T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI AVRUPA BİRLİĞİ’NİN AZINLIK POLİTİKASI VE AVRUPA BİRLİĞİ ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRKİYE’DEKİ AZINLIKLAR YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan Gonca BAHADIR Tez Danışmanı Prof. Dr. Canan ATEŞ EKŞİ Ankara - 2012 T.C. GAZİ ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ULUSLARARASI İLİŞKİLER ANA BİLİM DALI ULUSLARARASI İLİŞKİLER BİLİM DALI AVRUPA BİRLİĞİ’NİN AZINLIK POLİTİKASI VE AVRUPA BİRLİĞİ ÜYELİK SÜRECİNDE TÜRKİYE’DEKİ AZINLIKLAR YÜKSEK LİSANS TEZİ Hazırlayan Gonca BAHADIR Tez Danışmanı Prof. Dr. Canan ATEŞ EKŞİ Ankara - 2012 ÖNSÖZ "Azınlık" kavramı, henüz kabul edilmiş bir tanımı olmamakla beraber, uluslar arası ilişkilerde son 150 yıldır sürekli kullanılan bir kavramdır. Kavram, Birinci Dünya Savaşı sonunda Polonya ile yapılan antlaşma metninin içerisine konularak, bundan sonra yapılan tüm uluslar arası antlaşmalara dahil edilmiştir. Bu yüzyılda, ulus devlet sürecini yaşamaya başlayan dünya için daima bir sorun olan azınlıklar konusu Türkiye Cumhuriyeti için de kurulduğu dönem dahil varlığını ve tartışmalarını günümüze kadar getirmiştir. Türkiye Cumhuriyeti 1959’da yaptığı başvuru ile başladığı Avrupa Birliğine üyelik sürecinin en kritik dönemine girmiştir. 17 Aralık 2004’te AB Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine başlama kararı almış, müzakereler için mevzuat ve genel yapı tarama süreci 3 Ekim 2005’te başlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği macerasının geleceği ile ilgili iyimser ve kötümser olan bir çok yorum yapılmakla beraber 52 yıl önce başlamış olan bu sürecin takipçisi, özellikle son 15 yıldır, Türkiye olmuştur. Azınlıklar konusu, Avrupa Birliği’nin üzerinde önemle durduğu, özellikle Türkiye’yi eleştirdiği ve şartlar getirdiği bir konudur. Avrupa Birliği hazırladığı ilerleme raporlarında insan hakları ve azınlık hakları için ayrı bölüm oluşturmakta, Türkiye’de mevcut olan azınlık anlayışından çok öte bir değerlendirme yapmaktadır. İlerleme Raporlarında Özellikle Lozan Anlaşması’nda tanımlanan ve hukuki statüsü belirlenen azınlıklar dışındaki bazı topluluklara atıf yapılmış, bazı yerlerde kapalı bazı yerlerde ise açıkça Türkiye’de “yeni azınlıklar” bulunduğu ifade edilmiştir. Lozan Antlaşması ile kabul edilen azınlıklar Rumlar, Ermeniler ve Musevilerdir. Bu topluluklar sosyal ve kültürel açıdan her türlü azınlık hakkına sahiptir, öyle ki, bu insanlar Türkiye'nin zenginlik ve refah içinde yaşayan diliminde yer alırlar. Türkiye Cumhuriyeti için Lozan Antlaşması ile çözümlenmiş bir konuda, Avrupa Birliği tarafından resmi olarak yüksek seviyede politik baskı oluşturulması ve sonuca yönelik değişimler talep edilmesi, zaten zor yürümekte olan Avrupa Birliği yolunda yeni tartışmaları da beraberinde getirmiştir. Türkiye azınlıklar ii konusunda Osmanlı İmparatorluğundan miras kalanlar ile yakın tarihinde yaşadıklarını henüz unutmamıştır. Bu tez çalışmasında, azınlık, azınlık hakları kavramı ve tarihsel gelişimi, cumhuriyet öncesi ve sonrası Türkiye’de azınlıkların durumları ile AB uygulamaları incelenmiştir. AB Uyum Yasaları ile oluşan durumun azınlıklar konusunda Türkiye’ye muhtemel etkileri ortaya konularak, bu etkilerin gelecekte verebileceği olumsuzlukları bertaraf etmek için alınması gereken tedbirler belirlenmeye çalışılmıştır. Çalışmalarım süresince maddi ve manevi desteklerini hiçbir zaman esirgemeyen,her an yanımda olan babam Yusuf, annem Aysel,kardeşlerim Gamze ve Gülce YAYLA ile çalışmamda emeği geçen,ufkumu açan , lisans ve yüksek lisans dönemlerim boyunca eğitimsel ve kişisel gelişim için benden hiçbir desteği esirgemeyen başta tez danışmanım Prof. Dr. Canan ATEŞ EKŞİ olmak üzere herkese teşekkürü bir borç bilirim. Gonca BAHADIR iii İÇİNDEKİLER ÖNSÖZ ............................................................................................................i İÇİNDEKİLER ................................................................................................iii KISALTMALAR .............................................................................................vi TABLOLAR LİSTESİ...................................................................................viii GİRİŞ ..............................................................................................................1 BİRİNCİ BÖLÜM AZINLIK KAVRAMINA GENEL BİR BAKIŞ 1.1. AZINLIK TANIMI, TARİHSEL GELİŞİMİ VE AZINLIK TÜRLERİ ........... 6 1.1.1. Dilsel Azınlıklar .............................................................................. 11 1.1.2.Dini Azınlıklar .................................................................................. 12 1.1.3.Etnik Azınlıklar ................................................................................ 12 1.1.4.Ulusal Azınlıklar .............................................................................. 13 İKİNCİ BÖLÜM AVRUPA BİRLİĞİ’NİN AZINLIKLARA YAKLAŞIMI 2.1. GENEL.................................................................................................. 15 2.2. AVRUPA BİRLİĞİNDE AZINLIK HAKLARININ TARİHÇESİ ............... 16 2.2.1. Birincil Mevzuatta Azınlıklarla İlgili Düzenlemeler .......................... 19 2.2.1.1. Maastricht Antlaşması ............................................................ 20 2.2.1.2. AMSTERDAM ANTLAŞMASI ................................................. 22 2.2.1.3. Nice Antlaşması ...................................................................... 23 2.2.2. İkincil Mevzuatta Azınlıklarla İlgili Düzenlemeler ............................ 24 2.2.2.1. Irk ve Etnik Kökene Bakılmaksızın Eşit İşlem İlkesinin Kişiler Arasında Uygulanmasına İlişkin 2000/43/EC Sayılı Yönerge 24 2.2.2.2. İstihdam ve İşte Eşit Davranılması Konusunda Esasların Belirlenmesine İlişkin 2000/78/EC Sayılı Yönerge ................. 26 2.2.3. Diğer Metinlerdeki Azınlıklarla İlgili Düzenlemeler ......................... 27 2.2.3.1. 1993 Kopenhang Zirvesi ......................................................... 27 2.2.3.2. Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı ............................................ 29 iv 2.2.3.3. Avrupa Birliği Komisyonu Gündem 2000 Raporu ................... 30 2.2.3.4. Avrupa Birliği Anayasası ......................................................... 31 2.3. AVRUPA BİRLİĞİ ÜLKELERİNİN TARAF OLDUKLARI SÖZLEŞMELER ................................................................................... 39 2.3.1. BM Örgütünün Hazırladığı Metinler ............................................... 39 2.3.2. AGİT Tarafından Yürütülen Çalışmalar .......................................... 41 2.3.3. AVRUPA KONSEYİ TARAFINDAN YÜRÜTÜLEN ÇALIŞMALAR . 42 2.4. AVRUPA BİRLİĞİ KURUMLARININ AZINLIKLARA YÖNELİK ÇALIŞMALARI ..................................................................................... 44 2.4.1. AB Konseyi .................................................................................... 45 2.4.2. AB Komisyonu ............................................................................... 46 2.4.3. Avrupa Parlamentosu ................................................................... 48 2.5. AB ÜYESİ ÜLKELERİN AZINLIKLARA BAKIŞ AÇISI ....................... 50 2.5.1. Fransa’nın Azınlıklara Yaklaşımı ................................................... 52 2.5.2. Almanya’nın Azınlıklara Yaklaşımı ................................................. 60 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE –AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİNDE AZINLIKLAR 3.1. OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NE GAYRİMÜSLİMLER ............................................................................. 70 3.2. LOZAN ANTLAŞMASI VE AZINLIKLAR KONUSU ............................ 77 3.2.1. Sevr Antlaşmasında Azınlıklar ....................................................... 80 3.2.2. Lozan Antlaşmasında Azınlıklar .................................................... 83 3.3. CUMHURİYET’İN İLANINDAN GÜNÜMÜZE AZINLIKLAR ................. 91 3.3.1. Cumhuriyet Sonrası Dönemde Azınlıkların Durumları : ................. 92 3.3.1.1. Rumlar .................................................................................... 93 3.3.1.2. Ermeniler ................................................................................ 93 3.3.1.3. Yahudiler ................................................................................ 95 3.3.1.4. Diğer Azınlık Grupları ............................................................. 96 3.3.1.4.1. Süryaniler ........................................................................ 96 3.3.1.4.2. Yezidiler, Keldaniler, Nasturiler ....................................... 97 3.3.1.4.3. Bulgarlar .......................................................................... 97 v 3.4. CUMHURİYET DÖNEMİNDE CEMAAT VAKIFLARI İLE İLGİLİ MEVZUAT DEĞİŞİKLİKLERİ .............................................................. 97 3.4.1. Yabancı ve Azınlık Vakıfları ......................................................... 102 3.4.2. Yabancı ve Azınlık Okulları .......................................................... 105 3.4.3. Diğer Azınlık Hakları Uygulamaları: ............................................. 107 3.5. AVRUPA BİRLİĞİ UYUM SÜRECİNDE GERÇEKLEŞTİRİLEN YASA DEĞİŞİKLİKLERİ ............................................................................... 108 3.5.1. 2001 Yılında Gerçekleştirilen Yasa Değişiklikleri ......................... 108 3.5.1.1. Madde 26: Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti ............. 109 3.5.1.2. Madde 28: Basın Hürriyeti .................................................... 110 3.5.1.3. Madde 33: Dernek Kurma Hürriyeti ...................................... 111 3.5.1.4. Madde 66: Türk Vatandaşlığı ............................................... 112 3.5.2. 2004 Yılında Gerçekleştirilen Yasa Değişiklikleri ......................... 113 3.5.2.1. Madde 30: Basın Araçlarının Korunması ............................. 113 3.5.2.2.Madde 90: Milletlerarası Antlaşmaları Uygun Bulma ............. 113 3.5.3. AB İLERLEME RAPORLARINDA AZINLIK HAKLARI ................. 114 3.6. AVRUPA BİRLİĞi’NİN TÜRKİYE’DEN AZINLIKLARLA İLGİLİ BEKLENTİLERİ ................................................................................. 156 3.7. AVRUPA BİRLİĞİ’NİN AZINLIKLARLA İLGİLİ BEKLENTİLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ...................................................................... 159 SONUÇ .......................................................................................................174 KAYNAKÇA ...............................................................................................179 EKLER........................................................................................................191 EK 1: AVRUPA KONSEYİ ULUSAL AZINLIKLARIN KORUNMASI İÇİN ÇERÇEVE SÖZLEŞME .................................................................. 191 EK 2: BÖLGESEL VEYA AZINLIK DİLLERİ AVRUPA ŞARTI................. 204 ÖZET ..........................................................................................................219 ABSTRACT ................................................................................................221 vi KISALTMALAR a.g.e. : Adı geçen eser a.g.m. : Adı geçen makale AB : Avrupa Birliği AGİT : Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı AİHS : Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi AK : Avrupa Konseyi AP : Avrupa Parlamentosu AT : Avrupa Topluluğu AÜSBFD : Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi BADAŞ : Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı bkz. : Bakınız BM : Birleşmiş Milletler C. : Cilt Çev. : Çeviren der. : Derleyen ECRI : Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Mücadele İçin Avrupa Komisyonu ed. : Editör Enst. : Enstitü ESKHS : Ekonomik Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi EUTCC : Avrupa Birliği-Türkiye Yurttaşlık Komisyonu KOB : Katılım Ortaklığı Belgesi KSHS : Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi MERCATOR : The European Network for Information, Documentation and Research no. : Numara OHAL : Olağanüstü Hal UAKÇS : Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi USAD : Uluslararası Sürekli Adalet Divanı PHARE : Poland Hungary Aid for the Reconstruction of the Economy vii S. : Sayı s. : Sayfa TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi Üniv. : Üniversite vb. : Ve benzeri yy. : Yüzyıl viii TABLOLAR LİSTESİ Tablo 1: 20.Yüzyıl Başlarında Türkiye’de Müslüman ve Gayrimüslimlerin Nüfuslar ......................................................................................... 76 Tablo 2: 20.Yüzyıl Başlarında Türkiye’de Rum Nüfusu ............................... 76 Tablo 3: 20 Yüzyıl Başlarında Türkiye’deki Ermeni Nüfusu ........................ 77 Tablo 4: 20.Yüzyıl Başlarında Türkiye’deki Yahudi Nüfusu ......................... 77 GİRİŞ Büyük nüfus hareketleri ve siyasal otoritelerde yapı ve sınır değişikliklerin yaşandığı her dönem azınlıkların doğmasına yol açmıştır. Azınlıklar modern ulus devletin ortaya çıkışıyla doğmuşturlar. Aslında azınlık kavramı 16.yy Reform hareketlerinden bu yana kullanılmaktaydı.1648 Westphalıa Barışı sonucu devletlerin territoryal niteliğinin ve egemenliğinin tanınmasıyla yani ulus devletin ortaya çıkmasıyla; 16.yy. topluma egemen olan kilisenin temsil ettiği dine karşı çıkışla dinsel azınlıklar ortaya çıkmaya başladı.117.yy itibaren azınlık koruması güçlendi ve ulusçuluğun etkisiyle dinsel azınlık yerini etnik ve ulusal azınlıklar almaya başladı. Azınlık kavramını uluslar arası hukuk ve ilişkilere sokan Katolik ve Protestan yönelimli devletler arasında imzalanan azınlık koruma anlaşmaları oldu.Tek taraflı koruma fermanları ikili antlaşmalara dönüştü.Böylece Avrupa’daki dinsel azınlık çatışmalarını bitirdiler.18.yy a gelindiğinde Doğu sorunu; Osmanlıdaki Hrıstıyan azınlıkların bir tek büyük devletçe korunması biçiminde başladı.1854-1856 Kırım savaşı sonucu 1856 Paris Antlaşmasıyla Avrupa Uyumu başladı.19.yy. süreç kolektif koruma sistemi kapsamında ikili antlaşmalar yerine çok taraflı antlaşmalara bıraktı. Ulus devletlerin doğmaya başlamasıyla ortaya çıkan azınlık kavramının tanımı konusunda bir oydaşma yoktur. Bununla birlikte kavram sosyolojik ve hukuksal açıdan tanımlanabilir. Sosyolojik olarak ;bir toplulukta sayısal bakımdan az olan,başat olmayan ve çoğunluktan farklı özelliklere sahip olan gruptur.Hukuksal açıdan bakıldığında,konuya ilişkin uluslar arası belgelerde açık bir tanım yoktur. Çünkü bir azınlığı tanımanın duyarlı bir konu olması ve siyasal anlamlar taşımasıdır. Yapılan uluslar arası çalışmalarla bir çerçeve çizilebilmiştir.1928’de Uluslar arası Adalet divanında görülen ‘Yukarı Silezya Azınlık Okulları Davası’nda hukukçu Mello Toscana azınlık 1 İlk azınlıklar dinsel nitelikteydi ve ancak 19. Yüzyılda “egemen dini egemendir”yerine “egemenin ulusu egemendir”ilkesinin benimsenmesi, yani tutunum ideolojisinin din yerine ulusçuluk olmaya başlamasıyla birlikte dinsel azınlıkların yerini ulusal ve etnik azınlıklar aldı.Bkz.Jennifer Jackson Preece,Ulusal Azınlıklar ve Avrupa Ulus-Devlet Sistemi,Çev.Ayşegül Demir,İstanbul,Donkişot Yay.,2001,s.17-18 2 kavramını’’bir devletin nüfusunun, topraklarının belirli bir bölümüyle tarihsel olarak bağlı,kendine özgü bir kültüre sahip,ırk,dil ve din farklılığı nedeniyle devletin diğer uyruklarının çoğunluğuyla karıştırılması imkansız,kalıcı parçası’’şeklinde tanımlanmıştır.BM belgelerinde de azınlık tanımı olmamakla birlikte,çeşitli raporlarda geçen ve genel kabul gören iki azınlık tanımı bulunmaktadır. Bunlardan birincisi, BM İnsan Hakları Komisyonu Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu Raportörü Francesso Capotorti’nin 1978’deki raporunda önerdiği,’’….bir devletin nüfusunun geri kalanına göre sayısal olarak az olan,egemen olmayan konumda bulunan,üyeleri o ülkenin vatandaşı olarak etnik,dinsel ya da dilsel açıdan nüfusunun geri kalanından ayrılan özellikler taşıyan ve kültürlerini,geleneklerini,dinlerini ya da dillerini korumak amacıyla üstü örtülü bir dayanışma duygusu gösteren gruptur.’’şeklinde tanımlamıştır. 2Tanımların temelinde azınlık olmanın ana öğeleri vurgulanmaktadır. Bunlardan ilki Azınlık, nüfusun geri kalanından farklı ırksal,kültürel,etnik,dilsel ya da dinsel açıdan farklı olmalıdır.İkinci olarak azınlık farklı özelliklerini koruyabilecek ve devam ettirebilecek yeterli sayıya sahip olmalı,ama nüfusunun geri kalanından sayısal açıdan az olmalıdır.Üçüncü olarak,başat olmama koşuludur.Bu gruplar nüfusunun olmamalıdırlar.Dördüncü gerekmektedir.Son olarak olarak gerekmektedir.Tanımlarda geri azınlıkların azınlık yer kalanına alan bilincine dayanışma karşı egemen vatandaş olması sahip olmaları duygusu bunu gerektirmektedir.Grup,farklı niteliklerini ve geleneklerini korumaya istekli olduklarını göstermelidirler.Bunun en önemli nedeni;kimliklerinden dolayı dış saldırılara maruz kalacağından korkan grup üyelerinin kendi aralarında’’üstü örtülü dayanışma duygusu’’nu ve dolayısıyla kimliğini devam ettirme isteğidir. Azınlık ulus devlete bağımlı bir olgudur ve modern ulus devlet yapılarının ortaya çıkışıyla eş zamanlı olarak doğmuştur.Ulus devletler sınırları içinde herkesin aynı özelliklere sahip ve birlik bütünlük içinde hareket 2 Ayşe Füsun Arsava,Azınlık Kavramı ve Azınlık Haklarının Uluslar arası Belgelr ve Özellikle Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 27. Maddesi Işığında İncelenmesi,Ankara, AÜSBF Yayınları,1993,s.42-45 3 eden türdeş bir topluma dönüştürüldüğünde güçlü bir yapı ortaya çıkacağı varsayımına dayanır.Türdeşliğin gerekli olma nedeni,farklılıkların sosyal çatışma ve istikrarsızlığa yol açacağı varsayımıdır.Alt kimlikleri ulusal kimlik içerisinde türdeşleştirme çabasındadır.Alt kimlik bireyin içinde doğduğu grubun kimliğidir.Üst kimlikse devletin vatandaşına empoze ettiği kimliktir.3Toplumu birleştirmek için ileri sürülen üst kimlik iki durumda bunun tam tersi sonuç verebilir. Üst kimliğin kimi gruplar tarafından edinilmesi olanaksızlaştırılmış ve sınırlanmışsa ırkçılık politikası doğar ve azınlığı kendinden fizik olarak ayırır.İkinci olarak üst kimlik bireyi temsil etmiyorsa eğer bir ulus devlette millet inşası’’toprak temelli’’yöntemle değil de kan temelli yöntemle yapılıyorsa üst kimlik kimi grupları temsil etmez. Azınlık sorunları sadece devletin iç politikasını ilgilendiren ulusal bir sorun değil, aynı zamanda uluslar arası ve bölgesel istikrarı etkilediği ölçüde uluslar arası bir sorundur.Çünkü kimi azınlıklar sınır aşan niteliğe sahiptir.Her azınlık değilse bile kimi azınlıkların ya bir akraba devlete ya da komşu devlet içinde yaşayan akraba azınlığı vardır.Bunun yanı sıra azınlık sorunlarının artık evrensel insan haklarının bir parçası olarak görülmesidir ve azınlık hakları sorunlarının insan hakları ihlallerini beraberinde getirdiği varsayılmaktadır.Azınlık sorunlarının uluslar arası nitelik kazanmasındaki bir diğer faktör ise devletlerin rakiplerine veya düşmanlarına karşı stratejik birtakım kazanımlar elde edebilmek için bir başka devletin esasen iç işi sayılabilecek azınlık sorunlarına müdahale etmeleri ve azınlık gruplarını içinde yaşadıkları devletlere karşı kullanmaya çalışmalarıdır.Ayrıca bir devletin genellikle uluslar arası anlaşmalar gereğince,bazen böyle bir durum olmasa bile,kendi ülkesi dışındaki soydaşlarının haklarını koruma arzusu da azınlık sorunlarının uluslar arası alana taşınmasına neden olabilmektedir.Kısaca azınlıklar sorunu her zaman potansiyel olarak ulusal olduğu kadar uluslar arası bir sorun niteliği taşır.Günümüzde yaşanan küreselleşme olgusuyla eşzamanlı olarak azınlıkların korunmasının gündeme gelmesi ve birbirine zıt gibi görünen bu iki olgunun ulus-devlet bakımından 3 Baskın ORAN,Küreselleşme ve Azınlıklar,Güncelleştirilmiş ve Geliştirilmiş 5.B.,Ankara,İmaj Yayınevi,2009, s.64 4 benzer sonuçlara yol açması,aralarında yakın ilişki olduğuna dair görüşleri güçlendirmiştir.19.yüzyıl sonu ve 20.yüzyıl başında imparatorlukların tasfiyesinde önemli rol oynayan azınlıklara,şimdi küreselleşme ve ulusüstü yapılanmalar karşısında engel olarak görülen veya bu çıkartabileceği düşünülen ulus-devletlerin alanlarda engeller zayıflatılmasında veya dönüştürülmesinde önemli bir rol yüklenmeye çalışılmaktadır. Soğuk savaşın sona ermesiyle ideolojik kamplaşmalarının yerini kimlik sorunlarının almasıyla birçok ülkede etnik,dilsel,dinsel ya da ulusal temele dayalı azınlık sorunları tekrar gündeme gelmeye başlamıştı.Akabinde uluslar arası barış ve güvenliği temel amaç edinmiş olan BM’nin azınlık sorunlarına ilişkin bazı kararlar almasına yol açmıştır.4Fakat bu kararların herhangi bir bağlayıcılığı yoktu.Azınlık sorunlarının canlılığını her zaman koruduğu Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin yeniden Avrupalılaşma sürecine girmeleriyle azınlıklar konusunda Avrupa Konseyi ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı çerçevesinde kabul edilen çeşitli sözleşme ve belgelerle insan hakları rejimine bağlı bir alt rejim oluşmaya başladı.BM’deki çalışmalara paralel olan ve birçok hükümetdışı kuruluş tarafından desteklenen ve geliştirilmeye çalışılan bu alt rejim aynı zamanda Avrupa’da güçlü bir bütünleşmenin ürünü olan Avrupa Birliği tarafından da büyük bir çoşkuyla benimsenerek teşvik edildi.Gerek uluslar arası gerekse Avrupa düzeyinde azınlıkların korunmasına ilişkin ortaya çıkan bu ilgi ve hassasiyetten duydukları rahatsızlıktan doğan isteksizlik sonucunda her devletin azınlıklarına ve özel koşullarına uygun bir azınlık politikası ve uygulaması geliştirme çabası içerisindedir.Bu nedenle pek çok AB üyesi veya adayı,farklı biçim ve yöntemlerle çok farklı düzeylerde azınlıkların tanıma ve koruma yoluna gitmektedir. Avrupa Birliği azınlık politikasının amacı;farklı grupların farklılıklarının muhafaza edilerek hoşgörü kültürlere sahip ortamında barış içerisinde bir arada yaşayabilmelerini sağlayabilmektir.Çok kültürlü bir 4 Bkz.Olivier Roy,Yeni Orta Asya ya da Ulusların İmal Edilişi,Çev.Mehmet Moralı,İstanbul,Metis Yayınları,2000 5 ortamda tüm gruplar eşit şekilde kültürel haklara sahip olurken vatandaşlık esası ortaya çıkmaktadır.Avrupa birliğinin azınlıklara saygı ilkesini adaylık kriteri haline getirmesi Avrupa Birliği’nin benimsediği ‘farklılık içinde birlik’ ilkesiyle de uyum göstermektedir.Çalışma kapsamında Avrupa Birliğinin azınlıklara yaklaşımı Avrupa Birliği hukukundaki düzenlemeler ,Avrupa Birliği Organlarının yaklaşımı ve çalışmaları, birliğinin taraf oldukları sözleşmeler perspektifinde Avrupa Birliği’nin azınlık sorunlarına genel olarak nasıl yaklaştığı ,azınlıklar konusundaki çalışmaların Avrupa bütünleşmesi açısından ne anlama geldiği tanımlanacaktır.Avrupa birliği üyelik sürecindeki Türkiye’deki azınlıklar konusundaki tarihsel süreç incelenecek ve süreç günümüze kadar azınlıkları etkileyen olaylar irdelenerek getirilecektir.Gelinen noktada;Avrupa Birliğinin Türkiye’den beklentileri tek tek belirlenip;Türkiye’nin azınlıklar konusundaki yaptığı reformlarla ne ölçüde ilerleme kaydettiği sorgulanacaktır. BİRİNCİ BÖLÜM AZINLIK KAVRAMINA GENEL BİR BAKIŞ 1.1. AZINLIK TANIMI, TARİHSEL GELİŞİMİ VE AZINLIK TÜRLERİ Günümüzde uluslararası alanda önemli bir problem teşkil etmesine karşılık azınlık kavramı ile ilgili üzerinde tam bir mutabakata varılmış hukuki bir tanım bulunmamaktadır.5Sosyolojik açıdan, “Bir toplulukta sayısal bakımdan azınlık oluşturan, başat olmayan ve çoğunluktan farklı niteliklere sahip olan grup” 6olarak tarif edilen azınlık kavramı hukuki açıdan birbirinden bağımsız çeşitli kaynaklarda farklı yönleriyle ortaya konulmuş olduğundan net bir tanımın oluşması mümkün olmamıştır. Aslında antik çağlardan beri var olan ve günümüze kadar gelen süreçte savaşlar, göçler gibi büyük ölçekli toplumsal değişimlere yol açan önemli gelişmeler sonucunda da ortaya çıkmaya devam eden azılıkların devletlerce göz ardı edilmesi ve açık bir şekilde tanımlanmamasının çeşitli sebepleri vardır.Bunlardan bazıları şunlardır:7 1.Azınlık haklarının günümüzde insan haklarının vazgeçilmez ve en önemli parçalarından birisi olması nedeniyle, bu statüye girecek toplulukların bir çok devlet ve uluslararası örgütün ilgi odağı haline gelecek olması 2.Özellikle ulusal azınlık statüsüne girecek toplulukların ait oldukları ana ulusun içinde bulunduğu devlete, azınlığın yasadığı devletin içişlerine müdahale ve stratejik kazanımlar elde etme imkanı sağlaması ihtimali ve bundan yararlanmak isteyen devletlerin varlığı 5 Azınlık” kavramı, Türk Dil Kurumu'nun Türkçe Sözlüğü'nde "bir topluluk ta herhangi bir nitelik bakımından ayrı ve ötekilerden sayıca az olanlar ya da bunların bu durumu, çoğunluk karşıtı, ekalliyet...” ve “Bir ülkede egemen ulusa göre ayrı soydan ve sayıca az olan topluluk..." şeklinde tanımlanmıştır. 6 Baskın ORAN,Türkiye'de Azınlıklar:Kavramlar,Teori,Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulama, İstanbul, İletişim Yayıncılık,2004,s.26 7 Erol KURUBAŞ, Asimilasyondan Tanınmaya: Uluslararası Alanda Azınlık Sorunları ve Avrupa Yaklaşımı, Ankara, 2004, s:13-14. 7 3.Özellikle sınır asan azınlıkların kolektif haklarını kullanma girişiminde bulunarak komsu ülkelerdeki kendileriyle aynı azınlığa mensup topluluklarla birlikte bir devlet kurma amacıyla siyasi ayrılıkçı taleplerde bulunması endişesi Yukarıda belirtilen sebeplerden dolayı net olarak tanımlanmaktan çok birbirinden farklı sekilerde izah edilmekle birlikte azınlıklar 16. yüzyıldan itibaren uluslar arası anlaşmalar, bildiriler gibi resmi metinlerde yer almıştır. İlk olarak 1598’de yayınlanıp 1685’te kaldırılan ve Fransa’nın Protestan uyruklarına dinsel özgürlük tanıyan Nant Fermanında daha sonra da 1606’da Macaristan Kralı ile Transilvanya Prensi arasında imzalanan ve Transilvanya’da yasayan Protestanların dini haklarını garanti altına alan antlaşmada yer alan azınlık konusu özellikle Otuzyıl savaşlarının sonunda Avrupa’daki devletlerin sınırlarını netleştiren 1648 Westfalya Barısı’nı müteakiben yasadıkları topraklar baksa bir ülkeye geçtiği için dinsel azınlık statüsüne giren insan topluluklarının haklarını koruyan maddeler içeren 1660 Oliva, 1678 Nijmegen, 1697 Ryswick, 1713 Utrecht, 1745 Dresden, 1763 Paris antlaşmalarında da önemli yer tutmuştur. Bunların yanı sıra Osmanlı İmparatorluğu ile Avusturya arasında yapılan ve Katolik Hristiyan toplulukların haklarını garanti altına alan 1615 Antlaşması ve 1699 Karlofça Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya arasında yapılan ve Ortodoks Hıristiyan toplulukların haklarını garanti altına alan 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması da dinsel azınlık konusuna önemli ölçüde temas etmiş diğer antlaşmalardır.8 Dinsel azınlıkların yanı sıra etnik azınlıklara değinen geniş katılımlı ilk antlaşma 9 Haziran 1815 tarihli Viyana Nihai Senedi’dir.Bu Antlaşma Rusya, Avusturya ve Prusya’da yasayan Polonyalılara ulusal temsil ve ulusal kurumlarını kurma hakkını vermiştir. 8 KURUBAŞ,Asimilasyondan Tanınmaya…,s:32-33 8 Doğrudan azınlıkları korumaya yönelik maddeleri içeren antlaşmalar ise daha çok Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılma sürecinde ortaya çıkmıştır. Bunlar Sırplara muhtar yönetim hakkı veren 1812 Bükreş Antlaşması Yunanistan’a bağımsızlığını tanıyan ve bu ülkeye bırakılan topraklarda yasayan Müslümanların korunmasına ilişkin maddeler içeren 1830 Londra Protokolü Osmanlı İmparatorluğu’nun yayınladığı ve Müslüman olmayan azınlıklara eşit muamele yapılmasını içeren Islahat Fermanı’nın Avrupalı Devletlerce onaylandığı 1856 Paris Antlaşması , Doğu Rumelilere muhtariyet kazandıran 1878 Berlin Antlaşması, Osmanlı İmparatorluğu’nda yasayan Müslüman olmayan azınlıkların korunması ile ilgili olarak Osmanlı İmparatorluğu ile Fransa, Almanya , Avusturya-Macaristan, İngiltere, İtalya ve Rusya arasında imzalanan 1881 İstanbul Antlaşması Ulahlara okul açma özgürlüğü veren 1913 Antlaşması, Bulgaristan’daki Türk azınlık haklarını güvence altına alan 1913 İstanbul Antlaşması ve Osmanlı İmparatorluğu’nun terk ettiği topraklarda kalan Müslümanlara Türkçe eğitim hakkı veren 1914 Türk-Sırp Antlaşması’dır. Azınlık kavramının kültürel kimliğinin ön plana çıkarıldığı ilk uluslararası antlaşmalar ise 1919 Versay Barış Konferansı’nda AvusturyaMacaristan İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu ve Prusya Krallığı arasında imzalanan ve azınlıklara kendi eğitim kurumlarını, dini cemaatlerini kurma, yargıda, toplantılarında ve yayınlarında kendi dillerini kullanma haklarını veren barış antlaşmalarıdır. Yukarıda değinildiği gibi bir çok antlaşmaya konu olan fakat net bir şekilde çerçevesi çizilmeyen azınlıklar9 ilk kez Uluslararası Sürekli Adalet Divanı’nda görülen “Yukarı Silezya Azınlık Okulları Davası”nda hukukçu Mello Toscana tarafından “bir devletin nüfusunun, topraklarının belirli bir 9 Genel kabul görmüş hukuksal bir azınlık tanımına ulaşılamamasının nedenlerinden biri, tanım konusundaki belirsizliğin aynı zamanda her devletin kendi politik çıkarları doğrultusunda,ülkelerinde azınlıkların varlığını reddetme ya da varlığını kabul ettikleri azınlıkların statüsünü dar yorumlama eğilimlerine dayanak olmasıdır.Devletlerin hukuksal bir azınlık tanımıyla kendilerini bağlamak istememelerinin bir diğer nedeni ise, kolektif azınlık haklarının gündeme gelmesinden duyulan endişedir.Bkz.Ayşe Özkan DUVAN,”Avrupa Birliği ve Azınlık Hakları”,Avrasya Dosyası,c.10,s.2,(Yaz2004) 9 bölümüyle tarihsel olarak bağlı, kendine özgü bir kültüre sahip, ırk, dil ve din farklılığı nedeniyle devletin diğer uyruklarının çoğunluğuyla karıştırılması imkansız, kalıcı parçası” olarak tanımlanmıştır. Yine Uluslararası Sürekli Adalet Divanı’nın 06.04.1935 tarihli Arnavutluk’taki Yunan Azınlık Okulları hakkındaki Danışma görüsünde ise azınlıklar “Bir devlette yerleşmiş bulunan ve nüfusu ayrı bir ırk, dil ya da dinden oluşan toplumsal gruplar” olarak tanımlanmıştır. Fakat uluslararası belgelerde özellikle de Birleşmiş Milletler raporlarında en çok geçen ve genel kabul gören iki azınlık tanımı bulunmaktadır.Bunlardan birincisi adı 1999yılında İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi Alt Komisyonu olarak değiştirilen Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu Raportörü Francesco Capotorti tarafından 1978 yılında yapılan,10 … “bir devletin nüfusunun geri kalanına göre sayısal olarak az olan, egemen olmayan konumda bulunan, üyeleri o ülkenin vatandasları olarak etnik, dinsel ya da dilsel açıdan nüfusun geri kalanından ayrılan özellikler tasıyan ve kültürlerini, geleneklerini, dinlerini ya da dillerini korumak amacıyla üstü örtülü bir dayanımsa duygusu gösteren bir grup” tanımıdır. Bu tanımlardan ikincisi ise aynı alt komisyon üyesi Jules Deschênes’in 1985 yılında yaptığı, …”Bir devletin; sayısal olarak azınlık oluşturan ve o devlette hakim konumda bulunmayan, nüfusun çogunlugundan farklı etnik, dinsel ya da dilsel özelliklere sahip, birbirleriyle dayanışma duygusu içinde, üstü örtülü de olsa varlıklarını sürdürmek için ortak bir istekle yönlenmiş ve amacı çoğunluk ile fiili ve hukuki eşitlik elde etmek olan bir grup vatandaş “ tanımıdır. Günümüze gelindiğinde dikkat çeken diğer bir tanım da Avrupa Konseyi’ne bağlı Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu (Venedik Komisyonu)’nca 1991 yılında hazırlanan Azınlıkların Korunması İçin Avrupa Sözleşmesi tasarısında geçen …” Azınlık terimi, bir devletin nüfusundan geri kalanından sayısal olarak az olan, üyeleri bu devletin vatandaşı olan ve nüfusun geri kalanından farklı etnik, dinsel ya da dilsel özelliklere sahip 10 Naz ÇAVUŞOĞLU:Uluslar arası İnsan Hakları Hukukunda Azınlık Hakları,(İstanbul:Su Yayınları,2001)s.33 10 olan ve kültürlerini, geleneklerini, dinlerini ya da dillerini koruma isteğiyle hareket eden bir grubu belirtir” tanımıdır. Bütün bu tanımlar ve tarihsel süreç göz önüne alındığında bir insan topluluğunun azınlık sayılması için sahip olması gereken nitelikler şunlardır;11 1. Bu topluluğun üyeleri nüfusun geri kalanından etnik,dilsel,ırksal ya da dinsel bakımdan farklı olmalıdır 2. Bu topluluğun üyeleri farklı niteliklerini koruyabilecek ve sürdürebilecek yeterli fakat nüfusun geri kalanından az sayıda olmalıdır 3. Bu topluluk bulunduğu ülkede nüfusun geri kalanına egemen olmamalıdır 4. Bu topluluğun üyeleri bulundukları ülkenin vatandaşı olmalıdır 5. Bu topluluğun üyelerinde azınlık bilinci ve dayanışma duygusu olmalıdır İnsanlık tarihi boyunca yasayan azınlıkların tümü aynı farklılık unsuruyla içinde bulundukları çoğunluktan ayrılmamış, farklılıklarını oluşturan ana kimlik öğeleri çeşitlilik arz etmiştir.Kimi azınlıklar Almanya’daki Yahudiler gibi dini yönden ayrılırken, kimi azınlıklar da İspanya’da yasayan Basklar gibi etnik olarak esas toplumdan farklılık göstermiştir. Bir azınlık grubu doğal olarak beraber yasadığı başat toplumdan, Batı Trakya’daki Türkler gibi, birden fazla açıdan ayrılabilir fakat sınıflandırma yapılırken dahil olacağı azınlık türü kimliğinin temelini oluşturan farklılığa göre belirlenir. Bir insan topluluğunun hangi tür azınlık sayıldığı önemlidir çünkü hangi azınlık grubuna ait haklarından yararlanacağı bu şekilde belirlenir. Örneğin dilsel azınlıklar dilin hayatın farklı alanlarında kullanımı ve öğrenimiyle ilgili azınlık haklarından yararlanabilirken dini azınlıklar sadece dini uygulamalara yönelik azınlık haklarından yararlanabilirler.Etnik azınlıklar ise dilsel azınlık hakları ile ,dinleri farklıysa, dini azınlık haklarının yanı sıra kültürel haklardan da yararlanabilirler.Ulusal azınlıklar ise tüm bunlara 11 KURUBAŞ,Asimilasyondan Tanınmaya…,s29 11 ilaveten ulusal kimliklerin koruma hakkından da faydalanabilirler. Günümüzde ana kimlik unsurları göz önüne alındığında 4 çeşit azınlık bulunmaktadır. Bunlar; Dilsel, Dini, Etnik ve Ulusal azınlıklardır.12 1.1.1. Dilsel Azınlıklar Bu gruba dahil olan azınlıkların ana kimlik öğeleri ve başat toplumdan ayrıldıkları yön dilleridir. 13 Reformasyon döneminde daha çok dini azınlıklar ön plandayken, bu dönemi müteakiben Protestanlık mezhebinin ortaya çıkması nedeniyle Hristiyanlığın birleştirici olma özelliğini kaybetmesi ve milliyetçilik akımlarının yaygınlaşması sonucu dilsel azınlıklar ortaya çıkmıştır. Günümüzde görülmektedir ki dilsel ayrılık kültürel olarak ayrılmanın ana öğesidir.Çünkü genelde bir dil azınlığı aynı zamanda etnik veya ulusal azınlığı oluşturmaktadır.Bu nedenle bir çoğunluk dilinin diyalekti azınlık dili olarak kabul edilmez. Burada geçen ‘diyalekt’ kelimesi bir dilin kollarını sınıflandırmada kullanılan bir dil bilimi terimi olup, bir dilin belirli bir bölgede konuşulan ve mahalli hususiyetler taşıyan en küçük kolu anlamına gelmektedir. Dilsel azınlık kavramı Kişisel (Medeni) ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 27. Maddesinde de “Etnik, dinsel ya da dilsel azınlıkların bulunduğu devletlerde, bu azınlıklara mensup kişiler, kendi gruplarının diğer üyeleriyle birlikte toplu olarak, kendi dinlerini açıklamak ve uygulamak ya da kendi dillerini kullanmak hakkından mahrum edilemezler” seklinde geçerek uluslararası hukukta kabul görmüştür. Bu azınlıklara örnek olarak İtalya’da yasayan Franko-Provençaller ve Walserler verilebilir.. 12 KURUBAŞ,Asimilasyondan Tanınmaya…s.34 13 Dinsel azınlık kavramı için bkz.Arsava,Azınlık Kavramı…,s.56-57; ORAN,Küreselleşme…,s.64. 12 1.1.2.Dini Azınlıklar 16. Yüzyıldaki Reformasyon sürecinde topluma hakim olan kilisenin farklı dinlere karsı çıkması sonucunda oluşan dini azınlıklar, 1598’de ilan edilen Nant Fermanı’nda yer alarak, tarihte ilk kez azınlık kavramının ortaya çıkmasına yol açtıklarından büyük önem arz etmektedir.14 Bu dönemdeki tutunum ideolojisi, yani "bir toplumu bir arada tutan temel ideoloji” olan dinin, yerini, milliyetçilik hareketlerinin etkisiyle, millet anlayışına bırakmasıyla kimliğin belirlenmesindeki en önemli unsur din olmaktan çıkmış dolayısıyla dini azınlıklar ulusal azınlıklar halini almıştır. Günümüzde dini farklılıklar varlığını sürdürmekteyse de bir azınlığa üyeliği belirleyen tek basına yeterli bir prensip olmaktan çıkmış olup, din faktörü azınlık grubunun farklı yönlerinden birisini teşkil ediyorsa önemli kabul edilmektedir.15 Kişisel (Medeni) ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 27. Maddesinin de kapsamına giren dini azınlıklara etnik olarak Çinli olmakla birlikte dini ve dolayısıyla da kültürel ve yaşamsal olarak farklılık gösteren Müslüman Hui’ler örnek gösterilebilir. 1.1.3.Etnik Azınlıklar Belirli bir siyasal özelliği bulunmamakla birlikte üyeleri ortak bir kökene ve aynı kültürel, tarihsel ve topraksal kimlik vasıflarına sahip insan topluluklarına verilen etnik grup adı, Antik Yunan dilinde halk anlamını ifade eden “Ethnos” kelimesinden türemiştir.16 14 Dinsel azınlık kavramı için bkz.Arsava,Azınlık Kavramı…, s.56-57;ORAN,Küreselleşme…,s.64. 15 Ali Tayyar ÖNDER, Türkiye’nin Etnik Yapısı, Önerler Yayıncılık, Ankara, 1999, s:2,3. 16 Etnisite konusunda ayrıntı için bkz.Anthony D.Smith,The Ethnic Origins of Nations,New York,Basil Blackwell,1986;Erol KURUBAŞ,”Uluslar arası Politikada Etnik Sorunlar ve Çözüm Yolları”İktisat Dergisi,S.386 (Ocak 1999), s.49-59 13 Azınlık kavramının kendisi gibi yere ve zamana göre farklı faktörlerle tanımlanan Etnik Grup dil, din, ulusal köken gibi bir insan topluluğunu bir arada tutan birkaç faktörü içeren tüm grupları ifade etmek için kullanılmış ve adı 1999 yılında İnsan Haklarının Korunması ve Geliştirilmesi Alt Komisyonu olarak değiştirilen Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu Ayrımcılığın Önlenmesi ve Azınlıkların Korunması Alt Komisyonu’nda ırk kelimesinin etnik kelimesiyle desteklenmesine karar verilmesiyle uluslararası hukuk terminolojisine girmiştir. Günümüzde etnik azınlıkların göze çarpan en önemli özelliklerinden birisi genelde aynı zamanda dilsel ve dini azınlıklar olmalarıdır; fakat bu tüm etnik azınlıkların ulusal azınlıklar oldukları anlamına gelmez.İspanya’da yasayan Katalanlar etnik azınlıklara bir örnek teşkil etmektedirler. 1.1.4.Ulusal Azınlıklar 1. Dünya Savası’nı müteakiben azınlıkların korunmasını amaçlayan düzenlemelerle uluslararası hukuk literatürüne giren ulusal azınlık kavramı, farklı tanımlara sahiptir. Will Kymlicka ulusal azınlığı “tarihi vatanlarında tüm kurumlarıyla isleyen bir topluma sahipken bir başka devletin egemenliği altına giren gruplar” olarak tanımlarken, Cristoph Pan göçmen isçiler, mülteciler ve sığınmacılar vb. grupların ulusal azınlık sayılamayacağını belirterek ulusal azınlığın su özelliklere sahip olması gerektiğini belirtmiştir:17 “Bir devletin sınırları içinde –toplu ya da dağınık olarak- geleneksel bir biçimde yerleşmiş olması, bu devletin geriye kalan nüfusundan sayıca az olması , bu devletin vatandaşı olması, etnik, dilsel veya kültürel varlıklarının devletin diğer vatandaşlarının bu alandaki varlıklarından farklı olması ve azınlık grubunun, kendine has bu özelliklerini koruma isteğine sahip olması” Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi’nce 1993’te hazırlanan “Ulusal Azınlıklara Mensup Kişiler Hakkında İnsan hakları Avrupa 17 The final text of the Commentary to the UN Declaration on Minorities” by Mr.Asbjorn Eide,Chairperson-Rapporteur of the UN Working Group on Minorities,E/CN.4/Sub.2.AC.5/2001/2 14 Sözleşmesi’ne Ek Protokol Önerisi”nde ise bir insan topluluğunun ulusal azınlık statüsüne dahil olması için; “ Bir devletin ülkesinde ikamet etmek ve bundan dolayı o devletin vatandaşı olmak, bu devletle uzun süreden beri devam eden sıkı ve sürekli bağlara sahip olmak, ayırt edici etnik, kültürel ya da dilsel özelliklere sahip olmak, söz konusu devletin ya da o devletin bir bölgesinin geriye kalan nüfusundan sayıca az olmasına rağmen yeterli düzeyde temsil edilmek ve ortak kültürlerini meydana getiren kültür, gelenekler, dil ve din gibi unsurları koruma kaygısı gütmek,” niteliklerine sahip olması gerekmektedir.18 Avrupa Konseyi tarafından 1995’te imzaya sunulan “Ulusal Azınlıkların Korunmasına ilişkin Çerçeve Sözleşme”de ise ulusal azınlık tanımına yer verilmemekle birlikte, ulusal azınlıkların başka bir ulusla etnik bağı olan azınlık anlamına gelip gelmediği tartışmaya açılmıştır. 19 Bu konudaki genel kanaat, ulusal azınlığın, bir ulus devlette egemen çoğunluğu oluşturmakla birlikte, başka bir devlette azınlık durumunda bulunan insan topluluğunu ifade ettiği ve bu niteliği ile diğer etnik azınlıklardan ayrıldığı yönündedir. Bu tür azınlıklara Romanya’daki Macarlar, Polonya’daki Almanlar ve Bulgaristan’daki Türkler iyi birer örnektir.20 Fakat ulusal azınlıkların tanımlanmasındaki bu ana eğilim hukuksal açıdan geçerli değildir.Zira Almanya, bu ülkede yasayan hem Danimarkalı azınlığı hem de başka herhangi bir ülkede egemen olmayan Sorb azınlığını ulusal azınlık statüsüne almakta, bunu da “Ulusal Azınlıkların Korunmasına ilişkin Çerçeve Sözleşme”nin ulusal azınlık kavramını tanımlamayarak bu statü ilkelerinin hangi insan toplulukları için uygulamaya konulacağını ülkelerin kendilerine bıraktığı tezine dayandırmaktadır. 18 İbrahim Alper ARISOY, “Avrupa Birliği ve Azınlıklar”, Dokuz Eylül Üniv. Sosyal Bilimler Enst., Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir, 2002, s:10-11. 19 ARSAVA, a.g.e., s: 55. 20 KURUBAŞ. a.g.e..s:36 İKİNCİ BÖLÜM AVRUPA BİRLİĞİ’NİN AZINLIKLARA YAKLAŞIMI 2.1. GENEL Avrupa Birliği (AB), bünyesinde barındırdığı etnik, dilsel ve dini kimliklere, insan hakları politikasının dayandığı temellerden biri olan azınlık hakları çerçevesinde yaklaşma eğilimindedir. AB’nin ortak bir azınlık politikasının olmadığı gerçeğinden hareketle, bu yaklaşım, her AB üyesi ülke için farklılıklar gösterebilmektedir. Başka bir deyişle; bir ülkenin vatandaşı olan bir grup, diğer bir ülkede azınlık, bir başka ülkede ise etnik/dini grup sayılabilmektedir. Bu konu son yılarda Birliğin iç ve dış ilişkilerindeki ana gündem maddeleri arasında yer almaktadır. Ancak asıl sorun bu gruplara azınlık haklarının tanınması değil, bu hakları elde etmiş grupların zaman içerisinde ayrılıkçılık fikrini gündeme getirme ihtimalinden duyulan rahatsızlıktır. Geçmişte kültürel farklılıkların tanındığı Batılı demokrasilerde, çok kültürlü bir toplum fikrinin hayata geçirilmesi basit bir olgu olarak algılanmış, ancak zamanla bu fikrin bazı sorunlar içerdiği görülmüştür. Farklı kültürlerin talepleri ile eşitlik düşüncesi arasındaki çatışma, çok kültürlülüğü savunan kesimlerin başka arayışlar içine girmelerine sebep olmuştur. 21Bu kapsamda, son yıllarda Avrupa’da çok kültürlülükten tek kültürlülüğe ve kültürel homojenleştirmeye doğru bir kayış gözlendiğini söylemek yanlış olmayacaktır. AB’nin, etnik ve dini kimliklere yaklaşımı, özellikle genişleme sürecinin eski Doğu Bloku ülkelerini de kapsayacak bir içeriğe 21 Deniz ALTINBAŞ, “Avrupa’da Çokkültürlülüğün Modası Geçiyor”, (Erişim) http://www.avsam. org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=468&kat1=2&kat2, 21 Mart 2005. 16 kavuşturulmasıyla birlikte farklı bir boyut kazanmıştır.22 Eski Doğu Bloku ülkelerinde, göreceli olarak, sayıca fazla farklı dinsel, dilsel ve etnik toplumların yaşaması bu halklara bazı hakların tanınması konusunu gündeme getirmiştir. Bu anlamda, AB’nin etnik ve dini kimliklerine uyguladığı azınlık hakları rejiminin son derece genç ve gelişmekte olan bir alan olduğunu söyleyebiliriz. Hatta, azınlık haklarının daha çok AB’ye katılma çabasındaki devletlerin gündemine konmasına karşın, bugüne kadar AB’nin kendi içerisinde aynı ölçüde popüler bir konu olmadığı yorumları da yapılmaktadır. Bu çerçevede bir AB üyesi devletin, Birliğin karar alma sürecine katılırken ve AB’nin yükümlülüklerini yerine getirirken nasıl temsil edileceği, azınlık gruplarına ne ölçüde yetki vereceği, büyük ölçüde kendi anayasal düzeni uyarınca iç meselesi olmaya devam etmektedir. 23 Çünkü üye ülkelerin azınlıklar konusunda ortak bir anayasal gelenekleri oluşmuş değildir. 2.2. AVRUPA BİRLİĞİNDE AZINLIK HAKLARININ TARİHÇESİ AB, azınlıklar konusunu temelde insan hakları çerçevesinde ele almaktadır. Hatta bu çerçevede, AB’nin 1990’lara kadar insan hakları konusuyla doğrudan ilgilendiği, azınlıklar konusuna ilgi göstermediği söylenebilir.24 İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde tüm devletlerde olduğu gibi Avrupalı devletlerde de azınlıklar konusunda öne çıkan yaklaşım, başta da belirtildiği gibi onların insan hakları konsepti içerisinde ve özellikle de “eşitlik” ve “ayrım gözetmeme” ilkeleri çerçevesinde korunmaları olmuştur.25 22 Ayşe ÖZKAN DUVAN, “Avrupa Birliği’nde Azınlık Hakları ve Fransa’nın Yaklaşımı”, (Erişim) http://www.avsam.org.tr/arsivgoster.asp?ID=419&kat1=&kat2, 22 Şubat 2005. 23 Eren POLATOĞLU, “Azınlık Hakları Yönünden AB Hukuku”, Türkiye ve Siyaset Dergisi, Temmuz-Ağustos 2001, (Erişim) http://www.turkiyevesiyaset.com/sayi3/0310.htm., s:75. 24 Murat SARAÇLI, Avrupa Birliği ve Türkiye’de Azınlıklar, Lotus Yayınları, Şubat 2007, Ankara,s:48. 25 SARAÇLI, a.g.e., s:49 17 Topluluk organları tarafından azınlıklar konusunda özel bir çalışma yapılmamış, sadece, Avrupa Konseyi, Parlamentosu ve Komisyonu’nun 1977 yılında yayımladıkları Ortak Bildirgede, “yetkilerini Topluluklarının hedeflerini kullanırken ve Avrupa gerçekleştirme çabalarında…üye devletlerin ve İnsan Haklarının ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi’nden kaynaklanan…temel haklara saygı gösterme” vurgulanmıştır. AB, ülkelerinde yaşayan etnik/dini kimlikleri ilgilendiren niyeti mevzuat konusunda her ne kadar Avrupa Konseyi’nden “esinlenmişse” de kendi bünyesinde belirli standartların oluşturulması çabaları doğrultusunda; insan hakları bağlamında geliştirdiği düzenlemeleri önem arz etmektedir. Bu düzenlemelerin başında AB Antlaşmaları gelmektedir. AB Antlaşmalarının, zaman zaman birbirinden bağımsız, zaman zaman da birbirine atıf yapan maddelere rastlanmaktadır. AB’de azınlık haklarının tarihsel gelişimine baktığımızda ilk olarak 25 Mart 1957 tarihinde Roma’da imzalanan Avrupa Topluluğunu Kuran Antlaşma’nın 13’üncü maddesinin 1’inci fıkrasında (eski 6/a maddesi), “bu Antlaşmanın diğer hükümlerine zarar vermeyecek şekilde ve bu Antlaşma tarafından Topluluğa verilmiş olan yetkiler çerçevesinde Konsey Komisyon’dan gelecek teklife binaen ve Avrupa Parlamentosu’na da danıştıktan sonra cinsiyet, ırksal ya da etnik köken, din ya da inanç, bedensel özür, yaş ya da cinsel tercihlere dayalı ayrımcılıkla mücadele etmek üzere gerekli tedbirleri alabilir” denilmiş olması ve bu çerçevede Birlik içerisinde etnik ve dinsel kimlikler yararına tedbirler içeren mekanizmaların işletilmesi yolunun açılması önemli bir gelişmedir.26 Yine aynı antlaşmanın 151’inci maddesinin 1’inci fıkrasında (eski madde 128) geçen “Topluluğun, ulusal ve bölgesel çeşitliliğe saygı gösterirken, üye devletlerdeki kültürlerin gelişmesine de katkıda bulunması” ifadesi ile Avrupa kültürlerinin devam eden farklılıklarını garanti altına almanın AB için önemi vurgulanmıştır. Bu antlaşma, AB’nin kültürel çeşitlilik yoluyla dolaylı da olsa azınlıkları ima 26 Kamer KASIM, “Avrupa Birliği Üyelik Sürecinde Kıbrıs, Ermeni Sorunu ve Azınlıklar”, Avrasya Dosyası, Cilt:11, Sayı:1, 206, s:106. 18 etmesi ve kültür ve dil alanındaki Topluluk faaliyetleri için somut birtakım çalışmalara hukuksal dayanak oluşturması bakımından önemlidir.27 Akabinde, 1987 tarihli Tek Senet’in giriş bölümünde, “Demokrasiyi birlikte yaşatmak amacıyla üye devletlerin yasal ve anayasal düzenlemelerinde, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde ve Avrupa Sosyal Şartı’nda yer alan temel haklara, özellikle özgürlük, eşitlik ve sosyal adalet kavramlarına dayanarak demokrasiyi birlikte yaşatmak” ifadesine yer verilmiş, demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan haklarının korunmasında Avrupa’nın üzerine düşen sorumluluktan söz edilmiştir.28 Ancak 1990’lara doğru yaşanan gelişmeler azınlıklara yönelik tutumlarını zamanla terk edilmesine zemin hazırlamıştır.29Devletlerin azınlıklara yönelik tutum değişikliğine Sovyetler Birliği, Çekoslovakya ve Yugoslavya’nın 1990’ların başlarında parçalanmaları etken olmuştur. Bu kapsamda, ulusal azınlıkların durumları bu yıllardan sonra Avrupa düzeni ve istikrarı için potansiyel bir tehdit olarak nitelendirilmiş ve bu tehdidi önleyebilmek için birtakım girişimlerde bulunmaya başlanılmıştır. AB, etnik, dilsel ve dinsel kimliklere ilişkin politikalarını, bunlara yönelik mevzuatı kendi kurucu anlaşmalarına müdahil etmekten ziyade, AK çalışmaları üzerine oturtma eğilimindedir. Şöyle ki; AK tarafından hazırlanan Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi (1995) ve Bölgesel Azınlık Dilleri Avrupa Şartı (1992)76, AB’nin etnik, dilsel ve dinsel kimlikleri konusunda örnek aldığı temel kaynaklardır. Ayrıca, AB her fırsatta AK ile aynı temel değerleri paylaştığını belirterek, AK üyeliğini ve AİHS’ne katılımı AB’ye girişin dolaylı bir şartı olarak ima etmektedir. Sonuç olarak; AB’nin 1990’ların başlarından itibaren azınlıklara yönelik artan ilgisi Doğu Bloku ülkelerinin Birliğe üye olmak konusundaki istekleriyle 27 Ayşe Özkan DUVAN, “Avrupa Birliği ve Azınlık Hakları”, Avrasya Dosyası, Avrupa Birliği Türkiye İlişkileri, Yaz 2004, Cilt 10, Sayı 2, s:197. 28 Tolga BİLENER, “AB’nin Azınlık Hakları Anlayışı ve AB’ye Bütünleşme Sürecinde Orta ve Doğu Avrupa Ülkeleri, Beril DEDEOĞLU (der.), Dünden Bugüne Avrupa Birliği, Boyut Kitapları, Ekim 2003, s:168. 29 J.Jackson PREECE:”National Minorities and the İnternatıonal System (1)”,Politics,C.1S.18, (1998),S.20 19 paralel şekilde günümüze kadar devam etmiştir. Ancak, AB’nin insan hakları konusundaki aday ülkelere yönelik olmazsa olmaz yaklaşımı, Birliğin kurucu antlaşmalarında bu konularda hüküm olmaması ve bazı üye ülkelerin Birliğin azınlıklara yönelik temel politikalarıyla çelişen tutumları bulunmaktadır.AB kurucu antlaşmaları olan AKÇT antlaşması,Avrupa Atom Enerjisi Topluluğu Antlaşması ve Avrupa Ekonomik Topluluğu Antlaşması birliğin amaçları,örgütlenmesi ile işleyiş biçimi üzerine temel hükümleri içermekte ve Birlik ekonomik mevzuatının büyük kısmını oluşturmaktadır.Fakat kurucu antlaşmalar AB organ ve kurumlarına,azınlıkların korunması konusunda herhangi bir yetki vermemiştir.Kurumların yetkili olmadıkları düzenleme yapmaları mümkün olmadığından,AB hukukunda doğrudan azınlıkların korunması konusunda tüzük,yönerge gibi bağlayıcılığı olan normatif düzenlemeler bulunmamaktadır. 2.2.1. Birincil Mevzuatta Azınlıklarla İlgili Düzenlemeler AB hukukun kaynakları, birincil ve ikincil kaynaklar şeklinde bir ayrıma tabi tutulmaktadır.Birincil kaynaklardan maksat,kurucu antlaşmalar,kurucu antlaşmalarda değişiklik yapan antlaşmalar,Topluluklara katılın antlaşmaları ve hukukun genel ilkeleridir.İkincil kaynaklar ise AB organlarının,kurucu antlaşmaların verdiği yetkiye dayanarak çıkarmış oldukları, tüzükler, yönergeler, kararlar, tavsiyeler ile görüşlerden oluşmaktadır. AB’nin üçüncü ülkelerle ve diğer uluslar arası kuruluşlarla yaptığı antlaşmalar ile üye devletlerin kendi aralarında imzalanmış olan antlaşmalarında AB hukukunda özel bir yeri vardır.30 AB’nin kurucu antlaşmaları, kurucu antlaşmalarda değişiklik yapan Maastricht, Amsterdam ve Nice antlaşmaları ile Avrupa Temel Haklar Şartı 30 Ercüment TEZCAN, AB Kurumlar Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul, 2001, s:223-224. Ayrıntılı bilgi için bkz. TEKİNALP Gülören&Ünal, Avrupa Birliği Hukuku (2nci Baskı), (İstanbul: Basım Yayım Dağıtım A.S., 2000), 64-76; Nicholas MOUSSIS, Avrupa Birligi Politikalarına Giriş Rehberi, (çev.) Ahmet Fethi, (İstanbul: Mega Pres, 2004), 41-45; Altan HEPER, Avrupa s Hukuku ve Türkiye, (İstanbul: Avrupa-Türkiye Araştırmaları Enstitüsü, 1997), 56-61. 20 ve Birliğin 22 Haziran 1993 tarihinde yapılan Kopenhang zirvesinde aldığı ve Kopenhang Kriterleri olarak bilinen ve AB’ye katılmak isteyen ülkeler için standartları belirleyen kararları azınlıklara yaklaşımını genel çerçevesini oluşturmaktadır. 2.2.1.1. Maastricht Antlaşması Resmi adı Avrupa Birliği Antlaşması olan Maastricht antlaşması 7 Şubat 1992 tarihinde imzalanmış olan ve 1 Kasım 1993’de yürürlüğe girmiştir. Antlaşmayla Avrupa Topluluğunu kuran antlaşmada çok önemli ve kapsamlı değişiklikler yapılmıştır. Üye devletler antlaşmanın başlangıç bölümünde ‘hürrİyet, demokrasi, insan hakları ve temel özgürlükler ile hukukun üstünlüğü’ prensiplerine bağlılıklarını vurgulamışlardır.31 G(37) maddesi ile ATA’ya on ikinci bölüm olarak kültür bölümü eklenmiştir. Bölüm içerisinde yer alan 151’inci maddeye göre; Topluluk, ulusal ve bölgesel çeşitliliklerine saygı göstererek üye devletlerin kültürlerinin yaygınlaşmasına katkıda bulunacaktır. Avrupa halklarının kültür ve tarihlerinin tanınması ve yaygınlaştırılması, Avrupa seviyesinde önemli olan kültür değerlerinin muhafazası ve korunması, ticari nitelikte olmayan kültürel alışveriş, görsel, işitsel, artistik ve edebi eserlerin yaratılması konularında üye ülkeler arasındaki işbirliği teşvik edilecek ve desteklenecektir.Kültür alanında üçüncü ülkeler,uluslar arası örgütler ve özellikle AK ile işbirliği yapılacaktır.Bu maddede doğrudan azınlıklardan ve azınlık kültüründen bahsedilmektedir.Avrupa halkları terimi azınlık haklarını da kapsadığından azınlıkların korunması konusu ilk kez dolaylı da olsa kurucu antlaşmada yer almıştır. ABA’nın 11’inci maddesinde; BM şartı,Helsinki Nihai Senedi ve Paris Şartı ilkelerine uygun olarak,barışın korunması ve uluslar arası güvenliğin güçlendirilmesi,demokrasi ve hukuk devleti ile insan haklarına ve temel 31 Çiğdem NAS, “Avrupa Parlamentosu, Etnik Azınlıklar ve Türkiye”, Faruk SÖNMEZOĞLU (der.), Uluslararası Politikada Yeni Alanlar, Yeni Bakışlar, Der Yayınları, İstanbul, 1998, s:389. 21 özgürlüklere saygının geliştirilmesi ve güçlendirilmesi bu politikanın amaçları arasında sayılmaktadır.Avrupa halkları terimi azınlık haklarını da kapsadığından azınlıkların korunması konusu ilk kez dolaylı da olsa kurucu antlaşmada yer almıştır. Maastricht Antlaşması, Avrupa kültürlerinin devam eden farklılıklarını garanti etmekten söz ederek ilk kez, dolaylı da olsa azınlıkların korunması Bunun haricinde, Antlaşmanın 6’ncı ve 14’üncü maddeleri azınlıkları ilgilendirmektedir.32 6’ncı maddede; İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Avrupa Konvansiyonuna atıf yapılarak, üye devletlerin ortak ilkeleri olan hürriyet, demokrasi, insan hakları ve temel özgürlüklere ve hukukun üstünlüğü ilkelerine saygı gösterileceği hükme bağlanmıştır. Birliğin, üye devletlerin ulusal kimliklerine saygı göstereceği de ayrıca belirtilmiştir. 14’üncü maddede ise; “cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi ya da diğer görüş farkı, ulusal ya da sosyal köken, ulusal azınlıkla ilişkili olma, mülkiyet, doğum ya da diğer statü farkına dayalı ayrımcılık yapılmaması” hususu güvence gerekliliğine işaret etmiştir. Antlaşmanın F/1 maddesinde, Birliğin demokrasilerden meydana geldiği ve temel insan haklarına saygının üyelik için bir ön koşul olduğu vurgulanmıştır. Antlaşmanın 128’inci maddesinde ise; “topluluğun ulusal ve bölgesel çeşitliliğe saygı gösterirken, üye devletlerdeki kültürlerin gelişmesine katkıda bulunacağı” hükmü yer almaktadır.33 1992 Maastricht Antlaşması ile etnik ve dinsel kimlikler açısından getirilen yeniliklerden bir tanesi de bu antlaşma ile kurulan Bölgeler Komitesidir.3484 Komite ile yerel ve bölgesel yönetimler, AB politikalarının oluşumunda giderek daha büyük rol oynamaya başlamışlardır. Böylece ulusal azınlık yönetimleri “üçüncü seviye” entegrasyonu oluşturmaya başlamışlar, birinci ve aynı zamanda üst seviyede AB yönetimi bulunmakta, ikinci seviye yönetimde 32 Haluk GÜNUĞUR, Avrupa Birliği’nin Kurucu Antlaşmaları, Eko Yayınları, Ankara 2005, s:79. 33Ayşe Özkan DUVAN, Avrupa Birliği ve Azınlık Hakları…, s:196,197. 34 Bölgeler Komitesinin üyeleri üye devletler tarafından tavsiye edilmekte ve Konsey tarafından dört yıllık bir görev süresi için tayin edilmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz: Tove H. MALLOY, “National Minority Regions in the Enlarged European Union: Mobilizing for Third Level Politics”, European Centre for Minority Issues, Working Paper, Sayı 24, Temmuz 2005, s:6. 22 üye devletler bulunmakta ve yeni ortaya çıkan üçüncü seviye yönetimde de bölgeler yer almaktadır. 