Ali Asker Rızvani - Kuran Ve Sünnet Işığında Ehl-i

advertisement
Ali Asker Rızvani - Kuran Ve Sünnet Işığında
Ehl-i Beyt Mektebi
www.CepSitesi.Net
İÇİNDEKİLER
''Ve İtretim'' Tabiri Mi Doğrudur,Yoksa ''Ve Sünnetim” Tabiri Mi?
Ehlibeyt kimdir,kimler bu lafzı kapsamınagirer?.........1
On iki halife-imam kimdir?................................................21
Niçin Ehl-i Sünnet uleması Ehl-i Beyt ulemasından(12 imamdan) hadis almıştır ?21
Velâ-i muhabbet(sevgi velâsı) bütün İslâmi fırkalara hasOr 7‫؟‬
Ehlibeyt'e alimlerine göre Ehl-i Sünnet fakihleri güvenilirmi? 43
Allah'ın velilerinin makamı nasıldır?................51
Velilerin velisi Hz. Hüseyin'in kıyamını kimler ve niçin eleştiriyor? 55
Hz. Hüseyin savaşı kazanamayacağını bilmesine rağmen kendisini ve ailesini niçin tehlikeye attı?.... 6
Ehlibeyt İmamları Allah'ın rızasına nail olmak için kendilerini feda etmişlerdir...........69
Ehl-i Beyt Ve Seyyidler Cemaatinin, İslâm Birliği'nin Teşekkülündeki
Vazifesi 79
Sahabe Ehlibeyte buğzeden ve düşmanlık edenler de Sahabe midir? 93
Ehlibeyt düşmanlık etmek niçin tehlikelidir?....101
Ehlibeyt İmamlarının halife'lere yaklaşımı nasıldır?...........................................107
Ehlibeyt Alimlerinin halife'lere yaklaşımı nasıldır?...........................................113
Ehlibeyt Alimlerinin sahabelere yaklaşımı nasıldır?...........................................119
Ehl-i Sünnet Alimlerine göre Ehl-i Şia................127
Şer'i Açıdan Şia'ya Göre Sünnilerin Kon»m»...133
İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamaney Açısından Ehli Sünnet ve Şia Müslümanları Arasındaki
Vahdet......................................14
İttihad-ı İslam
‫؛‬Bediüzzaman).151
Terikayı kim ve neden çıkarmak istiyor?.........159
''VE İTRETİM '' TABİRİ Mİ DOĞRUDUR,YOKSA ''VE SÜNNETİM'' TABİRİ Mİ?
Sahih rivayetleri zayıf rivayetlerden ayırmak ve tesbit etmek 'Rical' ve 'Cerh-Tadil' ilmine aittir.
Muhaddisler,meşhur Sakaleyn hadisini iki şekilde nakletmiş, hadis kaynaklarında ona yer
vermişlerdir.Şimdi hangisinin doğru olduğuna bakalım:
a)''Allah'ın kitabı ve itretim Ehlibeyt.''
b)''Allah'ın kitabı ve sünnetim.''
Cevap: Hz.Peygamber'den [s.a.a] nakledilen sabit hadis ,''ve Ehlibeyt'im''lafzıdır.''Ehlibeyt'im'' yerine
''sünnetim'' lafzının geçtiği rivayet,senet açısından batıldır,kabul edilemez.Buna mukabil, ''ve Ehlibey'im''
tabirinin geçtiği hadis,senet açısından sıhhatin en üst seviyesindedir.
''Ve Ehlibeyt'im'' Hadisinin Senedi
Bu metni iki büyük muhaddis nakletmiştir:
1-Müslim kendi Sahih'inde Zeyd b. Erkam'dan şöyle nakleder:
Allah Resulü [s.a.a] bir gün Mekke ve Medine arasındaki Hum göletinin yanında bir hutbe okudu ve bu
hutbede Allah'a hamd-u senada bulunduktan ve insanlara nasihat ettikten sonra şöyle buyurdu:
''Bilin ki ey insanlar!Şüphesiz ben de bir insanım. Yakında Rabbimin elçisi bana gelecek ve ben de onun
davetine icabet edeceğim.Ben sizin aranızda iki değerli şey bırakıyorum.Onların birincisi,i‫؟‬inde hidayet ve
nur bulunan Allah'ın kitabıdır.O hâlde Allah'ın kitabını tutun ve ona sarılın”
Hz.Peygamber,insanları Allah'ın kitabına sarılmaya terğib ve teşvik ettikten sonra şöyle buyurdu:
''[Ve ikincisi ise) Ehlibeyt'imdir.Sizlere Ehlibeyt'im hakkında Allah'ı hatırlatırım. Sizlere Ehlibeyt'im
hakkında Allah'ı hatırlatırım. Sizlere Ehlibeyt'im
hakkında Allah'ı hatırlatırım.'' [Sahih-i Müslim, c.4, s.1803, h.2408. Abdulbaki basımı)
Bu metni Daremî de kendi Sünen'inde nakletmiştir. [Daremî Sünen, c.2. s.431-432)
Hemen belirtmeliyiz ki, her iki naklin senedi güneş gibi aı‫؟‬k ve ortadadır ve hi‫؟‬birinin senedinde en ufak bir
şek ve şüphe bulunmamaktadır.
2-Tirmizî,bu metni ''itretim ve Ehlibeyt'im'' lafzıyla nakletmiştir.Hadisin metni şöyledir:
''Ben sizin aranızda,sarıldığınız müddet‫؟‬e benden sonra asla sapmayacağınız iki şey bırakıyorum.Biri
diğerinden daha büyüktür.[Bu iki şey) gök ile yer arasında sarkıtılmış bir ip olan Allah'ın kitabı ve itretim
Ehlibeyt'imdir.Bu ikisi havuzda yanıma gelinceye kadar asla birbirinden ayrılmazlar.O hâlde o ikisine karşı
nasıl davrandığınıza iyi bakın.''[Sünen-i Tirmizî, c.5, s.663, hadis:37788)
Görüldüğü gibi ،'Sihah'' ve ،’Sünen” yazarlarından olan Müslim ve Tirmizî,bu hadisi ‘’Ehlibeyt’’ lafzıyla
nakletmiştir.Bu da,bizim görüşümüzü ispatlamaya yeter.
Ayrıca her ikisinin senedi de, tartışma götürmeyecek kadar sağlam ve muteberdir.
،'Ve Sünnetim''Metninin Senedi
‘’Ehlibeyt’’ lafzı yerine ،'sünnetim'' lafzının yer aldığı rivayet, senedinin zayıf olmasının yanında Emevîlerin
uşakları tarafından uydurulduğu ortada olan uydurulmuş bir hadistir.
1-Hâkim Nişaburî el-Mûstedrek adlı kitabında aşağıdaki senetle mezkur metni nakletmiştir:
İsmail b. Ebî Üveys,
Ebî Ûveys'ten, o
Sevr b. Zeyd ed-Deylemî'den, o
İkrime'den, o da
ibn-i Abbas'tan nakleder; Hz. Peygamber [s.a.a] şöyle buyurdu:
،'Ey insanlar!Şüphesiz ben sizin aranızda iki değerli şey bırakmış bulunuyorum.Onlara sarıldığınız
müddet‫؟‬e asla sapmazsınız:Allah'ın kitabı ve Peygamberi'nin sünneti.''[Hakîm, el-Mûstedrek, c.1, s.93)
Bu metnin senedinin afeti,senedin başında yer alan baba ve oğuldur.Bu iki kişi, İsmail b. Ebî Uveys ile Ebu
Üveys'dir.Bu baba ve oğlun güvenilir oldukları söylenmediği gibi yalan söylemek ve hadis uydurmakla da
suçlanmışlardır.
Bu ikisi Hakkında rical Âlimlerinin Söyledikleri
Hafız Mezzî, Tehzib'ul kemal adlı kitabında İsmail ve babası hakkında rical ilminin araştırmacılarından
şöyle nakletmektedir:''Yahya b. Muin [ki rical ilminin büyük alimlerindendir] şöyle diyor: 'Ebu Üveys ve
oğlu zayıtırlar.' Yine Yahya b. Muin'den şöyle dediği nakledilmiştir: 'Bu iki kişi, hadis çalarlar.' Yine İbn-i
Muin, Ebu Üveys'in oğlu hakkında,'Ona güvenilmez.' Demiştir.''
''Nesaî, oğul hakkında, 'O zayıftır ve güvenilir değildir.' demiştir. Ebu'l -Kasım Lalekaî şöyle demiştir:Nesaî
onun aleyhinde çok şey söylemiştir ve hadisinin terk edilmesi gerektiğini ifade etmiştir.''
''Rical âlimlerinden olan İbn-i Adiy şöyle demiştir:İbn-i Ebî Üveys, dayısı Malik'ten hiç kimsenin kabul
etmediği ilginç hadisler rivayet etmiştir.''[Hafız Mezzî, Tehzib'ul- Kemal, c.3. s.127)
İbn-i Hacer, Feth'ul-Barî adlı eserinin önsözünde şöyle demiştir: ''Nesaî'nin kendisi hakkındaki
cerhinden dolayı İbn-i Ebî Üveys'in hadisine asla itibar edilmez.''[İbn-i Hacer Askalanî,Feth'ul-Barî'nin
Önsözü, s.391, Dar'ul-Marife basımı)
Hafız Seyyid Ahmed b. Sıddık, ''Feth'ul-Melik'il-Aliyy'' adlı kitabında, Seleme b. Şeyb'den şöyle
nakletmektedir: ''İsmail b. Ebî Üveys'ten şöyle
dediğini işittim:Medine ehli bir konuda iki gruba ayrılınca, ben hadis uydururdum.''(Hafız Seyyid Ahmed,
Feth'ul-Melik'il-Aliyy, sA5)
Buna göre oğul [İsmail b. Ebî Üveys) hadis uydurmakla suçlanmıştır.Nitekim İbn-i Muin, onun yalancı
olduğunu söylemiştir.Bundan da öte, onun naklettiği hadisler Sahih-i Müslim, Tirmizî ve diğer sahih
kitapların hi‫؟‬birinde nakledilmemiştir.
Baba [Ebu Üveys) hakkında ise Ebu Hatem Râzi'nin el-Cerhu ve't-Ta'dil adlı kitabında söylemiş olduğu şu
söz yeterlidir: ''Onun naklettiği hadis yazılır, ama delil ve hüccet olarak kabul edilmez.Hadisi sağlam ve
gü‫؟‬lü değildir.''(Ebu Hatem Razî, el-Cerh-u ve't-Ta'dil, c.5. s92)
Yine Ebu Hatem, Ibn-i Muin'den, Ebu Üveys'in güvenilir olmadığını nakletmiştir.
Dolayısıyla, senedinde bu iki kişinin bulunduğu rivayet [''ve sünnetim'' hadisi )sahih değildir.Kaldı ki bu
rivayet, sahih ve sabit olan öteki hadisle muhalefet i‫؟‬indedir.
Dikkat edilmesi gereken bir konu da, bu hadisi nakleden Hakîm Nişaburî'nin, hadisin zayıflığını itiraf etmiş
olmasıdır.Bu yüzden hadisin senedini düzeltmeye kalkışmamıştır.Sadece i‫؟‬eriğinin sıhhati hususunda bir
şahit zikretmiştir ki, o şahit de senet a‫؟‬ısından zayıftır ve itibar edilecek gibi değildir.Bu aı‫؟‬dan hadisi
gü‫؟‬lendireceği yerde onu daha da zayıf kılmaktadır. Şimdi Hakîm Nişaburî'nin zayıf senedine bir bakalım:
،'Ve Sünnetim'' Hadisinin İkinci Senedi
Hakîm Nişaburî, aşağıda zikredilecek olan senetle, merfu [Ravisi tarafından masuma isnat edilmeyen hadise
،'merfu' hadis'' denir) olarak Ebu Hureyre'den şöyle nakletmektedir:
،'Şüphesiz ben sizin aranızda öyle iki şey bırakmışım ki, onlardan sonra asla sapmazsınız:Allah'ın kitabını
ve sünnetimi.Bu ikisi, havuzda yanıma gelinceye kadar asla birbirinden ayrılmazlar.''[Hâkim, el-Müstedrek,
c.1, s.93)
Bu metni Hâkim şu senetle nakletmiştir:
Zabbî [Dabbî)
Salih b.Musa et-Talhî'den, o Abdulaziz b. Refî'den, o Ebu Salih'ten, o da Ebu Hureyre'den.
Bu hadis de, önceki hadis gibi uydurma bir hadistir. Hadisin senedinde Salih b.Musa et-Talhî yer almış
ki,rical âlimlerinin büyükleri onun hakkında hiç de iyi şeyler söylememişler.
Yahya b. Muin onun hakkında şöyle diyor:''Salih b. Musa, güvenilir birisi değildir.''
Ebu Hatem Râzî şöyle diyor: ''Onu hadisi zayıf ve münkerdir. O birçok münker [yadsınan] hadisi güvenilir
kimselerden nakleder.''
Nesaî şöyle diyor:''Onun hadisi yazılmaz.''Başka bir yerde ise şöyle diyor:''Onun hadisi terk
edilmiştir.''[Hafız Mezzî, Tehzib'ul-Kemal, c.13, s.96)
İbn-i Hacer, Tehzib'ut-Tehzib adlı kitabında şöyle yazıyor:''İbn-i Hibban der ki: 'Salih b. Musa, güvenilir
kimselere öyle sözler isnat eder ki, asla onların sözlerine benzemez.'Sonunda da şöyle der: 'Onun hadisi
hüccet değildir.' Ebu Nuaym de, 'Onun hadisi terk edilmiştir. Sürekli münker hadisi nakleder.'der.(İbn-i
Hacer, Tezhib'ul-Tezhib, c.4, s.255)
Yine İbn-i Hacer, et-Takrib adlı kitabında şöyle diyor: ''Onun hadisi terk edilmiştir.''(İbn-i Hacer, et-Takrib,
tercüme, no:2891)
Zehebî el-Kaşif adlı kitabında şöyle diyor: 'Onun hadisi zayıftır. [sağlam değildir)''(Zehebî, el-Kaşif,
tercüme, no:2411)
Zehebî, Mizan'ul-İtidal adlı esrinde söz konusu hadisi ondan nakletmiş ve şöyle demiştir: ''Bu hadis, onun
münker [yadsınan] hadislerindendir.''[Zehebî, Mizan'ul-İ'tidal, c.2, s.302)
،'Ve Sünnetim'' Hadisinin Üçüncü Senedi
İbn-i Abdulbirr, et-Temhid (et-Temhid, c.24, s.331) adlı kitabında, bu metni aşağıda zikredilen senetle
nakletmiştir:
Abdurrahman b. Yahya,
Ahmed b.Said'den, o
Muhammed b. İbrahim ed-Dubeylî'den, o Ali b. Zeyd el-Feraizî'den, o El-Huneynî'den, o
Kesir b. Abdullah b. Amr b. Avf'dan, o Babasından, o da dedesinden.
İmam Şafiî,Kesir b. Abdullah hakkında şöyle diyor:
،'O yalanın temellerinden biridir.''[Ibn-i Hacer, Tezhib'ul-Tezhip, c.8, s.367, Dar'ul-Fikr basımı,
Tehzib'ul-Kemal, c.24, s.138)
Ebu Davud şöyle diyor: ،'O yalancılardan biridir.''[age.)
İbn-i Hibban şöyle diyor:''Abdullah b. Kesir,
babasından ve dedesinden temelden yalan olan bir hadis mecmuası nakletmektedir.O mecmuadan ve
Abdullah'tan hadis nakletmek haramdır.Ancak şaşkınlığı ifade etme veya eleştirme amacıyla olursa, o
başka.''[İbn-i Hibban, el-Mecruhin, c.2, s.221)
Nesaî ve Darekutî şöyle diyorlar: ،'O'nun hadisi terk edilmiştir.''
İmam Ahmed şöyle diyor: ''O hadisleri yadsınan ve itimat edilmeyecek bir şahıstır.'' İbn-i Muin da aynı
görüştedir.
Ne ilgin‫ ؟‬ki İbn-i Hace, et-Takrib adlı kitabında onun hakkında sadece, ''zayıftır'' cümlesiyle yetinmiş ve
onu yalancılıkla itham eden kimseleri aşırılıkla suçlamıştır. Oysa rical ilminin önde gelenleri, onu yalancılık
ve uydurmacılıkla itham etmişlerdir.Hatta Zehebî, ''Onun hadisi zayıf ve temelsizdir.''demiştir.
Senetsiz Nakil
Malik, el-Muvatta adlı kitabında bu metni senetsiz olarak ve mürsel bir şekilde nakletmiştir.Bilindiği üzere
böyle bir hadis hiçbir değer taşımamaktadır.[Malik, el-Muvatta, s889, hadis:3)
[Mürsel hadis, senedinde sahabenin zikredilmediği hadis)
Bu inceleme, açıkça şu gerçeği ispat etmektedir:
''Ve sünnetim'' hadisi, uydurmacadan başka bir şey değildir. Emevî sarayına bağımlı ve yalancı raviler, onu,
Salih olan ''ve itretim'' [ve Ehlibeytim) hadisinin karşısında uydurmuşlardır. Bu yüzden din bilginleri,
hatipler ve cami imamlarının Hz. Peygamber'in söylemediği bir hadisi terk edip, onun yerine insanları
Hz. Peygamber'in doğru hadisiyle, yani Müslim'in ،'ve Ehlibeyt'im'' şeklinde, Tirmizî'nin ise ،'ve itretim ve
Ehlibeytim'' şeklinde naklettiği sahih hadisle tanıştırmaları, dinî öğrencilerin de hadis ilmini öğrenmeye
yönelmeleri, sahih hadis zayıf hadisten ayırt etmeleri gerekir.
[Kaynak: Cevaplıyoruz Kitabı, s.107-114, Seyyid Rıza HÜSEYÎNNESEP ،Üstad Cafer Sübhanî'nin
Gözetiminde' ,Kevser yay.)
Ehlibeyt kimdir,kimler bu lafzı kapsamına girer?
Hz.Peygamberin ''Ehlibeyt'im'' lafzıdan maksadı, onun soyudur ve bunlar;Hz. Fatıma,Hz.Hasan ve
Hz.Hüseyin gibi kişilerdir.Zira Müslim, Sahih'inde ve Tirmizî, Sünen'inde Ayşe'den nakletmişlerdir:
‘'Allah ancak siz Ehlibeyt'ten her türlü pisliği gidermek ve sizi tertemiz kılmak ister.” Ayeti, Ümmü
Seleme'nin evinde Peygamber'e (s.a.a) nazil oldu.Peygamber (s.a.a), Fatıma,Hasan ve Hüseyin'i
çağırdı.Onların üzerine bir örtü örttü. Ali de, Hz. Peygamber'in arkasında duruyordu.Hz. Peygamber, onu da
örtüyle örttü ve şöyle buyurdu: ''Allah'ım! Bunlar, benim Ehlibeytimdir; onlardan her türlü pisliği gider ve
onları tertemiz kıl!''Ümmü Seleme; ''Ben de onlardan mıyım ey Allah'ın Resulü?'' dedi.Hz. Peygamber; ''Sen
yerinde dur [örtünün altına girme)!Sen hayır üzeresin.''buyurdu.
Konuyla ilgili Tathlr (Ahzab: 33) ayetlnde,Peygamber Efendimiz'in (as) zevceleri için gelen zamirler
müennes (künne) olarak gelmiş, Ehl-1 Beyt'e hitap eden, onların temizliğini ifade eden bölümde gelen
zamirler ise müzekker [küm) diye gelmiştir. Bu zamirlerin de, ya tamamı erkek, veya erkek-kadın karışık
eşhas için kullanıldığı, konuyla ilgilenen herkes tarafından bilinmektedir.
Tathir ayetinin tefsirini ve izahını, bizzat Resul-ü Ekrem [sav) yapmış, Ehl-i Beyt'in, Ali-Fatıma-HasanHüseyn (as) olduklarını, ısrarla ve üzerlerine örtü atıp müşahhas şekilde gözlere göstere göstere..
söylemiştir! Ki, "İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman için sana da bu Kur'an'ı indirdik!.. Umulur ki
düşünüp anlarlar!.." [Nahl(16): 44] ayetinin tasrihi muvacehesinde, Kur'an'ı açıklamakla görevli bulunan
Yüce Resul'[as)ün, bu ayetteki Ehl-i Beyt, Ali-Fatıma-Hasan ve Hüseyn(as)'dir, dediği ve sürekli olarak
bunu vurguladığı rivayet edilmiştir. Hatta bir rivayette tam altı ay, diğerine göre de yedi ay boyunca, her
sabah namazı öncesinde, Hazret-i Ali'nin ve Fatıma'nın evlerinin kapısında durup, "Ey Ehl-i Beyt, namaz!,
namaz!, diyerek tathir ayetini okumaya devam etmiştir!..." [Tirmizî: 5/324; İbn-i Kesir, Ahmed İbn-i
Hanbel'den naklen: 12/6520- 6521)
Bu kadar açık deliller karşısında, Yüce Resul'ün [as) sarih beyanlarına rağmen, hâlâ inat ve taassubla hareket
ederek Yüce Resul'ün [as) izahının-beyanının aksine ve zıddına beyanlarda bulunanlar için, hiçbir söz
söylenemez!
"Sana bu ilim geldikten senra seninle bu kenuda tartışanlara;
'Geliniz, sizler ve bizler de dahil olmak üzere, karşılıklı olarak çocuklarımızı ve kadınlarımızı çağıralım,
sonra da 'duâ' edelim de Allah'tan 'yalancılar' üzerine la'net dileyelim!' de." [Al-i İmran: 61]
Bunun üzerine Resulullah [sav), Hz. Ali'yi, Hz. Fatıma'yı, Hz.Hasan'ı, ve Hz. Hüseyn'i ‫؟‬ağırdı, onlar gelince,
hep beraber, mübahele için Necran heyetinin karşısına çıkarlar, Ehl-i Beyt-i Resul'ün bu mübarek
şahsiyetlerini gören Necranlıların kalpleri titremeye başlamış; "Bunlar öyle yüzlerdir ki, eğer Allah'tan,
dağları yerinden oynatmasını isteyecek olsalar, kesinlikle yerinden oynatır!..." diyerek, mübahele yapmaktan
sarfı nazar ederek, Resul-ü Ekrem ile anlaşma imzalayarak ülkelerine dönmüşlerdir( Olayın vuku için,
bakınız; El-Mizan: 3/223-244; Mefatih'ül Gayb [Fahri Razî):6/370-371;İbn-i Kesir: 4/1271; Dürr'ül Mensur:
2/39; İbn-i Esir-El Kâmil [terc): 2/270; Keşşaf:1/369; Müslim [terc): 10/245)
Bu ayette geçen ebnaena (oğullarımız) ifadesi ile, Hz Hasan ve Hüseyn'in, enfüsena [kendimiz] ibaresi ile,
Resulullah [sav]'in ve Hz Ali'nin müştereken, nisaena [kadınlarımız) kelimesiyle de sadece Hz. Fatıma'nın
kastedildiği, Cabir İbn Abdullah [ra) tarafından rivayet edilmiştir [İbn-i Kesir: 4/1271)
Olayla ilgili olarak, Fahr-i Razî de şunları nakletmektedir: "Bu esnada, Hz Peygamber [sav) de, üzerinde
siyah kıldan bir örtü, futa olduğu halde evinden dışarı çıkmıştı. Hz. Hüseyn'i kucağına almış, Hz. Hasan'ın
elinden tutmuş, Hz. Fatıma, Hz.Peygamber'in (sav), Hz. Ali de, Hz. Fatıma'nın peşindeydi... Hz. Peygamber
(sav) şöyle diyordu: "Ben duâ ettiğim zaman, siz 'amin!' deyiniz!... " Bunun üzerine, 'Necran'ın Piskopos'u
[kendi kavmine): "Ey hristiyanlar! Ben karşımda öylesine yüzler görüyorum ki, onlar, Allah'dan bir dağı
yerinden oynatıp yok etmesini isteseler, muhakkak ki Allah, o dağı yerinden götürür. Binaenaleyh, [onlarla)
la'netleşmeyin, aksi halde helak olur, yok olursunuz. Ve yeüzünde, kıyamete kadar tek bir hristiyan kalmaz!"
dedi.
[Mefatih'ül Ğayb: 6/370);
Burada şu hususu arzetmek gerekir. Ki; Al-1
Muhammed (as) olarak, Al-1 İmran'ın munharif mensuplarının huzuruna mübahele için çıkan Resulü Ekrem
[as), sair ayet ve hadislerde de belirlenmiş olan ve ıtretim, Ehl-i Beyt'im diye tavsif ettiği mümtaz zevatla
çıkmış, yanına ne zevcelerini ne de amcasını (Abbas'ı) ve çocuklarını almamış, böylece;
Ehl-1 Beytin ve Al-1 Muhammed'in Kim? olduğunu bil-fıil-müşahhas olarak göstermiştir.
Üstelik, nlsaena [kadınlarımız) ta'bir ve ibaresinin içerisine, zevcelerini dahi dahil etmemiştir. Buna
rağmen bir kısım ehl-i haset ve taassub tarafından Ehl-i Beyt kavramının içerisine, alâkası olmayan nice
kimseler sokulmak istenmiş, akıl ve hayale gelmeyecek hile-te'vil ve tahrif yollarına başvurulmuştur.
Ve yine; aynı tathir ayetinin tefsirinde gelmiş olan bu Kisa [Aba) hadisesinde geçen 'Ehl-i Beyt'in, zevceler
mi?' olduğunu soran kişiye (Hasin bin Semure) hadisin başka bir ravisi olan Zeyd b. Erkam, şu kesin ve net
cevabı vermiştir:
"Hayır! Allah 'a yemin olsun! Hakikaten kadın, zamanın bir kısmında erkekle beraber olur. Sonra onu boşar
da, kadın babasına ve kavmine döner!... "
(Sahihi Müslim, c.5, s.27,h.2409 ve Cami'ul- Usul)
; zaten, mezkur hadis-i şerifte:
"Ben size iki ağır (Sekaleyn) emanet bırakıyorum!... Bunlar kıyamete kadar,birbirinden ayrılmaz!... Bunların
biri, Kur'an-ı Kerim, diğeri ise ıtretim olan Ehl-i Beyt'imdir!..." ibareleri geçmektedir. Ki; Yüce Resul-ü
Ekrem [sav) zevcesi, kıyamete kadar!.. hayatta mı kalacak? Ki, ümmet onların hukukuna riayet ve onlara
itaat edebilsin?... (Bunun ne kadar basit ve kuru bir mantık olduğu apaçık meydandadır.)
Keza, mezkûr [Al-i İmran: 61]'de geçen ebnaena (oğullarımız) ile de, Hz. Hasan ve Hüseyn'in kast edildiği,
güneş gibi açık olmakla beraber; "...Bunlar benim oğullarım ve kızımın oğullarıdır. Allah'ım, ben onları
seviyorum, sen de onları sev ve onları sevenleri de sev!"; "..Bana oğullarımı çağırın!.."; "Oğullarımın
adlarını ne koydunuz?" [Tirmizî: 6/304, 306; Hakim: 3/165-166; Buharî-Edebü'l-Müfred [terc): 2/180181;
Müsned-i Ahmed: 1/98) gibi.. pek çok hadis-i şeriflerle de konu, daha da pekiştirilmiş bulunmaktadır.)
Enfüsena [kendilerimiz) lafzıyla da, Hz. Ali'nin, Peygamber Efendimiz'le [sav) birlikte ve O'nunla iç-içe
olarak kullanıldığı açıktır. Bununla birlikte; "Ali, bendendir, ben de ondanım; Ali, benim dünya ve ahirette
'kardeşim'dir!" [İbn-i Mâce: 1/205;
Tirmizî: 6/272-273) gibi hadis-i şerifler de, bunu ayrı kanaldan tasrih etmekte, gerçek mü'minler için
gafletten-cehaletten ve taassubdan kurtulmaya aklî ve şer'i kapılar açmaktadır.
Ayrıca; Resul-ü Ekrem [as)' in özel terbiyesinde bulunması, yüce neslinin onunla devam etmesi gibi
hususiyetlerle de, Hz Ali'nin [as) ebnaena sınıfına da dahil olacağı, nazar-ı itibara alınmalı, meselenin bu
yönü de gözden uzak tutulmamalıdır.
On iki halife-imam kimdir?
Peygamber efendimiz (as), şu hadis-i şerifleriyle bunları dile getirmişlerdir:
"Benden sonra, hepsi Kureyş'ten olmak üzere 'oniki' halife gelecektir..." '"Her peygamberin, 'oniki naibinakibi' vardır. Benim de, benden sonra 'oniki halifem' (veya oniki emirim-naibim) çıkacak ve hepsi de
Kureyş'ten olacaktır! "
[Tirmizî [terc): 4/86; Müslim [terc): 8/674-677; Buharî[Arapça): 9/101; Tecrid-i Sarih(terc): 12/365;
[Zübde): 1006; Müsned-i Ahmed -İbn-i Hanbel: 1/398, 406; 5/86, 90, 92, 93, 98, 99, 101,106, 107; E.
Davud: 5/89; T.Hulefa.)
Hadis-i şerifi ile de, bu oniki halifenin-imamın; Ehl-i Beyt'in ve Ben-i Haşim'in, en öz ve en asil kolunu
oluşturduğu ve Arab kavminin öncüsü durumunda olan Kureyş'ten olacağı ve oniki ile sınırlı bulunacağı da
açıklığa kavuşturulmuş bulunmaktadır.
Niçin Ehl-i Sünnet uleması Ehl-i Beyt ulemasından(12 imamdan) hadis almıştır?
Şu ana kadar Ehl-i Sünnet buna doğru dürüst bir cevap vermemiştir; çünkü hakikaten makul bir gerekçesi
yok. Büyük ihtimalle almamalarının sebebi siyasi.
Bediüzzaman şöyle diyor:
''Sünnet-i seniyyenin menba-ı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan Âl-i Beyttir.''
