T.C. İngiltere`nin Cari İşlemler Açığı Son 5 Yılın En Yüksek

advertisement
30 Aralık 2005
Sayı: 53
T.C.
MALİYE BAKANLIĞI
Araştırma, Planlama ve Koordinasyon
Kurulu Başkanlığı
9 İngiltere’nin Cari İşlemler Açığı Son 5 Yılın En Yüksek Seviyesinde
9 Almanya’da Bütçe Açığı Azalıyor
9 Japonya’da Deflasyon Riski Artıyor
9 Japonya’da İşsizlik Düşük Seviyesini Koruyor
9 Seçilmiş Ülkelerde Devlet Tahvili Getirileri ve Faizler
9 ABD Bütçe Harcamalarında 39.7 Milyar Dolarlık Kesinti
9 Liderler AB Bütçesinin Finansmanı İçin Yeni Yollar Arıyor
9 Çin Dünyanın En Büyük Altıncı Ekonomisi
9 Asya’ya Yatırım Yapan Uluslararası Mali Şirketler Rekor Karlara
Ulaştı
9 Yeni Enerji Krizinin Dinamikleri: Tutku, Petrole Açlık ve Kar
Güdüsü
YORUMLAR:
9 Federal Vergiler Siyasete Alet Edilmemelidir
9 Doha Görüşmeleri Yoksul Ülkelere Yardım Fırsatını Kaçırıyor
9 Geçtiğimiz Yılın Sürprizleri ve Beklenmeyen Olayları
İngiltere’nin Cari İşlemler Açığı Son 5 Yılın En Yüksek Seviyesinde
Cari işlemler açığı, 2005 yılının üçüncü çeyreğinde, mal ticareti açığındaki artış
ve yatırım gelirleri fazlasındaki azalış sonucu 10.2 milyar sterline yükseldi. Açığın
GSYİH’ye oranı da yüzde 3.4 ile 2000 yılı dördüncü çeyreğinden beri en yüksek
seviyesine ulaştı.
Cari İşlemler Dengesi
2005 yılının üçüncü çeyreğinde
İngiltere’nin cari işlemler açığı, 10.2
milyar sterline yükseldi. 2004 yılının aynı
döneminde 9 milyar sterlin olan açık, 2005
yılının ikinci çeyreğinde ise 1.4 milyar
sterlin seviyesindeydi.
0
-2
-4
-6
-8
-10
-12
-1.7
-1.9
-3.1
-1.3
-2.2
-3.9
-4.8
-0.5
-1.4
-3.4
-6.7
-5.5
-9.0
IÇ
II Ç
III Ç
-10.2
IV Ç
2004
Açık(Milyar Euro)
IÇ
II Ç
III Ç
2005
GSYİH'ya Oranı(%)
Cari İşlemler Dengesi(Milyar Sterlin)
Yıllık
III. Çeyrek
Üçüncü çeyrekte mal ve hizmet ticareti
açığı
14.1
milyar sterline yükseldi. Bu artışta,
Dış Ticaret
-47.9
-60.4
-15.4
-17.0
Katrina
kasırgası
nedeniyle 1.9 milyar sterlin
Hizmetler
16.9
21.4
5.2
2.9
Yatırım Gelirleri
25.0
26.7
4.0
7.0 dolayındaki sigorta kayıpları etkili oldu. Ayrıca
Cari Transferler
-10.0
-10.9
-2.8
-3.0 ikinci çeyrekte yatırım gelirleri dengesi 11 milyar
Cari İşlemler
-15.9
-23.2
-9.0
-10.2
sterlin fazla verirken üçüncü çeyrekte fazla
azalarak 6.9 milyar sterline oldu. Cari transferler açığı ise artarak 3 milyar sterline yükseldi.
2003
2004
2004
2005
Cari işlemler açığının GSYİH’ye oranı da 2005 yılının ikinci çeyreğinde yüzde 0.5
iken üçüncü çeyrekte yüzde 3.4’e yükseldi. Bu oran 2000 yılı dördüncü çeyreğinden beri
kaydedilen en yüksek oran oldu.
www.statistics.gov.uk, 22 Aralık 2005
Almanya’da Bütçe Açığı Azalıyor
Almanya’da 2005 yılını ilk üç çeyreğinde kamunun bütçe açığı, gelirlerin
harcamalardan daha fazla artması sonucunda azalarak 75.1 milyar euro oldu. Aynı
dönemde kamunun toplam borcu ise 1 trilyon 426 milyar euroya yükseldi.
Almanya İstatistik Kurumu tarafından açıklanan
geçici verilere göre, 2005 yılının ilk üç çeyreğinde, bir
önceki yılın aynı dönemi ile mukayese edildiğinde,
Federal bütçe, özel federal fonlar, yerel yönetim
bütçeleri, eyaletler ve sosyal güvenlik fonlarından
oluşan toplam kamunun bütçe gelirleri yüzde 3 artarak
677.8 milyar euro oldu. Buna karşılık harcamaların
yüzde 0.5 ile daha düşük oranlı artması sonucunda
kamunun toplam bütçe açığı, 15.9 milyar euro azalarak
75.1 milyar euroya geriledi.
Kamu Bütçe Açığı
(Eylül Sonu, Milyar Euro)
2004
2005
Gelirler
658.0
677.8
Harcamalar
749.1
752.9
Açık
91.0
-75.1
Net borçlanma
Krediler ve Rezervlerden
Çekilen
52.4
34.5
38.6
40.6
1
2005 yılı Eylül ayı sonunda, açığı kapatmak için gerçekleştirilen net borçlanma, 34.5
milyar euro ile bir önceki yılın Eylül ayı sonuna göre 17.9 milyar euro azaldı. Açığın geri
kalan kısmı, nakit kaynakları güçlendirmek için alınan krediler ve rezervlerden çekilenlerle
finanse edildi.
2004 yılı Eylül ayı sonunda 1 trilyon 384 milyar euro ve 2004 yılı sonunda 1 trilyon
388 milyar euro olan kamunun toplam borcu ise 2005 yılı Eylül ayı sonunda 1 trilyon 426
milyar euroya yükseldi.
www.destatis.de, 29 Aralık 2005
Japonya’da Deflasyon Riski Artıyor
Japonya’da,
tüketici
fiyatlarında Ekim ayında başlayan
düşüş eğilimi, Kasım ayında da
devam etti. Kasım ayında, tüketici
fiyatları bir önceki aya göre yüzde
0.3, yıllık bazda ise yüzde 0.8
geriledi.
Japonya İstatistik Ofisi’nin
açıklamalarına göre Kasım ayında
tüketici fiyatları, bir önceki aya göre
yüzde 0.3 geriledi. Ekim ayında yüzde
0.7 gerileyen 12 aylık tüketici
fiyatlarında ise Kasım ayında yüzde
0.8 gerileme kaydedildi.
ENFLASYON(%)
1.0
0.8
0.6
0.4
0.2
0.0
-0.2
-0.4
-0.6
-0.8
-1.0
0.8
-0.2
-0.3
K
A
O
Ş
-0.3
-0.5
M
N
2004
0.3
0.1
0.0
-0.2
-0.5
0.1
0.3
0.2
0.2
0.2
M
-0.5
H
-0.3
T Ag
-0.3
-0.7
E
Ek
-0.8
K
2005
Aylık
12 Aylık
Ekim ayında bir önceki aya yüzde 0.1 ile yüzde 0.6 artan yiyecek ve taze yiyecek
fiyatları, Kasım ayında yüzde 0.5 ile yüzde 2.6 geriledi.
Kasım ayında yakıt, elektrik ve su fiyatları bir önceki aya göre yüzde 0.3 artarken
giyecek fiyatlarındaki artış yüzde 0.5 oldu.
Taze yiyecek hariç fiyatlarda da bir önceki aya göre yüzde 0.2 düşüş olurken yıllık
bazda yüzde 0.1 artış kaydedildi.
www.stat.go.jp, 27 Aralık 2005
Japonya’da İşsizlik Düşük Seviyesini Koruyor
Japonya’da Kasım ayında, bir önceki yılın
aynı ayına göre, istihdam edilen kişi sayısında yüzde
0.3, işsiz sayısında ise yüzde 0.7 artış kaydedilmesine
karşılık işsizlik oranı düşük seviyesini korumaya
devam etti.
Japonya İstatistik Bürosunun açıklamalarına
göre Ekim ayında istihdam edilen kişi sayısı bir önceki
İşgücü Durumu ( Kasım 2005)
Bir Önceki Yıla
Milyon Göre Değişme
Kişi Bin Kişi Yüzde
110.2
130
0.1
66.4
250
0.4
63.4
220
0.3
2.9
20
0.7
43.7
- 80
-0.2
15 + yaş üzeri nüfus
İşgücü
İstihdam edilen
İşsiz Sayısı
İşgücüne katılmayanlar
İşgücüne katılım Oranı
60.2
0.1
İşsizlik Oranı(1)
4.4
0.0
İşsizlik Oranı(2)
4.6
0.1
(1) Orijinal seri
(2) Mevsimsel olarak uyarlanmış ve bir önceki aya
göre değişme
2
yıla göre 220 bin kişi artarak 63 milyon 440 bin kişi oldu. İstihdam oranı ise (istihdamın 15
yaş ve üzeri nüfusa oranı) yüzde 58 ile bir önceki yıla göre 0.1 puan arttı. Bu oran erkek
nüfusta yüzde 70 olurken kadın nüfusta yüzde 46 seviyesinde kaldı.
