1 ERMENİ TEHCİRİ VE KÜTAHYA ERMENİLERİ (Yüksek Lisans Tezi) Mehmet Ali TİFTİK Kütahya-2009 2 T.C. DUMLUPINAR ÜNİVERSİTESİ Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi ERMENİ TEHCİRİ VE KÜTAHYA ERMENİLERİ Danışman Yrd. Doç. Dr. Necati AKSANYAR Hazırlayan Mehmet Ali Tiftik Kütahya-2009 3 Kabul ve Onay Mehmet Ali TİFTİK’in hazırladığı “Ermeni Tehciri ve Kütahya Ermenileri” başlıklı Yüksek Lisans tez çalışması, jüri tarafından lisansüstü yönetmeliğinin ilgili maddelerine göre değerlendirilip oybirliği / oyçokluğu ile kabul edilmiştir. Tez Jürisi Kabul İmza Red Yrd.Doç.Dr. Necati AKSANYAR (Danışman) Doç. Dr. Abdullah İLGAZİ Yrd. Doç. Dr. Mustafa BIYIKLI Prof. Dr. Ahmet KARAASLAN Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü 4 Yemin Metni Yüksek lisans tezi olarak sunduğum “Ermeni Tehciri ve Kütahya Ermenileri” adlı çalışmamın, tarafımdan bilimsel ahlak ve geleneklere aykırı düşecek bir yardıma başvurmaksızın yazıldığını ve yararlandığım kaynakların kaynakçada gösterilenlerden oluştuğunu, bunlara atıf yapılarak yararlanılmış olduğunu belirtir ve bunu onurumla doğrularım. …../…../…… Mehmet Ali TİFTİK 5 Özgeçmiş 15.04.1976 tarihinde Eskişehir’de doğdu. İlk ve Ortaöğrenimini Eskişehir Mimar Sinan İlköğretim Okulunda, lise öğrenimini Eskişehir Yunus Emre Anadolu Öğretmen Lisesinde tamamladı. 1995 yılında Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Tarih Öğretmenliği bölümünü kazandı ve 1999 yılında başarıyla mezun oldu. 2000 yılından itibaren MEB’e bağlı okullarda çalıştı, halen Kütahya Lisesi’nde Tarih Öğretmeni olarak görev yapmakta. v ÖZET ERMENİ TEHCİRİ VE KÜTAHYA ERMENİLERİ TİFTİK, Mehmet Ali Yüksek Lisans Tezi, Tarih Anabilim Dalı Tez Danışmanı: Yrd. Doç. Dr. Necati AKSANYAR Eylül, 2009, Sayfa 237 Ermeni Tehciri, Türk Milleti’nin 20. yüzyıldaki meselelerinden birisi haline getirilmiş ve bu millete karşı yapılan suçlamaların kaynağı olmuştur. Türkler ile Ermeniler arasındaki münasebetler 9.yy.’da başlamış ve 18.yy.’ın ortalarına kadar sorunsuz hatta çok iyi bir zeminde devam etmiştir. Ermenilerin tarihi kökenleri hakkında somut belge ve bilgiler yoktur. Anadolu’da ise çeşitli devletlerin egemenliği altında yaşamışlardır. Türk-Ermeni münasebetleri Türklerin Anadolu’yu fethiyle başlamıştır. Selçuklular ve Osmanlılar zamanında azınlıklar içinde en çok imtiyaz ve hoşgörü tanınanlar Ermeniler olmuştur. Osmanlı topraklarında bulunan Ermenilerin nüfusu ise 1.600.000 civarındadır. Bu konuda en tutarlı kaynaklar Osmanlı Devleti’ne ait olanlardır. Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeniler milliyetçilik hareketlerinden etkilenmeleri ve batılı devletlerin kendi çıkarları doğrultusundaki müdahalesi neticesinde isyanlar çıkarmışlardır. Doğu Anadolu şehirlerinde çıkardıkları bu isyanlarla bu bölgede bir Ermenistan Devleti kurmayı amaçlamışlardır. Ancak bu isyanlar sırasında yüz binlerce Türk katledilmiştir. Bu katliamların en temel sebebi Doğu Anadolu çevresinde Ermeni nüfusunun Türk nüfusundan fazla olduğunu ispatlamaktır. Birinci Dünya Savaşı sırasında da bu isyanlar ve bu faaliyetler aynı bölgede devam etmiştir. Bu durum karşısında Osmanlı Devleti Tehcir Kanunu çıkarmıştır. Bu kanunla katliam yapan çeteciler ve bu faaliyetlerde onlara yardım edenler savaş bölgesi olmayan Suriye topraklarına sürülmüştür. Bu kanun o günün şartlarında büyük bir titizlikle uygulanmaya çalışılmıştır. Zira Osmanlı arşivlerinde de bu durumu ispatlayan belgeler mevcuttur. Kütahya Ermenileri ise bu dönemde tehcire tabi tutulmamışlardır. Zira Kütahya Ermenileri katliam faaliyetlerine katılmamışlardır. vi Ermenilerin kendilerini Osmanlı Devleti’nden hariç görmeye başladıkları 93 Harbi’nden günümüze kadar zaman zaman alevlenerek getirdikleri bu mesele günümüzdeki boyutuyla siyasileşmiş ve içinden çıkılmaz bir duruma getirilmiştir. Bu incelemeler neticesinde vardığımız sonuç ise şudur. Tüm bu değişimler ve bu süreç Rusya ve Avrupa’daki büyük devletlerin etkisi ve yönlendirmesiyle bu boyutlara gelmiştir. Zira yüzyıllardır millet-i sadıka olarak anılan ve güvenilen bir azınlığın bu denli aksi değişimi ancak bir büyük baskının veya yönlendirmenin etkisiyle olabilirdi. Dolayısıyla Rusya ve Avrupalı devletler tarafından önce azınlıklar desteklenmiş, sonra da Osmanlı Devleti’ne bu azınlıklara geniş imtiyazlar vermesi için siyasi ve askeri baskılar yapılmıştır. İşte bu süreç neticesinde de Ermeni meselesi ortaya çıkmış ve bu boyutlara gelmiştir. Netice itibariyle ortaya çıkan bu meselenin çözümü; güçlü, dirayetli ve sağlam bir yapı üzerine kurulmuş bir devlet olmakla, devlet-millet uzlaşmasının sürekliliği ve uluslararası bilimsel ve siyasi kamuoyu oluşturarak mümkün olacaktır. Tehcir sırasında ve sonrasında yaşanılan olaylar tarihi ve sosyolojik açıdan değerlendirilmiştir.Elde edilen tarihi veriler değerlendirilerek, tehcirde bir durum tespiti ortaya konulmuştur. Anahtar Kelimeler: Ermeni, Tehcir, Tehcir Kanunu, Şark Meselesi, Ararat. vii ABSTRACT THE ARMENIAN EMIGRATION AND KUTAHYA ARMENIANS TİFTİK, Mehmet Ali Master's Thesis,The Department of History Supervisor: Astt. Prof. Necati AKSANYAR September, 2009, Pages 237 Armenian Emigration has been turned into one of the problems of this Turkish Nation and has become the source of the accusations casted upon this nation in the 20 th century of Turkish Nation. The relations between the Turks and the Armenians had begun in the 9 th century and continued without having problems, besides with the good affairs until the middle of the 18 th century. There are no concrete documents and information about their historical origins. They had lived under the sovereignty of different states in Anatolia. The relations of Turk and Armenian had begun with the Turkish conquer of Anatolia. The Armenians had had the most privilige and tolerance within the minorities during the Seljuks and the Ottamans. The available population of the Armenians on the Ottaman lands was approximately 1.600.000. The most reliable sources about population were the ones that belonged to the Ottaman State archives. The Armenians who lived in the Ottaman lands had started riots as a result of the influences of nationalism movements and the interruption of the western countries for their benefits. They had aimed to build an Armenian State in this region with the riots they had started in the cities of Eastern Anatolia. Because of these riots hundred thousands of Turkish citizens had been massacred. The main reason of these massacres was to prove that the Armenian population was more than the Turkish one. These riots and these activities had continued during the First World War. The Ottaman State declared the law of the Deportation Act. The gangs that had done massacres with this law and the ones who had helped these gangs had been moved into the Syrian lands which weren’t war zones. This act had been tried to be performed strictly and precisely under those circumstances. That’s why there were documents that proved this position in the Ottaman archives. The Kütahya Armenians hadn’t been forced to deportation during this period. Because Kütahya Armenians hadn’t taken part in the massacres. viii This problem which has been increased step by step by the Armenians since 93 War during which they began to see themselves seperated from the Ottaman Empire. Today the problem has been politicized and become a conflict. By these investigations we have come to the result that all of these changes and process have reached to this level by the effection and direction of Russia and big countries in Europe. As a mother of this fact the minorities in Ottaman Empire were supported by the European countries and Russia first, then they forced Ottaman Empire to privilege minorities on a vast scale. As a result of this process the Armenian problem arose and has come to today’s extent. Finally the solution of this problem depends on being a government based on a strong and a stable structure and again, the solution is only possible with the sustainability of the compromise of government and nation and only possible with the production of political and scientific public opinion. What was happened during and after Emigration was evalcated from historical and sociological point of view. A position has been determined within the Emigration by examining the historical information that was obtained. Key Words: The Armenian, The Amigration, The Amigration Law, The East Problem, Ararat. ix İÇİNDEKİLER Sayfa ÖZET ................................................................................................................................ v ABSTRACT .................................................................................................................... vii İÇİNDEKİLER ................................................................................................................ ix TABLOLAR LİSTESİ ...................................................................................................xiii KISALTMALAR ........................................................................................................... xiv TEZ HAKKINDA .......................................................................................................... xvi TEZ METNİ ................................................................................................................... xix GİRİŞ ................................................................................................................................ 1 BİRİNCİ BÖLÜM OSMANLI DEVLETİ’NDE ERMENİLER 1.1.OSMANLI DEVLETİ’NDE ERMENİLER ......................................................... 14 1.1.1. Azınlıklar İçinde Ermenilerin Durumları ...................................................... 17 1.1.2. Ermenilere Verilen İmtiyazlar ve Haklar ...................................................... 17 1.1.3. Ermenilerin Sosyal, Siyasi Ve İktisadi Hayattaki Yeri ................................. 22 1.2.ERMENİ NÜFUSU .............................................................................................. 24 1.2.1.Anadolu’da Ermeni Nüfusu ........................................................................... 24 1.2.2.Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni Nüfusu.......................................................... 26 1.2.3.Osmanlı Nüfusu ve Kaynakları ...................................................................... 27 1.3.ERMENİLERİN FAALİYETLERİ VE ÇIKARDIKLARI OLAYLAR .............. 34 1.3.1.Osmanlı Ermenilerine Batının Müdahalesi .................................................... 34 1.3.2.Islahat Çalışmaları ve Ermeni Faaliyetleri ..................................................... 36 1.3.2.1.Tanzimat Sonrası Ermeni Faaliyetleri ..................................................... 45 1.3.2.2.Nizamnameler Dönemi ........................................................................... 48 1.3.3.Teşkilatlanma, İsyanlar ve İhanetler .............................................................. 49 1.3.3.1.Kiliselerin Rolü ve İhanetleri .................................................................. 50 1.3.3.2.Okullar, Hayır Müesseseleri, Cemiyetler ve Komiteler .......................... 53 1.3.3.3.İsyanlar ve Olaylar .................................................................................. 59 1.3.3.3.1.Erzurum İsyanı ................................................................................. 59 x 1.3.3.3.2.Kumkapı Gösterisi ........................................................................... 61 1.3.3.3.3.Müteferrik Olaylar ........................................................................... 61 1.3.3.3.4. I.Sason (Sasun) İsyanı ..................................................................... 62 1.3.3.3.5.Babıâli Gösterisi ............................................................................... 62 1.3.3.3.6.Zeytun İsyanı.................................................................................... 63 1.3.3.3.7.Van İsyanı ........................................................................................ 64 1.3.3.3.8.Osmanlı Bankası Baskını ................................................................. 64 1.3.3.3.9. II.Sason (Sasun) İsyanı.................................................................... 65 1.3.3.3.10.Yıldız Suikastı ................................................................................ 65 1.3.3.3.11.Adana İsyanı................................................................................... 66 1.3.4.Birinci Dünya Savaşı Öncesi Ermeni Nüfusu ................................................ 67 1.4.BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI DÖNEMİ ................................................................ 68 1.4.1.Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeniler ............................................................. 68 1.4.2.Ermeni Gönüllülerinin Faaliyetleri ................................................................ 68 1.4.3.Batının Müdahalesi ........................................................................................ 69 1.4.4.Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeni İsyanları ve Mezalimi.............................. 71 1.4.4.1.Zeytini Olayları ....................................................................................... 72 1.4.4.2.Kayseri Olayları ...................................................................................... 72 1.4.4.3.Bitlis Olayları .......................................................................................... 73 1.4.4.4.Van Olayları ............................................................................................ 74 1.4.4.5.Muş Olayları ........................................................................................... 76 1.4.4.6.Diyarbakır Olayları ................................................................................. 77 1.4.4.7.Ma’muratü’l-Aziz (Elazığ) Olayları ....................................................... 78 1.4.4.8.Erzurum Olayları..................................................................................... 79 1.4.4.9.Sivas Olayları .......................................................................................... 80 1.4.4.10.Trabzon Olayları ................................................................................... 80 1.4.4.11.Adana Olayları ...................................................................................... 81 1.4.4.12.Urfa Olayları ......................................................................................... 82 1.4.4.13.Diğer Ermeni Olayları ........................................................................... 82 xi İKİNCİ BÖLÜM ERMENİ TEHCİRİ 2.1.TEHCİRİN TANIMI VE GENEL DEĞERLENDİRMESİ .................................. 92 2.2.BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE TEHCİR ........................................................... 95 2.3.OSMANLI DEVLETİ’NİN TEHCİR ÖNCESİ ALDIĞI TEDBİRLER............ 101 2.4.TEHCİRİN GAYESİ .......................................................................................... 105 2.5.TEHCİR KANUNU VE UYGULANIŞI ............................................................ 108 2.6.TEHCİR KANUNU, TALİMATNAMELER VE KARARNAMELER ............ 111 2.7.TEHCİR OLAYI VE SEVKLER ....................................................................... 122 2.8.ERMENİLERİN SEVK EDİLDİKLERİ BÖLGELER ...................................... 123 2.9.ERMENİ KAFİLELERİNE YAPILAN SALDIRILAR VE BUNA KARŞI DEVLETİN ALDIĞI TEDBİRLER ................................................................. 126 2.10.TEHCİRE TÂBİ TUTULMAYAN VE TEHCİRDEN KURTULMAK İÇİN DİN DEĞİŞTİREN ERMENİLER ................................................................... 128 2.11.SEVK EDİLEN ERMENÎLERİN İHTİYAÇLARININ KARŞILANMASI .... 132 2.12.TEHCİRE TABİ TUTULAN ERMENİLERİN MALLARI ............................ 133 2.13.ERMENİ TEHCİRİNDE KARŞIT FİKİRLER VE ASILSIZ İDDİALAR ..... 134 2.14.ERMENİ OLAYLARI HAKKINDA BAZI BATILI YAZARLARIN GÖRÜŞLERİ .................................................................................................... 136 2.15.TEHCİR SONRASINDA ERMENİLER.......................................................... 140 2.15.1.Geri Dönenlerin Anadolu’da İşgal Kuvvetleriyle İşbirliği Yapmaları ...... 142 2.16.SEVR (SEVRES) ANLAŞMASI...................................................................... 143 2.17.MİLLİ MÜCADELE ........................................................................................ 145 2.18.LOZAN VE SONRASI ..................................................................................... 149 2.19.MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN ERMENİLER VE TEHCİRLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ .................................................................................................... 152 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KÜTAHYA ERMENİLERİ 3.1.KÜTAHYA VE KÜTAHYA ERMENİLERİ TARİHİ ...................................... 158 3.1.1.Türkler Öncesi Kütahya ............................................................................... 158 xii 3.1.2.Türkler Zamanında Kütahya ........................................................................ 160 3.1.2.1.Anadolu Selçuklu Devleti Dönemi ....................................................... 160 3.1.2.2.Germiyanoğulları Beyliği Dönemi ........................................................ 161 3.1.2.3.Osmanlı Devleti Dönemi ...................................................................... 163 3.1.2.4.Milli Mücadele Dönemi ........................................................................ 165 3.2.KÜTAHYA ERMENİLERİ ................................................................................ 169 3.2.1.Kütahya’daki Gayrimüslimler ve Ermeni Tebaa ......................................... 178 3.2.2.Salnamelerde Kütahya’daki Gayrimüslimlerin Nüfusu ............................... 185 3.2.3. Kütahya Mutasarrıfı Faik Ali Bey ve Kütahya Ermenilerinin Tehciri Meselesi ...................................................................................................... 189 3.2.3.1.Bir Ermeni Gözüyle, “Vicdanlı Türk Valisi: Faik Ali Ozansoy” ......... 199 3.2.3.2.Faik Ali Bey ve Tehcirle İlgili Yorumlar.............................................. 213 3.2.4.Kütahya Emenileriyle İlgili Yaşanılan Gerçekler ........................................ 215 3.2.5.Kütahya’nın Dışında Tehcire Tabi Tutulmayan Diğer Ermeniler ............... 219 SONUÇ ......................................................................................................................... 221 KAYNAKLAR ............................................................................................................. 229 DİZİN ............................................................................................................................ 235 xiii TABLOLAR LİSTESİ Sayfa Tablo 1.1. Osmanlı Ermenilerinin Vilayetlere Göre Dağılımı……………………..29 Tablo 1.2. Ermeni Nüfusunun Vilayetlere Göre Dağılımı (1919)…………………30 Tablo 1.3. Vital Cuinet’in Verdiği Bilgilere Göre Müslüman ve Ermeni Nüfus Dağılımı………………………………………………………………...32 Tablo 1.4. Dr. Kevork K. Baghdjian’a Göre Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni Okul, Talebe ve Öğretmen Sayısı (1901-1902 Yılları)………………………..55 Tablo 1.5. 1905 Yılındaki Kaynaklarda Yer Alan Verilere Göre Ermeni Nüfusu…67 Tablo 1.6. 1914 Tarihli Dâhiliye Nezareti’nin Yaptırdığı Memalik-İ Osmaniyye’nin 1330 Senesi İstatistiğine Göre Van Vilayetindeki ve Kazalarındaki Nüfus Oranı……………………………………………………………..75 Tablo 1.7. Ermeniler Tarafından Türklere Katliam Uygulanan Yerleri Gösterir Tablo 3.1. Cetvel…………………………………………………………………...83 XVI-XVII. Yüzyıllarda Sayım Dönemlerine Göre Kütahya Mahalleleri ve Demografik Durumu……………………………………………….170 Tablo 3.2. Kütahya Mekteb-i İdadî-i Mülkiyesi’nin Öğrenim Dönemlerine Göre Öğrenci Sayısı…………………………………………………………174 Tablo 3.3. H.1287 ( M.1870 ) Tarihli Salnamede Bulunan, Sancak Dahilindeki Nüfus Dağılımıyla İlgili Tablo…………………………………….…..185 Tablo 3.4. H.1296 ( M.1879 ) Tarihli Salnamede, Söz Konusu Yıla Ait Nüfus Dağılımını Gösteren Tablo………………………………..186 Tablo 3.5. Tablo 3.6. Tablo 3.7. Tablo 3.8. H.1303 ( M. 1886 ) Tarihli Salnamede, Söz Konusu Yıla Ait Nüfus Dağılımını Gösteren Tablo………………………………..186 H.1310 ( M.1893 ) Tarihli Salnamede, Söz Konusu Yıla Ait Nüfus Dağılımını Gösteren Tablo………………………………..187 H.1311 (M. 1894) Tarihli Salnamede, Söz Konusu Yıla Ait Nüfus Dağılımını Gösteren Tablo………………………………..188 H.1314 (M. 1897) Tarihli Salnamede, Söz Konusu Yıla Ait Nüfus Dağılımını Gösteren Tablo………………………………..188 Tablo 3.9. H.1324 ( M. 1906 ) Tarihli Salnamede, Söz Konusu Yıla Ait Nüfus Dağılımını Gösteren Tablo………………………….…….189 xiv KISALTMALAR a.g.e. Adı geçen eser a.g.m. Adı geçen makale Ank. Ankara BOA Başbakanlık Osmanlı Arşivi Bkz. Bakınız Bulg. Bulgar C. Cilt Ç. Çeviren DTCF Dil-Tarih ve Coğrafya Fakültesi E. Erkek Ecn. Ecnebi Erm. Ermeni Esk. Eskişehir G. Müs. Gayri Müslim H. Hicrî İ00 İlköğretim Okulu İst. İstanbul İÜ İstanbul Üniversitesi K. Kadın Kat. Katolik Kaz. Kaza / Kazası KB Kültür Bakanlığı Kıp. Kıpti KKTAM Kütahya Kültür ve Tarih Araştırma Merkezi KTB Kültür ve Turizm Bakanlığı Küt. Kütahya M. Miladi Mec. Mecmua / Mecmuası Mrz. Merkez Mus. Musevi Müs. Müslüman xv Nh. Nahiye / Nahiyesi Nr. Numara Pro. Protestan s. Sayfa S. Sayı ss. Sayfa sayısı / Sayfa aralığı Şb. Şube / Şubesi Şfr. Şifre Tav. Tavşanlı TBMM Türkiye Büyük Millet Meclisi TC Türkiye Cumhuriyeti TDK Türk Dil Kurumu TTK Türk Tarih Kurumu Üniv. Üniversite Vb. Ve Benzeri Yah. Yahudi yy. Yüzyıl xvi TEZ HAKKINDA xvii Araştırmanın Problemi Türk-Ermeni münasebetlerinin tarihi seyri nasıldır? Osmanlı Devleti’nde Ermenilerle ilgili neler yaşanmıştır? Osmanlı Devleti’nin Ermenilere bakışı nasıldır? Tehcir nedir? Tehcir kanunu nasıl çıkarılmış ve nasıl uygulanmıştır? Ermenilerin tehcire tabi tutulmalarının sebepleri nelerdir? Kütahya’da Türk-Ermeni münasebetlerinin tarihi seyri nasıldır? Kütahya Ermenileri tehcire tabi tutulmuşlar mıdır? Sonuçlarında neler yaşanmıştır? Araştırmanın Amacı Türk-Ermeni münasebetlerinin tarihi seyrini araştırmak. Osmanlı Devleti’ndeki Ermenilerin yaşantılarından yola çıkarak, Osmanlı Devletinin Ermenilere bakış açısını tespit etmek. Tehcir Kanununu inceleyerek, bu kanunun Ermenilerle ilgili uygulamalarını araştırmak. Kütahya Ermenileriyle ilgili tehcir uygulamalarını araştırarak, bu süreçte yaşananları tespit etmek. Araştırmanın Önemi Tehcir Kanununu inceleyerek, bu kanunun Ermenilerle ilgili uygulamalarını sebep-sonuç ilişkisi içerisinde tespit etmek. Bu uygulamaların tarihi seyrini inceleyerek, Kütahya’da bulunan Ermenilerle ilgili uygulamaları araştırmak. Kütahya Ermenileri tarihine katkıda bulunmak. Kütahya Ermenileri tehcire tabi tutulmamışlardır. Araştırmanın Hipotezleri Tehcir Kanununun çıkarılması ve uygulanmasında, Türk-Ermeni münasebetleri açısından önemli tarihi gelişmeler söz konusudur. Kütahya Ermenileriyle ilgili Tehcir sürecinde yaşananlarda da Osmanlı Devleti hoşgörüsünün etkileri vardır. Araştırmanın Kapsam ve Sınırlılıkları Türk-Ermeni münasebetlerinin tarihi seyri; Osmanlı Devleti’ndeki Ermenilerle ilgili Tehcir uygulamaları, sebepleri ve sonuçları; Kütahya Ermenilerinin tehcir sırasındaki durumu ve bu dönemde Kütahya’da yaşananlar inceleme alanına girmektedir. xviii Araştırmanın Yöntemi Araştırmada, Osmanlı Devleti’nde Ermenilerin durumu, Tehcir Kanununun çıkarılması ve uygulanışı, Kütahya Ermenilerinin tarihi, Tehcir Kanununun uygulanışında Kütahya’da yaşananlar incelenmiştir. Araştırmada öncelikle Ermeni tarihçesi göz önüne alınarak Osmanlı Devleti’ndeki Ermenilerin durumu ve nüfusu incelenmiştir. Daha sonra Osmanlı Devleti’nde Ermenilerin faaliyetleri ve çıkardıkları olaylar araştırılarak tehcir sürecini hazırlayan sebepler araştırılmıştır. Tehcir Kanunu ve uygulanışı ise kitap, makale ve belge taraması yapılarak araştırılmıştır. Kütahya Ermenileri bölümünde ise Tehcirin uygulanışı sırasında yaşananlar ve Mutasarrıf Faik Ali Bey’in tutumu bizzat bu olayları yaşayan Ermenilerin hatıratları da incelenerek ortaya konulmuştur. Bu araştırmalar başta Dumlupınar Üniversitesi Kütüphanesi olmak üzere Anadolu Üniversitesi Kütüphanesi, Osmangazi Üniversitesi Kütüphanesi, Vahit Paşa Kütüphanesi, Kütahya Belediyesi Kütüphanesi, Kütahya Lisesi Kütüphanesi gibi çeşitli kütüphanelerde yapılmıştır. Yararlanılan kaynaklar, ilgili döneme ait resmi belgeler, bu döneme ait yayınlanmış dergi ve makaleler, hatıralar, sempozyumlar, konuyla ilgili yazılmış diğer eser ve makalelerdir. Konu ele alınırken objektiflik ön planda tutulmuştur. Yaralanılan kaynaklar dipnotlarla belirtilmiştir. xix TEZ METNİ 1 GİRİŞ Anadolu ve etrafındaki coğrafya insanlık tarihi boyunca dünyanın en güçlü devletlerine evsahipliği yapmış, dünyanın en çetin mücadelelerine ve savaşlarına sahne olmuştur. Türkler bu coğrafyaya Orta Asya’dan gelerek 9. ve 10. yy.’dan itibaren bu mücadeleler içerisinde yer almaya, hatta etkin bir güç olmaya başlamışlardır. Kısa sürede Anadolu’ya girilmiş ve hakim olunmuştur. İşte tüm bu gelişmeler sırasında Türkler ile Ermeniler arasındaki münasebetler 9.yy.’da başlamış ve 18. yy.’ın ortalarına kadar sorunsuz hatta çok iyi bir zeminde devam etmiştir. Elbetteki bu olumlu ilişkilerde Selçukluların ve altı asırlık devlet olmanın gereliliklerini yerine getiren Osmanlı’nın katkısı çok büyük olmuştur. Osmanlı Devleti bünyesinde “Millet-i Sadıka” olarak anılan ve ticaret, zanaat ve bürokrasinin önemli mevkilerinde görev alarak geçimlerini sürdüren Ermeniler, 18. yüzyılın ikinci yarısından itibaren devletin içine düştüğü iç ve dış meselelerin bir sonucu olarak isyan hareketlerine girişmeye başladılar. 19. yüzyılda emperyalist Batılı devletlerin bu durumu kendi amaçları doğrultusunda teşvik etmesiyle durum daha da karmaşık bir hal almış, Ermenilerin, bu isyan hareketleri sonucu kurmak istedikleri bağımsız bir Ermeni devleti fikrine Ermeni milliyetçileri değil Ermeni Kilisesi öncülük etmiştir. Osmanlı Devleti'nin son elli yılına damgasını vuran en önemli sorunlardan biri olan Ermeni Meselesi, 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında İngiltere ile Rusya arasındaki rekabetin yarattığı bir emperyalizm sorunu olarak ortaya çıkmıştır. Ermeniler bundan sonra Osmanlı Devleti'nin bütün Hristiyan unsurları gibi bağımsız bir devlet kurma çabasına girmişlerdir. Aslında asırlardır Osmanlı Devleti'nin yönetimi altında yaşayan Ermeniler Osmanlı Devleti’nin her tarafına dağılmışlar, korkusuzca, asayiş içinde, mal, can, ırz ve namusları emniyet altında, mezheb açısından da tamamen serbest, huzurlu ve mesut, ekonomik açıdan ise Müslüman tebeadan daha fazla rahat içinde yaşamışlardır. Ticaret ve sanatla uğraşmışlar, sarraflık ve kuyumculuk yapmışlar, öteden beri Osmanlı Devleti'nce özel hizmetlerde ve emniyet gerektirecek işlerde kullanılmışlardır. Devletin Darbhane ve Baruthane gibi önemli müesseselerinin başına geçmişler, Maliye Nazırı 2 olmuşlar, Hariciye Nazırı olmuşlar ve "millet-i sâdıka" olarak adlandırılmışlardır. Osmanlı Devleti Hristiyan tebeasına karşı eşit muamele etmiş, bunlardan birini diğerine tercih etmemiş ve birbirlerinin işlerine karıştırmamıştır. Ermeni sorunu Ermenilerin kendi içinden ve ihtiyaçlarından değil, büyük devletlerin bölge üzerindeki çıkar hesaplarından kaynaklanmıştır. Büyük devletlerin kendi hesaplarını gizlemek için sorunu bir insanlık ve Hristiyanlık sorunuymuş gibi göstermeleri Ermeni kilisesini de etkilemiştir. Başta Ermeni Patrikhânesi olmak üzere bağımsızlık ve muhtariyet hayali peşinde koşan Ermeniler kendileri üzerinde oynanan oyunları görememişlerdir. Nitekim kaynaklar bir bütün olarak değerlendirildiğinde Osmanlı Devleti’nin son elli yılına damgasını vuran Ermeni sorununun Berlin Antlaşması ile uluslararası bir mahiyet kazandığını, böylece büyük devletlerin desteğini elde eden Ermeni milliyetçilerinin Osmanlı sınırları içinde ve dışında ihtilâlci ve silahlı terörizmi bir metod olarak seçen parti ve dernekler kurarak 1890 yılından itibaren silahlı eylemlerini yoğunlaştırdıklarını görmekteyiz. 1890-1914 yılları arasında Doğu Anadolu'dan Akdeniz'e, Orta Anadolu'dan İstanbul'a kadar uzanan bölgelerde, Ermeni örgütleri 40'dan fazla isyan çıkarmış ve terör olayı gerçekleştirmişlerdir. Ermeni milliyetçilerinin mücadele metodu olarak terörü seçmelerinin iki önemli sebebi vardır. Birincisi, kendilerinden önce bağımsızlık haraketlerine girişen Sırp, Yunan ve Bulgarlar gibi aynı yolu izlemelerine rağmen Osmanlı Devleti’nin hiçbir yerinde çoğunluğa sahip değillerdir. Bu sebeple Ermeni milliyetçileri bağımsız devlet kurmayı amaçladıkları bölgedeki Türk-Müslüman çoğunluğu ya katlederek, ya da göçe zorlayarak bölgede çoğunluğu sağlamayı amaçlamışlardı. İkincisi, meydana gelen olayları batı dünyasında "Ermeni katliamı" olarak propaganda ederek Avrupalı devletlerin Ermeniler lehine askeri ve siyasi müdahalesini sağlamaktı. Nitekim meydana gelen olayları bahane eden büyük devletler de bir taraftan Emeniler lehine ıslahat yapılması için Osmanlı Devleti’ne baskı yaparken, diğer taraftan Ermeni milliyetçilerini isyana teşvik etmişlerdir. Büyük devletlerin Ermeniler için reformlar yapılması hususunda Osmanlı hükümetine baskıları I. Dünya Savaşı öncesine kadar devam etmiştir. Dolayısıyla Berlin Antlaşması 'ndan 1915 yılına kadar geçen 37 yıllık süreçte meydana gelen olaylarda ve Ermenilerin tehcir edilmesinde dönemin büyük devletlerinin politikalarının önemli rol oynadığını vurgulamak gerekir. 3 I. Dünya Savaşı'nın başlaması ve Osmanlı devletinin İtilaf devletlerine karşı Almanya'nın yanında savaşa girmesi Ermeni milliyetçileri tarafından amaçları olan bağımsız Ermenistan'ın kurulabilmesi için büyük bir fırsat olarak görülmüştür. I. Dünya Savaşı'na kadar büyük ölçüde silahlandırılan Ermeniler, savaş başladığında vatandaşı oldukları Osmanlı Devleti’ne karşı savaşarak bağımsız Ermenistan'ı kurmak amacıyla başta Rusya olmak üzere İtilaf devletleri ile işbirliği içine girmişlerdir. Osmanlı ordusunun Sarıkamış'ta yenilmesi ve arkasından İngiltere ve Fransa'nın Çanakkale'ye saldırmasına paralel olarak Ermeni komitecileri savaşan Osmanlı ordularını arkadan vurmak ve ikmal yollarını kesmek için harekete geçerek silahlı isyanlara başlamışlardır. Tüm bu gelişmeler neticesinde yinede en anlaşılmaz olan, toprak mücadelesi veya bağımsızlık mücadelesinin çok ötesinde yer alan ve onlara hunharca katliamlar yaptıracak kadar büyük olan Ermenilerin sahip olduğu “Türk Düşmanlığı”dır. Bu çalışma hazırlanırken buradan yola çıkılarak bu anlaşılmazlık çözülmeye, tahlil edilmeye, anlaşılır bir hale getirilerek tarihi boyutuyla incelenip, sebep ve sonuç ilişkisi içerisinde objektif bir şekilde Türk-Ermeni münasbetleri değerlendirilmeye çalışılmıştır. Kütahya Ermenileri de bölgesel olarak incelenip değerlendirilmeye çalışılmıştır. Zira Kütahya Ermenileri’nin Ermeni Tehcir’i sırasındaki durumu Ermenilerin bugünkü asılsız iddialarına bir cevap niteliğindedir. Kütahya Ermenileri, Türklere karşı Ermeni Hınçak ve Taşnak komitelerinin katliam faaliyetlerine karışmadıkları için tehcire tabi tutulmamıştır. Bu da Ermenilerin; “Bütün Ermenilerin ya zorunlu göç ettirildiği ya da katledildiği” iddialarını çürüten bölgesel ispatlardan biri olmuştur. Ayrıca bu çalışmada Türk-Ermeni münasebetleri ne zaman söz konusu olsa, karşımıza çıkan veya çıkarılan “Kadim Ermeni yurdu”, “Tehcir olayı” ve “Ermeni katliamı” gibi, aramızdaki ilişkilere yıllarca damgasını vurmuş ve hiç şüphe edilmesin ki bundan sonra da vuracak iddialar çok özetle de olsa ortaya konulmaya çalışılmıştır. “Ermeni Tehciri”ni ve yaşanılan olayları daha iyi tahlil edebilmek amacıyla genel Ermeni tarihiyle ilgili araştırmalar bir giriş mahiyetinde, ancak bütün yönleriyle bu bölümde ele alınmıştır. 4 Bu adın menşeinden bahsetmek için onun hangi tarihi çağlarda, hangi coğrafi mekânda, hangi halkın dilinde ve adında kullanıldığını araştırmak gerekir.1 Ermen adının kadim çağlarda Türk dili modeli ile Türk boylarının adı olarak kullanılması, Anadolu’dan Baykal gölüne kadar, Urmu gölünden Azak denizine kadar muhtelif bölgelerde Türk toplumu içinde göründüğünü ortaya koyar. Bu adların Sami dilli Arameylere ait olması şüphesizdir, fakat bütün bu adlar o çağlarda Kaşiyar dağlarının eteklerine kadar yayılsa da, Diyarbakır sınırına kadar gelmemektedir. Şunu da söylemek gerekir ki, aynı çağlarda Urartu kral sülalesinde rastladığımız Erimen adının da Aramey boyu ile alakası yoktur. Arme ülkesinde akan Zebenesu çayının eski adı çivi yazısında Subna(t) idi ve her iki şeklin mukayesesi “kutsal su” anlamında Sub-Ana ön şeklini ortaya çıkarır, sonraki pseudo-Ermeni yazıları bu bölgede Türk (Tork) isimli tapınağın olduğu hakkında da bilgi verir.2 Ermeni tarihçileri Ermeni yurdu konusunda iki kısma ayrılırlar. Bir kısmı Ermenilerin kökünü Kitab-ı Mukaddes rivayetlerine bağlıyarak Ermenileri Sincardan gelmiş olan Yasef evlâdından, (Hayk)’tan çıkarırlar ve Ermenileri, Ermenistan denilen bölgenin yerli halkı olarak kabul ederler. Son zamanlarda çıkan bir kısım tarihçiler de, Ermenileri Firigyalıların bir kolu olarak ileri sürerler ve tarihlerini Ermenilerin Firigyalılarla birlikte bulundukları yerlere geldikleri zaman olarak gösterdikleri, Milattan evvel yedinci ve altıncı yüzyıldan başlatırlar.3 Bazı Ermeni tarihçileri, Ermenilerin menşeini Hazreti Nuh’un oğlu Yasef’e kadar çıkarırlar. Buglan’a göre Hazreti Nuh’un gemisi “Tufan” dinip, sular çekildikten sonra “Ararat Dağı” üzerinde karaya oturmuştur. Bu sahaya yerleşmiş olan Hazreti Nuh’un evladı ve torunları zamanla çoğalmışlardır. Bu çoğalma had bir safhaya varınca, Yasef’in torunlarından bir kısmı “Mezopotamya”ya göç etmişlerdir. Ermenilerin ceddi olduğu iddia edilen Hayk da bunlarla berabermiş!4 1 Firidun Ağasıoğlu Celilov, “Ermen Boyları Ve Pseudo Ermeni Hayları ( Milattan Önce Türk Ermeni İlişkileri )” Türkler, C:2, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s.548. 2 a.g.m. , s.551. 3 Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul, 1976, s.22. 4 Veysel Eroğlu, Ermeni Mezalimi, Sebil Yayınevi, Üçüncü Basım, İstanbul, 1995, s.19. 5 “Ermeniler bir turani ırkmıdırlar?” Bu teori ise Ermenilerin Türk ve Azeri boylarıyla kültür ve gelenek akrabalığına ve dildeki benzerliklere dayandırılmaktadır.5 Görüldüğü gibi, Ermenilerin kökeni ve anayurdu kendi aralarında bile tartışmalı bir konudur.Böylesine çelişkili görüşler karşısında, Ermenilerin Doğu Anadolu’da 3–4 bin yıldır mevcut olduklarını söylemek zordur.Ermeni çevrelerinin bu iddialarının altında Doğu Anadolu’daki Ermeni varlığını mümkün olduğu kadar eskilere uzatmak, Doğu Anadolu’ya bir anayurt olarak sahip çıkabilmek ve üstelik bunu eski bir kültür varlığı olarak sunmak hevesi yatmaktadır. Böylece Türklerin Ermenilerin binlerce yıllık topraklarını işgal ettikleri de ileri sürülmek istenmektedir.6 Ermeniler, Büyük Ermenistan’ı kendilerine göre, on beş vilayetten ibaret sayarlar.M.Ö 188 tarihinde kurulan, Artaksias krallığı zamanında, Aramice “Yüksek/Yukarı Ülke” demek olan “Ermenia” adı, Muş ve Ahlat bölgeleri için kullanılan coğrafi bir terimdi.7 Batı Anadolu’dan yetişen İyonyalılardan, Miletli Hekataeus (549–486) ve Herodot (484–425), Persler’den öğrendikleri bu sami coğrafya adını, “Armenya” ve ahalisini de, “Armenioi” diye andıklarından, sonraki Yunan ve Latin kaynaklarına da, bu biçimde geçtiğini görüyoruz.8 Tarih boyunca Ermenilerin yaşadıkları yerler, istila ordularının geçidi, uğrağı ve büyük göçlerin yolu üzerinde olduğundan, çeşitli milletler gelerek buralara yerleşmişlerdir.Hıristiyanlıktan önce, ateşe tapma, İran ile Ermeniler arasında ortak bir dindi. Ermenileri İranlılarla birleştiren en önemli sebep; bu şekildeki din, dil ve kültür birliği olmuştur. Hıristiyanlığın Ermeniler arasına girmesi onları Bizans’a yaklaştırmıştır. Daha sonra, Sasani hükümdarları ise, Ermenileri ateşe tapmaktan vazgeçirmeye çalışmışlardır. Ardaşir ve Hüsrev binlerce Ermeni’yi İran’ın içlerine sürmüş, II. Şapur birçok şehri yakarak 70 bin Ermeni’yi Parthia’ya göndermiştir.9 5 Cemal Anadol-Nazile Abbaslı, Gizli Belgelerde Ermeni Terörü ve Basın-Yayın Organlarında 100 Soruda Ermeni Meselesi, Kuvay-ı Milliye Yayınları, İstanbul, 2000, s.44. 6 a.g.e. , s.44. 7 Ahmet Suat Alkaya, Ermeni Tehciri ve Eskişehir Ermenileri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Osmangazi Üniversitesi, Eskişehir, 2006, s.10. 8 Azmi Süslü, Türk Tarihinde Ermeniler, Kafkas Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları, Kars, 1995, s.11. 9 Cemal Anadol, Tarihin Işığında Ermeni Dosyası, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, 2.Baskı, İstanbul, s.47. 6 Yaşadıkları coğrafi bölgelerin hudutları kesin olarak bilinmeyen Ermenilerin hiçbir zaman hâkim unsur, hatta çoğunluk olmadıkları bu bölgeye her dilde çeşitli isimler verilmiştir. “Yüksek memleket” manasına gelmek üzere Asurice “Urartu”, İbranice “Ararat”, Aramice “Harminyap-Harmeni” kelimeleri kullanılmış ve Armeni (yukarı memleket) tabirine ilk defa M.Ö.521’de Daryüs kitabesinde rastlanmıştır.10 Bir etnik grup olarak Ermenilerin kökeni de henüz kesin olarak tespit edilememiştir. Konuştukları dil Hint-Avrupa dil grubuna girmektedir. Fakat ne Hintlilerle ne de eski İran topluluklarıyla akraba değildirler. Ermenilerin Friglerle akraba olduklarını savunan tarihçilerin görüşleri de yine destansı hikâyelere dayanmaktadır. Ermenilerin güneyden gelerek Urartu bölgesine yerleşen Haylarla, batıdan Tuna nehri ve Boğazları geçerek Anadolu’ya gelen Armenlerin karışmasından ortaya çıkmış bir Hayk-Armen topluluğu olduğunu savunanlar da vardır.11 Ermenilerin Anadolu’nun çeşitli yerlerine dağılmalarının bir başka sebebi de Büyük Selçuklu baskısıdır.Haçlılardan sonra; 30.000 kadar Ermeni, Kıbrıs’a Girit’e ve İtalya’ya gitmiş, Moğol istilası sırasında da Moğollar, birçok Ermeni’yi Kazan ve Astrahan taraflarına götürmüşlerdir.Daha sonraları Macaristan’a, Romanya’ya, Transilvanya’ya, Lehistan’a ve Hindistan’a kadar uzanan Ermeni göçleri olmuştur.12 Ermenilerin adı, etnik durumları ve ne zaman bölgeye geldikleri tam olarak aydınlatılmış değildir. Şimdilik bilinen, bölgenin yerli halkı olmayıp dışarıdan geldikleridir. Muhtelif tarihçilere göre, Ermeni tarihi hakkında başlıca şu fikirler ileri sürülmektedir. Bir teze göre; Nuh’un gemisi Ağrı (Ararat-Masis) Dağı’nda durduktan ve tufan kesildikten sonra Nuh’un oğulları civara yayılmışlar, bir kısmı da Nuh’un oğlu Yafes ile beraber Mezopotamya taraflarına gitmişlerdir.13 Babil Kulesi inşaatında bile çalıştıkları söylenen bu kavim Yafes’in oğlu Gömer’in torunu 130 yaşındaki Hayk ve 300 kadar çocuğu ve torunu ile beraber 10 Sadi Koçaş, Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri, Altınok Matbaası, Ankara, 1967, s.16. 11 Süslü, Türk Tarihinde Ermeniler, s.11. 12 Anadol-Abbaslı, a.g.e. , s.50. 13 Koçaş, a.g.e. , s.16. 7 bugünkü Ağrı (Ararat-Masis) Dağı bölgesine gelmişlerdir. Orada Nuh’un gemisinden çıktıkları zaman o civarda yerleşenlerle de birleşmiş ve onları da idareleri altına almışlardır. Diğer bir teze göre Ermeniler, bulundukları bölgeye M.Ö. VII. yüzyılda gelip yerleşmiş olan Frigyalıların bir koludur.14 Ermeni tarihinin ilk devirleri, mesela bir Mısır, bir Yunan, bir İran, bir Roma, bir Hitit veya bir Göktürk devlet ve medeniyetlerinde olduğu gibi, arkeolojik kazılarla meydana çıkarılmış eserlere ve kitabelere dayanmamaktadır.Musul çevresinde yaşayan Asurlular M.Ö. IX-VII. yüzyıllarda bol miktarda taş anıtlar, Van bölgesinde yaşayan Urartular da keza bir takım eserler bırakmışlardır. Hâlbuki bu asırda aynı bölgede yaşadığı iddia edilen Ermenilere ait hiçbir anıt ve eser bugüne kadar bulunamamıştır.15 İskender’in ölümünden 60 sene sonra Arsas (Arsak) Partlar’ın idaresini eline almıştı. Makedonyalılara karşı Romalılarla anlaşarak hâkimiyetini devam ettirdi.21 sene hükümdarlıktan sonra vefatında yerine oğlu Büyük Arsas geçti. Bu zat, Suriye bölgesi ile Kafkas ve Hazar krallıklarını da hâkimiyeti altına alarak daha sonra Büyük Ermenistan Krallığı denilen devleti kurmuştur.Daha sonra ise tamamen istiklalini kaybetmiş ve İranlıların tayin ettikleri Marzbanlar (Hudut valileri) tarafından idare edilmişlerdir. Bunlar umumiyetle Ermeniler dışından seçilen kişilerdi. İçlerinde İran’a sadık Ermeniler de bulunuyordu.16 Tarih boyunca Ermenilerin yaşadıkları yerler, istila ordularının geçidi, uğradığı ve büyük göçlerin yolu üzerinde olduğundan, çeşitli milletler gelerek buralara yerleşmişlerdir.Hıristiyanlık’tan önce, ateşe tapma, İran ile Ermeniler arasında ortak bir dindi. Ermenileri İranlılarla birleştiren en önemli sebep; bu şekilde ki din, dil ve kültür birliği olmuştur.Hıristiyanlığın Ermeniler arasına girmesi onları Bizans’a yaklaştırmıştır. İran ile Ermenistan arasında V. Yüzyılda din savaşları başlamış, çarpışmalar sırasında yapılan katliamlardan kurtulanlar esir olarak; Parthia, Bacteria, Hyrcania, Mazendaran, Horasan, Nişabur ve Hüzistan’a göndermişlerdir. Arzruni, İran’a; Van’dan, Ardaşad’dan gönderilen Ermeni esir sayısının 500.000 civarında 14 a.g.e. , s.19. Süslü, Türk Tarihinde Ermeniler, s.36. 16 Alkaya, a.g.e. , s.19. 15 8 olduğunu yazar.17 Bu yıllarda Arkanaz sülalesi Büyük Ermenistan’a hükmederken, Van’da Vaspuragan Krallığı da 1022 yılına kadar devam etmiştir.Bu her iki krallığın hâkimiyetlerine Bizanslılar son vermişlerdir.Ermenilerden bir kısmı bu hâkimiyet ve din mücadelesine, bu bölgede devam ederlerken, bir kısmı ise bu baskıya dayanamamış ve parça parça Küçük Ermenistan denilen Fırat batısına ve Kilikya’ya göç etmişlerdir.18 Doğu Roma idaresinde iken Ermeniler, Romalılaştırılmak istenilmişler, onların Gregoryen mezhebinde direnmeleri yüzünden, her türlü mezalim ve işkence reva görülmüştür. Bizans İmparatorları, bu mezhebi ortadan kaldırmak ve hiç olmazsa Ortodoksluk’la birleştirmek için çeşitli baskılar yapmışlar, onların inançlarında direndiklerini gören İmparator II. Jüstinyanos, Doğu’dakileri Trakya’ya ve bu arada zorla İstanbul’a göç ettirmiştir.Konstantin IX’un 1045’te Ani’yi zaptedip, Bagrat hakimeyetine son verip, piskoposhaneleri, manastırları ve bunların iratlarını yağma ettirmesi ve Ortodosk “monophysitler”in Ermenilere yaptıkları eziyetler, onların Selçuklu idaresine kolay boyun eğmelerine sebep olmuştur.19 Bu yağmadan sonra, kendilerinden “sadakat yemini” isteyen Konstantin’e, Ermenilerin verdikleri cevap, herhalde Müslümanlar için gurur vericidir: “Size sadakat yemini etmek, kendimizi ölüme ve yok olmaya maruz bırakmak olur. Bizi, himaye eden bugünkü sahiplerimize (Müslümanlara) bırakın”. “Bizans’tan önce, Arap hâkimiyetinde geçen ilk asır, Ermeniler için milli ve edebi bir inkişaf devri olarak kabul edilir.20 12. yüzyılda yaşamış ve en büyük Ermeni tarihçisi sayılan Urfalı Mateos, eserinde, Ermenistan’ın Bizans’a devredilmesinden şöyle yakınıyor: 17 Anadol-Abbaslı, a.g.e. , s.47. Kafkasya ve Azerbaycan'ın Dünü-Bugünü Yarını, Harp Akademileri Komutanlığı Yayını, İstanbul, 1995, s.5. 19 Anadol-Abbaslı, a.g.e. , s.54. 20 a.g.e. , s.55. 18 9 “İşte, Ermeni milleti bu suretle esaret altına alındı. Memleket tamamen kanla kaplandı. Ermeni milletinin Grek milleti yüzünden çektiği ızdırapları kim tasvir edebilecektir?”21 Netice olarak şunu söyleyebiliriz ki; Ermenistan denilen ülke, her zaman büyük devletlerin çarpışma sahası olmuştur. Asırlarca çeşitli devletlerin idaresinde kalmıştır. Burası muazzam akınların ve muhaceretlerin bir geçit yeri olmuştur. Pek tabiidir ki; bu şartlar altında Ermenistan denilen bölgede daimî, millî ve mütecanis bir Ermeni mevcudiyetinin var olduğunu iddia etmek mümkün değildir. Böyle bir iddia her türlü ilmî, tarihî ve mantıkî mesnedden mahrumdur.22 Selçuklu fethinden önce Anadolu’nun doğusunda Bizans’a tabi iki Ermeni prensliği bulunuyordu. Bunlardan birisi, Bağrat hanedanının elindeki Ani, diğeri de Ardzuruni ailesinin başında bulunduğu Van gölünün doğusundaki Vaspuragan prensliği idi. Her iki prenslik de daha önce Abbasilere tabi iken X. Yüzyıl sonlarında bölgeye hâkim olan Bizans hâkimiyetine girdiler.23 Selçuklu Türkleri işte böyle bir ortamda XI. yüzyılın ikinci yansında Anadolu’ya toplu şekilde gelmeye başlamışlardır. Selçukluların ele geçirmeye başladıkları Anadolu topraklarında bir başka devlete tabi durumda dahi bir Ermeni Prensliği bulunmamaktadır ve Selçukluların karşısındaki güç Bizans’tır.24 Türklerin yerleşmek üzere Anadolu’ya gelişleri, Selçuklularla, 1045 yılı civarında başlar. Ermenistan diye adlandırılan yerler Bizans’ın hudutları dahilinde ve muhtariyeti bile olmayan bir bölge idi.Türkler geldikleri zaman; müdafilerinden mahrum bir ülke, istikametini şaşırmış bir cemiyet, asker sınıfını ve tabii liderlerini kaybetmiş, terkedilmiş bir memleket bulmuşlardı. Onları göçe zorlayarak Bizans, Ermenistan’ı Türk hâkimiyetine girmeye ve aynı zamanda kendi kendisini de aynı sonuca mahkûm ediyordu. Ermenistan, onun ileri müstahkem mevzii, kalesi idi. Ermenilere duyduğu kin yüzünden Ermenistan’ı parçalamakla, kendisini de teslim 21 Halil Kemal Türközü, Osmanlı ve Sovyet Belgeleriyle Ermeni Mezalimi, Ankara Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1983, ss.8-9. 22 Eroğlu, a.g.e. , s.33. 23 Süslü, Türk Tarihinde Ermeniler, s.79 24 Anadol-Abbaslı, a.g.e. , s.57. 10 etmekteydi.25 Ermeni tarihçi Asoghik’in “Ermeniler Bizans “a olan düşmanlıkları sebebiyle Türklerin Anadolu’ya gelmesine sevinmişler, hatta Türklere yardım etmişlerdir” yolundaki sözleri bu olayı belgelemektedir. Urfa’nın Türklerce fethinin de şehirdeki Ermenilerce bir bayram havası içinde kutlandığı yine Ermeni tarihçi Urfalı Mateos tarafından kaydedilmiştir.26 Anadolu’da yerleşme ve iskân şartları tanzim edilirken, bir taraftan da şehirlerarası ulaşım ile yolları boyunca sağlanan imkânlar meyanında, mal, ırz, namus, can ve ticaret emniyeti de birbirini takiben getirilmiştir. Köy ve kır hayatı canlanırken buna muvazi olarak hayvancılık ve tarım da süratle gelişmiş, fetihten önceki vahşi ve ıssızlaşmış tabiat, fetihle birlikte yerini hayat fışkıran, sürülerin otladığı ve her nevi tarımın yapıldığı işlenmiş topraklara dönüşmeye başlamıştı. Atalarımız yeni vatanları için gerekli olan yukarıda zikri geçen ilk şartları birer birer tamamladıktan sonra, Türk kültür hayatının ve içtimaî yapısının icabatı olan maddî ve manevî müesseseleri kurmaya başlayacaklardır.27 Atalarımız, Anadolu’nun vatan haline gelişinden sonra, şehirler ve şehirlere yakın bazı kasabalarda yerli nüfusa (yani Ermeni ve Rumlar) ancak şehirlerde ve şehirlere yakın mahallerde oturmaya izin vermişlerdir. Çünkü hayvancılık ve çiftçilikle geçinmeleri nedeniyle atalarımızın değer ölçüleri “toprak” idi. Çeşitli milletlerin, hayvan, altın, mesken, giyim-kuşam gibi “itibar” ve “değer” unsuru saydığı göstergelere mukabil, Türk milleti “toprak” kavramını benimsemiştir.28 Türklerin Anadolu’ya girdikleri tarihten Millî Mücadelenin sonuna kadar, Türklerin yanında ayrı mahalleler halinde yaşaya gelen Ermeni ve Rum unsurlar, atalarımızın hoşgörülü hukuk ve din anlayışlarının29 neticesi olarak dinî ve millî yapılarını muhafaza etmişlerdi. Askere alınmayan, yalnızca vergi bakımından farklı muameleye tâbi olan Rumlar ve Ermeniler umumiyetle ticaret yaparak rahat ve refah 25 Osman Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, Boğaziçi Yayınları, 1993, İstanbul, s.196. Anadol-Abbaslı, a.g.e. , s.57. 27 Mustafa Kafalı, “Anadolu’nun Fethi Ve Türkleşmesi” Türkler, C:6,Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s.188. 28 a.g.m. , s.190. 29 a.g.m. , s.191. 26 11 içinde yaşarlardı.30 Bizans’ın Ermeniler üzerindeki sindirme ve yok etme politikası en güzel şekilde Ermeni mehazlarında yer alır. Bilhassa son devirlerin, Urfalı Mathieu’nun kroniğinde geniş şekilde anlatıldığı anlaşılmaktadır.31 Binaenaleyh Türkler Anadolu’ya geldikleri zaman, eğer evvelce mevcut idiyse bile, Ermenistan Devleti çoktan tarihe mal olmuş ve bu devletin yaşadığı yerlerdeki Ermeni nüfusunun büyük kısmı göçe zorlanmış; bunlar Sivas’a, güneye Kilikya’ya batıya İstanbul’a ve civarına göç etmişlerdi.32 Selçukluların Ermeniler yaşadıkları topraklan fethetmeleri üzerine, halk İran ve Bizanslılardan farklı bir idare ile karşılaştı. Mathieu, Türk istilası hakkında: “İktidarsız ve kadınlaşmış iğrenç Rum milleti, Ermenistan’ın en cesur evlatlarını yurtlarından koparıp, dağıttılar, milletimizi tahrip ettiler. Türklerin istilasını kolaylaşırdılar.” der. Türkler, Malazgirt Savaşı’ndan önce de Anadolu’da birçok yer ve kale fethetmişlerdi. Romanos Diyogenes, savaş öncesi Sivas’a sürgün ettiği Ermenileri eski yerlerine yerleştirmek vaadi ile ordusuna almıştı. Diyogenes, Ermeni Kumandanı Basil idaresinde büyük bir Ermeni öncü birliğini Malazgirt’e gönderdi. Bu öncüler, Ahlât’ta tek kişi kalmayıncaya kadar, Alparslan’ın ordusu tarafından yok edildiler. 26 Ağustos 1071 Cuma günü öğleden sonra, Bizans ordusundaki Ermeniler, can kaygısına düşerek; “savaştan sırtlarını çevirip kaçtılar. Ermeni tarihçileri, Ermenilerin korkaklıklarını gizlemek için: “İmparatorun, Ermeni askerlerine ve milletine sebepsiz yere öfkelendiğini...” yazarlar. Esir düşen Romanos Diyogenes, Alpaslan tarafından affedildikten sonra, Bizans’ta Mihael Dukas’ın İmparatorluğu ele geçirmesiyle tahtından indirilerek, Tokat’ta zindana attırılmış, sonra da Kilikya’ya sürgüne gönderilmiştir. Kilikya’da Ermeni prensi Senaharid, yeni efendisi Dukas’ın emriyle Diyogenes’in gözlerini oydurmuştur.Artık Anadolu’nun kapıları Türklere açılmıştı. Sel gibi gelen Türk akınları 30 a.g.m. , s.192. Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, s.196. 32 Osman Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, Boğaziçi Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 1984, s.14. 31 12 karşısında Ermeniler, Fırat boyları, Toros dağları, Orta ve Güney Anadolu ile Suriye’ye sığındılar.Bir ideoloji seferine çıktıklarını ilan ederek yola düşen ve her geçtikleri yerde çığ gibi büyüyen Haçlı Orduları Bizans’a girdiklerinde33 verdikleri namus yeminini unutarak; kiliseleri soymuş, altın, gümüş ve sanat eserlerini çalmış ve kadın eğlenceleriyle birer fuhuş yuvası haline getirmişti. Bizans halkının can, mal ve ırzına tecavüz edilip, yağmalandığı için, Grand Dük Notaras, Türk Orduları Bizans kapılarına dayandığı zaman da bir Ortodoks olarak, Katolik kilisesi ile uzlaşıp, birleşmeye yanaşmamış ve: “Ayasofya’da Kardinal külahı görmektense, Türk kavuğu görmeyi tercih ederim.” demişti.34 33 34 Anadol-Abbaslı, a.g.e. , s.59. a.g.e. , s.60. 13 BİRİNCİ BÖLÜM OSMANLI DEVLETİ’NDE ERMENİLER 14 1.1.OSMANLI DEVLETİ’NDE ERMENİLER İlk Türk-Ermeni münasebetleri, Osmanlılardan önce savaşmak, geçmek veya göçmek maksadıyla Anadolu’ya gelen diğer Türk kavimleriyle başlamıştır. 1018’den önce Türklerle Ermenilerin Kafkaslarda ve Anadolu’da karşı karşıya geldikleri bilinmektedir.35 Mazisi tarihin derinliklerine kadar uzanan Türk milletinin kurduğu en büyük devlet, şüphe yok ki, Osmanlı Devleti’dir. Türkler, anayurtları Orta Asya’da hayat şartlarının kendilerine sağladığı dinamizmi IX. asırdan itibaren benimsedikleri İslamiyet’in iman kuvvetiyle birleştirerek, XI. Asır sonlarında Anadolu’yu fethetmişler ve Türkleştirmişlerdir. XIV. Asırda Anadolu Selçuklu Devleti’nin yerini alan Osmanlı Beyliği, İslami “gaza” ruhundan kaynaklanan itici güçle nispeten kısa zamanda Avrupa, Asya ve Afrika’da yayılmış ve böylece altı yüz yıl sürecek büyük bir devlet meydana gelmiştir.Batılı tarihçilerin “Pax Ottomana” dedikleri Osmanlı hâkimiyetinin ilk üç asrı imparatorluk tebaası için barış ve adalet devresi oldu. Gerçekten, Osmanlı Türkleri Müslümanlara olduğu kadar gayrimüslimlere de can ve mal emniyetiyle vicdan hürriyeti sağladılar. Gayrimüslim tebaanın Müslümanlardan başlıca farkı, seri olan cizye vergisi ödemekten ibaretti.36 Franz Babinger bir makalesinde Maghak’la Ormanian’a dayanarak, Fatih Sultan Mehmet’in 1461’de İstanbul’da bir Ermeni Patriklik makamı ihdas ettiğini yazar. Aynı tarihte Sis’deki (Kozan) Ermeni Patrikliği de Eçmiazin’e nakil olunmuştur. Hans Lewenklaw (1542–1594) 1584/85 ‘te İstanbul’a geldiğinde Sulu Manastır’da Ermenileri görmüştür. Ondanbirkaç sene önce İstanbul’da bulunan Salomon Schweigger de bu manastır ve içerisindeki Ermeni Patriğini ve beraberindeki birkaç rahibi görmüştür. Kevork B. Bardakjian “The Rise of the Armenian Patriarchate of Constantinople” adlı makalesinde Hayk Berberian’ın bu müessese ile ilgili yayınladığı bir dizi çalışmasından faydalanarak Çamçean’ın iddialarını eleştirir, onları başka kaynaklar ışığında sorgular. Berberian önce Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u almadan Bursa’ya gitmediğine, Ermeni dini liderlerine ancak XVI. yüzyılın ilk yarısında 35 36 Uras, a.g.e. , ss.618-624. Ercüment Kuran, “Tarihte Türkler Ve Ermeniler” , Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu, 2. Baskı, Yeni Türkiye Yayınları, İstanbul, 1998, s.38. 15 rastlandığına, Yovakin’in 1461–1478 arasında Patrik olmadığı gibi, onun takipçilerinin de bu unvanı kullanmadıklarına dikkati çekmiştir. Grigor (1526–1537) ve halefi olan Astuacatur (1538–1543) daha nüfuzlu Ermeni din adamları olmuşlardır. Bunlardan birincisi merhasa unvanını taşımış, ikincisi kendisini Ermeni Patriği ilan etmiştir.37 1479’da Fatih Sultan Mehmet’in Karaman’dan İstanbul’a sürgün ettiği Ermeniler arasında bulunan Mardiros adlı bir rahip de, Osmanlı başşehrinde Sivaslı rahip Mateos ile Trabzonlu meslektaşı Abraham’ın yanına götürüldüğünden, Osmanlı hükümdarının onları bu şehre patrik yapmak istediğinden, fakat her ikisinin de münzevi ve sade bir hayatı dünyevi şereflere, yani bir rahip olarak kalmayı kilisede daha yüksek rütbelere erişmeye tercih ettiklerini, neticede patrik olmayı kabul etmediklerini nakletmektedir. Bundan Berberian’ın da bahsettiğini Bardakjian haber vermektedir.Bununla beraber, Halil İnalcık 1455’te Galata’da Ermenilerin Rumlar ve Latinlerden (Franklar) sonra üçüncü kalabalık yerleşik topluluğu teşkil ettiklerini, 1391’de Kefe’den gelen Ermeniler tarafından burada l436’da en eski Ermeni Kilisesi’nin inşa ettirildiğini (Aya Horhors veya Surp Lussavoriç), buradaki Ermeni sakinlerinden Nurbeg Kosta ve İskinoplok mahallelerinde oturanların isimlerinin çoğunluğunun Şirin, Cevher Hatun, Taci Hatun, Sürme Hatun, Melek Hatun, Orhan, Murat, Tanrıvermiş, Yunus, Pul Beg, Eyne Beg, Sadi Beg ve Çolpan gibi kadın ve erkek adları olduğunu haber vermektedir.38 Fatih Sultan Mehmet’in Rumlardan sonra Yahudileri de dini bir rehberin yönetimine bıraktığı, Ermenilere de bir kilise vererek bir de ruhani lider tayin etmiş olduğu anlaşılmaktadır. Muhtemelen Ermeni dini liderlerinin Patrik unvanını almaları, Fatih zamanında değil, Kanuni devrinde olmuş olmalıdır.39 Daha çok Van gölü çevresinde yaşayan Hıristiyan Ermeniler de bu durumdan faydalandılar. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u aldıktan sonra, 1461 yılında Bursa’daki Ermeni piskoposunu payitahta getirterek ona Patrik unvanı vermişti. Ortodoks patriği Rum cemaatinin dini reisi olduğu gibi, Ermeni patriği de Ermeni cemaatinin başı oldu. 37 Nejat Göyünç, “Osmanlı İmparatorluğunda Ermeniler”, Türkler, C:10, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s.234. 38 a.g.e. , s.234. 39 a.g.e. , s.234. 16 Patrikhane asıl dini vazifeleri yanında, cemaatin hukuk, eğitim ve sosyal işlerini görmekle de yükümlüydü.40 Şehabeddin Tekindağ Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi’ndeki bir defterden bahseder.“Muhasebe-i Haneha-i Müslümanan ve Nasraniyan ve Yahudiyan ve Ermeniyan ve Gayrihim” başlıklı bu defter (D. 9524) H. 882 Zilhicce ayı başlarında (Mart 1478 başlangıcı) İstanbul Kadısı Mevlana Muhiddin ve İstanbul zaimi Mahmud tarafından düzenlenmiştir. İstanbul’da 9218 Müslüman, 3151 Rum, 372 Ermeni, 384 Karamanlı Ermeni ve 31 Çingene hanesi bulunduğunu, Galata’da da 1647 Yahudi ve 332 Frenk ailenin oturduğunu nakletmektedir. Tarihlere göre, Ermenilerin ilk ruhani merkezleri Kütahya’dır. Bu merkez Osman Bey’in Bursa’yı işgali ve payitaht yapması üzerine buraya nakledilmiştir.1475’te Osmanlı Ordusu’nun aldığı Kefe’den getirilen birçok Ermeni de Salma, Tomruk ve Edirnekapı’ya yerleştirilmişlerdir. Yavuz Sultan Selim Han’ın, Çaldıran zaferinden sonra da Tebriz’den İstanbul’a çok sayıda Ermeni sanatçı getirilmişdir.Patrikhanelerin kendi mahkemeleri ve hapishaneleri vardı. Bu mahkemeler, dini olmayan cezalar ve sürgün kararları da verirlerdi.41 1860 tarihinde (Nizamname-i Millet-i Ermeniyan) çıkana kadar Ermeni Patriği, Katolikosluğun kendisine vermiş olduğu yetkiye dayanarak, ruhani reisleri isterse meslekten çıkarabilir, yerlerini değiştirebilir, sakallarını traş ettirebilir, ayinlerini yasaklayabilirdi.Patrik, hükümete karşı sorumlu kişi idi. Bu yüzden adamlarıyla birlikte “haraç” bile toplardı.42 Varantyan, o tarihlerdeki Ermeniler’in durumlarını şöyle anlatır: “Türkiye Ermenisi, Rus Ermenisine göre, kültüründe, dilinde, tarihinde, edebiyatında, çok güçlü ve hürdü. 19. yüzyıl başında Avrupa henüz Ermenileri tanımıyordu. Yeryüzüne dağılan tüccarlar da, kendi çıkar hesaplarından başka bir şey düşünmeyen ve Yahudiler gibi vatansız, milliyetsiz, serseri ve bahtsız olarak tanınıyorlardı.” 40 Kuran, a.g.e. , s.39. Anadol-Abbaslı, a.g.e. , s.62. 42 a.g.e. , s.62. 41 17 Ermeniler imparatorluğun her tarafına dağılmışlardı. Bu yüzden hiçbir yerde çoğunlukta değillerdi. Ticaret ve sanatkârlıkla uğraşırlar, hususiyle sarraflık ve kuyumculuk yaparlardı. Gayrimüslim tebaa arasında Ermeniler Türk İslam medeniyetiyle en fazla kaynaşmış bir unsurdu. Âdetleri ve zevkleri Türklerinkiyle hemen hemen müşterekti. Pek çok Ermeni Osmanlı edebiyatı, musikisi ve mimarisine hizmette bulunmuştur. Anadolu Ermenilerinin bir kısmı evde Türkçe konuşur, Ermeni harfleriyle yazılı Türkçe İncil okurdu. Bu sebeple, Ermeniler XVIII. ve XIX. asırlardan kalan Osmanlı belgelerinde “Millet-i sadıka” olarak geçer. Devletin Darphane ve Baruthane gibi iki önemli müessesesinin nazırlıkları da Ermeni ailelerin tekelindeydi.43 1.1.1. Azınlıklar İçinde Ermenilerin Durumları Osmanlı devleti içerisinde Müslim veya gayr-ı Müslim, herkes şer’i veya örfi hudutlara bağlı bir şekilde devletin şekillendirmiş olduğu sistem dahilinde hak ve vazifelere sahipti. Doğrudan hükümranlıkla ilgili görevler Müslümanlarca ifa edilirken, düşmanlıkları görülmeyen zımniler bazı devlet hizmetlerinde çalıştırılmışlar ve son zamanlarda özellikle de Ermeniler olmak üzere önemli görevlere getirilmişlerdir. Ayrıca, gayr-ı Müslimlerin inanç, ibadet, muhakeme ve eğitim-öğretim hürriyetleriyle, can ve mal güvenliği de teminat altına alınmıştır. Bu hukuk sistemi, Tanzimat’la birlikte Avrupa hukukuyla da mezcedilerek yazılı ve milletlerarası bir mahiyet almıştır. Hatta öyle ki Tanzimat’la birlikte gayr-ı Müslimler Müslimlerden daha rahat bir yaşantıya sahip olmuşlardır. Böylece yaklaşık beş yüz yıl Müslüman otoriteye tâbi, fakat tamamen iç işlerinde serbest olan gayr-ı Müslim unsur, 1839’dan itibaren, hak ve vecibelerde Müslümanlarla eşit hale gelmeye başlamıştır.44 1.1.2. Ermenilere Verilen İmtiyazlar ve Haklar XX. yüzyılın ilk çeyreğinden, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar geçerli olan hukuk sistemini 1839 öncesi fermanlarla verilen imtiyazlar ve sonrasında verilen haklar şeklinde iki ana başlık altında incelemek mümkündür. İmtiyazlar; 43 44 Kuran, a.g.e. , s.40. Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları, Ankara,1990, s.7 18 Ermeni cemaati dini ve dünyevi işlerini yürütmek üzere bir reis (patrik) seçme hakkına sahiptir. Kilise, hastane, yetimhane, mezarlık ve buna benzer dini ve hayri kurumların inşa, bakım ve idaresi cemaate aittir. Dini ve dünyevi işleri yürütmek üzere patrik, meclisler teşkil eder ve icrai kararlar alabilir. Ermeni cemaati okullar açmak ve Ermenice olarak eğitim-öğretim yapmak hakkına sahiptir. Suç işleyen din adamlarının yeminli ifadeleri mahkemece makbul olup tevkif edildiklerinde ayrı bir yere kapatılırlar. Suç işlemesi halinde, bir papazın muhakemesi, dini ise, dini meclisce, dünyevi ise karma meclisce yapılır. Evlenme, boşanma, çeyiz, nafaka ve mirasla ilgili işlemler patrikhane tarafından ifa edilir. Ölen bir din adamının mirası, birincisi cemaat hayır kurumlarına, ikincisi patrikhanenin masraflarını karşılayacak binaların inşasına, üçüncüsü ise mirasçılara bırakılmak üzere üçlü özel bir statüye bağlanmıştır. İhtida durumunda ise, İslamiyet’i benimseyen kişi için papazın, ebeveyninin veya velisinin nasihatleri alınır, ısrar edecek olursa, bu konudaki İslami formalite yerine getirilir.45 Gayr-ı Müslimlere ve Ermenilere verilen hakları da, 1839 ve 1856 fermanlarıyla 1876 Anayasası ve 1908 Anayasası’yla verilenler olmak üzere iki kısımda incelenmek mümkündür. 1839 ve 1856 Fermanı ve 1876 Anayasası ‘ına Göre Haklar; Osmanlı Devleti, gayri-müslim teb’aya her bakımdan güven veriyordu. Çünkü Osmanlı toplum yapısı içinde devlet; haklının, zayıfın ve mazlumun koruyucusu; zalimin, vurguncunun ve talancının can korkusu idi. Bu düzende, bir sınıfın veya zümrenin menfaatleri değil, bütün halk kitlelerinin hak ve menfaatleri söz konusu idi. Sosyal hayatın koruyucusu ve düzenleyicisi devletti. 45 a.g.e. , s. 8. 19 Önceleri kilise ve manastırları Bizans tarafından yağma edilmiş olan Ermenileri’in Türk devletine “Sadakat” ile sarılmış olmaları bu yüzdendir.46 Osmanlı hudutlarında yaşayan herkesin, ırk ve din ayrımı yapılmaksızın, can, mal ve ırz güvenliği devletin teminatı altındadır. Bütün Osmanlılar kanun önünde eşittir. Hangi din ve mezhebe ait olurlarsa olsunlar, herkes Osmanlı tebaası sayılacaktır. Din, dil, ırk itibariyle bir cemaati diğerinden aşağı tutan bütün tabir ve sözler yazışmalarda yer almayacaktır. Hiç kimse din değiştirmeye mecbur edilemeyeceği gibi, herkes ibadetini serbestçe eda edebilecektir. Milliyet ayırımı yapılmaksızın bütün Osmanlı tebaası, maharetlerine ve liyakatlerine göre devlet memurluklarına girebilecektir. Kanunlarda öngörülenlerin dışında hiçbir bedeni ceza verilemeyecek ve hiç kimseye işkence yapılmayacaktır. Kanun hükümleri dışındaki herhangi bir sebeple hiç kimse tevkif edilemeyecektir. Herkesin mesken masuniyeti mahfuzdur. Vilayet ve sancak meclislerindeki Müslim ve gayr-i Müslim azaların hakkaniyetle seçilmesi ve oya fesat karıştırılmaması için nizamnameler tertip edilecektir. Her kazada her cemaatin vakıf işlerini idare etmek üzere bir meclis kurulacaktır. Hiçbir sınıf ve mezhep gözetilmeksizin bütün Osmanlılar kazançlarına göre vergilendirileceklerdir. Kanunun öngördüğü dışında herhangi bir kimse tarafından veya isimle vergi tahsil edilemeyecektir. Müslim, gayr-i Müslim bütün Osmanlılar hukuk ve vazifelerinde eşit olacaklar, askerlik hizmetiyle mükellef bulunacaklar ve bunu fiilen yapabilecekleri gibi bedel vermek suretiyle de ifa edebileceklerdir. Cemaatlere ait mektep, hastane, mezarlık vesaire gibi umumi yerlerin heyet-i asliyeleri üzere tamirlerine mümanaat edilmeyecek, ancak müceddeden inşası 46 Anadol, a.g.e. , s.77. 