TARTIŞMALI İLMI TOPLANTıLAR DİZİSİ- 38 KÜRESELLEŞME, İSLAM DÜNYASI ve TÜRKİYE Milletler arası Tartışmalı ilmi Toplantı 09-11 Kasım 2001 İstanbul Prof. Dr. Mehmet ALTAN Prof. Dr. Ömer ÇAHA Prof. Dr. Halis AYHAN * * * * * Prof. Dr. Mustafa ERDOÖAN * Dr. Ingmar KARLSSON Prof. Dr. Mehmet AYDlN Prof. Dr. NazifGÜRDOÖAN Prof. Dr. Ali Yaşar SARIBAY Dr. Adnan ASLAN Prof. Dr. Ilyas BA-YUNUS Prof. Dr. Yuhannes LAEHNEMAN Prof. Dr. Aslan GÜNDÜZ r-::ru;-:;:;~~-~:""":"':~P;;,;r~of. Dr. Bilal ERYILMAZ . Türkiye Diyanet Vakfı Islam Araştırmaları Merkezi Kütüphanesi Dem. No: Tas. No: ... ı- .. Ct t-··~:. • 1 İstanbul 2002 3 ENSAR NESR~YAT:72 SLAM^ &&VILER ARASTIRMA VAKFI Milletler arasl Tarh~mahilmi ToplanNar Dizisi: 8 Tarti~maliIlmi Toplantllar Dizisi: 38 Tebliglerin rnuhteva ve dil bak~rn~ndan sorumlulugu teblig sahiplerine aittir. Yay~naHazlrlayanlar Dr. Ismail KURT Seyit Ali ~ f k Dizgi, Tashih ve Sayfa Tertibi Dr. isrnail KURT Bash Step Ajans Davutpaga Cd. Kale 1g Merkezi 224 02124821341 ISBN 975-6794-12-7 ENSAR N E S a Y A T TICARET A.9. Siileymaniye Caddesi, I I Beyaz~t/istanbul e-mail: ensa~v@ihlas.net.tr- Web site: www.ensar.org Tel-Faks: i-90 (0212) 513 43 41-513 03 09-513 09 90-522 46 02 4 Dr. Adnan ASLAN TDVjsla^t?iAragtwnalarz ~ e r k e z i ( B ~ ~ ) "Biitiin dulzyayz hesaba kabnadan hiqbir ~ e yaprlarnaz y oldu. "Paul Valkry Bu teblig kiiresellegmenin mahiyetini, kiiresellegme ve din, kiiresel diinyada bir inanq sistemi ve toplbmsal olgu olarak 1sldm konulam ele alacaktlr. I Budda "bir ev yanlyorsa, yapilmasi gereken gey etrafina oturup onun nasil sondiiriilecegini tartigmak degil, onu hemen sondiirmeye Faligmakt~r"der. Bugiin insanl~&nortak evi, yeryiizii, gerqek anlamda alevler iqindedir. Dogan~nkirlenmesi, ozon tabakasln~ntahribi gibi qevre feldketine gotiiren olaylardaki dramatik geligmeler, insanha birkac; saat iqinde yok edecek niikleer sil2hlann kontrolden qlkt~gikorkusu, teknolojik ilerleme ve dogal kaynaklarin c;oklu@na ramen milyonlarca insanm giin be giin sqllktan olmesi, etnik ve d i d qabgmalar sebebiyle cereyan eden savaglar, aklin (reason) onderliginde geligen bilim ve teknolojinin gezegenimizde yeni medeniyetler imar edecegini beklerken, mevcut medeniyeti tahrip etmeye bag lamas^, bizim ise bu tahribi tamir etmeyi brakin, durduracak bir irademizin dahi olmamas~,evimizin gerqekten alevler iqinde oldugunun a q k delilidir. Bir sosyal ve kiiltiirel siireq olan kiireselle~memes'elesini bu baglamda ele alacag~z.Diinyanln bu konuma gelmesine kiiresellegmenin tesiri olmug mudur? Kiiresellegmenin dine tesiri ve dinin ona tepkisi ne olabilir? Din ve ozellikle Islam, daha huzurlu bir diinya ingasma kaynakllk edebilir mi?. Kiireselleqme Nedir? Kiiresellegme, modem tiim toplumsal olugumlar gibi muglak bir karaktere sahip olup, iqerisinde birbiriyle farkli, qeligik ve qatigmali birqok siireci bannd~rmaktad~r. Kiiresellegmenin mu$jlakl~@,sadece tespiti KÜRESELLEŞME, İSLAM DÜNYASI ve TÜRKİYE ve tasviri zor olan bir sosyal süreç olmasından değil, modern durumdan kaynaklanmaktadır. Ekonomi ve milletler arası ilişkiler alamyla ilgili olarak daha çok gündeme gelen küreselleşme, bizi daha ziyade kültürel fa.ktörlerin yaygınlaşmasını sağlayan ve aynı zamanda dini etkileyen bir olgu olarak ilgilendirmektedir. Küreselleşme genelde sosyal ve insani bilimlerin gündemine aldığı bir konu ise de, özelde bir sosyal süreç olarak sosyolojiyi ilgilendirir. Asıl konusu sosyal yapı ve sosyal ilişkiler olan bu disiplinin özellikle Talcott Parson, Peter Berger, Mary Douglas ve Jurgen Habremas gibi ilim adamlannın gayretiyle kültüre ve kültürel değişikliklere yönelmesiyle birlikte küreselleşme önemli bir konu haline gelmiştir. Ronald Robertson sosyal mes' eleleri küresel bir bağlam içinde küresel perspektifi, :evrenselcilik, millf sosyolojiler, milletler araszczlık, yerlileştirme (indigenization) safhalanndan sonra ortaya çı­ kan küreselleşme safhası olarak belirler. Özellikle XIX. yüzyıl sosyologlan ve Aguste Comte, Saint-Simon ve Karl Marks gibi sosyal teorisyenler, fıkirlerini insanlığın bütününe dair projeler olarak sunarken, daima küresel dünyayı ve insanlığı bir bütün olarak tasavvur etmeleri-veya var saymalan küresel şuurun başlangıcı olarak görülmektedir. Temelleri "Aydınlanma" ile atılan ve evrenselci/ik diyeceğimiz bu safhaclan sonra, sosyolojinin bir akademik disiplin olarak özellikle Almanya, Fransa, Amerika, İtalya ve İngiltere'de okurulmasıyla birlikte milll kültürler çerçevesinde millf sosyolojiler dönemi teşekkül etıniş, II. Dünya Savaşı 'ndan sonra başlayıp ve Soğuk Savaş dönemi mantığı ile üretilen ve Amerika'mn Talcott Parsons'u ile zirveye çıkan bir milletler arasıcılık dönemi başlamıştır. Sosyologların üçüncü dünya ülkelerine yönelmesiyle birlikte yerlileşme dönemi ve şu anki sosyolojinin küreselleşmesi safhası ise adeta, daha önceki safhalann bütününü de içinde barındırmaktadır. Fakat burada söz konusu edilen, her ne kadar biri diğerinden tamamen bağımsız olmasa da, küreselleşmenin sosyolojisi değil, daha ziyade sosyolojinin küreselleşmesidir. 1 Bir sosyal ve kültürel süreç olarak konıJmuz olan küreselleşme ~undan farklıdır. O halde küreselleşme ne zaman başlamıştır? ele alırken Bu kendi tartışmalıdır bakış açılanna ve sosyal bilimciler küreselleşmeyi genellikle göre başlatırlar. Mesela, Jared Diamond Guns Ronald Robertsoıı,, Globalization: Social Tlıe01y and Global Culture, Sage Publication, London 1992, s. 16-21. 1 164 . KÜRESELLEŞME ve DİN Germs and the Steel isimli eserinde küreselleşme kavramının evrensel bir tekılınül süreciyle birlikte inşa edildiğini ifade ederken, The Wealth and the Powerty of Nations isimli çalışmasında David Laridis onun bir Batı fenarneni olduğunu ve başlangıcını Batı 'nın sosyal ve kültürel tarihinde aranmasına işaret etmektedir. Losing Control? Soverenity in an Age• of Globalization isimli kitabında Saskia Sassen küreselleşmeyi Sovyetler Birliğinin yıkılışıyla başlayan bir süreç, özellikle, Amerika Birleşik Devletleri'nin dünya hakimiyetini güçlendirilmesi ve Amerikan popüler kültürünün yaygınlaştırılması olgusu olarak görür. 2 Küreselleşme kelimesinin müşahede edilebilir bir süreci tasvir eden ilınl bir kavram haline gelmesinde, toplumu gözlemlerneyi en önemli görevi sayan Batı sosyolojisinin gelişim safhalarının rolleri vardır. 1960'larda 'devrim' kavramının aynı anda var olan bir olguya işaret ettiğinin varsayılması, ll. Dünya Savaşı ve bunun politik ve sosyal yapı­ lanmaya etkisi küreselleşme kavramının oluşmasına ampirik olarak etkilediği kabul edilmektedir. 1980'lerin ortalarına kadar akademik çevrelerde önemli bir kavram olarak görÜlmeyen küreselleşme, 1980'lerden sonra o kadar yaygınlaşmıştır ki, yer yüzüne nasıl ve ne tarzda yayıldı­ ğını takip etmek imkansız haline gelmiştir. 3 Küreselleşme nedir? Robin Williams'ın küreselleşmenin ekonomik alanda ki ve özellikle günlük yaşayıştaki tesirini güzel tarif eden bir benzetmesi vardır: · Merkezi Amerika'da bulunan milletler .arası bir şirketin Londra'daki bürosunda çalışan genÇ İngiliz, işi bitince Japon yapımı arabasına binerek evine döndü. Alman mutfak gereçleri ithal eden bir fır­ ınada çalışan eşi çok küçük İtalyan arabasıyla daha kolay ileriediği için eve ondan önce gelmişti. Yeni Zelenda pirzolası, Califomia havucu, Meksika balı, Fransız peyniri ve İspanyol şarabından oluşan sofrada akşam yemeklerini yedikten sonra, Fin yapımı televizyonlarında İngilizle­ rin Falkland Adalan 'nı alışma dair bir program seyrettiler. Program 4 sonrasında İngiliz olmanın mutluluğuyla sevindiler. Bu temsil küreselleşmenin daha çok ekonomik boyutu vurgulagöz önünde bulundumlmakla birlikte, onun ekonomiyi de içine alan daha kapsamlı bir kavram olduğu unutulmamalıdır. Fakat, dığı 2 Max L. Stackhouse, "General Introduction" içinde God and Globalization: Religion and the Powers of the Comnion Life, Trinity Press International, Pennsylvenia 2000, s. 8. 3 Robertson, a.g.e., s. 8-9. 4 Robin Williams, Towards 2000, Chatto and Windus, ı 983, s. ı 17. 165 rstein'm kiiresellegmeyi bir ekonomik sistem olarak desi konumuz aqismdan oldukqa onemlidir. Wallerstein, ekonomik pldnda geligmig iilkelerin ve ozellikle Batr'nm kendi refahm~ saglamak ve devam ettinnek iqin iirettig kapitalist ekonomik modelini "diinya sistemler teorisi" baglammda tahlil ederek, kiiresellegmeyi ozellikle geligmemiq iilkelerin menfaatini temin eden negatif bir siirec; olarak gormektedir. Marksist bir perspektifle mes'eleyi ele alan Wallerstein, Avrupalllann ortaya qlkardla kapitalist diinya ekonomi sistemi~~in diinyada iiq farkl~bolge yarattlml iddia eder: Merkez, kenar ve merkez kenar arasr iilkeler. Wallerstein'a gore, bu sistemi kuran ve merkeze yerlegmiq olan mill? devletler diinya ekonomi sistemine tamamen hilkimdir. Sermaye burada yo&laqmakta, dolay~siylaqok qeqitli ve kompleks ekonomik faaliyetler ancak burada gerqeklegebilrnekte, en geli~migteknoloji burada iiretilip kullanilmakta ve burada qahgan igqiler yiiksek iicret alabihektedir. Kenarda bulunan geliqmemig devletlerin gorevi, merkezin ekonomik sisteminin iyi islemesine hizmet eden, ucuz mahsiil ve hammadde saglamaktlr. Kenara konuglandmlm~giilkelerde kullanilan teknoloji basit, igqilik ucuz ve iiretilen iiriinler slradan olur. Wallerstein'a gore, merkezle kenar araslndaki iligkiyi ba@mlllrk ve somiirii belirlemektedir. Merkezle kenar ars~ndabulunan az geligrnig iilkeler hem kenan somiirmekte ve hem de merkez tarafindan somiisiilmektedirler. Bu sebeple hem kenarda ve hem de merkezde bulunan devletlerin ozelliklerini taglrlar. Wallerstein'a gore, Brezilya merkezle kenar araslnda bulunan iilkelerin tipik ornegdir. Diinya iilkelerini ekonomik ve politik giiq balum d a n merkez, kenar ve kenar merkez arasinda bulunan iilkeler olarak boliinmeyi, Wallerstein'a gore, serbest pazar ekonomisi ve kapitalist sistem gerqekle~tirrnektedir.Merkeze yerlegen devletler giiqliidiir ve bu iilkelerde devlet yoneten kesimin menfaatlerine ve ekonomik garlun devamnl saglayacak giice hizmet eder. Merkezdeki devletlerin bir diger gorevi de savag, baski, diplomasi ve d ~ gyardmlar vas~taslylakenardaki devletlerin zayif kalmalann~sa$jlamakt~r.kerkezle kenar aras~ndabulunan devletlerin, konurnlanna gore, ya zaylf ya da kuwetli olmalan temin edilir. Wallerstein'a gore, modern ulus-devlet bu kapitalist kiiresel-ekonomi diye isirnlendirilen sosyal sistemin tabii neticesidir. Wallerstein'in bu diinya sistemi veya diinya ekonomisi teorisine ampirik, kantitif metodlar uygulayarak tahlil eden sosyal bilimcilerden biri de John Meyer'dir. Meyer'in Wallerstein tenkidi daha qok onun iktisat ve politikayr degerler yaratan farkll sosyal sistemler olarak alglamasina dayanmaktadir. -a Meyer'e gore, ekonomi iiretim, tiiketim ve egya ticaretiyle deger yaratirken, siyaset yeni hedefler ve goriinmez mallar iireterek, kolektif otorite vesilesiyle deger yaratmaktadir. Meyer, diinya-ekonomisi ve diinya-siyaseti diye ifade edilen kiiresel sistemlerin olmadi@ni, aksine bunlann kargilikh birbirini giiqlendirerek degerler yarattiBni iddia ederek Wallerstein'in diinya-ekonomisi sistemini (ekonomi-diinyasi) elegtirir. Meyer ekonomiye siyaseti de ekleyerek kiiresellegme olgusunun dinamiginin egitim olduena dikkat qeker. Meyer'in teorisinde din kolektif otorite yaratmada kiiltiirel bir giic; olarak alglanmaktadlr. Ona gore, kiiresellegme sadece ekonomik degil, politik-ekonomik bir 01~udur.