20. YÜZYIL BAŞI SAVAŞLARI VE İMPARATORLUĞUN SONU (1911-1918) Trablusgarp Savaşı (1911-12) 20. yüzyıl başında Trablusgarp (Libya) Osmanlı devletinin elinde kalmış biricik denizaşırı topraktı (diğerleri 19. Yüzyılda kaybedilmişti -Cezayir ve Tunus Fransa’ya, Mısır İngiltere’ye). Osmanlı donanması İtalyan donanması ile baş edebilecek güçte olmadığından Trablusgarp’a deniz yoluyla asker sevk edilemiyordu. Karayolu ile de asker yollamak mümkün değildi (arada İngiltere’nin elindeki Mısır bulunuyordu.) İşte bu çaresizlik ortamında aralarında Mustafa Kemal Bey ve Enver Bey gibi isimleri ileride tarihe geçecek kişilerin bulunduğu bir grup subay gizli yollardan Trablusgarp’a giderek oradaki yerli halktan direniş kuvvetleri oluşturdu ve İtalyanların ülke içlerine ilerlemesini önledi. İtalyan ordusu kıyılarda sıkışıp kalmıştı. Bu sırada Osmanlı dışişleri de İtalya ile anlaşma yolları arıyordu. İtalyanlar Osmanlı devletini zorlamak için Ege’deki On İki Adaları (Ege’nin güneyinde Türkiye kıyılarına yakın adalar) işgal etmiş ve Çanakkale Boğazı’nı topa tutmuştu. Osmanlı devletinin ne kadar dayanabileceği belli değildi ama yine de başarıyla direniyordu. İşte tam bu sırada Balkan devletlerinin birleşerek Osmanlı devletine savaş açtıkları haberi geldi (1912). Osmanlı devleti için Balkanlar çok daha önemli olduğundan kuvvetlerini orada yoğunlaştırması gerekiyordu. Bu nedenle İtalya ile bir barış anlaşması imzalayıp Trablusgarp’ı terk etti (Uşi Anlaşması 1912). Bu anlaşmaya göre, On iki adanın İtalyan işgalinde kalmasına da izin veriyordu. Aksi takdirde bu adalar Yunanistan’ın eline geçebilir diye düşünülmüştü. Balkan Savaşları (1912-13) Bir halklar mozaiği olan Balkanlar ya da Osmanlıların verdiği adla Rumeli, Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarından beri en değer verdiği bölgesiydi. Ekonomik açıdan hem tarımın, hem ticaretin, hem de sanayinin en gelişkin olduğu Osmanlı bölgesi burasıydı. Osmanlı kültürüne damgasını vurmuş bir bölgeydi Rumeli; yüzyıllar boyu devlet bürokrasisinin temelini oluşturan devşirme sistemi de Balkanları temel almıştı. Yalnızca Mustafa Kemal değil, Osmanlı bürokrasisinin ve Jön Türklerin de önemli bir bölümü bu topraklarda doğmuş, büyümüş, görev yapmıştı. Bu siyasal ve ekonomik olduğu kadar duygusal anlamda da önemli bölgenin yitirilmesine yol açan Balkan Savaşları, Osmanlıların tarihte uğradıkları en acı yenilgilerden biri oldu. Osmanlı ordusu bütün cephelerde bozguna uğradı. Savaşın başlamasından birkaç ay sonra Bulgar orduları, İstanbul’un kıyısına, Çatalca hattına kadar gelmişlerdi. Bütün Balkan toprakları, Trakya da dahil Balkan devletlerinin eline geçti. Yapılan anlaşma ile (Londra Anlaşması 1912) Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkan Savaşlarından önceki sınırları Osmanlı İmparatorluğu'nun Balkan Savaşlarından sonraki sınırları 1. Avusturya Macaristan İmparatorluğu, 2. Bosna Hersek, 3. Sırbistan, 4. Romanya, 5. Rusya, 6. Karadeniz, 7. Osmanlı İmparatorluğu, 8. Ege Denizi, 9. Akdeniz, 10. Yunanistan, 11. Makedonya, 12. Arnavutluk, 14. İtalya, 15. Bulgaristan 1. Balkan Savaşı sırasında Osmanlı'ya karşı birleşen Balkan devletleri, II. Dünya Savaşı'nda Alman ve İtalyan ordularının işgaline uğrayacaklardı. Osmanlı devleti, Midye (şimdi Kıyıköy) ile 1. Avusturya Macaristan İmparatorluğu, 2. Bosna Hersek, 3. Sırbistan, 4. Romanya, 5. Rusya, 6. Karadeniz, 7. Osmanlı İmparatorluğu, 8. Ege Denizi, 9. Akdeniz, 10. Yunanistan, 11. Makedonya, 12. Arnavutluk, 14. İtalya, 15. Bulgaristan Enez arasındaki hattın batısında kalan bütün topraklardan ve Gökçeada ve Bozcaada dışındaki bütün Ege adalarından 1. Balkan Savaşı sırasında Osmanlı'ya karşı birleşen Balkan devletleri, II. Dünya Savaşı'nda vazgeçiyordu. Böylece, I. Balkan Savaşı’nın sonunda Alman Osmanlı’nın elinde Avrupa toprağı olarak yalnız İstanbul ve ve İtalyan ordularının işgaline uğrayacaklardı. Tekirdağ kalmıştı. Ülke için, bu yenilgi tam bir şoktu Tam bu sırada Balkan devletleri arasında bir anlaşmazlık ortaya çıktı: Balkan devletleri Osmanlıdan aldıkları toprakları aralarında paylaşamadılar; en büyük payı Bulgaristan’ın alması diğer devletlerin işine gelmiyordu. Bunun üzerine bu kez Balkan devletleri arasında II. Balkan Savaşı başladı. Bu savaştan istifade eden Osmanlı ordusu, Enver 1 Paşa’nın komutasında, ilk savaşta kaybettiği Edirne ve Kırklareli’ni geri almayı başardı. Osmanlı’nın Balkanlardaki sınırı bugün olduğu gibi Meriç nehri olarak belirlendi (İstanbul Anlaşması 1913). Ancak sonuçta kayıplar büyüktü. Balkan Savaşları sonucunda; 1) Osmanlı devleti Doğu Trakya dışında Balkanlar’daki –dolayısıyla Avrupa’daki- bütün topraklarını kaybetti; 2) Kaybedilen topraklarda yaşayan Müslümanların büyük bölümü yerlerinden oldu, Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldı; 3) Osmanlı İmparatorluğu’nun nüfus dengesi Müslümanlar ve Türkler lehine değişti. Balkan Savaşlarında Osmanlıların kaybettiği topraklar en fazla gayrimüslim nüfus barındıran yerlerdi. Buraların kaybedilmesi ile gayrimüslimler Osmanlı nüfusu içindeki oranı yüzde onbeşlere indi; 4) Balkan savaşları bazılarının gözünde Osmanlıcılık düşüncesinin iflası anlamına geldi ve Türkçülük ön plana çıkmaya başladı; 5) Osmanlı ordusunun yetersizliği açığa çıktı. Ordu içinde büyük bir yenileme ve gençleştirme hareketine başlandı. Bu konuda Almanların yardımına başvuruldu. Görüldüğü gibi, bu kanlı savaş, daha sonraki yılları da derinden etkileyecek uzun vadeli bir sonuçlar kümesi yaratarak sona erdi. Ama Osmanlı devleti ve onun sınırlarında yaşayan halklar açısından asıl felaket, o dönemlerde kullanılan adıyla I. Cihan Harbi yani 1. Dünya Savaşı’ydı (1914-1918). Babıali Baskını 30 Ekim 1912’de iktidara gelen Kamil Paşa hükümetinin ilk işi ciddi bir İttihatçı avı başlatmak oldu. Bazı İttihatçılar yurtdışına çıktı, bazıları da “yeraltına“ indi. Bu durum karşısında İttihatçılar bir darbe ile iktidarı ele geçirme planları yapmaya başladılar. Hareket tam anlamıyla bir baskın biçiminde gerçekleşecekti. Tarih olarak 23 Ocak Perşembe saat 15:00 seçilmişti. Belirlenen tarihte baskını yapacak ekip Sedaret binasına girdiler. Kapıdan gelen silah seslerini duyan Harbiye Nazırı Nazım Paşa odasından çıkıp “Ne oluyor? Aklınızca Sedarate mi basmaya geldiniz? Haddinizi bilin!“ diye bağırınca Yakup Cemil, Nazım Paşa’yı vurdu. Talat ve Enver Beyler Sadrazamın odasına girdiler ve onu istifa etmeye zorldılar. Tehdidin ciddi olduğunu gören Paşa istifa mektubunu yazdı. Mektubu alan Enver Bey mektubu “ordu adına“ padişaha sundu. Böylece İttihat ve Terakki’yi yeniden iktidara taşıyan Mahmut Şevket Paşa hükümeti kuruldu. İttihat ve Terakki Hükümeti’nin ilk işi Edirne’yi Bulgaristan’ın elinden kurtarmak oldu. Bu partinin gücünü arttırmasına ve muhalefeti iyice sindirmesine yol açacaktı. (Kaynak: Tevfik Çavdar “Türkiye’nin Demokrasi Tarihi“) Tartışma: Yukarıdaki baskın İttihat ve Terakki’nin yöntemleri hakkında ne düşündürüyor? 2 I. Dünya Savaşı I.Dünya Savaşı’nın Başlangıcı 28 Haziran 1914’te Avusturya-Macaristan veliahtı Prens Ferdinand’ın Saraybosna’da bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi tarihin ilk Dünya savaşını başlattı. Ancak bu olay aslında patlamaya hazır bir bombanın fitilini ateşleyen bir kıvılcımdan başka birşey değildi. Dünya bir süredir böyle bir savaşa hazırlanıyordu. Bunu nereden anlıyoruz? 19. Yüzyılın sonlarından itibaren Avrupa’nın büyük devletleri arasındaki ilişkileri gerginleştiren bir kutuplaşma ortaya çıkmıştı. Bu kutuplaşmanın altında yatan birinci ve en önemli etken sömürgeci devletlerin dünyayı paylaşma kavgası, yani sömürgeci rekabetti. 19. Yüzyılın sonlarına kadar dünyada iki büyük sömürgeci devlet vardı: İngiltere ve Fransa. Bunlar dünyanın büyük bir bölümünü paylaşmışlardı. 