ERMENİ TEHCİRİ VE KÜTAHYA ERMENİLERİ

advertisement
1
ERMENİ TEHCİRİ VE KÜTAHYA
ERMENİLERİ
(Yüksek Lisans Tezi)
Mehmet Ali TİFTİK
Kütahya-2009
2
T.C.
DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ
Sosyal Bilimler Enstitüsü
Tarih Anabilim Dalı
Yüksek Lisans Tezi
ERMENİ TEHCİRİ VE KÜTAHYA
ERMENİLERİ
Danışman
Yrd. Doç. Dr. Necati AKSANYAR
Hazırlayan
Mehmet Ali Tiftik
Kütahya-2009
3
Kabul ve Onay
Mehmet Ali TİFTİK’in hazırladığı “Ermeni Tehciri ve Kütahya Ermenileri”
başlıklı Yüksek Lisans tez çalışması, jüri tarafından lisansüstü yönetmeliğinin ilgili
maddelerine göre değerlendirilip oybirliği / oyçokluğu ile kabul edilmiştir.
Tez Jürisi
Kabul
İmza
Red
Yrd.Doç.Dr. Necati AKSANYAR (Danışman)
Doç. Dr. Abdullah İLGAZİ
Yrd. Doç. Dr. Mustafa BIYIKLI
Prof. Dr. Ahmet KARAASLAN
Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü
4
Yemin Metni
Yüksek lisans tezi olarak sunduğum “Ermeni Tehciri ve Kütahya Ermenileri”
adlı çalışmamın, tarafımdan bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma
başvurmaksızın yazıldığını ve yararlandığım kaynakların kaynakçada gösterilenlerden
oluştuğunu, bunlara atıf yapılarak yararlanılmış olduğunu belirtir ve bunu onurumla
doğrularım.
…../…../……
Mehmet Ali TİFTİK
5
Özgeçmiş
15.04.1976 tarihinde Eskişehir’de doğdu. İlk ve Ortaöğrenimini Eskişehir
Mimar Sinan İlköğretim Okulunda, lise öğrenimini Eskişehir Yunus Emre Anadolu
Öğretmen Lisesinde tamamladı. 1995 yılında Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Tarih
Öğretmenliği bölümünü kazandı ve 1999 yılında başarıyla mezun oldu. 2000 yılından
itibaren MEB’e bağlı okullarda çalıştı, halen Kütahya Lisesi’nde Tarih Öğretmeni
olarak görev yapmakta.
v
ÖZET
ERMENİ TEHCİRİ VE KÜTAHYA ERMENİLERİ
TİFTİK, Mehmet Ali
Yüksek Lisans Tezi, Tarih Anabilim Dalı
Tez Danışmanı: Yrd. Doç. Dr. Necati AKSANYAR
Eylül, 2009, Sayfa 237
Ermeni Tehciri, Türk Milleti’nin 20. yüzyıldaki meselelerinden birisi haline
getirilmiş ve bu millete karşı yapılan suçlamaların kaynağı olmuştur. Türkler ile
Ermeniler arasındaki münasebetler 9.yy.’da başlamış ve 18.yy.’ın ortalarına kadar
sorunsuz hatta çok iyi bir zeminde devam etmiştir. Ermenilerin tarihi kökenleri
hakkında somut belge ve bilgiler yoktur. Anadolu’da ise çeşitli devletlerin egemenliği
altında yaşamışlardır.
Türk-Ermeni münasebetleri Türklerin Anadolu’yu fethiyle başlamıştır.
Selçuklular ve Osmanlılar zamanında azınlıklar içinde en çok imtiyaz ve hoşgörü
tanınanlar Ermeniler olmuştur. Osmanlı topraklarında bulunan Ermenilerin nüfusu ise
1.600.000 civarındadır. Bu konuda en tutarlı kaynaklar Osmanlı Devleti’ne ait
olanlardır.
Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeniler milliyetçilik hareketlerinden
etkilenmeleri ve batılı devletlerin kendi çıkarları doğrultusundaki müdahalesi
neticesinde isyanlar çıkarmışlardır. Doğu Anadolu şehirlerinde çıkardıkları bu isyanlarla
bu bölgede bir Ermenistan Devleti kurmayı amaçlamışlardır. Ancak bu isyanlar
sırasında yüz binlerce Türk katledilmiştir. Bu katliamların en temel sebebi Doğu
Anadolu çevresinde Ermeni nüfusunun Türk nüfusundan fazla olduğunu ispatlamaktır.
Birinci Dünya Savaşı sırasında da bu isyanlar ve bu faaliyetler aynı bölgede devam
etmiştir. Bu durum karşısında Osmanlı Devleti Tehcir Kanunu çıkarmıştır. Bu kanunla
katliam yapan çeteciler ve bu faaliyetlerde onlara yardım edenler savaş bölgesi olmayan
Suriye topraklarına sürülmüştür. Bu kanun o günün şartlarında büyük bir titizlikle
uygulanmaya çalışılmıştır. Zira Osmanlı arşivlerinde de bu durumu ispatlayan belgeler
mevcuttur. Kütahya Ermenileri ise bu dönemde tehcire tabi tutulmamışlardır. Zira
Kütahya Ermenileri katliam faaliyetlerine katılmamışlardır.
vi
Ermenilerin kendilerini Osmanlı Devleti’nden hariç görmeye başladıkları 93
Harbi’nden günümüze kadar zaman zaman alevlenerek getirdikleri bu mesele
günümüzdeki boyutuyla siyasileşmiş ve içinden çıkılmaz bir duruma getirilmiştir.
Bu incelemeler neticesinde vardığımız sonuç ise şudur. Tüm bu değişimler ve
bu süreç Rusya ve Avrupa’daki büyük devletlerin etkisi ve yönlendirmesiyle bu
boyutlara gelmiştir. Zira yüzyıllardır millet-i sadıka olarak anılan ve güvenilen bir
azınlığın bu denli aksi değişimi ancak bir büyük baskının veya yönlendirmenin etkisiyle
olabilirdi. Dolayısıyla Rusya ve Avrupalı devletler tarafından önce azınlıklar
desteklenmiş, sonra da Osmanlı Devleti’ne bu azınlıklara geniş imtiyazlar vermesi için
siyasi ve askeri baskılar yapılmıştır. İşte bu süreç neticesinde de Ermeni meselesi ortaya
çıkmış ve bu boyutlara gelmiştir.
Netice itibariyle ortaya çıkan bu meselenin çözümü; güçlü, dirayetli ve sağlam
bir yapı üzerine kurulmuş bir devlet olmakla, devlet-millet uzlaşmasının sürekliliği ve
uluslararası bilimsel ve siyasi kamuoyu oluşturarak mümkün olacaktır. Tehcir sırasında
ve sonrasında yaşanılan olaylar tarihi ve sosyolojik açıdan değerlendirilmiştir.Elde edilen
tarihi veriler değerlendirilerek, tehcirde bir durum tespiti ortaya konulmuştur.
Anahtar Kelimeler: Ermeni, Tehcir, Tehcir Kanunu, Şark Meselesi, Ararat.
vii
ABSTRACT
THE ARMENIAN EMIGRATION AND KUTAHYA ARMENIANS
TİFTİK, Mehmet Ali
Master's Thesis,The Department of History
Supervisor: Astt. Prof. Necati AKSANYAR
September, 2009, Pages 237
Armenian Emigration has been turned into one of the problems of this Turkish
Nation and has become the source of the accusations casted upon this nation in the 20 th
century of Turkish Nation. The relations between the Turks and the Armenians had
begun in the 9 th century and continued without having problems, besides with the good
affairs until the middle of the 18 th century. There are no concrete documents and
information about their historical origins. They had lived under the sovereignty of
different states in Anatolia.
The relations of Turk and Armenian had begun with the Turkish conquer of
Anatolia. The Armenians had had the most privilige and tolerance within the minorities
during the Seljuks and the Ottamans. The available population of the Armenians on the
Ottaman lands was approximately 1.600.000. The most reliable sources about
population were the ones that belonged to the Ottaman State archives.
The Armenians who lived in the Ottaman lands had started riots as a result of
the influences of nationalism movements and the interruption of the western countries
for their benefits. They had aimed to build an Armenian State in this region with the
riots they had started in the cities of Eastern Anatolia. Because of these riots hundred
thousands of Turkish citizens had been massacred. The main reason of these massacres
was to prove that the Armenian population was more than the Turkish one. These riots
and these activities had continued during the First World War. The Ottaman State
declared the law of the Deportation Act. The gangs that had done massacres with this
law and the ones who had helped these gangs had been moved into the Syrian lands
which weren’t war zones. This act had been tried to be performed strictly and precisely
under those circumstances. That’s why there were documents that proved this position
in the Ottaman archives. The Kütahya Armenians hadn’t been forced to deportation
during this period. Because Kütahya Armenians hadn’t taken part in the massacres.
viii
This problem which has been increased step by step by the Armenians since 93
War during which they began to see themselves seperated from the Ottaman Empire.
Today the problem has been politicized and become a conflict.
By these investigations we have come to the result that all of these changes and
process have reached to this level by the effection and direction of Russia and big
countries in Europe. As a mother of this fact the minorities in Ottaman Empire were
supported by the European countries and Russia first, then they forced Ottaman Empire
to privilege minorities on a vast scale. As a result of this process the Armenian problem
arose and has come to today’s extent.
Finally the solution of this problem depends on being a government based on a
strong and a stable structure and again, the solution is only possible with the
sustainability of the compromise of government and nation and only possible with the
production of political and scientific public opinion. What was happened during and
after Emigration was evalcated from historical and sociological point of view. A
position has been determined within the Emigration by examining the historical
information that was obtained.
Key Words: The Armenian, The Amigration, The Amigration Law, The East
Problem, Ararat.
ix
İÇİNDEKİLER
Sayfa
ÖZET ................................................................................................................................ v
ABSTRACT .................................................................................................................... vii
İÇİNDEKİLER ................................................................................................................ ix
TABLOLAR LİSTESİ ...................................................................................................xiii
KISALTMALAR ........................................................................................................... xiv
TEZ HAKKINDA .......................................................................................................... xvi
TEZ METNİ ................................................................................................................... xix
GİRİŞ ................................................................................................................................ 1
BİRİNCİ BÖLÜM
OSMANLI DEVLETİ’NDE ERMENİLER
1.1.OSMANLI DEVLETİ’NDE ERMENİLER ......................................................... 14
1.1.1. Azınlıklar İçinde Ermenilerin Durumları ...................................................... 17
1.1.2. Ermenilere Verilen İmtiyazlar ve Haklar ...................................................... 17
1.1.3. Ermenilerin Sosyal, Siyasi Ve İktisadi Hayattaki Yeri ................................. 22
1.2.ERMENİ NÜFUSU .............................................................................................. 24
1.2.1.Anadolu’da Ermeni Nüfusu ........................................................................... 24
1.2.2.Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni Nüfusu.......................................................... 26
1.2.3.Osmanlı Nüfusu ve Kaynakları ...................................................................... 27
1.3.ERMENİLERİN FAALİYETLERİ VE ÇIKARDIKLARI OLAYLAR .............. 34
1.3.1.Osmanlı Ermenilerine Batının Müdahalesi .................................................... 34
1.3.2.Islahat Çalışmaları ve Ermeni Faaliyetleri ..................................................... 36
1.3.2.1.Tanzimat Sonrası Ermeni Faaliyetleri ..................................................... 45
1.3.2.2.Nizamnameler Dönemi ........................................................................... 48
1.3.3.Teşkilatlanma, İsyanlar ve İhanetler .............................................................. 49
1.3.3.1.Kiliselerin Rolü ve İhanetleri .................................................................. 50
1.3.3.2.Okullar, Hayır Müesseseleri, Cemiyetler ve Komiteler .......................... 53
1.3.3.3.İsyanlar ve Olaylar .................................................................................. 59
1.3.3.3.1.Erzurum İsyanı ................................................................................. 59
x
1.3.3.3.2.Kumkapı Gösterisi ........................................................................... 61
1.3.3.3.3.Müteferrik Olaylar ........................................................................... 61
1.3.3.3.4. I.Sason (Sasun) İsyanı ..................................................................... 62
1.3.3.3.5.Babıâli Gösterisi ............................................................................... 62
1.3.3.3.6.Zeytun İsyanı.................................................................................... 63
1.3.3.3.7.Van İsyanı ........................................................................................ 64
1.3.3.3.8.Osmanlı Bankası Baskını ................................................................. 64
1.3.3.3.9. II.Sason (Sasun) İsyanı.................................................................... 65
1.3.3.3.10.Yıldız Suikastı ................................................................................ 65
1.3.3.3.11.Adana İsyanı................................................................................... 66
1.3.4.Birinci Dünya Savaşı Öncesi Ermeni Nüfusu ................................................ 67
1.4.BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI DÖNEMİ ................................................................ 68
1.4.1.Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeniler ............................................................. 68
1.4.2.Ermeni Gönüllülerinin Faaliyetleri ................................................................ 68
1.4.3.Batının Müdahalesi ........................................................................................ 69
1.4.4.Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeni İsyanları ve Mezalimi.............................. 71
1.4.4.1.Zeytini Olayları ....................................................................................... 72
1.4.4.2.Kayseri Olayları ...................................................................................... 72
1.4.4.3.Bitlis Olayları .......................................................................................... 73
1.4.4.4.Van Olayları ............................................................................................ 74
1.4.4.5.Muş Olayları ........................................................................................... 76
1.4.4.6.Diyarbakır Olayları ................................................................................. 77
1.4.4.7.Ma’muratü’l-Aziz (Elazığ) Olayları ....................................................... 78
1.4.4.8.Erzurum Olayları..................................................................................... 79
1.4.4.9.Sivas Olayları .......................................................................................... 80
1.4.4.10.Trabzon Olayları ................................................................................... 80
1.4.4.11.Adana Olayları ...................................................................................... 81
1.4.4.12.Urfa Olayları ......................................................................................... 82
1.4.4.13.Diğer Ermeni Olayları ........................................................................... 82
xi
İKİNCİ BÖLÜM
ERMENİ TEHCİRİ
2.1.TEHCİRİN TANIMI VE GENEL DEĞERLENDİRMESİ .................................. 92
2.2.BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE TEHCİR ........................................................... 95
2.3.OSMANLI DEVLETİ’NİN TEHCİR ÖNCESİ ALDIĞI TEDBİRLER............ 101
2.4.TEHCİRİN GAYESİ .......................................................................................... 105
2.5.TEHCİR KANUNU VE UYGULANIŞI ............................................................ 108
2.6.TEHCİR KANUNU, TALİMATNAMELER VE KARARNAMELER ............ 111
2.7.TEHCİR OLAYI VE SEVKLER ....................................................................... 122
2.8.ERMENİLERİN SEVK EDİLDİKLERİ BÖLGELER ...................................... 123
2.9.ERMENİ KAFİLELERİNE YAPILAN SALDIRILAR VE BUNA KARŞI
DEVLETİN ALDIĞI TEDBİRLER ................................................................. 126
2.10.TEHCİRE TÂBİ TUTULMAYAN VE TEHCİRDEN KURTULMAK İÇİN
DİN DEĞİŞTİREN ERMENİLER ................................................................... 128
2.11.SEVK EDİLEN ERMENÎLERİN İHTİYAÇLARININ KARŞILANMASI .... 132
2.12.TEHCİRE TABİ TUTULAN ERMENİLERİN MALLARI ............................ 133
2.13.ERMENİ TEHCİRİNDE KARŞIT FİKİRLER VE ASILSIZ İDDİALAR ..... 134
2.14.ERMENİ OLAYLARI HAKKINDA BAZI BATILI YAZARLARIN
GÖRÜŞLERİ .................................................................................................... 136
2.15.TEHCİR SONRASINDA ERMENİLER.......................................................... 140
2.15.1.Geri Dönenlerin Anadolu’da İşgal Kuvvetleriyle İşbirliği Yapmaları ...... 142
2.16.SEVR (SEVRES) ANLAŞMASI...................................................................... 143
2.17.MİLLİ MÜCADELE ........................................................................................ 145
2.18.LOZAN VE SONRASI ..................................................................................... 149
2.19.MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN ERMENİLER VE TEHCİRLE İLGİLİ
GÖRÜŞLERİ .................................................................................................... 152
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KÜTAHYA ERMENİLERİ
3.1.KÜTAHYA VE KÜTAHYA ERMENİLERİ TARİHİ ...................................... 158
3.1.1.Türkler Öncesi Kütahya ............................................................................... 158
xii
3.1.2.Türkler Zamanında Kütahya ........................................................................ 160
3.1.2.1.Anadolu Selçuklu Devleti Dönemi ....................................................... 160
3.1.2.2.Germiyanoğulları Beyliği Dönemi ........................................................ 161
3.1.2.3.Osmanlı Devleti Dönemi ...................................................................... 163
3.1.2.4.Milli Mücadele Dönemi ........................................................................ 165
3.2.KÜTAHYA ERMENİLERİ ................................................................................ 169
3.2.1.Kütahya’daki Gayrimüslimler ve Ermeni Tebaa ......................................... 178
3.2.2.Salnamelerde Kütahya’daki Gayrimüslimlerin Nüfusu ............................... 185
3.2.3. Kütahya Mutasarrıfı Faik Ali Bey ve Kütahya Ermenilerinin Tehciri
Meselesi ...................................................................................................... 189
3.2.3.1.Bir Ermeni Gözüyle, “Vicdanlı Türk Valisi: Faik Ali Ozansoy” ......... 199
3.2.3.2.Faik Ali Bey ve Tehcirle İlgili Yorumlar.............................................. 213
3.2.4.Kütahya Emenileriyle İlgili Yaşanılan Gerçekler ........................................ 215
3.2.5.Kütahya’nın Dışında Tehcire Tabi Tutulmayan Diğer Ermeniler ............... 219
SONUÇ ......................................................................................................................... 221
KAYNAKLAR ............................................................................................................. 229
DİZİN ............................................................................................................................ 235
xiii
TABLOLAR LİSTESİ
Sayfa
Tablo 1.1.
Osmanlı Ermenilerinin Vilayetlere Göre Dağılımı……………………..29
Tablo 1.2.
Ermeni Nüfusunun Vilayetlere Göre Dağılımı (1919)…………………30
Tablo 1.3.
Vital Cuinet’in Verdiği Bilgilere Göre Müslüman ve Ermeni Nüfus
Dağılımı………………………………………………………………...32
Tablo 1.4.
Dr. Kevork K. Baghdjian’a Göre Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni Okul,
Talebe ve Öğretmen Sayısı (1901-1902 Yılları)………………………..55
Tablo 1.5.
1905 Yılındaki Kaynaklarda Yer Alan Verilere Göre Ermeni Nüfusu…67
Tablo 1.6.
1914 Tarihli Dâhiliye Nezareti’nin Yaptırdığı Memalik-İ Osmaniyye’nin
1330 Senesi İstatistiğine Göre Van Vilayetindeki ve Kazalarındaki
Nüfus Oranı……………………………………………………………..75
Tablo 1.7.
Ermeniler Tarafından Türklere Katliam Uygulanan Yerleri Gösterir
Tablo 3.1.
Cetvel…………………………………………………………………...83
XVI-XVII. Yüzyıllarda Sayım Dönemlerine Göre Kütahya Mahalleleri
ve Demografik Durumu……………………………………………….170
Tablo 3.2.
Kütahya Mekteb-i İdadî-i Mülkiyesi’nin Öğrenim Dönemlerine Göre
Öğrenci Sayısı…………………………………………………………174
Tablo 3.3.
H.1287 ( M.1870 ) Tarihli Salnamede Bulunan, Sancak Dahilindeki
Nüfus Dağılımıyla İlgili Tablo…………………………………….…..185
Tablo 3.4.
H.1296 ( M.1879 ) Tarihli Salnamede, Söz Konusu Yıla Ait
Nüfus Dağılımını Gösteren Tablo………………………………..186
Tablo 3.5.
Tablo 3.6.
Tablo 3.7.
Tablo 3.8.
H.1303 ( M. 1886 ) Tarihli Salnamede, Söz Konusu Yıla Ait
Nüfus Dağılımını Gösteren Tablo………………………………..186
H.1310 ( M.1893 ) Tarihli Salnamede, Söz Konusu Yıla Ait
Nüfus Dağılımını Gösteren Tablo………………………………..187
H.1311 (M. 1894) Tarihli Salnamede, Söz Konusu Yıla Ait
Nüfus Dağılımını Gösteren Tablo………………………………..188
H.1314 (M. 1897) Tarihli Salnamede, Söz Konusu Yıla Ait
Nüfus Dağılımını Gösteren Tablo………………………………..188
Tablo 3.9.
H.1324 ( M. 1906 ) Tarihli Salnamede, Söz Konusu Yıla Ait
Nüfus Dağılımını Gösteren Tablo………………………….…….189
xiv
KISALTMALAR
a.g.e.
Adı geçen eser
a.g.m.
Adı geçen makale
Ank.
Ankara
BOA
Başbakanlık Osmanlı Arşivi
Bkz.
Bakınız
Bulg.
Bulgar
C.
Cilt
Ç.
Çeviren
DTCF
Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi
E.
Erkek
Ecn.
Ecnebi
Erm.
Ermeni
Esk.
Eskişehir
G. Müs.
Gayri Müslim
H.
Hicrî
İ00
İlköğretim Okulu
İst.
İstanbul
İÜ
İstanbul Üniversitesi
K.
Kadın
Kat.
Katolik
Kaz.
Kaza / Kazası
KB
Kültür Bakanlığı
Kıp.
Kıpti
KKTAM
Kütahya Kültür ve Tarih Araştırma Merkezi
KTB
Kültür ve Turizm Bakanlığı
Küt.
Kütahya
M.
Miladi
Mec.
Mecmua / Mecmuası
Mrz.
Merkez
Mus.
Musevi
Müs.
Müslüman
xv
Nh.
Nahiye / Nahiyesi
Nr.
Numara
Pro.
Protestan
s.
Sayfa
S.
Sayı
ss.
Sayfa sayısı / Sayfa aralığı
Şb.
Şube / Şubesi
Şfr.
Şifre
Tav.
Tavşanlı
TBMM
Türkiye Büyük Millet Meclisi
TC
Türkiye Cumhuriyeti
TDK
Türk Dil Kurumu
TTK
Türk Tarih Kurumu
Üniv.
Üniversite
Vb.
Ve Benzeri
Yah.
Yahudi
yy.
Yüzyıl
xvi
TEZ HAKKINDA
xvii
Araştırmanın Problemi
Türk-Ermeni münasebetlerinin tarihi seyri nasıldır? Osmanlı Devleti’nde
Ermenilerle ilgili neler yaşanmıştır? Osmanlı Devleti’nin Ermenilere bakışı nasıldır?
Tehcir nedir? Tehcir kanunu nasıl çıkarılmış ve nasıl uygulanmıştır? Ermenilerin tehcire
tabi tutulmalarının sebepleri nelerdir? Kütahya’da Türk-Ermeni münasebetlerinin tarihi
seyri nasıldır? Kütahya Ermenileri tehcire tabi tutulmuşlar mıdır? Sonuçlarında neler
yaşanmıştır?
Araştırmanın Amacı
Türk-Ermeni münasebetlerinin tarihi seyrini araştırmak. Osmanlı Devleti’ndeki
Ermenilerin yaşantılarından yola çıkarak, Osmanlı Devletinin Ermenilere bakış açısını
tespit
etmek. Tehcir
Kanununu
inceleyerek, bu kanunun Ermenilerle ilgili
uygulamalarını araştırmak. Kütahya Ermenileriyle ilgili tehcir uygulamalarını
araştırarak, bu süreçte yaşananları tespit etmek.
Araştırmanın Önemi
Tehcir Kanununu inceleyerek, bu kanunun Ermenilerle ilgili uygulamalarını
sebep-sonuç ilişkisi içerisinde tespit etmek. Bu uygulamaların tarihi seyrini inceleyerek,
Kütahya’da bulunan Ermenilerle ilgili uygulamaları araştırmak. Kütahya Ermenileri
tarihine katkıda bulunmak. Kütahya Ermenileri tehcire tabi tutulmamışlardır.
Araştırmanın Hipotezleri
Tehcir Kanununun çıkarılması ve uygulanmasında, Türk-Ermeni münasebetleri
açısından önemli tarihi gelişmeler söz konusudur. Kütahya Ermenileriyle ilgili Tehcir
sürecinde yaşananlarda da Osmanlı Devleti hoşgörüsünün etkileri vardır.
Araştırmanın Kapsam ve Sınırlılıkları
Türk-Ermeni münasebetlerinin tarihi seyri; Osmanlı Devleti’ndeki Ermenilerle
ilgili Tehcir uygulamaları, sebepleri ve sonuçları; Kütahya Ermenilerinin tehcir
sırasındaki durumu ve bu dönemde Kütahya’da yaşananlar inceleme alanına
girmektedir.
xviii
Araştırmanın Yöntemi
Araştırmada, Osmanlı Devleti’nde Ermenilerin durumu, Tehcir Kanununun
çıkarılması ve uygulanışı,
Kütahya Ermenilerinin tarihi, Tehcir Kanununun
uygulanışında Kütahya’da yaşananlar incelenmiştir.
Araştırmada öncelikle Ermeni tarihçesi göz önüne alınarak Osmanlı
Devleti’ndeki Ermenilerin durumu ve nüfusu incelenmiştir. Daha sonra Osmanlı
Devleti’nde Ermenilerin faaliyetleri ve çıkardıkları olaylar araştırılarak tehcir sürecini
hazırlayan sebepler araştırılmıştır. Tehcir Kanunu ve uygulanışı ise kitap, makale ve
belge taraması yapılarak araştırılmıştır. Kütahya Ermenileri bölümünde ise Tehcirin
uygulanışı sırasında yaşananlar ve Mutasarrıf Faik Ali Bey’in tutumu bizzat bu olayları
yaşayan Ermenilerin hatıratları da incelenerek ortaya konulmuştur. Bu araştırmalar
başta Dumlupınar Üniversitesi Kütüphanesi olmak üzere Anadolu Üniversitesi
Kütüphanesi, Osmangazi Üniversitesi Kütüphanesi, Vahit Paşa Kütüphanesi, Kütahya
Belediyesi Kütüphanesi, Kütahya Lisesi Kütüphanesi gibi çeşitli kütüphanelerde
yapılmıştır. Yararlanılan kaynaklar, ilgili döneme ait resmi belgeler, bu döneme ait
yayınlanmış dergi ve makaleler, hatıralar, sempozyumlar, konuyla ilgili yazılmış diğer
eser ve makalelerdir. Konu ele alınırken objektiflik ön planda tutulmuştur. Yaralanılan
kaynaklar dipnotlarla belirtilmiştir.
xix
TEZ METNİ
1
GİRİŞ
Anadolu ve etrafındaki coğrafya insanlık tarihi boyunca dünyanın en güçlü
devletlerine evsahipliği yapmış, dünyanın en çetin mücadelelerine ve savaşlarına sahne
olmuştur.
Türkler bu coğrafyaya Orta Asya’dan gelerek 9. ve 10. yy.’dan itibaren bu
mücadeleler içerisinde yer almaya, hatta etkin bir güç olmaya başlamışlardır. Kısa
sürede Anadolu’ya girilmiş ve hakim olunmuştur.
İşte tüm bu gelişmeler sırasında Türkler ile Ermeniler arasındaki münasebetler
9.yy.’da başlamış ve 18. yy.’ın ortalarına kadar sorunsuz hatta çok iyi bir zeminde
devam etmiştir. Elbetteki bu olumlu ilişkilerde Selçukluların ve altı asırlık devlet
olmanın gereliliklerini yerine getiren Osmanlı’nın katkısı çok büyük olmuştur.
Osmanlı Devleti bünyesinde “Millet-i Sadıka” olarak anılan ve ticaret, zanaat
ve bürokrasinin önemli mevkilerinde görev alarak geçimlerini sürdüren Ermeniler, 18.
yüzyılın ikinci yarısından itibaren devletin içine düştüğü iç ve dış meselelerin bir
sonucu olarak isyan hareketlerine girişmeye başladılar. 19. yüzyılda emperyalist Batılı
devletlerin bu durumu kendi amaçları doğrultusunda teşvik etmesiyle durum daha da
karmaşık bir hal almış, Ermenilerin, bu isyan hareketleri sonucu kurmak istedikleri
bağımsız bir Ermeni devleti fikrine Ermeni milliyetçileri değil Ermeni Kilisesi öncülük
etmiştir.
Osmanlı Devleti'nin son elli yılına damgasını vuran en önemli sorunlardan biri
olan Ermeni Meselesi, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında İngiltere ile Rusya
arasındaki rekabetin yarattığı bir emperyalizm sorunu olarak ortaya çıkmıştır. Ermeniler
bundan sonra Osmanlı Devleti'nin bütün Hristiyan unsurları gibi bağımsız bir devlet
kurma çabasına girmişlerdir.
Aslında asırlardır Osmanlı Devleti'nin yönetimi altında yaşayan Ermeniler
Osmanlı Devleti’nin her tarafına dağılmışlar, korkusuzca, asayiş içinde, mal, can, ırz ve
namusları emniyet altında, mezheb açısından da tamamen serbest, huzurlu ve mesut,
ekonomik açıdan ise Müslüman tebeadan daha fazla rahat içinde yaşamışlardır. Ticaret
ve sanatla uğraşmışlar, sarraflık ve kuyumculuk yapmışlar, öteden beri Osmanlı
Devleti'nce özel hizmetlerde ve emniyet gerektirecek işlerde kullanılmışlardır. Devletin
Darbhane ve Baruthane gibi önemli müesseselerinin başına geçmişler, Maliye Nazırı
2
olmuşlar, Hariciye Nazırı olmuşlar ve "millet-i sâdıka" olarak adlandırılmışlardır.
Osmanlı Devleti Hristiyan tebeasına karşı eşit muamele etmiş, bunlardan birini diğerine
tercih etmemiş ve birbirlerinin işlerine karıştırmamıştır.
Ermeni sorunu Ermenilerin kendi içinden ve ihtiyaçlarından değil, büyük
devletlerin bölge üzerindeki çıkar hesaplarından kaynaklanmıştır. Büyük devletlerin
kendi hesaplarını gizlemek için sorunu bir insanlık ve Hristiyanlık sorunuymuş gibi
göstermeleri Ermeni kilisesini de etkilemiştir. Başta Ermeni Patrikhânesi olmak üzere
bağımsızlık ve muhtariyet hayali peşinde koşan Ermeniler kendileri üzerinde oynanan
oyunları görememişlerdir.
Nitekim kaynaklar bir bütün olarak değerlendirildiğinde Osmanlı Devleti’nin
son elli yılına damgasını vuran Ermeni sorununun Berlin Antlaşması ile uluslararası bir
mahiyet kazandığını, böylece büyük devletlerin desteğini elde eden Ermeni
milliyetçilerinin Osmanlı sınırları içinde ve dışında ihtilâlci ve silahlı terörizmi bir
metod olarak seçen parti ve dernekler kurarak 1890 yılından itibaren silahlı eylemlerini
yoğunlaştırdıklarını görmekteyiz. 1890-1914 yılları arasında Doğu Anadolu'dan
Akdeniz'e, Orta Anadolu'dan İstanbul'a kadar uzanan bölgelerde, Ermeni örgütleri
40'dan fazla isyan çıkarmış ve terör olayı gerçekleştirmişlerdir. Ermeni milliyetçilerinin
mücadele metodu olarak terörü seçmelerinin iki önemli sebebi vardır. Birincisi,
kendilerinden önce bağımsızlık haraketlerine girişen Sırp, Yunan ve Bulgarlar gibi aynı
yolu izlemelerine rağmen Osmanlı Devleti’nin hiçbir yerinde çoğunluğa sahip
değillerdir. Bu sebeple Ermeni milliyetçileri bağımsız devlet kurmayı amaçladıkları
bölgedeki Türk-Müslüman çoğunluğu ya katlederek, ya da göçe zorlayarak bölgede
çoğunluğu sağlamayı amaçlamışlardı. İkincisi, meydana gelen olayları batı dünyasında
"Ermeni katliamı" olarak propaganda ederek Avrupalı devletlerin Ermeniler lehine
askeri ve siyasi müdahalesini sağlamaktı. Nitekim meydana gelen olayları bahane eden
büyük devletler de bir taraftan Emeniler lehine ıslahat yapılması için Osmanlı
Devleti’ne baskı yaparken, diğer taraftan Ermeni milliyetçilerini isyana teşvik
etmişlerdir. Büyük devletlerin Ermeniler için reformlar yapılması hususunda Osmanlı
hükümetine baskıları I. Dünya Savaşı öncesine kadar devam etmiştir. Dolayısıyla Berlin
Antlaşması 'ndan 1915 yılına kadar geçen 37 yıllık süreçte meydana gelen olaylarda ve
Ermenilerin tehcir edilmesinde dönemin büyük devletlerinin politikalarının önemli rol
oynadığını vurgulamak gerekir.
3
I. Dünya Savaşı'nın başlaması ve Osmanlı devletinin İtilaf devletlerine karşı
Almanya'nın yanında savaşa girmesi Ermeni milliyetçileri tarafından amaçları olan
bağımsız Ermenistan'ın kurulabilmesi için büyük bir fırsat olarak görülmüştür. I. Dünya
Savaşı'na kadar büyük ölçüde silahlandırılan Ermeniler, savaş başladığında vatandaşı
oldukları Osmanlı Devleti’ne karşı savaşarak bağımsız Ermenistan'ı kurmak amacıyla
başta Rusya olmak üzere İtilaf devletleri ile işbirliği içine girmişlerdir. Osmanlı
ordusunun Sarıkamış'ta yenilmesi ve arkasından İngiltere ve Fransa'nın Çanakkale'ye
saldırmasına paralel olarak Ermeni komitecileri savaşan Osmanlı ordularını arkadan
vurmak ve ikmal yollarını kesmek için harekete geçerek silahlı isyanlara başlamışlardır.
Tüm bu gelişmeler neticesinde yinede en anlaşılmaz olan, toprak mücadelesi
veya bağımsızlık mücadelesinin çok ötesinde yer alan ve onlara hunharca katliamlar
yaptıracak kadar büyük olan Ermenilerin sahip olduğu “Türk Düşmanlığı”dır.
Bu çalışma hazırlanırken buradan yola çıkılarak bu anlaşılmazlık çözülmeye,
tahlil edilmeye, anlaşılır bir hale getirilerek tarihi boyutuyla incelenip, sebep ve sonuç
ilişkisi içerisinde objektif bir şekilde Türk-Ermeni münasbetleri değerlendirilmeye
çalışılmıştır. Kütahya Ermenileri de bölgesel olarak incelenip değerlendirilmeye
çalışılmıştır. Zira Kütahya Ermenileri’nin Ermeni Tehcir’i sırasındaki durumu
Ermenilerin bugünkü asılsız iddialarına bir cevap niteliğindedir. Kütahya Ermenileri,
Türklere karşı Ermeni Hınçak ve Taşnak komitelerinin katliam faaliyetlerine
karışmadıkları için tehcire tabi tutulmamıştır. Bu da Ermenilerin; “Bütün Ermenilerin ya
zorunlu göç ettirildiği ya da katledildiği” iddialarını çürüten bölgesel ispatlardan biri
olmuştur. Ayrıca bu çalışmada Türk-Ermeni münasebetleri ne zaman söz konusu olsa,
karşımıza çıkan veya çıkarılan “Kadim Ermeni yurdu”, “Tehcir olayı” ve “Ermeni
katliamı” gibi, aramızdaki ilişkilere yıllarca damgasını vurmuş ve hiç şüphe edilmesin ki
bundan sonra da vuracak iddialar çok özetle de olsa ortaya konulmaya çalışılmıştır.
“Ermeni Tehciri”ni ve yaşanılan olayları daha iyi tahlil edebilmek amacıyla
genel Ermeni tarihiyle ilgili araştırmalar bir giriş mahiyetinde, ancak bütün yönleriyle
bu bölümde ele alınmıştır.
4
Bu adın menşeinden bahsetmek için onun hangi tarihi çağlarda, hangi coğrafi
mekânda, hangi halkın dilinde ve adında kullanıldığını araştırmak gerekir.1
Ermen adının kadim çağlarda Türk dili modeli ile Türk boylarının adı olarak
kullanılması, Anadolu’dan Baykal gölüne kadar, Urmu gölünden Azak denizine kadar
muhtelif bölgelerde Türk toplumu içinde göründüğünü ortaya koyar.
Bu adların Sami dilli Arameylere ait olması şüphesizdir, fakat bütün bu adlar o
çağlarda Kaşiyar dağlarının eteklerine kadar yayılsa da, Diyarbakır sınırına kadar gelmemektedir. Şunu da söylemek gerekir ki, aynı çağlarda Urartu kral sülalesinde
rastladığımız Erimen adının da Aramey boyu ile alakası yoktur. Arme ülkesinde akan
Zebenesu çayının eski adı çivi yazısında Subna(t) idi ve her iki şeklin mukayesesi
“kutsal su” anlamında Sub-Ana ön şeklini ortaya çıkarır, sonraki pseudo-Ermeni
yazıları bu bölgede Türk (Tork) isimli tapınağın olduğu hakkında da bilgi verir.2
Ermeni tarihçileri Ermeni yurdu konusunda iki kısma ayrılırlar. Bir kısmı
Ermenilerin kökünü Kitab-ı Mukaddes rivayetlerine bağlıyarak Ermenileri Sincardan
gelmiş olan Yasef evlâdından, (Hayk)’tan çıkarırlar ve Ermenileri, Ermenistan denilen
bölgenin yerli halkı olarak kabul ederler. Son zamanlarda çıkan bir kısım tarihçiler de,
Ermenileri Firigyalıların bir kolu olarak ileri sürerler ve tarihlerini Ermenilerin
Firigyalılarla birlikte bulundukları yerlere geldikleri zaman olarak gösterdikleri,
Milattan evvel yedinci ve altıncı yüzyıldan başlatırlar.3
Bazı Ermeni tarihçileri, Ermenilerin menşeini Hazreti Nuh’un oğlu Yasef’e
kadar çıkarırlar. Buglan’a göre Hazreti Nuh’un gemisi “Tufan” dinip, sular çekildikten
sonra “Ararat Dağı” üzerinde karaya oturmuştur. Bu sahaya yerleşmiş olan Hazreti
Nuh’un evladı ve torunları zamanla çoğalmışlardır. Bu çoğalma had bir safhaya varınca,
Yasef’in torunlarından bir kısmı “Mezopotamya”ya göç etmişlerdir. Ermenilerin ceddi
olduğu iddia edilen Hayk da bunlarla berabermiş!4
1
Firidun Ağasıoğlu Celilov, “Ermen Boyları Ve Pseudo Ermeni Hayları ( Milattan Önce Türk Ermeni
İlişkileri )” Türkler, C:2, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s.548.
2
a.g.m. , s.551.
3
Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul, 1976, s.22.
4
Veysel Eroğlu, Ermeni Mezalimi, Sebil Yayınevi, Üçüncü Basım, İstanbul, 1995, s.19.
5
“Ermeniler bir turani ırkmıdırlar?” Bu teori ise Ermenilerin Türk ve Azeri
boylarıyla kültür ve gelenek akrabalığına ve dildeki benzerliklere dayandırılmaktadır.5
Görüldüğü gibi, Ermenilerin kökeni ve anayurdu kendi aralarında bile
tartışmalı bir konudur.Böylesine çelişkili görüşler karşısında, Ermenilerin Doğu
Anadolu’da 3–4 bin yıldır mevcut olduklarını söylemek zordur.Ermeni çevrelerinin bu
iddialarının altında Doğu Anadolu’daki Ermeni varlığını mümkün olduğu kadar eskilere
uzatmak, Doğu Anadolu’ya bir anayurt olarak sahip çıkabilmek ve üstelik bunu eski bir
kültür varlığı olarak sunmak hevesi yatmaktadır. Böylece Türklerin Ermenilerin
binlerce yıllık topraklarını işgal ettikleri de ileri sürülmek istenmektedir.6
Ermeniler, Büyük Ermenistan’ı kendilerine göre, on beş vilayetten ibaret
sayarlar.M.Ö
188
tarihinde
kurulan,
Artaksias
krallığı
zamanında,
Aramice
“Yüksek/Yukarı Ülke” demek olan “Ermenia” adı, Muş ve Ahlat bölgeleri için
kullanılan coğrafi bir terimdi.7
Batı Anadolu’dan yetişen İyonyalılardan, Miletli Hekataeus (549–486) ve
Herodot (484–425), Persler’den öğrendikleri bu sami coğrafya adını, “Armenya” ve
ahalisini de, “Armenioi” diye andıklarından, sonraki Yunan ve Latin kaynaklarına da,
bu biçimde geçtiğini görüyoruz.8
Tarih boyunca Ermenilerin yaşadıkları yerler, istila ordularının geçidi, uğrağı
ve büyük göçlerin yolu üzerinde olduğundan, çeşitli milletler gelerek buralara
yerleşmişlerdir.Hıristiyanlıktan önce, ateşe tapma, İran ile Ermeniler arasında ortak bir
dindi. Ermenileri İranlılarla birleştiren en önemli sebep; bu şekildeki din, dil ve kültür
birliği olmuştur.
Hıristiyanlığın Ermeniler arasına girmesi onları Bizans’a yaklaştırmıştır. Daha
sonra,
Sasani
hükümdarları
ise,
Ermenileri
ateşe
tapmaktan
vazgeçirmeye
çalışmışlardır. Ardaşir ve Hüsrev binlerce Ermeni’yi İran’ın içlerine sürmüş, II. Şapur
birçok şehri yakarak 70 bin Ermeni’yi Parthia’ya göndermiştir.9
5
Cemal Anadol-Nazile Abbaslı, Gizli Belgelerde Ermeni Terörü ve Basın-Yayın Organlarında 100
Soruda Ermeni Meselesi, Kuvay-ı Milliye Yayınları, İstanbul, 2000, s.44.
6
a.g.e. , s.44.
7
Ahmet Suat Alkaya, Ermeni Tehciri ve Eskişehir Ermenileri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Osmangazi Üniversitesi, Eskişehir, 2006, s.10.
8
Azmi Süslü, Türk Tarihinde Ermeniler, Kafkas Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları, Kars, 1995, s.11.
9
Cemal Anadol, Tarihin Işığında Ermeni Dosyası, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2.Baskı, İstanbul, s.47.
6
Yaşadıkları coğrafi bölgelerin hudutları kesin olarak bilinmeyen Ermenilerin
hiçbir zaman hâkim unsur, hatta çoğunluk olmadıkları bu bölgeye her dilde çeşitli
isimler verilmiştir. “Yüksek memleket” manasına gelmek üzere Asurice “Urartu”,
İbranice “Ararat”, Aramice “Harminyap-Harmeni” kelimeleri kullanılmış ve Armeni
(yukarı memleket) tabirine ilk defa M.Ö.521’de Daryüs kitabesinde rastlanmıştır.10
Bir etnik grup olarak Ermenilerin kökeni de henüz kesin olarak tespit
edilememiştir. Konuştukları dil Hint-Avrupa dil grubuna girmektedir. Fakat ne
Hintlilerle ne de eski İran topluluklarıyla akraba değildirler. Ermenilerin Friglerle
akraba olduklarını savunan tarihçilerin görüşleri de yine destansı hikâyelere
dayanmaktadır. Ermenilerin güneyden gelerek Urartu bölgesine yerleşen Haylarla,
batıdan Tuna nehri ve Boğazları geçerek Anadolu’ya gelen Armenlerin karışmasından
ortaya çıkmış bir Hayk-Armen topluluğu olduğunu savunanlar da vardır.11
Ermenilerin Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağılmalarının bir başka sebebi de
Büyük Selçuklu baskısıdır.Haçlılardan sonra; 30.000 kadar Ermeni, Kıbrıs’a Girit’e ve
İtalya’ya gitmiş, Moğol istilası sırasında da Moğollar, birçok Ermeni’yi Kazan ve
Astrahan
taraflarına
götürmüşlerdir.Daha
sonraları
Macaristan’a,
Romanya’ya,
Transilvanya’ya, Lehistan’a ve Hindistan’a kadar uzanan Ermeni göçleri olmuştur.12
Ermenilerin adı, etnik durumları ve ne zaman bölgeye geldikleri tam olarak
aydınlatılmış değildir. Şimdilik bilinen, bölgenin yerli halkı olmayıp dışarıdan
geldikleridir.
Muhtelif tarihçilere göre, Ermeni tarihi hakkında başlıca şu fikirler ileri
sürülmektedir.
Bir teze göre; Nuh’un gemisi Ağrı (Ararat-Masis) Dağı’nda durduktan ve tufan
kesildikten sonra Nuh’un oğulları civara yayılmışlar, bir kısmı da Nuh’un oğlu Yafes ile
beraber Mezopotamya taraflarına gitmişlerdir.13
Babil Kulesi inşaatında bile çalıştıkları söylenen bu kavim Yafes’in oğlu
Gömer’in torunu 130 yaşındaki Hayk ve 300 kadar çocuğu ve torunu ile beraber
10
Sadi Koçaş, Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri, Altınok Matbaası, Ankara, 1967,
s.16.
11
Süslü, Türk Tarihinde Ermeniler, s.11.
12
Anadol-Abbaslı, a.g.e. , s.50.
13
Koçaş, a.g.e. , s.16.
7
bugünkü Ağrı (Ararat-Masis) Dağı bölgesine gelmişlerdir. Orada Nuh’un gemisinden
çıktıkları zaman o civarda yerleşenlerle de birleşmiş ve onları da idareleri altına
almışlardır.
Diğer bir teze göre Ermeniler, bulundukları bölgeye M.Ö. VII. yüzyılda gelip
yerleşmiş olan Frigyalıların bir koludur.14
Ermeni tarihinin ilk devirleri, mesela bir Mısır, bir Yunan, bir İran, bir Roma,
bir Hitit veya bir Göktürk devlet ve medeniyetlerinde olduğu gibi, arkeolojik kazılarla
meydana çıkarılmış eserlere ve kitabelere dayanmamaktadır.Musul çevresinde yaşayan
Asurlular M.Ö. IX-VII. yüzyıllarda bol miktarda taş anıtlar, Van bölgesinde yaşayan
Urartular da keza bir takım eserler bırakmışlardır. Hâlbuki bu asırda aynı bölgede
yaşadığı iddia edilen Ermenilere ait hiçbir anıt ve eser bugüne kadar bulunamamıştır.15
İskender’in ölümünden 60 sene sonra Arsas (Arsak) Partlar’ın idaresini eline
almıştı. Makedonyalılara karşı Romalılarla anlaşarak hâkimiyetini devam ettirdi.21 sene
hükümdarlıktan sonra vefatında yerine oğlu Büyük Arsas geçti. Bu zat, Suriye bölgesi
ile Kafkas ve Hazar krallıklarını da hâkimiyeti altına alarak daha sonra Büyük
Ermenistan Krallığı denilen devleti kurmuştur.Daha sonra ise tamamen istiklalini
kaybetmiş ve İranlıların tayin ettikleri Marzbanlar (Hudut valileri) tarafından idare
edilmişlerdir. Bunlar umumiyetle Ermeniler dışından seçilen kişilerdi. İçlerinde İran’a
sadık Ermeniler de bulunuyordu.16
Tarih boyunca Ermenilerin yaşadıkları yerler, istila ordularının geçidi, uğradığı
ve büyük göçlerin yolu üzerinde olduğundan, çeşitli milletler gelerek buralara
yerleşmişlerdir.Hıristiyanlık’tan önce, ateşe tapma, İran ile Ermeniler arasında ortak bir
dindi. Ermenileri İranlılarla birleştiren en önemli sebep; bu şekilde ki din, dil ve kültür
birliği
olmuştur.Hıristiyanlığın
Ermeniler
arasına
girmesi
onları
Bizans’a
yaklaştırmıştır. İran ile Ermenistan arasında V. Yüzyılda din savaşları başlamış,
çarpışmalar sırasında yapılan katliamlardan kurtulanlar esir olarak; Parthia, Bacteria,
Hyrcania, Mazendaran, Horasan, Nişabur ve Hüzistan’a göndermişlerdir. Arzruni,
İran’a; Van’dan, Ardaşad’dan gönderilen Ermeni esir sayısının 500.000 civarında
14
a.g.e. , s.19.
Süslü, Türk Tarihinde Ermeniler, s.36.
16
Alkaya, a.g.e. , s.19.
15
8
olduğunu yazar.17
Bu yıllarda Arkanaz sülalesi Büyük Ermenistan’a hükmederken, Van’da
Vaspuragan Krallığı da 1022 yılına kadar devam etmiştir.Bu her iki krallığın
hâkimiyetlerine Bizanslılar son vermişlerdir.Ermenilerden bir kısmı bu hâkimiyet ve din
mücadelesine, bu bölgede devam ederlerken, bir kısmı ise bu baskıya dayanamamış ve
parça parça Küçük Ermenistan denilen Fırat batısına ve Kilikya’ya göç etmişlerdir.18
Doğu Roma idaresinde iken Ermeniler, Romalılaştırılmak istenilmişler, onların
Gregoryen mezhebinde direnmeleri yüzünden, her türlü mezalim ve işkence reva
görülmüştür. Bizans İmparatorları, bu mezhebi ortadan kaldırmak ve hiç olmazsa
Ortodoksluk’la birleştirmek için çeşitli baskılar yapmışlar, onların inançlarında
direndiklerini gören İmparator II. Jüstinyanos, Doğu’dakileri Trakya’ya ve bu arada
zorla İstanbul’a göç ettirmiştir.Konstantin IX’un 1045’te Ani’yi zaptedip, Bagrat
hakimeyetine son verip, piskoposhaneleri, manastırları ve bunların iratlarını yağma
ettirmesi ve Ortodosk “monophysitler”in Ermenilere yaptıkları eziyetler, onların
Selçuklu idaresine kolay boyun eğmelerine sebep olmuştur.19
Bu yağmadan sonra, kendilerinden “sadakat yemini” isteyen Konstantin’e,
Ermenilerin verdikleri cevap, herhalde Müslümanlar için gurur vericidir:
“Size sadakat yemini etmek, kendimizi ölüme ve yok olmaya maruz bırakmak
olur. Bizi, himaye eden bugünkü sahiplerimize (Müslümanlara) bırakın”.
“Bizans’tan önce, Arap hâkimiyetinde geçen ilk asır, Ermeniler için milli ve
edebi bir inkişaf devri olarak kabul edilir.20
12. yüzyılda yaşamış ve en büyük Ermeni tarihçisi sayılan Urfalı Mateos,
eserinde, Ermenistan’ın Bizans’a devredilmesinden şöyle yakınıyor:
17
Anadol-Abbaslı, a.g.e. , s.47.
Kafkasya ve Azerbaycan'ın Dünü-Bugünü Yarını, Harp Akademileri Komutanlığı Yayını, İstanbul,
1995, s.5.
19
Anadol-Abbaslı, a.g.e. , s.54.
20
a.g.e. , s.55.
18
9
“İşte, Ermeni milleti bu suretle esaret altına alındı. Memleket tamamen kanla
kaplandı. Ermeni milletinin Grek milleti yüzünden çektiği ızdırapları kim tasvir
edebilecektir?”21
Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki; Ermenistan denilen ülke, her zaman büyük
devletlerin çarpışma sahası olmuştur. Asırlarca çeşitli devletlerin idaresinde kalmıştır.
Burası muazzam akınların ve muhaceretlerin bir geçit yeri olmuştur. Pek tabiidir ki; bu
şartlar altında Ermenistan denilen bölgede daimî, millî ve mütecanis bir Ermeni
mevcudiyetinin var olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Böyle bir iddia her türlü
ilmî, tarihî ve mantıkî mesnedden mahrumdur.22
Selçuklu fethinden önce Anadolu’nun doğusunda Bizans’a tabi iki Ermeni
prensliği bulunuyordu. Bunlardan birisi, Bağrat hanedanının elindeki Ani, diğeri de
Ardzuruni ailesinin başında bulunduğu Van gölünün doğusundaki Vaspuragan prensliği
idi. Her iki prenslik de daha önce Abbasilere tabi iken X. Yüzyıl sonlarında bölgeye
hâkim olan Bizans hâkimiyetine girdiler.23
Selçuklu Türkleri işte böyle bir ortamda XI. yüzyılın ikinci yansında
Anadolu’ya toplu şekilde gelmeye başlamışlardır. Selçukluların ele geçirmeye
başladıkları Anadolu topraklarında bir başka devlete tabi durumda dahi bir Ermeni
Prensliği bulunmamaktadır ve Selçukluların karşısındaki güç Bizans’tır.24
Türklerin yerleşmek üzere Anadolu’ya gelişleri, Selçuklularla, 1045 yılı
civarında başlar. Ermenistan diye adlandırılan yerler Bizans’ın hudutları dahilinde ve
muhtariyeti bile olmayan bir bölge idi.Türkler geldikleri zaman; müdafilerinden
mahrum bir ülke, istikametini şaşırmış bir cemiyet, asker sınıfını ve tabii liderlerini
kaybetmiş, terkedilmiş bir memleket bulmuşlardı. Onları göçe zorlayarak Bizans,
Ermenistan’ı Türk hâkimiyetine girmeye ve aynı zamanda kendi kendisini de aynı
sonuca mahkûm ediyordu. Ermenistan, onun ileri müstahkem mevzii, kalesi idi.
Ermenilere duyduğu kin yüzünden Ermenistan’ı parçalamakla, kendisini de teslim
21
Halil Kemal Türközü, Osmanlı ve Sovyet Belgeleriyle Ermeni Mezalimi, Ankara Türk Kültürünü
Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1983, ss.8-9.
22
Eroğlu, a.g.e. , s.33.
23
Süslü, Türk Tarihinde Ermeniler, s.79
24
Anadol-Abbaslı, a.g.e. , s.57.
10
etmekteydi.25
Ermeni tarihçi Asoghik’in “Ermeniler Bizans “a olan düşmanlıkları sebebiyle
Türklerin Anadolu’ya gelmesine sevinmişler, hatta Türklere yardım etmişlerdir”
yolundaki sözleri bu olayı belgelemektedir. Urfa’nın Türklerce fethinin de şehirdeki
Ermenilerce bir bayram havası içinde kutlandığı yine Ermeni tarihçi Urfalı Mateos
tarafından kaydedilmiştir.26
Anadolu’da yerleşme ve iskân şartları tanzim edilirken, bir taraftan da
şehirlerarası ulaşım ile yolları boyunca sağlanan imkânlar meyanında, mal, ırz, namus,
can ve ticaret emniyeti de birbirini takiben getirilmiştir. Köy ve kır hayatı canlanırken
buna muvazi olarak hayvancılık ve tarım da süratle gelişmiş, fetihten önceki vahşi ve
ıssızlaşmış tabiat, fetihle birlikte yerini hayat fışkıran, sürülerin otladığı ve her nevi
tarımın yapıldığı işlenmiş topraklara dönüşmeye başlamıştı. Atalarımız yeni vatanları
için gerekli olan yukarıda zikri geçen ilk şartları birer birer tamamladıktan sonra, Türk
kültür hayatının ve içtimaî yapısının icabatı olan maddî ve manevî müesseseleri
kurmaya başlayacaklardır.27
Atalarımız, Anadolu’nun vatan haline gelişinden sonra, şehirler ve şehirlere
yakın bazı kasabalarda yerli nüfusa (yani Ermeni ve Rumlar) ancak şehirlerde ve şehirlere yakın mahallerde oturmaya izin vermişlerdir. Çünkü hayvancılık ve çiftçilikle
geçinmeleri nedeniyle atalarımızın değer ölçüleri “toprak” idi. Çeşitli milletlerin,
hayvan, altın, mesken, giyim-kuşam gibi “itibar” ve “değer” unsuru saydığı göstergelere
mukabil, Türk milleti “toprak” kavramını benimsemiştir.28
Türklerin Anadolu’ya girdikleri tarihten Millî Mücadelenin sonuna kadar,
Türklerin yanında ayrı mahalleler halinde yaşaya gelen Ermeni ve Rum unsurlar,
atalarımızın hoşgörülü hukuk ve din anlayışlarının29 neticesi olarak dinî ve millî
yapılarını muhafaza etmişlerdi. Askere alınmayan, yalnızca vergi bakımından farklı
muameleye tâbi olan Rumlar ve Ermeniler umumiyetle ticaret yaparak rahat ve refah
25
Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, Boğaziçi Yayınları, 1993, İstanbul, s.196.
Anadol-Abbaslı, a.g.e. , s.57.
27
Mustafa Kafalı, “Anadolu’nun Fethi Ve Türkleşmesi” Türkler, C:6,Yeni Türkiye Yayınları, Ankara,
2002, s.188.
28
a.g.m. , s.190.
29
a.g.m. , s.191.
26
11
içinde yaşarlardı.30
Bizans’ın Ermeniler üzerindeki sindirme ve yok etme politikası en güzel
şekilde Ermeni mehazlarında yer alır. Bilhassa son devirlerin, Urfalı Mathieu’nun
kroniğinde geniş şekilde anlatıldığı anlaşılmaktadır.31
Binaenaleyh Türkler Anadolu’ya geldikleri zaman, eğer evvelce mevcut idiyse
bile, Ermenistan Devleti çoktan tarihe mal olmuş ve bu devletin yaşadığı yerlerdeki
Ermeni nüfusunun büyük kısmı göçe zorlanmış; bunlar Sivas’a, güneye Kilikya’ya
batıya İstanbul’a ve civarına göç etmişlerdi.32
Selçukluların Ermeniler yaşadıkları topraklan fethetmeleri üzerine, halk İran ve
Bizanslılardan farklı bir idare ile karşılaştı.
Mathieu, Türk istilası hakkında:
“İktidarsız ve kadınlaşmış iğrenç Rum milleti, Ermenistan’ın en cesur
evlatlarını yurtlarından koparıp, dağıttılar, milletimizi tahrip ettiler. Türklerin istilasını
kolaylaşırdılar.” der.
Türkler, Malazgirt Savaşı’ndan önce de Anadolu’da birçok yer ve kale
fethetmişlerdi. Romanos Diyogenes, savaş öncesi Sivas’a sürgün ettiği Ermenileri eski
yerlerine yerleştirmek vaadi ile ordusuna almıştı. Diyogenes, Ermeni Kumandanı Basil
idaresinde büyük bir Ermeni öncü birliğini Malazgirt’e gönderdi. Bu öncüler, Ahlât’ta
tek kişi kalmayıncaya kadar, Alparslan’ın ordusu tarafından yok edildiler.
26 Ağustos 1071 Cuma günü öğleden sonra, Bizans ordusundaki Ermeniler,
can kaygısına düşerek; “savaştan sırtlarını çevirip kaçtılar. Ermeni tarihçileri,
Ermenilerin korkaklıklarını gizlemek için: “İmparatorun, Ermeni askerlerine ve
milletine sebepsiz yere öfkelendiğini...” yazarlar.
Esir düşen Romanos Diyogenes, Alpaslan tarafından affedildikten sonra,
Bizans’ta Mihael Dukas’ın İmparatorluğu ele geçirmesiyle tahtından indirilerek,
Tokat’ta zindana attırılmış, sonra da Kilikya’ya sürgüne gönderilmiştir. Kilikya’da
Ermeni prensi Senaharid, yeni efendisi Dukas’ın emriyle Diyogenes’in gözlerini
oydurmuştur.Artık Anadolu’nun kapıları Türklere açılmıştı. Sel gibi gelen Türk akınları
30
a.g.m. , s.192.
Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, s.196.
32
Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, Boğaziçi Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1984, s.14.
31
12
karşısında Ermeniler, Fırat boyları, Toros dağları, Orta ve Güney Anadolu ile Suriye’ye
sığındılar.Bir ideoloji seferine çıktıklarını ilan ederek yola düşen ve her geçtikleri yerde
çığ gibi büyüyen Haçlı Orduları Bizans’a girdiklerinde33 verdikleri namus yeminini
unutarak; kiliseleri soymuş, altın, gümüş ve sanat eserlerini çalmış ve kadın
eğlenceleriyle birer fuhuş yuvası haline getirmişti. Bizans halkının can, mal ve ırzına
tecavüz edilip, yağmalandığı için, Grand Dük Notaras, Türk Orduları Bizans kapılarına
dayandığı zaman da bir Ortodoks olarak, Katolik kilisesi ile uzlaşıp, birleşmeye
yanaşmamış ve:
“Ayasofya’da Kardinal külahı görmektense, Türk kavuğu görmeyi tercih
ederim.” demişti.34
33
34
Anadol-Abbaslı, a.g.e. , s.59.
a.g.e. , s.60.
13
BİRİNCİ BÖLÜM
OSMANLI DEVLETİ’NDE ERMENİLER
14
1.1.OSMANLI DEVLETİ’NDE ERMENİLER
İlk Türk-Ermeni münasebetleri, Osmanlılardan önce savaşmak, geçmek veya
göçmek maksadıyla Anadolu’ya gelen diğer Türk kavimleriyle başlamıştır. 1018’den
önce Türklerle Ermenilerin Kafkaslarda ve Anadolu’da karşı karşıya geldikleri
bilinmektedir.35
Mazisi tarihin derinliklerine kadar uzanan Türk milletinin kurduğu en büyük
devlet, şüphe yok ki, Osmanlı Devleti’dir. Türkler, anayurtları Orta Asya’da hayat
şartlarının kendilerine sağladığı dinamizmi IX. asırdan itibaren benimsedikleri
İslamiyet’in iman kuvvetiyle birleştirerek, XI. Asır sonlarında Anadolu’yu fethetmişler
ve Türkleştirmişlerdir. XIV. Asırda Anadolu Selçuklu Devleti’nin yerini alan Osmanlı
Beyliği, İslami “gaza” ruhundan kaynaklanan itici güçle nispeten kısa zamanda Avrupa,
Asya ve Afrika’da yayılmış ve böylece altı yüz yıl sürecek büyük bir devlet meydana
gelmiştir.Batılı tarihçilerin “Pax Ottomana” dedikleri Osmanlı hâkimiyetinin ilk üç asrı
imparatorluk tebaası için barış ve adalet devresi oldu. Gerçekten, Osmanlı Türkleri
Müslümanlara olduğu kadar gayrimüslimlere de can ve mal emniyetiyle vicdan hürriyeti
sağladılar. Gayrimüslim tebaanın Müslümanlardan başlıca farkı, seri olan cizye vergisi
ödemekten ibaretti.36
Franz Babinger bir makalesinde Maghak’la Ormanian’a dayanarak, Fatih
Sultan Mehmet’in 1461’de İstanbul’da bir Ermeni Patriklik makamı ihdas ettiğini yazar.
Aynı tarihte Sis’deki (Kozan) Ermeni Patrikliği de Eçmiazin’e nakil olunmuştur. Hans
Lewenklaw (1542–1594) 1584/85 ‘te İstanbul’a geldiğinde Sulu Manastır’da Ermenileri
görmüştür. Ondanbirkaç sene önce İstanbul’da bulunan Salomon Schweigger de bu
manastır ve içerisindeki Ermeni Patriğini ve beraberindeki birkaç rahibi görmüştür.
Kevork B. Bardakjian “The Rise of the Armenian Patriarchate of
Constantinople” adlı makalesinde Hayk Berberian’ın bu müessese ile ilgili yayınladığı
bir dizi çalışmasından faydalanarak Çamçean’ın iddialarını eleştirir, onları başka
kaynaklar ışığında sorgular. Berberian önce Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u almadan
Bursa’ya gitmediğine, Ermeni dini liderlerine ancak XVI. yüzyılın ilk yarısında
35
36
Uras, a.g.e. , ss.618-624.
Ercüment Kuran, “Tarihte Türkler Ve Ermeniler” , Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu, 2.
Baskı, Yeni Türkiye Yayınları, İstanbul, 1998, s.38.
15
rastlandığına, Yovakin’in 1461–1478 arasında Patrik olmadığı gibi, onun takipçilerinin
de bu unvanı kullanmadıklarına dikkati çekmiştir. Grigor (1526–1537) ve halefi olan
Astuacatur (1538–1543) daha nüfuzlu Ermeni din adamları olmuşlardır. Bunlardan
birincisi merhasa unvanını taşımış, ikincisi kendisini Ermeni Patriği ilan etmiştir.37
1479’da Fatih Sultan Mehmet’in Karaman’dan İstanbul’a sürgün ettiği
Ermeniler arasında bulunan Mardiros adlı bir rahip de, Osmanlı başşehrinde Sivaslı
rahip Mateos ile Trabzonlu meslektaşı Abraham’ın yanına götürüldüğünden, Osmanlı
hükümdarının onları bu şehre patrik yapmak istediğinden, fakat her ikisinin de münzevi
ve sade bir hayatı dünyevi şereflere, yani bir rahip olarak kalmayı kilisede daha yüksek
rütbelere erişmeye tercih ettiklerini, neticede patrik olmayı kabul etmediklerini
nakletmektedir.
Bundan
Berberian’ın
da
bahsettiğini
Bardakjian
haber
vermektedir.Bununla beraber, Halil İnalcık 1455’te Galata’da Ermenilerin Rumlar ve
Latinlerden (Franklar) sonra üçüncü kalabalık yerleşik topluluğu teşkil ettiklerini,
1391’de Kefe’den gelen Ermeniler tarafından burada l436’da en eski Ermeni
Kilisesi’nin inşa ettirildiğini (Aya Horhors veya Surp Lussavoriç), buradaki Ermeni
sakinlerinden Nurbeg Kosta ve İskinoplok mahallelerinde oturanların isimlerinin
çoğunluğunun Şirin, Cevher Hatun, Taci Hatun, Sürme Hatun, Melek Hatun, Orhan,
Murat, Tanrıvermiş, Yunus, Pul Beg, Eyne Beg, Sadi Beg ve Çolpan gibi kadın ve
erkek adları olduğunu haber vermektedir.38
Fatih Sultan Mehmet’in Rumlardan sonra Yahudileri de dini bir rehberin
yönetimine bıraktığı, Ermenilere de bir kilise vererek bir de ruhani lider tayin etmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Muhtemelen Ermeni dini liderlerinin Patrik unvanını almaları, Fatih zamanında
değil, Kanuni devrinde olmuş olmalıdır.39
Daha çok Van gölü çevresinde yaşayan Hıristiyan Ermeniler de bu durumdan
faydalandılar. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u aldıktan sonra, 1461 yılında Bursa’daki
Ermeni piskoposunu payitahta getirterek ona Patrik unvanı vermişti. Ortodoks patriği
Rum cemaatinin dini reisi olduğu gibi, Ermeni patriği de Ermeni cemaatinin başı oldu.
37
Nejat Göyünç, “Osmanlı İmparatorluğunda Ermeniler”, Türkler, C:10, Yeni Türkiye Yayınları,
Ankara, 2002, s.234.
38
a.g.e. , s.234.
39
a.g.e. , s.234.
16
Patrikhane asıl dini vazifeleri yanında, cemaatin hukuk, eğitim ve sosyal işlerini
görmekle de yükümlüydü.40
Şehabeddin Tekindağ Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’ndeki bir defterden
bahseder.“Muhasebe-i Haneha-i Müslümanan ve Nasraniyan ve Yahudiyan ve
Ermeniyan ve Gayrihim” başlıklı bu defter (D. 9524) H. 882 Zilhicce ayı başlarında
(Mart 1478 başlangıcı) İstanbul Kadısı Mevlana Muhiddin ve İstanbul zaimi Mahmud
tarafından düzenlenmiştir. İstanbul’da 9218 Müslüman, 3151 Rum, 372 Ermeni, 384
Karamanlı Ermeni ve 31 Çingene hanesi bulunduğunu, Galata’da da 1647 Yahudi ve
332 Frenk ailenin oturduğunu nakletmektedir.
Tarihlere göre, Ermenilerin ilk ruhani merkezleri Kütahya’dır. Bu merkez
Osman Bey’in Bursa’yı işgali ve payitaht yapması üzerine buraya nakledilmiştir.1475’te
Osmanlı Ordusu’nun aldığı Kefe’den getirilen birçok Ermeni de Salma, Tomruk ve
Edirnekapı’ya yerleştirilmişlerdir. Yavuz Sultan Selim Han’ın, Çaldıran zaferinden
sonra da Tebriz’den İstanbul’a çok sayıda Ermeni sanatçı getirilmişdir.Patrikhanelerin
kendi mahkemeleri ve hapishaneleri vardı. Bu mahkemeler, dini olmayan cezalar ve
sürgün kararları da verirlerdi.41
1860 tarihinde (Nizamname-i Millet-i Ermeniyan) çıkana kadar Ermeni Patriği,
Katolikosluğun kendisine vermiş olduğu yetkiye dayanarak, ruhani reisleri isterse
meslekten çıkarabilir, yerlerini değiştirebilir, sakallarını traş ettirebilir, ayinlerini
yasaklayabilirdi.Patrik, hükümete karşı sorumlu kişi idi. Bu yüzden adamlarıyla birlikte
“haraç” bile toplardı.42
Varantyan, o tarihlerdeki Ermeniler’in durumlarını şöyle anlatır:
“Türkiye Ermenisi,
Rus Ermenisine göre, kültüründe, dilinde, tarihinde,
edebiyatında, çok güçlü ve hürdü. 19. yüzyıl başında Avrupa henüz Ermenileri
tanımıyordu. Yeryüzüne dağılan tüccarlar da, kendi çıkar hesaplarından başka bir şey
düşünmeyen ve Yahudiler gibi vatansız, milliyetsiz, serseri ve bahtsız olarak
tanınıyorlardı.”
40
Kuran, a.g.e. , s.39.
Anadol-Abbaslı, a.g.e. , s.62.
42
a.g.e. , s.62.
41
17
Ermeniler imparatorluğun her tarafına dağılmışlardı. Bu yüzden hiçbir yerde
çoğunlukta değillerdi. Ticaret ve sanatkârlıkla uğraşırlar, hususiyle sarraflık ve
kuyumculuk
yaparlardı.
Gayrimüslim
tebaa
arasında
Ermeniler
Türk
İslam
medeniyetiyle en fazla kaynaşmış bir unsurdu. Âdetleri ve zevkleri Türklerinkiyle
hemen hemen müşterekti. Pek çok Ermeni Osmanlı edebiyatı, musikisi ve mimarisine
hizmette bulunmuştur. Anadolu Ermenilerinin bir kısmı evde Türkçe konuşur, Ermeni
harfleriyle yazılı Türkçe İncil okurdu. Bu sebeple, Ermeniler XVIII. ve XIX. asırlardan
kalan Osmanlı belgelerinde “Millet-i sadıka” olarak geçer. Devletin Darphane ve
Baruthane gibi iki önemli müessesesinin nazırlıkları da Ermeni ailelerin tekelindeydi.43
1.1.1. Azınlıklar İçinde Ermenilerin Durumları
Osmanlı devleti içerisinde Müslim veya gayr-ı Müslim, herkes şer’i veya örfi
hudutlara bağlı bir şekilde devletin şekillendirmiş olduğu sistem dahilinde hak ve
vazifelere sahipti. Doğrudan hükümranlıkla ilgili görevler Müslümanlarca ifa edilirken,
düşmanlıkları görülmeyen zımniler bazı devlet hizmetlerinde çalıştırılmışlar ve son
zamanlarda özellikle de Ermeniler olmak üzere önemli görevlere getirilmişlerdir.
Ayrıca, gayr-ı Müslimlerin inanç, ibadet, muhakeme ve eğitim-öğretim hürriyetleriyle,
can ve mal güvenliği de teminat altına alınmıştır. Bu hukuk sistemi, Tanzimat’la birlikte
Avrupa hukukuyla da mezcedilerek yazılı ve milletlerarası bir mahiyet almıştır. Hatta
öyle ki Tanzimat’la birlikte gayr-ı Müslimler Müslimlerden daha rahat bir yaşantıya
sahip olmuşlardır. Böylece yaklaşık beş yüz yıl Müslüman otoriteye tâbi, fakat tamamen
iç işlerinde serbest olan gayr-ı Müslim unsur, 1839’dan itibaren, hak ve vecibelerde
Müslümanlarla eşit hale gelmeye başlamıştır.44
1.1.2. Ermenilere Verilen İmtiyazlar ve Haklar
XX. yüzyılın ilk çeyreğinden,
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar
geçerli olan hukuk sistemini 1839 öncesi fermanlarla verilen imtiyazlar ve sonrasında
verilen haklar şeklinde iki ana başlık altında incelemek mümkündür. İmtiyazlar;
43
44
Kuran, a.g.e. , s.40.
Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları,
Ankara,1990, s.7
18
Ermeni cemaati dini ve dünyevi işlerini yürütmek üzere bir reis (patrik) seçme
hakkına sahiptir.
Kilise, hastane, yetimhane, mezarlık ve buna benzer dini ve hayri kurumların
inşa, bakım ve idaresi cemaate aittir.
Dini ve dünyevi işleri yürütmek üzere patrik, meclisler teşkil eder ve icrai
kararlar alabilir.
Ermeni cemaati okullar açmak ve Ermenice olarak eğitim-öğretim yapmak
hakkına sahiptir.
Suç işleyen din adamlarının yeminli ifadeleri mahkemece makbul olup tevkif
edildiklerinde ayrı bir yere kapatılırlar.
Suç işlemesi halinde, bir papazın muhakemesi, dini ise, dini meclisce, dünyevi
ise karma meclisce yapılır.
Evlenme, boşanma, çeyiz, nafaka ve mirasla ilgili işlemler patrikhane
tarafından ifa edilir.
Ölen bir din adamının mirası, birincisi cemaat hayır kurumlarına, ikincisi
patrikhanenin masraflarını karşılayacak binaların inşasına, üçüncüsü ise mirasçılara
bırakılmak üzere üçlü özel bir statüye bağlanmıştır.
İhtida durumunda ise, İslamiyet’i benimseyen kişi için papazın, ebeveyninin
veya velisinin nasihatleri alınır, ısrar edecek olursa, bu konudaki İslami formalite yerine
getirilir.45
Gayr-ı Müslimlere ve Ermenilere verilen hakları da, 1839 ve 1856
fermanlarıyla 1876 Anayasası ve 1908 Anayasası’yla verilenler olmak üzere iki kısımda
incelenmek mümkündür. 1839 ve 1856 Fermanı ve 1876 Anayasası ‘ına Göre Haklar;
Osmanlı Devleti, gayri-müslim teb’aya her bakımdan güven veriyordu. Çünkü
Osmanlı toplum yapısı içinde devlet; haklının, zayıfın ve mazlumun koruyucusu;
zalimin, vurguncunun ve talancının can korkusu idi. Bu düzende, bir sınıfın veya
zümrenin menfaatleri değil, bütün halk kitlelerinin hak ve menfaatleri söz konusu idi.
Sosyal hayatın koruyucusu ve düzenleyicisi devletti.
45
a.g.e. , s. 8.
19
Önceleri kilise ve manastırları Bizans tarafından yağma edilmiş olan
Ermenileri’in Türk devletine “Sadakat” ile sarılmış olmaları bu yüzdendir.46
Osmanlı hudutlarında yaşayan herkesin, ırk ve din ayrımı yapılmaksızın, can,
mal ve ırz güvenliği devletin teminatı altındadır.
Bütün Osmanlılar kanun önünde eşittir. Hangi din ve mezhebe ait olurlarsa
olsunlar, herkes Osmanlı tebaası sayılacaktır.
Din, dil, ırk itibariyle bir cemaati diğerinden aşağı tutan bütün tabir ve sözler
yazışmalarda yer almayacaktır.
Hiç kimse din değiştirmeye mecbur edilemeyeceği gibi, herkes ibadetini
serbestçe eda edebilecektir.
Milliyet ayırımı yapılmaksızın bütün Osmanlı tebaası, maharetlerine ve
liyakatlerine göre devlet memurluklarına girebilecektir.
Kanunlarda öngörülenlerin dışında hiçbir bedeni ceza verilemeyecek ve hiç
kimseye işkence yapılmayacaktır. Kanun hükümleri dışındaki herhangi bir sebeple hiç
kimse tevkif edilemeyecektir. Herkesin mesken masuniyeti mahfuzdur.
Vilayet ve sancak meclislerindeki Müslim ve gayr-i Müslim azaların
hakkaniyetle seçilmesi ve oya fesat karıştırılmaması için nizamnameler tertip
edilecektir.
Her kazada her cemaatin vakıf işlerini idare etmek üzere bir meclis
kurulacaktır.
Hiçbir sınıf ve mezhep gözetilmeksizin bütün Osmanlılar kazançlarına göre
vergilendirileceklerdir. Kanunun öngördüğü dışında herhangi bir kimse tarafından veya
isimle vergi tahsil edilemeyecektir.
Müslim, gayr-i Müslim bütün Osmanlılar hukuk ve vazifelerinde eşit olacaklar,
askerlik hizmetiyle mükellef bulunacaklar ve bunu fiilen yapabilecekleri gibi bedel
vermek suretiyle de ifa edebileceklerdir.
Cemaatlere ait mektep, hastane, mezarlık vesaire gibi umumi yerlerin heyet-i
asliyeleri üzere tamirlerine mümanaat edilmeyecek, ancak müceddeden inşası
46
Anadol, a.g.e. , s.77.
20
hükümetin müsaadesine tabi olacaktır.
Mahkemeler herkese açık olup gayr-ı Müslimlerin şahadeti Müslimlerinki gibi
kabul edilecek ve herkes haklarını korumak için mahkeme önünde gerekli gördüğü her
vasıtayı kullanabilecektir.
Her cemaat genel ve profesyonel amaçlı okullar açmak ve kendi dilinde eğitim
vermekte serbest olup bu okullar devletin kontrolü altındadır.
Basın hür olup denetime tâbi değildir.
Osmanlı tebaası, kanun ve yönetmelikler çerçevesinde dernekler, şirketler
kurmakta ve toplantılar yapmakta serbesttir.
Vilayetlerin idaresi adem-i merkeziyetçilik, kuvvetlerin ayrılığı prensibine göre
düzenlenecektir.
İltizam usulünün ilgasıyla vergilerin doğrudan doğruya devlet tarafından tahsili
esas olacaktır.
Her cemaatin ruhani reisi ve devletçe bir yıllığına tayin edilecek birer memuru
bütün tebaaya şamil meselelerde Meclis-i Valay-ı Ahkâm-ı Adliye müzakerelerine
iştirak edebilecek ve serbestçe konuşabilecektir.47
Osmanlı idaresi altında bulundukları dönemde dinî ve sosyal işlerine karışılmayan Ermeniler, 19. yüzyıla kadar müreffeh ve huzurlu bir toplum olarak
yaşamışlar ve devlet tarafından “Millet-i Sadıka” olarak adlandırılmışlardır. Esasen
Osmanlı Devleti Hıristiyan tebaasına karşı eşit muamele etmiş, bunlardan birini diğerine
tercih etmemiş ve birbirlerinin işlerine karıştırmamıştır.
1860’da Ermeni Milleti Nizamnamesi hazırlandı. 29 Mart 1862’de Hükümet
tarafından onaylanan bu nizamnameye göre, Osmanlı Devleti’nde yaşayan Ermeniler,
İstanbul’da faaliyet gösterecek, 140 üyeden oluşacak bu meclis tarafından alınan
kararlara göre yönetilecekti. Üyelerden 20’si İstanbul’daki Ermeni din adamları
arasından, 40’ı İstanbul dışından, 80’i yine İstanbul’daki Ermeniler içinden seçilecekti.
Evvelce de mevcut olan 14 üyeli dinî meclis ile 20 üyeli siyasî meclis kaldırılmıyordu.
Fakat bunların üyeleri 140 kişilik millî meclise seçilecekti.
47
Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, , s.10.
21
Bu nizamname Türkiye Ermenilerinin siyasî ve toplumsal varlıkları üzerinde
yine bir dönem açmıştır. Osmanlı Hükümeti’nin Ermenilere karşı ne kadar iyi niyetli ve
müsamahakâr davrandığını göstermesi açısından da son derece önemlidir.48
Verilen haklar ise şunlardır:
1908 Anayasasına Göre Haklar;
Osmanlı idarelerinin gayr-ı Müslimlere ve dolayısıyla Ermenilere verdiği
imtiyazlar ve haklar, 1908 yılında, samimi bir hürriyet inanışı içinde, Müslim olsun,
gayr-ı Müslim olsun, bütün Osmanlıların eşitliğini ilan eden İttihat ve Terakki
Fırkası’nın kabul ettiği yeni anayasayla, 1924 Anayasası’na kadar, aşağıdaki şekilde
teyit ve tevsi edilmiş ve uygulanmıştır.
Madde8- Dini ne olursa olsun devletin bütün tebaası “Osmanlı” olarak
isimlendirilmiştir. Osmanlılık vasfı, kanunla belirtilen hususlar çerçevesinde kazanılır
veya kaybedilir.
Madde10- Hiç kimse hangi sebeple olursa olsun şer’i ve sivil kanunlarla
belirtilen hükümler dışında ne tevkif edilebilir ve ne de cezalandırılabilir.
Madde11- İslamiyet, devletin resmi dinidir. Bu hüküm göz önünde
bulundurulmak suretiyle, devlet hudutları içinde bilinen bütün dinlerin serbestçe
uygulanmasını ve amme hukukuna ve geleneklere aykırı olmamak kaydıyla bütün
cemaatlere tanınmış olan dini imtiyazların muhafazasını taahhüt etmektedir.
Madde12- Kanunla belirlenmiş çizgiler dahilinde basın hürdür. Hiçbir sansüre
tabi tutulamaz.
Madde15- Eğitim-öğretim serbesttir. Her Osmanlı, kanuni çerçevede genel ve
özel dersler verebilir.
Madde 16- Bütün okullar devletin denetimine tabidir. Devlet, vatandaşlarına
vereceği eğitimi düzenleyebilecek, kontrol edebilecek, ancak cemaatlerin dini eğitimöğretimine karışmayacaktır.
Madde 17- Kanun karşısında bütün Osmanlılar eşittir. Dini ayrıcalıklar dışında
memleketi için herkes aynı hak ve vecibelere sahiptir.
48
Recep Karacakaya, Ermeni Meselesi Kronoloji Ve Kaynakça, Gökkubbe Yayınları, 2007, s.15.
22
Madde 18- Vilayetlerin idaresi, gayr-ı merkeziyetçi bir prensip dahilinde ve
kanunda gösterilen esaslara göre düzenlenecektir.
Madde 111- Her kazada her cemaat için vakıf, miras ve hayır işlerini görecek,
belirli prensipler çerçevesinde her cemaat tarafından seçilecek ve mahalli idarelerle,
umumi vilayet meclislerine bağlı olacak cemaat meclisleri ihdas edilecektir.
Madde 120- İlgili kanun hükümlerine göre her Osmanlı toplantı yapma hakkına
sahiptir.
Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğüne, anayasası ve hükümet şeklini
değiştirmeye, Osmanlı unsurlarını siyasi açıdan bölmeye gelenek ve ahlaka aykırı ve
gizli olan her türlü cemiyet kurmak yasaktır.49
1.1.3. Ermenilerin Sosyal, Siyasi Ve İktisadi Hayattaki Yeri
Ermeni cemaati Türkiye’de günlük hayatın esasını teşkil etmiştir. Zira uzun
süredir hizmetten ziyade idare etmeğe alışmış olan Türkler, sanayinin bütün dallarını
onlara bırakmışlardı. Bu sebeple Türkiye’deki bankerler, tüccarlar, makineciler hep
Ermeni idi.
Bu hususu daha iyi anlatabilmek için son Osmanlı Vakanüvisti Abdurrahman
Şeref Bey’den şu cümleleri sadeleştirerek aktarmayı uygun bulduk: “…. Ermeniler ehl-i
silah ve kavgacı olmadıkları için kendi işleriyle, sanatla, ticaretle uğraşmışlardır.
