Erdogan1 Cemre Erdoğan 21102341 TURK 102- Sec. 10 Aslı Uçar 25.11.2014 Bu da mı Şah ve Mat Değil? Özürlü olmadığı sürece bütün canlılar aynı zekâ kapasitesi ve aynı yürek güzelliği ile dünyaya gözlerini açarlar. Yeni doğan bütün canlıların beyinlerindeki kullanılabilir odacık sayısı aynıdır. Ancak doğumdan itibaren; gerek genetik özellikler, gerek ailenin sunduğu fiziki, ekonomik ve sosyal koşullar gerek coğrafi koşullar gerekse de kişilik özelliklerinden olan tembellik veya enerjik ve meraklı olma sebepleri bir araya geldiğinde; kişi beynindeki odaları kullandıkça yeni bilgiler, aktiviteler, kitaplar, filmler, ülkeler, yaşam şekilleri gibi birikimleri depoladıkça var olan odalarına sığamaz, yeni odalar açma gereksinimi duyar ve bu birikimler IQ denilen zekâ seviyesini yükseltir. Zekâ seviyesi yükseldikçe de, insan yüreğinde de zaten var olan ve açıya çıkmak için her an pusuda bekleyen ve insan hayatını güzelleştiren, öngörülerini artıran kendi ve çevresinin hayat yolunu doğru çizmesinin mihenk taşı olan EQ’ sunun yani duygusal zekâsının ve dolayısı ile de hayal gücünün ortaya çıkmasına neden olur. Aksine beynin var olan odacıklarının hiç kullanılmadığını düşünecek olursak; tıpkı evimizdeki her hangi bir odayı hiç kullanmadığımız, girip çıkmadığımız ve temizlemediğimiz zaman toz toprak olacağı, nihayetinde de örümcek ağlarıyla dolacağını bir daha o odaya giremeyeceğimizi ve o odadaki pisliklerin diğer odalara taşabileceğini neticesinde de evin tamamının çöp eve dönüşüp pis kokular çıkartan ve yaşam alanı olmaktan uzak bir mekân olarak nasıl görüyorsak; beynimizdeki odaları da kullanmadığımız zaman aynı şekilde çalışmayan beyninde pis kokular dediğimiz kötülükler saçan, insanları kendinden Erdogan1 uzaklaştıran zavallı bir hale dönüştüğünü görebiliriz. Kullanmadığımız odacıklar yüzünden; ilk doğumumuzda beraberimizde getirdiğimiz ve bize bir lütuf olarak sunulan beynimizi heba ettiğimiz gibi, EQ denilen ve halk arasında gönül gözü olarak adlandırılan her çocukta sonuna kadar açık olan kapılarımızın da kapanmasına neden oluruz. Biz, her birey gibi dünyaya güçlü geldik. Bunu nereden anlıyoruz? Milyonlarca sperm içerisinden birinci gelip, dünyaya gelebilmemiz bile ne kadar güçlü olduğumuzun ilk kanıtıdır ama biz dünyaya geldiğimiz andan itibaren yaptıklarımız veya yapmadıklarımız ile ya bu gücümüzü kaybederiz ya da hayat yolunda daha da güçlenerek gücün ve insanlığın nirvanasına ulaşırız. Milyonlarca sperm içerisinden birinci gelme nedeni belki de takıntılarımızın ilk temel taşıdır. Dünyaya gelmek dünyayı görmek, dünyanın renklerine hâkim olma takıntısı ile koşturarak cenin oluruz. Takıntılarımızı kendimizi ve dünyanın kaderine yön vermemize neden olur. Hitleri Hitler yapan diktatörlük, kan kokusu, sadistlik, ırk takıntısı ve gidişi ve neticesi yanlış bile olsa hayal gücü değil miydi? Hitler’in bu takıntısı kendinin başlangıcını ve sonunu ve de dünya savaşını belirledi. Doğarken yanımızda zekâmızın yanı sıra kodlarımızın içerisinde savaşçı bir ruh ve hayal gücü getirdiğimizi varsayalım. İyi bir satranç oyuncusu olmak için mutlaka akademik düzeyde veya lise düzeyinde eğitim almamız şart değil, okuryazar olmak bile kâfi gelebilir. Satrancın tekniklerini öğreten bir kitap, satranç taşlarını ve hangi taşın hangi görevi göreceğini, tahtanın üzerinde piyonun, atın, filin, vezirin ve filin hamlelerini nasıl yapacağınızı veya yapamayacağınızı beyninize yazarsınız, teknik geliştirirsiniz, gerisi hayal gücü, rakibi çok iyi tanımak ve rakibinize istediğiniz hamleleri yapmaya zorlamak. İyi bir satranç oyuncusu, savaşta iyi bir komutana benzer. Son adıma kadar hesaplar ve düşman kuvvetlerin bütün adımlarını hesaplar yani dağın arka tarafını görür, gördüğü resmi beğenmezse resmi değiştirir ki oraya vardığında istediği manzara ile karşılaşsın. Erdogan1 Satranç zeka, ön görü, hayal gücü ve savaş oyunudur. Satranç kimine göre bir takıntıdır ve karşısındaki oyuncunun takıntılarına odaklanırlar ise karşısındakini yenme olasılığı artar. Rus satranç oyuncusu Kasparov satranç müsabakalarına hazırlanmadan önce satranç yerine, rakibinin takıntılarına yoğunlaşıyordu. Rakibinin takıntılarının ne olduğunu, bu takıntıları nelerin tetiklediğini öğrenip tam müsabaka sırasında rakibine öldürücü darbeyi, istediği ve yanlış hamleler yapmasını sağlayacak takıntılarını tetikleyip şah ve mat yapıyordu. Dumandan rahatsız olup depresyona giren rakibinin karşısında rahat rahat puro içmesi; şampiyonluk maçında şah ve mat demesi bilinen en ünlü psikolojik savaşlarından biridir. Gerçek hayat; satranç tahtası üstünde piyon, at, vezir ve şah adı verilen taşlarla oynanan kazanılan ya da kaybedilen bir oyun değildir. Benzer noktaları vardır; tahtanın üzerinde de yaptığın hamleyi de geri alamazsın, hayatta da yaptığın ya da yapmadığın şeyleri geri alamazsın ve yerine koyamazsın. Her ikisinde de yaptığın veya yapmadığın şeyler keşkelerin olur, ama biri maçtır sadece o anı iki oyuncuyu ve oyun süresini etkiler; hayat dediğin gerçek ise bazen bir kişiyi bazen bir toplumu bazen ise dünyayı etkiler ve süresi belirsizdir. Zekâmızı ve hayal gücümüzü karşımızdaki bir veya birden fazla insana çok fazla ve kalıcı zarar vermeyen minik hilelerle kullanıp hiç mat olmadan, her zaman şah olma dileğiyle.