Hüseyin KÖSE - Ayrıntı Yayınları

advertisement
Derleyen: Hüseyin KÖSE (Doç. Dr.)
8 Mart 1970’te Gaziantep’te doğdu. 1993 yılında Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nden mezun oldu. 1998’de yine aynı üniversitede master öğrenimini tamamladı. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde
hazırladığı “TV Tartışma Programlarında Kulis Sosyolojisi (Pierre Bourdieu
Sosyolojisi Açısından Bir Yaklaşım)” başlıklı teziyle doktorasını verdi (2003).
Temel çalışma alanları, iletişim ve toplum, görsel kültür, alternatif medya,
medya ve tüketim kültürü. Köse’nin yayımlanmış çalışmaları şunlar: Bourdieu
Medyaya Karşı, Papirüs Yay. İstanbul 2004; Medyatik Parodigma, Yirmidört
Yay. İstanbul 2006; İletişim Sosyolojisi Temel Kavramlar Antolojisi, Yirmidört
Yay. İstanbul 2006; Alternatif Medya, Yirmidört Yay. İstanbul 2007; İletişimin Issızlaşması, Yirmidört Yay. İstanbul 2007; Medya ve Tüketim Sosyolojisi, Ayraç Yay. Ankara 2010; Medya Mahrem: Medyada Mahremiyet Olgusu ve
Transparan Bir Yaşamdan Parçalar, (ed.), Ayrıntı Yay. İstanbul 2011; Üzülmüş
Evler Kraliçesi (şiir), Mayıs Yay. İzmir 2000; Mahvedici Melek, İlya Yay. (şiir),
İzmir 2007; Orada Olmayan Adam (şiir), Artshop Yay. İstanbul 2010; Unutma
Mesafesi (şiir), Yeniyazı Yay. İstanbul 2011; D’Alembert, Felsefenin Öğeleri (çeviri), Öteki Yay. Ankara 2000; Louis Badinther ve Elisabeth Badinther, Condorcet: Politikada Bir Entelektüel (çeviri), Öteki Yay. Ankara 2000;
Machiavelli, Seçme Yazılar (çeviri), Öteki Yay. Ankara 2000; Montesqiueu,
Öyküler (çeviri), Birey Yay. İstanbul 2003; Florian, Masallar (çeviri), Papirüs Yay. İstanbul 2004; Eric Dacheux, Kamusal Alan (çeviri), Ayrıntı Yay.
İstanbul 2012. Köse, halen Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik
Bölümü’nde görev yapmaktadır.
Ayrıntı: 664
İnceleme Dizisi: 242
Flanör Düşünce
Arkaik Dönemde ve
Dijital Medya Çağında Aylaklık
Derleyen: Hüseyin Köse
Yayıma Hazırlayan
Songül Kırgezen
Bu kitabın Türkçe yayım hakları
Ayrıntı Yayınları’na aittir.
Kapak Fotoğrafı
Peter Rutherhagen/Johner Images/
Getty Images Turkey
Kapak Tasarımı
Arslan Kahraman
Kapak Düzeni
Gökçe Alper
Dizgi
Hediye Gümen
Baskı
Kayhan Matbaacılık San. ve Tic. Ltd. Şti.
Davutpaşa Cad. Güven San. Sit. C Blok No.:244 Topkapı/İstanbul
Tel.: (0212) 612 31 85
Sertifika No.: 12156
Birinci Basım 2012
Baskı Adedi 2000
ISBN 978-975-539-691-0
Sertifika No.: 10704
AYRINTI YAYINLARI
Hobyar Mah. Cemal Nadir Sok. No.: 3 Cağaloğlu – İstanbul
Tel.: (0212) 512 15 00 Faks: (0212) 512 15 11
www.ayrintiyayinlari.com.tr & info@ayrintiyayinlari.com.tr
Derleyen: Hüseyin Köse
Flanör Düşünce
Arkaik Dönemde ve Dijital Medya Çağında Aylaklık
İNCELEME DİZİSİ
YEŞİL POLİTİKA/J. Porritt Ë MARKS, FREUD VE GÜNLÜK HAYATIN ELEŞTİRİSİ/B. Brown Ë KADINLIK
TAHAKKÜM VE DİRENİŞ SANATLARI/J.C. Scott Ë SAĞLIĞIN GASPI/I. Illich Ë SEVGİNİN BİLGELİĞİ/A.
Finkielkraut Ë KİMLİK VE FARKLILIK/W. Connolly Ë ANTİPOLİTİK ÇAĞDA POLİTİKA/G. Mulgan Ë
YENİ BİR SOL ÜZERİNE TARTIŞMALAR/H. Wainwright Ë DEMOKRASİ VE KAPİTALİZM/S. Bowles-H.
Gintis Ë OLUMSALLIK, İRONİ VE DAYANIŞMA/R. Rorty Ë OTOMOBİLİN EKOLOJİSİ/P. Freund-G.
Martin Ë ÖPÜŞME, GIDIKLANMA VE SIKILMA ÜZERİNE/A. Phillips Ë İMKÂNSIZIN POLİTİKASI/
J.M. Besnier Ë GENÇLER İÇİN HAYAT BİLGİSİ EL KİTABI/R. Vaneigem Ë EKOLOJİK BİR TOPLUMA
DOĞRU/M. Bookchin Ë İDEOLOJİ/T. Eagleton Ë DÜZEN VE KALKINMA KISKACINDA TÜRKİYE/A.
İnsel Ë AMERİKA/J. Baudrillard Ë POSTMODERNİZM VE TÜKETİM KÜLTÜRÜ/M. Featherstone Ë ERKEK AKIL/G. Lloyd Ë BARBARLIK/M. Henry Ë KAMUSAL İNSANIN ÇÖKÜŞÜ/R. Sennett Ë POPÜLER KÜLTÜRLER/D. Rowe Ë BELLEĞİNİ YİTİREN TOPLUM/R.Jacoby Ë GÜLME/H. Bergson Ë ÖLÜME
KARŞI HAYAT/N. O. Brown Ë SİVİL İTAATSİZLİK/Der.: Y. Coşar Ë AHLÂK ÜZERİNE TARTIŞMALAR/J.