Vergilerini zamanında vererek devlete karşı vazifelerini tamamıyla ifa ettiklerinden
hükümete hiçbir güçlük çıkarmamışlardır. Ermeni taifesi ticaret ve geçim için dağlık
bölgeleri terk ederek Anadolu’nun her tarafına ve Rumeli’nin birkaç yerine göç edip
yerleşmiştir. Memleketlerinde kalanlar dahi para kazanmak için İstanbul’a veya başka
şehirlere gitmişlerdir. Mülayim tabiatları ve hayat tarzları hasebiyle Türk’ün asıl
mayasına ve karakterine intibak ettiler. Türklerle et-kemik misali hem-halk, hemmenfaat, hem-nasip oldular. Bu itibarla devlet Ermenilere güveniyor ve inanıyordu. Bu
güven duygusuyla devlet en mühim ve mutena hizmet olan Barutçubaşılık görevini
Ermenilere verdiği gibi devletin maliyesini, sarraflık işlerini, darphaneyi de onlara
emanet etmiştir. Yine gümrük memurları, çarşı bekçileri ve konuk hizmetkârları
49
Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.11.
23
Ermenilerden seçilirdi...”50 Diğer taraftan onlarla Müslümanlar arasında his benzerliği
ve menfaat birliği vardı. Aynı menşeden olmaları itibariyle huyları ve adetleri birbirine
benzerdi. Bu bakımdan Ermeniler Türklere rahatça uymuş ve emniyetlerini kazanarak
en nüfuzlu reaya olmuşlardır.51
1835–1839 yıllarında Türkiye’de bulunan Helmuth Von Moltke ise,
İstanbul’da Serasker’in Ermeni olan tercümanı ve ailesinden söz ederken Ermenileri
şöyle tavsif etmiştir:
“Bu Ermenilere hakikatte Hıristiyan Türkler denilebilir. Rumların kendi
benliklerini
korumalarına
rağmen
Ermeniler,
Türk
adetlerini
hatta
dilini
benimsemişlerdir. Dinleri onların Hıristiyan olarak tek kadınla evlenmelerine izin verir,
fakat onlar Türk kadınlarından fark edilmez, ayrılmaz. Bir Ermeni kadını sokakta
sadece gözlerini ve burnunun üst kısmını gösterir, diğer taraflarını kapatır.”52
Batılıların destek ve himayesinde Osmanlı Devleti’nde çıkarılan 1827 Rum
isyanları ve müteakiben Yunanistan’a bağımsızlık verilmesi üzerine, daha önce Rumlara
verilmiş olan birçok memuriyet ve görevlere ve Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla,
Ermeni Milleti Nizamnamesi’nin getirdiği yeni düzenlemelerden sonra da, yüksek
devlet
memurluklarına,
elçiliklere,
mebusluklara
hatta
nazırlıklara
Ermeniler
getirilmeye başlanmıştır. Böylece Ermeniler, donanma tercümanlıklarına, hariciye,
maarif, nafia, dâhiliye, adalet nezaretlerine, mutasarrıflıklara, PTT hizmetlerine, hazinei hassaya tayin edilerek; nazır, müsteşar, sefir, sefaret kâtibi, mutasarrıf muavini, mebus,
saray doktoru-kuyumcusu, vali muavini, baruthane memuru, hâkim, müderris, muallim,
avukat olmuşlardır.
Bunlar içinde bazılarının Osmanlı Parlamentosu’na milletvekili ve bakan
olarak girmelerine, bazı önemli mevkilere gelmelerine, Osmanlı siyaseti üzerinde kitap
neşretmelerine rağmen, Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeni komiteleri ve İtilâf
Devletleri’yle birleşerek ihanet etmişlerdir.
Bütün bu ilişkiler dâhilinde Osmanlı siyasi, iktisadi ve kültürel hayatında bu
kadar ileri düzeylere gelmelerine rağmen neden veya niçin Ermeniler bir anda Türklerin
50
Bayram Kodaman, Üç Ermeni Şarkısı ve Ermenilerin Türklere Bakışı- Ermeni Meselesi Üzerine Çalışmalar,
Hazırlayan: Erhan Afyoncu, Tatav Yayınları, İstanbul, 2001, s.91.
51
Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.12.
52
Nejat Göyünç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, Bogos Matbaası, İstanbul, 1983, s.50.
24
karşısına geçerek onları arkadan vurmaya başlamışlardır? Bu gerçekten cevap verilmesi
zor bir sorudur.53
1.2.ERMENİ NÜFUSU
1.2.1.Anadolu’da Ermeni Nüfusu
Ermenilerin Şark vilâyetlerinde nüfus nispetlerinin incelenmesi hayalî bir
Ermenistan’ın her türlü mesnedden mahrum bulunduğunun anlaşılması bakımından son
derece mühimdir. Ermenilerin nüfusu Ermeni Meselesinin ortaya çıkışından54 beri
yazılan pek çok kitapta mübalâğalı bir şekilde gösterilmiştir. Bu müellifler eserlerinde
1915’deki Ermeni nüfusunu Dünya’da dört buçuk milyon, Türkiye’de ise iki milyon
şeklinde göstermişlerdir. Meselâ, Basmaciyan ismindeki bir Ermeni müellifi, 1915
senesinde bütün Dünya’daki Ermeni nüfusunu dört milyon yüzaltmışbin, Türkiye’deki
Ermeni nüfusunun ise iki milyon üçyüzseksen bin şeklinde göstermiştir. Tabiidir ki, sırf
propaganda maksadıyla verilen bu rakamların hiçbir ilmî kıymeti yoktur. Hâlbuki o
zaman Dünya’daki Ermeni nüfusunun iki ilâ iki buçuk, Türkiye’de ise bir milyon
civarında olduğu pek çok ecnebi yazarın eserleri ve bunlarda yer alan istatistiklerle
sabittir. Gerçeğe uygun rakamlar veren müellifler arasında İngiliz seyyahı Lynch’in
1901’de neşredilen kitabı bu hususta şayan-ı dikkattir. Müellif bu eserinde Ermenilerin
bütün dünyadaki toplam nüfuslarım 2.427.397 (iki milyon dört yüz yirmi yedi bin üçyüz
doksan yedi) olarak zikrediyor. Bu kitaba göre Türkiye’deki Ermenilerin nüfusu
1.158.484 (Bir milyon yüzellisekizbin dörtyüzseksendört)dür.55
Turnbize 1900 senesinde yayınlanan bir eserinde ise; Bütün Türkiye’deki
Ermeni nüfusunun bir milyon üçyüz bin (1.300.000) olduğunu yazmaktadır. Patrik
Ormanyan Türkiye’deki Ermeni nüfusunun 1.579.000 olduğunu söylerken, Ermeni
Patrikhanesi herhalde Ormanyan’ın şişirdiği miktarı az bulmuş olacak ki 1882 senesinde
bütün Türkiye’deki Ermeni nüfusunun 2.560.000 olduğunu iddia etmiştir. Cuinet’e göre
Türkiye’deki Ermeni nüfusu 1.045.018’dir ve miktar umum nüfusun ancak % 8,7’sini
teşkil etmektedir.
53
Yusuf Halaçoğlu, Ermeniler; Sürgün ve Göç, TTK Basımevi, Ankara, 2004, s.6.
Eroğlu, a.g.e. , s.24.
55
a.g.e. , s.25.
54
25
Kanaatimizce bütün bu rakamlar içinde hiç olmazsa vergi mükellefiyeti
sebebiyle Osmanlı Devleti’nin verdiği istatistik en doğrusudur. Hicrî 1330 tarihinde
nihayetlenen nüfus sayımı esnasında komisyonlar teşkil edilmiş, bu komisyonlara gayr-ı
müslimlerin, bulundukları yerlerdeki gayr-ı müslim cemaatinin56 belediyedeki azası da
dâhil edilmiştir.
Bu istatistiğe göre 1330 tarihinde Türkiye’deki Ermeni nüfusu 1.161.196’dır.
Mezhep farklarını nazarı itibara almazsak 1.294.851 eder. Netice olarak 1915
tarihlerinde bütün Dünya’daki Ermeni nüfusunun iki buçuk milyon, Türkiye’deki
nüfusun ise bir milyon ikiyüzbin olduğunu söyleyebiliriz. Tabiîdir ki, Patrik Hrimyan
gibi bir akıllıdan (!) başkası, vergi sebebiyle Ermenilerin asıl nüfuslarını gizlediklerini
iddia etmek garabetine düşemez! Ermeniler hiçbir zaman ve hiçbir yerde, hatta
Ermenistan olarak iddia ettikleri yerlerde dahi, halkın ekseriyetini teşkil etmiyorlardı.
Nüfuslarının en çok olduğu yerde meselâ Sivas vilâyetinde yüzelli bin (150.000)
ermeniye karşılık bir milyon (1.000.000) Müslüman vardı ki, Ermeniler toplam nüfusun
yüzde onbeşini bile bulmuyordu. Binnetice Memâlik-i Osmaniye dahilinde hiçbir
vilâyet, hiçbir sancak ve hiçbir nahiye yoktu ki, orda Ermeniler ekseriyette olsunlar!..57
1910 yılına dair verilen istatistiklere göre bugünkü siyasi sınırlarımız dâhilinde
16.000.000’a yakın nüfus vardı. Bu nüfusa, henüz o tarihlerde Anadolu’da bulunan
1.400.000 Rum ve 1.300.000 kadar Ermeni de dâhildi. Azınlık durumundaki Ermeni ve
Rumlar, müştereken umum nüfusun içinde bu nispetlerini korumuşlardır. Türk milleti,
velud bir kavim olduğu için çabuk çoğalan Türk nüfusunun 900 yıldan beri bu nispeti
azınlıklar aleyhine bozması lâzım gelirken Ermeni ve Rumların askere alınmayışlarına
mukabil Türklerin devamlı olarak harplerde verdiği şehitler dolayısıyla aradaki nispet,
Anadolu birliğinin Türkler tarafından tesis edildiği tarihten günümüze kadar sabit
kalmıştır denebilir. Ancak bu durum Millî Mücadeleden sonra ortadan kalkacaktır. I.
Dünya Harbi esnasında Rus ordularının Doğu Anadolu’yu işgal etmelerini fırsat bilen
ve çeşitli kışkırtmalar neticesinde Türkleri katliama teşebbüs eden Ermeniler, bu
bölgede 900.000’den fazla Türk nüfusunu en vahşi şekillerde şehit etmişlerdir. Rus
askerlerinin Doğu Anadolu’yu terk etmelerinden sonra, sivil Türk halkına reva gördükleri cinayetlerin karşılığını ödemeden kaçacaklardır. Türk kuvvetlerinin Doğu
56
57
a.g.e. , s.26.
a.g.e. , s.27.
26
Anadolu’ya girişinden sonra Ermeniler, Suriye, Lübnan, Avrupa ve Amerika gibi
ülkelere hicret etmişlerdir. Böylece Doğu Anadolu şehirlerinde ani bir boşalma
meydana gelmiştir.Meselâ bu çatışmadan en fazla zarar gören Van şehrinde harbin
arifesinde 70.000’e yakın nüfus yaşarken neticede 5.000–6.000 Türk kalmıştır. Balkan
Harbi sırasında Bulgarların Trakya’da yaptıkları katliam ile Rumların Millî Mücadele
arifesinde veya esnasında Batı Anadolu ve Karadeniz bölgesinde Türklere karşı
işledikleri toplu cinayetler, bizlere büyük kayıplara mal olmuştur. Fakat ilâhi adalet
tecelli etmiş ve bilindiği üzere bunlar da cezasız kalmamıştır.58
Millî Mücadeleden sonra Anadolu’daki Rumlar, Balkan Türkleri ile
mübadeleye tabi tutulduğundan, neticede Rum azınlık da bahis mevzuu olmaktan
çıkacaktır. Dolayısıyla Millî Mücadeleden sonra Anadolu şehirlerinde umumi olarak
nüfus azalması görülecektir. Zira Ermeni ve Rum unsurunun Anadolu’dan çekilmeleri
yanında Türk nüfusu da Balkan Harbi, I. Cihan Harbi ve Millî Mücadele esnasında hem
sivil halk ve hem de asker olarak büyük kayıplara uğramıştı. Türk nüfusunun büyük
kaybı yekûn edilirse 3.000.000’a yakındı. İstiklâl Harbinden sonra Anadolu’da kalan
10.500.000 Türk nüfusa Balkanlardan mübadele ve hicret suretiyle Türk nüfusunun da
ilâvesiyle Türkler kayıplarını kısmen telâfi etmeye çalışarak 1927 senesinde tekrar
13.500.000’a erişmişlerdir. Hâlbuki 1927 sayımından 17 sene öncesi ne ait yukarıda
nakletmiş olduğumuz malûmata göre Anadolu Türkleri yine 13.500.000 idiler.59
1.2.2.Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni Nüfusu
İncelediğimiz dönemler içerisinde bütün dünyadaki Ermeni nüfusu 3 milyonu
ancak buluyordu. Böylelikle bu nüfusun Osmanlı İmparatorluğu’na düşen kısmının daha
az olduğu kolaylıkla anlaşılmaktadır.Yapılması gereken, Ermenilerin 1914 nüfusu ile
savaştan sonraki nüfuslarının, elde edilecek sağlam veriler ışığında karşılaştırılmasıdır.
Özellikle Osmanlı ülkesinde yaşayan Ermenilerle, o yıllarda ülke dışına göç eden başka
ülkelere yerleşen ve bulaşıcı hastalıklardan ölen Ermenilerin sayılarının da ortaya
konması, iddiaların ötesinde, tarihi gerçeğin ortaya çıkarılması açısından büyük önem
taşımaktadır.Nüfus tartışmalarının alevlenmesinde, 1878 Berlin Antlaşması’nın 61.
58
59
Kafalı, a.g.m. , s.190.
a.g.m. , s.190.
27
Maddesinde yer alan Ermenilerin çoğunluk olarak yaşadıklarını iddia ettikleri yerlerde
reform yapılmasına dair madde etkili olmuştur.60
1.2.3.Osmanlı Nüfusu ve Kaynakları
Osmanlı Devleti’nde modern anlamda ilk nüfus sayımı, Dâhiliye Nezareti
bünyesinde faaliyet gösteren Ceride-i Nüfus idaresi tarafından 1831’de yapılmıştır.
1858 yılında Maliye Nezareti’ne bağlı olarak Tahrir-i Emlak İdaresi kurulmuştur. Nüfus
işleriyle doğrudan görevli ilk birim ise, 1884 yılında oluşturulmuş, 1889’da adına
“Sicil-i Nüfus Ahali-i İdare-i Umumiyesi” denilmiştir. 1918’de nüfusla ilgili işlemler
için “İstatistik Müdüriyet-i Umumiyesi” adı altında oluşturulan birim, bir yıl sonra
“Merkezi İstatistik Encümeni” olarak yeniden teşkil edilmiştir.61
Özellikle 1829 Edirne Muahedesi’nden itibaren, Ermeni kaynaklarının ileri
sürdüğü şekilde, doğu bölgesinden Rusya’ya yüz binlerce Ermeni göç etmiş ise,
Osmanlı Devleti’ndeki nüfus şüphesiz daha da düşük rakamlar gösterecektir.62
Ermeni meselesinin ortaya çıkışını izleyen dönemde Osmanlı Devleti genelinde
ilki 1881/82–1983 ve ikincisi 1910/11 olmak üzere iki nüfus sayımı yapılmıştır. Ancak
1909 yılında da özellikle gayri müslimlere askerlik yükümlülüğü getirilmesi sebebiyle
bir nüfus çalışmasına başlanılmıştır.63
Osmanlı nüfus sayımları, yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde ele alındığında,
en güvenilir verilere sahip nüfus sayımları olarak değerlendirilmektedir. Bu bakımdan,
Osmanlı Devleti’nin Ermeni nüfusu da, diğer kaynaklara göre daha güvenli bir şekilde
tespit edilebilmektedir. Çeşitli araştırmalarda detaylı bir analize tabi tutulan sayım
sonuçlarına göre 1895 yılında Osmanlı Ermenilerinin İstanbul ve çevresi dahil nüfusu
1.001.465’dir. 1894 yılında Sadaret için hazırlanan ve 1893 sayımını esas alan bir nüfus
özeti tablosunda Ermeniler, toplam 998.128 olarak verilmektedir. 1895 tarihli bir başka
belgede ise Ermeni nüfus 1.031.824 olarak verilmiş, fakat Protestan ve Katolik
Ermeniler hakkında bir açıklama yapılmamıştır. Yine 1897 yılında hazırlanan bir
60
a.g.e. , s.6.
İnan Güriz, Türkiye'de Nüfus Politikası ve Hukuk Düzeni, Türkiye Kalkınma Vakfı Yayınları,
Ankara, 1975, s.19.
62
Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara, 1983, s.85.
63
Halaçoğlu, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s.8.
61
28
cetvelde 1.042.374 Ermeni kaydedilmektedir. Aynı şekilde Katolik ve Protestan
Ermeniler hakkında da bir açıklamada bulunulmamıştır. Diğer taraftan 1893 ile 1914
Osmanlı nüfus istatistikleri karşılaştırıldığında dikkati çeken önemli bir husus, Ermeni
nüfusun yüksek oranda artmış olmasıdır.64
Osmanlı nüfusunun tespitinde başvurulan önemli bir kaynak grubu da vilayet
salnameleridir. Justin McCarthy, Aydın ili gibi bazı yerlerin salnamelerini güvenilirlik
açısından başka nüfus verirliyle karşılaştırmış ve salnamelerin verdiği nüfus verilerinin
sayım olmayan yıllar için çok önemli kaynaklar olduğunu belirtmiştir.
Osmanlı nüfusu araştırmaları için üçüncü önemli kaynak Osmanlı-Türk
arşivlerinin en kıymetli hazinesi olarak kabul edilen istatistik defterleridir. Bu tür
sayımlardan derlenmiş Osmanlı Ermenilerinin vilayetlere göre dağılımı şöyledir:
64
a.g.e. , s.11.
29
Tablo1.1. Osmanlı Ermenilerinin Vilayetlere Göre Dağılımı
Vilayet Adı
1893
1910/11
1914
Adana-Mersin
İçel
44,799
-
47,047
-
50,139
341
Aydın
14,140
18,287
19,395
Menteşe
-
-
12
Ankara
67,490
89,780
44,507
Kayseri
-
-
48,659
Biga
1,741
2,336
-
Bursa
57,918
77,865
58,921
-
-
7,437
İzmit
37,220
51,265
55,403
Kastamonu
2,777
9,809
8,959
Bolu
15,537
2,961
Konya
9,813
Niğde
-
-
4,890
Antalya
Sivas
Erzurum
116,545
101,138
144,056
109,310
630
143,406
125,657
Van
60,448
59,382
67,792
Bitlis
101,358
90,219
114,704
Harput
73,178
67,512
76,070
Diyarbakır
46,823
43,610
55,890
Selanik
201
637
-
150,529
59,963
72,962
Kudüs
939
706
1,310
Manastır
29
8
-
İşkodra
-
6
-
Trablusgarp
-
60
-
148,590
1736
-
-
89,040
67,838
1.001.465
1.120.748
1.229.007
Afyon Karahisar
İstanbul şehri ve
Metropol Alanlar
İstanbul Kazaları
Katolik Ermeniler
TOPLAM
12,971
Kaynak: Yusuf Halaçoğlu, Ermeniler; Sürgün ve Göç, TTK Basımevi, Ankara, 2004, s.11.
30
Birinci Dünya Savaşı sürerken, 1917 ilkbaharında Osmanlı topraklarının
paylaşımı amacıyla İngilizlerce, vilayet ve sancakları esas alan bir nüfus çalışması
yaptırılmıştır. İki yıl süren bu çalışmada İngilizler, Osmanlı Devleti’ndeki bütün vilayet
ve sancakların etnik esasa göre ayrıntılı nüfus tablolarını yapmışlardır. İngiliz
uzmanlarca 1919 yılında Asya Türkiyesi için hazırlanan aşağıdaki tablo, yine İngiliz
belgelerinde yer alan 1914 Osmanlı nüfus istatistiklerine, Yunan ve Ermeni kiliselerinin
verilerinin de eklenmesiyle elde edilmiştir. 1918 sonrasında halen yaşayan Ermenileri
göstermesi bakımından önem taşıyan bu istatistik, bir buçuk milyon Ermeninin
katledildiği iddialarını da çürütmektedir.
Tablo 1.2. Ermeni Nüfusunun Vilayetlere Göre Dağılımı (1919)
Vilayet/Sancak Adı
Osmanlı 1914
İngiliz 1919
Adana
57,686
75,000
Ankara
53,957
60,000
Antalya
630
1,000
Aydın
20,766
27,000
Beyrut
5,288
4,000
Bitlis
119,132
185,000
Bolu
2,972
1,000
Bursa
61,191
75,000
Canik
28,576
21,000
Çatalca
842
-
Diyarbakır
73,226
82,000
Edirne
19,888
-
Erzurum
136,618
205,000
Eskişehir
8,807
10,000
Halep
49,846
65,000
İçel
541
500
İstanbul
84,093
-
İzmit
57,789
57,000
Kale-i Sultaniye
2,541
-
31
Karahisar-ı Sahip
7,448
6,000
Karesi
2,704
15,000
Kastamonu
8,959
11,000
Kayseri
52,192
45,000
Konya
13,225
17,000
Kudüs
3,045
-
Kütahya
4,548
8,000
Ma’muretül-aziz
87,864
130,000
Maraş
38,433
55,000
Menteşe
12
5000
Niğde
5,705
2,000
Suriye
2,533
-
Trabzon
40,237
33,000
Urfa
18,370
21,000
Van
67,792
190,000
Zor
283
-
TOPLAM
1.294.851
1.652.000
Kaynak: Yusuf Halaçoğlu, Ermeniler; Sürgün ve Göç, TTK Basımevi, Ankara, 2004, s.11.
Ne var ki, İngiliz yetkililer de kendi uzmanları tarafından hazırlanan bu nüfus
istatistiklerini inandırıcı bulmamış olmalılar ki, Osmanlı toprakları için Paris’te
gerçekleştirilen paylaşım görüşmelerinde, ABD delegasyonunda yer alan David
Magic’nin
hazırladığı
ABD
istatistiklerini
tam
manasıyla
güvenilir
olarak
65
nitelemişlerdir.
Osmanlı Devleti’nin fethettiği yerlerde asayişi sağladıktan sonra yaptığı işlerin
başında nüfus sayımının ve arazi yazımının yapılması gelmektedir. Diğer yerlerde de
aynı şekilde ve belirli periyotlarla bu işlemler yapılmıştır. Bu sayımlar, yazımlar, başta
Tapu-Tahrir Defterleri ve kısmen de diğer kayıtlarda olmak üzere bugün Başbakanlık
Arşivi’yle,
Tapu
Kadastro
Genel
araştırmacıların hizmetine sunulmaktadır.
65
Halaçoğlu, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s.11.
Müdürlüğü’nde
muhafaza
edilmekte
ve
32
Başbakanlık Arşivi’nde tarih verilemeyen ancak 1896–1897 yıllarına ait
olduğu tahmin edilen altı belgede Anadolu ve Rumeli’deki Ermeni nüfuslarıyla ilgili
olarak tutulmuş kayıtlar vardır. Bunlardan “Dersaadet ve Bilad-ı Selase ile Vilayat-ı
Şahane’de Tadih Tahrir Olan Ermeni Cemaatinin Miktarını Natık Pusula”da 530.132
erkek ve 450.404 kadın nüfusu olmak üzere toplam 970.536 Ermeni nüfusu verilmekle
birlikte, birkaç vilayet için “henüz tahriri ikmal edilmemiştir” kaydı düşürülmüştür.
Buna göre verilen nüfusun bir miktar daha artacağı tabiidir. Zaten zikrettiğimiz arşiv
belgeleriyle diğer belgeler bunu teyit etmektedir.
Vital Cuinet’in aynı tarihlerde verdiği rakamlar da bunlara çok yakındır. Buna
göre Müslüman ve Ermeni nüfus dağılımı şöyledir:66
Tablo 1.3. Vital Cuinet’in Verdiği Bilgilere Göre Müslüman ve Ermeni Nüfus Dağılımı
Müslümanlar
Ermeniler
Toplam Nüfus
Ermenilerin Yoğun Bulunduğu Vil.
3.635.086
810.285
4.445.371
İstanbul ve Diğer Vilayetlerde
4.426.525
283.064
4.709.589
Suriye, Filistin ve Adalarda
4.068.646
59.018
4.127.664
Toplam
12.130.257
1.152.367
13.262.624
Kaynak: Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları,
Ankara, 1990, s.19.
Osmanlı kaynaklarına göre ermeni nüfusu;1881–1893 nüfus sayımında
Osmanlıda Ermeni Nüfus toplamı;997,595 1905–1906 nüfus sayımında Osmanlı
Ermeni Nüfus Toplamı; 1.032.708, 1914 Memalik-i Osmaniyye’nin 1330 Senesi Nüfus
istatistiği’ne göre Osmanlı Ermeni Nüfus toplamı; 1.161.169
Yine Fransız Sarı Kitabı 1897’de genel nüfusu 14.856.118, Ermeni nüfusunu
ise 1.475.011 olarak biraz mübalağalı şekilde vermiştir.67
Hem Osmanlı, hem de batılı kaynaklarla konuya yaklaşan Stanford J. Shaw ise,
1890 yılında Osmanlı Devleti’nde 12.585.950 Müslüman’a karşılık 1.139.053 Ermeni;
66
67
Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.19.
Hüseyin Çakıllıkoyak, Diaspora’da Ermeni Kimliği, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2005, s.79.
33
1897’de 14.111.945 Müslüman’a karşılık 1.162.853 Ermeni; 1906’da 15.518.478
Müslüman’a karşılık 1.140.563 Ermeni ve 1914 yılında da 15.044.846 Müslüman’a
karşılık 1.229.007 Ermeni nüfusu olduğunu belirtmektedir.
Bu devir Osmanlı nüfusu hakkında en sahih bilgileri, Dâhiliye Nezareti’ne
bağlı Sicill-i Nüfus İdare-i Umumiyyesi Müdüriyeti tarafından 1318 ve 1320 tarihli
Nüfus Nizamnamesi gereği her vilayet, kaza ve köyde, gayr-ı Müslimlerin de yer aldığı
komisyonlar marifetiyle yapılmış ve 1905’lerde başlayıp 1914’de tamamlanmış olan
Nüfus İstatistiği vermektedir.68
Ayrıca burada şuna da değinmeden geçemeyeceğim; bu dönemde Osmanlı
Devleti’nde modern anlamda hiçbir zaman sayım yapılmadığı ileri sürülmektedir.
Hâlbuki durumun hiç de öyle olmadığı aşikârdır. Bunu şöyle izah edebiliriz. Padişah II.
Abdülhamid yeni Amerikan Sefiri’ni 1886 yılında kabul ettiği zaman, Sefir kendisine
Amerika’da yapılan nüfus sayımları ve bunların yararlarından bahsetmiştir. Bu konuyla
ilgilenen Padişah bu maksatla Türkiye’de bir teşkilat kurulmasına yardımcı olup
olmayacağını sormuş ve sefirin kabulü üzerine derhal hazırlıklara başlanmıştır. Ayrıca
burada şunu da belirtmekte fayda vardır; sayım sonuçlarını neşreden ve 1892 yılında
kurulan İstatistik Umum Müdürlüğü’nün ilk başkanının Fethi Franko isimli bir Musevi,
sonra onun yerine geçenin ise Mıgırdıç Şinabyan isimli bir Ermeni olduğudur. Mıgırdıç
Şinabyan 1897–1903 arasında bu görevde kaldıktan sonra yerini Rober isimli bir
Amerikalıya bırakmış, o da 1908’e kadar bu görevi ifa etmiştir.69
Bütün bu değerlendirmelerin ışığında, 20. yüzyılın başında ve son çeyreğinde
yeniden hız kazanan Osmanlı nüfusu araştırmalarında, eldeki en güvenilir rakamların,
yine Osmanlılar tarafından yapılan sayımlardan elde edilenler olduğu ortaya
çıkmaktadır.2004 yılında yapılmış bir çalışmada ise, Osmanlı Devleti’nin 1905, 1906,
1911/1912 nüfus verileri esas alınarak hazırlanan söz konusu istatistiklerde bütün
Osmanlı coğrafyasında oturan Ermenilerin nüfusu, (fakat bu rakamın içinde bütün
Protestanlar toplam olarak bulunmaktadır) 1.600.000 olarak hesaplanmıştır.70
68 Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.21.
69
Gürün, a.g.e. , s.93.
70
Alkaya, a,g,e. , s.39.
34
1.3.ERMENİLERİN FAALİYETLERİ VE ÇIKARDIKLARI OLAYLAR
1.3.1.Osmanlı Ermenilerine Batının Müdahalesi
Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü üzere 600 yıl Osmanlı hâkimiyetinde
kalan Ermeniler, diğer gayr-ı Müslimlere nazaran Türkler’e en çabuk adapte olup
kaynaşan, anlaşan ve bu sebeple de devletinin itimadını kazanıp Rumlar’dan çok onun
nimetlerinden faydalanan cemaat olmuştur. Aile içinde, sokakta Türkçe konuşan hatta
ayinlerini bile Türkçe yapanlar ve bugün bile Sovyet Ermenistan’ın dışında Avrupa,
Amerika ve Asya ülkelerinde genç nesle, bulunulan ülkenin dili ve Ermenice’yle
birlikte Türkçe öğretenler hep Ermeniler olmuştur. Seyahate gittiklerinde mal ve
mülklerini Ermeniler, bir arada yaşadıkları Türkler’e bırakırken, hacca giden
Müslümanlar da, sadece mal ve mülklerini değil, işlerinin idaresini ve ailesinden
kalanların bakımını da Ermeniler’e emanet edecek şekilde itimat etmişlerdir.
Bunun tarihi, siyasi bazı sebepleri vardır. Olayların 1890’larda başlayıp
alevlendiğini iddia etmek ise, tamamen olmasa da, kısmen hatalıdır. Aynı şekilde
Ermeni isyanlarını 1789 Büyük Fransız ihtilâli’ne bağlamak da doğru bir teşhis değildir.
İsyan, ihtilal, inkılâp gibi sosyal olayların tarihi bir seyri, fikri bir hazırlık safhası, bir
aksiyon veya patlama safhası ve nihayet bir durulma, bir sükûn safhası vardır.
Rusya, Doğu Anadolu üzerinden sıcak denizlere ulaşma yolunu denedi. Bu iş
için kullanılabilecek en uygun toplum Ermenilerdi. Doğudaki Rus ilerlemesi sırasında
Ermenilerin desteği sağlanırsa kolayca Akdeniz’e inilebilirdi. Ermeniler de Rusya’nın
desteğini sağlamak için böyle bir işbirliğine hazırdı. Bu işbirliği Ayastefanos ve Berlin
antlaşmalarında resmen ortaya çıkmıştı.71
Olaylar, müsebbipleri açısından değerlendirilirken de, birçok tarafgir,
propagandaya yönelik veya hissi neşriyat yapan Ermeniler’in ve bazı batılı yazarların
yaptıkları gibi Türkler’i, Türkçe’yi, Türkiye’yi tanımadan, Türkler ve Türk tarihi
hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadan onlar hakkında hüküm vermek, Türk halkını ve
idarecilerini suçlu göstermek ve yine derinlemesine olayları incelemeden veya hisleriyle
hareket eden bazı yerli ve yabancı yazarların yaptıkları gibi suçu tamamen Ermeni
71
Yavuz Ercan, Osmanlı İmparatorluğunda Bazı Sorunlar ve Günümüze Yansımaları, T.C.Milli
Eğitim Bakanlığı Talim Ve Terbiye Kurulu Başkanlığı Yayınları, Ankara 2002, s.60.
35
cemaatine yüklemek de doğru olmasa gerekir.72
1877–1878 harbi sırasında, Rus orduları, Doğu Anadolu vilayetlerinden
bazılarını işgal edince, buralarda yaşayan Ermeni halkı ile temasa geçtiler. Rus
ordusunda görev yapan Ermeni asıllı general, subay, astsubay ve erler mevcuttu. Rusya,
hedef olarak kabul ettiği Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerini ele geçirmek
maksadıyla, bu bölgelerde yaşayan Ermeniler’i de amaçları doğrultusunda kullanmayı
planladı. Nitekim Rus ordusundaki Ermeniler, bu maksadın tahakkuku için Osmanlı
Ermenileri’ni devlet aleyhine kışkırtmakta kusur görmediler. Ermeni Patriği Nerses’i
Ayastefanos’ta Grandük Nikola’nın karargâhına göndertip Bab-ı Ali’ye kabul ettirilecek
antlaşma metnine Ermeniler lehinde bir hüküm koydurması için teşebbüste bulunmasını
sağladılar. Bu sırada Rus general ve subaylarından bazıları da zaten Ayastefanos’ta,
Ermeni evlerinde misafir edilmekte idi. Bunlar da istanbul Ermenileri’ni tahrik ettiler.73
Neticede Rusya, kendi düşüncelerini Ermeni istekleri görüntüsü altında
Ayastefanos Antlaşma metnine dâhil etti ve Ermeni sorununun ilk defa bir antlaşma
metninde yer almasını ve bunun Bab-ı Ali tarafından kabul edilmesini sağladı.
Ayastefanos Antlaşması’nın Ermeniler’le ilgili 16. maddesine göre: “Osmanlı
Devleti, Ermeniler’in yerleşmiş oldukları eyaletlerde bölge menfaatlerinin gerektirdiği
ıslahat ve tensikatı vakit kaybetmeksizin icra edeceğini ve Ermeniler’in Kürtler’e ve
Çerkezler’e karşı emniyetlerini sağlayacağını taahhüt eder.”74
Bu madde ile Ruslar, Ermeni konusuna tarihte ilk defa hukukiyet ve resmiyet
kazandırmış oldular. Amaçları ise; tarihi emellerini gerçekleştirmek için batıda Balkanlı
ulusları, doğuda Ermeniler’i kullanarak Osmanlı Devleti’ni iki cepheden tehdit altına
almaktır. Diğer bir ifade ile “Şark Meselesi”ni Rusya açısından kısa sürede
sonuçlandırmaktır.Ermeniler’le birlikte hareket edip savaş öncesi ve sırasında bir
numaralı Ermeni hakları savunucusu olan Rusya, Berlin Kongresi’nden sonra birinci
sırayı İngiltere’ye bırakmıştır. Genellikle bazı topraklar ve imtiyazlar kopardığı ve
Ermeniler’le ilgili “Anadolu Islahatı” sözleşmeye konulduğu için Birinci Dünya
Savaşı’na kadar büyük devletler, Ermeniler’i dini, diplomatik ve maddi açılardan
desteklemeye ve içerde ve dışarıdaki Ermeni teşkilatlarının kurulmasına, isyanlar
72
Alkaya, a.g.e. , s.40.
Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C:VIII, TTK Basımevi, Ankara, 1983, s.129.
74
Nihat Erim, Devletlerarası Hukuk ve Siyasi Tarih Metinleri, TTK Basımevi, Ankara, 1953, s.395.
73
36
çıkarıp katliamlar yapmalarına imkân sağlamışlardır.Birinci Dünya Savaşı arifesinde
bütün bu misyoner faaliyetleri, Rusya’nın Bitlis Konsolosu’nun raporunda da ifade
ettiği gibi, meyvelerini vermeye başlamıştır:
“Batılı diplomatlar, kendi bakış açılarına göre, milliyet kavgasından pek
gaddarane bir surette istifadeye kalkışmışlar, Ermeniler’in milli duygularını tahrik
ederek hiç sıkılmadan Türkiye’de bir Ermeni meselesi icat etmişlerdir. Hâlbuki bunların
hepsi Türkiye’nin göz kamaştıran mirasından hissedar görünmek amacına matuftur.
Hıristiyanları himaye etmek, insanlık ve kanunu müdafaa etmek, bunların hepsi
sıkılmamak için birer maskedir. Ermeniler’in gerçekten fakr-u zarurete düşmeleri
Avrupa’nın umurunda bile değlidir.”75
1.3.2.Islahat Çalışmaları ve Ermeni Faaliyetleri
Tanzimat’la birlikte ortaya çıkmaya başlayan değişikliklerin nedeni Osmanlı
Devleti’nin içinde ve dışında gerçekleşen siyasal, sosyal, ekonomik ve bilimsel değişme
ve gelişmelerdir. Osmanlı Devleti, bu gelişmeler ortaya çıktıkça gerekli değişiklikleri
yapmak durumunda kaldı. Güçlü Avrupa devletlerinden Rusya, Ortodoksları; İngiltere,
Protestanları ve Fransa da Katolikleri koruma bahanesi ile Osmanlı Devleti’nin
içişlerine sürekli olarak karıştı. Bu devletlerin asıl amacı, Osmanlı topraklarında
yaşayan gayrimüslim toplulukların durumunu düzene sokmak değil, onlara bağımsızlık
sözü vererek Osmanlı Devleti’ni parçalamaktı. Oysa Osmanlı Devleti’nin iç işlerine sürekli karışan bu devletler, on dokuzuncu yüzyıl boyunca hemen hemen dünyanın dörtte
üçünü sömürge yaptı.
Osmanlı Devleti’ne yönelik böyle bir politika için koşullar hazırdı. Herşeyden
önce Osmanlı Devleti, batıdaki gelişmeleri izlememiş, aksine sürekli olarak elindeki
gücü harcamıştı. Kurumlar yozlaşmış, eğitim sistemi ve buna bağlı olarak bilim hayali
çökmüş, ekonomisi yan sömürge hâline gelmiş ve hukuk sistemi çoktan yetersiz duruma
düşmüştü. Dışarıdaki gelişmelerin en önemlilerinden olan Fransız İhtilali, dünya
uluslarını yeni kavramlarla tanıştırdı. Milliyetçilik anlayışı Osmanlı Devleti’ni
parçalamak isteyen Avrupa devletlerinin en çok kullandığı kavram oldu.
75
Azmi Süslü, Ruslara Göre Ermenilerin Türklere Yaptıkları Mezalim, Yüzüncü Yıl Üniversitesi
Rektörlüğü Yayınları, Ankara, 1987, s.20.
37
On dokuzuncu yüzyıla girildiğinde devlet Macaristan’ı ve Karadeniz’in
kuzeyindeki topraklarını, Afrika’da ise Mısır ve Tunus’u kaybetmişti. Buna rağmen
Osmanlı Devleti’nin elinde Asya, Avrupa ve Afrika’da çok geniş ve stratejik topraklar
vardı. Dünyanın neredeyse yarısını sömürge yapmış olan Avrupa devletleri, bu yüzyıl
boyunca Osmanlı topraklarında yaşayan çeşitli etnik gruplar arasında sürekli olarak
milliyetçilik propagandası yaptı. Ayaklanmalar başladığı zaman da doğrudan bu
grupların yanında yer aldı. Bunun sonucu olarak Sırbistan, Yunanistan, Bulgaristan,
Romanya ve diğer Balkan devletleri birer birer ayrılıp bağımsız oldu. On altı ve on
yedinci yüzyıllarda dünya politikasına yön veren Osmanlı Devleti, on sekizinci yüzyılda
kaybettiği toprakları geri almaya çalıştı ama başarılı olamadı. On dokuzuncu yüzyılda
ise elindeki toprakları kaybetmeme politikası izledi.On dokuzuncu yüzyıl aynı zamanda
Osmanlı Devleti’nin geniş çaplı reformlar yaptığı yüzyıldı. Yenilik hareketleri Sultan II.
Mahmut’la daha yoğunlaştı ama bunlar da devleti dağılmaktan kurtaramadı. Çünkü
Avrupa devletleri çeşitli nedenlerle Osmanlı topraklarında yaşayan gayrimüslimleri
bahane ederek devletin iç işlerine kanşıyordu. Bu nedenle Osmanlı yöneticileri
kuruluştan beri süregelen gayrimüslim politikasında değişiklik yapma gereği duydu.76
Tanzimat-ı Hayriye (1839-Gülhane Hattı Hümayunu) ile bütün vatandaşlar
arasında hukuk eşitliği can, mal, namus dokunulmazlığı sağlanmıştı.
Tanzimat Fermanı’nın en çok Avrupa’yı sevindirdiği muhakkaktır. O tarihte
Prens de Juvenel, Fransız sefiri olarak İstanbul’da bulunuyordu. Hatıralarında 3 Kasım
1839’u şöyle anlatır:
“....
Hayatımda
asla
unutamayacağım
o
müstesna
günde,
meydanı
dolduranların hemen hemen yarısı ecnebi idi!..”
Bundan kimlerin faydalandığı ortadadır. Bunu, bir yazarın şu satırlarında da
açıkça görüyoruz:
“Gerçekten, İngiliz Büyükelçisi’nin perde arkasından yönettiği Tanzimat
reformlarından, Türkiye’de yararlananlar; paşaların yanı sıra (Reşit, Ali ve Fuat Paşalar
için söylüyor) Batı kapitalizminin yerli komisyonculuğu rolünü yüklenen Rum ve Ermeni aracılar olmuştur.”
76
Ercan , a.g.e. , s.38.
38
Osmanlı Devleti, gayrimüslim teb’aya her bakımdan güven veriyordu. Çünkü
Osmanlı toplum yapısı içinde devlet; haklının, zayıfın ve mazlumun koruyucusu;
zalimin, vurguncunun ve talancının can korkusu idi. Bu düzende; bir sınıfın veya
kavimin menfaatleri değil, bütün halk kitlelerinin hak ve menfaatleri söz konusu idi.
Sosyal hayatın koruyucusu ve düzenleyicisi devletti.
Önceleri kilise ve manastırları Bizans tarafından yağma edilmiş olan
Ermeniler’in Türk Devletine “sadakat” ile sarılmış olmaları bu yüzdendir.
Nitekim İslam memleketlerine yerleşen gayrimüslimlere, hassaten rahiplere iyi
muamele edilmesi, fetih zamanları kumandanlara tavsiye edilirdi.77
Osmanlı Kanunnameleri’nde “reaya” hakkında aşağıdaki madde, Türkler’in
Hıristiyanları değil dini baskı altında tutmak, bilakis teşvik bile ettiklerini gösterir:
“Kanun: Hıristiyan olan bir şahıs, sonradan Papaz olur ve bunu da
Hıristiyanların menfaati için yapıyorsa, ispençe ve haraç (Hıristiyanlardan alınan
vergiler) alınmaz.”
Tarih boyunca, günümüze kadar, emperyalist devletler, sınırları içerisinde
yaşayan, kendilerinden farklı milletleri baskıları altına alarak “asimile” ederlerken,
Osmanlı Türkler’in onlara tanıdığı geniş imkânlarla, kendilerinden çok daha rahat bir
yaşama hakkı verdiklerini görüyoruz.
1. Napolyon’un İstanbul Elçisi Mareşal Sebastiani, 1908 yılında hazırlamış
olduğu raporunda Osmanlı teb’ası Ermeniler hakkında şu ilgi çekici açıklamada
bulunuyor:
“Bu halkın hepsi halinden memnundur. İstanbul’daki Ermeniler arasında
birçok büyük zenginler de var... Derhal belirtmeyelim ki: bir kısım Katolik, bir kısmı da
Rafızî olan bu Ermeniler, devlete son derece itaatlidirler. Ve Türklere büyük bir
muhabbet beslerler.. Aralarında Fransa’ya sempati duyanlar da yok değildir. Bu
sempati, kendilerine “Osmanlı” olduklarını unutturacak derecede değildir.”
Nitekim Viskont R. Deş Koussans da Türk-Ermeni münasebetlerini şöyle
anlatıyor:78
77
Anadol-Abbaslı, a.g.e. , s.72.
a.g.e. , s.73.
78
39
“Gerçekte Asya köylerinde Ermeni köylüsü ile Türk ziraatçısı arasında tam bir
dayanışma vardır. Çok defa genç bir Müslüman askere veya Mekke’ye, Hacca giderken,
aile ve eşyalarını Ermeni komşusuna emanet eder. Ben Anadolu’yu gezerken, durum
böyle idi. Ermeni, Türk’ü öyle kopya etmiştir ki, kadınları Türk kadınları gibi kapalıdır.
Evleri, haremlik-selamlığa ayrılmıştır. Bundan dolayıdır ki, iki ırk arasında geleneksel
bir antipati yoktur. Türkler tarafından Ermenilere yapılan baskı (!) yalnız Tahytrıs nehri
kenarındaki İngiliz yazarlarının muhayyilesinde vardır...”
Bu konuda bazı olumsuz düşünceye sahip aydınlar bile, Hıristiyanların
“Osmanlı Toplum Düzeni” içerisindeki yaşayışlarının huzur içerisinde olmasını
“İnsani” sebeplere bağlamışlardır:
“Osmanlıların kuruluş yıllarında, Batı’da daha fazla ilerlemelerinin de önemli
bir sebebini hatırlatmak gerekir. Bu, Avrupa’da egemen feodallerin, serflerle olan ağır
ilişkilerine karşılık, Osmanlı Tımar sisteminin, serfler için daha iyi kabul edilmesidir.”
Bunun için de Polonyalılar; “Türk süvarileri atlarını Vistül’de sulamadıkça, Polonya
bağımsızlığına kavuşamaz.” Atasözünü boşuna söylememişlerdir.
Bir Romen olan Profesör Yurga, 18’inci asır sonlarında Polonyalı seyyah
Mikoscha’nın;
“Türkler tarafından Ermenilere, başka milletlere gösterilmeyen hürmet ve saygı
gösterilmektedir. Ermeniler, Rumlardan fazla Türklerce verilmiş mezhep hürriyetine
sahiptirler” dediğini yazmaktadır.
Eğer Türkler isteseydiler, muhteşem İmparatorluğun hudutları içerisinde
yaşayan; Macarlar, Sırplar, Ulahlar, Balkan ve Makedonya kavimleri vs. dil, din ve
sosyal bakımdan Türkleştirilip, eritilir ve bugün onların hiçbirinden en küçük bir iz bile
kalmazdı.79
Rahip Çark, “Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler” isimli kitabını kendisine
göre yazmış olmasına rağmen, pek çok yerinde Türkler’in Ermeniler’in hayatındaki
önemini ve insanlığını anlatmaktan çekinmez. Rahip Çark’a göre; “Sultan İbrahim,
kardeşi Mehmet’in Maltalıların eline esir düşmesi üzerine, İmparatorluk hudutları
dâhilindeki bütün Hıristiyanların yok edilmelerini istemiş, fakat günün meşhur
79
a.g.e. , s.74.
40
Şeyhülislamı Ebu Said buna engel olmuştur. Bunun üzerine bilhassa Ermeni cemaati,
meşhur âlim ve din adamlarını bu şahsiyete teşekküre göndermişler.”
“Osmanlılar, Hıristiyan teb’aya iyi muamele edileceğine dair Fransızlara söz
vermişler. Sultan Süleyman’ın emri ile bu daha sarih bir şekil almış... 1581, 1597 ve
1604 te bu husus, bazı değişikliklerle yenilenmiş.”
“Köprülü Mustafa Paşa, İmparatorluk dâhilindeki bütün Hıristiyanların
takdirlerini kazanmış. Hepsine din ve mezhep farkı gözetmeksizin aynı gözle bakmış.”
“Hıristiyanlara karşı güçlük çıkarılmamasını, ordu mensuplarına, her ne şekilde
olursa olsun; köylüden veya herhangi bir kimseden müsadere ettikleri şeyler varsa,
bunlara derhal iade etmelerini ve Hıristiyanların kiliselerini tamir ettirilmesini istemiş,
hatta eski bir âdete göre, bu tamiratlarda eski taş ve kereste kullanılmasına ait kararlara
da karşı çıkmıştır.”
Rahip Çark, Köprülü Hüseyin Paşa’nın Hıristiyanlara karşı “gayet nazikâne”
bir siyaset güttüğünü yazar.
Tanzimat Fermanı’nın yayınlanması ile birlikte gayrimüslim politikasında ilk
önemli değişiklik yapıldı. Bu durum Islahat Fermanı’nda da yinelendi. Buna göre artık
Müslümanlarla gayrimüslimler yasalar önünde eşit sayıldı, can ve mal güvenlikleri
devlet garantisi altına alındı. Aslında, daha önce de anlatıldığı gibi gayrimüslimlerin her
türlü güvenliği zimmet hukuku içinde devlet garantisi altına alınmıştı. Devlet
hizmetinde çalışan pek çok gayrimüslim vardı. Islahat Fermanı ile gayrimüslimlerin
devlet memuru olabilmeleri ile sivil ve askeri okullara girebilmeleri hükme bağlandı.
Kendi aralarındaki miras davaları yine patrikhanelerde görülebilecekti. Resmî dil
esasına aykırı olmasına rağmen, cinayet ve ticaret yasalarının azınlık dilleri ile de
yayınlanması kabul edildi. Her gayrimüslim topluma, ikişer temsilci ile Meclis-i
Vâlâ’ya katılma hakkı sağlandı, ilk kez yabancılara da mülk edinme hakkı verildi. Bu
gelişmeler üzerine, başta Rumlar ve Ermeniler olmak üzere gayrimüslim topluluklar
adeta “devlet içinde devlet” gibi hareket etmeye ve patrikhanelerde meclisler toplamaya
başladı.80
80
a.g.e. , s.76.
41
1753–1853 yılları arası Ermeniler’in her sahada büyük ilerlemeler kaydettikleri
“altın devir”dir. Ermeniler, bu devrede hükümetin büyük itimad ve emniyetini
kazanmışlardır.Sultan II. Mahmut’un tahtını birkaç saat için günün en nüfuzlu adamı
Artin Kazaz Bezciyan’a terkettiği rivayet edilir.Taşradan gelme Ermeniler, birçok
vezirin tavassutu ile bilhassa kuyumculuk ve sarraflık sahasındaki maharetleriyle
sarayın dikkatini çekmişlerdir. Bu yüzden de “Darphane” gibi, devletin en hassas
müessesesi, Ermeniler’in eline teslim edilmiştir.18. asır Türkiye’sinin en büyük
tüccarlarından Segpos sarraf ve aynı zamanda Saray’ın bezirgânbaşısı idi. Meşhur Saray
bezirgânlarından Yakup Ağa ve Yusuf Çelebi, İngiltere’den ilk defa sesli saatleri
İstanbul’a getirerek çok büyük bir servet sahibi olmuşlardır.O tarihlerde Akulis şehrinin
işgali ile onbinden fazla Ermeni ailesinden pek çoğu paralarıyla birlikte İstanbul’a
gelerek meşhur paşalara sarraflık etmiş, ödünç para vererek, tanınmışlar, müşkül
anlarda da, millet işlerine müdahale zamanlarında tavassuta güvenerek meseleleri
lehlerine (!) halletmişlerdir.81
Ohennes Düz’ün büyük oğlu Mikael Hoca, Sultan II. Mahmut’un emriyle
Saray Kuyumcusu olmuştur. Mikael Hoca, Saray’a verdiği itimatla 1741 de bir sözüyle
53 kişiyi, 1769 da da binlerce Rum vatandaşı ölümden kurtarmıştır. Oğlu Ohannes
Çelebi de yine sarayın güveni ile Galata ve Kartal’da iki mektep kurmuş,
Üsküdar’dakini tamir ettirmiş, 1812–1816 arasında Ermenice Tidak Püzantyan serisini
çıkartmıştır.82
Ermeniler, devlet mekanizmasının önemli müesseselerinden Baruthanede
devletin güvenini kazanıp idaresini bir süre ellerinde bulundurmuşlardır. Dadyanlar 140
yıl süre ile bu idareyi babadan oğula intikal ettirerek sürdürmüşlerdir. Dad Arakol
Efendi, Simon ve Channes beyler baruthaneyi idare etmekle kalmamış, Sultan II.
Mahmut ve Sultan Abdülmecit’in iltifatlarına mazhar olarak Devlet Yüksek Makamı
Adliye üyeliği, Meclis-i Maarif üyeliği gibi hizmetlerde de bulunmuşlardır.83
Birinci Meşrutiyetten sonra kurulan Birinci Osmanlı Mebusan Meclisi’nde
birçok Ermeni vatandaşların mebus seçildiklerini görüyoruz:
81
a.g.e. , s.76.
a.g.e. , s.77.
83
a.g.e. , s.78.
82
42
Manas Ailesi fertleri, minyatür, resim ve resim sanatında kendilerini kabul
ettirerek Saray’a girmeyi başarmışlar, 200 yıldan fazla bir zaman saray ressamlığından
diplomatlığa kadar devlet hizmetinde önemli mevkiilerde bulunmuşlardır.
Osmanlı-Türk hariciyesinin Ermenilerden
çok önemli isimler olduğu da
kayıtlara geçmiştir.
Yabancı Devletler nezdindeki Ermeni asıllı Osmanlı elçi ve konsoloslukları da
saymakla bitmeyecek kadar çoktur.
Ohannes Kuyumcuyan Paşa vezir ve müşavir rütbesinde Lübnan Mutasarrıflığı
ve Ayan Meclisi üyeliklerinde, bulunmuş Kapriyel Noradunkyan, Hariciye Nazırlığı
yapmıştır84 Agop Kazazyan Paşa, Mikael Portukal Paşa ve sakız Ohannes Paşa yıllarca
devlet hazinesini (Hazine-i Hassa) idare etmişlerdir.
Hazine-i Hassa Nezaretinin muhtelif şubelerinde birçok Ermeni memur vazife
alarak, devlete sadakatle hizmet etmişlerdir.
Ermenileri
Osmanlı
Tarihi
boyunca;
Mekteb-i
Tıbbiye-i
Şahane
Müdürlüğünde, Gümrük Müdürlüğünde, Darphane’de, Baruthanede, Hazine’de,
Maliye’de, Hariciyede, Şûrayı Devlet’te Dâhiliye Vekâleti’nin çeşitli kademelerinde,
PTT’de, Belediye’de, Nafia’da, Adliye’de, Meb’usan Meclisi’nde hülasa devletin çeşitli
kademelerinde görüyoruz.
İkinci Osmanlı Mebusan Meclisi’nde şu birçok Ermeni mebus vardı.
Devletin çeşitli kadrolarında vazife görmüş, Ermeniler’in listelerini uzun uzun
vermek mümkündür. Ancak, biz burada sıraladığımız misalleri yeterli görüyoruz. Türk
Devleti’nin vatandaşlar arasında din, mezhep ve ırk ayırımı yapmadan hepsini bağrına
bastığı, hatta bunlar arasında Ermeniler’i her zaman aşırı derecede himaye ettiği, inkâr
edilmesi mümkün olmayan bir tarihi gerçektir.
1908 ve 1909 yıllarında Ankara’da (En Kara veya En Gürü) vilayetinde çıkan
bir yangında bir Ermeni mahallesinde, sokaklara çıkarılan eşya arasında 40 adet
piyano’nun bulunması da gösteriyor ki, bu teb’a her bakımdan son derece rahat ve huzur
içerisindedir.
84
a.g.e. , s.80.
43
Bu gerçek, pek çok sayıda yabancı Pazar tarafından da bilinmektedir. Türk
milletinin tarihe mal olmuş insanlığına, pek 85 çok tarihi kaynakta rastlanılmaktadır.
Eski Türk an’anelerini iyi bilerek yazanlardan Leon Cahun, ünlü “Gökbayrak”
isimli eserinde; Can, Alak ve Margos adında “Üç Türk genci” diye anlattığı hikâyesinde
“kan kardeşliği” andını anlatırken, sözünü ettiği Margos’un Hıristiyan Ermeni olduğunu
söylemesi, sanıyoruz ki, yukarıdaki gerçekleri anlamlı bir biçimde ortaya koymaktadır.
İmparatorluk devrinde çoğunluk ve çok zenginler İstanbul’da toplanmış
olmasına rağmen, sayıları az da olsa, Ermeni bulunmayan Vilayet hemen hemen hiç
yoktu.
Bugün
dahi
Ermeniler,
İstanbul’un
en
lüks
semtlerinde;
Boğaz’da,
Büyükdere’de, Adalar’da, Yeşilköy’de lüks hayat sürmektedirler.
Kırım Seferi sonrası, Viyana’da Ruslar’la yapılacak Barış Anlaşması için
Osmanlılar’ın üç müttefiki İngiltere, Fransa ve Avusturya’nın protokole (Osmanlı
tabiiyetinde bulunan Hıristiyanların daha özgür olmaları) için bir madde konulmak istenildiğini, fakat bu konudaki fermanların daha güçlü olduğu gerekçesiyle bundan
vazgeçildiğini görüyoruz. Bununla beraber, Türkler’in müttefikleri, bu anlaşmaya
(Türkiye’de bütün dinler ve ayinler serbesttir. Hiçbir Osmanlı teb’ası, dini sebepler
yüzünden takibata uğramayacaktır.) şeklinde bir maddenin bozulmasını sağlamışlardır.
Ruslar, Türkiye’deki Müslüman olmayan azınlıkları himaye eder gibi
görünmekle kalmıyor, onları devlete karşı kışkırtıyordu, 1856 da bu teb’aya çıkarılan
bir (iller Kanunu) ile genel meclislere seçilmek suretiyle hükümete ortak olma hakkı
sağlanıldı.
1857’de
Rusya,
verdiği
bildiride
Hıristiyanlar
hakkında,
Avrupa
hükümetlerinin gözetim ve denetimi altında olmak kaydıyla aşağıdaki hususların yerine
getirilmesini istiyordu:86
1 -Osmanlı Avrupası’nda toprak dağıtımının milliyet esaslarına göre yapılması,
2 - İdare durumlarını tayini,
3 - Mahkeme teşkilatlarının ıslahı,
85
86
a.g.e. , s.81.
a.g.e. , s.82.
44
4 - Askeri ıslahat,
5 - Mali ıslahat,
6 - Eğitimde ıslahat,
7 - Umumi ıslahat,
Prens Gorcakof, Türkiye’de yabancılara mülkiyet hakkı verildiği sırada,
Rusya’nın Osmanlı Devleti ile ilgili doğu siyasetini (Hristiyanlara bağımsızlık) şeklinde
açıklamaktan çekinmiyordu.
Bu tarih, Osmanlı Devleti’nde Müslüman olmayanların şurayı Devlet
kadrolarının üye ve memur olarak üçte birini teşkil ettikleri tarihtir. Kirkor Agaton
isimli bir vatandaş da o yıl Ulaştırma Bakanlığına getirilmiştir.
Artık ne “İttihat-ı İslam” fikri, ne de devletin idamesi için toplulukların bir
arada yaşamaları fikri, Rumlar’ın isyanına, Yunanistan’ın kurulmasına, Bulgarlar’ın
ayaklanmasına, Bulgar prensliğinin teşekkülüne engel olamayacaktır.87
Ermeni hareketinin başlangıç tarihi olarak 1856 tarihli Islahat Fermanı’nı
gösterebileceğiz. Islahat Fermanı ile Türkiye’de bulunan ve Müslüman olmayan
toplumlara evvelce verilmiş bütün imtiyazlar ve ruhani muafiyetler kaldırılıyor ve
gerekli ıslahatın, patrikhanelerde kurulacak meclisler tarafından hazırlanıp Babıâli’ye
takdim etmeleri sağlanıyordu. Osmanlı Hükümeti 29 Mart 1862 günü bunu uygun
görerek yürürlüğe koydu. Bu nizamname Türkiye Ermenileri’nin içtimaî durumları
üzerinde yeni bir devir açması ve Osmanlı Devleti’nin onlara ne kadar müsfiid
davrandığını göstermesi cihetinden son derecede büyük bir ehemmiyete haizdir.88
Osmanlı ülkelerinde Müslümanlar, vatanın korunması için canlarını verir ve
ülke ekonomisinde kıymetli bir yer elde edemezlerken, Ermeniler ekonomik bakımdan
en iyi hayat şartlarını elde ediyorlardı.
Kendilerine verilen müsaadelerle; okullar, dernekler, şirketler açıyor, servet ve
refahı temin edebiliyorlardı. Buna hükümetin teşvik ve yardımlarını da eklemek
gerektir. 24 Mayıs 1860’da “Ermeni Genel Meclisi” tesis edilmiş, Yedikule Ermeni
Hastahanesi, Hasköy Yetimleri Evi ve diğer Ermeni kuruluşları için resmi tahsisat
87
88
a.g.e. , s.83.
Veysel Eroğlu, Ermeni Mezalimi, Sebil Yayınevi, Üçüncü Basım, İstanbul, 1995, s.39.
45
ayrılmış, Patrikhane’nin senelik bütçe açığı bile, devletin kasasından giderilmiştir.89
Buna rağmen, Rusya’daki Ermeni fikir adamları ve yazarlarının çıkardıkları
gazete, kitap ve broşürlerde Osmanlı Ermenilerin Türkler aleyhinde kışkırttıklarını
görüyoruz. Bu cereyan kısa zamanda Türkiye’deki Ermeniler’e de sıçradı.90
1.3.2.1.Tanzimat Sonrası Ermeni Faaliyetleri
Tanzimattan sonra Ermenistan’ın istiklâli davası yavaş yavaş ilerlemeye
başladı. Hakikatte Ermenilerin Osmanlı Devleti Hududları içinde hak iddia edecekleri
bir karış toprak bile yoktu. Hatta Ermenilerin ekseriyetle meskûn oldukları bir saha dahi
mevcud değildi. Üstelik Osmanlı idaresinden şikâyet edecekleri bir husus da yoktu.
Çünkü Ermeni Patrikhanesi’ne lütfedilen hak ve imtiyazlar o derecede genişti ki, kendi
mahkemeleri ve hapishaneleri vardı. Kendilerine tanınan bu geniş selâhiyetlerden
istifade eden Ermeniler müreffeh bir hayat seviyesine ulaşmış bulunuyorlardı. Bir
Ermeni vatandaşının ifadesi ile söylersek “Ermenilerin zenginliği efsanevî bir hal
almıştı.”
1821 tarihinde Rumların isyanı üzerine, o tarihe kadar Fenerli Rumlar’da
bulunan divan tercümanlığı vazifesi ve donanma tercümanlığı da Ermenilere
verilmiştir.91
1860 yılında Ermeniler kilise yasası gereğince, patrik, kilise ve papazlar
üzerinde tam yetkiye sahipti. Bab-ı Ali hiçbir şeye karışmıyor, Patrik ve adamlarının
garantisi altında toplanan “haraç” vergisi almakla yetiniyorlardı.
Patrikliğin dini ve dünyevi çifte gücü, bu yetkiye ticaret ve bankacılıktan
zenginleşmiş bir oligarşi grubu el koymamış olsaydı, Müslümanlarla Hristiyanların eşit
sayılmadıkları bir dönemde bile iyi sonuçlar verebilirdi.
Bu grubun kurduğu “milli konsey”, Dadyan’a göre, devamlı bir entrika ve
anlaşmazlık ocağından başka bir şey olamamış, Patrik bu ocağın emrinde uysal bir alet
haline gelmiştir.
89
Anadol-Abbaslı, a.g.e. , s.68.
a.g.e. , s.69.
91
Eroğlu, a.g.e. , s.38.
90
46
Esnaf loncaları çerçevesinde teşkilatlanmış olan Ermeni halkı işlerin
yürütülmesine katılamıyor, liderlerin her türlü kötü hareketi karşısında sesini
çıkaramıyordu, üstelik yapılan tenkitler Ermeni Kilisesi Yüksek Kurulu tarafından
reddolunmaktaydı. Nihayet, Esnaf Birlikleri, Padişah’a başvurarak aracılığını rica
ettiler. Böylece Patrik tarafından Esnaf Birliklerinden seçilen 14 üye, Yüksek Kurula
kabul edildiler.92
Türkiye’de Ermeniler’in içtimaî durumları bu merkezde iken Rusya kendi
ülkesindeki Ermeniler’e nefes aldırmıyordu. Üstelik Ruslar, Türkiye’deki Ermenileri
istiklâl için tahrik ederken, Eçmiyazin (Erivan)’i 1828 tarihinde ellerine geçirdiler.
Erivan, Ermeniler’in en büyük dinî merkezleriydi. Ruslar bu Ermeni Gregoryenlerinin
mezhebini ancak 1836 yılında resmen tanımışlardır. Ancak bu tanıma insanî olmaktan
ziyade, siyasî bir mahiyet taşımaktaydı.
Ruslar, 1836 yılındaki kanuna rağmen 1903 yılında hududları içindeki Ermeni
kilise ve mekteplerine âid emlâk ve araziye el koydular. Ancak bilâhare bu emlâk ve
arazinin tahmin edildiği kadar büyük bir kıymeti haiz olmadığı anlaşıldığından
Ermenilere iade olunmuştur.
Türkiye’de yaşayan Ermenilerle Rusya’dakilerin karşılık durumlarını izah
sadedinde naklettiğimiz şu kısacak malumat bile “Ermeni Davası”nın ne kadar haksız
ve mesnetsiz olduğunu göstermeye kâfidir.93
1877 Rus Harbi böyle bir havada başladı. Bu savaş sona ererken İstanbul
Patriği’nin, Eçmiyazin Katogikosluğu aracılığı ile Rus Çarı’ndan, Fırat’a kadar olan
bölgenin Türkler’e geri verilmemesi yolunda bir talepte bulunduğu bilinmektedir.
Savaş sona erince bu defa patrik, Rus karargâhına giderek barış anlaşmasına
Ermeniler lehine bir madde konması talebinde bulundu. Ayastefanos Muahedesi’ne
giren 16. madde bu talebin sonucu olup, Ermeniler’in yaşadığı vilayetlerde gerekli
ıslahatın yapılması ve Ermenilerin Kürt ve Çerkezler’e karşı emniyetlerinin sağlanması
hükmünü ihtiva eder.Bundan sonra Berlin Konferansı toplanarak Ayastefanos
Muahedesi tadil edildi ve bunun 61. maddesi ile Doğu Anadolu vilayetlerinde ıslahat
yapılması da hükme bağlandı.Berlin Kongresi’nden sonra Ermeni komitelerinin
92
93
Anadol-Abbaslı, a.g.e. , s.65.
Eroğlu, a.g.e. , s.39.
47
kurulmaya başladığını ve bunların, Rusya’nın maddi ve manevi desteği ile çeşitli isyan
hareketlerine başladıklarını görüyoruz. Bu arada da İmparatorluk ıslahat projesi için
Rusya ve İngiltere ile görüşme halindedir. Keza Berlin Kongresi’nden sonra Ruslar’ın
artık Balkanlar’da yapılabilecek bir iş kalmadığından Osmanlı Devleti’nin doğu
vilayetleri ile çok yakından ilgilendiğini ve Ermeniler’i bu maksatla kullanmaya
başladığını görüyoruz.1895 ve 96 yıllarında Asya Türkiyesi’nin pek çok vilayetinde
ortaya çıkan ayaklanmaların sebebi, ne Ermeni köylülerin büyük sefaleti, ne de maruz
bulundukları baskı idi. Zira bu köylüler komşularından çok daha zengin ve müreffeh
idiler.Ermeni ayaklanması müteakip üç sebepten neşet ediyordu;
Bunların siyasi konulardaki bilinen tekâmülleri.
Ermeni halk efkârında, milliyetçilik, kurtuluş ve bağımsızlık fikirlerinin
gelişmesi,
Bu fikirlerin Batı hükümetlerince desteklenmesi ve Ermeni papazlarının telkin
ve çabaları ile yayılması.”94
Babıâli 3 Ekim 1880’de elçilere, Ermenilerin bulundukları vilayetlerde
yapılacak ıslahatla ilgili olarak müteakip açıklamaları yaptı;
Van, Bitlis, Diyarbakır vilayetleri mahkemeleri daha iyi bir biçimde teşkil ve
ıslah olunacaktır.
Polis ve jandarma, bu illerde yeniden düzenlenecektir. Jandarma albayları
Harbiye Nezareti’nden tayin edilecek, diğer subayların tayinleri valinin teklifi üzerine
Harbiye Nezareti ‘nce yapılacaktır.
Bu şekilde ıslahat çalışmalarına başlandı.95
Tanzimat ve Islahat Fermanlarının getirdiği bu eşitlik Müslüman halk
tarafından hoş karşılanmadı. Çünkü Müslümanlar yüzyıllardan beri İslâm Hukukuna
göre yönetici halk, gayrimüslimler ise kâğıt üzerinde de kalsa, ikinci sınıf halktı. Bu
yeni düzenleme gayrimüslim halk tarafından da hoş karşılanmadı. Çünkü Osmanlı
teb’ası olan gayrimüslimler Müslümanlarla eşitlik değil, bağımsızlık istiyordu.
94
Ergünöz Akçora, Van ve Çevresinde Ermeni İsyanları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları,
İstanbul, 1994, s.99.
95
Mim Kemal Öke, Ermeni Sorunu 1914–1923, TTK Basımevi, Ankara, 1991, s.75.
48
1.3.2.2.Nizamnameler Dönemi
Tanzimat’tan önce gayrimüslimler arasında genellikle ayırım yapılmaz,
Hristiyan-Musevî, Katolik-Ortodoks aynı çerçeve içinde düşünülürdü. Tanzimat’tan
sonra her din ve mezhep grubu ayrı ayrı ele alındı. Bu anlayış, bir anlamda daha önce
Avrupa devletleri tarafından başlatılmıştı. Daha önce de belirtildiği gibi Ruslar
Ortodoksları, İngilizler Protestanları, Fransızlar ise Katolikleri koruyor, daha doğrusu
koruduğunu ileri sürerek Osmanlı Devleti’ne karışma nedeni yaralıyorlardı.
Dağılmakta olan devleti elde tutabilmek amacıyla Osmanlı Devleti yeni
ödünler vermek zorunda kaldı. Ancak verilen her ödün. sorunları çözmediği gibi,
arkasından yeni istekler getirdi. Her şeye rağmen Osmanlı yöneticileri “millet sistemi”
denilen bir uygulamayı başlattı. “Osmanlı topraklarında yaşayan her dinsel topluluk için
birer nizamname” hazırlandı. Bu çerçeve içinde 1858 yılında başlayan çalışmalar
tamamlandı.96 Hazırlanan tasarı, 1861 yılında yayınlandı ve “Rum Patrikliği Nizâmâtı”
adıyla yürürlüğe girdi. Aynı yıl “Lübnan Nizamnamesi” hazırlandı ve burası Hristiyan
bir vali yönetiminde bir tür özerk bölge oldu. 1862 tarihinde “Ermeni Milleti
Nizamnamesi”, 1865 yılında ise “Yahudi Milleti Nizamnamesi” yürürlüğe konuldu. Bu
düzenlemeler sürdürüldü ve 1878 yılında “Protestan Milleti Nizamnamesi” hazırlandı.
Bunu Katolikler gibi diğer mezheplere ait azınlıkların nizamnameleri izledi. Zaman
zaman bu nizamnameler yenilendi. Nizamnameler dönemi ile birlikte gayrimüslimler.
Osmanlı Devleti’ne karşı daha rahat ve sistemli hareket etmeye başladı ve Avrupa
devletlerinin desteğini almaya çalıştı.
Osmanlı topraklarında yaşayan gayrimüslimler için uygulanan ve daha geniş
hak ve özgürlükler tanıyan millet sistemi de sorunu çözemedi. Müslüman olmayan
topluluklar arasındaki huzursuzluk ve devlete karşı başkaldırma eylemleri devam etti.
Çünkü daha önce de belirtildiği gibi Müslüman olmayan toplulukların asıl istediği daha
geniş hak ve özgürlükler değil, tamamen bağımsız olmaktı. Osmanlı Devleti’nin Avrupa
devletlerinin karışmalarını önlemek amacıyla yaptığı reform niteliğindeki yetersiz
yenilik hareketleri, devletin çöküşünü önleyemedi. Avrupa devletlerinin çıkarları,
azınlıkların ayrılıkçı amaçlı ayaklanmaları Osmanlı Devleti’nin geri kalmışlığı ve
çöküşünü hızlandırdı. Gayrimüslimlerin saldırıları ve ayaklanmaları giderek arttı.
96
Ercan, a.g.e. , s.39.
49
Gayrimüslim toplulukları nizamnamelerle yönetme ve daha geniş haklar vererek gelişen
olayları önleme çabaları da sonuç vermedi. Aksine, gayrimüslimler daha geniş haklarla,
daha sistemli biçimde mücadelesini sürdürdü. Ayrıca. Avrupa devletlerinin Osmanlı
Devleti’nin iç işlerine karışma fırsatı ve olanağı arttı.97
1.3.3.Teşkilatlanma, İsyanlar ve İhanetler
Hepsinin amacı Ermenistan bağımsızlığı olmak üzere ilkin Türkiye’de, daha
sonra ise yurt dışında çeşitli cemiyetler kurulmaya başladı. Önceleri esas niyetlerini
kendilerine saklayarak hayır dernekleri görünümü veren bu cemiyetler içinde konumuz
açısından en önemlileri Hınçak ve Ermeni İhtilal Cemiyetleri Birliği’dir.
Ermeniler’in bağımsız “Ermenistan” istekleri 1879’da Bab-ı Ali’ye yaptıkları
“Erzurum Vilayetinin Islahı Projesi” ile başlar.
Bu teşebbüs, Patrikhane tarafından hazırlanılmış bir muhtıradır.Yalnız, bu
muhtıra bile Ermeniler’in ne derece azgınlık ve küstahlık içerisinde olduklarını
göstermesi bakımından büyük bir önem taşımaktadır. Berlin Barış Anlaşması’na
Ermeniler tarafından koydurulan 61’inci maddenin bir sonucu olan bu istekleri,
Anadolu’ya heyetler gönderilmesi ve 1880’de yabancı elçilerin Bab-ı Ali’ye verdikleri
Nota takip etti.Daha sonra, 7 Eylül 1880’de 6 devlet elçisi, altı vilayette oturan
milletlerin nisbetlerini gösterir bir cetvelle Bab-ı Ali’ye 61 inci maddeden doğan
mesuliyetleri hatırlatan bir muhtıra verdi.98
Bunu yabancı elçilerin verdikleri sözlü nota, muhtıra ve ıslahat projeleri takip
etti ve ardı arkası kesilmedi.99
Daha önceki bölümde de belirttiğimiz gibi, sosyal olaylar, tarihi hadiseler
durup dururken, birdenbire patlak verip ortaya çıkmazlar. Bunları hazırlayan birçok,
bazen de basit gibi görünen ancak karmaşık sebepleri vardır. İlk bakışta Ermeni
olaylarının bir “mesele” olarak ortaya çıkışını, ne doğrudan doğruya yaklaşık yüzyıl
önceki Büyük Fransız İhtilâli’yle, ne 1878 Berlin Kongresi’yle, ne Batılı devletlerin
tahrik, teşvik ve finanse etmesiyle, ne patrikhane ve kiliselerin ruhani görevlerinin
97
a.g.e. , s.40.
Anadol-Abbaslı, a .g.e. , s.71.
99
a.g.e. , s.72.
98
50
yanısıra dünyevi-siyasi işlere el atmasıyla, ne Osmanlı Devleti’nden Avrupa ve
Amerika’ya gönderilip veya mahallinde yetiştirilip ihtilalci fikirlerle geri dönen Ermeni
gençleriyle ve ne de sadece 1818, 1878, 1912 ve 1914 savaşları öncesi, sırası ve
sonrasındaki olaylar, şuurlaşma, propaganda veya göç hareketleriyle, okullar, hayır
cemiyetleri, komiteler, çetelerle, misyoner faaliyetleriyle veya Yunanistan, BosnaHersek, Bulgaristan olaylarıyla açıklamak ve bunlardan sadece biri veya diğerini esas
alarak konuya bakmak doğru olmasa gerektir. Bunların hepsi de “Ermeni Meselesi”nin
ortaya çıkmasını hazırlayan sebepler zinciridir. Bunlara bağlı olarak gelişen ve bu
bölümde açıklamaya çalışacağımız başka tali sebepler de vardır. Bunlara verilecek
öncelik ise, kronolojik olmalıdır. Yine olayları bugünkü verilerle veya peşin hükümlerle
değil, zamanın şartları içinde ve o günün belgeleriyle ve bakış açılarıyla
değerlendirmeye çalışmakla gerçeklere daha çok yaklaşılabilir.Ermeni milliyetçiliğinin
teşekkülünde hareket noktası ise, dün olduğu gibi bugün de, patrikhane, kiliseler,
okullardan başlamakta ve cemiyetler, komiter terör gruplarıyla devam etmektedir.100
1.3.3.1.Kiliselerin Rolü ve İhanetleri
Ermeni Kilisesi’nin rolü, esasen bütün Ermeni tarihçileri tarafından kabul
edilen bir husustur.
Pastırmacıyan, Kilise için; “Ermeni Kilisesi, Ermeni milletinin kilise tarafından
can verilen ruhunun yeniden dünyaya gelmek için, yaşadığı vücuttur.” diyor.
Nalbantyan’ın görüşü de şöyle: “Bu nasyonalist çabada en büyük rol, bazı müstesna
liderleri ve belli başlı manastırları vasıtasıyla, hem dini, hem entelektüel bir kuvvet
olarak çalışan Ermeni Kilisesi tarafından oynanmıştır.Siyasi bağımsızlığın yokluğunda,
Katolikos, milletinin emellerini temsil etmiş ve Diasporadakilerle anavatandaki
Ermeniler arasında bir bağ haline gelmiştir.”101
Rusya’nın mezhep vasıtasıyla Osmanlı Ermenileri’ne müdahalesi üzerine
1830’da Ermeni Katolikleri ayrı bir cemaat şekline dönüştürülmüş ve 1831’de de
Hogopos Çukuryan’ın patrikliğiyle Ermeni Katolik Patrikliği’nin kuruluşu II. Mahmut
tarafından tanınmıştır. Yine 1828’lerden itibaren bazı Amerikan misyonerleri
100
101
Alkaya, a.g.e. , s. 48.
Gürün, a.g.e. , s.31.
51
İngilizler’in de gayretleriyle Ermeniler arasında Protestan Mezhebi’ni yaymaya
çalışmışlar ve dershaneler, parasız okullar kurup Ermenice İnciller dağıtarak 1846’da
bir “Protestan Cemaati İdare Heyeti” teşekkül ettirmişlerdir. 1850’de bir fermanla
bunlara bir “Protestan milleti mebusu seçme hakkı” verilmiş ve 1859’da da ayrı bir
cemaat olarak tanınmışlardır.Bundan sonra her isyan hareketinde Batı’nın yanısıra
patriklerin, papazların da parmağını görmek değişmez bir kaide haline gelecektir.
Bunlardan bazılarını gözden geçirelim.102
Van’da bir manastırda matbaa kuran Hrimyan, Ermeni bağımsızlığını güden
“Van Kartalı”, “Muş Kartalı” isimli gazeteleri 1857’den itibaren çıkarmaya ve Ermeni
çetelerinin yaptıklarını örtbas etmek üzere vilayetlerde sözde Ermeniler’e yapılan zulüm
ve baskılardan dem vuran raporlar yayınlamaya başlamıştır. Diğer taraftan etrafına
topladığı ateşli Ermeni papazları ve gençlerine Ermeni kültürüyle ilgili dersler
verdirmiştir.1869’da Ermeni patrikliğine seçilince, dini görevlerini bir tarafa bırakarak
siyasi işlerle uğraşmaya başlamıştır. Faaliyetlerini çok ileri götürünce, patriklikten istifa
ettirilmişse de, Türk-Rus savaşı sona erince, Yeşilköy önlerine gelen Grand Duc
Nicola’yı ziyarete giden patrikhane heyetinin içinde yer almıştır. 1885 yılında da
Eçmiyazin Katagikosu olmuştur. Patrikliği sırasında Ermeni Milleti Nizamnamesi’nin
hükümlerini genişletip Doğu Anadolu’daki Ermeniler lehinde yeni imtiyazlar koparmak
üzere 1872 başlarında hazırlattığı bir muhtırayı Osmanlı Hükümeti’ne vermiş bu
görevden ayrılınca da yerine seçilen Patrik Narses Varjabetyan’ı etkilemekten geri
durmamıştır.103
Patrik ve Katolikos seçilen Mığırdıç Hrimyan, 1857’de Van’da; Varrak
Manastırı içinde matbaa kurarak, Ermeni istiklali peşinde “Vasporagan-Van Kartalı”
isimli gazeteyi çıkaran azgın bir komitecidir. Hrimyan, patrik seçildiğinde bu Ermeni
Nizamnamesinin tenkide uğrayan tarafları Ermeni Millet Meclisi’ne getirilmiş ve
şikâyetler tekrar incelenerek, uzun münakaşalardan sonra bir bildiri düzenlenilmiş ve
1871’de hükümete müracaatta bulunulmuştur.Hrimyan’ın meclisin teşkil şekli
üzerindeki görüşü Ermeniler’i arasında ikiliğe sebep oldu. 1873’te Hrimyan istifa etti.
Yerine seçilen Nerses Varjabetyan, Fransa Parlamentosu’nun fikrini aynen almak
suretiyle yeni bir Nizamname düzenletti. Varjabetyan, Patrik seçildiğinde; 1878
102
103
Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.35.
Alkaya, a.g.e. , s.50.
52
Osmanlı-Rus Savaşı yeni bitmiş, Rus Ordusu Ayastafanos (Yeşilköy) önünde durarak,
bu isimdeki anlaşma imzalanmıştı. Varjebetyan bir taraftan eski Patrik Hrimyan, diğer
taraftan da daha sonra patrik seçilecek olan İzmirliyan’ın ve Patrikhane Meclisi’ndeki
üyelerin tazyikleriyle İstanbul’daki yabancı sefirleri dolaşarak onların ilgilerini çekmeye
çalışmış ve bu arada İngiliz Büyükelçisi Henry Elliot’la 1876 yılında görüşmüştür.104
Ancak Patrik Varjebetyan işin burada bitmediğini, ıslahat işinin bir basamak
olduğunu ve esas gayelerinin milli istiklal olduğunu “Ermenistan’ın Ermeniler
tarafından idaresi” formülüyle ifade etmiş ve bu fikirlerini Londra’da eski Patrik
Hrimyan, Petersburg’da Horen Episkopos vasıtasıyla Avrupa’da yaymaya çalışmıştır.105
Layard ise, şimdilik acele etmemelerini ve yapılacak reformların neticelerini
beklemelerini söylemişse de, Patrik’in kararlı tutumu ve yakında fiili olarak harekete
geçeceklerini anlaması üzerine, muhtariyet teşebbüsüne geçtikleri takdirde bölgede
çoğunlukta olan Müslümanların şiddetli tepkileriyle karşılaşacaklarını ifade etmiş ve
bilahare Osmanlı otoritelerini de durumdan haberdar etmiştir.106
Altı yüzyıl boyunca dünyanın hiçbir devletince tanınmayan din ve vicdan
hürriyetinden çoğu kere Müslümanlardan çok faydalanan Ermeni din adamları ve
kiliselerin, XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan isyan ve ihtilal
hareketlerine karıştıkları hatta onları çoğu defa yönettikleri tarihi bir vakıadır.
20 Haziran 1890 tarihinde Erzurum’da bulunan Saint Asalyan Kilisesi ihbar
üzerine aranmıştır. Buraya gelen Osmanlı askerlerine ateş açılmış ve iki subayla bir
jandarma eri şehit edilmiştir. Yapılan aramada ise, Rusya’dan getirilip gizlenen silah,
cephane ve bombalar bulunmuştur.107
Bitlis doğumlu ve Amerika’da tahsil yapıp tekrar memleketine dönen Jorcnab,
Ermeni Kilisesi papaz vekili ve oradaki Amerikan Misyoner Okulu idarecileri,
Ermenileri silahlandırmışlar ve Cuma namazına giden Müslümanlara 25 Ekim 1895’te
bir suikast hazırlamışlardı. Çalınan üç çan işareti ve Ermeniler’in durumundan
kuşkulanan Müslümanlar camiden hemen çıkmışlarsa da, kapıdaki silahlı Ermeniler’le
104
Mehmet Ali Birant, Ermeni Terörü, İstanbul, 1982, ss.12–14.
Azmi süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, ss. 36–37.
106
Cevdet Küçük, Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayını,
İstanbul, 1984, s.47.
107
Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi (1918–1921), Genelkurmay Başkanlığı Yayınları, Genel Kurmay
Basımevi, Ankara, C:3, s.4.