2.2.1.2. AMSTERDAM ANTLAŞMASI Amsterdam Antlaşması 2 Ekim 1997 tarihinde imzalanarak,1 Mayıs 1999 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Antlaşma soğuk savaş sonrasında Merkezi ve Doğu Avrupa ülkelerinde meydana gelen değişiklikler neticesinde ,AB’nin Avrupa güvenliğinin sağlanmasında azınlıkların rolü konusundaki madde eklenmiştir.Bu algılamasının değiştiğinin göstergesidir. Amsterdam maddeyle üye Antlaşması devletlerden ile ABA’ya birinin 7’ci ABA m.6(a)’da yer alan hürriyet,demokrasi,insan hakları ve temel özgürlükler ile hukukun üstünlüğü prensiplerine aykırı davranması durumunda,konseye gerekli yaptırımları uygulama yetkisi tanınmıştır.35 Konsey bu maksatla devlet ve hükümet başkanlarının bir araya gelmesiyle toplanarak,üye devletlerin üçte birinin veya Komisyonun önerisi üzerine ve Avrupa Parlamentosunun onayını almayı müteakip,ilgili üye devlet hükümetini gözlemlerini sunmak üzere davet ettikten sonra,üye devletin yukarıda belirtilen ilkeleri,ciddi ve sürekli olarak,ihlal edip etmediğine karar verecektir.36Konsey bu kararını oybirliği ile almak zorundadır. Konsey bir üye devlet tarafından söz konusu ilkelerin ihlal edildiğine karar verdiği takdirde ,ATA madde 7’de belirtildiği şekilde;nitelikli çoğunluk esasına göre karar almak şartıyla,ABA’nın ihlali yapan devlete uygulanmasından doğan bazı hakları askıya alabilir.Aleyhinde karar alınan üye devletin Konseyde oy kullanma hakkına kısıtlama getirebilir.Bu kararı alırken Konsey,askıya almanın gerçek ve tüzel kişiler üzerinde doğuracağı sonuçları göz önünde bulundurur ve ihlalde bulunan devletin hükümet 35 Füsun TÜRKMEN, “Avrupa Birliği ve İnsan Hakları”, Beril DEDEOĞLU (der.), Adım Adım Avrupa Birliği, s:133. 36 TÜRKMEN, a.g.e., s:134. 23 temsilcisinin oyunu dikkate almaz.Konsey tarafından tedbir alınması durumunda dahi o devletin antlaşmadan doğan yükümlülükleri geçerli olmaya devam edecektir.37 Amsterdam Antlaşması’yla ABA’da bir başka değişiklik de 49’uncu maddede yapılmış ve m 6(1)’de yer alan ‘hürriyet,demokrasi,insan hakları ve temel özgürlükler ile hukukun üstünlüğü’ prensiplerine ve AİHS’de yer alan güvence altına alınmış olan temel haklara saygı duyan her Avrupa devletinin Birlik’e üye olmak için başvuruda bulunabileceği belirtilmiştir. Amsterdam Antlaşması’yla ATA’nın 13’üncü maddesinde de değişiklik yapılarak,cinsiyet,ırk ve etnik köken,din veya inanç,engellilik,yaş veya cinsel konuma dayanan ayrımcılıkla mücadele etmek için Konseye uygun girişimlerde bulunma yetkisi verilmiştir. Konsey bu yetkisini kullanırken ATA tarafından tanınan yetkilerin içinde kalacak,Komisyonun önerisi üzerine ve Avrupa Parlamentosuna danıştıktan sonra,oybirliği ile karar alacaktır.38 Böylece Amsterdam Antlaşmasıyla bir taraftan,ABA’da yer alan prensipleri ihlal eden devletler için yaptırım uygulanması hüküm altına alınırken,diğer taraftan da Birlik’e yeni katılacak ülkelerin üyeliğe kabulünde hürriyet,demokrasi,insan hakları ve temel özgürlükler ile hukuki bir şart olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle insan hakları ve temel özgürlüklerini ihlal eden bir ülkenin üyeliğe kabulü hukuken mümkün değildir. Amsterdam antlaşması AB kapsamında insan haklarının korunması açısından atılmış adımların içinde en önemlisi olarak nitelendirilmektedir. 2.2.1.3. Nice Antlaşması 26 Şubat 2001 tarihinde imzalanarak 2003 yılında yürürlüğe giren Nice Antlaşması ile ABA’da değişiklikler yapılmıştır.7’inci maddede yapılan değişiklikle; 6’ncı maddede yer alan prensiplerin ciddi biçimde ihlal edilmesi 37 Cenk BOLAYIR, Amsterdam Antlaşması, İstanbul: İktisadi Kalkınma Vakfı, 2000), 96. 38 KARLUK, Rıdvan(2005), Avrupa Birligi ve Türkiye, Sekizinci Bası, Beta Yayınları, İstanbul.s.36 24 riskinin bulunduğu durumlarda,üye ülkelerin üçte biri ile parlamentonun onayını alarak,Konseye harekete geçme yetkisi tanınmıştır.39 Nice Antlaşmasının birinci maddesiyle yapılan değişikliğe göre;Konsey önce söz konusu üye devletin görüşlerini dinleyecek,bağımsız kişilerden oluşacak bir gruptan,makul hazırlamalarını isteyecek ve süre bundan içerisinde,konu sonra ihlal hakkında riskinin rapor bulunup bulunmadığına karar verecektir.Konseyin bu kararı 4/5 oy çokluğu ile alması gerekmektedir.Böylece henüz temel hak ve özgürlükler ihlal edilmeden,ciddi biçimde ihlal edilme riskinin ortaya çıkmasıyla Konseyin harekete geçerek gerekli tedbirleri alması sağlanmış olmaktadır. ABA 46 madde gereğince, Konsey tarafından kararın verilmesini müteakiben,bir ay içerisinde hakkında karar alınan devlet tarafından bir talepte bulunulması durumunda,ATAD konseyin vermiş olduğu kararı şekil şartlarına uyulup uyulmadığı hususunda denetleyebilecektir.Ancak ATAD’ın yerindelik denetimi yapma yetkisi bulunmamaktadır.40 Nice Antlaşması’na göre üçüncü ülkelerle ekonomik,mali ve teknik işbirliğinde uygulanacak politikanın,demokrasiyi ve üstünlüğünü,insan haklarına ve temel özgürlüklere saygıyı hukukun geliştirip güçlendirmesi gerekmektedir. 2.2.2. İkincil Mevzuatta Azınlıklarla İlgili Düzenlemeler 2.2.2.1. Irk ve Etnik Kökene Bakılmaksızın Eşit İşlem İlkesinin Kişiler Arasında Uygulanmasına İlişkin 2000/43/EC Sayılı Yönerge Irk ve Etnik Kökene Bakılmaksızın Eşit İşlem İlkesinin Kişiler Arasında Uygulanmasına İlişkin 2000/43/EC Sayılı Yönergesi 29 Haziran 2000 tarihinde kabul edilmiş ve 19 Temmuz 2000 tarihinde ABRG’de 39 REÇBER, Kamuran(2004,Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri,Aktüel Yayınları,İstanbul,s.53-56 40 Treaty of Nice, Official Journal of the European Communities 10.3.2001, C 80/1, (internet), Europa-Gateway to the European Union, 17.03.2009, <http://europa.eu.int/eur-lex/lex/en /treaties/dat/12001C/pdf/12001C_ EN. pdf>. 25 yayımlanmıştır. Yönerge 3 Bölüm ve 19 maddeden oluşmaktadır. 2’nci maddede “eşit muamele” prensibi; “ırk veya etnik kökene dayanan nedenlere bağlı olarak doğrudan veya dolaylı olarak ayrımcılığın yapılmaması” olarak tanımlanmıştır.41 Yönerge’nin 2’nci maddesinde doğrudan ayrımcılık, dolaylı ayrımcılık ile tacizin ayrımcılık olarak kabul edileceği haller düzenlenmiştir. Bir kişi, ırk veya etnik kökene dayalı olarak, benzer bir ortamda bir başkasına göre farklı muameleye tabi tutulursa, bu durumda doğrudan ayrımcılık yapıldığı kabul edilmektedir.(m.2(a)). Görünüşte ayrımcılık özelliği taşımayan bir uygulama, belli bir ırk veya etnik kökene sahip kişilerin benzer bir ortamda diğer kişilere göre daha olumsuz bir muameleye tabi tutulmasına sebep olursa, bu durumda da dolaylı bir ayrımcılık söz konusu olmaktadır. (m.2b). Farklı bir ırka, etnik kökene mensup olmak nedeniyle yapılan tacizde, bir kimsenin onurunu zedelemek veya ürkütücü,düşmanca,küçük düşürücü bir ortam yaratmak için uygulandığında, ayrımcılık olarak kabul edilmektedir. Bunun yanında ayrımcılık yapılması için emir veya talimat verilmesi de aynı kapsamda değerlendirilmektedir (m.2c).42 Yönerge doğrudan azınlıklara yönelik olarak yapılmış bir düzenleme olmamakla birlikte, ayrımcılığın önlenmesi ve eşit muamele yapılması kapsamında azınlıklar da bu hükümlerden faydalanacaktır. 3’üncü madde gereğince Yönerge; özel sektörde veya kamuda çalışan tüm şahısların işe başvurmalarında, kendi işlerini kurmalarında, emeklilik şartlarının belirlenmesinde, meslekte terfi etmelerinde, mesleki eğitimin verilmesinde ve kursların düzenlenmesinde, çalışma şartlarında, işten çıkarmada, ücretlerde, işçi örgütlerinde yer almada, sosyal güvenlik ve sağlık haklarının kullanılmasında, eğitimde, mal ve hizmetlere erişimde uygulanacaktır. Yönerge vatandaşlığa dayalı farklı muamelelere ve devletler tarafından 41 Ercüment TEZCAN, AB Kurumlar Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul, 2001, s:223-224. 42 Council of the European Union, Directive 2000/43/EC of 29 June 2000, Implementing the Principle of Equal Treatment Between Persons Irrespective of Racial or Ethnic Origin, Official Journal L 180, 19.07.2000, 0022–0026, (internet), Europa-Gateway to the European Union, 17.03.2009, <http://europa.eu.int/eur-lex/lex/LexUriServ/LexUriServ.do?uri =CELEX:32000L0043:EN:HTML>. 26 sosyal güvenlik ve sosyal koruma kapsamında yapılan ödemelerin hiçbirisine uygulanmayacaktır. 8’inci maddeyle cezai olaylarda uygulanan usul ve yöntemler direktif hükümleri dışında tutulmuştur. Yönerge bu konuda asgari standartları belirlediğinden, devletler tam eşitliği sağlamak için ilave tedbirler alabilirler (m.6y.) Kendisine ayrımcılık yapıldığı iddiasıyla bir kişinin davacı olması durumunda, davalının ayrımcılık yapılmadığını ispat etmesi gerekmektedir. Devletler, kişinin şikâyetçi olmasından dolayı haksız bir muameleye maruz kalmasını önlemek maksadıyla, kendi hukuk sistemlerinde gerekli önlemleri alacaklardır (m.8). 2.2.2.2. İstihdam ve İşte Eşit Davranılması Konusunda Esasların Belirlenmesine İlişkin 2000/78/EC Sayılı Yönerge İstihdamda ve işte Eşit Davranılması Konusunda Esasların Belirlenmesine ilişkin 2000/78/EC Sayılı Yönerge 27 Kasım 2000 tarihinde kabul edilmiş ve 2 Aralık 2000 tarihinde ABRG’de yayımlanmıştır. Yönerge 4 bölüm 21 maddeden oluşmaktadır. Yönerge’nin amacı; eşit muamele prensibi çerçevesinde, istihdamda ve işte din veya inanca, özürlü olmaya, yaşa veya cinsel yönelime dayanan ayrımcılık ile mücadele için genel bir çerçeveyi ortaya koymaktır.43 3’üncü maddeyle belirlenen Yönerge’nin uygulama alanları, 2000/43/EC Sayılı Yönerge ile aynıdır. 4’üncü madde de; belli bir mesleki faaliyet veya bu faaliyetin yapılacağı ortam belli bir özellik gösteriyor ve bu özellik de kendisine has ve belirleyici bir şart oluşturuyorsa, amacın yasal ve gerekliliğin dengeli olmasına bağlı olarak, din veya inanca, özürlü olmaya, yaşa veya cinsel yönelime dayalı farklı bir muamele yapılmasının ayrımcılık oluşturmayacağı belirtilmiştir. Buna göre; kiliselerde veya dine dayalı resmî/özel kuruluşlardaki görevlerin törelere göre belli bir din veya inanca 43 Council of the European Union, Directive 2000/78/EC of 27 November 2000, Establishing a General Framework for Equal Treatment in Employment and Occupation, Official Journal L 303, 02/12/2000, 0016–0022, (internet), Europa-Gateway to the European Union, 17.03.2009, <http://europa.eu.int/comm/employment_social/news/2001/jul/dir200078 _en.ht ml>. 27 dayanması, bu görev ve faaliyetlerin nitelik ve kapsamlarından dolayı bunları yapacak kişilerin din ve inançlarına bağlı olarak ayrı muameleye tabi tutulması ayrımcılık olarak kabul edilmeyecektir. 2.2.3. Diğer Metinlerdeki Azınlıklarla İlgili Düzenlemeler 2.2.3.1. 1993 Kopenhang Zirvesi Avrupa Birliği Konseyi yapılan AB Hükümet ve 21-22 Haziran 1993 tarihinde Kopenhag’da Devlet Başkanları Zirvesinde belirlenen ‘’demokrasi,hukukun üstünlüğü,insan haklarına saygı ve korumayı garanti eden kurumların istikrarını kalıcılığını sağlamış olması,işleyen bir piyasa ekonomisinin mevcudiyeti,Avrupa Birliği içindeki rekabet ve piyasa güçleriyle baş etme kapasitesinin gerekliliği’’görüşü çerçevesinde yeni üyelerin Birliğe katılma müzakerelerine başlama önşartı olarak üç ana kriter belirlemiştir: - Siyasi Kriter - Ekonomik Kriter - Topluluk mevzuatının benimsenmesi Kopenhag Bildirisinin ulusal azınlıklar ile ilgili bölümünde; ulus toplumunun içinde yaşayan etnik kimlikler de ulusal azınlık statüsünde kabul edilerek, bunlara, ulusal toplumdan ayrı olarak kendi varlıklarını sürdürmeleri için birçok kültürel hak tanınmaktadır. Bu kişilerin hem ulusal vatandaşların haklarına eşit biçimde sahip olmaları, hem de seçtikleri alt kimliğin azınlık kültürünün kültürel haklarını elde etmeleri sağlanmaktadır. Kopenhag Siyasi Kriterlerinde, demokrasi ifadesinde;44 siyasal çoğulculuk, ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü kastedilmekte, bunların 44 Kopenhag Siyasi Kriterlerinde, demokrasi ifadesinde; siyasal çoğulculuk, ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü kastedilmekte, bunların Anayasanın garantisi içerisinde olması gerekmektedir. Devlet, kurumların çalışmasına olanak sağlayan, demokratik ve anayasal kurumlar ile bağımsız yargının varlığını temin etmek durumundadır. Siyasi sistemin, siyasi partilerin dönüşümlü olarak iktidara gelmelerine imkan verecek şekilde olması gerekmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz: Süleyman 28 Anayasanın garantisi içerisinde olması gerekmektedir.Devlet, kurumların çalışmasına olanak sağlayan, demokratik ve anayasal kurumlar ile bağımsız yargının varlığını temin etmek durumundadır. Siyasi sistemin, siyasi partilerin dönüşümlü olarak iktidara gelmelerine imkan verecek şekilde olması gerekmektedir. Kopenhag Siyasi Kriterlerinde, insan hakları45 ifadesinde; Avrupa Konseyi’nin İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesine taraf olunması kastedilmektedir. Ayrıca, ulusal azınlığa ait olmayı seçme durumunun hiçbir dezavantaj yaratmayacağı ayrı bir madde olarak düzenlenmekte, ulusal azınlıklara mensup kişilere, kendilerini her yönden geliştirme hakkı tanınmaktadır. Kopenhag Bildirgesi ile ulusal azınlıklara serbestçe anadillerini kullanma, yayın yapma, eğitim yapma, radyo ve televizyon gibi kitle iletişim araçları kurma hakları tanınmaktadır. Her alanda kendi din, eğitim ve kültür kurumları aracılığıyla varlıklarını sürdürebilecekleri ve faaliyet gösterebilecekleri ayrı bir madde ile düzenlenmektedir. Kopenhang Siyasi kriterlerinde, hukukun üstünlüğünden46 kasıt, adalete olan güvenin, toplumda kurumsallaşması ve topluma temel hukuk güvencelerini verebilen bir mekanizmanın o ülkede yerleşmiş olması koşulu getirilmektedir. “Üyelik, aday ülkelerin demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını ve azınlıkların korunmasını ve saygı görmesini teminat altına alan kurumların istikrara kavuşturulmuş olmasını” varsaymaktadır. Böylelikle AB net bir biçimde Kopenhag Siyasi Kriterleri bağlamında,azınlıkların korunmasını tam üyelik için ön şart kabul etmiştir. Türkiye Avrupa Ekonomik Topluluğu’yla 1963’te üyelik perspektifi içeren Ortaklık Antlaşması imzalayarak günümüze dek gelen uzun bir sürece Sırrı TERZİOĞLU, Bahadır Bumin ÖZARSLAN, “Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Üyelik Sürecinde Azınlıklar Sorunu”, Avrasya Dosyası, Cilt:11, Sayı:1, 2006, s:113-126. 45 Kopenhag Siyasi Kriterlerinde, insan hakları ifadesinde; Avrupa Konseyi’nin İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesine taraf olunması kastedilmektedir. Bu kapsamda, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine bireysel başvuru hakkının verilmesi, tüm vatandaşlar, dil, din, cinsiyet, ırk ayrımı yapılmadan, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü, toplanma ve örgütlenme özgürlüğü ile azınlık haklarının hukuk karşısında eşit olması gibi haklar tanınması gerekmektedir. TERZİOĞLU, a.g.e., s:115. 46 Kopenhag Siyasi Kriterlerinde, hukukun üstünlüğü ifadesinde; adalete olan güvenin, toplumda kurumsallaşması ve topluma temel hukuk güvencelerini verebilen bir mekanizmanın o ülkede yerleşmiş olması koşulu getirilmektedir. TERZİOĞLU, a.g.e., s:116. 29 girmiştir.1995’te Gümrük Birliği oluşturulmuş,1999’da Helsinki’de Avrupa birliği konseyi Türkiye’yi resmen aday ülke ilan etmiştir.2002 Aralık ayında düzenlenen Kopenhang zirvesi;’Avrupa Birliği Konseyi,2004 Aralık ayında Komisyon raporu ve tavsiyesine dayanarak Türkiye’nin Kopenhang kriterlerini yerine getirdiğine karar verdiği takdirde, Avrupa Birliği Türkiye’yle üyelik müzakerelerine gecikmeksizin başlatacaktır.’’sonucuna varmıştır.Türkiye adaylığını takip eden yıllarda ve özellikle 2002’den itibaren Avrupa standartları doğrultusunda önemli bir yasal ve kurumsal yakınlaşma gerçekleştirmiştir.Siyasi reformlar esas olarak,2001 ve 2004 yıllarında iki önemli anayasal reform gerçekleştirerek,sekiz yasa paketini Meclis’ten geçirmiştir.Türkiye,Devlet Güvenlik Mahkemelerini ve idam cezasını kaldırmış ve kendisini düşünce suçlarının affı da dahil olmak üzere uluslar arası sözleşme ve kararlara geniş ölçüde uyumlu kılmıştır.Kopenhang Kriterleriyle Türkiye insan hakları kapsamında ölüm orucu sorununu büyük ölçüde ortadan kaldırabilmiş,Yeni ceza kanunuyla işkence uygulamalarına verilen cezanın ağırlaştırılması ve hapishanelerinde iyileştirilmesini gerçekleştirebilmiştir.Azınlık hakları kapsamında ise;Temel hürriyetlerin kapsamı önemli ölçüde genişletilerek kürtlerin kültürel hakları tanınmaya başlanmıştır.Kürtçe yasağı kaldırılmış,Türkçe dışındaki diğer dil ve lehçelerde radyo-televizyon yayını yapılmaya başlanmıştır. Türkiye Kopenhang Kriterleri bazında büyük bir kararlılık göstererek kendi gerçeklerini,siyasi ve sosyal kapasitesini zorlayarak büyük bir değişime soyunmuştur. 47 2.2.3.2. Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı 07-08 Aralık 2000 tarihlerinde Nice Zirvesinde onaylanan AB Temel Haklar Şartı, AB vatandaşlığının temel haklarını ve AB’nin vatandaşlarına karşı sorumluluklarını düzenlemektedir.48 47 KURUBAŞ, a.g.e., s:155. 30 Şart’ın başlangıç bölümünde; Birlik’in insan saygınlığı, özgürlük, eşitlik ve dayanışmanın bölünmez ve evrensel değerleri ilke demokrasi ve hukuk devleti ilkeleri üzerine kurulduğu bir kez daha teyit edilerek, Avrupa halklarının kültür ve gelenek farklılıklarına, üye devletlerin milli kimliklerine ve üye devlet kamu kurumlarının ulusal, bölgesel ve yerel düzeylerde örgütlenme biçimlerine saygı gösterileceği vurgulanmıştır. Şartın 20’nci maddesi eşitlik ilkesini vurgularken, onu bütünleyen 21’inci maddesi; “cinsiyet, ırk, renk, etnik veya sosyal köken, kalıtımsal özellikler, dil, din veya inanç, siyasi veya başka herhangi bir görüş, bir ulusal azınlığın üyesi olma, hususiyet, doğum, maluliyet, yaş veya cinsel eğilim gibi herhangi bir nedenle ayrımcılık yapılması”nı yasaklamakta; 22’nci maddesi ise, “birliğin, kültürel, dini ve dilsel çeşitliliğe saygı göstermesi” hususunu düzenlemektedir. ifadelerin 49 Şart’ın başlangıç bölümü incelendiğinde; burada yer alan bir “taahhüt’ten daha çok bir “beyan” niteliğinde olduğu görülmektedir. Bu nedenle bu belgede yer alan haklar hukuki bakımdan bağlayıcı değildir. Ancak Şart’ın tüm AB üyesi ülkelerin devlet veya hükümet başkanları tarafından imzalandığı düşünüldüğünde siyasi olarak önemli ve ağırlığı olan bir belge olduğu açıktır. Ayrıca bu belge AB tarafından iç ilişkilerde temel başvuru kaynağı olarak kullanılırken, dış ilişkilerde de aday ülkeler için “Kopenhag Kriterleri”nin ne anlama geldiğini tespite yarayan açıklayıcı bir belge niteliğindedir. 2.2.3.3. Avrupa Birliği Komisyonu Gündem 2000 Raporu Raporda, tam üyeliğe aday ülkelerdeki etnik ve dini kimliklerin varlığına işaret edilerek, AK Ulusal Azınlıkların Korunması Hakkında Çerçeve Sözleşme ile AK Parlamenterler Asamblesi tarafından 1993 yılında kabul 48 Treaty Establishing a Constitution for Europe, EN Official Journal of the European Union, 16.12.2004, C 310/1, (internet), 18.12.2009, Europa-Gateway to the European Union, <http://europa.eu.int/constitution/en/ lstoc1_en.htm>. 49 Yüksel METİN, “Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı”, AÜSBFD, Cilt:57, No:4, Ekim-Aralık 2002, s:35-63; Hakan TAŞDEMİR, Hasan Demir, “Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt:2, No:3, Güz 2002, s:85-100. 31 edilen 1201 sayılı tavsiye kararı50 referans olarak gösterilmiştir. Buna göre, aday ülkeler, azınlıkların parlamentoda ve yerel yönetimlerde temsil edilmelerini, ilk ve orta öğretimlerde kendi dillerinde eğitim görmelerini, her türlü yayını kendi dillerinde yapabilmelerini sağlamakla yükümlüdürler. 51 2.2.3.4. Avrupa Birliği Anayasası Nice antlaşmasıyla başlayan Avrupa Birliği için bir anayasanın hazırlanması süreci Aralık 2001 tarihli Laeken Zirvesi’nde noktalanmış ve ilk anayasa taslağı 18 Temmuz 2003 tarihinde ortaya çıkmıştır. 28 Şubat 2002 tarihinde faaliyete geçen 105 üyeli bu Konvansiyon, Avrupa parlamentosu ve Komisyonu temsilcileriyle üye devletlerin ve aday ülkelerin meclis ve hükümet temsilcilerinden oluşmuştur.Konvansiyon 16 aylık bir çalışmadan sonra hazırlamış olduğu taslağı 20 Haziran 2003 tarihinde Selanik’te yapılan AB devlet ve hükümet başkanları zirve toplantısına sunmuştur. Taslak anayasa üye devletler arasında tartışmalara neden olmuş ve 4 Ekim 2003’te Roma’da düzenlenen hükümetlerarası konferansta, daha sonra 12 -13 Aralık 2003 tarihli Brüksel Zirvesi’nde anayasa taslağı üzerinde görüş birliğine varılamamıştır. 17-18 Haziran 2004 tarihlerinde Brüksel’de yapılan AB Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde kabul edilen Avrupa İçin Bir Anayasa Oluşturan Antlaşma ya da diğer adıyla AB Anayasası’nın çeşitli maddelerinde de konu ile ilgili olarak düzenlemeler bulunmaktadır.52 Anayasa 4 bölüm ve 465 maddeden oluşmaktadır.Anayasa ile;ABA ve AB Temel Haklar Şartı birleştirilmiştir.Böylece daha önce üye devletlerin bir beyanı niteliğinde olan ve bağlayıcı olmayan AB Temel Haklar Şartı’nda yer alan hususlar anayasa hükmü olarak bağlayıcı nitelik kazanmıştır.Bu nedenle 50 Karar metni için bkz: Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi Resmi Web Sitesi http://www.htmh.hu/documentumok/rec1201.htm, 21 Ekim 2009. 51 DUVAN, Avrupa Birliği ve Azınlık Hakları…, s:199. 52 AB Anayasası’nın İngilizce tam metni için bkz: http://www.europa.eu.int/constitution/download/ print_en.pdf, 27 Ağustos 2009. 32 Anayasa’da yer alan azınlıkları ilgilendiren hükümlerin incelenmesi 53 gerekmektedir. Birliğin tanımı ve amaçları adını taşıyan birinci bölüm birinci başlıkta yer alan 2’inci maddede ‘’Birliğin değerleri’’ açıklanmaktadır. Bu madde azınlıklar açısından önem taşımaktadır.Birliğin,insan onuruna saygı,özgürlük,demokrasi,eşitlik, hukuk devleti ve azınlıklara mensup kişilerin haklarını da içeren insan haklarına saygı değerleri üzerine kurulduğu belirtilirken,azınlık hakları özellikle vurgulanmıştır.AB anayasası 4 bölümden oluşmaktadır.Temel haklar ve Birlik vatandaşlığı ile ilgili hükümlerin yer aldığı birinci bölüm ikinci başlık 9’uncu madde de;Birliğin,Anayasa’nın II’nci bölümünü oluşturan AB Temel Haklar Şart’ında ortaya koyulan hakları,özgürlükleri ve ilkeleri tanıdığı ve AİHS’ne katıldığı belirtilmektedir. AİHS’de yer alan ve üye devletlerin ortak olan anayasal geleneklerinden kaynaklanan şekliyle temel hakların AB hukukunun genel ilkelerini oluşturduğu kabul edilmiştir.AB Temel Haklar Şartı’nın Anayasaya ithal edilmesi ve AİHS’ne Birliğin katılmasıyla üye devletler için her iki belgede yer alan hükümlere uymak,kendi tercihlerinin dışında anayasal bir zorunluluk haline gelecektir.Herhangi bir devlet tarafından bu hükümlerin ihlal edilmesi durumunda,aynı olacağından,ihlalde zamanda bulunan Anayasa devlete hükümleri yaptırım de ihlal edilmiş uygulanabilecektir.Dava açılması durumunda ATAD bu davalara bakabilecektir.Ayrıca AİHS’nin uygulanmasında AİHM’nin kararlarının ve yıllar içerisinde oluşturduğu içtihatlarının da dikkate alınması gerekecektir.54 Dokuzuncu başlıkta Birlik üyeliği ile ilgili hususlar düzenlenmiştir.Elli sekizinci maddeye göre;Birliğe üye olmak isteyen ülkelerin;Birinci bölüm madde 1-2’de yer alan insan onuruna saygı,özgürlük,demokrasi,eşitlik,hukuk devleti ve azınlıklara mensup kişilerin haklarını da içeren insan haklarına saygı değerlerini kabul edip uygulamaya geçirmiş olmaları gerekmektedir.Bu 53 Enver BOZKURT, Mehmet ÖZCAN, Arif KÖKTAŞ, Avrupa Birliği Temel Mevzuatı, Asil Yayın Dağıtım, Ankara 2005, s:13, 52-53, 54. 54 Avrupa İçin Bir Anayasa Oluşturan Antlaşma, Ankara Barosu Başkanlığı, İnteks Basım Yayın, Ankara 2004, s:7-253. 33 değerlerle ilgili problemleri olan ülkelerin üyeliği ise bu maddeyle imkansız hale gelecektir. Elli dokuzuncu maddede,bu değerlere uygun davranmayan üye devletlerin üyelikten kaynaklanan düzenlenmiştir.Öngörülen nitelikli çoğunluk usul haklarının Nice askıya antlaşmasıyla hesabı değiştirilmiştir. Buna alınması usulü uyumludur.Yalnızca göre 59’uncu madde kapsamında alınacak kararlar için; nitelikli çoğunluk karara katılan devletlerin nüfuslarının en az %75’ini içermesi koşuluyla, konsey üyelerinin en az %72’sidir. Konseyin Komisyon veya Birlik Dışişleri Bakan’ın bir önerisini esas alarak hareket etmesi durumunda ise nitelikli çoğunluk, katılımcı ülkelerin nüfusunun en az %65’ini temsil edecek şekilde, Konsey üyelerinin en az %55 olacaktır. Aynı konuda Avrupa Parlamentosu ise, kendi üyelerinin çoğunluğunu temsil edecek şekilde, oy verenlerin üçte iki çoğunluğuna göre hareket edecektir. Özetlemek gerekirse, Temel Haklar Şartı’nın ikinci bölümünü oluşturan, Birliğin Tanımı ve Amaçları başlıklı bölümün Anayasanın I. Bölümünü oluşturduğu, bu bölümde “Birliğin, insan onuruna saygı, özgürlük, demokrasi, eşitlik, hukuk devleti ve azınlıklara mensup kişilerin haklarını da içeren insan haklarına saygı değerleri üzerine kurulduğu” hususlarının belirtildiği öğrenilmiştir. Bunun haricinde, Anayasanın 4’üncü maddesinde; Anayasanın uygulama alanında “vatandaşlık gerekçesiyle yapılan her türlü ayrımın yasak olduğu”, 5’inci maddesinde de “Birliğin, bölgesel ve yerel özerk idareler dahil olmak üzere, üye devletlerin siyasi ve anayasal ve siyasal temel yapılarının özünde var olan ulusal kimliklerine ve Anayasa karşısında üye devletlerin eşit olduğuna saygı göstereceği” hususu hükme bağlanmıştır. 80’inci maddede herkesin kanun önünde eşit olduğu vurgulanırken, onu tamamlayan 81’inci maddede cinsiyet, ırk, ten rengi, etnik veya sosyal köken, genetik özellikler, dil, din veya inanç, siyasi veya herhangi başka bir görüş, bir ulusal azınlığın üyesi olma, mülkiyet, doğum, özür, yaş veya cinsel tercih gibi gerekçelere dayanan her türlü ayrımcılığın yasak olduğu belirtilmiş, 34 82’inci maddede de Birliğin, kültür, din ve dil çeşitliliğine saygı göstereceği ifade edilmiştir.55 Söz konusu anayasa metni, 29 Ekim 2004 tarihinde üye devletlerin hükümet veya devlet başkanları tarafından Roma’da imzalanmış, ancak üye devletlerin kendi iç hukuk düzenlemelerindeki aksaklıklar ve 2005 yılında Fransa ve Hollanda’daki referandumda reddedilmesi dolayısıyla yürürlüğe girememiştir. 56 Aralık 2007 ayında Lizbon Zirvesinde kabul edilen ve AB’nin yeni Anayasa taslağı olarak tabir edilen Lizbon Antlaşması (Reform Antlaşması)’nda Temel Haklar Şartı ayrı bir metin olarak düzenlenmiştir.Söz konusu metnin, üye ülkelerin 2008 yılı içerisinde onaylamaları durumunda 2009 yılında yürürlüğe girmesi planlanmaktaydı. .Bu bağlamda;16 üye devlet bu Anayasanın ulusal parlamentolarda onaylanmasını uygun görürken, aralarında Almanya, Fransa, İngiltere, İrlanda, Danimarka, İspanya ve Portekiz’in yer aldığı 9 ülke Avrupa Anayasasını referanduma sunma yolunu tercih etmişlerdi.57Anayasanın yürürlüğe girmesi için üye devletler tarafından onaylanması gerekmektedir. Tüm bu gelişmeler üzerine AB yetkilileri ve devlet başkanları,kabul sürecinin askıya alındığını açıkladılar. Avrupa Birliği Anayasasının temel prensip ve ilkeleri; 58 Anayasa’nın Başlangıç kısmını orijinal Yunancasıyla süsleyen ve bu anlamda medeniyet köklerinden birine de gönderme yapan ‘’Anayasamıza…Demokrasi adı verilir; çünkü iktidar azınlığın değil,çoğunluğun elindedir.’’sözleriyle başlamaktadır.Birliğin temel kuruluş amacı,üye devletler arasında ‘’ortak bir gelecek kurmak’’tır ve bu amaca ulaşabilmek için yetki devri söz konusudur. Üye devletler, anayasa ile belirlenen sınırlar içinde,ulusal yetkilerden bir kısmını Birliğe devredecektir.Yani kısmı bir egemenlik devri söz konusudur.Ayrıca Birliğin amaçları 3.maddede oldukça ayrıntılı olarak ortaya konulmuştur. Bunlar:barış,ulusların refahı,serbest rekabetin olduğu tek bir 55POLATOĞLU, a.g.e., s:171. 56 ÇAVUŞOĞLU, a.g.e., s:23. 57 ARSAVA, a.g.e., s:41-45. 58 Mehmet ÖZCAN, “Lizbon Antlaşması ile AB Nereye Kadar?”, (Erişim) www.usak.org.uk/ junction.asp?mod=articles&st=PrintAricleDetail&id=286&lm=58649JLFD0932&ln=TR, Aralık 2008. 35 Pazar,iç sınırların kaldırılması,istikrarlı bir şekilde ekonomik büyüme,sosyal bir piyasa ekonomisine dayalı sürdürebilir bir kalkınma,dayanışma,kültür ve dilde çeşitlilik,diğer ülkelerle ilişkiler,bilimsel ve teknolojik ilerlemeyi teşvik,uluslar arası hukuka saygı ile özgürlük,güvenlik ve adalet alanının oluşturulmasıdır. Birlik; insan onuruna saygı,özgürlük,demokrasi,eşitlik,hukuk devleti ve azınlıklara mensup kişilerin haklarını da içeren insan haklarına saygı değerleri üzerine kurulmuştur.2.maddede belirtilen bu değerler sıralamasında ‘’insan onuru’’ başta gelmektedir.Diğer devletler ise çağdaş bir yaşamın olmazsa olmaz koşullarıdır.Eğer bir üye devlet,AB temel değerlerini ciddi şekilde ihlal ederse,diğer üye devletler nitelikli çoğunluk ile üyeliği askıya alma kararı alabileceklerdir.AB’nin temel inancı,’’farklılık içinde birliktelik’’ olarak ifade edilmektedir.Birliğin sembolleri ise:birliğin bayrağı,milli marşı,para birimi ve günü 9 Mayıs olarak sıralanmaktadır. Birliğe üye devletlerin vatandaşları aynı zamanda bir üst kimliğe sahiptirler.Bu üst kimlik,’’Avrupa vatandaşlığı’’dır.Bu anayasada başta din ve vicdan özgürlüğü olmak üzere,medeni ve siyasi haklar geniş biçimde yer almaktadırlar.Kültürel,dilsel ve dini çoğulculuk da temel haklar içinde düzenlenmiş bulunmaktadır.İşçilerin sosyal güvenlik hakkı,çevrenin korunması ve kişilerin onların yararını gözetecek bir yönetim altında yaşama hakkı da bu anayasayla düzenlenmiş hükümler arasındadır.Bu anayasa AB’ye Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olma yetkisi vermektedir.Bu yetkilendirme aynı anda iki mesaj vermiş olmaktadır:Birincis,AB’nin bir uluslar arası hukuk kişisi olarak sahip olduğu hak ve yetkilerin genişlediği ifade edilmiş olmaktadır;ikincisi AB,insan haklarına verdiği önemi bir kez daha teyit etmiş olmaktadır.59 Bu anayasa ile AB’nin sahip olduğu tüzel kişilik daha fazla güçlendirilmiş ve etkinleştirilmiştir.AB’nin sahip olduğu birçok yetki,adeta bir devlet gibi tescillenmiş olmaktadır.Zaten bu anayasayla,görev süresi iki 59 Metin için bkz: Minority Rights Handbook: Latvian Human Rights Quarterly 1998, Human Rights Istitute of University of Latvia, Faculty of Law, s:77-78. 36 buçuk yıl olacak bir Avrupa Konseyi Başkanlığı ve dışişleri Bakanlığı makamlarının ihdas edilmiş olması,bunun bir göstergesidir.Anayasa,AB’nin daha demokratik bir yapıya sahip olabilmesi için Avrupa Parlamentosunun gücü artırılmıştır.Avrupa yasaları ve Avrupa çerçeve yasaları yasama faaliyetleri olup,Komisyon’un önerileri temel alınarak,Avrupa Parlamentosu ve Konsey tarafından ortaklaşa kabul edilmektedir.Avrupa Birliği üye devletler arasında müşterek siyasi dayanışmaya,genel çıkar konusu olan hususların belirlenmesine ve Üye devletlerin faaliyetlerinin daima artan bir biçimde aynı noktaya doğru yönelmesini sağlamaya dayanan, ortak bir dış güvenlik politikası yürütecektir. Anayasa, bir çok uluslar arası sözleşmelere gönderme yaparak,Temel hak ve özgürlüklere ilişkin anlaşma hükümlerinin Avrupa Birliği’nce de geçerliliğini teyit edilmektedir.Birlik yasaları ile ulusal yasalar ve uygulamalara uygun olarak,Herkes işyeri kurma ve işletme özgürlüğüne sahiptir. Ki bu özgürlük türü , bundan önceki uluslar arası düzenlemelerde açıkça yer almamıştır. AB anayasası giderek temel hak ve özgürlükler alanını genişletme yolundadır. Tüm birlik vatandaşları, ikamet ettikleri aday ülkelerde o ülkenin yurttaşlarıyla aynı koşullar altında Belediye seçimlerinde oy verme ve aday olma hakkına sahiptir.Böylece Anayasa ile AB’nin kültürel değil,demokrasi,insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkeleri üzerinde yükselen bir birlik olduğu teyit edilmektedir. Avrupa Anayasasının yürürlüğe girmesi halinde,AB’nin daha verimli işleyen,daha şeffaf,kamuoyunun gözünde daha fazla meşruiyeti olan ve uluslar arası ilişkilerde daha etkin rol oynayan bir örgüt olarak var olacağı tahmin edilmektedir. Tüm bunlar ışığında değinilmesi gereken nokta; Türkiye’nin Avrupa Birliği’ ne üye olduğu gün anayasanın diğer üye ülkelerde olduğu gibi yetki devrini ve Avrupa Hukukunun ulusal hukuk üzerindeki üstünlüğünü kabul etmesi gerekecektir.Ayrıca Avrupa hukuku ile çelişebilecek bütün anayasa hükümlerinin kaldırılması da gerekecektir.İnsan hakları söz konusu 37 olduğunda bu durum daha da önemlidir. 60 Fransız Anayasa Konseyi Cumhurbaşkanı tarafından Avrupa’ya anayasa getiren antlaşmanın onaylanması için ulusal anayasanın değiştirilmesinin gerekli olup olmadığını incelemekle görevlendirilmişti. Çünkü Avrupa Anayasası hükümlerini ulusal anayasa hükümlerine aykırı olması durumunda böyle gelişmekteydi.Fransız anayasası uygulamasından yola çıkılarak Türk anayasasıyla arasındaki uyumun nasıl sağlanacağını açıklamak daha kolay olacaktır.Çünkü Türk anayasası,Alman ve İtalyan Anayasaları’ndan esinlenmesinin yanı sıra,bir çok temel ilkesinin kaynağını da Fransız anayasal geleneğinden almaktadır;özellikle de ulusal egemenliğe çok güçlü bir bağlılık ortak özellik olarak karşımıza çıkmaktadır. İlk olarak Birliğin Temel Haklar Şartı,antlaşmanın ikinci kısmını teşkil etmekte ve antlaşmanın esas hükümleri de bu kısımda bulunmaktadır.Dolayısıyla konsey uygunluk denetimi özellikle bu kısım üzerinde gerçekleşmektedir.Bunu yapmak için olası aykırılıklar denetlenmeden önce antlaşmanın hükümleri yorumlanacak yani kapsam belirlenecektir.İlk olarak konsey açıkça belirtmiştir ki bu şartın kapsamı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin kapsamından farklıdır,zira bu metin üye devletler üzerinde değil Avrupa kurumlarının eylemleri üzerinde geçerlidir.Üyelerin eylemleri ancak Avrupa hukukunu uyguladıklarında dikkate alınmaktadır.Ancak olası bir aykırılık sorunu Şart’ta belirtilen bütün haklar için değil,sadece temel haklar olarak belirtilen kısım için sözkonusudur. Antlaşmanın 1ve 2’inci maddesine göre birlik’’azınlıklara ait olan kişilerin hakları da dahil olmak üzere’’insan haklarına saygı değerleri üzerine kuruludur,madde 2-81 ulusal bir azınlığa dahil olma nedeniyle ayrımı yasaklamaktadır.Fransız Anayasa Konseyi antlaşmanın 1 ve 2nci maddeleri ve ikinci bölüm 81’nci maddesinin azınlıklara kolektif haklar tanıyan maddeler olarak anlamamak gerektiğini ileri sürdü. Çünkü böyle bir yorum hem Türk anayasal geleneğine hem de Fransız anayasal geleneğine açıkça aykırı teşkil etmektedir. 60 DUVAN, Avrupa Birliği ve Azınlık Hakları, s:210. 38 Antlaşmanın getirdiği yeni yetki devirleri yoluyla Türkiye için üyelik doğal olarak bütün müktesabatın yani hem Anayasa tesis eden Antlaşmadan kaynaklanan devirlerin hem de diğer bütün devirlerin hem de diğer bütün devirlerin kabul edilmesi şeklinde kendini gösterecektir. Bu da ilgili devletin egemenliğini masaya yatırmakta ve ulusal anayasaların revizyonu gerekli olmaktadır. Avrupa Birliğine üyeliğin gerektirdiği’’anayasal geçişi’’ sağlamak için iki yöntem karşımıza çıkmaktadır; üyelikten ve dolayısıyla egemenliğin devrinden etkilenen bütün anayasa maddelerinin değiştirilip bu yöntemle ulusal anayasa yerini tamamen Avrupa Anayasasına entegrasyonun sağlanması ve ikinci olarak bırakılıp tam bir Fransız anayasa konseyinin önerdiği gibi;birbirini takip eden antlaşmaların gerektirdiği kadarına onay verilip antlaşma her değiştirildiğinde ayrı maddeyle durumun değiştirilmesini öngörmektedir.Böylece konseyin fikrine göre bu şekilde ulusal egemenlik devredilmemekte,sadece bazı devlet yetkileri ortak icra edilmektedir.Türkiye açısından çözümlenmesi gereken şey;uyumun hangi yöntemle gerçekleşeceğidir.Türkiye bu konuda ciddi anayasal reformlar gerçekleştirmiş olmakla beraber bu çalışmanın özellikle de temel kamu özgürlüklerinin her birinin düzenlenmesi için devam ettirilmesi gerekmektedir.Bu konu çalışmanın dördüncü bölümünde ayrıntılandırılacaktır. Avrupa Birliği Anayasası’nın üye ülkelerde yapılan referandum sonrasında aldığı retler üzerine AB yetkilileri ve devlet başkanları kabul süresinin askıya alındığını açıkladılar.Ayrıca yine böylesi bir manzarayla karşılaşmamak amacıyla ‘’Avrupalılık’’ kavramını yaygınlaştırmanın Anayasa Projesini halka doğru ve etkili bir şekilde tanıtmanın önemini anlayıp şimdilik anayasa projesi rafa kaldırılmış olarak görünmektedir. Esasen Avrupa Birliği Anayasa projesinin en önemli hedeflerinden birisi de,ilerideki dönemde Avrupa Birleşik Devletleri olma yolundaki en ciddi ve en önemli adım olmasıdır.AB yetkilileri,iktisadi ve idari kuralların tekrar ele alındığı,temel hak ve özgürlükler kavramının yeniden gözden geçirildiği bir Konvansiyon üzerinde anlaşarak,aslında uluslar arası bir örgütlenme değil,uluslar-üstü bir tüzel kişilik yaratma fikrini açıkça göstermektedir. 39 2.3. AVRUPA BİRLİĞİ ÜLKELERİNİN TARAF OLDUKLARI SÖZLEŞMELER 2.3.1. BM Örgütünün Hazırladığı Metinler 1945 yılında ‘Birleşmiş Milletler Şartı’nın kabul edilmesiyle kurulan bünyesinde azınlıklar konusunda yürütülen çalışmalarda,azınlıklara doğrudan koruma sağlayacak düzenlemeler yapılması gerektiğini düşünenler ve azınlıkların insan hakları kapsamında ‘ayrımcılık yasağı’’ile korunmasını savunanlar olmak üzere iki eğilim olduğu söylenebilir.61 BM bünyesinde; 1976 yılında yürürlüğe giren Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 27’nci maddesi azınlıklarla ilgili olup, “Etnik, dinsel ya da dilsel azınlıkların bulunduğu devletlerde, bu azınlıklara mensup kişilerin, gruplarının diğer üyeleriyle birlikte, kendi kültürlerini yaşamak, kendi dinlerini açıkça ilan etmek ve uygulamak, ya da kendi dillerini kullanmak hakkından yoksun bırakılamayacaklarını” hükme bağlamıştır.62 27’nci madde hükmünün muhatapları, etnik, dil ve din azınlıkları ya da bu azınlıkların mensuplarıdır; ancak bu kapsamın çerçevesi net bir şekilde ortaya konmamıştır.Uluslararası hukuk açısından bakıldığında ,27 madde evrensel bir standart oluşturmaktadır.Bu konuda genel kabul görmüş azınlık haklarına ilişkin ilk normdur.27’nci maddenin dışında etnik/dinsel ve dilsel kimliklere ilişkin sözleşme hükümleri arasında ayrıca yer alan 2’nci madde her tür ayrımcılığı yasaklayıcı içeriğe sahiptir; 14’üncü madde ise yargılanan kişilerin mahkemede kendi dillerinde temsil edilmesini vurgulamaktadır. 20’nci maddede her tür etnik/dinsel/dilsel ya da ırksal düşmanlığın yasalarla 61 ORAN, Türkiye’de Azınlıklar…, age., 15-16. 62 BM tarafından yürütülen faaliyetleri incelerken, BM’nin devletlerden oluştuğu, bütün önemli kararların devletler tarafından alındığı, alınan bu kararlarla devletlerin kendi ulusal çıkarlarını daima önde tuttukları unutulmamalıdır. Bu nedenle BM tarafından hazırlanmış olan belgelerde de azınlık tanımının yer almaması gayet doğaldır. 40 cezalandırılmasını öngörmekte, 26’ncı madde ise, yasalar önünde eşitlik ilkesine yer vermektedir.63 1966 yılında kabul edilen bir diğer sözleşmede ‘Ekonomik,Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’dir.Sözleşme’nin ayrımcılık yapmamayı öngören 2’nci maddesi,işyerlerinde eşitlikle ilgili hususları düzenleyen 7’nci maddesi,eğitim haklarıyla ilgili hükümler içeren 13’üncü maddesi ve kültürel hakları düzenleyen 15’nci maddesi dolaylı olarak azınlıklarla ilgilidir. 1970 yılında Ekonomik ve sosyal konsey 1503 sayılı kararıyla insan haklarının ve temel özgürlüklerin ağır şekilde ihlal edildiği durumlarda bireyler ve hükümet dışı kuruluşlar tarafından kullanılabilecek gizli bir şikayet prosedürünü kabul etmiştir.Yapılan şikayetler çalışma grupları tarafından kapalı oturumlarda incelenmektedir. 1989 tarihli ‘BM Çocuk Hakları Sözleşmesinin 17,29 ve 30’uncu maddeleri azınlık grubu mensubu çocuk,ait olduğu azınlık topluluğunun diğer üyeleri ile birlikte kendi kültüründen yararlanma,kendi dinine inanma ve dinin gereklerini yerine getirme ve kendi dilini kullanma hakkından yoksun bırakılamayacaktır.64 BM Genel Kurulu’nun 47/135 sayılı kararıyla 18 Aralık 1992 tarihinde kabul edilen Ulusal ya da Etnik, Dinsel ve Dilsel Azınlıklara Mensup Kişilerin Haklarına İlişkin Bildirge,65 azınlık gruplarının milli ya da etnik, kültürel, dinsel ve dilsel kimliklerinin korunması için gerekli önlemlerin alınmasını ve bu kimliklerin tanıtılması için gerekli ortamın teşvik edilmesini öngörmektedir. Bildiri’de özet olarak ;bir azınlık grubuna mensup olan kişilerin bireysel olarak veya diğer grup mensupları ile birlikte hiçbir müdahale ve ayrımcılığa uğramadan kendi kültürlerini koruyabilme,dini ibadetlerini yapabilme,özel ve kamusal alanda kendi dillerini kullanabilme hakları vurgulanmış ve devletler de ülkelerinde yaşayan etnik,kültürel,dilsel ve dinsel azınlıkların bu haklarını 63 Patrick THORNBERRY, “Ethnic Dimensions of International Human Rights”, in A Human Rights Agenda for the 21st Century, (ed.) Angel HEGARY, Siobhan LEONARD, (London: Cavendish Publishing Limited, 1999), 357. 64 ARSAVA, age., 21. 65 Zeri İNANÇ (ed.), Uluslararası Belgelerde Azınlık Hakları, (Ankara: Ütopya Yayınevi, 2004), 68. 41 kullanabilmeleri için gerekli önlemleri almak ve varlıklarını korumakla yükümlü tutmuşlardır. Soğuk Savaş dönemine kadar Birleşmiş Milletlerin azınlıkların korunmasına yönelik faaliyetleri, KSHS dışında,yeterli olmamış ve daha çok ayrımcılığın önlenmesi kapsamında dolaylı olarak yürütülmüştür.Soğuk Savaş sonrasında değişen siyasi duruma paralel olarak doğrudan azınlıklara yönelik düzenlemeler yapıldığı görülmektedir. 2.3.2. AGİT Tarafından Yürütülen Çalışmalar Etnik ve dilsel kimliklere yönelik diğer bir düzenleme, tüm belgelerinde“ulusal azınlıkların” haklarına yönelik ifadelerin bulunduğu AGİT’tir. AGİT belgelerinin bağlayıcılığı olmamakla birlikte, azınlıkların korunmasına yönelik düzenlemeler getirmesi bu belgeleri önemli kılmaktadır. AGİT’in azınlıklara ilişkin en önemli düzenlemesi ulusal azınlıklara yönelik uygulamalarını ortaklaştırmak ve ulusal azınlık/çoğunluk çatışmaların çözümlenmesine yardımcı olmak amacıyla “Ulasal Azınlıklar Yüksek Komiserliği” bürosunu kurmuş olmasıdır. 1975 yılında AGİT tarafından kabul edilen Helsinki Nihai Senedi, uluslararası azınlık haklarına daha ileri standartlar getiren “özel haklar” kavramanı gündeme getirmiştir.66 Helsinki Zirvesi sonunda kabul edilen “Düşünce, Vicdan, Din ya da İnanç Özgürlüğü Dahil İnsan Haklarına ve Temel Özgürlüklere Saygı” başlıklı bildirgede67, “katılan devletlerin ırk, cinsiyet, dil ya da din ayrımı gözetmeksizin herkes için düşünce, vicdan, din ya da inanç özgürlüğü dahil, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygı göstermesi” hususu karara bağlanmıştır. Haziran 1990 yılında kabul edilen Kopenhag İnsani Boyut Konferansı Belgesi ise, AGİT’in azınlık hakları konusundaki temel felsefesini yansıtması açısından önemli bir belgedir. Belge, azınlıkların sahip oldukları hakları ve 66 ARSAVA, age., 91. 67 Asbjorn EIDE, “Ethnic Conflicts and Minority Protection: Roles for the International Community”, (internet), United Nations University, 01.10.2004, <http://www.unu.edu/ unupress/unupbooks/ uu12ee/uu12ee0q.htm>. 42 özellikle kendi ana dillerini öğrenme veya kendi ana dillerinde öğrenim görmelerini sağlamayı güvence altına almaktadır. Kopenhag Belgesiyle ulusal azınlıklara, özel ve kamusal hayatlarında ana dillerini kullanma hakkı, kendi eğitim, kültür ve din kurum ve derneklerini kurma hakkı, kendi dinlerinin gereğini yapma ve ibadet hakkı, ana dillerinde bilgi dağıtma, bilgiye erişme ve bilgi alışverişi hakkı, kendi aralarında ve ortak bağları olan diğer devlet vatandaşları ile temas kurma hakkı tanınmış, ulusal azınlıkların etnik, kültürel, dinsel ve dilsel kimliklerinin korunacağı ve teşvik edileceği hükme bağlanmış, bir ulusal azınlığa mensup olmanın hiçbir dezavantaj yaratmayacağı belirtilmiştir.68 2.3.3. AVRUPA KONSEYİ TARAFINDAN YÜRÜTÜLEN ÇALIŞMALAR Kuruluşundan bu yana azınlık haklarını genel insan hakları şemsiyesinin altında değerlendiren Avrupa Konseyi bünyesinde hazırlanan düzenlemelerden en önemli olanları, 1950 yılında Roma’da imzalanan ve 1953 yılında yürürlüğe giren Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, 1998 yılında yürürlüğe giren Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşme ile Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’dır.Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde ulusal azınlıklardan söz eden tek madde, bu sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerin ulusal bir azınlığa dahil olmak dolayısıyla sınırlandırılamayacağını ifade eden 14’üncü maddedir. Bu açıdan sözleşmenin din özgürlüğünü düzenleyen 9’uncu maddesi ve dil özgürlüğü bağlamında kültürel kimliğin korunması ile bağlantılı olarak ifade özgürlüğünü düzenleyen 10’uncu maddesi önem kazanmaktadır. 04 Kasım 2000 tarihinde imzaya açılan 12’nci ek protokolde ise, “yasa ile öngörülmüş olan tüm haklardan yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya diğer kanaatler, ulusal veya sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensup olma, servet, doğum veya herhangi bir diğer statü bakımından hiçbir ayrımcılık yapılmadan 68 David CHANDLER, “The OSCE and the Internationalisation of National Minorities”, (internet), in Ethnicity and Democracy in the New Europe, (ed.) Karl KORDELL (London: Routledge, 1999), 28.09.2008, <http://imm-live.wmin.ac.uk/sshl/pdf/OSCE1999.pdf>, 2. 43 sağlanır” ifadesiyle ulusal azınlığa mensup olmanın ayrımcılık yaratmayacağı hükme bağlanmıştır. Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi ile taraf devletler, ulusal azınlığa mensup bireylere kültürlerini sürdürme ve geliştirmenin yanında kimliklerinin temel unsurlarını; dil, din, gelenekler ve kültürel miraslarını korumak için gerekli şartları teşvik etmeyi taahhüt etmektedirler. 69 Ayrıca sözleşmede, tarafların, etnik, kültürel, dilsel veya dinsel kimlikleri nedeniyle tehdit veya ayrımcılığa maruz kalabilecek ulusal azınlığı korumak için tedbirler almayı kabul edecekleri belirtilmektedir.Bunun yanı sıra, sözleşme, ulusal azınlıkların toplanma özgürlüğü, dernek kurma özgürlüğü, ifade özgürlüğü, düşünce ve vicdan özgürlüğü gibi haklarını güvence altına alarak, tarafların, ulusal azınlığa mensup bireylerin azınlık dilindeki soyadını ve adını kullanma hakkını taahhüt edecekleri ve azınlık kimliğinin eğitim ve öğretim alanında korunmasını ve bu alandaki fırsat eşitliğini sağlayacaklarını taahhüt ettiklerini hükme bağlamıştır.Sözleşmenin en önemli tarafı ise, ulusal azınlıklara sınır ötesi işbirliği kurma iznini vermesidir. Buna göre, ulusal azınlığa mensup bireyler, başka devletlerde bulunan özellikle etnik, kültürel, dilsel veya dinsel kimliği paylaştıkları veya ortak kültürel mirasa sahip olan şahıslarla sınır ötesi işbirliğinde bulunabileceklerdir. 70 Burada, sınır ötesi işbirliğinin sınırı ve kapsamı belirtilmediği için, bu hakkın, ayrılıkçı düşünceye sahip gruplar tarafından istismar edilebileceği değerlendirilmektedir. Bölgesel veya Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’nda ise71, bölgesel ve azınlık dillerinin korunmasının Avrupa’nın kültürel geleneklerinin ve zenginliklerinin korunmasına ve bunların geliştirilmesine bir katkı olduğu, çokdillilik değerleri çerçevesinde resmi dillere zarar vermeden bölgesel ve azınlık dillerinin 69 B.Ali SONER:”Azınlıklar Sorunu ve Türkiye-AB İlişkileri”, Demokrasi Platformu,Y.1,S.4,(Güz 2005),s.145-416 70 SARAÇLI,a.g.e s.58 71 5 Aralık 1992’de imzaya açılan Bölgesel veya Azınlık Dilleri Şartı’nı 20 Aralık 2006 tarihi ile Avrupa Konseyi üyesi otuz iki devlet imzalamış olup bu devletlerden yirmi biri ayrıca Şartı onaylayarak kendi iç hukukları açısından yürürlüğe de koymuşlardır.Avrupa Birliği üyesi ülkelerden Belçika,Estonya,İrlanda,Letonya,Litvanya,Portekiz ve Yunanistan belirtilen tarih itibarı ile Şartı ne imzalamışnedeonaylamışlardır.Bkz.http://conventions.coe.int/Treaty/Commun/CherchSig.asp?NT=14 8&CM=8&DF=01/03/2006&CL=ENG(erişim tarihi:02.06.2010) 44 korunması ve teşvik edilmesinin, kültürel farklılıklar ve demokrasi ilkelerine dayanan bir Avrupa’nın inşası açısından önemli bir yere sahip olacağı vurgulanmaktadır. Ayrıca Şartta, tarafların, bölgesel veya azınlık dilinin uygun olan tüm basamaklarda öğretilmesini ve öğrenilmesini sağlamak için uygun araçlar ve ortamlar sağlayacağı, bölgesel veya azınlık dilin yararına olmak üzere, özellikle topraklarında aynı veya benzer bölgesel veya yerel dil kullanılan bölgesel ve yerel yönetimler arasında olmak üzere sınır aşırı işbirliğini kolaylaştırmak ve desteklemeyi taahhüt edecekleri, devletin resmi dil/dillerine halel getirmemek şartıyla, ilgili bölgesel ve azınlık dillerinde okul öncesi, ilköğretim, ortaöğretim, mesleki ve teknik eğitim ile üniversite öğrenimi sağlamayı taahhüt edecekleri gibi hükümler yer almaktadır.AB’ye aday ülkeler için, AB Komisyonu tarafından yayımlanan İlerleme Raporları ve AP tarafından hazırlanan karar tasarıları da AB’nin etnik, dilsel ve dinsel kimliklere bakış açısını göstermeleri bakımından önemli belgelerdir. 2.4. AVRUPA BİRLİĞİ KURUMLARININ AZINLIKLARA YÖNELİK ÇALIŞMALARI AB kurumlarının aday ülkeler için hazırladığı rapor ya da kararlar dışında etnik ve dinsel kimliklere yönelik çalışmaları da, AB’nin bu gruplara ilişkin bakış açısını göstermesi bakımından incelenmesi gerekmektedir.Bu çalışmalar genel olarak,hukuki bakımdan bağlayıcı olmayan kararlar almak ve azınlıkların durumunu iyileştirmeye yönelik sağlamak şeklinde programlara mali destek gerçekleşmektedir.Avrupa Parlamentosu,Avrupa Komisyonu ve AB Konseyi kendi sorumluluk alanları içerisinde azınlıkların korunması konusunda çalışmalar yapmaktadırlar.Bu çalışmalar aday ülkeler için önem arz etmektedir. 45 2.4.1. AB Konseyi AB Konseyi her ülkenin kendi hükümetini taahhüt altına sokmaya yetkili,bakan düzeyindeki temsilcilerinden oluşmaktadır.Ancak toplantının konusuna göre farklı bakanlar toplantıya katılmaktadırlar. 72 Konsey, insan haklarının ve azınlıkların korunması konusunda ciddi çalışmalar yürütmektedir. Konsey tarafından 1987 yılında kurulan ve 2003 yılında alınan bir kararla çalışma alanı AB’nin dış ilişkilerindeki tüm insan hakları sorunları olarak genişletilen İnsan Hakları Çalışma Grubu, insan hakları konusunda Konsey’in ilk çalışması olarak karşımıza çıkmaktadır. Konseyin azınlıklarla ilgili ikinci çalışması, 21-22 Haziran 1993 tarihinde Kopenhag’da yapılan AB Konseyi Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi’nde alınan kararlardır. Kopenhag Kriterleri olarak da bilinen kararlar AB’ye üye olmak isteyen ülkeler için bir ön şart niteliğine haizdir. Konseyin belirtilen bu kararlarının dışında üçüncü olarak; insan haklarına yönelik yıllık yayımladığı raporları da önemi haizdir. Konsey bu raporlarda da azınlık haklarına dikkat çekmektedir. İlki, 01 Temmuz 1998-01 Temmuz 1999 dönemi için hazırlanan İnsan Hakları Yıllık Raporlarında, genel olarak bir yıllık süre içerisinde insan hakları konusunda Birlik içinde ve dışında yaşanmış olan gelişmeler değerlendirilmekte, ayrıca çocuk hakları, kadın hakları, azınlık hakları gibi insan hakları içinde değerlendirilen özel alanlara yer verilmektedir.7311 Ekim 1999 tarihinde yayımlanan ilk raporun ‘Ayrımcılık Yasağı ve Farklılıklara Saygı’ başlığı altında,azınlıklar konusuna yer verilerek ırkçılık,yabancı düşmanlığı ve her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılması yanında azınlığa mensup bireylerin sosyal ve ekonomik hayattan dışlanmalarının engellenmesi konusunda devletlerin yükümlülüklerine dikkat çekilmiştir. 72 SARAÇLI, a.g.e., s:72. Raporlar için bkz: http://www.eu.int/cms3_fo/showPage.asp?id=822& lang=en&mode=g, 25 Haziran 2006. 73 Numan DALYANCI,Avrupa Birliği’nin Azınlık Politikaları ve Türkiye’ye Etkileri Yayınlanmamış Master Tezi,Ankara 2006,s.82 46 AB Konseyi tarafından çıkartılan ve dolaylı olarak azınlıklarla ilgili direktifler şunlardır:74 -Irk ve Etnik Kökene Bakılmaksızın Eşit İşlem İlkesinin Kişiler Arasında Uygulanmasına İlişkin 2000/43/EC sayılı direktif -İstihdamda ve İşte Eşit Davranılması Konusunda Esasların Belirlenmesine İlişkin 2000/78/EC sayılı direktif -Uzun süredir Birlik üyesi ülkelerde yaşayan üçüncü ülke vatandaşlarının Statüsüne İlişkin 2003/109/EC sayılı direktif 2.4.2. AB Komisyonu Komisyonun, etnik ve dini kimliklere ilişkin çalışmaları 1980’lerin başına kadar uzanmaktadır. 75 Komisyon, 1984’te çok az kullanılan dillerin durumu; 1990’da da Yunanistan, İspanya ve Portekiz’deki dil azınlıklarının durumunu ele alan önemli çalışmalar yayınlamıştır. Ayrıca 1997 yılında hazırladığı Gündem 2000 Raporu ile Komisyon, AB’nin etnik, dilsel ve dinsel politikalarına açıklık getirmiştir. Komisyon bu çalışmalarında Euromosaic76 ve 1987’den beri faaliyet gösteren MERCATOR77 (The European Network for Information, Documentation and Research-Avrupa Enformasyon, Dokümantasyon ve 74 General Secratariat of the Council of the European Union, Information Handbook of the Council of the European Union, (Belgium: Office for Official Publications of the European Communities, 2002), 10-15. 75 Elif ÖZARMAN, “Avrupa’da Dil Hakları: Genel Bir Çerçeve”, (Erişim) http://www.hyd.org.tr/ tr/rapor.asp?rapor_id=14, 29 Ekim 2010. 76 Euromosaic, Komisyon’un, azınlık dilleriyle ilgili yaptığı araştırmalarında, azınlık dillerini konuşanların sayısını, bu dillerin kullanım alanlarını ve sosyo-linguistik canlılığını değerlendirmek için toplanan verilerin yeterli olmadığını görmesi üzerine, azınlık dillerine ilişkin ihale usulüyle yeni bir çalışma yaptırması sonucu doğmuştur. Ayrıntılı bilgi için bkz: http://www.uoc.es/euromosaic. 77 MERCATOR, bölgesel ve azınlık dillerine karşı büyüyen ilgiye cevap vermek ve dil topluluklarının artan gereksinimlerini karşılamak, bu dillerde bilgiye erişim ve bilgi değişimini geliştirmek, azınlık dillerini konuşanlara bu diller hakkında daha sistematik bilgi sağlamak amacıyla kurulmuştur. Ayrıntılı bilgi için bkz: http://www.mercator-central.org 47 Araştırma Ağı) gibi dil azınlıklarını inceleyen çeşitli kurumlarla da işbirliği içinde olmuştur.78 Komisyon, genişleme süreciyle birlikte etnik ve dinsel kimlikler konusuyla daha yakından ilgilenmeye başlamış, Kopenhag Kriterleri doğrultusunda aday ülkelerdeki gelişmelere ilişkin hazırladığı ilerleme raporlarında, bu ülkelerdeki azınlıkların durumlarına ilişkin değerlendirmeler yaparak konuyu sürekli gündemde tutmuştur. AB Komisyonu, genişleme sürecinde, aday ülkelerdeki demokratikleşmeyi ve bu bağlamda insan hakları ve azınlıkların korunmasını sağlamak amacıyla AP’nin girişimleri sonucu 1992’de başlatılan AB Demokrasi Programı (Phare and Tacis Democracy Programme- PTDP) çerçevesinde bir bütçe oluşturmuş ve bütçenin kullanılacağı faaliyet alanlarından birisinin de azınlık hakları olduğunu belirtmiştir. Bu programa Polonya, Macaristan, Slovakya, Estonya ve Romanya (PHARE-Poland Hungary Aid for the Reconstruction of the Economy) ülkeleri katılmıştır. AB Komisyonu’nun 3-4 Haziran 1999 tarihlerinde Avrupa Konseyi’nin Köln’deki toplantısında sunduğu “Aday Ülkelerde Irkçılık, Yabancı Düşmanlığı ve Anti-Semitizm” başlıklı görüş raporunda AB içindeki etnik/dinsel/dilsel kimliklere bakış açısı örneklerle ortaya konulmuştur. Ayrıca, 2000 yılında yayınlanan “Bölgesel Dil ve Kültürlerle Azınlık Dil ve Kültürlerine Teşvik Etmeye ve Korumaya İlişkin Tedbirlere Avrupa Komisyonu’nun Desteği” çalışmasında, AB’de resmi diller dışında kullanılan 40’dan fazla dilin Birlik vatandaşlarının paylaştığı kültürel mirasın bir parçası olduğu belirtilmiştir. Bundan başka, Avrupa yurttaşlığının temel özelliğinin bu dilsel ve kültürel kimliklere saygı göstermek olduğu ve bu dillerden bazılarının gelecek 50 yıl içinde kaybolacağı belirtilerek AB’nin, bunların korunması ve geliştirilmesi için oynayabileceği rol üzerinde durulmuştur.79 78 KURUBAŞ, Asimilasyondan Tanınmaya, s:145,147. 79 Pınar BAŞBİLEN,Avrupa Birşiği’nin Etnik ve Dini Kimliklere Yaklaşımı:Güneydoğu Anadolu Bölgesi Örneği Yayınlamamış Yüksek Lisans Tezi,Ankara,2008,s.42-44 48 2.4.3. Avrupa Parlamentosu Komisyon’un yanı sıra etnik/dinsel/dilsel kimliklerle yakından ilgilenen bir başka AB kurumu da Avrupa Parlamentosu (AP)’dur. AP’de alınan kararların tavsiye niteliğinde olmasına rağmen, AP’nin bir yandan AB ülkelerinin kamuoylarındaki eğilimleri yansıtması, öte yandan yeni ülkelerin Birliğe alınmasında son sözü söylemesi, kararlarını önemli kılmaktadır.80 Parlamento özellikle etnik ve dini kimliklerin dillerini ve kültürlerini koruma ve geliştirme hakkı gibi kültürel haklar üzerinde durmakta, bu grupların dil ve kültürlerini gerek özel, gerekse kamusal bağlamda yaşatma ve geliştirme özgürlüğünü savunmaktadır.81 AP ilk olarak, 1977 yılında temel haklar konusunda yayımladığı bir bildirge ile insan hakları alanında çalışmalara başlamıştır. Bu bildirge 1989’da genişletilerek Temel Hak ve Özgürlükler Bildirgesine dönüşmüş, son olarak, AP Temel Hak ve Özgürlükler Komitesi’nce bu bildirgeye dayanan ve AB yurttaşlarının temel haklarını ve AB'nin yurttaşlarına karşı sorumluluklarını düzenleyen Temel Haklar Sözleşmesi hazırlanmıştır. Sözleşme’nin etnik/dinsel/dilsel azınlıklarla ilgili bölümlerinde “herhangi bir temele dayalı ayrımcılığın önlenmesi ve Avrupa Topluluğu’nun kurucu anlaşması ve AB anlaşmalarının uygulama kapsamı içinde ve bu anlaşmaların öngördüğü durumlar haricinde milliyete dayalı tüm ayrımcılıkların engellenmesi” istenmiş, ayrıca AB’nin kültür, din ve dil farklılıklarına saygı gösterdiği vurgulanarak, azınlık haklarına ve azınlıkların korunması gerekliğine işaret edilmiştir. AP, temel insan hakları çerçevesinin dışında, münhasıran azınlıklar konusuyla da yakından ilgilenmiş, aldığı pek çok kararla, AB içindeki azınlık dillerini ve kültürlerini koruma ve geliştirme hakkı gibi kültürel öğeler üzerinde hassasiyetle durmuştur. Bununla birlikte, AB içinde etnik temelli ayrılıkçı hareketleri sert bir dille kınamıştır. 