Şimdi bu kaynaktan yani sünnetin menbaı ve muhafızlarından ne derece istifade edildiğine bakalım:
Örnek1:
Meşhur Ravilerden Kutubi sittedeki hadis sayıları MEŞHUR RÂVİLERDEN NAKLADİLEN HADİS
SAYISI
1- Ebû Hureyre: 5374
2- Abdullah b. Ömer: 2630
3- Enes b. Mâlik: 2286
4- Ümm-ül Mu'minin Âişe: 2210
5- Abdullah b. Abbâs: 1660
6- Câbir b. Abdullah: 1540
7- Ebû Saîd el-Hudrî: 1170
8- Abdullah b. Mes'ûd: 848
9- Abdullah b Amr b el-As: 700
10- Hz. Ali (a.s.): 537
11- ‫؟‬mer b. Hattâb [2. Halife): 527
12- Ümm-ül Mu'minin Ümm-ü Seleme: 378
13- Ebû Musa Eş'ari: 360
14- Bera b. Âzib: 305
15- Ebuzer-ül Gıfârî: 281
16- Sa'd b. Vakkâs: 271
17- Ebû Emâmet- il Bâhilî: 250
18- Hüzeyfe b. Yemân: 200
19- Sehl b. Sa'd: 188
20- Ubâde b. Sâmit: 181
21- İmrân b. Husayn: 180
22- Ebu-d Derdâ: 179
23- Ebû Katâde: 170
24- Büreydet-ül Eslemî: 167
25- Übey b. Ka'b: 164
26- Muâviye b. Ebî Suân:163
27- Muâz b. Cebel: 155
28- Osmân b. Affân [3. Halife): 146
29- Câbir b. Semure: 146
30- Ebû Bekir [1. Halife): 142
31- Hz. Fâtimet-üz Zehrâ (s.a): 19
Kaynak: Subhî es-Sâlih'in “Hadis İlimleri Ve Hadis Istılahları” adlı kitabı [Türkce Tercüme) S296-314, İbni Hazm'ın “Sahabi Raviler Ve Rivâyet Sayıları” adlı kitabının arapça metni.
Peygamber efendimiz (as):
"Ben ilim (ve hikmet) şehriyim, Ali de (o şehrin ) kapısıdır! "[Müsned- i Ahmed: 3/17; Hakim
[Müstedrek): 3/127; Tirmizî: 6/274; Tarih-i Bağdat: 11/204; Tehzib'ül-Asar (İbn-i Cerir): 1/89.) dediği ve
sımsıkı sarılın[sakaleyn hadisi) dediği İmam Ali'den 537 hadis nakledilmiş ve diğer imamlardan ise hadis
alınmamıştır.
Halbuki ehli sünnet alimlerinden ibni Abdilberr el-Kurtubi’nin “Camiul Beyanil ilm ve fazlihi” adlı
kitabında şu ifadeler var:
;‫ ال ق‬،‫ ف ال ق ن ا حدث حمزة ن ب محمد‬،‫ األ ع ل ي حدث أحمد ن ب ت ح‬،‫ راه إب ال ق; ن ا حدث محمد ن ب ب د ع ل ى‬،‫إ ن ب ي م‬
‫ اش عن ن ا حدث سحاق‬، ‫ سم عن وه با ن ب ب د ع‬،‫ ث عن ر‬،‫ع ل يا ضي ر ك ن ه ع وو خطب ي ال ق; ن ا حدث حمدم ن ب ور‬
‫ق ول وي ; ي ل ون وس ف ك ال ي ون سأل ت ث ديءعن ك ون ي ى إل ي أب ي ل ف ط ال ال ق ; شهدت‬
‫ اش و ف اش‬، ‫ ب ي ل زن س و عن ت اب ك‬،‫ل م أع ي ل ل ب ت زل ن ن هارأم ب أم سهل ب ت زل ن أم وم ي ي امة ئ ال إ ال ك م حدث ه‬
‫ما ن ه م ة إالآ يا وأن‬
...Ebu Tufeyl dedi ki: Ali r.a’ın şöyle dediğine şahid oldum: “bana sorun! Allaha yemin ederim ki,
Kıyamete kadar olacaklar hakkında sorduğunuz her şeyi size haber veririm. Benden Allahın kitabını sorun.
Allaha yemin ederim ki,her bir ayetin gece mi gündüz mü,sahrada mı dağda mi indiğini biliyorum”
Hadisten sonra bu kitabın muhakkiki Ebul Eşbah ez-Zuheyri diyor ki;
‫ن اده س إ صدي ح و ه رجال ق ات ث‬
isnadı sahih ve ricalleri sikattan (güvenilirlerden)dir. ibni Abdilberr, “Camiul Beyan il ilm ve fazlihi”, 1/464
Aynı hadisi bir diğer ehli sünnet alimi Hatib el-Bağdadi de rivayet etmiştir:
Ehli sünnet tarih, hadis ve rical alimi Hatib el-Bağdadi’nin “el-Fakih vel mutafakkıh” adlı kitabında şu
ifadeler var:
‫ ا أن و أب ي ن س ح ال محمد ن ب اه ب رن أخ و أب ي ن س ح ال أحمد ن ب عمر ن ب روح و وأب ل ي ع سن ح ال‬: ‫ ال ا ق‬، ‫ال ها ب‬
‫ن ب ه دف ي ان ن هروان‬
‫ أن محمد ن ب ب د ع اش‬،‫ي م راه إب ن ب ل مة س م ل ي ي دب ال ة ك وف ال ب ا‬
،‫ سحاق إ ن ب ي م راه إب مروزي ال ذا‬،‫م عن وهب ن ب ب د ع اش ن ب ي أب ي دب عن ن ب مان ل س ضرمي ح ال ذا‬.،‫ رص‬،‫ال ذا‬
‫ب د ع رزاق‬
‫ ي ل وذ س‬:‫ شهدت ع ل يأ وو خطب ي وو ق و دي‬:‫وذ سأل ت عن ث ديء ك ون ي ى إل وم ي ي امة ق ال إ أل ي أب ي ل ف ط ال ال ق‬
‫ب كم حدث ه ب اش ال و ي‬
...Ebu Tufeyl dedi ki: Ali‘nin şöyle dediğine şahid oidum: “bana sorun! Allaha yemin ederim ki,
Kıyamete kadar olacaklar hakkında sorduğunuz her şeyi size haber veririm”
hadisten sonra bu kitabın muhakkiki Adil b. Yusuf el-Azazi diyor ki:
‫ن اده إس ي ح صح‬
isnad sahih Hatib el-Bağdadi, “el-Fakih vel mutafakkıh”, 2/351
Ve bir başka ehli sünnet alimi olan Hakim en-Nişaburi de bu hadisi rivayet etmiştir:
Hakim en-Nişaburi’nin “Müstedrek” adlı kitabında şu ifadeler var:
‫ا ب رن أخ و أب سن ح ال ل ى ع ن ب محمد ن ب ب ة ق ع ن ا ث سن ح ال ن ب‬
‫ ت رأي ي ر أم ب ي ع ن ب ف ان ع ن ا ث محمد ن ب ي د ب ع سي ن اف ط ال ن ا ث سام ب ن ب‬:‫ال ن ا ث و بأ ي ل ف ط ال ال ق‬
‫ب د ع رحمن ال ي ي رف ص‬
‫ ى ل ون س ب ل ق أن ال ى وت سأل ت و ن ل وا سأل ت ي ن مؤمن ال ل ى ع ن ب ي أب ب طال ب ندى ر اش ن ه ع ال ق ل ى ع‬:‫ف‬
‫ب ر ن م ال ق ال‬
‫ عدي ب ل ي ث م‬.. .Ebu Tufeyl dedi ki: Emirelmuminin Ali b. Ebu Talib’i
şöyle derken gördüm: “sorun bana! sorduğunuz her
şeye cevap veririm, benden sonra bunu söyleyecek
birisi olmayacak”
hadisten sonra müellif Hakim en-Nişaburi ve kitabı tahkik eden ez-Zehebi diyorlar ki:
‫ذا ث حدي صذي ح ن اد س ا إل و م ل خرجاه ي‬
‫ صدي ح‬:‫ي ق ط ت ال ذه بي ي ق ت لخ؛ص ال‬
(Hakim): bu hadisin isnadı sahihtir ve tahriç
edilmemiştir.
ez-Zehebi: hadis sahih
Hakim, “Müstedrek”, 2/506, hadis 3736
Yine bu hadis şu ehli sünnet kaynaklarında da rivayet edilmiştir:
Abdurrezzak Sanani, “Tefsiri Sanani”, 3/241 Taberi, “Camiul Beyan fi Tefsir el-Kuran”, 13/289
Örmek2:
Muhaddislerin imamı Buharî,Ehlibeyt İmamları izleyicilerinin kendisinden binlerce hadis rivayet ettiği,
Ehlibeyt imamları'nın altıncısı İmam Cafer Sadık'tan[a.s) bir tek rivayet bile nakletmemiştir!Oysa Haricî
İmran b.Hittan'dan Buhari,Ebu Davud ve Neseî kendi sahihlerinde hadis rivayet etmişlerdir.Bakınız İmran b.
Hittan, Abdurrahman b. Mülcem'in Emirü'l-Müminin Ali'yi[a.s) öldürülmesini nasıl da övmüştür:
Ya darbeten min takiyyin mâ erâde biha,
İllâ li-yebluğa min zi'l-arşi rıdvana.
İnnî le-ezkuruhu yevmen ve ehsibuhu, Evfe'l-beriyyeti indellahi mîzana.
Bu, takvalı birinden öyle bir vuruştur ki,
Bununla ancak Arş'ın sahibinin rızasını istedi. Anlatarak öveceğim onu her an;sayacağım Allah'ın katında,
varlıklar içinde terazisi en ağır olan.
[İmran b. Hittan Haricî şairlerdendir.Hayatı için bakınız. Eğanî, c.16, s.147-152.)
Ehli sünnet alimi ez-Zehebinin “Siyer” adlı rical kitabının 4’cü cildinin 214’cü sayfada şu ifadeler var:
‫عمران ن اب حطان ن اب ي ان ب ض سي سدو ال من ي ان اع ل ماء ع ال‬
‫ل‬
‫ولكن من روس خوارج ال‬
68’ci ravi: İmran b. Hittan b. Zibyan es-Sedusi ulemadandır fakat haricidir.
215’ci sayfada ez-Zehebi diyor ki:
‫ومن ث دعره ي ف صرع م‬
‫ س بهح ي نا اوف ه ب ري ال ك ن د ع ا ي زان م همن ضرب ا ي ق ي ت ها مادادب وع ب ي اال ل من ذي عرش ال ا صوان ر‬،‫ى فاح‬
‫ي ان ره الذ ك‬
(İmran b. Hittan) Ali r.a-ın katili hakkında şu şiiri yazmıştır:
1- Ey haşyet dolu (darbeyi indiren) darbesi! Bu darbe ile Arş’in sahibinin rızasına ulaşmaktan başka bir
arzusu olmadı.
2- Ben onun mazisini şimdi hatırlıyorum ve kesin inanıyorum ki Allah katında terazide halkın eni iyi
görevini yerine getirenin o olduğu anlaşılacak.
Buhari bu adamdan yani Ali a.s-ın katili için şiirler yazan, Ali a.s-ın kafir olduğuna inanan şahıstan aldığı
hadis şudur:
‫ عائ قة عن ال خري ر حدق ي مح قن نب ب قار حذث نا ق ث ضان ب ن عمر حذق ا ع لي ب ن ال ئ بازل ي عن‬،‫ت ن حطان ق ال ب طأل ث‬
‫ف قال ث ائء ع باسءاب ن ق بخة ق ال ق نأل بة ف ئال طل اب ن عمر ق ال اب ن ف قأل ث ن ح يى ب ن أب ي هؤي ر عن جدت زاق‬
‫ أ ال خ الق ل ة ب ي اآلب زؤ عمر ف قال أج برن ي أب و خ نمر ي ن•* ي عمر ب ن ال خ ئاب أن اث قب م ن ثى‬،‫ب ي األئ ت يا من‬
‫اق ع ل يه زن لم الق ئ؛غاإ ؤل ؤ سرء ال خري ر‬
‫ق ث ئث صذق ز ضا زب ك أب و خ نمب ظى زب ثول ص لى ان قث عل لي |غ لم''و‬
...Bize Ali b. Mübarek, Yahya b. Ebi Kesir’den tahdis etti ki, İmran b. Hittan şöyle demiştir: Ben Aişe’ye
ipekten sordum. Aişe: “İbn Abbas’a git, ona sor” dedi...
(Buhari, “es-Sahih”, Libas kitabı, 25-ci bab, hadis 5497)
Nesaî kendi Sahih'inde,İmam Hüseyin'in (a.s) katili Ömer b. Sad'dan rivayet almıştır.
Acaba neden ehlibeyt düşmanı olan bu şahısların rivayetleri alınmış da İmam Cafer Sadık'ın bir tek rivayeti
alınmamış? Oysa ehlisünnet fakihleri O'nun için şöyle demişlerdir:
İmam Malik bin Enes İmam Cafer Sadık hakkında şunları söylüyor:
“Cafer b.Muhammed(as)'in yanına bir süre gidip-geldim,bu müddet zarfında onu daima şu üç halden birinde
gördüm;Yanamazdaydı,yo oruçluydu ya da Kur'an tilavet etmekteydi.Bence ilim ve ibadette Cafer Sadık
b.Muhammed (as)'den daha faziletli birini kimse ne duymuş, ne de görmüş değildir.”(Tehzib-ut
Tehzib,c.2,s.1004)
“Ben bazen Cafer İbn-i Muhammed(as)'ın huzuruna çıkıyordum.O'nun üzerine oturup yaslandığı bir yeri
vardı,ısrarla beni oturduğu yere oturtuyordu,bana sevgi ve muhabbet gösteriyordu,ben onun bu
davranışından oldukça hoşnut oluyordum.”
“Abitlerin ve zahidlerin en büyüklerindendi o,yüce Allah korkusu onun kalbinde yer etmişti,Peygamber'in
hadislerini çok bilirdi,onun huzurunda olmak çok güzel ve çok faydalıydı.”
Hafız Askalani, Tehzib el-Tehzib adlı esrinde şunları söylüyor:
،'İmam Malik Emeviler zamanında İmam Cafer es-Sadık'tan hadis rivayet etmeye cesaret edemiyordu.
Ancak Emevi devleti yıkılıp Abbasi devleti kurulunca İmam Cafer'den iki rivayeti Muvatta'sına ilave
etmiştir. Fakat emniyeti sağlamak için konuyla ilgili diğer şahıslardan rivayetler eklemiştir.''[Tehzib el
Tehzib,Darus-sadr bas. c.3, s.103)
Ebu Hanife ,İmam Cafer Sadık'ın öğrencisiydi ve O'nun hakkında şöyle demiştir:
“Bu iki yıl olmasaydı Numan helak olurdu.”
‘Vallahi Cafer Sadık'dan daha fakih birisini görmedim”demiştir. [Tezkiretu'l Huffaz, Zehebi, c.1, s.166)
Ebû Cafer Mansur,bir defasında Cafer Sâdık'ın ilmi dirayetini tesbit etmek için Ebu Hanife'ye 40 adet
soru hazırlatıp,bir mecliste ona sordurur.Daha sonrasını Ebu Hanife şöyle anlatıyor:
“Ben hazırladığım soruları sormaya başladım.Ben soruyordum,o cevap veriyordu.Bu arada siz (Kufe Ekolü)
şöyle dersiniz,Medine ehli şöyle der,'Biz ise böyle deriz diyerek bütün ihtilafları naklediyor,bazen bizim
görüşümüzü benimsiyor,bazen de Medine ehlinin görüşlerini kabul ediyordu.Bazen de her iki ekole de
muhâlefet ediyordu.Kırk sorunun hepsini böyle bütün tafsilatıyla cevaplandırdı,bir tanesini bile cevapsız
bırakmadı.”
Ebu Hanife yukarıda arz edilen olayı naklettikten sonra Cafer Sâdık'ın ilmi gücünü belirterek,şunları
söyledi:
“Cafer Sâdık insanların en alim olanı,meseleler etrafındaki ihtilâfları en iyi bilendir.”
Hafız El Mızzi de şöyle bir olayı anlatıyor:
“Bir ara Hasan el Basri hadis rivayet ederken ravi sahabeyi atlayarak direk’Kale Resulullah’ yani
‘Resulullah şöyle buyurdu...’demiş.O sırada birisi ‘Ey Hasan sen tabiindensin, Resulullah’ı görmemişsin,
buna rağmen nasıl olur da rivayeti direk Resulullah’a dayandırıyorsun.’ demiş.Bunun üzerine Hasan el Basri
de şöyle cevap vermiş.Ben öyle bir zamanda yaşıyorum ki,Hz.Ali’nin ismini bile,dile getiremiyorum.Ben
’Kale Resulullah... dediğim zaman o rivayeti Hz.Ali’den aldığımı bilin”(El Feteva el Hadisiye,]hn-i Hacer el
Haytemi)
İmam Şafii ehlibeyt taraftarlarındandır.Ehl-i beyt'e olan sevgisi Necran kadılığı döneminde Abbasiler'i
ürkütmüş.Harun er-Reşid'e ;
-O diliyle,savaşçıların kılıçlarıyla yapamadığını yapıyor.
Sözleri ile şikayet edilmiş.Bu uğurda nice sıkıntılar çekmiştir.Ama o doğru bildiğinden şaşmamış ve bu
öncüleri hayatı pahasına da olsa seveceğini haykırmıştır.
İşte şiirleri;
PEYGAMBERİN AİLESİ
Vesiledir hayra peygamberin ailesi
İhmal etmem esbâba tevessül etmeyi
Dilerim ki yarın verilir
Onların hatırına
Sağ elime alırım defterimi
(el-Beyhaki,Menâkıbu'ş-ŞafiI c.2,s691)
EHL-İ BEYT SEVGİSİ Fırat'ın çırpınan dalgaları gibi coşkun Akarken seher vakti hacılar Mina'ya Dur ey
süvari Mina'nın çakıllığında Seslen,duran ve oturanlara dağın eteklerinde Muhammed Ehli'ni sevmek,
Râfızilikse eğer
İnsanlar ve cinler şahit olsun
Râfıziyim ben de.
(el-Beyhaki,Menâkıbu'ş-ŞafiÎ c.2,s.71/Fehreddin er-Râzi, Menâkıbu'ş-ŞafiÎ,s.51/İbn Asâkir,Târih,c.4,s.401)
RÂFİZÎLEŞMEK Râfızileştin dedilir,asla!
Râfızilik ne itikadım,ne de dinimdir Olsa olsa hayırlı bir imamı ve mürşidi Şeksiz dost edinmişimdir.
Veli'yi sevmek RâfızilİKSE Bütün kullar bilsin ki Râfıziyimdir.
[Abdulmu'min eş-Şeblencî Nûru'l Ebsâr,s.216/Husnî Nâisa,Şi'ru'l-Fukahâ,s.9)
EHL-İ BEYT'İ SEVMEK FARZDIR Ey Resûllah'ın Ehl-i Beyti İndirdiği Kuran'da Allah Farz kıldı
sevginizi(Ahzab Sur.33)
Yeter şeref olarak size,böyle övünç bulunmaz Size salat getirmeyenin Namazı olmaz
(Neseî,Sünen,Kitabu's-Sehv,Bâb 49)
ALİ,TORUNLARI VE FÂTIMA Bir mecliste söz ettiysek ne zaman Ali'den,iki torundan Ve temiz
Fâtıma'dan Şöyle denilir;
“Bunları geçin efendiler Busözler Râfizilerindir.”
Muheymin'e sığınırım[Her şeye hükmeden,yöneten)
Fâtıma sevgisini Râfizilik sayan Böylesi insanlardan
(el-Kundûzî el-Hanefi,Yenâbîu'lMevedde,s.356/Abdulmu'min eş-Şeblenci,Nûru'lEbsâr,s.127)
،'İnsanların sapıklık deryasında gark olduklarını görünce,
Bismillah diyerek kurtuluş gemileri olan Ehl-i Beyt'e sarıldım.
Hablullah olan Ehl-i Beytin dostluğuna, emr olunduğumuz için temessük ettim.
Hadisler beyan ettiği gibi din yetmiş üç fırkaya bölündüğünde,
Onlardan sadece biri hak üzere idi.
Söyle bana ey akıl ve ilim sahibi!
Acaba Âl-i Muhammed batıl fırkaların içinde midir? Yoksa kurtuluşa eren fırkanın içinde midir?
Eğer kurtuluşa eren fırkanın içindedir dersen, sözümüz birdir.
Ama eğer batıl fırkanın içindedir dersen, adaletten sapmışsındır.
Kavmin efendisi onlardan ise, ben de onlara razı oldum.
Allah onların gölgesini [üzerimden) eksik etmesin.
Ben Ali ve evlatlarının imametine razı oldum.
Sen de hakikatin ortaya çıkacağı güne dek batıl fırkalarda baki kalanlarla ol.
[ Allame Fazıl Acili de bu şiiri “Zahiret'ul- Meal”da nakletmiştir)
Resulullah [s.a.a)'in şöyle buyurduğunu nakletmişlerdir:
“Şüphesiz ki Ehl-i Beyt'imin sizin aranızdaki misali [konumu), Nuh'un gemisinin misali [konumu) gibidir.
Kim ona bindiyse kurtuldu,kim de ondan uzaklaştıysa helak oldu.”[Sefine Hadisi)
[Müslim bin Haccac “Sahih”de, [Sahih-i Müslim), Ahmed bin Hanbel “Müsned”de, Hafız Ebu Naim
İsfehani “Hilye” de, İbn-i Abdulbirr “İstîab”da, Ebubekir Hatib-i Bağdad-i “Tarih-i Bağdadi”de,
Muhammed bin Talha Şafii “Metalib'us- Süul”da, İbn-i Esir “Nihaye”de, Sibt bin Cevzi “Tezkire” de, İbn-i
Sabbağ Maliki “Fusul'ul-Muhimme”de, Allame Nuruddin Semhudi “Tarih'ul-Medine”de, Seyyid Mümin
Şeblenci “Nur'ul- Ebsar”da, İmam Fahr-u Razi “Mefatih'ul-Gayb” tefsirinde,Celaluddin Süyuti “Dürr'ülMensur”da, İmam Sa'lebi “Keşf'ul- Beyan” tefsirinde, Taberani “Evset”te, Hakim “Müstedrek”in c. 3,
s.151'inde, Süleyman Belhi el-Hanefi “Yenabi'ul-Mevedde”nin 4. babında, Mir Seyyid Ali Hemedani
“Meveddet'ul- Kurba”nın ikinci Mevedde'sinde, İbn-i Hacer-i Mekki “Savaik”te, Taberi Tefsir ve Tarihinde,
Muhammed bin Yusuf Genci “Kifayet'üt- Talib”in yüzüncü babanın 233. Sayfasında...) Bu hadisi birçok
büyük alimleriniz tevatür haddinde nakletmiştir.
Ellerimizi vicdanımıza koyarsak,şimdi var olan ehlisünnet hadis mecmualarında ehlibeytten gerektiği kadar
istifade edilmediğinin güneş gibi açık olduğunu itiraf ederiz
Veiâ-i muhabbet(sevgi veiâst) bütün islâmi ftrkaiara hastır
MUTAHHARİ:
Acaba,velâ-i muhabbet[sevgi velâsı) Şiîlere mi hastır,yoksa diğer İslâmi fırkalar da ona inanıyorlar mı?
Cevapta şunu demek gerekmektedir ki, sevgi velâsı Şia'ya has olmayıp,diğer Müslüman fırkalar da ona
önem vermektedirler.Ehl-i Sünnet'in dört imamından biri olan İmâm Şafi'î meşhur şiirinde şöyle diyor:
“Ey süvâri!Hacılar,coşup taşan ve dalgalanan Fırat nehri gibi büyük bir toplulukla Mina'ya hareket ettiği
zaman,
Minâ'nın çakıl taşlı toprağında dur.Seher vakti Mina'nın tepesinde durana ve hareket edene feryat et.
Eğer,Al-i Muhammed'i sevmek Râfizîlik ise,ohalde,cin ve insanlar şahid olsunlar ki,ben Râfizîyim.”
Yine,İmam Şâfi'î şöyle diyor:
“Ey Resûlün Ehl-i Beyt'i,sizi sevmek Allâh'tan bir farzdır. Allâh bu farzı Kur'an'da indirmiştir.Büyük bir
iftihâr olarak bu size yeter.Size selâm vermek,duâ etmek namazların bir parçasıdır.Size salât etmeyenin
namazı batıldır.”
İmam Şâfi'î ayrıca şöyle diyor:
“İnsanları gördüm ki,yolları[mezhepleri)onları sapıklık ve cehalet denizlerine atmıştır.
Allâh'ın Kurtuluş Gemileri'ne bindim.O'Kurtuluş Gemileri' ise,Peygamberin sonuncusu Mustafâ'nın Ehl-i
beytidir.
Bize emredildiği gibi Allâh'ın ipine tutundum.O ip ise,Ehl-i Beyt'i sevmektir.”(El-Künâ ve'lElkâb,Muhaddis Kûmî)
Hilafet konusunda,Şîa ile mücadelede bulunan Zamahşerî ve Fahru'r-Râzî'nin,vela-i muhabbet konusunda
bir rivâyetleri vardır. Fahru'r-Râzî'nin Zamahşerî'den naklettiğine
göre,Hz.Peygamber[s.a.v)şöyle buyuruyor:
“Al-i Muhammed sevgisi üzere ölen,şehid olarak ölmüştür.Dikkat edin,âl-i Muhammed sevgisi üzere ölen
bağışlanmış olarak ölmüştür.Dikkat edin,Muhammed âlinin sevgisi üzere ölen mü'min olarak ve îmân-ı
kâmil ile ölmüştür.”[ Et-Tefsîru'l-Kebîr,Fahru'r-Râzî,c.27,s.166;El Keşşâf,
Zemahşerî,c.4,Şûrâ Sûresi 32.âyetinin açıklaması)
Ve şöyle diyor:
“Ey Allâh'ım!Eğer,senin vuslatına nail olamazsam,ömrüm zayi' ve batıl geçmiştir.Şimdi elimde,bir şeyin
dışında,başka hiçbir şeyim yok.O da Kusay'ın çocuklarından gönderilmiş olan Peygamberin itretinin
velâsına bağlanmış olduğum bağdır.”
Burada velâdan maksadın,daha yüce bir anlam olması mümkündür. Fakat,şairin muhabbet velâsını[velâ-i
muhabbet)söylediği açıktır.
Molla Abdurrahman Câmî- Kâdî Nurullah onun hakkında şöyle diyor:İki tane Abdurrahman,Ali'ye
eziyet etmiş ve O'nu incitmiştir.Birisi,Abdurrahman bin Mülcem Murâdî,diğeri ise Abdurrahman Câmî'dir.Farazdak'ın,İmâm Seccâd'ı[A) metheden meşhur kasidesini nazım halinde Farsçaya çevirmiştir:
“Şöyle diyorlar:Şöyle bir rüya nakletmiş;Farazdak'ın ölümünden sonra onhu rüya aleminde,'Allâh sana ne
yaptı?'diye sordular.Şöyle cevap verdi:'Allâh,beni Ali bin Hüseyin'i methetmek için söylediğim bu kaside
yüzünden afetti.” Abdurrahman Câmî'nin kendisi şöyle ilave ediyor:
”Allâh,bütün insanları bu kasidenin hatırına afetse şaşırtıcı olmaz.”
Câmî,Farazdak'ı hapsedip ona işkence eden Hişam bin Abdulmelik hakkında şöyle diyor:
“Eğer,doğru gören gözlü olsaydı,doğru iş yapar ve dininde doğru olurdu.
Adaletsiz olmazdı,zulüm de etmezdi.Yerine,ona kaftanını verirdi.”[Silsiletü'z-Zeheb)
Dolayısıyla,vela-i muhabbet meselesinde,Şîa ile Ehl-i Sünnet arasında ihtilaf yoktur,yalnız Ehl-i Beyt'e
buğzeden, İslâm câmiasından atılıp kovulan ve kâfirler gibi necâsete mahkum olan Nasıbîler [
Nasıbîler,Hz.Ali ve Ehl-i Beyt'e düşmanlık eden bir fırkadır) hariç.Elhamdülillah,içinde bulunduğumuz
çağda yeryüzü onların pisliğinden arınmıştır.Fakat,parmakla sayılabilecek kadar az
müntesibiörülüyor ki,bazı kitaplar yazıyorlar.HEPSİNİN AMACI VE
ÇABASI,MÜSLÜMANLAR ARASINDAKİ AYRILIĞI ARTIRMA NOKTASINDA
birleşiyor.bizimkilerden birkaç kişinin
YAPTIĞI GİBİ.İŞTE BU ONLARIN ASALET TAŞIMADIKLARININ VE TIPKI BİZİMKİLER
GİBİ,SÖMÜRÜNÜN PİS aleti OLDUKLARININ EN iyi DELİLİDİR.
Zamahşerî ve Fahru'r-Râzî,yukarıda geçen rivayetlerin zeylinde Resûl-i Ekrem'den(s.a.v.) naklettiklerine
göre,Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
“Dikkat edin!Kim Muhammed ehline buğzederek ölürse,kafir olarak ölür.Dikkat edin!Kim Muhammed
ehline buğzederek ölürse cennetin kokusunu koklamayacaktır.”
İmam Sâdık(as) şöyle buyuruyor:
“Şüphesiz Allâh Tebâreke ve Teâlâ köpekten daha necîs bir mahluk yaratmadı.Kuşkusuz biz Ehl-i Beyt'e
buğzeden ve düşman olan köpekten daha necistir.”
(Kaynak:Altı Makale s.151-152-153-154)
Ehlibeyt'e alimlerine göre Ehl-i Sünnet fakihleri güvenilir mi?
Ehli beyt alimleri ehl-i sünnet fakihleriyle iftihar etmektedirlerEhl-i sünnet fakihleri tarih boyunca hep
haktan yana olmuş, ehlibeyte saygıda kusur etmemiş ve ehlibeyt alimlerine tüm tehlikeleri göze alarak
destek vermişlerdir. Muhammedi Sunniliğin temsilcileri olan bu fakihlerin tarihe iz bırakan örnek duruşları
bizi onurlandırmaktadır.Örneğin:
1)Ali Şeriati, İslam Ekonomisi'nde Tarih-i Belh'te geçen bir rivayeti aktarır ve Ahmed b. Hanbel'in bu
duruşunu överek zikreder.
Ahmed b. Hanbel'in oğlu Salih, Âbbasî döneminde bir yıl Belh'te Kadılık yapmış, daha sonra istifa etmiştir.
İmamın oğluna karşı tutumu, bugün muktedirlerin sofrasına oturanları mahkûm eden cinstendir. Tarih-i
Belh'te şu bilgilere rastlıyoruz: "Salih o kadar fakih, zahid ve
Kadılıkta ustaydı ki, geceleri evinin kapısını açık bırakarak uyurdu. Bunu, zulme uğramış birisi gece yarısı
muhtaç olursa gelebilsin diye yapardı. Ancak istifa etti ve Kadılık yapmaktan tevbe etti. Ahmed b. Hanbel'in
evinde ekmek pişirilmişti. Ahmed sordu: 'Bu ekmek nasıl yapıldı?' Onlar 'Salih'in evinden hamur mayası
alınarak yapıldı' dediler. Bunun üzerine Ahmed, 'Salih geçen yıl İsfahan Kadısı değil miydi?' dedi ve ekledi,
'Bırakın, o ekmeği yemeyin!' Dediler ki, 'Bir zamanlar İsfahan Kadısı olmuşsa ne olur, şimdi Kadı değil ya.'