20 hükümetin müsaadesine tabi olacaktır. Mahkemeler herkese açık olup gayr-ı Müslimlerin şahadeti Müslimlerinki gibi kabul edilecek ve herkes haklarını korumak için mahkeme önünde gerekli gördüğü her vasıtayı kullanabilecektir. Her cemaat genel ve profesyonel amaçlı okullar açmak ve kendi dilinde eğitim vermekte serbest olup bu okullar devletin kontrolü altındadır. Basın hür olup denetime tâbi değildir. Osmanlı tebaası, kanun ve yönetmelikler çerçevesinde dernekler, şirketler kurmakta ve toplantılar yapmakta serbesttir. Vilayetlerin idaresi adem-i merkeziyetçilik, kuvvetlerin ayrılığı prensibine göre düzenlenecektir. İltizam usulünün ilgasıyla vergilerin doğrudan doğruya devlet tarafından tahsili esas olacaktır. Her cemaatin ruhani reisi ve devletçe bir yıllığına tayin edilecek birer memuru bütün tebaaya şamil meselelerde Meclis-i Valay-ı Ahkâm-ı Adliye müzakerelerine iştirak edebilecek ve serbestçe konuşabilecektir.47 Osmanlı idaresi altında bulundukları dönemde dinî ve sosyal işlerine karışılmayan Ermeniler, 19. yüzyıla kadar müreffeh ve huzurlu bir toplum olarak yaşamışlar ve devlet tarafından “Millet-i Sadıka” olarak adlandırılmışlardır. Esasen Osmanlı Devleti Hıristiyan tebaasına karşı eşit muamele etmiş, bunlardan birini diğerine tercih etmemiş ve birbirlerinin işlerine karıştırmamıştır. 1860’da Ermeni Milleti Nizamnamesi hazırlandı. 29 Mart 1862’de Hükümet tarafından onaylanan bu nizamnameye göre, Osmanlı Devleti’nde yaşayan Ermeniler, İstanbul’da faaliyet gösterecek, 140 üyeden oluşacak bu meclis tarafından alınan kararlara göre yönetilecekti. Üyelerden 20’si İstanbul’daki Ermeni din adamları arasından, 40’ı İstanbul dışından, 80’i yine İstanbul’daki Ermeniler içinden seçilecekti. Evvelce de mevcut olan 14 üyeli dinî meclis ile 20 üyeli siyasî meclis kaldırılmıyordu. Fakat bunların üyeleri 140 kişilik millî meclise seçilecekti. 47 Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, , s.10. 21 Bu nizamname Türkiye Ermenilerinin siyasî ve toplumsal varlıkları üzerinde yine bir dönem açmıştır. Osmanlı Hükümeti’nin Ermenilere karşı ne kadar iyi niyetli ve müsamahakâr davrandığını göstermesi açısından da son derece önemlidir.48 Verilen haklar ise şunlardır: 1908 Anayasasına Göre Haklar; Osmanlı idarelerinin gayr-ı Müslimlere ve dolayısıyla Ermenilere verdiği imtiyazlar ve haklar, 1908 yılında, samimi bir hürriyet inanışı içinde, Müslim olsun, gayr-ı Müslim olsun, bütün Osmanlıların eşitliğini ilan eden İttihat ve Terakki Fırkası’nın kabul ettiği yeni anayasayla, 1924 Anayasası’na kadar, aşağıdaki şekilde teyit ve tevsi edilmiş ve uygulanmıştır. Madde8- Dini ne olursa olsun devletin bütün tebaası “Osmanlı” olarak isimlendirilmiştir. Osmanlılık vasfı, kanunla belirtilen hususlar çerçevesinde kazanılır veya kaybedilir. Madde10- Hiç kimse hangi sebeple olursa olsun şer’i ve sivil kanunlarla belirtilen hükümler dışında ne tevkif edilebilir ve ne de cezalandırılabilir. Madde11- İslamiyet, devletin resmi dinidir. Bu hüküm göz önünde bulundurulmak suretiyle, devlet hudutları içinde bilinen bütün dinlerin serbestçe uygulanmasını ve amme hukukuna ve geleneklere aykırı olmamak kaydıyla bütün cemaatlere tanınmış olan dini imtiyazların muhafazasını taahhüt etmektedir. Madde12- Kanunla belirlenmiş çizgiler dahilinde basın hürdür. Hiçbir sansüre tabi tutulamaz. Madde15- Eğitim-öğretim serbesttir. Her Osmanlı, kanuni çerçevede genel ve özel dersler verebilir. Madde 16- Bütün okullar devletin denetimine tabidir. Devlet, vatandaşlarına vereceği eğitimi düzenleyebilecek, kontrol edebilecek, ancak cemaatlerin dini eğitimöğretimine karışmayacaktır. Madde 17- Kanun karşısında bütün Osmanlılar eşittir. Dini ayrıcalıklar dışında memleketi için herkes aynı hak ve vecibelere sahiptir. 48 Recep Karacakaya, Ermeni Meselesi Kronoloji Ve Kaynakça, Gökkubbe Yayınları, 2007, s.15. 22 Madde 18- Vilayetlerin idaresi, gayr-ı merkeziyetçi bir prensip dahilinde ve kanunda gösterilen esaslara göre düzenlenecektir. Madde 111- Her kazada her cemaat için vakıf, miras ve hayır işlerini görecek, belirli prensipler çerçevesinde her cemaat tarafından seçilecek ve mahalli idarelerle, umumi vilayet meclislerine bağlı olacak cemaat meclisleri ihdas edilecektir. Madde 120- İlgili kanun hükümlerine göre her Osmanlı toplantı yapma hakkına sahiptir. Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğüne, anayasası ve hükümet şeklini değiştirmeye, Osmanlı unsurlarını siyasi açıdan bölmeye gelenek ve ahlaka aykırı ve gizli olan her türlü cemiyet kurmak yasaktır.49 1.1.3. Ermenilerin Sosyal, Siyasi Ve İktisadi Hayattaki Yeri Ermeni cemaati Türkiye’de günlük hayatın esasını teşkil etmiştir. Zira uzun süredir hizmetten ziyade idare etmeğe alışmış olan Türkler, sanayinin bütün dallarını onlara bırakmışlardı. Bu sebeple Türkiye’deki bankerler, tüccarlar, makineciler hep Ermeni idi. Bu hususu daha iyi anlatabilmek için son Osmanlı Vakanüvisti Abdurrahman Şeref Bey’den şu cümleleri sadeleştirerek aktarmayı uygun bulduk: “…. Ermeniler ehl-i silah ve kavgacı olmadıkları için kendi işleriyle, sanatla, ticaretle uğraşmışlardır. Vergilerini zamanında vererek devlete karşı vazifelerini tamamıyla ifa ettiklerinden hükümete hiçbir güçlük çıkarmamışlardır. Ermeni taifesi ticaret ve geçim için dağlık bölgeleri terk ederek Anadolu’nun her tarafına ve Rumeli’nin birkaç yerine göç edip yerleşmiştir. Memleketlerinde kalanlar dahi para kazanmak için İstanbul’a veya başka şehirlere gitmişlerdir. Mülayim tabiatları ve hayat tarzları hasebiyle Türk’ün asıl mayasına ve karakterine intibak ettiler. Türklerle et-kemik misali hem-halk, hemmenfaat, hem-nasip oldular. Bu itibarla devlet Ermenilere güveniyor ve inanıyordu. Bu güven duygusuyla devlet en mühim ve mutena hizmet olan Barutçubaşılık görevini Ermenilere verdiği gibi devletin maliyesini, sarraflık işlerini, darphaneyi de onlara emanet etmiştir. Yine gümrük memurları, çarşı bekçileri ve konuk hizmetkârları 49 Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.11. 23 Ermenilerden seçilirdi...”50 Diğer taraftan onlarla Müslümanlar arasında his benzerliği ve menfaat birliği vardı. Aynı menşeden olmaları itibariyle huyları ve adetleri birbirine benzerdi. Bu bakımdan Ermeniler Türklere rahatça uymuş ve emniyetlerini kazanarak en nüfuzlu reaya olmuşlardır.51 1835–1839 yıllarında Türkiye’de bulunan Helmuth Von Moltke ise, İstanbul’da Serasker’in Ermeni olan tercümanı ve ailesinden söz ederken Ermenileri şöyle tavsif etmiştir: “Bu Ermenilere hakikatte Hıristiyan Türkler denilebilir. Rumların kendi benliklerini korumalarına rağmen Ermeniler, Türk adetlerini hatta dilini benimsemişlerdir. Dinleri onların Hıristiyan olarak tek kadınla evlenmelerine izin verir, fakat onlar Türk kadınlarından fark edilmez, ayrılmaz. Bir Ermeni kadını sokakta sadece gözlerini ve burnunun üst kısmını gösterir, diğer taraflarını kapatır.”52 Batılıların destek ve himayesinde Osmanlı Devleti’nde çıkarılan 1827 Rum isyanları ve müteakiben Yunanistan’a bağımsızlık verilmesi üzerine, daha önce Rumlara verilmiş olan birçok memuriyet ve görevlere ve Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla, Ermeni Milleti Nizamnamesi’nin getirdiği yeni düzenlemelerden sonra da, yüksek devlet memurluklarına, elçiliklere, mebusluklara hatta nazırlıklara Ermeniler getirilmeye başlanmıştır. Böylece Ermeniler, donanma tercümanlıklarına, hariciye, maarif, nafia, dâhiliye, adalet nezaretlerine, mutasarrıflıklara, PTT hizmetlerine, hazinei hassaya tayin edilerek; nazır, müsteşar, sefir, sefaret kâtibi, mutasarrıf muavini, mebus, saray doktoru-kuyumcusu, vali muavini, baruthane memuru, hâkim, müderris, muallim, avukat olmuşlardır. Bunlar içinde bazılarının Osmanlı Parlamentosu’na milletvekili ve bakan olarak girmelerine, bazı önemli mevkilere gelmelerine, Osmanlı siyaseti üzerinde kitap neşretmelerine rağmen, Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeni komiteleri ve İtilâf Devletleri’yle birleşerek ihanet etmişlerdir. Bütün bu ilişkiler dâhilinde Osmanlı siyasi, iktisadi ve kültürel hayatında bu kadar ileri düzeylere gelmelerine rağmen neden veya niçin Ermeniler bir anda Türklerin 50 Bayram Kodaman, Üç Ermeni Şarkısı ve Ermenilerin Türklere Bakışı- Ermeni Meselesi Üzerine Çalışmalar, Hazırlayan: Erhan Afyoncu, Tatav Yayınları, İstanbul, 2001, s.91. 51 Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.12. 52 Nejat Göyünç, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, Bogos Matbaası, İstanbul, 1983, s.50. 24 karşısına geçerek onları arkadan vurmaya başlamışlardır? Bu gerçekten cevap verilmesi zor bir sorudur.53 1.2.ERMENİ NÜFUSU 1.2.1.Anadolu’da Ermeni Nüfusu Ermenilerin Şark vilâyetlerinde nüfus nispetlerinin incelenmesi hayalî bir Ermenistan’ın her türlü mesnedden mahrum bulunduğunun anlaşılması bakımından son derece mühimdir. Ermenilerin nüfusu Ermeni Meselesinin ortaya çıkışından54 beri yazılan pek çok kitapta mübalâğalı bir şekilde gösterilmiştir. Bu müellifler eserlerinde 1915’deki Ermeni nüfusunu Dünya’da dört buçuk milyon, Türkiye’de ise iki milyon şeklinde göstermişlerdir. Meselâ, Basmaciyan ismindeki bir Ermeni müellifi, 1915 senesinde bütün Dünya’daki Ermeni nüfusunu dört milyon yüzaltmışbin, Türkiye’deki Ermeni nüfusunun ise iki milyon üçyüzseksen bin şeklinde göstermiştir. Tabiidir ki, sırf propaganda maksadıyla verilen bu rakamların hiçbir ilmî kıymeti yoktur. Hâlbuki o zaman Dünya’daki Ermeni nüfusunun iki ilâ iki buçuk, Türkiye’de ise bir milyon civarında olduğu pek çok ecnebi yazarın eserleri ve bunlarda yer alan istatistiklerle sabittir. Gerçeğe uygun rakamlar veren müellifler arasında İngiliz seyyahı Lynch’in 1901’de neşredilen kitabı bu hususta şayan-ı dikkattir. Müellif bu eserinde Ermenilerin bütün dünyadaki toplam nüfuslarım 2.427.397 (iki milyon dört yüz yirmi yedi bin üçyüz doksan yedi) olarak zikrediyor. Bu kitaba göre Türkiye’deki Ermenilerin nüfusu 1.158.484 (Bir milyon yüzellisekizbin dörtyüzseksendört)dür.55 Turnbize 1900 senesinde yayınlanan bir eserinde ise; Bütün Türkiye’deki Ermeni nüfusunun bir milyon üçyüz bin (1.300.000) olduğunu yazmaktadır. Patrik Ormanyan Türkiye’deki Ermeni nüfusunun 1.579.000 olduğunu söylerken, Ermeni Patrikhanesi herhalde Ormanyan’ın şişirdiği miktarı az bulmuş olacak ki 1882 senesinde bütün Türkiye’deki Ermeni nüfusunun 2.560.000 olduğunu iddia etmiştir. Cuinet’e göre Türkiye’deki Ermeni nüfusu 1.045.018’dir ve miktar umum nüfusun ancak % 8,7’sini teşkil etmektedir. 53 Yusuf Halaçoğlu, Ermeniler; Sürgün ve Göç, TTK Basımevi, Ankara, 2004, s.6. Eroğlu, a.g.e. , s.24. 55 a.g.e. , s.25. 54 25 Kanaatimizce bütün bu rakamlar içinde hiç olmazsa vergi mükellefiyeti sebebiyle Osmanlı Devleti’nin verdiği istatistik en doğrusudur. Hicrî 1330 tarihinde nihayetlenen nüfus sayımı esnasında komisyonlar teşkil edilmiş, bu komisyonlara gayr-ı müslimlerin, bulundukları yerlerdeki gayr-ı müslim cemaatinin56 belediyedeki azası da dâhil edilmiştir. Bu istatistiğe göre 1330 tarihinde Türkiye’deki Ermeni nüfusu 1.161.196’dır. Mezhep farklarını nazarı itibara almazsak 1.294.851 eder. Netice olarak 1915 tarihlerinde bütün Dünya’daki Ermeni nüfusunun iki buçuk milyon, Türkiye’deki nüfusun ise bir milyon ikiyüzbin olduğunu söyleyebiliriz. Tabiîdir ki, Patrik Hrimyan gibi bir akıllıdan (!) başkası, vergi sebebiyle Ermenilerin asıl nüfuslarını gizlediklerini iddia etmek garabetine düşemez! Ermeniler hiçbir zaman ve hiçbir yerde, hatta Ermenistan olarak iddia ettikleri yerlerde dahi, halkın ekseriyetini teşkil etmiyorlardı. Nüfuslarının en çok olduğu yerde meselâ Sivas vilâyetinde yüzelli bin (150.000) ermeniye karşılık bir milyon (1.000.000) Müslüman vardı ki, Ermeniler toplam nüfusun yüzde onbeşini bile bulmuyordu. Binnetice Memâlik-i Osmaniye dahilinde hiçbir vilâyet, hiçbir sancak ve hiçbir nahiye yoktu ki, orda Ermeniler ekseriyette olsunlar!..57 1910 yılına dair verilen istatistiklere göre bugünkü siyasi sınırlarımız dâhilinde 16.000.000’a yakın nüfus vardı. Bu nüfusa, henüz o tarihlerde Anadolu’da bulunan 1.400.000 Rum ve 1.300.000 kadar Ermeni de dâhildi. Azınlık durumundaki Ermeni ve Rumlar, müştereken umum nüfusun içinde bu nispetlerini korumuşlardır. Türk milleti, velud bir kavim olduğu için çabuk çoğalan Türk nüfusunun 900 yıldan beri bu nispeti azınlıklar aleyhine bozması lâzım gelirken Ermeni ve Rumların askere alınmayışlarına mukabil Türklerin devamlı olarak harplerde verdiği şehitler dolayısıyla aradaki nispet, Anadolu birliğinin Türkler tarafından tesis edildiği tarihten günümüze kadar sabit kalmıştır denebilir. Ancak bu durum Millî Mücadeleden sonra ortadan kalkacaktır. I. Dünya Harbi esnasında Rus ordularının Doğu Anadolu’yu işgal etmelerini fırsat bilen ve çeşitli kışkırtmalar neticesinde Türkleri katliama teşebbüs eden Ermeniler, bu bölgede 900.000’den fazla Türk nüfusunu en vahşi şekillerde şehit etmişlerdir. Rus askerlerinin Doğu Anadolu’yu terk etmelerinden sonra, sivil Türk halkına reva gördükleri cinayetlerin karşılığını ödemeden kaçacaklardır. Türk kuvvetlerinin Doğu 56 57 a.g.e. , s.26. a.g.e. , s.27. 26 Anadolu’ya girişinden sonra Ermeniler, Suriye, Lübnan, Avrupa ve Amerika gibi ülkelere hicret etmişlerdir. Böylece Doğu Anadolu şehirlerinde ani bir boşalma meydana gelmiştir.Meselâ bu çatışmadan en fazla zarar gören Van şehrinde harbin arifesinde 70.000’e yakın nüfus yaşarken neticede 5.000–6.000 Türk kalmıştır. Balkan Harbi sırasında Bulgarların Trakya’da yaptıkları katliam ile Rumların Millî Mücadele arifesinde veya esnasında Batı Anadolu ve Karadeniz bölgesinde Türklere karşı işledikleri toplu cinayetler, bizlere büyük kayıplara mal olmuştur. Fakat ilâhi adalet tecelli etmiş ve bilindiği üzere bunlar da cezasız kalmamıştır.58 Millî Mücadeleden sonra Anadolu’daki Rumlar, Balkan Türkleri ile mübadeleye tabi tutulduğundan, neticede Rum azınlık da bahis mevzuu olmaktan çıkacaktır. Dolayısıyla Millî Mücadeleden sonra Anadolu şehirlerinde umumi olarak nüfus azalması görülecektir. Zira Ermeni ve Rum unsurunun Anadolu’dan çekilmeleri yanında Türk nüfusu da Balkan Harbi, I. Cihan Harbi ve Millî Mücadele esnasında hem sivil halk ve hem de asker olarak büyük kayıplara uğramıştı. Türk nüfusunun büyük kaybı yekûn edilirse 3.000.000’a yakındı. İstiklâl Harbinden sonra Anadolu’da kalan 10.500.000 Türk nüfusa Balkanlardan mübadele ve hicret suretiyle Türk nüfusunun da ilâvesiyle Türkler kayıplarını kısmen telâfi etmeye çalışarak 1927 senesinde tekrar 13.500.000’a erişmişlerdir. Hâlbuki 1927 sayımından 17 sene öncesi ne ait yukarıda nakletmiş olduğumuz malûmata göre Anadolu Türkleri yine 13.500.000 idiler.59 1.2.2.Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni Nüfusu İncelediğimiz dönemler içerisinde bütün dünyadaki Ermeni nüfusu 3 milyonu ancak buluyordu. Böylelikle bu nüfusun Osmanlı İmparatorluğu’na düşen kısmının daha az olduğu kolaylıkla anlaşılmaktadır.Yapılması gereken, Ermenilerin 1914 nüfusu ile savaştan sonraki nüfuslarının, elde edilecek sağlam veriler ışığında karşılaştırılmasıdır. Özellikle Osmanlı ülkesinde yaşayan Ermenilerle, o yıllarda ülke dışına göç eden başka ülkelere yerleşen ve bulaşıcı hastalıklardan ölen Ermenilerin sayılarının da ortaya konması, iddiaların ötesinde, tarihi gerçeğin ortaya çıkarılması açısından büyük önem taşımaktadır.Nüfus tartışmalarının alevlenmesinde, 1878 Berlin Antlaşması’nın 61. 58 59 Kafalı, a.g.m. , s.190. a.g.m. , s.190. 27 Maddesinde yer alan Ermenilerin çoğunluk olarak yaşadıklarını iddia ettikleri yerlerde reform yapılmasına dair madde etkili olmuştur.60 1.2.3.Osmanlı Nüfusu ve Kaynakları Osmanlı Devleti’nde modern anlamda ilk nüfus sayımı, Dâhiliye Nezareti bünyesinde faaliyet gösteren Ceride-i Nüfus idaresi tarafından 1831’de yapılmıştır. 1858 yılında Maliye Nezareti’ne bağlı olarak Tahrir-i Emlak İdaresi kurulmuştur. Nüfus işleriyle doğrudan görevli ilk birim ise, 1884 yılında oluşturulmuş, 1889’da adına “Sicil-i Nüfus Ahali-i İdare-i Umumiyesi” denilmiştir. 1918’de nüfusla ilgili işlemler için “İstatistik Müdüriyet-i Umumiyesi” adı altında oluşturulan birim, bir yıl sonra “Merkezi İstatistik Encümeni” olarak yeniden teşkil edilmiştir.61 Özellikle 1829 Edirne Muahedesi’nden itibaren, Ermeni kaynaklarının ileri sürdüğü şekilde, doğu bölgesinden Rusya’ya yüz binlerce Ermeni göç etmiş ise, Osmanlı Devleti’ndeki nüfus şüphesiz daha da düşük rakamlar gösterecektir.62 Ermeni meselesinin ortaya çıkışını izleyen dönemde Osmanlı Devleti genelinde ilki 1881/82–1983 ve ikincisi 1910/11 olmak üzere iki nüfus sayımı yapılmıştır. Ancak 1909 yılında da özellikle gayri müslimlere askerlik yükümlülüğü getirilmesi sebebiyle bir nüfus çalışmasına başlanılmıştır.63 Osmanlı nüfus sayımları, yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde ele alındığında, en güvenilir verilere sahip nüfus sayımları olarak değerlendirilmektedir. Bu bakımdan, Osmanlı Devleti’nin Ermeni nüfusu da, diğer kaynaklara göre daha güvenli bir şekilde tespit edilebilmektedir. Çeşitli araştırmalarda detaylı bir analize tabi tutulan sayım sonuçlarına göre 1895 yılında Osmanlı Ermenilerinin İstanbul ve çevresi dahil nüfusu 1.001.465’dir. 1894 yılında Sadaret için hazırlanan ve 1893 sayımını esas alan bir nüfus özeti tablosunda Ermeniler, toplam 998.128 olarak verilmektedir. 1895 tarihli bir başka belgede ise Ermeni nüfus 1.031.824 olarak verilmiş, fakat Protestan ve Katolik Ermeniler hakkında bir açıklama yapılmamıştır. Yine 1897 yılında hazırlanan bir 60 a.g.e. , s.6. İnan Güriz, Türkiye'de Nüfus Politikası ve Hukuk Düzeni, Türkiye Kalkınma Vakfı Yayınları, Ankara, 1975, s.19. 62 Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara, 1983, s.85. 63 Halaçoğlu, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s.8. 61 28 cetvelde 1.042.374 Ermeni kaydedilmektedir. Aynı şekilde Katolik ve Protestan Ermeniler hakkında da bir açıklamada bulunulmamıştır. Diğer taraftan 1893 ile 1914 Osmanlı nüfus istatistikleri karşılaştırıldığında dikkati çeken önemli bir husus, Ermeni nüfusun yüksek oranda artmış olmasıdır.64 Osmanlı nüfusunun tespitinde başvurulan önemli bir kaynak grubu da vilayet salnameleridir. Justin McCarthy, Aydın ili gibi bazı yerlerin salnamelerini güvenilirlik açısından başka nüfus verirliyle karşılaştırmış ve salnamelerin verdiği nüfus verilerinin sayım olmayan yıllar için çok önemli kaynaklar olduğunu belirtmiştir. Osmanlı nüfusu araştırmaları için üçüncü önemli kaynak Osmanlı-Türk arşivlerinin en kıymetli hazinesi olarak kabul edilen istatistik defterleridir. Bu tür sayımlardan derlenmiş Osmanlı Ermenilerinin vilayetlere göre dağılımı şöyledir: 64 a.g.e. , s.11. 29 Tablo1.1. Osmanlı Ermenilerinin Vilayetlere Göre Dağılımı Vilayet Adı 1893 1910/11 1914 Adana-Mersin İçel 44,799 - 47,047 - 50,139 341 Aydın 14,140 18,287 19,395 Menteşe - - 12 Ankara 67,490 89,780 44,507 Kayseri - - 48,659 Biga 1,741 2,336 - Bursa 57,918 77,865 58,921 - - 7,437 İzmit 37,220 51,265 55,403 Kastamonu 2,777 9,809 8,959 Bolu 15,537 2,961 Konya 9,813 Niğde - - 4,890 Antalya Sivas Erzurum 116,545 101,138 144,056 109,310 630 143,406 125,657 Van 60,448 59,382 67,792 Bitlis 101,358 90,219 114,704 Harput 73,178 67,512 76,070 Diyarbakır 46,823 43,610 55,890 Selanik 201 637 - 150,529 59,963 72,962 Kudüs 939 706 1,310 Manastır 29 8 - İşkodra - 6 - Trablusgarp - 60 - 148,590 1736 - - 89,040 67,838 1.001.465 1.120.748 1.229.007 Afyon Karahisar İstanbul şehri ve Metropol Alanlar İstanbul Kazaları Katolik Ermeniler TOPLAM 12,971 Kaynak: Yusuf Halaçoğlu, Ermeniler; Sürgün ve Göç, TTK Basımevi, Ankara, 2004, s.11. 30 Birinci Dünya Savaşı sürerken, 1917 ilkbaharında Osmanlı topraklarının paylaşımı amacıyla İngilizlerce, vilayet ve sancakları esas alan bir nüfus çalışması yaptırılmıştır. İki yıl süren bu çalışmada İngilizler, Osmanlı Devleti’ndeki bütün vilayet ve sancakların etnik esasa göre ayrıntılı nüfus tablolarını yapmışlardır. İngiliz uzmanlarca 1919 yılında Asya Türkiyesi için hazırlanan aşağıdaki tablo, yine İngiliz belgelerinde yer alan 1914 Osmanlı nüfus istatistiklerine, Yunan ve Ermeni kiliselerinin verilerinin de eklenmesiyle elde edilmiştir. 1918 sonrasında halen yaşayan Ermenileri göstermesi bakımından önem taşıyan bu istatistik, bir buçuk milyon Ermeninin katledildiği iddialarını da çürütmektedir. Tablo 1.2. Ermeni Nüfusunun Vilayetlere Göre Dağılımı (1919) Vilayet/Sancak Adı Osmanlı 1914 İngiliz 1919 Adana 57,686 75,000 Ankara 53,957 60,000 Antalya 630 1,000 Aydın 20,766 27,000 Beyrut 5,288 4,000 Bitlis 119,132 185,000 Bolu 2,972 1,000 Bursa 61,191 75,000 Canik 28,576 21,000 Çatalca 842 - Diyarbakır 73,226 82,000 Edirne 19,888 - Erzurum 136,618 205,000 Eskişehir 8,807 10,000 Halep 49,846 65,000 İçel 541 500 İstanbul 84,093 - İzmit 57,789 57,000 Kale-i Sultaniye 2,541 - 31 Karahisar-ı Sahip 7,448 6,000 Karesi 2,704 15,000 Kastamonu 8,959 11,000 Kayseri 52,192 45,000 Konya 13,225 17,000 Kudüs 3,045 - Kütahya 4,548 8,000 Ma’muretül-aziz 87,864 130,000 Maraş 38,433 55,000 Menteşe 12 5000 Niğde 5,705 2,000 Suriye 2,533 - Trabzon 40,237 33,000 Urfa 18,370 21,000 Van 67,792 190,000 Zor 283 - TOPLAM 1.294.851 1.652.000 Kaynak: Yusuf Halaçoğlu, Ermeniler; Sürgün ve Göç, TTK Basımevi, Ankara, 2004, s.11. Ne var ki, İngiliz yetkililer de kendi uzmanları tarafından hazırlanan bu nüfus istatistiklerini inandırıcı bulmamış olmalılar ki, Osmanlı toprakları için Paris’te gerçekleştirilen paylaşım görüşmelerinde, ABD delegasyonunda yer alan David Magic’nin hazırladığı ABD istatistiklerini tam manasıyla güvenilir olarak 65 nitelemişlerdir. Osmanlı Devleti’nin fethettiği yerlerde asayişi sağladıktan sonra yaptığı işlerin başında nüfus sayımının ve arazi yazımının yapılması gelmektedir. Diğer yerlerde de aynı şekilde ve belirli periyotlarla bu işlemler yapılmıştır. Bu sayımlar, yazımlar, başta Tapu-Tahrir Defterleri ve kısmen de diğer kayıtlarda olmak üzere bugün Başbakanlık Arşivi’yle, Tapu Kadastro Genel araştırmacıların hizmetine sunulmaktadır. 65 Halaçoğlu, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s.11. Müdürlüğü’nde muhafaza edilmekte ve 32 Başbakanlık Arşivi’nde tarih verilemeyen ancak 1896–1897 yıllarına ait olduğu tahmin edilen altı belgede Anadolu ve Rumeli’deki Ermeni nüfuslarıyla ilgili olarak tutulmuş kayıtlar vardır. Bunlardan “Dersaadet ve Bilad-ı Selase ile Vilayat-ı Şahane’de Tadih Tahrir Olan Ermeni Cemaatinin Miktarını Natık Pusula”da 530.132 erkek ve 450.404 kadın nüfusu olmak üzere toplam 970.536 Ermeni nüfusu verilmekle birlikte, birkaç vilayet için “henüz tahriri ikmal edilmemiştir” kaydı düşürülmüştür. Buna göre verilen nüfusun bir miktar daha artacağı tabiidir. Zaten zikrettiğimiz arşiv belgeleriyle diğer belgeler bunu teyit etmektedir. Vital Cuinet’in aynı tarihlerde verdiği rakamlar da bunlara çok yakındır. Buna göre Müslüman ve Ermeni nüfus dağılımı şöyledir:66 Tablo 1.3. Vital Cuinet’in Verdiği Bilgilere Göre Müslüman ve Ermeni Nüfus Dağılımı Müslümanlar Ermeniler Toplam Nüfus Ermenilerin Yoğun Bulunduğu Vil. 3.635.086 810.285 4.445.371 İstanbul ve Diğer Vilayetlerde 4.426.525 283.064 4.709.589 Suriye, Filistin ve Adalarda 4.068.646 59.018 4.127.664 Toplam 12.130.257 1.152.367 13.262.624 Kaynak: Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları, Ankara, 1990, s.19. Osmanlı kaynaklarına göre ermeni nüfusu;1881–1893 nüfus sayımında Osmanlıda Ermeni Nüfus toplamı;997,595 1905–1906 nüfus sayımında Osmanlı Ermeni Nüfus Toplamı; 1.032.708, 1914 Memalik-i Osmaniyye’nin 1330 Senesi Nüfus istatistiği’ne göre Osmanlı Ermeni Nüfus toplamı; 1.161.169 Yine Fransız Sarı Kitabı 1897’de genel nüfusu 14.856.118, Ermeni nüfusunu ise 1.475.011 olarak biraz mübalağalı şekilde vermiştir.67 Hem Osmanlı, hem de batılı kaynaklarla konuya yaklaşan Stanford J. Shaw ise, 1890 yılında Osmanlı Devleti’nde 12.585.950 Müslüman’a karşılık 1.139.053 Ermeni; 66 67 Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.19. Hüseyin Çakıllıkoyak, Diaspora’da Ermeni Kimliği, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2005, s.79. 33 1897’de 14.111.945 Müslüman’a karşılık 1.162.853 Ermeni; 1906’da 15.518.478 Müslüman’a karşılık 1.140.563 Ermeni ve 1914 yılında da 15.044.846 Müslüman’a karşılık 1.229.007 Ermeni nüfusu olduğunu belirtmektedir. Bu devir Osmanlı nüfusu hakkında en sahih bilgileri, Dâhiliye Nezareti’ne bağlı Sicill-i Nüfus İdare-i Umumiyyesi Müdüriyeti tarafından 1318 ve 1320 tarihli Nüfus Nizamnamesi gereği her vilayet, kaza ve köyde, gayr-ı Müslimlerin de yer aldığı komisyonlar marifetiyle yapılmış ve 1905’lerde başlayıp 1914’de tamamlanmış olan Nüfus İstatistiği vermektedir.68 Ayrıca burada şuna da değinmeden geçemeyeceğim; bu dönemde Osmanlı Devleti’nde modern anlamda hiçbir zaman sayım yapılmadığı ileri sürülmektedir. Hâlbuki durumun hiç de öyle olmadığı aşikârdır. Bunu şöyle izah edebiliriz. Padişah II. Abdülhamid yeni Amerikan Sefiri’ni 1886 yılında kabul ettiği zaman, Sefir kendisine Amerika’da yapılan nüfus sayımları ve bunların yararlarından bahsetmiştir. Bu konuyla ilgilenen Padişah bu maksatla Türkiye’de bir teşkilat kurulmasına yardımcı olup olmayacağını sormuş ve sefirin kabulü üzerine derhal hazırlıklara başlanmıştır. Ayrıca burada şunu da belirtmekte fayda vardır; sayım sonuçlarını neşreden ve 1892 yılında kurulan İstatistik Umum Müdürlüğü’nün ilk başkanının Fethi Franko isimli bir Musevi, sonra onun yerine geçenin ise Mıgırdıç Şinabyan isimli bir Ermeni olduğudur. Mıgırdıç Şinabyan 1897–1903 arasında bu görevde kaldıktan sonra yerini Rober isimli bir Amerikalıya bırakmış, o da 1908’e kadar bu görevi ifa etmiştir.69 Bütün bu değerlendirmelerin ışığında, 20. yüzyılın başında ve son çeyreğinde yeniden hız kazanan Osmanlı nüfusu araştırmalarında, eldeki en güvenilir rakamların, yine Osmanlılar tarafından yapılan sayımlardan elde edilenler olduğu ortaya çıkmaktadır.2004 yılında yapılmış bir çalışmada ise, Osmanlı Devleti’nin 1905, 1906, 1911/1912 nüfus verileri esas alınarak hazırlanan söz konusu istatistiklerde bütün Osmanlı coğrafyasında oturan Ermenilerin nüfusu, (fakat bu rakamın içinde bütün Protestanlar toplam olarak bulunmaktadır) 1.600.000 olarak hesaplanmıştır.70 68 Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.21. 69 Gürün, a.g.e. , s.93. 70 Alkaya, a,g,e. , s.39. 34 1.3.ERMENİLERİN FAALİYETLERİ VE ÇIKARDIKLARI OLAYLAR 1.3.1.Osmanlı Ermenilerine Batının Müdahalesi Yukarıdaki örneklerde de görüldüğü üzere 600 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalan Ermeniler, diğer gayr-ı Müslimlere nazaran Türkler’e en çabuk adapte olup kaynaşan, anlaşan ve bu sebeple de devletinin itimadını kazanıp Rumlar’dan çok onun nimetlerinden faydalanan cemaat olmuştur. Aile içinde, sokakta Türkçe konuşan hatta ayinlerini bile Türkçe yapanlar ve bugün bile Sovyet Ermenistan’ın dışında Avrupa, Amerika ve Asya ülkelerinde genç nesle, bulunulan ülkenin dili ve Ermenice’yle birlikte Türkçe öğretenler hep Ermeniler olmuştur. Seyahate gittiklerinde mal ve mülklerini Ermeniler, bir arada yaşadıkları Türkler’e bırakırken, hacca giden Müslümanlar da, sadece mal ve mülklerini değil, işlerinin idaresini ve ailesinden kalanların bakımını da Ermeniler’e emanet edecek şekilde itimat etmişlerdir. Bunun tarihi, siyasi bazı sebepleri vardır. Olayların 1890’larda başlayıp alevlendiğini iddia etmek ise, tamamen olmasa da, kısmen hatalıdır. Aynı şekilde Ermeni isyanlarını 1789 Büyük Fransız ihtilâli’ne bağlamak da doğru bir teşhis değildir. İsyan, ihtilal, inkılâp gibi sosyal olayların tarihi bir seyri, fikri bir hazırlık safhası, bir aksiyon veya patlama safhası ve nihayet bir durulma, bir sükûn safhası vardır. Rusya, Doğu Anadolu üzerinden sıcak denizlere ulaşma yolunu denedi. Bu iş için kullanılabilecek en uygun toplum Ermenilerdi. Doğudaki Rus ilerlemesi sırasında Ermenilerin desteği sağlanırsa kolayca Akdeniz’e inilebilirdi. Ermeniler de Rusya’nın desteğini sağlamak için böyle bir işbirliğine hazırdı. Bu işbirliği Ayastefanos ve Berlin antlaşmalarında resmen ortaya çıkmıştı.71 Olaylar, müsebbipleri açısından değerlendirilirken de, birçok tarafgir, propagandaya yönelik veya hissi neşriyat yapan Ermeniler’in ve bazı batılı yazarların yaptıkları gibi Türkler’i, Türkçe’yi, Türkiye’yi tanımadan, Türkler ve Türk tarihi hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadan onlar hakkında hüküm vermek, Türk halkını ve idarecilerini suçlu göstermek ve yine derinlemesine olayları incelemeden veya hisleriyle hareket eden bazı yerli ve yabancı yazarların yaptıkları gibi suçu tamamen Ermeni 71 Yavuz Ercan, Osmanlı İmparatorluğunda Bazı Sorunlar ve Günümüze Yansımaları, T.C.Milli Eğitim Bakanlığı Talim Ve Terbiye Kurulu Başkanlığı Yayınları, Ankara 2002, s.60. 35 cemaatine yüklemek de doğru olmasa gerekir.72 1877–1878 harbi sırasında, Rus orduları, Doğu Anadolu vilayetlerinden bazılarını işgal edince, buralarda yaşayan Ermeni halkı ile temasa geçtiler. Rus ordusunda görev yapan Ermeni asıllı general, subay, astsubay ve erler mevcuttu. Rusya, hedef olarak kabul ettiği Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerini ele geçirmek maksadıyla, bu bölgelerde yaşayan Ermeniler’i de amaçları doğrultusunda kullanmayı planladı. Nitekim Rus ordusundaki Ermeniler, bu maksadın tahakkuku için Osmanlı Ermenileri’ni devlet aleyhine kışkırtmakta kusur görmediler. Ermeni Patriği Nerses’i Ayastefanos’ta Grandük Nikola’nın karargâhına göndertip Bab-ı Ali’ye kabul ettirilecek antlaşma metnine Ermeniler lehinde bir hüküm koydurması için teşebbüste bulunmasını sağladılar. Bu sırada Rus general ve subaylarından bazıları da zaten Ayastefanos’ta, Ermeni evlerinde misafir edilmekte idi. Bunlar da istanbul Ermenileri’ni tahrik ettiler.73 Neticede Rusya, kendi düşüncelerini Ermeni istekleri görüntüsü altında Ayastefanos Antlaşma metnine dâhil etti ve Ermeni sorununun ilk defa bir antlaşma metninde yer almasını ve bunun Bab-ı Ali tarafından kabul edilmesini sağladı. Ayastefanos Antlaşması’nın Ermeniler’le ilgili 16. maddesine göre: “Osmanlı Devleti, Ermeniler’in yerleşmiş oldukları eyaletlerde bölge menfaatlerinin gerektirdiği ıslahat ve tensikatı vakit kaybetmeksizin icra edeceğini ve Ermeniler’in Kürtler’e ve Çerkezler’e karşı emniyetlerini sağlayacağını taahhüt eder.”74 Bu madde ile Ruslar, Ermeni konusuna tarihte ilk defa hukukiyet ve resmiyet kazandırmış oldular. Amaçları ise; tarihi emellerini gerçekleştirmek için batıda Balkanlı ulusları, doğuda Ermeniler’i kullanarak Osmanlı Devleti’ni iki cepheden tehdit altına almaktır. Diğer bir ifade ile “Şark Meselesi”ni Rusya açısından kısa sürede sonuçlandırmaktır.Ermeniler’le birlikte hareket edip savaş öncesi ve sırasında bir numaralı Ermeni hakları savunucusu olan Rusya, Berlin Kongresi’nden sonra birinci sırayı İngiltere’ye bırakmıştır. Genellikle bazı topraklar ve imtiyazlar kopardığı ve Ermeniler’le ilgili “Anadolu Islahatı” sözleşmeye konulduğu için Birinci Dünya Savaşı’na kadar büyük devletler, Ermeniler’i dini, diplomatik ve maddi açılardan desteklemeye ve içerde ve dışarıdaki Ermeni teşkilatlarının kurulmasına, isyanlar 72 Alkaya, a.g.e. , s.40. Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, C:VIII, TTK Basımevi, Ankara, 1983, s.129. 74 Nihat Erim, Devletlerarası Hukuk ve Siyasi Tarih Metinleri, TTK Basımevi, Ankara, 1953, s.395. 73 36 çıkarıp katliamlar yapmalarına imkân sağlamışlardır.Birinci Dünya Savaşı arifesinde bütün bu misyoner faaliyetleri, Rusya’nın Bitlis Konsolosu’nun raporunda da ifade ettiği gibi, meyvelerini vermeye başlamıştır: “Batılı diplomatlar, kendi bakış açılarına göre, milliyet kavgasından pek gaddarane bir surette istifadeye kalkışmışlar, Ermeniler’in milli duygularını tahrik ederek hiç sıkılmadan Türkiye’de bir Ermeni meselesi icat etmişlerdir. Hâlbuki bunların hepsi Türkiye’nin göz kamaştıran mirasından hissedar görünmek amacına matuftur. Hıristiyanları himaye etmek, insanlık ve kanunu müdafaa etmek, bunların hepsi sıkılmamak için birer maskedir. Ermeniler’in gerçekten fakr-u zarurete düşmeleri Avrupa’nın umurunda bile değlidir.”75 1.3.2.Islahat Çalışmaları ve Ermeni Faaliyetleri Tanzimat’la birlikte ortaya çıkmaya başlayan değişikliklerin nedeni Osmanlı Devleti’nin içinde ve dışında gerçekleşen siyasal, sosyal, ekonomik ve bilimsel değişme ve gelişmelerdir. Osmanlı Devleti, bu gelişmeler ortaya çıktıkça gerekli değişiklikleri yapmak durumunda kaldı. Güçlü Avrupa devletlerinden Rusya, Ortodoksları; İngiltere, Protestanları ve Fransa da Katolikleri koruma bahanesi ile Osmanlı Devleti’nin içişlerine sürekli olarak karıştı. Bu devletlerin asıl amacı, Osmanlı topraklarında yaşayan gayrimüslim toplulukların durumunu düzene sokmak değil, onlara bağımsızlık sözü vererek Osmanlı Devleti’ni parçalamaktı. Oysa Osmanlı Devleti’nin iç işlerine sürekli karışan bu devletler, on dokuzuncu yüzyıl boyunca hemen hemen dünyanın dörtte üçünü sömürge yaptı. Osmanlı Devleti’ne yönelik böyle bir politika için koşullar hazırdı. Herşeyden önce Osmanlı Devleti, batıdaki gelişmeleri izlememiş, aksine sürekli olarak elindeki gücü harcamıştı. Kurumlar yozlaşmış, eğitim sistemi ve buna bağlı olarak bilim hayali çökmüş, ekonomisi yan sömürge hâline gelmiş ve hukuk sistemi çoktan yetersiz duruma düşmüştü. Dışarıdaki gelişmelerin en önemlilerinden olan Fransız İhtilali, dünya uluslarını yeni kavramlarla tanıştırdı. Milliyetçilik anlayışı Osmanlı Devleti’ni parçalamak isteyen Avrupa devletlerinin en çok kullandığı kavram oldu. 75 Azmi Süslü, Ruslara Göre Ermenilerin Türklere Yaptıkları Mezalim, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları, Ankara, 1987, s.20. 37 On dokuzuncu yüzyıla girildiğinde devlet Macaristan’ı ve Karadeniz’in kuzeyindeki topraklarını, Afrika’da ise Mısır ve Tunus’u kaybetmişti. Buna rağmen Osmanlı Devleti’nin elinde Asya, Avrupa ve Afrika’da çok geniş ve stratejik topraklar vardı. Dünyanın neredeyse yarısını sömürge yapmış olan Avrupa devletleri, bu yüzyıl boyunca Osmanlı topraklarında yaşayan çeşitli etnik gruplar arasında sürekli olarak milliyetçilik propagandası yaptı. Ayaklanmalar başladığı zaman da doğrudan bu grupların yanında yer aldı. Bunun sonucu olarak Sırbistan, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve diğer Balkan devletleri birer birer ayrılıp bağımsız oldu. On altı ve on yedinci yüzyıllarda dünya politikasına yön veren Osmanlı Devleti, on sekizinci yüzyılda kaybettiği toprakları geri almaya çalıştı ama başarılı olamadı. On dokuzuncu yüzyılda ise elindeki toprakları kaybetmeme politikası izledi.On dokuzuncu yüzyıl aynı zamanda Osmanlı Devleti’nin geniş çaplı reformlar yaptığı yüzyıldı. Yenilik hareketleri Sultan II. Mahmut’la daha yoğunlaştı ama bunlar da devleti dağılmaktan kurtaramadı. Çünkü Avrupa devletleri çeşitli nedenlerle Osmanlı topraklarında yaşayan gayrimüslimleri bahane ederek devletin iç işlerine kanşıyordu. Bu nedenle Osmanlı yöneticileri kuruluştan beri süregelen gayrimüslim politikasında değişiklik yapma gereği duydu.76 Tanzimat-ı Hayriye (1839-Gülhane Hattı Hümayunu) ile bütün vatandaşlar arasında hukuk eşitliği can, mal, namus dokunulmazlığı sağlanmıştı. Tanzimat Fermanı’nın en çok Avrupa’yı sevindirdiği muhakkaktır. O tarihte Prens de Juvenel, Fransız sefiri olarak İstanbul’da bulunuyordu. Hatıralarında 3 Kasım 1839’u şöyle anlatır: “.... Hayatımda asla unutamayacağım o müstesna günde, meydanı dolduranların hemen hemen yarısı ecnebi idi!..” Bundan kimlerin faydalandığı ortadadır. Bunu, bir yazarın şu satırlarında da açıkça görüyoruz: “Gerçekten, İngiliz Büyükelçisi’nin perde arkasından yönettiği Tanzimat reformlarından, Türkiye’de yararlananlar; paşaların yanı sıra (Reşit, Ali ve Fuat Paşalar için söylüyor) Batı kapitalizminin yerli komisyonculuğu rolünü yüklenen Rum ve Ermeni aracılar olmuştur.” 76 Ercan , a.g.e. , s.38. 38 Osmanlı Devleti, gayrimüslim teb’aya her bakımdan güven veriyordu. Çünkü Osmanlı toplum yapısı içinde devlet; haklının, zayıfın ve mazlumun koruyucusu; zalimin, vurguncunun ve talancının can korkusu idi. Bu düzende; bir sınıfın veya kavimin menfaatleri değil, bütün halk kitlelerinin hak ve menfaatleri söz konusu idi. Sosyal hayatın koruyucusu ve düzenleyicisi devletti. Önceleri kilise ve manastırları Bizans tarafından yağma edilmiş olan Ermeniler’in Türk Devletine “sadakat” ile sarılmış olmaları bu yüzdendir. Nitekim İslam memleketlerine yerleşen gayrimüslimlere, hassaten rahiplere iyi muamele edilmesi, fetih zamanları kumandanlara tavsiye edilirdi.77 Osmanlı Kanunnameleri’nde “reaya” hakkında aşağıdaki madde, Türkler’in Hıristiyanları değil dini baskı altında tutmak, bilakis teşvik bile ettiklerini gösterir: “Kanun: Hıristiyan olan bir şahıs, sonradan Papaz olur ve bunu da Hıristiyanların menfaati için yapıyorsa, ispençe ve haraç (Hıristiyanlardan alınan vergiler) alınmaz.” Tarih boyunca, günümüze kadar, emperyalist devletler, sınırları içerisinde yaşayan, kendilerinden farklı milletleri baskıları altına alarak “asimile” ederlerken, Osmanlı Türkler’in onlara tanıdığı geniş imkânlarla, kendilerinden çok daha rahat bir yaşama hakkı verdiklerini görüyoruz. 1. Napolyon’un İstanbul Elçisi Mareşal Sebastiani, 1908 yılında hazırlamış olduğu raporunda Osmanlı teb’ası Ermeniler hakkında şu ilgi çekici açıklamada bulunuyor: “Bu halkın hepsi halinden memnundur. İstanbul’daki Ermeniler arasında birçok büyük zenginler de var... Derhal belirtmeyelim ki: bir kısım Katolik, bir kısmı da Rafızî olan bu Ermeniler, devlete son derece itaatlidirler. Ve Türklere büyük bir muhabbet beslerler.. Aralarında Fransa’ya sempati duyanlar da yok değildir. Bu sempati, kendilerine “Osmanlı” olduklarını unutturacak derecede değildir.” Nitekim Viskont R. Deş Koussans da Türk-Ermeni münasebetlerini şöyle anlatıyor:78 77 Anadol-Abbaslı, a.g.e. , s.72. a.g.e. , s.73. 78 39 “Gerçekte Asya köylerinde Ermeni köylüsü ile Türk ziraatçısı arasında tam bir dayanışma vardır. Çok defa genç bir Müslüman askere veya Mekke’ye, Hacca giderken, aile ve eşyalarını Ermeni komşusuna emanet eder. Ben Anadolu’yu gezerken, durum böyle idi. Ermeni, Türk’ü öyle kopya etmiştir ki, kadınları Türk kadınları gibi kapalıdır. Evleri, haremlik-selamlığa ayrılmıştır. Bundan dolayıdır ki, iki ırk arasında geleneksel bir antipati yoktur. Türkler tarafından Ermenilere yapılan baskı (!) yalnız Tahytrıs nehri kenarındaki İngiliz yazarlarının muhayyilesinde vardır...” Bu konuda bazı olumsuz düşünceye sahip aydınlar bile, Hıristiyanların “Osmanlı Toplum Düzeni” içerisindeki yaşayışlarının huzur içerisinde olmasını “İnsani” sebeplere bağlamışlardır: “Osmanlıların kuruluş yıllarında, Batı’da daha fazla ilerlemelerinin de önemli bir sebebini hatırlatmak gerekir. Bu, Avrupa’da egemen feodallerin, serflerle olan ağır ilişkilerine karşılık, Osmanlı Tımar sisteminin, serfler için daha iyi kabul edilmesidir.” Bunun için de Polonyalılar; “Türk süvarileri atlarını Vistül’de sulamadıkça, Polonya bağımsızlığına kavuşamaz.” Atasözünü boşuna söylememişlerdir. Bir Romen olan Profesör Yurga, 18’inci asır sonlarında Polonyalı seyyah Mikoscha’nın; “Türkler tarafından Ermenilere, başka milletlere gösterilmeyen hürmet ve saygı gösterilmektedir. Ermeniler, Rumlardan fazla Türklerce verilmiş mezhep hürriyetine sahiptirler” dediğini yazmaktadır. Eğer Türkler isteseydiler, muhteşem İmparatorluğun hudutları içerisinde yaşayan; Macarlar, Sırplar, Ulahlar, Balkan ve Makedonya kavimleri vs. dil, din ve sosyal bakımdan Türkleştirilip, eritilir ve bugün onların hiçbirinden en küçük bir iz bile kalmazdı.79 Rahip Çark, “Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler” isimli kitabını kendisine göre yazmış olmasına rağmen, pek çok yerinde Türkler’in Ermeniler’in hayatındaki önemini ve insanlığını anlatmaktan çekinmez. Rahip Çark’a göre; “Sultan İbrahim, kardeşi Mehmet’in Maltalıların eline esir düşmesi üzerine, İmparatorluk hudutları dâhilindeki bütün Hıristiyanların yok edilmelerini istemiş, fakat günün meşhur 79 a.g.e. , s.74. 40 Şeyhülislamı Ebu Said buna engel olmuştur. Bunun üzerine bilhassa Ermeni cemaati, meşhur âlim ve din adamlarını bu şahsiyete teşekküre göndermişler.” “Osmanlılar, Hıristiyan teb’aya iyi muamele edileceğine dair Fransızlara söz vermişler. Sultan Süleyman’ın emri ile bu daha sarih bir şekil almış... 1581, 1597 ve 1604 te bu husus, bazı değişikliklerle yenilenmiş.” “Köprülü Mustafa Paşa, İmparatorluk dâhilindeki bütün Hıristiyanların takdirlerini kazanmış. Hepsine din ve mezhep farkı gözetmeksizin aynı gözle bakmış.” “Hıristiyanlara karşı güçlük çıkarılmamasını, ordu mensuplarına, her ne şekilde olursa olsun; köylüden veya herhangi bir kimseden müsadere ettikleri şeyler varsa, bunlara derhal iade etmelerini ve Hıristiyanların kiliselerini tamir ettirilmesini istemiş, hatta eski bir âdete göre, bu tamiratlarda eski taş ve kereste kullanılmasına ait kararlara da karşı çıkmıştır.” Rahip Çark, Köprülü Hüseyin Paşa’nın Hıristiyanlara karşı “gayet nazikâne” bir siyaset güttüğünü yazar. Tanzimat Fermanı’nın yayınlanması ile birlikte gayrimüslim politikasında ilk önemli değişiklik yapıldı. Bu durum Islahat Fermanı’nda da yinelendi. Buna göre artık Müslümanlarla gayrimüslimler yasalar önünde eşit sayıldı, can ve mal güvenlikleri devlet garantisi altına alındı. Aslında, daha önce de anlatıldığı gibi gayrimüslimlerin her türlü güvenliği zimmet hukuku içinde devlet garantisi altına alınmıştı. Devlet hizmetinde çalışan pek çok gayrimüslim vardı. Islahat Fermanı ile gayrimüslimlerin devlet memuru olabilmeleri ile sivil ve askeri okullara girebilmeleri hükme bağlandı. Kendi aralarındaki miras davaları yine patrikhanelerde görülebilecekti. Resmî dil esasına aykırı olmasına rağmen, cinayet ve ticaret yasalarının azınlık dilleri ile de yayınlanması kabul edildi. Her gayrimüslim topluma, ikişer temsilci ile Meclis-i Vâlâ’ya katılma hakkı sağlandı, ilk kez yabancılara da mülk edinme hakkı verildi. Bu gelişmeler üzerine, başta Rumlar ve Ermeniler olmak üzere gayrimüslim topluluklar adeta “devlet içinde devlet” gibi hareket etmeye ve patrikhanelerde meclisler toplamaya başladı.80 80 a.g.e. , s.76. 41 1753–1853 yılları arası Ermeniler’in her sahada büyük ilerlemeler kaydettikleri “altın devir”dir. Ermeniler, bu devrede hükümetin büyük itimad ve emniyetini kazanmışlardır.Sultan II. Mahmut’un tahtını birkaç saat için günün en nüfuzlu adamı Artin Kazaz Bezciyan’a terkettiği rivayet edilir.Taşradan gelme Ermeniler, birçok vezirin tavassutu ile bilhassa kuyumculuk ve sarraflık sahasındaki maharetleriyle sarayın dikkatini çekmişlerdir. Bu yüzden de “Darphane” gibi, devletin en hassas müessesesi, Ermeniler’in eline teslim edilmiştir.18. asır Türkiye’sinin en büyük tüccarlarından Segpos sarraf ve aynı zamanda Saray’ın bezirgânbaşısı idi. Meşhur Saray bezirgânlarından Yakup Ağa ve Yusuf Çelebi, İngiltere’den ilk defa sesli saatleri İstanbul’a getirerek çok büyük bir servet sahibi olmuşlardır.O tarihlerde Akulis şehrinin işgali ile onbinden fazla Ermeni ailesinden pek çoğu paralarıyla birlikte İstanbul’a gelerek meşhur paşalara sarraflık etmiş, ödünç para vererek, tanınmışlar, müşkül anlarda da, millet işlerine müdahale zamanlarında tavassuta güvenerek meseleleri lehlerine (!) halletmişlerdir.81 Ohennes Düz’ün büyük oğlu Mikael Hoca, Sultan II. Mahmut’un emriyle Saray Kuyumcusu olmuştur. Mikael Hoca, Saray’a verdiği itimatla 1741 de bir sözüyle 53 kişiyi, 1769 da da binlerce Rum vatandaşı ölümden kurtarmıştır. Oğlu Ohannes Çelebi de yine sarayın güveni ile Galata ve Kartal’da iki mektep kurmuş, Üsküdar’dakini tamir ettirmiş, 1812–1816 arasında Ermenice Tidak Püzantyan serisini çıkartmıştır.82 Ermeniler, devlet mekanizmasının önemli müesseselerinden Baruthanede devletin güvenini kazanıp idaresini bir süre ellerinde bulundurmuşlardır. Dadyanlar 140 yıl süre ile bu idareyi babadan oğula intikal ettirerek sürdürmüşlerdir. Dad Arakol Efendi, Simon ve Channes beyler baruthaneyi idare etmekle kalmamış, Sultan II. Mahmut ve Sultan Abdülmecit’in iltifatlarına mazhar olarak Devlet Yüksek Makamı Adliye üyeliği, Meclis-i Maarif üyeliği gibi hizmetlerde de bulunmuşlardır.83 Birinci Meşrutiyetten sonra kurulan Birinci Osmanlı Mebusan Meclisi’nde birçok Ermeni vatandaşların mebus seçildiklerini görüyoruz: 81 a.g.e. , s.76. a.g.e. , s.77. 83 a.g.e. , s.78. 82 42 Manas Ailesi fertleri, minyatür, resim ve resim sanatında kendilerini kabul ettirerek Saray’a girmeyi başarmışlar, 200 yıldan fazla bir zaman saray ressamlığından diplomatlığa kadar devlet hizmetinde önemli mevkiilerde bulunmuşlardır. Osmanlı-Türk hariciyesinin Ermenilerden çok önemli isimler olduğu da kayıtlara geçmiştir. Yabancı Devletler nezdindeki Ermeni asıllı Osmanlı elçi ve konsoloslukları da saymakla bitmeyecek kadar çoktur. Ohannes Kuyumcuyan Paşa vezir ve müşavir rütbesinde Lübnan Mutasarrıflığı ve Ayan Meclisi üyeliklerinde, bulunmuş Kapriyel Noradunkyan, Hariciye Nazırlığı yapmıştır84 Agop Kazazyan Paşa, Mikael Portukal Paşa ve sakız Ohannes Paşa yıllarca devlet hazinesini (Hazine-i Hassa) idare etmişlerdir. Hazine-i Hassa Nezaretinin muhtelif şubelerinde birçok Ermeni memur vazife alarak, devlete sadakatle hizmet etmişlerdir. Ermenileri Osmanlı Tarihi boyunca; Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Müdürlüğünde, Gümrük Müdürlüğünde, Darphane’de, Baruthanede, Hazine’de, Maliye’de, Hariciyede, Şûrayı Devlet’te Dâhiliye Vekâleti’nin çeşitli kademelerinde, PTT’de, Belediye’de, Nafia’da, Adliye’de, Meb’usan Meclisi’nde hülasa devletin çeşitli kademelerinde görüyoruz. İkinci Osmanlı Mebusan Meclisi’nde şu birçok Ermeni mebus vardı. Devletin çeşitli kadrolarında vazife görmüş, Ermeniler’in listelerini uzun uzun vermek mümkündür. Ancak, biz burada sıraladığımız misalleri yeterli görüyoruz. Türk Devleti’nin vatandaşlar arasında din, mezhep ve ırk ayırımı yapmadan hepsini bağrına bastığı, hatta bunlar arasında Ermeniler’i her zaman aşırı derecede himaye ettiği, inkâr edilmesi mümkün olmayan bir tarihi gerçektir. 1908 ve 1909 yıllarında Ankara’da (En Kara veya En Gürü) vilayetinde çıkan bir yangında bir Ermeni mahallesinde, sokaklara çıkarılan eşya arasında 40 adet piyano’nun bulunması da gösteriyor ki, bu teb’a her bakımdan son derece rahat ve huzur içerisindedir. 84 a.g.e. , s.80. 43 Bu gerçek, pek çok sayıda yabancı Pazar tarafından da bilinmektedir. Türk milletinin tarihe mal olmuş insanlığına, pek 85 çok tarihi kaynakta rastlanılmaktadır. Eski Türk an’anelerini iyi bilerek yazanlardan Leon Cahun, ünlü “Gökbayrak” isimli eserinde; Can, Alak ve Margos adında “Üç Türk genci” diye anlattığı hikâyesinde “kan kardeşliği” andını anlatırken, sözünü ettiği Margos’un Hıristiyan Ermeni olduğunu söylemesi, sanıyoruz ki, yukarıdaki gerçekleri anlamlı bir biçimde ortaya koymaktadır. İmparatorluk devrinde çoğunluk ve çok zenginler İstanbul’da toplanmış olmasına rağmen, sayıları az da olsa, Ermeni bulunmayan Vilayet hemen hemen hiç yoktu. Bugün dahi Ermeniler, İstanbul’un en lüks semtlerinde; Boğaz’da, Büyükdere’de, Adalar’da, Yeşilköy’de lüks hayat sürmektedirler. Kırım Seferi sonrası, Viyana’da Ruslar’la yapılacak Barış Anlaşması için Osmanlılar’ın üç müttefiki İngiltere, Fransa ve Avusturya’nın protokole (Osmanlı tabiiyetinde bulunan Hıristiyanların daha özgür olmaları) için bir madde konulmak istenildiğini, fakat bu konudaki fermanların daha güçlü olduğu gerekçesiyle bundan vazgeçildiğini görüyoruz. Bununla beraber, Türkler’in müttefikleri, bu anlaşmaya (Türkiye’de bütün dinler ve ayinler serbesttir. Hiçbir Osmanlı teb’ası, dini sebepler yüzünden takibata uğramayacaktır.) şeklinde bir maddenin bozulmasını sağlamışlardır. Ruslar, Türkiye’deki Müslüman olmayan azınlıkları himaye eder gibi görünmekle kalmıyor, onları devlete karşı kışkırtıyordu, 1856 da bu teb’aya çıkarılan bir (iller Kanunu) ile genel meclislere seçilmek suretiyle hükümete ortak olma hakkı sağlanıldı. 1857’de Rusya, verdiği bildiride Hıristiyanlar hakkında, Avrupa hükümetlerinin gözetim ve denetimi altında olmak kaydıyla aşağıdaki hususların yerine getirilmesini istiyordu:86 1 -Osmanlı Avrupası’nda toprak dağıtımının milliyet esaslarına göre yapılması, 2 - İdare durumlarını tayini, 3 - Mahkeme teşkilatlarının ıslahı, 85 86 a.g.e. , s.81. a.g.e. , s.82. 44 4 - Askeri ıslahat, 5 - Mali ıslahat, 6 - Eğitimde ıslahat, 7 - Umumi ıslahat, Prens Gorcakof, Türkiye’de yabancılara mülkiyet hakkı verildiği sırada, Rusya’nın Osmanlı Devleti ile ilgili doğu siyasetini (Hristiyanlara bağımsızlık) şeklinde açıklamaktan çekinmiyordu. Bu tarih, Osmanlı Devleti’nde Müslüman olmayanların şurayı Devlet kadrolarının üye ve memur olarak üçte birini teşkil ettikleri tarihtir. Kirkor Agaton isimli bir vatandaş da o yıl Ulaştırma Bakanlığına getirilmiştir. Artık ne “İttihat-ı İslam” fikri, ne de devletin idamesi için toplulukların bir arada yaşamaları fikri, Rumlar’ın isyanına, Yunanistan’ın kurulmasına, Bulgarlar’ın ayaklanmasına, Bulgar prensliğinin teşekkülüne engel olamayacaktır.87 Ermeni hareketinin başlangıç tarihi olarak 1856 tarihli Islahat Fermanı’nı gösterebileceğiz. Islahat Fermanı ile Türkiye’de bulunan ve Müslüman olmayan toplumlara evvelce verilmiş bütün imtiyazlar ve ruhani muafiyetler kaldırılıyor ve gerekli ıslahatın, patrikhanelerde kurulacak meclisler tarafından hazırlanıp Babıâli’ye takdim etmeleri sağlanıyordu. Osmanlı Hükümeti 29 Mart 1862 günü bunu uygun görerek yürürlüğe koydu. Bu nizamname Türkiye Ermenileri’nin içtimaî durumları üzerinde yeni bir devir açması ve Osmanlı Devleti’nin onlara ne kadar müsfiid davrandığını göstermesi cihetinden son derecede büyük bir ehemmiyete haizdir.88 Osmanlı ülkelerinde Müslümanlar, vatanın korunması için canlarını verir ve ülke ekonomisinde kıymetli bir yer elde edemezlerken, Ermeniler ekonomik bakımdan en iyi hayat şartlarını elde ediyorlardı. Kendilerine verilen müsaadelerle; okullar, dernekler, şirketler açıyor, servet ve refahı temin edebiliyorlardı. Buna hükümetin teşvik ve yardımlarını da eklemek gerektir. 24 Mayıs 1860’da “Ermeni Genel Meclisi” tesis edilmiş, Yedikule Ermeni Hastahanesi, Hasköy Yetimleri Evi ve diğer Ermeni kuruluşları için resmi tahsisat 87 88 a.g.e. , s.83. Veysel Eroğlu, Ermeni Mezalimi, Sebil Yayınevi, Üçüncü Basım, İstanbul, 1995, s.39. 45 ayrılmış, Patrikhane’nin senelik bütçe açığı bile, devletin kasasından giderilmiştir.89 Buna rağmen, Rusya’daki Ermeni fikir adamları ve yazarlarının çıkardıkları gazete, kitap ve broşürlerde Osmanlı Ermenilerin Türkler aleyhinde kışkırttıklarını görüyoruz. Bu cereyan kısa zamanda Türkiye’deki Ermeniler’e de sıçradı.90 1.3.2.1.Tanzimat Sonrası Ermeni Faaliyetleri Tanzimattan sonra Ermenistan’ın istiklâli davası yavaş yavaş ilerlemeye başladı. Hakikatte Ermenilerin Osmanlı Devleti Hududları içinde hak iddia edecekleri bir karış toprak bile yoktu. Hatta Ermenilerin ekseriyetle meskûn oldukları bir saha dahi mevcud değildi. Üstelik Osmanlı idaresinden şikâyet edecekleri bir husus da yoktu. Çünkü Ermeni Patrikhanesi’ne lütfedilen hak ve imtiyazlar o derecede genişti ki, kendi mahkemeleri ve hapishaneleri vardı. Kendilerine tanınan bu geniş selâhiyetlerden istifade eden Ermeniler müreffeh bir hayat seviyesine ulaşmış bulunuyorlardı. Bir Ermeni vatandaşının ifadesi ile söylersek “Ermenilerin zenginliği efsanevî bir hal almıştı.” 1821 tarihinde Rumların isyanı üzerine, o tarihe kadar Fenerli Rumlar’da bulunan divan tercümanlığı vazifesi ve donanma tercümanlığı da Ermenilere verilmiştir.91 1860 yılında Ermeniler kilise yasası gereğince, patrik, kilise ve papazlar üzerinde tam yetkiye sahipti. Bab-ı Ali hiçbir şeye karışmıyor, Patrik ve adamlarının garantisi altında toplanan “haraç” vergisi almakla yetiniyorlardı. Patrikliğin dini ve dünyevi çifte gücü, bu yetkiye ticaret ve bankacılıktan zenginleşmiş bir oligarşi grubu el koymamış olsaydı, Müslümanlarla Hristiyanların eşit sayılmadıkları bir dönemde bile iyi sonuçlar verebilirdi. Bu grubun kurduğu “milli konsey”, Dadyan’a göre, devamlı bir entrika ve anlaşmazlık ocağından başka bir şey olamamış, Patrik bu ocağın emrinde uysal bir alet haline gelmiştir. 89 Anadol-Abbaslı, a.g.e. , s.68. a.g.e. , s.69. 91 Eroğlu, a.g.e. , s.38. 90 46 Esnaf loncaları çerçevesinde teşkilatlanmış olan Ermeni halkı işlerin yürütülmesine katılamıyor, liderlerin her türlü kötü hareketi karşısında sesini çıkaramıyordu, üstelik yapılan tenkitler Ermeni Kilisesi Yüksek Kurulu tarafından reddolunmaktaydı. Nihayet, Esnaf Birlikleri, Padişah’a başvurarak aracılığını rica ettiler. Böylece Patrik tarafından Esnaf Birliklerinden seçilen 14 üye, Yüksek Kurula kabul edildiler.92 Türkiye’de Ermeniler’in içtimaî durumları bu merkezde iken Rusya kendi ülkesindeki Ermeniler’e nefes aldırmıyordu. Üstelik Ruslar, Türkiye’deki Ermenileri istiklâl için tahrik ederken, Eçmiyazin (Erivan)’i 1828 tarihinde ellerine geçirdiler. Erivan, Ermeniler’in en büyük dinî merkezleriydi. Ruslar bu Ermeni Gregoryenlerinin mezhebini ancak 1836 yılında resmen tanımışlardır. Ancak bu tanıma insanî olmaktan ziyade, siyasî bir mahiyet taşımaktaydı. Ruslar, 1836 yılındaki kanuna rağmen 1903 yılında hududları içindeki Ermeni kilise ve mekteplerine âid emlâk ve araziye el koydular. Ancak bilâhare bu emlâk ve arazinin tahmin edildiği kadar büyük bir kıymeti haiz olmadığı anlaşıldığından Ermenilere iade olunmuştur. Türkiye’de yaşayan Ermenilerle Rusya’dakilerin karşılık durumlarını izah sadedinde naklettiğimiz şu kısacak malumat bile “Ermeni Davası”nın ne kadar haksız ve mesnetsiz olduğunu göstermeye kâfidir.93 1877 Rus Harbi böyle bir havada başladı. Bu savaş sona ererken İstanbul Patriği’nin, Eçmiyazin Katogikosluğu aracılığı ile Rus Çarı’ndan, Fırat’a kadar olan bölgenin Türkler’e geri verilmemesi yolunda bir talepte bulunduğu bilinmektedir. Savaş sona erince bu defa patrik, Rus karargâhına giderek barış anlaşmasına Ermeniler lehine bir madde konması talebinde bulundu. Ayastefanos Muahedesi’ne giren 16. madde bu talebin sonucu olup, Ermeniler’in yaşadığı vilayetlerde gerekli ıslahatın yapılması ve Ermenilerin Kürt ve Çerkezler’e karşı emniyetlerinin sağlanması hükmünü ihtiva eder.Bundan sonra Berlin Konferansı toplanarak Ayastefanos Muahedesi tadil edildi ve bunun 61. maddesi ile Doğu Anadolu vilayetlerinde ıslahat yapılması da hükme bağlandı.Berlin Kongresi’nden sonra Ermeni komitelerinin 92 93 Anadol-Abbaslı, a.g.e. , s.65. Eroğlu, a.g.e. , s.39. 47 kurulmaya başladığını ve bunların, Rusya’nın maddi ve manevi desteği ile çeşitli isyan hareketlerine başladıklarını görüyoruz. Bu arada da İmparatorluk ıslahat projesi için Rusya ve İngiltere ile görüşme halindedir. Keza Berlin Kongresi’nden sonra Ruslar’ın artık Balkanlar’da yapılabilecek bir iş kalmadığından Osmanlı Devleti’nin doğu vilayetleri ile çok yakından ilgilendiğini ve Ermeniler’i bu maksatla kullanmaya başladığını görüyoruz.1895 ve 96 yıllarında Asya Türkiyesi’nin pek çok vilayetinde ortaya çıkan ayaklanmaların sebebi, ne Ermeni köylülerin büyük sefaleti, ne de maruz bulundukları baskı idi. Zira bu köylüler komşularından çok daha zengin ve müreffeh idiler.Ermeni ayaklanması müteakip üç sebepten neşet ediyordu; Bunların siyasi konulardaki bilinen tekâmülleri. Ermeni halk efkârında, milliyetçilik, kurtuluş ve bağımsızlık fikirlerinin gelişmesi, Bu fikirlerin Batı hükümetlerince desteklenmesi ve Ermeni papazlarının telkin ve çabaları ile yayılması.”94 Babıâli 3 Ekim 1880’de elçilere, Ermenilerin bulundukları vilayetlerde yapılacak ıslahatla ilgili olarak müteakip açıklamaları yaptı; Van, Bitlis, Diyarbakır vilayetleri mahkemeleri daha iyi bir biçimde teşkil ve ıslah olunacaktır. Polis ve jandarma, bu illerde yeniden düzenlenecektir. Jandarma albayları Harbiye Nezareti’nden tayin edilecek, diğer subayların tayinleri valinin teklifi üzerine Harbiye Nezareti ‘nce yapılacaktır. Bu şekilde ıslahat çalışmalarına başlandı.95 Tanzimat ve Islahat Fermanlarının getirdiği bu eşitlik Müslüman halk tarafından hoş karşılanmadı. Çünkü Müslümanlar yüzyıllardan beri İslâm Hukukuna göre yönetici halk, gayrimüslimler ise kâğıt üzerinde de kalsa, ikinci sınıf halktı. Bu yeni düzenleme gayrimüslim halk tarafından da hoş karşılanmadı. Çünkü Osmanlı teb’ası olan gayrimüslimler Müslümanlarla eşitlik değil, bağımsızlık istiyordu. 94 Ergünöz Akçora, Van ve Çevresinde Ermeni İsyanları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul, 1994, s.99. 95 Mim Kemal Öke, Ermeni Sorunu 1914–1923, TTK Basımevi, Ankara, 1991, s.75. 48 1.3.2.2.Nizamnameler Dönemi Tanzimat’tan önce gayrimüslimler arasında genellikle ayırım yapılmaz, Hristiyan-Musevî, Katolik-Ortodoks aynı çerçeve içinde düşünülürdü. Tanzimat’tan sonra her din ve mezhep grubu ayrı ayrı ele alındı. Bu anlayış, bir anlamda daha önce Avrupa devletleri tarafından başlatılmıştı. Daha önce de belirtildiği gibi Ruslar Ortodoksları, İngilizler Protestanları, Fransızlar ise Katolikleri koruyor, daha doğrusu koruduğunu ileri sürerek Osmanlı Devleti’ne karışma nedeni yaralıyorlardı. Dağılmakta olan devleti elde tutabilmek amacıyla Osmanlı Devleti yeni ödünler vermek zorunda kaldı. Ancak verilen her ödün. sorunları çözmediği gibi, arkasından yeni istekler getirdi. Her şeye rağmen Osmanlı yöneticileri “millet sistemi” denilen bir uygulamayı başlattı. “Osmanlı topraklarında yaşayan her dinsel topluluk için birer nizamname” hazırlandı. Bu çerçeve içinde 1858 yılında başlayan çalışmalar tamamlandı.96 Hazırlanan tasarı, 1861 yılında yayınlandı ve “Rum Patrikliği Nizâmâtı” adıyla yürürlüğe girdi. Aynı yıl “Lübnan Nizamnamesi” hazırlandı ve burası Hristiyan bir vali yönetiminde bir tür özerk bölge oldu. 1862 tarihinde “Ermeni Milleti Nizamnamesi”, 1865 yılında ise “Yahudi Milleti Nizamnamesi” yürürlüğe konuldu. Bu düzenlemeler sürdürüldü ve 1878 yılında “Protestan Milleti Nizamnamesi” hazırlandı. Bunu Katolikler gibi diğer mezheplere ait azınlıkların nizamnameleri izledi. Zaman zaman bu nizamnameler yenilendi. Nizamnameler dönemi ile birlikte gayrimüslimler. Osmanlı Devleti’ne karşı daha rahat ve sistemli hareket etmeye başladı ve Avrupa devletlerinin desteğini almaya çalıştı. Osmanlı topraklarında yaşayan gayrimüslimler için uygulanan ve daha geniş hak ve özgürlükler tanıyan millet sistemi de sorunu çözemedi. Müslüman olmayan topluluklar arasındaki huzursuzluk ve devlete karşı başkaldırma eylemleri devam etti. Çünkü daha önce de belirtildiği gibi Müslüman olmayan toplulukların asıl istediği daha geniş hak ve özgürlükler değil, tamamen bağımsız olmaktı. Osmanlı Devleti’nin Avrupa devletlerinin karışmalarını önlemek amacıyla yaptığı reform niteliğindeki yetersiz yenilik hareketleri, devletin çöküşünü önleyemedi. Avrupa devletlerinin çıkarları, azınlıkların ayrılıkçı amaçlı ayaklanmaları Osmanlı Devleti’nin geri kalmışlığı ve çöküşünü hızlandırdı. Gayrimüslimlerin saldırıları ve ayaklanmaları giderek arttı. 96 Ercan, a.g.e. , s.39. 49 Gayrimüslim toplulukları nizamnamelerle yönetme ve daha geniş haklar vererek gelişen olayları önleme çabaları da sonuç vermedi. Aksine, gayrimüslimler daha geniş haklarla, daha sistemli biçimde mücadelesini sürdürdü. Ayrıca. Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışma fırsatı ve olanağı arttı.97 1.3.3.Teşkilatlanma, İsyanlar ve İhanetler Hepsinin amacı Ermenistan bağımsızlığı olmak üzere ilkin Türkiye’de, daha sonra ise yurt dışında çeşitli cemiyetler kurulmaya başladı. Önceleri esas niyetlerini kendilerine saklayarak hayır dernekleri görünümü veren bu cemiyetler içinde konumuz açısından en önemlileri Hınçak ve Ermeni İhtilal Cemiyetleri Birliği’dir. Ermeniler’in bağımsız “Ermenistan” istekleri 1879’da Bab-ı Ali’ye yaptıkları “Erzurum Vilayetinin Islahı Projesi” ile başlar. Bu teşebbüs, Patrikhane tarafından hazırlanılmış bir muhtıradır.Yalnız, bu muhtıra bile Ermeniler’in ne derece azgınlık ve küstahlık içerisinde olduklarını göstermesi bakımından büyük bir önem taşımaktadır. Berlin Barış Anlaşması’na Ermeniler tarafından koydurulan 61’inci maddenin bir sonucu olan bu istekleri, Anadolu’ya heyetler gönderilmesi ve 1880’de yabancı elçilerin Bab-ı Ali’ye verdikleri Nota takip etti.Daha sonra, 7 Eylül 1880’de 6 devlet elçisi, altı vilayette oturan milletlerin nisbetlerini gösterir bir cetvelle Bab-ı Ali’ye 61 inci maddeden doğan mesuliyetleri hatırlatan bir muhtıra verdi.98 Bunu yabancı elçilerin verdikleri sözlü nota, muhtıra ve ıslahat projeleri takip etti ve ardı arkası kesilmedi.99 Daha önceki bölümde de belirttiğimiz gibi, sosyal olaylar, tarihi hadiseler durup dururken, birdenbire patlak verip ortaya çıkmazlar. Bunları hazırlayan birçok, bazen de basit gibi görünen ancak karmaşık sebepleri vardır. İlk bakışta Ermeni olaylarının bir “mesele” olarak ortaya çıkışını, ne doğrudan doğruya yaklaşık yüzyıl önceki Büyük Fransız İhtilâli’yle, ne 1878 Berlin Kongresi’yle, ne Batılı devletlerin tahrik, teşvik ve finanse etmesiyle, ne patrikhane ve kiliselerin ruhani görevlerinin 97 a.g.e. , s.40. Anadol-Abbaslı, a .g.e. , s.71. 99 a.g.e. , s.72. 98 50 yanısıra dünyevi-siyasi işlere el atmasıyla, ne Osmanlı Devleti’nden Avrupa ve Amerika’ya gönderilip veya mahallinde yetiştirilip ihtilalci fikirlerle geri dönen Ermeni gençleriyle ve ne de sadece 1818, 1878, 1912 ve 1914 savaşları öncesi, sırası ve sonrasındaki olaylar, şuurlaşma, propaganda veya göç hareketleriyle, okullar, hayır cemiyetleri, komiteler, çetelerle, misyoner faaliyetleriyle veya Yunanistan, BosnaHersek, Bulgaristan olaylarıyla açıklamak ve bunlardan sadece biri veya diğerini esas alarak konuya bakmak doğru olmasa gerektir. Bunların hepsi de “Ermeni Meselesi”nin ortaya çıkmasını hazırlayan sebepler zinciridir. Bunlara bağlı olarak gelişen ve bu bölümde açıklamaya çalışacağımız başka tali sebepler de vardır. Bunlara verilecek öncelik ise, kronolojik olmalıdır. Yine olayları bugünkü verilerle veya peşin hükümlerle değil, zamanın şartları içinde ve o günün belgeleriyle ve bakış açılarıyla değerlendirmeye çalışmakla gerçeklere daha çok yaklaşılabilir.Ermeni milliyetçiliğinin teşekkülünde hareket noktası ise, dün olduğu gibi bugün de, patrikhane, kiliseler, okullardan başlamakta ve cemiyetler, komiter terör gruplarıyla devam etmektedir.100 1.3.3.1.Kiliselerin Rolü ve İhanetleri Ermeni Kilisesi’nin rolü, esasen bütün Ermeni tarihçileri tarafından kabul edilen bir husustur. Pastırmacıyan, Kilise için; “Ermeni Kilisesi, Ermeni milletinin kilise tarafından can verilen ruhunun yeniden dünyaya gelmek için, yaşadığı vücuttur.” diyor. Nalbantyan’ın görüşü de şöyle: “Bu nasyonalist çabada en büyük rol, bazı müstesna liderleri ve belli başlı manastırları vasıtasıyla, hem dini, hem entelektüel bir kuvvet olarak çalışan Ermeni Kilisesi tarafından oynanmıştır.Siyasi bağımsızlığın yokluğunda, Katolikos, milletinin emellerini temsil etmiş ve Diasporadakilerle anavatandaki Ermeniler arasında bir bağ haline gelmiştir.”101 Rusya’nın mezhep vasıtasıyla Osmanlı Ermenileri’ne müdahalesi üzerine 1830’da Ermeni Katolikleri ayrı bir cemaat şekline dönüştürülmüş ve 1831’de de Hogopos Çukuryan’ın patrikliğiyle Ermeni Katolik Patrikliği’nin kuruluşu II. Mahmut tarafından tanınmıştır. Yine 1828’lerden itibaren bazı Amerikan misyonerleri 100 101 Alkaya, a.g.e. , s. 48. Gürün, a.g.e. , s.31. 51 İngilizler’in de gayretleriyle Ermeniler arasında Protestan Mezhebi’ni yaymaya çalışmışlar ve dershaneler, parasız okullar kurup Ermenice İnciller dağıtarak 1846’da bir “Protestan Cemaati İdare Heyeti” teşekkül ettirmişlerdir. 1850’de bir fermanla bunlara bir “Protestan milleti mebusu seçme hakkı” verilmiş ve 1859’da da ayrı bir cemaat olarak tanınmışlardır.Bundan sonra her isyan hareketinde Batı’nın yanısıra patriklerin, papazların da parmağını görmek değişmez bir kaide haline gelecektir. Bunlardan bazılarını gözden geçirelim.102 Van’da bir manastırda matbaa kuran Hrimyan, Ermeni bağımsızlığını güden “Van Kartalı”, “Muş Kartalı” isimli gazeteleri 1857’den itibaren çıkarmaya ve Ermeni çetelerinin yaptıklarını örtbas etmek üzere vilayetlerde sözde Ermeniler’e yapılan zulüm ve baskılardan dem vuran raporlar yayınlamaya başlamıştır. Diğer taraftan etrafına topladığı ateşli Ermeni papazları ve gençlerine Ermeni kültürüyle ilgili dersler verdirmiştir.1869’da Ermeni patrikliğine seçilince, dini görevlerini bir tarafa bırakarak siyasi işlerle uğraşmaya başlamıştır. Faaliyetlerini çok ileri götürünce, patriklikten istifa ettirilmişse de, Türk-Rus savaşı sona erince, Yeşilköy önlerine gelen Grand Duc Nicola’yı ziyarete giden patrikhane heyetinin içinde yer almıştır. 