80 DUVAN, a.g.e., s:200. 81 NAS, a.g.e., s:390. 49 AP, 16 Ekim 1981 tarihli “Bölgesel Diller ve Kültürlerle İlgili Topluluk ve Etnik Azınlıkların Haklarına İlişkin Şart” hakkındaki kararında, bölgesel dil ve kültürlerin resmi müfredata alınmasını, bölgesel dillerde eğitim yapılmasını, kültürel etkinlikler için etnik/dini/dilsel kimliklere mali yardım verilmesini, bu dillerin kitle iletişiminde kullanılmasını, azınlıklara mensup bireylerin resmi kurum ve mahkemelerde kendi dillerini kullanmalarına izin verilmesini ve bölgesel kültürleri teşvik edici projelere mali destek sağlanmasını istemiştir.82 Dilsel ve Kültürel Azınlıklar Yararına Tedbirlere İlişkin 1983 tarihli AP Kararı’nda, parlamento, 30 milyon AB vatandaşının anadilinin, bölgesel veya az konuşulan bir dil olduğunu belirterek, 1981 tarihli kararının önemini bir kez daha vurgulamıştır. 30 Ekim 1987 tarihli “Avrupa Topluluğu İçindeki Etnik ve Bölgesel Azınlıkların Kültür ve Dilleri Üzerine Karar”da ise üye devletlerin dilsel azınlıklarını yasayla tanımalarının gerekliliği belirtilmiş, demokratik bir Avrupa’nın inşasında bölgelerin rolünden yola çıkarak bölgesel özerkliğin güçlendirilmesi çağrısında bulunulmuş, eğitim, idari ve yasal düzenlemeler, kitle iletişimi, kültürel altyapı, sosyo-ekonomik v.b. alanlarda bölgesel ve azınlık dillerinin kullanımının teşvik edilmesi tavsiye edilmiştir. 9 Şubat 1994 tarihli Avrupa Topluluğu’nda dilsel ve kültürel azınlıkların haklarının ele alındığı bir başka kararda (Herhangi Bir Kimsenin Kendi Dilini Konuşması Hakkındaki Karar) ise benzer hususlar dile getirilerek, üye devletlerin dilsel azınlıkları tanıması, bu dillerin korunması ve geliştirilmesi için temel şartları oluşturması gerektiğine işaret edilmiş, yapılacak yasal düzenlemelerin en azından, bu dillerin, eğitim, adalet ve kamu idaresi, medya, kamu ve kültür hayatının diğer sektörlerinde kullanılması ve teşvik edilmesinin sağlanması gerektiği vurgulanmıştır. AP’de azınlıklara yönelik son rapor 20 Nisan 2005 tarihinde kabul edilmiştir. “Genişleyen Avrupa’da Azınlıkların Korunması ve Ayrımcılık Yasağı Politikaları Üzerine Rapor” isimli çalışmada genel olarak; AB 82 Çigdem NAS, “The Approach of the European Parliament to the Issue of Ethnic Minorities and Minority Rights in Turkey within the Context of the European Minority Rights Sub- Regime”, November 1998, University of Catania, (internet), University of Pittsburgh Archive of European Integration, 02.10.2010 <http://aei.pitt.edu/archive/00000404/01/jmw p18.htm>. 50 içerisinde görülen azınlık sorunlarının yeteri kadar Birlik gündeminde yer almadığı, azınlıkların korunmasının Kopenhag Siyasal Kriterlerinin bir parçası olmasına rağmen, ne topluluk politikasında azınlık haklarına yönelik bir standart ne de kimlerin azınlık üyesi olduğuna dair bir Topluluk anlayışı bulunmadığı, ulusal azınlıklara ve göçmen topluluklara mensup kadınların hem halkın çoğunluğu hem de üyesi oldukları azınlık grubu mensupları tarafından çok yönlü bir ayrımcılığa tabi tutuldukları ve AB içerisinde en geniş azınlık topluluğu olan Çingenelerin de özellikle eğitim alanında ırksal ayrımcılıkla yüz yüze oldukları belirtilmektedir83. Bununla birlikte AP’nin, azınlıkların siyasal statüsü konusuna fazla değinmediği ve bunu devletlerin tercihine bıraktığı gözlenmiştir. Parlamento ayrıca çalışmalarında, üye devletlerin Bölgesel ve Azınlık Dilleri Anlaşmasını onaylamalarını da isteyerek, Birlik içinde temel haklara saygının güvence altına alınmasının öneminin altını çizmektedir. Parlamento ırkçılık ve yabancı düşmanlığı konularına da özel bir önem vererek bu konuda bazı kararlar almıştır.84 2.5. AB ÜYESİ ÜLKELERİN AZINLIKLARA BAKIŞ AÇISI Buraya kadar anlatılanlar ışığında; şunu söyleyebiliriz ki; siyasal bütünleşme süreci ile AB’nin gündemine giren farklı etnik/dini ve dilsel mensubiyetlerin korunması konusu, tanım ve kapsam belirsizliği nedeniyle gelişmesini tamamlayamamış alanlardan birisidir. Daha önce de belirtildiği üzere; eski Doğu Bloku ülkelerinin AB’ye üyelik başvurusundan sonra hızlanan etnik/dinsel kimlikler için ortak bir politika yaratma çalışmaları, üye 83 ARISOY, age., 45. 84 AP’nin konu hakkındaki diğer kararları: 1998 tarihli Avrupa Birliği’nde İnsan Haklarına Saygıya Dair Avrupa Parlamentosu Kararı (Kararın 10. pg.da, temel insan haklarına saygı göstermeyen devletler için AB’ye katılımın söz konusu olmayacağı vurgulanmakta, komisyon ve Konsey genişleme müzakereleri sırasında bu kimliklerin haklarına özellikle önem vermeye çağrılmaktadır.), 1999 tarihli Irkçılık, Yabancı Düşmanlığı ve Antisemitizm ve Irkçı Ayrımcılıkla Mücadelede İleri Adımlar Atılmasına Dair AP Kararıdır. (Kararda, Parlamentonun kültürel, ırksal ve etnik azınlıkların, siyasi ve sosyal karar alma mekanizmalarına katılımına büyük önem atfettiği ve Parlamentonun Avrupa’nın kültürel çeşitliliğini temsil etmesi gerektiği ifade edilmiştir.) 51 devletlerin ulusal politikalarından ödün vermemeleri dolayısıyla geliştirilememiştir. AB’de farklı etnik/dini kimlikler, Kopenhag Kriterleri çerçevesinde dahi üzerinde uzlaşmaya varılabilmiş bir azınlık tanımı bulunmadığından, AB’ye üye ülkelerin kendi iç politikalarında yarattıkları düzenlemelere tabi kılınmışlardır. AB ülkelerinin hemen hepsinde birbirlerinden farklı özelliklere sahip etnik, dilsel ve dinsel gruplar bulunmaktadır. Bu gruplar bazı AB devletlerinde azınlık statüsünde yar alırken, bazıları ise etnik/dinsel/dilsel grup statüsünde yer almaktadır. Bu başlık altında vurgulanmak istenen, AB’nin kendi içerisinde yaşayan etnik/dinsel ve dilsel kimliklere yaklaşımındaki durumu ile üçüncü ülkeler/aday ülkelerin bu tür gruplara uyguladığı politikalar arasındaki farklılıktır. AB’de konuyla ilgili ortak standartların yokluğu, aday ülkeler için de değişen ve hatta bazen çelişen uygulamalara yol açmaktadır.85 AB üyesi ülkeler, üstlendikleri uluslararası yükümlülükler doğrultusunda, kendine özgü azınlık politikası geliştirmekte, bu politikaların uluslararası sözleşmelerle gelen birtakım standartlara uyumlaştırılma çabalarının düzeyini ise nihai olarak ulusal iradeleriyle belirlemektedirler. Avrupa ülkelerinin geneli farklı etnik ve dini kimlikleri iç ve dış ilişkilerini istikrarsızlaştıran potansiyel bir tehdit olarak görmekte ve bu anlayış çerçevesinde azınlık politikalarını şekillendirmektedir. AB ülkelerinin azınlık politikalarında farklılıklar görülmesinin arkasında bu neden vardır. Bu başlığın devamı olarak, üye devletlerin etnik/dilsel ve dilsel kimliklere bakış açısı irdelenecek ve devletlerin uygulamalarındaki farklılıklar vurgulanacaktır. Bu kapsamda, Fransa ve Almanya’daki etnik/dilsel ve dinsel kimliklere nasıl yaklaşıldığı ve hangi politikaların uygulanıp uygulanmadığı konusu ifade edilecektir. Bu bölüm,AB’nin sayılan ülkelere yaklaşımı ile Türkiye’ye yönelik politikaları arasındaki tezatlığı göstermesi bakımından önem arz etmektedir. 85 Hüseyin KALAYCI, “AB Azınlıklardan Sınıfta Kaldı”, Stratejik Analiz, Cilt:6, S:70, Şubat 2006, s:47. 52 2.5.1. Fransa’nın Azınlıklara Yaklaşımı 59 milyon nüfusa sahip olan Fransa’da göçmenlerle birlikte çoğunluktan farklı yaklaşık 10 milyon kişi yaşamasına rağmen, ülke içerisinde resmen azınlık olarak kabul edilmiş bir grup bulunmamaktadır.86 Fransa’daki etnik ve dilsel gruplar, başlıca, Almanca konuşan Alsaslılar (1.600 bin), Bask dili konuşanlar (260 bin), Brötonca konuşanlar (4.300 bin) Roman dili konuşan Çingeneler (310 bin), Katalan dili konuşanlar (200 bin), Korsika dili konuşanlar (350-400 bin), Flamanca (80 bin), Oksitan dili konuşanlar (500 bin), Frenkçe konuşan Lorenliler (30-40 bin), İtalyanca konuşanlar (1 milyon) ve Portekizce konuşanlar (500 bin) şeklinde sayılabilir. Ayrıca ülkede yurttaş olmayan 2,5 milyon Müslüman yaşamaktadır. 87 Fransa’da kültürel ve etnik farklılıkların tanınması konusundaki tartışmalar 1980’li yıllarda başlamıştır. Geleneksel görüşe sahip olanlar, laik devlete vurgu yaparak, çokkültürlülük yönünde politika uygulanmasına karşı çıkmışlardır. Bununla birlikte, azınlık kültürlerinin kısmen tanınmasını savunan modern bir çokkültürlü cumhuriyetçilik anlayışı da ortaya çıkmıştır. Yine aynı dönemde Müslümanların varlığının devlete ve cumhuriyete yönelik tehlike olarak görülmesi, pek çok düşüncenin yeniden gözden geçirilmesine neden olmuştur. 88 Fransız İhtilali’nden kalma özgürlük, eşitlik, kardeşlik teması yeniden tartışılmaya ve 1980’lerin sonunda cumhuriyetçi entegrasyon modelinin krizinden bahsedilmeye başlanmış ve çokkültürlü toplumdan uzaklaşılmıştır. 1958 tarihli Fransız Anayasası’nın 1’inci maddesi “Fransa, bölünmez, laik, demokratik ve sosyal bir cumhuriyettir. O, köken, ırk ve din farkı gözetmeksizin kanun önünde bütün yurttaşların eşitliğini sağlar” ifadesini içermektedir. Ayrıca, 25 Haziran 1992 tarihinde Anayasa’nın 2’nci 86 KURUBAŞ, Asimilasyondan Tanınmaya…, s:281. 87 Erol KURUBAŞ, “Avrupa Birliği’nin Azınlıklara Yaklaşımı ve Avrupa Bütünleşmesine Etkileri”, http://www.liberal-dt.org.tr/dergiler/ldsayi23/2315.htm., 12 Eylül 2004 88 BAŞBİLEN,a.g.e,s.49 53 maddesinde yapılan değişiklikle “Cumhuriyetin dilinin Fransızca” olduğu belirtilmiştir.89 Doktrin de, bu iki maddeye dayanarak, Fransa’da hukuken azınlık bulunmadığı görüşündedir. Hatta Fransa’nın üniter bir devlet olmasından hareketle, Fransa ile azınlıklar kelimelerinin yan yana gelmesini bile çelişkili ve kışkırtma içeren bir ifade olarak değerlendirmekte, bir halkın tanınmasının ülkenin parçalanmasına ve egemenliğin bölünmesine sebep olacağına inanmaktadır.90 1991 yılında etnik, dilsel ve dinsel kimliklerle ilgili bir çalışma yapan Capatorti, Fransa’nın azınlıklarla ilgili görüşünü şu şekilde özetlemiştir:“Fransa, azınlıkta olsun olmasın, ülkesinde hiçbir etnik grubun mevcudiyetini kabul etmemektedir. Devletin resmi dili dışında, din ve dil ile ilgili konuların vatandaşlarına tanınan kamu özgürlükleriyle ilgili bir konu olması nedeniyle, devletler hukukunun konuları içine girmediği görüşündedir.” Benzer tutum ulusal düzeyde de zaman zaman dile getirilmiştir.91 1991 yılında Korsika sorununa çözüm getirmek için çıkarılan yasa hakkında Anayasa Konseyi’nin verdiği kararda, Fransız halkının aralarında köken ve dil temelli hiçbir ayrımın bulunmadığı, eşit vatandaşlardan oluştuğu, dolayısıyla da bir başka halkın unsuru olarak tanımlanmasının vatandaşlar arasında ayrımcılığa neden olacağı savunulmuştur. Fransa, anayasaya aykırı olduğu ve ülkesinde Bask ve Korsika 92 bölgeleri açısından sorun 89 Jeremy JENNİNGS, “Citizenship, Republicanism and Multiculturalism in Contemporary France”, British Journal of Political Sicience, Cilt 30, No.4, Ekim 2000, s:575. 90 KURUBAŞ, Asimilasyondan Tanınmaya…,s:268. 91 Füsun ÜSTEL, Yurttaşlık ve Demokrasi, Dost Kitapevi, Ankara, 1999, s:17. İlgili yasanın 1’inci maddesinde: “Fransa hükümeti Fransa halkının bileşeni Korsika halkının oluşturduğu yaşayan kültürel ve tarihsel topluluğun, kültürel kimliğini korumasına ve özgül ekonomik ve sosyal çıkarlarının müdafaasına ilişkin haklarını güvence altına alır.”hükmü yer almaktadır. 92 793 yılından beri Fransa’nın bir parçası olan, 260.000 nüfusa sahip Korsika adası 1970 yılında Provance-Alpes-Cote d’Azur bölgesinden ayrılarak başlı başına bir bölge halini almış, 1982 yılından itibaren de özel bir statüye sahip olmuştur. Korsika bölgesinin statüsünü belirleyen 1982 tarihli ilk yasada “Korsika bölgesinin örgütlenmesinde, coğrafyası ve tarihinden kaynaklanan özellikleri dikkate alınır” denilerek Korsika’nın kendi işlerini kendi yapan bir topluluk olduğu belirtilmiştir. Adanın statüsünü belirleyen son yasa ise, 22 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Korsika yerel Meclisi’ne adanın yönetiminde tam yetki veren ve anaokulları ile ilkokullarda Fransızcanın yanı sıra Korsika dilinin öğretilmesi zorunluluğu getiren bu yasayla bölgedeki toprakların bir bölümü Korsika özerk yönetimine devredilmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz: SARAÇLI, a.g.e., s:105,106. 54 yaratabileceği gerekçesiyle Ulusal Azınlıklar Çerçeve Sözleşmesi’ni imzalamamıştır. 07 Mayıs 1999 tarihinde yayımladığı bir bildirge ile altına imza attığı Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’nı bazı yorumlar getirerek onaylayacağını duyurmuştur. Fransa’nın yurttaşları arasında etnik, dilsel ve dinsel açıdan hiçbir ayrı muamele yapmayacağını, Fransa’nın sadece Fransa halkını tanıdığını belirten yorum beyanında bulunmuştur. Fransa, Şart’ın amacının etnik, dilsel ve dinsel farklılıkların azınlık olarak tanınması ve korunması değil, sadece Avrupa dil mirasının geliştirilmesi olarak gördüğünü, bu dilleri konuşanların “grup” olarak nitelendirilmesinin onlara kolektif haklar verildiği anlamına gelmeyeceğini, bununla sadece eşitliği güvence altına aldığını ve aralarında köken, ırk ve din farkı gözetilemeyecek olan vatandaşlarının tamamından oluşan “Fransız halkı”nı tanıdığını ifade etmiş, birçok maddeyi de bu çerçevede yorumlamıştır. Ayrıca, Şart hükümlerinin Fransız Anayasasının Fransızcanın resmi dil olduğunu hükme bağlayan 2’nci maddesi ile çelişmeyeceğini, Fransızcanın her türlü kamu işlerinde kullanılmasının zorunlu olduğu vurgulanmıştır.93 Fransa’da Fransızca haricinde konuşulan yaklaşık 10 dil olduğu tespit edilmiştir. 94 Fransa, ülkesindeki Bu dillere yönelik olumsuz tutum son zamanlarda değişmiş, farklılıkları tanıyan bir tutum sergilemeye başlamıştır.95Fransa dil konusunda birçok yasa, kararname ve genelge çıkarmıştır. Ancak bunlar Fransa’nın bu konuya verdiği önemin yanı sıra müdahaleciliğini göstermektedir. Bu kapsamda çıkarılan en önemli yasalar; 1951 tarihli“Fransa dilleri” olarak ifade edilen yerel dil ve diyalektiklerin öğrenimine ilişkin “Deixonne Yasası”, 1975 tarihli tüm eğitim süresinde yerel dil ve kültürler hakkında eğitimi verilebileceğini hükme bağlayan “Haby Yasası”, 1982’de bölgesel dillerin bazı okullarda seçimlik ders çerçevesinde 93 Bkz: List of declarations made with respect to treaty no: 148 (France), European Charter For Regional Or Minority Languages Complete Chronology on: 23.10.2000 (Erişim:http://conventions.coe.int) 94 BAŞBİLEN.,a.g.e.51 95 Bröton, Bask, Katalan, Korkiskan, Oksitan, Lüksemburg, Alman, Creole, Dutch ve Oil dilleri. Ayrıntılı bilgi için bkz: http://www.eurolang.net/State/france.htm. 55 eğitimine imkan tanıyan “Savary Genelgesi” ve 1994 tarihli Fransızcanın Kullanımına İlişkin Yasa olarak bilinen ve Fransızcayı sosyal, ticari ve kültürel hayatta zorunlu kılan, ayrıca kamu işlerinde yabancı terimlerin kullanımını yasaklayan “Toubone Yasası”dır.96 04 Ağustos 1994 tarihinde 94-665 sayılı yasayla Anayasa’da değişiklik yapan Toubone Yasası’na göre; - Bölge dillerini konuşanların eğitimi, konuk yabancı öğretmenlerin verdikleri dersler, yabancı uyruklulara yönelik okullar ve uluslararası eğitim veren kuruluşlar hariç diğer bütün okullarda öğretim, sınavlar, ödevler ve tezler, - İş duyuruları, bireysel ve toplu iş sözleşmeleri, işyeri çalışma kuralları, - Bütün mal ve hizmetlerin adlandırılması, tanıtılması, alınıp satılması ve garanti belgelerinin düzenlenmesi dahil tüm işlemler, - Kamunun taraf olduğu bütün işlemlerin, Fransızca yapılması zorunlu tutulmuştur. Bu düzenlemelerle amaçlanan, Fransa’nın diller temelinde bölünmesini denetim altına almak ve dolaylı biçimde Fransızcanın idarede, parlamentoda, yargıda, afiş ve ilanlarda kullanılan tek dil haline getirilmesini sağlamaktır. Bununla birlikte, Fransa’da, birçok alanda Fransızca tek dil olmasına rağmen, çok sınırlı da olsa bazı dillerin öğrenimine ve basında kullanılmasına izin verilmiştir. Yükseköğretim kurumlarında bölgesel dillerin ve edebiyatların büyük çoğunluğu öğretilmektedir. Fakat, ülkede dil grupları arasında eşit muamele olduğu söylenemez. Örneğin Flamanca kanunen korunan diller arasında yer almamakta, buna karşılık Korsikan dili bölgesel özerklik statüsü altında korunmaktadır. Fransa’da anadil eğitimi ise; velilerin taleplerinden ziyade konsoloslukların isteği ve Fransa Eğitim Bakanlığı’nın işbirliği ile başlatılmıştır. Toplumların ana dillerini öğrenebilmeleri eşit değildir. Oksitan 96 Pulat TACAR, Kültürel Haklar: Dünyadaki Uygulamalar ve Türkiye için Bir Model Önerisi, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1996, s:101-103. 56 öğrencilerin %50’sine anadilini öğrenme imkanı sağlanmışken, bu oran Brötonca için %23, Korsikaca için %8, Katalanca için %5’tir. Fransa’da Türkçenin öğrenimi konusunda; ilköğretimde Türkçenin anadil eğitimi, ders saatleri içinde ve dışında olmak üzere 1,5-3 saat olarak Türkiye’den gönderilen öğretmenler tarafından verildiği tespit edilmiştir.97 Fransız devleti, öğretmenlerin ön eğitimine ve yeterliliğine karışmadığı gibi eğitimin içeriğine de müdahale etmemektedir. Bu konularda Türkiye’nin yetkili makamları sorumludur. Türkçe yasal olarak ortaokul 3’üncü sınıf ile lise 1’inci ve 3’üncü sınıflarda, seçmeli yabancı dil olarak öğrencilere sunulmaktadır. Ancak, Fransız Milli Eğitim Bakanlığı’nın öğretmen görevlendirebilmesi ve dersin açılması için en az 15 öğrencinin Türkçeyi yabancı dil olarak seçmesi gerekmektedir. Şimdiye kadar bu sayıya varılamadığından fiilen ortaokullarda bu ders başlatılamamıştır.98 AB’nin en önemli ikinci ülkesi olan Fransa, AB tarafından benimsenen azınlıklar rejimini ülkesinde tam olarak uygulamamaktadır. Ancak, Fransa azınlıkları hukuken tanımama politikasını sürdürürken, azınlık olarak kabul edilebilecek gruplar için kültürel haklar alanında sınırlı da olsa bir takım düzenlemeler yapmıştır. - Korsika’da ana dilde eğitim yapan okul bulunmamakta, okul öncesi eğitim öğretmenler tarafından gönüllü olarak öğretilmektedir. İlkokul düzeyinde ise haftada 3 saat eğitim verilmektedir. Bölgesel devlet radyosu her gün bazı programları ve haber bültenlerini bu dilde yayımlamakta, bölgesel devlet televizyonu ise haftada 2 saat bu dilde yayın yapmaktadır. Yayımlanan günlük gazete bulunmamaktadır. - Fransa’nın (Coted’Azar, güneyindeki Aquitaine, Auvergne, yedi bölgede Dauphine, yaşayan Limousin, Oksitanlar Languedoc- Roussillion veOrta Pireneler’de yaşarlar.) tarafından konuşulan dilin resmi bir statüsü yoktur. Sadece bazı yol işaretlerinde rastlanmaktadır. Devlet 97 Kadir CANATAN, “Avrupa Ülkelerinin Azınlık Politikalarında Türkçe Anadil Eğitiminin Konumu: İsveç, Fransa ve Hollanda Örnekleri”, Turkish Studies/Türkoloji Araştırmaları, Volume 2/3, Summer 2007, s:166. 98 CANATAN, a.g.e., s:166. 57 okullarının bir bölümünde okul öncesi ve ilköğretimde ikinci dil olarak kullanılmaktadır. Bazı okullarda da ders olarak sunulmakta, ortaokulda ise seçmeli ders olarak okutulmaktadır. Ancak, Oksitan dilini öğreten kurslar açılabilmektedir. Devlet televizyonundan haftada 40 dakika yayın yapılmakta, birçok özel radyo da bu dilde yayın yapmaktadır. - Bir yerli halk olan Brötonlar (Finistere, Cotes d’Amor, Morbihan bölgelerinde yaşarlar.) tarafından kullanılan Brötonca, bazı kamu işlerinde ve yol işaretlerinde, ilkokuldan ortaokula kadar eğitim dili olarak kullanılmaktadır.Bölgesel devlet televizyonu haftada 90 dakika, bölgesel devlet radyosu da haftada 30 saat bu dilde yayın yapmaktadır. Yerel radyo ve dergiler de bulunmaktadır. - Fransız Baskları (Basse Navara, Labourd, Soule bölgelerinde yaşarlar.) İspanya sınırında yaşamaktadırlar. Bask dilinin resmi bir statüsü olmamakla birlikte, bazı yerel makamlar tarafından kullanılmaktadır. Eğitimde haftada 1-3 saatlik bir ders olarak gösterilen Bask dili, ortaokul düzeyinde seçmeli ders olarak okutulmaktadır. Müfredat dışında bu dili öğrenmek mümkündür. Fransız devlet televizyonu günlük birkaç dakika, devlet radyosu da günlük 1 saat bu dilde yayın yapmaktadır. Yerel 3 radyo ve bir haftalık gazete bulunmaktadır. - Benzer şekilde Katalanlar (Doğu Pireneler’de yaşamaktadırlar.) tarafından konuşulan dilin de resmi statüsü yoktur. Eğitim alanında ilk ve ortaokullarda “ders” olarak okutulmaktadır. Bölgesel devlet televizyonu ve radyosu çok kısa süreli yayın yaparken, bu dilde yayın yapan özel radyolar bulunmaktadır. - Fransa’nın Alsas bölgesinde konuşulan Almancanın da resmi bir statüsü yoktur. Kamu hizmetleri Fransızca yürütülmek zorundadır. Ancak halkın ana dili Almanca olduğu için uygulamada Almanca kullanılmaktadır. Bazı belediyelerde yol işaretlerinde Almanca da yer almaktadır. Kreşlerde bu dilin kullanılması teşvik edilmekte ve ilkokullarda haftada birkaç saat Almanca öğretilmektedir. Fransız devlet televizyonu haftada 75 dakika devlet radyosu 58 ise günde 5 saat yayın yapmaktadır. Günlük olarak, iki dilde yayımlanan gazete ve dergiler bulunmaktadır. Fransa, ülkesi içerisinde azınlıkları tanımazken, eğitim, medya ve kültür alanında yapmış olduğu bu düzenlemelerle, insan hakları ve temel özgürlüklerle ilgili yükümlülüklerini yerine getirdiğini düşünse de bu haklar sayesinde etnik ve dini grupların daha fazla hak talep etmesi ile karşı karşıya kalmasını engelleyememektedir. Ayrıca Fransa’nın, AB’nin uluslar üstü zorlamaları karşısında bu tutumunu ne zamana kadar daha sürdüreceği belirsizliğini korumaktadır.99 Bununla birlikte, Fransa’nın bu tutumu, bazı uluslararası kurumlar tarafından da eleştirilmektedir. Nitekim, 15 Şubat 2005 tarihinde, Avrupa Konseyi bünyesinde faaliyet gösteren Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Mücadele İçin Avrupa Komisyonu (ECRI)’nun hazırladığı ”Irkçılık ve Hoşgörüsüzlük” raporunda, Fransa’nın azınlık kavramını yasal olarak kabul etmemesi eleştirilerek, Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi’ni imzalaması, Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’nı da onaylaması istenmiştir. Rapor, Fransa’nın ülkesindeki dini kimliklere bakış açısını da göstermesi bakımından dikkat çekmektedir. Raporda; Fransa’da yaşayan Müslümanların da ırkçı söylem ve eylemlere maruz kaldığı, göçmen ve yabancı kökenlilerin özellikle iş dünyasında ve konut edinmede ayrımcılıkla karşı karşıya kaldığı belirtilmiştir. Ayrıca raporda; son dönemde uygulanmaya başlayan ve okullarda türbanı yasaklayan yasa tasarısı eleştirilerek, bunun dolaylı bir ayrımcılık olduğu ve bu konuda önlem alınması gerektiği vurgulanmıştır. İstatistiki verilere göre; Fransa’da yaklaşık 5,5 milyon Müslüman yaşamaktadır. (Genel nüfusun %9’u civarındadır.) Bunların, %29’u Cezayirli Müslümanlar, %27’si Faslı Müslümanlar, %10’u Tunus kökenli Müslümanlar, %10’u da Türkiye kökenli Müslümanlardır. Bu niteliği itibariyle, Avrupa Birliği içerisinde Müslüman nüfusun en yoğun olduğu ülke Fransa’dır. Avrupa’nın genelinde olduğu gibi, Fransa’da da Müslümanlar 99 Alain BOCKEL, “Azınlık Hakları ve Üniter Devlet, Fransa Örneği”, Kopenhag Kriterleri, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği’nin Ortak Paydası mı?, İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi, Yayın No:1, (der.) İbrahim KABOĞLU, Doğa Basım Yayın, İstanbul, 2000, s:256. 59 İslam karşıtlığının birinci muhatabı durumundadırlar. AB’nin etnik, dinsel ve dilsel kimliklerine yönelik düzenlemelerine aykırılık teşkil etse de Fransa’da her çeşit bahane ile Müslümanların hayatları kısıtlanmakta ve yasaklar getirilmektedir. 100 Özellikle kız öğrencilerin başörtüsü sorun olmaya devam etmekte, basın yayın organlarında Müslümanları rahatsız edici yayınlar yapılabilmektedir. 11 Eylül sonrasında Fransa’da camiler şüphelenilen yerler haline gelmiştir. Örneğin, Strasbourg belediyesi, cami yapımı izninin, Müslüman liderlerin Cumhuriyet değerlerini benimsemesine bağlı olduğunu ileri sürmüştür. Bu değerlerin içinde, ibadetin Fransızca yapılması da bulunmaktadır. Bununla birlikte, Fransa’daki ibadethanelere baktığımızda camilerin sayısının azlığı dikkat çekmektedir.101 Ülkede, 45 milyon Katolik için 40 bin kilise, 1,5 milyon Protestan için 957 ibadethane, 700 bin Yahudi için 82 sinagog bulunmaktayken, Müslümanlar için her ne kadar 1600 cami bulunduğu iddia edilse de bunlardan sadece 8 tanesinin kullanımda olduğu ileri sürülmektedir. Ayrıca, AB Irkçılık ve Yabancı Düşmanlığı İzleme Merkezi tarafından yapılan “Avrupa Birliği’nde Müslümanlar, Ayrımcılık ve İslamofobi” başlıklı araştırmada; Avrupa’da yaşayan Müslümanların eğitim, konut ve iş bulmada ayrımcılıkla karşılaştıkları hususu vurgulanarak, ülkeler uyarılmıştır. Araştırmanın Fransa ayağında verilen bir örnek, Fransa’nın Müslümanlara nasıl yaklaştığını göstermesi açısından önemlidir. Buna göre; Fransa’da tamamen Fransızca isimli olan kişilerin iş görüşmelerine çağrılma ihtimalinin, aynı niteliklere sahip, ancak isimleri Müslüman ismine benzeyen kişilerden 5kat daha fazla olduğu belirtilmiştir. 100 Ayrıca Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan (200) sayfalık bir başka Fransa raporunda ise, Fransa’daki insan hakları ihlalleri irdelenmiş, AİHM’de Fransa hakkında her geçen gün daha fazla dava açılmaya başladığı vurgulanmıştır. Özellikle Fransa polisinin insan hakları konusunda ciddi ihlalleri olduğu belirtilmiştir. Yine Uluslararası Af Örgütü tarafından hazırlanan “Fransa:Adalet Arayışı” isimli raporda, Fransa’daki adalet sisteminin insan haklarını kovuşturma ve cezalandırma konusunda başarısızlık sergilediği yönünde ifadeler kullanılmıştır. Tüm bunların, AB’nin Türkiye’yi eleştirdiği konularla benzerlik göstermesi ve Fransa’nın bu konularda herhangi bir uyarı almaması ya da uyarı dozunun düşüklüğü dikkat çekmektedir. 101 Fransa’daki türban sorunu için bkz: Deniz ALTINBAŞ, “Fransa’da İslam”, Stratejik Analiz, Cilt:5, Sayı:50, Haziran 2004, s:43-52. 60 Aynı şekilde, Paris’te, yerliler ‘yabancıların’ yoğunlaştığı semtleri terk ederken, yerlilerin oturduğu daha bakımlı semtlerde yabancıların kiralık ev bulmaları da, hem gelir düzeyi farkı hem de ev sahiplerinin ve ilgili kurumların çıkardıkları zorluklar nedeniyle güçleşmektedir. Fransa’da din eğitimi konusunda ise; AB ülkeleri arasında devlet okullarında din dersinin hiçbir şekilde verilmediği tek ülkenin Fransa olması dikkat çekmektedir. Ülkede okullarda din eğitimi 1882 yılında kaldırılmış, fakat öğrencilerin okulun dışında din eğitimi alabilmesi için haftanın bir günü boşaltılmıştır. 1996 yılında yapılan bir değişiklik ile kitaplara İslam ile ilgili bilgiler de eklenmiştir. Fransız devlet okullarında ise hiçbir din eğitimi verilmemekle birlikte, bu durum Almanya sınırındaki Alsace Lorainne bölgesindeki okulları ve Musevi okullarını kapsamamaktadır. İçlerinde ibadet yerlerinin de olduğu özel cemaat okullarında din eğitim serbestliği vardır. Ancak, 5 milyona yakın Müslüman’ın henüz bu statüde okulu bulunmamaktadır. 2.5.2. Almanya’nın Azınlıklara Yaklaşımı 80 milyon nüfusu bulunan Almanya, 7,5 milyon civarında Alman yurttaşı olmayan, çeşitli ülkelerden gelmiş, değişik din ve dillere sahip insanı barındırmaktadır. Bunların dışında, Alman yurttaşı olan Danimarka ulusal azınlığı, Sorb halkı, Frizian etnik grubu, Yahudi din grubu ve Romanlar gibi farklı azınlıklar da vardır ve Almanya’da bugün 21 dil konuşulmaktadır. 102 Almanya, ülkesinde yaşayan etnik ve dini kimliklere kendi ulusal azınlık anlayışı çerçevesinde yaklaşma eğilimindedir.103 Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi’ni 01 Şubat 1998 tarihinde imzalarken şu kaydı düşmüştür: “Çerçeve anlaşması, ulusal azınlık kavramına dair bir tanım içermiyor. O nedenle, anlaşmanın kabulünden sonra kimlere uygulanacağını belirlemek, anlaşmaya taraf olan devletlere bir haktır.” Almanya, Bölgesel 102 Tamer BACINOĞLU, “Federal Almanya’nın Azınlık Anlayışı”, Stratejik Analiz, Cilt:4, Ekim 2003, s:69. 103 KURUBAŞ, Asimilasyondan Tanınmaya…, s:208. 61 Azınlık Dilleri Avrupa Şartı çerçevesinde, Danimarkacayı (Schleswig-Holstain eyaleti), Yukarı Sorb (Saksonya eyaleti) ve Aşağı Sorb (Brandenburg eyaleti) dillerini, Frizian dillerini (Schleswig- Holstain eyaleti) ve Roman dilini (Federal Almanya toprakları) “azınlık dilleri” olarak kabul etmiştir. Low Germen denilen Aşağı Almancayı (Brandenburg,Kuzey Ren Vestfalya ve Saksonya) da “bölgesel dil” olarak tanımıştır.104 Eğitimde azınlık dillerinin kullanılabilmesi ve öğrenilebilmesi konusunda ise; bu konu eyaletlerin yetki alanı içinde olup, genel olarak azınlık dillerinin okullarda veya kurslarda öğretilmesi yönündeki eğitim projeleri desteklenmekte, kavuşturma çabalarını okul müfredatlarının sürdüğü çokkültürlü gözlenmektedir.Almanya, bir yapıya BM Genel Kurulu’nun 18 Aralık 1992 tarihli “Azınlıkları Koruma Deklarasyonu”nu kabul ederken, azınlık kavramından neyi anladığına da açıklık getirmiştir: “Almanya sadece, özel bir biçimde birbirinden ayırt edilebilen, spesifik ve ülkede uzun süre yaşamış azınlıkları kabul etmektedir.” Almanya’ya göre; azınlıkların korunmasına ilişkin alınan kararlar, yeni azınlıkların oluşmasını teşvik edecek ya da göçmenlerin asimilasyonunu engelleyecek biçimde uygulanmamalı, ülke sınırları içinde yaşayan yabancı ülke uyruklu insanların da paralel toplumlar oluşturmalarına yol açmamalıydı. Buradan hareketle Almanya, azınlık haklarının sadece Alman yurttaşı olan ve bölgelerinde çok uzun süredir yaşayan insanlara tanınabileceğini savunmuştur.105 Almanya böylece ülkesinde yaşayan etnik, dilsel ve dinsel farklılığı bulunan bir grubun “azınlık” statüsü alabilmesi için beş şartı yerine getirmesi gerektiğini açıkça belirtmiştir:106 - Mensuplarının Alman vatandaşı olması, 104 Bkz: List of declarations made with respect to treaty no: 148 (Germany), European Charter For Regional Or Minority Languages Complete Chronology on: 23.10.2000, (Erişim) http://conventions.coe.int; KURUBAŞ, Asimilasyondan Tanınmaya…,s:196. 105 Cem ÖZDEMİR, “Almanya’da Azınlıklar”, Ulusal, Ulusalüstü ve Uluslararası Hukukta Azınlık Hakları, (der.) İbrahim KABOĞLU, İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi, Yayın No:2, Aras Yayıncılık, İstanbul, 2002, s:285. 106 ÖZDEMİR, a.g.e., s:286. 62 - Dilleri, kültürleri ve tarihleri, yani kimlikleriyle çoğunluğu oluşturan halktan farklı olmaları, - Bu kimliklerini korumak istemeleri, - Geleneksel olarak Almanya’da yaşıyor olmaları, - Almanya’da kendi yerleşim bölgelerinde yaşamaları. 1994 yılında Alman Anayasasının revizyonu çalışmaları sırasında,Sosyal Demokrat Parti tarafından Anayasaya dahil edilmesi için önerilen, “Devlet, etnik, kültürel, dini ve dilsel azınlıkların kimliklerine saygı gösterir.Alman uyruğundaki ulusal ve etnik azınlıkları korur destekler” hususu etnik, dini ve dilsel gruplara tanınan bu statünün kapsamını genişlettiği gerekçesiyle reddedilmiştir. Aynı şekilde Hristiyan Demokrat Parti tarafından önerilen “Devlet, Almanya’da kendi yerleşim bölgelerinde yaşayan Alman uyruklu ulusal azınlıkları korur ve destekler” hususu da Çingeneleri kapsam dışında bıraktığı için kabul edilmemiştir.107 Uzun ve şiddetli tartışmalardan sonra, Meclis’te grubu bulunan partiler, Sorbların, Danimarkalıların hukuki anlamda “Alman azınlıkları”, Romanların ve Friesler’in ise, “halk grubu” oldukları noktasında birleşmişlerdir. Buna paralel olarak; Almanya, kendisine özgü beş kriterli azınlık tanımı çerçevesinde, BM İnsan Hakları Komisyonu’na gönderdiği 22 Şubat 1996 tarihli raporunda,108 Almanya’da yaşayan azınlıklar olarak sadece Schleswig Holstein’da oturan Danimarkalı azınlık ile Sacnsen ve Brandenburg eyaletlerinde oturan Lausitz Sorbları’nı göstermiştir. 109 Böylece Almanya, bu dar azınlık anlayışını, yeni azınlık oluşumuna yol açmama ve göçmenlerin asimilasyonuna da engel olma amacıyla geliştirdiğini açıkça beyan etmiş olmaktadır. Almanya’daki Yahudilerse kendilerini bir azınlık olarak görmek yerine sadece bir “dinsel cemaat” olarak nitelendirilmelerini istemekte, bu statüde farklılıklarını sadece dinsel öğeye dayandırarak kimliklerini sürdürmektedirler. 107 BACINOĞLU, a.g.e., s:71. 108 Fourth PeriodicReports of States Parties Due in 1993”,UN Doc.CCPR/C/84/Add.5, 22 Şubat 1996. 109 BAŞBİLEN,a.g.e, s.74-75 63 Ayrıca, Almanya, 01 Şubat 1998 tarihinde Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesini imzalarken, ulusal azınlıklar konusunda düştüğü kayıt dışında, “Almanya’daki ulusal azınlıklar sadece Alman yurttaşı Danimarkalılar ile Sorb halkının Alman uyruğu taşıyan mensuplarıdır. Çerçeve Antlaşması, geleneksel olarak Almanya’da yaşayan Alman uyruklu Frieslere ve Roman halk gruplarına da uygulanır.” şeklinde de bir kayıt düşmüş, kimleri azınlık saydığını bir kez daha vurgulamıştır. 110 Buradaki en önemli konu, Çerçeve Sözleşme’nin Almanya’da bulunan ve Alman vatandaşı olmuş Türklere uygulanmayacağının zımnen bildirilmiş olmasıdır. Görülüyor ki, Almanya, ulusal azınlık ile halk grubu ayrımı yapmakta, Sorbları ve Danimarkalıları azınlık kabul ederken, Romanlar ve Friesleri halk grubu olarak nitelendirmektedir.111 Ayrıca, tanıdığı azınlıkların vatandaş olmalarından ötürü, her şeyden önce temel hak ve özgürlüklerinin anayasa koruması altında olduğunu belirtmektedir. Almanya, azınlık kavramını geleneksel olarak Almanya’da yaşayan etnik ve dilsel topluluklarla sınırlamasına gerekçe olarak, yer adları, azınlık okulları ve azınlık dilinin resmi dil olarak kabulü gibi azınlık haklarının sadece bu insanların yaşadığı yerlerde geçerli olabileceği hususunu göstermiştir. Bu anlamda Romanlar azınlık statüsünde sayılmamışlardır. Nüfusu yaklaşık 4550 bin arasında olan ve Almanya’nın Schleswig- Holstein eyaletinde yaşayan Danimarkalı azınlığa 1949 yılında “Danimarka kültürü ve kimliğine sahip çıkma hakkı” verilmiş, 1955 yılında ise “azınlık statüsü” tanınmıştır. Danimarkalı azınlık mensuplarının tamamının Almancaya hakim olduğu belirtilmektedir. Bu azınlık, bir yerel gazeteye ve özel bir radyo istasyonuna sahiptir. Danimarka azınlığına ait, bu dilde yayın yapan TV kanalı bulunmamaktadır. Danimarkalı azınlığa ait okullarda Almanca zorunlu ders olarak okutulmakla birlikte, 1920’den itibaren özel okullarda, 1980’den 110 Mustafa ŞAHİN, “Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi” Zerrin TOPRAK, Hikmet YAVAŞ, Mustafa GÖRÜN (der.), Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi Anlaşmalarında Avrupa Konseyi, Birleşik Yayınları, İzmir, 2004, s:135. 111 Çingenelerin toplu bir yerleşim yeri olmaları, Frieslerin ise kendilerinin böyle bir statüyü kabul etmemeleri dolayısıyla azınlık statüsü verilmediği belirtilmiştir. 64 itibaren de kamu okullarında Danimarkaca eğitim verilmektedir. 112 Slav kökenli bir halk olan Sorbların ise 512 yılından beri bugünkü Almanya topraklarında yaşadıkları söylenmektedir. 60 bin nüfusa sahip topluluk, Almanya-Polonya sınırında (Saksonya ve Brandenburg) yaşamaktadır. Nüfusun 45 bini Sorb diline hakimdir. Bununla birlikte Sorbların tamamı Almanca bilmektedir. Almanya’nın 1997 tarihli resmi bir bölgesinde, Sorbların sadece üçte birinin günlük hayatta Sorbcayı kullandığı iddia edilmektedir. Sorb dilinin öğretilmesi ve eğitimde kullanılması Saksonya ve Bandenburg eğitim yasalarıyla güvence altına alınmıştır. Tamamen Sorb dilinde eğitim yapan okullar olmakla birlikte bunların sayısında azalma görülmektedir.113 Sorb dilinde yerel bir gazete, bir haftalık dergi, bir de aylık kültür dergisi çıkarılmaktadır. Sorb dili resmi dairelerde talep noksanlığı dolayısıyla kullanılmamaktadır. 50-60 bin nüfuslu Friesler114, Kuzey Denizi sahillerinde yaşamaktadır. 1998 yılından beri Frieslerin korunması ve teşviki konusunda önemli gelişmeler yaşanmıştır. Friesler, bazı resmi kurumlarda temsil edilerek sorunlarını üst düzeylere taşıyabilmekle birlikte bu en fazla eyalet düzeyinde kalmakta, o nedenle federal düzeyde kendilerine temsil imkanı tanınmasını istemektedirler. Friesçe Almanya’nın resmi belgelerinde azınlık dili olarak tanımlanmakta olup, Friesya bölgesindeki bazı okullarda ve Danimarkalı azınlığa ait birkaç özel okulda Friesçe dersi verildiği bilinmektedir.115 Zorunlu olmayan ve sadece 3’üncü ve 4’üncü sınıflarda verilen bu ders, sadece bir “dil dersidir”. Friesçe bir yayın organı ise bulunmamaktadır. Sayıları 70 bin olarak verilen Alman uyruklu Romanlar ve Sintiler kendilerini etnik grup olarak görmekte, aynı zamanda Alman halkının bir parçası olduklarını ve ayrım yapılmaksızın topluma uyum sağlamak istediklerini belirtmektedirler. Bu halka hiçbir Alman okulunda kendi dillerinde 112 ÖZDEMİR, a.g.e., s:296 ; KURUBAŞ, Asimilasyondan Tanınmaya…,s:202. 113 KURUBAŞ, “Avrupa Birliği’nin Azınlıklara Yaklaşımı …”, http://www.liberal-dt.org.tr/dergiler /ldsayi23/2315.htm., 12 Eylül 2004. 114 Frieslerden kasıt sadece kuzeyde yaşayanlardır. Doğu’da yaşayanların sayısı 10 bin olarak tahmin edilmektedir. 115 KURUBAŞ, Asimilasyondan Tanınmaya…, s:205. 65 eğitim verilmemekte ve bu dil hiçbir Alman okulunda okutulmamaktadır. Romanların dillerini aile içinde şifahi yolla koruyup aktarmayı tercih ettikleri iddia edilmektedir. Roman dil ve kültürüne Almanya’da verilen imkanlar; Berlin SFB4 Multikulti Radyosunun Roman dilinde ayda 2 kez 15’er dakikalık yaptığı yayın ve oyunlarını Roman dilinde sahneleyen Mülheim an der Ruhr’daki Pralipe Tiyatrosu’na eyalet hükümeti tarafından yapılan yardımdan öteye gitmemektedir. Görülüyor ki, Almanya’nın ulusal azınlık statüsü verdiği farklı etnik ve dilsel kimliklere sahip toplumların toplam nüfusu 105 bin civarındadır. Sorb nüfusunun giderek azaldığı göz önüne alınacak olursa, bu sayının ileride daha da azalacağı tahmin edilmektedir. Bu nedenle, bir “halk grubu” olarak edilebileceği tanımlanan Frieslerin ileride dilsel azınlık olarak kabul değerlendirilmektedir. Almanya’da gerçek anlamda, kültürel/dilsel azınlık haklarına sahip tek grup 45 bin kişilik Danimarkalı azınlıktır. Almanya, Danimarkalı azınlığa bu statüyü II’nci Dünya Savaşı sonrasında işgal gücü İngiltere’nin zorlaması, daha sonra da Danimarka’nın NATO kartını oynaması üzerine vermiştir. Danimarka da, kendi topraklarında yaşayan Almanlara aynı azınlık statüsünü ve aynı hakları tanımıştır. Sonuç olarak; Almanya’nın ulusal azınlık statüsü verdiği grupların toplam sayısı, iyimser bir tahminle, sadece 100 bin kişidir. Sorbların giderek eridikleri ve kendilerini büyük ölçüde “Alman” kabul ettikleri hesaba katılacak olursa, bu sayı 45 bine kadar düşmektedir. 70 bin kişi olduğu söylenen Romanlar ise, azınlık statüsüne sahip olmadıkları gibi böyle bir imtiyaza sahip olmaktan çekinmekte; Alman toplumu ve devleti tarafından sıradan Alman yurttaşları olarak kabul edilecekleri günü beklemektedirler. Almanya kendi menfaatlerine uygun bir azınlık tanımından yola çıkarak, topraklarında yaşayan 3 milyonluk Türk toplumuna azınlık statüsü vermemektedir. O nedenle önemli olan, azınlıklarla ilgili herhangi bir belgeyi imzalamak ya da imzalamamak değil, bir ülkenin kendi menfaatlerine uygun bir azınlık anlayışı geliştirip bunda ısrar etmesidir. Almanya’nın dini kimliklere bakış açısı kapsamında ise; Almanya’da en büyük Müslüman grup, Türklerdir. 3,2-4 milyon Müslüman nüfusun 2,5-3 milyonu Türklerden 66 oluşmaktadır.116 Almanya’da Müslümanlar, özellikle Neo-Nazilerin Müslümanlara yönelik saldırılarından şikayet etmektedirler. En son OcakŞubat 2008 aylarında, Almanya’nın güneyinde yaşayan Türklerin oturdukları evlerin yakılma olayı bunun bir örneğidir. Almanya Federal Emniyet Genel Müdürlüğü’nün açıklamasına göre; 1992 yılının ilk üç ayında yabancılara yönelik saldırılarda bir önceki yılın aynı dönemine oranla %400’lük bir artış olduğu kaydedilmiştir. 2005-2006 yılları arasında ise çoğu yaralanmayla sonuçlanan 1047 ırkçı olay polis kayıtlarına geçmiştir.117 Alman hükümetinin, Neo-Nazi problemini ciddiye almamasının ve saldırganları cezalandırma konusunda gevşek davranmasının da yabancılara yönelik saldırıların artmasında önemli etkisi olmaktadır.118 Alman yönetiminin İslami gelişmelerden duyduğu endişe dolayısıyla çıkardığı bir takım kısıtlamalar ve engellemeler de Müslümanlar açısından çeşitli problemlere yol açmaktadır. Hükümet, bazı İslami okulları, basit gerekçeler göstererek kapattırmıştır. Alman Eyalet Temsilciler Meclisi tarafından onaylanan “Göç Yasası” da Müslümanları hedef almaktadır. Bu yasadan en çok Müslümanların çoğunluğunu oluşturan Türkler etkilenmektedir. Yasa, evlilik yoluyla aile birleşimi için yaş sınırının 18’e yükseltilmesi,yabancı eşlerin 300-400 kelimelik Almanca bilgisini kanıtlaması,entegrasyon kurslarına katılmayanlara yaptırım uygulanması, vatandaşlığa geçişin gelir düzeyi gibi şartlar aranarak zorlaştırılması, sınır dışı etmenin özellikle suç işleyen gençler için kolaylaştırılması, kalıcı oturma izinleri için yine dil ve gelir düzeyi gibi kriterler istenmesi; öte yandan devlet tarafından karşılanan dil kursları sırasında anneler için bebek bakıcılığı hizmetinin verilmesi, meslek kazandırma ve meslek eğitim kurslarının yaygınlaştırılması gibi maddeleri içermektedir. Bu tür politikaların uyum, dahil etme, katılım, içine alma, benimseme ve topluma benimsetme gibi amaçlara yönelik olması gerekirken söz konusu yasada ciddi boyutlarda ayrımcılık ve dışlama olduğu görülmektedir. Sorun, 116 http://www.eurominority.org/version/fr/cartes-etats.asp 117 Caroline BRUNEAU, “Erdoğan ile Aynı Fikirdeyiz”, Aktüel, Sayı:137, 21-27 Şubat 2008. 118 Roland PREUSS,“Almanca Öğrenme Mecburiyeti”,Süddeutsche Zeitung Gazetesi, 28 Ocak 2008. (Erişim: www.byegm.gov.tr) 67 yasanın maddelerinden kaynaklanmaktadır. 119 değil, taraflı ve hatta ırkçı yaklaşımından Örneğin; yasada “uyuma az ilgi gösteren ülkeler” şeklinde bir sınıflandırmanın bulunması, dil ve gelir şartlarının AB üyesi olanlarla Almanya’nın “yakın ekonomik ilişkiler içinde olduğu ülkeleri” kapsamaması ayrımcılığın en belirgin göstergeleridir. Başka bir deyişle; bir Alman vatandaşı Türk ile evlendiğinde Alman sınırlarından içeri sokabilmek için eşinin belli ölçüde Almanca bildiğini ispat etmesi gerekirken, bir Alman vatandaşı Amerikalı ya da Portekizli ile evlendiğinde herhangi bir kritere uyması beklenmemektedir. Aynı şekilde; Almanya’nın Baden-Württemberg eyaletinde Alman vatandaşlığına geçmek isteyenlere bir test uygulanmaktadır. “Vicdan testi” 120 denilen bu testin, aslında Müslümanlar için planlandığı, Eyalet İçişleri Bakanlığı’nın yetkililere gönderdiği 13 Eylül 2005 tarihli genelgede testteki soruların sadece Müslümanlara sorulması talimatı verildiği tespit edilmiştir. Testte, “11 Eylül saldırıları hakkında ne düşünüyorsunuz?, Kızınız Müslüman olmayan biriyle evlenmek istese tepkiniz ne olurdu?, Töre cinayetlerini haklı buluyor musunuz?, Acil bir tıbbi müdahaleye ihtiyacınız olsa ve tek doktor karşı cinsten olsa ne yaparsınız?, Oğlunuz eşcinsel olduğunu ve erkek arkadaşı ile yaşamak istediğini söylese nasıl tepki verirsiniz?...vb.” şeklinde özel sorular bulunması testi önemli kılmaktadır. Teste “vicdan testi” denmesinin sebebi, testte inanca dayalı vicdani konularda soruların olmasıdır.121 Bu sınavların dini gruplara yönelik ayrımcılığın yanında düşünce özgürlüğü ile de bağdaşmadığı değerlendirilmektedir. Bununla birlikte, 2005 yılından bu yana Almanya’da Hıristiyan Birlik Partisinin, okullarda Almanca konuşmayana “süpürge cezası” verilmesini tartıştığı ve ilk uygulamanın da 2006 Ocak ayında Berlin’deki Herbert-Hoover” okulunda başladığı yönünde bilgiler elde edilmiştir. Almanya’daki Müslüman varlığını, Almanca konuşan Hristiyanlar haline getirme çabalarından bir tanesi de Almanca Hutbe 119 ALTINBAŞ, “Alman Göç Yasası”, http://www.asam.org.tr/yazigöster.asp?kat1=2&ID=1710. 120 Almanya’dakine benzer uygulama Hollanda’da yapılmaktadır. 121 Deniz ALTINBAŞ, “Hollanda ve Almanya’da Vicdan Testi”, Stratejik Analiz, Sayı:73, Mayıs 2006, s:10,11. 68 uygulamasıdır. Bu program, Almanya’da Müslüman nüfusun çoğunluğunu oluşturan Türkleri de yakından ilgilendirmektedir. Almanların analizine göre Almanya’da Türklerin milli kimliğini oluşturan ve Almanlaşmaya karşı direnmelerini sağlayan en önemli faktörlerden bir tanesi hatta birincisi İslam dinidir. Türklerin Hıristiyanlaştırılmasının çok zor olması ve böyle bir girişimin Nazi Almanyası’nı geri getireceği endişesinden hareketle Türkler üzerinde oynanan bu oyun farklı yollardan yapılmaya çalışılmaktadır. Bu kapsamda, Alman yetkililerinin “Türk sorununu” halletmek için buldukları yol, İslam’ın Almanlaştırılması yolu ile Türklerin dinine dokunmadan Almanca konuşan Müslümanlara dönüştürülmesi olmuştur. Almanya bu stratejiyi uygulamak için son yıllarda çeşitli çalışmalar yürütmektedir. Bu stratejinin, birinci ayağı ile Türkçenin toplumsal işlevinin kırılması ve özellikle genç nesillerin ilk dil olarak Almanca konuşması, Türkçeyi ise ikinci dil olarak kullanması ve zamanla unutması hedeflenmekte122, ikinci ayağı ile Alman İslam’ı oluşturmak için çalışmalar yapılması, Almanya’da dinin örgütlenmesinde Türk din adamlarının gücü kırılarak, bu gücün Almanlaşmış Arap kökenli din adamlarına verilmesi amaçlanmaktadır. Çünkü Türk din adamlarının örgütlediği bir İslam dininin Almanlaşmasının daha zor olacağına inanılmaktadır. Bu hedefleri gerçekleştirmek için atılan ilk adım da hutbelerin Almanca verilmesi çalışması olmuştur. Bunların haricinde, Müslüman topluluğun sivil örgütlenmesini engellemek için, derneklerinin sudan sebeplerle kapatılması ya da derneklerin güvenlik birimleri ile aktif işbirliğine zorlanması, Müslüman kimliğini taşıyan her gerçek ve tüzel kişinin terörist olmadığını ve teröre karşı koyduğunu beyan etmesi ve hatta bunu kanıtlamasının beklenmesi gibi ayrımcı davranışlarla karşı karşıya kaldıkları bilinmektedir. Almanya’da dini eğitim konusunda ise yine Müslümanların geri planda bırakıldığını görmekteyiz. Alman Anayasası’nın “Devlet okullarında, din eğitimi mecburi bir disiplindir.” şeklindeki 7’nci maddesinin 3’üncü fıkrası, 122 Almanya’nın, çanak antenlerin görüntü kirliliği yarattığı gerekçesi ile bir proje hazırlamıştır. Bu proje ile Türkçenin gündemden düşmesi için Almanya’da çanak antenle izlenen özel Türk televizyonlarını etkisinin kırılması ve kablo televizyonunun zorunlu hale getirilmesi hedeflenmektedir. 69 okullarda din dersleri düzenlemesini zorunlu kılmaktadır. Ancak öğrenciler, ailelerinin talebi üzerine ya da 14 yaşına geldikleri zaman din dersinden muaf olabilmektedirler. Din eğitimi, kilise ve dini cemaatlerle işbirliği içerisinde düzenlenmektedir. Devletin genel çerçevesini düzenlediği ve denetim hakkının bulunduğu derslerin içeriği kiliseler ve cemaatler tarafından belirlenmektedir. Okullarda, Katolik, Protestan, Ortodoks, Musevi gibi dinlerin yanı sıra mensubu çok az olan inançların da eğitimi verilmektedir. Örneğin on bine yakın Süryani’nin yaşadığı Hessen eyaletinde, Süryanilik dersi verilebilmektedir. Ancak 3 milyondan fazla Müslüman’ın yaşadığı ülkede, İslam dersi konusu hala düzenlenmiş değildir. Alman hükümeti, Müslüman Ayrıca, kablolu televizyonda olacak bir Türk kanalının da az seyredilen bir kanal olacağı değerlendirilmektedir. ÜÇÜNCÜ BÖLÜM TÜRKİYE –AVRUPA BİRLİĞİ İLİŞKİLERİNDE AZINLIKLAR 3.1. OSMANLI İMPARATORLUĞU’NDAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NE GAYRİMÜSLİMLER Bir halk deyimine göre “yetmiş iki milletin yaşadığı” Anadolu coğrafyası gibi zengin etnik kimliğe ve çok kültürlü yapıya sahip 123 geniş bir coğrafi alanda kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmış bir devlet olmakla birlikte birçok özelliğini de bu büyük İmparatorluktan devralmıştır. 124 Nitekim günümüz Türkiye’sinin sahip olduğu çok kültürlü ve etnikli toplum yapısının biçimlenmesinde de Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük etkisi bulunmaktadır.125 Osmanlı Devleti, çeşitli din, dil, ırk ve kültürlere mensup milletlerden oluşan bir imparatorluktu. Devlet, hâkim unsur Türk milletinin idaresi altında, sınırları içinde bulunan bu milletleri belli statülerde, şeri ve örfi hukuk çerçevesinde yönetmiştir. Şerî ve örfî hukuk sisteminde, imparatorluk içerisinde Türk milleti dışında kalan Müslüman nüfus ana unsura dahil olarak düşünülmüş ve bu unsurlar Türk milleti ile aynı statü içerisinde kabul görmüştür. İmparatorluğun insan unsuru içinde önemli bir yer tutan Gayrimüslimler ise hâkim unsurdan farklı olarak ele alınmış ve değişik usuller ile yönetilmiştir. Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslimler, yönetim anlayışı ve geleneklerine uygun olarak, ayrı ayrı sosyal gruplar şeklinde teşkilâtlandırılmışlardır. Bu oluşumda etnik veya coğrafi bir gruplaşma değil, dini bir gruplaşma esas 123 SARAÇLI, a.g.e., s:113’den naklen Rıdvan AKAR, “Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları”, Modernleşme ve Çokkültürlülük, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, s:16. 124 Baskın ORAN (Ed.):Türk Dış Politikası: Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular,Belgeler,Yorumlar(Cilt I:1919-1980),(İstanbul:İletişim Yayınları,2002)s.21 125 Birsen GÖKÇE:Türkiye’nin Toplumsal Yapısı ve Toplumsal Kurumlar,(Ankara:Savaş Yayınevi,1996)223-225 71 alınmıştır. Millet sistemi126 denilen bu teşkilatlanmada, İslam hukukunun zimmet anlayışı ile değerlendirilen teşkilâtlanmaları ile bir Gayrimüslim gruplar kendi iç nevi müstakil görünüm arz ediyorlardı. Devlet tamamen pratik gayelerle, imparatorluk yapısına uygun olarak, bu grupların başlarındaki liderlerle ilişkilerini tanzim etmiş ve yürütmüştür. Kültürel bir kaynaşmayı hedeflemeyen Osmanlı Devleti, Gayrimüslimleri zamanına göre son derece çağdaş, insan haklarına uygun bir anlayışla her alanda serbest bırakmıştır. Gayrimüslim unsurlar bu yolla kendi kültürlerini muhafaza ve geliştirme imkanı bulmuşlardır. Zaman içinde gerek merkez, gerekse yerel yönetim birimlerinde en üst mevkilere kadar yükselen Gayrimüslimler, Tanzimat Fermanı, Islahat Ferman ve Kanun Esasi gibi önemli siyasi hukuki belgelerin hazırlanmasında ve uygulanmasında, 20. yüzyıl başlarında anayasal ve parlamenter sistemin işletilmesinde belirleyici bir etki yapmışlardır Osmanlı Devleti, “dahili siyasetini şeri ve örfi hukuk sistemleri çerçevesinde yönlendirmiş ve tanzim etmiştir. Böylece, birinin yetersiz kaldığı konularda öbürüne müracaat ederek, kendi kurduğu devlete ve müesseselerine işlerlik kazandırmaya çalışmıştır. Özellikle belirtmek gerekir ki, devlet yönetimine ve askerliğe ait hususlarda daha çok örfi hukuka yer verilmiştir. Bununla birlikte Osmanlı Devleti her iki sistemi kaynaştırarak kendisine has bir‘Osmanlı Hukuku’ meydana getirmeye çalışmıştır.” 127 Bu çerçeve içinde, Osmanlı Devleti bünyesinde yer alan Gayrimüslimler yönetim ve haklar bakımından “Millet Sistemi” olarak isimlendirilen sistem içinde değerlendirilmişlerdir. Osmanlı millet sisteminin veya diğer bir ifade ile Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslimlerin idari hukuki statülerinin ana kaynağı ise İslam Hukuku’ndaki “zimmet kurumu” idi.128 126 Millet Sistemi bir kompartıman sistemi olup bu sistem içerisindeki insanla kendi dini kompartımanının üyesi olarak en alttan en üst çizgiye kadar yükselme imkanına sahiptir ve bunun için de mücadele ederler. Yine her kompartımanın seçkinlerinin toptan askeri sınıfa mensup oldukları ve kompartımanlar arası geçişlerin de istenmediği bu sistemde Devleti Aliyye de kompartımanler arasında çıkabilecek olası çatışmaları önlemekle görevlidir.Bkz.İlber ORTAYLI:Osmanlı Barışı,(İstanbul:Ufuk Kitapları-Da Yayıncılık,2004),11-22 127 Bayram KODAMAN, II. Abdülhamid Devri Doğu Anadolu Politikası, Ankara: TKAE, 1987,s. 9. 128 Levent ÜRER,Azınlıklar ve Lozan Tartışmaları,(İstanbul:Derin Yayınları 2003), 72 Millet Sistemi bir kompartıman sistemi olup bu sistem içerisindeki insanlar kendi dini kompartımanının üyesi olarak en alttan en üst çizgiye kadar yükselme imkanına sahiptir ve bunun için de mücadele ederler. Yine her kompartımanın seçkinlerinin toptan askeri sınıfa mensup oldukları ve kompartımanlar arası geçişlerin de istenmediği bu sistemde ayrıca Devleti Aliyye de kompartımanlar arasında çıkabilecek olası çatışmaları önlemekle görevlidir. İslâm Hukuku’na göre zımmiler, İslam devleti tarafından zimmet adı verilen bir anlaşmaya dayanarak korunan toplulukları oluştururlar. Kısaca ifade edecek olursak, kendi dinlerini değiştirmeden bir İslam devletinin korumasından yararlanan, Müslüman olmayan diğer ilahi din mensubu kişilere “zımmi” adı verilir. Millet sistemi ile Gayrimüslimlere bir yandan din ve özel hukuk işlerinde büyük ölçüde müsamaha gösterilirken, bir yandan da Müslümanlardan ayrılmaları sağlanarak toplumdaki dinî hassasiyet de korunmuştur. Böylece millet sistemi ile Osmanlı toplumunda Gayrimüslimler ve Müslümanlar yan yana, aynı devletin hükümranlığı altında, ama farklı hukuk düzenlerine tabi olarak yaşamıştır . Millet sisteminin düşünülen bir diğer fonksiyonu da, gayrimüslimlerin ekonomik ve politik sisteme katılmalarını sağlaması idi. Bunlar, bir yandan kendi kültürlerini ve dinlerini koruyorlar, bir yandan da Osmanlılaştırılmaya çalışılıyordu. Genellikle sosyal yaşantılarında, kültürel özelliklerine bağlı olarak farklılaşmalar olsa da, ekonomik ve politik yaşantıda Osmanlı olmaları beklenmiştir. Temelinde İslami esaslara bağlılık yatan ve Osmanlı Devleti’nin yöneticileri tarafından idare kolaylığı sağlama amacıyla geliştirilerek orijinal bir kurum haline dönüştürülen millet sisteminin tarihi, Osmanlı Devleti’nde Fatih Sultan Mehmet’e kadar gitmektedir. Bu cemaatlerin başlarında bulunan İstanbul Rum ve Ermeni Patrikleri ve İstanbul Yahudi Hahambaşısı’na, topluluklarını yönetme masrafları için vergi toplama hakkı verilmiştir. Her milletin adliye, maliye ve eğitim örgütleri ayrı ayrı oluşturulmuştur. Millet gruplarına dahil olan Gayrimüslimler, devlet nazarında Osmanlı tebaası olarak kabul görmüşlerdir. Osmanlı İmparatorluğu’nun güçlü olduğu dönemde 73 iyi işleyen Millet Sistemi devletin zayıflamasına paralel olarak dağılmayı ve parçalanmayı hızlandıran en önemli nedenlerden biri haline gelmiştir. Yüzyıllarca Osmanlı egemenliği altında kendi din, dil, kültür ve geleneklerini yitirmeden yaşayan gayrimüslimler, Fransız Devrimi’nin getirdiği milliyetçilik akımlarının etkisiyle kendi ulus devletlerini kurma talepleriyle ortaya çıkmış ve bunun için ayaklanmışlardır. Bu çerçevede Osmanlı Devleti üzerinde çıkarları bulunan Batılı emperyalist devletler, gayrimüslimlerin söz konusu taleplerini kendi çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır. Osmanlı 129 İmparatorluğu’nda ilk ulusal ayaklanmayı, Padişah II. Mahmut döneminde, 1812’de Sırplar çıkarmış ve özerklik elde etmişlerdir. Daha sonra Mora Yarımadası’nda yaşayan Yunanlılar, 1829’da bağımsızlık talebiyle ayaklanmışlar ve 1830 yılında Yunanistan bağımsızlığını kazanmıştır. Milliyetçilik akımlarına ve gayrimüslimlerin ayrılma taleplerine karşı Osmanlı Devleti, dağılmayı önlemek amacıyla II. Mahmut’tan itibaren gayrimüslimlerle ilgili olarak eşitliği sağlamaya yönelik düzenlemeler yapmaya başlamıştır.Dağılma tehlikesini gören Osmanlı devlet adamları buna çözüm getirmek amacıyla 3 Kasım 1839 tarihinde “Tanzimat Fermanı”nı ilan etmişlerdir 130 . Böylece din esasına dayalı millet sistemi yerine, artık kozmopolit bir “Osmanlılık” fikri ikame edilerek, hakim millet anlayışı terkedilmiştir. Bütün devlet makamları ve rütbeler, Gayrimüslimlere açılmıştır. Gayrimüslimlerin Müslümanlar için şahitliği kabul edilmezken, Müslümanlar hakkında hüküm vermek üzere mahkemelerde üyelikleri yasal hale gelmiştir. Bu yeni statü ile Gayrimüslimler, Müslümanlara sağlanan haklardan yararlanmakla beraber,askerlikten muaf olmaları dolayısıyla, eğitim ve ticarette kendilerini daha da geliştirme fırsatını elde etmişlerdir. Böylece ayrıcalıklı, üstün bir statüye kavuşmuş oldular.131 129 İlber ORTAYLI: Osmanlı Barışı, İstanbul: Ufuk KitaplarıDağ.Yayıncılık,2004, s. 1122 130 Cevdet KÜÇÜK,”Osmanlılar da Millet Sistemi ve Tanzimant”Tanzimanttan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi C,4 S.1007 131 ÜRER,a.g.e s:122-123 74 Gayrimüslimlerin hukuki durumları ile ilgili olarak, Tanzimat Fermanı’nın yayınlanmasından itibaren yapılan yeni düzenlemeler ve gösterilen bütün çabalar, bu konudaki tartışmaları bitirmeye yetmedi. 