuyla tezatlık taşıyordu:257 “Musul, Kerkük ve Süleymaniye Vilayetleri ahalisi ile eşraf ve aşiretlerin reisleri ve halk temsilcilerinden 700’e yakın imza ile Cemiyet-i Akvam’a bir mazbata gönderilmiştir. Bu mazbatada ahalinin, Musul vilayetinin Türkiye’ye ilhakını arzu ettiklerini ve bu arzularının süratle gerçekleşmesini talep ettiler. Mazbatada aynı zamanda bütün Musul havalisinin dahi bu emel ve arzuyu besledikleri ve Musul’un Irakla ilgili ve alakası olmadığı, kıtanın Türkiye’ye ait olduğu beyan edilmektedir.” Cenevre’den bildirilen haberde, Musul’dan geri dönen Cemiyet-i Akvam Soruşturma Komisyonu’nun İskenderiye’ye ulaştığı belirtiliyor. Komisyon mayıs 254 Hakikat, 23 Şubat 1925, No: 224 255 Hakikat, 2 Mart 1925, No: 225 256 KAYMAZ; a. g. e, s. 461 257 Hakikat, 13 Nisan 1925, No: 231 110 zarfında raporlarını hazırlayarak, haziranda Cemiyet-i Akvam Meclisi dairesine takdim edecektir.258 Gazetelerde Musul meselesinin halli için Türkiye ile İngiltere arasında bazı müzakerelerden bahsediliyor. Daily Mail gazetesi, hükümetimizin İngiltere’ye bir teklifte bulunduğunu iddia etmektedir:259 “Türkiye, Musul şehri ile Musul Vilayetinin güneyindeki kısmının kendisine ilhakına karşılık olarak nüfus ve menafi itibariyle Arap nüfuzuna tabi olan daha güneydeki araziye ilişmeyeceğine dair bir beyanname vermeyi teklif etti. Türkiye, Musul’un güneyinden geçecek hatt-ı hudut için sınırsız bir müddetle teminat vermeyi vaat ediyor. Türkiye’nin içte, iki limanı arasında inşası tasavvur olunan muhtelif uzun demiryollarının inşası İngiliz şirketlerine verilecektir.” Londra’da yayınlanan West Minister gazetesinin siyasi muhabirinin güvenilir bir kaynaktan aldığı habere göre Musul sorunu hakkında incelemede bulunarak Cenevre’ye geri dönen Soruşturma Komisyonu’nun kanaati, İngiliz görüşünü tamamen memnun edecek yönde değildir:260 “Heyet-i Tahkikat’ın bütün Musul mıntıkasını Türkiye’ye terk edeceğini söylemek dürüst olmazsa da mezkur komisyon tarafında tahdit edilen hududun İngiltere tarafından mandası altındaki Irak için arzu ettiği şeyleri vermesi muhtemeldir. Güvenilir istihbaratın doğruladığına göre bu haber gerçek çıkarsa İngiltere Cemiyet-i Akvam’ın kararına riayet edecektir. Ancak Heyet-i Tahkikat’ın kararı istisnai bir mahiyeti haiz olduğundan meseleye son şeklini ancak Cemiyet-i Akvam Meclisi verebilecektir.” Soruşturma Komisyonu, 16 Temmuz’da verdiği raporda Musul halkının bağımsız kalma isteğini vurgulamış, halkoyuna oybirliği ile karar verilmesini öngörmüştü. Bu öneri, Türkiye’nin savunduğu tezi göz ardı etmemiş gibi görünse de 258 Hakikat, 13 Nisan 1925, No: 231 259 Hakikat, 13 Nisan 1925, No: 231 260 Hakikat, 11 Mayıs 1925, No: 234 111 oylamada İngiltere muhalif olacağından Milletler Cemiyeti’nde oybirliği ile karar verilmesine olanak yoktu.261 Milletler Cemiyeti Soruşturma Komisyonu raporunu açıkladıktan sonra Konsey kararına kadar (Aralık 1925) geçen sürede Türk Dışişlerinin faaliyetleri ve raporun yorumları basında şöyle yer almıştı: “Bu komisyon ilgili hükümetlerin mütekabil nokta-i nazarlarını mümkün mertebe uzlaştıracak bir mukavele oluşturulmasını teklif etmektedir.” 262 Cemiyet-i Akvam Eylül’de yapacağı toplantıda Musul Raporu’nu görüşecekti. Bu görüşmelere Türk Hükümeti adına Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü, Paris Elçisi Fethi, usbak [bundan öncekinden evvelki] Dışişleri Bakanı Şükrü Kaya, Bern Elçisi Münir Beylerin katılması bekleniyor. Toplantıya çeşitli devletlerin üniversite heyetleri de davet edildi. Türkiye adına hukuk fakültesinden bir heyet gidecekti.263 Türk Dışişleri Bakanlığı, bu toplantıya önceden hazırlanmaya başlayarak, çeşitli çalışmalarla Musul sorunundaki durumunu kendi lehine çevirmeye çalışacaktı. Musul konusunda Türkiye’nin bakış açısını içeren belgeler toplanarak “kırmızı kitap” olarak yayınlanacaktı. Amaç, “Cemiyet-i Akvam ve Avrupa efkar-ı umumiyesini” aydınlatmaktı.264 Hakikat’te 10 Ağustos’ta çıkan haberde kırmızı kitabın basıldığı ve dağıtılmaya başlanacağı söylenmekteydi.265 kitabın birkaç 261 TURAN; a. g. e., C. III, Bölüm I, s. 157 262 Rapor gazetece olumlu karşılanmıştı. Hakikat, 10 Ağustos 1925, No:246 263 Hakikat, 3 Ağustos 1925, No: 245 264 Hakikat, 18 Mayıs 1925, No: 235 265 Hakikat, 10 Ağustos 1925, No: 246 112 nüshası Dışişleri delegesi Nusret Bey tarafından İngiliz Elçiliğine verilmiştir. Kitap 320 sayfa olup bin nüsha basılmıştır. Kırmızı kitap yalnız Fransızca’dır.266 “Hariciye Vekaleti Musul hazırlığı hummalı bir devreye girmiştir. Hariciye Vekaleti, Musul Meselesinin Cenevre toplantısındaki görüşmelerin özetini yapmıştır. Bunda, iki tarafın Musul üzerindeki coğrafi, etnografi, iktisadi, askeri nokta-i nazarları tesbit edilmiştir. Aynı zamanda Lord Curzon’un İsmet Paşa’ya 29 Kanun-ı Evvel 1922’de yazdığı uzun bir mektup da tercüme edilmiştir. Curzon burada hükümetin Musul üzerindeki nokta-i nazarına cevap vererek anlaşma teklif etmekte ve asıl bilhassa Süleymaniye ahalisinin hiç Türklerle alakadar olmadığını, burada Türklere rast gelinmediğini ve Musul’un emin ve selameti namına arz-ı iltihak lazım geldiğini söylemektedir.”267 Musul Mebusu Nuri Bey, Hakimiyet-i Milliye’de yayınladığı makalede “Times”ın Musul hakkında mütalaalarını reddetmekte ve Musul için en tabii hududun Cebel-i Hemzin olduğunu söylemektedir.268 Hakikat, Tahkik Komisyonu tarafından Cemiyet-i Akvam Meclisine verilen raporun en dikkat çekici noktasının “Musul Meselesinin arazi taksimi suretiyle ilgili olan kısmıdır” olduğunu ileri sürüyor. Gazete, Tahkik Komisyonu Musul ahalisinin menfaat noktasından Irak’ı, hissiyat noktasından Türkiye’yi istediklerini kaydederek kavgalı olan arazinin ya Irak’a, Türkiye’ye verilmesinde dolayısıyla zorluk olduğunu üstü kapalı olarak belirterek, Türkiye ile İngiltere’nin menfaat ve emniyetlerini sağlamak için arazinin taksiminden bahsediyor. Eğer Musul’un taksimi esası kabul edilirse Küçük Zap nehrinin muvafık bir hudut olacağını söylüyor. Küçük Zap nehri Musul ile Erbil’i Türkiye’ye, Süleymaniye ile Kerkük’ü de Irak’a terk etmektedir.269 266 Hakikat, 24 Ağustos 1925, No: 248 267 Hakikat, 24 Ağustos 1925, No: 248 268 Hakikat, 7 Eylül 1925, No: 249 269 Hakikat, 7 Eylül 1925, No: 249 113 Musul meselesini müzakere edecek olan Cemiyet-i Akvam’ın 2 Eylül tarihli toplantısında hükümetimizi temsil edecek heyette şunlar bulunuyordu: Baş delege Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Bey, Delege Bern Elçisi Münir Bey, Müşavir Belgrad Mümessili Hikmet Bey ve Cevat Paşa, Heyet-i Kitabiyyat Kalem Mahsus Müdürü Hamid, Baş Katip Suat ve Katip Vedat Kemal Beyler’den oluşuyordu.270 “Journal Dojdinev” yayınladığı bir makalede Musul Meselesi’nin İngiliz Efkar-ı Umumiyesini alakadar ettiğini yazarak “İngiliz Delege Heyeti İngiltere’nin Irak üzerindeki uzun bir müddet için vekalet kabul edip etmeyeceğini Cenevre’de beyan edecektir.” demekte ve Cemiyet-i Akvam manda tarzında karar vermeyeceğini ileri sürmektedir.271 Tevfik Rüştü Bey, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 9 Ocak 1926 günlü toplantısında “Musul Vilayeti üzerindeki Türkiye hukuku hükümrânisi hiçbir suretle talik edilmemiştir. O tamamiyle mahfuzdur.” diyerek Türkiye’nin Musul üzerindeki egemenlik hakkındaki görüşünü açıklamıştı.272 Tan gazetesinin Londra muhabirinin bildirdiğine göre İngiltere Dışişleri Bakanı Austen Chamberlain Türk elçisi Fethi Bey’i kabul etmiş ve bu görüşme sırasında Fethi Bey Musul Meselesi’nin Cemiyet-i Akvam tarafından hallinden sonra muallakta kalan bazı meselelerin tasviyesi için İngiltere tarafından yapılan teklife hükümet mensuplarının “Türkiye, Musul Vilayeti’nin çok cenubunda bir sınır hattı üretmek için mevcut düşünceleri muhafaza etmektedir.” dediğini belirterek bunun, Türkiye’nin İngiltere ile doğrudan doğruya ilişkilere girişmek arzusunda, memnuniyet verici bir cevap olduğu üzerinde duruyor. 270 Hakikat, 7 Eylül 1925, No: 249 271 Hakikat, 14 Eylül 1925, No: 250 272 KAYMAZ; a. g. e, s. 570 114 İkili görüşmeler, Tevfik Rüştü Bey’le İngiltere Türkiye Büyükelçisi Ronald Charles Lindsay arasında 22-24-25 Ocak 1926 tarihlerinde Ankara’da yapıldı. Hakikat’te yer alan haberde Türkiye ve İngiltere’nin görüşmelerdeki düşünceleri belirtilmişti: “…Türkiye Musul Vilayeti’nin büyük kısmını istiyor. İngiltere ise vilayetin doğu kısmını Kürtlerle meskun havalide hududu düzelterek Türkiye’nin imaratına sarf edilmek üzere İngiltere’den 10 milyon İngiliz lirası miktarında bir borç akd etmesine amade bulunmaktadır…” Görüşmelerde kötümser olunmaması gerektiği üzerinde durularak “West Nestergard”ın bu konudaki yorumuna yer verilmişti: “Türkiye, Cemiyet-i Akvam’ın kararı mevcut değilmiş gibi hareket etmekte, İngiltere ise ancak önemsiz bir hudut düzeltmesine razı olmaktadır. Bundan dolayı tarafların bakış açılarındaki farklılık aynı miktardadır.”273 Ankara görüşmeleri hakkında Hakikat’te çıkan haberde Hakimiyet-i Milliye’deki baş makaleye yer veriliyor. Buna göre Musul sorununun birinci safhasının Haliç Konferansı, ikinci safhasının Cemiyet-i Akvam kararıyla son bulduğu söylenerek, her iki safhada İngiliz “tahakkümünün ve hırsının” çözümü engellediği belirtiliyor: “Cemiyet-i Akvam’ın kararı İngiliz efkar-ı umumiyesinde bile bir yığın endişe yaratmış olduğundan [Başbakan Stanley] Baldwin’in bizimle yeniden müzakereye girişerek barışçı olduğunu bize telkin etmek istemesi de üçüncü safhanın başladığını gösteriyor. Bunu yaparken müzakerelere esas olacak uygun bir zemin oluşturamadı. Musul’u faalen elinde tuttuğu için ilk müsbet teklif İngiltere’den gelmedi. Halbuki İngiltere bize Cemiyet-i Akvam kararı esas olmak üzere görüşelim diyor. Cemiyet-i Akvam’ın kararı esas olunca görüşecek bir şey kalır mı?”