105
53
karşılaşmışlardır. Çıkan müsaderede 200’e yakın Müslüman ve Ermeni ölmüş ve bir o
kadar da kişi yaralanmıştır. Müteakiben çevrede çıkarılan olaylarda ise yine birçok kişi
hayatını kaybetmiştir.108
1.3.3.2.Okullar, Hayır Müesseseleri, Cemiyetler ve Komiteler
1461 yılında Patrikhane’ye tanınan din ve vicdan hürriyetinin yanısıra Ermeni
cemaatine kendi dillerinde eğitim-öğretim yapmaları, okullar, müesseler, cemiyetler
kurmaları ve iktisadi-ticari gelişmelerini sağlamaları yolunda birçok imkânlar
verilmiştir. Bunlar her padişah zamanında hem yazılı hukukta, hem de fiili olarak
gelişmiştir. Kapitülasyonlar ve XVIII. ve özellikle XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin
her tarafında görülen misyoner faaliyetleriyle bu gelişmeye Batılılar da destek vermeye
ve müdahale etmeye başlamışlardır. 1839 ve 1856 fermanlarıyla bu müdahaleler hem
resmi bir hüviyet kazanmış, hem de müesseseleşme faaliyetleri hızlanmıştır. 1860’tan
itibaren Ermeni Milleti Nizamnamesi, 1876 ve 1908 anayasaları ve özellikle 93 Harbi’ni
müteakiben “Ermenilerin meskûn bulundukları vilayetlerde ıslahat yapılması”
formülüyle sayıları Müslümanlarınkine ve başka ülkelerdeki Ermenilerinkine nazaran
son derece çoğalmıştır. Maarifle, dinle, hayırla, ticaretle uğraşmak gayesiyle kurulmuş
olmalarına rağmen, bunlar daha ziyade siyasetle ve nimetlerinden faydalandıkları
devlete zararlı olacak çalışmalarla uğraşmaya başlamışlardır. Böylece başta İstanbul
olmak üzere Anadolu ve Rumeli’nin her tarafında kiliseler, manastırlar, dini ve ladini
okullar, kolejler, ilm-i ilahi müesseseleri, darü’l-eytamlar, darü’l-acezeler, darü’şşifalar, hastahaneler, Cemiyet-i Hayriyeler, komiteler kurulmuştur. Okullardan
başlamak üzere bunların 1915-1916’lardaki durumlarını gözden geçirdiğimizde şu
tablolar ortaya çıkmaktadır.109
1860’ta çalışmaları başlatılıp 1863 Mart’ında bir fermanla kabul edilen
Nizamname-i Millet-i Ermeniyan’ın üçüncü bendinde; “Milletin vazife ve hakları
arasında evvela milletin kültürel ve maddi ihtiyaçlarının karşılanmasına gayret sarf
etmek, ikinci olarak Ermeni kiliselerinin iman ve efsanelerine leke ve zarar getirmemek,
üçüncü olarak güven temin etmek ve dördüncü olarak kilise, hastahane, okul ve benzeri
108
109
İhsan Sakarya, Belgelerle Ermeni Sorunu, Genel Kurmay Basımevi, Ankara, 1984, s.115.
Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.46.
54
müesseseleri ve ianeleri mamur halde tutmak prensipleri” getirilmiştir. Altıncı bendin
onuncu maddesinde ise; “Ruhban ve mektep hocaları ile kilise, manastır, mektep ve
hastahane memurlarının murakabe ve tecziyesi patrike ve ona bağlı olarak görev yapan
meclis ve komisyonlara bırakılmıştır.”110
19. yüzyıl ortalarına doğru, Osmanlı Devleti’nin Ermeni Protestan Kilisesi’ni
tanıması, Amerikan misyonerlerinin gayelerine ulaşmak için rahat çalışma fırsatı
bulmalarına imkân hazırlamıştır. İstanbul’da Robert College, Hristiyan papazı Dr. Syrus
Hamlin tarafından Türklüğü yok etme ve Hristiyanlığı111 yaymak gayesi ile
kurulmuştur. Kolej, ilk olarak “Ermeni Okulu”nun bir dairesinde ihtilalci öğretime
başlamıştır. Okulun bütün masraflarının Fransız Yahudileri tarafından finanse edildiğini
söylemekte yarar görüyoruz. Bulgar istiklalini sağlayanlarla kalburüstü birçok Ermeni
komitecisi, bu kolej mezunlarıdır.112
Referans vermeden “1901–1902 yıllarında İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin
Resmi İstatistiği” adıyla Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni okul, talebe ve öğretmen
sayısını Dr. Kevork K. Baghdjian şu şekilde vermiştir:113
110
a.g.e. , s.47.
Anadol-Abbaslı, a.g.e. , s.83.
112
a .g.e. , s.84.
113
Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.47.
111
55
Tablo 1.4. Dr. Kevork K. Baghdjian’a Göre Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni Okul,
Talebe ve Öğretmen Sayısı (1901-1902 Yılları)
YER
ERMENİ
OKULU
ERKEK
ÖĞRENCİ
KIZ
ÖĞRENCİ
ÖĞRETMEN
Siirt
3
163
84
11
Amasya-Merzifon
9
1524
814
54
Şebinkarahisar
27
2040
105
42
Erzurum
27
1956
1178
85
Kığı
27
1336
367
43
Bayburt
9
645
199
32
Diyarbakır
4
690
324
27
Harput
27
2058
496
58
Eğin
4
541
215
22
Çemişkezek
12
556
272
15
Arapkir
18
713
123
25
Çrşsancak
12
617
189
18
Arapkir
18
713
123
25
Etesia
8
1091
571
26
Görün
12
736
78
20
Darende
2
260
70
5
Divriği
10
757
100
20
Sivas
46
4072
549
73
Bitlis
12
571
63
20
Erzincan
22
1389
475
63
Kemah
13
646
28
16
Bayezid
6
338
54
13
Muş
23
1034
284
35
56
Van
21
1323
554
59
Gediz
3
203
56
6
Ahdamar
32
1106
132
36
Tercan
12
485
10
12
Kiskim
3
80
-
3
Pasin Hınıs
7
315
-
7
Divranaguerd
8
352
15
-
Palu
2
180
15
12
Malatya
8
505
50
15
Çukurova(Kilik)
9
872
230
19
Antep
9
898
708
58
Hatay
10
440
47
10
Halep
2
438
249
18
Haçin
4
508
69
12
Süleymanlı
10
605
85
15
Sis ve Çevresi
7
476
165
19
Adana
25
1947
808
69
Maraş
23
1361
378
44
Edirne
6
314
251
22
Rodos
9
1.017
856
48
İzmit
38
540
3103
212
Bilecik
10
1.120
143
21
Kütahya
5
825
349
23
İzmir
27
1.640
1.295
109
Ankara
7
895
395
29
Kayseri
42
3.795
1.140
125
57
Samsun
27
1.361
344
59
Trabzon
47
2.184
718
85
Bağdad
2
68
46
11
Yozgad
12
1.197
557
43
Bursa
16
1.345
733
54
Balıkesir-Bandırma
8
700
634
35
Tokat
11
1.408
558
50
Kastamonu
3
110
50
2
Konya
3
213
137
12
Armacah
2
190
110
6
803
59.513
21.713
2.088
GENEL TOPLAM
Kaynak: Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü, Ankara,
1990, s.49.
Verilen bilgiler ışığında görüldüğü üzere bu dönem Osmanlı Devleti toprakları
üzerinde toplam 803 Ermeni Okulu bulunmaktadır. Buna karşın aynı dönemde Rusya ve
Kafkasya’da 600 Ermeni okulu kapatılmış ve yine “yeni nesli Ermeni papazlarının
zararlı tesirlerinden kurtarmak amacıyla” 320 Ermeni ilkokulu kapatılmıştır.114
Bu amaca hizmet etmek amacıyla XIX. yüzyıl sonları ve XX yüzyıl başlarında
Ermeni cemiyetleri, okulları ve kiliseleri, kanuni ve dini bazı dokunulmazlıklardan da
yararlanmak suretiyle, isyan, ihtilal hazırlıklarının yapıldığı birer “siyasi büro” ve silah
ve mühimmat deposu veya imalathanesi haline gelmişlerdir.115
Bütün bu cemiyetler, sadece fikri mücadele vermekle kalmamış, yerine göre
hem Türkler’e hem de fikirlerini benimsemeyen, kendilerine yardım etmeyen veya
“devlete bağlılıklarıyla kendilerine ihanet eden” Ermeniler’i de öldürmekten ve
Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki isyan ve katliamlara iştirak etmekten kendilerini
alamamışlardır.116
114
Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.49.
a.g.e. , s. 51.
116
Osman Karabıyık, Türk-Ermeni Münasebetlerinin Dünü Bugünü, İhlas Matbaası, İstanbul, 1984,
s.58.
115
58
Armenekan Komitesi; komitelerden ilkidir. 1885 yılında Portakalyan’ın
yetiştirdiği dokuz kişi tarafından Van’da kurulmuştur. İstanbul’da doğup öğretmenlik
yapan Portakalyan, Van’da kendi açtığı okulunda birçok militan Ermeni talebe
yetiştirmiş ve olaylara karıştığı hükümetçe tesbit edilince Van’dan uzaklaştırılmıştır.
Fransa’ya giden Portakalyan, orada “Armenia” gazetesini çıkarmış ve “kan dökmeden
hürriyetin elde edilemeyeceği” propagandasını yaymaya başlamıştır. Gazetenin 1885’te
Osmanlı Devleti’ne, 1886’da Rusya’ya girişleri yasaklanmışsa da, gizlice buralara
gönderilmiştir.117
Hınçak Komitesi; Portakalyan ve gazetesi Armenia desteğinde 1897 yılında
İsviçre’de ateşli Armenia yazarlarından Avedis Nazarbekian, eşi Maro, Haraciyan ve
Kafkasyalı bir grup öğrenci tarafından kurulmuştur. Kurucularından hiçbirinin Osmanlı
Devleti’ne ayak basmadıkları bu komite, Karl Marx’ın prensipleri doğrultusunda
faaliyet göstermiş ve idarecileriyle üyelerinin büyük bir kısmını Rusyalı Ermeniler
teşkil etmiştir.118
Hınçak komitesi, Kumkapı gösterisinde, Sasun İsyanında, Babıâli gösterisinde
ve Zeytun İsyanı’nda yer almış ve birçok cinayete iştirak etmiştir.
Komite Marksist eğilimlerinden dolayı Ermeni halkı arasında pek rağbet
bulmamıştır. Mensupları arasında 1902’de çıkan anlaşmazlıklar üzerine birçok komiteci
İngiltere,
Rusya,
Mısır,
Bulgaristan,
Kafkasya
ve
İran’da
sokak
ortasında
öldürülmüştür.119
Taşnaksutyun’la birlikte Hınçak komitecileri, silah ve mühimmat depolarıyla
İtilaf Devletleri safında I. Dünya Savaşı’na iştirak etmişlerdir.120
Daşnaksutyun veya “Ermeni İhtilal Cemiyetleri Federasyonu” 1890’da Tiflis’te
kurulmuştur. Amacı, Tiflis’teki “Genç Ermenistan”, Van’daki “Armenakan” ve
“Hınçak” Ermeni komitelerini birleştirmek, Osmanlı Devleti’ne çeteler sokmak,
buradaki Ermeniler’i silahlandırmak, köylülere silah kullanmasını öğretmek, çeteler
kurmak, çete başları yetiştirmek, savunma teşkilatı kurmak, taraftar toplayarak isyan,
ihtilal çıkarmak ve Ermenistan’ın bağımsızlığını sağlamaktır. Komitenin sloganı ise,
117
Gürün, a.g.e. , s.129.
Süslü, Türk Tarihinde Ermeniler, s.146.
119
a.g.e. , s.147.
120
Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.54.
118
59
“Türk’ü, Kürd’ü, nerede ve hangi şartlarda görürsen öldür. Gericileri, sözünden
dönenleri, Ermeni hafiyelerini, hainleri öldür, intikam al.” şeklinde idi. Karl Marx’ın;
“Bir düzine silah nakledecek çete, bir düzine programdan daha tesirlidir.” prensibinden
hareket eden komite, üç yıl boyunca bir program ortaya koymamıştır.Yayın organı
Truşak olan komite, Osmanlı Bankası baskınına, 1904 Sasun isyanına, Yıldız suikastına
katılmış ve birçok cinayette rol almıştır.121
1.3.3.3.İsyanlar ve Olaylar
1882 yılında Erzurum’da Ermeniler’in büyük bir silah deposu ortaya çıkarıldı.
Hükümet tahkikatı genişletti, suçlular tevkif edildi, ancak İstanbul Patrikliği’nin şefaati
ile bunlar affedildi.1888 yılında İstanbul Patrikliği’ne Aşıkyan geldi. Ermeni isyanları
bu patrik zamanında başlamıştır.122
1.3.3.3.1.Erzurum İsyanı
Ermeni ihtilalcileri, Türkiye’de ilk siyasi örgütlerini Erzurum’da kurdukları
gibi ilk ayrılıkçı isyanlarını da yine burada çıkarmışlardı.123
İlk isyan 20 Haziran 1890’da Erzurum’da patlak verdi. Vilayet, Ermeniler’in
Rusya’dan silah ve cephane getirerek bunları kilise ve okulda sakladıkları haberini
almıştı. Buraların aranmak istenmesi sırasında Hınçaklar aramayı ihtilale güzel bir
vesile telakki ettiler ve başta Kerekciyan olduğu halde nümayişe başladılar.124
Yabancı temsilcilerin ve Patriğin müdahaleleri sonucunda olaydaki ölüm ve
yaralamalardan suçlu görülüp yargılanan 28 Ermeni, 22 Eylül tarihinde serbest
bırakılmışlardır. Ayrıca davaya bakan savcı da görevinden alınmıştır.Erzurum Ermeni
isyanı Avrupa’da önemli ölçüde yankılanmış ve Müslümanlar, Ermenileri katlediyor
şeklinde propaganda edilmiştir. Avrupa basınında olay, Ermenilerin ağzından abartılı
121
Uras, a.g.e. , s.442.
Mehmet Kanar, Ermeni Komitelerinin Emelleri ve İhtilal Hareketleri, Der Yayınları, İstanbul, 2001, s.35.
123
Muammer Demirel, “Erzurumda Ermeni İsyanları (1890–1895)” Türkler, C:13, Yeni Türkiye
Yayınları, Ankara, 2002, s.99.
124
Uras, a.g.e. , s.459.
122
60
bir şekilde yer almıştır.125
1895 yılında Erzurum’da Ermeni ihtilalciler, isyan için Eylül ayında son
hazırlıklarını yapmışlardı. Taşnaksutyun ve Hınçak komiteleri faaliyetlerini artırmışlar
ve Rusya’dan gelen yeni militanlar örgütlere katılıyordu. Komiteciler, Vilayet Meclisi
ve İstinaf Mahkemesi üyeliklerinde bulunan iki Ermeni ileri gelenini tehdit ederek
görevlerinden istifa etmelerini ve çıkaracakları ayaklanmada kullanacakları silahları
satın almak için onlardan para talep etmişlerdir. İngiliz Konsolosu Graves, bu
militanların Rusya Ermenisi olduklarını bildirmektedir. Hınçak militanları, tehditlere
aldırmayıp kendilerini desteklemeyen Ermenileri katletmekten de hiçbir şekilde
çekinmemişlerdi. 5 Ekim’de Erzurum’da Avukat Artin Sarkis Efendi ve Tüccar Simon
Bozoyan Ağa Hınçak militanları tarafından bıçaklanarak öldürülmüşlerdir. Bu olaydan
dolayı bir Rusya Ermenisi tutuklanmıştır. Bu öldürülenler örgüte girmediklerinden ve
destek vermediklerinden öldürülmüştür. Komiteler, böylece kendilerine destek
vermeyen Ermeni halkı önce sindirerek, zorla da olsa destek sağlamak ve dış
kamuoyuna da bütün Ermeniler aynı gaye etrafında toplanmışlardır görüntüsü vermek
istemişlerdir.126
Olayları genelleştirerek netice almak niyetinde olan Ermeni komiteciler, aynı
anda Erzurum’un çevresinde de isyanları başlatmışlardır. Erzurum isyanıyla aynı gün
başlatılan Bayburt olayından başka, Vilâyet’e bağlı Hınıs, Erzincan, Refahiye, Kuruçay,
Kemah, Tercan, Pasinler, Kiği ve Eleşkird kazalarında da ayaklanmalar çıkarılmış ve
Ermenilerle Müslümanlar arasında kanlı çatışmalara neden olmuştur. Buralardaki
çatışmalarda, her iki taraftan çok sayıda insan ölmüş ve yaralanmıştır.127
Olayların cereyan tarzından anlaşılacağı gibi eğer bir katliam varsa onu, olayları başlatan, hatta kendilerine destek vermek istemeyen Ermeni ileri gelenlerini
öldürerek, Müslüman halka saldırıp öldürerek, çatışma ortamı yaratıp Müslümanların
Ermenilerin üzerine saldırmasını sağlayan Ermeni ihtilalcileri yapmışlardır. Türk
güvenlik kuvvetleri ise kendilerine de silahla saldırılmasına rağmen, İngiliz
konsolosunun da övgü ile bahsettiği gibi, her zaman koruyucu olma özelliğini
125
Demirel, a.g.m. , s.103.
a.g.m. , s.104.
127
a.g.m. , s.105.
126
61
kaybetmemiştir.128
1.3.3.3.2.Kumkapı Gösterisi
1890 Temmuz’unda Hınçaklar İstanbul’da bir gösteri tertiplediler. Kumkapı
Gösterisi diye isimlendirilmiş olan bu nümayişin programına göre evvela Patrikhane’de
bir bildiri okunacak sonra patrikle birlikte bir heyet saraya giderek bildiriyi padişaha
takdim edeceklerdi.Bildiri Patrikhane’de okundu. Ancak patrik saraya gitmek
istemediğinden komiteciler Patrikhane’yi basarak zorla bir arabaya sokulup hareket
edildi. Gene hareketin muhalif Ermeniler tarafından haber verilmesi üzerine arabayı
yolda çeviren askerlerin üzerine ateş açıldı. Ermeniler’in kendi nakillerine göre 6–7
asker ağır, 10 kadarı da hafif yaralandı. İki Ermeni komiteci de öldü.129
1.3.3.3.3.Müteferrik Olaylar
1892–1893 yıllarında Ermeniler Kayseri, Yozgat ve Çorum bölgelerinde
olaylar çıkardılar. Merzifon’da isyan çıkarmaya teşebbüs etiler. Suçlular Ankara’da
muhakeme edildiler, elebaşları idama mahkûm oldular. Ancak hareketlerin asıl beynini
teşkil eden ikisi, Merzifon Amerikan Koleji öğretmeni Karabet Tomayan ile aynı okul
öğretmeni Ohannes Kayayan İngiltere’nin tavassutu ile affedildiler.Hınçak Komitesi
Kumkapı Gösterisi’nden netice alamayıp, büyük devletleri harekete geçirtemeyince,
1894 yılı içinde, İstanbul’da Ermeni ileri gelenlerine karşı suikastler tertiplemeye
başladı, bu suikast serisi Patrik Aşıkyan’a kadar uzadı. 25 Mart 1894’te patrike tabanca
ile saldırıldı. Tabanca ateş almayınca saldırgan Ermeni tutuklandı. Saldırganın
sorgulama sırasında Aşıkyan’ın Ermeni düşmanı olduğunu, sık sık hükümete ihbarlar
yaptığını, Ermeniler’in de milleti bu adamdan kurtarmak için and içtiklerini söylediği,
Fransız Sefiri Cambon’un bakanlığına yolladığı ve Fransızlar’ın “Sarı Kitabı”nda yer
alan telgrafında okunmaktadır.130
Hınçak Komitesi’nin İstanbul şubesinin reisi ve bütün bu olayları organize
eden kişi Murat komiteci takma adını taşıyan, 1908 Meşrutiyeti’nden sonra Kozan’dan
128
a.g.m. , s.107.
Alkaya, a.g.e. , s.61.
130
a.g.e. , s.61.
129
62
milletvekili seçilen Hamparsun Boyacıyan’dır.Bu suikastten sonra Patrik Aşıkyan istifa
etti, yerine İzmirliyan geçti.131
1.3.3.3.4. I.Sason (Sasun) İsyanı
Hınçak Komitesi’nin organizesi ile 1894 yılında Sason’da büyük bir Ermeni
ayaklanması gerçekleştirilmiştir. Bu ayaklanmada, Hınçak Komitesi başarı kazanmış ve
başta İngiltere olmak üzere Fransa ve Rusya, Osmanlı Devleti’ne bir memorandum
vererek Ermenilerin yaşadığı yerlerde, taahhüd edilen reformların yapılmasını istediler.
Osmanlı Yönetimi, Avrupa devletlerini teskin etmek ve gerçekten doğu vilayetlerinde
bir reform yapmak için “Anadolu Reform Müfettişliği”ni kurmuştur.132
29 Ağustos 1894 günü I. Sason İsyanı patlak verdi. Bu isyanı organize edenin,
bilahare kurulan ve içinde üç devletin (Fransa, İngiltere, Rusya) konsoloslarının da
bulunduğu tahkikat komisyonu raporunda tespit edildiği üzere Hamparsun Boyacıyan
olduğu görülmektedir.133
İsyana katılanlar 3.000–4.000 civarında gösterildiğine göre ölenlerin sayısının
herhalde bini geçmemiş olduğu doğrudur.134
Olaylardan sonra Van Konsolosu Holward, inceleme yapmak üzere Sason’a
gitmek istemiş, hükümet bu adamı olayların tahrikçisi olarak kabul ettiğinden, gitmesine
izin vermemiştir.135
23 Temmuz 1895’te siyasi sebeplerden dolayı mahkûm Ermeniler hakkında
genel af ilan edildi.136
1.3.3.3.5.Babıâli Gösterisi
Bu genel af müspet değil menfi bir etki yaptı ve 18 Eylül 1895 günü Hınçak
Komitesi İstanbul’da yeni bir gösteri düzenledi. Babıâli Gösterisi olarak bilinen bu
131
Anadol, a.g.e. , s.225.
Demirel, a.g.m. , s.104.
133
Uras, a.g.e. , s.473.
134
a.g.e. , s.477.
135
Anadol, a.g.e. , s.226.
136
Alkaya, a.g.e. , 64.
132
63
nümayişe 5000’e yakın Ermeni’nin katıldığı, polis ve jandarmaya ateş açıldığı, fakat
Babıâli önünde durduruldukları, askerin işe karışmasına gerek olmadan Ermeniler’in
dağıtıldığı bilinmektedir. İsyanın elebaşıları durumunda olup da kiliselere sığınan
komiteciler de yabancı devletler elçilerinin müracaatı üzerine affedilmişlerdir. Babıâli
Gösterisi’ni 45 gün devam eden Zeytun İsyanı takip etti.137
1.3.3.3.6.Zeytun İsyanı
Zeytun isyanları miladi 1545 tarihinden meşrutiyetin ilanına, yani 1908
senesine kadar takriben dört yüzyıl devam etmiştir. Aslında dağlık olan bu kaza halkı
mevkiinin sarplığından istifade ederek feodal bir idare altında toplanmışlar, İşehan
Prens adını verdikleri liderleri marifetiyle idare olunmuşlardır. İşehanlar dört
mahalleden ibaret olan Zeytun’un birer mahallesini idare eden dört şahıs olup her biri
kendi mahallesine hâkimdi. Türk köyleri bunlara vergi verir ve vergiler İşehanların
tayin ettiği kişiler tarafından toplanırdı.
Bu idare tarzı 1895 senesine kadar devam etti. Nihayet yine bu tarihte Osmanlı
Hükümeti İşehan adı verilen bu şahısların hem nüfuzuna, hem de idare tarzına son
verdi.İşehanların gerek Osmanlı Hükümeti’ne ve gerek Türk ahaliye karşı almış
oldukları vaziyet ilk olayları doğurdu.138
Maraş’ın bir kasabası olan Zeytun’da isyan kararının 16 Eylül 1895 günü
alındığı kaydedilmektedir. İsyan başlayınca telgraf telleri kesilip bütün kasaba, 2000’i
silahsız, 4000’i silahlı olmak üzere kışla ve hükümet konağını sararak kaymakamı, 50
subay ve 600 erden ibaret birliği esir ediyorlar, bu esirler Zeytunlu Ermeni kadınlar
tarafından öldürülüyorlar. İmdada gelen nizamiye kuvvetleri Zeytun’u kuşatıyor.
Kasabaya girilmek üzere iken İstanbul’daki elçiler müdahale ederek, arabuluculuk teklif
ediyorlar, Elçilerin müdahalesi ile ilgili yazışmaları Fransızlar’ın 1893–1897 yıllarına
ait “Sarı Kitabı”ndan takip etmek mümkündür.139
Zeytun İsyanı devam ederken Babıâli 6 vilayette yapılacak ıslahat konusunda
kendi hazırladığı bir projeyi, 20 Ekim 1895 tarihinde Fransa, Rusya ve İngiltere
137
Anadol, a.g.e. , s.238.
Kanar, a.g.e. , s.23.
139
Anadol, a.g.e. , s.260.
138
64
sefaretlerine sunuyordu.Islahat Projesi’nin bu şekle dönerek Mayıs Projesi’nden
uzaklaşması üzerine Ermeni komitecilerinin faaliyeti büsbütün arttı, Zeytun İsyanı zaten
devam ediyordu. Diyarbakır’da da isyan hareketi başladı, Trabzon, Erzurum, Sivas’ta
olaylar çıktı.Bunlar genişlemeden bastırıldı, ancak Anadolu’da yer yer isyanların zuhuru
üzerine devletler 12 Kasım 1895’te Babıâli’ye müracaat ederek tebaalarının emniyeti
için İstanbul’a birer harp gemisi getireceklerini bildirdiler. Babıâli bu talebe karşı
koyamadı ve izin verdi.140
1.3.3.3.7.Van İsyanı
Van’da 1895 Ekim’inde başlayıp 1896’da şiddetlenen olaylara karşı Osmanlı
Devleti gerekli önlemleri alınca, Ermeni yanlısı devletler feryat etmeye, birçok
menfaatleri gider korkusuyla karşı çıkmaya başladı.
İsyan için bir yıldır hazırlık yapılmakta, Ermeni halktan toplanan silah vergisi
ile Hınçak komitelerince silah ve cephane depolanmakta idi. İsyanı yönetecek olanlar da
İran ve Rusya yoluyla Van’a gelmişlerdi.Van İsyanı da, Zeytun İsyanı gibi, yabancı
devletlerin müdahalesi ve asilerin affedilmesi ile sona erdi. Van İsyanı’ndan sonra
Hınçak Komitesi’nin Türkiye’deki faaliyeti, komite içindeki bölünme sonucu fiilen sona
erdi ve meydan Taşnaksutyun’a kaldı.141
1.3.3.3.8.Osmanlı Bankası Baskını
Komiteciler yabancı devletlerin müdahalesini daha esaslı olarak sağlamak için
Osmanlı Bankası’nı basmaya ve burayı havaya uçuracaklarını öne sürerek maksatlarına
nail olmaya karar vermişlerdi.142
14 Ağustos 1896 günü İstanbul’da Osmanlı Bankası’na yapılan saldırı
Taşnaksutyun’un eseridir.Komitacılar bankayı, sabah saatinde müşteri gibi girerek, işgal
ettiler, içerideki personel ve müşterileri esir alarak, bankayı kuşatan güvenlik
kuvvetlerine silah ve bomba ile saldırdılar. Banka Genel Müdürü Sir Edgar Vincent,
Rus Sefareti Tercümanı Maximoff ile Abdülhamit’in huzuruna çıkıp tavassut istediler.
140
Alkaya, a.g.e. , 66.
a.g.e. , 68.
142
Kanar, a.g.e. , s. 21.
141
65
Padişah bir felakete sebebiyet verilmemesi için işin çözümlenmesini Maximoff’a
bıraktı. O da komitacılarla görüşerek onları bankadan çıkmaya razı etti. Bunlar
Messagerie
Maritimime’in
Gironde
isimli
gemisine
bindirilerek
Türkiye’den
ayrıldılar.Avrupa basını bu olayı da Ermeniler’in katli şeklinde aksettirmekte kusur
etmedi.Bu olay üzerine Ermeni Patriği İzmirliyan istifa mecburiyetinde kalmıştır.
Yerine Bursa Efiskoposu Partigimos Patrik Kaymakam oldu.143
1.3.3.3.9. II.Sason (Sasun) İsyanı
Sason’daki ikinci isyan 1903 yılı sonlarına doğru başladı ve kısa zamanda
bölgeye yayıldı. Nasihatle asiler yola getirilemeyince 13 Nisan 1904’te bölgeye asker
sevk edildi. Çeteciler Ağustos’a kadar mücadeleye devam ettiler, sonunda Antranik
Kafkasya’ya kaçmayı başardı.
Küdülyan isimli bir Ermeni, Beyrut’ta 1929 yılında, “Antranik Savaşları”
isimli bir kitap neşretmiştir. Bu kitapta isyan sırasında yapılan çatışmalar ve zayiat
nakledilir. Bunları kaydetmekte fayda vardır; 13 Nisan’da başlayan vuruşmalarda 800–
1000 Türk öldürüldü, Ermeniler’den 11 kişi yaralandı. Kon mevkiindeki savaşta
Türkler’den 17 kişi öldürüldü, 14 kişi yaralandı, Ermeniler’den 4 kişi öldü. Gurava
çarpışmasında 70 Türk, 2 Ermeni öldü. Bu rakamlarla,
Türkler’in Ermeniler’i
katlettikleri yolundaki propaganda rakamlarını karşılaştırmak enteresandır.144
1.3.3.3.10.Yıldız Suikastı
Taşnakların son teşebbüsleri Abdülhamit’e yapılan suikast oldu. Olay 21
Temmuz 1905 günü cereyan etti. Abdülhamit camiden çıkarken Şeyhülislam ile bir
konu üzerinde görüşmeye başlamış olması sayesinde suikastten kurtuldu, ama tabiatıyla
pek çok ölen ve yaralanan oldu. Suikastçilerden yakalananlar mahkemeye sevk
edildiler, aralarından sadece birisi idama mahkûm oldu, onun cezasını da padişah
affetti.145
143
Anadol, a.g.e. , s. 254.
Uras, a.g.e. , s.473.
145
Celal Bayar, Ben de Yazdım, Baha Matbaası, C:3, İstanbul, 1965, s.904.
144
66
1.3.3.3.11.Adana İsyanı
Ermeniler için hayali Rupinyan Krallığının hüküm sürdüğünü iddia ettikleri
Kilikya’yı diriltmek, Ermeniler’in bir kısmını burada toplamak kutsal bir gaye idi.
Kilikya için yazılmış pek çok şiir bu özlemi ifade eder. Ruslar’ın kışkırtmalarıyla bir
süre; Maraş, Haçin ve Sis gibi yerlerde Ermeni nüfusunu yoğunlaştırmaya çalışma
gayretleri bu yüzdendi.146
Meşrutiyetin ilanı yurt içinde de kolay hazmedilemedi, 13 Nisan 1909 günü
tarihte 31 Mart Vakası diye tanımladığımız hareket vukua geldi. Adana Vakası diye
meşhur olan isyanla aynı tarihte başlar.147
1909 senesi Nisan ayında tarafların münasebetleri o kadar gerginleşmişti ki,
akşama-sabaha, halkın birbiri üzerine saldıracaklarına artık kimsenin şüphesi
kalmamıştı.
Ennihayet Nisan’ın 14. günü Monsenyör Muşeg’in emriyle en evvel Ermeniler
tarafından başlayan tecavüzlerle Adana Vakası ortaya çıktı.Adana, Tarsus’ta,
Hamidiye’de, Misis’te, Erzin’de, Dörtyol’da Azizli’de, hülasa Ermeniler’in çokluk
olduğu her yerde öyle müthiş katliamlar başlamıştı ki, bunların tafsilatını okumak insanı
cidden nefretlere duçar eder.
İşte ilk Adana Vakası’nın sebep ve amilleri bunlardır. İkinci Adana Vakası
denilen ve birinciden 11 gün sonra meydana gelerek yalnız Adana şehrine inhisar eden
vaka ise, gece vakti bazı Ermeni gençleri tarafından askerin ordugâhına ateş edilmesi
üzerine başlamış ve Adana şehri katliamının daha fena bir şekil almasına sebep
olmuştur.148
Cemal Paşa Adana Vakası esnasında 17.000 Ermeni ile 1650 Müslümanın
öldüğünü kaydediyor ve Adana’da Ermeniler adet itibariyle Türkler’den üstün olsalardı
bu iş aksi olur, Ermeniler Türkler’i katliam etmiş olurlardı, katliam esnasında tarafların
gösterdiği temayüller yekdiğerinden farklı değil diyor.
Adana Vakasından hemen sonra Adana’ya vali olan ve vaka mesullerini “Örfî
İdare Divan-ı Harbi”ne sevk eden Cemal Paşa’nın yazdıklarının tarafsızlığından şüphe
146
Anadol, a.g.e. , s.309.
Yusuf Halaçoğlu, Ermeni Tehciri, Babıâli Kültür Yayıncılığı, İstanbul, 2005, s.40.
148
Cemal Paşa, Hatıralar, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1977, s.348.
147
67
etmek için sebep olmayacağı, katliamda ölen Ermeniler’in miktarı olarak verdiği 17.000
rakamı ile belli olmaktadır. Zira Ermeni Patrikhanesi’nin teşkil ettiği soruşturma
heyetinin tesbit ettiği ve mübalağalı olması normal ölü sayısı da 23.330’dur.149
1.3.4.Birinci Dünya Savaşı Öncesi Ermeni Nüfusu
Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni nüfusunu çeşitli kaynaklar kaydetmiştir.
Kaydettikleri rakamları nasıl hesapladıkları hakkında bu kaynaklarda bir kayıt yoktur.
Ancak hemen kaydedelim ki bir nüfus sayımına dayanan yegâne kaynak
Osmanlı Devleti rakamlarıdır. Bunlar 1905 yılında yapılan sayıma dayanır. Belirttiğimiz
kaynaklardaki verileri bir liste haline getirirsek:
Tablo 1.5. 1905 Yılındaki Kaynaklarda Yer Alan Verilere Göre Ermeni Nüfusu
Kaynak
Nüfus
Basmacıyan
2.380.000
Kontenson
1.400.000
Lynch
1.345.000
Kevork Arslan
1.800.000
M. Leard
2.560.000
İngiliz Salnamesi
1.056.000
Britannica
1.500.000
Revue de Paris
1.300.000
Sarı Kitap
1.555.000
Osmanlı İstatistiği
1.295.000
Kaynak: Ahmet Suat Alkaya, Ermeni Tehciri Ve Eskişehir Ermenileri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006, s.77.
Ermeni kaynaklı ve mübalağalı olduğu aşikâr rakamları bir tarafa bırakırsak,
Batı kaynaklı rakamların 1.056.000 ile 1.555.000 arasında değiştiğini ve bu durumda
yuvarlak rakam 1.300.000 olan ve netice itibariyle nüfus sayımına dayanan Osmanlı
istatistiklerini en sıhhatli rakam olarak alabileceğimizi görürüz. Bununla beraber kati bir
149
Uras, a.g.e. , s.558.
68
rakam vermek istemezsek rahatlıkla Türkiye’deki bütün Ermeni nüfusunun 1.300.000
olduğunu söyleyebiliriz.150
1.4.BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI DÖNEMİ
1.4.1.Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeniler
I. Dünya Savaşı sırasında ise, Osmanlı askeri olarak düşmana karşı savaşan
veya geri hizmetlerde çalışan Ermeniler de bulunmasına rağmen, bunların büyük bir
kısmı cephede düşmanla birlikte Türkler’e karşı savaşmış, cephe gerisinde de kadın,
çocuk, yaşlı ayrımı yapmaksızın katliama girişmişler, yüzbinlerce Müslüman’ın
hayatına kastederek Anadolu’yu bir harabe haline çevirmişlerdir.
Devletin bunları yatıştırmak ve durdurmak için aldığı tedbirler istismar edilmiş
ve İtilaf Devletleri’nin de tahrik ve vaatleriyle Ermeniler, bin yıl refah içinde yaşadıkları
ülkeyi parçalamaya başlamışlardır.151
1.4.2.Ermeni Gönüllülerinin Faaliyetleri
Savaşın başlamasıyla birlikte Osmanlı Devleti açısından üç güruh ortaya
çıkmış ve bunlar kendi adlarına savaştan karlı çıkmaya çalışmışlardır. Bunlardan
birincisi Ermeniler’dir. Ermeniler Türk, Rus ve İran hâkimiyetinden kurtularak
bağımsız yeni bir devlet kurma çabası içerisine girmişlerdir. İtilaf Devletleri ise hem
içeriden hem de dışarıdan Ermeniler’i silahlandırıp onlara bağımsızlık vaatleri vererek
Osmanlı Devleti’ni parçalama adına kışkırtmaya çalışmışlardır. Osmanlı Devleti ise bu
döneme kadar uygulamaya çalıştığı ıslahat çalışmalarından vazgeçerek Ermeniler’in
başlatmış olduğu terör hareketlerinden halkı koruma ve Ermeniler’e yönelik nakil
faaliyetlerine girişmiştir.152
Bir taraftan komiteler, diğer taraftan da içerideki ve dışarıdaki kiliseler,
bağımsız bir Ermenistan’ın kurulması için bundan daha iyi bir bahane bulunamayacağı
150
Alkaya, a.g.e. , s.77.
Hüsamettin Yıldırım, Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Sistem Ofset Yayınları, Ankara, 2000, s.7.
152
Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.64.
151
69
kanaatine varmışlardır. Bu amaçla daha 1914 Haziran’ında Erzurum’da yapılan
kongresinde Taşnaksutyun; İttihad ve Terakki Hükümeti’nin Hıristiyan unsurlara ve
özellikle Ermeniler’e karşı eskiden beri takip ettiği iktisadi, sosyal ve idari politika ve
ıslahatı uygulama konusundaki tavrını bahane ederek İttihad ve Terakki’ye karşı
muhalefet etmeye, onun siyasi programını tenkit etmeye, kendisine ve teşkilatına karşı
şiddetle mücadele etmeye karar vermiştir.153
Bu arada Ermeni komiteleri Osmanlı topraklarındaki şubelerine şu talimatı
vermişlerdir:
“Rus Ordusu hududdan ilerler ve Osmanlı askerleri çekilirse, her tarafta birden
eldeki vesait ile kıyam olunacak. Osmanlı Ordusu iki ateş arasında bırakılacak, mebani
ve müessesatı-ı emiriyye bombalarla berhava edilecek, yakılacak, hükümetin kuvveti
dâhilde işgal olunacak, levazım kafileleri örülecek. Bilakis Osmanlı Ordusu ilerlerse,
Ermeni askerleri silahlarıyla Ruslar’a iltica edecek ve kıtalarından firarla çeteler teşkil
edeceklerdir.154
1.4.3.Batının Müdahalesi
Eçmiyazin Katogikosu, Rus Çarı II. Nicolas’ı “Ermeniler’in hamisi” olarak
ilan ederken, resmi yayın organı Ararat’ın Ağustos 1916 nüshasında Katogikosluk,
“Bütün Ermeniler’in malen, bedenen Rus ordularına yardım etmeleri gerektiğini”
yayınlamıştır. Rus Çarı ise, Ermeniler’e hitaben yayınladığı beyannamede “Asırlardan
beri devam eden sadakatiniz benim için bu büyük günde de bütün vazifelerinizi
sarsılmaz bir iman ve kanaatle ifa edeceğinize ve gerçek davamızın ve silahlarımızın
kesin zafere ulaşması için çalışacağınıza bir delildir.”155 ifdesi üzerine, Ermeniler’in bir
kısmı Türkler’e karşı savaşan Rus ordularına katılırken, birçokları da mallarını,
mülklerini satarak gönüllü alaylarına iştirak etmişlerdir. Bu sonuncular bölgeyi iyi
tanıdıkları için hem Ruslar’a rehberlik etmiş, hem de sabotajlar yapmışlardır.156
Ermeni gönüllülerinin, çetelerin cephede ve cephe gerisinde yaptıkları
faaliyetlerle ilgili Dâhiliye Nezareti’yle Üçüncü Ordu Komutanlığı ve Başkomutanlık
153
Uras, a.g.e. , s.579.
Birant, a.g.e. , s.96.
155
a.g.e. , s.36.
156
Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, , s.66.
154
70
arasındaki yüzlerce yazışma Genelkurmay Başkanlığı ATAŞE Arşivi’nde bulunmakta
ve yukarıdaki Ermeni faaliyetlerini teyit etmektedir. Bunlardan birkaç tanesini gözden
geçirelim;
14 Ekim 1914 tarihinde Üçüncü Ordu Kumandanlığı’nın Başkumandanlık’a
gönderdiği mesaj şöyledir:
“Ruslar’ın
Kafkasya’da
Rus
ve
Osmanlı
Ermenileri’yle,
Rumlar’ı
silahlandırarak çeteler kurdukları ve bunları bizim tarafa göndererek memleketimizde
de çete teşkilatını tevsi edecekleri tespit edilmiştir. Bu haberler her an teyit ve tahakkuk
ediyor, kıtalarımızdaki Ermeni firarileri de artıyor. Firar ve ihanet edenler hakkında kati
tedbirler almak ve suçluları cevaplandırmak gerekiyor. Bunun temini ve meselenin
oluruna bırakılmamasını arz ederim.”
Rusya’nın gizlice veya zaman zaman açıkça Ermeni komitelerini ve çetelerini
desteklediğine ve onlardan alaylar kurdurtup cephede ve cephe gerisinde saldırttığına
dair birçok belge vardır. Her ne kadar Berlin Kongresi’nden beri Rusya, İngiltere ve
Fransa tarafından Ermeniler lehinde bir “ıslahat” ısrarla müdafaa edilmiş ve çeşitli
vesilelerle bağımsız Ermenistan için vaatlerde bulunulmuşsa da savaş başlar başlamaz
yapılan gizli antlaşmalarda, özellikle 26 Nisan 1916’da yapılan Sykes-Picot
Antlaşması’nda Ermeniler’e vaat edilen bölgeler de bu üç devlet arasında paylaşılmıştır.
Buna göre Karadeniz kıyılarıyla Trabzon’un batısından itibaren geçen hat, Erzurum,
Van, Bitlis, Muş ve Siirt yöreleri Rusya’ya; Çukurova, Harput ve Sivas yöreleri de
Fransa’ya bırakılmıştır. Hâlbuki bu tarihlerde eski Osmanlı Hariciye Nazırı
Noradungiyan Gabriel Efendi ve Bogos Nubar, Avrupa başkentlerinde bağımsız
Ermenistan hayalini gerçekleştirmek için temaslarda bulunuyorlardı.Yine 1916 yılı
başlarında Rus ordusu Erzurum’u işgal ettiği zaman Rus Başkomutanlık Emri’nde şu
ifadeler yer almıştır:
“Ermeniler, Erzurum’da yerleşme hakkına sahip değildirler.”157
Batılıların Ermeniler adına, fakat sadece emperyalist menfaatleri için
uyguladıkları bu ikiyüzlü politikalarını İngilizler’in ve Fransızlar’in Güney ve
157
a.g.e. , s. 68.
71
Güneydoğu Anadolu’daki savaşlarda ve Ermeniler’e çıkarttıkları isyanlarda açık şekilde
görmek mümkündür. Şimdi ana hatlarıyla bunları gözden geçirelim.
1.4.4.Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeni İsyanları ve Mezalimi
Osmanlı Devleti genel savaşa girmeden önce, Ermeni komiteleri başta
patrikhane olmak üzere, Osmanlı Hükümeti’nin Rusya’ya karşı savaşa girmesi halinde
alacakları durumu tespit için toplantılar yapıyorlardı. İstanbul Galata’daki Ermeni
Büyük Merkez Okulu’nda 1914 yılı Mayıs ayında, Patrikhane’den görevlendirilen rahip
Gabriel Cevahirciyan’ın başkanlığında Taşnaksutyun, Veragazmiyal Hınçak, Ramgavar
temsilcilerinden oluşan “Birleşik Milli Ermeni Kongresi”, “Ermeniler’in Osmanlı
Hükümeti’ne sadık kalmaları” şeklinde bir karara vardı. Taşnaksutyun reisleri de bu
şekilde propagandalar yaparak bu suretle Osmanlı Hükümeti’ne güven vermek istediler.
Bir taraftan da durumun alacağı şekli bekleyerek bütün kuvvetleriyle hazırlanmakta
kusur etmediler.158
Savaş öncesinde Rusya’nın ve Ermeni komiteleriyle, kilise okulları ve çetelerin
yürüttükleri propaganda, teşkilatlanma ve silahlanma faaliyetleri, savaş başlar başlamaz
hemen uygulamaya konulmuştur. Bu amaçla Rusya’da Kafkaslarda toplanan “gönüllü
subayları”na, siyasi sebeplerle Rus Hükümeti tarafından Sibirya’ya sürülmüş 180
Ermeni’yle, Osmanlı Devleti’nden birçok kişi katılmıştır.159
Bu amaçlarla teşkilatlanmaları sağlanan Ermeniler, seferberlik ilan edilir
edilmez hem Osmanlı toprakları içinde, hem de dışında hemen harekete geçmişler;
gönüllüler, çeteler halinde Kafkaslarda ve Anadolu’nun birçok yerinde yüzbinlerce
Müslümanı, yaşlıları, çocukları, kadınları, kızları, cepheden dönen yaralıları, sakatları
sistemli olarak katletmişler; köyleri, kasabaları yakmışlar, yıkmışlar; orduyu arkadan
vurmaktan, ikmal yollarını kesmekten, önlerine gelen her şeyi tahrip etmekten
kendilerini alamamışlardır. Faaliyetlerine katılmayan Ermeniler’i ve Türk olmayan
diğer unsurları da öldürmekten çekinmemişlerdir. Böylece Zeytun’da, Kayseri’de,
Bitlis’te, Sivas’ta, Trabzon’da, Ankara’da, Adana’da, Urla’da, İzmit-Adapazarı’nda,
158
Hasan Babacan, I. Dünya Savaşı Sırasında Ermeni Sorunu Tehcir Meselesi ve Talat Bey, Tatav
Yayınlan, İstanbul, 2001, s.141.
159
Uras, a.g.e. , s.593.
72
Hüdavendigar’da, Musa Dağı’nda insan akıl ve mantığının kabul edemeyeceği vahşetler
sergilenmiştir.160
1.4.4.1.Zeytini Olayları
Zeytun’daki Hınçak Komitesi liderlerinden Çakıroğlu Panos’un evinde yapılan
toplantıda; “İngilizler’in İskenderun’a çıkacakları için Adana, Maraş, işgal oluncaya
kadar isyanlarla seferberliğe mani olunması, İngilizler’in harekatının desteklenmesi,
jandarmaların silah ve cephanelerinin ele geçirilmesi, kaymakam ve diğer hükümet
memurlarının ve ailelerinin öldürülmesi, telgraf tellerinin kesilmesi” tavsiye edilmiştir.
Şubat ayı içerisinde harekete geçen 800 civarındaki çete, Maraş’ın telgraf bağlantısını
kesmişler, askeri kışlaya ve Hükümet Konağı’na saldırmışlar ve Tekke Manastırı’na
sığınmışlardır. Yapılan müsademede jandarma komutanı Binbaşı Süleyman Bey ve 25
jandarma şehit olmuş 34’ü de yaralanmıştır. Ayrıca Maraş’ın çeşitli yerlerinde birçok
Müslüman, Ermeni çetelerince öldürülmüştür. Olaylar sırasında Hükümet kuvvetlerinin
karşı faaliyetleriyle 713 tüfek, 12 çifte, 12 mavzer tabanca, çeşitli bombalar, 70 nakil
hayvanı ve Ermeni papazıyla birlikte, 61 eşkiya ve komiteye ait birçok döküman ve
mühür ele geçirilmiştir.161
1.4.4.2.Kayseri Olayları
Kayseri, önemli ulaşım yollarına sahip olması itibariyle öteden beri Osmanlı
Devleti’nin önemli ikmal ve ticaret merkezlerinden biri olmuştur.
Bu tarihlerdeki İngiliz Büyükelçisi Sir Clare Ford, Sir A. Nicolson’dan aldığı
ve İngiltere Hariciye Nazırlığı’na gönderdiği muhtırada; Kayseri, Tokat, Yozgat ve
Merzifon’da Ermeniler’i bazı Rus ajanlarının kışkırttıklarından bahsetmektedir.162
Bu bağlamda harekete geçen Hınçak Komitesi, teşkilatlanmayı köylere kadar
yaymak üzere meşhur David Sultanyan’la eski sabıkalı Sarkis Torosyan’ı, Vanlı dişçi,
isyancı Melkon’u görevlendirmiştir. Bunlara Kayseri içinden yardımcı olan kuyumcu
160
Alkaya, a.g.e. , s.83.
Gültekin Ural, Ermeni Dosyası, Kamer Yayınları, İstanbul, 1988, s.257.
162
Mehmet Hocaoğlu, Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeniler ve Ermeni Mezalimi, Er-Tu Matbaası,
İstanbul, 1976, s.198.
161
73
Hacı Ohannes, bakırcı Karabet ve kardeşi Leon’un çalışmalarıyla bol miktarda bomba
imal edilmiştir. Ayrıca Amerika’da bulunan Kayserililerin maddi yardımları ve ticari
eşyanın içinde parça parça gönderilen silah ve mühimmatla halkın silahlanması
sağlanmıştır.163
İlk olarak Everek’in çeşitli yerlerine gizlice yerleştirilen tellere elektrik
verilmek suretiyle Müslüman halk ve askerler öldürülmeye çalışılmış.164
Amerika’dan gelerek bomba imalathaneleri kurup faaliyete geçiren bombacı
Kevork’un evinde kazaen bombaların patlamasıyla bu imalathanelerle birlikte evlerin
döşeme, dolap ve duvarlarına saklanan silah ve mühimmat Hükümet tarafından ele
geçirilmiştir. 1914 Ocak’ındaki bu olaylar, Hınçak Taşnak reisleri, Patrikhane ve
özellikle Patrikhane’nin en seçkin komitecisi ve Rusya’daki Eçmiyazin Kilisesi’yle
casusluk yapan ve Anadolu’daki isyanının planlayıcılarından olan Kayseri Ermeni
Murahhası Hasraf Efendi tarafından gizlenmeye çalışılmışsa da, muvaffak olunamayıp
vaktinden önce faaliyetlerin Hükümet tarafından öğrenilmesi üzerine, 1915 başlarından
itibaren Kayseri’nin birçok yerinde isyan, tecavüz, gasp ve katl olayları başlamıştır.
Yeniden tahkikata geçen Hükümet; Ermeni evlerinde, mezarlıklarında, cemiyetlerinde,
kiliselerinde, okullarında birçok silah, cephane, bomba, dinamit, talimat, beyanname ele
geçirmiş ve birçok Ermeni’yi suçüstü yakalatmıştır.165
1.4.4.3.Bitlis Olayları
Bitlis ve Muş çevresi, komitecilerin Van’dan sonra en çok önem verdikleri
bölge idi. Buranın Van, Diyarbekir, Halep ve İskenderun yolu üzerinde bulunması ve
senenin her mevsiminde hareketli bulunması önemini daha da arttırıyordu. Ayrıca, bu
bölgenin öteden beri Muş ve Talori gibi Ermeni isyanları bakımından tanınmış olduğu
da söylenebilir. Komiteciler bu bölgeye en gözde adamlarını gönderdikleri gibi, Ermeni
Patrikhanesi de en güzide papazları ile ruhani reislerini gönderiyordu.166
Seferberlik ilan edilince Taşnaksutyun Komitesi’nin talimatıyla Van ve Bitlis
havalisi iki bölgeye ayrılmış ve Muş-Bitlis havalisi isyanlar çıkartmak üzere Van
163
Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.72.
Birant, a.g.e. , s.12.
165
Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.73.
166
Ural, a.g.e. , s.289.
164
74
Mebusu Papazyan’ın, Van havalisi de yine bir Osmanlı Ermeni Mebusu olan Vramyan
ve Rus Generali Loris Melikof’un oğlunun idaresine verilmiştir.167
1.4.4.4.Van Olayları
Ermeniler’in ve onları destekleyen Batılıların en çok üzerinde durdukları,
propaganda ve teşkilatlanmalarını yoğunlaştırdıkları yer yine burası olmuştur. Komite
reislerinin, Osmanlı Ermeni mebuslarının ve Batılı konsolosların en çok ziyaret ettiği ve
Ermeni çeteleriyle bilahare gelecek olan gönüllü alaylarının faaliyetlerini ve sayılarını
giderek arttırdıkları bölge de burası olmuştur. Bütün bu faaliyetlerle, özellikle Avrupa
kamuoyunda
bölgede
Ermeniler’in
ellerinden
işlerinin
alındığı,
kendilerine
zulmedildiği, katledildiği, hürriyetlerine kastedildiği imajı verilmeye çalışılmış ve
bilhassa Ermeni nüfusunun Müslümanlarınkinden fazla olduğu iddia edilmiştir.168
Hem yerli, hem de yabancı belgelere göre Van ve çevresinin nüfusu da, iddia
edildiği gibi Ermeniler lehinde değil, Müslümanlar lehindedir.
1914 tarihli Dâhiliye Nezareti’nin yaptırdığı Memalik-i Osmaniyye’nin 1330
senesi istatistiğine göre Van vilayetindeki ve kazalarındaki nüfus oranı şöyledir.169
167
Uras, a.g.e. , s.74.
Ural, a.g.e. , s.262.
169
Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.75.
168
75
Tablo 1.6. 1914 Tarihli Dâhiliye Nezareti’nin Yaptırdığı Memalik-İ Osmaniyye’nin
1330 Senesi İstatistiğine Göre Van Vilayetindeki ve Kazalarındaki Nüfus
Oranı
VİLAYET-KAZALAR
Türk Nüfusu
Ermeni Nüfusu
Toplam
Van vilayeti Merkez kazası
45.119
33.789
79.736
Erciş kazası
27.323
8.083
35.436
Şitak Kazası
8.132
4.292
12.717
Adilcevaz kazası
10.820
4.849
15.669
Gevaş Kazası
18.123
10.520
28.643
Hakkari Sancağı
21.848
3.461
27.680
Çölemerik Kazası
7.450
297
9.004
Mahmudi Kazası
10.230
528
12.959
Şemdinan Kazası
9.873
-
11.740
Hoşap Kazası
7.691
1.015
8.706
166.609
66.834
242.260
Vilayet Toplamı
Kaynak: Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı,Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları,
Ankara, 1990, s.75.
Yine nüfus meselesinde olduğu gibi, bölgede eşkiyalık, katl ve zulüm yapanlar
Ermeniler olmasına rağmen, bunların faturası hep Türkler’e çıkarılmaya çalışılmıştır.
Bu amaçla Berlin Kongresi’nin 61. maddesi hem Batılılar, bilhassa Rusya ve İngiltere
tarafından, hem de bunlardan cesaret alan Ermeni komiteleri tarafından istismar
edilmeye çalışılmıştır. Ermeni komiteleri bölgedeki konsoloslukları, okulları, kiliseleri
ve dernekleri kullanmak suretiyle süratle teşkilatlanmışlar ve kısa sürede eşkiyalığa
başlamışlardır. Bölgede Taşnaksutyun Komitesi elebaşıları arasına, Kafkasya’da ve
Karabağ’da Rus Hükümeti’nce işledikleri suçlardan dolayı idama mahkûm edilen İşhan
ve Aram da katılmış ve ilk iş olarak Van’ın Akdamar adasındaki Ruhban Mektebi’ni
teşkilatın harekât merkezi haline getirmişlerdir. Buradan sağladıkları paralar ve
yetiştirdikleri militanlarla faaliyetlerini köylere kadar yaymışlardır. Ruhban Mektebi’ne
ise rahiplikle hiç alakası olmayan bir komiteciyi, Yeznik’i, Katogigok Vekili tayin
etmişler ve yardımcı olarak da İstanbul ve çeşitli vilayetlerde komite faaliyetlerinden
aranıp Van’a kaçmış ve Türk kanı akıtmayı kendisine görev saymış olan Daniel isimli
bir komiteciyi atamışlardır. İran’da Ermeni Mektepleri Müfettişliği ve komitecilik
yapan Rafael, Serkis, Karçekanlı Vartan, Dsep, Osmanlı Ermeni Mebusu Vramyan ve
76
Papazyan’m da katılmalarıyla Akdamar Ruhban Mektebi bir ihtilal merkezi haline
gelmiş ve bölgedeki bütün kanlı olaylar buradan sevk ve idare edilmiştir.170
1915 Şubat ayı içerisinde birçok olay meydana gelmiştir. Çevrede toplanan
5.000 civarındaki eşkıyanın yarısı Van merkezine saldırıya geçmiş, Nisan başlarında
Banka-i Osmanî, Duyûn-ı Umûmiyye, Reji, Posta-Telgraf İdaresi, hükümet daireleri ve
birçok evi havaya uçurmuşlar ve İslam mahallelerini ateşe vermişlerdir.171 7 Nisan
l915’ten itibaren de şehri kuşatan Ermeniler’e karşı savunmak amacıyla halk ve askerler
iç kaleye sığınmışlardır. Çevreden yardım gelmesini önleyen Ermeniler etrafı siperlerle
donatmış, lağımlar kazmışlar ve genellikle Trabzon’dan saman balyaları içerisinde
gizlice getirdikleri son model Rus silah ve bombalarıyla kaleyi tazyik etmeye
başlamışlardır. 15 Nisan’dan itibaren çevredeki Ermeni çeteleri de bölgeye gelerek şehri
tamamen kuşatmışlar ve sayıları 10.000’leri aşmıştır. Birçok sıkıntıya katlanan halk ve
az sayıdaki asker Van kalesinde ancak Mayıs sonuna kadar tutunabilmiş ve şehir
düşmüştür. Gerek muhasara sırasında ve gerekse sonunda şehir ve çevre halkından
yüzlerce kişi şehid edilmiş ve her yer tahrip edilmiştir. Şehri ele geçiren Ermeniler
hemen bir “muvakkat hükümet” kurmuş ve Türkler’e hayat hakkı tanımamışlardır.
Takviye kuvvetlerle Ermeniler’in yeniden saldırıya geçmeleri üzerine Vali Cevdet Bey,
kaleye sığınmış olan şehir halkını göç ettirmiş ve bilahare Ermeniler, sonra da Ruslar
şehri işgal etmişlerdir.172
Van’ın işgalinden sonra Ruslar’ın da tahrikiyle Ermeni isyanları çevreye
yayılmış; Ermeni çeteleri birçok yerde katliamlara girişmiş ve bazı köyleri kâmilen yok
etmişlerdir. Son zamanlarda yapılan araştırmalar sonunda bunlardan bir kısmına ait
toplu mezarlar tespit edilmiştir ki, bunlar Van Selimbey mahallesi, Erciş, Zeve köyü
Çatbayır köyü, Çaldıran’daki mevki ve Alaköy’dür.173
1.4.4.5.Muş Olayları
Seferberlikle birlikte Doğu Anadolu’nun birçok yerinde başlayan Ermeni
hareketleri, Muş ve çevresinde de Van’ın düşüşünden sonra yoğunlaşmış ve eşkiya
170
Birant, a.g.e. , s.198.
Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.77.
172
a.g.e. , s.81.
173
Alkaya, a.g.e. , s.88.
171
77
grupları her tarafta birçok katliam yapmıştır.
Rus Ordusu’nun bölgeye gelmesiyle bir taraftan Taşnaksagan çeteleri, diğer
taraftan da Hınçak grupları “Ruslar’a bağlılıklarını ve kahramanlıklarını” göstermek
için savaşta olan Türk askerlerinin köy ve kasabalardaki kadın, çocuk ve yaşlılarına akla
hayale gelmedik işkence ve katliamlar yapmışlardır. Bunlar, Rusya’dan gelen Ermeni
“gönüllü alayları”nm da iştirakiyle 30.000’e ulaşmış ve meşhur Rupen, işgalden sonra
Van Valisi ilan edilen Aram Manukyan ve 30 civarındaki elebaşılar tarafından
yönlendirilmiş ve faaliyetleri bazı Ermeni kaynaklarınca da birer “isyan” olarak tavsif
edilmiştir.174
1.4.4.6.Diyarbakır Olayları
Bu bölgede Ermeniler çok küçük bir azınlıkta olmalarına rağmen, komiteler
teşkilat ve isyan çalışmaları bakımından burasını ihmal etmemişler; seferberlik üzerine
Rus işgalini kolaylaştırmak ve Türk Ordusu’nun hareketini zorlaştırmak için ellerinden
geleni yapmışlardır.
Daha savaş başlar başlamaz komitelerin kurduğu çeteler ve ordudan kaçan
veya kaçırılan Ermeniler, şehirde Müslümanları tahkir edecek hareketlere ve jandarma
ve polisin işine engel olmaya başlamışlar ve damdan dama geçmek suretiyle kurdukları
“dam taburu”yla hem Müslüman, hem de kendilerine para ve iaşe vermeyen Ermeniler’i
de taciz etmeye, silah, cephane ve bomba tedarik etmeye başlamışlardır.175
İhbarları değerlendiren yetkililerin yaptığı aramada “dam taburu”nu teşkil eden
500 Ermeni silahlarıyla birlikte ele geçirilmiş ve birkaç gün sonra da Taşnaksutyun
Ermeni Mektebi’nde asılı duran harita arkasına gizlenmiş bir geçitte saklanan dört fedai
yakalanmıştır. Bunlar Ermeni Kilisesi’yle komite ileri gelenleri tarafından “ihtilal
öncüleri” olarak buraya saklanmış ve iaşeleri sağlanmıştır. Yapılan istihbarat
değerlendirilerek 12–14 Nisan 1915 tarihinde vilayet merkezinde 60’in üzerinde bomba,
kutular içerisinde birçok dinamit kapsülü, kangal kangal dinamit fitili, dinamit barutu,
yüzlerce mavzer, manliher, şinayder, ele geçirilmiştir. Yine evlerin çeşitli yerlerine
saklanmış 1000’den fazla asker kaçağı yakalanmış ve yapılan soruşturma ve ele
174
175
Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı , s.81.
Ural, a.g.e. , s.287.
78
geçirilen belgelerden Rus ordusu bölgeye yaklaşacak olursa, aynen Van’da olduğu gibi,
Ermeniler’in isyana kalkıp Müslümanları katledecekleri, şehri yakıp Ruslar’in işgalini
kolaylaştıracakları tespit edilmiştir.176
1.4.4.7.Ma’muratü’l-Aziz (Elazığ) Olayları
Diğer vilayetlerde olduğu gibi Ma’muratü’1-Aziz vilayetindeki Ermeniler de,
bir taraftan komitelerin, konsoloslukların, diğer taraftan da kiliselerin, hayır
cemiyetlerinin hatta Ermeni okullarının tahrikleriyle seferberlikten çok önceleri
faaliyete başlamışlar ve savaşın ilk aylarından itibaren yoğunlaştırmışlardır. Bölgede
teşekkül ettirilen çeteler ve bilahare Kafkasya’dan gelen “gönüllüler”le vilayette ve
çevresinde sabotajlar yapılmış, bölge halkından ve cepheden yaralı olarak dönen
askerlerden, emniyeti sağlamakla görevli jandarma ve zaptiyelerden birçok kimse
katledilmiş, birçok yer bombalanmış, yakılmış ve Ruslar, İngilizler ve Fransızlar
hesabına casusluklar yapılmıştır.
Olaylar üzerine mahalli yetkililer teyakkuz durumuna geçince, Elazığ’da başta
papazlar olmak üzere birçok Ermeni ileri gelenleri Hükümet yetkililerine “Ermeniler’in
üzerinde ve evlerinde hiçbir silah bulundurmadıklarına” dair kesin teminat vermişlerse
de, yapılan aramalarda vilayet merkezinde 5.000’den fazla silah, 300 civarında bomba,
40 kg. bomba fitili, 200 paket dinamit ve 5.000 adet dinamit misketi bulunmuştur. Bu
silah ve patlayıcılar bütün şehri havaya uçurmaya yetecek miktardadır.177
Yine Arapkir Ermeni Kilisesi’nin çatısına gizlenmiş silah ve bombaların
yanısıra Osmanlı derviş elbiseleri ve bazı kıyafetler ele geçirilmiştir.
Ruslar sınırı geçip ilerlemeye başlayınca da Elazığ Ermenileri hem vilayet ve
köylerde, hem de çevre vilayetlerde birçok Müslümanı katletmişler ve bunlardan bir
kısmı da mahalli idarelerce yakalanmışlardır.178
176
Alkaya, a.g.e. , s.90.
Birant, a.g.e. , s.180.
178
Zeki Başar, Ermenilerden Gördüklerimiz, Ankara Üniversitesi Yayınları, Ankara, 1974, s.29.
177
79
1.4.4.8.Erzurum Olayları
Daha savaş başlamadan Ermeniler’in Kafkasya’da ve Doğu Anadolu’da
sürdürdükleri Türkler’e yönelik faaliyetler, Erzurum’da da yapılmış ve Taşnaksutyun
Erzurum’da genel kurulunu yaparken bile çeteler ve gönüllü alayları kurulmuştur. Bu
durum, daha sonra Rusya’da kurulacak olan Ermeni Cumhuriyeti Başbakanı
Katchaznouni tarafından 1923 yılında yapılacak diğer Taşnak Kongresi’nde de açıkça
ifade edilmiştir. Bunu teyit eden daha birçok belge mevcuttur. Ermeniler’in Erzurum’da
yaptıklarının mahiyet ve derecesi Tahribat ve Mezalim Hakkında Tahkikat Yapmaya
Memur
Edilen
Komisyon
raporunda
bütün
çıplaklığı
ile
görülmektedir.
Başkumandanlığa gönderilen 28 Temmuz 1914 tarihli bir diğer belgede de, Ruslar’ın
Kafkasya dâhilinde Rus ve Osmanlı Ermenileri’yle Rumlar’ı silahlandırarak çeteler
teşkil ettikleri, bunları Anadolu’ya sokarak burada da çeteler kurdurdukları ve Osmanlı
Ordusu’ndaki Ermeni firarilerinin son zamanda çok arttığı belirtilmiştir.179
Seferberlik ilan edilir edilmez bütün Müslümanlar askerlik şubelerine koşup
askere yazılırken Ermeniler evlerine çekilerek kendilerini yurtdışında göstermeye
kalkışmışlar ve Patrikhane’nin talimatıyla harekete geçen Ermeni kiliseleri, bedel-i
nakdi adıyla askerlik yapmak istemeyenlerden alınan 43 Osmanlı Lirası’nın yarısını
kendileri tahsil etmek suretiyle Ermenileri, kiliselerin veya kilise diye tavsif ettikleri
yıkık-dökük yerlerin rahip ve müstahdemi olarak göstermiş ve onların askere alınmasına
mani olmuşlardır. Zaten Erzurum’da ve çevre illerde din adamı olarak gösterdikleri
birçok Ermeni bu şekilde askerden kaçarken veya alınmış olanlar da firar ederken,
birçokları da yine kendilerini kilise mensubu olarak göstermek veya yabancı
konsolosluklardan ikinci bir tabiiyet almak suretiyle kısmen veya tamamen vergiden
muaf olmuşlardır. Patrikhane’nin verdiği Ermeni nüfusunun bazen çok az, bazen de
fevkalade yüksek gösterilmesinin sebeplerinden biri de buradan kaynaklanmıştır.
Ermeniler aynı tür hilelere nakil vasıtaları ve tekâlif-i harbiye konusunda da
başvurmuşlardır. 1914 sonlarında başlayan hazırlıklarla Ermeniler, 1915’te harekete
geçmiş ve özellikle 1916 Temmuz’undan itibaren Erzincan’ın Ruslar’ın eline
geçmesiyle katliamları yoğunlaştırmışlardır. Rusya’da Bolşevik İhtilali’nin çıkması ve
Rusya’nın kendi meseleleriyle uğraşmaya başlamasıyla 18 Aralık 1917’de Brets-
179
a.g.e. , s.30.
80
Litovsk Antlaşması sayesinde barışın geleceği zannedilirken, aynı tarihlerde kurulan
“Güney Kafkas Federasyonu” bir “Ermeni Kolordusu” kurmuştur. Kurulan bu kolordu
ve bölgedeki çeteler, Erzurum merkezinde, Erzincan’da, Bayburt’ta ve Gümüşhane’de
Türkler’i imha faaliyetine yeniden girişmişler ve yaptıkları mezalim ve katliamlarla
başlangıçta kendilerini teşvik eden Rus subaylarını ve yazarlarını bile hayretler içinde
bırakmışlardır.180
1.4.4.9.Sivas Olayları
1913 Ekim ayında Suşehri’ne bağlı Ezdebir nahiyesi Ermeni Manastırı Papazı
Karih, Hükümet’e karşı açıktan cephe almış ve bir hırsızlık olayı ihbarı
değerlendirilerek evi arandığında çalınan eşyayla birlikte evinde birçok silah ve cephane
bulunmuştur. Mahkeme kendisini “hırsızlık” ve “silah bulundurmak”tan suçlu
bulununca, affedilmesi için Karahisar Murahhaslığı ve İstanbul Ermeni Patrikhanesi
olmadık
çareye
başvurmuşlarsa
da,
olayların
murahhasslığın
da
talimatları
doğrultusunda gerçekleştiği anlaşılınca adı geçen papaz tutuklanmıştır.181
Yapılan tahkikatlarda; Ermeni komitecilerinin Sivas’ı üç bölgeye ayırdıkları,
birinci bölgeye Sivaslı Murat’ı olmak üzere diğer bölgelere iki eşkiya kumandan tayin
edilmek suretiyle, Osmanlı Ordusu’nu arkadan vurmak niyetinde oldukları anlaşılmış ve
hükümetin zamanında aldığı tedbirler sayesinde önüne geçilmiştir. Yine çevreden
toplanan 500–800 civarındaki Ermeni, 1915 Nisan başlarında Karahisar kalesine
kapanarak Hükümet kuvvetlerine ve halka ateş etmeye başlamışlar, Jandarma
Kumandanı’yla, bir polis ve bir tahsildarı yaralayarak, Müslümanlardan on kişiyi de
katletmişlerse de, daha sonra kalenin çevreyle irtibatının kesilmesi ve takviye
birliklerinin gelmesiyle tesirsiz hale getirilmişlerdir.182
1.4.4.10.Trabzon Olayları
Ermeni komiteleri; Sivas, Erzurum, Şebinkarahisar, Van ve Elazığ bölgelerine
silah sevkiyatını Karadeniz’in Samsun ve Trabzon limanları vasıtasıyla yapmışlardı.
180
Süslü, Ruslara Göre Ermenilerin Türklere Yaptıkları Mezalim, s.31.
Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.87.
182
Ural, a.g.e. , s.116.
181
81
Bunun için de bu yoldan ticaret eşyası sevk eden büyük tüccarlardan istifade edilmiştir.
Komite şubeleri, İtilaf Devletleri’nin buradaki konsolosları aracılığı ile Rusya ve diğer
yabancı ülkelerle haberleşebiliyorlardı.183 Buradaki Ermeniler seferberlik davetine
uymadıkları gibi Müslümanların askere katılmalarına da engel olmaya çalışmışlar ve
Giresun, Ruslar tarafından bombalanmaya başlayınca, galeyana gelerek çevreye
saldırmışlardır. Rusların ihtilali müteakip Trabzon ve çevresini tahliyeleri sırası ve
sonrasında Trabzon’dan Erzincan’a kadar bütün köyler Ermeni çeteleri tarafından tahrip
edilmiş, camiler pisliklere boğulmuş, meyve ağaçları kesilmiş, kuyular, katledilen
Müslüman cesetleriyle kapatılmış, viran evler ve bahçeler kesilmiş eller, ayaklar ve
parçalanmış vücutlarla dolmuştur.184
1.4.4.11.Adana Olayları
Ermeniler için hayali Rupinyan Krallığı’nın hüküm sürdüğünü iddia ettikleri
Kilikya’yı diriltmek, Ermenilerin bir kısmını burada toplamak kutsal bir gaye idi.
Kilikya için yazılmış pek çok şiir bu özlemi ifade eder. Rusların kışkırtmalarıyla bir
süre; Maraş, Haçin ve Sis gibi yerlerde Ermeni nüfusunu yoğunlaştırmaya çalışma
gayretleri bu yüzdendi. Berlin Kongresi sırasında; Loris Melikof, Episkopos Horen
Narbey’e yazdığı mektubunda; “Kafkasya için size bir şey yoktur. Siz aşağısı için
çalışınız.” diyordu.185
24 Şubat 1915 tarihinde Köşker Torosoğlu ve Muallim Agop ismindeki kişiler,
düşman tarafından Kıbrıs’tan getirilerek İskenderun’a çıkarılmışlarsa da, filo
komutanının verdiği talimatlarla birlikte yakalanmış ve divan-ı harbe verilmişlerdir.
Aynı tarihte topladığı belgelerle birlikte düşman gemisine sığınmaya çalışan Dağlıoğlu
Artin’de yakalanmıştır. Bunların yanı sıra Saimbeyli, Dörtyol, Kozan ile diğer kazalarda
ve Hasanbeyli nahiyesinde yüzlerce silah, bomba, dinamit, harita ve bayrak bulunmuş
ve Saimbeyli’nin sarp kayalıklarına kilise papazları ve komiteciler tarafından saklanmış
gazyağları ve 150 kg. barut bulunmuştur.186
183
Uras, a.g.e. , s.311.
Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 89.
185
Uras,a.g.e. , s.551.
186
Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.90.
184
82
1.4.4.12.Urfa Olayları
Eylül ayı sonlarında bölgedeki isyanların artması üzerine Urfa Mutasarrıfı
Dördüncü Ordu’dan yardım istemiştir. Bölgedeki jandarmalar ve takviye kuvvetleri;
silahlanıp binalara sığınan ve Urfa’daki Amerikan misyonerliğinin yetimhanesini
karargâh haline getiren Ermeniler ve onlarla birlikte hareket eden iki İngiliz, iki Fransız
ve Yetimhane Müdürü, misyoner Lesli ve bazı yabancılara teslim olmalarını teklif
etmişler, barış heyetlerini göndermişler hatta Amerikan Sefiri’ni bile haberdar
etmişlerse de, içeriden silahla cevap verilmesi üzerine, binayı silah zoruyla ele
geçirmişler ve Urfa içindeki diğer isyancıları tesirsiz hale getirmişlerdir. Ancak
Müslüman halktan 20 şehid ve 10 yaralıyla, jandarma birliklerinden 2 şehid ve 8 yaralı
verilmiştir.187
1.4.4.13.Diğer Ermeni Olayları
Zikrettiğimiz yerlerin dışında İzmir, Adapazarı, Bursa, İstanbul, Maraş, Antep,
Halep ve daha birçok yerde Batılılar, komiteler ve kilise mensuplarının teşvik, tahrik ve
silahlandırmalarıyla dokuz yüz yıldır beraber yaşadıkları Müslümanlara karşı Ermeniler
tarafından insanlık dışı cinayetler işlenmiştir. Kendilerine vaat edilen şeylerin
hayallerine kapılan Ermeniler, sadece Türklere zarar vermekle kalmamış, aynı zamanda
savaş sonrasında kendilerini destekleyen Batılılar, tarafından kaderleriyle baş başa
bırakılmış, terkedilmişlerdir. Aşağıda bulunan Tablo 7’de bu yaşanılan vahim olayların
sonucunda yapılan katliamın boyutu gözler önününe serilmektedir. Bu tabloda
katliamların kayıtlara geçmiş ve yerleşim merkezlerine göre yapılmış olan dağılımı
bulunmaktadır.
187
a.g.e. , s.91.
83
Tablo 1.7. Ermeniler Tarafından Türklere Katliam Uygulanan Yerleri Gösterir Cetvel188
Belge
no
1
2
Tarih
Yer
Olayın Muhtevası
1914-2-21
Kars, Ardahan
Ermeniler tarafından telef
edilen erkeklerin sayısı.
30000
1916-5-8
Pasinler
Sevk sırasında ölenlerin sayısı
2000
1916-5-8
Tercan
Köylere Ermeni saldırısı
sonucu ölenlerin sayısı.
563
Tatvan iskelesinde yapılan
saldırıda ölenler.
Yaralı
Ölü
1916-5-8
1915-5-9
Van, Tatvan
Bitlis
1916-5-8
Bitlis
Kaçmaya çalışanlardan ölenler.
1915-5-9
Bitlis
Çeşitli köylerde ahalinin katli
sonucu ölenler.
123
1915
Van
Çeşitli yerlerde ahalinin katli
sonucu ölenler.
44
1916-5-22
Van
Dir nahiyesinde boğazlanarak
öldürülen sübyanlar.
1000
1916-5-22
Köprüköy, Van
Tamamen yok edilen
Köprüköy’de ölenler.
200
1916-5-22
Van
Rus ve Ermenilerin yaptıkları
katliamda ölenler.
1916-5-22
Van
Şamran mahallesinde
katledilen erkekler.
1916-5-22
Van
Ermenilerce yemeklerine zehir
katılarak öldürülen
Müslümanlar.
8000
1916-5-22
Van
Hoşab’da telef edilen nüfus.
80000
1916-5-22
Van
Ergel ve Atyan’da halkın
imhası sonucu ölenler.
15000
Hudut köylerine taarruz
sırasında ölenler.
1600
40000
10000
15000
3
188
8
Yusuf Sarınay, “Ermeni Sorunu ve Türk Arşivleri” ,Bilimin Ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi,
Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, Nisan 2003, s.168.
84
Belge
no
4
5
6
7
Tarih
Yer
Olayın Muhtevası
1916-5-23
Of
Taarruz edilerek öldürülen
kadınlar.
1916-5-23
Trabzon
Bazı köylerde yapılan
katliamda öldürülenler.
1916-5-23
1916-5-11
Van
Van
Van ve köylerinde yapılan
katliamda öldürülenler.
1916-5-11
Malazgird
Malazgirt ve köylerindeki
baskında öldürülenler.
1916-6-11
Bitlis
İşgal sırasında yapılan zulümde
öldürülenler.
12
1916-4-1
Van, Reşadiye
Aşnak karyesinde yapılan
zulümde ölenler.
15
Şeyi köyünde öldürülen
Musevîler.
Abbasağa köyündekilere
işkence.
Yaralı
Ölü
5
2086
300
44233
20000
8
1916-6
1916-6
Van, Abbasağa
Edremid,Vastan
9
1915-4
1915-4
Bitlis
1915-5
Van
Hasanan aşiretinden zayi
olanların sayısı.
1915-2
Haskay
Ermeni çeteleriyle çarpışmada
ölenler.
200
1915-2
Dutak
Köye saldırı sırasında, ölenler.
3
1915
Bitlis
Rus, Ermeni ve Kazak
saldırısında öldürülenler.
1916-5
Muş
Köylere saldırıda öldürülenler.
500
1915-4
Van
Köylere baskında öldürülenler.
120
1915
Van
Bazı köy ahalisinden
öldürülenler.
150
10
11
Muradiye
Edremit’te yapılan kırımda
öldürülenler.
Savur köyünde ahaliye yapılan
zulümde ölenler. Abaağa köyü
halkının katli sırasında ölenler.
14
15000
29
10000
20000
16000
85
Belge
no
Tarih
Yer
Olayın Muhtevası
1916-5-25
Bayezid
Bayezid’de imha edilenlerin
sayısı.
1915
Muş
Ermeni çeteleri tarafından
katledilen muhacirler.
800
1915-8
Müküs
Tahliye esnasında katledilen
ahali sayısı.
126
1916-6-7
Müküs Seyhan
Katledilen nüfusun sayısı.
121
1915-7
Muş Akçan
Kuyuda bulunan cesetlerin
sayısı.
19
1329
Muş
Anak manastırı önünde şehit
edilenlerin sayısı.
10
13
1915
Bitlis Hizan
Ucum nahiyesi köylerinde
yapılan katliamda ölenler.
113
14
1915
Van
Van ve civarında yapılan
katliam.
5200
15
1916-8-14
Bitlis
Köylerde yapılan katliamda
ölenler.
1916-6-6
Şatak Şerir
Köye saldırıda ölenler.
1916-6-6
Şatak
Ermeni saldırısında ölenler.
17
1916-1-15
Terme
Ermeni eşkıyasının saldırısında
ölenler.
9
18
1916-1-25
Kars
Katledilen milletvekili sayısı.
9
19
1916-1-21
Kilis
Devriye gezerken katledilen
Osmanlı askerleri.
2
20
1919-2-26
Adana, Pozantı
Ahaliden katledilenlerin sayısı.
21
1919-5-18
Osmaniye
Zor Telgraf Müdürünün katli.
1
22
1919-6-13
Pasinler
Isısar karyesi civarında
katledilenlerin sayısı.
3
23
1919-6-3
İğdır
Abbaskulu aşiretinin köylerine
saldırıda ölenler.
8
12
Yaralı
Ölü
14000
34
311
45
16
1150
1
4
86
Belge
no
Tarih
Yer
Olayın Muhtevası
24
1919-7-7
Kars, Göle
Ermeniler tarafından
katledilenler.
9
25
1919-7-9
Kağızman
Ermenilerle çarpışma sırasında
ölenler.
6
26
1919-7-9
Kurudere
Kurudere ‘ye saldırı sırasında
ölenler.
8
27
1919-7-8
1919-7-8
Mescidli
Gülyantepe
Ermeni saldırısında ölenler.
Ermeni saldırısında ölenler.
4
28
1919-7-11
Mescidli
Köylere taarruz sırasında
ölenler.
35
20
29
1919-7-19
Bulaklı
Köylere taarruz sırasında
ölenler.
2
2
30
1919-7-24
Kars, Kağızman
Şûra reisine ve ailesine yapılan
saldırıda ölenler.
31
1919-7
Sarıkamış
Antranik çetesinin köylere
saldırısında ölenler.
32
1919-7
Sarıkamış
Ricat sırasında Ermeniler
tarafından öldürülenler.
695
33
1919/8
Muhtelif köyler
Köylere yapılan Ermeni
saldırılarda öldürülenler.
2502
1919-7-5
İşkence ile öldürülenler.
1919
Kağızman Tiknis,
Ağadeve
1919-7-19
1919
Pasinler
Nahçıvan
Köy basarak öldürülenler.
Birçok köy basılmak suretiyle
öldürülenler.
1919-7
Kurudere
Baskınla katliam sırasında
öldürülenler.
1919-7-4
1919
Akçakale
Sarıkamış
34
35
Yaralı
Sarıkamış
4
10
9
1
803
4
5
İşkence ve tecavüz ile
öldürülenler.
2
2
4000
8
Köy basılarak öldürülenler.
İmha ve idam ile öldürülenler.
180
9
Bomba ile öldürülenler.
1919
Ölü
2
87
Belge
no
Tarih
Yer
Olayın Muhtevası
Yaralı
Ölü
36
1919-8-15
1919-8-15
Erzurum Erzurum
Çeşitli şekilde yapılan
işkencelerle öldürülenler.
Yakılarak, boğularak
öldürülenler.
37
1918
İspir ve Bayburt
İspir ve Bayburt kazalarında
Ermenilerin yaptığı soykırım
38
1919-9
Allahüekber
Taarruz ve yağma ile
öldürülenler.
39
1919-9-14
Sarıkamış
Çatışma sırasında öldürülenler.
1
2
40
1919-11-11
Maraş
Sokak çatışması sırasında
öldürülenler.
2
2
41
1919-11
1919-11-6
Adana
Trenden atılarak öldürülenler.
4
Ulukışla
Gözleri oyularak öldürülenler.
7
42
1919-12-7
Adana
Çatışma sırasında öldürülenler.
5
4
43
1920-1-22
Antep
Saldırı ile öldürülenler.
2
1
44
1919-9
Ünye
İşkence ile öldürülenler.
12
45
1920-2-28
Pozantı
Esir Türk askerlerine baskın
sırasında öldürülenler.
40
46
1920-2-10
Çıldır
Makinalı tüfekle öldürülenler.
100
47
1920-3-9
Zaruşat
Kurşuna dizilerek öldürülenler.
400
48
1920-2-2
Şuregel
Kaçarken tipiden ve
katledilerek öldürülenler.
1350
49
1338-3
Maraş
Bomba, süngü ile öldürülenler.