Ahmed şöyle dedi: 'Ekmeğin hamur mayası oğlumun evinden alınmış ise, o, bir zamanlar Kadı'ydı.' 'Ne
yapalım?' dediler. Dedi ki, 'Saklayın, bir dilenci gelince ona verin. Ama ona hamur mayasının Salih'in
evinden olduğunu söyleyin.' Ekmek evde kırk gün durdu ve bozuldu. Belh'te hiçbir dilenci istekte
bulunmadı. Bir müddet sonra Ahmed tekrar sordu: 'Ekmeği ne yaptınız?' Dediler ki, 'Dicle'ye attık.' Ahmed
b. Hanbel o günden itibaren ömrünün sonuna kadar Dicle'nin balığını yemedi." (Ali Şeriati, İslam
Ekonomis‫؛‬, Dünya Yay., s. 62-63)
2) Ebu Hanife Emevî idaresine karşı Zeyd b. Ali'nin kıyamına destek oldu ve onu mali açıdan destekledi.
Zeyd b. Ali'nin savaşını Bedir günü Hz. Peygamber'in müşriklerle savaşına benzeten Ebu Hanife, onun
yenilişine ve kendisiyle birlikte oğullarının şehid edilişine tanık oldu. Zeyd b. Ali'nin mağlubiyetinden sonra
sözlü muhalefetini daha da sertleştirdi ve Emevî idaresinin teklif ettiği görevi reddetti. Vali İbn-i Hubeyre
tarafından teklif edilen görevi reddettiği için Ebu Hanife tehditlere maruz kaldı. Kendisini ikna etmeye
çalışan ulemâya verdiği cevap meşhurdur:
"O adam benden Vasıt Mescidi'nin kapılarını saymamı dahi isteseydi yine kabul etmezdim. Nasıl olur da
benden boynu vurulacak bir adamın yazısını imzalamamı istiyor? Allah'a yemin olsun ki, bu işe ebediyen
girmeyeceğim!"
( Muhammed Ebu Zehra , Mezhepler Tarihi, Çev: Sıbgatullah Kaya, Anka Yay., s. 362)
İkna edilemeyen İmam, günlerce hapsedildi ve dövüldü. İbn-i Hubeyre, hapiste kaldığı süre içerisinde
kararından döndürülemeyen Ebu Hanife'yi sonunda serbest bırakmak zorunda kaldı. İmam, serbest
bırakılmasının ardından Hicaz'a gitti ve Abbasîler idareyi ele geçirinceye kadar orada kaldı.
Başlangıçta biat eden Ebu Hanife, Abbasî idaresinin bir müddet sonra Ali oğullarına zulmetmeye başlaması
üzerine yeniden muhalefet bayrağını açtı. İmam, Irak'ta açıkça Muhammed Nefsu'z-Zekiyye'nin kardeşi
İbrahim'e yardım edilmesi gerektiğini, bunun vacip olduğunu söylüyordu. Hatta El-Mansur'un
komutanlarından bazılarını İbrahim'le savaşmaktan caydırmıştır. Yaşanan bir dizi olaydan sonra Emevî
idaresi gibi Abbasî idaresi de Ebu Hanife'nin fetvalarını takibe aldı ve onu göz hapsinde tuttu. El-Mansur'un
kurnazca bir plan yaparak görevi kabul etmeyeceğini bile bile Ebu Hanife'ye Kadılık teklif etmesi İmam için
sonun başlangıcıydı. El-Mansur'un ısrarı karşısında direnen İmam'ın verdiği cevap ibret vericidir: "Kadılık
teklifine karşılık beni Fırat'ta boğmakla tehdit etsen, boğulmayı tercih ederim!"
( Muhammed Ebu Zehra, a.g.e, s. 366; E!-Hat‫؛‬bu'l-Bağdadî, Tarih-u Bağdad, 13/32‫)و‬
Bunun üzerine El-Mansur, en azından hükümleri inceleyip isabetli olanları onaylamasını, isabetli
olmayanları ise iptal etmesini istedi, ancak Ebu Hanife bunu da reddetti. Böylece İmam'a zindanın yolu
görünmüş oluyordu. Ebu Hanife'nin zindanda işkence gördüğü konusunda ihtilaf yoktur. Ancak zindan da
işkence altındayken mi, yoksa salıverilmesinden kısa bir süre sonra mı öldüğü konusunda çeşitli rivayetler
mevcuttur. Onun vasiyeti de başlı başına bir mesaj niteliğindedir:
"Beni Halife'nin gasp ettiği ileri sürülen bir toprağa gömmeyin!"( Muhammed Ebu Zehra, a.g.e, s. 366)
3)Necran Valisi, Harun Reşid'e yazdığı mektupta şunları söyler:
"Alevîlerden dokuz bin kişi harekete geçti. Ben bunların ayaklanmalarından korkuyorum. Ayrıca burada
Muttalib soyundan gelen eş-Şafiî'nin torunlarından bir adam var ki, benden ne emir dinliyor ne de yasak. Bir
savaşçının kılıcıyla yapamadığını o diliyle yapıyor." (Muhammed Ebu Zehra, a.g.e, s. 429)
Mutahhari şöyle diyor:
،'Şunu unutmayın, biz Şii olduğumuzdan dolayı şunu göz ardı etmemeli ve bu imamların Emevi ve Abbasi
halifelerinin oyuncağı olduğunu ve halifelerin her söylediklerini yerine getirdiklerini düşünmeyelim.
Kesinlikle böyle değildir.Onlar kendi yollarında azimli ve karalıydılar.Ebu Hanife'den cezaevinde Abbasi
hükümetinin meşru bir hükümet olduğuna dair fetva istiyorlardı.Fakat o kesinlikle böyle bir fetva vermeye
yanaşmıyordu.Ve halkın daha önce beni Hasan'a[Imam Hasan'ın çocukları) biat ettiğini, bu biat doğru
olduğundan Abbasilere yapılan biatin yanlış olduğunu söylüyordu.Çokça kırbaçlandı ama o kendisinden
istenilen fetvayı vermedi.Malik bin Enes de böyle.O da cezaevine atıldı,halifeler aleyhine verdiği fetvadan
vazgeçmesi için kırbaçlandı ama fetvasından vazgeçmedi.BUNLAR İSLAM'IN iftihar VE
ONURUDURLAR. Şunu da iyi biliniz ki İslam,halifelerin elinde oyuncak olacak insanlar yetiştirmez.''
[İslam ve Değişim kitabı, s.62)
Emevi halifesi Ömer b. Abdulaziz'i diğer hükümdarlardan,meliklerden ayırt eden,farklı kılan en belirgin
özellilerinden biri Âl-i Beyt'e olan sevgisidir.Nitekim O, daha halife olmadan Medine valisi iken, Hz. Ali'nin
(r.a.) kızı Fatıma huzuruna gelince, O'nu hususi bir karşılama ile iltifat etmiş ve şöyle demiştir:
"Yeüzünde bana sizden daha sevgili bir şey yoktur. Şüphesiz sizler [Ehl-i Beyt) bana, kendi Ehl-i
Beytimden daha sevgilisiniz.''dedi. (es-Savâ'ik, s.178,236 ;eş-Şifâ, s.435.)
Ömer b. Abdulaziz O'nu, Resulullahın sevdiği kimsenin kızı olduğundan dolayı seviyor, böylece onun
sünnetine de uyuyordu.Bir keresinde Ömer b. Abdulaziz :
‘'Eğer bana Ebû Bekir, Ömer ve Ali (r.a) bir iş için gelseler, Resulullah'a (s.a.a) yakınlığından dolayı ilk
önce Ali'nin işini bitirirdim.Yüksek bir yerden düşüp [parçalanmak) bana Onların işini Ali'nin işinden önce
görmekten daha hoş gelir'' demişti.O'nun, Resulullah'a (s.a.a) olan ilgisinden dolayı Âl-i Beyte sergilediği bu
tavırlar Hz. Peygambere ve nesline olan hürmet, tazim, ikram ve ihsanın örnekleridir. Çünkü ‘'kişi sevdiği
ile beraberdir'' (eş-Şifa, s.436; es-Sevâ'ik, s.178) hem de ‘'Yıldızlar sema ehli için emân olduğu gibi, Ehl-i
Beyt de Ümmet-i Muhammed için emândır.''(Feyz. Kadîr, VI, 297, 365)
Bir gün Hz. Hasan'ın oğlu Hasan'ı Müsennâ'nın Abdullah adlı oğlu, Ömer b. Abd‫؟‬laziz'in huzuruna girmişti.
Daha küçük yaşlardaydı. Ömer b. Abdulaziz hemen O'nu meclisine kabul etti ve güzel şekilde karşıladı.
Bunun üzerine Ümeyye soyundan olanlar O'nu kınadılar. O da onlara: ‘'Fatıma benden bir parçadır. O'nu
sevindiren beni sevindirir.'' hadis-i şerifini nakletti ve şöyle ilâve etti:
‘'Ben iyi biliyorum ki, eğer Hz.Fatıma [r.a) [şimdi) sağ olsaydı, oğluna yaptıklarıma sevinecekti.''
[es-Savâ'ik, s.178)
Bir keresinde yanına Hz.Hüseyin'in torunu Abdullah b. Hasan birihtiyacı için uğradı. Ömer b. Abdulaziz ,
Âli Beytten birinin kapısına gelip ihtiyaç arzetmesinden utanmış olacak ki, ona şöyle dedi:''Eğer bir
ihtiyacın olursa, bana haber gönder yerine getireyim, yahut bana bir kâğıt yaz. Çünkü ben, seni kapımda
görmekten dolayı Allah'tan haya ediyorum.''[es-Sevâ'ik, s.178)
Bir sohbettoplantısında, Ömer b. Abdulaziz'e sordular:
‘'Neden Ehlibeyt sülalesine yakınlık gösteriyorsun? Halife'nin cevabı şu oldu:
Babam, toplantılarda konuşurken Hz. Ali kelimesini söylerken dili tutulurdu.Ben de neden böyle oluyor
diye sorduğumda cevabı şu oldu.Oğlum bizim çevremizde olanlar, bizim kadar Ali hakkında bilgileri
olsaydı, çevremizde kimse kalmaz, bizi terk ederlerdi. Ali'nin evlatlarına giderlerdi.''
(el-İmamu's-Sadık ve'l-Mezahibu'l-Erbaa, Esat Haydar, c.1, s.119)
Allah’ın velilerinin makamı nasıldır?
Hak Dini Kuran Dili - Elmalılı Hamdi Yazır’ın Kaleminden:
Yunus suresi
62- Açın gözünüzü! Allah’ın dostları üzerine ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar.
63- Onlar ki, iman etmişler ve Allah'a karşı gelmekten sakınmışlardır.
64- Onlara dünya hayatında da, ahiret hayatında da müjdeler vardır. Allah’ın sözlerinde değişiklik yoktur.
İşte bu en büyük kurtuluştur.
62- İyi bil ki ‫ ء‬hakikaten Allah'ın velileri o Allah dostrı üzerlerine korku yoktur üstelik onlar mahzun da
olmazlar. Allah korkusu her korkuyu silmiş olduğu için başka korku kalmamıştır müjdeler vardır. İlerisi
daha güzel olduğu için de geçmişle ilgili hüzün yoktur. Evliyaullah ünvanı Allah'a dost olanlar Allah için
dost olanlar Allah için birbirlerine destek olanlar gibi mânâlara gelebilir. Velayet muhabbet dostluk yardım
ve vekaleten onun işine bakmak gibi anlamlar ifade eder. Bu ünvana kimlerin layık oldukları hakkında tefsir
âlimlerinin naklettikleri bazı rivayetler vardır. Senedleri Taberi'de yer almış olduğu üzere Saîd b.
Cübeyr'den rivayet olunmuştur ki Resulullah'a evliyaullahın kimler olduğu sorulmuş o da şöyle
buyurmuştur: "Onlar öyle kimselerdir ki görüldükleri zaman Allah zikrolunur yad olunur".[İbn-i Mace,
Zühd, 4) Başka bir rivayette ise "Görülüvermelerinden dolayı Allah hatırlanır".[Süyûti, ed-Dürrü'l-mensûr,
IV, 370) Yakınlarında bulunmak halleri duruş ve davranışları derhal Allah'ı hatırlatır. Ki. Abdullah b. Abbas
"semt ve hey'et"leri yerine "ihbat ve sekinet" yani duruşları ve yürüyüşleri şeklinde tefsir etmiştir. Bunların
dünya malına kazanç yollarına sevgi ve düşkünlükleri yoktur. Ancak Allah için Allah'da sevmek ile
birbirlerine sevgi ve dostluk gösterirler. [Ebu Davud, Sünnet, 2)"Allah uğrunda birbirini seven kimseler"
oldukları da rivayet olunmuştur.[Müslim, Birr, 38; Tirmizî, Zühd, 53; Dârimî, Rikak, 44; Muvatta, Şiir, 13;
Ahmed b. Hambel, II, 237, 328, 338, 370, 533, 535 III, 87, IV, 128, 386) Nitekim Ömer b. Hattap [r.a.]'tan
rivayet olunmuştur ‫ ءل كا‬Resulullah [s.a.v) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın kullarından bir takım insanlar vardır
kİ, enbiya değiller, şehldier de değiller, amma kıyamet gününde Allah katındaki makamlarından dolayı
onlara nebiler ve şehidler imrenerek bakacaklardır". "Bunlar kimler? Ve ne gibi hayırlı ameller
yapmışlardır? Bize bildir de biz de onlara sevgi ve yakınlık gösterelim, ya Resulallah!" dediler. Resulullah:
"Bunlar bir kavimdir ki,
aralarında ne akrabalık, ne de ticaret ve iş ilişkisi olmaksızın, Allah ruhu ile Allah'da sevişirler. Vallahi
yüzleri bir nur ve kendileri de nurdan birer minber üzerindedirler. İnsanlar korktukları zaman bunlar
korkmazlar, insanlar mahzun oldukları zaman bunlar hüzünlenmezler."(Hakim,el-Müstedrek, IV, 170.)
buyurdu, hemen bu âyeti okudu:
Ebu Hüreyre'den ve Ebu Malik Eş'ari'den de ayni meâlde rivayetler bulunmaktadır. Bu rivayetlerin her biri
bir başka özellikte tarif demek olduğundan, hepsinin toplam olarak anlamını içine alan geniş bir tarif ortaya
konmuştur: "Allah'a ibadet ve taatle sevgi gösterisinde bulunur, Allah da kendilerine keramet insan ederek
dostluğunu gösterir". Onlar işte böyle kimselerdir ki, bu âyette daha açık hir surette şöyle beyan ve tefsir
buyuruluyor:
63-Yani evliyaullah onlar ki, iman etmişlerdir ve ittika eder dururlar, tam hir iman ile İlâhî emirleri ve
hükümleri ifa ve icraya devam ederler. Kendilerinden
Allah rızasına aykırı bir hâl, bir durum sadır olmaması için dikkat ederler, her türlü haramdan ve şüpheli
şeylerden sakınırlar. İşte evliyaullahın hakiki tarifi budur. Birinci derecesi mümin cinsinden olmak, ikinci
derecesi de Allah korkusundan dolayı ittika hasletine sahip olmaktır ki, bunlar onların Allah'a
yönelmeleridir.
64- Dünya ve ahiret hayatında müjde onlarındır. Bu da onların özellikleridir ki, Allah'ın kendilerine karşılık
olarak teveccühü ve ikramıdır. İşte "evliyaullah’ın kerâmeti haktır." meselesinin temeli de budur. Allah'dan
başka dost ve veli tanımadıkları, Allah’a aykırı düşmekten korkup sakındıkları ve ondan başka hiçbir şeyden
çekinmedikleri, Allah da kendilerine dost olduğu için artık onlara ne korku vardır, ne de hüzün. Dünyada da
müjdelenmişler, ahirette de müjdelenmişlerdir. Bu cümleden olarak dünyada. "Muhakkak ki, "Rabbimiz
Allah'dır" deyip de sonra doğrulukta ve dürüstlükte devam edenler üzerine melekler şöyle diyerek inerler:
"Korkmayın, mahzun da olmayın, vaad olunduğunuz cennetle sevinin." [Fussilet 41/30). Ayrıca yine ahirette
"Size selâm olsun size, hoş geldiniz cennete, ebedi kalmak üzere buyurun girin içine." [Zümer, 39/73)
müjdesine mazhar olacaklar.
Allah’ın kelimelerinde tebdil yoktur. Yani Allah’ın bu vaadlerinde, bu müjdeli sözlerinde hiçbir değişme
olmayacaktır. Allah'ın sözünü değiştirecek, O'nun verilmiş hükmünü kararını uygulamadan kaldıracak
hiç bir kuvvet yoktur, olması ihtimali de mevcut değildir. Mesela: Allah'ın korkma, mahzun olma dediğini
korkutacak, mahzun edecek hiç bir güç ve geçerli engel yoktur. Allah da asla verdiği sözden dönmez,
verdiği sözü yerine getirir. Bundan dolayı "Allah, hiçbir kavmi, o kavim kendi kendini değiştirip
bozmadıkça değişikliğe uğratmaz." [Ra'd, 13/11] âyeti uyarınca, evliyaullah dahi kendilerindeki o velayet
hasletini, o iman ve ittikayı değiştirip bozmadıkça Allah Teâlâ'nın, bu dünya ve ahiret için verdiği sözü,
verdiği müjdeyi değiştirmesi ihtimali yoktur. Bunlar ebedi müjdelerdir. "İşte bu da büyük kurtuluşun
kendisidir."
Velilerin velisi Hz. Hüseyin'in kıyamını kimler ve niçin eleştiriyor?
Bu hususta küçük bir örnek olarak; "...Hazret-i Hüseyn'in Yezid'e karşı çıkışını hatalı ve galat olarak(?)
mütalaa eden.." İbn-i Haldun, bunu; '.. Sahabenin ekseriyetinin Yezid'in yanında yer alması ve bunların,
Yezid'e karşı ayaklanmanın gerektiği kanaatinde olmamaları" ile açıklamıştır. [Mukaddime [terc.)): 1/592)
İslam Tarihi'nin en canî zalimlerinden olan ve ünlü Haccac [İbn-i Yûsuf es-Sakafi) eliyle yüzbinlerce
mazlum, gerçek mü'minlerin ve İslamî şahsiyetlerin oluk oluk kanlarını akıtan Abdulmelik b. Mervan b.
Hakem ile alâkalı şu ifadeleri de gayet ibret-âmizdir:
"... Abdulmelik, 'adalet' bakımından insanların en büyüğü idi. İmam Malik'in, O'nun fiilini 'hüccet' sayması,
adaletini göstermeye fazlasıyla yeter.'..."
(Mukaddime: 1/593);...
İşte, tarihî İslamî inhirafın nirengi noktası!... Eshab, Tabiîn, Etbe-i Tabiîn.. diye isim yapmış zevatın,
bâhusus Ehl-i ilim ve fıkh’ın, her nevi söz-fiil-tarz ve tavırlarını Islamî nokta-i nazardan hüccet bilen ve
meşruiyet için tek ölçü bilen büyük halk kitleleri, hatta sıradan ilim adamları, böylece büyük bir inhiraf
içerisine girmiş, tağutî düzenleri ve onların yandaşlarını-tabilerini Fırka-i Naciye, muhaliflerini de Ehl-i
Bağy ve Fırak-i Dalle diye itham etmiştir...
Evet;.. Seyyid’üş-Şüheda ve Mazlum-u Kerbela olan Gül-ü Muhammedî'nin [as) ve yaranlarının mübarek
başları, Küfe’ye, İbn-i Ziyad’ın önüne atılırken, sarayda
bulunan Zeyd b. Erkam gibi ünlü bir sahabe, Kadı Şureyh diye nam yapmış bir alim vs... , müslüman
toplumun vicdanlarında meknuz bulunan gerçek imanın üzerine küller atılmasına, hak ve batıl'ın temyiz ve
tefrikinde şüphe ve evham bulutlarının oluşmasına sebep olmuş; aynı ruhî-psikolojik atmosfer, Şam’da,
Yezid’in yanı başında bulunan Enes b. Malik gibi.. hadim-i Nebî diye şöhret-şiar olmuş zevat vesilesiyle de
tekrarlanmıştır...
Ebu Hureyre gibi, Suffe ehlinden olan bir şahsiyetin, fitne-fesat ve nifak timsâli olan Mervan b. Hakem'in
Medine vali yardımcılığını yapması ve Emir'el-Mü'minin Hazret-i Ali'ye [as] karşı fiilî ve harbî tavır alışı,
İslam ümmetinin büyük bir kesimi nezdinde, hak ile batılın büyük ölçüde iltibas edilmesine, cephelerin tam
ters görülmesine sebep teşkil ederken, bu inhiraf akım gitgide kendisini fıkıh ekollerinde ve hadis
tedvinlerinde hatta hadislerin naklinde ve Kur'an-ı Kerim tefsirinde de hissettirmeye
başlamış, koca bir İslamî camiayı inhiraflara sürüklemiştir...
Muhaddislerin başvurduğu uzman durumunda bulunan İbn-i Şihab ez-Zühri gibi zevatın, Abdülmelik bin
Mervan gibi habislerin müşavirliğini deruhte etmesi, Ebu Yûsuf ve Muhammed bin Hasan eş-Şeybani gibi..
nice fıkıh üstadlarının, İmam Musa Kâzım'ı ve nice muttakî ulemayı zindanlarda çürüten Hârun Reşid'in
kadılık makamlarında bulunmaları ve onun ulûfeleriyle ğaniy olmaları, bir kısım fıkhî prensiplerini [Hiley-i
Şer'iyye adı altında) kezâ onun pratik hayatına göre vaz' etmeleri..vs.. vs... ,
İslam ümmetinin büyük çoğunluğunun, Kur'an-ı Kerim'in timsâli ve canlısı olan Ehl-i Beyt'in Öz
Muhammedî İslam mektebinden [büyük ölçüde) mahrum kalmalarını ve gerçek İslam'dan inhiraf etmelerini
intaç etmiştir...
Bu menfî ve münharif etkidir ki; başta İmam Buharî (Muhammed bin İsmail el-Buharî) olarak,
muhaddislerin büyük çoğunluğu tarafından Ehl-i Beyt, sürekli olarak gözardı edilmiş, hatta haricî-nâsıbîmürciî-mu’tezilî.. öncülerin hadis rivayetleri alınmış, İmam Ca'fer gibi.. bir hakikat güneşine itimad
edilmeyerek [Ali evladından olmasından dolayı, tarafgir olabilir[?) iddiasıyla..) tüm rivayetleri terk
edilmiştir. Fakat bu duyarlılıkları[?), diğer [bâ-husus Ehl-i Beyt muhalifi) fırkalar için asla söz konusu
olmamıştır...
Hazret-i Ali’ye bile gözlerini-kulaklarını-kalplerini kapayan bu zevat, kitaplarını; Amr bin As, Muaviye bin
Ebi Süfyan, Mervan bin Hakem, Seleme İbn Ekva, Muğire bin Şu'be, Muaviye bin Hadic (yahud, Hudeyc),
Vail bin Hucr, vb.. Ehl-i Beyt düşmanlığı yanında, İslamî takva ve ahlâktan da çok uzak oldukları, bir sürü
fiilleriyle şöhret bulmuş eşhâsın -güya- hadis rivayetleriyle doldurmuş, böylece; Öz Muhammedi İslam'dan
inhirafa ve İslam’ın ruhsuz bir şekilcilik olarak algılanmasına sebeb olmuşlardır. Ve hâkezâ !!!...
İbn-i Teymiyye :
‘'Hüseyin evinde otursaydı,meydana gelecek olan fesat elbette daha az olacaktı. Üstelik Hüseyin'in[r.a)
niyetinde olan iyiliği celp ve kötülüğü bertaraf etme arzusu, hiçbir fayda vermedi.Aksine Irak'a gitmekle ve
şehit edilmekle fitneler arttı.
Bütün bunlar gösteriyor ki, Resulullah[s.a.a)'in emrettiği gibi, zâlim idarecinin zulmüne karşı sabredip
onlarla savaşmamak hem dünya hem ahiret için hayırlıdır.
Bilerek veya yanılarak buna muhalefet edenin hareketinden fayda değil zarar gelir.
Resulullah bir fitnede çarpışan, idarecilere karşı gelen, onlara itaat etmeyen ve cemaatten ayrılan bir tek
kişiyi medhetmemiştir.''
İbn-i Teymiyye aşağıdaki hadisi de delil göstererek Yezidin tüm yaptığı kötülükleri perdeleyerek affedildiği
söylüyor. [haşa) Peygamberin işaretleri bu yöndeymiş.
Resulullah şöyle buyurmuştur:
‘'Konstantiniyye'ye [İstanbul) savaşaçacak ilk ordu affedilmiştir.
İbn-i Teymiyye, Konstantiniyye'yi fethetmek için ilk çıkan ordu, Muaviye'nin techiz edip başına oğlu
Yezid'i tayin ettiği ordudur,diyerek Yezid'i bu hadise binaen temize çıkarıyor.Çünkü onun nezdinde Yezid
ululemr, Hüseyin ise bir bağidir[haşa)!
Yine İbn-i Teymiyye:
‘'Yezid ve başkasının imam olması manası onun güçlü, ta'yin ve azle yetkili olması, cezaî müeyyideleri
tatbik etmesi,kafirlere karşı cihat edip ganimetleri bölüştürmesi denektir ki bu durum malûm ve mütevâtir
olup inkarı mümkün değildir.''
Bakalım Yezid kimlerle ve cihat etmiş:
Prof. İhsan Süreyya Sırma Emeviler dönemi kitabının 48-49. Sayfasında diyor ki:
‘'Yezid Şam'da bu melanetleri işlemeye devam ettiğinden [Kerbela olayı ve sonrası) Medineliler onu hal'
ettiklerini ilan ettiler ve onun Medine'deki valisi Osman b. Muhammed'i Medine'den çıkardılar.
Bunun üzerine Yezid tarafından Mervan ibnu'l Hakem'in Medine'deki evinde toplanarak durumu bir elçi ile
Yezid'e bildirdiler.(el- Kamil)
Yezid hemen Muslim b. Ukbe komutasında, on bin atlıyı (Ebu'l-Fida, Tarih ,I,192) Medine'ye gönderdi.
Ordu yola çıkmadan önce Yezid, komutanı olan Müslim'e şu emri verdi:
-Medinelilerle savaş!Şayet zafer elde edip, onları yenersen, üç gün milleti katledin, mallarından ne varsa
alın, her şeylerini talan edin ve onların Yezid'in kulları ve köleleri olduklarına dair onlardan biat alın.
Meddine'nin işini bitirince da Mekke üzerine yürü![ Ebu'l-Fida, Tarih ,I,192)
Yezid ordusu Medine'ye varınca, ordunun komutanı olan Muslim, Medinelileri Yezid'e kul-köle olmaya ve
bu konuda biat etmeye çağırdı.Medine'liler kabul etmeyince,Muslim savaş emri verdi ve Şam'dan gelen
askerler Müslümanları öldürmeye başladı.
Aralarında sahabenin de bulunduğu binlerce Müslüman katledildi.Ensar ve Muhacir'in ileri geleni ile
birlikte 10.000 müslüman öldürüldü Yezid adına...
Katliamdan sonra Yezid'in komutanı olan Muslim, Medine'yi yağmalamaları, canlarının istediğini
öldürmeleri ve kadınlardan istediklerine tecavüz etmeleri için askerlerine üç gün mühlet verdi. [ Ebu'l-Fida,
Tarih ,!,192]
Medine'nin altı üstüne getirildi. Yağmalanıyordu, peygamberin Medine'si...Müslümanların ulu'l emri[?)
Yezid adına,onun Müslüman[!) askerleri, sahabileri öldürüyor, evlerini talan ediyor, kızlarına tecavüz
ediyorlardı...
Ulu'l emr adına, sahabi kızları peşkeş çekildi, devletin askerlerine.Üstelik bu devletin adı İslam devleti;
başkanının sıfatı da müminlerin emiri [emiru'l müminin)'ydi.
Bin Müslüman kızının bekaretinikirletti.[Suyuti, Tarih'ul-Hulefa, s.209;İbn Kesir,el-Bidaye V!!!, 221)
Bütün bunlar Yezid'in saltanatının devamı içindi...Padişah başta kalsın, keyfini sürsün de ;dini ahkam
çiğnenmiş, Müslüman kızların bekaretine tecavüz edilmiş, Peygamber'in Medine'si yağmalanmış, önemli
değil!...
İşte: o gün bugüne kadar, Müslümanların İslam'ı yanlış anlamaya, Yezid ve bugüne değin,-çok azı
müstesna- onun halifelerine kul-köle olmalarına, her türlü melaneti yapsa bile ulu'l emr aleyhinde
konuşmayıp itaat etmelerine, ecdadın [?) saltanatı uğruna, İslam şura anlayışını katletmelerine sebep bu
zihniyettir.''
Hatib-i Harezmi “Menakıb” kitabında, Mir seyyid Ali Hemedani eş- Şafii “Meveddet'ul- Kurba”da , İmam
Ahmed bin Hanbel “Müsned”inde ve Süleyman-i Hanefi el-Belhi “Yenabi'ul- Meveddet”de [az bir
farklılıkla Resul-u Ekrem [s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyorlar:
“Bu iki oğlum [Hasan ve Hüseyin) dünyadan iki reyhandırlar. Yine bu iki oğlum ister [imamet işi için)
kıyam halinde olsunlar, isterse otursun [sussun)lar İmamdırlar.”
Kerbela vakasında sonra ümmet Yezid'e tavır almıştır.Bu kubangahların Allah'a sunulması ölü bedenlere
şok etkisi yapmış ve ümmet tekrar hayat bulmuştur.Medine'deki müminlerin baş kaldırışı da zaten bu
vakıadan sonra olmuştur.Bu olaya kadar Ibn-i Ziyadın hükümet binasına bulunan Zeyt b. Erkam kesin
tavırını şu olaydan sonra ortaya koymuştur:
Tarihin kaydettiğine göre, İbn-i Ziyad, İmam Hüseyin'in başını önüne koymuş ve elindeki ağaç parçasıyla
gözüne, burnuna ve ağzına dokunuyor ve şöyle diyordu:
"Ne kadar güzel dişleri var!"
Zeyd b. Erkam ağlayarak feryat etti ve şöyle dedi: "Elindeki ağaç parçasını Hüseyin'in dudak ve dişlerinin
üzerinden kaldır! Ben kendi gözlerimle Allah Resulü'nün bizzat kendi dudaklarını, onun dudakları ve
ağzının üzerine koyduğunu gördüm."
İbn-i Ziyad: "Eğer sen aklını yitirmiş yaşlı bir adam olmasaydın senin kafanı keserdim." Diye çıkıştı.
Ardından Zeyd b. Erkam kalkıp toplantıyı terk etti.