18 Şubat 1856’da Babıali’de bütün bakanlar, yüksek memurlar, Şeyhülislam, Patrikler, Hahambaşı ve çeşitli cemaatlerin diğer ileri gelenlerinin hazır bulunduğu bir toplantıda okunarak yürürlüğe giren “Islahat Fermanı”,132 tartışmalara ve düzenlemelere yeni bir boyut getirdi. Fermanda Gayrimüslimlerle ilgili hükümlere bakıldığında amacın,Gayrimüslim tebaaya hak ve görevlerde Müslümanlarla eşitlik sağlamak olduğu görülmektedir. Gayrimüslim tebaaya askerlik görevinin eşitlik gereği olduğu hatırlatılmıştır. Tanınan çeşitli haklarla Gayrimüslimlerin devlet hizmetinde ve idaresinde söz sahibi olabilmeleri sağlanmıştır. Burada dikkati çeken nokta Gayrimüslimlerin dini temel esas alınarak kurulmuş olan Millet (cemaat) sistemindeki din adamlarının mutlak otoritesinden kurtarılmaları ve devlet idaresinde olduğu gibi cemaatlerinin yönetiminde de söz sahibi kılınmalarıdır. Yani bu fermanla Gayrimüslimler yalnız Müslümanlarla değil, kendi cemaatlerinin yönetiminde de din adamlarıyla bir ölçüde eşit kılınmışlardır.Böylece dinî liderlerin, onlardan kiliseleri yararına aldıkları vergi miktarını belirlerken kötü niyetli davranışlarından bıkan ve bu konuda devlete sayısız şikayette bulunan Gayrimüslimler kendi dini yönetimlerine karşı da korunmuşlardır. Islahat Fermanı’ndan sonra başlayan dönem Gayrimüslimlerin hukukî statüleri bakımından önemli gelişmelere sahne oldu. Fermanın hazırlanışı sırasında özellikle, İngiliz, Fransız ve Avusturya elçilerinin ısrarları sonucunda milletlerin yeniden düzenlenmeleri konusu gündeme geldi. Bu amaçla kurulan komisyonlar her “millet” için birer nizamnâme hazırladılar. 1862-65 yılları arasında tüm milletler için yeni nizamnâmeler kabul edilerek, Babıali tarafından onaylandı ve yürürlüğe girdi. Böylece cemaatler ve Batılı ülkelerce “anayasa” olarak adlandırılan bu düzenlemelerle her “millet” için laik üyelerin de bulunduğu genel meclisler ve 132 Nuri ADIYEKE, “Islahat Fermanı Öncesinde Osmanlı İmparatorluğunda Millet Sistemi ve Gayrimüslimlerin Yaşantılarına dair”a.g.e.s:183 75 eyaletlerde yerel meclisler kuruldu.133 Tanzimat’la birlikte başlayan reform çabaları çerçevesinde yerel yönetimlerde de yeni düzenlemelere gidilmiştir. Yeni düzenlemeler çerçevesinde oluşturulan yerel yönetim birimlerinde gayrimüslimler de yer almışlardır. 1864 tarihinde gayrimüslimlerin Müslümanlarla eşit şartlarda yerel yönetimlere katılmalarını sağlamak amacıyla “Vilayet Nizamnamesi” çıkarılmıştır. Gayrimüslimler, söz konusu Nizamnameyle oluşturulan vilayet, sancak ve kaza merkezlerindeki idare meclislerinin hepsinde temsil edilmişlerdir. Yine bu Nizamnameyle vilayet, sancak ve kazalarda kurulan hukuk ve ceza mahkemelerinde gayrimüslimler de yer almaya başlamıştır. Ayrıca taşrada, gayrimüslimlerden sorgu hakimliği yapanlar da olmuştur. Şüphesiz Gayrimüslimlerin devlet içindeki hukukî 134 statülerinde meydana gelen gelişmelerde esas dönüm noktası 1876 Kanuni Esasi’sidir. Gayrimüslimlerin de iştirakiyle hazırlanan Kanuni Esasi’nin din ve mezhep farkı gözetmeksizin “Osmanlı” saydığı (Md.8) tebaaya tanıdığı başlıca haklar, şahsi hürriyet (Md.910), basın hürriyeti (Md.12), ticari, sınai ve zirai her türlü dernek ve ortaklıklar kurma hakları (Md.13), öğretim ve öğrenim hürriyeti (Md.22)’dir. On birinci madde devletin resmi dinini, İslam dini olarak tespit ettikten sonra, “Osmanlı İmparatorluğu’nda tanınmış bütün dinler” için, amme intizamına ve adaba aykırı olmamak şartıyla, serbest ibadet hakkı tanımakta, çeşitli dini cemaatlerin kiliselerine bahşedilmiş bulunan imtiyazları teyit etmektedir. Osmanlı Devleti’nde Tanzimat’la birlikte yönetimin modernleştirilmesi ve düzenlenmesi bakımından yerel yönetim birimlerinde de önemli değişikliklere gidilmiştir. Bu yeni düzenlemelerle oluşturulan bütün yerel yönetim birimlerinde Gayrimüslimler de yer almışlardır.135 Osmanlının son dönemlerinde gayrimüslim unsurların nüfusları incelendiğinde Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslimlerin nüfus kayıtları esas itibarıyla bağlı bulundukları millet teşkilâtları tarafından tutulmakta, doğum, 133 Benjamin Braude,”Osmanlı Millet Düzeninin Kuruluş Efsaneleri”Tarih ve Toplum Çev.Kurtuluş Dinçer,İstanbul,C.7 S.41,1987,S.12-15 134 BOZKURT, Gayrimüslim Osmanlı Vatandaşlarının Hukuki Durumu, s. 86 135 ÜRER,a.g.e s.133 76 ölüm ve evlenme işleri patrikhanelerce yürütülmekteydi.136 Osmanlı Devleti genelinde Gayrimüslim unsurların, coğrafî yerleşimi ve nüfus dağılımlarında farklılıklar vardı. Katolik olmayan toplumlar, Katoliklere göre daha düzenli bir dağılış gösteriyorlardı. Museviler ise daha çok ticaretin yoğun olduğu yerlerde yaşıyorlardı. Ortodokslar (geniş ölçüde Rumlar), Türkiye’de daha ziyade Doğu Karadeniz kıyıları, Marmara ve Ege kıyıları ile Ege ve Akdeniz adalarında çoğu kez azınlık olmak üzere dağılmışlardır. Ermeniler de buna benzer bir dağılış gösteriyorlardı. En çok bugünkü Ermenistan ve Çukurova’da bulunuyorlardı. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun hiç bir döneminde ve hiç bir yerinde çoğunluk olmamışlardır. Türkiye sınırları itibarıyla Doğu Anadolu ve Çukurova’da azınlık olarak yaşıyorlardı. Bu unsurların Türkiye genelindeki nüfus durumları ise şöyledir;137 Tablo 1: 20.Yüzyıl Başlarında Türkiye’de Müslüman ve Gayrimüslimlerin Nüfuslar SAYIM MÜSLÜMANLAR % G.MÜSLİMLER % TOPLAM 1881/1882 9,330,671 77.34 2,733,515 22.66 12.064.186 1906/1907 11.633,507 77,51 3,376,231 22,49 15,099,738 1914 12.997.459 80.91 3.066.602 19.09 16.064.061 Tablo 2: 20.Yüzyıl Başlarında Türkiye’de Rum Nüfusu SAYIM RUM NÜFUSU % TOPLAM 1881/1882 1.325.735 10.99 12.064.186 1906/1907 1.994.850 11.95 15,099,738 1914 1.553.619 9.67 16.064.061 136 Özlem YÜCEL, Lozan Barış Antlaşması Işığında Türkiye’nin Azınlıkların Korunmasıyla İlgili Meseleleri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniv., Sosyal Bilimler Enst., İstanbul, 1992, s:37. 137 Kemal H. KARPAT, “Millets and Nationality The Roots of the Incongruity of Nation and State in the PostOttoman Era” C: I., New York / London: CJOE, 1982, s. 141169. 77 Tablo 3: 20 Yüzyıl Başlarında Türkiye’deki Ermeni Nüfusu SAYIM ERMENİ NÜFUS % TOPLAM 1881/1882 974.186 8,08 12.064.186 1906/1907 1,059,327 7,06 15,099,738 1914 1,212.973 7.55 16.064.061 Tablo 4: 20.Yüzyıl Başlarında Türkiye’deki Yahudi Nüfusu SAYIM YAHUDİ NÜFUS % TOPLAM 1881/1882 90.605 0.75 12.064.186 1906/1907 121.378 0.81 15,099,738 1914 130.595 0.81 16.064.061 3.2. LOZAN ANTLAŞMASI VE AZINLIKLAR KONUSU Zor şartlarda geçirilen, ancak başarı ile sonuçlanan kurtuluş mücadelesinin sonunda yeni Türkiye Cumhuriyeti uluslar arası alanda tanınmasına ve şekline yön verecek olan Lozan Antlaşmasını da yine aynı başarı ile tamamlamıştır. Lozan Antlaşmasında, ”Misakı Milli” sınırları içinde, tam bağımsız bir devlet olarak varlığını sürdürmek amaç olmuştur. Lozan Antlaşmasının hala geçerliliğini koruması tarihi ve siyasal önemini kanıtlayan noktalardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır. Lozan görüşmeleri yeni Türk devleti için bir çok sorunu çözüme kavuşturmuştur.138 Önemli sorunlardan biriside azınlıklar sorunudur. Mudanya Mütarekesinden sonra, İsviçre'nin Lozan şehrinde, kesin bir barış antlaşması yapılması için toplanan konferansa İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Romanya, Sırp ,Hırvat, Sloven Devleti ve Japonya ile Türkiye adına TBMM Hükümeti katılmıştır. Belli konularda Rusya, Bulgaristan da konferansa etmişti.Lozan katılmış, ABD ise Barış Konferansına konferansa gözlemci olarak giden Delegeler Kurulu'na 138 SARAÇLI, a.g.e., s:116’dan naklen OKUTAN,a.g.e., s:41. iştirak Ankara 78 14maddeden oluşan bir direktif verilmiştir.139 Bu direktifte azınlıklar konusu ile ilgili maddeler kısaca: Madde 1. Doğu Anadolu'da bir Ermeni yurdu kurulması konusundan kesinlikle söz edilemez. Edilmek istenirse görüşmeler kesilecektir. Madde 9. Azınlıklar konusundaki esas, karşılıklı değiştirmedir. Madde 10.Cemaatler (dinsel azınlıklar) ve İslam vakıflar hukuku eski antlaşmalara göre sağlanacaktır şeklindedir 140 . Talimatın amacı Türkiye’nin sınırlarını çizmek ve bağımsızlığını garanti altına almaktır. Burada dikkatleri çeken en önemli husus, iki konuda Delegasyona kesin talimat verilmiş olmasıdır. Eğer Müttefik Devletler, Ermeni yurdu kurmak ve kapitülasyonları korumak konularında ısrar ederlerse Delegasyon TBMM Hükümetine sorma ihtiyacını bile duymadan reddedecek, gerekirse görüşmeleri kesip ülkeye döneceklerdir. Bu durum, TBMM Hükümetinin anılan konularda ne kadar hassas ve kararlı olduğunu göstermektedir. 21 Kasım 1922'de başlayan Lozan Konferansı, itilaf devletlerinin Sevr Antlaşması’nı temel alma yönündeki dayatmasına Türkiye'nin direnmesi ve görüşmelerin zaman zaman kesintiye uğraması nedeniyle sekiz ay sürmüştür. Konferansta asıl mücadele İngiltere ve Türkiye arasında cereyan etmiştir. Müzakerelerde en kuvvetli tartışmaların yaşandığı konulardan birisi de azınlıklar sorunudur. Türkiye hemen hemen tüm taraflarla azınlıklar konusunda mücadele etmiş ancak en büyük zorluğu İngiltere karşısında yaşamıştır. Tartışmalara temel teşkil eden konu azınlık anlayışındaki farklı bakış açıları olmuştur. Yukarıda da ifade edildiği gibi o dönemde hakim güç olan İngiltere ve Birinci Dünya Savaşı galibi diğer ülkeler azınlık kavramını 139 Baskın ORAN, Türk Dış Politikası:Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler,Yorumlar, Cilt 1 (1919-1980) İmaj Yayıncılık, Ankara, 2001, s:105-107. 140 S.L. MERAY, Lozan Barış Konferansı Tutanaklar Belgeler, Takım I., Cilt:1, Kitap:2, Ankara, 1970, s:150. 79 çok daha kapsamlı tutmak istemişler ancak, Türk heyeti azınlıklar ifadesinin “Müslüman olmayan” bireyleri kapsaması gerektiğini savunmuştur.141 Çetin tartışmalar sonrasında Türk tarafının görüşü kabul edilmiş ve azınlıklar sorunu bu çerçevede çözüme ulaştırılmıştır. İngiliz heyeti başkanı ve İngiltere Dış İşleri Bakanı Lord Curzon, 9 Ocak 1922 günü yapılan oturumda, bu konuya ilişkin şunları söylemiştir: "Alt Komisyonun Türk Temsilci Heyeti'ne verdiği iki büyük tavize geçiyorum. Alt Komisyon önce, bütün etnik azınlıkların, başka bir deyişle, Müslüman olmayan azınlıklar gibi, Müslüman azınlıkların da (Örneğin; Kürtlerin, Çerkezlerin ve Arapların) tasarıdaki koruma tedbirlerinden yararlanmalarında direnmişti. Türk Temsilci Heyeti, bu azınlıkların korunmaya ihtiyaçları olmadığını ve Türk yönetimi altında bulunmaktan tamamıyla memnun olduklarını söylemiştir. Durumun gerçekten böyle olduğunu ummak isterim. Ne olursa olsun, Alt Komisyon, bu inandırıcı sözler üzerine, koruma tedbirlerini, yalnız Müslüman olmayan azınlıklarla sınırlamayı kabul etmiştir." 142 Türk Temsilci Heyeti, durumu böyle görmemektedir. Türkiye'de hiçbir Müslüman azınlık yoktur. Çünkü kuramsal yönden olduğu kadar, uygulamada da, Müslüman nüfusun çeşitli unsurları arasında hiçbir ayrım gözetilmemektedir." Türk Heyeti Başkanı İsmet Paşa, Lord Curzon'un bu sözleri üzerine verdiği cevapta şunları ifade etmiştir: "Azınlık terimine sihirli bir anlam verilmesi, müttefiklerce, Türk Temsilci Heyeti'ne yapılmış önemli bir taviz gibi gösterilmektedir. Türk Temsilci Heyeti, durumu böyle görmemektedir. Türkiye'de hiçbir Müslüman azınlık yoktur. Çünkü kuramsal yönden olduğu kadar,uygulamada da, Müslüman nüfusun çeşitli unsurları arasında hiçbir ayrım gözetilmemektedir." Türk Heyeti üyesi Dr. Rıza Nur Bey ise Alt Komisyon toplantılarında bu konudaki görüşlerini şöyle dile getirmiştir: "Tarih, Türkiye'de azınlıklar sorununa, her zaman, Müslüman olmayanların konu olduğunu göstermektedir. Bu yüzden, biz de Misakı Millimizde bu kelimeyi bu anlamda anladık ve Alt Komisyona sunmakla onur duyduğumuz 141 MERAY, a.g.e., s:150. 142 GÜLER, a.g.e., s:17’den naklen Dr. Rıza Nur’un Lozan Hatıraları, İstanbul, 1991, s:83. 80 tasarıda da bu anlamda anlamaktayız.” Misakı Milli’nin 5. maddesi ile resmiyet kazanan Gayrimüslimlerin azınlık oldukları yönündeki anlayış Kurtuluş Savaşı (1919-1922) sonrası Lozan Konferansı’na katılan Türk yetkililerce de sürdürülmüş ve Konferans’ta, Müttefiklerin dönemin standardı olan ve bütün ülkelere kabul ettirilen “soy, dil, din azınlıkları” ölçütünü ileri sürmelerine karşılık tarihsel olarak Osmanlı’da yalnızca Gayrimüslimlerin azınlık sayıldığı hususu karşı argüman olarak savunulmuş zorlu müzakereler sonucunda Müttefik devletlere kabul ettirilmiştir .143 Lozan Antlaşması'nın azınlıklarla ilgili maddeleri, antlaşmanın üçüncü bölümünde ve "Azınlıkların Korunması" başlığı altında, 37'den itibaren 45’nci maddeye kadar yer alan 9 maddeden oluşmaktadır. Söz konusu maddeler, "azınlık" olarak tabir edilen gayrimüslim (Müslüman olmayan) unsurların durumu hakkındadır. Azınlıklar konusunun uzmanı Prof. Dr. A. Mandelstam, antlaşmanın imzalanmasından iki yıl sonra, Lozan Antlaşması'nın 39’ncu maddesinin, "medeni ve siyasal haklarda eşitlik şartını yalnız Müslüman olmayanlar için koyduğunu" yazmıştır. Lozan Antlaşmasının incelemesine geçmeden önce yerini aldığı Sevr Antlaşmasını azınlıklar yönünden kısaca incelemekte fayda olacaktır. 3.2.1. Sevr Antlaşmasında Azınlıklar Lozan’ın aksine, Sevr'de bu konunun ayrı bir "Bölüm" (md.140-151) halinde düzenlenmesi, konuya Müttefiklerin verdiği önemi göstermekteydi. İlgili maddelerden 140, 141, 145, ve 147. maddelerin hiçbir biçimde değiştirilemeyeceği antlaşmada karara bağlanıyordu. Antlaşma maddelerini kısaca şu şekilde ifade edebiliriz:144 Md. 141; Türkiye'de oturan herkese negatif haklar getirmekteydi . 143 ORAN,a.g.e s:222 144 Selim DERİNGİL,”II.Abdülhamit’in Dış Politikası”, Tanzimant’tan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi,C.2,İstanbul, İletişim Yayınları,1985,s.304-307 81 Md. 142; tanınmaması 1 Kasım 1914'ten kararlaştırılmıştır. Bu sonraki hükmün, İslam'ı özellikle, benimsemelerin tehcire dahil edilmemek amacıyla Müslüman olan Ermenilerin eski dinlerine dönebilmeleri için düzenlendiği anlaşılmaktaydı. Ermeni dönüşüyle ilgili bütün maddelerde olduğu gibi, bu hükme de Lozan'da rastlanmamaktadır. Md. 143; Türk ve Yunan halklarının karşılıklı ve gönüllü göçüne ilişkin özel bir sözleşme yapılacağına ilişkindir. Lozan'daki karşılıklı göç, ileride de göreceğimiz gibi, zorunlu tutulacaktır. Md. 144; 1 Ocak 1914'ten beri, yurtlarından kovulmuş, Türk soyundan olmayan Osmanlı uyrukları yurtlarına dönebileceklerdir. Bunlara ait olan ve “Emvali Metruke” diye anılan taşınır ya da taşınmaz mallar kimin elinde bulunurlarsa bulunsunlar, bir an önce geri verilecektir ve bu el koymalar geçmişte ve gelecekte hükümsüz olacaktır. 1 Ocak 1914'ten sonra bu mallar üzerinde yapılan bütün satış işlemleriyle, hak yaratan işlemlerin geçersiz sayılması kararlaştırılmıştır. Tehcir edilen veya evlerini terk eden Ermenilerin geri dönerek mallarına sahip çıkmalarını öngören bu hüküm, bu mallara el koymuş bulunan eşraf ve özellikle de Kürt aşiret ağaları için yeni zorluklar demekti. Bu madde hükümlerine Lozan'da rastlanmayacaktır. Md. 145; Osmanlı Hükümeti, Sevr'in yürürlüğe girmesinden başlayarak iki yıllık bir süre içinde; Müttefik Devletlere, soy azınlıklarının orantılı temsili ilkesine dayalı bir seçim sistemi düzenlenmesi tasarısı sunacaktı. Bu hükme Lozan'da rastlanmayacaktır. "Herhangi bir Osmanlı uyruğunun, gerek özel gerekse ticaret ilişkilerinde, din, basın ya da her çeşit yayın konularıyla açık toplantılarında, dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır. Türkçe'den başka dil konuşan Osmanlı uyruklarına, mahkemelerde, ister sözlü ister yazılı olsun, kendi dillerini kullanabilmeleri bakımından uygun düşen kolaylıklar sağlanacaktır." Savaştan sonra ilk yapılan azınlıkları koruma antlaşması olan Polonya antlaşmasından alınan bu hüküm, aynen Lozan md.39/4 ve 5'te tekrarlanacaktır; şu farkla ki, Lozan’da mahkemelerde kendi dilini kullanmak yalnızca sözlü olarak 82 mümkün kılınacak, böylece Türkçe'den başka bir dilin yazılı olarak hiçbir resmi dairede kullanılmaması sağlanmıştır. Md. 146; Osmanlı Hükümeti yabancı üniversite ve okullardan verilmiş diplomaları tanımayı ve bunların sahiplerinin meslek icra etmelerine engel olmamayı üstlenmektedir. Bu hükme de Lozan'da rastlanmayacaktır. Md. 147-148;"Soy, din ya da dil azınlıklarından olan Osmanlı uyrukları", kuracakları her türlü kurumları ve okulları "bağımsız olarak ve Osmanlı makamları hiçbir biçimde karışmaksızın" kuracak, yönetecek ve denetleyeceklerdir. Aynı hüküm Lozan'da da vardır, ama "hiçbir biçimde karışmaksızın" terimi kalkacak, "soy, din ya da dil"in yerine de "gayrimüslimler" terimi gelecektir. Md. 149-150; Bütün soy azınlıklarının kilise ve okul konularındaki özerkliğini sağlayan bu hükümlere de Lozan'da rastlanmayacaktır. Nihayet 151. maddede, Müttefik Devletlerin garantörlüğü öngörülmüştür. Buna göre, Antlaşmanın azınlıklarla ilgili hükümlerinin yerine getirilmesini güvence altına almak için Osmanlı Devleti’nin alması gereken önlemleri, MC Konseyi ile birlikte inceledikten sonra, Müttefik Devletlerin saptayacağı karara bağlanmıştır. Böylece, Sevr'in çok önemli olan ve Osmanlı devletine müdahaleyi en kolay biçimde sağlamaya yönelik olarak konulan bu bölümdeki hükümlerin geleceği, tamamen büyük devletlere bırakılmakta ve Osmanlı Devleti bu koşulu şimdiden kabul ettiğini bildirmektedir. Lozan'da bu konuda önemli değişiklik yapılacak, anlaşmazlık halinde karar Uluslar Arası Daimi Adalet Divanına bırakılacaktır . 83 3.2.2. Lozan Antlaşmasında Azınlıklar Azınlıklar Alt Komisyonu, çalışmalarına Baksan Montagna tarafından sunulan ve antlaşmaya temel olacak genel ilkeleri inceleyerek başlamıştır. Bu ilkeler 10 paragraf halinde düzenlenmiş olup şöyledir 145 : 1. Genel af, 2. Soy, dil ve din azınlıklarının özgürlüğü ve korunması için genel güvenceler, 3. 1 Kasım 1914’den itibaren ailelerinden ayrılmış kimselerle, mallarından yolsuz yöntemsiz yoksun bırakılmış kimselere mallarının geri verilmesi çalışmalarının benimsenmesi ve bunlara ara verilmemesi, 4. Azınlıkların isteğe bağlı göç özgürlükleriyle yurt içinde dolaşım özgürlükleri, 5. Azınlıkların yurttaşlık hakları bakımından eşitliğiyle, dinsel ve siyasal eşitlikleri, 6. Askerlik hizmetinden bağışıklık, 7. Azınlıklar için öğretim, eğitim amaçları ve insancıl amaçlarla dernek kurma özgürlükleri ve kamu giderlerinden hak gözetir paylar ayrılması, 8. Azınlık okul ve kiliselerinin statüsü, 9. Azınlıkların korunması konusunda alınacak tedbirlerin yürürlüğe konulmasına ilişkin güvenceler ve bu konuda MC ile işbirliği, 10. Ermeniler için ulusal yurt. Diğer yandan, TBMM Hükümeti, Konferansa giden Delegasyona 14 maddelik bir talimat vermiştir. Söz konusu talimat, TBMM Hükümetinin temel görüşlerini içerdiği için çok önemlidir. Burada bahsedilen 14 madde şu şekildedir :146 (Dokuz maddesinin bizzat azınlık konularıyla ilgili olması dikkatten kaçırılmamalıdır.): 145 ORAN, Türkiye’de Azınlıklar, Kavramlar, s. 28. 84 1. Doğu Sınırı: Ermeni Yurdu söz konusu olamaz. Olursa görüşmeler kesilir. 2. Irak Sınırı: Süleymaniye, Kerkük ve Musul livaları istenecek, Konferansta başka bir durum ortaya çıkarsa hükümetten talimat alınacaktır. 3. Suriye sınırı: Sınırın düzeltilmesi için çalışılacak ve bu sınır şöyle olacaktır: Re’si İbn Hani’den başlayarak, Harim, Müslimiye, Meskene sonra Fırat Yolu, Derizor, Çöl, nihayet Musul vilayeti güney sınırına ulaşacaktır. 4. Adalar: Duruma göre davranılacak, kıyılarımıza pek yakın olan adalar Türkiye’ye katılacak, olmazsa Ankara’dan sorulacaktır. 5. Trakya Sınırı: 1914 sınırının elde edilmesine çalışılacaktır. 6. Batı Trakya: Misakı Milli maddesi yani orada yaşayan Müslümanların halk oyuna başvurulacaktır. 7. Boğazlar ve Gelibolu Yarımadası’nda yabancı bir askeri kuvvet kabul edilemez, bu nedenle görüşmeleri kesmek gerekirse önceden Ankara’ya bilgi verilecektir. 8. Kapitülasyonlar kabul edilemez, bu yüzden görüşmeleri kesmek gerekirse gereken yapılacaktır. 9. Azınlıklar: Mübadele esastır. 10. Osmanlı Borçları: Türkiye’den ayrılan ülkelere paylaştırılacak, Yunanistan’dan alınacak tamirat bedeline mahsup edilecek, olamazsa 20 yıl ertelenecek ve Düyunu Umumiye İdaresi kaldırılacak, zorluk çıkarsa hükümetten sorulacaktır. 11, Ordu ve donanmaya sınırlama konulması söz konusu olmayacaktır. 12. Yabancı kuruluşlar, Türkiye kanunlarına uyacaklardır. 146Funda KESKİN, “ Dünya Savaşı Ertesinde Uluslararası Hukukta Azınlıkların Korunması” ,(ed.) Çağrı ERHAN, Yaşayan Lozan, Ankara: DÖSİM Basımevi, 2003, s. 227 85 13. Türkiye’den ayrılan ülkeler için Misakı Milli’nin ilgili maddeleri geçerlidir. 14. İslam cemaat ve vakıflarının hakları, eski anlaşmalara göre sağlanacaktır.147 Talimatın amacı Türkiye’nin sınırlarını çizmek ve bağımsızlığını garanti altına almaktır. Burada dikkatleri çeken en önemli husus, iki konuda Delegasyona kesin talimat verilmiş olmasıdır. 148 Eğer Müttefik Devletler, Ermeni Yurdu kurmak ve kapitülasyonları korumak konularında ısrar ederlerse Delegasyon TBMM Hükümetine sorma ihtiyacını bile duymadan reddedecek, gerekirse görüşmeleri kesip ülkeye döneceklerdir. Bu durum, TBMM Hükümetinin anılan konularda ne kadar hassas ve kararlı olduğunu göstermektedir. Söz konusu talimat kısa ve açıklayıcı olmadığı için, görüşmeler süresince, değişen her yeni koşul ve öneri karsısında Türk delegasyonu TBMM’nin görüsüne telgraflar aracılığıyla başvurmuş ve bizzat Mustafa Kemal’le çok yoğun bir telgraf trafiği sürdürülmüştür . Bu çerçevede başlayan çalışmalar sonucu azınlıklar konusu, Sevr'in aksine, Lozan’da ayrı bir bölüm olarak değil, daha az önemsendiğini gösterir biçimde, Siyasal Hükümler içinde bir kesim (md. 37-45) olarak ele alınmıştır. Ancak Türkiye’de Lozan Antlaşması’nın, azınlıkların korunması ile ilgili maddelerinin içeriği hakkında görüş birliği bulunmamaktadır. Bu maddelerle tanınmış olan hakların sadece azınlıkları ilgilendirdiğini, azınlıklar dışındaki nüfusa uygulanamayacağı görüşünde olanlar bulunduğu gibi 47 , azınlıkların yanında azınlık olmayan vatandaşlara da haklar tanındığını ileri sürenler bulunmaktadır. Lozan Antlaşması’nın söz konusu 48 maddelerinin incelenmesine geçmeden önce bazı yorum kurallarının açıklanması yararlı olacaktır. Antlaşmaların yorumlanması ile ilgili kurallar 1969 tarihli Viyana Antlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin 31(1)’inci maddesinde “Bir antlaşma, antlaşmanın içeriği ile bağlantılı olarak ve konu ve amacının ışığı altında, 147 Funda KESKİN, “ Dünya Savaşı Ertesinde Uluslararası Hukukta Azınlıkların Korunması” , (ed.) Çağrı ERHAN, Yaşayan Lozan, Ankara: DÖSİM Basımevi, 2003, s. 227. 148 Levent ÜRER, Azınlıklar ve Lozan Tartışmaları, İstanbul: Derin Yayınları,2003, s. 199-202. 86 terimlerinin olağan anlamına uygun bir biçimde iyi niyetle yorumlanmalıdır” şeklinde ifade edilmiştir.149 Buna göre “iyi niyet ilkesi” ile taraflardan birinin, antlaşma maddelerinde yer alan anlamı belirsiz ifadelerden, tarafların niyeti dışında yararlanması önlenmektedir. “Antlaşma terimlerinin olağan anlamlarının aranması ilkesi” gereği, eğer bir antlaşmanın terimleri açıksa yoruma gerek yoktur.150 Eğer, taraflar hep birlikte bir terime özel bir anlam vermişler ise o zaman bu anlamın göz önüne alınması gerekmektedir. Bir antlaşmanın yorumu yapılırken, “antlaşmanın bağlantılarının göz önünde tutulması ilkesi” gereği, antlaşma metninin içinde yer alan bütün hükümler, antlaşmanın oluşturduğu genel sistem, antlaşmanın başlangıcı, birbirleriyle bağlantılı antlaşmalar ya da öteki hukuksal belgeler de dikkate alınmalıdır. Ayrıca bir antlaşma yorumlanırken “konusuna ve amacına uygun olarak” ve “antlaşmanın etki doğurmak üzere” yapıldığı dikkate alınarak yorumlamak gerekmektedir. Antlaşmanın maddelerini bu ilkeler çerçevesinde inceleyecek olursak Madde 37. “Türkiye, 38’inci maddeden 44’üncü maddeye kadar olan maddelerin kapsadığı hükümlerin, temel yasalar olarak tanınmasını hiçbir kanunun, hiç bir yönetmeliğin (tüzüğün) ve hiçbir resmi işlemin bu hükümlere aykırı ya da bunlarla çelişir olmamasını ve hiçbir kanun, yönetmelik (tüzük) ve hiçbir resmi işlemin söz konusu hükümlerden üstün sayılmamasını yükümlenir ( taahhüt eder).” Bu hüküm, savaşı bitiren bütün azınlık koruma antlaşmalarında ve Sevr'in 140’ncı maddesinde temel nitelikleriyle bulunmaktaydı. Burada, altını çok güçlü bir biçimde çizerek, bu kesimde getirilmiş hakların Türk makamları tarafından hiçbir biçimde geri alınamayacağı karara bağlanmıştı. Madde 38.“ Türk Hükümeti, Türkiye'de oturan herkesin doğum, bir ulusal topluluktan olma (milliyet, nationalité), dil, soy ya da din ayrımı yapmaksızın, hayatlarını ve özgürlüklerini korumayı tam ve eksiksiz olarak 149 Ali GÜLER, Askeri Tarih Bülteni, C. 25, No:48 (Şubat 2000), s. 50-51 150 ORAN, “ Lausanne Barış Antlaşması” , Türk Dış Politikası, s. 217-218. 87 sağlamayı yükümlenir. Türkiye'de oturan herkes, her dinin mezhebin ya da inancın kamu düzeni ve genel ahlaka aykırı olmayan gereklerini ister açıkça ister özel olarak, serbestçe yerine getirme hakkına sahip olacaktır. Müslüman olmayan azınlıklar bütün Türk vatandaşlarına uygulanan ve Türk Hükümeti tarafından milli savunma ya da kamu düzeninin korunması için ülkenin tümü ya da bir parçası üzerinde alınabilecek tedbirler saklı kalmak şartıyla, dolaşım ve göç etme (yerleşme) hakkından tam olarak yararlanacaklardır.” Görüldüğü gibi, bu madde negatif haklar getirmekteydi. Yalnız, öz bakımından Sevr madde 141 ile benzeşen bu hükümlerde dikkati çeken husus, "azınlıkların korunması" başlıklı bir kesimde vatandaşların dışındakilere ve hatta "Türkiye'de oturanlar"a bile hak getirilmiş olmasıydı. Lozan tutanaklarına bakıldığında Türk heyetinin "soy, dil, din" ölçütlerine yaptığı itirazı müttefiklerin ancak bu maddenin kabul edilmesi sonucu kabul ettikleri ve Türkiye'deki Müslüman azınlıkları azınlık kapsamından çıkarmaya razı oldukları görülmekteydi. Müttefiklerin bundan amacının, Türkiye'de oturmakta olan kendi vatandaşlarını güvenceye almak olduğu tahmin edilebilir. Madde 39. “Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşları, Müslümanların yararlandıkları aynı yurttaşlık ( medeni hukuk ) ve siyasal haklardan yararlanacaklardır. Türkiye'de oturan herkes din ayrımı gözetilmeksizin kanun önünde eşit olacaktır. Din, inanç ya da mezhep farkı, hiçbir Türk vatandaşının yurttaşlık haklarıyla (medeni haklar) siyasal haklarından yaralanmasına ve özellikle kamu hizmet ve görevlerine kabul edilme, yükselme, onurlanma ya da çeşitli mesleklerde ve iş kollarında çalışmasına, sanayi ile uğraşmasına engel olmayacaktır. Bütün Türk vatandaşlarının, gerek özel, gerekse ticari ilişkilerinde, din, basın ve her çeşit yayın konusunda ve açık toplantılarda dilediği bir dili kullanmasına karşı hiçbir kısıtlama konulmayacaktır. Resmi dil mevcut olmakla birlikte, Türkçe'den başka dille konuşan Türk vatandaşlarına, mahkemelerde kendi dillerini sözlü olarak kullanabilmeleri için uygun kolaylıklar sağlanacaktır.” Sevr md. 145 de bu iki fıkrayı son fıkrasında birleştirmekteydi şu farkla ki, 88 orada mahkemelerde yazılı olarak da Türkçe'den başka dil kullanmak mümkün kılınmıştı. Madde 40.151 “Müslüman olmayan azınlıklara mensup olan Türk vatandaşları hem hukuk bakımından hem de uygulamada diğer Türk vatandaşlarına uygulanan aynı muamele ve aynı güvencelerden (garantilerden) yararlanacaklardır. Bunlar özellikle giderleri kendilerine ait olmak üzere her türlü hayır kurumuyla dinsel ya da sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dini ayinleri serbestçe yapmak konularında eşit hakka sahip olacaklardır.152 Burada dikkati çeken iki husus görülmektedir. Birincisi, "her türlü" okul dendiğine göre gayrimüslimler ilkokuldan üniversiteye kadar her türlü okula sahip olabileceklerdir; ikincisi, "eşit hak" dendiğine göre bunların kurulması, yönetilmesi ve denetlenmesi sürecinde çoğunluğun tabi olduğu kurallara tabi olacaklardır. Bu madde Sevr'in 147. Maddesiyle aynıdır, şu farkla ki Sevr’de "Osmanlı makamları hiçbir biçimde karışmaksızın" denmektedir. Madde 41. “Genel (kamusal) eğitim konusunda, Türk Hükümeti, Müslüman olmayan Türk vatandaşlarının önemli oranda oturdukları il ve ilçelerde, bu Türk vatandaşlarının çocuklarının ilk okullarda kendi dilleriyle eğitim yapmalarını sağlamak amacıyla uygun kolaylıklar gösterecektir. Bu hüküm, Türk hükümetinin söz konusu okullarda Türk dilinin öğrenimini zorunlu kılmasına engel olmayacaktır. Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşlarının önemli oranda bulundukları il ve ilçelerde, söz konusu azınlıklara devlet bütçesi, belediye ya da diğer bütçelerce, eğitim, din ya da hayır için ayrılan tutarlardan, hak gözetirliğe uygun ölçülerde pay ayrılacaktır. Sözü geçen tutar ilgili kurumların yetkili temsilcilerine ödenecektir.” 151 Azınlıklara 40.maddenin birinci cümlesiyle negatif hak,ikinci cümlesi ile ise pozitif bir hak tanınmaktadır. 152 Sevin TOLUNER, Milletlerarası Hukuk Açısından Türkiye’nin Bazı Dış Politika Sorunları,İstanbul: Beta, 2004, s. 32 89 Madde 42. “Türk Hükümeti, Müslüman olmayan azınlıkların aile durumlarıyla kişisel durumları (statüleri) konularında, bu sorunların adı geçen azınlığın görenek ve geleneklerine göre çözülmesine elverecek tedbirleri almayı kabul eder. birinin eşit 153 Bu tedbirler, Türk Hükümeti ile ilgili azınlıklardan her sayıda temsilcilerinden kurulu bir özel komisyonlarca düzenlenecektir. Anlaşmazlık çıkarsa, Türk Hükümeti ile Milletler Cemiyeti Avrupa hukukçuları arasından birlikte seçecekleri bir hakemi, üst hakem olarak atayacaklardır. Türk Hükümeti sözü geçen azınlıklara ait kiliselere havralara, mezarlıklara ve diğer dini kurumlara her türlü korumayı sağlamayı taahhüt eder. Aynı azınlıkların halihazırda Türkiye'de bulunan vakıflarına dini ve hayır kurumlarına her türlü kolaylık sağlanacak ve izin verilecektir. Türk Hükümeti yeni dini kurum ve hayır kurumu kurulması için, bu nitelikteki öteki özel kurumlara sağlanmış gerekli kolaylıklardan, hiçbirini esirgemeyecektir.” Burada azınlıklar lehine bir hak getirilmekteydi. Fakat 1926'da Medeni Kanunun kabulü sonucu resmi nikah zorunlu kılınınca, devlet, kilise veya havrada dinsel nikah yaptırmadan önce resmi nikah kıydırılmasını sağlamak için, gayrimüslimleri fıkranın getirdiği bu pozitif haktan feragât etmeye davet etti. Çünkü aksi halde Müslüman çoğunluk tepki gösterip aynı hakkı isteyebilirdi. Bunun için de, 42’nci maddenin 2'nci fıkrasında sözü edilen ve gayrimüslimlerin göreneklerini gözetmeleri için alınacak tedbirleri düzenleyecek olan "özel komisyonların” toplanması istendi ve bu komiteler 29 Kasım 1925'te, 42’nci maddedeki haktan feragat ettiklerini belirten bir karar aldılar. Yalnız bu noktada şurası da belirtilmelidir ki; Yunanistan bu konuda 2 Eylül 1926'da Milletler Cemiyetine başvurarak Antlaşmaya aykırılıktan şikayet etmiş, fakat Milletler Cemiyeti Genel Sekreteri Türkiye'ye gönderdiği 15 Haziran 1927 tarihli mektupta, kurulan komitenin konuyu Konseye sunmaya gerek görmediğini bildirmiştir. Madde 43. “Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk vatandaşları, inançlarına ya da dinsel ayinlerine aykırı herhangi bir davranışta bulunmaya zorlanamayacakları gibi, hafta tatili (dini istirahat) günlerinde mahkemelerde 153 Ayhan AKTAR:Varlık Vergisi ve Türkleştirme Politikaları(İstanbul:İletişim Yayınları,2006)108113 90 bulunmadıkları ya da kanunun öngördüğü herhangi bir işlemi yerine getirmemeleri yüzünden haklarını yitirmeyeceklerdir. Ancak bu hüküm, söz konusu Türk vatandaşlarını, kamu düzeninin korunması için diğer Türk vatandaşlarına yükletilen yükümler dışında tutar anlamına gelmeyecektir.” 1920'lerin ikinci yarısında yapılan batı yanlısı reformlar arasında, hafta tatili de cumadan pazara alınınca önemi azalacak bir hüküm getirmekteydi. Madde 44. “Türkiye bu kesimin yukarıdaki maddelerinin Türkiye'nin Müslüman olmayan azınlıklarıyla ilgili olduğu ölçüde, uluslar arası nitelikte yükümler meydana getirmelerini ve Milletler Cemiyeti'nin güvencesi (garantisi) altına konulmalarını kabul eder. Bu hükümler Milletler Cemiyeti Meclisinin çoğunluğunca uygun bulunmadıkça değiştirilemeyecektir. Büyük Britanya İmparatorluğu, Fransa, İtalya ve Japon Hükümetleri, Milletler Cemiyeti Meclisi'nin çoğunluğunca razı olunacak herhangi bir değişikliği reddetmeyi, bu antlaşma uyarınca kabul ederler. Türkiye, Cemiyeti Akvam Meclisi üyelerinden her birinin, bu yükümlerden (taahhütlerden) herhangi birine aykırı herhangi bir davranışı ya da böyle bir davranışta bulunma tehlikesini Meclise sunmaya yetkili olacağını, Meclisin duruma göre uygun ve etkili kabul edilecek bir hareket tarzı seçebileceğini ve gerekli göreceği yönergeleri (talimatları) verebileceğini kabul eder. Bundan başka Türkiye bu maddelere ilişkin olarak, hukuk bakımından ya da uygulamada, Türk Hükümeti ile imzacı öteki devletlerden herhangi biri ya da Milletler Cemiyeti Meclisine üye herhangi bir başka devlet arasında görüş ayrılığı çıkarsa Milletler Cemiyeti Misakının (Nizamnamesinin) 14’üncü maddesi uyarınca, uluslar arası nitelikte sayılmasını kabul eder. Türk Hükümeti böyle bir anlaşmazlığın, öteki taraf isterse, Uluslar arası Daimi Adalet Divanına götürülmesini kabul eder. Divanın kararı kesin Milletler Cemiyeti Misakının (Nizamnamesinin) 13’üncü maddesi uyarınca verilmiş bir karar gücünde ve değerinde olacaktır.” Burada haklar uluslararası garanti altına konuluyordu. Anımsanacağı gibi, Sevr'de Osmanlı İmparatorluğunun başlıca Müttefik Devletler’ e açık çek verdiği tamamen farklı bir mekanizma getirilmişti. 91 Madde 45. “Bu Kesimdeki hükümlerle Türkiye'nin Müslüman olmayan azınlıklarına tanımış olduğu haklar, Yunanistan tarafından kendi ülkesinde bulunan Müslüman azınlık için de tanınmıştır.” Yunanistan'la karşılıklılık maddesi olarak konulmuştur.154 3.3. CUMHURİYET’İN İLANINDAN GÜNÜMÜZE AZINLIKLAR Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti, bir ulus devlet kurma amacını gütmüş, bu süreç içinde topraklarında yaşayan bütün etnik grupları tek bir ulusal kimlik, yani Türk ulusal kimliği altında eritmeye çalışmıştır. Bu nedenle, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin, bir yandan tüm etnik unsurları Türk ulusal kimliği altında eritmeye çalışırken, diğer yandan buna engel oluşturacak, Lozan Antlaşması ile tanınmış azınlık haklarıyla, azınlıkların kendi cemaat yapılarını korumalarına ve sürdürmelerine izin vermesi söz konusu olamazdı 50 . Lozan antlaşmasının ilgili maddelerinde azınlıklar söz konusu olduğunda, Müslüman olmayan grupları ifade edecek kelimeler kullanılmıştır. Müslümanları azınlık olarak kabul eden hiçbir ifade antlaşma metninde yer almamaktadır. Türkiye’deki azınlıklar söz konusu olduğunda, Türkiye Cumhuriyeti azınlıklar meselesinin Lozan’da hallolduğunu, Rum, Ermeni ve Yahudiler dışında Türkiye’de azınlık bulunmadığını, dolayısıyla bu üç grup dışında başka bir gruba azınlık statüsünün tanınamayacağını söylemektedir. Bu görüş hukuken doğrudur . 155 Bu nedenle, Aleviler ve Kürtler gibi diğer etnik, dinsel ve dilsel gruplara azınlık statüsü verilmesi hukuken hiçbir zaman benimsenmemiştir. Genel itibarı ile Lozan Antlaşması sonunda Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan azınlık nüfus haklarından devamlı olarak istifade edebilmiştir. Siyasi gelişmelerden dolayı yaşanan birkaç olumsuz olay dışında büyük olaylar ve olumsuzluklardan bahsedilemez. Azınlıklar konusunda sorunlar ve baskılar 154 ORAN, “ Lausanne Barış Antlaşması” , Türk Dış Politikası, s.229. 155 Rıfat N. BALİ, “ Cumhuriyet Döneminde Azınlıklar Politikası” , Birikim, Sayı: 115 (Kasım 1998), s. 80. 92 Avrupa ülkeleri ile özellikle 1990 sonrası Avrupa Birliğine üyelik sürecinin hızlandığı dönemde artmıştır. 1923 Yılından bu yana sorun olmaktan çıkmış bir konu olan azınlıklar meselesi, Avrupa Birliği tarafından kapsam ve anlam değişikliği ile beraber ısrarla Türkiye’nin önüne çıkarılmaktadır. 3.3.1. Cumhuriyet Sonrası Dönemde Azınlıkların Durumları : Türkiye’de devletin resmi olarak kabul ettiği azınlıklar tablosu ile uluslararası standartların uygulanması sonucu ortaya çıkan tablo arasında büyük farklar olduğu görülmektedir. Azınlık kavramı ve azınlık hakları konusundaki hukuki ve siyasi tutumu gerek iç ve gerekse dış politika çerçevesinde büyük bir tekdüzelik sergileyen Türkiye’nin bugün azınlık olarak kabul ettiği kişiler Osmanlı’nın son zamanlarından itibaren bu statüde kabul edilmeye başlanmış olan gayrimüslimler olup, bunların da hepsi azınlık olarak kabul edilmemekte ve yalnızca üç tarihsel gayrimüslim grup (Ermeniler, Museviler ve Rumlar) bu statü içerisine alınmaktadır. Başka bir deyişle Süryani, Keldani ve Asuri gibi diğer gayrimüslim unsurlar ile çeşitli açılardan (etnik, dilsel, dinsel vb.) toplumun geri kalanından farklı olan bazı Müslüman vatandaşlar (örneğin Aleviler) bugün Türkiye’de benimsenen azınlık tanımının içerisine alınmamakta 55 ve günümüzde azınlık tanımının yüklendiği anlam göz ardı edilmektedir. Ancak, özellikle 1990 sonrası dünya gelişmeleri neticesinde azınlık hakları hem coğrafi açıdan çok genişlemiş hem de nitelik bakımından çok derinleşmiştir ve bu süreç hızla devam etmektedir. Dolayısıyla, Türkiye’nin azınlıklar konusundaki bahsedilen tutumunda ısrar etmesi kendisini, çağdaş eğilimlerle daha da ters düşürecek ve aynı zamanda üzerindeki uluslararası baskıları da giderek arttıracaktır 156 . 156 ORAN, Türkiye’de Azınlıklar, s. 49. 93 3.3.1.1. Rumlar Lozan sonrasında ilk sorun mübadele konusunda olmuştur.157 1 Aralık 1926'da Türkiye ve Yunanistan mübadele ile ilgili bazı sorunları ortadan kaldıran bir anlaşma imzalamıştır. Bu anlaşmayla birlikte nüfus sorunlarının bazıları çözümlenmişse de diğer sorunlar yüzünden ilişkiler 1926 sonrasında yeniden gerginleşmiştir. 1930'da nüfus sorunuyla ile ilgili olarak Ankara'da yeni bir sözleşme imzalanmış ve buna göre "Yerleşme tarihleri ve doğum yerleri neresi olursa olsun, İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türklerinin hepsi yerleşik olarak kabul edilmiştir. Lozan'dan itibaren yapılan sözleşmelerle birlikte 1.100.000 Rum Anadolu'yu terk etmiştir. Ayrıca, ülkemizde yaptıkları faaliyetlerden dolayı zarar göreceklerinden endişe duyan Rumların bir kısmı 67 Eylül 1955 olayları ile 1964 Kıbrıs bunalımı süresince ve özellikle de 1974 Kıbrıs Barış harekatı esnasında Türkiye'yi terk etmişlerdir. Rum kökenli vatandaşlarımız tüm vatandaşlarımızla aynı hak ve özgürlüklere sahip olarak yaşamaktadırlar. Rum azınlığın faaliyetlerini yönlendiren iki önemli etken, "Yunanistan'ın baskı ve kışkırtmaları ile Patrikhanenin faaliyetleridir." Cumhuriyetin ilanından itibaren günümüze kadar olan dönemde Rum azınlıklar, örgütlü bir terör faaliyetinde bulunmamıştır. 3.3.1.2. Ermeniler 1925 Şeyh Sait isyanında, 1937-38 Tunceli ayaklanmasında, özellikle 1965 sonrasında yaşanan Ermeni terörü ile 1984 yılından sonra faaliyet gösteren Bölücü Terör Örgütü (BTÖ) olan PKK'nın özellikle kırsal alandaki faaliyetlerinde Ermeni azınlıktan ferdi katılımlar görülmüştür. Bugün Türkiye'de yaşayan Ermeniler, her türlü ayrılıkçı tutumu reddeden anayasal 157 Bugün Türkiye’de yaklaşık olarak 50.000 Ermeni, 27.000 Musevi ve 3.000 de Rum asıllı azınlık yasamakta olup, bunların 70 milyon olarak kabul edilen Türkiye’nin toplam nüfusuna oranları % 0.1’in de altındadır. Bkz. Şule TOKTAS: “ Citizenship and Minorities: A Historical Overview of Turkey’s Jewish Minority” , Journal of Historical Sociology, C. 18, S. 4, (Aralık 2005), s. 396. 94 ilkeler çerçevesinde bütün Türk vatandaşlarının yararlandıkları haklardan eşit şekilde yararlanmakta, Parlamentoda temsil edilebilmektedirler. Cumhuriyet döneminde değişik zamanlarda beş milletvekili, Ermeni vatandaşlarımız arasından seçilmiştir .158 Din ve vicdan hürriyetlerini yine anayasal ilkeler çerçevesinde yaşamaktadırlar. Devlet memuru olma hakları da var olmasına rağmen kendileri müracaat etmemektedirler. Hiçbir baskıya maruz kalmadıklarını Türkiye'de yaşamaktan büyük bir memnunluk duyduklarını belirtmektedirler. 1970'li yıllardan itibaren Türk diplomatlarını hedef alan Ermeni terör örgütlerinin saldırılarını her fırsatta kınamakta bu terörün yol açtığı acıları diğer Türklerle beraber aynı ortak duygularla paylaşarak Ermeni terör ve propaganda odaklarına en etkili yanıtı bizzat kendileri vermektedir. 1979 yılında Artin Penik isimli Ermeni vatandaşımızın Taksim meydanında kendini yakarak, Ermeni terörünü lanetlemesi bunun acı ve anlamlı bir örneğidir. Türkiye'deki Ermeniler genellikle yurt dışından yöneltilen tahriklere itibar etmemekte ve kendilerine tanınmış olan haklardan istifade ederek toplumda uyum içinde yaşamaktadırlar. Bunun sebebi, kendilerine tanınan hakların Ermenistan dahil tüm diğer ülkelerdekinden daha uygun olmasıdır. Buna rağmen, 1985 Sevr Kongresi ve bu kongrede hazırlanan “Ermeni Anayasası” Ermeni diasporası tarafından düzenlenmiştir. Bu kongre ve kararlarına kısaca değinmek, dış Ermenilerin hedeflerini anlamak açısından faydalı olacaktır. Temmuz 1985 tarihinde Sevr de yapılan 3’üncü Dünya Ermeni Örgütleri kongresinde yapılan tekliflerin ve kabul edilen Anayasa metninin Türkiye açısından Sevr'in geçerli Lozan'ın geçersiz olduğu ileri sürülmüş, ASALA'nın desteklenmesi, Türkiye'ye karşı savaşın devam etmesi kabul edilmiştir. Türkiye'ye karşı Yunanistan'ın ve Güney Kıbrıs Rum 158 Bu milletvekilleri; Bora Türker, Mıgırdıç Sellefyan, Dr. Andre Vahram, Berç Turan, Dr. Zalar Tarver. (Milliyet Gazetesi Arşivi) 1960 tarihinden itibaren ise Mecliste hiçbir Ermeni milletvekili yer almamıştır. 95 Yönetimi’nin yürüttüğü savaşın desteklenmesi kabul edilmiştir. Kongrenin kabul ettiği kararlar ise;159 a. Ermeni ulusal kurtuluş hareketiyle Türkiye'deki ilerici devrimci hareketler arasında ittifaklar kurulması, b. Lozan'da imzası bulunan devletler ile, BM, Ermenistan Cumhuriyeti, ABD ve Avrupa konseyine, Ermeni halkının sömürgeciliğin kaldırılmasından yararlanamayan tek halk olduğunu bildirilmesi, c.Sözde 1915 soykırımının tüm ülkelere kabul ettirilmesidir. Kongrenin kabul ettiği anayasada ise; Türk işgali altındaki topraklarını kurtarmak, Ermenilerin vatanlarına dönüşlerini örgütlemek ve bunun için hazırlıklar yapılması karara bağlanmıştır. 3.3.1.3. Yahudiler Yahudiler tüm diğer azınlıklar gibi Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının güvencesi altında huzur ve güven içerisinde din ve vicdan özgürlükleri ile birlikte yaşamaktadırlar. 1933'ten itibaren Almanya'da iktidara gelen Nazi yönetiminin baskılarından kaçan binlerce Yahudi Türkiye'ye göç etmiştir. Bu göçmenlerin içerisindeki sanatçı ve öğretim üyeleri birçok üniversitede istihdam edilmiştir. Türkiye, Yahudi azınlık vasıtasıyla ABD'de faaliyet gösteren Yahudi lobilerinden faydalanarak, uluslar arası alandaki problemlerde destek kazanmıştır. İsrail devletinin kurulması ile birlikte Türkiye'den yaklaşık 40.000 Yahudi İsrail’e göç etmiştir. Yahudi cemaati Türk toplumuyla en fazla kaynaşmış cemaattir. Türkiye'de yaşayan Yahudi azınlığının son derece teşkilatlı ve kapalı olarak organize olduğu dikkati çekmektedir. Yahudi azınlığının en dikkati çeken özelliği birbirleri ile olan bağlılıklarıdır. Organizasyonlarını meşru dernekler ile yürütmektedirler. Bu dernekler 1954 yılında kurulan Rotary ve 1960'li yıllarda kurulan Lions 159 Reha PARLA, Belgelerle Türkiye Cumhuriyeti’nin Uluslararası Temelleri LozanMontrö/Türkiye’nin Komşularıyla İmzaladığı Temel Belgeler Lefkoşa: Tezel Ofset ve Matbaacılık, 1985. s. 206-209 96 kulüpleridir. Barış, yardımlaşma ve dostluk amacıyla kurulan bu derneklerin kurucularının ve üyelerinin büyük çoğunluğunun Yahudi ve diğer azınlıklardan olması dikkat çekicidir. Genel bir değerlendirme olarak 50.000 kişilik bir nüfusa karşılık Türk ekonomisinin yaklaşık %10'luk bölümünü ellerinde bulunduran Türkiye Yahudileri toplumda herhangi bir ayrımcılık ve mağduriyetle karşılaşmadan hayatlarını devam ettirmektedirler. 3.3.1.4. Diğer Azınlık Grupları 3.3.1.4.1. Süryaniler 1960 yılına kadar ağırlıklı olarak Güneydoğu bölgesinde yaşayan Süryaniler ekonomik şartların bozulması sonucu yaşadıkları yerlerden göç etmeye başlamışlardır. Süryaniler günümüzde bir çok mezhebe bölünmüş şekilde yaşamaktadırlar. Süryani Kadim kilisesi en kalabalık mezhebi oluşturmaktadır. Süryani Kadim kilisesi, Hıristiyanlığı ilk kabul eden topluluk olduklarından dolayı, ilk günkü kilise ve inanç şeklini kuralları ile birlikte günümüze kadar yaşatmışlardır. 160 Bu nedenle Süryani Kadim kilisesi bir çok araştırmacının ilgisini çekmektedir. Türkiye'de yaşayan Süryanilerin büyük çoğunluğu da bu kiliseye mensuptur. Türkiye'de ayrıca sayıca daha az olan Süryani Katolik ve Süryani Protestan cemaatleri de vardır. Günümüzde Türkiye'de yaşayan yaklaşık 15.000 Süryani vardır. Büyük çoğunluğu İstanbul'da yaşayan Süryanilerin Güneydoğuda sayıları oldukça azalmıştır. Dinsel açıdan Türkiye'de iki Metropolitlik tarafından temsil edilirler. İstanbul'da yaşayan Süryanilerin metropol lideri Yusuf Çetin, (Mardin’deki Deyrul Zaferan Manastırı) Güneydoğu metropoliti ise Samuel Aktaş'tır. 160 PARLA,a.g.e.s.211-212 97 3.3.1.4.2. Yezidiler, Keldaniler, Nasturiler Yoğun olarak Doğuda yaşamakta olup, başlıca illeri Hatay, Mardin, Hakkari, Diyarbakır ve Siirt’tir. Yezidiler Kürtçe konuşmaktadırlar;161 Keldani ve Nasturilerin ayin dilleri Süryanice olup, genelde kendi dillerini Kürtçe ile beraberkullanırlar. Ülkemizde sayıları, yaklaşık 8000-10.000 civarındadır. 3.3.1.4.3. Bulgarlar 18 Ekim 1925'te Ankara'da imzalanan Türkiye’nin azınlıklar konusunda yükümlülük altına girdiği iki taraflı tek antlaşma olan, resmi adıyla, “Türkiye Cumhuriyeti ile Bulgaristan Krallığı Arasında Dostluk Antlaşması” 162 Türkiye'de kalan Bulgar azınlığının Lozan anlaşmasının azınlıklar ile ilgili 3745' nci maddelerinden faydalanması hükme bağlanmıştır. 163 O tarihte Türkiye'de 3000 civarında Bulgar azınlık bulunmaktadır. Türkiye ve Bulgaristan’ın, birbirleri ile olan ilişkilerinde, ülkelerindeki azınlıklarla ilgili yükümlerinin hukuki kaynağı olan ve yukarıda azınlıklara ilişkin hükümleri genel olarak değerlendirilen Türk-Bulgar Dostluk Antlaşması bugün de yürürlükte bulunmaktadır. 3.4. CUMHURİYET DÖNEMİNDE CEMAAT VAKIFLARI İLE İLGİLİ MEVZUAT DEĞİŞİKLİKLERİ Azınlıkların Türkiye’de Lozan Barış Antlaşması ile sahip oldukları en önemli haklardan biri de sahip oldukları vakıfları devam ettirebilme hakkıdır. Vakıflarla ilgili haklar zaman içinde en fazla değişime uğrayan haklar 161 ÖNDER, Ali Tayyar; Türkiye’nin Etnik Yapısı, Önerler Yayıncılık, Ankara, 1999. 162 Sözleşmeler 18 Haziran 2003 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz: Zeri İNANÇ, Uluslararası Belgelerde Azınlık Hakları, Ütopya Yayınları, Ankara 2004, s:46. 163 SARAÇLI, a.g.e., s:134. 98 olmuştur. 1936 Beyannamesi164 olarak bilinen ilk düzenleme ile kontrolü Vakıflar Genel Müdürlüğüne giren azınlık vakıflarının idari ve mali yapıları ile mal edinebilme hakları konusunda yaşanan mevzuat değişiklikleri aşağıda sunulmuştur. Avrupa Birliği katılım sürecinde çıkarılan uyum yasaları özellikle azınlık vakıfları hakkında önemli değişiklikler getirirken yeni sahip oldukları haklar ile azınlık vakıflarının faaliyetlerinin artacağı değerlendirilmektedir. Gayrimüslim cemaat vakıflarının taşınmazları konusundaki 1912 tarihli yasanın ardından, Cumhuriyet döneminde çıkartılan 5 Haziran 1935 tarihli, 2762 sayılı Vakıflar Kanununda 165 belirtilen cemaatlere ait, başta İstanbul ili olmak üzere çeşitli illerde Rumlara, Ermenilere, Yahudilere, Süryanilere, Keldanilere, Bulgarlara, Gürcülere ve diğerlerine ait olmak üzere toplam 161 adet vakıf bulunmaktadır. Söz konusu yasanın 44. maddesi ile 1912 tarihli yasadan sonra tapuya verilen belgeler ve diğer delillerle vakıf olarak tasarruf edildiği anlaşılan taşınmazların vakıf adına tescilinin yapılıp, tapularının verileceği kabul edilerek, azınlık vakıflarından envanterlerinde olan taşınmaz mal ve gelirlerini Vakıf Bölge Müdürlükleri’ne beyan etmeleri istenmiştir. 1936 Beyannamesi olarak kabul edilen bu mal beyannameleri, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 8 Mayıs 1974 tarihinde oybirliği ile aldığı bir karar ile “Vakıfname ” olarak kabul edilmiş ve bu beyannamelerde “vakıfların yeniden mal iktisap etmeleri, bağış veya vasiyet yoluyla mal edinmeleri hususlarında bir açıklık bulunmadığı” yorumu ile vakıfların yeni mal iktisap edemeyecekleri sonucuna varılmıştır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun bu kararına istinaden birçok dava açılmış ve bu davalar sonucunda da azınlık vakıflarının 1936 Beyannamesinden sonra edindiği mallar geri alınarak eski sahiplerine bedelsiz olarak iade edilmiştir. Türkiye’nin Avrupa Birliği adaylığı sürecine girmesi ve bu süreç içerisinde söz konusu vakıfların sorunlarını da konu alan reformların geçekleştirilmesi neticesinde kısmen de olsa sorunlar giderilmeye başlamıştır. Bu çerçevede ilk olarak 3 Ağustos 2002 tarihinde 4771 Sayılı 164 Yuda REYNA ve Ester M.ZONANA:”Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Mal Edinmeleri ve Taşınmaz Malları Üzerinde Tasarrufta Bulunmaları(İstanbul:15.05.2004)Bu tebliğe internet üzerinden de ulaşılabilir:http://www.tesev.gov.tr/etkinlik/cemaat_02_sunum.doc(erişim tarihi:10.06.2010) 165 2762 Sayılı Vakıflar Kanunu için bkz.http://www.vgm.gov.tr/menu/kanun/2762 asp.(erişim tarihi:10.06.2010) 99 Kanun166 kabul edilmiş ve söz konusu kanunun 4. maddesi ile 1936 Beyannameleri bertaraf edilerek, vakfiyeleri olsun veya olmasın cemaat vakıflarına, Bakanlar Kurulu’nun izniyle dini, hayri, sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere taşınmaz mal edinmek ve taşınmaz malları üzerinde tasarrufta bulunmak olanağı tanınmıştır. 2 Ocak 2003 tarihinde kabul edilen 4778 Sayılı Kanunun 167 3. maddesi ile 4771 Sayılı Kanunda izin alınacak makam olarak belirtilen “Bakanlar Kurulu” kanun metninden çıkartılmış ve bu konuda tek yetkili makam olarak “Vakıflar “ Vakfeden kişi veya kişilerin, kurdukları vakıfla ilgili ileri sürdükleri şartları ihtiva eden ve mahkeme tarafından onaylanan belgeye “vakfiye veya vakıfname”168 denilmekte olup, bunlarda vakfın statüsü, amacı, nasıl ve kimler tarafından idare edileceği ve vasiyet ve bağış kabul edip edemeyeceğine dair bilgiler yer alır. 1936 yılında azınlık vakıfları tarafından verilen beyannameler ise birer vakfiye olmayıp, söz konusu vakıfların fiilen tasarruf ettikleri malların tescili amacı ile verilmiş birer taşınmaz listesidirler. Nitekim doktrinde de, Yargıtay’ın verdiği kararın 1935 tarihli Vakıflar Kanunu’nun amacına aykırı olduğu kabul edilmektedir. . Nihayet 15 Temmuz 2003 tarihinde kabul edilen 4928 Sayılı Kanunun 2. maddesi ile, cemaat vakıflarının gayrimenkullerini tapuya tescil için öngörülmüş olan altı aylık başvuru süresi on sekiz aya çıkartılmıştır.169 03 Ağustos 2002 tarihinde yürürlüğe giren 4771 Sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun’la, gayrimüslim vatandaşlarımızın vakıflarına, yani Cemaat Vakıflarına mal edinme, halen 166 3 Ağustos 2002 tarihli 4771 Sayılı Kanun için bkz. http://www.belgenet.com/yasa/k4771.html, (erişim tarihi: 14.08.2010) 1672 Ocak 2003 tarihli 4778 Sayılı Kanun için bkz. http://www.belgenet.com/yasa/k4778.html,(erisim tarihi: 14.08.2006) 168 Vakfeden kişi veya kişilerin, kurdukları vakıfla ilgili ileri sürdükleri şartları ihtiva eden ve mahkeme tarafından onaylanan belgeye “vakfiye veya vakıfname” denilmekte olup, bunlarda vakfın statüsü, amacı, nasıl ve kimler tarafından idare edileceği ve vasiyet ve bağış kabul edip edemeyeceğine dair bilgiler yer alır. 1936 yılında azınlık vakıfları tarafından verilen beyannameler ise birer vakfiye olmayıp, söz konusu vakıfların fiilen tasarruf ettikleri malların tescili amacı ile verilmiş birer taşınmaz listesidirler. Nitekim doktrinde de, Yargıtay’ın verdiği kararın 1935 tarihli Vakıflar Kanunu’nun amacına aykırı olduğu kabul edilmektedir. Bkz. “Vakıf Müessesesi ve Kıbrıs Vakıfları”, http://www.devletarsivleri.gov.tr/yayin/osmanli/kibris veb/birinci bolum/vakif_müessesesi.htm, (erişim tarihi: 14.08.2010) 169 Eyüp KAPTAN:a.g.e.,103 100 kullanmakta oldukları taşınmazları mülkiyetlerine geçirme ve bu mallar üzerinde diledikleri gibi tasarrufta bulunma hakkı getirilmiştir. Bu Maddenin uygulama şeklini gösteren Yönetmelik ise 04 Ekim 2002 tarihinde 248\96 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Tüm bu düzenlemeler gayrimüslim vatandaşlarımızı memnun etmemiş, bunun üzerine Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 5555 Sayılı Vakıflar Kanunu hazırlanmıştır. Tamamen Gayrimüslim Vatandaşlarımız istekleri doğrultusunda özel hükümler içeren anılan Kanun’un 5, 11, 12, 14, 16, 25, 26, 41 ve 68’nci maddeleri 26 Kasım 2006 tarihinde Sn. Cumhurbaşkanı tarafından veto edilmiştir.24 Ocak 2003 tarihli “Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Mal Edinmeleri, Bunlar Üzerinde Tasarrufta Bulunmaları ve Tasarrufları Altındaki Taşınmaz Malların Bu Vakıflar Adına Tescil Edilmesi Hakkında Yönetmelik” 6, azınlık vakıflarının Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün izni ile satın alma, hibe, vasiyet ve diğer yollarla taşınmaz edinebileceğini, konunun gerektiğinde ilgili Bakanlık, kamu kurum ve kuruluşlarının görüşü alınarak Vakıflar Meclisi’nde inceleneceğini, eksik belgeler varsa iki ay içinde tamamlanacağını, kararın olumlu olması halinde vakfa yetki belgesi verileceğini belirtir. Faaliyette bulunan cemaat vakıfları başlığı altında muhtelif cemaatlere ait 160 vakfın da listesi verilmiştir. 2006 yılında yayımlanan ilerleme raporunda Gayrimüslim dini cemaatlerin tüzel kişiliğinin olmadığı ve mülkiyet haklarına dair kısıtlamalarının kalkmadığı, söz konusu cemaatlerin,vakıflarını yönetme ve mülklerini hukuk yoluyla geri almaları konularında sorunlarla karşılaştıkları hususu üzerinde durulmuştur.2007 yılında yayımlanan ilerleme raporunda ise Gayrimüslim dini toplulukların tüzel kişilik sahibi olmadığı ve kısıtlanmış mülkiyet haklarıyla karşılaşmaya devam ettikleri vurgulanmıştır. 2010 yılı ilerleme raporuna gelindiğinde ise Mülkiyet haklarına ilişkin olarak, rapor döneminde 2008 tarihli Vakıflar Kanunu’nun uygulaması bazı gecikmelere ve usule dair sorunlara rağmen devam etmiştir. Gayrımüslim vakıflara, temsili, uydurma adlar altında veya Hazine ya da Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün adına kaydedilmiş taşınmaz mülklerin iadesi için ilk olarak 27 Ağustos 2009 olarak belirlenen son başvuru tarihi, gerekli tüm belgeleri sağlayabilmeleri için uzatılmıştır. 101 Türk yetkililerle gayrimüslim vakıfların üyeleri, geçici 7. Madde’nin uygulanması hususunda birçok kez bir araya gelmişlerdir. İadeler için 107 vakıf tarafından toplam 1,410 başvuru yapılmıştır. Bugüne kadar, 131 olumlu karar verilmiş, 150 talep ise Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne götürülmeden yerine getirilmiştir. 943 başvuru hakkında Vakıflar Genel Müdürlüğü, dosyaların tamamlanması için gereken süreyi 16 Temmuza kadar iki ay uzatmıştır. Diğer 347 başvuruda ise olumsuz karara varılmıştır. Ekümenik Patrik-Türkiye170 davası ve adil tazmin meselesi ile ilgili olarak, 15 Haziran 2010 tarihli AİHM kararı, Türkiye’nin, davalı adına kayıtlı bahsekonu mülkü başvuran adına tescil etmesi gerektiğine hüküm kılmıştır.” Büyükada Asliye Hukuk Mahkemesi, AİHM’in kararını ve Vakıflar Meclisi’nin tutumunu yansıtacak şekilde, “Ekümenik” Patrikhane lehine karar vermiştir. Ancak, yasal çerçeve, el konulduktan sonra üçüncü kişilere satılan veya Şubat 2008’de yeni mevzuatın kabul edilmesinden önce birleştirilen vakıfların durumunu ele almamaktadır.Süryaniler mülkiyet ve tapu işlemleri konusunda güçlüklerle karşılaşmaya devam etmektedir. Özel şahıslar ve dini kurumları ilgilendiren birkaç dava devam etmektedir. Özellikle Mor Gabriel Süryani Ortodoks Manastırı arazi mülkiyeti konusunda sorunlarla karşılaşmaya devam etmiştir.Türkiye, Bozcaada’daki (Tenedos) Rum Ortodoks Kilisesinin mülkiyet haklarına ilişkin Mart 2009 tarihli AİHM kararını henüz uygulamamıştır. Yunan vatandaşlarınca mülkiyet mirası ve tescilinde, özellikle değiştirilmiş Tapu Kanunu’nun, mezkur kanunun karşılıklılık hükmünün yorumlanması dahil olmak üzere, Türk makamlarınca uygulanması alanında sorunlar bildirilmeye devam edilmektedir. Bu konuda, AİHM, AİHS’nin 1.Protokolü’nün 1.maddesinin ihlal edildiğine hükmetmiş ve 170 8 Temmuz 2008 tarihinde, AİHM, 1902 yılında elde ettiği ve 1903 yılında Büyükada Rum Yetimhanesi Vakfı vasıtasıyla özel kullanıma tahsis edilen malvarlığından yoksun bırakılan Ekümenik Patrikhane’nin başvurusuna ilişkin kararını vermiştir. Davacı, özellikle gayrımenkulünün kaydının Vakıflar Genel Müdürlüğü yönetiminde olan Yetimhane adına düzenlenmesi kararını vermek suretiyle yerel mahkemelerin mülkiyet dokunulmazlığı hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Mahkeme, Türk makamlarının malsahibini uygun tazminat sağlamaksızın mülkünden mahrum etmeye yetkili olmadığı ve AİHS’nin ihlal edildiği hükmünü vermiştir. 