Nuttall Ë TÜKETİM TOPLUMU/J. Baudrillard Ë EDEBİYAT VE KÖTÜLÜK/G. Bataille Ë ÖLÜMCÜL HASTALIK UMUTSUZLUK/S. Kierkegaard Ë ORTAK BİR ŞEYLERİ OLMAYANLARIN ORTAKLIĞI/A. Lingis
Ë VAKİT ÖLDÜRMEK/P. Feyerabend Ë VATAN AŞKI/M. Viroli Ë KİMLİK MEKÂNLARI/D. Morley-K. Robins Ë DOSTLUK ÜZERİNE/S. Lynch Ë KİŞİSEL İLİŞKİLER/H. LaFollette Ë KADINLAR NEDEN YAZDIKLARI HER MEKTUBU GÖNDERMEZLER?/D. Leader Ë DOKUNMA/G. Josipovici Ë İTİRAF EDİLEMEYEN CEMAAT/M. Blanchot Ë FLÖRT ÜZERİNE/A. Phillips Ë FELSEFEYİ YAŞAMAK/R. Billington Ë
POLİTİK KAMERA/M. Ryan-D. Kellner Ë CUMHURİYETÇİLİK/P. Pettit Ë POSTMODERN TEORİ/S.
Best-D. Kellner Ë MARKSİZM VE AHLÂK/S. Lukes Ë VAHŞETİ KAVRAMAK/J.P. Reemtsma Ë SOSYOLOJİK
DÜŞÜNMEK/Z. Bauman Ë POSTMODERN ETİK/Z. Bauman Ë TOPLUMSAL CİNSİYET VE İKTİDAR/
R.W. Connell Ë ÇOKKÜLTÜRLÜ YURTTAŞLIK/W. Kymlicka Ë KARŞIDEVRİM VE İSYAN/H. Marcuse Ë
KUSURSUZ CİNAYET/J. Baudrillard Ë TOPLUMUN McDONALDLAŞTIRILMASI/G. Ritzer Ë KUSURSUZ
NİHİLİST/K.A. Pearson Ë HOŞGÖRÜ ÜZERİNE/M.Walzer Ë 21.YÜZYIL ANARŞİZMİ/Der.: J. Purkis & J. Bowen Ë MARX’IN ÖZGÜRLÜK ETİĞİ/G. G. Brenkert Ë MEDYA VE GAZETECİLİKTE ETİK SORUNLAR/
Der.: A. Belsey & R. Chadwick Ë HAYATIN DEĞERİ/J. Harris Ë POSTMODERNİZMİN YANILSAMALARI/T.
Eagleton Ë DÜNYAYI DEĞİŞTİRMEK ÜZERİNE/M. Löwy Ë ÖKÜZÜN A’SI/B. Sanders Ë TAHAYYÜL
GÜCÜNÜ YENİDEN DÜŞÜNMEK/Der.: G. Robinson & J. Rundell Ë TUTKULU SOSYOLOJİ/A. Game &
A. Netcalfe Ë EDEPSİZLİK, ANARŞİ VE GERÇEKLİK/G. Sartwell Ë KENTSİZ KENTLEŞME/M. Bookchin Ë YÖNTEME KARŞI/P. Feyerabend Ë HAKİKAT OYUNLARI/J. Forrester Ë TOPLUMLAR NASIL
ANIMSAR?/P. Connerton Ë ÖLME HAKKI/S. İnceoğlu Ë ANARŞİZMİN BUGÜNÜ/Der.: Hans-Jürgen Degen Ë MELANKOLİ KADINDIR/D. Binkert Ë SİYAH ‘AN’LAR I-II/J. Baudrillard Ë MODERNİZM, EVRENSELLİK VE BİREY/Ş. Benhabib Ë KÜLTÜREL EMPERYALİZM/J. Tomlinson Ë GÖZÜN VİCDANI/R.
Sennett Ë KÜRESELLEŞME/Z. Bauman Ë ETİĞE GİRİŞ/A. Pieper Ë DUYGUÖTESİ TOPLUM/S. Mestroviç Ë EDEBİYAT OLARAK HAYAT/A. Nehamas Ë İMAJ/K. Robins Ë MEKÂNLARI TÜKETMEK/J. Urry
Ë YAŞAMA SANATI/G. Sartwell Ë ARZU ÇAĞI/J. Kovel Ë KOLONYALİZM POSTKOLONYALİZM/A.
Loomba Ë KREŞTEKİ YABANİ/A. Phillips Ë ZAMAN ÜZERİNE/N. Elias Ë TARİHİN YAPISÖKÜMÜ/A.
Munslow Ë FREUD SAVAŞLARI/J. Forrester Ë ÖTEYE ADIM/M. Blanchot Ë POSTYAPISALCI ANARŞİZMİN SİYASET FELSEFESİ/T. May Ë ATEİZM/R. Le Poidevin ËAŞK İLİŞKİLERİ/O.F. Kernberg Ë POSTMODERNLİK VE HOŞNUTSUZLUKLARI/Z. Bauman Ë ÖLÜMLÜLÜK, ÖLÜMSÜZLÜK VE DİĞER
HAYAT STRATEJİLERİ/Z. Bauman Ë TOPLUM VE BİLİNÇDIŞI/K. Leledakis Ë BÜYÜSÜ BOZULMUŞ
DÜNYAYI BÜYÜLEMEK/G. Ritzer Ë KAHKAHANIN ZAFERİ/B. Sanders ËEDEBİYATIN YARATILIŞI/F.
