Sahir AKÇA - Adabülteni

advertisement
Sahir AKÇA
Yazı İşleri Müdürü
sahirakca@mynet.com
Değerli okuyucularımız, geçen sayımızda sizlerle bir sır paylaşmıştım, esas yeniliklerin ve gelişmelerin bu sayımızda
olacağı ile ilgili. İşte vakit geldi ve o hadise gerçekleşti.
da yardım için her zaman hazırdırlar.
Görevi devralan kardeşlerimize de güzel, hayırlı, bereketli ve sabırlı çalışmalar dilerim.
Adabülteni’miz tâbir-i caizse tepeden
tırnağa değişti. Yayın Kurulu, Yayın Yönetmeni, Tasarımcısı yeni isimlerden
oluştu ve tabii ki tasarımı da değişti. Siz
sevgili okuyucularımız bunun bir bayrak
değişimi olduğunu bilir ve takdir edersiniz.
Yazarlarımız arasına da çok değerli şahsiyetler katılmıştır. Şehrimizin velud
yazarlarından üstad Fahri TUNA, genç
ilim adamlarımızdan tarihçi Doç. Dr.
Ebûbekir SOFUOĞLU, hanımkardeşlerimizden Melike İLGÜR hanımefendi bu
sayımızdan itibaren yazılarıyla sizlerle
olacaklar.
Maddî ve manevî olarak hizmeti, emeği
ve zamanı geçen bütün kardeşlerimize
teşekkürü bir borç bilirim. Onların isimlerini ayrı ayrı zikretmesek de şunu da
biliyoruz ki onlara ihtiyaç duyulduğun-
Yeni hizmet ehli kardeşlerimiz ve yazarlarımız ile daha iyi, daha güzel ve daha
faydalı bir Adabülteni bulmak umuduyla, Hoşça kalın.
Selâm ve muhabbetlerimle.
2-3
10-11
Yeni Osmanlıların
1. Meşrutiyet
İdaresi
Kavramlarımız
4-5
12
19-20
Yanlışlarımızı
Düzeltelim...
Ada’dan
Portreler
Hak ve
Sorumluluklar
Arasında
Siyaset
Üzerinden Dini
Kavramları
Eleştirmek
6-7
13-14
17-18
21-24
İktidar
Sahipleri
İlk Namaz
Hasan
ÇOLAK
8-9
15-16
25-26
Faaliyetlerimiz
Sudanlı Yardım
Görevlisi
Eleştiri;
Ama Nasıl?
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Sahir AKÇA Genel Yayın Yönetmeni Yusuf Ertuğrul ERDEM Grafik&Tasarım Özer ÖZTÜRK Yayın Kurulu Sahir AKÇA, Yusuf Ertuğrul
ERDEM, Atilla YAKAR, Yusuf ERKAN, Enes İLGÜR Reklam Sorumlusu Atilla YAKAR Baskı Burak Ofset İrtibat: Atatürk Bulvarı Kadir Hoca Sokak (Öğretmenevi Yanı) Ötük Apt.
No:1/3 Adapazarı /SAKARYA Telefon: 0 264 277 19 46 E-mail adabulteni@hotmail.com
Yayınlanan Yazıların Fikri Sorumluluğu Yazarlara Aittir. Gönderilen Yazılar İade Edilmez. İsim Zikredilerek İktibas Yapılabilir.
KÖŞE YAZISI
Hamza TEKİN
Hak ve
Sorumluluklar
Arasında
Müslüman toplumsal zulüm karşısında durmakla da sorumlu ve yükümlüdür. Siyasi
zulme karşı da direnmek kendinden istenen görevlerdendir...
Çağdaş felsefe ve düzenlerin, ifade, tenkit ve muhalefet hususunda
insan için hak kabul ettiği şeyler
İslam’da kutsal bir hak olma derecesindedir. Eğer onlarda aşırı gidilirse
Allah’ın ikab ve azabına hak kazanır. Serbesti ve seçki dairesine girip
insanın isterse yapar isterse terk
edebilir olduğu hak ile vacip ve farz
olan hak arasında büyük fark vardır.
Bunlarda sorumlu kişinin terk etme
ve şeri özür bulunmadan aldırış etmeme tercih ve hakkı yoktur.
Müslüman’ı siyasi kılan şeylerden
biri de o imanın gereği tek başına
yaşamama emriyle muhataptır. Başkasının problemini önemsemeden
yaşayamaz. Özellikle inananların
problem ve sıkıntılarından iman
kardeşliği hükmüyle sorumludur.
Çünkü; “ancak inananlar kardeştirler” Hucurat,10)
Hadiste buyurulur ki; “Müslümanların işini önemsemeyen onlardan
değildir. Bir mahalleli içlerinde aç
insanlar olduğu halde gecelerlerse
onlardan Allah’ın ve resulünün koruması kaldırılmıştır.”
Kur’an Müslüman’a açı doyurmayı
farz kıldığı gibi başkalarını da açları
doyurmaya teşvik etmesini de farz
kılmıştır. Müslüman Kur’an’ın kötülediği cahiliye ve kendini bilmezlik
çağı insanları gibi olamaz. Onlar
hakkında Kuran şöyle buyurur:
“Hayır! Doğrusu siz yetime ikram
etmiyorsunuz,” “ Yoksulu yedirmeye birbirinizi teşvik etmiyorsunuz,”
(Fecr,17,18) Yüce kitab bu husustaki
ihmal ve aldırışsızlığı dini yalanlama delili olarak takdim etmektedir;
2
“Görmez misin o dini yalanlayanı”
“İşte o, yetimi itip kakar;” “ Yoksulu
doyurmaya teşvik etmez;” (Maun,1–
3)
Yüce kitap bu gibi kişileri ahirette
azaba hak kazanma bakımından
kâfirlerle birlikte zikreder. “Çünkü
o, ulu Allah’a iman etmezdi,” “ Yoksulu doyurmaya teşvik etmezdi.”
(Hakka, 33-34) İnsanların bu hale
gelip bu şekilde davranmaları fakirin ve zayıfların haklarının zay olup
yok olduğu kapitalist düzenlerde
ihtilal ve devrime teşvik etmektedir.
İnsanların fakirlerle beraber zenginlerin karşısında mücadeleye tutuşmalarını intaç etmektedir.
Nitekim Müslüman toplumsal zulüm karşısında durmakla da sorumlu ve yükümlüdür. Siyasi zulme
karşı da direnmek kendinden istenen görevlerdendir. Bütün zulümlere karşı hangi çeşidi olursa olsun
Müslüman’dan ona karşı mukavemet ve karşı gelme istenmektedir.
Zulüm karşısında susmak, aldırış
etmemek ve önemsememek bütün
ümmetin azaba ve cezaya istihkakını gerektirir. Bu hususta zalimle
zulüm karşısında susan aynı cezaya
çarptırılacaktır. “Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz
(umuma sirayet ve hepsini perişan
eder). Biliniz ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.” (Enfal–25)
Yüce kitap tagi ve zalimlere itaat
edip onlara yandaşlık yapanları
ayıplayıp kötülemektedir. Nuh’un
kavmini anlatırken şöyle der: “…
malı ve çocuğu kendi ziyanını arttır-
maktan başka işe yaramayan kimseye uydular.” (Nuh, 21) Hud kavmi
için şöyle der: “O’nun peygamberlerine âsi oldular ve inatçı her zorbanın emrine uydular.” (Hud, 59)
Firavun’un kavmi içinse şunu söyler: “Firavun kavmini aldattı; onlar
da kendisine boyun eğdiler. Onlar
yoldan çıkmış bir kavimdir.” (Zuhruf,54)
Hatta yüce kitap zalime sırf ruhi ve
hissi meyil ve yönelişi dahi ilahi azaba duçar olmanın bir gerekçesi olarak bildirmektedir. “Zulmedenlere
meyletmeyin; sonra size ateş dokunur (cehennemde yanarsınız). Sizin
Allah’tan başka dostlarınız yoktur.
Sonra (O’ndan da) yardım göremezsiniz!” (Hud,113)
İslam bütün Müslümanlara siyasi
sorumluluk yüklemektedir. Allahın
kitabı ile hükmeden bir Müslüman
başkanın idare ettiği bir devlette
yaşamaları gerekir. İnsanlar bu şartla ona biat etmelidirler. Eğer böyle
yapmazlarsa cahiliyye halkı ve toplumu gibidirler. Sahih bir hadiste
denir ki: “ Bir imama biat etmeden
ölen cahiliyye ölümüyle ölmüştür.”
(hadisi Müslim rivayet etmiştir:)
**
Müslüman namazın kalbinde tam
içinde iken, Allahın kitabındaki insanların siyaset dediği işlerle ilgili
ayetleri okurken siyasetin içine dalar, siyaset denizinde yüzmeye başlar.
Müslüman Maide suresindeki Allahın indirdiği ile hükmetmeyi
emreden, hükmetmeyenleri zalim, fasık ve kâfir olarak niteleyen
KÖŞE YAZISI
ayetleri okuduğunda siyasete girmiş olur. Bakın bu ayetlerde neler
deniyor: “…Kim Allah’ın indirdiği
(Hükümler) ile hükmetmezse iste
onlar kâfirlerin ta kendileridir.”
“…Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar zalimlerdir.”
(Maide,44-45) “…Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar
fâsıklardır.” (Maide,47) Bu ayetler
bir karşı muhalefet olarak da kabul
edilir. Çünkü bu ayetleri okumakla
hâkim düzene ithamlar yöneltilir ve
buna teşvik edilir. Çünkü onlar küfür, zulüm ve fısk ile mevsufturlar.
Veya bu vasıfların hepsi onlarda bulunmaktadır.
İnananların dışındakileri dost edinmekten sakındıran ayetleri okuduğunda da durum aynıdır: “Ey
iman edenler! Müminleri bırakıp
da kâfirleri dost edinmeyin; (bunu
yaparak) Allah’a, aleyhinizde apaçık
bir delil mi vermek istiyorsunuz?”
(Nisa 144). “Müminler, müminleri
bırakıp da kâfirleri dost edinmesin.
Kim bunu yaparsa, artık onun Allah
nezdinde hiçbir değeri yoktur. Ancak kâfirlerden gelebilecek bir tehlikeden sakınmanız başkadır. Allah,
kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş yalnız Allah’adır.”
(Aliimran,28). “Ey iman edenler!
Kendi dışınızdakileri sırdaş edinmeyin. Çünkü onlar size fenalık
etmekten asla geri durmazlar, hep
sıkıntıya düşmenizi isterler. Gerçekten, kin ve düşmanlıkları ağızlarından (dökülen sözlerinden) belli olmaktadır. Kalplerinde sakladıkları
(düşmanlıkları) ise daha büyüktür.
Eğer düşünüp anlıyorsanız, ayetlerimizi size açıklamış bulunuyoruz.”
(Ali İmran,118)
Fıkıh kitaplarında tespit edilen, bela
anında okunan kunut duaları bazen
tamamen siyasi içeriklidir. Bu dualar son rekâtta rükûdan kalktıktan
sonra, özellikle cehri namazlarda
okunur. Savaş, zelzele, sel baskını
kıtlık ve açlık gibi bir bela anında
Müslümanların bu duaları okumaları meşru kılınmıştır.
Şehit Hasanulbenna hazretlerinin
Mısır halkını moralize etmek ve
hazırlamak için bu şeri hükmü yapmayı tavsiyesini hala hatırlıyorum.
Müslüman kardeşlerin yayınladığı
günlük gazetede Müslümanlardan
işgalci İngilizler aleyhine namazlarında kunut okumalarını tavsiye
edip yazmıştır. Bununla ilgili bir
dua kalıbı da yazarak bu gibi dualar
yapmayı önermiştir. İlla bu duayı
okuyun diye kimseyi icbar etmemiş
ama biz buna rağmen o duayı ez-
berleyerek namazlarımızda kunut
olarak okumaya devam etmiştik.
Hatırımda kaldığı kadarıyla o dua
şöyleydi: “ Ey âlemlerin rabbi olan
Allah’ım! Korkanlara emniyet sağlayan mütekebbirleri zelil ve hakir
kılan zalimlerin belini kıran yüce
Rabbim! Biliyorsun ki bu İngiliz yağmacı ve gasıpları bizim toprağımızı
işgal edip zorla elimizden aldılar.
Bu topaklarda yapmadıkları zulüm
bırakmadılar. Fesadı ve bozgunculuğu yaygın hale getirdiler! Ey Rabbim! Bunların hilelerini ve planlarını sonuçsuz kıl. Kılıçlarını körelt,
saltanat ve hâkimiyetlerini alaşağı
et! Senin topraklarındaki saltanat
ve hâkimiyetlerine son ver! Senin
inanan kullarına zarar vermeye bir
yol bulamasınlar! Yarabbi! Bunları
ve bunların yardımcılarını aziz ve
muktedir sıfatınla yakalayıp icaplarına bak. Amin!”
İşte biz siyasi savaşa böyle giriyorduk. Ellerimizi açmış mihrapta dua
ederken savaştaydık. İslam’ın doğası budur; din hiçbir zaman dünyadan ayrılmaz ve ayrı düşünülemez.
İslam’da dünya da dinden ayrı olamaz! Kur’an’da, sünnette, tarihte,
devletsiz bir din dinsiz bir devlet
bilinmemektedir.
3
KÖŞE YAZISI
Yusuf YAVUZYILMAZ
Siyaset Üzerinden
Dini Kavramları
Eleştirmek
Dini kavramları bağlamlarından kopararak günlük siyaseti belirleyen
bir argüman olarak kullanmak, dinin evrenselliğine de gölge düşürmektedir. Dolayısıyla bu kavramları gerek bir konuyu temellendirmek,
gerekse eleştiri yapmak amacıyla dile getirenler, seçtikleri kavramları
yerli yerinde ve kaynaklara uygun bir şekilde kullanmalıdır.
Siyasi partilerin, çeşitli partilere
sempati duyan grupların ve bazı
sivil toplum örgütlerinin, dini kavramları bağlamlarından kopararak, siyasi muarızlarını eleştirmek
amacıyla kullanmaları hem dini
kavramların günlük siyasetin aracı
haline gelerek aşınmalarına, hem
de asıl anlamlarından sapmalara
yol açmaktadır.
Dini kavramları bağlamlarından
kopararak günlük siyaseti belirle-
4
yen bir argüman olarak kullanmak,
dinin evrenselliğine de gölge düşürmektedir. Dolayısıyla bu kavramları
gerek bir konuyu temellendirmek,
gerekse eleştiri yapmak amacıyla
dile getirenler, seçtikleri kavramları yerli yerinde ve kaynaklara uygun
bir şekilde kullanmalıdır. Bilinçsizce ve bağlamından koparılarak kullanılan kavramlar, kavram kargaşası
yarattığı gibi, dini anlayışa da büyük
zarar vermektedir.
Buradan Müslüman duyarlılığı olan
kimselerin siyaset yaparken İslami
kimliklerini öne çıkarmaktan kaçınmaları gerektiği sonucu çıkarılmamalıdır. Tam tersine siyaset çeşitli
toplum kesimlerinin karşılaştıkları
sorunları devlet diline tercüme ederek çözüm arama süreçlerini de
içerir. Bundan dolayı Müslüman bir
siyasetçinin de temsil ettiği kitlenin
ekonomik, sosyal, kültürel sıkıntılarını dillendirmek, kamuoyu oluş-
KÖŞE YAZISI
turmak ve çözmek görevi vardır.