. Türk milletinin barışa açık olduğu vurgulanarak içte yaptığı ıslahat ve 273 Hakikat, 25 Kanun-ı Sani 1926, No: 264 115 inkılapları bırakarak bunlarla uğraşmayacağı ve ipi ilk koparacak olan olmayacağı üzerinde duruyor.274 Türkiye’nin Cemiyet-i Akvam’ın kararına yönelik ilk tepkisi, Sovyetler Birliği ile dostluk ve tarafsızlık antlaşması imzalaması oldu. Antlaşma, Konsey’in kararını açıkladığı 16 Aralık 1925 tarihinin ertesi günü 17 Aralık’ta Paris’te Tevfik Rüştü Bey’le Çiçerin arasında imzalandı.275 Cenevre’deki Tribune de Genéve gazetesi Musul’un Irak’a ilhak kararının, bu antlaşmanın imzalanmasını sağladığını belirtmişti. Musul’un Türk olduğunun kabul edilmeyen bir fikir olduğu söylenerek Sovyet yayılmacılığı karşısında batı diplomasisinin hareketi eleştiriliyor:276 “Kendinizi Türklerin yerine koyduğunuzda bu durumun getireceği tehlikeleri görmek için Bolşevikliğin Çin’deki yükselişini dikkate almak yeterlidir. Rusya Asya’daki başarısına doğru yürümektedir. Garp diplomasisi vahim bir hata yapmıştır. Eğer, Musul Meselesi’nin hal çaresi Türkiye ile Rusya’yı birleştirmiş olmasaydı Bolşevikliğin Çin hududunda durdurulması için Japonlar’a güvenilebilirdi. Avrupa devletleri buna nasıl dur diyebilirler? Avrupa’nın hiçbir hadisenin önüne geçemeyecek kadar aciz ve fütur içinde kalmayacağını ümit ederiz.” Ankara görüşmeleri hakkında Cumhuriyet’te çıkan haberde meselenin ulaştığı son safha hakkında bilgi veriliyor. Sir Lindsay, Tevfik Rüştü Bey’le görüşmüştü. Sızan bilgilere göre Lindsay’ın Londra ve Londra’nın Bağdat ile olan uzun haberleşmelerine bakılırsa müzakereler iyiye doğru gitmektedir. Prensip meseleleri büyük oranda halledilerek esas noktalar ile ayrıntıların görüşülmesine devam edilmektedir. Tahminlere göre görüşmeler en çok iki hafta sürecektir. Gerek Hariciye 274 Hakikat, 25 Kanun-ı Sani 1926, No: 264 275 KAYMAZ; a.g.e, s. 567 276 Hakikat, 15 Şubat 1926, No: 267 116 Nezareti ve gerek İngiliz Sefareti çevrelerinden edinilen izlenimler, neticenin “müsbet ve kati” olacağı merkezindedir.277 Ankara’dan İstanbul gazetelerine verilen bilgiye göre Musul Meselesi çözümlenmiştir. Ayrıntıların, İngiliz elçisi Sir Lindzey’in İstanbul’dan Ankara’ya geri dönerek halledileceği belirtilerek, durumun ümit verici olduğu ve müzakerelerin çabuk biteceği söyleniyor.278 27 Mayıs’ta yapılan görüşmelerde ikili nihai metin üzerinde görüştü. Lozan’dan sonra belirsiz kalan ve Türkiye ile İngiltere’nin sıkı ve samimi ilişkilerde bulunmalarını engelleyen Musul Meselesi, tarafların iyi niyetli tutumları sayesinde çözülmek üzeredir. Türkiye basınında yayınlanan Sir Linsay’ın beyanatına göre esasat kısmen halledilmiş, emniyet ve hudud meselelerinin de tamamıyla halledilmesi yakındır. “Dünya çapında bir kuvvet ve kudrete sahip olan İngiltere ile Asya’nın hakiki ve kuvvetli bir kapıcısı Türkiye arasındaki anlaşmazlık Yakındoğu’daki ticarete önemli etkiler yapıyor.” Bu nedenle çözüm yaklaştıkça herkeste memnuniyet meydana gelmekte ve anlaşmazlığın bir an önce çözümü temenni edilmektedir: “Bizim gibi Türklüğün bölünemeyen bir kısmı olup da İngiltere idaresinde kısılıp kalanlar için iki hükümet arasında yapılacak antlaşmadan duyacağımız haz ve sevinçin sonu yoktur. Çünkü bu suretle milletimize karşı gösterdiğimiz manevi hissi bile çok görerek jurnal verenlerin bundan sonra tacizine gerek kalmayacak ve her medeni insanın sahip olması gereken milli duygularımızın bizi birliğe teşkil ettiğini söylemeye cesaret bulamayacaklardır.” İki devlet anlaşarak kör düğümü çözdükleri taktirde yakın bir gelecekte her alanda karşılıklı ekonomik 277 Doğru yol, 17 Mayıs 1926, No: 305, “Musul Meselesi-Müsbet ve Kati Neticeye Doğru” 117 teşebbüslerde bulunulabilecektir. “Türkiye yöneticilerini bu meselenin çözümünde gösterdikleri başarıdan dolayı taktir ederiz. Çünkü Türkiye gösterdiği soğukkanlılıkla hakkını savunmayı kudsi bir gaye olarak gördüğünü bütün dünyaya isbat etti. Türkiye bütün kuvvetini ülkesinin inkişaf ve imaratına vererek, yakın ve uzak her hükümet ve milletle hoş geçinmeyi istediğini gösterdi.”denilerek Osmanlı politikası eleştirilmişti: “Asırlardan beri şöhret düşkünü sultanlar, izledikleri hedefsiz ve kör siyaset yüzünden Türk milleti çok zarar görmüş ve kuvvetinin önemli bir kısmı zay olmuştur.” Milli Mücadele’nin Türkiye’yi yabancı unsurlardan ve boş fikirlerden temizlediği ve medeni milletler sırasında şerefli bir mevki temin ettiği vurgulanarak “istikbalde takip olunacak siyaseti tarif ve tespit etmekle bütün hareketlerinde samimi olduklarını ispat ettiler…Biz bu adamların eseri önünde hürmetle baş eğer ve başarılarının devamını dileriz.” deniliyor.279 Hakikat’ten verilen haberde, Musul görüşmelerinin iyi bir şekilde sürdüğü belirtilerek, Musul Vilayeti’nde yoğun bir Türk ve Kürt çoğunluğunun bilinen bir gerçek olduğu vurgulanıyor. Musul’un Irak ile olan ilişkileri hem ırkî hem de coğrafî açıdan irdeleniyor:280 “Musul vilayetinin Irak ile hiçbir ilgisi yoktur. Irak ahalisi Arap’tır. Irak hükümeti de Arap hükümetidir. Irak denilen kıta binlerce seneden beri coğrafya hudutlarını tayin ve tespit ettiğinden Şattülrahim’in Dicle’ye mensup olduğu taktirdeki “Opis” harabelerinden Fırat sahasında Remadiye kasabasına ve 34 Arad dirhesinde cenupta Basra körfezine kadar olan kıtadan ibarettir. Musul vilayetinin %80’ini Türk ve Kürtler teşkil eder. Menafisi Araplarla Keldaniler, Asuriler ve Yahudilerden mürekkeptir. Arapların akıllı olduklarını söylemek bile gereksizdir. Bu Arapların büyük çoğunluğu Bedevi olup hiçbir arazi ve emlaka sahip değildirler. Yalnız Kerkük sancağında bulunanlar ziraatla uğraşır. Musul’da emlak ve arazi sahibi bir kısım vardır. 278 279 280 Doğru yol, 24 Mayıs 1926, No: 306, “Musul Meselesi” Söz, 29 Mayıs 1926, No: 241, “Düğüm Çözülüyor” Hakikat, 31 Mayıs 1926, No: 279 118 Ancak Musul’un büyük kısmını oluşturan “Ligua” ahalisinin Türk oldukları ve Türkçe konuştuklarını da açıklamaya gerek yoktur.” Gazete, İngilizler’in bu düşünceye katılarak anlaşmazlığın çözüleceğini ümit etmektedir. Milliyet’ten alınan bilgilere göre Musul sorunu her an imzalanarak çözüme kavuşabilecektir. Başbakan İsmet Paşa geçen hafta ilk defa olarak Büyükelçi Sir Lindsay’ı ziyaret etti. Görüşmelerde arazi meseleleri hemen hemen halledilmiş, petrol ve emniyet işleri kalmıştı. Musul sorununun bir petrol meselesi olduğu nihayet anlaşılmıştır denilerek bunun üzerinde duruluyor: “…İngiltere dışişlerine mensub birinin iddiasına göre Musul görüşmelerinde Türkiye’nin Irak petrollerinden ne miktarda istifade edeceği halledildi. Türkiye petrollerden bir hisse istedi. İngiliz delegesi petrollerin önceden taksim edildiğini söyleyerek Türkiye’ye petrol hissesine karşılık olarak para teklif etti. Ancak bu kabul edilmedi…”281 Manchester Guardiyan gazetesinin 22 Mayıs tarihli nüshasına göre Türkiye’nin bu teklifi de tatmin edilmedi ve Irak petrollerinden Irak hükümetine ait olan hissesinden Türkiye’ye bir hisse verilmesine karar verildi. Yani mesele bir İngiliz-Türk meselesi iken Türkiye-Irak meselesi halini aldı. Bu nedenle görüşmenin son safhasına İngiliz heyetinden askeri müşavir olarak yarı resmi bir durumda Irak müşahidi olarak “Mister Cardin” katılacak. Ancak muahedeyi imza için Ankara’ya Cardin’le beraber Irak hükümetinden ileri gelen birinin gelmesi kesindir. Bunun kim olduğu bilinemiyor. Türkiye-Irak arasında imzalanacak olan antlaşmaya, İran ve Türkiye arasındaki antlaşmanın maddelerine paralel bir takım maddelerin ekleneceği haber alınıyor.282 281 Söz, 5 Haziran 1926, No: 244; Doğru Yol, 7 Haziran 1926, No: 308, “Musul Meselesi” 282 Söz, 5 Haziran 1926, No: 244 119 Birlik gazetesi uzlaşılamayan tek meselenin petrol olduğu haberini vererek devletlerin taleplerini belirtmektedir: “İngiliz, Fransız, İtalyan ve Amerikalılardan oluşan bir şirket tarafından işletilen petrollerden Türkiye Hükümeti de bir hisse talep ediyor. İngiltere bunu kabul ettiğinden dolayı kendi hissesine düşen miktardan vermek zorunda kaldı. Petrol şirketleri bu duruma itiraz ederek İngiltere’nin Türkiye’ye ya toptan ya da her sene belirli miktarda bir parayı vermesini teklif ettiler. Türkiye, Musul kaynaklarından sahip olduğu hissesini satmak istemediğini dolayısıyla parayı kabul etmeyeceğini söyledi.” Görüşmeler, bu anlaşmazlık nedeniyle uzadı. Ancak buna da bir çözüm bulunduğu söyleniyor. Bağdat’tan verilen habere göre antlaşma onaylanmak üzere Irak Mebusan Meclisi’ne verilecektir. Fransız gazetelerinin Cenevre’den aldığı bilgiye göre kaleme alınıp imzalanacağı gözüyle bakılan antlaşmada 4 esas nokta bulunuyor. –Türkiye lehine hudud sınırlaması yapılacaktır. Musul şehri dahil olmasa da, stratejik açıdan Türkiye’ye önemli faydalar sağlanacaktır.-Türkiye, İngiltere ve Irak bir adem-i tecavüz antlaşmasıyla birbirlerine bağlı olacaklar. Buna İran da katılabilecektir.-Türkiye iktisadi bir mukavele ile Musul’daki servet kaynağından yararlanabilecektir. – Türkiye bir an önce Cemiyet-i Akvam’a kabulünü isteyecektir. 26 tarihli Anadolu Ajansının Ankara’dan verdiği habere göre müzakerelere devam edilmektedir.283 Kıbrıs’ta yayınlanmakta olan gazeteler günlük olmadığından antlaşmanın imzalanması birkaç gün sonra basına yansıyabilmişti:284 “Türkiye ile Irak arasında Musul’a ait itilafnamenin imzası için Irak Hükümeti tarafından Irak Müdafaa-i Milliye Nazırı Nuri Paşa El-seyyid ile Irak Harbiye Müdürü Süleyman Bey El-fettah gönderilmişlerdir. Bunlar acil olarak İngiliz Sefiri tarafından Ankara’ya davet edildikleri için uçak ile 283 Birlik, 5 Haziran 1926, No: 120, “Musul Meselesi” 284 Doğru Yol, 7 Haziran 1926, No: 308, “Irak Murahhasları” 120 hareket etmişler ve Atina’dan sonra trenle Ankara’ya gitmişlerdir. Musul itilafı bunlarla Türkiye Hariciye Vekili arasında imza edilmiştir. Mukavele Brüksel Hattı’nı içine alıyor. Ancak bir noktada Türkiye lehine değişiklik yapıldı. Türkiye-Irak hattının her iki tarafında 75 kilometrelik askerden arındırılmış bir bölge olacaktır. Türkiye,Irak petrollerinden Irak hükümetine ayrılan hissenin aşrını alıyor.” Birlik gazetesi verdiği haberde Musul müzakereleri sırasında esas olarak üç meselenin görüşüldüğü vurgulanarak bunların çözüm süreçleri kısaca ele alınıyor:285 “– Brüksel Hattı,- Irak’ta emniyet meselesi, -Petrollerden Türkiye’ye verilecek hisse. Türkiye Brüksel Hattı’nı esas olarak kabul ettiğinden bu mesele halledildi. Türkiye ile İran arasında yapılan itilaf nameye paralel olarak ikinci mesele de çözüme kavuştu. En çetin mesele petrol meselesi oldu. İlgili devletler 24 yıldan beri bunun peşinde koşmuşlar ve en nihayet I. Dünya savaşından sonra Türkiye’yi hesaba katmayarak kendi aralarında taksim etmişlerdi. Ancak bu yapılaşma meseleyi bitirmeyerek Mart 1925’te Irak hükümeti ile Turkish Petroleum Şirketi arasında bir mukavele ile halledilmişti. Bu şirket, 1 milyar İngiliz lirası sermayeli uluslar arası bir şirkettir. Başlıca 4 gruba ayrılır.