Dupont Ë PARÇALANMIŞ HAYAT/Z. Bauman Ë KÜLTÜREL BELLEK/J. Assmann Ë MARKSİZM VE DİL
FELSEFESİ/V. N. Voloşinov Ë MARX’IN HAYALETLERİ/J. Derrida Ë ERDEM PEŞİNDE/A.MacIntyre Ë
DEVLETİN YENİDEN ÜRETİMİ/J. Stevens Ë ÇAĞDAŞ SOSYAL BİLİMLER FELSEFESİ/B. Fay Ë KARNAVALDAN ROMANA/M. Bakhtin Ë PİYASA/J. O’Neill Ë ANNE: MELEK Mİ,YOSMA MI?/E.V. Welldon Ë
KUTSAL İNSAN/G. Agamben Ë BİLİNÇALTINDA DEVLET/R. LourauË YAŞADIĞIMIZ SEFALET/A. Gorz
Ë YAŞAMA SANATI FELSEFESİ/A. Nehamas Ë KORKU KÜLTÜRÜ/F. Furedi Ë EĞİTİMDE ETİK/F. Haynes
Ë DUYGUSAL YAŞANTI/D. Lupton Ë ELEŞTİREL TEORİ/R. Geuss Ë AKTİVİSTİN EL KİTABI/R. Shaw
Ë KARAKTER AŞINMASI/R. Sennett Ë MODERNLİK VE MÜPHEMLİK/Z. Bauman Ë NIETZSCHE: BİR
AHLÂK KARŞITININ ETİĞİ/P. Berkowitz Ë KÜLTÜR, KİMLİK VE SİYASET/Nafiz Tok Ë AYDINLANMIŞ
ANARŞİ/M. Kaufmann Ë MODA VE GÜNDEMLERİ/D. Crane Ë BİLİM ETİĞİ/D. Resnik Ë CEHENNEMİN TARİHİ/A.K. Turner Ë ÖZGÜRLÜKLE KALKINMA/A. Sen Ë KÜRESELLEŞME VE KÜLTÜR/J. Tomlinson Ë SİYASAL İKTİSADIN ABC’si/R. Hahnel Ë ERKEN ÇÖKEN KARANLIK/K.R. Jamison Ë MARX VE
MAHDUMLARI/J. Derrida Ë ADALET TUTKUSU/R.C. Solomon Ë HACKER ETİĞİ/P. Himanen Ë KÜLTÜR
YORUMLARI/Terry Eagleton Ë HAYVAN ÖZGÜRLEŞMESİ/P. Singer Ë MODERNLİĞİN SOSYOLOJİSİ/P.
Wagner Ë DOĞRUYU SÖYLEMEK/M. Foucault Ë SAYGI/R. Sennett Ë KURBANSAL SUNU/M. Başaran
Ë FOUCAULT’NUN ÖZGÜRLÜK SERÜVENİ/J. W. Bernauer Ë DELEUZE & GUATTARI/P. Goodchild Ë
İKTİDARIN PSİŞİK YAŞAMI/J. Butler Ë ÇİKOLATANIN GERÇEK TARİHİ/S.D. Coe & M.D. Coe Ë DEVRİMİN ZAMANI/A. Negri Ë GEZEGENGESEL ÜTOPYA TARİHİ/A. Mattelart Ë GÖÇ, KÜLTÜR, KİMLİK/I.
Chambers Ë ATEŞ VE SÖZ/G.M. Ramírez Ë MİLLETLER VE MİLLİYETÇİLİK/E.J. Hobsbawm Ë HOMO
LUDENS/J. Huizinga Ë MODERN DÜŞÜNCEDE KÖTÜLÜK/S. Neiman Ë ÖLÜM VE ZAMAN/E. Lévinas
Ë GÖRÜNÜR DÜNYANIN EŞİĞİ/K. Silverman Ë BAKUNIN’DEN LACAN’A/S. Newman Ë ORTAÇAĞDA ENTELEKTÜELLER/J. Le Goff Ë HAYAL KIRIKLIĞI/Ian Craib Ë HAKİKAT VE HAKİKATLİLİK/B.
Williams Ë RUHUN YENİ HASTALIKLARI/J. Kristeva Ë ŞİRKET/J. Bakan Ë ALTKÜLTÜR/C. Jenks Ë
BİR AİLE CİNAYETİ/M. Foucault Ë YENİ KAPİTALİZMİN KÜLTÜRÜ/Richard Sennett Ë DİNİN GELECEĞİ/Santiago Zabala Ë ZANAATKÂR/Richard Sennett Ë MELEZLİĞE ÖVGÜ/Michel Bourse Ë SERMAYE
VE DİL/Christian Marazzi Ë SAVAŞ OYUNLARI/Roger Stahl Ë BİR İDEA OLARAK KOMÜNİZM/Alain Badiou & Slavoj Žižek Ë NİHİLİZM/Bülent Diken Ë MADDESİZ/André Gorz Ë BİLGİNİN ARKEOLOJİSİ/M.
Foucault Ë TÜKETİM TOPLUMU, NEVROTİK KÜLTÜR ve DÖVÜŞ KULÜBÜ/H. Övünç Ongur Ë
ANTİKAPİTALİZM/Jeremy Gilbert Ë ÇALIŞMAK SAĞLIĞA ZARARLIDIR/Annie Thébaud-Mony Ë BERABER/Richard Sennett Ë HAYATIN ANLAMI/Terry Eagleton Ë DUYURU/Michael Hardt-Antonio Negri
“Yürümek düşünmektir.”
Spinoza
“1840’larda pasajlarda kaplumbağa gezdirmek, bir süre
için kibarlığın gereklerinden sayılmıştı. Flâneur, kendini
kaplumbağaların temposuna uydurmaktan hoşlanırdı.
Eğer ona kalsaydı, ilerlemenin böyle adımlarla
sürmesini isterdi.”