Aynı şekilde İslami değerlere bağlı
siyasetçilerin, temsil ettikleri kitlenin inanç alanındaki sorunlarına
duyarsız kalmaları düşünülemez.
Aslına bakılırsa daha genel anlamda çeşitli inanç gruplarının karşılaştığı sıkıntılara da çözüm aramakla
mükelleftir.
Ayrıca ben dinin siyasete karıştırılmaması gerektiği şeklinde dile
getirilen söylemin hem doğru olmadığını, hem de mümkün olmadığını düşünmekteyim. Tarih boyunca
din-siyaset ilişkileri hiç kesilmemiştir. Din ile siyasetin arasını koparmak isteyenlerin temel amacı, dini
hayatın dışına çıkarmaktır. Din, hayatın bütün alanlarında olduğu gibi
siyaset alanında da siyaset yapan
insanlara yükümlülükler getirmektedir. Dahası Allahsız bir alan tasavvuru, bir mümin için asla geçerliliği
olmayan modern bir tasavvurdur.
İslami ilkeler hayatın her alanında
olduğu gibi siyaset alanında da geçerlidir.
Din bu anlamda siyasi arenada yeterince kullanılmamaktadır. Siyaset
dilinin bu kadar yüzeysel ve yer yer
ahlak dışı olmasının altında, dine
olan duyarsızlık yatmaktadır. Siyaseti İslami değerlerden arındırmak
isteyenler; bu alanda ortaya çıkan
yalan, verdiği sözü tutmama, yetim
hakkı yeme, kamu malına ihanet
etme, rüşvet gibi olumsuz davranışlardan rahatsız olmayanlardır.
Adalet, eşitlik, özgürlük, hak, hukukun üstünlüğü gibi İslami kavramların siyasette referans olarak kullanılması, siyasetin olumsuz imajını
sileceği gibi, insanların daha adil
davranmalarını sağlayacaktır.
Bu noktada karşı çıkılması gereken,
dini kendi çıkarları için kullanarak,
dini ve onun temsil ettiği manevi
değerler dünyasını araçsallaştırmaktır. Bunu tarihte en iyi uygulayan grup “Hariciler”dir. Hariciler
“Hüküm Allah’ındır “ayetini kullanarak ve kendi çıkarları için araçsallaştırarak, tarihin en hoşgörüsüz
ve fanatik akımını oluşturmuşlardır.
Bu durum irfan, ahlak ve gerçeklikle beslenmeyen bir hareketin nele-
re yol açacağı konusunda uyarıcı bir
örnektir. Hariciler görünürde çok
dindar bir hayat yaşıyor, ancak dindarlıkları Hz. Ali taraftarı olan birini
acımasızca katletmelerine engel olmuyordu.
Siyasi eleştirilerde yanlış olarak
kullanılan İslami kavramların yol
açtığı sorun ise birçok sıkıntının
yaşanmasına yol açmaktadır. Buradan hareketle özellikle muhalefet
partilerinin iktidar partisine yönelik
dile getirdiği bir eleştiri üzerinde
durmak istiyorum. Bu çevreler iktidarı “biat kültürü” oluşturmakla
suçluyorlar. Anlaşılan o ki, bu çevreler “biat” kavramını araştırıp sorgulamadan bilinçsizce takip etme
anlamında kullanıyorlar. Bilinçli
veya bilinçsiz kelimeye semantik bir
müdahalede bulunuyorlar. Dini literatürde olumlu bir anlam yüklenen
ve İslam tarihinin dönüm noktalarından biri olan Akabe Biat’larından
alıntılanan kavram bambaşka bir
anlamda kullanılıyor. Bir insanın
kendi kültürel kodlarını oluşturan
inanç sisteminin, siyasi alandaki en
temel kavramlarından bu kadar habersiz olması ilginç.
Yılardır bu ülke sınırları içinde siyaset yapan birinin kavramları kul-
lanırken gözlemlenen bilgisizliğini
nasıl değerlendirmek gerekir. İsmet
Özel, sosyalizmden İslam’a evrilen
yaşamını anlatırken yaptığı betimleme açıklayıcı olabilir. “Bugün bana
açıklayıcı görünen husus, Cumhuriyetin okullarında eğitim görmüş
herkesin, İslami metinlere yaklaşırken ister istemez elverişsiz bir
konumda bulunduklarıdır.”(İsmet
Özel, Waldo Sen Neden Burada
Değilsin, Şule yayınları) Bu grup
aldıkları pozitivist eğitimin etkisiyle dinle ilgili her kavrama olumsuz
yaklaşmaktadır. Sol- sosyalist gelenekten gelen siyasetçilerin yaptıkları bu eleştiriyi bir noktaya kadar anlamak mümkündür. Asıl anlamakta
zorlandığım milliyetçi- muhafazakar olarak kendini tanımlayanların
da aynı eleştiriyi yapmalarıdır.
“Biat” Hz. Peygamberin Mekke’de
karşılaştığı olumsuz durumdan
kurtulmak ve bir çıkış yolu bulmak
amacıyla, bir grup Medineliyle yaptığı; katılım, rıza ve özgür iradeye
dayalı sözleşmenin adıdır.
“Biat” temelinde bireylerin özgür
iradesiyle katıldığı, karşılıklı rızaya
dayalı bir sözleşmedir. Dini anlamda özgürlük temelinde yapılan bir
eylemi ve siyasal davranış biçimini
anlatan bir kavramı; birey iradesini
yok sayan bir eylem olarak algılanması ve tanımlanması kötü niyetten
kaynaklanmıyorsa eğer, çok derin
bir cehalete işaret etmektedir.
Bu kavramı bilinçli bir şekilde bilerek kullananlar ise iktidar üzerinden İslamı eleştirdiklerini bilmelidirler. Hiç şüphesiz bireyler gibi
partiler de yanlış yapabilirler. Ancak
bunların yanlışlıkları eleştirilirken
dini kavramların bağlamlarından
koparılarak kullanılması hiç ahlaki
değildir. Ayrıca dini kavramların semantik bir müdahalede bulunularak bağlamlarından koparılıp araçsallaştırılması, Kur’an’da Yahudilere
yönelik yapılan ancak tüm insanlar
için geçerli olan şu uyarıyı hatırlatır:
“ Oysa onlardan bir çoğu Allah’ın
kelamını işitip ne demek istediğini
kavradıkları halde, bile bile tahrif
ediyorlar”(Bakara/75)
5
KÖŞE YAZISI
Yusuf Ertuğrul ERDEM
İktidar
Sahipleri
Bizim gibi düşündüklerine inandığımız bir hükümetimiz var;
onlar nasıl tavır alınması gerektiğini bilirler; biz de onları zor
durumda bırakmayalım, yeri ve zamanı gelince bizim yerimize
gerekeni yapacaklardır.” diye bir tavır takın(ma)mak ne derece
doğru acaba?
“İktidar”; güç, takat, kudret, kabiliyet anlamlarında kullanılmaktadır.
İktidar deyince aklımıza ilk önce
“devletin tepeleri” geliyor. Oysa iktidar “güç ve yetki” kullanılan her yerde vardır; evde, işyerinde, okulda,
sokakta, otobüste…
Çocuğuna karşı güç ve yetki kullanan her baba “iktidarına” dayanarak
bunu yapıyor. Eşine karşı güç ve yetki kullanan her koca da öyle. Hoca
6
talebesine, imam cemaatine, muhtar mahallesine, şoför yolcusuna,
patron işçisine, anne çocuğuna...
Hepsi kendi içinde birer iktidardır.
demektir. Bunların bir araya geldiği
yerler aynı zamanda şeytanların da
göz diktiği yerler olduğundan son
derece risk taşıyan yerlerdir.
İktidarın meşruiyetini nereden aldığı, neyi temsil ettiği, gücünü neye
dayandırdığı, sınırlarının nerede
başlayıp nerde bittiği, neleri kapsayıp neleri kapsamadığının da bilinmesi çok önemlidir. İktidar güç
demektir, servet demektir, devlet
İktidar İmtihanı
Kur’an, her iktidar sahibine şu uyarıyı yapar: “İşte bu (iktidar) dönemleri... Biz bunu insanlar arasında
döndürür dururuz!.” Bir zamanların
KÖŞE YAZISI
güç ve iktidara maruz kalan çocuğu,
şimdi baba-anne olup iktidarı ele
geçirmiş, kendi çocuğu üzerinde
iktidar uygulamaktadır. Bir zamanların iktidara maruz kalan talebesi,
şimdi hoca olmuş kendi talebesine
iktidar uygulamaktadır.
gerektiği halde yapmadıklarımız
nedeniyle katlanmak zorunda kalacağımız fatura sorumluluğumuz
nispetinde muhakkak ki ahirette
karşımıza çıkacaktır. O zaman bu
savunmamız bize ne derecede yetecek şimdiden düşünmeli ve ona
göre tavır almalıyız.
Peygamber Efendimiz bir hadislerinde şöyle buyurmaktadır: “Kıyamet gününde en şiddetli azab, zâlim
sultana olacaktır.” Asıl olan iktidarı
emanet olarak algılayacak bir tasavvur ve akla sahip insanlar inşa
etmek, “emaneti ehline vermektir”.
Emanetin söz konusu olduğu yerde
ya “sadakat” vardır, ya da “ihanet”.
İktidar emanetine ihanet edenler,
bu emanetin bir gün ellerinden alınacağını unuturlar. Bu risk, iktidar
büyüdükçe artar. Tabii ki, küçük iktidarların ihaneti küçük, büyük iktidarların ihaneti de büyüktür.
Tavsiyeler
İktidar sahibi olmadığımız fakat
plan, program ve uygulamalarıyla
kendimizden bildiğimiz hükümetlerin iktidarlarında dikkat etmemiz gereken önemli bir husus bulunmaktadır. Sorumluluklarımızı
devrettiğimiz(!) iktidarlar zamanla
dava aşkımızı, ideallerimizi, duyarlılıklarımızı, insani yönlerimizi,
protesto kültürümüzü eritip tüketmekte, bizleri gittikçe aslımızdan
uzaklaştırmaktadırlar. Her seçim
döneminde daha da büyüyerek iktidarı kazanırken; kalbimizi, vicdanımızı, en temiz kalması gereken yanlarımızı kaybetme riski katlanarak
artmaktadır.
“Bizim gibi düşündüklerine inandığımız bir hükümetimiz var; onlar
nasıl tavır alınması gerektiğini bilirler; biz de onları zor durumda bırakmayalım, yeri ve zamanı gelince
bizim yerimize gerekeni yapacaklardır.” diye bir tavır takın(ma)mak
ne derece doğru acaba?
Her hal ve şartta zulme karşı durması gereken Müslümanların, iktidar nimetinden faydalanırken zulme ve adaletsizliğe karşı nasıl bir
tutum içerisinde olması gerekir?
Yapıp-ettiklerimiz ya da yapmamız
“İyiliği emredip kötülükten alıkoymalıyız.” Tüm peygamberlerin bu
amacı gerçekleştirmek için gönderildiğini ve ümmetlerini bu konuda
çok uyardıklarını unutmamalıyız.
Yüce Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır: “Erkek kadın bütün mü’minler,
birbirlerinin
koruyucularıdırlar.
İyi ve güzel olanı emreder, kötü ve
çirkin olanı ise yasaklarlar, namazı
dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Rasûlüne itaat ederler. Allah,
işte bunlara merhamet edecektir.
Çünkü Allah çok güçlüdür, işi sağlam yapan ve yaptığında bir hikmet
bulunandır.” (Tevbe, 71) Bizler bu
ilahi mesajla hareket etmeye dikkat
ederken, her kademedeki iktidar
sahipleri de Müslüman kardeşlerinin bu duyarlılığından rahatsız olmamalıdırlar.
İktidar sahiplerinin kendisi zulm
yapmamakla kalmamalı, beraber
görev yaptığı alt kademedeki yardımcılarını da zulmetmekten alıkoymalıdır. İslâm düşünce tarihinin
en önde gelen âlimlerinden İmam
Gazâli’nin “Kimyâ-yı Saâdet” kitabındaki (sh. 443) şu tespiti dikkat
çekicidir:
“Memur ve hizmetçilerine adaleti
tatbik ettirmeyen kimse, halkına
tatbik edemez. Kendi çocuklarına
ve akrabalarına adaleti tatbik ettirmeden de memur ve hizmetçilerine
ettiremez. Kendi beden ülkesinde
bunu tatbik etmeden de çocuklarına ve akrabalarına tatbik ettiremez.” Sorumluluk durumlarına
göre idareciler söz konusu eserin
“Hüküm ve İdare” başlığını taşıyan
bölümündeki tavsiyelerden istifade
etmeyi ihmal etmemelidirler.
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Kıyamet gününde Allah
üç kişiye bakmaz: Yalancı sultan,
zinacı ihtiyar ve kibirli fakir.” İdareciler özünde, sözünde, yaptıkları
işlerinde dosdoğru olmalıdırlar.
Duruşlarını zedeleyecek, bozacak
tavır almadan önce “hayır” ya da
“evet” diyebilmelidirler. Doğru sözlülükten şaşmaya başladıkları an
çözülmenin başlangıcı olmakta
ve önlenemez şekilde eminlikten
uzaklaşmaktadırlar. İşte sorun tam
da burada; tıpkı kurtuluşun burada
olması gidi. İktidar sahipleri ya olduğu gibi görünmeli ya da göründüğü gibi olmalıdır.
İktidar sahiplerinden onları sıkıntıya düşürecek, çeşitli sebeplerle
yüzümüze hayır diyemeyip sonunda
yalancı duruma düşebilecekleri taleplerde bulunmamaya, bu konuda
ısrarcı olmamaya önem vermeliyiz.
Mazeretlerini anlayışla karşılamalıyız.
İdareye hâkim olmak büyük bir iştir. Allah’ın yarattıklarına adalet ve
insafla hükmeden iktidar sahipleri
Allah’ın rızasına ulaşacaktır.
Yukarıdaki hususlar çeşitli kademelerde bulunan tüm iktidar sahiplerinin yönetim hususunda çok dikkatli
olmalarını gerektiğine yöneliktir.
Her iktidar sahibi kendisini zalim
durumuna düşürecek hususları iyi
bilmeli ve tedbirlerini almalıdır.
En doğruyu Allah (c.c.) bilir. Dönüş
ve gidiş O’nadır. İmanın aslı yerinde olan iktidar sahiplerine (anne,
baba, eş, hoca, muhtar, şoför, patron
vb.) bu nasihatlerin tesir etmesini
ümit ederim.
Yararlanılan Kaynaklar:
İmam Gazâli, “Kimyâ-yı Saâdet”,
Mustafa İslamoğlu,
Gerçek Hayat.
7
KÖŞE YAZISI
Eleştiri,
Mehmet KUZU
Ama Nasıl?
Tenkitçi, şayet tenkitin inceliklerini kavrayamamışsa, kendini kibir hastalığından kurtaramaz. Bu kalbin ölümü demektir. Kendine ait hidayet
yollarını kapamasıdır ki başkalarının hidayetine vesile de olamaz. Buna
tenkitte körleşme, amacı kaybetme, eleştiride ifrata kayma diyebiliriz.