( Tarih-‫ ؛‬Taber‫؛‬, c.5, s.230)
Resul-u Ekrem (s.a.a)'in şöyle buyurduğunu naklediyorlar :
“Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridirler; babaları ise onlardan daha üstündür.” hadisidir.
Bu hadisi Hatib-i Harezm “Menakıb”da, Mir Seyyid Ali Hemedani “Meveddet'ul- Kurba”nın 8.
Meveddesinde, imam Ebu Abdurrahman Nesai “Hasais-i Alevi”de,
İbn-i Sabbağ el-Maliki “Fusul'ul- Mühimme”nin 159. sayfasında, Süleyman Belhi el-Hanefi “Yenabi'ulMevedde”nin 54. Babında Tirmizi, İbn-i Mace ve Ahmed bin Hanbel'den, Sibt bin Cevzi “Tezkire”nin 133.
sayfasında, imam Ahmed bin Hanbel “Müsned”de,
Tirmizi “Sünen”de, Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii “Kifayet'ut-Talib”in 97. babında
nakletmişlerdir. Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii “Kifayet'ut-Talib”in 97.babında bu hadisi
naklettikten sonra şöyle diyor: Hadis ilminin imamı Ebu'l- Kasım Taberani “Mu'cem'ul- Kebir”de İmam
Hasan [a.s)'ın hayatını anlatırken bu hadis-i şerifi nakleden ravilerin adlarını yazmıştır. Bu hadisi nakleden
sahabelerden bazılarının isimleri şunlardır:
“Emir'ul- Müminin Ali bin Ebi Talib, ikinci halife Ömer bin Hattab, Huzeyfe Yemani, Ebu Said Hodri,
Cabir bin Abdullah-i Ensari, Ebu Hureyre, Usame bin Zeyd ve Abdullah bin Ömer.”
Muhammed bin Yusuf-u Genci eş-Şafii daha sonra şöyle diyor:
“Resulullah [s.a.a)'in buyurduğu; “Hasan ve Hüseyin cennet gençlerinin efendileridirler; babaları ise
onlardan daha üstündür.”
hadisi “hasen” bir hadistir. Bu hadisin senetlerini birbirlerinin yanına koyduğumuzda, hadisin sahih bir hadis
olduğu ortaya çıkmakta Ebu Naim İsfehani “Hilye”de, İbn-i Asakir “Tarih-i Kebir”in 4. cildinin 206.
sayfasında, Hakim “Müstedrek”te, İbn-i Hacer-i Mekki “Savaik”in 82. sayfasında, kısacası Ehl-i Sünnet'in
büyük alimleri bu hadisin Resulullah [s.a.a)'in mübarek ağzından çıktığı konusunda ittifak içerisindeler.
Şura suresinin 23. ayeti; “De ki: Ben bu tebliğime karşılık sizden bir ücret istemiyorum; istediğim, ancak
yakınlarıma sevgidir. Ve kim güzel ve iyi bir iş yaparsa, onun güzelim mükafatını artırırız.”
Nazil olduğunda sahabeler şöyle dediler: “Ya Resulullah! Allah'ın, sevgisini üzerimize farz kıldığı
yakınların kimlerdir?”
Resulullah (s.a.a) cevaben: “Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin'dir.” buyurdular.
Bazı hadislerde de Resulullah [s.a.a)'in şöyle buyurduğu naklediliyor: “Ali, Fatıma ve onların iki
oğludur.”[Ehlibeyt kimdir bölümüne bakınız.)
Resulullah [s.a.a); “Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim.” buyurmasıyla, dinin Hüseyin vasıtası ile
hayat kazanacağına işaret etmektedir.
Hz. Hüseyin [a.s) canını İslam yolunda feda ederek, İslam'ın kökünü kazımak isteyen Emevilerin kökünü
kendi mazlumiyetiyle kazıdı.
Hz. Hüseyin savaşı kazanamayacağını bilmesine rağmen kendisini ve ailesini niçin tehlikeye attı?
Aslında Kur'an kendisini tehlikeye atanların, Yezid gibi bir fasıkla savaşmayan ve cihadı terk edenlerin
olduğunu belirtmektedir.Muhammedin dini yeryüzünden kaldırılma tehlikesi ile karşı karşıya iken hiçbirşey
yapmamak hem dinimiz hem de dünyamız için büyük bir tehlikedir.Bu durumda pasif kalmak,mücadele
etmemek kendi eliyle kendini tehlikeye atmak olur.İslam gemisi karaya vurduğunda Ehlibeyt ailesi
[kadın,çocuk,hasta ...) kendilerini feda ederek,kanlarıyla o gemiyi tekrar harekete geçirmesi cihadın en
büyüğüdür.Ve bu fedakarlık dünyada eşi az bulunur veya müstesna bir özveride bulumaktır.Tüm aile
fertlerini Allah yoluna bağışlamak,kurban vermek...Derin bir uykuya dalan ümmet ancak bu şok sayesinde
kendilerine gelebilerdi.Çünkü ümmet-i Muhammed uçurumun kenarındaydı.Kendilerine gelmediğinde,
uyanmadıklarında o zaman telafisi mümkün olmayan büyük tehlike meydana gelir ve islamın fatihası
okunmuş [Allah etmesin) olurdu.
Allah Yolunda İnfak Edin, Kendinizi Tehlikeye Atmayın (Bakara-195)
Elmalılı M.H.Yazır'ın ayeti izahı ise şöyle:
Bu âyetin gelişi ve nüzul sebebi, Allah yolunda harb ve çarpışmadan ve o uğurda mal harcamadan
kaçınmanın bir tehlike olduğunu hatırlatmak içindir. Tirmizi ve Ebu Davud'da da tahric olunduğu üzere
rivayet ediliyor ki: “Emeviler devrinde Abdurrahman b. Velid kumandasında bir İslâm ordusu, Kostantiniye
yani İstanbul şehrine gaza etmişti. Ebu Eyyub el-Ensarî hazretleri de bu askerler arasındaydı. Rumlar
şehrin surlarına arkalarını dayamışlardı. O sırada müslümanlardan bir zat, kaledeki düşman üzerine açıktan
hücum etmiş, bunu gören İslâm cemaati: ‘Bırak, bırak! Lâilahe illallah, kendi kendini tehlikeye atıyor.'
demişlerdi. Bunun üzerine Hz. Ebu Eyyûb el-Ensarî: ‘Ey müslümanlar! Bu âyet biz Ensar topluluğu
hakkında nazil oldu. O vakit ki Allah Peygamberine yardım etti ve olan İslâm'ı galibiyete mazhar kıldı. O
zaman biz artık mallarımızın başında durup onların ıslahı ile meşgul olalım mı? demiştik. Allah Teâlâ:
‘Allah yolunda sarfediniz. Kendi kendinizi ellerinizle tehlikeye bırakmayınız.' [Bakara, 2/195) âyetini
indirdi. Bundan dolayı kendini tehlikeye atmak, mallarımızın başında durup, onları ıslah ile uğraşmamız ve
cihadı terketmemizdir.' demiştir. Bunun üzerine hiç durmayıp Allah yolunda cihada girişmiş ve nihayet
şehid olup, İstanbul'da defnolunmuştur.”
Ebu Eyyub el-Ensarî böylece kendini tehlikeye atmanın, Allah yolunda cihadı terketmek demek olduğunu
ve âyetin bu hususta nazil olduğunu haber vermiştir. İbnü Abbas'tan, Huzeyfe'den, Hasen, Katâde, Mücâhid,
Dahhak'tan da böyle rivayet edilmiştir. Bera' b. Âzib ve Ubeyde es-Selmanî hazretlerinden, “Elleriyle
kendini tehlikeye atmak, günah işlemekle mağfiretten ümidi kesmek” demek olduğu da rivayet edilmiştir.
Bunun, infak karinesiyle: “Harcamada israf edip, yiyecek, içecek bulamayacak dereceye vararak telef
olmak” mânâsına olduğu da söylenmiş, "Düşmana tesir etmeyecek bir şekilde harbe atılmak" demek olduğu
da belirtilmiştir ki Ebu Eyyub'un itiraz ettiği ve nüzul sebebini söylediği cemaatin görüşü de bu idi.
“Sebebin özel oluşu, hükmün genel oluşuna engel olmayacağından” ve bu mânâların toplanmasında da
çelişki ve terslik bulunmadığından âyetin tamamına şamil olması da caizdir. Bunun için İmam Muhammed,
“Siyer-i Kebir”inde der ki: “Tek başına bir adam, bin kişiye hücum edecek olsa, eğer kurtulma veya
düşmanı kırma ve tesir etme ümidi varsa, sakınca yoktur. Kurtulma veya düşmanı kırma ümidi yoksa
mekruhtur. Çünkü müslümanlara bir faydası olmaksızın kendini ölüme atmış olur. Bunu yapacak olan kimse
ya kurtulmak veya müslümanlara bir faydası bulunmak ümidi olursa yapmalıdır. Kurtulma ve düşmanı
kırma ümidi olmadığı halde diğer müslümanlara cesaret versin ve böylece düşmanı tepelesinler diye misal
gösterilecek bir örnek olmak üzere yaparsa sakınca yoktur ”‫ب‬
Bu yasaklama sahihtir. Bundan dolayı dine veya müminlere hiçbir menfaati olmaksızın kendini öldürmek
uygun değildir. Fakat kendini öldürmede
dine ait bir menfaat varsa; o zaman da bunu yapmak, pek şerefli bir makam olur ki Cenab-ı Allah,
Resulullah'ın ashabını bununla övmüştür: “Allah, müminlerden canlarını ve mallarını kendilerine cennet
vermek üzere satın aldı. Onlar Allah yolunda savaşırlar da öldürürler ve öldürülürler." [Tevbe, 9/111). Yine:
“Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma. Bilakis on‫؛‬ar diridirler. Rableri yanında rızıklanırlar.” (Âl-i
İmrân, 3/169) buyurmuştur. Ebu Eyyûb el-Ensarî hazretleri de bu makamı göstermiştir. Bundan dolayı sırf
huzura düşkünlükte tehlike bulunduğu gibi, harp bakımından da tehlike bulunabilir. O da düşmana tesir icra
etmeyecek, boş yere bir müslümanı yok edecek olan husustur.
Müslümanlara faydası olmadığı gibi aksine zararı bilinirse, o zaman harbe atılmak ve kendini öldürmek hiç
caiz olmaz. Fakat insanlık gafleti, harbi, mutlak bir tehlike zannedebileceği için; bu âyet mal kazanacağız,
rahat edeceğiz diye dalıp, cihadı terketmenin tehlike olduğunu hatırlatma hususunda nâzil olmuş ve o şerefli
makamı göstermiştir.
Ehlibeyt İmamları Allah'ın rızasına nail olmak için kendilerini feda etmişlerdir.
Ehlibeyt İmamlarının hepsi,Allah rızası nail olmak için zamanın zalimine,tağutuna karşı mücadele edip
şehit olmuşlardır.Allah [cc) bu fedakar önderlerin, rehberlerin, serdengeçtilerin ve gerçek muvahhidlerin
davranışını kendi kitabında övmüştür.
Bakara-207 :
‘'İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder. Allah kullarına çok
şefkatlidir.''
207-Bununla beraber insanların, bütün bunlardan başka seçkin bir kısmı vardır. Şöyle ki: İnsanlardan bazısı
da vardır ki, Allah'ın rızasına ermek için ‫ اااااامم‬bile verir, yahut Allah rızası için dünyasını ve hatta canını bile
verir de kendini ebedî olarak satın alır. O bilir ki mülk kendisinin değil Allah’ındır. En üstün gaye mal değil,
Allah'ın rızasıdır. Allah rızası için ‫ اااااامم‬veren, kendini ebedî acılardan kurtarmış ve en büyük ticarete ermiş
olur. Bunlar, Allah'ın hâs [seçkin) kullarıdır. Din ve ibadet uğrunda sıkıntılara katlanırlar, Allah yolunda
harp ve cihad alanlarında canlarını ortaya atarlar veya öldürüleceğini de bilse iyiliği emredip, kötülükten
menederler. Bunların, bütün gözettikleri nokta, Allah rızasıdır. ¥aptıklarını Allah için yaparlar, istediklerini
Allah için isterler. Bunlar, kendilerini ne dünyaya, ne ahirete değil; ancak Allah’a satarlar ve Allah’ın
rızasını almakla da kendilerini Allah'tan başka bütün şeylerden ve nefs-i emmârelerinden [kötülüğü emreden
nefislerinden) satın almış âzâd etmiş olurlar. Bunlar "Ey Rabbimiz! Bize dünyada bir iyilik ahirette de bir
iyilik ver ve bizi ateş azabından koru!" [Bakara 2/201) diyenlerden daha mutludurlar. Nefs-i râdiye
[Allah'tan razı olan nefis) makamından da geçip nefs-1 merdıyyeye [Allah'ın kendisinden razı olduğu nefse)
ererler. Allah da kullarına çok şefkatlidir. Büyük şefkatinden dolayıdır ki onlara takvayı teklif ve tavsiye
etmektedir. Kulların kendi rızaları onları Allah'ın rızası kadar esirgemez. Kendi rızasını Allah'ın rızasında
kendi iradesini Allah'ın iradesinde fâni kılmış [yok etmiş) olanlar selamet ve saadetin en yüksek derecesine
ererler. Fakat şurası da unutulmamalıdır ki bazı insanlar şeytan! bir gururla kendi gönüllerinin eğilimlerini
sırf Allah'ın rızası zannederek taassub ve cahiliye gayreti ile Allah'ın şeriatının aksine hareket eder ve
kendilerini faydasız yere tehlikeye atarlar. Allah'ın emrettiği yerde ölmeyi istemez yasakladığı yerde
gönlünün zorlamasına uyarak intihar etmeye kalkışır. Bu iki durumu ayırd etmek için Resulullah'ın
ashabının hâlleri ile hâricîlerin hallerini karşılaştırmak yeterlidir. Meselenin ruhu sırf Allah rızası için
olmaktır ki bu da Allah'ın şeriatına bakarak hareketleri Allah'ın emirlerine uydurmakla olur. "Kendinizi
ellerinizle tehlikeye atmayınız." [Bakara/ 2/195) âyetine bak.
Bu âyetin nüzul sebebi hakkında üç rivayet vardır:
Birincisi: İbnü Abbas'tan Süheyb b. Sinanı Rûmî hazretleri hakkında indiği rivayet edilmiştir. Mekke
müşrikleri bu zatı tutmuşlar, dininden döndürmek için işkencelerle azab etmişlerdi. Suheyb, Mekkelilere
karşı: "Ben ihtiyar bir adamım, malım ve servetim de var. Benim sizden veya düşmanlarınızdan olmamın
size hiç zararı olmaz. Ben bir söz söyledim, ondan caymayı iyi görmem. Malımı ve servetimi size veririm,
dinimi sizden satın alırım." demişti, ©nlar da buna razı olmuşlar, salıvermişlerdi, ©radan kalkıp, Medine'ye
gelirken bu âyet inmişti. Medine'ye girerken Hz. Ebu Bekir rast gelmiş: "Alışverişin kârlı olsun ey Suheyb!"
demişti. O da: "Senin alışverişin de zarar etmesin." demiş, "O ne?" diye sorduğunda: "Allah Teâlâ, senin
hakkında bir âyet indirdi." deyip, bu âyeti okumuştu.
İkincisi: Bz. Ömer ve Ali'den iyiliği emredip,
kötülükten meneden bir zat hakkında inmiştir, diye rivayet edilmiştir.
Üçüncüsü: Hicret gecesi Resulullah'ın yatağında yatan Hz. Ali hakkında indiği rivayet
edilmiştir.(Kaynak:Hak Dini Kur'an Dil Tefsir)
Soru: İbn-i Teymiyye, bir kitabında Hz. Ali'in hicret gecesi Resulullah'ın yatağına yatması olayını
kastederek bunun bir fazilet olmadığını öne sürerek, zira diyor, Hz. Ali o gece kendisine bir şey
olmayacağını iki yoldan biliyordu:
1- Bunu Peygamber'in kendisinden duymuştu. Zira Peygamber [s.a.a) o gece Ali'ye şöyle demişti: “Ya Ali
bu gece benim yatağımda yatman icap ediyor. Onlar sana hiçbir şey edemeyeceklerdir.
2- Peygamber [s.a.a), yanındaki emanetlerin sahiplerine iade edilmesini, alacaklıların alacaklarının
ödenmesini Ali'nin üzerine bırakmıştı; dolayısıyla o da bundan kendisine bir şey olmayacağını anlamıştı.
Yoksa Peygamber bu işi ona değil, başka birisine bırakırdı.
Bu eleştiriyi nasıl yanıtlayabiliriz acaba?
Cevap: Bize göre İbn-i Teymiye bir fazileti inkar etmek isterken, farkında olmadan daha üstün bir fazileti
ispat etmiştir. Zira Ali'nin, Peygamber'in sözüne olan imanı, ya normal olan bir iman idi veyahut da çok
kuvvetli bir iman idi. Eğer imanı, normal bir iman idiyse, demek ki öldürüleceğine ihtimal verdiği halde
buna rıza göstermiştir; sağ ve salim kalacağını bilerek değil. Çünkü normal bir iman insana yakin getirmez;
normal bir imana sahip olan kişiler için [ki Ali [a.s) yüzde yüz bunlardan değildir) Peygamber'in sözünden
yakin hasıl olmaz; zahirde kabul etseler de kalpleri hiçbir zaman tam olarak mutmain olmaz. Yok eğer,
imanı, fevkalade kuvvetli bir iman idi de Peygamber'in sözünden, kendisine bir şey olmayacağına yakin
etmiştiyse, o zaman Ali için daha üstün bir fazilet ispat etmiş olur. Çünkü kişinin imanı, Peygamber'den
duyduğu şeye apaydın gün gibi yakin edecek bir derecede olursa, böyle bir iman hiçbir şeyle mukayese
edilmez. Böyle bir imana sahip olmanın neticesi olarak Peygamber ona: “Benim yatağımda yat; düşmanların
saldırısından sana hiçbir zarar gelmez” dediği zaman her hangi bir şüphe ve vesveseye kapılmadan mutmain
bir kalp ile gidip onun yerinde yatıyor. Böylece İbn-i Teymiye “Ali kendisine hiç bir şey olmayacağını
biliyordu; sadık ve musaddak olan Peygamber bunu ona haber vermişti” derken farkında olmadan Ali için
imanın en üstün derecesinden ibaret olan bu en büyük fazileti ispat etmiş bulunuyor.
Arıntılı Cevap:
Şimdi gelelim onun ortaya attığı delillerine. İbn-i Teymiye'nin birinci delilinin cevabında diyoruz ki: “Bir
kere ‘Sana hiçbir şey olmayacaktır, kötü bir durumla karşılaşmayacaksın' cümlesini büyük
tarihçilerden bir kısmı nakletmemiştir.[ Et-Tabakat'ın sahibi İbn-i Sa'd, El-Emta'nın yazarı Makrizi gibi
tarihçiler böyle bir şey
nakletmemişlerdir. ) Sadece İbn-i Esir(El-Kamil [İbn-i Esir), C.2, S.72. ) [ölümü H. 630) ve Taberi(Tarih-i
Taberi, C.2, S.99.) [ölümü H.310) mezkur cümleyi nakletmiştir. Zannımız o ki onların bu konudaki kaynağı
İbn-i Hişam Sire'sidir. [ Siret-u İbn-i Hişam, C.1, S.483.) Çünkü konuyu aynen onun gibi
anlatmışlardır. Hatta bu konudaki cümleleri de İbn-i Hişam'ın cümlelerinin aynısıdır.
Üstelik Şia alimleri, hadiseyi bu şekilde nakletmemişlerdir. Şeyh Muhammed b. Hasan et-Tusi, [Ölümü:
460) “El-Emali” adındaki kitabında hicret hadisesini geniş bir şekilde anlatmıştır. Mezkur cümleyi de az bir
değişiklikle nakletmiştir. Fakat hadisenin şekli Ehl-i Sünnet kitaplarındakinden farklıdır. Şeyh Tusi, açıkça
naklediyor ki: “Ali (a.s), “Leylet-ül Mebit”ten sonraki iki gecede, gece yarıları Hind. b. Ebi Hale ile beraber,
Resulullah'ın huzuruna vardı. O iki geceden birinde Peygamber (s.a.a) Ali'ye şöyle buyurdu: “Ya Ali bu
andan itibaren onlar sana bir şey yapamayacaklar.”
Bu cümle İbn-i Hişam, Taberi ve İbn-i Esir'in naklettiği cümlenin takriben aynısıdır. Ne var ki Şeyh Tusi'nin
nakline göre Peygamber (s.a.a) bu cümleyi ikinci veya üçüncü gece buyurmuştur, birinci gece değil.
Bir de bu konuda bizim için en iyi delil, Hz. Ali'nin kendi sözüdür. Ali (a.s) açıkça bu işini, hakikat uğruna
yaptığı bir fedakarlık olarak nitelendiriyor. Nitekim tercümesini aktaracağımız şiirlerinde Hz. Ali [a.s) bu
hakikati açıkça ortaya koymaktadır. Bu şiirler, “El-Füsul'ül-Mühimme” ve diğer bir çok kaynakta
naklolunmuştur.
O şiirden üç beytin tercümesi özetle şöyle: “Ben kendi canımı tehlikeye atarak yer yüzüne ayak basanların
en iyisini, Muhammed'i kurtardım. Müşrikler onu öldürmek için bir plan hazırlamışlardı; fakat Allah-u
Zülcelal onu, onların bu iğrenç hilesinden korumayı irade etmiştir. Ben her an düşmanın saldırmasını
beklediğim, ölüm ve esareti göz önüne aldığım bir halde onun yatağında sabahladım.”(El-Fusul-ül
Muhimme, S.48.)
Hz. Ali'nin bizzat kendisi her şeyi böyle açıkça beyan ettikten sonra artık İbn-i Hişam'ın sözünü -ki yanlış
olduğuna dair bir çok delilimiz vardır- kabul etmenin hiçbir anlamı kalmaz.
İbn-i Hişam, İbn-i İshak'ın “Sire”sini özetlediğine göre, bu yanlışlık, büyük bir ihtimalle özetleme sırasında
vücuda gelmiştir. İbn-i Hişam, hadiseleri özetle nakletmek istediğine göre sadece o cümleyi nakletmiştir.
Cümlenin ne zaman denildiği onun için önemli olmadığı için de zamanını beyan etmemiştir. Sözümüzün
diğer bir delili de hem Ehl-i sünnet hem de Şia alimlerinden bir çoğunun naklettiği meşhur bir hadistir; hadis
şöyledir:
“Allah-u Teala “Leylet-ül Mebit”te Cebrail ve Mikail'e hitaben: “Ben sizin ikinizden birisi için ölümü,
diğeri için hayatı mukadder edersem, hanginiz gönüllü olarak ölümü seçer, hayatı ötekisine bırakırsınız?”
diye sordu. Hiç biri gönüllü olarak ölümü kabul etmeyince, Allah-u Teala: “Şu anda Ali, kendisi için
ölümü, Peygamber için de hayatı seçmiştir” buyurdu ve daha sonra onlara yeryüzüne inip Ali'yi korumayı
üstlenmelerini emretti.”[ Bihar-ül Envar, C.19, S.39, Gazali'nin İhya-ül Ulum'undan naklen.)
İbn-i Teymiye'nin ikinci deliline gelince... biz zannediyoruz ki, hicret hadisesinin devamı açıkça anlatılırsa
bu meselede hallolacaktır.
Hicret Hadisesinin Devamı:
Peygamber'in [s.a.a) müşriklerin elinden kurtulmasının ilk aşamaları, başarıyla gerçekleşti. Peygamber-i
Ekrem [s.a.a) gece yarısı, Sevr mağarasına sığınarak onların planlarını suya düşürdü. Peygamber [s.a.a) en
korkunç ve tehlikeli anlarda bile çok sakin ve mutmain idi.
Allah Resulü [s.a.a) üç gün mağarada kaldı. Bu üç gün içerisinde Şeyh Tusi'nin nakline göre Hz. Ali ve
Hind b. Ebi Hale, tarihçilerin bir çoğunun nakline göre de Ebu Bekir'in oğlu Abdullah ve çobanı Amir b.
Fuheyre, Resulullah'ın huzuruna varıyorlardı.
İbn-i Esir şöyle yazıyor kitabında: “Ebu Bekir'in oğlu, gündüz Kureyş'ten duyduklarını geceleyin
Resulullah'a ve babasına iletiyordu. Çobanı da koyunları mağaranın yakınlarına getiriyor, koyunların
sütünden onlara veriyordu.
Geceleyin Mekke'ye dönerken de Abdullah ayak izlerinin kaybolması için sürünün önünde yürüyordu.”[ ElKamil, C.2, S.73. )
Şeyh Tusi El-Emali kitabında şöyle yazıyor: “Leylet-ül Mebit”ten [Hz. Ali'nin Resulullah'ın yatağına yattığı
ilk geceden) sonraki gecelerin birinde Ali ve Hind b. Ebi Hale, Peygamber'in yanına gittikleri bir sırada
Allah Resulü [s.a.a) Hz. Ali'ye iki deve hazırlamasını emretti. Ebu Bekir: “Ben önceden ikimiz için de deve
hazırlamışım” dedi. Resulullah [s.a.a): “Ancak
develerin parasını alırsan, bu teklifi kabul ederim” buyurdu. Sonra Ali'ye develerin parasını ona ödemesini
emretti.
Resul-i Ekrem o gece Ali'ye bir de şunu buyurdu: “Yarın Mescid-ül Haram'da yüksek bir sesle ilan et ki:
“Kimin Muhammed'in yanında bir emaneti veya bir alacağı varsa, gelsin alsın.” Daha sonra Fatımalar [yani
kızı Hz. Fatıma, Hz. Ali'nin annesi Esed kızı Fatıma ve Zübeyr'in kızı Fatıma) hakkında bazı tavsiyelerde
bulunarak, onların ve Beni Haşim'den gönüllü olanların hicret etmeleri için gerekli hazırlıkları yapmasını
buyurdu.
İşte bu sırada İbn-i Teymiye'nin kendine delil olarak aldığı “Onlar bundan böyle, sana hiçbir şey
yapamazlar” sözünü buyurdu.
Gördüğünüz gibi Allah Resulü (s.a.a), Leylet-ül Mebi'ten sonraki gecelerde, kendisi mağaradan çıkmaya
hazırlandığı sırada bu cümleyi buyurmuştur.
Halebi, kendi Siyer kitabında, “Ali'nin Sevr mağarasında Peygamber'in huzuruna vardığı gecelerden birinde
Ali'ye buyurduğu sözlerden biri de emanetlerin sahiplerine verilmesi ve borçların ödenmesine dair idi “
dedikten sonra, Ed-Dürrül Mensur kitabının yazarı Suyuti'den naklen “Ali hicret gecesinden sonra da
Peygamber ile görüşüyordu” diye eklemiştir.[ Sire-i Halebi, C.2, S.37.)
Sözün kısası, Merhum Şeyh Tusi'nin muteber senetlerle emanetlerin sahiplerine verilmesi emrinin, Leylet-ül
Mebit'ten sonraki gecelerde sadır olduğunu ortaya koyan naklinden ve Halebinin, Suyuti'nin bunu destekler
mahiyetteki sözlerinden sonra, bu sahih rivayeti görmezlikten gelip boşu boşuna ve bir takım ihtimallerle
insanların zihnini bulandırmanın bir alemi olmadığını düşünüyoruz.
Zahirlerinden “Resulullah'ın Hz. Ali'ye yaptığı bütün tavsiyelerin Leylet-ül Mebit gecesinde yapıldığı
izlenimi çıkan Sünni rivayetlere gelince, bunu şöyle yorumlayabiliriz: “Bu tavsiyelerin edildiği zaman zarfı,
o yazarları ilgilendirmediğinden dolayı onlar, sözlerin söylendiği zaman zarfına değinmeden sadece sözlerin
kendisini nakletmişlerdir.
Allah'ın kitabında övdüğü,peygamberin onlara sımsıkı sarılın ki sapmayasınız dediği Ehlibeyt İmamlarının
davranışlarını yadırgamak [İ.Hüseyin ulu'l emr Yezid'e biat etmeliydi,yanlış yaptı,fitnelerin artmasına sebep
oldu[haşa) gibi.),faziletlerini düşürmeye çalışan bir insanın ise hiçte övülecek bir yanının olmayacağı
malumdur.
EHL-İ BEYT VE SEYYİDLER CEMAATİNİN, İSLÂM BİRLİĞİ'NİN TEŞEKKÜLÜNDEKİ VAZİFESİ
«Mehdi-i Âl-i Resul'ün temsil ettiği kudsî cemaatinin şahs-ı manevîsinin üç vazifesi var. Eğer çabuk
kıyamet kopmazsa ve beşer bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cem'iyeti ve seyyidler cemaati
yapacağını rahmet-i İlahiyeden bekliyoruz. Ve onun üç büyük vazifesi olacak:
Birincisi: Fen ve felsefenin tasallutuyla ve maddiyyun ve tabiiyyun taunu, beşer içine intişar etmesiyle, her
şeyden evvel felsefeyi ve maddiyyun fikrini tam susturacak bir tarzda imanı kurtarmaktır. Ehl-i imanı
dalaletten muhafaza etmek ve bu vazife hem dünya, hem herşeyi bırakmakla, çok zaman tedkikat ile
meşguliyeti iktiza ettiğinden, Hazret-i Mehdi'nin o vazifesini bizzât kendisi görmeğe vakit ve hal müsaade
edemez. Çünki hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) cihetindeki saltanatı, onun ile iştigale vakit bırakmıyor.
Herhalde o vazifeyi ondan evvel bir taife bir cihette görecek. O zât, o taifenin uzun tedkikatı ile
yazdıkları eseri kendine hazır bir proğram yapacak, onun ile o birinci vazifeyi tam yapmış olacak. Bu
vazifenin istinad ettiği kuvvet ve manevî ordusu, yalnız ihlas ve sadakat ve tesanüd sıfatlarına tam sahib
olan bir kısım şakirdlerdir. Ne kadar da az da olsalar, manen bir ordu kadar kuvvetli ve kıymetli sayılırlar.
İkinci Vazifesi: Hilafet-i Muhammediye (A.S.M.) ünvanı ile şeair-i İslâmiyeyi ihya etmektir. Âlem-i Islâmın
vahdetini nokta-i istinad edip beşeriyeti maddî ve manevî tehlikelerden ve gazab-ı İlahîden kurtarmaktır. Bu
vazifenin, nokta-i istinadı ve hâdimleri, milyonlarla efradı bulunan ordular lâzımdır.