Walter Benjamin
“Tüketiciler toplumu, turistlerin aylak olarak
uyanmayacakları bir dünyadır. Aylakların olmadığı bir
dünya turistler toplumunun ütopyasıdır (…)
Aylaklar, turistlerin alter egosudur.”
Zygmunt Bauman
İçindekiler
Önsöz............................................................................................................. 9
Birinci Bölüm
Flanör Felsefesi
Devletsiz Düşünce/Hüsamettin Çetinkaya....................................................... 21
Felsefi Nomadlık: “Düşüncenin Yersizyurtsuzluğuna Dair”
[Deleuzecü Bir Çerçeveleme]/Sadık Erol Er.................................................. 45
Aldırmazlık Felsefesi: Kinik Flanörler/Naci İspir............................................. 59
Mutlak Hareketsizliğin Ontolojisi: Ölüm Fügü/Ömer Alanka......................... 79
İkinci Bölüm
Modern Zamanlarda ve Medyada Flanör
Kent Kültüründe Modernizm ve Sonrası: “Gözlemleyen Özne”
Olarak Flanörü Yeniden Okumak/Nilnur Tandaçgüneş..................................... 97
Sanal Gezginin “Ego Sörfü”: Ekran-gezerlik, İnternette Gezinmek ya da
Yolculuk Üzerine Düşünceler/Hüseyin Köse................................................ 137
Yüzer-Gezer Kimlikler: Turistler ve Aylaklar/Mevlüt Özben.......................... 163
Walter Benjamin’de “Tahakkümsüzlük Etiği Projesi”
Olarak Tarih ve Sosyal Gerçeklik/Şeref Uluocak............................................ 176
Üçüncü Bölüm
Edebi/Sanatsal Düşüncede Flanör: Sonsuz ve Fani Döngüler
Renkler Arasında Bir Aylak: Henri De Toulouse-Lautrec/M. Ayşe Kalay.........211
Bozguncu ve Göçebe: Jean Genet/Elif Demirkaya........................................ 259
Flanörün Edebi Etiyolojisi Dünya Edebiyatında Flanörlük/Ahmet Sarı......... 286
Bir Flâneuseün Portresi: George Sand/Duygu Özsoy..................................... 303
Odysseus ve Yolculuk Mitosu/Cemile Akyıldız Ercan..................................... 321
Dördüncü Bölüm
Görsel (Visuel) Flanör
Amerikan Bağımsız Sinema Geleneğinde Flanörün Ayak İzleri/Özgür İpek....339
Gus Van Sant Sinemasında Gezginler ve Kaçış Çizgileri:
My Own Private Idaho ve Gerry/Ahmet Ergenç............................................... 360
William Blake’in Ölüm Yürüyüşü: Dead Man/E. Gülay Er Pasin................... 380
İmkânsızlığa Rövaşata:Yersizyurtsuzluğun Tabutunda Flanör/Cumhur Aslan..... 424
Kökleri Havada: Up In The Air/Elif Demirkaya.............................................. 457
Katkıda Bulunanlar.................................................................................. 484
Dizin......................................................................................................... 490
Önsöz
F
lanör, her şeyden önce, “yürüyen düşünce”dir, düşüncenin geniş yollar, kanallar, düzlükler açan yürüyüşünün insanın aklındaki
izdüşümleridir. Flanörün kendisi başlı başına bir düşüncedir öte yandan; zaman ve mekân içinde devinen, devindikçe yenilenen bilincin
“yol görgüsü” edinmiş deneyim repertuarı… Bu öyle bir düşünce
gezginliğidir ki, nüfuz edici bakışın adeta değdiği yüzeylerde, adımların gölgesiyle büyüyen sokaklarda, her bir coğrafya parçası üzerinde
soluklanılan anlarda biriken tüm ses ve görüntülere ait bir suretin zihinsel haritası çıkarılıyordur gizlice. Gezerlik hali, bir bakıma, bilincin
puslu adımlarıyla alınmış mesafelerin doruk noktasına vardırılmış bir
fotoğrafıdır da. Fotoğrafın zamansal ufku her dönem aynı kalsa da
havalileri farklıdır. Başka bir deyişle, Ortaçağ dünyasında hacıların ve
9
Flanör Düşünce
Haçlıların “kutsala doğru yürümesi” yahut “ruhtaki yürüme”si neyse,
Rönesans başlangıcındaki “aklın” ve “kalemin yürümesi” de odur.
Gözlenen ve aynı zamanda gözlemleyen, görüntüler, görüngüler,
renkler arası bir seyrüsefer hattında sürekli yer değiştiren gezgin-düşünür figürünün şişkin anlam ve değerler evreninde birikenler, biriktirdiği şeylerin bekçiliğini yapan maddileşmiş bir uygarlığın neredeyse
erdem düzeyine vardırdığı tutucu eğilimlerine galebe çalacak güçtedir. Düşünsel göçebeliğin, geçtiği yerlerde yeni değerler, görgüler,
görüngüler inşa eden serüveni ve bu zorlu serüvenin dolaysız ürünü
olan bakiyeler, toplumsal dünyanın daha az tutucu kalabilmiş mecralarına tahliye edilir. Yerleşik değerler dışına yerleşmiş her düşünce ve
bakış açısının aylaklığın bildik semantik çerçevesini de aşan boyutları
vardır. Doksa’nın kemikleşmiş alanını, yerleşik kanıları, verili olanın
satıhlarını darmadağın eden devinimselliğin, düşüncenin olanaklarıyla birleştiği noktalarda, özgürlüğün edimlerinin sınırsız ufku yükselir.