İslam toplumunu tehdit eden sapma da budur. Büyük fitnelerin doğmasına sebebiyet verir.
Toplum fertlerden oluşan dinamik bir
yapıdır. İslam toplumu, peygamberlerin
eğitiminden geçen dengeli düşünüp, ölçülü yaşayan insanlarla en sıhhatli dönemini yaşadı. İnsanların manevi hazzı doruklarına kadar hissettikleri bu ölçülü hal
“iman” kavramıyla tanımlanabilir. İman
başlı başına denge insanı olmak demektir. Her hususta ifrat ve tefritten kaçınıp,
mutedili yakalamak mümin için önemlidir. Toplumu oluşturan bireyler imanla
toplumun bir parçası haline dönüşürler.
Artık onların varlığı nihai anlamda toplumun bir parçası olmaktır. Bütünüyle
varlığının hedefi olan “kulluk”,”Rabbin
rızasını kazanma”,ebedi saadet yurdunda cennette Cemalullah’a ulaşabilme,
duygu ve düşüncede denge insanı olmakla gerçekleşir.
İslam toplumunun cüzleri olan, iman
çizgisi üzerindeki cemaatler ve benzeri
oluşumlar, bu toplumun uzuvlarıdırlar.
Eğer bu uzuvlardan biri, imanın gereği
olan hassas ölçüyü kaçırırsa, insanı oluşturan organizmanın maddi ve manevi
dengesi bozulduğu gibi; cemaatlerdeki
tefessühe İslam toplumunun bünyesini sarsar. Kurtuluş bekleyen insanların
ümitlerinin kırılmasına sebep verir. İnsanı, insan olma hedefinden saptırır.
Cemaatleri fertler oluşturur. Fertlerin imanı bilinçleri ölçüsünde, cemaat
kendine ait işlev ne ise onu en güzel
şekilde ortaya koyar. İslam toplumunun
bünyesinin güçlü olmasına da katkı sağlar. Cemaat için eğitilmiş insan unsuru
8
önemlidir. İnsanın eğitiminde de ölçü
Kur’an kıstasları olmalıdır ki denge insanı olunabilsin. Peygamber (as)rehberliğindeki iman eğitiminden gecen nefislerin sahipleri toplumun ve cemaatin
seçkinleridirler. Onlarda sahabe gayreti,
kavrayışı, imanı, tevazusu ve teslimiyeti
belirgin özellikleriyle görülür.
biride “TENKİT”deki ifrattır. Esasen
eleştiri, medeniyetlerin inkişafı için olmazsa olmazlardandır. İnsanların kendi
nefislerine yönelik eleştirel yaklaşımları
nefis muhasebesinin sıhhatini gösterir.
Bir toplum tenkit anlayışını dengeli bir
şekilde kullanabilirse bünyesine sızabilecek birçok hastalıktan da kurtulabilir.
Kin, nefret, haset, gıpta, öfke gibi duyguların kontrolü, imanı bir bilinçle sağlanabilinirse, o zaman denge insanı olma
vasfı kazanılmış olur. Bu duygular yerli
yerinde kullanılmadığında ise insan
kendisine, cemaatine ve toplumuna zarar verir.
Tenkit bilgiyle iç içedir. Mutedil tenkitte samimiyet ve bilgi elzemdir. Bilginin,
hurafelerden kurtarılması, hakikatin
berrak bir şekilde ortaya çıkması bu tür
tenkitlerle olur. Olumlu tenkitler yerinde
ve bilinçli bir şekilde yapılırsa eğitimin
bir parçası olur. ALLAH(cc) İslam toplumunun oluşumunda, bu tarzdaki tenkitlerle sahabenin üzerinden Müslümanlara eğitim örnekleri vermiştir. Kuran’daki
İslam toplumunu, cemaatleri ve Müslüman ferdi tehdit eden tehlikelerden
KÖŞE YAZISI
eleştiri içerikli ayetler bunun en güzel
örneğidir. Müminlerin davranışlarında
ve inançlarındaki eleştiri üslubu ne kadar yumuşaksa, kâfirlerinki de o kadar
serttir. Abese suresi örneği bu eleştiri
eğitiminin peygamberlere bile uygulandığını göstermektedir. Kalem suresi ilk
nazil olan surelerdendir. Orada ise müşriklerin vasıfları sayılarak tenkit edilmiş,
Müslümanların o vasıflarda olmamaları
gerektiği vurgulanmış, müşriklerin ise
bu hallerle cehennem azabına duçar
olacaklarını göstermiştir.
Kalem suresi Kur’an-ı Kerim sıralamasında 68. suredir. 8. ayetten 16. ayete
kadar.”O halde, hakkı yalan sayanların,
sözlerine sakın uyma. İsterler ki sen gevşeyesin de, böylece kendileri de yumuşasınlar. Sakın uyma: servet ve hanedan sahibi diye, o bol bol yemin eden değersiz
adama! O gammaz, söz gezdiren, hayrın
önünü kesene, o saldırgan günaha dadanmışa! Şerefsiz hem de kaba soysuz
olana! Kendilerine ayetlerimiz okunduğunda “bu eski insanların masalları!”
diyene. Yakında onun burnunu dağlayıp
damga basarız.” Burada tenkit edilenlerin isimleri zikredilmez. Bu özellikleri taşıyan herkesi bu tenkit kapsar. Tenkidin
bu noktasında müminlerinde eğitimine
işaret vardır. “Sakın ha…, denmektedir.
Müşriklere durumları gösterilirken mutedil olanları da uyarılmaktadır.
Eğitim amacı taşıyan bu rahmani eleştiriler, insanın kâmil mümin olması ve
böylece sıhhatli İslam toplumunun oluşması içindir. Hucurat suresindeki eleştiri
incelendiğinde eleştirinin amacının eğitim olduğu çok net bir şekilde görülür.
Orada ”Ey inananlar, bir topluluk, (diğer)
bir toplulukla alay etmesin.Belki (alay
ettikleri kimseler),kendilerinden iyidirler.Kadınlar da(diğer) kadınlarla alay
etmesinler.Belki onlar kendilerinden iyidirler. Birbirinizde kusur aramayın; birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın.İnandıkdan sonra kötü ad(la çağırmak),ne
kötü bir şeydir! Kim tövbe etmezse,işte
onlar,zalimlerdir.Ey inananlar, zandan
çok sakının. Zira zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli şeylerini araştırmayın; biriniz diğer birisini arkasından
çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin
etini yemeyi sever mi? İşte bundan iğrendiniz. O halde Allah’tan korkun, şüphesiz Allah,tövbeyi çok kabul eden, çok
esirgeyendir.”(11-12) Tenkitte ölçü Kur’an
olmalıdır,heva ve heves değil.
Tenkitçi, şayet tenkitin inceliklerini
kavrayamamışsa, kendini kibir hastalığından kurtaramaz. Bu kalbin ölümü
demektir. Kendine ait hidayet yollarını
kapamasıdır ki başkalarının hidayetine
vesile de olamaz. Buna tenkitte körleşme, amacı kaybetme, eleştiride ifrata
kayma diyebiliriz. İslam toplumunu
tehdit eden sapma da budur. Büyük
fitnelerin doğmasına sebebiyet verir.
Toplumsal kardeşlik anlayışını zedeler.
Cemaat olma vasfının kaybolmasına yol
açar. Tenkitte ifrat ilim sahibi insanları
da kıskacına alabilir. Nitekim tarihte nice
kıymetli âlimler sadece farklı değerlendirmelerinden dolayı tekfir silahını kullanmaktan çekinmediler.
Eğer tenkidi cahil insanlar yapmaya
başlarsa işte o zaman da iş çığırından
çıktı demektir. O tür insanlar her şeyin
doğrusunu kendilerinin bildiğini ima
eder. İyi ve güzel olan şeyleri birbirinden
ayırmadan kıyasıya eleştirir. Eleştirdiği
konu hakkında gerçek bir bilgiye sahip
olmadığı gibi, eleştirdiği kişileri de, cemaatleri de yakinen tanımamaktadır.
Siyasetten hukuka, bilimden dine varıncaya kadar hemen hemen her konuda
fikir sahibi olduğunu zanneden bu cahil
münekkitler toplumun bünyesine zarar
vermektedirler.
Bizi üzen husus İslam toplumunun kanseri konumundaki bu hastalığın farkına
varılıyor olunmamasıdır. Tv ekranlarında Müslümanların itibar ettiği insanların, birbirlerini kıyasıya eleştirmeleridir.
Bu eleştiriler Kur’an çerçeveli değildir.
Eski devirlerin ifrat yüklü tenkit kopyalarıdır. Zaten birçok yeni diye sunulan
bilgiler de o döneme aittir. Ümmet bilincine zarar veren bu eleştirmenlere iltifat etmemek gerekir. Belki de tedavinin
başlangıcı burasıdır. Daha sonra hakikatleri kişinin kendisinin araştırmasıdır.
9
TARİHTEN NOTLAR
Doç. Dr.
Ebubekir SOFUOĞLU
Yeni Osmanlılar’ın,
Osmanlı’ya Dayattığı
I. Meşrutiyet İdaresi
Meşrutiyetçi aydınlar, kanunlara uygulanma şansı kazandırabilecek
olan meşruti idare ile ayrıca, yine devletin başına problemler açan, yabancı devletlerin müdahalelerinin son bulması, bürokrasinin canlılık
kazanması, Osmanlı’dan bağımsızlık türü hareketlerin son bulması,
halkın devlete olan soğukluğunun giderilmesi gibi problemlere de çare
bulunulacağını düşünüyorlardı.
Aydınlar, cemiyetlerin ileriyi gören ferasetli gözleri olarak düşünülürler. İçinde
bulundukları cemiyetlerin gelecekleri
hakkındaki düşünceleri, cemiyetleri geleceğe hazır halde tutarlar. Bu çerçevede
aydınlar gelecekle ilgili düşünceleri ve
kurguları ile bir yarışın var olduğu izlenimini veren Dünya güçler arenasında
cemiyetlerine zaman kaybı yaşatmamış
olurlar. Yani, bugün yaşanılanlar, aydınların geçmişteki düşünceleri, kurguları,
öngörüleri idiler.
Her cemiyetin aydınlarının bu fonksiyonları icra etmesinin beklendiği
gibi, Osmanlı Aydınları’ndan, Türk
Aydınları’ndan da bu fonksiyonlar
beklenirdi. Belli ölçülerde Osmanlı ve
Türk Aydınları, bu beklenilen fonksiyonları icra etmişlerdir de. Bu noktada
Osmanlı Modernleşmesi başta olmak
üzere, yenileşme hareketlerinin başladığı dönemlerden itibaren Osmanlı
toplumuna yeni ufuklar kazandırmaya
çalışmışlardı. Bu çerçevede Defterdar Sarı Mehmet Paşa’dan Koçi Bey’e,
Kınalızade’den Ömer Talib’e tüm aydınlar Osmanlı Devleti’ne yol çizmeye, karşısına çıkacak tehlikeler hususunda onu
hazırlıklı olmaya çağırmışlardı. Bu uyarılar hususunda, bu uyarıların isabetli
olup-olmadığı, devletin bunları dikkate
alıp-almadığı değerlendirmelerinin yanı
sıra son dönemler sayılabilecek Meşrutiyet dönemi aydınları da devlete bazı uyarılarda, hatırlatmalarda bulunmuşlardı.
Yaşadıkları dönem itibariyle bir bakıma,
Tanzimat dönemi aydını da denilebile10
cek Meşrutiyetçi aydınlar, Devleti içine
düştüğü gerilemeden-inkırazdan kurtarmak için o zamana kadar öne sunulan
ıslahat çarelerine ilaveten yeni bir ıslahat
teklifi ile öne çıkıyorlardı. Onlara göre,
Meşruti idare tarzının devlet yönetiminde uygulanması olarak özetlenebilecek
bu ıslahat önerisi ile devlet içine düştüğü
bunalımdan kurtulacaktı. Meşrutiyetçi
aydınlar, kendilerine kadar uygulamaya
konulan ıslahatların başarılı olamamalarının hatta ıslahat tekliflerinin ortaya
atılmasına neden olacak devletin inkırazının ortak nedeni: Devletin kanunlarından tavizlerin verilmesi ve ıslahat tekliflerinin uygulanamaması, onların ihlal
edilmesi idi. Onlara göre kanunlardan
verilen bu tavizler olmasa, kanunlar ve
ıslahat teklifleri uygulanma şansı bulsa,
devlet inkırazdan kurtulabilecekti.
Meşrutiyetçi aydınlar, kanunlara uygulanma şansı kazandırabilecek olan meşruti idare ile ayrıca, yine devletin başına
problemler açan, yabancı devletlerin
müdahalelerinin son bulması, bürokrasinin canlılık kazanması, Osmanlı’dan
bağımsızlık türü hareketlerin son bulması, halkın devlete olan soğukluğunun
giderilmesi gibi problemlere de çare
bulunulacağını düşünüyorlardı. Aslında
“ Yeni Osmanlılar” ismiyle de bilinen Ali
Suavi, İbrahim Şinasi, Ziya Paşa, Namık
Kemal gibi Meşrutiyetçi aydınlar meşruti idare ile halkın yönetime katılmasının sağlanması ile yönetime dinamizm
gelecek ve bir kontrol mekanizması
tesis edilmiş olacaktı. Bu çerçevede,
Devletin bozulmaya yüz tutmasının da,
daha önce uygulanma şansı bulamayan
ıslahat hareketlerinin başarılı olamamasının da ortak nedeni kontrol mekanizmasının olmaması idi. Aslında
kontrol mekanizmasını sağlayan teftiş
sistemi Osmanlı Devleti’nde yok değildi. Var olan bu teftiş sisteminin başarılı
olamamasının nedeni, bu sistemin de
layıkıyla uygulanamaması-ihlal edilmesi idi. Çünkü ihlali yapan da ve bu ihlali
teftiş edecek olan da memur olduğu için,
kontrol beklenen kurumda, kontrol vazifesi uygulanmayarak yeni bir ihlalle karşılaşılmasına yol açılıyordu.
Bunun için ihlali yapanla, kontrolü yapan kişilerin aynı sıfatta kişiler olmaması veya diğer bir ifadeyle ihlali yapanı kontrol edecek konuma, o ihlalden
mağdur olacak olan kişinin getirilmesi
gerekiyordu. Böylece ihlali yapacak olan
memura, bu ihlalden mağdur olacak
kişi taviz vermeyecek ve bu otokontrol
sistemi içinde devletin kanunları ihlal
edilmeyecek, böylece de devlet sistemine dinamizm gelecekti. Meşruti idareyle
de, kontrol mekanizmasına halkın vekili
sıfatıyla seçilmiş vekiller gelecek ve bu
anlamda ihlalden mağdur olacak olan
ve bu muhtemel mağduriyetten dolayı
asla bu ihlale göz yummayacak olan halk
gelmiş olacaktı.