~ Stackhouse'un da igaret ettigi gibi, bugiin kiiresellegmenin ekonomik faktorlerle yonlendirildigini, dolayisiyla sorumlulu&n kapitalizme ait oldu@nu soylemek mes'eleyi qozmemektedir. Kapitalizmin arka pldninda nelerin bulundu@ ve bunlann kapitalizmi nasil yonlendirdigi de onemlidir. Cagdag kiiresel kapitalizm, yeni organizasyonlar ve yeni yonetim formlan, yeni teknoloji, politik ve legal diizenlemeler, egitim, qocuk geligimi, sosyal, kiiltiirel ve d i d degerler gibi birqok dinamiklerle ilintilidir. Fakat gerek kapitalizm gerekse Avrupa ve Amerika merkezli, kapitalist sistemin arka pl2nmi olugturan entelektiiel, sosyal, kiiltiirel, ekonomik ve politik-asker'i dinamiklerin diger insanlarin nasil yagadx&a ve nas~lbir gelecek tahayyCl ettigine etkisi aqrktir. hsanlar Bati'nin hegomanyasi sebebiyle qo@ zaman kendi tercihi olmayan etkiIer tarafindan kugatilnug ve tahakkiim alt~naalinmigtir. Stackhouse'un vurgulad~@gibi, insanlam bencillik, kibir, hlrs ve hile ile hareket ettig gu ortamda, din ve ahldk kiiresel siireqte bir denge unsuru 01abilir.~Fakat bizce, Wallerstein'm kiiresel ekonomik bir sistem olarak kapitalizmi elegtirisi, din? bir perspektifle yeniden tahlil edildikten soma miispet bir inganin temeli olabilir. Wallerstein'm diinya ekonomi sistemi teorisinin en ciddi miinekkidlerinden bin de Ronald Robertson'dur. Ro$ertson, Wallerstein'i kiireselle~mekonusunun entelektiiel bir oyun sahas~,ide- 'Peter Beyer, Religion and Globalizatiolr,Sage Publications, London 1994, s. 21-26 Stackhouse, a.g.m., s. 25. 167 olojik tercihlerin yapildi@, keyfi yorumlara miisamaha edilen bir alan haline getirmekle suqlamaktadlr.' Ekonomik sistemin arka pl2m ve dinamiklerine gerekli onem verilmediginden dem vurarak, ekonominin kiiltiirden ba&mslz bir olgu olmad~&nrnaltm qizmektedir.' Halbuki Robertson'a gore, kiiresel alan bir biitiin olarak sosyo-kiiltiirel sistemdir. Bu alanm tegekkiil etmesine kathda bulunan birqok unsurlar vardlr. Medeniyetin geligmesini saglayan nitelikli kiiltiirler, milletler, ulusal ve milletler arasl hareketler ve organizasyonlar, milletleri olugturan alt bir i d e r ve fertler kiiresel sistemin parqalandlr. Kiiresellegme bir sosyal siireq olarak bu unsurlann kendilerini kiiresel insani gartlar gerqevesinde yeniden tanunlamaya zorlamaktadlr. Bu sebeple, Roberson'a gore, kiiresellegmeyi tahlilde indirgemeci bir tavlrdan uzak dunnak gerekmekte ve ozellikle bunun sadece ekonorni ve politikaya hasr edilmesi ise tamamen y a n h ~olmaktadlr. Aslrnda ona gore, insanlim tabi? mirasi olan qok kiiltiirliiliik, qagdag kiiresel gartlam olugmaslnda ingai ve ayni zag manda etkili bir rol oynarmgtu: Ronald Robertson sadece iyi bir miinekkit degl, aynl zamanda kiiresellegme konusunda teori geligtiren birkaq sosyal bilimcilerden biridir. Robertson, kiiresel kiiltiiriin olugmasmmn uzun bir tarihi geqmigi ve hatta bu olugumda metafizik doktrinler ve dinlerin bile katlulan oldu@na inanir. Nasll ki mill? toplurnlar diger toplumlm kiiltiirel katlulanyla olugmakta, bunun gibi kiiresel kiiltiir de mill? topludann birqok yonden katihdan ile o~ugmaktadn.'~ Robertson'a gore, sosyal bilimciler ve ozellikle sosyologlann kiiresellegme haklundaki yorum ve iiretimleri kiiresellegmeye bizzat katluda bulunmaktadir. Meselii, milletler arasl iligkiler disiplininin diinyay~ bir biitiin olarak ilme ve akademik arqtumalara konu edinmesi kiiresel bir vizyonun olqmasina etki etmigtir. Sosyoloji ve diger insant bilimler ancak kiiresellegme siirecinin belirginlegmesiyle bu konuya ilgi ve alaka duymaya baglamglardrr." Robertson'un da dikkat qektigi gibi sosyal bilimcilerin diinya haritasi qizme veya diinyayi slmflara ayuma hastali& vardlr. 196OYlarda,liberal ve kapitalist iilkelerden olugan I. Diinya, en- Robertson, a.g.e., s.49. Robertson, a.g.e., s. 66. Robertson, a.g.e., s. 61. 'O Robertson, a.g.e., s. 113. " Robertson, a.g.e., s. 52. 168 KÜRESELLEŞME ve DİN düstrileşmekte olan komünist bloka II. Dünya ve az gelişmekte olan diülkelere de III. Dünya diyerek ülkeleri sınıflara ayırdılar. Şimdi ise sosyal bilimciler ülkelerin, politik, ekofıomik ve kültürel durumlarına göre, bazen 'bilimsel' ve çoğu zaman da ideolojik ve bir birleriyle çelişen, güney-kuzey, doğu-batı tarzında yeni sınıflamalar yapmaktan kendiferini alamamaktadırlar. 12 ğer Dünyanın kültürel ve ekonomik haritasını çizme teşebbüsleri hiç ki global bir tasavvıırun oluşmasına katkıda bulunınuştur. Robertson'un ifade ettiği gibi, 1980'lerin ikinci yarısından sonra, küreselleşme entelektüel, iş, ve medya çevrelerinde farklı anlamlarına ve farklı yönlerine vurgu yapılarak kullanılan ortak bir terim haline gelmeye başlamıştır. Bu açıdan bakılacak olursa, küreselleşme kavramı, Robertson'a göre, dünyanın bir bütün olarak somut yapılandırılması ile ilgili gelişmeleri ifade etmektedir. 13 1990'lardan sonra ise, insanlık büyük bir global belirsizlik dönemine girmekle kalmamış 14 aynı zamanda bu belirsizlik küresel olarak müesseseleşmeye de başlamıştır. 15 şüphesiz Robertson, şu anki küresel şartların beş saflıada oluştuğunu iddia eder: 1- Oluşum Safhası: Avrupa'da XV. yüzyılın başlarından, XVIII. kadar süren ve Orta Çağ toplum düzeninin zayıfla­ masıyla birlikte milli toplumların gelişmesinin gerçekleştiği dönemdir. Bu saflıada Batı, Katolik Kilisesi alanını genişletmiş ve birey kavramı ve insanlık fikirleri vurgulanmaya başlanmış, ve aynı zamanda güneş merkezli k:ainat fikri, modern coğrafya kabul edilmiş ve modern takvim yüzyılın ortalarına yaygınlaşmaya başlamıştır. 2- Başlangıç Safhası: Avrupa' da XVIII. yüzyılın ortalarından 18701ere kadar süren saflıadır. Bu saflıada homojen ve üniter devlet fikrine dönülmüş, milletler arası ilişkilerin netleşmesiyle vatandaşlık fıkri 12 Robertson, a.g.e., s. 57. Robertson, a.g.e., s. 53. 14 Özellikle soğuk savaş döneminde iki kutuplu bir dünyada güçler bir birlerini dengeleyerek, bir tarafın güç kullanmanda aşın gitmesine ve yersiz davranmasını engelliyordu. S_osyalist blokun çökmesiyle birlikte sosyalizmin alternatif bir dünya görüşü olma konumunıı kaybetmesi dünyada ideolojik bir boşluk doğurmuş, kapitalizmin gittikçe vahşileşerek adil olmayan bir nizarn kurması ise Batı düşüncesinin güvenilirliğini zedelerniştir. Her iki durumun ortaya çıkardığı belirsizlik, dünyada arayışı hızlandırmış ve dünya ticaret merkezinin yıkılmasıyla birlikte Batı "diğerin" İslam olduğunu resmen ilan etmiştir. Böylelikle Batı'nın İslam ve Müslümanlar ile mücadelesinde yeni bir dönem açılmıştır. 15 Robertson, a.g.e., s. 50. 13 169 KÜRESELLEŞME, İSLAM DÜNYASI ve TüRKiYE ve daha somut insanlık kavramı oluşmaya başlamış ve Avrupalı olmayan toplumlar milletler arası toplum olarak kabul edilmiş ve ulusalcılık ve milletler arasıcılık akademik bir tema haline gelmeye başlamıştır. 3- Hareket Saflıası: 1870'Ierden 1920'lerin ortalarına kadar süren bu safhada küreselleşme temayüllerinin öne çıktığı tek bir uluslar topluluğu oluşturulmuş, küiii bir insanlık kavramının teşekkülü ve modernite probleminin netleşmesi ve ternalaşması tahakkuk etmiştir. Yine bu dönemde Avrupalı olmayan toplumlar milletler arası oluşum­ Iarda fazlalaşmış ve iletişim usulleri küresel olarak yaygınlaşmakla kalmamış aynı zamanda hızını da artırmış, ökümenik hareketler çoğal­ mış, Olimpiyat ve Nobel gibi dünya çapında yarışmalar ortaya çıkmış, modern takvim tamamen kabul edilmiş ve I. Dünya savaşı vuku bulmuştur. 4- Hakimiyet Saflıası: 1920'lerin ortalarından 1960'lann sonlanna kadar süren bu safhada anlaşmazlıklar ve savaşlada birlikte küreselleşme süreci hakimiyeti sağlamış, önce milletler ligi ve sonra Birleşmiş Milletler kurulmuş, ulusal bağımsızlığın prensipleri tesis edilmiş ve Soğuk Savaş dönemi, atom bombasının kullanılması ve III. Dünya fıkrinin netleşmesi de bu dönemde tahakkuk etmiştir. 5- Belirsizlik Saflıası: 1960'lann sonunda başlayıp 1990'ların kadar süren bu safhada küresel bir dünyada yaşadığımız şuuru artmış, aya şeyahat gerçekleşmiş, post-materyalist değerler vurgulanmış, Soğuk Savaş sona enniş, nükleer ve termo nükleer silahlar yaygın­ laşmış, küreseL müessese ve hareketlerin miktan artmış ve çok kültürlülük ve çok etniklik problemleri ortaya çıkmış, siv_il haklar mes' elesi küresel bir durum oluşturmuş, çevre problemleriyle birlikte insanlığın geleceğine dair endişeler artmış, sivil toplum ve dünya vatandaşlığı fı­ kirlerine daha fazla ilgi duyulmaya başlanmış, küresel medya sistemi ve onun karşıtları yerlerini sağlamlaştırmışlar, küreselleşmeyi çözen ve yeniden inşa eden bir hareket olarak İslam zuhur etmiştir. 16 başına Ronald Robertson 'un belirsizlik safhası olarak nitelediği beşinci safhanın sonunda İslam'ı küreselleşmeyi çözen ve yeniden inşa eden bir unsur olarak zikretmesi oldukça manidardır. Çok değil belki de beş yıl sonra devrin sosyal bilimcileri altıncı safhayı küreselleşmenin yıkılışı olarak belirleyecekler ve bunu belki de Dünya Ticaret Merkezi'nin çök16 Robertson, a.g.e., s. 58-59. 170 KÜRESELLEŞME ve DtN mesiyle başlataeaklar ve İslam'ın da siyası, kültürel ve ekonomik açıdan aktif olduğu yeni bir dönemden bahsedeceklerdir. Küreselleşmenin oluşum sathalannı kısaca ifade ettikten sonra, teorisini ele almak istiyoruz. Ona görı;, küreselleşme, dünyanın küçülmesi ve bir bütün olarak dünya şuu­ runun oluşması ve bunun kültür~! alanda izafıleştirme süreci tarzında tarif edilebilir. Küreselleşme bir taraftan küresel bağımlılık (global interdependence) diğer taraftan da küresel bütünlük şuuru olarak sosyal alanda varlık kazanmaktadır. 17 şimdi de Robertson'un küreselleşme Robertson'a göre, küreselleşme sadece ekonomik ve kültürel boyuta indirgenemez. O çok farklı boyutta birçok şeyi birden iliata etmektedir. Küreselleşmenin Robertson'a göre, dört temel unsuru vardır: Millf devletler, benlik/er, milletler arası ilişkiler/e oluşturulmuş dünya toplumlar sistemi ve beşeriyet. Bununla Robertson yeni bir dünya sistemi önermemekte aksine halihazırdaki küresel insani şartların oluşu­ munu izah etmeyi hedeflemektedir. Bu unsurlar küresel şartların temelidir ve her biri diğer üçü tarafından sınırlandırılmaktadır. Mesela, bu unsurlardan benlikleri ele alırsak, o önce bir toplumun üyesi olmakla sınırlandınlmakla kalmaz aynı zamanda, milletler arası ilişkilerin dalgalanmasından etkilenir; diğer taraftan çevre problemleri söz konusu olduğunda tehlikeye maruz bir insan nesli olarak muamele görür. Bu sebeple, Robertson'a göre, XX. yüzyıl küreselleşmesi hem yerelliğin evrenselleşmesi ve hem de evrenselliğin yerelleşmesi tarzında tahakkuk etmektedir. 18 Küreselleşme en basit anlamıyla dünyanın küçülmesine, yoğun­ etme demektir. Fakat bu, yerel etkilerden bağımsız değildir. Bir slogan haline gelen "küresel düşün yerel davran" ifadesi yerelliğin de küresel etkilerle şekillendiğinin aslında bir başka ifadesidir. 19 Küreselleşme sürecini en özlü biçimde zaman ve mekan daralması olarak ifade edebilir. Fakat bunu gerçekleştiren birçok araçlar vardır. Milletler arası iletişimi ve onun bir uzantısı olan turizmi, kültürün mal haline gelmesi ve homojenleşmesini ve bunun bir uzamı olarak da küresel kapitalizmi küreselleştirmeyi yaygınlaştıran araçlar olarak zikretmek laştınlmasına iştirak mümkürıdür. 20 17 Robertson, a.g.e., Robertson, a.g.e., 19 Robertson, a.g.e., 20 Robertson, a.g.e., 18 s. s. s. s. 8. 104. ı 72 ı 72-ı 73. 