Atatürk`ün İnsana Bakışı

advertisement
Bilmek Gerek
BD HAZİRAN 2016
A. Erdem Akyüz
Atatürk’ün
İnsana
Bakışı
G
azi Mustafa Kemal’in
Samsun’a ayak bastığı
günden başlayarak, tüm Kurtuluş Savaşı’mızı belgelerle ve
hergün tuttuğu notlarına dayanarak, 15-20 Ekim 1927’de,
altı günde ve toplam 36 saat 31
dakika sürede yaptığı açıklamasının, “Nutuk” adıyla Kurtuluş Savaşı’mızın tarihe armağan
edilen bir belgeseli olduğunu
tümümüz biliyoruz.
Gazi Mustafa Kemal, bu büyük
yapıtını yardımcıları, danışmanları
ya da bir yazar kadrosuyla değil,
kimsenin katkısına gereksinim duymaksızın tek başına kendi hazırlamıştır.
23
BD HAZİRAN 2016
Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması ve
onun sonucu olarak Türk Cumhuriyeti’nin kurulması başarısını
Mustafa Kemal, “Nutuk” adıyla
anılan bu görkemli yapıtının sonunda, Türk Gençliği’ne emanet ettiğini
açıklamıştır.
Atatürk TBMM’de
Nutuk’u okurken
Onun bu davranışı, Türk
gençliğine bakış açısını ve gençlere
duyduğu güveninin bir göstergesi
olmasının ötesinde, bu güveninin
açık bir kanıtıdır.
***
“Nutuk”ta dikkat çekici bir
özellik de, kendisini dinleyenlere
Mustafa Kemal’in, “Efendiler”
sözcüğüyle hitap etmesidir.
“Efendiler” sözcüğüyle
Mustafa Kemal yalnızca o an karşısındaki topluluğa değil, gerçekte
o dönemin Türk toplumuna ve toplumun gelecek kuşaklarına da hitap
etmektedir.
Mustafa Kemal’in “Hanımefendiler, Beyefendiler” ya da “Bayanlar, Baylar” demeyip, yalnızca
“Efendiler” sözcüğünü kullanma24
sının nedeni, konuştuğu toplulukta
“cinsiyet ayrımı yapmamak”
konusundaki özenidir.
“Efendi” sözcüğünün başına “Hanım” ve “Bey” sözcükleri eklenerek yapılan konuşmalarda “cinsiyet
tanımlaması” vurgulanmakta ve topluluktaki “cinsiyet farkı” belirlenmektedir. Oysa “Hanımefendiler”
ve “Beyefendiler” sözcüklerindeki
ortak payda “Efendi” sözcüğü eksiz
olarak kullanıldığında, yapılan hitap
hiçbir cinsiyet tanımı belirtilmeksizin, topluluğun tüm bireylerini
kapsamaktadır.
Mustafa Kemal, konuştuğu
kişileri cinsiyetlerine göre ayırmak
istemediğinden onlara “Hanımefendiler ve Beyefendiler” diye hitap
etmemekte, topluluğun bireylerini
birbiriyle eşit gördüğünü kanıtlarcasına, tümüne “Efendi” sözcüğüyle
seslenmektedir.
Onun, insana bakış açısı yansıtan bu hitap biçimi, kendine özgü,
bir özelliğidir.
***
tatürk, Türk Milletini uygar
ve çağdaş toplumun eşit ve
saygın bir üyesi olarak kabul etmektedir. Onurlu, saygın, bağımsız,
kendine güvenen, başarılı ve yüksek
nitelikleri taşıyan bir toplum olarak
görmektedir. Bu görüşünü her
zaman ve her yerde yinelemiştir ve
yanılmamıştır.
“Onuncu Yıl Nutku”ndaki “Az
zamanda büyük işler başardık”
tümcesindeki özne, kendisi ve çalışma arkadaşları değildir, Türk Ulusu’dur. Ulusuna güvenini belirttiği
A
BD HAZİRAN 2016
bu görüşünü Mustafa Kemal, aynı
nutkunda kullandığı “Türk milleti
zekidir, çalışkandır” sözleriyle yinelediği görüşüyle pekiştirmektedir.
***
Atatürk’ün, genel olarak topluma bakış açısı ile bireye davranışı
arasında da fark yoktur. O, kendisini
daima olaya neden olan kişinin yerine koymuştur, onun davranışına yol
açan etkenleri değerlendirerek ona
göre kararını vermiştir. Yönetimde
görev alanların da aynı biçimde
davranmalarını, vatandaşa sert ve
katı bir tutumda değil, anlayışlı,
yansız ve saygın bir biçimde yaklaşmalarını istemiştir.
