Türkiye Tarihi - Sona Doğru (Cilt-6)

advertisement
Tercüman
1001 TEMEL ESER
©
yazan
A. de Lamartine
HAZIRLAYAN
M, R<ÜZMEN
SONA DOĞRU
C TÜ R K İY E
TARİHİ 1
altıncı cilt
T e r c ü m a n g a z e te s in d e h a z ır la n a n
bu e s e r K e rv a n K ita p ç ılık
A. Ş.
o fset te s is le rin d e b a s ılm ış tır
1001 Temel Eser i
iftiharla sunuyoruz
Tarihim ize m â n â , m illî benliğim ize güç ka­
ta n kütüphaneler dolusu b irb irinden seçm e eser­
lere sahip b u lu n u y o ru z. E debiyat, tarih , sosyo­
loji, felsefe, folklor gibi m illi ru h u geliştiren,ona
y ö n veren kon u lard a "G e rç e k eserler" elim izin
altındadır. Ne var ki, elim izin altındaki bu
eserlerden ç o ğ u n lu k la istifade edem eyiz. Çünkü
devirler değişm elere yol açm ış, dil değişm iş,
yazı d eğ işm iştir.
G özden ve gönülden uzak kalm ış u n u tu l­
m aya yüz tu tm u ş -Am a değerinden h iç b ir şey
kaybetm em iş, ç o ğ u n lu ğ u daha da önem kazanm ış- binlerce cilt eser, bir süre daha el atılm azsa,
tarihin derinliklerinde kaybolup gideceklerdir.
Çünkü onları derleyip - toparlayacak ve
günümüzün türkçesi ile baskıya hazırlayacak
değerdeki kalem ler, gün g eçtik çe azalm aktadır.
Bin yıllık tarihim izin için d e n süzülüp gelen
ve bizi biz yapan, kültürümüzde "K ö şe ta şı"
vazifesi gören bu eserleri, tozlu raflardan k u rta ­
rıp, nesillere u laştırm ayı plânladık.
Sevinçle karşılayıp, üm itle alkışladığım ız
" 1 0 0 0 Tem el E ser" serisi, Millî E ğitim Bakanlı­
ğınca durdurulunca, bugüne kadar yayınlanan
6 6 esere yüzlerce ek yapm ayı düşündük ve
"T ercüm an 1001 Tem el E ser" dizisini yayınla­
m aya karar verdik. " 1 0 0 0 Tem el E ser" serisini
hazırlayan ç o k değerli bilginler heyetini, yeni
üyelerle genişlettik. A yrıca 200 ilim adam ım ız­
dan yardım vaadi aldık. T ercüm an'm yayın
h ayatm daki geniş im kânlarını 1001 Tem el Eser
iç in daha da güçlendirdik. A rtık karşınıza gu­
rurla, cesaretle çıkm am ız, eserlerim izi gözlere
ve gönüllere sergilememiz zam anı gelm iş bulu­
nuyor. M illî değer ve m â n â d a her kitap ve her
yazar bu serim izde yerini bulacak, hiç bir a rt
düşünce ile değerli değersiz, değersiz de değerli
gibi ortay a konm ayacaktır. Çünkü esas gaye bin
yıllık tarihim izin tem elini, m ayasını gözler
önüne serm ek, onları lâyık oldukları yere o tu rt­
m aktır.
Bu bakım dan 1001 Tem el E ser'den m addî
h iç bir k â r beklem iyoruz. K ârım ız sadece gu­
rur, iftihar, hizm et zevki olacaktır.
KEMAL ILICAK
Tercüm an G azetesi Sahibi
XXVIII
Binlerce cesetten başka bir netice vermeyen onsekiz
ay akıp gitmişti. Venediğe Fransız alayları getirmiş olan
Savoie Dükü, Köprülüoğlunun ısrarları sonunda 1668
ilkbaharında onlan geri çekti. Saint-Andre-Montbruri
Markisi, Girit'teki Fransız gönüllüler alayının kum an­
danlığına getirildi. Venedikliler inançları uğruna can
veren Fransız soylularına XIV. Louis’in yardım etm esi­
ni istiyorlardı.