Üçüncü Vazifesi: Inkılabat-ı zamaniye ile çok ahkâmı Kur’aniyenin zedelenmesiyle ve şeriat-ı
Muhammediyenin [A.S.M.) kanunları bir derece ta’tile uğramasıyla o zât, bütün ehl-i imanın manevî
yardımlarıyla ve ittihad-ı İslâmın muavenetiyle ve bütün ülema ve evliyanın ve bilhassa Âl-i Beyt'in
neslinden her asırd kuvvetli ve kesretli bulunan milyonlar fedakâr seyyidlerin iltihaklarıyla o vazife-i
uzmayı yapmağa çalışır.» [Emirdağ Lâhikası-l sh:266)
Peygamberimiz (A.S.M.) buyurur ki:
«"Size iki şey bırakıyorum. Onlara temessük etseniz, necat bulursunuz. Biri: Kitabullah, biri: Âl-i
Beytim." Çünki Sünnet-i Seniyenin menbaı ve muhafızı ve her cihetle iltizam etmesiyle mükellef olan Âl-i
Beyttir.
İşte bu sırra binaendir ki; Kitab ve Sünnete ittiba ünvanıyla bu hakikat-ı hadîsiye bildirilmiştir. Demek Âl-i
Beytten, vazife-i risaletçe muradı: Sünnet-i Seniyesidir. Sünnet-i Seniyeye ittibaı terkeden, hakikî Âl-i
Beytten olmadığı gibi, Âl-i Beyte hakikî dost da olamaz» [Lem'alar sh: 21)
«Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm, Âl-i İbrahim Aleyhisselâm gibi öyle bir vaziyet almış ki; umum
mübarek silsilelerin başında, umum aktar ve a'sarın mecma'larında o nuranî zâtlar kumandanlık ediyorlar.
(Haşiye) Ve öyle bir kesrettedirler ki; o kumandanların mecmu'u, muazzam bir ordu teşkil ediyorlar. Eğer
maddî şekle girse ve bir tesanüd ile bir fırka vaziyetini alsalar, İslâmiyet dinini milliyet-i mukaddese
hükmünde rabıta-i ittifak ve intibah yapsalar, hiçbir milletin ordusu onlara karşı dayanamaz! İşte o pek
kesretli o muktedir ordu, Âl-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm'dır ve Hazret-i Mehdi'nin en has
ordusudur.
Evet bugün tarih-i âlemde hiçbir nesil, şecere ile ve senedlerle ve an'ane ile birbirine muttasıl ve en yüksek
şeref ve âlî haseb ve asil neseb ile mümtaz hiçbir nesil yoktur ki, Âl-i Beyt'ten gelen seyyidler nesli kadar
kuvvetli ve ehemmiyetli bulunsun. Eski zamandan beri bütün ehl-i hakikatın fırkaları başında onlar ve ehl-i
kemalin namdar reisleri yine onlardır. Şimdi de, kemmiyeten milyonları geçen bir nesl-i mübarektir.
Mütenebbih ve kalbleri imanlı ve muhabbet-i Nebevî ile dolu ve cihandeğer şeref-i intisabıyla serfirazdırlar.
Böyle bir cemaat-ı azîme içindeki mukaddes kuvveti tehyic edecek ve uyandıracak hâdisat-ı azîme vücuda
geliyor. Elbette o kuvvet-i azîmedeki bir hamiyet-i âliye feveran edecek ve Hazret-i Mehdi başına geçip,
tarîk-ı hak ve hakikata sevkedecek. Böyle olmak ve böyle olmasını; bu kıştan sonra baharın gelmesi gibi,
âdetullahtan ve rahmet-i İlahiyeden bekleriz ve beklemekte haklıyız.» [Mektubat sh: 441)
Sahabe Kimdir?
ve tavsiyelerini can kulağıyla dinleyip yerine getiren ve îman ile vefât eden Mü’minlerdir.
Sahabeler özel anlamda 'Muhacirlerin ve Ensar'ın ilk öncüleri' ,genel anlamda 'Muhacirlerin ve Ensar'ın ilk
öncülerine iyilikte uyanlardır.Peygamberin , ‘Sahabilerimi bana bırakın, onlara ilişmeyin' dediği topluluğun
,Muhacirlerin ve Ensar'ın ilk öncüleri'dir.Ayetlerin tefsiri açık-net bir şekilde bu sonuca ulaşmamızı
sağlamaktadır.
Allah'ın ve peygamberin övdüğü sahabelerin kimler olduğu kuran ve hadisler ışığında inceleyelim:
1- ‘'İçinizden Mekke fethinden önce mal harcayanlar ve savaşanlar, daha sonra mal harcayanlar ve
savaşanlarla bir değildirler.
Onların derecesi daha sonra mal harcayıp savaşanların derecesinden daha üstündür. Bununla birlikte Allah
her iki gruba da en güzel ödülü vadetmiştir. Allah sizin neler yaptığınızı bilir.''(Hadid 10)
İslam inancı ağır baskılar altındayken, taraftarları az sayıdayken; ufukta çıkar, mevki ve servet belirtileri
yokken mal harcayanların ve savaşanların fedakârlıkları, güvenli günlere kavuşulduktan, yeni dinin
taraftarları çoğaldıktan; zafer, üstünlük ve başarı elle tutulur yakınlığa geldikten sonra mal harcayanların ve
savaşanların fedakârlıkları ile aynı değerde değildir. Birinci grubu oluşturan öncülerin fedakârlıklarında tek
etken doğrudan doğruya yüce Allah’a bağlılıktır. Bu fedakârlık her türlü kuşkudan yüzde yüz uzaktır.
Sadece Allah’a duyulan köklü güvenin ve bağlılığın eseridir. Her türlü dış beklentiden ve yakın vadeli
hesaptan tamamen uzaktır. İnanca bağlılıktan başka hiçbir dayanağı, hiçbir özendirici unsuru yoktur. Oysa
ikinci grubu oluşturan müslümanların yaptıkları fedakârlıkların yardımcı ve özendirici faktörleri vardır.
onlar da ilk gruptakiler kadar temiz niyetli ve içtenlikli olsalar bile aralarında bu açıdan büyük fark vardır.
Nitekim Imam-ı Ahmed’in Ahmed b. Abdülmelik, Zübeyr ve Humeyd Tavil kanalı ile verdiği bilgiye göre
sahabilerden Hz. Enes diyor ki: "Birgün Halid b. Velid ile Abdurrahman b. Avf arasında tartışma çıktı.
Tartışma sırasında Halid, Abdurrahman’a 'Eski günlerdeki hizmetlerinizi öne sürerek bize karşı üstünlük
taslıyorsunuz' dedi. Duyduğumuza göre bu söz Peygamberimizin kulağına varınca şöyle buyurdu:
"Sahabilerimi bana bırakın, onlara ilişmeyin. Nefsimi elinde tutan Allah adına yemin ederim ki, eğer siz
Uhud dağı -ya da dağlar- kadar altın harcasanız onların yaptıkları bağışların derecesine eremezsiniz." ( Bu
hadisten anlaşılıyor ki, Peygamberimizin kendilerine dil uzatılmasını sık sık yasakladığı "sahabilerinin" özel
bir anlamı vardır. Bu sahabiler işte o ' 'öncü" müslümanlardır. Çünkü Peygamberimiz çevresindekilere,
yakınında yer alanlara "benim sahabilerime ilişmeyin" dediğine göre bu sözü ile özel bir sahabi kesimini
kastettiği ortaya çıkıyor. Nitekim bir defasında Hz. Ebu Bekir'i kastederek "Benim dostuma, (sahabime)
ilişmeyin" buyurmuştu.)
Öte yandan Buharî'nin verdiği bilgiye göre Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"Sahabilerime dil uzatmayın. Nefsimi elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, içinizden biri Uhud dağı kadar
altını Allah yolunda harcasa onlardan birinin bir dirhemlik bağışının, hatta onun yarısının derecesine
eremez."
Bu iki grup müslüman mücahidin yüce Allah'ın terazisindeki değerleri belirlendikten sonra her iki gruba da
ödüllerin en güzelinin verileceği açıklanıyor.
"Bununla birlikte Allah her iki gruba da en güzel ödülü vadetmiştir." Çünkü aralarındaki derece farkına
rağmen her iki grup da iyi iş yapmıştır. Gerek bu iki grup arasındaki derece farklılığı ve gerekse her iki
gruba en güzel ödülün verilmesi, yüce Allah'ın onların durumlarını değerlendiren bilgisine, davranışlarının
arkasındaki niyetlerine ve amaçlarına ilişkin gözlemine ve yaptıkları işin içyüzünden haberdar oluşuna
dayanır.
"Allah sizin neler yaptığınızı iyi bilir."
Bu açıklama, görünen davranışların ardındaki gizli niyetler alemine dikkatleri çeken kalpleri uyarıcı bir
dokunuştur. Çünkü değerlerin dayanağı olan ve terazide ağırlık oluşturan temel faktör, davranışların
gerisindeki bu niyettir. [Fizilal-i Kuran Tefsiri)
2- ‘’Muhacirlerin ve Ensar'ın ilk öncüleri ile iyilikte onlara tam uyanlardan Allah hoşnut olduğu gibi onlar
da Allah'dan hoşnut olmuşlardır. Allah onlara altlarından nehirler akan ve içlerinde ebedi olarak kalacakları
cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş, büyük başarı budur.''(Tevbe 100)
Bu üç grubun -yani Muhacirler'in ve Ensar'ın öncüleri ile bu iki grubun duyarlı izleyicilerinin- oluşturduğu
zümre, bu surenin tanıtma sayısında belirttiğimiz gibi, Arap Yarımadası'nda, Mekke fethinden sonraki islâm
toplumunun sağlam zeminini, omurgasını meydana getiriyordu. Bu toplumu gerek zor anlarda, gerekse
bolluk ve rahat anlarında ayakta tutan, bu zümre idi. "Bolluk ve rahat anlarda" dedik. Çünkü çoğu zaman
bolluk ve rahat sınavından geçmek, zorluk sınavını aşmaktan daha zor ve daha tehlikelidir.
"Muhacirlerin öncüleri" bizim eğilimimize göre Bedir savaşından önce Medine’ye göçedenlerdir. "Ensar’ın
öncüleri" de Bedir savaşı öncesinde müslüman olanlardır. "İyilikte bu iki gruba tam uyanlar"a gelince,
Tebük savaşı öncesinin olaylarını konu edinen bu ayetin ana amacını gözönünde tutarsak, bu grubun önceki
iki grubu duyarlıkla izleyenlerden, onlar gibi iman ederek daha sonraki yıllarda onların verdikleri sınavları
aynı başarı ile geçenlerden ve böylece ilk iki örnek grubun iman düzeyine yükselenlerden oluşmuş
olmalıdır. Ger i ilk iki grubun "öncü olma" ayrıcalığı vardır. Çünkü onlar islâm toplumunun en sıkıntılı
dönemi olan Bedir savaşı öncesinin yükünü taşımışlardır.
Elimizdeki belgelerden öğrendiğimize göre, "öncü Muhacirler" ile, "önce Ensar"ın kimler olduğu konusunda
çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Kimi bilim adamlarına göre bunlar Bedir savaşından önce Medine’ye
göçedenler ile yine bu savaş öncesinde göçmenlere yardım ellerini uzatan Medineliler'dir. Kimi bilim
adamlarına göre bunlar islâm tarihinde "Rıdvan Biatı" adı ile anılan Peygamberimize bağlılık sözü verme
törenine katılanlardır. İslâm toplumunun oluşum aşamalarına ve bu toplumun iman katmanlarının
yapılanmasına ilişkin araştırmalarımıza dayanarak az yukarda tercih ettiğimizi belirttiğimiz görüşün
diğerlerine göre daha doğru olduğuna inanıyoruz. Doğrusunu bilen Allah'dır kuşkusuz.[Fizilal-i Kuran
Tefsiri)
3-"Andolsun o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, müminlerden razı olmuştur. Kalplerinde olanı
bilmiş onlara güven indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ile mükâfatlandırmıştır." [Fetih, 18) Bir ayeti
yorumlarken bir taraftan ayette bulunan karineler dikkate alınmalı, diğer taraftan yapılan yorumun kesin
kabullere ve akli ölçülere ters düşmemesine dikkat edilmelidir. Ehlisünnet ön kabulleri olan "Sahabenin
hepsinin istisnasız adil olduğu" görüşüne gerçi bazı ayetleri de delil olarak göstermektedirler. Ama maalesef
bu ayetleri yorumlarken hem ayetteki bazı karineleri görmezden geliyorlar, hem de bunların bir çok kesin
kabullere ve akli ölçülere ters düştüğüne dikkat etmiyorlar.Bu ayete dayanarak ağaç altında Allah Resulü'yle
biat eden her kesin Hakk'ın rızasına mahzar olduklarını iddia etmektedirler. Oysa eğer dikkat edilirse, ayetin
içindeki "mu'min" kavramı bunu yeteri kadar açıklamaktadır. Evet biz de gerçek anlamda mu'min olan ve bu
imanlarını sonuna kadar devam ettiren sahabeden razı olduğunu kabul ediyoruz. Aksi de düşünülemez zaten.
Ancak orada bulunup, hatta zahirde biat bile eden, ama batında bu sıfata [iman) sahip olmayan kimseleri
kapsaması ne şer'an ve ne de alken mümkün değildir. Tarihler bize nifakları hemen herkes tarafından bilinen
Abdullah İbn-i Ubeyy gibi bazıları da oradaydı ve zahirde biat bile ettiler! Oysa hiçbir insaf ve iz’an sahibi
olan, onların ayette zikredilen razı olunanlardan olduğunu söyleyemez.
Acaba sahabelerin hepsi cennetlik midir?Bu sorunun en iyi cevabını bizzat peygamber efendimiz
vermiştir.Ve kendinden sonra birçok sürçmelerin olacağını belirtmiştir.
Örneğin;
İbn-i Abbas (ra)'dan rivayet edilmiştir: "Resul-ü Ekrem [sav), aramızda öğüt vermek için ayağa kalktı ve;
'Ey insanlar! Siz muhakkak yalın ayak, Çıplak ve sünnetsiz olarak Allah'[ın huzurun)a toplanacaksınız! İlk
yaratılışa nasıl başladıksa, üzerimize va'd olarak, yine onu iade edeceğiz, hiç şüphesiz failler biziz! (Enbiya:
104) haberdar olun! Kıyamet günü insanların en önce giydirileni, Hz. İbrahim'dir. Haberiniz olsun!
Ümmetimden birçok kimseler yakalanarak sol taraf (daki cehenneme doğru) getirilir. Ben:
- Ey Rabb’im! Bunlar benim eshabımdır! Derim. Bunun üzerine:
- Sen, bunların senden sonra neler ihdas ettiklerini bilemezsin! Denilir.
Bunun üzerine ben, Salih kulun [Hz. İsa’nın) dediği gibi derim: "... Onların içinde kaldığım sürece, ben
onların üzerine şahid [gözetleyici) idim. Fakat, vakta ki sen beni (huzuruna) aldın, üzerlerinde gözetleyici
sen oldun. Zaten sen, herşeyin üzerine şahid olansın! Eğer onları azaplandırırsan, şüphesiz onlar senin
kullarındır. Eğer onları bağışlarsan, şüphesiz Aziz olan, Hakim olan da sensin, sen!..." [Maide: 117-118)!..
"(Sonra) Bana denilir ki: Onlar, sen onlardan ayrıldıktan
itibaren topuklarının üzerine mürtedliğe devam ettiler!..." [Riyaz'us-Salihin : 151-152; Z. Buharî: 572;
Tecrid-i Sarih : 9/104-105;
Tirmizî : 4/233);
Ebu Hureyre'den rivayete göre, Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Bir ara ben [havuzumun
başında) duruyordum. Birden orada bir zümre gördüm. Hatta
onları tanıdım. Benimle onlar arasında bir melek belirdi; ve onlara, 'Haydi geliniz!' dedi. Ben ona: 'Bunları
nereye götürüyorsun?' dedim. O da, 'Vallahi cehenneme!..' dedi. Ben de: 'Bunlar ne yapmıştı ki?..' dedim. O
da: 'Ya Resulalllah! senden sonra bunlar, arkaları üzere gerisin geri [dinden) dönüp irtidat ettiler!'
dedi!...Sonra, [havuz başında) bir zümre daha gördüm. Hatta onları da tanıdım. [Yine) benimle bunlar
arasında bir melek çıktı da bunlara: 'Haydi, geliniz!' Dedi: Ben ona:
'Bunları nereye götürüyorsun?' Dedim. O da: 'Vallahi cehenneme!' Diye cevap verdi. 'Bunların günahı nedir
ki?' Dedim. Melek: 'Senden sonra, bunlar [da) arkaları üzerine gerisin geri dönerek irtidad ettiler!' Dedi!...
[Bunun üzerine de, Resul-ü Ekrem (sav)): Sanmam ki bunlardan [havuza yaklaşıp da geri çevrilenlerden)
cehennemden kurtulanlar olsun! Ancak çobansız, yolunu şaşıran deve sürüsünden yolunu bulanlar misali,
bunlardan da [tek tük) cehennemden kurtulanlar olsun! Buyurdu!...!"
[Z. Buharî: 1017-1018; Tecrid-i Sarih: 12/217218; yaklaşık Cami'üs-Sağir[terc): 2/264; Müslim: 10/66-69);
"Ben havzın başına sizden önce varacağım. Ve bir takım kavimler hakkında münazaa edeceğim! Sonra,
onlar üzerine bana galebe çalınacak. Ben: 'Ya Rabbi! [bunlar benim) eshabım! Esbabım!..' diyeceğim.
Bunun üzerine: 'Sen, onların senden sonra neler ihdas ettiklerini bilmezsin!' Denilecek!... " [Müslim: 10/73);
"Havuz başında benim yanıma, bana sahabilik etmiş kimselerden bir takım adamlar muhakkak geleceklerdir.
Ta ki, onları gördüğüm ve bana arz olundukları zaman benden ayıracaklar. Müteakiben ben de: 'Ya Rabbim!
Sahabeciklerim!
Sahabeciklerim!' Diyeceğim'. Fakat bana: 'Hakikaten sen onların senden sonra neler ihdas ettiklerini [neler
yaptıklarını) bilmiyorsun!' Denilecek... " [Müslim: 10/77)
İşte; bu sahih-kesin hadisler muvâcehesinde, bir kısım sahabe unvanına sahib kimselerin, dünya-mal-mülkmakam gibi., hevaî ve nefsanî amaçlar doğrultusunda hareket ettiklerini-edeceklerini öğrenmiş, tarihen de
bunun bil-fiil vuku bulduğuna şahid olmuş bulunuyoruz!
Ehlibeyte buğzeden ve düşmanlık edenler de Sahabe midir?
Ibn-i Esir şöyle yazıyor:
"Muaviye her kunut duasında Ali’ye, Ibn-i Abbas'a, Hasan'a, Hüseyin’e ve Malik Eşter’e lânet
ediyordu."(En-Nesayih'ul-Kâfiye, Ibn-i Akil, s.19-20 )
Ebu Osman el-Cahiz, er-Redd-u Ale'l-İmamiyye kitabında der ki:
"Muaviye hutbesinin sonunda şöyle derdi: 'Allah'ım! Ebu Turab [yani Ali) senin dininden çıkmış ve halkı
senin yolundan alıkoymuştur. Öyleyse ona lânet et ve elim bir azapla azaplandır.' Bu cümleyi bütün
şehirlere de yazdı ve bu sözler minberlerde söylenmeye başladı." [En-Nesayih'ul-Kâfiye, İbn-i Akil, s.19-20)
Mervan'a dediler: "Neden minberlerde ona
küfrediyorsunuz?" O şöyle dedi: "İktidarımızı ancak bu şekilde ayakta tutabiliyoruz."
Muaviye'nin bu yöndeki faaliyet ve çabaları, biyografi ve tarih kitaplarını doldurmuştur. Buna göre o,
Peygamber'in sahabesine açıkça küfredilmesi bidatinin temelini atan ve bu uğursuz kapıyı gelecek nesillere
açan kimsedir.Eğer Muaviye, örnek alması gereken Peygamber ailesinin fertlerine dil uzatmaktan, onlara
küfretmekten dilini koruyabilseydi, halk da, Muaviye ve onun gibi zalimlere lânet okumaktan sakınırdı;
mutaassıp sesler susar ve barış, Müslümanların yararına sonuçlanırdı. Fakat bu, Muaviye'nin bilinçli olarak
ektiği, yakınları aracılığıyla beslenen ve sonuçta İslâm tarihinde köklü bir diken hâline gelen pis bir
tohumdu.Muaviye'nin, Allah katında ve Müslümanlar nezdinde, bu davranışlarına neden oluşturacak hiçbir
mazereti yoktur.
Hadislerde şöyle buyurulur: "Mümin hiçbir zaman kötü söz söyleyen, küfreden, rahatsız edici
göndermelerde bulunan ve lânetleyen biri olamaz."
Ebu'l-Hasan Ali b. Muhammed b. Ebi Yusuf el-Medainî, el-Ahdas kitabında şöyle yazar: "Cemaat Yılından
sonra Muaviye, bütün şehirlere şu fermanı yolladı: 'Ebu Turab ve ailesinin faziletleri hakkında hadis
nakledenlerin can güvenliği kalmamıştır.' Bu fermanın ardından, hatipler her bölge ve şehirde, her minberde
Ali'ye lânet edip, onun ve ailesi hakkında kötü sözler söylemeye başladılar. Bu dönemde en çok zor
durumda kalanlar Kûfelilerdi. Zira bu şehirde birçok Şiî yaşıyordu."[ Şerh-u Nehc'il-Belâğa, İbn-i Ebi'lHadid, c.3, s.15 )
"Barıştan sonra, Muğiyre b. Şu'be'yi Kûfe valiliğine atamak istediği zaman, kendisini çağırıp şöyle dedi: Bu
günden önce, gördüğün şu ilim sahibi, birçok badireler atlattı ve sana birkaç nasihattan başka vereceği bir
ödül yoktur. Sana birçok tavsiyelerde bulunmak istiyordum; fakat sana güvendiğim için gerek görmüyorum.
Sadece bir tavsiyede bulunacağım; Ali'ye sövmeyi ve kötülemeyi asla terk etme!"[ İbn-i Esir c.4, s.187 ve
Taberî, c.6, s.141)
"Muğiyre'den sonra da Ziyad'ı Kûfe'ye atadı ve o da, halkı sarayının kapısının önünde toplayıp, Ali'ye lânet
etmeye zorluyor, bundan kaçınanları kılıçtan geçiriyordu."( Mes’ûdî [Ibn-i Esir’in hamişinde), c.6, s.99)
Basra’da, Busr b. Ertad’ı göreve getirdi. Bu adam minberde hutbe okuyor, İmam Ali’ye sövüyor ve şöyle
diyordu: "Allah'a yemin ediyorum ki, her kim beni bu sözümde doğru biliyorsa, sözümü onaylasın ve her
kim yalan biliyorsa yalanlasın." Taberî, Tarihinde şöyle yazar: "Ebu Bekre haykırdı: ’Biz seni yalancı olarak
tanıyoruz!’ Busr emir verdi: 'Susturun onu!' Birkaç kişi onu Busr’un adamlarının elinden ancak kurtardı!!"
[Taberî, c.6, s.96 ve Ibn-i Esir, c.3, s.105)
Medine valisi olan Mervan b. Hakem, hiçbir cuma günü minberde Hz. Ali’ye sövmeyi terk etmedi. İbn-i
Hacer el-Mekkî şöyle yazıyor: "Hasan bunu bildiği için, namaz başladığı vakit camiye gelirdi. Mervan
bununla yetinmedi ve birini kendisine ve babasına küfretmesi için Hasan’ın evine gönderdi!!"( enNesayih'ul-Kâfiye kitabına bakın, s.73, l.baskı)
"Barıştan sonra Muaviye hacca gitti. Bir gün Sa’d b. Ebi Vakkas’la tavafta birlikteydi. Tavafı bitirince,
Dar'un-Nedve tarafına hareket etti. Sa’d’a da kendi yanında sedirde yer verdi ve ardından Ali’ye sövmeye
başladı. Aniden Sa’d ayağa kalktı ve oradan uzaklaşırken şöyle dedi: Beni yanında oturtuyor ve Ali’ye küfür
mü ediyorsun?! Allah’a andolsun eğer Ali’nin hasletlerinden biri bende olsaydı, güneşin üzerine doğduğu
her şeyin benim olmasından daha mutlu olurdum: Eğer Resulullah’ın [s.a.a) damadı olsaydım ve Ali'nin
evlâtları gibi evlâtlarım olsaydı, bu benim için güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha değerli olurdu.
Eğer Resulullah [s.a.a) Hayber Savaşı'nda Ali için söylediği sözü benim hakkımda söyleseydi ['Yarın
sancağı öyle birine vereceğim ki, Allah ve Resulü onu sever, o da Allah ve Resulü'nü sever. Asla kaçmaz ve
Allah onun eliyle zafer kazandırır.'), benim için güneşin üzerine doğduğu her şeyden daha sevimli olurdu.
Eğer Allah'ın Resulü, Tebük Savaşı'nda Ali'ye söylediği sözü benim hakkımda deseydi ['Razı olmaz mısın?
Ben ve sen, Harun'la Musa gibi olalım; şu farkla ki benden sona peygamberlik yok.'), benim için güneşin
üzerine doğduğu her şeyden daha değerli olurdu. Yemin ediyorum ki, artık yaşadığım müddetçe evine adım
atmayacağım."[ Mes'ûdî [İbn-i Esir'in haşiminde), c.6, s.81-82)
Mes'ûdî, Muaviye'nin Sa'd'a cevabını da nakletmiş; fakat o kadar çirkin ve nahoş ki, kalemi bunlarla
kirletmekten imtina ediyorum. Her hâlükârda bu da, onun halet-i ruhiyesinin ve ahlâkî çöküntüsünün başka
bir delilidir.
Sıffin savaşında şehit olan Hz.Ammar'ı katledenlerin nasıl bir konumda olduğunu bizzat peygamberimiz
belirtmiştir:
[Sened-i muttasıl ile) rivayet olunur ki, "Ebu Said-i Hudri [ra) hadis söylemekle meşgul idi. Derken, mescid
[-i Nebevî'nin) binası bahsine geçip dedi ki:
'Biz birer kerpiç taşıyorduk. Ammar ise, kerpiçleri ikişer ikişer taşırdı. Nebî-yi Ekrem [sav) onu [öyle)
görünce üzerindeki toprağı silkerek: 'Vah Ammar!... Vah Ammar!.. kendisini bir fie-i bağiye katledecektir.
[Ammar), onları cennete, onlar ise onu cehenneme davet ederler!' diye buyurdu. Ebu Said der ki: 'Ammar da
[her zaman) fitnelerden Allah'a sığınırım!' derdi!..." [Tecrid-i Sarih: 2/391-392;Zübdet'ül-Buharî: 84;
[Hazret-i Ammar, Sıffin ehlince şehid edilmiştir.)
Hz. Ammar'ı şehid eden Ehl-i Sıffin'in mahiyetini de açıklamış bulunan Resulullah [sav) Efendimiz, olaylar
olmadan önce ümmetini uyarmaya, hak ve batıl cepheyi iyice tespit etmeye ve hakkı esas almalarına
yardımcı olmaya çalışmıştır. Fie-i Bağiye ise, Hizbuşşeytandır [Savaik: 142); Şu ayet-i
kerimeler de, konuyla irtibatlı bulunmaktadır. Her ne kadar itiraz eden zevat bulunsa da:
"Eğer doğru söylüyorsanız, bu fetih hani ne zaman? Derler! De ki: 'Fetih günü'nde, kâfirlere imanları fayda
vermeyecek ve kendilerine nazar edilmeyecektir. O halde, artık sen de onlardan yüz çevir! [neticeyi) bekle!
Zaten onlar da beklemektedirler!" [Secde[32): 28-30];
Ben-i Ümeyye'nin nerede ise tamamı, Mekke fethinden de sonra Yüce Resul'e (sav) teslim olmuş, doğrusu
teslim (müslüman) olma zorunda kalmışlardır.
Müslüman olmaları için, Resul-ü Ekrem (sav) Efendimiz tarafından kendilerine mühlet verilmiş, bu süre
içerisinde de [başka çıkış yolları olmadığından dolayı) müslüman olmak zorunda kalmışlardır. Çünkü,
müslüman olmayanların öldürülmeleri söz konusu olacak, müşrik Arapların zımmî statüsüne geçişleri
[şer'an) mümkün olmayacaktır.
"Ben insanlarla, onlar Lailahe İllallah deyinceye kadar, savaşmakla emrolundum! Bunu derlerse [ve namazı
kılarlarsa) diğeri [içleri) Allah'a kalmıştır!..." [Yaklaşık olarak, Müslim: 1/181-195; Tecrid-i Sarih [Buharı):
1/38-39; (Zübde): 21;...]; Şu halde, mezkûr ayette fetih gününde, kâfirlere imanları fayda vermeyecek!
İbaresi, uhrevî olup, dünyevî değildir. Zira, ayette, imanlarını kabul etme! Denmemiş, imanları kendilerine
fayda vermez! Denmiştir. Ki, aradaki farkı, İbn-i Kesir'in farketmesi gerekirdi... Üstelik; 'Celâleyn, Medârik,
Beyzavî...' gibi müfessirler, fetih ne zaman? İbaresini zafer, nusret fiilî durum hüküm ve kaza gibi ..
anlamlara tefsir etmişler, fetih günü ile de, kıyamet ile beraber Bedir ve Mekke'nin fethinin de kastedildiğini
bildirmişlerdir. Ki böylece; mezkür ayetler, Ben-i Ümeyye'nin mahiyetine [istisnaları olmak kaydıyla)
dikkat çekmekte, hâbis durumlarını-yapılarını gözler önüne sermektedir.
Bütün ümitlerinin kesildiği bir durumda ister-istemez İslam'a boyun eğen Ben-i Ümeyye'nin ve sairenin
(Kureyş'in) Mekke fethinden sonraki İslam'a girmiş olanları, İslam için en büyük tehlikeyi oluşturdukları ve
tüm fitnelerin baş kaynağı oldukları.. ! kesinkes bilinmektedir.
Bu ve benzeri daha nice ayet-i kerimeler böylece, kılıç zoru ve korkusuyla iman etme veya öyle görünme
durumunda kalan, başta Ben-i Ümeyye olarak, Mekkeli Kureyş müşriklerinin öncüleri ve ileri gelenleri,
Resul-ü Ekrem [sav)’in ahirete irtihâlinden sonra ikâ ettikleri fitne-fesat-nifak ve şikak, İslam’ın ve ümmetin
uzun asırlar devam edecek olan maddî ve manevî za’fiyetinin ve esaretinin baş âmili olmalarının asıl illetini
tasrih etmiş oluyor.