102 mülkün iadesi veya başvuranların mali olarak tazmin edilmesine karar vermiştir.171 Genel olarak, Vakıflar Kanunu, bazı gecikmeler ve usul sorunları olsa da, uygulamaya konmuştur. Vakıflar Genel Müdürlüğü bu sorunların varlığını kabul etmekle beraber, gerekli işlemleri hızlandırmaya çalışmıştır. Ancak, el konulan ve üçüncü kişilere satılan veya yeni mevzuatın kabul edilmesinden önce birleştirilen vakıfların mülkleri hususu söz konusu Kanun tarafından ele alınmamaktadır. Türkiye’nin tüm gayrimüslim cemaatlerin mülkiyet haklarının tam olarak korunmasını güvence altına alması gerekmektedir Avrupa Birliği adaylığı sürecinde çıkarılan uyum yasalarının tüm olumlu yanlarına rağmen tam anlamıyla uygulanamadığı ve bu yüzden de soruna çözüm üretmekte yetersiz kaldıkları söylenebilir. 3.4.1. Yabancı ve Azınlık Vakıfları 03 Ağustos 2002 tarihinde yürürlüğe giren AB uyum paketi olarak bilinen 4771 Sayılı Kanunla, yabancı ülkelerde kurulmuş vakıfların Bakanlar Kurulu izni ile Türkiye’de şube açmalarına, faaliyette bulunmalarına ve kurulmuş vakıflarla işbirliği yapmalarına imkan sağlanmıştır. Başbakanlık Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan yabancı vakıfların Türkiye'de şube açması, çalışması, denetlenmesi ve kapatılması esaslarını kapsayan taslak genelge: Yabancı ülkede kurulmuş vakıfların uluslar arası alanda işbirliği yapılmasında yarar görülen hallerde, karşılıklı olmak koşuluyla, İçişleri ve Dışişleri Bakanlıklarının görüşleri alınmak suretiyle, Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün bağlı bulunduğu bakanlığın önerisi üzerine, kültürel, ekonomik ve teknik konularda bilgi veya teknolojilerden yararlanmak 171 2009 yılının Mart ayında, AİHM, Türkiye’nin Bozcaada’daki (Tenedos) bir Rum Ortodoks kilisesinin mülkiyet haklarını ihlal ettiğine hüküm vermiştir. Mahkeme oybirliğiyle, başvuru sahibi vakfın kendisine ait arazi üzerindeki taşınmaz malları adına tapuya kaydettirmesinin Türk yargı organları tarafından reddinin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHS) 1. Protokolünün 1. Maddesine (mülkiyet dokunulmazlığı) aykırı bulmuştur. 103 koşuluyla bakanlar kurulunun izniyle Türkiye'de şube açabilecekleri, bu iznin verilebilmesi için; 1. Kuruluş statüsünün, 2. Vakfa ait faaliyet raporu ile Türkiye'de yapılması planlanan faaliyetleri konusu hakkında belge ve bilgilerin, 3. Bilançosunun, 4. Vakfın yetkili organının Türkiye'de birim açması kararının, 5. Halihazır vakıf yöneticileri ile vakfa ait şubelerde görev alacak kişilere ait açık adres ve kimlik bilgilerinin, 6. Vakfın Türkiye’de faaliyet gösterme amacının ve gerekçesinin, vakıf tarafından açılacak şubede görev alacak en az beş kişinin başvuru belgesinin Türkçe’ye çevrilmiş onaylı örnekleri ile birlikte Vakıflar Genel Müdürlüğüne müracaat etmesi gerektiği belirtilmiştir. Mevzuata aykırı davranan vakfın İçişleri ve Dışişleri Bakanlıklarının görüşü alınarak, Bakanlar Kurulu Kararı ile kapatılacağı hususlarını çerçevesinde çıkarılan içermektedir.172 yeni mevzuat Ayrıca, AB kapsamında, Uyum Vakıflar Yasaları Genel Müdürlüğünün yetki, görev ve sorumluluğuna ilişkin Kanunun 26’ıncı maddesine aşağıdaki beş fıkra eklenmiştir;173 1. Yabancı ülkelerde kurulmuş vakıflar; Türkiye’de şube, temsilcilik veya sair adlarla herhangi bir kurum kurmak veya Türkiye’de kurulu vakıflarla ilişki ve işbirliğinde bulunmak istedikleri takdirde Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne müracaat ederler . 2. Vakıflar Genel Müdürlüğü, Dışişleri ve İçişleri Bakanlığı’nın görüşlerini aldıktan sonra kendi görüşüyle birlikte bakanlar kuruluna teklifte bulunur. Bakanlar kurulunca gerekli karar verilir. Bu konuda karşılıklılık ilkesi (Mütekabiliyet) uygulanır. 172 İsmail. GÜNDÜZ, “ Türkiye’de Mevcut Azınlıklar ve Bu Azınlıkların Yasal ve Örtülü Faaliyetleri Nelerdir?” , İstanbul: KHA Tez, 2002, s. 359. 173 ORAN, Türkiye’de Azınlıklar, s. 100-107. 104 3. Türkiye’de birim kurmalarına izin verilen yabancı vakıflar Türk medeni Kanunu’na göre kurulan vakıflar hakkında uygulanan mevzuata tabi olurlar. Bu vakıflar Türkiye’de ticari şirket, işletme kuramazlar ve kazanç getirici diğer faaliyetlerde bulunmazlar. 4. Türkiye’de, Türk medeni Kanunu hükümlerine göre kurulan vakıfların yurt dışında teşkilat kurmak veya yabancı vakıflarla ilişki ve işbirliğinde bulunmak istemeleri ve bağış almaları halinde de iş bu değişiklikte eklenen birinci ve ikinci fıkra hükümleri uygulanır. 5. Cemaat vakıflarının 1936 tarihinden 01 Ocak 2002 tarihine kadar her ne surette olursa olsun iktisap etmiş oldukları gayri menkuller 2762 sayılı Vakıflar Kanununun 44’üncü maddesine göre verilen 1936 tarihli beyannamelerine eklenir. Vakıfların satın alma, bağış, ölüme bağlı tasarruflar ve benzeri yolla ellerinde bulundurdukları gayri menkulleri 1936 listelerine eklenmelerine, Dışişleri ve İçişleri Bakanlığının uygun görüşü alınarak Vakıflar Genel Müdürlüğünce karar verilir. Bu vakıfların taşınmaz iktisap etmeleri ve taşınmazları üzerinde her türlü tasarrufta bulunmalarına Dışişleri ve İçişleri Bakanlığı’nın uygun görüşü alınarak Vakıflar Genel Müdürlüğü’nce karar verilir. Yukarıdaki hükümlerin uygulanmasında devletlerarası mütekabiliyet şartı aranabilir. Cemaat vakıflarının durumu AB Uyum Paketleri çerçevesinde iyileştirilmişse de uygulamada bu vakıflar da çeşitli güçlüklerle karşılaşmışlardır. Cemaat vakıfları, bugüne kadar, tasarrufları altında bulunan taşınmazların ancak çok az bir kısmını tapuya tescil ettirebilmişlerdir. birçoğu hak sahibi olmadıkları gerekçesiyle reddedilmiş ya da belgelerin eksik olduğu gerekçesiyle geri çevrilmiştir 67 . Bu konuda son olarak, AB Uyum Kanunları çerçevesinde çıkarılan ve 2672 sayılı Vakıflar Kanunu’nda değişiklik getiren, cemaat vakıflarıyla ilgili 2 Ocak 105 2003 tarih ve 4478 sayılı Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun gereğince, 24 Ocak 2003 tarihinde çıkarılan yönetmelik, Süryanileri de Lozan Antlaşması’na göre tanınan azınlıklar arasına almıştır. 3.4.2. Yabancı ve Azınlık Okulları Ülkemizde bu okullar kapsamında, yabancılara ait olan "yabancı okulları" ile Türk vatandaşı azınlıklara ait olan "azınlık okulları" olmak üzere iki türden bahsedilebilir. Konumuz içinde kalan bu iki tür okul "çok değişkenli" denklemlerin sonucunda ortaya çıkmıştır. Gerek "yabancı" gerekse "azınlık" okulları bir yandan Osmanlı İmparatorluğu ile Avrupa devletleri arasındaki siyasi mücadelenin bir sonucu olarak ortaya çıkarken, diğer yandan da Osmanlı modernleşmesinin dini ve etnik cemaatlere getirdiklerinin birer ürünüdürler.Müslüman topluluklar üzerinde misyoner faaliyetlerde bulunmanın sonuçsuz kalacağını anlayan Avrupa devletleri çabalarını Hıristiyan unsurlar üzerine yöneltmek zorunda kalmışlar, Osmanlı "millet sistemi"nin cemaatlere tanıdığı kolaylıklardan yararlanarak ve büyük ölçüde ruhsatsız olarak faaliyete geçmişlerdir.174 Sevr Antlaşması’nın 149. maddesinde, Osmanlı Devleti’nin Türkiye’deki bütün soy azınlıklarının kilise ve okul konularında özerkliğini tanımayı ve saygı göstermeyi üstleneceği, bu çerçevede Müslüman olmayan soylara kilise, okul ya da adalet konularında, başta sultanlarca verilmiş olmak üzere tüm ayrıcalıkları ve destekleyeceği hükmü yer bağışıklıkları almıştır 175 teyit ederek . 24.07.1923 gelecekte Tarihli de Lozan Antlaşmasının 40 ve 41’inci maddeleri azınlık okullarına ilişkindir. Devletin okulu olarak değil de, devlet karşısında Lozan Antlaşması ile garanti altına alınmış bulunan azınlık okulları, klasik anlamda özel okullardan faklı olarak, azınlık cemaatlerine aittir. 40. Maddede, “Müslüman olmayan azınlıklara 174 KESKİN, “Azınlıklar Konusu”, Yaşayan Lozan, Çağrı Erhan (Der.), Ankara: T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2003, s. 251. 175 ÜRER, s. 201-202. 106 mensup Türk uyrukları, hem hukuk bakımından hem de öteki Türk uyruklarıyla aynı işlemlerden ve aynı garantilerden yararlanacaklardır. Özellikle, giderlerini kendileri ödemek üzere, her türlü hayır kurumlarıyla, dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer öğretim ve eğitim kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinleri serbestçe yapmak konularında eşit hakka sahip olacaklardır.” denilmektedir. Bu maddede, sadece gayrimüslim vatandaşlara kendi eğitim kurumlarını kurma ve kendi dillerini eğitim dili olarak kullanma hakkı tanınmıştır. Son olarak Türkiye’nin, Sevr Antlaşması’nda yer alan kilise, okul ve adalet konularında başta sultanlarca verilmiş fermanlar ve özel buyruklar olmak üzere çeşitli düzenlemelerle tanınmış ayrıcalıklar ve bağışıklıkları tanıma zorunluluğu Lozan’da ortadan kaldırılmıştır 176. 1982 Anayasası da eğitim alanında uluslar arası yükümlülüklerin ifası ve özellikle yabancıların müktesep haklarının korunması açısından, eğitim hakkına ilişkin 42’nci maddenin 9’uncu fıkrasının son cümlesinde: "Milletlerarası antlaşma hükümleri saklıdır" demektedir. Bundan azınlık okullarının kastedildiği açıktır. 1844 yılında Fener Patrikhanesi’nin kendi din adamlarını yetiştirmek amacıyla kurduğu Heybeliada Ruhban Okulu, 1971’de Anayasa Mahkemesi’nin özel yüksek okulların devletleştirilmesine karar vermesi üzerine kapatılmıştır. Bu nedenle Patrikhane kendi ihtiyacını karşılayacak yeni din adamları yetiştirememektedir. 177 Lozan Antlaşması’nın 40. maddesi çerçevesinde azınlıklara her türlü okulu kurma konusunda eşit haklar verilmiş olduğuna göre, Türkiye’de 1980’lerden sonra kurulan özel vakıf üniversiteleri gibi Heybeliada Ruhban Okulu’nun da açılabileceği düşünülmüştür. Ancak askeri ve dinsel okulların sadece devlet eliyle kurulabileceğini söyleyen Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Kanunu nedeniyle okulun tekrar açılması 176 Baskın ORAN, “ Lozan’ın Azınlıkların Korunması Bölümünü Yeniden Okurken” AÜSBFD (Prof. Dr. Yılmaz Günal’a Armağan), C. 49, No: 34 (HaziranAralık 1994), s. 286-287; ORAN, Türk Dış Politikası, s. 238. 177 KESKİN, “Azınlıklar Konusu”, Yaşayan Lozan, Çağrı Erhan (Der.), Ankara: T. C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 2003, s. 251. 107 mümkün olamamıştır. Diğer taraftan, AB’ye adaylık sürecinde yapılan reformlar çerçevesinde Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması yeniden gündeme gelmiştir . 3.4.3. Diğer Azınlık Hakları Uygulamaları: Lozan’a göre Özetlersek; Türk vatandaşı olan gayrimüslim azınlıklar, medeni ve siyasi haklardan Müslümanlarla eşit olarak istifade edecekler;Türkçe'den başka bir dili, hususi veya ticari münasebetlerinde, dini işlerinde, gazete ve her türlü neşriyat faaliyetleriyle mahkemelerde kullanabilecekler; masrafları kendilerine ait olmak üzere her türlü hayır, din ve eğitim müesseseleri ihdas, idare ve kontrol etmek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak hakkına sahip olacaklardır. Bu hakları, Türkiye Cumhuriyeti devleti, Anayasa ile de olsa değiştiremez; çünkü bunların uluslar arası niteliği vardır. Azınlıkların bu hakları, o zaman, şimdiki BM’in yerine kaim olan Milletler Cemiyeti'nin kefaleti ve kontrolü altına alınmıştır. Türkiye, Lozan Barış Antlaşmasının 44’üncü maddesiyle, bu hakların "Beynelminel menfaati haiz taahhüdat şekli etmelerini ve Cemiyeti Akvamın kefaleti altına vaz edilmesini" kabul etmiştir. Azınlıklar Alt Komisyonu'nda Medeni Hukuka ilişkin hakların dışında kalan bu diğer haklar arasında özellikle, dolaşım özgürlüğü, genel af, askerlik hizmeti, savaş koşulları yüzünden dağılmış aileler ve bunların mallarının geri verilmesi ve azınlıkların dini statüsü (veya hakları) gibi konularda çetin tartışmalar çıkmıştır. Ancak tüm tartışmalar sonunda gayrimüslim azınlıklar, Osmanlı devleti döneminde sahip oldukları imtiyazlı haklarının önemli bir kısmını, Cumhuriyet rejiminde de koruma imkanını elde etmişlerdir. Türkiye’de, başta 1982 Anayasası olmak üzere bazı hukuksal düzenlemede açık bir biçimde ifadesini bulan resmi görüşe göre, Lozan Antlaşması’yla tanınan gayrimüslim azınlıklar dışında başka bir azınlık yoktur. 108 Söz konusu yaklaşımın temel kaynağı, 1982 Anayasası’nın Başlangıç bölümünde yer alan “Türk varlığının devleti ve ülkesi ile bölünmezliği” ilkesi, yine bu ilkenin tekrarlandığı, “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.” seklindeki 3. maddesi ve 1, 2, ve 3. Maddelerin “değiştirilemeyeceği ve değiştirilmesinin dahi teklif edilemeyeceğini” öngören 4. maddedir .Genel olarak, Türkiye’deki azınlık mevzuatı ve uygulamalarına bakıldığında, Anayasa’nın 66. maddesindeki, vatandaşlığı tanımlayan ve Türk olmayı devletle birey arasındaki hukuksal ilişkiye, yani vatandaşlığa bağlayan çağdaş hüküm ile mevzuattaki bazı hükümler çatışmakta ve Türk kelimesine verilen anlam çerçevesinde çeşitli ayrımcı uygulamalar görülmektedir . 3.5. AVRUPA BİRLİĞİ UYUM SÜRECİNDE GERÇEKLEŞTİRİLEN YASA DEĞİŞİKLİKLERİ 3.5.1. 2001 Yılında Gerçekleştirilen Yasa Değişiklikleri Aralık 1999 Helsinki Zirvesi’nde sonra Türkiye yoğun bir reform sürecinden geçerek AB siyasi kriterlerine uyum amacıyla çok sayıda yasa ve mevzuat düzenlemesi gerçekleştirmiştir. Bu kapsamda 2001 yılında Anayasa değişiklikleri yapılmış ve daha sonra çeşitli uyum paketleri çıkarılmıştır. 2001 Anayasa değişikliği bugüne kadar 1982 Anayasasında yapılan altıncı ve en kapsamlı değişiklik paketidir. Daha önce yapılan değişikliklerde 1987’de üç madde ve bir geçici maddede; 1993’de bir maddede; 1995’de Başlangıç ve 15 maddede, 1999’da önce bir maddede daha sonra üç maddede değişiklik gerçekleştirilecektir. 3 Ekim 2001’de kabul edilip 17 Ekim 2001 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4709 No’lu “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkındaki Kanun”la yapılan 109 2001 değişiklik paketinde178 ise 1982 Anayasasının Başlangıcı, 32 maddesi ve bir geçici maddesi değiştirilmiştir.179 Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM)’nce 3 Ekim 2001 tarihinde kabul edilip, 17 Ekim 2001 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 4709 sayılı “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun”, 1982 Anayasasının 32 maddesiyle Başlangıç bölümünde gerçekleştirilen değişiklikleri kapsamaktadır. TBMM Partiler Arası Uzlaşma Komisyonunun kabul ettiği metinde, Anayasanın 37 maddesinde değişiklik yapılması öngörülmüş, ancak bunlardan üçü TBMM Genel Kurulunda yeterli çoğunluğu sağlayamayarak reddedilmiş, TBMM üyelerinin ödenek ve yolluklarına ilişkin biri de, Cumhurbaşkanı tarafından halkoyuna sunulmuştur. Değiştirilen madde sayısına bakıldığında, bu değişikliğin, 1982 Anayasasının kabulünden bu yana gerçekleştirilen en kapsamlı değişiklik olduğu göze çarpmaktadır. Konumuz gereği adı geçen değişiklikte azınlık haklarını ilgilendiren maddelerin 1982 Anayasası’nda yer alan sekli ile 4709 No’lu Kanun çerçevesinde bu maddelerin değişime uğramış halleri karsılaştırılacaktır.180 3.5.1.1. Madde 26: Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti 1982 Anayasası ilgili bölüm; Herkes düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek basına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar. Bu fıkra hükmü radyo, televizyon, sinema veya benzeri yollarla yapılan yayınların izin sistemine bağlanmasına engel değildir. Bu hürriyetlerin kullanılması, suçların önlenmesi, suçluların cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile 178 2001 yılı Ekim ayında gerçekleştirilen Anayasa değişiklikleri için bkz.Yalçın AKDOĞAN:Kırk Yıllık Düş:Avrupa Birliği’nin Siyasal Geleceği ve Türkiye, (İstanbul:Alfa Yayınları,2004),7078;Baskın ORAN:Türkiye’de…,113-115 179 Ercüment TEZCAN:”Helsinki’den 3 Ekim’e:Müzakerelere Giden Sürecin Dünü,Bugünü,Yarını”, Avrasya Dosyası,C11,S.1,(2005),s.17 180 SARAÇLI,a.g.e.s.144-145 110 hayatlarının yahut kanunun öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir. Düşüncelerin açıklanması ve yayılmasında kanunla yasaklanmış olan herhangi bir dil kullanılamaz. Bu yasağa aykırı yazılı veya basılı ağıtlar, plaklar, ses ve görüntü bantları ile diğer anlatım araç ve gereçleri usulüne göre verilmiş hakim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde kanunla yetkili kılınan merciin emriyle toplattırılır. Toplatma kararını veren mercii bu kararını, yirmi dört saat içinde yetkili hakimine bildirir. Hakim bu uygulamayı üç gün içinde karar bağlar. Haber ve düşünceleri yayma araçlarının kullanılmasına ilişkin düzenleyici hükümlere, bunların yayımını engellemek kaydıyla, düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin sınırlanması sayılmaz. Değiştirilen Bölüm: 1982 Anayasası’nın 26. maddesinde yapılan değişikliğe göre 2. fıkrada yer alan “Bu hürriyetlerin kullanılması” ibaresinden sonra gelmek üzere “Milli güvenlik, kamu düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması” ibareleri eklenmiştir. 26. Maddede yer alan 3. fıkra tamamen kanun metninden çıkarılmıştır. Maddeye son fıkra olarak “Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak sekil, şart ve usuller kanunla düzenlenir” ibaresi eklenmiştir. 3.5.1.2. Madde 28: Basın Hürriyeti 1982 Anayasası ilgili bölüm; “Basın hürdür, sansür edilemez, Basımevi kurmak izin alma ve mali teminat yatırma şartına bağlanamaz. Kanunla yasaklanmış herhangi bir dilde yayın yapılamaz. Devlet, basın ve haber alma hürriyetlerini sağlayacak tedbirleri alır…..” 181 Değiştirilen Bölüm: 1982 Anayasası’nın 28. Maddesinin ikinci fıkrası 3.10.2001-4709/10 kapsamında kanun metninden çıkarılmıştır. 181 Uyum Paketleri ile yapılan düzenlemeler için bkz.Yalçın AKDOĞAN:a.g.e.88-112 111 3.5.1.3. Madde 33: Dernek Kurma Hürriyeti 1982 Anayasası ilgili bölüm: "Herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma hakkına sahiptir. Dernek kurabilmek için kanunun gösterdiği bilgi ve belgelerin, yetkili mercie verilmesi yeterlidir. Bu bilgi ve belgelerin kanuna aykırılığının tespiti halinde yetkili merci, derneğin faaliyetinin durdurulması veya kapatılması için mahkemeye başvurur. Hiç kimse bir derneğe üye olmaya ve dernekte üye kalmaya zorlanamaz. Dernek kurma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak sekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.182 Dernekler, kanunun öngördüğü hallerde hakim kararıyla kapatılabilir veya faaliyetten alıkonulabilir. Ancak, milli güvenliğin, kamu düzeninin, suç islenmesini veya suçun devamını önlemenin yahut yakalamanın gerektirdiği hallerde gecikmede sakınca varsa, kanunla bir mercii, derneği faaliyetten men ile yetkilendirilebilir. Bu merciin kararı, yirmi dört saat içerisinde görevli hakimin onayına sunulur. Hakim, kararını kırk sekiz saat içinde açıklar; aksi halde, bu idari karar kendiliğinden yürürlükten kalkar.183 Birinci fıkra hükmü, Silahlı Kuvvetler ve kolluk kuvvetleri mensuplarına ve görevlerinin gerektirdiği ölçüde Devlet memurlarına kanunla sınırlamalar getirilmesine engel değildir. Bu madde hükümleri vakıflarla ilgili olarak da uygulanır". Değiştirilen Bölüm: 1982 Anayasası’nın 33. Maddesi 3.10.20014709/12. Madde kapsamında aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir; “Herkes, önceden izin almaksızın dernek kurma ve bunlara üye olma ya da üyelikten çıkma hürriyetine sahiptir. Hiç kimse bir derneğe üye olmaya ve dernekte üye kalmaya zorlanamaz. Dernek kurma hürriyeti ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç islenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâk ile başkalarının hürriyetlerinin korunması sebepleriyle ve kanunla sınırlanabilir. Dernek kurma hürriyetinin kullanılmasında uygulanacak sekil, şart ve usuller kanunda gösterilir. Dernekler, kanunun öngördüğü hallerde hâkim kararıyla kapatılabilir veya faaliyetten alıkonulabilir. Ancak, millî güvenliğin, 182 TEZCAN,”Uyum yasaları çerçevesinde Türkiye-AB İlişkilerine Genel Bakış” Stratejik Analiz,C.4,S.41,(Eylül 2003)s.37-40 183 AKDOĞAN,a.g.e.,s.81-85 112 kamu düzeninin, suç islenmesini veya suçun devamını önlemenin yahut yakalamanın gerektirdiği hallerde gecikmede sakınca varsa, kanunla bir merci, derneği faaliyetten men ile yetkilendirilebilir. Bu merciin kararı, yirmi dört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını kırk sekiz saat içinde açıklar; aksi halde, bu idari karar kendiliğinden yürürlükten kalkar. Birinci fıkra hükmü, Silahlı Kuvvetler ve kolluk kuvvetleri mensuplarına ve görevlerinin gerektirdiği ölçüde Devlet memurlarına kanunla sınırlamalar getirilmesine engel değildir. Bu madde hükümleri vakıflarla ilgili olarak da uygulanır.” 3.5.1.4. Madde 66: Türk Vatandaşlığı 1982 Anayasası ilgili Bölüm: “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür. Türk babanın veya Türk ananın çocuğu Türk’tür. Yabancı babadan ve Türk anadan olan çocuğun vatandaşlığı kanunla düzenlenir. Vatandaşlık, kanunun gösterdiği şartlarla kazanılır ve ancak kanunda belirtilen hallerde kaybedilir. Hiçbir Türk, vatana bağlılıkla bağdaşmayan bir eylemde bulunmadıkça vatandaşlıktan çıkarılamaz. Vatandaşlıktan çıkarma ile ilgili karar ve işlemlere karsı yargı yolu kapatılamaz.” Değiştirilen Bölüm: 1982 Anayasası’nın 66. Maddesi’nin ikinci fıkrasının ikinci cümlesi olan “Yabancı babadan ve Türk anadan olan çocuğun vatandaşlığı kanunla düzenlenir.” ibaresi 3.10.2001-4709/23. Madde kapsamında kanun metninden çıkarılmıştır. 2001 yılında gerçekleştirilmiş olan Anayasa değişiklikleri incelediğimizde özet olarak karsımıza temel hak ve özgürlüklerle ilgili sınırların daraltıldığı, temel hak ve özgürlüklerin sınırlarının genişletildiği, dernekler ile ilgili getirilmiş olan değişikliklerle dernek kurulması ile ilgili sürecin kolaylaştırıldığı, ayrımcılığın önlenmesi konusunda pozitif adımların atıldığı görülmektedir. 2001 Anayasa değişiklikleri Türkiye’nin AB sürecinde 113 atmış olduğu önemli adımlar arasında yerini almıştır. Bunu İlerleme Raporları’nda da görebilmekteyiz. 3.5.2. 2004 Yılında Gerçekleştirilen Yasa Değişiklikleri 3.5.2.1. Madde 30: Basın Araçlarının Korunması 1982 Anayasası ilgili Bölüm: “Kanuna uygun şekilde basın isletmesi olarak kurulan basımevi ve eklentileri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, Cumhuriyetin temel ilkeleri ve milli güvenlik aleyhinde işlenmiş bir suçtan mahkum olma hali hariç, suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere edilemez ve isletilmekten alıkonulamaz.” Değiştirilen Bölüm: 1982 Anayasasının 30. Maddesi 7.5.2004-5170/4. maddesi kapsamında aşağıdaki şekilde değiştirilmiştir; “Kanuna uygun şekilde basın isletmesi olarak kurulan basımevi ve eklentileri ile basın araçları, suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere edilemez veya isletilmekten alıkonulamaz.”184 3.5.2.2.Madde 90: Milletlerarası Antlaşmaları Uygun Bulma 1982 Anayasası İlgili Bölüm: “Türkiye Cumhuriyeti adına yabancı devletlerle ve milletlerarası kuruluşlarla yapılacak antlaşmaların onaylanması, Türkiye Büyük Millet Meclisinin onaylamayı bir kanunla uygun bulmasına bağlıdır.Ekonomik, ticari veya teknik ilişkileri düzenleyen ve süresi bir yılı asmayan antlaşmalar, Devlet Maliyesi bakımından bir yüklenme getirmemek, kişi hallerine ve Türklerin yabancı memleketlerdeki mülkiyet haklarına dokunmamak şartıyla, yayımlanma ile yürürlüğe konabilir. Bu takdirde bu antlaşmalar, yayımlarından başlayarak iki ay içinde Türkiye Büyük Millet Meclisinin bilgisine sunulur. Milletlerarası bir antlaşmaya dayanan uygulama 184 Baskın ORAN:Türkiye’de….s.116 114 antlaşmaları ile kanunun verdiği yetkiye dayanılarak yapılan ekonomik, ticarî, teknik veya idarî antlaşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisince uygun bulunması zorunluluğu yoktur; ancak, bu fıkraya göre yapılan ekonomik, ticarî veya özel kişilerin haklarını ilgilendiren antlaşmalar, yayımlanmadan yürürlüğe konulamaz185. Türk kanunlarına değişiklik getiren her türlü antlaşmaların yapılmasında birinci fıkra hükmü uygulanır. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz.” Değiştirilen Bölüm: 1982 Anayasası’nın 90. maddesine 7.5.20045170/7. md. kapsamında son fıkraya aşağıdaki cümle eklenmiştir; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere iliksin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.” 3.5.3. AB İLERLEME RAPORLARINDA AZINLIK HAKLARI Avrupa Komisyon’u tarafından hazırlanan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin AB üyelik sürecindeki etapları anlatan ilerleme raporlarından ilki 1998 tarihinde yayınlanmıştır. İlerleme raporları, Giriş ve Üyelik Kriterleri ile ilgili bilgi verilmesinin akabinde Politik Kriterler, Ekonomik Kriterler, Üyelik Yükümlülüğünü Üstlenme Yeteneği ve Ortak Dış ve Güvenlik Politikaları baslıklarını içermektedir. Aynı zamanda ilerleme raporlarında bir sonuç kısmına yer verilmektedir. Konumuzla ilgili olarak azınlık hakları İlerleme Raporları’nda Politik Kriterler Başlığı altında, İnsan Hakları ve Azınlıkların Korunması kısmında irdelenmektedir. 1998 tarihinden itibaren yayınlanmaya başlayan 185 Sevtap YOKUŞ:”Türkiye’de Avrupa Birliği’ne Uyum Hedefli Anayasal Değişimde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin Esas Alınması” Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi,(2005/I),s.175176 115 bu raporlar 2010 itibariyle toplam 15 adet olup Türkiye Cumhuriyetinin AB tarafından bir fotoğrafı olarak alınabilir. Bu kısımda, Azınlık haklarının ilerleme Raporları ekseninde çekilen fotoğrafına değinilecektir. Ancak, ilerleme raporları incelenirken konumuz gereği yalnızca Türkiye Cumhuriyeti tarafından resmen tanınan azınlık gruplarına yönelik incelemeler irdelenmiştir. 1998 yılında yayınlanan ilk ilerleme Raporu’nda186 Azınlık Hakları ve Azınlıkların Korunması Başlığı altında AB’nin Türkiye’nin azınlık uygulamaları hakkında belirttiği görüş öncelikle nüfus kriterini ele almaktadır. Buna göre “Türkiye’nin nüfusu 62 milyondan fazladır. Lozan Antlaşması’na göre, T.C. Avrupa Komisyonu tarafından yayınlanan ilerleme Raporları ile ilgili tüm veriler Avrupa Birliği Genel Sekreterliği internet sayfasında yer alan ilerleme Raporları’nın gayri resmi tercümelerinden derlenmiştir. Bununla birlikte Rapor’da sayılan azınlıkların, kendi kiliselerini, okullarını ve hastanelerini serbestçe yönettikleri, bu üç azınlığın mensuplarının yetkili makamlara kayıt yaptırmakla yükümlü oldukları ve bu azınlıkların üyelerinin kimlik kartlarında onların mensubiyetleri belirtildiği yazmaktadır. İçişleri Bakanlığında, azınlıklar ile ilgilenen bir dairenin mevcut olduğu belirtilmektedir.187 1998 tarihinde yayınlanan ilerleme Raporu’nda tanınan azınlık gruplarına yönelik incelemenin kısa tutulması ve bununla birlikte asli unsur olarak sayılan gruplara yönelik çalışmaların ve araştırmaların yapılmış olması bu tarihli raporun Türkiye’deki azınlık bireylerine tanınan haklar konusunda çok detaya girmediğini göstermektedir. Türkiye’nin Katılım Yolunda İlerlemesi Üzerine Komisyon’un 1999 Düzenli Raporu’na188 bakıldığında ise 1998 yılında yayınlanan raporda yer aldığı gibi resmen tanınan gayrimüslim azınlıklara ilişkin bir yorumun yer 186 Commission of the European Communities (1998), “1998 Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html, (erişim tarihi:16.03.2010), s:16. 187 Commission of the European Communities (1998), “1998 Regular Report from the Comission on Turkey’s…, s:17. 188 Commission of the European Communities (1999), “1999 Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html, (erişim tarihi: :16.03.2010), s:6. 116 almadığı göze çarpmaktadır. Yalnızca konumuzla ilgili olarak “Ulusal Azınlıkların Korunmasına ilişkin Çerçeve Sözleşme” ve “Bölgesel Diller veya Azınlık Dilleri Avrupa Şartı”ndan söz edilmekte ve bu belgelere atıf yapılmaktadır. Türkiye’nin Katılım Yolunda ilerlemesi Üzerine Komisyon’un 2000 Düzenli Raporu’na189 bakıldığında ise Türkiye Cumhuriyeti’nin, “Ulusal Azınlıkların Korunması için Avrupa Konseyi Çerçeve Sözleşmesi”ni henüz imzalamadığı ve Lozan Antlaşması ile tarif edilenlerden başka azınlıkları tanımadığı belirtilmektedir. Bunun haricinde 2000 tarihli İlerleme Raporu’nun azınlık hakları ile ilgili kısmında gayrimüslim azınlıklara yönelik herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.Ancak, Medeni ve Siyasi haklar başlığı altında gayrimüslim azınlıkları ilgilendiren olumlu bilgilere yer verilmiştir. Buna göre “…din özgürlüğü ile ilgili olarak, Yahudi cemaati yanında, Yunan Ortodoks, Ermeni, Katolik ve Süryani Ortodoks Kiliseleri basta olmak üzere, bazı gayri Müslim cemaatlere yönelik daha büyük bir hoşgörü olduğunu gösteren işaretler vardır. Aralık 1999’da, yetkili makamların yayınlamış olduğu bir genelgeye göre, dinsel cemaatler, hayır ve ibadet binalarını tamir etmek için devletten izin almak zorunda olmayacaklardır. Genel olarak, bu olumlu yaklaşım daha da geliştirilmeli ve, 1923 Lozan Antlaşması’nın kapsamına girsinler veya girmesinler, gayri Müslimlerin somut talepleri, Heybeliada ruhban okulunun kapalı kalmaya devam etmesi konusu dahil, gerektiği gibi incelenmelidir…” olarak ilerleme Raporu’nda yerini almıştır. Azınlık bireylerinin dilsel haklarına yönelik araştırma kısmı ise ilerleme Raporu’nun “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar” alt başlığı altında incelenmiş ve Lozan Antlaşması kapsamında tanınan azınlık bireylerine ilişkin dillerin kullanımı açısından bir problemin bildirilmediği belirtilmiştir. Söz konusu Rapor’a göre “…Lozan Antlaşması’nın kapsamı dışındaki gruplara mensup olanlar için, özellikle TV/radyo yayıncılığı ve eğitim açısından, durum iyileşmemiştir. 189 Commission of the European Communities (2000), “2000 Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html, (erişim tarihi: 16.03.2010), s:15. 117 190 3984 sayılı yasa, evrensel kültürün ve bilimin gelişmesine katkıda bulunacak diller hariç, radyo ve televizyon yayınlarının Türkçe olmasını öngörmektedir” ifadesi yer almaktadır. Eğitim konusunda ise Milli Eğitim Bakanlığı’nın izni alınmaksızın baksa dillerde eğitim söz konusu olamayacağı belirtilmektedir.191 Türkiye’nin Katılım Yolunda İlerlemesi Üzerine Komisyon’un 2001 Düzenli Raporu’na192 bakıldığında ise 29 ve 30. sayfalarda yer alan Azınlık Hakları ve azınlıkların Korunması alt başlığında Türkiye’nin Ulusal Azınlıkların Korunmasına İlişkin Çerçeve Sözleşmeyi imzalamadığı ve halen 1923 tarihli Lozan Antlaşması’nı temel belge olarak kabul ettiğini belirtildiği görülmektedir.2001 tarihli İlerleme Raporunda da gayrimüslim azınlıklara yönelik değerlendirmeler “Medeni ve Siyasi Haklar” alt başlığı altında irdelenmiştir. Buna göre azınlık bireylerine tanınan basın hakkı kapsamında Anayasa değişikliğine değinilmiş (md.28) ve “Kanunla yasaklanan dillerde yayın yapılamaz” ibaresinin kaldırılmasını olumlu bir gelişme olarak yorumlamıştır. Ancak, Rapor bu değişikliğe istinaden mevzuatta diğer değişikliklerin yağılmasını da önermektedir. Rapor’da basın hakkına yönelik Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) tarafından uygulanan bir yönteme gönderme yapılmakta ve bu uygulamanın kaldırılması talep edilmektedir. Buna göre, RTÜK tarafından gerçekleştirilen basın organlarının kapatılması negatif bir gösterge olarak yorumlanmaktadır. Yine 2001 tarihli İlerleme Raporu incelendiğinde din özgürlüğü alanında olumlu görüşlere değinildiği gözlemlenmektedir. Rapor’a göre “…gayrimüslim topluluklara yönelik artan bir hoşgörü olduğu…” düşüncesi mevcuttur. 193 Dinsel anlamda tanınan hoşgörüden anlatılmak istenen Devlet yetkililerinin dinsel tören ve ayinlere karsı olan hoşgörülü ve yapısı tutumu olmakla birlikte Kilise ve azınlık 190 Commission of the European Communities (2000), “2000 Regular Report from the Comission on Turkey’s…, s:17,18,19. 191 İktisadi Kalkınma Vakfı, “2000 Yılı Katılım Ortaklığı Belgesi’nin Gayriresmi Tercümesi”, http://www.ikv.org, 10 Ekim 2000. 192 Commission of the European Communities (2001), “2001 Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html, (erişim tarihi:16.03.2010), s:18. 193 Commission of the European Communities (2001), “2001 Regular Report from the Comission on Turkey’s…, s:28,29. 118 vakıfları ile ilgili düzenlemelerde bu kurumlara ait binaların restorasyonu için daha önceden alınması gerekli olan izin zorunluluğunun kaldırıldığı olumlu bir gelimse olarak belirtilmektedir. Rapor’da din özgürlüğüne ilişkin olumsuz olarak nitelendirilebilecek kısım ise azınlık gruplarına ait kiliselerin basta mülk edinme sorunu olmak üzere halen birtakım sıkıntılarla karsı karsıya olduğunun belirtilmesidir. 2001 tarihli ilerleme Raporu’nun “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar” kısımlı alt baslığı incelendiğinde gayrimüslim azınlıklara yönelik Anayasa’nın 26. Ve 28. Maddelerindeki değişiklikler olumlu bir gösterge olarak anılmaktadır (26. ve 28. maddeler Basın-Yayın özgürlüğü kapsamında gerçekleştirilen Anayasa Değişiklikleri’ni ifade etmektedir). Türkiye’nin Katılım Yolunda İlerlemesi Üzerine Komisyon’un 2002 Düzenli Raporu’na 194 bakıldığında ise 33 ve 34. sayfalarda yer alan Azınlık Hakları ve Azınlıkların Korunması alt başlığında “Ulusal Azınlıkların Korunmasına iliksin Çerçeve Sözleşme”nin henüz imzalanmadığı ve halen 1923 tarihli Lozan Antlaşması’nda tanınan azınlıkların resmen tanındığı belirtilmektedir. İlerleme Raporu’nun Azınlık haklarına ilişkin kısmında gayrimüslim azınlıklara ilişkin herhangi bir ibare yer almamakla birlikte olumlu bir gelişme olarak Ulusal Azınlıklardan Sorumlu AGİT Yüksek Komiseri ile görüşmelere başlanması ifade edilmiştir. 2002 ilerleme Raporu’nun “Medeni ve Siyasi Haklar” alt başlığı kapsamında basın-yayın hakkı ile ilgili olumlu bir gelişmeden söz edilmektedir. Üçüncü Reform Paketi’nde yer alan bu değişikliğe göre, “…RTÜK Kanunu, Türk vatandaşlarının günlük hayatlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerin yayını serbest bırakmak amacıyla değiştirilmiştir…” ibaresi yer almaktadır.195 Yine aynı alt baslıkta, dernek kurma özgürlüğü ile ilgili yapılan olumlu düzenlemelerden söz edilmiştir. Söz konusu Rapor’da Ekim 2001 Anayasa Değişikliği ve İkinci Reform Paketi ile ilgili değişikliklere atıf yapılmaktadır. Dernek kapatma 194 Commission of the European Communities (2002), “2002 Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html, (erişim tarihi:16.03.2010), s:18. 195 Commission of the European Communities (2002), “2002 Regular Report from the Comission on Turkey’s…, s:28. 119 sebeplerinin sınırlandırılmış olması ve suç isleme ihtimalinin mevcut olması gerekçelerinin kaldırılmış olması olumlu gelişmeler olarak belirtilirken, kanunla yasaklanan diller ifadeleri tamamen kaldırılmıştır. Bununla birlikte dernek kurma yasının da 21’den 18’e düşürülmesi olumlu bir gelişme olarak aktarılmıştır. Yine Üçüncü Reform Paketi’nde konu ile ilgili olumlu gelişmeler gözlenmiş ve dernek faaliyetlerine yönelik kısıtlamalar kaldırılmıştır. Ancak, Rapor’a göre halen dernek kurma hakkına ilişkin bir takım sınırlamalar mevcuttur. Bu sınırlamaların en basında, ön izin sistemi yer almakta ve buna bağlı olarak dernek çalışmalarının hantal bir hale büründüğü olumsuz bir görüş olarak Rapor’da yer almaktadır. 2002 tarihi ilerleme Raporunda, 196 azınlık bireylerinin din özgürlüklerine ilişkin olarak din özgürlüğünün güvence altında olduğunu belirtmiş ve Ağustos 2002 tarihli Reform Paketi’nde yer alan sıkıntıların varlığından da söz edilmiştir. Buna göre, “…Müslüman olmayan dini topluklar, Türkiye’de, tüzel kişiliklerinin ve mülk edinme haklarının almaması ve din adamı yetiştirme yasağına ilişkin sorunlarla karşılaşılmıştır…” ifadesi yer almaktadır. Rapor’a göre Türkiye’de bulunan gayrimüslimlere ilişkin taşınmaz sorunları halen daha devam etmekte ve 1936 tarihli Beyanname ile ilgili mülk edinme sıkıntılarının varlığından söz edilmektedir. 1936 Beyannamesine istinaden hazırlanan taşınmaz malların listesi haricinde var olan taşınmazların Devlet malı olarak belirtildiği vurgulanmakta ve bunun uygulamada sorunlara neden olduğu aktarılmaktadır. Rapor’da mülkiyet haklarına ilişkin düzenlemelerin Üçüncü Reform Paketi ve Dernekler Kanunda yapılan değişiklikle ele alındığı belirtilmektedir. Buna göre, “…Cemaat Vakıfları, Ağustos 2002’de, Vakfiyeleri olup olmaksızın mülk alım satımına yetkili kılınmışlardır…” ibaresinden yola çıkarak konu hakkında bilgilendirmeler içeren Rapor, bu konuda yapılan çalışmaların belli sıkıntıları halen içerdiğini belirtmektedir. Rapor’da, dini azınlıklara ilişkin sıkıntılar “…taşınmazların kiralanmasının yasaklanmaya devam edilmesi...” ve “…dini azınlıkların din adamı yetiştirmeleri konusundaki sıkıntılar…” olarak ifade 196 Commission of the European Communities (2002), “2002 Regular Report from the Comission on Turkey’s…, s:42. 120 edilmiştir. Dini Cemaatlerin kendi okullarına sahip olmaları ancak bu okullarda Milli Eğitim Bakanlığı tarafından atanan bir müdür yardımcısının varlığı olumsuz nitelik olarak belirtilmektedir. Yine Milli Eğitim Bakanlığı tarafından önerilen bir düzenleme okullardaki din derslerinin içerikleri ile ilgili değişikliği içermektedir. Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Hıristiyan Cemaatlere din dersleri için kullanılması öngörülen kitaplarda yer alması amacıyla taslaklar hazırlanması teklifi sunulmuştur. Söz konusu Rapor’da Türkiye’nin dinsel azınlıklarına ilisin bir diğer olumlu gelişme ise, “…Türk Devleti, uluslararası seviyedeki dinler arası diyalogda daha fazla yer almakta ve dini eğitim konusunda daha kapsayıcı bir yaklaşım izlemektedir…” olarak belirtilmektedir. “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar” alt başlığı kapsamında, kültürel haklara ilişkin, Anayasa’nın 26. maddesi’nin değiştirilmesine istinaden gerçeklesen olumlu gelişmelerden söz edilmiş, Üçüncü Reform Paketi vasıtasıyla öngörülen basın-yayın hakkına ilişkin olumlu gelişmelerden söz edilmiştir. Türkiye’nin Katılım Yolunda İlerlemesi Üzerine Komisyon’un 2003 Düzenli Raporu’na197 bakıldığında ise 35 ve 37. sayfalarda yer alan Azınlık Hakları ve Azınlıkların Korunması alt baslığında Ocak 2003 yılında Ulusal Azınlıklardan Sorumlu AGİT Yüksek Komiseri’nin Türkiye’ye yapmış olduğu ziyaret olumlu olarak dile getirilirken ilk görüşmeden bir sonucun çıkmamış olmaması belirtilmektedir. Türkiye Cumhuriyeti tarafından imzalanan BM Medeni ve Siyasal Haklara ilişkin Uluslararası Sözleşme’nin 27. maddesine konulan çekince belirtilmektedir. Türkiye’nin Sözleşme’nin bu maddesine çekince koyarak imzalaması oldukça sıkıntılı bir sürece yol açmaktadır. 2003 yılına ait ilerleme Raporu’nda azınlık gruplarının şikayetlerine istinaden ders kitaplarındaki düşmanlık hissi besleyen ifadelerin varlığından söz edilmektedir. Yine MEB tarafından okullarda uygulanması öngörülen tarihi olaylar hakkındaki konferans ne kompozisyon yarışması olumsuz bir 197 Commission of the European Communities (2003),“2003 Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html, (erişim tarihi:16.03.2010), s:15. 121 gelişme olarak aktarılmaktadır. Rum azınlıklara yönelik okullaşma süreçlerinde yaşanan sıkıntılar yine 2002 Raporu’nda yer almaktadır. Özellikle bu okullarda öğretmen istihdamı ve eğitim materyallerinin onaylatılmasındaki sıkıntılar devam etmektedir. Yine konu ile ilgili bir diğer olumsuz ibare ise Gayrimüslim okullarına kayıt yaptırmak isteyen bireylerin yalnızca Gayrimüslim babadan olma koşulu uygulamada sorunlara neden olmaktadır. 2003 İlerleme Raporu’nun “Medeni ve Siyasi Haklar” alt başlığı kapsamında Altıncı Uyum Paketi ile gerçekleştirilen ve basın-yayın hakkına ilişkin gelişmelerden söz edilmiştir.198 Buna göre “…Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları dil ve lehçelerde yayın yapılması imkanı, TRT'ye ilaveten, özel istasyonlara da temsil edilmiştir…”. Yine Medeni ve Siyasi Haklar alt başlığı kapsamında dernek kurma özgürlüğüne dayalı olarak Dördüncü Uyum Paketi’ndeki değişikliklerden söz edilmiş ve Gayrimüslim azınlıkların dernek yazışmalarında belirli bir dile bağlı kalmaksızın yazışma yapabilecekleri belirtilmiştir. Ancak, Dördüncü ve Altıncı Uyum Paketleri’nde yer alan dernek kurmaya yönelik çıkarılan yasaların yetersizliğine vurgu yapılmaktadır.Din özgürlüğüne ilişkin Rapor’da yer alan bilgilere göre, mülkiyet hakkı ve ibadethane açılması hakkında hazırlanan düzenlemeler olumlu olarak addedilmiştir. Rapor’a göre, “…bu düzenlemelerin etkileri sınırlı kalmıştır. Gayrimüslim dini azınlıklar, tüzel kişilik, mülkiyet hakkı ve iç yönetim konularında ciddi engellerle ve din adamı yetiştirme yasağıyla karsılaşmaya devam etmektedirler…” ifadeleri konu hakkında mevcutta yaşanmakta olan sıkıntıları belirtmektedir. 2003 yılında dini liderler mevcut sorunların çözümüne ilişkin Türk makamlarından görüşme talebinde bulunmuşlardır. Dördüncü Uyum Paketi kapsamında Vakıflar Kanunu’ndaki değişikliğe istinaden Ocak 2003 tarihinde bir yönetmelik hazırlanmıştır.199 Rapor, söz konusu yönetmelikteki mülkiyet hakkı üzerine yapılan sınırlamaların 198 Commission of the European Communities (2003),“2003 Regular Report from the Comission on Turkey’s…, s:23. 199 Commission of the European Communities (2003),“2003 Regular Report from the Comission on Turkey’s…, s:25. 122 kaldırıldığından söz etmektedir. Taşınmaz malların tesciline ilişkin izin uygulamasının kaldırılması konu ile ilgili olumlu bir gelişme olarak belirtilmektedir. Konu ile ilgili bir diğer gelimse ise Altıncı Uyum Paketiyle birlikte, azınlık vakıflarının taşınmaz mal tescili için başvuru sürelerinin 6 aydan 18 aya uzatılması belirtilmektedir. Rapor’da belirtildiği üzere Gayrimüslimlerin taşınmazlarına ilişkin sıkıntı süreç içerisinde devam etmektedir. Rapor’da belirtilen bir diğer önemli gelişme ise Eylül 2003 yılında yayınlanan bir genelgeye göre, “cami” ibareleri “ibadet yeri” olarak değiştirilmiş ve Kilise ve Sinagoglar düzenleme kapsamına dahil edilmiştir. Dini azınlıkların din adamı yetiştirmeye yönelik sorunları mevcutta devam etmektedir. 2002 yılı ilerleme Raporu’nda söz edilen dini azınlıkların Müslüman müdür yardımcısına ilişkin sıkıntıları 2003 yılı İlerleme Raporu’nda da yer almıştır. Temmuz 2003 yılında Türk makamları ve Avrupa Komisyonu temsilcilerinin katıldığı din özgürlüğü temalı bir toplantı gerçekleştirilmiştir. Toplantının sonuçlarına göre Türkiye’deki mevcut uygulamaların geliştirilmesinin gerekliği ortaya çıkmıştır.200 Türkiye’nin Katılım Yolunda ilerlemesi Üzerine Komisyon’un 2004 Düzenli Raporu’na201 bakıldığında ise 40 ve 43. sayfalarda yer alan Azınlık Hakları ve Azınlıkların Korunması alt başlığında Türkiye Cumhuriyeti tarafından insan haklarına yönelik antlaşmalarda azınlık haklarına ilişkin kısımlara konulan çekincelerin sıkıntı yarattığından söz edilmektedir. 2002 ve 2003 yılları İlerleme Raporları’nda söz edilen AGİT Komiseri’nin ziyaretinden halen bir sonuç meydana gelmemiştir. Türkiye halen Ulusal Azınlıkların Korunmasına ilişkin Çerçeve Sözleşmeyi ve Bölgesel Diller ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartını imzalamamıştır. Türkiye, kamu makamlarının ayrımcılık yapmasını yasaklayan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin 12 sayılı Ek Protokolünü de henüz imzalamamıştır. 200 Commission of the European Communities (2003),“2003 Regular Report from the Comission on Turkey’s…, s:37. 201 Commission of the European Communities (2004),“2004 Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html, (erişim tarihi:15.11.2007), s:28. 123 Ocak 2004 tarihinde gizli bir kararname ile oluşturulan ve azınlıkların güvenlik gerekçeleri ile izlenmesini öngören “Azınlık Tali Komisyonu” feshedilmiştir. Bununla birlikte, Gayrimüslim azınlıkların sorunlarını çözmek amacıyla İçişleri, Eğitim, Dışişleri ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden sorumlu Bakanlardan oluşan bir “Azınlık Sorunlarını Değerlendirme Kurulu” oluşturulmuştur. İlerleme Raporu’nda Gayrimüslim azınlıkların mevcutta üst düzey idari ve askeri görevlere gelmekte güçlük çektikleri belirtilmektedir. Okul ders kitaplarındaki sıkıntılar halen devam etmekte olup, konu ile ilgili, resmi makamlar tarafından incelemeler başlatılmıştır. 202 Mart 2004 yılında, yayınlanan bir Genelge’ye istinaden okullardaki ders kitaplarında ayrımcılık yasağına iliksin ibareler yer almıştır. Gayrimüslim okullarındaki Müslüman müdür yardımcısı sorunu devam etmektedir. Olumlu bir gelişme ise anneleri gayrimüslim olan çocukların da bu tarihten itibaren gayrimüslim okullarına kayıt yaptırabilme hakkına sahip olunmuş olmasıdır. Ancak, bu uygulamada belirleyici makam MEB olacaktır. 2004 İlerleme Raporu’nda Rum cemaati ile ilgili iki sorun karsımıza çıkmaktadır. Bunlardan birincisi, “…yeni eğitim malzemelerinin onaylanması ve dışarıda eğitim görmüş öğretmenlerin diplomalarının tanınması konusu…” diğeri ise “… Rum azınlık öğretmenlerine, 2003’te yürürlüğe giren İs Kanunu’na ve Türk kökenli meslektaşlarının durumu ile çelişen biçimde sadece bir okulda çalımsa izni Verilmemesi”dir. Ermeni cemaati ise, Ermeni lisanının öğretilmesinin yetersizliği konusundaki kaygılara istinaden sorunlarını dile getirmiştir.203 2004 yılı İlerleme Raporu’na göre,204 Türkiye kültürel haklar konusunda önemli ilerlemeler kaydetmiştir. Özellikle Anayasa değişiklikleri Rapor tarafından olumlu olarak nitelendirilmektedir. 2004 İlerleme Raporu’nun “Medeni ve Siyasi Haklar” alt başlığı kapsamında yer alan görsel 202 Commission of the European Communities (2004),“2004 Regular Report from the Comission on Turkey’s…, s:34. 203 Commission of the European Communities (2004),“2004 Regular Report from the Comission on Turkey’s…, s:36. 204 Commission of the European Communities (2004),“2004 Regular Report from the Comission on Turkey’s…, s:42. 124 yayına ilişkin Türkiye’nin göstermiş olduğu gelişmelerden bahsedilmiştir. Haziran 2004’ten itibaren Türkçe dışındaki dil ve lehçelerde yayın özgürlüğü uygulaması başlatılmasına rağmen Gayrimüslim azınlık grupları tarafından bu uygulamaya yönelik bir girişimde bulunmadığı gözlemlenmektedir. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından, gayrimüslim vakıflar da dahil olmak üzere getirmiş olduğu uluslararası kuruluşlar tarafından fon sağlanacak olan projelere başvuruda bulunmadan önce izin alınması şartı Rapor’da olumsuz bir gelişme olarak ifade edilmektedir. Din özgürlüğü konusu Anayasa tarafından güvence altına alınmasına rağmen mevcutta sıkıntılarla karşılaşmaya devam etmektedir. Rapor’a göre “…Tüzel kişilikleri yoktur, mülk edinme hakları sınırlandırılmıştır, kendi vakıflarının yönetimine müdahalelerde bulunulmaktadır ve din adamlarını yetiştirmelerine izin verilmemektedir…”. 2003 yılı İlerleme Raporu’nda söz edilen Hıristiyan topluluğun sorunlarının çözümüne ilişkin yaptığı çağrı sonucunda 2004 yılının basında yetkili makamlarca diyalog başlatılmıştır. Aralık 2003 yılında kabul edilen bir Genelge ile, nüfus cüzdanlarında yer alan “din” ibaresinin kolaylıkla değiştirilmesi düzenlemiştir. Gayrimüslim Vakıfların Yönetim Kurulları Seçimlerinin Esas ve Usullerine İlişkin Yönetmelik Haziran 2004’te kabul edilmiştir. Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından dini vakıfların içişlerine müdahale devam etmektedir. 2004 yılı ilerleme Raporu’na göre, Cami dışında ibadethanelerin açılması için izin verilmesini sağlamak amacıyla çaba gösterilmektedir. Ancak, bazı kiliselerin tescil edilmesini önlemek için bazı teknik koşullar ileri sürülmesi uygulamada sıkıntılara neden olmaktadır. Geçmiş İlerleme Raporları’nda da söz edildiği gibi din adamı yetiştirilmesi konusundaki sıkıntılar halen devam etmektedir. Hıristiyan azınlıkların taleplerine istinaden din dersi kitapları yeniden yazılmıştır. Bu olumlu gelişmeye karşılık olarak, İlahiyat Fakülteleri’nden mezun olanların ve din adamlarının, azınlıklara ait okullarda derslere girmesi sorunu halen yaşanmaktadır. Gayrimüslim azınlıklara ilişkin kimi etkinliklerin polis gözetiminde olması mevcutta sıkıntılar yaratmaktadır. 2004 yılı İlerleme Raporu’nda söz 125 edilen bir diğer gelişme ise Antakya’daki Diyanet İsleri Müdürlüğü tarafından Kasım 2003 tarihinde başlatılan ve Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler arasında uyumlu ilişkiler geliştirmeyi amaçlayan ve çeşitli dinlerin temsil edildiği bir Komite’nin oluşturulmuş olmasıdır. Türkiye’nin Katılım Yolunda İlerlemesi Üzerine Komisyon’un 2005 Düzenli Raporu’na205 bakıldığında ise 40 ve 45. sayfalarda yer alan Azınlık Hakları ve Azınlıkların Korunması alt baslığında geçtiğimiz ilerleme Raporu’na göre bir ilerleme kaydedilmediği belirtilmektedir. 2005 yılında hazırlanan Rapor’da göze çarpan ilk olumsuzluk, Başbakanlık İnsan Hakları Kurulu’nca hazırlanmış olan Azınlık Hakları Raporu’nun ülke içerisinde yaratmış olduğu kargaşaya yöneliktir. Bu ve buna bağlı olarak Türkiye tarafından imzalanmış bazı Sözleşme’lerin azınlık haklarına ilişkin kısımlarına yapılan çekinceler olumsuz görüşlerin meydana gelmesine neden olmaktadır. İlerleme Raporu’nda azınlık hakları hususunda değinilen bir diğer değişiklik ise, Ocak 2005’te İçişleri Bakanlığı’na bağlı İller idaresi Genel Müdürlüğü gayrimüslim azınlıklara ilişkin bazı konularda azınlıkların sağlık, sosyal, kültür ve eğitim kurumları da dahil olmak üzere, önceleri İl Emniyet Müdürlüklerinin uhdesinde olan bazı konuların sorumluluğu üstlenmiş olmasıdır. Okullardaki ders kitaplarında azınlıklara yönelik haksız ibarelerin yer alması durumu halen devam etmektedir. Azınlık okullarındaki Müslüman müdür yardımcısı uygulaması halen devam etmektedir. Cemaatlerin, geçmiş ilerleme Raporları’nda da değinilmiş olan eğitim kurumları ve eğitici sıkıntıları halen devam etmektedir. Ermeni Kürsüsü kurulması Türk makamlarınca kabul edilmiş olmasına rağmen, Ermeni dili öğretmenlerinin eğitimi hala mümkün olmamaktadır. Bunun dışında, taşınmaz mallara ilişkin sıkıntılar mevcut Rapor’da da yer bulmaktadır. “Medeni ve Siyasal” haklar alt başlığında basın-yayın hakkına iliksin düzenlemelerin devam ettiği belirtilmekle birlikte mevcutta gayrimüslim herhangi bir azınlık grubu tarafından bu hak için talepte bulunulmamıştır. 205 Commission of the European Communities (2005),“2005 Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html, (erişim tarihi:16.03.2010), s:25. 126 Yeni Dernekler Kanunu’nun Kasım 2004’te yürürlüğe girmesi İlerleme Raporu’nda olumlu bir gelişme olarak nitelendirilmiştir. 2005 İlerleme Raporu’nun dini özgürlüklere ilişkin görüsü olumsuz olarak nitelendirilebilir. Rapor’a göre, “…Dini özgürlüklere ilişkin olarak, Ekim 2004’ten bu yana, gerek mevzuat gerek uygulama bakımından sadece çok sınırlı gelimse kaydedilmiştir.206 Dernekleri düzenleyen mevzuattaki iyileştirmelere rağmen, mevcut yasal çerçeve, dini toplulukların, dinlerini tanıtmak ve korumak amacıyla hukuki bir kişilikle dernek kurma hakkını hala tanımamaktadır. Uygulamada, Gayrimüslim topluluklar önemli sorunlarla karşılaşmaya devam etmektedirler: Bu topluluklar tüzel kişilikten yoksundurlar, sınırlı mülkiyet hakkına sahiptirler, vakıflarının yönetiminde müdahaleyle karsılaşmakta ve bunların kendi din adamlarını eğitmelerine izin verilmemektedir…” ibaresi mevcutta yaşanılan sorunlara çözüm bulunamadığını aktarmaktadır. Vakıflar Kanunu’na yönelik TBMM çatısı altında görüşülmeye devam etmektedir. Ancak, İlerleme Raporu çıkması muhtemel yasadan çok umutlu olmamakla birlikte Avrupa standartların aşağı seviyede olduğu görüsünü bildirmektedir. Danıştay, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün herhangi bir vakfın yönetiminde etkisinin azaltılması ve müdahale gücünü azaltılmasını amaçlayan bir karar almıştır. Dolayısıyla, Danıştay tarafından alınan bu karar ile azınlık vakıflarının hareket alanları genişlemektedir. Yine Haziran 2005 tarihinde Danıştay, Hıristiyanlıkla ilgili program yayını yapan bir radyo istasyonu lehinde karar vermiş, Camiler ve Hıristiyan Kiliseleri için ücretsiz su temini konusunda esit muamele başlatılmıştır.2005 yılı İlerleme Rapor’unda göze çarpan bir diger olumlu gelimse ise, ibadet yerleri konusunda gerçeklesen yeniliklerdir. Gayrimüslim azınlığa ait bireylerin ibadet amacı ile kullandıkları alanların sayısında bir artış mevcuttur. Dini Vakıflar, hala Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün müdahaleleri ile karsı karşıyadırlar. 206 Commission of the European Communities (2005),“2005 Regular Report from the Comission on Turkey’s…, s:32. 127 2005 yılı İlerleme Raporu’nda mülkiyet hakkına ilişkin düzenlemeler su şekilde belirtilmiştir,207 “…Ocak 2003 Tüzüğüne uygun olarak yapılan 2285 mülkiyet kaydı başvurusundan 341’i kabul edilmiştir. Başvurular sadece Tüzük’te listelenen 161 azınlık vakfı tarafından yapılabilmiştir. Dini toplulukların yasal statüleri olmayışı nedeniyle, mevcut mülkiyetlerine el konulması riski halen devam etmektedir ve hukuki yollarla mülkiyeti geri alma gayretleri birçok sorunla karsılaşmaktadır. Katolik ve Protestan topluluklar dahil bazı Gayrimüslim dini topluluklar hala kendi vakıflarını kurma hakkına sahip değildirler ve dolayısıyla mülkiyet kaydettirme, elde etme ve elden çıkarma hakkından mahrumdurlar…”. Gayrimüslim vatandaşların eğitim konusundaki sıkıntıları halen devam etmekte, Heybeliada Ruhban Okulu ile ilgili olumlu bir görüş bildirilmesine rağmen Okul’un açılmasına yönelik bir girişimde bulunulmamıştır. Din kitaplarında Hıristiyanlarla ilgili bölüm yeniden yazılmıştır. Diğer İlerleme Raporları’ndan farklı olarak ilk kez 2005 yılı İlerleme Raporu’nda gayrimüslim azınlık bireylerine yönelik aşırı gruplar tarafından şiddet ve tehdit edici tacizlerin varlığından söz edilmektedir.208 İlerleme Raporu’nun Medeni ve Siyasal Haklar alt baslığında son olarak Avrupa Konseyi’ne bağlı Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karsı Avrupa Komisyonu’nun Şubat 2005’te Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karsı Avrupa Komisyonu’nun Raporu’na göre, din eğitimi seçmeli olarak uygulanmalı ya da tüm dini değerleri kapsamasının gerekliliği belirtilmiştir. Ayrıca, Rapor kimlik kartlarında yer alan din hanesinin de kaldırılmasının gerektiği belirtmektedir. Türkiye’nin Katılım Yolunda İlerlemesi Üzerine Komisyon’un 2006 Düzenli Raporu’na bakıldığında ise 17 ve 22. sayfalarda yer alan Azınlık Hakları, Kültürel Haklar ve Azınlıkların Korunması alt başlığında Türkiye’nin azınlık haklarına yönelik tutumunun değişmediği belirtilmektedir. AGİT Milli Azınlıklar 207 Commission of the European Communities (2005),“2005 Regular Report from the Comission on Turkey’s…, s:32,33. 208 Commission of the European Communities (2005),“2005 Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress…, s:41. 128 Yüksek Komiseri tarafından başlatılan ziyaret sonucunda olumlu bir gelişme gözlenememiştir. 209 2006 yılı İlerleme Raporu210 bu görüşmelerin gerekliliği üzerinde durmuş ilişkilerin tekrardan başlatılmasını tavsiye etmiştir. Türkiye, 2006 yılında eğitim konusunda sınırlı olmakla birlikte ilerleme kaydetmiştir. Buna bağlı olarak, “…Avrupa Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Mücadele Komisyonu’nun (ECRI) okul müfredatları ve ders kitapları ile azınlık okullarının işleyişi hakkında 2005 yılında yaptığı tavsiyeler geçerliliğini korumaktadır. Okul kitaplarındaki ayrımcı ifadelerin kaldırılması konusunda ilave çabaya ihtiyaç vardır. Çift müdürlük uygulaması da dahil olmak üzere azınlık okullarının yönetimi konusu halen sorun teşkil etmektedir…” ifadeleri mevcut raporda yer almaktadır. Rum azınlığın karsı karsıya kaldıkları eğitim ve mülkiyet hakları ile ilgili sorunlar devam etmektedir. “Medeni ve Siyasi Haklar” alt başlığı kapsamında öncelikle din özgürlüğüne yönelik açıklamalar bulunmaktadır.211 Rapor’a göre ibadet özgürlüğüne saygı genel olarak devam etmektedir. Nisan ayı içerisinde, İçişleri, MEB ve Dışişleri Bakanlıkları, Avrupa Birliği Genel Sekreterliği (ABGS) ve İstanbul Valiliği tarafından temsilcilerin oluşturduğu bir heyet Gayrimüslim azınlık liderlerine yönelik bir ziyaret gerçekleştirmişlerdir. Ziyaretin amacı, Gayrimüslim cemaatlerin sorunları ve olası çözüm yolları bulma eksenindedir. Nisan 2006 itibariyle nüfus cüzdanı ve diğer kişisel belgelerde din ibaresinin bulunması zorunluluğu kaldırılmış olmasına rağmen, hala din ibaresini taşıyan bölümlerin varlığı ayrımcılık uygulamasının gerçekleşebileceği ihtimalini taşımaktadır. Geçmiş İlerleme Raporları’nda değinilen vakıflar, cemaatlerin tüzel kişiliklerinin olmaması nedeniyle ortaya çıkan sorunlar, eğitici yetiştirilmesi ve yabancı din adamlarının Türkiye’de 209 Devlet Planlama Teşkilatı Avrupa Birliği İle İlişkiler Genel Müdürlüğü, “2005 Yılı Katılım Ortaklığı Belgesi’nin Gayriresmi Tercümesi”, http://www.dpt.gov.tr/abigm/tabi/tuhgk2005.pdf, 09 Kasım 2005. 210 Commission of the European Communities (2006),“2006 Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html, (erişim tarihi:15.11.2007), s:23. 211 Commission of the European Communities (2006),“2006 Regular Report from the Comission on Turkey’s…, s:32. 129 çalışması gibi sorunlar 2006 yılı ilerleme Raporu’nda da yer almaktadır. 