50
1920-3-22
Şüregel, Zaruşat
Çeşitli şekillerde öldürülenler.
153 426
150
3
4
4
2000
Süngü ve baltalarla
öldürülenler.
51
1920-3-9
1920-3-16
Zaruşat
Kağızman
Çeşitli şekillerde katledilerek
öldürülenler.
52
1920-4-6
Gümrü
Trenden indirilerek kurşun ile
öldürülenler.
53
1920-4-28
Kars
Silâhla öldürülenler.
15
120 720
500
2
88
Belge
no
Tarih
Yer
Olayın Muhtevası
54
1920-5-5
Kars
İşkence, silâhlı saldırı,
bombalama ile öldürülenler.
55
1920-5-22
Kars
Baskınla katledilerek
öldürülenler.
56
1920-7-2
1920-7-2
Kars, Erzurum
Zengibasar
Baskın ile hicret edenlere
saldırarak öldürülenler.
Kaçarken suya atılarak
öldürülenler.
57
1920-7-27
Erzurum
Baskın yoluyla öldürülenler.
1920-2-1
Zaruşat
1920-5
Kars, Erzurum
1920-8
Oltu
58
Katliam ve suda boğularak
öldürülenler.
Çeşitli şekillerde katledilerek
öldürülenler. Muhacirlere
yapılan katliam sonucu
öldürülenler.
Ağaca bağlanıp boğularak
öldürülenler.
Yaralı
Ölü
1774
10
408
1500
69
2150
27
650
1920-8
Kars, Erzurum
18
59
1920-10-15
Bayburt
99 köyde yapılan katliam
neticesinde öldürülenler.
1387
60
1920-10-20
Göle
Köylerde katliam sonucu
öldürülenler.
100
61
1920-10-17
Pasinler
30 köyde yapılan katliam
sonunda öldürülenler.
9287
62
1920-10-18
Tortum
64 köyde katliam sonucu
öldürülenler.
3700
63
1920-10-19
Erzurum
Muhtelif mahallerde katliam
sonucu öldürülenler.
8439
64
1920-10-26
Kars civarı
Değişik işkencelerle
öldürülenler.
10693
65
1920-10-28
Aşkale
Köylerde yapılan katliam
sonucu öldürülenler.
889
66
1919-1-6
Zaruşat
Top saldırısı ve işkence ile
öldürülenler.
86
89
Belge
no
Tarih
Yer
Olayın Muhtevası
67
1920-12-1
Kosor
Köylerde katliam sonucu
öldürülenler.
69
68
1920-12-3
Göle
Süngülerle ve bomba ile
öldürülenler.
508
69
1920-12-4
Kosor
Köylerde katliam sonucu
öldürülenler.
122
70
1920-12-4
Kars, Zeytun
Yakılarak ve çeşitli şekillerde
öldürülenler.
28
71
1920-12-4
Sarıkamış
13 köyde katliam sonucu
öldürülenler.
1975
72
1920-12-6
Göle
Köylerde katliam neticesi
öldürülenler.
194
73
1920-12-7
Kars, Digor
Çeşitli köylerde yapılan
katliamlarda öldürülenler.
14620
74
1920-12-14
Sarıkamış
18 köyde yapılan katliam
sonucu öldürülenler.
5337
1920
Göle
1920
Kars
Kadın ve çocuklara saldırı
sonucu öldürülenler. Köylerde
katliam sonucu öldürülenler.
76
1920
Haramivartan
Köylerde katliam sonucu
öldürülenler.
77
1920
Nahçıvan
Açlık, hastalık, soğuktan ve
katl ile ölenler.
64408
78
1920-11-29
Zaruşat
55 köyde katliam sonucu
öldürülenler.
1026
79
1921-2
Zengibasar
Kurşunlanarak öldürülenler.
3
18
80
1920
Nahçıvan
Muhtelif köylerde katliam ile
öldürülenler.
63
5307
81
1920-2
Kars civarı
Birkaç köyde katliam sonucu
öldürülenler.
561
82
1920-12
Erivan
İşkence ile öldürülenler.
192
83
1921
Karakilise
24 köyde felaket ve muhaceret
yüzünden ölenler.
6000
75
Yaralı
Ölü
600
3945
138
90
Belge
no
84
Tarih
1921-11-21
1921-11-21
Yer
Pasinler Erzurum
Olayın Muhtevası
Kaza ahalisine yapılan katliam
sonucu ölenler.
38 köyde baskın yolu ile
öldürülenler.
Yaralı
Ölü
53 1215
85
1918
Hınıs
Baskın yolu ile öldürülenler.
870
86
1918
Tercan
Köylerde katliam ile
öldürülenler.
580
87
1921
Nahçıvan
Kaçırılarak, işkence ile
öldürülenler.
12
88
1921
Bayburt
İşkence ile öldürülenler.
580
89
1921
Arpaçay
Muhacirlere saldırı sonucu
öldürülenler.
148
Toplam
518.105
Kaynak: Yusuf Sarınay, “Ermeni Sorunu ve Türk Arşivleri” Bilimin ve Aklın Aydınlığında Eğitim
Dergisi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, Nisan 2003, s.168.
91
İKİNCİ BÖLÜM
ERMENİ TEHCİRİ
92
2.1.TEHCİRİN TANIMI VE GENEL DEĞERLENDİRMESİ
Arapça asıllı olan kelime “hecera” fiilinden türeyen rubai bir mastardır. Bir
yerden başka bir yere göç ettirmek, hicret ettirmek manasını taşır. Fiilde bir sürgün bir
“deportation” manası yoktur. Zira bu mana, Arapça’da “nefy, ib’ad, itikâl, i’sikar” gibi
mastarlarla ifade edilmiştir.189
Osmanlı Devleti tarafından yüzyıllar boyunca millet-i sadıka olarak kabul
edilen Ermeniler, Avrupa devletlerinin Şark Meselesi olarak şöhret bulan politikaları
neticesinde, XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren zayıflayan Osmanlı idaresine karşı
ciddi bir sorun teşkil etmeye başlamışlardır. Fransız Devrimi’nin fitilini ateşlediği
milliyetçilik cereyanları ile zayıflayan Osmanlı Devleti’nin topraklarına göz koyan
Avrupalı güçlerin Hıristiyan azınlıklardan kendi emellerini gerçekleştirebilmek için
yararlanma arzuları, Ermeni Kilisesi tarafından da desteklenen Ermeni milliyetçiliğini
teşvik etmiş; başlangıçta burjuva ve şehir kökenli olan ve elitist bir özellik taşıyan
Ermeni milliyetçiliğinin Ermeni toplumunun tüm katmanlarına yayılarak ayrılıkçı bir
renge bürünmesini hızlandırmıştır. Bu sürecin dönüm noktası, literatürümüzde 93 Harbi
olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ile bu savaşı müteakiben imzalanan
Ayastefanos (3 Mart 1878) ve Berlin (13 Temmuz 1878) antlaşmalarıdır.190
93 Harbi süresince Rus ordusu ile yakın bir işbirliğine girmiş olan Ermeni
Meclisi, savaşın ardından, Rus Çarı II. Aleksandr’a “Fırat’a kadar olan bölgenin Türklere geri verilmeyerek burada Rusya’ya bağlı bir Ermenistan kurulması”
şeklinde
özetlenebilecek bir muhtıra göndermiştir. Siyasi dengeler sebebiyle gerçekleştirilmesi
Ruslar tarafından dahi mümkün görülmeyen bu talebin bir nebze olsun telafi
edilebilmesi için Ruslar, anlaşmaya, Ermenilerin sakin olduğu Doğu Anadolu vilayetlerinde
ıslahat
yapılması
ve buradaki Hıristiyanların Kürt ve Çerkezlere karşı
korunmasının temin edilmesi gerektiğini bildiren meşhur 16. maddeyi eklemişlerdir.
Bu, aynı Küçük Kaynarca Andlaşması’nın (21 Temmuz 1774) 7. ve 14. maddelerinin
Çarlık Rusyası’na Orta Doğu politikaları konusunda bir meşruiyet sağladığı gibi
Anadolu üzerindeki Rus emel ve tasarrufları için de bundan sonra hukuki bir zemin
teşkil edecek bir biçimde düzenlenmesidir. Ancak, olası bir Osmanlı dağılmasının
189
190
Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.99.
Yusuf Halaçoğlu, “Ermeni Tehciri Ve Gerçekler” Türkler, C:13, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara,
2002, s.482.
93
nimetlerinin sadece Ruslara bırakılamayacak kadar kıymetli olduğunu idrak eden
Düvel-i Muazzama’nın diğer üyeleri Ayastefanos Antlaşması’nın Osmanlı aleyhindeki
ağır hükümlerinin toplanan Berlin Kongresi ile tadil edilmesini kararlaştırmışlar;
neticede birçok madde tekrar düzenlense de, bundan sonra Osmanlı Devleti’nin
içişlerine müdahalede en önemli unsuru teşkil edecek olan ıslahat sorunu, 61. madde ile
olduğu gibi bırakılmıştır.191
Ermeni Meselesi artık siyasallaşmış ve Düvel-i Muazzama mensupları,
özellikle de İngiltere ve Rusya arasındaki çekişme neticesinde uluslararası bir boyut
kazanmıştır. Mevcut durumdan istifade etmek isteyen Ermeniler de bir adım daha atarak
hızla yurt içinde ve dışında siyasi teşekküller kurmaya başlamışlardır. Bu teşekküllerin
en önemlileri siyasi varlıklarını günümüze kadar sürdüren Hınçak (1887 yılında
Cenevre’de kurulmuştur) ve Taşnaksutyun (1890 yılında Tiflis’te kurulmuştur)
fırkalarıdır. Oluşumlarında bariz bir Rus destek ve etkisinin görüldüğü bu teşekküller,
Makyavelist bir yaklaşımla, salt büyük güçler arasındaki siyasi çekişmelerin nihai
hedefleri olan Türk topraklarında bağımsız bir Ermenistan kurulmasına yetmeyeceğini,
gayelerini gerçekleştirebilmek için kendilerine büyük güçlerin çifte standartlı yardımını
sağlayacak başka vasıtalara da başvurmalarının elzem olduğunu kısa sürede
anlamışlardır.192
Bu vasıtaların en önemlisi, sonuçlarından Türkiye Cumhuriyeti olarak yakın
geçmişe kadar muzdarip olduğumuz şiddet ve terördür. Her ne kadar nüfus içerisinde
asla çoğunluğu teşkil etmemiş olsalar da Anadolu toprakları üzerinde hak iddia eden
Ermeniler ile bu toprakların gerçek sakini Türk ve Müslümanlar arasında ilk ciddi
olaylar 1890 yılında Erzurum ve İstanbul Kumka-pı’da patlak vermiştir. Bu, Ermeni
terör ve şiddet silsilesinin ilk halkasıdır. Sultan II. Abdülhamid ve hatta kendisi de bir
Ermeni olan Patrik Aşıkyan da dâhil olmak üzere Osmanlı idarecilerine suikast
teşebbüslerinden masum Müslüman halkın katledilmesine kadar geniş bir yelpazede
cereyan eden Ermeni faaliyetleri, başarılı bir propaganda neticesinde, Batı kamuoyunda
taraftar bulmuş ve II. Abdülhamid’in “Kızıl Sultan”, Türk halkının ise “masum Ermeni
halkının katlinden sorumlu barbarlar” olarak nitelendirilmesinin amili olmuştur. 11
Mayıs 1895’de Sasun olaylarını müteakip Avrupa devletlerinin Osmanlı idaresine
191
192
a.g.e. , s.482.
a.g.e. , s.482.
94
verdikleri notada, ıslahat yapılacak vilayetlerin Vilâyât-ı Sitte adıyla Erzurum, Bitlis,
Van, Sivas, Mamûretülaziz ve Diyarbekir olarak belirlenmesi, her ayrılıkçı akımın
ihtiyaç duyduğu coğrafi alan mefhumunun da Ermenilerin şuurunda yer bulmasını ve
toprak iddialarının kendilerince meşru bir zemin kazanmasını hızlandırmıştır. Batı
dünyasına yönelik Ermeni propagandasında, vuku bulan şiddet olaylarının müsebbibinin
II. Abdülhamid’in baskıcı rejimi olduğu iddiası, İttihad ve Terakki’nin iktidara gelişini
müteakip yaşanan gelişmelerde de görüleceği üzere asılsızdır. İmparatorluğun hızla
parçalanmakta olduğunu gören İttihadçıların II. Meşrutiyet’in başlarında iyi niyetli
“ittihad-ı anâsır”ları uğruna Ermeni komiteleri ile birlikte hareket etme arayışları,
fayda vermemiştir. Ayrılıkçı isyanlar gün be gün artmakta, İmparatorluk kan
kaybetmektedir. Üstelik, Osmanlı topraklarında gözü olan iki hasmın, Çar II. Nicholas
ile VII. Edward’ın, 1908 yılında, Reval’de, Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşımı
hususunda anlaşmalarıyla Rusya ve İngiltere arasındaki çekişmeden yoksun düşen
Osmanlı diplomasisinin harekat sahası hızla daralmaktadır. Türk entelektüelinin
zihninde “son yurt Anadolu” özel bir hassasiyet kazanmaktadır. Fonda bu gelişmelerin
yaşandığı bir dönemde, Ermeniler işte bu topraklar üzerinde de asılsız bir şekilde hak
iddia etmektedirler. Birinci Cihan Harbi, artık kırılma noktasıdır.193
Osmanlı Hükümeti’nin Birinci Cihan Harbi’ne girme kararı almasının en
önemli nedenlerinden biri, hızla akmakta olan kum saatini durdurarak İmparatorluğu
Rusya’ya karşı koruyabilme endişesidir. Bu çerçeveden bakıldığında, Doğu’daki
Ermeni azınlığın tasarrufları ayrı bir önem kazanmaktadır. Daha 1912 yılında, İstanbul’daki Rus büyükelçisi Dışişleri Bakanı S. D. Sazanof’a gönderdiği raporunda, “Van,
Bâyezid, Bitlis, Erzurum ve Trabzon konsoloslarımızın bildirdiklerine göre bu
vilayetlerdeki Ermenilerin hepsi Rusya tarafındadırlar ve bizim ordularımızı
bekliyorlar...21 Kasımda Bâyezid konsolosunun bildirdiğine göre, bütün Ermeniler
Türkiye’ye karşı düşmanca tavırda bulunuyorlar ve Rusya’nın protektörlüğünü, Ermeni
topraklarını işgal etmelerini bekliyorlar. Ermeni Patriği Rusya’ya Türkiye’deki Ermeni
halkını kurtarması için yalvarmaktadır.” demektedir. 1914 yılına gelindiğinde, Ermeni
komiteleri de Türkiye’deki şubelerine şu talimatı vermişlerdir: “Rus ordusu sınırdan
ilerler ve Osmanlı ordusu geri çekilirse her tarafta birden eldeki vasıtalarla
başkaldırılacaktır. Osmanlı ordusu iki ateş arasında bırakılacak, resmî binalar
193
a.g.e. , s.483.
95
bombalanacak, iaşe depolarına sabotajlar düzenlenecek; aksine Osmanlı ordusu taarruza
geçerse Ermeni askerleri Ruslara katılacak ve silâhaltına alınanlar kıtalarından kaçarak,
Türk birliklerinin geri cephelerine zarar vermek ve ülke içinde çeşitli olaylar çıkarmak
için çeteler kuracaktır.” Nitekim savaşın başında Doğu Cephesi’nde yaşanan gelişmeler
aynen yukarıdaki raporlarda öngörüldüğü şekilde seyretmiştir. Ermeniler, seferberlik
ilan edildiği 3 Ağustos 1914 tarihinden itibaren ordudan kaçmaya başlamışlar; Türk
askerlerine karşı Zeytun’da silahlı saldırı tertip etmişler; Rusya’ya göç ederek Ruslar
tarafından Türk ordusuna karşı savaşmak üzere oluşturulan çetelere katılmışlar; Rus
ordusunun 1 Kasım 19l4’te Doğu Anadolu üzerine başlattığı taarruzu müteakip de
birçok vilayette isyan çıkarmışlardır.
Bu Ermeni isyanları arasında en büyüğü ve
aralarında tehcir kararı da bulunmak üzere sonuçları açısından en önemlisi, Van’daki
isyandır. Van ve çevresinde memur ve jandarmalar öldürülmüş, karakollar ve Türklerin
evleri saldırıya uğramış, resmî binalar yakılarak isyan bütün Van bölgesine yayılmıştır.
Osmanlı hükümetinin seferberlik ilânından itibaren dokuz ay boyunca iyi niyetle ve
küçük tedbirlerle işi çözmeye çalışması fayda etmemiş, Ermeniler konusunda köklü
tedbirler alma lüzumu gün geçtikçe önem kazanmıştır. Bu tedbirlerin en önemlisi, tehcir
kararıdır.194
2.2.BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE TEHCİR
Osmanlı Devleti’nin toprakları içerisinde yaşayan herkese sağladığı hoşgörü ve
emniyet ortamında bilhassa sanat ve ticaretle uğraşarak ekonomik durumlarını düzelten
Ermeniler Tanzimat Fermanı ile başlayan yeni dönemde devletin hemen her
kademesinde başarı ve sadakatle hizmet görmüşler ve “tebaa-i sadıka” (sadık vatandaş)
olarak adlandırılmışlardır. Ancak Fransız İhtilâlinin en önemli ürünü olan milliyetçilik
fikri bir kısmı yurtdışında eğitim görmüş Ermeniler arasında da yayılmıştır. Hınçak,
Taşnaksutyun ve Ramgavar adlı komitelerle Ermeniler, bağımsızlık için uluslararası
yardım temin ederek gayelerine ulaşmada her yolu denemişlerdir. Bu çerçevede Türk
askeri kılığına girerek kendi vatandaşlarını katletmekten ve Avrupa kamuoyunun
Hıristiyan hassasiyetini istismar etmekten de çekinmemişlerdir. İngiliz ve Rusların
Anadolu toprakları üzerindeki emellerinin gerçekleştirilmesinde kullanabilecekleri
194
Halaçoğlu, a.g.m. , s.483
96
düşüncesi ile destek verdikleri bu terör grupları kendi halkının rahat ve huzurunu söz
konusu devletlerin emperyalist emellerine alet etmişlerdir. İlk olarak 1877–1878 savaşı
sırasında Rusların Yeşilköy (Ayastefanos) antlaşmasına koydukları iki madde ile
milletlerarası platforma getirilen Ermeni konusu Berlin Antlaşması ile Rusya’nın
tekelinden çıkarılmıştır, İngilizler de Rusların Basra körfezine inmesinde bir engel
olarak Ermenilerin hamiliğine soyunmuşlardır. Bundan sonra çeşitli vesilelerle Ermeni
olayları gündeme gelmiştir. II. Abdülhamid’ in “Ölürüm de Doğu Anadolu’yu devletten
ayırmaya yol açacak bir gelişmeye izin vermem” şeklindeki yaklaşımı çeşitli
teşebbüslere rağmen Ermenilerin maksatlarına ulaşmalarına engel olmuştur. II.
Abdülhamid’ i devirmek yolunda her düşünce ve grupla işbirliğinden çekinmeyen ve bu
arada Ermeni ve Yahudilerle de beraber çalıştıkları bilinen İttihat ve Terakki yönetimi,
ayrılıkçı faaliyetlere karşı 1909’dan itibaren çeşitli yasalar çıkarmak yoluna gitmiştir.
Ancak büyük devletlerin baskıları neticesi Rus ve Alman telkinleri ile Doğu
Anadolu’nun iki yabancı genel müfettiş idaresine bırakılması programı kabul
edilmişken I. Dünya Savaşı’nın çıkması bu faaliyeti engellemiştir.195
Ancak, savaş, Ermenilere istedikleri fırsatın çıkmasına yol açmıştır. Rusya’nın
da teşviki ile dört bir yanda savaşa giden orduların boş bıraktığı Doğu Anadolu’da
Müslümanlara saldırmaya başlamışlardır. Türk köylerini yakıp ahaliyi öldürmeye
devam eden Ermeniler, 1915 Şubatı’nda Süleymanlı (Zeytun) kasabasını işgal ile Müslüman soykırımında bulunmuşlardır. 1915 yılının Nisan ve Mayıs aylarında, yani
Çanakkale’de çetin savaşlar yapılırken Ermeni çeteleri Rusların öncülüğünde Van ve
çevresini işgal edip geçici bir Ermeni hükümeti kurmuşlardır. Sivas bölgesinde yaklaşık
30.000 Ermeni Ruslarla savaşan Türk askerlerine arkadan saldırmak için hazırlanmışlardır. 22 Nisan 1915 tarihli bir telgrafla İçişleri bakanını uyaran Sivas valisi
Ermeni tehdidinin büyüklüğüne dikkat çekmiştir. Yaklaşık 15.000 Ermeni gönüllü
olarak Rus ordusuna katılmış, bir o kadarı da Türk sınırları içinde saldırı
düzenlemişlerdir. Rusların Osmanlı Devleti’nden alacakları yerleri Ermenilere
bırakacağına dair sözler verdiğini de haber alan Türk hükümeti tedbir almak zorunda
kalmıştır. Bu süreç, Osmanlı Harbiye Nazırı ve Başkomutan vekili Enver Paşa’nın
Dâhiliye Nazırı Talat Paşa’ya gönderdiği 2 Mayıs 1915 tarihli gizli bir telgrafla hız
195
Cezmi Eraslan , “1.Dünya Savaşı Ve Türkiye” , Türkler, C:13, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002,
s.353.
97
kazanmıştır. Van vilayetinde isyan eden Ermenilere karşı, Rusların 20 Nisan 1915’te
kendi sınırları içindeki Müslüman halkı cepheye sürmelerini gören Enver Paşa; “ya,
Osmanlı ordusu aleyhinde hareket halindeki Ermenileri Rus hududuna sürmek ya da
Ermenileri Anadolu içlerinde çeşitli yerlere dağıtmak” şıklarından birini uygulamak
gerektiğini belirtmiştir.196
İç güvenliği sağlamak ve cephelerde çarpışan Türk askerlerinin güvenliğini
sağlamak için 27 Mayıs 1915 tarihli “Geçici Kanun”u çıkartan hükümet, Çanakkale
Savaşı’nın en yoğun günlerinde devletin yurt savunması, asayişin korunması ve
hükümetin emirlerine karşı koyma, direnme veya silahlı tecavüzde bulunarak ayaklananlara karşı silah kullanma; silahla direnenleri de imha etme yetkisini ordu, kolordu,
tümen ve mevki komutanlarına vermekte tereddüt etmemiştir. Ayrıca savaş esnasında
casusluk ve bu tip ihanetlerde bulunan köy ve kasaba halklarını ayrı veya toplu surette
başka yerlere gönderme yetkisi de komutanlara tanındı. Burada devletin herhangi bir
grubu kast etmediği ve savaş esnasında ordusunun ve insanlarının emniyetini korumayı
amaçladığı dikkat çekmektedir. “Sevk ve İskân Kanunu” adını taşıyan bu kanun,
“Tehcir Kanunu” adıyla da bilinmektedir.
Dâhiliye Nezareti’nin 23 Mayıs tarihinde Erzurum Valiliği’ne gönderdiği bir
emirde Urfa, Musul ve Deyrizor’a göç ettirilmesi istenen Ermenilerin “mallarını,
canlarını korumak ve yol boyunca ve konaklamaları esnasında kollayarak iaşe ve
ikmallerini sağlamak sorumluluğu”nun valilere ait olduğu bildirilmiştir. 30 Mayıs 1915
tarihli ve aynı konulu bir diğer kanun, göç ettirileceklerin geride kalan malları ile ilgili
dir. Buna göre, göçe tabi olanlar, taşınabilir mallarını ve eşyalarını beraberlerinde
götürebilecekler veya arkalarından gönderilecektir. Taşınmaz malları ise açık arttırma
yolu ile satılıp bedelleri kendilerine verilecektir. Taşınma işlemi için her türlü güvenlik
önlemleri alındığı gibi maddi durumları ile orantılı olarak yeni yerleşme bölgelerinde
emlâk ve arazi verilmesi, çiftçi olanlara tohum, sanatkârlara meslekleri ile ilgili aletedavâtın temini de kararlaştırılmıştır. Söz konusu işlerin düzen içinde gerçekleştirilebilmesi için yeni memur alınması ve geçici komisyonlar teşkil edilerek
faaliyet gösterilmesi kabul edilmiştir.197
196
197
a.g.m. , s.354.
a.g.m. , s.354.
98
Hükümetin göçe tabi tuttuğu Ermenileri gerek nakil sırasında gerekse
konaklama yerlerinde taciz etmeye çalışacakların divan-ı harbe verileceğini, ayrıca göç
edenlerle doğrudan temasta olan devlet memurlarından görevini suistimal edenlerin de
hemen işten alınarak mahkemeye sevk edilmelerini kararlaştırması olayın insani
boyutunu ortaya koymuştur.
Ermenilerin ayrılıkçı ve Müslümanları katletmeye yönelik terör olaylarını
durdurmaları yolunda Osmanlı Hükümeti tarafından ileri sürülen istekleri reddetmeleri
üzerine 24 Nisan 1915’te derneklerinin kapatılması, evrakına el konup yöneticilerinin
tutuklanması olayını katliam günü olarak her yıl kutlamaları, olayların, tarihin
saptırılmasından başka bir şey değildir.198
Bu çerçevede 703.000’e yakın insan yerlerinden alınıp Suriye bölgesinde
yeniden iskân edilmiştir. Ermeniler ve onları kullanan Batılı devletler bu göç sırasında
Türklerin Ermenilerin yarısından fazlasını katlettikleri iddiasını ortaya atmışlardır. Daha
sonra bu rakam 1,5 milyona kadar yükseltilmiştir. Hâlbuki bu yıllarda Türk
topraklarında yaşayan Ermenilerin toplam sayısı en iyimser verilere göre 1.300.000’dir.
Bu göç sırasında gerek askeri, gerekse ekonomik bir takım imkânsızlıklar, zor iklim ve
taşıma şartları ve salgın hastalıklar nedeniyle çok sayıda insan ölmüştür. Ordunun
savaşta olması dolayısıyla jandarmaya havale edilen göç kafilelerinin emniyetinin
sağlanması, mevcut asker kaçakları ve Kürt çeteleri sebebiyle çok zor şartlar altında
gerçekleştirilebilmiştir. Ayrıca ölümlerin bir kısmı da, Ermeni çetelerinin bu göç
kafilelerine saldırarak girdikleri çatışmalarda olmuştur. Savaş başından sonucuna kadar
Ermeni kaybı 200.000 civarında hesaplanmaktadır. Türk hükümeti kendi ordusunun
harekâtında gerekli tedbir ve teçhizatı alamadığı için sadece Sarıkamış’ta 80.000 civarında asker kaybetmiş, memleket dâhilinde salgın hastalıkları önleyememiştir. Devletin
Müslüman vatandaşları da sıhhi, ekonomik ve emniyet bakımından son derece sıkıntı
çekmiştir. Bu durumda Ermenilere çok ihtimamlı bir davranış beklemek hatalı
olacaktır.199
Bu arada Osmanlı hükümetinin gerek göç ettirilen insanlara kötü davranan
gerekse kafilelere saldırılarda bulunanları ele geçirmeğe gayret gösterdiğini biliyoruz.
Söz konusu gerekçe ile Sıkıyönetim Mahkemelerinde yargılanan yaklaşık 1400 kişiden
198
199
a.g.m. , s.354.
a.g.m. , s.355.
99
bir kısmı idam, diğerleri çeşitli cezalarla cezalandırılmışlardır. İstanbul’u işgalden sonra
batılı devletler de bütün gayretlerine rağmen böyle bir katliamı belgeleyememişlerdir.
Hâlbuki Ruslarla beraber hareket eden Ermenilerin 1914–1919 döneminde bir
milyondan fazla Türkü öldürdükleri kaynaklarla sabittir.200
Osmanlı Devleti Birinci Dünya Harbi’ne fiilen Odesa’nın bombardımanı ile 30
Ekim, resmen ise İngiliz ve Fransız büyükelçilerinin İstanbul’dan ayrıldıkları 1 Kasım
günü dâhil oldu. 1 Kasım 1914’de Ruslar cephede saldırıya geçtiler. III. Ordu
Erzurum’a doğru geri çekildi. Beyazıt dâhil bazı kasaba ve köyler Rusların eline geçti.
Rus saldırısı 4 Kasım’da durakladı. Osmanlı Ordusu 7 Kasım’da karşı saldırıya geçti, 17
Kasım’a kadar çarpışmalar devam etti. Ruslar’dan bazı yerler geri alındı. Bu tarihten
sonra cephede bir durgunluk başladı. Bu durgunluk 18 Aralık’ta Sarıkamış harekâtı ile
sona erdi. Bu harekât hiçbir sonuç vermeden 1915’in ilk günlerinde son buldu.
Sarıkamış seferinin son bilânçosu 100.000 kişilik üç kolordunun iki hafta zarfında
takriben 15.000 kişiye düşmesi, toplarıyla silahlarının ve nakil vasıtalarının yarısından
fazlasının kaybolması, bütün gidip-gelme yolları boyunda kanlı veya donmuş on
binlerce mezarsız şehit bırakılması, ordunun gerek maddi ve gerek manevi
kuvvetlerinden birçok şeylerin kaybolmasıyla hülasa olunabilir. Birinci Dünya Savaşı
patlak verince Ermeni komiteleri ve Patrikhane Osmanlı’nın taraf olduğu takdirde ona
karşı ileryecekleri politikayı tesbit etmek üzere bir araya geldiler. İstanbul Galata’daki
Ermeni
Büyük
Merkez
Okulu’nda
patrikhane
memurlarının
başkanlığında
Taşnaksütyun, Hınçak ve diğer komitelerin temsilcilerinden oluşan Birleşik Milli
Ermeni Kongresi, “Ermenilerin Osmanlı Hükümeti’ne sadık kalmaları, askeri
görevlerini yapmaları, dış tesirlere kapılmamalarını” telkin etti.201
Ruslar cephedeki harekâtı Mart ayında, bilhassa Van istikametinde yeniden
başlattılar. Bu sırada Ermeni ayaklanması da başlamıştı. Van harekâtına da kısaca
değindikten sonra, Ermeni isyanına geçip, olayların seyrini takip edeceğiz. Ali İhsan
Sabis Paşa, Van harekâtını, “Harp Hatıralarım” isimli eserinin II. cildinde 215 ila 220.
sayfalarında anlatır. Bazı mühim pasajları pek kısa bir şekilde aşağıya alıyoruz:
Azerbaycan’da bulunan Rus kuvvetleri, Ermeniler’le beraber Van’ın şark
tarafındaki hudutlarımızı üç istikamette geçerek Mart başında Van’a doğru ilerlemeye
200
201
a.g.m. , s.355.
Öke,Ermeni Sorunu 1914–1923 , s.101.
100
çalışıyorlardı. Daha harbin ilk aylarında Van istikametindeki taarruz ve tazyikleriyle
Ermeni komitecilerin teşebbüs ve hazırlıkları arasında münasebet bulunduğu anlaşılmış
idi.
Van Valisi Cevdet Bey daha 1915 Mart başında Van İhtilali’nin başlamak
üzere olduğunu Birinci Kuvvet Seferiye Kumandanı’yla Başkumandanlık’a ihbar
eylemiş ve nihayet 17 Nisan 1915’te isyan büyük bir şekilde vilayetin her tarafında
patlamıştı.
Şimalden gelen Rus kuvvetleri karşısında Van Valisi Cevdet Bey Van’daki
kuvvetlerle 16–17 Mayıs gecesi Van şehrini terk ederek Aşkale üzerinden çekilmiş. Van
şehri Ruslar’a terk olunmuştur.
Türk Ordusu 22 Temmuz’da karşı saldırı ile Van’ı geri alacak, ancak
Ağustos’ta Ruslar yeniden Van’a gireceklerdir.
Rus taarruzu yaklaşırken bu hareketler büsbütün belirgin hale geldi ve nihayet
yukarıda belirttiğimiz gibi 11 Nisan’da Van’da isyan tam manasıyla başladı.
Osmanlı Ordusu’nun Van’dan çekilmesinden sonra, orada toplanan Ermeni
asker kaçaklarının 10.000 kadar olduğu hesaplanmıştı. Van isyanı derhal Bitlis’e sirayet
etti. Orada da asiler asker ve jandarma üzerine saldırmaya başladılar.
Ruslar Van’a girince Sivas’ta da ayaklanma oldu. Ancak Rus ordusunun
yaklaşması beklenmeden başlatılan bu ayaklanma çabuk önlendi.
Birinci Dünya Savaşı’nda dört yıl boyunca, dokuz Osmanlı ordusunda
hastalıktan ve yaralanma nedeniyle meydana gelen ölümler karşılaştırıldığında,
hastalıktan ölümler, yaralanma nedeniyle ölümlerden yaklaşık 7 kat fazladır. Bu
rakamlar, Osmanlı ordusunun savaşa katıldığı bölgelerde salgın hastalıkların çok etkili
olduğunu göstermektedir.
Bu durumda Ermeni nüfusun yaşadığı Osmanlı ve Kafkasya coğrafyasına
yayılan savaş bölgelerinde ve bunlara yakın yerleşim birimlerinde de (İran, Mısır ve
öteki Akdeniz ülkeleri), salgın hastalık ölümlerinin yüksek oranlara uluşmaması için bir
neden bulunmamaktadır.202
202
Halaçoğlu, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s.101.
101
Birinci Dünya Savaşı’nı fırsat bilen Ermeniler, Osmanlı Devleti’ne karşı daha
etkin bir mücadele başlattılar. Osmanlı Devleti’nin karşısında yer alan başta Rusya
olmak üzere, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler de Ermenilere uzun süredir verdikleri
desteğe uygun olarak, bağımsız bir Ermenistan vaadiyle Ermenilerle işbirliği yapmakta
tereddüt etmediler. Ermenilerden gönüllü birlikler oluşturmak suretiyle Osmanlı
Devleti’ni cephe gerisinde bozmayı hedeflediler. Bununla beraber, itilaf güçlerinin,
Kafkas cephesinden Osmanlı topraklarına girmeyi planlayan Rusya’ya destek olmak ve
İstanbul ve Boğazları ele geçirmek için Çanakkale’ye saldırmaları, Ermenilere önemli
bir fırsat sundu. Doğuda Rus ordularına yardım eden Anadolu Ermeni örgütleri,
Çanakkale’yi abluka altına alan itilaf güçlerine destek ve bu harekâttan faydalanmak
düşüncesiyle Anadolu’da yer yer isyanlar başlatarak Osmanlı Devleti’ni zor duruma
düşürdüler.203
2.3.OSMANLI DEVLETİ’NİN TEHCİR ÖNCESİ ALDIĞI TEDBİRLER
Osmanlı Hükümeti’nin birçok cephede Avrupa’nın en güçlü devletleriyle savaş
halinde bulunması, isyanların tamamen bir ihanete dönüşmesi ve hem cephenin, hem de
cephe gerisinin emniyete alınarak yüzbinlerce Müslümanın göz göre göre ölüme
itilmesinin önlenmesinin kaçınılmaz bir zaruret halini alması üzerine, kesin tedbirler
alınmıştır. Bu amaçla ilgili olarak birçok çalışma yapılmıştır. Bu konuyla ilgili birçok
sözü edilmeyen belge de yeni yeni ortaya çıkmaktadır. Bunlardan birinde araştırmacı
Salahi Sonyel İngiliz Arşivi’nde kayıtlı Talat Paşa’nın aşağıdaki emrini ortaya
çıkarmıştır:
“... Komitelerin kapatılması esnasında, Ermeni ve Türk elemanları arasında
katliama dönüşebilecek herhangi bir çatışmadan kat’iyetle kaçınılacaktır....” 204
Şimdi de Osmanlı Devleti’nin çıkarmış olduğu, arşivlerimizde mevcut olan
emirnameleri inceleyelim;
Bunlardan ilki, 24 Nisan 1915 tarihinde İçişleri Bakanlığı tarafından iflah
olmaz menfi faaliyetleri sıralanan Ermeni komite merkezlerinin kapatılmasını, evrakına
203
204
a.g.e. , s.60.
S. Kemal Ermetin, Ermeni Sorununun Ermeniler Tarafından Dikkatle Saklanan Yüzü: Ermeni
Soykırımı, Töre Yayınları, İstanbul, 2001, s.111.
102
el konulmasını ve elebaşlarının tutuklanmasını öngören ve 14 valilikle 10 mutasarrıflığa
gönderilmiş olan emirnamedir.205
Hemen her yerde göç için 14 günlük bir süre tanınmıştır. Tehcir edilenlere
eşyalarını yanlarına alma veya satma, bazı tüccar ve Ermenilere malları ve değerli
eşyalarını emniyete almak için Osmanlı Bankası’na teslim etme izni verilmiştir. Ayrıca
hükümet, nakil aracı olmayan birçok aileye kağnılar temin etmiş, koruması olmayan
birçok Ermeni ailenin de erkeklerini işçi taburundan terhis ederek, ailelerine eşlik etme
imkânı sağlanmıştır. Bu durumu Amerika’nın Trabzon konsolosu Oscar S. Heizer de
doğrulamaktadır. Heizer, 25 Eylül 1915 tarihinde yazdığı raporunda, Erzurum’a yaptığı
gezi ve Vali Tahsin Bey ile görüşmesinin detaylarını nakletmektedir. Burada Heizer,
Erzurum Ermenileri ile ilgili bir katliam duyumundan söz etmediği gibi, Ermenilerin
sürgün için verilen 15 günlük sürede değerli mal ve mücevherlerini Amerikan misyoneri
Rahip Stapleton ve Dr. Case’in evine götürüp emanete bıraktıklarını yazmaktadır.206
Müsta’cel, mahrem, bizzat halli.
Ermeni komitelerinin Memalik-i Osmaniye’deki teşkilat-ı ihtilaliye ve
siyasetleriyle öteden beri kendilerine muhtariyet-i idare te’minine ma’tuf olan
teşebbüsleri ve ilan-ı harbi müteakip Taşnak komitesinin Rusya’da bulunan
Ermeniler’in derhal aleyhimize hareketine ve Memalik-i Osmaniye’deki Ermeniler’in
dahi ordunun duçar-ı za’af olmasına intizar ederek o zaman bütün kuvvetleriyle ihtilal
hareketlerine dair ittihaz ettikleri mukarreratları ve her fırsattan istifade etmek suretiyle
memleketin hayat ve istikbaline te’sir edecek harekât-ı hainaneye cür’etleri bi’1-hassa
devletin hal-i harbde bulunulduğu şu sırada Zeytun ile Bitlis, Sivas ve Van’da vuku
bulan hadisat-ı ahire-i isyaniye ile bir kerre daha te’eyyüd etmiş ve esasen merkezleri
memalik-i ecnebiyede bulunan ve el-yevm unvanlarında bile ihtilalcilik sıfatını
muhafaza eden bütün bu komiteler mesaisinin Hükümet aleyhine olarak her türlü esbab
ve vesaite müracaat suretiyle nuhbe-i amalleri olan muhtariyeti istihsal maksadı
etrafında toplandığı ve Kayseri ve Sivas ile mahall-i sairede meydana çıkarılan
bombalarla ve Rus Ordusu’ndan gönüllü alayları teşkil ederek Ruslar’la birlikte
memlekete saldıran ve ani’1-asl Osmanlı memleketi ahalisinden olan Ermeni komite
205
206
Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.107.
Halaçoğlu, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s.82.
103
ruesasının harekâtı ve Ordu-yı Osmanî’yi arkadan tehdit etmek suretiyle ve pek büyük
mikyasda alman tertibat ve neşriyatları ile tahakkuk eylemiştir. Bi’t-tabii Hükümet
kendisi için bir mesele-i hayatiye teşkil eden bu kabil tertibat ve teşebbüsatnı ve menbaı mefsedet olan komitelerin hala mevcudiyetini meşru telakki edemeyeceği cihetle bi’1umum teşkilat-ı siyasiyenin ifasına lüzüm-ı acil hissetmiştir. Binaenaleyh Hınçak,
Taşnak ve emsali komitelerin vilayet dâhilindeki şu’ubatının derhal sedleri ile şu’be
merkezlerinde bulunacak evrak ve vesaikin kat’iyyen ziyan ve imhasına imkân
bırakılmayarak müsaderesi ve komiteler ruesa ve erkânından müteşebbis eşhas ile
Hükümetçe tanınan mühim ve muzırr Ermeniler’in hemen tevkifi ve bulundukları
mahallerde devam-ı ikametlerinde mahzur görülenlerin vilayet, sancak dâhilinde
münasib görülecek mevakide toplattırılarak firarlarına imkân bırakılmaması ve icab
eden mahallerde silah taharrisene başlanılarak her türlü hal, her ihtimale karşı
kumandanlarla bi’1-muhabere kuvvetli bulunulması ve icraatın hüsn-ı tatbiki esbabının
te’min ve istikmaliyle zuhur edecek evrak ve vesaikin tedkiki neticesinde tevkif olunan
eşhasın divan-ı harblere tevdi’i Ordu-yı Hümayun Başkumandanlığı istikmalinin derhal
tatbiki ve tevkif olunan eşhas adediyle icraattan peyder-pey ma’lumat i’tası kemal-i
ehemmiyetle tavsiye olunur.
Fi 11 Nisan 1331
Nazır207
Aynı gün Bakan Talat imzasıyla Dördüncü Ordu Kumandanı’na Zeytun ve
Maraş civarındaki faaliyetlerinden dolayı bazı Ermeniler’in güneye sevk edilmelerini ve
Ayaş’a gönderilecek Ermeni tutukluları için de askeri deponun hazırlanmasını ihtiva
eden aşağıdaki iki emirname de gönderilmiştir:208
Hususi: 14
Şifre
Dördüncü Ordu-yı Hümayun Kumandanı Cemal Paşa Hazretleri’ne,
Zeytun, Maraş ve civarından ihraç edilen Ermeniler’in tamamen Konya’ya
sevkleri bilahare kendilerinin o muhitde de toplu bir halde bulunmalarını ve bir müddet
207
208
Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.108.
a.g.e. , s.108.
104
sonra yine o civardaki Ermeniler’le tevhid-i faaliyet etmelerini intaç edeceğinden
şimdiye kadar gönderilenlerden başka artık o mıntıkaya Ermeni gönderilmemesi ve
İskenderun, Dörtyol, Adana, Haçin, Zeytun, Sis gibi mevaki’den tard-u ihracına lüzum
görüleceklerin Başkumandan Vekili Paşa’nın da fikri veçhile Haleb’in cenub-ı şarkisi
ile Zor ve Urfa havalisine sevklerinin icab edenlere emr-ü tebliğ buyurulması,
Fi 11 Nisan sene 1331
Nazır Talat209
Bizzat hallonulacaktır
Ankara Vilayetine,
Ayaş’a sevk olunacak Ermeni mevkufları içün askeri deponun serian ihzarı ile
eş’arı cihet-i askeriyyeye tebligatı i’fa olunmuşdur.
Fi 11 Nisan sene 331
Nazır210
Dâhiliye Nezareti’nin adı geçen talimatları üzerine İstanbul’da 2345 komiteci
tutuklanmıştır. Ermeniler’in Avrupa ve ABD parlamentolarında “Soykırımı Anma
Günü” olarak çıkarmaya çalıştıkları karar tasarıları ve “Soykırım Yılı” olarak her yıl
kutladıkları anma günü bu tutuklamalara matuf olup “tehcir”le alakalı değildir.
Komitelerin kapatılması, elebaşılarının ve bazı teröristlerin tutuklanması,
olayları yatıştıracak yerde daha da şiddetlendirmiştir. Teşkilatlanma ve silahlanmalar
şehirlerden en küçük yerleşim yerlerine kadar götürüldüğü ve Ermeniler birçok dış
vaadlerle kandırıldığı için kanlı faaliyetler daha da artmıştır. Bir taraftan Osmanlı
Ordusu’nu, diğer taraftan da sivil halkı emniyet altına almak maksadıyla Osmanlı
Hükümeti nihayet son insanî çare olarak savaş bölgelerindeki halkın “sevk ve iskanı”na
karar vermek zorunda kalacaktır.211
209
a.g.e. , s.108.
a.g.e. , s.109.
211
a.g.e. , s.109.
210
105
2.4.TEHCİRİN GAYESİ
Belgelerden anlaşıldığına göre, Talat Paşa’nın başlattığı ve Meclis-i
Vükelâ’nın da uygun gördüğü tehcir, doğrudan doğruya cephelerin güvenini sarsacak
bölgelerde uygulanmıştır. Bunlardan birincisi Kafkas ve İran cephesinin geri bölgesini
oluşturan Erzurum, Van ve Bitlis dolaylarıdır. İkincisi ise Sina cephesi gerilerini
oluşturan Mersin-İskenderun bölgeleridir. Çünkü Ermenilerin bu bölgelerde düşmanla
işbirliği yaptığı ve bir çıkarma hareketini kolaylaştıracak faaliyetler içinde bulundukları
tesbit edilmişti. Daha sonra bu uygulama isyan çıkaran, düşmanla işbirliği yapan ve
Ermeni komitacılarına yataklık eden diğer vilâyetlerdeki Ermenilere de teşmil edildi.
Başlangıçta Katolik ve Protestan Ermeniler tehcir dışı bırakıldıkları halde daha sonra,
bunlardan zararlı faaliyetleri görülenler de sevke tabi tutuldu.
Ermenilerin tehciri ikinci olarak, Vilayet-i Sitte adı verilen vilâyetlerde, 8
Şubat 19l4’te Osmanlı Devleti’yle Rusya arasında imzalanan ve Ermenilere âdeta bağımsızlık veren anlaşmadan kurtulma anlamı da taşımaktadır. Zira Birinci Dünya
Savaşı’nın çıkmasıyla bu anlaşmanın uygulamasından kurtulan Osmanlı Devleti,
savaşın sona ermesinden sonra, bağımsız bir Ermenistan demek olan böyle bir
uygulamadan kurtulmanın en kesin yolunun, buradaki Ermenileri Rus sınırından daha
uzak ve emin bir yere sevki düşünmüş olmalıdır. Nitekim Rusya’nın Ermenileri
kullanarak Doğu Anadolu’ya hâkim olmak istedikleri Rus Büyükelçiliği’nden 26 Kasım
1912 tarihinde Rusya Dışişleri Bakanı S.D. Sazanof’a gönderdiği raporda açık olarak
belirtilmektedir. Bu raporda: “...Bu anlatılanlar Ermeni halkının gittikçe Rusya tarafını
tutmakta olduğunu göstermektedir ve bu isteğin gerçekten de içten ve samimi olduğu
ortadadır. Rusya’ya olan sempati Ermeni burjuvası ve aydınları arasında da yaygındır.
İhtilâlci partiler artık gittikçe itibarını kaybediyor ve yerine konservatif programıyla
yeni partiler kuruluyor. Van, Bâyezid, Bitlis, Erzurum ve Trabzon konsoloslarımızın
bildirdiklerine göre bu vilâyetlerdeki Ermenilerin hepsi Rusya tarafındadırlar ve bizim
ordularımızı bekliyorlar. Veya Rusya’nın kontrolü altında reformların yapılmasını
istiyorlar. 21 Kasım’da Bâyezid konsolosunun bildirdiğine göre, bütün Ermeniler Türkiye’ye karşı düşmanca tavırda bulunuyorlar ve Rusya’nın protektörlüğünü, Ermeni
topraklarını işgal etmelerini bekliyorlar. Ermeni Patriği Rusya’ya Türkiye’deki Ermeni
halkını kurtarması için yalvarmaktadır.” Denilmektedir ki, yukarıdaki ifadeler,
Ermenilerin desteklenmesinin sebeplerini ve Rusya’nın emellerini bütün çıplaklığıyla
106
ortaya koymaktadır.
Bu sebeple 22 Hazira 1331 (5 Temmuz 1915) tarihinde Adana, Erzurum, Bitlis,
Haleb, Diyarbekir, Suriye, Sivas, Trabzon, Mamuretülaziz, Musul vilayetleriyle “Adana
Emval-i Metruke Komisyonu” başkanlığına, Zor, Maraş, Canik, Kayseri ve İzmit
Mutasarrıflıklarına, tebligat gönderilerek Ermenilerin iskânlarına tahsis edilen
bölgelerin, görülen lüzum üzerine genişletildiği bildirildi. Buna göre:
Kerkük sancağının İran sınırına seksen kilometre mesafede bulunan köy ve
kasabalar dâhil olduğu halde Musul vilâyetinin doğu ve güney bölgesi;
Diyarbekir hududundan yirmibeş kilometre dâhilde, Habur ve Fırat nehirleri
vadisindeki yerleşim yerleri dâhil olmak üzere Zor sancağının doğusu ve güneyi;
Haleb vilâyetinin kuzey kısmı hariç olmak üzere doğu, güney ve
güneybatısında bulunan bütün köy ve kasabalarla, Suriye vilâyetinin Havran ve Kerek
sancakları dâhil olmak üzere demiryolu güzergâhlarından yirmi beş kilometre dışarda
bulunan kasaba ve köylerde müslüman nüfusunun %10’u nisbetinde iskân edileceklerdi.
Talat Paşa, özellikle Batılı ülkelerin ve basınının aksi propagandalarından
dolayı, devamlı olarak Ermeniler hakkında alınan tedbirlerin onları imha maksadını taşımadığını her fırsatta ifade etmiştir. Nitekim 16 Ağustos 1331 (29 Ağustos 1915)
tarihinde Hüdavendigâr, Ankara, Konya, İzmit, Adana, Maraş, Urfa, Halep, Zor, Sivas,
Kütahya, Karesi, Niğde, Mamuretülaziz, Diyarbekir, Karahisar-ı Sahib, Erzurum ve
Kayseri vali ve mutasarrıflarına212 gönderilen bir şifre telgrafda tehcirin gayesi şu
şekilde açıklanmaktadır.”Ermenilerin bulundukları yerlerden çıkarılarak tayin edilen
mıntakalara sevklerinden hükümetçe takib edilen gaye, bu unsurun hükümet aleyhine
faaliyetlerde bulunmalarını ve bir Ermenistan Hükümeti teşkili hakkındaki millî
emellerini takib edemiyecek bir hale getirilmelerini temin esasına matuftur. Bu
kimselerin imhası söz konusu olmadığı gibi, sevkiyat esnasında kafilelerin emniyeti
sağlanmalı ve muhacirin tahsisatından sarfiyat yapılarak iaşelerine ait her türlü tedbir
alınmalıdır. Yerlerinden çıkarılıp, sevkedilmekte olanlardan başka yerlerinde kalan
Ermeniler bundan sonra yerlerinden çıkarılmamalıdır. Daha önce de tebliğ edildiği gibi
asker aileleriyle ihtiyaç nisbetinde sanatkâr, Protestan ve Katolik Ermenilerin
sevkedilmemesi hükümetçe kesin olarak kararlaştırılmıştır. Ermeni kafilelerine saldırıda
212
Halaçoğlu, a,g,m. , s.486.
107
bulunanlara veya bu gibi saldırılara önayak olan jandarma ve memurlar hakkında
şiddetli kanunî tedbir alınmalı ve bu gibiler derhal azl edilerek Divan-ı Harblere teslim
edilmelidir. Bu gibi olayların tekrarından vilâyet ve sancaklar sorumlu tutulacaklardır”.
Daha önce de Ankara vilâyetine 14 Mayıs 1331 (27 Mayıs 1915) tarihinde
gönderilen gizli şifrede “Ermeniler hakkında hükümetçe alınan tedbirler, sırf
memleketin asayiş ve inzibatını temin ve muhafaza mecburiyetine müstenittir. Ermeni
unsuruna karşı Hükümetin imhakâr bir siyaset takibetmediği, şimdilik tarafsız bir
vaziyette kaldıkları görülen Katolik ve Protestanlara dokunmamış olması göstermektedir.” denilmekteydi. Öte yandan Ermenilerden zararlı kimselerle komite
reislerinin sürülmeleri konusunda Hükümetin çıkardığı tebligatın, bazı yerlerde yanlış
anlaşıldığı görülmektedir. Buna bağlı olarak pekçok yerde, yakalanan Ermeni çeteler,
faaliyetlerini daha rahat sürdürebilecekleri yerlere sevkedilmiştir. Bunun üzerine Talat
Paşa 19 Mayıs 1331’de (1 Haziran 1915) bütün vilâyetlere bir tamim daha yayınlayarak
bu gibi Ermenilerin bulundukları yerlerden alınarak fesat çıkarmasına imkân
bulamayacakları yerlere yerleştirilmelerini ve sürgün işleminin sadece bozguncu ve
isyancı Ermenilere uygulanmasını tebliğ etmişti. Ayrıca tehcire tabi tutulan
Mamuretülaziz vilâyetine gönderilen 31 Mayıs 1331 (13 Haziran 1915) tarihli şifre ile
de, Divan-ı Harb-i Örfî’ye verilmiş Ermenilerden başka, sürülmesi gereken Ermenilerin
bu konudaki hususî tebligata uygun olarak vilâyetin uygun yerlerinde bulundurulması
ve bunların Musul’a sevklerine ihtiyaç ve lüzum olmadığını, şimdilik aileleriyle birlikte
nakl-i hane suretiyle vilâyet haricîne Ermeni sevkinin uygun görülmediği bildirilmişti.
1 Haziran 1331’de (14 Haziran 1915) Erzurum, Diyarbekir, Mamuretülaziz ve Bitlis
vilâyetlerine gönderilen şifrede ise, tehcir edilen Ermenilerin yollarda hayatlarının
korunması, sevkiyat sırasında firara yeltenenlerle muhafazalarına memur olanlara karşı
saldırıda bulunacakların yola getirilmesinin tabii olduğu, ancak buna hiçbir şekilde
halkın karıştırılmaması ve Ermenilerle müslümanlar arasında öldürmeye yol açacak ve
aynı zamanda dışarıya karşı da pek çirkin görünecek olayların çıkmasına kat’iyyen fırsat verilmemesi istenmişti.213
213
a,g,m. , s.487. ( Bu bölüm adı geçen makaleden aynen alınmıştır.)
108
2.5.TEHCİR KANUNU VE UYGULANIŞI
Devletin bekası ve emniyetin sağlanması amacıyla Başkumandan Vekili Enver
Paşa, Dâhiliye Nazırı Talat Paşa’ya Ruslar’ın Kafkaslar’da Müslümanlara 1915
Nisan’ından beri uyguladıkları ve Osmanlı Devleti’nde de uygulamaktan başka çare
kalmayan tehcirin ilk işaretini şu şekilde vermiştir:
Dâhiliye Nezaret-i Celilesine-Tahrirat
Gayet Mahremdir.
Van Gölü etrafında ve Van Vilayetince bilhassa ma’lum olacak mevaki-i
muayyenedeki Ermeniler isyan ve ihtilal için bir ocak halindedirler. Bu halkın oradan
kaldırılarak isyan yuvasının dağıtılması fikrindeyiz.
Üçüncü Ordu’nun verdiği ma’lumata nazaran Ruslar 7 Nisan’da hudutları
dâhilindeki Müslüman ahaliyi çıplak bir halde hududumuz dâhiline sürdüler. Hem buna
bir mukabele-i bi’1-misl olmak ve aynı zamanda yukarıda söylediğim maksadı hâsıl
etmek üzere:
Ya merkum Ermeniler’i ve ailelerini Rusya hududu dâhiline sürmek yahut
merkum Ermeniler’i ve ailelerini Anadolu dâhiline muhtelif yerlere dağıtmak zalimdir.
Bu iki şıktan münasibinin intihabı ile icrasını rica ederim. Bir mahzur yoksa usat
ailelerini, isyan merkezlerini hudud haricine sürmeyi ve onların yerine hudud haricinden
gelen İslam halkı yerleştirmeyi tercih ederim. Olbabda.
İsmet 214
Yukarıda Enver Paşa’nın, Talat Paşa’ya yolladığı 2 Mayıs 1915 tarihli yazıda,
Ermeniler’in isyanları sürdürmek için daima toplu halde olduklarına değinilerek, ya
bunları, Ruslar’ın Müslümanlar için yaptığı şekilde, Rus topraklarına sürmek yahut
Anadolu içine dağıtmak lüzumunu ileri sürdüğü görülmüştür. Bu yazıdan da açıkça
anlaşılacağı üzere Enver Paşa’nın istediği, Ermeniler’in isyan çıkaramaz hale
getirilmeleri idi. Eğer bunlar hep bir arada olacak yerde, ufak üniteler halinde ve
birbirlerinden uzak yerlerde yerleştirilecek olurlarsa isyan edebilme şansları
kalmayacaktı.
214
Alkaya, a.g.e. , s.107.
109
Yine o yazıdan anlaşılan ikinci husus da bu tatbikatın isyan ve şekavet
mihrakları için düşünüldüğüdür.
Nitekim tatbikat böyle olmuştur.215
Ermeni faaliyetlerinin tahammül edilmez bir hal alması üzerine yine
Başkumandanlıktan 26 Mayıs 1915 tarihinde Dâhiliye Nezareti’ne Ermeniler’in
Rusya’ya değil, Osmanlı sınırları içinde göç ettirilmesiyle ilgili görüşleri ihtiva eden şu
yazı gönderilmiştir:
“Ermeniler’in Doğu Anadolu vilayetlerinden, Zeytun’dan ve buna benzer
yoğun bulundukları yerlerdeki Diyarbakır Vilayeti güneyine, Fırat nehri vadisine, Urfa,
Süleymaniye yakınlarına gönderilmeleri şifahen kararlaştırılmıştı. Yeniden fesat
yuvaları meydana getirmemek için Ermenile’rin göç ettirilmesinde şu düşünceler esas
alınmalıdır:
1-Ermeni nüfusu, gönderildiği yerlerdeki aşiret ve İslam sayısının %10
nispetini geçmemelidir.
2-Göç ettirilecek Ermeniler’in kuracakları köylerin her biri elli evden çok
olmamalıdır.
3-Ermeni göçmen aileleri seyahat ve nakil suretiyle de olsa, yakın yerlere ev
değiştirmemeli. Gereğinin yapılmasını ve sonucunun bildirilmesini.”
Birinci Dünya Savaşı yıllarında, bilhassa Karadeniz ve Doğu Anadolu
bölgesinde yaşayan Ermeniler, düşmanla işbirliği yapmaları sebebiyle veya tehcirden
kurtulmak için Osmanlı topraklarının dışına, Rusya’nın hâkimiyetindeki Kafkasya’ya ve
İran’a gitmişlerdir.216
Nitekim Paris görüşmeleri sırasıda 26 Şubat 1919 günü konuşan Ermenistan
Cumhuriyeti temsilcisi Aharonian, 1919 Şubatı itibariyle Kafkasya’da Türkiye’den
mülteci olarak bulunan 400,000 veya 500,000 Ermeni oluğu şeklinde beyanatta
bulunmuştur. Farklı kaynakların değişik tarihlerde sundukları bu bilgilere göre, Birinci
Dünya Savaşı yıllarında Kafkasya’ya göç eden Osmanlı Ermenilerinin sayısı 350–
215
216
Gürün, a.g.e., s.211.
Halaçoğlu, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s.89.
110
500.000 arasındadır.217
Ermeni kafileleri, iskân sahalarına dağıtılmak üzere yol kavşakları üzerinde
bulunan Konya, Diyarbekir, Cizre, Birecik ve Halep gibi belirli merkezlerde toplandı.
Belgelerdeki ifadelere göre, kafilelerin, muhtemel zorluklarla karşılaşmamaları
düşüncesiyle kendilerine en uygun ve yakın güzergâhlardan nakilleri plânlanmıştır.
Ayrıca güzergâh seçiminde, kafilelerin emniyet ve muhafazalarının sağlanması
düşüncesi de önemli rol oynamıştır. Nitekim Kayseri’den, Samsun’dan gönderilenler
Malatya üzerinden; Sivas, Mamuretülaziz, Erzurum ve havalisinden gönderilenler ise
Diyarbekir-Cizre yolundan Musul’a sevkedilmişlerdir. Bununla birlikte, yolların çok
kalabalık olması, sancaklarda asayişin bozulması ihtimalinin belirmesi hallerinde, bu
güzergâhlar dışına da çıkılmıştır. Urfa’dan Re’sülayn ve Nusaybin yoluyla gidenler,
Arap kabileleriyle diğer aşiretlerin saldırılarından korunmak üzere Siverek yolundan
gönderilmişlerdir.
Batı Anadolu’dan gönderilen kafileler ise Kütahya-Karahisar-Konya-KaramanTarsus üzerinden Kars-Maraş-Pazarcık yoluyla Zor’a sevkedilmişlerdir.25 Bütün bu
güzergâhların seçiminde tren yolları ve nehir nakliye araçlarının bulunduğu yerler tercih
edilmiştir. Bu sırada en emniyetli yolun tren ve nehir yolculuğu düşüncesi bunda önemli
rol oynamıştır. Nitekim Batı Anadolu’dan iskân mahalline gönderilenlerin hemen hepsi
trenlerle nakledilmişlerdir. Cizre yolu ile sevkedilenler de tren ve “Şahtur” denilen nehir
kayıklarıyla taşınmışlardır. Tren ve nehir nakliyatının bulunmadığı yerlerde kafileler
hayvan ve arabalarla belli merkezlere toplanmışlar ve buradan trenlere bindirilmişlerdir.
Osmanlı Hükümeti savaş şartlarına rağmen, sevkiyatın bir düzen içinde
yürümesine ve kafilelerin herhangi bir zarara uğramamasına itina etmiş, bunun için elindeki bütün imkânları zorlayarak nakli gerçekleştirmeye çalışmıştır. Buna rağmen,
cepheye devamlı surette asker ve zahire nakli sebebiyle, muhacirlerin sevkinde vasıta
sıkıntısına düşüldüğü ve çeşitli zorluklarla karşılaşıldığı anlaşılıyor. Nitekim zaman
zaman istasyonlarda büyük yığılmaların meydana geldiği, vasıta darlığından sevkiyatın
zaman zaman aksadığı, hasat mevsimi olması,218 araba ve hayvana duyulan ihtiyaç
yüzünden kafilelerin zorlukla hareket ettikleri görülüyor.
217 a.g.e. , s.95.
218 Halaçoğlu, a.g.m. , s.487.
111
Bütün bu zor şartlara ve imkânsızlıklara rağmen hükümetin, tehcire tabi tutulan
Ermenileri büyük bir intizam içerisinde yeni yerleşme alanlarına sevketmeyi başardığı
yabancı misyon tarafından da doğrulanıyor. Nitekim Amerika’nın Mersin Konsolosu
Edward Natan, 30 Ağustos 1915’te Büyükelçi Hanry Morgenthau’a gönderdiği raporda,
Tarsus’tan Adana’ya kadar bütün hat güzergâhının Ermenilerle dolu olduğunu ve Adana’dan itibaren bilet alarak trenle seyahat ettiklerini, kalabalık yüzünden sefalet ve
çektikleri zahmete rağmen Hükümetin bu işi son derece intizamlı bir şekilde idare
etmekde olduğunu, şiddete ve intizamsızlığa yer vermediğini, göçmenlere yeteri kadar
bilet sağladığını, muhtaç olanlara yardımda bulunduğunu belirtmiştir. Amerika
konsolosunun bu tesbitleri, Osmanlı görevlilerinin merkeze gönderdikleri raporlarla da
doğrulanmaktadır. Buna karşılık Ermeni komiteleri, tehcir sırasında bile, saldırılarına
devam etmek suretiyle, âdeta tehcirde devletin ne kadar isabetli davrandığını
göstermişlerdi. Nitekim Mamuretülaziz Amerika Konsolosu Lesli de Vis tarafından
Amerika’nın İstanbul Sefiri Morgenthau’a 12 L 1333 (23 Ağustos 1915) tarihli yazdığı
mektupta, Ermenilerin merkez vilâyette ve köylerinde gerçekleştirdikleri cinayetler
anlatılmaktadır. 1080 taahhüd numarasıyla postaya verilen mektup, Osmanlı güvenlik
teşkilâtınca, usulü dairesince açılmış, tercüme edilip okunmuş ve yine usulünce
kapatılarak sefarete gönderilmiştir.219
2.6.TEHCİR KANUNU, TALİMATNAMELER VE KARARNAMELER
Osmanlı Hükümeti en son çare olarak “Tehcir Kanunu” adıyla meşhur olan
sevk ve iskân kanununu çıkarmıştır. 14 Mayıs 1331 tarihli bu geçici kanun, “Vakt-i
Seferde İcraat-ı Hükümete Karşı Gelenler için Cihet-i Askeriyece İttihaz Olunacak
Tedabir Hakkında Kanun-ı Muvakkat” adını taşımakta ve burada Osmanlı Devleti’ne
karşı casusluk ve hıyanetleri görülenlerin ayrı ayrı veya birlikte savaş alanlarından uzak
yerlere gönderilmesi istenmektedir.220 Aşağıdaki tam metinde de görüleceği üzere
burada Ermeniler’den bile söz edilmemiştir:
Vakt-i Seferde İcraat-ı Hükümete Karşı Gelenler İçün Cihet-i Askeriyece
İttihaz Olunacak Tedabir Hakkında Kanun-ı Muvakkat
219
220
a.g.m. , s.488.
Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.111.
112
Madde 1- Vakt-i seferde ordu ve kolordu ve fırka kumandanları ve bunların
vekilleri ve müstakil mevki kumandanları ahali tarafından herhangi bir suretle evamir-i
hükümete ve müdafaa-i memlekete ve muhafaza-i asayişe müteallik icraat ve tertibata
karşı muhalefet ve silahla tecavüz ve mukavemet görürlerse derakab kuva-i askeriye ile
en şiddetli surette te’dibat yapmaya ve tecavüz ve mukavemeti esasından imha etmeye
me’zun ve mecburdurlar.
Madde 2- Ordu ve müstakil kolordu ve fırka kumandanları icabat-ı askeriyeye
mebni veya casusluk ve hıyanetlerini hissettikleri kura ve kasabat ahalisini münferiden
veya müctemi’an diğer mahallere sevk ve iskân ettirebilirler.
Madde 3- İşbu kanun tarih-i neşrinden mu’teberdir.
Madde 4- İşbu kanunun mer’iyyet-i ahkâmına Başkumandanlık Vekili ve
Harbiye Nazırı me’murdur.
Meclis-i Umumi’nin içtima’ında kanuniyeti teklif olunmak üzere işbu laiha-i
kanuniyenin muvakkaten mevki’-i mer’iyyete vaz’ını ve kavanin-i devlete ilavesini
irade.
13 Receb 1333–14 Mayıs 1331
Mehmed Reşad
Başkumandanlık Vekili ve
Harbiye Nazırı
Sadrazam
Mehmet Said 221
Yukarıdaki kanunun kabul edildiği günlerde, 26 Mayıs 1915’te, Dâhiliye
Nezareti’nce verilmiş olan bir tezkire de 30 Mayıs 1915’te Meclis-i Vükela’da
müzakere edilmiş ve kabul edilmiştir. Buna göre savaş bölgelerinde bulunan
Ermeniler’den bir kısmının düşman saflarına katılmaları, Osmanlı askerini arkadan
vurmaları ve casuslukta bulunmaları sebebiyle cephe gerilerine sevk edilmeye
başlanıldığı, kolaylıklar sağlanarak usule ve devletin menfaatlerine uygun olarak devam
ettirilmesi istenmiş ve göç ettirilen Ermeniler’in muhacirlere ayrılan tahsisattan iaşe ve
221
Süslü, Türk Tarihinde Ermeniler, s.204
113
ibateleşeninin sağlanması, mali ve iktisadi meselelerinin halledilmesi, bunlara ait gayr-i
menkullerin ve meselelerinin tesbit edildikten sonra muhafaza veya tazmin edilmesi,
gittikleri yerlerde arazi, emlak ve iş sağlanması ve ilgili bakanlıkça tanzim edilen
talimatname çerçevesinde Dâhiliye ve Maliye bakanlıklarından teşekkül edilecek
komisyonların ilgili mahallerde görev yapmaları aşağıdaki metinde ifade edilmiştir:
“Menatık-ı harbiyeye civar mahallerde sakin Ermeniler’den bir kısmının
hudud-ı Osmaniye’yi a’day-ı devlete karşı muhafaza ile meşgul olan Ordu-yı
Hümayu’nun harekâtını ta’sib ve erzak ve mühimmat-ı askeriye nakliyatını işgal ve
düşman ile tevhid-i amal ü ef al ve bilhassa sufuf-ı a’daya iltihak ve memleket dâhilinde
kuva-i askeriyeye ve ahali-i ma’sumeye müsellahan taarruz ve şühür ve kasabat-ı
Osmaniye’ye tasallut ile kati ve nehb ü garete ve düşman kuva-i bahriyesine erzak
tedarikiyle mevaki-i müstahkemeyi iraeye cür’etleri bu gibi anasır-ı ihtilaliyenin saha-i
harekâttan uzaklaştırılmasını ve usata üssü’l-harekât ve melce olan köylerin tahliyesini
icab ederek bu babda bazı güna icraata başlanıldığı ve mine’l-cümle Van, Bitlis,
Erzurum vilayetiyle nefs-i Adana, nefs-i Sis ve nefs-i Mersin müstesna olmak üzere
Adana, Mersin, Kozan, Cebel-i Bereket livaları ve nefs-i Maraş müstesna olmak üzere
Maraş sancağı ve Haleb Vilayeti’nin merkez kazaları müstesna olmak üzere İskenderun,
Beylan, Cisr-i Şugur ve Antakya kazaları kura ve kasabatında sakin Ermeniler’in
vilayat-ı cenubiyeye şevkine bi’1-ibtidar Van Vilayeti’yle hem-hudud olan kısm-ı
şimalisi müstesna olmak üzere Musul Vilayeti’ne ve Zor sancağına ve nefs-i Urfa
müstesna olmak üzere Urfa sancağının kısm-ı cenubisine ve Haleb Vilayeti’nin şark ve
şark-ı cenubi kısmına ve Suriye Vilayeti’nin kısm-ı şarkisinde ta’yin ve tahsis edilen
mahallere nakl-ü iskânına mübaşeret ve devam edilmekte bulunulduğu beyanıyla
menfaat-ı esasiye-i devlete muvafık telakki edilen bu cereyanın bir usul ve kaide-i
muttarideye rabt lüzumuna ve bu babda bazı ifadata dair Dâhiliye Nezareti’nin 13
Mayıs sene 1331 tarihli ve 270 numaralı tezkiresi okundu.
Karar:
Fil-hakika Devlet’in muhafaza-i mevudiyet ve emniyeti uğrunda tevali eden
icraat ve ıslahat-ı fedakarisi üzerinde icra-ı su-i te’sire sebep olan bu kabil harekât-ı
muzırranın icraat-ı müessire ile imha ve izalesi kat’iyyen müktezi ve nezaret-i
müşaru’n-ileyhaca bu emirde ibtidar olunan icraatdaki isabet bedihi olduğundan tezkire-
114
i mezkurede dermeyan kılındığı üzere muharrem’1-esami kura ve kasabatda sakin
Ermeniler’den nakli icab edenlerin mahall-i mürettebe-i iskaniyelerine müreffehen sevk
ve isalleriyle güzergâhlarından keyfiyet-i ivalarıyla suret-i kat’iyede iskânlarına kadar
muhacirin tahsisatından iaşeleri ve ahval-i sabıka-i maliye ve iktisadiyeleri nispetinde
kendilerine emlak ve arazi tevzii ve içlerinden muhtaç olanlara taraf-ı Hükümet’ten
mesakin inşası ve zürra ve muhtacin-i erbab-ı san’ata tohumluk ve alat-u edevat tevzii
ve terk ettikleri memlekette kalan emval-u eşyalarının veyahut kıymetlerinin kendilerine
suver-i münasibe ile iadesi ve tahliye edilen köylere muhacir ve aşair iskaniyle emlak ve
arazinin kıymeti takdir edilerek kendilerine tevzii ve tahliye edilen şühür ve kasabatta
kâin olup nakledilen ahaliye aid emval-i gayr-ı menkülenin tahrir ve tesbit-i cins ve
kıymet ve miktarından sonra muhacirine tevzii ve muhacirinin ihtisas ve iştigalleri
haricinde kalacak zeytunluk, dutluk, bağ ve portakallıklarla dükkan, han fabrika ve depo
gibi akaratm bi’l-müzayede bey’ veyahud icarı ile bedelat-ı baliğasının kendilerine i’ta
edilmek üzere ashabı mesrüdenin i’fası zımmmda vuku’ bulacak sarfiyatın muhacirin
tahsisatından tesviyesi zımnında Nezaret-i müşaru’n-ileyhaca tanzim edilmiş olan
Talimatname’nin bi-tamamıha tatbik-i ahkamiyle emval-i metrukenin te’min-i
muhafaza ve idaresi ve mauamelat-ı umumiye-i iskaniyenin tesri ve tanzimi ve tedkik
ve teftişi ve bu hususda Talimatname ahkamı ve Nezaret-i müşaru’n-ileyhadan ahz ve
telakki edilecek evamir dairesinde mukarrerat ittihaz ve tatbiki ve tali komisyonlar
teşkili ile maaşlı memur istihdamı vazife ve salahiyetlerini haiz olmak ve doğrudan
doğruya Dahiliye’den ve diğeri memuriyet-i Maliye’den intihab ve ta’yin edilecek iki
a’zadan terekküp etmek üzere komisyonlar teşkil ederek mahallerine i’zamı ve
komisyon gönderilmeyen mahallerde mezkur Talimatname’nin valiler tarafından icra-i
ahkamı tensib edilmiş olduğunun cevaben Nezaret-i müşaru’n-ileyhaya tebliği ve
devair-i mütealhkaya ma’lumat i’tası tezekkür kılındı.”222
Yukarıda sözü edilen Talimatname, 30 Mayıs 1915 tarihinde Dâhiliye Nezareti
İskân-ı Aşair ve Muhacirin Müdüriyeti tarafından savaş şartları ve olağanüstü siyasi
zaruretler dolayısıyla nakilleri yapılan aşiretler ve Ermeniler’in iskân, iaşe ve diğer
hususlarını düzenlemek amacıyla çıkarılmıştır. Başka bölgelere nakilleri devam eden
Ermeniler’e ait mal, mülk ve arazi haklarının ve kültür varlıklarının korunmasını ihtiva
eden ikinci bir Talimatname de 28 Mayıs 1331 tarihinde yürürlüğe girmiştir;
222
Alkaya, a.g.e. , s.110.
115
Ahval-i Harbiye ve Zaruret-i Fevkalade-i Siyasiye Dolayısıyla Mahall-i Ahara
Nakilleri İcra Edilen Ermeniler’e Aid Emval ve Emlak ve Arazinin Keyfiyet-i İdaresi
Hakkında Talimatnamedir
Madde 1- Ahar mahalle nakli icra edilen Ermeniler’e aid emlak ve arazi-i
metruke ile hususat-ı sairenin işbu Talimatname ahkâmı dairesinde idare ve teşiti daire-i
memuriyet ve derece-i salahiyetleri mevadd-ı atiyede muharrer olan ve suret-i mahsus
ada teşkil edilen komisyonlara aiddir.
Madde 2- Bir karye veya kasabanın akeb-i tahliyesinde naklolunan ahaliye aid
ve derununda eşya bulunan bil’cümle mebani, idare komisyonu tarafından tensib
edilecek memur veyahut hey’et-i mahsusa tarafından derhal mühürlenerek taht-ı
muhafazaya alınacaktır.
Madde 3- Taht-ı muhafazaya alman eşyanın cins, miktar, kıymet-i
mukaddereleri, mikdarları ve esami-i eshabı ile tafsilen tesbiti defter edildikten sonra
kilise, mekteb, han gibi depo ittihazına elverişli mahallere naklettirilip eshabı tefrik
edilebilecek surette ayrı ayrı konularak muhafazasına i’tina edilebilecek ve eşyanın
keyfiyet ve kemiyeti ile eshabım ve mahall-i ahz ve mahall-i muhafazasına mübeyyin ve
zabıt varakası tanzim edilerek aslı hükümet-i mahalliyeye ve suret-i musaddakası
Emval-i Metruke Komisyonu’na tevdi olunacaktır.
Madde 4- Eshabı malum olmayan emval-i menkule, eşyanın bulunduğu köy
namına kaydedilerek muhafaza olunacaktır.
Madde 5- Mevcud emval-i menkule arasında durmakla bozulması muhtemel
olan eşya ile hayvanat, Komisyon’un tensib edeceği bir hey’et tarafından bi’l-müzayede
alenen satılarak bedeli eshabı ma’lum olduğu takdirde eshabı namına değilse eşyanın
bulunduğu köy veyahut kasaba namına emaneten mal sandıklarına teslim edilecektir.
Satılan eşyanın cinsi, mikdarı, kıymeti ve cihet-i aidiyesi ve müşterisi ve bedeli
mufassaları defter-i mahsusa kaydedilerek zir-i Müzayede Hey’eti tarafından tasdik
edilecek ve vech-i maşruh bir zabıt varakası tanzim edilerek aslı hükümet-i mahalliyeye
ve suret-i musaddakası Emval-i Metruke İdare Komisyonu’na tevdi olunacaktır.
Madde 6- Kilisede mevcud eşya ve tesavir ve kütüb-i mukaddese tesbit-i defter
edilerek zabıt varakasına bi’r-rabt mahallerinde muhafazalarına i’tina olunacak ve
bilahare kilisenin kâin olduğu köy ahalisinin iskân edildiği mahall-i hükümet
116
ma’rifetiyle irsal olunacaktır.
Madde 7- Nakledilen ahaliden her birine aid emlak ve arazi-i metrukenin cins,
nev’, mikdar ve kıymetleri de ale’l-esami tesbit-i defter edilecek ve her köy ve kasabaya
aid emlak ve arazi-i metruke cedvelleri tanzim edilerek İdare Komisyonu’na tevdi
olunacaktır.
Madde 8- Emlak ve arazi-i metrukede idrak edilecek mahsulât ve zer’iyyat
bulunduğu takdirde Komisyon tarafından tensib edilecek zevattan mürekkeb bir hey’et
tarafından bi’1-müzayede satılarak bedelatı eshabı namına emaneten mal sandığına
teslim edilecek ve bir zabıt varakası tanzim olunarak aslı hükümet-i mahalliyeye ve
suret-i musaddakası İdare Komisyonu’na i’ta olunacaktır.
Madde 9- Zer’iyyat ve mahsulât-ı mevcudiye müşteri bulunamadığı takdirde
kefalet tahtında mukavele münasafa tarikiyle talihlerine i’tası caiz olup bu surette vaki
olan icar ve bayi’ye mütehassıl mebalig dahi eshab-ı namına mal sandıklarına teslim
edilecektir.
Madde 10- Nakledilen ahaliye aid emval-i gayr-i menkulenin tasarrufuna aid
eshabı tarafından ba’del’l-hicre tanzim edilen vekâletnameler üzerine hiçbir muamele
yapılmayacaktır.
Madde 11- Tahliyesi icra edilen köylere muhacir yerleştirilecek ve mevcud
mesakin ve arazi her ailenin ihtiyaç ve kabiliyet-i ziraiyesi nazar-ı itibara alınarak
muvakkat ilmühaberlerle muhacirine tevzi edilecektir.
Madde 12-Yerleştirilen muhacirinin sicil-i nüfusa esas olabilecek bir suret-i
muntazama ve mufassalada ve hane itibariyle esami, mahall-i vürudu, tarih-i iskânı,
mahall-i iskânı, tesbit-i defter edilecek ve kendilerine tevdi edilen mesakin ve arazinin
cinsi, nev’i, mikdar ve kıymeti ve mevkii ayrıca tesbit-i defter edilerek suret-i
iskânlarıyla kendilerine verilen emlak ve arazi mikdarını mübeyyin yedlerine birer
ilmühaber verilecektir.
Madde 13- Köylerde mevcud mebani ve eşcar-ı mağrusenin hüsn-i
muhafazasından o köye yerleştirilen muhacirin müteselsilen mes’ul oldukları cihetle
tahribat vukuunda kimin tarafından yapıldığına bakılmayarak bedeli, köylünün hey’et-i
umumiyesine tazmin ettirilip failleri derhal köyden ihraç ve hukuk-ı muhaceretten iskat
117
olunur.
Madde 14- Muhacir iskânından mütebaki kalan köylere civarda mevcud aşair-i
seyyare iskân edilecek ve haklarında ayniyle muhacir muamelesi yapılacaktır.
Madde 15- Şehir ve kasabatta tahliye edilen hanelere tercihen şehirli ve
kasabalı muhacirin yerleştirilerek ahval-i sabıka-i iktisadiye ve maliyeleri ile kabiliyet-i
imariyeleri nazar-ı itibare alınmak şartıyla kendilerine mikdar-ı kâfi arazi verilecektir.
Madde 16- Dükkân, han, fabrika, hamam, depo gibi akaratle muhacirin
iskânına elverişli bulunmayan mebaninin ve muhacirine tevzi’den mütebaki kalan
veyahut on sekizinci maddede gösterildiği veçhile muhacirinin iştigalat ve ihtisasatı
haricinde kalan emlak ve arazinin idare komisyonları veya onların taht-ı nezaretinde
olarak mahallerin rüesa-ı me’murin mülkiye ve maliyesinden mürekkeben teşekkül
ederek hey’etler marifetiyle bi’1-müzayede caizdir.
Madde 17- Şehir ve kasabata yerleştirilen muhacirinin sicil-i nüfusa esas
olabilecek bir suret-i muntazamada defter esamisiyle kendilerine verilen arazinin nev’i
ve mikdarı ve kıymetini mübeyyin bir defteri tutulacaktır.
Madde 18- Şehir ve kasabat ile civarında mevcud bağ, bahçe, portakallık ve
zeytinlikler ve buna mümasil emlak dahi i’mar ve muhafazalarına iktidar ve ihtisas
bulunduğu isbat ve bu babda sened i’ta ve kefalet irae etmek şartıyla ihtiyaç ve
kabiliyet-i i’maliyeri nisbetinde muhacirin ve tevzi’ olunabilecek ve kimlere ne mikdar
emlak ve arazi verildiği defter-i mahsusuna kaydedildikten sonra keyfıyet-i i’taya
mübeyyin yedlerine birer ilmühaber verilecektir. Bunlardan muhacirine tevzi’ ve i’ta
edilmeyenler on altıncı madde mucibince bi’1-müzayede satılacaktır.
Madde 19- Dâhil-i vilayette mevcud olup hükümet-i mahalliyenin me’zuniyet
ve muvaffakatı ile veyahut Dâhiliye Nezareti’nin emri üzerine vilayat-ı saireden
tahrirat-ı mahsusa ile gönderilen muhacirin müstesna olmak üzere tahliye edilen köy ve
kasabalara muhacirin sıfatı ile yerleştirilecek olan veyahut yerleştirilmesini istid’a eden
kesanın sıfat-ı muhacereti haiz olduklarını ve başka tarafa sevk ve iskân edilmediklerini
veyahut muhacirinden olup oralarda iskânları icra edilmek üzere suret-i mahsusada
gönderildiklerini mübeyyin vesaik-i resmiye ibraz etmeleri şarttır.
118
Madde 20- İştira’iye talib bulunmayan emlak ve arazinin imar ve muhafazasını
vaz’ ve taksirlerinden dolayı vuku’ bulacak tahribat ve ika’ edilen zararların tazmini
taahhüt etmek ve bu babda kefalet-i kaviyye irae etmek şartıyla ve iki seneyi tecavüz
etmemek üzere talihlerine i’car caizdir.
Madde 21- Gerek satılan ve gerek i’car ve münasafa suretiyle verilen emlak ve
arazinin nev’i ve mikdar, mahal, bedel-i bey’ ve icarı ve müstecim ve müşteresini
mübeyyin ale’l-müfredat cedveller tanzim edilecektir.
Madde 22- Bedel-i bey’ ve i’cardan mütehassıl meblağ eshabı namına
emaneten mal sandıklarına tevdi edilerek bilahere vuku’ bulacak tebligat dairesinde
ashabına tevdi’ olunacaktır.