"Ya Ali! Ben Kur’an’ın tenzili için savaştım, sen ise Kur’an’ın te’vili için savaşacaksın..." [Bediüzzaman
Said Nursi-Mektubat: 91; Kenz’ül-Ummal: 6/155; El-Müracaat: 48. Mektup.) buyurarak, kendilerinden
sonraki bir kısım süfehânın, Kur'an'ı, mana-anlam ve te'vili kanalıyla tahrif etme hevesine kapılacaklarını,
ancak Hz. Ali’nin ve pâk evladının [as) şanlı ve kahramanâne mukavemetleri vesilesiyle bunun akamete
uğrayacağını tebşir etmiş, böylece; gerçek eshabın ve etbaının etrafında toplanacağı İslamî önderlik (Ehl-i
Beyt) kurumunun ve mektebinin (ta'bir caiz ise) adresini göstermiştir.
Ehlibeyt düşmanlık etmek niçin tehlikelidir?
Ehlibeyt [aleyhisselam)"a buğzetmek, Onları sevmeye, onların ipine sarılmaya, hidayetlerine uymaya
hükmeden Allah"ın ve Resulünün [sallallah"u aleyhi ve âlih) emrine isyan etmektir ve bu da Allah ve
Resulüne buğzetmektir. Ehlibeyt Ehlibeyt aleyhisselam"ı sevmek dünya ve ahiret saadetini tazmin ettiği gibi
onlara buğzetmek ve düşmanlık beslemek de dinden çıkmaya, cehenneme girmeye, Allah Teala"nın
gazabını ve ebedî şekaveti almaya neden olur; nitekim bu husus aşağıdaki sahih hadislerden net bir şekilde
anlaşılmaktadır:
Resulullah; "Ali'ye küfreden, bana küfretmiş olur; bana küfreden de Allah'a küfretmiş olur."
[Müstedrek-i Hakim, c. 3, s. 121 [Hadisin Buhari ve Müslimce sahih olduğunu yazar. ); Müsned-i Ahmed, c.
6, s. 323; Hasais-i Nesei, s. 93, h. 88.)
"Ali'yi ancak mü'minler sever, ancak münafık olanlar ona buğzeder.."
[Bakınız: İbn-i; Mâce [terc): 1/192;
Müslim [terc): 1/346; Tirmizî: 6/270, 282)
Ebu Said el-Hudri [ra)'den rivayet edilmiştir; dedi ki: "Biz ensar topluluğu, münafıkları, Ali b. Ebi Talib'den
nefret etmeleriyle tanırdık." [Tirmizî: 6/270)
Ümm-ü Seleme [ra)’den; "Resul-ü Ekrem [sav) şöyle buyurdu: ’Münafık olan Ali’yi sevmez ve mü’min
olan da Ali'den nefret etmez!" [Tİrmizî: 6/271)
Ali Bin Ebi Talib'den (as) rivayet edilmiştir: "Gerçekten, mü’minden başkasının beni sevmeyeceğine ve
münafıktan başkasının bana buğzetmeyeceğine Nebî-yi Ümmî [sav) bana kesin bir ahid ve teminat verdi. "
(Ibn-i Mâce[terc): 1/192; Tirmizî:[terc): 6/282)
"Bana itaat eden Allah'a itaat etmiştir; bana isyan eden Allah'a isyan etmiştir. Ali'ye itaat eden bana itaat
etmiştir; Ali'ye isyan eden bana isyan etmiştir.
Ya Ali! Sen dünyada Seyyid’sin, ahirette de!... Senin sevdiğin, benim sevdiğimdir; benim sevdiğim de
Allah’ın sevdiğidir. Senin düşmanın, benim düşmanımdır; benim düşmanım da Allah’ın düşmanıdır. ’Veyl’,
benden sonra sana buğz edenlere olsun!
(Hakim-Müstedrek: 3/121, 130, 135; El-Müracaat: 48.mektup, sah. 190-191;Nehc’ül-Belağa: 317)
Resul-ü Ekrem [sav)) Hazret-i Ali'ye işaretle:
’'Bu bana ilk iman eden, kıyamet günü benimle ilk müsafaha edecek olan kişidir; bu Sıddık-ı Ekber’dir;
bu,şu ümmetin hak ile batılı ayıran Faruk’udur; bu, mü'minlerin hidayet imamı'dır, önderidir!'
buyurmuştur... "
[Taberanî'den Kenz'ul-Ummal: 6/156'dan..; ElMüracaat: 48.mektup sah. 187; Nehc'ül-Belağa: sah.: 317)
Bu kadar açık terhib ve terğibleri ihtiva eden hadislere rağmen, Hz. Ali'nin,Hasan ve Hüseyn'in ve sair
eimmenin (as), ma'ruz kaldıkları zulüm-eza-cefa ve
cinayetler, mü'min kalbleri dîl-hûn etmektedir. Bu yetmezmiş gibi; Muaviye b. Ebi Süfyan tarafından cami
ve mescidlerde ve Cum'a hutbelerinde Hz. Ali ve Ehl-i Beyt'e -haşa- sebb-ü şetm edilmiş ve -haşa-la'netler
okunmuş ve okutulmuştur.
[Örnek olarak, bkz.; Müslim: 10/245, 255; İbn-i Esir: 3/413,421,478-489)
Nesainin “Hasis” adlı hadis kitabının 79'cu sayfası:
‫ي ل سرائ إ عن ي أب سحاق إ عن ي أب ب د ع اش ا ب رن أخ ب اس ع ال ن ب محمد دوري ال ال ق ن ا حدث دى ح ي ن ب ي أب‬
‫ق سدًعت سول ر ل ءال ق ول ي ي جدل ال ال ق ل ت دخ أم ل مة س ت ق ال ف سب أي سول ر اش ك م ي ف ي ر ك ب ال ق ن ا حدث‬
‫من سب ي ا ل ع ق د ف ذي ب س ل ت ق ف ب حان س اش أو سان اش ت ال‬
...Ebu Abdullah el-Cedeli şöyle rivayet etmiştir: Ümmü Selemenin yanına gittim. O bana “İçinizde Allahın
Rasulünü s.a.a sövüyorlar mı?” diye sordu. Ben “SubhanAllah” dedim. Ümmü Seleme dedi ki: Rasulullah
s.a.a-dan şöyle duydum: "Kim Ali'ye söverse şüphesiz bana sövmüştür" hadisten sonra kitabın muhakkiki
Ebu İshak elHuveyni diyor ‫ي ح ن ادد صح ص إ‬:‫ ظ‬isnadı sahihdir.
(Hanbeli mezhebinin imamı Ahmed b. Hanbelin “Fezail es-Sahabe” kitabının 735'ci sayfasında, 1011
numaralı hadis yukarıda Nesai'nin “Hasais” kitabından aktardığım hadisin aynısı
bulunmaktadır.Bu kitabı tahkik eden ehli sünnet alimi Vasiyullah Muhammed Abbasın hadisten hemen
sonra not düşerek diyor ki: ‫ س نادهصح يح‬،‫ ا‬isnad sahih. yine bu hadis şu ehli sünnet
kaynaklarında da geçiyor:Ahmed b. Hanbel, "Müsned", 6/323, hadis 26791
Hakim en-Nişaburi, "Müstedrek", 4/211, hadis 4615 İmam Ahmedin “Müsned” adlı kitabını tahkik eden
Şeyh Şueyb el-Arnaut hadisten sonra not düşerek diyor ‫إ س ناده ي ح صح‬:‫ظ‬
isnad sahih. Yine ehli sünnet alimi imam Hakim “Müstedrek”te hadisi akardıktan sonra diyor ki:
‫ذا ث حدي صذي ح ن اد س ا إل و م! خرجاه ي‬
bu hadis sahihdir fakat tahriç etmemişlerdir. İmam Hakimin “Müstedrek” adlı kitabını tahkik eden ezZehebi hadisten sonra not düşerek diyor ‫و صح‬:‫ ظ‬sahih)
Resulullah sallallah"u aleyhi ve âlih buyuruyor ki: Canımı elinde bulunduran Allah"a andolsun ki, biz
Ehlibeyt"e buğzedeni Allah cehenneme sokacaktır.
( Müstedrek -Hakim-,c.3, s.162/4717; ve Sahih-i Müstedrek; Durr-ul Mensur, c.6, s.7; Sevaik-ul Muhrika,
s.143; Hasais-ul Kubra, c.2, s.266; Siret-u E"lam-in Nebla, c.2, s.123 vs.)
Resulullah sallallah"u aleyhi ve âlih Hasan ve Hüseyin"e aleyhisselam işaret ederek şöyle buyurdular: Kim
bunlara buğzedecek olursa bana buğzetmiş olur, bana buğzeden Allah"a buğzetmiş olur ve Allah"a
buğzedeni de Allah cehenneme sokar.
[ Müsned-i Ahmed, c.2, s.288; Müstedrek -Hakim-, c.3, s.166; Sünen-i Tirmizî, c.2, s.24 ve 307; Mu"cem-ul
Kebir, s.133; Kenz-ul Ummal, c.13, s.105; Mecma-uz Zevaid, c.9, s.181; Zehair-ul Ukba, s.123; Tarih-u
Bağdad, c.1, s.141.)
Resulullah sallallah"u aleyhi ve âlih buyurmuştur ki: Onlara buğzeden Allah"a buğzetmiş olur.
( Kenz-ul Ummal, c.12, s.98/34168; Beşaret-ul Mustafa, s.40.)
Emir"ul Müminin Ali aleyhisselam"dan şöyle rivayet edilir: Bize buğzedenler Allah"ın dalga dalga gazabına
uğrayacaklardır.
( Tuhef-ul Ukul, s.116; el-Hısal, s.627/10; Ğurer-ul Hikem, s.7342.)
Resulullah sallallah"u aleyhi ve âlih şöyle buyurmaktadır:
‘'Ey Ali! Sende İsa b. Meryem"den bir misal var; bir grup onu sevdi ve onu sevmekte aşırı giderek helak
oldular; bir grup da ona buğzetti ve buğzetmekte aşırı giderek helak oldular; bir grup da ifrat ve tefritten
sakınarak kurtuluşa erdi.''
Ömer b. Abdulaziz, hilafete gelince Âl-i Beytin yüksek makamını bilenleri gönülden yaralayan, hutbelerde
Hz.Ali (a.s)’ye sebbi (kötü söz ve hareketi) kaldırmış, onun yerine Nahl Süresi 90. Âyetin hutbelerde
okunmasını emretmişti.Ömer b. Abdulaziz, Âl-i Beyt’e derin bir saygı,muhabbet duyuyor ve
O’nlarahürmette kusur etmiyordu.
Ehlibeyt imamlarının halife'lere yaklaşımı nasıldır?
1) imam Ali, Hz. Ebû Bekir’e biat işlemi sona erdikten sonra burada bir hutbe irad etti. Hutbesinde
Müslümanları fitneye düşmemeleri hususunda uyaran Hz. Ali şöyle demektedir:
“Ey insanlar! Fitne dalgalarını kurtuluş gemisiyle aşın, birbirinizden nefret etmeyin. Öğünme taçlarınızı
başınızdan çıkarın..Nehc ül Belağa (Ferec Yayınları,Çeviri:Kadri ÇEL]K,s.48,5.Hutbe)
2)6.Mektup
Muaviye'ye yazdığı mektup
Şüphesiz Ebubekir'e,Ömer'e,Osman'a biat edenler,onlara biat ettikleri şekilde bana da biat ettiler.Orada
bulunanların[başkasını) seçme hakkı olmadığı gibi,bulunmayanın da reddetme hakkı yoktur.ŞURA,ANCAK
MUHACİR'E VE ENSAR'A AİTTİR;ONLAR,TOPLANIP BİRİSİNE UYAR VE İMAM OLARAK
NİTELENDİRİRSE,BU ALLAH'IN DA HOŞNUT OLDUĞU BİR İŞTİR.Kim,onların hükmüne razı
olmayıp kınayarak veya bidate uyarak onların işlerini terk ederse,onu geri çevirirler.Kabul
etmezse,müminlerin yoluna tabi olmadığı için onunla savaşırlar ve döndüğü şeyin vebalini de Allah,onun
boynuna yükler.
Ey Muaviye,ömrüme yemin olsun,eğer heva ve hevesine uymadan aklınla düşünürsen,beni Osman'ın
kanına girenlerden en uzak[ve tertemiz) bulursun.Sen çok iyi biliyorsun ki ben ,bu işin dışındayım.Ama yok
bu işi benim üzerime yıkmak istiyorsan ve bildiğini [gerçekleri) gizliyorsan başka...Ve's Selam.
[Nehc ül Belağa, Ferec Yayınları,Çeviri:Kadri ÇELİK,s.340,6.Mektup)
3)''...Hz.Ali'nin kendisinden önce halife olanların HİLAFETİNE RAZI OLDUĞU.onların peşinde namaz
kıldığı,onlarla hısım olduğunu ve onların yemeklerini yediğini yediğini görüyoruz.Hz. Ali'nin yaptıklarına
karşı çıkmaya ve ondan nakledilen meselelerde aşırı gitmeye hiç hakkımız yoktur...''
[Şerh-i Nehc ül Belağa,İbn-i Ebil-Hadid c.3) [Mezhepler Tarihi,Prof.Muhammed Ebu Zehra s.40-41)
4)Peygamberin vefatından sonra, meydana gelen sıkıntılar İmam Ali'nin tedbiriyle giderildi ve Medine'de
siyasi hava duruldu. İşlerin kontrolünü ele alan Ebu Bekir, Peygamber'in [Rumlarla savaşma) emrini
uygulama konusunda tam anlamıyla tereddüt içindeydi. Bu nedenle bazı sahabelerle meşveret etti.
Hiçbirisinin sunduğu görüş halifeyi ikna etmedi. Sonunda İmam ile meşveret etti. İmam kendisini,
Peygamber'in emrini uygulama konusunda teşvik ederek: savaşırsan galip gelirsin diye de ekledi. Halife
İmam'ın teşvikinden memnun kalarak; iyi söyledin ve hayırla müjdeledin, dedi.
[Tarih-i Yâkubi, İbni Vazih Yâkubi, C.3, S. 39.)
5)240.Hutbe:İmam Ali'nin Osman'ı Savunması
...Allah'a andolsun GÜNAHKAR OLMAKTAN
KORKACAK KADAR ONUfOSMAN'I) SAVUNDUM.
[Nehc ül Belağa)
6)FADLALLAH:
‘'Bizim İmamlarımız [Ali isteğiyle) Hasan ve Huseyin de Osmanın kapısında durup onu koruyorlar.''
[islami Hareket ilkeler ve Sorunlar -2 sayfa:214 .ekin yay.)
7)İmam Hasan'nın Osman'ı Savunması
..Muaviye şimdi İmam Hasan'ın,yani Osman'ın öldürüldüğü gün,evinin kapısında durarak onu savunan ve bu
yolda-tarihçilerin tümünün söylediği gibi-bedeni kana boyanan kişiyle karşı karşıyaydı.Taktakî İmam
Hasan'ın Osman'ı savunması hakkında şöyle diyor:
‘'.Osman'ı savunmak için amansız bir savaş verdi;hatta Osman'ın kendisi ona engel oluyordu.Ama o savaşa
devam ediyor ve kendi canını tehlikeye atıyordu...''
İnsanlar Osman'dan kaçtıkları,akrabalarının bile onu bırakıp kaçtığı bir sırada oluyordu bütün bunlar.
[İmam Hasan'ın Barışı s.105)
Dipnotunda ise;
.Halkın Osman'ın evini kuşatıp onun suyunu kestiği haberini alınca ,[İ.Ali) onun için iç kırba su gönderdi ve
Hasan'la Hüseyin'e dedi ki :
''Kılıçlarınızı alarak Osman'ın evinin kapısında durun ve hiç kimsenin ona bir zarar vermesine müsaade
etmeyin.''
Bu olayda İmam Hasan b.Ali'nin vücudu kana boyandı ve Kamber -Hz. Ali'nin kölesi-yaralandı.
[İmam Hasan'ın Barışı s.106)
8) İnsanlar ‫؛‬mam Ali’ye biat etmek istediklerinde şöyle diyor:
‘’Beni kendi hâlime bırakın;şimdilik emir olmaktansa daha önce OLDUĞUM GİDİ VEZİR OLMAM
DAHA İYİDİR.’’(Nehcu’l Belağa,92.Hutbe) ya da Elibeyt İmamları’nın Siyasi Tutumları,Murtaza
Mutahhari,Kevser yay. ,s.24’de de bu hutbeye bakabi‫؛‬irsiniz.
Ömer hep şöyle derdi:
“Ali'nin çözmek için hazır bulunmadığı bir sorunla karşılaşmaktan Allah'a sığınırım.”
[Hakim Nişaburi, el-Müstedrek, 1. baskı, Beyrut, Darü’l-Marifet 1406 H. C.3, S.14)
Ehlibeyt Alimlerinin halife'lere yaklaşımı nasıldır?
1)Kaşifu'l-Gıta;
‘'...halifelerin yerilip lanetlenmesidir ki Siilerin çoğunluğu buna karşıdır.''
[Ali Şiası Safevi Şiası s.73)
2)‘Onlar,Şeyheyn'e küfrederler.'
Cevap:''..Hemen belirtmeliyim ki ben,birinci hususta bahsetmeyi abesle iştigal görüyorum.Çünkü
biz,Kâbe'nin Rabbine yemin etsek ve bin bir delil getirsek de hasmımız ,Şiîlerin bundan beri olduğuna
inanmayacak ,sözümüzü dinlemeyecek bile.Eğer dinleyecek olsaydı,zaten İmamiye Siası.asırlardır hiçbir
kimseye küfretmeyi tasvip etmediğini ,bunu doğru bulmadığını bas bas bağırmaktadır.Fakat buna rağmen
yine de bu gibi ithamlara maruz kalmaktadır...''
[Gerçekler Işığında Birliğe Doğru s.235-236,Allâme Şerefüddin)
3)Ayetullah Burucerdi'den halifelere hakarete sert tepki
Ayetullah Burucerdi, bir kitapta halifelere HAKARET içerikli bir şiirin yer alması üzerine kitabın
toplatılarak ortadan kaldırılması emrini vermişti.
Ayetullah uzma Burucerdi [İmam Humeyni'nin üstatlığını da yapmış zamanın en büyük ve tek söz sahibi
taklit mercisi)
“İran'da İslam'ın yirmi yıllık çabası” adlı kitabın 390'nıncı sayfasında şöyle bir paragraf yer almaktadır:
“Kum ulemalarından biri iki ciltlik bir fıkıh kitabını yayınlattı, kitabın bir nüshasını Ayetullah Burucerdi'ye
gönderdi. Kitapta halifelere hakaret içerikli bir şiir yer almıştı. Ayetullah Burucerdi sinirlenerek şöyle
buyurdu: “Bu şartlarda bu tür lafların yeri mi? O da yazılı bir İslami eserde?” daha sonra Ayetullah
Burucerdi'nin emriyle kitap toplatılarak, ortadan kaldırıldı. Daha sonra kitaptaki halifelere hakaret içerikli
şiir silinerek yeniden Ayetullah Burucerdi'nin masraflarını üstlenmesiyle basıldı.
İmam Humeyni'nin kitaplarından elde edilen bilgilere göre de bu tür fitne içerikli unsurların Bahailer
tarafından yazıldığı ve bastırıldığı alenen anlaşılmaktadır.
4) Ayetullah uzma Vahit Horasani, bugünkü fıkıh dersinde ehli sünnet halifelerine SAYGISIZLIĞIN
kabul edilir bir durum olmadığını ve öğrencilerinden bu tür davranışlardan uzak
Ehl-i Beyt Haber Ajansı ABNA - Ayetullah uzma Vahit Horasani'nin bu sabah verdiği fıkıh hariç dersinde
ehli sünnetin saygı duyduğu ikinci halifeye saygısızlıktan sakındırarak, öğrencilerinden önceden olduğu gibi
Olay şöyle gerçekleşti: Ayetullah Vahit Horasani, ders esnasında ehli sünnet ulemalarından Fahri Razi'nin
“Tefsir-i Razi” kitabından bir hadisi okudu. Bu hadisi okuduğu sırada ehli sünnetin ikinci halifesi Ömer İbn
Hattab'ın adı geçti. Adı geçtikten sonra “Radıyallahu anh” cümlesi geçti. Cümle geçtikten sonra bazı
öğrenciler buna yüksek sesle bazı kelimelerle itiraz ettiler. Bu durum Ayetullah uzma Vahit Horasani'nin
onlara karşı açık ve net bir tepki göstermesine sebep oldu.
Bu esnada Şii taklit mercii, sinirli bir şekilde itirazda bulunanlara bağırarak “Ben size söylememiş miydim
benim dersimde böyle cümleler kullanmayın diye” tepki gösterdi!*
*Bu tür haberlerde bazı ehli sünnet kardeşlerimiz Şiiler takiye yaptıklarından böyle diyorlar, ama
durmasını istedi ehli sünnetin bulunmamalarını halifelerine saygısızlıkta istedi. gerçekte böyle değillerdir
diye yorumlarda bulunmaktadır. Bu kardeşlerim bunu bilmelidir ki bu ders Şia'nın merkezi olan Kum
kentinde o da Ayetullah Vahit Horasani'nin has dersinde gerçekleşmektedir. Yani takiyye konusu söz
konusu bile değildir. Zaten bazılarının iddia ettikleri gibi olsaydı öğrenciler takiyye babından yüksek bir
sesle böyle itirazda bulunmazlardı.
5)imam Humeynî:
-''Müminlerin Emir‫[؛‬selâm üzerine olsun), HALİFELERLE işbirliği YAPIYORDU.Zira görünüşte dinin
emirlerine uygun hareket ediyorlardı ve işin içinde bir tezelzül yok idi.''
-''Resulullah'tan sonra İslâm halkları uzun zaman onun kumandalığından mahrum kaldıysa da o,bir kenara
çekilmedi.Hz.Emir ,Müslümanların maslahatı için sabredip işbirliği YAPTI.O dönemde hiçbir ZAMAN
MUHALEFET ETMEDİ.Onlar yönetim işlerini uhdelerine alınca O,ONLARA MÜŞAVİRLİK
YAPTI,YOL GÖSTERDİ.ÇOCUKLARINI SAVAŞA GÖNDERDİ.''
-‘'imamlar'ın Babası,Resululah'tan [Allah'ın selâmı onun ve ailesinin üzerine olsun) sonra İslâm'ın birinci
şahsiyeti Hz.Emir [ Allah'ın selâmı üzerine olsun),bütün hayatı boyunca cihat etti.Görüş ayrılıklarının ortaya
çıktığı dönemde O,HUZUR ORTAMINI MUHAFAZA ETTİ.Zira İslâm,HUZUR ORTAMINA İHTİYAÇ
DUYAR.''
-''Yirmi küsur sene boyunca İslâm'ın MASLAHATI için muvafakat etti,ÇOCUKLARINI SAVAŞA
GÖNDERDİ.''
6)MUTAHHARİ:
‘'...İslam'ın maslahatı,emiru'l müminin Ali [as) ‘nin Ebu Bekir'e iktida edenlerin safında yer alması ve
Ömer'e karşı da aynı tavrı sergileyerek,halkın sorunlarına cevap verip bir takım zor olan yargıları yapmasını
gerekli kılıyordu.Ali açısından asaleti olan tek şey İslam'ın haysiyet ve izzetinin muhafazasıdır. İşte bu
hassas zaman dilimimde öfkeyi yutup özveride bulunmak ,İslâm'ın haysiyet ve izzetinin daha iyi korunması
veya en azından daha az sarsılmasına sebep olacaktı.
Bu badire bilahare atlatılmış,zaman değişmiş,İslâm cihanşumulleşmiş ve nitekim Muaviye'nin dönemi
başlamıştı.İlk önce Muaviye,EBUBEKİR VE ÖMER’İN SAHİP OLDUĞU ONUR VE HAYSİYETE sahip
değildi.O babasıyla senelerce islâm'a karşı savaşan bir kimseydi...'' [İslam ve Değişim,Fecr yay.,s.123)
Biz Ehlibeyte uyanlardanız diyenler söz ve davranışta, yazı ve konuşmada ve herşeyde Ehibeyte uymalı ve
onları izlemelidirler.
Ehlibeyt Alimlerinin sahabelere yaklaşımı nasıldır?
1)Muhammed Hüseyin Kaşiful-Gıta Şöyle diyor:
"Peygamberin ashabı o zamanda yeryüzünde bulunan en seçkin insanlardı." [Asl’uş-Şia ve Usuluha)
Şeyh Muhammed Hüseyin Âl-i Kaşiful-Gıta şöyle yazar:
‘' Ehl-i Beyt.in (a.s) velayetine itaat etmeyen sahabenin çoğunun Hz. Resulullah.a [s.a.a) muhalefet edip
onun emir ve tavsiyelerine önem vermediğini söyleyemem; asla böyle değildir ve onlar hakkında böyle bir
zanna kapılmaktan Rabbime sığınırım; zira onlar yeryüzünün seçkin insanlarındandırlar. Ama onların
hepsinin Hz. Resulullah.ın [s.a.a) sözlerini duyup işitmemiş olması da muhtemeldir, ya da bazıları onun
sözlerini duymuş ama o hazretin maksadını tam olarak anlayamamış olabilirler.Hz. Resulullah.ın [s.a.a)
sahabesinin efdaliyet ve büyüklüğünü hayale sığdırabilmek mümkün değildir.'' [Aslu.'ş-Şia ve Usulihâ, s.8485)
2) Seyyid Fadlullah:
‘' Biz halifeler konusuda Ali bin Ebi Talip'in davrandığı gibi davranmayı yerinde buluyoruz.Ali bin Ebi
Talip onlarla diyalog halinde idi, onlarla istişare ediyordu, onlara yardım ediyordu.Yine İmam Cafer'den şu
hadisi naklediyorum ‘'İnsanların sizden razı olmasının en kolay yolu ağzınızı onlar konusunda kapalı
tutmanızdır'' başka bir hadiste ‘'Müminlerin annesine lanet etmek ,onlar hakkında kötü söz söylemek
haramdır.Her ne kadar Cemel savaşında yanılmış olsa da.Onlara ikramda bulunmak Hz. Peygamber [a.s)'ye
ikramda bulunmaktır.''Yine bu konuda yüz sene önce yaşamış bir Şii alimden bir beyit naklediyorum.Onun
adı Hüccetül İslam Muhammed Bakır idi. Ey Hümeyra sana kötü söz söylemek haramdır. Çünkü aşina
olunacak göz, ikram edecek gözdür. Bu nedenle biz Müminlerin annesine ve sahabelere lanet etmeyi ve kötü
söz söylemeyi haram bildik. Böyle fetva verdik ve bu fetvalarımız dünyanın her yerinde yayılmış vaziyette.
Sadece sahabeye değil, herhangi bir Müslüman'a lanet etmek temel Islami değerler acısından doğru değil.''
3) İmam Hamaney:
Soru: Bazı internet saytlarında ve uydu kanallarında açıkca Rasulullahın bazı eşleriyle ilgili aşağılayıcı
sözler sarf edilmesi ve onların iffetine ters düşecek bazı nisbetlerine onlara verilmesi hakkındaki görüşünüz
nedir?
Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi insanları tahrik edici nitelikte olan bu tip hakaretler ister şia ve isterse sünni
olsun müslümanların endişelenmesine ve duygusal baskılara kapılmalarına neden olmaktadır.
Cevap:Ehli sünnet kardeşlerimizin dini senbollerine dil uzatmak haramdır, nerede kaldı peygamberin
hanımları hakkında iffete aykırı sözler sarf etmek. Bütün peygamberlerin hanımları özelliklede Rasulullahın
hanımları hakkında bu tip sözler sarf etmek yasak ve mümkün olmayan şeylerdir.
İmam Hamaney'den Hz.Aişe Fetvası
Bir çok konuşmasında Şii Müslümanlardan, Ehli Beyt'i savunma adına Ehli Sünnet'e saldırmamaları
çağrısında bulunan Hamanei, şimdi de Hz. Aişe için uyarıda bulundu.
Hamanei, Hz. Aişe’yi hedef saldırının kendisine sorulması üzerine yayınladığı fetvada Mü’minlerin annesi
Aişe’nin apaçık aşağılandığı ve hakarete maruz kaldığını belirterek “Mü’minlerin anneleri olan Hz.
Peygamber’in eşleri ve Ehli Sünnet’in sembol isimleri hakkında aşağılayıcı, hakarete varan ifadelerin
kullanılması haramdır” dedi.
İslam Devrimi Lideri Hamanei daha önce de Gadiru Hum etkinlikleri sırasında yaptığı konuşmasında "Ehli
Beyt'i savunmak için Ehli Sünnet’e mensup kardeşlerimize hakaret ve ithamlarda bulunanlar, esasında Ehli
Beyt-i değil Amerika’yı ve Siyonizm’e savunmaktadırlar” demişti.
Lübnanlı dini şahsiyetler, İslam inkılabı rehberinin sahabeye ve Resulüllah'ın -s- eşlerine ve Ehl-i Sünnet
simgelerine saygısızlığı haram sayan fetvası, düşmanların fitne yolunu kapattığını belirttiler.
Lübnan Ümmeti Hareketi Genel Sekreteri Cebri, Ayetullah Hamanei'nin sahabeyi ve İslam Peygamberi'nin
eşine yönelik hakaret içeren sözler sarf edilmesini haram sayan fetvasını takdirle karşıladıklarını belirtti.
Cebri, bu fetva İslam düşmanlarının her türlü fitne ve tefrika çıkarma yolunu kapattığını vurguladı.
İslami Amel Cehpesi de bu tür fetvaların Şii kardeşlerimizin en üst düzey dini makamı tarafından
verilmesinin, İslam ümmetinin sağlıklı bir ümmet olduğunun işareti olduğunu belirtti. FHA
Hizbullah'tan "Hz. Aişe'ye Hakaret" Açıklaması
Hizbullah, Kuveytli din adamı Yasir Habib'in Hz. Aişe'yi hedef alan çirkin açıklamalarını şiddetle kınadığını
ilan etti.
Ehl-i Beyt Haber Ajansı ABNA- Yasir El Habib adlı din adamının Hz. Aişe hakkında sarfettiği sözlerin
yankıları sürüyor. Lübnan İslami Direnişi Hizbullah Genel Sekreter Yardımcısı Şeyh Naim Kasım, Kuveytli
bir din adamının Hz. Aişe'yi hedef alan çirkin hakaretlerini kınadı.
Şeyh Kasım, bugün yayınladığı mesajında “Nebi'nin [s.a) eşlerine ve mü'minlerin annelerine saldırı şer'en
caiz değildir. Bu saldırılar mantıklı olmadığı gibi haklı ve gerekçeli bir yanı da yoktur. Bizim tarafımızdan
bu saldırı, tamamen reddedilmiştir.. Resul'ün eşinin maruz kaldığı saldırıyı şiddetle kınıyorum.” dedi.
Habib'in açıklamalarının genelleştirilerek mezhebi fitne ve çatışma ortamı yaratılmak istenmesine de tepki
gösteren Şeyh Kasım “Bu suçu işleyen, sadece kendisi cezalandırılmalı ve sorumlusu da kendisi olmalıdır.