- Anglo Persian Petrol Şirketi, -İngiltere’nin kontrolü altında bulunan Royal Dutch Petrol Şirketi, -Standard Oil ile 6 müttefik Amerika Şirketi,- 65 Fransız Petrol Şirketi. Irak’a arazi sahibi sıfatıyla ihraç edilecek petrolden hisse verilecek. Irak, sermayedar sıfatıyla değil, arazi sahibi sıfatıyla hisse alacağından Türkiye’nin de aynı sıfatla katılımı kabul edildi.” Antlaşma ile Musul’da tespit edilen sınır, önceden Cemiyet-i Akvam’ın tespit ettiği ve Brüksel Hattı denilen sınırdan çok az farklıdır. Ancak yapılan antlaşma, güney vilayetlerinin emniyetini sağlama ve ovadan 75 kilometrelik askerden arındırılmış bir arazinin ayrılması, Türkiye ile Irak arasında emniyet sözleşmesinin yapılaması ve petrollerden hisse ayrılması Türkiye için hiç de küçümsenmeyecek bir başarıdır. Türkiye burada barışın sağlanması için büyük fedakarlık gösterdi. Yazıda, yalnız İngiltere Hükümetinin değil, bütün dünyanın Türkiye’nin bu fedakarlığını 285 Birlik, 12 Haziran 1926, No: 121 121 taktir edeceği ve artık macera değil, barış içinde yaşayacak bir Türkiye hükümeti olduğunu anlayacağı ümit edilmektedir.286 Musul itilafı hakkında yorumda bulunan Daily Telegraph gazetesi, Türkiye hükümetinin akilane ve Türk menfaatine uygun hareket etmiş olduğunu yazmakta ve “Mezkur hükümet bu hareketi sayesinde kendisini gayet iyi bir mevkiye getirmiştir ki bu mevki sayesinde Mustafa Kemal Paşa ve rüfekasının gaye-i ittihaz ettikleri, memleketin yeniden imar ve inşası emrine bütün mesaisini hasr etmeye muktedir olabilecektir.” demektedir.287 Cemiyet-i Akvam meclisinde yapılan genel heyet toplantısında Sir Austen Chamberlain Türkiye-Irak hududunda yapılan hafif düzeltmenin kabulünü talep etmiş ve bir beyanatta bulunmuştu. Burada, Türkiye tarafından El-Amun’dan Şüvefa’ya giden yolun Türkiye toprağı dahilinde bırakılmış olduğunu ve hududun kesin olarak belirlenmesi için bir komisyon oluşturulduğu hakkında alınan kararı söylemiştir. Chamberlain ardından, Cemiyet-i Akvam meclisinin Büyük Britanya ile Türkiye’yi, Musul sorununu kendi aralarında halletmeye davet etmiş olduğunu hatırlattı. Chamberlain, muahede metnini kayıt ve onay için Cemiyet-i akvam genel sekreterliğine verileceğini söyledi. Meclis azası, uzun ve çetin bir kavganın bu suretle sona ermiş olmasından memnuniyet duymuştur.288 CHF’de 6 Haziran 1926’da yapılan uzun ve tartışmalı toplantıda, antlaşmaya ciddi bir karşı çıkış olmasına rağmen ertesi gün sınırlı bir katılımla toplanan Türkiye 286 Birlik, 12 Haziran 1926, No: 121, “Musul Meselesinin Neticesi” 287 Doğru Yol, 21 Haziran 1926, No: 310, “İngiliz Gazetelerinin Mütalaatı” 288 Doğru Yol, 21 Haziran 1926, No: 310, “Mister Chamberlain Meclis-i Akvam’da İzahat Vermiş” 122 Büyük Millet Meclisi antlaşmayı onayladı. Irak Meclisi 14 Haziran 1926, İngiliz Avam Kamarası da 18 Haziran 1926’da antlaşmayı onaylamıştı.289 Londra’dan bildirilen haberde, Türkiye ile yapılan muahede hakkında Hariciye Nazırının parlamento müsteşarı Mister Loker Laminson yaptığı yorumda;290 “Türkiye hükümeti ile yapılan müzakerelerin başarıyla sonuçlandığı ve 5 Haziran’da antlaşmanın imzalandığını açıkladığım için kendimi bahtiyar addediyorum. Muahedede son dakikada bazı değişiklikler yapıldığından tam metni meclise sunma durumunda değilim. Ancak itilafname bir an önce parlamentonun tasdikine sunulacaktır. Muahede müzakerelerinde iki devlet temsilcileri anlayışlı davrandılar. Bu, iki devlet arasındaki geleneksel dostluğun canlandırılmasına hizmet etmiştir.” demiştir. Antlaşma ile Türkiye, Musul’u kaybetmesine rağmen basın denetim altında olduğundan olumsuz bir tepki görmedi. Resmi değerlendirmeler de kısa ve yüzeysel ifadelerle geçiştirilmişti.291 Kıbrıs Türk basınına bakıldığında bu dönemde resmi sansür olmamasına karşın Kıbrıs’ın İngiltere’nin elinde olması yapılan değerlendirmelere de yansımıştı. Basın Türkiye gazetelerinden Musul haberlerini aldığından eleştirel bir yaklaşımın Türkiye gazetelerine yansımaması Kıbrıs’ın bakış açısını doğrudan etkilemişti. Gazeteler, Musul konusunda Türk tezini desteklemelerine rağmen yeni kurulan cumhuriyeti tehlikeye atacak kadar önemli görmemekteydiler. Türkiye bu konuda çok büyük fedakarlıklar yapmıştı. Asıl önemli olan kurulan düzeni devam ettirerek barışı korumaktı. Tüm dünya ve Avrupa devletleri Türkiye’nin bu fedakarlığını inkar edemezlerdi. İngiltere ile Türkiye arasında sorunun çözümü, süreç içerisinde sürekli temenni edilmişti. 289 KAYMAZ; a. g. e, s. 594, 595 290 Doğru Yol, 21 Haziran 1926, No: 310, “Musul Muahedesi Avam Kamarası’nda” 123 C. Osmanlı Borçları Lozan Antlaşması’nda borçların hangi devletler arasında bölüşüleceği belirlenmiş olmasına rağmen, ana paranın borçlu devletler arasında nasıl bölüşüleceğine karar verilmemişti. Buna, bir Türk temsilcisinin de katılımıyla Paris’te toplanacak komisyon karar verecekti. Borçların yıllık taksitlerini Düyun-ı umumiye yönetimi açıklayacaktı. Düyun-ı umumiye 6 Kasım 1924’te yıllık taksitleri açıkladı. İlgili devletlerin bir kısmı itiraz ettiğinden uluslar arası hakemliğe başvuruldu. Eugène Borel hakem seçilmişti. 18 Haziran 1925’te açıklanan hakem kararına göre Osmanlı borçlarından Türkiye’ye “84.597.495” altun lira pay düşmüştü. Bu, tüm borçların 2/3’ü demekti. Yıllık ödenecek miktar, “5.809.312.96” Türk lirasıydı. Bir süre sonra ödemelerin hangi para ile yapılacağı sorunu ortaya çıktığından 1929 yılına kadar ödemeler durdurulmuştu. 13 Haziran 1928’de yapılan yeni bir antlaşma ile borcun Türk lirası olarak ödenmesi kararlaştırıldı ve eski Düyun-ı Umumiye yönetimine son verildi. Bunun yerine “Eski Osmanlı İmparatorluğunun Paylaştırılan Genel Borçları Kurulu” adını taşıyan Paris merkezli yeni bir uluslar arası kurul oluşturuldu. 1929’da ödemeler başladığına dünyada ekonomik bunalım ortaya çıkmış ve bu ödemelerde yeni güçlükler yaratmıştı. 22 Haziran 1933’te yapılan yeni bir antlaşma ile Türkiye’nin ödeyeceği taksitler 700.000 altun Türk lirasına indirildi. Yıllık ödemeler 20 yıl sürmüş, 25 Mayıs 1954’te son taksit ödenerek Türkiye’nin Osmanlı borcu kapanmıştı.292 Times gazetesinin haberine göre Türk Hükümeti kağıt para ve borç meselelerini görüşmekteydi. Yılda 2 milyon Türk lirasının tedavülden kaldırılması ve 291 KAYMAZ; a.g.e, s. 594 292 TURAN; a. g. e, C. III, Bölüm I, s. 261 124 borç için bu dereceye 25 milyon ödenmesinden bahsediliyordu. Lozan Muahedesi’nde Türkiye kaybettiği toprağa karşılık olarak borcunun % 40’ından kurtulmuştu. Savaş öncesinde 143 milyon İngiliz vadesinde olan borcu, 86 milyona düşmüştür ki bu da önemli bir miktar değildi.293 Basındaki haberlerde Düyun-ı umumiye Meclisi’nin çalışmalarına değinilmişti. Suriye’de yayınlanan bir tamimde, Düyun-ı Umumiye dairelerinin İstanbul ile haberleşmeyi kestiği bildirildi. Bir seneye kadar muamelat, Fransızca ve Arapça yapılacağından Türk memurlarının bu dilleri öğrenmeleri gerektiği uyarısı yapıldı.294 Times’ın yazdığı haberde, Düyun-ı Umumiye Meclisi resmen hükümete müracaat etmiş ve Anadolu’daki Düyun-ı Umumiye gelirlerine ne zaman el konulabileceğini, sormuştu.. Times muhabiri dainlerin asıl endişesinin Türk hükümetinin ayırdıkları meblağın ödemesini sağlamak olduğunu söylüyordu: “Türk hükümeti en acil imaret ve iskan işleri için bile gereken parayı bulmaktan acizdir.” Muhabir, Türk hükümetinin Düyun-ı Umumiye’ye karşı barışçı davranmasını tavsiye ederek Londra piyasasının Türkiye için pek vahim olacağını söylüyordu.295 Sırbistan’ın bakış açısının yayınlandığı haberde Sırbistan temsilcisi Mösyö Jivkoviç’in sözlerine yer verilmişti: Jivkoviç Türkiye ile Sırbistan arasında hiçbir itilaf noktası kalmadığını söyleyerek belirsiz kalan tek meselenin Düyun-ı Umumiye olduğunu belirtiyordu: “Bilindiği gibi biz Lozan’da Düyun-ı Umumiye’nin taksimini kabul etmediğimizden muahedeyi imzalamadık. Biz bu meselenin 1913 senesinde Londra’da toplanmış olan konferansta halledilmiş olduğunu düşünüyoruz. Bundan dolayı antlaşmayı imzalamaktansa meseleyi Türkiye ile aramızda halletmeyi uygun 293 Hakikat, 6 Teşrin-i evvel 1923, No: 154, “Ne Kadar Borcumuz Var?” 294 Hakikat, 13 Teşrin-i Evvel 1923, No: 155, “Türk Memurlarına İhtar” 295 Hakikat, 20 Teşrin-i Evvel 1923, No: 156 125 gördük.” Jivkoviç, iki hükümet arasında siyasi ilişkilerin oluşturulması için hiçbir teşebbüs yapılmadığını da ekliyordu.296 Avam Kamarası’nda Düyun-ı Umumiye ile ilgili yapılan bazı görüşmeler basına yansımıştı. Times gazetesinde çıkan haberde Mister Macdonald, Düyun-ı Umumiye’nin kendisine tahsis edilen varidatını istimlakten mahrum edildiğini bildirmişti. Filistin’deki Düyun-ı Umumiye şubeleri hakkında Macdonald, Filistin Hükümeti’nin bu şubeleri kapatamadığını söyledi. Ayrıca kendilerine tahsis edilen varidatı istimlak ederek ve Osmanlı Düyun-ı Umumiyesi hakkında kesin bir karara varılıncaya kadar bankaya yatırmakta olduklarını belirtmişti.297 Avam Kamarasında Hariciye Müsteşarı Mister “Pansoni” Düyun-ı Umumiye konusundaki sorular üzerine verdiği beyanatta, Fransızların Suriye’yi işgal ettikten sonra Düyun-ı Umumiye’ye tahsis edilen varidat hakkında İngilizlerin hiçbir malumatı