Kral, savaş alanlarında cesur olduğu kadar Saray
içinde o kadar dalkavuk olan La Feuillade Dukü’nün,
< onde ve Turenne eyaletlerinden beşyüz subay ile dörtbin gönüllüyü toplayarak Girit’e yollamasına izin verdi.
Fransız soylularının en seçme gençlerinden meydana
gelen b ir birlik Beaufort kum andasında hareket etti;
İtalya'dan gelen beşyüz genç şövalye de onlara katıldı.
Bu yardım lar, Türk topçusunun Venedik saflarında aç­
tığı gedikleri dolduruyordu; ancak harikalar yaratm ak
için sabırsızlanan bu gençlik, M orosini’nin altı defa ü s­
tün b ir düşmana karşı yürüttüğü m etodlu ve savun­
maya dayanan m uharebe usûlüne iyi uyuşamıyordu.
16 Aralıkta nöbetçilerini zorlayarak dışarı çıkan
altıbin Fransız yeniçerileri gafil avladı, b ir kısmım kı­
lıçtan geçirdikten sonra tekrar kaleye kapandı. La Feuliade ile başlıca subayları Türklerden o kadar nefret edi­
yorlardı ki, kılıçlarını çekmeye bile tenezzü etmeden elF : 85
j 354
terinde kırbaçlan sipahilerin üzerine at koşturuyorlardı.
Meydan okumaları, öğünmeleri ve küstahlıkları binler­
ce Fransız gencinin hayatına mal olmuştu.
Tam Fransızlar kaleye dönerlerken topçusuna ateş
em ri veren Fâzıl Ahmed Paşa içlerinden dörtbinini öl,
dürdü. Villemor, Tavannes ve La Feuillade'ın diğer kırk
arkadaşı bu ateş altında öldüler; Fransız kum andanları
sabahleyin Venediklilere ders olsun diye çıktıkları ka­
pıdan hemen hemen yalnız denecek kadar az bir kuv­
vetle içeri girdiler. M orosini’nin çekingenliğini tenkid
ederlerken o da onlann gereksiz öğünmelerinden şikâ­
yetçi idi. Nihayet arkalarında boş b ir şan, Türklerin
hayranlığını ve Venediklilerin haklı kızgınlığım bıraka­
rak adadan ayrıldılar.
XXIX
Yaraları iyileşen La Feuillade bu arada Papalığın
Fransa kralından yirmi alaylık b ir yardım koparması*
i a yardımcı oluyordu. Mazarin devrinde bir hayli parla­
yan Beaufort Dükü şimdi eski şöhretine kavuşmak için
yeni m aceralar peşinde koşmak istiyordu. B ir müddet
sonra Girit’e hareket etti. 19 Haziran 1669’da ondört
kadırga dolusu Fransız askeri getirdi. XIV. Louis’in m u­
hafız alayı ve beşbin gönüllü, Türk tabyalarının önüne
yerleştirildi.
Şehir artık bir harabe yığınından başka birşey de­
ğildi. Henüz Kandiye’ye ayak basan bu soylu kişiler, Morosini’ye giderek, Türk ateşi altında beklem ektense der­
hal O s m a n l I la r ın üzerine atılmayı teklif ettiler. Navailles Dükü, Beaufort Dükü, Castellane, Choiseul, Dampierre, Colbert gibi soylular Venedik generalinin ken­
1355
dilerine gösterdiği gerekçelerin hiçbirini dinlemediler,
B erbat bir çıkış hareketi yapan Fransızlar hemen Türkler tarafından püskürtüldü, hattâ geri çekilirken yap­
tıkları hatalardan dolayı Türkler şehrin kapısına kadar
dayandılar. İçlerinden beşyüzü burçların ve kapının
önünde can verdi.
Beş Fransız kontunun ve kraliyet muhafız alayı
m ensuplarının kelleleri Sadrâzamın önüne yığıldı.
Beaufort Dükü ortada gözükmedi. Türklere haberci
yollayan Morosini, Dükü târif ederek eğer yaşıyorsa,
geri alm ak için her türlü fidyeyi vermeye razı oldukla­
rını, yok ölmüş ise cesedini ağırlığınca altın vererek
kendilerine iade etm elerini istedi.