İSTİHDAM ve İŞSİZLİK(Milyon Kişi)
0.58
80.0
0.57
0.58
0.6
70.0
66.1
66.4
0.5
0.4
0.3
63.4
30.0
63.2
40.0
63.2
50.0
66.7
60.0
0.2
2.9
2.9
3.5
20.0
10.0
0.0
0.1
0.0
2003
2004 Kasım
İşgücü
İşsiz Sayısı
İşgücüne katılmayanların sayısı
80 bin kişi azalışla 43 milyon 710 bin
kişi olurken yüzde 60.2 olan işgücüne
katılım oranı ise geçen yıla göre yüzde
0.1 arttı.
2005 Kasım
stihdam edilen
İstihdam Oranı
olarak uyarlanmış işsizlik oranı Kasım ayında
bir önceki aya göre yüzde 0.1 artarak yüzde
4.6’ya yükseldi.
Bir önceki yıla göre 20 bin kişi
artan işsiz sayısı 2 milyon 920 bin kişi
oldu. Orijinal serilere göre işsizlik
oranı yüzde 4.4 ile bir önceki yıla göre
değişmedi.
Diğer
taraftan
mevsimsel
İstihdamın Sektörel Dağılımı (Milyon kişi)
Hizmetler
69.3%
Ekim ayında istihdamın sektörel
dağılımına bakıldığında ise; hizmetler
sektöründe istihdam edilenlerin toplam
istihdam içindeki payı yüzde 69.3 iken tarım
sektöründe yüzde 3.8, imalat sanayiinde yüzde
18.1 ve inşaatta yüzde 8.8 oldu.
44.0
11.5
0.6
0.2
www.stat.go.jp, 27 Aralık 2005
İmalat
Sanayi
18.1%
İnşaat
8.8%
Tarım ve
Ormancılık
3.8%
3
Seçilmiş Ülkelerde Devlet Tahvili Getirileri ve Faizler (29 Aralık 2005
İtibariyle)
Küresel Devlet Tahvilleri
Getiri(%)
10 Yıllık
Ülke
2 Yıllık
Belçika
2.782
3.345
Kanada
3.812
3.947
Danimarka
2.864
3.289
Fransa
2.880
3.324
Almanya
2.744
3.315
İtalya
2.886
3.504
Japonya
0.330
1.535
İspanya
2.638
3.337
İsviçre
1.461
1.932
İngiltere
4.185
4.109
ABD
4.377
4.378
Kaynak:WSJ
Temel Faiz*
ABD
Kanada
Japonya
İngiltere
Avrupa Merkez Banka
İsviçre
Avusturalya
Hong Kong
Libor
Yüzde
7.25
5.00
1.38
4.50
2.25
2.53
5.50
8.00
Yüzde
Bir ay
4.39
Üç ay
4.53
Altı ay
4.69
Bir yıl
4.72
* Temel Faiz (Prime Rate) :Ticari
bankaların güvenilirliği en yüksek
müşterilerine açtıkları kısa vadeli
kredilere uygulanan faiz
ABD Bütçe Harcamalarında 39.7 Milyar Dolarlık Kesinti
1997’den bu yana Kongre ilk kez hükümetin sosyal yardım programlarındaki
büyümeyi yavaşlatma girişiminde bulunuyor. ABD Senatosu, Cumhuriyetçi liderlerin,
harcamalarda 39.7 milyar dolar tutarında kesintiyi öngören 5 yıllık paketini onayladı.
Ancak Alaska Vahşi Yaşamı Koruma Alanı’nın* petrol aramalarına açılması planından
olumlu sonuç alınamadı.
Resmi olarak Senato Başkanlığı görevini de yürüten Başkan Yardımcısı Dick Cheney,
Cumhuriyetçiler ve Beyaz Saray için zor kazanılan bir mücadelenin sonucunu belirleyecek
harcamalardaki kesintiler konusunda karar oyunu kullandı. Oylama çok önemliydi; çünkü beş
Cumhuriyetçi, Senatoda Demokratlara katılınca Dick Cheney, çıktığı Asya ve Orta Doğu
gezisini keserek nadiren gerek duyulan karar oyu için ABD’ye döndü.
*
Ç.N: Kullandığı petrolün yüzde 60'ını satın alan ABD, 25 yıldır 10 milyar varil petrol rezervi bulunduğuna
inanılan Alaska'da, Kutup Bölgesi Ulusal Doğal Yaşamı Koruma Alanı'nda petrol arama faaliyetlerine başlamayı
planlıyor. Bölge, 44 yıl önce koruma altına alınıp her türlü faaliyete kapatılmıştı. Çevreciler, bu durumda
Alaska'nın doğal yaşamına büyük darbe indireceği görüşünde birleşiyor. Bush, büyük gürültü kopartan bu teklifi
sonunda tasarıdan çıkarmayı uygun gördü. Konu, Eylül ayında Kongre'nin gündemine gelecek.
4
Paketin son şeklinde, özellikle de eleştirmenlerin, zenginlerin yararına olacağını
söylediği vergi indirimleri konusunda Cumhuriyetçilerin baskı yaptığı bir dönemde kamu
harcamalarını kontrol etmek taleplerini yenilemek isteyen mali muhafazakarlarla sosyal
yardım harcamalarında kesinti yapılmasından endişe eden ılımlı Cumhuriyetçiler arasında bir
denge kurma çabası göze çarptı. Senato çoğunluk lideri Bill Frist, harcama kesintileri için
meslektaşlarından destek isterken “kemerlerimizi sıkarak azla yetinmeyi bilmemiz gerek”
diyor.
Ancak Senato’da Demokrat lider Harry Reid, tasarının, öğrenci yardımlarından ve
yaşlı, yoksul ve özürlülere yardımlardan kesinti yapmasını eleştiriyor. Reid, bu önlemlerin,
ABD’nin geleceğini oluşturan orta sınıf Amerikalıların yaşantısını zorlaştırdığını belirtti.
Buna karşılık kazançlı çıkanlarınsa elit muhafazakar ideologlarla lobi yapanlar olduğunu
ekledi.
Demokratlar, yasadan politikada bazı değişiklikler yapmak için bütçe kurallarının
ötesindeki bazı hükümleri çıkarmayı başardı. Böylece, yasa imzalanmak üzere Bush’a
gönderilmeden bu değişikliklerin kabul edilmesi gerekecek. Bu da büyük olasılıkla
önümüzdeki yıl olacak.
Harcamalarda kesinti öngören paket, ABD firmalarının, yabancı şirketlere karşı açılan
anti-damping davalarından gelir elde etmelerine olanak veren Byrd değişikliğini ortadan
kaldıracak.
İş dünyasından, son yasanın, geçici işçiler için verilen H-1B vizelerinin sayısını
arttırıp birikmiş yeşil kart başvurularını da azaltabilecek bir hükmü iptal ettiği yönünde
şikayetler geliyor.
Ayrıca, bu yıl planladıkları işleri tamamlama telaşı içindeki Senato üyeleri, savunma
harcamalarıyla ilgili kanunu görüşmeye başladı. Cumhuriyetçi liderler, bu kanuna, üzerinde
çok tartışma yapılan Alaska’nın Vahşi Yaşamı Koruma Alanı’nda (ANWR) petrol aramaları
kanunu da eklediler.
Cumhuriyetçiler, Alaska’da petrol üretmenin, yurtiçi petrol arzını arttıracağını iddia
ediyor. Oysa Demokratlar, uzun yıllardır bölgenin korunması için mücadele veriyor. Alaska
ile ilgili önerinin, savunma harcamaları yasasına eklenmesini de yakışıksız buluyor.
Alaska’dan Cumhuriyetçi Ted Stevens, petrol aramalarının en hararetli savunucusu
olduğu halde, artan baskılar sonucunda koruma alanının aramalara açılması girişiminden
vazgeçti; böylece Senato, savunma kanunu çalışmasını tamamlayabildi.
Financial Times, 22 Aralık 2005, Syf: 1
Liderler AB Bütçesinin Finansmanı İçin Yeni Yollar Arıyor
Önümüzdeki günlerde Avrupa Birliği’nin dönem başkanlığını devralacak olan
Avusturya’nın Başbakanı Wolfgang Schüssel, Birliğin finansman yöntemlerinin yeniden
gözden geçirilmesi çağrısında bulundu. Schüssel’in yanısıra Almanya Başbakanı Angela
Merkel ve Fransa İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy, bütçe açığına yönelik yeni bir
finansman modeli gerektiğine inanıyorlar. İngiltere Başbakanı Tony Blair, her ne kadar
bir “AB vergisi” kavramına karşı olsa da bu hafta yaptığı bir açıklamada, Birliğin bir
şekilde gelir toplamaya ihtiyacı oluğunu kabul etti.
5
Avustralya Başbakanı Wolfgang Schüssel, Financial Times gazetesine verdiği
demeçte, geçtiğimiz hafta sonu yapılan AB zirvesindeki bütçe tartışmalarının Avrupa’nın
bütünlüğüne zarar verdiğini ve bu şekilde devam ederse, AB’nin kendi sonunu
hazırlayacağını ifade etti.
Avrupa Komisyonu Başkanı José Manuel Barroso, gelecekteki AB finansmanına
ilişkin bir çalışma yaparak 2008 yılına kadar bir rapor sunacak. Raporda, 25 üyeli bloğa ait bir
tür otomatik finansman mekanizması önerilmesi bekleniyor.
AB, halen Katma Değer Vergileri, gümrük vergileri ve doğrudan ulusal katkıların
toplamından oluşan bir fonla finanse ediliyor. Ancak Komisyon, daha önce havacılık
yakıtlarına vergi konulması ve “özel AB satış vergileri” gibi alternatifler sundu.
1 Ocak 2006 itibariyle AB Dönem Başkanlığını devralacak olan Wolfgang Schüssel’in
hedeflerinden biri, bu yıl Fransa ve Hollanda halkı tarafından reddedildikten sonra
gündemden düşen Avrupa Anayasası üzerindeki tartışmaları tekrar başlatmak olacak.