Yürümeyi, beşeri bilimlerin ilerlemesinin öncülü sayan Spinozacı düşünceden, Kinik felsefenin toplumsal sisteme karşı aldırmazlığı yüce bir erdem ölçüsüne yükseltmiş taşkınlıklarına, Benjamin’in
“rüzgârın esintisine bırakılmış bir kâğıt parçasının izini süren” sezgici ve gözlemci öznesinden, Bauman’ın öteki’nin topluca kavranılmış imgesine ayna tutarak klasik temsil algısında karmaşalar yaratan
“yabancı”sına kadar pek çok farklı tanımlama, gezgin-düşünce/düşünür figürünün zaman içinde geçirdiği dönüşümlere işaret eder. Aynı
şekilde, aylaklığın da kalabalıklar çağının atomize olmuş bireyinin belirsizliklerle dolu reflekslerinden, yapıp ettikleriyle, kendi “aura”sına
yabancılaşmış modern toplumların “görsel sağduyu”sunu üreten flanörüne kadar pek çok gizil anlamları ve düşünsel açılımları mevcuttur. Modern kent dokusunun, gündelik olay ve olguları belli bir
bütünlükten yoksun biçimde algıla(t)mayı güçlendiren anıtsal nitelikli mekânlar ve karmaşık etkinlikler alanıyla, kendi yalnızlığı içinde
devinen yabancılaşmış/parçalanmış bireye sunduğu tek anlamlı vaat,
“an’a odaklı” yaşamının izini sürmesidir. Söz konusu zımni vaadin
öngörülmemiş bir sonucu, düşüncenin –giderek de bireyin bedensel
ve zihinsel varlığının– yersizyurtsuzlaşmasıdır. Endişeli bireyin aidiyet
gereksiniminin ilineksel “evsizlik bilinci”yle kuşatıldığı ontolojik bir
kaygıyı açığa vuran bu halet-i ruhiyenin flanörlük kavramıyla dolay10
Önsöz
lı/dolaysız titreşime girdiği noktalarının ikna edici bir yorumlaması
yapılmalıdır bu yüzden. Düşünsel/ahlaksal/toplumsal kodlarını her
büyük kültürel/teknolojik devrimsel değişimle birlikte yeni baştan
üretmek zorunda olan insanlığın, sonunda yine bir şekilde kendi mutat serüveninin kaçınılmaz bir talihsizliği olarak, değişimi ve kaosu
mutlaklaştıran yeni düşünsel sabitler ortaya koyduğu düşünülecek
olursa ya da her tür toplumsal kuram iddiasının, sonunda nihai ve
etkili bir iktidar modeli ya da biçimini hortlattığı akılda tutulacak
olursa, birikmiş farklarla ve farklılıklarla birlikte var olmanın, belli
bir kıpırdamazlığı değil, sonu gelmez bir hareketliliği gerekli kıldığı
çıkar ortaya. Anlaşılır bir tanımını yapmaya çalıştığımız şey, belki de,
yersizyurtsuzluğun her türünün, insanlık için, iktidar kurucu düşüncenin olumsuz etkilerinin nüfuz edemeyeceği güvenli kaçış çizgileri
ve özgürlük alanları yaratmasıyla ilgilidir. Bu bakımdan, evin ahlaksal
çatısı temeline yerleştirilmiş her yapay yaşamsal kutsallığın dışında soluklanmanın, hiç kuşkusuz, değişmez mekânlar inşa etmekten daha
soylu ve arzu edilebilir anlamları olsa gerektir.
Göçebe düşüncenin umut telkin edici “dışarıdanlığı”, aslına bakılırsa devletin ve resmi kültürel biçimlenmenin de antitezidir. Devlet aygıtının kapma/kapsama alanı içine girmeyen sesler ve dürtüler,
devletsiz toplumun içini simgelediği kadar, “toplumdan göç etmiş”
düşüncelerin de yersizyurtsuzluk hanesine yazılırlar. Bu nedenle de
düşüncenin yersiz yurtsuz gezerliği, her türlü normatif zorunluluklar alanının ve “yasa”nın dışını ifade eder. Yer değiştirme duygusunun rastlantısallığın olanaklarıyla dolu ve dolayısıyla “karşılaşma
maddeciliği”ni dışlayan niteliği, “merkezsiz yaşamanın” ve onun
utilitarist ilkelerinin tersine çevrilmesi anlamına gelir. Bu merkezsiz/yasasız yaşama biçiminin, felsefe tarihinde somutluk kazandığı bir
ahlaksal deneyim alanı da aldırmazlık ve umursamazlık kavramlarında
karşılığını bulur, daha doğrusu “aldırmazlık felsefesi”nde… Özünde,
“dışla ilgili her türlü şeyden bağımsızlığın” ve “insanın kendi ahlaksal
durumu dışında her şeye kayıtsızlığın” mutlak bir yaşamsal ilkeye dönüştürülmesini ifade eden Kinizm ve Stoacılık, söz konusu felsefenin
kurucu unsurlarıdır.
Ölümle gelen şey, mutlak bir hareketsizlik midir? Eğer öyleyse,
görünüşte mutlak bir hareketsizlik gibi algılanan, ancak zamansal bo11
Flanör Düşünce
yut düzleminde cereyan eden bir tür “mekân sürgünlüğü”nün, yer
değiştirmenin gizlemli yordamları bağlamında ontolojik bir okuması
yapılmalıdır kuşkusuz. Ölümün tek sesliliğinin müzikal terminolojide bir tür füge karşılık geldiği varsayımından hareketle, ölümlü varlığın devinimsizlik içinde kabuk değiştirmesi, gerçekten de akıl almaz
bir seremonidir. Bu anlamda ölüm, hareketsizliğin akla gelebilecek
her türünü katmansal olarak açmasıyla, müzikal fügün ana temasıdır.