19. Yüzyılın sonlarında bunlara iki güçlü rakip çıktı: Almanya ve İtalya. Onlar da sanayileri için sömürgelere ihtiyaçları olduğunu düşünüyorlardı. Oysa, dünya çoktan bölüşülmüştü. Bu durum Almanya ve İtalya’yı İngiltere ve Fransa ile karşı karşıya getirdi. Bu kutuplaşmada o zamana kadar dünyanın süper gücü olan İngiltere ile yeni süper güç Almanya başı çekiyordu. Bu kutuplaşmanın ikinci bir boyutu, Almanya ile Fransa arasında Alsace-Loraine bölgesi üzerindeki toprak anlaşmazlığıydı. Bu bölge 1871 Almanya-Fransa savaşında Almanya’nın eline geçmişti, ama Fransa bunu hiçbir zaman kabullenememişti. Kutuplaşma yaratan diğer bir sorun da Doğu Avrupa ve Balkanlar’da Çarlık Rusyası ile Avusturya-Macaristan arasında yaşanıyordu. Rusya panslavizm (bütün slavları birleştirme) politikasıyla Avusturya-Macaristan İmparatorluğunda yaşayan slavları (Sırplar, Çekler, Slovaklar v.b.) kışkırtıyor, ayrılmaya teşvik ediyordu. (Rusya aynı politikayı Osmanlı Balkanlarında yaşayan slavlar için de uygulamış ve bunda büyük ölçüde başarılı olmuştu). I. Dünya Savaşı’nın asıl nedenleri, işte bu kutuplaşmayı doğuran sorunlardır. Yukarıda sözü edilen suikast olayının ardından önce Avusturya-Macaristan Sırbistan’a savaş ilan etti. Ardından kendini Sırbistan’ın koruyucusu gören Rusya Avusturya-Macaristan’a savaş açtı. Bunun üzerine Avusturya-Macaristan’ın müttefiki Rusya’ya karşı savaşa girdi. Aynı anda Rusya’nın Müttefikleri İngiltere ve Fransa da Almanya ve AvusturyaMacaristan’a savaş ilan etti. Böylece, bu iki grubun İtalya dışında bütün üyeleri birbirleriyle savaşa girmiş oldu (İtalya savaş başladıktan sonra saf değiştirerek İtilaf devletlerinin yanında savaşa katılacaktır. Saf değiştirmesinin en önemli nedenlerinden birisi itilaf devletlerini İtalya’ya Anadolu’nun güney ve batı bölgelerini vaad etmesidir).. Bazı saf değiştirmeler -1915, İtalya-, çekilmeler -1917, Rusya- ve sonradan katılmalar -1916, Romanya, 1917 ABD, Yunanistan- dışında, savaş sırasındaki saflaşma şöyleydi: İttifak Devletleri İtilaf Devletleri Almanya İngiltere Av-Macaristan Fransa Bulgaristan Ç. Rusyası Osmanlı İtalya, Japonya, Yunanistan (Hz. 1917) Osmanlı Devleti Savaşa Nasıl Girdi? Savaş başladığında Osmanlı devleti tarafsızdı. İtilaf devletleri Osmanlının tarafsız kalmasından memnundu. Böylelikle; 1) İngiltere sömürgelerine giden yolu savaş dışında tutmuş olacaktı, 2) Rusya’nın Akdeniz’e tek çıkış yolu olan Boğazlar güvencede olacaktı. İttifak devletleri, özellikle Almanya ise Osmanlı devletini savaşa girmeye teşvik ediyordu. Bundaki amacı; a) İngiltere’nin sömürgeleri ile bağını kesmek (Osmanlı bu yol üzerindeydi), b) Boğazları Rusya’ya kapatmak, 3) Padişahın halifelik sıfatını kullanarak, İngiliz ve Fransız sömürgelerindeki Müslümanları ayaklandırmaktı. Osmanlı Devleti resmi olarak her iki grubun da dışında olmakla birlikte 19. Yüzyılın sonlarından itibaren Almanya’ya yakın duruyordu. İngiltere ve Fransa’nın Rusya ile ittifak yapması Osmanlı’yı Rusya’ya karşı savunmasız bırakmıştı (19. Yüzyılın sonlarına kadar İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı politikası, Osmanlı’yı Rusya’ya karşı korumak esasına dayanıyordu). Almanya ile yakınlaşmanın temel sebebi işte buydu. Almanya’nın hedefi ise; 1) Osmanlı’nın zengin hammadde kaynaklarını (bunlar arasında yeni bulunan petrol yatakları önde geliyordu) kendi sanayisinin ihtiyaçları doğrultusunda kullanmak, hatta uzun vadede buraları sömürgeleştirmek, 2) İngiltere’nin sömürgelerine giden yolu denetim altına almak, 3) Halifeliği kullanarak, İngiltere sömürgelerindeki Müslümanları etkilemekti. Savaş başladıktan sonra Akdeniz’de İngiliz donanmasından kaçan iki Alman zırhlısının Çanakkale Boğazı’nı geçerek Osmanlı devletine sığınması, Osmanlıyı çok önemli bir seçimle karşı karşıya bıraktı. Uluslararası hukuka göre, 3 bu gemilere el koyması ve savaşın sonuna kadar tutması gerekiyordu. Ama Osmanlı bunu yapmadı, bu gemileri satın aldığını duyurdu, isimlerini değiştirdi (Yavuz ve Midilli), mürettabatlarına Osmanlı üniforması giydirerek Karadeniz’e yolladı. Gemiler Karadeniz’deki Rus limanlarını topa tuttular. Bunun üzerine Rusya Osmanlı devletine savaş ilan etti. Artık Osmanlı devleti fiilen savaşa girmişti. İşin ilginci, bu iki zırhlının Rus limanlarına saldıracağını, Alman makamları ile onlara yakın bikaç Osmanlı yöneticisi dışında kimsenin bilmemesiydi. Osmanlı, bunların bir oldu bittisi ile savaşa girmek zorunda kalıyordu. O sırada Osmanlı Devleti İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından yönetiliyordu. İttihat ve Terakki 1913 yılı başında bir hükümet darbesi yapıp meclisi ve siyasi partileri kapatmış, ülkeyi sıkıyönetim kanunlarına göre yönetiyordu. Üstelik iktidarı asıl elinde tutanlar İttihat ve Terakki’nin tepesindeki birkaç yöneticiydi (Enver, Talat, Cemal Paşalar). Bunlardan özellikle Enver Paşa (aynı zamanda ordunun da başında bulunuyordu) tam bir Alman taraftarıydı ve Karadeniz’deki olayı almanlarla birlikte o planlamıştı. Ardından diğerleri de ona uymak zorunda kaldılar. Başta Enver Paşa olmak üzere Osmanlının Almanya ile birlikte savaşa girmesini isteyenlerin düşüncesi neydi? Bunlar; 1) Almanya’nın mutlaka savaşı kazanacağına inanıyorlardı. Böylece Osmanlı devleti yeni topraklar kazanarak eski kayıplarını bir ölçüde telafi edebilecekti, 2) Osmanlı savaş girmese bile İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Osmanlı’yı parçalayacağını düşünüyorlardı. Bu düşüncelerini de 1908’de İngiltere ile Rusya’nın yaptığı Reval Görüşmeleri’ne dayandırıyorlardı. Bu görüşmelerde İngiltere Rusya’nın Osmanlı toprakları (özellikle Boğazlar) taleplerini kabul etmişti. Osmanlı Devleti’nin Savaştığı Cepheler I. Saldırı Cepheleri; her ikisinde de amaç, İtilaf Devletlerine karşı yeni cepheler açarak Almanya’yı rahatlatmaktı. a. Kafkasya/Doğu Cephesi: Osm/Rus.. Hedef: Kafkaslardan Türkistan ve Hindistan’a ulaşmak.. Sonuç: -Sarıkamış (90.000 asker donarak ölür) -Tehcir (Anadolu’dakiErmeniler’e Suriyeye göç ettirilir) Rus ordusu Van-Muş-Bitlis-Erzurum-Trabzon-Erzincan’ı alır; 1916 sonlarında M. Kemal Bitlis ve Muş’u geri alırsa da, bu cephede askeri yenilgi yaşanır Ancak; 1917 Ekim Devrimi (Bolşevik İhtilali) sonrasında, Çarlık yıkılır; yeni Sovyet devleti işgal edilen yerleri boşaltır. Sovyet Rusya ve İttifak devletleri arasında BrestLitowsk Antlaşması (Mart 1918) imzalanır: Kars, Ardahan, Batum geri alınır. b. Kanal Cephesi: Osm/İngiliz.. Hedef: İngilizlerin candamarı olan Süveyş ve Mısır’ı elde etmek.. Sonuç: İngilizlerin karşı taarruzu ile önce Filistin cephesinde; Osmanlı yine yenilip geri çekilince de Suriye cephelerinde savaşıldı; Araplar Osmanlıya karşı milliyetçi bir isyan çıkardılar, 1918’de Osmanlı orduları Halep’in kuzeyine dek geri çekilmişlerdi. II. Savunma Cepheleri; Çanakkale ve Arap dünyası: Irak/Filistin/Suriye/Hicaz-Yemen a. Çanakkale: İng.-Fransız/Osm. Hedef: İstanbul’u ele geçirerek Osmanlı’yı safdışı etmek! 4 -ve bu sayede Çarlık Rusyası’na yardım ulaştırmak.. Sonuç: Çanakkale Savaşı (Şubat 1915- Ocak 1916) iki aşama: - İtilaf donanması boğazı zorlar; 18 mart 1915 Çanakkale Deniz Zaferi, 7 zırhlı batar, geri çekilirler. - Gelibolu’ya çıkartma;kanlı bir kara savaşı gerçekleşir; karşılıklı 250’şerbin asker şehit olur. Sonuçta, -Almanya rahatlar, Bulgaristan savaşa girer, savaş iki yıl daha uzar. -Çarlık zor durumda, Bolşevik Devrimi’nin ayak sesleri... -Büyük bir direniş gösterilir ve Mustafa Kemal’in yıldızı parlar. b. Irak cephesi: İng/Osm. (1914 Kasım-1918) Hedef: İran’a yönelebilecek Osm. Ordusunu engelleyerek Hint yolunu güvenceye almak, petrol kaynaklarını ele geçirmek, Bağdat ve Musul üstünden Rus ordusuyla birleşmek. Sonuç: Kut-ül Amare zaferine rağmen Osmanlı orduları yenilir. İngilizlerin Bağdat ve Kerkük’e dek ilerlemeleri engellenemez; Mondros imzalandığında henüz Musul’a girmemişlerdir, ama orayı da bir süre sonra işgal ederler. c. Filistin-Suriye cephesi: İng/Osm; İng-Fr.-İtalyan-Arap/Osm. Kanal yenilgisine Şerif Hüseyin önderliğinde Arap isyanı da eklenince, Osm. Güçleri önce Gazze’ye, sonra Halep’in kuzeyine çekilirler. Hicaz ve Yemen de, Şerif Hüseyin’in isyanı ve 1916’da bağımsızlık ilanı sonrasında yitirilir. (Medine ise Mondros’a dek kendini savunacaktır). III.Dış Cepheler: Galiçya/Makedonya/Romanya Pantürkist Hayaller ve Kafkasya Cephesi 14 Kasım 1914’te Osmanlı Sultan’ı Halife V. Mehmet Reşat İtilaf Devletleri’ne karşı cihat ilan etti. Bu İngiliz ve Rus sömürgelerinde yaşayan Müslümanları ayaklanmaya çağırmaya yönelik Alman planının önemli bir parçasıydı. Bu plan iki önemli varsayıma dayanıyordu: a) Orta Asya’da yaşayan Türklerin, Türk Sultan’ın çağrısına uyarak Rus İmparatorluğu’na karşı ayaklanacakları; b) Orta Doğu’da ve Asya’da yaşayan Müslüman halkların İngilizlere karşı ayaklanacakları. Önceki bölümde İttihat ve Terakki Dönemi’nde Türkçülük Akımı’nın etkisiyle Pantürkizm’i (Türklerin birliği fikrini) savunan kişilerin etkisinin artmaya başladığından bahsedilmişti. I. Dünya Savaşı ilk kez bu fikrin ciddi biçimde uygulanmaya girişilmesi için iyi bir fırsat olarak görülüyordu. Alman generallerinin de desteklediği Osmanlı savaş planlarına göre, Osmanlı ordusu Kafkas Dağları üzerinden yapacağı bir seferle Orta Asya’ya ulaşacak, orada