171 KÜRESELLEŞME, İSLAMDÜNYASI ve TÜRKİYE Robertson'a göre, küreselleşme ile modernite aı;asında doğrudan bir ilişki vardır. Modernite, akrabalık ve yerel ilişkiler ağına dayanan bir toplumsal yapılanmayı, fert ve toplum aynınma dayalı bir başka toplumsal yapılanmaya dönüştürmüştür. Bu anlamda küreselleşme "tek bir ·sosyal dünya" yaratan süreç olmakla birlikte o insanların dünya görüşle­ rine göre farklı algılanır. Bu bağlamda Robertson, dört farklı küresel dünya imajından bahsetmektedir: Birincisine Global Gemeinschaft I der. Bu imaja sahip insanlar dünyayı, kendi konum ve kimlikleri gereği bir birleriyle iletişim kurmaları mümkün olmayan, kapalı toplumların bir araya gelerek oluşturduğuna inanırlar. Robertson'a göre, İran ve Amerika'daki fundamentalist guruplarm dünya imajı böyledir. Global Gemeinschaft II ise, dünyayı. tek bir küresel cemaat veya köy olarak tahayyül eder. Daha ziyade Durklıeim'in kolektif şuurunu çağrıştıran bu vizyonu Katalik Kilisesi, bazı liberal teolojiler ve Müslümanlar benimsemektedirler. Global Gasellschaft I olarak nitelendirilen küreselleşme vizyonu dünyayı sosyo-kültürel iletişimin gerçekleştiği açık toplumların birlikteliği olarak görür ve miill toplumların küresel sistemlerin temel yapıları olduğuna inanır. Robertson dünyadaki liberal milliyetçilikleri bu tarz bir imajı savunan gruplar olarak nitelemektedir. Global Gasellschaft II ise, ~esel düzenin ancak formel ve sistematik bir dünya organizasyonu bağlamında mümkün olduğuna inanır. Ancak güçlü bir dünya hükümeti ile gerçekleştirilebilecek bu vizyonu, Marksistler ve geçen yüzyıldaki 21 bir grup liberaller savundular. . İslam Dünyası, küreselleşme sürecinin seyrini tayin eden bir ko- numda olmadığı, yani failden daha çok meful olduğu için, önemli olan küreselleşmeniıi ne olduğu değil, bizim dünyamızı nasıl etkilediğidir. mesela Robertson 'un, küreselleşmenin milliyete dayalı topyok etmeyeceğinii aksine dünyanın birçok yerinde çok ulusin toplumların yeniden belİrınesine hizmet edeceğini söylemesi önemlidir. Bu bakımdan milli topluma bağlılık, küreselleşmenin önemli unsurlarından biridir. 22 Bu açıdan lumları Robertson'a göre, küreselleşme kültürel, ekonomik ve politikalanlarda eş zamanlı vuku öulan çok boyutlu bir süreç olmasına rağmen 21 22 Robertson, a.g.e., s. 78-83. Robertson, a.g.e., s. 121. 172 KÜRESELLEŞME ve DİN bu süreç zorunlu küresel bir entegrasyonil doğru gitrnemektedir. Şu anki dünyada mevcut olan ve gittikçe artan bağımlılık (interdependence) bir entegrasyon olarak telakki edilmemeli, o ne bir kültürel entegrasyon ne de sadece ekonomik bir olgudur. Bu bakımdan Robertson, küre~elleş­ menjn daha çok kültürel, politik ve din! boyutlarının öne çıkarılmasını arzu eder. Ekonomik küreselleşme bürokratik rasyonalizmin karşı konulamaz güçleri tarafından farklılık ve çeşitliliği aynlleştirme, standartlaştırmayı ifade etmek için McDonaldlaştırma kavramı ile ifade edilmektedir. 23 Diğer taraftan Robertson'a göre, toplurnların daha çok birbirine bağlı hale geldiği inancı ve ekolojik problemler, nükleer silahlar ve AIDS gibi hastalıkların yaygınlaşması dünya ve insan nesiinin geleceğine dair endişelerin artmasına sebep olmakta, bu da kültür, doktrin ve ideolojilerin izafileşmesini intaç etmektedir.24 Küreselleşme sürecini bir teori bağlamında izah eden sosyal bilimcilerden biri olan Niklas Luhmann, küresel toplumun genel vasıfla­ rını tespitin güçlüğüne ve özellikle ekonomik veya politik bir sistem çerçevesinde teorileştirmenin mahzurlarına dikkatleri çekerek, küreselleşmeyi somut bir sistem bütünlüğünün bütün dünyada vehmedilen varlığı olarak değil de, toplumsal yapının değişimi olarak izah eder. Bu anlamda küreselleşme moderniteye eşittir. Luhmann'a göre, modern ve küresel dünyayı, katmaniaşmış farklılıkların hakimiyetine dayanan bir toplumdan fonksiyonel farklılıkların hakimiyetine dayanan bir topluma geçiş tayin etmektedir. Mesela, modern öncesi toplumlar statü, zenginlik gücü oluşturan etmekte, böyle bir toplumda ferdin bir kabileye veya soya mensup, köylü veya şehirli olma toplumdaki yerini tayinde oldukça önemliydi. Luhmann'a göre, modernite geleneksel katmanlı toplumu yeniden inşa etmiş, eskiden alt sistemi oluştıırabilme imkanı statü gruplarına aitken, şimdi modern toplumlarda aynı fonksiyonu fiil icra etmeye başlamıştır. Geleneksel toplumlarda soyluluk, ticaret ve rençberlik toplumu oluşturan katmanlan tayin ederken, şimdi politika, ekonomi, bilim, eğitim, din ve diğer sistemler toplumsal yapılanınayı belirlemektedir. Batı' da katmanlı toplumdan fonksiyonel topluma geçiş, aynı zamanda toplumun kültürel beklentilerini normatif (hükml) söykatmanları inşa 23 Ronald Robertson, "Gloablization and the Future of 'Traditional Religion"' içinde Gad and Globalization: Religion and the Powers of the Comman Life, Trinity Press International, Pennsylvenia 2000, s. 55. 24 Robertson, a.g.e., s. 87. 173 KÜRESELLEŞME, İSLAM DÜNYASI ve TÜRKİYE lemlerle tatmin etine yerine, kognatif (yorumsal) bir üslupla dönemini ortaya çıkarmıştır. karşılama Luhmann'a göre, küreselleşmeyi gerçekleştiren işte bu toplumsal transformasyondur. Ekonomi, siyaset ve bilim bu fonksiyener toplumun dinamiklerini oluşturan soyut sistemlerdir. Ekonomi para, siyaset, güç ve bilim ise hakikati kendine konu edinerek toplum yapısım belirleyen normatİf soyut sistemler olarak karşımıza çıkmaktadır. Teorik anlamda bu sistemler topluma birçok imkanlar yaratarak daima bir değişimi ve bu değişimin yaygınlaşmasım sağlamışlardır. Bu sebeple katmanlı geleneksel toplurnlara nispetle fonksiyonel modem toplumlar daha dinamiktir.25 Modem dünyamn önemli özelliklerinden biri, sosyal, ekonomik veya siyasi taşınabilir yapılar veya alt sistemler yaratmış olmasıdır. Küreselleşme bu anlamda, bu yapılann veya alt sistemlerin taşınarak Batı dışı toplurnlara monte edilmesidir. Batı 'nın Orta Doğu, Asya ve Afrika ülkelerindeki siyasi ve kültürel hakimiyeti sayesinde batılllaşmaya ikna edilmiş toplumlar, ekonomi, siyaset eğitim alamnda alt sistemleri kendi memleketlerinde yeniden üreterek küreselleşmeyi gerçekleştirirler. Antony Giddens da, Luhmann gibi modemite ile küreselleşme abir ilişki kurmakta ve onu yerel hadiselerin binlerce kilometre uzaklıktaki olaylan etkilernesi ve etkilenmesi neticesini doğu­ ran sosyal ilişkilerin bir yoğunlaşması olarak görmektedir.Z6 rasında doğrudan Giddens'a göre, küreselleşmenin birbiriyle irtibatlı dört temel boUlus-devlet sistemi, kapitalist ekonomi, dünya askerf nizamı ve milletler arası iş bölümü. Giddens'a göre, dünyamn ekariomik gücü kapitalist ülkelerin elinde olduğu için ekonominin kapitalist yapı­ lanmasını da bu ülkeler gerçekleştirmektedirler. Aynı zamanda dünya siyasetiyle de alakah olan bu yapılanma, Giddens'ın işaret ettiği gibi, küresel çapta bütün iş faaliyetleri ve teşekküllünün yaygınlaşmasını mümkün kılmakta ve birkaç az gelişmiş ülkelerin bütçesine denk bir ekonomik güce sahip, dünya siyasetini de ~tkileyen milletler arası şir­ ketler ortaya çıkarmaktadır. Modem devlet ise bir sistem olarak bu ekonomik yapılanmamn bir güvencesi olmakla varlık kazanmaktadır. Bir taraftan ekonomik yapılanmamn bir neticesi olarak gözüken modem yutu 25 26 vardır: Beyer, a.g.e., s.33-41. An tony Giddens, Tlıe Consequences ofModernity, Polity Press, Comwall 1990, s. 64. 174 KÜRESELLEŞME ve DİN devlet kendi varlığını sağlamlaştırmakta ve diğer taraftan varlığı belir- lenmiş sınırlar içinde egemenlik kavramı, otonorni ve bunların neticesi olarak da milletler arası ilişkilerle taayyün etmektedir. Modem ulus-devlet, taşınabilir bir alt sistem olması bakımından, dünx.a çapında yaygınlaşmakla küreselleşmeyi gerçekleştiren bir unsurdur. Küreselleşmenin üçüncü boyutu ise organizasyon tekniklerinin, savaş endüstrisini ve aynı tür silahlanınanın yaygınlaşmasını mümkün kı­ lan dünya askeri nizamzdır. Askeri gücün küreselleşmesi sadece farklı devletlerin askeri ittifaklar kurması tarzında algılanmamalı, aynı zamanda bizzat savaşın tabiatı ile ilgili olduğu gerçeği göz önünde bulundurulmalıdır. İnsanlığın yaşadığı son iki Dünya Savaşı, yerel hadiselerin nasıl küresel bir problem haline geldiğinin en önemli delilidir. Giddens'a göre, Küreselleşmenin dördüncü boyutu dünya çabölümü tarzında tezahür eder. Modem endüstride işin tabiatı, ham madde ve materyalin elde edilmesi, bölgesel uzmanlıklar, kabiliyetler bakımından iş bölümünü zaruri kılmaktadır ve bu da zorunlu olarak küresel bağımlılığı getirmektedir?7 pında iş Bizce doğrudan medemitenin tabiatı ile alakah olan küreselRobertson'un işaret ettiği gibi kültürel alanda dünyanın küçülmesi ve küresel bütünlük şuurunun oluşması neticesini doğurmuştur. Luhmann ise küresell~şmeyi geleneksel katmanlı toplumlardan modem fonksiyonel toplurnlara geçiş olarak niteler. leşme, Luhmann'a göre, modernite, ekonomi, siyaset ve eğitim alanında modeller üretip bütün toplurnlara modemiteyi yaygınlaştıra­ rak küreselleşmeyi gerçekleştirmiştiL Giddens ise bu fikri daha da geliştirerek küreselleşmenin, modem ulus-devlet, kapitalist ekonomi, iş bölümü ve askeri nizamda müesseseleşerek somutlaştığılll vurgular. taşınabilir Küreselleşmeyi kısaca bu tarzda ifade ettikten sonra, şimdi konumuz olan küreselleşme ve din konusunu ele almak istiyoruz. asıl Din ve Küreselleşme Dinin feth edici bir güç olarak28 küreselleşme karşısındaki konumunu belirleyebilmek için önce dinin modemitenin yaygınlaşmasıyla 27 Giddens, a.g.e., s. 70-77. Geleneksel toplumsal yapılanınada düşmanın rolü önemlidir. Bu toplumsal yapılan­ ınada düşman belli ve sana açıkça meydan okumakta ve sende gücün nispetinde ona karşı koymaktasın. Yendiğin zaman sen onu hakimiyetine yeniidiğİn zaman da o seni 28 175 KÜRESELLEŞME, İSLAMDÜNYASI ve TÜRKİYE karşı karşıya kaldığı durumunu ele almak gerekir. Endüstri toplumu ve modemitenin dinin hem teolojik ve alıHUd-teorik sisteminin algılanma­ sına ve aynı zamanda pratik olarak yaşanmasına menfi etkisi olmuş ve. belki de din, tarih boyunca ilk defa sadece yapısal değil aynı zamanda özsel bir krizle karşı karşıya kalmıştır. Çağdaş sosyolojirıin tespit ettiği en önemli olgulardan biri de din ve sosyal sistemlerin birbirine bağlı olduğudur. Bunlar birbirini etkileyerek diyalektik olarak değişirler, yani sosyal sistemler dinin algılanışını, din de sosyal sistemleri değiştirir. Mesela, XX. yüzyılda sosyal hayatta zuhur eden dramatik deği­ dini yaşayışı etkilemiş, dinin algılanmasında önemli değişik­ likler yaratmıştır. 29 Bununla birlikte modern zihnin önemli işlerinden biri olan bilimsel argümanlar sadece belirli dağınalan tenkidle yetinmemiş, bizzat dogma kavramına karşı çıkıp tenkit etmiştir. 1907 ·yılında Papa X. Pius, modemiteyi haklı olarak dinin dal ve gövdesini değil, bizzat kökünü kesen bir balta olarak tasvir etmekteydi. 30 Modemite, özellikle geleneksel dinlerin sosyal alandaki etkilerini azaltarak toplumun sekülerleşmesine kaynaklık etmiştir. Kurtz'un tesbitine göre, modemiterıin dine etkisini şu şekilde özetlemek mümkündür: şiklikler ı-Rasyonalizm, bilimselcilik ve ferdiyetçilik gibi fikri hareketler dini geleneklerin yerini almaya teşebbüs etmiştir. likte 2-Toplumsal yaşamın sekülerleşmesi ve dinin özelleşmesiyle birdin mensuplarının ortak sosyal hayatı paylaşabilme imkanı farklı doğmuştur. 3- Geleneksel formlar yeniden canlanınıştır. 4- Geleneksel dinlerin sosyal ve psikolojik fonksiyonlannı icra edebilecek sivil din ve milliyetçilik gibi din benzeri yapılar zuhur etmiştir. 5- Telfikcilik (sinkretizm) süreci neticesinde yeni dini inanç ve ibadet formlan yaratılmıştır. hakimiyetine almaktadır. Modern dünyada ordulan ve askerleri olan somut bir düşman yerine, dost mu düşamn mı olduğunu bilemeyen, mahiyeti kolayca tahlil edilemeyen, daha tanımadan seni bütünüyle kuşatma altına alan ve bütün savunma mekanizmalannı igtal eden sosyal süreçlerle karşı karşıyayız. 