1885 yılında da Eçmiyazin Katagikosu olmuştur. Patrikliği sırasında Ermeni Milleti Nizamnamesi’nin hükümlerini genişletip Doğu Anadolu’daki Ermeniler lehinde yeni imtiyazlar koparmak üzere 1872 başlarında hazırlattığı bir muhtırayı Osmanlı Hükümeti’ne vermiş bu görevden ayrılınca da yerine seçilen Patrik Narses Varjabetyan’ı etkilemekten geri durmamıştır.103 Patrik ve Katolikos seçilen Mığırdıç Hrimyan, 1857’de Van’da; Varrak Manastırı içinde matbaa kurarak, Ermeni istiklali peşinde “Vasporagan-Van Kartalı” isimli gazeteyi çıkaran azgın bir komitecidir. Hrimyan, patrik seçildiğinde bu Ermeni Nizamnamesinin tenkide uğrayan tarafları Ermeni Millet Meclisi’ne getirilmiş ve şikâyetler tekrar incelenerek, uzun münakaşalardan sonra bir bildiri düzenlenilmiş ve 1871’de hükümete müracaatta bulunulmuştur.Hrimyan’ın meclisin teşkil şekli üzerindeki görüşü Ermeniler’i arasında ikiliğe sebep oldu. 1873’te Hrimyan istifa etti. Yerine seçilen Nerses Varjabetyan, Fransa Parlamentosu’nun fikrini aynen almak suretiyle yeni bir Nizamname düzenletti. Varjabetyan, Patrik seçildiğinde; 1878 102 103 Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.35. Alkaya, a.g.e. , s.50. 52 Osmanlı-Rus Savaşı yeni bitmiş, Rus Ordusu Ayastafanos (Yeşilköy) önünde durarak, bu isimdeki anlaşma imzalanmıştı. Varjebetyan bir taraftan eski Patrik Hrimyan, diğer taraftan da daha sonra patrik seçilecek olan İzmirliyan’ın ve Patrikhane Meclisi’ndeki üyelerin tazyikleriyle İstanbul’daki yabancı sefirleri dolaşarak onların ilgilerini çekmeye çalışmış ve bu arada İngiliz Büyükelçisi Henry Elliot’la 1876 yılında görüşmüştür.104 Ancak Patrik Varjebetyan işin burada bitmediğini, ıslahat işinin bir basamak olduğunu ve esas gayelerinin milli istiklal olduğunu “Ermenistan’ın Ermeniler tarafından idaresi” formülüyle ifade etmiş ve bu fikirlerini Londra’da eski Patrik Hrimyan, Petersburg’da Horen Episkopos vasıtasıyla Avrupa’da yaymaya çalışmıştır.105 Layard ise, şimdilik acele etmemelerini ve yapılacak reformların neticelerini beklemelerini söylemişse de, Patrik’in kararlı tutumu ve yakında fiili olarak harekete geçeceklerini anlaması üzerine, muhtariyet teşebbüsüne geçtikleri takdirde bölgede çoğunlukta olan Müslümanların şiddetli tepkileriyle karşılaşacaklarını ifade etmiş ve bilahare Osmanlı otoritelerini de durumdan haberdar etmiştir.106 Altı yüzyıl boyunca dünyanın hiçbir devletince tanınmayan din ve vicdan hürriyetinden çoğu kere Müslümanlardan çok faydalanan Ermeni din adamları ve kiliselerin, XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başlayan isyan ve ihtilal hareketlerine karıştıkları hatta onları çoğu defa yönettikleri tarihi bir vakıadır. 20 Haziran 1890 tarihinde Erzurum’da bulunan Saint Asalyan Kilisesi ihbar üzerine aranmıştır. Buraya gelen Osmanlı askerlerine ateş açılmış ve iki subayla bir jandarma eri şehit edilmiştir. Yapılan aramada ise, Rusya’dan getirilip gizlenen silah, cephane ve bombalar bulunmuştur.107 Bitlis doğumlu ve Amerika’da tahsil yapıp tekrar memleketine dönen Jorcnab, Ermeni Kilisesi papaz vekili ve oradaki Amerikan Misyoner Okulu idarecileri, Ermenileri silahlandırmışlar ve Cuma namazına giden Müslümanlara 25 Ekim 1895’te bir suikast hazırlamışlardı. Çalınan üç çan işareti ve Ermeniler’in durumundan kuşkulanan Müslümanlar camiden hemen çıkmışlarsa da, kapıdaki silahlı Ermeniler’le 104 Mehmet Ali Birant, Ermeni Terörü, İstanbul, 1982, ss.12–14. Azmi süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, ss. 36–37. 106 Cevdet Küçük, Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayını, İstanbul, 1984, s.47. 107 Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi (1918–1921), Genelkurmay Başkanlığı Yayınları, Genel Kurmay Basımevi, Ankara, C:3, s.4. 105 53 karşılaşmışlardır. Çıkan müsaderede 200’e yakın Müslüman ve Ermeni ölmüş ve bir o kadar da kişi yaralanmıştır. Müteakiben çevrede çıkarılan olaylarda ise yine birçok kişi hayatını kaybetmiştir.108 1.3.3.2.Okullar, Hayır Müesseseleri, Cemiyetler ve Komiteler 1461 yılında Patrikhane’ye tanınan din ve vicdan hürriyetinin yanısıra Ermeni cemaatine kendi dillerinde eğitim-öğretim yapmaları, okullar, müesseler, cemiyetler kurmaları ve iktisadi-ticari gelişmelerini sağlamaları yolunda birçok imkânlar verilmiştir. Bunlar her padişah zamanında hem yazılı hukukta, hem de fiili olarak gelişmiştir. Kapitülasyonlar ve XVIII. ve özellikle XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nin her tarafında görülen misyoner faaliyetleriyle bu gelişmeye Batılılar da destek vermeye ve müdahale etmeye başlamışlardır. 1839 ve 1856 fermanlarıyla bu müdahaleler hem resmi bir hüviyet kazanmış, hem de müesseseleşme faaliyetleri hızlanmıştır. 1860’tan itibaren Ermeni Milleti Nizamnamesi, 1876 ve 1908 anayasaları ve özellikle 93 Harbi’ni müteakiben “Ermenilerin meskûn bulundukları vilayetlerde ıslahat yapılması” formülüyle sayıları Müslümanlarınkine ve başka ülkelerdeki Ermenilerinkine nazaran son derece çoğalmıştır. Maarifle, dinle, hayırla, ticaretle uğraşmak gayesiyle kurulmuş olmalarına rağmen, bunlar daha ziyade siyasetle ve nimetlerinden faydalandıkları devlete zararlı olacak çalışmalarla uğraşmaya başlamışlardır. Böylece başta İstanbul olmak üzere Anadolu ve Rumeli’nin her tarafında kiliseler, manastırlar, dini ve ladini okullar, kolejler, ilm-i ilahi müesseseleri, darü’l-eytamlar, darü’l-acezeler, darü’şşifalar, hastahaneler, Cemiyet-i Hayriyeler, komiteler kurulmuştur. Okullardan başlamak üzere bunların 1915-1916’lardaki durumlarını gözden geçirdiğimizde şu tablolar ortaya çıkmaktadır.109 1860’ta çalışmaları başlatılıp 1863 Mart’ında bir fermanla kabul edilen Nizamname-i Millet-i Ermeniyan’ın üçüncü bendinde; “Milletin vazife ve hakları arasında evvela milletin kültürel ve maddi ihtiyaçlarının karşılanmasına gayret sarf etmek, ikinci olarak Ermeni kiliselerinin iman ve efsanelerine leke ve zarar getirmemek, üçüncü olarak güven temin etmek ve dördüncü olarak kilise, hastahane, okul ve benzeri 108 109 İhsan Sakarya, Belgelerle Ermeni Sorunu, Genel Kurmay Basımevi, Ankara, 1984, s.115. Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.46. 54 müesseseleri ve ianeleri mamur halde tutmak prensipleri” getirilmiştir. Altıncı bendin onuncu maddesinde ise; “Ruhban ve mektep hocaları ile kilise, manastır, mektep ve hastahane memurlarının murakabe ve tecziyesi patrike ve ona bağlı olarak görev yapan meclis ve komisyonlara bırakılmıştır.”110 19. yüzyıl ortalarına doğru, Osmanlı Devleti’nin Ermeni Protestan Kilisesi’ni tanıması, Amerikan misyonerlerinin gayelerine ulaşmak için rahat çalışma fırsatı bulmalarına imkân hazırlamıştır. İstanbul’da Robert College, Hristiyan papazı Dr. Syrus Hamlin tarafından Türklüğü yok etme ve Hristiyanlığı111 yaymak gayesi ile kurulmuştur. Kolej, ilk olarak “Ermeni Okulu”nun bir dairesinde ihtilalci öğretime başlamıştır. Okulun bütün masraflarının Fransız Yahudileri tarafından finanse edildiğini söylemekte yarar görüyoruz. Bulgar istiklalini sağlayanlarla kalburüstü birçok Ermeni komitecisi, bu kolej mezunlarıdır.112 Referans vermeden “1901–1902 yıllarında İstanbul Ermeni Patrikhanesi’nin Resmi İstatistiği” adıyla Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni okul, talebe ve öğretmen sayısını Dr. Kevork K. Baghdjian şu şekilde vermiştir:113 110 a.g.e. , s.47. Anadol-Abbaslı, a.g.e. , s.83. 112 a .g.e. , s.84. 113 Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.47. 111 55 Tablo 1.4. Dr. Kevork K. Baghdjian’a Göre Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni Okul, Talebe ve Öğretmen Sayısı (1901-1902 Yılları) YER ERMENİ OKULU ERKEK ÖĞRENCİ KIZ ÖĞRENCİ ÖĞRETMEN Siirt 3 163 84 11 Amasya-Merzifon 9 1524 814 54 Şebinkarahisar 27 2040 105 42 Erzurum 27 1956 1178 85 Kığı 27 1336 367 43 Bayburt 9 645 199 32 Diyarbakır 4 690 324 27 Harput 27 2058 496 58 Eğin 4 541 215 22 Çemişkezek 12 556 272 15 Arapkir 18 713 123 25 Çrşsancak 12 617 189 18 Arapkir 18 713 123 25 Etesia 8 1091 571 26 Görün 12 736 78 20 Darende 2 260 70 5 Divriği 10 757 100 20 Sivas 46 4072 549 73 Bitlis 12 571 63 20 Erzincan 22 1389 475 63 Kemah 13 646 28 16 Bayezid 6 338 54 13 Muş 23 1034 284 35 56 Van 21 1323 554 59 Gediz 3 203 56 6 Ahdamar 32 1106 132 36 Tercan 12 485 10 12 Kiskim 3 80 - 3 Pasin Hınıs 7 315 - 7 Divranaguerd 8 352 15 - Palu 2 180 15 12 Malatya 8 505 50 15 Çukurova(Kilik) 9 872 230 19 Antep 9 898 708 58 Hatay 10 440 47 10 Halep 2 438 249 18 Haçin 4 508 69 12 Süleymanlı 10 605 85 15 Sis ve Çevresi 7 476 165 19 Adana 25 1947 808 69 Maraş 23 1361 378 44 Edirne 6 314 251 22 Rodos 9 1.017 856 48 İzmit 38 540 3103 212 Bilecik 10 1.120 143 21 Kütahya 5 825 349 23 İzmir 27 1.640 1.295 109 Ankara 7 895 395 29 Kayseri 42 3.795 1.140 125 57 Samsun 27 1.361 344 59 Trabzon 47 2.184 718 85 Bağdad 2 68 46 11 Yozgad 12 1.197 557 43 Bursa 16 1.345 733 54 Balıkesir-Bandırma 8 700 634 35 Tokat 11 1.408 558 50 Kastamonu 3 110 50 2 Konya 3 213 137 12 Armacah 2 190 110 6 803 59.513 21.713 2.088 GENEL TOPLAM Kaynak: Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü, Ankara, 1990, s.49. Verilen bilgiler ışığında görüldüğü üzere bu dönem Osmanlı Devleti toprakları üzerinde toplam 803 Ermeni Okulu bulunmaktadır. Buna karşın aynı dönemde Rusya ve Kafkasya’da 600 Ermeni okulu kapatılmış ve yine “yeni nesli Ermeni papazlarının zararlı tesirlerinden kurtarmak amacıyla” 320 Ermeni ilkokulu kapatılmıştır.114 Bu amaca hizmet etmek amacıyla XIX. yüzyıl sonları ve XX yüzyıl başlarında Ermeni cemiyetleri, okulları ve kiliseleri, kanuni ve dini bazı dokunulmazlıklardan da yararlanmak suretiyle, isyan, ihtilal hazırlıklarının yapıldığı birer “siyasi büro” ve silah ve mühimmat deposu veya imalathanesi haline gelmişlerdir.115 Bütün bu cemiyetler, sadece fikri mücadele vermekle kalmamış, yerine göre hem Türkler’e hem de fikirlerini benimsemeyen, kendilerine yardım etmeyen veya “devlete bağlılıklarıyla kendilerine ihanet eden” Ermeniler’i de öldürmekten ve Anadolu’nun çeşitli yerlerindeki isyan ve katliamlara iştirak etmekten kendilerini alamamışlardır.116 114 Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.49. a.g.e. , s. 51. 116 Osman Karabıyık, Türk-Ermeni Münasebetlerinin Dünü Bugünü, İhlas Matbaası, İstanbul, 1984, s.58. 115 58 Armenekan Komitesi; komitelerden ilkidir. 1885 yılında Portakalyan’ın yetiştirdiği dokuz kişi tarafından Van’da kurulmuştur. İstanbul’da doğup öğretmenlik yapan Portakalyan, Van’da kendi açtığı okulunda birçok militan Ermeni talebe yetiştirmiş ve olaylara karıştığı hükümetçe tesbit edilince Van’dan uzaklaştırılmıştır. Fransa’ya giden Portakalyan, orada “Armenia” gazetesini çıkarmış ve “kan dökmeden hürriyetin elde edilemeyeceği” propagandasını yaymaya başlamıştır. Gazetenin 1885’te Osmanlı Devleti’ne, 1886’da Rusya’ya girişleri yasaklanmışsa da, gizlice buralara gönderilmiştir.117 Hınçak Komitesi; Portakalyan ve gazetesi Armenia desteğinde 1897 yılında İsviçre’de ateşli Armenia yazarlarından Avedis Nazarbekian, eşi Maro, Haraciyan ve Kafkasyalı bir grup öğrenci tarafından kurulmuştur. Kurucularından hiçbirinin Osmanlı Devleti’ne ayak basmadıkları bu komite, Karl Marx’ın prensipleri doğrultusunda faaliyet göstermiş ve idarecileriyle üyelerinin büyük bir kısmını Rusyalı Ermeniler teşkil etmiştir.118 Hınçak komitesi, Kumkapı gösterisinde, Sasun İsyanında, Babıâli gösterisinde ve Zeytun İsyanı’nda yer almış ve birçok cinayete iştirak etmiştir. Komite Marksist eğilimlerinden dolayı Ermeni halkı arasında pek rağbet bulmamıştır. Mensupları arasında 1902’de çıkan anlaşmazlıklar üzerine birçok komiteci İngiltere, Rusya, Mısır, Bulgaristan, Kafkasya ve İran’da sokak ortasında öldürülmüştür.119 Taşnaksutyun’la birlikte Hınçak komitecileri, silah ve mühimmat depolarıyla İtilaf Devletleri safında I. Dünya Savaşı’na iştirak etmişlerdir.120 Daşnaksutyun veya “Ermeni İhtilal Cemiyetleri Federasyonu” 1890’da Tiflis’te kurulmuştur. Amacı, Tiflis’teki “Genç Ermenistan”, Van’daki “Armenakan” ve “Hınçak” Ermeni komitelerini birleştirmek, Osmanlı Devleti’ne çeteler sokmak, buradaki Ermeniler’i silahlandırmak, köylülere silah kullanmasını öğretmek, çeteler kurmak, çete başları yetiştirmek, savunma teşkilatı kurmak, taraftar toplayarak isyan, ihtilal çıkarmak ve Ermenistan’ın bağımsızlığını sağlamaktır. Komitenin sloganı ise, 117 Gürün, a.g.e. , s.129. Süslü, Türk Tarihinde Ermeniler, s.146. 119 a.g.e. , s.147. 120 Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.54. 118 59 “Türk’ü, Kürd’ü, nerede ve hangi şartlarda görürsen öldür. Gericileri, sözünden dönenleri, Ermeni hafiyelerini, hainleri öldür, intikam al.” şeklinde idi. Karl Marx’ın; “Bir düzine silah nakledecek çete, bir düzine programdan daha tesirlidir.” prensibinden hareket eden komite, üç yıl boyunca bir program ortaya koymamıştır.Yayın organı Truşak olan komite, Osmanlı Bankası baskınına, 1904 Sasun isyanına, Yıldız suikastına katılmış ve birçok cinayette rol almıştır.121 1.3.3.3.İsyanlar ve Olaylar 1882 yılında Erzurum’da Ermeniler’in büyük bir silah deposu ortaya çıkarıldı. Hükümet tahkikatı genişletti, suçlular tevkif edildi, ancak İstanbul Patrikliği’nin şefaati ile bunlar affedildi.1888 yılında İstanbul Patrikliği’ne Aşıkyan geldi. Ermeni isyanları bu patrik zamanında başlamıştır.122 1.3.3.3.1.Erzurum İsyanı Ermeni ihtilalcileri, Türkiye’de ilk siyasi örgütlerini Erzurum’da kurdukları gibi ilk ayrılıkçı isyanlarını da yine burada çıkarmışlardı.123 İlk isyan 20 Haziran 1890’da Erzurum’da patlak verdi. Vilayet, Ermeniler’in Rusya’dan silah ve cephane getirerek bunları kilise ve okulda sakladıkları haberini almıştı. Buraların aranmak istenmesi sırasında Hınçaklar aramayı ihtilale güzel bir vesile telakki ettiler ve başta Kerekciyan olduğu halde nümayişe başladılar.124 Yabancı temsilcilerin ve Patriğin müdahaleleri sonucunda olaydaki ölüm ve yaralamalardan suçlu görülüp yargılanan 28 Ermeni, 22 Eylül tarihinde serbest bırakılmışlardır. Ayrıca davaya bakan savcı da görevinden alınmıştır.Erzurum Ermeni isyanı Avrupa’da önemli ölçüde yankılanmış ve Müslümanlar, Ermenileri katlediyor şeklinde propaganda edilmiştir. Avrupa basınında olay, Ermenilerin ağzından abartılı 121 Uras, a.g.e. , s.442. Mehmet Kanar, Ermeni Komitelerinin Emelleri ve İhtilal Hareketleri, Der Yayınları, İstanbul, 2001, s.35. 123 Muammer Demirel, “Erzurumda Ermeni İsyanları (1890–1895)” Türkler, C:13, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s.99. 124 Uras, a.g.e. , s.459. 122 60 bir şekilde yer almıştır.125 1895 yılında Erzurum’da Ermeni ihtilalciler, isyan için Eylül ayında son hazırlıklarını yapmışlardı. Taşnaksutyun ve Hınçak komiteleri faaliyetlerini artırmışlar ve Rusya’dan gelen yeni militanlar örgütlere katılıyordu. Komiteciler, Vilayet Meclisi ve İstinaf Mahkemesi üyeliklerinde bulunan iki Ermeni ileri gelenini tehdit ederek görevlerinden istifa etmelerini ve çıkaracakları ayaklanmada kullanacakları silahları satın almak için onlardan para talep etmişlerdir. İngiliz Konsolosu Graves, bu militanların Rusya Ermenisi olduklarını bildirmektedir. Hınçak militanları, tehditlere aldırmayıp kendilerini desteklemeyen Ermenileri katletmekten de hiçbir şekilde çekinmemişlerdi. 5 Ekim’de Erzurum’da Avukat Artin Sarkis Efendi ve Tüccar Simon Bozoyan Ağa Hınçak militanları tarafından bıçaklanarak öldürülmüşlerdir. Bu olaydan dolayı bir Rusya Ermenisi tutuklanmıştır. Bu öldürülenler örgüte girmediklerinden ve destek vermediklerinden öldürülmüştür. Komiteler, böylece kendilerine destek vermeyen Ermeni halkı önce sindirerek, zorla da olsa destek sağlamak ve dış kamuoyuna da bütün Ermeniler aynı gaye etrafında toplanmışlardır görüntüsü vermek istemişlerdir.126 Olayları genelleştirerek netice almak niyetinde olan Ermeni komiteciler, aynı anda Erzurum’un çevresinde de isyanları başlatmışlardır. Erzurum isyanıyla aynı gün başlatılan Bayburt olayından başka, Vilâyet’e bağlı Hınıs, Erzincan, Refahiye, Kuruçay, Kemah, Tercan, Pasinler, Kiği ve Eleşkird kazalarında da ayaklanmalar çıkarılmış ve Ermenilerle Müslümanlar arasında kanlı çatışmalara neden olmuştur. Buralardaki çatışmalarda, her iki taraftan çok sayıda insan ölmüş ve yaralanmıştır.127 Olayların cereyan tarzından anlaşılacağı gibi eğer bir katliam varsa onu, olayları başlatan, hatta kendilerine destek vermek istemeyen Ermeni ileri gelenlerini öldürerek, Müslüman halka saldırıp öldürerek, çatışma ortamı yaratıp Müslümanların Ermenilerin üzerine saldırmasını sağlayan Ermeni ihtilalcileri yapmışlardır. Türk güvenlik kuvvetleri ise kendilerine de silahla saldırılmasına rağmen, İngiliz konsolosunun da övgü ile bahsettiği gibi, her zaman koruyucu olma özelliğini 125 Demirel, a.g.m. , s.103. a.g.m. , s.104. 127 a.g.m. , s.105. 126 61 kaybetmemiştir.128 1.3.3.3.2.Kumkapı Gösterisi 1890 Temmuz’unda Hınçaklar İstanbul’da bir gösteri tertiplediler. Kumkapı Gösterisi diye isimlendirilmiş olan bu nümayişin programına göre evvela Patrikhane’de bir bildiri okunacak sonra patrikle birlikte bir heyet saraya giderek bildiriyi padişaha takdim edeceklerdi.Bildiri Patrikhane’de okundu. Ancak patrik saraya gitmek istemediğinden komiteciler Patrikhane’yi basarak zorla bir arabaya sokulup hareket edildi. Gene hareketin muhalif Ermeniler tarafından haber verilmesi üzerine arabayı yolda çeviren askerlerin üzerine ateş açıldı. Ermeniler’in kendi nakillerine göre 6–7 asker ağır, 10 kadarı da hafif yaralandı. İki Ermeni komiteci de öldü.129 1.3.3.3.3.Müteferrik Olaylar 1892–1893 yıllarında Ermeniler Kayseri, Yozgat ve Çorum bölgelerinde olaylar çıkardılar. Merzifon’da isyan çıkarmaya teşebbüs etiler. Suçlular Ankara’da muhakeme edildiler, elebaşları idama mahkûm oldular. Ancak hareketlerin asıl beynini teşkil eden ikisi, Merzifon Amerikan Koleji öğretmeni Karabet Tomayan ile aynı okul öğretmeni Ohannes Kayayan İngiltere’nin tavassutu ile affedildiler.Hınçak Komitesi Kumkapı Gösterisi’nden netice alamayıp, büyük devletleri harekete geçirtemeyince, 1894 yılı içinde, İstanbul’da Ermeni ileri gelenlerine karşı suikastler tertiplemeye başladı, bu suikast serisi Patrik Aşıkyan’a kadar uzadı. 25 Mart 1894’te patrike tabanca ile saldırıldı. Tabanca ateş almayınca saldırgan Ermeni tutuklandı. Saldırganın sorgulama sırasında Aşıkyan’ın Ermeni düşmanı olduğunu, sık sık hükümete ihbarlar yaptığını, Ermeniler’in de milleti bu adamdan kurtarmak için and içtiklerini söylediği, Fransız Sefiri Cambon’un bakanlığına yolladığı ve Fransızlar’ın “Sarı Kitabı”nda yer alan telgrafında okunmaktadır.130 Hınçak Komitesi’nin İstanbul şubesinin reisi ve bütün bu olayları organize eden kişi Murat komiteci takma adını taşıyan, 1908 Meşrutiyeti’nden sonra Kozan’dan 128 a.g.m. , s.107. Alkaya, a.g.e. , s.61. 130 a.g.e. , s.61. 129 62 milletvekili seçilen Hamparsun Boyacıyan’dır.Bu suikastten sonra Patrik Aşıkyan istifa etti, yerine İzmirliyan geçti.131 1.3.3.3.4. I.Sason (Sasun) İsyanı Hınçak Komitesi’nin organizesi ile 1894 yılında Sason’da büyük bir Ermeni ayaklanması gerçekleştirilmiştir. Bu ayaklanmada, Hınçak Komitesi başarı kazanmış ve başta İngiltere olmak üzere Fransa ve Rusya, Osmanlı Devleti’ne bir memorandum vererek Ermenilerin yaşadığı yerlerde, taahhüd edilen reformların yapılmasını istediler. Osmanlı Yönetimi, Avrupa devletlerini teskin etmek ve gerçekten doğu vilayetlerinde bir reform yapmak için “Anadolu Reform Müfettişliği”ni kurmuştur.132 29 Ağustos 1894 günü I. Sason İsyanı patlak verdi. Bu isyanı organize edenin, bilahare kurulan ve içinde üç devletin (Fransa, İngiltere, Rusya) konsoloslarının da bulunduğu tahkikat komisyonu raporunda tespit edildiği üzere Hamparsun Boyacıyan olduğu görülmektedir.133 İsyana katılanlar 3.000–4.000 civarında gösterildiğine göre ölenlerin sayısının herhalde bini geçmemiş olduğu doğrudur.134 Olaylardan sonra Van Konsolosu Holward, inceleme yapmak üzere Sason’a gitmek istemiş, hükümet bu adamı olayların tahrikçisi olarak kabul ettiğinden, gitmesine izin vermemiştir.135 23 Temmuz 1895’te siyasi sebeplerden dolayı mahkûm Ermeniler hakkında genel af ilan edildi.136 1.3.3.3.5.Babıâli Gösterisi Bu genel af müspet değil menfi bir etki yaptı ve 18 Eylül 1895 günü Hınçak Komitesi İstanbul’da yeni bir gösteri düzenledi. Babıâli Gösterisi olarak bilinen bu 131 Anadol, a.g.e. , s.225. Demirel, a.g.m. , s.104. 133 Uras, a.g.e. , s.473. 134 a.g.e. , s.477. 135 Anadol, a.g.e. , s.226. 136 Alkaya, a.g.e. , 64. 132 63 nümayişe 5000’e yakın Ermeni’nin katıldığı, polis ve jandarmaya ateş açıldığı, fakat Babıâli önünde durduruldukları, askerin işe karışmasına gerek olmadan Ermeniler’in dağıtıldığı bilinmektedir. İsyanın elebaşıları durumunda olup da kiliselere sığınan komiteciler de yabancı devletler elçilerinin müracaatı üzerine affedilmişlerdir. Babıâli Gösterisi’ni 45 gün devam eden Zeytun İsyanı takip etti.137 1.3.3.3.6.Zeytun İsyanı Zeytun isyanları miladi 1545 tarihinden meşrutiyetin ilanına, yani 1908 senesine kadar takriben dört yüzyıl devam etmiştir. Aslında dağlık olan bu kaza halkı mevkiinin sarplığından istifade ederek feodal bir idare altında toplanmışlar, İşehan Prens adını verdikleri liderleri marifetiyle idare olunmuşlardır. İşehanlar dört mahalleden ibaret olan Zeytun’un birer mahallesini idare eden dört şahıs olup her biri kendi mahallesine hâkimdi. Türk köyleri bunlara vergi verir ve vergiler İşehanların tayin ettiği kişiler tarafından toplanırdı. Bu idare tarzı 1895 senesine kadar devam etti. Nihayet yine bu tarihte Osmanlı Hükümeti İşehan adı verilen bu şahısların hem nüfuzuna, hem de idare tarzına son verdi.İşehanların gerek Osmanlı Hükümeti’ne ve gerek Türk ahaliye karşı almış oldukları vaziyet ilk olayları doğurdu.138 Maraş’ın bir kasabası olan Zeytun’da isyan kararının 16 Eylül 1895 günü alındığı kaydedilmektedir. İsyan başlayınca telgraf telleri kesilip bütün kasaba, 2000’i silahsız, 4000’i silahlı olmak üzere kışla ve hükümet konağını sararak kaymakamı, 50 subay ve 600 erden ibaret birliği esir ediyorlar, bu esirler Zeytunlu Ermeni kadınlar tarafından öldürülüyorlar. İmdada gelen nizamiye kuvvetleri Zeytun’u kuşatıyor. Kasabaya girilmek üzere iken İstanbul’daki elçiler müdahale ederek, arabuluculuk teklif ediyorlar, Elçilerin müdahalesi ile ilgili yazışmaları Fransızlar’ın 1893–1897 yıllarına ait “Sarı Kitabı”ndan takip etmek mümkündür.139 Zeytun İsyanı devam ederken Babıâli 6 vilayette yapılacak ıslahat konusunda kendi hazırladığı bir projeyi, 20 Ekim 1895 tarihinde Fransa, Rusya ve İngiltere 137 Anadol, a.g.e. , s.238. Kanar, a.g.e. , s.23. 139 Anadol, a.g.e. , s.260. 138 64 sefaretlerine sunuyordu.Islahat Projesi’nin bu şekle dönerek Mayıs Projesi’nden uzaklaşması üzerine Ermeni komitecilerinin faaliyeti büsbütün arttı, Zeytun İsyanı zaten devam ediyordu. Diyarbakır’da da isyan hareketi başladı, Trabzon, Erzurum, Sivas’ta olaylar çıktı.Bunlar genişlemeden bastırıldı, ancak Anadolu’da yer yer isyanların zuhuru üzerine devletler 12 Kasım 1895’te Babıâli’ye müracaat ederek tebaalarının emniyeti için İstanbul’a birer harp gemisi getireceklerini bildirdiler. Babıâli bu talebe karşı koyamadı ve izin verdi.140 1.3.3.3.7.Van İsyanı Van’da 1895 Ekim’inde başlayıp 1896’da şiddetlenen olaylara karşı Osmanlı Devleti gerekli önlemleri alınca, Ermeni yanlısı devletler feryat etmeye, birçok menfaatleri gider korkusuyla karşı çıkmaya başladı. İsyan için bir yıldır hazırlık yapılmakta, Ermeni halktan toplanan silah vergisi ile Hınçak komitelerince silah ve cephane depolanmakta idi. İsyanı yönetecek olanlar da İran ve Rusya yoluyla Van’a gelmişlerdi.Van İsyanı da, Zeytun İsyanı gibi, yabancı devletlerin müdahalesi ve asilerin affedilmesi ile sona erdi. Van İsyanı’ndan sonra Hınçak Komitesi’nin Türkiye’deki faaliyeti, komite içindeki bölünme sonucu fiilen sona erdi ve meydan Taşnaksutyun’a kaldı.141 1.3.3.3.8.Osmanlı Bankası Baskını Komiteciler yabancı devletlerin müdahalesini daha esaslı olarak sağlamak için Osmanlı Bankası’nı basmaya ve burayı havaya uçuracaklarını öne sürerek maksatlarına nail olmaya karar vermişlerdi.142 14 Ağustos 1896 günü İstanbul’da Osmanlı Bankası’na yapılan saldırı Taşnaksutyun’un eseridir.Komitacılar bankayı, sabah saatinde müşteri gibi girerek, işgal ettiler, içerideki personel ve müşterileri esir alarak, bankayı kuşatan güvenlik kuvvetlerine silah ve bomba ile saldırdılar. Banka Genel Müdürü Sir Edgar Vincent, Rus Sefareti Tercümanı Maximoff ile Abdülhamit’in huzuruna çıkıp tavassut istediler. 140 Alkaya, a.g.e. , 66. a.g.e. , 68. 142 Kanar, a.g.e. , s. 21. 141 65 Padişah bir felakete sebebiyet verilmemesi için işin çözümlenmesini Maximoff’a bıraktı. O da komitacılarla görüşerek onları bankadan çıkmaya razı etti. Bunlar Messagerie Maritimime’in Gironde isimli gemisine bindirilerek Türkiye’den ayrıldılar.Avrupa basını bu olayı da Ermeniler’in katli şeklinde aksettirmekte kusur etmedi.Bu olay üzerine Ermeni Patriği İzmirliyan istifa mecburiyetinde kalmıştır. Yerine Bursa Efiskoposu Partigimos Patrik Kaymakam oldu.143 1.3.3.3.9. II.Sason (Sasun) İsyanı Sason’daki ikinci isyan 1903 yılı sonlarına doğru başladı ve kısa zamanda bölgeye yayıldı. Nasihatle asiler yola getirilemeyince 13 Nisan 1904’te bölgeye asker sevk edildi. Çeteciler Ağustos’a kadar mücadeleye devam ettiler, sonunda Antranik Kafkasya’ya kaçmayı başardı. Küdülyan isimli bir Ermeni, Beyrut’ta 1929 yılında, “Antranik Savaşları” isimli bir kitap neşretmiştir. Bu kitapta isyan sırasında yapılan çatışmalar ve zayiat nakledilir. Bunları kaydetmekte fayda vardır; 13 Nisan’da başlayan vuruşmalarda 800– 1000 Türk öldürüldü, Ermeniler’den 11 kişi yaralandı. Kon mevkiindeki savaşta Türkler’den 17 kişi öldürüldü, 14 kişi yaralandı, Ermeniler’den 4 kişi öldü. Gurava çarpışmasında 70 Türk, 2 Ermeni öldü. Bu rakamlarla, Türkler’in Ermeniler’i katlettikleri yolundaki propaganda rakamlarını karşılaştırmak enteresandır.144 1.3.3.3.10.Yıldız Suikastı Taşnakların son teşebbüsleri Abdülhamit’e yapılan suikast oldu. Olay 21 Temmuz 1905 günü cereyan etti. Abdülhamit camiden çıkarken Şeyhülislam ile bir konu üzerinde görüşmeye başlamış olması sayesinde suikastten kurtuldu, ama tabiatıyla pek çok ölen ve yaralanan oldu. Suikastçilerden yakalananlar mahkemeye sevk edildiler, aralarından sadece birisi idama mahkûm oldu, onun cezasını da padişah affetti.145 143 Anadol, a.g.e. , s. 254. Uras, a.g.e. , s.473. 145 Celal Bayar, Ben de Yazdım, Baha Matbaası, C:3, İstanbul, 1965, s.904. 144 66 1.3.3.3.11.Adana İsyanı Ermeniler için hayali Rupinyan Krallığının hüküm sürdüğünü iddia ettikleri Kilikya’yı diriltmek, Ermeniler’in bir kısmını burada toplamak kutsal bir gaye idi. Kilikya için yazılmış pek çok şiir bu özlemi ifade eder. Ruslar’ın kışkırtmalarıyla bir süre; Maraş, Haçin ve Sis gibi yerlerde Ermeni nüfusunu yoğunlaştırmaya çalışma gayretleri bu yüzdendi.146 Meşrutiyetin ilanı yurt içinde de kolay hazmedilemedi, 13 Nisan 1909 günü tarihte 31 Mart Vakası diye tanımladığımız hareket vukua geldi. Adana Vakası diye meşhur olan isyanla aynı tarihte başlar.147 1909 senesi Nisan ayında tarafların münasebetleri o kadar gerginleşmişti ki, akşama-sabaha, halkın birbiri üzerine saldıracaklarına artık kimsenin şüphesi kalmamıştı. Ennihayet Nisan’ın 14. günü Monsenyör Muşeg’in emriyle en evvel Ermeniler tarafından başlayan tecavüzlerle Adana Vakası ortaya çıktı.Adana, Tarsus’ta, Hamidiye’de, Misis’te, Erzin’de, Dörtyol’da Azizli’de, hülasa Ermeniler’in çokluk olduğu her yerde öyle müthiş katliamlar başlamıştı ki, bunların tafsilatını okumak insanı cidden nefretlere duçar eder. İşte ilk Adana Vakası’nın sebep ve amilleri bunlardır. İkinci Adana Vakası denilen ve birinciden 11 gün sonra meydana gelerek yalnız Adana şehrine inhisar eden vaka ise, gece vakti bazı Ermeni gençleri tarafından askerin ordugâhına ateş edilmesi üzerine başlamış ve Adana şehri katliamının daha fena bir şekil almasına sebep olmuştur.148 Cemal Paşa Adana Vakası esnasında 17.000 Ermeni ile 1650 Müslümanın öldüğünü kaydediyor ve Adana’da Ermeniler adet itibariyle Türkler’den üstün olsalardı bu iş aksi olur, Ermeniler Türkler’i katliam etmiş olurlardı, katliam esnasında tarafların gösterdiği temayüller yekdiğerinden farklı değil diyor. Adana Vakasından hemen sonra Adana’ya vali olan ve vaka mesullerini “Örfî İdare Divan-ı Harbi”ne sevk eden Cemal Paşa’nın yazdıklarının tarafsızlığından şüphe 146 Anadol, a.g.e. , s.309. Yusuf Halaçoğlu, Ermeni Tehciri, Babıâli Kültür Yayıncılığı, İstanbul, 2005, s.40. 148 Cemal Paşa, Hatıralar, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1977, s.348. 147 67 etmek için sebep olmayacağı, katliamda ölen Ermeniler’in miktarı olarak verdiği 17.000 rakamı ile belli olmaktadır. Zira Ermeni Patrikhanesi’nin teşkil ettiği soruşturma heyetinin tesbit ettiği ve mübalağalı olması normal ölü sayısı da 23.330’dur.149 1.3.4.Birinci Dünya Savaşı Öncesi Ermeni Nüfusu Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni nüfusunu çeşitli kaynaklar kaydetmiştir. Kaydettikleri rakamları nasıl hesapladıkları hakkında bu kaynaklarda bir kayıt yoktur. Ancak hemen kaydedelim ki bir nüfus sayımına dayanan yegâne kaynak Osmanlı Devleti rakamlarıdır. Bunlar 1905 yılında yapılan sayıma dayanır. Belirttiğimiz kaynaklardaki verileri bir liste haline getirirsek: Tablo 1.5. 1905 Yılındaki Kaynaklarda Yer Alan Verilere Göre Ermeni Nüfusu Kaynak Nüfus Basmacıyan 2.380.000 Kontenson 1.400.000 Lynch 1.345.000 Kevork Arslan 1.800.000 M. Leard 2.560.000 İngiliz Salnamesi 1.056.000 Britannica 1.500.000 Revue de Paris 1.300.000 Sarı Kitap 1.555.000 Osmanlı İstatistiği 1.295.000 Kaynak: Ahmet Suat Alkaya, Ermeni Tehciri Ve Eskişehir Ermenileri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2006, s.77. Ermeni kaynaklı ve mübalağalı olduğu aşikâr rakamları bir tarafa bırakırsak, Batı kaynaklı rakamların 1.056.000 ile 1.555.000 arasında değiştiğini ve bu durumda yuvarlak rakam 1.300.000 olan ve netice itibariyle nüfus sayımına dayanan Osmanlı istatistiklerini en sıhhatli rakam olarak alabileceğimizi görürüz. Bununla beraber kati bir 149 Uras, a.g.e. , s.558. 68 rakam vermek istemezsek rahatlıkla Türkiye’deki bütün Ermeni nüfusunun 1.300.000 olduğunu söyleyebiliriz.150 1.4.BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI DÖNEMİ 1.4.1.Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeniler I. Dünya Savaşı sırasında ise, Osmanlı askeri olarak düşmana karşı savaşan veya geri hizmetlerde çalışan Ermeniler de bulunmasına rağmen, bunların büyük bir kısmı cephede düşmanla birlikte Türkler’e karşı savaşmış, cephe gerisinde de kadın, çocuk, yaşlı ayrımı yapmaksızın katliama girişmişler, yüzbinlerce Müslüman’ın hayatına kastederek Anadolu’yu bir harabe haline çevirmişlerdir. Devletin bunları yatıştırmak ve durdurmak için aldığı tedbirler istismar edilmiş ve İtilaf Devletleri’nin de tahrik ve vaatleriyle Ermeniler, bin yıl refah içinde yaşadıkları ülkeyi parçalamaya başlamışlardır.151 1.4.2.Ermeni Gönüllülerinin Faaliyetleri Savaşın başlamasıyla birlikte Osmanlı Devleti açısından üç güruh ortaya çıkmış ve bunlar kendi adlarına savaştan karlı çıkmaya çalışmışlardır. Bunlardan birincisi Ermeniler’dir. Ermeniler Türk, Rus ve İran hâkimiyetinden kurtularak bağımsız yeni bir devlet kurma çabası içerisine girmişlerdir. İtilaf Devletleri ise hem içeriden hem de dışarıdan Ermeniler’i silahlandırıp onlara bağımsızlık vaatleri vererek Osmanlı Devleti’ni parçalama adına kışkırtmaya çalışmışlardır. Osmanlı Devleti ise bu döneme kadar uygulamaya çalıştığı ıslahat çalışmalarından vazgeçerek Ermeniler’in başlatmış olduğu terör hareketlerinden halkı koruma ve Ermeniler’e yönelik nakil faaliyetlerine girişmiştir.152 Bir taraftan komiteler, diğer taraftan da içerideki ve dışarıdaki kiliseler, bağımsız bir Ermenistan’ın kurulması için bundan daha iyi bir bahane bulunamayacağı 150 Alkaya, a.g.e. , s.77. Hüsamettin Yıldırım, Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Sistem Ofset Yayınları, Ankara, 2000, s.7. 152 Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.64. 151 69 kanaatine varmışlardır. Bu amaçla daha 1914 Haziran’ında Erzurum’da yapılan kongresinde Taşnaksutyun; İttihad ve Terakki Hükümeti’nin Hıristiyan unsurlara ve özellikle Ermeniler’e karşı eskiden beri takip ettiği iktisadi, sosyal ve idari politika ve ıslahatı uygulama konusundaki tavrını bahane ederek İttihad ve Terakki’ye karşı muhalefet etmeye, onun siyasi programını tenkit etmeye, kendisine ve teşkilatına karşı şiddetle mücadele etmeye karar vermiştir.153 Bu arada Ermeni komiteleri Osmanlı topraklarındaki şubelerine şu talimatı vermişlerdir: “Rus Ordusu hududdan ilerler ve Osmanlı askerleri çekilirse, her tarafta birden eldeki vesait ile kıyam olunacak. Osmanlı Ordusu iki ateş arasında bırakılacak, mebani ve müessesatı-ı emiriyye bombalarla berhava edilecek, yakılacak, hükümetin kuvveti dâhilde işgal olunacak, levazım kafileleri örülecek. Bilakis Osmanlı Ordusu ilerlerse, Ermeni askerleri silahlarıyla Ruslar’a iltica edecek ve kıtalarından firarla çeteler teşkil edeceklerdir.154 1.4.3.Batının Müdahalesi Eçmiyazin Katogikosu, Rus Çarı II. Nicolas’ı “Ermeniler’in hamisi” olarak ilan ederken, resmi yayın organı Ararat’ın Ağustos 1916 nüshasında Katogikosluk, “Bütün Ermeniler’in malen, bedenen Rus ordularına yardım etmeleri gerektiğini” yayınlamıştır. Rus Çarı ise, Ermeniler’e hitaben yayınladığı beyannamede “Asırlardan beri devam eden sadakatiniz benim için bu büyük günde de bütün vazifelerinizi sarsılmaz bir iman ve kanaatle ifa edeceğinize ve gerçek davamızın ve silahlarımızın kesin zafere ulaşması için çalışacağınıza bir delildir.”155 ifdesi üzerine, Ermeniler’in bir kısmı Türkler’e karşı savaşan Rus ordularına katılırken, birçokları da mallarını, mülklerini satarak gönüllü alaylarına iştirak etmişlerdir. Bu sonuncular bölgeyi iyi tanıdıkları için hem Ruslar’a rehberlik etmiş, hem de sabotajlar yapmışlardır.156 Ermeni gönüllülerinin, çetelerin cephede ve cephe gerisinde yaptıkları faaliyetlerle ilgili Dâhiliye Nezareti’yle Üçüncü Ordu Komutanlığı ve Başkomutanlık 153 Uras, a.g.e. , s.579. Birant, a.g.e. , s.96. 155 a.g.e. , s.36. 156 Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, , s.66. 154 70 arasındaki yüzlerce yazışma Genelkurmay Başkanlığı ATAŞE Arşivi’nde bulunmakta ve yukarıdaki Ermeni faaliyetlerini teyit etmektedir. Bunlardan birkaç tanesini gözden geçirelim; 14 Ekim 1914 tarihinde Üçüncü Ordu Kumandanlığı’nın Başkumandanlık’a gönderdiği mesaj şöyledir: “Ruslar’ın Kafkasya’da Rus ve Osmanlı Ermenileri’yle, Rumlar’ı silahlandırarak çeteler kurdukları ve bunları bizim tarafa göndererek memleketimizde de çete teşkilatını tevsi edecekleri tespit edilmiştir. Bu haberler her an teyit ve tahakkuk ediyor, kıtalarımızdaki Ermeni firarileri de artıyor. Firar ve ihanet edenler hakkında kati tedbirler almak ve suçluları cevaplandırmak gerekiyor. Bunun temini ve meselenin oluruna bırakılmamasını arz ederim.” Rusya’nın gizlice veya zaman zaman açıkça Ermeni komitelerini ve çetelerini desteklediğine ve onlardan alaylar kurdurtup cephede ve cephe gerisinde saldırttığına dair birçok belge vardır. Her ne kadar Berlin Kongresi’nden beri Rusya, İngiltere ve Fransa tarafından Ermeniler lehinde bir “ıslahat” ısrarla müdafaa edilmiş ve çeşitli vesilelerle bağımsız Ermenistan için vaatlerde bulunulmuşsa da savaş başlar başlamaz yapılan gizli antlaşmalarda, özellikle 26 Nisan 1916’da yapılan Sykes-Picot Antlaşması’nda Ermeniler’e vaat edilen bölgeler de bu üç devlet arasında paylaşılmıştır. Buna göre Karadeniz kıyılarıyla Trabzon’un batısından itibaren geçen hat, Erzurum, Van, Bitlis, Muş ve Siirt yöreleri Rusya’ya; Çukurova, Harput ve Sivas yöreleri de Fransa’ya bırakılmıştır. Hâlbuki bu tarihlerde eski Osmanlı Hariciye Nazırı Noradungiyan Gabriel Efendi ve Bogos Nubar, Avrupa başkentlerinde bağımsız Ermenistan hayalini gerçekleştirmek için temaslarda bulunuyorlardı.Yine 1916 yılı başlarında Rus ordusu Erzurum’u işgal ettiği zaman Rus Başkomutanlık Emri’nde şu ifadeler yer almıştır: “Ermeniler, Erzurum’da yerleşme hakkına sahip değildirler.”157 Batılıların Ermeniler adına, fakat sadece emperyalist menfaatleri için uyguladıkları bu ikiyüzlü politikalarını İngilizler’in ve Fransızlar’in Güney ve 157 a.g.e. , s. 68. 71 Güneydoğu Anadolu’daki savaşlarda ve Ermeniler’e çıkarttıkları isyanlarda açık şekilde görmek mümkündür. Şimdi ana hatlarıyla bunları gözden geçirelim. 1.4.4.Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeni İsyanları ve Mezalimi Osmanlı Devleti genel savaşa girmeden önce, Ermeni komiteleri başta patrikhane olmak üzere, Osmanlı Hükümeti’nin Rusya’ya karşı savaşa girmesi halinde alacakları durumu tespit için toplantılar yapıyorlardı. İstanbul Galata’daki Ermeni Büyük Merkez Okulu’nda 1914 yılı Mayıs ayında, Patrikhane’den görevlendirilen rahip Gabriel Cevahirciyan’ın başkanlığında Taşnaksutyun, Veragazmiyal Hınçak, Ramgavar temsilcilerinden oluşan “Birleşik Milli Ermeni Kongresi”, “Ermeniler’in Osmanlı Hükümeti’ne sadık kalmaları” şeklinde bir karara vardı. Taşnaksutyun reisleri de bu şekilde propagandalar yaparak bu suretle Osmanlı Hükümeti’ne güven vermek istediler. Bir taraftan da durumun alacağı şekli bekleyerek bütün kuvvetleriyle hazırlanmakta kusur etmediler.158 Savaş öncesinde Rusya’nın ve Ermeni komiteleriyle, kilise okulları ve çetelerin yürüttükleri propaganda, teşkilatlanma ve silahlanma faaliyetleri, savaş başlar başlamaz hemen uygulamaya konulmuştur. Bu amaçla Rusya’da Kafkaslarda toplanan “gönüllü subayları”na, siyasi sebeplerle Rus Hükümeti tarafından Sibirya’ya sürülmüş 180 Ermeni’yle, Osmanlı Devleti’nden birçok kişi katılmıştır.159 Bu amaçlarla teşkilatlanmaları sağlanan Ermeniler, seferberlik ilan edilir edilmez hem Osmanlı toprakları içinde, hem de dışında hemen harekete geçmişler; gönüllüler, çeteler halinde Kafkaslarda ve Anadolu’nun birçok yerinde yüzbinlerce Müslümanı, yaşlıları, çocukları, kadınları, kızları, cepheden dönen yaralıları, sakatları sistemli olarak katletmişler; köyleri, kasabaları yakmışlar, yıkmışlar; orduyu arkadan vurmaktan, ikmal yollarını kesmekten, önlerine gelen her şeyi tahrip etmekten kendilerini alamamışlardır. Faaliyetlerine katılmayan Ermeniler’i ve Türk olmayan diğer unsurları da öldürmekten çekinmemişlerdir. Böylece Zeytun’da, Kayseri’de, Bitlis’te, Sivas’ta, Trabzon’da, Ankara’da, Adana’da, Urla’da, İzmit-Adapazarı’nda, 158 Hasan Babacan, I. Dünya Savaşı Sırasında Ermeni Sorunu Tehcir Meselesi ve Talat Bey, Tatav Yayınlan, İstanbul, 2001, s.141. 159 Uras, a.g.e. , s.593. 72 Hüdavendigar’da, Musa Dağı’nda insan akıl ve mantığının kabul edemeyeceği vahşetler sergilenmiştir.160 1.4.4.1.Zeytini Olayları Zeytun’daki Hınçak Komitesi liderlerinden Çakıroğlu Panos’un evinde yapılan toplantıda; “İngilizler’in İskenderun’a çıkacakları için Adana, Maraş, işgal oluncaya kadar isyanlarla seferberliğe mani olunması, İngilizler’in harekatının desteklenmesi, jandarmaların silah ve cephanelerinin ele geçirilmesi, kaymakam ve diğer hükümet memurlarının ve ailelerinin öldürülmesi, telgraf tellerinin kesilmesi” tavsiye edilmiştir. Şubat ayı içerisinde harekete geçen 800 civarındaki çete, Maraş’ın telgraf bağlantısını kesmişler, askeri kışlaya ve Hükümet Konağı’na saldırmışlar ve Tekke Manastırı’na sığınmışlardır. Yapılan müsademede jandarma komutanı Binbaşı Süleyman Bey ve 25 jandarma şehit olmuş 34’ü de yaralanmıştır. Ayrıca Maraş’ın çeşitli yerlerinde birçok Müslüman, Ermeni çetelerince öldürülmüştür. Olaylar sırasında Hükümet kuvvetlerinin karşı faaliyetleriyle 713 tüfek, 12 çifte, 12 mavzer tabanca, çeşitli bombalar, 70 nakil hayvanı ve Ermeni papazıyla birlikte, 61 eşkiya ve komiteye ait birçok döküman ve mühür ele geçirilmiştir.161 1.4.4.2.Kayseri Olayları Kayseri, önemli ulaşım yollarına sahip olması itibariyle öteden beri Osmanlı Devleti’nin önemli ikmal ve ticaret merkezlerinden biri olmuştur. Bu tarihlerdeki İngiliz Büyükelçisi Sir Clare Ford, Sir A. Nicolson’dan aldığı ve İngiltere Hariciye Nazırlığı’na gönderdiği muhtırada; Kayseri, Tokat, Yozgat ve Merzifon’da Ermeniler’i bazı Rus ajanlarının kışkırttıklarından bahsetmektedir.162 Bu bağlamda harekete geçen Hınçak Komitesi, teşkilatlanmayı köylere kadar yaymak üzere meşhur David Sultanyan’la eski sabıkalı Sarkis Torosyan’ı, Vanlı dişçi, isyancı Melkon’u görevlendirmiştir. Bunlara Kayseri içinden yardımcı olan kuyumcu 160 Alkaya, a.g.e. , s.83. Gültekin Ural, Ermeni Dosyası, Kamer Yayınları, İstanbul, 1988, s.257. 162 Mehmet Hocaoğlu, Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeniler ve Ermeni Mezalimi, Er-Tu Matbaası, İstanbul, 1976, s.198. 161 73 Hacı Ohannes, bakırcı Karabet ve kardeşi Leon’un çalışmalarıyla bol miktarda bomba imal edilmiştir. Ayrıca Amerika’da bulunan Kayserililerin maddi yardımları ve ticari eşyanın içinde parça parça gönderilen silah ve mühimmatla halkın silahlanması sağlanmıştır.163 İlk olarak Everek’in çeşitli yerlerine gizlice yerleştirilen tellere elektrik verilmek suretiyle Müslüman halk ve askerler öldürülmeye çalışılmış.164 Amerika’dan gelerek bomba imalathaneleri kurup faaliyete geçiren bombacı Kevork’un evinde kazaen bombaların patlamasıyla bu imalathanelerle birlikte evlerin döşeme, dolap ve duvarlarına saklanan silah ve mühimmat Hükümet tarafından ele geçirilmiştir. 1914 Ocak’ındaki bu olaylar, Hınçak Taşnak reisleri, Patrikhane ve özellikle Patrikhane’nin en seçkin komitecisi ve Rusya’daki Eçmiyazin Kilisesi’yle casusluk yapan ve Anadolu’daki isyanının planlayıcılarından olan Kayseri Ermeni Murahhası Hasraf Efendi tarafından gizlenmeye çalışılmışsa da, muvaffak olunamayıp vaktinden önce faaliyetlerin Hükümet tarafından öğrenilmesi üzerine, 1915 başlarından itibaren Kayseri’nin birçok yerinde isyan, tecavüz, gasp ve katl olayları başlamıştır. Yeniden tahkikata geçen Hükümet; Ermeni evlerinde, mezarlıklarında, cemiyetlerinde, kiliselerinde, okullarında birçok silah, cephane, bomba, dinamit, talimat, beyanname ele geçirmiş ve birçok Ermeni’yi suçüstü yakalatmıştır.165 1.4.4.3.Bitlis Olayları Bitlis ve Muş çevresi, komitecilerin Van’dan sonra en çok önem verdikleri bölge idi. Buranın Van, Diyarbekir, Halep ve İskenderun yolu üzerinde bulunması ve senenin her mevsiminde hareketli bulunması önemini daha da arttırıyordu. Ayrıca, bu bölgenin öteden beri Muş ve Talori gibi Ermeni isyanları bakımından tanınmış olduğu da söylenebilir. Komiteciler bu bölgeye en gözde adamlarını gönderdikleri gibi, Ermeni Patrikhanesi de en güzide papazları ile ruhani reislerini gönderiyordu.166 Seferberlik ilan edilince Taşnaksutyun Komitesi’nin talimatıyla Van ve Bitlis havalisi iki bölgeye ayrılmış ve Muş-Bitlis havalisi isyanlar çıkartmak üzere Van 163 Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.72. Birant, a.g.e. , s.12. 165 Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.73. 166 Ural, a.g.e. , s.289. 164 74 Mebusu Papazyan’ın, Van havalisi de yine bir Osmanlı Ermeni Mebusu olan Vramyan ve Rus Generali Loris Melikof’un oğlunun idaresine verilmiştir.167 1.4.4.4.Van Olayları Ermeniler’in ve onları destekleyen Batılıların en çok üzerinde durdukları, propaganda ve teşkilatlanmalarını yoğunlaştırdıkları yer yine burası olmuştur. Komite reislerinin, Osmanlı Ermeni mebuslarının ve Batılı konsolosların en çok ziyaret ettiği ve Ermeni çeteleriyle bilahare gelecek olan gönüllü alaylarının faaliyetlerini ve sayılarını giderek arttırdıkları bölge de burası olmuştur. Bütün bu faaliyetlerle, özellikle Avrupa kamuoyunda bölgede Ermeniler’in ellerinden işlerinin alındığı, kendilerine zulmedildiği, katledildiği, hürriyetlerine kastedildiği imajı verilmeye çalışılmış ve bilhassa Ermeni nüfusunun Müslümanlarınkinden fazla olduğu iddia edilmiştir.168 Hem yerli, hem de yabancı belgelere göre Van ve çevresinin nüfusu da, iddia edildiği gibi Ermeniler lehinde değil, Müslümanlar lehindedir. 1914 tarihli Dâhiliye Nezareti’nin yaptırdığı Memalik-i Osmaniyye’nin 1330 senesi istatistiğine göre Van vilayetindeki ve kazalarındaki nüfus oranı şöyledir.169 167 Uras, a.g.e. , s.74. Ural, a.g.e. , s.262. 169 Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.75. 168 75 Tablo 1.6. 1914 Tarihli Dâhiliye Nezareti’nin Yaptırdığı Memalik-İ Osmaniyye’nin 1330 Senesi İstatistiğine Göre Van Vilayetindeki ve Kazalarındaki Nüfus Oranı VİLAYET-KAZALAR Türk Nüfusu Ermeni Nüfusu Toplam Van vilayeti Merkez kazası 45.119 33.789 79.736 Erciş kazası 27.323 8.083 35.436 Şitak Kazası 8.132 4.292 12.717 Adilcevaz kazası 10.820 4.849 15.669 Gevaş Kazası 18.123 10.520 28.643 Hakkari Sancağı 21.848 3.461 27.680 Çölemerik Kazası 7.450 297 9.004 Mahmudi Kazası 10.230 528 12.959 Şemdinan Kazası 9.873 - 11.740 Hoşap Kazası 7.691 1.015 8.706 166.609 66.834 242.260 Vilayet Toplamı Kaynak: Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı,Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları, Ankara, 1990, s.75. Yine nüfus meselesinde olduğu gibi, bölgede eşkiyalık, katl ve zulüm yapanlar Ermeniler olmasına rağmen, bunların faturası hep Türkler’e çıkarılmaya çalışılmıştır. Bu amaçla Berlin Kongresi’nin 61. maddesi hem Batılılar, bilhassa Rusya ve İngiltere tarafından, hem de bunlardan cesaret alan Ermeni komiteleri tarafından istismar edilmeye çalışılmıştır. Ermeni komiteleri bölgedeki konsoloslukları, okulları, kiliseleri ve dernekleri kullanmak suretiyle süratle teşkilatlanmışlar ve kısa sürede eşkiyalığa başlamışlardır. Bölgede Taşnaksutyun Komitesi elebaşıları arasına, Kafkasya’da ve Karabağ’da Rus Hükümeti’nce işledikleri suçlardan dolayı idama mahkûm edilen İşhan ve Aram da katılmış ve ilk iş olarak Van’ın Akdamar adasındaki Ruhban Mektebi’ni teşkilatın harekât merkezi haline getirmişlerdir. Buradan sağladıkları paralar ve yetiştirdikleri militanlarla faaliyetlerini köylere kadar yaymışlardır. Ruhban Mektebi’ne ise rahiplikle hiç alakası olmayan bir komiteciyi, Yeznik’i, Katogigok Vekili tayin etmişler ve yardımcı olarak da İstanbul ve çeşitli vilayetlerde komite faaliyetlerinden aranıp Van’a kaçmış ve Türk kanı akıtmayı kendisine görev saymış olan Daniel isimli bir komiteciyi atamışlardır. İran’da Ermeni Mektepleri Müfettişliği ve komitecilik yapan Rafael, Serkis, Karçekanlı Vartan, Dsep, Osmanlı Ermeni Mebusu Vramyan ve 76 Papazyan’m da katılmalarıyla Akdamar Ruhban Mektebi bir ihtilal merkezi haline gelmiş ve bölgedeki bütün kanlı olaylar buradan sevk ve idare edilmiştir.170 1915 Şubat ayı içerisinde birçok olay meydana gelmiştir. Çevrede toplanan 5.000 civarındaki eşkıyanın yarısı Van merkezine saldırıya geçmiş, Nisan başlarında Banka-i Osmanî, Duyûn-ı Umûmiyye, Reji, Posta-Telgraf İdaresi, hükümet daireleri ve birçok evi havaya uçurmuşlar ve İslam mahallelerini ateşe vermişlerdir.171 7 Nisan l915’ten itibaren de şehri kuşatan Ermeniler’e karşı savunmak amacıyla halk ve askerler iç kaleye sığınmışlardır. Çevreden yardım gelmesini önleyen Ermeniler etrafı siperlerle donatmış, lağımlar kazmışlar ve genellikle Trabzon’dan saman balyaları içerisinde gizlice getirdikleri son model Rus silah ve bombalarıyla kaleyi tazyik etmeye başlamışlardır. 15 Nisan’dan itibaren çevredeki Ermeni çeteleri de bölgeye gelerek şehri tamamen kuşatmışlar ve sayıları 10.000’leri aşmıştır. Birçok sıkıntıya katlanan halk ve az sayıdaki asker Van kalesinde ancak Mayıs sonuna kadar tutunabilmiş ve şehir düşmüştür. Gerek muhasara sırasında ve gerekse sonunda şehir ve çevre halkından yüzlerce kişi şehid edilmiş ve her yer tahrip edilmiştir. Şehri ele geçiren Ermeniler hemen bir “muvakkat hükümet” kurmuş ve Türkler’e hayat hakkı tanımamışlardır. Takviye kuvvetlerle Ermeniler’in yeniden saldırıya geçmeleri üzerine Vali Cevdet Bey, kaleye sığınmış olan şehir halkını göç ettirmiş ve bilahare Ermeniler, sonra da Ruslar şehri işgal etmişlerdir.172 Van’ın işgalinden sonra Ruslar’ın da tahrikiyle Ermeni isyanları çevreye yayılmış; Ermeni çeteleri birçok yerde katliamlara girişmiş ve bazı köyleri kâmilen yok etmişlerdir. Son zamanlarda yapılan araştırmalar sonunda bunlardan bir kısmına ait toplu mezarlar tespit edilmiştir ki, bunlar Van Selimbey mahallesi, Erciş, Zeve köyü Çatbayır köyü, Çaldıran’daki mevki ve Alaköy’dür.173 1.4.4.5.Muş Olayları Seferberlikle birlikte Doğu Anadolu’nun birçok yerinde başlayan Ermeni hareketleri, Muş ve çevresinde de Van’ın düşüşünden sonra yoğunlaşmış ve eşkiya 170 Birant, a.g.e. , s.198. Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.77. 172 a.g.e. , s.81. 173 Alkaya, a.g.e. , s.88. 171 77 grupları her tarafta birçok katliam yapmıştır. Rus Ordusu’nun bölgeye gelmesiyle bir taraftan Taşnaksagan çeteleri, diğer taraftan da Hınçak grupları “Ruslar’a bağlılıklarını ve kahramanlıklarını” göstermek için savaşta olan Türk askerlerinin köy ve kasabalardaki kadın, çocuk ve yaşlılarına akla hayale gelmedik işkence ve katliamlar yapmışlardır. Bunlar, Rusya’dan gelen Ermeni “gönüllü alayları”nm da iştirakiyle 30.000’e ulaşmış ve meşhur Rupen, işgalden sonra Van Valisi ilan edilen Aram Manukyan ve 30 civarındaki elebaşılar tarafından yönlendirilmiş ve faaliyetleri bazı Ermeni kaynaklarınca da birer “isyan” olarak tavsif edilmiştir.174 1.4.4.6.Diyarbakır Olayları Bu bölgede Ermeniler çok küçük bir azınlıkta olmalarına rağmen, komiteler teşkilat ve isyan çalışmaları bakımından burasını ihmal etmemişler; seferberlik üzerine Rus işgalini kolaylaştırmak ve Türk Ordusu’nun hareketini zorlaştırmak için ellerinden geleni yapmışlardır. Daha savaş başlar başlamaz komitelerin kurduğu çeteler ve ordudan kaçan veya kaçırılan Ermeniler, şehirde Müslümanları tahkir edecek hareketlere ve jandarma ve polisin işine engel olmaya başlamışlar ve damdan dama geçmek suretiyle kurdukları “dam taburu”yla hem Müslüman, hem de kendilerine para ve iaşe vermeyen Ermeniler’i de taciz etmeye, silah, cephane ve bomba tedarik etmeye başlamışlardır.175 İhbarları değerlendiren yetkililerin yaptığı aramada “dam taburu”nu teşkil eden 500 Ermeni silahlarıyla birlikte ele geçirilmiş ve birkaç gün sonra da Taşnaksutyun Ermeni Mektebi’nde asılı duran harita arkasına gizlenmiş bir geçitte saklanan dört fedai yakalanmıştır. Bunlar Ermeni Kilisesi’yle komite ileri gelenleri tarafından “ihtilal öncüleri” olarak buraya saklanmış ve iaşeleri sağlanmıştır. Yapılan istihbarat değerlendirilerek 12–14 Nisan 1915 tarihinde vilayet merkezinde 60’in üzerinde bomba, kutular içerisinde birçok dinamit kapsülü, kangal kangal dinamit fitili, dinamit barutu, yüzlerce mavzer, manliher, şinayder, ele geçirilmiştir. Yine evlerin çeşitli yerlerine saklanmış 1000’den fazla asker kaçağı yakalanmış ve yapılan soruşturma ve ele 174 175 Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı , s.81. Ural, a.g.e. , s.287. 78 geçirilen belgelerden Rus ordusu bölgeye yaklaşacak olursa, aynen Van’da olduğu gibi, Ermeniler’in isyana kalkıp Müslümanları katledecekleri, şehri yakıp Ruslar’in işgalini kolaylaştıracakları tespit edilmiştir.176 1.4.4.7.Ma’muratü’l-Aziz (Elazığ) Olayları Diğer vilayetlerde olduğu gibi Ma’muratü’1-Aziz vilayetindeki Ermeniler de, bir taraftan komitelerin, konsoloslukların, diğer taraftan da kiliselerin, hayır cemiyetlerinin hatta Ermeni okullarının tahrikleriyle seferberlikten çok önceleri faaliyete başlamışlar ve savaşın ilk aylarından itibaren yoğunlaştırmışlardır. Bölgede teşekkül ettirilen çeteler ve bilahare Kafkasya’dan gelen “gönüllüler”le vilayette ve çevresinde sabotajlar yapılmış, bölge halkından ve cepheden yaralı olarak dönen askerlerden, emniyeti sağlamakla görevli jandarma ve zaptiyelerden birçok kimse katledilmiş, birçok yer bombalanmış, yakılmış ve Ruslar, İngilizler ve Fransızlar hesabına casusluklar yapılmıştır. Olaylar üzerine mahalli yetkililer teyakkuz durumuna geçince, Elazığ’da başta papazlar olmak üzere birçok Ermeni ileri gelenleri Hükümet yetkililerine “Ermeniler’in üzerinde ve evlerinde hiçbir silah bulundurmadıklarına” dair kesin teminat vermişlerse de, yapılan aramalarda vilayet merkezinde 5.000’den fazla silah, 300 civarında bomba, 40 kg. bomba fitili, 200 paket dinamit ve 5.000 adet dinamit misketi bulunmuştur. Bu silah ve patlayıcılar bütün şehri havaya uçurmaya yetecek miktardadır.177 Yine Arapkir Ermeni Kilisesi’nin çatısına gizlenmiş silah ve bombaların yanısıra Osmanlı derviş elbiseleri ve bazı kıyafetler ele geçirilmiştir. Ruslar sınırı geçip ilerlemeye başlayınca da Elazığ Ermenileri hem vilayet ve köylerde, hem de çevre vilayetlerde birçok Müslümanı katletmişler ve bunlardan bir kısmı da mahalli idarelerce yakalanmışlardır.178 176 Alkaya, a.g.e. , s.90. Birant, a.g.e. , s.180. 178 Zeki Başar, Ermenilerden Gördüklerimiz, Ankara Üniversitesi Yayınları, Ankara, 1974, s.29. 177 79 1.4.4.8.Erzurum Olayları Daha savaş başlamadan Ermeniler’in Kafkasya’da ve Doğu Anadolu’da sürdürdükleri Türkler’e yönelik faaliyetler, Erzurum’da da yapılmış ve Taşnaksutyun Erzurum’da genel kurulunu yaparken bile çeteler ve gönüllü alayları kurulmuştur. Bu durum, daha sonra Rusya’da kurulacak olan Ermeni Cumhuriyeti Başbakanı Katchaznouni tarafından 1923 yılında yapılacak diğer Taşnak Kongresi’nde de açıkça ifade edilmiştir. Bunu teyit eden daha birçok belge mevcuttur. Ermeniler’in Erzurum’da yaptıklarının mahiyet ve derecesi Tahribat ve Mezalim Hakkında Tahkikat Yapmaya Memur Edilen Komisyon raporunda bütün çıplaklığı ile görülmektedir. Başkumandanlığa gönderilen 28 Temmuz 1914 tarihli bir diğer belgede de, Ruslar’ın Kafkasya dâhilinde Rus ve Osmanlı Ermenileri’yle Rumlar’ı silahlandırarak çeteler teşkil ettikleri, bunları Anadolu’ya sokarak burada da çeteler kurdurdukları ve Osmanlı Ordusu’ndaki Ermeni firarilerinin son zamanda çok arttığı belirtilmiştir.179 Seferberlik ilan edilir edilmez bütün Müslümanlar askerlik şubelerine koşup askere yazılırken Ermeniler evlerine çekilerek kendilerini yurtdışında göstermeye kalkışmışlar ve Patrikhane’nin talimatıyla harekete geçen Ermeni kiliseleri, bedel-i nakdi adıyla askerlik yapmak istemeyenlerden alınan 43 Osmanlı Lirası’nın yarısını kendileri tahsil etmek suretiyle Ermenileri, kiliselerin veya kilise diye tavsif ettikleri yıkık-dökük yerlerin rahip ve müstahdemi olarak göstermiş ve onların askere alınmasına mani olmuşlardır. Zaten Erzurum’da ve çevre illerde din adamı olarak gösterdikleri birçok Ermeni bu şekilde askerden kaçarken veya alınmış olanlar da firar ederken, birçokları da yine kendilerini kilise mensubu olarak göstermek veya yabancı konsolosluklardan ikinci bir tabiiyet almak suretiyle kısmen veya tamamen vergiden muaf olmuşlardır. Patrikhane’nin verdiği Ermeni nüfusunun bazen çok az, bazen de fevkalade yüksek gösterilmesinin sebeplerinden biri de buradan kaynaklanmıştır. Ermeniler aynı tür hilelere nakil vasıtaları ve tekâlif-i harbiye konusunda da başvurmuşlardır. 1914 sonlarında başlayan hazırlıklarla Ermeniler, 1915’te harekete geçmiş ve özellikle 1916 Temmuz’undan itibaren Erzincan’ın Ruslar’ın eline geçmesiyle katliamları yoğunlaştırmışlardır. Rusya’da Bolşevik İhtilali’nin çıkması ve Rusya’nın kendi meseleleriyle uğraşmaya başlamasıyla 18 Aralık 1917’de Brets- 179 a.g.e. , s.30. 80 Litovsk Antlaşması sayesinde barışın geleceği zannedilirken, aynı tarihlerde kurulan “Güney Kafkas Federasyonu” bir “Ermeni Kolordusu” kurmuştur. Kurulan bu kolordu ve bölgedeki çeteler, Erzurum merkezinde, Erzincan’da, Bayburt’ta ve Gümüşhane’de Türkler’i imha faaliyetine yeniden girişmişler ve yaptıkları mezalim ve katliamlarla başlangıçta kendilerini teşvik eden Rus subaylarını ve yazarlarını bile hayretler içinde bırakmışlardır.180 1.4.4.9.Sivas Olayları 1913 Ekim ayında Suşehri’ne bağlı Ezdebir nahiyesi Ermeni Manastırı Papazı Karih, Hükümet’e karşı açıktan cephe almış ve bir hırsızlık olayı ihbarı değerlendirilerek evi arandığında çalınan eşyayla birlikte evinde birçok silah ve cephane bulunmuştur. Mahkeme kendisini “hırsızlık” ve “silah bulundurmak”tan suçlu bulununca, affedilmesi için Karahisar Murahhaslığı ve İstanbul Ermeni Patrikhanesi olmadık çareye başvurmuşlarsa da, olayların murahhasslığın da talimatları doğrultusunda gerçekleştiği anlaşılınca adı geçen papaz tutuklanmıştır.181 Yapılan tahkikatlarda; Ermeni komitecilerinin Sivas’ı üç bölgeye ayırdıkları, birinci bölgeye Sivaslı Murat’ı olmak üzere diğer bölgelere iki eşkiya kumandan tayin edilmek suretiyle, Osmanlı Ordusu’nu arkadan vurmak niyetinde oldukları anlaşılmış ve hükümetin zamanında aldığı tedbirler sayesinde önüne geçilmiştir. Yine çevreden toplanan 500–800 civarındaki Ermeni, 1915 Nisan başlarında Karahisar kalesine kapanarak Hükümet kuvvetlerine ve halka ateş etmeye başlamışlar, Jandarma Kumandanı’yla, bir polis ve bir tahsildarı yaralayarak, Müslümanlardan on kişiyi de katletmişlerse de, daha sonra kalenin çevreyle irtibatının kesilmesi ve takviye birliklerinin gelmesiyle tesirsiz hale getirilmişlerdir.182 1.4.4.10.Trabzon Olayları Ermeni komiteleri; Sivas, Erzurum, Şebinkarahisar, Van ve Elazığ bölgelerine silah sevkiyatını Karadeniz’in Samsun ve Trabzon limanları vasıtasıyla yapmışlardı. 180 Süslü, Ruslara Göre Ermenilerin Türklere Yaptıkları Mezalim, s.31. Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.87. 182 Ural, a.g.e. , s.116. 181 81 Bunun için de bu yoldan ticaret eşyası sevk eden büyük tüccarlardan istifade edilmiştir. Komite şubeleri, İtilaf Devletleri’nin buradaki konsolosları aracılığı ile Rusya ve diğer yabancı ülkelerle haberleşebiliyorlardı.183 Buradaki Ermeniler seferberlik davetine uymadıkları gibi Müslümanların askere katılmalarına da engel olmaya çalışmışlar ve Giresun, Ruslar tarafından bombalanmaya başlayınca, galeyana gelerek çevreye saldırmışlardır. Rusların ihtilali müteakip Trabzon ve çevresini tahliyeleri sırası ve sonrasında Trabzon’dan Erzincan’a kadar bütün köyler Ermeni çeteleri tarafından tahrip edilmiş, camiler pisliklere boğulmuş, meyve ağaçları kesilmiş, kuyular, katledilen Müslüman cesetleriyle kapatılmış, viran evler ve bahçeler kesilmiş eller, ayaklar ve parçalanmış vücutlarla dolmuştur.184 1.4.4.11.Adana Olayları Ermeniler için hayali Rupinyan Krallığı’nın hüküm sürdüğünü iddia ettikleri Kilikya’yı diriltmek, Ermenilerin bir kısmını burada toplamak kutsal bir gaye idi. Kilikya için yazılmış pek çok şiir bu özlemi ifade eder. Rusların kışkırtmalarıyla bir süre; Maraş, Haçin ve Sis gibi yerlerde Ermeni nüfusunu yoğunlaştırmaya çalışma gayretleri bu yüzdendi. Berlin Kongresi sırasında; Loris Melikof, Episkopos Horen Narbey’e yazdığı mektubunda; “Kafkasya için size bir şey yoktur. Siz aşağısı için çalışınız.” diyordu.185 24 Şubat 1915 tarihinde Köşker Torosoğlu ve Muallim Agop ismindeki kişiler, düşman tarafından Kıbrıs’tan getirilerek İskenderun’a çıkarılmışlarsa da, filo komutanının verdiği talimatlarla birlikte yakalanmış ve divan-ı harbe verilmişlerdir. Aynı tarihte topladığı belgelerle birlikte düşman gemisine sığınmaya çalışan Dağlıoğlu Artin’de yakalanmıştır. Bunların yanı sıra Saimbeyli, Dörtyol, Kozan ile diğer kazalarda ve Hasanbeyli nahiyesinde yüzlerce silah, bomba, dinamit, harita ve bayrak bulunmuş ve Saimbeyli’nin sarp kayalıklarına kilise papazları ve komiteciler tarafından saklanmış gazyağları ve 150 kg. barut bulunmuştur.186 183 Uras, a.g.e. , s.311. Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s. 89. 185 Uras,a.g.e. , s.551. 186 Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.90. 184 82 1.4.4.12.Urfa Olayları Eylül ayı sonlarında bölgedeki isyanların artması üzerine Urfa Mutasarrıfı Dördüncü Ordu’dan yardım istemiştir. Bölgedeki jandarmalar ve takviye kuvvetleri; silahlanıp binalara sığınan ve Urfa’daki Amerikan misyonerliğinin yetimhanesini karargâh haline getiren Ermeniler ve onlarla birlikte hareket eden iki İngiliz, iki Fransız ve Yetimhane Müdürü, misyoner Lesli ve bazı yabancılara teslim olmalarını teklif etmişler, barış heyetlerini göndermişler hatta Amerikan Sefiri’ni bile haberdar etmişlerse de, içeriden silahla cevap verilmesi üzerine, binayı silah zoruyla ele geçirmişler ve Urfa içindeki diğer isyancıları tesirsiz hale getirmişlerdir. Ancak Müslüman halktan 20 şehid ve 10 yaralıyla, jandarma birliklerinden 2 şehid ve 8 yaralı verilmiştir.187 1.4.4.13.Diğer Ermeni Olayları Zikrettiğimiz yerlerin dışında İzmir, Adapazarı, Bursa, İstanbul, Maraş, Antep, Halep ve daha birçok yerde Batılılar, komiteler ve kilise mensuplarının teşvik, tahrik ve silahlandırmalarıyla dokuz yüz yıldır beraber yaşadıkları Müslümanlara karşı Ermeniler tarafından insanlık dışı cinayetler işlenmiştir. Kendilerine vaat edilen şeylerin hayallerine kapılan Ermeniler, sadece Türklere zarar vermekle kalmamış, aynı zamanda savaş sonrasında kendilerini destekleyen Batılılar, tarafından kaderleriyle baş başa bırakılmış, terkedilmişlerdir. Aşağıda bulunan Tablo 7’de bu yaşanılan vahim olayların sonucunda yapılan katliamın boyutu gözler önününe serilmektedir. Bu tabloda katliamların kayıtlara geçmiş ve yerleşim merkezlerine göre yapılmış olan dağılımı bulunmaktadır. 187 a.g.e. , s.91. 83 Tablo 1.7. Ermeniler Tarafından Türklere Katliam Uygulanan Yerleri Gösterir Cetvel188 Belge no 1 2 Tarih Yer Olayın Muhtevası 1914-2-21 Kars, Ardahan Ermeniler tarafından telef edilen erkeklerin sayısı. 30000 1916-5-8 Pasinler Sevk sırasında ölenlerin sayısı 2000 1916-5-8 Tercan Köylere Ermeni saldırısı sonucu ölenlerin sayısı. 563 Tatvan iskelesinde yapılan saldırıda ölenler. Yaralı Ölü 1916-5-8 1915-5-9 Van, Tatvan Bitlis 1916-5-8 Bitlis Kaçmaya çalışanlardan ölenler. 1915-5-9 Bitlis Çeşitli köylerde ahalinin katli sonucu ölenler. 123 1915 Van Çeşitli yerlerde ahalinin katli sonucu ölenler. 44 1916-5-22 Van Dir nahiyesinde boğazlanarak öldürülen sübyanlar. 1000 1916-5-22 Köprüköy, Van Tamamen yok edilen Köprüköy’de ölenler. 200 1916-5-22 Van Rus ve Ermenilerin yaptıkları katliamda ölenler. 1916-5-22 Van Şamran mahallesinde katledilen erkekler. 1916-5-22 Van Ermenilerce yemeklerine zehir katılarak öldürülen Müslümanlar. 8000 1916-5-22 Van Hoşab’da telef edilen nüfus. 80000 1916-5-22 Van Ergel ve Atyan’da halkın imhası sonucu ölenler. 15000 Hudut köylerine taarruz sırasında ölenler. 1600 40000 10000 15000 3 188 8 Yusuf Sarınay, “Ermeni Sorunu ve Türk Arşivleri” ,Bilimin Ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, Nisan 2003, s.168. 84 Belge no 4 5 6 7 Tarih Yer Olayın Muhtevası 1916-5-23 Of Taarruz edilerek öldürülen kadınlar. 1916-5-23 Trabzon Bazı köylerde yapılan katliamda öldürülenler. 1916-5-23 1916-5-11 Van Van Van ve köylerinde yapılan katliamda öldürülenler. 1916-5-11 Malazgird Malazgirt ve köylerindeki baskında öldürülenler. 1916-6-11 Bitlis İşgal sırasında yapılan zulümde öldürülenler. 12 1916-4-1 Van, Reşadiye Aşnak karyesinde yapılan zulümde ölenler. 15 Şeyi köyünde öldürülen Musevîler. Abbasağa köyündekilere işkence. Yaralı Ölü 5 2086 300 44233 20000 8 1916-6 1916-6 Van, Abbasağa Edremid,Vastan 9 1915-4 1915-4 Bitlis 1915-5 Van Hasanan aşiretinden zayi olanların sayısı. 1915-2 Haskay Ermeni çeteleriyle çarpışmada ölenler. 200 1915-2 Dutak Köye saldırı sırasında, ölenler. 3 1915 Bitlis Rus, Ermeni ve Kazak saldırısında öldürülenler. 1916-5 Muş Köylere saldırıda öldürülenler. 500 1915-4 Van Köylere baskında öldürülenler. 120 1915 Van Bazı köy ahalisinden öldürülenler. 150 10 11 Muradiye Edremit’te yapılan kırımda öldürülenler. Savur köyünde ahaliye yapılan zulümde ölenler. Abaağa köyü halkının katli sırasında ölenler. 