Türklerle ilişkiye geçecek ve Rus Devleti’ne karşı bir isyanı başlatarak Türklerin ortak devleti olan Turan’ı kuracaktı. Kafkasya Cephesi’ndeki ilk saldırılar savaş başladığında Ruslar tarafından gerçekleştirildi. Aralık ayında Pantürkist düşüncenin en ateşli savunucusu Enver Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu karşı saldırıya başladı. Harekat başarılı başlamasına rağmen Sarıkamış’ta, yoğun kar yağışı altında yüksek dağları aşmaya çalışan doksan bin kişilik Osmanlı ordusunun askerlerinin büyük bir bölümü donarak öldüler. Bu Doğu Cephesi’nde daha savaşın başında Osmanlı odusunun yok olması anlamına geliyordu. Gerçekten de baharın gelişiyle birlikte svunmasız bölgelerde rahatça ilerleyen Rus Ordusu Van, Muş, Bitlis, Erzurum,Trabzon, Erzincan’ı ele geçirdi. Artık Osmanlılar’ın Doğu Cephesi’nde yenilgiye uğrayacağına kesin gözüyle bakılmaktaydı. Ancak bu sırada Rus Çarlığı’nda yaşanan bazı gelişmeler Osmanlılar’ın yararına sonuçlar doğurdu. Rusya’da Lenin’in önderliğindeki Bolşevikler adıyla bilinen bir grup geniş bir halk desteğini de yanların alarak bir ayaklanma çıkardılar, 1917 yılı Ekim ayında Çarlık yönetimine son verdiler ve yeni bir devlet kurdular: Sovyet Rusya Cumhuriyeti. Bu yeni devlet dünya üzerinde kurulan ilk komünist devlet olarak tarihe geçti. İlerleyen yıllarla birlikte Avrupa siyasi olarak liberal devletler ve komünist devletler olarak ikiye bölünecekti. Rusya’da yaşanan karışıklıkların da etkisiyle Rus ordusu ciddi bir dağılma yaşadı. Osmanlı Devleti bundan yararlanarak Ruslara bıraktığı bazı yerleri aldığı gibi Azerbaycan’a kadar ilerlemeyi de başardı. Yeni Rus Devleti Mart 1918’de Brest-Litowsky Anlaşması’nı imzalayarak Çarlık Döneminde ele geçirilen toprakların Osmanlı Devleti’ne geri verildiğini kabul etti. Sonuçta Osmanlı Devleti Pantürkist hayaller peşinde koşarken Doğu Anadolu Bölgesini tamamen kaybettiği bir cephede, savaş öncesi durumunu korumuş oldu. 5 Farklı Siyasi Fikirler ve Bölünmüş Bir Avrupa Dünya savaşı sonrasında Avrupa ve iki temel gruba bölündü: Liberal Devletler ve Komünist Devletler. Liberalizm Fransız İhtilali sonrasında yayılan bir düşünce biçimidir. Liberalizmin iki farklı yönü vardır. İlki siyasaldır: Liberalizm baskıcı düşüncelere karşı çıkar, özgürlük ve hoşgörüyü herşeyin üstünde tutar, normal olarak demokrasiye ulaşılmasını sağlar. Liberalizm 19. yüzyılda pek çok Avrupa devletinde genel oy hakkına dayalı seçimler yoluyla parlamentoların (meclislerin) iş başına gelmesini sağlamıştı. Kadınların seçme seçilme hakkını kazanmaları 20. yüzyılı bulmuştu. Liberalizmin ikinci yanı ekonomiktir: Malların fiyatlarını, ücretleri arttırıp azaltan arz-talep yasası uyarınca, pazarın özgür işleyişi çevresinde ekonomik yaşamı, üretim ve ticareti ekonomik yasalar düzenlemelidir. Böyleec liberalizm şirketlerin ve bankaların çıkarlarını koruyup emekçileri pazarın yasaları karşısında feda eder, işsiz bırakır, büyük bir bölümünü ise yoksulluk hatta sefalete sürükler; 19. yüzyılda sayılamayacak kadar çok işçi ailesi böyle bir sefaletin kurbanı olmuştu. Farklı bir düşünce olan Sosyalizm (Toplumsalcılık) ise ekonomik liberalizmin bu yününe karşı mücadele eder ve toplumsal eşitliği ve adaleti sağlamayı amaçlar. Bir Alman düşünürü olan Karl Marks (1818-1883) tarafından kurulmuş olan Marksizim düşüncesi sosyalizmi gerçekleştirmek için geliştirilmiş bir öneridir: Marksizm sınıfların olmadığı bir topluma ulaşılmasını amaçlar, bunun için de bir devrim yapılmasını ve yoksul emekçilerin sosyalizmi gerçekleştirmek için otoriter bir yönetim kurmaları gerektiğini savunur. Bir Rus düşünürü olan Lenin, 1917 yılında Rusya’da iktidarı ele geçirdi ve Marks’ın fikirlerini uygulamaya koydu: Böylece sosyalizmin uç bir yorumu olan Komünizm ilk kez bir devlet tarafından gerçekleştirilmiş oldu. Komünizmin temelinde devleti elinde tutan bir Komünist Parti ve onun yönettiği bir ekonomi yatar. (Kaynak: Jacques Le Goff « Gençler İçin Avrupa Tarihi ») Tartışma: Yukarıdaki parçaya göre Avrupa’nın Dünya Savaşı sonrasında yaşanan bölünmesinin temelinde ne yatmaktadır? ÖDEV SORULARI : 1. İtalya’nın Trablusgarp’a asker çıkarmasının nedenleri nelerdir? Osmanlı’nın bu bölgeye düzenli bir ordu gönderememesi Dünya Savaşı öncesinde devletin ne durumu hakkında bize ne söylüyor ? Osmanlı Trablusgarp’ı neden İtalya’ya bıraktı ? 2. Balkanlar’ın kaybedilmesi Osmanlı için neden çok yıkıcı olmuştur ? Balkan Savaşları sonrasında ülkedeki müslüman nüfusun, gayrımüslim nüfusa oranının ciddi biçimde değişmesinin nedeni nedir? Bu değişimin Osmanlıcılık düşüncesinin terk edilmesinde nasıl bir etkisi olmuştur ? 3. I. Dünya savaşı öncesinde İngiltere-Fransa ile Almanya-İtalya ikilileri arasındaki ilişkilerin ozulmasının temel nedeni nedir ? Açıklayınız. 4. I. Dünya savaşı öncesinde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ile Rus Çarlığı’nın arasının bozulmasındaki en önemli etken nedir ? 5. Savaş sırasında İtilaf Devletleri’nin ve İttifak Devletleri’nin Osmanlı’ya yaklaşımı nasıl olmuştur ? 6. Osmanlı’nın Almanya’nın yanında savaşa girmesini savunanların temel düşüncesi neydi ? 6 DÜNYA SAVAŞI BİTTİ (Metin: Hayrettin Kaya – Mutlu Öztürk/Görsel malzeme, sorular ve düzenleme: Dilara Kahyaoğlu) I. BÖLÜM: YIKILAN HAYALLER YIRTILAN HARİTALAR 1918 sonrası, yeni prensipler öne çıkacak, yeni bir dünya kurulacak, Büyük Savaş’ın bir tür sonucu olan iki önemli devrim, 1917 Rus İhtilali ve 1919-23 Türkiye Devrimi, çağa damgası vuran iki gelişme olarak öne çıkacaktır. 1 A) DÜNYA SAVAŞI BİTTİ! 2 Almanya ve dostları, yeterli insangücü ve hammaddeleri, yani sömürgeleri olmadığından, yenilirler. Sonuçta: Üç çokuluslu imparatorluk (Çarlık Rusyası, Avst-Mac. İmp. Yani Habsburg İmp. Ve Osmanlı İmp.) çöker, rejim değişiklikleri olur: Rusya’da ilk sosyalist devlet kurulur; Av-Mac.İmp. parçalanarak, o topraklarda yeni devletler kurulur; Osmanlı çöker, Türkiye Cumhuriyeti kurulur; Almanya’da cumhuriyet ilan edilir. Araplar ulus-devletlerini kurarlar. Milletler Cemiyeti kurulur, ama fazla bir işe yaramaz. “Manda ve Himaye 7 Sistemi”, klasik sömürgeciliğin yerini almaya başlar. Yenilen ya da haksızlığa uğradığı duygusuna kapılan Almanya ve İtalya gibi ülkelerde faşizm ortaya çıkar; ve sadece 20 yıl sonra bir büyük savaş daha yaşanacaktır. a)WİLSON İLKELERİ: Nisan 1917’de savaşa giren ABD’nin başkanı Wilson, Ocak 1918’de savaş sonrası kurulacak olan yeni dünya düzenine ilişkin olarak 14 maddelik bir ilkeler paketi ilan eder: 3 *-Her ulusun çoğunlukta olduğu topraklar üstünde devlet kurma, selfdeterminasyon hakkının tanınması; dolayısıyla, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı gibi çokuluslu imparatorlukların self-determinasyon ilkesi uyarınca ulus-devletlere bölünmesi; bu çerçevede, Türklere de çoğunlukta oldukları bölgelerde devlet kurma hakkı tanınması ama Türk egemenliğindeki uluslara da selfdeterminasyon hakkı verilmesi.. *-Uluslararası sorunları barışçı yollarla çözecek bir kurumun, (Cemiyet-i Akvam, Milletler Cemiyeti) kurulması, gizli antlaşmaların, haksız toprak işgallerinin ve savaş tazminatlarının meşru kabul edilmemesi, *-Denizlerde ticaret güvenliği sağlanmalı; Boğazlar tüm ticaret gemilerine açık olmalı; gibi yeni bir büyük savaşı engellemeye (ve serbest ticareti özendirmeye) dönük maddelerden oluşan bu ilkeler, 20. Yüzyılın diğer süper gücü olan SSCB’nin ve Lenin’in de benzer ilkeleri savunmasından dolayı, modern diplomasinin temelini oluşturacaklar; ancak I. Dünya Savaşı’nı kazanan klasik sömürgeci güçlerin -açık itirazıyla olmasa da- örtülü direnişi ile karşılanacaklardır. Ve sonuçta, savaş sonrası imzalanan bazı anlaşmalarda bu ilkelerin yeterince uygulanmaması, dünyayı sadece yirmi yıl sonra ikinci bir büyük savaşla yüzyüze bırakacaktır. Dikkat! Milli Mücadele’nin uluslararası kamuoyu ve diplomasisi gözünde haklılığı/meşruluğu, M. Kemal ve arkadaşlarınca bu ilkelere dayanılarak savunulacak; Misak-ı Milli’nin temelini, Türklerin (Mondros’ta ve sonraki işgallerle çiğnenen) selfdeterminasyon hakkı oluşturacaktır. b)PARİS BARIŞ KONFERANSI: Sınırlar çiziliyor! Ocak 1919, Paris Barış Konferansı toplanır; yeni dünya düzeni ve mağlupların başına gelecekler, yani “barış” antlaşmalarının koşulları (ya da, kimin payına neresinin düşeceği) belirlenecektir. Belirleyici güçler, yine klasik sömürgeci ülkeler, yani İngiltere ve Fransa; ilk karar Milletler Cemiyeti’nin kuruluşu oldu! (Ancak, Wilson ilkeleri’ne yeterince uyulmayınca, ABD 1919 sonrası yeniden içe döndü; uluslararası duruma ilgisini azalttı.) Sonuçta, Almanya ile Versailles (Hz.’19), Avusturya ile St.Germain (Eylül’19), Bulgaristan ile Neuilly (Kasım’19), Macaristan ile Trianon (Hz.’20), Osm. ile Sevr (Ağ.’20) ve Türkiye ile Lozan (Tem ’23) barış antlaşmaları imzalanacaktır. B)MİLLİ MÜCADELE BAŞLIYOR Yüzbinlerce Anadolu köylüsünü savaşa sokarak oynadığı son kumarı da yitiren Osmanlı Devleti, tarihin gördüğü en ağır antlaşmalardan birini imzalayacaktır: Mondros ateşkes antlaşması. Hemen arkasından da, İtilaf Devletleri’nin, savaş sırasında işgal edemedikleri yerleri de işgal etmeye başladıklarını göreceğiz. Sonra da, bu kelimenin tam anlamıyla “haksız işgallere“ karşı, önce kendiliğinden, sonra örgütlü direnişin başlamasını ve Kurtuluş Savaşı’nı... a. MONDROS MÜTAREKESİ (30 Ekim 1918): Bulgaristan’ın savaştan çekilmesi sonucu müttefikleri ile bağlarının kesilmesi ve Wilson ilkelerinin verdiği güvenceler, Osmanlı’nın teslim olma kararını hızlandırır; 27 Ekim 1918’de İttihatçı hükümet istifa eder, İTC önderleri yurtdışına kaçarlar. 