Madde 23- Tahliye edilen kura ve kasabatta mevcud bi’1-cümle emlak-ı
metrukenin işbu Talimatname ahkâmı dairesinde idare ve temeşşidi doğrudan doğruya
Emval-i Metruke idare komisyonlarına aiddir.
Madde 24- İdare komisyonları emval-i metrukenin idaresi hususunda doğrudan
doğruya Dâhiliye Nezareti’ne merbud ve ancak oradan ahz babında ittihaz ve tatbik
edecekleri mükerrerat ve icraattan hükümet-i mahalliyeye dahi ihbar-ı keyfiyet
edeceklerdir.
Madde 25- Talimatname’nin tatbik-i ahkâmı ile emval-i metrukenin te’min-i
muhafaza ve idaresi zımnında i’cab eden komisyon ve hey’etin teşkili Dâhiliye
Nezareti’nden me’zuniyet istihsali şartıyla maaşlı me’murin istihdamı ve Dâhiliye
Nezareti’nden ahz-ı telakki edecekleri evamir ile işbu Talimatname ahkâmı dairesinde
ta’limat ve izahnameler tanzimi Emval-i Metruke İdare komisyonlarına aiddir.
Tanzim edilen ta’limat ve izahnamelerin birer sureti makam-ı vilayete tevdi
edilecektir.
Madde 26- Tahliye edilen mahallere bera-ı iskân muhacir şevki ile muamelat-ı
müteferri’asının icrası Muhacir Komisyonu ve me’murlarma aid ise de, bu gibi
muharrere vaki’ olacak muamelat-ı iskaniyenin te’min-i tesrii’ ve tanzimi ve muamelat-ı
umumiye-i iskaniyenin tedkik ve teftişi ve bu babda hükümet-i mahalliye ile bi’1istişare mukarrerat ittihaz ve tadbiki Emval-i Metruke İdare komisyonlarımın cümle-i
vezaif ve selahiyatmdadır.
119
Madde 27- Komisyon netice-i müşahedat ve tedkikatıyla mukarrerat-ı
müttehize ve hulasa-i icraatını la-akal onbeş günde bir makam-ı nezaret ve vilayata
iş’arla mükelleftir.
Madde 28- Emval-i metruke idare komisyonlarının idare-i emval hususunda ve
işbu Talimatname ahkâmı dairesinde vuku’ bulacak tebligat ve iş’arat-ı tahririyeleri
me’murin-i mahalliye tarafından mecburiyü’1-i’fadır.
Madde 29- Emval-i Metruke İdare komisyonları a’zaları ta’yin edildikleri
mıntıkalarda mevcud emval ve emlak ve arazi-i metrukenin idare ve muhafazası ile
umur-ı hesabiyesinden müştereken mes’uldür.
Madde 30- Emval-i Metruke İdare komisyonları suret-i mahsusada ta’yin
edilen bir reis ile biri me’murin-i idareden ve diğeri me’murin-i maliyeden olmak üzere
iki a’zadan mürekkeptir.
Madde 31- Muhaberat, reis tarafından veyahut reisin tevkil edeceği a’za
canibinden reis namına icra edilir.
Madde 32- Emval-i Metruke Komisyonu Reisi, münasib gördüğü a’zayı işbu
Talimatname’de münderic bir hususun tedkik ve teftişi veyahut icrasına me’mur
edebilir.
Madde 33- Emval-i Metruke komisyonları rüesasma muhacirin tahsisatından
verilmek üzere yevmiye birer buçuk ve a’zasma da birer lira tahsis olunduğu gibi bera-ı
vazife dairey-i me’muriyetlerini geşt ü güzarlarmda tertib-i mahsustan ayrıca harc-ı rah
dahi alırlar.
Madde 34- Komisyon ta’yin ve iz’am edilmeyen vilayatta işbu Talimatname
ahkâmının tatbiki mahall-i hükümat-ı merkeziyesine aiddir.223
Burada, yukarıda orijinal metinlerini verdiğimiz genel tedbirlerin sonuncusu
niteliğinde olan ve tehcirin bir muhasebesini yapan bir başka arşiv belgesinin orijinalini
vereceğiz.
Bazı tabirlerin anlaşılamayacağını gözönünde bulundurarak özetleyecek
olursak bu belgede şu hususların yer aldığını müşahede ederiz;
223
Süslü, Ermeniler Ve 1915 Tehcir Olayı, s.121.
120
Savaş sebebiyle doğudaki cepheden ve çevreden ülkenin içerilerine cephe
gerilerine 1916 Ekim sonlarına kadar sevk edilip yerleştirilen ve iaşeleri ve emniyetleri
temin edilen nüfusun tamamının 702.900 olduğu ve kendiliklerinden ayrılanların bu
sayıya dâhil olmadığı belirtilmiştir. Burada dikkat edilecek husus şudur ki, verilen
sayıda Ermeniler’den hiç söz edilmemiştir. Zira bu sevk ve iskân hadisesine sadece
Ermeniler değil, Rumlar, diğer azınlıklar ve Müslümanlar da tabi tutulmuştur. Bu
sebeple yukarıda tam metnini sunduğumuz 27 Mayıs 1915 tarihli sevk ve iskân
kanununda olduğu gibi burada da Ermeniler’den bahsedilmemektedir. Birçok Ermeni ve
Batılı yazar hatta bazı yerli araştırmacılar tarafından öne sürüldüğü üzere tehcir kanunu
sadece Ermeniler için çıkarılmamıştır. Hâlbuki sık sık karşılaştığımız gibi, Ermeniler
dışındaki azınlıklar ve özellikle Müslümanların tehcirini de incelemek, olayı bütünüyle
görmeyi sağlayacağı gibi, araştırıcıları ve kamuoyunu ilgi çekici sonuçlara
götürebilecektir. Tehcirle ilgili bazı belgelerde Ermeniler’den söz edilmesinin sebebi
ise, isyanları, hıyanetleri sebebiyle onların daha çok sevk edilmesi, onların bu sevk
işlemlerine silahları veya pasif direnişle karşı koymaları ve özellikle de onlarla ilgili
olarak alınan insani tedbirleri zikretmek ve Ermeniler’le Batı kamuoyunun gerçek dışı
propagandalarına cevap vermek olmalıdır.224
Ahalisi mecburen göç ettirilen yerler, yol, iskân, iklim, iaşe ve ırki şartlara göre
dört bölgeye ayrılmıştır: Erzurum’un doğusu ve Trabzon sahillerinden göç edenler deniz
ve karadan Ordu-Kastamonu civarına; Erzurum’un batısı, güneyiyle Trabzon’un
güneyinden gelenler, Sivas-Tokat veya Sivas-Kayseri yollarıyla Ankara-Niğde civarına;
Erzurum’un güney ve güneydoğusundan gelenler, Kemah yoluyla Ma’muratül-aziz,
Malatya-Maraş civarına ve nihayet Van ve Bitlis’ten gelenlerse, Diyarbakır yoluyla
Diyarbakır-Urfa-Ayıntab-Adana’ya gönderilmişlerdir.
Deniz yoluyla göç edenlerin o civarda salgın halinde bulunan sıtmadan
etkilenmemeleri için tedbirler almış ve kendilerine kinin dağıtılmıştır. Hasta
göçmenlerin tedavisinde sivil hastahanelerden yararlanıldığı gibi savaş dolayısıyla çok
sıkışık durumda olan askeri hastahanelerden bile faydalanılmıştır.
Göçmenlerden ailelerini yitirmiş olan kimsesiz çocuklar yetimhanelere veya
göç edilen mahallerdeki ailelere yerleştirilmiş ve bunların iaşeleri sağlanarak meslek
224
Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.122.
121
sahibi olmaları için gerekli tertibat alınmıştır.
Ülke içinden göç ettirilenlerle yabancı ülkelerden göç ettirilen Müslümanların
iskân, iaşe ve diğer meselelerini halletmek üzere kurulmuş olan Muhacirin Müdüriyet-i
Umumiye’si memurları, taşrada onlara yardımcı olmak üzere düşman tarafından işgal
edilmiş olan vilayetlerdeki memurlara da ücret ödenerek takviye edilmiştir.
Göçmenler İdaresi’nce erzak temini ve iaşelerine yetişilemeyen yerlerde
göçmenlere ordu anbarlarından yani savaşan askerlerin erzakından da dağıtılmıştır.
Yaklaşık 800.000 civarındaki göçmenlerin, sevk, iskân, iaşe ve ibatelerinin
temini, hayat ve sıhhatlerinin “yedi düvelle” savaşıldığı bir sırada sağlanması Osmanlı
Devleti’ne içeride ve dışarıda birçok maddi ve manevi külfet getirmiştir. 1915 yılında
bu işler için 25 milyon, 1916 Ekim sonunda 80 milyon ve yılsonuna kadar ise yalnız
iaşe ihtiyacı için 150 milyon kuruş harcanacağı ifade edilmiştir.
Birinci Dünya Savaşı sırasında yabancıların kışkırtmaları ve desteklemeleri ile
Ermenilerin 518.105 Türk’ü şehit etmeleri yanında, Ermenilerden de zorunlu göçe tabi
tutulma sonucu, göç ettirilen 438.758 kişiden 382.148’i tehcir bölgesine ulaşmış, bir
kısmı kaçarak çetelere katılmış veya yolda açlık, hastalık ve istenmedik öteki olaylarla
yaşamını yitirmiştir.
Ermenilerin neden olduğu bu acı olaylarda katledilen Türklerin sayısı çeşitli
şekillerde yaşamını yitiren Ermenilerin açlık hastalık ve çıkardıkları olaylar sonucu
ölenlerin en az on katıdır.
Ermenilerin Rus cephesinde savaşan Türk ordusunu arkadan vurma
eylemlerinden, halk üzerinde yarattığı vahşetten ve ayaklanma girişimlerinden orduyu
ve sivil halkı korumak amacıyla, Ermenileri güney illerine yerleştirmek için yaptırılan
göç sırasında can ve mal güvenliğinin korunması konusunda Hükümetin büyük
duyarlılıkla uygun gördüğü önlemleri yeterince almayan ve suçlu sayılan 1.397 kişi
Hükümet tarafından mahkemeye sevk edilmiş, bunların büyük kısmı idam olmak üzere
çeşitli cezalara çarptırılmıştır.225
225
İbrahim Özsoy-Aydoğan Ataünal, İki Göç Hikâyesi, 20 Mayıs Eğitim, Kültür Ve Sosyal Dayanışma
Vakfı Yayını, İstanbul, 2001, s.170.
122
2.7.TEHCİR OLAYI VE SEVKLER
1878’den itibaren hem Batılı devletlerin, içeride ve dışarıdaki Ermeniler’in
yoğun faaliyetleriyle ortaya atılan “Islahat Meselesi”, 1915 Mayıs’ından itibaren
günümüze kadar yerini yeni bir formüle bırakmıştır; “Ermeni Katliamı”, birincisiyle
“hakları ellerinden alınan, zulmedilen, horgörülen, öldürülen Ermeni” imajı Ermeni ve
Batı literatürüne mal edilmek istenirken, ikincisiyle de “sürülen, toplu olarak katledilen
Ermeni” tablosu özellikle Batı kamuoyuna benimsetilmeye çalışılmaktadır.
Belgeler, bulgular ve neşredilenlere tarafsız olarak göz gezdirildiğinde hemen
şu gerçek ortaya çıkıyor ki, maktuller, mazlumlar, hemen her defasında Türkler
olmuştur. Eskiden yeniye doğru gelen Ermeni neşriyatına bakmak bile Ermeni
propagandasının mesnetsizliğini, mübalağasını ispatlamaya kâfidir. Savaş sırasında
öldürüldüğü klasik Ermeni kaynaklarında 300.000 olarak ifade edilen Ermeni sayısı,
bazı yeni kaynaklarda 5’le hatta son zamanlarda 10’la çarpılmak suretiyle 1.500.000
veya 3.000.000 olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Bunlardan sadece birkaçını gözden
geçirelim;
Ermeniler’in, Patrikhane’nin veya konsolosluklardaki Ermeni tercümanların
haberleriyle beslenen 5 Eylül 1915 tarihli New York Times’ta 1.500.000 Ermeni’nin
açlıktan helak olduğu, yine aynı gazetenin 24 Eylül 1915 tarihli nüshasında da 800.000
Ermeni’nin imha edildiği ifade edilmiştir.
Ermeni yazar Dr. Sarkissian ise, 1970 yılında “Türkiye’de Soykırım” adıyla
yayınladığı makalesinde 1915 yılında 500.000 Ermeni’nin katledildiğini, geri kalanların
da sistemli bir şekilde çöllere sürülerek açlığa ve ölüme terk edildiklerini ve böylece
2.000.000 civarındaki Ermeni’nin yok edildiğini öne sürmüştür.Bu propaganda
kervanına o sıralarda genç bir tarihçi olan Arnold Toynbee de katılmıştır. Hazırladığı
propaganda kitapçıklarında Osmanlı ülkesinde bulunduğu iddia edilen 1.800.000
Ermeni’den bir buçuk milyona yakınının katledildiği tezini ilk olarak o ortaya
atmıştır.226
Nüfus meselesi konunun en önemli unsuru olduğu için bu durumu bildiren
örnekler verdik. Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni nüfusu üzerinde olduğu kadar, göç
ettirilenler veya katledildiği iddia edilenler üzerinde verilen Ermeni kaynaklarındaki
226
Halaçoğlu, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s.69.
123
veya onları politika icabı destekleyen veya destekler görünenlerin kaynaklarında verilen
sayılardaki bu tutarsızlık, hadiselerin cereyanında da görülmektedir. Bugün tarafsız
olarak olayları inceleyen kaynaklarda zikredilen ve yüzbinlercesi hala kullanılmamış
olan arşiv belgelerinin yanısıra başka müşahhas deliller, arkeolojik bulgular da vardır.
Bugün, Erzurum, Kars, Van, Bitlis, Muş’tan; Adıyaman’a, Sivas’a, Kayseri’ye,
Ankara’ya kadar uzanan bölgelerde Ermeniler tarafından katledilmiş Türkler’e ait 100’e
yakın toplu mezar mevcuttur. Bunlardan açılan ilk beşinde binlerce ceset ve bulgu
çıkmıştır.
2.8.ERMENİLERİN SEVK EDİLDİKLERİ BÖLGELER
Aslında Ermeniler’in mecburi yer değiştirimine Mayıs ortalarında başlandığı,
Kanun-ı Muvakkat’in daha sonra çıktığı anlaşılmaktadır. Bidayette Van, Bitlis, Erzurum
ile Adana, Sis ve Mersin’in merkezleri hariç olmak üzere Adana, Mersin, Hizan,
Cebelibereket civarları, Maraş’ın içi hariç Maraş sancağı, Halep vilayetinin merkez
kazaları hariç İskenderun, Beylan ve Antakya kazaları kararın şümulüne dâhil edilmişti.
Bu bölgelerdeki Ermeniler Musul, Zor sancaklarına, Urfa’nın güneyine, Haleb’in güney
ve güney doğusuna, Suriye Vilayeti’nin doğusuna nakledileceklerdi. Ancak
Ermeniler’in ayaklanmaları sadece cephe yakınlarında olmakla kalmayıp içerilere de
yayılmaya başladığından, bilhassa Şarki Karahisar’da 15 Haziran’da başlayan
ayaklanma, ancak 3 Temmuz’da durdurulabildikten sonra, kanunun tatbikatı
Anadolu’nun içine de teşmil edildi.
İstanbul bu tedbirin dışında kaldı. İstanbul’da alenen devlet aleyhine çalıştıkları
sabit 235 kişi 24 Nisan günü tevkif edilmişlerdi. Başka bir tedbir alınmadı. Ermeniler’in
her yıl katliam tarihi diye hatırladıkları 24 Nisan, bu 235 kişinin tevkifi tarihidir.
Hükümet 26 Eylül 1915 tarihli bir muvakkat kanun ile de, yerleri değiştirilmiş kişilerin
bütün mal ve mülklerinin tasfiye edilip, karşılıklarının sahipleri namına emaneten mal
sandıklarına tevdi edilmesini kararlaştırdı. Ermenilerin iskân edilecekleri bölge
genişletilerek, Kerkük sancağının İran hududuna seksen kilometre mesafede bulunan
köy ve kasabaları da dâhil olmak üzere, Musul vilayetinin güney ve batı kısımlarına ve
Haleb vilayeti’nin doğu ve batı kısmına ve Suriye’nin Havran ve Kerek sancaklarındaki
köy ve kasabalara Müslüman ahalinin nüfusunun % 10’u nisbetinde dağıtılmaları
124
kararlaştırılmıştı.227
Bir savaş halinde, düşman ile işbirliği yaptığı sabit olmuş ve üstelik bu
işbirliğini bir öğünme sebebi olarak gören toplulukların, muzır faaliyetlerinin önlenmesi
bakımından belirli bölgelerde mecburi ikamete tabi tutulmaları itiraz edilecek bir husus
değildir. Bu tatbikat İkinci Cihan Harbi’nde de bütün devletlerce uygulanmıştır. Bu
bakımdan Ermeni tehciri kararının kendisi değil, tatbiki Ermeni katliamı olarak
gösterilmek istenir. Bu yapılırken de 2 ayrı iddia ortaya atılır. Birincisi Babıâli’nin ve
bilhassa Talat Paşa’nın, bu tehcir kararını, Ermeniler’i toptan yok etmek için art
düşünceyle aldığı, bu maksatla gizli tamimler yaptığıdır. İkinci iddia ise tehcir sırasında,
seneler geçtikçe adedi de gittikçe artan sayıda Ermeni’nin Hükümet kuvvetleri
tarafından katledildiğidir.
Birinci iddiayı Talat Paşa’nın Berlin’de katledilmesinden sonra, katil
Teilirian’ın mahkemeye ibraz ettiği 5 telgraf ile İttihad ve Terakki ricalinin
mütarekeden sonra muhakemelerinde okunan iddianameye dayandırırlar. Talat Paşa’nın
yazdığı ifade olunan 5 telgraf, iddiaya göre, tehcir idaresi sekreteri Naim Bey’e,
Halep’e, gönderilmiş şifre telgraflardan olup bu sonuncu tarafından imha edilmemiş ve
Aram Andonian isimli bir Ermeni yazar tarafından, fotokopi edilip sonra tercüme
edilerek 1920’de Paris’te neşredilmiş, Andonian bunları mahkemeye göndermiş,
Eksperier de 5 tanesini hakiki olarak kabul etmiş. Bu iddia ne dereceye kadar ciddiye
alınır, bunlar otantik idiyse neden diğer devletler tarafından milletlerarası forumlarda
Türkiye aleyhine kullandıkları malzemeye ithal edilmemişler, neden bunlardan sadece 5
tanesi otantik sayılmış da mesela, gene Talat Paşa’ya atfedilen 18 Şubat 1915 tarihli ve
Ermeniler’in tenkil planını ihtiva ettiği söylenen ve Andonian’ın kitabında yer alan
başka bir telgraf otantik sayılmamıştır. Akla gelen bu sorular, bütün bu belgelerin
uydurma olduğu hissini uyandırmaktadır.228
Kaldı ki aynı davada şahadette bulunan Liman von Sanders “Benim bildiğim
kadar, Ermeni tehcirini öngören esas talimat 20 Mayıs 1915 tarihli olandır.” demiştir.
Keza, Ermeni tehcirinden büyük mesuliyet taşıdığı iddia edilen ve bir Ermeni kurşunu
ile hayatını kaybeden Cemal Paşa, kendi hakkındaki ithamları cevaplandırmak üzere
şöyle yazar:
227
228
Recep Karacakaya, Ermeni Meselesi, Gökkubbe Yayınları, İstanbul, 2005, s.47.
Alkaya, a.g.e. , s.120.
125
“Doğu Anadolu vilayetlerinde ne gibi haller geçtiği, devletin neden dolayı
Ermeniler’in umumi olarak tehcirine karar verdiğini bilemiyorum. O sırada İstanbul’da
cereyan eden müzakerelere katiyen katılmadığım gibi, bu hususta mütalaamı da
sormadılar. Yalnız günün birinde Dâhiliye Nezareti’nden vilayetlere tebliğ olunan bir
muvakkat kanun gereğince Ermeniler’in Mezopotamya’ya nakledilerek harbin
nihayetine kadar orada oturacaklarını öğrendim. Başkumandanlık Vekâleti ‘nde de,
mülki memurlar vasıtasiyle idare edilecek tehcir sırasında ordu mıntıkasından geçecek
Ermeniler’e bir tecavüz yapılmasına meydan verilmemesi tebliğ olunuyordu. Şu kadar
var ki bütün Ermeni muhacirlerinin Mezopotamya’ya gönderilmesi orada sefalete duçar
olacaklarına emin olduğum için bunlardan birçoklarının Suriye ve Beyrut vilayetleri
içinde yerleştirilmelerini münasip gördüm. İşte bu sayede bu vilayetlerde hemen yüz elli
bin kadar Ermeni’yi yerleştirmeye muvaffak oldum.”229
Eğer iddia edildiği şekilde Talat Paşa tarafından yapılmış tamimler olsaydı
bunları Cemal Paşa’nın bilmemesi ve kendini müdafaa sadedinde zikretmemesi zor
olurdu. Sonra asıl şu nokta gözden kaçmamalı. Eğer hükümet Ermeniler’in kökünü
kazımak düşünce ve niyetinde olsaydı, bunu aylarca süren bir tehcir yoluyla ve bütün
devletlerin dikkatlerini üstüne çekerek değil, Ermeniler’in bulundukları bölgelerde ve
bilhassa cephelere yakın olan yerlerde çok kolay bir şekilde yapabilirdi.
Nihayet, İngiliz arşivlerinde suretinin bulunduğu anlaşılan ve tehcir sırasında
gözetilecek hususlara müteallik gizli talimatı muhtevi 28 Ağustos 1915 tarihli bir
telgrafın 21 ve 22. maddeleri muvacehesinde böyle bir iddiayı ileri sürmenin mümkün
olamayacağı aşikârdır. Söz konusu maddeler aynen şöyledir.
Madde 21- Mültecilerin, gerek kamplarda, gerek yolculuk esnasında bir
saldırıya uğramaları halinde saldırganlar derhal tevkif edilerek Divan-ı Harb’e sevk
edilecektir.
Madde 22- Mültecilerden rüşvet veya hediye alanlar veya vaad yahut tehdit ile
kadınları iğfal edenler yahut onlarla gayrı meşru münasebet kuranlar, derhal görevden
alınıp Divan-ı Harb’e sevk edilecek ağır şekilde cezalandırılacaklardır.
Yukarıdaki iddialarla bu talimatı telif imkânı olmadığı aşikârdır.
229
Cemal Paşa, a.g.e. , s.360.
126
Mütareke sırasındaki ittihadcıların muhakemesine gelince, buna ileride ayrıca
geleceğiz, ancak iddianemenin, Türkiye dışında ve Türkiye aleyhinde yayınlanmış
hususlara istinad ettiğini hemen belirtmekte fayda vardır.
İkinci iddia, pek büyük sayılara varan bir kütlenin tehcir sırasında öldürülmüş
oldukları hususudur.
Geriye Dönebilme Hakkı:
24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’na bağlı bir protokol ile
Türkiye’den ayrılan ve Türk uyruğunu muhafaza eden Ermenilere iki yıl içinde
başvurdukları takdirde Türkiye’ye dönme hakkı verilmişti. Aynı zamanda bu Antlaşma
ile savaş sırasında suç işlemiş sayılabilecek kişiler için de genel af ilân edilmişti.230
2.9.ERMENİ KAFİLELERİNE YAPILAN SALDIRILAR VE BUNA KARŞI
DEVLETİN ALDIĞI TEDBİRLER
Ermeni sevkiyatının kısa zamanda tamamlanması zorunluluğu ve Savaşın
getirdiği olumsuz şartlar, kafilelerin emniyetinin sağlanmasını ve iaşelerinin teminini
güçleştiren en önemli sebeplerin başında gelmektedir. Bu yüzden yollarda, yer yer
görülen salgın hastalıklar yüzünden 25–30 bin civarında can kaybı olduğu tahmin
edilmektedir. Meselâ, 8 Z 1333 (17 Ekim 1915) tarihli belgede, Hama’da bulunan
kafilede hergün tifo ve dizanteriden 70–80 kişinin öldüğü ve derhal tedbir alınması
hususunda emir verildiği görülüyor. Ayrıca kafilelerden bazılarına Arap aşiretlerinin,
özellikle Halep-Zor arasında yaptıkları saldırılar sonunda bir miktar Ermeninin
öldürüldüğü tesbit edilmektedir. Meselâ belgelerde Haleb’e bir saat mesafede
Meskene’ye kadar olan yollarda Urban’ın gasb için yaptığı saldırılar sonucu iki-bine
yakın Ermeninin öldürüldüğü, Diyarbekir’den Zor’a ve Suruç’tan Menbiç yoluyla
Haleb’e sevkedilen Ermenilerden de iki bin kadarının yine Urban aşiretlerinin
saldırılarına maruz kalarak soyuldukları görülmektedir. Yine Diyarbekir bölgesindeki
kafilelerden iki bine yakın Ermeninin, çeteler ve eşkıya tarafından Mardin civarına
götürülerek öldürüldüklerinin istihbar olunduğu kayıtlarda yer alıyor. Yine ErzurumErzincan arasında da 500 kişilik başka bir kafilenin Kürdlerin saldırıları sonucu
230
Özsoy-Ataünal, a.g.e. , s.172.
127
katledildiği haberi alınmış, bunun üzerine Diyarbekir, Mamuretülaziz ve Bitlis
Vilâyetlerine 1 Haziran 1331 (14 Haziran 1915) tarihiyle gönderilen şifre telgrafla,
sevkiyat sırasında güzergâhta bulunan aşâir ve köylülerin taarruzlarına karşı her türlü
vasıtanın kullanılması, katle ve gasba cür’et edeceklerin şiddetle tedibi emredilmiştir.
Ayrıca 13 Haziran 1331/27 Haziran 1915 tarihli bir belgede, Dersim bölgesinde, Dersim
eşkıyasının Erzurum’dan sevk olunan Ermeni kafilelerinin yolunu keserek katlettikleri
ve onları kurtarmanın kabil olmadığı, Erzurum Vilâyeti’nden bildirilmiştir.231
Hükümet, Dersimlilerin bu cinayetlerinin katiyyen caiz olmadığını ve
kafilelerin emniyet içinde sevkleri için derhal tedbir alınmasını emretmiştir. Yukarıdaki
kayıtlardan 1915 yılındaki tehcir esnasında toplam olarak 8–9 veya 10 bin civarında
Ermeni’nin eşkıya saldırıları sonucu öldürüldüğü görülüyor. Bu rakam Osmanlı belgelerinden elde edilen kesin sayı olup, bunun dışında bir öldürülme kaydına rastlanılmıyor.
Osmanlı Devleti’nin, bir yandan cephede savaşırken bir yandan da kafilelerin
iaşe ve emniyetlerinin sağlanması için olağanüstü gayret sarfettiği anlaşılıyor. Nitekim
nakledilen Ermenilerin, eşkıyanın saldırılarına maruz kalarak öldürülmeleri ve
soyulmaları karşısında, derhal ilgili bölge yetkililerine talimat göndererek, bundan böyle
zabtiyesiz hiç bir kafilenin yola çıkarılmamasını ve sevkıyatın emniyet içinde yapılması
için gerekli tedbirlerin alınmasını istediği görülmektedir. Öte yandan, sevkıyatın
yapıldığı illerdeki görevlilere gönderdiği emirlerle Ermeni kafilelerine saldırıda
bulunanların yakalanarak cezalandırılmalarını, ayrıca kafileleri koruyan muhafızların
sayılarının arttırılmasını emretmiştir. Hükümetin, bu emre istinaden 23 Ağustos 1331 (5
Eylül 1915) tarihinde ilgili vilâyetlere çektiği şifre telgrafta, Ermeni kafilelerine
saldıranlardan kaç kişinin cezalandırıldığı sorulmuştur. Ayrıca diğer bir tedbir olarak,
Ermeni kafilelerinin sevki sırasında ihmali veya yolsuzluğu görülen görevlileri tesbit
etmek üzere tahkik heyetleri kurulmuştur. Mahkeme-i İstintak birinci reisi Asım Bey’in
başkanlığında Ankara Vilâyeti Mülkiye Müfettişi Muhtar Bey ile İzmir Jandarma
Mıntıka Müfettişi Kaymakam Muhhiddin Bey’den oluşan bir heyet, Adana, Halep,
Suriye, Urfa, Zor ve Maraş bölgelerine; Mahkeme-i Temyiz Reisi Hulusi Bey’in
başkanlığında Şura-yı Devlet232 azalarından İsmail Hakkı Bey’in de katıldığı heyet
231
232
Halaçoğlu, a.g.m. , s.488.
Halaçoğlu, a.g.m. , s.488.
128
Hüdavendigâr, Ankara, İzmit, Karesi, Kütahya, Eskişehir, Kayseri, Karahisar-ı Sahip ve
Niğde bölgelerine gönderildiler. Bitlis eski Valisi Mazhar Bey başkanlığında Dersaadet
Bidayet Müdde-i Umumîsi Nihad ile Jandarma binbaşılarından Ali Naki Beylerden
oluşan üçüncü bir heyet ise, Sivas, Trabzon, Erzurum, Mamuretülaziz, Diyarbekir, Bitlis
ve Canik bölgelerinde görevlendirildi. Bu heyetin başkanı olan ve Sivas’ta bulunan
Mazhar Bey’e 20 Eylül 1331’de (3 Ekim 1915) “mahrem” kaydıyla çekilen birşifre
telgrafta, heyetlerin vardıkları yerlerde gerekli incelemeleri yaptıktan sonra, neticelerini
devamlı olarak merkeze rapor etmeleri istenmiştir.
Heyetlere verilen talimatlara göre, jandarma, polis, memur ve âmirleri,
haklarında yapılacak tahkikat neticesine göre Divan-ı Harbe sevkedileceklerdi. Divan-ı
Harbe sevkedilenlerin bir listesi de Dâhiliye Nezareti’ne verilecekti.
Vali ve kaymakamlar hakkında yapılacak tahkikatın neticesi önce Nezaret’e
arz olunacak ve verilecek emre göre muamelesi yürütülecekti. Divan-ı Harb başkanları
veya üyeleriyle askerî memurlardan da suistimali görülenler bulunursa, bağlı oldukları
ordu komutanlıklarına bildirilecekti.
Tahkik heyetlerinin verdikleri raporlar ışığında, görevini kötüye kullanan
(kafilelerden para ve eşya çalmak, gerekli şekilde koruma görevi yapmadığı için
kafilelerin tecavüze uğramalarına yol açmak, sevk emrine aykırı hareket etmek, kadın
kaçırmak gibi) pek çok görevli, işten el çektirildiler. Bir kısmı Divan-ı Harbler’de
yargılanarak ağır cezalara çarptırıldılar.233
2.10.TEHCİRE TÂBİ TUTULMAYAN VE TEHCİRDEN KURTULMAK İÇİN
DİN DEĞİŞTİREN ERMENİLER
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, tehcir kararı bütün Ermenilere uygulanmadı.
Başlangıçta bazı bölgelerde (Urfa’da Germiş ve Birecik, Erzurum, Aydın, Trabzon,
Edirne, Canik, Çanakkale, Adapazarı, Halep, Bolu, Kastamonu, Tekirdağ, Konya ve
Karahisar-ı sahip) yaşayan Ermenilerin bir bölümü tehcir haricinde bırakıldılar. Fakat
daha sonra bunların da çeşitli tedhiş olaylarına karıştıkları görülünce büyük bir kısmı
tehcir edildiler. Hasta ve âmâlar tehcir edilmedikleri gibi, Katolik ve Protestan
233
a.g.m. , s.489. ( Bu bölüm adı geçen makaleden aynen alınmıştır.)
129
mezhebinden olanlar, asker ve aileleriyle, memurlar, tüccarlar, bazı amele ve ustalar da
tehcir dışı tutuldular. Nitekim Maraş ve Adana vilâyetlerine gönderilen telgraflarda,
hasta, âmâ sakat ve yaşlıların sevkedilmemeleri ve şehir merkezlerine yerleştirilmeleri
hususunda talimat gönderilmiştir. 21 Temmuz 1331/3 Ağustos 1915 ve 2 Ağustos
1331/15 Ağustos 1915 tarihinde ilgili vilâyetlere gönderilen telgraflarla Katolik ve
Protestan mezhebinde bulunan Ermenilerin sevkedilmemeleri ve bulundukları şehirlere
yerleştirilerek nüfus sayılarının bildirilmesi emredilmiştir. Bu gibiler, vilâyet dâhilinde
çeşitli şehirlere iskân edilmişlerdir. Yanlışlıkla tehcire tabi tutulanlar ise, araştırılarak o
sırada bulundukları şehirlere yerleştirilmişlerdir. Fakat tehcir harici tutulanlardan, zararlı faaliyetleri görülenler ister Katolik, ister Protestan olsun yeni iskân sahalarına
sevkedilmişlerdir.234
2 Ağustos 1331’de (15 Ağustos 1915) Erzurum, Adana, Ankara, Bitlis, Halep,
Hüdavendigâr, Diyarbekir, Trabzon, Konya, Van vilayetleriyle, Urfa, İzmit, Canik,
Kayseri, Afyon, Karesi, Maraş, Niğde, Eskişehir mutasarrıflıklarına gönderilen şifre
telgrafla, Osmanlı ordusunda subay ve sıhhiyye sınıflarında hizmet gören Ermeniler ve
ailelerinin bulundukları yerlerde bırakılarak tehcire tabi tutulmadıkları görülmektedir.
Ayrıca, merkez ve taşradaki Osmanlı Bankası şubelerinde, Reji İdaresi’nde ve bazı
konsolosluklarda çalışan Ermenilerin de hükümete sadık ve iyi halleri görüldükleri
sürece tehcir edilmemeleri kararlaştırılmıştır.
Bunlar dışında, yetim çocuklar ve dul kadınlar da sevke tabi tutulmayarak, bu
gibiler yetimhanelerde ve köylerde koruma altına alınmışlar ve kendilerine maddî
yardımda bulunulmuştur. Öte yandan sevkiyat esnasında yetim kalan çocuklar da
Sivas’a gönderilerek oradaki yetimhanelere konmuştur. Korunmaya muhtaç Ermeni
aileler hakkında 17 Nisan 1332/30 Nisan 19l6’da genel bir emirname yayınlanmıştır. Bu
emirnamede:
a)Erkekleri sevkedilen veya askerde bulunan kimsesiz ve velisiz ailelerin,
Ermeni ve yabancı bulunmayan köy ve kasabalara yerleştirilerek, iaşelerinin muhacirin
tahsisatından verilmesi,
b)12 yaşına kadar olan çocukların, bölgelerindeki yetimhanelerin yeterli
olmaması halinde, zengin müslüman ailelerin yanına verilerek yetişmelerinin ve
234
Halaçoğlu, a.g.m. , s.489.
130
eğitimlerinin sağlanması,
c)Hali vakti yerinde olmayan müslüman ailelere ise muhacirin tahsisatından,
çocukların iaşe masrafını karşılamak üzere 30 kuruş ödenmesi,
d)Genç ve dul kadınların kendi rızalarıyla, müslüman erkeklerle evlenmelerine
izin verilmesi, yer almaktaydı.
Tehcir sırasında bazı Ermenilerin tehcirden kurtulmak için din değiştirme
yoluna gittikleri görülmektedir. Osmanlı yönetimi, sadece tehcirden kurtulma
amacına235 yönelik bu tip isteklerin kabul edilmemesini kararlaştırmıştır. Bu cümleden
olarak, 18 Haziran 1331/1 Temmuz 1915’te ilgili vilâyet ve sancaklara gönderilen
tebligatta, sevkedilen Ermenilerin bazılarının toptan veya ferdî olarak yerlerinde kalmak
amacıyla ihtida ettiklerinin anlaşıldığı belirtilerek, bu gibilere kat’iyyen itimat
edilmemesi gerektiği, bunların İslâm adı altında yine fesatlıklarını sürdürebilecekleri
hatırlatılmış, ihtida etmiş olan Ermenilerin de sevkedilmeleri emredilmiştir. Aynı
şekilde kocaları askerde olan Ermeni kadınlarının ihtidalarının da kabul edilmediği 16
Teşrin-i evvel 1331/29 Ekim 1915 tarihinde Karahisar-ı Sahip Mutasarrıflığına
gönderilen şifre telgraftan anlaşılmaktadır. Bununla beraber, tehcirin sonlarına doğru,
ihtida etmek isteyen Ermenilerin müracaatları olumlu karşılanmış ve Teşrin-i evvel
133l/Ekim 1915 sonundan itibaren din değiştirmelere müsaade edilmeye başlanmıştır.
Nitekim 22 Teşrin-i evvel 1331/4 Kasım 1915 tarihinde bütün vilâyet ve
mutasarrıflıklara gönderilen genelgede; sevkedilmeyip, öteden beri oturdukları yerlerde
kalan Ermenilerle, sevkedilecekler arasında olup da özel bir emirle gönderilmeyenler
veya yerlerine iade edilmiş olanların ihtidalarının kabul edileceği yer almakta idi.236
Bu genelgeden sonra Menteşe’de ihtida etmek isteyenlerin müracaatları kabul
edildiği gibi, bu gibilerin malları da iade edilmiştir. Nitekim Sivas’a gönderilen 24
Şubat 1331/9 Mart 1916 tarihli şifre telgrafta da ihtida veya başka sebebten dolayı
sevkedilmeyen ve yerlerinde bırakılan Ermenilerin mallarının tasfiyeye tabi olmadığı
bildirilmiştir. Sevke tabi tutulan Ermenilerden ihtida etmek isteyenlerin müracaatları ise,
yeni iskân yerlerine varmalarından sonra kabul edilmiş ve o tarihten geçerli sayılmıştır.
Yerlerinde kalan bazı Ermenilerin ihtida istekleri ise, ileride sevklerine tesir etmemek
235
236
Halaçoğlu, a.g.m. , s.489.
Halaçoğlu, a.g.m. , s.490.
131
şart ve kaydıyla kabul edilmiştir. Din değiştirenlerden sevke tabi tutulacakların nüfus
tezkirelerine din değiştirdiklerine dair kayıt düşülmemesi, seyahat sırasında yalnız
ikamet ettikleri yerin ismi yazılan belgeler verilmesi kararlaştırıldı. Bundan maksadın,
din değiştirme kisvesi altında ülke içine sızmaya çalışan Ermeni fesat yuvalarının
faaliyetlerinin önlenmesi hedeflenmişti.237
Osmanlı Hükümeti tehcir sırasında yurt dışından gelecek veya yurt dışına
çıkacak Ermenilerle ilgili tedbirler de aldı. Osmanlı tebaası olan 17–55 yaşları arasında
bulunan erkek Ermenilerin yurt dışına çıkmaları yasaklandı. Tarafsız devletlerin
vatandaşı olan Ermenilere ise savaş sonuna kadar dönmemek şartıyla Osmanlı ülkesinden ayrılmalarına izin verildi. Dışarıdan Osmanlı ülkesine girmek isteyen
Ermenilere ise, hangi ülke vatandaşı olursa olsun kat’iyyen müsaade edilmedi. Tehcire
tabi tutulan Ermenilerin başvurdukları bir hileli yol da kendilerini yabancı bir devletin
vatandaşı olarak göstermeleriydi. Tehcir sırasında bu gibi iddialar büyük sorunlar
çıkarmıştır. Sevke tabi tutulan bazı Ermenilerin Amerika vatandaşı olduklarını iddia
etmeleri üzerine Amerika elçisinin, hükümet nezdinde teşebbüse geçerek bu gibilerin
sevkini durdurmasını istediği anlaşılmaktadır. Hükümet, bu gibi iddiaların doğruluğunu
tesbit etmekte bir hayli güçlük çekmiştir. Nitekim 25 Haziran 1331/8 Temmuz 1915’te
Mamuratülaziz vilâyetine gönderilen bir telgrafta, gerçekten Amerika tâbiiyetinde bulunan Ermeni varsa, miktarlarının tesbiti ve bunların sevkedilmesinden vazgeçilmesi
istenmiştir. Tehcir sırasında Amerika konsoloslarının veya diğer devletlerin
temsilcilerinin Ermenilerle yakından ilgilendikleri anlaşılmaktadır. Bazı Amerika
konsolosları, şehir şehir dolaşarak Ermeniler hakkında tahkikatta bulunduğu gibi, bazı
Alman subaylarının da Halep, Konya, Adana tren hatları boyunca dolaşarak Ermenilere
ait pek çok resim çektikleri ve bunları Osmanlı Hükûmeti’ni tenkit için kullanacakları
öğrenilmiştir. Hatta görevli yabancı memurların Ermeni memurlar vasıtasıyla yalan
yanlış haberler toplayarak dış ülkelerde aleyhte propaganda malzemesi olarak
kullanmaları üzerine hükümet, 30 Ağustos 1331/12 Eylül 1915’te ilgili vilâyetlere şifre
telgraf göndererek, ecnebilerin aleyhte kullanabilecekleri davranışlarına meydan
verilmemesi için gerekli tedbirlerin alınmasını istemiştir.238
237
238
Halaçoğlu, a.g.m. , s.490.
Halaçoğlu, a.g.m. , s.490. ( Bu bölüm adı geçen makaleden aynen alınmıştır.)
132
2.11.SEVK EDİLEN ERMENÎLERİN İHTİYAÇLARININ KARŞILANMASI
Hükümet, Ermeni tehcirine başlamadan önce bütün vilâyetlere yazılar yazarak,
bölgelerinden geçecek kafilelerin bütün ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli tedbirlerin alınmasını ve yiyecek stoklanmasını bildirdi.
İaşe te’mini için İskân-ı Aşâir ve Muhacirin Müdüriyeti’ne çeşitli emirler ve
talimatlar verildi. İhtiyaçların tesbit ve te’mini için İskân-ı Aşâir ve Muhacirin Müdürü
Şükrü Bey bizzat görevlendirildi. Sevkiyat sırasında kafilelerin ihtiyaçlarının
karşılanması için Konya’ya 400.000, İzmit Sancağına 150.000, Eskişehir sancağına
200.000, Adana vilâyetine 300.000, Haleb vilâyetine 300.000, Suriye vilâyetine
100.000, Ankara vilâyetine 300.000, Musul vilâyetine de 500.000 kuruş olmak üzere
toplam 2.250.000 kuruş tahsis edildiği belgelerden anlaşılmaktadır.239
Ayrıca vilâyetler kendi imkânları nisbetinde yardımlarda bulundukları gibi,
zaman zaman ihtiyaç durumuna göre merkezden yeni para tahsislerinin de yapıldığı
tesbit edilmektedir. Bu arada Amerika’dan Ermeni muhacirlere verilmek üzere
gönderilen bir miktar para da Amerikan misyonerleri ve konsolosları tarafından
Hükümetin bilgisi dâhilinde Ermenilere dağıtılmıştır. Bunun dışında Amerika’da
yaşayan bazı Ermenilerin, aralarında topladıkları paraları gizli yollardan, tehcire tabi
tutulan Ermenilere gönderdikleri de belgelerde yer almaktadır.
Osmanlı Hükümeti, sevkiyat için bu kadar büyük paralar harcarken, bir yandan
da tehcire tabi tutulan Ermenilerin devlete ve şahıslara olan boçları, ya ertelenmiş ya da
tamamen defterden silinmiştir. Nitekim Talat Paşa tarafından 19 Mayıs 1331/lHaziran
1915’te Maraş Mutasarrıflığına gönderilen bir şifre telgrafla, Ermenilerin borçlarının
alınmaması istenirken, bütün vilâyetlere 22 Temmuz 1331/4 Ağustos 1915’te
gönderilen diğer bir emirde de, iskâna tabi tutulan Ermenilerin aşar-ı ağnam ve diğer
vergi borçlarının ertelenmesi talimatı verilmiştir. Diğer taraftan sevkedilen kafilelere
hastalık durumlarında tedavi edilmeleri için sağlık görevlileri atanmıştır. Ayrıca, tehcir
edilenler arasında bulunan suçlu ve zanlılar hakkındaki takibat da ertelenmiştir.240
239
240
a.g.m. , s.490.
a.g.m. , s.490. ( Bu bölüm adı geçen makaleden aynen alınmıştır.)
133
2.12.TEHCİRE TABİ TUTULAN ERMENİLERİN MALLARI
Yukarıda da belirtildiği üzere, 27 Receb 333/28 Mayıs 1331 (10 Haziran 1915)
tarihinde yayınlanan talimatname ile tehcire tabi tutulan Ermenilerin malları koruma
altına alınmıştır.
Aynı tâlimatnameye göre, bozulabilir mallarla hayvanlar veya işletilmesi
zorunlu olan imalâthaneler, kurulan komisyonlar tarafından açık arttırma ile satılacak ve
paraları
sahiplerine
yollanacaktı.
Osmanlı
Hükûmeti’nin
bu
talimatnamenin
uygulanması sırasında büyük titizlik gösterdiği anlaşılmaktadır. Herhangi bir suiistimale
meydan vermemek için büyük bir dikkat gösterilmiştir. Emval-i Metruke Komisyonları
eliyle değerleri üzerinden sahipleri adına müzayede yoluyla satılması ve kendilerine
ödenmesi kararlaştırılmıştır. Bu satışlar sırasında birtakım dedikoduların çıkması
üzerine hükümet, 21 Temmuz 1331/3 Ağustos 1915’te mutasarrıflıklara, vilâyetlere ve
Emvâl-i Metruke Komisyonları’na şifre telgraf göndererek, adı geçen malların devlet
memurlarınca satın alınmasını, çeşitli suiistimallere meydan vereceği gerekçesiyle
yasaklamıştır. Ancak daha sonra bu karar, bazı vilâyetlerde gerçek değeri üzerinden ve
peşin para ödenmesi şartıyla kaldırılmıştır. Hükümet her türlü yolsuzluğu önleyecek
tedbirleri almaktan geri durmamıştır. Nitekim 29 Temmuz 1331/11 Ağustos 1915’te
Sivas Emval-i Metruke Komisyonu Başkanlığı’na gönderilen bir şifre telgrafta, ihtikâr
ve suiistimale mâni olacak tedbirlerin alınması istenmektedir. Yine aynı tarihte bütün
vilâyetlere gönderilen bir tebligat ile de bu konuda alınacak tedbirler ve uygulamalar
maddeler halinde belirtilmiştir. Bu talimata göre:241
a) Tahliye edilmiş olan bölgelere hiçbir şüpheli şahıs sokulmayacak;
b) Eğer bazı şahıslar ucuza mal satın almışlarsa, satışlar feshedilecek ve gerçek
değeri takdir olunarak, meşru olmayan bir menfaat teminine meydan verilmeyecek;
c) Tehcir edilen Ermenilerin, istedikleri eşyayı götürmelerine müsaade
edilecek;
d) Götüremeyecekleri eşyadan, durmakla bozulacak olanlar zaruri olarak
satılacak, fakat bozulmayacak durumdaki eşyalar ise sahipleri adına korunacak;
e) Taşınmaz malların icar, ferağ ve rehin gibi işlemlerinin sahipleriyle olan
241
Halaçoğlu, a.g.m. , s.491.
134
ilgilerinin bozulmamasına dikkat edilecek ve tehcirin başladığı tarihten itibaren bu
hükümlere aykırı olarak yapılan uygulamalar varsa feshedilecek;
f) Bu mallar hakkında anlaşmazlık durumlarına meydan verilmeyecek;
g) Sevke tâbi tutulan Ermenilere, mallarını yabancılar dışında istediği kimseye
satmalarına izin verilecekti. Talimatnamelerdeki bu hükümler büyük bir titizlikle
uygulanmaya çalışılmış, sevkedilen Ermenilerden kalan sanat ve ticaret müesseseleri
iskân şirketleri kurularak, değerleri üzerinden bu şirketlere intikal ettirilmiştir. Satılan
malların bedelleri Emval-i Metruke Komisyonları tarafından sahiplerine gönderilmiştir.
Nitekim iskân mahallerine varan muhacirler, kendilerine aktarılan bu paralarla işlerini
kurmuşlar ve bölgeye uyum sağlamışlardır.242
2.13.ERMENİ TEHCİRİNDE KARŞIT FİKİRLER VE ASILSIZ İDDİALAR
Daha öncede belirttiğimiz gibi Sarıkamış’ta kendi askerlerinin bile yok oluşuna
karşı elinden hiçbir şey gelmeyen Osmanlı Devleti muhakkak ki sevk ve iskân sırasında
belli sayıda insanların öldüğünü kabullenmektedir. Ancak bunlar Ermeniler’in iddia
ettiği gibi bir katliam maksadıyla yapılmamış, yapılan sevk ve iskân sırasında devletin
elinde olmayan imkânlar nedeniyle insanların yayan olarak yaptıkları göç sırasında
meydana gelmiştir.
Bu bölümde bu olayları katliam olarak nitelendiren yazarların yazdıklarına da
yer vermeyi uygun gördük.
Öncelikle Taner Akçam’ın kitabından bir alıntı yapalım:
“Genelde katliamın başlangıç tarihi olarak 24–25 Nisan 1915 tarihi verilir fakat
bu tarih daha çok sembolik bir karakterdedir. Sürgün ve öldürme olayları bu tarihten
daha önce başlamıştır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, elde, Ermeniler’in imha edilmelerine
ilişkin kararı ve emri ihtiva eden bir belge yoktur. Var olan belgeler sürgün başladıktan
sonra yayımlanmışlardır ve bu metinlerde sadece “diğer mahallere sevk ve iskân” veya
“tayin ve tahsis edilen mahallere nakil ve iskân” gibi ibarelere yer verilmiştir. Gerçi
Ermeni kırımının örgütlenmesinden sorumlu olduğu bilinen, Teşkilat-ı Mahsusa siyasi
sorumlusu Bahattin Şakir’in, “Nef i ve tagrip olunduğunu bildirdiğiniz eşhası müzirre
242
a.g.m. , s.491. ( Bu bölüm adı geçen makaleden aynen alınmıştır.)
135
imha ediliyor mu? Yoksa yalnızca i’zam ve sevk mi olunuyor vazihan bildiriniz
kardeşim.” yollu telgrafları vardı. Bunun gibi çeşitli telgraflardan imhanın planlı bir
eylem olduğu anlaşılsa bile, bu belgeler arasında resmi bir hükümet kararı yoktur.
Olayların gelişimi ile yayımlanan belgeler arasında doğrudan bir ilişki kurmanın
zorluğu, gelişmeleri, resmi belgeler üzerinden anlatmayı olanaksız kılmaktadır.
Gerçekte yaşananlarla, konuya ilişkin yayımlanan talimatnameler iki ayrı olgu olarak
ele alınmalıdır.”243
Evet, anlatılandan da görüldüğü üzere yayımlanan talimatnamelerden ziyade
gerçekte yaşananlar adı altında görgü tanıklarının ifadelerinden bahsedilmektedir.
Fransız yazar Yues Ternon ise kitabında katliam olarak şunları ifade
etmektedir:
“Tasarlanmış olsun olmasın, her kişisel ya da toplu cinayet onu işleyen kişi
veya kişilerin duymuş olduğu gereksinimin bir sonucudur. Bu gereksinimin kendini
dayattığı ve cinayet kararının alındığı andan itibaren, infazın koşulları caninin
niteliklerine göre değişim gösterir. İttihad’ın Merkez Komitesi, bu konuda yapacağının
işaretlerini önceden veren bir görünüm arz etmektedir. Geçmişte her tarafta
gerçekleştirilmiş anarşik katliamların yerine, operasyonların tüm gelişim süreci boyunca
özel denetimi elinde tutan planlı bir bürokratik merkezileşmeyi geçirmiştir. “Bu
meseleden nasıl kurtulmalı?” sorusuna Merkez Komitesi’nin yanıtı: “Kökünden, iz
bırakmadan, gizlice, en az risk ve en az masrafla.” biçiminde olmuştur. İnfaz tarihine
gelince, bu genel imha planının gerektirdiği kurumların işlerlik kazanma süresine ve
anında
fırsat
olarak
kullanılabilecek
olayların
meydana
gelmesine
göre
244
belirlenecekti.”
Yazılanlardan anlaşılacağı üzere yazar işi tamamiyle cinayet manasında
kabullenmiştir. Hatta sonraki bölümlerde bu cinayetlerin 6 yolundan bahsetmiştir.
Son olarak vereceğimiz örnek ise Vahakn N. Dadrian’ın kitabından;
“Osmanlı Harbiye Nazırlığı’nın İstihbarat Şubesi’nden, daha sonra İstanbul
Üniversitesi’nde tarih profesörü ve verimli bir yazar olan bir yüzbaşı, katliamlar
hakkında şöyle yazdı;
243
244
Taner Akçam, Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu, İletişim Yayınlan, İstanbul, 1995, s. 105.
Yves Ternon, Ermeni Tabusu, Çeviren: Emirhan OĞUZ, Belge Yayınları, İstanbul, 1993, s.251.
136
“Hapishanelerden salıverilen cani çeteleri, Harbiye Nazırlığı’nın bir haftalık
arazi eğitiminden geçtikten sonra, Ermeniler’e karşı en kötü cinayetleri hazırlamak
üzere, İttihat Terakki’nin çeteleri olarak Kafkas cephesine gönderildiler.” İttihatçılar
Ermeniler’i yok etmek ve böylece “Doğu Vilayetleri Sorunu”nu halletmek niyetinde
idiler.’245
2.14.ERMENİ
OLAYLARI
HAKKINDA
BAZI
BATILI
YAZARLARIN
GÖRÜŞLERİ
Ermeni tedhiş olayları birçok yabancı yazarın yapıtlarına konu teşkil etmiştir.
Bunlar genelde Ermenilere sempati besleyen kişilerdir. Ancak bazı gerçekleri
söylemekten de kaçmamamışlardır. Bazı yazarlar Osmanlı Devleti’nin çöküşünde en
önemli öğelerden biri olan Kapitülâsyonlarla ilgili görüşlerini de açıklamışlardır.
Kapitülasyonlar Hıristiyanlara aşırı haklar sağlamış, Türkleri ezmiştir. Bu durum
yabancılar tarafından da açıkça dile getirilmiştir. Konu ili ilgili olarak Claire Price, ‘The
Rebirth of Turkey’ adlı kitabında şöyle diyor:
“Kapitülasyonlar hukuki bir süreç olmaktan öteye idi. Onlar, Osmanlı
Hükümeti’ne karşı bir zihni davranış yaratıyordu. Kapitülasyonlar, Osmanlı
Hükümeti’ni yok telakki ederek, Osmanlı tebaası ile serbestçe münasebet kurmak
itiyadını Batılılarda yaratmıştı. Kapitülasyonlar rejiminde Batı, Osmanlı Hükümeti
Hıristiyan tebaası ile münasebet tesis etmiş ve sadece bu hükümete karşı tatbik edilen
bir davranış tarzı oluşturmuştu. Buna göre, herhangi bir Osmanlı Hıristiyanının
hükümete karşı isyan hakkı vardır. Buna karşılık memleket içinde huzuru teminle
mükellef yegâne organ olmasına rağmen, hükümete bu isyanları bastırmak hakkı
tanınmıyordu. Bu davranış tarzı başka hiçbir hükümete karşı tatbik edilmemiştir.”246
İstanbul’daki çeşitli Hıristiyan mezheplerinin gizli emelleri doğrultusunda
yaptıkları kışkırtmalar yabancı yazarların da dikkatinden kaçmamıştır. Bu konuda Davit
G.Hogart, ‘A.JVandering Scholar in The Levant’ adlı kitabında şu görüşe yer veriyor:
245
Vahakn Dadrian, Ulusal ve Uluslararası Hukuk Sorunu Olarak Jenosid, Çeviren:Yavuz ALOGAN,
Belge Yayınları, İstanbul, 1995, s.56.
246
Özsoy-Ataünal, a.g.e. , s.173.
137
“Ermeniler, yok edilmez milliyetçiliklerine, fanatik taassuplarına rağmen, eğer
yalnız olsalardı, Osmanlılar için ihmal edilen bir dikenden başka bir şey olamazlardı.
Bab-ı Âli, Hıristiyan Ermenilerin, Gregoryen, Katolik ve Protestan mezhebindekilerin
birbirlerine karşı tesamühten yoksun oluşları, ayrıca ticareti ve murabahacılığı ellerinde
tutuşları dolayısıyla onları bölüp idare edebileceğini biliyordu, ancak gizli Ermeni
cemiyetlerinin (hayatlarının bir döneminde bu cemiyetlerin üyesi olarak teknik
bakımdan vatan hiyaneti işlememiş pek az Ermeni vardır) arkasında Kürtleri ve
Kürtlerin gerisinde Rusları görüyordu yahut nazarlarını Batıya çevirince kışkırtıcıların
devrevi propagandalarının arasından Exerter Hall’ü (İngiliz Hükümeti kasdediliyor) ve
Ermeni Komitelerini teşhis ediyordu. Türkler, bizim sempatimiz yüzünden baskıya
başvurdular, baskı yapıldığı için bizim sempatimiz arttı ve böylece fasit daire ortaya
çıktı, normal olarak baskıdan öteye gidiyor muydu? İdareci olarak zulmediyor muydu?
Şimdiye kadar sadece bir versiyonu duyduk, bu olayın taraflarından birisinin hor
muamele hikâyeleriyle dolu milli bağımsızlık feryadını dinledik. İtham edilenin ağzı ise,
fatalizm, anane ve Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında mevcut anlaşmazlık uçurumu
sebebiyle kapalı duruyor.
Benim, Batı Ermenistan’daki, 1894 yılına kadar uzanan hemen hemen 4
senelik şahsî tecrübemde ise bir terör idaresine işaret eden hiçbir şey görmedim...
Hıristiyan köylerindeki hayat bana Müslüman köylerindekinden farklı görünmediği
gibi, şehirlerdeki Ermenilere ait mal ve ticaretin, Müslümanlara ait olandan daha az
korunduğuna da şahit olmadım... Bir gerginlik, bir sürtüşme, bir karşılıklı şüphelenme
hali vardı, bunlarla ilgili olarak Ermeniler bana tekrar tekrar, şu vatanperverler bizi
kendi halimize, ticaretimize, ziraatimize bıraksalar dediler... Türkler 500 yıllık bir
sahipliğin verdiği hakla hüküm sürüyorlar ve onlardan önce Bizanslılar, İranlılar,
Partlar, Romalılar, Ermenistan’ın hâkimi idiler. Türkler bu konuda bazı haklar ileri
sürüyorlar. Kendi mevcudiyetini korumak hakkı, asırlardır Doğu Toroslar ‘da ticareti
yok eden Zeytun gibi nifak ocaklarını söndürmek hakkı, hâkimiyetini devam ettirmek
hakkı hiçbir şekilde tezyif edici (küçük düşürücü) sayılamaz.”247
Ermeni ihtilalcilerin insanlık dışı düşünce ve uygulamalarına tanıklık eden Sir
Mark Sykes, ‘The Calips Last Heritage’ adlı kitabında şu acı gerçeği vurguluyor:
247
a.g.e. , s.174.
138
“...İhtilalcilerin
taktiklerine
gelince,
bundan
daha
şeytanca
bir
şey
düşünülemez. Masum insanların cezalandırılması için Müslümanları katletmek, o gün
vergisini ödemiş köylerden geceleyin zorla para toplamak, para yardımı yapmayı
reddedenleri öldürmek, bunlar Müslüman, Katolik ve Gregoryenlerin onları açıkça
itham ettikleri cinayetlerin sadece bazılarıdır... Ermeni ihtilalcileri, düşmanları ile
savaşmak yerine kendi248 dindaşlarını soymayı tercih ederler. İstanbul’daki anarşistler
kendi hemşehrilerinin öldürülmesine imkân sağlamak için bomba atarlar...
Eğer İngiliz insaniyetperverleri ve gezginci eşkıyanın (bunlar isyanın aktif
ajanlarıdır) gayeleri, doğu eyaletlerinin ekseriyetini Ermeni oligarşisinin inayetine tâbi
kılmak ise, o zaman Müslümanların fanatik davranışlarını veya Türk Hükümetinin baskı
tedbirlerini takbih etmek (kınamak) imkânını göremiyorum. Diğer taraftan, Ermenilerin
gayesi kanun önünde müsavatı (eşitliği) temin ve bir kısmında da Ermenilerin
oturdukları ülkede barış ve emniyeti sağlamak ise, o zaman, kullandıkları metotların
başarı temin edecek cinsten olmadığını söyleyeceğim.”
Ermeni ihtilalcilerin ülkeyi nasıl “barut fıçısına” döndürdüklerine ilişkin olarak
Dixon-Johnson, C.F. tarafından yazılan ‘The Armenians’, adlı kitapta şunlar yer alıyor:
“Bu ihtilalci ajanların Kürdistan’a gelişlerinin kaçınılmaz neticesi Türk
Hükümeti ve bölge sakini Müslümanlarla Hıristiyan ve özellikle Ortodoks Ermeniler
arasındaki en iyi münasebetlerin kötüleşmesi oldu. Bu gayet tabii idi. Zira Türkiye’de
halk gizli cemiyetlerden ve entrikalardan dehşet duyuyor, Yunan Heteriacıları, Bulgar
Komitacıları elinden çektikleri ıstırapları hatırlıyorlardı. Bir zamanlar milleti sadıka
dedikleri bu toplumun, artık bu sıfata layık olmadıklarına, Müslümanları katletmek için
silâhlanarak hazırlandıklarına inanıyorlardı. Bütün ülke bir barut fıçısı haline döndü”249
Türklerin hoşgörüsünün eşsizliği ve yüceliğini yabancılar da yatsıyamamıştır.
E.Alexander Powel ‘The Struggle For Power in Moslem Asia’ adlı kitabında şöyle
diyor:
“...Türkler, diğer dindarları Araplar gibi, fıtraten fanatik değildirler. Aslında
Osmanlı İmparatorluğu tarihinde, dini nefretten kaynaklanan katliam ve dini taassup,
Avrupa devletlerinin XIII. asırdan XVI. asra kadarki tarihlerine kıyasen çok daha azdır.
248
249
a.g.e. , s.175.
a.g.e. , s.176.
139
Haçlılar Filistin’de Müslüman esirleri keserlerken, İspanya’da engizisyonun dehşeti had
safhada iken, Kromvel’in askerleri İrlandalı Katolikleri katlederken, Fransa Kralının
emri ile Fransa’da Protestanların kökü kazınırken, bütün Avrupa ülkelerinde Museviler
hesapsız zulüm ve vahşete tabi tutulurken, Küçük Asya’da Müslüman, Hıristiyan ve
Musevilerin yan yana, tam bir dostluk içinde yaşadıklarını hatırlamak yerinde olur.”250
Ermeni Kilisesi’nin, Ermeniler’in ruhu olduğunu, çeşitli yazarların ifadeleri ile
belirttik. Ermeni Piskoposu Gevond Turyan’ın haftalık bir Ermeni dergisi olan
Dadjar’da yayınladığı makaleleri daha sonra, bir kitapta toplanmış ve 1917 yılında
İstanbul’da basılmıştır.251
Bu kitapta yer alan bilgiler, Ermeni Kilisesi’nin bir itirafnamesi niteliğinde
olup, Ermeni Komiteleri’nin, Patrikhane’nin ve Ermeni Cemiyetleri’nin gerçek yüzlerini ortaya koymaktadır. Gevond Turyan, Ermeni Kilisesi ve ruhanîlerinin Osmanlı
Devleti’nin yıkılmasındaki rollerini şöyle açıklamaktadır:
“Dinî cemaatlar, uzun zamandan beri, Ermeni İhtilâl Partileri’nin inkılâp
ocakları olmuş ve en şeytanî programlar buralardan hazırlanmıştır. Dinî merkezler, silâh
depoları ve komplo ocakları olmuştur... Dinî liderler, söz ve yazı ile kendilerine
güvenmiş olan halkı isyana teşvik ediyorlardı. Artik vaazlarda yüce sözler ve İncil’in
doktrini zikredilmiyordu. Sadakat ve doğruluk yerine isyan; insanlık yerine kin ve
intikam; ahlâk yerine alçaklık ve rezillik vaazediliyordu... Dinî liderler, komiteler
tarafından organize edilmiş bayramlara, toplantılara, törenlere başkanlık ediyorlardı.”
“Ne Ermeniler’in en yüksek dinî lideri Eçmiyazin Katogigosu, ne Ermeniler’in
kaderini omuzladığını iddia eden en yüksek Kilise yetkinleri, ne bu ihtilâl partilerinin
yetkili şefleri, ne diğer Ermeniler, Türkiye dışında, bizim, diğer hiçbir otoritenin
hâkimiyeti altında varlığımızı korumaya muktedir olmadığımızı ne açıklayabildiler, ne
de kavrayabildiler.”
“Ermeniler, 600 yıldan beri, başka hiçbir millet tebaasının ne gördüğü, ne
tanıdığı geniş bir sosyal ve dinî252 hürriyetten istifade ederek Türkiye’nin toprağında
Türkler ile yanyana yaşadılar... Bu hain nankörler (Komiteler), bu densizler, gerçekleri
250
a.g.e. , s.177.
İlter, a.g.e. , s.74.
252
a.g.e. , s.75.
251
140
inkâr etmişler ve en itibarlı tebaa olarak, şanla, şerefle yaşama imkânı bağışlayan bu
ülke üzerinde, kin, nefret ve ayrılık tohumları ekmişlerdir.”113
Ermeni tarihçileri ve yazarları, Gevond Turyan’ın bu kitabını kasıtlı olarak
kullanmazlar, görmezlikten gelirler. Bu gerçekçi Ermeni din adamı savaş sonrasında,
soydaşlarının yarattığı ortamdan huzursuz olmuş ve 1922 yılında Amerika’ya göçetmiş,
ancak buradaki Taşnak basınında birçok defalar eleştirilmiştir. Nihayet, 24 Aralık 1933
tarihinde New York’daki Ermeni Kilisesine bir ayini idare etmek için geldiğinde,
Taşnak teröristleri tarafından sözde davaya ihanet ettiği gerekçesi ile bıçaklanarak
öldürülmüştür.253
2.15.TEHCİR SONRASINDA ERMENİLER
Birinci Dünya Savaşı sırasında sürgün ve göç ile karşı karşıya kalan ve itilaf
devletleri saflarında savaşmalarına rağmen bağımsız Ermenistan kurulması konusunda
bir ilerleme kaydedemeyen Ermeniler için, 1917 Ekim ayı bir dönüm noktasıdır. Bu
tarihte gerçekleşen Bolşevik İhtilali üzerine Ermeniler Rusya’nın desteğini kaybettiler.
Türk ordusunun Kafkas harekâtı ve Bakü’ye girişi Ermenileri buralardan
çıkmaya ve Erivan’a göçe zorladı. Bununla birlikte ilginç iki önemli gelişme oldu.
Osmanlı ordusu Bakü’yü Azerbaycan Cumhuriyei’nin başkenti yaptı ve Ermenistan
Cumhuriyeti’ni de tanıdı.
Ermenilere göre, kuzeydeki Ermeni Cumhuriyeti’nin yaşaması, altı vilayetin
katılımıyla mümkündü. Bazı Ermeni gruplar Kilikya’nın da Ermenistan topraklarına
katılmasının şart oluğunu savunmaktaydı. Osmanlılar yenilgiyi kabul ettiğine göre bu
düşüncenin hayata geçirilmesine de bir engel yoktu.
Ancak Fransa ve İngiltere bu planı uygulanabilir görmediklerinden gönülsüz
davranmaktaydılar. Hâlbuki tam da bu sıralarda, 31 Aralık 1918 tarihinde Osmanlı
hükümeti bir geri dönüş kararnamesi yayınlamış ve Ermenileri sürgün öncesi yerlerine
dönmeye davet etmişti. Kuşkusuz bu Ermenilerin işini kolaylaştıracak mahiyette bir
gelişmeydi. Ermeniler de bu durumu lehlerinde kullanmak ve Paris görüşmelerinde
daha kuvvetli bir pozisyonda olmak için geri dönüşü organize ettiler.
253
a.g.e. , s.76.
141
Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra Osmanlı Hükümeti, tehcire
tabi tutulan Ermenilerden isteyenlerin tekrar eski yerlerine dönmeleri için bir kararname
çıkardı. 22 Kanun-ı evvel 1334 (4 Ocak 1919)’de Dâhiliye Nazırı Mustafa Paşa’nın
Sadarete gönderdiği yazıda, Ermenilerden dönmek isteyenlerin eski yerlerine
nakledilmeleri konusunda ilgili yerlere talimat verildiği ve gereken tedbirlerin alındığı
belirtilmektedir.254
Hükümetin hazırladığı 18 Kanun-evvel 1334 (31 Aralık 1918) tarihli dönüş
kararnamesine göre:
1-Sadece geri dönmek arzusunda bulunanlar sevk edilecek, bunun haricinde
kimseye dokunulmayacak.
2-Yerlerine iade edileceklerin, yollarda perişan olmamaları ve dönüş
mahallerinde mesken ve iaşe sıkıntısı çekmelerinin önlenmesi için gerekli tedbirler
alınacak; gidecekleri bölgelerin idarecileriyle irtibat sağlanıp bu konudaki tedbirler
sağlandıktan sonra sevkiyat ve geri dönüş işlemlerine başlanacaktır.
3-Bu şartlar dâhilinde dönecek olanlara ev ve arazileri teslim edilecektir.
4-Yerlerine daha önce muhacir yerleştirilmiş olanların evleri tahliye edilecek.
5-Kimsenin açıkta kalmaması için geçici olarak birkaç aile bir arada
yerleştirilebilcek
6-Kilise ve mektep gibi binalarla bunlara gelir getiren yerler, ait oluğu cemaate
geri verilecek.
7-Yetim çocuklar, istenildiği takdirde hüviyetleri dikkatlice tespit edilerek
velilerine veya cemaatlerine iade olunacak.
8-İhtida etmiş olanlar arzu ederlerse eski dinlerine dönebilecekler.
9-Mühtedi Ermeni kadınlardan, bir Müslüman ile evli bulunanlar, eski
dinlerine dönme konusunda serbest bırakılacaklar. Eski dinlerine döndükleri takdirde
kocasıyla aralarındaki nikâh bağı kendiliğinden bozulmuş olacaktır. Eski dinine dönmek
istemeyen ve kocasından ayrılmaya razı olmayanlara ait meseleler ise mahkemelerce
halledilecektir.
254
Halaçoğlu, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s.114.
142
10-Ermeni
mallarından,
henüz
kimsenin
tasarrufunda
bulunmayanlar,
kendilerine teslim edilecek; hazineye intikal edenlerin iadesi de, mal memurlarının
muvafakatı ile karara bağlanacak, bu konuda ayrıca açıklayıcı zabitnameler
hazırlanacak.
11-Muhacirlere satılan mülklerin sahipleri döndükçe, peyderpey bunlara teslim
edilecek. Bu konuda 4. madde aynen tatbik edilecek.
Muhacirler, ellerinde bulunan ve eski sahiplerine iade edilecek olan ev ve
dükkünlarda tamirat ve ilaveler yapmışlarsa ve arazi ve zeytinliklerde ekim yapmışlarsa,
her iki tarafın da hukuku gözetilecek.
12-Ermenilerden muhtaç olanların dönüşlerinde sevk ve iaşe masrafları,
Harbiye tahsisatından karşılanacak.
13-Şimdiye kadar ne miktar sevkiyat yapıldığı ve bundan sonra her ayın on
beşinci ve son günlerinde nerelere, ne kadar sevkiyat olduğu bildirilecek.
14-Osmanlı sınırları dışına çıkıp da geri dönmek isteyen Ermeniler, yeni bir
emre kadar kabul edilmeyecek.
Yukarıda zikredilen bu kararnamedeki hükümler, Ermenilerden başka, yerlerini
terk etmek durumunda kalan Rum muhacirlere de teşmil edilmiştir.255
2.15.1.Geri Dönenlerin Anadolu’da İşgal Kuvvetleriyle İşbirliği Yapmaları
Ermeniler 1919 ve sonrasında gerek İngiliz, gerekse Fransızlarla Türkiye’ye
karşı he türlü tertibin içerisinde olmuşlar ve devletlerini kurmak için Batılı güçlerden
destek almaya çalışmışlardır. Özellikle Kilikya’da ve Güney cephesinde Ermeni-Fransız
ortaklığı taraflarca iftiharla anlatılmıştır. Gerçekten de Germania gazetesi yaptığı bir
haberde, Emenistan için sorumlu İngiliz komisyonunun, Ermeni halkının özellikle
Kilikyalıların silahlandırılması ve korunmaları için diğer devletlerden asker
göndermelerini rica ettiğini bildirmektedir. Ayrıca Milletler Cemiyeti gözetiminde,
Kilikya’da Türkiye’nin müdahil olmayacağı bir Ermeni devletinin kurulması talep
edilmektedir.
255
Halaçoğlu, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s.116.
143
Ayrıca Türk İstiklal Mücadelesi sırasında özellikle Fransızlar tarafından
Antep, Maraş ve Adana’ya önemli miktarda Ermeni’nin iskân edildiği, Mısır’a gitmiş
bulunan Musa Dağı Ermenileri’nden toplanan gençlerin, Kıbrıs Monarga Ermeni
Lejyonu kampında eğitilerek Fransız üniformasıyla Anadolu’ya sevk edildiği
bilinmektedir. Nitekim Adana, Antep ve Maraş’ta bulunan 6 tabur Fransız askerinden
3’ü Ermenilerden teşekkül etmiştir.256 Boghos Nubar Paşa 1918 tarihinden itibaren
Fransa saflarında 40 bin kayıp verdiklerinden söz etmektedir. Birinci Dünya Savaşı’nda
bu şekilde Fransız ordusun da savaşan ve ölen Ermenilere ait “Fransa için ölen
Ermeniler” adıyla listeler hazırlanmıştır. Bu listelerde Ermenilerin doğum yerleri de
verilmektedir ki, hemen hepsi Osmanlı Ermenileridir.257
2.16.SEVR (SEVRES) ANLAŞMASI
Sevr Anlaşması, birlikte oturulup müzakere edilmiş bir belge olmadığından,
gerek hazırlanışı, gerek sonuçlandırılışı konusunda pek az ve pek dağınık bilgiler vardır.
Bulabildiklerimizi aşağıda özetliyoruz.
İsminden yukarıda bahsettiğimiz Bogos Nubar Paşa 30 Kasım 1918 tarihinde,
İtilaf Devletleri dışişleri bakanlarına birer mektup yollayarak Ermenistan’a tam
bağımsızlık verilmesini talep etmişti. Mektupta özetle şu hususlar belirtiliyordu:
“Ermeniler,
savaşın
başından
beri,
tarafınızdan
da
bilindiği
üzere
savaşmışlardır.
Fransa’da ilk günlerden itibaren Legion Etranger’e girmiş olan gönüllüleri ile
Fransız bayrağı altında zaferler kazanmışlardır. Tiflis ve Suriye’de, hatta Fransız
Cumhuriyet Hükümeti’nin isteğiyle “Milli Temsilciler Heyeti” tarafından kaydedilmiş
olan Ermeni gönüllüleri, Fransız kuvvetinin yarısını teşkil etmişlerdir.
Kafkasya’da Rus İmparatorluğu ordusunda bulunan 150.000 Ermeni hariç
olmak üzere, 40.000 gönüllü, Antranik ve Nazarkegof kumandasında olarak Ermeni
illerinin kurtarılmasına katılmışlar ve Bolşevikliğin ilanından sonra barışın imzasına
256
257
Halil Aytekin, Kıbrıs'ta Monarga Ermeni Lejyoner Kampı, Ankara 2000, s.32.
Kemal Çelik, Milli Mücadelede Adana ve Havalisi (1918–1922), Ankara, 1999, s.48.
144
kadar Türk Ordusu’na savunmada bulunmuşlardır.”258
Barış Konferansı 1919 Ocak ayından itibaren Paris’te çalışmaya başlayınca,
Şubat ayında bir heyet teşkil olundu ve bu heyet adına Bogos Nubar ile A. Aharonyan
tarafından 12 Şubat tarihinde Barış Konferansı’na bir muhtıra takdim edildi. Bu
muhtırada Kafkas Ermeni Cumhuriyeti arazisi ile beraber Kilikya ve 7 ilden kurulmuş
bir bağımsız Ermenistan kurulması, bunun devletlerden birisinin mandasına verilmesi
isteniyor ve ayrıca katliamlara katılmış, halka saldırmış, yağmacılık yapmış olanların
cezalandırılmaları ve sürülmeleri talep ediliyordu.
Bu muhtırada Ermeniler’in harbin ilk gününden mütarekeye kadar savaşa
iştirak etmiş olduklarına dair itiraf muvacehesinde, gönüllülerin Türk tabiiyetinde
oldukları da hatırlanırsa, tehcir kanununun ne derece haklı olduğu kendiliğinden ortaya
çıkmaktadır. Bu muhtırayı bütün Ermeni yazarlarının akıl almaz derecede mübalağalı
buldukları, Taşnaksutyun Komitesi’nin ise bunu Ermeni menfaatleri aleyhine gördüğü,
Esat Uras’ın kitabının 675 ila 680. sayfalarında mehaz gösterilerek kaydedilmektedir.
Aynı tarihlerde Tevfık Paşa Hükümeti de İtilaf Devletleri’ne bir muhtıra
sunmaktaydı. Bu muhtırada Ermeni konusuyla ilgili olarak şu hususların da yer almış
olduğunu görüyoruz:
“Babıâli bu muhtırası ile ne söz konusu illerde meydana gelen üzücü olayların
ayrıntılarına girmeyi, ne de cinayet işleyen bazı Müslümanların suçunu hafifletmeyi
düşünmektedir. Ancak, İspanya, İsviçre, Danimarka, Felemenk ve İsveç hükümetlerine
müracaat ederek bu feci olaylarda gerek Müslümanlara ve gerekse Ermeni komitelerine
yüklenen sorumlulukları tayin etmek üzere kurulması uygun ve Türk-Ermeni üyelerin
de yardım edecekleri karma ve milletlerarası bir komisyona temsilciler tayin etmelerini
rica etmiş olduğunu büyük devletlere haber verir. Bununla beraber, halen yetkili
mahkemelere verilmiş bulunan Müslüman sanıkların suçları ne olursa olsun Hükümet,
zaten tarafsız tanıklarla, Rus kumandanlarının da raporlarının ispat ettiği gerçeklere
dayanarak temin eder ki, henüz Ermeni göçlerine sebebiyet verilmeden ve Çar orduları
doğu illerini aldıktan sonra Ermeni çeteleri bir milyonu aşkın Müslüman
öldürmüşlerdir. Bazı Ermenilerce ileri sürülen ve Kafkasya’dan Kilikya’ya kadar
uzanacak olan büyük bir Ermenistan’ın kurulmasını hedef alan çözüm şekli şüphesiz
258
Uras, a.g.e. , s.662.
145
göz önüne alınamaz. Çünkü bu suretle meydana gelen bir Ermenistan, M. Vilson’un
kuralları ile tam bir çelişki yaratır. Beş milyonu geçen İslam nüfusunun bir kaç yüzbin
Ermeni’nin idaresine verilmesine yer verildikten başka, bu çözüm şekli kaçınılmaz
olarak devamlı karışıklıklara sebebiyet verir.”259
Tevfik Paşa Hükümeti, mütareke bahsinde gördüğümüz gibi, tehcir sırasında
suç işlemiş olanların mahkemeye sevk edildiğini bu muhtırada belirtmekle beraber,
doğu illerini kurtarmaya çalışıyordu.
Hâlbuki Damat Ferit taraftarları, Ermeni meselesinde İngilizler’e yaranma
gayreti içindeydiler. Dâhiliye Nazırı Cemal Bey’in İttihat Terakki Partisi’nin 800.000
Ermeni’yi öldürttüğüne dair gazetelerde beyanat verdiğini daha önce kaydetmiştik.
Onların düşüncesi zaten elden çıkmış zannettikleri illeri muhafaza için elimizde kalması
mümkün gerçek mülkümüzden fedakârlık yapmaktı.
2.17.MİLLİ MÜCADELE
İtilaf Devletleri’nin Mondros Ateşkes Antlaşması’nın 7. maddesine dayanarak
ateşkes çizgisini aşmaları ve güney bölgelerini işgale girişmeleri bu bölgede yer yer
direniş hareketlerine yol açtı.260
İngilizler, Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesine dayanarak 6 Aralık 1918
tarihinde Kilis’i işgal etti. Kilis’teki Ermeniler, onları büyük bir gösteri ve törenle
karşıladılar. İngiliz birliklerinde bulunan Hintli askerlerin Müslüman halka iyi muamele
etmesi Ermenileri tedirgin etmişti. İngilizler bir taraftan Müslüman Halktan silahlarını
topluyor, diğer taraftan Ermenileri silahlandırıyorlardı.261
Mütareke yapıldıktan sonra, İtilaf Devletleri bunun ahkâmına riayet lüzumunu
hissetmeden çeşitli yerleri işgal etmişlerdi. Adana Vilayeti’ni Fransızlar; Urfa, Maraş ve
Antep’i ingilizler işgal etmişler; Antalya ve Konya’da İtalyan askerleri; Merzifon ve
Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyordu. 15 Mayıs 1919’da da Yunanlılar İzmir’e
çıkmışlardı.
259
Uras, a.g.e. , s.673.
Karacakaya, Ermeni Meselesi, s.71.
261
Selahattin TANSEL, Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, C:I, Milli Eğitim Bakanlğı Yayınları,
İstanbul, 1991, s.50.
260
146
O sırada silâhaltında kalmış askerin durumunu ise Atatürk şöyle tasvir eder:
“Anadolu’da başlıca iki ordu müfettişliği tesis olunmuştu. Mütarekeye dâhil olur olmaz
kıtaatin muharip efradı terhis olunmuş, silah ve cephanesi elinden alınmış, kıymet-i
harbiyeden mahrum bir takım kadrolar haline getirilmişti. Merkezi Konya’da bulunan 2.
Ordu Müfettişliği’ne mensup kıtaatin vaziyeti şöyle idi:
Bir fırkası olan 4. fırka Konya’da ve bir diğer bir fırkası olan 23. fırka Afyon
Karahisarı’nda bulunan 12. Kolordu, karargâhıyla Konya’da bulunuyordu. İzmir’de esir
olan 17. Kolordu’nun Denizli’de bulunan 57. fırkası da bu kolorduya ilhak edilmiştir.
Bir fırkası (24. fırka) Ankara’da ve bir fırkası (11. fırka) Niğde’de bulunan 20.
Kolordu; karargâh ile Ankara’da, İzmit’te bulunan 1. fırka, İstanbul’daki 25.
Kolordu’ya raptedilmiştir.
İstanbul’da 10. Kafkas fırkası vardı.
Balıkesir ve Bursa havalisinde bulunan 61. ve 53. fırkalar, karargâhı
Bandırma’da bulunan İstanbul’da mezbut 14. Kolordu’yu teşkil ediyorlardı.
3. Ordu Müfettişliği ki müfettişi ben idim, karargâhımla Samsun’a çıkmış
bulunuyordum. Doğrudan doğruya tahtı emrimde iki Kolordu bulunacaktı. Biri merkezi
Sivas’ta bulunan 3. Kolordu. Bu Kolordu’ya mensup bir fırkanın merkezi Amasya’da,
diğer fırkasının merkezi Samsun’da idi. Diğeri merkezi Erzurum’da bulunan 15.
Kolordu idi. Fırkalarından, birinin merkezi Erzurum’da, diğerinin merkezi Trabzon’da
idi. Kolordunun diğer iki fırkasından 12. fırka Hasankale sırtında hudutta, 11. fırka
Beyazıt’ta bulunuyordu.
Diyarbekir havalisinde bulunan iki fırkalı 14. Kolordu müstakil idi. İstanbul’a
tabi bulunuyordu. Bir fırkası Siirt’te, diğer fırkası Mardin’de idi.”
Kazım Karabekir Paşa da, kendi kolordusunun kuvvetinin 17.860 olduğunu
kaydeder.