212 Gayrimüslim cemaatlerin din adamlarına ve ibadet yerlerine saldırılar yapıldığı rapor edilmiştir. Karadeniz bölgesindeki Trabzon ilinde Şubat 2006’da gerçeklesen Katolik rahip Andrea Santoro cinayeti ile ilgili duruşma failin ağır cezaya mahkûm edilmesiyle sonuçlanmıştır. Türkiye’nin Katılım Yolunda İlerlemesi Üzerine Komisyon’un 2007 Düzenli Raporu’na bakıldığında ise 20 ve 23. sayfalarda yer alan Azınlık Hakları, Kültürel Haklar ve Azınlıkların Korunması alt başlığında ilk olarak azınlıkların eğitimi konusunda gerçeklesen, Şubat 2007 tarihinde yürürlüğe giren Özel Öğretim Kurumları Kanunu Lozan Antlaşması ile resmi makamlarca tanınan Gayrimüslim azınlıkların azınlık okullarına sahip olmaları haklarını teyit edilmesi belirtilmektedir. Ancak bu olumlu bir gelişme olarak değerlendirilmemektedir. Çünkü bu kanun Lozan Antlaşması kapsamında azınlık bireylerine tanınan tabii bir haktır. Yalnızca çıkarılan kanun ile birlikte güncellenmesi ancak değiştirilmemesi söz konusu olmaktadır. AGİT Milli Azınlıklar Yüksek Komiseri üçüncü kez Türkiye’ye bir ziyaret gerçekleştirmiştir. Ancak bu görüşme de olumlu bir sonuca ulaşamamıştır. 2007 ilerleme Raporu,213 konu ile ilgi olarak Türkiye ve Milli Azınlıklar Yüksek Komiseri arasında görüşmelerin olumlu olduğunu vurgulamakta ve azınlıkların kamusal yasama katılımı ve azınlık dillerinde yayın gibi konularda diyalogda bulunmasını tavsiye etmektedir. Azınlık okullarının yönetimi, okul kitaplarındaki ayrımcı ifadelerin kaldırılması, Rum azınlığın eğitim ve mülkiyet hakları ile ilgili sorunlar, Gökçeada ve Bozcaada’daki Rum azınlığı etkileyen sorunlar 2007 yılı itibariyle de devam etmektedir. 2007 yılı İlerleme Raporu’nda belirtildiğine göre “…Genel olarak, Türkiye, kültürel çeşitliliğin sağlanması ve Avrupa standartlarına uygun biçimde azınlıklara saygı gösterilmesi ve korunması konularında ilerleme kaydedememiştir…”. 2007 yılı İlerleme Raporu “Medeni ve Siyasi Haklar” alt 212 Commission of the European Communities (2006),“2006 Regular Report from the Comission on Turkey’s…, s:36. 213 Commission of the European Communities (2007),“2007 Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html, (erişim tarihi:16.03.2010), s:11. 130 baslığı kapsamında gerçekleştirilen değerlendirmelere göre 2007 yılında dini derneklerin tescil sorunlarına ilişkin olumlu bir gelişme yaşanmıştır. 2007 yılında, yine, dini ibadet özgürlükleri teminat altındadır.214 Hükümet ve Gayrimüslim cemaatlerin temsilciler arasında gerçekleştirilmesi planlanan ziyaret gerçekleştirilmiştir. İlerleme Raporu’nda belirtildiği üzere “…19 Haziran’da, İçişleri Bakanlığı, gayrimüslim Türk vatandaşlarının dini özgürlüklerine dair bir genelge yayımlamıştır. Genelgede, gayrimüslim vatandaşlara ve bunların ibadet yerlerine yönelik bireysel suçlarda bir artış olduğu kabul edilmektedir. Genelge ile tüm illerin Valilerinden benzer olayların tekrarlanmasının önlenmesi ve değişik din ve inançlardan bireylere yönelik hoşgörünün artırılmasına istenmektedir. Genelgenin gerekecektir…”. 2006 Kanununun etkisinin Kasım’ında Uygulanmasına ilişkin İlişkin gerekli tedbirlerin uygulamada yürürlüğe giren Yönetmelik” alınması değerlendirilmesi “Nüfus gereğince Hizmetleri aile nüfus kayıtlarında dine iliksin olarak talep edilen bilgiler, yalnızca vatandaşların talebi üzerine yazılacak ve talep halinde değişiklik veya tamamen kaldırılması öngörülecektir.215 Yine, nüfus cüzdanları gibi idari belgelerde din hanesinin varlığı ayrımcı müdahalelerin olabileceği endişesini devam ettirmektedir. Yerel makamlar tarafından ibadet yerlerine ilişkin inşa iz verilmektedir ancak bu uygulama mevcutta ülke genelinde tam manasıyla uygulamamaktadır. Din adamlarının eğitimi konusundaki sıkıntılar 2007 yılı itibariyle halen devam etmektedir. Bunun yanında Gayrimüslim azınlık gruplarının yüksek öğrenim hakları halen mevcut değildir. Heybeliada Rum Ortodoks Ruhban Okulu hala kapalıdır. 2007 yılı İlerleme Raporunda 216 göze çarpan bir diğer sorun ise Ekümenik Patrik’in her durumda “Ekümenik” unvanını kullanamıyor olmasının getirmiş olduğu sıkıntıdır. 214 Commission of the European Communities (2007),“2007 Regular Report from the Comission on Turkey’s…, s:24. 215 Commission of the European Communities (2007),“2007 Regular Report from the Comission on Turkey’s…, s:34. 216 Commission of the European Communities (2007),“2007 Regular Report from the Comission on Turkey’s…, s:36. 131 2008 İlerleme raporunda ise217 ; mülkiyet haklarına ilişkin olarak, Vakıflar Kanunu’nun Şubat 2008’de kabul edilmiş olduğu, söz konusu Kanunun oylamasının ilk kez Kasım 2006’da TBMM’de yapıldığı, ancak daha sonra zamanın Cumhurbaşkanı Sezer tarafından veto edildiği belirtilmiştir. Kanunun dini cemaatlerin karşılaştığı ve özellikle mülk idaresi ve edinimiyle ilgili çok sayıda sorunu ele aldığı ve bu çerçevede Kanun’a göre, “cemaat vakıfları önceden izin almadan mal sahibi olabilir ve bunu idare edebilirler. Vakıflar şirket ve ticari organlar kurabilir ve hedeflerine ulaşmak ve gelir elde etmek için mevcut şirketlere katılabilirler. Vakıflara bağışlanan taşınmazlara el konulamaz veya bu taşınmazlar ipotek altına alınamaz. Asıl amacına uygun olarak kısmen veya tamamen kullanılmayan taşınmazlar, aynı cemaate ait başka bir vakfa tahsis edilebilir, kiralanabilir veya taşınmazların kullanım alanı değiştirilebilir.” İfadesi yer almaktadır. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün, Mayıs 2008 tarihinde sahte isimler altında veya Hazine veya Vakıflar Genel Müdürlüğü adına kaydolunmuş gayrimüslim cemaat vakıflarına ait mülklerin iadesine ilişkin olarak bir Genelge yayınladığı ve Kanun’u uygulayan Tüzük’ün Eylül 2008’de Resmi Gazete’de yayınlandığı belirtilmiştir.218 Ancak, Kanun’unun el konulan ve üçüncü kişilere satılan mülkler sorununu ve yeni mevzuatın kabul edilmesinden önce birleştirilen vakıfların mülkleri sorununu ele almadığı vurgulanmış ve buna ek olarak, uygulamanın Kanunun amaçlarına ulaşılmasında çok önemli rol oynacağına dikkat edilmiştir. 8 Temmuz 2008 tarihinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Ekümenik Patrikhane’nin, 1902 yılında edindiği ve 1903 yılında Büyükada Rum Erkek Yetimhanesi Vakfı’nın hususi kullanımına tahsis edilmiş mülkiyetinden mahrum bırakıldığı yönündeki iddiası hakkında karar vermiştir. Başvuru sahibi, yetimhane adına kayıtlı gayrimenkulünün Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün idaresine tescil edilmesi emriyle, yerel mahkemelerin mülkiyet 217 Commission of the European Communities (2008),“2008Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html, (erişim tarihi:16.03.2010), s:11. 218 Commission of the European Communities (2008),“2008 Regular Report from the Comission on Turkey’s…, s:34. 132 hakkını ihlal ettiklerini iddia etmiştir. Mahkeme, Türk makamlarının, uygun tazminat verilmeden mülk sahibini mülkiyetinden mahrum bırakma yetkisine sahip olmadığına ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin ihlal edildiğine karar vermiştir.219 Türkiye’nin Katılım yolunda ilerlemesi üzerine komisyon’un 2008 İlerleme Rapor’unda “Azınlık Hakları, Kültürel Haklar ve Azınlıkların Korunması” alt başlığında Türkiye’nin, azınlık hakları konusunda 1923 tarihli Lozan Antlaşması’na atıfta bulunan yaklaşımı değişmediği, Lozan Antlaşması’na halel getirmeksizin, Türk makamları, Türk vatandaşlarını, çoğunluğa ya da azınlığa mensup olan bireylerden ziyade kanun önünde eşit haklara sahip bireyler olarak görmekte olduğu belirtilmiştir. Ancak bu durumun Türkiye’yi, Avrupa standartlarına uygun bir şekilde, etnik köken, din ve dillerinden dolayı bazı Türk vatandaşlarına, kendi kimliklerini korumalarını teminen, özel haklar tanımaktan alıkoymamasına sebep olduğuna dikkat çekilmiştir. Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve Sözleşme’de yeralan ilkelere ve üye ülkelerdeki en iyi uygulamalara uygun olarak, dil ve kültür ile dernek, toplantı, ifade ve din özgürlüğüne tam saygı gösterilmesi ve bunların korunması ile geçmişine ve kökenine bakılmaksızın bütün vatandaşların kamu hayatına etkin katılımının garanti altına alınması henüz bütünüyle sağlanmadığından söz edilmiştir. Raporda “Türkiye BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’ne (ICCPR) taraftır.220 Ancak, azınlıkların hakları konusunda ve BM Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’ne (ICESCR) eğitim hakkı konusunda koyduğu çekinceler endişe sebebidir.23 Türkiye, Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunması için Çerçeve Sözleşmesi ve Bölgesel veya Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’nı imzalamamıştır. “ibaresi yer almaktadır. AGİT Milli Azınlıklar Yüksek Komiseri, (MAYK) Aralık 2006’da Türkiye’ye yaptığı ziyaretten sonra birçok kez dile getirmiş olduğu 219 Commission of the European Communities (2008),“2008 Regular Report from the Comission on Turkey’s…, s:36 220 ICCPR’ye konulan çekinceden alıntı: “Türkiye Cumhuriyeti BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 27. Maddesi’ndeki Hükümleri Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve 24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması ile eklerinde yer alan hükümler ve kurallara uygun olarak yorumlama ve uygulama hakkını saklı tutar.” 133 ziyaret taleplerine olumlu yanıt alamamasının Türkiye ile MAYK arasında azınlıkların kamu hayatına katılımı ve azınlık dillerinde yayın konularında bir diyalog başlatılmamaktadır. Çift müdürlük uygulaması da dahil olmak üzere azınlık okullarının yönetimi konusunda uygulamaya ilişkin düzenlemenin yapılması beklendiği ve hala Rum azınlığın eğitim ve mülkiyet haklarıyla ilgili sorunlarla karşılaşmaya devam ettiği söylenmektedir.221 Haziran ayında, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Gökçeada ve Bozcaada’daki Rum azınlık hakkında bir karar24 kabul etmiştir. Kararda, Türkiye ve Yunanistan arasındaki işbirliğine örnek teşkil etmek üzere, iki Türk adasının iki-kültürlü karakterinin korunması çağrısında bulunulmaktadır. Kararda, ayrıca, Türk yetkililerinin, esasen Rum topluluğunun mimari mirasıyla ilgili olarak yaptığı olumlu jestleri göz önünde bulundurulmakta ve Türkiye bu ivmeyi özellikle eğitim ve mülkiyet konularında ek önlemler alarak sürdürmeye davet edilmektedir. Genel olarak, Türkiye, kültürel çeşitliliğin sağlanması ve Avrupa standartlarına uygun biçimde azınlıklara saygı gösterilmesi ve korunması alanlarında ilerleme kaydetmemiş olarak raporlanmaktadır. Kültürel haklara ilişkin olarak, ilgili Kanuna Haziran 2008’de getirilen değişiklikleri takiben, TRT’nin Türkçe dışındaki dillerde tüm gün boyunca ülke genelinde yayın yapmasına izin verildiği ancak 2004 yılından itibaren, sözkonusu yayınların sadece yarım günle sınırlı tutulduğu ifade edilmiştir. Ayrıca yeni bir radyo kanalı olan Muş FM Kürtçe yayın yapma izni almıştır.Ancak Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Kanununda yeralan zaman kısıtlamaları, film ve müzik programları dışında, uygulanmaya devam ederek,kürtçe dilini öğreten eğitim programlarına izin verilmediği, şarkılar dışında bütün yayınlara 221 Vakıflar Genel Müdürlüğü yetimhaneyi 1995 yılında feshedilmiş vakıf olarak kabul etmiş ve idaresini üstlenmiştir. Rumlar’ın mülkiyet mirası ve kaydı konularında, diğer hususlar meyanında, Arsa Kayıt Kanunu’nun Türk yetkililerce uygulanması çerçevesinde, sorunlarla karşılaştıkları rapor edilmeye devam etmektedir. Bu konuyla ilgili olarak, AİHM21 AİHS’ye Ek 1 Nolu Protokol’ün 1. maddesinin ihlal edildiğine ve mülkiyetin sahiplerine iade edilmesine veya başvuranlara tazminat verilmesine hükmetmiştir. Bu durum, hem özel kişileri hem de dini kurumları ilgilendirmektedir. Genel olarak, Vakıflar Kanunun kabulü memnuniyet verici bir gelişmedir. Ancak, Kanunun uygulanması büyük önem taşımaktadır. 134 Türkçe altyazı konulması veya yayınların Türkçeye çevrilmesi zorunluluğuyla getirilen kısıtlamaların Türkçe dışındaki dillerde yayın yapmayı zorlaştırmakta ve ticari olarak gerçekleştirilmesini imkansız kılmasına vurgu yapılmıştır.222 Raporda Kürtçe yayınlarla ilgili olarak “Polis ve RTÜK Kürtçe yayınlara sıkı izleme politikası uygulamaktadırlar. Halihazırda Kürtçe yayın yapan tek televizyon kanalı olan GÜN TV aleyhinde, kanalın yayınladığı Kürtçe şarkıların sözleri hakkında, çeşitli davalar ve soruşturmalar devam etmektedir. Anadilleri Türkçe olmayan çocuklar, Türk kamu eğitim sisteminde anadillerini öğrenememektedirler. Yürürlükte olan yasalar doğrultusunda, bu şekilde eğitim sadece özel eğitim kurumlarında yapılabilmektedir. Ancak, Kürtçe konusunda, ilgili yasada 2003 yılında yapılan değişikliklerin ardından açılan kurslar bugün kapanmıştır.” İbaresi yer almaktadır. Sonuç olarak, halen kamu veya özel eğitim sisteminde Kürtçe öğrenme imkanı bulunmadığı vurgulanmaktadır. Sur Belediyesi (Diyarbakır Merkez) hakkında Haziran 2007 tarihinde açılan davada, Danıştayın çok dilde belediye hizmeti verildiği için belediye başkanını görevden aldığı ve belediye meclisini feshettiği dava halen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde görüşülmekte olduğu ve Kanuna göre,fesih tarihinden sonra 60 gün içerisinde belediye meclisi seçimlerinin yenilenmesi gerekiyor olsa da, 2009 yılının Mart ayında gerçekleştirilmesi öngörülen belediye meclisi seçimlerine kadar bir vali yardımcısı belediye başkanı olarak görev yapmaya devam edecektir. Raporda; Siyasi partiler kanununa göre, siyasi hayatta Türkçe dışındaki dillerin kullanımı yasadışı olması eleştirilmektedir.Bu bağlamda, Demokratik Toplum Partisi (DTP) yetkilileri ve yöneticileri aleyhine çeşitli soruşturmalar ve davalar açılması ve İçişleri Bakanlığına ‘Türk kültürüne bağlı olmayan vatansız ve Türk vatandaşı olmayan Çingeneleri ve 222 Devlet Planlama Teşkilatı Avrupa Birliği İle İlişkiler Genel Müdürlüğü, “2008 Yılı Katılım Ortaklığı Belgesi’nin Gayriresmi Tercümesi”, http://www.dpt.gov.tr/abigm/tabi/tuhgk2008.pdf, 09 Kasım 2010. 135 yabancıları sınır dışı etme hakkını’ veren ve Romanlara karşı ayrımcılığı teşvik eden Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun’da Romanların lehine değişiklik yapılmasına yönelik bir adım atılmamış olması olumsuz hususlar olarak değerlendirilmektedir.223 Kanunda yeralan bu maddenin kaldırılması gerekmektedir. Ayrıca “Domlar, Lomlar ve Gezginler gibi birbirine benzeyen ancak farklı etnik gruplardan oluşan Romanlar, eğitim hizmetlerine ulaşmada dışlanma ve marjinalleşme, sağlık hizmetlerinde ayrımcılık, istihdam olanaklarından dışlanma, kimlik kartlarına sahip olmada zorluklar ve kamu işleri ve kamu hayatına katılımdan dışlanma gibi sorunlarla karşı karşıya kalmaktadırlar. İskan konusunda Romanlar, kamuya açık imkanlardan yararlandırılmaksızın, yerleşik oldukları mahallelerin tahrip edilmesi, zorla yerlerinden edilme ve kötü yaşam koşullarına maruz bırakılma gibi durumlarla karşı karşıya kalabilmektedirler. Birçok durumda, yıkım nedeniyle evlerinden tahliye edilen Romanlar, beraberinde getirdiği tüm sosyal sorunlarla birlikte ülke içinde yerlerinden olmuş kişiler arasına katılmaktadırlar. 2008 baharında başlayan İstanbul Sulukule’deki Çingene mahallelerinin yok edilmesi ve mahalle sakinlerinin yer değiştirmeye zorlanması konusunda, Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı olası insan hakları ihlallerinin araştırılmasına yönelik bir soruşturma açılması talebinde bulunmuştur. Ayrıca, Sivil Toplum Örgütleri Sulukule’deki kentsel dönüşüm projesinin iptali için bir dava açmışlardır.” ifadesi yer almaktadır. Genel olarak Türkiye’deki kültürel haklar alanında sınırlı bir ilerleme kaydedilmiş olduğu, özellikle Türkçe dışındaki dillerde yayın yapılması, siyasi yaşama katılım ve kamu hizmetlerine ulaşım konularında kısıtlamalar devam ettiği , devlet okullarında ya da özel okullarda, bu dillerin öğrenilebilmesi imkanı sağlanmadığı ve yeterli ölçüde eğitim, sosyal güvenlik, sağlık hizmetleri ile konut ve istihdama ulaşım konularında ayrımcı muameleye tabi olmayı sürdüren Romanların durumunda herhangi bir ilerleme kaydedilmediğinden söz edilmiştir. 223 Türkiye’deki azınlıklar, Türk yetkilerine göre, 1923 Lozan Antlaşması uyarınca münhasıran gayrimüslim topluluklardan oluşmaktadır. Uygulamada, Resmi makamlar tarafından Lozan Antlaşması uyarınca tanınan azınlıklar, Museviler, Ermeniler ve Rumlardır 136 Rapor’da “ Doğu ve Güneydoğu’daki Durum” alt başlığı altında 2008 yılının Mayıs ayında Türk Hükümeti Güneydoğu bölgesinin geliştirilmesine yönelik olarak hazırlanan planın esas ilkelerini ve genel içeriğinden bahsedilmiştir. Hükümet bu çerçevede, 2008-2012 yılları arasında Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) için yapılması planlanan harcamayı 10.2 milyar Avro artırarak, 14 milyar Avro tutarında bir toplam ödenek ayırmayı taahhüt etmiş olup, eylem planını dört temel direğini ekonomik kalkınma, sosyal kalkınma, altyapı gelişimi ve kurumların güçlendirilmesi konularından oluşturmaktadır. Raporda “Avrupa Birliği’nin terörist örgütler listesinde yeralan PKK tarafından gerçekleştirilen terörist saldırılar yalnızca Güneydoğu Anadolu bölgesinde değil, ülkenin genelinde devam etmiş ve sözkonusu terörist saldırılar çok sayıda kişinin hayatını kaybetmesine yol açmıştır. Meclis tezkeresini müteakip, Hükümet kararıyla, Kuzey Irak’ta teröristlerin gizlendikleri noktalara hava harekâtları düzenlenmiştir. 2007 yılının Haziran ayında, Irak sınırına yakın iller olan Şırnak, Siirt ve Hakkari’de oluşturulan “geçici güvenlik bölgeleri” devamlılığını korumaktadır. Nevruz bahar kutlamaları, Van ve Hakkari illerinde gerilimli geçerken Diyarbakır ve İstanbul gibi kutlamalara izin verilen diğer illerde olaysız gerçekleşmiştir. Kara mayınları askeri personel ve siviller için güvenlik açısından endişe kaynağı olmayı sürdürmektedir.”söz edilmektedir. Mülteciler ve yerlerinden edilmiş kişiler alt başlığında ise; Terör ve terörle mücadele nedeniyle ortaya çıkan kayıpların tazmin edilmesi süreci devam etmekte olduğu belirtilmiştir. Mayıs 2008 itibarıyla, Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında 313.829 başvuru yapıldığı, bunların yaklaşık %40’ı (126.945 başvuru) sonuçlandırılmış olduğu, sonuçlanan başvurulardan 82.893 adedine olumlu cevap verildiği rapor edilmiştir. Tazminatlar için son başvuru tarihi 31 Mayıs 2008’de sona ermiştir. Ülke içinde yerlerinden edilmiş kişilerin durumlarını iyileştirmeye yönelik çabalara rağmen, söz konusu Kanunun uygulanmasından doğan eksikliklere, ve bu bağlamda özellikle iller 137 arasındaki tazminat miktarlarının eşit ve adil olmayan bir şekilde hesaplandığına ilişkin raporlar devam etmektedir. Öte yandan, kaynakların yetersizliği ve Zarar Tespit Komisyonlarının ağır iş yükü nedeniyle, tazminat miktarlarının değerlendirilmesi ve başvuru sahiplerine tazminatların ödenmesi sürecindeki ilerlemeler yavaş seyrettiği tespit edilmiştir. Kentsel alanlardaki yerlerinden edilmiş kişilerin durumu kaygı unsuru olmaya devam etmektedir. Ülke içinde yerlerinde edilmiş kişiler ekonomik ve sosyal dışlanmanın sıkıntısını çekmekte ve sosyal, eğitim ve sağlık hizmetlerine ya çok az seviyede ya da hiç ulaşamamaktadırlar. Yerlerinden edilmiş kişilerin geri dönüşlerini engelleyen bazı nedenler mevcuttur. Bunlar arasında, başta güvenlik durumu olmak üzere, temel altyapının mevcut olmayışı, sermaye eksikliği, kısıtlı istihdam imkanları ve köy korucu sisteminin yarattığı tehdit yer almaktadır. Yerlerinden edilmiş kişilerin durumunu ele alan genel bir ulusal strateji mevcut değildir. Yerlerinden edilmiş kişilerden sorumlu dairelerin kurumsal kapasitelerinin yetersizliği çözülmesi gereken bir sorun olmaya devam etmektedir. Yerlerinden edilmiş kişilere yönelik politikaların geliştirilmesi sürecine sivil toplum daha fazla dahil edilmelidir. Köy korucu sisteminin ortadan kaldırılması konusunda adım atılmamıştır. Sayıca çok olmamakla birlikte, keyfi iadeler büyük endişe yaratmaya devam etmektedir. Geri iadelerden birinin ölümle sonuçlanmış olduğuna dair raporlar mevcuttur. Doğu ve Güneydoğu konusunda, Hükümetin Güneydoğu Anadolu Projesini tamamlama kararı, bölgedeki ekonomik ve sosyal sorunların çözülmesi yönünde atılmış bir adımdır. Ağırlıklı olarak Kürt olan nüfusun tüm hak ve özgürlüklerden yararlanmasını sağlayacak koşulların yaratılması hususunda ilave çabalara ihtiyaç duyulmaktadır. Yerlerinden edilmiş kişilerin tazmin edilmesi devam etmiştir. Ancak, hükümetin yerlerinden edilmiş kişilerin durumunu ele alan genel bir ulusal stratejisi mevcut değildir. Köy korucu sisteminin hala aşamalı olarak kaldırılması gerekmektedir. Sonuç olarak 2008 yılına ciddi siyasi gerilimler damgasını vurmuştur. Cumhuriyet Başsavcısı, iktidar partisinin anti-laik faaliyetleri için kapatılmasını teminen Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulunmuştur. Anayasa 138 Mahkemesi, ilgili partinin kapatılmaması yönünde karar vermiş ve mali bir ceza uygulanmasını kabul etmiştir. Bu sayede, ciddi bir siyasi kriz önlenmiştir.224 AB, PKK tarafından gerçekleştirilen saldırıları güçlü bir şekilde kınamıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri, Kuzey Irak’ta yer alan PKK üstlerine karşı birçok saldırı gerçekleştirmiştir.Türkiye, kendisine komşu bölgelerde, aktif diplomasi ile yapıcı bir rol oynamıştır. Gürcistan’daki krizin ardından Kafkas İstikrar ve İşbirliği Platformu kurulmasını önermiştir. Cumhurbaşkanı Gül Ermenistan başkentini ziyaret eden ilk Türk Cumhurbaşkanı olmuştur. Türkiye, İsrail ve Suriye arasında ve İran’la nükleer konularda arabuluculuk faaliyetleri yürütmüştür. Güney Kafkaslardaki gelişmeler Türkiye’nin AB’nin enerji güvenliği için sahip olduğu stratejik önemini ve Türkiye ile AB arasındaki enerji işbirliğinin geliştirilmesine olan gereksinimi açık bir şekilde göstermiştir. Bu konudaki temel unsur Nabucco gaz boru hattı projesidir. Türkiye’deki mevcut hükümet Temmuz 2007 yılında gerçekleştirilen açık ve adil seçimlerle ve büyük bir oy çokluğu ile göreve gelmiştir. Söz konusu hükümet, AB müzakere sürecine yönelik taahhüdünü yenilemiş ve yeni bir anayasa üzerinde çalışma başlatmıştır. İfade özgürlüğü ve gayrimüslim toplulukların hakları konusunda bazı ilerlemeler kaydedilmiştir. Ceza Yasası’nın 301. maddesi ifade özgürlüğünün güçlendirilmesini teminen değiştirilmiştir. Parlamento, gayrimüslim toplumların karşılaştığı bir takım güçlükleri gideren yeni bir Vakıflar Yasası kabul etmiştir. Ayrıca, Güneydoğu Anadolu’nun ekonomik kalkınması için, Türk hükümeti Güneydoğu Anadolu Projesi’ni tamamlama kararı vermiştir. Ancak, demokrasi ve insan haklarının güçlendirilmesi, ülkenin kalkınması ve modernize edilmesi için gerekli reformlara yeni bir ivme kazandırılmalıdır. Siyasi partilere ilişkin kurallar, anayasal reform, ifade özgürlüğü ve kadın hakları özel önem gerektiren konulardır. 224 Devlet Planlama Teşkilatı Avrupa Birliği İle İlişkiler Genel Müdürlüğü, “2008 Yılı Katılım Ortaklığı Belgesi’nin Gayriresmi Tercümesi”, http://www.dpt.gov.tr/abigm/tabi/tuhgk2008.pdf, 09 Kasım 2010. 139 Türk ekonomisi göreli olarak iyi büyüme performansı göstermeye devam etmiş ve makro ekonomik istikrar korunmuştur. Halihazırda, Türk ekonomisi uluslararası mali krizden sınırlı düzeyde etkilenmiştir. Türkiye, Kopenhag ekonomik kriterlerine göre işleyen bir piyasa ekonomisidir. Yapısal zayıflıklarını gidermeye yönelik kapsamlı reformlar uygulamaya devam etmesi durumunda orta vadede Birlik içindeki rekabet baskısı ve piyasa güçleri ile başetme kapasitesine haiz olacaktır. Ayrıca, Türkiye’nin AB ile iktisadi ilişkileri artmıştır. Türkiye’nin katılım yönünde ilerlemesi hakkında 2009 Yılı Düzenli Raporu’nda225, Türkiye tarafından, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlık haklarına saygıyı sağlayan kurumların istikrarını gerektiren Kopenhag siyasi kriterlerini karşılama yönünde kaydedilen ilerleme incelenmektedir. Ayrıca uluslararası yükümlülüklere uyum, bölgesel işbirliği ve iyi komşuluk ilişkileri takip edilmektedir. Rapora aşağıda belirtilen hususlara dikkat çekilmiştir;226 Türkiye, siyasi kriteri yeterince karşılamaya devam etmiştir. Ülke genelinde özgür ve adil belediye seçimleri gerçekleştirilmiştir. Yargı reformu, sivil-asker ilişkileri ve kültürel haklar konularında bazı gelişmeler kaydedilmiştir. Hükümet, Kürt sorununun çözümüne yönelik olarak siyasi partiler ve sivil toplumla geniş tabanlı bir istişare süreci başlatmıştır. Bununla birlikte, temel haklar ve anayasal reform başta olmak üzere, siyasi kriterle ilgili birçok alanda önemli çaba sarf edilmesi gerekmektedir. Demokrasi ve hukukun üstünlüğüne ilişkin olarak, Ergenekon suç örgütüne ilişkin iddiaların soruşturulması askeri görevlileri de kapsayan önemli cezai suçlamalara neden olmuştur. Bu dava, demokratik kurumlarının düzgün işleyişi ve hukukun üstünlüğüne olan 225 Commission of the European Communities (2009),“2009 Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html, (erişim tarihi:16.03.2010), s:25. 226 Commission of the European Communities (2009),“2009 Regular Report from the Comission on Turkey’s…, s:36. 140 güvenin güçlendirilmesi bakımından Türkiye için önemli bir fırsattır. Bu çerçevedeki davaların hukukun gereklerine, özellikle davalıların haklarına tamamen uygun şekilde yürütülmesi önem arz etmektedir. Hükümet AB yükümlülükleri çerçevesindeki taahhütlerini yinelemiş, tam zamanlı bir Baş Müzakereci tayin etmiş ve müktesebatın üstlenilmesine ilişkin Ulusal Programı kabul etmiştir. Ancak, siyasi partiler arasındaki diyalog ve uzlaşma ruhunun eksikliği reformların takibini güçleştirmektedir. Türkiye, halen siyasi partilerle ilgili mevzuatını Avrupa standartları ile uyumlu hale getirmelidir. Kamu yönetimi reformu çerçevesinde, özellikle kamu hizmetlerinin modernizasyonu alanında önemli adımlar atılmalıdır. Bürokrasinin azaltılması ve idari yapının basitleştirilmesinin teşvikinin yanı sıra profesyonel, bağımsız, güvenilir, şeffaf ve performansa dayalı bir kamu hizmetinin geliştirilmesi öncelikli alanlar arasında yer almaktadır. Güvenlik güçlerinin sivil gözetimi kapsamında, özellikle askeri mahkemelerin yetkilerinin kısıtlanması alanında bazı gelişmeler kaydedilmiştir. Bununla birlikte, askeri kuvvetlerin kıdemli üyeleri yetkilerini aşan açıklamalar yapmaya devam etmiştir ve savunma harcamalarının tamamen meclis denetimi altına alınması gerekmektedir. Ergenekon soruşturması ile açığa çıkarılan, askeri personelin hükümete karşı elemlere katılma iddiaları endişe vericidir. Yargı alanında, tüm ilgili taraflarla yürütülen istişare süreci sonrasında Hükümet tarafından bir yargı reformu stratejisinin kabul edilmesi olumlu bir adımdır. Personel ve fonların artırılmasına ilişkin tedbirler de olumludur. Ancak, bu çabaların sürdürülmesi gerekmektedir ve Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun oluşumu ve bölgesel temyiz mahkemelerinin bağımsızlığı, bulunmaktadır. kurulması gibi alanlarda olduğu tarafsızlığı ve etkinliği gibi konusunda yargının endişeler 141 Yolsuzluğun engellenmesine ilişkin yasal çerçevede ilerlemeler mevcuttur. Bununla birlikte, yolsuzluk birçok alanda yaygın olarak görülmektedir. Türkiye’nin yolsuzlukla mücadele stratejisini tamamlaması ve soruşturma, suçlama, dava ve mahkumiyetlere ilişkin bir izleme kaydı oluşturması gerekmektedir. İnsan hakları ve azınlıkların korunmasıyla ilgili olarak, bazı gelişmeler kaydedilmiş olmakla birlikte bu alanda ciddi ilerleme sağlanması gerekmektedir. Uluslararası insan hakları hukukuna riayet konusunda bazı ilerlemeler kaydedilmiştir. Ancak, ihtiyari bir protokol olan İşkenceye Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin onaylanması ve yasal bazı değişiklikler gerektiren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanması konularında gelişme sağlanmamıştır. İnsan haklarının uygulanması ve geliştirilmesi için idari çerçevenin güçlendirilmesi gerekmektedir. Ombudsman kurumunun oluşturulması gerekmektedir. Türkiye’nin yasal çerçevesi işkence ve kötü muameleye karşı bir dizi kapsamlı korumayı içermesine karşın, bunu uygulayacak ve hükümetin sıfır tolerans politikasını tam olarak hayata geçirecek çabalar sınırlı kalmıştır. İşkence ve kötü muamele iddiaları ve faillerin cezasız kalması halen endişe uyandırmaktadır. Hapishanelere ilişkin olarak, altyapı ve eğitimin iyileştirilmesi ve ilave personel alımı konularında bazı ilerlemeler kaydedilmiştir. Ancak, hapishanelerdeki yoğunluk problemi ve dava öncesi tutuklamada tutuklu oranının yüksekliği ele alınması gereken konular arasında yer almaktadır. Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi artık ifade özgürlüğünü sistematik olarak kısıtlamak için kullanılmamaktadır. Bununla birlikte, Ceza Kanunu’nun bir dizi başka maddesine dayalı yargılama ve mahkumiyetler bulunmaktadır. Türk mevzuatı Avrupa İnsan Hakları 142 Konvansiyonu ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadı ile uyumlu bir şekilde ifade özgürlüğünü yeterince temin edememektedir. Basına ilişkin siyasi baskılar ve yasal belirsizlikler uygulamada basın özgürlüğünün teminini etkilemektedir. Dernek kurma özgürlüğü kapsamında yasal çerçeve genel olarak Avrupa standartları ile uyumludur. Ancak, uygulamaya ilişkin ilerleme sağlanması gerekmektedir. Dernekler faaliyetlerinde bazı durumlarda adli kovuşturmaya sebep olan ölçüsüz bir incelemeyle karşılaşmaktadır. İnanç özgürlüğüne ilişkin olarak, Vakıflar Kanunu’nun uygulamaya geçirilmesi sorunsuz olmuştur. Hükümet Alevi ve Müslüman olmayan dini topluluklar ile bir diyalog başlatmıştır. Ancak, bu alandaki spesifik problemler halen ele alınmayı beklemektedir. Vakıflar Kanunu üçüncü kişilere satılan ve el konulan ve yeni yasanın çıkmasından önce birleşen vakıfların mülkleri konularını ele almamaktadır. Azınlık dinlerine karşı saldırılar halen görülmektedir. Avrupa İnsan Hakları Konvansiyonu ile uyumlu bir yasal çerçevenin oluşturulması gerekmektedir. Alevi ve Müslüman olmayan toplulukların din adamı eğitmesi ile ilgili olarak yersiz kısıtlamalara tabi olmaksızın faaliyet gösterebilmesi için uygulamada inanç özgürlüğüne tam olarak saygı gösterilmesini sağlayacak bir ortamın yaratılması yönünde daha fazla çaba gösterilmelidir. Kadın hakları ve cinsiyet eşitliğini sağlayan yasal çerçeve genel olarak mevcut bulunmaktadır. Ancak, yasal çerçevenin uygulamaya geçirilmesi ve ekonomik katılım ve fırsatlar, siyasi yetkilendirme ve eğitime erişim konularında kadın-erkek arasındaki farkın azaltılması için daha ciddi çaba gösterilmelidir. Aile içi şiddet, namus cinayetleri ve erken yaşta zorla gerçekleştirilen evlilikler ülkenin bazı bölgelerinde önemli problem arz etmeye devam etmektedir. Eğitimin artırılması ve 143 kadın hakları ile kadın ve erkek arasında cinsiyet eşitliğine ilişkin bilinçlendirmenin artırılmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Çocuk haklarına ilişkin idari kapasite, sağlık, eğitim, çocuk yargı sistemi ve çocuk işçiler konuları da dahil tüm alanlarda adım atılmalıdır. Terörle mücadele Kanunu çerçevesinde yetişkin olarak yargılanan ve ölçüsüz cezalar alan çocuklar ciddi endişe uyandırmaktadır. Örgütlenme, grev ve toplu pazarlık başta olmak üzere, sendikal haklara, AB standartları ve Uluslararası Çalışma Örgütü ile ilgili Konvansiyona uyumlu şekilde, saygı gösterilmesinin temini için gerekli mevzuat oluşturulmalıdır. Azınlık hakları ile ilgili durumda bir değişiklik bulunmamaktadır. Kültürel haklar konusunda, özellikle ulusal bir televizyon kanalının Kürtçe yayın kaydedilmiştir. yapmaya Bununla başlaması birlikte, şeklinde Türkçe bazı dışındaki gelişmeler dillerin özel televizyon kanalları ve radyo yayınlarında, siyasi hayat, eğitim ve kamu hizmetleri kapsamındaki temaslarda kullanılması konuları başta olmak üzere kısıtlamalar mevcut bulunmaktadır. Türkçe dışındaki dillerin kullanımına ilişkin yasal çerçeve kısıtlayıcı yorumlara meydan vermektedir ve uygulamada tutarsızlıklar bulunmaktadır. Romanların durumunda gelişme kaydedilmemiştir. Roman mahallesinin yıkımı alternatif ev tedariki yapılmaksızın devam etmektedir. Doğu ve Güneydoğuya ilişkin endişeler çerçevesinde, hükümet Kürt sorununa ilişkin kültürel, siyasi ve ekonomik konularda geniş bir kamuoyu tartışması başlatmıştır. Bu tartışmanın somut tedbirlerle sonuçlanması çok önemlidir. Suriye sınırında mayınların temizlenmesine ilişkin yasa diğer bir olumlu gelişmedir. Ancak, terörle mücadele yasasının uygulanmasına ilişkin geniş yorumlanması yersiz kısıtlamalarla temel hakların sonuçlanmaktadır. Koruculuk sisteminin halen kaldırılması gerekmektedir. 144 AB’nin terör örgütü listesinde yer alan PKK’nın terörist saldırıları sürmekte ve birçok can almaya devam etmektedir. Yerleri değiştirilen kişilere yapılan tazminat ödemeleri sürdürülmektedir. Ancak, hükümet bu konuyu ele almak için genel bir ulusal stratejiden yoksundur ve bu kişilerin ihtiyaçlarını ele alacak adımlar atılmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Bölgesel konular ve uluslararası yükümlülükler bağlamında, Türkiye Kıbrıs sorununa kapsamlı bir çözüm bulunmasını teminen BM çatısı altında devam eden müzakerelere desteğini açıklamıştır. Bununla birlikte, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ile ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik herhangi bir gelişme olmamıştır. Türkiye, Ek Protokolü tam olarak yerine getirmemiş ve Kıbrıs ile doğrudan ulaşım yollarına yönelik kısıtlamalar dahil malların serbest dolaşımı önündeki engelleri kaldırmamıştır. Yunanistan’la ilişkiler çerçevesinde, sınır ihtilafları konusunda görüşmeler sürdürülmüş ancak bir uzlaşmaya varılamamıştır. Güven artırıcı adımlar atılmaya devam edilmiştir. Raporlama dönemi boyunca, Yunanistan Türkiye’ye Yunanistan adaları üzerindeki uçuşlar dahil hava sahasında devam eden ihlaller konusunda şikayette bulunmuştur. Bulgaristan ile ilişkiler olumlu sürdürülmektedir. İyi komşuluk ilişkileri kilit bir konu olmaya devam etmektedir. Türkiye Batı Balkanlarda olumlu bir rol oynamaya devam etmiştir. Haziran 2009’dan bu yana, Güney Doğu Avrupa İşbirliği Sürecinin rotasyonla belirlenen başkanlığını gerçekleştirmektedir. 227 Sonuç olarak 2009 İlerleme Raporu incelendiğinde, AB ile Türkiye arasındaki siyasi diyalogun güçlendiği gözlemlenmektedir. AB, Türkiye’nin mevcut siyasi ortamdaki önemli rolünün farkındadır. Ortaklık Anlaşmasının 227 İktisadi Kalkınma Vakfı, “2009 Yılı Katılım Ortaklığı Belgesi’nin Gayriresmi Tercümesi”, http://www.ikv.org, 26 Mart 2010. 145 amacına uygun bir şekilde AB ile Türkiye arasındaki ilişkileri ve işbirliğini kuvvetlendirmesi AB’nin gündeminde olan bir konudur. AB, özellikle Türkiye’nin bazı komşu ülkelerle olan ilişkilerini yakından takip etmektedir. Kıbrıs Sorunu, Türkiye- Yunanistan ilişkileri ve Türkiye- Ermenistan ilişkileri bu anlamda mühim konulardır. Rapor, hem Kıbrıs Sorunu ile ilgili gelişmelere hem de Ek protokolün takibi konusundaki gelişmelere ayrıntılı olarak yer vermiştir. Komisyon, Türkiye’nin Ek Protokolden kaynaklanan sorumluluklarına ilişkin değerlendirmelerde de bulunmuştur. Komisyon, Kıbrıs Rum ve Türk toplumlarının liderleri arasındaki görüşmelere destek verdiğini ifade etmiştir. AB’ye üye olmak isteyen ülkelerin Kopenhag kriterlerini tam olarak yerine getirmeleri gerekmektedir. Fakat ilerleme raporu, Türkiye’nin Kopenhag Kriterlerini karşılamakta güçlük çektiğine odaklanmıştır. AB Komisyonu, Türkiye’nin demokrasi, sivil özgürlükler, sosyal ve kültürel ve azınlık hakları gibi reformların daha kapsamlı bir şekilde yapması gerektiğini belirtmiştir. İlerleme Raporu dikkatle incelendiğinde, AB Komisyonunun Kıbrıs konusunda 2009 sonuna kadar çözüm yönünde ilerleme sağlanmasını talep ettiği görülmüştür. Raporda, Türkiye`nin Rum gemilerine limanları açması, buna karşılık KKTC`ye sürdürülen ambargonun kaldırılması veya hafifletilmesi için bir çözüme varılması gerektiği vurgulanmaktadır.. AB Komisyonuna göre; Türkiye, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile ikili ilişkilerin normalleştirilmesi hususunda bir ilerleme kaydetmemiştir. Türkiye’ye Ek Protokolü tam olarak uygulatma ve ENOSİS (adanın birleşmesi) talep eden rapor, bu konuyla ilgili keskin ifadelere yer verse de, AB’nin stratejik konumu nedeniyle Türkiye’yi arka plana itemeyeceği gerçeği açıkça görülmektedir. Bu nedenle, AB’nin Türkiye’nin üyeliği ile ilgili konuda, kararlı bir tavır sergilemeye ihtiyacı vardır. AB’nin Türkiye’den bitmek bilmeyen beklentileri Türkiye’deki bazı çevrelerin tepkilerine yol açmaktadır. AB’ye giden süreç Türk toplumunda yorgunluk yaratmıştır. İlerleme raporu aylarca raporun hazırlanması için çalışan ve artık Türkiye konusunu iyi benimsemiş olan Avrupa Komisyonu dışında artık pek kimseyi heyecanlandırmamaktadır. 146 Türkiye’nin katılım yolunda İlerlemesi üzerine Komisyon’un 2010 ilerleme raporunda;228 Tarama Raporlarına dayanılarak münferit başlıklarda müzakerelere başlamaya hazırlık derecesi incelenmiştir. Toplam 33 Rapordan, 1 tanesi Komisyon tarafından Konsey’e sunulmayı beklemekte; 9 tanesi ise halen Konsey’de ele alınmaktadır. Şu ana kadar, bir tanesi geçici olarak kapatılmış olmak üzere (Bilim ve Araştırma), 13 başlıkta müzakereler açılmıştır (İşletme ve Sanayi Politikası, İstatistik, Mali Kontrol, Trans-Avrupa Ağları, Tüketici ve Sağlığın Korunması, Fikri Mülkiyet Hukuku, Şirketler Hukuku, Bilgi Toplumu ve Medya, Sermayenin Serbest Dolaşımı, Vergilendirme, Çevre, Gıda Güvenliği, Veterinerlik ve Bitki Sağlığı). Aralık 2006 tarihinde düzenlenen Zirve’nin sonuçları geçerliliğini korumaktadır229. AB ile Türkiye arasındaki geliştirilmiş siyasi diyalog devam etmiştir. Siyasi diyalog toplantıları 26 Kasım 2009 ve 13 Temmuz 2010 tarihlerinde Bakanlar düzeyinde, 10 Şubat 2010 tarihinde ise teknik düzeyde gerçekleştirilmiştir. Bu toplantılarda Türkiye’nin Kopenhag kriterlerini yerine getirme hususunda karşılaştığı sorunlar tartışılmış ve Katılım Ortaklığı Belgesi önceliklerinin yerine getirilmesine yönelik gelişmeler gözden geçirilmiştir. Irak, İran, Orta Doğu ve Kafkaslar gibi ortak çıkarı haiz bölgesel meseleler ile ilgili dış politika konuları da düzenli olarak gündeme gelmiştir. Şubat 2010’da Komisyon ve üst düzey Türk yetkililer arasında gerçekleştirilen ikili toplantıda ekonomik diyalog sağlanmıştır. Diğer yandan, üyelik öncesi mali gözetim bağlamında Komisyon, AB Üyesi Ülkeler ve Aday Ülkeler arasındaki çok taraflı ekonomik diyalog sürdürülmüş, bu çerçevede Mayıs 2010’da Brüksel’de Bakanlar düzeyinde bir toplantı gerçekleştirilmiştir. 228 Commission of the European Communities (2010),“2010 Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html, (erişim tarihi:10.04.2011), s:28. 229 Konsey, Aralık 2006 tarihinde Türkiye’nin Kıbrıs ile ilgili kısıtlamaları sebebiyle 8 başlıkta müzakerelerin açılmamasına ve Komisyon, Türkiye’nin Ortaklık Anlaşması’nın Ek Protokolü’nden kaynaklanan yükümlülüklerini tam olarak yerine getirdiğini teyit edinceye kadar hiçbir başlıkta müzakerelerin kapatılmamasına karar vermiştir. 147 Raporlama döneminde AB kurumlarına Türkiye’den bir dizi üst düzey ziyaret gerçekleştirilmiştir. 230 AB - Türkiye Gümrük Birliği, ikili ticarete katkı sağlamaya devam ederek, 2009 yılında 80 milyar Avro’ya ulaşmıştır. Türkiye AB’nin 7. büyük ticaret ortağı iken, AB Türkiye’nin en büyük ticaret ortağıdır. Türkiye toplam ticaretinin yaklaşık yarısını AB ile gerçekleştirmektedir. Türkiye’nin, ithalat ve ihracat lisansları gibi ticarette teknik engellerin ve AB’de serbest dolaşımdaki üçüncü ülke menşeli ürünlerin ithalatındaki kısıtlamaların kaldırılması, devlet yardımlarına ilişkin AB kurallarının ve fikri mülkiyet haklarının uygulanması, ayrımcı vergi uygulamalarının kaldırılması, yeni ruhsatlandırılmasına bulunmaktadır. ilişkin alanlarda yerine eczacılık ürünlerinin getirilmemiş taahhütleri 231 Türkiye’nin canlı hayvan ve et ithalatına yönelik olan ve uzun süredir devam eden yasağında hiçbir değişiklik meydana gelmemiştir. Türkiye’nin Gümrük Birliği’ni tam olarak uygulaması ve AB’de serbest dolaşıma girmiş ürünlere yönelik çok sayıdaki ticari engeli kaldırması gerekmektedir. AB, Türkiye’yi Kıbrıs’a yönelik taşımacılık kısıtlamaları dahil olmak üzere malların serbest dolaşımındaki diğer tüm kısıtlamaları kaldırmaya ve Gümrük Birliği’ni tam olarak uygulamaya davet etmektedir. AB, Şubat 2008 tarihinde kabul edilen Katılım Ortaklığı Belgesi ile yetkililere reform öncelikleri konusunda rehberlik etmektedir. Reform öncelikleri konusundaki ilerleme, Ortaklık Anlaşması ile kurulan organlar yoluyla takip edilmektedir. Ortaklık Komitesi, 27 Mart 2010 tarihinde Ortaklık Konseyi ise 19 Mayıs 2010 tarihinde toplanmış olup; Kasım 2009 tarihinden bu yana 8 sektörel alt komite toplantısı gerçekleştirilmiştir. Mali yardımlarla ilgili olarak, Türkiye için 2009 yılı katılım öncesi mali yardım aracından (IPA) 654 milyon Avro ayrılmıştır. Ulusal düzeydeki tüm programlar için çok yıllı stratejik çerçeveyi sağlayan ve revize edilen 2011-2013 Çok Yıllı Planlama Belgesi, Türk kurumlarından gelen katkılarla hazırlanmış olup, 2011 yılı başında IPA 230 Commission of the European Communities (2010),“2010 Regular Report from the Comission on Turkey’s…, s:34. 231 Commission of the European Communities (2010),“2010 Regular Report from the Comission on Turkey’s…, s:34-36 148 Yönetim Komitesi’ne sunulacaktır. Mali destek, temel haklar, hukukun üstünlüğü, kamu yönetimi reformu, rekabetçilik, çevre, taşımacılık, enerji, sosyal kalkınma, tarım ve kırsal kalkınma gibi öncelikli alanlara odaklanacaktır. Türkiye sınır ötesi işbirliği için destekten ve IPA çerçevesinde bir dizi bölgesel ve yatay programdan faydalanmaktadır. Sivil Toplum Aracı çerçevesinde sivil toplumun geliştirilmesine, özellikle sivil toplum örgütlerinin idarelerinin ve iletişim kapasitelerinin, sosyal diyalog ve katılımın geliştirilmesine ve kültür, cinsiyet, çocuk ve bölgesel konulara yönelik AB mali desteği sağlanmıştır. Bununla birlikte, aktif vatandaşlığın desteklenmesinde iyi örneklerin teşvik edilmesi amacıyla Türk idaresine teknik destek sağlanmıştır. 2010 yılında ayrıca, siyasi kriter ve medya bağlamında Türkiye ve AB arasında bir sivil toplum diyalogunun desteklenmesini teminen finansman sağlanmıştır. Raporun siyasi kriterler bölümünde ise Türkiye tarafından, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlık haklarına saygıyı sağlayan kurumların istikrarını gerektiren Kopenhag siyasi kriterlerini karşılama yönünde kaydedilen ilerleme incelenmekte olup aşağıdaki hususlar tespit edilmiştir; 232 Demokrasi ve hukukun üstünlüğüne ilişkin olarak, iddia edilen Ergenekon suç örgütüne ilişkin soruşturma ve diğer çok sayıdaki darbe planına dair inceleme demokratik kurumların düzgün işleyişi ve hukukun üstünlüğüne olan güvenin güçlendirilmesi bakımından Türkiye için önemli bir fırsattır. Ancak, bu kapsamdaki ilerleme hukuki süreçlere ve sanıkların haklarına riayet etmelidir. Türkiye, siyasi partilerle ilgili mevzuatını Avrupa standartları ile uyumlu hale getirmelidir.Anayasa kapsamında gerçekleştirilen değişiklikler doğru yönde atılan bir adımdır. Söz konusu değişiklikler, yargı, temel haklar ve kamu yönetimi alanında Katılım Ortaklığı’nın birkaç önceliğini 232 Devlet Planlama Teşkilatı Avrupa Birliği İle İlişkiler Genel Müdürlüğü, “2005 Yılı Katılım Ortaklığı Belgesi’nin Gayriresmi Tercümesi”, http://www.dpt.gov.tr/abigm/tabi/tuhgk2005.pdf, 09 Kasım 2005. 149 karşılamaktadır. Ancak, bahse konu değişikliklerin hazırlanması ve kabulü siyasi partileri ve sivil toplumu içeren bir danışma süreci ile gerçekleşmemiştir. Anayasal hükümlerin Avrupa standartlarında, şeffaf ve kapsayıcı bir şekilde uygulanması kilit öneme sahiptir.Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Kopenhag siyasi kriterlerinin karşılanmasına yönelik alanlarda sınırlı sayıda yasa çıkarılmıştır. Yasama-yürütme ilişkileri ile parlamenter yönetim ve inceleme dahil olmak üzere birçok alanda Türk parlamentosunun idari kapasitesi hakkındaki endişeler devam etmektedir. TBMM Türkiye’nin üyelik stratejisinin oluşturulmasında ve uygulanmasında sınırlı bir rol oynamaktadır.Hükümet bağlamında, son beş yılda reform ajandasında görülen belirgin yavaşlamanın ardından, birkaç kilit anayasal reform ve spesifik önlemi sunmuştur ancak kapsamı sınırlı kalmıştır. Kilit devlet organları arasındaki ilişkilerde yaşanan gerginlik, siyasi kurumların düzgün işleyişine olumsuz etki yapmaktadır. Kamu yönetimi reformu çerçevesinde, Ombudsman kurumunun oluşturulması, kişisel bilgilerin korunması ve bilgiye erişim başta olmak üzere kısıtlı ilerleme sağlanmıştır. Devlet memurluğu reformu ve Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun uygulanması bağlamında daha fazla gayret sarf edilmesi gerekmektedir. Güvenlik güçlerinin sivil denetimi kapsamında ilerleme kaydedilmiştir. Askeri mahkemelerin yetki alanı sınırlandırılmış, Askeri Yargıtay’ın kararları yargı denetimine açılmış ve üst rütbeli subayların sivil mahkemelerde yargılanmasına ilişkin düzenlemeler gerçekleştirilmiştir. Ancak, silahlı kuvvetlerin üst düzey üyeleri, özellikle yargıya ilişkin konular olmak üzere, görev alanına giren konuların ötesinde açıklamalar yapmaya devam etmiştir. Meclis denetimi ile iç ve dış denetim konusunda bir ilerleme sağlanamamıştır. Yargı alanında ilerleme kaydedilmiştir. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısı ve askeri mahkemelerin yetkilerinin kısıtlanmasına ilişkin Anayasa değişikliklerinin kabulü olumlu bir adımdır. Ancak, Adalet Bakanı halen Yüksek Kurula başkanlık etmekte ve 150 soruşturmalarda son sözü söylemektedir. Tüm paydaşlarla etkin bir diyalog kurulmasına ve reformların AB standartlarına göre şeffaf ve kapsayıcı bir şekilde uygulanmasına dikkat edilmelidir. Yolsuzluğun engellenmesine ilişkin olarak, kapsamlı bir yolsuzlukla mücadele stratejisi ve eylem planı ile bunların uygulanmasını yönetecek ve denetleyecek bir organın kurularak Katılım Ortaklığı önceliklerinin yerine getirilmesi bakımından ilerleme sağlanmıştır. Ancak, bazı alanlarda yaygın olarak süren yolsuzluğun azaltılmasını teminen stratejinin etkin bir şekilde uygulanması gerekmektedir. Türkiye’nin, soruşturmalar, iddianame ve mahkumiyetlere ilişkin bir izleme kaydı oluşturması gerekmektedir. İnsan hakları ve azınlıkların korunmasıyla ilgili olarak, uluslararası insan hakları hukukunun uygulanması bakımından bazı gelişmeler kaydedilmiş olmakla birlikte, birkaç reform yıllardır beklemektedir. İnsan hakları kuruluşlarına ilişkin mevzuat Birleşmiş Milletler ilkeleri ile tamamen uyumlaştırılmalıdır. Adalete erişimde sınırlı bir ilerleme sağlanmıştır. Yasal yardım hizmetlerinin sağlanması gerek kapsam, gerekse kalite bakımından yetersizdir. Sorunların ele alındığının güvence altına alınmasına dair etkin bir izleme mekanizması bulunmamaktadır.Hapishanelere ilişkin reform programı uygulanmaya devam etmektedir. Ancak mahkeme öncesi tutuklamaların oranının yüksek olması en önemli sorunlardan biri olarak ortaya çıkmaktadır. Hapishanelerdeki sağlık koşullarının iyileştirilmesi gerekmektedir. İfade özgürlüğü bağlamında, açık ve serbest tartışma ortamı devam etmiş ve genişlemiştir. Ancak, gazetecilerin, yazarların, yayıncıların ve siyasetçilerin şiddet içermeyen görüşlerini ifade etmeleri nedeniyle kovuşturma ve mahkumiyetleri devam etmiştir. Türk mevzuatı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihadı ile uyumlu bir şekilde ifade özgürlüğünü yeterince temin edememektedir. İnternet sitelerinin sıklıkla yasaklanması endişe 151 yaratmaktadır. Medya üzerindeki uygunsuz politik baskılar ve yasal belirsizlikler basın özgürlüğünün kullanımını etkilemektedir. Dernek kurma özgürlüğü bağlamındaki yasal çerçeve büyük ölçüde AB standartları ile uyumludur. Ancak, dernekler yasal gereksinimleri karşılamakta zorluklarla karşılaşmakta ve orantısız kontrollere maruz kalmaktadır. Siyasi partilerin kapatılmasına ilişkin yasak hükümlerin değiştirilmesinde hiçbir ilerleme sağlanamamıştır. Toplantı yapma özgürlüğü bağlamında ilerleme sağlanmıştır. Ancak ülkenin güneydoğusunda Kürt meselesine ilişkin gösterilerde polis şiddeti uygulanmaktadır. Raporun Ekonomik ve sosyal haklarla ilgili bölümünde ise aşağıdaki hususlara vurgu yapılmıştır;233 İnanç özgürlüğüne genel olarak saygı gösterilmektedir. Vakıflar Kanunu’nun uygulanması idareden kaynaklanan sebeplerle gecikmelere uğramaktadır. Aleviler ve Müslüman olmayan dini topluluklarla kurulan diyalog sürdürülmektedir, ancak temaslara ilişkin sonuçlar henüz ortaya çıkmamıştır. Heybeliada Ruhban Okulu’na yönelik ilerleme kaydedilmemiştir. Azınlık dinlerin mensupları halen radikallerin tehdidi altında yaşamlarını sürdürmektedir. Bu kapsamda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarıyla uyumlu bir hukuki çerçevenin oluşturulması ile Müslüman olmayan dini topluluklar ve Alevi cemaatinin aşırı kısıtlamalar olmadan, din adamlarının eğitimi dahil olmak üzere, faaliyet gösterebilmeleri mümkün olabilecektir. Kadın hakları ile cinsiyet eşitliğini garanti eden hukuki çerçeve genel olarak uygun görülmektedir. Bahse konu hukuki çerçeve kadınlara yönelik pozitif ayrımcılığı içeren tedbirlerin alınmasına imkan veren anayasa değişikliği ile güçlendirilmiştir. Diğer taraftan, bu hukuki çerçevenin siyasi, sosyal ve ekonomik gerçekliğe dönüştürülmesi için daha çok çaba gösterilmesi gerekmektedir. Töre cinayetleri, aile içi 233 Commission of the European Communities (2010),“2010 Regular Report from the Comission on Turkey’s…, s:45. 152 şiddet ile kadınların erken ve zorla evlendirilmeleri halen çok ciddi sorun teşkil etmektedir. Yasaların ülkenin her yerinde istikrarlı bir şekilde uygulanması gerekmektedir. Çocuk haklarına ilişkin olarak, adalet sisteminde çocukların durumu ve ilköğretimde cinsiyet ayrımı konularına ilişkin hukuki çerçevede ilerleme sağlanmıştır. Bununla birlikte, eğitim, çocuk işçiliği, sağlık ve adalet alanlarındaki uygulamalar ile idari kapasite ve koordinasyonun artırılmasında daha çok gelişme gösterilmelidir. İşçi hakları ve Sendikal haklar konusunda anayasa değişiklikleri ile kamu sektöründe sendikal hakların kapsamı genişletilmiştir. Ancak, mevcut hukuki çerçeve halen AB standartları ve ILO Sözleşmeleri ile uyumlu olmayan kısıtlayıcı hükümler içermektedir. Taraflar arasında uzlaşmanın sağlanamayışı yeni mevzuatın yasalaşmasının önünde engel oluşturmaktadır. Ayrıca, anayasa değişiklikleri paketi kamu görevlilerine grev hakkı tanımamaktadır. Vakıflar Kanunu olarak bazı gecikmeler ve usule ilişkin sorunlara rağmen uygulanmaktadır. Vakıflar Konseyi’nce bahse konu sorunlar ele alınarak prosedürlerin hızlandırılmasında çaba gösterilmektedir. Bununla birlikte, Vakıflar Kanunu el konan veya üçüncü kişilere devredilen mülkler ile vakıfların yeni kanundan önce birleştirilen mülklerine dair sorunların çözümüne ilişkin hükümler içermemektedir. Türkiye tüm Müslüman olmayan dini toplulukların mülkiyet haklarına istisnasız saygı göstermelidir. Azınlık hakları konusunda, Türkiye halen kısıtlamalar uygulamaktadır. Avrupa standartlarına uygun olarak azınlıkların dil, kültür ve temel haklarına saygı gösterilmesi ve söz konusu hakların korunması gerekmektedir. Türkiye azınlıklara yönelik olarak toleransın artırılması ve daha kapsayıcı bir yaklaşım gösterilmesi yönünde daha fazla çaba göstermelidir. Kültürel haklar konusunda Türkiye özellikle hapishaneler ile özel televizyon ve radyo kanallarında Kürtçe dilinin kullanılmasında 153 sağladığı özgürlükler ile ilerleme sağlamıştır. Bir önceki yıl Kürtçe dilinde yayın yapan televizyon kanalının kurulmasına ilaveten 2010 yılında 24 saat Arapça yayın yapan televizyon kanalı yayın hayatına başlamıştır. Bununla birlikte, siyasi hayat, eğitim ve kamu hizmetlerinin sağlandığı noktalarda Türkçe dışındaki dillerin kullanımına yönelik kısıtlamalar devam etmektedir. Halihazırda Türkçe dışındaki dillerin kullanımı hakkındaki mevzuat, kısıtlayıcı yoruma tabi olabilmektedir. Uygulamada da henüz istikrar sağlanmamıştır. Romanların durumunda bir miktar gelişme sağlanmıştır. Durumları kamuya açık olarak tartışılmakta, bazı tedbirlerin alınması öngörülmektedir. Yine de, Romanlar halen ayrımcı muameleye maruz kalmaktadır. Doğu ve Güneydoğu’ya ilişkin olarak, Ağustos 2009 tarihinde Hükümet tarafından duyurulan demokratik açılım, yapılan resmi açıklamalarda açılıma yönelik bağlılığa rağmen yalnızca kısmen gerçekleştirilebilmiştir. Terörist saldırılar artmıştır. Kürt meselesine yönelik çabaların sürdürülmesi önem taşımaktadır. Terörle mücadele mevzuatının geniş yorumlara mahal vermeyecek şekilde değiştirilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda, söz konusu mevzuatın bölgede insan haklarının iyileştirilmesi, ayrıca terörist eylemlerle ilişkili oldukları gerekçesiyle tutuklanan ve orantısız olarak fazla olan tutuklu sayısının azaltılmasını sağlamak üzere söz konusu mevzuatın değiştirilmesi gerekmektedir. Bölgedeki kara mayınları ve köy koruculuğu sistemi halen endişe yaratmaktadır. Yerleri değiştirilen kişilere tazminat ödenmesine devam edilmektedir. Ancak uygulama çok verimli değildir. Hükümet halen bu meseleye yönelik bir ulusal strateji benimsememiştir. Hükümet tarafından bu kişilerin ihtiyaçlarını gidermek için harekete geçilmesi gerekmektedir. Mülteciler ile sığınmacılara ilişkin hukuki çerçeve ile başvuru usullerine ilişkin sirkülerin uygulanması geliştirilmelidir. Yabancıların kaldığı cezaevlerinin koşulları iyileştirilmelidir. 234 234 Raporun orijinal metni ve gayriresmi tercümesi için bkz: http://www.dısisleri.gov.tr. 154 1998 yılından beri yayınlanan on üçüncü ilerleme raporu olan 2010 İlerleme Raporu ve Genişleme Strateji Belgesi Devlet Bakanı ve Baş Müzakereci Egemen Bağış tarafından bu zamana kadar yayımlanan 13 rapor arasında en olumlu ve teşvik edici rapor olarak değerlendirilmiştir. Ayrıca Bağış “artık burnumuza AB üyeliği kokuları gelmeye başlamıştır” şeklinde konuşmuştur. İlerleme Raporunun basında ancak ikinci ya da üçüncü derecede önemli bir haber olarak yer bulması ve kamuoyunda pek ses getirmemesi de Türkiye-AB ilişkilerin geldiği noktayı görmek açısından ilgi çekicidir. AB Komisyonu Türkiye İlerleme raporunda siyasi kriterler başlığı altında en çok yer verilen ve en olumlu değerlendirilen konuların başında anaysa değişiklik paketinin kabul edilmesi gelmektedir. Anayasa değişikliğinden İlerleme Raporunun birçok yerinde söz edilmekte ve oldukça olumlu değerlendirilmektedir. Değişikliğin Türkiye’nin AB sürecine olumlu katkı yapacağından bahsedilmekte ve değişikliklerin Avrupa standartlarına uygun, şeffaf ve kapsayıcı şekilde uygulanması gereği üzerinde durulmaktadır. Ergenekon Davası, Demokrasi ve hukukun üstünlüğünün geliştirilmesi için bir fırsat olarak görülürken, davanın uzaması ve sanıkların uzun süre tutuklu kalması ise eleştirilen noktalar arasında yer almaktadır. Raporda siyasi partiler arasındaki ilişkilerin gergin olduğundan bahsedilmekte, önemli siyasi kurumlar arasında çatışma olduğundan söz edilmektedir. Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) kapatılmasına da raporda yer verilmiş ve partinin kapatılarak ikisi milletvekili olan 37 kişiye siyasi yasak getirilmesinin demokratik açılımı olumsuz etkilediği belirtilmiştir. AB raporunda, basın ve kamuoyunun Kürt meselesi, ordunun rolü, azınlık hakları ve Ermeni meselesi gibi geçmişte hassas kabul edilen konuları daha açık ve özgürce tartışabilmesi övülürken, Ergenekon davasıyla ilgili haber yapan gazetecilere çok sayıda dava açılmasının endişe verici olduğu şeklinde olumsuz görüşler de yer almıştır. Ayrıca Türkiye'de internet 155 sitelerine getirilen erişim yasağının basın özgürlüğünü tehlikeye attığına da yer verilmiştir. Raporda Türkiye’nin kültürel haklar konusunda da bazı ilerlemeler kaydettiği bildirilmiştir. Bunlar arasında Roman vatandaşlarının durumunun kısmen iyileştirilmesi, Kürtçe televizyon ve radyo yayınları üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması yer almaktadır. Ancak raporda yer verilen olumsuz görüşler arasında Doğu ve Güneydoğuda çoğunluğu kız yaklaşık 200 bin çocuğun okullara gönderilmemesi ve kadınların siyasette, bürokraside ve çalışma hayatında yeterince temsil edilmemesi, kadınlara yönelik şiddet, kadınların işgücüne katılım oranının düşük kalması, namus cinayetleri ve kız çocuklarının küçük yaşta zorla evlendirilmesi de bulunmaktadır. Kıbrıs konusunda gecen yıl Türkiye’ye yapılan eleştiriler bu yıl ki raporda yer almaktadır.Raporda Türkiye’nin Kıbrıs’taki kapsamlı çözüm müzakerelerine destek verdiği ancak Türkiye’nin ek protokol yükümlülüklerini hala yerine getirmediği ve Kıbrıs Rum kesimiyle ilişkilerini normalleştirdiği dile getirilmektedir. Raporda, öne çıkan bir diğer konu da Türkiye’de anti-semitizmin artışa geçtiği iddiasıdır. Bu konuda da özellikle İslamcı ve aşırı sağcı basın eleştirilere hedef olmuştur. Avrupa Komisyonu Türkiye İlerleme Raporu’nda ekonomik alanda Türkiye’nin genel olarak başarılı bir portresi çizilmiştir. Türkiye’nin küresel krizden olumsuz etkilendiği ancak son on yılda başladığı bankacılık sektöründeki yeniden yapılanma ve mali konsolidasyon süreci sayesinde, hızlı toparlandığı, Türkiye'de işleyen bir piyasa ekonomisinin varlığını devam ettirdiği ve bunun da Türkiye’nin direncinin yüksekliğini gösterdiği kaydedilmiştir. Bugün Türkiye ve AB ilişkilerinde gelinen noktada İlerleme Raporu’nu olumlu ya da olumsuz değerlendirmek bir anlam ifade etmemektedir. Öyle ki, İlerleme Raporu çok olumlu ifadeler ile dolu olsaydı Kıbrıs sorununda düğümlenen AB sürecine yapacağı katkı yine de sınırlı kalacaktı. Bunun 156 yanında bu raporun açıklanmasının ardından kamuoyunda AB konusuna olan ilginin düşük seviyelerde seyrettiği de iyice ortaya çıkmıştır. Zira AB İlerleme Raporu ne kamuoyu tarafından ne de basın tarafından yeterli ilgi çekebilmiştir. Bunun nedeni de Türk halkının AB üyeliği hedefinin gerçekleşeceğine olan inançlarının her geçen gün azalmasıdır. İngiliz Financial Times Gazetesi AB ile üyelik müzakerelerine başlayan tüm aday ülkelerin tam üye olduğuna, AB’nin Türkiye konusunda ayak sürüdüğüne ve İspanya ve İngiltere gibi Türkiye’nin AB üyeliğini destekleyen ülkelerin bile artık eskisi kadar destek vermediğine dikkat çekmiştir. Bugün Türkiye ile aynı tarihte aday ülke olarak kabul edilen Hırvatistan müzakerelerin son aşamasına gelmiş, tam üyeliğe hazırlanmaktadır. Türkiye ile müzakerelerde ise 35 fasıldan yalnızca 13'ü açılabilmiş 8’i siyasi nedenler ile bloke edilmiş, yalnızca bir tanesi kapatılabilmiştir. Güney Kıbrıs, Fransa ve Almanya gibi ülkeler Türkiye’nin AB yolunu tıkamak için çeşitli yollar denemektedirler. Bütün bunlara rağmen Türkiye reformlara devam etme kararlılığını göstermektedir. İlerleme raporundan çıkarılabilecek en önemli sonuç da budur. Yoksa İlerleme Raporunun ne ‘olumlu ve teşvik edici’ olduğunu ne de Türkiye’nin ilerleme kaydettiğini söylemek mümkündür. 