2 Lester Kurtz, Gods in the Global Village: The Worlds Religions in the Sociological Perspective, Pine Forge Press, London 1995, s. 171 3 Kurtz, a.g.e., s. 4. ° 176 KÜRESELLEŞME ve DİN İlk iki madde, "Aydınlanmacı" dünya görüşünün ve dolayısıyla roademitenin dini yok etme veya değiştirme teşebbüsünün neticesini ifade ederken, son üç madde artık modemitenin dinin yerine başka şey­ leri ikame etme projesinden vazgeçtiğini ancak ona şekil vermek istediğini göstermektedir.31 .Modem toplumsal yapılanınada zuhur eden çok kültürlülük ve genel anlamda dini de etkileyerek dinin tesirini sınırlayan, çoğu zaman birbiriyle çatışan dinamikler ortaya çıkarmıştır. Bu dinamikler neticesinde bir taraftan din, toplumsal arenadan elini-eteğini çekerek özelleşirken diğer taraftan modem dünyanın hayat katmanlarını oluşturan siyaset, ekonomi ve eğitimle din arasına kalın duvarlar örülmüştür.32 Modernitenin, kendi varlığını ve etkisini yok etmeye yönelik bu büyük taarruza din de kendi gücü ruspetinde karşılık vermeye çalış­ maktadır. Bunun bir neticesi olarak, çoğulculuk 1- Hıristiyan ve İslam geleneğinde mündemiç reaksiyoner teolojiler anti-modernist hareketler varlık kazanmış, 2- Latin Amerikan Kurtuluş Teolojisi ve kadın hareketlerinin ortaya çıkmasına sebep olmuş, 3- Nasyonalizm, sivil din, ferdiyetçilik ve tüketimeilik gibi din benzeri yeni teşekküller oluşmuş, 4- Dini telfikciliği (sinkretizm) teşvik ederek yeni dini hareketlerin teşekkül etmesine imkan sağlanuştır. 33 Sosyal bir süreç olarak küreselleşmenin dinin teolojik sistemine ve toplumsal boyutuna etkisi ve dinin küreselleşmeye karşı direnci ve bizzat kendisinin küresel bir fail olarak sosyal hayatı yeniden yapılan­ dırma teşebbüsü bu tebliğin asıl konusudur. Bunu Peter Beyer'in konuyla ilgili tartışmalan çerçevesinde ele alacağız. Peter Beyer'e göre,din ve küreselleşme arasında tek yönlü bir iyoktur, dolayısıyla çoğunlukla kabul edildiği gibi, küreselleşmenin hakim, dinin ise mahkum veya küreselleşmenin fail, dinin ise meful olduğu tespiti doğru değildir. Diğer taraftan küreselleşmenin özellikle geleneksel toplumlarda esaslı paradokslar yarattığı da doğrudur. Bu ise tek yönlü bir süreç değildir; küreselleşme bir taraftan, geleneksel kültürel yapı ve ferdi kimlikleri tahrip ederken, diğer taraftan bazı yerel kimliklerin yeniden oluşturulınasına ve mevcutlarının canlanmasına etki etmektedir. lişki 31 Kurtz, a.g.e., s. 159. Kurtz, a.g.e., s. I 66. 33 Kurtz, a.g.e., s. 168. 32 177 KÜRESELLEŞME, İSLAM DÜNYASI ve TÜRKİYE Salman Rüştü hadisesinde olduğu gibi, din küresel sisternin geveya tersine toplurndan dışianınasında etkin bir rol oynamaktadır. Beyer' e göre, Salman Rüştü hadises i, küreselleşmenin bu iki yüzünü net olarak ortaya koymaktadır. Ona göre, Müslümanlar Salman Rüştü rnes 'elesinde kutsal kabul ettikleri şeye hakaret edildiği ve küresel sisternde kendi inançlarına uygun bir yer verilmediği için reaksiyon göstermişlerdir. Bir yandan, gayr-i rnüslirn güçler tarafından kurulan küresel sistem, İslam'ın özü olan Kur'an'ın vazgeçilmez kutsallığının, küresel sisteme uyuinun karşılığında diyet olarak istemesine isyan ederken, diğer açıdan, Müslümanlar gösterdikleri reaksiyonla küresel sistemdeki eşitsizlikleri öne sürerek belli bir İslami kimliğin canlandınl­ 34 rnasına da hizmet etmiş olrnaktadırlar. Bu dururnda dinin küreselleşme karşıtı bir olgu olarak mücadele içinde bulunması hem kendine küresel dünyada bir varlık kazandırrnakta, hem de küreselleşrneye feth edilmesi gereken yeni hedefler tayin ederek onu tahrik etmektedirler. lişmesinde Beyer'in din ve küreselleşme teorisi iki temel iddiaya dayanmaktadır: Bunlardan biri, Talcott Parsons, Peter Berger, Thomas Luckrnann ve Robert Bellah gibi sosyologlann, özellikle Batı toplumlannda dinin özelleştiği (privatizatin of religion) iddiasım kabul etmekte ve aynı zamanda kendi tezi olan dinin küreselleşme neticesinde "diğer"ini yani Şeytan'nını kaybettiği iddiasını ileri sürmektedir. Dinin özelleşrnesi teorisi geleneksel dinlerin toplumsal alanda et-:kisini kaybederek daha ziyade şahsi alanda etkili olduğu anlamına gelmekte, bunu bir kısım sosyologlar dinin ferdileşrnesine, diğer bazılan cemaat ruhunu kaybetmesine ve bir kısmı da dinlerin ahlaki birliği temin etmede başansız olmasına bağlarnaktadırlar. Aslında dinin özelleşrnesi geleneksel dini formların bir bütün olarak toplumu tayin etmede artık rnüessir olarnaması demektir. Beyer, dinin özelleşrnesi iddiasını Luhrnann'ın dinle ilgili olarak geliştirdiği fonksiyon ve İcra kavramıa­ rına dayanarak izah eder. Luhrnann'a göre, fonksiyon (function) ve icra (performence) dinin farklı iki boyutuna taalluk etmektedir. Luhrnann, ibadet, huzur verme ve kurtuluşa ulaşma gibi dinin şahsi boyutuna, yani saf dini iletişime fonksiyon ve dinin eğitim, sağlık, sosyal refah gibi sosyal alandaki faaliyetine de icra (performance) demektedir. İşte dinin özelleşrnesi onun 34 Beyer, a.g.e., s. 3. 178 KÜRESELLEŞME ve DİN icra boyutunun zayıflayarak sadece bir fonksiyon olarak idrak edilmesiyle alakalıdır. Diğer taraftan dinin şahsileşmesi ile ahiakın toplumdaki yapısal rolünün azalması arasında da doğrudan bir ilişki vardır. 35 . Modemite ve küreselleşmenin dine müphem ve aynı zamanda da menfi etkileri: olduğu açıktır. Bu sebeple geleneksel dini ilgilerin azaldığını, sembol ve dini mesleklerin ciddi itibar kaybına uğradığ~nı rahatça ifade etmek mümkündür. Beyer'in de doğru olarak tespit ettiği gibi, Batı modemitesi kendi icadı olan kapitalist ekonomi, egemen devletlerle oluşturduğu politik yapı, dünya çapında yaygın bilimsel, teknolojik, sağlık, eğitim ve medya sistemleri ile varlığını hem somutlaştırmakta ve hem de küreselleştirmektedir. Bu müesseseler daha önce geleneksel toplumlarda var olan yerel sistemlerin yerini almış, bu topluınıann statü gnıplannı oluşturan, soyluluk ve geleneksel normatİf özellikler yerini ferdi hürriyet, devlet ve rasyonel akıl yürütmeye bı­ rakmıştır. Modem öncesi toplumlarda din, ekonomik, sosyal, siyasal ve bilimsel bütün alanlan ihata ederken, modem toplumlarda araçsal fonksiyonu olan özel sistemler geliştirildiği için din maıjinalleşmiştir. Bu sistemlerin küreselleşmesiyle birlikte dinin sosyal alandaki tesiri zayıfta­ mıştır. Bu gelişmelere dinlerin özellikle Hıristiyanlığın cevabı farklı olmuş, o kendini fonksiyonel alt sistem haline getirerek bu sürece olumlu cevap vermeye çalışmıştır. Mesela, otonom, legal ve politik sistemlerin ortaya çıkışıyla birlikte Katolikler kendi yapılannı da yeniden. gözden geçirmişler, Protestanlar ve Katolikler yeni gelişen modem eğitim sistemi içinde yer almaya çalışmışlardır. 36 Peter Beyer'in tespitine göre, bilim, ekonomi ve siyasetin aşın neticesinde Hıristiyanlık kendini sosyal alanda etkili fonksiyonel bir alt sistem yapma çabasında başansız olmuş ve böylelikle din sadece iman alanına münhasır kılınmıştır. Bu bakımdan bir inanç objesi olarak değil ama bir sistem olarak dinin geleceği küreselleşmenin dağııracağı sonuçlara bağlıdır. Beyer'in de işaret ettiği gibi din, fonksiyonel alt sistemlerin başardığını kendi yapısı ve kendi tarihi sebebiyle başaramamış ve dolayısıyla küreselleşmeyle bir uyum sağla­ sekülerleşmesi yamarnıştır. Dinin tabiatı ve fonksiyonel ilişkileri bakİmından kapitalist ekonomik sitem veya modern devlet sistemi benzeri küresel bir dini sistem 35 36 Beyer, a.g.e., s. 82. Beyer, a.g.e., s. 103. 179 KüRESELLEŞME, İSLAM DÜNYASI ve TÜRKİYE gelişmesi küreselleşmenin şu andaki safhası açısından, bizce pek de mümkün görünmemektedir. Fakat Beyer'e göre, bu elbette hiçbir dilli küresel sistemin olmayacağı veya dinin sadece azınlığın şahsi bir ilgisi haline geleceği anlamına gelmemektedir. Modem ve küresel ortam dine bir taraftan negatif yaptırımlar yüklerken diğer taraftan yeni potansiyeller de yaratmaktadır. Şu andaki verilerden hareketle dinin güçlü ve küresel bir alt sistem örtaya koyması mümkün görünmemekle birlikte, küresel toplumda her şey uyumlu ve istikrarlı olduğu da söylenemez. Küresel toplum her geçen gün gücünün artmasına, toplumun her alanına uygun araçlar geliştirmesine rağmen, sosyal hayatta nüfuz edemediği kısımlar ve buralara taalluk eden problemler vardır. Şimdi küresel dünya ferdi ve grup kimliklerinin oluşumunda ortaya çıkan problemler, ekolojik tehdit, gelir dağılımında gittikçe artan eşitsizlik, güç dengesizliği gibi temel problemlerle karşı karşıyadır. İşte dinin geleceğini, bu kötü durumda kendisine nasıl bir ders ve pay çıkaracağı tayin edecektir. Dolayısıyla mes'eleye ideolojik olarak bakmamak gerekir; zira, Beyer'a göre, mes'ele ideolojik değil yapısal veya pratiktir. 37 Eğer mes'ele gerçekten yapısal ise, dinin alternatifi yoktur ve yapacağı şeyi zorunlu olarak yapacaktır. Beyer'in küreselleşme-din ilişkisini tahlilde bir diğer önemli nokta da dinin kendi yapısı için zaruri olan "diğer"ini kaybettiği iddiasıdır. Beyer'e göre, küreselleşme 1960'lardaki bazı tealogların düşün­ düğü gibi, Tanrı'nın ölümüne değil; şeytanın belirsizleşmesine sebep olmuştur. Küresel toplumlarda Tanrı hala diridir ve fakat ondan korkmak güçleşmiştir. Beyer'in tespitine göre, küreselleşme, kötünün ve şeytanın dilli dinin yeniden yapılanmasırn zaruri hale getirmiş ve dolayısıyla geleneksel imarn taşıyan dindar kesimleri ciddi bir dilemmaya maruz bırakmıştır. Doğrusu bir taraftan çağdaş problemleri muhatap alma mecburiyeti diğer taraftan geleneksel teolojik yapıyı değiş­ tirme gerekliliği, Meyer' e göre, dinle ilgilenen insanlan muhafazakar ve liberal tercihlere zorlamaktadır. Muhafazakar tercih, kötünün ve şeyta­ nın var olduğu geleneksel dini yapırnn devamını tasavvur ederken, liberal tercih, kötülüğü ferdileştirmeden ve somutlaştırmadan daha çok soyutlaştırarak geleneksel yapının yeniden inşas1111 düşünmektedir. Libeyapıdan çıkarınakla 37 Beyer, a.g.e., s. 104-105. 180 KÜRESELLEŞME ve DİN ral tercihe göre, geleneksel dini toleranssızlık ve yerel olanda ısrar kötülüğü ortaya çıkmaktadır. Halbuki kötülüğü izafileştiren dini. çoğulcu­ luk ve Kurtuluş (liberation) Teolojisi küreselleşmenin din! alana farklı bir yansımasıdır. 8eyer' e göre, küresel toplum daha somut bir gerçeklik haline geldikçe, liberal dilli tercih, geleceğin eğilimi olarak daha da belirginleşmektedir. Diğer taraftan muhafazakar tercih ise sosyal alanda geleneksel "Aşkın" kavramım yeniden hakim kılmak ve toplumu normatif esaslar ile yapılandırmak istemekte ve bu teşebbüsü ile de Beyer' e göre, tehlikeli olmaktadır. Küreselleşen dünyada, hala bir yol olarak görülen muhafazakar tercihin Aşkın Varlık ve dinin geleneksel yapısıyla çok büyük problemleri yoktur. Fakat bu tercihin küresel sosyal yapılardaki hakim eğilimlerle ciddi problemleri vardır. Muhafazakar tercihin somut temsilcisi olarak Amerika'daki bazı fundamentalist Hıristiyan gruplar ve İran devleti gösterilebilir.38 • Tekrar ifade edilecek olursa, küreselleşme kötülüğü, tehlike ve temsil edecek kafırleri ve yabancılan olmayan bir toplum yaratmaktadır. Halbuki ahlaki kuralların antolajik temelleri ve en önemlisi de diğer dünyada kurtuluş anlayışı, iyi-kötü ayırımının netliğine ve güçlülüğüne bağlıdır. Dolayısıyla, küreselleşme, iyi ve kötü aynmım belirsizleştiriyor, kötülük ve fıtnenin somutlaştırılacağı toplumlan yok ediyorsa bu uzun vadede dinin antolajik temellerinin tahribi anlamına gelmektedir.39 Küreselleşme dinin antolajik temellerini tahrip edecek güçte midir? Bunu daha sonra ele alacağız. fıtneyi Peter Beyer, küreselleşmenin din alanındaki tesirini en iyi şekilde tebarüz ettiren çağdaş dini hareketler olduğunu söyler. Bu bağlamda küreselleşme ve din ilişkisini daha net ortaya koyabilmek için Beyer, Amerika' da varlık bulan Yeni Hıristiyan Sağ' ı, Latin Amerikan Kurtuluş Teolojisi, İran İslam Devrimi ve İsrail'deki Yeni Din! Siyonizm hareketlerini tahlil eder. Beyer önce Yeni Hıristiyan Sağ Hareketi'ni ele alır. Beyer' e göre, bu muhafazakar Hıristiyan hareketin gayesi, toplumun bütün alanlarına geleneksel Hıristiyanlığı hakim kılmaktır. Hatta bu hareket dinin politik, hukuki ve eğitim sistemlerinin işleyişini geleneksel dini kaynaklardan hareketle etkileyerek dinin kamusal alanda daha da etkin olmasım arzu etmektedir.40 38 Beyer, a.g.e., s. 90-92. Beyer, a.g.e., s. 72 40 Beyer, a.g.e., s. 114. 