Fakat bütün aram alara rağmen ne tutsaklar ne de
ölüler arasında bulunam ayan bu Fransız iç harplerinin
ünlü adamının ne olduğu bir türlü anlaşılamadı.
XXX
Anlaşılmayan bir sebepten veya XIV. Louis’nin bir
em rinden hareket eden Navailles Dükü, saçma kahra
m anlık gösterilerinden sonra büsbütün tehlikeye dü­
şürdükleri şehri aniden terketm eye k arar verdi. Fransızlar geldiklerinden iki ay sonra geri dönmüşlerdir.
Venediklilere olduğu kadar aynlanlann şerefine de
ölümcül gelen bu terk, Italyan gönüllülerini, Malta şö­
valyelerini ve Aman askererini de sardı. Morosini on­
lara yalvararak hiç «olmazsa kışa kadar üçbin adam bı­
rakm alarını istedi; artık bu hain m üttefikleri hiçbir şey
tutamazdı. Venedikli kahram an bir avuç adamıyla ikivüzbin Osmanlınm karşısında tek başına kaldı.
1356
Köprülüoğlu Fâzıl Ahmed Paşa, M orosini’ye siyaset
icabı olduğu kadar hayranlığının da bir sonucu olarak
şerefiyle mütenasip bir teslim teklifinde bulundu. Morosini'nin bulunduğu hisarın burçları üzerinde 20 Eylül
de teslim anlaşm ası imzalandı ve Kandiye’nin yarı yı­
kılmış kilise damları üzerinde haçın yerine hilâl yer­
leştirildi. Girit’in başkentinin kuşatm ası yaklaşık olarak
yirmibeş yıl sürm üş ve galiplere üçyüzbine kişiye mal
olm uştur. Şimdiye kadar sadece ihtirasın bir düşmana
bu kadar sebat ve savunuculara bu kadar inat verdiği
görülm emiştir; fakat Girit, birbirilerini yüzyıllar kadar
uzun zamandan beri sevmeyen iki dinin savaş alanı ha­
line gelmişti.
Köprülü Fâzıl Ahmed Paşa, Morosini’yi kendisine
lâyık bir düşman olarak gördü; ona, askerlerine ve Ve­
nediklilere hürriyetlerini bağışladı ve şehri terketmek
için gerekli zamanı tanıdı. Şehirde sadece iki Rum ra­
hip, bir kadın ve üç yahudi kalmıştı. Bugün Fetih burcu
olarak anılan burç üzerinde Fâzıl Ahmed Paşa gümüş
bir tepsi içinde sunulan şehrin seksenüç anahtarını tes­
lim aldı. Morosini, Venediğe yollandı, fakat orada Gir it’i sattığı hakkında iftiralar, siyasî bir mahkeme ve
zindan buldu. Vatanının inatçı nankörlüğü bu adamın
vatanseverliğini söndüremeyecek, Türkler yine onu Mora'da kendilerine karşı savaşırken göreceklerdir.
XXXI
Padişaha zafer m ektubundan başka birşey yazma­
yacağına d air yemin etmiş olan Köprülüoğlu, teslim ak­
şamı Sultan IV. Mehmed'e bir m ektup yolladı. Ertesi
gün kendisine çok kutsal gelen bir görevi yerine getir­
1357
m ek üzere, karargâhın yakınında b ir kasabada bulunan
annesini ziyaret'etti. Akıl, fazilet ve cesaret bakım ından
çok üstün b ir kadını olan K öprülülerin annesi, oğluna
yenilgilerde kuvvet \fermek, galibiyetlerde ise birlikte
sevinmek için G irit’e gelmişti. Sadrâzam büyük b ir say­
gıyla öğütlerini dinliyor, en akıllı ve en cöm ert ilham ­
ların annesi tarafından kendisine» verildiğini söylemek­
ten övünç duyuyordu. Gözyaşları içinde şehrin anahtar­
larını ayaklarının önüne bıraktı ve annesini hayatının
ve şanının hürm ete lâyık bir kaynağı olarak kucakladı.