30 Ekim 1918’de Limni adasının Mondros limanında Bahariye Nazırı Rauf Orbay ve İngiliz amirali Caltrophe arasında mütareke imzalanır. Şartlar bir ateşkes için çok ağırdır; Rauf Bey, barış antlaşmasında şartların hafifletilebileceği umuduyla ve Yunan işgali tehdidine karşı verilen sözlü teminat sonucu anlaşmayı imzalar. Önemli Maddeler: 1. Ordu ve donanma teslim ve terhis edilecektir (Doğu cephesinde K. Karabekir bu karara uymayacaktır). 2. Osmanlı elindeki esirleri geri verecekti; İtilaf devletleri ise vermeyecekti. 3. Boğazlar açılacak ve işgal edilecektir. 4. İtilaf devletleri, “güvenliklerini tehdit eden bir durum ortaya çıkarsa” istedikleri bölgeyi işgal edebileceklerdir.(md. 7; en önemli maddelerden biri: buna göre herhangi bir bahane ile herhangi bir bölge işgal edilebilecekti). 8 5. Vilayet-i Sitte’de (Altı il; Van, Bitlis, Erzurum, Diyarbakır, Elazığ, Sivas) karışıklık çıkarsa bölge işgal edilebilecekti. (md. 24; Ermenistan projesine önhazırlık maddesi) 6. Tüm limanlar, demiryolları ve haberleşme şebekesi İtilaf denetimine verilecekti. Yeraltı zenginliklerinin ihracı yasaklanır; itilaf devletlerinin bedava kullanımına sunulur. Not:İki hafta sonra İtilaf donanması İstanbul’a demir atacak, bu arada taze padişah Vahdettin de ittihatçı mebusların ağırlıkta olduğu Meclis-i Mebusan’ı kapatmakta (12 Aralık 1918) gecikmeyecektir. Mondros’la birlikte, Osmanlı artık fiilen bitmiştir; anlaşmanın neredeyse tüm maddeleri devletin hükümranlık haklarını çiğnemektedir…Ülke içinde oluşan tepki, her tarafta Müdafai Hukuk cemiyetlerinin kurularak Türk milletinin çiğnenen haklarını uluslararası kamuoyuna duyurma çabalarına yolaçacaktır. Bu arada, M. Kemal de mütareke sonrası İstanbul’a gelerek altı yedi ay boyunca başkentte çeşitli çıkış yolları arayacak, İstanbul’dan umudunu kesince, Anadolu’ya yönelecektir. b. İŞGALLER BAŞLIYOR: Mondros Ateşkes Anlaşmasının 7. Maddesi, itlaf devletlerine güvenliklerini tehdit eden bir durum ortaya çıktığında istedikleri bölgeyi işgal etme hakkı veriyordu. Mondros Ateşkes Anlaşmasının imzalanmasından kısa süre sonra itilaf devletleri bu maddeyi dayanarak ülkenin çeşitli bölgelerine asker çıkarmaya başladılar. 3 kasım 1918’de İngilizler Musul’u işgal etti. Bu arada doğuda Ermenistan Osmanlı ordusunun çekilişinden yararlanarak Kars ve çevresini işgal etmişti. 18 Kasım 1918’de İtilaf devletleri donanması İstanbul önlerinde demirledi. İngilizler Anadolunun birçok kentine (İzmit, Eskişehir, Afyon, Samsun v.b.) asker yolladılar. Fransızlar Adana, İskenderun, Urfa, Maraş ve Antep yöresini işgal ettiler. İtalya, Antalya, Konya ve Kuşadası 4 Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan Sonra yapılan işgaller yörelerini işgal etti. 15 Mayıs 1919’da ise Yunanistan İzmir’e asker çıkardı. İtilaf devletlerinin Anadolu’da işgal ettikleri bölgelere baktığımızda, bunların I. Dünya Savaşında aralarında yaptıkları gizli anlaşmalarla kararlaştırdıkları Anadoluyu paylaşma planlarına büyük ölçüde uygun düştüklerini görüyoruz. Bu gizli anlaşmalarla, Adana, Maraş, Antep, Urfa bölgesi kuzeyde Sivas’a kadar Fransa’nın payına düşmüştü. Güney ve Batı Anadolu İtalyanlara bırakılmıştı. Boğazlar ve Doğu Anadolu Rusların olacaktı. İngiltere ise Anadolu yerine Osmanlının Arap vilayetlerinin büyük bölümünü almayı yeğlemişti. Savaş sürereken Rusya’da meydana gelen ve Sosyalist bir rejimin kurulmasıyla sonuçlanan Bolşevik Devrimi sonucu Rusya savaştan çekilince, Rusya’nın payına düşen bölgeler açıkta kaldı. Bunlardan Boğazların uluslarası bir statüye kavuşturulması, Doğu Anadolu’nun ise kurulacak bir Ermenistan’a verilmesi düşünüldü. Gizli anlaşmalarla kararlaştırılan paylaşım planlarını bozan bir diğer gelişme de savaşın sonlarına doğru Yunanistan’ın itilaf devletleri yanında savaşa girmesi oldu. Yunanistan gizli anlaşmalarda İtalya’ya söz verilen Anadolu topraklarının bir bölümünü istiyordu. Yunanistan’ın göz diktiği bölge Rum nüfusunun yoğun olarak yaşadığı İzmir ve çevresi idi. İtilaf devletlerinin lideri konumunda olan İngiltere Yunanistan’ın bu isteğine destek verdi. İngiltere, İtalya gibi ileride kendine rakip olabilecek güçlü bir devlet yerine bu bölgeyi Yunanistan gibi kendi sözünden çıkmayacak küçük bir devlete bırakmayı çıkarlarına daha uygun görüyordu. Diğer itilaf devletlerine de baskı yaparak Yunanistan’ın İzmir yöresini işgal isteğini kabul ettirdi. Bu sayede 15 Mayıs 1919’da İtilaf devletlerinin desteği ile Yunanistan İzmir’e asker çıkardı. Ancak bu itilaf devletleri arasındaki görüş ayrılıklarının ve çıkar çatışmalarının da başlangıcı oldu. İtalyanlar Yunanistan işgalini hiçbir zaman tam olarak kabullenemediler ve bu yüzden Kurtuluş Savaşı boyunca Ankara Hükümetine yakın durdular, hatta gizlice 9 onu desteklediler. Yunanistan İzmir ve çevresinin işgali ile yetinmeyip bütün batı Anadoluyu işgal etmeye kalkınca Fransızlar da yunanistan’ın Anadoludaki varlığının yalnızca İngilizlere yaradığını görüp yavaş yavaş desteğini bu işgal ordusundan çekecektir. c. KUVAYI MİLLİYE HAREKETİ İşgallere tepki olarak Anadolu’nun işgal tehlikesi yaşayan bölgelerinde Müdafaa-i Hukuk (Hakların Korunması) cemiyetleri adı verilen derneklerin kurulduğunu görüyoruz. Genellikle ilgili bölgelerin “eşraf” denilen ileri gelenlerinin, aydınlarının ve askeri ve sivil bürokratlarının öncülüğünde kurulan bu dernekler önceleri mitingler, gösteriler yoluyla işgalleri protesto etmişler, sonra kongreler toplayarak işgallere karşı neler yapılabileceği konusunda yöre halkının da katılımıyla kararlar almışlar ve bu kararlar doğrultusunda giderek silahlı direniş kuvvetleri oluşturmaya başlamışlardır. Kurtuluş savaşının başlangıcında bu şekilde oluşturulan silahlı direniş kuvvetlerine “Kuvayı Milliye (Milli Kuvvetler)” adını veriyoruz. Bugünkü Türkçe ile “Ulusal Kuvvetler” diyebileceğimiz Kuvayı Milliye merkezi bir komutanlığa bağlı olmadan gerilla usulü ile savaşan silahlı direniş birlikleri biçiminde örgütlenmişti. Düzenli bir ordu değillerdi kısacası. Ancak düzenli bir ordunun olmadığı bir ortamda (Mondros Ateşkes Anlaşması uyarınca Osmanlı ordusu dağıtılmıştı) yapacak başka bir şey de yoktu doğrusu. Kuvayı Milliyeyi oluşturanlar o yöre halkından gönüllü olarak katılan kişilerden oluşuyordu. Yani bu kuvvetler aynı zamanda milis kuvvetleri özelliğini taşıyordu. DÜZENLİ ORDU X GERİLLA ORDUSU (çeteler) DÜZENLİ ORDU X MİLİS KUVVETİ Düzenli ordu: belirli bir sistem içinde, belirli süreler için askere alınan kişilerden oluşmuş, merkezi bir komutanlığa bağlı olarak ve katı bir hiyerarşi ve disiplin içinde hareket eden, profesyonel bir subay kadrosu tarafından idare edilen ordu. Profesyonel: yaptığı işin eğitimini görmüş ve bu işi belirli bir ücret karşılığında yapan kimse. Gerilla Kuvveti: Merkezi bir komutanlığa bağlı olmayan, dağınık küçük birimler halinde kendi insiyatifi ile hareket eden ve karşısındaki düşmanla vur kaç taktiği ile savaşan (amacı onu kesin yenilgiye uğratmak değil yıpratmak olan) silahlı kuvvetler. Türk tarihinde bunlar „Milli Çeteler“ olarak geçer. Milis Kuvveti: Yerel halktan katılan gönüllülerden oluşan silahlı kuvvetler. Gerilla kuvvetleri genellikle bunlardan oluşur. Yani gerilla kuvvetleri genellikle aynı zamanda milis kuvvetleri niteliği taşır. Gerilla/Milis kuvvetlerinin ihtiyaçları devlet tarafından değil yerel halk tarafından karşılanır. LİMNİ Kuvayı Milliye birlikleri özellikle güney cephesinde Fransız kuvvetlerine ve Batı cephesinde Yunanistan kuvvetlerine karşı savaşmışlardır. Her iki cephede de birçok başarılar elde ettiklerini görüyoruz. Ancak gerilla kuvvetlerinin düzenli bir ordu karşısında kesin zafer kazanması mümkün değildir. Düzenli orduyu yıpratabilir, ama uzun vadede onun ilerleyişini durduramaz. Batı cephesinde Yunanistan ordusu karşısında yaşanan işte bu durumdur. Kuvayı Milliye birlikleri, bazı yerlerde Yunanistan ordusuna karşı çok parlak başarılar elde etmiş olsa da sürekli yeni askerler ve silahlarla desteklenen güçlü Yunanistan ordusunun ilerleyişini uzun süre durdurmayı başaramamışlardır. Ancak bu sıralarda yapılabilecek fazla bir şey yoktur. Daha fazlasını yapabilmek için ulusal direnişin ülke çapında ve tek bir merkeze bağlı olarak örgütlenmesi gerekmektedir. İşte bunu yapacak olan mustafa Kemal Paşa bu sıralarda Anadoluya geçmiş ve bu yönde girişimlerine başlamış bulunmaktadır. ÇALIŞMA, ARAŞTIRMA, DÜŞÜNME, TARTIŞMA (Dikkat! Yukarıdaki bilgiler aşağıdaki soruları yanıtlamanız için yeterli olmayabilir. Bu durumda ???) 