Bu mezhebe bağlı olan kişiler de işlenen suçtan sorumlu tutulmamalıdır. Herkesi, bu soruna hikmetle
yaklaşarak grubun tamamını sorumlu tutmamaya davet ediyorum” dedi.
Şii Ulema da Habib'i Kınadı
Yasir Habib'e Hizbullah'ın ve Sünni dünyanında yanı sıra diğer Şii ulemadan da tepki gelmiş, Habib
kınanmıştı. Şii alimler, Habib'i sapkın inaçlara sahip olmakla suçlamışlar, Habib'in Ehli Beyt öğretilerine zıt
bir duruş sergilediğini söylemişlerdi.
Bu alimler Şeyh Hüseyin Matuk, Habib ve Mucteba Şirazi'nin dış mihraklar tarafından kullanılan birer maşa
olduğunu belirterek, onların Hz. Aişe'ye hakaretinden tüm Şiilerin sorumlu tutulamayacağını söylemişti.
Habib'i, Müslümanlar arasına düşmanlık ve fitne sokmakla suçlayan Şeyh Matuk “Bu tür ahlaksız ve sapkın
tutum sergileyen kişilerin Şiilikle hiçbir alakaları yoktur” demişti.
Şeyh Muhammed Atiye de Habib'in yaptığı açıklamaların, Şiiler tarafından düzenlenen dini törenler ile
hiçbir şekilde alakasının olmadığını söylemişti. Şeyh Atiye “Tekrar yineliyorum sahabe ve müminlerin
annesi gibi İslam'ın sembollerine sövmek haramdır. Hz Aişe'ye yapılan hakaret içerikli sözlerle bizim
alakamız yoktur. Londra'da yaşayan bu kendini bilmez kişiler ne Şii alimlerini ne de Şiiliği temsil
ediyor bilakis kendi şahsiyetlerinin temsilcileridirler” demişti.
Şeyh Hasan En Nemr ve Şeyh Hasan el Asfar da Habib'in açıklamalarını kınarken, Habib'in işlediği hatanın
tüm Şiilere mal edilmemesi çağrısında bulundu. El Asfar, Şii ulemaya çağrıda bulunarak Habib'i
kınamalarını istemişti.
“Ayetullah Hamanei’nin fetvası, fitne ateşini söndürdü”
Kuveytli Milletvekili Seyyid Yusuf Zilzile: "Ayetullah Hamanei’nin fetvası, fitne ateşini söndürdü”
Kuveytli parlamenter ve ünlü yazar Seyyid Yusuf Zilzile, imam Hamanei'nin fetvasının, bölgede mezhep
savaşları çıkmasını engellediğini vurguladı.
İran'ı ziyaret eden Kuveytli parlamenter Zilzile, İslam inkılabı rehberi Ayetullah Hamanei'nin Ehl-i Sünnet
simgelerine hakarette bulunmanın haram olduğuna dair fetvasının, fitne ateşini söndürdüğünü ve İslam
dünyasında daha fazla dayanışmaya vesile olduğunu kaydetti.
İmam Hamanei'nin fetvasının Kuveyt medyasında büyük yankı uyandırdığını belirten Zilzile, bu fetvanın
çok cesurca ve uygun zamanda verildiğini ifade etti.
Zilzile Ayetullah Hamanei'nin, İslam dünyasında çok etkili bir şahsiyet olduğunu da sözlerine ekledi.
İran İslam İnkılabı rehberi Ayetullah Hamenei, İmam Humeyni'nin -ks- ilan ettiği Sünni-Şiii kardeşliğini,
İslami inancın temellerinden, hatta imanın şartlarından sayan ve bu kardeşliği kaale almayanların yüce İslam
dinine zarar verdiklerine inanan nadir İslam ulemasından biri olarak bütün Müslümanlar tarafından en
sevilen İslam alimleri arasında yer alıyor.
Ehl-i Sünnet Aiimierine göre Ehi-i Şia
Şia’ya yapılan suçlamaların çoğu Şia’yı iyi tanımamaktan kaynaklanmaktadır. InşaAllah aşağıdaki Ehl-i
Sünnet alimleri tarafından Şia hakkında verilen bilgiler Müslümanların vahdeti, birlik ve beraberliği
yönünde etkili olur.
Allah'ım bize yardım et.
Kafirlere karşı bizi çetin birbirimize karşı ise merhametli kıl.
1-Şeyh Muhammed Şeltut fetvasında şöyle diyor: "Imamiyye Isna Aşeriye mezhebi olarak bilinen Caferi
mezhebi’ne göre amel ve onu taklit etmek, Ehl-i Sünnet meshepleri gibi şer’an caizdir. Müslümanların bu
mezhebi tanıması ve mezhepleri birkaç mezheple sınırlı bilme taassubundan kurtulmaları gerekir."
Islamuna, Yafıi, 59 ve Mecelle-i Risaletu’l Islam, Mısır basımı, Tarih: Rebiulevvel ayının on ikisi, yıl 1387
h Kahire
2-Doktor Muhammed Fehham (el Ezher şeyhlerinden) Şeyh Şeltut’un fetvasına yazdığı takrizde şöyle diyor:
"Ben ona, ahlakına, ilmine, bilgisinin genişliğine; Arap lügatine, Kuran tefsirine ve Usul-u fıkha olan
tasallutuna hayran olanlardanım. O, Şia imamiyye mezhebine göre amel etmenin caiz olduğuna dair fetva
vermiştir ve benim, onun verdiği bu fetvayı sahih esaslara ve inancıma göre verdiğine dair hiç şüphem
yoktur."
Yine bu hususla ilgili şöyle demiştir. "Yüce Allah’tan alimlere, yücelik dolu anlamı fark eden ve iki sağlam
delil olan Kuran ve sünneti esas alması itibari ile Şia imamiyye meshebine göre amel etmenin caiz olduğuna
dair hiç çekinmeden fetva veren Şeyh Muhammed Şeltut’un attığı bu adımdan ve gerçekleştirdiği bu fetihten
hak islami inançlarda kardeşler arası yakınlaştırmayı pekiştirme yönünde yararlanma başarısı vermesini
niyaz ederim." Fî Sebili’l Vahdeti’l Islamiyye s. 64
3-Abdurrahman Neccar Mısri (Kahire’deki mescitlerin müdürü) şöyle diyor:
"Biz şimdi de aynen şeyh Şeltut’un verdiği fetvayı savunuyoruz. Bizden imamiyye Şiası hakkında
sorulduğunda, halkı dört mezheple kısıtlamıyoruz. Çünkü şeyh Şeltut’da, müçtehit bir imam olup onun
görüşü hakkın ta kendisidir. İmamları birer müçtehit olan mezhepler konusunda niçin başkalarını tekfirle
yetinelim ki?"
Fî Sebili’l Vahdeti’l İslamiyye s66
4-Muhammed Gazali (büyük el Ezher şeyhi) şöyle diyor: "Bana göre büyük üstad şeyh Muhammed Şeltut,
Müslümanların vahdeti yolunda büyük bir adım atmıştır. Bu fetva, İslam ümmeti arasında ki düşmanlığın
sonunda onları, bir bayrak altına gelmeden yok edeceğini söyleyen doğu bilimcilerini yalanlamaktadır. Bana
göre bu fetva yolun başlangıcı ve atılan ilk adımdır." Difaun Ani’l Akaide ve’ş Şeria s257
5-Mısırlı Üstat Ahmed bey (Şeltut ve Ebu Zühre’nin üstadı) şöyle diyor:
"Imamiyye Şiası kesinlikle Allah’a ve Resulüne iman getirir. Kuran ve Hz. Peygamberin haber verdiklerine
inanırlar. Imamiyye Şiası arasından, geçmişte ve zamanımızda, büyük fakihler ve her dalda ve ilimde büyük
alimler çıkmıştır. Onlar derin düşünce ve geniş
bilgilere sahip olmuşlar. Telideri yüz binlere ulaşıyor ve
o teliEerin bir çoğu hakkında bilgim vardır." Tarihu’t Teşrii’l Islami
6-Şeyh Muhammed Ebu Zühre şöyle diyor: "Şianın Islam ümmetinden bir fırka olduğunda hiçbir şüphe
yoktur...Yine onların Kuran ve Hz Peygamber’e (s.a.a) mensup hadislere istinat ettiği hususlarda da şüphe
yoktur. Onlar Ehl-i Sünnet komşularına karşı dürüsttürler ve onlardan uzak kaçmazlar.
Tarihu’l Mezahibi’l Islamiyye s39
7-Üstad Muhammed Sertavi (Ürdün’ün fetva ehli büyüklerinden) şöyle diyor:
"Elbette ben geçmiş Salihlerimizin dediğinin aynısını söylüyorum: Imamiyye Şiası bizim din
kardeşlerimizdir ve bizim üzerimizde kardeşlik hakları vardır." Mecelle-i Risaletu’s Sakaleyn,sayı
72,yıl:1413 h.ks252
8-Üstat Abdulfettah Abdulmaksut şöyle diyor: "Bana göre Şia, doğru Islam yolunda olan kimselerdir, onlar
Islam’ın şeffaf aynasıdırlar. Kim doğru Islam’a bakmak isterse Şia’nın inanç ve amellerini araştırsın. Tarih,
Şia’nın Islam inançlarını savunma meydanında verdiği büyük hizmetlerin en iyi tanığıdır." Fi Sebili’l
Vahdeti’l Islamiyye
9-Üstat doktor Hamit Hafni Davut (Mısır büyüklerinden) Allame Askeri’nin Abdullah b. Saba isimli
kitabına yazdığı takrizde şöyle diyor:
"Islam tarihinin, ömründen on üç asır geçiyor. Bu müddet içinde alimler Şia aleyhine, duygu ve nefsani
heveslere karışık bazı hükümler vermişler. Bu yanlış yol, Islam ümmeti arasında büyük ayrılıklara yol açtı
ve yine Islam ümmeti bu fırkanın büyüklerinin sahip olduğu geniş bilgilerden mahrum kaldı.
Şia fırkasına nispet edilen yakışıksız şeyler hususunda şunu bilmek yeterli ki: Imam Cafer-i Sadık (as) Şia
fıkhının bayraktarıdır. O Ehl-i Sünnet’in imamı Ebu Hanife ve Ebu Abdullah Malik b.Enes’in üstadı idi. Bu
konuda Ebu Hanife şöyle diyor: "Eğer o iki yıl olmasaydı Nu’man helak olurdu "(O iki yıldan kasıt Ebu
Hanife’nin Imam Cafer-i Sadık yanındaki iki yıllık talebelik dönemi).. Malik b. Enes şöyle diyor: "Ben
fıkıhta Cafer b.Muhammed’den daha üstününü görmedim." " Abdullah b. Sebe c1 s13
10-Üstad Ganimi (Kahire üniversitesinde Islam felsefesi üstadı) şöyle diyor:
"Doğulu ve batılı birçok yazar dünden bugüne Şia hakkında muteber olmayan delillere dayanarak bir çoğu
yanlış görüşler vermişlerdir. Halk da bu nispetlerin doğruluğu veya yanlışlığı hakkında kendinden hiçbir
soru sormadan, bu görüşleri kendi aralarında yaymışlardır. Şia konusunda yazarların yanlış görüşlerinin
kaynağı bilgisizliktir. Onlar Şia kaynaklarına bakmaları gerekirken düşmanların kaynaklarıyla
yetinmişlerdir." Mea Ricali’l Fikr Fi’l Kahire s40
11-Üstat Abdurrahman Bitar (el Ezher’in muasır şeyhlerinden) şöyle diyor:
"Her Müslüman yüce Allah’a yakınlaşmaya çalışırken dört mezhebe göre amel edildiği gibi İmam Cafer-i
Sadık mezhebine görede amel edilebilir. Bu gurubun, Şiaya saldırmanın caiz olduğu konusunda ileri
sürdükleri bir takım ihtilafların aslı ve esası yoktur. Hanefi ve Hanbeli mezhebi arasında olan doğal farklar
dışında Şii ve diğer mezhepler arasında hiçbir fark yoktur..." Ed Destur dergisi, Kahire basımı 3.yıl
Şer’i Açıdan Şia’ya Göre Sünnilerin Konumu
Lübnan Hizbullah hareketinin önde gelen liderlerinden Şeyh Muhammed Yezbek, Şiilere Göre Sünnilerin
Konumunu yazıyor
Bütün hamd edenlerin hamdinin üzerinde Allah'a hamd olsun. Bize ikram ettiği hediye ettiği nimetler için,
sancağını bizim ellerimize verdiği için Allah'a şükürler olsun.
Salât ve selam Allah'ın varlığın özü olarak, tamamlanmış bir kılındığı, âlemlere rahmet ve insanlara yol
gösterici seçtiği arınmış habibi, son peygamber Muhammed bin Abdullah'ın üzerine olsun.
Salât ve selam Hz. Peygamberin temiz soylu, insanlara verilmiş Kevser, kıyamet gününe kadar onun halefi
olan arınmış Âline, onun yolundan yürüyen ashabına ve tabiinin üzerine olsun.
Değerli âlimler, değerli konuklar Allah'ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsu. Hoş geldiniz.
Burada Lübnanlı âlimler birliğine böyle zor bir zamanda ‘'Tekfircilik fitnesi karşısında Islami Vahdet'' isimli
konferansın düzenlenmesi için gösterdikleri cabadan dolayı teşekkür ediyorum. Bu zamanda âlimlerin ilmi
bir şekilde ümmetin birliği yönünde ortak bir dil oluşturmaları gerekmektedir.
Bu konferansta sizlere ‘' Şeri bakış acısıyla Şiilere göre Sünnilerin konumu'' başlıklı bir konuyu anlatmak
benim için büyük bir şeref. Ümit ediyoruz ki bu sunumla istenilen hedefe ulaşılır ve konu etrafındaki
evhamlar ortadan kalkar. Haktan başka bir şey istemiyoruz zan ve vehim hakikat adına bir şey ifade
etmezler.
Buradan bulunan değerli âlimler sizlere bu konuda çeşitli zamanlarda yaşamış Ehli Beyt mektebine mensup
âlimlerin görüşlerini nakletmeden önce, onların fikirlerinin mesnedi olan Ehli Beyt imamlarının bu konudaki
görüşlerini nakletmek istiyorum.Ben Şia,Sünni kavramlarını kullanmaktan hiç hazzetmiyorum aslında ama
mecburiyetten kullanıyorum.Ama ben ümmetin değerli alimlerinin hepsine büyük saygı duyuyorum.Burada
şunu da belirtmek istiyorum ki;çok keskin bir silah olan bölünme ve guruplaşma fitnesine hayat bulacağı bir
ortam bırakmamalıyız.Fakat maalesef ümmet bu günlerde böyle bir alana yitilmek isteniyor.Özellikle Irakta
görülmüştür ki tekfir kavramı etrafında şekillenen bir hareket büyük düşmanımız Amerika'ya ve evlatlığı
İsrail'e fayda salmaktan başka bir işe yaramıyor.Burada şu açığa çıkacaktır ki bizler Şia olarak bu kavram
üzerinden konum belirlemiyoruz.Bu gerçek alimlerimize referansla konu değerlendirildiğinde çok daha
belirgin hale gelecektir.
Ehli Beyt imamlarının[r.a) hayatlarından örnekler;
İlk olarak; İmam Ali'den kendisine halife olarak beyat ettikten sonra bazı nedenlerden dolayı onunla
savaşanlar hakkında sorulduğunda ‘'Onlar bizim kardeşlerimizdir fakat bize karşı gelmişlerdir'' şeklinde
cevap vermiştir. Ve arkasında şimdi söyleyeceğim ayete atıfta bulunmuştur. ‘' Eğer inananlardan iki grup
birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah'ın buyruğuna
dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer [Allah'ın emrine) dönerse, artık aralarını adaletle
düzeltin ve [onlara) adaletli davranın. Çünkü Allah, âdaletli davrananları sever. Mü'minler ancak
kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah'a karşı gelmekten sakının ki size merhamet
edilsin.(Hucurat/9-10)
İmam onlar için kâfir olmuşlardır onlara İslam'ın hükmünü uygulamak gerekir dememiştir. Kadınları ve
malları size helaldir dememiştir. İmam ‘'onlar Ehli Kıbledir'' diyince İmam'ın tutumunu garipsediler.
İkinci olarak; Hamran bin Iyn, İmam Muhammed Bakır'dan şu şekilde rivayette bulundu. ‘'İman kalbe
yerleşir, insan onunla Allah'a ulaşır. Onu yapıp etmeleriyle doğrular. Namaz, Zekât, Oruç ve hac üzere
ittifak edenler kâfir değildir. Kim sözle ve yapıp etmeleriyle Müslüman olduğunu idea ediyorsa, onun kanı
haramdır miras düşer ve onunla nikâhlanmak caizdir ‘'[El Kafi/56.sayfa/Iman ve Küfür bölümü
5.hadis)
İmam bu hadisiyle bütün guruplardan insanların içerisinde bulunduğu hal İslam'dır. Ve onun kanı haramdır
ve saydığı hükümler onun için caridir. İslam olmak kâfir olmamaktır. İslam olmak iki şahadeti ikrar
etmektir.'' Ben şahadet ederim ki Allah'tan başka İlah yoktur. Ve ben yine şahadet erdim ki Muhammed
onun kulu ve elçisidir.''Bütün bunlardan sonra herhangi biri kalkıp da Ehli Kıbleden birini nasıl tekfir eder.
Muaviye bin Vehp'den nakledilen hadis şu şekildedir;
‘'Ona sordum, bizimle aynı fikirde olmayan, kavmimizje arkadaşlarımızla nasıl bir ilişki kuralım? Dedik ki;
İmamlarınıza bakın ve onlara uyun. Onlar ne yapıyorsa siz de aynısını yapın. Zira İmalar diğerlerinin
hastalarını ziyaret eder, cenaze törenlerinde bulunur, onlara şahitlik eder ve onlara emanet eslim
ederlerdi.''[El Kâfi/2.Cüz/636/1.hadis)
Üçüncü olarak; İmam Es Sadıktan rivayet olunan hadis şu şekildedir;
‘'Müslüman'ın kanı haramdır, ona emanet teslim edilir ve onlarla nikâhlanmak caizdir''
Burada Ehli Beyt imamlarının hadislerinden yaptığımız iktibaslar sonucunda Ehli Kıble ile ne şekilde alaka
kurulacağı ortaya cıkmış oluyor. Onların takipçilerinin onların yaşam biçimlerine ve sözlerine karşı
çıkmaları nasıl düşünülebilir.
Ehli Beyt mektebine mensup âlimlerin bazılarının bu konudaki görüşleri
l.El Muhakkik Hilli Eş Şeyh Ebi Kasım Necmeddin Muhammed bin Hasan Huzeyli;
Şeyh Şerai Ül İslam'da[ 4.Bölüm/175-176.sayfa/Kitabul Hudud) İslam demek, Ben şahadet ederim ki
Allah'tan başka ilah yoktur. Ve ben yine şahadet erdim ki Muhammed onun kulu ve elçisidir, demektir.
Cenaze namazı bahsinde(1.cilt/103.sayfa) ‘'iki şahadeti ikrar ve izhar edenin cenaze namazı kılınır'' demiştir.
Nikâh bahsinde(Kitabun nİkah/2.cild/299)''Nikâhın şartı iki tarfın da Müslüman olmasıdır'' demiştir.
Miras bahsinde[Kitab ul
Faraiz/3.Cilt/13)''Müslümanlar farklı mezheplere mensup olsalar da birbirlerine varis olabilirler''demiştir.
Muhakkik Hilli Hicir 602 ‘de dogdu ve 73 sene yaşadı ve büyük bir âlimdi. Muhakkik Hilli [k.s)'' Şerai ül
İslam Fi Mesail ül Helal Vel Haram'' isimli bir kitap yazdı. Bu kitap yazıldığı günden bu yana büyük ilgi
görmüş, üzerine onşlarcaşerh ve haşiye yazılmıştır. Hatta şeyhimiz Muhakkik Razi ‘'Kitabuz Zeria'da''
haşiye ve talikler hariç 82 tane şerh saymıştır. Ben yaptığım nakilleri ‘'Şerai ul İslam'dan'' yaptım ki Ehli
Sünnet kardeşlerimiz Şia'nın Ehli Sünnetle alakadar ne düşündüğü açıkça ortaya cıksın diye.
2.İmam Seyid Abdulhüseyin Şerüfiddin[k.s)
Seyyid ‘'Fusul El Mühimme fi Telif Ul Ümme ‘'isimli kitapta Ehli Sünnet'in Müslüman olduğuna dair
imamlardan nakiller yaptıktan sonra ‘'Onlara tıpkı Şiiler gibi İslam'dan kaynaklanan bütün hükümler
uygulanır''şeklinde devam etmiştir.
‘'Mısıra gittim ve büyük âlimlerden Ezher Şeyhi, Şeyh Selim Beşri Maliki ile görüştüm. Ona derim
üzüntümden dolayı serzenişte bulundum, o da aynı dertle muzdarip olduğundan bana dert yandı. Allah bu
Kitabı bu ümmeti birleştirmek için gönderdi, şimdi bu insanlar bu kitap üzerinde ayrılığa düşüyorlar diye
düşünürken sanki saatler durmuştu. Esasında biz Ehli Sünnet ve Şia'nın aynı şekilde hanif İslam dinine
inandıklarını ve Resul'ün getirdiklerini kabullendiklerini, aralarındaki ihtilafın şerefli İslam dinine zarar
verecek asla dair bir ihtilaf olmadığını biliyoruz.'' Bu sözler Seyitten nakledilmektedir.
Seyyid Beyrut'taki ‘'Cami Ül Amri'nin'' minberine çıktığında şu sözleri söyledi;
‘'Bu ümmet görüşlerini, hedeflerini, mezheplerini ve İlay-ı Kelimetullah yolunda planlarını birleştirmediği
sürece ona hayat hakkı yoktur. Ümmet öyle bir hale gelmeli ki doğudan batıya tek vücut haine dönüşmelidir.
Herhangi bir uzvunun bitkin düştüğü yerde diğerine yardım etmelidir. Ancak bu şekilde aldatılmaktan,
kandırılmaktan, teslim alınmaktan kurtulabilir.''
3.İmam Şeyh Al Kâşif Ul Gıta [k.s)
‘'Müslümanlar her ne kadar usul ve füruda ihtilafa düşseler de şimdi zikredeceğimiz hadisin kesinliğinde
müttefiktirler. Her kim iki şahadeti ikrar eder ve İslam'ı din olarak kabul ederse onun kanı, malı, ırzı
haramdır. Kim biz kıblemize dönüp namaz kılarsa, kestiğimizi yer ve dinimiz kabullenirse o bizdendir,
bizim olan onundur, zararımıza olan onun da zararınadır.
Bu zikrettiğimiz sözler ‘' Risaletül İslamiye/3. Aded/51)
4.Seyyid Muhsin el Emin
‘'İslam ümmeti tek bir ümmettir. Tek bir dindir, tekbir kitabı vardır, tek bir peygamberi vardır bu nedenle
heva ve taassup nedeniyle parçalanmamalıdır''
Bu zikrettiğimiz sözleri Seyyid ‘' Sekafet ul İslamiye ‘' nin 11. Sayısında dillendirmiştir.
5. Büyük Üstad Seyyid Muhammed Sadı Es Sadr [k.s) Dedi ki;
‘'Şia'yı ve Ehli Sünnet'i siyaset ayırmıştır bu gün onları siyaset birleştirebilir.Dün Şia ve Ehli Sünnet'i siyaset
saflara ayırmıştı bu gün onların kalplerini birleştirebilir.Bu iki gurup arasında öze dair bir ayrılık yoktur
kardeşliğin geliştirtmesi ,ihtilafların ise anlam bulduğu tarihin içinde terk edilmesi
gerekmektedir.Çünkü Allah biridir,Kuran
biridir,Peygamber biridir ,fıkhi ihtilaflar ise içtihat farklılıklarından ibarettir.Bu tip farklılıklar Ehli Sünnet'in
kendi mezhepleri içerisinde de vardır.''
6.Allame Seyyid Cemalettin El Afgani Dedi ki;
‘'İslam dini u güm Muhammed Bin Abdullah[s.a)'in inşa ettiği bir gemidir ve bu mukaddes gemiye binmek
özel ve genel anlamda bütün Müslümanların
hakkıdır.''
7.Allame Şeyh Muhammed Cevat Muuğniye
Dediki;
‘'İslam'ın usul be Furua dair bürün söylediklerini kabullenen kişi Müslüman'dır. Usul'e dair olanlar Tevhit,
Nübüvet ve Mead'dır bürün bunla şüphesiz iman eden kesinlikle Müslüman'dır. Bunlardan şüphesi olan ise
Müslüman değildir.''
Dedi ki; Şia'nın mezhebine dair zorunlu saydığı iki şey vardır.
Birincisi; Usule dair olandır ki Bu imamettir. On iki İmam Şia'sına mensup bir kişinin On iki Ehli Beyt
İmamının imametini kabul etmesi gerekir. Herhangi bir kişi bilerek veya bilmeyerek On İki İmam'ın
imametini kabul etmezse Şia değildir, fakat Müslüman'dır. O kişi için İslam'ın öngördüğü bütün hükümler
geçerlidir.
İkincisi; Furua dair olanlardır. Boşanma için şahit gerekliliği, içtihat kapısının acık olması vb konular
furuatın içinde zikredilebilir. Yani diğer İslam mezheplerin de olmayıp da Şia da olan hükümler Şia'nın
furuatıdır kendisi için bunlar acık bir gerçeklik halinde iken bunu halen inkâr eden Şia değildir.(Risaletül
Islam/4.sayı)
İmam Eş Şehit Muhammed Bakır Es Sadr[k.s)
Dedi ki;
‘'Aziz Irak Halkı, Sizlere, hayatınızı cihada adadığınız ve zor şartlar içerisinde olduğunuz bir dönemde,
Arap, Kürt, Sünni, Şia bütün guruplarınız ve cemaatlerinizi kastederek söylemek istiyorum ki; bu gün
başımıza musallat olan bela sadece bir mezhebi veya ırkı hedef almış değil bütün Irak halkına musallat
olmuş bir beladır. Bu nedenle sizlerin bu belaya karşı cihadi bir tavır takınarak aranızda ayrım yapmadan
birlikte değerlerinizi savunmalı ve onun için cihat etmelisiniz. Ben kendimi bildim bileli varlığımı Şia ve
Ehli Sünnet'i bir tutarak İslam uğruna cihat etmeye adadım. Sürekli olarak onları birleştiren ve onların
hepsini kapsayan bir risalet anlayışını savundum. Ben kendi içimde tek bir hedefi olan halis İslam
anlayışından başka bir şey yaşamadım. Aziz Şia ve Sünni kardeşlerim ben sizinle İslam'a bağlılığınız
ölçüsünde aranızda bir ayrım yapmadan birlikteyim.'' [Senavat Ul Mihne ve Eyyam Ul Hasara/Şeyh
Muhammed Rıza Nimani/305)
İmam Seyyid Humeyni [k.s)
Dedi ki;
‘' Ey İslam hakikatine iman etmiş dünya Müslümanları ayağa kalkın ve İslam'ın mesajının gölgesinde
toplanın, müstekbirlerin ülkeniz ve mallarınız üzellndekl tahakkümünü kırı. Aranızdaki ihtilaharı ve nefsi
çekişmelerinizi bir kenara koyun ve İslam'a dönün zira sizler gerekli olan her şeye sahibisiniz.'' [12.9.1980
tarihli beyanı]
‘'Bu gün tıpkı geçmişte de olduğu gibi İslam'ın maruz kaldığı tehlike şerehi İslam dininin bayrağı altında
toplanmak yerine guruplaşmak ve bölünmektir.'' [10.4.1982 tarihli beyan)
10.imam Seyid Ali Hamenei Dedi ki;
‘'Biz islami değerleri, insanı insanlığından eden, dünya değerleri gibi karartmak istemiyoruz ve İslami
değerleri onlarla değiştirmek istemiyoruz. Biz Müslümanlar olarak aynı sözde buluşmalı ve ihtilaüardan
uzak durmalıyız zira ihtilaf ancak düşmanlık doğurmaktadır. Biz Müslümanlardan kendi mezheplerine özgü
inançlarını terk etmelerini istemiyoruz fakat onlardan ihtilaf noktalarının üzerinde ittifak edebileceğimiz
noktaların var olduğunu anlamalarını anlatmak istiyoruz. Bu nedenle Şia ve Ehli Sünnetin kardeşlik ve sevgi
duygularıyla bu iki mezhebin yakınlaşması ve aralarındaki sorunları halletmeleri için ellerinden geleni
yapmaları gerekmektedir.''(Hadi el Velaya/1.cilt138)
Buraya kadar Şia âlimlerinden naklettiğimiz bu sözler Ehli Sünnet ve Şia'nın aynı dine inanan kardeşler
olduğu gerçeğini ortaya çıkarmıştır. Bu konuda daha fazla bilgi edinmek isteyenler Şia'nın akaid ve fıkıh
kitaplarına başvurabileler. Görülecektir ki âlimler Şia ve Ehli Sünnet arasında içtihat farkından öteye giden
bir fark olmadığını söylüyorlar. Bunu söylerken o kadar acık bir şekilde söylüyorlar ki ortalığı karıştırmak
isteyecek kimselere hiç fırsat kalmasın. Zira kötü resmedilmek istenen kimseler ancak evrensel adaletin
sağlanacağı İslam! b!r devletten başka b!r şey arzulamıyorlar.
Elhamdul!llah!rabb!lalem!n
Es Selamu Aleykum ve Rahmetullahl
İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamaney Açısından Ehli Sünnet ve Şia Müslümanları Arasındaki Vahdet
24/07/2008
Günümüzde emperyalizm ve Amerika'nın temel hedeflerinden biri dünyanın çeşitli yerlerinde ihtilaflar
çıkartmak olup, bunun en önemlisi şii ve sünni müslümanlar arasındaki ihtilaflardır. Dünyayı sömürmekte
olan güçlerin Irak meseleleriyle ilgili olarak neler söylediklerini, kamuoyunu nasıl zehirlediklerini ve ne gibi
nifak tohumları ekmeye çalıştıklarını görmektesiniz. Uzun yıllardır, kudret ve aşırılığa susamış Batı'lı
güçlerin müslümanlar arasında ayrılık ve gayrılıklar çıkarmakla meşgul oldukları bilinmektedir. Dikkatli ve
uyanık olmak gerekir. Yılın her mevsiminde ve her alanda dikkatli davranmalıyız. Şii ve sünni müslümanlar
arasında çıkabilecek bir savaş, Amerika’nın gerçek arzusudur. Müslüman halklar uyanmak ve düşmanın
entrika ve eylemlerini küçümsememek zorundadırlar. Uyanış ve dikkatli davranış süreci korunmalıdır.