39 181 KÜRESELLEŞME, İSLAM DÜNYASI ve TÜRKİYE MeseHl, bu hareket, Darwin evrim teorisine karşı çıkmakta, Hı­ medeniyetin özellikle Amerika medeniyetinin esası saymaktadır. Bunların Amerika'nın I. Dünya Savaşı'na katılmasına karşı çıkması ve sonra bunu Amerikan Hıristiyanlığı ile Alman akılcılığı arasındaki bir savaş olarak nitelerneleri ve savaş sonucunu da rasyonalizrnle Tanrı 'ya karşı gelen Almanların savaşta yenilerek cezalandırıldı­ ğına inanmaları, küreselleşmeye karşı dini tavrın güzel bir örneği olarak görülrnelidir. 41 ristiyanlığı Madalyonun bir de diğer yüzüne bakmak gerekir. Kilres~l toplum modernitenin bir neticesi olduğu için, medemitenin ahlaki ve sosyal problemleri Yeni Hıristiyan Sağ Hareketi'ne varlık alanı açmaktadır. Bu hareketin en çok üzerinde durduğu ahlakiıslahat ve Amerikan milletinin yeniden dirilişi rnes' elesidir. Vurguladığı ahlaki konuların başında, insanın bedeninin muhafazası, cinsel ilişkilerin sınırlandırılrnası, çocuk aldırma, homoseksüellik ve ponografıye karşı mücadele, geleneksel aile yapısının muhafazası gelmektedir. Nihai hedefleri ise dini hakikatierin sosyal alana yeniden hakim olrnasıdır.42 Bu hareket mensupları savunulması gereken Amerikan kültürü ile mütecaviz küresel sistemi dilli kavramlarla tayin etmek istiyorlar: Ateizme karşı Hıristiyanlığı; gayr-i ahiili seküler insanlığa karşı ahlaklı Arnerika'yı; komünizme karşı hür dünyayı savunuyorlar. Bunlar dini, sosyal bir hareket olarak algılıyorlar, dini yorumlar ile var olan problemler arasında bir ilişki kurabiliyor ve bu tavır da onların varlığının devamını sağlamaktadır. Diğer taraftan küreselleşme, dilli sosyal hareketlerin başarısını etkileyen hem birçok imkanlar ortaya çıkarrnakta ve hem de birtakım sınırlamalar koymaktadır. Amerikan sistemi, Yeni Hı­ ristiyan Sağ Hareketi 'ne verdiği imkanlar kadar ona karşı olan guruplara da imkanlar bahşetmektedir. Mesela, dilli çoğulculuk ve dini sistemlerin tabakalaşması Amerikan politik ve legal sisteminde bir müessese haline gelmesi bu hareketin gelişmesine koyduğu sınırlandırma olarak görülebilir. Beyer' e göre, 1980'lerde Amerika küresel toplum olma yolunda ciddi bir ilerleme kaydettiği için, bu hareket kısmen başarılı olmuş ve fakat komünizmin 41 42 •. •' Beyer, a.g.e., s. 119. Beyer, a.g.e., s. 123-125. 182 KÜRESELLEŞME ve DİN yıkılmasıyla şeytanını kaybetmiş din! alana yönelmiştir. ve politik sahneden çekilerek daha çok 43 Beyer'in küreselleşmenin din üzerindeki etkisini tespit için incebir başka hareket de Latin Amerikan Kurtuluş Teolojisidir. Hareketin ortaya çıkması ile 1960 ve 1970'lerde söz konusu edilen küreselleşme tartışmalannın aynı zamana rastlaması ilginç bir tevafuk mudur bilinmez ama, Kurtuluş Teolojisi'nin teşekkülünde en önemli etken Katolik Kilisesinin ll. Vatikan Konsülü'nde açıkça insan hakları, maıjinal III. Dünya problemleri, dünya toplumu yaratma arzusunu ve ökümenik müsamahayı ifade etmesi ve A viupa merkezli muhafazakar tavrından kısmen vazgeçerek küresel ve liberal tavra doğru bir adım atmasıdır. lediği Latin Amerika ülkelerinin nüfusunun büyük bir bölümünün Katolik ve aynı zamanda fakir olması bu topraklan Kurtuluş Teolojisi için müsait bir zemin haline getirmiştir. Savaş sonrası yıllarda Latin Amerika Katalik Kilisesi liderleri hem kilise ve hem de seküler toplumun kriz içinde olduğuna inanıyorlardı. II. Vatikan Konsülü, Latin Amerika'daki eski ve yeni Katalikliğin yapısal kaynakları, liberal fıkirlerin Sosyal Katalik ideolojilerin oluşturmasına sebep olması yeni bir Hıris­ tiyanlık modelinin ortaya çıkmasına imkan verdi. Yirmi yıllık gelişme­ den sonra, şimdi birçok Latin Amerika'lı tealoglar kendilerini Kurtuluş Teolojisi mensubu olarak takdim ediyorlar ve modem dünyada küresel sistemin sosyal problemlerine din! çözümler öneriyorlar. Kurtuluş Teolojisi'nin temel argümanlanna göre, hiç kimse fakir ve perefende yaşayan insanların durumuna dini ve ahlaki bakımdan ilgisiz kalamaz. İnsanların çok kötü şartlarda yaşaması, kaderin ve fakirIerin daha günahkar olmasından değil, aksine gayri adil sosyal ve modem sistemlerin sömürünün neticesidir. Bu sebeple, Kurtuluş Teolojisine göre, Hıristiyanlığın bu çagdaki mesajı fakirlikten ve zulümden kurtuluş ve Hıristiyanlığın hedefi ise fakirliğe ve zulme sebep olan yapıyı değiştirmek olmalıdır. Bu sebeple Kurtuluş Teolojisi, eşitlik ve ilerleme gibi modem küresel değerleri gerçek Hıristiyanlığın özünde olduğuna inanır ve dinin icra (performance) yönünü caıılandırarak dini yeniden sosyal alanda etkin hale getirmek ister. Kurtuluş Teolojisinin sosyal problemler üzerinde yoğunlaşması ve bu problemler sebebiyle ortaya çıkan sistemi lanetlernesi ona muhafazakar bir kimlik vermekte ve o yapısal bütünlüğü koruyabilmek için de, sistemi temsil eden her şeyi kötülük ve şeytan yerine ikame etmek43 Beyer, a.g.e., s. 128-133. 183 KÜRESELLEŞME, İSLAM DÜNYASI ve TÜRKİYE tedir. Bu hareket Avrupa merkezli teolojileri sosyal problemlere eğil­ meyen soyut sistemler ve din, icrayı esas almadığı için de dinin sosyal alanda hakimiyetini önemsemeyen yapılar olarak niteleyerek dışlamak­ tadır. Kurtuluş Teolojisi ise dini hem kilise hem de en geniş anlamıyla toplumda icra halinde olan bir fiil olarak görmektedir. İşte Beyer' e göre, asıl problem buradadır. Modem toplumda dinin uygun ve sağlıklı bir iletişim aracı olmadığı iddiası doğru değildir; fakat, sosyal alanda pratik etkinliği, yani İcra (performance) yetersizliği tespiti ise doğrudur. · Beyer'e göre, Kurtuluş Teoloji muhafazakar görünmesine rağ­ men, özü itibanyla liberaldir. Fakat küresel değerler ve küreselleşmiş yapılar bu hareketin sırurlarım oluşturmaktadır. Diğer taraftan hareketin ittihaz edindiği problemler, mesela kapitalist ekonomi, modem egemen devlet, araçsal sistemlerin doğrudan neticeleridir. Dolayısıyla bu hareketin yükselmesi veya gerilemesi, dinin sistemin özellikle Katolik Kilisesi'nin modem küresel şartlar ve araçsal sistemlere ürettiği tepkilerle alakalıdır. Dini esas alarak yapılan olanca faaliyetlere rağmen, Beyer'e göre, neticede bir serap yaratılmıştır. Bunun birçok sebebi olabilir. Fakat bunun asıl sebebi Kurtuluş Teolojisi'nin ortaya çıkardığı yersiz optimizm ve ağır problemierin hemen çözüleceği beklentisi ve dini liberal aktörlerin sistem lehine tavır koymalan ve elinin akidevi ve ibadet boyutunu modem küresel toplumda ciddi bir iletişim aracı haline getirememesid1r. Bu sadece Kurtuluş Teolojisi'nin sorunu olmaktan çok öte, belki de dinintemel mes' elesidir. Liberal dini eğilimler modem küresel şartlardaki dinin menfi ·konumu düzeltemediği için, muhafazakar yöne doğru gidişat şimdi daha muhtemel hale gelıniştir. 44 Peter Beyer, küreselleşme ve din ilişkisine dair iddialanın sadece içinde zuhur eden dini hareketleri esas alarak ortaya koymamakta ve genel anlamda dine münhasır olduğunu ispat için hem Yahudilik'te Yeni Dini Siyonizm'i ve hem de İslam'da İran İslam Devrimi 'ni incelemektedir. Biz burada sadece Amerikan Yeni Hıristiyan Sağ Hareketi ve Latin Amerikan Kurtuluş Teolojisi'ni incelemekle ye~ tindik ve Beyer'in İran İslam Devrimi'ne dair tahlillerini İslam ve küreselleşme bölümünde ele alacağız. Hıristiyanlık Kısaca ifade etmek gerekirse, küreselleşme dine iki yönlü bir süreç olarak tesir etmektedir: Bir taraftan küreselleşme ve onu mümkün 44 Beyer, a.g.e., s. 135-157. 184 KÜRESELLEŞME ve DiN kılan ekonomik ve siyasal yapılanmanın sosyal ve alıHUd problemler ortaya çıkarması, yeni dini hareketlerin dağınasına imldin hazırlayarak küresel arenada dine manevra imkanı sağlamakta, diğer taraftan bu dini hareketleri küresel şartlarda ciddi iletişim aracı olarnamalarmı sağlaya­ cak toplumsal şartlara maruz bırakarak sınırlandırmaktadır. Diğer bir ifadeyle küreselleşme, hem dinin icra boyutunu canlandıracak sosyal ortamlar hazırlamakta ve hem de fonksiyonel yapısında (teoloji ve ibadet), ciddi tahribat yaparak onun küresel bir sistem olmasını engellemektedir. Robertson'a göre, çok kültürlülüğün bir neticesi olarak dinin, dini çoğulculuk bağlaınında izafileşmesi ve Meyer'e göre, küresel şartların oluşmasıyla birlikte şeytanını kaybetmesi, dinin özüne yönelik bir tahriptir. Dinin küresel şartlardaki konumu bu tahribe nasıl karşılık vereceği mes'elesiyle irtibatlıdır. Küreselleşme dini hem sınırlandırmakta ve hem de gelişmesine imkan hazırlamaktadır. Önümüzdeki asırda din, küreselleşmenin kendisi için uygun gördüğü konuma, izafileştirilmeye ve özelleştirilmeye razı olacak ınıdır? Yoksa kendine has.küresel modeller üreterek toplumsal yapıyı ve kültürü bütünüyle inşa etmeyi mi deneyecektir. Amerika ve Avrupa'da nev-zuhur, Yoga ve Transendental Meditasyon, Krişna ve İlahi Işık Misyonu, Moonculuk, Sayntoloji ve Feminist Kahincilik gibi yeni dini hareketler ve bazı Yeni Hıristiyan Sağ'ı gibi Hıristiyan fundamentalistleri ve Evangelik hareketler çağı­ ınızdaki değişim rüzgannı tespitte önemli bir mikyas olsalar da dinin özellikle geleneksel dinlerin geleceği ile alakah sağlıklı bir tahminde bulunmada kullanılacak materyaller olamayacağı kanaatindeyiz. Dinin küresel toplumdaki konumu ile ilgili çok genel tespitlerde bulunmak gerekir ise şunlan söylemek mümkündür: 1- Modern dünyanın zuhuru dindar toplumlan krize sürüklemiş­ tir. Geleneksel inançlar bilimsel eleştirilere tabi tutulmuş ve farklı dünya görüşleri ortaya çıkmış ve ideolojik anlamda din bunlarla başa çıka­ maınıştır. 2- Dünyanın çok kültürlü küresel bir köy haline gelmesi birbiriyle durumlar yaratmış ve oluşan bu kaos ortaını bir taraftan antik geleneklerin canlanmasına, fundamentalizm kisvesi altında yeniden dirilmesine imkan verirken, diğer taraftan sivil din ve milliyetçilik, dini telfıkçilik gibi hareketler ortaya çıkmıştır. çatışan 3- Bu durum insanlığı zorunlu bir tercilıle karşı küresel köyde dini gelenekle ya bir kaos ortamı ya da karşıya getirmiş, istikrarlı bir top185 KÜRESELLEŞME, İSLAM DÜNYASI ve TÜRKİYE lum yaratma, ya banşçıl bir dünyanın inşasına teşebbüs, ya da sosyal gruplar arasındaki çatışma ve vahşeti haklı bulma gibi hayati bir tercihe zorlamıştır. 45 Peki XXI. asırda neler olacak? Mesela, Robertson geleneksel dinlerin ve yerli kültürlerin küreselleşmenin tehdidi altında olduğu iddialanna rağmen, dinin ve kültürün geleceğinin parlak olacağını savunmakta ve hatta küreselleşmenin geleneksel kültürü kuvvetlendirdiğini ifade etmektedir.46 Diğer taraftan çağın meşhur sosyologlanndan biri olan Peter Berger ise şöyle demektedir: XXI. yüzyılın çağımızdan daha az dindar olacağını söylemek için hiçbir sebep yoktur. Eski sekülerleşme teorilerini savunmaya devam eden bir gurup azılık din sosyoloğu, modernleşmenin sekülerleşmeyi gerçekleştirdiğini, İslam ve Evangelik Hıristiyanlığın ise dinin son savunma hattı olarak daha fazla dayanamayacağını ifade etmektedirler. Nihayetinde sekülerleşme zafere ulaşacak demek, başka bir ifadeyle, İ­ ranlı mollalar, dindar Hıristiyan papazlar ve Tibetli Lamalann, Amerikan üniversitelerindeki edebiyat profesörleri gibi düşünüp ve onlar gibi davranacaklar demektir. Doğrusu bu hiç de ikna edici değildir... Dinde ferdi kişilikler birçok sosyal bilimcilerin ve tarihçilerio tahminlerinin ötesinde rol oynar. Ayetnilalı Humeyni olmadan da İran'da bir devrim gerçekleşebiiirdi ve muhtemelen çok daha farklı olurdu. Çok güçlü bir dini hareket başıatacak karizmatik bir liderin kimsenin tahmin ederneyeceği bir yerde ortaya çıkmayacağını kim bilebilir?47 Peter Berger'e göre, dini his ve aşkın bir anlam arayışı, insanoğ­ lunun kadim özelliği olması sebebiyle din, insan ve onun toplumsal yaşaını için daima önemli olagelmiştir. Yine ona göre, bu teolojik bir iddia değil, agnostik ve ateist fılozoflann bile kabul edecekleri antropolojik bir tespittir. Önümüzdeki yüzyılda, Berger' e göre, din, siyasi hareketler için de önemli bir ilham kaynağı olmaya devam edecektir. Anlatılan bir hikaye dinin politik alanda hala ne kadar etkin olduğunu göstermektedir. Adamın biri Belfast'tın karanlık sokaklannın birinden geçerken bir evden aniden fırlayan biri, kafasına silahı dayar ve sorar: Katolik mi yoksa Protestan ınısın? Ben mi? der yolcu, doğrusu ben ateistim? Ya 45 Kurtz, a.g.e., s. 19. Robertson, a.g.rn., s.53. 