Schüssel, Anayasayı tekrar gündeme taşırken ekonomik reformlar ve Avrupa’nın
gelecekteki sınırları konusunda kamuoyu fikirlerine odaklanmak suretiyle vatandaşların
gözünde AB’ye olan güveni tazelemek gerektiğini ifade ediyor.
Schüssel’in kamuoyu güveni konusundaki endişesi yersiz değil. Eurobarometer
tarafından yapılan son araştırmada Avusturya, Avrupa Anayasasına ilişkin olumlu görüş
bildiren grubun ancak sonunda yer alabildi. Avusturyalıların sadece yüzde 32’si Birlik
üyeliğinin ülkelerine avantaj sağladığına inanıyor. Ülkedeki bu olumsuz yaklaşımın sebepleri,
2000 yılına kadar uzanıyor. 2000 yılında Wolfgang Schüssel aşırı sağcı Özgürlük Partisi ile
koalisyona girdiğinde Avusturya, Avrupa genelinde kınamalara maruz kalmıştı. Ayrıca son
günlerde gündemde yer alan Türkiye’nin üyeliği olasılığı da ülkede Birliğe karşı şüpheci
yaklaşımları artırıyor.
Wolfgang Schüssel, henüz AB’nin son sınırlarını belirlemek için erken olduğunu
ifade ederken Kuzey Afrika gibi bazı ülkeler için üyelik perspektifi içermeyen özel bir statü
oluşturulması gerektiğini belirtiyor.
Financial Times, 22 Aralık 2005, Syf: 2
Çin Dünyanın En Büyük Altıncı Ekonomisi
Çin Ulusal İstatistik Bürosu, milli gelir hesaplarını revize etti. 2004 yılının revize
rakamlarına göre GSYİH, 1.649 trilyon dolardan yüzde 17 artışla 1.932 trilyon dolara
yükseldi. Üç milyonun üzerinde muhasebeci ve gözetmenin çabalarıyla yapılan ilk
ekonomik sayımın sonucunda revize edilen rakamlar, 2004 yılında hizmetler sektörünün
GSYİH’nin daha önce tahmin edildiği gibi yüzde 31.9’unu değil, yüzde 40.7’sini
oluşturduğunu gösteriyor. GSYİH artışının büyük bir kısmı, hizmetler sektöründe yeni
bulunan faaliyetlerden kaynaklandı. Ekonomistler, yeni verilerin, Çin ekonomisinin
aşırı ısınma tehlikesinin azalış gösterdiğine dikkat çekiyor.
6
Büyük Çin
Çin'in yeni ekonomik verileri, çok daha büyük bir ekonomisi ve daha büyük
hizmetler sektörü olduğunu gösteriyor. Bu da Çin'in küresel ekonomiler
sıralamasında üst sıralara yerleşmesine yardım ediyor.
Eski GSYİH: 13.69 trilyon yuan
GSYİH 2004 sıralaması (milyar dolar)
Ülke
Hizmetler,
Diğer
31.9 %
Madencilik,
imalat,
inşaat
52.9 %
Yeni
Eski
ABD
Japonya
Almanya
İngiltere
Tarım,balıkçılık,
ormancılık
15.2 %
Yeni GSYİH 15.99 trilyon yuan
Fransa*
Çin
İtalya
İspanya
Kanada
Hizmetler,
Diğer
40.7 %
Madencilik,
imalat,
inşaat
46.2 %
Hindistan
* Fransa'nın denizaşırı toprakları Fransız
Guyanası, Guadalup, Martinique ve
Reuniot dahildir.
Kaynak: National Bureau of Statistics,
China; World Bank
Tarım,balıkçılık,
ormancılık
13.1 %
Çin; yeni istatistiksel verilere göre dünya ekonomileri sıralamasında ABD, Japonya,
Almanya, İngiltere ve Fransa’nın ardından altıncılığa yerleşti. Böylece İtalya’nın yerini almış
oldu. Üstelik GSYİH büyüklüğü neredeyse Fransa’nınkine yaklaştı. Çin Ulusal İstatistik
Bürosu Başkanı Li Deshui, 2005 yılı başlarında yeni istatistiksel veriler açıklandığında Çin’in
Fransa ekonomisini yakalayabileceğini açıkladı.
Yeni veriler, Çin’in imalat ve ihracat sektörlerine daha az bağımlı olduğunu
gösteriyor. Eski verilere göre imalat sanayiinin GSYİH içindeki payı, yüzde 52.9 iken yeni
verilere göre imalat sanayii yüzde 46.2 pay alıyor. Tarım ve bağlı faaliyetlerin GSYİH
içindeki payı, yüzde 15.2’den yüzde 13.1’e düştü.
Toplam GSYİH artmış olmasına rağmen, Çin’in 1.3 milyarlık nüfusunun 1230 dolar
olan fert başına milli geliri, gelişmiş ülkelerin çok gerisinde ABD’nin fert başına milli geliri
40.000 dolar. Çin Ulusal İstatistik Bürosu Genel Müdürü Li Deshui, bu revizyonun Çin’i kişi
başına milli gelir sıralamasında 112’incilikten 107’inciliğe yükselttiğini söyledi. Halen 100
milyonun üzerinde Çinli de yoksulluk sınırının altında yaşıyor.
Gözlemciler, bu revizyonun ardından Çin’e parasının değerini artırması konusunda
yapılan baskıların artabileceğini ifade ediyor.
The Wall Street Journal, 21 Aralık 2005, Syf:1;18
Financial Times, 21 Aralık 2005, Syf.6
7
Çin Uzun Zamandan Beri Dünya’nın İkinci Büyük Ekonomisi
Londra’daki Westminister Business School’dan Prof.David Henderson Financial
Times’da “Okuyucu Mektupları” köşesinde yayınlanan bir mektubunda Çin’in uzun
zamandan beri dünyanın ikinci büyük ekonomisi olduğunu, dolayısıyla Ulusal İstatistiklerin
revize edilmesi sonucunda Çin’in dünya ülkeleri sıralamasında yükselerek 4. sıraya
yerleşeceğini bildiren haberin yanıltıcı olduğunu belirtti.
Prof.Henderson ekonomilerin büyüklüğü hakkında geçerli karşılaştırmalar
yapılabilmesi için GSYİH’ya dahil olan mal ve hizmet fiyatları arasındaki farklılıkların
dikkate alınması gerektiğini; bunun da ancak satınalma gücü paritesi (SGP) ölçütü
kullanılarak mümkün olabileceğini ifade ediyor.
IMF’in SGP’ne dayalı reel GSYİH verileri kullanıldığında 2005 yılında Çin ekonomisi
İngiltere ekonomisinden yaklaşık 4.5 kez daha büyük gibi görünüyor.
Dolayısıyla Çin 4.’lüğe aday bir ülke değil, uzun zamandan beri 2. büyük ekonomi.
Çin 2005 yılı için tahmin edilen reel GSYİH’sı 3. sıradaki Japonya’nınkinin yaklaşık 2 katı.
Bugün dünyanın dördüncü en büyük ekonomisi Hindistan’dır. Hindistan’ın IMF
ölçütlerine göre reel GSYİH’sı İngiltere’nin yaklaşık olarak iki katı gibi görünmektedir.
Financial Times, 27 Aralık 2005, Syf:13
Asya’ya Yatırım Yapan Uluslararası Mali Şirketler Rekor Karlara
Ulaştı
Asya, eskiden yatırım bankalarının kar elde etmekten çok harcama yapacakları
bir yer olarak algılanırdı. Oysa 2005 yılı başından itibaren Asya’da faaliyet gösteren
uluslararası mali şirketler, toplamı 7 milyar dolara ulaşan rekor karlar elde ettiler.
Yatırım bankalarının bu yıl içinde elde ettikleri her 7 dolarlık karın 1 doları, şimdi bu
bölgeden geliyor. Asyalı şirketler, uluslararası fon yöneticilerinin ve hedge fonların
giderek artan ilgisini daha rahat borçlanma, rakiplerini satın alma gibi konularda
kullanıyor. Bütün bunlar, yatırım bankalarının rekor karlar elde etmesini sağlıyor.
Asya* Hisse Senedi Piyasaları
Asya * Satınalma ve Birleşmeler
(1 Ocak-19 Aralık 2005)
(1 Ocak-19 Aralık 2005)
Satıcı (**)
Anlaşma Değeri
(milyar dolar)
Kaynak: Dealogic
Anlaşma
sayısı
yüzde
oranı
Danışman
Açıklanan
Anlaşma Değeri
(milyar dolar)
Anlaşma
sayısı
yüzde
oranı
*Japonya ve Avustralya Hariç
Satıcı: ** Yeni ihraç edilen tahvillere verilen satınalma yükümlülüğü ile ilgilenen yönetici
8
Geçmişte Asya, krizleri ve yabancı yatırımcıların ülkeyi hızla terk etmesi ile anılırdı.
Önümüzdeki birkaç yıl, Asya’nın yüksek risk alanı olarak ününü unutturup küresel birleşme
ve satın almalarda “üçüncü güç” olarak yerini sağlamlaştırıp sağlamlaştıramayacağını
belirleyecek.
İyimser yaklaşanlar, Çin ve Hindistan’ın etkisiyle yaratılan ve Japon ekonomisinin
iyileşmesi ile güçlenen Asya ekonomisindeki büyümeye dikkat çekiyor.
Yatırım Bankası Morgan Stanley, Asya Pasifik’in birleşme ve satınalma bölümü
başkanı Todd Marin, Asya ekonomilerinin büyümeye devam ederken birleşme ve satın
almaları faaliyetlerini işlerini geliştirmenin bir aracı olarak kullandıklarını söylüyor.