Öte yandan 1774 Küçük Kaynarca Anlaşmasından beri başta Rusya olmak üzere
yabancı güçler Osmanlı’nın içişlerine
müdahale ediyor, devleti kendi aleyhine
tavizlere zorluyordu. Bu tür müdahalelere karşılık Yeni Osmanlılar da, büyük
TARİHTEN NOTLAR
devletlerin, Osmanlı vatandaşları olan
Hıristiyanların haklarını koruma bahanesiyle, onları, nihayetinde bağımsızlığa
götürecek imtiyazlar koparması ile devletin büyük oranda güç kaybına uğradığını iddia ediyorlar, bunun önlenmesi
için de meşruti idareyi bir de bu açıdan,
bir çare olarak düşünüyorlardı. Onlara
göre, meşruti ile temsilcilerini meclise
vekil olarak gönderen gayrimüslimler,
haklarını vekilleri vasıtasıyla arayabilecekler ve böylece gayrimüslimlerin
hakları ihlal ediliyor bahanesiyle büyük
devletler Osmanlı Devletinin içişlerine
karışamayacaklar, bunu gayrimüslimler
lehinde lüzumundan fazla, hatta onları
bağımsızlığa götürecek kadar kullanamayacaklardı. Hatta meşruti idarenin
tesisi ile yabancı müdahalesinin son bulacağı gibi, yine gayrimüslimlerin hakları
ihlal ediliyor bahanesi ile silaha sarılan,
özellikle Bulgar ve Makedon çetelerinin
silah bırakacağına bile inanıyorlardı.
Buna göre meşruti idarenin tesisi ile
gayrimüslimler, vekilleri vasıtasıyla haklarını alacaklar, ve böylece silahlı çete faaliyetlerine bile gerek kalmayacaktı. Yine
bu çerçevede meşruti idarenin tesisi ile
Müslüman ahali de meclise vekillerini
gönderecek, merkezdeki en alt düzeyden en üst düzeye kadar memurlar ve
taşradaki ayan, eşraf, ağa, mütesellim
gibi ileri gelenler ve taşradaki memurlar halkın haklarını ihlal edemeyecek
ve böylece de tüm Müslüman halklar
da küs olmayacak ve devletine bağlanacaktı. Yeni Osmanlılar, meşruti idarenin
tesisi ile bu faydaların oluşacağına gerçekten inanıyorlardı.
Yeni Osmanlılar, meşruti idareden bu
faydaları beklerken, Osmanlı toplumunun yapısını layıkıyla bilmediklerinin
farkında değillerdi. Meşruti idarenin
diğer faydaları bir yana, dış müdahale
ve terörizme bile bir son vereceğine duyulan inanç, biraz fazla iyi niyet taşıyor
gibiydi. Çünkü bu beklentiler, meşruti
idareyle gerçekleşmediği gibi daha kötü
sonuçlara bile yol açmıştı.
Mithat Paşa’nın savaş taraftarlığına karşılık tahta yeni geçen Abdülhamit’in savaşa karşı olması savaşı önleyemeyince,
savaş kararı meşruti idare altında oluşturulan olağanüstü bir mecliste görüşülmüş ve 93 Harbi’ne(1877-1878 OsmanlıRus savaşı) karar verilmişti. Halbuki
meşruti idare olmasaydı, Osmanlıya çok
ağır maliyetler veren bu savaş vuku bulmayacaktı. Çünkü tahta henüz çıktığı o
zamanlarda, bugünkü popüler ifadeyle
iktidar olan fakat muktedir olamayan
Padişah ve bürokratları savaşa karşı
iken, başta Sadrazam Mithat Paşa olmak
üzere, o zamanın gerçek muktedirleri
olan meşrutiyetçiler, savaş taraftarı idiler.
İşte I. Meşrutiyet’i Osmanlı’ya kabul ettiren Meşrutiyetçiler, Devleti Osmanlı-Rus
savaşına sokmakla Romanya, Sırbistan,
Karadağ gibi büyük toprak parçalarının
kopmasına, Balkanlardaki diğer toprak
parçalarının özerk yapı kazanmasına,
Ermeni meselesinin ilk defa resmi bir
anlaşmaya konu olmasına yol açmış
oluyorlardı. Bu problemler sanki yaşanmamış gibi, Osmanlı’nın başına böyle
bir gaileyi açan I.Meşrutiyet’ten sonra,
II.Meşrutiyet’le ise Bulgaristan, Doğu
Rumeli, Bosna-Hersek, Girit, Kıbrıs gibi
çok önemli toprak parçaları kaybedilerek devletin başına bir başka büyük
problem açılmış oluyordu.
Yani II. Meşrutiyet’in sadece ilanıyla,
ne, büyük devletlerin müdahaleleri ne,
terörizm faaliyetleri bitiyor, tam tersine
sadece bir rejim değişikliği ile devlet,
herhangi bir savaş yapılmadan, tek bir
kurşun bile atılmaksızın çok büyük toprak parçaları kaybediliyordu. Devletin
problemlerine çözüm olarak düşünülen
meşrutiyet, devletin felaketi haline dönüşmekle belki de dünya tarihinin bir
trajikomik ilk olayı haline geliyordu. Yine
Osmanlı’nın yıkılması ile sonuçlanan
I. Dünya savaşına dahil olma süreci de
Meşruti idarenin bir sonucu olan İttihat
Terakki iktidarının ferasetsiz ve diktatörce adımları sonucu gerçekleşmişti.
1. Bölüm Sonu...
11
TESPİT
Yanlışlarımızı
Düzeltelim
Yaşadığımız coğrafyada Müslüman
adet ve gelenekleri uygulanmakta,
ibadetlerine devam edilmektedir. Bunlardan bir tanesinde erkek çocukların
sünnet ettirilmesidir. Konuya adet,
gelenek, ibadet kavramıyla başladım.
Acaba çocuklara sünnet yaptıranların
amaçları ne?, niyetleri ne? Herkes kendi
içindekini bilir(Ameller niyetlere göredir, kişinin kazancı niyetine göredir.).
Sünnet cemiyetleri öyle hale geldi ki;
ibadet maksadından uzaklaşıldı. İsraf,
haram, bidatler aldı başını gidiyor. Davetiyelere peygambere ümmet olmaktan bahseden ifadeler kullanılıyor ama
sünnet ruhuna aykırı davranışlar sergileniyor.
Sünnet yapmaya karar veren aileler, yıllar önceden hazırlıklara başlıyor. Ev dekorasyonu değiştiriliyor, ev yenileniyor,
kılık kıyafetler hazırlanıyor(yakın çevre
de dâhil.). Salonlar tutuluyor, çocuklara
bir daha kullanmayacakları pelerinli,
fesli, yaldızlı elbiseler giydiriliyor. Hatta
ilginçtir çocukların sünnet kesimleri
haftalar, aylar, hatta bazen yıllar önce
yapılıyor.
Davetiyeler basıldı, üzerinde değişik
mesajlar, “gelmezseniz darılırız” türünden falan!. Düğün günü geldi, gerginlikler, kırgınlıklar, yorgunluklar takılar. Bir
de; “kim ne getirdi, ne taktı” takipleri.
“Daha önce bize gelmişti, ne takalım”
kıyaslamaları. Hele bir de o hafta sık
12
düğünler var ise hatır için gidip görünmeler ve müsaade istemeler veya zarf
göndermeler. Düğün sahiplerine bilgi
olsun diye aktarayım. Düğünlerin külfetinden olacak birisi Sakarya’nın değerli hürmet edilen Ahmet Tomar Hoca
efendiye şu soruyu yöneltiyor.
_“Hocam sünnet düğünleri o kadar
çok oluyor ki, çok meşgul oluyoruz, meşakkat getiriyor ve maddi olarak külfet
getiriyor. Bu durumda ne yapalım?
_“Çağrıldığınız meşru düğünlere gidin. Sünnet cemiyetine para vermeseniz de olur. Evlilik düğünlerine hediye
verip destek olunuz.” demiştir. Maalesef sünnet düğünlerini asıl maksadından uzaklaştırıp ticarete çevirmeyelim.
İslam’ın ruhundaki sünnet uygulamasına ve merasimine gelince, önce sünnet
ismini değiştirelim. Erkeklerin uzuvlarının kabuğunun kesilme işlemine
HITAN denir. Yani sünnet diye yerleşen
uygulamanın adı HITAN’dır. Değişik
zamanlarda uygulamalar yapılmış ve
kayıtlara geçmiştir. Diğer dinlerde de
uygulamaları yapılmaktadır.
7 günlükken kesilebilir, hükmünden,
ergenleştikten sonra kesilmelidir denecek kadar geniş yorumlanmış, hükümleri mevcuttur. 7 günlükken kesilirse
sinirler oluşmadığından ağrı hissedilmez, kılcal damarlar oluşmadığından
kan akmaz. Hatta bir hatıramı nakledeyim. Bir çocuğumun 7. günü saçlarını
akika niyetle kesiyordum. (Akika: çocuğun 7. günü saçını kesmek, ağırlığınca
altın infak etmek sünnettir; ayrıca akika kurbanı da kesilir). Ense kısmındaki
deri katlı olduğundan saç derisi makas
arasında sıkıştı, ben çocuğun feryat etmesini beklerken çıt sesi dahi çıkmadı.
Yıllar sonra bu hıtan araştırmasında
rastlayınca öğrendim. Meğer çocuk 7.
gününde sinirler oluşmadığından acı
hissetmemiş.
Çocuğun ergenleşince hıtan yapılmasını savunan görüş te var. Onların iddiası
şu: Hıtan yaptırmak bir ibadettir. Çocuk
ibadetle mükellef olmadığından çocuğa açı çektirmeye gerek yok, ergenleşince kendi bilinciyle yaptırsın diyenler
vardır. Görüşlerin ortası ve makul gözüken şudur: Çocuk bu ibadeti farkına varınca yaptırılsın. Psikolojik sıkıntıya da
sokturulmasın. Yani makul yaş olarak 7
yaşları tavsiye edilmiştir.
Türkiye’de; uygulanmasa da bazı ülkelerde kız çocuklarının hıtan uygulaması
yapılmaktadır.
Peki, cemiyet yapılması yani ikram yapılmasının uygulaması nasıl olmalı?
Günümüzde sıkıntı olan, meşakkat
veren asıl soru bu. Asrı saadette değişik uygulamalar yapılmıştır. Sadece hıtan yapanlar mevcutken, hıtan
yaptırdığı halde, bazı gücü yetenler
ikramda bulunmuş. Allah Resulü
Muhammed(SAV) ikisine de yorum
getirmemiştir. Bizim günümüzdeki
tespit ve tavsiyemiz şudur: Her şey ibadet niyet ve manasında yapılmalıdır.
Haramdan, israftan, bidatlerden uzak
kalınmalıdır.
Hıtan uygulaması sünnet iken, farz
olan bir ibadetten bahsetmek istiyorum. Bizleri yaratan rabbimiz öncelikle
kendisinin tek ilah olduğuna iman etmemizi istiyor. Kendisinden başka ilah
edinilmemesini ve kendisinden başka
tapınılacakları reddetmemizi, kendisine kulluk yapmamızı bizden istiyor.
Kulluğu da peygamberinden öğrenmemizi ve onu takip etmemizi tavsiye
ediyor. Allahın istediği ve Rasulullah’ın
mücadelesinde ilk istenen, öncelik
iman edilmesidir. İmandan sonraki ilk
ibadette namazdır. Kur’an’daki ayetlerde de iman edin, namaz kılın buyuruyor. Bizler Rabbimize kulak verelim,
gereğini yerine getirelim.
FAALİYETLERİMİZ
İlk Namaz
Bizleri yaratan rabbimiz öncelikle kendisinin tek ilah olduğuna, iman etmemizi istiyor. Kendisinden başka ilah
edinilmemesini ve kendisinden başka
tapınılacakları reddetmemizi, kendisine kulluk yapmamızı bizden istiyor.
Kulluğu da peygamberinden öğrenmemizi ve onu takip etmemizi tavsiye
ediyor. Allahın istediği ve Rasulullah’ın
mücadelesinde ilk istenen, öncelik
iman edilmesidir. İmandan sonraki ilk
ibadette namazdır. Kur’an’daki ayetler-
Peygamberimiz
Hz
Muhammed
(SAV)’buyuruyor:
“Hepiniz çobansınız, güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Erkek ailesinin
çobanıdır ve sürüsünden sorumludur.
Kadın evinden sorumludur. O halde
hepiniz çobansınız, eliniz ve idareniz altındakilerden sorumlusunuz.”(Buhari
– Müslim)
“7 yaşına gelince çocuklarınıza namazı
öğretiniz. 10 yaşına vardıklarında kılmazlarsa dayak vb. şekillerle cezalan-
Bizim Peygamberimizin getirdiklerini
uyguladıklarına cevabımız (Anam, babam sana feda olsun ya Rasulullah)tır.
Yine yaşadığımız toplumda bazı önemli günlerde kutlamalar, kokteyller düzenlenir. Doğum günleri kutlanır. Çocukların doğum gününde arkadaşları,
akrabaları, akranları, sınıf arkadaşları,
apartman komşuları çağırılır, pastalar
kesilir, ikramlar yapılır, hediyeler verilir. Diğer çocukların önemli gününde
yine toplanılır aynı uygulamaya devam
edilir.
Bizler diyoruz ki; en önemli vazifemiz
kulluğumuz olan namaz başlangıcını
bir merasim haline getirelim. Adını koyalım İLK NAMAZ; çocuğumuzun, ailemizin en önemli günü olsun. Dostlarımızı, sülalemizi, apartman sakinlerini,
sokak komşularımızı, çocuğumuzun
akranlarını, arkadaşlarını çağıralım. Bu
günün çok önemli bir gün olduğunu
hissedelim, hissettirelim. İkramlarda
bulunalım. Hediyeler verelim. Dualar
edelim. Hayatımızın rehberi Peygamberimizin tavsiyesine uyarak 7 yaşındaki geleceğimiz olan çocuğumuza namazı öğretmeye başlayalım. “7 yaşına
gelince çocuklarınıza namazı öğretiniz.
10 yaşına vardıklarında kılmazlarsa dayak vb. şekillerle cezalandırınız. Oğlan
ve kız bir yatakta yatıyorlarsa yataklarını
da 7 yaşında ayırınız.” (Ebu Davut)
de de iman edin, namaz kılın buyuruyor. Bizler şimdi Rabbimize kulak verelim. Gereğini yerine getirelim.
[ Ey iman edenler, kendinizi ve ailenizi
yakıtı İnsan ve taşlar olan ateşten koruyunuz.] (66 Tahrim – 6)
[ Ailene namazı emret ve kendin de
ona devam et.] (20 – Taha 132)
Hayat kitabımız Kuran’da bunlar buyruluyor.
dırınız. Oğlan ve kız bir yatakta yatıyorlarsa yataklarını da 7 yaşında ayırınız.”
(Ebu Davut )
Önderimiz Allah Resulü de böyle tavsiye ediyor. Haydi, gereğini yerine getirelim.
Sünnet (hıtan) merasimi için yapmış
olduğumuz bir sürü masraf, emek, zaman ayırmamız var. (Kesinlikle sünneti
hafife almak olarak anlaşılmamalı).
Namazın ne olduğunu, nasıl hazırlanıldığını, nasıl kılındığını onun anlayacağı
seviyede anlatalım, idrak edeceği şekilde anlatalım. Kendimiz uygulayarak
örnek olalım. Beraberce güzelce tatbik
edelim. Hediyemiz olan küçük boy özel
seccadesinin verelim, erkek için takkesini, kız için başörtüsünü takalım. Tespihini, resimli abdest - namaz kitapçığını ve elif cüzünü takdim edelim. Ayrıca
davetliler, diğer hediyeleriyle çocukları
mutlu edebilirler. Ebeveyn de davetlilerine ikramda bulunsun.