47 Berger, "Secularisrn in Retreat" s.46-47. 46 186 KÜRESELLEŞME ve DİN öyle mi? misin? 48 Şimdi söyle bakalım, Katolik ateist mi yoksa Protestan ateist Küreselleşme ve İsUim • Bir sosyal süreç olarak küreselleşmenin İslam için ne ğibi sınırlar ve ne gibi imkanlar yarattığını ifade etmeden önce, Peter Beyer'in İs­ lam'ın küreselleşmeye bir nevi tepkisi olarak algıladığı İran İslam Devrimi'ne dair tespit ve tahlillerini değerlendirmek istiyoruz. Beyer'e göre, İran İslam Devrimi, Luhmann'ın terminolojisiyle ifade etmek gerekirse, daha çok dinin icra boyutu üzerine inşa edilmiştir. Devrim mahrumiyet içindeki halkın sosyal problemlerine dini çözümler bulmayı öneriyor ve bu yolla dini sosyal alanda daha da etkin hale getirmeyi, Şah'ın ortaya çıkardığı ve fakat tatmin edemediği beklentileri de tatmin etmeyi istiyorlardı. Dinin devlete yönelmesi, gücü ele geçirip, ekonomi, eğitim ve medyayı yönlendirmesi bugünün küresel toplumda dinin ne yapıp ne yapamayacağının en önemli delilidir. 49 Bu açıdan İslam devrimi küresel toplumda dini İcranın sırurlarını göstermekte, küreselleşme karşıiı. bir devrim, paradoksal olarak küreselleşmeyi yaygınlaştırmanın bir mütemmim cüzi olmaktadır; bu iddiaya göre, muhafazakar dini hareketler liberaller gibi küreselleşmenin önemli parçasıdır. 50 Beyer'e göre, İran Devrimi, üçüncü dünyadaki maıjinal olanın küresel sistemden, yerel kültürü geliştirerek faydalanma teşebbüsüdür. Diğer: bir ifadeyle İslam'ın demokrasi ve fakirden, ilerleme ve eşitlikten yana olduğu söylenerek, küresel değerlere müracaat edilmektedir. İran­ lılar küresel dünyada yerel kültürlerini yok ederek değil yeniden canlandırarak, daha zengin, daha güçlü ve daha etkin olmak istiyorlar. Bu ise Beyer' e göre, küreselleşme sürecinin bir safhasından başka bir şey değildir. 51 Devrim muvaffak oluncaya kadar İslamcılar medemitenin söylemlerini kullandılar. Fakat 1980'nin ortalarında İslam devrimi İslam devleti olunca durumun çok daha farklı olduğu anlaşıldı. Devlet olmak, eski rejimi yıkmak için kitleleri harekete geçirmekten çok daha farklı bir şeydi. ·Şimdi mollalar kendi kontrollerinde olan ve fakat kendilerinin 48 Berger, a.g.m., s.48. Beyer, a.g.e., s. 160. 50 Beyer, a.g.e., s. 161. 51 Beyer, a.g.e., s. 173-74. 49 187 KÜRESELLEŞME, İSLAM DÜNYASI ve TüRKİYE müesseseleştirmediği bir gücün yapısal mantığı ve bunun geliştiği küresel bağlamlakarşı karşıya idiler. Şimdi İsHim'ı uygulama bu şartlar altinda olması gerekiyordu. 52 Onlar, Beyer'e göre, İran'da İsHimi yaşayışı zorunlu hale getirebilirler ve fakat sosyal problemierin İslami çözümünde hakim araçsal sistemin kriterlerini de tatmin etmek zorundadıt­ lar.53 İslam Devrimi denen bu hareket azim bir garabetle karşı karşıya kaldı: kendi oluşturduğu bir zeminde kendi varlığını ortaya koymaktan çok, başkalarının oluşturduğu bir dünyada kendi varlığını ortaya koymaya çalıştı. Bununla birlikte muzaffer Humeyniciler geleneksel İslami değer­ lerin küresel değerlerin önünde olduğunu ifadeden de geri durmadılar. Devrimin yönünün tayin için yapılan üç değişim onların küreselleşme şartlarına nasıl mukabelede bulunduklarını ortaya koymuştur: Birincisi, hükümet kurarken yani politik ve legal yapıyı oluştu­ rurken anayasa ve meclis gibi hem orijin hem de form olarak kesinlikle batılı olan müesseseleri tercih ettiler. İkincisi, İran halkını harekete geçirerek Müslüman ülkelerde İs­ yayma yani devrim ihraç etmeye, yani Rebortson'un ifadesiyle yerelin tekrar canlandırılmasını hedeflediler. lam'ı Üçüncüsü, kendilerine has ekonomik bir model yaratamadılar. İs­ lam ekonomisi hakkında birçok kitap olmasına rağmen, bunun pazar ekonomisine İslami kuralların uygulanmasından farklı bir şey olup olmadığı belirli değildir. Bunun arkasında esaslı bir İslami teori veya İslami üretim ve tüketim tarzı hakkında ciddi fikirler yok gibi görünüyor. Dolayısıyla, İslam ekonomisinin keşfi, Beyer' e göre, küresel modern ekonominin yaygınlaşmasını kabul ve onu banndırma teşebbüsün­ den başka bir şey değildir. 54 Peter Beyer, dinin, küreselleşme süreci karşısında pasif kaldığı veya kalacağı görüşünde de değildir. Beyer'e göre, sosyolojik anlamda dinin hem cemaat hem de cemiyet gücü, küreselleşme karşısında dinin avantajlı tarafını oluştunnakta, cemaat olarak din yerel kültürün en önemli unsuru olurken, cemiyet olarak sınıf, bölge ve yerel kültürü daha geniş bir alana taşıyabilmenin aracı olmaktadır. Beyer'e göre, din hem 52 Beyer, a.g.e., s. 176. Beyer, a.g.e., s. 176. 54 Beyer, a.g.e., s. 177-178. 53 188 KÜRESELLEŞME ve DİN şahsi iletişim aracı, hem de ekonomi ve politika gibi araçsal bir yapı, hem özelhem de evrenseldir. Din bu iki kombinasyonu gerçekleştirdiği için mükemmel bir hareket ettirme kaynağı oluşturmakta ve işte bu sebeple modern küresel şartlarda birçok güçlüklerle karşılaşmaktadır. Dinlerin inanç sistemleri ve kutsal yapıları, sosyal etkilerini de öngördükleri için dinin sosyal dünyada pratik neticesinin de olması gerekir. Din, küresel anlamda henüz bunu başaramamıştır. Ulemanın insanları motive etmekte dinf tahsilleri bir nevi avantaj olmakla birlikte, iş devleti idare etmeye geldiğinde yetersizlikleri ortaya çıkmış ve bu konuda diğerleri ile eşit olduklan belirmiştir. İşte bu farklılık küreselleşmenin dini nasıl bir konumda bıraktığı gerçeğine işaret etmektedir.55 Küreselleşme ve İslam konusunda bazı yerli yazarların görüşle­ rine de değinmek istiyoruz. İslam'ın küreselleşmenin bir alt sistemi olmayı kabul etmeyeceğini düşünüyorum. 56 Ali Yaşar Sanbay'ın İslam ve küreselleşme konusundaki tezini şu üç noktada özetlemek mümkündür: a) İslam modernitenin meydana getirdiği "anlam krizini" aşabil­ mek için yeni bir kimlik inşasının toplumsal etik temellerini oluştura­ bilmesine rağmen, İslaınl arabesk ve tesettür defileleri gibi olaylarda somutlaştığı gibi İslam ancak evrenseli yerelleştirmekte ve geleneksel mulıtevayı post-modern form içinde takdim etmektedir. 57 b) Küreselleşme İslam'ı küresel sistem içine çekerek kendi geleküresel sistemin bir alt birimi haline getirecektir. Bu durum İslam'a iki önemli etkisi olur. neğinden uzaklaştınp, Birincisi, izafiliği meşrulaştınr, İkincisi ise, değişmeye mecbur hale getirir. Fakat İslam'ın yet~r­ liliğe bir alt birim olarak konuşlanmasını reddetıneye ve küreselleşmeyi şekillendirmeye talip olmasını gerektirir. Bu durumda İslam'ı bekleyen dilemma tekin hakimiyetine dayanan evrensekilik ile çoğulluğu esas alan evrenselciliktir. 58 ve salıilıliğe olan inancı 55 Beyer, a.g.e., s. 182-83. Mesela Akbar Ahmad Müslümaniann milletlerarası ticaretteki konumlan, Amerika ve Avrupa'da yaşayan Müslümanların kültürel arası ilişkiye katkılan, dünya politikasında İslam'ın rolüne işaret ederek bu nevi bir entegrasyonu muhtemel görmektedir. Daha geniş bilgi için bkz. İslam, Globalization and Post-modemity, Routledge, London 1994, s. 1-20. 57 Ali Yaşar Sarıbay, "Küreselleşme Postmodern Uluslaşma ve İslam" içinde Küreselleşme Sivil Toplum ve İslam, Vadi Ankara 1997, s. 25. 58 Sanbay, a.g.m., s. 26-27. 56 189 KÜRESELLEŞME, İSLAM DÜNYASI ve TÜRKİYE c) Küreselleşmenin etkisiyle post-modemize olan İslam, bir taraftan sahihliğini kaybetmeme uğruna küreselleşmeye direnirken diğer taraftan eVı-ensele yönelerek reddettiği tekçiliği kendisi için istemekte. 59 . dır. Ali Yaşar Sarıbay ve pos-tmodemizmi fazla ciddiye alan diğer entelektüeller, İslam'ın küresel şartlara karşı zorunlu olarak ürettiği geçici tezahürlerini, İslam! özde vuku bulan ve meşru bir de-· im olar ·görmektedirler. Bun ar Is am geleneğinın yapısını bilmedikleri ve Kur'an'ın Mllslümanlar üzerinde mutlak otoritesini iyi tartamadıklan ( için bu denli büyük stratejik hatalar yapabilirler. İslam muthik hakikat ( iddiasından asla vazgeçmez. Bu sebeple İslam'ın post-modemleşmesi ve küresel şartiann kendi için biçtiği rolü oynaması, gerçekleşmesi güç bir beklenti ve bazı kraldan çok kralcı sosyal bilimcilerin ham hayalinden başka bir şey değildir. Dünya Ticaret Merkezi'nin yıkılmasıyla birlikte patlak veren olaylar, İslam'ın dayatılan küresel şartlara karşı, modemleşerek veya post-modemleşerek değil, hem de Orta Çağ formuyla tepki verebileceğini göstermiştir. Bu olaylar, Müslümanlan İslam'ın modem değil, geleneksel formlanna yöneltecektii. Reddettiği tekçiliği kendisi için istediği iddiasına gelince, İslam bunu ancak çoğulculukla aşacaktır. İs­ lam' ın din! değil ama ahlak! kriterleri esas alarak, küreselleştiği zaman hem sosyolojik ve hem de dilli çoğulculu~ başaracağına inanıyorum. Yukanda işaret ettiğimiz gibi, İslam'ın hem teolojik yapısı ve hem de tarilli tezahürü bunu başaracak birbirikime sahip olduğunu göstermektedir. İslam'ın küreselleşme süreci karşısındaki tutumunu değerlendiren entelektüellerden biri de Ahmet Çiğdem'dir. Ona göre, merkez olma gücünü ve istikametini kaybetmiş, İslam küresel merkezin yayılması, alt merkeziere bölünmesi ve parçalanması olgulanna kendi çıkarianna hizmet edebilecek unsurlar toplamı olarak görmekte ve fakat İslam Batı merkezli kültürel ve politik gelişmelere koyduğu çekincelerin, merkez bakımından tamamen anlamsız geldiğini takdir edememektedir. Bu sebeple, İslam'ın kendi yerel kimlik tasavvurlanna dayanarak küresel- 59 Sarıbay, a.g.m., s. 27-28. 190 KÜRESELLEŞME ve DİN 60 leşme karşısında anlamlı bir siyaset geliştirmesi mümkün değildir. Diğer taraftan Çiğdem, İslam'ın, demokrasi değil nomokrasi, halkın değil hukukun üstünlüğünü önerdiğini ve İslam hukukunun tarihsel süreç içindeki altın dönemleri despotik emperyal devletlerin pratikleri içerisinde yükseldiğini ifade ederek, İslam'ın modem dünyadaki kurgulanı­ şınıw hem ve daima bir nomos tahayyülü etrafında şekillendiğini ve yakın gelecekte de şekilleneceğini söylemektedir. 61 Bugün dünyanın ikinci büyük dini ve bir milyar civarında insanın olan ve tarim olarak, nizam-ı alem kavraınıyla bir nevi küreselleşmeyi başarmış olan İslam'ın diğer dinler ve kimlikler gibi değerlen­ dirilmesinin uygun olmayacağını düşünüyorum. Aksine alternatif arayı­ şında İslam'ın diğer moder:ı ideolojilerle karşılaştınldığındfl çok daha avantajlı olduğu ortadadır. Islam her şeyi sıfırdan kurmak durumunda değildir ve ona şimdi inanan çok büyük bir nüfus ve medeniyet tecrübesi vardır. Diğer taraftan İslam'ın küresel sistemin asıl tenkit edildiği ahlak ve adaleti evrensel bir prensip olarak ön plana çıkarması küreselleşme karşısında anlamlı bir siyaset geliştirmesini mümkün kılabilir. kimliği Küreselleşme, ister toplumsal boyutta, geleneksel sosyal yapıyı · inşa eden failierin değiştirilerek, siyaset, ekonomi ve eğitim alanında taşınabilir alt araçlar veya modeller üreterek yaygınlaştınlması tarzında algılansın isterse kültürel boyutta dünya bütünlüğü şuurunun oluşması veya dünyanın küçülmesi tarzında algılansın, dini pratikterin önemli bir kısmını sosyal alan hasr eden, yani kendi varlığı ile dini icrayı özleşti­ ren İslam için büyük problemler ortaya çıkarmaktadır. Aydınlanma düşüncesinden beslenen modemite ve modemitenin bir güç olarak ortaya çıkardığı küreselleşme hakim, İslam ise mahkum olduğu halde aralarında ciddi bir mücadele sürüp gitmektedir. Küreselleşmenin İslam'a önereceği en olumlu teklif, onun ekonomi ve siyasi müesseseler gibi araçsal bir alt birim olarak küresel şartlara entegre olmasıdır. Hıristiyanlığın dahi bir alt yapı olamadığı şartlarda İslam buriu başarabilir mi? Bununla birlikte İslam, dinin özelleşmesine ve izafileş­ mesine imkan verir mi? Bunlar mümkün değilse İslam'ı ne tür bir gelecek beklemektedir? Şimdi bu konudaki tezimizi maddeler halinde ifade edelim: Ahmet Çiğdem, "Globalizasyonun Nomos'u" içinde Postmodernizm ve İslam, Küreve 0Jyantalizm, der. Abdullah Topçuoğlu ve Yasin Aktay, Vadi, Ankara 1996, s. 145. 