Küresel şirketler, Asya’nın muazzam pazarı ve bölgenin ucuz işgücünü görmezden
gelemedikleri için birleşme ve satın almalardan birçoğu, yabancıların Asyalı şirketleri satın
alması şeklinde oluyor. Örneğin Phillip Morris, Mart ayında Endonezya’nın sigara üreticisi
Sampoerna Şirketi’ni 5 milyar dolara satın aldı. Bu, aynı zamanda çokuluslu şirketlerin Çin ve
Hindistan dışındaki hedeflere de bakmaya hazır olduklarını gösteriyor.
Financial Times, 22 Aralık 2005, Syf:16
Yeni Enerji Krizinin Dinamikleri: Tutku, Petrole Açlık ve Kar
Güdüsü
Yükselen Piyasa
1970’lerin
ve
1980’lerin
Petrol Fiyatları (varil başına dolar olarak)
petrol şokları, arzda ani ve büyük
kesintiler
sonucunda
ortaya
çıkmıştı. 2003 yılından beri petrol
Pazartesi kapanış $57.33
fiyatlarının iki kat artmasına sebep
olan bugünkü enerji krizi ise çok
OPEC'in üretim
kesintisi
farklı: ABD’nin Irak’ı istilası ve
açıklaması
petrol
zengini
Meksika
Körfezi’ndeki kasırgalar sebebiyle
yaşanan arz şokları, bir kez daha
krizin başlamasında rol oynadı.
Fakat asıl sebep, 25 yıldır küresel
enerji sisteminde görülen derin
değişikliklerdir. Dünyanın petrole
Katrina Kasırgası
olan talebi, sektörün bu talebi
karşılayabilme kapasitesinden daha
hızlı arttı. Bu seferki petrol krizini,
ABD'nin Irak'ı işgali
büyük güçlerin bileşimi yarattı:
OPEC’in petrol fiyatlarının düşeceği
korkusu; büyük petrol şirketlerinin
petrol aramalarında kar güdüsüne
aşırı önem vermesi; Çin’in yeni,
Amerika’nın eski petrol bağımlılığı ve yeni yatırımcıların enerji piyasasında oynadığı
rol. Bütün bunların arkasında, dünya çapında Suudi Arabistan bakanından, İngiliz
9
petrol baronuna ve Pekinli yeni zengine kadar bireylerin aldığı kararlar petrol
piyasalarında etkileyici oldu.
OPEC Petrol Bakanı
Ali Naimi, gençlik yıllarının başında Suudi Arabistan’da çobandı. Yönetmesi çok daha
zor bir topluluk olan OPEC ülkelerini gütme yeteneği sayesinde, enerji sanayiinde en güçlü
adam konumuna yükseldi.
Naimi, Suudi Arabistan Krallığı’nın büyük petrol şirketlerinden birinde getir-götür
işlerine bakmaya başladı. O sırada yerel öğrencilerin devam ettiği tek sınıflı bir okula
gidiyordu. Daha sonra Standford’a gönderildi ve Jeoloji bölümünde yüksek lisansını
tamamladı. Kısa bir sürede şirket yönetimine yükseldi.
1980’li yıllarda açılan yeni kuyularla sanayi, petrol bolluğu yaşıyordu. Ali Naimi,
petrol bakanı oldu.
1998’de petrol stoklarının en çok artmış olduğu bir dönemde ise Asya ekonomisi inişe
geçti.
Naimi, dünyanın en büyük petrol üreticisi OPEC’in de facto lideriydi ve bir stratejisi
olması gerekiyordu. Kartelin bir merkez bankası gibi davranması gerektiğini düşündü. İç
politikadan ziyade teknokratik, birleşmiş ve verilere dayanarak hareket etmeliydi. OPEC
üreticilerinin henüz üretime açmadıkları pek çok petrol sahası vardı; dolayısıyla yeni sahalar
açma gereği duymadılar. Petrol bolluğunu önlemek için OPEC, tüketicilerin stoklarına
gidecek olan ham petrolü sınırlandırmalıydı.
1990’ların sonuna doğru Naimi, ABD’de ticari stoklarda tutulan petrolü hedef aldı.
ABD’nin orta batısı, dünyanın en büyük petrol piyasasıydı. Orta Batı’nın stokları belli bir
düzeyin altına düşerse Naimi, fiyatların artmaya başlayacağını düşünüyordu. Buna OPEC’in
ihtiyacı vardı. Fiyatlar belli bir seviyenin üzerine çıkarsa OPEC üretimi kesmeliydi.
Bir yabancı görevlinin, dünyanın en güçlü ülkesinde anahtar niteliğindeki bir
göstergeyi yönetmeye çalışması, çok cüretkar bir davranış. OPEC, Washington’da hemen
Değişen Petrol Piyasasının Arkasındaki Beş Portre
Ali Naimi
Suudi Petrol
Bakanı'nın OPEC
için bir planı vardı:
merkez bankaları
gibi verilere
dayanarak hareket
etmek.
Jason Yu
Çin'deki milyonlarca
yeni arabadan birinin
sahibi, muhasebeci,
bisikletini bırakıp
Volkswagen Passat
satın aldı.
John Browne
BP'nin yöneticisi,
başladığı birleşme ve
satınalmalarla
maliyeti azalttı.
Hissedarlar alkışladı;
ancak petrol arama
harcamaları düştü.
Matthew Simons
Yatırım bankacısı.
Petrol piyasaları
hakkında yorumlar
yapıyor. Suudi
Arabistan petrolünün
azalacağı tahminleri,
piyasalarda dalgalanma
yarattı.
Andrew Lundquist
Bush yönetiminin
Alaska'da petrol
üretmesi için baskı
yaptı; ancak Kongre
kabul etmedi.
10
hemen rakipsizdi. Naimi petrol fiyatlarını, dünya ekonomisinin büyümesini, dolayısıyla
petrole olan talebin azalmasını ve tüketicilerin alternatif enerji kaynaklarına yönelmesini
önleyecek seviyelerde tutmak istedi.
Naimi’nin sayılarla yönetilen stratejisinin kötü bir zayıflığı olduğu ortaya çıktı: yanlış
veriler. Talebin azalmak yerine artmaya başladığının açık ve net bir şekilde ortaya çıktığı
sırada OPEC, fiyatlardaki aşırı yükselmeyi önlemek için kullanılabileceği ekstra petrol
pompalama kapasitesinden çok uzaktı.
Şubat 2004’te Kartelin Petrol Bakanları Cezayir’de Toplandı. Dünya ekonomisi iyi
gidiyordu ve petrol tüketimi ve fiyatlar yükseliyordu. Varil başına petrol fiyatları,
1990’lardaki 20 dolar seviyesinin çok üzerine çıkarak 30 dolara yükselmişti. Buna rağmen
ABD Enerji Bakanlığı dahil birçok kaynaktan toplanan arz ve talep verileri, petrol
bolluğunun devam ettiğini stokların oluştuğunu gösteriyordu. OPEC, üretimde yüzde 9 kısıntı
yapacağını açıkladı.
Veriler yanlıştı ve bu bolluk, hiçbir zaman gerçekleşmedi. Mayıs 2004’te Texas ham
petrolü 40 dolara yükseldi. Ivan kasırgasının ardından fiyatlar 50 dolara çıktı. 2005 yılının
Haziran ayında 60 dolara ulaşan petrol fiyatları, Katrina kasırgasından sonra 70.85 doları
gördü.
2004 yılının Şubat ayında Cezayir’deki toplantı, OPEC’in 20 yıl sürdürdüğü petrol
bolluğu politikasının sonuydu. Piyasanın toplantıya tepkisi, yeni dinamikleri belirledi: çok
ABD'de ve Çin'de Tüketim Artarken OPEC'in Yedek Kapasitesi Azalıyor
ABD Petrol Tüketimi
(günde milyon varil olarak)
Çin Petrol Tüketimi
(küresel tüketimin yüzdesi olarak
günlük petrol tüketimi)
OPEC'in Yedek Kapasitesi
(talebin yüzdesi olarak)
Kaynak: BP Statistical Review; PFC Energy.
sıkı arz politikası.
OPEC, hiçbir zaman petrol kısıntılarını tam anlamıyla gerçekleştiremedi. Suudi
Arabistan, üretimi artırdı ve yeni petrol sahalarına yatırım yaptı. Bununla birlikte bu hareket
“çok gecikmiş” bir hareketti.
Cezayir toplantısının ardından Naimi, Suudi yetkilileri Çin’e resmi ziyarete götürdü.
İhtiyacından çok ithal ediyor gibi göründüğünden Çin’in ham petrol stokladığını ümit
ediyorlardı. Orada gördükleri ise enerji kullanımında gördükleri büyük artıştı.
11
Çin’de Araba Düşkünlüğü
Pekin’de doğmuş olan 38 yaşındaki muhasebeci Jason Yu, geçen yıla kadar bisiklet
kullanıyordu. Yıllık geliri 20.000 doların üzerinde olan Yu, bankadan 33.000 dolar kredi alıp
Passat satın aldı. Yu gibi yıllık geliri 20.000 doları aşan profesyoneller, Çin oto piyasasından
çok sayıda araba satın almaya devam ediyor.
1980’li yıllarda, Çin ekonomisini serbestleştirirken planlamacılar, araba imalatını
ekonominin motoru olarak belirledi yabancı oto imalatçılarını ülkeye davet etti ve araba
alanlar için banka kredilerini kolaylaştırdı. Fiyat artışlarını sınırlandırarak benzin tüketimini
sübvanse etti. Şimdi Çin’de 1 galon benzin 1 dolar; ABD’de 2 dolar ve İngiltere’de 6 dolar.
Bu arada şehirlerde çalışan işçiler, araba satın alabilecek kadar çok para kazanmaya
başladılar.