3.6. AVRUPA BİRLİĞi’NİN TÜRKİYE’DEN AZINLIKLARLA İLGİLİ BEKLENTİLERİ Türkiye’nin jeostratejik konumu ve tarihsel mirası AB için stratejik bir imkan vermektedir. Bütün önemli gerilim noktalarının etki sahasında bulunan ve buna rağmen bütün taraflarla aynı anda iletişim kurabilen bir Türkiye,AB’nin bu süreçlere dahil olması ve yumuşak gücünü devreye sokabilmesi için önemli bir fırsat penceresi açmaktadır. Türkiye’ye evet diyen AB’nin esasında kültürel kapamacı eğilimlere hayır diyeceği ve bu sayede dinamik ve kucaklayıcı bir kimlik inşasına girişilebileceği iddia edilmektedir.Türkiye’ye hayır diyen bir AB esasında her zaman yaptığı söylem-eylem tutarsızlığı tescil ettirmiş olacaktır.Böylece Türkiye ile yollarını 157 ayıran AB Ortadoğu’ya sınır olmayarak kendi güvenliğini sağlamlaştıramayacak, tam tersine Doğu Akdeniz, Kafkasya ve Karadeniz havzasında ortaya çıkabilecek güvenlik tehditlerine karşı savunmasız hale gelecektir.Bu büyük ikilemde kalan AB ise, Türkiye’nin AB üyeliğini yönetilmesi gereken bir kriz olarak değerlendirmekte olup ; ilerleme raporlarında sürekli aynı hususları tekrar ederek beklentilerin karşılanmadığını ileri sürerek zaman kazanmaktadır. AB’nin sürekli olarak Antlaşması’nda belirtilen vurgu yaptığı beklentilerin ilki; Lozan azınlıkları tanıma konusundaki tutumdan vazgeçilerek, etnik,dilsel ve dinsel tüm grupların azınlık olarak tanınması ve azınlık haklarından yararlandırılması gerekmektedir.235 Türkiye’den Lozan Atlaşması ile tanımış olduğu üç dini azınlık olan Rum, Ermeni ve Yahudiler dışındaki bazı vatandaşları özellikle de Kürtleri etnik, Alevileri de dini, azınlık olarak tanıması ve uluslar arası antlaşmalar ve AB Müktesabatı’nın azınlıklara tanımış olduğu haklardan yararlandırılmasını talep etmektedir. Ayrıca Süryanilerin dinsel azınlık olarak tanınması ve dinsel eğitimlerinin icrasında uygulanan baskıların ortadan kaldırılması,Süryani cemaatinin yurtdışından dönüşlerinde kendilerine yardım edilmesi, bu cemaatin kendi okullarına sahip olarak, kendi dini liderlerini,Süryani gençliğine öğretmesi gerektiği vurgulanmaktadır. Bunun yanı sıra Çingene topluluklarının ikamet,eğitim,sağlık ve istihdama yönelik karşılaştığı güçlüklerin kaldırılması ve mevcut düzenlemelerin kendilerine yeterli korumayı sağlamadığı belirtilmektedir. İkinci olarak Radyo ve televizyon yayıncılığında kullanılacak olan dillerle ilgili kısıtlamanın kaldırılarak,Lozan Antlaşması’nda yer alan azınlıklar dışındaki kültürel bir kimliğe ve ortak geleneklere sahip etnik grupların ana dillerinde de yayın yapılabilmesi,yerel yayın kuruluşlarına da bu dillerde yayın müsadesinin verilmesi, yayın süreleri ile ilgili düzenlemenin kanun metninde çıkartılmasını talep etmektedir.236Avrupa parlamentosu Kararlarında geçen 235 DALYANCI, a.g.e., s:108,109. 236 GÜLER, a.g.e., s:53,54. 158 talepler, görsel-işitsel alanda, öncelikle Sınırsız Televizyon Direktifi olmak üzere mevzuat uyumunun düzenleyici kurum tamamlanmasını,bağımsız kapasitelerinin güçlendirilmesi ve televizyon/radyo yöresel dillerde televizyon ve radyo yayını yapılmasını yasaklayan her türlü yasal hükmün kaldırılmasını istemektedir.237 Üçüncü olarak dini kurumların hukuki varlıklarının tanınması, dini eğitim veren Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması gerekmektedir. Cemaat vakıflarının,kiliselerin, Fener Rum Patrikhanesi’nin ve Heybeliada Ruhban Okulu’nun Avrupa doğrultusunda İnsan taşınmaz Hakları mal Sözleşmesi’nin edinmeleri, bunlar 1 no’lu Protokolü üzerinde tasarrufta bulunmaları,taşınmaz mallarının kamulaştırılması, Heybeliada Ruhban Okulu gibi din adamı yetiştirecek okulların açılması,Türk olmayan din adamlarına çalışma ve Fener Rum Patriğine de Ekümenik sıfatını kullanma izinlerinin verilmesi istenmektedir. Ayrıca dini ibadet yerlerinin açılmasına müsaade edilmesi ve bunun Alevileri de kapsaması, Alevilerin Diyanet İşleri Başkanlığı’nda temsil edilmesi, cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi gerekmektedir. Özetle azınlık vakıflarına yönelik ayrımcılığa son verilerek, diğer vakıflarla eşit davranılması, azınlık vakıflarına ait mallar ile ilgili problemlerin çözüme kavuşturularak daha önce el konulan malların iade edilmesi, azınlık vakıflarına tüzel kişilik kazandırılması talep edilmektedir. Dördüncü olarak tüm gruplara herhangi bir kısıtlama olmada, azınlık dilinde eğitimi de kapsayacak şekilde, ilköğretim hakkının sağlanması, bu maksatla açılan kursların devlet tarafından mali olarak desteklenmesi,Türkçeden başka bir dilde eğitim görmek isteyenlerin suçlanmamasını talep etmektedirler.238Bu talepleriyle kültürel çeşitliliğin sağlanması, kökenlerine bakılmaksızın tüm vatandaşların kültürel haklarının teminat altına alınması,eğitim alanındakilerde dahil olmak üzere bu hakların kullanılmasını engelleyen her türlü yasağın kaldırılarak Türkçe dışındaki dillerle yapılan eğitime etkili bir erişimin temin 237 TEZCAN, “Helsinki’den 3 Ekim’e…”, s:18; AKDOĞAN, a.g.e , s:78. 238 TEZCAN, “Helsinki’den 3 Ekim’e…, s:18; AKDOĞAN, a.g.e, s:79. edilmesini talep 159 etmektedir.Ayrıca azınlık okullarına Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı müdür yardımcısının görevlendirilmesinden vazgeçilmesi veya yetkilerinin azaltılması,azınlık okullarında görevlendirilecek öğretmenlerle ilgili olarak problemlerin çözülmesini ve okul kitaplarının gözden geçirilerek tarih ve azınlık kültürleri konusundaki ayrımcılık içeren ifadelerin çıkartılmasının istemektedir. Beşinci olarak azınlıkların korunmasına ilişkin olarak Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi ile Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’nı bir an önce çekince koymadan ve yorum beyanında bulunmadan imzalayarak onaylamasını talep etmektedir.239 3.7. AVRUPA BİRLİĞİ’NİN AZINLIKLARLA İLGİLİ BEKLENTİLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ Genel perspektif olarak Türkiye’ye ilişkin yayımlanan 13 Komisyonu İlerleme Raporu’na bakıldığında; vurgulanan adet AB tek nokta ilerlemenin sınırlı düzeyde kalmasıyla ilişkili olup; tam üyeliği ertelemek için koz olarak kullanılmaktadır. Ancak AB ve Türkiye arasında ilişkilerin tam üyelikle sonuçlanabilmesi için ilerlemenin gerçekleşmesi yanı sıra ön koşul olarak AB’nin lokomotifi olan Fransa ve Almanya başta olmak üzere kimi AB üyesi ülkelerin Türkiye’ye yönelik gerekmektedir. Çünkü Fransa dışlayıcı tutumlarının Cumhurbaşkanı Sarkozy’in değişmesi ve Almanya başbakanı Merkel’in liderliğinde bir kısım Avrupalı liderlerin her fırsatta Türkiye’nin üyeliğine karşı olduklarını açıklamaları ve “imtiyazlı ortaklık “ gibi hangi alanlarda nasıl bir netleştirilmemiş alternatifler motivasyonunu kaybetmesine birliktelik öngördüğü geliştirmeleri neden teklif Türkiye’nin olmaktadır.9 sahiplerince AB Kasım sürecinde 2010’da yayımlanan AB Komisyonu aday ülkelerle ilgili yıllık İlerleme raporunun yayımlanan kamuoyunda ses getirmesi bunun en bariz örneğidir. 239 Ayrıntılı bilgi için bkz: (internet), Council of Europe, http://www.conventions.coe.int/Treaty/ Commun/ChercheSig.asp?NT=1488CM=8&DF=26/03/06&CL=ENG. 160 Avrupa Birliği Jean Monnet ve Robert Schuman’ın “çeşitlilik içinde birlik” anlayışına uygun düşecek biçimde davranmak için kimlik/kültür olarak kucaklayıcı bir çehreye bürünmesi gerekmektedir. Avrupa Birliğinden beklentilerinden ilki tam üyeliğin gerçekleşmesi kapsamında Türkiye’nin azınlıkları tanıma konusundaki tutumunu eleştirmekten vazgeçmesidir.240 1990 sonrasından,Türkiye ‘nin AB’ye üyelik sürecinin hızlandığı dönemden, günümüze kadar Avrupa ülkelerin 1923 yılından bu yana sorun olmaktan çıkmış azınlıkları tanıma konusunu Türkiye’nin önüne sürekli çıkarılmaktadır.Ancak Türkiye Lozan Antlaşması’na göre gayrımüslimlik ölçütüne göre belirlenen azınlık anlayışı çerçevesinde Ermeniler,Rumlar ve Yahudileri azınlık statüsünde saymış, bunların dışında kalan etnik,dini ve dilsel kültürler,Türk ve devletin asli unsuru olarak kabul edilmişlerdir. Bunların dışında ülkesinde azınlıklar olup olmadığına karar verecek olan Türkiye’dir. Uluslar arası hukukta azınlık hakları ve azınlıkların korunması konusunda ortak bir görüş birliğine varılamamasının da etkisiyle, Birlik henüz kendi içerisinde bu konuda ortak bir politika belirleyememektedir. 1990 yılındaki AGİT toplantısı sonucunda hazırlanan Kopenhang Belgesi’ne göre “azınlıklar konusunda her ülkenin durumuna ve anayasal sistemlerine göre farklı yaklaşımları bulunabileceği” ve 1991 yılında onaylanan Cenevre Uzmanlar Raporu’na göre “her etnik, kültürel, dilsel veya dinsel farkın azınlık yaratmayacağı” belirtilmiştir. Avrupa Birliği’nin en etkili ülkelerinden birisi olan Fransa ülkesinde azınlık bulunduğunu, BM nezdindeki Fransız temsilcisinin 1976’da İnsan hakları bölümü Başkanlığı’na yazdığı bir mektupta ve 5 Mart 1991 tarihinde BM Ekonomik ve Sosyal Konseyi( ECOSOC) çerçevesinde yayımlanan E/CN.4.1991 rumuzlu belge’de “Fransız halkının, etnik özelliklere dayanan hiçbir ayrımı etmemektedir. Bu anlayış kabul etmeyeceğini” belirttiği üzere kabul çerçevesinde Fransa Anayasa Mahkemesi “ Fransa hükümeti Fransa halkının bileşeni Korsika halkının oluşturduğu 240 Ayrıntılı bilgi için bkz: (internet), Council of Europe, http://www.conventions.coe.int/Treaty/ Commun/ChercheSig.asp?NT=1488CM=8&DF=26/03/06&CL=ENG. 161 yaşayan kültürel ve tarihsel topluluğun,kültürel kimliğini korumasına ve özgül ekonomik ve sosyal çıkarlarının müdafaasına ilişkin hakların güvence altına alınır” şeklindeki Korsika’nın statüsü ile ilgili yasayı Korsika’nın ayrı bir birim olarak kabulü sonucunu doğuracağı gerekçesiyle iptal etmiştir.Ülkenin üniter bir devlet olmasından hareketle, kültürel ve etnik farklılıkların tanınmasına hoşgörü göstermektedir. Avrupa Birliği’nin diğer lokomotif ülkesi olan Almanya 1995 tarihli Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkları Koruma Çerçeve Antlaşması’nı 1998 yılında imzalarken “ Çerçeve antlaşmanın ulusal azınlık kavramına ilişkin bir tanım içermemektedir.O nedenle antlaşmanın kabulünden sonra kimlere uygulanacağını belirlemek, anlaşmaya taraf olan devletlere ait bir haktır.” Kaydını düşerek, ülkesinde bulunan azınlıkları belirleme yetkisinin kendisine ait olduğunu belirtmiş ve bu kapsamda Alman vatandaşı olan Danimarkalılar ile Sorb halkını ulusal azınlık kabul ettiğini vurgulamıştır ki, azınlık haklarının sadece Alman yurttaşı olan ve bölgelerinde çok uzun süredir yaşayan insanlara tanınabileceğini savunmaktadır. Üye devletlerin yaklaşımları ve uygulamalarından da görüldüğü gibi, her üye devlet kendi içinde bulunduğu şartları dikkate alarak en uygun politikayı uygulamaktadır.Bu da birlik içinde üye sayısı kadar farklı uygulamaya sebep olmaktadır. olmadığı,adeta çifte 241 standart İç politika ile dış politikanın birbiriyle tutarlı uygulayan AB,azınlıkların korunması konusunda, kendi içerisinde hiçbir zaman ulaşamadığı standartları aday ülkelerden ve üçüncü ülkelerden talep etmemelidir. İkinci olarak Avrupa Birliği “kültürel haklar” bağlamında her etnik grubun anadilinde yayın ve eğitim hakkının tanınmasını talep etmektedir.Ancak bu husus, ülkede yeni azınlıkların yaratılmasına zemin hazırlamaktadır.Kimi zaman “azınlık hakları” kimi zaman da “bireysel haklar” adı altında sunulan “Kürtçe televizyon yayını” ve “Kürtçe eğitim hakkı” istek dayatmalarında bu konuda gelinen noktayı göz ardı etmemeleridir.242Nitekim 241 DALYANCI, a.g.e., s:108,109. 242 GÜLER, a.g.e., s:53,54. 162 03 Ekim 2001 tarihinde Meclis’te kabul edilerek,17 Ekim 2001 tarihinde yürürlüğe giren “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun” kapsamında;Anayasanın “Düşünceyi açıklama ve Yayma Hürriyeti “ başlıklı 26’ıncı maddesinde değişiklik yapılarak, yasaklanmış “düşüncenin herhangi açıklanmasında bir dil ve yayılmasında kullanılamaz” ibaresi kanunla metinden çıkarılmıştır.Ayrıca, Anayasanın “Basın Hürriyeti” başlıklı 28’inci maddesi de değiştirilerek, “kanunla yasaklanmış herhangi bir dilde yayın yapılamaz” ibaresi, madde metninden çıkarılmış ve böylece farklı dil,lehçe ve ağızlarda yayın yapılabilmesine imkan tanınmıştır.243 Öte yandan, 2002 ve 2003 yıllarında 3984 sayılı Kanun’da yapılan bir dizi değişiklikle, Kürtçe dahil Türkçe dışındaki bazı dillerde yayın yapma yasağına son verilmiştir.244 “Cumhuriyet’in Anayasa’da belirtilen temel niteliklerine, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne” aykırı olmamak suretiyle, “kamu ve özel radyo ve televizyon kuruluşlarınca Türk vatandaşlarının günlük yaşamlarında geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde de” yayın yapılmasının önü açılmıştır. AB ile uyum sürecinin günü kurtarmaya yönelik yama usulü reform yapma uygulamasının tipik bir örneğiyle, 4. maddede yer alan anadilde yayın yasağı kaldırılmadan anadilde yayın hakkı tanınmış, aynı yasada birbirleriyle çelişen hükümlerin yer almasına yol açılmıştır. 26 Mart 2002 tarihli 4748 sayılı yasa gereği; Basın Kanunu’nun 16’ıncı maddesinin 5’inci fıkrasındaki “kanunla yasaklanmış herhangi bir dilde yayın yapılmasına “ilişkin hüküm kaldırılmıştır. 03 Ağustos 2002 tarihli 4771 sayılı yasa kapsamında ise; Yabancı Dil Eğitimi ve Öğretimi Kanununda yapılan değişiklikle Türk vatandaşlarınca geleneksel olarak kullanılan farklı dil ve lehçelerin öğrenilmesindeki sınırlamalar kaldırılmış, Radyo Televizyon Kurumları Kuruluş ve Yayın 243 TEZCAN, “Helsinki’den 3 Ekim’e…”, s:18; AKDOĞAN, a.g.e , s:78. 244 Bu yayının sadece TRT’de yapılmasına izin verilmiştir. 163 Kanunu’nda yapılan değişiklikle de, bu dillerde ve lehçelerde yayın yapılmasına imkan tanınmıştır.245 15 Temmuz 2003 tarihli 4298 sayılı yasa gereği; Radyo ve Televizyon Kurumları Kuruluş ve Yayın Kanunu’nda yeniden değişikliğe giderek, bu çerçevede Türk vatandaşlarınca günlük yaşamda geleneksel olarak kullanılan farklı dil ve lehçelerde yayın yapılması imkanının hem kamu hem de özel radyo ve televizyon kuruluşları vasıtasıyla sağlanması yasal güvenceye kavuşturulmuştur. Ayrıca Nüfus kanununda değişikliğe gidilerek çocuklara bazı isimlerin konulamayacağına ilişkin yasak kaldırılmıştır. 246 Ayrıca, 2002 ve 2003 tarihli reformlarla yapılan yasal değişiklikleri yürürlüğe koymak üzere hazırlanan 25 Ocak 2004 tarihli yönetmelik, yasada öngörülmeyen sınırlamalar getirmiştir. Öncelikle, yönetmelik, yasada tanınan anadilde yayın yapma hakkının kapsamını Kürtçenin Zazaca ve Kırmançi lehçeleri ile Boşnakça, Arapça ve Çerkezce olmak üzere devletin belirlediği beş dille sınırlamıştır. Hangi esaslara dayanılarak belirlendiği belirtilmeyen bu dil ve lehçelere tanınan anadilde yayın hakkının, Lazca gibi diğer dillere de tanınmamış olması, herhangi bir meşru gerekçeye dayanmayan keyfi ve ayrımcı bir uygulamadır. Yönetmelik, yayın yapma hakkını radyoda günde 60 dakikayı aşmamak üzere haftada toplam beş saat, televizyonda ise günde 45 dakikayı aşmamak üzere haftada toplam dört saatle sınırlamıştır. Bu yayınlar, sadece yetişkinler için haber, müzik ve geleneksel kültürün tanıtımına yönelik olabilir. Buna karşılık, bu dil ve lehçelerin öğretilmesine yönelik yayın yapılamaz. Yönetmelik ayrıca, içerik ve süre açısından birebir olmak kaydıyla radyolarda yayının peşi sıra, televizyonlarda ise yayın sırasında alt yazıyla Türkçe tercüme zorunluluğu getirmektedir. 30 Temmuz 2003 tarihli 4963 sayılı yasa gereği; Yabancı Dil Eğitimi ve öğretimi ile Türk vatandaşlarının Farklı Dil ve Lehçelerin Öğrenilmesi Hakkında Kanun’da değişikliğe gidilmiş ve bu çerçevede Türk vatandaşlarının farklı dil ve lehçelerin öğrenilmesine yönelik ayrı bir bina 245 TEZCAN, “Helsinki’den 3 Ekim’e…”, s:18; AKDOĞAN, a.g.e, s:79. 246 TEZCAN, “Helsinki’den 3 Ekim’e…, s:18; AKDOĞAN, a.g.e, s:79. 164 tahsis edilmeksizin, mevcut kurslarda öğrenimine imkan tanınmıştır.2004 yılında ulusal televizyon kanalı TRT’de Kürtçe dahil yerel dil ve lehçelerde yayın yapılmış, radyolarda Kürtçe yayına izin verilmiştir. 247 2954 sayılı Türkiye Radyo ve Televizyon (TRT) Kanunu’nun 21. maddesinde Haziran 2008’de yapılan bir değişiklik, TRT’de Türkçe dışında farklı dil ve lehçelerde de yayın yapılabilmesinin önünü açmıştır. Bu değişikliğe binaen 24 saat Kürtçe yayın yapmak üzere kurulmuş olan TRT 6 (Şeş), 1 Ocak 2009’da yayın hayatına başlamıştır. Ancak, TRT yasasında yapılan değişikliğin TRT bürokrasisine takdir yetkisi tanımış olması, ileride TRT yönetiminde gerçekleşecek bir değişikliğin TRT 6’nın (Şeş) sürekliliğini tehlikeye atabileceği yönünde Kürt kamuoyunda endişeler yaratmıştır.248 Anayasa ya da yasalar çerçevesinde de olsa en ufak bir sınırlamayı kaldıramayan ve bu sebeple AB raporlarında yeterli görülmeyen düzenlemeler ile birliğin bu konudaki mevcut uygulamaları birbiriyle çelişmektedir. Üçüncü olarak dini kurumların hukuki varlıklarının tanınmasını istemektedir. 249 Ancak,dini eğitim veren Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması,Fener Rum patriğine Vatikan benzeri bir yapılanma içerisine girerek bütün dünyada görev yapacak din adamlarını bir merkezde, kendi kontrolünde yetiştirmek adına ekümenik vasfını elde etmesi mümkün değildir. Çünkü Lozan Antlaşması’nın azınlıklara imtiyaz değil, Müslüman halkla eşit muamele görme hakkı tanımıştır ve Anayasanın ikinci maddesinde Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bir devlet olarak nitelenmesi ve bunun gereği olarak dini öğretim yapan özel okul açmanın yasak olmasından kaynaklanmaktadır. Yine anayasanın 24’inci maddesinde “din ve ahlak eğitim öğretimi devletin gözetim ve denetimi altında yapılır” ibaresiyle 130’uncu maddesindeki “kanunda gösterilen usul ve esaslara göre kazanç amacına yönelik olmak şartı ile vakıflar tarafından devletin gözetim ve denetimine tabi yüksek öğretim 247 Kürtçe Kanala Vize, Akşam Gazetesi, 30 Mayıs 2008, s:11; “TRT’de Kürtçe Kanala Kürt Kökenli Yönetici, Sabah Gazetesi, 03 Haziran 2008, s:17. 248 CANATAN, “Avrupa Ülkelerinin Azınlık Politikalarında…”, s:166. 249 KURUBAŞ, Avrupa Birliği’nin Azınlıklara…s.233 165 kurumları kurulabilir” hükmüne rağmen, Patrikhane’nin bir vakıf hüviyetinden olmamasından dolayı ona bağlı bir özel yüksek öğretim kurumunun açılması mümkün değildir. Bunun yanı sıra Türk milli eğitiminin genel amaç ve temel ilkelerinin 1973 yılında kabul edilen Milli Eğitim Temel Kanunu ve 1981 yılında çıkarılan Yüksek Öğretim Kanunu ile belirlenmiş olması ve hangi derece ve türde olursa olsun okul programının bu genel amaç ve temel ilkelere uygun olarak geliştirilmesinin zorunlu olması,Ruhban Okulunun Patrikhane veya onun himayesindeki bir vakıf marifetiyle, dini kıyafetli ve Türk Milli eğitimi ve mevzuatından özerk bir şekilde, yüksek öğretim kurumu olarak yeniden açılması mümkün değildir ve AB bu ısrarlı tutumunu bırakmalıdır. AB, Türkiye’deki azınlık unsurlarının en büyük probleminin mal edinimi konusunda olduğunu vurgulamaktadır.250 Azınlık vakıflarının mal edinimi konusu Osmanlı devleti’nden bu yana süregelen bir sorun olmuştur. Osmanlı vatandaşı olan Rum,Ermeni,Yahudi ve diğer gayrımüslimler tarafından Osmanlı döneminde kurulan, özellikle kiliselerin yaşaması ve tamirinin sağlanması için faaliyet gösteren ve padişah fermanıyla kurulan Vakıflara 1912 tarihli “Eşhası Hükmiye’nin Emvali Gayrimenkuleye Tasarruflarına Mahsus Kanunu Muvakkat” ile gayrimenkul edinme hakkı verilmiştir. Lozan Antlaşması’nın 42/3 Maddesi’ne göre Türk Hükümeti, azınlıkların Türkiye’deki vakıflarına, din ve hayır isleri kurumlarına her türlü kolaylığı ve izni sağlamaktaydı.Bu madde gereğince, 5 Haziran 1935 tarihinde kabul edilen 2762 sayılı Vakıflar Kanunu ile azınlık vakıflarına tüzel kişilik tanınmış ve bu kanunun 44. Maddesi ile vakıflara envanterlerindeki malların bildirilmesi zorunluluğu getirilmekteydi. 1974 yılında, Yargıtay’ın aldığı bir kararla, vakıfların yeni mal edinemeyeceği hükme bağlanarak beyanname verilen 1936 yılından itibaren vefat eden gayrimüslimlerce bağlı oldukları vakıflara bağışlanan malların geri alınmasına karar verildi(Evren, 2005:104) ve bunun neticesinde azınlık vakıflarının 1936 yılından sonra edindiği mallar bedelsiz 250 Yalçın AKDOĞAN, Kırk Yıllık Düş: Avrupa Birliği’nin Siyasal Geleceği ve Türkiye, Alfa Yayınları, İstanbul, 2004, s:70,78. 166 olarak eski sahiplerine, onlar ölmüşse mirasçılarına, mirasçıları da yoksa hazineye teslim edildi. AB üyelik sürecinde kabul edilen Uyum Yasaları kapsamında; 2002 yılında kabul edilen 4771 sayılı yasa ile azınlık vakıflarının vakfiyeleri olup olmadığına bakılmaksızın dini, hayri, sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel alanlardaki ihtiyaçlarını karşılamak üzere Bakanlar Kurulu kararıyla taşınmaz mal edinebilecekleri ve bunlar üzerinde tasarrufta bulunabilecekleri düzenlenmiştir. Ancak, 4771 sayılı yasa, azınlıkların mal edinimini Bakanlar Kurulu kararına bağlaması dolayısıyla eleştirilmiş ve yerine 2003 yılında 4778 sayılı yasa kabul edilmiştir. 4778 sayılı yasa, azınlık vakıflarının mal edinmesi için Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün iznini yeterli kılmıştır. 2008 tarihli ve 5737 sayılı yeni yasa kapsamında ise; - Gayrimüslim cemaat vakıflarının mensuplarının, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olması kabul edilmiş,251 - Yeni vakıfların, vakıf senetlerinde yazılı amaçlarını gerçekleştirmek üzere Genel Müdürlüğe beyanda bulunmak şartıyla şube ve temsilcilik açabilmelerinin önü açılmış,252 - Yabancıların, Türkiye’de, hukukî ve fiilî mütekabiliyet esasına göre yeni vakıf kurabilmelerine izin verilmiş,253 - Vakıfların izin almaksızın mal edinebilmelerine ve malları üzerinde her türlü tasarrufta bulunabilmelerine imkan tanınmış,254 - Vakıfların vakıf senetlerinde yer almak kaydıyla, amaç veya faaliyetleri doğrultusunda, uluslararası faaliyet ve işbirliğinde bulunabilmeleri, yurt dışında şube ve temsilcilik açabilmeleri, üst kuruluşlar kurabilmeleri ve yurt dışında kurulmuş kuruluşlara üye olabilmelerine izin verilmiş,255 251 5737 sayılı Vakıflar Yasası, Madde 2,3. 252 5737 sayılı Vakıflar Yasası, Madde 5. 253 5737 sayılı Vakıflar Yasası, Madde 5/2. 254 5737 sayılı Vakıflar Yasası, Madde 12. 255 5737 sayılı Vakıflar Yasası, Madde 25. 167 - Vakıfların; yurt içi ve yurt dışındaki kişi, kurum ve kuruluşlardan ayni ve nakdi bağış ve yardım alabilmeleri, yurt içi ve yurt dışındaki benzer amaçlı vakıf ve derneklere ayni ve nakdi bağış ve yardımda bulunabilmeleri hükme bağlanmış,256 - Vakıfların vakfa gelir temin etmek amacıyla, Genel Müdürlüğe bilgi vermek şartıyla iktisadî işletme ve şirket kurabilmeleri ve kurulmuş şirketlere ortak olabilmeleri mümkün kılınmış,257 - Cemaat vakıflarının; 1936 Beyannamelerinde kayıtlı olup, halen tasarruflarında bulunan nam-ı müstear veya nam-ı mevhumlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazları ile 1936 Beyannamesinden sonra cemaat vakıfları tarafından satın alınmış veya cemaat vakıflarına vasiyet edildiği veya bağışlandığı halde, mal edinememe gerekçesiyle halen; Hazine veya Genel Müdürlük ya da vasiyet edenler veya bağışlayanlar adına tapuda kayıtlı olan taşınmazlarının Kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren (18) ay içinde müracaat edilmesi halinde, cemaat vakıfları adına tescillerinin yapılacağı hükme bağlanmıştır. Görüldüğü üzere, gerek AB üyelik süreci kapsamında çıkarılan yasalar, gerekse 2008 yılında onaylanan yasa, içerdiği hükümler itibariyle Lozan Antlaşması’na, ulusal çıkarlara ve ülke birlik ve bütünlüğüne aykırılık teşkil etmektedir. Bu kapsamda, yasa “azınlık vakıfları” ifadesini kullanmamakta, “cemaat vakıfları” ibaresine yer vermektedir. Cemaat vakıfları azınlık vakıflarından daha geniş bir anlam ifade etmekte olup, gayrimüslim vatandaşlarımızın kurdukları vakıfları da içine almaktadır. Yasa bu niteliği itibariyle, Türkiye’de yeni azınlıklar meydana getirmekte, Lozan Antlaşması ile tanınan Rum, Ermeni ve Yahudilere ait vakıfların dışında, azınlık statüsünde kabul edilmeyen Süryani, Keldani, Gürcü ve Bulgar vakıfları da yasa kapsamında sayılmaktadır.258 256 5737 sayılı Vakıflar Yasası, Madde 25. 257 5737 sayılı Vakıflar Yasası, Madde 26. 258 5737 sayılı Vakıflar Yasası, Geçici Madde 7. 168 Üyelik için Türkiye’den bu tür taleplerde bulunan Avrupa Birliği’nin 1 Ocak 1981 tarihinden bu yana üyesi olan Yunanistan’da bu konularla ilgili uygulamalara baktığımızda su manzara ile karsılaşmaktayız:259 Yunanistan, başkentinde ibadete açık durumda cami bulunmayan tek Avrupa ülkesidir ve Atina’daki Osmanlı döneminden kalan camilerden birisinin ibadete açılması üyelikten 25 yıl sonra ilk kez Yunanistan Dışişleri Bakanı Dora Bakoyannis tarafından söz konusu edilmektedir.260 Lozan Antlaşması’nın 40. Maddesi’nde Türk Azınlığa verilen, giderlerini kendileri karşılamak üzere, her türlü hayır kurumları, dinsel ve sosyal kurumlar, her türlü okullar ve buna benzer kurumları kurmak, yönetmek ve denetlemek ve buralarda kendi dillerini serbestçe kullanmak ve dinsel ayinlerini serbestçe yapma’ haklarından birisi olan kendi vakıflarını yönetme hakkı 1967 yılındaki Albaylar Cuntası döneminden itibaren, Müslüman Türk Azınlığına sosyal dayanışma ve yardımlaşmayı sağlayan vakıfların yönetimine Yunan yöneticilerin atanmasıyla ellerinden alınmıştır. Ayrıca, sürekli olarak Türklerin kendi müftülerini serbestçe seçmeleri engellenmekte, seçilen müftülere hapis cezaları verilmekte Yunan Hükümetinin tayin ettiği müftülerin görev yapmasına izin verilmekte, camilerin onarımına müsaade edilmemekte ve Oniki Ada’da yasayan Müslüman Türklere ait vakıfların taşınmaz malları, camiler dahil olmak üzere, hibe yoluyla özel mülkiyete verilmekte, Rodos ve İstanköy’deki camilerin altında bar ve meyhanelerin açılmasına göz yumulmaktadır. Görüldüğü üzere Lozan Antlaşması hükümlerine dahi uymayan Yunanistan’a ne adaylık sürecinde ne de birlik üyesi olduktan sonra tepki göstermeyen Avrupa Birliği, Türkiye’den Lozan Antlaşması gereği yaptıklarından çok daha fazlasını talep ederek çifte standardın en güzel örneklerinden birini sergilemektedir . 259 KARLUK,a.g.e.,s.20 260 2005 yılına kadar faaliyetlerine devam eden Yunanistan/Batı Trakya’daki İskeçe Türk Derneği, Gümülcine Türk Derneği ve Batı Trakya Türk Derneği’nin faaliyetlerine isminde “Türk” kelimesinin geçmesi dolayısıyla sırasıyla son verilmiştir. 169 Dördüncü olarak AB kültürel çeşitliliğin sağlanması için ve kökenlerine bakılmaksızın tüm vatandaşların kültürel haklarının teminat altına alınması için eğitim alanında bu hakların kullanılmasını engelleyen her türlü yasal hükmün kaldırılarak Türkçe dışındaki dillerle yapılan eğitime etkili bir erişimin sağlanması istenmektedir.03 Ağustos 2002 tarihli 4771 sayılı yasa kapsamında ise; Yabancı Dil Eğitimi ve Öğretimi Kanununda yapılan değişiklikle Türk vatandaşlarınca geleneksel olarak kullanılan farklı dil ve lehçelerin öğrenilmesindeki sınırlamalar kaldırılmış, Radyo Televizyon Kurumları Kuruluş ve Yayın Kanunu’nda yapılan değişiklikle de, bu dillerde ve lehçelerde yayın yapılmasına imkan tanınmıştır. Ayrıca, 29 Mayıs 2008 tarihinde, TRT Yasasının “farklı dil ve lehçelerde yayın yapılabileceği” ile ilgili 21’inci maddesine, “TRT’nin de farklı dil ve lehçelerde yayın yapabileceği” hükmünün eklenmesiyle ilgili önerinin, TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilmesiyle, Eylül 2008’de, 24 saat esasına göre yapılacak Kürtçe yayının TRT kanalında başlayacağı, kanalın başına, Kürtçenin her lehçesine hakim, Kürt kökenli bir koordinatörün atanacağı öğrenilmiştir.261 Ancak AB raporlarında da ifade edildiği gibi bu tür düzenlemeler, AB tarafından yeterli görülmemiş, yayınların yapılmadığı, açılan kursların devlet tarafından kapatıldığı gibi hususlar sürekli eleştirilmiştir. Oysa Kürtçe yayın için hiçbir özel ulusal kanal başvuruda bulunmamış, Kürtçe dil kursları da talep yetersizliğinden kapanmak zorunda kalmıştır, Yani AB tarafından iddia edildiği gibi, kursların devlet tarafından kapattırılması gibi bir durum söz konusu değildir. Türkiye’de yapılan bu düzenlemelere rağmen, bunları yeterli görmeyen AB, en büyük ülkelerinden Fransa’da Fransız halkının aralarında köken ve dil temelli hiçbir ayrımın bulunmadığı eşit vatandaşlardan oluştuğu, dolayısıyla da başka bir halkın unsuru olarak tanımlanmasının vatandaşlar arasında ayrımcılığa neden olacağı anlayışı yaygındır. Bu anlayış çerçevesinde, Fransızca haricinde konuşulan 10 dil olmasına rağmen, Fransa’da 261 TEZCAN, “Helsinki’den 3 Ekim’e…”, s:18; AKDOĞAN, a.g.e , s:78. 170 parlamentoda, idarede, yargıda, afiş ve ilanlarda kullanılan tek dil Fransızca olarak kabul edilmiştir. Yani diğer dillere hoşgörü tanınmamaktadır. Türkiye’yi farklı dil ve lehçelerde yayın için sürekli eleştiriye tabi tutan AB’nin, Fransa’ya aynı davranışı sergilememesi manidardır. Fransa’da anadil eğitimi ise, her dil için eşit derecede değildir. Örneğin, Oksitan öğrencilerin %50’sine anadilini öğrenme imkanı sağlanmışken, bu oran Brötonca için %23, Korsika dili için %8, Katalanca için %5’tir. 262 Aynı şekilde Korsika’da anadil eğitimi yapan okul bulunmamakta, okul öncesi eğitim öğretmenler tarafından gönüllü olarak yoktur. Bu dile sadece bazı yol işaretlerinde rastlanmaktadır. Katalanca ve Almanca için de durum aynıdır. Anayasa ya da ilgili yasalar çerçevesinde de olsa en ufak bir sınırlamaya tahammülü olmayan AB’nin Fransa’daki farklı grupların anadillerini kullanmalarında sınırlama getirilmesine hoşgörü gösterebilmesi dikkat çekmektedir. AB’nin kurucu ülkelerinden Almanya, Danimarkacayı, Sorb dilini ve Frizian dilini “azınlık dilleri” olarak kabul etmiştir. Ancak, Danimarkalı azınlık gruplarının, kendi dillerinde yayın yapan bir TV kanalı bulunmamakta, Danimarkalı azınlığa okutulmaktadır. Aynı ait okullarda şekilde, Sorb Almanca halkının zorunlu tamamı ders da olarak Almancayı bilmektedir. Almanya’nın 1997 tarihli resmi bir belgesinde, Sorbların sadece üçte birinin günlük hayatta Sorbcayı kullandığı iddia edilmektedir. Benzer durumlar Friesler için de geçerlidir. Sayıları 70 bin olan Alman uyruklu Romanlara ise Alman okullarında kendi dillerinde eğitim verilmekte ve bu dil hiçbir Alman okulunda okutulmamaktadır. Beşinci olarak Türkiye’nin, Avrupa Konseyi Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi ile Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’nı bir an önce çekince koymadan ve yorum beyanında bulunmadan imzalayarak onaylaması gerektiğini öne sürmektedir. 262 CANATAN, “Avrupa Ülkelerinin Azınlık Politikalarında…”, s:166. 171 Oysaki AB, kendi içerisindeki ülkeleri bu konuda görmezden gelmektedir. Anılan sözleşmeyi Fransa imzalamamış, Belçika, Lüksemburg ve Yunanistan imzaladıkları halde onaylamamıştır. Almanya, Avusturya, Danimarka, Estonya, Hollanda, İsveç, Letonya, Lüksemburg, Malta, Polonya, Slovenya ise imzalarken yorum beyanında bulunmuşlar, Belçika ile Malta aynı zamanda çekinceyle imzalamışlardır. Yani tüm üye devletler tarafından Sözleşmenin kayıtsız şartsız imzalanması söz konusu değildir. Bu nedenle, aday ülkelerden Çerçeve Sözleşmenin çekincesiz olarak imzalanmasının üyelik için şart koşulması çifte standart anlamına gelmektedir. Bölgesel ve Azınlık Dilleri Avrupa Şartı’na katılım bakımından da durum aynıdır. Belçika, Estonya, İrlanda, Letonya, Litvanya, Portekiz ve Yunanistan sözleşmeyi imzalamamışken; Almanya, Avusturya, Danimarka, Finlandiya, Hollanda, İngiltere, İspanya, İsveç, Kıbrıs, Macaristan, Slovakya ve Slovenya yorum beyanı ile imzalayıp onaylamışlar, Çek Cumhuriyeti, Fransa, İtalya, Lüksemburg, Malta ve Polonya ise imzalamalarına rağmen onaylamamışlardır.263 Bununla birlikte, Ulusal Azınlıklara İlişkin Çerçeve Sözleşmesi incelendiğinde, Lozan Antlaşması’nın hükümleriyle paralellik olduğu görülmektedir. Fakat Çerçeve Sözleşme’nin 17’nci maddesinin 1’inci ve 2’nci paragrafları ulusal azınlığa mensup kişilerin diğer ülkelerde yaşayan kişilerle sınır ötesi ilişki kurmasını öngörmektedir. Bu açıdan bakıldığında, Türkiye’de Lozan Antlaşması ile azınlık olarak kabul edilen Ermeniler, Rumlar ve Yahudilerin, başta Ermenistan, Yunanistan ve İsrail olmak üzere diğer ülkelerdeki kendi soydaşları ile sınır ötesi ilişki kurma hakları olacaktır. Ancak sınır ötesi ilişki kurulması hususunun kapsamı belirtilmediği için bu konunun anılan gruplar tarafından suistimal edilebileceği değerlendirilmektedir. Sonuç olarak bugün hiçbir AB ülkesinde farklı dinler ve özellikle 13 milyon nüfusa sahip Müslümanlar, azınlık olarak kabul edilmemektedir. Oysa AB ülkeleri Türkiye’deki dini azınlıklar konusunda hassas raporlar yazarak, haklar istemektedirler. Örneğin 2004 İlerleme Raporunda, Türkiye’de 60 bin 263Ayrıntılı bilgi için bkz: (internet), Council of Europe, http://www.conventions.coe.int/Treaty/Commun/ChercheSig.asp?NT=1488CM=8&DF=26/03/06 &CL=ENG. 172 Ermeni Ortodoks, 20 bin Yahudi, 20 bin Katolik, 3 bin Rum Ortodoks, 2 bin 500 Protestan, 2 bin Süryani Ortodoks, 2 bin Ermeni Katolik, 500 Ermeni Protestan ve 300 Keldani Katolik olduğu belirtilmektedir. Bunun haricinde, Türkiye’de yaşayan 3 bin Rum’un dini eğitimini bir sorun olarak gören AB, Almanya’da yaşayan 3,5 milyon Türk’ün dil ve din eğitimini sorun olarak görmemektedir. Türkiye içerisinde böyle bir ayrıma giden AB’de Müslümanların durumuna bakıldığında ise; Müslüman toplulukların hemen hemen tamamının kendilerine karşı artan oranda hissedilen bir düşmanca atmosferle karşı karşıya oldukları görülmektedir. 11 Eylül saldırılarından sonra daha belirgin bir hal almaya başlayan bu atmosfer, tarihten gelen önyargı ve şüphelerle şekillenmektedir. Bu önyargı ve şüpheler ışığında, bütün Müslümanlar cahil ve kötü olarak görülmekte ve dışlanmaktadır. İslam ve Müslümanlar, “terör, şiddet ve diğer olumsuzluklarla” anılarak genelleştirilmektedir. Kamu kurumlarında Müslümanlar tanınmamakta ve kimliklerine saygı gösterilmemektedir. Müslüman olarak tanınan kişilere, camilere, onların mülkiyetlerine yönelik bıktırıcı ve şiddet içeren saldırılar olmaktadır. Müslümanlar, etnik kimlikleri ve/veya dinsel yaklaşımlarına bakılmaksızın iş, eğitim ve barınma alanlarında ayrımcılıkla karşılaşmaktadırlar. Avrupa’nın genelinde hakim olan bağnaz, hoşgörüsüz, ırkçı ve otoriter politikalar, Avrupa’yı başta Müslümanlar olmak üzere yabancılara karşı ayrımcı uygulamaların artışa geçtiği bu süreçte yaşanan sorunları aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz:264 - 11 Eylül sonrasında başlayan süreçte, bazı ülkelerde anti demokratik göçmen yasaları kabul edilmiştir. - Yine bu süreçte, yeni terör raporları kabul edilerek düşünme ve örgütlenme özgürlüğüne karşı birtakım kısıtlamalar getirilmiş, haksız gözaltılar, kötü muamele ve işkence olaylarında artışlar olmuştur. 264 BAŞBİLEN,a.g.e.s.168 173 - 11 Eylül sonrasında AB ülkelerinde yaygınlaştırılan İslam düşmanlığı “İslamofobi”, AB ülkelerinde anti-İslamizm sürecini daha da tetiklemiş, yabancılar ve Müslümanlar terörist olarak algılanmış ve terörle mücadele İslamla mücadeleye dönüşmüştür. Bu kapsamda; Müslümanların canlarına, mallarına ve ibadet yerlerine ve mezarlıklara vb. yerlere yönelik saldırılar gerçekleşmektedir.Farklı milliyetlerden halkların ve özellikle Müslümanların din ve inançları üzerinde yaratılan baskılar sonucunda Müslümanların din ve vicdan özgürlüğü engellenmektedir. Entegrasyon adı altında asimilasyon politikaları uygulanmaktadır. Müslümanların anadil eğitimine getirilen kısıtlamalarla anadilde eğitim hakları engellenmektedir. Sağlıktan spora, eğitimden iş hayatına kadar yaşamın her alanında ırkçı ve düşmanca eğilimlerle karşılaşmaktadırlar. Özetle AB, Birlik genelinde, 13 milyon gibi (toplam AB nüfusunun %3,5’u) göreceli büyük bir nüfusa sahip ve AB toplumunun ikinci en büyük dini grubunu oluşturan Müslümanlara, insan hakları çerçevesinde yaklaşmamakta, onlara terörist muamelesi yaparak, dinsel, kültürel, dilsel, eğitimsel ve günlük yaşamın gerektirdiği olanakları sağlamada isteksiz davranmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, kendisi için gerçekten çok hassas bir konu olan azınlıklar konusunda Avrupa Birliği’nden gelen talepleri, olabilecek en iyimser yaklaşımla karşılamış, bu taleplerin gereklerini içinde bulunduğu şartları zorlayarak, en üst seviyede gerçekleştirmiş ve azınlıklar ve hakları konusunda yapmış olduğu yasal düzenleme ve uygulamalarla çok ileri bir seviyeye ulaşarak bir çok Avrupa Birliği üyesi ülkenin çok önüne geçmiştir. Tüm bunlar ışığında, azınlıklar konusu Türkiye Cumhuriyeti’nin Avrupa Birliği tam üyeliği önünde engel olarak gösterilemeyecek bir pozisyona gelmiştir. SONUÇ Günümüzde hemen hiçbir devlet, birkaç istisna olmakla birlikte, tek dinin, tek dilin, tek etnisitenin ve tek kültürün yaşandığı bütünlükte değildir. Her millet kendi içerisinde farklılıklar göstermektedir. İste bu farklılıklar azınlık sorununun vücut bulmasına neden olmaktadır. 16. yüzyılda yaşanan din savaşlarının bir neticesi olarak dünya tarihinde yerini almaya başlayan azınlık sorunsalı 1789 Fransız Devrimi ile ortaya çıkan ulus bilinci ve Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile meydana gelen etnik çatışmalarla günümüzde gayet tartışmalı bir hale bürünmüştür. Öncelikle MC tarafından uluslararası hukuk alanına girmeye başlayan azınlık hakları sorunsalı daha sonraları BM, AGİT ve AK tarafından yapılan çalışmalarla netleştirilmeye çalışılmıştır. Azınlık kavramında henüz ortak bir tanıma varılamamış olması azınlık sorunsalında bir neticeye ulaşılamamış olmasının basında gelmekle birlikte bir diğer sıkıntı ise azınlık hakları konusunda uluslararası hukuk alanında yer alan antlaşmaların genellikle çerçeve niteliğinde olmasından kaynaklanmakta ve bu da taraf devletlere esnek hareket edebilme olanağı tanımaktadır. Bu hak zaman zaman devletlerin azınlık hakları konusunda keyfi hareket etmelerine neden olmaktadır. Konu üzerinde ortak bir tanıma varılamamış olmasıyla birlikte bir diğer belirsiz konu ise azınlık haklarının bireysel mi yoksa kolektif nitelikte mi olacağı konusudur. Ancak burada insan hakları yaklaşımına değinilirse ve insan haklarının bireyin yalnızca insan olmasından kaynaklı haklara sahip olacağı ele alınırsa genel olarak hakların öznesinin de insan yani birey olduğu ve azınlık gruplarına tanınan hakların da grupsal yani kolektif mahiyette değil bireysel kullanıma hitap eden haklar olduğu aktarılabilir. Azınlıklar konusuna TC açısından bakıldığında ise karşımıza Osmanlı İmparatorluğu’ndan günümüze uzanan bir uygulamanın varlığı çıkmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu’nda uygulanan Millet Sistemi milletlerin din esasına dayalı olarak oluşmasını öngörmektedir. Uygulandığı dönemlerde Rum, Ermeni ve Yahudi milletlerinin varlığı ile birlikte minimum sorun ile isleyen 175 mekanizma yabancı devletlerin İmparatorluğun iç islerine karışmaya başlamaları ile çökme aşamasına gelmiştir. TC’nin azınlık hakları tarihçesi ise Kurtuluş Savası’nın sonunda imzalanan Lozan Antlaşması hükümlerine dayanmaktadır. Lozan Antlaşması’nda geçen azınlık bireylerini tanımlayan cümlede “non-Muslims” ibaresi yer almaktadır. Uygulamada ise Türkiye Cumhuriyeti yalnızca Rum, Ermeni ve Yahudi grupları azınlık grupları olarak tanımlamaktadır. Ancak, metinden de anlaşılacağı üzere Lozan Antlaşması’nda azınlıklar isim olarak değil Müslüman olmayanlar olarak belirtilmektedir. Bununla birlikte Lozan Antlaşması sonucunda azınlık bireylere verilen birtakım haklardan azınlık gruplarınca feragat edilmiştir. AB uyum sürecinde gerçekleştirilen Anayasa değişikliklerine ve uyum paketlerine göz atıldığında özellikle 2001 yılından sonra Türkiye’nin uygulamakta olduğu azınlıklar rejiminde gelişmeler yaşandığı söylenebilir. Ancak çıkan yasalara rağmen uygulamada çıkan aksaklıklar birtakım sorunların vücut bulmasına engel olamamaktadır. AB’deki azınlık rejiminin temelini oluşturan sözleşmelere bakıldığında ise azınlık gruplarına yönelik belirlenen hakların çok geniş kapsamlı olduğu, denetim mekanizmasının zayıf olduğu ve devletlere serbest hareket etme yetisini sağladıkları düşünüldüğünde sözleşmelerde sayılan hakların kapsamı ve niteliği bakımından AK üyesi ülkelere azınlık hakları konusunda yalnızca yol gösterici bir belge oldukları tamamen uygulamaya yönelik olmadıkları ortaya çıkmaktadır. Türkiye’nin her iki belgeye olan tutumu da aynıdır, her iki belgeyi de imzalamamıştır. Bunun sıkıntıları ilerleme raporlarında oldukça göze çarpmaktadır. Ancak, her iki belgeyi de imzalayan, onaylan ve yürürlüğe sokan AB üyesi ülkelerde de somut sonuçlara tam olarak ulaşılamadığı görülmektedir. Sonuç itibariyle azınlık kavramının tanımı konusunda henüz bir oydaşmaya varılamaması beraberinde azınlıklara yönelik olarak uygulanacak olan hakların kesinleşmesi aşamasında da kendisini göstermektedir. Muğlaklık azınlıkların hakları konusunda da varlığını göstermektedir. Bu muğlaklık AB azınlık sisteminde de kendisini göstermektedir. Henüz AB iç 176 hukukunda kesinlesen bir azınlık sistemi mevcut değildir. Bugün itibariyle kesin bir azınlık politikasına sahip olmayan AB’nin azınlık sistemine bakısı AK antlaşmalarına olan tutumlarından anlaşılabilir. Buradaki bağ AB üye ülkelerinin aynı zamanda AK’ye de üye olmaları aracılığı ile kurulmaktadır. AK’nin uluslararası azınlık hakları sistemine getirmiş olduğu iki önemli belgenin ise yaptırım gücüne sahip olmaması ve sistemi genel hatları ile ele alıyor olması ise uygulamada aksaklıkların çıkmasına neden olmaktadır. Duruma Türkiye açısından bakıldığında ise Osmanlı döneminde uygulanan Millet Sistemi’nin başarılı olduğu, devamında Lozan Barış Antlaşması ile ülke sınırları içersinde yer alan azınlık bireylerinin haklarının garanti altına alındığı görülür. Ancak burada üzerinde durulması gereken konu Lozan kapsamında haklara sahip olan azınlıkların bu haklarından feragat etmeleri konusudur. Bu konuda çalışmalar yürüten araştırmacılara göre azınlık bireyleri bu haklarla birlikte imtiyazlı bir üyeliğe sahi olduklarını düşünüp eşitlik ilkesine olan inanışlarından ötürü diğer Türk vatandaşları ile aynı haklara sahip olmak istediklerini belirtmişlerdir. Uluslararası azınlık antlaşmaları arasında önemli belgeler arasında sayılan Lozan Antlaşması’ndan sonra Türkiye azınlık hakları konusuna AB uyum sürecinde değinmiştir. Bu süreçte bağlayıcı nitelikte yer alan Kopenhag Kriterleri kapsamında azınlık haklarına sayı ibaresi belirleyici ve tetikleyici nitelik arz etmektedir. AB uyum süreci kapsamında yakın dönemde ele alınması planlanan TC azınlık hakları sistematiğinin son değişikliklerle birlikte ilerleme kaydettiği anlaşılmaktadır. Bu olgunun gelecek dönemlerde yapılması düşünülen çalışmalar ile daha iyiye gideceği umulmaktadır. Ancak konunun hassasiyeti ve karmaşıklığı açısından bu tür çalışmaların mümkün olduğu kadar zamana yayılmasında ve detaylı bir inceleme kapsamında gerçekleştirilmesinde fayda olduğu düşünülmektedir. Zira Türkiye-AB ilişkileri, bir birliğe üyelik çabasından daha fazlasını ifade etmektedir. Bu süreçte AB de kendi sorunlarıyla yüzleşmekte ve önemli kararlar vermeye zorlanmaktadır. Avrupa’nın farklılıkları kucaklayıcı kozmopolitan kimlik ideali 177 ile kültürel özcü söylemlerin “ötekileştirdiği” fikirler arasındaki çatışma, çoğulcu bir Avrupa kimliğinin oluşumu için kritik sorusallardan başlıcasıdır. Bu süreçte Türkiye, AB ile üyelik olsun veya olmasın sonuçta sağlam ve güvenlik içinde bir durumda bulunabilmesi için “Azınlıklar” konusunda bir takım adımlar atmalıdır. Bu kapsamda; Türkiye’deki azınlık tanımı ve algılaması hukuki statünün değiştirilmesi yönünde Avrupa Birliği tarafından yapılan politik baskılara kesinlikle karşı durulmasını, müsaade edilmemesini ve konu üzerindeki kararlılığın müzakereler boyunca net bir şekilde tüm yetkililer tarafından ortaya konulmasını sağlayacak politikalar belirlenmelidir. Türkiye, Avrupa Birliğindeki muhataplarına, Cumhuriyetin temellerini zorlamaya yönelik girişimlere izin vermeyeceğini ve bunları amaçlayan bir girişimle karşı karşıya kaldığında, böyle bir politikayı izlemekte ısrar edilirse, Türkiye'yi bütünüyle kaybetme durumundadır. Ayrıca, ilişkilerinde, seçeneksiz risklerinin var olduğunu anlatmak Türkiye’nin, Avrupa Birliği ve genel olarak dış olmadığı da vurgulanarak, Birliğin ulusal çıkarlarımıza zarar verebilecek, ulusal onurumuza gölge düşürebilecek veya Ülke bütünlüğünü ve bağımsızlığını tehdit edebilecek tutum ve davranışlardan kesinlikle kaçınması gerektiği net bir dille vurgulanmalıdır. Ülke birliği ve beraberliği için laiklik ilkesinden taviz verilmemesi ve ilkenin pekiştirilmesi büyük önem arz etmektedir. Laiklik ilkesinin yıkılmasının ülkede bir çok dini grup yaratmaya zemin hazırlayacağı, peşinden getirebileceği çatışma ve kavga ortamının sadece Türkiye sınırları içerisinde kalmayıp Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlara yayılabileceği ve bunun Avrupa Birliği için de olumsuz güvenlik koşulları yaratabileceği ifade edilmelidir. Atatürk milliyetçiliği dışında aşırı milliyetçilik olarak tabir edilen düşünce tarzlarını bertaraf ederek, ülke içi huzur ve güveni sağlaması ve ülke içerisinde yaratılmaya çalışılan farklı etnik/dilsel/dinsel unsurlara azınlık statüsü tanıma politikası çerçevesinde, kimi grupların Türkiye’nin belli bir coğrafyasından ata toprağı olarak bahsetmelerine göz yumulmaması gerekmektedir. 178 AB müzakere sürecinde, “azınlık hakları”, “insan hakları” ve “temel hak ve hürriyetler” kavramları arasındaki ayrımı AB’ye iyi anlatması, insan hakları konusunda belirtilmesi gereken birçok konunun, azınlık hakları bölümüne taşınmasının engellenmesi için diplomatik çabalarını artırması gerekmektedir. 179 KAYNAKÇA KİTAPLAR AKDOĞAN, Yalçın; Kırk Yıllık Düş: Avrupa Birliği’nin Siyasal Geleceği ve Türkiye, Alfa Yayınları, İstanbul, 2004. AKGÜL, Hüseyin; Azınlık Kavramı: Azınlıklarla İlgili Düzenlemeler Azınlık Kavramı ile İlgili Temel Sorunlar ve Avrupa Birliği Ülkelerinde Azınlıklara Bakış, İzmir: Akademi Kitapevi, 2003. ARSAVA, Ayşe Füsun; Azınlık Kavramı ve Azınlık Haklarının Uluslar arası Belgeler ve Özellikle Kişisel ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 27’inci Maddesi Işığında İncelenmesi, Ankara, Ankara Üniv. SBF, 1993. AYBAY, Rona; Yabancılar Hukuku, İstanbul Bilgi Üniv. Yayınları, İstanbul, 2004. BOZKURT, Enver Mehmet ÖZCAN, Arif KÖKTAŞ; Avrupa Birliği Temel Mevzuatı, Asil Yayın Dağıtım, Ankara 2005. CANATAN, Kadir; Avrupa’da Müslüman Azınlıklar, İnsan Yayınları, İstanbul, 1995. ÇAVUŞOĞLU, Naz; Uluslararası İnsan Hakları Hukukunda Azınlık Hakları, İstanbul, Bilim Yayınları, 1999. GÖKÇE, Birsen; Türkiye’nin Toplumsal Yapısı ve Toplumsal Kurumlar, Savaş Yayınevi, Ankara, 2004. GÜLER, Ali Sorun Olan Avrupa Birliği, Berikan Yayınları, Ankara, 2004. GÜLER, Ali Sevr’den Kopanhag’a Parçalanan Türkiye, Türkar Yayınları, Ankara, Haziran 2005. 180 GÜNUĞUR, Haluk Avrupa Birliği’nin Kurucu Antlaşmaları, Eko Yayınları, Ankara 2005. İNANÇ, Zeri; Uluslararası Belgelerde Azınlık Hakları, Ütopya Yayınları, Ankara 2004. KAYA, Önder; Tanzimat’tan Lozan’a Azınlıklar, Yeditepe Yayınevi, İstanbul 2004. KURUBAŞ, Erol; Asimilasyondan Tanınmaya: Uluslararası Alanda Azınlık Sorunları ve Avrupa Yaklaşımı, Ankara, 2004. MERAY, S.L.; Lozan Barış Konferansı Tutanaklar Belgeler, Takım I., Cilt:1, Kitap:2, Ankara, 1970. NALBANT, Atilla; Üniter Devlet, Yapı-Kredi Yayınları, İstanbul 1997. ORAN, Baskın; Türkiye’de Azınlıklar: Kavramlar, Lozan, İç Mevzuat, İçtihat, Uygulamalar, TESEV Yayınları, İstanbul 2004. ORAN, Baskın; Türkiye’de Azınlıklar, İmaj Yayıncılık, Ankara, 2001. ORAN, Baskın; Türk Dış Politikası:Kurtuluş Savaşından Bugüne Olgular, Belgeler,Yorumlar, Cilt 1 (1919-1980) İmaj Yayıncılık, Ankara, 2001. ORAN, Baskın; Türk-Yunan İlişkilerinde Batı Trakya Sorunu, 2. Baskı, İstanbul, 1991. OKUTAN, M.Çağatay; Tek Parti Döneminde Azınlık Politikaları, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2004. ÖNDER, Ali Tayyar; Türkiye’nin Etnik Yapısı, Önerler Yayıncılık, Ankara, 1999. PREECE, Jennifer Jackson; Ulusal Azınlıklar ve Avrupa Ulus-Devlet Sistemi, (Çev.) Ayşegül DEMİR, Donkişot Yayınları, İstanbul, 2001. 181 SARAÇLI, Murat; Avrupa Birliği ve Türkiye’de Azınlıklar, Lotus Yayınları, Şubat 2007, Ankara. TACAR, Pulat; Kültürel Haklar: Dünyadaki Uygulamalar ve Türkiye için Bir Model Önerisi, Gündoğan Yayınları, Ankara, 1996. TEZCAN, Ercüment; AB Kurumlar Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul, 2001. TÜRKDOĞAN, Orhan; Etnik Sosyoloji (Türk Etnik Sosyolojisi), Timaş Yayınları, İstanbul, 1999. UÇAROL, Rıfat; Siyasi Tarih (1789-1999), Filiz Kitapevi, İstanbul, 2000. MAKALELER ACER, Yücel; “Azınlıklar ve Hakları: Biraz da Hukuk Konuşsun”, http://www.usakgündem.com/yazarlar.php?id=203&type=7 AKAR, Rıdvan; “Cumhuriyet Dönemi Azınlık Politikaları”, Modernleşme ve Çokkültürlülük, İletişim Yayınları, İstanbul, 2001, s:16-39. ALTINBAŞ, Deniz; “Alman Göç Yasası”, http://www.asam.org.tr/ yazigöster. asp?kat1=2&ID=1710, 16 Temmuz 2007. ALTINBAŞ, Deniz; “Avrupa’da Çokkültürlülüğün Modası Geçiyor”, http://www.avsam.org.tr/tr/yazigoster.asp?ID=468&kat1=2&kat2, 21 Mart 2005. ALTINBAŞ, Deniz; “Avrupa ve Çokkültürlülük: Fransa Örneği”, Stratejik Analiz, Sayı 78, Ekim 2006, s:56-68. ALTINBAŞ, Deniz; “Fransa’da İslam”, Stratejik Analiz, Cilt:5, Sayı:50, Haziran 2004, s:43-52. 182 ARSAVA, Füsun; Batı Avrupa’da Etnik Azınlıkların Korunması”, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Yıllık 1992, s:33-34. BACINOĞLU, Tamer; “Federal Almanya’nın Azınlık Anlayışı”, Stratejik Analiz, Cilt:4, Ekim 2003, s:69-76. BİLENER, Tolga; “AB’nin Azınlık Hakları Anlayışı ve AB’ye Bütünleşme Sürecinde Orta ve Doğu Avrupa Ülkeleri, Beril DEDEOĞLU (der.), Dünden Bugüne Avrupa Birliği, Boyut Kitapları, Ekim 2003, s:168193. BOCKEL, Alain; “Azınlık Hakları ve Üniter Devlet, Fransa Örneği”, Kopenhag Kriterleri, Avrupa Konseyi ve Avrupa Birliği’nin Ortak Paydası mı?, İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi, Yayın No:1, (der.) İbrahim KABOĞLU, Doğa Basım Yayın, İstanbul, 2000, s:256289. CANATAN, Kadir; “Avrupa Ülkelerinin Azınlık Politikalarında Türkçe Anadil Eğitiminin Konumu: İsveç, Fransa ve Hollanda Örnekleri”, Turkish Studies/Türkoloji Araştırmaları, Volume 2/3 Summer 2009, s:166178. DUVAN, Ayşe Özkan; “Avrupa Birliği’nde Azınlık Hakları ve Fransa’nın Yaklaşımı”, (Erişim) http://www.avsam.org.tr/arsivgoster.asp?ID=419&kat 1=&kat2, 22 Şubat 2009. DUVAN, Ayşe Özkan; “Avrupa Birliği ve Azınlık Hakları”, Avrasya Dosyası, Avrupa Birliği Türkiye İlişkileri, Yaz 2004, Cilt 10, Sayı 2, s:197-212. GUIMEZANES, Nicole; “Fransa ve Azınlıklar”, Ulusal, Ulusalüstü ve Uluslararası Hukukta Azınlık Hakları, İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi, Yayın No:2, (der.) İbrahim KABOĞLU, İstanbul: Aras Yayıncılık, 2002, s:285-306. 183 HANÇER, Türkan; “Korsika: Üniter Fransa’nın Başağrısı”, Kemal İNAT, Burhanettin DURAN, Muhittin ATAMAN (der.), Dünya Çatışma Bölgeleri, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, Nisan 2004, s:231-251. HENRARD, Kristin; “The Interrelationship between Individual Human Rights, Minority Rihts and the Right to Self-Determination and Its Importance for the Adequate Protection of Linguistic Minorities”, The Global Review of Ethnopolitics, vol.1, no.1, Eylül 2001, (Erişim) http://www.ethnopolitics. org/volume I/issue 1/henrard.pdf, 41. s:41-61. JENNİNGS, Jeremy; “Citizenship, Republicanism and Multiculturalism in Contemporary France”, British Journal of Political Sicience, Cilt 30, No.4, Ekim 2000, s:575-589. KALAYCI, Hüseyin; “AB Azınlıklardan Sınıfta Kaldı”, Stratejik Analiz, Cilt:6, S:70, Şubat 2006, s:47-65. KALAYCI, Hüseyin; “Avrupa Birliği’nde Azınlıklar ve Mikro Milliyetçilik”, Stratejik Öngörü 2023, Asam, Ekim 2006, s:10-18. KAPTAN, Eyüp; “Azınlık ve Etnik Grup Kavramları Üzerine” (Erişim) http://www.ezeliates.net/yazi_azınlik_kavrami.htm KURUBAŞ, Erol;“Avrupa Birliği’nin Azınlıklara Yaklaşımı ve Avrupa Bütünleşmesine Etkileri”,http://www.liberaldt.org.tr/dergiler/ldsayi23/2315. htm,12 Eylül 2004. MALLOY Tove H., “National Minority Regions in the Enlarged European Union: Mobilizing for Third Level Politics”, European Centre for Minority Issues, Working Paper, Sayı 24, Temmuz 2005, s:6-14. METİN, Yüksel “Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı”, AÜSBF Dergisi, Cilt:57, No:4, Ekim-Aralık 2002, s:35-63. 184 NAS, Çiğdem “Avrupa Parlamentosu, Etnik Azınlıklar ve Türkiye”, Faruk SÖNMEZOĞLU (der.), Uluslararası Politikada Yeni Alanlar, Yeni Bakışlar, Der Yayınları, İstanbul, 1998, s:389-401. ORAN, Baskın; “Lozan’ın ‘Azınlıkların Korunması’ Bölümünü Yeniden Okurken”, Prof. Dr. Yılmaz GÜNAL’a Armağan, SBFD, C:49, Sayı:34 Haziran-Aralık 1994, s:284-296. ÖZARMAN, Elif; “Avrupa’da Dil Hakları: Genel Bir Çerçeve”, (Erişim) http://www.hyd.org.tr/tr/rapor.asp?rapor_id=14, 29 Ekim 2009. ÖZCAN, Mehmet; “Lizbon Antlaşması ile AB Nereye Kadar?”, www.usak.org.uk/junction.asp?mod=articles&st=PrintAricleDetail&id=2 86&lm=58649JLFD0932&ln=TR, Aralık 2007. ÖZDEMİR, Cem; “Almanya’da Azınlıklar”, Ulusal, Ulusalüstü ve Uluslararası Hukukta Azınlık Hakları, (der.) İbrahim KABOĞLU, İstanbul Barosu İnsan Hakları Merkezi, Yayın No:2, Aras Yayıncılık, İstanbul, 2002, s:285-298. PREUSS,Roland; “Almanca Öğrenme Mecburiyeti”,Süddeutsche Zeitung Gazetesi, 8 Nisan 2010. (Erişim: www.byegm.gov.tr) SMOOHA, Sammy; “The Model of Ethnic Democracy”, European Centre for Minoritiy Issues, Working Paper, sayı 13, Ekim 2001, s:66-78. SHAW, Malcolm N.; “The Definition of Minorities in International Law”, in The Protection of Minorities and Human Rights, (ed) Yoram DINSTEIN, Dordrecht: Martinus Nijhoff Publishers, 1992. ŞAHİN, Mustafa; “Ulusal Azınlıkların Korunması Çerçeve Sözleşmesi” Zerrin TOPRAK, Hikmet YAVAŞ, Mustafa GÖRÜN (der.), Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi Anlaşmalarında Avrupa Konseyi, Birleşik Yayınları, İzmir, 2004, s:135-149. 185 TAŞDEMİR, Hakan, Hasan Demir; “Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı”, Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, Cilt:2, No:3, Güz 2002, s:85-100. TERZİOĞLU, Süleyman Sırrı, Bahadır Bumin Özarslan; “Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne Üyelik Sürecinde Azınlıklar Sorunu”, Avrasya Dosyası, Cilt:11, Sayı:1, 2006, s:113-126. TEZCAN, Ercüment; “Helsinki’den 3 Ekim’e: Müzakerelere Giden Sürecin Dünü, Bugünü, Yarını”, Avrasya Dosyası, C:11, Sayı:1, 2005, s:1726. TÜRKMEN, Füsun; “Avrupa Birliği ve İnsan Hakları”, Beril DEDEOĞLU (der.), Adım Adım Avrupa Birliği, s:133-148. BELGE VE DOKÜMANLAR AB Anayasası’nın tam metni: http://www.europa.eu.int/constitution/down load/print_en.pdf, 27 Ağustos 2007. AB Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı (2001), http://www.euturkey.org.tr/abportal/uploadfiles/UP.zip, s:15-21 (erişim tarihi: 21.05.2010) AB Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı (2003), http://www.abgs.gov.tr/up2003/up.htm, s:37 (erişim tarihi: 21.05.2010) AB Konseyi tarafından hazırlanan İnsan Hakları Yıllık Raporları: http://www.eu.int/cms3_fo/showPage.asp?id=822&lang=en&mode=g Avrupa İçin Bir Anayasa Oluşturan Antlaşma, Ankara Barosu Başkanlığı, İnteks Basım Yayın, Ankara 2004, s:7-253. BM Genel Kurulu’nun 18 Aralık 1992 tarihli “Azınlıkları Koruma Deklarasyonu UN Doc.E/CN.4/1992/SR.38.no.30. 