61 Çiğdem, a.g.m., s.l46. 60 selleşme 191 KÜRESELLEŞME, İSLAM DÜNYASI ve TÜRKİYE 1- İslam 'zn küreselleşmeye cevabı Hıristiyanlığın cevabından tamamen farklı olacaktır. Hıristiyanlığın teolojik yapısı ve tarihi varlığı bağlamında Aydın­ lanma düşüncesine ve moderniteye karşı tutumu esas alınarak modemite din ilişkileri hakkında genel hükümlerde bulunmak mahzurludur. Bu bakımdan Hıristiyanlığın başına gelenlerden hareketle İsHim'ın aynı tecrübeleri yaşayacağını ve yaşaması gerektiğini ifade etmek doğru değil­ dir. Modemite ve onun bir neticesi olan küreselleşme, Hıristiyan topve gelişmiştir. Moderniteyi özü itibarıyla din karşıtı bir süreç olarak kabul edersek, onun Hıristiyanlığa rağmen var olması ve gelişmesi, aynı zamanda modernitenin inisiyatifi ele aldığını ve Hıristi­ yanlığı maıjinalleştirdiğini ve Hıristiyan topluma hakim olduğunu da kabul etmemiz gerekir. Bu sebeple Hıristiyanlık kendi kontrolü dışında oluşan küresel şartlann müsaade ettiği kadanyla toplumsal pliinda varlık göstermektedir. Bu açıdan bakıldığında İsliim'ın konumu daha farkrağında doğmuş lıdır. Modemite ve küreselleşme İslam topraklarında, İslam' a rağmen doğmamıştır. İslam topraklanna dışandan hulul eden yabancı unsurlardır; bu sebeple İslam'ın kendini ona göre, konumlandınp koruması gerekecektir. Aslında bu durumun İslam'a ciddi bir katkısı olmuş ve Modemite'nin harici bir unsur olması sebebiyle İslam teorik planda teolojik ve ahiilki bütünlüğünü koruyabilmiştir. 2- Dinf bütünlüğün Kur'an tarafindan korunması, sosyal müteallik prensiplerden taviz verilmesini zorlaştzrmaktadır. alanı inşaya Gerek Amerika'da ortaya çıkan Yeni Hıristiyan Sağ Hareketi gerekse Latin Amerikan Kurtuluş Teolojisi varlıklannı modemite ve küreselleşmenin yarattığı toplumsal problemlere borçludur. Küreselleşme bir taraftan dinlerin yeniden canlanmasına imkan verecek sosyal problemler ortaya çıkarırken diğer taraftan onların küresel bir sistem oluşturmasına da engel olmaktadır. · · Küreselleşmenin bu etkisini İslami bir fenomen olan İran İslam Devrimi 'ne uygulayarak mes 'eleyi biraz daha açmak mümkün olacaktır. Küreselleşmenin hem bir kültür ve hem de siyasal bir güç olarak İslam Dünyası'nda ortaya çıkan birçok problemin kaynağı olarak nitelendiril- 192 KÜRESELLEŞME ve DİN mesi, siyasal İslami söylemin başarılı olmasına katkıda bulunmakta, diğer tarafta ise küreselleşme siyasal ve eğitim alanında kendi yapısal şartlarını İslam'a kabul ettirerek İslam'ın küresel bir model olınasına engel olmaktadır. • Luhmann'ın kavramlaştırmasını kabul edersek dinin iki boyutu Bunlardan biri, ferdin kendi kendisiyle ve ferdin Tanrı ile ilişki­ sini ihtiva eden inanç, ibadet boyutu. Luhmann buna dinin fonksiyonu demektedir. Diğeri ise, dinin sosyal alana müteallik yaptırım ve prensipleri. Buna da, icra (performance) demektedir. Dinin özelleşmesi demek, aslında dinin sosyal alandaı:l çekilerek sadece personel iletişim aracı olınası demektir. Bu durum daha ziyade Hıristiyanlıkla alakalı olsa gerektir. Zira Hıristiyanlıkta dinin sosyal alana müteallik prensipleri dini bünyeye İslam'daki gibi sağlam tarzda entegre edilıneıniştir. vardır: Mesela, Luhmann'ın özellikle Hıristiyanlığı göz önünde tutarak, ibadeti ferdi bir komünikasyon tarzında takdim etmesi doğru qlabilir. Fakat İslam söz konusu olduğunda, ibadeti sadece ferdi iletişim aracı olarak takdim etmek mümkün değildir. İslam'da ibadetlerin bir çoğunun toplumsal boyutu vardır. En ferdi ibadet olan namazın da cemaatle kı­ lınmaya teşvik edilınesi, Ramazan'da aynı anda Müslümanların oruç tutmasımn, insanların maddi ve sosyal statülerini bırakarak aynı konuma getirme gibi önemli bir toplumsal boyutu vardır. Ekonomik bir ibadet olan zekat ve sadakavefaizin yasaklanması, İslam'ın ekonomik yapılanmasına doğrudan müdahalesidir. Hac ise farklı ırk ve milletlerden, farklı statüdeki Müslümaniann aynı gaye için aynı yerde, aynı kı­ yafette bir araya gelınesi, küresel İslam kardeşliğinin somutlaşmasıdır. Bununla birlikte İslam'ın sosyal alam inşaya yönelik fıkha dair kurallan ve bunun tarihin belli bir döneıninde uygulanması İslam'ın özelleşmesini adeta imkansız hale getirmektedir. İslam 'a özelleş demek, dinin yarısını inkar et demek anlamına gelir ki, İslam 'ın Kur'an ile ve gelenekle sağladığı kuvvetli entegrasyon sebebiyle bu mümkün görünmemektedir. Küreselleşme birçok Müslüman toplumlarda olduğu gibi, İslam'ın sosyal alana dair prensiplerini uygulanamayacağı bir toplumsal ortam yaratabilir ve fakat dinin icra boyutunun dinin bir parçası olmadığı noktasında Müslümanlan ikna edemez. 3- İslam geleneğinin kültür birikimi ekonomik, siyasal ve eğitim (evrensel) modeller üretebilme imkanı vermektedir. alanında taşınabilir Politik alanda, Müslümanların Hz. Peygamber(s.a.v.) ve dört halife dönemine dini ve siyasi açıdan ideal bir devir; ekonomik alanda ise 193 KÜRESELLEŞME, İSLAM DÜNYASI ve TÜRKİYE zekatı ekonomik ibadet, faizin yasak ve ekonomik dayanışmanın (sadaka) gerekli olduğuna inanmaları; eğitim alanında medrese gibi müesseseleri kurup yaşatmaları, yeni model ve projeler tasavvur etmenin kaynağı olmaktadır. Müslümanların şuuraltında ideal devlet olarak Medine'yi, ideal toplum olarak, zekat verilecek fakiri olmayan ve fakat Gazzall, İbn Sina ve İbn Arabf gibi düşünilileri olan bir cemiyeti yeniden inşa etme tasavvuru devamlı olagelmiştir. Fakat mes'ele, tasavvur edildiği kadar kolay değildir. Modernite politik, eğitim ve ekonomik alandaki İslamf modellerin uygulanabilir tek zemini olan geleneksel toplum yapısını değiş­ tirdiği ve aynı geleneksel yapıyı yeniden inşa etmek mümkün olmadığı için, İslam'ın bu alanlarda uygulanabilir modeller üretmesi şu anda mümkün görünmemektedir. lv!es 'ele sadece toplumsal zeminin kaybedilmesi değil, asıl mes 'ele bir din olması bakımından İslam 'ın üreteceği modellerin kendi inançlarıy!a sınırlı olmasıdır. Küreselleşme sosyal bir gerçektir; bu gerçekliği hesaba katmadan toplumlar dönemi bitmiştir, İslam doğru ve geçerli olabilmesi için toplumsal planda ürettiği modeller taşınabilir, yani her topluma uygulanabilir olması gerekir. İslam'ın XXI. yüzyılda, ekonomi, politika ve eğitim alanında taşınabilir modeller ilietebilir mi? Bu soruya Birnalılı Muhammed Harndi Yazır şöyle cevap vermektedir: artık hiçbir şey yapılamaz olmuştur. Kapalı "Bana evvelldlerin ve sonrakilerin ilimleri verildi" hadis-i şerifin­ den müteban olduğu üzer~ Aleyhissalatü vesselam Efendimiz evvelin ve ahirinin ulı1muna mazhariyetle mümtaz idi. Onun varisi olan ümmetin de bu mazhariyette bulunması iktiza eder. Bu sayededir ki o ümmet, ümmet-i saire için ma bihi'l-istişhad olacak bir kemali haiz olabilir. Servet-i ilmiyyesi tam olan milletierin ölüsü de dirisi de milel-i nakısanın merc-i medenisi olagelmiştir. Millet-i İslam, "Sizi insanlığa şahitler olmamz için vasat bir ümmet yaptık" (Bakara Sfıresi, 143), sırrına mazhar olmak için "Ve Rasiilün de size şahit olması için" müeddası mücibince Hazret-i Rası1lüllah'ı ma bihi'l-istişhad ittihaz edebilmeli, ümern-i saireden istiğna ile istiklal-i tarnma sahip olmalıdır. 62 Yeniden ifade etmek gerekirse, Hz. Peygamber(s.a.v.) sadece kendi ümmetine değil diğer milletiere de örnek olacak bir kemali haizdi. 62 Elrnalılı Harndi Yazır, "Ba'de za" içinde Makaleler I, s. 242. 194 KÜRESELLEŞME ve DiN Bu sebeple ona ümmet olan Müslümaniann da diğer milletierin her baörnek alabilecekleri nitelikli bir hayat standartıanna ulaşmalan beklenir. Zira ilmi serveti tam olan milletler hayatta olsun olmasın ilim ve irfanda geri kalmış milletierin uygarlığa ulaşınada daima önderlik etmişlerdir. Bu sebeple Bakara Suresi'nin 143. ayetinde ifade edildiği gibi diter milletiere örnek olabilmek Müslümanlığın bir gereğidir. Bunun için diğer milletleri örnek almaktan vazgeçmeli ve tam bir istiklale kavuşabilmek için Hz. Peygamber(s.a.v.)'i Örnek almalıdır, demektedir. kımdan İslam düşüncesinin politika, ekonomi ve eğitim alanında taşınabi­ lir yani evrensel modeller üretebilmesinin önünde İslam inancı ve modernitenin oluşturduğu toplumsal zemin gibi iki temel engelden bahsetmiştik; Birincisi, İslam düşüncesi bu iki engeli aşabilir mi? Bu alanlarda sadece Müslümanlara doğru ve makul gelen ve sadece onlar için geçerli modeller yerine inanıp inanmayan herkes için geçerli ve modern karşıt­ lanndan da daha iyi modeller geliştirebilir mi? İkincisi, İslam bu tür modellerin uygulanabilmesi için zarurl olan bir sosyal zemini oluşturacak toplumsal talebi nasıl gerçekleştirecektir? Bence, İslam birinci engeli aşacak evrensel prensipleri haizdir. İslam, Müslüman olsun olmasın herkese uygulanmasını istediği adalet prensibi ve zekat ve sadaka ile hedeflediği ekonomik denge, üstünlüğün sadece ahlaki kemalde olduğunu vurgulayarak her türlü, sınıfsal ve ırkl imtiyazlan yok sayan sosyal eşitlik İslam'ın üretebileceği evrensel modellerin temel prensipleri olabilirler. İkinci engeli aşabilmenin, yani İslami modellere sosyal zemini oluşturacak toplumsal talebin ortaya çıkması­ nın iki önemli şartı vardır: Birincisi, mevcut modem-küresel modellerin gerçekte başansız gerekir. Diğer şart ise, mevcut sistemlerden daha iyisinin olduğu ve olabileceğinin en azından Müslümaniann zihirılerde bulunması gerekir. olması Bizce küresel sistem, özellikle ekonomik eşitsizliğin ve istismann kaynağıdır ve bu anlamda başansızdır. İsterseniz Dünya Bankası "Küre- sel Ekonomik Görünüşler 2000 raporunu dinleyelim: Dünyanın en zengin 200 kişisinin sahip olduklan toplam servet, yeryüzündeki en yoksul 2.5 milyar insanın toplam gelirinden daha fazla ve bu 200 zenginin 112'si Amerikalıdır. Dünyanın en zengin 3 Amerikalının servetlerinin toplamı, en yoksul 48 ülkenin gayr-i safi milll hası­ tasından daha yüksektir. 