14 15000 29 10000 20000 16000 85 Belge no Tarih Yer Olayın Muhtevası 1916-5-25 Bayezid Bayezid’de imha edilenlerin sayısı. 1915 Muş Ermeni çeteleri tarafından katledilen muhacirler. 800 1915-8 Müküs Tahliye esnasında katledilen ahali sayısı. 126 1916-6-7 Müküs Seyhan Katledilen nüfusun sayısı. 121 1915-7 Muş Akçan Kuyuda bulunan cesetlerin sayısı. 19 1329 Muş Anak manastırı önünde şehit edilenlerin sayısı. 10 13 1915 Bitlis Hizan Ucum nahiyesi köylerinde yapılan katliamda ölenler. 113 14 1915 Van Van ve civarında yapılan katliam. 5200 15 1916-8-14 Bitlis Köylerde yapılan katliamda ölenler. 1916-6-6 Şatak Şerir Köye saldırıda ölenler. 1916-6-6 Şatak Ermeni saldırısında ölenler. 17 1916-1-15 Terme Ermeni eşkıyasının saldırısında ölenler. 9 18 1916-1-25 Kars Katledilen milletvekili sayısı. 9 19 1916-1-21 Kilis Devriye gezerken katledilen Osmanlı askerleri. 2 20 1919-2-26 Adana, Pozantı Ahaliden katledilenlerin sayısı. 21 1919-5-18 Osmaniye Zor Telgraf Müdürünün katli. 1 22 1919-6-13 Pasinler Isısar karyesi civarında katledilenlerin sayısı. 3 23 1919-6-3 İğdır Abbaskulu aşiretinin köylerine saldırıda ölenler. 8 12 Yaralı Ölü 14000 34 311 45 16 1150 1 4 86 Belge no Tarih Yer Olayın Muhtevası 24 1919-7-7 Kars, Göle Ermeniler tarafından katledilenler. 9 25 1919-7-9 Kağızman Ermenilerle çarpışma sırasında ölenler. 6 26 1919-7-9 Kurudere Kurudere ‘ye saldırı sırasında ölenler. 8 27 1919-7-8 1919-7-8 Mescidli Gülyantepe Ermeni saldırısında ölenler. Ermeni saldırısında ölenler. 4 28 1919-7-11 Mescidli Köylere taarruz sırasında ölenler. 35 20 29 1919-7-19 Bulaklı Köylere taarruz sırasında ölenler. 2 2 30 1919-7-24 Kars, Kağızman Şûra reisine ve ailesine yapılan saldırıda ölenler. 31 1919-7 Sarıkamış Antranik çetesinin köylere saldırısında ölenler. 32 1919-7 Sarıkamış Ricat sırasında Ermeniler tarafından öldürülenler. 695 33 1919/8 Muhtelif köyler Köylere yapılan Ermeni saldırılarda öldürülenler. 2502 1919-7-5 İşkence ile öldürülenler. 1919 Kağızman Tiknis, Ağadeve 1919-7-19 1919 Pasinler Nahçıvan Köy basarak öldürülenler. Birçok köy basılmak suretiyle öldürülenler. 1919-7 Kurudere Baskınla katliam sırasında öldürülenler. 1919-7-4 1919 Akçakale Sarıkamış 34 35 Yaralı Sarıkamış 4 10 9 1 803 4 5 İşkence ve tecavüz ile öldürülenler. 2 2 4000 8 Köy basılarak öldürülenler. İmha ve idam ile öldürülenler. 180 9 Bomba ile öldürülenler. 1919 Ölü 2 87 Belge no Tarih Yer Olayın Muhtevası Yaralı Ölü 36 1919-8-15 1919-8-15 Erzurum Erzurum Çeşitli şekilde yapılan işkencelerle öldürülenler. Yakılarak, boğularak öldürülenler. 37 1918 İspir ve Bayburt İspir ve Bayburt kazalarında Ermenilerin yaptığı soykırım 38 1919-9 Allahüekber Taarruz ve yağma ile öldürülenler. 39 1919-9-14 Sarıkamış Çatışma sırasında öldürülenler. 1 2 40 1919-11-11 Maraş Sokak çatışması sırasında öldürülenler. 2 2 41 1919-11 1919-11-6 Adana Trenden atılarak öldürülenler. 4 Ulukışla Gözleri oyularak öldürülenler. 7 42 1919-12-7 Adana Çatışma sırasında öldürülenler. 5 4 43 1920-1-22 Antep Saldırı ile öldürülenler. 2 1 44 1919-9 Ünye İşkence ile öldürülenler. 12 45 1920-2-28 Pozantı Esir Türk askerlerine baskın sırasında öldürülenler. 40 46 1920-2-10 Çıldır Makinalı tüfekle öldürülenler. 100 47 1920-3-9 Zaruşat Kurşuna dizilerek öldürülenler. 400 48 1920-2-2 Şuregel Kaçarken tipiden ve katledilerek öldürülenler. 1350 49 1338-3 Maraş Bomba, süngü ile öldürülenler. 50 1920-3-22 Şüregel, Zaruşat Çeşitli şekillerde öldürülenler. 153 426 150 3 4 4 2000 Süngü ve baltalarla öldürülenler. 51 1920-3-9 1920-3-16 Zaruşat Kağızman Çeşitli şekillerde katledilerek öldürülenler. 52 1920-4-6 Gümrü Trenden indirilerek kurşun ile öldürülenler. 53 1920-4-28 Kars Silâhla öldürülenler. 15 120 720 500 2 88 Belge no Tarih Yer Olayın Muhtevası 54 1920-5-5 Kars İşkence, silâhlı saldırı, bombalama ile öldürülenler. 55 1920-5-22 Kars Baskınla katledilerek öldürülenler. 56 1920-7-2 1920-7-2 Kars, Erzurum Zengibasar Baskın ile hicret edenlere saldırarak öldürülenler. Kaçarken suya atılarak öldürülenler. 57 1920-7-27 Erzurum Baskın yoluyla öldürülenler. 1920-2-1 Zaruşat 1920-5 Kars, Erzurum 1920-8 Oltu 58 Katliam ve suda boğularak öldürülenler. Çeşitli şekillerde katledilerek öldürülenler. Muhacirlere yapılan katliam sonucu öldürülenler. Ağaca bağlanıp boğularak öldürülenler. Yaralı Ölü 1774 10 408 1500 69 2150 27 650 1920-8 Kars, Erzurum 18 59 1920-10-15 Bayburt 99 köyde yapılan katliam neticesinde öldürülenler. 1387 60 1920-10-20 Göle Köylerde katliam sonucu öldürülenler. 100 61 1920-10-17 Pasinler 30 köyde yapılan katliam sonunda öldürülenler. 9287 62 1920-10-18 Tortum 64 köyde katliam sonucu öldürülenler. 3700 63 1920-10-19 Erzurum Muhtelif mahallerde katliam sonucu öldürülenler. 8439 64 1920-10-26 Kars civarı Değişik işkencelerle öldürülenler. 10693 65 1920-10-28 Aşkale Köylerde yapılan katliam sonucu öldürülenler. 889 66 1919-1-6 Zaruşat Top saldırısı ve işkence ile öldürülenler. 86 89 Belge no Tarih Yer Olayın Muhtevası 67 1920-12-1 Kosor Köylerde katliam sonucu öldürülenler. 69 68 1920-12-3 Göle Süngülerle ve bomba ile öldürülenler. 508 69 1920-12-4 Kosor Köylerde katliam sonucu öldürülenler. 122 70 1920-12-4 Kars, Zeytun Yakılarak ve çeşitli şekillerde öldürülenler. 28 71 1920-12-4 Sarıkamış 13 köyde katliam sonucu öldürülenler. 1975 72 1920-12-6 Göle Köylerde katliam neticesi öldürülenler. 194 73 1920-12-7 Kars, Digor Çeşitli köylerde yapılan katliamlarda öldürülenler. 14620 74 1920-12-14 Sarıkamış 18 köyde yapılan katliam sonucu öldürülenler. 5337 1920 Göle 1920 Kars Kadın ve çocuklara saldırı sonucu öldürülenler. Köylerde katliam sonucu öldürülenler. 76 1920 Haramivartan Köylerde katliam sonucu öldürülenler. 77 1920 Nahçıvan Açlık, hastalık, soğuktan ve katl ile ölenler. 64408 78 1920-11-29 Zaruşat 55 köyde katliam sonucu öldürülenler. 1026 79 1921-2 Zengibasar Kurşunlanarak öldürülenler. 3 18 80 1920 Nahçıvan Muhtelif köylerde katliam ile öldürülenler. 63 5307 81 1920-2 Kars civarı Birkaç köyde katliam sonucu öldürülenler. 561 82 1920-12 Erivan İşkence ile öldürülenler. 192 83 1921 Karakilise 24 köyde felaket ve muhaceret yüzünden ölenler. 6000 75 Yaralı Ölü 600 3945 138 90 Belge no 84 Tarih 1921-11-21 1921-11-21 Yer Pasinler Erzurum Olayın Muhtevası Kaza ahalisine yapılan katliam sonucu ölenler. 38 köyde baskın yolu ile öldürülenler. Yaralı Ölü 53 1215 85 1918 Hınıs Baskın yolu ile öldürülenler. 870 86 1918 Tercan Köylerde katliam ile öldürülenler. 580 87 1921 Nahçıvan Kaçırılarak, işkence ile öldürülenler. 12 88 1921 Bayburt İşkence ile öldürülenler. 580 89 1921 Arpaçay Muhacirlere saldırı sonucu öldürülenler. 148 Toplam 518.105 Kaynak: Yusuf Sarınay, “Ermeni Sorunu ve Türk Arşivleri” Bilimin ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, Nisan 2003, s.168. 91 İKİNCİ BÖLÜM ERMENİ TEHCİRİ 92 2.1.TEHCİRİN TANIMI VE GENEL DEĞERLENDİRMESİ Arapça asıllı olan kelime “hecera” fiilinden türeyen rubai bir mastardır. Bir yerden başka bir yere göç ettirmek, hicret ettirmek manasını taşır. Fiilde bir sürgün bir “deportation” manası yoktur. Zira bu mana, Arapça’da “nefy, ib’ad, itikâl, i’sikar” gibi mastarlarla ifade edilmiştir.189 Osmanlı Devleti tarafından yüzyıllar boyunca millet-i sadıka olarak kabul edilen Ermeniler, Avrupa devletlerinin Şark Meselesi olarak şöhret bulan politikaları neticesinde, XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren zayıflayan Osmanlı idaresine karşı ciddi bir sorun teşkil etmeye başlamışlardır. Fransız Devrimi’nin fitilini ateşlediği milliyetçilik cereyanları ile zayıflayan Osmanlı Devleti’nin topraklarına göz koyan Avrupalı güçlerin Hıristiyan azınlıklardan kendi emellerini gerçekleştirebilmek için yararlanma arzuları, Ermeni Kilisesi tarafından da desteklenen Ermeni milliyetçiliğini teşvik etmiş; başlangıçta burjuva ve şehir kökenli olan ve elitist bir özellik taşıyan Ermeni milliyetçiliğinin Ermeni toplumunun tüm katmanlarına yayılarak ayrılıkçı bir renge bürünmesini hızlandırmıştır. Bu sürecin dönüm noktası, literatürümüzde 93 Harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı ile bu savaşı müteakiben imzalanan Ayastefanos (3 Mart 1878) ve Berlin (13 Temmuz 1878) antlaşmalarıdır.190 93 Harbi süresince Rus ordusu ile yakın bir işbirliğine girmiş olan Ermeni Meclisi, savaşın ardından, Rus Çarı II. Aleksandr’a “Fırat’a kadar olan bölgenin Türklere geri verilmeyerek burada Rusya’ya bağlı bir Ermenistan kurulması” şeklinde özetlenebilecek bir muhtıra göndermiştir. Siyasi dengeler sebebiyle gerçekleştirilmesi Ruslar tarafından dahi mümkün görülmeyen bu talebin bir nebze olsun telafi edilebilmesi için Ruslar, anlaşmaya, Ermenilerin sakin olduğu Doğu Anadolu vilayetlerinde ıslahat yapılması ve buradaki Hıristiyanların Kürt ve Çerkezlere karşı korunmasının temin edilmesi gerektiğini bildiren meşhur 16. maddeyi eklemişlerdir. Bu, aynı Küçük Kaynarca Andlaşması’nın (21 Temmuz 1774) 7. ve 14. maddelerinin Çarlık Rusyası’na Orta Doğu politikaları konusunda bir meşruiyet sağladığı gibi Anadolu üzerindeki Rus emel ve tasarrufları için de bundan sonra hukuki bir zemin teşkil edecek bir biçimde düzenlenmesidir. Ancak, olası bir Osmanlı dağılmasının 189 190 Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.99. Yusuf Halaçoğlu, “Ermeni Tehciri Ve Gerçekler” Türkler, C:13, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s.482. 93 nimetlerinin sadece Ruslara bırakılamayacak kadar kıymetli olduğunu idrak eden Düvel-i Muazzama’nın diğer üyeleri Ayastefanos Antlaşması’nın Osmanlı aleyhindeki ağır hükümlerinin toplanan Berlin Kongresi ile tadil edilmesini kararlaştırmışlar; neticede birçok madde tekrar düzenlense de, bundan sonra Osmanlı Devleti’nin içişlerine müdahalede en önemli unsuru teşkil edecek olan ıslahat sorunu, 61. madde ile olduğu gibi bırakılmıştır.191 Ermeni Meselesi artık siyasallaşmış ve Düvel-i Muazzama mensupları, özellikle de İngiltere ve Rusya arasındaki çekişme neticesinde uluslararası bir boyut kazanmıştır. Mevcut durumdan istifade etmek isteyen Ermeniler de bir adım daha atarak hızla yurt içinde ve dışında siyasi teşekküller kurmaya başlamışlardır. Bu teşekküllerin en önemlileri siyasi varlıklarını günümüze kadar sürdüren Hınçak (1887 yılında Cenevre’de kurulmuştur) ve Taşnaksutyun (1890 yılında Tiflis’te kurulmuştur) fırkalarıdır. Oluşumlarında bariz bir Rus destek ve etkisinin görüldüğü bu teşekküller, Makyavelist bir yaklaşımla, salt büyük güçler arasındaki siyasi çekişmelerin nihai hedefleri olan Türk topraklarında bağımsız bir Ermenistan kurulmasına yetmeyeceğini, gayelerini gerçekleştirebilmek için kendilerine büyük güçlerin çifte standartlı yardımını sağlayacak başka vasıtalara da başvurmalarının elzem olduğunu kısa sürede anlamışlardır.192 Bu vasıtaların en önemlisi, sonuçlarından Türkiye Cumhuriyeti olarak yakın geçmişe kadar muzdarip olduğumuz şiddet ve terördür. Her ne kadar nüfus içerisinde asla çoğunluğu teşkil etmemiş olsalar da Anadolu toprakları üzerinde hak iddia eden Ermeniler ile bu toprakların gerçek sakini Türk ve Müslümanlar arasında ilk ciddi olaylar 1890 yılında Erzurum ve İstanbul Kumka-pı’da patlak vermiştir. Bu, Ermeni terör ve şiddet silsilesinin ilk halkasıdır. Sultan II. Abdülhamid ve hatta kendisi de bir Ermeni olan Patrik Aşıkyan da dâhil olmak üzere Osmanlı idarecilerine suikast teşebbüslerinden masum Müslüman halkın katledilmesine kadar geniş bir yelpazede cereyan eden Ermeni faaliyetleri, başarılı bir propaganda neticesinde, Batı kamuoyunda taraftar bulmuş ve II. Abdülhamid’in “Kızıl Sultan”, Türk halkının ise “masum Ermeni halkının katlinden sorumlu barbarlar” olarak nitelendirilmesinin amili olmuştur. 11 Mayıs 1895’de Sasun olaylarını müteakip Avrupa devletlerinin Osmanlı idaresine 191 192 a.g.e. , s.482. a.g.e. , s.482. 94 verdikleri notada, ıslahat yapılacak vilayetlerin Vilâyât-ı Sitte adıyla Erzurum, Bitlis, Van, Sivas, Mamûretülaziz ve Diyarbekir olarak belirlenmesi, her ayrılıkçı akımın ihtiyaç duyduğu coğrafi alan mefhumunun da Ermenilerin şuurunda yer bulmasını ve toprak iddialarının kendilerince meşru bir zemin kazanmasını hızlandırmıştır. Batı dünyasına yönelik Ermeni propagandasında, vuku bulan şiddet olaylarının müsebbibinin II. Abdülhamid’in baskıcı rejimi olduğu iddiası, İttihad ve Terakki’nin iktidara gelişini müteakip yaşanan gelişmelerde de görüleceği üzere asılsızdır. İmparatorluğun hızla parçalanmakta olduğunu gören İttihadçıların II. Meşrutiyet’in başlarında iyi niyetli “ittihad-ı anâsır”ları uğruna Ermeni komiteleri ile birlikte hareket etme arayışları, fayda vermemiştir. Ayrılıkçı isyanlar gün be gün artmakta, İmparatorluk kan kaybetmektedir. Üstelik, Osmanlı topraklarında gözü olan iki hasmın, Çar II. Nicholas ile VII. Edward’ın, 1908 yılında, Reval’de, Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşımı hususunda anlaşmalarıyla Rusya ve İngiltere arasındaki çekişmeden yoksun düşen Osmanlı diplomasisinin harekat sahası hızla daralmaktadır. Türk entelektüelinin zihninde “son yurt Anadolu” özel bir hassasiyet kazanmaktadır. Fonda bu gelişmelerin yaşandığı bir dönemde, Ermeniler işte bu topraklar üzerinde de asılsız bir şekilde hak iddia etmektedirler. Birinci Cihan Harbi, artık kırılma noktasıdır.193 Osmanlı Hükümeti’nin Birinci Cihan Harbi’ne girme kararı almasının en önemli nedenlerinden biri, hızla akmakta olan kum saatini durdurarak İmparatorluğu Rusya’ya karşı koruyabilme endişesidir. Bu çerçeveden bakıldığında, Doğu’daki Ermeni azınlığın tasarrufları ayrı bir önem kazanmaktadır. Daha 1912 yılında, İstanbul’daki Rus büyükelçisi Dışişleri Bakanı S. D. Sazanof’a gönderdiği raporunda, “Van, Bâyezid, Bitlis, Erzurum ve Trabzon konsoloslarımızın bildirdiklerine göre bu vilayetlerdeki Ermenilerin hepsi Rusya tarafındadırlar ve bizim ordularımızı bekliyorlar...21 Kasımda Bâyezid konsolosunun bildirdiğine göre, bütün Ermeniler Türkiye’ye karşı düşmanca tavırda bulunuyorlar ve Rusya’nın protektörlüğünü, Ermeni topraklarını işgal etmelerini bekliyorlar. Ermeni Patriği Rusya’ya Türkiye’deki Ermeni halkını kurtarması için yalvarmaktadır.” demektedir. 1914 yılına gelindiğinde, Ermeni komiteleri de Türkiye’deki şubelerine şu talimatı vermişlerdir: “Rus ordusu sınırdan ilerler ve Osmanlı ordusu geri çekilirse her tarafta birden eldeki vasıtalarla başkaldırılacaktır. Osmanlı ordusu iki ateş arasında bırakılacak, resmî binalar 193 a.g.e. , s.483. 95 bombalanacak, iaşe depolarına sabotajlar düzenlenecek; aksine Osmanlı ordusu taarruza geçerse Ermeni askerleri Ruslara katılacak ve silâhaltına alınanlar kıtalarından kaçarak, Türk birliklerinin geri cephelerine zarar vermek ve ülke içinde çeşitli olaylar çıkarmak için çeteler kuracaktır.” Nitekim savaşın başında Doğu Cephesi’nde yaşanan gelişmeler aynen yukarıdaki raporlarda öngörüldüğü şekilde seyretmiştir. Ermeniler, seferberlik ilan edildiği 3 Ağustos 1914 tarihinden itibaren ordudan kaçmaya başlamışlar; Türk askerlerine karşı Zeytun’da silahlı saldırı tertip etmişler; Rusya’ya göç ederek Ruslar tarafından Türk ordusuna karşı savaşmak üzere oluşturulan çetelere katılmışlar; Rus ordusunun 1 Kasım 19l4’te Doğu Anadolu üzerine başlattığı taarruzu müteakip de birçok vilayette isyan çıkarmışlardır. Bu Ermeni isyanları arasında en büyüğü ve aralarında tehcir kararı da bulunmak üzere sonuçları açısından en önemlisi, Van’daki isyandır. Van ve çevresinde memur ve jandarmalar öldürülmüş, karakollar ve Türklerin evleri saldırıya uğramış, resmî binalar yakılarak isyan bütün Van bölgesine yayılmıştır. Osmanlı hükümetinin seferberlik ilânından itibaren dokuz ay boyunca iyi niyetle ve küçük tedbirlerle işi çözmeye çalışması fayda etmemiş, Ermeniler konusunda köklü tedbirler alma lüzumu gün geçtikçe önem kazanmıştır. Bu tedbirlerin en önemlisi, tehcir kararıdır.194 2.2.BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE TEHCİR Osmanlı Devleti’nin toprakları içerisinde yaşayan herkese sağladığı hoşgörü ve emniyet ortamında bilhassa sanat ve ticaretle uğraşarak ekonomik durumlarını düzelten Ermeniler Tanzimat Fermanı ile başlayan yeni dönemde devletin hemen her kademesinde başarı ve sadakatle hizmet görmüşler ve “tebaa-i sadıka” (sadık vatandaş) olarak adlandırılmışlardır. Ancak Fransız İhtilâlinin en önemli ürünü olan milliyetçilik fikri bir kısmı yurtdışında eğitim görmüş Ermeniler arasında da yayılmıştır. Hınçak, Taşnaksutyun ve Ramgavar adlı komitelerle Ermeniler, bağımsızlık için uluslararası yardım temin ederek gayelerine ulaşmada her yolu denemişlerdir. Bu çerçevede Türk askeri kılığına girerek kendi vatandaşlarını katletmekten ve Avrupa kamuoyunun Hıristiyan hassasiyetini istismar etmekten de çekinmemişlerdir. İngiliz ve Rusların Anadolu toprakları üzerindeki emellerinin gerçekleştirilmesinde kullanabilecekleri 194 Halaçoğlu, a.g.m. , s.483 96 düşüncesi ile destek verdikleri bu terör grupları kendi halkının rahat ve huzurunu söz konusu devletlerin emperyalist emellerine alet etmişlerdir. İlk olarak 1877–1878 savaşı sırasında Rusların Yeşilköy (Ayastefanos) antlaşmasına koydukları iki madde ile milletlerarası platforma getirilen Ermeni konusu Berlin Antlaşması ile Rusya’nın tekelinden çıkarılmıştır, İngilizler de Rusların Basra körfezine inmesinde bir engel olarak Ermenilerin hamiliğine soyunmuşlardır. Bundan sonra çeşitli vesilelerle Ermeni olayları gündeme gelmiştir. II. Abdülhamid’ in “Ölürüm de Doğu Anadolu’yu devletten ayırmaya yol açacak bir gelişmeye izin vermem” şeklindeki yaklaşımı çeşitli teşebbüslere rağmen Ermenilerin maksatlarına ulaşmalarına engel olmuştur. II. Abdülhamid’ i devirmek yolunda her düşünce ve grupla işbirliğinden çekinmeyen ve bu arada Ermeni ve Yahudilerle de beraber çalıştıkları bilinen İttihat ve Terakki yönetimi, ayrılıkçı faaliyetlere karşı 1909’dan itibaren çeşitli yasalar çıkarmak yoluna gitmiştir. Ancak büyük devletlerin baskıları neticesi Rus ve Alman telkinleri ile Doğu Anadolu’nun iki yabancı genel müfettiş idaresine bırakılması programı kabul edilmişken I. Dünya Savaşı’nın çıkması bu faaliyeti engellemiştir.195 Ancak, savaş, Ermenilere istedikleri fırsatın çıkmasına yol açmıştır. Rusya’nın da teşviki ile dört bir yanda savaşa giden orduların boş bıraktığı Doğu Anadolu’da Müslümanlara saldırmaya başlamışlardır. Türk köylerini yakıp ahaliyi öldürmeye devam eden Ermeniler, 1915 Şubatı’nda Süleymanlı (Zeytun) kasabasını işgal ile Müslüman soykırımında bulunmuşlardır. 1915 yılının Nisan ve Mayıs aylarında, yani Çanakkale’de çetin savaşlar yapılırken Ermeni çeteleri Rusların öncülüğünde Van ve çevresini işgal edip geçici bir Ermeni hükümeti kurmuşlardır. Sivas bölgesinde yaklaşık 30.000 Ermeni Ruslarla savaşan Türk askerlerine arkadan saldırmak için hazırlanmışlardır. 22 Nisan 1915 tarihli bir telgrafla İçişleri bakanını uyaran Sivas valisi Ermeni tehdidinin büyüklüğüne dikkat çekmiştir. Yaklaşık 15.000 Ermeni gönüllü olarak Rus ordusuna katılmış, bir o kadarı da Türk sınırları içinde saldırı düzenlemişlerdir. Rusların Osmanlı Devleti’nden alacakları yerleri Ermenilere bırakacağına dair sözler verdiğini de haber alan Türk hükümeti tedbir almak zorunda kalmıştır. Bu süreç, Osmanlı Harbiye Nazırı ve Başkomutan vekili Enver Paşa’nın Dâhiliye Nazırı Talat Paşa’ya gönderdiği 2 Mayıs 1915 tarihli gizli bir telgrafla hız 195 Cezmi Eraslan , “1.Dünya Savaşı Ve Türkiye” , Türkler, C:13, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, s.353. 97 kazanmıştır. Van vilayetinde isyan eden Ermenilere karşı, Rusların 20 Nisan 1915’te kendi sınırları içindeki Müslüman halkı cepheye sürmelerini gören Enver Paşa; “ya, Osmanlı ordusu aleyhinde hareket halindeki Ermenileri Rus hududuna sürmek ya da Ermenileri Anadolu içlerinde çeşitli yerlere dağıtmak” şıklarından birini uygulamak gerektiğini belirtmiştir.196 İç güvenliği sağlamak ve cephelerde çarpışan Türk askerlerinin güvenliğini sağlamak için 27 Mayıs 1915 tarihli “Geçici Kanun”u çıkartan hükümet, Çanakkale Savaşı’nın en yoğun günlerinde devletin yurt savunması, asayişin korunması ve hükümetin emirlerine karşı koyma, direnme veya silahlı tecavüzde bulunarak ayaklananlara karşı silah kullanma; silahla direnenleri de imha etme yetkisini ordu, kolordu, tümen ve mevki komutanlarına vermekte tereddüt etmemiştir. Ayrıca savaş esnasında casusluk ve bu tip ihanetlerde bulunan köy ve kasaba halklarını ayrı veya toplu surette başka yerlere gönderme yetkisi de komutanlara tanındı. Burada devletin herhangi bir grubu kast etmediği ve savaş esnasında ordusunun ve insanlarının emniyetini korumayı amaçladığı dikkat çekmektedir. “Sevk ve İskân Kanunu” adını taşıyan bu kanun, “Tehcir Kanunu” adıyla da bilinmektedir. Dâhiliye Nezareti’nin 23 Mayıs tarihinde Erzurum Valiliği’ne gönderdiği bir emirde Urfa, Musul ve Deyrizor’a göç ettirilmesi istenen Ermenilerin “mallarını, canlarını korumak ve yol boyunca ve konaklamaları esnasında kollayarak iaşe ve ikmallerini sağlamak sorumluluğu”nun valilere ait olduğu bildirilmiştir. 30 Mayıs 1915 tarihli ve aynı konulu bir diğer kanun, göç ettirileceklerin geride kalan malları ile ilgili dir. Buna göre, göçe tabi olanlar, taşınabilir mallarını ve eşyalarını beraberlerinde götürebilecekler veya arkalarından gönderilecektir. Taşınmaz malları ise açık arttırma yolu ile satılıp bedelleri kendilerine verilecektir. Taşınma işlemi için her türlü güvenlik önlemleri alındığı gibi maddi durumları ile orantılı olarak yeni yerleşme bölgelerinde emlâk ve arazi verilmesi, çiftçi olanlara tohum, sanatkârlara meslekleri ile ilgili aletedavâtın temini de kararlaştırılmıştır. Söz konusu işlerin düzen içinde gerçekleştirilebilmesi için yeni memur alınması ve geçici komisyonlar teşkil edilerek faaliyet gösterilmesi kabul edilmiştir.197 196 197 a.g.m. , s.354. a.g.m. , s.354. 98 Hükümetin göçe tabi tuttuğu Ermenileri gerek nakil sırasında gerekse konaklama yerlerinde taciz etmeye çalışacakların divan-ı harbe verileceğini, ayrıca göç edenlerle doğrudan temasta olan devlet memurlarından görevini suistimal edenlerin de hemen işten alınarak mahkemeye sevk edilmelerini kararlaştırması olayın insani boyutunu ortaya koymuştur. Ermenilerin ayrılıkçı ve Müslümanları katletmeye yönelik terör olaylarını durdurmaları yolunda Osmanlı Hükümeti tarafından ileri sürülen istekleri reddetmeleri üzerine 24 Nisan 1915’te derneklerinin kapatılması, evrakına el konup yöneticilerinin tutuklanması olayını katliam günü olarak her yıl kutlamaları, olayların, tarihin saptırılmasından başka bir şey değildir.198 Bu çerçevede 703.000’e yakın insan yerlerinden alınıp Suriye bölgesinde yeniden iskân edilmiştir. Ermeniler ve onları kullanan Batılı devletler bu göç sırasında Türklerin Ermenilerin yarısından fazlasını katlettikleri iddiasını ortaya atmışlardır. Daha sonra bu rakam 1,5 milyona kadar yükseltilmiştir. Hâlbuki bu yıllarda Türk topraklarında yaşayan Ermenilerin toplam sayısı en iyimser verilere göre 1.300.000’dir. Bu göç sırasında gerek askeri, gerekse ekonomik bir takım imkânsızlıklar, zor iklim ve taşıma şartları ve salgın hastalıklar nedeniyle çok sayıda insan ölmüştür. Ordunun savaşta olması dolayısıyla jandarmaya havale edilen göç kafilelerinin emniyetinin sağlanması, mevcut asker kaçakları ve Kürt çeteleri sebebiyle çok zor şartlar altında gerçekleştirilebilmiştir. Ayrıca ölümlerin bir kısmı da, Ermeni çetelerinin bu göç kafilelerine saldırarak girdikleri çatışmalarda olmuştur. Savaş başından sonucuna kadar Ermeni kaybı 200.000 civarında hesaplanmaktadır. Türk hükümeti kendi ordusunun harekâtında gerekli tedbir ve teçhizatı alamadığı için sadece Sarıkamış’ta 80.000 civarında asker kaybetmiş, memleket dâhilinde salgın hastalıkları önleyememiştir. Devletin Müslüman vatandaşları da sıhhi, ekonomik ve emniyet bakımından son derece sıkıntı çekmiştir. Bu durumda Ermenilere çok ihtimamlı bir davranış beklemek hatalı olacaktır.199 Bu arada Osmanlı hükümetinin gerek göç ettirilen insanlara kötü davranan gerekse kafilelere saldırılarda bulunanları ele geçirmeğe gayret gösterdiğini biliyoruz. Söz konusu gerekçe ile Sıkıyönetim Mahkemelerinde yargılanan yaklaşık 1400 kişiden 198 199 a.g.m. , s.354. a.g.m. , s.355. 99 bir kısmı idam, diğerleri çeşitli cezalarla cezalandırılmışlardır. İstanbul’u işgalden sonra batılı devletler de bütün gayretlerine rağmen böyle bir katliamı belgeleyememişlerdir. Hâlbuki Ruslarla beraber hareket eden Ermenilerin 1914–1919 döneminde bir milyondan fazla Türkü öldürdükleri kaynaklarla sabittir.200 Osmanlı Devleti Birinci Dünya Harbi’ne fiilen Odesa’nın bombardımanı ile 30 Ekim, resmen ise İngiliz ve Fransız büyükelçilerinin İstanbul’dan ayrıldıkları 1 Kasım günü dâhil oldu. 1 Kasım 1914’de Ruslar cephede saldırıya geçtiler. III. Ordu Erzurum’a doğru geri çekildi. Beyazıt dâhil bazı kasaba ve köyler Rusların eline geçti. Rus saldırısı 4 Kasım’da durakladı. Osmanlı Ordusu 7 Kasım’da karşı saldırıya geçti, 17 Kasım’a kadar çarpışmalar devam etti. Ruslar’dan bazı yerler geri alındı. Bu tarihten sonra cephede bir durgunluk başladı. Bu durgunluk 18 Aralık’ta Sarıkamış harekâtı ile sona erdi. Bu harekât hiçbir sonuç vermeden 1915’in ilk günlerinde son buldu. Sarıkamış seferinin son bilânçosu 100.000 kişilik üç kolordunun iki hafta zarfında takriben 15.000 kişiye düşmesi, toplarıyla silahlarının ve nakil vasıtalarının yarısından fazlasının kaybolması, bütün gidip-gelme yolları boyunda kanlı veya donmuş on binlerce mezarsız şehit bırakılması, ordunun gerek maddi ve gerek manevi kuvvetlerinden birçok şeylerin kaybolmasıyla hülasa olunabilir. Birinci Dünya Savaşı patlak verince Ermeni komiteleri ve Patrikhane Osmanlı’nın taraf olduğu takdirde ona karşı ileryecekleri politikayı tesbit etmek üzere bir araya geldiler. İstanbul Galata’daki Ermeni Büyük Merkez Okulu’nda patrikhane memurlarının başkanlığında Taşnaksütyun, Hınçak ve diğer komitelerin temsilcilerinden oluşan Birleşik Milli Ermeni Kongresi, “Ermenilerin Osmanlı Hükümeti’ne sadık kalmaları, askeri görevlerini yapmaları, dış tesirlere kapılmamalarını” telkin etti.201 Ruslar cephedeki harekâtı Mart ayında, bilhassa Van istikametinde yeniden başlattılar. Bu sırada Ermeni ayaklanması da başlamıştı. Van harekâtına da kısaca değindikten sonra, Ermeni isyanına geçip, olayların seyrini takip edeceğiz. Ali İhsan Sabis Paşa, Van harekâtını, “Harp Hatıralarım” isimli eserinin II. cildinde 215 ila 220. sayfalarında anlatır. Bazı mühim pasajları pek kısa bir şekilde aşağıya alıyoruz: Azerbaycan’da bulunan Rus kuvvetleri, Ermeniler’le beraber Van’ın şark tarafındaki hudutlarımızı üç istikamette geçerek Mart başında Van’a doğru ilerlemeye 200 201 a.g.m. , s.355. Öke,Ermeni Sorunu 1914–1923 , s.101. 100 çalışıyorlardı. Daha harbin ilk aylarında Van istikametindeki taarruz ve tazyikleriyle Ermeni komitecilerin teşebbüs ve hazırlıkları arasında münasebet bulunduğu anlaşılmış idi. Van Valisi Cevdet Bey daha 1915 Mart başında Van İhtilali’nin başlamak üzere olduğunu Birinci Kuvvet Seferiye Kumandanı’yla Başkumandanlık’a ihbar eylemiş ve nihayet 17 Nisan 1915’te isyan büyük bir şekilde vilayetin her tarafında patlamıştı. Şimalden gelen Rus kuvvetleri karşısında Van Valisi Cevdet Bey Van’daki kuvvetlerle 16–17 Mayıs gecesi Van şehrini terk ederek Aşkale üzerinden çekilmiş. Van şehri Ruslar’a terk olunmuştur. Türk Ordusu 22 Temmuz’da karşı saldırı ile Van’ı geri alacak, ancak Ağustos’ta Ruslar yeniden Van’a gireceklerdir. Rus taarruzu yaklaşırken bu hareketler büsbütün belirgin hale geldi ve nihayet yukarıda belirttiğimiz gibi 11 Nisan’da Van’da isyan tam manasıyla başladı. Osmanlı Ordusu’nun Van’dan çekilmesinden sonra, orada toplanan Ermeni asker kaçaklarının 10.000 kadar olduğu hesaplanmıştı. Van isyanı derhal Bitlis’e sirayet etti. Orada da asiler asker ve jandarma üzerine saldırmaya başladılar. Ruslar Van’a girince Sivas’ta da ayaklanma oldu. Ancak Rus ordusunun yaklaşması beklenmeden başlatılan bu ayaklanma çabuk önlendi. Birinci Dünya Savaşı’nda dört yıl boyunca, dokuz Osmanlı ordusunda hastalıktan ve yaralanma nedeniyle meydana gelen ölümler karşılaştırıldığında, hastalıktan ölümler, yaralanma nedeniyle ölümlerden yaklaşık 7 kat fazladır. Bu rakamlar, Osmanlı ordusunun savaşa katıldığı bölgelerde salgın hastalıkların çok etkili olduğunu göstermektedir. Bu durumda Ermeni nüfusun yaşadığı Osmanlı ve Kafkasya coğrafyasına yayılan savaş bölgelerinde ve bunlara yakın yerleşim birimlerinde de (İran, Mısır ve öteki Akdeniz ülkeleri), salgın hastalık ölümlerinin yüksek oranlara uluşmaması için bir neden bulunmamaktadır.202 202 Halaçoğlu, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s.101. 101 Birinci Dünya Savaşı’nı fırsat bilen Ermeniler, Osmanlı Devleti’ne karşı daha etkin bir mücadele başlattılar. Osmanlı Devleti’nin karşısında yer alan başta Rusya olmak üzere, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler de Ermenilere uzun süredir verdikleri desteğe uygun olarak, bağımsız bir Ermenistan vaadiyle Ermenilerle işbirliği yapmakta tereddüt etmediler. Ermenilerden gönüllü birlikler oluşturmak suretiyle Osmanlı Devleti’ni cephe gerisinde bozmayı hedeflediler. Bununla beraber, itilaf güçlerinin, Kafkas cephesinden Osmanlı topraklarına girmeyi planlayan Rusya’ya destek olmak ve İstanbul ve Boğazları ele geçirmek için Çanakkale’ye saldırmaları, Ermenilere önemli bir fırsat sundu. Doğuda Rus ordularına yardım eden Anadolu Ermeni örgütleri, Çanakkale’yi abluka altına alan itilaf güçlerine destek ve bu harekâttan faydalanmak düşüncesiyle Anadolu’da yer yer isyanlar başlatarak Osmanlı Devleti’ni zor duruma düşürdüler.203 2.3.OSMANLI DEVLETİ’NİN TEHCİR ÖNCESİ ALDIĞI TEDBİRLER Osmanlı Hükümeti’nin birçok cephede Avrupa’nın en güçlü devletleriyle savaş halinde bulunması, isyanların tamamen bir ihanete dönüşmesi ve hem cephenin, hem de cephe gerisinin emniyete alınarak yüzbinlerce Müslümanın göz göre göre ölüme itilmesinin önlenmesinin kaçınılmaz bir zaruret halini alması üzerine, kesin tedbirler alınmıştır. Bu amaçla ilgili olarak birçok çalışma yapılmıştır. Bu konuyla ilgili birçok sözü edilmeyen belge de yeni yeni ortaya çıkmaktadır. Bunlardan birinde araştırmacı Salahi Sonyel İngiliz Arşivi’nde kayıtlı Talat Paşa’nın aşağıdaki emrini ortaya çıkarmıştır: “... Komitelerin kapatılması esnasında, Ermeni ve Türk elemanları arasında katliama dönüşebilecek herhangi bir çatışmadan kat’iyetle kaçınılacaktır....” 204 Şimdi de Osmanlı Devleti’nin çıkarmış olduğu, arşivlerimizde mevcut olan emirnameleri inceleyelim; Bunlardan ilki, 24 Nisan 1915 tarihinde İçişleri Bakanlığı tarafından iflah olmaz menfi faaliyetleri sıralanan Ermeni komite merkezlerinin kapatılmasını, evrakına 203 204 a.g.e. , s.60. S. Kemal Ermetin, Ermeni Sorununun Ermeniler Tarafından Dikkatle Saklanan Yüzü: Ermeni Soykırımı, Töre Yayınları, İstanbul, 2001, s.111. 102 el konulmasını ve elebaşlarının tutuklanmasını öngören ve 14 valilikle 10 mutasarrıflığa gönderilmiş olan emirnamedir.205 Hemen her yerde göç için 14 günlük bir süre tanınmıştır. Tehcir edilenlere eşyalarını yanlarına alma veya satma, bazı tüccar ve Ermenilere malları ve değerli eşyalarını emniyete almak için Osmanlı Bankası’na teslim etme izni verilmiştir. Ayrıca hükümet, nakil aracı olmayan birçok aileye kağnılar temin etmiş, koruması olmayan birçok Ermeni ailenin de erkeklerini işçi taburundan terhis ederek, ailelerine eşlik etme imkânı sağlanmıştır. Bu durumu Amerika’nın Trabzon konsolosu Oscar S. Heizer de doğrulamaktadır. Heizer, 25 Eylül 1915 tarihinde yazdığı raporunda, Erzurum’a yaptığı gezi ve Vali Tahsin Bey ile görüşmesinin detaylarını nakletmektedir. Burada Heizer, Erzurum Ermenileri ile ilgili bir katliam duyumundan söz etmediği gibi, Ermenilerin sürgün için verilen 15 günlük sürede değerli mal ve mücevherlerini Amerikan misyoneri Rahip Stapleton ve Dr. Case’in evine götürüp emanete bıraktıklarını yazmaktadır.206 Müsta’cel, mahrem, bizzat halli. Ermeni komitelerinin Memalik-i Osmaniye’deki teşkilat-ı ihtilaliye ve siyasetleriyle öteden beri kendilerine muhtariyet-i idare te’minine ma’tuf olan teşebbüsleri ve ilan-ı harbi müteakip Taşnak komitesinin Rusya’da bulunan Ermeniler’in derhal aleyhimize hareketine ve Memalik-i Osmaniye’deki Ermeniler’in dahi ordunun duçar-ı za’af olmasına intizar ederek o zaman bütün kuvvetleriyle ihtilal hareketlerine dair ittihaz ettikleri mukarreratları ve her fırsattan istifade etmek suretiyle memleketin hayat ve istikbaline te’sir edecek harekât-ı hainaneye cür’etleri bi’1-hassa devletin hal-i harbde bulunulduğu şu sırada Zeytun ile Bitlis, Sivas ve Van’da vuku bulan hadisat-ı ahire-i isyaniye ile bir kerre daha te’eyyüd etmiş ve esasen merkezleri memalik-i ecnebiyede bulunan ve el-yevm unvanlarında bile ihtilalcilik sıfatını muhafaza eden bütün bu komiteler mesaisinin Hükümet aleyhine olarak her türlü esbab ve vesaite müracaat suretiyle nuhbe-i amalleri olan muhtariyeti istihsal maksadı etrafında toplandığı ve Kayseri ve Sivas ile mahall-i sairede meydana çıkarılan bombalarla ve Rus Ordusu’ndan gönüllü alayları teşkil ederek Ruslar’la birlikte memlekete saldıran ve ani’1-asl Osmanlı memleketi ahalisinden olan Ermeni komite 205 206 Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.107. Halaçoğlu, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s.82. 103 ruesasının harekâtı ve Ordu-yı Osmanî’yi arkadan tehdit etmek suretiyle ve pek büyük mikyasda alman tertibat ve neşriyatları ile tahakkuk eylemiştir. Bi’t-tabii Hükümet kendisi için bir mesele-i hayatiye teşkil eden bu kabil tertibat ve teşebbüsatnı ve menbaı mefsedet olan komitelerin hala mevcudiyetini meşru telakki edemeyeceği cihetle bi’1umum teşkilat-ı siyasiyenin ifasına lüzüm-ı acil hissetmiştir. Binaenaleyh Hınçak, Taşnak ve emsali komitelerin vilayet dâhilindeki şu’ubatının derhal sedleri ile şu’be merkezlerinde bulunacak evrak ve vesaikin kat’iyyen ziyan ve imhasına imkân bırakılmayarak müsaderesi ve komiteler ruesa ve erkânından müteşebbis eşhas ile Hükümetçe tanınan mühim ve muzırr Ermeniler’in hemen tevkifi ve bulundukları mahallerde devam-ı ikametlerinde mahzur görülenlerin vilayet, sancak dâhilinde münasib görülecek mevakide toplattırılarak firarlarına imkân bırakılmaması ve icab eden mahallerde silah taharrisene başlanılarak her türlü hal, her ihtimale karşı kumandanlarla bi’1-muhabere kuvvetli bulunulması ve icraatın hüsn-ı tatbiki esbabının te’min ve istikmaliyle zuhur edecek evrak ve vesaikin tedkiki neticesinde tevkif olunan eşhasın divan-ı harblere tevdi’i Ordu-yı Hümayun Başkumandanlığı istikmalinin derhal tatbiki ve tevkif olunan eşhas adediyle icraattan peyder-pey ma’lumat i’tası kemal-i ehemmiyetle tavsiye olunur. Fi 11 Nisan 1331 Nazır207 Aynı gün Bakan Talat imzasıyla Dördüncü Ordu Kumandanı’na Zeytun ve Maraş civarındaki faaliyetlerinden dolayı bazı Ermeniler’in güneye sevk edilmelerini ve Ayaş’a gönderilecek Ermeni tutukluları için de askeri deponun hazırlanmasını ihtiva eden aşağıdaki iki emirname de gönderilmiştir:208 Hususi: 14 Şifre Dördüncü Ordu-yı Hümayun Kumandanı Cemal Paşa Hazretleri’ne, Zeytun, Maraş ve civarından ihraç edilen Ermeniler’in tamamen Konya’ya sevkleri bilahare kendilerinin o muhitde de toplu bir halde bulunmalarını ve bir müddet 207 208 Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.108. a.g.e. , s.108. 104 sonra yine o civardaki Ermeniler’le tevhid-i faaliyet etmelerini intaç edeceğinden şimdiye kadar gönderilenlerden başka artık o mıntıkaya Ermeni gönderilmemesi ve İskenderun, Dörtyol, Adana, Haçin, Zeytun, Sis gibi mevaki’den tard-u ihracına lüzum görüleceklerin Başkumandan Vekili Paşa’nın da fikri veçhile Haleb’in cenub-ı şarkisi ile Zor ve Urfa havalisine sevklerinin icab edenlere emr-ü tebliğ buyurulması, Fi 11 Nisan sene 1331 Nazır Talat209 Bizzat hallonulacaktır Ankara Vilayetine, Ayaş’a sevk olunacak Ermeni mevkufları içün askeri deponun serian ihzarı ile eş’arı cihet-i askeriyyeye tebligatı i’fa olunmuşdur. Fi 11 Nisan sene 331 Nazır210 Dâhiliye Nezareti’nin adı geçen talimatları üzerine İstanbul’da 2345 komiteci tutuklanmıştır. Ermeniler’in Avrupa ve ABD parlamentolarında “Soykırımı Anma Günü” olarak çıkarmaya çalıştıkları karar tasarıları ve “Soykırım Yılı” olarak her yıl kutladıkları anma günü bu tutuklamalara matuf olup “tehcir”le alakalı değildir. Komitelerin kapatılması, elebaşılarının ve bazı teröristlerin tutuklanması, olayları yatıştıracak yerde daha da şiddetlendirmiştir. Teşkilatlanma ve silahlanmalar şehirlerden en küçük yerleşim yerlerine kadar götürüldüğü ve Ermeniler birçok dış vaadlerle kandırıldığı için kanlı faaliyetler daha da artmıştır. Bir taraftan Osmanlı Ordusu’nu, diğer taraftan da sivil halkı emniyet altına almak maksadıyla Osmanlı Hükümeti nihayet son insanî çare olarak savaş bölgelerindeki halkın “sevk ve iskanı”na karar vermek zorunda kalacaktır.211 209 a.g.e. , s.108. a.g.e. , s.109. 211 a.g.e. , s.109. 210 105 2.4.TEHCİRİN GAYESİ Belgelerden anlaşıldığına göre, Talat Paşa’nın başlattığı ve Meclis-i Vükelâ’nın da uygun gördüğü tehcir, doğrudan doğruya cephelerin güvenini sarsacak bölgelerde uygulanmıştır. Bunlardan birincisi Kafkas ve İran cephesinin geri bölgesini oluşturan Erzurum, Van ve Bitlis dolaylarıdır. İkincisi ise Sina cephesi gerilerini oluşturan Mersin-İskenderun bölgeleridir. Çünkü Ermenilerin bu bölgelerde düşmanla işbirliği yaptığı ve bir çıkarma hareketini kolaylaştıracak faaliyetler içinde bulundukları tesbit edilmişti. Daha sonra bu uygulama isyan çıkaran, düşmanla işbirliği yapan ve Ermeni komitacılarına yataklık eden diğer vilâyetlerdeki Ermenilere de teşmil edildi. Başlangıçta Katolik ve Protestan Ermeniler tehcir dışı bırakıldıkları halde daha sonra, bunlardan zararlı faaliyetleri görülenler de sevke tabi tutuldu. Ermenilerin tehciri ikinci olarak, Vilayet-i Sitte adı verilen vilâyetlerde, 8 Şubat 19l4’te Osmanlı Devleti’yle Rusya arasında imzalanan ve Ermenilere âdeta bağımsızlık veren anlaşmadan kurtulma anlamı da taşımaktadır. Zira Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla bu anlaşmanın uygulamasından kurtulan Osmanlı Devleti, savaşın sona ermesinden sonra, bağımsız bir Ermenistan demek olan böyle bir uygulamadan kurtulmanın en kesin yolunun, buradaki Ermenileri Rus sınırından daha uzak ve emin bir yere sevki düşünmüş olmalıdır. Nitekim Rusya’nın Ermenileri kullanarak Doğu Anadolu’ya hâkim olmak istedikleri Rus Büyükelçiliği’nden 26 Kasım 1912 tarihinde Rusya Dışişleri Bakanı S.D. Sazanof’a gönderdiği raporda açık olarak belirtilmektedir. Bu raporda: “...Bu anlatılanlar Ermeni halkının gittikçe Rusya tarafını tutmakta olduğunu göstermektedir ve bu isteğin gerçekten de içten ve samimi olduğu ortadadır. Rusya’ya olan sempati Ermeni burjuvası ve aydınları arasında da yaygındır. İhtilâlci partiler artık gittikçe itibarını kaybediyor ve yerine konservatif programıyla yeni partiler kuruluyor. Van, Bâyezid, Bitlis, Erzurum ve Trabzon konsoloslarımızın bildirdiklerine göre bu vilâyetlerdeki Ermenilerin hepsi Rusya tarafındadırlar ve bizim ordularımızı bekliyorlar. Veya Rusya’nın kontrolü altında reformların yapılmasını istiyorlar. 21 Kasım’da Bâyezid konsolosunun bildirdiğine göre, bütün Ermeniler Türkiye’ye karşı düşmanca tavırda bulunuyorlar ve Rusya’nın protektörlüğünü, Ermeni topraklarını işgal etmelerini bekliyorlar. Ermeni Patriği Rusya’ya Türkiye’deki Ermeni halkını kurtarması için yalvarmaktadır.” Denilmektedir ki, yukarıdaki ifadeler, Ermenilerin desteklenmesinin sebeplerini ve Rusya’nın emellerini bütün çıplaklığıyla 106 ortaya koymaktadır. Bu sebeple 22 Hazira 1331 (5 Temmuz 1915) tarihinde Adana, Erzurum, Bitlis, Haleb, Diyarbekir, Suriye, Sivas, Trabzon, Mamuretülaziz, Musul vilayetleriyle “Adana Emval-i Metruke Komisyonu” başkanlığına, Zor, Maraş, Canik, Kayseri ve İzmit Mutasarrıflıklarına, tebligat gönderilerek Ermenilerin iskânlarına tahsis edilen bölgelerin, görülen lüzum üzerine genişletildiği bildirildi. Buna göre: Kerkük sancağının İran sınırına seksen kilometre mesafede bulunan köy ve kasabalar dâhil olduğu halde Musul vilâyetinin doğu ve güney bölgesi; Diyarbekir hududundan yirmibeş kilometre dâhilde, Habur ve Fırat nehirleri vadisindeki yerleşim yerleri dâhil olmak üzere Zor sancağının doğusu ve güneyi; Haleb vilâyetinin kuzey kısmı hariç olmak üzere doğu, güney ve güneybatısında bulunan bütün köy ve kasabalarla, Suriye vilâyetinin Havran ve Kerek sancakları dâhil olmak üzere demiryolu güzergâhlarından yirmi beş kilometre dışarda bulunan kasaba ve köylerde müslüman nüfusunun %10’u nisbetinde iskân edileceklerdi. Talat Paşa, özellikle Batılı ülkelerin ve basınının aksi propagandalarından dolayı, devamlı olarak Ermeniler hakkında alınan tedbirlerin onları imha maksadını taşımadığını her fırsatta ifade etmiştir. Nitekim 16 Ağustos 1331 (29 Ağustos 1915) tarihinde Hüdavendigâr, Ankara, Konya, İzmit, Adana, Maraş, Urfa, Halep, Zor, Sivas, Kütahya, Karesi, Niğde, Mamuretülaziz, Diyarbekir, Karahisar-ı Sahib, Erzurum ve Kayseri vali ve mutasarrıflarına212 gönderilen bir şifre telgrafda tehcirin gayesi şu şekilde açıklanmaktadır.”Ermenilerin bulundukları yerlerden çıkarılarak tayin edilen mıntakalara sevklerinden hükümetçe takib edilen gaye, bu unsurun hükümet aleyhine faaliyetlerde bulunmalarını ve bir Ermenistan Hükümeti teşkili hakkındaki millî emellerini takib edemiyecek bir hale getirilmelerini temin esasına matuftur. Bu kimselerin imhası söz konusu olmadığı gibi, sevkiyat esnasında kafilelerin emniyeti sağlanmalı ve muhacirin tahsisatından sarfiyat yapılarak iaşelerine ait her türlü tedbir alınmalıdır. Yerlerinden çıkarılıp, sevkedilmekte olanlardan başka yerlerinde kalan Ermeniler bundan sonra yerlerinden çıkarılmamalıdır. Daha önce de tebliğ edildiği gibi asker aileleriyle ihtiyaç nisbetinde sanatkâr, Protestan ve Katolik Ermenilerin sevkedilmemesi hükümetçe kesin olarak kararlaştırılmıştır. Ermeni kafilelerine saldırıda 212 Halaçoğlu, a,g,m. , s.486. 107 bulunanlara veya bu gibi saldırılara önayak olan jandarma ve memurlar hakkında şiddetli kanunî tedbir alınmalı ve bu gibiler derhal azl edilerek Divan-ı Harblere teslim edilmelidir. Bu gibi olayların tekrarından vilâyet ve sancaklar sorumlu tutulacaklardır”. Daha önce de Ankara vilâyetine 14 Mayıs 1331 (27 Mayıs 1915) tarihinde gönderilen gizli şifrede “Ermeniler hakkında hükümetçe alınan tedbirler, sırf memleketin asayiş ve inzibatını temin ve muhafaza mecburiyetine müstenittir. Ermeni unsuruna karşı Hükümetin imhakâr bir siyaset takibetmediği, şimdilik tarafsız bir vaziyette kaldıkları görülen Katolik ve Protestanlara dokunmamış olması göstermektedir.” denilmekteydi. Öte yandan Ermenilerden zararlı kimselerle komite reislerinin sürülmeleri konusunda Hükümetin çıkardığı tebligatın, bazı yerlerde yanlış anlaşıldığı görülmektedir. Buna bağlı olarak pekçok yerde, yakalanan Ermeni çeteler, faaliyetlerini daha rahat sürdürebilecekleri yerlere sevkedilmiştir. Bunun üzerine Talat Paşa 19 Mayıs 1331’de (1 Haziran 1915) bütün vilâyetlere bir tamim daha yayınlayarak bu gibi Ermenilerin bulundukları yerlerden alınarak fesat çıkarmasına imkân bulamayacakları yerlere yerleştirilmelerini ve sürgün işleminin sadece bozguncu ve isyancı Ermenilere uygulanmasını tebliğ etmişti. Ayrıca tehcire tabi tutulan Mamuretülaziz vilâyetine gönderilen 31 Mayıs 1331 (13 Haziran 1915) tarihli şifre ile de, Divan-ı Harb-i Örfî’ye verilmiş Ermenilerden başka, sürülmesi gereken Ermenilerin bu konudaki hususî tebligata uygun olarak vilâyetin uygun yerlerinde bulundurulması ve bunların Musul’a sevklerine ihtiyaç ve lüzum olmadığını, şimdilik aileleriyle birlikte nakl-i hane suretiyle vilâyet haricîne Ermeni sevkinin uygun görülmediği bildirilmişti. 1 Haziran 1331’de (14 Haziran 1915) Erzurum, Diyarbekir, Mamuretülaziz ve Bitlis vilâyetlerine gönderilen şifrede ise, tehcir edilen Ermenilerin yollarda hayatlarının korunması, sevkiyat sırasında firara yeltenenlerle muhafazalarına memur olanlara karşı saldırıda bulunacakların yola getirilmesinin tabii olduğu, ancak buna hiçbir şekilde halkın karıştırılmaması ve Ermenilerle müslümanlar arasında öldürmeye yol açacak ve aynı zamanda dışarıya karşı da pek çirkin görünecek olayların çıkmasına kat’iyyen fırsat verilmemesi istenmişti.213 213 a,g,m. , s.487. ( Bu bölüm adı geçen makaleden aynen alınmıştır.) 108 2.5.TEHCİR KANUNU VE UYGULANIŞI Devletin bekası ve emniyetin sağlanması amacıyla Başkumandan Vekili Enver Paşa, Dâhiliye Nazırı Talat Paşa’ya Ruslar’ın Kafkaslar’da Müslümanlara 1915 Nisan’ından beri uyguladıkları ve Osmanlı Devleti’nde de uygulamaktan başka çare kalmayan tehcirin ilk işaretini şu şekilde vermiştir: Dâhiliye Nezaret-i Celilesine-Tahrirat Gayet Mahremdir. Van Gölü etrafında ve Van Vilayetince bilhassa ma’lum olacak mevaki-i muayyenedeki Ermeniler isyan ve ihtilal için bir ocak halindedirler. Bu halkın oradan kaldırılarak isyan yuvasının dağıtılması fikrindeyiz. Üçüncü Ordu’nun verdiği ma’lumata nazaran Ruslar 7 Nisan’da hudutları dâhilindeki Müslüman ahaliyi çıplak bir halde hududumuz dâhiline sürdüler. Hem buna bir mukabele-i bi’1-misl olmak ve aynı zamanda yukarıda söylediğim maksadı hâsıl etmek üzere: Ya merkum Ermeniler’i ve ailelerini Rusya hududu dâhiline sürmek yahut merkum Ermeniler’i ve ailelerini Anadolu dâhiline muhtelif yerlere dağıtmak zalimdir. Bu iki şıktan münasibinin intihabı ile icrasını rica ederim. Bir mahzur yoksa usat ailelerini, isyan merkezlerini hudud haricine sürmeyi ve onların yerine hudud haricinden gelen İslam halkı yerleştirmeyi tercih ederim. Olbabda. İsmet 214 Yukarıda Enver Paşa’nın, Talat Paşa’ya yolladığı 2 Mayıs 1915 tarihli yazıda, Ermeniler’in isyanları sürdürmek için daima toplu halde olduklarına değinilerek, ya bunları, Ruslar’ın Müslümanlar için yaptığı şekilde, Rus topraklarına sürmek yahut Anadolu içine dağıtmak lüzumunu ileri sürdüğü görülmüştür. Bu yazıdan da açıkça anlaşılacağı üzere Enver Paşa’nın istediği, Ermeniler’in isyan çıkaramaz hale getirilmeleri idi. Eğer bunlar hep bir arada olacak yerde, ufak üniteler halinde ve birbirlerinden uzak yerlerde yerleştirilecek olurlarsa isyan edebilme şansları kalmayacaktı. 214 Alkaya, a.g.e. , s.107. 109 Yine o yazıdan anlaşılan ikinci husus da bu tatbikatın isyan ve şekavet mihrakları için düşünüldüğüdür. Nitekim tatbikat böyle olmuştur.215 Ermeni faaliyetlerinin tahammül edilmez bir hal alması üzerine yine Başkumandanlıktan 26 Mayıs 1915 tarihinde Dâhiliye Nezareti’ne Ermeniler’in Rusya’ya değil, Osmanlı sınırları içinde göç ettirilmesiyle ilgili görüşleri ihtiva eden şu yazı gönderilmiştir: “Ermeniler’in Doğu Anadolu vilayetlerinden, Zeytun’dan ve buna benzer yoğun bulundukları yerlerdeki Diyarbakır Vilayeti güneyine, Fırat nehri vadisine, Urfa, Süleymaniye yakınlarına gönderilmeleri şifahen kararlaştırılmıştı. Yeniden fesat yuvaları meydana getirmemek için Ermenile’rin göç ettirilmesinde şu düşünceler esas alınmalıdır: 1-Ermeni nüfusu, gönderildiği yerlerdeki aşiret ve İslam sayısının %10 nispetini geçmemelidir. 2-Göç ettirilecek Ermeniler’in kuracakları köylerin her biri elli evden çok olmamalıdır. 3-Ermeni göçmen aileleri seyahat ve nakil suretiyle de olsa, yakın yerlere ev değiştirmemeli. Gereğinin yapılmasını ve sonucunun bildirilmesini.” Birinci Dünya Savaşı yıllarında, bilhassa Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgesinde yaşayan Ermeniler, düşmanla işbirliği yapmaları sebebiyle veya tehcirden kurtulmak için Osmanlı topraklarının dışına, Rusya’nın hâkimiyetindeki Kafkasya’ya ve İran’a gitmişlerdir.216 Nitekim Paris görüşmeleri sırasıda 26 Şubat 1919 günü konuşan Ermenistan Cumhuriyeti temsilcisi Aharonian, 1919 Şubatı itibariyle Kafkasya’da Türkiye’den mülteci olarak bulunan 400,000 veya 500,000 Ermeni oluğu şeklinde beyanatta bulunmuştur. Farklı kaynakların değişik tarihlerde sundukları bu bilgilere göre, Birinci Dünya Savaşı yıllarında Kafkasya’ya göç eden Osmanlı Ermenilerinin sayısı 350– 215 216 Gürün, a.g.e., s.211. Halaçoğlu, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s.89. 110 500.000 arasındadır.217 Ermeni kafileleri, iskân sahalarına dağıtılmak üzere yol kavşakları üzerinde bulunan Konya, Diyarbekir, Cizre, Birecik ve Halep gibi belirli merkezlerde toplandı. Belgelerdeki ifadelere göre, kafilelerin, muhtemel zorluklarla karşılaşmamaları düşüncesiyle kendilerine en uygun ve yakın güzergâhlardan nakilleri plânlanmıştır. Ayrıca güzergâh seçiminde, kafilelerin emniyet ve muhafazalarının sağlanması düşüncesi de önemli rol oynamıştır. Nitekim Kayseri’den, Samsun’dan gönderilenler Malatya üzerinden; Sivas, Mamuretülaziz, Erzurum ve havalisinden gönderilenler ise Diyarbekir-Cizre yolundan Musul’a sevkedilmişlerdir. Bununla birlikte, yolların çok kalabalık olması, sancaklarda asayişin bozulması ihtimalinin belirmesi hallerinde, bu güzergâhlar dışına da çıkılmıştır. Urfa’dan Re’sülayn ve Nusaybin yoluyla gidenler, Arap kabileleriyle diğer aşiretlerin saldırılarından korunmak üzere Siverek yolundan gönderilmişlerdir. Batı Anadolu’dan gönderilen kafileler ise Kütahya-Karahisar-Konya-KaramanTarsus üzerinden Kars-Maraş-Pazarcık yoluyla Zor’a sevkedilmişlerdir.25 Bütün bu güzergâhların seçiminde tren yolları ve nehir nakliye araçlarının bulunduğu yerler tercih edilmiştir. Bu sırada en emniyetli yolun tren ve nehir yolculuğu düşüncesi bunda önemli rol oynamıştır. Nitekim Batı Anadolu’dan iskân mahalline gönderilenlerin hemen hepsi trenlerle nakledilmişlerdir. Cizre yolu ile sevkedilenler de tren ve “Şahtur” denilen nehir kayıklarıyla taşınmışlardır. Tren ve nehir nakliyatının bulunmadığı yerlerde kafileler hayvan ve arabalarla belli merkezlere toplanmışlar ve buradan trenlere bindirilmişlerdir. Osmanlı Hükümeti savaş şartlarına rağmen, sevkiyatın bir düzen içinde yürümesine ve kafilelerin herhangi bir zarara uğramamasına itina etmiş, bunun için elindeki bütün imkânları zorlayarak nakli gerçekleştirmeye çalışmıştır. Buna rağmen, cepheye devamlı surette asker ve zahire nakli sebebiyle, muhacirlerin sevkinde vasıta sıkıntısına düşüldüğü ve çeşitli zorluklarla karşılaşıldığı anlaşılıyor. Nitekim zaman zaman istasyonlarda büyük yığılmaların meydana geldiği, vasıta darlığından sevkiyatın zaman zaman aksadığı, hasat mevsimi olması,218 araba ve hayvana duyulan ihtiyaç yüzünden kafilelerin zorlukla hareket ettikleri görülüyor. 217 a.g.e. , s.95. 218 Halaçoğlu, a.g.m. , s.487. 111 Bütün bu zor şartlara ve imkânsızlıklara rağmen hükümetin, tehcire tabi tutulan Ermenileri büyük bir intizam içerisinde yeni yerleşme alanlarına sevketmeyi başardığı yabancı misyon tarafından da doğrulanıyor. Nitekim Amerika’nın Mersin Konsolosu Edward Natan, 30 Ağustos 1915’te Büyükelçi Hanry Morgenthau’a gönderdiği raporda, Tarsus’tan Adana’ya kadar bütün hat güzergâhının Ermenilerle dolu olduğunu ve Adana’dan itibaren bilet alarak trenle seyahat ettiklerini, kalabalık yüzünden sefalet ve çektikleri zahmete rağmen Hükümetin bu işi son derece intizamlı bir şekilde idare etmekde olduğunu, şiddete ve intizamsızlığa yer vermediğini, göçmenlere yeteri kadar bilet sağladığını, muhtaç olanlara yardımda bulunduğunu belirtmiştir. Amerika konsolosunun bu tesbitleri, Osmanlı görevlilerinin merkeze gönderdikleri raporlarla da doğrulanmaktadır. Buna karşılık Ermeni komiteleri, tehcir sırasında bile, saldırılarına devam etmek suretiyle, âdeta tehcirde devletin ne kadar isabetli davrandığını göstermişlerdi. Nitekim Mamuretülaziz Amerika Konsolosu Lesli de Vis tarafından Amerika’nın İstanbul Sefiri Morgenthau’a 12 L 1333 (23 Ağustos 1915) tarihli yazdığı mektupta, Ermenilerin merkez vilâyette ve köylerinde gerçekleştirdikleri cinayetler anlatılmaktadır. 1080 taahhüd numarasıyla postaya verilen mektup, Osmanlı güvenlik teşkilâtınca, usulü dairesince açılmış, tercüme edilip okunmuş ve yine usulünce kapatılarak sefarete gönderilmiştir.219 2.6.TEHCİR KANUNU, TALİMATNAMELER VE KARARNAMELER Osmanlı Hükümeti en son çare olarak “Tehcir Kanunu” adıyla meşhur olan sevk ve iskân kanununu çıkarmıştır. 14 Mayıs 1331 tarihli bu geçici kanun, “Vakt-i Seferde İcraat-ı Hükümete Karşı Gelenler için Cihet-i Askeriyece İttihaz Olunacak Tedabir Hakkında Kanun-ı Muvakkat” adını taşımakta ve burada Osmanlı Devleti’ne karşı casusluk ve hıyanetleri görülenlerin ayrı ayrı veya birlikte savaş alanlarından uzak yerlere gönderilmesi istenmektedir.220 Aşağıdaki tam metinde de görüleceği üzere burada Ermeniler’den bile söz edilmemiştir: Vakt-i Seferde İcraat-ı Hükümete Karşı Gelenler İçün Cihet-i Askeriyece İttihaz Olunacak Tedabir Hakkında Kanun-ı Muvakkat 219 220 a.g.m. , s.488. Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.111. 112 Madde 1- Vakt-i seferde ordu ve kolordu ve fırka kumandanları ve bunların vekilleri ve müstakil mevki kumandanları ahali tarafından herhangi bir suretle evamir-i hükümete ve müdafaa-i memlekete ve muhafaza-i asayişe müteallik icraat ve tertibata karşı muhalefet ve silahla tecavüz ve mukavemet görürlerse derakab kuva-i askeriye ile en şiddetli surette te’dibat yapmaya ve tecavüz ve mukavemeti esasından imha etmeye me’zun ve mecburdurlar. Madde 2- Ordu ve müstakil kolordu ve fırka kumandanları icabat-ı askeriyeye mebni veya casusluk ve hıyanetlerini hissettikleri kura ve kasabat ahalisini münferiden veya müctemi’an diğer mahallere sevk ve iskân ettirebilirler. Madde 3- İşbu kanun tarih-i neşrinden mu’teberdir. Madde 4- İşbu kanunun mer’iyyet-i ahkâmına Başkumandanlık Vekili ve Harbiye Nazırı me’murdur. Meclis-i Umumi’nin içtima’ında kanuniyeti teklif olunmak üzere işbu laiha-i kanuniyenin muvakkaten mevki’-i mer’iyyete vaz’ını ve kavanin-i devlete ilavesini irade. 13 Receb 1333–14 Mayıs 1331 Mehmed Reşad Başkumandanlık Vekili ve Harbiye Nazırı Sadrazam Mehmet Said 221 Yukarıdaki kanunun kabul edildiği günlerde, 26 Mayıs 1915’te, Dâhiliye Nezareti’nce verilmiş olan bir tezkire de 30 Mayıs 1915’te Meclis-i Vükela’da müzakere edilmiş ve kabul edilmiştir. Buna göre savaş bölgelerinde bulunan Ermeniler’den bir kısmının düşman saflarına katılmaları, Osmanlı askerini arkadan vurmaları ve casuslukta bulunmaları sebebiyle cephe gerilerine sevk edilmeye başlanıldığı, kolaylıklar sağlanarak usule ve devletin menfaatlerine uygun olarak devam ettirilmesi istenmiş ve göç ettirilen Ermeniler’in muhacirlere ayrılan tahsisattan iaşe ve 221 Süslü, Türk Tarihinde Ermeniler, s.204 113 ibateleşeninin sağlanması, mali ve iktisadi meselelerinin halledilmesi, bunlara ait gayr-i menkullerin ve meselelerinin tesbit edildikten sonra muhafaza veya tazmin edilmesi, gittikleri yerlerde arazi, emlak ve iş sağlanması ve ilgili bakanlıkça tanzim edilen talimatname çerçevesinde Dâhiliye ve Maliye bakanlıklarından teşekkül edilecek komisyonların ilgili mahallerde görev yapmaları aşağıdaki metinde ifade edilmiştir: “Menatık-ı harbiyeye civar mahallerde sakin Ermeniler’den bir kısmının hudud-ı Osmaniye’yi a’day-ı devlete karşı muhafaza ile meşgul olan Ordu-yı Hümayu’nun harekâtını ta’sib ve erzak ve mühimmat-ı askeriye nakliyatını işgal ve düşman ile tevhid-i amal ü ef al ve bilhassa sufuf-ı a’daya iltihak ve memleket dâhilinde kuva-i askeriyeye ve ahali-i ma’sumeye müsellahan taarruz ve şühür ve kasabat-ı Osmaniye’ye tasallut ile kati ve nehb ü garete ve düşman kuva-i bahriyesine erzak tedarikiyle mevaki-i müstahkemeyi iraeye cür’etleri bu gibi anasır-ı ihtilaliyenin saha-i harekâttan uzaklaştırılmasını ve usata üssü’l-harekât ve melce olan köylerin tahliyesini icab ederek bu babda bazı güna icraata başlanıldığı ve mine’l-cümle Van, Bitlis, Erzurum vilayetiyle nefs-i Adana, nefs-i Sis ve nefs-i Mersin müstesna olmak üzere Adana, Mersin, Kozan, Cebel-i Bereket livaları ve nefs-i Maraş müstesna olmak üzere Maraş sancağı ve Haleb Vilayeti’nin merkez kazaları müstesna olmak üzere İskenderun, Beylan, Cisr-i Şugur ve Antakya kazaları kura ve kasabatında sakin Ermeniler’in vilayat-ı cenubiyeye şevkine bi’1-ibtidar Van Vilayeti’yle hem-hudud olan kısm-ı şimalisi müstesna olmak üzere Musul Vilayeti’ne ve Zor sancağına ve nefs-i Urfa müstesna olmak üzere Urfa sancağının kısm-ı cenubisine ve Haleb Vilayeti’nin şark ve şark-ı cenubi kısmına ve Suriye Vilayeti’nin kısm-ı şarkisinde ta’yin ve tahsis edilen mahallere nakl-ü iskânına mübaşeret ve devam edilmekte bulunulduğu beyanıyla menfaat-ı esasiye-i devlete muvafık telakki edilen bu cereyanın bir usul ve kaide-i muttarideye rabt lüzumuna ve bu babda bazı ifadata dair Dâhiliye Nezareti’nin 13 Mayıs sene 1331 tarihli ve 270 numaralı tezkiresi okundu. Karar: Fil-hakika Devlet’in muhafaza-i mevudiyet ve emniyeti uğrunda tevali eden icraat ve ıslahat-ı fedakarisi üzerinde icra-ı su-i te’sire sebep olan bu kabil harekât-ı muzırranın icraat-ı müessire ile imha ve izalesi kat’iyyen müktezi ve nezaret-i müşaru’n-ileyhaca bu emirde ibtidar olunan icraatdaki isabet bedihi olduğundan tezkire- 114 i mezkurede dermeyan kılındığı üzere muharrem’1-esami kura ve kasabatda sakin Ermeniler’den nakli icab edenlerin mahall-i mürettebe-i iskaniyelerine müreffehen sevk ve isalleriyle güzergâhlarından keyfiyet-i ivalarıyla suret-i kat’iyede iskânlarına kadar muhacirin tahsisatından iaşeleri ve ahval-i sabıka-i maliye ve iktisadiyeleri nispetinde kendilerine emlak ve arazi tevzii ve içlerinden muhtaç olanlara taraf-ı Hükümet’ten mesakin inşası ve zürra ve muhtacin-i erbab-ı san’ata tohumluk ve alat-u edevat tevzii ve terk ettikleri memlekette kalan emval-u eşyalarının veyahut kıymetlerinin kendilerine suver-i münasibe ile iadesi ve tahliye edilen köylere muhacir ve aşair iskaniyle emlak ve arazinin kıymeti takdir edilerek kendilerine tevzii ve tahliye edilen şühür ve kasabatta kâin olup nakledilen ahaliye aid emval-i gayr-ı menkülenin tahrir ve tesbit-i cins ve kıymet ve miktarından sonra muhacirine tevzii ve muhacirinin ihtisas ve iştigalleri haricinde kalacak zeytunluk, dutluk, bağ ve portakallıklarla dükkan, han fabrika ve depo gibi akaratm bi’l-müzayede bey’ veyahud icarı ile bedelat-ı baliğasının kendilerine i’ta edilmek üzere ashabı mesrüdenin i’fası zımmmda vuku’ bulacak sarfiyatın muhacirin tahsisatından tesviyesi zımnında Nezaret-i müşaru’n-ileyhaca tanzim edilmiş olan Talimatname’nin bi-tamamıha tatbik-i ahkamiyle emval-i metrukenin te’min-i muhafaza ve idaresi ve mauamelat-ı umumiye-i iskaniyenin tesri ve tanzimi ve tedkik ve teftişi ve bu hususda Talimatname ahkamı ve Nezaret-i müşaru’n-ileyhadan ahz ve telakki edilecek evamir dairesinde mukarrerat ittihaz ve tatbiki ve tali komisyonlar teşkili ile maaşlı memur istihdamı vazife ve salahiyetlerini haiz olmak ve doğrudan doğruya Dahiliye’den ve diğeri memuriyet-i Maliye’den intihab ve ta’yin edilecek iki a’zadan terekküp etmek üzere komisyonlar teşkil ederek mahallerine i’zamı ve komisyon gönderilmeyen mahallerde mezkur Talimatname’nin valiler tarafından icra-i ahkamı tensib edilmiş olduğunun cevaben Nezaret-i müşaru’n-ileyhaya tebliği ve devair-i mütealhkaya ma’lumat i’tası tezekkür kılındı.”222 Yukarıda sözü edilen Talimatname, 30 Mayıs 1915 tarihinde Dâhiliye Nezareti İskân-ı Aşair ve Muhacirin Müdüriyeti tarafından savaş şartları ve olağanüstü siyasi zaruretler dolayısıyla nakilleri yapılan aşiretler ve Ermeniler’in iskân, iaşe ve diğer hususlarını düzenlemek amacıyla çıkarılmıştır. Başka bölgelere nakilleri devam eden Ermeniler’e ait mal, mülk ve arazi haklarının ve kültür varlıklarının korunmasını ihtiva eden ikinci bir Talimatname de 28 Mayıs 1331 tarihinde yürürlüğe girmiştir; 222 Alkaya, a.g.e. , s.110. 115 Ahval-i Harbiye ve Zaruret-i Fevkalade-i Siyasiye Dolayısıyla Mahall-i Ahara Nakilleri İcra Edilen Ermeniler’e Aid Emval ve Emlak ve Arazinin Keyfiyet-i İdaresi Hakkında Talimatnamedir Madde 1- Ahar mahalle nakli icra edilen Ermeniler’e aid emlak ve arazi-i metruke ile hususat-ı sairenin işbu Talimatname ahkâmı dairesinde idare ve teşiti daire-i memuriyet ve derece-i salahiyetleri mevadd-ı atiyede muharrer olan ve suret-i mahsus ada teşkil edilen komisyonlara aiddir. Madde 2- Bir karye veya kasabanın akeb-i tahliyesinde naklolunan ahaliye aid ve derununda eşya bulunan bil’cümle mebani, idare komisyonu tarafından tensib edilecek memur veyahut hey’et-i mahsusa tarafından derhal mühürlenerek taht-ı muhafazaya alınacaktır. Madde 3- Taht-ı muhafazaya alman eşyanın cins, miktar, kıymet-i mukaddereleri, mikdarları ve esami-i eshabı ile tafsilen tesbiti defter edildikten sonra kilise, mekteb, han gibi depo ittihazına elverişli mahallere naklettirilip eshabı tefrik edilebilecek surette ayrı ayrı konularak muhafazasına i’tina edilebilecek ve eşyanın keyfiyet ve kemiyeti ile eshabım ve mahall-i ahz ve mahall-i muhafazasına mübeyyin ve zabıt varakası tanzim edilerek aslı hükümet-i mahalliyeye ve suret-i musaddakası Emval-i Metruke Komisyonu’na tevdi olunacaktır. Madde 4- Eshabı malum olmayan emval-i menkule, eşyanın bulunduğu köy namına kaydedilerek muhafaza olunacaktır. Madde 5- Mevcud emval-i menkule arasında durmakla bozulması muhtemel olan eşya ile hayvanat, Komisyon’un tensib edeceği bir hey’et tarafından bi’l-müzayede alenen satılarak bedeli eshabı ma’lum olduğu takdirde eshabı namına değilse eşyanın bulunduğu köy veyahut kasaba namına emaneten mal sandıklarına teslim edilecektir. Satılan eşyanın cinsi, mikdarı, kıymeti ve cihet-i aidiyesi ve müşterisi ve bedeli mufassaları defter-i mahsusa kaydedilerek zir-i Müzayede Hey’eti tarafından tasdik edilecek ve vech-i maşruh bir zabıt varakası tanzim edilerek aslı hükümet-i mahalliyeye ve suret-i musaddakası Emval-i Metruke İdare Komisyonu’na tevdi olunacaktır. Madde 6- Kilisede mevcud eşya ve tesavir ve kütüb-i mukaddese tesbit-i defter edilerek zabıt varakasına bi’r-rabt mahallerinde muhafazalarına i’tina olunacak ve bilahare kilisenin kâin olduğu köy ahalisinin iskân edildiği mahall-i hükümet 116 ma’rifetiyle irsal olunacaktır. Madde 7- Nakledilen ahaliden her birine aid emlak ve arazi-i metrukenin cins, nev’, mikdar ve kıymetleri de ale’l-esami tesbit-i defter edilecek ve her köy ve kasabaya aid emlak ve arazi-i metruke cedvelleri tanzim edilerek İdare Komisyonu’na tevdi olunacaktır. Madde 8- Emlak ve arazi-i metrukede idrak edilecek mahsulât ve zer’iyyat bulunduğu takdirde Komisyon tarafından tensib edilecek zevattan mürekkeb bir hey’et tarafından bi’1-müzayede satılarak bedelatı eshabı namına emaneten mal sandığına teslim edilecek ve bir zabıt varakası tanzim olunarak aslı hükümet-i mahalliyeye ve suret-i musaddakası İdare Komisyonu’na i’ta olunacaktır. Madde 9- Zer’iyyat ve mahsulât-ı mevcudiye müşteri bulunamadığı takdirde kefalet tahtında mukavele münasafa tarikiyle talihlerine i’tası caiz olup bu surette vaki olan icar ve bayi’ye mütehassıl mebalig dahi eshab-ı namına mal sandıklarına teslim edilecektir. Madde 10- Nakledilen ahaliye aid emval-i gayr-i menkulenin tasarrufuna aid eshabı tarafından ba’del’l-hicre tanzim edilen vekâletnameler üzerine hiçbir muamele yapılmayacaktır. Madde 11- Tahliyesi icra edilen köylere muhacir yerleştirilecek ve mevcud mesakin ve arazi her ailenin ihtiyaç ve kabiliyet-i ziraiyesi nazar-ı itibara alınarak muvakkat ilmühaberlerle muhacirine tevzi edilecektir. Madde 12-Yerleştirilen muhacirinin sicil-i nüfusa esas olabilecek bir suret-i muntazama ve mufassalada ve hane itibariyle esami, mahall-i vürudu, tarih-i iskânı, mahall-i iskânı, tesbit-i defter edilecek ve kendilerine tevdi edilen mesakin ve arazinin cinsi, nev’i, mikdar ve kıymeti ve mevkii ayrıca tesbit-i defter edilerek suret-i iskânlarıyla kendilerine verilen emlak ve arazi mikdarını mübeyyin yedlerine birer ilmühaber verilecektir. Madde 13- Köylerde mevcud mebani ve eşcar-ı mağrusenin hüsn-i muhafazasından o köye yerleştirilen muhacirin müteselsilen mes’ul oldukları cihetle tahribat vukuunda kimin tarafından yapıldığına bakılmayarak bedeli, köylünün hey’et-i umumiyesine tazmin ettirilip failleri derhal köyden ihraç ve hukuk-ı muhaceretten iskat 117 olunur. Madde 14- Muhacir iskânından mütebaki kalan köylere civarda mevcud aşair-i seyyare iskân edilecek ve haklarında ayniyle muhacir muamelesi yapılacaktır. Madde 15- Şehir ve kasabatta tahliye edilen hanelere tercihen şehirli ve kasabalı muhacirin yerleştirilerek ahval-i sabıka-i iktisadiye ve maliyeleri ile kabiliyet-i imariyeleri nazar-ı itibare alınmak şartıyla kendilerine mikdar-ı kâfi arazi verilecektir. Madde 16- Dükkân, han, fabrika, hamam, depo gibi akaratle muhacirin iskânına elverişli bulunmayan mebaninin ve muhacirine tevzi’den mütebaki kalan veyahut on sekizinci maddede gösterildiği veçhile muhacirinin iştigalat ve ihtisasatı haricinde kalan emlak ve arazinin idare komisyonları veya onların taht-ı nezaretinde olarak mahallerin rüesa-ı me’murin mülkiye ve maliyesinden mürekkeben teşekkül ederek hey’etler marifetiyle bi’1-müzayede caizdir. Madde 17- Şehir ve kasabata yerleştirilen muhacirinin sicil-i nüfusa esas olabilecek bir suret-i muntazamada defter esamisiyle kendilerine verilen arazinin nev’i ve mikdarı ve kıymetini mübeyyin bir defteri tutulacaktır. Madde 18- Şehir ve kasabat ile civarında mevcud bağ, bahçe, portakallık ve zeytinlikler ve buna mümasil emlak dahi i’mar ve muhafazalarına iktidar ve ihtisas bulunduğu isbat ve bu babda sened i’ta ve kefalet irae etmek şartıyla ihtiyaç ve kabiliyet-i i’maliyeri nisbetinde muhacirin ve tevzi’ olunabilecek ve kimlere ne mikdar emlak ve arazi verildiği defter-i mahsusuna kaydedildikten sonra keyfıyet-i i’taya mübeyyin yedlerine birer ilmühaber verilecektir. Bunlardan muhacirine tevzi’ ve i’ta edilmeyenler on altıncı madde mucibince bi’1-müzayede satılacaktır. Madde 19- Dâhil-i vilayette mevcud olup hükümet-i mahalliyenin me’zuniyet ve muvaffakatı ile veyahut Dâhiliye Nezareti’nin emri üzerine vilayat-ı saireden tahrirat-ı mahsusa ile gönderilen muhacirin müstesna olmak üzere tahliye edilen köy ve kasabalara muhacirin sıfatı ile yerleştirilecek olan veyahut yerleştirilmesini istid’a eden kesanın sıfat-ı muhacereti haiz olduklarını ve başka tarafa sevk ve iskân edilmediklerini veyahut muhacirinden olup oralarda iskânları icra edilmek üzere suret-i mahsusada gönderildiklerini mübeyyin vesaik-i resmiye ibraz etmeleri şarttır. 