1995 yılında Çin yollarında 10 milyon araç varken şimdi 27 milyon araç var. Devlet,
2010’a kadar da bunun iki kat artacağını tahmin ediyor. ABD Enerji Bakanlığı’na göre Çin’in
petrol talebindeki artış, son 4 yıl içinde petrol talebindeki toplam artışın yüzde 40’ını
oluşturuyor.
Geçen yıl petrol tüketimindeki artış, kısmen elektrik üretimi için petrol stoklarından
acil olarak kullanılmasından kaynaklandı. Fakat araba çılgınlığı, Çin endüstrisinden gelen
talep gibi petrol piyasaları üzerinde baskı yaratmaya devam ediyor.
Bir Petrol Baronu
1996 yılında John Browne, BP yönetiminin başına geçmesinin ikinci yılında yönetim
kurulundan, başka şirketlerle birleşmek için arayışta bulunma yetkisi istedi. Lord Browne, iki
yıl sonra aradığını bulmuştu ve 52 milyar dolara Amaco ile birleşti. Birkaç ay sonra Atlantic
Richfield şirketini satın aldı. Bunun ardından bir satın alma ve birleşme çılgınlığı başladı:
Exxon, Mobil ile birleşti ve ExxonMobil ortaya çıktı. Chevron, Texaco ile birleşti ve
Fransa’nın Total şirketi, Avrupalı rakiplerini piyasadan sildi.
Bütün bu anlaşmalar, şirketlerde 15 yıl sürecek maliyet düşüşlerini beraberinde
getirdi. Hissedarlar çok sevinçliydi. Fakat birleşmeler sonucunda şirketlerin petrol arama
faaliyetlerine ayırdıkları fonlarda büyük düşüşler görüldü. İşte bu düşüşler, bugün yeni baştan
talep arttığında sanayii hızlı bir şekilde kapasitesini artırma olanağından yoksun bıraktı.
Edinburgh’ta bulunan danışmanlık şirketi Wood Mackenzie tarafından yapılan bir
araştırma, sanayiinin araştırma harcamalarına şimdi ayırdığı kaynağın iki katını ayırarak yılda
30 milyar dolar harcaması halinde talep artışını karşılayacak yeni petrol bulunabileceğini
gösteriyor.
2005’in üçüncü çeyreğinde BP, 97.7 milyar dolarlık satış yaptı ve 6.46 milyar dolar
kar etti.
Lord Browne, etkinlik isteyen bir iş kolunda faaliyet gösterdiklerini ve hissedarlarını
memnun etmek için nakit akımlarının miktarını maksimize etmek zorunda olduklarını
belirtiyor.
12
Washington’daki politikacılar da büyük petrol şirketlerini, kısa vadede kara çok önem
verip petrol sıkıntısına sebep olmakla suçluyor.
Browne, şirketlerin kamu kurumu olmadığını ve fiyat sinyallerine göre hareket
ettiklerini vurguluyor.
Bir peygamber
Petrol sanayiinden eski bir banker Matthew Simmons, 2003 yılında Suudi Arabistan’ı
ziyaret etti. Suudi Arabistan, dünya petrol rezervlerinin dörtte birine sahip.
62 yaşındaki Simon, Houston’a döndüğünde yetiştiği şehir olan Utah’da bilimsel kitap
ve makaleleri inceleyerek bir kitap yazdı. “Suudi Arabistan’ın Petrolü: Gerçek mi, Hayal mi?”
Simon, kitabında Suudi Arabistan’ın rezervlerinin, göründüğü kadar büyük olmadığını ve kısa
bir süre sonra biteceğini savunuyordu. Simon, daha sonra bu görüşünü seri konferanslar
halinde kışkırtıcı bir şekilde anlatmaya devam etti.
Yükselen piyasaların her zaman fiyatların yükselmekten başka bir seçeneği olmadığı
inancını netleştiren bir “guru”ları vardır. Petrol piyasasında Simon da bu rolü oynadı. Batılı
petrol şirketleri yöneticileri ve petrol mühendisleri, Simon’ın akademik yeteneğini eleştirdiler.
Suudi yetkililer, isterlerse üretimi yüzde 50 artırabileceklerini söylediler ve bazı uzmanlar,
Suudilerin yüzde 50’nin de üzerinde artış yapabileceğini düşünüyor.
19. yüzyılda petrol sanayiinin ortaya çıkmasından beri insanlar, ham petrol üretiminin
bir tepe noktasına ulaşıp sonra düşeceğini tahmin ediyor. New York’ta faaliyet gösteren bir
petrol danışmanlık şirketi Paramount Options’ın yöneticisi Raymond Carbone, Simon’un
düşüncelerinin, kendi müşterileri arasında oldukça büyük tartışmalar yarattığını söylüyor.
Carbone, Suudi petrol rezervlerinin geleceği hakkında şüphe yaratarak Simon’un yükselen
piyasanın duygularına hitap ettiğini ifade ediyor.
Simon’un etkisi, bu seferki petrol krizinde yeni bir faktörün varlığını gösteriyor:
büyük yatırımcılar ve spekülatörler. New York Mal Borsasında 1983 yılında petrol konusunda
vadeli işlemler başlatıldı. O günden beri petrol sektörünün dışındaki yatırımcılar da bir tek
varil bile teslim almadan vadeli olarak petrol alıp satabiliyor.
Emekli sandıkları gibi muhafazakar yatırımcılar dahi düşük getirili tahvillere ve pahalı
hisse senetlerine yatırım yapmaktansa enerji sektörüne yatırımı tercih ediyor. Golman Sachs,
yatırımcıların 2000 yılında mal piyasası endeksinden izlenebilecek 10 milyar dolarlık yatırımı
varken 2005 yılında bu miktarın yaklaşık 70 milyar dolara yükseldiğini belirtiyor.
Londra’daki Goldman’ın mal araştırmaları bölümü başkanı, şu sıralarda mali piyasalarda
dünya ham petrol rezervlerine bağlı sektör dışı yatırımcı oranının, yüzde 15 civarında
olduğunu açıklıyor.
Bu yılın başlarında Simon, “Twilight in the Dessert” (Çölde Şafak) kitabını yayınladı.
Şimdiye kadar 90.000 adet satış yaptığı belirtilen kitap petrol fiyatlarına etkisinin hemen
hemen hiç görülmediğini söylüyor. Simon “eğer insanlar beni dinleseydi fiyatlar üç kat
artardı” diyor.
13
Bir Washington Savaşçısı
2001 yılı başlarında, geçmişte Alaska’nın petrol zengini kuzey kutup bölgesinde
çalışmış olan Andrew Lundquist’i bir Enerji Çalışması Grubu kurarak araştırma yapması için
bölgeye gönderdi. O zaman da şimdi olduğu gibi ABD, dünyanın en büyük petrol
tüketicisiydi; talep giderek büyüyordu ve ülkenin petrol ve doğal gaz alanları küçülüyordu.
Eski petrolcü olan Başkan Bush ve Başkan Yardımcısı Cheney, bu dengesizliği çözümleme
vaadinde bulundular.
Andrew Lundquist’in çalışma grubu, aylarca enerji sektörü uzmanlarıyla
görüşmelerini sürdürdüğü ve dönüşlerde Alaska Ulusal Vahşi Yaşamı Koruma Alanı da dahil
olmak üzere yoğun bir şekilde Kuzey Kutup bölgesinde yeni kuyular açmayı öneren bir plan
sundular.
Bu plan çok gürültü kopardı. Çevrecilerden büyük eleştiri aldı. Demokratlar enerji
tasarrufuna yer vermeden yeni kuyular açılmasını yanlış bir hareket noktası olarak
nitelendirdi.
Başkan yardımcısı Cheney ve diğer bürokratlar Irak’ın Saddam Hüseyin döneminde
olduğundan daha çok petrol üreteceğini tahmin ediyordu. Oysa, Irak’taki çatışmaları
yüzünden petrol üretimi, ABD Enerji Bakanlığı’nın verilerine göre, 1954’te İran’da petrol
kuyularının millileştirilmesinin ardından görülenin de 1978-1979 İran Devriminin ardından
görülenin de gerisinde kaldı. Irak’ın günlük petrol üretimi, hala ABD’nin Irak’ı istilasından
önceki düzeylerin altında seyrediyor.
Andrew Lundquist, 2002 yılında Bush yönetiminden ayrılarak aralarında BP’nin de
bulunduğu petrol şirketleri için lobi faaliyetleri yürütme işiyle uğraşmaya başladı. Lundquist,
Alaska’daki petrol kuyularından çıkarılacak olan petrolün, ABD’nin günlük kullanımının
yüzde 5’ini karşılayacağını; yani günde 1 milyon varil olacağını ifade ediyor.
Bush’un Irak’ı istila etmesine rağmen enerji kanunu, birinci döneminin sonuna kadar
belirsiz bir durumda kaldı ve nihayet bu yıl Başkan Bush, Enerji Politikası Kanununu
(Energy Policy Act)* imzaladı. Alaska’da petrol araması yapılmayacak. Demokratların
istediği enerji tasarrufu tedbirleri de olmayacak. Sonuç olarak, bu kanun arz ve talep
arasındaki dengesizliğin giderilmesinde çok az yardımcı olacak.
Şimdiki durum hem Cumhuriyetçi hem Demokrat ABD liderlerinin, ülkenin petrole
bağımlılığını azaltma imkanını nasıl kaçırdıklarının son örneğidir.
1970’lerin petrol stokları, Kongrenin otomobil kullanmakta etkinlik standartlarını
belirlemesine yol açtı. Fakat daha sonra enerji fiyatlarının düşmesi her iki partinin de enerji
tasarrufu çabalarının arkasındaki politik desteğin sona ermesine sebep olmuştur.