olmadığını bildirdi. Türkiye hükümeti hamillerine danışmaksızın Düyun-ı Umumiye’nin vaziyetini değiştirdi. Anlaşıldığına göre Düyun-ı Umumiye Meclisi, Türk hükümeti ile bu mesele hakkında haberleşmektedir. Eğer bu haberleşme bir sonuç vermezse İngiliz hükümeti diğer hükümetler ile görüşerek bir karara varacaktı.298 Avam Kamarasında azadan biri baş vekilden, Zağlul Paşa ile yapılan görüşmede Osmanlı Düyun-ı Umumiye’sinden bahs edilip edilmediğini sormuştu. Mister Macdonald da verdiği cevapta Zağlul Paşa’ya bir muhtıra vererek onun da buna cevap verdiğini belirtmişti.299 296 Hakikat, 15 Kanun-ı Evvel 1923, No: 164, “Türkiye ve Sırbistan” 297 Hakikat, 14 Haziran 1924, No: 188 298 Hakikat, 21 Haziran 1924, No: 189 299 Hakikat, 24 Teşrin-i Sani 1924, No: 211 126 Lozan görüşmeleri sırasında kuponlar meselesinde, Türkiye ile Fransa arasında anlaşmazlık yaşanmıştı. Konunun daha sonra iki devlet arasında çözümüne karar verildi. Ankara’da Musul görüşmeleri sürerken, Paris’te de Türk delegeler ile Düyun-ı Umumiye’de bulunan alacaklı temsilcileriyle görüşmeler başladı. Alınan haberlere göre taraflar arasında antlaşma sağlanamadığından Türk delegeleri geri dönmeye karar verdi. Türk delegelerin geri dönme sebebi hakkında herhangi bir bilgi alınamadı. Yakında Ankara’ya gidecek olan Türk delegelerinden Zekai Beyin açıklaması dönme sebebini gösterecekti. Doğru Yol, taraflar arasındaki haberleşmenin devam edeceğini tahmin ediyor ve kesinti sebebi tam olarak bilinmemesine karşın, bazı ihtimaller de göz ardı edilmiyordu. Buna göre; kesinti sebebi olarak Düyun-ı Umumiye faizleri için Dainler Vekillerinin yıllık 2 buçuk milyon lira talep etmesi ve Türk tarafının yalnız 1 milyon lira ödenmesinin teklif edilmesi görülüyordu.300 D. Kabotaj Kabotaj hakkı, bir devletin kendi limanları arsında yük ve yolcu taşıma anlamına gelmektedir. İç ulaşım demek olan bu hak, ulusal ticaretin gelişmesi ve ulusal ekonominin güçlenmesine önemli katkı sağlamaktadır. Bu da, devletlerin bu hakkı yabancı bandıralı gemilere ve uyruklarına yasaklamasına veya sınırlandırmalar getirmesine neden olmaktadır. Osmanlı döneminde yabancılar kapitülasyonları ellerinde bulundurduklarından limanlar arasındaki ticaret de buna dahildi. I. Dünya Savaşı’nda kapitülasyonlar tek taraflı kaldırılmışsa da bunların yabancı devletin de 300 Doğru Yol, 24 Mayıs 1926, No: 306, “Kuponlar Meselesi” 127 kabul ettiği şekliyle kaldırılması Lozan Antlaşması ile olmuştu. Bu antlaşmanın 24 Temmuz 1923 tarihli Ticaret Sözleşmesi’nin 9. maddesi kabotajla ilgiliydi:301 “Türkiye, aynı konuda kendisine karşılıklı işlemde bulunulması şartıyla, Türk bayrağını taşıyan gemilere uygulamakta olduğuna eşit bir işlemi, ya da herhangi bir başka devlete uygulamakta olduğu ya da uygulayabileceği daha elverişli bir işlemi, öteki bağıtlı devletlerin gemilerine uygulamayı yükümlenir. Türkiye, öteki bağıtlı devletlerden her birine karşı ve öteki bağıtlı devletlerden her biri de Türkiye’ye karşı Türkiye’ye karşı balık avcılığını, deniz kabotajını…kendi ulusal bayrağının tekelinde tutma hakkını saklı bulundurmaktadır.” Bu madde ile devlet kendi lehine kabotaj yasağı koymamış, ilgili devletler kabotaj seferlerini kendi bayraklarını taşıyan gemilerle yapma hakkını saklı tutmuşlardı. Bu durumda kabotaj yasağı konulmadıkça yabancı gemiler Türk limanları arasında yük ve yolcu taşıyabileceklerdi.302 Lozan’da Türk heyeti, antlaşmanın yürürlüğe gireceği tarihten itibaren kabotajın Türk milli bayrağına mahsus olunacağını, bu durumda 1923 yılı başında Türkiye’de hizmette bulunan yabancı şirketlerin 1923 yılı sonuna kadar işlerini devam ettirebileceklerini belirtmişti.303 Hakikat’te çıkan haberde, Lozan’a göre 30 Kanun-i evvelden sonra Türkiye’de kabotaj hakkının Türklere ait olduğu zaten bilinen bir şey olduğu vurgulanarak İngiliz gazetelerinin haberlerine yer verilmişti. İngilizler, kurtarma vapurlarının kabotaja dahil olmadıklarını iddia ediyorlardı. Morning Post gazetesi İngiliz temsilcisi Mister Anderson ‘un bu konuda şiddetli teşebbüslerde bulunduğu bildiriliyordu.304 301 MERAY; a. g. e, Tkm. II, C. II, s. 77, 78 302 ÇAĞA, Tahir; “Türkiye’de Deniz Kabotajı Tekeli”, Lozan’ın 50. Yılına Armağan, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, İstanbul 1978, s. 76 303 ÇAĞA; a. g. e, s. 81 304 Hakikat, 26 Kanun-ı Sani 1924, No: 170, “Kabotaj Hakkı ve Muhallis Vapurları” 128 815 sayılı kanundan önce 20 Şubat 1924’te kabul edilen “Türkler ve Türk Şirketleri Tarafından Satın Alınan Buharlı Gemilerin Gümrük Vergisinden İstisnasına Dair Kanun ”un ikinci maddesinde “Kabotaj hakkından istifade maksadıyla muvazaalı olarak milli bayrak altına girmiş olduğu bilmuhakeme tahakkuk eden sefain hükümet tarafından müsadere edilir.” yer almıştı.305 Çağa, Türk bayrağı taşıyan gemilerin kapitülasyonlar devrinde de Türk limanları arasında yük ve yolcu taşıdıklarından kabotaj hakkının “bayrağımıza intikal” veya “hükümetçe Türklere naklinden” söz edilemeyeceğini belirterek Lozan’da Türk bayrağı taşıyan gemiler lehine kabotaj tekelinin kurulduğu zan ve kabul edilerek, gerçekte olmayan kabotaj yasağı hakkında yapılan teklifin meclisçe de kabul edildiğini vurguluyordu.306 Bu konuda gazetede çıkan haberde yabancı bandıralı gemilerin memleketin yararına çalışmaktan uzak olacakları üzerinde durularak bu konuda yapılacak muamele Ankara’dan sorulmuştu. Ankara’da yapılan görüşmeler sonucunda Hariciye Vekaleti, İstanbul Vilayetine gönderdiği açıklamada Lozan’ın 9. maddesinden bahsederek bu hükmün ne anlama geldiğini anlatıyordu: “bu madde ile tabamıza hasr olunan cihet, yalnız kendi limanlarımız arasında eşya ve yolcu nakliyatından ibaret olup yoksa bizim limanlarla ecnebi memleket limanları arasında seyrüsefer nakliyat hususatı değildir. Bundan dolayı adalardan limanlarımıza gelecek olan ecnebi bandırasına sahip yelkenli kayıklar sadece İtalya’nın idaresi, altında bulunan adalarla bizim sularımız arasında seyrüsefer ediyorlarsa bunların seferleri kabotaj mefhumuna dahil olmadığından men’i kabil değildir. Fakat adalardan geldikten sonra bizim sahillerimiz arasında seyrüsefer 305 ÇAĞA; a. g. m, s. 83 306 a. g. m, s. 84 129 eylemeye ve yolcu, eşya nakletmeye kalkışanları kabil olamayacağından hususun derhal yasaklanması gerekecektir.”307 1921’de imzalanan Barcelona Sözleşmesi ile devletlerin kabotaj yasağı koyma yetkisine sahip oldukları kabul edilmişti. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 19 Nisan 1926’da “Türkiye Sahillerinde Deniz Nakliyatı ve Limanlarla Karasuları İçinde Sanat ve Ticaret Yapma Hakkında Kanun” adlı 815 sayılı yasa kabul edildi. Kabotaj yasası adı verilen bu yasa Türk karasularında, Marmara’da ve Türkiye’deki nehirlerde ve göllerde gemi bulundurmak ve bunlarla ulaşımı düzenlemek, ticaret yapmak hakkını yalnız Türk vatandaşlarına tanımaktaydı.308 Türkiye sahillerinden deniz nakliyatı “kabotaj” ve limanlarla kara suları dahilinde hükümetçe hazırlanıp adliye encümeninde düzeltilen kanunun sureti şudur:309 “Türkiye sahillerinin bir noktasından diğerine mal ve yolcu nakletmek ve sahillerde limanlar dahilinde veya arasında her hangi mahiyette olursa olsun bilcümle liman hizmetini ika etmek yalnız Türkiye sancağına sahip gemilere aittir. Ecnebi gemileri ancak ecnebi memleketlerinden almış oldukları yolcu ve yükü Türk limanlarına ihraç ederler ve Türk liman ve limanlarından ecnebi liman ve limanlarına gidecek yolcu ve yükü de alırlar. -Kara suları dahilinde balık, istiridye, midye, sünger, inci, mercan, sedef vs. gibi; kum, çakıl vs. ihracı ve gerek deniz yüzünde ve gerek deniz altında mevcut kazazede gemilerin ihraç ve tahliyesi, dalgıçlık, arayıcılık, deniz bakkallığı ve bütün Türk vesait ve merakip-i bahriyesi durumunda kapudanlık, çerhicilik, katip, taifelik ve amelelik vs. icrası ve iskele rıhtım hamallığı ve çeşitli deniz esnaflığı icrası Türkiye tebaasına aittir. -Hükümetin muvaffakken ve hiçbir hiçbir hak temin etmemek şartıyla ecnebi gemilerinin icra-yı sanat etmelerine ve Türk tahsiliye gemilerinde ecnebi mütehassıs, kaptan ve taife istihdamına müsaade edebilir. -Birinci madde hükmüne muhalif olarak Türkiye limanları arasında kabotaj hakkını ihlal eden yabancı gemilere bin liradan on liraya kadar nakdi ceza uygulanacak ve bu maddenin ikinci fıkrası gereğince Türkiye limanlarından yük ve yolcu almak ve çıkarmaktan 6 aydan 1 seneye 307 Hakikat, 16 Şubat 1924, No: 173 308 TURAN; a. g. e, C. III, Bölüm I, s. 227 309 Hakikat, 3 Mayıs 1926, No: 276 130 kadar men olurlar. İş bu kanun ahkamı 1 Temmuz 1926 tarihinden itibarendir.” Söz’de, kanunun yürürlüğe konulması ile Türkiye-Kıbrıs arasındaki nakil işlerinin alacağı şekilden bahsediliyor:310 “Temmuzun başından beri kabotaj hakkının milli bayrağa katıldığını Türk basınından memnuniyetle okuduk. Seyr ü seferi düzene koymak zorunda olan Türk Vapur Kumpanyalarının Kıbrıs’a da uğrayacaklarını ümit ediyoruz. Kıbrıs’ın şimdiye kadar Türkiye ile olan ticaret ve nakil işleri yabancı şirketler tarafından yapılmaktaydı. Mersin’e kadar gelen Türk gemilerinin Kıbrıs’a uğramasının şirketin yararına olacağını düşünüyoruz. Özellikle adadan taşınacak binlerce göçmeni yabancı bandıralarına muhtaç bırakmamak gerekir.” 310 Söz, 31 Temmuz 1926, No: 249, “Kabotaj Hakkı” 131 III. DIŞ TEPKİLER Bilindiği gibi Amerika Lozan Konferansı’na gözlemci sıfatıyla katılmıştı. Türkiye ile Amerika arasında Lozan’da 16 Ağustos 1923’te bir dostluk ve ticaret antlaşması imzalandı. İsmet Paşa ile Amerika Birleşik Devletleri’nin Lozan Konferansı’ndaki temsilcisi Joseph Grew arasında imzalanan bu antlaşma, iki devlet arasındaki diplomatik ve ticari ilişkilerin kurulmasını amaçlıyordu. Bu antlaşma, Türkiye ile Avrupalı devletler arasında imzalanan Lozan Antlaşması’nın uzantısı olarak görüldü. Antlaşma, ABD resmi çevrelerinde ve kamuoyunda büyük tartışmalara yol açtı. Bu nedenle onaylanması gecikmiş ve 1927’de ABD Senatosunca reddedilmişti. 