13
FAALİYETLERİMİZ
Ailesine şunu tavsiye ediyoruz. Bu
seccade devamlı kendiniz namaz
kıldığınızda yan tarafa çocuğunuzun seccadesini de serin o dilediği
zaman gelsin. Orada size eşlik etsin.
Abdest almasını güzelce öğretiniz.
Namaz kılma alışkanlığı kazandırınız. Elif cüzünden de Kur’an okumasını öğretiniz. Size 3 yıl zaman tanıyoruz. 3 yıl sonra tekrar geleceğiz,
geldiğimizde HAKİKİ NAMAZ başlamış olacak. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Muhammed’in(SAV)
tavsiyesine uyacağız. “Çocuk 10 yaşına gelince namaz kılmazsa dayak v.b
şekillerle cezalandırınız.” Çocuğuna
7 yaşında namaz eğitimi başlayan
aile 10 yaşında artık alışkanlık haline gelen namaz kılmasını birlikte
uygulayacağız. 3 yıl önce birlikte kılarak öğretmiştik. Ailesi 3 yıl boyunca sistemli olarak öğretecekti. Artık
10 yaşında kendisi kılacak seviyeye
gelen çocuk namazını kendi isteğiyle ve kendi kendine kılabilecekti ve
bunu büyüklerine gösteriyor.
Ne mutlu; namazla başlayan, geli-
14
şen gençliğe.
Ne mutlu; namaz kılan evlada sahip
olan aileye.
Ne mutlu; Allah’a kullukla gelişen
nesle sahip olan, topluluklara.
larınızın da İLK NAMAZ merasimini
gerçekleştirelim.
Müftülerimizi,
imamlarımızı, büyüklerimizi, anneleri, babaları bu kampanyaya sahip
çıkmaya ve yaymaya davet ediyoruz.
Çocuklarımıza namaz alışkanlığını
kazandırmak için sevgili Peygamberimize tabi olalım. Allah’ta size yardım etsin. (47 Muhammed–7)-(22
Hac–40)
• İlk namazı, me�asim haline getirelim.
• Hakiki namazımız, hayatımızın
dönüm noktası olsun.
• İlk Kur’an okuyuşumuzu, unutmayalım.
• İlk hatmimizi unutmayalım, unutturmayalım.
• İlk orucumuzu, özel iftar şöleniyle
kutlayalım.
• Tam tutulan �amazan ayı orucumuzu, unutulmaz yapalım.
• İlk tesettüre bürünüşümüzü, unutulmaz günler arasına koyalım.
Sünnetle (hıtan) ilk namaz bağlantısını hem kıyas yapmış; hem de önemini vurgulamış oluyoruz. 7 yaşında
İLK NAMAZ’la çocuğumuza namazı
öğreteceğiz. Namaza başlatacağız.
10 yaşında HAKİKİ NAMAZ’la çocuğumuzu Allah’a kulluk yapan nesiller haline getireceğiz. Çalışmak bizden, neticeye ulaştırmak Allah’tan.
Ailelere tavsiyemiz bunu kendiniz
uygulayabilirsiniz. Ayrıca bu uygulamamızı yaygınlaştırmak istiyoruz.
Bizleri arayın yaş seviyesi uygun
olan çocukların 7. yaş gününde evinizde ziyaret edelim. Sizlerin çocuk-
Bu günler bizim özel günlerimiz olsun, hasretle beklediklerimiz hayırla yâd ettiğimiz, mübarek dini günlerimiz olsun.
FAALİYETLERİMİZ
SADAKAT
Geleneksel İftarını Kenpark’ta Yaptı
Sakarya Dayanışma ve Kardeşlik Topluluğu (SADAKAT) gönüldaşları gelenekselleşen
iftarlarını geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Kent Park’ta gerçekleştirdi
Sakarya’da faaliyet gösteren birçok
İslami kuruluşun oluşturduğu çatı
yapılardan Sakarya Dayanışma ve
Kardeşlik Topluluğu (SADAKAT) gönüldaşları toplu iftar programı çerçevesinde Kent Park’ta buluştular.
Gösterişten ve israftan sakınılarak
ailelerin bir araya gelmeleri, tanışmaları ve kaynaşmaları arzulanan
buluşmada; SADAKAT ’a bağlı çeşitli
kuruluşlara üye aileler, iftarı kendi
hazırladıklarıyla yaptılar.
Ücretsiz çay servisinin yapıldığı
iftarda çocuklara ise dondurma
ikram edildi. SADAKAT ’in ikinci
Ramazan programı ise toplu bayramlaşma merasimi oldu.
15
FAALİYETLERİMİZ
Ramazan Faaliyetlerimiz
Ramazan ayının ilk günlerinde Ribat Eğitim Vakfı kurucu Abdullah BÜYÜK hocamız
Sakaryalılarla buluştu...
Ribat Eğitim Vakfı kurucusu Abdullah BÜYÜK hocamız Ramazan’ın ilk
haftasında Sakarya’daydı. Üç günlük
ziyareti boyunca sivil toplum kuruluşları, vakıf gönüllüleri ve Sakarya
eşrafıyla ziyaretleşmeler ve iftar
programları düzenlendi. Ramazan
ayının manevi ikliminde gerçekleşen buluşmalarda dünya çapında
Müslümanların son durumlarıyla
ilgili bilgi alışverişinde bulunuldu.
SADAKAT Bayramlaşması
Sakarya’da faaliyet gösteren İslami
kuruluşların ve STK’ların ortak çatı
organizasyonlarından olan SADAKAT (Sakarya Dayanışma ve Kardeşlik Topluluğu) bayramlaşma merasimini Büyükşehir Belediyesi’nin
yanındaki park alanında gerçekleştirdi.
Ailece yapılan bayramlaşmada alanda geniş bir halka oluşturulurken,
misafirlere çikolata ve gülsuyu ikramı yapıldı.
SADAKAT ’in gelenekselleşen bayramlaşma merasimi, ümmetin birliği, kurtuluşu ve özgürlüğü için yapılan duanın ardından son buldu.
Tavaf ve Sa’y Duaları
Başta ADABÜLTENİ okurları olmak
üzere kutsal Hac ve Umre yolculuğuna çıkacak Müslüman kardeşlerimiz için Peygamber Efendimizin
dilinden Tavaf ve Sa’y duaları hazırladık.
Hac ve Umre yapan kardeşlerimizin yakından bildiği gibi Tavaf ve
Sa’y’da “kaçıncı tavaftayım”, “kaçıncı sa’y’ı yapıyorum” düşünesi huşuyu etkilemektedir. Hazırladığımız
kitapçıkla bu endişeyi gidermeye
çalıştık. ADABÜLTENİ okurlarımıza
bu sayımızla birlikte hazırlamış ol-
16
duğumuz bu kitapçığı ücretsiz olarak hediye ediyoruz. Ayrıca dileyen
herkes Ribat Eğitim Vakfı Adapazır
Şubesi’ne ulaşarak bu kitapçıklardan ücretsiz olarak alabilirler.
Bu çalışmanın ortaya çıkmasında
maddi ve manevi katkıda bulunanlardan Allah razı olsun. En ufak gölgenin aranacağı günde bu çalışmanın bereketi onların üzerine gölge
olsun. Amin
Abdullah BÜYÜK hocamız ayrıca
artan zamanlarda televizyon ve radyo programlarıyla diğer Sakarya’lı
hemşehrilerimize hitap etti.
KAVRAMLARIMIZ
Sahir AKÇA
Ribat Murabıt
Ribat ismi maddî ve manevî birçok mânalarda da kullanılmıştır.
Ordugâh, Kasır, Sınır Karakolu, Müstahkem Mevkî, Sınır Tekkesi
gibi maddî yerler yanında, gönlü sevgiliye bağlayan, sevgi, bir namazdan sonra başka bir vakit namazını bekleme, birinin kalbine sabır sebat vererek kuvvetlendirme, cesur, kuvvetli-metin kalpli olma,
korku anında temkinli-cesur olup kaçıvermeme gibi manevî anlamlarda da kullanılmıştır.
Hep heyecanlanmışımdır bu kelimeleri duyduğumda veya okuduğumda. Tabiî ki bu hâl bana kelimelerin kavram ve manalarını
öğrendikten sonra oldu. Aslında bu
kelimeler biz Müslüman toplumlara hiç yabancı değildir ve gelmemelidir de. Ne çâre ki bilmem kaç
senesinde bir gecede câhil bırakılışımızın bir neticesi olsa gerek bu
unutkanlığımız veya yabancı gibi
kalışımız.
Bizim Vakıf çalışmalarımızın ismi
olan ve bu çalışmaların ürünle-
rinden biri olan Adabültenimizin
sâhipliği de bu isim iledir. Biliyorsunuz ki bu isim; “Ribat Eğitim
Vakfı”dır. Muhataplarımızın karşılarına bu isimle çıktığımızda bizlere sorulan soruların başında gelen
ise; “Ribat ne demek, açılımı nedir?
Onlar şöyle zannediyorlar; Ribat
birkaç kelimenin kısaltılarak aldığı
bir hâldir. Biz bir vakıf olduğumuz
ve vakıf, dernek sendika, vs. isimleri
genelde kısaltılarak uygun-hoş bir
kelime şeklinde beyan edildiğinden
muhataplarımız da bizim ismimizi
öyle zannediyorlar olsa gerek.
Oysa ki bu isim Kur’an-ı Kerîm
âyetlerinde ve Hadis-i Şeriflerde
geçmektedir. Tabiî ki bunlara bağlı
olarak İslâm Tarihi literatüründe de
önemli bir yeri ve zamanı tutmaktadır.
Rabbimiz bizlere Kur’an-ı Kerîm’in
El-Enfâl Sûresi 60. âyetinde: “Siz de
onlara (düşmanlara) karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve bağlanıp
(Ribat) beslenen atlar (süvari atları) hazırlayın ki, bununla Allah’ın
düşmanını ve sizin düşmanınızı ve
17
KAVRAMLARIMIZ
18
bunlardan başka sizin bilmeyip de
Allah’ın bildiği diğerlerini korkutasınız. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir ve size asla
zulmedilmez.” ve Âl-i İmrân Sûresi
200. âyetinde de: “Ey iman edenler sabredin, sebat gösterin, Ribat
yapın-Murâbıt olun (Allah yoluna
sımsıkı bağlı kalın - Allah’ın düşmanlarını gözetleyerek hudutlarda
kalın, ikâmet edin) ve Allah’tan korkun ki felah bulasınız - kurtuluşa
eresiniz.” diye buyurmaktadır.
Hadis-i Şeriflerde ise; Allah yolunda
savaşmak için atların hazır tutulması anlamında kullanıldığı gibi daha
çok da nöbet tutmayı ifade etmektedir.
“Allah yolunda bir gece nöbet (Ribat) beklemek bir ay’ı oruç ve
ibâdetle geçirmekten daha hayırlıdır. Ölürse dünyada yaptığı ameli ve
Ayrıca Ribat ismi maddî ve manevî
birçok mânalarda da kullanılmıştır. Ordugâh, Kasır, Sınır Karakolu,
Müstahkem Mevkî, Sınır Tekkesi
gibi maddî yerler yanında, gönlü
sevgiliye bağlayan, sevgi, bir namazdan sonra başka bir vakit namazını
bekleme, birinin kalbine sabır sebat vererek kuvvetlendirme, cesur,
kuvvetli-metin kalpli olma, korku
anında temkinli-cesur olup kaçıvermeme gibi manevî anlamlarda da
kullanılmıştır.
Ancak anlaşılacağı gibi bugün bu
mâna ve mefhumlardan maalesef
bîhaber olduğumuzdan veya bırakıldığımızdan bize en çok sorulan
sorulardan olmaktadır.
Bir Müslüman olarak bütün bu güzel hasletlere sâhip olan ve bu güzellikleri de amele döken, hayatına
aksettiren yâni fiilen yaşayan güzel
rızkı devam eder. Kabir azabından
da emin olur.” (Buhari, Cihad, 73;
Müslim, İmare, 163; Nesai, Cihad,
39.)
“İki göz vardır ki onlara ateş değmez. Allah korkusundan ağlayan
göz ile Allah yolunda nöbet bekleyen göz.” (Tirmizi, Fedâila’l-Cihad,
12.)
Fıkıhçılar ise; “Ribat, Müslümanları
kâfirlere karşı korumak için sınırlarda beklemektir. Sınır ise, halkın
düşmandan korkusu olduğu her
yerdir.” Demişlerdir.
Ribat; Müslüman süvarilerin atlarını bağlayıp nöbet tutmaları olayından adını aldığından sınırlarda
at bulunsun bulunmasın nöbet tutmak için oluşturulmuş mekânların
adıdır.
insanlara da Murâbıt denmektedir.
Kim böyle güzel, asil, övülmüş, Allah
ve Rasûlünün takdir ve tasvibini almış kişi olmak istemez, bir mü’min
olarak? Kim o güzel amelleri işleyip,
gönlünü o mânevî iklimlere açmak
istemez, bir mü’min olarak?
Şöyle bir düşündüm de, bizim ülkemizde de böyle güzel insanlar yaşadı mı diye? Hemen aklıma Kur’an
kalesinin Murâbıtı Süleyman Hilmi
TUNAHAN Hazretleri, iman kalesinin Murâbıtı Bediuzzaman Said
Nursî Hazretleri, tasavvuf kalesinin
Murâbıtlarından bir M. Sâmi RAMAZANOĞLU Hazretleri, bir M.
Zâhid KOTKU Hazretleri, mücâdele
kalesinin Murâtıbı Şeyh Said Hazretleri, ayrıca Kur’an müfessiri Elmalılı M. Hamdi YAZIR, Kur’an Şa-
iri M. Akif ERSOY gibi daha birçok
yazar, düşünür, fikir ve dava adamı
muhterem zevat sökün ediverdi.
Burada ismini zikretmemiş olduğum birçok merhum ve yaşayan
bütün Murâbıtlarımızdan Allah râzı
olsun ve sayılarını çoğaltsın. Çünkü
bunlar bizlere fikir ve yaşantıları ile
örnek ve önder olan şahsiyetlerdir.
İşte ben bu mânaları öğrenip anladıktan sonra ne zaman Ribat ve
Murâbıt sözlerini yâni bu kavramlarımızı duyuyorum, hep heyecanlanıyorum. Hele de sevgili hocam,
değerli insan, dava ve gönül adamı,
“ Vakıf İnsan” Muhterem Abdullah
BÜYÜK Hocaefendinin “Murâbıta
Notlar” eserini okuyup, kendimi
muhatap sandıktan sonra! Bu da şu
sebepten olsa gerek: Ben de bir Murabıt olabilir miyim diye?
Önce bir Dergi, daha sonrada bir
Vakıf olarak bütün Türkiye insanlarına hizmet saadetinde çaba sarfedenler, bu ismi gerçekten çok ama
çok yerinde ve mâna itibariyle de
çok isabetli bir şekilde tesbit ederek
hizmetlerinin ism-i hârikaları olarak seçmişler.