186 BM İnsan Hakları Komisyonu’na gönderdiği 22 Şubat 1996 tarihli raporu: “Fourth Periodic Reports of States Parties Due in 1993”, UN Doc.CCPR/C/84/Add.5 Commission of the European Communities (1998), “1998 Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html Commission of the European Communities (1999), “1999 Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html Commission of the European Communities (2000), “2000 Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html Commission of the European Communities (2001), “2001 Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html Commission of the European Communities (2002), “2002 Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html Commission of the European Communities(2003), “2003 Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html Commission of the European Communities (2004), “2004 Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html Commission of the European Communities (2005), “2005 Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html 187 Commission of the European Communities (2006), “2006 Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html Commission of the European Communities (2007), “2007 Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html Commission of the European Communities (2008), “2008 Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html Commission of the European Communities (2009), “2009 Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html Commission of the European Communities (2010), “2010 Regular Report from the Comission on Turkey’s Progress towards Accession, http://europa.eu.int/comm/enlargement/index_en.html Devlet Planlama Teşkilatı Avrupa Birliği İle İlişkiler Genel Müdürlüğü, “2005 Yılı Katılım Ortaklığı Belgesi’nin Gayriresmi Tercümesi”, http://www.dpt.gov. tr/abigm/tabi/tuhgk2005.pdf İktisadi Kalkınma Vakfı, Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile Müzakerelerin Başlatılmasına İlişkin Kararı, 15 Aralık 2005, http://www.ikv.org. tr/abguncel2.php?ID=1425. İktisadi Kalkınma Vakfı, “2000 Yılı Katılım Ortaklığı Belgesi’nin Gayriresmi Tercümesi”, http://www.ikv.org, abguncel2.php?ID=18.,10 Ekim 2000. List of declarations made with respect to treaty no: 148 (Germany), European Charter For Regional Or Minority Languages Complete Chronology on: 23.10.2000, (Erişim) http://conventions.coe.int 188 Minority Rights Handbook: Latvian Human Rights Quarterly 1998, Human Rights Istitute of University of Latvia, Faculty of Law, s:77-78. TEZLER ARISOY, İbrahim Alper; “Avrupa Birliği ve Azınlıklar”, Dokuz Eylül Üniv., Sosyal Bilimler Enst, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir, 2002. AŞIK, Hv.Plt.Bnb.Fikret; “Cumhuriyet Öncesi ve Sonrası Azınlıkların Durumlarını ve Sahip Oldukları Hakları da İnceleyerek, Avrupa Birliği’nin Azınlıklar Konusuna Yaklaşımı ve Türkiye’ye Etkilerinin Neler Olabileceğini Değerlendiriniz, Alınması Gereken Önlemleri Belirtiniz” Genelkurmay Başkanlığı Harp Akademileri Komutanlığı Tezi, 15 Mart 2006. BAŞBİLEN, PINAR;” Avrupa Birliği’nin Etnik ve Dini Kimliklere Yaklaşımı: Güneydoğu Anadolu Bölgesi Örneği”, Gazi Üniv., Sosyal Bilimler Enst, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2008. DALYANCI, Numan; “Avrupa Birliği’nin Azınlık Politikaları ve Türkiye’ye Etkileri”, Gazi Üniv., Sosyal Bilimler Enst, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2006. DÜNDAR, Safiye; “Türkiye’de Kürt Sorunu ve Azınlık Tartışmaları, Gazi Üniv., Sosyal Bilimler Enst, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tez, Ankara, 2006. KILIÇ, Sadık Mete; Tarihsel Gelişimi İçinde Türkiye’de Azınlıklar ve Avrupa Birliği’nin Azınlıklar Konusuna Yaklaşımının Türkiye’ye Etkileri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Dicle Üniv., Sosyal Bilimler Enst. Kamu Hukuku Ana Bilim Dalı, Diyarbakır 2007. 189 YÜCEL, Özlem; Lozan Barış Antlaşması Işığında Türkiye’nin Azınlıkların Korunmasıyla İlgili Meseleleri, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniv., Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 1992. GAZETELER Akşam Gazetesi (19 Haziran 2006, 22 Eylül 2006, 30 Mayıs 2008), Anadolu Ajansı (01 Ekim 2002), Cumhuriyet Gazetesi (05 Ocak 2009), Hürriyet Gazetesi (23 Ocak 1998, 31 Ocak 2011.), Milliyet Gazetesi (11 Aralık 2009), Radikal Gazetesi (04 Aralık 1998, 20 Haziran 2006, 22 Eylül 2006), Sabah Gazetesi (20 Haziran 2009, 22 Ağustos 2010, 03 Haziran 2011), Vatan Gazetesi (22 Ağustos 2009), Zaman Gazetesi (28 Eylül 2009). İNTERNET SİTELERİ http://www.coe.int/T/e/human_rights/ecri/1-ECRI http://conventions.coe.int http://www.die.gov.tr http://www.diplomatikgözlem.com http://www.dısisleri.gov.tr. 190 http://www.dunyabulteni.net http://www.eu.int/cms3_fo/showPage.asp?id=822&lang=en&mode=g http://www.eurominority.org/version/fr/cartes-etats.asp http://www.eurolang.net/State.htm. http://europa.eu.int/comm/enlargement/report http://www.firatnews.eu/modules.php?name=News http://www.htmh.hu/documentumok/rec1201.htm http://www.hyd.org/romanhaklari.?pid=630 http://www.mercator-central.org http://www.uyd.org/roman_haklari.htm. http://www.vahdet.com.tr/isdunya/dosya6/1700.html http://www.vikipedia.org http://www.worldinfozone.com/country.php?country=Romania=population http://www.yerelnet.org.tr/uluslararasi 191 EKLER EK 1: AVRUPA KONSEYİ ULUSAL AZINLIKLARIN KORUNMASI İÇİN ÇERÇEVE SÖZLEŞME265 Avrupa Konseyi'ne üye Devletler ve işbu çerçeve Sözleşmesini imzalayan diğer Devletler; Avrupa Konseyi'nin amacının, ortak mirasları olan idealleri ve ilkeleri korumak ve gerçekleştirmek üzere üyeleri arasında daha sıkı bir birliğe ulaşmak olduğunu dikkate alarak; Bu amaca ulaşmanın yöntemlerinden birinin insan hakları ve temel özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi olduğunu dikkate alarak; 9 Ekim 1993 tarihinde Viyana'da Avrupa Konseyi'ne üye Devletlerin Devlet Başkanları ve Başbakanları tarafından kabul edilen bildirinin devamını arzulayarak; Kendi topraklarında, ulusal azınlıkların mevcudiyetini korumaya kararlı olarak; ulusal azınlıkların korunmasının istikrar, demokratik güvence ve bu kıtadaki barış için gerekli olduğunu,Avrupa tarihindeki kargaşaların ortaya koyduğunu dikkate alarak; Çoğulcu ve gerçekten demokratik bir toplumun, sadece ulusal azınlığa mensup her ferdin etnik, kültürel, dilbilimsel ve dinsel kimliğine saygı göstermekle kalmayıp bu kimliğin dile getirilmesi, korunması ve geliştirilmesi için elverişli şartları oluşturmasını da sağlaması gerektiğini dikkate alarak; Bir hoşgörü ve diyalog ortamı oluşturulmasının, kültürel çeşitliliğin, bir toplumun bölünmesinin değil, bölünme için değil, zenginleşmenin kaynağı ve etkeni olmasını sağlamak için gerekli olduğunu dikkate alarak; 265 Kaynak: http://www.avrupakonseyi.org.tr/antlasma/aas_157.htm 192 Hoşgörülü ve müreffeh bir Avrupa yaratılmasının, yalnızca Devletler arasında işbirliğine dayanmadığını, her Devletin anayasa ve bütünlüğüne zarar vermemek kaydı ile bölgesel ve yerel yönetimler arasındaki sınır ötesi işbirliğini gerektirdiğini de dikkate alarak; İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesini ve Protokollerini göz önünde bulundurarak; 1. Birleşmiş Milletler Sözleşme ve Bildiri ile özellikle 29 Haziran 1990 tarihli Kopenhag belgesi olmak üzere, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Konferansı belgelerinde yer alan ulusal azınlıkların korunmasına ilişkin yükümlülükleri göz önünde bulundurarak; 2. Yasalar çerçevesinde, devletlerin toprak bütünlüğüne ve ulusal egemenliğine saygı göstererek, üye Devletlerde ve bu belgeye Taraf olacak başka Devletlerde ulusal azınlıkların ve bu azınlıklara mensup fertlerin hak ve özgürlüklerinin etkin korunmasını sağlamak için dikkat edilecek ilkeleri ve onlardan doğan yükümlülükleri tanımlamaya kararlı olarak; İç mevzuat ve uygun hükümet politikaları yoluyla, işbu Çerçeve Sözleşmesinde açıklanan ilkeleri hayata geçirme kararlılığı içinde bulunarak ; Aşağıdaki hususlarda mutabık kalmışlardır: Bölüm I Madde 1 Ulusal azınlıklar ve bu azınlıklara mensup fertlerin hak ve özgürlüklerinin korunması, insan haklarının uluslararası korunmasının ayrılmaz bir parçasıdır ve böylelikle uluslararası işbirliği alanında yer alır. 193 Madde 2 İşbu Çerçeve Sözleşmesinin hükümleri, anlayış ve hoşgörü temeliyle iyi komşuluk, dostane ilişkiler ve Devletler arasında işbirliği ilkelerine uyum içinde, iyi niyetle uygulanacaktır. Madde 3 1. Ulusal azınlığa mensup her fert, böyle bir muamele görme veya görmemeyi özgürce seçme hakkına sahip olacaktır ve böyle bir seçimden ya da bu seçimle bağlantılı hakların kullanılmasından hiçbir sakınca ortaya çıkmayacaktır. 2. Ulusal azınlıklara mensup fertler, bireysel olduğu gibi başkalarıyla topluca, işbu Çerçeve Sözleşmesinde belirtilen ilkelerden doğan hak ve özgürlükleri kullanabilirler. Bölüm II Madde 4 1. Taraflar ulusal azınlıklara mensup her ferde kanun önünde eşitlik hakkını ve kanunlarca eşit olarak korunma hakkını güvence altına almayı taahhüt ederler. Bu bakımdan, ulusal azınlığa mensupluk üzerine kurulu her ayrımcılık yasaklanacaktır. 2 .Taraflar, bir ulusal azınlığa mensup fertler ile çoğunluğa mensup olanlar arasında, ekonomik, sosyal, politik ve kültürel yaşamın tüm alanlarında, tam ve etkin bir eşitlik sağlamak amacıyla, gerektiği yerde, uygun tedbirleri almayı taahhüt ederler. Bu bakımdan, Taraflar ulusal azınlığa mensup fertlerin özel koşullarını dikkate alacaklardır. 3. 2.fıkra çerçevesinde alınan tedbirler ayrımcılık olarak kabul edilmeyecektir. 194 Madde 5 1. Taraflar, ulusal azınlıklara mensup fertlere kültürlerini sürdürme ve geliştirmenin yanında, kimliklerinin temel unsurlarını; dil, din, gelenekler ve kültürel miraslarını korumak için gerekli şartları teşvik etmeyi taahhüt ederler. 2. Bütünleşme ile ilgili genel politikaları çerçevesinde alınan tedbirlere zarar vermemek kaydıyla, taraflar, ulusal azınlıklara mensup fertlerin istekleri dışında, sindirmeye yönelik her politika veya uygulamadan sakınacaklar ve bu fertleri, bu tür sindirmeye yönelik her faaliyete karşı koruyacaklardır. Madde 6 1. Taraflar, toprakları üzerinde yaşayan tüm fertler arasında etnik, kültürel, dilbilimsel veya dinsel kimliklerine bakılmaksızın hoşgörü ve kültürler arası diyalogu teşvik edecekler ve karşılıklı saygı ve anlayışı ve işbirliğini teşvik etmek için özellikle eğitim, kültür ve medya alanlarında etkili tedbirler alacaklardır. 2.Taraflar, etnik, kültürel, dilbilimsel veya dinsel kimlikleri nedeniyle tehdit veya ayrımcılık, düşmanlık veya şiddet eylemlerine maruz kalabilecek herhangi bir ulusal azınlığa mensup fertleri korumak için uygun tedbirler almayı taahhüt ederler. Madde 7 Taraflar, ulusal bir azınlığa mensup her ferdin, barışçıl olarak toplanma özgürlüğü, dernek kurma özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve düşünce, vicdan ve din özgürlüğü haklarına saygı gösterilmesini temin edeceklerdir. Madde 8 Taraflar, ulusal bir azınlığa mensup her ferde, dinini ve inancını uygulama hakkını ve dini kurum, örgüt ve dernekler kurma haklarını tanımayı taahhüt ederler. 195 Madde 9 1.Taraflar, ulusal bir azınlığa mensup her ferdin, ifade özgürlüğü hakkının, görüş sahibi olma özgürlüğü ve kamu yetkililerinin müdahalesi olmadan ve sınırlara bakılmaksızın azınlık dilinde bilgi veya düşünceleri alma ve iletme özgürlüğünü kapsadığını tanımay1 taahhüt ederler. Taraflar, kendi yasal sistemleri çerçevesinde ulusal bir azınlığa mensup fertlerin medya organlarına ulaşımda ayrımcılığa maruz bırakılmamalarını sağlayacaklardır. 2. Birinci fıkra, Tarafların, radyo, televizyon yayınları yapılması veya sinema şirketlerinin kurulmasını, ayrımcılık yapmadan ve nesnel kriterlere dayanarak izne bağlamalarını engellemez. 3. Taraflar, ulusal azınlığa mensup fertlerin, yazılı basın organları kurma ve bunları kullanmasını engellemeyeceklerdir. Radyo ve televizyon yayıncılığının yasal çerçevesi içinde, Taraflar, ulusal azınlığa mensup fertlere kendi medya organlarını kurma ve kullanma olanağını mümkün olduğu ölçüde ve 1.fıkranın hükümleri göz önünde bulundurarak sağlayacaklardır. 4. Taraflar, ulusal azınlığa mensup fertlerin medya organlarına ulaşımını kolaylaştırmak ve hoşgörüyü teşvik etmek ve kültürel çoğulculuğu sağlamak için, kendi yasal sistemleri çerçevesinde uygun tedbirler alacaklardır. Madde 10 1. Taraflar, ulusal azınlığa mensup her ferdin, azınlık dilini, serbestçe ve engelsiz olduğu gibi topluluk önünde de sözlü ve yazılı olarak kullanma hakkını tanımayı taahhüt ederler. 2. Geleneksel olarak veya sayılarının çokluğu bakımından ulusal azınlıklar tarafından iskan edilmiş bulunan bölgelerde, bu kişiler tarafından talep edilmiş ise ve bu talebin gerçek bir ihtiyaca dayandığı yerlerde, Taraflar, 196 mümkün olduğu ölçüde, azınlık dillerinin bu kimseler arasında ve idari makamlarca kullanılmasını sağlamaya çalışacaklardır. 3. Taraflar, ulusal bir azınlığa mensup her ferdin, en kısa zamanda anladığı dilde, tutuklanma nedenleri kendisine yöneltilen suçun cinsi ve nedeni konusunda bilgi verilmesi ve bu dilde, gerekirse bir tercümanın parasız yardımıyla kendini savunma hakkını garanti etmeyi taahhüt ederler. Madde 11 1. Taraflar, ulusal bir azınlığa mensup her ferde, azınlık dilindeki soyadını (aile adını) ve adını kullanma hakkını ve bunların resmen tanınması hakkını kendi yasal sistemlerindeki yöntemlere göre sağlamayı taahhüt ederler. 2. Taraflar, ulusal bir azınlığa mensup her ferdin kendi azınlık dilindeki işaretleri, yazıları ve özel nitelikteki her türlü bilgiyi kamuya açık bir şekilde teşhir etme hakkını tanımayı taahhüt ederler. 3. Geleneksel olarak veya sayılarının çokluğu bakımından ulusal azınlıklar tarafından iskan edilmiş bölgelerde, Taraflar, kendi yasal sistemleri çerçevesinde, uygun yerlerde diğer Devletlerle anlaşma halleri dahil olmak üzere ve kendi özel koşullarını da dikkate alarak, yeteri kadar talep olduğu zaman, kamuya açık geleneksel, yöresel isimleri, sokak isimleri ve diğer topografik işaretleri azınlık dilinde de belirtmek hususunda gayret göstereceklerdir. Madde 12 1.Taraflar, uygun olan hallerde, ulusal azınlıkların ve çoğunluk kültürünün, tarihinin, dilinin ve dininin tanıtılmasını sağlamak için, eğitim ve araştırma alanlarında önlemler alacaklardır. 197 2. Bu bağlamda, Taraflar, diğer tedbirler yanında öğretmen yetiştirilmesi ve okul kitaplarına ulaşım için yeterince imkan yaratacaklar ve değişik toplumlar arasında öğretmen ve öğrenci temasını kolaylaştıracaklardır. . 3. Taraflar, ulusal azınlıklara mensup fertler için her düzeyde eğitime girişte şans eşitliğini teşvik etmeyi taahhüt ederler. Madde 13 1. Taraflar, kendi eğitim sistemleri çerçevesinde, ulusal azınlıklara mensup fertlere kendilerine özgü özel eğitim ve yetiştirme kurumlarını kurma ve yönetme hakkını tanıyacaklardır. 2. Bu hakkın kullanılması Taraflar için herhangi bir mali yükümlülük getirmeyecektir. Madde 14 1. Taraflar, ulusal bir azınlığa mensup her ferde azınlık dilini öğrenme hakkını tanımayı taahhüt ederler. 2. Geleneksel olarak veya sayılarının çokluğu bakımından ulusal azınlıklar tarafından iskan edilmiş bölgelerde, Taraflar, mümkün olduğu ölçüde ve kendi eğitim sistemleri çerçevesinde, yeterli talep olduğu takdirde, azınlıklara mensup kimselerin, azınlık dilini öğrenmeleri veya bu dilde ders almaları için uygun imkanlar yaratmaya çalışacaklardır. 3. İşbu maddenin 2.fıkrası resmi dilin öğrenilmesine veya bu dilde eğitime zarar vermeden uygulanacaktır. Madde 15 Taraflar, ulusal azınlıklara mensup şahısların kültürel, sosyal ve ekonomik hayat ile kamu işlerine, özellikle kendilerini etkileyenlere fiili katılımları için gerekli şartları yaratacaklardır. 198 Madde 16 Taraflar, ulusal azınlıklara mensup şahısların ikamet ettiği coğrafi alanda nüfus oranlarını değiştiren ve işbu Çerçeve Sözleşmesinde belirtilen ilkelerden doğan hak ve özgürlüklere zarar verme amacı güden tedbirler almaktan kaçınacaklardır. Madde 17 1. Taraflar, ulusal azınlıklara mensup şahısların başka devletlerde yasal olarak bulunan, özellikle etnik, kültürel, dilbilimsel veya dinsel kimliği paylaştıkları veya ortak kültürel mirasa sahip olan şahıslarla, özgür ve barışçıl ilişki kurma ve devam ettirme hakkını engellememeyi taahhüt ederler. 2. Taraflar, ulusal azınlıklara mensup fertlerin sivil örgütlerin hem ulusal hem de uluslararası düzeydeki çalışmalarına katılma hakkını engellememeyi taahhüt ederler. Madde 18 1. Taraflar, gereken hallerde, ilgili ulusal azınlıklara mensup şahısların korunmasını sağlamak için başka Devletlerle, özellikle komşu Devletlerle, çift taraflı ve çok taraflı Sözleşmeler yapmaya gayret edeceklerdir. 2.Uygun olan hallerde, Taraflar, sınır ötesi işbirliğini teşvik etmeyi amaçlayan önlemler alacaklardır. Madde19 Taraflar, işbu Çerçeve Sözleşmesinin içerdiği ilkelere saygı göstermeyi ve gerektiği hallerde, uluslararası hukuki belgelerde, özellikle İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi ve Protokollerinde, öngörülen sınırlama, kısıtlama veya ayrılmaları, bu prensiplerden doğan hak ve özgürlüklere uygun olduğu ölçüde uygulamayı taahhüt ederler. 199 Bölüm III Madde 20 İşbu Çerçeve Sözleşmesinde öngörülen ilkelerden doğan hak ve özgürlüklerin uygulamasında, ulusal azınlıklara mensup herhangi bir kişi, ulusal mevzuata ve başkasının haklarına, özellikle çoğunluğa veya diğer ulusal azınlıklara mensup fertlerin haklarına saygı gösterecektir. Madde 21 İşbu Çerçeve Sözleşmesinin hiçbir hükmü, uluslararası hukukun temel ilkelerine ve özellikle, Devletlerin egemen eşitliği, toprak bütünlüğü ve siyasal bağımsızlığı ile ters düşen bir eylem yapmak veya bu tür bir faaliyete girişmek hakkının mevcut olduğunu ima edecek şekilde yorumlanamaz. Madde 22 İşbu Çerçeve Sözleşmesinin hiç bir hükmü Akit bir Tarafın kanunları ile veya Taraf olduğu anlaşmalar ile sağlanan insan hakları ve temel özgürlükleri kısıtlayacak veya onlarla ters düşecek bir şekilde yorumlanamaz. Madde 23 İşbu Çerçeve Sözleşmesinde öngörülen ilkelerden doğan hak ve özgürlükler, İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi ve Protokolleri'nde bunlara tekabül eden hükümlere tabi oldukları ölçüde, bu hükümlere uygun olarak kabul edilecektir. Bölüm IV Madde 24 1. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi ,işbu Çerçeve Sözleşmesinin Akit Taraflarca uygulanmasını kontrol edecektir. 200 2. Avrupa Konseyi'ne üye olmayan Taraflar, belirlenecek şartlar uymak suretiyle Sözleşmenin uygulama mekanizmasına katılacaklardır. Madde 25 1. Akit bir Taraf işbu Çerçeve Anlaşması'nın kendisi bakımından yürürlüğe girmesinden itibaren bir yıllık bir süre zarfında, bu çerçeve Sözleşmesinde belirtilen prensipleri uygulamak için alınan yasal ve başka önlemlere ilişkin tüm bilgiyi Avrupa Konseyi Genel Sekreterine ulaştıracaktır. 2. Bunu müteakip, her bir Taraf, dönem dönem ve ayrıca Bakanlar Kurulunun talep ettiği zamanlarda, işbu Çerçeve Sözleşmesinin uygulanması ile ilgili diğer tüm bilgileri Genel Sekretere iletecektir. 3.Genel Sekreter bu maddenin hükümlerine uygun olarak kendisine ulaştırılan her bilgiyi Bakanlar Komitesine iletecektir. Madde 26 1. İşbu Çerçeve Sözleşmesinde belirtilen ilkeleri uygulamak için Taraflarca alınan tedbirlerin yeterli olup olmadığını değerlendirmek için zaman, Bakanlar Kuruluna, üyelerinin, ulusal azınlıkların korunması alanında uzmanlıkları tanınmış kişilerden oluşan bir danışma komitesi yardımcı olacaktır. 2. Danışma komitesinin üyeleri ve çalışma yöntemleri İşbu Çerçeve Sözleşmesinin yürürlüğe girme sinden itibaren bir yıllık bir süre içerisinde Bakanlar Komitesince tespit edilecektir. Bölüm V Madde 27 İşbu Çerçeve Sözleşmesi Avrupa Konseyi'ne üye devletlerin imzasına açılacaktır. Yürürlüğe giriş tarihine kadar, Bakanlar Kurulu'nca davet edilen 201 diğer devletlerin de imzasına açılacaktır. Sözleşme onay, kabul veya uygun bulmaya tabidir. Onay, kabul veya uygun bulma belgeleri Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne tevdi edilecektir. Madde 28 1. İşbu Çerçeve Sözleşmesi, Avrupa Konseyine üye on iki Devletin, 27. Madde uyarınca Sözleşme ile bağlı olduklarına dair rızalarını ifade ettikleri tarihten sonraki üç aylık bir dönemi takip eden ayın ilk gününde yürürlüğe girecektir. 2. İşbu Çerçeve Sözleşmesine bağlı olduğuna dair rızasını daha sonra bildirecek her üye Devlet için, söz konusu Sözleşme, onay, kabul veya uygun bulma belgesinin veriliş tarihinden sonraki üç aylık dönemin sona ermesini takip eden ayın ilk gününde yürürlüğe girecektir. Madde 29 1. İşbu Çerçeve Sözleşmesinin yürürlüğe girmesinden ve Akit Devletlere danıştıktan sonra, Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu, Avrupa Konseyi Statüsünün 20.maddesinin öngördüğü üzere çoğunlukla alınan kararla, 27.maddenin hükümleri uyarınca imzaya davet edilmiş, fakat henüz Sözleşmeyi imzalamamış Avrupa Konseyi'ne üye olmayan her devlet ile üye olmayan başka herhangi bir Devleti, işbu Çerçeve Sözleşmesine katılmaya davet edilebilir. 2. Katılan her devlet için, Çerçeve Sözleşmesi, katılım belgesinin Avrupa Konseyi Genel Sekreterine veriliş tarihinden sonraki üç aylık dönemin sona ermesini takip eden ayın ilk gününde yürürlüğe girecektir. 202 Madde 30 1. Her devlet, imza esnasında veya onay, kabul, uygun bulma veya katılım belgesini tevdi ederken işbu Çerçeve Sözleşmesinin uygulanacağı, uluslararası ilişkilerinden sorumlu olduğu toprak veya toprakları belirleyebilir. 2. Her devlet, daha sonraki herhangi bir zamanda, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne muhatap bir bildirimle, işbu Çerçeve Sözleşmesinin uygulanma alanını, bildiride belirtilen başka herhangi bir bölgeye teşmil edebilir. Çerçeve Sözleşmesi, bu yöre için tebligatın Genel Sekreter tarafından teslim alınış tarihinden sonraki üç aylık bir dönemin sona ermesini takip eden ayın ilk gününde yürürlüğe girecektir. 3. Bu bildirimde belirtilen her toprak parçası bakımından, bundan önceki iki fıkra uyarınca verilen herhangi bir bildirim Genel Sekretere sunulan tebligatla geri alınabilir. Geri alma, Genel Sekreter tarafından tebligatın teslim alınış tarihinden sonraki üç aylık dönemin sona ermesini takip eden ayın ilk günü yürürlüğe girecektir. Madde 31 1. Herhangi bir Taraf, bu Sözleşmeyi Avrupa Konseyi Genel Sekreteri'ne muhatap bir bildirimde bulunmak suretiyle her zaman feshedebilir. 2. Böyle bir fesih, Genel Sekreter tarafından tebligatın teslim alınış tarihinden sonraki altı aylık bir dönemin sona ermesini takip eden ayın ilk gününde yürürlüğe girecektir. Madde 32 Avrupa Konseyi Genel Sekreteri, Konseye üye Devletlere, diğer imzacı Devletler ile bu çerçeve Sözleşmeye katılan bir Devlete aşağıdaki konuları bildirir. a) Bir imzayı; 203 b) Bir onay, kabul, uygun bulma veya katılma belgesinin tevdi edilmesini; c) Yirmi sekiz, yirmi dokuz ve otuzuncu maddelere göre bu çerçeve Sözleşmenin yürürlüğe girdiği tarihi; d) Bu çerçeve Sözleşme ile ilgili başka her hangi bir tasarrufu, bildirimi veya tebliği. Konseye üye devletlere, imza eden diğer devletlere ve işbu Çerçeve Sözleşmesine katılan her devlete tebliğ edilecektir. Usulüne göre yetkili kılınmış olan aşağıda imzası bulunan temsilciler bu Sözleşmeyi imzalamışlardır. Avrupa Konseyi arşivinde saklanacak her iki metin de aynı derecede geçerli olmak üzere, İngilizce ve Fransızca dillerinde 1 Şubat 1995 tarihinde Strasbourg’da imzalanmış olup, onaylanmış kopyalar Avrupa Konseyi Genel Sekreteri tarafından her bir üye devlete, bu sözleşmenin hazırlanmasına iştirak eden, üye olmayan devletlere ve bu Sözleşmeyi onaylamak üzere davet edilmiş olan herhangi bir devlete gönderilecektir. 204 EK 2: BÖLGESEL VEYA AZINLIK DİLLERİ AVRUPA ŞARTI266 İşbu Şart’ı imzalayan Avrupa Konseyi üyesi devletler, Avrupa Konseyi’nin amacının üyeleri arasında, ortak mirasları olan ideal ve ilkeleri güvence altına almak ve gerçekleştirmek için daha ileri bir birlik sağlamak olduğunu düşünerek; Bir kısmı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan Avrupa’nın tarihi bölgesel veya azınlık dillerinin; Avrupa’nın kültürel zenginliğine ve geleneklerinin sürdürülüp geliştirilmesine katkıda bulunduğunu düşünerek; Özel ve kamusal hayatta bölgesel veya azınlık dilleri kullanma hakkının; Birleşmiş Milletler Yurttaşlık ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nde yer alan ilkelere ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi’nin ruhuna uygun olan inkâr edilemez bir hak olduğunu düşünerek; AGİT bünyesinde yürütülen çalışmaları, özellikle 1975 Helsinki Nihai Senedini ve 1990 Kopenhag Toplantısı belgelerini dikkate alarak; Kültürlerarası bağların ve çok dilliliğin değerini vurgulayarak ve bölgesel veya azınlık dillerinin korunmasının ve teşvik edilmesinin, resmi dillere ve resmi dilleri öğrenme ihtiyacına zarar vermemesi gerektiğini düşünerek; Avrupa’nın farklı ülkelerinde ve bölgelerinde, bölgesel veya azınlık dillerinin desteklenmesi ve korunmasının, ulusal egemenlik ve toprak bütünlüğü çerçevesinde kültürel çeşitlilik ve demokrasi ilkelerine dayalı bir Avrupa inşa etmeye önemli katkıları olacağını fark ederek; Avrupa 266 Kaynak: http://www.yerelnet.org.tr/uluslararasi/avrupakonseyianlasma6.php. 205 Devletlerinin farklı bölgelerinde özel koşullar ve tarihi gelenekler olduğunu dikkate alarak; Aşağıdaki şekilde anlaşmaya vardılar: Birinci Bölüm Genel Hükümler Madde 1 – Tanımlar Bu Şart’ın amaçları kapsamında: a ."bölgesel veya azınlık dilleri” şu dilleri tarif eder: i.Bir Devlet’in toprakları içinde bu Devlet’in geriye kalan nüfusundan sayıca daha az bir grup oluşturan vatandaşları tarafından geleneksel olarak kullanılan ve ii. Devlet’in resmi dil(ler)inden farklı olan; Devlet’in resmi dilinin diyalekti ve/veya göçmen dillerinin diyalekti kapsam dışındadır; b. "bölgesel veya azınlık dilinin kullanıldığı toprak”, belirtilen dil grubunun bu Şart tarafından sağlanan çeşitli koruyucu ve destekleyici önlemlerin alınmasını mazur gösterebilecek sayıda kişi tarafından ifade aracı olarak kullanıldığı coğrafi alandır; c."toprağa bağlı olmayan diller” o devletin vatandaşları tarafından kullanılan ve devletin geri kalan nüfusu tarafından kullanılan dil(ler)den farklı olan, geleneksel olarak o devletin sınırları içinde kullanılmakla birlikte belirli bir alan ile tarif edilemeyen dillerdir. Madde 2 – Taahhütler 1.Her bir Taraf, toprakları içerisinde konuşulan ve 1. Madde’ye uyan tüm bölgesel ve azınlık dillerine 2. Bölüm’deki hükümleri uygulamayı taahhüt ederler. 2.Her bir Taraf, 3. Madde’ye uygun olarak onay, kabul veya tasvip sırasında bildirilen her bir dil için en azından üçer paragraf 8. Madde ve 12. Madde’nin her birinden ve birer tane paragraf 9,10,11 ve 13. Madde’nin her birinden olmak üzere bu Şart’ın 3. Bölümünün hükümleri arasından seçilen en az 35 paragraf ya da alt paragrafı uygulamayı taahhüt ederler. 206 Madde 3 – Uygulamaya Yönelik Düzenlemeler 1.Her bir akit taraf kabul, onay veya tasvip belgesinde; 2.madde’nin 2. paragrafında belirtildiği gibi seçilen paragrafların uygulanacağı bölgesel veya azınlık dillerini, veya resmi dil olup toprakları içinde daha az kullanılan dili belirtecektir. 2.Bir Taraf, daha sonraki bir tarihte, Genel Sekreter’e Şart’ın kabul, onay veya tasvip belgesinde belirtilmemiş olan diğer paragraflarındaki hükümlerin getirdiği taahhütleri kabul ettiğini, veya, işbu maddenin 1. paragrafını bir başka bölgesel veya azınlık diline yahut, topraklarının tümünde ya da bir bölümünde daha az kullanılan bir resmi dile uygulayacağını bildirebilir. Önceki paragrafta sözü edilen taahhütler, kabul, onay veya tasvip belgesinin ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilip, bildirim tarihinden itibaren aynı etkiye sahip olacaklardır. Madde 4 – Mevcut Koruma Rejimleri 1.Bu Şart’taki hiç bir şey, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi tarafından güvence altına alınmış olan herhangi bir hakkı kısıtlayıcı veya ihlâl edici şekilde anlaşılmayacaktır. 2.Bu Şart’ın hükümleri, bir bölgesel veya azınlık dilinin statüsünü yahut bir Taraf içerisinde bulunan veya ikili ya da çok taraflı anlaşmalarla sağlanmış olan, azınlık grubuna mensup kişilerin yasal rejimini belirleyen daha uygun hükümleri etkilemeyecektir. Madde 5 – Mevcut Yükümlülükler Bu Şart’ın hiçbir hükmü; Devletlerin egemenlik hakkı ve toprak bütünlüğü de dahil olmak üzere, Birleşmiş Milletler Şartı’nın amaçlarının veya uluslararası hukuktaki başka yükümlülüklerin hilafına herhangi bir eyleme kalkışma veya faaliyete karışma hakkını vermeyi imâ ettiği şeklinde yorumlanamaz. Madde 6 – Bilgilendirme Taraflar ilgili makamların, kuruluşların ve kişilerin bu Şart ile getirilen hak ve görevlerden haberdar olmalarını sağlamayı taahhüt ederler. İkinci Bölüm Madde 2, Paragraf 1’e Uygun Olarak Takip Edilecek Amaçlar ve İlkeler 207 Madde 7 – Amaçlar ve ilkeler 1.Taraflar, bölgesel veya azınlık dilleri bakımından; bu tür dillerin kullanıldığı topraklarında ve her bir dilin durumunu dikkate alarak, politikalarını, mevzuatını ve uygulamalarını aşağıdaki amaç ve ilkelere dayandıracaklardır: a. Bölgesel veya azınlık dillerinin, kültürel zenginliğin bir ifadesi olarak kabul edilmesi; b. Mevcut ya da yeni kurulacak idari bölümlerin söz konusu bölgesel veya azınlık dilinin geliştirilmesine engel teşkil etmemesi için, bölgesel veya azınlık dile ait coğrafi alana saygı gösterilmesi; c.Bölgesel veya azınlık dilleri muhafaza etmek için verilen destek konusunda kararlı bir tavır sergilemek; d. Bölgesel veya azınlık dilinin yazılı ve sözlü olarak kamusal ve özel hayatta kullanılmasını kolaylaştırmak ve/veya teşvik etmek; e. Bu Şart’ın kapsamı altındaki konularda, bir bölgesel veya azınlık dili kullanan gruplar ve o devletin içinde benzer ya da aynı bölgesel veya azınlık dilini kullanan diğer gruplarla olan bağlantıların kurulup geliştirilmesi, bunun yanında Devlet içindeki farklı dilleri konuşan gruplar arasında kültürel ilişkilerin kurulması; f. bölgesel veya azınlık dilinin uygun olan tüm basamaklarda öğretilmesini ve öğrenilmesini sağlamak için uygun araçlar ve ortamlar sağlamak; g. bir bölgesel veya azınlık dilin kullanıldığı alanda yaşayan ve o dili konuşmayı bilmeyen kişilere eğer isterlerse o dili öğrenme imkânı sağlamak; h. üniversite ya da benzeri kurumlarda bölgesel veya azınlık dilleri üzerinde araştırma ve çalışma yapılmasını desteklemek; i.iki ya da daha fazla devlette kullanılan benzer ya da aynı bölgesel veya azınlık dili ile ilgili olarak bu Şart kapsamındaki konularda uygun şekilde sınır aşırı değişim yapılmasını desteklemek. 2.Taraflar, eğer hâlâ yerine getirmedilerse, bir bölgesel veya azınlık dilinin kullanımı ile ilgili olan ve dilin sürdürülüp geliştirilmesini tehlikeye sokacak ya da engelleyecek adil olmayan herhangi bir ayrımcılık, dışlama, kısıtlama ya da tercihten vazgeçmeyi taahhüt ederler. Bir bölgesel veya azınlık dilini kullananlar ile geri kalan nüfus arasındaki eşitliği desteklemek üzere alınan 208 veya o dili kullananların özel koşullarını gereğince dikkate alan herhangi bir lehte önlem daha yaygın kullanılan dile karşı bir kısıtlama olarak kabul edilmeyecektir. 3.Taraflar, ülkelerinde uyguladıkları eğitimin amaçları arasında, ülkenin bütün dil grupları arasında ortak anlayışa varılmasını ve özellikle bölgesel veya azınlık dillerle ilgili olarak saygı, anlayış ve hoşgörü gösterilmesini sağlamayı ve kitle iletişim araçlarının da aynı amacı takip etmesini sağlayacak önlemler almayı taahhüt ederler. 4.Taraflar bölgesel veya azınlık dilleri ile ilgili politikayı belirlerken bu tür dilleri kullanan gruplar tarafından ifade edilen talep ve arzuları dikkate alacaklardır. Eğer gerekirse, yetkililere bölgesel veya azınlık diller ile ilgili olarak tavsiyede bulunmak amacıyla organlar oluşturacaklardır. 5.Taraflar, “toprağa bağlı olmayan” dillere, yukarıda 1. ve 4. Paragraf arasında belirtilen ilkeleri mutatis mutandis uygulamayı taahhüt ederler. Bununla birlikte, bu diller söz konusu olduğunda, bu Şart’ı yürütmek amacıyla alınacak önlemlerin yapısı ve kapsamı daha esnek bir tarz ile, söz konusu dilleri kullananların talep ve arzuları dikkate alınarak ve gelenek ve özelliklerine saygı duyularak belirlenecektir. Üçüncü Bölüm 2.Madde 2. Paragraftaki Taahhütlere Uygun Olarak Bölgesel veya Azınlık Dilinin Kamusal Hayatta Kullanılmasını Desteklemek için Alınacak Önlemler Madde 8 – Eğitim 1.Eğitim ile ilgili olarak Taraflar, bu dillerin kullanıldığı topraklarda, bu dillerin her birinin durumuna bağlı olarak ve devletin resmi dil(ler)inin öğretilmesi hakkına halel getirmemek koşuluyla şunları taahhüt ederler; a. i. ilgili bölgesel veya azınlık dillerinde okul öncesi eğitim sağlamak; veya ii. okul öncesi eğitimin önemli bir bölümünü ilgili bölgesel veya azınlık dillerinde sağlamak; veya iii. yukarıdaki i ve ii’de belirtilenleri en azından ailesi bu talepte bulunan ve sayıca yeterli oldukları düşünülen öğrencilere uygulamak; veya 209 ii.mahkemeye bir şahit çıkarılacağı zaman, ek bir ödeme yapmasına gerek kalmadan kendi bölgesel veya azınlık dilini kullanabilmesine izin vermek; ve/veya iii.talep edildiğinde yasal işlemlerle ilgili belgeleri ilgili bölgesel veya azınlık dillerde çıkarmak, gerekirse çevirmenler veya çeviri metinler kullanmak; c. Yargı öncesi davalarla ilgili idari konularda: i.mahkemelerin, taraflardan birinin isteği üzerine davayı bölgesel veya azınlık dillerde yürütmelerini sağlamak; ve/veya ii. mahkemeye bir şahit çıkarılacağı zaman, ek bir ödeme yapmasına gerek kalmadan kendi bölgesel veya azınlık dilini kullanabilmesine izin vermek; ve/veya iii. talep edildiğinde yasal işlemlerle ilgili belgeleri ilgili bölgesel veya azınlık dillerde çıkarmak, gerekirse çevirmenler veya çeviri metinler kullanmak; d. yukarıdaki b ve c paragraflarının i ve iii alt paragraflarının uygulanmasını ve çevirmen ya da çeviri metin kullanılmasının ilgili kişiye ek ödeme getirmemesini kesinleştirecek adımlar atmak. 2.Taraflar şunları taahhüt ederler: a.Devlet içinde hazırlanmış bir belgenin yalnızca bir bölgesel veya azınlık dilde yazıldığı için geçerliliğini inkar etmeyeceklerini; veya b. ülke içinde çıkarılmış, resmi belgelerin yalnızca bölgesel veya azınlık dilinde yazıldıkları için geçerliliğini reddetmeyeceklerini ve bu belgelerin o dilleri kullanmayan ilgili üçüncü taraflara, tebligatı yapan(lar) tarafından içeriğinin anlaşılmasının sağlanması kaydıyla tebligatının yapılabileceğinin kabul edilmesi; veya c. ülke içinde çıkarılmış, resmi belgelerin yalnızca bölgesel veya azınlık dilinde yazıldıkları için geçerliliğini reddetmeyeceklerini. 3. Taraflar, en önemli ulusal statü metinlerinin ve özellikle bölgesel veya azınlık dilleri kullananlarla ilgili olanların bu dillerde bulunabilmesini başka bir yolla sağlanmamışsa taahhüt ederler. Madde 10 – İdari makamlar ve kamu hizmetleri 210 1. Devlet’in idari bölümleri içinde bölgesel veya azınlık dillerini kullananların sayısı aşağıda belirtilen önlemlerin alınmasını mazur göstermesi durumunda ve her bir dilin durumuna bağlı olarak Taraflar aşağıdakileri mümkün olduğu kadar yerine getirmeyi taahhüt ederler; a. i. idari makamların bölgesel veya azınlık dilleri kullanmalarını sağlamak; veya ii.halkla ilişkili olan görevlilerin kendilerine bu dillerde başvuran kişilerle olan ilişkilerinde bölgesel veya azınlık dilleri kullanmalarını sağlamak; veya iii. bölgesel veya azınlık dillerini kullananların yazılı ya da sözlü başvurularını bu dillerde yapabilmelerini ve bu dillerde cevap almalarını sağlamak; veya iv. bölgesel veya azınlık dillerini kullananların yazılı ya da sözlü başvurularını bu dillerde yapabilmelerini sağlamak; veya v. bölgesel veya azınlık dillerinin kullanıcılarının bu dillerde sunacakları belgelerin geçerli kabul edilmelerini sağlamak; veya b. yaygın olarak kullanılan idari metinlerin ve formların bölgesel veya azınlık dillerde ya da iki dilli olarak bulunabilmelerini sağlamak; c. idari makamların bölgesel veya azınlık dilde belgeler hazırlamasına izin vermek. 2.Toprakları içinde bölgesel veya azınlık dilleri kullananların sayısının mazur görüldüğü durumda Taraflar aşağıdakilere izin verecek ve/veya teşvik edecektir: a. bölgesel veya yerel yönetim çerçevesinde bölgesel veya azınlık dillerinin kullanılması; b. bölgesel veya azınlık dilini kullananların yazılı veya sözlü olarak bu dillerde başvuruda bulunmalarının mümkün olması; c. bölgesel yönetimlerin resmi belgeleri aynı zamanda bölgesel veya azınlık dillerde yayınlaması; d. yerel yönetimlerin resmi belgeleri aynı zamanda bölgesel veya azınlık dillerde yayınlaması; e. bölgesel veya azınlık dillerinin, bölgesel yönetimler tarafından meclis görüşmelerinde, Devlet’in resmi dil(ler)ini dışlamamak kaydıyla kullanılması; 211 f. bölgesel veya azınlık dillerinin, yerel yönetimler tarafından meclis görüşmelerinde, Devlet’in resmi dil(ler)ini dışlamamak kaydıyla kullanılması; g. bölgesel veya azınlık dillerindeki geleneksel ve doğru yer adlarının gerekirse resmi dildeki adıyla birlikte olmak üzere kullanılması ve benimsenmesi. 3. İdari kurumlar tarafından sağlanan ya da kendi adlarına hareket eden kişiler tarafından sağlanan kamu hizmetleri konusunda, bölgesel veya azınlık dilinin kullanıldığı sahalar içinde Taraflar, her bir dilin durumuna göre ve makul ölçüler içinde mümkün olduğunca şunları taahhüt ederler; a. bu hizmetin verilmesinde bölgesel veya azınlık dilin kullanılmasını sağlamak; veya b. bölgesel veya azınlık dilleri kullananların bu dillerde dilekçe vermesine ve cevap almasına izin vermek; veya c. bölgesel veya azınlık dilleri kullananların bu dillerde dilekçe verilmesine izin vermek. 4.Taraflar, 1.,2. ve 3. paragraflardan kendilerince kabul edilmiş olan hükümlerin yürürlüğe girmesi için aşağıdaki önlemlerden bir ya da daha fazlasını almayı taahhüt ederler: a. istendiğinde yazılı ya da sözlü çeviri; b. gerekli memurların ve diğer kamu hizmeti çalışanlarının işe alınması ve gerektiğinde eğitilmeleri; c. bölgesel veya azınlık dillerin kullanıldığı topraklara atanacak kamu hizmeti çalışanlarının mümkün olduğu kadar bu dilleri bilmeleri şartını aramak. 5.Taraflar ilgili kişiler talep ettiğinde bölgesel veya azınlık dillerde soyadı kullanılmasına veya alınmasına izin vermeyi taahhüt ederler. Madde 11 - Medya 1.Taraflar, bölgesel veya azınlık dillerini kullananlar için bu dillerin konuşulduğu yerlerde, her bir dilin durumuna göre kamu kurumlarının doğrudan ya da dolaylı olarak yeterliliğe sahip olması, gücü olması ya da bu alanda rol oynaması ölçüsüne göre ve medyanın bağımsızlığı ve özerkliği ilkesine saygı göstererek aşağıdakileri taahhüt ederler: a. radyo ve televizyonun kamu hizmeti görevi yapma derecesine göre: 212 i.bölgesel veya azınlık dillerde yayın yapan en az bir radyo istasyonu ve bir televizyon kanalı kurulmasını temin sağlamak; veya ii bölgesel veya azınlık dillerde yayın yapan en az bir radyo istasyonu ve bir televizyon kanalı kurulmasını teşvik etmek veya kolaylaştırmak; veya iii.yayıncıların bölgesel veya azınlık dillerde programlar hazırlamasını sağlayacak düzenlemeler yapmak; b. i.bölgesel veya azınlık dillerinde en azından bir radyo istasyonu kurulmasını teşvik etmek ve/veya kolaylaştırmak; veya ii.bölgesel veya azınlık dillerinde düzenli olarak radyo programları yayınlanmasını desteklemek ve/veya kolaylaştırmak;; c. i.bölgesel veya azınlık dillerde en azından bir televizyon kanalı kurulmasını teşvik etmek ve/veya kolaylaştırmak; veya ii.bölgesel veya azınlık dillerinde düzenli olarak televizyon programları yayınlanmasını teşvik etmek ve/veya kolaylaştırmak; d. bölgesel veya azınlık dillerinde işitsel ve görsel çalışmalar üretilmesini ve dağıtılmasını teşvik etmek ve/veya kolaylaştırmak; e. i.bölgesel veya azınlık dillerinde en azından bir gazetenin kurulmasını veya devam etmesini teşvik etmek ve/veya kolaylaştırmak; veya ii.bölgesel veya azınlık dillerinde düzenli olarak gazete makaleleri yayınlanmasını teşvik etmek ve/veya kolaylaştırmak; f. i.yasanın genel olarak medyaya maddi yardım sağlamaya izin vermesi durumunda bölgesel veya azınlık dillerini kullanan medyanın üstlendiği ek maliyetleri karşılamak; veya ii.bölgesel veya azınlık dillerinde hazırlanan görsel-işitsel ürünlere mali yardımda bulunmak için mevcut önlemleri uygulamak; g. bölgesel veya azınlık dillerini kullanan gazeteciler ve diğer medya mensuplarının eğitimini desteklemek. 213 2.Taraflar komşu ülkelerden gelen ve bölgesel veya azınlık dilin aynısı ya da benzeri olan dillerdeki radyo ve televizyon yayınlarının, doğrudan alınması özgürlüğünü güvenceye almayı ve komşu ülkelerden gelen bu dillerdeki radyo ve televizyon yayınlarının yeniden iletime gönderilmelerine muhalefet etmemeyi taahhüt ederler. Ayrıca ifade özgürlüğüne ve bölgesel veya azınlık dilin aynısı ya da benzeri dilde basılmış bilginin serbest dolaşımına kısıtlama getirilmemesini sağlamayı taahhüt ederler. Yukarıda sözü edilen özgürlüklerin uygulanması, görevler ve sorumluluklar taşıdığı için; milli güvenlik, toprak bütünlüğü, kamu güvenliği, anarşinin veya suçun önlenmesi, sağlığın ve genel ahlâkın korunması, başkalarının hakları ya da kişilik haklarının korunması, gizlilik kaydıyla alınan bilginin açıklanmasının engellenmesi veya yargının tarafsızlığının ve bağımsızlığının korunması için demokratik bir toplumda gerekli olan ve yasada belirtilmiş olan kurallar, koşullar, kısıtlamalar veya cezalara konu olabilir. 3.Taraflar; medyanın çoğulculuğunu ve özgürlüğünü güvence alma yükümlülüğüne uygun olarak kurulabilecek organlarda bölgesel veya azınlık dil kullanıcılarının çıkarlarının temsil edilmesini veya dikkate alınmasının sağlanmasını taahhüt ederler. Madde 12 – Kültürel etkinlikler ve hizmetler 1.Kültürel etkinlikler ve hizmetler konusunda –edebi çalışmalar ve film üretimi, kültürel ifadenin sözlü biçimleri, festivaller, kültür endüstrisi, bu kapsamdaki yeni teknolojilerin kullanımının yanı sıra özellikle kütüphaneler, video kütüphaneleri, kültür merkezleri, müzeler, arşivler, akademiler, tiyatro ve sinemalar - Taraflar, bu tür dillerin kullanıldığı topraklarda, kamu kuruluşlarının yeterliliği, gücü olması ya da rolü olması ölçüsünde aşağıdakileri taahhüt ederler: a.bölgesel veya azınlık dile özel girişimleri ve ifade türlerini teşvik etmek ve bu dillerde üretilen çalışmalara erişimde farklı araçları geliştirmek; b.çeviri, dublaj, post-senkronizasyon ve benzeri faaliyetlere yardım ederek ve destekleyerek bölgesel veya azınlık dillerde üretilen çalışmalara diğer dillerden farklı erişim yollarını artırmak; 214 c. çeviri, dublaj, post-senkronizasyon ve benzeri faaliyetlere yardım ederek ve destekleyerek diğer dillerde üretilen bölgesel veya azınlık dillerindeki çalışmalara erişimi arttırmak; d.çeşitli kültürel etkinlikleri desteklemekle veya düzenlemekle görevli olan kuruluşların, destek verdikleri veya düzenledikleri faaliyetlerde bölgesel veya azınlık dillerinin kullanılmasını veya bunlarla ilgili bilgileri kapsama almaları için yeterli tahsisat ayırmaları; e.kültürel etkinlikleri desteklemekle veya düzenlemekle görevli olan kuruluşların emrinde ilgili bölgesel veya azınlık dile ve kalan nüfusun kullandığı dil(ler)den birine hakim personel bulunmasını sağlayacak önlemler almak; f. bölgesel veya azınlık dillerini temsil edenlerin; kültürel aktivitelerin ve etkinliklerin planlanmasına doğrudan katılımda bulunmalarının sağlanması; g.bölgesel veya azınlık dilinde üretilen çalışmanın toplanması, örneğinin tutulması ve sunumu ya da yayımından sorumlu kurum ya da kurumlar oluşturmayı teşvik etmek veya kolaylaştırmak; h.gerekiyorsa; her bir bölgesel veya azınlık dilindeki özellikle idari, ticari, ekonomik, sosyal, teknik, veya hukuki terminolojiyi koruyup geliştirmeye yönelik bir bakışla terminoloji araştırma hizmeti yapacak kurumlar oluşturmak, desteklemek ve/veya finanse etmek. 2.Bölgesel veya azınlık dilinin geleneksel olarak kullanıldığı topraklar dışındaki yerlerde Taraflar, bölgesel veya azınlık dili kullananların sayısı mazur gösteriyorsa önceki paragrafa uygun şekilde kültürel etkinlik ve hizmetlere izin vermeyi, bunları teşvik etmeyi ve/veya sağlamayı taahhüt ederler. 3.Taraflar, bölgesel veya azınlık dil tarafından yansıtılan kültürle ilgili kültür politikasını ülke dışında da takip etmek içine uygun düzenlemeler yapmayı taahhüt ederler. Madde 13 - Ekonomik ve sosyal yaşam 1.Taraflar, ekonomik ve sosyal faaliyetler konusunda tüm ülke içinde şunları yapmayı taahhüt ederler: 215 a.özellikle iş sözleşmeleri ile ürün veya tesislerin kullanım kılavuzları şeklindeki teknik belgeler gibi ekonomik ve toplumsal hayatla ilgili konulardaki belgelerde bölgesel veya azınlık dilinin kullanılmasını makul bir neden olmadan yasaklayan ya da kısıtlayan hükümleri mevzuatlarından çıkarmak; b.şirketlerin çalışma kuralları içinde veya özel belgelerde bölgesel veya azınlık dilin kullanılmasını dışlayan veya kısıtlayan ifadeler konulmasını, en azından aynı dili kullananlar için geçerli olmak üzere yasaklamak; c.Bölgesel veya azınlık dilinin ekonomik ve toplumsal hayatla bağlantılı olarak kullanılmasından caydırılmaya yönelik uygulamalara karşı gelmek; d.üstteki alt paragraflarda belirtilenlerden başka yollarla da bölgesel veya azınlık dilin kullanımını kolaylaştırmak ve teşvik etmek. 2.Ekonomik ve toplumsal faaliyetlerle ilgili olarak Taraflar, bölgesel veya azınlık dilin kullanıldığı topraklarda, kamu kurumlarının yeterliliği derecesinde ve gerçekçi ölçüler içinde mümkün olduğu durumda, şunları taahhüt ederler: a.mali mevzuat ve bankacılık mevzuatı hükümlerinde, ticari usule uygun yöntemlerle, bölgesel veya azınlık dillerinde ödeme emri (çek, poliçe, vb.) veya diğer mali belgelerin hazırlanabilmesine izin vermek, veya bu tür mevcut hükümlerin uygulamaya konmasını sağlamak; b.doğrudan kendi denetimleri altında olan ekonomik ve toplumsal sektörlerde (kamu sektörü) bölgesel veya azınlık dilinin kullanılmasını geliştirecek faaliyetler düzenlemek; c.hastaneler, huzurevleri ve hosteller gibi sosyal bakım tesislerinin; hastalık, yaşlılık veya diğer nedenlerle bakım ihtiyacı duyan ve bölgesel veya azınlık dil kullanan kişileri kendi dillerinde kabul etme ve tedavi etme imkanını sağlamak; d.güvenlik talimatlarının aynı zamanda bölgesel veya azınlık dilinde hazırlanmasını uygun yollarla sağlamak; e.ilgili kamu kurumlarınca verilen tüketici haklarıyla ilgili bilgilerin bölgesel veya azınlık dilde de bulunabilmesini sağlama. Madde 14 – Sınırötesi değişme Taraflar şunları taahhüt ederler: 216 a.aynı dilin tıpkı ya da benzer şekilde kullanıldığı Devletlerle yapılmış mevcut iki taraflı ve çok taraflı anlaşmaları uygulamak veya gerekirse Devletler içinde aynı dilin kullanıcılarının kültür, eğitim, bilişim, mesleki eğitim ve daimi eğitim alanlarında ilişkilerini kuvvetlendirecek şekilde bu tür anlaşmalar imzalama yolu aramak; b.bölgesel veya azınlık dilin yararına olmak üzere, özellikle topraklarında aynı veya benzer bölgesel veya yerel dil kullanılan bölgesel ve yerel yönetimler arasında olmak üzere sınır aşırı işbirliğini kolaylaştırmak ve desteklemek. Dördüncü Bölüm Şart’ın Uygulanması Madde 15 – Periyodik raporlar 1.Taraflar periyodik olarak Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne, bu Şart’ın II. Bölümüne uygun olarak izledikleri politikayı ve kabul ettikleri III. Bölüm hükümlerindeki uygulamalarla ilgili olarak alınan önlemleri, biçimi Avrupa Bakanlar Komitesi tarafından belirlenecek olan Raporlar halinde sunacaklardır İlk rapor Şart’ın ilgili Taraf açısından yürürlüğe girmesini izleyen yıl içinde, diğer raporlar ilk rapordan sonra üç yıllık aralıklarla sunulacaktır. 2.Taraflar raporlarını kamuoyuna açıklayacaklardır. Madde 16 – Raporların incelenmesi 1.Madde 15’e uygun olarak Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne sunulacak raporlar Madde 17’ye göre kurulacak bir uzmanlar komitesi tarafından incelenecektir. 2.Taraflar içinde yasal olarak kurulmuş örgütler ve kuruluşlar, Tarafça üstlenilmiş olan bu Şart’ın III. Bölüm’üne ait taahhütlerle ilgili konulara uzmanlar komitesinin dikkatini çekebilir. Uzmanlar komitesi, ilgili Taraf’a danıştıktan sonra bu bilgiyi aşağıdaki 3. paragrafta belirtilen raporun hazırlanmasında dikkate alabilir. Bu örgütler veya kuruluşlar, bir Taraf tarafından II. Bölüm’e uygun olarak izlenen politika ile ilgili ifadeler de gönderebilirler. 217 3.Paragraf ‘ta bahsedilen raporlara ve 2. Paragraf’da belirtilen bilgilere dayanarak uzmanlar komitesi Bakanlar Komitesi için bir rapor hazırlayacaktır. Bu raporda Taraflar’ın yapılmasını talep ettiği yorumlar da yer alacak ve rapor Bakanlar Komitesi tarafından kamuoyuna açıklanacaktır. 4.3.Paragraf’ta belirtilen rapor özellikle, gerektiğinde Bakanlar Komitesi’nin bir ya da bir kaç Taraf’a bildireceği tavsiye kararlarının hazırlanmasına yönelik olarak uzmanlar komitesinin yapacağı önerileri de kapsayacaktır. 5.Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Şart’ın uygulanması ile ilgili olarak Parlamenter Meclisine 2 yılda bir ayrıntılı rapor hazırlayacaktır. Madde 17 – Uzmanlar komitesi 1.Uzmanlar Komitesi, her bir Taraf’tan bir kişi olmak üzere ilgili Taraf’ın önerdiği, bu Şart’la ilgili konularda yüksek derecede ilgisi olan ve uzmanlığı kabul edilmiş kişilerin yer aldığı bir listeden Bakanlar Komitesi tarafından atanacak üyelerden oluşacaktır. 2.Komite üyeleri altı yıllık bir süre için atanacak, aynı göreve yeniden atanmaları mümkün olacaktır. Görev süresini tamamlayamayan üye 1. paragrafta belirtilen yöntemle değiştirilecek, halef üye selefinin görev süresini tamamlayacaktır. 3.Uzmanlar komitesi çalışma kuralları kabul edecektir. Sekreterya hizmeti Avrupa Konseyi Genel Sekreteri tarafından sağlanacaktır. Beşinci Bölüm Son Hükümler Madde 18 Bu Şart Avrupa Konseyi üyesi tüm devletlerin imzasına açılacaktır. Onay, kabul veya tasvibe tabi olacaktır. Onay, kabul veya tasvip belgeleri Avrupa Konseyi Genel Sekreterine tevdi edilecektir. Madde 19 1.Bu Şart, Avrupa Konseyi üyesi devletlerden beşinin bu Şart’la bağlı olmayı kabul ettiklerini, Madde 18 hükümlerine uygun olarak bildirdikleri tarihten üç ay geçtikten sonraki ayın ilk günü yürürlüğe girecektir. 218 2.Bu Şart’la bağlı olmayı kabul edeceğini daha sonra beyan eden herhangi bir üye devlet bakımından bu Şart; onay, kabul veya tasvip belgesinin tevdi tarihinden sonra geçecek üç aylık süreyi izleyen ayın ilk günü yürürlüğe girecektir. Madde 20 1.Şart’ın yürürlüğe girmesinden sonra Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi üye olmayan bir devleti Şart’ı tanımaya davet edebilir. 2.Şart’ı tanıyan bir devlet olması durumunda, Şart, katılım belgesinin Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne tevdiinden sonra üç ay geçtikten sonraki ayın ilk günü yürürlüğe girecektir. Madde 21 1.Devletler, imza sırasında ya da onay, kabul veya tasvip belgesini tevdi ederken bu Şart’ın 7.maddesinin 2’den 5’e kadar olan paragraflarına bir ya da daha fazla çekince koyabilirler. Başka çekince konamaz. 2.Önceki maddeye göre çekince belirten akit devlet bu çekinceyi Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne muhatap bir bildirim ile kısmen ya da tümden geri alabilir. Bu tür bir çekinceden vazgeçme, bildirimin Genel Sekreter’ce alındığı tarihten itibaren geçerli olacaktır. Madde 22 1.Herhangi bir akit taraf, herhangi bir tarihte, Avrupa Konseyi Genel Sekreteri’ne muhatap bir bildirim ile bu Şart’tan çekilebilir. 2.Çekilmenin yürürlük tarihi beyanın Genel Sekreterce alındığı tarihten altı ay geçtikten sonraki ayın ilk günü olacaktır. Madde 23 Avrupa Konseyi Genel Sekreteri, Avrupa Konseyi üye devletlerine ve Şart’ı kabul eden tüm devletlere şu bilgileri yazılı olarak haber verecektir: a. her imzalamayı b. tüm onay, kabul veya tasvip belgelerinin tevdiini; c. 19. Madde ve 20. Madde’ye göre gerçekleşen tüm yürürlüğe giriş tarihlerini; d. 3. Madde 2. Paragraf’ın hükümleri uygulanarak alınan her bildirimi e. Bu Şart’la ilgili tüm diğer hareket, bildirim, beyan ve haberleşmeleri 219 ÖZET BAHADIR, Gonca. Avrupa Birliği’nin Azınlık Politikası ve Avrupa Birliği Üyelik Sürecinde Türkiye’deki Azınlıklar, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2012. Azınlık kavramının ilk oluşumu 16. yüzyıl Avrupa’sına kadar gitmektedir. Esas olarak, Hıristiyanlık mezheplerinin birbirlerine karşı olumsuz etkilerini ortadan kaldırmak için kullanılan kavramın kapsamı, daha sonra dil ve etnik yapı ile genişletilmiştir. Kavramın dünya literatüründe asıl yerini alışı Fransız ihtilalinden sonra gelişen milliyetçilik akımıyla olmuş ve 1 inci Dünya Savaşı sonunda en yüksek konumuna gelmiştir. 2 nci Dünya Savaşı sonrasında gelişen insan hakları konusu azınlık haklarının yerine daha çok kullanılmıştır. Günümüzde Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı ve Avrupa Birliği ile azınlıklar konusu yeniden gündeme gelmektedir. Azınlıklar ve hakları konusu, yakın tarihimizde çıkmaktadır. Batıya Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılında yöneliş olarak başlayan süreçte ortaya azınlık hakları konusunda ilk hareket Tanzimat Fermanı’nda olmuştur. Özellikle 2. Meşrutiyet ve getirdiği özgürlük ortamı Osmanlıda gittikçe yükselen azınlık unsurlarının en fazla haklar kazandığı dönem olmuştur. Ancak şunu belirtmek gerekir ki, Osmanlıda azınlık olarak sadece gayrimüslimler kabul görmüştür. Lozan Barış Antlaşması yeni Türkiye Cumhuriyetini kurarken Osmanlıdan miras kalan azınlıklar meselesine de hukuki ve siyasi çözüm getirmiştir. Antlaşmada sadece gayrimüslim gruplar azınlık statüsünde kabul edilmiştir. Türkiye’nin Avrupa Birliğine tam üyelik süreci azınlık hakları konusunda yeni gelişmeler ve politik baskıların da başladığı dönem olmuştur. Avrupa Birliği oldukça gelişmiş bir hukuk sistemine sahiptir. Ancak, AB içerisinde bile azınlıklar konusunda farklı uygulamalar ve azınlıkların farklı kabulü görülmektedir. Bu farklılıklara rağmen AB Türkiye’den hukuki dayanağı olmayan çok farklı uygulamalar beklemektedir. 220 Avrupa Birliği, azınlıklar konusunu müzakere süreci içerisinde sürekli olarak gündeme getirerek politik baskı uygulamakta ve Türkiye’de kendi istekleri doğrultusunda yeni azınlıklar yaratmak istemektedir. Türkiye için AB’nin azınlıklar konusundaki dayatmalarının kabulü çok derin olumsuz sonuçlar yaratabilecek potansiyeldedir. Anahtar Sözcükler: 1. Azınlık, 2. Azınlık Hakları, 3. Türkiye, 4. Avrupa Birliği. 221 ABSTRACT BAHADIR, Gonca. Minority Policy Of European Union And Minority Rights İn Turkey European Union Accesion Process, Master Thesis, Ankara, 2012. The subject of “Minorities” dates back to sixteenth century. The term that was used to neutralize the unwanted effects of denominations of Christianity, has been extended to include “ethnicity and language”. The minority subject was first brought forward mainly by the nationalism after the French Revolution and peaked after World War I. The term, “Human Rights”, that developed after World War II, has been used in place of minority rights. Today the subject of minorities is being brought up by European Union and “Commission on Security and Cooperation in Europe”. The subject of minorities and minority rights emerges in the last century of the Ottoman Empire. In the process that started as inclining to West, the first spark was the “Tanzimat Fermanı” about minority rights. “Meşrutiyet” and especially the Notion of freedom that came with it, was the period where most rights were gained by the everrising Otoman Minorities. But it has to be noted that only nonMuslims were accepted as Otoman Minorities. While establishing the new Turkish Republic, Lausanne Peace Treaty also brought political and legal stability to minorities inherited from the Otoman Empire. The treaty which is valid stil, only recognizes “nonMuslim Groups” as minorities. Turkey’s membership process to EU started an era with new events and political pressure on the subject of minority rights. EU has a highly developped legal system. But even in EU there are different approaches and ways of recognizing minorities. In spıte of these conflicts, EU expects very different applications with no legal support from Turkey. EU applies political pressure on Turkey by bringing up the minority subject during membership talks and wants to create “new minority groups” 222 according to their own criteria. Turkey’s acceptance of EU biased issues on minorities has a huge potential of negative consequences on national sovereignity. Key Words: 1. Minority, 2. Minority Rights, 3. Turkey, 4. European Union.