Bugün, müslüman halklar ve İslam ülkelerinin dayanışma günüdür. Ben buradan kendi halkımı ve Irak,
Pakistan ve diğer müslüman ülkelerdeki halkları uyarıyorum, mezhebi anlaşmazlıkları, şii-sünni ihtilaflarını
gemlemelisiniz. Ben bugün, bazı ellerin belirli bir program içerisinde Şia ve Ehli Sünnet adına
müslümanların arasını bozduklarını gözlemlemekteyim.Katliamlar, camilere, huseyniyelere, Cuma
namazlarına, cemaat namazlarına saldırılar, kesinlikle emperyalizm ve siyonizmin maşaları vasıtasıyla
gerçekleştirilmektedir. Bu eylemleri hiç bir müslüman yapmaz. Hem Irak’da, hem İran’da, hem
Afganistan’da, hem Pakistan’da ve hem de dünyanın çeşitli bölgelerinde... Elimizdeki bilgiler, İslam
düşmanları ve siyonistlerin kirli ellerinin, dolaylı veya dolaysız olarak İslam dünyasının çeşitli köşelerindeki
olaylara karıştıklarını göstermektedir.
Elbette biz, bu sözlerimizle ne şiilerin sünni olmasını ve ne de sünnilerin şii olmasını istemekteyiz.
Amacımız, bir mezhebin diğer bir mezheb içerisinde erimesi değildir, çeşitli mezheplere mensup
müslümanların inançları doğrultusunda ilmi çalışmalarda bulunmamaları değildir. İlmi faaliyetler, çok
iyidir. Ancak, kimileri müslümanların birliğini sağlamak amacıyla mezhepleri inkara kalkışıyorlar. Bu,
problemi çözemez. Tam tersine mezhebin isbatı, problemlerin çözüme kavuşturulmasında yararlı
olmaktadır. Mevcut mezheplerin her biri kendi bölgelerinde hayatın akışını düzenlemektedir. Ancak
birbirleri arasındaki ilişkilerin dostça olması gerekir. Bilimsel çevrelerde bilimsel kitaplar yazsınlar; bilimsel
olmayan muhitlerde değil... Bu yüzden eğer bir kimse kendi mantığını ispatlamak isterse, bizler onu
önlememeliyiz. Ancak bir kimse, söz ve eylemiyle, çeşitli yöntemlerle ihtilaf oluşturmaya kalkışırsa, onun
düşmana hizmet ettiğini düşünürüz. Hem sünniler ve hem de şiiler bu konuda dikkatli olmalıdırlar.
Bir mezhebe mensup olan herkes, kendi inanç ve değerlerine saygı duymaktadır ve bu onun hakkıdır.
Ancak, bu saygı duyma biçimi, farklı itikadlara sahip olan başka müslümanların oluşturduğu toplulukların
değerlerine hakarete dönüştürülmemelidir. Biz hepimiz, ittifak halinde aynı İslam’a, aynı Kabe’ye, aynı
peygambere, aynı namaza, aynı hacca, aynı cihada, aynı şeriate inanıp amel etmekteyiz. İhtilaf konuları,
kesinlikle ortak noktalardan daha azdır. İslam düşmanları şii ve sünni müslümanlar arasında yalnızca İran’da
değil, tüm İslam dünyasında ihtilaf çıkartmak peşindedirler.
Şu noktaya da değinmek istiyorum. Müminlerin emiri Hz. Ali’yi şii ve sünni müslümanlar ve çeşitli fırkalar
arasında bir ayrılık noktası olarak göstermeye çalışmayın. Hz. Ali, birlik ve dayanışma vesilesidir, ayrılık ve
ihtilaf vesilesi değil... Ülkenin tüm yörelerindeki kardeşlerimiz, Hz. Ali’nin birlik ekseni olduğundan kuşku
duymasınlar. İslam dünyasının tamamı şiisiyle sünnisiyle bu büyük şahsiyeti sevmekte ve saygı
duymaktadır. Nevaseb adlı küçük bir grup, Hz. Ali'ye düşman idiler. İslam tarihinde de hem Emeviler ve
hem de Abbasiler döneminde Hz. Ali'ye düşmanlık besleyen gruplar mevcuttu. Ancak, ister şii ve isterse
sünni olmak üzere İslam dünyasının geneli, Hz. Ali'yi övgüyle anmaktadır. Ehli Sünnetin fıkıh imamlarının
Hz. Ali hakkındaki methiyelerini bilmektesiniz. Bu şiirlerin meşhur olanları imam Şafii'ye aittir. imam
Şafii'nin Hz. Ali hakkındaki övgülerini içeren şiirleri vardır. Mezhep imamlarının hemen hepsi aynı bakış
açısına sahiptir ve biz şiiler için bu büyük şahsiyetlerin konum ve tavırları açık, net ve şeffaftır.
Maalesef İslam dünyasında öylesine insanlar yaşamaktadırlar ki Amerika ve diğer emperyalist güç
odaklarına yakınlaşabilmek için her türlü aykırı hareketi kabullenmekte ve bu bağlamda şii ve sünniler
arasında ihtilaflar oluşturabilmek için her yola başvurmaktadırlar. Ben bugün, bazı komşu ülkelerde hesaplı
olarak şii ve sünniler arasında ayrılıklara yol açmak, kavimler ve mezhepleri birbirne düşürmek, siyasal
akımları çatışmaya sevketmek ve böylece bulanık suda balık avlayarak İslam ülkelerinde gayri meşru
çıkarlar elde etmek isteyen kimi gizli elleri görmekteyim. Dikkatli ve uyanık olmalıyız.
Şiileri sünniler aleyhine ve sünnileri de şiiler aleyhine kışkırtanlar ne şiileri sevmektedirler ve ne de
sünnileri... Onlar İslam'a düşmandırlar. ‘Kendi aranızda merhametli olunuz... ' Yani müslüman
kardeşler kendi aralarında merhamet ve nezaketle davranmalıdırlar. Düşman her iki taraftan çalışmaktadır.
Sünnilerin gözünde şiileri ve şiilerin gözünde de sünnileri asıl düşman olarak göstermekte ve maalesef kimi
kaba softalar da buna inanmaktadırlar. Ayrıca şiileri ve sünnileri birbirlerinin mukaddes bildikleri
değerlerine hakarete yöneltmektedirler. Düşmanın entrikası bu iki mektebi birbirinin karşısına dikmektir.
Düşmanın denediği oyunlar karşısında gaflete düşmeniz mümkündür. Bu yüzden dikkatli davranmak ve
düşmanı hangi kisveye girerse girsin tanımak zorundasınız. Onları, sözlerinden bile tanımak mümkündür...
Bizim iftihar ettiğimiz konulardan biri, halkımızın kavmi ve mezhebi çeşitliliklerin hakim olduğu
bölgelerde, yani ihtilaf ortamı mevcut yörelerde ihtilaf ve çatışmalardan kaçınmalarıdır. Elbette düşman,
bundan hoşlanmamaktadır. Şii ve sünni müslümanlar arasındaki çatışmalar düşman için büyük değere
sahiptir. İslam Ümmeti içerisindeki tefrikalar, maneviyat, kudret ve görkemli dayanışmanızı kırmakta ve
Kur'an'da buyrulduğu üzere, güç kaybına uğramaktasınız.
Bu bağlamda merkez rolü oynayabilecek faktörlerden biri, Resul-ü Ekrem [S)'in mukaddes varlığıdır.
Müslümanlar, müslüman aydınlar bu büyük şahsiyetin öğretileri ve ona duyulan muhabbete dayanarak
kapsamlı ve kuşatıcı bir bakış açısıyla İslami faaliyetlerini sürdürmelidirler.
Müslümanların dayanışması meselesini şii ve sünni tüm mezhepler, çeşitli Ehli Sünnet mezhepleri ile Şia’ya
bağlı mezhepler ciddiye almak zorundadırlar. Günümüz müslümanları İslami vahdet konusunu ciddiye
almalıdır. Islami birliğin anlamı açıktır. Müslümanlar arasındaki vahdet, bir zarurettir. Bu konuya bir şaka
veya bir slogan olarak bakmak doğru değildir. Gerçekten de müslüman toplumlar, birbiriyle dayanışma
içerisinde olmalı ve aynı istikamette hareket etmelidirler. Elbette vahdet konusu, karmaşık bir konudur.
Dayanışmanın sağlanması kolay değildir. Müslüman halklar arasında dayanışma sağlanabilmesi için,
mezhebi ihtilaflar, hayat biçimi farklılıkları ve fıkhi farklılıklar karşısında esneklik gösterilmesi gerekir.
Müslüman halklar arasında dayanışma sağlanması, İslam dünyasının problemleriyle ilgili konularda birlikte
hareket etmek, birbirine yardımcı olmak ve sermayelerini birbirleri aleyhinde kullanmamak demektir.
İTTİHAD-I İSLÂM [Bediüzzaman)
A)Ey insafsız adam! Şimdi bak ki, mü’min kardeşine kin ve adâvet ne kadar zulümdür. Çünkü, nasıl ki sen
âdi, küçük taşları Kâbe’den daha ehemmiyetli ve Cebel-i Uhud’dan daha büyük desen, çirkin bir akılsızlık
edersin. Aynen öyle de, Kâbe hürmetinde olan İmân ve Cebel-i Uhud azametinde olan İslâmiyet gibi çok
evsâf-ı İslâmiye muhabbeti ve ittifakı istediği hâlde, mü’mine karşı adâvete sebebiyet veren ve âdi taşlar
hükmünde olan bazı kusurâtı İmân ve
İslâmiyete tercih etmek, o derece insafsızlık ve akılsızlık ve pek büyük bir zulüm olduğunu, aklın varsa
anlarsın.
işte bu müthiş sebebin verdiği vahîm neticeler‫ ؛‬görmemenin yegâne çaresi, Dokuz Emirdir.
1. Müsbet hareket etmektir ki, yani, kendi mesleğinin muhabbetiyle hareket etmek. Başka mesleklerin
adâveti ve başkalarının tenkîsi, onun fikrine ve ilmine müdahale etmesin, onlarla meşgul olmasın.
2. Belki, daire-i İslâmiyet içinde, hangi meşrepte olursa olsun, medar-ı muhabbet ve uhuvvet ve ittifak
olacak çok rabıta-i vahdet bulunduğunu düşünüp ittifak ederek,
3. Ve haklı her meslek sahibinin, başkasının mesleğine ilişmemek cihetinde hakkı ise, "Mesleğim haktır,"
yahut "daha güzeldir" diyebilir. Yoksa, başkasının mesleğinin haksızlığını veya çirkinliğini ima eden "Hak
yalnız benim mesleğimdir" veyahut "Güzel benim meşrebimdir" diyemez olan insaf düsturunu rehber etmek,
4. Ve ehl-i hakla ittifak, tevfik-i İlâhînin bir sebebi ve diyanetteki izzetin bir medarı olduğunu düşünmekle,
5. Hem ehl-i dalâlet ve haksızlık, tesanüd sebebiyle, cemaat suretindeki kuvvetli bir şahs-ı mânevînin
dehâsıyla hücumu zamanında, o şahs-ı mânevîye karşı, en kuvvetli ferdî olan mukavemetin mağlûp
düştüğünü anlayıp, ehl-i hak tarafındaki ittifak ile bir şahs-ı mânevî çıkarıp, o müthiş şahs-ı mânevî-i
dalâlete karşı hakkaniyeti muhafaza ettirmek,
6. Ve hakkı, bâtılın savletinden kurtarmak için,
7. Nefsini ve enâniyetini,
8. Ve yanlış düşündüğü izzetini,
9. Ve ehemmiyetsiz, rekabetkârâne hissiyatını terk etmekle ihlâsı kazanır, vazifesini hakkıyla ifa eder.
B) “Bu zamanın en büyük farz vazifesi İttihad-ı İslâmdır.”
“Bu ittihad âdet değil ibadettir ve bu zamanın en büyük farz vazifesidir”
C) “Azametli bahtsız bir kıt'anın, şanlı tali'siz bir devletin, değerli sahibsiz bir kavmin reçetesi; İttihad-ı
İslâmdır.”
Ç) “Ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve düşmanca taraf tutmanızdan kuvvetiniz hiçe iner. Az bir kuvvetle
ezilebilirsiniz. Sosyal hayatla alakanız varsa, 'Mümin mümin için sağlam bir binanın birbirine kuvvet veren
taşları gibidir' yüksek prensibini, hayat prensibi yapınız. Dünya sefilliğinden ve ahiret sıkıntısından
kurtulunuz.”
D) Şeair-i Islâmiyenin [Islâmı sembolize eden unsurların) serbestiyeti ve korunması Ittihad-ı Islâm ile
mümkündür.
E) Ittihad-ı Muhammediye'ye dahil misin sualine: ‘Maaliftihar! En küçük efradındanım. Fakat, benim târif
ettiğim vecihle ve o ittihaddan olmayan, dinsizlerden başka kimdir, bana gösterin' şeklinde cevap vererek
Ittihad-ı Islâmın bütün Müslümanları içine aldığını belirtmiştir.
F) ‘Evet Ümitvar olunuz şu istikbal inkılâbı içinde, en yüksek gür sada Islâmın sadası olacaktır’
O halde fert ve toplum düzeyinde mü'minlerde nifak ve şikak, kin ve adâvete sebebiyet veren tarafgirlik ve
inat ve haset, hakikatçe ve hikmetçe ve insaniyet-‫ ؛‬kübrâ olan İslâmiyetçe ve hayat-ı şahsiyece ve hayat-ı
içtimaiyece ve hayat-ı mâneviyece çirkin ve merduttur, muzır ve zulümdür ve hayat-ı beşeriye için zehirdir.
Yaşasın sıdk!
Ölsün yeis!
Muhabbet devam etsin!.
Şûra kuvvet bulsun!.
Bütün levm ve itab ve nefret, heva ve hevese tâbi olanlara olsun.
Selâm ve selâmet Hüda'ya tâbi olanlar üstüne olsun.
G) "Ey ehl-i hak olan Ehl-i Sünnet ve Cemaat! Ve ey Âli Beytin muhabbetini meslek ittihaz eden Alevîler!
Çabuk bu mânâsız ve hakikatsiz, haksız, zararlı olan nizâı aranızdan kaldırınız. Yoksa, şimdiki kuvvetli bir
surette hükmeyleyen zındıka cereyanı, birinizi diğeri aleyhinde âlet edip, ezmesinde istimal edecek. Bunu
mağlûp ettikten sonra, o âleti de kıracak. Siz ehl-i tevhid olduğunuzdan, uhuvveti ve ittihadı emreden yüzer
esaslı rabıta-i kudsiye mâbeyninizde varken, iftirakı iktiza eden cüz'î meseleleri bırakmak elzemdir."
Ğ] uhuvvet risalesinden bölümler,
Meselâ, her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir-bir, bir, bine kadar bir, bir.
Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir-bir, bir, yüze kadar bir, bir.
Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir-ona kadar bir, bir.
Bu kadar bir birler vahdet ve tevhidi, vifak ve ittifakı, muhabbet ve uhuvveti iktiza ettiği ve kâinatı ve
küreleri birbirine bağlayacak mânevî zincirler bulundukları hâlde,şikak ve nifâka, kin ve adâvete sebebiyet
veren örümcek ağı gibi ehemmiyetsiz ve sebatsız şeyleri tercih edip mü'mine karşı hakikî adâvet etmek ve
kin bağlamak, ne kadar o rabıta-i vahdete bir hürmetsizlik ve o esbab-ı muhabbete karşı bir istihfaf ve o
münasebât-ı uhuvvete karşı ne derece bir zulüm ve i'tisaf olduğunu,kalbin ölmemişse, aklın sönmemişse
anlarsın.
1- "Mü'minler ancak kardeştirler." [Hucurat Sûresi: 49:10.)
2- "Mü'minin mü'mine bağlılığı, parçaları birbirini tutan binâ gibidir." Buharî,
Üçüncü Düstur: Adâvet etmek istersen, kalbindeki adâvete adâvet et, onun ref'ine çalış. Hem en ziyade sana
zarar veren nefs-i emmârene ve hevâ-i nefsine adâvet et, ıslahına çalış. O muzır nefsin hatırı için mü'minlere
adâvet etme.
Eğer düşmanlık etmek istersen, kâfirler, zındıklar çoktur; onlara adâvet et.
Evet, nasıl ki muhabbet sıfatı muhabbete lâyıktır.
Öyle de, adâvet hasleti, her şeyden evvel kendisi adâvete lâyıktır.
H) Mevcut dünya şartları müvacehesinde İttihad-İslâm'a sâik olacak pek çok esbaba rağmen, Âlem-İslâm'da
ihtilafın kısmen de olsa devam etmesine, Bediüzzaman Hazretler'i şöyle teessüfte bulunur:
« Cây-ı teessüf bir halet-i içtimaiye ve kalb-i İslâmı ağlatacak müdhiş bir maraz-ı hayat-ı içtimaî:
"Haricî düşmanların zuhur ve tehacümünde dâhilî adavetleri unutmak ve bırakmak" olan bir maslahat-ı
içtimaiyeyi en bedevi kavimler dahi takdir edip yaptıkları halde, şu cemaat-ı İslâmiyeye hizmet dava
edenlere ne olmuş ki; birbiri arkasında tehacüm vaziyetini alan hadsiz düşmanlar varken, cüz'î adavetleri
unutmayıp, düşmanların hücumuna zemin hazır ediyorlar. Şu hal bir sukuttur, bir vahşettir. Hayat-ı
içtimaiye-i İslâmiyeye bir hıyanettir '' (Mektubat sh: 269)
''Ey ehl-i iman! Zillet içinde esaret altına girmemek isterseniz, aklınızı başınıza alınız! İhtilafınızdan istifade
eden zalimlere karşı innemel mu'minune ihvetun kal'a-i kudsiyesi içine giriniz; tahassun ediniz. Yoksa ne
hayatınızı muhafaza ve ne de hukukunuzu müdafaa edebilirsiniz. Malûmdur ki; iki kahraman birbiriyle
boğuşurken; bir çocuk, ikisini de döğebilir. Bir mizanda iki dağ birbirine karşı müvazenede bulunsa; bir
küçük taş, müvazenelerini bozup onlarla oynayabilir; birini yukarı, birini aşağı indirir.
İşte ey ehl-i iman! İhtiraslarınızdan ve husumetkârane tarafgirliklerinizden kuvvetiniz hiçe iner, az bir
kuvvetle ezilebilirsiniz. Hayat-ı içtimaiyenizle alâkanız varsa, el mu'minu lil mu'mini kel bunyanil mersus
yeshuddu ba'duhu ba'den düstur-u âliyeyi düstur-u hayat yapınız, sefalet-i dünyeviyeden ve şekavet-i
uhreviyeden kurtulunuz!..'' (Mektubat sh: 270)
"İttihad-I İslâm'ın nokta-ı istinadı olan Âlem-i İslâm'daki dinî meslek ve cemaatler, esasat ve zaruriyat-ı
diniyeyi esas alıp, mesail-i fer'iyeyi ve meslekiyeyi medar-ı niza etmemeleridir.''
«Evet o ecnebilerin, canavarlar gibi yaptıkları muamele ve zulümler, İslâm dünyasında, hürriyet ve istiklal
ve ittihad-ı İslâm cereyanını da hızlandırmıştır. Nihayet, müstakil İslâm devletlerinin teşkilini intac etmiştir.
İnşâallahü Teâlâ, Cemahir-i Müttefika-i İslâmiye de meydana gelecek ve İslâmiyet, dünyaya hâkim ve
hükümran olacaktır. Rahmet-i İlahîden kuvvetle ümid ve niyaz ediyoruz.'' (Konferans sh:54)
Allah'a ve Resûlü'ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider.
Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir. (Enfal Suresi, 46)
İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız [birbirinize yardım etmez ve dost
olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk [fesat) olur.” [Enfal Suresi, 73)
“Şüphesiz Allah,Kendi yolunda, sanki birbirlerine kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak mücadele
edenleri sever.” [Saff Suresi, 4)
Tefrikayı kim ve neden çıkarmak istiyor?
İslam tarihine baktığımızda tefrikanın Müslümanların düşmanlar‫ ؛‬ve onlara hizmet eden münaf‫؛‬klar
taraf‫؛‬ndan çıkarı[dığı görülecektir.
Rivayet olunur ki, Şemmas b. Kays isminde bir yaşlı Yahudi varmış.Küfrü ve Müslümanlara karşı hiddeti,
kini ve çekememezliği pek şiddetliymiş.Bir gün Evs ve Hazreç kabilelerinden bir takım ashab-ı kiram bir
mecliste oturmuş konuşurlarken bu Yahudi yanlarından geçmiş, cahiliye zamanında aralarında şiddetli
düşmanlık ve hasımlık bulunan bu kimselerin İslâm'dan sonra aralarındaki bu ülfeti, toplanmayı, düzelmeyi
ve sevgiyi görünce:
''Allah'a yemin ederim ki bunlar böyle toplandıkça, bizim buralarda rahatımız kalmaz.'' demiş ve yanındaki
bir ¥ahudi delikanlısına:
''Haydi şunların yanlarına otur, yevm-i bûâsı (buas günü) ve daha öncekilerini hatırlarına getir ve o zaman
söyledikleri şiirlerden bazı parçalarda okuyuver.'' diye tembih etmişti.'Buas günü' ise İslâm'dan yüz yirmi
sene kadar birbirleriyle düşmanlık ve hasımlık üzere yaşamış olan Evs ve Hazrec kabilelerinin savaş
yaptıkları ve Evs'in Hazrec'e galip geldiği son bir gün idi.Delikanlı dediğini yapmış ve derken bir münakaşa
kapısı açılmış.İki taraf öğünmeye başlamışlar, nihayet bir çekişme, ağız kavgası olmuş, Evs'ten Evs b
Kayzî,Hazrec'den Hübar b. Sahr sıçramışlar, birbirlerine söz atmışlar, birisi diğerine:
''İsterseniz bugün yine öyle bir gün yaparız.''demiş.İki taraf öfkeyle gelmiş:'' Haydi yaptık,silâh silâh, haydi
zahireye, harre meydanına!'' demişler, sözün kısası Evs kabilesi birbirleriyle,Hazrec de birbirleriyle
birleşmişler, o sırada durum Peygamberimize ulaşmış, O da yüce huzurlarında bulunan Muhacir ashabı
kiramla birlikte onların yanlarına gelmiş:'' Ey müslümanlar topluluğu!..Allah Allah! Ben aranızda
bulunurken de cahiliye davası mı yapıyorsunuz? Cenab-ı Allah sizi İslâm'a hidayet ettikten ve küfürden
kurtarıp kerem (cömertlik) ve yardımıyla cahiliyyenin kökünü kestikten ve aranızı bulduktan sonra, yine
eski küfre mi dönüyorsunuz?'' diye nasihat edince, hepsi düştükleri tehlikenin bir şeytan tuzağı olduğunu
anlayarak derhal ellerindeki silahlarını bırakmışlar, gözlerinden yaşlar dökerek birbirlerine sarılmışlar,
kucaklaşmışlar ve Resulullah'a itaat ederek beraberce gitmişler. Cenab-ı Allah bu şekilde Şemmas'ın fitne
ateşini sürdürmüş, bu sebeple hem Ehl-i Kitaba bir öğüt, hem de müminleri onlardan herhangi birine
uymaktan yasaklanmak maksadıyla hükmü (98-101 Al-i İmran) ayetleri inmiştir(Hak Dini Kur'an Dili
Tefsir)
''....Arkadaşlarından biri:''Bu makama herkesten daha lâyık olduğun hâlde seni bu makamdan nasıl
alıkoydular?''diye soruca buyurdu ki(İmam Ali):
''Bu,bir grubun ona hırsla yöneldikleri bir tür tekelciliktir ve bir grup da izzetle ondan vazgeçti,bu konuda
HÜKÜM Allah'ındır;dönüş yeri ise KIYAMEİR.SEN ŞİMDİ SENİ İLGİLENDİRMEYEN ŞEYLE
UĞRAŞMA.''
İmam Hasan'ın Barışı,s.55
İmam Hamaney ise yukarıdaki İmam Ali'nin buyruğu için şöyle bir açıklama yapıyor:
''İmam'ın buyruğunda geçen bu meşhur misalin
devamının tercümesi şöyledir:ŞİMDİLİK GÜNÜN
KONUSU OLAN MUAVİYE'YLE UĞRAŞ,HERHALUKÂRDA GEÇEN VE BUGÜN
DÜŞÜNÜLMEYECEK VE HAKKINDA BİR ŞEY YAPILMAYACAK ŞEYLE DEĞİL.BU EHLİBEYT
SÖZÜNDE GÖNÜL SAHİPLERİ İÇİN BÜYÜK VE EĞİTİCİ BİR DERS VAR''
Ali Şeriati şöyle diyor:
"Şu anki Şia ve Sünni savaşı, Safevî Şiası ve Emevî Sünniliği savaşı olup İslam ile sömürü ve Müslüman ile
siyonist arasındaki savaştan gafil kılmak için çıkarılmıştır. Bu iki savaşın birbirine bağlılığı, bu iki cephenin
aynı zamanda ortaya çıkması, dünyadan haberi olan herkesçe açıkca bilinmektedir. "Fedek gasbı"nın (Şii ve
Sünni camiasında hala süren bir tartışma konusudur.) diri ve şu anda olan bir olay gibi kışkırtıcı ve
olağandışı bir biçimde ortaya getirilmesi, "Filistin'in gasbı"nın unutturulması içindir." (Ali Şiası Safevi
Şiasıs, 234)
İlmi tartışmalar son haddine de varsa ilim ehli Müslüman hiçbir zaman tefrika çıkarmaz,her zaman birlik ve
beraberlikten yana tavır sergiler.
Örnek:
’’...Ebuzer haccı tamamlayaıp Mina’ya geçti.Ona Osman’ın yolculuk esnasında da dört rekat namaz
kıldığını söylediler.Çehresinde ötke belirdi.Şiddetle Osman’a saldırdı ve ardından şöyle dedi:Ben Allah
Resulü’yle yolculukta namaz kıldım,o iki rekat kılıyordu.Ebubekir ve Ömer’le de bu şekilde namaz
kıldım.Osman nasıl onu tam kılar?
Ardından namaza durup kendisi de dört rekat kıldı.
Oradakilerden bazıları bu manzarayı görünce şaşırdılar.Ebuzer namazı bitirince de ona şöyle dediler:
‘Sen Emir’el Mü’minin’nin ,bunu yapmasını eleştirdiğin halde kendin neden aynısını yaptın?
-BOZGUNCULUK DAHA KÖTÜDÜR!
Ebuzer Rebeze’ye döndü...’’
Kaynak:Zulme ve Sosyal Adaletsizliğe Karşı Bir Kez Daha EBUZER,sf.185-186,Söylem yayınları,Ali
Şeriati
SONUÇ:
İ.Hamaney:
،’BAŞKALARINI SİLEREK KENDİMİZİ İSPAT GİBİ BİR YAKLAŞIMIMIZ YOK.••
Pieta ‘nın dediği gibi:
" Söyledim... duydu anlamına gelmez
Duydu... doğru anladı anlamına gelmez Anladı... hak verdi anlamına gelmez
Hak verdi... inandı anlamına gelmez !nandı... uyguladı anlamına gelmez, Uyguladı... sürdürecek anlamına
gelmez.”
“Hayat pamuk ipliğine bağlıdır, tek ilaç duadır.”
Selam ve dua ile.
Bandrol Uygulamasına İlişkin Usul Ve Esaslar Hakkında Yönetmeliğin
5.Maddesinin İkinci Fıkrası Çerçevesinde Bandrol Taşıması Zorunlu Değildir.
………SON……
Buraya Yüklediğim EBookları Download Ettikten 24 Saat Sonra Silmek Zorundasınız.
Aksi Taktirde Kitabin Telif Hakkı Olan Firmanın Yada Şahısların Uğrayacağı Zarardan Hiç Bir Şekilde Sitemiz Sorumlu Tutulamaz ve
Olmayacağım.
Bu Kitapların Hiçbirisi Orijinal Kitapların Yerini Tutmayacağı İçin Eğer Kitabi Beğenirseniz
Kitapçılardan Almanızı Ya Da EBuy Yolu İle Edinmenizi Öneririm.
Tekrarlıyorum Sitemizin Amacı Sadece Kitap Hakkında Bilgi Edinip Belli Bir Fikir Sahibi Olmanız Ve Hoşunuza Giderse Kitabi Almanız
İçindir.
Benim Bu Kitaplar Da Herhangi Bir Çıkarım Ya Da Herhangi Bir Kuruluşa Zarar Verme Amacım
Yoktur.
Bu Yüzden EBookları Fikir Alma Amaçlı Olarak 24 Saat Sureli Kullanabilirsiniz. Daha Sonrası
Sizin Sorumluluğunuza Kalmıştır.
1)Ucuz Kitap Almak İçin İlkönce Sahaflara Uğramanızı
2)Eğer Aradığınız Kitabı Bulamazsanız %30 Ucuz Satan Seyyarları Gezmenizi
3) Ayrıca Kütüphaneleri De Unutmamanızı Söyleriz Ki En Kolay Yoldur
4)Benim Param Yok Ama Kitap Okuma Aşkı Şevki İle Yanmaktayım Diyorsanız
Bizi Takip Etmenizi Tavsiye Ederiz
5)İnternet Sitemizde Değişik İstedğiniz Kitaplara Ulaşamazsanız İstek Bölümüne Yazmanızı
Tavsiye Ederiz
Bu Kitap Bizzat Benim Tarafımdan By-Igleoo Tarafından
www.CepSitesi.Net - www.MobilMp3.Net - www.ChatCep.Com - www.İzleCep.Com - www.MobilMp3Ler.Com
Siteleri İçin Hazırlanmıştır. EBook Ta Kimseyi Kendime Rakip Olarak Görmem
Bizzat Kendim Orjinalinden Tarayıp Ebook Haline Getirdim Lütfen Emeğe Saygı Gösterin.
Gösterinki Ben Ve Benim Gibi İnsanlar Sizlerden Aldığı Enerji İle Daha İyi İşler
Yapabilsin. Herkese Saygılarımı Sunarım .
Sizlerde Çalışmalarımın Devamını İstiyorsanız Emeğe Saygı Duyunuz Ve Paylaşımı
Gerçek Adreslerinden Takip Ediniz.
Not Okurken Gözünüze Çarpan Yanlışlar Olursa Bize Öneriniz Varsa Yada Elinizdeki
Kitapları Paylaşmak İçin Bizimle İletişime Geçin.
Teşekkürler. Memnuniyetinizi Dostlarınıza Şikayetlerinizi YönetimeBildirin
Ne Mutlu Bilgi İçin Bilgece Yaşayanlara.
By-Igleoo www.CepSitesi.Net
Download