The Wall Street Journal, 20 Aralık 2005; Syf: 14
*
Bu yasayla ABD’nin elektrik iletim kapasitesi ve güvenilirliğini arttırmak; çevre kirliliğini önlemek;
yenilenebilir enerji kaynaklarını teşvik etmek; temiz kömür teknoloji kullanımını yaygınlaştırmak; ABD’nin
petrol konusunda tehlikeli olmaya başlayan dışa bağımlılığını azaltmak; nükleer ve hidroelektrik enerji
santrallerine ağırlık vermek gibi konulara önceliklere verilmiştir.
14
YORUMLAR
Federal Vergiler Siyasete Alet Edilmemeli
Amerika Minneapolis Merkez Bankası eski danışmanı ve 2004 Nobel Ekonomi
Ödülü sahibi Profesör Edward C. Prescott, 21 Aralık 2005 tarihli The Wall Street
Journal gazetesinde yayınlanan makalesinde Amerikan ve Alman deneyimlerinden yola
çıkarak, vergi politikasının belirlenmesinde iktidarların siyasi tercihlerinin ön plana
çıkarılmasının sakıncalarını ortaya koyuyor. Amerika Birleşik Devletleri ve
Almanya’da, vergide siyasetin çok fazla kendisini hissettirmekte olduğunu; bunun da
yolunda giden bir ekonomiye bile zarar verdiğini ifade eden Prescott, Amerikan
Kongresi’nin son zamanlarda sermaye kazançları ve kar paylarına ilişkin vergi
indirimlerinin süresini uzatmaması halinde bunun ekonomide önemli bir yeri olan
küçük yatırımcılara ve dolayısıyla ekonomiye zarar vereceğini açıklıyor. Söz konusu
makalenin geniş bir özet çevirisi aşağıda yer almaktadır.
Bütçe açığının küçültülmesi ve gelir toplamak amacıyla kişiler ve kurumlardan alınan
vergilerin oranlarının daha fazla yükseltilmesi üzerinde anlaşmaya varıldı. Üstelik bu vergi
artışları, ekonominin canlanma sinyalleri verdiği ve iş dünyasında yatırımı artıracak ve daha
fazla insanı çalışma hayatına dahil edecek bir büyüme sürecine girildiği bir dönemde
kararlaştırıldı.
Yukarıdaki tablo, ABD’nin ekonomik durumunu anlatıyor gibi görünse de aslında
burada sözü geçen karamsar tablo, daha birkaç ay öncesinde onlarca yıl süren karanlık
ekonomik dönemlerini sonlandırmış gibi görünen Almanya ekonomisine aittir. Avrupa’nın en
önemli ekonomilerinden olan Almanya, bugün yüksek vergi, yüksek işsizlik ve düşük büyüme
hızı üçlemesi içinde giderek daha fazla batma tehlikesiyle karşı karşıya görünüyor. Ve bu
ekonomik gücün batarken yanında komşularını da sürüklememesini umut ediyoruz.
ABD’ye gelince…Amerikan ekonomisinin durumu da yukarıda çizilen tablodan çok
farklı değil. Senatonun geçtiğimiz günlerde kabul ettiği paket, milyonlarca Amerikalıyı
Alternatif Minimum Vergi (Alternative Minimum Tax-AMT) ödemekten kurtarırken sermaye
kazançları ve kar paylarına uygulanmakta olan ve 2008 yılında süresi dolacak olan
indirimlerin süresini uzatmadı. Kar payları ve sermaye kazançlarına halen yüzde 15 vergi
uygulanmaktadır ve indirimlerin süresi uzatılmazsa sermaye kazançları üzerindeki oran yüzde
20’ye çıkarken kar paylarına da kişisel gelir vergisinin marjinal oranı uygulanacaktır. Her ne
kadar parlamento, yüzde 15’lik oranı 2010 yılına kadar uzatma yönünde oy verdiyse de bu
bile yeterli değildir.
Almanya için de ABD için de yukarıda çizdiğim tablonun bir sebebi politikadır. Siyasi
partiler, kendi yaklaşımlarına sahiptirler ve bu yaklaşımlar her zaman en iyi ekonomi
politikası ile uyumlu olmayabilir.
“Vergi indirimlerinden” söz ettiğimizde, bu indirimleri belli politikacılara atfetmek
doğru olmadığı gibi çoğu zaman bunlara “indirim” demek dahi doğru kabul edilmeyebilir. Bu
indirimler, bir zamanlar birilerinin yapmış olduğu vergi artışlarının telafisi de olabilir. Her bir
hükümet, kendi siyasi hedefleri için vergi sistemini kullanırken vergi ödeyenlere de bir
15
sonraki vergi paketinde nelerin yer alacağını merak etmek kalmaktadır. Oysa, hükümetlerin
vatandaşına muamelesi bu olmamalıdır.
Amerika’nın şu anki vergi sisteminin karmaşık ve ağır olduğu; sınırlı kaynakların
büyük bir kısmını gereksiz yere çekmekte olduğu, neredeyse herkes tarafından kabul
edilmektedir ve bu konu Federal Vergi Reformu Danışma Paneli’nin son yayınladığı raporda
da öncelikli olarak ele alınmaktadır. Bu sorunun ciddi bir şekilde incelenmesi gerekmektedir.
Washington’un bu konuda atacağı en önemli adım, siyasi emelleri için federal vergi oranlarını
değiştirmekle uğraşmamak olacaktır. Bu konuda uzun bir süre önce karar alma yetkisini siyasi
hedefler için kullanmanın, ekonomik büyümeye zarar verdiğini öğrenen Merkez Bankası’nı
(Fed) örnek alabilir. Fed, sadece tüketicilerin ve iş dünyasının yatırım yapabilmesi için
enflasyonu düşük tutmaya çalışacağını net bir biçimde açıklamıştı. Aynı şekilde Kongre de
uygun vergi oranları belirledikten sonrasına karışmamalı, bundan sonrasını vatandaşlara
bırakmalıdır.
Uygun vergi oranları ile ne ifade ediliyor? Bunu açıklamaya basit bir kuralı
irdeleyerek başlayabiliriz: Vergiler, davranışların yönünü değiştirir. En düşük oranlı ve en adil
vergi bile insanların daha az tüketmesine veya çalışmasına neden olur. Aşırı yüksek oranlar
ise bu reaksiyonları artırarak sonuçta ekonominin zarar görmesine neden olur.
O halde “iyi” diyebileceğimiz vergi oranları yeterli geliri sağlayacak kadar yüksek
olmalı, ancak aynı zamanda bu oranlar, büyümeye zarar vererek vergi gelirlerini düşürecek
kadar da yüksek olmamalıdır. Kongrenin ikilemi, tam da bu noktada ortaya çıkmaktadır.
Kongrenin sermaye kazançları ve kar paylarına yönelik indirimi uzatmasının gerekip
gerekmediği değil; bu indirimi sürekli kılmasının gerekip gerekmediği sorulmalıdır. Bu
sorunun cevabı “evet”tir.
Bu vergiler, girişimci ve risk üstlenici ruhuna zarar vererek piyasa ekonomisini vuran
kullanışsız vergilerdir. Amerikan ekonomisini bu kadar canlı kılan, ekonomideki aktörlerin
risk almaya, yeniliklere, yeni insanları işe almaya ve kalıplaşmış davranışları değiştirmeye
açık olmasıdır. Dolayısıyla sermaye kazançları ve kar paylarına yönelik her vergi artışı
doğrudan ekonominin canlılığını etkileyecektir.
Amerikan ekonomisinin Almanya ekonomisinden daha canlı olmasının sebebi,
Amerikalıların Almanlardan daha fazla risk almaya açık veya Almanların Amerikalılardan
daha az çalışkan olması değil; her iki ülkede insanların ekonomide farklı şekilde faaliyet
göstermeleridir. Amerikan ekonomisinin canlılığı da her zaman garantide değildir. Bu konuda
vergi oranları oldukça önemlidir. Daha yüksek oranlar, ekonomi üzerinde olumsuz etki
yapacaktır.
Amerika Eski Ticaret Bakanı Don Evans, geçtiğimiz günlerde sermaye kazancı vergisi
ödeyenlerin yaklaşık olarak yüzde 60’ının yılda 50.000 doların altında gelir elde ettiğini;
yüzde 85’inin de yıllık 100.000 doların altında gelir elde ettiğini açıklamıştı. Evans’a göre
tasarruf ve yatırımlara ilişkin düşük vergi oranları, 24 milyon ailenin 2004 yılı vergilerinden
950 dolar tasarruf etmesini sağladı.
Düşük vergi oranları, varlıklı vatandaşların da daha fazla tasarruf etmesine olanak
sağlıyor. Bu da olumlu bir gelişmedir. Yıllarca bir gün kar edeceği hayaliyle çalışan
girişimcileri ele alalım; doğru tasarlanmış bir vergi sistemiyle bu girişimcilere bu şekilde
çalışmalarının karşılığını alacakları mesajı verilmezse bu insanlar, risk almaktan
16
kaçınacaklardır. Bu girişimciler, yeni istihdam olanakları yaratmak suretiyle önemli bir sosyal
fayda yaratmaktadırlar. Bu nedenle girişimcileri kutlamak istiyorum.
Bir diğer varlıklı grup, farklı sebeplerle bir şekilde hepimizden fazla para kazanan
vatandaşlardır. Bu gruba da saygı duyuyorum. Vergi oranlarını yükselterek bu insanların
paralarını ellerinden almanın bir mantığı olmadığına inanıyorum. “Varlıklı” olarak
adlandırılan ailelerin birçoğu, iki kişinin çalıştığı ailelerdir. Bu ailelerin tek amacı, çocuklarını
iyi yetiştirmek ve kariyer yapmaktır. Araştırmalar Amerika’nın son dönemlerde gösterdiği
ekonomik büyüme performansının, bu insanların sayesinde gerçekleştiğini kanıtlamaktadır.