1923’te başlayan tartışmalar 1923’a kadar sürdü. Senato, 1923’de bu antlaşma ile hemen hemen aynı hükümleri içeren yeni bir antlaşmayı kabul etti.311 16 Ağustos tarihli antlaşma ile ABD, kapitülasyonların kaldırılmasını, bunların yerine yeni bir ticari, hukuki ve diplomatik çerçeve konulmasını kabul ediyordu. Bu antlaşma Türkiye’de Lozan Antlaşması ile birlikte kolayca onaylanmasına rağmen ABD’de durum böyle olmadı. Antlaşmanın koşullarını eleştirenler ve Türkiye ile ilişki kurulmasına karşı olanlar antlaşmayı hemen şiddetle protesto etmeye başladılar. Buna karşın Türk Hükümeti ile ilişkileri destekleyen sesler de artmıştı.312 Amerikan temsilcisi Grew, Türkiye’ye çok fazla taviz verildiğini düşünüyordu. Senatoda ve halk arasındaki muhalifler antlaşmayı, kapitülasyonlar ile Türkiye’deki Hıristiyanların korunması konusunda eleştirerek, 311 LİPPE, Johh M. Vander; “Öteki Lozan Antlaşması: Amerikan Kamuoyu ve Resmi Çevrelerinde Türk-Amerikan İlişkileri Tartışması”, 70. Yılında Lozan Barış Antlaşması Uluslar arası Semineri (25-26 Ekim 1993), İnönü Vakfı, Ankara 1994, s. 61 312 LİPPE; a. g. e, s. 73 132 ticari çıkarların ABD’nin Hıristiyanlara karşı taşıması gerektiğini düşündükleri ahlaki sorumluluk pahasına korumakla suçlanıyordu. Muhalifler arasında ABD’nin eski Osmanlı Büyükelçisi Henry Morgenthau, Senatör William King ve Senatör Claude Swanson yer alıyordu. Resmi çevreler dışında Protestan Episkopal Kilisesi’nden bir grup piskopos, Türkiye ilişki kurulmasına siyasal gerekçelerle karşı çıkan yurttaşlar ve çeşitli gruplar bulunuyordu. Kamuoyunda ise ABD’nin Almanya’daki eski Büyükelçisi James Gerard, David Hunter Miller ve New York’lu avukat Vahan Cardashian muhalefetin sözcülüğünü yapıyordu.313 Amerikan Cumhurbaşkanı Coolidge, kongre meclisinde verdiği beyanatta Düyun-ı Umumiye’nin feshini kabul etmediklerini ve borçların İngiliz borcu hakkında uygulanmış esaslar dairesinde tasfiyesine karşı olmadıklarını belirtmişti.314 Antlaşmayı destekleyenler ABD’nin Lozan Antlaşması çerçevesinde Avrupa Devletleriyle aynı haklara sahip olduğunu ve daha uygun koşulların elde edilemeyeceğini ileri sürüyorlardı. ABD’nin Hıristiyanları ancak güç kullanarak koruyabileceğini, bununsa izolasyonist politika tercihlerine aykırı olduğu gibi bölgede maliyeti yüksek askeri yükümlülükler üstlenmeyi de gerektirdiğini söylüyorlardı. Ayrıca antlaşmayla yalnızca ticari girişimler değil Türkiye’de bulunan tüm Amerikalıların ve Amerikan kurumlarının meşru çıkarları korunmaktaydı.315 Bu cephede Dışişleri Bakanı Charles Hughes, ardılı Frank Kellog, Joseph Grew, Mark Bristol yer alıyordu. Senatoda ise 1925’te Dış İlişkiler Komisyonu başkanı olan Senatör William Borah, bulunuyordu. Türkiye’de çıkarı olan Amerikan işadamları ve 313 a. g. e, s. 75 314 Hakikat, 22 Kanun-ı Evvel 1923, No: 165 315 LİPPE; a. g. e, s. 74 133 kuruluşları, Ortadoğu’da etkinlik gösteren Amerikan misyonerlik ve eğitim kurumları da antlaşmayı destekleyenler arasındaydı.316 Basında bu konuda yer alan haberlere bakıldığında Amerikan kamuoyundaki tartışmaların sıkça işlendiği görülmektedir. Hakikatte çıkan haberde Chester imtiyazından317 bahsedilerek Türk-Amerikan ekonomik ilişkilerine değiniliyor:318 “Araştırma için Ankara’ya gelen Mister Markson Chester imtiyazının uygulanmama nedeni olarak Amerikalıların imtiyaz işlerindeki tecrübesizliklerini gösteriyor. Markson’a göre bu imtiyaz İngilizlere verilseydi mutlaka bunda başarılı olacaklardı. İmtiyazın neticesi, İngilizlerle Fransızların Türkiye’deki iktisadi rekabetlerine son vererek Amerikalıların aleyhinde işbirliği yapmaları oldu. “İngiliz ve Fransızlar Amerikalılardan %5 faizle borç alarak Türkiye’de % 10 faiz temin eden işlere girdiler. Yani Amerika sermayesi karşısında yine Fransızların elindeki Amerika sermayesi rağbet gördü.” Mister Markson, Chester imtiyazı konusundaki başarısızlıklarına rağmen Amerikalıların Türkiye’de iktisadi faaliyetlerde bulunmalarını teşvik ederek ve Türklerin Amerikalılar hakkındaki tevcihlerinin hala olduğunu belirtiyor.” Antlaşmanın onaylanma sürecinde Amerikan Senatosunda uzun süreli tartışmalar olmuştu. Çıkan haberde kamuoyundaki taraflaşmalar üzerinde duruldu:319 316 a. g. e, s. 74 317 Chester İmtiyazı: Doğu Anadolu’da yaklaşık olarak 4300 kilometre uzunluğunda bir demiryolu döşenecek, Musul’u da içine alacak olan bu hat, Karadeniz ve Akdeniz kıyılarındaki bazı limanları da içeriyordu. Chester Şirketi, demiryolunun iki yanında 40 kilometrelik bir alanda tüm madenleri işletme hakkına ve gerekli gördüğü taktirde yeni demiryollarını yapma ve işletme hakkına 99 seneliğine sahip olacaktı. Amerika’nın Osmanlı döneminden beri üzerinde durduğu bu imtiyaz, 1907’de ortaya çıkmasına rağmen Mebusan Meclisi’nde onaylanmayınca yürürlüğe giremedi. Proje, kurulan yeni Türk devletine de sunularak 9 Nisan 1923’te TBMM’de kabul edildi. Bu durum Türk kamuoyunda ve Lozan görüşmelerinde tepkiyle karşılanmış, İngiltere ve Fransa sermayedarları da eşit rekabet şartlarının getirilmesini istemişti. Musul Türkiye’de kalmayınca Chester grubu Türkiye’deki maden yataklarını cazip bulmamış ve sözleşmeyi uygulamaktan uzak durmuştu. İLHAN, Murat; Türkiye’de Demiryolları ve Demiryolları Politikası, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2004, s. 34-39 318 Hakikat, 17 Kanun-ı Sani 1924, No: 169, “Amerikalı Muharrir Mister Markson’un Şayan-ı Dikkat Bir Makalesi” 319 Hakikat, 26 Kanun-ı Sani 1924, No: 170, “Amerika’da Muahedemiz Lehine Bir Cereyan” 134 “Amerika’nın Lozan antlaşmasını ne zaman onaylayacağı henüz bilinmiyordu. Amerika’da anayasaya göre antlaşmayı sadece Ayan Meclisi [Senato] onaylama yetkisine sahipti. Amerika’da bu antlaşmanın onaylanması aleyhinde bulunanlar gibi, antlaşmaya taraftar olanlar da çoktu. New York’ta antlaşmanın onaylanması lehinde propaganda yapmak için bir komite oluşturuldu. Komitede Amerika’nın İstanbul Elçiliği tanınmış müsteşarı Mister Filip Brown, Robert Kolej öğretmenlerinden Mister Lorens Moor ve Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara’da bulunan Amerika Şark Muavenet Heyeti’nin reisi Miss Billing bulunuyordu.” Amerika’nın tanınmış yazarlarından biri Ankara’da Yeni Gün gazetesi ile yaptığı röportajda, Türkiye’nin yeni demokrasi sistemi üç sebepten dolayı dünyanın ilgisini çektiğini belirtti: “Türkiye birçok zorluğa karşı gelerek kendine bir vatan temin edebildi ve Amerika’dakine benzer bir demokrasi sistemi oluşturdu. Askeri ve siyesi bir şahsiyet olan Mustafa Kemal Paşa’nın dehası sonucu olarak Türkiye bütün ilgiyi üzerine çekti. Türkiye’yi Mustafa Kemal’in dehası ortaya çıkarmıştı. Hayata karışan Türk kadınlarının, özellikle Latife ve Halide hanımlar Amerika’da büyük ilgi uyandırmıştı.” Yazara göre Türkiye savaşta olduğu gibi sonrasındaki barış ve iktisadi devrelerinde de büyük rekorlar elde edebilecek durumdadır. İktisadi olarak Türkiye’nin ayağa kalkması için tek çare “açık kapı” diye tabir edilen siyasettir. Chester projesi Türkiye-Amerikan ilişkilerinin ilk adımı olup Amerikalılar, Chester Projesine iyi bir şekilde vakıf olursa, onun getireceği büyük menfaatleri görerek şerefleneceklerdir. Bugün dünyada en önemli iş, iktisadi hayatın geri dönmesidir. Avrupa’nın bugün iktisadi uçurumda olmasının nedeni Fransa’nın Ruhr’da bulunmasıyla ekonomi ve siyasetin birbirine karıştırılmasıdır. Avrupa’daki konferanslara diplomatların yerine ekonomi uzmanları gönderilinceye kadar, Avrupa’da iktisadi sulh oluşturulamayacaktır. “Ankara’ya gelme sebebim, burasının bugün dünyanın en anlamlı ve tarihi noktası olmasındandır. Ankara bir gün dünyadaki barış için uluslar arası demokrasinin yolu üzerinde olacaktır. Burada 135 görüştüğüm Rauf Bey, Amerika’nın ruh halini çok iyi anlıyor. Avrupa’nın Türkiye hakkındaki düşüncelerine gelince; İngiltere’de Türk demokrasisinin başarılı olup olamayacağı konusunda birbirine zıt iki taraf var. Bununla beraber Türkiye hiçbir yerde yeterince anlaşılamadı. Ben Türkiye’yi Amerika’da tanıtabilmeyi amaçlıyorum.” diyen yazar Türk demokrasisine de hayran olduğunu söylüyor.320 New York’tan bildirilen haberde, Amerika Yakındoğu Ticaret Odası’nın Amerika’ya geri dönem İstanbul Ataşesi Gillespie şerefine verilen yemekte Gillespie’nin sözlerine yer verildi. Gillespie, Türkiye’nin Amerika ile olan ticari ilişkilerinden bahsedilerek Anadolu’nun 1918’den beri ilk defa olarak dünyaya açıldığı için mamulat-ı sınaiye muhtaç olduğu üzerinde durdu: “Türkiye çiftçi memleketi olduğu için ziraat aletlerine muhtaç ve talip bir ülkedir. Bütün bunlar Amerika tüccarı için yeni açılmış fırsatlardır. Almanya ve Çekoslovakya’nın İstanbul’da temsilcileri vardır ve Türklere çok elverişli şartlar sunuyorlar. Bu nedenle Amerika Yakındoğu’da bu ülkelerin ürünleriyle rekabet etmek zorunda kalacak. Ancak Türkler, Amerikalılara karşı pek müsaitdirler. Amerika tüccarı ve sermayesinin Türkiye’de iş sahası vardır. Yakındoğu’daki uzun seyahatinden dönem Mister İraf Sarfoson’un sözleri dikkat çekicidir:“Bugün dünyanın en şayan-ı dikkat adamı Mustafa Kemal Paşa’dır. Bugün Avrupa’da üç mühim şahsiyet vardır: Lenin, Musollini ve Mustafa Kemal Paşa. Bu üç büyük şahsiyetin de en büyüğü Kemal Paşa’dır. Mustafa Kemal Paşa Türkiye’yi kurtarmakla kalmamış, şarkta dünyanın en demokratik hükümetlerinden birini tesis etmiştir.”321 320 Hakikat, 4 Ağustos 1923, No: 146, “Genç Türkiye Hakkında” 321 Diğer makalelerde de vurgulandığı gibi Türk devletinin demokratikliği üzerinde durulup kurulan düzen taktir ediliyor. Ardından da ekonomik faaliyetlerin gerekliliğinden bahsediliyor. Amerika sermayesinin Anadolu’da yer edinme çabasına açık bir örnek olan makale, Lozan sonrası yabancı 136 Morning Post gazetesinin Washington özel muhabirinin bildirdiğine göre Cumhurbaşkanı Mister Coolidge, Lozan Muahedesi’nin 4 Mart’tan evvel tasdik edilmesini talep etmiştir. Muahedenin tasdikinin ardından