Ben şahsen hem bu isimle bizi tanıştırdıkları hem de hizmetlerini bu
ismin mâna ve mefhumuna uygun
bir şekilde canla başla ülkemizde ve
de şimdi de dünyada temsil ettikleri
için bu ismin bânî veya bânîlerine
müteşekkirim.
Evet, yıllardır tanıyıp ve hizmetlerini takdir ile takip ettiğim “Ribat
Dergisi” ve “Ribat Eğitim Vakfı”
kurucusu ve yöneticileri yukarıda
izahına çalıştığımız minval üzere
hizmetlerine devam etmektedirler.
Bu güzelliklerden şehrimizde nasiplenmektedir. 1995 yılında faaliyete geçen Vakıf Şubemiz, hem Ribat
Dergisinin temsilciliğini yapmakta
hem de Vakfın kuruluş amacı çerçevesinde hemşehrilerimize hizmet
etme gayretindedirler, İnşâallah
aynen Ribat’ın mânasına uygun bir
şekilde.
ADA’DAN PORTRELER
Adapazarı
Semalarında Bir Yıldız;
Fahri TUNA
Cevdet Hoca ( Şimşek)
Adapazarı ne zaman aydınlanmış,
“elektrikle” caddeleri, sokakları ne
zaman ışıklandırılmış dersiniz? 1926.
Ama Adapazarı’mızı bir de “manen
aydınlatanlar” vardır. Onların başında
da Cevdet Hoca gelir.
Peki kimdir Cevdet Hoca?
Nerelidir?
Nerede
doğmuştur?
Adapazarı’na ne zaman gelmiştir?
Adapazarı’nda ne gibi bir misyonu yerine getirmiştir? Nerede nasıl ölmüş,
nereye defnedilmiştir? Aileden kimler
vardır?
İlginçtir; Cevdet Hoca’nın Gölcük’ten
Adapazarı’na yerleşmesi de 1926 yılındadır; demek ki şehrimizde “fiziki”
ve “manevi” aydınlanma aynı yıllarda
başlamıştır.
BATUM’DAN GÖLCÜK
HASANEYN KÖYÜNE
“İnsanların olduğu gibi devletlerin de
kaderi vardır” denir; Osmanlı devleti
artık miadını doldurmak üzeredir;
1875’ler... Balkan ve Kafkaslarda büyük sosyal problemler yaşanmaktadır;
bizim birer sancağımız, eyaletimiz
hatta vilayetimiz olan ülkeler bir bir
elimizden çıkmaktadır. İşte o günlerde – muhtemelen – 1293 yılında (187778) Osmanlı-Rus Harbi’nde Gürcistan
Batum’da mukim Hüseyin Efendi,
kendi durumundaki binlerce kişi gibi,
ailesini alır Dersaadet’e (İstanbul’a)
sığınır; II. Abdülhamit de onları Kocaeli Sancağı Gölcük İlçesi Hasaneyn
Köyü’ne yerleştirir. Hüseyin Efendi’nin
burada 3 oğlu doğar: Süleyman, İbrahim Remzi ve Ahmet Cevdet. Yazımızın kahramanı Ahmet Cevdet 1307
(1891) yılında doğacaktır. Hüseyin
Efendi, “gözlerinden zeka fışkıran” üç
oğlunu da medresede okutmaya kararlıdır; hem de İstanbul’da. Üç kardeş
Fatih Medresesinden mezun olurlar.
(1)
1926’DA ADAPAZARI VE
VAİZLİK DÖNEMİ BAŞLAR.
Cevdet Hoca için; 1911’den itibaren
12 yıl sürecek “yedek subaylık dönemi” başlar; bütün Osmanlı erkekleri
gibi, üç coğrafyada yedi düvele karşı
verilen amansız bir bağımsızlık mücadelesi. 12 yıl sonra İzmit’e döner.
Savaş bitmiş, cumhuriyet kurulmuş,
çok şükür bağımsızlık korunmuştur.
Hüseyin Efendi Ailesi İzmit’te manifaturacılıkla geçimini sağlamaktadır. Bu
arada medreseydi, savaşlardı derken
Gürcü Cevdet Hocanın yaşı otuzu geçmiştir; Maşukiye’den Çerkes kızı Nuriye Hanım’la evlenir. Ahmet Cevdet “ısrarla” Adapazarı’na yerleşmekten söz
etmektedir.1926 yılında Adapazarı’nın
kuzey doğu bölgesindeki Savaş Caddesi üzerinde on dönüm arazi satın
alınır ve ev yapılarak yerleşilir. Aile
ticaret kökenlidir ya; manifatura ve
terziliğe devam edilir. İlmi, irfanı ve
tatlı sohbeti ile dikkati çeken Ahmet
Cevdet ise “merkez vaizi” olarak memuriyete başlar. Orhan Camii, Ağa
Camii ve Tozlu Camii’nde erkeklere,
İhsaniye (Kırmızı) Camii’ndeyse kadınlara vaaz etmeyi vefat ettiği 1966
yılına kadar – kırk sene müddetle –
sürdürecektir.
ORTACAMİİ’NDE
ÖMÜRBOYU FAHRİ
İMAMLIK
Bu arada aile, 1934’te çıkan “Soyadı
Kanunu” icabı “şimşek” soyadını alır.
1940’ın başları. Türkiye ilginç bir sosyal değişim yaşamaktadır. Ahmet Cevdet Şimşek’in en küçük oğlu M. Selahaddin Şimşek’e kulak verelim:
“ Babamdan dinlemiştim. Dönem
İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı
dönemi. Adapazarı’nda bir tek Orhan
Camii ibadete açıktır; diğer camiler
imamlık kadrosu bulunmadığı gerekçesiyle kapalıdır. Orta Camiinin, Şehir
Bandosu’nun çalışma mekanı olması
kararlaştırılmıştır. Bu kararı duyan
babam koşar dönemin kaymakamına:
- Bu camiiyi niye kapatıyorsunuz?
- İmam kadrosu yok!
- Peki ben ömür boyu ücret olmadan
imamlığı taahhüt etsem, camiyi tekrar
ibadete açar mısınız?
- Elbette.
Bu cevabı alan babam, büyük bir sevinçle meccanen Orta Camii İmamlığı
görevine başlar. Babam bu fahri görevi, söz verdiği üzere, ölene kadar da
19
ADA’DAN PORTRELER
sürdürmüştü.” (2)
Cevdet Hoca’yla birlikte Orta Camii’de
güzel ve hoş bir gelenek de başlar:
Hatimle teravih kılmak!. 1940’tan bu
yana yetmiş bir yıldır devam eden bir
gelenektir bu.
BÜTÜN HAYIRLI
ORGAZİSYONLARIN
MERKEZİNDE O VAR
Yukarıda anlattığımız üzere; Orta Camiini kapanmaktan o kurtarır. Diğer
yandan 1837’de Gubarizade El-Hacc
Ahmet Efendi’nin vakfettiği ahşap
Tozlu Camii, ki gubari tozlu demektir, 1943 Depreminde yıkılmıştır ve
yenide yapılamamıştır. Cevdet Hoca
yakın dostlarıyla birlikte bu işe de el
atar; 1950 yılında Adapazarı Camiler
ve Kuran Kursları Kurma ve Koruma
Derneğini kurarlar, 1954’te yeni Tozlu
Camiinin temeli atılır, 1963’de inşaat
tamamlanır ve ibadete açılır. Sakarya
1. Noterliğince 25 Şubat 1965 tarihinde
onaylanan “Adapazarı Tozlu Camii Kebiri ve Külliyesi Te’sis Senedi”nde yer
alan mütevelli heyet listesinin 18. sırasında şöyle yazmaktadır: “Kurucu Üye
No: 18, Adı Soyadı: Hacı Cevdet Şimşek, Baba adı: Hüseyin, doğum yeri /
yılı: İzmit-1307 (1891), Mesleği: Dernek
üyesi / vaiz” (3) Bu arada TZDK’nın
Çark Caddesi üzerindeki arsasından 10 dönümü İmam-Hatip Okulu
açılmak üzere bağışlanmıştır; temel
atmak, okulu tamamlamak gerekir;
bu hayırlı işin de merkezinde Cevdet
Hocayı görürüz; 1956 yılında okulun
temeli onun duasıyla atılır.
“MAKAMIMIZ BELLİ; GÖRMEK İSTEYEN BUYURSUN”
1960’ların Adapazarı, dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Cevdet Sunay, 2. Tümeni teftişe gelir. Gelmişken
ablasını, eniştesi eğitimci Celal Akın’ı,
bir de “kıtadan askerlik arkadaşı”
Cevdet Şimşek’i görmek ister; yaverine emir verir, “bizim kıtada bir yedek
subay Ahmet Cevdet vardı, hocadır
Adapazarı’nda, bir getirin de hasret gidereyim.” Olayın geriye kalan kısmını
küçük oğlu rahmetli M. Selahaddin
Şimşek’ten dinleyelim: “ Yaver, sorar
20
soruşturur, babamı fahri imamlığını
üstlendiği Orta Camii’nde -adeta bir
kütüphane olan- imam odasında bulur.
- Efendim, paşam sizi emretti” der.
Babam sorar:
- Ne yapacakmış paşan beni?
- Görmek istiyor efendim, hasret giderecekmiş.
-Bizim makamımız belli, görmek isteyen buyursun gelsin” eliyle camiyi
göstererek.
Ve gitmez Tümene. Babamın yaptığı bir generali ret değildir, bir alimin
emirle bir şey yapmayacağı dersidir
bir, arkadaşlık eşit şartlar üzerine kuruludur, emirle bina edilemez iki. Çok
onurlu adamdı babam.” (2)
“SAHİH BİLGİ
ZİNCİRİNİN HOCASI”
Yerleştiği 1970 yılından bu yana
Adapazarı’nı ışık veren Hamza Tekin
Hocaefendi “Eskiden Medreselerde
diploma değil icazet verilirdi, icazet
zinciri de çok önemliydi, Cevdet Hoca
sahih bilgi zincirinin devamıdır” (4)
derken “Adapazarı’nın Bilgesi” Dr.
Sadık Canlı “ben kendisini bizzat
tanıma şerefine eremedim ama iki
oğlu Sabahaddin ve Selahaddin’i yakından tanırdım. Selahaddin müthiş
bir çocuktu; anlatmaya kelimeler
yetmez. Cevdet Hoca ve çocukları
Adapazarı’na şeref katan insanlardı”
(5) diyecek, Sakarya Barosu’nun entelektüel avukatlarından Demrican
Dilek de “Cevdet Hoca mükemmel bir
insandı, Atlantik Kitabevine sık sık gelirdi, müthiş güzel ve etkili bir üslupla
konuşurdu, konuşmasında kitaplardan en ince detaylarla bilgiler verirdi,
ben onun gibi çok okuyan ve kitapları seven bir de Osman Naz’ı tanıdım”
şeklinde görüş açıklayacaktır. (6)
“Ayaklı Adapazarı Arşivi” olarak bilinen Erol Girişken’e göre “Uzun boylu, çok güzel giyinen, çok güzel bir
insandı. Yobaz değildi; çok sosyal bir
insandı, herkesle görüşür konuşurdu.
Orta Camii’nin altında manifaturacılık
yapan İdris Amcamla (Nuri, Nedim ve
Engin Paker’in babaları) hemen her
ikindi sonrası kahve içtiklerini, tatlı
tatlı sohbetler ettiklerini hatırlarım ”
diyecektir. (7) Kaleci-teknik direktör
Ekrem Karaberberoğlu da “Cevdet
Hoca, son zamanların Adapazarı’ndaki
en iyi din alimiydi. Çok beyefendi bir
insandı. Önünden geçemezdik saygıdan. O geçerken esas duruşta dururduk. Şimdi bile içim ürperiyor. Babam
da alim biriydi ve çok yakın dosttular”
görüşündedir. (8)
ORHAN CAMİİ KÜRSÜSÜNDE TESLİM EDİLEN SON
NEFES
İnanıyoruz ki “nasıl yaşarsak öyle öleceğiz”; “Rabb’inin dinine hizmetle
geçen” 75 yıllık ömrünün son günlerinde Cevdet Hoca, bir Pazar günü,
her zaman olduğu gibi öğle ile ikindi
arası Orhan Camii kürsüsünde vaaz
etmekte, nasihatlerde bulunmaktadır.
1949’dan bu yana Adapazarı’nda ikamet eden Tüccar Şaban Üstüner’den
dinleyelim: “Kürsüdeki Cevdet Hoca’yı
dinliyorduk. Hoca Haccı, Arafat’ı anlatıyordu. Bir ara “hacıları Arafat’ta görüyorum” dedi. Bu son sözü oldu. Son
nefesini kürsüde Yaradan’a teslim etti.
Kürsüden indirdiler, yıkadılar, bir saat
kadar sonra ikindi namaz ardından
cenaze namazını kıldık, Yorgalar Mezarlığına defnettik.” (9) Aynı günlerde Sakaryaspor’da forma giyen Zeki
Aydıntepe de “Maç bitmişti, duş alıp
çarşıya, oradan da camiye gelmiştim.
Meğer biraz önce Cevdet Hoca vefat
etmiş, cenazeyi hazırlıyorlardı. İkindi
sonrası da namazını kılıp defnettik”
(10) diyecektir.
Evet; 1926-66 arası kırk yılını
Adapazarı’nı aydınlatmakla geçiren
Ahmet Cevdet Şimşek Hocaefendi, 06
Mart 1966 Pazar günü ikindi namazı
sonrası binlerce kişinin kıldığı cenaze
namazının ardından, Atatürk Bulvarı, Halkevi, Kavaklar Caddesi, Turan
Caddesi güzergahı izlenerek Yorgalar
Mezarlığındaki ebedi istirahatgahına
defnedilecektir.
Adapazarı semalarında bir yıldız gibi
parlayan Ahmet Cevdet Şimşek’i, ölümünün üzerinden nice kırk beş yıllar
geçse de, verdiği hizmetler, bıraktığı
güzel hatıralarla ve fatihalarla anıyoruz.
KÖŞE YAZISI
Hasan ÇOLAK
Mustafa AYDIN
Sakarya, Taraklı, Akçapınar köyü
1946 doğumlu Hüseyin ve Emine
hanımın yedinci ve son çocuğudur.
1958 yılında köyünde Köy imamı Yakup Duman hocaefendide hafızlık
yapmıştır.
1969 yılında Pamukova Çardak köyünde başladığı görevine imam
hatip, Geyve Umurbey Köyü imam
hatip, Akyazı Gazi Osman Paşa Camii, Adapazarı Ozanlar Camii ve son
olarak Orhan Camii müezzinliği görevlerinde bulunmuştur. Evli ve iki
çocuk babasıdır.
Bir insanı anlatmak ve yazmak her
zaman mümkün olmayabilir. Hasan
Çolak hocamız da “kendine münhasır” tavrıyla bir görev ikliminden
geldi ve geçti. Hayatının merkezine
tek bir kelime yazılacak olsa, o da
şu olur sanırım; “NÜKTEDAN” (İnce
anlamlı, düşündürücü ve şakalı söz,
espri, ince anlamlı, pek çoğu hoşa
giden, gülümseten şakalı söz.)