Ölüm, hareketsiz hareketliliktir; zaman-dışı zamansallıktır. Ölümün
adlandırılmasındaki asıl zorluk, Tolstoycu bir uslamlama öykünmesiyle söyleyecek olursak eğer, biz varken onun olmayışı, o varken
de bizim “orada” olmayışımızdır. Bu nedenle de ölümün –eğer olasıysa– epistemolojik düzlemdeki bir okuması, fiziksel ve algılanabilir
dünyanın “dışı”na taşmayı gerektirir. Aristocu mantığın ölümün bir
hareket biçimi olduğuna ilişkin kanıtlaması, “gerçekte bulunmayan
zaman”ın bir dizi somut “değişme” biçiminde cisimleşmesidir. Ölüm
de bu değişmelerden sadece birisidir; hareketin gerçekte bulunmayan
bir zaman tarafından emilmesidir. Yer değiştirme itkisinin ve yersizyurtsuzluk düşüncesinin felsefi/sosyolojik sabitlerine eğilen diğer
çerçeve kurucu metinlere ek olarak, bu derlemenin ilk bölümünde
yer alan ve temelde ölüm gerçeğinin “algılanabilir” dünyanın sınırları
dışında seyreden bir yolculuk biçimi olduğu düşüncesine odaklanan
çalışma, tam da bu ve benzeri görüşleri açımlar niteliktedir.
Sanatsal alandaki ve edebi metinlerdeki kahramanın aylaklığı, bohemliği –ve pek tabii ki “sürgünlüğü”– konusu, kuşkusuz, söz konusu alanlar içinden somut bazı figürlere ve söylemsel yapılara odaklanmayı gerektirmektedir. Bu bakımdan, sözgelimi kusurlu fiziksel
görünümünün pek de kalabalığa karışmasına olanak tanımadığı, tablolarında genellikle toplumdışı figürlerin (sarhoşların, fahişelerin,
düşkünlerin, sefihlerin) dönemin gayrı ahlaki diye adlandırılan bir
eğlencesi olan “kankan” dansı üzerinden betimlemelerine yer veren,
Paris’in en müstehcen gösterilerinin icra edildiği Moulin Rouge’un
sıkı müdavimlerinden olan ve deyim yerindeyse, toplumsal dünyanın değişik ve aykırı renkleri arasında “güvenle” gezinen bir Henri
de Toulouse-Lautrec’i nasıl yorumlamalıdır? Ahlak düşkünlüğüne,
sefihliğe birleştirilmiş aylaklığın, toplumdışı damgalamaların ana formu olarak algılandığı bir dönemin ressamı mıdır Toulouse-Lautrec?
12
Önsöz
Yoksa “lanetlenmişlerin” ve “dışlanmışların” meşru ve makul toplumun vicdan azabı olarak uç verdiği “minör” bir politikanın görsel sanatlardaki havarisi mi? Benzer sorular, hiç kuşkusuz, edebiyatın
yeraltı dünyasının aykırı ve oyunbozan çocuğu Jean Genet için de
telaffuz edilebilir. “Bozguncu” ve “göçebe”, “hırsız” ve “günahkâr”,
“eşcinsel” ve “suçlu”, “lanetli” ve “ahlaksız” vb yakıştırmaları daha
başkalarına fırsat vermeden, bizatihi “içeriden” kendi kişiliği için reva
görmüş bir Genet’nin aykırılıklar, aşırılıklar, sefihliklerle dolu yapıtı
ve kişisel yaşamı, “iyi”, “steril”, “olumlu” vb nitelemelerle tanımlanan toplumsal yaşamın uysal ahlaksal önermelerine ve normdan
sapmışları hizaya getiren uygulamalarına karşı girişilmiş bir komplo
mudur? En hafif deyimle, Genet’nin her türlü aidiyet biçiminin esinlediği güvenlik duygusuna karşı meydan okuyan tavrı, kimsesizliğin,
dışlanmışlığın ve aylaklığın yersizyurtsuzluğunun hangi erdemlerine işaret etmektedir? Yazarın toplumun baskın ve baskıcı ahlaksal
normlarından “neşeli kopuş”u, yerleşik toplumsal değerler karşısında
kıskançlıkla korunmaya çalışılan özgür yaşama iradesine dair neler
söylemektedir? Onun toplumsal bir artık ve ahlaksal bir süprüntü
olan yaşamı, şayet modern burjuvalar toplumunun her köşesinde kök
salmış olan ahlaksal ikiyüzlülüklerin maskesini düşürmede etkili olmuşsa, yahut “dışarıya” karşı büyük bir kıskançlıkla savunduğu kişisel
bağımsızlığı ve toplumsal sapkınlığı onu çağdaş bir “aziz” mertebesine eriştirmişse, elbette bu sıradışı yazınsal ve yaşamsal öneriden lanetli bir yazarın görünürde algılanan kimliğinin ötesinde daha zengin
kimi anlamlar çıkarmak gerekir. Şurası gayet açıktır ki, Jean Genet,
modern zamanların ödün vermez Kinik bir düşünürüdür. Genet’nin,
suçluluğu masumiyete, kötülüğü erdeme, huzuru cinnete dönüştüren
aykırı tavrı ve lanetli kimlikler arası gezginliği, bir bakıma, “yaratıcı
yıkıcılığın” da etkili manifestolarından birisidir. Aynı şekilde, benzer
bir yıkıcılığın izlerini, kendi döneminin aykırı bir figürü olan George
Sand’in örseleyici flanözlüğünde de görmek olasıdır. Dayatıcı Paris
yaşamı karşısında isminden, fiziksel görünüşünden ve kimliğinden
vazgeçmeyi erdem sayan, kendisine ayrıcalıklı bir konum bahşeden
aidiyetini sorunsallaştırmakta bir beis görmeyen, toplumun egemen
cinsiyetçi bakış açısı ve politikalarını açıkça alaya alan, yaşadığı çağda
kadının kamusal alandaki “görünmezliğine” bir tepki olarak, fizik13
Flanör Düşünce
sel görünürlüğünü, başkalarının nazarında “görünmez” kılmayı tercih etmiş birisidir o. Sand’in kurgusal kimliğinde temsil ettiği şey, o
güne dek modern literatür tarafından pek de dikkate alınmamış olan
flanörün dişil deneyimidir. Deyim yerindeyse, metropoliten metnin
dişil okuması onunla başlamaktadır. Elinizdeki kitabın ikinci bölümü, Genet ve Sand’in sıradışı deneyimlerine edebi alanda arka çıkan
kahramanların diğer “fani” ve “sonsuz” döngüleriyle, cesaret isteyen
tehlikeli yolculuklar ve serüvenlerin esinlediği düşüncelerin farklı
açılımlarıyla, dünya edebiyatından kimi örneklerle ve hatta mitolojik
bir figür olan Odyssea’nın apokaliptik “eve dönüş” öyküsüyle sonlanmaktadır.