1.Birinci haritada (1.) yer alan tarihleri kullanarak Osm İmp’dan kopan devletleri ve ayrıntıları gösteren kronolojik bir tablo hazırlayınız. Nasıl olacağını siz belirleyeceksiniz. 2.1914 öncesi ve sonrası haritaları (2. ve 3. ) karşılaştırarak Avrupa’da nelerin değiştiğini saptayıp yazınız. 3. Osm İmp’nun savaştığı cephelerin isimlerini birinci harita (1.) üzerine yazarak gösteriniz. 4.“Self Determinasyon ilkesi”ni Osmanlılar açısından araştırınız. Bu ilke esas olarak Osm’ın aleyhine midir, lehine mi? 5.”Manda ve Himaye Sistemi”ni araştırınız. Sizce bu sisteme “yeni sömürgecilik” denilebilir mi? Örneklendiriniz… 6.İşgal haritasına bakınız (4.) Kim nereleri almış. Bir coğrafya haritasından da yararlanarak hangi devletlere hangi bölge ve şehirlerin düştüğünü saptayıp yazınız. 7.Yunanlılar İzmir’de ne arıyor??? Açıklayınız. 8. Limni Adası nerede? Coğrafi açıdan tarif ediniz. 9.Kuvayı Milliye Hareketi nedir? Tanım cümlesi yazınız. 10 II.BÖLÜM: ÜLKE İÇİNDEKİ DURUM… ŞİMDİ NE OLACAK? (Metin: Hayrettin Kaya – Mutlu Öztürk/ Görsel malzeme, sorular ve düzenleme: Dilara Kahyaoğlu) Savaşın kaybedilmesi üzerine, iktidarda bulunan İttihat ve Terakki Partisinin liderleri (Enver, Cemal, Talat Paşalar) ülkeyi terk etti ve birkaç gün sonra da parti kendisini feshetti. İttihat ve Terakki partisinin bu davranışının altında iki neden yatmaktaydı: Birincisi, partinin önde gelenleri savaş suçlusu ve “Ermeni Tehciri” sorumluları olarak cezalandırılmaktan korkuyorlardı; ikincisi, kendileri iktidarda olursa, Osmanlı devletinin uygun bir barış anlaşması imzalayamayacağını düşünüyorlardı. Bunun üzerine padişah (VI. Mehmet Vahdettin) Ahmet İzzet Paşa başkanlığında içinde İttihatçı bakanların da bulunduğu ama ittihatçı olmayan bir hükümet kurdurdu. Herkesin sorduğu soru şuydu: Şimdi ne olacak? Ancak kimsenin kafasında bu sorunun net bir cevabı yoktu. Ortada tam bir belirsizlik vardı. Yenilen devletlerle yapılacak barışla ilgili hazırlıklar başlamıştı Avrupa’da ama henüz Osmanlı ile ilgili ne düşünülüyordu kimse bilmiyordu. Osmanlı devletinin eski sınırlarını koruyamayacağı belliydi. O halde, yeni sınırlar nasıl, hangi ölçüte göre belirlenecekti? Bu konuda, herkesin aklına ilk önce Wilson Prensipleri geliyordu. ABD Başkanı Wilson ülkesini savaşa sokarken savaş sonrası Dünya düzenine ilişkin olarak ortaya attığı bu prensiplerde, yenilen devletlerin sınırlarının “milliyet prensibi”ne göre belirleneceğini öngörmüştü. Bu durumda yapılacak en iyi iş, Osmanlının elinde kalan topraklarda Türklerin büyük çoğunluğu oluşturduğunu göstermekti. Yalnız şunu unutmamak gerekir, bu yıllarda “Türk” kelimesi fazla kullanılmıyordu. Bunun Osmanlı vatandaşı olup da Türk olmayan Müslümanların küstürülmesine yol açacağından korkulduğu için daha çok “Osmanlı-İslam” ifadesi kullanılıyordu. Diğer bir değişle, Cemal Paşa Ateşkes sınırları içinde kalan bölgede yaşayan bütün Müslümanlar tek bir millet olarak tanımlanıyordu. Yüzyılların yerleştirdiği bir alışkanlıkla, bunlar gerçekten de kendilerini bir millet “İslam milleti” olarak görüyorlardı. Diğer yandan, gayri-müslim etnik grupların da belirli bölgelerde hak iddiası vardı. Ermeniler Doğu Anadolu ve Kilikya, Rumlar ise Doğu Karadeniz ve Ege bölgelerinde çoğunluk oldukları iddiasında bulunuyorlardı. Üstelik, I. Dünya Savaşı sırasında İttihat ve Terakki yönetiminin kendilerine yaptıkları haksızlıkları hak iddialarını kuvvetlendirici bir delil olarak da kullanıyorlardı (bakınız: Ermeni Tehciri Sorunu). Böylece, bir yandan İstanbul’da Osmanlı aydınları Wilson prensiplerini savunan cemiyetler kurarken, Anadolu’nun bazı bölgelerinde de yine Wilson Prensiplerini referans alan cemiyetler kuruluyordu. Anadolu’da kurulan bu cemiyetler, Sultan Reşat ve Enver paşa, Alman Kayzeri’nin ziyareti sırasında Çanakkale’de Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri adıyla bilinir. Bu cemiyetler, ilgili oldukları bölgede Osmanlı-İslam unsurunun çoğunlukta olduğunu, dolayısıyla ülkeden koparılamayacağını savunan ve bu amaçla yasal siyasal mücadele veren derneklerdir. Bunların kuruldukları yerlere baktığımızda, bu yerlerin hepsi üzerinde de gayri müslim etnik grupların hak iddia ettiğini görürüz (Trakya, İzmir, Doğu Anadolu, Kilikya, Trabzon). Bu arada Mondros Ateşkes Anlaşmasının İtilaf devletlerine güvenliklerini tehlikede gördükleri durumda ülkenin istedikleri yerine asker çıkartabileceklerini öngören ünlü 7. Maddesine dayanarak, İstanbul’a, Adana ve Antalya bölgelerine İtilaf devletlerinin askerleri çıkmıştır. Buna rağmen, ne İstanbul’da ne de Anadolu’da büyük bir karamsarlık yoktur. İnsanlar biran önce adil bir barış yapılıp normal yaşama dönüleceğini ummaktadır. Bu nispeten iyimser havayı bir olay bütünüyle değiştirir. 15 Mayıs 1919’da İzmir Yunanistan tarafından işgal edilir. Üstelik bu işgal İtilaf devletlerinin onayı ile gerçekleşmiştir. Yine aynı sıralarda Adana ve yöresinde Fransız ordusunun ardından yörenin I. Dünya Savaşı sırasında sürülmüş Ermeni nüfusu geri dönmeye başlamıştır. Bu nedenle Maraş, Antep ve Urfa gibi kentlerde silahlı çatışmalar başlar. Bunu İzmir çevresinde Yunanistan işgal ordusuna karşı benzer silahlı direniş hareketleri izler. Böylece, 1) adil bir barış ümidi kaybolmaya başladığı gibi, Anadolu’nun bütününün de Osmanlının elinde kalmasının güç olduğu anlaşılmış, 2) Ve ilk kez halk bazı yörelerde direnişe geçmiştir. Ancak bu direniş, İtilaf devletlerinin işgaline karşı değil, ABD Başkanı Wilson Yunanistan ordusuna ve Ermeni milis kuvvetlerine karşıdır. Bunun anlamı şudur: Anadolu halkı, itilaf devletlerinin işgalinin geçici olduğunu düşünmektedir, Yunanistan’ın ve Ermenilerin ise işgal ettikleri bölgeleri Osmanlıdan ayırarak oralardaki Müslümanları kovacaklarına inanmaktadır. 1919 yılı aynı zamanda Paris’te barış görüşmelerinin başlayışına tanıklık eder. 1920 yılı ilkbaharına kadar süren barış görüşmelerinde Osmanlı dışındaki yenilen devletlerle barış anlaşmaları imzalanmıştır. Osmanlı özellikle sona bırakılmıştır. Çünkü Osmanlı ile ilgili sorunlar diğerlerinden çok daha karmaşıktır. Diğer devletlerle yapılan barış anlaşmalarında izlenen 11 yöntem Osmanlı devlet adamlarının ve aydınlarının kötümserliğini daha da artırmıştır. Çünkü, bu görüşmelerde yenilen devletlere hiç söz hakkı verilmemekte, bütün kararlar galip devletler tarafından alınmakta ve hazırlanan nihai metin yenilen devletlerin önüne konmaktadır. Wilson İlkeleri görünüşte gözetilmekle birlikte, hep yenilen devletlerin aleyhine yorumlanmıştır (Örneğin, Çeklere kendi kaderini tayin hakkı verilip şimdiki Çek Cumhuriyeti kurulurken bu cumhuriyet içinde kalan milyonlarca Almana bu hak tanınmamıştır. Aynı şekilde, Avusturya-Macaristan içinde Romenlerin yoğun olarak yaşadığı Transilvanya bölgesi Romanya’ya verilirken bu ilkeye uyulmuş, ancak yine aynı bölgede yaşayan Macarlara hangi ülkeye bağlı olmak istedikleri sorulmamıştır.) Ayrıca, bazı noktalarda Wilson prensipleri kesinlikle bir kenara itilmiştir. Örneğin savaş tazminatları konusu. Almanya’dan ülke ekonomisinin kaldıramayacağı kadar büyük savaş tazminatı istenmiştir. Almanya bu yük nedeniyle 1920’li yılların ortalarına kadar ekonomisini düzeltememiştir. Osmanlı ile ilgili olarak yapılan görüşmelerde ise, Anadolu bir tarafa İstanbul’un bile Osmanlıda kalıp kalmaması gerektiği tartışılmaktadır. Osmanlının avantaj denilebilirse, tek bir avantajı vardır, o da İtilaf devletleri arasında Osmanlı üzerindeki çıkar çatışması. Diğer devletlere nazaran Osmanlı ile ilgili barışın