İkinci bir kelime ise ”sabır” olur
sanırım. Diğer ifadesiyle “görev hamalı” Üstat Necip Fazıl’ın ifadesiyle
“İnsandır sanıyordum mukaddes
yüke hamal, hamallık ki sonunda ne
rütbe var ne de mal.” Hasan hocam
öyle bir görev hamalıydı ki, o görevini sızlanmadan, müşteki olmadan
mukaddes bir emanete döndürerek
eda etmiştir.
Nihat Bülbül’ün ifadesiyle; “Hocamızın merkezi sistemden ezan sesini duydum mu içim rahatlıyor ve
şehirde her şey normal seyrinde
devam ediyor diye rahatlıyorum”
sözüdür.
Sanırım hocam kundağından, son
ana varıncaya kadar tebessümü
ilke edinmiştir. Birinin ifadesiyle;
hocam bize ağır konuşsa da O’nun
sözü bize dua gibi geliyor olmuştur.
Dövene elsiz gerek
Sövene dilsiz gerek
Sen derviş olamazsın..
Derviş gönülsüz gerek
Yunus ahlâkını daima hayat düsturu
edinmiştir.
Vücudunun boyunu sesiyle, sesini
musikiyle, musikiyi kalbiyle buluşturan bir ruh ahlakına sahiptir.
Ömrünün yarısından fazlasını tarihi
Sultan Orhan Gazi Camii’nin minaresinde geçiren bir vazifeşinas insandır. Tarihi kaynaklara göre imam
ve müezzin olarak dokuz hoca efendiyle beraber görev ifa etmiş, on bir
müftüyle hizmette bulunmuş, on
binleri aşan cemaate sedasıyla ezan
ve kamet i gönüllerine taşımıştır.
NÜKTE ÖRNEKLERİ
Sabah namazlarında okuduğu mukabele esnasında, bazen cemaatinin hep bir ağızdan hatırlatma
yapması neticesinde onlara; “Er-
21
KÖŞE YAZISI
kekseniz tek tek gelin” diyerek, bir
ağızdan söylemeyin ikazını nükteyle yapmıştır.
Bir kandil gecesi ona hitaben; “Hocam namaz için camide yer yok
mu?” diyen şahsa; “Musallada dört
kişilik boş yer var, istediğine uzanabilirsin” demiştir.
“Hocam sen hafız mısın?” diyene “Evet” der. Ve adam camideki bir Kur’ânı eline alır ve bazı
ayetleri sorar. Hocamız okuyunca
adam; “ Tamam” der. Hocamız; “O
Kur’ân benim Kur’ânım, sen kendi
Kur’ânından sor” der. Adam “Doğru
söylüyorsun” der; fakat sonra her
Kur’ânın aynı olduğunu anlayınca
nükteye tebessüm eder.
“Hocayla kızın nasibinin nerden çıkacağı belli olmaz” sözüyle her an
sürprize açık olduğunu ifade ederdi.
Namaz kıldırmak için öne çıkan
bir müftü efendiye; “Sizin namaz
olur; ama cemaatin namazı olmaz”
deyince müftü bey; “Neden?” diye
sorar. Cevaben; “Cemaat ‘uydum
imama’ diyecek siz ise müftüsünüz?
Namaz ne olacak?” der.
Vali beyle yemek sonrası hesap ödemek için elini cebine atar ve nükteyle; “ Vali bey param yetişmedi, bozuğunuz var mı?” der. Vali bey elini
cebine atınca; “Gerek yok tamamladım” nüktesinin sonunda vali bey
onu başka bir zaman yemeğe davet
eder.
Onun nükteleri ikiye ayrılır. Biri
naklettiği olay ve fıkralar, diğeri ise
bir anda, konuşulan olaya uygun
söylediği tebessüm ettirici sözleridir.
Evliliği için şöyle der; “Allah’tan pahalı bir kadınla evlenmemişim.”
Yani geçimimin kolay olduğunu ifade etmiştir.
Cenazeleri için sala okutmaya gelen iki devlet memuru hocamıza
sorarlar: “Salayı kaça çağırıyorsun?”
22
Camiden uzak bu insanlar soruyu
dahi eksik sorarlar. O da der ki; “Üç
boy sala var. Hangisini istersiniz?”.
Onlar da “orta boy sala” derler ve fiyatını sorarlar. Hoca; “Okuyalım da
anlaşırız.” der. Salayı okur ve yanlarına gelir. “Ben siz misafirsiniz diye
birinci sınıf okudum” der. Adamlar
şaşkın vaziyette bakarken hocamız
onlara; “Biz sizler için varız, geçmişinize rahmet olsun. Bir şey istemez.” diyerek onlarla vedalaşır.
Ayağı kesik bir cenazeyi yıkamak
için davet edilir. Cenazeyle ilgilenen dostunu teneşirin yanına davet
eder. Örtüyü kaldırır ve adamın kesik ayağını göstererek; “Bak adamın
bir ayağı yok ama yıkama parasını
tam alırım” der. Oradakileri acılı da
olsa tebessüme sevk eder.
dinleyenleri şaşkına çevirir. Kısa
kısa söylediği şiir sözleriyle de gönülleri fethederdi.
Hocamız otuz altı yıl Orhan
Camii’nde hac ve umre vazifeleri
haricinde hiçbir zaman sabah namazına gelmemezlik yapmamıştır.
Sabah ezanından önce dört sayfa ve
ezandan sonrada altı sayfa okuyarak
mukabelesine devam etmiştir. Ayrıca iyi bir vaaz dinleyicidir. Kulağı
daima camideki vaazlardadır. Güzel
Kur’an okuyanı takdir eder ve değer
Hocamızın katıldığı bir engelliler
seminerinde, okuduğu Kur’an tilavetinden sonra, panelin yöneticisi
sayın profesör şöyle der; “Hocamız
hariç hepimiz engelliyiz.” (Yani
Kur’ân okumasını bilmeyen engellidir demek istemiştir). Hocamız
bunun üzerine söz alır ve “Ben de
engelliyim. Zira soyadım ÇOLAK’tır”
der. Herkesi kahkahaya gark eder.
Böylece mütevazılığini sergiler.
DEDESİNDEN TESBİT
“İstanbul’da okudum ve biraz bir
şeyler öğrendim Taraklı’ya geldim.
Bir cemiyette mevlit, ilahi vs. okuyorum ve dedem de bana bakıp başını
sallıyor. Okumam bitince dedeme
baktım “Aferin” diyeceğini beklerken dedem şunu söyledi: “Evladım
rençperin kötüsü bostancı, hocanın
kötüsü ise destancı” olur dedi. O
gün bu gün destancı olduk.
GÖREV ANLAYIŞI
Her müezzin aynı zamanda ses
özelliğine de önem verendir. Hasan
hocamızın sanat musikisi ve ilahi
çeşitlerine hâkimiyeti dinleyenlerin
malumudur. Toplanılan merasime
uygun söylediği ilahiler ve özel sohbetlerdeki sanat musikisi örnekleri
verir. Kur’anla edebi bir arada bulunduranlara imrenir ve onlar cennete gitmezse biz nasıl gideriz derdi. İmkânları nispetinde cömert ve
ikram ediciydi. Küçük hesaplar yapmazdı. Düğünlere hediye vermek ister veremezse mahcubiyet yaşardı.
Cenazelere çağrılmazsa mezarlığa
gitmezdi. Sabah saat onda geldiği
camiden, gece yatsının edasıyla ayrılırdı. Gelen vaiz efendilere sarık
ve cübbelerini ikram eder, onları ve
herkesi neşelendirirdi. Önce cami
ve vazifesi, sonra evi ve ailesi gelirdi.
Kıyafette balo merasimine çıkarcasına gömlek ve kravatta takım elbiseleri imrendirircesine üzerinde
taşırdı. İmam odasında dahi ceketsiz durmaz daima şık ve yakışıklı
KÖŞE YAZISI
olmanın örneği olurdu. İmam odasında ki demlediği “tek karanfilli
çayı” içenlerin damağında kalır ve
yüksünmeden hizmeti yapmayı severdi. “Hocam camide misin? Çayını
içmeye geleceğim” diyene, “Bir şey
getirmeden gel” diyerek nükteyle
simit vs. almasını temin ederdi.
Tevhîd ve İslâm hâkimiyeti dualarının en canlı ve can alıcı noktalarıdır.
Akıncı ve mücahit ruhuna sahipti. Yemek duası kendi tarzında idi:
“ Yediğimiz aştır yaştır, bizi bu güzel
sofralara kavuştur” ifadesiyle yemeği tebessümle sonlandırırdı.
Bir dostun ifadesiyle; görünüşü
“Marmara Müftüsü” gibiydi. Bir
müftü efendinin; “İsteğin var mı?”
sorusuna; “Mümkünse siz izine ayrılınca on gün beni müftü olarak
bırakın da millet müftü görsün” diyecek kadar söz üstadıydı.
Ezan ve salayı ibadet aşkıyla ve usulüyle okur, asla keyfi name ve boğaz
oyunları yapmazdı. Akıcı ve canlı;
ama daima kalbi olarak okumayı
tercih ederdi.
tebriği, Din Görevlileri Derneği’nin
teşekkürü ve cemaatle helalleşmeyle son bulmuştur.
Sultan Orhan Gazi Camii’nde “Ezanı
Muhammedi” emanetini muhafaza ve izzetle eda eden Hasan Çolak
hocaefendiye cemaatimizle beraber
şükranlarımızı arz ederiz.
Ve kırk dört yıllık görev hayatı 2011
yılı temmuzun ilk haftasında bir
cuma namazı kıldırmasıyla son
bulmuştur. Cami imamları Mustafa Aydın, Alaattin Beşel ve Talip
Bozkaya’nın konuşmalarıyla Müftü
Yardımcısı Muhammed Suiçmez’in
23
KÖŞE YAZISI
Hocamızın
Son Cuma Hutbesi
İslam şehirlerin anası olan Mekke-i
Mükerreme de, Allah Resulü Muhammed aleyhisselamın dilinde,
Kelimei tevhid ile insanlığa yeniden tanıtıldı ve kıyamete kadar
sürecek olan manevi gücüne tekrar
kavuştu elhamdülillah.
Mekke’de İslâm’ın şiarı ve kutsal
çağrısı Bilali Habeşi’nin işkenceler
altında dilinden dökülen “EHAD”
kelimesi ki Kur’ân’ın ifadesiyle,
“KUL HUVELLAHU EHAD”; “De Ki
o Allah eşsiz ve benzersiz tektir.”
Ervah Cümleden Görür Allahu Ekberi
Akseyleyince Arşa Lisanı Muhammedi
İslâm’ın bu tevhid mücadelesini
Medine diyarına taşımasıyla ehad
sözü kuvvetine Allahu Ekber sedasını da katarak, dinin şiarı ve islamın kutsal çağrısı olan ezan-ı Muhammedi ile kemale ermiştir.
Ezan; Ehad’den Ekber’e yani ortağı
olmayan birden, en büyüğe ifadesiyle minarelerin şerefesinden, gönüllerin köşküne taht kurmuştur.
Emri Bülendsin Ey Ezanı Muhammedi
Kâfi Değil Sadana Cihanı Muhammedi
Hz. Ebu Bekir’in ifadesiyle; “Ezan
imanın
şeairindendir.”
Ezan
İslâm’ın öğretisi, tebliği ve amellerin baş tacı namaza ve cemaate
davettir.
Bu sebepledir ki Hz. Ömer; “ Yöneticilik görevim olmasaydı, müezzin
24
olmayı tercih ederdim” diyerek
müezzinlik görevinin önemine
işaret etmiştir. Allah Resulü sallallahu aleyhi vesellem de; “Kıyamet
günü insanların en uzun boylusu
ve şereflisi müezzinlerdir. İlk safta
durmanın ve müezzinlik yapmanın
faziletini bilseydiniz birbirinizle yarışırdınız, zira müezzini işiten cin,
insan, ağaç, taş her şey onun lehine tanıklık eder... Kuru, yaş her şey
müezzinin bağışlanması için dua
eder” buyurmaktadır.
Aziz Müminler!
Doğumumuzda kulağımıza okunan
ezan ve kamet eğitimi ile başladığımız hayata yine ezan ve kamet ile
devam etmek mümin olmanın en
büyük onurudur. Ezan, kelimelerinin tekrarıyla mükâfat, duasıyla
şefaat, edasıyla cemaate ulaştıran
vahyin semada yankılanan çağrısıdır.
Ezan Müslüman varlığının simgesi
ve kalplerin takvasıdır. Zira Rabbimiz buyurur ki; “Kim Allahın şeairine/simgelerine saygı gösterirse,
şüphesiz bu kalplerin takvasındandır.”
Ruhumun Senden,
İlahi Şudur Ancak Emeli,
Değmesin Mabedimin Göğsüne
Namahrem Eli
Bu Ezanlar Ki, Şehadetleri
Dinin Temeli
Ebedi Yurdumun Üstünde
Benim İnlemeli
Bu duygularla müezzinler günde
beş defa Müslümanlar adına İslâm
değerlerini insanlara hatırlatan
ve şahitlik eden insanlardır. Onlar
imanın elçisi, gönüllerin tercümanı, İslâm’ın alemdarı, özgürlüğün
bayraktarı, talip olduğumuz cennetin anahtarı ve müezzinlerin
efendisi Bilali Habeşi’nin görev arkadaşlarıdır.
Bu sebepledir ki Allah resulü;
“Allah’ım imamları olgunluğa ve
doğruluğa sevk et ve müezzinleri
de bağışla” duasıyla kendilerine
özel dua ettiği ve “En hayırlınız size
müezzinlik yapsın, Kur’ânı en iyi
okuyanlarınız imamlık yapsın” buyruğuyla bu yüce görevin mesuliyetini bildirmiştir.
Müezzin o kimse ki; ‘bir daha dünyaya gelsem yine müezzin olurdum’
diyerek bu ulvi emaneti kardeşlerine teslim etme bahtiyarlığına erendir.
Duam Şudur Ki;
Biz Kısık Sesleriz...
Minareleri Sen, Ezansız Bırakma Allahım
Ya Çağır Şurda Bal Yapanlarını
Ya Kovansız Bırakma Allahım
Müslümanlıkla Yoğrulan Yurdu
Müslümansız Bırakma Allah’ım
Âmin.Âmin. Âmin.
RÖPORTAJ
Sudanlı Yardım Görevlisi
Mahmut İbrahim
Özellikle misyonerler Afrikalıyı fakirlik üzerinden Hıristiyanlaştırdılar Allah izniyle
bu hesapları Afrika’da tutmayacak Müslümanlar zillet içindeydiler. Zalimlerin üzerlerinde baskıyla diktatörleşmişlerdir. Libya, Mısır ‘da yaşanıyor. Allah dinine sahip
çıkacaktır. Sudan Avrupa’dan çok çekmiştir. Sudan bunlara rağmen dimdik ayaktadır. Allah’a tevekkül edip meydan okumuşlardır.
“[Allah bizi dişi ve erkekten yarattı.
Üstün olan takva sahipleridir.] [Sevdiklerimizden infak etmedikçe bir’e
erişememeyiz.][Allah
yaptığınız
amelleri gösterecektir.]
“Müminler kenetlenmiş tuğla gibidirler.”