118 Madde 20- İştira’iye talib bulunmayan emlak ve arazinin imar ve muhafazasını vaz’ ve taksirlerinden dolayı vuku’ bulacak tahribat ve ika’ edilen zararların tazmini taahhüt etmek ve bu babda kefalet-i kaviyye irae etmek şartıyla ve iki seneyi tecavüz etmemek üzere talihlerine i’car caizdir. Madde 21- Gerek satılan ve gerek i’car ve münasafa suretiyle verilen emlak ve arazinin nev’i ve mikdar, mahal, bedel-i bey’ ve icarı ve müstecim ve müşteresini mübeyyin ale’l-müfredat cedveller tanzim edilecektir. Madde 22- Bedel-i bey’ ve i’cardan mütehassıl meblağ eshabı namına emaneten mal sandıklarına tevdi edilerek bilahere vuku’ bulacak tebligat dairesinde ashabına tevdi’ olunacaktır. Madde 23- Tahliye edilen kura ve kasabatta mevcud bi’1-cümle emlak-ı metrukenin işbu Talimatname ahkâmı dairesinde idare ve temeşşidi doğrudan doğruya Emval-i Metruke idare komisyonlarına aiddir. Madde 24- İdare komisyonları emval-i metrukenin idaresi hususunda doğrudan doğruya Dâhiliye Nezareti’ne merbud ve ancak oradan ahz babında ittihaz ve tatbik edecekleri mükerrerat ve icraattan hükümet-i mahalliyeye dahi ihbar-ı keyfiyet edeceklerdir. Madde 25- Talimatname’nin tatbik-i ahkâmı ile emval-i metrukenin te’min-i muhafaza ve idaresi zımnında i’cab eden komisyon ve hey’etin teşkili Dâhiliye Nezareti’nden me’zuniyet istihsali şartıyla maaşlı me’murin istihdamı ve Dâhiliye Nezareti’nden ahz-ı telakki edecekleri evamir ile işbu Talimatname ahkâmı dairesinde ta’limat ve izahnameler tanzimi Emval-i Metruke İdare komisyonlarına aiddir. Tanzim edilen ta’limat ve izahnamelerin birer sureti makam-ı vilayete tevdi edilecektir. Madde 26- Tahliye edilen mahallere bera-ı iskân muhacir şevki ile muamelat-ı müteferri’asının icrası Muhacir Komisyonu ve me’murlarma aid ise de, bu gibi muharrere vaki’ olacak muamelat-ı iskaniyenin te’min-i tesrii’ ve tanzimi ve muamelat-ı umumiye-i iskaniyenin tedkik ve teftişi ve bu babda hükümet-i mahalliye ile bi’1istişare mukarrerat ittihaz ve tadbiki Emval-i Metruke İdare komisyonlarımın cümle-i vezaif ve selahiyatmdadır. 119 Madde 27- Komisyon netice-i müşahedat ve tedkikatıyla mukarrerat-ı müttehize ve hulasa-i icraatını la-akal onbeş günde bir makam-ı nezaret ve vilayata iş’arla mükelleftir. Madde 28- Emval-i metruke idare komisyonlarının idare-i emval hususunda ve işbu Talimatname ahkâmı dairesinde vuku’ bulacak tebligat ve iş’arat-ı tahririyeleri me’murin-i mahalliye tarafından mecburiyü’1-i’fadır. Madde 29- Emval-i Metruke İdare komisyonları a’zaları ta’yin edildikleri mıntıkalarda mevcud emval ve emlak ve arazi-i metrukenin idare ve muhafazası ile umur-ı hesabiyesinden müştereken mes’uldür. Madde 30- Emval-i Metruke İdare komisyonları suret-i mahsusada ta’yin edilen bir reis ile biri me’murin-i idareden ve diğeri me’murin-i maliyeden olmak üzere iki a’zadan mürekkeptir. Madde 31- Muhaberat, reis tarafından veyahut reisin tevkil edeceği a’za canibinden reis namına icra edilir. Madde 32- Emval-i Metruke Komisyonu Reisi, münasib gördüğü a’zayı işbu Talimatname’de münderic bir hususun tedkik ve teftişi veyahut icrasına me’mur edebilir. Madde 33- Emval-i Metruke komisyonları rüesasma muhacirin tahsisatından verilmek üzere yevmiye birer buçuk ve a’zasma da birer lira tahsis olunduğu gibi bera-ı vazife dairey-i me’muriyetlerini geşt ü güzarlarmda tertib-i mahsustan ayrıca harc-ı rah dahi alırlar. Madde 34- Komisyon ta’yin ve iz’am edilmeyen vilayatta işbu Talimatname ahkâmının tatbiki mahall-i hükümat-ı merkeziyesine aiddir.223 Burada, yukarıda orijinal metinlerini verdiğimiz genel tedbirlerin sonuncusu niteliğinde olan ve tehcirin bir muhasebesini yapan bir başka arşiv belgesinin orijinalini vereceğiz. Bazı tabirlerin anlaşılamayacağını gözönünde bulundurarak özetleyecek olursak bu belgede şu hususların yer aldığını müşahede ederiz; 223 Süslü, Ermeniler Ve 1915 Tehcir Olayı, s.121. 120 Savaş sebebiyle doğudaki cepheden ve çevreden ülkenin içerilerine cephe gerilerine 1916 Ekim sonlarına kadar sevk edilip yerleştirilen ve iaşeleri ve emniyetleri temin edilen nüfusun tamamının 702.900 olduğu ve kendiliklerinden ayrılanların bu sayıya dâhil olmadığı belirtilmiştir. Burada dikkat edilecek husus şudur ki, verilen sayıda Ermeniler’den hiç söz edilmemiştir. Zira bu sevk ve iskân hadisesine sadece Ermeniler değil, Rumlar, diğer azınlıklar ve Müslümanlar da tabi tutulmuştur. Bu sebeple yukarıda tam metnini sunduğumuz 27 Mayıs 1915 tarihli sevk ve iskân kanununda olduğu gibi burada da Ermeniler’den bahsedilmemektedir. Birçok Ermeni ve Batılı yazar hatta bazı yerli araştırmacılar tarafından öne sürüldüğü üzere tehcir kanunu sadece Ermeniler için çıkarılmamıştır. Hâlbuki sık sık karşılaştığımız gibi, Ermeniler dışındaki azınlıklar ve özellikle Müslümanların tehcirini de incelemek, olayı bütünüyle görmeyi sağlayacağı gibi, araştırıcıları ve kamuoyunu ilgi çekici sonuçlara götürebilecektir. Tehcirle ilgili bazı belgelerde Ermeniler’den söz edilmesinin sebebi ise, isyanları, hıyanetleri sebebiyle onların daha çok sevk edilmesi, onların bu sevk işlemlerine silahları veya pasif direnişle karşı koymaları ve özellikle de onlarla ilgili olarak alınan insani tedbirleri zikretmek ve Ermeniler’le Batı kamuoyunun gerçek dışı propagandalarına cevap vermek olmalıdır.224 Ahalisi mecburen göç ettirilen yerler, yol, iskân, iklim, iaşe ve ırki şartlara göre dört bölgeye ayrılmıştır: Erzurum’un doğusu ve Trabzon sahillerinden göç edenler deniz ve karadan Ordu-Kastamonu civarına; Erzurum’un batısı, güneyiyle Trabzon’un güneyinden gelenler, Sivas-Tokat veya Sivas-Kayseri yollarıyla Ankara-Niğde civarına; Erzurum’un güney ve güneydoğusundan gelenler, Kemah yoluyla Ma’muratül-aziz, Malatya-Maraş civarına ve nihayet Van ve Bitlis’ten gelenlerse, Diyarbakır yoluyla Diyarbakır-Urfa-Ayıntab-Adana’ya gönderilmişlerdir. Deniz yoluyla göç edenlerin o civarda salgın halinde bulunan sıtmadan etkilenmemeleri için tedbirler almış ve kendilerine kinin dağıtılmıştır. Hasta göçmenlerin tedavisinde sivil hastahanelerden yararlanıldığı gibi savaş dolayısıyla çok sıkışık durumda olan askeri hastahanelerden bile faydalanılmıştır. Göçmenlerden ailelerini yitirmiş olan kimsesiz çocuklar yetimhanelere veya göç edilen mahallerdeki ailelere yerleştirilmiş ve bunların iaşeleri sağlanarak meslek 224 Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, s.122. 121 sahibi olmaları için gerekli tertibat alınmıştır. Ülke içinden göç ettirilenlerle yabancı ülkelerden göç ettirilen Müslümanların iskân, iaşe ve diğer meselelerini halletmek üzere kurulmuş olan Muhacirin Müdüriyet-i Umumiye’si memurları, taşrada onlara yardımcı olmak üzere düşman tarafından işgal edilmiş olan vilayetlerdeki memurlara da ücret ödenerek takviye edilmiştir. Göçmenler İdaresi’nce erzak temini ve iaşelerine yetişilemeyen yerlerde göçmenlere ordu anbarlarından yani savaşan askerlerin erzakından da dağıtılmıştır. Yaklaşık 800.000 civarındaki göçmenlerin, sevk, iskân, iaşe ve ibatelerinin temini, hayat ve sıhhatlerinin “yedi düvelle” savaşıldığı bir sırada sağlanması Osmanlı Devleti’ne içeride ve dışarıda birçok maddi ve manevi külfet getirmiştir. 1915 yılında bu işler için 25 milyon, 1916 Ekim sonunda 80 milyon ve yılsonuna kadar ise yalnız iaşe ihtiyacı için 150 milyon kuruş harcanacağı ifade edilmiştir. Birinci Dünya Savaşı sırasında yabancıların kışkırtmaları ve desteklemeleri ile Ermenilerin 518.105 Türk’ü şehit etmeleri yanında, Ermenilerden de zorunlu göçe tabi tutulma sonucu, göç ettirilen 438.758 kişiden 382.148’i tehcir bölgesine ulaşmış, bir kısmı kaçarak çetelere katılmış veya yolda açlık, hastalık ve istenmedik öteki olaylarla yaşamını yitirmiştir. Ermenilerin neden olduğu bu acı olaylarda katledilen Türklerin sayısı çeşitli şekillerde yaşamını yitiren Ermenilerin açlık hastalık ve çıkardıkları olaylar sonucu ölenlerin en az on katıdır. Ermenilerin Rus cephesinde savaşan Türk ordusunu arkadan vurma eylemlerinden, halk üzerinde yarattığı vahşetten ve ayaklanma girişimlerinden orduyu ve sivil halkı korumak amacıyla, Ermenileri güney illerine yerleştirmek için yaptırılan göç sırasında can ve mal güvenliğinin korunması konusunda Hükümetin büyük duyarlılıkla uygun gördüğü önlemleri yeterince almayan ve suçlu sayılan 1.397 kişi Hükümet tarafından mahkemeye sevk edilmiş, bunların büyük kısmı idam olmak üzere çeşitli cezalara çarptırılmıştır.225 225 İbrahim Özsoy-Aydoğan Ataünal, İki Göç Hikâyesi, 20 Mayıs Eğitim, Kültür Ve Sosyal Dayanışma Vakfı Yayını, İstanbul, 2001, s.170. 122 2.7.TEHCİR OLAYI VE SEVKLER 1878’den itibaren hem Batılı devletlerin, içeride ve dışarıdaki Ermeniler’in yoğun faaliyetleriyle ortaya atılan “Islahat Meselesi”, 1915 Mayıs’ından itibaren günümüze kadar yerini yeni bir formüle bırakmıştır; “Ermeni Katliamı”, birincisiyle “hakları ellerinden alınan, zulmedilen, horgörülen, öldürülen Ermeni” imajı Ermeni ve Batı literatürüne mal edilmek istenirken, ikincisiyle de “sürülen, toplu olarak katledilen Ermeni” tablosu özellikle Batı kamuoyuna benimsetilmeye çalışılmaktadır. Belgeler, bulgular ve neşredilenlere tarafsız olarak göz gezdirildiğinde hemen şu gerçek ortaya çıkıyor ki, maktuller, mazlumlar, hemen her defasında Türkler olmuştur. Eskiden yeniye doğru gelen Ermeni neşriyatına bakmak bile Ermeni propagandasının mesnetsizliğini, mübalağasını ispatlamaya kâfidir. Savaş sırasında öldürüldüğü klasik Ermeni kaynaklarında 300.000 olarak ifade edilen Ermeni sayısı, bazı yeni kaynaklarda 5’le hatta son zamanlarda 10’la çarpılmak suretiyle 1.500.000 veya 3.000.000 olarak gösterilmeye çalışılmıştır. Bunlardan sadece birkaçını gözden geçirelim; Ermeniler’in, Patrikhane’nin veya konsolosluklardaki Ermeni tercümanların haberleriyle beslenen 5 Eylül 1915 tarihli New York Times’ta 1.500.000 Ermeni’nin açlıktan helak olduğu, yine aynı gazetenin 24 Eylül 1915 tarihli nüshasında da 800.000 Ermeni’nin imha edildiği ifade edilmiştir. Ermeni yazar Dr. Sarkissian ise, 1970 yılında “Türkiye’de Soykırım” adıyla yayınladığı makalesinde 1915 yılında 500.000 Ermeni’nin katledildiğini, geri kalanların da sistemli bir şekilde çöllere sürülerek açlığa ve ölüme terk edildiklerini ve böylece 2.000.000 civarındaki Ermeni’nin yok edildiğini öne sürmüştür.Bu propaganda kervanına o sıralarda genç bir tarihçi olan Arnold Toynbee de katılmıştır. Hazırladığı propaganda kitapçıklarında Osmanlı ülkesinde bulunduğu iddia edilen 1.800.000 Ermeni’den bir buçuk milyona yakınının katledildiği tezini ilk olarak o ortaya atmıştır.226 Nüfus meselesi konunun en önemli unsuru olduğu için bu durumu bildiren örnekler verdik. Osmanlı Devleti’ndeki Ermeni nüfusu üzerinde olduğu kadar, göç ettirilenler veya katledildiği iddia edilenler üzerinde verilen Ermeni kaynaklarındaki 226 Halaçoğlu, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s.69. 123 veya onları politika icabı destekleyen veya destekler görünenlerin kaynaklarında verilen sayılardaki bu tutarsızlık, hadiselerin cereyanında da görülmektedir. Bugün tarafsız olarak olayları inceleyen kaynaklarda zikredilen ve yüzbinlercesi hala kullanılmamış olan arşiv belgelerinin yanısıra başka müşahhas deliller, arkeolojik bulgular da vardır. Bugün, Erzurum, Kars, Van, Bitlis, Muş’tan; Adıyaman’a, Sivas’a, Kayseri’ye, Ankara’ya kadar uzanan bölgelerde Ermeniler tarafından katledilmiş Türkler’e ait 100’e yakın toplu mezar mevcuttur. Bunlardan açılan ilk beşinde binlerce ceset ve bulgu çıkmıştır. 2.8.ERMENİLERİN SEVK EDİLDİKLERİ BÖLGELER Aslında Ermeniler’in mecburi yer değiştirimine Mayıs ortalarında başlandığı, Kanun-ı Muvakkat’in daha sonra çıktığı anlaşılmaktadır. Bidayette Van, Bitlis, Erzurum ile Adana, Sis ve Mersin’in merkezleri hariç olmak üzere Adana, Mersin, Hizan, Cebelibereket civarları, Maraş’ın içi hariç Maraş sancağı, Halep vilayetinin merkez kazaları hariç İskenderun, Beylan ve Antakya kazaları kararın şümulüne dâhil edilmişti. Bu bölgelerdeki Ermeniler Musul, Zor sancaklarına, Urfa’nın güneyine, Haleb’in güney ve güney doğusuna, Suriye Vilayeti’nin doğusuna nakledileceklerdi. Ancak Ermeniler’in ayaklanmaları sadece cephe yakınlarında olmakla kalmayıp içerilere de yayılmaya başladığından, bilhassa Şarki Karahisar’da 15 Haziran’da başlayan ayaklanma, ancak 3 Temmuz’da durdurulabildikten sonra, kanunun tatbikatı Anadolu’nun içine de teşmil edildi. İstanbul bu tedbirin dışında kaldı. İstanbul’da alenen devlet aleyhine çalıştıkları sabit 235 kişi 24 Nisan günü tevkif edilmişlerdi. Başka bir tedbir alınmadı. Ermeniler’in her yıl katliam tarihi diye hatırladıkları 24 Nisan, bu 235 kişinin tevkifi tarihidir. Hükümet 26 Eylül 1915 tarihli bir muvakkat kanun ile de, yerleri değiştirilmiş kişilerin bütün mal ve mülklerinin tasfiye edilip, karşılıklarının sahipleri namına emaneten mal sandıklarına tevdi edilmesini kararlaştırdı. Ermenilerin iskân edilecekleri bölge genişletilerek, Kerkük sancağının İran hududuna seksen kilometre mesafede bulunan köy ve kasabaları da dâhil olmak üzere, Musul vilayetinin güney ve batı kısımlarına ve Haleb vilayeti’nin doğu ve batı kısmına ve Suriye’nin Havran ve Kerek sancaklarındaki köy ve kasabalara Müslüman ahalinin nüfusunun % 10’u nisbetinde dağıtılmaları 124 kararlaştırılmıştı.227 Bir savaş halinde, düşman ile işbirliği yaptığı sabit olmuş ve üstelik bu işbirliğini bir öğünme sebebi olarak gören toplulukların, muzır faaliyetlerinin önlenmesi bakımından belirli bölgelerde mecburi ikamete tabi tutulmaları itiraz edilecek bir husus değildir. Bu tatbikat İkinci Cihan Harbi’nde de bütün devletlerce uygulanmıştır. Bu bakımdan Ermeni tehciri kararının kendisi değil, tatbiki Ermeni katliamı olarak gösterilmek istenir. Bu yapılırken de 2 ayrı iddia ortaya atılır. Birincisi Babıâli’nin ve bilhassa Talat Paşa’nın, bu tehcir kararını, Ermeniler’i toptan yok etmek için art düşünceyle aldığı, bu maksatla gizli tamimler yaptığıdır. İkinci iddia ise tehcir sırasında, seneler geçtikçe adedi de gittikçe artan sayıda Ermeni’nin Hükümet kuvvetleri tarafından katledildiğidir. Birinci iddiayı Talat Paşa’nın Berlin’de katledilmesinden sonra, katil Teilirian’ın mahkemeye ibraz ettiği 5 telgraf ile İttihad ve Terakki ricalinin mütarekeden sonra muhakemelerinde okunan iddianameye dayandırırlar. Talat Paşa’nın yazdığı ifade olunan 5 telgraf, iddiaya göre, tehcir idaresi sekreteri Naim Bey’e, Halep’e, gönderilmiş şifre telgraflardan olup bu sonuncu tarafından imha edilmemiş ve Aram Andonian isimli bir Ermeni yazar tarafından, fotokopi edilip sonra tercüme edilerek 1920’de Paris’te neşredilmiş, Andonian bunları mahkemeye göndermiş, Eksperier de 5 tanesini hakiki olarak kabul etmiş. Bu iddia ne dereceye kadar ciddiye alınır, bunlar otantik idiyse neden diğer devletler tarafından milletlerarası forumlarda Türkiye aleyhine kullandıkları malzemeye ithal edilmemişler, neden bunlardan sadece 5 tanesi otantik sayılmış da mesela, gene Talat Paşa’ya atfedilen 18 Şubat 1915 tarihli ve Ermeniler’in tenkil planını ihtiva ettiği söylenen ve Andonian’ın kitabında yer alan başka bir telgraf otantik sayılmamıştır. Akla gelen bu sorular, bütün bu belgelerin uydurma olduğu hissini uyandırmaktadır.228 Kaldı ki aynı davada şahadette bulunan Liman von Sanders “Benim bildiğim kadar, Ermeni tehcirini öngören esas talimat 20 Mayıs 1915 tarihli olandır.” demiştir. Keza, Ermeni tehcirinden büyük mesuliyet taşıdığı iddia edilen ve bir Ermeni kurşunu ile hayatını kaybeden Cemal Paşa, kendi hakkındaki ithamları cevaplandırmak üzere şöyle yazar: 227 228 Recep Karacakaya, Ermeni Meselesi, Gökkubbe Yayınları, İstanbul, 2005, s.47. Alkaya, a.g.e. , s.120. 125 “Doğu Anadolu vilayetlerinde ne gibi haller geçtiği, devletin neden dolayı Ermeniler’in umumi olarak tehcirine karar verdiğini bilemiyorum. O sırada İstanbul’da cereyan eden müzakerelere katiyen katılmadığım gibi, bu hususta mütalaamı da sormadılar. Yalnız günün birinde Dâhiliye Nezareti’nden vilayetlere tebliğ olunan bir muvakkat kanun gereğince Ermeniler’in Mezopotamya’ya nakledilerek harbin nihayetine kadar orada oturacaklarını öğrendim. Başkumandanlık Vekâleti ‘nde de, mülki memurlar vasıtasiyle idare edilecek tehcir sırasında ordu mıntıkasından geçecek Ermeniler’e bir tecavüz yapılmasına meydan verilmemesi tebliğ olunuyordu. Şu kadar var ki bütün Ermeni muhacirlerinin Mezopotamya’ya gönderilmesi orada sefalete duçar olacaklarına emin olduğum için bunlardan birçoklarının Suriye ve Beyrut vilayetleri içinde yerleştirilmelerini münasip gördüm. İşte bu sayede bu vilayetlerde hemen yüz elli bin kadar Ermeni’yi yerleştirmeye muvaffak oldum.”229 Eğer iddia edildiği şekilde Talat Paşa tarafından yapılmış tamimler olsaydı bunları Cemal Paşa’nın bilmemesi ve kendini müdafaa sadedinde zikretmemesi zor olurdu. Sonra asıl şu nokta gözden kaçmamalı. Eğer hükümet Ermeniler’in kökünü kazımak düşünce ve niyetinde olsaydı, bunu aylarca süren bir tehcir yoluyla ve bütün devletlerin dikkatlerini üstüne çekerek değil, Ermeniler’in bulundukları bölgelerde ve bilhassa cephelere yakın olan yerlerde çok kolay bir şekilde yapabilirdi. Nihayet, İngiliz arşivlerinde suretinin bulunduğu anlaşılan ve tehcir sırasında gözetilecek hususlara müteallik gizli talimatı muhtevi 28 Ağustos 1915 tarihli bir telgrafın 21 ve 22. maddeleri muvacehesinde böyle bir iddiayı ileri sürmenin mümkün olamayacağı aşikârdır. Söz konusu maddeler aynen şöyledir. Madde 21- Mültecilerin, gerek kamplarda, gerek yolculuk esnasında bir saldırıya uğramaları halinde saldırganlar derhal tevkif edilerek Divan-ı Harb’e sevk edilecektir. Madde 22- Mültecilerden rüşvet veya hediye alanlar veya vaad yahut tehdit ile kadınları iğfal edenler yahut onlarla gayrı meşru münasebet kuranlar, derhal görevden alınıp Divan-ı Harb’e sevk edilecek ağır şekilde cezalandırılacaklardır. Yukarıdaki iddialarla bu talimatı telif imkânı olmadığı aşikârdır. 229 Cemal Paşa, a.g.e. , s.360. 126 Mütareke sırasındaki ittihadcıların muhakemesine gelince, buna ileride ayrıca geleceğiz, ancak iddianemenin, Türkiye dışında ve Türkiye aleyhinde yayınlanmış hususlara istinad ettiğini hemen belirtmekte fayda vardır. İkinci iddia, pek büyük sayılara varan bir kütlenin tehcir sırasında öldürülmüş oldukları hususudur. Geriye Dönebilme Hakkı: 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Antlaşması’na bağlı bir protokol ile Türkiye’den ayrılan ve Türk uyruğunu muhafaza eden Ermenilere iki yıl içinde başvurdukları takdirde Türkiye’ye dönme hakkı verilmişti. Aynı zamanda bu Antlaşma ile savaş sırasında suç işlemiş sayılabilecek kişiler için de genel af ilân edilmişti.230 2.9.ERMENİ KAFİLELERİNE YAPILAN SALDIRILAR VE BUNA KARŞI DEVLETİN ALDIĞI TEDBİRLER Ermeni sevkiyatının kısa zamanda tamamlanması zorunluluğu ve Savaşın getirdiği olumsuz şartlar, kafilelerin emniyetinin sağlanmasını ve iaşelerinin teminini güçleştiren en önemli sebeplerin başında gelmektedir. Bu yüzden yollarda, yer yer görülen salgın hastalıklar yüzünden 25–30 bin civarında can kaybı olduğu tahmin edilmektedir. Meselâ, 8 Z 1333 (17 Ekim 1915) tarihli belgede, Hama’da bulunan kafilede hergün tifo ve dizanteriden 70–80 kişinin öldüğü ve derhal tedbir alınması hususunda emir verildiği görülüyor. Ayrıca kafilelerden bazılarına Arap aşiretlerinin, özellikle Halep-Zor arasında yaptıkları saldırılar sonunda bir miktar Ermeninin öldürüldüğü tesbit edilmektedir. Meselâ belgelerde Haleb’e bir saat mesafede Meskene’ye kadar olan yollarda Urban’ın gasb için yaptığı saldırılar sonucu iki-bine yakın Ermeninin öldürüldüğü, Diyarbekir’den Zor’a ve Suruç’tan Menbiç yoluyla Haleb’e sevkedilen Ermenilerden de iki bin kadarının yine Urban aşiretlerinin saldırılarına maruz kalarak soyuldukları görülmektedir. Yine Diyarbekir bölgesindeki kafilelerden iki bine yakın Ermeninin, çeteler ve eşkıya tarafından Mardin civarına götürülerek öldürüldüklerinin istihbar olunduğu kayıtlarda yer alıyor. Yine ErzurumErzincan arasında da 500 kişilik başka bir kafilenin Kürdlerin saldırıları sonucu 230 Özsoy-Ataünal, a.g.e. , s.172. 127 katledildiği haberi alınmış, bunun üzerine Diyarbekir, Mamuretülaziz ve Bitlis Vilâyetlerine 1 Haziran 1331 (14 Haziran 1915) tarihiyle gönderilen şifre telgrafla, sevkiyat sırasında güzergâhta bulunan aşâir ve köylülerin taarruzlarına karşı her türlü vasıtanın kullanılması, katle ve gasba cür’et edeceklerin şiddetle tedibi emredilmiştir. Ayrıca 13 Haziran 1331/27 Haziran 1915 tarihli bir belgede, Dersim bölgesinde, Dersim eşkıyasının Erzurum’dan sevk olunan Ermeni kafilelerinin yolunu keserek katlettikleri ve onları kurtarmanın kabil olmadığı, Erzurum Vilâyeti’nden bildirilmiştir.231 Hükümet, Dersimlilerin bu cinayetlerinin katiyyen caiz olmadığını ve kafilelerin emniyet içinde sevkleri için derhal tedbir alınmasını emretmiştir. Yukarıdaki kayıtlardan 1915 yılındaki tehcir esnasında toplam olarak 8–9 veya 10 bin civarında Ermeni’nin eşkıya saldırıları sonucu öldürüldüğü görülüyor. Bu rakam Osmanlı belgelerinden elde edilen kesin sayı olup, bunun dışında bir öldürülme kaydına rastlanılmıyor. Osmanlı Devleti’nin, bir yandan cephede savaşırken bir yandan da kafilelerin iaşe ve emniyetlerinin sağlanması için olağanüstü gayret sarfettiği anlaşılıyor. Nitekim nakledilen Ermenilerin, eşkıyanın saldırılarına maruz kalarak öldürülmeleri ve soyulmaları karşısında, derhal ilgili bölge yetkililerine talimat göndererek, bundan böyle zabtiyesiz hiç bir kafilenin yola çıkarılmamasını ve sevkıyatın emniyet içinde yapılması için gerekli tedbirlerin alınmasını istediği görülmektedir. Öte yandan, sevkıyatın yapıldığı illerdeki görevlilere gönderdiği emirlerle Ermeni kafilelerine saldırıda bulunanların yakalanarak cezalandırılmalarını, ayrıca kafileleri koruyan muhafızların sayılarının arttırılmasını emretmiştir. Hükümetin, bu emre istinaden 23 Ağustos 1331 (5 Eylül 1915) tarihinde ilgili vilâyetlere çektiği şifre telgrafta, Ermeni kafilelerine saldıranlardan kaç kişinin cezalandırıldığı sorulmuştur. Ayrıca diğer bir tedbir olarak, Ermeni kafilelerinin sevki sırasında ihmali veya yolsuzluğu görülen görevlileri tesbit etmek üzere tahkik heyetleri kurulmuştur. Mahkeme-i İstintak birinci reisi Asım Bey’in başkanlığında Ankara Vilâyeti Mülkiye Müfettişi Muhtar Bey ile İzmir Jandarma Mıntıka Müfettişi Kaymakam Muhhiddin Bey’den oluşan bir heyet, Adana, Halep, Suriye, Urfa, Zor ve Maraş bölgelerine; Mahkeme-i Temyiz Reisi Hulusi Bey’in başkanlığında Şura-yı Devlet232 azalarından İsmail Hakkı Bey’in de katıldığı heyet 231 232 Halaçoğlu, a.g.m. , s.488. Halaçoğlu, a.g.m. , s.488. 128 Hüdavendigâr, Ankara, İzmit, Karesi, Kütahya, Eskişehir, Kayseri, Karahisar-ı Sahip ve Niğde bölgelerine gönderildiler. Bitlis eski Valisi Mazhar Bey başkanlığında Dersaadet Bidayet Müdde-i Umumîsi Nihad ile Jandarma binbaşılarından Ali Naki Beylerden oluşan üçüncü bir heyet ise, Sivas, Trabzon, Erzurum, Mamuretülaziz, Diyarbekir, Bitlis ve Canik bölgelerinde görevlendirildi. Bu heyetin başkanı olan ve Sivas’ta bulunan Mazhar Bey’e 20 Eylül 1331’de (3 Ekim 1915) “mahrem” kaydıyla çekilen birşifre telgrafta, heyetlerin vardıkları yerlerde gerekli incelemeleri yaptıktan sonra, neticelerini devamlı olarak merkeze rapor etmeleri istenmiştir. Heyetlere verilen talimatlara göre, jandarma, polis, memur ve âmirleri, haklarında yapılacak tahkikat neticesine göre Divan-ı Harbe sevkedileceklerdi. Divan-ı Harbe sevkedilenlerin bir listesi de Dâhiliye Nezareti’ne verilecekti. Vali ve kaymakamlar hakkında yapılacak tahkikatın neticesi önce Nezaret’e arz olunacak ve verilecek emre göre muamelesi yürütülecekti. Divan-ı Harb başkanları veya üyeleriyle askerî memurlardan da suistimali görülenler bulunursa, bağlı oldukları ordu komutanlıklarına bildirilecekti. Tahkik heyetlerinin verdikleri raporlar ışığında, görevini kötüye kullanan (kafilelerden para ve eşya çalmak, gerekli şekilde koruma görevi yapmadığı için kafilelerin tecavüze uğramalarına yol açmak, sevk emrine aykırı hareket etmek, kadın kaçırmak gibi) pek çok görevli, işten el çektirildiler. Bir kısmı Divan-ı Harbler’de yargılanarak ağır cezalara çarptırıldılar.233 2.10.TEHCİRE TÂBİ TUTULMAYAN VE TEHCİRDEN KURTULMAK İÇİN DİN DEĞİŞTİREN ERMENİLER Yukarıda da belirttiğimiz gibi, tehcir kararı bütün Ermenilere uygulanmadı. Başlangıçta bazı bölgelerde (Urfa’da Germiş ve Birecik, Erzurum, Aydın, Trabzon, Edirne, Canik, Çanakkale, Adapazarı, Halep, Bolu, Kastamonu, Tekirdağ, Konya ve Karahisar-ı sahip) yaşayan Ermenilerin bir bölümü tehcir haricinde bırakıldılar. Fakat daha sonra bunların da çeşitli tedhiş olaylarına karıştıkları görülünce büyük bir kısmı tehcir edildiler. Hasta ve âmâlar tehcir edilmedikleri gibi, Katolik ve Protestan 233 a.g.m. , s.489. ( Bu bölüm adı geçen makaleden aynen alınmıştır.) 129 mezhebinden olanlar, asker ve aileleriyle, memurlar, tüccarlar, bazı amele ve ustalar da tehcir dışı tutuldular. Nitekim Maraş ve Adana vilâyetlerine gönderilen telgraflarda, hasta, âmâ sakat ve yaşlıların sevkedilmemeleri ve şehir merkezlerine yerleştirilmeleri hususunda talimat gönderilmiştir. 21 Temmuz 1331/3 Ağustos 1915 ve 2 Ağustos 1331/15 Ağustos 1915 tarihinde ilgili vilâyetlere gönderilen telgraflarla Katolik ve Protestan mezhebinde bulunan Ermenilerin sevkedilmemeleri ve bulundukları şehirlere yerleştirilerek nüfus sayılarının bildirilmesi emredilmiştir. Bu gibiler, vilâyet dâhilinde çeşitli şehirlere iskân edilmişlerdir. Yanlışlıkla tehcire tabi tutulanlar ise, araştırılarak o sırada bulundukları şehirlere yerleştirilmişlerdir. Fakat tehcir harici tutulanlardan, zararlı faaliyetleri görülenler ister Katolik, ister Protestan olsun yeni iskân sahalarına sevkedilmişlerdir.234 2 Ağustos 1331’de (15 Ağustos 1915) Erzurum, Adana, Ankara, Bitlis, Halep, Hüdavendigâr, Diyarbekir, Trabzon, Konya, Van vilayetleriyle, Urfa, İzmit, Canik, Kayseri, Afyon, Karesi, Maraş, Niğde, Eskişehir mutasarrıflıklarına gönderilen şifre telgrafla, Osmanlı ordusunda subay ve sıhhiyye sınıflarında hizmet gören Ermeniler ve ailelerinin bulundukları yerlerde bırakılarak tehcire tabi tutulmadıkları görülmektedir. Ayrıca, merkez ve taşradaki Osmanlı Bankası şubelerinde, Reji İdaresi’nde ve bazı konsolosluklarda çalışan Ermenilerin de hükümete sadık ve iyi halleri görüldükleri sürece tehcir edilmemeleri kararlaştırılmıştır. Bunlar dışında, yetim çocuklar ve dul kadınlar da sevke tabi tutulmayarak, bu gibiler yetimhanelerde ve köylerde koruma altına alınmışlar ve kendilerine maddî yardımda bulunulmuştur. Öte yandan sevkiyat esnasında yetim kalan çocuklar da Sivas’a gönderilerek oradaki yetimhanelere konmuştur. Korunmaya muhtaç Ermeni aileler hakkında 17 Nisan 1332/30 Nisan 19l6’da genel bir emirname yayınlanmıştır. Bu emirnamede: a)Erkekleri sevkedilen veya askerde bulunan kimsesiz ve velisiz ailelerin, Ermeni ve yabancı bulunmayan köy ve kasabalara yerleştirilerek, iaşelerinin muhacirin tahsisatından verilmesi, b)12 yaşına kadar olan çocukların, bölgelerindeki yetimhanelerin yeterli olmaması halinde, zengin müslüman ailelerin yanına verilerek yetişmelerinin ve 234 Halaçoğlu, a.g.m. , s.489. 130 eğitimlerinin sağlanması, c)Hali vakti yerinde olmayan müslüman ailelere ise muhacirin tahsisatından, çocukların iaşe masrafını karşılamak üzere 30 kuruş ödenmesi, d)Genç ve dul kadınların kendi rızalarıyla, müslüman erkeklerle evlenmelerine izin verilmesi, yer almaktaydı. Tehcir sırasında bazı Ermenilerin tehcirden kurtulmak için din değiştirme yoluna gittikleri görülmektedir. Osmanlı yönetimi, sadece tehcirden kurtulma amacına235 yönelik bu tip isteklerin kabul edilmemesini kararlaştırmıştır. Bu cümleden olarak, 18 Haziran 1331/1 Temmuz 1915’te ilgili vilâyet ve sancaklara gönderilen tebligatta, sevkedilen Ermenilerin bazılarının toptan veya ferdî olarak yerlerinde kalmak amacıyla ihtida ettiklerinin anlaşıldığı belirtilerek, bu gibilere kat’iyyen itimat edilmemesi gerektiği, bunların İslâm adı altında yine fesatlıklarını sürdürebilecekleri hatırlatılmış, ihtida etmiş olan Ermenilerin de sevkedilmeleri emredilmiştir. Aynı şekilde kocaları askerde olan Ermeni kadınlarının ihtidalarının da kabul edilmediği 16 Teşrin-i evvel 1331/29 Ekim 1915 tarihinde Karahisar-ı Sahip Mutasarrıflığına gönderilen şifre telgraftan anlaşılmaktadır. Bununla beraber, tehcirin sonlarına doğru, ihtida etmek isteyen Ermenilerin müracaatları olumlu karşılanmış ve Teşrin-i evvel 133l/Ekim 1915 sonundan itibaren din değiştirmelere müsaade edilmeye başlanmıştır. Nitekim 22 Teşrin-i evvel 1331/4 Kasım 1915 tarihinde bütün vilâyet ve mutasarrıflıklara gönderilen genelgede; sevkedilmeyip, öteden beri oturdukları yerlerde kalan Ermenilerle, sevkedilecekler arasında olup da özel bir emirle gönderilmeyenler veya yerlerine iade edilmiş olanların ihtidalarının kabul edileceği yer almakta idi.236 Bu genelgeden sonra Menteşe’de ihtida etmek isteyenlerin müracaatları kabul edildiği gibi, bu gibilerin malları da iade edilmiştir. Nitekim Sivas’a gönderilen 24 Şubat 1331/9 Mart 1916 tarihli şifre telgrafta da ihtida veya başka sebebten dolayı sevkedilmeyen ve yerlerinde bırakılan Ermenilerin mallarının tasfiyeye tabi olmadığı bildirilmiştir. Sevke tabi tutulan Ermenilerden ihtida etmek isteyenlerin müracaatları ise, yeni iskân yerlerine varmalarından sonra kabul edilmiş ve o tarihten geçerli sayılmıştır. Yerlerinde kalan bazı Ermenilerin ihtida istekleri ise, ileride sevklerine tesir etmemek 235 236 Halaçoğlu, a.g.m. , s.489. Halaçoğlu, a.g.m. , s.490. 131 şart ve kaydıyla kabul edilmiştir. Din değiştirenlerden sevke tabi tutulacakların nüfus tezkirelerine din değiştirdiklerine dair kayıt düşülmemesi, seyahat sırasında yalnız ikamet ettikleri yerin ismi yazılan belgeler verilmesi kararlaştırıldı. Bundan maksadın, din değiştirme kisvesi altında ülke içine sızmaya çalışan Ermeni fesat yuvalarının faaliyetlerinin önlenmesi hedeflenmişti.237 Osmanlı Hükümeti tehcir sırasında yurt dışından gelecek veya yurt dışına çıkacak Ermenilerle ilgili tedbirler de aldı. Osmanlı tebaası olan 17–55 yaşları arasında bulunan erkek Ermenilerin yurt dışına çıkmaları yasaklandı. Tarafsız devletlerin vatandaşı olan Ermenilere ise savaş sonuna kadar dönmemek şartıyla Osmanlı ülkesinden ayrılmalarına izin verildi. Dışarıdan Osmanlı ülkesine girmek isteyen Ermenilere ise, hangi ülke vatandaşı olursa olsun kat’iyyen müsaade edilmedi. Tehcire tabi tutulan Ermenilerin başvurdukları bir hileli yol da kendilerini yabancı bir devletin vatandaşı olarak göstermeleriydi. Tehcir sırasında bu gibi iddialar büyük sorunlar çıkarmıştır. Sevke tabi tutulan bazı Ermenilerin Amerika vatandaşı olduklarını iddia etmeleri üzerine Amerika elçisinin, hükümet nezdinde teşebbüse geçerek bu gibilerin sevkini durdurmasını istediği anlaşılmaktadır. Hükümet, bu gibi iddiaların doğruluğunu tesbit etmekte bir hayli güçlük çekmiştir. Nitekim 25 Haziran 1331/8 Temmuz 1915’te Mamuratülaziz vilâyetine gönderilen bir telgrafta, gerçekten Amerika tâbiiyetinde bulunan Ermeni varsa, miktarlarının tesbiti ve bunların sevkedilmesinden vazgeçilmesi istenmiştir. Tehcir sırasında Amerika konsoloslarının veya diğer devletlerin temsilcilerinin Ermenilerle yakından ilgilendikleri anlaşılmaktadır. Bazı Amerika konsolosları, şehir şehir dolaşarak Ermeniler hakkında tahkikatta bulunduğu gibi, bazı Alman subaylarının da Halep, Konya, Adana tren hatları boyunca dolaşarak Ermenilere ait pek çok resim çektikleri ve bunları Osmanlı Hükûmeti’ni tenkit için kullanacakları öğrenilmiştir. Hatta görevli yabancı memurların Ermeni memurlar vasıtasıyla yalan yanlış haberler toplayarak dış ülkelerde aleyhte propaganda malzemesi olarak kullanmaları üzerine hükümet, 30 Ağustos 1331/12 Eylül 1915’te ilgili vilâyetlere şifre telgraf göndererek, ecnebilerin aleyhte kullanabilecekleri davranışlarına meydan verilmemesi için gerekli tedbirlerin alınmasını istemiştir.238 237 238 Halaçoğlu, a.g.m. , s.490. Halaçoğlu, a.g.m. , s.490. ( Bu bölüm adı geçen makaleden aynen alınmıştır.) 132 2.11.SEVK EDİLEN ERMENÎLERİN İHTİYAÇLARININ KARŞILANMASI Hükümet, Ermeni tehcirine başlamadan önce bütün vilâyetlere yazılar yazarak, bölgelerinden geçecek kafilelerin bütün ihtiyaçlarının karşılanması için gerekli tedbirlerin alınmasını ve yiyecek stoklanmasını bildirdi. İaşe te’mini için İskân-ı Aşâir ve Muhacirin Müdüriyeti’ne çeşitli emirler ve talimatlar verildi. İhtiyaçların tesbit ve te’mini için İskân-ı Aşâir ve Muhacirin Müdürü Şükrü Bey bizzat görevlendirildi. Sevkiyat sırasında kafilelerin ihtiyaçlarının karşılanması için Konya’ya 400.000, İzmit Sancağına 150.000, Eskişehir sancağına 200.000, Adana vilâyetine 300.000, Haleb vilâyetine 300.000, Suriye vilâyetine 100.000, Ankara vilâyetine 300.000, Musul vilâyetine de 500.000 kuruş olmak üzere toplam 2.250.000 kuruş tahsis edildiği belgelerden anlaşılmaktadır.239 Ayrıca vilâyetler kendi imkânları nisbetinde yardımlarda bulundukları gibi, zaman zaman ihtiyaç durumuna göre merkezden yeni para tahsislerinin de yapıldığı tesbit edilmektedir. Bu arada Amerika’dan Ermeni muhacirlere verilmek üzere gönderilen bir miktar para da Amerikan misyonerleri ve konsolosları tarafından Hükümetin bilgisi dâhilinde Ermenilere dağıtılmıştır. Bunun dışında Amerika’da yaşayan bazı Ermenilerin, aralarında topladıkları paraları gizli yollardan, tehcire tabi tutulan Ermenilere gönderdikleri de belgelerde yer almaktadır. Osmanlı Hükümeti, sevkiyat için bu kadar büyük paralar harcarken, bir yandan da tehcire tabi tutulan Ermenilerin devlete ve şahıslara olan boçları, ya ertelenmiş ya da tamamen defterden silinmiştir. Nitekim Talat Paşa tarafından 19 Mayıs 1331/lHaziran 1915’te Maraş Mutasarrıflığına gönderilen bir şifre telgrafla, Ermenilerin borçlarının alınmaması istenirken, bütün vilâyetlere 22 Temmuz 1331/4 Ağustos 1915’te gönderilen diğer bir emirde de, iskâna tabi tutulan Ermenilerin aşar-ı ağnam ve diğer vergi borçlarının ertelenmesi talimatı verilmiştir. Diğer taraftan sevkedilen kafilelere hastalık durumlarında tedavi edilmeleri için sağlık görevlileri atanmıştır. Ayrıca, tehcir edilenler arasında bulunan suçlu ve zanlılar hakkındaki takibat da ertelenmiştir.240 239 240 a.g.m. , s.490. a.g.m. , s.490. ( Bu bölüm adı geçen makaleden aynen alınmıştır.) 133 2.12.TEHCİRE TABİ TUTULAN ERMENİLERİN MALLARI Yukarıda da belirtildiği üzere, 27 Receb 333/28 Mayıs 1331 (10 Haziran 1915) tarihinde yayınlanan talimatname ile tehcire tabi tutulan Ermenilerin malları koruma altına alınmıştır. Aynı tâlimatnameye göre, bozulabilir mallarla hayvanlar veya işletilmesi zorunlu olan imalâthaneler, kurulan komisyonlar tarafından açık arttırma ile satılacak ve paraları sahiplerine yollanacaktı. Osmanlı Hükûmeti’nin bu talimatnamenin uygulanması sırasında büyük titizlik gösterdiği anlaşılmaktadır. Herhangi bir suiistimale meydan vermemek için büyük bir dikkat gösterilmiştir. Emval-i Metruke Komisyonları eliyle değerleri üzerinden sahipleri adına müzayede yoluyla satılması ve kendilerine ödenmesi kararlaştırılmıştır. Bu satışlar sırasında birtakım dedikoduların çıkması üzerine hükümet, 21 Temmuz 1331/3 Ağustos 1915’te mutasarrıflıklara, vilâyetlere ve Emvâl-i Metruke Komisyonları’na şifre telgraf göndererek, adı geçen malların devlet memurlarınca satın alınmasını, çeşitli suiistimallere meydan vereceği gerekçesiyle yasaklamıştır. Ancak daha sonra bu karar, bazı vilâyetlerde gerçek değeri üzerinden ve peşin para ödenmesi şartıyla kaldırılmıştır. Hükümet her türlü yolsuzluğu önleyecek tedbirleri almaktan geri durmamıştır. Nitekim 29 Temmuz 1331/11 Ağustos 1915’te Sivas Emval-i Metruke Komisyonu Başkanlığı’na gönderilen bir şifre telgrafta, ihtikâr ve suiistimale mâni olacak tedbirlerin alınması istenmektedir. Yine aynı tarihte bütün vilâyetlere gönderilen bir tebligat ile de bu konuda alınacak tedbirler ve uygulamalar maddeler halinde belirtilmiştir. Bu talimata göre:241 a) Tahliye edilmiş olan bölgelere hiçbir şüpheli şahıs sokulmayacak; b) Eğer bazı şahıslar ucuza mal satın almışlarsa, satışlar feshedilecek ve gerçek değeri takdir olunarak, meşru olmayan bir menfaat teminine meydan verilmeyecek; c) Tehcir edilen Ermenilerin, istedikleri eşyayı götürmelerine müsaade edilecek; d) Götüremeyecekleri eşyadan, durmakla bozulacak olanlar zaruri olarak satılacak, fakat bozulmayacak durumdaki eşyalar ise sahipleri adına korunacak; e) Taşınmaz malların icar, ferağ ve rehin gibi işlemlerinin sahipleriyle olan 241 Halaçoğlu, a.g.m. , s.491. 134 ilgilerinin bozulmamasına dikkat edilecek ve tehcirin başladığı tarihten itibaren bu hükümlere aykırı olarak yapılan uygulamalar varsa feshedilecek; f) Bu mallar hakkında anlaşmazlık durumlarına meydan verilmeyecek; g) Sevke tâbi tutulan Ermenilere, mallarını yabancılar dışında istediği kimseye satmalarına izin verilecekti. Talimatnamelerdeki bu hükümler büyük bir titizlikle uygulanmaya çalışılmış, sevkedilen Ermenilerden kalan sanat ve ticaret müesseseleri iskân şirketleri kurularak, değerleri üzerinden bu şirketlere intikal ettirilmiştir. Satılan malların bedelleri Emval-i Metruke Komisyonları tarafından sahiplerine gönderilmiştir. Nitekim iskân mahallerine varan muhacirler, kendilerine aktarılan bu paralarla işlerini kurmuşlar ve bölgeye uyum sağlamışlardır.242 2.13.ERMENİ TEHCİRİNDE KARŞIT FİKİRLER VE ASILSIZ İDDİALAR Daha öncede belirttiğimiz gibi Sarıkamış’ta kendi askerlerinin bile yok oluşuna karşı elinden hiçbir şey gelmeyen Osmanlı Devleti muhakkak ki sevk ve iskân sırasında belli sayıda insanların öldüğünü kabullenmektedir. Ancak bunlar Ermeniler’in iddia ettiği gibi bir katliam maksadıyla yapılmamış, yapılan sevk ve iskân sırasında devletin elinde olmayan imkânlar nedeniyle insanların yayan olarak yaptıkları göç sırasında meydana gelmiştir. Bu bölümde bu olayları katliam olarak nitelendiren yazarların yazdıklarına da yer vermeyi uygun gördük. Öncelikle Taner Akçam’ın kitabından bir alıntı yapalım: “Genelde katliamın başlangıç tarihi olarak 24–25 Nisan 1915 tarihi verilir fakat bu tarih daha çok sembolik bir karakterdedir. Sürgün ve öldürme olayları bu tarihten daha önce başlamıştır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, elde, Ermeniler’in imha edilmelerine ilişkin kararı ve emri ihtiva eden bir belge yoktur. Var olan belgeler sürgün başladıktan sonra yayımlanmışlardır ve bu metinlerde sadece “diğer mahallere sevk ve iskân” veya “tayin ve tahsis edilen mahallere nakil ve iskân” gibi ibarelere yer verilmiştir. Gerçi Ermeni kırımının örgütlenmesinden sorumlu olduğu bilinen, Teşkilat-ı Mahsusa siyasi sorumlusu Bahattin Şakir’in, “Nef i ve tagrip olunduğunu bildirdiğiniz eşhası müzirre 242 a.g.m. , s.491. ( Bu bölüm adı geçen makaleden aynen alınmıştır.) 135 imha ediliyor mu? Yoksa yalnızca i’zam ve sevk mi olunuyor vazihan bildiriniz kardeşim.” yollu telgrafları vardı. Bunun gibi çeşitli telgraflardan imhanın planlı bir eylem olduğu anlaşılsa bile, bu belgeler arasında resmi bir hükümet kararı yoktur. Olayların gelişimi ile yayımlanan belgeler arasında doğrudan bir ilişki kurmanın zorluğu, gelişmeleri, resmi belgeler üzerinden anlatmayı olanaksız kılmaktadır. Gerçekte yaşananlarla, konuya ilişkin yayımlanan talimatnameler iki ayrı olgu olarak ele alınmalıdır.”243 Evet, anlatılandan da görüldüğü üzere yayımlanan talimatnamelerden ziyade gerçekte yaşananlar adı altında görgü tanıklarının ifadelerinden bahsedilmektedir. Fransız yazar Yues Ternon ise kitabında katliam olarak şunları ifade etmektedir: “Tasarlanmış olsun olmasın, her kişisel ya da toplu cinayet onu işleyen kişi veya kişilerin duymuş olduğu gereksinimin bir sonucudur. Bu gereksinimin kendini dayattığı ve cinayet kararının alındığı andan itibaren, infazın koşulları caninin niteliklerine göre değişim gösterir. İttihad’ın Merkez Komitesi, bu konuda yapacağının işaretlerini önceden veren bir görünüm arz etmektedir. Geçmişte her tarafta gerçekleştirilmiş anarşik katliamların yerine, operasyonların tüm gelişim süreci boyunca özel denetimi elinde tutan planlı bir bürokratik merkezileşmeyi geçirmiştir. “Bu meseleden nasıl kurtulmalı?” sorusuna Merkez Komitesi’nin yanıtı: “Kökünden, iz bırakmadan, gizlice, en az risk ve en az masrafla.” biçiminde olmuştur. İnfaz tarihine gelince, bu genel imha planının gerektirdiği kurumların işlerlik kazanma süresine ve anında fırsat olarak kullanılabilecek olayların meydana gelmesine göre 244 belirlenecekti.” Yazılanlardan anlaşılacağı üzere yazar işi tamamiyle cinayet manasında kabullenmiştir. Hatta sonraki bölümlerde bu cinayetlerin 6 yolundan bahsetmiştir. Son olarak vereceğimiz örnek ise Vahakn N. Dadrian’ın kitabından; “Osmanlı Harbiye Nazırlığı’nın İstihbarat Şubesi’nden, daha sonra İstanbul Üniversitesi’nde tarih profesörü ve verimli bir yazar olan bir yüzbaşı, katliamlar hakkında şöyle yazdı; 243 244 Taner Akçam, Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu, İletişim Yayınlan, İstanbul, 1995, s. 105. Yves Ternon, Ermeni Tabusu, Çeviren: Emirhan OĞUZ, Belge Yayınları, İstanbul, 1993, s.251. 136 “Hapishanelerden salıverilen cani çeteleri, Harbiye Nazırlığı’nın bir haftalık arazi eğitiminden geçtikten sonra, Ermeniler’e karşı en kötü cinayetleri hazırlamak üzere, İttihat Terakki’nin çeteleri olarak Kafkas cephesine gönderildiler.” İttihatçılar Ermeniler’i yok etmek ve böylece “Doğu Vilayetleri Sorunu”nu halletmek niyetinde idiler.’245 2.14.ERMENİ OLAYLARI HAKKINDA BAZI BATILI YAZARLARIN GÖRÜŞLERİ Ermeni tedhiş olayları birçok yabancı yazarın yapıtlarına konu teşkil etmiştir. Bunlar genelde Ermenilere sempati besleyen kişilerdir. Ancak bazı gerçekleri söylemekten de kaçmamamışlardır. Bazı yazarlar Osmanlı Devleti’nin çöküşünde en önemli öğelerden biri olan Kapitülâsyonlarla ilgili görüşlerini de açıklamışlardır. Kapitülasyonlar Hıristiyanlara aşırı haklar sağlamış, Türkleri ezmiştir. Bu durum yabancılar tarafından da açıkça dile getirilmiştir. Konu ili ilgili olarak Claire Price, ‘The Rebirth of Turkey’ adlı kitabında şöyle diyor: “Kapitülasyonlar hukuki bir süreç olmaktan öteye idi. Onlar, Osmanlı Hükümeti’ne karşı bir zihni davranış yaratıyordu. Kapitülasyonlar, Osmanlı Hükümeti’ni yok telakki ederek, Osmanlı tebaası ile serbestçe münasebet kurmak itiyadını Batılılarda yaratmıştı. Kapitülasyonlar rejiminde Batı, Osmanlı Hükümeti Hıristiyan tebaası ile münasebet tesis etmiş ve sadece bu hükümete karşı tatbik edilen bir davranış tarzı oluşturmuştu. Buna göre, herhangi bir Osmanlı Hıristiyanının hükümete karşı isyan hakkı vardır. Buna karşılık memleket içinde huzuru teminle mükellef yegâne organ olmasına rağmen, hükümete bu isyanları bastırmak hakkı tanınmıyordu. Bu davranış tarzı başka hiçbir hükümete karşı tatbik edilmemiştir.”246 İstanbul’daki çeşitli Hıristiyan mezheplerinin gizli emelleri doğrultusunda yaptıkları kışkırtmalar yabancı yazarların da dikkatinden kaçmamıştır. Bu konuda Davit G.Hogart, ‘A.JVandering Scholar in The Levant’ adlı kitabında şu görüşe yer veriyor: 245 Vahakn Dadrian, Ulusal ve Uluslararası Hukuk Sorunu Olarak Jenosid, Çeviren:Yavuz ALOGAN, Belge Yayınları, İstanbul, 1995, s.56. 246 Özsoy-Ataünal, a.g.e. , s.173. 137 “Ermeniler, yok edilmez milliyetçiliklerine, fanatik taassuplarına rağmen, eğer yalnız olsalardı, Osmanlılar için ihmal edilen bir dikenden başka bir şey olamazlardı. Bab-ı Âli, Hıristiyan Ermenilerin, Gregoryen, Katolik ve Protestan mezhebindekilerin birbirlerine karşı tesamühten yoksun oluşları, ayrıca ticareti ve murabahacılığı ellerinde tutuşları dolayısıyla onları bölüp idare edebileceğini biliyordu, ancak gizli Ermeni cemiyetlerinin (hayatlarının bir döneminde bu cemiyetlerin üyesi olarak teknik bakımdan vatan hiyaneti işlememiş pek az Ermeni vardır) arkasında Kürtleri ve Kürtlerin gerisinde Rusları görüyordu yahut nazarlarını Batıya çevirince kışkırtıcıların devrevi propagandalarının arasından Exerter Hall’ü (İngiliz Hükümeti kasdediliyor) ve Ermeni Komitelerini teşhis ediyordu. Türkler, bizim sempatimiz yüzünden baskıya başvurdular, baskı yapıldığı için bizim sempatimiz arttı ve böylece fasit daire ortaya çıktı, normal olarak baskıdan öteye gidiyor muydu? İdareci olarak zulmediyor muydu? Şimdiye kadar sadece bir versiyonu duyduk, bu olayın taraflarından birisinin hor muamele hikâyeleriyle dolu milli bağımsızlık feryadını dinledik. İtham edilenin ağzı ise, fatalizm, anane ve Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında mevcut anlaşmazlık uçurumu sebebiyle kapalı duruyor. Benim, Batı Ermenistan’daki, 1894 yılına kadar uzanan hemen hemen 4 senelik şahsî tecrübemde ise bir terör idaresine işaret eden hiçbir şey görmedim... Hıristiyan köylerindeki hayat bana Müslüman köylerindekinden farklı görünmediği gibi, şehirlerdeki Ermenilere ait mal ve ticaretin, Müslümanlara ait olandan daha az korunduğuna da şahit olmadım... Bir gerginlik, bir sürtüşme, bir karşılıklı şüphelenme hali vardı, bunlarla ilgili olarak Ermeniler bana tekrar tekrar, şu vatanperverler bizi kendi halimize, ticaretimize, ziraatimize bıraksalar dediler... Türkler 500 yıllık bir sahipliğin verdiği hakla hüküm sürüyorlar ve onlardan önce Bizanslılar, İranlılar, Partlar, Romalılar, Ermenistan’ın hâkimi idiler. Türkler bu konuda bazı haklar ileri sürüyorlar. Kendi mevcudiyetini korumak hakkı, asırlardır Doğu Toroslar ‘da ticareti yok eden Zeytun gibi nifak ocaklarını söndürmek hakkı, hâkimiyetini devam ettirmek hakkı hiçbir şekilde tezyif edici (küçük düşürücü) sayılamaz.”247 Ermeni ihtilalcilerin insanlık dışı düşünce ve uygulamalarına tanıklık eden Sir Mark Sykes, ‘The Calips Last Heritage’ adlı kitabında şu acı gerçeği vurguluyor: 247 a.g.e. , s.174. 138 “...İhtilalcilerin taktiklerine gelince, bundan daha şeytanca bir şey düşünülemez. Masum insanların cezalandırılması için Müslümanları katletmek, o gün vergisini ödemiş köylerden geceleyin zorla para toplamak, para yardımı yapmayı reddedenleri öldürmek, bunlar Müslüman, Katolik ve Gregoryenlerin onları açıkça itham ettikleri cinayetlerin sadece bazılarıdır... Ermeni ihtilalcileri, düşmanları ile savaşmak yerine kendi248 dindaşlarını soymayı tercih ederler. İstanbul’daki anarşistler kendi hemşehrilerinin öldürülmesine imkân sağlamak için bomba atarlar... Eğer İngiliz insaniyetperverleri ve gezginci eşkıyanın (bunlar isyanın aktif ajanlarıdır) gayeleri, doğu eyaletlerinin ekseriyetini Ermeni oligarşisinin inayetine tâbi kılmak ise, o zaman Müslümanların fanatik davranışlarını veya Türk Hükümetinin baskı tedbirlerini takbih etmek (kınamak) imkânını göremiyorum. Diğer taraftan, Ermenilerin gayesi kanun önünde müsavatı (eşitliği) temin ve bir kısmında da Ermenilerin oturdukları ülkede barış ve emniyeti sağlamak ise, o zaman, kullandıkları metotların başarı temin edecek cinsten olmadığını söyleyeceğim.” Ermeni ihtilalcilerin ülkeyi nasıl “barut fıçısına” döndürdüklerine ilişkin olarak Dixon-Johnson, C.F. tarafından yazılan ‘The Armenians’, adlı kitapta şunlar yer alıyor: “Bu ihtilalci ajanların Kürdistan’a gelişlerinin kaçınılmaz neticesi Türk Hükümeti ve bölge sakini Müslümanlarla Hıristiyan ve özellikle Ortodoks Ermeniler arasındaki en iyi münasebetlerin kötüleşmesi oldu. Bu gayet tabii idi. Zira Türkiye’de halk gizli cemiyetlerden ve entrikalardan dehşet duyuyor, Yunan Heteriacıları, Bulgar Komitacıları elinden çektikleri ıstırapları hatırlıyorlardı. Bir zamanlar milleti sadıka dedikleri bu toplumun, artık bu sıfata layık olmadıklarına, Müslümanları katletmek için silâhlanarak hazırlandıklarına inanıyorlardı. Bütün ülke bir barut fıçısı haline döndü”249 Türklerin hoşgörüsünün eşsizliği ve yüceliğini yabancılar da yatsıyamamıştır. E.Alexander Powel ‘The Struggle For Power in Moslem Asia’ adlı kitabında şöyle diyor: “...Türkler, diğer dindarları Araplar gibi, fıtraten fanatik değildirler. Aslında Osmanlı İmparatorluğu tarihinde, dini nefretten kaynaklanan katliam ve dini taassup, Avrupa devletlerinin XIII. asırdan XVI. asra kadarki tarihlerine kıyasen çok daha azdır. 248 249 a.g.e. , s.175. a.g.e. , s.176. 139 Haçlılar Filistin’de Müslüman esirleri keserlerken, İspanya’da engizisyonun dehşeti had safhada iken, Kromvel’in askerleri İrlandalı Katolikleri katlederken, Fransa Kralının emri ile Fransa’da Protestanların kökü kazınırken, bütün Avrupa ülkelerinde Museviler hesapsız zulüm ve vahşete tabi tutulurken, Küçük Asya’da Müslüman, Hıristiyan ve Musevilerin yan yana, tam bir dostluk içinde yaşadıklarını hatırlamak yerinde olur.”250 Ermeni Kilisesi’nin, Ermeniler’in ruhu olduğunu, çeşitli yazarların ifadeleri ile belirttik. Ermeni Piskoposu Gevond Turyan’ın haftalık bir Ermeni dergisi olan Dadjar’da yayınladığı makaleleri daha sonra, bir kitapta toplanmış ve 1917 yılında İstanbul’da basılmıştır.251 Bu kitapta yer alan bilgiler, Ermeni Kilisesi’nin bir itirafnamesi niteliğinde olup, Ermeni Komiteleri’nin, Patrikhane’nin ve Ermeni Cemiyetleri’nin gerçek yüzlerini ortaya koymaktadır. Gevond Turyan, Ermeni Kilisesi ve ruhanîlerinin Osmanlı Devleti’nin yıkılmasındaki rollerini şöyle açıklamaktadır: “Dinî cemaatlar, uzun zamandan beri, Ermeni İhtilâl Partileri’nin inkılâp ocakları olmuş ve en şeytanî programlar buralardan hazırlanmıştır. Dinî merkezler, silâh depoları ve komplo ocakları olmuştur... Dinî liderler, söz ve yazı ile kendilerine güvenmiş olan halkı isyana teşvik ediyorlardı. Artik vaazlarda yüce sözler ve İncil’in doktrini zikredilmiyordu. Sadakat ve doğruluk yerine isyan; insanlık yerine kin ve intikam; ahlâk yerine alçaklık ve rezillik vaazediliyordu... Dinî liderler, komiteler tarafından organize edilmiş bayramlara, toplantılara, törenlere başkanlık ediyorlardı.” “Ne Ermeniler’in en yüksek dinî lideri Eçmiyazin Katogigosu, ne Ermeniler’in kaderini omuzladığını iddia eden en yüksek Kilise yetkinleri, ne bu ihtilâl partilerinin yetkili şefleri, ne diğer Ermeniler, Türkiye dışında, bizim, diğer hiçbir otoritenin hâkimiyeti altında varlığımızı korumaya muktedir olmadığımızı ne açıklayabildiler, ne de kavrayabildiler.” “Ermeniler, 600 yıldan beri, başka hiçbir millet tebaasının ne gördüğü, ne tanıdığı geniş bir sosyal ve dinî252 hürriyetten istifade ederek Türkiye’nin toprağında Türkler ile yanyana yaşadılar... Bu hain nankörler (Komiteler), bu densizler, gerçekleri 250 a.g.e. , s.177. İlter, a.g.e. , s.74. 252 a.g.e. , s.75. 251 140 inkâr etmişler ve en itibarlı tebaa olarak, şanla, şerefle yaşama imkânı bağışlayan bu ülke üzerinde, kin, nefret ve ayrılık tohumları ekmişlerdir.”113 Ermeni tarihçileri ve yazarları, Gevond Turyan’ın bu kitabını kasıtlı olarak kullanmazlar, görmezlikten gelirler. Bu gerçekçi Ermeni din adamı savaş sonrasında, soydaşlarının yarattığı ortamdan huzursuz olmuş ve 1922 yılında Amerika’ya göçetmiş, ancak buradaki Taşnak basınında birçok defalar eleştirilmiştir. Nihayet, 24 Aralık 1933 tarihinde New York’daki Ermeni Kilisesine bir ayini idare etmek için geldiğinde, Taşnak teröristleri tarafından sözde davaya ihanet ettiği gerekçesi ile bıçaklanarak öldürülmüştür.253 2.15.TEHCİR SONRASINDA ERMENİLER Birinci Dünya Savaşı sırasında sürgün ve göç ile karşı karşıya kalan ve itilaf devletleri saflarında savaşmalarına rağmen bağımsız Ermenistan kurulması konusunda bir ilerleme kaydedemeyen Ermeniler için, 1917 Ekim ayı bir dönüm noktasıdır. Bu tarihte gerçekleşen Bolşevik İhtilali üzerine Ermeniler Rusya’nın desteğini kaybettiler. Türk ordusunun Kafkas harekâtı ve Bakü’ye girişi Ermenileri buralardan çıkmaya ve Erivan’a göçe zorladı. Bununla birlikte ilginç iki önemli gelişme oldu. Osmanlı ordusu Bakü’yü Azerbaycan Cumhuriyei’nin başkenti yaptı ve Ermenistan Cumhuriyeti’ni de tanıdı. Ermenilere göre, kuzeydeki Ermeni Cumhuriyeti’nin yaşaması, altı vilayetin katılımıyla mümkündü. Bazı Ermeni gruplar Kilikya’nın da Ermenistan topraklarına katılmasının şart oluğunu savunmaktaydı. Osmanlılar yenilgiyi kabul ettiğine göre bu düşüncenin hayata geçirilmesine de bir engel yoktu. Ancak Fransa ve İngiltere bu planı uygulanabilir görmediklerinden gönülsüz davranmaktaydılar. Hâlbuki tam da bu sıralarda, 31 Aralık 1918 tarihinde Osmanlı hükümeti bir geri dönüş kararnamesi yayınlamış ve Ermenileri sürgün öncesi yerlerine dönmeye davet etmişti. Kuşkusuz bu Ermenilerin işini kolaylaştıracak mahiyette bir gelişmeydi. Ermeniler de bu durumu lehlerinde kullanmak ve Paris görüşmelerinde daha kuvvetli bir pozisyonda olmak için geri dönüşü organize ettiler. 253 a.g.e. , s.76. 141 Birinci Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra Osmanlı Hükümeti, tehcire tabi tutulan Ermenilerden isteyenlerin tekrar eski yerlerine dönmeleri için bir kararname çıkardı. 22 Kanun-ı evvel 1334 (4 Ocak 1919)’de Dâhiliye Nazırı Mustafa Paşa’nın Sadarete gönderdiği yazıda, Ermenilerden dönmek isteyenlerin eski yerlerine nakledilmeleri konusunda ilgili yerlere talimat verildiği ve gereken tedbirlerin alındığı belirtilmektedir.254 Hükümetin hazırladığı 18 Kanun-evvel 1334 (31 Aralık 1918) tarihli dönüş kararnamesine göre: 1-Sadece geri dönmek arzusunda bulunanlar sevk edilecek, bunun haricinde kimseye dokunulmayacak. 2-Yerlerine iade edileceklerin, yollarda perişan olmamaları ve dönüş mahallerinde mesken ve iaşe sıkıntısı çekmelerinin önlenmesi için gerekli tedbirler alınacak; gidecekleri bölgelerin idarecileriyle irtibat sağlanıp bu konudaki tedbirler sağlandıktan sonra sevkiyat ve geri dönüş işlemlerine başlanacaktır. 3-Bu şartlar dâhilinde dönecek olanlara ev ve arazileri teslim edilecektir. 4-Yerlerine daha önce muhacir yerleştirilmiş olanların evleri tahliye edilecek. 5-Kimsenin açıkta kalmaması için geçici olarak birkaç aile bir arada yerleştirilebilcek 6-Kilise ve mektep gibi binalarla bunlara gelir getiren yerler, ait oluğu cemaate geri verilecek. 7-Yetim çocuklar, istenildiği takdirde hüviyetleri dikkatlice tespit edilerek velilerine veya cemaatlerine iade olunacak. 8-İhtida etmiş olanlar arzu ederlerse eski dinlerine dönebilecekler. 9-Mühtedi Ermeni kadınlardan, bir Müslüman ile evli bulunanlar, eski dinlerine dönme konusunda serbest bırakılacaklar. Eski dinlerine döndükleri takdirde kocasıyla aralarındaki nikâh bağı kendiliğinden bozulmuş olacaktır. Eski dinine dönmek istemeyen ve kocasından ayrılmaya razı olmayanlara ait meseleler ise mahkemelerce halledilecektir. 254 Halaçoğlu, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s.114. 142 10-Ermeni mallarından, henüz kimsenin tasarrufunda bulunmayanlar, kendilerine teslim edilecek; hazineye intikal edenlerin iadesi de, mal memurlarının muvafakatı ile karara bağlanacak, bu konuda ayrıca açıklayıcı zabitnameler hazırlanacak. 11-Muhacirlere satılan mülklerin sahipleri döndükçe, peyderpey bunlara teslim edilecek. Bu konuda 4. madde aynen tatbik edilecek. Muhacirler, ellerinde bulunan ve eski sahiplerine iade edilecek olan ev ve dükkünlarda tamirat ve ilaveler yapmışlarsa ve arazi ve zeytinliklerde ekim yapmışlarsa, her iki tarafın da hukuku gözetilecek. 12-Ermenilerden muhtaç olanların dönüşlerinde sevk ve iaşe masrafları, Harbiye tahsisatından karşılanacak. 13-Şimdiye kadar ne miktar sevkiyat yapıldığı ve bundan sonra her ayın on beşinci ve son günlerinde nerelere, ne kadar sevkiyat olduğu bildirilecek. 14-Osmanlı sınırları dışına çıkıp da geri dönmek isteyen Ermeniler, yeni bir emre kadar kabul edilmeyecek. Yukarıda zikredilen bu kararnamedeki hükümler, Ermenilerden başka, yerlerini terk etmek durumunda kalan Rum muhacirlere de teşmil edilmiştir.255 2.15.1.Geri Dönenlerin Anadolu’da İşgal Kuvvetleriyle İşbirliği Yapmaları Ermeniler 1919 ve sonrasında gerek İngiliz, gerekse Fransızlarla Türkiye’ye karşı he türlü tertibin içerisinde olmuşlar ve devletlerini kurmak için Batılı güçlerden destek almaya çalışmışlardır. Özellikle Kilikya’da ve Güney cephesinde Ermeni-Fransız ortaklığı taraflarca iftiharla anlatılmıştır. Gerçekten de Germania gazetesi yaptığı bir haberde, Emenistan için sorumlu İngiliz komisyonunun, Ermeni halkının özellikle Kilikyalıların silahlandırılması ve korunmaları için diğer devletlerden asker göndermelerini rica ettiğini bildirmektedir. Ayrıca Milletler Cemiyeti gözetiminde, Kilikya’da Türkiye’nin müdahil olmayacağı bir Ermeni devletinin kurulması talep edilmektedir. 255 Halaçoğlu, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s.116. 143 Ayrıca Türk İstiklal Mücadelesi sırasında özellikle Fransızlar tarafından Antep, Maraş ve Adana’ya önemli miktarda Ermeni’nin iskân edildiği, Mısır’a gitmiş bulunan Musa Dağı Ermenileri’nden toplanan gençlerin, Kıbrıs Monarga Ermeni Lejyonu kampında eğitilerek Fransız üniformasıyla Anadolu’ya sevk edildiği bilinmektedir. Nitekim Adana, Antep ve Maraş’ta bulunan 6 tabur Fransız askerinden 3’ü Ermenilerden teşekkül etmiştir.256 Boghos Nubar Paşa 1918 tarihinden itibaren Fransa saflarında 40 bin kayıp verdiklerinden söz etmektedir. Birinci Dünya Savaşı’nda bu şekilde Fransız ordusun da savaşan ve ölen Ermenilere ait “Fransa için ölen Ermeniler” adıyla listeler hazırlanmıştır. Bu listelerde Ermenilerin doğum yerleri de verilmektedir ki, hemen hepsi Osmanlı Ermenileridir.257 2.16.SEVR (SEVRES) ANLAŞMASI Sevr Anlaşması, birlikte oturulup müzakere edilmiş bir belge olmadığından, gerek hazırlanışı, gerek sonuçlandırılışı konusunda pek az ve pek dağınık bilgiler vardır. Bulabildiklerimizi aşağıda özetliyoruz. İsminden yukarıda bahsettiğimiz Bogos Nubar Paşa 30 Kasım 1918 tarihinde, İtilaf Devletleri dışişleri bakanlarına birer mektup yollayarak Ermenistan’a tam bağımsızlık verilmesini talep etmişti. Mektupta özetle şu hususlar belirtiliyordu: “Ermeniler, savaşın başından beri, tarafınızdan da bilindiği üzere savaşmışlardır. Fransa’da ilk günlerden itibaren Legion Etranger’e girmiş olan gönüllüleri ile Fransız bayrağı altında zaferler kazanmışlardır. Tiflis ve Suriye’de, hatta Fransız Cumhuriyet Hükümeti’nin isteğiyle “Milli Temsilciler Heyeti” tarafından kaydedilmiş olan Ermeni gönüllüleri, Fransız kuvvetinin yarısını teşkil etmişlerdir. Kafkasya’da Rus İmparatorluğu ordusunda bulunan 150.000 Ermeni hariç olmak üzere, 40.000 gönüllü, Antranik ve Nazarkegof kumandasında olarak Ermeni illerinin kurtarılmasına katılmışlar ve Bolşevikliğin ilanından sonra barışın imzasına 256 257 Halil Aytekin, Kıbrıs'ta Monarga Ermeni Lejyoner Kampı, Ankara 2000, s.32. Kemal Çelik, Milli Mücadelede Adana ve Havalisi (1918–1922), Ankara, 1999, s.48. 144 kadar Türk Ordusu’na savunmada bulunmuşlardır.”258 Barış Konferansı 1919 Ocak ayından itibaren Paris’te çalışmaya başlayınca, Şubat ayında bir heyet teşkil olundu ve bu heyet adına Bogos Nubar ile A. Aharonyan tarafından 12 Şubat tarihinde Barış Konferansı’na bir muhtıra takdim edildi. Bu muhtırada Kafkas Ermeni Cumhuriyeti arazisi ile beraber Kilikya ve 7 ilden kurulmuş bir bağımsız Ermenistan kurulması, bunun devletlerden birisinin mandasına verilmesi isteniyor ve ayrıca katliamlara katılmış, halka saldırmış, yağmacılık yapmış olanların cezalandırılmaları ve sürülmeleri talep ediliyordu. Bu muhtırada Ermeniler’in harbin ilk gününden mütarekeye kadar savaşa iştirak etmiş olduklarına dair itiraf muvacehesinde, gönüllülerin Türk tabiiyetinde oldukları da hatırlanırsa, tehcir kanununun ne derece haklı olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bu muhtırayı bütün Ermeni yazarlarının akıl almaz derecede mübalağalı buldukları, Taşnaksutyun Komitesi’nin ise bunu Ermeni menfaatleri aleyhine gördüğü, Esat Uras’ın kitabının 675 ila 680. sayfalarında mehaz gösterilerek kaydedilmektedir. Aynı tarihlerde Tevfık Paşa Hükümeti de İtilaf Devletleri’ne bir muhtıra sunmaktaydı. Bu muhtırada Ermeni konusuyla ilgili olarak şu hususların da yer almış olduğunu görüyoruz: “Babıâli bu muhtırası ile ne söz konusu illerde meydana gelen üzücü olayların ayrıntılarına girmeyi, ne de cinayet işleyen bazı Müslümanların suçunu hafifletmeyi düşünmektedir. Ancak, İspanya, İsviçre, Danimarka, Felemenk ve İsveç hükümetlerine müracaat ederek bu feci olaylarda gerek Müslümanlara ve gerekse Ermeni komitelerine yüklenen sorumlulukları tayin etmek üzere kurulması uygun ve Türk-Ermeni üyelerin de yardım edecekleri karma ve milletlerarası bir komisyona temsilciler tayin etmelerini rica etmiş olduğunu büyük devletlere haber verir. Bununla beraber, halen yetkili mahkemelere verilmiş bulunan Müslüman sanıkların suçları ne olursa olsun Hükümet, zaten tarafsız tanıklarla, Rus kumandanlarının da raporlarının ispat ettiği gerçeklere dayanarak temin eder ki, henüz Ermeni göçlerine sebebiyet verilmeden ve Çar orduları doğu illerini aldıktan sonra Ermeni çeteleri bir milyonu aşkın Müslüman öldürmüşlerdir. Bazı Ermenilerce ileri sürülen ve Kafkasya’dan Kilikya’ya kadar uzanacak olan büyük bir Ermenistan’ın kurulmasını hedef alan çözüm şekli şüphesiz 258 Uras, a.g.e. , s.662. 145 göz önüne alınamaz. Çünkü bu suretle meydana gelen bir Ermenistan, M. Vilson’un kuralları ile tam bir çelişki yaratır. Beş milyonu geçen İslam nüfusunun bir kaç yüzbin Ermeni’nin idaresine verilmesine yer verildikten başka, bu çözüm şekli kaçınılmaz olarak devamlı karışıklıklara sebebiyet verir.”259 Tevfik Paşa Hükümeti, mütareke bahsinde gördüğümüz gibi, tehcir sırasında suç işlemiş olanların mahkemeye sevk edildiğini bu muhtırada belirtmekle beraber, doğu illerini kurtarmaya çalışıyordu. Hâlbuki Damat Ferit taraftarları, Ermeni meselesinde İngilizler’e yaranma gayreti içindeydiler. Dâhiliye Nazırı Cemal Bey’in İttihat Terakki Partisi’nin 800.000 Ermeni’yi öldürttüğüne dair gazetelerde beyanat verdiğini daha önce kaydetmiştik. Onların düşüncesi zaten elden çıkmış zannettikleri illeri muhafaza için elimizde kalması mümkün gerçek mülkümüzden fedakârlık yapmaktı. 