sonuçlandırılamamasının temel nedeni bu çıkar çatışmalarıdır. İtilaf devletleri I. Dünya Savaşı sırasında aralarında Sykes-Picot Ant’a göre Ortadoğu savaş sonrasında Osmanlı topraklarının bölüşülmesi konusunda ikili anlaşmalar yapmışlardır. Buna göre, 1 Arapların yaşadığı topraklar büyük bölümü İngiltere’ye verilmek üzere İngiltere ile Fransa arasında bölüşülecek, ayrıca Anadolu’da Kilikya bölgesi Sivas’a kadar Fransa’ya, Akdeniz bölgesi batıda İzmir kuzeyde Konya’ya kadar İtalya’ya verilecektir. Doğu Anadolu ile Boğazlar ise Rusya’nın payına düşecektir. Rusya’nın Bolşevik Devrimi ile birlikte savaştan çekilmesi onun payına düşen yerler konusunu boşlukta bırakmıştır. Ayrıca, savaşın sonlarına doğru savaşa katılan Yunanistan da bu bölüşümden pay istemektedir. Doğu Anadolu’da bir Ermenistan devleti kurulması konusunda anlaşırlar. İngiltere ile Fransa’ya düşen yerler sorunu da halledilir. Ancak İtalya ve Yunanistan’ın payları ile Boğazlar ve İstanbul’un geleceği konusu çözülemez. İtilaf devletlerinin lideri konumundaki İngiltere, İtalya’ya vadedilen bölgenin önemli bir kısmını Yunanistan’a vermeyi istemektedir. Çünkü, güçlü bir devlet olan İtalya gelecekte bu bölgede İngiliz çıkarlarına engel olabilir. Küçük bir devlet olan ve buradaki varlığı için hep İngiltere’nin desteğine muhtaç bulunan Yunanistan ise tam tersine bölgede İngiliz çıkarlarının koruyucusu olacaktır. Bu arada, herkes Ermenistan kurulması konusunda hemfikirdir ancak Ermenilere nasıl SSCB propaganda afişi yardım edileceği sorunu çözülmemiştir. Ermeniler tek başlarına böyle bir devlet kurabilecek durumda değillerdir. Osmanlının elimde kalan tek güçlü askeri birlik Doğu Anadolu’da bulunmaktadır (Kazım Karabekir Paşa komutasındaki 15. Kolordu). Dolayısıyla birilerinin o bölgede Ermenilere ciddi bir askeri destekte bulunması gerekmektedir. Bölgenin uzaklığı ve coğrafi yapısı düşünüldüğünde bu oldukça önemli kayıplarla sonuçlanacak bir askeri hareket anlamına gelmektedir. Hiçbir ülke Ermeniler için böyle bir maceraya yanaşmaz. Ermenilere yardım konusunda başta en ciddi aday ABD’dir. Ancak Amerikan kamuoyu ABD’nin bu bölgedeki olaylara karışmasını istemez ve ABD 1920 yılı içinde dünya siyasetinden elini eteğini çeker, bu tip sorunlara doğrudan bulaşmama siyasetini benimser. Son Osmanlı padişahı Vahdettin İtilaf devletleri bu durumda iken o sırada Osmanlıyı temsil eden padişah ve İstanbul hükümetleri İtilaf devletlerinin aralarındaki anlaşmazlıklardan ve kararsızlıklardan yararlanarak mümkün olduğunca elverişli bir barış anlaşmasına ulaşmaya çalışırlar. İttihat ve Terakki’nin iktidardan gitmesinden sonra devletin en güçlü kişisi durumundaki padişah Vahdettin İngilizleri etkilemeye çalışmaktadır. Bu doğrultuda şu iki kozu kullanmaya çalışır: 1) Hilafet makamı, 2) Bolşevik korkusu. O sırada Britanya İmparatorluğuna bağlı sömürgelerde yüzmilyonlarca Müslüman yaşamaktadır (özellikle Hindistan ve Mısır). Teoride Osmanlı padişahı bu Müslümanların da halifesidir. II. Abdülhamit ve I. Dünya savaşı yıllarında padişahların bu unvanından yararlanılmaya çalışılmış, bu sömürgelere ajanlar gönderilmiş, hatta ayaklanmalar çıkarılmaya çalışılmış ama fazla başarılı olunamamıştır. Buna rağmen, halifenin bu Müslümanlar üzerinde hiç etkisi olmadığını söylemek de mümkün değildir. Buralardaki Müslümanların en azından okumuş kesiminin Osmanlı İmparatorluğu’nun kaderi konusunda belirli bir duyarlılığa sahip olduğunu kabul etmek gerekir. Diğer bir deyişle, sömürgelerdeki Müslüman kamuoyu Osmanlının haksızlığa uğramasını istememektedir. 12 2 Padişah Vahdettin İngiltere’ye bu Müslümanlar üzerindeki etkisini İngiltere yararına kullanmayı teklif etmektedir. İngiltere Osmanlı için adil bir barış hazırlarsa, padişah da İngiltere’nin yönetimindeki Müslümanlara İngiltere’ye bağlı kalmalarını, İngiliz kanunlarına uymalarını v.b. telkin edecektir. Bu sıralarda İtilaf devletlerinin en büyük korkusu Bolşevik Devrimi’nin yayılmasıdır. İngiltere ve Fransa Bolşevik Devrimi’ni boğmak için devrim karşıtı Rus generallerinin ordularına para, silah ve asker yardımı yapmaktadırlar. Ancak Bolşevikler gün geçtikçe kuvvetlenmekte ve karşı devrimci orduları bozguna uğratmaktadırlar. Bu arada Kafkasya’ya da yeniden egemen olmak üzeredirler. Kafkasya Bolşevikler ile Osmanlı’nın sınırıdır. Eğer Osmanlı Bolşeviklerle anlaşırsa Anadolu da Bolşevik etkisine girecek demektir. Bu da itilaf devletlerinin özellikle de İngiltere’nin en son isteyeceği şeydir. Oysa tam tersine güçlü bir Osmanlı bu bölgede Bolşeviklere karşı bir engel de oluşturabilir. İşte Vahdettin’in İngiltere’yi etkilemek için öne sürdüğü ikinci görüş de budur: Eğer adil bir barış olursa, bu bölgede Bolşevikliğin yayılmasını engeller, sizin çıkarlarınızın koruyucusu ya da jandarmanız oluruz. Ancak, Sevr Anlaşması Osmanlı devletinin önüne konulduğunda Vahdettin’in politikasının işe yaramadığı anlaşılacaktı. Fakat Padişah Vahdettin İngiltere’ye o kadar güveniyordu ki, İzmir’in Yunanistan tarafından işgalinden sonra bile tutumunu değiştirmedi. Oysa başlangıçta, diplomasi yoluyla herşeyin çözülebileceğine ve uygun bir barış sağlanabileceğine inanan insanların büyük çoğunluğu artık ulusal bir direniş mücadelesi vermek gerektiğine inanmaya başlamıştı. Anadolu’nun işgal tehdidi altındaki bölgelerinde Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri öncülüğünde kongreler yapılmaya, hatta silahlı milis kuvvetleri oluşturulmaya (Kuva-yı milliye) başlamıştı. İstanbul’daki birçok aydın da Anadolu’ya geçiyordu. Bu sırada Osmanlı aydınları içinde ne yapılması gerektiği konusundaki tavırlarına göre iki grup ayırt ediliyordu. Artık azınlıkta kalmış olan ama padişah Vahdettin ve Osmanlı hükümetlerince desteklenen gruba göre: Yasal hükümetten bağımsız bir hareket yanlıştı. Hele silahlı bir direniş ülkeyi daha da kötü bir sonuca götürürdü. Yapılması gereken, diplomatik görüşmeler yoluyla bir an önce elverişli bir barış anlaşması imzalamaya çalışmak, bu arada İtilaf devletlerini kızdıracak hiçbir şey yapmamak. Diğerleri ise (özellikle İzmir’in işgalinden sonra çoğunluk olmuştu) gerekirse silahlı bir direniş hareketine başlamaktan yanaydı. ÇALIŞMA, TARTIŞMA, ARAŞTIRMA 1.Metne göre: Üç Paşaların kaçış nedenleri nelerdir? 2.Metne göre: Wilson Prensipleri Türkleri hangi açılardan ilgilendirmektedir? 3.O dönemde Türkler “millet” tanımını nasıl, hangi kritere göre yapmaktadır? Neden? 4.Enver Paşa’nın resmi hangi tarihte çekilmiş olabilir? Sadece bu resimden yola çıkarak ne tür saptamalar yapılabilir? 5.Müdafa-i Hukuk Grupları ile Kuvayı Milliye Çeteleri ararsındaki temel farkları saptayınız. 6.“1” Nolu haritaya göre Ortadoğu’nun geleceği nasıl planlanmıştır? 7.SSCB’nin propaganda afişindeki yazıları okuyamıyoruz. Ama salt resme bakarak ne gibi sonuçlar çıkarabilirsiniz? Deneyiniz. 8.1918 sonrasında Osmanlı İmp’u içinde ortaya atılan temel çözüm önerileri nelerdir? Bu önerileri kimler temsil etmektedir? Metni analiz ederek yanıtlayınız. 9.”2”Nolu haritada dinlerin yayılma alanı çok net değildir. Araştırma yaparak haritayı renklendirin. Hangi dinler hangi bölgelerdedir…? Başka bir harita da çizebilirsiniz. 13 3.BÖLÜM: MİLLİ MÜCADELE:HAZIRLIK AŞAMASI (19 Mayıs 1919 - 23 Nisan 1920) (Metin: Hayrettin Kaya – Mutlu Öztürk/ Görsel malzeme, sorular ve düzenleme: Dilara Kahyaoğlu) İşgallere karşı “kendiliğinden“ denebilecek, yani nispeten dezorganize bir direnişin başladığını belirtmiştik. İki boyutlu bir mücadele söz konusuydu. -Siyasal mücadele; propaganda... Bunu, yasal dernekler yürütüyor, çeşitli yörelerde yerel kongreler toplanıyor ve ulusal ve uluslararası platformda “Osmanlı-Müslüman halkın“ self-determinasyon hakkı savunuluyor, işgallerin haksızlığı vurgulanıyor, miting ve gösteriler örgütleniyordu. -Silahlı direniş... Bir tür gerilla savaşı.. Mücadelenin bu yasadışı ve ölüm riski içeren boyutunu ise, yukarıda anlatılan Kuvvacılar üstlenmişti. MHC’lerle el Milli çeteler altından ilişki içindeki bu “çeteler“ işgalcileri vur-kaç saldırılarıyla yıpratmaya çalışıyorlardı. Fakat, çok temel bir sorun, önderlik problemi, lider kadro problemiydi. Bu sorun Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçişine kadar, henüz çözülmemişti. Tam da bu yüzden, Milli Mücadele, Mustafa Kemal’in Anadolu’ya geçip direnişi yönetmeye başladığı 19 Mayıs 1919 günü başlamış kabul edilir: Milli Mücadele’nin simgesel başlangıç tarihi bu nedenle 19 Mayıs 1919’dur. a.MUSTAFA KEMAL’İN ANADOLUYA GEÇİŞİ: 19 Mayıs 1919 - M. Kemal Samsun’da: Mustafa Kemal Paşa, I. Dünya Savaşı bittikten sonra ordusu dağıtılan bir komutan olarak İstanbul’a gelmişti. Savaşın bitiminden Anadolu’ya geçtiği tarihe kadar geçen sürede İstanbul’da sarayı ve hükümeti etkilemeye, onların kuvayı milliye yanlısı bir tutum takınmalarını sağlamaya çalışmıştı. O sırada İstanbul’da devletin ne yapması gerektiğine dair üç farklı görüş ve üç farklı grup ortaya çıkmıştı. Birinciler, kayıtsız şartsız bir teslimiyet öngörüyorlardı. Bunlara göre, İtilaf devletlerinin her dediği harfiyen yerine getirilmeli ve onların uygun göreceği barış anlaşması bir an önce imzalanarak normal yaşama dönülmeliydi. İtilaf devletlerinin tepkisini çekecek her hareket daha da kötü sonuçlar doğuracak ve elde kalan toprakların da yitirilmesine yol açacaktı. Bu görüşü savunanların büyük kısmı büyük bir devletin manda yönetimini kabul etmeye de razıydılar. İkinciler ve üçüncüler ise İtilaf devletlerinin haksız uygulamalarına ve işgallere karşı direnilmesini gerekirse silaha sarılınmasını savunuyorlardı. Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerini kuranlar ve kuva-yı milliye birliklerini oluşturanlar bunlardandı. İkinciler ile üçüncüleri ayıran nokta, bir grup eski İttihat ve Terakki yöneticilerinden oluşurken diğerlerinin bazıları İttihat ve terakki içinde yer almış da olsa İttihat ve Terakki yöneticilerine muhalif kimselerden oluşmasıydı. İşte Mustafa Kemal bu sonuncu gruptandı. M.Kemal ve arkadaşları mücadelenin başlarında Mustafa Kemal İstanbul’da bulunduğu sıralarda, burada bir şey yapılamayacağını farketti. Hükümeti ve padişahı etkileme yönündeki çabaları önemli bir sonuç vermemişti. Anadolu’ya geçip burada bir şeyler yapmak gerektiğini düşünüyordu artık. Ancak bu geçiş nasıl olacaktı? Resmi bir görevle Anadolu’ya geçmenin yollarını araştırdı ve bürokraside önemli görevlerde bulunan arkadaşları sayesinde padişahı da ikna ederek, kendisinin çok geniş yetkilerle merkezi Erzurum’da bulunan 9. Ordu Müfettişliğine atanmasını sağladı. Mustafa Kemal Nutuk’ta bu göreve atanması ile ilgili şunları söylemektedir: “Bu geniş yetkinin beni İstanbul’dan sürmek ve uzaklaştırmak maksadıyla Anadolu’ya gönderenler tarafından, bana nasıl verilmiş olduğu garibinize gidebilir. Hemen ifade etmeliyim ki, onlar bana bu yetkiyi bilerek ve anlayarak vermediler. Ne pahasına olursa olsun, bana, benim İstanbul’dan uzaklaştırılmamı isteyenlerin buldukları gerekçe Samsun dolaylarındaki güvensizlik olaylarını yerinde görüp tedbir almak üzere, Samsun’a kadar gitmek idi. Ben bu görevin yerine getirilmesinin bir makam ve yetki sahibi olmaya bağlı bulunduğunu ileri sürdüm. Bunda hiçbir sakınca görmediler. O tarihte Genelkurmay’da bulunan ve benim maksadımı bir dereceye kadar sezmiş olan kimselerle görüştüm. Müfettişlik görevini buldular; yetki konusu ile ilgili talimatı da ben kendim yazdırdım.” 14 9.Ordu Müfettişi olarak resmi görevi: Karadeniz bölgesinde asayişi sağlamak. Saldırılarda bulunan silahlı Türk çetelerine engel olmak, onları silahsızlandırmak vb. Yetkileri: Trabzon, Erzurum, Sivas, Van, Erzincan, Samsun vilayetleri ile bunlara komşu Diyarbakır, Bitlis, Elazığ, Ankara, Kastamonu vilayetlerinin sivil ve asker tüm yöneticilerini denetleme. Bütün bu yöneticiler M. Kemal’in emirlerini yerine getirmek zorunda. Bu demektir ki, bütün Orta ve Doğu Anadolu’da en yetkili kişi M. Kemal!! Soru: Osmanlı yönetimi M. Kemal’e bu olağanüstü yetkileri neden vermiş olabilir? Onu İstanbul’dan uzaklaştırabilmek için verilen bir taviz (mi?)... (Nutuk’ta ileri sürülen gerekçe budur) M. Kemal’in I. dünya savaşında kazandığı şöhretin etkisi, dolayısıyla ondan başka bu görevi yürütecek alternatif kişinin olmaması (mı?). M. Kemal’in İttihatçıların suçlarına bulaşmamış olması dolayısıyla İtilaf Devletlerinin itiraz etmeyeceği bir kişi olması (mı?). Vahdettin ile daha önceden kurduğu iyi ilişkiler… Dolayısıyla padişahın M.Kemal’in kendisine ihanet etmeyeceğine inanması, ona güvenmesi (mi?). Vahdettin’in milli mücadeleyi örgütlemesi için bilerek/isteyerek M.Kemal’i Anadolu’ya göndermesi (mi?) ki bu görüşü savunanlar da vardır. Mustafa Kemal’in İlk uygulamaları: 1) Bütün ülkedeki henüz dağıtılmamış askeri Sultanahmet Mitingi birliklerle ilişki kurarak birliklerin dağıtılmasını ve silahların İtilaf devletlerine teslim edilmesini önlemeye çalışır. (Henüz dağıtılmamış birlikler arasında en büyüğü Erzurum bölgesinde bulunan Kazım Karabekir komutasındaki 9. Kolordudur. Kazım Karabekir Mondros Ateşkes Anlaşması hükümlerine rağmen kolordusunu dağıtmayı reddetmiştir.) Ülkedeki Müdafaai Hukuk Cemiyetleri ile ilişki kurup onları bölgesel kurtuluş görüşünden ulusal kurtuluş görüşüne geçmeye ikna etmeye çalışır. Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919 tarihinde 9. Ordu müfettişliği görevi ile Samsun’a çıkana kadar Kuva-yı Milliye Hareketi bir liderden ve merkezi bir yönetimden yoksundu. Ülkenin işgal tehdidi altında bulunan çeşitli yörelerinde kurulmuş Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ve bunların desteği ile oluşturulmuş silahlı kuva-yı milliye birlikleri birbirlerinden kopuk bir biçimde ve yalnızca kendi bölgelerinin bağımsızlığı için mücadele ediyorlardı. 15 AMASYA GENELGESİ (22 haziran 1919) Hazırlayanlar: M. Kemal, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, (telgraf onayıyla) Kazım Karabekir.. Dikkat! 1) Hepsi asker 2) Rauf Orbay, Mondros Mütarekesini imzalayan kişi. Maddeler: Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir. İstanbul hükümeti sorumluluğunu yerine getirememektedir. Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı belirleyecektir. Milletin haklarını dünyaya duyurmak için, her türlü etkiden ve kontrolden uzak, bir milli kurulun varlığı gerekmektedir. Anadolu’nun her bakımdan en güvenli yeri olan Sivas’ta milli bir kongrenin toplanması gerekmektedir. Bunun için her vilayet ve sancaktan milletin güvenini kazanmış üç temsilcinin seçilerek hemen yola çıkması gerekmektedir. Bunun milli bir sır olarak tutulması gerekmektedir. Halide Edip ve M.Kemal Genelge: Resmi makamlar arasında üst makamın alt makamlara gönderdiği emir niteliğinde genel duyuru. Dikkat! Kamuoyuna açık bir duyuru değil, resmi makamlar arasında bir haberleşme. Soru: Kongrenin niye bir sır olarak saklanması isteniyor. Kimin öğrenmesinden korkuluyor?. Amasya genelgesinden sonra, M. Kemal’in İstanbul hükümeti ile bağları kopar. Geri çağırılır. Kabul etmez. Bu kez görevden alınır. Bunun üzerine o da istifa ettiğini ve mücadelesine bir sivil olarak devam edeceğini açıklar. Artık, statü olarak işsiz ve yasadışı bir konumdadır.Ancak, bir kaç sıkıntılı gün geçirmek dışında, bu durum Mustafa Kemal’in konumunda fazla bir değişiklik yapmaz. Ordudaki komutanların büyük çoğunluğu ona bağlılıklarını devam ettirirler. Sivil yöneticilerin önemli bir bölümü için de geçerlidir bu. ÖNEMİ: İlk kez iktidarın millette olduğundan, yani “milli egemenlik” ilkesinden söz edilmiş. Milli Mücadelenin planı ortaya atılmış. İstanbul hükümetine alternatif bir iktidar odağının başlangıcı ifade edilmiş.Yani kurtuluş için İstanbul hükümetinden ümit kesilmiş. Ancak bu İstanbul Hükümeti’nin tanınmadığı anlamına gelmez henüz. Padişah ve halife hala devletin başı kabul edilmektedir. Burada sorun onların bir şey yapamayacak durumda olmalarıdır. Çünkü işgal kuvvetlerinin elinde esir oldukları düşünülmektedir. Tartışma sorusu: Bu genelgeyi İstanbul hükümeti açısından düşünürseniz nasıl değerlendirirsiniz? Diğer bir deyişle, siz padişah ve İstanbul hükümetinin yerinde olsaydınız bu genelgeyi nasıl değerlendirirdiniz, nasıl bir tutum takınırdınız? Yasa dışı bir hareket, hatta bir isyan teşebbüsü olarak değerlendirilebilir mi? Peki nasıl çözülecek bu sorun? ÇALIŞMA, ARAŞTIRMA, DÜŞÜNME, TARTIŞMA… (aralardaki sorulara ilaveten…) 1.Dilsiz harita üzerine a) metinde geçen yer adlarını işleyiniz. b)M.Kemal’in İstanbul’da başlayan “….. “ şehrinde noktalanan, “savaşa hazırlık gezileri”nin rotasını ve gittiği yerlerin isimlerini gezi sırasına göre işleyiniz. Haritanın yanına lejand hazırlayabilirsiniz. 2.Vapur fotoğrafının alt yazısını siz yazınız. 3.Sultanahmet Mitingi’nin ve Halide Edip’in resimleri buraya neden konmuş olabilir? Araştırarak yazınız. 4.Sizce Amasya Genelgesi’ndeki en önemli madde hangisidir? Neden? 5.Metinde “Amasya Genelgesi’nde milli mücadelenin planı ortaya atılmıştır” deniyor. Bu plan nedir? Nasıldır? Açıklayınız. 6.Kurtuluş Savaşı’nın “liderleri” konusunda neler düşünüyorsunuz? Bazı isimler bu metinde geçiyor. Her şeyden önce kimdir bunlar? Araştırma yaparak yanıtlayınız.. 