İstanbul'da kibir gösterisi yapm aktansa G irit'te bir
m üddet daha kalıp Osmanlı hâkim iyetini kökleştirmek
isteyen Fâzıl Ahmed Paşa, dokuz ay Kandiye'de kalarak
şehrin surlarını onarttı ve vilayetlerde sivil teşkilâtı
. urdu. Dini, malı ve geleneklerine saygı gösterilen Gir it’in Rum ahalisi adayı yine eskisi gibi Akdeniz’in bah­
çesi ve Mısır'ın devamı yaptı.
XXXII
Fâzıl Ahmed Paşanın üç yıl boyunca uzaktan yönet­
tiği Devlet’i onun yokluğu kadar hiçbir şey kargaşalığa
sürükleyemezdi. Sadrâzamı İstanbul’a götüren kadırga
bir m üddet, için Kps adasında dem ir attı, Fâzıl Ahmed
Paşa ile annesi portakal ağaçlarının gölgelediği çeşme
başlarında G irit’teki hâtıralarını yad ederek yorgunluk
çıkardılar. Tabiat hayranlığı, tem aşa ve zamanım bir
m üddet olsa da boşa geçirme Osmanlı’nm değişmeyen
yörelerinden biridir. En faal kahram anlarda olduğu ka­
dar en fazla içine kapanık bilgelerde de buna raslam ak
m üm kündür.
1358
Köprülüoğlu bu yaz günlerini maiyetindeki şair ve
tarihçilerle felsefî sohpetler yaparak ve ruhunun gı<Jası olan kitapları okuyarak geçirdi. Nihayet Rodosta
da karaya çıkarak, avlanarak Sadrâzamını karşılamaya
gelmiş olan Sultan IV. Mehmed ile buluştu IV. Mehmed
kendi zaferi gibi gördüğü bu galibiyetten hiçbir kıskanç­
lık duymuyordu. Toprakları daha genişleyen İm para­
torluğu yeniden Sadrâzamının ellerine bıraktı. Sadece
taassubu ile Köprülüoğlunu istemeyerek K ur’an-ı Kerîm ’e aykırı davrananlara ve şarap içenlere karşı daha
sert davranmaya zorlamıştır. Sadrâzam Girit ve Ma­
caristan seferleri sırasında şairlere hayâl, savaşçılara
t esaret veren bu içkinin tadını almak fırsatını bulm uştu.
Hayatını yazan Türk tarihçi onbeş gün m üddetle Kos
adasının portakal bahçeleri altında sık sık şarap içti­
ğinden bahseder.
XXXIII
XIV. Louis elçisi Nointel’i, d’Apremont kum anda­
sındaki beş kadırgalık bir filoyla İstanbul’a yolladı.
I'ransanın, M acaristan ve Girit seferleri sırasında takın­
dığı iki yüzlü davranışa karşılık olarak Kaymakam, Sa­
ray’ın toplarının filoyu selâmlamasına engel olunca,
lilo Saray’ın önünde Padişahı selâmlamadan geçti. Va­
lide Sultan. Deniz köşkünün balkonundan filonun Sa­
ray’ın önünden geçişini izliyordu. Fransız bataryaları­
nın sessizliğinden alman Türkler kıyıda hiddetle söyle­
niyorlardı. Bir Türk gemisinden atılan kurşun filonun
tayfalarından birini yaraladı; az kalsın lim anda bir de­
niz savaşı patlak verecekti. Fransızlara hayran olan Va­
lide Sultan araya girdi; d’Apremont’a haber salarak, er-
1359
lesi gün Ü sküdar’daki sarayına giderken kendisini se­
lâmlamasını rica etti. Fransızlar, im paratorluğun temî İlcisinden esirgediklerini, H üküm darın annesi olan bir
kadma verdiler.
Bu barışm adan sonra elçi Nointel şehre debdebeli
b ir çıkış yaptı. Oradan E dirne’ye çağrıldığında Padişah
ve Sadrâzam tarafından gayet soğuk karşılandı. Sadrâ­
zamla yaptığı görüşmelerin birinde konu Fransa Kralı
XIV. Louis üzerine açıldığında, Köprülüoğlu, «Hüküm­
darınız büyük bir milletin hüküm darıdır, ancak daha
kılıcı çok yeni» dedi. Bu şekilde XIV. Louis’in gençli­
ğini ve tecrübesizliğini hatırlatm ak istiyordu. Uzun gö­
rüşm eler sonunda Nointel, Fransız ticaretine ve Fran­
sa’nın Kutsal Yerlerdeki imtiyazlarına çok elverişli olan
atm ışbir maddelik yeni kapitülasyonlar elde etti.