2.17.MİLLİ MÜCADELE İtilaf Devletleri’nin Mondros Ateşkes Antlaşması’nın 7. maddesine dayanarak ateşkes çizgisini aşmaları ve güney bölgelerini işgale girişmeleri bu bölgede yer yer direniş hareketlerine yol açtı.260 İngilizler, Mondros Mütarekesi’nin 7. maddesine dayanarak 6 Aralık 1918 tarihinde Kilis’i işgal etti. Kilis’teki Ermeniler, onları büyük bir gösteri ve törenle karşıladılar. İngiliz birliklerinde bulunan Hintli askerlerin Müslüman halka iyi muamele etmesi Ermenileri tedirgin etmişti. İngilizler bir taraftan Müslüman Halktan silahlarını topluyor, diğer taraftan Ermenileri silahlandırıyorlardı.261 Mütareke yapıldıktan sonra, İtilaf Devletleri bunun ahkâmına riayet lüzumunu hissetmeden çeşitli yerleri işgal etmişlerdi. Adana Vilayeti’ni Fransızlar; Urfa, Maraş ve Antep’i ingilizler işgal etmişler; Antalya ve Konya’da İtalyan askerleri; Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyordu. 15 Mayıs 1919’da da Yunanlılar İzmir’e çıkmışlardı. 259 Uras, a.g.e. , s.673. Karacakaya, Ermeni Meselesi, s.71. 261 Selahattin TANSEL, Mondros'tan Mudanya'ya Kadar, C:I, Milli Eğitim Bakanlğı Yayınları, İstanbul, 1991, s.50. 260 146 O sırada silâhaltında kalmış askerin durumunu ise Atatürk şöyle tasvir eder: “Anadolu’da başlıca iki ordu müfettişliği tesis olunmuştu. Mütarekeye dâhil olur olmaz kıtaatin muharip efradı terhis olunmuş, silah ve cephanesi elinden alınmış, kıymet-i harbiyeden mahrum bir takım kadrolar haline getirilmişti. Merkezi Konya’da bulunan 2. Ordu Müfettişliği’ne mensup kıtaatin vaziyeti şöyle idi: Bir fırkası olan 4. fırka Konya’da ve bir diğer bir fırkası olan 23. fırka Afyon Karahisarı’nda bulunan 12. Kolordu, karargâhıyla Konya’da bulunuyordu. İzmir’de esir olan 17. Kolordu’nun Denizli’de bulunan 57. fırkası da bu kolorduya ilhak edilmiştir. Bir fırkası (24. fırka) Ankara’da ve bir fırkası (11. fırka) Niğde’de bulunan 20. Kolordu; karargâh ile Ankara’da, İzmit’te bulunan 1. fırka, İstanbul’daki 25. Kolordu’ya raptedilmiştir. İstanbul’da 10. Kafkas fırkası vardı. Balıkesir ve Bursa havalisinde bulunan 61. ve 53. fırkalar, karargâhı Bandırma’da bulunan İstanbul’da mezbut 14. Kolordu’yu teşkil ediyorlardı. 3. Ordu Müfettişliği ki müfettişi ben idim, karargâhımla Samsun’a çıkmış bulunuyordum. Doğrudan doğruya tahtı emrimde iki Kolordu bulunacaktı. Biri merkezi Sivas’ta bulunan 3. Kolordu. Bu Kolordu’ya mensup bir fırkanın merkezi Amasya’da, diğer fırkasının merkezi Samsun’da idi. Diğeri merkezi Erzurum’da bulunan 15. Kolordu idi. Fırkalarından, birinin merkezi Erzurum’da, diğerinin merkezi Trabzon’da idi. Kolordunun diğer iki fırkasından 12. fırka Hasankale sırtında hudutta, 11. fırka Beyazıt’ta bulunuyordu. Diyarbekir havalisinde bulunan iki fırkalı 14. Kolordu müstakil idi. İstanbul’a tabi bulunuyordu. Bir fırkası Siirt’te, diğer fırkası Mardin’de idi.” Kazım Karabekir Paşa da, kendi kolordusunun kuvvetinin 17.860 olduğunu kaydeder. Görüleceği üzere Kilikya’da herhangi bir askeri birlik yoktur. Türkiye, Milli Mücadele Doğu Cephesi’ni bu 17.860 kişilik 15. Kolordu ile Fransızlar’a karşı Güney Cephesi’ni de nizami kuvvet olmaksızın, mahalli ve gönüllü topluluklarla yürütecektir. Bu olmayan kuvvetlerle, Fransızlar Maraş’ı tahliyeye mecbur edildikleri zaman, Londra’da toplantı halinde bulunan Barış Konferansı’na gelen haberler 147 Türkler’in 30.000 kişilik nizami kuvvetle taarruza geçtiği şeklinde idi. Bu sıfırdan 30.000 icad eden mübalağa, Ermeniler hakkında verilen rakamları kıymetlendirirken de hatırlanabilir. Ermeniler Temmuz ayından itibaren Doğu Cephesi’ndeki İslam köylerini basmaya ve katliama başlamışlardı. Karabekir Paşa’nın kitabında bu münasebetle İngiliz müfettişine yazdığı mektupların suretleri bulunmaktadır.262 Güneyde ise, Fransızlar; Maraş, Urfa ve Antep’i İngilizlerden aldıktan sonra, Fransız üniforması giydirilerek kuvvetlerine kattıkları Ermeniler, mahalli Ermeni halkla da birleşerek Türkler’e karşı bir katliam politikasına girişmişlerdi. Bu politika sebebiyle ki, nizami kıta bulunmayan güneyde, mahalli Müslüman halk müdafaa-i nefs için kendi arasında örgütlenmek zaruretini duymuştu. Bu durumu Atatürk’ün ağzından dinlemekte fayda vardır: “Müsaade buyurursanız biraz da Kilikya Cephesi’nden bahsedeyim. Her yerde olduğu gibi, buraya da mütareke ahkâmı hilafına İtilaf Kuvvetleri girdiler. Bilahare İngilizler çekildi. Kilikya’yı ve Antep, Maraş, Urfa’yı bütün Suriye ile beraber Fransızlar’a bıraktı. Fransızlar burayı haksız olarak işgal ettikten sonra çok mütecasir davrandılar ve ahali-i İslamiye’ye karşı çok fena hareketlerde bulundular ve bu hareketleri Fransız üniforması altında Ermeniler’e tevdi ettiler. Oralarda bulunan zavallı kardaşlarımız pek acı muamelelere maruz kalmışlardır. Her türlü mukaddesatı muhafaza için hariçten bütün milletten istimdad ediyorlar. Maa’t-teessüf Hükümet-i Merkezi’ye hiçbir muavenet yapmamıştır. İşte böyle artık her taraftan ümidini kesen ve idama mahkûm olduklarına şüphesi kalmayan Kilikya ve sair mevkiler ahalisi, bizatihi muhafaza-i mevcudiyet için ortaya atılmak mecburiyetinde kaldılar. Mücadele devam etmektedir. İlk müsademe Maraş’ta oldu ve netice haklının lehine mütemayildir.”263 Şüphesiz İstiklal mücadelesinin kronolojisini yazmaya gerek yoktur. Her iki cepheyi şöylece özetleyebiliriz: Güney Cephesi’ndeki şehir mücadelesi 20 Ocak 1920’de Maraş’ta başlamış, 1921 Mart’ı ortalarına kadar sürmüştür. Fransızlarca 20 Ekim 1021’de Ankara İtilafnamesi imzalanmış ve bunun 8. maddesi ile Hatay hariç olmak üzere bugünkü 262 263 Süslü, Türk Tarihinde Ermeniler, s.195. Karacakaya, Ermeni Meselesi, s.72. 148 Suriye hududu tesbit edilmiş, harp haline son verilmiş ve Fransızlar çekilirken, işgal sırasında yaptıkları gaddarlık dolayısıyla başlarına birşey gelebileceğini düşünen Ermeni komitacıları da Fransızlar’la beraber gitmişler, yerlerinde kalmak isteyen Ermeni halkı da adeta zorla beraber sürüklemişler ve bu cephe tasfiye edilmiştir. Doğu Cephesi’nde ise Ermeniler’in devam eden saldırıları, gerek İngilizler’e gerek Erivan Hükümeti’ne yazılan yazılara rağmen durmayınca 28 Eylül 1920 günü Karabekir Paşa harekâta başlamış, 30 Ekim’de Kars da dâhil Ermeniler’in elindeki bütün Türk toprakları istirdad edilmiştir. 7 Kasım’da Gümrü’ye girildi ve Ermeniler mütareke istediler. Ermeniler mütareke şartlarını ağır bularak 10 Kasım’da reddedince, harekât yeniden başladı, Ermeniler 17 Kasım’da yeniden barış istediler, 3 Aralık’ta Gümrü Anlaşması imzalandı. Bu anlaşmanın 10. maddesi ile Ermenistan, Sevres Anlaşması’nın batıl olduğunu kabul ve İtilaf Devletleri hükümetlerinin siyasi merkezlerinin bir tahrik vasıtası yaptığı heyetlerini Avrupa ve Amerika’dan geri çağırmayı kabul ediyordu. 6. madde ile de, dünya savaşı sırasında düşman ordularına katılan veya kendi hükümetlerine karşı savaşan veya katliamlara katılanlar hariç bütün mültecilerin vatanlarına dönmeleri kararlaştırılmaktaydı. Hudut bugünkü huduttan daha fazla Türkiye lehine idi. Ermenistan ile Gürcistan arasında savaş başlayınca, bu defa Gürcüler’in işgalinde olan Ardahan 23 Şubat 1921’de, Batum da Mart’ta ele geçirildi. 16 Mart’ta Rusya ile Moskova Andlaşması imzalandı. Bu anlaşma ile Türkler’in eline geçmiş olan Batum Gürcüler’e, Nahcivan bölgesi de Azerbaycan’a bırakıldı ve bugünkü hudut tesbit edildi. Bu anlaşmayı tamamlar mahiyette olmak üzere 13 Ekim 1921 tarihinde Ermenistan, Azerbaycan ve Gürcistan hükümetleriyle Kars Muahedesi imza edildi. Her iki anlaşmada da Sevres’in tanınmadığına dair bir hüküm de yer alıyordu. Madde aynen şöyledir: “(Moskova Muahedesi Madde 1) Hükümetleri Türkiye’ye müteallik olup da elyevm B.M.M.’nce temsil edilmekte bulunan Türkiye Milli Hükümeti’nin tanımadığı hiç bir beynelminel senedi tanımamayı kabul ederler.” Bu şekilde Doğu Cephesi de tasfiye ediliyordu. İstiklal Mücadelesi süresince İtilaf Devletleri’nin de iki kere barış teklifi olmuştur. Her iki teklifte de Ermenilerle ilgili bir kayıt yer almamıştır. Birinci teklif İnönü Zaferi’nden sonra gelmiş ve 21 Şubat’ta Londra’da bir toplantı yapılmıştır. Buna hem Babıâli, hem de Ankara temsilci yollamıştır. Bu toplantıda Sevres Anlaşması 149 şartlarının bir ölçüde iyileştirilmesi teklif edilirken Ermeniler’le ilgili olarak da Türkiye’nin, Anadolu’nun doğu sınırlarında Ermeniler için bir yurt kurma hakkını ve bu yurdun hudutlarını Cemiyet-i Akvamca seçilecek bir komisyon tarafından tesbit olunmasını kabul etmesi isteniyordu. İkinci teklif 1922 Mart’ında yazılı olarak geldi. Sevres şartları biraz daha iyileştiriliyor, doğuda gene bir Ermeni yurdu kurulması ve bu işe Cemiyeti Akvam’ın iştirak ettirilmesi isteniyordu. Bu teklif de neticesiz kaldı. Milli mücadele 11 Ekim 1922 Mudanya Mütarekesi ile sona erdi. Mütarekename’de Ermeni konusuna temas edilmemekte idi.264 2.18.LOZAN VE SONRASI Türkiye ile bir barış anlaşması akdedilmek üzere Lozan’da konferans toplanacağı belli olunca, Ermeni davasının yürütücüleri bu konferansa kabul edilmek veya görüşlerini duyurmak üzere büyük bir kampanyaya girişmişlerdir. Bu yürütücülerin başında görülenler Aharonyan, Hadisyan, Noradunkyan, Leon Palıyan gibi kişilerdi. Hadisyan’ın, Fransa, İtalya ve İngiltere hükümetlerine 18 Ağustos 1922’de birer mektup yollayarak, doğu meselelerini düzenleycek ön komisyona katılmayı talep ettiğini, ancak kendisine 21 Ağustos’ta verilen bir cevapla bu talebinin kabul edilmediğini biliyoruz. Hadisyan 18 Kasım 1922’de bu ülkelere yeni bir mektup daha yollamış ve aynı talebi yenilemiştir. Bütün bu gayretler sonucu, ismi geçen bu 4 kişinin Lozan Azınlıklar Alt Komitesi’nde dinlenmelerine imkân sağlanmışsa da, müzakerelere katılmaları sözkonusu olmamıştır.265 12 Aralık (1922) günü başkanı bulunduğu “Ülke ve Askeri Sorunlar Komisyonu’’na azınlıklar meselesini getirdiğinde Curzon, Müttefiklerin Savaş’a Ortadoğu’daki azınlıkların korunması ve kurtarılması için gördiklerini iddia ederek Milletler Cemiyeti himayesinde etkili bir sözleşme ile bu taahütlerin yerine getirilme zamanının geldiğini belirtecektir. Ermeniler, Lozan Konferansı toplanınca (20 Kasım 264 265 Öke, Ermeni Sorunu 1914–1923, s.165. a.g.e. , s.200. 150 1922) Konferansa da bir muhtıra sunmuşlardır. Sözkonusu muhtırada ileri sürülen iddia ve taleplerin bazıları aşağıdadır: “Bu savaş, Ermeniler’den, ölçülmeyecek kadar çok sayıda kurbanlar almıştır. Türkiye Ermenistan’ının 2.250.000 Ermeni’sinin 1.250.000’i yok edilmiştir. 700.000’i Kafkasya’ya, İran’a, Suriye’ye, Yunanistan’a Balkan devletleri memleketlerine ve diğer yerlere göç etmişlerdir. Halen Türkiye Ermenistan’da köylerde ancak 130.000, İstanbul’da 150.000 Ermeni vardır. Bunlar da daima göç etmeye hazırlıklıdırlar.266 Milli ocağın kurulması için üç şekilde karar vardır: 1-Saygıdeğer ABD Cumhurbaşkanı’nın hakemlik ederek verdiği karar yani Ermenilik için bir arazi parçası ayrılması. 2-Erivan Cumhuriyeti hududunun, doğu illerinin bazı kesimlerinin ve denizde de çıkış limanı verilmesi suretiyle genişletilmesi 3-Bu ocağa Sevres Anlaşması’na uyularak, Suriye’ye verilmiş ve daha sonraki Ankara Andlaşması’yla da Türkiye’ye terkedilen Kilikya’nın bir kısmının da katılması.”267 ABD, Lozan Konferansı’na müşahit olarak katıldı. ABD ile Türkiye arasında harp hali bulunmadığından barış yapılması da tabiatiyle sözkonusu değildi. Konferansa gelen ABD heyetinin yazılı talimatında Ermeniler’ le ilgili olarak yer alan husus şuydu: “Ermeni yurdu konusu ortaya atılabilir. Rusya’da daha düzenli şartların ortaya çıkmış olması sonucu, Türkiye’deki Ermeniler için, Rusya Kafkasyası’nın en iyi melceyi teşkil etmesi mümkündür.”268 Lozan Konferansı Birinci Komisyonu’nun azınlıklar konusundaki 12 Aralık 1922 tarihli genel oturumunda, Başkan Lord Curzon Ermeni sorununu da ortaya getirmiş ve şunları söylemiştir: “Bunların gelecekleri bakımından kendilerine özel olarak verilmiş sözler yüzünden de özellikle gözönünde tutulmaları gerekmektedir. Şimdi bir Sovyet 266 Halaçoğlu, Ermeniler; Sürgün ve Göç, s.142. Alkaya, a.g.e. , s.133. 268 a.g.e. , s.134. 267 151 Cumhuriyeti olan eski Rus Vilayeti Erivan’da bana söylediklerine göre, aşağı yukarı 1.250.000 nüfuslu fakat her yerden gelmiş göçmenlerle dolmuş taşmış ve daha kalabalık bir nüfus kabul edemeyecek durumda bulunan, bir sözde Ermeni Devleti vardır. Öte yandan, Kars, Ardahan, Van, Bitlis ve Erzurum’un Ermeni nüfusu neredeyse yok olmuştur. Fransızlar Kilikya’yı boşalttıkları zaman, bu vilayetin paniğe kapılan Ermeni nüfusu onların ardından gitmiştir, şimdi de İskenderun, Halep, Beyrut şehirlerinde ve Suriye sınırı boylarında dağınık bir durumdadırlar. Sanırım ki, Türkiye’nin asyadaki ülkesinde bir zamanlar 3 milyona varan Ermeni nüfusundan şimdi ancak 130.000 kişi kalmıştır. Yüzbinlercesi Kafkasya’ya, Rusya’ya, İran’a ve komşu bölgelere sığınmak üzere dağılmışlardır. İşte böylece, sık sık öne sürülmüş olduğu gibi, Türkiye asyadaki ülkesinin bir yerinde ister kuzey doğu vilayetlerinde ister Kilikya’nın güney doğusu ile Suriye sınırlarında Ermeniler için bunların diledikleri bir toplanma merkezi bulmalıdır.”269 Aynı toplantıda, Türkiye’deki azınlıklar hakkında genel bir konuşma yapan İsmet Paşa, Ermeni konusunu da ele almıştır. Bu meselenin kısa bir tarihçesini yaptıktan sonra, konuşmasını günün sorununa getirmiş ve bu arada; “Yalnız Türk vilayetlerinden kurulu bir duruma sokulmuş Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde, artık bağımsız bir devlet kurabilecek herhangi bir azınlığın bulunmadığını belirtmek yerinde olur. Milliyetler prensibi her yerde eşitlikle uygulanıncaya kadar, Osmanlı İmparatorluğu’nun önemli sayıda Türk olmayan unsurlar kapsayan parçalarını bağımsızlığa kavuşturma akımı, günden güne ayrılma akımlarının varolması, bir ölçüde haklı gösterilebilirdi. Durum bugün bambaşkadır. Marsilya’da yerleşmiş Rumlar’ın orada bağımsız bir Rum Devleti kurmaları, ya da burasını ana yurtlarına katmaları mantık yönünden nasıl düşünülemezse, Türkiye Rumları ‘nın, ya da Ermenileri’nin de buna benzer istekler öne sürmeye hakları olmaz. Gerçekten Ermeniler bakımından Türkiye ile Ermenistan arasında yapılmış andlaşmalarla desteklenmiş dostluk ve iyi komşuluk ilişkileri, Ermeni Devleti’nin herhangi bir kışkırtmaya girişme olanağını ortadan kaldırmaktadır. Öte yandan, Ermeniler arasında Türkiye’de kalmaya karar verenlerin iyi birer yurtdaş olarak 269 Temuçin Ertan, Ayastefanos'tan Lozan'a Siyasal Antlaşmalarda Ermeni Sorunu, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2001, sayı,37. 152 yaşamak kesin zorunluluğunu şimdiye kadar anlamış olmaları gerekir.”270 İsmet Paşa’dan sonra M. Venizelos söz almış ve Rum azınlığından bahsederken kısaca Ermeniler’e de değinmiş daha sonra ABD temsilcisi Mr. Child söz alarak, Ermeni yurdu konusuna dolaylı olarak temas etmiştir. Toplantıda son sözü gene İsmet Paşa alarak, Lord Curzon’a cevap hakkını mahfuz tuttuğunu dile getirerek, M. Venizelos’a cevap vermiş ve bu arada şunları belirtmiştir: “M. Venizelos Küçük Asya’nın Yunanlılarca işgal edilişinin Ermeniler için yeni acılar, yeni talihsizlikler kaynağı olduğunu şüphesiz görmezlikten gelmektedir. Bu zavallı halk zorla silâhaltına alınmış ve Yunan ordusu saflarına katılmıştır. Ermeniler cepheye gönderilmiş ve Türkler’e ateş etmeye zorlanmışlardır. Bozgundan sonra çok büyük yakıp yıkmalara girişilmiştir. Üstelik Yunan makamları işlenmiş bütün bu suçları Ermeniler’in üzerine atmak için kasıtlı propagandalar yapmaya koyulmuşlardır. Daha sonra, Yunanlılar Asya’dan çekip gittikleri zaman Ermeniler’i de birlikte sürüklemişlerdir. Dünyada Ermeniler’in başına gelenlere herkesin önünde acımağa cesaret edebilecek hükümetlerden en sonuncusunun, Ermeniler’in başına gelen talihsizliklerin doğrudan doğruya yaratıcısı durumundaki Yunan Hükümeti’nin olacağını kabul etmek zorunludur.”271 2.19.MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN ERMENİLER VE TEHCİRLE İLGİLİ GÖRÜŞLERİ Kurtuluş Savaşı sırasında, 24 Şubat 1921’de Amerikalı Gazeteci Clarence K.Streit’in gazetesi adına Ermeniler hakkında sorduğu soruya Atatürk’ün vermiş olduğu cevap şöyledir: “Düşmanca ithamda bulunanların sürdürdükleri büyük mübalağalar dışında Ermenilerin tehciri meselesi aslında şuna inhisar etmektedir. Rus ordusu 1915 ‘te bize karşı büyük taaruzunu başlattığı bir sırada o zaman Çarlığın hizmetinde bulunan Taşnak Ermeni Komitesi, askeri birliklerimizin gerisinde 270 271 Alkaya, a.g.e. , s.135. a.g.e. , s.135. 153 bulunan Ermeni ahalisini isyan ettirmişti. Düşmanın sayı ve malzeme üstünlüğü karşısında çekilmeye mecbur kaldığımız için kendimizi daima iki ateş arasında kalmış gibi görüyorduk. İkmal ve yaralı konvoylarımız acımasız şekilde katlediliyor, gerimizdeki köprüler ve yollar tahrip ediliyor ve Türk köylerinde terör hüküm sürdürülüyordu. Bu cinayetleri işleyen ve saflarına eli silâh tutabilen bütün Ermenileri katan çeteler, silâh, cephane ve iaşe ikmallerini, bazı büyük devletlerin daha sulh zamanından beri, kendilerine kapitülasyonların bahşettiği dokunulmazlıklardan bilistifade ve bu maksada matuf olarak büyük stoklar husule getirmeye muvaffak oldukları Ermeni köylerinden yapıyorlardı. İngiltere’nin sulh zamanında ve harp sahasından uzak olarak İrlanda’ya reva gördüğü muameleye hemen 272 hemen kayıtsız bir şekilde bakan dünya efkârı, Ermeni ahalinin tehciri hususunda almaya mecbur kaldığımız karar için bize karşı haklı bir ithamda bulunamaz. Bize karşı yapılmış olan iftiraların aksine, tehcir edilmiş olanlar hayattadır ve bunlardan ekserisi şayet İtilaf devletleri bizi tekrar harp etmeye zorlamasa idi evlerine dönmüş olurlardı.”273 Atatürk’ün azınlıklar ve patrikhaneler hakkındaki görüşleri ise millî devlet anlayışı içerisinde değerlendirilmelidir. O, millî devlete geçiş yıllarında milliyetçilerin azınlıklar politikasını, “Milletçe kesin bir şekilde savunulması istenen ve gerekli görülen haklar özellikle iki noktada önem kazanır. Birincisi, devlet ve milletin mutlak olarak tam bağımsızlığı, ikincisi de vatanın ana274 topraklarında çoğunluğun azınlıklara feda edilmemesidir.” sözleri ile formüle etmiştir. Şüphesiz, Atatürk bu ifadeleri ile daha o yıllarda azınlıkların ülke üzerindeki saltanatlarına son verilmesi gereğine işaret ediyordu. Atatürk, dış güçler tarafindan psikolojik savaşın piyonu haline getirilmiş bulunan azınlıkların, Osmanlı Devleti içindeki durumlarını da 19 Eylül 1921 tarihinde şöyle açıklamaktadır: 272 Özsoy-Ataünal, a.g.e. , s.171. a.g.e. , s.172. 274 Erdal İlter, Ermeni Kilisesi Ve Terör, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma Ve Uygulama Merkezi Yayınları, Şafak Matbaacılık Basım, Ankara, Nisan 1996, s.76 273 154 “Hükümetimizin ve milletimizin, Hıristiyan unsurlara karşı adilâne bir surette hareket etmekliğimiz, geleneklerimiz icablarından ve dinimiz geleneklerindendir. Ve hakikaten Hıristiyanlar’a âdilâne muamele edildiğine en büyük delil, memleketimizin her noktasında, en ufak köyünde bile, Hıristiyan unsurların Müslümanlardan ziyade huzur ve refaha ve servete malik olmalarıdır. Eğer bunlar hakkında zulüm ile gasp ile adaletsizce muamele edilmiş bulunsa idi, elbette bugünkü hâl ve vaziyette bulunmamaları lâzımdı. Bundan ötürü, bunun için başka bir delil ve sebep söylemeye lüzum görmüyorum. Fakat bu Hıristiyan unsurların haricin teşviki ile veyahut ekmeğini yediği toprağa nankörlük ederek millî varlığımızı zedelemek, bozmak teşebbüslerinde bulunacakların fenalıklarına set çekmek pek tabiî ve zaruridir. Bugün en büyük, en kuvvetli ve en medenî milletlerin bu gibi meselelerde bize nisbetle pek sert ve zorlayıcı muamelelere teşebbüs etmekte olduğu herkesçe bilinmektedir.”275 Mustafa Kemal Atatürk, yurdu parçalamaya azmetmiş olan Batılı büyük devletlerin propaganda içerikli faaliyetlerine ve azınlıklar üzerindeki çalışmalarına dikkati çekmektedir. O, gerek Millî Mücadele günlerinde, gerekse 1923–1938 yılları arasındaki inşa döneminde, iç politikayı millî birlik ve beraberlik içinde, Türk Milleti’ni yüceltmek biçiminde görmüştü. Milli Mücadele’nin en çetin günleri yaşanırken, TBMM’nin 6 Mart 1922 tarihli gizli oturumunda şöyle diyordu: “...Asıl olan dâhili cephedir. Bu cephe bütün memleketin, bütün milletin vücuda getirdiği cephedir. Zahirî cephe, doğrudan doğruya ordunun düşman karşısındaki müsellâh cephesidir. Bu cephe; tezelzül, tebeddül edebilir, mağlûb olabilir. Fakat bu hal, hiçbir vakit bir memleketi, bir milleti, mahvedemez. Mühim olan, memleketi temelinden yıkan, milleti esir ettiren dâhilî cephenin sükûtudur. Bu hakikate bizden ziyade vâkıf olan düşmanlar, bu cephemizi yıkmak için asırlarca çalışmışlar ve çalışmaktadırlar. Bugüne kadar muvaffak da olmuşlardır. Filhakika, kaleyi içinden almak, dışından zorlamaktan çok kolaydır. Bu maksatla, şahıslarımıza kadar temasa gelebilen müfsit mikropların, vasıtaların mevcudiyetini iddia etmek caizdir.” Atatürk, Türkiye’de ileride azınlıklar arasında dış mihraklarca yönlendirilecek propaganda kampanyalarına karşı da, Türk gencinin hazırlıklı olması gerektiğini vur- 275 a.g.e. , s.77. 155 gular ve daha 16 Temmuz 1921 tarihinde şöyle der:276 “Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken, onlara bilhassa varlığı ile hakkı ile birliği ile çelişen bütün yabancı unsurlar ile mücadele lüzumu ve millî düşünceleri, tam bir imanla, her mukabil fikre karşı şiddetle ve fedakârâne müdafaa mecburiyeti aşılanmalıdır.” Azınlıklar konusunda Mustafa Kemal Paşa’ya yabancı gazetecilerin sormuş oldukları sorular ne kadar anlamlı ise, aldıkları cevaplar da o derece milliyetçi ve insanîdir. Philadelphia-Public Ledger muhabiri Clarence K.Streit’in TBMM Reisi Mustafa Kemal’e 26 Şubat 1921 tarihinde sorduğu 19 soru arasında yer alan azınlıklar ile ilgili sorular ve cevaplar şöyledir:119 “Soru 5: Türkiye’deki gayr-i Müslim anasır meselesi hakkında hükümetiniz ne gibi bir suret-i hal teklif eder? Cevap 5: Bu sorunun cevabı Misak-ı Millîmiz içinde mevcuttur. Soru 6: Muharebe devam ettiği müddetçe hükümetinizin Anadolu’daki Rumlar’a ve Ermeniler’e karşı meslek-i hareketiniz nedir? Cevap 6: Müslim ve gayr-i Müslim Türk vatandaşları arasında hiçbir ayırım yapmıyoruz. Böylece Rumlar’ın ve Ermeniler’in düşmanla birlikte vatana hıyanette bulunmadıkları müddetçe endişe edecekleri bir husus yoktur.”277 Atatürk, 4 Mayıs 1924 tarihinde de, New York Herald Gazetesinin muhabirine verdiği demeçte120, Patrikhaneler, kiliseler ve Ermeniler hakkındaki soruları açıklıyordu. “...Patrikhanelerin hiddetini tahrik etmeden usûl-i tedrisimiz tebdil edilemezdi. Bunlar muavenet maksadıyla daima ecnebi hükümetlere müracaat ediyorlardı... Rum Ortodoks ve Ermeni Patrikhaneleri vasıtasıyla idare usulümüz, diğer kilise idareleri ihdasını elzem kıldı... İmparatorluk hududu dâhilinde her millet kendi lisanını ve dinini talim ederdi. Fakat bu mektepler ihanet projelerine hizmet ettiler. Ermeniler, Türk hâkimiyeti altında, açıkça müstakil bir kraliyet lehinde çalışıyor, ecnebî anasırın fiilî muavenetiyle hayallerini hîz-i fiili isale için mütemadiyen entrikalarda bulunuyorlardı... 276 277 a.g.e. , s.78. a.g.e. , s.79 156 Türkiye’de mektepler ve kiliseler tahrikâtın ocağı idi.” Mustafa Kemal Atatürk, Erzurum Kongresi’nden itibaren azınlıklar konusunda sarfettiği bütün bu ifadeleri ile büyük devletlerin Osmanlı Devleti’ni parçalamak için kullandıkları metotların yeniden kullanılmasına sebep olacak bütün yolların ortadan kaldırılmasının zaruretine işaret ediyor ve azınlıkların Türkiye’de herhangi bir vatandaş ile eşit hak ve vazifelere sahip olacağını da ilâve ediyordu.278 278 a.g.e. , s.80. 157 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM KÜTAHYA ERMENİLERİ 158 3.1.KÜTAHYA VE KÜTAHYA ERMENİLERİ TARİHİ 3.1.1.Türkler Öncesi Kütahya Anadolu’nun eski şehirlerinden birisi olan Kütahya’nın kuruluş tarihini tesbit etmek mümkün olmamaktadır. Ancak antik kaynaklar bu şehri Esop’un doğduğu memleket diye bildirirler ki, bu takdirde Kütahya’nın M.Ö. VI. yüzyılda mevcut olması gerekmektedir. Şehrin ismi eski kaynaklarda Kotiacion, Kotiaion, Cotyaeium, Cotyaeum ve Kotyaium şeklinde geçmektedir. Strabon, Frigya Epiktetos’un bir şehri gibi zikretmekte ve şehrin adının Kotys’in şehri manasına gelen Kotiaion olduğunu belirtmektedir. Birçok yolların kavşak noktasında ve bugünkü şehre hakim tepede kurulduğu kabul olunan Kotiaion’un ilk devirlerine ait hemen hiçbir arkeolojik eser kalmamıştır.279 Bugün halk arasında anlatılan bir efsaneye göre “çok eski zamanlarda çanakçömlek pazarına birbirinden güzel testiler, tabaklar, vazolar, sürahiler getiren dul bir kadın vardır. Bu kadının pazara getirdiği mallar öyle zarif ve sağlamdır ki, kadının yolunu gözleyen müşterileri, bu mallardan satın almak için kucak dolusu para harcarlar. Bir süre sonra, çanak-çömlek esnafı iflas edecek noktaya gelince, toplanıp bir karar alırlar. “Bu kadının hüneri, yaptığı çanak-çömleklerin toprağında olmalı, izini güdelim, nereden toprak alıyorsa öğrenip biz de oradan alalım” diyerek bir pazar dönüşü kadını izlerler. Kadın uzun bir yürüyüşten sonra bugünkü Kütahya’nın bulunduğu yere gelerek, küçük bir tepeden heybesini toprakla doldurarak geri döner. Bu olaydan sonra bütün çanak- çömlekçiler bu yörede toplanırlar. Hızla gelişen yörede bir süre sonra şehir kurulur”.280 Efsaneye göre kurulan şehrin adına “seramik şehri” anlamına gelen “Seramorum” adı verilir. Sonradan Friglerin ‘”Kotiyom” adını verdikleri şehir, Türklerin eline geçmesinden sonra Kütahya olarak adlandırılmıştır. 279 280 Hakkı Dursun Yıldız, Atatürk'ün Doğumunun 100. Yılına Armağan; Kütahya’nın Tarihçesi, Formül Matbaası, Kütahya, 1981, s.35 Kevser Değirmenci; 19.yy.ın Sonları ve 20. yy.ın Başlarında Kütahya Vilayetinin Demografik Yapısı ve Ekonomik Durumu, Yayınlanmamış Yükek LisansTezi, Pamukkale Üniversitesi, Denizli, 2001, s.7. 159 Antik kaynaklar, Kütahya’dan Ezop’un doğduğu şehir olarak bahsederler. Buradan hareketle şehrin MÖ. VI. yy. da mevcut olması gerekmektedir.281 Kütahya’daki ilk siyasî hâkimiyeti Frigler kurmuştur. Frigya’nın sınırları kesin olarak tespit edilememiştir. Bunun sebebi Frig sınırlarının sık sık büyümesi, bazen dış saldırılarla toprak kaybedilerek küçülmesi, değişmesidir. Eski Yunan ve Latin yazarlarının eserlerindeki bilgilere göre, Frigya döneminde yöre toprakları ikiye ayrılmaktadır. Buna göre, ilin doğu yakasındaki topraklar Frigya ya da Epiktetos Frigyası, batı yarısındaki topraklar da Misya adıyla anılmaktadır. Antik çağ eserlerinde, Kütahya’nın yanı sıra, Dorilaion (Eskişehir), Kadi (Gediz), Nakoleia (Seyitgazi) gibi yerleşim yerleri de yörenin önemli şehirleri arasında sayılmaktadır.282 Frigler’in hâkimiyeti M.Ö. 546 yılında Pers Kralı Kyros’un hemen bütün Anadolu ile birlikte Kütahya’yı da almasına kadar devam etmiştir. Persler uzun müddet Kütahya’yı ellerinde bulundurmuşlardır. “Onbinler”in yardımı ile büyük kardeşi II. Artaxerxes’e karşı isyan eden genç Kyros, 401 yılında Kütahya yakınlarından geçmiştir. M.Ö.333 yılında Makedonya kralı Büyük İskender tarafından Perslerin elinden alınan Kütahya bu büyük hükümdarın ölümünden sonra İmparatorluğun parçalanması üzerine kumandanlarından Antigonos idaresine geçmiştir. M.Ö.278’de Bitinya Krallığının sınırlarına dâhil edilen Kütahya daha sonraları Bergama Krallığının hâkimiyetine girmiştir. Bergama kralı III. Attalos’un m.ö. 133 yılında ölümüyle ülkesi, bu arada Kütahya, Roma İmparatorluğuna bağlanmıştır.283 Romalılar devrinde, ülke sekiz parçaya ayrılarak her birinin idaresi “fiker” denilen bir memura verilmiştir. Romalılar dönemi boyunca Kütahya’da bu parçalardan birine bağlanarak idare olunmuştur. Kütahya, Romalılar zamanında Hristiyanlığın önemli merkezlerinden biri haline gelmiştir. Bunun en önemli nedeni, IV. yüzyıl başlarında Roma topraklarında ortaya çıkan dinsel çatışmalardır. Bu çatışmalar sırasında birçok Hristiyan, merkezi yönetimin baskısından kaçmak için İzmit’e, oradan da Kütahya’ya gelmiştir. Bir süre sonra Roma İmparatorluğunun ikiye ayrılmasıyla şehir Bizans hâkimiyetine girmiştir. Bizans imparatorları şehre hâkim yüksek ve sarp tepe üzerine saray yaptırarak, bunu burçlarla sağlamlaştırmışlar ve bundan başka şatoyu iki 281 282 283 İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Kütahya Şehri, Devlet Matbaası, İstanbul, 1932, s.7. Kemal Panikoğlu, Olayların İçinde Kütahya, Ekspres Matbaası, Kütahya, 1968, s.27. Yıldız, a.g.e. s.35. 160 kat sur içine almışlardır. Varlığına günümüze kadar taşımış olan Kütahya Kalesi işte bu surlardan ve saraydan ibarettir. Bu devirde Kütahya, piskoposluk merkezi ve ticarî öneme sahip bir şehirdir.284 Kütahya; Anadolu uygarlıklarının beşiği kabul edilebilecek zengin bir birikime sahip. Ünlü Heredot’un dünyanın en kadim kavmi olarak zikrettiği Frigyalılarla başlayan bir geçmişi var. Antik kaynaklar, Kütahya’nın masalcı Ezop’un doğduğu memleket olduğuna da işaret ediyorlar. M.Ö. VI. Yüzyıla uzanan mazisinde Kütahya’dan Persler, Hellenler geçmiş; İskender’i ağırlamış, Bergama Krallığı’na yurt olmuş, Roma’ya bağlanmış ve Bizansın egemenliğini görmüş. Kütahya’nın arkeoloji müzesinde bu döneme tanık olmuş eserlere rastlayabilirsiniz.285 3.1.2.Türkler Zamanında Kütahya 3.1.2.1.Anadolu Selçuklu Devleti Dönemi Malazgirt Zaferini takip eden yıllarda Anadolu’nun fethine girişen Türkler süratle batıya doğru ilerliyorlardı. Nitekim çok geçmeden Kutalmışoğlu Süleyman Şah, İznik merkez olmak üzere 1078 yılında Anadolu Selçuklu Devletini kurmuştu. Süleyman Şah, Anadolu Selçuklu Devletinin kurulmasını müteakip derhal fetihlere başladı. Marmara ve Batı Anadolu Bölgelerinde birçok şehir ve kaleyi zaptetti. Muhtemelen aynı yıllarda yani 1075-1078’de Kütahya Türklerin eline geçmiştir.286 1233 tarihli Yoncalı Hamamı Kitabesi’nden anlaşıldığına göre, Kütahya I. Alâeddin Keykubad zamanında (1220–1237) kesin olarak ve bir daha elden çıkmamak üzere Anadolu Selçuklularının eline geçmiştir.287 Kütahya’da mevcut inanışa göre Kütahya’yı Bizanslılardan alan komutan, İmadüddin Hezardinari’dir. Kütahya’da bir hayli eseri olan bu kişi, şimdiki Sadettin Camii’nin minaresi dibinde gömülüdür. Kütahya, I. Haçlı ordularının Anadolu’ya girmesine kadar Türklerin elinde kalmıştır. Haziran 1097 tarihinde Anadolu Selçuklu Devletinin merkezi olan İznik, 284 İbrahim Kafesoğlu, Selçuklu Tarihi, Milli Eğitim Bakankığı Yayınları, İstanbul, 1992, s.39. Mim Kemal Öke, Tarihihn Tanıklığında Evliya Çelebi’nin Kütahyası, İrfan Yayıncılık, İstanbul, 2006, s.16. 286 Yıldız, a.g.e. , s.36. 287 Değirmenci, a.g.e. , s.9. 285 161 Haçlıların, dolayısıyla Bizans’ın eline geçince Sultan I. Kılıç Arslan, Orta Anadolu’ya çekilmek zorunda kaldı.288 Anadolu Selçuklu Devleti, I. Kılıç Arslan’ın 1107 yılında ölmesinden sonra oldukça önemli sarsıntılar geçirdiyse de, 1110 yılında Şehinşah’ın başa geçmesiyle bu sarsıntılar durmuştur. Şehinşah, 1113’te Bizans’a savaş açar ve Anadolu Selçuklu ordusu Bizans topraklarında ilerleyerek Çanakkale’ye kadar gelir. Bizans imparatoru I. Aleksios da buna karşılık vermek üzere ordusuyla birlikte Anadolu’ya geçmiştir. Bizans ordusunun başında fiilen İznik Valisi Kamitzes bulunmaktadır. İki ordu arasında çıkan savaşta Bizans ordusu bozguna uğramış, Kamitzes esir düşmüştür. Bunun üzerine imparator I. Aleksios ordusuyla birlikte Kütahya çevresindeki Selçuklu ordusunu kesin bir yenilgiye uğratmıştır. Daha sonra geri dönen Anadolu Selçuklu ordusu ile Bizans ordusu yeniden savaşa tutuşmuşlar ve her iki ordu da ağır kayıplar vermiştir. Bu arada kaçarak esaretten kurtulan İznik valisi de imparatorla birlikte İstanbul’a gitmiştir.289 Sultan II. Kılıç Arslan, 1182 yılında yeni bir fetih hareketine girişerek Uluborlu ve Kütahya’yı zaptetti. Böylece Kütahya Birinci fetihten bir asır sonra tekrar Türklerin hâkimiyetine girmiş oluyordu.290 1243 yılında Anadolu Selçukluları Moğollara yenilmiş ve böylece yalnız Kütahya’da değil, bütün bölgede bir huzursuzluk dönemi başlamıştır. Anadolu Selçuklu Devletinin parçalanması, aynı zamanda bölgede beylikler döneminin başlangıcı olmuştur.291 3.1.2.2.Germiyanoğulları Beyliği Dönemi Sultan Alâeddin Keykubad zamanında Kütahya’nın kesin olarak Türklerin hâkimiyetine girmesini takip eden yıllarda bu havaliye kesif bir Türkmen yerleşmesi olmuştur. Anadolu’nun Moğollar tarafından istilası sebebiyle bu kesafet daha da artmıştır. Kaynakların ifadesine göre Kütahya ve çevresine yerleşen Türkmenlerin sayısı üç yüz bin civarında idi. Aynı tarihlerde, Kütahya merkez olmak üzere bir beylik kuracak olan Germiyan aşiretinin de Kütahya havalisine yerleştiği görülmektedir. 288 Yıldız, a.g.e. , s.36. Değirmenci, a.g.e. , s.10. 290 Yıldız, a.g.e. s.37. 291 Değirmenci, a.g.e. , s.10. 289 162 Anadolu Selçuklu Devleti’nin zayıf düşmesinden yararlanıp bağımsız olmak isteyen öbür beylikler gibi Germiyanoğulları da, özellikle Kütahya ve çevresine yerleştikten sonra, 1243’ten beri Moğol himayesinde bulunan ve onlara vergi veren bir devlet durumuna düşmüş bulunan Anadolu Selçuklularına karşı mücadeleye girmişlerdir.292 Yakup Bey 1300 yılında Anadolu Selçuklu Devleti’nden ayrılarak bağımsızlığını ilan etmiş ve böylece merkezi Kütahya olmak üzere bağımsız Germiyanoğulları Beyliği ortaya çıkmıştır.293 Germiyanoğulları, ülkelerinin bir ara 12 yıl süreyle Osmanlı padişahı Yıldırım Bayezid’in eline geçtiği dönem sayılmazsa, 1428 yılına kadar bağımsız yaşamışlardır. Beylik, bu tarihten sonra Osmanlı Devleti’ne katılmıştır.294 Yakup Bey zamanında Germiyanlılar ile Osmanlılar arasındaki münasebetler düşmanca bir seyir takip etmekte idi. Batı Anadolu’daki beylikleri himayesine almış olan Yakup Bey, Osmanlılar’ın kuvvetlenmesini istemiyor ve fırsat buldukça onların arazisine akınlar yapmaktan geri durmuyordu. 1313 yılında yapılan savaşta Yakup Bey’in kuvvetleri Osmanlılar’a mağlup olmuştur. I. Yakup Bey’in ölüm tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber 1340 yılından sonra olduğu muhakkaktır. Yakup Bey’in vefatından sonra yerine oğlu Mehmed Bey geçmiştir. Mehmed Bey devrine ait kaynaklarda çok az bilgi bulunmaktadır. Askeri faaliyetleri arasında Kula ve Simav’ın Bizans’tan alınmasını zikredebiliriz. Buna rağmen Germiyanoğulları, babası zamanındaki kuvvet ve kudretini kaybetmiştir. Nitekim Aydınoğullarının artık Mehmed Bey’e tabi olmadığı görülmektedir. Mehmed Bey’in ölüm tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber bazı kayıtlardan 1361 yılında öldüğünü çıkarmak mümkündür. Mehmed Bey’in vefatı üzerine Germiyanoğulları Beyliğinin başına geçen oğlu Süleyman Şah iki büyük rakiple karşı karşıya kaldı. Osmanlılar ve Karamanlılar. Kütahya’nın Osmanlılara geçmesi üzerine Yıldırım Bayezid buraya vali tayin edilmiş ve Süleymanşah 292 293 294 da beyliğin merkezini Kula’ya nakletmiştir. Süleymanşah Fuad Köprülü, Osmanlı Devleti 'nin Kuruluşu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1994, s.36. a.g.e. , s.36. Yaşar Yücel, Anadolu Beylikleri Hakkında Araştırmalar, C:I, Türk Tarih Kurumu Yayınları. Ankara, 1991, s.162. 163 hükümdarlığının son yıllarını Kula’da geçirmiş ve muhtemelen 1387 yılı başlarında burada ölmüştür. Süleyman Şah’tan sonra beyliğin başına geçen oğlu II. Yakup Bey’in ilk yılları sükûnet içinde geçmiştir. 1390 yılında Germiyan Oğulları Beyliği Osmanlı hâkimiyetine girmiştir. Germiyanoğulları’na ait topraklar 12 yıl süreyle Osmanlı Devleti’ne katılmıştır. Beyliğin ikinci devresi 1402 tarihinde başlamıştır. Timurlenk Ankara Savaşında Yıldırım Bayezid’i yenince, bütün Anadolu beyleri gibi Germiyan beyi II. Yakup Bey de kaybettiği topraklarına yeniden sahip olmuştur. Fakat II. Yakup Bey’in oğlu olmadığından, ölmeden önce memleketini Osmanlılara bıraktığını vasiyet etmiştir. II. Yakup Bey, 1428’de Edirne’ye gelip akrabası II. Murad’la görüşmüş bundan bir yıl sonra da ölmüştür. II. Yakup Bey’in ölüm tarihi olan 1429, aynı zamanda Germiyan topraklarının Osmanlılar’a katıldığı tarihtir. Tarihçiler, Kütahya’nın tarihini ele aldıklarında Germiyanoğulları’na her zaman özel bir yer vermişler, bir yüzyıldan fazla bir süre bağımsız yaşamış bu beyliğin özellikle Osmanlılarla ilişkilerine yoğun bir ilgi duymuşlardır.295 Kütahya Germiyanoğulları zamanında tarihin en parlak devirlerinden birini yaşamış, iktisadi ve fikri bakımdan önemli gelişmelere sahne olmuştur. Kütahya’da birçok mimari eserler inşa edilmiş, şair, edip ve fikir adamları bu şehirde toplanarak eserler yazmışlardır. Burası her bakımdan Anadolu’nun önemli merkezlerinden birisi olmuştur. 3.1.2.3.Osmanlı Devleti Dönemi Yakup Bey’in ölümü üzerine Kütahya kesin olarak Osmanlılar’a geçmiş ve valiliğine de Umur Beyin oğlu Osman Çelebi getirilmiştir. Kütahya’nın idari bölünmede vilayet olarak yer alışı Fatih Sultan Mehmet zamanına kadar sürmüş ve bu dönemde merkezi Ankara olan Anadolu Beylerbeyliğine bağlı kalmıştır. Fatih zamanında 1451’de Anadolu Beylerbeyi olan İshak Paşa Karamanlıların saldırılarını önledikten sonra Kütahya’da oturmuş bir süre sonra da Anadolu Beylerbeyliği’nin merkezi Kütahya’ya 295 Değirmenci, a.g.e. , s.14. 164 taşınmıştır.296 Kütahya, Osmanlı idarî yapısı içinde Anadolu eyaletinin idare merkezidir. Fakat Kütahya şehrinin yönetim açısından farklı bir yönü daha vardır. Kütahya, diğer hemcinslerinden Manisa, Konya, Muğla, Amasya gibi şehzadelerin yönetim tecrübesi kazanmaları için gönderilen bir şehirdir.297 Fatih zamanında merkezi Kütahya olan Anadolu Beylerbeyliğine bağlı sancaklar şunlardır: Saruhan, Aydın, Menteşe (Muğla), Bolu, Ankara, Afyonkarahisar, Çankırı, Teke (Antalya), Hamid (İsparta), Eskişehir, Balıkesir, Bursa. Kesin olarak 1428 yılında Osmanlı yönetimi altına giren Kütahya 1510 yılına kadar bir barış ve huzur dönemi yaşamıştır. Bu yılda başlayan Şahkulu ayaklanması ise şehirde büyük bir zarara yol açmıştır. Osmanlı idari teşkilatında Anadolu eyaleti mühim bir yer tutmakta idi.298 Kütahya, Anadolu eyaletinin merkezi olması dolayısıyla Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman devirlerinde, Anadolu tarafında yapılan seferlerde hem bir toplantı yeri, hem de ehemmiyetli bir yol uğrağı idi. Kanuni Sultan Süleyman, Rodos seferine çıkarken İstanbul’dan Kütahya’ya gelmiş ve buradan Aydın yoluyla Marmaris’e gitmiştir. 1542 yılında Kanuni’nin şehzadelerinden Bayezid’in Kütahya sancağını idareye memur edilmesi üzerine Anadolu eyaletinin merkezi tekrar Ankara’ya nakledildi. Şehzade Bayezid Kütahya’da 1558 yılına kadar sancak beyliği yapmış ve bu tarihte isyanı sebebiyle Kütahya’yı terke mecbur olunca onun yerine diğer şehzade Selim tayin edilmiştir. Selim, 1566 yılında babası Kanuni Sultan Süleyman’ın vefatına kadar bu vazife de kalmış ve babasının ölüm haberini Kütahya’da almış, buradan hareketle Belgrad’a gelerek Osmanlı tahtına geçmiştir. Aynı yıl Anadolu eyaletinin merkezi tekrar Kütahya’ya nakledilmiş ve eyalet teşkilatının devamı müddetince Anadolu eyaletinin merkezi olarak kalmıştır. XVI. asrın ikinci yarısında Kütahya da karışıklık çıkaran “Suhte taifesi” ile doğudan gelerek uygunsuz hallerde bulunan “Gurbet taifesi”nin isimleri geçmektedir. Bu karışıklıklar alınan sıkı tedbirler sayesinde çabucak bertaraf 296 Yıldız, a.g.e. , s.42. Atilla BATUR, Osmanlı Arşiv Belgelerinde Kütahya'da Sosyal Hayat III/1, Kütahya Belediyesi Kütahya Kültür Ve Tarihini Araştırma Merkezi Yayınları, Kütahya, 2002, s.13. 298 Yıldız, a.g.e. , s.43. 297 165 edilmiştir.299 Şehzade Bayezid’in şehirde yönetici olarak bulunduğu dönem kadar, babası ve ağabeyinin Şehzade Selim’le giriştiği saltanat mücadelesi sırasında olup300 bitenler de Kütahya’nın sosyal tarihinde önemli izler bırakmıştır.301 Kütahya, Kanuni Sultan Süleyman’ın ölümüne yakın yıllarda baş gösteren taht kavgalarından geniş ölçüde etkilenmiş ve böylece yeni bir kargaşanın içine girmiştir. Bu yeni kargaşa döneminin ilk olayı büyük şehzade Mustafa’nın Kanuni’nin emriyle öldürülmesidir. Diğeri ise Bayezid’in kaçışından sonra, onun tarafını tutanların dağlara çekilerek Celali olmalarıdır. Kütahya halkı bu dönemde özellikle Belmenoğlu İbrahim’den çok çekmiştir.302 Kütahya’da başlayan bu iç karışıklıklar, Osmanlı Devletinin son dönemine kadar sürmüştür. Osmanlı Devleti’nde bundan sonraki tarihi gelişmeler içerisinde, Kütahya şerinin de tarihi seyrinde yer aldığı olaylar; Celali İsyanları, Can Mirza Paşa Olayı, Sahte Mütesellim Olayı ve Mısır Meselesi’dir. 3.1.2.4.Milli Mücadele Dönemi 30 Ekim 1918 de imzalanan Mondros Mütarekesi ile Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik olarak ayrıldığı belgelenmiştir. Kütahya o sırada kendisine bağlı kazalar olan Uşak, Gediz ve Simav ile birlikte bir sancaktır. Mondros Mütarekesinden hemen sonra başlayan direniş çabaları 4–11 Eylül 1919 da toplanan Sivas Kongresiyle önemli bir atılım yapmıştır. Sivas Kongresinde seçilen Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi, yeni bir meclis ve onun hükümeti kuruluncaya kadar idareyi devralmış ve alınan kararları bütün Anadolu illerine duyurmuştur. Bölgedeki gelişmelerden pek memnun olmayan İngilizler o sırada Kütahya’da bulunan bir kısım cephaneyi İzmit’e taşımak istemişler ve böylece bölgede Milli 299 a.g.e. , s.44. Batur, a.g.e. , s.14. 301 a.g.e. , s.15. 302 Değirmenci, a.g.e. , s.17. 300 166 Mücadelenin en önemli isimlerinden biri olan İsmail Hakkı Bey ilk kez ortaya çıkmıştır. Şehirden çıkarılmak istenen bu cephanenin Kuva-yı Milliye için büyük bir önemi vardır. Ali Fuat Paşa, bu nedenle faaliyete geçerek 350 kişilik bir müfrezenin kurulmasına ön ayak olmuştur. Binbaşı İsmail Hakkı Beyin komutasındaki müfreze 20 Eylül 1919’da Kütahya’ya girmiştir. İngilizler Eskişehir’e çekilmiş ve cephanenin şehir dışına çıkışını kesinlikle engellemek için Kütahya Eskişehir demiryolu üzerindeki Alayunt köprüsünü havaya uçurmuşlardır. 1920 yılı yaz ayları, Çerkez Ethem isminin öne çıktığı aylar olmuştur. Çerkez Ethem 1920 yılı Haziran ayında başlayan büyük Yunan taarruzunu durduğu gibi, Balıkesir, Düzce ve Gönen’de çıkan isyanları da bastırmıştır. Çerkez Ethem artık, Kütahya ve Havalisi Kuva-yı Seyyare komutanıdır. Çerkez Ethem Yunan saldırısının gelişme yönlerini düşünerek yanındaki çetecilerden Priştineli İsmail Hakkı Bey’i Kütahya’ya göndermiştir. İsmail Hakkı Bey Kütahya’ya gelir gelmez Müdafaa-i Hukuk merkezine gönderdiği yazıda bazı isteklerde bulunmuştur. İsmail Hakkı Bey yayınladığı bildiride eli silah tutan bütün herkesin silâhaltına alınacağını duyurarak, öte yandan kendi tespit ettiği miktarda silah ve cephane getireni seferberlikten muaf tutacağını da ilan etmiştir.303 Yunan saldırısı 1920’nin Haziran ayında başlamıştır. Bu saldırılar Temmuzun ikinci yarısında belirgin bir biçimde durmuştur. Ancak, bunun nedeni Yunanlılar’a karşı gelişen direnişin çok güçlenmiş olması değildir. Yunanlılar, hem takviye bekledikleri hem de İtilaf Devletleri’yle Osmanlı Devleti arasındaki görüşmelerin sonucuna göre davranmak istedikleri için hareketlerini bilerek yavaşlatmışlardır. İsmail Hakkı Bey, Milli Alay için çadıra ihtiyaç olduğunu hesaplayarak tellallar aracılığıyla Ağustos ayı başında Kütahya halkından çadır istemiştir. Kütahyalılar’ın her yaz boyunca ılıca ve kaplıcalara gitme alışkanlığı olduğu için bir kaç gün içinde 400’den fazla çadır toplanmıştır. Milli Alay yavaş yavaş kurulurken, Afyon’da bulunan Mustafa Kemal Paşa, İsmail Hakkı Bey’in daveti üzerine 6 Ağustos 1920’de Kütahya’yı ziyaret etmiş, istasyonda Kütahya Milli Alayını teftiş ederek, takdirlerini bildirmiştir. Kütahya’da birkaç saat kalan ve şehirden son derece olumlu izlenimlerle ayrılan Mustafa Kemal 303 Uzunçarşılı, a.g.e. , s.182. 167 Paşa, daha sonradan mutasarrıf Sait Bey’e Kütahya halkına karşı duyduğu derin takdir hislerini bildiren bir yazı göndermiştir. Kütahya Milli Alayı, 28 günde kurulmuştur. Milli alayın kurulduğu haberi Ankara’daki T.B.M.M. Reisi M. Kemal Paşa’ya, Ali Fuat Paşa’ya, Ethem Bey’e, Kütahya mutasarrıflığına birer telgrafla gönderilmiştir. Yukarıda belirttiğimiz gibi, Uşak 28 Ağustosta Yunanlılar tarafından işgal edilmiştir. Ali Fuat Paşa, Gediz’deki Yunan tümeniyle Yunan kolordusu arasında irtibat eksikliği olduğunu öne sürerek Gediz’e saldırmaya karar vermiştir. Ethem Beyin de desteklediği bu saldırıya genel Kurmay Başkanı İsmet Bey (İnönü) karşı çıktıysa da saldırı gerçekleşmiştir. 24 Ekim sabahı saldırıya geçen 61. ve 11. tümen hiçbir ilerleme göstermemesine rağmen, toplu saldırı başladığını sanan Yunanlılar çekilmeye başlamış ve bir süre sonra 61. tümen kasabaya girmiştir. Ancak, durumu çok geçmeden kavrayan Yunan ordu komutanlığı Yunan tümenine gereken yardımı göndermiş, Gediz’in yeniden Yunan işgali altına girmesini sağlamıştır. Gediz yenilgisi büyük tartışmalara yol açmıştır. Ali Fuat Paşa görevden alınmış Moskova’ya büyükelçi olarak gönderilmiştir. Batı cephesi Batı ve Güney olmak üzere ikiye bölünmüş, Batı cephesi komutanlığına İsmet Bey, Güney cephesi komutanlığına Refet (Bele) Bey atanmıştır.304 Türkiye Büyük Millet Meclisi mahalli kuvvetlerin muntazam ordu birliklerine haline getirilmesi hakkında karar alınca Ankara hükümeti Kuvay-ı Seyyare’yi muntazam bir süvari alayı haline getirerek Ethem Bey’in kumandasına vermek istiyordu. Fakat Ethem Bey hükümetin bu teklifini kabule yanaşmıyordu. Başka çare kalmayınca Garp Cephesi kumandanı Miralay İsmet Bey 11. ve 61. fırkaları Çerkez Ethem üzerine gönderdi. Fırkaların hareketini haber alan ve Kütahya’daki karargâhında bulunan Ethem Bey maiyetiyle birlikte 29 Aralık 1920 tarihinde Kütahya’yı terkederek Gediz’e çekildi. 30 Aralık’ta da hükümet kuvvetleri Kütahya’ya girdi.305 304 Tansel, Mondros 'tan Mudanya 'ya Kadar, C:IV, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1991, s.18. 305 Yıldız, a.g.e. , s.49. 168 Yunanlılar 10–11 Ocak’ta İnönü’de durdurulduktan sonra Batı ve Güney Cephesinin bütün birlikleri Ethem Bey’in üzerine yürümüşlerdir.306 Çerkez Ethem’i takibe gelen kuvvetler Yunanlıların Yenişehir ve İnönü taraflarında harekete geçmeleri üzerine Kütahya’da fazla kalamayarak Eskişehir’e döndüler. İnönü muharebelerinde mağlup olan Yunanlılar yeniden taarruza geçmek için büyük bir hazırlığa başlamışlardı. Hatta Yunan Kralı Konstantin, İzmir’e gelerek ordusunun hazırlığını yakından takip ediyordu. Yunan taarruzu 10 Temmuz’da başladı. “Eskişehir ve Kütahya muharebeleri” adıyla bilinen bu çarpışmalarda Türk ordusu daha ziyade müdafaa taktiği uyguluyordu. Kâfi derecede hazırlık yapılamadığı ve mühimmat temin edilemediği için Yunanlıların ilerlemesine mani olunamıyordu. 13 Temmuz’da Afyon, 17 Temmuz’da Kütahya ve 19 Temmuz’da da Eskişehir Yunanlılar tarafından işgal edildi. Yunanlıların bu ilerleyişi Sakarya’da durduruldu.307 Kütahya Yunan işgalinde bir sene kadar kaldı. Düşman kuvvetlerinin Anadolu içlerine doğru ilerleyişi Sakarya Meydan Muharebesiyle durdurulduktan sonra sıra bunların Anadolu’dan atılmasına gelmişti. Uzun bir hazırlık devresinden sonra Türk Ordusu 26 Ağustos 1922 tarihinde taarruza geçti. Türk kuvvetlerinin taarruzlarına dayanamayan Yunan kuvvetleri mevzilerini terkederek kurtuluşu kaçmakta bulmuştu. Fakat Türk Ordusu kaçmakta olan düşman kuvvetlerini Kuzeyden ve Güneyden çevirmişti. Artık büyük hayallerle Anadolu’ya çıkarma yapmış olan Yunanlıların ezilmesi işi kalmıştı. 30 Ağustos’ta Mustafa Kemal muharebeyi bizzat kendisi idare ediyordu. Çekilen Yunanlılar amansızca takip ediliyordu. Aynı gün mürettep süvari tümeni güneyden ilerleyerek Kütahya’ya girmeye muvaffak oldu.308 Sonunda, 26 Ağustos sabahı başlatılan Büyük Taarruz’la Yunan ordusu adım adım Anadolu’dan sökülmeye başlanmış, 30 Ağustos’ta Kütahya, 1 Eylül’de Gediz ve Uşak kurtarılmıştır. Böylece kısa süren işgal devresi sona ermiş ve Kütahya ebediyyen Türk hâkimiyetine girmiştir.309 306 Değirmenci a.g.e. , s.26. Yıldız, a.g.e. , s.50. 308 a.g.e. , s.51. 309 Değirmenci, a.g.e. , s.27. 307 169 3.2.KÜTAHYA ERMENİLERİ Bir bölgenin veya şehrin sosyal tarihini yazmak, bu tarihin oluşumunda rol almış birçok dinamiği de birlikle incelemeyi zorunlu kılmaktadır. İlk önce aktif sosyal hayatın canlı bir şekilde aktarılabilmesi için bu hayatı yaşayan unsurları, yani ilgili şehrin sosyal yapısını meydana getiren insanları tanımak lazımdır, ikinci olarak ise yaşam tarzları üzerinde bir şeyler söylenecek olan bu zümrelerin bu tür bir hayatı nerede geçirdiklerinin bilinmesi gerekmektedir.310 Kütahya Ermenilerinin tarihi ve geçmişi çok bilinmemekle birlikte kaynaklarda Anadolu tarihi içerisindeki diğer gayrimüslim unsurlarla birlikte anılmaktadır. Zira Anadolu Türk tarihi öncesindeki genel Ermeni tarihi Kütahya Ermenileri için de aynı seyri arzetmektedir. Birinci bölümde ele aldığımız Ermeni tarihçesi Kütahya Ermenilerininde geçmişi, nereden geldikleri ve Anadoludaki yerleşimleri hakkındaki tarihi ortaya koymaktadır. Türk-İslâm şehirlerinin temel idarî birimleri olan mahallelerin, genelde cami, mescid, zaviye ve imaret gibi dini ve sosyal kurumların çevresinde geliştiği görülmektedir. Mahalle teşkilatını, bir şehirdeki kurumsallaşmanın ilk basamağı olarak kabul etmek mümkündür. Osmanlı şehirlerindeki mahalleler, çoğunlukla dinî ve etnik mensubiyete göre ayrılmıştır. Bir şehre başka bölgeden getirilerek iskân edilmiş olan haneler, geldikleri yerin adıyla anılan mahalleleler meydana getirmişlerdir. Aynı şekilde gayri müslim unsurlar da yine kendi din ve milliyetlerine göre, hatta mezheplere göre ayrı mahallelerde oturuyorlardı. Bunlar da yine cemaat ya da mahalle adıyla anılan birimlerde ayrı olarak ikamet ediyorlardı. Eğer bir şehirde bulunan gayri müslimler, farklı din veya etnik kökene mensup değilseler, genelde “cemaat-i gebran” başlığı alıtında anılıyorlar, ancak farklı din, mezheb ve milletlere mensup gayri müslimler aynı şehirde yaşıyorsa, “Cemaat-i Rumiyan”, “Cemaat-i Ermeniyan” ve “Cemaat-i Yahudiyan” adı altında ayrı mahallelerde kaydediliyorlardı. Hatta Ermenilerden katolik mezhebine bağlı olanlar da aynı olarak gösterilmekteydi. Bu şekildeki sosyal yapılanma ise, şehrin sakinleri arasında mahallelilik bilincinin tartışılabilmesine imkân tanımaktadır. Ancak farklı din ve etnik menşee mensup 310 Batur, a.g.e. , s.1. 170 ahalinin ayrı mahallelerde oturması kesin bir kural değildir. Kütahya örneğinde olduğu gibi, farklı din ve mezheplere mensup insanlar birçok şehirde karışık olarak da sakin bulunmaktaydılar. Bu durum ise, sosyal ilişkiler bağlamında bir uyumluluğu işaret ettiği gibi, bazı sorunları da gündeme getirebiliyordu.311 Kütahya’daki mahallelerinin bir kısmının Germiyanoğulları döneminde hatta dahada eski olarak Selçuklular devrinde kurulduğu anlaşılmaktadır. Anadolu’daki diğer Türk şehirlerinde olduğu gibi, Kütahya mahallelerinin çoğu zaviye, mescit, cami, imaret gibi kurumların etrafında teşekkül etmiştir.312 Mahalle sayısı dönemlere göre değişmiş, şehrin gelişmesi karşısında yeni mahalleler ortaya çıkmış, bazı mahalleler ortadan kalkmış bazıları ise birleşmiştir. Kütahya mahalleleri ve buralarda sakin olan vergiye tabi hane sayıları arşiv kayıtlarından çıkarılarak aşağıdaki tabloda gösterilmiştir. Tablo 3.1. XVI-XVII. Yüzyıllarda Sayım Dönemlerine Göre Kütahya Mahalleleri ve Demografik Durumu:313 Ahi Erbasan 26 Ahi Evren - 3 31 2 - Ahi İzzeddin Hane Hane 1675 Hane 1650 Mücerred 1571 Mücerred Hane Hane Mahalleler 1530 Mücerred 1512 65 5 12 23 - - 14 25 8 2 22 8 6 5 Ahi Mustafa 69 5 52 10 101 16 10 17 Balıklı - - 44 3 32 2 8 15 Bezirci(ler) 40 4 28 3 25 6 8 8 Bolad Bey 18 2 20 3 13 - 6 6 Bölücek 29 5 29 3 30 16 6 24 Börekçiler 103 8 68 9 104 24 8 16 Büyük Orta - - - 14 19 Cami-i Hisar Beyi 33 24 3 - - 311 a.g.e. , s.4. a.g.e. , s.8. 313 a.g.e. , s.9. 312 4 - 171 Cedid - - - - - 8 13 Cemaleddin 27 S 19 5 54 18 10 19 Çerçi 64 13 67 7 38 9 16” 5922 Çukur 15 2 21 3 22 3 4 8 Dibek (Sufı Hasan) 11 - 12 1 20 7 6 13 Dükkâncikler 40 9 28 4 33 - 4 7 Efendi Bola (Ahi Arslan) 14 4 5 1 24 8 8 12 Ermeniyân-ı Kütahya Gönen 157 - 5 134 - 11 68 12 - - - - - 4 7 Hacı Ahmed 25 1 16 3 22 11 6 11 Hacı İbrahim - - 21 8 44 - 8 13 Hacı İlyas - - 13 4 24 5 4 2 Hacı Süleyman 27 4 12 1 8 2 - - Hisar 81 7 - - - - - 30 İshak Fakih 28 2 28 5 59 6 10 19 Kadı Şeyh 14 3 12 1 18 2 8 14 Kemâleddin Paşa 41 7 27 6 42 4 - - Küçük Orta - - - - - - 10 18 Lala - - - - - - 8 15 Lala Hüseyin Paşa - - - - 59 13 12 61 Ma’ruf (Mu’arrif) 39 8 31 6 33 5 12 15 Meydan 64 7 46 12 130 32 20 52 Orta - - - - 77 11 - - Orta hisar - - - - 31 5 - - Paşam (Sultan) - - - - - - 6 12 Pirler 32 2 14 1 29 - 4 7 Rumlar (Rumiyan) 27 1 16 - 40 4 - - Saray - - - - - - - 17 Servi - - 11 1 11 - 6 9 Sultanbağı 78 18 58 15 54 10 12 14 Şehreküstü Veled-i Güne Yahudiyân 42 29 15 4 5 - 34 21 12 3 1 - 70 28 6 14 4 - 10 - 32 - - - 2 - 18 2 - - Yenihisar Kaynak: Atilla BATUR, Osmanlı Arşiv Belgelerinde Kütahya’da Sosyal Hayat III/1, Kütahya Belediyesi Kütahya Kültür Ve Tarihini Araştırma Merkezi Yayınları, Kütahya, 2002, s.9. 172 *Mücerred: Bu statüdeki şahıslar Osmanlı kanunnamelerine göre, babasının hanesinde kalan ve iş görebilecek yaşa gelmiş genç erkekleri ifade gibi, ayrı hanelerde yaşayan bekâr erkekler içinde kullanılmaktadır.314 Kütahya mahallelerinde çeşitli zümrelere mensup insanlar yaşıyordu. Mahalle isimlerinden de anlaşılacağı üzere Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve Müslümanlar aynı şehirde komşu mahalle ve evleri paylaşıyorlardı.315 XVI. yüzyılda din ve etnik mensubiyete göre isimlendirildiği anlaşılan Rumiyan, Ermeniyan ve Yahudiyan mahallelerinin, sonraki devirlerde artık kullanılmadığı ve bu zümrelerin -muhtemelen- şehrin fizikî gelişiminin de etkisiyle diğer mahallelerle bütünleştiği anlaşılıyor. Ancak, XIX. yüzyılda yeni yerleşim birimleri olarak, bilhassa gayri müslim unsurların yoğun olarak ikamet ettikleri Büyük Orta ve Küçük Orta mahalleleri tesbit olunabiliyor.316 Osmanlı Devleti yönetiminde bulunan diğer illerde olduğu gibi Kütahya’da da Ermeni ve Rumlara yönetim kadrolarında söz hakkı tanınmış onlara çeşitli görevler tevdi edilmiştir. Zira Kütahya Belediye Meclis’nin sekiz üyesi bulunuyordu. Bu azalardan üç veya dördü, şehirde yaşayan Ermeni, Rum ve Katolikleri temsilen bu zümreye mensup şahıslardan diğerleri ise Müslümanlardan seçiliyordu. Vefat eden bir meclis üyesinin yerine geçecek kişi, ilgili üyelik hangi dine veya millete mensup ise yine aynı zümre arasından seçiliyordu. Nitekim Belediye Meclisinde Ermeni milletini temsilen bulunan Çuhacı Agob’un vefat etmesiyle boşalan meclis üyeliğine, yine Ermeniler tarafından seçilen Dakis oğlu İstefan atanmıştı. Bazı meclis üyelerinin bu mevkilerini suistimal ederek bir takım yolsuzluklar yaptıkları da oluyordu. 9 Mart 1857 tarihinde merkezden gönderilen bir yazıda, süvari askeri için halktan satın alınan arpanın parasına el koyup sahiplerine ödemeyen meclis üyesi Hafız oğlu Ali Efendi’den sözkonusu paranın tahsil edilmesi isteniyordu. Aynı şekilde, Meclis azası olan Kütahya Mevlevihanesi Şeyhi İsmail Efendinin yolsuzluğunun olup olmadığının araştırılması istenmiş, soruşturma sonucunda da İsmail Efendinin meclis üyeliği görevine son verilerek yerine ahali tarafından seçilecek kişinin tatbik mührünün merkeze gönderilmesi istenmişti. Ermeni 314 a.g.e. , s.10. a.g.e. , s.11. 316 a.g.e. , s.13. 315 173 Karabet Efendi de benzer sebepler yüzünden meclis üyeliğine son verilenler arasında bulunuyordu.317 Osmanlı Devleti’nde eğitime çok önem verilmiştir. Bu maksatla şehirlerde eğitim hayatının düzenlenmesinde ve takibinde sistemli eğitim kurumlarının oluşturulduğunu görüyoruz. Zira bu eğitim sisteminde Ermeni ve Rumlarda düşünülmüş ve bu azınlıklar için de okullar açılmıştır. Kütahya’da bu sistemli eğitim kurumlarının yer aldığı önemli şehirlerden biridir. Kütahya’daki eğitim ve kültür hayatının da diğer şehirlere nazaran oldukça yüksek olduğu anlaşılıyor. Şehirde daha XVI. yüzyılda yedi medrese bulunuyordu. Bunun haricinde çocukların okul öncesi eğitim almaları için sıbyan mektepleri de vardı. Eğitim kurumlarında görevli olan müderrisler (öğretim üyesi), muallimler (öğretmen) ve halifeler (muallim yardımcısı) şehrin saygın kişileri arasında yer alıyordu. Ancak, bu görevlilerin bazı uygunsuz davranışları, itibarlarının sarsılmasına yol açtığı gibi, haklarında kanuni takibat yapılmasını da gerektiriyordu. Nitekim halktan un gasbettikleri hususunda kendilerinden şikâyetçi olunan Germiyanoğlu Yakub Çelebi medresesi müderrisi Seyyid Osman Efendi ve oğlu Abdullah Efendi hakkında gerekli işlemlerin yapılması için devlet merkezinden emir çıkmıştı. Medreselerde318 öğrenim gören ve XVI. yüzyıla ait tahrir defterlerinde “muhassıl” olarak kaydedilmiş öğrenciler de şehrin kültür seviyesinin yükselmesine katkıda bulunuyorlardı. 1512 yılında yapılan bir sayıma göre Kütahyada 18 medrese öğrencisi bulunuyordu. Bunların çoğu ilim erbabı ailelere mensuptular. Kadı, müderris, imam, hatip, müezzin, şeyh gibi şehirde nüfuzlu kişilerin çocukları veya torunları idiler. Bu öğrenciler de yetiştiklerinde şehirde etkin görevlere gelmekteydiler. Aynı sayımın sonuçlarına göre Börekçiler ve Dükkâncık mahallelerinde sakin olan 2 muallim ve 5 tane de “mütekaid ehl-i ilm” yani emekli olmuş ilim erbabı bulunuyordu. Bunların haricinde imam, müezzin ve hatip gibi dini görevlilerin de kısmen eğitim işiyle ilgilendiği bilinmektedir.319 Tanzimat’tan sonra birçok alanda gerçekleşen dönüşüm ve değişim, eğitim alanında da kendini gösterdi. Yeni okullar açıldı, eğitim sistemi değişti. Okul öncesi çocukların devam ettiği sıbyan mekteplerinin haricinde, ilkokul seviyesinde eğitim 317 a.g.e. , s.22. a.g.e. , s.23. 319 a.g.e. , s.24. 318 174 veren ve “ibtidaî” adıyla anılan okullar açıldı. Ayrıca lise dengi olan “idadî” mektepleri devreye girdi. 1845 tarihli Temettuat Defterlerinde, şehir sakinleri arasında “talebe-i ulûm” ve “muallim-i sıbyan” statüsündeki şahıslara sıkça rastlanması, yüzyılların bir getirisi olarak Kütahya’da ilim için uygun bir ortamın meydana geldiğini göstermektedir. Bugünkü lise ayarında bir okul olan Kütahya İdadisi’nin inşaatı 1890 yılında tamamlanmıştı ve “Kütahya Mekteb-i İdadî-i Mülkiyesi” ismiyle eğitime başlamıştı. Gündüz eğitimi verilen İdadi mektebinde çeşitli öğrenim dönemlerinde mevcut olan öğrenci sayısı aşağıdaki tabloda gösterilmiştir.320 Tablo 3.2. Kütahya Mekteb-i İdadî-i Mülkiyesi’nin Öğrenim Dönemlerine Göre Öğrenci Sayısı Öğretim dönemi Öğrenci sayısı 1892 72 1893 72 1894 90 1895-1896 89 1896-1897 77 1897-1898 97 1898-1899 115 1900-1901 111 1901-1902 111 1902-1903 105 1903 109 1904 101 Kaynak: Atilla BATUR, Osmanlı Arşiv Belgelerinde Kütahya’da Sosyal Hayat III/1, Kütahya Belediyesi Kütahya Kültür ve Tarihini Araştırma Merkezi Yayınları, Kütahya, 2002, s.24. Bazı tarihlerde öğrenci sayısında dalgalanma görülse de, okulun açılmasından beş altı sene sonra öğrenci sayısında yüzde elliden fazla bir artış olduğu görülmektedir. Bu öğrencilerin arasında iki veya üç tane de gayri müslim zümrelere mensup öğrenciler bulunuyordu. 1897 yılına ait salnamede kaydedildiğine göre İdadi okulunda, Fransızca, Arapça, Farsça, Coğrafya, Tarih, Hesab-ı Hendese (Matematik), Usul-i Defteri (Muhasebe), Mâlûmât-ı Nâfıa (Faydalı Bilgiler-Genel Kültür), Ulûm-ı Diniye (Dini 320 a.g.e. , s.24. 175 Dersi), Hüsn-i Hat (Güzel Yazı), Lisan-ı Osmanî (Osmanlıca-Türkçe), İnşâ ve Kitabet (İmlâ ve Kompozisyon) ve Resim dersleri okutuluyordu. Her ders ayrı öğretmen tarafından verilmiyor, bir öğretmen bir kaç dersi birden üstleniyordu. Meselâ, Fransızca ve Coğrafya dersleri okulun müdürü Abdullah Feyzi Efendi tarafından; Arapça, Farsça ve Tarih dersleri de Hacı Abdurrezzak Efendi tarafından okutuluyordu. Aynı şekilde Matematik, Muhasebe ve Genel Kültür derslerini Ömer Fevzi Efendi veriyor; Resim öğretmeni Enver Efendi aynı zamanda Lisan-ı Osmanî dersi ile İnşâ ve Kitabet dersini de gösteriyordu. Din dersi öğretmeni Mustafa Şükrü Efendi, Hüsn-i Hat öğretmeni de Hakkı Efendi321 idi. Sonraki yıllarda bazı farklı derslerin daha okutulmaya başlandığı görülüyor. 1899’da ders programına Cebir, 1904’te İlm-i Eşya ve bir sene sonra da Ahlâk ile Ziraat dersleri konulmuştu. 1899 senesine ait Salnâme’de bir kız okulunun varlığı dikkati çekiyor. 35 öğrencisi bulunan bu okulun birinci öğretmeni Hafız Rukiye Hanım, ikinci öğretmeni Fatma Hanım, Hat öğretmeni Mustafa Efendi ve Nakış öğretmeni de Ermeni Aranik Hanım idi. Ancak bir sene sonraki Salnâme’de varlığına rastlanamamaktadır. 1906 yılına ait bir kayda göre, şehirde bir idadi (lise) ile müslümanlara ait bir rüşdiye (ortaokul), iki ibtidaî (ilkokul) ve 23 sıbyan mektebi bulunmaktaydı. Aynı yıla ait Salnâme’de, gayri müslim unsurlardan Rum ve Ermenilerin çocuklarına mahsus birer ortaokul ile birer ilkokul bulunduğu kayıtlıdır. Okullarla ilgili işlemler Maarif Komisyonu tarafından yürütülüyordu. Bu komisyonun başkanlığını da genellikle Kütahya Mutasarrıfları üstleniyorlardı. Ancak şehrin ileri gelenleri arasında da bu komisyonun başkanlığını yapan şahıslara rastlanmaktadır. Meselâ, 1892 yılında komisyon başkanı Naib (Kadı) Aziz Bey iken, 1895 yılında komisyonun başkanlığını Mutasarrıf Fuat Paşa üstlenmişti. İki sene sonra Maarif Komisyonu Başkanı olarak Kütahya eski mebuslarından (milletvekili) Hocazâde Rasih Efendi görülmektedir. 1899 yılında Kütahya Müftüsü, bu tarihten iki yıl sonra da şehir eşrafından Fettahzâde Hafız Hacı Ahmed Hulusi Efendi komisyon başkanı olmuştur. XIX. yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşen kurumsallaşma sonucunda Kütahya’da da birçok resmî daire faaliyete geçti. Bunlardan bazıları şunlardı: Evkaf 321 a.g.e. , s.25. 176 Müdürlüğü, Enfiye Müdürlüğü, Postane, Ziraat Müdürlüğü, Orman Müdürlügü, Hapishane Müdürlüğü, Zabtiye Müdürlüğü, Ziraat Bankası,322 Osmanlı Bankası, Reji (Tekel) Müdürlüğü, Düyûn-ı Umumiye Müdürlüğü, Mal Sandığı, Emval-i Eytam Sandığı, İdadi Mektebi gibi. Bu kurumların bazısında idareci veya memur olarak yerli ahaliden görev alanlar olduğu gibi, Kütahya dışından tayin edilenler de vardı. Bu kurumlarda çeşitli tarihlerde görev yapanların listesini toplu olarak Salnamelerde bulabilmek mümkündür.323 Osmanlı Devleti ile ilgili ulaşabildiğimiz kaynaklarda; azınlıklardan tabiri diğerle gayri müslimlerden ve onlarla ilgili bir vakadan bahsedilirken Ermeni ve Rumların isimleri genel itibariyle birlikte zikredilmiştir. Nitekim kaynaklarda yeralan Osmanlı mahalle esnafıyla ilgili bölümlerde de bunu görüyoruz. Şehirde bulunan esnafın mahallelere göre dağılımı, ya tersi bir ifadeyle Kütahya mahallelerinde oturan esnafı mesleklerine göre kabaca bir tasnif etmek gerekirse, karşımıza şöyle bir tablo çıkmaktadır: Genel olarak mahallelerde, dikici (terzi), berber, debbağ, teb’a (birinin yanında yardımcı), dağcı/hatabkeş (oduncu), bakkal, kahveci, demirci esnafının fazla bulunduğu dikkati çekiyor. Adı Börekçiler olan mahallede -ki bu ismin, mahallenin kuruluşunda muhtemelen bu esnaf grubuyla bir ilgisi olsa gerektir- sadece üç tane börekçi oturmasına karşın, demircilikle uğraşan esnaf daha fazladır. Ahi Evren mahallesinde ikamet eden 62 hane Rum ahalinin çoğunun pabuççuluk mesleğiyle uğraştığı görülmektedir. Balıklı mahallesinde sakin olan 67 hane Ermeniler arasında da terzilik mesleği yaygın bulunuyordu. Lala Hüseyin Paşa mahallesindeki 39 hane Rum halkın çoğunun bezirgân (tüccar), bardakçı ve pabuççu olduğu kaydedilmiştir. Lala mahallesindeki Ortodoks ve Katolik Ermeniler arasında da terzilik ve fincancılık mesleklerinin revaçta olduğu görülüyor. Meydan ve Servi mahallesinde oturanlar arasında bahçevan, ziraatçi ve çiftlik sahiplerinin fazla oluşu dikkat çekiyor.324 Şehrin eşrafı, ileri gelenleri sayılırken, güvenilirlikleri sebebiyle adalet sisteminin kendilerine sık sık müracaat ettiği bir gruptan daha bahsetmek lazımdır. Bunlara kısaca müzekkîler demek mümkündür. Bu kişiler, mahkeme tarafından görülen 322 a.g.e. , s.26. a.g.e. , s.27. 