Türkiye ile Amerika arasında siyasi ilişkiler tekrar tesis edilecektir.322 Ankara’dan bildirilen haberde, istihbarata göre Türkiye ile Birleşik Devletler arasında yapılan muahedenin Amerika ayanınca tasdiki elde edildiğinden Türkiye Hükümeti şimdiden Amerika ile mal ticaretinden, Lozan’da kararlaştırılan esaslara göre gümrük alınması kararlaştırıldı.323 Amerikan Elçiliği baş katibi ve konsolosu “Mister Hek” Lozan muahedesinin tasdiki hakkında beyanatta bulundu. Buna göre “Hek”, muahede aleyhinde çalışanlar meyanında Morgenthau ve Gerard gibi önemli şahsiyetlerin mevcut olduğunu, Demokrat Fırkasının muahedeyi tasdike eğilim gösterdiğini, hariciye encümeni muahedeyi kabul etmiş ise de çoğunluk oluşturmadan meclise sevk edemeyeceğini söyledi. “Bundan dolayı muahede meclise sevk edilse de onaylanamazdı. Cemiyet-i Akvam meselesi bile karara bağlanmadı. Amerika’da muahedat Ayan Meclisi’nden geçerek yürürlüğe girdiği halde gümrük vs. gibi şeyler meclis-i mebusan tarafından müzakere ile bir karara bağlanabilir. Bundan dolayı Türkiye Cumhuriyeti’nin Amerika emtiasına gösterdiği en ziyade mahzar müsademat muamelesine Ankara da aynı suretle mukabele gösterecektir.”Türkiye’nin gümrük tarifesini artırması halinde olabilecekler üzerinde duruluyor: “Sekiz misli gümrük tarifesi uygulandığı taktirde Amerika da aynı muameleyi uygulayacak reis-i cumhur yetkisi vardır. Dikkat edilirse sermayenin tutumuna ilişkin fikir edinme açısından önemlidir. Hakikat, 1 Kanun-ı Evvel 1923, No: 162, “Amerika’da Türkiye Lehine Nutuklar” 322 Hakikat, 9 Şubat 1925, No: 222 323 Hakikat, 9 Mart 1925, No: 226 137 Amerika’da Türkiye’ye yapılan ihracatın en önemlisini un ve buğday oluşturur. Anadolu üretiminin Amerika üretimine ihtiyaç göstermeyecek raddeye vasıl olması sebebiyle un ve buğday nakli dahil edilmezse Amerika’dan olan ithalata karşın Türkiye’nin Amerika’ya ihracatı daha fazladır. Amerika’dan otomobil, traktör vs. ithalatına karşı Türkiye’den tütün, incir, üzüm, palamut ve kemik vs. ihraç etmektedir. Türkiye’den Amerika’ya üç misli ihracat yapılmaktadır. Amerika’nın bu günkü gümrük resmi harb-i umumiden öncekinden aşağıdır. Şayet Türkiye’deki gümrük resmi artarsa Amerikan tüccarları Rusya’dan vs. memleketlerden tütün vs. alabilirler.”324 Protestan Episkopal Kilisesi, antlaşma aleyhindeki faaliyetlerini sürdürerek Senato nezdinde protestoda bulunmuştu. 1926 ilkbaharında New York Episkopal Kilisesi Piskoposu Joseph Manning’in önderlik ettiği 110 piskopos Senatoya başvurarak Amerika’nın Hıristiyan’ca duygularının Lozan Antlaşmasının mevcut şekliyle onaylanmasına karşı olduğunu bildirdiler.325 Hakikat’te çıkan haberde piskoposların sayısı farklı olarak yer almıştı:326 “Chicago Tribune’ün Washington muhabirinin bildirdiğine göre Birleşik Devletler Protestan Episkopal Kilisesine mensup 10-15 piskopos tarafından bütün meclis-i ayan azasına gönderilen protesto namenin bir nüshası da ayanı hariciye encümeni reisi Mister Borah’a gönderilmiştir. Borah, verdiği beyanatta Lozan Muahedesinin kabul edilebilir ve yapılabilecek en iyi muahede olduğunu, Türkiye’deki Amerikan tebaası tarafından da iyi bir nazarla bakıldığını beyan etmiştir. Burah, protesto nameyi tanzim eden piskoposların reisi Piskopos Manning’e göndermiş olduğu bir cevap namede Türkiye’nin Hıristiyan bir devlet olmamasından dolayı Lozan’ın ilgası iddiasının katiyen akıl ve fikrin kabul edemeyeceği bir şey olduğunu beyan eylemiştir.” 324 Hakikat, 22 Şubat 1926, No: 268 325 LİPPE; a. g. e, s. 79 326 Hakikat, 26 Nisan 1926, No: 275 138 Verilen bilgiye göre Amerikan meclis-i ayanı Lozan Muahedesinin müzakeresine başlamıştır. Muahedenin bu defaki müzakeresinde tasdik edileceği ümit edilmektedir.327 Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra bütün delegeler oradan ayrılmış, ancak Türk delegeleri orada kalarak Amerika ile olan müzakerelere devam ediyorlardı. Avrupa basını Lozan Konferansı’nın sonucu hakkında makaleler yayınlıyorlardı.328 Kıbrıs Türk basınında gerek kutlama mahiyetinde, gerek antlaşmanın onaylanma sürecine, gerekse antlaşma hakkında yabancı basında çıkan haberlerden alıntılar yapılmıştı. Deba (Journal dés Debats) gazetesinin muhabirine göre, Türkler Lozan’da müttefiklerin aralarındaki anlaşmazlıklardan faydalandılar. Başarılarını buna borçludurlar. Görünüşe göre bu garip siyasetin iflası ancak bugün pek geç olarak dikkate alınıyor. Bunun içindir ki Paris, Roma ve Londra’da antlaşmanın imzalanması için acele edilmiyor. Müttefik devletler Lozan’dan eğer zaferle çıkmış olsalardı, ilk konferanstaki baş delegeler de imza için Lozan’a kesin olarak gelirdi. İkinci konferans baş delegelerinin görevi çok zor oldu. Bunlar uzaktan idare edildiklerinden serbestçe karar veremediler. Ancak bu sınırlı imkanlara rağmen yüne de iyi sonuçlar alabildiler. Mesela, 4 Şubat’tan daha iyi bir adliye formülü kabul edilmesini General Pelle’ye borçluyuz. Pelle, Sir Horas Rumbold ile iyi bir işbirliğine girdi. Ancak bunda pek geç kalındı.329 Hakikat’e göre, barışın hem milli hem de dini bayramlarla karışması güzel bir gelecek için hayırlı bir işarettir. İsmet Paşa savaş meydanında gösterdiği başarıyı 327 Hakikat, 23 Teşrin-i Sani 1925, No: 257 328 Hakikat, 11 Ağustos 1923, No: 147 329 Hakikat, 11 Ağustos 1923, No: 147, “Sulh ve Deba” 139 siyasi alanda da gösterdi. Türk milleti barış antlaşmasına kadar gelen süreçte dünyada şimdiye kadar görülmemiş bir şekilde büyük fedakarlıklar göstererek önemli bir zafer elde etti. Gazete, dünya savaşından önce Türklerin durumundan bahsederek kötü bir tablo çiziyor: “Trablusgarp ve Balkan yenilgileri, kapitülasyonların götürdükleri, ülke içindeki yabancıların tutumları haysiyetimizi yıpratmış ve çok ağır darbeler vermiştir. İttihat Terakki Erkanı, tamamen mahvolmak yerine hakikaten istiklaline sahip ve hükümet kurmak için derhal ehven-i şer add olunan tarafı ilzam ile harb-i umumiye girmekte tereddüt göstermediler. Savaştan beklenilen Almanlarla birlikte galip gelerek, kapitülasyonlardan kurtulmak kaybedilen toprakları elde ederek siyasi bir bütünlük sağlamaktı. Aksini düşünmeyi kimse istemiyordu. Ya Trablusgarp ve Balkan Harbleri ile kırılan, paçavraya dönen milli şeref ve istiklal kurtarılacak, ya da tamamen yok olunup gidilecekti. Bir milletin hayatını belirleyecek olan oyun başladı. Zarlar atıldı. Ama hesap doğru çıkmayınca kaybedildi. Türk milleti ve İslam ailesine ait son hükümetin ikraz saatinin geldiğine kanaat getirildi ve saat çalmaya başladı.” Ancak bütün dünyanın hayretleri önünde bu saatin yelkovanı birdenbire yön değiştirdi. Büyük devletlerin Anadolu’da verdiği idam hükmüne itiraz eden bir kuvvet doğduğu belirtildi. Milli Mücadele’den bahsedilerek I. Dünya Savaşı’nın sonucuna değiniliyor: “Bu kuvvet dünya savaşını kaybettiğini kabul etmekle birlikte, kaybettiği toprak ve istiklalini geri isteyen bir milletti. Türkleri büsbütün yıkmak ve ezmek isteyen devletler en doğru zamanı bulduklarına inanıyorlardı. Vatandaşların bir kısmı buna karşı konulamayacağını düşünmekte ise de asıl halk başını koltuğunun altına alarak savaş meydanına koştu. Bu açıklamalardan sonra biz, şimdiye kadar söylenmemiş bir doğruyu ortaya atarak diyeceğiz ki hadisatın bu surette ceryan etmesi, cihan harbinden mağluben 140 çıkmaklığımız hakkımızda pek ziyade hayırlı olmuştur. Harb senetlerini, Almanların bizi sömürge olarak köle ve uşak halinde görmek istemelerini unutmamalıyız. Eğer dünya savaşı Almanların zaferiyle son bulmuş olsaydı, bizim de zafer kazanmış olduğumuz hiç dikkate alınmayacaktı ve Almanlar tarafından vücudumuza saplanan çivilerin yol açtığı çürümelerin çaresi bulunamayacaktı. Cihan harbi yenilgisi bizi Almanlar’dan kurtardı. Galibiyetimiz de diğer istilacılardan kurtulmamıza yol açtı.”330 Mısır’daki Haremeyn-i Şerifeyn Müdafaa Merkezi “Türkiye’nin kazandığı askeri zaferlerden sonra ,imzaladığı barış antlaşması bütün İslam aleminde sevinçle karşılandı. Allah İslam alemine Türk milletinin eksikliğini göstermesin.” diyerek Türkiye’yi başarısından dolayı tebrik ediyor.331 “Büyük kardeş ve rehber milletin Sevr esaretnamesini yırtarak barış antlaşmasını imzalaması istiklallerini kazanma konusunda bütün Türklere örnek olacaktır” diyen Azerbaycan Türkleri adına Resulzade Mehmet Emin, Türkleri elde ettikleri askeri zaferin ardından Lozan’da imzalana antlaşma dolayısıyla TBMM Reisi Gazi Mustafa Kemal paşa’yı ve Meclisi tebrik ediyor.332 Lozan’da Türkiye-Romanya yakınlaşması olmuş, konferans tamamlanmadan iki devlet arasında yarı resmi diplomatik ilişkiler kurulmuştu. İsmet Paşa, konferansın kesintiye uğraması ile Bükreş üzerinden Türkiye’ye dönmüştü. Türkler Romanya’da sıcak bir kabul görmüştü. İsmet Paşa sonradan, “Her yerde temsilcilerimiz kötü kabul gördü. Türk temsilcisini dostça kabul eden tek ülke 330 Hakikat, 18 Ağustos 1923, No: 148, “Sulh İçinde” 331 Hakikat, 8 Eylül 1923, No: 151, “Mısırlı Kardaşlarımız Sulhumuzu Tebrik Ediyor” 332 Hakikat, 11 Ağustos 1923, No: 147, “Azerbaycanlılar’ın Tebrikatı ” 141 Romanya oldu.” demişti.333 Romanya’nın resmi çevrelerinden edinilen izlenime göre Türkiye ile sıkı bir dostluk oluşturulmaya çalışılıyor. Konferans Romanya muhalefeti, yakın bir zamanda dostluğun temennisini dilemekle beraber büyükelçilik için, barış antlaşmasının Romanya Mebusan Meclisinde buluyordu. Türkiye’yi onaylanmasını gerekli Bükreş’te resmi olarak Cevat Bey temsil etmekteydi.334 Romanya ile Türkiye arasında 17 Ekim 1933’te Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması imzalanmıştı.335 Morning post’un haberine göre, Londra’da “Lord Edward Glifmen”in başkanlık ettiği Yakındoğu ve Ortadoğu hakkında bir toplantı yapıldı. “Glifmen” nutkunda, Lozan Konferansı’nın sonuçlanmasından dolayı kendilerini tebrik ettiklerini ve Türklerle İngilizlerin anlaşmasını amaç edindiklerinden buna ulaştıklarını söyledi. Yakındoğu’da kırk sene ikamet eden Frank Vitol, Türklerin İngilizleri hala taktir ettiğini ve Türklerin elde ettikleri sonuçlardan dolayı memnun olduklarını söylüyor. Türkler bir tek İngilizlere mağlup oldular. Vitol “Türklere namuskarane ve adaletli muamele etmiş olsaydık beş on sene sonra mazide olduğu kadar şarkda hakim olurduk.” diyor.336 İngiltere Başvekili Mister Baldwin siyasi durum hakkında verdiği durum hakkında Lozan’a değinerek bunun sadece İngilizlerin menfaatini korumadığını Yakındoğu’da da bozuk olan birkaç örfiye ve diniyyenin uzlaştırılmasına sebep 333 MAXİM, Mihai; “Lozan Konferansı ve Romanya”, 70. Yılında Lozan Barış Antlaşması Uluslar arası Semineri (25-26 Ekim 1993), İnönü Vakfı, Ankara 1994, s. 49 334 Hakikat, 15 Eylül 1923, No: 152 335 SOYSAL; a. g. e, s. 446 336 Hakikat, 25 Ağustos 1923, No: 149, “İngiltere’de Sulh Nasıl Telakki Edildi?” 