Görüleceği üzere Kilikya’da herhangi bir askeri birlik yoktur. Türkiye, Milli
Mücadele Doğu Cephesi’ni bu 17.860 kişilik 15. Kolordu ile Fransızlar’a karşı Güney
Cephesi’ni de nizami kuvvet olmaksızın, mahalli ve gönüllü topluluklarla yürütecektir.
Bu olmayan kuvvetlerle, Fransızlar Maraş’ı tahliyeye mecbur edildikleri
zaman, Londra’da toplantı halinde bulunan Barış Konferansı’na gelen haberler
147
Türkler’in 30.000 kişilik nizami kuvvetle taarruza geçtiği şeklinde idi.
Bu sıfırdan 30.000 icad eden mübalağa, Ermeniler hakkında verilen rakamları
kıymetlendirirken de hatırlanabilir. Ermeniler Temmuz ayından itibaren Doğu
Cephesi’ndeki İslam köylerini basmaya ve katliama başlamışlardı. Karabekir Paşa’nın
kitabında
bu
münasebetle
İngiliz
müfettişine
yazdığı
mektupların
suretleri
bulunmaktadır.262
Güneyde ise, Fransızlar; Maraş, Urfa ve Antep’i İngilizlerden aldıktan sonra,
Fransız üniforması giydirilerek kuvvetlerine kattıkları Ermeniler, mahalli Ermeni halkla
da birleşerek Türkler’e karşı bir katliam politikasına girişmişlerdi. Bu politika sebebiyle
ki, nizami kıta bulunmayan güneyde, mahalli Müslüman halk müdafaa-i nefs için kendi
arasında örgütlenmek zaruretini duymuştu. Bu durumu Atatürk’ün ağzından dinlemekte
fayda vardır:
“Müsaade buyurursanız biraz da Kilikya Cephesi’nden bahsedeyim. Her yerde
olduğu gibi, buraya da mütareke ahkâmı hilafına İtilaf Kuvvetleri girdiler. Bilahare
İngilizler çekildi. Kilikya’yı ve Antep, Maraş, Urfa’yı bütün Suriye ile beraber
Fransızlar’a bıraktı. Fransızlar burayı haksız olarak işgal ettikten sonra çok mütecasir
davrandılar ve ahali-i İslamiye’ye karşı çok fena hareketlerde bulundular ve bu
hareketleri Fransız üniforması altında Ermeniler’e tevdi ettiler. Oralarda bulunan zavallı
kardaşlarımız pek acı muamelelere maruz kalmışlardır. Her türlü mukaddesatı muhafaza
için hariçten bütün milletten istimdad ediyorlar. Maa’t-teessüf Hükümet-i Merkezi’ye
hiçbir muavenet yapmamıştır. İşte böyle artık her taraftan ümidini kesen ve idama
mahkûm olduklarına şüphesi kalmayan Kilikya ve sair mevkiler ahalisi, bizatihi
muhafaza-i mevcudiyet için ortaya atılmak mecburiyetinde kaldılar. Mücadele devam
etmektedir. İlk müsademe Maraş’ta oldu ve netice haklının lehine mütemayildir.”263
Şüphesiz İstiklal mücadelesinin kronolojisini yazmaya gerek yoktur. Her iki
cepheyi şöylece özetleyebiliriz:
Güney Cephesi’ndeki şehir mücadelesi 20 Ocak 1920’de Maraş’ta başlamış,
1921 Mart’ı ortalarına kadar sürmüştür. Fransızlarca 20 Ekim 1021’de Ankara
İtilafnamesi imzalanmış ve bunun 8. maddesi ile Hatay hariç olmak üzere bugünkü
262
263
Süslü, Türk Tarihinde Ermeniler, s.195.
Karacakaya, Ermeni Meselesi, s.72.
148
Suriye hududu tesbit edilmiş, harp haline son verilmiş ve Fransızlar çekilirken, işgal
sırasında yaptıkları gaddarlık dolayısıyla başlarına birşey gelebileceğini düşünen
Ermeni komitacıları da Fransızlar’la beraber gitmişler, yerlerinde kalmak isteyen
Ermeni halkı da adeta zorla beraber sürüklemişler ve bu cephe tasfiye edilmiştir.
Doğu Cephesi’nde ise Ermeniler’in devam eden saldırıları, gerek İngilizler’e
gerek Erivan Hükümeti’ne yazılan yazılara rağmen durmayınca 28 Eylül 1920 günü
Karabekir Paşa harekâta başlamış, 30 Ekim’de Kars da dâhil Ermeniler’in elindeki
bütün Türk toprakları istirdad edilmiştir. 7 Kasım’da Gümrü’ye girildi ve Ermeniler
mütareke istediler. Ermeniler mütareke şartlarını ağır bularak 10 Kasım’da reddedince,
harekât yeniden başladı, Ermeniler 17 Kasım’da yeniden barış istediler, 3 Aralık’ta
Gümrü Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmanın 10. maddesi ile Ermenistan, Sevres
Anlaşması’nın batıl olduğunu kabul ve İtilaf Devletleri hükümetlerinin siyasi
merkezlerinin bir tahrik vasıtası yaptığı heyetlerini Avrupa ve Amerika’dan geri
çağırmayı kabul ediyordu. 6. madde ile de, dünya savaşı sırasında düşman ordularına
katılan veya kendi hükümetlerine karşı savaşan veya katliamlara katılanlar hariç bütün
mültecilerin vatanlarına dönmeleri kararlaştırılmaktaydı. Hudut bugünkü huduttan daha
fazla Türkiye lehine idi. Ermenistan ile Gürcistan arasında savaş başlayınca, bu defa
Gürcüler’in işgalinde olan Ardahan 23 Şubat 1921’de, Batum da Mart’ta ele geçirildi.
16 Mart’ta Rusya ile Moskova Andlaşması imzalandı. Bu anlaşma ile
Türkler’in eline geçmiş olan Batum Gürcüler’e, Nahcivan bölgesi de Azerbaycan’a
bırakıldı ve bugünkü hudut tesbit edildi. Bu anlaşmayı tamamlar mahiyette olmak üzere
13 Ekim 1921 tarihinde Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan hükümetleriyle Kars
Muahedesi imza edildi. Her iki anlaşmada da Sevres’in tanınmadığına dair bir hüküm
de yer alıyordu. Madde aynen şöyledir: “(Moskova Muahedesi Madde 1) Hükümetleri
Türkiye’ye müteallik olup da elyevm B.M.M.’nce temsil edilmekte bulunan Türkiye
Milli Hükümeti’nin tanımadığı hiç bir beynelminel senedi tanımamayı kabul ederler.”
Bu şekilde Doğu Cephesi de tasfiye ediliyordu.
İstiklal Mücadelesi süresince İtilaf Devletleri’nin de iki kere barış teklifi
olmuştur. Her iki teklifte de Ermenilerle ilgili bir kayıt yer almamıştır. Birinci teklif
İnönü Zaferi’nden sonra gelmiş ve 21 Şubat’ta Londra’da bir toplantı yapılmıştır. Buna
hem Babıâli, hem de Ankara temsilci yollamıştır. Bu toplantıda Sevres Anlaşması
149
şartlarının bir ölçüde iyileştirilmesi teklif edilirken Ermeniler’le ilgili olarak da
Türkiye’nin, Anadolu’nun doğu sınırlarında Ermeniler için bir yurt kurma hakkını ve bu
yurdun hudutlarını Cemiyet-i Akvamca seçilecek bir komisyon tarafından tesbit
olunmasını kabul etmesi isteniyordu.
İkinci teklif 1922 Mart’ında yazılı olarak geldi. Sevres şartları biraz daha
iyileştiriliyor, doğuda gene bir Ermeni yurdu kurulması ve bu işe Cemiyeti Akvam’ın
iştirak ettirilmesi isteniyordu. Bu teklif de neticesiz kaldı.
Milli mücadele 11 Ekim 1922 Mudanya Mütarekesi ile sona erdi.
Mütarekename’de Ermeni konusuna temas edilmemekte idi.264
2.18.LOZAN VE SONRASI
Türkiye ile bir barış anlaşması akdedilmek üzere Lozan’da konferans
toplanacağı belli olunca, Ermeni davasının yürütücüleri bu konferansa kabul edilmek
veya görüşlerini duyurmak üzere büyük bir kampanyaya girişmişlerdir. Bu
yürütücülerin başında görülenler Aharonyan, Hadisyan, Noradunkyan, Leon Palıyan
gibi kişilerdi.
Hadisyan’ın, Fransa, İtalya ve İngiltere hükümetlerine 18 Ağustos 1922’de
birer mektup yollayarak, doğu meselelerini düzenleycek ön komisyona katılmayı talep
ettiğini, ancak kendisine 21 Ağustos’ta verilen bir cevapla bu talebinin kabul
edilmediğini biliyoruz. Hadisyan 18 Kasım 1922’de bu ülkelere yeni bir mektup daha
yollamış ve aynı talebi yenilemiştir. Bütün bu gayretler sonucu, ismi geçen bu 4 kişinin
Lozan Azınlıklar Alt Komitesi’nde dinlenmelerine imkân sağlanmışsa da, müzakerelere
katılmaları sözkonusu olmamıştır.265
12 Aralık (1922) günü başkanı bulunduğu “Ülke ve Askeri Sorunlar
Komisyonu’’na azınlıklar meselesini getirdiğinde Curzon, Müttefiklerin Savaş’a
Ortadoğu’daki azınlıkların korunması ve kurtarılması için gördiklerini iddia ederek
Milletler Cemiyeti himayesinde etkili bir sözleşme ile bu taahütlerin yerine getirilme
zamanının geldiğini belirtecektir. Ermeniler, Lozan Konferansı toplanınca (20 Kasım
264
265
Öke, Ermeni Sorunu 1914–1923, s.165.
a.g.e. , s.200.
150
1922) Konferansa da bir muhtıra sunmuşlardır. Sözkonusu muhtırada ileri sürülen iddia
ve taleplerin bazıları aşağıdadır:
“Bu savaş, Ermeniler’den, ölçülmeyecek kadar çok sayıda kurbanlar almıştır.
Türkiye Ermenistan’ının 2.250.000 Ermeni’sinin 1.250.000’i yok edilmiştir.
700.000’i
Kafkasya’ya,
İran’a,
Suriye’ye,
Yunanistan’a
Balkan
devletleri
memleketlerine ve diğer yerlere göç etmişlerdir. Halen Türkiye Ermenistan’da köylerde
ancak 130.000, İstanbul’da 150.000 Ermeni vardır. Bunlar da daima göç etmeye
hazırlıklıdırlar.266
Milli ocağın kurulması için üç şekilde karar vardır:
1-Saygıdeğer ABD Cumhurbaşkanı’nın hakemlik ederek verdiği karar yani
Ermenilik için bir arazi parçası ayrılması.
2-Erivan Cumhuriyeti hududunun, doğu illerinin bazı kesimlerinin ve denizde
de çıkış limanı verilmesi suretiyle genişletilmesi
3-Bu ocağa Sevres Anlaşması’na uyularak, Suriye’ye verilmiş ve daha sonraki
Ankara Andlaşması’yla da Türkiye’ye terkedilen Kilikya’nın bir kısmının da
katılması.”267
ABD, Lozan Konferansı’na müşahit olarak katıldı. ABD ile Türkiye arasında
harp hali bulunmadığından barış yapılması da tabiatiyle sözkonusu değildi. Konferansa
gelen ABD heyetinin yazılı talimatında Ermeniler’ le ilgili olarak yer alan husus şuydu:
“Ermeni yurdu konusu ortaya atılabilir. Rusya’da daha düzenli şartların ortaya
çıkmış olması sonucu, Türkiye’deki Ermeniler için, Rusya Kafkasyası’nın en iyi
melceyi teşkil etmesi mümkündür.”268
Lozan Konferansı Birinci Komisyonu’nun azınlıklar konusundaki 12 Aralık
1922 tarihli genel oturumunda, Başkan Lord Curzon Ermeni sorununu da ortaya
getirmiş ve şunları söylemiştir:
“Bunların gelecekleri bakımından kendilerine özel olarak verilmiş sözler
yüzünden de özellikle gözönünde tutulmaları gerekmektedir. Şimdi bir Sovyet
266
Halaçoğlu, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s.142.
Alkaya, a.g.e. , s.133.
268
a.g.e. , s.134.
267
151
Cumhuriyeti olan eski Rus Vilayeti Erivan’da bana söylediklerine göre, aşağı yukarı
1.250.000 nüfuslu fakat her yerden gelmiş göçmenlerle dolmuş taşmış ve daha kalabalık
bir nüfus kabul edemeyecek durumda bulunan, bir sözde Ermeni Devleti vardır.
Öte yandan, Kars, Ardahan, Van, Bitlis ve Erzurum’un Ermeni nüfusu
neredeyse yok olmuştur. Fransızlar Kilikya’yı boşalttıkları zaman, bu vilayetin paniğe
kapılan Ermeni nüfusu onların ardından gitmiştir, şimdi de İskenderun, Halep, Beyrut
şehirlerinde ve Suriye sınırı boylarında dağınık bir durumdadırlar. Sanırım ki,
Türkiye’nin asyadaki ülkesinde bir zamanlar 3 milyona varan Ermeni nüfusundan şimdi
ancak 130.000 kişi kalmıştır. Yüzbinlercesi Kafkasya’ya, Rusya’ya, İran’a ve komşu
bölgelere sığınmak üzere dağılmışlardır.
İşte böylece, sık sık öne sürülmüş olduğu gibi, Türkiye asyadaki ülkesinin bir
yerinde ister kuzey doğu vilayetlerinde ister Kilikya’nın güney doğusu ile Suriye
sınırlarında Ermeniler için bunların diledikleri bir toplanma merkezi bulmalıdır.”269
Aynı toplantıda, Türkiye’deki azınlıklar hakkında genel bir konuşma yapan
İsmet Paşa, Ermeni konusunu da ele almıştır. Bu meselenin kısa bir tarihçesini yaptıktan
sonra, konuşmasını günün sorununa getirmiş ve bu arada; “Yalnız Türk vilayetlerinden
kurulu bir duruma sokulmuş Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde, artık bağımsız bir
devlet kurabilecek herhangi bir azınlığın bulunmadığını belirtmek yerinde olur.
Milliyetler prensibi her yerde eşitlikle uygulanıncaya kadar, Osmanlı İmparatorluğu’nun
önemli sayıda Türk olmayan unsurlar kapsayan parçalarını bağımsızlığa kavuşturma
akımı, günden güne ayrılma akımlarının varolması, bir ölçüde haklı gösterilebilirdi.
Durum bugün bambaşkadır. Marsilya’da yerleşmiş Rumlar’ın orada bağımsız bir Rum
Devleti kurmaları, ya da burasını ana yurtlarına katmaları mantık yönünden nasıl
düşünülemezse, Türkiye Rumları ‘nın, ya da Ermenileri’nin de buna benzer istekler öne
sürmeye hakları olmaz.
Gerçekten Ermeniler bakımından Türkiye ile Ermenistan arasında yapılmış
andlaşmalarla desteklenmiş dostluk ve iyi komşuluk ilişkileri, Ermeni Devleti’nin
herhangi bir kışkırtmaya girişme olanağını ortadan kaldırmaktadır. Öte yandan,
Ermeniler arasında Türkiye’de kalmaya karar verenlerin iyi birer yurtdaş olarak
269
Temuçin Ertan, Ayastefanos'tan Lozan'a Siyasal Antlaşmalarda Ermeni Sorunu, Yeni Türkiye
Yayınları, Ankara, 2001, sayı,37.
152
yaşamak kesin zorunluluğunu şimdiye kadar anlamış olmaları gerekir.”270
İsmet Paşa’dan sonra M. Venizelos söz almış ve Rum azınlığından
bahsederken kısaca Ermeniler’e de değinmiş daha sonra ABD temsilcisi Mr. Child söz
alarak, Ermeni yurdu konusuna dolaylı olarak temas etmiştir.
Toplantıda son sözü gene İsmet Paşa alarak, Lord Curzon’a cevap hakkını
mahfuz tuttuğunu dile getirerek, M. Venizelos’a cevap vermiş ve bu arada şunları
belirtmiştir:
“M. Venizelos Küçük Asya’nın Yunanlılarca işgal edilişinin Ermeniler için
yeni acılar, yeni talihsizlikler kaynağı olduğunu şüphesiz görmezlikten gelmektedir. Bu
zavallı halk zorla silâhaltına alınmış ve Yunan ordusu saflarına katılmıştır. Ermeniler
cepheye gönderilmiş ve Türkler’e ateş etmeye zorlanmışlardır. Bozgundan sonra çok
büyük yakıp yıkmalara girişilmiştir. Üstelik Yunan makamları işlenmiş bütün bu suçları
Ermeniler’in üzerine atmak için kasıtlı propagandalar yapmaya koyulmuşlardır. Daha
sonra,
Yunanlılar
Asya’dan
çekip
gittikleri
zaman
Ermeniler’i
de
birlikte
sürüklemişlerdir. Dünyada Ermeniler’in başına gelenlere herkesin önünde acımağa
cesaret edebilecek hükümetlerden en sonuncusunun, Ermeniler’in başına gelen
talihsizliklerin doğrudan doğruya yaratıcısı durumundaki Yunan Hükümeti’nin
olacağını kabul etmek zorunludur.”271
2.19.MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN ERMENİLER VE TEHCİRLE İLGİLİ
GÖRÜŞLERİ
Kurtuluş Savaşı sırasında, 24 Şubat 1921’de Amerikalı Gazeteci Clarence
K.Streit’in gazetesi adına Ermeniler hakkında sorduğu soruya Atatürk’ün vermiş olduğu
cevap şöyledir:
“Düşmanca ithamda bulunanların sürdürdükleri büyük mübalağalar dışında
Ermenilerin tehciri meselesi aslında şuna inhisar etmektedir.
Rus ordusu 1915 ‘te bize karşı büyük taaruzunu başlattığı bir sırada o zaman
Çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Ermeni Komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde
270
271
Alkaya, a.g.e. , s.135.
a.g.e. , s.135.
153
bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü
karşısında çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimizi daima iki ateş arasında kalmış
gibi görüyorduk. İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız şekilde katlediliyor,
gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm
sürdürülüyordu.
Bu cinayetleri işleyen ve saflarına eli silâh tutabilen bütün Ermenileri katan
çeteler, silâh, cephane ve iaşe ikmallerini, bazı büyük devletlerin daha sulh zamanından
beri, kendilerine kapitülasyonların
bahşettiği dokunulmazlıklardan bilistifade ve bu
maksada matuf olarak büyük stoklar husule getirmeye muvaffak oldukları Ermeni
köylerinden yapıyorlardı.
İngiltere’nin sulh zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda’ya reva
gördüğü muameleye hemen
272
hemen kayıtsız bir şekilde bakan dünya efkârı, Ermeni
ahalinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir
ithamda bulunamaz. Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar
hayattadır ve bunlardan ekserisi şayet İtilaf devletleri bizi tekrar harp etmeye zorlamasa
idi evlerine dönmüş olurlardı.”273
Atatürk’ün azınlıklar ve patrikhaneler hakkındaki görüşleri ise millî devlet
anlayışı içerisinde değerlendirilmelidir. O, millî devlete geçiş yıllarında milliyetçilerin
azınlıklar politikasını, “Milletçe kesin bir şekilde savunulması istenen ve gerekli
görülen haklar özellikle iki noktada önem kazanır. Birincisi, devlet ve milletin mutlak
olarak tam bağımsızlığı, ikincisi de vatanın ana274 topraklarında çoğunluğun azınlıklara
feda edilmemesidir.” sözleri ile formüle etmiştir. Şüphesiz, Atatürk bu ifadeleri ile daha
o yıllarda azınlıkların ülke üzerindeki saltanatlarına son verilmesi gereğine işaret
ediyordu.
Atatürk, dış güçler tarafindan psikolojik savaşın piyonu haline getirilmiş
bulunan azınlıkların, Osmanlı Devleti içindeki durumlarını da 19 Eylül 1921 tarihinde
şöyle açıklamaktadır:
272
Özsoy-Ataünal, a.g.e. , s.171.
a.g.e. , s.172.
274
Erdal İlter, Ermeni Kilisesi Ve Terör, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma Ve Uygulama
Merkezi Yayınları, Şafak Matbaacılık Basım, Ankara, Nisan 1996, s.76
273
154
“Hükümetimizin ve milletimizin, Hıristiyan unsurlara karşı adilâne bir surette
hareket etmekliğimiz, geleneklerimiz icablarından ve dinimiz geleneklerindendir. Ve
hakikaten Hıristiyanlar’a âdilâne muamele edildiğine en büyük delil, memleketimizin
her noktasında, en ufak köyünde bile, Hıristiyan unsurların Müslümanlardan ziyade
huzur ve refaha ve servete malik olmalarıdır. Eğer bunlar hakkında zulüm ile gasp ile
adaletsizce muamele edilmiş bulunsa idi, elbette bugünkü hâl ve vaziyette bulunmamaları lâzımdı. Bundan ötürü, bunun için başka bir delil ve sebep söylemeye
lüzum görmüyorum. Fakat bu Hıristiyan unsurların haricin teşviki ile veyahut ekmeğini
yediği toprağa nankörlük ederek millî varlığımızı zedelemek, bozmak teşebbüslerinde
bulunacakların fenalıklarına set çekmek pek tabiî ve zaruridir. Bugün en büyük, en
kuvvetli ve en medenî milletlerin bu gibi meselelerde bize nisbetle pek sert ve zorlayıcı
muamelelere teşebbüs etmekte olduğu herkesçe bilinmektedir.”275
Mustafa Kemal Atatürk, yurdu parçalamaya azmetmiş olan Batılı büyük
devletlerin propaganda içerikli faaliyetlerine ve azınlıklar üzerindeki çalışmalarına dikkati çekmektedir. O, gerek Millî Mücadele günlerinde, gerekse 1923–1938 yılları
arasındaki inşa döneminde, iç politikayı millî birlik ve beraberlik içinde, Türk Milleti’ni
yüceltmek biçiminde görmüştü. Milli Mücadele’nin en çetin günleri yaşanırken,
TBMM’nin 6 Mart 1922 tarihli gizli oturumunda şöyle diyordu:
“...Asıl olan dâhili cephedir. Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin
vücuda getirdiği cephedir. Zahirî cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki müsellâh cephesidir. Bu cephe; tezelzül, tebeddül edebilir, mağlûb olabilir.
Fakat bu hal, hiçbir vakit bir memleketi, bir milleti, mahvedemez. Mühim olan, memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren dâhilî cephenin sükûtudur. Bu hakikate
bizden ziyade vâkıf olan düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için asırlarca çalışmışlar ve
çalışmaktadırlar. Bugüne kadar muvaffak da olmuşlardır. Filhakika, kaleyi içinden
almak, dışından zorlamaktan çok kolaydır. Bu maksatla, şahıslarımıza kadar temasa
gelebilen müfsit mikropların, vasıtaların mevcudiyetini iddia etmek caizdir.”
Atatürk, Türkiye’de ileride azınlıklar arasında dış mihraklarca yönlendirilecek
propaganda kampanyalarına karşı da, Türk gencinin hazırlıklı olması gerektiğini vur-
275
a.g.e. , s.77.
155
gular ve daha 16 Temmuz 1921 tarihinde şöyle der:276
“Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken, onlara bilhassa varlığı ile hakkı
ile birliği ile çelişen bütün yabancı unsurlar ile mücadele lüzumu ve millî düşünceleri,
tam bir imanla, her mukabil fikre karşı şiddetle ve fedakârâne müdafaa mecburiyeti
aşılanmalıdır.”
Azınlıklar konusunda Mustafa Kemal Paşa’ya yabancı gazetecilerin sormuş
oldukları sorular ne kadar anlamlı ise, aldıkları cevaplar da o derece milliyetçi ve
insanîdir. Philadelphia-Public Ledger muhabiri Clarence K.Streit’in TBMM Reisi
Mustafa Kemal’e 26 Şubat 1921 tarihinde sorduğu 19 soru arasında yer alan azınlıklar
ile ilgili sorular ve cevaplar şöyledir:119
“Soru 5: Türkiye’deki gayr-i Müslim anasır meselesi hakkında hükümetiniz ne
gibi bir suret-i hal teklif eder?
Cevap 5: Bu sorunun cevabı Misak-ı Millîmiz içinde mevcuttur.
Soru 6: Muharebe devam ettiği müddetçe hükümetinizin Anadolu’daki
Rumlar’a ve Ermeniler’e karşı meslek-i hareketiniz nedir?
Cevap 6: Müslim ve gayr-i Müslim Türk vatandaşları arasında hiçbir ayırım
yapmıyoruz. Böylece Rumlar’ın ve Ermeniler’in düşmanla birlikte vatana hıyanette
bulunmadıkları müddetçe endişe edecekleri bir husus yoktur.”277
Atatürk, 4 Mayıs 1924 tarihinde de, New York Herald Gazetesinin muhabirine
verdiği demeçte120, Patrikhaneler, kiliseler ve Ermeniler hakkındaki soruları açıklıyordu.
“...Patrikhanelerin hiddetini tahrik etmeden usûl-i tedrisimiz tebdil edilemezdi.
Bunlar muavenet maksadıyla daima ecnebi hükümetlere müracaat ediyorlardı... Rum
Ortodoks ve Ermeni Patrikhaneleri vasıtasıyla idare usulümüz, diğer kilise idareleri
ihdasını elzem kıldı... İmparatorluk hududu dâhilinde her millet kendi lisanını ve dinini
talim ederdi. Fakat bu mektepler ihanet projelerine hizmet ettiler. Ermeniler, Türk
hâkimiyeti altında, açıkça müstakil bir kraliyet lehinde çalışıyor, ecnebî anasırın fiilî
muavenetiyle hayallerini hîz-i fiili isale için mütemadiyen entrikalarda bulunuyorlardı...
276
277
a.g.e. , s.78.
a.g.e. , s.79
156
Türkiye’de mektepler ve kiliseler tahrikâtın ocağı idi.”
Mustafa Kemal Atatürk, Erzurum Kongresi’nden itibaren azınlıklar konusunda
sarfettiği bütün bu ifadeleri ile büyük devletlerin Osmanlı Devleti’ni parçalamak için
kullandıkları metotların yeniden kullanılmasına sebep olacak bütün yolların ortadan
kaldırılmasının zaruretine işaret ediyor ve azınlıkların Türkiye’de herhangi bir vatandaş
ile eşit hak ve vazifelere sahip olacağını da ilâve ediyordu.278
278
a.g.e. , s.80.
157
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
KÜTAHYA ERMENİLERİ
158
3.1.KÜTAHYA VE KÜTAHYA ERMENİLERİ TARİHİ
3.1.1.Türkler Öncesi Kütahya
Anadolu’nun eski şehirlerinden birisi olan Kütahya’nın kuruluş tarihini tesbit
etmek mümkün olmamaktadır. Ancak antik kaynaklar bu şehri Esop’un doğduğu
memleket diye bildirirler ki, bu takdirde Kütahya’nın M.Ö. VI. yüzyılda mevcut olması
gerekmektedir. Şehrin ismi eski kaynaklarda Kotiacion, Kotiaion, Cotyaeium,
Cotyaeum ve Kotyaium şeklinde geçmektedir. Strabon, Frigya Epiktetos’un bir şehri
gibi zikretmekte ve şehrin adının Kotys’in şehri manasına gelen Kotiaion olduğunu
belirtmektedir. Birçok yolların kavşak noktasında ve bugünkü şehre hakim tepede
kurulduğu kabul olunan Kotiaion’un ilk devirlerine ait hemen hiçbir arkeolojik eser
kalmamıştır.279
Bugün halk arasında anlatılan bir efsaneye göre “çok eski zamanlarda çanakçömlek pazarına birbirinden güzel testiler, tabaklar, vazolar, sürahiler getiren dul bir
kadın vardır. Bu kadının pazara getirdiği mallar öyle zarif ve sağlamdır ki, kadının
yolunu gözleyen müşterileri, bu mallardan satın almak için kucak dolusu para harcarlar.
Bir süre sonra, çanak-çömlek esnafı iflas edecek noktaya gelince, toplanıp bir karar
alırlar. “Bu kadının hüneri, yaptığı çanak-çömleklerin toprağında olmalı, izini güdelim,
nereden toprak alıyorsa öğrenip biz de oradan alalım” diyerek bir pazar dönüşü kadını
izlerler. Kadın uzun bir yürüyüşten sonra bugünkü Kütahya’nın bulunduğu yere gelerek,
küçük bir tepeden heybesini toprakla doldurarak geri döner. Bu olaydan sonra bütün
çanak- çömlekçiler bu yörede toplanırlar. Hızla gelişen yörede bir süre sonra şehir
kurulur”.280
Efsaneye göre kurulan şehrin adına “seramik şehri” anlamına gelen
“Seramorum” adı verilir. Sonradan Friglerin ‘”Kotiyom” adını verdikleri şehir,
Türklerin eline geçmesinden sonra Kütahya olarak adlandırılmıştır.
279
280
Hakkı Dursun Yıldız, Atatürk'ün Doğumunun 100. Yılına Armağan; Kütahya’nın Tarihçesi,
Formül Matbaası, Kütahya, 1981, s.35
Kevser Değirmenci; 19.yy.ın Sonları ve 20. yy.ın Başlarında Kütahya Vilayetinin Demografik
Yapısı ve Ekonomik Durumu, Yayınlanmamış Yükek LisansTezi, Pamukkale Üniversitesi,
Denizli, 2001, s.7.
159
Antik kaynaklar, Kütahya’dan Ezop’un doğduğu şehir olarak bahsederler.
Buradan hareketle şehrin MÖ. VI. yy. da mevcut olması gerekmektedir.281
Kütahya’daki ilk siyasî hâkimiyeti Frigler kurmuştur. Frigya’nın sınırları kesin
olarak tespit edilememiştir. Bunun sebebi Frig sınırlarının sık sık büyümesi, bazen dış
saldırılarla toprak kaybedilerek küçülmesi, değişmesidir. Eski Yunan ve Latin
yazarlarının eserlerindeki bilgilere göre, Frigya döneminde yöre toprakları ikiye
ayrılmaktadır. Buna göre, ilin doğu yakasındaki topraklar Frigya ya da Epiktetos
Frigyası, batı yarısındaki topraklar da Misya adıyla anılmaktadır. Antik çağ eserlerinde,
Kütahya’nın yanı sıra, Dorilaion (Eskişehir), Kadi (Gediz), Nakoleia (Seyitgazi) gibi
yerleşim yerleri de yörenin önemli şehirleri arasında sayılmaktadır.282
Frigler’in hâkimiyeti M.Ö. 546 yılında Pers Kralı Kyros’un hemen bütün
Anadolu ile birlikte Kütahya’yı da almasına kadar devam etmiştir. Persler uzun müddet
Kütahya’yı ellerinde bulundurmuşlardır. “Onbinler”in yardımı ile büyük kardeşi II.
Artaxerxes’e karşı isyan eden genç Kyros, 401 yılında Kütahya yakınlarından geçmiştir.
M.Ö.333 yılında Makedonya kralı Büyük İskender tarafından Perslerin elinden alınan
Kütahya bu büyük hükümdarın ölümünden sonra İmparatorluğun parçalanması üzerine
kumandanlarından Antigonos idaresine geçmiştir. M.Ö.278’de Bitinya Krallığının
sınırlarına dâhil edilen Kütahya daha sonraları Bergama Krallığının hâkimiyetine
girmiştir. Bergama kralı III. Attalos’un m.ö. 133 yılında ölümüyle ülkesi, bu arada
Kütahya, Roma İmparatorluğuna bağlanmıştır.283
Romalılar devrinde, ülke sekiz parçaya ayrılarak her birinin idaresi “fiker”
denilen bir memura verilmiştir. Romalılar dönemi boyunca Kütahya’da bu parçalardan
birine bağlanarak idare olunmuştur. Kütahya, Romalılar zamanında Hristiyanlığın
önemli merkezlerinden biri haline gelmiştir. Bunun en önemli nedeni, IV. yüzyıl
başlarında Roma topraklarında ortaya çıkan dinsel çatışmalardır. Bu çatışmalar sırasında
birçok Hristiyan, merkezi yönetimin baskısından kaçmak için İzmit’e, oradan da
Kütahya’ya gelmiştir. Bir süre sonra Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasıyla şehir
Bizans hâkimiyetine girmiştir. Bizans imparatorları şehre hâkim yüksek ve sarp tepe
üzerine saray yaptırarak, bunu burçlarla sağlamlaştırmışlar ve bundan başka şatoyu iki
281
282
283
İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Kütahya Şehri, Devlet Matbaası, İstanbul, 1932, s.7.
Kemal Panikoğlu, Olayların İçinde Kütahya, Ekspres Matbaası, Kütahya, 1968, s.27.
Yıldız, a.g.e. s.35.
160
kat sur içine almışlardır. Varlığına günümüze kadar taşımış olan Kütahya Kalesi işte bu
surlardan ve saraydan ibarettir. Bu devirde Kütahya, piskoposluk merkezi ve ticarî
öneme sahip bir şehirdir.284
Kütahya; Anadolu uygarlıklarının beşiği kabul edilebilecek zengin bir birikime
sahip. Ünlü Heredot’un dünyanın en kadim kavmi olarak zikrettiği Frigyalılarla
başlayan bir geçmişi var. Antik kaynaklar, Kütahya’nın masalcı Ezop’un doğduğu
memleket olduğuna da işaret ediyorlar. M.Ö. VI. Yüzyıla uzanan mazisinde
Kütahya’dan Persler, Hellenler geçmiş; İskender’i ağırlamış, Bergama Krallığı’na yurt
olmuş, Roma’ya bağlanmış ve Bizansın egemenliğini görmüş. Kütahya’nın arkeoloji
müzesinde bu döneme tanık olmuş eserlere rastlayabilirsiniz.285
3.1.2.Türkler Zamanında Kütahya
3.1.2.1.Anadolu Selçuklu Devleti Dönemi
Malazgirt Zaferini takip eden yıllarda Anadolu’nun fethine girişen Türkler
süratle batıya doğru ilerliyorlardı. Nitekim çok geçmeden Kutalmışoğlu Süleyman Şah,
İznik merkez olmak üzere 1078 yılında Anadolu Selçuklu Devletini kurmuştu.
Süleyman Şah, Anadolu Selçuklu Devletinin kurulmasını müteakip derhal fetihlere
başladı. Marmara ve Batı Anadolu Bölgelerinde birçok şehir ve kaleyi zaptetti.
Muhtemelen aynı yıllarda yani 1075-1078’de Kütahya Türklerin eline geçmiştir.286
1233 tarihli Yoncalı Hamamı Kitabesi’nden anlaşıldığına göre, Kütahya I.
Alâeddin Keykubad zamanında (1220–1237) kesin olarak ve bir daha elden çıkmamak
üzere Anadolu Selçuklularının eline geçmiştir.287
Kütahya’da mevcut inanışa göre Kütahya’yı Bizanslılardan alan komutan,
İmadüddin Hezardinari’dir. Kütahya’da bir hayli eseri olan bu kişi, şimdiki Sadettin
Camii’nin minaresi dibinde gömülüdür.
Kütahya, I. Haçlı ordularının Anadolu’ya girmesine kadar Türklerin elinde
kalmıştır. Haziran 1097 tarihinde Anadolu Selçuklu Devletinin merkezi olan İznik,
284
İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, Milli Eğitim Bakankığı Yayınları, İstanbul, 1992, s.39.
Mim Kemal Öke, Tarihihn Tanıklığında Evliya Çelebi’nin Kütahyası, İrfan Yayıncılık, İstanbul,
2006, s.16.
286
Yıldız, a.g.e. , s.36.
287
Değirmenci, a.g.e. , s.9.
285
161
Haçlıların, dolayısıyla Bizans’ın eline geçince Sultan I. Kılıç Arslan, Orta Anadolu’ya
çekilmek zorunda kaldı.288
Anadolu Selçuklu Devleti, I. Kılıç Arslan’ın 1107 yılında ölmesinden sonra
oldukça önemli sarsıntılar geçirdiyse de, 1110 yılında Şehinşah’ın başa geçmesiyle bu
sarsıntılar durmuştur. Şehinşah, 1113’te Bizans’a savaş açar ve Anadolu Selçuklu
ordusu Bizans topraklarında ilerleyerek Çanakkale’ye kadar gelir. Bizans imparatoru I.
Aleksios da buna karşılık vermek üzere ordusuyla birlikte Anadolu’ya geçmiştir. Bizans
ordusunun başında fiilen İznik Valisi Kamitzes bulunmaktadır. İki ordu arasında çıkan
savaşta Bizans ordusu bozguna uğramış, Kamitzes esir düşmüştür. Bunun üzerine
imparator I. Aleksios ordusuyla birlikte Kütahya çevresindeki Selçuklu ordusunu kesin
bir yenilgiye uğratmıştır. Daha sonra geri dönen Anadolu Selçuklu ordusu ile Bizans
ordusu yeniden savaşa tutuşmuşlar ve her iki ordu da ağır kayıplar vermiştir. Bu arada
kaçarak esaretten kurtulan İznik valisi de imparatorla birlikte İstanbul’a gitmiştir.289
Sultan II. Kılıç Arslan, 1182 yılında yeni bir fetih hareketine girişerek Uluborlu
ve Kütahya’yı zaptetti. Böylece Kütahya Birinci fetihten bir asır sonra tekrar Türklerin
hâkimiyetine girmiş oluyordu.290
1243 yılında Anadolu Selçukluları Moğollara yenilmiş ve böylece yalnız
Kütahya’da değil, bütün bölgede bir huzursuzluk dönemi başlamıştır. Anadolu Selçuklu
Devletinin parçalanması, aynı zamanda bölgede beylikler döneminin başlangıcı
olmuştur.291
3.1.2.2.Germiyanoğulları Beyliği Dönemi
Sultan Alâeddin Keykubad zamanında Kütahya’nın kesin olarak Türklerin
hâkimiyetine girmesini takip eden yıllarda bu havaliye kesif bir Türkmen yerleşmesi
olmuştur. Anadolu’nun Moğollar tarafından istilası sebebiyle bu kesafet daha da
artmıştır. Kaynakların ifadesine göre Kütahya ve çevresine yerleşen Türkmenlerin sayısı
üç yüz bin civarında idi. Aynı tarihlerde, Kütahya merkez olmak üzere bir beylik
kuracak olan Germiyan aşiretinin de Kütahya havalisine yerleştiği görülmektedir.
288
Yıldız, a.g.e. , s.36.
Değirmenci, a.g.e. , s.10.
290
Yıldız, a.g.e. s.37.
291
Değirmenci, a.g.e. , s.10.
289
162
Anadolu Selçuklu Devleti’nin zayıf düşmesinden yararlanıp bağımsız olmak
isteyen öbür beylikler gibi Germiyanoğulları da, özellikle Kütahya ve çevresine
yerleştikten sonra, 1243’ten beri Moğol himayesinde bulunan ve onlara vergi veren bir
devlet durumuna düşmüş bulunan Anadolu Selçuklularına karşı mücadeleye
girmişlerdir.292
Yakup
Bey
1300
yılında
Anadolu
Selçuklu
Devleti’nden
ayrılarak
bağımsızlığını ilan etmiş ve böylece merkezi Kütahya olmak üzere bağımsız
Germiyanoğulları Beyliği ortaya çıkmıştır.293
Germiyanoğulları, ülkelerinin bir ara 12 yıl süreyle Osmanlı padişahı Yıldırım
Bayezid’in eline geçtiği dönem sayılmazsa, 1428 yılına kadar bağımsız yaşamışlardır.
Beylik, bu tarihten sonra Osmanlı Devleti’ne katılmıştır.294
Yakup Bey zamanında Germiyanlılar ile Osmanlılar arasındaki münasebetler
düşmanca bir seyir takip etmekte idi. Batı Anadolu’daki beylikleri himayesine almış
olan Yakup Bey, Osmanlılar’ın kuvvetlenmesini istemiyor ve fırsat buldukça onların
arazisine akınlar yapmaktan geri durmuyordu. 1313 yılında yapılan savaşta Yakup
Bey’in kuvvetleri Osmanlılar’a mağlup olmuştur.
I. Yakup Bey’in ölüm tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber 1340 yılından
sonra olduğu muhakkaktır.
Yakup Bey’in vefatından sonra yerine oğlu Mehmed Bey geçmiştir. Mehmed
Bey devrine ait kaynaklarda çok az bilgi bulunmaktadır. Askeri faaliyetleri arasında
Kula ve Simav’ın Bizans’tan alınmasını zikredebiliriz. Buna rağmen Germiyanoğulları,
babası zamanındaki kuvvet ve kudretini kaybetmiştir. Nitekim Aydınoğullarının artık
Mehmed Bey’e tabi olmadığı görülmektedir. Mehmed Bey’in ölüm tarihi kesin olarak
bilinmemekle beraber bazı kayıtlardan 1361 yılında öldüğünü çıkarmak mümkündür.
Mehmed Bey’in vefatı üzerine Germiyanoğulları Beyliğinin başına geçen oğlu
Süleyman Şah iki büyük rakiple karşı karşıya kaldı. Osmanlılar ve Karamanlılar.
Kütahya’nın Osmanlılara geçmesi üzerine Yıldırım Bayezid buraya vali tayin edilmiş ve
Süleymanşah
292
293
294
da
beyliğin
merkezini
Kula’ya
nakletmiştir.
Süleymanşah
Fuad Köprülü, Osmanlı Devleti 'nin Kuruluşu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1994, s.36.
a.g.e. , s.36.
Yaşar Yücel, Anadolu Beylikleri Hakkında Araştırmalar, C:I, Türk Tarih Kurumu Yayınları. Ankara, 1991,
s.162.
163
hükümdarlığının son yıllarını Kula’da geçirmiş ve muhtemelen 1387 yılı başlarında
burada ölmüştür.
Süleyman Şah’tan sonra beyliğin başına geçen oğlu II. Yakup Bey’in ilk yılları
sükûnet içinde geçmiştir. 1390 yılında Germiyan Oğulları Beyliği Osmanlı hâkimiyetine
girmiştir. Germiyanoğulları’na ait topraklar 12 yıl süreyle Osmanlı Devleti’ne
katılmıştır.
Beyliğin ikinci devresi 1402 tarihinde başlamıştır. Timurlenk Ankara
Savaşında Yıldırım Bayezid’i yenince, bütün Anadolu beyleri gibi Germiyan beyi II.
Yakup Bey de kaybettiği topraklarına yeniden sahip olmuştur. Fakat II. Yakup Bey’in
oğlu olmadığından, ölmeden önce memleketini Osmanlılara bıraktığını vasiyet etmiştir.
II. Yakup Bey, 1428’de Edirne’ye gelip akrabası II. Murad’la görüşmüş bundan bir yıl
sonra da ölmüştür. II. Yakup Bey’in ölüm tarihi olan 1429, aynı zamanda Germiyan
topraklarının Osmanlılar’a katıldığı tarihtir.
Tarihçiler, Kütahya’nın tarihini ele aldıklarında Germiyanoğulları’na her
zaman özel bir yer vermişler, bir yüzyıldan fazla bir süre bağımsız yaşamış bu beyliğin
özellikle Osmanlılarla ilişkilerine yoğun bir ilgi duymuşlardır.295
Kütahya Germiyanoğulları zamanında tarihin en parlak devirlerinden birini
yaşamış, iktisadi ve fikri bakımdan önemli gelişmelere sahne olmuştur. Kütahya’da
birçok mimari eserler inşa edilmiş, şair, edip ve fikir adamları bu şehirde toplanarak
eserler yazmışlardır. Burası her bakımdan Anadolu’nun önemli merkezlerinden birisi
olmuştur.
3.1.2.3.Osmanlı Devleti Dönemi
Yakup Bey’in ölümü üzerine Kütahya kesin olarak Osmanlılar’a geçmiş ve
valiliğine de Umur Beyin oğlu Osman Çelebi getirilmiştir. Kütahya’nın idari bölünmede
vilayet olarak yer alışı Fatih Sultan Mehmet zamanına kadar sürmüş ve bu dönemde
merkezi Ankara olan Anadolu Beylerbeyliğine bağlı kalmıştır. Fatih zamanında 1451’de
Anadolu Beylerbeyi olan İshak Paşa Karamanlıların saldırılarını önledikten sonra
Kütahya’da oturmuş bir süre sonra da Anadolu Beylerbeyliği’nin merkezi Kütahya’ya
295
Değirmenci, a.g.e. , s.14.
164
taşınmıştır.296
Kütahya, Osmanlı idarî yapısı içinde Anadolu eyaletinin idare merkezidir.
Fakat Kütahya şehrinin yönetim açısından farklı bir yönü daha vardır. Kütahya, diğer
hemcinslerinden Manisa, Konya, Muğla, Amasya gibi şehzadelerin yönetim tecrübesi
kazanmaları için gönderilen bir şehirdir.297
Fatih zamanında merkezi Kütahya olan Anadolu Beylerbeyliğine bağlı
sancaklar şunlardır: Saruhan, Aydın, Menteşe (Muğla), Bolu, Ankara, Afyonkarahisar,
Çankırı, Teke (Antalya), Hamid (İsparta), Eskişehir, Balıkesir, Bursa.
Kesin olarak 1428 yılında Osmanlı yönetimi altına giren Kütahya 1510 yılına
kadar bir barış ve huzur dönemi yaşamıştır. Bu yılda başlayan Şahkulu ayaklanması ise
şehirde büyük bir zarara yol açmıştır.
Osmanlı idari teşkilatında Anadolu eyaleti mühim bir yer tutmakta idi.298
Kütahya, Anadolu eyaletinin merkezi olması dolayısıyla Yavuz Sultan Selim
ve Kanuni Sultan Süleyman devirlerinde, Anadolu tarafında yapılan seferlerde hem bir
toplantı yeri, hem de ehemmiyetli bir yol uğrağı idi. Kanuni Sultan Süleyman, Rodos
seferine çıkarken İstanbul’dan Kütahya’ya gelmiş ve buradan Aydın yoluyla
Marmaris’e gitmiştir. 1542 yılında Kanuni’nin şehzadelerinden Bayezid’in Kütahya
sancağını idareye memur edilmesi üzerine Anadolu eyaletinin merkezi tekrar Ankara’ya
nakledildi. Şehzade Bayezid Kütahya’da 1558 yılına kadar sancak beyliği yapmış ve bu
tarihte isyanı sebebiyle Kütahya’yı terke mecbur olunca onun yerine diğer şehzade
Selim tayin edilmiştir.
Selim, 1566 yılında babası Kanuni Sultan Süleyman’ın vefatına kadar bu vazife de kalmış ve babasının ölüm haberini Kütahya’da almış, buradan hareketle Belgrad’a
gelerek Osmanlı tahtına geçmiştir. Aynı yıl Anadolu eyaletinin merkezi tekrar
Kütahya’ya nakledilmiş ve eyalet teşkilatının devamı müddetince Anadolu eyaletinin
merkezi olarak kalmıştır. XVI. asrın ikinci yarısında Kütahya da karışıklık çıkaran
“Suhte taifesi” ile doğudan gelerek uygunsuz hallerde bulunan “Gurbet taifesi”nin
isimleri geçmektedir. Bu karışıklıklar alınan sıkı tedbirler sayesinde çabucak bertaraf
296
Yıldız, a.g.e. , s.42.
Atilla BATUR, Osmanlı Arşiv Belgelerinde Kütahya'da Sosyal Hayat III/1, Kütahya
Belediyesi Kütahya Kültür Ve Tarihini Araştırma Merkezi Yayınları, Kütahya, 2002, s.13.
298
Yıldız, a.g.e. , s.43.
297
165
edilmiştir.299
Şehzade Bayezid’in şehirde yönetici olarak bulunduğu dönem kadar, babası ve
ağabeyinin Şehzade Selim’le giriştiği saltanat mücadelesi sırasında olup300 bitenler de
Kütahya’nın sosyal tarihinde önemli izler bırakmıştır.301
Kütahya, Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümüne yakın yıllarda baş gösteren taht
kavgalarından geniş ölçüde etkilenmiş ve böylece yeni bir kargaşanın içine girmiştir. Bu
yeni kargaşa döneminin ilk olayı büyük şehzade Mustafa’nın Kanuni’nin emriyle
öldürülmesidir. Diğeri ise Bayezid’in kaçışından sonra, onun tarafını tutanların dağlara
çekilerek Celali olmalarıdır. Kütahya halkı bu dönemde özellikle Belmenoğlu
İbrahim’den çok çekmiştir.302
Kütahya’da başlayan bu iç karışıklıklar, Osmanlı Devletinin son dönemine
kadar sürmüştür.
Osmanlı Devleti’nde bundan sonraki tarihi gelişmeler içerisinde, Kütahya
şerinin de tarihi seyrinde yer aldığı olaylar; Celali İsyanları, Can Mirza Paşa Olayı,
Sahte Mütesellim Olayı ve Mısır Meselesi’dir.
3.1.2.4.Milli Mücadele Dönemi
30 Ekim 1918 de imzalanan Mondros Mütarekesi ile Osmanlı Devleti’nin
Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik olarak ayrıldığı belgelenmiştir. Kütahya o sırada
kendisine bağlı kazalar olan Uşak, Gediz ve Simav ile birlikte bir sancaktır.
Mondros Mütarekesinden hemen sonra başlayan direniş çabaları 4–11 Eylül
1919 da toplanan Sivas Kongresiyle önemli bir atılım yapmıştır. Sivas Kongresinde
seçilen Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi, yeni bir
meclis ve onun hükümeti kuruluncaya kadar idareyi devralmış ve alınan kararları bütün
Anadolu illerine duyurmuştur.
Bölgedeki gelişmelerden pek memnun olmayan İngilizler o sırada Kütahya’da
bulunan bir kısım cephaneyi İzmit’e taşımak istemişler ve böylece bölgede Milli
299
a.g.e. , s.44.
Batur, a.g.e. , s.14.
301
a.g.e. , s.15.
302
Değirmenci, a.g.e. , s.17.
300
166
Mücadelenin en önemli isimlerinden biri olan İsmail Hakkı Bey ilk kez ortaya çıkmıştır.
Şehirden çıkarılmak istenen bu cephanenin Kuva-yı Milliye için büyük bir önemi vardır.
Ali Fuat Paşa, bu nedenle faaliyete geçerek 350 kişilik bir müfrezenin kurulmasına ön
ayak olmuştur. Binbaşı İsmail Hakkı Beyin komutasındaki müfreze 20 Eylül 1919’da
Kütahya’ya girmiştir. İngilizler Eskişehir’e çekilmiş ve cephanenin şehir dışına çıkışını
kesinlikle engellemek için Kütahya Eskişehir demiryolu üzerindeki Alayunt köprüsünü
havaya uçurmuşlardır.
1920 yılı yaz ayları, Çerkez Ethem isminin öne çıktığı aylar olmuştur. Çerkez
Ethem 1920 yılı Haziran ayında başlayan büyük Yunan taarruzunu durduğu gibi,
Balıkesir, Düzce ve Gönen’de çıkan isyanları da bastırmıştır. Çerkez Ethem artık,
Kütahya ve Havalisi Kuva-yı Seyyare komutanıdır.
Çerkez Ethem Yunan saldırısının gelişme yönlerini düşünerek yanındaki
çetecilerden Priştineli İsmail Hakkı Bey’i Kütahya’ya göndermiştir. İsmail Hakkı Bey
Kütahya’ya gelir gelmez Müdafaa-i Hukuk merkezine gönderdiği yazıda bazı isteklerde
bulunmuştur. İsmail Hakkı Bey yayınladığı bildiride eli silah tutan bütün herkesin
silâhaltına alınacağını duyurarak, öte yandan kendi tespit ettiği miktarda silah ve
cephane getireni seferberlikten muaf tutacağını da ilan etmiştir.303
Yunan saldırısı 1920’nin Haziran ayında başlamıştır. Bu saldırılar Temmuzun
ikinci yarısında belirgin bir biçimde durmuştur. Ancak, bunun nedeni Yunanlılar’a karşı
gelişen direnişin çok güçlenmiş olması değildir. Yunanlılar, hem takviye bekledikleri
hem de İtilaf Devletleri’yle Osmanlı Devleti arasındaki görüşmelerin sonucuna göre
davranmak istedikleri için hareketlerini bilerek yavaşlatmışlardır.
İsmail Hakkı Bey, Milli Alay için çadıra ihtiyaç olduğunu hesaplayarak
tellallar aracılığıyla Ağustos ayı başında Kütahya halkından çadır istemiştir.
Kütahyalılar’ın her yaz boyunca ılıca ve kaplıcalara gitme alışkanlığı olduğu için bir kaç
gün içinde 400’den fazla çadır toplanmıştır.
Milli Alay yavaş yavaş kurulurken, Afyon’da bulunan Mustafa Kemal Paşa,
İsmail Hakkı Bey’in daveti üzerine 6 Ağustos 1920’de Kütahya’yı ziyaret etmiş,
istasyonda Kütahya Milli Alayını teftiş ederek, takdirlerini bildirmiştir. Kütahya’da
birkaç saat kalan ve şehirden son derece olumlu izlenimlerle ayrılan Mustafa Kemal
303
Uzunçarşılı, a.g.e. , s.182.
167
Paşa, daha sonradan mutasarrıf Sait Bey’e Kütahya halkına karşı duyduğu derin takdir
hislerini bildiren bir yazı göndermiştir.
Kütahya Milli Alayı, 28 günde kurulmuştur. Milli alayın kurulduğu haberi
Ankara’daki T.B.M.M. Reisi M. Kemal Paşa’ya, Ali Fuat Paşa’ya, Ethem Bey’e,
Kütahya mutasarrıflığına birer telgrafla gönderilmiştir. Yukarıda belirttiğimiz gibi, Uşak
28 Ağustosta Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir.
Ali Fuat Paşa, Gediz’deki Yunan tümeniyle Yunan kolordusu arasında irtibat
eksikliği olduğunu öne sürerek Gediz’e saldırmaya karar vermiştir. Ethem Beyin de
desteklediği bu saldırıya genel Kurmay Başkanı İsmet Bey (İnönü) karşı çıktıysa da
saldırı gerçekleşmiştir.
24 Ekim sabahı saldırıya geçen 61. ve 11. tümen hiçbir ilerleme
göstermemesine rağmen, toplu saldırı başladığını sanan Yunanlılar çekilmeye başlamış
ve bir süre sonra 61. tümen kasabaya girmiştir. Ancak, durumu çok geçmeden kavrayan
Yunan ordu komutanlığı Yunan tümenine gereken yardımı göndermiş, Gediz’in yeniden
Yunan işgali altına girmesini sağlamıştır. Gediz yenilgisi büyük tartışmalara yol
açmıştır. Ali Fuat Paşa görevden alınmış Moskova’ya büyükelçi olarak gönderilmiştir.
Batı cephesi Batı ve Güney olmak üzere ikiye bölünmüş, Batı cephesi komutanlığına
İsmet Bey, Güney cephesi komutanlığına Refet (Bele) Bey atanmıştır.304
Türkiye Büyük Millet Meclisi mahalli kuvvetlerin muntazam ordu birliklerine
haline getirilmesi hakkında karar alınca Ankara hükümeti Kuvay-ı Seyyare’yi
muntazam bir süvari alayı haline getirerek Ethem Bey’in kumandasına vermek
istiyordu. Fakat Ethem Bey hükümetin bu teklifini kabule yanaşmıyordu. Başka çare
kalmayınca Garp Cephesi kumandanı Miralay İsmet Bey 11. ve 61. fırkaları Çerkez
Ethem üzerine gönderdi. Fırkaların hareketini haber alan ve Kütahya’daki karargâhında
bulunan Ethem Bey maiyetiyle birlikte 29 Aralık 1920 tarihinde Kütahya’yı terkederek
Gediz’e çekildi. 30 Aralık’ta da hükümet kuvvetleri Kütahya’ya girdi.305
304
Tansel, Mondros 'tan Mudanya 'ya Kadar, C:IV, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1991,
s.18.
305
Yıldız, a.g.e. , s.49.
168
Yunanlılar 10–11 Ocak’ta İnönü’de durdurulduktan sonra Batı ve Güney
Cephesinin bütün birlikleri Ethem Bey’in üzerine yürümüşlerdir.306
Çerkez Ethem’i takibe gelen kuvvetler Yunanlıların Yenişehir ve İnönü
taraflarında harekete geçmeleri üzerine Kütahya’da fazla kalamayarak Eskişehir’e
döndüler.
İnönü muharebelerinde mağlup olan Yunanlılar yeniden taarruza geçmek için
büyük bir hazırlığa başlamışlardı. Hatta Yunan Kralı Konstantin, İzmir’e gelerek
ordusunun hazırlığını yakından takip ediyordu. Yunan taarruzu 10 Temmuz’da başladı.
“Eskişehir ve Kütahya muharebeleri” adıyla bilinen bu çarpışmalarda Türk ordusu daha
ziyade müdafaa taktiği uyguluyordu. Kâfi derecede hazırlık yapılamadığı ve mühimmat
temin edilemediği için Yunanlıların ilerlemesine mani olunamıyordu. 13 Temmuz’da
Afyon, 17 Temmuz’da Kütahya ve 19 Temmuz’da da Eskişehir Yunanlılar tarafından
işgal edildi. Yunanlıların bu ilerleyişi Sakarya’da durduruldu.307
Kütahya Yunan işgalinde bir sene kadar kaldı. Düşman kuvvetlerinin Anadolu
içlerine doğru ilerleyişi Sakarya Meydan Muharebesiyle durdurulduktan sonra sıra
bunların Anadolu’dan atılmasına gelmişti. Uzun bir hazırlık devresinden sonra Türk
Ordusu 26 Ağustos 1922 tarihinde taarruza geçti. Türk kuvvetlerinin taarruzlarına
dayanamayan Yunan kuvvetleri mevzilerini terkederek kurtuluşu kaçmakta bulmuştu.
Fakat Türk Ordusu kaçmakta olan düşman kuvvetlerini Kuzeyden ve Güneyden
çevirmişti. Artık büyük hayallerle Anadolu’ya çıkarma yapmış olan Yunanlıların
ezilmesi işi kalmıştı. 30 Ağustos’ta Mustafa Kemal muharebeyi bizzat kendisi idare
ediyordu. Çekilen Yunanlılar amansızca takip ediliyordu. Aynı gün mürettep süvari
tümeni güneyden ilerleyerek Kütahya’ya girmeye muvaffak oldu.308
Sonunda, 26 Ağustos sabahı başlatılan Büyük Taarruz’la Yunan ordusu adım
adım Anadolu’dan sökülmeye başlanmış, 30 Ağustos’ta Kütahya, 1 Eylül’de Gediz ve
Uşak kurtarılmıştır. Böylece kısa süren işgal devresi sona ermiş ve Kütahya ebediyyen
Türk hâkimiyetine girmiştir.309
306
Değirmenci a.g.e. , s.26.
Yıldız, a.g.e. , s.50.
308
a.g.e. , s.51.
309
Değirmenci, a.g.e. , s.27.
307
169
3.2.KÜTAHYA ERMENİLERİ
Bir bölgenin veya şehrin sosyal tarihini yazmak, bu tarihin oluşumunda rol
almış birçok dinamiği de birlikle incelemeyi zorunlu kılmaktadır. İlk önce aktif sosyal
hayatın canlı bir şekilde aktarılabilmesi için bu hayatı yaşayan unsurları, yani ilgili
şehrin sosyal yapısını meydana getiren insanları tanımak lazımdır, ikinci olarak ise
yaşam tarzları üzerinde bir şeyler söylenecek olan bu zümrelerin bu tür bir hayatı nerede
geçirdiklerinin bilinmesi gerekmektedir.310
Kütahya Ermenilerinin tarihi ve geçmişi çok bilinmemekle birlikte kaynaklarda
Anadolu tarihi içerisindeki diğer gayrimüslim unsurlarla birlikte anılmaktadır. Zira
Anadolu Türk tarihi öncesindeki genel Ermeni tarihi Kütahya Ermenileri için de aynı
seyri arzetmektedir.
Birinci bölümde ele aldığımız Ermeni tarihçesi Kütahya Ermenilerininde
geçmişi, nereden geldikleri ve Anadoludaki yerleşimleri hakkındaki tarihi ortaya
koymaktadır.
Türk-İslâm şehirlerinin temel idarî birimleri olan mahallelerin, genelde cami,
mescid, zaviye ve imaret gibi dini ve sosyal kurumların çevresinde geliştiği
görülmektedir. Mahalle teşkilatını, bir şehirdeki kurumsallaşmanın ilk basamağı olarak
kabul etmek mümkündür. Osmanlı şehirlerindeki mahalleler, çoğunlukla dinî ve etnik
mensubiyete göre ayrılmıştır. Bir şehre başka bölgeden getirilerek iskân edilmiş olan
haneler, geldikleri yerin adıyla anılan mahalleleler meydana getirmişlerdir.
Aynı şekilde gayri müslim unsurlar da yine kendi din ve milliyetlerine göre,
hatta mezheplere göre ayrı mahallelerde oturuyorlardı. Bunlar da yine cemaat ya da
mahalle adıyla anılan birimlerde ayrı olarak ikamet ediyorlardı. Eğer bir şehirde
bulunan gayri müslimler, farklı din veya etnik kökene mensup değilseler, genelde
“cemaat-i gebran” başlığı alıtında anılıyorlar, ancak farklı din, mezheb ve milletlere
mensup gayri müslimler aynı şehirde yaşıyorsa, “Cemaat-i Rumiyan”, “Cemaat-i
Ermeniyan” ve “Cemaat-i Yahudiyan” adı altında ayrı mahallelerde kaydediliyorlardı.
Hatta Ermenilerden katolik mezhebine bağlı olanlar da aynı olarak gösterilmekteydi. Bu
şekildeki sosyal yapılanma ise, şehrin sakinleri arasında mahallelilik bilincinin
tartışılabilmesine imkân tanımaktadır. Ancak farklı din ve etnik menşee mensup
310
Batur, a.g.e. , s.1.
170
ahalinin ayrı mahallelerde oturması kesin bir kural değildir. Kütahya örneğinde olduğu
gibi, farklı din ve mezheplere mensup insanlar birçok şehirde karışık olarak da sakin
bulunmaktaydılar. Bu durum ise, sosyal ilişkiler bağlamında bir uyumluluğu işaret ettiği
gibi, bazı sorunları da gündeme getirebiliyordu.311
Kütahya’daki mahallelerinin bir kısmının Germiyanoğulları döneminde hatta
dahada eski olarak Selçuklular devrinde kurulduğu anlaşılmaktadır. Anadolu’daki diğer
Türk şehirlerinde olduğu gibi, Kütahya mahallelerinin çoğu zaviye, mescit, cami, imaret
gibi kurumların etrafında teşekkül etmiştir.312
Mahalle sayısı dönemlere göre değişmiş, şehrin gelişmesi karşısında yeni
mahalleler ortaya çıkmış, bazı mahalleler ortadan kalkmış bazıları ise birleşmiştir.
Kütahya mahalleleri ve buralarda sakin olan vergiye tabi hane sayıları arşiv
kayıtlarından çıkarılarak aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.
Tablo 3.1. XVI-XVII. Yüzyıllarda Sayım Dönemlerine Göre Kütahya Mahalleleri ve
Demografik Durumu:313
Ahi Erbasan
26
Ahi Evren
-
3
31
2
-
Ahi İzzeddin
Hane
Hane
1675
Hane
1650
Mücerred
1571
Mücerred
Hane
Hane
Mahalleler
1530
Mücerred
1512
65
5
12
23
-
-
14
25
8
2
22
8
6
5
Ahi Mustafa
69
5
52
10
101
16
10
17
Balıklı
-
-
44
3
32
2
8
15
Bezirci(ler)
40
4
28
3
25
6
8
8
Bolad Bey
18
2
20
3
13
-
6
6
Bölücek
29
5
29
3
30
16
6
24
Börekçiler
103
8
68
9
104
24
8
16
Büyük Orta
-
-
-
14
19
Cami-i Hisar Beyi
33
24
3
-
-
311
a.g.e. , s.4.
a.g.e. , s.8.
313
a.g.e. , s.9.
312
4
-
171
Cedid
-
-
-
-
-
8
13
Cemaleddin
27
S
19
5
54
18
10
19
Çerçi
64
13
67
7
38
9
16”
5922
Çukur
15
2
21
3
22
3
4
8
Dibek (Sufı Hasan)
11
-
12
1
20
7
6
13
Dükkâncikler
40
9
28
4
33
-
4
7
Efendi Bola (Ahi Arslan)
14
4
5
1
24
8
8
12
Ermeniyân-ı Kütahya
Gönen
157
-
5
134
-
11
68
12
-
-
-
-
-
4
7
Hacı Ahmed
25
1
16
3
22
11
6
11
Hacı İbrahim
-
-
21
8
44
-
8
13
Hacı İlyas
-
-
13
4
24
5
4
2
Hacı Süleyman
27
4
12
1
8
2
-
-
Hisar
81
7
-
-
-
-
-
30
İshak Fakih
28
2
28
5
59
6
10
19
Kadı Şeyh
14
3
12
1
18
2
8
14
Kemâleddin Paşa
41
7
27
6
42
4
-
-
Küçük Orta
-
-
-
-
-
-
10
18
Lala
-
-
-
-
-
-
8
15
Lala Hüseyin Paşa
-
-
-
-
59
13
12
61
Ma’ruf (Mu’arrif)
39
8
31
6
33
5
12
15
Meydan
64
7
46
12
130
32
20
52
Orta
-
-
-
-
77
11
-
-
Orta hisar
-
-
-
-
31
5
-
-
Paşam (Sultan)
-
-
-
-
-
-
6
12
Pirler
32
2
14
1
29
-
4
7
Rumlar (Rumiyan)
27
1
16
-
40
4
-
-
Saray
-
-
-
-
-
-
-
17
Servi
-
-
11
1
11
-
6
9
Sultanbağı
78
18
58
15
54
10
12
14
Şehreküstü
Veled-i Güne
Yahudiyân
42
29
15
4
5
-
34
21
12
3
1
-
70
28
6
14
4
-
10
-
32
-
-
-
2
-
18
2
-
-
Yenihisar
Kaynak: Atilla BATUR, Osmanlı Arşiv Belgelerinde Kütahya’da Sosyal Hayat III/1, Kütahya Belediyesi
Kütahya Kültür Ve Tarihini Araştırma Merkezi Yayınları, Kütahya, 2002, s.9.
172
*Mücerred: Bu statüdeki şahıslar Osmanlı kanunnamelerine göre, babasının
hanesinde kalan ve iş görebilecek yaşa gelmiş genç erkekleri ifade gibi, ayrı hanelerde
yaşayan bekâr erkekler içinde kullanılmaktadır.314
Kütahya mahallelerinde çeşitli zümrelere mensup insanlar yaşıyordu. Mahalle
isimlerinden de anlaşılacağı üzere Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve Müslümanlar aynı
şehirde komşu mahalle ve evleri paylaşıyorlardı.315
XVI. yüzyılda din ve etnik mensubiyete göre isimlendirildiği anlaşılan
Rumiyan, Ermeniyan ve Yahudiyan mahallelerinin, sonraki devirlerde artık
kullanılmadığı ve bu zümrelerin -muhtemelen- şehrin fizikî gelişiminin de etkisiyle
diğer mahallelerle bütünleştiği anlaşılıyor. Ancak, XIX. yüzyılda yeni yerleşim birimleri
olarak, bilhassa gayri müslim unsurların yoğun olarak ikamet ettikleri Büyük Orta ve
Küçük Orta mahalleleri tesbit olunabiliyor.316
Osmanlı Devleti yönetiminde bulunan diğer illerde olduğu gibi Kütahya’da da
Ermeni ve Rumlara yönetim kadrolarında söz hakkı tanınmış onlara çeşitli görevler
tevdi edilmiştir.
Zira Kütahya Belediye Meclis’nin sekiz üyesi bulunuyordu. Bu azalardan üç
veya dördü, şehirde yaşayan Ermeni, Rum ve Katolikleri temsilen bu zümreye mensup
şahıslardan diğerleri ise Müslümanlardan seçiliyordu. Vefat eden bir meclis üyesinin
yerine geçecek kişi, ilgili üyelik hangi dine veya millete mensup ise yine aynı zümre
arasından seçiliyordu. Nitekim Belediye Meclisinde Ermeni milletini temsilen bulunan
Çuhacı Agob’un vefat etmesiyle boşalan meclis üyeliğine, yine Ermeniler tarafından
seçilen Dakis oğlu İstefan atanmıştı. Bazı meclis üyelerinin bu mevkilerini suistimal
ederek bir takım yolsuzluklar yaptıkları da oluyordu. 9 Mart 1857 tarihinde merkezden
gönderilen bir yazıda, süvari askeri için halktan satın alınan arpanın parasına el koyup
sahiplerine ödemeyen meclis üyesi Hafız oğlu Ali Efendi’den sözkonusu paranın tahsil
edilmesi isteniyordu. Aynı şekilde, Meclis azası olan Kütahya Mevlevihanesi Şeyhi
İsmail Efendinin yolsuzluğunun olup olmadığının araştırılması istenmiş, soruşturma
sonucunda da İsmail Efendinin meclis üyeliği görevine son verilerek yerine ahali
tarafından seçilecek kişinin tatbik mührünün merkeze gönderilmesi istenmişti. Ermeni
314
a.g.e. , s.10.
a.g.e. , s.11.
316
a.g.e. , s.13.
315
173
Karabet Efendi de benzer sebepler yüzünden meclis üyeliğine son verilenler arasında
bulunuyordu.317
Osmanlı Devleti’nde eğitime çok önem verilmiştir. Bu maksatla şehirlerde
eğitim hayatının düzenlenmesinde ve takibinde sistemli eğitim kurumlarının
oluşturulduğunu görüyoruz. Zira bu eğitim sisteminde Ermeni ve Rumlarda düşünülmüş
ve bu azınlıklar için de okullar açılmıştır. Kütahya’da bu sistemli eğitim kurumlarının
yer aldığı önemli şehirlerden biridir.
Kütahya’daki eğitim ve kültür hayatının da diğer şehirlere nazaran oldukça
yüksek olduğu anlaşılıyor. Şehirde daha XVI. yüzyılda yedi medrese bulunuyordu.
Bunun haricinde çocukların okul öncesi eğitim almaları için sıbyan mektepleri de vardı.
Eğitim kurumlarında görevli olan müderrisler (öğretim üyesi), muallimler (öğretmen) ve
halifeler (muallim yardımcısı) şehrin saygın kişileri arasında yer alıyordu. Ancak, bu
görevlilerin bazı uygunsuz davranışları, itibarlarının sarsılmasına yol açtığı gibi,
haklarında kanuni takibat yapılmasını da gerektiriyordu. Nitekim halktan un
gasbettikleri hususunda kendilerinden şikâyetçi olunan Germiyanoğlu Yakub Çelebi
medresesi müderrisi Seyyid Osman Efendi ve oğlu Abdullah Efendi hakkında gerekli
işlemlerin yapılması için devlet merkezinden emir çıkmıştı. Medreselerde318 öğrenim
gören ve XVI. yüzyıla ait tahrir defterlerinde “muhassıl” olarak kaydedilmiş öğrenciler
de şehrin kültür seviyesinin yükselmesine katkıda bulunuyorlardı. 1512 yılında yapılan
bir sayıma göre Kütahyada 18 medrese öğrencisi bulunuyordu. Bunların çoğu ilim
erbabı ailelere mensuptular. Kadı, müderris, imam, hatip, müezzin, şeyh gibi şehirde
nüfuzlu kişilerin çocukları veya torunları idiler. Bu öğrenciler de yetiştiklerinde şehirde
etkin görevlere gelmekteydiler. Aynı sayımın sonuçlarına göre Börekçiler ve Dükkâncık
mahallelerinde sakin olan 2 muallim ve 5 tane de “mütekaid ehl-i ilm” yani emekli
olmuş ilim erbabı bulunuyordu. Bunların haricinde imam, müezzin ve hatip gibi dini
görevlilerin de kısmen eğitim işiyle ilgilendiği bilinmektedir.319
Tanzimat’tan sonra birçok alanda gerçekleşen dönüşüm ve değişim, eğitim
alanında da kendini gösterdi. Yeni okullar açıldı, eğitim sistemi değişti. Okul öncesi
çocukların devam ettiği sıbyan mekteplerinin haricinde, ilkokul seviyesinde eğitim
317
a.g.e. , s.22.
a.g.e. , s.23.
319
a.g.e. , s.24.
318
174
veren ve “ibtidaî” adıyla anılan okullar açıldı. Ayrıca lise dengi olan “idadî” mektepleri
devreye girdi. 1845 tarihli Temettuat Defterlerinde, şehir sakinleri arasında “talebe-i
ulûm” ve “muallim-i sıbyan” statüsündeki şahıslara sıkça rastlanması, yüzyılların bir
getirisi olarak Kütahya’da ilim için uygun bir ortamın meydana geldiğini
göstermektedir. Bugünkü lise ayarında bir okul olan Kütahya İdadisi’nin inşaatı 1890
yılında tamamlanmıştı ve “Kütahya Mekteb-i İdadî-i Mülkiyesi” ismiyle eğitime
başlamıştı. Gündüz eğitimi verilen İdadi mektebinde çeşitli öğrenim dönemlerinde
mevcut olan öğrenci sayısı aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.320
Tablo 3.2. Kütahya Mekteb-i İdadî-i Mülkiyesi’nin Öğrenim Dönemlerine Göre
Öğrenci Sayısı
Öğretim dönemi
Öğrenci sayısı
1892
72
1893
72
1894
90
1895-1896
89
1896-1897
77
1897-1898
97
1898-1899
115
1900-1901
111
1901-1902
111
1902-1903
105
1903
109
1904
101
Kaynak: Atilla BATUR, Osmanlı Arşiv Belgelerinde Kütahya’da Sosyal Hayat III/1, Kütahya Belediyesi
Kütahya Kültür ve Tarihini Araştırma Merkezi Yayınları, Kütahya, 2002, s.24.
Bazı tarihlerde öğrenci sayısında dalgalanma görülse de, okulun açılmasından
beş altı sene sonra öğrenci sayısında yüzde elliden fazla bir artış olduğu görülmektedir.
Bu öğrencilerin arasında iki veya üç tane de gayri müslim zümrelere mensup öğrenciler
bulunuyordu. 1897 yılına ait salnamede kaydedildiğine göre İdadi okulunda, Fransızca,
Arapça, Farsça, Coğrafya, Tarih, Hesab-ı Hendese (Matematik), Usul-i Defteri
(Muhasebe), Mâlûmât-ı Nâfıa (Faydalı Bilgiler-Genel Kültür), Ulûm-ı Diniye (Dini
320
a.g.e. , s.24.
175
Dersi), Hüsn-i Hat (Güzel Yazı), Lisan-ı Osmanî (Osmanlıca-Türkçe), İnşâ ve Kitabet
(İmlâ ve Kompozisyon) ve Resim dersleri okutuluyordu. Her ders ayrı öğretmen
tarafından verilmiyor, bir öğretmen bir kaç dersi birden üstleniyordu. Meselâ, Fransızca
ve Coğrafya dersleri okulun müdürü Abdullah Feyzi Efendi tarafından; Arapça, Farsça
ve Tarih dersleri de Hacı Abdurrezzak Efendi tarafından okutuluyordu. Aynı şekilde
Matematik, Muhasebe ve Genel Kültür derslerini Ömer Fevzi Efendi veriyor; Resim
öğretmeni Enver Efendi aynı zamanda Lisan-ı Osmanî dersi ile İnşâ ve Kitabet dersini
de gösteriyordu. Din dersi öğretmeni Mustafa Şükrü Efendi, Hüsn-i Hat öğretmeni de
Hakkı Efendi321 idi. Sonraki yıllarda bazı farklı derslerin daha okutulmaya başlandığı
görülüyor. 1899’da ders programına Cebir, 1904’te İlm-i Eşya ve bir sene sonra da
Ahlâk ile Ziraat dersleri konulmuştu.
1899 senesine ait Salnâme’de bir kız okulunun varlığı dikkati çekiyor. 35
öğrencisi bulunan bu okulun birinci öğretmeni Hafız Rukiye Hanım, ikinci öğretmeni
Fatma Hanım, Hat öğretmeni Mustafa Efendi ve Nakış öğretmeni de Ermeni Aranik
Hanım idi. Ancak bir sene sonraki Salnâme’de varlığına rastlanamamaktadır.
1906 yılına ait bir kayda göre, şehirde bir idadi (lise) ile müslümanlara ait bir
rüşdiye (ortaokul), iki ibtidaî (ilkokul) ve 23 sıbyan mektebi bulunmaktaydı. Aynı yıla
ait Salnâme’de, gayri müslim unsurlardan Rum ve Ermenilerin çocuklarına mahsus
birer ortaokul ile birer ilkokul bulunduğu kayıtlıdır.
Okullarla ilgili işlemler Maarif Komisyonu tarafından yürütülüyordu. Bu
komisyonun başkanlığını da genellikle Kütahya Mutasarrıfları üstleniyorlardı. Ancak
şehrin ileri gelenleri arasında da bu komisyonun başkanlığını yapan şahıslara
rastlanmaktadır. Meselâ, 1892 yılında komisyon başkanı Naib (Kadı) Aziz Bey iken,
1895 yılında komisyonun başkanlığını Mutasarrıf Fuat Paşa üstlenmişti. İki sene sonra
Maarif Komisyonu Başkanı olarak Kütahya eski mebuslarından (milletvekili) Hocazâde
Rasih Efendi görülmektedir. 1899 yılında Kütahya Müftüsü, bu tarihten iki yıl sonra da
şehir eşrafından Fettahzâde Hafız Hacı Ahmed Hulusi Efendi komisyon başkanı
olmuştur.
XIX. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşen kurumsallaşma sonucunda
Kütahya’da da birçok resmî daire faaliyete geçti. Bunlardan bazıları şunlardı: Evkaf
321
a.g.e. , s.25.
176
Müdürlüğü, Enfiye Müdürlüğü, Postane, Ziraat Müdürlüğü, Orman Müdürlügü,
Hapishane Müdürlüğü, Zabtiye Müdürlüğü, Ziraat Bankası,322 Osmanlı Bankası, Reji
(Tekel) Müdürlüğü, Düyûn-ı Umumiye Müdürlüğü, Mal Sandığı, Emval-i Eytam
Sandığı, İdadi Mektebi gibi. Bu kurumların bazısında idareci veya memur olarak yerli
ahaliden görev alanlar olduğu gibi, Kütahya dışından tayin edilenler de vardı. Bu
kurumlarda çeşitli tarihlerde görev yapanların listesini toplu olarak Salnamelerde
bulabilmek mümkündür.323
Osmanlı Devleti ile ilgili ulaşabildiğimiz kaynaklarda; azınlıklardan tabiri
diğerle gayri müslimlerden ve onlarla ilgili bir vakadan bahsedilirken Ermeni ve
Rumların isimleri genel itibariyle birlikte zikredilmiştir. Nitekim kaynaklarda yeralan
Osmanlı mahalle esnafıyla ilgili bölümlerde de bunu görüyoruz.
Şehirde bulunan esnafın mahallelere göre dağılımı, ya tersi bir ifadeyle
Kütahya mahallelerinde oturan esnafı mesleklerine göre kabaca bir tasnif etmek
gerekirse, karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır: Genel olarak mahallelerde, dikici
(terzi), berber, debbağ, teb’a (birinin yanında yardımcı), dağcı/hatabkeş (oduncu),
bakkal, kahveci, demirci esnafının fazla bulunduğu dikkati çekiyor. Adı Börekçiler olan
mahallede -ki bu ismin, mahallenin kuruluşunda muhtemelen bu esnaf grubuyla bir
ilgisi olsa gerektir- sadece üç tane börekçi oturmasına karşın, demircilikle uğraşan esnaf
daha fazladır. Ahi Evren mahallesinde ikamet eden 62 hane Rum ahalinin çoğunun
pabuççuluk mesleğiyle uğraştığı görülmektedir. Balıklı mahallesinde sakin olan 67 hane
Ermeniler arasında da terzilik mesleği yaygın bulunuyordu. Lala Hüseyin Paşa
mahallesindeki 39 hane Rum halkın çoğunun bezirgân (tüccar), bardakçı ve pabuççu
olduğu kaydedilmiştir. Lala mahallesindeki Ortodoks ve Katolik Ermeniler arasında da
terzilik ve fincancılık mesleklerinin revaçta olduğu görülüyor. Meydan ve Servi
mahallesinde oturanlar arasında bahçevan, ziraatçi ve çiftlik sahiplerinin fazla oluşu
dikkat çekiyor.324
Şehrin eşrafı, ileri gelenleri sayılırken, güvenilirlikleri sebebiyle adalet
sisteminin kendilerine sık sık müracaat ettiği bir gruptan daha bahsetmek lazımdır.
Bunlara kısaca müzekkîler demek mümkündür. Bu kişiler, mahkeme tarafından görülen
322
a.g.e. , s.26.
a.g.e. , s.27.
324
a.g.e. , s.54.
323
177
bir davada şahitlik yapacak kişilerin adil, doğruyu söyleyen ve güvenilir olup
olmadıklarının sorulduğu kişilerdir. Birçok davada,
aynı kişilere müzekkî olarak
başvurulduğu görülmektedir. Bunlar muhtelemen, şehir ahalisi içinde doğrulukları ile
ön plana çıkmış kişiler olmalıdır. Nitekim bunlar arasında, yukarıda sayılan tanınmış
ailelerin üyeleri, muteber esnaf ve tüccarlar, avukatlar, mahkeme kâtipleri ve bazı devlet
görevlileri bulunmaktadır. Mahkeme tarafından ahvali araştırılacak kişi ilk önce ikamet
ettiği mahallenin imamı ve muhtarından soruşturuluyor, sonra da kendisini tanıyan
müzekkîlerden araştırılıyordu.325
Bu isimler arasında Kütahya’nın en fazla tanınmış ailelerine mensup kişilerin
bulunuşu dikkati çekiyor. Mahkeme herhangi bir davayı karara bağlayabilmek için
mahkemeye bildirilen şahitlerin “makbûlü’ş-şehâde” yani şahitliklerinin kabul edilip
edilemeyeceğini bu kişilerden soruşturuyor ve onların ifadelerine göre şahidi kabul
ediyor veya etmiyordu. Yani müzekkîlerin cevabı, kararını şahitlerin ifadesine göre
verecek olan mahkemeyi, dolayısıyla adalet mekanizmasının işleyişini yakından
ilgilendiriyordu. Bu yüzden bu şahısların gerçekten güvenilir insanlar olması mühimdi.
Müzekkî olarak kendilerine müracaat edilen şahısların bir kısmı aynı zamanda
“muarrif” idiler. Yani, mahkemede davası görülen kişilerin gerçekten ilgili şahıs olup
olmadıklarının tesbitinde de kendilerine başvuruluyordu.
İsimlerine müzekkîler arasında rastlanan dava vekilleri de şehrin itibarlı kişileri
içinde bulunuyorlardı. Bugünkü avukatların görevini üstlenen dava vekilleri arasında
gayri müslimler de vardı. Bir davayı üstlenecek olan dava vekilinin müslim ya da gayri
müslim olmasının pek önemli olmadığı anlaşılıyor. Müslüman bir şahıs, aynı dinden
birçok dava vekili bulunduğu halde rahatlıkla gayri müslim bir dava vekilini tercih
edebiliyordu. Mesela, Okçu köyü ahalisinden Şahbaz oğlu Ali, Kütahya’nın Ahi Evren
mahallesinde oturan ve aleyhine alacak davası açan Rum tebadan Papa Kiryako’ya karşı
davasını savunma işini Ermeni dava vekillerinden Karabet Efendi’ye havale etmişti.326
Mahkeme kayıtlarında bunun birçok örneğine rastlanmaktadır. Diğer taraftan,
meslekleri icabı müvekkilleri adına başkalarının aleyhine dava açan dava vekilleri,
bazen kendileri de mahkemelik oluyorlardı. Eczacı Kirkor Ağa’ya ilaç borcu olduğu
iddiasıyla aleyhinde mahkemeye başvurulan dava vekili Haralambos Efendi
325
326
a.g.e. , s.66.
a.g.e. , s.67.