324 a.g.e. , s.54. 323 177 bir davada şahitlik yapacak kişilerin adil, doğruyu söyleyen ve güvenilir olup olmadıklarının sorulduğu kişilerdir. Birçok davada, aynı kişilere müzekkî olarak başvurulduğu görülmektedir. Bunlar muhtelemen, şehir ahalisi içinde doğrulukları ile ön plana çıkmış kişiler olmalıdır. Nitekim bunlar arasında, yukarıda sayılan tanınmış ailelerin üyeleri, muteber esnaf ve tüccarlar, avukatlar, mahkeme kâtipleri ve bazı devlet görevlileri bulunmaktadır. Mahkeme tarafından ahvali araştırılacak kişi ilk önce ikamet ettiği mahallenin imamı ve muhtarından soruşturuluyor, sonra da kendisini tanıyan müzekkîlerden araştırılıyordu.325 Bu isimler arasında Kütahya’nın en fazla tanınmış ailelerine mensup kişilerin bulunuşu dikkati çekiyor. Mahkeme herhangi bir davayı karara bağlayabilmek için mahkemeye bildirilen şahitlerin “makbûlü’ş-şehâde” yani şahitliklerinin kabul edilip edilemeyeceğini bu kişilerden soruşturuyor ve onların ifadelerine göre şahidi kabul ediyor veya etmiyordu. Yani müzekkîlerin cevabı, kararını şahitlerin ifadesine göre verecek olan mahkemeyi, dolayısıyla adalet mekanizmasının işleyişini yakından ilgilendiriyordu. Bu yüzden bu şahısların gerçekten güvenilir insanlar olması mühimdi. Müzekkî olarak kendilerine müracaat edilen şahısların bir kısmı aynı zamanda “muarrif” idiler. Yani, mahkemede davası görülen kişilerin gerçekten ilgili şahıs olup olmadıklarının tesbitinde de kendilerine başvuruluyordu. İsimlerine müzekkîler arasında rastlanan dava vekilleri de şehrin itibarlı kişileri içinde bulunuyorlardı. Bugünkü avukatların görevini üstlenen dava vekilleri arasında gayri müslimler de vardı. Bir davayı üstlenecek olan dava vekilinin müslim ya da gayri müslim olmasının pek önemli olmadığı anlaşılıyor. Müslüman bir şahıs, aynı dinden birçok dava vekili bulunduğu halde rahatlıkla gayri müslim bir dava vekilini tercih edebiliyordu. Mesela, Okçu köyü ahalisinden Şahbaz oğlu Ali, Kütahya’nın Ahi Evren mahallesinde oturan ve aleyhine alacak davası açan Rum tebadan Papa Kiryako’ya karşı davasını savunma işini Ermeni dava vekillerinden Karabet Efendi’ye havale etmişti.326 Mahkeme kayıtlarında bunun birçok örneğine rastlanmaktadır. Diğer taraftan, meslekleri icabı müvekkilleri adına başkalarının aleyhine dava açan dava vekilleri, bazen kendileri de mahkemelik oluyorlardı. Eczacı Kirkor Ağa’ya ilaç borcu olduğu iddiasıyla aleyhinde mahkemeye başvurulan dava vekili Haralambos Efendi 325 326 a.g.e. , s.66. a.g.e. , s.67. 178 mahkemenin davetine icabet etmemiş ve kendisini savunmak üzere de başka bir dava vekili İsmail Hakkı Efendi tayin edilmişti. Ancak mahkemedeki savunma yetersiz görülmüş ve mahkeme Haralambos Efendi’yi Eczacı Kirkor tarafından istenilen parayı ödemeye mahkûm etmişti. XX. yüzyılın başlarında Kütahya’da 12 dava vekili bulunuyordu. Bunlardan yedi tanesi gayri müslimdi. Gayri müslim dava vekillerinin beşi Ermeni, ikisi ise Rum tebaadan idi. Ermeni dava vekillerinden Oseb Efendi ile Cuvan Efendi Katolik mezhebine dâhildi. Aslen İstanbullu olan Hasan Rıza Efendi, Kütahya’da kiracı olarak oturuyordu ve sicil kayıtlarından anlaşıldığı kadarıyla bir yıl içinde üç ev değiştirmek zorunda kalmıştı. Dava vekillerinin arasında en tanınmışları veya diğer bir ifadeyle en fazla dava takibi alanları, Kayyım-zade İsmail Hakkı Efendi ile Anastas Efendi idi. Anastas Efendi aynı zamanda Kütahya’da Hazine Umumî Vekili olarak görev yapıyordu.327 3.2.1.Kütahya’daki Gayrimüslimler ve Ermeni Tebaa Bir araştırmacı için olduğu kadar, Kütahyalı biri için de sosyal ilişkiler açısından en merak edilen konulardan biri, geçmiş dönemlerde şehirde yaşayan farklı dinlere mensup insanlar arasındaki ilişkilerdir. XVI. yüzyıl Kütahya’sında üç farklı dinî inanca sahip insanlar hayat sürmekteydi. Hakim zümre olan Müslüman Türklerden başka, Hıristiyanlığın iki mezhebine tabi Ermeniler, Rumlar ve ayrıca Yahudiler bulunmaktaydı. Rumlar Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebinden olmakla birlikte, Ermenilerden bir kısmı Katolik bir kısmı ise Ortodoks idi. Katolik olan Ermeniler XIX. yüzyıla ait sayım defterlerinde ayrıca belirtilmişlerdi.328 XVI. yüzyılda tutulmuş olan sayım defterlerindeki kayıtlara nazaran her üç zümrenin de aynı mahallelerde ikamet ettiği gibi bir izlenim ortaya çıkıyor. Bu yüzyıla ait üç sayım defterinde Ermeni ve Rum mahallesi ismiyle iki mahalle bulunmasının yanında Yahudiler de “cemâat” başlığı altında kaydedilmişlerdir. Ancak bu şekilde bir mahalle tasnifinin, gayri müslimlerin gerçekten müslümanlardan ayrı mahallelerde 327 Atilla BATUR, Osmanlı Arşiv Belgelerinde Kütahya'da Sosyal Hayat III/1, Kütahya Belediyesi Kütahya Kültür Ve Tarihini Araştırma Merkezi Yayınları, Kütahya, 2002, ss. 1-68. (Bu bölüm aynen adı geçen eserden alınmıştır.) 328 a.g.e. , s.69. 179 oturdukları için mi, yoksa sadece şehirde gayri müslim unsurların varlığına dikkat çekmek için mi yapıldığı tam olarak anlaşılamamaktadır. Çünkü XIX. yüzyıldaki belgelere göre gayri müslimler ile müslümanlar bir çok mahallede karışık olarak ikamet etmekteydiler.329 Gayri muslim unsurların içinde nüfusça en kalabalık olanlar Ermenilerdi. 1512 tarihli sayıma göre Kütahya’da vergiye tabi 157 erkek hane sahibi ile 5 bekâr erkek vardı. Bu hane sahiplerinden beş tanesi vergiden muaf olacak kadar yaşlı, üç tanesi ise sakat idi. Ayrıca aralarında altı tane papaz bulunuyordu. Ermenilerin ödedikleri cizye vergisi, Germiyanoğulları zamanından beri Yakub Çelebi İmareti Vakfı adına toplanıyordu. Bu tarihten yaklaşık yirmi sene sonraki (1530) başka bir sayımda şehir merkezinde 134 hane ve 11 bekâr Ermeni bulunuyordu. Bu tarihte de bir papaz ve bir yaşlı hane sahibi ayrıca gösterilmiştir. Yüzyılın ikinci yarısına ait sayımda (1571) ise nüfusun biraz daha azaldığı ve 68 haneye indiği görülüyor. Bu sayımdaki bekâr erkeklerin sayısı ise 12’dir. Nüfusta yarım yüzyıl içinde yarı yarıya görülen bu azalmanın sebebini izah edecek herhangi bir belge şimdilik elde yoktur. XIX. yüzyılın ortalarına gelindiğinde ise, Ermeni nüfusta bir artış gözlenmektedir. Şehrin en azından Ahi Erbasan, Balıklı, Bölücek, Lala Hüseyin Paşa, Şehreküstü ve Hacı Ahmed mahallelerinde oturdukları tesbit edilebilen Ermenilerin 1845’li yıllardaki hane sayısı en az 310’dur. Bu tarihte, Ahi İzzeddin, Efendi Bola, Hıristiyan Çerçi, Küçük Orta ve Büyük Orta mahallelerine ait sayım sonuçlarına ulaşamadığımız için yukarıda verilen rakamı asgari olarak kabul etmek lazımdır. Temettuat defterlerindeki muhtelif kayıtlardan, bilhassa Büyük Orta ve Küçük Orta mahallelerinde de bir miktar Ermeni nüfusun bulunduğu anlaşılıyor. Sözkonusu 310 haneden 97 tanesi Katolik idi. XIX. yüzyılın ortalarındaki bu sayımdan yaklaşık 60 yıl sonrasına ait bir kayıtta, toplam nüfusu 23.721 olan Kütahya’da, 604 hanede 2.850 Ermeni nüfûsun yaşadığı kaydedilmiştir. Bunlardan 111 hanede toplam 161 nüfusun Katolik olduğu belirtilmiştir. Bu tarihlerde Ermenilerin toplam Kütahya nüfusuna oranı %12’dir.330 XVI. yüzyıl kayıtlarına göre, Kütahya’daki gayri müslimler içinde Ermenilerden sonra nüfus olarak ikinci sırada Rumlar gelmekteydi. Ancak XX. yüzyılın başlarında durum tersine dönmüş, Rumların sayısı Ermenilerin iki misline yaklaşmıştı. 329 330 a.g.e. , s.69. a.g.e. , s.70. 180 Kütahya Rumlarının yaşadıkları mekân, XVI. yüzyıla ait sayım defterlerinde “Mahalle-i Rumiyân” ya da “Mahalle-i Rumlar” olarak kaydedilmiştir. Ermenilerde olduğu gibi Rumlardan alınan cizye vergileri de Yakub Çelebi İmareti Vakfı’na aitti. 1512 yılına ait sayımda, 27 hane sahibi ile 1 bekâr erkek nüfus gözükmektedir. Ancak haneler arasında kayıtlı 6 mu’tak (âzâdlı köle) içinde ismi müslüman olan kişiler bulunmaktadu. Bunlar muhtemelen İslamı kabul edip âzâd edilen ve Rum mahallesinde sakin olan köleler olmalıdır. Bu durumda Rumların nüfusunu bir kaç hane daha eksik olarak düşünmek yerinde olacaktır. Aynı kayıtta, Rumların Çerçi köyünden oldukları kaydedilmiştir. Aralarında bir tane de papaz bulunmaktadır. 1530 senesine gelindiğinde Rum nüfusta bir azalma görülmektedir. Bu tarihteki hane sayıları 16’ya inmiştir. Fakat yaklaşık kırk sene sonraki sayımda (1571) Rum nüfus yine artmış ve sayım defterine 40 hane ile 4 bekâr erkek nüfus kaydedilmiştir. XIX. yüzyılın ortalarında ise Lala Hüseyin Paşa ve Ahi Evren mahallelerinde kayıtlı Rum nüfus 101 hanedir. Ancak, sayım sonuçlarına ulaşamadığımız mahallelerden Hıristiyan Çerçi ve Müslüman Çerçi mahallelerinde bir miktar Rum nüfusun yaşadığı belgelere yansımıştı. Bu durumda şehirdeki Rumların daha fazla olabileceği düşünülebilir. 1906 yılındaki bir kayda göre ise Kütahya’da 941 hanede toplam 5.094 Rum nüfus yaşıyordu. Rum nüfusun Kütahya’nın toplam nüfusuna oram ise % 21 idi.331 Tarihlere göre, Ermenilerin ilk ruhani merkezleri Kütahya’dır. Bu merkez Osman Bey’in Bursa’yı işgali ve payitaht yapması üzerine buraya nakledilmiştir.332 XVI. yüzyılda, Ermenilere ait iki kilise vardır. “Eramine Mahallesinde bulunan ve muhtemelen biri Katolik Ermenilere ait olan kiliselerin ismi Meryem333 kilisesi ve Toros kilisesiydi. XIX. yüzyılda ise, Kütahya’daki Katolik gayri müslimlerin ibadetgâhı olan kilise Şehreküstü mahallesinde idi. Ermenilerin Ortodoks veya Katolik mezhebini benimsemiş olmaları birarada uyumlu bir şekilde yaşamalarına mani değildi. Nitekim, Şehreküstü, Lala Mustafa Paşa ve Hacı Ahmed mahallelerinde her iki mezhebe bağlı Ermeniler karışık olarak oturuyorlardı. Ancak yine de bunları vergi defterlerine kaydeden kâtiplerin, iki ayrı mezhep mensuplarını ayrı gruplar halinde kaydetmeyi tercih ettikleri görülüyor. Mesela, Hacı Ahmet mahallesinde yirmi bir numaralı hanede 331 a.g.e. , s.77. Anadol-Abbaslı, a.g.e. , s.62. 333 Batur, a.g.e. , s.70. 332 181 kaydedilen Coyak (Cıvık ?) oğlu Kigork isimli Ermeni’nin, Katolik olduğu için on ikinci hanede yirmi beşinci numarada kayıtlı olduğu ve dolayısıyla yanlışlıkla ikinci defa kaydedildiğine işaret edilmiştir. Bu ifadeden anlaşılan, son kısımda kaydedilen Ermenilerin Ortodoks olduğu ve kâtibin de adı geçen Ermeniyi Ortadoks zannıyla ikinci defa kaydettiği, ancak -muhtemelen kendisine hatırlatılması sebebiyle- Katolik olduğu bildirilen Ermeni’yle ilgili sözkonusu açıklayıcı ibareyi kaydetmiş olduğudur. Ancak yine de, mezhep değiştirmeler sebebiyle Ermeniler arasında huzursuzluk çıktığı da oluyordu. Mezhep değiştiren Ermeniler, daha önce mensup olduktan mezhebe bağlı Ermeniler tarafından hakarete uğruyor ve taciz ediliyorlardı. Nitekim, 12 Aralık 1854 tarihli bir belgede, Kütahya’da kendi istekleriyle Katolik mezhebine giren Ermenilere müdahale edilmemesi yönünde devlet merkezinin isteği bildiriliyordu. Ancak, altı ay sonrasına ait başka bir belgeden anlaşıldığı kadarıyla, mezhep değiştirme nedeniyle Ermeniler arasında başgösteren huzursuzluğun bitmediği ve mezhep değiştiren bazı Ermenilerin çeşitli sebeplerle Kütahya Ermeni Karabaşı tarafından sürgün edildiği görülmektedir. Papas Beriros ve Karaoğlu Kirkor isimli iki Ermeninin sürgün edilmesiyle ilgili olayın İstanbul’a intikal etmesi üzerine de, devlet merkezi bu sürgün olayının araştırılmasını istemişti. Aynı şekilde, sadece Katolik mezhebine girenlerin değil, Protestanlığı seçen Ermenilerin de zor durumda kaldığı ve kendilerine334 zulmedildiği anlaşılmaktadır. Diğer taraftan, Ermeniler arasında sadece mezhep değiştirme hususunda değil, bazen günlük hayatın bir parçası olan alışveriş, miras vb. konularda da anlaşmazlık çıkıyordu. Mesela, alışverişle ilgili bir dava mahallinde halledilemeyince, İstanbul’a bildirilmiş ve devlet merkezinden Kütahya’daki Ermeniler arasında alışveriş meselesinden dolayı çıkan anlaşmazlığın giderilmesi için emir gönderilmişti. Şehreküstü mahallesinde oturan Agop oğlu Rapail’in ölümünden sonra da, varisleri miras hususunda anlaşamamışlar ve mahkemeye müracaat etmişlerdi.335 Kütahya’da yaşayan Ermenilerin çoğunun esnaf olarak faaliyette bulunduğu görülüyor. Hemen her çeşit mesleğe sahip olan Ermeniler arasında daha fazla terzi ve fincancılık mesleğinin yaygın olduğu anlaşılıyor. Bunlardan başka, saatçi, çerçi, marangoz, ütücü, eskici, lüleci, boyacı, pabuççu, çenberci, tütün kıyıcısı, dökmeci, bezirgan, hammal, attar, berber, balıkçı, han odabaşı, kahve satıcısı, yağcı, tellak, 334 335 a.g.e. , s.71. a.g.e. , s.72. 182 hizmetkâr, kasap, enfiye tezgahtarı, şekerci çırağı, eczacı ve ırgad olarak iş gören Ermeniler de bulunmaktaydı. Bilhassa ticaret yoluyla önemli miktarda servetler elde eden Ermenilerin Kütahya ve civarında etkili olduğu anlaşılıyor. Nitekim “Avrupa tüccarı” statüsünü elde bazı Ermenilerin şehirlerarası iktisadi ilişkilere girdikleri de görülüyor. Mesela, Bursa, Bilecik ve Mudanya’da ipek fabrikaları kuran Cezayirlioğlu Mıgırdiç’in, Kütahyalı Avrupa tüccarı İstefan’la iş ilişkisi vardı. Yine başka bir Avrupa tüccarı Karabet’in bütün vilayet genelinde borç verdiği kişiler bulunuyordu. Diğer taraftan, Kütahya’daki Ermeniler, yabancı yatırımcılar için de tercih edilen kişiler arasındaydı. Mesela, yabancıların işlettiği bir demiryolu şirketi olan Anadolu Kumpanyası’nın Kütahya vekili Agop isimli Ermeni idi. Bazı Ermeniler de, Kütahya kazası dahilindeki âşâr vergisini toplama işini üstleniyorlardı. 1860 yılı Kütahya kazası aşarının tahsilini Ohannes isimli336 Ermeni, üzerine almış, bir sene sonra da aynı işi Ermeni İstefan üstlenmişti. Devletle çalışan Ermeniler sadece mültezimler değildi. Sarraf olan Ermeniler de resmî kuramlarla sıkı iş ilişkisi içinde idiler. Meselâ, 21 Aralık 1852 tarihli bir belgeden öğrenildiğine göre, Dilaver Paşa zaviyesi vakfına ait para, muhtemelen işletilmek üzere- Sarraf İstefan’da bulunuyordu. Bu tarihten iki sene kadar önce aynı sarrafın üzerinde devlete ait bir borçtan bahsedildiğine göre, Sarraf İstefan devlet kurumlarıyla sıkça iş yapan biri olmalıdır. Kütahya’nın sosyal yapısı içinde rahat bir hayat süren Ermeniler arasında, serbest meslek sahiplerinin haricinde resmî devlet görevinde bulunanlar da vardı. Mesela, 1855 yılında Kütahya Sandık Emini Ermeni İstefan idi. Ancak bu şahıs görevini kötüye kullanmış ve dolandırıcılık yaptığı iddiasıyla halk tarafından görevden alınması istenmişti. 1860 senesinde Uşak Sandık Emini de yine bir Ermeni idi. Fakat bu Ermeni şahsın da Kütahya Kaymakamı Mataş Paşa hakkında öne sürdüğü bazı iddiaların iftira olduğu anlaşılmış ve cezalandırılması istenmişti. 1903 yılında Şehreküstü mahallesinde müslüman ahali de sakin olduğu halde, mahalle muhtarı Tersis veled-i Karabet isimli bir Ermeniydi. Ayrıca Kütahya Belediye Meclisi üyeleri arasında da iki veya üç tane Ermeni meclis üyesi bulunuyordu. Diğer taraftan şehirde mevcut Ziraat, Ticaret veya Sanayi komisyonları (odaları) üyeliklerinin bazıları da Ermeni tüccar ya da ileri gelenlerin elindeydi. 1897 yılında Ticaret ve Ziraat Komisyonu azalarından ikisi Ermeni Mardiros Ağa ile Agobcan Ağa’idi. Bu tarihten on sene sonra ise aynı komisyonun altı 336 a.g.e. , s.72. 183 üyesinden yine ikisi Artin ve Karabet isimli iki Ermeni idi. Her iki tarihte üye337 olarak gözüken Ermenilerden biri muhtemelen Katolik mezhebine tabi Ermenileri temsilen komisyonda bulunuyor olmalıdır. 1899 yılında, Kütahya idadi Mektebi (Lise) Cebir ve Fransızca öğretmeni Ermeni Artin Efendi, kız okulunun nakış öğretmeni ise Ermeni Aranik Hanım idi. Ayrıca, Ermenilere mahsus riüşdiye (ortaokul) ve ibtidaiye (ilkokul) bulunduğu gibi, isteyen öğrenciler karışık olarak idadi (lise) okuluna da devam edebiliyorlardı. Mahallelerde Ermenilerle Türkler karışık şekilde oturuyorlardı. Yüzyılların bir getirisi olan karşılıklı benimseme ve anlayış ile her iki zümre arasında genel anlamda bir uyumluluk hâkimdi. Mesela, Şehreküstü mahallesi sakinlerinden Bakırcıoğlu Asfador ve Hızır oğlu Kigork isimli Ermeniler, Kölezâde Ahmed Efendi ve Kavafzâde İbrahim Ağa ile komşu idiler. Temettuat kayıtlarında veya mahkeme sicillerinde bunun gibi bir çok örneğe rastlanmaktadır. Ancak, sosyal yapı içindeki bu uyumlu ilişkilerin yanında, bazen istenmeyen olayların gerçekleştiği de oluyordu. Bir toplum yapısında, aynı etnik menşeden gelen ve aynı dine mensup insanlar arasında dahi meydana gelebilen bazı uygunsuz hadiselerin Ermenilerle Türkler veya Rumlar arasında yaşanmış olması da tabiîdir. Ancak bu tür olayların failleri gerekli kanuni cezalara çarptırılıyordu. Mesela, İstefan isimli bir Ermeni’yi öldüren İsmail adındaki şahsa İstanbul’da Tersane’de prangaya konulma cezası verilmişti. Benzer şekilde, Ispartalı Mehmed isimli bir Türk çocuğunu öldüren Ermeni ile ilgili de yine gerekli kanunî muamele yapılmıştı. Tanzimat ve Islahat fermanlarının ilanı ile azınlıklara bir takım yeni haklar tanınması ve Avrupalı devletlerin de Osmanlı Devletinin içişlerine karışma bahanesi olarak azınlıkları kullanmaya kalkışması, tabiî olarak devletin bu zümreler üzerine olan dikkatini yoğunlaştırmıştı. Devlet, azınlıkların ileri gelenlerine nişanlar ihsan ediyor ve sadâkatlerinin devamını istiyordu. Bu uygulamalar sırasında Kütahya Ermeni Murahhasası Bedros Efendi’ye de nişan takılmıştı. Bir ara Kütahya’da bazı kişilerce Ermenilere kötü davranıldığı hususunda şikayette338 bulunulmuş, bunun üzerine devlet merkezi bu iddiaların araştırılmasını istemişti. Muhtemelen bu gelişmeler üzerine Kütahya Ermeni Despotu Osep Efendi, Ermeni Patrikliği tarafından İstanbul’a çağrılmıştı. Bu ziyareti dikkatlice takip eden devlet, Osep Efendi’nin ziyareti sırasında 337 338 a.g.e. , s.73. a.g.e. , s.74. 184 herhangi bir uygunsuz hareketinin görülmediğini tespit etmişti. 1913 yılında, beş Ermeni gencinin bir Türk kadına tecavüz etmesiyle gerçekleşen olay ise, belki de Kütahya’da yaşayan Türklerle Ermeniler arasında yaşanan olayların en olumsuz bir örneğini teşkil etmektedir. Bu olayın faillerinin Divanı Harbe sevki konusunda suistimal edildiği iddiasının gündeme gelmesiyle İttihat ve Terakki Cemiyeti olayın soruşturulması için harekete geçmişti. Ayrıca, şu konu da açıklıkla belirtilmelidir ki, 25 Kasım 1915 tarihli bir belgeden anlaşıldığına göre, Kütahya’da bulunan Ermeniler I. Dünya Savaşı sırasında başka yerlere nakledilmemişler Kütahya’da kalmışlardı. Bu uygulama, Kütahya’da yaşayan Ermenilerle Türkler arasındaki sosyal ilişkinin, Ermenilerin zorunlu göçe (tehcir) tabi tutulmalarını gerektirmeyecek derecede uyumluluk içinde bulunduğunu göstermesi açısından da mühimdir. Diğer taraftan, aynı toplumda yaşayan üyelerin karşılaşabileceği tabiî bir durum olarak, Ermenilerle Rumlar arasında da birliktelikler veya anlaşmazlıklar çıkabiliyordu. Nitekim, Lala Hüseyin Paşa mahallesinde oturan Rumlardan Mihail ve Çerberci oğlu İstiradi, Ermeni Terzi Panohi oğlu Karabet ile afyon ve tiftik ticareti hususunda ortaklık kurmuşlar, ancak daha sonra anlaşamayarak birbirlerini karşılıklı olarak mahkemeye vermişlerdi. Ermenilerle ilgili dikkati çeken diğer bir nokta da, şehir içi ve şehir dışı olmak üzere fazla miktarda yer değiştirmelere rastlanmasıdır. Menşe olarak bir kısmı Kütahya’nın yerlisi olan Ermeniler yanında, şehir dışından gelen Ermeniler de bulunmaktaydı. Bazıları ise çeşitli nedenlerle başka şehirlere yerleşmişlerdi. Belgelere yansıyan mekan değiştirmelerden anlaşıldığı üzere, Ermenilerin başta İstanbul olmak üzere, Ankara, İzmir, Bilecik, Bursa gibi339 civar bölgelerde yakınları bulunmaktaydı. Kütahya Ermenileri arasında şehir içi ve şehir dışı göç olaylarına bir göz atıldığında, ortaya şöyle bir manzara çıkmaktadır. Balıklı mahallesinde oturan Saatçi Artin İstanbul’da Beyoğlu’nda yaşayan amcasının yanına gitmiş, yine aynı mahalle sakinlerinden Hoseb isimli Ermeni Küçük Orta mahallesine taşınmış, komşusu Kigork annesiyle birlikte Bursa’ya göç etmiş, diğer bir komşusu Ankaralı Kımos (?) da evini Büyük Orta mahallesine taşımıştı. Lala mahallesinde oturan Ermenilerden bir hane, 1845 yılındaki sayımdan beş sene önce Gediz’e göç etmiş, iki hane de evini satıp Bilecik’e yerleşmişti. Bir hane sahibinin de İstanbul’da iken öldüğü kaydedilmiştir. 1900’lü yılların başında Küçük Orta ve Lala mahallelerinde oturan iki Ermeni ailenin lakabı İstanbulluoğlu’dur. Bu isimlendirme, 339 a.g.e. , s.75. 185 muhtemelen sözkonusu ailelerin İstanbul’dan Kütahya’ya göç edişini ifade ediyor olmalıdır. Şehreküstü mahallesinde oturan Ermeniler arasında da başka şehirlere göç edenler bulunmaktaydı. Mesela, bu mahallede iki numaralı hanede kayıtlı Karabet ve eniştesi Ohannes sayımdan bir sene önce 1844 yılında Bursa’ya yerleşmişlerdi. Terzi kalfası olan başka bir Ermeni sayım sırasında İstanbul’da bulunuyordu. Otuz sekiz numaralı evin sahibi Mankasar Çorbacı ise üç sene önce (Afyon) Karahisar’a göç etmişti. Aynı mahallede oturan Katolik Ermenilerden Kigork da yine üç sene önce İzmir’e yerleşmişti. Daha geç tarihli bir belgeye göre ise, Şehreküstü mahallesinde vefat eden Katolik Ermenilerden Acem oğlu Oseb’in iki büyük kızı Kütahya’da yaşamalarına rağmen, hanımı Meryem ile büyük yaştaki oğlu Ohannes Mısır’ın İskenderiye şehrinde ikamet ediyorlardı.340 3.2.2.Salnamelerde Kütahya’daki Gayrimüslimlerin Nüfusu Salnameler, Osmanlı Devleti’nde gündelik hayata dair tutulan günlüklerin yer aldığı arşiv vesikalarıdır. Kütahya’da bulunan gayrimüslim tebaanın, salnamelerden yola çıkarak elde edilen çeşitli yıllara göre nüfus dağılımları şu şekildedir: Tablo 3.3. H.1287 ( M.1870 ) Tarihli Salnamede Bulunan, Sancak Dahilindeki Nüfus Dağılımıyla İlgili Tablo341 Toplam Müslim Hane Mahalle Yerleşim Merkezleri Gayrimüslim Erkek Erkek 33366 30142 14297 83 Merkez kaza* 3224 8187 8197 1780 20 Tavşanlı kazası 0 27325 27325 6847 9 Uşak kazası** 0 15916 15916 3581 15 Gediz kazası*** 0 11137 11137 3359 0 Simav kazası 0 7931 7931 3239 5 Eskişehir kazası 0 5115 5115 126 0 Banaz nahiyesi 0 7968 7968 2054 0 Eğrigöz nahiyesi 0 2213 2213 866 0 Dağardı nahiyesi 0 4688 4688 1425 5 Seyitgazi nahiyesi 0 3899 3899 1180 0 İnönü nahiyesi 0 137755 124531 39889 137 Toplam 3224 * Nahiye nüfuslarıyla birlikte ** Göbek Nahiyesi’nin nüfusuyla birlikte *** Şaphane Nahiyesi’nin nüfusuyla birlikte Kaynak: Kevser Değirmenci, 19.yy.’ın Sonları ve 20. yy.’ın Başlarında Kütahya Vilayetinin Demografik Yapısı ve Ekonomik Durumu, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Pamukkale Üniversitesi, Denizli, 2001, s.28. 340 341 a.g.e. , s.76. Değirmenci, a.g.e. , s.28. 186 Tablo 3.4. H.1296 ( M.1879 ) Tarihli Salnamede, Söz Konusu Yıla Ait Nüfus Dağılımını Gösteren Tablo Yerleşim Birimleri Hane Ermeni Merkez kaza Tavşanlı kazası Uşak kazası Gediz kazası Eskişehir kazası Simav kazası Virancık nahiyesi Gireği nahiyesi Gümüş nahiyesi Altıntaş nahiyesi Armudeli nahiyesi Banaz nahiyesi Göbek nahiyesi Şaphane nahiyesi Seyidgazi nahiyesi İnönü nahiyesi Eğrigöz nahiyesi Dağardı nahiyesi Toplam 4276 2220 9658 4708 4371 4745 1857 3579 1776 4034 0858 1884 884 889 1588 1407 3858 2326 56797 1457 90 210 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 1765 Erkek Nüfus Rum İslâm 1811 0 566 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 2377 7279 6450 12415 12355 10157 12365 5117 4015 5150 4550 2213 5135 1908 1388 3642 4115 9788 1298 113975 G.Müs. Toplam 3268 90 776 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 4142 Toplam 10547 6540 13191 12355 10157 12365 5117 4015 5150 4550 2213 5135 1908 1388 3642 4115 9788 1298 113201 Kaynak: Kevser Değirmenci, 19.yy.’ın Sonları ve 20. yy.’ın Başlarında Kütahya Vilayetinin Demografik Yapısı ve Ekonomik Durumu, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Pamukkale Üniversitesi, Denizli, 2001, s.31. Tablo 3.5. H.1303 ( M. 1886 ) Tarihli Salnamede, Söz Konusu Yıla Ait Nüfus Dağılımını Gösteren Tablo Müslüman Nfz. Rum Ermeni Kıpti Çingene Toplam Erkek 149569 Kadın 150522 Toplam 30009 %50 1312 390 242 77 151590 1013 160 113 30 151838 2325 550 355 107 303428 %56 %71 %68 %72 %50 Kaynak: Kevser Değirmenci, 19.yy.’ın Sonları ve 20. yy.’ın Başlarında Kütahya Vilayetinin Demografik Yapısı ve Ekonomik Durumu, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Pamukkale Üniversitesi, Denizli, 2001, s.39. 187 Tablo 3.6. H.1310 ( M.1893 ) Tarihli Salnamede, Söz Konusu Yıla Ait Nüfus Dağılımını Gösteren Tablo Yerleşim Hane Müslüman Nüfus E K Top. Birimleri Kütahya 4436 7423 7735 15182 mrk. Simav 16019 16643 32662 kazası Gediz 5445 14753 14774 29527 kazası Esk. 0 67074 67074 Kazası* Uşak 1290 36578 37194 73772 kazası* Tav. 3761 6692 6873 13565 Kazası Etrafışehir 2011 5577 6310 11887 Altıntaş 1117 4930 4812 9742 Gireği 1890 4558 3501 8059 Virancık 1923 6053 6266 12319 Eğrigöz 4348 16328 10792 27520 Gümüş 1794 5228 5576 10804 Armudeli 1037 2631 2415 5046 Seyitgazi 0 140 200 340 Dağardı 1100 2626 2589 5215 Şaphane 580 1547 1559 3106 Banaz 2125 6768 6483 13251 Göbek 1010 2544 2579 5123 * Nahiye nüfuslarıyla birlikte verilmiştir. Gayrimüslim Nüfusu Rum Katolik Ermeni E K E K E K 2078 1972 1115 1149 356 398 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 117 132 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 68 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 72 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 Top. 888 Kaynak: Kevser Değirmenci, 19.yy.’ın Sonları ve 20. yy.’ın Başlarında Kütahya Vilayetinin Demografik Yapısı ve Ekonomik Durumu, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Pamukkale Üniversitesi, Denizli, 2001, s.41. 188 Tablo 3.7. H.1311 (M. 1894) Tarihli Salnamede, Söz Konusu Yıla Ait Nüfus Dağılımını Gösteren Tablo Yerleşim Birimleri Müslüman nüfus Gayrimüslim Nüfus Rum Ermeni Katolik Bulg. Yah. E K Top. E K E K E K Kütahya mrk Tav. Kazası 7462 7840 15302 2224 2447 1215 1298 343 437 0 0 6966 7385 14351 0 0 0 0 0 0 0 0 Esk. Kazası 19872 18709 38581 512 308 604 598 158 81 3 57 Simav kazası Gediz kazası 13138 13810 26948 50 40 6 2 2 2 0 0 14467 15398 29865 19 10 25 14 0 0 0 0 26396 27851 54247 725 755 330 340 0 0 0 0 6721 6085 4942 6042 6076 2939 10187 7067 2787 1698 5299 2699 160927 6774 6304 5055 6276 6316 2820 11143 6993 2715 1797 2597 2785 125738 13495 12389 9997 12318 12392 5759 21330 14060 5502 3495 7896 5484 286665 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 3530 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 3560 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 2180 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 2252 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 503 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 89 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 3 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 0 57 Uşak kazası* Etrafışehir Altıntaş Gireği Gümüş Virancık Armudeli Eğrigöz Seyitgazi Dağardı Şaphane Banaz Göbek Toplam * Nahiye nüfuslarıyla birlikte verilmiştir. Kaynak: Kevser Değirmenci, 19.yy.’ın Sonları ve 20. yy.’ın Başlarında Kütahya Vilayetinin Demografik Yapısı ve Ekonomik Durumu, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Pamukkale Üniversitesi, Denizli, 2001, s.45. Tablo 3.8. H.1314 (M. 1897) Tarihli Salnamede, Söz Konusu Yıla Ait Nüfus Dağılımını Gösteren Tablo Kaza İsimleri Müslüman Nüfus Rum Gayrimüslim Nüfus Katolik Ermeni Pro. Bulg. Erkek Kadın Toplam E K E K E K E K M. kaza 59659 2302 120994 2429 1410 446 35 38 0 0 1497 338 Uşak 34352 37206 71558 761 769 0 0 0 0 49 306 334 Esk. 30642 30300 60942 446 327 108 81 0 0 0 593 571 Simav 16322 17007 33324 65 16 2 2 0 0 0 7 2 Gediz 15888 17173 33061 0 0 0 0 0 0 0 0 0 Toplam 156863 163021 319884 3674 3542 448 529 35 38 118 2316 2404 Kaynak: Kevser Değirmenci, 19.yy.ın Sonları ve 20. yy.ın Başlarında Kütahya Vilayetinin Demografik Yapısı ve Ekonomik Durumu, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Pamukkale Üniversitesi, Denizli, 2001, s.49. Yah. 0 0 55 0 0 55 189 Tablo 3.9. H.1324 ( M. 1906 ) Tarihli Salnamede, Söz Konusu Yıla Ait Nüfus Dağılımını Gösteren Tablo Müslüman Nüfusu Erkek Kadın Toplam Kaza İsimleri Mrkz.Kaza Uşak Eskişehir Simav Gediz 71208 44684 47835 19675 19439 70202 44471 43045 20141 19002 141410 89155 90880 39816 38441 Rum Gayrimüslim Nüfusu Müs Erm Kat. Pro. 5094 2494 2303 187 5 2689 1004 3427 2 6 516 0 407 0 0 0 0 210 0 0 0 0 151 0 0 Ecn. 53 431 0 0 Kaynak: Kevser Değirmenci, 19.yy.ın Sonları ve 20. yy.ın Başlarında Kütahya Vilayetinin Demografik Yapısı ve Ekonomik Durumu, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Pamukkale Üniversitesi, Denizli, 2001, s.55. 3.2.3. Kütahya Mutasarrıfı Faik Ali Bey ve Kütahya Ermenilerinin Tehciri Meselesi Faik Âli (Ozansoy), önce Servet-i Fünûn daha sonra da Fecr-i Âti edebî topluluğu içinde yer almış bir şâirimizdir. Onun şâir sıfatının yanında üzerinde pek fazla durulmayan bir de yönetici kimliği vardır. Zira Faik Âli Bey çeşitli yerlerde mutasarrıflık ve valilik yapmış bir yöneticidir. Faik Âli, 1915 yılında Kütahya mutasarrıfı iken burada yaşayan Ermenilerin de tehciri gündeme gelir. Ancak Faik Âli, merkezi idarenin bu yöndeki emrini yerine getirmez. Hatta civardan Kütahya’ya gönderilen Ermenilere de sahip çıkar ve onların sorunları ile yakından ilgilenir. O sebeple Birinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul ve İzmir’in dışında Ermenilerin tehcir edilmediği bir başka şehir Kütahya olur.342 Yıllar sonra Arşak Alboyacıyan isimli bir Ermeni, Faik Âli Bey’in Kütahya’da Ermenilere karşı gösterdiği dostluğu hatıralarında ayrıntılı bir şekilde anlatır. Söz konusu hatıratın ilgili bölümü Sarkis Seropyan imzalı bir yazıda (Vicdanlı Türk Valisi Faik Âli Ozansoy, Tarih ve Toplum, Nu.23, Kasım 1995) Türkçeye çevrilir. Hem Ermeni hem de Türk kaynakları Faik Âli Bey’in idaresindeki Ermenileri tehcire göndermediği ve onlara önemli yardımlarda bulunduğu hususunda hemfikirdir. Öyle ki, Birinci Dünya Savaşı sona erince Ermeniler, Kütahya Kilisesi bahçesinde Faik Âli Bey için bir “kitabe-i şükran” vaz ederler. Biz bu konularla ilgili olarak Faik Âli 342 Ömer Çakır , “Birlikte Yaşamak: Şair Fâik Âli Bey ve Kütahya Ermenileri”, Erciyes Üniversitesi I.Uluslararası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu(EUSAS-I): “Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı: Türk Ermeni İlişkileri Örneği”, Kayseri, 20-22 Nisan 2006.; Hoşgörü Toplumunda Ermeniler, C:III, Erciyes Üniversitesi Yayınları, 1.Baskı, Ocak 2007, s.475. 190 Bey’in aynı tarihlerde Ermenilere hitaben gazete vasıtasıyla neşrettiği bir açık mektup tespit ettik. Söz konusu mektuptan mevcut kaynaklarda bahsedilmemektedir. Oysa mektubun hem Arşak Alboyacıyan’ın hatıratı hem de 1919 yılındaki gelişmelere katkıda bulunması bakımından büyük önemi vardır. Faik Âli Bey mektubunda birlikte yaşama adına Ermenilere çok önemli çağrılarda bulunmaktadır. Fâik Âli (Ozansoy), önce Servet-i Fünûn daha sonra da Fecr-i Âti edebî topluluğu içinde yer almış bir şâirimizdir. Onun şâir sıfatının yanında, üzerinde pek fazla durulmayan bir de yönetici kimliği vardır. Zira, Fâik Âli Bey çeşitli yerlerde mutasarrıflık ve valilik yapmış bir yöneticidir. Fâik Âli Bey, 1915 yılında Kütahya mutasarrıfı iken burada yaşayan Ermenilerin de tehciri gündeme gelir; fakat o, merkezî idarenin bu yöndeki emrini yerine getirmez. Hatta, civardan Kütahya’ya gönderilen Ermenilere de sahip çıkar ve onların sorunları ile yakından ilgilenir. Dolayısıyla, en sıkıntılı bir dönemde Kütahya’da Türk ve Ermeni toplumu birlikte yaşamaya devam eder. Ancak birkaç yıl sonra; 1919 yılında yayımladığı açık mektuptan anlaşılacağı üzere, Fâik Âli Bey adeta hayal kırıklığına uğrayacaktır. Zira, Ermeniler daha ilk yıllardan itibaren tehcir konusunda dünyayı yanıltma gayreti içine girerler. Fâik Âli Bey, söz konusu mektubunda Ermenilere dikkat çekici uyarılarda bulunmaktadır.343 Fâik Âli, 22 Mart 1876 yılında Diyarbakır’da doğmuştur. Asıl adı Mehmed Fâik’tir. Babası, Diyarbakırlı Said Paşa olarak bilinen zattır. Meşhur şâir ve yazarlarımızdan Süleyman Nazif, Fâik Âli’nin ağabeyidir. Dolayısıyla şâirin ailesinde edebiyatımızın iki tanınmış siması bulunmaktadır. Bu bağlamda, tabii olarak Fâik Âli Bey’in şiire olan hevesi çok küçük yaşta uyanır. İlk şiirleri Servet-i Fünûn mecmuasında yayımlanır. Şâir, ilk şiir kitabını “Fâni Teselliler” adıyla II. Meşrutiyet’in ilânından sonra neşreder. Fâik Âli Bey, nazmının bütün özellikleri ile, eksiksiz bir Servet-i Fünûn şâiri olmakla beraber içinde yaşadığı toplumun yaşadıkları ile yakından ilgilenmiş ve Trablus, Balkan ve Birinci Dünya Savaşı ile ilgili şiirler kaleme almıştır. “Elhân-ı Vatan” adlı ikinci şiir kitabında işte bu ilginin ürünleri bulunur. Fâik Âli Bey’in iki adet de tiyatro türünde eseri vardır. Bunlardan “Payitahtın Kapısında” (1918) adlı eseri Çanakkale Muharebeleri ile ilgilidir. “Nedim ve Lale Devri” (1950) isimli piyesi ise 343 a.g.e. , s.476. 191 konusunu Şâir Nedim’in hayatından ve zamanından alır. Fâik Âli’nin dikkat çeken bir başka eseri ise “Şâir-i Azam’a Mektup” isimli manzumesidir. Bu şiirde Fâik Âli Bey, Meclis-i Ayan’ın feshi üzerine Viyana’ya giden ve orada maddî sıkıntı çeken Abdülhak Hamid’i savunur ve ona olan hayranlığını bir kez daha dile getirir. Bir nevi açık manzum mektup hüviyetindeki eser, 1923’te bir kitapçık halinde yayımlanmıştır. Fâik Âli Bey’in Türk edebiyatındaki yerine çok kısa da olsa işaret ettikten sonra konumuzla ilgili olarak idareci cephesi ve bu çerçevede yaptığı görevlerden de kısaca söz etmekte yarar görüyoruz.344 Fâik Âli Bey, Mekteb-i Mülkiye’den 1901’de mezun olur. Mezuniyetini müteakip ilk olarak, Bursa vilâyeti maiyet memurluğunda göreve başlar. Bu sırada ağabeyi Süleyman Nazif, aynı vilâyette mektupçu olarak görev yapmaktadır. Fâik Âli Bey daha sonra Sındırgı, Burhaniye, Pazarköy ve II. Meşrutiyet’te, Mudanya kazalarında kaymakamlık yapar. Ardından Midilli mutasarrıflığına tayin olur. Balkan Savaşları sırasında Kırşehir mutasarrıflığına nakledilirse de oraya gitmez. Bilahare, Beyoğlu ardından Üsküdar mutasarrıflıklarında bulunur. Fâik Âli Bey’i 1915 yılında Kütahya mutasarrıfı olarak görüyoruz. Orada görev yaparken Gelibolu mutasarrıflığına tayin edilir; fakat Gelibolu’ya gitmemiştir. Bunun üzerine Dahiliye Nezareti heyet-i teftişiyesi başkitabetinde bir süre görev yaptıktan sonra tekrar Beyoğlu mutasarrıflığına atanır. Fâik Âli Bey, mütarekenin ilânından sonra ise Diyarbakır valiliğine tayin edilir. Ancak birkaç ay sonra bu görevinden istifa ederek İstanbul’a gelir. İstanbul’da, Dahiliye Nezareti müsteşarlığına tayin edilirse de kısa bir süre sonra kabine değişip Dahiliye Nezareti’ne Ahmet Reşîd (Rey)’in gelmesi üzerine bu görevinden de ayrılır (Nisan 1920). Fâik Âli Bey, 1931 yılında Dahiliye müsteşarlığından emekliye ayrılarak memuriyet hayatını noktalar. Ömrünün bundan sonraki kısmında daha çok edebiyatla meşgul olan Fâik Âli Bey, 1 Ekim 1950’de Ankara’da vefat eder. Cenazesi, vasiyeti üzerine İstanbul’da Abdülhak Hamid’in mezarının yanına defnedilir.345 Görüldüğü gibi, şâir Fâik Âli Bey, edebiyatçı kimliğinin yanında çeşitli yer ve zamanlarda değişik mevkilerde yöneticilik yapmış bir idarecidir. Onun mülkî amir 344 345 a.g.e. , s.477. a.g.e. , s.478. 192 olarak görev yaptığı şehirler içinde en fazla dikkat çeken yerlerden biri Kütahya’dır. Diğerinin de mütareke günlerine denk gelen Diyarbakır valiliği olduğu söylenebilir. Fâik Âli Bey, “Yeni Mülkiye Tarihi ve Mülkiyeliler” kitabının yazarı Ali Çankaya’ya gönderdiği mektupta verdiği bilgiye göre, 14 Kasım 1913’te tayin edildiği Beyoğlu mutasarrıflığından idarî ve ictihadî bir ihtilaf sebebiyle 30 Aralık 1913’te istifa ederek ayrılır. İşte bu istifadan sonra Fâik Âli Bey, Kütahya mutasarrıflığı ile devlet hizmetine tekrar girecektir. Zira, Başbakanlık Osmanlı Arşivleri’nde bulunan resmî hal tercümesine göre Fâik Âli Bey, 18 Ağustos 1329’da 5000 kuruş maaşla Kütahya mutasarrıflığına atanır. Yaklaşık bir ay sonra 4000 kuruş maaşla Üsküdar mutasarrıflığına nakledilir ise de 29 Kanunuevvel 1330 tarihli irade-i dahiliye ile birinci sınıf mutasarrıf maaşıyla, 20 Kânunısani 1330’da Kütahya mutasarrıfı olarak ikinci defa tayin edilir. Dolayısıyla, bu bilgilerden hareketle Fâik Âli Bey’in Kütahya’daki mutasarrıflık görevinin 1915 yılı Şubat ayının ilk günlerinde başladığını söyleyebiliriz. Fâik Âli, 1915 yılı sonuna kadar bu görevde kalır. Daha sonra yukarıda ifade edildiği üzere oradan Gelibolu mutasarrıflığına nakledilir; fakat istifa edip bu vazifeye gitmez.346 Fâik Âli Bey’in Kütahya mutasarrıflığı, Osmanlı Devleti’nin bugün de halâ üzerinde konuşulan Ermenilerle ilgili tehcir kararının uygulandığı bir zamana rastlar. Ancak, yerli ve yabancı kaynakların yanında hatıralarda da ittifakla dile getirildiği üzere Fâik Âli Bey bu sırada, idaresinde bulunduğu topraklardan Ermenilerin tehcirine izin vermez. Hatta bunun yanında Kütahya’ya Adapazarı ve civarından gelen Ermenilere çok önemli yardımlarda bulunur, onların gündelik yaşamlarını mümkün mertebe aynen sürdürmelerine yardımcı olacak imkânlar hazırlamaya çalışır. Bu durum, tehcir ve birlikte yaşama sanatının devamı bağlamında oldukça dikkat çeken bir husustur. Zira, aşağıda anlatacaklarımız, tebaa-i sâdıkanın dış güçlerin tahrik ve tesirine oldukça açık bir atmosferde bulunduğu ve ciddi güven erozyonunun olduğu bir zamanda gerçekleşmiştir. Gazeteci Ahmet Emin Yalman, hatıralarında bu konuda şunları yazar: Kütahya’ya gittiğim zaman tehcir zamanında orada mutasarrıf olan şâir Fâik Âli Bey’in 346 a.g.e. , s.479. 193 tehcir emrini kâğıt üzerinde bıraktığını ve Kütahya Ermenilerinin tam bir huzur içinde yaşamaya devam edildiklerini gördüm. Burada bir parantez açarak şunu söylemek gerekir ki, aslında tehcirin Kütahya’da uygulanmaması yalnızca bu şehre özgü bir durum değildir. Örneğin İstanbul, İzmir, Konya gibi illerin dışında Yusuf Halaçoğlu’nun verdiği bilgiye göre Adana, Ankara, Karahisar-ı Sahip, Kayseri, Elazığ, Maraş ve Sivas’ta binlerce Ermeni yerlerinde kalmıştır. Bunlara Niğde mutasarrıflığında yerlerinde bırakılan Ermeniler de ilâve edilebilir. Öte yandan, Katolik ve Protestan Ermenilerin, devlet kademelerinde görev yapan Ermenilerin, ticaret ve benzeri işlerle uğraşanlarla bazı özel şahısların da tehcire tâbi tutulmadığı anlaşılmaktadır.347 Gazeteci Ahmet Emin Yalman’ın dile getirdiği tarihî gerçek o yıllarda Kütahya’da yaşamış Ermenilerin hatıralarına da aksetmiştir. Konu ile ilgili ilginç detayları Arşak Alboyacıyan’ın Kütahya Ermenileri Anı Kitabı’nda yer alan Stepan Stepanyan isimli bir Ermeninin hatıralarında okumak mümkündür. Söz konusu hatıratın ilgili bölümü Sarkis Seropyan tarafından Türkçe’ye çevrilerek Tarih ve Toplum dergisinde yayımlanmıştır. Bu hatırattan öğrendiğimize göre, Stepan Stepanyan Adapazarı’nda yaşayan ve orada özel okulu olan bir Ermenidir. Nisan 1915’te on üç kişilik bir kafile ile o da tehcire gönderilir. Ancak o sırada eşi ve birkaç tanıdığı Kütahya’da bulunmaktadır. Yol güzergâhındaki bir istasyondan ailesine telgraf çekerek onların da acele yola çıkmalarını ister. Bunun üzerine Bayan Stepenyan, telgrafı mutasarrıf Fâik Âli Bey’e taktim ederek durumu anlatır. Bu noktada bir sancağın en üst düzeydeki yöneticisine bir vatandaşın çok rahatlıkla ulaşıp meramını anlatması pek göz ardı edilmemesi gereken bir husus olsa gerektir. Bayan Stepanyan’ın eşine yazdığı cevabî mektuptaki bilgilere göre, Fâik Âli Bey, ona Kütahya’dan ayrılmamalarını söyler. Eşinize gelince, maalesef onu resmen geri getiremem, fakat ona kaçıp buraya gelmesini, sonrasını merak etmemesini yazınız der. Ayrıca kendisinin mutasarrıf olarak kaldığı sürece yerli ve göçmen Ermenilerin Kütahya’da kendilerini emniyette hissedebileceklerine dair bir kez daha güvence verir.348 347 348 a.g.e. , s.480. a.g.e. , s.481. 194 Stepan Stepanyan, birkaç gün sonra Kütahya’ya gelerek ailesine kavuşur. Yanlarına Stepan Stepanyan’ın özel okulunda öğretmenlik yapan Bayan Şuşanik Solakyan’ı da alarak mutasarrıfı ziyarete giderler. Bu ziyaret söz konusu hatıratta şöyle anlatılır: Ben, Bayan Stepanyan ve Bayan Şuşanik öğleye doğru dairesine gittik. Ermeni öğretmen hanımların geldiğini haber verdiklerinde, çalışma odasının kapısında hürmetle karşıladı bizi. Beni tanıştırıp birkaç saat önce geldiğimi söylediklerinde, ‘gelmeyi başardığınıza çok sevindim’ diyerek oturmamızı rica etti. Sigara ikram edip kahve ısmarladı. Fâik Âli Bey, görüşmenin sonunda misafirlerini kapıya kadar geçirir ve onlara herhangi bir şekilde kendilerini rahatsız eden olursa kesinlikle çekinmemelerini ve makamında veya evinde kendisine ulaşabileceklerini söyler. Hatıratta anlatıldığına göre, Fâik Âli Bey, o fırtınalı günlerde sadece Kütahya Ermenilerine değil çevre illerden, Adapazarı, İzmit, Eskişehir ve Bursa’dan göçen Ermenilere de yardım eder. Özellikle göçmenler arasında bulunan zanaatkâr aileler, onun önerisiyle gönüllü olarak köy ve kentlere yerleştirilmişlerdir. Böylece bir taraftan onlara geçim kolaylığı sağlanmaya çalışılmış, diğer yandan da Kütahya’daki yığılmanın önüne geçilmiştir.349 Stepan Stepanyan; ...ve daha bunlar hiçbir şey değil. Onun hakkında inanılmaz görünen anlatacaklarım var diyerek hatıralarına şöyle devam eder: Fâik Âli Bey’le ilgili anılarımdan en renklisini ve onun hür fikirleriyle ruh zenginliğini ortaya koyanı anlatayım. O günlerde tek bir aileyi Kütahya’dan sürgüne gönderdi. Bu ailenin suçu da onun tüm ısrar ve tehtitlerine karşın İslâmlığı kabul etmekti. Stepan Stepanyan’ın anlattığına göre olay şöyle gelişir: 1915 yılı sonuna doğru Fâik Âli Bey sekiz on günlüğüne İstanbul’a gider. Bu sırada polis müdürünün kendilerini tehcire göndermesinden çekinen on, on iki kişilik bir grup İslâmiyet’e geçerek bu yönde meydana gelecek bir gelişmenin önüne geçmek ister. Bunun için dinlerini değiştirmek istediklerini birer dilekçe ile meclis-i idareye iletirler. Bu arada Fâik Âli Bey İstanbul’dan döner ve duruma el kor. Öncelikle polis müdürünü başka bir yere gönderir. Ermenilere dilekçelerini yırtmalarını söyler. Ancak içlerinden biri 349 a.g.e. , s.482. 195 inandığı için başvurusunda ısrar eder. Bunun üzerine Fâik Âli Bey ona şöyle der: İslâmlığı kabul ettiğin taktirde, diğerlerine örnek olması için bir tek seni, ailenle birlikte Kütahya’dan süreceğim. Fakat o şahıs, yine de düşüncesinde kararlı olduğunu ifade ederek resmî işlemlerini bitirip İslâmiyet’e geçer. Fâik Âli Bey ise sözünü yerine getirir ve onu ailesi ile birlikte Kütahya’dan gönderir. Stepan Stepanyan, bu ailenin akıbeti için şu bilgiyi verir: Pek iyi hatırlamıyorum, ama o ya Şam, ya da Haleb’te kalmayı başarmıştı. Ateşkesten sonra ise sağ salim, ama yeniden Ermeni dinine dönmüş olarak geri gelmişti.350 Stepan Stepanyan’ın anlattığı bir başka olay ise şöyledir: Çevre illerden Kütahya’ya gelen varlıklı Ermeniler hükümetin gözüne girip orada kalmayı garantilemek maksadıyla Hilâl-i Ahmer’e (Türk Kızılayı) bağışlamak üzere aralarında 500 altın toplarlar ve bu parayı vermek üzere Fâik Âli Bey’in huzuruna çıkarlar. Bağışın asıl maksadını anlayan Fâik Âli Bey, heyete bu parayı kabul etmeyeceğini söyler. Ancak onlar kararlarında ısrar ederek parayı bırakıp çıkarlar. Gerisini Stepan Stepanyan’dan dinleyelim: Sanır mısınız ki, görevi olmasına karşın Fâik Âli Bey bu önemli meblağı mecburen Hilâl-i Ahmer’e teslim etti? Kesinlikle hayır. Aksine, tüm sorumluluğu yüklenerek şahsen Alayurt’a (Alayurt Tren İstasyonu) indi ve 500 liranın bir kısmını eliyle dağıttı yoksul (Ermeni) ailelere, kalanını da son kuruşuna kadar hemen orada bir mutfak kurdurup onlara sıcak yemek dağıtılmasına harcadı. Stepan Stepanyan, Evet, işte böyle… Okuyucularım şaşıracaklar belki ama böyle işte. Kesin hakikat bu yazdıklarım dedikten sonra, fakat sürdürelim diyerek Fâik Âli Bey’in Kütahya’daki Ermenilere yaptığı yardımları anlatmaya devam eder. Bu çerçevede Fâik Âli Bey’in Ermeni çocukların eğitimlerine devam etmesi için onlara özel okul açtırdığını öğreniyoruz. Söz konusu hatıratta anlatıldığına göre, Fâik Âli Bey’in talimatıyla okullar derhal açılır. Ana sınıfı ile kız ve erkek okulları üç gün içinde dolar. Okula Kütahya’daki yerli Ermeniler kadar göçmenlerin çocukları da alınır. Fâik Âli Bey ayrıca, bir de Türk ana sınıfı açtırır ve müdürlüğüne de Bayan Stepanyan’ı atar. Onun yardımcılığına da üç Türk bir de Adapazarlı Ermeni öğretmen hanım verir. 350 a.g.e. , s.483. 196 Anlaşılacağı üzere Fâik Âli Bey, bir mülkî âmir olarak yüzyıllardır birlikte yaşanan bir hayatın devamlılığını en kritik bir zamanda sürdürmenin gayreti içinde olur. Bunu da bir savaş atmosferinin sıkıntılı günlerinde gerçekleştirir. Bu pek kolay bir iş olmasa gerektir. Stepan Stepanyan hatıralarının sonuna doğru şöyle der: Savaş sonrası ona lâyık olduğu şekilde şükran borcumuzu ödememiz gerekiyordu. Bu borcu ödemek için geç kaldık.351 Aslında, Fâik Âli Bey’e teşekkür yolunda savaş sonrası Kütahya’da Ermeni cemaatinin bazı faaliyetlerde bulundukları görülmektedir. Zira, Fâik Âli Bey’in 9 Kanunusani 1919 tarihli Tasvir-i Efkâr’da Kütahya Ermeni murahhas vekili Sahak Efendi’ye hitaben yayımladığı bir mektuptan, Ermenilerin Kütahya Kilisesi bahçesinde Fâik Âli Bey için bir kitabe-i şükran vaz’ına karar verdiklerini öğreniyoruz. Mektubun başında bundan dolayı duyduğu mutluluğu ve teşekkürlerini dile getiren Fâik Âli Bey, devamında Ermenilere önemli bir çağrıda bulunur. Bu noktada Fâik Âli Bey’in söyleyeceklerini bir açık mektupla ifade etmesi mesajın iletiminde tercih edilen vasıta bakımından önemlidir. Çünkü açık mektup, bir kişiye hitaben yazılmakla beraber aslında, dile getirilen düşüncelerin herkesle paylaşılması amacını güder. O bakımdan Fâik Âli Bey’in şu cümlelerini 1919 yılında Kütahya Ermeni murahhas vekili Sahak Efendi’nin şahsında tüm Ermenilere hitaben söylenmiş sözler olarak değerlendirmek mümkündür: …teşekkür ederken cümlenize bir şeyi de tahattur ettirmek, evet bu âcize karşı kendinizce lâzımü’l-ifa gördüğünüz vazifeden daha büyük bir vecibeniz olduğunu hatırlatmak isterim: Pek âlâ bilirsiniz ki sizi fecâyi’-zede-i vekayi olmaktan sıyanet etmeyi bir vazife-i resmîye ve insaniye telakki ederek çalıştığım zaman Kütahya’nın merkez ve mülhakatı ahali-i İslâmiyesi kâmilen benimle hemfikir ve hemhis bulunmuş ve hatta başka vilâyet ve livâlardan o seyl-i şuun önünde düşe kalka topraklarınıza sığınan bî-hadd ü hisap Ermeni ailelerine mihman-nüvazlık göstermişti. Yerli yabancı hepiniz malınızın, canınızın, ırzınızın masuniyet-i mutlaka içinde kaldığını gördünüz. İşte bunu hiç unutmamak en büyük vazifenizdir. Hayır, unutmamak kifâyet etmez. Bütün o vakâyi ve fecayiin sun’ ve kast-ı milletten mütevellid değil, ancak bazı nemek351 a.g.e. , s.484. 197 haram vatan haramilerin eser-i cinayeti olduğunu ve Türk vatandaşlarınızın o cerâimden müteberri ve müteâlî bulunduğunu cihan-ı medeniyyet ve insaniyyete en gür sesinizle ilân etmek de vecâib-i vicdaniyenizdendir. Evet Ermenilerin de Türkler kadar mağdur, Türklerin de Ermeniler kadar mağdur ve mazur olduğunu siz de bizimle beraber ilân ediniz. Bu harb ve kıtâl-i umûmînin günah-ı vebâlini ona bâis olan eşhâs-ı madûdenin name-i âmal ve imalinden çıkararak bütün efrâd-ı insaniyetin defter-i efâline kayd ve mal etmekle hakîkatin ve hakkaniyetin ruhu pâmal edilmiş olacağı gibi esasen o bâdire-i umumiyenin bir cüzü ve birkaç veya birkaç yüz kişinin eser-i sunı olan o Ermeni vakasından da bir heyet-i ictimaiyenin milyonlarca efrâd-ı masumesi mesûl ve muâteb edilmek istenilirse, bundan da ve hepimizin bir iftikâr-ı azim ile taharri ve intizar ettiğimiz adl-i insanî ve samedanî müteessir ve rencide olur. İşte bu hakikati siz de bizimle beraber iltizam ve ilân ederseniz adalete yalnız şahsen muhtaç ve talepkâr değil suret-i mutlakada taraftar ve perestar olduğunuzu da göstermekle bir kat daha isbat-ı istihkak ve liyâkat etmiş olursunuz. Bâkî hissiyat-ı ihtiramkârânemin kabulüyle muhabbet-i kalbiyenizin devamını rica ederim. Muhibb-i muhterem efendim. Fâik Âli352 Görüldüğü gibi Fâik Âli Bey, Kütahya’da Ermenilere yaptığı iyilikleri bir vazife-i resmîye ve insanîye yani resmî ve insanî bir görev olarak telakki etmekte ve dolayısıyla yaptıklarının bu bağlamda değerlendirilmesini beklemektedir. Ermenilerle ilgili yapmış olduğu icraatlarda Kütahya ve civarındaki Müslümanların kendisi ile hemfikir ve hemhis bulunduğuna dikkat çekmekte, hep beraber onlara mihmannüvazlık ettiklerini, misafirperverlik gösterdiklerini, vurgulamaktadır. Buna bağlı olarak o yıllarda Kütahya’daki yerli ve göçmen Ermenilerin hepsinin malının, canının, ırzının ve namusunun korunduğunu hatırlatmaktadır. Bunun da Ermenilerce hiçbir zaman unutulmamasını istemektedir. 352 a.g.e. , s.485. 198 Meydana gelen olayların bazı nemek-haram vatan haramilerin işi olduğunu, bundan dolayı bütün bir milletin mesul tutulamayacağını ifade etmektedir. Konunun bu şekilde anlaşılması ve ifadesinin Ermenilerin vicdani bir görevi olduğunu dile getirmektedir. Yaşananlardan her iki toplumun da mağdur ve mazur olduğunu ifade ederek şöyle demektedir: Evet Ermenilerin de Türkler kadar mağdur, Türklerin de Ermeniler kadar mağdur ve mazur olduğunu siz de bizimle beraber ilân ediniz. Fâik Âli Bey, Ermeni vakasının şayet bu şekilde ele alınmazsa aranan adaletin gerçekleşmeyeceğini bundan da herkesin müteessir olacağını ifade etmektedir. Ermenilerin adalete yalnızca kendileri için değil mutlak anlamda taraftar ve istekli olduklarını göstermeleri için işte bu hakikatin hep beraber ilân edilmesi gerektiğini belirtmektedir.353 Netice itibariyle, 1915’te Kütahya mutasarrıfı Fâik Âli Bey resmî ve insanî görevini yerine getirerek o yörede yaşayan Ermenilere, bölge halkı ile beraber elinden gelen yardımı yapmış; böylece yüzyıllardır süregelen birlikte yaşama kültürü sekteye uğramadan devam etmiştir. Fâik Âli Bey’in bu tutumu, hem o yıllarda hem de günümüzde taktirle hatırlanmıştır. Bu çerçevede, savaşın sona erdiği günlerde Kütahya Ermenilerinin kilise bahçesinde Fâik Âli Bey’e bir kitabe-i şükran vaz’ını kararlaştırdıkları anlaşılmaktadır. Fâik Âli Bey, bu duruma teşekkür etmekle beraber yayımladığı bir açık mektupla o günlerde tüm Ermenilere çok önemli mesajlar vermiştir. Söz konusu mektup dikkatle okunduğunda, yazılış sebebinin teşekkürün ötesinde bir uyarı amacını güttüğü anlaşılmaktadır. Fâik Âli Bey, birkaç yıl önce yaşananları hatırlatarak Ermenilerden doğru bir tavır içinde olmalarını istemektedir. Bu bağlamda mektuptaki beklentinin özü şudur: Kütahya’da mutasarrıf olduğu sırada Ermenilere karşı âdil olmaya çalışan Fâik Âli Bey, 1919 yılında onlardan tehcir konusunun ele alınışında âdil bir yaklaşım beklemektedir. Tehcirin, dünyaya tarihî bağlamından koparılarak anlatılmasının, Fâik Âli Bey’in tepkisine neden olduğu görülmektedir. Tehciri, Diaspora’nın dünyaya halâ yanlış anlatıyor olması Fâik Âli Bey’in Ermenilere yaptığı iyilikler karşısında oldukça dikkat çekici bir noktadır. Zira, 353 a.g.e. , s.486. 199 bugün dünyanın herhangi bir yerinde Fâik Âli Bey’in vaktiyle Kütahya’da Ermeniler için açtırdığı özel okulda okumuş bir Ermeninin çocuğunun veya torununun yaşıyor olması kuvvetle muhtemeldir. Son tahlilde şu husus hiçbir zaman gözden uzak tutulmamalıdır: Adalet yalnızca Türk ve Ermeni vatandaşların birlikte yaşamalarının temel koşulu olmayıp her toplumun ve milletin birlik ve beraberliği için lâzım olan vazgeçilmez unsurlardan biridir.354 Arşiv belgelerinin yanı sıra Gazeteci Ahmet Emin Yalman’ın hatıralarında, tehcir zamanında sevk yeri olarak Kütahya’ya gittiğini orada Mutasarrıf olan, Faik Ali Bey’in tehcir emrini kağıt üzerinde bıraktığını ve Kütahya Ermenilerinin tam bir huzur içinde yaşamaya devam ettiklerini Dabağyan nakleder. Ayrıca bu dönemde İstanbul Ermenileri ile Kütahya sancağı ve Aydın vilâyetindeki Ermenilerin de göç ettirilmediği bilinmektedir.355 3.2.3.1.Bir Ermeni Gözüyle, “Vicdanlı Türk Valisi: Faik Ali Ozansoy”356 Bu bölümde, yukarıda bahsi geçen makaleyi aynen aktarıyoruz. “Süleyman Nazif’in kardeşi olup soylarında pek çok edebiyatçı bulunan ailesine “Ozansoy” adı verilen Faik Bey, 1915 yılı ve öncesi Kütahya mutasarrıflığı görevini sürdürürken, büyük bir insancıllık örneği göstererek bu sancak ve civarından hiçbir Er-meniyi tehcire göndermemiş, bu nedenle iktidardaki İttihat ve Terakki Partisi ileri gelenleriyle takışmayı göze almış aydın bir kişi. Göçler dergisinde de belirtildiği gibi İstanbul ve İzmir dışında Ermenilerin göç ettirilmediği üçüncü, belki de tek sancak (il) olarak, tarihe geçmiş Kütahya. Ermeni tehciri Ermeni ve yabancı görgü şahitlerince hayli işlenmiş bir konu olup, oldukça geniş yankılar uyandırmıştır.Fakat ne acı bir gerçektir ki yazılanlar ve yazılacaklar acıları, ızdırapları dindirmeye hiçbir zaman yeterli olmuyor.(!) 354 a.g.e. , s.487. (Bu bölüm adı geçen eserden aynen alınmıştır.) Davut Kılıç, “1915’te Sevk Ve İskan Edilmeyen Ermeniler” Bilimin Ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, Nisan 2003, s. 111. 356 Sarkis Seropyan, “Vicdanlı Türk Valisi: Faik Ali Ozansoy” , Toplumsal Tarih Dergisi, S:23, Kasım 1995, s.46. (Bu bölüm adı geçen makaleden aynen alınmıştır.) 355 200 Bir diğer gerçek ise, sözü geçen kıtal suçuna bir ulusun tamamının ortak edilemeyeceği, dahası hemfikir olmakla bile suçlanamayacağıdır. Az da olsa bazı Türklerin, taraftar olmadıkları tehcirden birtakım Ermenileri kendi olanaklarıyla kurtardıkları, en azından göç yolunda çektikleri acıları bir nebze hafiflettikleri minnetle anılması gereken gerçeklerdir. Göğüs kafesinde yürek taşıyan, vicdan sahibi bu insanlar, ülkenin savaşta olduğu ve tek parti yönetiminin Ermeni tehciri emrini verdiği bir durumda bundan fazla ne yapabilirlerdi ki? Kim cesaret edebilirdi? Hele böyle bir zamanda hükümet tedbirlerine ve emirlerine karşı gelmeyi hangi devlet memuru düşünebilirdi? Fakat işte bir vali (mutassarrıf) çıkıp ülke sathında Ermeni tehciri konusunda sözün gerçek anlamıyla ve insancıl bir tavırla merkezden gelen emirlere karşı cesaretle direnerek görevini kaybetmek ve durumunu tehlikeye sokmak pahasına dikildi. Bu yürekli ve saygıdeğer insan, Kütahya Sancağı Mutasarrıfı olup adını tehcirin kanlı (!) sayfasına altın harflerle kaydetmemiz gereken Faik Âli Bey’di. O yıl, 1915 Nisan 11-24 tarihlerinde357 Adapazarı’ndan benim de içinde bulunduğum on üç kişilik bir kafileyi tevkif edip sürgüne gönderdiler. Bizi taşıyan trende kader birliği edeceğimiz biri Nikomidya’dan (İzmit), diğeri Bardizak’dan (Bahçecik) iki kafileyle buluştuk. Bizi dönüşü olmayan Ankara yönüne değil de Küçük Asya (Anadolu) muhacirleri için toplama merkezi olarak seçilen Konya’ya iki günlük mesafedeki Sultaniye adlı kasabaya götürdüklerinde diğerlerinden daha şanslı olduğumuzu anladık. Ağustos başlarında evden ulaşan üstü örtülü kaleme alınmış bir mektuptan, İstanbul’dan Adapazarı’na gönderilen Çete İbrahim adlı bir canavar (!) tarafından şehrin ileri gelen Ermenilerinin Sırp Hreşdagabet Kilisesi’ne hapsedilip ellerindeki tüm silahların toplandıktan sonra birkaç gün içinde Derzor’a (Deyr-üz-Zor) doğru yola çıkmaya hazırlanmalarının emredildiğini öğrendim. O günlerde Sultaniye’de bulunan bizlere Ereğli’ye gönderilmek üzere harekete hazır olmamız söyleniyordu. Eğer Mezopotamya yönüne sürülen kervanlara rastlayabilseydik, ailelerimizle birleşecektik. 357 Seropyan, a.g.e. , s. 46. 201 İki gün sonra Adapazarlıları 20-21 kişilik iki kafile halinde yola çıkardılar. Ereğli’ye ulaştığımızda ise bizi şehre sokmadan gelecek ilk katarla, tabii gözaltında yukarıya doğru göndermek üzere doğruca tren istasyonuna götürdüler. İstasyon civarı bir çadırkente dönüşmüştü. Bunlar çoğunlukla Adapazarı’ndan ilk ayrılanlar olup yola devam edebilmek için boş tren bekliyorlardı. Acınacak haldeydiler ve dizanteri baş gösterip kurban almaya başlamıştı. Bir de yağmur yağsa perişan olacaklardı. Onları yerlerinden edenlerin amacı neydi acaba? İçlerinde hiçbirimizin ailesi yoktu ve eğer bizi yola çıkarmış olsalar belki de onlara hiç rastlamayabilirdik. Burada sözde bir telgraf çekmek için kafile sorumlusundan, tabii el altından verilen bir rüşvet karşılığı, nasıl izin koparıp, doğrudan şehre gittiğimin ve kaymakamdan “ailelerimizin gelişine kadar şehirde kalabilmek” için nasıl izin kâğıtları aldığımın ayrıntılarına girmek istemiyorum. İzin kâğıtlarıyla içeriye girdiğimde, ümitsizlik içinde kıvranan arkadaşlarımın sevincini anlatmaya ise sözler yetersiz kalır. Bu hiç de küçümsenecek bir şans değildi. Öncelikle kaç gün süreceği belirsiz, açıkta gözaltında bekleyişten kurtulacak ve ailelerimizle buluşma şansını yakalayabilecektik. En önemlisi de, gözetimden kurtulacak, ailelerimizle birlikte rüşvet karşılığı şehirde oturma iznimizi uzatabilecektik. Sürgün yolunda ise bir günlük gecikme bile çoğu kez kurtuluş demekti. Elde ettiğim izin kâğıtları muhafızlarımızı da sevindirmişti. Çünkü kendileri de açıkta gecelemekten ve bizi Pozantı’ya kadar götürmekten kurtulmuş oluyorlardı. Eşyalarımızı alıp serbestçe bir otele taşındık. O gece ilk işim bizimkilere acele yola çıkıp onları bekleyeceğim Ereğli’ye hareket etmeleri için telgraf çekmek oldu. Cevap-mektup gecikmedi. İşte bu mektupla tanımaya başlayacağız Faik Âli Bey’i. Bayan Stepanyan’ın mektubunun son bölümünden bir alıntı sunuyorum: “Telgrafımı alıralmaz, ikinci kez Mutassarrıf’a müracaat etmişler. Kültürlü ve çok efendi bir insanmış. Benim durumumu anlatıp telgrafımı, fikrini öğrenmek üzere 202 takdim etmişler. ‘Buradan ayrılmayın’ demiş Mutasarrıf, ‘çünkü yukarısı Ermeniler için sefalet ve ölüm demektir. Eşinize gelince, maalesef onu resmen geri getiremem, fakat ona kaçıp buraya gelmesini, sonrasını merak etmemesini yazınız.” Ve bu vesile ile kendisi mutasarrıf olarak kaldığı müddetçe yerli veya göçmen Ermenilerin Kütahya’da kendilerini emniyetle hissedebileceklerine bir kez daha güvence vermiş. Bu satırlar Bayan Stepanyan’ın kaleminden çıkmış olmasa, o günlerde Ermenilere karşı böylesine hoşgörülü ve insancıl hisler besleyen bir Türk üst dereceli yönetici bulunabileceğine kesinlikle inanamazdım. Üstelik ayrı bir kafileyle sürgüne gönderilmiş, yani hükümetçe tehlikeli görülmüş bir Ermeniye kaçıp kanatları altında güvence bulmasını önerebiliyordu bu insan. Sultaniye ve Ereğli’de yaşayıp gördüklerimden sonra Kütahya mutasarrıfının tavsiyesine nasıl karşı durabilirdim? Bizimkilere cevabımı beklemelerini telledim ve altı günlük bir serüven sonucu bu cevabı kendi ellerimle ulaştırmayı başarabildim. Başarımda kuşkusuz cesaret ve becerikliliğim dışında trenler ve istasyonlardaki görevli Ermeni memurların da katkısı oldu. Gece yarısı ulaştığım Alayurt İstasyonu’ndan, tedbirli hareket ederek yayan ayrıldım. Emniyet bakımından kimseye görünmek istemediğimden gün doğarken kente girmeyi tasarlamıştım. İyi bir rastlantı Adapazarlı eski bir öğrencimle karşılaştım ve onun öncülüğünde bizimkilere ulaştım. Ani gelişimin sebep olduğu sınırsız sevinci burada anlatmanın gereksiz olduğu düşüncesindeyim. Bizimkilerle birlikte iki yıldan beri benim özel okulumda öğretmenlik görevini sürdüren ve ailemizin bir ferdi kadar yakın olan Bayan Şuşanik Solakyan (İstanbullu, daha sonra Bayan Terziyan, Kahire) sürgüne çıkarılmıştı. Bunu öğrenen mutassarrıf, ona İstanbul’a dönmek için bir yol izni (pasaport) vermiş. Ben Kütahya’ya vardığımda o da birkaç gün içinde dönmeye hazırlanıyordu. Hemen mutasarrıfı ziyaret edip gelişimi bildirmeyi uygun gördük. Ben Bayan Stepanyan ve Bayan Şuşanik öğleye doğru dairesine gittik. Ermeni 203 öğretmen hanımların geldiğini haber verdiklerinde, çalışma odasının kapısında hürmetle karşıladı bizi. Beni tanıştırıp birkaç saat önce geldiğimi söylediklerinde, “gelmeyi başardığınıza çok sevindim” diyerek oturmamızı rica etti. Sigara ikram edip kahve ısmarladı. Yakayı ele vermeden nasıl olup da kaçmayı başardığımı sordu. Kısaca anlattım serüvenimi. Gülümsedi ve becerimden dolayı kutladı. Daha sonra yolumun üzerinde, istasyonlarda Ermeni göçmenlere rastlayıp rastlamadığımı ve durumlarını sordu. —Ereğli’den Alayurt’a tüm istasyonlar Ermen göçmenlerle dolu. Hepsi de acınacak durumda. —Yapılanlar insanlık vicdanına karşı, ama elimizden bir şey gelmez, dedi ve kısa bir sessizlikten sonra ekledi. —Sizin burada bundan böyle korkma nedeniniz yok. Hiç kimse sizi rahatsız edemez, bu konuda korkunuz olmasın. Genelde Ermenilere, özellikle de bize gösterdiği358 korumacı ve incancıl tutumuna teşekkürlerimizi sunduktan sonra ayağa kalktık. Kapıya kadar geçirdi bizi ve: —Herhangi bir şekilde sizi rahatsız eden olursa eğer, dedi, kesinlikle çekinmeyin makamımda ya da evimde bana başvurmaya. Faik Âli Bey tanınmış bir Türk yazarı ve devlet çevrelerince saygı gören Süleyman Nazif’in kardeşi olup kendi de Türk edebiyatının kabiliyetli şairlerindendi ve o zamanlar henüz 38-40 yaşlarındaydı. Bu ilk görüşmede Faik Âli Bey bende kültürlü, efendi ve vicdanlı, aynı zamanda hür fikirli ve kararlı bir insan izlenimi bırakmıştı. Sonraları kendisini daha yakından tanıyıp, o fırtınalı günlerde Ermenilere yürekten yaklaşımına ve bin civarında aileyi kurtarmasına tanıklık ettiğimde bu izlenimim daha da güçlendi. Sözü geçen ailelere gelince, bunların 450’si yerliler olup, diğerleri onun izniyle Kütahya’da barınabilmiş Adapazarlı, Nikomidyalı, Eskişehirli, Bursalı göçmenlerdi. Bu sonunculardan çok sayıda çalışan ve zanaatkar sınıftan aileler onun önerisiyle gönüllü 358 Seropyan, a.g.e. , s. 47. 204 olarak köy ve kentlere yerleştirilmişlerdi. Bu uzak görüşlü düzenleme bir yandan bu insanlara geçim kolaylığı sağlamak, bir diğer yandan da şehirde Ermeni kalabalığın fazla göze batmaması içindi. Aynı zamanda kaymakamlara ve köylülere de bu bahtsız Ermenilere iyi gözle bakıp rahatlarını sağlamaları söylenmişti. Ve daha bunlar hiçbir şey değil. Onun hakkında inanılmaz görünen anlatacaklarım var. Faik Âli Bey’le ilgili anılarımdan en renklisini ve onun hür fikirleriyle ruh zenginliğini ortaya koyanı anlatayım. O günlerde tek bir aileyi Kütahya’dan sürgüne gönderdi. Bu ailenin suçu da onun tüm ısrar ve tehditlerine karşın İslamlığı kabul etmekti. Olay şöyle gerçekleşti. Yıl sonuna doğru (1915) kendisi sekiz on günlüğüne İstanbul’a giderken yerine vekili Kemal Bey’i bırakmıştı. Ermeni düşmanı bir Çerkeş olan polis müdürü, mutasarrıfın yokluğundan faydalanarak, benim de içinde yer aldığım bir listeyle on-oniki Ermeni’yi yirmi dört saat zarfında karakola çağırmıştı. Öğrendiğimize göre bu davet bizleri şüpheli ve istenmeyen insanlar olarak özellikle sürmek içindi. O gece bizi tehdit eden bu talihsizliğe bir kurtuluş çaresi bulabilmek üzere birimizin evinde toplandık. Hepsinin düşüncesi İslamlaşmak için vakit geçirmeden başvuruda bulunmaktı. Ben bu fikre mutasarrıfın yokluğuna dikkat çekip karşı çıktım. Üstelik ona vekâlet eden Kemal Bey de en az onun kadar Ermeni dostu, iyi bir insandı. Onun olurunu almadan polis müdürü kimseyi sürgün edemezdi. Kemal Bey ise böyle bir karara kesin karşı çıkardı. Üstelik de ailelerimiz olmadan sadece erkekler sürgüne gönderileceğimize göre kaçıp kurtulmak, bir yerlere saklanıp geri dönmek olasılığı vardı. Bunun deneyimini geçirdiğimi söyleyip ekledim: “Ölsem dahi evlatlarım için hiç kimse Türkleşmişin çocukları diyemez.” 