142 oluyor. Lozan, devamlı bir sükunet sağlamasının yanı sıra ekonomik durumun esaslarını da ortaya koyuyor.337 Birkaç haftadan beri İngiltere’nin Umum müstemlekeleri mümessilleri Londra’da bir imparatorluk konferansı yapıyorlar. Morning Post gazetesi, konferansta Şark meselesine değinildiğini bildiriyor. Buna göre, müstemleke mümessilleri Türkiye ile sulh akd edildiğinden dolayı memnun olduklarını beyan ettiler. Ayrıca İngiltere için siyasi, askeri ve mali endişeler de ortadan kalkıyor. Özellikle imparatorluğun birçok yerinde bulunan Müslüman İngiliz tebaasının istekleri de tatmin edilmiş oluyordu.338 Tan gazetesinin, İngiltere’nin İslam alemindeki entrikalı siyasetini aydınlatmak için yayınladığı makale İngiliz çevrelerinde tepkiye yol açtı. Daily Telegrapf gazetesinin diplomasi muhabiri buna cevaben diyor ki:339 “Refikimiz Tan gazetesinin Lozan Muahedesinin derhal tasdikini gerekçe göstererek Türkiye ve Mısır’da İngiliz ve İtalyan entrikalarına dayanarak yaptığı yayın İngiliz muhalefetinde esefle karşılandı. Tan’ın hayali olarak nitelendi. İngiltere hükümeti öteden beri hilafet meselesine karşı İngiliz İmparatorluğu dahilindeki Müslümanların inançlarını müdafaa zımnında beyan etmek bir vazife olarak hissetseler bile daima son derece tarafsız olmuşlardı. Hicaz Kralı Hüseyin’in Kuveyt konferansının dışında bırakıldığı iddiası dahi esas değildir. Kral Hüseyin ilk defa bu konferansa davet edilmiş ve şimdi iki hükümdar oğlu ile iyi ilişkilerde bulunmaktadır. Bu Mısır hilafetinin desteklemesi esnasında İngiltere’den ziyada İtalya kastedilmekte ve bugün İtalya bir miktar Mısır arazisinin kendisine terki hakkında görüşmelerde bulunmaktadır…” Times’dan okunduğuna göre Avam Kamarası’nda “Mister Omiziger” tarafından verilen gensoruya cevaben hariciye müsteşarı “Mister Bunsoti" beyanatta 337 Hakikat, 20 Teşrin-i Evvel 1923, No: 156, “Mister Baldwin” 338 Hakikat, 8 Kanun-ı Evvel 1923, No: 163, “Lozan Sulhü” 339 Hakikat, 2 Şubat 1924, No: 171 143 bulunarak Lozan Muahedesinin onaylanmasının ne zaman biteceğine dair şimdilik söz verilemeyeceğini belirtmişti.340 Lozan Antlaşmasının onaylanması meselesi hakkında İngiltere ile Kanada arasında yapılan haberleşme İngiliz gazeteleri tarafından yayınlanmıştı.. Buna göre antlaşmanın onaylanması İngiltere ile Kanada arasındaki ilişkilerin mühim olmasından ileri gelmektedir. Kanada hükümeti, İngiliz hükümetine yazdığı bir notada Lozan’a davet edilmediğinden antlaşmayı onaylamayacağını bildirmiştir. İngilizlere göre bir sömürgenin uluslar arası bir konferansa davet edilmesi lazım değildir. Hariç ile ilişkide İngiltere, Umum İngiliz İmparatorluğu temsil etmektedir. Mesele İngilizler için çok önemlidir. Çünkü şimdiye kadar dominyonlar içişlerinde tamamen müstakil idiler. Yalnız hariçle ilişkilerde İngiltere’ye bağlı idiler. Şimdi bu meselede istiklallerini ilan ederlerse tamamen müstakil devlet olacaklardır. Times gazetesi bu mesele hakkında yazdığı bir baş makalede diyor ki: “İngiltere önemli bir teşkilat maddesiyle karşılaşmıştır. Britanya İmparatorluğu dışa karşı birlik mi değil midir? Yani böyle imparatorluk var mıdır, yok mudur? Bu imparatorluğu teşkil eden devletler kendi başlarına hariçle ilişkide bulunabilirler mi, bulunamazlar mı?” Times, bu suallere verilecek cevaba göre İngiliz İmparatorluğunun mevcut olup olmadığının anlaşılacağını bildiriyor.341 İngiltere Başvekili Mister Macdonald, Avam Kamarası’nda İngiltere hükümetinin Lozan Muahedesini henüz tasdik etmediğini, muahedenin yalnız Türkiye, İtalya, Yunanistan ve Japonya tarafından tasdik olunduğunu söylemiştir.342 340 Hakikat, 6 Haziran 1924, No: 187 341 Hakikat, 14 Temmuz 1924, No: 192 342 Hakikat, 14 Temmuz 1924, No: 192 144 Hakikat’teki Lozan’ın onaylanmasına dair yapılan yorumda, Lozan Antlaşmasının onaylanması imza edildikten tam 1 sene 10 gün sonra yürürlüğe girdiği belirtilerek; “Hakikatte faalen mütarekeden beri sulh tesis etmiş ise de hükmen sulhün tarihi 6 Ağustos 1924’tür. Çünkü düvel-i muazzama ile aramızdaki savaşa son veren muahedenin yürürlüğe girdiği tarih asıl bu tarihtir. Muahede yürürlüğe girmeden önce hükümsüz kalan Sevr Muahedesinden pek farklı değildi. Muhtelif devletlerin meclis-i mebusanları tarafından tasdiki bile önemsiz idi. Çünkü devletler istedikleri zaman sözlerinden geri dönebilirlerdi. Muahedenin ne suretle yürürlüğe gireceği sonuncu maddesinde belirtilmiştir.” denilmişti.343 Hakimiyet-i Milliye’den alınan makalede Yunanistan’dan sonra Romanya’nın da barış antlaşmasını tartışmasız kabul ettiği haber veriliyor. Antlaşma bütün insanlık için bir barış dönemi mahiyetindedir. Son asrın dünya siyasetinde etkili bir rol oynayan Balkanları da kapsayan bu barış karşısında devletlerin tutumuna bakılacak olursa; İngiltere, hükümet oluşturacak formülü tesbit etmekle meşguldür. Britanya’nın antlaşmanın kabulü hakkında kötü niyetli olmasını gerektiren bir durum yoktur. Aksine, İstanbul limanındaki savaş gemilerinin kararlaştırılan zamandan evvel çekilmesi için gösterilen çaba, hilal-i ahmer cemiyetinin Hindistan’a gönderilmesi konusunda hükümetimize verilen cevap ve İstanbul’daki İngiliz temsilcisinin beyanatı bizim açımızdan iyilikperver hususlardır. Fransa hükümetinin Lozan Antlaşmasını parlamentoda müzakere etmesi memnuniyet verici bir durumdur. İtalya’nın da bir an evvel bu önemli görevi yerine getirmesi bekleniyor. Amerika ile olan temaslar memnuniyet vericidir. Kara gün dostumuz ve samimi komşumuz olan Rusya ile de ticaret mukavelenamesinin bir an önce yapılması 343 Hakikat, 25 Ağustos 1924, No: 198 145 gerekiyor. Lehistan ile olan ilişkilere de değinilerek yeni temel üzerinde samimi bir oluşum başlangıcından söz ediliyor.344 Ermeniler Lozan Antlaşması’nı hiçbir şekilde olumlu karşılamamıştı. Morning Post gazetesi’ne göre Paris’te bulunan Ermeni Cumhuriyeti Heyeti, Sevr muahedesini Türkiye ile imzalayan devletlere bir nota göndererek Sevr’in Lozan ile değiştirilmesini şiddetle protesto ettiler. Sevr’in bir dereceye kadar Ermenilerin menfaatini temin eylediği halde Lozan’ın Ermeniler’den hiç bahsetmediğini beyan ettiler.345 344 Hakikat, 5 Kanun-i Sani 1924, No: 167, “Harici Vaziyetimiz” 345 Hakikat, 15 Eylül 1923, No: 152, “Ermeniler Sulh Muahedesini Protesto Ediyorlar” 146 SONUÇ Kıbrıs adası, Osmanlı Dönemi’nde İngiltere’ye kiralanmasına rağmen, ada Türkleri Türkiye ile bağlarını koparmayarak sömürge yönetimine rağmen, Kurtuluş Savaşı’nda, Anadolu’ya yardımlarıyla destek olmuşlardı. Türkiye’deki gelişmeler adadan her zaman izlenmiş, Lozan Konferansı da yakından takip edilmişti. I. Bölümde Lozan Konferansı sırasındaki gelişmelerin basına yansıması işlendi. Burada özellikle, Hakikat ve Ankebut gazetelerinden yararlanıldı. Türkiye gazetelerinden Tan ve Hakimiyet-i Milliye’den alıntılar yapıldı. Konferans konularından özellikle adalar ve mübadele konularının kamuoyunun ilgisini çektiği görülmektedir. Bu konular hakkında daha çok gelişmeler aktarılmış ve yorum yapılmamıştı. Kıbrıs’ın da Osmanlı’dan kopan, Türk nüfusuna sahip bir ada oluşu, bu konularla daha fazla ilgilenme nedenlerini açıklamaktadır. II. Bölümde Lozan sonrası kamuoyuna yansıyan sorunlar üzerinde duruldu. Hakikat’in yanı sıra Doğru Yol, Birlik ve Söz gazetelerinden yararlanıldı. Özellikle Musul konusu, basında oldukça sık yer almıştı. Basında çıkan haberlere bakıldığında “Türkiye’nin elinden geleni yaptığı” düşüncesinin hakim olduğu görülüyordu. Musul, kaybedilmiş olsa da Türkiye, gerekeni yapmıştı. Basına göre, hiçbir şey yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni tehlikeye atacak kadar önemli değildi. Kaymaz,346 Türkiye basınının bu dönemde denetim altında olduğunu ileri sürmektedir. Buna göre Devlet, Musul’u kaybetmesine rağmen çok fazla olumsuz tepki görmemiş, resmi değerlendirmeler de kısa ve yüzeysel bir şekilde geçiştirilmişti. Kıbrıs basını, Musul gelişmelerini Türkiye gazetelerinden izlediğinden eleştirel bir yaklaşımın Türkiye gazetelerine yansımaması, Kıbrıs’ın bakış açısını da doğrudan etkilemiş olabilir. 