7.Milli çeteler fotoğrafı ile ilgili olarak ne düşünüyorsunuz? Gördüklerinizi yorumlayınız. 16 IV. BÖLÜM: KONGERELER ve MİSAKI MİLLİ (Metin: Hayrettin Kaya – Mutlu Öztürk/ Görsel malzeme, sorular ve düzenleme: Dilara Kahyaoğlu) a.ERZURUM KONGRESİ (23 temuz-7Ağustos 1919) Ulusal direnişi örgütleyen iki büyük kongreden biri olan Erzurum Kongresi’ni Şarki Anadolu Mudafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin (Doğu Anadolu Müüdafai Hukuk Cemiyeti) Erzurum şubesi düzenlemiştir. Bu kongrenin düzenlenmesinde ve kongreye M.Kemal Paşa’nın çağırılmasında 15. Kolordu komutanı Kazım Karabekir Paşanın rolü büyüktür. Kongre 54 delegenin katılımı ile açılmıştır. Bu delegelerin 23’ü Erzurum’dan geri kalanları da Bitlis, Van, Sivas ve Trabzon’dan gelmiştir. Elazığ, Diyarbakır ve Mardin delegelerinin katılımı İstanbul hükümetine bağlı yerel yöneticiler tarafından engellenmiştir. Alınan Önemli Kararlar: 1) Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür. 2) Bu bütün içerisinde bulunan doğu illerimiz yabancı işgaline karşı tüm ulusla birlikte haklarını savunacaktır. 3) Osmanlı Hükümeti, doğu illerinin ve vatanın bağımsızlığını sağlayamazsa, bunun gerçekleşmesi için geçici bir hükümet kurulacaktır. Bu hükümeti de ulusal bir kongre seçecektir. Kongre toplanmamış ise , bu seçimi Heyet-i Temsiliye yapacaktır. 4) Kuva-yı Milliyeyi amil (etken) ve milli iradeyi hakim kılmak esastır. 5) Hıristiyan ahaliye siyasi hakimiyetimizi ve sosyal dengemizi bozucu ayrıcalıklar verilemez, egemenlik ve ayrıcalık tanınamaz. 6) Manda ve himaye kabul olunamaz. 7) Mebusan Meclisi’nin hemen toplanmasına çalışılacaktır. Kongre 9 kişilik bir Heyet-i Temsiliye seçerek çalışmalarını tamamladı. Heyetin başkanlığına M. Kemal getirildi. Heyetin görevi, kongre kararlarını uygulamaktı. Soru: “Milli sınırlar denilirken ne kastediliyor? O zaman ülkenin milli sınırları nereleri kapsıyor? Araştırma: Uluslararası hukuk ne diyor olabilir bu konuda? Önemi: 1) Kongre yalnız Doğu Anadoluyu kapsamakla, yani yerel olmakla birlikte kararlarının içeriği bakımından genel ya da ulusal bir nitelik taşır. Diğer bir değişle şeklen bölgesel, aldığı kararlar bakımından geneldir. 2) Yeni bir hükümetin kurulması düşüncesi ilk kez bu kongrede dile getirildi. Heyet-I Temsiliye pratikte alternatif bir hükümet işlevi üstlendi. Böylece, ilk kez İstanbul’a alternatif bir iktidar odağı oluşmaya başladı. 3) Herhangi bir ülkenin güdüm ve koruyuculuğunun reddedilerek bağımsızlığın koşulsuz olarak gerçekleştirilmesine ilk kez bu kongrede karar verilmiştir. Peki, siz İstanbul hükümeti olsaydınız bu durumda ne yapardınız? D. Ferit ne yaptı? Kongreyi kanunsuz saydı. Bu durumun önlenmes için valilere yazılar gönderdi, ama bu emirleri kimse dinlemedi. Zaten bu sıralarda Batı Anadolu’da da benzer kongreler düzenlenmekteydi: Balıkesir Kongresi (26-30 Temmuz 1919) Alaşehir Kongresi (26-30 Ağustos 1919) gibi... Sözkonusu kongrelerin Doğu Anadolu’da ve Ege’de düzenlenmesinin anlamı ne olabilir? Ne dersiniz? Neden en çok bu yöreler halkı telaşlanmış olabilir? 17 b. SİVAS KONGRESİ (4-11 Eylül 1919) Bu kongre, Milli direnişin en önemli sıçrama anlarından biridir. Amasya’dan yani baştan beri amaç bu kongreydi, yani bütün ülkeyi temsil edecek bir kongre. Dağınık cemiyetleri tek çatı altında toplayacak, deyim yerindeyse bir Ulusal Direniş Partisi’nin kurulacağı bir kongre... Kararlar: 1) Erzurum Kongresinde alınan kararlar aynen kabul edildi. Yalnız “Doğu Anadolu” ifadesi”yurdun tümü” olarak 2) 3) 4) 5) 6) değiştirildi. Bütün MHC’ler, Anadolu ve Rumeli Müdafai Hukuk Cemiyeti (ARMHC) adıyla tek bir çatı altında birleştirildi. ARMHC’nin yürütme organı olarak bir Temsil Heyeti oluşturuldu ve başkanlığına M. Kemal getirildi. uzun tartışmalardan sonra manda ve himaye seçenekleri reddedildi. Ülkenin sınırlarının ne olacağı konusu netlik kazandı. Ateşkes anlaşması sırasındaki sınırlar. Mebusan Meclisinin hemen açılması gerektiği belirtildi. Sonuçlar, gelişmeler: 1) Ulusal direniş hareketi tek bir merkezde, tek bir önderlik altında birleşmiş oldu. 2) Ülkede İkili iktidar yapısı ortaya çıktı. 3) İstanbul hükümeti hemen seçimler yapılarak Mebusan Meclisi’nin yeniden açılması için çalışmaya başlamak zorunda kaldı. 4) İstanbul’da iktidar şahinlerden güvercinlere geçti: D. Ferit Hükümetinin yerine A. Rıza Paşa hükümetinin kurulması. Soru: Ülkede ikili bir iktidar yapısı ortaya çıktı derken ne kastedilmektedir? Soru:İktidar şahinlerden güvercinlere geçti derken ne kastedilmektedir? c.AMASYA GÖRÜŞMESİ (20-22 Ekİm 1919) : Siyasi Çözüm Denemesi. Araştırma: İmzalanan protokol (bkz. Ansiklopedilerde var) Damat Ferit hem iç politikada hem dış politikada başarısız. Paris’te süren barış görüşmelerinde kendisine çok kaba davranıldı. Uzlaşma siyasetinin bir sonuç vermediği görüldü. Mustafa Kemal’in çalışmalarını engelleyemedi.İstifa etmek zorunda kaldı. Milliyetçilerden yana olan Ali Rıza Paşa hükümeti kuruldu ve bu hükümet, Anadolu’daki isyancılarla yani ARMHC ile görüşme kararı aldı. Kim bu DAMAT FERİT? İngiliz taraftarı İtilaf Devletleriyle Uzlaşma yanlısı, hatta teslimiyetçi ittihatçı karşıtı Liberallerin büyük bölümünün içinde yer aldığı Hürriyet ve itilaf Partisi’nin önderi konumunda. Soru ve tartışma: Neden böyle davranıyor, ne düşünüyor olabilir? Kötülük olsun diye mi? Gelecek öngörüsü mü? Ne dersiniz? ARMHC Temsil Heyeti ile, İstanbul Hükümeti’ni temsilen, Bahriye Nazırı Salih Paşa arasındaki görüşmede, İstanbul o güne dek yasadışı ilan etmiş olduğu ARMHC ile masaya oturarak, M. Kemal ve arkadaşlarını muhatap kabul eder; bu, ARMHC ve M. Kemal için -beş ayda elde edilmiş- ciddi bir siyasi başarıdır. İstanbul Hükümeti Sivas Kongresinde kabul edilen programı benimsiyor; Kemal ve arkadaşları ise İstanbul Hükümeti’ni en yüksek otorite olarak tanıyordu. Salih Paşa hükümete protokolün tamamını kabul ettiremedi. Ama en azından Armhc’nin de katılabileceği seçimler sonucunda Meclis-i Mebusan’ın toplanmasını kabul ettirdi. Bu da M. Kemal için önemli bir siyasi zafer. 18 d.TEMSİL HEYETİNİN ANKARA’YA GELİŞİ (27 Aralık 1919) Milli Mücadele‘nin beyin takımı neden Sivas‘tan Ankara‘ya taşınır? Şunların etkisi olabilir mi bu kararda? Ankara‘nın, İstanbul’a ve Yunan İşgal bölgesine Sivas‘tan daha yakın, ama aynı zamanda Sivas kadar da güvenli olması; demiryolunun oradan geçiyor olması, dolayısıyla ulaşımın Sivas‘tan çok daha kolay olması…. Veya daha başka nedenler olabilir mi? Ne dersiniz?. e. SON OSMANLI MEBUSAN MECLİSİ, MİSAK-I MİLLİ VE İSTANBUL’UN RESMEN İŞGALİ Amasya Görüşmelerinde alınan kararlara uygun olarak Kasım 1919’da seçimler yapıldı. Seçimleri büyük çoğunlukla Müdafaa-i Hukuk yanlıları kazandı. Anadolu temsilcileri İstanbul’a gitmeden önce Ankara’da M. Kemal ile görüştüler. Meclis’te bir bütün olarak hareket etmeye karar verdiler. Gerçi M. Kemal’in bütün isteklerini harfiyen yerine getirmiyorlardı ama İstanbul’da iken de Ankara ile sürekli temas halinde kaldılar. Sonunda 28 Ocak 1920’de Meclis-i Mebusan Misak-ı Milli’yi kabul etti. Misak-ı Milli “Ulusal Yemin” anlamına gelir; nihayetinde, bir meclis kararıdır. Ama bu karar, bu “yasa tasarısı” bütün bir Milli Mücadeleye damgasını vuracak önemde bir karardır. Kapısının önünde koca bir dünya savaşını kazanmış işgal orduları bekleyen bir meclisin aldığı bu cesur kararda, Sivas Kongresinin kararları neredeyse aynen tekrar ediliyordu ve bu anlamda yine Anadolu hareketinin bir siyasal zaferiydi. Bir anlamda, Mustafa Kemal’in tezleri Osmanlı Parlamentosu’nun tezleri haline gelmişti: “Mondros imzalandığı günkü Osmanlı sınırlarından taviz verilemez, bu sınırların dışında kalan, yani dünya savaşı sırasında yitirilmiş ve Müslüman-Türk nüfusun çoğunluk olduğu üç bölgenin kaderi referandumla tespit edilmelidir, kapitülasyonlar kaldırılmalıdır” gibi tezler içeren bu bildiri, o gün bugün Türkiye Devleti’nin temel belgelerinden biri olagelmiştir. Ancak tüm bu gelişmeler İngilizleri rahatsız ediyordu. Bir önlem almazlarsa durumlarının iyice zorlaşacağını düşündüler ve -Aslında Kasım1918’de kente İtilaf donanmasının gelişinden beri zaten fiilen işgal altında olan- İstanbul’u, 16 Mart 1920’de resmen işgal ederek, Meclisi kapattılar, Felah-ı Vatan’cı mebusları ve başka bazı mebusları tutuklayıp, sürgüne yolladılar. Soru ve tartışma: Bu işgal neden taktiksel olarak da bir hataydı? Neyi kolaylaştırdı Belki de Misakı Milli’nin ilanı İtilaf devletlerine yönelik bir kışkırtmaydı, ne dersiniz? 19