Kent kültürü içinde modernizm ve sonrasının “gözlemleyen
özne”si, büyük ölçüde Georg Simmel, Zygmunt Bauman, Michel
Foucault, Anthony Giddens, Walter Benjamin ve Henry Lefebvre
gibi düşünür ve sosyologların yetkin bakışına muhtaçtır. Bu isimlerin odaklandıkları temel nokta, modern kent panoramasının asli
bir figürü ve modernizmin dolaysız bir ürünü olarak flanördür. Söz
konusu figürün izinin sürüldüğü başlıca mecra ise, genelde toplumsal panoramayı analitik çerçevede yorumlamayı amaçlayan edebiyat
metinleridir: Modern dönemin başlarında Poe, Balzac, Baudelaire,
Shelley; günümüzde Palahniuk, Genet, Kerouac; Türk romanında
ise Recaizade Mahmut Ekrem, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sait
Faik Abasıyanık, Oğuz Atay, Yusuf Atılgan gibi yazarların metinleri… Çok genel olarak söylersek, flanör, Baudelaire’in kimliğinde
“zamanın ruhu”na; Palahniuk’un sıradışı edebi karakterlerinde çağcıl avarelere, “yeraltı peygamberlerine” ve kurulu sistemle çok ciddi varoluşsal çatışmalar yaşayan yersizyurtsuzların “savaşan ruhu”na
karşılık gelir. Türk edebiyatının kimi şiir, roman ve hikâye kahramanlarında ise, flanör ya da aylak figürü, zamansal bir sıralamayla ifade edersek; Tanzimat döneminden itibaren Batılılaşma ve yenileşme
hareketiyle birlikte kök salmaya başlayan “abartılı kibarlık ve gösteriş
budalası” tiplere, “yalnızlığı ve tutunamayışı ile kitleden ayrılan seküler benlikler”e, yeni kurulan Cumhuriyetin “yerleşik ideolojisiyle hareket eden birey karşısında ‘asi’likleriyle öne çıkan kimlikler”e,
yerli halkla belli bir iletişimsizlik ve yabancılaşma yaşayan toplumsal
duyarlılığı körelmiş aydınlara, statüsü ve zenginliğiyle övünen “zen14
Önsöz
gin züppe”, “snop” ve “mirasyedi” karakterlere, sonrasında ise varoluşsal bunalımlarla örselenmiş “tutunamayanlar”a dek uzanır.
Modern kent flanörünün kartografik bakışının ikinci düzleminde
ise, tüketim kültürü içinde üretilmiş tipolojilerin, özel olarak da turistler, aylaklar ve otostopçuların, heimat (anavatan) fikrinin yitirildiği
küresel bir çağda ortaya çıkan yeni göçebelik biçimlerinin varlığına
ek olarak, ileri iletişim teknolojilerinin dolaysız ürünü olan sosyal
medya ve bu medya alanında boy gösteren yeni sanal âlem gezginlerinin ve televizyonda içerik arayışını hazcı bir ritüele dönüştüren
izleyicilerin “ekran-gezerliği” ile karşılaşılır. Özellikle bu sonuncusu,
“hareketsizlik içinde hareket edebilen” ya da “hareket halindeyken
bile devinimsiz kalabilme” kabiliyeti olan sanal gezginlerin ve yeni
hareketlilik biçimlerinin ürettiği farklı iletişimsel ilişki örüntülerinin doğasına dair birtakım şeyler söylemeyi gerektirir. Sanal ortamın
“imajiner” gezginleri ve gezginlik biçimleri, sanal bir kimlik edinmenin de avantajlarıyla, kişiye, “gitmeden gitme”, “yola düşmeden
yürüme”, daha “kalkış yapmadan varma” halinin ayrıcalıklı konforunu sunması bakımından önemlidir. Şayet sanal gezginin arayüzey yaşamsallığının ilk sonucu, köklü bir bilinç deformasyonu ise; ikincisi,
bedensel devinim yetilerinden yoksunlaşmadır. Bedensel devinimin
kaybolmasına, bir başka açıdan –paradoksal biçimde– modernizmin
“hareketli birey” (mobil personality) kavramının radikal biçimde dönüşümü eşlik eder. Bu gelişmenin öngörülmemiş bir sonucu, özellikle
mobil telefonların geniş ölçüde yaygınlaşmaya başlamasıyla birlikte
su yüzüne çıkan aidiyet duygusundaki körelmedir. Böylece, ilk defa,
cep telefonlarının yaygın biçimde kullanımıyla, bireyin belli bir toprak parçası üzerindeki aidiyeti meselesi tartışmaya açılmış olur. Facebook, twitter, my space, youtube gibi sosyal ağların sanal gezginlere
sunduğu olanaklar, bir yandan onlara sınırları olmayan bir dünyanın
sonsuz ve yapay ufuklarında hiçbir aidiyet ve sorumluluk hissi duymadan gezinmelerine izin verirken; öte yandan, aynı sınırsız sanal
anakara, postmodern dönemlere özgü masalsı bir “yok ülke” gerçekliğinin ara “yüzeysel” anlatımında karşılığını bulur. Ne var ki sanalgezerliğin duyumsattığı yaşamsal hakikat, somut, deneyimsel ve fiili
ilişkilere özgü bir hakikat değil, hemen her koşulda, bilgisayar ya da
televizyon ekranının yapay ufkunun çerçeve içine aldığı bir gerçek15
Flanör Düşünce
liktir. İleri iletişim teknolojileriyle su yüzüne çıkan olanakların yeni
bir sanal aylaklık türünün doğuşuna yaptığı katkıya her halükarda
temkinli yaklaşmak gerekir. Öncelikle, bu yeni aylaklık deneyiminin
öncekilerden önemli bir farkı, reel hayat alanının dışını temsil eden
edimlerin simülatif düzlemde ikame edilmesidir. Sanal aylaklığın yaşam alanı, bu bakımdan, reel yaşamın içi değil, sınırları olmayan bir
dünyanın “sürtünmesiz zemini”dir. Çok değerli vakitlerini reel hayat
dışında geçirerek arzularını doyurmaya çalışan günümüz sanal gezgini, deyim yerindeyse artık “yaşamasız bir yaşamın” da başlıca failidir.