346 KAYMAZ; a.g.e, s. 594 147 Basında Musul sorunu, Türkiye ve İngiltere arasındaki samimi ilişkileri engelleyici bir unsur olarak görülüyordu. İki devlet arasındaki ilişkilerin iyi olması, Kıbrıs Türk halkı açısından arzu edilen bir durumdu. Ayrıca bu sorun çözülmedikçe, Türkiye’nin dıştaki sıkıntılarından hiçbir zaman kurtulamayacağı üzerinde duruluyordu. III. Bölümde Lozan Antlaşması’nın onaylanma sürecince devletlerin tepkileri aktarılmaya çalışıldı. Amerika Birleşik Devletleri ile Türkiye arasında Lozan’da imzalanan antlaşmanın, Amerikan kamuoyundaki yansıması ve Lozan hakkında, devletlerin genel değerlendirmelerine yer verildi. Kamuoyunda geniş yer bulan önemli bir konu da Kıbrıs’tı. Lozan Antlaşması ile ada ve ada Türklerinin durumları saptanmıştı. Antlaşma, isteyenlerin Türk tabiiyetini tercih ederek göç edebilmesini içermekteydi. Kıbrıs Türklerinin mübadeleye tabi olmayışı seçme hakkı konusunun, basın tarafından çok çeşitli yorumlanmasına neden olmuştu.. Basın, seçme hakkını nasıl kullanacağı konusunda ikiye bölünmüşü. Lozan Antlaşması, Türkiye adına sevinçle karşılanmış, halk kutlamalar yaparak kurbanlar kesmişse de kendileri açısından durumun pek de iyi olmadığını düşünüyorlardı. Ada Türklerinin anavatana olan bağlılıkları, Türkiye’yi Lozan kararından dolayı suçlamamalarını ve bu durumda bile Türkiye’ye nasıl yardımcı olabilecekleri konusunu tartışmalarına neden olmuştu. Bir kısım gazeteler, adadaki yaşamın Türkler için bittiğini belirterek Türkiye’ye göç edilmesini savunurken, bir kısmı ise Türkiye’ye ancak, adadaki Türk varlığını koruyarak ve güçlendirerek yardımcı olunabileceğini düşünmekteydi. Hakikat ve Doğru Yol gazetesi, adada kalacak olanları aşağılayıcı, kötü bir durumun beklediğini belirterek göç edilmesini savunmaktaydılar. Birlik gazetesi, Anadolu’ya göç edilmesine karşı 148 olmakla birlikte, Kıbrıs Türk halkının bir birlik oluşturarak ve çok çalışarak adada tutunması gerektiğini savunuyordu. Adadan gitmek isteyenler, anavatana bir an önce kavuşmak isteğiyle, Türkiye Cumhuriyeti’nden yardım istemişlerdi. Mübadeleye tabi olmayan Kıbrıslı Türkleri’nin göçü için başlangıçta herhangi bir karar alınmamışsa da gelen istekler doğrultusunda çıkarılan kararlarla göçün sistemli bir şekilde yapılması sağlandı. Yeni kurulan bir devlet olan Türkiye Cumhuriyeti, ulusal bir devlet oluşturma yolunda Türk nüfusunu bir araya toplama çabası içerisinde olup Kıbrıslı Türklerin göçünü teşvik etmişti. Bu dönemde pek çok kişi Kıbrıs’tan Türkiye’ye göç etti. Mustafa Kemal, göç edenlerin fazla olduğunu, adadaki Türklerin, kısa sürede orayı boşaltacaklarını görünce, geçici bir süre için göçün durdurulmasını sağlamıştı. Bu dönemde, Kıbrıslı pek çok öğrencinin Türkiye’de okutulması desteklenmişti.347 Türkiye, büyük mücadeleler verilerek kurulmuş yeni bir devletti. Kuruluşunu tamamlamaya çalışırken dikkatini kendi iç gelişmelerine yoğunlaştırması, bu dönemde Kıbrıs’a, Yunanistan’a oranla daha az ilgi göstermesine neden olmuştu. Lozan sonrası başlayan göç devam etmiş ve adadaki Türk nüfusu ile Rum nüfusu arasındaki fark da gittikçe, Rumların lehine değişmişti. 149 ÖZET Ulusal Kurtuluş Savaşı sonucunda Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile müttefikler arasında yapılacak barış antlaşması için Lozan’da konferans toplandı. Lozan Konferansı 20 Kasım 1922’de başladı. Görüşülen konular, bir imparatorluğun tasfiyesini ve yeni bir ulusal devletin kurulmasını kapsadığından taraflar arasında çok çetin mücadeleler oldu. Görüşmeler çıkmaza girince, 4 Şubat’ta konferans kesintiye uğradı. 23 Nisan 1923’te görüşmeler tekrar başladı ve 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması imzalandı. Lozan Barış Antlaşması ile Türkiye, Kıbrıs’ın İngiltere’ye ait olduğunu resmen kabul ediyordu. Kıbrıslı Türkler, konferans süresince gelişmeleri yakından takip etti. Özellikle Musul, adalar, mübadele gibi konular daha çok dikkat çekti. Yapılan antlaşma, Türkiye adına sevinçle karşılanmasına rağmen, Kıbrıs Türk halkı açısından durum farklıydı. Lozan’ın Kıbrıs hakkındaki kararı halk tarafından değişik şekillerde yorumlandı. Bu dönemde Türkiye’ye göç edilmesi, basında sıkça tartışma konusu oldu. Halkın bir kısmı adada kalmayı, bir kısmı ise anavatan olarak bildikleri Türkiye Cumhuriyeti’ne göç etmeyi tercih etti. Adada kalanlar, oradaki Türk varlığının gerekliliği üzerinde durarak anavatana böyle yardımcı olacaklarını düşünüyorlardı. Gidenler ise, yaşam koşullarının kötü olmasını sebep göstererek gidişlerini haklı çıkartmaya çalışmışlardı. Cumhuriyetin, Türk nüfusunu bir araya getirme düşüncesi göçü teşvik etmesine neden olmuştu. Lozan sonrası başlayan göç sonraki yıllarda da aşama aşama devam etmiş ve adadaki Türk nüfusunun sayısı gittikçe azalmıştır. 347 YURDAKUL, Şevket; “Atatürk Kıbrıslıları ve Kıbrıs’ı Çok Severdi”, Kıbrıs Dün-BugünYarın, 150 ABSTRACT As a result of the National Turkish War of Independence, a conference was assembled at Lausanne for the peace solemn Treaty between the Turkish National Assembly and the Allies. Lausanne Conference was started on 20 November 1922. There was intractable struggles between the sides because the topics discussed was including elimination of an empire and establishment of a new government. After the negotiations reached a deadlock, conference was interrupted on 4th of February. Negotiations were started again on 23 April 1923 and Lausanne Peace Treaty signed on 24 July 1923. With this Lausanne Peace Treaty, Turkey was officially accepting that Cyprus is belonging to England. Turkish Cypriots were following the treaty included during the conference closely. Especially the subjects like Musul, Islands, and Exchange took more attention. Although in the name of Turkey, the treaty was accepted with joy it was different for Turkish Cypriots. The judgement given by the Lausanne had received different comments from the public. The topic ‘Migration to Turkey’ was a frequently discussed subject in the press during this period. Some of the people preferred to stay in the island where as some of them preferred to migrate to Republic of Turkey as they believe that it is their motherland. The remaining people staying at the island dwelt upon the necessity of existence of Turks in the island, which will be helpful for the motherland. On the other hand the people migrated trying to justify their migration by indicating bad quality of life. The idea of republic which is bringing all the Turks together caused to Haz. Derviş Manizade, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Yayınları, İstanbul 1975, s. 19, 20 151 encourage migration. The migration started after Lausanne was continued step by step in the following years and the Turkish population was gradually decreased in the island. 152 KAYNAKÇA 1. Kitaplar ALASYA, Halil Fikret; Tarihte Kıbrıs, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Genel Merkezi, Ankara Şubat 1988 ARI, Kemal; Büyük Mübadele-Türkiye’ye Zorunlu Göç(1923-1925), Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 3. B., İstanbul 2003 ARMAOĞLU, Fahir; 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1914-1995), Alkım Yay. 13. B., Ankara ATATÜRK, Mustafa Kemal; Nutuk-Söylev, 4. B., T.T.K, Ankara 1999 BİLSEL, Cemil; Lozan, C. II, Ahmet İhsan Matbaası, 1933 BORATAV, Korkut; 100 Soruda Türkiye’de Devletçilik, Gerçek Yayınevi, 1. B., İstanbul 1974 İLHAN, Murat; Türkiye’de Demiryolları ve Demiryolları Politikası, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2004 İSMAİL, Sabahattin; BİRİNCİ, Ergin; Atatürk Dönemi’nde Türkiye-Kıbrıs İlişkileri 1919-1938, KKTC Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı Yayınları, 1. B., Lefkoşa 1989 KARACAN, Ali Naci; Lozan, Milliyet Yay., Tarih Kitapları Dizisi, 2. B., Temmuz 1971 KAYMAZ, İhsan Şerif; Musul Sorunu, Petrol ve Kürt Sorunlarıyla Bağlantılı Tarihsel-Siyasal Bir İnceleme, Otopsi Yay., 1. B., İstanbul, Ağustos 2003 KIZILYÜREK, Niyazi; Kıbrıs Sorununda İç ve Dış Etkenler, Işık Kitabevi Yay., 2. B., Lefkoşa 2001 KOCATÜRK, Utkan; Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi (19181938), T.T.K, 2. B., Ankara 1988 153 MERAY, Seha L.(Çev.); Lozan Barış Konferansı Tutanaklar-Belgeler, Tkm. I, C. I, Ktp 1; Tkm. I, C. I, Ktp. 2; Tkm. I., C. II; Tkm. I, C. III; Tkm. I, C. IV; Tkm. II, C. I, Ktp. 1; Tkm. II, C. I, Ktp. 2; Tkm. II, C. II, Yapı Kredi Yayınları, 2. B., İstanbul 2001 TURAN, Şerafettin; Türk Devrim Tarihi, C. V, 1. B., Bilgi Yayınevi, İstanbul 2002 TURAN, Şerafettin; Türk Devrim Tarihi, Yeni Türkiye’nin Oluşumu(1923-1938) C. III, 1. Bölüm, Bilgi Yayınevi, 1. B., İstanbul Temmuz 1995 SOYSAL, İsmail; Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları, I. Cilt (1920-1945), T.T.K, Ankara 2000 ŞİMŞİR, Bilâl N; Lozan Telgrafları I (1922-1923), T.T.K, Ankara 1990 ÜNLÜ, Cemalettin; Kıbrıs’ta Basın Olayı (1878-1981), Basın-Yayın Genel Müdürlüğü YERASİMOS, Stefanos; Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye, C. II, Çev. Babür Kuzucu, Belge Yay. 7. baskı, İstanbul 2001 2. Makaleler ÇAĞA, Tahir; “Türkiye’de Deniz Kabotajı Tekeli”, Lozan’ın 50. Yılına Armağan, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, İstanbul 1978 ÇOKER, Fahri; “Kapitülasyonlar ve Lozan”, IX. Türk Tarih Kongresi’nden Ayrı Basım, TTK, Ankara 1989 ERGİL, Doğu; “Boğazlar Üzerinde Bitmeyen Kavga (1923-1976)”, Lozan’ın 50. Yılına Armağan, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, İstanbul 1978 KÜÇÜK, Cevdet; “Ege Adalarında Türk Egemenliği Dönemi”, Ege’de Temel Sorun, Egemenliği Tartışmalı Adalar, Yay. Haz. Ali Kurumahmut, TTK, Ankara 1998 154 LİPPE, Johh M. Vander; “Öteki Lozan Antlaşması: Amerikan Kamuoyu ve Resmi Çevrelerinde Türk-Amerikan İlişkileri Tartışması”, 70. Yılında Lozan Barış Antlaşması Uluslar arası Semineri (25-26 Ekim 1993), İnönü Vakfı, Ankara 1994 MAXİM, Mihai; “Romanya’nın Lozan Konferansı’ndaki Yeri”, 70. Yılında Lozan Barış Antlaşması Uluslar arası Semineri (25-26 Ekim 1993), İnönü Vakfı, Ankara 1994 MÜMTAZ, Hüseyin; “Kıbrıs Tarihi’nden Bir İnsan Portresi”, Tarih ve Toplum, C. 31, S. 187, 1999 ÖKSÜZ, Hikmet; “Lozan’dan Sonra Kıbrıs Türklerinin Anavatan’a Göçleri”, Tarih ve Toplum,C. 31, S. 187, Temmuz 1999 SONYEL, Salahi R.; “İngiliz Yönetiminde Kıbrıs Türklerinin Varlık Savaşımı (1878-1960)”, Belleten, C. 59, S. 224, Ankara 1995 ŞİMŞİR, Bilâl N.; “Lozan Antlaşması”, Atatürkçü Düşünce, C. 1, S. 1, Temmuz 1994 ŞİMŞİR, Bilâl N.; “Lozan ve Çağdaş Türkiye’nin Doğuşu”, 70. Yılında Lozan Barış Antlaşması Uluslar arası Semineri (25-26 Ekim 1993), İnönü Vakfı, Ankara 1994 TOPRAK, Zafer; “Osmanlı Bankası ve Tarihten İzler”, Toplumsal Tarih,C. 9, S. 50, İstanbul 1998 YURDAKUL, Şevket; “Atatürk Kıbrıslıları ve Kıbrıs’ı Çok Severdi”, Kıbrıs DünBugün Yarın, Haz. Derviş Manizade, Kıbrıs Türk Kültür Derneği Yayınları, İstanbul 1975 3. Gazeteler: Ankebut Birlik 155 Doğru Yol Hakikat Masum Millet Seyf Söz Vatan 156