178
mahkemenin davetine icabet etmemiş ve kendisini savunmak üzere de başka bir dava
vekili İsmail Hakkı Efendi tayin edilmişti. Ancak mahkemedeki savunma yetersiz
görülmüş ve mahkeme Haralambos Efendi’yi Eczacı Kirkor tarafından istenilen parayı
ödemeye mahkûm etmişti.
XX. yüzyılın başlarında Kütahya’da 12 dava vekili bulunuyordu. Bunlardan
yedi tanesi gayri müslimdi. Gayri müslim dava vekillerinin beşi Ermeni, ikisi ise Rum
tebaadan idi. Ermeni dava vekillerinden Oseb Efendi ile Cuvan Efendi Katolik
mezhebine dâhildi. Aslen İstanbullu olan Hasan Rıza Efendi, Kütahya’da kiracı olarak
oturuyordu ve sicil kayıtlarından anlaşıldığı kadarıyla bir yıl içinde üç ev değiştirmek
zorunda kalmıştı. Dava vekillerinin arasında en tanınmışları veya diğer bir ifadeyle en
fazla dava takibi alanları, Kayyım-zade İsmail Hakkı Efendi ile Anastas Efendi idi.
Anastas Efendi aynı zamanda Kütahya’da Hazine Umumî Vekili olarak görev
yapıyordu.327
3.2.1.Kütahya’daki Gayrimüslimler ve Ermeni Tebaa
Bir araştırmacı için olduğu kadar, Kütahyalı biri için de sosyal ilişkiler
açısından en merak edilen konulardan biri, geçmiş dönemlerde şehirde yaşayan farklı
dinlere mensup insanlar arasındaki ilişkilerdir. XVI. yüzyıl Kütahya’sında üç farklı dinî
inanca sahip insanlar hayat sürmekteydi. Hakim zümre olan Müslüman Türklerden
başka, Hıristiyanlığın iki mezhebine tabi Ermeniler, Rumlar ve ayrıca Yahudiler
bulunmaktaydı. Rumlar Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebinden olmakla birlikte,
Ermenilerden bir kısmı Katolik bir kısmı ise Ortodoks idi. Katolik olan Ermeniler XIX.
yüzyıla ait sayım defterlerinde ayrıca belirtilmişlerdi.328
XVI. yüzyılda tutulmuş olan sayım defterlerindeki kayıtlara nazaran her üç
zümrenin de aynı mahallelerde ikamet ettiği gibi bir izlenim ortaya çıkıyor. Bu yüzyıla
ait üç sayım defterinde Ermeni ve Rum mahallesi ismiyle iki mahalle bulunmasının
yanında Yahudiler de “cemâat” başlığı altında kaydedilmişlerdir. Ancak bu şekilde bir
mahalle tasnifinin, gayri müslimlerin gerçekten müslümanlardan ayrı mahallelerde
327
Atilla BATUR, Osmanlı Arşiv Belgelerinde Kütahya'da Sosyal Hayat III/1, Kütahya
Belediyesi Kütahya Kültür Ve Tarihini Araştırma Merkezi Yayınları, Kütahya, 2002, ss. 1-68. (Bu bölüm
aynen adı geçen eserden alınmıştır.)
328
a.g.e. , s.69.
179
oturdukları için mi, yoksa sadece şehirde gayri müslim unsurların varlığına dikkat
çekmek için mi yapıldığı tam olarak anlaşılamamaktadır. Çünkü XIX. yüzyıldaki
belgelere göre gayri müslimler ile müslümanlar bir çok mahallede karışık olarak ikamet
etmekteydiler.329
Gayri muslim unsurların içinde nüfusça en kalabalık olanlar Ermenilerdi. 1512
tarihli sayıma göre Kütahya’da vergiye tabi 157 erkek hane sahibi ile 5 bekâr erkek
vardı. Bu hane sahiplerinden beş tanesi vergiden muaf olacak kadar yaşlı, üç tanesi ise
sakat idi. Ayrıca aralarında altı tane papaz bulunuyordu. Ermenilerin ödedikleri cizye
vergisi, Germiyanoğulları zamanından beri Yakub Çelebi İmareti Vakfı adına
toplanıyordu. Bu tarihten yaklaşık yirmi sene sonraki (1530) başka bir sayımda şehir
merkezinde 134 hane ve 11 bekâr Ermeni bulunuyordu. Bu tarihte de bir papaz ve bir
yaşlı hane sahibi ayrıca gösterilmiştir. Yüzyılın ikinci yarısına ait sayımda (1571) ise
nüfusun biraz daha azaldığı ve 68 haneye indiği görülüyor. Bu sayımdaki bekâr
erkeklerin sayısı ise 12’dir. Nüfusta yarım yüzyıl içinde yarı yarıya görülen bu
azalmanın sebebini izah edecek herhangi bir belge şimdilik elde yoktur. XIX. yüzyılın
ortalarına gelindiğinde ise, Ermeni nüfusta bir artış gözlenmektedir. Şehrin en azından
Ahi Erbasan, Balıklı, Bölücek, Lala Hüseyin Paşa, Şehreküstü ve Hacı Ahmed
mahallelerinde oturdukları tesbit edilebilen Ermenilerin 1845’li yıllardaki hane sayısı en
az 310’dur. Bu tarihte, Ahi İzzeddin, Efendi Bola, Hıristiyan Çerçi, Küçük Orta ve
Büyük Orta mahallelerine ait sayım sonuçlarına ulaşamadığımız için yukarıda verilen
rakamı asgari olarak kabul etmek lazımdır. Temettuat defterlerindeki muhtelif
kayıtlardan, bilhassa Büyük Orta ve Küçük Orta mahallelerinde de bir miktar Ermeni
nüfusun bulunduğu anlaşılıyor. Sözkonusu 310 haneden 97 tanesi Katolik idi. XIX.
yüzyılın ortalarındaki bu sayımdan yaklaşık 60 yıl sonrasına ait bir kayıtta, toplam
nüfusu 23.721 olan Kütahya’da, 604 hanede 2.850 Ermeni nüfûsun yaşadığı
kaydedilmiştir. Bunlardan 111 hanede toplam 161 nüfusun Katolik olduğu belirtilmiştir.
Bu tarihlerde Ermenilerin toplam Kütahya nüfusuna oranı %12’dir.330
XVI.
yüzyıl
kayıtlarına
göre,
Kütahya’daki
gayri
müslimler
içinde
Ermenilerden sonra nüfus olarak ikinci sırada Rumlar gelmekteydi. Ancak XX. yüzyılın
başlarında durum tersine dönmüş, Rumların sayısı Ermenilerin iki misline yaklaşmıştı.
329
330
a.g.e. , s.69.
a.g.e. , s.70.
180
Kütahya Rumlarının yaşadıkları mekân, XVI. yüzyıla ait sayım defterlerinde “Mahalle-i
Rumiyân” ya da “Mahalle-i Rumlar” olarak kaydedilmiştir. Ermenilerde olduğu gibi
Rumlardan alınan cizye vergileri de Yakub Çelebi İmareti Vakfı’na aitti. 1512 yılına ait
sayımda, 27 hane sahibi ile 1 bekâr erkek nüfus gözükmektedir. Ancak haneler arasında
kayıtlı 6 mu’tak (âzâdlı köle) içinde ismi müslüman olan kişiler bulunmaktadu. Bunlar
muhtemelen İslamı kabul edip âzâd edilen ve Rum mahallesinde sakin olan köleler
olmalıdır. Bu durumda Rumların nüfusunu bir kaç hane daha eksik olarak düşünmek
yerinde olacaktır. Aynı kayıtta, Rumların Çerçi köyünden oldukları kaydedilmiştir.
Aralarında bir tane de papaz bulunmaktadır. 1530 senesine gelindiğinde Rum nüfusta
bir azalma görülmektedir. Bu tarihteki hane sayıları 16’ya inmiştir. Fakat yaklaşık kırk
sene sonraki sayımda (1571) Rum nüfus yine artmış ve sayım defterine 40 hane ile 4
bekâr erkek nüfus kaydedilmiştir. XIX. yüzyılın ortalarında ise Lala Hüseyin Paşa ve
Ahi Evren mahallelerinde kayıtlı Rum nüfus 101 hanedir. Ancak, sayım sonuçlarına
ulaşamadığımız mahallelerden Hıristiyan Çerçi ve Müslüman Çerçi mahallelerinde bir
miktar Rum nüfusun yaşadığı belgelere yansımıştı. Bu durumda şehirdeki Rumların
daha fazla olabileceği düşünülebilir. 1906 yılındaki bir kayda göre ise Kütahya’da 941
hanede toplam 5.094 Rum nüfus yaşıyordu. Rum nüfusun Kütahya’nın toplam nüfusuna
oram ise % 21 idi.331
Tarihlere göre, Ermenilerin ilk ruhani merkezleri Kütahya’dır. Bu merkez
Osman Bey’in Bursa’yı işgali ve payitaht yapması üzerine buraya nakledilmiştir.332
XVI. yüzyılda, Ermenilere ait iki kilise vardır. “Eramine Mahallesinde bulunan
ve muhtemelen biri Katolik Ermenilere ait olan kiliselerin ismi Meryem333 kilisesi ve
Toros kilisesiydi. XIX. yüzyılda ise, Kütahya’daki Katolik gayri müslimlerin ibadetgâhı
olan kilise Şehreküstü mahallesinde idi. Ermenilerin Ortodoks veya Katolik mezhebini
benimsemiş olmaları birarada uyumlu bir şekilde yaşamalarına mani değildi. Nitekim,
Şehreküstü, Lala Mustafa Paşa ve Hacı Ahmed mahallelerinde her iki mezhebe bağlı
Ermeniler karışık olarak oturuyorlardı. Ancak yine de bunları vergi defterlerine
kaydeden kâtiplerin, iki ayrı mezhep mensuplarını ayrı gruplar halinde kaydetmeyi
tercih ettikleri görülüyor. Mesela, Hacı Ahmet mahallesinde yirmi bir numaralı hanede
331
a.g.e. , s.77.
Anadol-Abbaslı, a.g.e. , s.62.
333
Batur, a.g.e. , s.70.
332
181
kaydedilen Coyak (Cıvık ?) oğlu Kigork isimli Ermeni’nin, Katolik olduğu için on
ikinci hanede yirmi beşinci numarada kayıtlı olduğu ve dolayısıyla yanlışlıkla ikinci
defa kaydedildiğine işaret edilmiştir. Bu ifadeden anlaşılan, son kısımda kaydedilen
Ermenilerin Ortodoks olduğu ve kâtibin de adı geçen Ermeniyi Ortadoks zannıyla ikinci
defa kaydettiği, ancak -muhtemelen kendisine hatırlatılması sebebiyle- Katolik olduğu
bildirilen Ermeni’yle ilgili sözkonusu açıklayıcı ibareyi kaydetmiş olduğudur. Ancak
yine de, mezhep değiştirmeler sebebiyle Ermeniler arasında huzursuzluk çıktığı da
oluyordu. Mezhep değiştiren Ermeniler, daha önce mensup olduktan mezhebe bağlı
Ermeniler tarafından hakarete uğruyor ve taciz ediliyorlardı. Nitekim, 12 Aralık 1854
tarihli bir belgede, Kütahya’da kendi istekleriyle Katolik mezhebine giren Ermenilere
müdahale edilmemesi yönünde devlet merkezinin isteği bildiriliyordu. Ancak, altı ay
sonrasına ait başka bir belgeden anlaşıldığı kadarıyla, mezhep değiştirme nedeniyle
Ermeniler arasında başgösteren huzursuzluğun bitmediği ve mezhep değiştiren bazı
Ermenilerin çeşitli sebeplerle Kütahya Ermeni Karabaşı tarafından sürgün edildiği
görülmektedir. Papas Beriros ve Karaoğlu Kirkor isimli iki Ermeninin sürgün
edilmesiyle ilgili olayın İstanbul’a intikal etmesi üzerine de, devlet merkezi bu sürgün
olayının araştırılmasını istemişti. Aynı şekilde, sadece Katolik mezhebine girenlerin
değil, Protestanlığı seçen Ermenilerin de zor durumda kaldığı ve kendilerine334
zulmedildiği anlaşılmaktadır. Diğer taraftan, Ermeniler arasında sadece mezhep
değiştirme hususunda değil, bazen günlük hayatın bir parçası olan alışveriş, miras vb.
konularda da anlaşmazlık çıkıyordu. Mesela, alışverişle ilgili bir dava mahallinde
halledilemeyince, İstanbul’a bildirilmiş ve devlet merkezinden Kütahya’daki Ermeniler
arasında alışveriş meselesinden dolayı çıkan anlaşmazlığın giderilmesi için emir
gönderilmişti. Şehreküstü mahallesinde oturan Agop oğlu Rapail’in ölümünden sonra
da, varisleri miras hususunda anlaşamamışlar ve mahkemeye müracaat etmişlerdi.335
Kütahya’da yaşayan Ermenilerin çoğunun esnaf olarak faaliyette bulunduğu
görülüyor. Hemen her çeşit mesleğe sahip olan Ermeniler arasında daha fazla terzi ve
fincancılık mesleğinin yaygın olduğu anlaşılıyor. Bunlardan başka, saatçi, çerçi,
marangoz, ütücü, eskici, lüleci, boyacı, pabuççu, çenberci, tütün kıyıcısı, dökmeci,
bezirgan, hammal, attar, berber, balıkçı, han odabaşı, kahve satıcısı, yağcı, tellak,
334
335
a.g.e. , s.71.
a.g.e. , s.72.
182
hizmetkâr, kasap, enfiye tezgahtarı, şekerci çırağı, eczacı ve ırgad olarak iş gören
Ermeniler de bulunmaktaydı. Bilhassa ticaret yoluyla önemli miktarda servetler elde
eden Ermenilerin Kütahya ve civarında etkili olduğu anlaşılıyor. Nitekim “Avrupa
tüccarı” statüsünü elde bazı Ermenilerin şehirlerarası iktisadi ilişkilere girdikleri de
görülüyor. Mesela, Bursa, Bilecik ve Mudanya’da ipek fabrikaları kuran Cezayirlioğlu
Mıgırdiç’in, Kütahyalı Avrupa tüccarı İstefan’la iş ilişkisi vardı. Yine başka bir Avrupa
tüccarı Karabet’in bütün vilayet genelinde borç verdiği kişiler bulunuyordu. Diğer
taraftan, Kütahya’daki Ermeniler, yabancı yatırımcılar için de tercih edilen kişiler
arasındaydı. Mesela, yabancıların işlettiği bir demiryolu şirketi olan Anadolu
Kumpanyası’nın Kütahya vekili Agop isimli Ermeni idi. Bazı Ermeniler de, Kütahya
kazası dahilindeki âşâr vergisini toplama işini üstleniyorlardı. 1860 yılı Kütahya kazası
aşarının tahsilini Ohannes isimli336 Ermeni, üzerine almış, bir sene sonra da aynı işi
Ermeni İstefan üstlenmişti. Devletle çalışan Ermeniler sadece mültezimler değildi.
Sarraf olan Ermeniler de resmî kuramlarla sıkı iş ilişkisi içinde idiler. Meselâ, 21 Aralık
1852 tarihli bir belgeden öğrenildiğine göre, Dilaver Paşa zaviyesi vakfına ait para, muhtemelen işletilmek üzere- Sarraf İstefan’da bulunuyordu. Bu tarihten iki sene kadar
önce aynı sarrafın üzerinde devlete ait bir borçtan bahsedildiğine göre, Sarraf İstefan
devlet kurumlarıyla sıkça iş yapan biri olmalıdır.
Kütahya’nın sosyal yapısı içinde rahat bir hayat süren Ermeniler arasında,
serbest meslek sahiplerinin haricinde resmî devlet görevinde bulunanlar da vardı.
Mesela, 1855 yılında Kütahya Sandık Emini Ermeni İstefan idi. Ancak bu şahıs görevini
kötüye kullanmış ve dolandırıcılık yaptığı iddiasıyla halk tarafından görevden alınması
istenmişti. 1860 senesinde Uşak Sandık Emini de yine bir Ermeni idi. Fakat bu Ermeni
şahsın da Kütahya Kaymakamı Mataş Paşa hakkında öne sürdüğü bazı iddiaların iftira
olduğu anlaşılmış ve cezalandırılması istenmişti. 1903 yılında Şehreküstü mahallesinde
müslüman ahali de sakin olduğu halde, mahalle muhtarı Tersis veled-i Karabet isimli bir
Ermeniydi. Ayrıca Kütahya Belediye Meclisi üyeleri arasında da iki veya üç tane
Ermeni meclis üyesi bulunuyordu. Diğer taraftan şehirde mevcut Ziraat, Ticaret veya
Sanayi komisyonları (odaları) üyeliklerinin bazıları da Ermeni tüccar ya da ileri
gelenlerin elindeydi. 1897 yılında Ticaret ve Ziraat Komisyonu azalarından ikisi Ermeni
Mardiros Ağa ile Agobcan Ağa’idi. Bu tarihten on sene sonra ise aynı komisyonun altı
336
a.g.e. , s.72.
183
üyesinden yine ikisi Artin ve Karabet isimli iki Ermeni idi. Her iki tarihte üye337 olarak
gözüken Ermenilerden biri muhtemelen Katolik mezhebine tabi Ermenileri temsilen
komisyonda bulunuyor olmalıdır. 1899 yılında, Kütahya idadi Mektebi (Lise) Cebir ve
Fransızca öğretmeni Ermeni Artin Efendi, kız okulunun nakış öğretmeni ise Ermeni
Aranik Hanım idi. Ayrıca, Ermenilere mahsus riüşdiye (ortaokul) ve ibtidaiye (ilkokul)
bulunduğu gibi, isteyen öğrenciler karışık olarak idadi (lise) okuluna da devam
edebiliyorlardı.
Mahallelerde Ermenilerle Türkler karışık şekilde oturuyorlardı. Yüzyılların bir
getirisi olan karşılıklı benimseme ve anlayış ile her iki zümre arasında genel anlamda
bir uyumluluk hâkimdi. Mesela, Şehreküstü mahallesi sakinlerinden Bakırcıoğlu
Asfador ve Hızır oğlu Kigork isimli Ermeniler, Kölezâde Ahmed Efendi ve Kavafzâde
İbrahim Ağa ile komşu idiler. Temettuat kayıtlarında veya mahkeme sicillerinde bunun
gibi bir çok örneğe rastlanmaktadır. Ancak, sosyal yapı içindeki bu uyumlu ilişkilerin
yanında, bazen istenmeyen olayların gerçekleştiği de oluyordu. Bir toplum yapısında,
aynı etnik menşeden gelen ve aynı dine mensup insanlar arasında dahi meydana
gelebilen bazı uygunsuz hadiselerin Ermenilerle Türkler veya Rumlar arasında
yaşanmış olması da tabiîdir. Ancak bu tür olayların failleri gerekli kanuni cezalara
çarptırılıyordu. Mesela, İstefan isimli bir Ermeni’yi öldüren İsmail adındaki şahsa
İstanbul’da Tersane’de prangaya konulma cezası verilmişti. Benzer şekilde, Ispartalı
Mehmed isimli bir Türk çocuğunu öldüren Ermeni ile ilgili de yine gerekli kanunî
muamele yapılmıştı. Tanzimat ve Islahat fermanlarının ilanı ile azınlıklara bir takım
yeni haklar tanınması ve Avrupalı devletlerin de Osmanlı Devletinin içişlerine karışma
bahanesi olarak azınlıkları kullanmaya kalkışması, tabiî olarak devletin bu zümreler
üzerine olan dikkatini yoğunlaştırmıştı. Devlet, azınlıkların ileri gelenlerine nişanlar
ihsan ediyor ve sadâkatlerinin devamını istiyordu. Bu uygulamalar sırasında Kütahya
Ermeni Murahhasası Bedros Efendi’ye de nişan takılmıştı. Bir ara Kütahya’da bazı
kişilerce Ermenilere kötü davranıldığı hususunda şikayette338 bulunulmuş, bunun
üzerine devlet merkezi bu iddiaların araştırılmasını istemişti. Muhtemelen bu gelişmeler
üzerine Kütahya Ermeni Despotu Osep Efendi, Ermeni Patrikliği tarafından İstanbul’a
çağrılmıştı. Bu ziyareti dikkatlice takip eden devlet, Osep Efendi’nin ziyareti sırasında
337
338
a.g.e. , s.73.
a.g.e. , s.74.
184
herhangi bir uygunsuz hareketinin görülmediğini tespit etmişti. 1913 yılında, beş
Ermeni gencinin bir Türk kadına tecavüz etmesiyle gerçekleşen olay ise, belki de
Kütahya’da yaşayan Türklerle Ermeniler arasında yaşanan olayların en olumsuz bir
örneğini teşkil etmektedir. Bu olayın faillerinin Divanı Harbe sevki konusunda suistimal
edildiği iddiasının gündeme gelmesiyle İttihat ve Terakki Cemiyeti olayın
soruşturulması için harekete geçmişti. Ayrıca, şu konu da açıklıkla belirtilmelidir ki, 25
Kasım 1915 tarihli bir belgeden anlaşıldığına göre, Kütahya’da bulunan Ermeniler I.
Dünya Savaşı sırasında başka yerlere nakledilmemişler Kütahya’da kalmışlardı. Bu
uygulama, Kütahya’da yaşayan Ermenilerle Türkler arasındaki sosyal ilişkinin,
Ermenilerin zorunlu göçe (tehcir) tabi tutulmalarını gerektirmeyecek derecede
uyumluluk içinde bulunduğunu göstermesi açısından da mühimdir. Diğer taraftan, aynı
toplumda yaşayan üyelerin karşılaşabileceği tabiî bir durum olarak, Ermenilerle Rumlar
arasında da birliktelikler veya anlaşmazlıklar çıkabiliyordu. Nitekim, Lala Hüseyin Paşa
mahallesinde oturan Rumlardan Mihail ve Çerberci oğlu İstiradi, Ermeni Terzi Panohi
oğlu Karabet ile afyon ve tiftik ticareti hususunda ortaklık kurmuşlar, ancak daha sonra
anlaşamayarak birbirlerini karşılıklı olarak mahkemeye vermişlerdi. Ermenilerle ilgili
dikkati çeken diğer bir nokta da, şehir içi ve şehir dışı olmak üzere fazla miktarda yer
değiştirmelere rastlanmasıdır. Menşe olarak bir kısmı Kütahya’nın yerlisi olan
Ermeniler yanında, şehir dışından gelen Ermeniler de bulunmaktaydı. Bazıları ise çeşitli
nedenlerle başka şehirlere yerleşmişlerdi. Belgelere yansıyan mekan değiştirmelerden
anlaşıldığı üzere, Ermenilerin başta İstanbul olmak üzere, Ankara, İzmir, Bilecik, Bursa
gibi339 civar bölgelerde yakınları bulunmaktaydı. Kütahya Ermenileri arasında şehir içi
ve şehir dışı göç olaylarına bir göz atıldığında, ortaya şöyle bir manzara çıkmaktadır.
Balıklı mahallesinde oturan Saatçi Artin İstanbul’da Beyoğlu’nda yaşayan amcasının
yanına gitmiş, yine aynı mahalle sakinlerinden Hoseb isimli Ermeni Küçük Orta
mahallesine taşınmış, komşusu Kigork annesiyle birlikte Bursa’ya göç etmiş, diğer bir
komşusu Ankaralı Kımos (?) da evini Büyük Orta mahallesine taşımıştı. Lala
mahallesinde oturan Ermenilerden bir hane, 1845 yılındaki sayımdan beş sene önce
Gediz’e göç etmiş, iki hane de evini satıp Bilecik’e yerleşmişti. Bir hane sahibinin de
İstanbul’da iken öldüğü kaydedilmiştir. 1900’lü yılların başında Küçük Orta ve Lala
mahallelerinde oturan iki Ermeni ailenin lakabı İstanbulluoğlu’dur. Bu isimlendirme,
339
a.g.e. , s.75.
185
muhtemelen sözkonusu ailelerin İstanbul’dan Kütahya’ya göç edişini ifade ediyor
olmalıdır. Şehreküstü mahallesinde oturan Ermeniler arasında da başka şehirlere göç
edenler bulunmaktaydı. Mesela, bu mahallede iki numaralı hanede kayıtlı Karabet ve
eniştesi Ohannes sayımdan bir sene önce 1844 yılında Bursa’ya yerleşmişlerdi. Terzi
kalfası olan başka bir Ermeni sayım sırasında İstanbul’da bulunuyordu. Otuz sekiz
numaralı evin sahibi Mankasar Çorbacı ise üç sene önce (Afyon) Karahisar’a göç
etmişti. Aynı mahallede oturan Katolik Ermenilerden Kigork da yine üç sene önce
İzmir’e yerleşmişti. Daha geç tarihli bir belgeye göre ise, Şehreküstü mahallesinde vefat
eden Katolik Ermenilerden Acem oğlu Oseb’in iki büyük kızı Kütahya’da yaşamalarına
rağmen, hanımı Meryem ile büyük yaştaki oğlu Ohannes Mısır’ın İskenderiye şehrinde
ikamet ediyorlardı.340
3.2.2.Salnamelerde Kütahya’daki Gayrimüslimlerin Nüfusu
Salnameler, Osmanlı Devleti’nde gündelik hayata dair tutulan günlüklerin yer
aldığı arşiv vesikalarıdır. Kütahya’da bulunan gayrimüslim tebaanın, salnamelerden
yola çıkarak elde edilen çeşitli yıllara göre nüfus dağılımları şu şekildedir:
Tablo 3.3. H.1287 ( M.1870 ) Tarihli Salnamede Bulunan, Sancak Dahilindeki Nüfus
Dağılımıyla İlgili Tablo341
Toplam
Müslim
Hane
Mahalle
Yerleşim Merkezleri
Gayrimüslim
Erkek
Erkek
33366
30142
14297
83
Merkez kaza*
3224
8187
8197
1780
20
Tavşanlı kazası
0
27325
27325
6847
9
Uşak kazası**
0
15916
15916
3581
15
Gediz kazası***
0
11137
11137
3359
0
Simav kazası
0
7931
7931
3239
5
Eskişehir kazası
0
5115
5115
126
0
Banaz nahiyesi
0
7968
7968
2054
0
Eğrigöz nahiyesi
0
2213
2213
866
0
Dağardı nahiyesi
0
4688
4688
1425
5
Seyitgazi nahiyesi
0
3899
3899
1180
0
İnönü nahiyesi
0
137755
124531
39889
137
Toplam
3224
* Nahiye nüfuslarıyla birlikte
** Göbek Nahiyesi’nin nüfusuyla birlikte
*** Şaphane Nahiyesi’nin nüfusuyla birlikte
Kaynak: Kevser Değirmenci, 19.yy.’ın Sonları ve 20. yy.’ın Başlarında Kütahya Vilayetinin Demografik
Yapısı ve Ekonomik Durumu, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Pamukkale Üniversitesi, Denizli, 2001, s.28.
340
341
a.g.e. , s.76.
Değirmenci, a.g.e. , s.28.
186
Tablo 3.4. H.1296 ( M.1879 ) Tarihli Salnamede, Söz Konusu Yıla Ait Nüfus
Dağılımını Gösteren Tablo
Yerleşim Birimleri
Hane
Ermeni
Merkez kaza
Tavşanlı kazası
Uşak kazası
Gediz kazası
Eskişehir kazası
Simav kazası
Virancık nahiyesi
Gireği nahiyesi
Gümüş nahiyesi
Altıntaş nahiyesi
Armudeli nahiyesi
Banaz nahiyesi
Göbek nahiyesi
Şaphane nahiyesi
Seyidgazi nahiyesi
İnönü nahiyesi
Eğrigöz nahiyesi
Dağardı nahiyesi
Toplam
4276
2220
9658
4708
4371
4745
1857
3579
1776
4034
0858
1884
884
889
1588
1407
3858
2326
56797
1457
90
210
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
1765
Erkek Nüfus
Rum
İslâm
1811
0
566
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
2377
7279
6450
12415
12355
10157
12365
5117
4015
5150
4550
2213
5135
1908
1388
3642
4115
9788
1298
113975
G.Müs.
Toplam
3268
90
776
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
4142
Toplam
10547
6540
13191
12355
10157
12365
5117
4015
5150
4550
2213
5135
1908
1388
3642
4115
9788
1298
113201
Kaynak: Kevser Değirmenci, 19.yy.’ın Sonları ve 20. yy.’ın Başlarında Kütahya Vilayetinin Demografik
Yapısı ve Ekonomik Durumu, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Pamukkale Üniversitesi, Denizli,
2001, s.31.
Tablo 3.5. H.1303 ( M. 1886 ) Tarihli Salnamede, Söz Konusu Yıla Ait Nüfus
Dağılımını Gösteren Tablo
Müslüman Nfz.
Rum
Ermeni
Kıpti
Çingene
Toplam
Erkek
149569
Kadın
150522
Toplam
30009
%50
1312
390
242
77
151590
1013
160
113
30
151838
2325
550
355
107
303428
%56
%71
%68
%72
%50
Kaynak: Kevser Değirmenci, 19.yy.’ın Sonları ve 20. yy.’ın Başlarında Kütahya Vilayetinin Demografik
Yapısı ve Ekonomik Durumu, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Pamukkale Üniversitesi, Denizli, 2001, s.39.
187
Tablo 3.6. H.1310 ( M.1893 ) Tarihli Salnamede, Söz Konusu Yıla Ait Nüfus
Dağılımını Gösteren Tablo
Yerleşim
Hane
Müslüman Nüfus
E
K
Top.
Birimleri
Kütahya
4436
7423
7735 15182
mrk.
Simav
16019 16643 32662
kazası
Gediz
5445 14753 14774 29527
kazası
Esk.
0
67074
67074
Kazası*
Uşak
1290 36578 37194 73772
kazası*
Tav.
3761
6692
6873 13565
Kazası
Etrafışehir 2011
5577
6310 11887
Altıntaş
1117
4930
4812
9742
Gireği
1890
4558
3501
8059
Virancık
1923
6053
6266 12319
Eğrigöz
4348 16328 10792 27520
Gümüş
1794
5228
5576 10804
Armudeli
1037
2631
2415
5046
Seyitgazi
0
140
200
340
Dağardı
1100
2626
2589
5215
Şaphane
580
1547
1559
3106
Banaz
2125
6768
6483 13251
Göbek
1010
2544
2579
5123
* Nahiye nüfuslarıyla birlikte verilmiştir.
Gayrimüslim Nüfusu
Rum
Katolik
Ermeni
E
K
E
K
E
K
2078 1972 1115 1149 356 398
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
117
132
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
68
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
72
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
Top.
888
Kaynak: Kevser Değirmenci, 19.yy.’ın Sonları ve 20. yy.’ın Başlarında Kütahya Vilayetinin Demografik
Yapısı ve Ekonomik Durumu, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Pamukkale Üniversitesi, Denizli, 2001, s.41.
188
Tablo 3.7. H.1311 (M. 1894) Tarihli Salnamede, Söz Konusu Yıla Ait Nüfus
Dağılımını Gösteren Tablo
Yerleşim
Birimleri
Müslüman nüfus
Gayrimüslim Nüfus
Rum
Ermeni
Katolik
Bulg.
Yah.
E
K
Top.
E
K
E
K
E
K
Kütahya
mrk
Tav. Kazası
7462
7840
15302
2224
2447
1215
1298
343
437
0
0
6966
7385
14351
0
0
0
0
0
0
0
0
Esk. Kazası
19872
18709
38581
512
308
604
598
158
81
3
57
Simav
kazası
Gediz kazası
13138
13810
26948
50
40
6
2
2
2
0
0
14467
15398
29865
19
10
25
14
0
0
0
0
26396
27851
54247
725
755
330
340
0
0
0
0
6721
6085
4942
6042
6076
2939
10187
7067
2787
1698
5299
2699
160927
6774
6304
5055
6276
6316
2820
11143
6993
2715
1797
2597
2785
125738
13495
12389
9997
12318
12392
5759
21330
14060
5502
3495
7896
5484
286665
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
3530
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
3560
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
2180
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
2252
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
503
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
89
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
3
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
0
57
Uşak
kazası*
Etrafışehir
Altıntaş
Gireği
Gümüş
Virancık
Armudeli
Eğrigöz
Seyitgazi
Dağardı
Şaphane
Banaz
Göbek
Toplam
* Nahiye nüfuslarıyla birlikte verilmiştir.
Kaynak: Kevser Değirmenci, 19.yy.’ın Sonları ve 20. yy.’ın Başlarında Kütahya Vilayetinin Demografik
Yapısı ve Ekonomik Durumu, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Pamukkale Üniversitesi, Denizli, 2001, s.45.
Tablo 3.8. H.1314 (M. 1897) Tarihli Salnamede, Söz Konusu Yıla Ait Nüfus
Dağılımını Gösteren Tablo
Kaza
İsimleri
Müslüman Nüfus
Rum
Gayrimüslim Nüfus
Katolik
Ermeni
Pro.
Bulg.
Erkek
Kadın
Toplam E
K
E
K
E
K
E
K
M. kaza
59659
2302 120994 2429 1410
446
35 38
0
0
1497 338
Uşak
34352
37206
71558
761 769
0
0
0
0
49
306 334
Esk.
30642
30300
60942
446 327
108
81
0
0
0
593 571
Simav
16322
17007
33324
65 16
2
2
0
0
0
7
2
Gediz
15888
17173
33061
0
0
0
0
0
0
0
0
0
Toplam
156863 163021 319884 3674 3542
448 529 35 38
118
2316 2404
Kaynak: Kevser Değirmenci, 19.yy.ın Sonları ve 20. yy.ın Başlarında Kütahya Vilayetinin Demografik Yapısı
ve Ekonomik Durumu, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Pamukkale Üniversitesi, Denizli, 2001, s.49.
Yah.
0
0
55
0
0
55
189
Tablo 3.9. H.1324 ( M. 1906 ) Tarihli Salnamede, Söz Konusu Yıla Ait Nüfus
Dağılımını Gösteren Tablo
Müslüman Nüfusu
Erkek
Kadın
Toplam
Kaza
İsimleri
Mrkz.Kaza
Uşak
Eskişehir
Simav
Gediz
71208
44684
47835
19675
19439
70202
44471
43045
20141
19002
141410
89155
90880
39816
38441
Rum
Gayrimüslim Nüfusu
Müs
Erm Kat. Pro.
5094
2494
2303
187
5
2689
1004
3427
2
6
516
0
407
0
0
0
0
210
0
0
0
0
151
0
0
Ecn.
53
431
0
0
Kaynak: Kevser Değirmenci, 19.yy.ın Sonları ve 20. yy.ın Başlarında Kütahya Vilayetinin Demografik Yapısı
ve Ekonomik Durumu, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Pamukkale Üniversitesi, Denizli, 2001, s.55.
3.2.3. Kütahya Mutasarrıfı Faik Ali Bey ve Kütahya Ermenilerinin Tehciri
Meselesi
Faik Âli (Ozansoy), önce Servet-i Fünûn daha sonra da Fecr-i Âti edebî
topluluğu içinde yer almış bir şâirimizdir. Onun şâir sıfatının yanında üzerinde pek fazla
durulmayan bir de yönetici kimliği vardır. Zira Faik Âli Bey çeşitli yerlerde
mutasarrıflık ve valilik yapmış bir yöneticidir. Faik Âli, 1915 yılında Kütahya
mutasarrıfı iken burada yaşayan Ermenilerin de tehciri gündeme gelir. Ancak Faik Âli,
merkezi idarenin bu yöndeki emrini yerine getirmez. Hatta civardan Kütahya’ya
gönderilen Ermenilere de sahip çıkar ve onların sorunları ile yakından ilgilenir. O
sebeple Birinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul ve İzmir’in dışında Ermenilerin tehcir
edilmediği bir başka şehir Kütahya olur.342
Yıllar sonra Arşak Alboyacıyan isimli bir Ermeni, Faik Âli Bey’in Kütahya’da
Ermenilere karşı gösterdiği dostluğu hatıralarında ayrıntılı bir şekilde anlatır. Söz
konusu hatıratın ilgili bölümü Sarkis Seropyan imzalı bir yazıda (Vicdanlı Türk Valisi
Faik Âli Ozansoy, Tarih ve Toplum, Nu.23, Kasım 1995) Türkçeye çevrilir.
Hem Ermeni hem de Türk kaynakları Faik Âli Bey’in idaresindeki Ermenileri
tehcire göndermediği ve onlara önemli yardımlarda bulunduğu hususunda hemfikirdir.
Öyle ki, Birinci Dünya Savaşı sona erince Ermeniler, Kütahya Kilisesi bahçesinde Faik
Âli Bey için bir “kitabe-i şükran” vaz ederler. Biz bu konularla ilgili olarak Faik Âli
342
Ömer Çakır , “Birlikte Yaşamak: Şair Fâik Âli Bey ve Kütahya Ermenileri”, Erciyes Üniversitesi
I.Uluslararası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu(EUSAS-I): “Osmanlı Toplumunda Birlikte
Yaşama Sanatı: Türk Ermeni İlişkileri Örneği”, Kayseri, 20-22 Nisan 2006.; Hoşgörü Toplumunda
Ermeniler, C:III, Erciyes Üniversitesi Yayınları, 1.Baskı, Ocak 2007, s.475.
190
Bey’in aynı tarihlerde Ermenilere hitaben gazete vasıtasıyla neşrettiği bir açık mektup
tespit ettik. Söz konusu mektuptan mevcut kaynaklarda bahsedilmemektedir. Oysa
mektubun hem Arşak Alboyacıyan’ın hatıratı hem de 1919 yılındaki gelişmelere katkıda
bulunması bakımından büyük önemi vardır. Faik Âli Bey mektubunda birlikte yaşama
adına Ermenilere çok önemli çağrılarda bulunmaktadır.
Fâik Âli (Ozansoy), önce Servet-i Fünûn daha sonra da Fecr-i Âti edebî
topluluğu içinde yer almış bir şâirimizdir. Onun şâir sıfatının yanında, üzerinde pek
fazla durulmayan bir de yönetici kimliği vardır. Zira, Fâik Âli Bey çeşitli yerlerde
mutasarrıflık ve valilik yapmış bir yöneticidir. Fâik Âli Bey, 1915 yılında Kütahya
mutasarrıfı iken burada yaşayan Ermenilerin de tehciri gündeme gelir; fakat o, merkezî
idarenin bu yöndeki emrini yerine getirmez. Hatta, civardan Kütahya’ya gönderilen
Ermenilere de sahip çıkar ve onların sorunları ile yakından ilgilenir. Dolayısıyla, en
sıkıntılı bir dönemde Kütahya’da Türk ve Ermeni toplumu birlikte yaşamaya devam
eder. Ancak birkaç yıl sonra; 1919 yılında yayımladığı açık mektuptan anlaşılacağı
üzere, Fâik Âli Bey adeta hayal kırıklığına uğrayacaktır. Zira, Ermeniler daha ilk
yıllardan itibaren tehcir konusunda dünyayı yanıltma gayreti içine girerler. Fâik Âli
Bey, söz konusu mektubunda Ermenilere dikkat çekici uyarılarda bulunmaktadır.343
Fâik Âli, 22 Mart 1876 yılında Diyarbakır’da doğmuştur. Asıl adı Mehmed
Fâik’tir. Babası, Diyarbakırlı Said Paşa olarak bilinen zattır. Meşhur şâir ve
yazarlarımızdan Süleyman Nazif, Fâik Âli’nin ağabeyidir. Dolayısıyla şâirin ailesinde
edebiyatımızın iki tanınmış siması bulunmaktadır. Bu bağlamda, tabii olarak Fâik Âli
Bey’in şiire olan hevesi çok küçük yaşta uyanır. İlk şiirleri Servet-i Fünûn mecmuasında
yayımlanır. Şâir, ilk şiir kitabını “Fâni Teselliler” adıyla II. Meşrutiyet’in ilânından
sonra neşreder.
Fâik Âli Bey, nazmının bütün özellikleri ile, eksiksiz bir Servet-i Fünûn şâiri
olmakla beraber içinde yaşadığı toplumun yaşadıkları ile yakından ilgilenmiş ve
Trablus, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı ile ilgili şiirler kaleme almıştır. “Elhân-ı
Vatan” adlı ikinci şiir kitabında işte bu ilginin ürünleri bulunur. Fâik Âli Bey’in iki adet
de tiyatro türünde eseri vardır. Bunlardan “Payitahtın Kapısında” (1918) adlı eseri
Çanakkale Muharebeleri ile ilgilidir. “Nedim ve Lale Devri” (1950) isimli piyesi ise
343
a.g.e. , s.476.
191
konusunu Şâir Nedim’in hayatından ve zamanından alır. Fâik Âli’nin dikkat çeken bir
başka eseri ise “Şâir-i Azam’a Mektup” isimli manzumesidir. Bu şiirde Fâik Âli Bey,
Meclis-i Ayan’ın feshi üzerine Viyana’ya giden ve orada maddî sıkıntı çeken Abdülhak
Hamid’i savunur ve ona olan hayranlığını bir kez daha dile getirir. Bir nevi açık
manzum mektup hüviyetindeki eser, 1923’te bir kitapçık halinde yayımlanmıştır.
Fâik Âli Bey’in Türk edebiyatındaki yerine çok kısa da olsa işaret ettikten
sonra konumuzla ilgili olarak idareci cephesi ve bu çerçevede yaptığı görevlerden de
kısaca söz etmekte yarar görüyoruz.344
Fâik Âli Bey, Mekteb-i Mülkiye’den 1901’de mezun olur. Mezuniyetini
müteakip ilk olarak, Bursa vilâyeti maiyet memurluğunda göreve başlar. Bu sırada
ağabeyi Süleyman Nazif, aynı vilâyette mektupçu olarak görev yapmaktadır.
Fâik Âli Bey daha sonra Sındırgı, Burhaniye, Pazarköy ve II. Meşrutiyet’te,
Mudanya kazalarında kaymakamlık yapar. Ardından Midilli mutasarrıflığına tayin olur.
Balkan Savaşları sırasında Kırşehir mutasarrıflığına nakledilirse de oraya gitmez.
Bilahare, Beyoğlu ardından Üsküdar mutasarrıflıklarında bulunur. Fâik Âli Bey’i 1915
yılında Kütahya mutasarrıfı olarak görüyoruz. Orada görev yaparken Gelibolu
mutasarrıflığına tayin edilir; fakat Gelibolu’ya gitmemiştir. Bunun üzerine Dahiliye
Nezareti heyet-i teftişiyesi başkitabetinde bir süre görev yaptıktan sonra tekrar Beyoğlu
mutasarrıflığına atanır. Fâik Âli Bey, mütarekenin ilânından sonra ise Diyarbakır
valiliğine tayin edilir. Ancak birkaç ay sonra bu görevinden istifa ederek İstanbul’a
gelir. İstanbul’da, Dahiliye Nezareti müsteşarlığına tayin edilirse de kısa bir süre sonra
kabine değişip Dahiliye Nezareti’ne Ahmet Reşîd (Rey)’in gelmesi üzerine bu
görevinden de ayrılır (Nisan 1920). Fâik Âli Bey, 1931 yılında Dahiliye
müsteşarlığından emekliye ayrılarak memuriyet hayatını noktalar. Ömrünün bundan
sonraki kısmında daha çok edebiyatla meşgul olan Fâik Âli Bey, 1 Ekim 1950’de
Ankara’da vefat eder. Cenazesi, vasiyeti üzerine İstanbul’da Abdülhak Hamid’in
mezarının yanına defnedilir.345
Görüldüğü gibi, şâir Fâik Âli Bey, edebiyatçı kimliğinin yanında çeşitli yer ve
zamanlarda değişik mevkilerde yöneticilik yapmış bir idarecidir. Onun mülkî amir
344
345
a.g.e. , s.477.
a.g.e. , s.478.
192
olarak görev yaptığı şehirler içinde en fazla dikkat çeken yerlerden biri Kütahya’dır.
Diğerinin de mütareke günlerine denk gelen Diyarbakır valiliği olduğu söylenebilir.
Fâik Âli Bey, “Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler” kitabının yazarı Ali
Çankaya’ya gönderdiği mektupta verdiği bilgiye göre, 14 Kasım 1913’te tayin edildiği
Beyoğlu mutasarrıflığından idarî ve ictihadî bir ihtilaf sebebiyle 30 Aralık 1913’te istifa
ederek ayrılır.
İşte bu istifadan sonra Fâik Âli Bey, Kütahya mutasarrıflığı ile devlet
hizmetine tekrar girecektir. Zira, Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde bulunan resmî hal
tercümesine göre Fâik Âli Bey, 18 Ağustos 1329’da 5000 kuruş maaşla Kütahya
mutasarrıflığına atanır. Yaklaşık bir ay sonra 4000 kuruş maaşla Üsküdar
mutasarrıflığına nakledilir ise de 29 Kanunuevvel 1330 tarihli irade-i dahiliye ile birinci
sınıf mutasarrıf maaşıyla, 20 Kânunısani 1330’da Kütahya mutasarrıfı olarak ikinci defa
tayin edilir. Dolayısıyla, bu bilgilerden hareketle Fâik Âli Bey’in Kütahya’daki
mutasarrıflık görevinin 1915 yılı Şubat ayının ilk günlerinde başladığını söyleyebiliriz.
Fâik Âli, 1915 yılı sonuna kadar bu görevde kalır. Daha sonra yukarıda ifade edildiği
üzere oradan Gelibolu mutasarrıflığına nakledilir; fakat istifa edip bu vazifeye
gitmez.346
Fâik Âli Bey’in Kütahya mutasarrıflığı, Osmanlı Devleti’nin bugün de halâ
üzerinde konuşulan Ermenilerle ilgili tehcir kararının uygulandığı bir zamana rastlar.
Ancak, yerli ve yabancı kaynakların yanında hatıralarda da ittifakla dile getirildiği üzere
Fâik Âli Bey bu sırada, idaresinde bulunduğu topraklardan Ermenilerin tehcirine izin
vermez. Hatta bunun yanında Kütahya’ya Adapazarı ve civarından gelen Ermenilere
çok önemli yardımlarda bulunur, onların gündelik yaşamlarını mümkün mertebe aynen
sürdürmelerine yardımcı olacak imkânlar hazırlamaya çalışır. Bu durum, tehcir ve
birlikte yaşama sanatının devamı bağlamında oldukça dikkat çeken bir husustur. Zira,
aşağıda anlatacaklarımız, tebaa-i sâdıkanın dış güçlerin tahrik ve tesirine oldukça açık
bir atmosferde bulunduğu ve ciddi güven erozyonunun olduğu bir zamanda
gerçekleşmiştir.
Gazeteci Ahmet Emin Yalman, hatıralarında bu konuda şunları yazar:
Kütahya’ya gittiğim zaman tehcir zamanında orada mutasarrıf olan şâir Fâik Âli Bey’in
346
a.g.e. , s.479.
193
tehcir emrini kâğıt üzerinde bıraktığını ve Kütahya Ermenilerinin tam bir huzur içinde
yaşamaya devam edildiklerini gördüm.
Burada bir parantez açarak şunu söylemek gerekir ki, aslında tehcirin
Kütahya’da uygulanmaması yalnızca bu şehre özgü bir durum değildir. Örneğin
İstanbul, İzmir, Konya gibi illerin dışında Yusuf Halaçoğlu’nun verdiği bilgiye göre
Adana, Ankara, Karahisar-ı Sahip, Kayseri, Elazığ, Maraş ve Sivas’ta binlerce Ermeni
yerlerinde kalmıştır. Bunlara Niğde mutasarrıflığında yerlerinde bırakılan Ermeniler de
ilâve edilebilir. Öte yandan, Katolik ve Protestan Ermenilerin, devlet kademelerinde
görev yapan Ermenilerin, ticaret ve benzeri işlerle uğraşanlarla bazı özel şahısların da
tehcire tâbi tutulmadığı anlaşılmaktadır.347
Gazeteci Ahmet Emin Yalman’ın dile getirdiği tarihî gerçek o yıllarda
Kütahya’da yaşamış Ermenilerin hatıralarına da aksetmiştir. Konu ile ilgili ilginç
detayları Arşak Alboyacıyan’ın Kütahya Ermenileri Anı Kitabı’nda yer alan Stepan
Stepanyan isimli bir Ermeninin hatıralarında okumak mümkündür. Söz konusu hatıratın
ilgili bölümü Sarkis Seropyan tarafından Türkçe’ye çevrilerek Tarih ve Toplum
dergisinde yayımlanmıştır. Bu hatırattan öğrendiğimize göre, Stepan Stepanyan
Adapazarı’nda yaşayan ve orada özel okulu olan bir Ermenidir. Nisan 1915’te on üç
kişilik bir kafile ile o da tehcire gönderilir. Ancak o sırada eşi ve birkaç tanıdığı
Kütahya’da bulunmaktadır. Yol güzergâhındaki bir istasyondan ailesine telgraf çekerek
onların da acele yola çıkmalarını ister. Bunun üzerine Bayan Stepenyan, telgrafı
mutasarrıf Fâik Âli Bey’e taktim ederek durumu anlatır. Bu noktada bir sancağın en üst
düzeydeki yöneticisine bir vatandaşın çok rahatlıkla ulaşıp meramını anlatması pek göz
ardı edilmemesi gereken bir husus olsa gerektir.
Bayan Stepanyan’ın eşine yazdığı cevabî mektuptaki bilgilere göre, Fâik Âli
Bey, ona Kütahya’dan ayrılmamalarını söyler. Eşinize gelince, maalesef onu resmen
geri getiremem, fakat ona kaçıp buraya gelmesini, sonrasını merak etmemesini yazınız
der. Ayrıca kendisinin mutasarrıf olarak kaldığı sürece yerli ve göçmen Ermenilerin
Kütahya’da kendilerini emniyette hissedebileceklerine dair bir kez daha güvence
verir.348
347
348
a.g.e. , s.480.
a.g.e. , s.481.
194
Stepan Stepanyan, birkaç gün sonra Kütahya’ya gelerek ailesine kavuşur.
Yanlarına Stepan Stepanyan’ın özel okulunda öğretmenlik yapan Bayan Şuşanik
Solakyan’ı da alarak mutasarrıfı ziyarete giderler. Bu ziyaret söz konusu hatıratta şöyle
anlatılır: Ben, Bayan Stepanyan ve Bayan Şuşanik öğleye doğru dairesine gittik. Ermeni
öğretmen hanımların geldiğini haber verdiklerinde, çalışma odasının kapısında hürmetle
karşıladı bizi. Beni tanıştırıp birkaç saat önce geldiğimi söylediklerinde, ‘gelmeyi
başardığınıza çok sevindim’ diyerek oturmamızı rica etti. Sigara ikram edip kahve
ısmarladı.
Fâik Âli Bey, görüşmenin sonunda misafirlerini kapıya kadar geçirir ve onlara
herhangi bir şekilde kendilerini rahatsız eden olursa kesinlikle çekinmemelerini ve
makamında veya evinde kendisine ulaşabileceklerini söyler.
Hatıratta anlatıldığına göre, Fâik Âli Bey, o fırtınalı günlerde sadece Kütahya
Ermenilerine değil çevre illerden, Adapazarı, İzmit, Eskişehir ve Bursa’dan göçen
Ermenilere de yardım eder. Özellikle göçmenler arasında bulunan zanaatkâr aileler,
onun önerisiyle gönüllü olarak köy ve kentlere yerleştirilmişlerdir. Böylece bir taraftan
onlara geçim kolaylığı sağlanmaya çalışılmış, diğer yandan da Kütahya’daki yığılmanın
önüne geçilmiştir.349
Stepan Stepanyan; ...ve daha bunlar hiçbir şey değil. Onun hakkında inanılmaz
görünen anlatacaklarım var diyerek hatıralarına şöyle devam eder: Fâik Âli Bey’le ilgili
anılarımdan en renklisini ve onun hür fikirleriyle ruh zenginliğini ortaya koyanı
anlatayım.
O günlerde tek bir aileyi Kütahya’dan sürgüne gönderdi. Bu ailenin suçu da
onun tüm ısrar ve tehtitlerine karşın İslâmlığı kabul etmekti.
Stepan Stepanyan’ın anlattığına göre olay şöyle gelişir: 1915 yılı sonuna doğru
Fâik Âli Bey sekiz on günlüğüne İstanbul’a gider. Bu sırada polis müdürünün
kendilerini tehcire göndermesinden çekinen on, on iki kişilik bir grup İslâmiyet’e
geçerek bu yönde meydana gelecek bir gelişmenin önüne geçmek ister. Bunun için
dinlerini değiştirmek istediklerini birer dilekçe ile meclis-i idareye iletirler. Bu arada
Fâik Âli Bey İstanbul’dan döner ve duruma el kor. Öncelikle polis müdürünü başka bir
yere gönderir. Ermenilere dilekçelerini yırtmalarını söyler. Ancak içlerinden biri
349
a.g.e. , s.482.
195
inandığı için başvurusunda ısrar eder. Bunun üzerine Fâik Âli Bey ona şöyle der:
İslâmlığı kabul ettiğin taktirde, diğerlerine örnek olması için bir tek seni,
ailenle birlikte Kütahya’dan süreceğim. Fakat o şahıs, yine de düşüncesinde kararlı
olduğunu ifade ederek resmî işlemlerini bitirip İslâmiyet’e geçer. Fâik Âli Bey ise
sözünü yerine getirir ve onu ailesi ile birlikte Kütahya’dan gönderir. Stepan Stepanyan,
bu ailenin akıbeti için şu bilgiyi verir:
Pek iyi hatırlamıyorum, ama o ya Şam, ya da Haleb’te kalmayı başarmıştı.
Ateşkesten sonra ise sağ salim, ama yeniden Ermeni dinine dönmüş olarak geri
gelmişti.350
Stepan Stepanyan’ın anlattığı bir başka olay ise şöyledir: Çevre illerden
Kütahya’ya gelen varlıklı Ermeniler hükümetin gözüne girip orada kalmayı
garantilemek maksadıyla Hilâl-i Ahmer’e (Türk Kızılayı) bağışlamak üzere aralarında
500 altın toplarlar ve bu parayı vermek üzere Fâik Âli Bey’in huzuruna çıkarlar. Bağışın
asıl maksadını anlayan Fâik Âli Bey, heyete bu parayı kabul etmeyeceğini söyler.
Ancak onlar kararlarında ısrar ederek parayı bırakıp çıkarlar. Gerisini Stepan
Stepanyan’dan dinleyelim: Sanır mısınız ki, görevi olmasına karşın Fâik Âli Bey bu
önemli meblağı mecburen Hilâl-i Ahmer’e teslim etti? Kesinlikle hayır. Aksine, tüm
sorumluluğu yüklenerek şahsen Alayurt’a (Alayurt Tren İstasyonu) indi ve 500 liranın
bir kısmını eliyle dağıttı yoksul (Ermeni) ailelere, kalanını da son kuruşuna kadar
hemen orada bir mutfak kurdurup onlara sıcak yemek dağıtılmasına harcadı.
Stepan Stepanyan, Evet, işte böyle… Okuyucularım şaşıracaklar belki ama
böyle işte. Kesin hakikat bu yazdıklarım dedikten sonra, fakat sürdürelim diyerek Fâik
Âli Bey’in Kütahya’daki Ermenilere yaptığı yardımları anlatmaya devam eder. Bu
çerçevede Fâik Âli Bey’in Ermeni çocukların eğitimlerine devam etmesi için onlara
özel okul açtırdığını öğreniyoruz.
Söz konusu hatıratta anlatıldığına göre, Fâik Âli Bey’in talimatıyla okullar
derhal açılır. Ana sınıfı ile kız ve erkek okulları üç gün içinde dolar. Okula
Kütahya’daki yerli Ermeniler kadar göçmenlerin çocukları da alınır. Fâik Âli Bey
ayrıca, bir de Türk ana sınıfı açtırır ve müdürlüğüne de Bayan Stepanyan’ı atar. Onun
yardımcılığına da üç Türk bir de Adapazarlı Ermeni öğretmen hanım verir.
350
a.g.e. , s.483.
196
Anlaşılacağı üzere Fâik Âli Bey, bir mülkî âmir olarak yüzyıllardır birlikte
yaşanan bir hayatın devamlılığını en kritik bir zamanda sürdürmenin gayreti içinde olur.
Bunu da bir savaş atmosferinin sıkıntılı günlerinde gerçekleştirir. Bu pek kolay bir iş
olmasa gerektir.
Stepan Stepanyan hatıralarının sonuna doğru şöyle der: Savaş sonrası ona lâyık
olduğu şekilde şükran borcumuzu ödememiz gerekiyordu. Bu borcu ödemek için geç
kaldık.351
Aslında, Fâik Âli Bey’e teşekkür yolunda savaş sonrası Kütahya’da Ermeni
cemaatinin bazı faaliyetlerde bulundukları görülmektedir. Zira, Fâik Âli Bey’in 9
Kanunusani 1919 tarihli Tasvir-i Efkâr’da Kütahya Ermeni murahhas vekili Sahak
Efendi’ye hitaben yayımladığı bir mektuptan, Ermenilerin Kütahya Kilisesi bahçesinde
Fâik Âli Bey için bir kitabe-i şükran vaz’ına karar verdiklerini öğreniyoruz. Mektubun
başında bundan dolayı duyduğu mutluluğu ve teşekkürlerini dile getiren Fâik Âli Bey,
devamında Ermenilere önemli bir çağrıda bulunur. Bu noktada Fâik Âli Bey’in
söyleyeceklerini bir açık mektupla ifade etmesi mesajın iletiminde tercih edilen vasıta
bakımından önemlidir. Çünkü açık mektup, bir kişiye hitaben yazılmakla beraber
aslında, dile getirilen düşüncelerin herkesle paylaşılması amacını güder. O bakımdan
Fâik Âli Bey’in şu cümlelerini 1919 yılında Kütahya Ermeni murahhas vekili Sahak
Efendi’nin şahsında tüm Ermenilere hitaben söylenmiş sözler olarak değerlendirmek
mümkündür:
…teşekkür ederken cümlenize bir şeyi de tahattur ettirmek, evet bu âcize karşı
kendinizce lâzımü’l-ifa gördüğünüz vazifeden daha büyük bir vecibeniz olduğunu
hatırlatmak isterim: Pek âlâ bilirsiniz ki sizi fecâyi’-zede-i vekayi olmaktan sıyanet
etmeyi bir vazife-i resmîye ve insaniye telakki ederek çalıştığım zaman Kütahya’nın
merkez ve mülhakatı ahali-i İslâmiyesi kâmilen benimle hemfikir ve hemhis bulunmuş
ve hatta başka vilâyet ve livâlardan o seyl-i şuun önünde düşe kalka topraklarınıza
sığınan bî-hadd ü hisap Ermeni ailelerine mihman-nüvazlık göstermişti. Yerli yabancı
hepiniz malınızın, canınızın, ırzınızın masuniyet-i mutlaka içinde kaldığını gördünüz.
İşte bunu hiç unutmamak en büyük vazifenizdir. Hayır, unutmamak kifâyet etmez.
Bütün o vakâyi ve fecayiin sun’ ve kast-ı milletten mütevellid değil, ancak bazı nemek351
a.g.e. , s.484.
197
haram vatan haramilerin eser-i cinayeti olduğunu ve Türk vatandaşlarınızın o cerâimden
müteberri ve müteâlî bulunduğunu cihan-ı medeniyyet ve insaniyyete en gür sesinizle
ilân etmek de vecâib-i vicdaniyenizdendir. Evet Ermenilerin de Türkler kadar mağdur,
Türklerin de Ermeniler kadar mağdur ve mazur olduğunu siz de bizimle beraber ilân
ediniz. Bu harb ve kıtâl-i umûmînin günah-ı vebâlini ona bâis olan eşhâs-ı madûdenin
name-i âmal ve imalinden çıkararak bütün efrâd-ı insaniyetin defter-i efâline kayd ve
mal etmekle hakîkatin ve hakkaniyetin ruhu pâmal edilmiş olacağı gibi esasen o bâdire-i
umumiyenin bir cüzü ve birkaç veya birkaç yüz kişinin eser-i sunı olan o Ermeni
vakasından da bir heyet-i ictimaiyenin milyonlarca efrâd-ı masumesi mesûl ve muâteb
edilmek istenilirse, bundan da ve hepimizin bir iftikâr-ı azim ile taharri ve intizar
ettiğimiz adl-i insanî ve samedanî müteessir ve rencide olur. İşte bu hakikati siz de
bizimle beraber iltizam ve ilân ederseniz adalete yalnız şahsen muhtaç ve talepkâr değil
suret-i mutlakada taraftar ve perestar olduğunuzu da göstermekle bir kat daha isbat-ı
istihkak ve liyâkat etmiş olursunuz.
Bâkî hissiyat-ı ihtiramkârânemin kabulüyle muhabbet-i kalbiyenizin devamını
rica ederim.
Muhibb-i muhterem efendim.
Fâik Âli352
Görüldüğü gibi Fâik Âli Bey, Kütahya’da Ermenilere yaptığı iyilikleri bir
vazife-i resmîye ve insanîye yani resmî ve insanî bir görev olarak telakki etmekte ve
dolayısıyla yaptıklarının bu bağlamda değerlendirilmesini beklemektedir.
Ermenilerle ilgili yapmış olduğu icraatlarda Kütahya ve civarındaki
Müslümanların kendisi ile hemfikir ve hemhis bulunduğuna dikkat çekmekte, hep
beraber
onlara
mihmannüvazlık
ettiklerini,
misafirperverlik
gösterdiklerini,
vurgulamaktadır.
Buna bağlı olarak o yıllarda Kütahya’daki yerli ve göçmen Ermenilerin
hepsinin malının, canının, ırzının ve namusunun korunduğunu hatırlatmaktadır. Bunun
da Ermenilerce hiçbir zaman unutulmamasını istemektedir.
352
a.g.e. , s.485.
198
Meydana gelen olayların bazı nemek-haram vatan haramilerin işi olduğunu,
bundan dolayı bütün bir milletin mesul tutulamayacağını ifade etmektedir. Konunun bu
şekilde anlaşılması ve ifadesinin Ermenilerin vicdani bir görevi olduğunu dile
getirmektedir.
Yaşananlardan her iki toplumun da mağdur ve mazur olduğunu ifade ederek
şöyle demektedir: Evet Ermenilerin de Türkler kadar mağdur, Türklerin de Ermeniler
kadar mağdur ve mazur olduğunu siz de bizimle beraber ilân ediniz.
Fâik Âli Bey, Ermeni vakasının şayet bu şekilde ele alınmazsa aranan adaletin
gerçekleşmeyeceğini bundan da herkesin müteessir olacağını ifade etmektedir.
Ermenilerin adalete yalnızca kendileri için değil mutlak anlamda taraftar ve
istekli olduklarını göstermeleri için işte bu hakikatin hep beraber ilân edilmesi
gerektiğini belirtmektedir.353
Netice itibariyle, 1915’te Kütahya mutasarrıfı Fâik Âli Bey resmî ve insanî
görevini yerine getirerek o yörede yaşayan Ermenilere, bölge halkı ile beraber elinden
gelen yardımı yapmış; böylece yüzyıllardır süregelen birlikte yaşama kültürü sekteye
uğramadan devam etmiştir. Fâik Âli Bey’in bu tutumu, hem o yıllarda hem de
günümüzde taktirle hatırlanmıştır. Bu çerçevede, savaşın sona erdiği günlerde Kütahya
Ermenilerinin kilise bahçesinde Fâik Âli Bey’e bir kitabe-i şükran vaz’ını
kararlaştırdıkları anlaşılmaktadır. Fâik Âli Bey, bu duruma teşekkür etmekle beraber
yayımladığı bir açık mektupla o günlerde tüm Ermenilere çok önemli mesajlar
vermiştir.
Söz konusu mektup dikkatle okunduğunda, yazılış sebebinin teşekkürün
ötesinde bir uyarı amacını güttüğü anlaşılmaktadır. Fâik Âli Bey, birkaç yıl önce
yaşananları hatırlatarak Ermenilerden doğru bir tavır içinde olmalarını istemektedir. Bu
bağlamda mektuptaki beklentinin özü şudur: Kütahya’da mutasarrıf olduğu sırada
Ermenilere karşı âdil olmaya çalışan Fâik Âli Bey, 1919 yılında onlardan tehcir
konusunun ele alınışında âdil bir yaklaşım beklemektedir. Tehcirin, dünyaya tarihî
bağlamından koparılarak anlatılmasının, Fâik Âli Bey’in tepkisine neden olduğu
görülmektedir. Tehciri, Diaspora’nın dünyaya halâ yanlış anlatıyor olması Fâik Âli
Bey’in Ermenilere yaptığı iyilikler karşısında oldukça dikkat çekici bir noktadır. Zira,
353
a.g.e. , s.486.
199
bugün dünyanın herhangi bir yerinde Fâik Âli Bey’in vaktiyle Kütahya’da Ermeniler
için açtırdığı özel okulda okumuş bir Ermeninin çocuğunun veya torununun yaşıyor
olması kuvvetle muhtemeldir. Son tahlilde şu husus hiçbir zaman gözden uzak
tutulmamalıdır: Adalet yalnızca Türk ve Ermeni vatandaşların birlikte yaşamalarının
temel koşulu olmayıp her toplumun ve milletin birlik ve beraberliği için lâzım olan
vazgeçilmez unsurlardan biridir.354
Arşiv belgelerinin yanı sıra Gazeteci Ahmet Emin Yalman’ın hatıralarında,
tehcir zamanında sevk yeri olarak Kütahya’ya gittiğini orada Mutasarrıf olan, Faik Ali
Bey’in tehcir emrini kağıt üzerinde bıraktığını ve Kütahya Ermenilerinin tam bir huzur
içinde yaşamaya devam ettiklerini Dabağyan nakleder. Ayrıca bu dönemde İstanbul
Ermenileri ile Kütahya sancağı ve Aydın vilâyetindeki Ermenilerin de göç ettirilmediği
bilinmektedir.355
3.2.3.1.Bir Ermeni Gözüyle, “Vicdanlı Türk Valisi: Faik Ali Ozansoy”356
Bu bölümde, yukarıda bahsi geçen makaleyi aynen aktarıyoruz.
“Süleyman Nazif’in kardeşi olup soylarında pek çok edebiyatçı bulunan
ailesine “Ozansoy” adı verilen Faik Bey, 1915 yılı ve öncesi Kütahya mutasarrıflığı
görevini sürdürürken, büyük bir insancıllık örneği göstererek bu sancak ve civarından
hiçbir Er-meniyi tehcire göndermemiş, bu nedenle iktidardaki İttihat ve Terakki Partisi
ileri gelenleriyle takışmayı göze almış aydın bir kişi. Göçler dergisinde de belirtildiği
gibi İstanbul ve İzmir dışında Ermenilerin göç ettirilmediği üçüncü, belki de tek sancak
(il) olarak, tarihe geçmiş Kütahya.
Ermeni tehciri Ermeni ve yabancı görgü şahitlerince hayli işlenmiş bir konu
olup, oldukça geniş yankılar uyandırmıştır.Fakat ne acı bir gerçektir ki yazılanlar ve
yazılacaklar acıları, ızdırapları dindirmeye hiçbir zaman yeterli olmuyor.(!)
354
a.g.e. , s.487. (Bu bölüm adı geçen eserden aynen alınmıştır.)
Davut Kılıç, “1915’te Sevk Ve İskan Edilmeyen Ermeniler” Bilimin Ve Aklın Aydınlığında Eğitim
Dergisi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, Nisan 2003, s. 111.
356
Sarkis Seropyan, “Vicdanlı Türk Valisi: Faik Ali Ozansoy” , Toplumsal Tarih Dergisi, S:23, Kasım
1995, s.46. (Bu bölüm adı geçen makaleden aynen alınmıştır.)
355
200
Bir diğer gerçek ise, sözü geçen kıtal suçuna bir ulusun tamamının ortak
edilemeyeceği, dahası hemfikir olmakla bile suçlanamayacağıdır.
Az da olsa bazı Türklerin, taraftar olmadıkları tehcirden birtakım Ermenileri
kendi olanaklarıyla kurtardıkları, en azından göç yolunda çektikleri acıları bir nebze
hafiflettikleri minnetle anılması gereken gerçeklerdir.
Göğüs kafesinde yürek taşıyan, vicdan sahibi bu insanlar, ülkenin savaşta
olduğu ve tek parti yönetiminin Ermeni tehciri emrini verdiği bir durumda bundan fazla
ne yapabilirlerdi ki?
Kim cesaret edebilirdi? Hele böyle bir zamanda hükümet tedbirlerine ve
emirlerine karşı gelmeyi hangi devlet memuru düşünebilirdi?
Fakat işte bir vali (mutassarrıf) çıkıp ülke sathında Ermeni tehciri konusunda
sözün gerçek anlamıyla ve insancıl bir tavırla merkezden gelen emirlere karşı cesaretle
direnerek görevini kaybetmek ve durumunu tehlikeye sokmak pahasına dikildi.
Bu yürekli ve saygıdeğer insan, Kütahya Sancağı Mutasarrıfı olup adını
tehcirin kanlı (!) sayfasına altın harflerle kaydetmemiz gereken Faik Âli Bey’di.
O yıl, 1915 Nisan 11-24 tarihlerinde357 Adapazarı’ndan benim de içinde
bulunduğum on üç kişilik bir kafileyi tevkif edip sürgüne gönderdiler. Bizi taşıyan
trende kader birliği edeceğimiz biri Nikomidya’dan (İzmit), diğeri Bardizak’dan
(Bahçecik) iki kafileyle buluştuk. Bizi dönüşü olmayan Ankara yönüne değil de Küçük
Asya (Anadolu) muhacirleri için toplama merkezi olarak seçilen Konya’ya iki günlük
mesafedeki Sultaniye adlı kasabaya götürdüklerinde diğerlerinden daha şanslı
olduğumuzu anladık. Ağustos başlarında evden ulaşan üstü örtülü kaleme alınmış bir
mektuptan, İstanbul’dan Adapazarı’na gönderilen Çete İbrahim adlı bir canavar (!)
tarafından şehrin ileri gelen Ermenilerinin Sırp Hreşdagabet Kilisesi’ne hapsedilip
ellerindeki tüm silahların toplandıktan sonra birkaç gün içinde Derzor’a (Deyr-üz-Zor)
doğru yola çıkmaya hazırlanmalarının emredildiğini öğrendim.
O günlerde Sultaniye’de bulunan bizlere Ereğli’ye gönderilmek üzere harekete
hazır olmamız söyleniyordu. Eğer Mezopotamya yönüne sürülen kervanlara
rastlayabilseydik, ailelerimizle birleşecektik.
357
Seropyan, a.g.e. , s. 46.
201
İki gün sonra Adapazarlıları 20-21 kişilik iki kafile halinde yola çıkardılar.
Ereğli’ye ulaştığımızda ise bizi şehre sokmadan gelecek ilk katarla, tabii
gözaltında yukarıya doğru göndermek üzere doğruca tren istasyonuna götürdüler.
İstasyon civarı bir çadırkente dönüşmüştü. Bunlar çoğunlukla Adapazarı’ndan
ilk ayrılanlar olup yola devam edebilmek için boş tren bekliyorlardı. Acınacak
haldeydiler ve dizanteri baş gösterip kurban almaya başlamıştı. Bir de yağmur yağsa
perişan olacaklardı. Onları yerlerinden edenlerin amacı neydi acaba?
İçlerinde hiçbirimizin ailesi yoktu ve eğer bizi yola çıkarmış olsalar belki de
onlara hiç rastlamayabilirdik.
Burada sözde bir telgraf çekmek için kafile sorumlusundan, tabii el altından
verilen bir rüşvet karşılığı, nasıl izin koparıp, doğrudan şehre gittiğimin ve
kaymakamdan “ailelerimizin gelişine kadar şehirde kalabilmek” için nasıl izin kâğıtları
aldığımın ayrıntılarına girmek istemiyorum. İzin kâğıtlarıyla içeriye girdiğimde,
ümitsizlik içinde kıvranan arkadaşlarımın sevincini anlatmaya ise sözler yetersiz kalır.
Bu hiç de küçümsenecek bir şans değildi. Öncelikle kaç gün süreceği belirsiz,
açıkta
gözaltında
bekleyişten
kurtulacak
ve
ailelerimizle
buluşma
şansını
yakalayabilecektik. En önemlisi de, gözetimden kurtulacak, ailelerimizle birlikte rüşvet
karşılığı şehirde oturma iznimizi uzatabilecektik. Sürgün yolunda ise bir günlük
gecikme bile çoğu kez kurtuluş demekti.
Elde ettiğim izin kâğıtları muhafızlarımızı da sevindirmişti. Çünkü kendileri de
açıkta gecelemekten ve bizi Pozantı’ya kadar götürmekten kurtulmuş oluyorlardı.
Eşyalarımızı alıp serbestçe bir otele taşındık.
O gece ilk işim bizimkilere acele yola çıkıp onları bekleyeceğim Ereğli’ye
hareket etmeleri için telgraf çekmek oldu.
Cevap-mektup gecikmedi.
İşte bu mektupla tanımaya başlayacağız Faik Âli Bey’i. Bayan Stepanyan’ın
mektubunun son bölümünden bir alıntı sunuyorum:
“Telgrafımı alıralmaz, ikinci kez Mutassarrıf’a müracaat etmişler. Kültürlü ve
çok efendi bir insanmış. Benim durumumu anlatıp telgrafımı, fikrini öğrenmek üzere
202
takdim etmişler. ‘Buradan ayrılmayın’ demiş Mutasarrıf, ‘çünkü yukarısı Ermeniler için
sefalet ve ölüm demektir. Eşinize gelince, maalesef onu resmen geri getiremem, fakat
ona kaçıp buraya gelmesini, sonrasını merak etmemesini yazınız.”
Ve bu vesile ile kendisi mutasarrıf olarak kaldığı müddetçe yerli veya göçmen
Ermenilerin Kütahya’da kendilerini emniyetle hissedebileceklerine bir kez daha
güvence vermiş.
Bu satırlar Bayan Stepanyan’ın kaleminden çıkmış olmasa, o günlerde
Ermenilere karşı böylesine hoşgörülü ve insancıl hisler besleyen bir Türk üst dereceli
yönetici bulunabileceğine kesinlikle inanamazdım. Üstelik ayrı bir kafileyle sürgüne
gönderilmiş, yani hükümetçe tehlikeli görülmüş bir Ermeniye kaçıp kanatları altında
güvence bulmasını önerebiliyordu bu insan.
Sultaniye ve Ereğli’de yaşayıp gördüklerimden sonra Kütahya mutasarrıfının
tavsiyesine nasıl karşı durabilirdim? Bizimkilere cevabımı beklemelerini telledim ve altı
günlük bir serüven sonucu bu cevabı kendi ellerimle ulaştırmayı başarabildim.
Başarımda kuşkusuz cesaret ve becerikliliğim dışında trenler ve istasyonlardaki
görevli Ermeni memurların da katkısı oldu.
Gece yarısı ulaştığım Alayurt İstasyonu’ndan, tedbirli hareket ederek yayan
ayrıldım. Emniyet bakımından kimseye görünmek istemediğimden gün doğarken kente
girmeyi tasarlamıştım. İyi bir rastlantı Adapazarlı eski bir öğrencimle karşılaştım ve
onun öncülüğünde bizimkilere ulaştım.
Ani gelişimin sebep olduğu sınırsız sevinci burada anlatmanın gereksiz olduğu
düşüncesindeyim.
Bizimkilerle birlikte iki yıldan beri benim özel okulumda öğretmenlik görevini
sürdüren ve ailemizin bir ferdi kadar yakın olan Bayan Şuşanik Solakyan (İstanbullu,
daha sonra Bayan Terziyan, Kahire) sürgüne çıkarılmıştı.
Bunu öğrenen mutassarrıf, ona İstanbul’a dönmek için bir yol izni (pasaport)
vermiş. Ben Kütahya’ya vardığımda o da birkaç gün içinde dönmeye hazırlanıyordu.
Hemen mutasarrıfı ziyaret edip gelişimi bildirmeyi uygun gördük.
Ben Bayan Stepanyan ve Bayan Şuşanik öğleye doğru dairesine gittik. Ermeni
203
öğretmen hanımların geldiğini haber verdiklerinde, çalışma odasının kapısında hürmetle
karşıladı bizi. Beni tanıştırıp birkaç saat önce geldiğimi söylediklerinde, “gelmeyi
başardığınıza çok sevindim” diyerek oturmamızı rica etti. Sigara ikram edip kahve
ısmarladı. Yakayı ele vermeden nasıl olup da kaçmayı başardığımı sordu. Kısaca
anlattım serüvenimi. Gülümsedi ve becerimden dolayı kutladı.
Daha sonra yolumun üzerinde, istasyonlarda Ermeni göçmenlere rastlayıp
rastlamadığımı ve durumlarını sordu.
—Ereğli’den Alayurt’a tüm istasyonlar Ermen göçmenlerle dolu. Hepsi de
acınacak durumda.
—Yapılanlar insanlık vicdanına karşı, ama elimizden bir şey gelmez, dedi ve
kısa bir sessizlikten sonra ekledi.
—Sizin burada bundan böyle korkma nedeniniz yok. Hiç kimse sizi rahatsız
edemez, bu konuda korkunuz olmasın.
Genelde Ermenilere, özellikle de bize gösterdiği358 korumacı ve incancıl
tutumuna teşekkürlerimizi sunduktan sonra ayağa kalktık.
Kapıya kadar geçirdi bizi ve:
—Herhangi bir şekilde sizi rahatsız eden olursa eğer, dedi, kesinlikle
çekinmeyin makamımda ya da evimde bana başvurmaya.
Faik Âli Bey tanınmış bir Türk yazarı ve devlet çevrelerince saygı gören
Süleyman Nazif’in kardeşi olup kendi de Türk edebiyatının kabiliyetli şairlerindendi ve
o zamanlar henüz 38-40 yaşlarındaydı.
Bu ilk görüşmede Faik Âli Bey bende kültürlü, efendi ve vicdanlı, aynı
zamanda hür fikirli ve kararlı bir insan izlenimi bırakmıştı. Sonraları kendisini daha
yakından tanıyıp, o fırtınalı günlerde Ermenilere yürekten yaklaşımına ve bin civarında
aileyi kurtarmasına tanıklık ettiğimde bu izlenimim daha da güçlendi. Sözü geçen
ailelere gelince, bunların 450’si yerliler olup, diğerleri onun izniyle Kütahya’da
barınabilmiş
Adapazarlı,
Nikomidyalı,
Eskişehirli,
Bursalı
göçmenlerdi.
Bu
sonunculardan çok sayıda çalışan ve zanaatkar sınıftan aileler onun önerisiyle gönüllü
358
Seropyan, a.g.e. , s. 47.
204
olarak köy ve kentlere yerleştirilmişlerdi. Bu uzak görüşlü düzenleme bir yandan bu
insanlara geçim kolaylığı sağlamak, bir diğer yandan da şehirde Ermeni kalabalığın
fazla göze batmaması içindi.
Aynı zamanda kaymakamlara ve köylülere de bu bahtsız Ermenilere iyi gözle
bakıp rahatlarını sağlamaları söylenmişti.
Ve daha bunlar hiçbir şey değil. Onun hakkında inanılmaz görünen
anlatacaklarım var.
Faik Âli Bey’le ilgili anılarımdan en renklisini ve onun hür fikirleriyle ruh
zenginliğini ortaya koyanı anlatayım.
O günlerde tek bir aileyi Kütahya’dan sürgüne gönderdi. Bu ailenin suçu da
onun tüm ısrar ve tehditlerine karşın İslamlığı kabul etmekti.
Olay şöyle gerçekleşti.
Yıl sonuna doğru (1915) kendisi sekiz on günlüğüne İstanbul’a giderken yerine
vekili Kemal Bey’i bırakmıştı.
Ermeni düşmanı bir Çerkeş olan polis müdürü, mutasarrıfın yokluğundan
faydalanarak, benim de içinde yer aldığım bir listeyle on-oniki Ermeni’yi yirmi dört saat
zarfında karakola çağırmıştı.
Öğrendiğimize göre bu davet bizleri şüpheli ve istenmeyen insanlar olarak
özellikle sürmek içindi.
O gece bizi tehdit eden bu talihsizliğe bir kurtuluş çaresi bulabilmek üzere
birimizin evinde toplandık. Hepsinin düşüncesi İslamlaşmak için vakit geçirmeden
başvuruda bulunmaktı.
Ben bu fikre mutasarrıfın yokluğuna dikkat çekip karşı çıktım. Üstelik ona
vekâlet eden Kemal Bey de en az onun kadar Ermeni dostu, iyi bir insandı. Onun
olurunu almadan polis müdürü kimseyi sürgün edemezdi. Kemal Bey ise böyle bir
karara kesin karşı çıkardı. Üstelik de ailelerimiz olmadan sadece erkekler sürgüne
gönderileceğimize göre kaçıp kurtulmak, bir yerlere saklanıp geri dönmek olasılığı
vardı. Bunun deneyimini geçirdiğimi söyleyip ekledim: “Ölsem dahi evlatlarım için hiç
kimse Türkleşmişin çocukları diyemez.”
205
İkna edemedim ve toplantıyı terk etmek zorunda kaldım.
Ertesi sabah topluca İslamlaşma dilekçelerini yazıp verdiler.
Kemal Bey bana olanları kendisine güvensizlik olarak gördüğünü söyleyerek
üzüntüsünü belirtti.
Formaliteler yerine getirilmişti ve sıra isim değişiklikleriyle sünnet olmaya
gelmişti.
Talihliymişiz ki buna bir gün kala Faik Ali Bey döndü. Bereket, Kemal Bey’in
ilk işi ona, on kadar Ermeninin İslâmiyeti kabul ettiğini yazmak olmuş.
Ertesi gün Müslüman adayları bu kez Meclis-i İdare’ye başvurmak üzere
Hükümet Konağı’na gittiler.
Toplantı başlamadan Faik Âli Bey Meclis’in dışında bekleyen Ermenilerin
niçin geldiklerini sorar.
—Kendi serbest iradeleriyle İslamlığı kabul etmek üzere başvurdular ve
başvuruları kabul edildi, diye cevaplar Müftü.
—Bir Ermeni İslâmiyeti kabul için baskı veya zorunluluk olmadan kesinlikle
başvuruda bulunmaz, diye konuşur Faik Âli Bey. Aldığım haberlere göre onlar sürgüne
gitme korkusuyla başvuruda bulunmuşlar.
Bu olay da Meclis’imizin yüzkarasıdır.
Toplantıya katılanlar kesinlikle böyle bir baskı olmadığını iddia ederler.
—Şimdi görürüz, diyen Faik Âli Bey, polis müdürünü çağırtıp sorar:
—Birkaç gün önce bir takım Ermenileri makamınıza çağırtmışsınız. Bu davetin
nedenini söyleyebilir misiniz?
Polis müdürü oldukça tedirgin:
—Beyim ne iş yaptıklarını soracaktım? cevabını verir.
Bunun üzerine Faik Âli Bey, aşağılayıcı bir tavırla:
—Ne o? Yoksa onlara sermaye mi tahsis edecektiniz? diye alay eder ve
tereddütsüz ekler:
206
—Hazırlanın, en geç on-on beş gün içinde buradan gidiyorsunuz.
—Affedin beyim, diye yakarır polis müdürü. Kış kıyamette çoluk çocuk nasıl
giderim?
—Bu zavallı Ermeniler için kış kıyamet değilmiydi? Onlara acıdınız mı? Gidin
ve derhal hazırlanın, diye kesin emir verir Faik Âli Bey.
Sonra da toplantıdakilere dönerek:
—O dilekçelerin hemen şimdi yırtılıp imha edilmesi gerek, der. Ermenilere
karşı gerçekleşen mezalime Kütahya Türkleri bugüne kadar katılmadı ve bugünden
sonra da katılmayacak.
Tüm meclis, hatta müftü mutabık kalırlar. Bunun üzerine Faik Âli Bey dışarıda
bekleyen Ermenileri içeri çağırtır ve şu sözleri söyler:
—Sizleri İslâmlaşmak için dilekçe vermeye zorlayan neden malûmunuzdur.