Hemcinsleriyle fiziksel ve sosyal mesafesini ve bununla birlikte de
her türden fiili etkileşim olanağını yitirmiş böyle bir bireyin sorunlu “ontolojik” gerçeği, bizleri, yakındakilerle açılan derin tümsekler,
uçurumlar pahasına, uzaktakilerle kurulan yakınlık ilişkilerinin paradoksal veçhelerine eğilmeye itmektedir. Bir başka deyişle, her koşulda “ilişkisiz” ilişkiler telkin eden önerisinin yol açtığı yıkıcı psişik/
travmatik süreçlere…
Görsel (visuel) flanörün boy gösterdiği bir diğer mecra, bu kitabın sonuncu bölümünün de ana tematik çerçevesini oluşturmaktadır.
Görsel flanörlük hallerinin cömertçe kök saldığı en verimli alanlardan
biri, hiç kuşkusuz sinemadır. Film kahramanının flanör ve flanözlüğü
üzerine üretilen büyüleyici görsel metinlerin ve etkileyici yaşamsal
kurguların beyaz perdedeki dokunaklı ve karmaşık serüvenlerinde,
genellikle kendi yabancılaşmasının bireysel kanıtlarını kalabalık insan
manzaralarının kayıtsız yakınlığı içinde arayan kişilere rastlanır. Kendi
uyumsuzluğunu ve yalnızlığını izleyicinin gözünde yer yer dramatik/
trajik veya trajikomik gösterilere dönüştürmek suretiyle görünür kılmaya çalışan beyaz perde flanörü, bakışının yöneldiği yaşam ve ölüm
alanlarının eksiksiz bir haritasını çıkarır. Jim Jarmusch, Gus van Sant,
Jason Reitman, Derviş Zaim vb “bağımsız” yönetmenlerin işleri, bu
görsel ve gösterişli haritanın farklı açılardan genel bir dökümünü sunar. Aşağı yukarı bu isimlerin tümünün ortak özelliği, yapıtlarında
kurgulamayı tercih ettikleri kahramanların bağ kurmamak, yerleşik
hayata karşı ayak diremek, “sırt çantası”nı her dem hazır tutmak,
geçici mekânların köksüzlüğünde kök salmak vb eğilimlerini sahneye
koyar. Dahası, bu yönetmenlerin hemen hepsi, gerek benimsedikleri bakış açıları, uyguladıkları teknik, kurgu ve anlatım tarzları gerek
16
Önsöz
yarattıkları sıradışı tipolojiler, dramlar ve ele aldıkları değerler itibariyle, kendilerini sinema endüstrisi içinde çok farklı yerlerde konumlamışlardır. En azından, dev sinema endüstrisinin göbeğinden değil,
marjlarından ses vermeyi tercih etmiş kişilerdir çoğu. Bunun aksini
düşünmek de zaten hata olurdu. Çünkü bir beyaz perde flanörünün
kalabalıkların canlılığı ve belirsizliği içinden edindiği hayat kurgusunun başarıyla kotarılabilmesi, her şeyden önce, söz konusu yaşamsal
kurgunun bir benzerinin bu kurguyu yapan bakışın, bizatihi kişinin
kendi yaşamında üretilmiş olmasını gerekli kılar. Nitekim “filmin anlam dünyasına hâkim olan bu tesadüfi fizyonomi”, bu flanörlük ruhu
olmadan, aylaklığın sonul, düşsel ufkuna kayıtlanan serencamı da tam
olarak anlaşılamaz. Özetle, flanörün her tarihsel dönemin yinelenen
susuzluğu içinde, çağın yüzüne tuttuğu aynanın yansıttığı değerler/
düşünceler/görünümler sahnesini uzaktan da olsa aydınlatmayı amaçlıyor bu kitap. Bizatihi yolcunun kendisini icat eden yolu anlatıyor.
Aynanın öteki yüzüne ve gerisine tutulan görünmez nitelikli ikinci
aynaya gelince, aynanın türlü olasılıklarla dolu içini ve odağındaki
boşlukları da, o aynaya kendi yansımasının tekil hüznünü bırakanların dışarlıklı muhakemesi tamamlayacak…
Bu kolektif kitap çalışmasına değerli düşünceleriyle katkıda bulunan yazarlar başta olmak üzere, çalışmanın her aşamasında gerek
ilgi ve önerileri gerek yapıcı telkinleriyle bana destek olup zamansızlıktan yakındığım zamanlarda ve gücümün yetmediği yerlerde devreye girerek kimi metinlerin tashih ve yeniden okunması işleminde
katkılarını ve yardımlarını benden esirgemeyen değerli dostum ve
meslektaşım Gülay Er Pasin’e ve bir zamanlar hem öğrencim hem
de güvenilir bir sırdaşım olma “cesaretini” gösterebilmiş olan sevgili
Özgür İpek’e teşekkürü bir borç biliyorum.
Doç. Dr. Hüseyin KÖSE
İstanbul, Nisan 2012
17
Download