“Vefatından iki yıl önce, Atatürk’e karşı düzenlenen bir suikast
girişimi meydana çıkarılmıştı.
B
“Efendi” dendiği
zaman, hiçbir
cinsiyet ayrımı
yapılmaksızın,
bütün insanlara
hitabedilmiş
olmaktadır.”
ütün Dünya’nın bir önceki
sayısındaki yazımızda belirttiğimiz gibi, 1920 yılında Yargıtay’ın
“Ankara dışında” kurulmasını
uygun görmüş, Yargıtay bu nedenle
önce Sivas’ta kurulmuştur.
“Çünkü Ankara’da TBMM vardır,
Ankara’da bakanlıklar, genel müdürlükler kurulacaktır ve devletle iş
ilişkilerindeki kişiler sık sık Ankara’ya geleceklerdir. Yargıtay üyeleri
de insandırlar; onların, iş adamlarının etki alanlarının dışında görev
yapmaları sağlanmalıdır.”
Bu görüş doğrultusunda önce
Sivas’ta kurulan Yargıtay, kentin
Ankara’ya çok uzak olması nedeniyle bir süre sonra, daha yakındaki
Eskişehir’e nakledilmiş ve Ankara’dan önce, 1935 yılına değin bu
kentimizde görev yapmıştır.
Bir önceki sayımızdaki yazımızdan
şu bölümü de anımsatmak isteriz:
Haber, yurtta büyük şaşkınlık ve
üzüntü yaratmıştı. Herkes bunu
konuşuyor, ‘Nasıl olur, nasıl olur?’
diyordu. Kimse bu olayı hehangi bir
nedene bağlayamıyordu.
Sanık tutuldu ve adalete teslim
edildi.
Atatürk, sanki olaydan haberi yokmuş gibi, bu konuda ne
düşündüğünü hiç açıklamadı ve
karar verilinceye kadar konuşmadı.
Atatürk’ün bu suskunluğu çeşitli
25
BD HAZİRAN 2016
mabahçe’den, kendi
deyimiyle “Kaçıp”,
kimliğini gizleyerek halkın arasına
girdiği olayların
öyküleri, kısa sürede kulaktan kulağa
aktarılarak halk
arasında yayılmıştır.
Çatalca’da öküzü
olmadığı için sabanını kendi çekmek
zorunda kalan
çiftçinin sorununu
paylaşırken ona
“Peki bu sorununu
Başbakan’a neden
anlatmıyorsun?”
diye sorması üzerine
çiftçinin “Ama Başbakan (İsmet
İnönü) sağır, duymaz ki” demesi
üzerine kendisini o akşam Dolmabahçe’deki yemeğe götüren ve
Başbakan’la konuşmasını sağlayan
Atatürk’ün bu olayı da...
Erken gittiği Topkapı Müzesi’nde kendini tanıttığı müze bekçisinden “Açılış saatinden önce kapıyı
açamam, efendim. Siz de beklemek
zorundasınız” karşılığı alması
olayını, “Hayatının en mutlu anı”
olarak tanımlayan Ataürk’ün bu
davranışı da, halkı tarafından en az
onun kahramanlıkları denli kulaktan
kulaklara övünçle taşınmış, yayılmıştır.
Onun, “Üretici köylü, milletin
efendisidir” özdeyişi ise, emeğiyle
üreten Türk halkına gerçekte, bir
takdir ifadesidir. •
erdemakyuz@butundunya.com.tr
Atatürk’ün,
zaman zaman
Dolmabahçe’den,
kendi deyimiyle
“Kaçıp”, kimliğini
gizleyerek halkın
arasına girdiği
olayların öyküleri,
halk arasında
yayılmıştır.
yorumlara yol açmıştı.
Kimi ‘Bu üzüntülü olayı anımsamak istemiyor’, kimi ‘Bunun doğru olduğuna inanmıyor’, kimi ‘Çok
kızgın olduğunu’ düşünüyordu.
Sonunda mahkeme kararını verdi; sanığa yükletilen suç kanıtlanamadığı gerekçesiyle, yargılanan kişi
aklandı. Karar sonrasında Atatürk,
bu konuda ilk ve son kez konuştu:
‘Demek ki yargıç, suçun işlendiğine kanaat getirecek ölçüde kanıt
bulamamıştır.’
H
alk, bu kararı veren yargıç ve
savcılara ne yapılacağını, nasıl,
ne zaman ve ne şekilde cezalandırılacağını merakla beklerken, bu
kararı veren yargıç ve savcı, bir süre
sonra, Atatürk’ün onayıyla üst derece yargı organlarına atandılar.”
***
Atatürk’ün, zaman zaman Dol26
Download