Sizleri sürgüne gönderme vicdansızlığını hiç kimse göstermeyecek. Alın dilekçelerinizi
ve bu Meclis’in huzurunda kendi ellerinizle yırtın.
Hepsi de dilekçelerini alıp yırtarlar. Sadece biri inandığı için başvurduğunda
ısrar eder ve fikrini değiştirmez.
Faik Âli Bey ona şu sözleri söyler:
—İslâmlığı kabul ettiğin takdirde, diğerlerine örnek olması için bir tek seni,
ailenle birlikte Kütahya’dan süreceğim.
Fakat o bu tehdidi şaka olarak görür ve alelacele kalan formaliteleri ve
muameleyi bitirir.
Meclis-i İdare’deki bu olayın ayrıntılarını cuma günü okulu ziyaretinde Kemal
Bey anlattı.
Aradan on beş gün geçmeden merkezden polis müdürünün tayin emri geldi ve
o başka bir yere taşındı.359
Faik Âli Bey aynı şekilde İslâmlaşmayı kabul eden korkak ve düşüncesiz
Ermeniyi, tehdidini yerine getirip ailesiyle birlikte sürgüne gönderdi.
359
Seropyan, a.g.e. , s. 48.
207
Pek iyi hatırlamıyorum, ama o ya Şam, ya da Halep’te kalmayı başarmıştı.
Ateşkesten sonra ise sağ salim, ama yeniden Ermeni dinine dönmüş olarak geri gelmişti.
Bir Ermeninin İslâmlaşmasını affedilmez bir suç telakki ederek ona en ağır
cezayı uygulayan bir Türk düşleyebilir miydiniz?
Ben Kütahya’ya geldiğimde, içlerinde varlıklı kimseler de bulunan yeni gelmiş
Ermeniler hükümetin gözüne girip orada kalmayı garantilemek maksadıyla Hilal-i
Ahmer’e (Türk Kızılayı) teberru etmek üzere aralarında 500 altın lira toplamışlardı.
Bir heyet bu parayı mutasarrıfa götürdü.
Teberrunun asıl maksadını sezen Faik Âli Bey parayı götürenlere şu sözleri
söyler:
—Bu günlerde Hilal-i Ahmer’e yardım edecek olanların zavallı Ermenilerin
olmaması gerekir. Aslında Hilal-i Ahmer’in görevi onlara yardım etmektir. Ben
defalarca Alayurt İstasyonu’na gittim ve göçmen Ermenilerin perişan durumunu
gözlerimle gördüm. Daha şimdiden onların içinde öksüzler, dullar, ekmeğe muhtaç
aileler var. Siz bu parayı götürüp onlara dağıtın.
Fakat heyet kararında ısrar eder ve parayı bırakıp çıkar.
Sanır mısınız ki, görevi olmasına karşın Faik Âli Bey bu önemli meblağı
mecburen Hilal-i Ahmer’e teslim etti? Kesinlikle hayır aksine, tüm sorumluluğu
yüklenerek şahsen Alayurt’a indi ve 500 liranın bir kısmını eliyle dağıttı yoksul ailelere,
kalanını da son kuruşuna kadar hemen orada bir mutfak kurdurup onlara sıcak yemek
dağıtılmasına harcadı.
Evet, işte böyle... Okuyucularım şaşıracaklar belki ama böyle işte. Kesin
hakikat bu yazdıklarım.
Fakat, sürdürelim.
Eylül başlarındaydı ve daha önceleri de olduğu gibi bir gün Faik Âli Bey’i
ziyarete gitmiştim, illa da ‘yakın akrabam’ olan bir aileyi Alayurt’tan şehre naklini
sağlamak için izin kâğıdı rica etmeye. Kâğıdı alıp çıkarken:
—Vaktinizi nasıl geçiriyorsunuz? diye sordu.
—Bir işim olmadığından, evden kahveye, kahveden eve, cevabını verdim.
208
—Niçin Ermeniler okullarını açmıyor ve siz de orada bir görev almıyorsunuz?
diye ilgilendi.
—Buralı Ermeniler şu anda yerlerinde ne kadar kalacaklarını bilmediklerinden
okul falan düşünmüyorlar, diye izah ettim.
—Vay demek öyle? dedi hafif bir gülümsemeyle. İki gün sonra dini önder
vekiline okulu açmasını benim de müdürlüğüne atanmamı resmi bir yazıyla tavsiye
ediyordu.
Mutasarrıfın Ermeni okullarının açılması konusundakı resmi tebliğinin yerli ve
göçmen Ermeniler arasında sevinç yarattığını söylemeye gerek var mı? Zira bunun
anlamı Faik Ali Bey’in sancak Ermenilerini yerlerinden çıkartmama konusundaki
kararından dönmeyeceğiydi.
Okullar derhal açıldı. Ana sınıfı ile kız ve erkek okulları üç gün içinde doldu.
Yerliler kadar da göçmen çocuklarından öğrencilerimiz oldu.
Anlaşılır nedenlerle büyük sınıflara iyi bir ücretle haftada dört saat Türkçe
dersine girmesi teklifini götürdüm Tahrirat Müdürü Kemal Bey’e. Zevkle kabul etti.
Kemal Bey mutasarrıfın güvenini kazanmış bir insandı ve çok samimiydik. O da
hükümetin zulüm (!) politikasına kesinlikle karşıydı.
—Bu katiller (!) günün birinde dünyanın vicdanı önünde hesap verecekler,
derdi.
Biz de aynı kanıdaydık. Fakat görüldüğü gibi vicdan yok olmuştu
yeryüzünden.
İlk kez bir de Türk ana sınıfı açtırdı Faik Âli Bey ve müdürlüğüne de Bayan
Stepanyan’ı atadı. Onun yardımcılığına da üç Türk bir de Adapazarlı Ermeni öğretmen
hanım verdi.
Tüm çocuk şarkılarımızı, şiir ve nesirlerimizle “fröbel” derslerini Türkçeye
çevirelim. Sık sık açık havada tekrarlanan okul törenlerine katılan ana sınıf özel bir ilgi
odağına dönüşürdü.
Faik Âli Bey Türk kız okulunda da üç Ermeni bayan öğretmene görev vermişti.
Bunlardan ikisi Bursalı, sonuncusu da Bayan Hayganuş Torosyan (sonradan Paris’te
209
şarkıcı) Adapazarlı idiler.
Ve işte Kemal Bey’in anlattığı:
Genel Ermeni tehciri henüz hükümette gizli proje iken, Süleyman Nazif
kardeşine bu konuda yazar ve Kütahya Mutasarrıfı olarak pasif de olsa kesinlikle buna
katılmamasını öğütler. Faik Ali Bey hassasiyeti kadar pratik zekâ sahibi ve uzakgörüşlü
bir insan olarak şehrin Türk ileri gelenleriyle İttihat yöneticilerini davet ederek Kütahya
Ermenileriyle ilgili düşüncelerini ister.
Hepsi de maksattan habersiz gayet iyi şahadette bulunurlar. Faik Âli Bey
hepsinden aldığı yazılı şahadetleri imzalatıp çekmeceye atar.
Tehcir başlayıp da her tarafta Ermenilerin mal ve mülklerini yok pahasına elde
eden Türklerin büyük servetlere sahip olduğunu (!) gören Kütahya’daki İttihatçılar
mutasarrıfa müracaat edip vatan haini ulusun bir bölümü olan Kütahya Ermenilerinin de
yerlerinden çıkarılmasını isterler.
—Daha bundan birkaç ay önce devlete sadık tebaa ve dürüst hemşeriler
olduğuna imza verdiğiniz Kütahya Ermenileri şimdi mi vatan haini oldular? diyerek
çekmecesinden çıkardığı imzalı evrakı kendilerine gösterir Faik Âli Bey.
—O zaman hükümeti aldattıysanız eğer, suçlu olursunuz. Yok eğer şimdi
suçsuzlara iftira ediyorsanız yaptığınız kesinkes vicdansızlıktır, diyerek İttihat’tan gelen
heyeti yolcu eder.
Fakat bunlar aldıkları dersten utanmak yerine aynı isteği, üstelik Faik Âli Bey’i
de hükümete karşı ve Ermeni dostu diye itham ederek Talat’a götürürler.
Kasım ayının yarısıydı. Bir cuma öğle sonrası nedenini anımsayamadığım bir
iş için Bayan Stepanyan ile Faik Âli Bey’in evine ziyarete gitmiştik.
Faik Âli Bey dışarıya çıkmaya hazırlanıyordu.
—Telgrafhaneye gidiyorum, dedi. Mecburum. Talat Bey (Paşa) çağırmış.
Sanırım sorun Ermeni tehciri. Bu konuda kesin çatışma olacak. Sonucu duymak için
dönüşümü bekleyiniz ve galibiyetle dönmem için dua ediniz.
Yokluğunda, onun kadar iyi yürekli bir Türk hanımefendisi olan eşi bizi
ümitlendirmeye çalışıyordu.
210
Bize çok uzun gelen bir zaman, heyecan içinde bekledik. Sonunda geldi Faik
Âli Bey. Yüzü ve gözleri neşeyle parıldıyordu.360
—Gözünüz aydın olsun, dedi. Kütahya’da bulunan Ermeniler kurtuldu.
Ve görüşmelerini kısaca anlattı.
Talat ona her yerde olduğu gibi Kütahya’dan da Ermenilerin çıkartılarak
Mezopotamya’ya gönderileceğini söylemiş.
Faik Âli Bey de Kütahya Ermenileri için böyle bir işlemin vicdanına ters
düştüğünü söyleyip Ermeniler lehinde tüm kanıtları, onun görüşüne sunmuş. Talat
ısrarla bu düzenlemelerin tüm Ermenileri kapsadığını, Kütahya’ya ayrıcalık
tanınmayacağını belirtmiş.
Bunun üzerine Faik Âli Bey son kozunu oynamak zorunda kalıp şu sözleri
söylemiş (sözlerini kelimesi kelimesine yazıyorum):
—Bu durumda, ben bu cinayeti işleyemeyeceğime göre istifamı kabul buyurun
ve halefimi tayin edinki emirlerinizi uygulasın.
—Hayır, hayır diye cevaplamış Talat, madem öyle sen al Ermenilerini de
yerine otur.
Faik Âli Bey sürgünden işte böyle koruyabildi yerli ve göçmen Kütahya
Ermenilerini.
Faik Âli Bey’in güvendiği ve Talat’ın geri adım attığı güç benim için
bilinmeyen olarak kaldı.
İttihatçılar Faik Âli Bey’in bu galibiyetine kuduruyor, ama ellerinden bir şey
gelmediğinden, her sokağa çıktığında serseri takımını arkasından “gavur mutasarrıf”
diye bağırtıyorlardı.
Anılarımın
bu
bölümünü
bitirmeden
bir
olayı
daha
anlatmadan
geçemeyeceğim.
İstenmeyen Ermenilerin İstanbul’dan sürgün edilmesi uzunca bir zaman sürdü.
360
Seropyan, a.g.e. , s. 49.
211
1916 yılı başlarında hapisteki on-on iki Ermeninin imzaladığı bir not ulaştı
elime. Hiçbirini tanımıyordum. Gardiyanlardan hakkımda bilgi edinmiş ve yardım
etmem için yakararak hana başvurmuşlar.
Şahsen hapishaneye, onları görmeye gittim
Son derece zavallı durumdaydılar. Nikomidya’ya kadar tekneyle, daha sonra da
hapishaneden hapishaneye yayan gelmişler. Bu on-on iki günlük yolculukta hem
paraları hem fizik güçleri tükenmiş. Hemen hepsinin ayakları şişmiş, bir iki tanesi ağır
hasta, paltolarına sarılmış, ayakkabılarını yastık yapmış yerlerde yatıyorlardı.
Bu durumda yola çıkarıldıkları takdirde ilk günden dökülmeye başlayacakları
kesindi.
Kalbim dayanmadı. Derhal Faik Âli Bey’e gidip içimi paralayan olayı ilettim
ve en azından biraz toparlanmaları için gönderilmelerini birkaç gün erteletmesini rica
ettim.
Fazlasıyla üzüldü.
—Zavallıcıklar, dedi. Onların buraya getirildiğinden haberim yoktu. Hemen
gereken emri verip buradan öteye gönderilmelerini önleyeceğim.
Biraz düşündükten sonra da,
—Artık hapiste kalamazlar, en azından bir müddet onları barındıracak bir yer
temin edemez misiniz? diye sordu.
Anımsadım hemen, okulun bodrum katı boştu. Hemen jandarma kumandanını
çağırtıp okulu tatil etme emrini verdi. Ardından bir polis çağırdı ve hastaların nakli için
iki araba temin etmesini söyledi.
—Belediye hekimine de hastalarla ilgilenmesini, tedavi etmesini tembih
edeyim, diye ekledi.
Almaya gittiğimde çocukların üstüne nur indi sanki.
Onları okulun alt katına yerleştirdikten sonra birkaç Adapazarlı kadın çağırıp
gereksinimlerini ve yiyecek teminini yüklenmelerini istedim. Zevkle kabullendiler.
Adapazarlı hanımların hayırseverliği bilinmeyen bir şey değil aslında. Çabucak bir sıcak
çorba hazırlayıp getirdiler, hemen ardından yatak, yorgan, yastık ve çamaşırlar toplayıp
212
getirdiler Adapazarlıların evlerinden.
Doktor muayenesi sonucu iki hastanın tifoya yakalandığı anlaşıldı.
Reçeteleri yazıp gerekli talimatı veren doktor bana onları ziyaret etmememi ve
tedbirli olmamı tavsiye etti. Mümkün değildi tabii. Günde bir iki kez ziyaret etmeden
yapamadım.
Bir hafta sonra da yatağa düştüm. Tifo bana da bulaşmıştı.
Kırk gün yatağa çakılıp kaldım ve ölümden ailemin ve doktorun candan
ilgileriyle kıl payı kurtuldum.
Faik Âli Bey’in ricasıyla her gün, bazen günde iki kez doktor beni ziyarete
geldi.
Nekahet günlerimde iki üç gün yaşamla ölüm arasında gidip geldiğimi
anlattılar.
Yeniden okula gidebildiğimde ise alt katta hiç kimse kalmamıştı. Gençler
evlerinden para getirtmiş, birer ikişer İstanbul’a kaçmayı başarmışlar. Sadece birini
kurtarmak mümkün olmamış. Ama en azından sürgün yollarında değil de rahat
yatağında, doktorun ve anabacıların ilgisini hissederek ölmüş ve Ermeni bir papazın
dualarıyla bir Ermeni mezarlığına defnedilmiş.
Onu sevenler için ise bu günlerde küçümsenmeyecek bir teselli kaynağı
sayılırdı bu.
Faik Âli Bey’i, onun gösterdiği Ermeni dostluğunu, daha doğru ifade etmek
gerekirse insancıl yönünü, oldukça ayrıntılı resimlerle size anlatmaya çalıştım. Bunu
yapmak, anılarımı bölüm bölüm yazmak benim vicdan borcum, gecikmiş bir vicdan
borcumdu.
Savaş sonrası ona layık olduğu şekilde şükran borcumuzu ödememiz
gerekiyordu. Bu borcu ödemek için geç kaldık. Faik Âli Bey’in bir Türk devlet görevlisi
olarak Ermenilere karşı işlenen büyük cinayete vicdanının sesine kulak vererek karşı
çıktığını, ismini lekelemediğini yazarken haklıydım. O güçlü hükümetin zalim (!)
tutumuna çekinmeden karşı çıkarak olabildiğince, elinden gelebildiğince Ermenileri
ölümden kurtardı.
213
Faik Âli Bey gibi bir başka görevlinin de bulunduğundan söz edilemez.(!)
Gerçi İzmir Valisi Rahmi Bey de Ermenileri İzmir’den sürdürmedi. Fakat bu iki olayı
birbirine bağlayamayız. Faik Âli Bey inançları doğrultusunda hareketle vicdanının
sesini dinlerken, bilindiği gibi Rahmi Bey İzmir Ermenilerini büyük bir rüşvet
karşılığında sürgüne göndermedi. Yerel Ermeni zenginleri onun güç ve etkisini kendi
yararları için altınla satın almışlardı.”361
Kütahya Ermenileri ile ilgili birçok yerde bahsedilen bu anıların elbetteki
ayrıntılardaki tarafsızlğı tartışılabilir. Ancak tartışılamayacak gerçekliği ise Kütahya
Mutasarrıfı Faik Ali Bey’in yaptıklarıdır. Zira Türklere karşı kışkırtılmış olan
Ermenilerin tüm kinlerine rağmen böyle bir makalenin varlığı bile, Türklerin tehcir
öncesi yüzbinlerce insanımızın kışkırtılmış Ermeni komiteciler tarafından katledildiği o
günlerde bile ne kadar insani davrandıklarının, Ermeni olan biri tarafından da tasdiki
değilmidir? Zira Kütahya Mutasarrıfı Faik Ali Bey Türkdür ve Osmanlı Devleti’nin bir
valisidir.
3.2.3.2.Faik Ali Bey ve Tehcirle İlgili Yorumlar362
Bahsi geçen makale Kütahya Ermenileri ile ilgili farklı yorumların yapıldığı bir
makaledir. Bizim yukarıda makale sonunda yaptığımızın dışında başka bir yorumu da
akatrma adına Şahin Alpay’ın yorumlarını aynen aktarıyoruz.
“Osmanlı
Ermenileri”
konferansında
birbirinden
ilginç,
öğretici
ve
düşündürücü konuşmalar dinledik. Bunlar arasında özellikle dikkatimi çekenlere fırsat
buldukça değineceğim.
Bugün “Agos” Gazetesi yazarlarından Sayın Sarkis Seropyan’ın konuşmasına
konu olan, Mutasarrıf (Vali) Faik Ali Bey (Ozansoy, ünlü şair, 1876-1950) ile Kütahya
Ermenilerinin öyküsüne değineceğim. Öykü şu: İttihat ve Terakki yönetiminin aldığı
Osmanlı Ermenilerini Deyr-ül-Zor’a (Suriye) “Tehcir”, zorunlu göç ettirme kararının
bilinen istisnaları, İstanbul ve İzmir’dir. İstanbul’dan yalnızca “beyinler” gönderilir.
361
Seropyan, a.g.e. , s. 49.
Şahin Alpay, Tehcir’in Kütahya İstisnası, (Çevrimiçi),
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=218647 (11.10.2008). (Bu bölüm adı geçen makaleden
aynen alınmıştır.)
362
214
İzmir Ermenileri ise Vali Rahmi Bey’e yüklü rüşvet ödeyerek tehcirden kurtulurlar.
Bilinmeyen istisna ise Kütahya Ermenileridir. Onlar da kurtulur, çünkü Mutasarrıf Faik
Ali Bey, vicdanına sığmadığı için merkezden gelen emri uygulamayı reddeder. Bununla
kalmaz başka yerlerden kaçıp Kütahya’ya gelen Ermenilere de iyi bakılması için emir
verir.
Faik Ali Bey 1915 yılı sonuna doğru İstanbul’a çağrılınca polis müdürü,
(Mutasarrıf gibi tehcire karşı olan vekili Tahrirat Müdürü Kemal Bey’e bilgi vermeden)
Ermeni ileri gelenlerini karakola çağırır, din değiştirmeyi kabul etmedikleri takdirde
hepsinin gönderileceğini bildirir. Ermeniler ertesi gün topluca Müslüman olmak için
dilekçe verirler. Sıra isim değişikliklerine ve sünnet olmaya gelir. Tam bu sırada Faik
Ali Bey İstanbul’dan döner. Polis müdürünü derhal görevden alır. İdare Meclisi’ni
toplar: “O dilekçelerin hemen şimdi yırtılıp imha edilmesi gerekiyor. Ermenilere karşı
mezalime Kütahya Türkleri bugüne kadar katılmadı, bugünden sonra da katılmayacak.”
der. Müftü dahil tüm meclis üyelerinin onayını alır. Dışarıda bekleyen Ermenilere de
şunu söyler: “Sizi din değiştirmeye zorlayan neden malumdur. Sizleri sürgüne
gönderme vicdansızlığını kimse göstermeyecek. Alın dilekçelerinizi ve meclis
huzurunda yırtın.” Ermenilerden sadece biri fikrini değiştirmez. Faik Ali Bey, onu
diğerlerine ders olması için ailesiyle birlikte sürgüne gönderir. Bu şahıs da hayatta
kalmayı başaracak ve savaş sona erdiğinde, Ermeni dinine dönmüş olarak Kütahya’ya
geri gelecektir.
Faik Ali Bey’in niçin böyle davrandığını Tahrirat Müdürü Kemal Bey şöyle
açıklar: “Tehcir” henüz bir proje iken, durumdan haberdar olan Süleyman Nazif Bey
(ünlü şair ve yazar, 1869-1927) kardeşi Faik Ali Bey’e mektup yazarak, buna
katılmamasını, aile şerefine leke sürmemesini ister. Faik Ali Bey bunun üzerine şehrin
ileri gelenlerini ve İttihatçılarını toplantıya çağırır ve Ermenilerle ilgili düşüncelerini
sorar. Hepsi gayet iyi tanıklıkta bulunur. Fakat tehcir başlayınca, sürgüne gönderilen
Ermenilerin mal ve mülklerine el koyanların büyük servetler edindiklerini gören
İttihatçılar, Kütahya Ermenilerinin de sürülmesini isterler. Faik Ali Bey, “Daha birkaç
ay önce devlete sadık teba ve dürüst hemşeriler olduğuna imza verdiğiniz Ermeniler
şimdi mi vatan haini oldular?” diyerek taleplerini reddedince, onu Talat Paşa’ya şikayet
ederler. Talat Paşa, Faik Ali Bey’i İstanbul’a çağırır ve Kütahya’ya ayrıcalık
tanınamayacağını söyler. Faik Ali Bey, “Bu durumda istifamı kabul edin!” deyince
215
Talat Paşa ısrardan vazgeçer.
Öyküyü aktaran, Kütahya’ya sığınan Adapazarlı bir Ermeni olan Stepan
Stepanyan’dır. Stepanyan anılarını, Arşak Boyacıyan tarafından derlenen ve “Kütahya
Ermenileri Anı Kitabı” başlığıyla yayımlanan (Donikyan Basımevi, Beyrut, 1961) kitap
için kaleme alır. Söz konusu anılar Sarkis Seropyan tarafından çevrilmiş ve “Toplumsal
Tarih” dergisinin Kasım 1995 tarihli sayısında çıkan “Vicdanlı Türk Valisi: Faik Ali
Ozansoy” başlıklı makalede ayrıntılarıyla aktarılmıştır. Mutasarrıf Faik Ali Bey nasıl
olup da Talat Paşa’nın emirlerine karşı direnebilmiştir? Stepanyan bu konuda şunları
yazıyor: “Faik Ali Bey’in güvendiği ve Talat’ın geri adım attığı güç, benim için
bilinmeyen olarak kaldı.” Seropyan’a Kütahya Ermenilerine ne olduğunu sordum.
“Savaş sonunda önce İstanbul’a göçtüler, oradan dünyaya yayıldılar.” dedi.
3.2.4.Kütahya Emenileriyle İlgili Yaşanılan Gerçekler
Kütahya; kuşkusuz geçmişi ve tarihi kökleri çok zengin bir şehrimiz. Kütahya
gibi bu şehirde yaşayan köklü ve derin bir tarihi bilgiye sahip Mustafa Kalyon
Beyefendi’nin Kütahya Ermenileri hakkında bilgisine başvurduk.
Şimdi
Mustafa
Kalyon
Beyefendi’nin Kütahya Ermenileri ile ilgili
kaynaklardan ve yaşantılarından yola çıkarak bizlere naklettiklerini aynen aktaralım:
“Kütahya Osmanlı Devleti’nin Anadolu Beylerbeyliği merkezi olduğundan,
tarihi süreç içerisinde bu çevrede her bakımdan en hareketli şehirlerden birisi olmuştur.
Zira bu hareketliliğin kaynağı hem Anadolu Beylerbeyliği merkezi olması hem de
coğrafi bakımdan bir uğrak yeri olmasıdır. Bu meyanda Kütahya’da bulunan
gayrimüslimler de azınlıklar da çeşitlilik arz etmiş ve her zümreden insan bu şehirde
yaşamıştır. Osmanlı günlük hayatının, gelişmelerinin ve hayata dair her türlü örneklerin
tutulduğu yıllıklar, yani salnameler Osmanlı Devleti’ndeki gayrimüslimler hakkında
bize en doğru ve en sağlıklı bilgileri ulaştıran belgelerdir. Bu salnamelerde de geçtiği
gibi Kütahya Osmanlı’nın gayrimüslimler üzerindeki hoşgörüsünün görüldüğü şehirler
içerisindeki en güzel örneklerden birisidir.
Benim yaşadıklarım, bizzat şahit olduklarım ve salname kaynaklı eserlerden
edindiğim bilgiler ışığında Kütahya Ermenileri ile ilgili şunları söyleyebilirim:
216
Kütahya belirttiğim gibi gayrimüslimler ve azınlıkların her kesiminin yaşadığı
bir şehirdi. Ermeniler, Rumlar ve Katolikler Kütahya nüfusuna oranladığımızda çok da
azımsanmayacak bir sayıya sahiptiler.
Kütahya’da Ermenilerin, Rumların ve Katoliklerin yaşadıkları mahalleler
vardı. Yani her azınlık grubunun, gayrimüslim tebanın mahallesi ayrıydı. Zira bundaki
en temel sebep gayrimüslimlerin kendi inanç ve mezhep çeşitliliğine göre ayrı ayrı
yapılmış olan kiliseler etrafında yerleşmiş olmalarıdır. Gayrimüslimler inançlarının
gerektirdiği gibi yaşayabilmek ve ibadetlerini yapabilmek amacıyla gittikleri kiliseler
etrafına yerleşmişlerdir. Bu sebepten Ermeniler, Rumlar ve Katolikler kendi kiliseleri
etrafına yerleşmiş dolayısıyla bu kiliseler etrafında Ermeni, Rum ve Katolik mahalleleri
oluşmuştur.
Kütahya Ermenileri bugünkü Gazi Kemal Mahallesi ve özellikle Saray
Sineması civarında ikamet etmişlerdir. Zira Ermenilerin kiliseleri bu çevrededir.
Ermenilere ait iki kilise mevcuttu. Biri yukarıda bahsettiğimiz Saray Sineması’nın
olduğu yerdi, diğeri ise Belediye İşhanı’nın olduğu yerdeydi. Tabi buralar Ermeniler
kalmayınca zamanla bugünkü şeklini aldı. Saray Sineması eski Ermeni kilisesidir.
Rumlarda bugünkü İstiklal Mahallesi civarında ikamet etmişlerdir. Bugün hala
var olan kilise Rum kilisesidir ancak kullanılmamaktadır, bina olarak durmaktadır.
Katolikler ise nüfus olarak Ermeni ve Rumlara göre sayıca azdı. Bugünkü
postanenin çevresinde ikamet etmekteydiler.
Osmanlının diğer şehirlerinde olduğu gibi Kütahya’da da gayrimüslimlerin
belli başlı meslekleri vardı. Mesela Kütahya Ermenileri genel itibariyle manifatura ve
sarrafiye ( kuyumculuk ) işleri ile uğraşırlardı. Meslekleri bunlardı, bunların dışında çini
fabrikası olan Ermenilerde vardı. Yani çini işleriyle de uğraşıyorlardı.
Rumlar ise genelde bakır işleri ve inşaat işleriyle uğraşırlardı. Rum mimarlar
vardı. En son Rum mimar Yorgi vardı. O dönemde Yorgi belediyenin mimarıydı.
İşte bu Kütahya örneğini tüm Osmanlı topraklarına uyarlayabiliriz. Zira
Kütahya’daki bu kaynaşmış, birleşmiş ve hoşgörüyle örtüşmüş hayat, payitahtın tüm
hudutlarını kapsamaktaydı. Bu hayat tarzına Osmanlı sınırları içinde binlerce örnek
verebiliriz. Dağdaki aç hayvanları bile düşünerek vakıf kuran ecdadımız dini, dili ve ırkı
217
farklı olsa da insan olan bu azınlıklara çok saygılı davranmış hatta onları farklı bile
görmemiştir.
Osmanlı Devleti, Ermenileri, azınlıklar içinde ayrı tutmuştur. Ermenileri en
önemli vazifelere tayin edebilmiştir. Hatta bu güven içerisinde Ermenilere Tebaa-i
Sadıka (Sadık Millet) demiştir. Ancak Avrupalılar Osmanlının son yüz yılında
gayrimüslimleri sömürmüş istismar etmiş ve Osmanlı ile karşı karşıya getirmiştir.
İngilizler ve Fransızlar bu meseleyi en çok kullanan ülkeler olmuştur.
Ermenilerin Doğu Anadolu’da ki katliamları da bu karmaşada gerçekleşmiş,
vahim hadiseler olmuştur. Zira Avrupalılar onlara Doğu Anadolu’yu vaat etmişlerdir.
Hatta günümüzdeki PKK bile bu meselenin bir tezahürüdür. Aslında sözde PKK ile elde
edilmek istenen Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu topraklarının bir kısmını
Ermenilere verme gayreti veya istismar etme politikası, hala devam etmektedir. İşte
yukarıda bahsettiğimiz katliamlar neticesi Ermeniler göç ettirilmiş tâbi ki bu göç
sırasında suçlularla suçsuz Ermeniler mümkün olduğunca ayırt edilmeye çalışılmıştır.
Kütahya Ermenilerinin büyük bir kısmı da tehcire tâbi tutulmamış, Kütahya sınırları
içerisinde mutasarrıf Faik Ali Bey’in de gayretleriyle kalmalarına müsaade edilmiştir.
Benim bildiğim Kütahya’da tehcir olmadı. Yani Ermeniler göç ettirilmedi. Tehcir
sonrası Yunan ordusu Temmuz 1921’de Kütahya’yı işgal etti. İşgal sonrası ordumuz
İstiklal Harbi’ni kazanınca Yunan askerleri 30 Ağustos 1922’de geri çekilmeye
başladılar. Bu çekiliş sırasında; Kütahya işgal altındayken Yunanlıları destekleyen ve
adeta bu işgali istismar eden Ermeniler de İzmir ve Bursa civarına kaçtılar. Zira
Kütahya Ermenileri Kütahyalı Müslüman ahali ile problem yaşamamıştır. Hatta ben
hatırlıyorum, biz bu ailelerle oturup kalkıyorduk. Mesela bizim komşumuz olan
Altunoğlu lakaplı bir Ermeni ailesi vardı. Birbirimizle görüştüğümüz, komşuluk
ettiğimiz bir aileydi. Kumaş ticaretiyle uğraşırlar, manifaturacılıkla geçimlerini
sağlarlardı. Pekmez pazarında dükkânları vardı. 1940’lı yılların başında İstanbul’a göç
ettiler, oraya yerleştiler. Ben hatırlarım İstanbul’a gittiğimizde bu Ermeni aileyi
dükkânlarında ziyaret eder, onlara misafir olurduk. Eski günleri yâd edip Kütahya’daki
hatıraları konuşurduk. Manifatura dükkânları İstanbul’da Sultan Hamamı muhitindeydi.
Hatta orada bir yokuşun yamacındaki dükkânları hala hatırımda. Şimdi gitsem
dükkânların yerini bulabilir, elimle gösterebilirim.
218
Herhalde o hatırlamak bile istemediğimiz katliamlar neticesindeki tehcir
sonrasında, 1940’lı yıllarda yaşanan bu hatıralar şuan da bile sıcak olan “Sözde Ermeni
Soykırımı” iddialarına en güzel bir örnek, en güzel bir cevap değilmidir? Onların
dışında da ben ve benim emsalim olanlar daha 1973 yılına kadar Ermenilerle bizim bir
arada yaşadığımıza dair farklı örnekler hatırlayacaklar ve buna başka örnekler de
verebileceklerdir. Daha birkaç yıl öncesine kadar yani ölümüne kadar aramızda Marika
olarak bilinen Ermeni kadın ve ona gösterilen hürmet bunun yine en güzel örneğidir.
Yukarıda 1973 yılından bahsettim. Zira bu yılda Asala Ermeni terör örgütü
diplomatlarımıza karşı bir dizi acımasız suikastlar gerçekleştirdi. Bu yıl buna tepki
olarak Türkiye’nin ayağa kalktığı yıldır. İşte bu yıllarda İstanbul Ermeni kilisesi
Anadolu’daki Ermenileri İstanbul’a çağırdı. Orada yaşamaları için İstanbul’a davet etti.
Bunun üzerine Kütahya’da yaşayan Ermenilerin hemen hemen hepsi İstanbul’a göç etti.
Benimde bizzat tanıdığım Artin Köylüoğlu (Radyocu Artin) bu göç sırasında İstanbul’a
gitti. Aslında Kütahya’da kalmak için epey uğraştı. Ancak annesini ikna edemedi.
Annesi bu konuda biraz katıydı. Oğlu Artinle birlikte İstanbul’a göç ettiler. Artin
Köylüoğlu, askerliğini muhabere eri olarak yapmıştı. Bu da çok ilginç ve tarihe geçecek
bir örnektir. Zira malumunuz muhabere, askeriyede gizli ve özel bir bölümdür. Artin
Köylüoğlu, elektrik ve elektronik üzerine teknik bilgisi olan biriydi. Dolayısıyla
kendiside bu teknik bilgisini arttırmak için bu bölümde vazife almak istemişti. Bu talep
gerçekleşmişti. Dolayısıyla subaylar Ermeni asıllı bir vatandaşın askeriyenin belki de en
gizli ve özel bölümünde askerliğini yapmasından çekinmemişler, rahatsız bile
olmayarak ona güvenmişlerdi. Radyocu Artin Kütahya’da bilinen ve herkesle çok iyi
diyaloğu olan bir Ermeniydi. Meşhurdu desek abartmış olmayız. Son dönem
Ermenilerinde akılda kalan biriydi. Yine Artin Köylüoğlu gibi burada kalmak isteyen ve
ondan farklı olarak kalmayı başaran Marika adında bir Ermeni kadını vardı. O kaldı,
gitmedi. Ermeni Kilisesinin tüm ısrarlarına rağmen gitmedi. Benim doğduğum ve ölmek
istediğim topraklar buralar diyerek kaldı. Belki de Kütahya’da yaşayan son Ermeni bu
kadındı. Marika sonradan Müslüman oldu. Meryem ismini aldı. Ölümüne kadar
Kütahya’da yaşadı.
Ayrıca Kütahya’da Taş Mektebin yani bugünkü Kütahya Lisesi’nin
öğretmenleri arasında Ermeni öğretmenlerde vardı. Taş Mektepte ders veriyorlar
öğretmenlik yapıyorlardı. Ermeni olmalarından dolayı bırakın bir sorun yaşanmasını
219
bilakis mesleklerinden dolayı son derece itibar görüyorlardı. Bugün Taş Mektep
(Kütahya Lisesi)’nin içinde bulunan okul müzesinde Osmanlı Devleti son dönemlerine
ait okul öğretmenlerinin toplu fotoğrafında bu iki Ermeni öğretmeninin de fotoğrafları
tarihe düşen önemli bir not olarak hala sergilenmektedir.
İşte yukarıda izah ettiğimiz olaylar sebebiyle 1973 yılı sonrası bildiğim
kadarıyla Kütahya’da Ermeni kalmadı. Hepsi gittiler. Son Ermeni Marika’ydı.
Netice itibariyle Kütahya Ermenilerinin son dönem tarihi bilinen yönüyle
böyle. Biz bunları bizzat yaşadık. Bizden öncekileri de duyduk. Bizlere hep anlatıldı.
Kütahya Osmanlının o devir hoşgörü izlerinin yaşandığı; insanların dili, dini, ırkı, ne
olursa olsun farklı görülmediği; hala bu müsamaha ve bir arada yaşabilme kabiliyetinin
canlı tutulduğu bir şehrimizdir. Türk-Ermeni münasebetlerinin en güzel örneklerinin
sergilendiği, yaşandığı ve tüm dünyaya örnek teşkil ettiği bir şehrimizdir Kütahya…”
3.2.5.Kütahya’nın Dışında Tehcire Tabi Tutulmayan Diğer Ermeniler363
Bugün Ermeni sevk ve iskânı denildiğinde hiçbir fark gözetmeden bütün
Ermenilerin böyle bir muameleye tâbi tutulduğu iddia edilmektedir. Halbuki tehcir
kararının uygulanması çok sınırlı olmuş, anarşi ve teröre bulaşmamış, belirli özelliklere
sahip olanlar istisna tutulmuştur. Başka bir ifadeyle sırf Ermeni olduğu için insanların
sevk edildiği düşüncesi yanlıştır.
Nitekim
Mutasarrıflığına
17
Ağustos
çekilen
1915
telgrafta,
tarihli
Dahiliye
nüfuslarının
azlığı
Nezaretinden
sebebiyle
Antalya
Antalya’daki
Ermenilerin şimdilik ihracına lüzum görülmediği ifade edilmektedir. Yine, Urfa’dan
dışarı Ermeni sevkıyatının yapılmadığı, yalnız merkeze bağlı yerlerden birkaç hanenin
sevk edildiğine dair, bilgiler mevcuttur. Ayrıca 23 Ekim 1915 tarihli Dahiliye
Nezaretinden Kastamonu vilayetine yazılan telgrafta, Kastamonu vilayetindeki
Ermenilerin ihracına lüzum olmadığı belirtilmiştir.
363
Davut Kılıç, 1915'te Sevk ve İskan Edilmeyen Ermeniler, (Çevrimiçi),
http://www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/makaleler/index.html (03.05.2009). (Bu bölüm adı geçen
makaleden aynen alınmıştır.)
220
13 Mart 1916 tarihli Dahiliye Nezaretinden Karesi Mutasarrıflığına gönderilen
yazıda, Karesi’den sevk edilen yirmi yedi Ermeni ailenin sevk edilme sebebinin
bildirilmesine ve bunların derhal yerlerine iade edilmesine, ancak komitelerle
münasebet ve alakası olan ihanetleri belli Ermenilerin sevk edilmelerinin gerektiği
bildirilmiştir. Ayrıca 30 Nisan 1916 tarihli Dahiliye Nezaretinden Karahisar-ı Sahib
(Balıkesir) mutasarrıflığına gönderilen telgrafta, Balıkesir Ermenilerinin liva dahilinde
münasip köylere dağıtılmaları istenmiştir. Bu dönemde Doğu Anadolu bölgesinin
dışında kalan şehirlerdeki teröre bulaşmamış Ermenilerin bir tehlike, olarak görülmediği
belgelerden açıkça anlaşılmaktadır.
Arşiv belgelerinin yanı sıra Gazeteci Ahmet Emin Yalman’ın hatıralarında,
tehcir zamanında sevk yeri olarak Kütahya’ya gittiğini orada Mutasarrıf olan, Faik Ali
Bey’in tehcir emrini kağıt üzerinde bıraktığını ve Kütahya Ermenilerinin tam bir huzur
içinde yaşamaya devam ettiklerini Dabağyan nakleder. Ayrıca bu dönemde İstanbul
Ermenileri ile Kütahya sancağı ve Aydın vilâyetindeki Ermenilerin de göç ettirilmediği
bilinmektedir.
221
SONUÇ
Tarihte olduğu gibi günümüzde de Ermeni toplumu üzerinden siyasî ve
ekonomik çıkar sağlamaya çalışan ülkeler vardır. Bazı ülkelerde, Türkleri ve Türkiye’yi
asılsız soy kırımının faili olarak tanımaya yönelik kararlar -ki bunlar siyasîdir,
gerçekleri yansıtmamaktadır- parlamento gündemlerine getirilmektedir.
Bugüne kadar, asılsız Ermeni soy kırımını tanıyan birçok ülke ve birçok uluslar
arası kuruluş bulunmaktadır. Bunlardan bazıları; Uruguay (1965), Güney Kıbrıs (1982),
Arjantin (1993), Rusya (1995), Kanada (1996), Yunanistan (1996), Lübnan (1997–
2000), Belçika (1998), Vatikan (2000), İtalya (2000), Fransa (2001) ve Avrupa Parlamentosu’dur. Avrupa Parlamentosunda 1987 tarihinde alınan kararın 2000’de
onaylanması, söz konusu kararların münhasıran Ermeni soykırımı ile ilgili olmadığı
Türkiye ile ilgili birçok konuyu kapsadığı ifade edilmiştir. Ayrıca, Amerikan
eyaletlerinden 28’inde çeşitli makamlarca alınan asılsız soykırımını tanıyan kararlar da
mevcuttur.
Yabancı ülkelerde alınan bu kararlar, tarihî ve bilimsel belgelerden çok, iç
politik hesaplara ve Türkiye’yi uluslararası politik alanda kıskaca almaya yöneliktir.
Siyasî merkezlerin almış olduğu Ermeni soykırımı iddialarını destekleyen kararlar tarihî
açıdan olduğu gibi hukuken de geçersizdir. Ermeni propagandacıları tüm dünyayı
yanıltmaya çalışmakta ve yeni nesillere kin aşılamaktadır. Oysa gelişen dünyamızda
kine yer yoktur.
İki ulusun arasına anlamsız nifak tohumları, Türkiye Cumhuriyeti sınırları
içinde kendi örf-âdetlerini ve dinlerini özgürce yaşayan Ermeni asıllı Türk
vatandaşlarınca değil, Ermenistan’daki ve bu ülkenin topraklarından fiziken ve ruhen
çok uzakta bulunan dışarıdaki Ermeniler ile oy avcılığı uğruna halkını boş ve tehlikeli
emeller uğruna peşinden sürükleyen fırsatçılar tarafından ekilmeğe çalışılmaktadır. Bu
konuda; tahriklere kapılmamalı ve gerçekler bilimsel verilerle ortaya konulmalıdır.
Ermenistan’ın bağımsızlığını tanıyan Türkiye ile Ermenistan arasında
diplomatik, ekonomik, kültürel ilişkiler kurulamadı. Türk toplumu Ermeni toplumu ile
eskiden olduğu gibi yeniden dostça yaşayamaz mı? Elbette yaşarlar, ancak; bu
birlikteliğin önündeki engel Ermenilerin asılsız soykırım iddialarını uluslar arası alanda
gündeme getirmesidir.
222
Türkiye aleyhindeki bu faaliyet ve girişimleri sadece düşmanlık ve intikam
duygularıyla açıklamak zordur. Bu durum, Ermenilerin bazı beklentileri olduğu ve
bunların birbirini izleyecek (Dört T) diye adlandırılan aşamalarla gerçekleşmesini ümit
ettiklerini göstermektedir.
1. Asılsız soykırımın diğer ülkelerce ve uluslar arası kuruluşlarca tanınması,
2.Türkiye’nin bu ülkelerin asılsız soykırımı tanımasından etkilenmesi ve bu
ülkelerin baskısı ile asılsız soykırımını tanımak mecburiyetinde kalması,
3.Türkiye’nin asılsız soykırımına uğrayanların yakınlarına tazminat ödemesi,
4.Türkiye’den toprak talebinde bulunulması.
Ermenilerin bu asılsız iddiaları iki toplum arasındaki barış ve huzur ortamını
olumsuz yönde etkilemektedir. Artık, tarihi gerçekler kabul edilerek, uluslararası
anlaşmalara saygı duyulmalıdır. Ancak bu şekilde barış ve huzur ortamı sağlanabilir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlık bilinci ile kendine bağlı olan Ermeni
asıllı vatandaşlarıyla hiçbir sorunu yoktur. Ermeni asıllı Türk vatandaşları da
Ermenistan’daki ve diğer ülkelerdeki Ermeni toplumunun Türkiye aleyhindeki
faaliyetlerinden rahatsızlık duymaktadır. Onlar bu rahatsızlıklarını da Türkiye’deki
Ermeni Apostolik Ortodoks, Ermeni Katolik ve Ermeni Protestan cemaatlerin sivil
temsilcilerinin
Türkiye
Ermenileri
Patriği
II.
Mesrob’un
başkanlığında
gerçekleştirdikleri bir toplantı sonucunda kamuoyuna duyurdukları bildiri ile
göstermişlerdir.364
I. Dünya Savaşı sebebiyle Kafkas Cephesi’nde bulunan Osmanlı ordularına
ihanet eden ve Ruslarla birlikte hareket ederek Van, Kars ve Erzurum gibi Osmanlı vilâyetlerinin Rusların eline geçmesine yardımcı olan Ermenilere karşı, Osmanlı
Devleti’nin tehcir uygulaması, her devletin tabii olarak kendini müdafaası olarak
görülmelidir. Özellikle Osmanlı Devleti’ni aralarında paylaşmayı düşünen Rusya,
İngiltere, Almanya, Fransa gibi Batı devletleri tarafından kışkırtılarak harekete geçirilen
Ermenilerin, komiteler ve dernekler kurarak bağımsız bir Ermenistan oluşturma
çabaları, savunmasız masum pek çok Türkün öldürülmesiyle sonuçlanmıştır. Öyle ki,
364
Sunuş, Bilimin Ve Aklın Aydınlğında Eğitim Dergisi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara,
Nisan 2003, s.3.
223
Kars’ta, Van’da, İzmit’te, Erzurum’da, Bitlis’te ve diğer Osmanlı vilâyetlerinde akıl
almaz hunharlıkla gerçekleştirilen katliamlar, işgalci Rus komutanları bile tiksindiren
boyutlara ulaşmıştır. Nitekim Rus ve Ermeniler tarafından sadece Kars ve Ardahan’da
otuz bin müslümanın katledildiği belirtilmekte, bu sayı bütün Osmanlı365 vilâyetleri
genelinde düşünülecek olursa yüzbinleri geçmektedir.
Osmanlı Devleti, bir tedbir olarak, savaş müddetince, önce savaş sahasına
yakın yerlerdeki Ermenilerden başlamak üzere mecburi iskân uygulamıştır. Daha sonra
bu nakil, Ermeni çetelerinin katliamdan vazgeçmemeleri ve Osmanlı Devleti aleyhine
yabancı devlet mensuplarına bilgi aktarmaları sebebiyle, Katolik ve Protestan mezhebinde olanlar ile yetimler, kimsesiz kadınlar ve hastalar hariç olmak üzere, diğer
bütün Ermenileri de kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Bununla beraber devlete
bağlılığı bilinen Ermeniler, bu kararın alınmasına rağmen tehcir harici tutulmuştur.
Tehcir tabii olarak meşakkatli geçmiştir. Binlerce insanın bir anda yerlerinin
değiştirilmesi muhakkak ki kolay bir şey değildir. Bununla beraber, kafilelerin hangi
güzergâhtan gideceği, toplanma mahallerinin önceden tesbiti, nakilde özellikle tren
istasyonlarının merkez olarak seçilmesi ve naklin büyük ölçüde trenle yapılması,
kafilelerin iaşe ihtiyacının devlet tarafından karşılanması, kafilelere sıhhiye memurları
tayin edilmesi, kafilelerin güven içinde hareketleri için zabtiye eşliğinde gönderilmeleri
gibi tedbirlerin alınmış olması, tehciri, belki de asrın en sistemli yer değiştirmesi haline
getirmiştir. Tabii ki, yukarıda da belirttiğimiz gibi, nakil sırasında, Ermeni çetelerinin
katliamına uğrayan halktan bazı grupların kafilelere bir tepki olmak üzere saldırıları
vukubulmuş ve yaklaşık dokuz-on bin kişi katledilmiştir. Ayrıca tıpkı Rumeli’den
Anadolu’ya göç eden Türklerde olduğu gibi, bu şekilde büyük nüfus kütlelerinin yer
değiştirmelerinde her zaman rastlanacak bulaşıcı hastalıklar sebebiyle de ölümler
meydana gelmiştir. Hiç şüphesiz bunların hiçbiri tehcir emrini verenlerin istedikleri
şeyler değildir. Nitekim görülen suistimallere karşı, devamlı tedbirler alınmış,
kafilelerinin korumasız çıkarılmaması için emirler verilmiş, suistimali görülenler
cezalandırılmıştır.
Savaşın sona ermesinden sonra ise isteyenler için geri dönüş kararnamesi
çıkarılmış, dönenler için hukukî düzenlemeler yapılmış, tehcirden kurtulmak için din
365
Halaçoğlu, a.g.m. , s.496.
224
değiştirenlerin istedikleri takdirde eski dinlerine dönebilecekleri bildirilmiş, müslüman
aileler yanında bulunan yetim Ermeni çocukları Ermenilerden oluşturulan komisyona
teslim edilmiş, dönenlere belli bir müddet iaşe yardımı yapılmış, şikâyetler ve
Ermenilere fenalıkta bulunanlar için tahkikat komisyonları kurulmuş, memleketlerine
dönenlerin malları iade edilmiş, dönenlerin yol masrafları karşılanmış, bazı vergilerden
muaf tutulmuş, resmî dairelerde geçici olarak muhafaza edilen eşyaları geri verilmiş ve
geri dönenlerin mallarının iadesiyle ilgili komisyonlar kurulmuştur.
Yukarıdaki bilgiler, hükümetin Ermenileri soykırıma ve hatta katle yönelik bir
düşüncede olmadığını, devletin kendi güvenliği için bir tedbir olarak savaşın devamı
müddetince tehciri uyguladığını, savaş sonrasında Ermenilerin memleketlerine geri
dönmelerine izin verildiğini ortaya koymaktadır. Nitekim bir müddet sonra Türkiye’yi
işgal eden Rus, İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin yanında önemli sayıda Ermeninin
bulunduğu ve bu işgal sırasında müslüman halka yapılan akıl almaz işkence ve
katliamda bu Ermeni gurupların nasıl rol oynadığının, işgalci devletlerin kendi resmî
belgelerine de yansıdığı ve bu sebeple işgalcilerin Anadolu’yu terkleriyle birlikte, çok
sayıda Ermeninin de birlikte Anadolu’dan çekildikleri bir gerçektir. Buna karşılık
Osmanlı Devleti’nin yukarıdaki kararları ve uygulamaları, soykırım düşüncesinde olan
bir devletin alacağı kararlar olmadığı gibi, Dâhiliye Nezareti’ne bağlı Şifre Kalemi ve
Emniyet-i Umumîye Müdüriyeti gibi dairelerin gizli belgelerinin hiç birinde de, değil
katliam yapmak, ima bile edilmediği görülmektedir. Buna karşılık, başta Amerika
konsolosları olmak üzere, pekçok yabancı gazeteci ve misyon şeflerinin tehciri takip
ettikleri, hattâ fotoğraf çektikleri ve bir katliamdan söz etmedikleri belgelerden
anlaşılıyor. Fakat ne gariptir ki, buna rağmen Avrupa’da ve Amerika’da, özellikle
Amerika sefirinin raporları ve bazı batılı gazetelerin yayınları ile tehcir, bir Ermeni
katliamı şeklinde kamuoyuna duyrulmuştur. Bunda, Osmanlı Devleti’ni ve bilhassa
Anadolu’yu paylaşmayı düşünenlerin, bu tehcirle emellerine belli bir süre set çekilmesi
rol oynamış olsa gerektir. Yoksa İtilâf devletleri İstanbul’u işgal ettiklerinde, Osmanlı
Devleti’nin bütün arşiv belgelerine de sahip oldukları bir dönemde, bunu zaman geçirmeksizin ortaya çıkarır ve sorumluları daha o zaman mahkûm ederlerdi. Nitekim
İngilizlerin soykırımla suçladıkları Osmanlı ileri gelenlerinden pek çoğunu Malta’ya
gönderdikleri ve mahkeme ettikleri ve bu mahkeme sonunda suçlayacak bir delil
bulamadıkları bilinmektedir.
225
Bugün Ermeni soykırımı olarak Türkiye’yi suçlayan devletlerin tarih bilim
adamları, Osmanlı Arşivi’nde yıllardır araştırma yapmaktadırlar. Bu araştırmalar kendi
ülkelerinde yayımlanmış ve tarih ilmine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Bu tür
kitaplarda
kullanılan
Osmanlı
arşiv
malzemesi
ilk
elden
kaynaklar
olarak
sunulmuştur.366
Amerika ve Batılı devlet tarihçilerinden kurulacak bir ortak komisyonun, Türk
tarihçileriyle birlikte konuyu ilk Ermeni olaylarının çıktığı zamandan başlayarak tehcir
sonrasına kadar birlikte araştırmaları, bu araştırmada Ermenileri hangi devletlerin
kışkırttıkları, cesaretlendirdikleri ve silah yardımı yaptıklarından, bir soykırımın olup
olmadığına kadar araştırılması, hatta bu araştırmanın Osmanlı, Rus, Alman, Fransa,
İngiltere ve Amerika arşivlerinde sürdürülmesi teklifi, zannediyorum ki, Osmanlı
hükümetinin 1919’da Batılı devletlerden talep ettiği ikişer tarafsız hukukçunun tehciri
araştırması isteğinin reddedildiği gibi reddedilecektir. Eğer iddia edildiği gibi, birbuçuk
milyon insan katledilmiş olsaydı, bunların toplu mezarlara gömülmesi gerekmez miydi?
Bu toplu mezarlar367 nerelerde bulunmaktadır? Türklere ait toplu mezarlar ortaya
çıkarken, Van şehrinin yakılmış yıkıntısı bütün çıplaklığıyla ortada dururken, neden
Ermenilere ait bir toplu mezar bulunmamaktadır? Yoksa bu gibi iddialar Fransa’nın
Cezayir’de ve Adana’da Türklere, İngiltere’nin Hindistan ve Afrika’da, Amerika’nın
Kızılderililere ve diğer yerli halklara, Almanların Yahudilere, Rusya’nın önce
Yahudilere, sonra da Türklere karşı uyguladıkları soykırım ve katliam unutturulmaya mı
çalışılmaktadır?368
Türk-Ermeni ilişkileri tarihi seyri boyunca 19. yy.’a kadar hep iyi, sıcak en
kötü ihtimalle ılımlı geçmiştir. Zira batıda Bizans ve Haçlı, doğuda ise İran’ın
zulmünden
kaçan
Ermeniler
Anadolu’yu
fethinin
sonrasında
Selçuklulara
yakınlaşmışlardır. Daha sonraki zamanlarda ise Osmanlı sınırları içerisinde Türklerin
engin hoşgörüsü ve en iyi devlet modeli, adaletli tutumları Ermenileri Türklere
yakınlaştıran nedenler olmuştur. Ne varki dünya dengelerinin değişmesi, Fransız İhtilali
ile başlayan milliyetçilik süreci ve Osmanlı Devleti üzerinde oynanan batılı oyunlar
“Sadık Millet” diye neredeyse “içimizden biri” olarak gördüğümüz Ermenileri
366
a.g.m. , s.497.
a.g.m. , s.498.
368
a.g.m. , s.499.
367
226
akılalmaz bir şekilde bize düşman etmiştir. Bu düşmanlık sonucu ecdadımıza gözü
dönmüş Ermeni çetelerinin yaptıkları zulüm, işkence ve katliamların acısı hala
yüreğimizi sızlatır olmuştur.
Ermeniler tarih boyunca hep başka milletlerin himayesi altında yaşayan bir
millet olmuştur. Elbetteki bu tarihi gerçek Türk-Ermeni münasebetlerini de etkileyen bir
süreç ve bir özelliktir. Dolayısıyla bu tespitten yola çıkarak Ermenilerin her zaman
güçlünün yanında olduğunu, erkin etkisinde özgüvenini kaybetmiş bir millet olarak
bağımsızlıktan ziyade günlük hayatını kurtarma ve devam ettirme kaygısıyla hareket
ettiğini söyleyebiliriz. Ayrıca devlet kurabilmek ve o devleti yaşatabilmek toplumsal
kabiliyetle, tecrübeyle ve birlikte hareket edebilmeyle doğru orantılıdır. Bunun da
örneklerine Ermeni tarihinde rastlamıyoruz.
Türk-Ermeni münasebetleri Anadolu’nun Türkleşme tarihiyle başlar. Zira
öncesindeki ticari münasebetler, Anadolu’nun Türkleşmesiyle siyasi bir sürece girmiş
ve askeri mücadeleler sonrasında siyasi münasebetler başlamıştır. Ancak şunu da
belirtelim ki Ermenilerle bu dönemde birebir savaşlar yapılmamıştır. Zira Ermeniler
bağımsız değildirler. Bizans (Doğu Roma)’ın boyunduruğu altındadırlar.Ve Bizans
ordusuyla birlikte bizim karşımızda yeralmaktadır. Türklerin başta Malazgirt olmak
üzere diğer zaferleri neticesinde, Anadolu’nun Türkleşmesiyle Anadolu’daki güç, erk
Selçuklulardadır. Büyük Selçukluların hakimiyeti Anadolu sınırlarına ve içlerine kadar
genişleyince, Anadolu’da Bizans etkisi yerini Türk etkisi ve hakimiyetine bırakmıştır.
Bu süreç içerisinde Ermeniler Bizans’a sırtını dönerek Türklere yaklaşmıştır. İşte bu
gelişmeler Türk-Ermeni münasebetlerinin de balangıcı olmuşur.
Tüm bu tarihi gelişmeler neticesinde Türklerin, Ermeni ve Rumlarla müşterek
tarihi
de
başlamıştır
diyebiliriz.
Bu
müşterek
tarihide
genel
itibariyle
değerlendirdiğimizde -münferit hadiseler hariç- ciddi meseleler yaşanmamıştır. Ta ki
milliyetçilik hareketlerine kadar. Zira engin Osmanlı hoşgörüsü ve adaleti sadece
Anadolu’da bulunan Ermenilerin değil, Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan tüm
gayrimüslimlerin başını döndürmüştür. Bunun sonucunda da yüzyıllarca kendi
beylerinden ve yöneticilerinden bile görmedikleri bu güzelliker karşısında sadakatle
eğilmişlerdir. Ancak Osmanlı Devleti zayıflamaya başlayınca , Ermeniler ve diğer
azınlıklar yine güçlünün yanında yer almışlardır. Bu yeni güç Avrupa ve Rusya’dır.
227
Tarih boyunca bağımsız yaşayamamış, uzun soluklu bir bağımsız devlet
kuramamış Ermeniler, 19. yy.’da düştükleri bağımsızlık hevesiyle Osmanlı’dan toprak
koparma
mücadelesine
girmişlerdir.
Adeta
asırlardır
bağımsız
yaşayamama
kabiliyetsizliği ve yoksunluğunun verdiği hırsla Osmanlı’ya saldırmışlardır. Bu
saldırılar 20.yy.’ın başlarına gelindiğinde, Doğu Anadolu’daki sözde kutsal Ermeni
topraklarındaki çoğunlukta olan ve oranın Ermenilerden daha çok yerlisi olan Türkleri
yok etme, katletme, soykırıma maruz bırakma politikasına dönüşecektir. Bu saldırılar
komiteci ve çeteci Ermeniler tarafından öylesine gözü dönmüşçesine yapılacaktır ki;
Osmanlı vatandaşı olan ve Türklerle yüzyıllardır Osmanlı mahallelerinde komşuluk
ederek neredeyse sorunsuz yaşamış olan Ermeni soydaşlarının bile tepkisini çekecektir.
Anadolu topraklarında Selçuklu Devleti ve özellikle de Osmanlı Devleti
zamanında
yaşanılan
Türk-Ermeni
münasebetlerindeki
tüm
insanlığa
örnek
gösterilebilecek yaşantılar akla geldikçe, yapılan zulümlerin acısı bir kat daha
artmaktadır.
Ancak sızımızı artıran en vahim gelişme ise; -biz tam da bu acıları unutup her
şeye rağmen sinemize çekme olgunluğunu göstermeye başlamışken- karşımıza çıkan
“Sözde Ermeni Soykırımı” yalanı, uydurmacası, masalı, ideolojisi ve politikası, ve bu
ideolojinin birçok devlet parlamentolarında kabul edilmesi olmuştur. Herhalde
araştırmamızın ve yukarıda bahsi geçen tüm konuların en ilginç ve akılalmaz olanı da
bu fikriyatın son yıllara damgasını vurması ve gerçekmiş gibi dahili ve harici
destekçileriyle makes bulmasıdır.
Doğu cephesinde Ermenilerle yapılan savaş sonucundaki zaferimizle
neticelenen süreçte Gümrü Antlaşması imzalanmış, Ermeni Meselesi o dönem için son
bulmuş ve Lozan’da da bu durum perçinlenmiştir.
Türk milleti binlerce yıllık tarihi karakterinde olduğu gibi yine affetmesini
bilmiş ve Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” vecizesini ve
politikasını kendine şiar edinerek en iyi şekilde de bunu uygulamıştır. Nevar ki her
zaman, yapılan iyilikler karşısında maraz doğuran Ermeniler yine rahat durmamışlardır.
1960’lı yıllarda Tüklerin aleyhine Ermenilerce başlatılan faaliyetler, 1970’li yıllarda da
“ASALA” adındaki Ermeni terör örgütüyle desteklenmiştir. Tarih tekerrür etmiş yine
katleden Ermeniler, katledilen Türk diplomatlar, konsoloslar olmuştur.
228
Günümüzde ise bütün bunlar unutularak Ermeniler, tarihleri ve geçmişleri
soykırımlarla dolu olan milletlere, devletlere “gelin biz sizinle katliamdaşız” dercesine
iddia ettikleri “Sözde Ermeni Soykırımı” masalını yasalaştırarak kabulettirmeye
çalışmaktadır. Elbetteki bu süreci siyasallaştırarak, bunu uluslararası münasebetlerde
Türkiye Cumhuriyeti aleyhine kullanmak isteyen devletler Ermenilere desteklerini
esirgememişlerdir.
Kütahya Ermenileri ise bu süreçlerden etkilenmemişlerdir. Zira Kütahya
Mutasarrıfı Faik Ali Bey Ermenileri korumuştur. Onun Kütahya’daki Ermenileri
korumasının temel sebebi; onların, Ermeni Hınçak ve Taşnak Komitelerinin Türklere
karşı yürüttüğü katliam faaliyetlerine katılmamış olmasıdır. Kütahya Ermenileri ile ilgili
olumsuz hiçbir gelişme yaşanmamıştır. Bu da onların tehcire tabi tutulmasını
engellemiştir. Özellikle Faik Ali Bey, Kütahya Ermenilerine karşı tehcir kanununu
uygulatmamıştır. Kütahya’da bulunan Ermenilerde sosyal hayat içerisinde Türklerle iyi
geçinmiş ve hiçbir olumsuzluğa müsaade etmemiştir. Ancak 1970’li yıllarda
ASALA’nın Türk diplomatlara karşı süikastleri neticesinde İstanbul Ermeni
Patrikhanesi diğer yerlerde olduğu gibi Kütahya’daki Ermenileri de güvenlik sebebiyle
İstanbul’a çağırmıştır. Bunun üzerine Kütyahya’da bulunan Ermenilerin hemen hemen
hepsi bu dönemde İstanbul’a göçetmişlerdir.
Neticede bu meselenin politik çerçeveden çıkarılıp insani ilşkiler boyutuyla
değerlendirilmesi ve konunun uzmanlarına yani tarihcilere bırakılması bu süreçte
atılmış en yerinde ve en doğru adım olur. Tabiî ki bu adımların atılışı enine boyuna
düşünülmeli, unutturulmaya çalışılan geçmişimiz derinlemesine araştırılarak canlı
tutulmalı, ecdadımızın kemikleri sızlatılmamalıdır.
229
KAYNAKLAR
YAYINLANMIŞ BELGELER
BATUR, Atilla, Osmanlı Arşiv Belgelerinde Kütahya'da Sosyal Hayat III/1,
Kütahya Belediyesi Kütahya Kültür Ve Tarihini Araştırma Merkezi Yayınları,
Kütahya, 2002.
KİTAPLAR
AKÇAM, Taner, Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu, İletişim Yayınları, İstanbul,
1995.
AKÇORA, Ergünöz, Van ve Çevresinde Ermeni İsyanları, Türk Dünyası
Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul, 1994.
ALKAYA, Ahmet Suat, Ermeni Tehciri ve Eskişehir Ermenileri, Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Osmangazi Üniversitesi, Eskişehir, 2006.
ANADOL, Cemal, Tarihin Işığında Ermeni Dosyası, 2.Baskı,
IQ Kültür Sanat
Yayıncılık, İstanbul, 2001.
ANADOL, Cemal-ABBASLI, Nazile, Gizli Belgelerde Ermeni Terörü ve BasınYayın Organlarında 100 Soruda Ermeni Meselesi, Kuvayı Milliye Yayınları,
İstanbul, 2000.
AYTEKİN, Halil, Kıbrıs'ta Monarga Ermeni Lejyoner Kampı, Ankara, 2000.
BABACAN, Hasan, I. Dünya Savaşı Sırasında Ermeni Sorunu Tehcir Meselesi ve
Talat Bey, Yayına Hazırlayan: Erhan AFYONCU, Tatav Yayınları, İstanbul,
2001.
BAŞAR, Zeki, Ermenilerden Gördüklerimiz, Ankara Üniversitesi Yayınları, Ankara,
1974.
BAYAR, Celal, Ben de Yazdım, C:3, Baha Matbaası, İstanbul, 1965.
BİRANT, Mehmet Ali, Ermeni Terörü, İstanbul, 1982.
CEMAL, Paşa, Hatıralar, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1977.
230
ÇAKILLIKOYAK, Hüseyin, Diaspora’da Ermeni Kimliği, Yeditepe Yayınevi, İstanbul,
2005.
ÇELİK, Kemal, Milli Mücadelede Adana ve Havalisi (1918–1922), Ankara, 1999.
DADRİAN, Vahakn, Ulusal ve Uluslararası Hukuk Sorunu Olarak Jenosid,
Çeviren:Yavuz ALOGAN, Belge Yayınları, İstanbul, 1995.
DEĞİRMENCİ, Kevser, 19.yy.ın Sonları ve 20. yy.ın Başlarında Kütahya Vilayetinin
Demografik Yapısı ve Ekonomik Durumu, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Pamukkale Üniversitesi, Denizli, 2001.
ERCAN, Yavuz, Osmanlı İmparatorluğunda Bazı Sorunlar ve Günümüze Yansımaları,
T.C.Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı Yayınları, MEB
Yayınları, Ankara, 2002.
ERİM, Nihat, Devletlerarası Hukuk ve Siyasi Tarih Metinleri, TTK Basımevi, Ankara,
1953.
ERMETİN, S. Kemal, Ermeni Sorununun Ermeniler Tarafından Dikkatle Saklanan
Yüzü: Ermeni Soykırımı, Töre Yayınları, İstanbul, 2001.
EROĞLU, Veysel, Ermeni Mezalimi, Üçüncü Baskı, Sebil Yayınevi, İstanbul, 1995.
ERTAN, Temuçin, Ayastefanos'tan Lozan'a Siyasal Antlaşmalarda Ermeni Sorunu,
Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2001.
GÖYÜNÇ, Nejat, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, Bogos Matb. İstanbul, 1983.
GÜRİZ, İnan, Türkiye'de Nüfus Politikası ve Hukuk Düzeni, Türkiye Kalkınma
Vakfı Yayınları, Ankara, 1975.
GÜRÜN, Kamuran, Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara, 1983.
HALAÇOĞLU, Yusuf, Ermeniler; Sürgün ve Göç, TTK Basımevi, Ankara, 2004.
__________________ , Ermeni Tehciri, Babıâli Kültür Yayıncılığı, İstanbul, 2005.
HOCAOĞLU, Mehmet, Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeniler ve Ermeni Mezalimi,
Er-Tu Matbaası, İstanbul, 1976.
İLTER, Erdal, Ermeni Kilisesi Ve Terör, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma
ve Uygulama Merkezi Yayınları, Şafak Matbaacılık Basım, Ankara, Nisan 1996.
231
KAFESOĞLU, İbrahim, Selçuklu Tarihi, M.E.B. Yayınları, İstanbul, 1992.
KANAR, Mehmet, Ermeni Komitelerinin Emelleri ve İhtilal Hareketleri, Der
Yayınları, İstanbul, 2001.
KARABIYIK, Osman, Türk-Ermeni Münasebetlerinin Dünü Bugünü, İhlâs
Matbaası, İstanbul, 1984.
KARACAKAYA, Recep, Ermeni Meselesi, Gökkubbe Yayınları, İstanbul, 2005.
KARACAKAYA, Recep, Ermeni Meselesi Kronoloji ve Kaynakça, Gökkubbe
Yayınları, İstanbul, 2007.
KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C:V-VIII, Türk Tarih Kurumu Basımevi,
Ankara, 1983.
KOÇAŞ, Sadi, Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri, Altınok
Matbaası, Ankara,1967.
KODAMAN, Bayram, Üç Ermeni Şarkısı ve Ermenilerin Türklere Bakışı-Ermeni
Meselesi Üzerine Çalışmalar, Yayına Hazırlayan: Erhan AFYONCU, Tatav
Yayınları, İstanbul, 2001.
KÖPRÜLÜ, Fuad, Osmanlı Devleti 'nin Kuruluşu, Türk Tarih Kurumu Yayınları,
Ankara, 1994.
KÜÇÜK, Cevdet, Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı, İ.Ü.
Edebiyat Fakültesi Yayını, İstanbul, 1984.
MERÇİL, Erdoğan, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, TTK Yayınları, Ankara, 1993.
ÖKE, Mim Kemal, Ermeni Sorunu 1914–1923, TTK Basımevi, Ankara, 1991.
ÖKE, Mim Kemal ve diğerleri, Tarihin Tanıklığında Evliya Çelebi’nin Kütahyası,
İrfan Yayımcılık, İstanbul, 2006.
ÖZSOY, İbrahim-ATAÜNAL, Aydoğan, İki Göç Hikâyesi, 20 Mayıs Eğitim Kültür ve
Sosyal Dayanışma Vakfı Yayını, İstanbul, 2001.
PANİKOĞLU, Kemal, Olayların İçinde Kütahya, Ekspres Matbaası, Kütahya, 1968.
SAKARYA, İhsan, Belgelerle Ermeni Sorunu, Genel Kurmay Basımevi, Ankara,
1984.
232
SÜSLÜ, Azmi, Ruslara Göre Ermenilerin Türklere Yaptıkları Mezalim, Yüzüncü
Yıl Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları, Ankara, 1987.
___________ , Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü
Yayınları, Ankara, 1990.
____________ ,Türk Tarihinde Ermeniler, Kafkas Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları,
Kars, 1995.
TANSEL, Selahattin, Mondros 'tan Mudanya 'ya Kadar, Milli Eğitim Bakanlığı
Yayınları, İstanbul, 1991.
TERNON, Yves, Ermeni Tabusu, Çev. Emirhan OĞUZ, Belge Yayınları, İstanbul,
1993.
TURAN, Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, 2. Baskı, Boğaziçi
Yayınları, İstanbul, 1984.
TURAN, Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, Boğaziçi Yayınları, 1993,
İstanbul.
TÜRKÖZÜ, Halil Kemal, Osmanlı ve Sovyet Belgeleriyle Ermeni Mezalimi, Ankara Türk
Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1983.
UÇAROL, Rıfat, Siyasi Tarih, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1985.
URAL, Gültekin, Ermeni Dosyası, Kamer Yayınları, İstanbul, 1988.
URAS, Esat, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul, 1976.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Kütahya Şehri, Devlet Matbaası, İstanbul, 1932.
YELDEMEZ, Zülkarni, Kuruluş ve Kurtuluş, Kütahya Valiliği, Ekspres Matbaası,
Kütahya, 2008.
YILDIRIM, Hüsamettin, Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Sistem Ofset Yayınları,
Ankara, 2000.
YILDIZ,
Hakkı
Dursun,
Atatürk'ün
Doğumunun
100.
Yılına
Armağan;
Kütahya’nın Tarihçesi, Formül Matbaası, Kütahya, 1981.
YÜCEL, Yaşar, Anadolu Beylikleri Hakkında Araştırmalar, Türk Tarih Kurumu
Yayınları, Ankara, 1991.
233
Kafkasya ve Azerbaycan'ın Dünü-Bugünü Yarını, Harp Akademileri Komutanlığı
Yayını, İstanbul, 1995.
Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi (1918–1921), Genelkurmay Başkanlığı Yayınları,
Genel Kurmay Basımevi, Ankara.
MAKALELER
AĞASIOĞLU, CELİLOV, Firidun, “Ermen Boyları ve Pseudo Ermeni Hayları
(Milattan Önce Türk Ermeni İlişkileri)”, Türkler, C:2, Yeni Türkiye Yayınları,
Ankara, 2002, ss.547-561.
ÇAKIR, Ömer, “Birlikte Yaşamak: Şair Fâik Âli Bey ve Kütahya Ermenileri”, Erciyes
Üniversitesi I.Uluslararası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu(EUSAS-I): “Osmanlı
Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı: Türk Ermeni İlişkileri Örneği”, Kayseri, 20-22
Nisan 2006.; Hoşgörü Toplumunda Ermeniler, C:III, Erciyes Üniversitesi Yayınları,
1.Bsk., Ocak 2007, ss.475-487.
DEMİREL, Muammer, “Erzurum’da Ermeni İsyanları (1890–1895)”, Türkler, C:13, Yeni
Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, ss.99-107.
ERASLAN, Cezmi , “1.Dünya Savaşı ve Türkiye”, Türkler, C:13, Yeni Türkiye
Yayınları, Ankara, 2002, ss.353-360.
GÖYÜNÇ, Nejat, “Osmanlı İmparatorluğunda Ermeniler”, Türkler, C:10, Yeni
Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, ss.232-250.
HALAÇOĞLU, Yusuf, “Ermeni Tehciri ve Gerçekler”, Türkler, C:13, Yeni Türkiye
Yayınları, Ankara, 2002, ss.482-502.
KAFALI, Mustafa, “Anadolu’nun Fethi ve Türkleşmesi” , Türkler, C:6, Yeni Türkiye
Yayınları, Ankara, 2002, ss.189-193.
KILIÇ, Davut, “1915’te Sevk ve İskân Edilmeyen Ermeniler” , Bilimin ve Aklın
Aydınlığında Eğitim Dergisi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, Nisan
2003, ss.110-114.
KURAN, Ercüment,“Tarihte Türkler ve Ermeniler” , Osmanlı’dan Günümüze Ermeni
Sorunu, 2. Baskı, Yeni Türkiye Yayınları, İstanbul,1998.
234
SARINAY, Yusuf, “Ermeni Sorunu ve Türk Arşivleri” , Bilimin ve Aklın
Aydınlığında Eğitim Dergisi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, Nisan
2003, ss.115-118.
SEROPYAN, Sarkis, “Vicdanlı Türk Valisi: Faik Ali Ozansoy” , Toplumsal Tarih
Dergisi, S.23, Kasım 1995, ss.46-49.
Sunuş, Bilimin Ve Aklın Aydınlğında Eğitim Dergisi, Milli Eğitim Bakanlığı
Yayınları, Ankara, Nisan 2003, ss.1-3.
İNTERNET KAYNAKLARI
Şahin
Alpay,
“Tehcir’in
Kütahya
İstisnası”
(Çevrimiçi)
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=218647 (11.10.2008)
Davut
Kılıç,
“1915'te
Sevk
ve
İskan
Edilmeyen
Ermeniler”
(Çevrimiçi)
http://www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/makaleler/index.html (03.05.2009)
235
DİZİN
A
Ç
Abdurrahman Şeref Bey, 22
Adana, 29, 30, 56, 66, 67, 72, 81, 85,
87, 104, 106, 111, 113, 120, 123,
127, 129, 131, 132, 143, 145, 193,
225, 230
Anadolu Islahatı, 35
Anadolu Reform Müfettişliği, 62
Ankara, xiv, 4, 6, 9, 10, 15, 17, 24, 27,
29, 30, 31, 32, 34, 35, 36, 42, 47, 52,
53, 56, 57, 59, 61, 69, 72, 75, 79, 83,
90, 92, 96, 104, 106, 107, 120, 123,
127, 129, 132, 143, 146, 147, 148,
150, 151, 153, 162, 163, 164, 167,
184, 191, 193, 199, 200, 222, 229,
230, 231, 232, 233, 234
Ararat, 4, 6, 7, 70
Arkanaz, 8
Artin Köylüoğlu, 218
Asoghik, 10
Atatürk, 146, 147, 152, 153, 154, 155,
158, 232
Ayasofya, 12
Ayastefanos Muahedesi, 46
Çanakkale, 3, 96, 97, 101, 128, 161, 190
Çorum, 61
B
Bab-ı Ali, 35, 45, 49
Babinger, 14
Bayan Stepanyan, 193, 194, 195, 201,
202, 208, 209
Bayan Şuşanik, 194, 202
Berlin Antlaşması, 2, 26, 96
Berlin Konferansı, 46
Birleşik Milli Ermeni Kongresi, 71, 99
Bitlis, 29, 30, 36, 47, 52, 55, 71, 72, 74,
83, 84, 85, 94, 100, 102, 105, 106,
107, 113, 120, 123, 127, 128, 129,
151, 223
Bogos Nubar Paşa, 143
C
Can Mirza Paşa Olayı, 165
Celali İsyanları, 165
Cemiyet-i Akvam, 149
Ceride-i Nüfus, 27
D
Damat Ferit, 145
Daryüs kitabesinde, 6
Diyarbakır, 4, 29, 30, 47, 55, 64, 77,
109, 120, 190, 191, 192
DİZİN, 235
Doğu Vilayetleri Sorunu, 136
E
Edirne Muahedesi, 27
Elazığ, 78, 79, 81, 193
Emval-i Metruke Komisyonları, 133,
134
Enver Paşa, 96, 108
Erivan, 46, 89, 140, 148, 150, 151
Ermeni Cemaati, 32
Ermeni Genel Meclisi, 44
Ermeni Komitesi, 152
Ermeni Milleti Nizamnamesi, 20, 23,
48, 51, 53
Ermeni Tehciri, 4, v, 3, 5, 66, 68, 92,
134, 229, 230, 233
Ermenia, 5
Erzincan, 55, 60, 80, 81
Erzurum, 29, 30, 49, 52, 55, 59, 60, 64,
69, 71, 79, 81, 87, 88, 90, 93, 94, 97,
99, 102, 105, 106, 107, 110, 113,
120, 123, 126, 128, 129, 146, 151,
156, 222, 233
Erzurum Vilayetinin İslahı Projesi, 49
Eskişehir, xiv, 5, 30, 68, 128, 129, 132,
159, 164, 166, 168, 185, 186, 189,
194, 229
Everek, 73
Ezop, 159, 160
F
Faik Ali Bey, 189, 199, 205, 208, 209,
213, 214, 215, 217, 220, 228
Faik Ali Ozansoy, 199, 215, 234
236
Frigler, 159
Fuat Paşa, 37, 166, 167
G
Geriye Dönebilme Hakkı, 126
Germiyanoğulları, 161, 162, 163, 170,
179
H
Halep, 30, 56, 74, 82, 106, 110, 123,
124, 126, 127, 128, 129, 131, 151,
207
Halil İnalcık, 15
Havran, 106, 123
Hayk, 4, 6, 14
Hazreti Nuh, 4
Herodot, 5
Hınçak, 3, 49, 58, 60, 61, 62, 63, 64, 71,
72, 73, 77, 93, 95, 99, 103, 228
Hilal-i Ahmer, 207
I
II. Abdülhamid, 33, 93, 94, 96
II. Mahmut, 37, 41, 50
Islahat Fermanı, 40, 44
Islahat Meselesi, 122
İ
İmadüddin Hezardinari, 160
İskân-ı Aşair ve Muhacirin Müdüriyeti,
114
İstiklal Harbi, 52, 217, 233
İstinaf Mahkemesi, 60
İttihad ve Terakki, 69, 94, 124
K
Kardinal, 12
Karesi Mutasarrıflığı, 220
Kayseri, 29, 31, 56, 61, 72, 73, 102,
106, 110, 120, 123, 128, 129, 189,
193, 233
Kerek, 106, 123
Kilikya, 8, 11, 66, 81, 140, 142, 144,
146, 147, 150, 151
Kotiyom, 158
Köprülü Mustafa Paşa, 40
Kütahya, 4, xiv, 3, 16, 31, 56, 106, 110,
128, 158, 159, 160, 161, 162, 163,
164, 165, 166, 167, 168, 169, 170,
171, 172, 173, 174, 175, 176, 177,
178, 179, 180, 181, 182, 183, 184,
185, 186, 187, 188, 189, 190, 191,
192, 193, 194, 195, 196, 197, 198,
199, 200, 202, 203, 204, 206, 207,
209, 210, 213, 214, 215, 216, 217,
218, 219, 220, 228, 229, 230, 231,
232, 233, 234
Kütahya Lisesi, 218
Kütahya Sancağı Mutasarrıfı, 200
L
Lozan Antlaşması, 126
M
Maarif Komisyonu, 175
Marika, 218, 219
Meclis-i Valay-ı Ahkâm-ı Adliye, 20
Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Müdürlüğü,
42
Mezopotamya, 4, 6, 125, 200, 210
Mısır Meselesi, 165
Miletli Hekataeus, 5
Milli Mücadele, 143, 145, 146, 154,
165, 166, 230
Milli Temsilciler Heyeti, 143
Mustafa Kalyon, 215
Mustafa Kemal Atatürk, 152, 154, 156,
227
Musul, 7, 97, 106, 107, 110, 113, 123,
132
Muş, 5, 51, 55, 71, 74, 77, 84, 85, 123
Muş Kartalı, 51
Mutasarrıf Faik Ali Bey, 214, 215
Mutasarrıf Fuat Paşa, 175
Mücerred, 170, 172
N
Nikomidya, 200, 211
Ö
Örfî İdare Divan-ı Harbi, 67
P
Partlar, 7, 137
237
Protestan Cemaati İdare Heyeti, 51
R
Radyocu Artin, 218
Rahip Çark, 39, 40
S
Sahte Mütesellim Olayı, 165
Sevk ve İskân Kanunu, 97
Sevr Anlaşması, 143
Sir Mark Sykes, 137
Sivas, 11, 25, 29, 55, 64, 71, 72, 80, 81,
94, 96, 100, 102, 106, 110, 120, 123,
128, 129, 130, 133, 146, 165, 193
Stanford J. Shaw, 32
Stepan Stepanyan, 193, 194, 195, 196,
215
Sultan Alâeddin Keykubad, 161
Sultan Hamamı, 217
Sultan I. Kılıç Arslan, 161
Süleyman Nazif, 190, 191, 199, 203,
209, 214
Ş
Şam, 195, 207
Şark Meselesi, 35, 92
T
Talat Paşa, 96, 101, 105, 106, 107, 108,
124, 125, 132, 214, 215
Tanzimat Fermanı, 37, 40, 95
Tanzimat-ı Hayriye, 37
Taş Mektep, 218
Taşnaksutyun, 58, 60, 64, 65, 69, 71,
74, 75, 77, 79, 93, 95, 144
Tehcir, vi, 3, 17, 20, 22, 23, 32, 33, 51,
52, 53, 54, 57, 58, 69, 70, 72, 73, 74,
75, 76, 77, 80, 81, 82, 92, 95, 97,
101, 102, 103, 108, 111, 119, 120,
122, 130, 131, 133, 140, 189, 198,
209, 213, 214, 217, 223, 229, 232,
234
Tehcir Kanunu, 97, 108, 111
Temettuat Defterleri, 174
Tevfik Paşa, 145
The Calips Last Heritage, 137
Turnbize, 24
Türkiye Cumhuriyeti, xv, 17, 93, 221,
222, 228
U
Urfalı Mateos, 8, 10
V
Vali Cevdet Bey, 76
Van, 7, 8, 9, 15, 26, 29, 31, 47, 51, 56,
58, 62, 64, 71, 74, 75, 76, 77, 78, 81,
83, 84, 85, 94, 96, 99, 100, 102, 105,
108, 113, 120, 123, 129, 151, 222,
225, 229
Van Kartalı, 51
Varantyan, 16
Varrak Manastırı, 51
Vital Cuinet, 32
Y
Yasef, 4
Yoncalı Hamamı Kitabesi, 160
Yozgat, 61, 73
Z
Zebenesu, 4
Zeytun, 58, 63, 64, 72, 89, 95, 96, 102,
103, 109, 137
Download