195 KÜRESELLEŞME, İSLAM DÜNYASI ve TÜRKİYE Dünyanın en yoksul ülkesine kıyasla, en zengin ülkesinde kişi milli gelir 228 kat daha fazladır. Bu gün 89 ülke son 10 yıl içinde 23 kat daha yoksullaşmış ve yine son 1O yılın verilerine göre, refah düzeyi yükselen ülkeler: A.B.D., Avrupa Birliği üyesi ülkeler ve Japonya olmuş ve bunlar milletler arası üretimin yüzde 86'sını, milletler arası ticaretin yüzde 82'sini kontrolleri altında tutarken, en yoksul 48 ülke ise ancak yüzde birini kontrol eder hale gelmişlerdir. başına düşen 1997/1999 yılları arasında tüm dünyanın ürettiği toplam gelirin yüzde 58'i Amerika'ya gitti. Dünyanın en yoksul 83 ülkesinin son 7 yıl içinde ödedikleri dış borç faizi, anaparanın 5 katına ulaşmış ve en gelişmiş 7 ülke dünya nüfusunun yüzde 1 l'ini oluşturmasına rağmen dünya toplam GSMH'sinin 2/3 almaktadır. Dünya mafyasının kontrol ettiği toplam sermayenin 8.4 trilyon dolar olduğu tabınin edilmekte ve bunun % 70'inin Amerikan mafyası tarafından kontrol edildiği anlaşılmaktadır. Birleşmiş Milletler İnsanı Gelişme Raporu'na göre, dünyadaki açve temel sağlık sorunlarını asgari düzeyde çözebilmek için gerekli para sadece 13 milyar dolardır... Her yıl' açlık yüzünden dünyada 38 milyon insan ölmekte, 800 milyon insan ise kronik yetersiz beslenmeye bağlı hastalıklada savaşmaktadır. New York şehrinin elektrik tüketimi, bütün Afrika kıt'asının toplam elektrik tüketiminin yansından daha fazlığı ladır.63 Küreselleşmenin en özlü ifadesi budur ve dünyada hiçbir akıl, iz' an, irfan ve insaf sahibi bunun ideal ve başanlı bir sistem olduğunu iddia edemez. Küreselleşme ahlaki ve insanf alanda başarısızdır. Dünya Ticaret Merkezi'nin yıkılışı veya Amerika'nın "uçaklanışıyla" başla­ yan bu süreç, eğer gerçekten küresel sistemin sonunu getirecek ise o zaman bu boşluğu en azından ideolojik bazda dolduracak bir halefın de belirlenmesi gerekmektedir. Küresel güç doğrudan Müslümanları hedef almakla kim bilir bir bakıma kendi halefıni de tayin etmiş olmaktadır. Küresel sistem bırakın insanlığı, kendi insanının beklentilerini bile tatmin etmekten uzaktır ve bu açıdan. bakıldığında küreselleşme 63 Fikret Başkaya, Küreselleşmenin Karanlık Bilançosu, Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara 2000, s. 7-18; Dünya Bankası "Küresel Ekonomik Görünüşler 2000 Raporu, Birleşmiş Milletler insani Gelişme Raporu, Küreselleşmenin insani Yüzü, Der: Veysel Bozkurt. Derleyen: Zafer Ertürk. 196 KÜRESELLEŞME ve DİN başansızdır. Fakat Müslümanlar kendilerini küresel sisteme alternatif görüyorlar mı? Benim bu soruya cevabırn rnüspettir. 4- Teorik planda Kur 'an ve ondan mülhem prensipierin tarihf uygulamaları, "İslam[" dinf çoğulcuğun imkanını hazzrlamzşlardzr. ·Küreselleşmenin bir din ve dünya görüşü olan İslam karşısına çı­ kardığı en ciddi zorluklardan biri çoğıılculuktıır. Sosyal ve dini çağııl­ culuk küresel sosyal şartiann dayattığı bir gerçekliktir. İslam bu çağa yönelik düşünce ve teoloji, aynı zamanda bir toplum inşası tasavvur ediyorsa bu gerçekliği hesaba katmak zorundadır. Mesela, Kurtz, İslam Dünyası'nın dini çoğıılculuk ve bilirnin orteolojik problemler olarak iki farklı fenomene nasıl karşı­ lık vereceğini tam olarak kestirernediğini söylernektedir. 64 İslami düşün­ sel birikim henüz bu konularda ciddi teoriler üretecek düzeyde değildir; fakat, bu durum bizim İslam geleneğine bakarak bazı tahminlerde bulunrnamıza da engel olmamalıdır. taya çıkardığı Bizce, İslam hem düşünsel planda hem de sosyal alanda dini çopotansiyeli haizdir. Kur'an'ın vahyi evrensel kabul ederek, her ümmete gönderilen hakikatle kendini özdeşleş­ tirrnesi ve Yahudi ve Hıristiyanlara ehl-i kitap kavramı çerçevesinde özel bir statü vermesi ve daha sonra bu statünün Zerdüşt ve Hindulan içine alacak tarzda genişletilmesi ve tarihi olarak Endülüs ve Osrnanlı'da bir arada yaşama sisteminin başanyla uygulanması, İslami teolojik ve sosyolojik dini çoğıılculuğun kaynağını oluştutrnaktadır. ğıılculuğıı geçekleştirebilecek İslam, küreselleşmenin bir gereği olarak dini çoğıılculuğıı onaylarken teolojik anlamda izafileşrnekten kurtulabilecek mi? Diğer taraftan sosyal alanda eşitlik ve çoğıılculuk adına insanlan mü' min, kafir ve rnünafık gibi iman esaslı sınıflarnalardan gerçekten vazgeçebilecek mi? Bunlar küreselleşmenin İslam düşüncesine dayattığı büyük problemlerdir. Aşıp aşamayacağını zaman gösterecektir. Fakat biz İslam geleneği­ nin kültürel birikimine ve İslam düşüncesinin yapısına bakarak ancak bazı tahminlerde bulunmamız mümkündür. Kur'fm'a ve Hz. Peygarnber(s.a.v.)'in uygularnalanna dayanıla­ rak oluşturulan zırnrni statüsü ve bunun, Endülüs Bınevi Devleti'nde ve Osmanlı' da uygulanan millet sistemi, sosyolojik anlamda çoğıılculuğıın başlangıç noktası olmuştur. Buradan hareketle, küresel şartlar esas alı­ narak küresel köyün bütün rneskunlannı entegre edebilecek çok hu64 Kutz, a.g.e., s. 178. 197 KÜRESELLEŞME, İSLAM DÜNYASI ve TÜRKİYE kuklu ve çok kültürlü bir sistem veya model geliştirebilir. İslam geleneği bunun hem pratik ve hem de düşünsel birikimini haizdir. İslam teolojisinin teorik anlamda bir nevi izafiliği kabul etmeden dini çoğulcu­ luk oluşturması biraz daha zor görünmektedir. Fakat bu konuda son zamanlarda yapılan çalışmalar65 ve özellikle Perennial Felsefe etrafında toplanan ve içlerinde Seyyid Hüseyin Nasr gibi düşünürlerin de bulunduğu bir gurup entelektüel bunun zor olsa da, imkansız olmadığına işa­ ret etmektedirler. Seyyid Hüseyin Nasr'a göre, insanlığın bugünkü dini ve manevi boyutunun yeni ve gerçekten de önemli bir yönü de dini ve kutsal dünyalann sadece arkeolojik, tarihi gerçekler ve fenomenler olmayıp aksine dini realite olmasının ortaya çıkmasıdır. Fakat insanoğlu bir güneş sistemi içinde yaşamak ve onun kanunianna uymak mecburiyetinde olmasına rağmen, diğer güneş sistemlerinin ritim ve harmonisini fark etmekle de var olduğunu bilir ve her birinin farklı gezegen sistemlerinin büyüleyici güzelliklerini müşahede eder. Fakat bir gezegen sistemi içinde yaşayan için, o tek ve yegane gezegen sistemidir. İnsan elbette kendi gezegen sisteminin güneşiyle aydınlanacak ve buna rağmen manevi yetkinliğinin gücüyle ve "orada olmadan" ve sezgisiyle bilir ki her güneş sisteminin bir güneşi vardır. Bu hem o güneş sisteminin güneşi, hem de bütün güneş sistemlerinin Güneşi'dir. Her sabah şafaklayükselen ve dünyamızı aydınlatan Güneş neden yegane Güneş olmasın? 66 Seyyid Hüseyin Nasr, burada dinleri gezegen sistemlerine, peygamberleri de Güneş'e benzeterek teolojikanlamda bir dini çoğulculuğa işaret etmektedir. 5- İslam ahlaJa toplumsallaştıracak bir cemaat yapısına maliktir. Küreselleşme ekonomik ve sosyal planda gayr-i adil bir sistemin ve buna bağlı birçok problemierin kaynağı olduğu görüşünün yaygın­ laşmasının bir neticesi olarak küresel etik tartışmalan öne çıkmaya baş­ lamıştır. Küreselleşmenin ortaya çıkardığı ekonomik ve sosyal problemlere ancak küresel bir etik anlayışının yaygınlaşmasıyla çare bulunacağı inancı bu yeni gelişmenin en önemli dinamiğidir. Adna·n Aslan, Religious Plura/ism in Christian and İslô.mic Philosophy, Curzon London 1989; Rıfat Atay, Yayımlanmamış doktora tezi. 6 ~asr, Knowledge, s. 296. 65 198 KÜRESELLEŞME ve DiN Bu konuda üretilen literatürün temel amacı rasyonel argümanlarla insanları ikna etmektir. Bizce ahlaki davranışlan kazanma tamamen rasyonel bir süreç değildir. Dolayısıyla küresel etik tartışmalan kendisinden beklenen insanlara ahlaki davranışlar kazandırma hedefınde kolayca başarılı olacağa benzememektedir. Fert kimliğini ve şahsiyetini kaza'llırken bir gelenek içinde çoğu zaman rasyonel görünmeyen ahlaki prensipler adeta dikta ettirilir. Modernite ve onun bir neticesi olan küreselleşme dini geleneklerin cemiyet yapısını tahrip ederek. bir nevi ahiakın var oluş zeminini bozmuştur. Bu anlamda küresel etik arayışlan bir tartışmadan öteye gitmeyecektir. Stackhouse'un da işaret ettiği gibi, bu yeni olgu, küresel kapitalizmin zaferi olarak, az gelişmiş ülkelerin istisman, çevrenin kirlenmesi, her türlü kaynak ve ilişkilerin satılık meta haline getirilınesiyle birlikte dünya çapında eşitsizlik yaratılmasına ve kültürel homojenlik adına bölgesel farklılıklan tahrip etmesine sebep olmaktadır. Eğer durum geçekten bu ise, birçok insanın küreselleşmede teolojik ve ahlaki bir değer görmemesi gayet doğaldır ve bu durumda, halefieri faşizim ve komünizmle nasıl savaştı ise devrin insanı, küreselleşmeye karşı öyle savaşacaklardır. 67 İslami dünya görüşünde alemin ve yani cemiyetlerin nizarnı ancak ahlaki esaslan yerine getirmekle gerçekleştirilir. Alemin nizarnı ahlakla olur. Nizam-ı alem kavramı bir küresel dünya vizyonudur. Sadece. ·cemiyetlerin değil, aynı zamanda şu maddi dünyanın, görünür ve görünmez bütün aleınlerin düzeni ve devarnı ancak manevi ve ahlaki prensiplerle mümkün olmaktadır. Kur'an, ahlaki' ilkeleri hiçe sayan cemiyetlerin nasıl yıkıp harap olduklanm anlatan kıssalarla doludur. İslam dünya görüşünde kilinatın nizamı, yani küresel bir sistem ancak ahlaki ideali kendi benliklerinde somutlaştıran yüce şahsiyetler, tasavvuf lisanıyla konuşacak olursak, evtad, aktap kırklar, yedilerin varlığı ile mümkün olmaktadır. 1990'lardan sonra, Roberson'un işaret ettiği gibi, ahlaki ilkeleri ihmal etmekle dünya bir belirsizlik safbasma girmiş ve bu kaostan ancak ah-. laki prensipleri esas alan bir sistemin yeniden inşası ile çıkacaktır. İslam, dini yapısı, geleneği ve inanlarına sağladığı manevi güçle, hala rasyoneliteye müracaat etmeden ahlaki davramşlar kazandırma özelliğini koruyan belki de tek dindir. Bu sebeple küreselleşme sürecinin ortaya çıkardığı sosyal problemierin mutlaka çözülmesini tasavvur eden 67 Stackhouse, a.g.m., s. 19. 199 KÜRESELLEŞME, İSLAM DÜNYASI ve TÜRKİYE sosyal bilimcilerin çoğu, kendi şahsiyetlerini oluştururken bu tür bir süreçten geçmedikleri için bunun ehemmiyetini anlayamamışlardır. Sonuç olarak, ekonomik ve sosyo-kültürel bir süreç olarak varlık kazap.an küreselleşme, sadece günlük hayatımızı değil aynı zamanda tasavvur ve tahayyülümüzü dahi etkilemektedir. Küreselleşme yapısal olarak yerli kültürleri ve dini etkilemekte ve onlan yeni formlar benimsemeye zorlamaktadır. Bu meyanda batılı sosyal bilimcilerin küreselleşme karşısında İsla.m'ın konumu ve davranışı konusundaki tespit ve tahlillerini itiyatla karşılamak gerekir. Onlan ne tamamen ret ne de kolayca kabul etmeliyiz. Batılı sosyal bilimciler küreselleşmenin bir din olarak İslfun'a etkisi hususundaki tespitlerinde genelde haklı olmalarına rağmen, İs­ Hl.m'ın küreselleŞmeyenasıl cevap vereceği konusundaki tahmin ve beklentilerin de, İslam'ın teolojik ve manevi yapısına yeterince vakıf olamadıklan ve bu noktada İslam'ı Hıristiyanlıkla özdeşleştirdikleri için, çoğu zaman hatalıdırlar. İslam ve küreselleşme münasebetini ve hatta mücadelesini şu şekilde özetlemek mümkündür. 1- Küreselleşme yabancı bir güç olarak İslam'ın sosyal alam inhedefleyen prensiplerinden vazgeçmesini ve yani Luhmann'ın icra dediği boyutunu modernite emrine teslim etmesini istemektedir. Kur' an, sünnet, en genel anlamda İslam geleneğinde sosyal olanla dini olamn adeta birbirine yapışık olması sebebiyle, küreselleşmenin bu talebini İs­ lam kendi varlığına bir tehdit olarak algılamakta ve buna İslami radikalizm ve fundamentalizm ile karşilık vermektedir. şayı 2- Küreselleşme, toplumlan birbirine yakınlaştırarak veya çok kültürlü toplumlar oluşturarak dinin mutlaklık iddiasından vazgeçmesini ve izafileşmesini talep etmektedir. Bu durumda İslam ise geleneğine dönmekte, tarihte çoğulculuğu başardığı iddiasıyla hem geleneği yeniden canlandırmakta ve hem de daha üstün olduğu psikolojini güçlendirmektedir. 3- Küreselleşme, dini, ekonomi ve siyaset gibi bir alt sistem olarak global dünyaya entegre etmek istemektedir. İslam ise hayatı bütünüyle kuşatma cehtinden dolayı ekonomi ve siyaseti de içine alan bir bütünlük iddiasıyla hatta diğer kültürleri alt sistem olarak entegre etmek istemektedir. Kendi evrensellik iddiasından dolayı global sisteme tam 200 KÜRESELLEŞME ve DİN bir rakiptir. Bu sebeple onun bir tamamlayıcısı veya unsuru detmektedir. olmayı red- kendi varlığım ekonomi, siyaset ve eğitim alaınnda taşınabilir modeller üreterek devam ettirmekte ve aynı zamanda yaygpılaştırmaktadır. İslam'ın ekonomi, siyaset ve eğitim alanında dini yapısından kaynaklanan kendine has projeleri olduğıı için mevcut yapıyı tamamen meşru kabul edememektedir. Sistemle bir nevi kan uyuş­ ınazlığının sebebi olan bu prensipler Müslümanları ekonomi, siyaset ve eğitim alanında bir taraftan alternatif arayışlarına sevk ederken diğer taraftan onlann sisteme yabancılaşmasına da sebep olmaktadır. 4- Küreselleşerne 201