205 İkna edemedim ve toplantıyı terk etmek zorunda kaldım. Ertesi sabah topluca İslamlaşma dilekçelerini yazıp verdiler. Kemal Bey bana olanları kendisine güvensizlik olarak gördüğünü söyleyerek üzüntüsünü belirtti. Formaliteler yerine getirilmişti ve sıra isim değişiklikleriyle sünnet olmaya gelmişti. Talihliymişiz ki buna bir gün kala Faik Ali Bey döndü. Bereket, Kemal Bey’in ilk işi ona, on kadar Ermeninin İslâmiyeti kabul ettiğini yazmak olmuş. Ertesi gün Müslüman adayları bu kez Meclis-i İdare’ye başvurmak üzere Hükümet Konağı’na gittiler. Toplantı başlamadan Faik Âli Bey Meclis’in dışında bekleyen Ermenilerin niçin geldiklerini sorar. —Kendi serbest iradeleriyle İslamlığı kabul etmek üzere başvurdular ve başvuruları kabul edildi, diye cevaplar Müftü. —Bir Ermeni İslâmiyeti kabul için baskı veya zorunluluk olmadan kesinlikle başvuruda bulunmaz, diye konuşur Faik Âli Bey. Aldığım haberlere göre onlar sürgüne gitme korkusuyla başvuruda bulunmuşlar. Bu olay da Meclis’imizin yüzkarasıdır. Toplantıya katılanlar kesinlikle böyle bir baskı olmadığını iddia ederler. —Şimdi görürüz, diyen Faik Âli Bey, polis müdürünü çağırtıp sorar: —Birkaç gün önce bir takım Ermenileri makamınıza çağırtmışsınız. Bu davetin nedenini söyleyebilir misiniz? Polis müdürü oldukça tedirgin: —Beyim ne iş yaptıklarını soracaktım? cevabını verir. Bunun üzerine Faik Âli Bey, aşağılayıcı bir tavırla: —Ne o? Yoksa onlara sermaye mi tahsis edecektiniz? diye alay eder ve tereddütsüz ekler: 206 —Hazırlanın, en geç on-on beş gün içinde buradan gidiyorsunuz. —Affedin beyim, diye yakarır polis müdürü. Kış kıyamette çoluk çocuk nasıl giderim? —Bu zavallı Ermeniler için kış kıyamet değilmiydi? Onlara acıdınız mı? Gidin ve derhal hazırlanın, diye kesin emir verir Faik Âli Bey. Sonra da toplantıdakilere dönerek: —O dilekçelerin hemen şimdi yırtılıp imha edilmesi gerek, der. Ermenilere karşı gerçekleşen mezalime Kütahya Türkleri bugüne kadar katılmadı ve bugünden sonra da katılmayacak. Tüm meclis, hatta müftü mutabık kalırlar. Bunun üzerine Faik Âli Bey dışarıda bekleyen Ermenileri içeri çağırtır ve şu sözleri söyler: —Sizleri İslâmlaşmak için dilekçe vermeye zorlayan neden malûmunuzdur. Sizleri sürgüne gönderme vicdansızlığını hiç kimse göstermeyecek. Alın dilekçelerinizi ve bu Meclis’in huzurunda kendi ellerinizle yırtın. Hepsi de dilekçelerini alıp yırtarlar. Sadece biri inandığı için başvurduğunda ısrar eder ve fikrini değiştirmez. Faik Âli Bey ona şu sözleri söyler: —İslâmlığı kabul ettiğin takdirde, diğerlerine örnek olması için bir tek seni, ailenle birlikte Kütahya’dan süreceğim. Fakat o bu tehdidi şaka olarak görür ve alelacele kalan formaliteleri ve muameleyi bitirir. Meclis-i İdare’deki bu olayın ayrıntılarını cuma günü okulu ziyaretinde Kemal Bey anlattı. Aradan on beş gün geçmeden merkezden polis müdürünün tayin emri geldi ve o başka bir yere taşındı.359 Faik Âli Bey aynı şekilde İslâmlaşmayı kabul eden korkak ve düşüncesiz Ermeniyi, tehdidini yerine getirip ailesiyle birlikte sürgüne gönderdi. 359 Seropyan, a.g.e. , s. 48. 207 Pek iyi hatırlamıyorum, ama o ya Şam, ya da Halep’te kalmayı başarmıştı. Ateşkesten sonra ise sağ salim, ama yeniden Ermeni dinine dönmüş olarak geri gelmişti. Bir Ermeninin İslâmlaşmasını affedilmez bir suç telakki ederek ona en ağır cezayı uygulayan bir Türk düşleyebilir miydiniz? Ben Kütahya’ya geldiğimde, içlerinde varlıklı kimseler de bulunan yeni gelmiş Ermeniler hükümetin gözüne girip orada kalmayı garantilemek maksadıyla Hilal-i Ahmer’e (Türk Kızılayı) teberru etmek üzere aralarında 500 altın lira toplamışlardı. Bir heyet bu parayı mutasarrıfa götürdü. Teberrunun asıl maksadını sezen Faik Âli Bey parayı götürenlere şu sözleri söyler: —Bu günlerde Hilal-i Ahmer’e yardım edecek olanların zavallı Ermenilerin olmaması gerekir. Aslında Hilal-i Ahmer’in görevi onlara yardım etmektir. Ben defalarca Alayurt İstasyonu’na gittim ve göçmen Ermenilerin perişan durumunu gözlerimle gördüm. Daha şimdiden onların içinde öksüzler, dullar, ekmeğe muhtaç aileler var. Siz bu parayı götürüp onlara dağıtın. Fakat heyet kararında ısrar eder ve parayı bırakıp çıkar. Sanır mısınız ki, görevi olmasına karşın Faik Âli Bey bu önemli meblağı mecburen Hilal-i Ahmer’e teslim etti? Kesinlikle hayır aksine, tüm sorumluluğu yüklenerek şahsen Alayurt’a indi ve 500 liranın bir kısmını eliyle dağıttı yoksul ailelere, kalanını da son kuruşuna kadar hemen orada bir mutfak kurdurup onlara sıcak yemek dağıtılmasına harcadı. Evet, işte böyle... Okuyucularım şaşıracaklar belki ama böyle işte. Kesin hakikat bu yazdıklarım. Fakat, sürdürelim. Eylül başlarındaydı ve daha önceleri de olduğu gibi bir gün Faik Âli Bey’i ziyarete gitmiştim, illa da ‘yakın akrabam’ olan bir aileyi Alayurt’tan şehre naklini sağlamak için izin kâğıdı rica etmeye. Kâğıdı alıp çıkarken: —Vaktinizi nasıl geçiriyorsunuz? diye sordu. —Bir işim olmadığından, evden kahveye, kahveden eve, cevabını verdim. 208 —Niçin Ermeniler okullarını açmıyor ve siz de orada bir görev almıyorsunuz? diye ilgilendi. —Buralı Ermeniler şu anda yerlerinde ne kadar kalacaklarını bilmediklerinden okul falan düşünmüyorlar, diye izah ettim. —Vay demek öyle? dedi hafif bir gülümsemeyle. İki gün sonra dini önder vekiline okulu açmasını benim de müdürlüğüne atanmamı resmi bir yazıyla tavsiye ediyordu. Mutasarrıfın Ermeni okullarının açılması konusundakı resmi tebliğinin yerli ve göçmen Ermeniler arasında sevinç yarattığını söylemeye gerek var mı? Zira bunun anlamı Faik Ali Bey’in sancak Ermenilerini yerlerinden çıkartmama konusundaki kararından dönmeyeceğiydi. Okullar derhal açıldı. Ana sınıfı ile kız ve erkek okulları üç gün içinde doldu. Yerliler kadar da göçmen çocuklarından öğrencilerimiz oldu. Anlaşılır nedenlerle büyük sınıflara iyi bir ücretle haftada dört saat Türkçe dersine girmesi teklifini götürdüm Tahrirat Müdürü Kemal Bey’e. Zevkle kabul etti. Kemal Bey mutasarrıfın güvenini kazanmış bir insandı ve çok samimiydik. O da hükümetin zulüm (!) politikasına kesinlikle karşıydı. —Bu katiller (!) günün birinde dünyanın vicdanı önünde hesap verecekler, derdi. Biz de aynı kanıdaydık. Fakat görüldüğü gibi vicdan yok olmuştu yeryüzünden. İlk kez bir de Türk ana sınıfı açtırdı Faik Âli Bey ve müdürlüğüne de Bayan Stepanyan’ı atadı. Onun yardımcılığına da üç Türk bir de Adapazarlı Ermeni öğretmen hanım verdi. Tüm çocuk şarkılarımızı, şiir ve nesirlerimizle “fröbel” derslerini Türkçeye çevirelim. Sık sık açık havada tekrarlanan okul törenlerine katılan ana sınıf özel bir ilgi odağına dönüşürdü. Faik Âli Bey Türk kız okulunda da üç Ermeni bayan öğretmene görev vermişti. Bunlardan ikisi Bursalı, sonuncusu da Bayan Hayganuş Torosyan (sonradan Paris’te 209 şarkıcı) Adapazarlı idiler. Ve işte Kemal Bey’in anlattığı: Genel Ermeni tehciri henüz hükümette gizli proje iken, Süleyman Nazif kardeşine bu konuda yazar ve Kütahya Mutasarrıfı olarak pasif de olsa kesinlikle buna katılmamasını öğütler. Faik Ali Bey hassasiyeti kadar pratik zekâ sahibi ve uzakgörüşlü bir insan olarak şehrin Türk ileri gelenleriyle İttihat yöneticilerini davet ederek Kütahya Ermenileriyle ilgili düşüncelerini ister. Hepsi de maksattan habersiz gayet iyi şahadette bulunurlar. Faik Âli Bey hepsinden aldığı yazılı şahadetleri imzalatıp çekmeceye atar. Tehcir başlayıp da her tarafta Ermenilerin mal ve mülklerini yok pahasına elde eden Türklerin büyük servetlere sahip olduğunu (!) gören Kütahya’daki İttihatçılar mutasarrıfa müracaat edip vatan haini ulusun bir bölümü olan Kütahya Ermenilerinin de yerlerinden çıkarılmasını isterler. —Daha bundan birkaç ay önce devlete sadık tebaa ve dürüst hemşeriler olduğuna imza verdiğiniz Kütahya Ermenileri şimdi mi vatan haini oldular? diyerek çekmecesinden çıkardığı imzalı evrakı kendilerine gösterir Faik Âli Bey. —O zaman hükümeti aldattıysanız eğer, suçlu olursunuz. Yok eğer şimdi suçsuzlara iftira ediyorsanız yaptığınız kesinkes vicdansızlıktır, diyerek İttihat’tan gelen heyeti yolcu eder. Fakat bunlar aldıkları dersten utanmak yerine aynı isteği, üstelik Faik Âli Bey’i de hükümete karşı ve Ermeni dostu diye itham ederek Talat’a götürürler. Kasım ayının yarısıydı. Bir cuma öğle sonrası nedenini anımsayamadığım bir iş için Bayan Stepanyan ile Faik Âli Bey’in evine ziyarete gitmiştik. Faik Âli Bey dışarıya çıkmaya hazırlanıyordu. —Telgrafhaneye gidiyorum, dedi. Mecburum. Talat Bey (Paşa) çağırmış. Sanırım sorun Ermeni tehciri. Bu konuda kesin çatışma olacak. Sonucu duymak için dönüşümü bekleyiniz ve galibiyetle dönmem için dua ediniz. Yokluğunda, onun kadar iyi yürekli bir Türk hanımefendisi olan eşi bizi ümitlendirmeye çalışıyordu. 210 Bize çok uzun gelen bir zaman, heyecan içinde bekledik. Sonunda geldi Faik Âli Bey. Yüzü ve gözleri neşeyle parıldıyordu.360 —Gözünüz aydın olsun, dedi. Kütahya’da bulunan Ermeniler kurtuldu. Ve görüşmelerini kısaca anlattı. Talat ona her yerde olduğu gibi Kütahya’dan da Ermenilerin çıkartılarak Mezopotamya’ya gönderileceğini söylemiş. Faik Âli Bey de Kütahya Ermenileri için böyle bir işlemin vicdanına ters düştüğünü söyleyip Ermeniler lehinde tüm kanıtları, onun görüşüne sunmuş. Talat ısrarla bu düzenlemelerin tüm Ermenileri kapsadığını, Kütahya’ya ayrıcalık tanınmayacağını belirtmiş. Bunun üzerine Faik Âli Bey son kozunu oynamak zorunda kalıp şu sözleri söylemiş (sözlerini kelimesi kelimesine yazıyorum): —Bu durumda, ben bu cinayeti işleyemeyeceğime göre istifamı kabul buyurun ve halefimi tayin edinki emirlerinizi uygulasın. —Hayır, hayır diye cevaplamış Talat, madem öyle sen al Ermenilerini de yerine otur. Faik Âli Bey sürgünden işte böyle koruyabildi yerli ve göçmen Kütahya Ermenilerini. Faik Âli Bey’in güvendiği ve Talat’ın geri adım attığı güç benim için bilinmeyen olarak kaldı. İttihatçılar Faik Âli Bey’in bu galibiyetine kuduruyor, ama ellerinden bir şey gelmediğinden, her sokağa çıktığında serseri takımını arkasından “gavur mutasarrıf” diye bağırtıyorlardı. Anılarımın bu bölümünü bitirmeden bir olayı daha anlatmadan geçemeyeceğim. İstenmeyen Ermenilerin İstanbul’dan sürgün edilmesi uzunca bir zaman sürdü. 360 Seropyan, a.g.e. , s. 49. 211 1916 yılı başlarında hapisteki on-on iki Ermeninin imzaladığı bir not ulaştı elime. Hiçbirini tanımıyordum. Gardiyanlardan hakkımda bilgi edinmiş ve yardım etmem için yakararak hana başvurmuşlar. Şahsen hapishaneye, onları görmeye gittim Son derece zavallı durumdaydılar. Nikomidya’ya kadar tekneyle, daha sonra da hapishaneden hapishaneye yayan gelmişler. Bu on-on iki günlük yolculukta hem paraları hem fizik güçleri tükenmiş. Hemen hepsinin ayakları şişmiş, bir iki tanesi ağır hasta, paltolarına sarılmış, ayakkabılarını yastık yapmış yerlerde yatıyorlardı. Bu durumda yola çıkarıldıkları takdirde ilk günden dökülmeye başlayacakları kesindi. Kalbim dayanmadı. Derhal Faik Âli Bey’e gidip içimi paralayan olayı ilettim ve en azından biraz toparlanmaları için gönderilmelerini birkaç gün erteletmesini rica ettim. Fazlasıyla üzüldü. —Zavallıcıklar, dedi. Onların buraya getirildiğinden haberim yoktu. Hemen gereken emri verip buradan öteye gönderilmelerini önleyeceğim. Biraz düşündükten sonra da, —Artık hapiste kalamazlar, en azından bir müddet onları barındıracak bir yer temin edemez misiniz? diye sordu. Anımsadım hemen, okulun bodrum katı boştu. Hemen jandarma kumandanını çağırtıp okulu tatil etme emrini verdi. Ardından bir polis çağırdı ve hastaların nakli için iki araba temin etmesini söyledi. —Belediye hekimine de hastalarla ilgilenmesini, tedavi etmesini tembih edeyim, diye ekledi. Almaya gittiğimde çocukların üstüne nur indi sanki. Onları okulun alt katına yerleştirdikten sonra birkaç Adapazarlı kadın çağırıp gereksinimlerini ve yiyecek teminini yüklenmelerini istedim. Zevkle kabullendiler. Adapazarlı hanımların hayırseverliği bilinmeyen bir şey değil aslında. Çabucak bir sıcak çorba hazırlayıp getirdiler, hemen ardından yatak, yorgan, yastık ve çamaşırlar toplayıp 212 getirdiler Adapazarlıların evlerinden. Doktor muayenesi sonucu iki hastanın tifoya yakalandığı anlaşıldı. Reçeteleri yazıp gerekli talimatı veren doktor bana onları ziyaret etmememi ve tedbirli olmamı tavsiye etti. Mümkün değildi tabii. Günde bir iki kez ziyaret etmeden yapamadım. Bir hafta sonra da yatağa düştüm. Tifo bana da bulaşmıştı. Kırk gün yatağa çakılıp kaldım ve ölümden ailemin ve doktorun candan ilgileriyle kıl payı kurtuldum. Faik Âli Bey’in ricasıyla her gün, bazen günde iki kez doktor beni ziyarete geldi. Nekahet günlerimde iki üç gün yaşamla ölüm arasında gidip geldiğimi anlattılar. Yeniden okula gidebildiğimde ise alt katta hiç kimse kalmamıştı. Gençler evlerinden para getirtmiş, birer ikişer İstanbul’a kaçmayı başarmışlar. Sadece birini kurtarmak mümkün olmamış. Ama en azından sürgün yollarında değil de rahat yatağında, doktorun ve anabacıların ilgisini hissederek ölmüş ve Ermeni bir papazın dualarıyla bir Ermeni mezarlığına defnedilmiş. Onu sevenler için ise bu günlerde küçümsenmeyecek bir teselli kaynağı sayılırdı bu. Faik Âli Bey’i, onun gösterdiği Ermeni dostluğunu, daha doğru ifade etmek gerekirse insancıl yönünü, oldukça ayrıntılı resimlerle size anlatmaya çalıştım. Bunu yapmak, anılarımı bölüm bölüm yazmak benim vicdan borcum, gecikmiş bir vicdan borcumdu. Savaş sonrası ona layık olduğu şekilde şükran borcumuzu ödememiz gerekiyordu. Bu borcu ödemek için geç kaldık. Faik Âli Bey’in bir Türk devlet görevlisi olarak Ermenilere karşı işlenen büyük cinayete vicdanının sesine kulak vererek karşı çıktığını, ismini lekelemediğini yazarken haklıydım. O güçlü hükümetin zalim (!) tutumuna çekinmeden karşı çıkarak olabildiğince, elinden gelebildiğince Ermenileri ölümden kurtardı. 213 Faik Âli Bey gibi bir başka görevlinin de bulunduğundan söz edilemez.(!) Gerçi İzmir Valisi Rahmi Bey de Ermenileri İzmir’den sürdürmedi. Fakat bu iki olayı birbirine bağlayamayız. Faik Âli Bey inançları doğrultusunda hareketle vicdanının sesini dinlerken, bilindiği gibi Rahmi Bey İzmir Ermenilerini büyük bir rüşvet karşılığında sürgüne göndermedi. Yerel Ermeni zenginleri onun güç ve etkisini kendi yararları için altınla satın almışlardı.”361 Kütahya Ermenileri ile ilgili birçok yerde bahsedilen bu anıların elbetteki ayrıntılardaki tarafsızlğı tartışılabilir. Ancak tartışılamayacak gerçekliği ise Kütahya Mutasarrıfı Faik Ali Bey’in yaptıklarıdır. Zira Türklere karşı kışkırtılmış olan Ermenilerin tüm kinlerine rağmen böyle bir makalenin varlığı bile, Türklerin tehcir öncesi yüzbinlerce insanımızın kışkırtılmış Ermeni komiteciler tarafından katledildiği o günlerde bile ne kadar insani davrandıklarının, Ermeni olan biri tarafından da tasdiki değilmidir? Zira Kütahya Mutasarrıfı Faik Ali Bey Türkdür ve Osmanlı Devleti’nin bir valisidir. 3.2.3.2.Faik Ali Bey ve Tehcirle İlgili Yorumlar362 Bahsi geçen makale Kütahya Ermenileri ile ilgili farklı yorumların yapıldığı bir makaledir. Bizim yukarıda makale sonunda yaptığımızın dışında başka bir yorumu da akatrma adına Şahin Alpay’ın yorumlarını aynen aktarıyoruz. “Osmanlı Ermenileri” konferansında birbirinden ilginç, öğretici ve düşündürücü konuşmalar dinledik. Bunlar arasında özellikle dikkatimi çekenlere fırsat buldukça değineceğim. Bugün “Agos” Gazetesi yazarlarından Sayın Sarkis Seropyan’ın konuşmasına konu olan, Mutasarrıf (Vali) Faik Ali Bey (Ozansoy, ünlü şair, 1876-1950) ile Kütahya Ermenilerinin öyküsüne değineceğim. Öykü şu: İttihat ve Terakki yönetiminin aldığı Osmanlı Ermenilerini Deyr-ül-Zor’a (Suriye) “Tehcir”, zorunlu göç ettirme kararının bilinen istisnaları, İstanbul ve İzmir’dir. İstanbul’dan yalnızca “beyinler” gönderilir. 361 Seropyan, a.g.e. , s. 49. Şahin Alpay, Tehcir’in Kütahya İstisnası, (Çevrimiçi), http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=218647 (11.10.2008). (Bu bölüm adı geçen makaleden aynen alınmıştır.) 362 214 İzmir Ermenileri ise Vali Rahmi Bey’e yüklü rüşvet ödeyerek tehcirden kurtulurlar. Bilinmeyen istisna ise Kütahya Ermenileridir. Onlar da kurtulur, çünkü Mutasarrıf Faik Ali Bey, vicdanına sığmadığı için merkezden gelen emri uygulamayı reddeder. Bununla kalmaz başka yerlerden kaçıp Kütahya’ya gelen Ermenilere de iyi bakılması için emir verir. Faik Ali Bey 1915 yılı sonuna doğru İstanbul’a çağrılınca polis müdürü, (Mutasarrıf gibi tehcire karşı olan vekili Tahrirat Müdürü Kemal Bey’e bilgi vermeden) Ermeni ileri gelenlerini karakola çağırır, din değiştirmeyi kabul etmedikleri takdirde hepsinin gönderileceğini bildirir. Ermeniler ertesi gün topluca Müslüman olmak için dilekçe verirler. Sıra isim değişikliklerine ve sünnet olmaya gelir. Tam bu sırada Faik Ali Bey İstanbul’dan döner. Polis müdürünü derhal görevden alır. İdare Meclisi’ni toplar: “O dilekçelerin hemen şimdi yırtılıp imha edilmesi gerekiyor. Ermenilere karşı mezalime Kütahya Türkleri bugüne kadar katılmadı, bugünden sonra da katılmayacak.” der. Müftü dahil tüm meclis üyelerinin onayını alır. Dışarıda bekleyen Ermenilere de şunu söyler: “Sizi din değiştirmeye zorlayan neden malumdur. Sizleri sürgüne gönderme vicdansızlığını kimse göstermeyecek. Alın dilekçelerinizi ve meclis huzurunda yırtın.” Ermenilerden sadece biri fikrini değiştirmez. Faik Ali Bey, onu diğerlerine ders olması için ailesiyle birlikte sürgüne gönderir. Bu şahıs da hayatta kalmayı başaracak ve savaş sona erdiğinde, Ermeni dinine dönmüş olarak Kütahya’ya geri gelecektir. Faik Ali Bey’in niçin böyle davrandığını Tahrirat Müdürü Kemal Bey şöyle açıklar: “Tehcir” henüz bir proje iken, durumdan haberdar olan Süleyman Nazif Bey (ünlü şair ve yazar, 1869-1927) kardeşi Faik Ali Bey’e mektup yazarak, buna katılmamasını, aile şerefine leke sürmemesini ister. Faik Ali Bey bunun üzerine şehrin ileri gelenlerini ve İttihatçılarını toplantıya çağırır ve Ermenilerle ilgili düşüncelerini sorar. Hepsi gayet iyi tanıklıkta bulunur. Fakat tehcir başlayınca, sürgüne gönderilen Ermenilerin mal ve mülklerine el koyanların büyük servetler edindiklerini gören İttihatçılar, Kütahya Ermenilerinin de sürülmesini isterler. Faik Ali Bey, “Daha birkaç ay önce devlete sadık teba ve dürüst hemşeriler olduğuna imza verdiğiniz Ermeniler şimdi mi vatan haini oldular?” diyerek taleplerini reddedince, onu Talat Paşa’ya şikayet ederler. Talat Paşa, Faik Ali Bey’i İstanbul’a çağırır ve Kütahya’ya ayrıcalık tanınamayacağını söyler. Faik Ali Bey, “Bu durumda istifamı kabul edin!” deyince 215 Talat Paşa ısrardan vazgeçer. Öyküyü aktaran, Kütahya’ya sığınan Adapazarlı bir Ermeni olan Stepan Stepanyan’dır. Stepanyan anılarını, Arşak Boyacıyan tarafından derlenen ve “Kütahya Ermenileri Anı Kitabı” başlığıyla yayımlanan (Donikyan Basımevi, Beyrut, 1961) kitap için kaleme alır. Söz konusu anılar Sarkis Seropyan tarafından çevrilmiş ve “Toplumsal Tarih” dergisinin Kasım 1995 tarihli sayısında çıkan “Vicdanlı Türk Valisi: Faik Ali Ozansoy” başlıklı makalede ayrıntılarıyla aktarılmıştır. Mutasarrıf Faik Ali Bey nasıl olup da Talat Paşa’nın emirlerine karşı direnebilmiştir? Stepanyan bu konuda şunları yazıyor: “Faik Ali Bey’in güvendiği ve Talat’ın geri adım attığı güç, benim için bilinmeyen olarak kaldı.” Seropyan’a Kütahya Ermenilerine ne olduğunu sordum. “Savaş sonunda önce İstanbul’a göçtüler, oradan dünyaya yayıldılar.” dedi. 3.2.4.Kütahya Emenileriyle İlgili Yaşanılan Gerçekler Kütahya; kuşkusuz geçmişi ve tarihi kökleri çok zengin bir şehrimiz. Kütahya gibi bu şehirde yaşayan köklü ve derin bir tarihi bilgiye sahip Mustafa Kalyon Beyefendi’nin Kütahya Ermenileri hakkında bilgisine başvurduk. Şimdi Mustafa Kalyon Beyefendi’nin Kütahya Ermenileri ile ilgili kaynaklardan ve yaşantılarından yola çıkarak bizlere naklettiklerini aynen aktaralım: “Kütahya Osmanlı Devleti’nin Anadolu Beylerbeyliği merkezi olduğundan, tarihi süreç içerisinde bu çevrede her bakımdan en hareketli şehirlerden birisi olmuştur. Zira bu hareketliliğin kaynağı hem Anadolu Beylerbeyliği merkezi olması hem de coğrafi bakımdan bir uğrak yeri olmasıdır. Bu meyanda Kütahya’da bulunan gayrimüslimler de azınlıklar da çeşitlilik arz etmiş ve her zümreden insan bu şehirde yaşamıştır. Osmanlı günlük hayatının, gelişmelerinin ve hayata dair her türlü örneklerin tutulduğu yıllıklar, yani salnameler Osmanlı Devleti’ndeki gayrimüslimler hakkında bize en doğru ve en sağlıklı bilgileri ulaştıran belgelerdir. Bu salnamelerde de geçtiği gibi Kütahya Osmanlı’nın gayrimüslimler üzerindeki hoşgörüsünün görüldüğü şehirler içerisindeki en güzel örneklerden birisidir. Benim yaşadıklarım, bizzat şahit olduklarım ve salname kaynaklı eserlerden edindiğim bilgiler ışığında Kütahya Ermenileri ile ilgili şunları söyleyebilirim: 216 Kütahya belirttiğim gibi gayrimüslimler ve azınlıkların her kesiminin yaşadığı bir şehirdi. Ermeniler, Rumlar ve Katolikler Kütahya nüfusuna oranladığımızda çok da azımsanmayacak bir sayıya sahiptiler. Kütahya’da Ermenilerin, Rumların ve Katoliklerin yaşadıkları mahalleler vardı. Yani her azınlık grubunun, gayrimüslim tebanın mahallesi ayrıydı. Zira bundaki en temel sebep gayrimüslimlerin kendi inanç ve mezhep çeşitliliğine göre ayrı ayrı yapılmış olan kiliseler etrafında yerleşmiş olmalarıdır. Gayrimüslimler inançlarının gerektirdiği gibi yaşayabilmek ve ibadetlerini yapabilmek amacıyla gittikleri kiliseler etrafına yerleşmişlerdir. Bu sebepten Ermeniler, Rumlar ve Katolikler kendi kiliseleri etrafına yerleşmiş dolayısıyla bu kiliseler etrafında Ermeni, Rum ve Katolik mahalleleri oluşmuştur. Kütahya Ermenileri bugünkü Gazi Kemal Mahallesi ve özellikle Saray Sineması civarında ikamet etmişlerdir. Zira Ermenilerin kiliseleri bu çevrededir. Ermenilere ait iki kilise mevcuttu. Biri yukarıda bahsettiğimiz Saray Sineması’nın olduğu yerdi, diğeri ise Belediye İşhanı’nın olduğu yerdeydi. Tabi buralar Ermeniler kalmayınca zamanla bugünkü şeklini aldı. Saray Sineması eski Ermeni kilisesidir. Rumlarda bugünkü İstiklal Mahallesi civarında ikamet etmişlerdir. Bugün hala var olan kilise Rum kilisesidir ancak kullanılmamaktadır, bina olarak durmaktadır. Katolikler ise nüfus olarak Ermeni ve Rumlara göre sayıca azdı. Bugünkü postanenin çevresinde ikamet etmekteydiler. Osmanlının diğer şehirlerinde olduğu gibi Kütahya’da da gayrimüslimlerin belli başlı meslekleri vardı. Mesela Kütahya Ermenileri genel itibariyle manifatura ve sarrafiye ( kuyumculuk ) işleri ile uğraşırlardı. Meslekleri bunlardı, bunların dışında çini fabrikası olan Ermenilerde vardı. Yani çini işleriyle de uğraşıyorlardı. Rumlar ise genelde bakır işleri ve inşaat işleriyle uğraşırlardı. Rum mimarlar vardı. En son Rum mimar Yorgi vardı. O dönemde Yorgi belediyenin mimarıydı. İşte bu Kütahya örneğini tüm Osmanlı topraklarına uyarlayabiliriz. Zira Kütahya’daki bu kaynaşmış, birleşmiş ve hoşgörüyle örtüşmüş hayat, payitahtın tüm hudutlarını kapsamaktaydı. Bu hayat tarzına Osmanlı sınırları içinde binlerce örnek verebiliriz. Dağdaki aç hayvanları bile düşünerek vakıf kuran ecdadımız dini, dili ve ırkı 217 farklı olsa da insan olan bu azınlıklara çok saygılı davranmış hatta onları farklı bile görmemiştir. Osmanlı Devleti, Ermenileri, azınlıklar içinde ayrı tutmuştur. Ermenileri en önemli vazifelere tayin edebilmiştir. Hatta bu güven içerisinde Ermenilere Tebaa-i Sadıka (Sadık Millet) demiştir. Ancak Avrupalılar Osmanlının son yüz yılında gayrimüslimleri sömürmüş istismar etmiş ve Osmanlı ile karşı karşıya getirmiştir. İngilizler ve Fransızlar bu meseleyi en çok kullanan ülkeler olmuştur. Ermenilerin Doğu Anadolu’da ki katliamları da bu karmaşada gerçekleşmiş, vahim hadiseler olmuştur. Zira Avrupalılar onlara Doğu Anadolu’yu vaat etmişlerdir. Hatta günümüzdeki PKK bile bu meselenin bir tezahürüdür. Aslında sözde PKK ile elde edilmek istenen Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu topraklarının bir kısmını Ermenilere verme gayreti veya istismar etme politikası, hala devam etmektedir. İşte yukarıda bahsettiğimiz katliamlar neticesi Ermeniler göç ettirilmiş tâbi ki bu göç sırasında suçlularla suçsuz Ermeniler mümkün olduğunca ayırt edilmeye çalışılmıştır. Kütahya Ermenilerinin büyük bir kısmı da tehcire tâbi tutulmamış, Kütahya sınırları içerisinde mutasarrıf Faik Ali Bey’in de gayretleriyle kalmalarına müsaade edilmiştir. Benim bildiğim Kütahya’da tehcir olmadı. Yani Ermeniler göç ettirilmedi. Tehcir sonrası Yunan ordusu Temmuz 1921’de Kütahya’yı işgal etti. İşgal sonrası ordumuz İstiklal Harbi’ni kazanınca Yunan askerleri 30 Ağustos 1922’de geri çekilmeye başladılar. Bu çekiliş sırasında; Kütahya işgal altındayken Yunanlıları destekleyen ve adeta bu işgali istismar eden Ermeniler de İzmir ve Bursa civarına kaçtılar. Zira Kütahya Ermenileri Kütahyalı Müslüman ahali ile problem yaşamamıştır. Hatta ben hatırlıyorum, biz bu ailelerle oturup kalkıyorduk. Mesela bizim komşumuz olan Altunoğlu lakaplı bir Ermeni ailesi vardı. Birbirimizle görüştüğümüz, komşuluk ettiğimiz bir aileydi. Kumaş ticaretiyle uğraşırlar, manifaturacılıkla geçimlerini sağlarlardı. Pekmez pazarında dükkânları vardı. 1940’lı yılların başında İstanbul’a göç ettiler, oraya yerleştiler. Ben hatırlarım İstanbul’a gittiğimizde bu Ermeni aileyi dükkânlarında ziyaret eder, onlara misafir olurduk. Eski günleri yâd edip Kütahya’daki hatıraları konuşurduk. Manifatura dükkânları İstanbul’da Sultan Hamamı muhitindeydi. Hatta orada bir yokuşun yamacındaki dükkânları hala hatırımda. Şimdi gitsem dükkânların yerini bulabilir, elimle gösterebilirim. 218 Herhalde o hatırlamak bile istemediğimiz katliamlar neticesindeki tehcir sonrasında, 1940’lı yıllarda yaşanan bu hatıralar şuan da bile sıcak olan “Sözde Ermeni Soykırımı” iddialarına en güzel bir örnek, en güzel bir cevap değilmidir? Onların dışında da ben ve benim emsalim olanlar daha 1973 yılına kadar Ermenilerle bizim bir arada yaşadığımıza dair farklı örnekler hatırlayacaklar ve buna başka örnekler de verebileceklerdir. Daha birkaç yıl öncesine kadar yani ölümüne kadar aramızda Marika olarak bilinen Ermeni kadın ve ona gösterilen hürmet bunun yine en güzel örneğidir. Yukarıda 1973 yılından bahsettim. Zira bu yılda Asala Ermeni terör örgütü diplomatlarımıza karşı bir dizi acımasız suikastlar gerçekleştirdi. Bu yıl buna tepki olarak Türkiye’nin ayağa kalktığı yıldır. İşte bu yıllarda İstanbul Ermeni kilisesi Anadolu’daki Ermenileri İstanbul’a çağırdı. Orada yaşamaları için İstanbul’a davet etti. Bunun üzerine Kütahya’da yaşayan Ermenilerin hemen hemen hepsi İstanbul’a göç etti. Benimde bizzat tanıdığım Artin Köylüoğlu (Radyocu Artin) bu göç sırasında İstanbul’a gitti. Aslında Kütahya’da kalmak için epey uğraştı. Ancak annesini ikna edemedi. Annesi bu konuda biraz katıydı. Oğlu Artinle birlikte İstanbul’a göç ettiler. Artin Köylüoğlu, askerliğini muhabere eri olarak yapmıştı. Bu da çok ilginç ve tarihe geçecek bir örnektir. Zira malumunuz muhabere, askeriyede gizli ve özel bir bölümdür. Artin Köylüoğlu, elektrik ve elektronik üzerine teknik bilgisi olan biriydi. Dolayısıyla kendiside bu teknik bilgisini arttırmak için bu bölümde vazife almak istemişti. Bu talep gerçekleşmişti. Dolayısıyla subaylar Ermeni asıllı bir vatandaşın askeriyenin belki de en gizli ve özel bölümünde askerliğini yapmasından çekinmemişler, rahatsız bile olmayarak ona güvenmişlerdi. Radyocu Artin Kütahya’da bilinen ve herkesle çok iyi diyaloğu olan bir Ermeniydi. Meşhurdu desek abartmış olmayız. Son dönem Ermenilerinde akılda kalan biriydi. Yine Artin Köylüoğlu gibi burada kalmak isteyen ve ondan farklı olarak kalmayı başaran Marika adında bir Ermeni kadını vardı. O kaldı, gitmedi. Ermeni Kilisesinin tüm ısrarlarına rağmen gitmedi. Benim doğduğum ve ölmek istediğim topraklar buralar diyerek kaldı. Belki de Kütahya’da yaşayan son Ermeni bu kadındı. Marika sonradan Müslüman oldu. Meryem ismini aldı. Ölümüne kadar Kütahya’da yaşadı. Ayrıca Kütahya’da Taş Mektebin yani bugünkü Kütahya Lisesi’nin öğretmenleri arasında Ermeni öğretmenlerde vardı. Taş Mektepte ders veriyorlar öğretmenlik yapıyorlardı. Ermeni olmalarından dolayı bırakın bir sorun yaşanmasını 219 bilakis mesleklerinden dolayı son derece itibar görüyorlardı. Bugün Taş Mektep (Kütahya Lisesi)’nin içinde bulunan okul müzesinde Osmanlı Devleti son dönemlerine ait okul öğretmenlerinin toplu fotoğrafında bu iki Ermeni öğretmeninin de fotoğrafları tarihe düşen önemli bir not olarak hala sergilenmektedir. İşte yukarıda izah ettiğimiz olaylar sebebiyle 1973 yılı sonrası bildiğim kadarıyla Kütahya’da Ermeni kalmadı. Hepsi gittiler. Son Ermeni Marika’ydı. Netice itibariyle Kütahya Ermenilerinin son dönem tarihi bilinen yönüyle böyle. Biz bunları bizzat yaşadık. Bizden öncekileri de duyduk. Bizlere hep anlatıldı. Kütahya Osmanlının o devir hoşgörü izlerinin yaşandığı; insanların dili, dini, ırkı, ne olursa olsun farklı görülmediği; hala bu müsamaha ve bir arada yaşabilme kabiliyetinin canlı tutulduğu bir şehrimizdir. Türk-Ermeni münasebetlerinin en güzel örneklerinin sergilendiği, yaşandığı ve tüm dünyaya örnek teşkil ettiği bir şehrimizdir Kütahya…” 3.2.5.Kütahya’nın Dışında Tehcire Tabi Tutulmayan Diğer Ermeniler363 Bugün Ermeni sevk ve iskânı denildiğinde hiçbir fark gözetmeden bütün Ermenilerin böyle bir muameleye tâbi tutulduğu iddia edilmektedir. Halbuki tehcir kararının uygulanması çok sınırlı olmuş, anarşi ve teröre bulaşmamış, belirli özelliklere sahip olanlar istisna tutulmuştur. Başka bir ifadeyle sırf Ermeni olduğu için insanların sevk edildiği düşüncesi yanlıştır. Nitekim Mutasarrıflığına 17 Ağustos çekilen 1915 telgrafta, tarihli Dahiliye nüfuslarının azlığı Nezaretinden sebebiyle Antalya Antalya’daki Ermenilerin şimdilik ihracına lüzum görülmediği ifade edilmektedir. Yine, Urfa’dan dışarı Ermeni sevkıyatının yapılmadığı, yalnız merkeze bağlı yerlerden birkaç hanenin sevk edildiğine dair, bilgiler mevcuttur. Ayrıca 23 Ekim 1915 tarihli Dahiliye Nezaretinden Kastamonu vilayetine yazılan telgrafta, Kastamonu vilayetindeki Ermenilerin ihracına lüzum olmadığı belirtilmiştir. 363 Davut Kılıç, 1915'te Sevk ve İskan Edilmeyen Ermeniler, (Çevrimiçi), http://www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/makaleler/index.html (03.05.2009). (Bu bölüm adı geçen makaleden aynen alınmıştır.) 220 13 Mart 1916 tarihli Dahiliye Nezaretinden Karesi Mutasarrıflığına gönderilen yazıda, Karesi’den sevk edilen yirmi yedi Ermeni ailenin sevk edilme sebebinin bildirilmesine ve bunların derhal yerlerine iade edilmesine, ancak komitelerle münasebet ve alakası olan ihanetleri belli Ermenilerin sevk edilmelerinin gerektiği bildirilmiştir. Ayrıca 30 Nisan 1916 tarihli Dahiliye Nezaretinden Karahisar-ı Sahib (Balıkesir) mutasarrıflığına gönderilen telgrafta, Balıkesir Ermenilerinin liva dahilinde münasip köylere dağıtılmaları istenmiştir. Bu dönemde Doğu Anadolu bölgesinin dışında kalan şehirlerdeki teröre bulaşmamış Ermenilerin bir tehlike, olarak görülmediği belgelerden açıkça anlaşılmaktadır. Arşiv belgelerinin yanı sıra Gazeteci Ahmet Emin Yalman’ın hatıralarında, tehcir zamanında sevk yeri olarak Kütahya’ya gittiğini orada Mutasarrıf olan, Faik Ali Bey’in tehcir emrini kağıt üzerinde bıraktığını ve Kütahya Ermenilerinin tam bir huzur içinde yaşamaya devam ettiklerini Dabağyan nakleder. Ayrıca bu dönemde İstanbul Ermenileri ile Kütahya sancağı ve Aydın vilâyetindeki Ermenilerin de göç ettirilmediği bilinmektedir. 221 SONUÇ Tarihte olduğu gibi günümüzde de Ermeni toplumu üzerinden siyasî ve ekonomik çıkar sağlamaya çalışan ülkeler vardır. Bazı ülkelerde, Türkleri ve Türkiye’yi asılsız soy kırımının faili olarak tanımaya yönelik kararlar -ki bunlar siyasîdir, gerçekleri yansıtmamaktadır- parlamento gündemlerine getirilmektedir. Bugüne kadar, asılsız Ermeni soy kırımını tanıyan birçok ülke ve birçok uluslar arası kuruluş bulunmaktadır. Bunlardan bazıları; Uruguay (1965), Güney Kıbrıs (1982), Arjantin (1993), Rusya (1995), Kanada (1996), Yunanistan (1996), Lübnan (1997– 2000), Belçika (1998), Vatikan (2000), İtalya (2000), Fransa (2001) ve Avrupa Parlamentosu’dur. Avrupa Parlamentosunda 1987 tarihinde alınan kararın 2000’de onaylanması, söz konusu kararların münhasıran Ermeni soykırımı ile ilgili olmadığı Türkiye ile ilgili birçok konuyu kapsadığı ifade edilmiştir. Ayrıca, Amerikan eyaletlerinden 28’inde çeşitli makamlarca alınan asılsız soykırımını tanıyan kararlar da mevcuttur. Yabancı ülkelerde alınan bu kararlar, tarihî ve bilimsel belgelerden çok, iç politik hesaplara ve Türkiye’yi uluslararası politik alanda kıskaca almaya yöneliktir. Siyasî merkezlerin almış olduğu Ermeni soykırımı iddialarını destekleyen kararlar tarihî açıdan olduğu gibi hukuken de geçersizdir. Ermeni propagandacıları tüm dünyayı yanıltmaya çalışmakta ve yeni nesillere kin aşılamaktadır. Oysa gelişen dünyamızda kine yer yoktur. İki ulusun arasına anlamsız nifak tohumları, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde kendi örf-âdetlerini ve dinlerini özgürce yaşayan Ermeni asıllı Türk vatandaşlarınca değil, Ermenistan’daki ve bu ülkenin topraklarından fiziken ve ruhen çok uzakta bulunan dışarıdaki Ermeniler ile oy avcılığı uğruna halkını boş ve tehlikeli emeller uğruna peşinden sürükleyen fırsatçılar tarafından ekilmeğe çalışılmaktadır. Bu konuda; tahriklere kapılmamalı ve gerçekler bilimsel verilerle ortaya konulmalıdır. Ermenistan’ın bağımsızlığını tanıyan Türkiye ile Ermenistan arasında diplomatik, ekonomik, kültürel ilişkiler kurulamadı. Türk toplumu Ermeni toplumu ile eskiden olduğu gibi yeniden dostça yaşayamaz mı? Elbette yaşarlar, ancak; bu birlikteliğin önündeki engel Ermenilerin asılsız soykırım iddialarını uluslar arası alanda gündeme getirmesidir. 222 Türkiye aleyhindeki bu faaliyet ve girişimleri sadece düşmanlık ve intikam duygularıyla açıklamak zordur. Bu durum, Ermenilerin bazı beklentileri olduğu ve bunların birbirini izleyecek (Dört T) diye adlandırılan aşamalarla gerçekleşmesini ümit ettiklerini göstermektedir. 1. Asılsız soykırımın diğer ülkelerce ve uluslar arası kuruluşlarca tanınması, 2.Türkiye’nin bu ülkelerin asılsız soykırımı tanımasından etkilenmesi ve bu ülkelerin baskısı ile asılsız soykırımını tanımak mecburiyetinde kalması, 3.Türkiye’nin asılsız soykırımına uğrayanların yakınlarına tazminat ödemesi, 4.Türkiye’den toprak talebinde bulunulması. Ermenilerin bu asılsız iddiaları iki toplum arasındaki barış ve huzur ortamını olumsuz yönde etkilemektedir. Artık, tarihi gerçekler kabul edilerek, uluslararası anlaşmalara saygı duyulmalıdır. Ancak bu şekilde barış ve huzur ortamı sağlanabilir. Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlık bilinci ile kendine bağlı olan Ermeni asıllı vatandaşlarıyla hiçbir sorunu yoktur. Ermeni asıllı Türk vatandaşları da Ermenistan’daki ve diğer ülkelerdeki Ermeni toplumunun Türkiye aleyhindeki faaliyetlerinden rahatsızlık duymaktadır. Onlar bu rahatsızlıklarını da Türkiye’deki Ermeni Apostolik Ortodoks, Ermeni Katolik ve Ermeni Protestan cemaatlerin sivil temsilcilerinin Türkiye Ermenileri Patriği II. Mesrob’un başkanlığında gerçekleştirdikleri bir toplantı sonucunda kamuoyuna duyurdukları bildiri ile göstermişlerdir.364 I. Dünya Savaşı sebebiyle Kafkas Cephesi’nde bulunan Osmanlı ordularına ihanet eden ve Ruslarla birlikte hareket ederek Van, Kars ve Erzurum gibi Osmanlı vilâyetlerinin Rusların eline geçmesine yardımcı olan Ermenilere karşı, Osmanlı Devleti’nin tehcir uygulaması, her devletin tabii olarak kendini müdafaası olarak görülmelidir. Özellikle Osmanlı Devleti’ni aralarında paylaşmayı düşünen Rusya, İngiltere, Almanya, Fransa gibi Batı devletleri tarafından kışkırtılarak harekete geçirilen Ermenilerin, komiteler ve dernekler kurarak bağımsız bir Ermenistan oluşturma çabaları, savunmasız masum pek çok Türkün öldürülmesiyle sonuçlanmıştır. Öyle ki, 364 Sunuş, Bilimin Ve Aklın Aydınlğında Eğitim Dergisi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, Nisan 2003, s.3. 223 Kars’ta, Van’da, İzmit’te, Erzurum’da, Bitlis’te ve diğer Osmanlı vilâyetlerinde akıl almaz hunharlıkla gerçekleştirilen katliamlar, işgalci Rus komutanları bile tiksindiren boyutlara ulaşmıştır. Nitekim Rus ve Ermeniler tarafından sadece Kars ve Ardahan’da otuz bin müslümanın katledildiği belirtilmekte, bu sayı bütün Osmanlı365 vilâyetleri genelinde düşünülecek olursa yüzbinleri geçmektedir. Osmanlı Devleti, bir tedbir olarak, savaş müddetince, önce savaş sahasına yakın yerlerdeki Ermenilerden başlamak üzere mecburi iskân uygulamıştır. Daha sonra bu nakil, Ermeni çetelerinin katliamdan vazgeçmemeleri ve Osmanlı Devleti aleyhine yabancı devlet mensuplarına bilgi aktarmaları sebebiyle, Katolik ve Protestan mezhebinde olanlar ile yetimler, kimsesiz kadınlar ve hastalar hariç olmak üzere, diğer bütün Ermenileri de kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Bununla beraber devlete bağlılığı bilinen Ermeniler, bu kararın alınmasına rağmen tehcir harici tutulmuştur. Tehcir tabii olarak meşakkatli geçmiştir. Binlerce insanın bir anda yerlerinin değiştirilmesi muhakkak ki kolay bir şey değildir. Bununla beraber, kafilelerin hangi güzergâhtan gideceği, toplanma mahallerinin önceden tesbiti, nakilde özellikle tren istasyonlarının merkez olarak seçilmesi ve naklin büyük ölçüde trenle yapılması, kafilelerin iaşe ihtiyacının devlet tarafından karşılanması, kafilelere sıhhiye memurları tayin edilmesi, kafilelerin güven içinde hareketleri için zabtiye eşliğinde gönderilmeleri gibi tedbirlerin alınmış olması, tehciri, belki de asrın en sistemli yer değiştirmesi haline getirmiştir. Tabii ki, yukarıda da belirttiğimiz gibi, nakil sırasında, Ermeni çetelerinin katliamına uğrayan halktan bazı grupların kafilelere bir tepki olmak üzere saldırıları vukubulmuş ve yaklaşık dokuz-on bin kişi katledilmiştir. Ayrıca tıpkı Rumeli’den Anadolu’ya göç eden Türklerde olduğu gibi, bu şekilde büyük nüfus kütlelerinin yer değiştirmelerinde her zaman rastlanacak bulaşıcı hastalıklar sebebiyle de ölümler meydana gelmiştir. Hiç şüphesiz bunların hiçbiri tehcir emrini verenlerin istedikleri şeyler değildir. Nitekim görülen suistimallere karşı, devamlı tedbirler alınmış, kafilelerinin korumasız çıkarılmaması için emirler verilmiş, suistimali görülenler cezalandırılmıştır. Savaşın sona ermesinden sonra ise isteyenler için geri dönüş kararnamesi çıkarılmış, dönenler için hukukî düzenlemeler yapılmış, tehcirden kurtulmak için din 365 Halaçoğlu, a.g.m. , s.496. 224 değiştirenlerin istedikleri takdirde eski dinlerine dönebilecekleri bildirilmiş, müslüman aileler yanında bulunan yetim Ermeni çocukları Ermenilerden oluşturulan komisyona teslim edilmiş, dönenlere belli bir müddet iaşe yardımı yapılmış, şikâyetler ve Ermenilere fenalıkta bulunanlar için tahkikat komisyonları kurulmuş, memleketlerine dönenlerin malları iade edilmiş, dönenlerin yol masrafları karşılanmış, bazı vergilerden muaf tutulmuş, resmî dairelerde geçici olarak muhafaza edilen eşyaları geri verilmiş ve geri dönenlerin mallarının iadesiyle ilgili komisyonlar kurulmuştur. Yukarıdaki bilgiler, hükümetin Ermenileri soykırıma ve hatta katle yönelik bir düşüncede olmadığını, devletin kendi güvenliği için bir tedbir olarak savaşın devamı müddetince tehciri uyguladığını, savaş sonrasında Ermenilerin memleketlerine geri dönmelerine izin verildiğini ortaya koymaktadır. Nitekim bir müddet sonra Türkiye’yi işgal eden Rus, İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin yanında önemli sayıda Ermeninin bulunduğu ve bu işgal sırasında müslüman halka yapılan akıl almaz işkence ve katliamda bu Ermeni gurupların nasıl rol oynadığının, işgalci devletlerin kendi resmî belgelerine de yansıdığı ve bu sebeple işgalcilerin Anadolu’yu terkleriyle birlikte, çok sayıda Ermeninin de birlikte Anadolu’dan çekildikleri bir gerçektir. Buna karşılık Osmanlı Devleti’nin yukarıdaki kararları ve uygulamaları, soykırım düşüncesinde olan bir devletin alacağı kararlar olmadığı gibi, Dâhiliye Nezareti’ne bağlı Şifre Kalemi ve Emniyet-i Umumîye Müdüriyeti gibi dairelerin gizli belgelerinin hiç birinde de, değil katliam yapmak, ima bile edilmediği görülmektedir. Buna karşılık, başta Amerika konsolosları olmak üzere, pekçok yabancı gazeteci ve misyon şeflerinin tehciri takip ettikleri, hattâ fotoğraf çektikleri ve bir katliamdan söz etmedikleri belgelerden anlaşılıyor. Fakat ne gariptir ki, buna rağmen Avrupa’da ve Amerika’da, özellikle Amerika sefirinin raporları ve bazı batılı gazetelerin yayınları ile tehcir, bir Ermeni katliamı şeklinde kamuoyuna duyrulmuştur. Bunda, Osmanlı Devleti’ni ve bilhassa Anadolu’yu paylaşmayı düşünenlerin, bu tehcirle emellerine belli bir süre set çekilmesi rol oynamış olsa gerektir. Yoksa İtilâf devletleri İstanbul’u işgal ettiklerinde, Osmanlı Devleti’nin bütün arşiv belgelerine de sahip oldukları bir dönemde, bunu zaman geçirmeksizin ortaya çıkarır ve sorumluları daha o zaman mahkûm ederlerdi. Nitekim İngilizlerin soykırımla suçladıkları Osmanlı ileri gelenlerinden pek çoğunu Malta’ya gönderdikleri ve mahkeme ettikleri ve bu mahkeme sonunda suçlayacak bir delil bulamadıkları bilinmektedir. 225 Bugün Ermeni soykırımı olarak Türkiye’yi suçlayan devletlerin tarih bilim adamları, Osmanlı Arşivi’nde yıllardır araştırma yapmaktadırlar. Bu araştırmalar kendi ülkelerinde yayımlanmış ve tarih ilmine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Bu tür kitaplarda kullanılan Osmanlı arşiv malzemesi ilk elden kaynaklar olarak sunulmuştur.366 Amerika ve Batılı devlet tarihçilerinden kurulacak bir ortak komisyonun, Türk tarihçileriyle birlikte konuyu ilk Ermeni olaylarının çıktığı zamandan başlayarak tehcir sonrasına kadar birlikte araştırmaları, bu araştırmada Ermenileri hangi devletlerin kışkırttıkları, cesaretlendirdikleri ve silah yardımı yaptıklarından, bir soykırımın olup olmadığına kadar araştırılması, hatta bu araştırmanın Osmanlı, Rus, Alman, Fransa, İngiltere ve Amerika arşivlerinde sürdürülmesi teklifi, zannediyorum ki, Osmanlı hükümetinin 1919’da Batılı devletlerden talep ettiği ikişer tarafsız hukukçunun tehciri araştırması isteğinin reddedildiği gibi reddedilecektir. Eğer iddia edildiği gibi, birbuçuk milyon insan katledilmiş olsaydı, bunların toplu mezarlara gömülmesi gerekmez miydi? Bu toplu mezarlar367 nerelerde bulunmaktadır? Türklere ait toplu mezarlar ortaya çıkarken, Van şehrinin yakılmış yıkıntısı bütün çıplaklığıyla ortada dururken, neden Ermenilere ait bir toplu mezar bulunmamaktadır? Yoksa bu gibi iddialar Fransa’nın Cezayir’de ve Adana’da Türklere, İngiltere’nin Hindistan ve Afrika’da, Amerika’nın Kızılderililere ve diğer yerli halklara, Almanların Yahudilere, Rusya’nın önce Yahudilere, sonra da Türklere karşı uyguladıkları soykırım ve katliam unutturulmaya mı çalışılmaktadır?368 Türk-Ermeni ilişkileri tarihi seyri boyunca 19. yy.’a kadar hep iyi, sıcak en kötü ihtimalle ılımlı geçmiştir. Zira batıda Bizans ve Haçlı, doğuda ise İran’ın zulmünden kaçan Ermeniler Anadolu’yu fethinin sonrasında Selçuklulara yakınlaşmışlardır. Daha sonraki zamanlarda ise Osmanlı sınırları içerisinde Türklerin engin hoşgörüsü ve en iyi devlet modeli, adaletli tutumları Ermenileri Türklere yakınlaştıran nedenler olmuştur. Ne varki dünya dengelerinin değişmesi, Fransız İhtilali ile başlayan milliyetçilik süreci ve Osmanlı Devleti üzerinde oynanan batılı oyunlar “Sadık Millet” diye neredeyse “içimizden biri” olarak gördüğümüz Ermenileri 366 a.g.m. , s.497. a.g.m. , s.498. 368 a.g.m. , s.499. 367 226 akılalmaz bir şekilde bize düşman etmiştir. Bu düşmanlık sonucu ecdadımıza gözü dönmüş Ermeni çetelerinin yaptıkları zulüm, işkence ve katliamların acısı hala yüreğimizi sızlatır olmuştur. Ermeniler tarih boyunca hep başka milletlerin himayesi altında yaşayan bir millet olmuştur. Elbetteki bu tarihi gerçek Türk-Ermeni münasebetlerini de etkileyen bir süreç ve bir özelliktir. Dolayısıyla bu tespitten yola çıkarak Ermenilerin her zaman güçlünün yanında olduğunu, erkin etkisinde özgüvenini kaybetmiş bir millet olarak bağımsızlıktan ziyade günlük hayatını kurtarma ve devam ettirme kaygısıyla hareket ettiğini söyleyebiliriz. Ayrıca devlet kurabilmek ve o devleti yaşatabilmek toplumsal kabiliyetle, tecrübeyle ve birlikte hareket edebilmeyle doğru orantılıdır. Bunun da örneklerine Ermeni tarihinde rastlamıyoruz. Türk-Ermeni münasebetleri Anadolu’nun Türkleşme tarihiyle başlar. Zira öncesindeki ticari münasebetler, Anadolu’nun Türkleşmesiyle siyasi bir sürece girmiş ve askeri mücadeleler sonrasında siyasi münasebetler başlamıştır. Ancak şunu da belirtelim ki Ermenilerle bu dönemde birebir savaşlar yapılmamıştır. Zira Ermeniler bağımsız değildirler. Bizans (Doğu Roma)’ın boyunduruğu altındadırlar.Ve Bizans ordusuyla birlikte bizim karşımızda yeralmaktadır. Türklerin başta Malazgirt olmak üzere diğer zaferleri neticesinde, Anadolu’nun Türkleşmesiyle Anadolu’daki güç, erk Selçuklulardadır. Büyük Selçukluların hakimiyeti Anadolu sınırlarına ve içlerine kadar genişleyince, Anadolu’da Bizans etkisi yerini Türk etkisi ve hakimiyetine bırakmıştır. Bu süreç içerisinde Ermeniler Bizans’a sırtını dönerek Türklere yaklaşmıştır. İşte bu gelişmeler Türk-Ermeni münasebetlerinin de balangıcı olmuşur. Tüm bu tarihi gelişmeler neticesinde Türklerin, Ermeni ve Rumlarla müşterek tarihi de başlamıştır diyebiliriz. Bu müşterek tarihide genel itibariyle değerlendirdiğimizde -münferit hadiseler hariç- ciddi meseleler yaşanmamıştır. Ta ki milliyetçilik hareketlerine kadar. Zira engin Osmanlı hoşgörüsü ve adaleti sadece Anadolu’da bulunan Ermenilerin değil, Osmanlı sınırları içerisinde yaşayan tüm gayrimüslimlerin başını döndürmüştür. Bunun sonucunda da yüzyıllarca kendi beylerinden ve yöneticilerinden bile görmedikleri bu güzelliker karşısında sadakatle eğilmişlerdir. Ancak Osmanlı Devleti zayıflamaya başlayınca , Ermeniler ve diğer azınlıklar yine güçlünün yanında yer almışlardır. Bu yeni güç Avrupa ve Rusya’dır. 227 Tarih boyunca bağımsız yaşayamamış, uzun soluklu bir bağımsız devlet kuramamış Ermeniler, 19. yy.’da düştükleri bağımsızlık hevesiyle Osmanlı’dan toprak koparma mücadelesine girmişlerdir. Adeta asırlardır bağımsız yaşayamama kabiliyetsizliği ve yoksunluğunun verdiği hırsla Osmanlı’ya saldırmışlardır. Bu saldırılar 20.yy.’ın başlarına gelindiğinde, Doğu Anadolu’daki sözde kutsal Ermeni topraklarındaki çoğunlukta olan ve oranın Ermenilerden daha çok yerlisi olan Türkleri yok etme, katletme, soykırıma maruz bırakma politikasına dönüşecektir. Bu saldırılar komiteci ve çeteci Ermeniler tarafından öylesine gözü dönmüşçesine yapılacaktır ki; Osmanlı vatandaşı olan ve Türklerle yüzyıllardır Osmanlı mahallelerinde komşuluk ederek neredeyse sorunsuz yaşamış olan Ermeni soydaşlarının bile tepkisini çekecektir. Anadolu topraklarında Selçuklu Devleti ve özellikle de Osmanlı Devleti zamanında yaşanılan Türk-Ermeni münasebetlerindeki tüm insanlığa örnek gösterilebilecek yaşantılar akla geldikçe, yapılan zulümlerin acısı bir kat daha artmaktadır. Ancak sızımızı artıran en vahim gelişme ise; -biz tam da bu acıları unutup her şeye rağmen sinemize çekme olgunluğunu göstermeye başlamışken- karşımıza çıkan “Sözde Ermeni Soykırımı” yalanı, uydurmacası, masalı, ideolojisi ve politikası, ve bu ideolojinin birçok devlet parlamentolarında kabul edilmesi olmuştur. Herhalde araştırmamızın ve yukarıda bahsi geçen tüm konuların en ilginç ve akılalmaz olanı da bu fikriyatın son yıllara damgasını vurması ve gerçekmiş gibi dahili ve harici destekçileriyle makes bulmasıdır. Doğu cephesinde Ermenilerle yapılan savaş sonucundaki zaferimizle neticelenen süreçte Gümrü Antlaşması imzalanmış, Ermeni Meselesi o dönem için son bulmuş ve Lozan’da da bu durum perçinlenmiştir. Türk milleti binlerce yıllık tarihi karakterinde olduğu gibi yine affetmesini bilmiş ve Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” vecizesini ve politikasını kendine şiar edinerek en iyi şekilde de bunu uygulamıştır. Nevar ki her zaman, yapılan iyilikler karşısında maraz doğuran Ermeniler yine rahat durmamışlardır. 1960’lı yıllarda Tüklerin aleyhine Ermenilerce başlatılan faaliyetler, 1970’li yıllarda da “ASALA” adındaki Ermeni terör örgütüyle desteklenmiştir. Tarih tekerrür etmiş yine katleden Ermeniler, katledilen Türk diplomatlar, konsoloslar olmuştur. 228 Günümüzde ise bütün bunlar unutularak Ermeniler, tarihleri ve geçmişleri soykırımlarla dolu olan milletlere, devletlere “gelin biz sizinle katliamdaşız” dercesine iddia ettikleri “Sözde Ermeni Soykırımı” masalını yasalaştırarak kabulettirmeye çalışmaktadır. Elbetteki bu süreci siyasallaştırarak, bunu uluslararası münasebetlerde Türkiye Cumhuriyeti aleyhine kullanmak isteyen devletler Ermenilere desteklerini esirgememişlerdir. Kütahya Ermenileri ise bu süreçlerden etkilenmemişlerdir. Zira Kütahya Mutasarrıfı Faik Ali Bey Ermenileri korumuştur. Onun Kütahya’daki Ermenileri korumasının temel sebebi; onların, Ermeni Hınçak ve Taşnak Komitelerinin Türklere karşı yürüttüğü katliam faaliyetlerine katılmamış olmasıdır. Kütahya Ermenileri ile ilgili olumsuz hiçbir gelişme yaşanmamıştır. Bu da onların tehcire tabi tutulmasını engellemiştir. Özellikle Faik Ali Bey, Kütahya Ermenilerine karşı tehcir kanununu uygulatmamıştır. Kütahya’da bulunan Ermenilerde sosyal hayat içerisinde Türklerle iyi geçinmiş ve hiçbir olumsuzluğa müsaade etmemiştir. Ancak 1970’li yıllarda ASALA’nın Türk diplomatlara karşı süikastleri neticesinde İstanbul Ermeni Patrikhanesi diğer yerlerde olduğu gibi Kütahya’daki Ermenileri de güvenlik sebebiyle İstanbul’a çağırmıştır. Bunun üzerine Kütyahya’da bulunan Ermenilerin hemen hemen hepsi bu dönemde İstanbul’a göçetmişlerdir. Neticede bu meselenin politik çerçeveden çıkarılıp insani ilşkiler boyutuyla değerlendirilmesi ve konunun uzmanlarına yani tarihcilere bırakılması bu süreçte atılmış en yerinde ve en doğru adım olur. Tabiî ki bu adımların atılışı enine boyuna düşünülmeli, unutturulmaya çalışılan geçmişimiz derinlemesine araştırılarak canlı tutulmalı, ecdadımızın kemikleri sızlatılmamalıdır. 229 KAYNAKLAR YAYINLANMIŞ BELGELER BATUR, Atilla, Osmanlı Arşiv Belgelerinde Kütahya'da Sosyal Hayat III/1, Kütahya Belediyesi Kütahya Kültür Ve Tarihini Araştırma Merkezi Yayınları, Kütahya, 2002. KİTAPLAR AKÇAM, Taner, Türk Ulusal Kimliği ve Ermeni Sorunu, İletişim Yayınları, İstanbul, 1995. AKÇORA, Ergünöz, Van ve Çevresinde Ermeni İsyanları, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul, 1994. ALKAYA, Ahmet Suat, Ermeni Tehciri ve Eskişehir Ermenileri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Osmangazi Üniversitesi, Eskişehir, 2006. ANADOL, Cemal, Tarihin Işığında Ermeni Dosyası, 2.Baskı, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2001. ANADOL, Cemal-ABBASLI, Nazile, Gizli Belgelerde Ermeni Terörü ve BasınYayın Organlarında 100 Soruda Ermeni Meselesi, Kuvayı Milliye Yayınları, İstanbul, 2000. AYTEKİN, Halil, Kıbrıs'ta Monarga Ermeni Lejyoner Kampı, Ankara, 2000. BABACAN, Hasan, I. Dünya Savaşı Sırasında Ermeni Sorunu Tehcir Meselesi ve Talat Bey, Yayına Hazırlayan: Erhan AFYONCU, Tatav Yayınları, İstanbul, 2001. BAŞAR, Zeki, Ermenilerden Gördüklerimiz, Ankara Üniversitesi Yayınları, Ankara, 1974. BAYAR, Celal, Ben de Yazdım, C:3, Baha Matbaası, İstanbul, 1965. BİRANT, Mehmet Ali, Ermeni Terörü, İstanbul, 1982. CEMAL, Paşa, Hatıralar, Çağdaş Yayınları, İstanbul, 1977. 230 ÇAKILLIKOYAK, Hüseyin, Diaspora’da Ermeni Kimliği, Yeditepe Yayınevi, İstanbul, 2005. ÇELİK, Kemal, Milli Mücadelede Adana ve Havalisi (1918–1922), Ankara, 1999. DADRİAN, Vahakn, Ulusal ve Uluslararası Hukuk Sorunu Olarak Jenosid, Çeviren:Yavuz ALOGAN, Belge Yayınları, İstanbul, 1995. DEĞİRMENCİ, Kevser, 19.yy.ın Sonları ve 20. yy.ın Başlarında Kütahya Vilayetinin Demografik Yapısı ve Ekonomik Durumu, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Pamukkale Üniversitesi, Denizli, 2001. ERCAN, Yavuz, Osmanlı İmparatorluğunda Bazı Sorunlar ve Günümüze Yansımaları, T.C.Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı Yayınları, MEB Yayınları, Ankara, 2002. ERİM, Nihat, Devletlerarası Hukuk ve Siyasi Tarih Metinleri, TTK Basımevi, Ankara, 1953. ERMETİN, S. Kemal, Ermeni Sorununun Ermeniler Tarafından Dikkatle Saklanan Yüzü: Ermeni Soykırımı, Töre Yayınları, İstanbul, 2001. EROĞLU, Veysel, Ermeni Mezalimi, Üçüncü Baskı, Sebil Yayınevi, İstanbul, 1995. ERTAN, Temuçin, Ayastefanos'tan Lozan'a Siyasal Antlaşmalarda Ermeni Sorunu, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2001. GÖYÜNÇ, Nejat, Osmanlı İdaresinde Ermeniler, Bogos Matb. İstanbul, 1983. GÜRİZ, İnan, Türkiye'de Nüfus Politikası ve Hukuk Düzeni, Türkiye Kalkınma Vakfı Yayınları, Ankara, 1975. GÜRÜN, Kamuran, Ermeni Dosyası, TTK Basımevi, Ankara, 1983. HALAÇOĞLU, Yusuf, Ermeniler; Sürgün ve Göç, TTK Basımevi, Ankara, 2004. __________________ , Ermeni Tehciri, Babıâli Kültür Yayıncılığı, İstanbul, 2005. HOCAOĞLU, Mehmet, Arşiv Vesikalarıyla Tarihte Ermeniler ve Ermeni Mezalimi, Er-Tu Matbaası, İstanbul, 1976. İLTER, Erdal, Ermeni Kilisesi Ve Terör, Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Yayınları, Şafak Matbaacılık Basım, Ankara, Nisan 1996. 231 KAFESOĞLU, İbrahim, Selçuklu Tarihi, M.E.B. Yayınları, İstanbul, 1992. KANAR, Mehmet, Ermeni Komitelerinin Emelleri ve İhtilal Hareketleri, Der Yayınları, İstanbul, 2001. KARABIYIK, Osman, Türk-Ermeni Münasebetlerinin Dünü Bugünü, İhlâs Matbaası, İstanbul, 1984. KARACAKAYA, Recep, Ermeni Meselesi, Gökkubbe Yayınları, İstanbul, 2005. KARACAKAYA, Recep, Ermeni Meselesi Kronoloji ve Kaynakça, Gökkubbe Yayınları, İstanbul, 2007. KARAL, Enver Ziya, Osmanlı Tarihi, C:V-VIII, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1983. KOÇAŞ, Sadi, Tarih Boyunca Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri, Altınok Matbaası, Ankara,1967. KODAMAN, Bayram, Üç Ermeni Şarkısı ve Ermenilerin Türklere Bakışı-Ermeni Meselesi Üzerine Çalışmalar, Yayına Hazırlayan: Erhan AFYONCU, Tatav Yayınları, İstanbul, 2001. KÖPRÜLÜ, Fuad, Osmanlı Devleti 'nin Kuruluşu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1994. KÜÇÜK, Cevdet, Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı, İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Yayını, İstanbul, 1984. MERÇİL, Erdoğan, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, TTK Yayınları, Ankara, 1993. ÖKE, Mim Kemal, Ermeni Sorunu 1914–1923, TTK Basımevi, Ankara, 1991. ÖKE, Mim Kemal ve diğerleri, Tarihin Tanıklığında Evliya Çelebi’nin Kütahyası, İrfan Yayımcılık, İstanbul, 2006. ÖZSOY, İbrahim-ATAÜNAL, Aydoğan, İki Göç Hikâyesi, 20 Mayıs Eğitim Kültür ve Sosyal Dayanışma Vakfı Yayını, İstanbul, 2001. PANİKOĞLU, Kemal, Olayların İçinde Kütahya, Ekspres Matbaası, Kütahya, 1968. SAKARYA, İhsan, Belgelerle Ermeni Sorunu, Genel Kurmay Basımevi, Ankara, 1984. 232 SÜSLÜ, Azmi, Ruslara Göre Ermenilerin Türklere Yaptıkları Mezalim, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları, Ankara, 1987. ___________ , Ermeniler ve 1915 Tehcir Olayı, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları, Ankara, 1990. ____________ ,Türk Tarihinde Ermeniler, Kafkas Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları, Kars, 1995. TANSEL, Selahattin, Mondros 'tan Mudanya 'ya Kadar, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1991. TERNON, Yves, Ermeni Tabusu, Çev. Emirhan OĞUZ, Belge Yayınları, İstanbul, 1993. TURAN, Osman, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, 2. Baskı, Boğaziçi Yayınları, İstanbul, 1984. TURAN, Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk-İslam Medeniyeti, Boğaziçi Yayınları, 1993, İstanbul. TÜRKÖZÜ, Halil Kemal, Osmanlı ve Sovyet Belgeleriyle Ermeni Mezalimi, Ankara Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ayyıldız Matbaası, Ankara, 1983. UÇAROL, Rıfat, Siyasi Tarih, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1985. URAL, Gültekin, Ermeni Dosyası, Kamer Yayınları, İstanbul, 1988. URAS, Esat, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul, 1976. UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Kütahya Şehri, Devlet Matbaası, İstanbul, 1932. YELDEMEZ, Zülkarni, Kuruluş ve Kurtuluş, Kütahya Valiliği, Ekspres Matbaası, Kütahya, 2008. YILDIRIM, Hüsamettin, Ermeni İddiaları ve Gerçekler, Sistem Ofset Yayınları, Ankara, 2000. YILDIZ, Hakkı Dursun, Atatürk'ün Doğumunun 100. Yılına Armağan; Kütahya’nın Tarihçesi, Formül Matbaası, Kütahya, 1981. YÜCEL, Yaşar, Anadolu Beylikleri Hakkında Araştırmalar, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1991. 233 Kafkasya ve Azerbaycan'ın Dünü-Bugünü Yarını, Harp Akademileri Komutanlığı Yayını, İstanbul, 1995. Türk İstiklal Harbi, Doğu Cephesi (1918–1921), Genelkurmay Başkanlığı Yayınları, Genel Kurmay Basımevi, Ankara. MAKALELER AĞASIOĞLU, CELİLOV, Firidun, “Ermen Boyları ve Pseudo Ermeni Hayları (Milattan Önce Türk Ermeni İlişkileri)”, Türkler, C:2, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, ss.547-561. ÇAKIR, Ömer, “Birlikte Yaşamak: Şair Fâik Âli Bey ve Kütahya Ermenileri”, Erciyes Üniversitesi I.Uluslararası Sosyal Araştırmalar Sempozyumu(EUSAS-I): “Osmanlı Toplumunda Birlikte Yaşama Sanatı: Türk Ermeni İlişkileri Örneği”, Kayseri, 20-22 Nisan 2006.; Hoşgörü Toplumunda Ermeniler, C:III, Erciyes Üniversitesi Yayınları, 1.Bsk., Ocak 2007, ss.475-487. DEMİREL, Muammer, “Erzurum’da Ermeni İsyanları (1890–1895)”, Türkler, C:13, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, ss.99-107. ERASLAN, Cezmi , “1.Dünya Savaşı ve Türkiye”, Türkler, C:13, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, ss.353-360. GÖYÜNÇ, Nejat, “Osmanlı İmparatorluğunda Ermeniler”, Türkler, C:10, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, ss.232-250. HALAÇOĞLU, Yusuf, “Ermeni Tehciri ve Gerçekler”, Türkler, C:13, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, ss.482-502. KAFALI, Mustafa, “Anadolu’nun Fethi ve Türkleşmesi” , Türkler, C:6, Yeni Türkiye Yayınları, Ankara, 2002, ss.189-193. KILIÇ, Davut, “1915’te Sevk ve İskân Edilmeyen Ermeniler” , Bilimin ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, Nisan 2003, ss.110-114. KURAN, Ercüment,“Tarihte Türkler ve Ermeniler” , Osmanlı’dan Günümüze Ermeni Sorunu, 2. Baskı, Yeni Türkiye Yayınları, İstanbul,1998. 234 SARINAY, Yusuf, “Ermeni Sorunu ve Türk Arşivleri” , Bilimin ve Aklın Aydınlığında Eğitim Dergisi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, Nisan 2003, ss.115-118. SEROPYAN, Sarkis, “Vicdanlı Türk Valisi: Faik Ali Ozansoy” , Toplumsal Tarih Dergisi, S.23, Kasım 1995, ss.46-49. Sunuş, Bilimin Ve Aklın Aydınlğında Eğitim Dergisi, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, Ankara, Nisan 2003, ss.1-3. İNTERNET KAYNAKLARI Şahin Alpay, “Tehcir’in Kütahya İstisnası” (Çevrimiçi) http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=218647 (11.10.2008) Davut Kılıç, “1915'te Sevk ve İskan Edilmeyen Ermeniler” (Çevrimiçi) http://www.ermenisorunu.gen.tr/turkce/makaleler/index.html (03.05.2009) 235 DİZİN A Ç Abdurrahman Şeref Bey, 22 Adana, 29, 30, 56, 66, 67, 72, 81, 85, 87, 104, 106, 111, 113, 120, 123, 127, 129, 131, 132, 143, 145, 193, 225, 230 Anadolu Islahatı, 35 Anadolu Reform Müfettişliği, 62 Ankara, xiv, 4, 6, 9, 10, 15, 17, 24, 27, 29, 30, 31, 32, 34, 35, 36, 42, 47, 52, 53, 56, 57, 59, 61, 69, 72, 75, 79, 83, 90, 92, 96, 104, 106, 107, 120, 123, 127, 129, 132, 143, 146, 147, 148, 150, 151, 153, 162, 163, 164, 167, 184, 191, 193, 199, 200, 222, 229, 230, 231, 232, 233, 234 Ararat, 4, 6, 7, 70 Arkanaz, 8 Artin Köylüoğlu, 218 Asoghik, 10 Atatürk, 146, 147, 152, 153, 154, 155, 158, 232 Ayasofya, 12 Ayastefanos Muahedesi, 46 Çanakkale, 3, 96, 97, 101, 128, 161, 190 Çorum, 61 B Bab-ı Ali, 35, 45, 49 Babinger, 14 Bayan Stepanyan, 193, 194, 195, 201, 202, 208, 209 Bayan Şuşanik, 194, 202 Berlin Antlaşması, 2, 26, 96 Berlin Konferansı, 46 Birleşik Milli Ermeni Kongresi, 71, 99 Bitlis, 29, 30, 36, 47, 52, 55, 71, 72, 74, 83, 84, 85, 94, 100, 102, 105, 106, 107, 113, 120, 123, 127, 128, 129, 151, 223 Bogos Nubar Paşa, 143 C Can Mirza Paşa Olayı, 165 Celali İsyanları, 165 Cemiyet-i Akvam, 149 Ceride-i Nüfus, 27 D Damat Ferit, 145 Daryüs kitabesinde, 6 Diyarbakır, 4, 29, 30, 47, 55, 64, 77, 109, 120, 190, 191, 192 DİZİN, 235 Doğu Vilayetleri Sorunu, 136 E Edirne Muahedesi, 27 Elazığ, 78, 79, 81, 193 Emval-i Metruke Komisyonları, 133, 134 Enver Paşa, 96, 108 Erivan, 46, 89, 140, 148, 150, 151 Ermeni Cemaati, 32 Ermeni Genel Meclisi, 44 Ermeni Komitesi, 152 Ermeni Milleti Nizamnamesi, 20, 23, 48, 51, 53 Ermeni Tehciri, 4, v, 3, 5, 66, 68, 92, 134, 229, 230, 233 Ermenia, 5 Erzincan, 55, 60, 80, 81 Erzurum, 29, 30, 49, 52, 55, 59, 60, 64, 69, 71, 79, 81, 87, 88, 90, 93, 94, 97, 99, 102, 105, 106, 107, 110, 113, 120, 123, 126, 128, 129, 146, 151, 156, 222, 233 Erzurum Vilayetinin İslahı Projesi, 49 Eskişehir, xiv, 5, 30, 68, 128, 129, 132, 159, 164, 166, 168, 185, 186, 189, 194, 229 Everek, 73 Ezop, 159, 160 F Faik Ali Bey, 189, 199, 205, 208, 209, 213, 214, 215, 217, 220, 228 Faik Ali Ozansoy, 199, 215, 234 236 Frigler, 159 Fuat Paşa, 37, 166, 167 G Geriye Dönebilme Hakkı, 126 Germiyanoğulları, 161, 162, 163, 170, 179 H Halep, 30, 56, 74, 82, 106, 110, 123, 124, 126, 127, 128, 129, 131, 151, 207 Halil İnalcık, 15 Havran, 106, 123 Hayk, 4, 6, 14 Hazreti Nuh, 4 Herodot, 5 Hınçak, 3, 49, 58, 60, 61, 62, 63, 64, 71, 72, 73, 77, 93, 95, 99, 103, 228 Hilal-i Ahmer, 207 I II. Abdülhamid, 33, 93, 94, 96 II. Mahmut, 37, 41, 50 Islahat Fermanı, 40, 44 Islahat Meselesi, 122 İ İmadüddin Hezardinari, 160 İskân-ı Aşair ve Muhacirin Müdüriyeti, 114 İstiklal Harbi, 52, 217, 233 İstinaf Mahkemesi, 60 İttihad ve Terakki, 69, 94, 124 K Kardinal, 12 Karesi Mutasarrıflığı, 220 Kayseri, 29, 31, 56, 61, 72, 73, 102, 106, 110, 120, 123, 128, 129, 189, 193, 233 Kerek, 106, 123 Kilikya, 8, 11, 66, 81, 140, 142, 144, 146, 147, 150, 151 Kotiyom, 158 Köprülü Mustafa Paşa, 40 Kütahya, 4, xiv, 3, 16, 31, 56, 106, 110, 128, 158, 159, 160, 161, 162, 163, 164, 165, 166, 167, 168, 169, 170, 171, 172, 173, 174, 175, 176, 177, 178, 179, 180, 181, 182, 183, 184, 185, 186, 187, 188, 189, 190, 191, 192, 193, 194, 195, 196, 197, 198, 199, 200, 202, 203, 204, 206, 207, 209, 210, 213, 214, 215, 216, 217, 218, 219, 220, 228, 229, 230, 231, 232, 233, 234 Kütahya Lisesi, 218 Kütahya Sancağı Mutasarrıfı, 200 L Lozan Antlaşması, 126 M Maarif Komisyonu, 175 Marika, 218, 219 Meclis-i Valay-ı Ahkâm-ı Adliye, 20 Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Müdürlüğü, 42 Mezopotamya, 4, 6, 125, 200, 210 Mısır Meselesi, 165 Miletli Hekataeus, 5 Milli Mücadele, 143, 145, 146, 154, 165, 166, 230 Milli Temsilciler Heyeti, 143 Mustafa Kalyon, 215 Mustafa Kemal Atatürk, 152, 154, 156, 227 Musul, 7, 97, 106, 107, 110, 113, 123, 132 Muş, 5, 51, 55, 71, 74, 77, 84, 85, 123 Muş Kartalı, 51 Mutasarrıf Faik Ali Bey, 214, 215 Mutasarrıf Fuat Paşa, 175 Mücerred, 170, 172 N Nikomidya, 200, 211 Ö Örfî İdare Divan-ı Harbi, 67 P Partlar, 7, 137 237 Protestan Cemaati İdare Heyeti, 51 R Radyocu Artin, 218 Rahip Çark, 39, 40 S Sahte Mütesellim Olayı, 165 Sevk ve İskân Kanunu, 97 Sevr Anlaşması, 143 Sir Mark Sykes, 137 Sivas, 11, 25, 29, 55, 64, 71, 72, 80, 81, 94, 96, 100, 102, 106, 110, 120, 123, 128, 129, 130, 133, 146, 165, 193 Stanford J. Shaw, 32 Stepan Stepanyan, 193, 194, 195, 196, 215 Sultan Alâeddin Keykubad, 161 Sultan Hamamı, 217 Sultan I. Kılıç Arslan, 161 Süleyman Nazif, 190, 191, 199, 203, 209, 214 Ş Şam, 195, 207 Şark Meselesi, 35, 92 T Talat Paşa, 96, 101, 105, 106, 107, 108, 124, 125, 132, 214, 215 Tanzimat Fermanı, 37, 40, 95 Tanzimat-ı Hayriye, 37 Taş Mektep, 218 Taşnaksutyun, 58, 60, 64, 65, 69, 71, 74, 75, 77, 79, 93, 95, 144 Tehcir, vi, 3, 17, 20, 22, 23, 32, 33, 51, 52, 53, 54, 57, 58, 69, 70, 72, 73, 74, 75, 76, 77, 80, 81, 82, 92, 95, 97, 101, 102, 103, 108, 111, 119, 120, 122, 130, 131, 133, 140, 189, 198, 209, 213, 214, 217, 223, 229, 232, 234 Tehcir Kanunu, 97, 108, 111 Temettuat Defterleri, 174 Tevfik Paşa, 145 The Calips Last Heritage, 137 Turnbize, 24 Türkiye Cumhuriyeti, xv, 17, 93, 221, 222, 228 U Urfalı Mateos, 8, 10 V Vali Cevdet Bey, 76 Van, 7, 8, 9, 15, 26, 29, 31, 47, 51, 56, 58, 62, 64, 71, 74, 75, 76, 77, 78, 81, 83, 84, 85, 94, 96, 99, 100, 102, 105, 108, 113, 120, 123, 129, 151, 222, 225, 229 Van Kartalı, 51 Varantyan, 16 Varrak Manastırı, 51 Vital Cuinet, 32 Y Yasef, 4 Yoncalı Hamamı Kitabesi, 160 Yozgat, 61, 73 Z Zebenesu, 4 Zeytun, 58, 63, 64, 72, 89, 95, 96, 102, 103, 109, 137