“Müminler bir ceset gibidir. Acı duyunca vücut etkilenir. Uykusuz kalır
yardımlaşır.”
“İki göz yanmayacak Allah yolunda
nöbet tutan göz-Allah için ağlayan
göz.”
Böyle şerefli bir topluluğa hitap etmek beni onurlanmıştır. Bu buluşmanın temeli İslam kardeşliğimizdir. Öyle bir din, öyle bir inanç ki
ne renk ne bölge tanır. Muhammed
(SAV)de devletini, milletini, bu anlayışa göre kurmuştur. Peygamberimizin (SAV)’in kurduğu devlette
Ebubekir vardı, Bilal vardı, Selman
vardı.
Bu samimiyeti bu ortamda sizlerin
arasında gördüm. Afrika ile ilgile-
nilmesinden mutlu oldum. Sudan’la
Türkiye’nin tarihsel ilişkisi de var.
Atalarının yazdığı tarihi okuyoruz.
Türk kardeşlerimiz cihat ve tebliğinde aktifler. Osmanlı bunun örneği. Tekrar canlanmasını istiyorum.
Bunun işaretlerini görüyorum. Neticede zafer Müslüman tarafının olmuştur. Abdullah Gül, Recep Tayyip
Erdoğan bir açılım oldu. Türkiye’den
grupların Afrika’ya gelmesi devam
ediyor.
Sonuçta Rabbimize bunlar için dua
etmemiz gerekiyordu. Özellikle
misyonerler Afrikalı’yı fakirlik üzerinden Hıristiyanlaştırdılar Allah
izniyle bu hesapları Afrika’da tutmayacak Müslümanlar zillet içindeydiler. Zalimlerin üzerlerinde
baskıyla diktatörleşmişlerdir. Libya,
Mısır ‘da yaşanıyor. Allah dinine sahip çıkacaktır.
Sudan Avrupa’dan çok çekmiştir. Sudan bunlara rağmen dimdik ayaktadır. Allaha tevekkül edip meydan
okumuşlardır.
Sudan’da sabah ve akşam kur’an
okunur. Her yaştan kişi, gün
aydınlığında,ay ışığında,lamba aydınlığında okunur.Kur’an’sız gün
yoktur. Misafirlerimizi ilk getireceğimiz yer, Kur’an okunan bölgeler olacaktır. Biz meydanı boş bırakmadık.
Tebliğlerimiz devam ediyor. Zorluklara rağmen. Uyanış beklemekteyiz.
Her yönden birliktelik, diriliş için
ihtilaflarda bir araya gelmekteyiz.
Zayıf noktalarımız giderilmekte.
Allah bizi zaferle müjdeliyor. Ayette
var. Bu uyanış zirve yaparsa zirveye
çabuk varacağız.
İslam davetinin geçmişinde zorluklar vardı. Peygamberin (SAV), hulefayi reşidinin, tabiinin. Sonunda
zafer Müslümanların oldu. Sudanlı
olarak sizlerle uyum içindeyiz. Hedeflerimizi sona erdirene kadar,
İslam’ın tekrar zafere ulaşıp ayakta
olması için çalışmalara devam ediyoruz,
25
RÖPORTAJ
Biz zafere ulaşacağımıza inanıyoruz. Bu birliktelik oldukça zafere
ulaşırız. Birlikteliğimiz tek ceset
gibi olacak. Hadisteki gibi, sıkıntılarımızda yardımlaşılacak. Çoğunlukla çevremizdekiler derneğimizden
faydalanıyorlar, buraya bağlıdırlar.
Ribat – Rida seviyesinde Sudan’da
çalışacak. Sudan adetlerine uyarak
Sudan kardeş kuruluşuyla hedefe
uyumlu koşacağız. Hocamız geldiğinde sistemin oturduğunu görecek.
İslam gayemiz, sizin burada ayakta
durduğunuz gibi biz de çalışacağız.”
(Mahmut İbrahim)
Sudan’da bir kişi kaç parayla normal
yaşantısını sürdürür?
—100 $ yeterli.
Türkiye’den başka hizmet getiren var
mı?
—Misyonerler daha çok çalışıyor.
Darfur %100 müslüman olduğundan fitneyi ateşliyorlar. Fakirliği istismar ediyorlar. Müslümanlardan
Katar, Suudi Arabistan, İran kültür
26
merkezi açmakla meşguller.
Çatışmalar Müslümanlar arasında mı?
—Harp iki tarafta var. Güneyde ve
kuzeyde. İngilizler ülkeyi böldü. İngilizler farklı yapı çıkardılar; Kuzey
Arap kaldı; Güney diye ayrıştırdılar.
Müslüman’a saldırmak için güçleniyorlar. Darfur’daki savaşı kızıştırdılar. Herkes Müslüman. Meseleleri Kur’andır. Her evde mutlaka
hafız vardır. Çocukların bazısına
fitne başlattılar. Ama, Allah nurunu
tamamlayacaktır.
Eğitim düzeyi nasıl(dini-beşeri)
—Şehir merkezlerinde eğitim var.
Dini eğitim çok yaygın, özellikle kırsalda Darfur’da Kur’an eğitimi çocuk
yaşta başlar. Ufakken dahi birkaç
cüz ezberler. Adet, örf oldu.
Dışarıdan gelen yardım nasıl dağıtılıyor.
—B.M’in 120.000 askeri var. Kamplar var. B.M yardımları dağıtır.
Kampların dağılmasını istemiyorlar.
Devlet zekatı kendi toplar. Talep
eden derneklere, projelerine fon
aktarılıyor.
Odun ışığında Kur’an okuma var dediniz, Peki! Kur’anı hayata geçirme anlayışı nasıl?
—Namaza çok duyarlılar.
Sudan devleti okullarda din eğitimi veriyor mu?
—Sudan İslam devleti olduğundan
bu soru abesdir. Yöneticeler İslami
hareket mensubudur.
İmamların maaşlarını kim öder
—3 kısımdır. 1-Resmi görevlidir,
diyanetten alır.2-Gönüllü kuruluşların yardımlarıyla ayakta durur.3Vahhabiler atadıkları imamın maaşını verir.
Türkiye’de gördüğün en hoşuna giden
şey ve seni şaşırtan ne oldu?
—Osmanlı’nın İstanbul’daki hatırasını iyi görmedim.
—Konya’daki minare sayısı çok hoşuma gitti.
Son söz bizler kardeşiniziz bilin.
?
ÇOCUK EĞİTİMİ
Mükemmel Anne - Baba Mı
Mükemmel Çocuk Mu
Anne baba doyumsuz olduğu ve hep daha hep daha dediği için çocukta da doyumsuzluk yerleşir. Çocuk nerede durması gerektiğini
bilemez.Son noktayı onun yerine başkaları koyar.
Mükemmeliyetçi anne baba her şeyin en iyisini çocuğundan bekler.
Kendi gerçekleştiremediği yaşantıları çocuklarının gerçekleştirmesini ister.Mükemmeliyetçi anne
babanın çocuğu sınıfın birincisi ve
hatta okulun birincisi olmalıdır.
Ayrıca çok iyi resim yapmalı,şarkı
söylemeli,iyi konuşmalı,lider olmalı, iyi yüzmeli,koşmalı herkesin parmakla göstereceği örnek davranışlar sergileyen çocuk olmalıdır. Hayır
! Böyle ailelerde çocuk asla çocuk
olmaz. Çocukluğunu yaşayamaz.
Çocuk anne babanın kurallarına
ters olan hareketlerde bulunduğunda çocuğa verilen cezalar da
katı ve sert olmaktadır.Önce duygusal sömürü demagoji “Saçımı
senin için süpürge ettim, hayırsız
evlat,ölürsem hakkımı helal etmeyeceğim….gibi” Eğer bunlar işe
yaramazsa fiziksel şiddet uygulanmaktadır.Ve tüm bunlar “Çocuğumun iyiliği için” mantığından yola
çıkılarak yapılmaktadır. Çocuklarınıza çocukluklarını yaşama fırsatı verelim. Geçen günler özellikle
çocukluk günleri bir daha asla geri
gelmez.Bırakın çocuklarınızın da
neşeyle anlatabilecekleri çocukluk
yaşantıları olsun.Hiç kimse mükemmel olamaz.Hepimizin eksik
yönleri mutlaka vardır.Kendimizin
bir devamı değildir çocuklarımız.
Kendi yaşamadığımız yaşantıları
onlardan beklemeyelim. Yapmamız
gereken ondan yapamayacağı davranışları beklemek yerine ona örnek olacak davranışları sergilemek
ve onun yeterli olgunluk düzeyine
gelmesini beklemektir.
Peygamberimiz (sav) “Büyüğüne
saygı duymayan, küçüğüne şefkatle
muamele etmeyen bizden değildir”
(Tirmizi, Birr, 15) buyurmuşlardır.
Mükemmeliyetçi Anne Baba Tutumunun Çocuğun Kişilik Gelişimi
Üzerinde Kalıcı Etkileri:
Mükemmeliyetçi anne baba tutumuyla yetişen çocuklar ağır nörotik
gelişim gösterirler. Kişilik ve karakter yapıları genelde çok katıdır.Esneklik görülmez.Onlar için bir şey
ya siyahtır ya da beyaz. Hayatlarında
gri ve diğer renkler yer almaz.Bir
şey veya kimse ya iyidir ya da kötü.
Çocuk daima bir çatışma içindedir. Kendi doğal iç güdüleri ve ağır
kurallar arasında sıkışıp kalmıştır.Sürekli sevgi ve nefret karışımı
duyguları aynı anda yaşar. Çocuk
her işte en iyisi ve en üstünü olmak
ister.Fakat her işte istediği seviyeyi yakalamayınca hayal kırıklığına
uğrar. Aşağılık duygusu çocukta gelişir. ”Bu durumu anne babama nasıl açıklarım?”düşüncesi çocuğu hiç
yalnız bırakmaz.
Çocuklarımız için neleri değiştirmeliyiz?
•Öncelikle yaşama ve çocuklarımıza bakış açımızı değiştirmeliyiz. Artık, onlara güvenmeyi öğrenmeliyiz
ki, onlar da kendilerine güvenebilsinler,
•Yeteneklerini o�taya koyabilecekleri fırsatlar oluşturmalıyız,
•Kendi, yetiştiriliş ta�zımızı onlar
için örnek almamalıyız,
•Onları başka çocuklarla kıyaslamamalıyız, Artık kendi başlarına yapabilecekleri davranışlarda, onlara
şans tanımalıyız, Kendi başlarına
yemek, uyumak gibi. Çocuk eğer
direnç gösterirse bu doğaldır. Bu
durumda anne ve babanın kararlı
olması önemlidir.
•Başarısızlıklarından dolayı onları
suçlamamalı ve aşağılayıcı kelimeler kullanmamalıyız. Bu durumun
altında yatabilecek nedenleri araştırmalıyız. Arkadaş ilişkilerini kontrol etmeli, ancak bunu onlara belli
etmemeliyiz. Onlara sorumluluklar
vermeli, başardığında ödüllendirmeli, başarısızlıklarında kınamamalıyız,
•Onları yapabilecekleri konusunda
yüreklendirmeli ve desteklemeliyiz
ve bunu onları bir şey yapmaya zorlamakla karıştırmamalıyız.
•Onların yanında, eşimizle ta�tışmamalıyız,
•Çocuklarımıza, onları sürekli bir
şeylerden koruyor izlenimi vermemeliyiz,
•Onla�a kendi korkularımızı yansıtmamalı, empati kurmalı ve onları
anladığımızı hissettirmeliyiz,
•Olumlu dav�anışlar sergilediklerinde onları bu davranışlarından
dolayı takdir etmeliyiz,
•Onla�a yaşamı kötü ve olumsuz
olarak empoze etmemeliyiz.Çocukların dünyaya pozitif bakış açısını
olumsuz yönde etkilemeye ve değiştirmeye anne-babası dahil, hiç kimsenin hakkı yoktur.
•Çocukların en büyük gereksinimlerinden biri mutlu bir yaşam sürme
ihtiyacıdır ve anne-babanın
da en büyük görevi, bunu çocuğa yaşatmaktır.
Allah’ım bana, değiştiremeyeceğim
şeyleri kabul etmek için SÜKÛNET,
Değiştirebileceklerimi değiştirmek
için CESARET,
İkisini birbirinden ayırabilmek için
de AKIL VER.
Melike İLGÜR
Okulöncesi Öğrt.
27
ÇOCUK SAYFASI
Fıkralar
Plân Bozuldu
Akıl hastahânesinde deliler bir araya gelip kaçış plânı yaparlar. Elebaşları plânı anlatır : -Büyük bir kütük
bulup ilk önce 1. kapıyı, 2. kapıyı ve
daha sonra 3. kapıyı kıracağız ve
herkes başının çaresine bakıp kaçacak. Sabah olunca bir kütük bulurlar doğruca 1. kapıyı kırarlar, 2. kapıya koşup onu da kırdıktan sonra 3.
kapıya yönelirler. 3. kapının açık olduğunu gören elebaşları der ki : -Arkadaşlar plân bozuldu geri dönün.
Yabancı Dil
İki kedi oturuyormuş. Birisinin yavrusu gelip annesine; -Anne, hav, hav,
hav demiş. Öteki kedi de; -Hayrola!
Senin çocuğa ne oldu? Diye sormuş.
Anne kedi hemen cevap vermiş:
-Bizim çocuk yabancı dil öğreniyor
da…
Öğrenci Temel
leri hâmile kalır. Çoğu Deniz Atı türlerinin hâmileliği yaklaşık olarak iki
ile üç hafta arasında sürer.
* Fil’ler,
zıplayamayan tek hayvandır ve
Fil’ler günde ortalama iki saat uyurlar.
* Karga’lar
Ortalama 120 yıl yaşarlar.
Öğretmeni geç kalan küçük Temel’e
çıkışmış: -Sabah sekizde sınıfta olmalıydın! Küçük Temel: -Uyy! Pen
yokken önemli pi şey mi oldi, öğretmenim? Diye cevap vermiş.
* Bir Istakoz
Delinin biri hastahânedeki havuza
eğilip su içtikten sonra, doğrulup
ağzındaki suyu yere tükürmüş. Onu
gören başka bir deli; -Ne oldu , demiş, suyu niye tükürdün?
Birinci deli: -Havuza iki şeker atmıştım, yine de tatsız.
İkinci deli: -Akıllım, tabii tatsız olur.
Niye karıştırmadın?
Bunları
Biliyor
Musunuz?
* Fare’ler
* Semender
Zayıflamak İçin
Genelde siyah renkli ve sarı beneklidir. Kuyruklu kurbağa olarak da
bilinir.
* Mantarlar neden şemsiye şeklindedir?
Çocuk arkadaşına anlatıyordu -Babam zayıflamak için bir atla çalışıyor. Arkadaşlarından birisi merakla
sordu: -Peki baban kilo verdi mi?
* Deniz Atları
Alışılmamış bir yolla ürerler. Erkek-
7 senede ancak yarım kilo alabilir.
* Ayı’lar
Kış uykusunda ağırlıklarının %
25’ini kaybederler.
Bir Deve’den bile daha uzun süre susuz kalabilir.
Bilmece
(Yağmurlu yerde yetiştiklerinden)
Havuz
28
Çocuk: -Hayır, ama at 5 kilo verdi!
Download