Dolayısıyla hükümet, bu dinamiği cezalandırmak yerine teşvik etmelidir.
Elbette Amerika, bütçe açıklarını kapatmak için daha fazla gelir elde etmelidir; ancak
ekonomik göstergeler ve tahminler, açığın zaten iyileşme yoluna girdiğini gösteriyor.
Geçtiğimiz mali yıl borç/GSYİH oranı, sadece yüzde 0.2 oranında yükseldi. Önümüzdeki beş
yıla ait açık tahminleri doğruysa bu oran düşmeye başlayacaktır. Ekonomik faaliyetler arttıkça
vergi gelirleri de artacaktır.
Senatörleri, sokağa çıkıp sermaye kazancı ve kar payı vergilerinin muhatabı olan
küçük yatırımcılarla konuşmaya davet ediyorum. Kongrenin bu vergilerde yapacağı artışın, bu
insanların hayatları üzerinde yaratacağı etkiyi duyduklarında şaşıracaklarından eminim.
Artık vergi politikasının iktidarlara göre değişmemesi ve Amerikalıları her yeni
yönetimle birlikte yeni bir vergi sistemiyle karşı karşıya getirmemek gerektiğinin
anlaşılmasının zamanı gelmiştir. Bu, Almanya için olmadığı gibi Amerika için de uygun
değildir.
The Wall Street Journal, 21 Aralık 2005, Syf: 15
Doha Görüşmeleri Yoksul Ülkelere Yardım Fırsatını Kaçırıyor
İngiltere Başbakanı Tony Blair ve dünya liderlerinden birçoğu Doha ticaret
görüşmelerinin başarısızlığının, dünya için felaket olacağını ve böylece gelişmekte olan
ülkelerde yoksulluğu azaltma fırsatının da kaçırılacağını ifade ediyor. Anlaşmanın
parametreleri kapalı kapılar arkasında belirlendiğinden içeriğinin, anlaşmanın
kendinden önemli olduğunu hatırlamalıyız. Doha ticaret görüşmeleri, en yoksul ülkeler
için çok az şey getirecek. Tarımın dışında en yoksul ülkelere yarar sağlayacak birçok
konu ihmal ediliyor. Görüşmelerde tartışılan konu, gelişmekte olan ülkelerin imalat ve
hizmet sektörlerini serbest ticarete açmaları karşılığında AB’nin tarım ürünlerindeki
tarifleri kaldırması. Bu teklif, AB Ticaret Komiseri Peter Mandelson’dan geliyor.
Gelişmekte olan ülkeler bu öneriyi kabul ederse Mandelson, Avrupalı ihracatçılara
zafer kazandırmış olacak; reddederlerse gelişmekte olan ülkeler, turun başarısızlığa
uğramasıyla suçlanacak. Financial Times’ta bir makalesi yayınlanan Joseph Stiglitz(*) ve
Andrew Charlton, bu ay yayınlanan “Fair Trade for All” kitabında anlattıkları gibi
gerçek bir kalkınma turunun nasıl olması gerektiğine dair ipuçları veriyor. 13 Aralık
tarihinde yayınlanan bu yazının geniş özet çevirisi aşağıda sunuluyor.
(*)
Joseph Stiglitz, 2001 yılında Nobel ekonomi ödülünü kazandı. Stiglitz 1996-2001 yılları arasında dünya
Bankasında kıdemli başkan yardımcısı idi. London School of Economics’den Andrew Charlton ile birlikte
yazdığı yeni kitabı Fair Trade for All: How Trade Can Promote Development, bu ay Oxford Univeristy Press
tarafından yayınlandı.
17
Görüşmeleri, tarım karşılığında imalat ve hizmetler konusunda anlaşma şeklinde
ortaya koymak tamamen yanlış bir çerçevedir. İlk olarak Avrupa tarım liberalizasyonunu,
gelişmekte olan ülkeler için taviz gibi göstermek çok yanıltıcıdır. Ortak Tarım Politikası,
Avrupa vergi mükelleflerini ve tüketicilerini aldatan ve Avrupa genişlemesini ve reform
gündemini yanlış yönlendiren bir sistemdir. 2003’ten beri kendi ağırlığı altında çökmek
üzeredir. Mandelson, Ortak tarım Politikası’nda yapılması gereken kaçınılmaz reformları, çok
zekice davranarak yeniden paketleyip yoksullara yardım olarak sunmuştur. Fakat tabi ki
bunun karşılığında onlardan taviz beklemesi çok fazladır.
İkinci olarak, büyük ve zengin ülkelerin yoksullardan taviz istemesi uygun değildir.
Gelişmekte olan ülkeler, hiçbir şekilde süper güçlerle pazarlık etme durumunda değil.
Karşılıklılık talebi, 50 yıldan uzun bir süredir zengin ülkelerin çıkarı için tarifeleri düşüren ve
yoksul ülkeler tarafından ihraç edilen malların, zengin ülkelerin pazarına korumacılıkla
karşılaşmasına olanak sağlayan ticaret sisteminin adil olmayışını gözardı etmektedir.
Mandelson’un konuyu ortaya koyuşu, yoksul ülkelerin zengin ülkelere tarımsal mallar
ihracatçısı olmakla yetineceklerini varsaymaktadır. Bu, gelişmekte olan ülkelerden, imalat
sanayilerini daha gelişmiş ve büyük ülkelerin rekabetine açmaları ve potansiyel olarak o
sektörlerde çalışanları işsizliğe atmalarını istemek anlamına gelir. Gelişmekte olan ülkelerin
politika seçeneklerini sınırlayacak bir ticaret anlaşması, uzun vadeli sanayileşmeyi teşvik
etmek için iyi değildir.
Son olarak, tarımsal konuların kalkınma gündeminde çok yer işgal etmesine rağmen
en yoksul ülkelerden pek çoğunun kısa vadede tarımsal reformdan kazanacakları çok az şey
vardır. Bununla birlikte Avustralya ve Brezilya gibi güçlü tarım ülkeleri liberalizasyondan
büyük yararlar sağlayabilir. Sübvansiyonlardaki azalma, ithal mallara ödedikleri fiyatı
artıracaktır; dolayısıyla bu ülkeler kısa vadede eskiden olduklarından biraz daha kötü
durumda olacaklardır.
Aynı zamanda en yoksul ülkeler, kendilerine Avrupa ve Amerika pazarlarına girme
olanağı sağlayan özel tarifelerden yararlanıyor. Bu ülkelerin ihracatları, tarifelerin dışında
tutuluyor; dolayısıyla tarife indirimleri sadece ve sadece bu ülkelerin rakiplerinin işine
yarayacak; kendilerininse aleyhine olacak.
Zengin ülkeler, gelişmekte olan şüpheci ülkelerin, Doha turuna direncini kırmak için
görüşmeler turunun başarıyla sonuçlanmasının getireceği olası kazançları abartarak anlatıyor.
Bununla birlikte görüşmeler turundan elde edilecek kazanç, son anlaşmada reform
programının yapısı ve kapsamının nasıl belirleneceği kararlaştırılmadan tam olarak bilinemez.
Doha turu, gittikçe iddiasını kaybettiğinden potansiyel ekonomik kazançlar da küçülüyor.
DTÖ’nün yoksul ülkelerde kalkınmayı teşvik etmek ve bu ülkelere kazanç sağlamak
için yapabileceği çok şey var; ama bu, Doha gündeminde görünmüyor.
Bizim kitabımız Fair Trade for All’da gerçek bir kalkınma turunun nasıl olması
gerektiğini anlatılıyor. Gerçek bir tur, gelişmekte olan ülkelerin çıkarlarını ve endişelerini
yansıtmalı ve bu ülkelerin kalkınmasını teşvik etmeye göre tasarlanmalı. Bizim vardığımız
sonuç, en yoksul ülkelere yardım için tarımın dışında geniş bir gündem olduğu ve bunun
Doha turunda neredeyse tamamen ihmal edildiği olmuştur.
18
Sanayi mallarındaki tarifeleri düşürmek için çok şey yapılabilir. Zengin ülkelerin
tarifelerinin yapısı, yoksul ülkelerin ihraç ettiği emek yoğun sanayi malları ve işlenmiş gıda
maddelerinin aleyhinedir. Ayrıca işgücü hareketini artırmak için çok şey yapılabilir. Göç,
özellikle de kısa vadeli projeler için geçici sürelerle yoksul ülkelerden zengin ülkelere göç,
yoksul ülke işçilerinin zengin ülkelerdeki işgücü açığını kapatmasına yarayacak ve
ücretlerinin bir kısmını da ailelerine göndereceklerdir. Göçmen işçilerin gönderdiği işçi
dövizleri, yoksul ülkeler için önemli bir kalkınma finansmanı kaynağıdır ve zengin ülkelerden
yoksullara giden toplam yardımları geçmiştir.
Son olarak Doha turunun “ticaret için yardım” konusunda daha ciddi olması
gerekmektedir. Son yıllarda ABD ve AB, en yoksul ülkelerden bazılarına tarifeleri kaldırarak
serbest ticaret hakkı tanımıştır. Bu, her ne kadar iyi niyetli bir girişimse de serbest ticaret
hakkı tanınan ülkelerin ihracatında bir artış görülmemiştir. Piyasaya giriş yeterli değildir.
Altyapıdaki aksaklıkları aşıp ürün kalitesini geliştirip uluslararası arz zinciriyle bağlantı
kurma konusunda yardım sunulmadıkça tarife indirimlerinin, bu ülkelerin ticaretine çok az
katkısı olur.
2001’de Doha’da gelişmekte olan ülkelere “kalkınma turu” sözü verilmişti. Geçmişin
dengesizlikleri düzeltilecek ve gelecek için fırsatlar yaratılacaktı. Fakat o zamandan beri
olanlar, Doha’nın bu nitelemeyi haketmediğini gösteriyor.
Financial Times, 13 Aralık 2005, Syf:14
Geçtiğimiz Yılın Sürprizleri ve Beklenmeyen Olayları
Financial Times yazarı Martin Wolf’un 13 Aralık tarihli makalesinin özet çevirisi
aşağıda verilmiştir. Wolf makalesinde, “Şirketlerin yüksek karlar elde ettiği; ancak
yatırımların zayıf kaldığı; hızlı büyümenin yanında mali açıkların da görüldüğü bir
dünyada yaşıyoruz.” diyor.
Yiğidi öldürsek de hakkını vermek gerek: konjonktür tahminlerinde bulunan uzmanlar
haklı çıktı. Consensus Forecasts, 2005 için küresel büyüme oranını, yüzde 3.1 olarak
öngörmüştü. Şu anki beklenti, yüzde 3.2 olacağı yönünde. Enflasyon konusunda da haklı
çıktılar: geçen yılın ortalama beklentisi, tüketici fiyatlarında yüzde 2.4 oranında bir küresel
artış olacağı yönündeydi. Geçen yıl petrol fiyatlarında meydana gelen yüksek artışlara rağmen
şu an enflasyonun yüzde 2.7 olması bekleniyor.
19
Yüksek gelir düzeyine sahip ülkeler arasında ABD, yıldız konumunda. ABD,
beklentilere uygun bir performans sergiledi: geçen yıl yüzde 3.5 olacağı tahmin edilen
büyüme, bu yıl yüzde 3.6 olarak gerçekleşti. Japonya’nın performansı ise beklenenden daha
iyi oldu: geçtiğimiz yıl yüzde 1.5 olacağı tahmin edilen büyüme, gerçekleşen yüzde 2.4
oranıyla bir zıtlık oluşturuyor.
Euro alanında hayal kırıklığı yaşanmış olsa da bu sürpriz olmadı; zaten beş yıldır bunu
yaşıyoruz. Bu defa aradaki fark az oldu: geçen yıl öngörülen yüzde 1.7’ye karşılık
gerçekleşen oran, yüzde 1.4 oldu. İngiltere de geçen yıl tahmin edilen yüzde 2,5 oranında
büyümeyi tutturamayarak yüzde 1.7
düzeyinde kaldı.
Reel GSYİH Büyümesi
Gelişmiş ülkelerin dünyasından
dışarı çıkınca Latin Amerika’da
beklenen yüzde 3.9’luk oranın aşılarak
yüzde 4.2 beklentisine ulaşıldığını
görüyoruz. Ama tabi ki büyümede
tartışmasız liderlik, Asya’nın yükselen
devlerine ait: Çin, yüzde 8’lik büyüme
oranı beklentilerine, yüzde 9.8 oranıyla
karşılık verdi. Hindistan’da ise 31
Mart 2006’da bitecek olan 2005 mali
yılındaki yüzde 6.6 oranındaki büyüme
beklentisi, gerçekleşmek üzere olan
yüzde 7.5 oranının gerisinde kalıyor.
(Yıllık Yüzde Değişim)
Dünya
ABD
Euro Alanı
Japonya
Bu sürdürülebilen ve geniş tabanlı büyümenin, oldukça memnuniyet verici olduğu
kesin. Ayrıca şaşırtıcı olduğu da söylenebilir. Bu da kısmen ortaya çıkan, kısmen de çıkmayan
olaylar sebebiyle oldu: petrol fiyatlarında büyük bir artış yaşanırken üzerinde çok tartışılan
“dengesizlikler” baş göstermedi. Bu sevindirici sonucun ardında yatanın, para politikasına
olan güven, ekonomilerin esnekliği, küreselleşmenin açığa vurduğu dinamizm ve Asyalı
devlerin yükselişi olduğu da şüphe götürmez.
20
Petrol Fiyatları
Batı Texas Intermediate
(varil başına dolar olarak)
Petrolün hikayesi de oldukça
çarpıcı. Bundan bir yıl önce fiyatlar,
varil başına 40 dolara ulaşmıştı. Bu
yıl ise Katrina kasırgasının ardından
70 dolar düzeylerine çıkarak tavan
yaptı. Reel olarak petrol fiyatları,
1979-1981 yıllarında yaşanan ikinci
petrol şokundan beri görülmemiş
düzeylere fırladı. Yine de bu büyük
şokun dünya ekonomisine etkisi, pek
kayda değer olmamış gibi görünüyor.
Bu sonuca bakarak dört
açıklamada bulunabiliriz: ilki, arz
kesintilerinden çok daha güçlü olan
talep yüzünden fiyatların yükselmesi;
ikincisi, artan rekabetin, yaşamın
pahalılaşmasına karşı çalışanların
direncini düşürmesi; üçüncüsü, merkez bankalarının, yüksek enerji fiyatlarının, çekirdek
enflasyon üzerindeki ikinci tur etkileri konusunda rahatlaması ve dördüncüsü, petrol
ihracatçılarının artan cari işlemler fazlalarının, 1970 ve 1980’lerdeki gibi kredi notu düşük,
gelişmekte olan ülkeler tarafından değil, dünyanın en güvenilir alacaklısı olan ABD
tarafından emilmesi.
Dünya ekonomisinin, petrol fiyatlarındaki büyük artışın etkisini görmezden gelme
yeteneği, çok etkileyici. Bu, istikrara dayalı para politikalarının ve daha geniş kapsamlı
mikro-ekonomik esnekliğin dünyanın Dolar ticaret ağırlığı
büyük bölümünde başarıldığının güçlü döviz kurları
bir göstergesidir. Ancak bu yetenek,
önümüzdeki yıllarda test edilmezse,
ham petrol arzında sürdürülebilen
Nominal
artışlara gerek duyulacak ve daha da
(Fed genel endeks)
önemlisi,
heryerde
enerji
yoğunluğunda büyük çaplı düşüşler
olması gerekecektir. Açık uçlu
soruların en önemlilerinden biri de
bugünkü
petrol
fiyatlarının,
sürdürülebilecek olursa, bu başarılı
sonucu daha ne kadar devam
ettireceğidir.
Reel (JP Morgan genel endeks)
Geçtiğimiz yılın büyük çaplı
petrol fiyatı artışları beklenmedik
şeyler olsaydı, ABD dolarında bir
düşüş beklenirdi; ama olmadı. 2005’te
cari işlemler açığının, 790 milyar
dolara ya da ABD gayri-safi yurtiçi hasılanın yüzde 6’sının üzerinde bir rakama ulaşacağı
tahmin ediliyor. Ne var ki dolar, geçtiğimiz 12 ay boyunca yüzde 2 civarında değer kazandı.
21
Bu yılın ilk üç çeyreğinde ABD cari işlemler açığı, 592 milyar dolardı. Ama ABD
devlet tahvillerinin net yabancı resmi satın alımları, yalnızca 146 milyar dolarda kaldı; oysa
2004 yılında bu rakam 300 milyar dolardı. Net olarak özel yatırımlar ise 179 milyar dolardan
446 milyar dolara sıçradı. Bu artışın, yükselen faiz oranlarıyla tetiklendiği ise şüphe
götürmez.
Faiz Oranları ve Enflasyon
10 yıllık tahvil getirileri (yüzde olarak)
çekirdek enflasyon (yıllık yüzde değişim)
Fed Başkanı Greenspan, ABD
dış açığının kolaylıkla kapatılmış
olmasını, küreselleşmeye ve finans
konusunda
bununla
özdeşleşen
yurtiçinde
yatırım
yapma
önyargısındaki azalmaya bağlıyor.
İnsanlar,
paralarını
yurtdışında
değerlendirmeye
daha
istekli
görünüyor; bir de yurtdışından kasıt
ABD olunca bu istek daha da artıyor.
ABD cari işlemler açığı, biri
yerli,
diğeriyse
yabancı
olan
“dengesizlikler”in
diğer
iki
unsurunun parçası olmak durumunda.
Yurtiçinde hanehalkı sektörünün mali
açığı, GSYİH’nin yüzde 7.2’si
civarındayken hükümetin mali açığı,
GSYİH’nin yüzde 4’ü dolaylarında seyrediyor. Bu iki muazzam açık, iş sektörünün,
GSYİH’nin yüzde 5’i olan cari fazlasını ve net dış finansmanı eritiyor.
Bu arada yurtdışında, finansman arzı, Asya’daki ve şu an da petrol ihracatçılarındaki
devasa tasarruf fazlasının bir fonksiyonudur. Fed başkanı olması beklenen Bernanke’nin de
belirttiği gibi, bu küresel tasarruf bolluğu, ABD’de ve hatta dünya ekonomisinde neler olup
bittiğini açıklıyor.
O halde dünyamız, güçlü bir büyüme evresinden geçiyor. Şirketlerin yüksek karlar
elde ettiği; ancak yatırımların zayıf kaldığı; hızlı büyümenin yanında mali açıkların ve düşük
reel faiz oranlarının da görüldüğü; ve hızlı büyüyen yoksul ülkelerin, en zengin ülkelerin
hanehalkı tüketimini finanse ettiği bir dünyada yaşıyoruz. Bunların yanında küreselleşmenin,
düşük enflasyonun ve güvenilirliği yüksek merkez bankalarının varlığı da rastlantı sayılmaz.
Herbert Stein’ın dediği gibi “Sonsuza kadar süremeyecek olan şeyler gün gelir sona
erer”. ABD, sonsuza dek dünyanın en çok harcama yapan ve en çok borç alan olmayacaktır.
Ama bu ne zaman sona erecek? Bunun cevabını, ancak 2006 yılında verebileceğiz.
Financial Times, Aralık 2005, Syf:
22
23
Download