Fransa elçisi Nointel, elçilik imtiyazlarından ve Tür­
kiye’de bulunm asından istifade ederek Ege Adalan ve
Yunanistan’daki eski kalıntıları ziyaret eden ilk elçi ol­
du. Yanında ressam lardan, yazarlardan ve sanatçılardan
d u şm u ş beşyüz kişilik maiyetiyle Antik devrin şimdi
sessizlik içinde yatan sanat şaheserlerini ziyaret etti.
X—IV
Aynı dönem içinde Avusturya hâkimiyetindeki Macarlar Zriny adında bir kontu İstanbul’a elçi olarak yol­
layarak, aynen o elçilerin ifadelerine göre, eğer K öprü­
lüoğlu, hürriyetlerine ve vicdanlarına baskı yapan Al­
m anlar ile Cizvit papazlarından kurtulm aları için ken­
dilerine yardım ederse, yılda altm ışbin düka altını vergi
vermeyi garanti ediyorlardı. İm paratorluğun diğer ta.
raflarına da dikkat eden Fâzıl Ahmed Paşa, Aşağı Ma-
i 360
carist&n elçilerinin tekliflerini geri çevirmeden savsak­
lama yoluna gitti.
Ruslar, Kırımlılar, Lehliler ve OsmanlIlar arasında
tereci yapamayan Don Kazakları, biri Rus ta ra fta n olan
Brukozki, diğeri de Doroszenko adında iki hatm anın
yönetiminde ikiye ayrılmışlardı. Doroszenko o sıralarda
kuşlarla anlaşan Lehistan’ın Bâb-ı Âli’nin muhalefetine
lağm en saldırısına m âruz kalınca Osmanh Devletinin
himayesini istedi. Kendisine yollanan ünvan ve tuğ, Os­
m anh himayesine girdiğini gösteriyordu. Dinepr ile Diııestr arasında geniş bir arazi üzerinde belli belirsiz bir
hâkim iyet kurm uş olan Don Kazaklarmın himaye altı­
na alınması, OsmanlIlara kararsız Lehistan ile düşman
Rusya arasında nispeten emin bir sınır sağlıyordu.
Kazakların topraklarına giren Lehlilere karşı Köpiülüoğlu yüzellibin kişilik bir Osmanlı Ordusu ile karşı
çıktı. Kendisine Avcı lâkabını kazandıran eğlencesinden
i rtık sıkılan Padişah da orduyla beraber geliyordu. Tu­
na aşıldı, surlannı Smotrix suyunun yıkadığı Kamaniçe
balesinin önüne gelindi. Kısa zamanda kalenin Türklerin
eline geçmesi bütün Podolya’nın da Türk hâkimiyetine
geçmesine sebep oldu. Dize getirilen Lehistan, m üstak­
bel kahram anı Sobieski vasıtasıyla her yıl ödediği üçyiizbin dükalık verginin bir m üddet daha ertelenmesini
rica etti.
Vatandaşları arasında ülkesinden um udunu kesme­
yen tek kişi olan Sobieski yenilen Lehistan ordusunun
kalıntılarının başına getirildi. H otin’de bekleyerek, ya
Türklerle şerefli bir barış ya da üm itsiz bir savaş yap­
mak niyetindeydi. Osmanlı ordusundaki Uluhlar ve
Boğdanlılar savaşın ortasında Sobieski’nin tarafına geç­
1361
tiler. Yarı yarıya donmuş olan Dniestr üzerinde kayık­
lardan yapılan köprünün ansızın göçmesi binlerce Türk­
ün boğulmasıyla sonuçlandı; geri kalanlar nehir ile Leh
ordusu arasında kalınca üstün düşman kuvvetlerinin
kılıçları altında şehit oldular. Akan bu kanlara Sobieski vatanının takdirini, heyecanım ve tahtını kazandı. Bir
?.dam bir milleti ayağa kaldırıyordu.
Daha eşit şartlar altında bir barış yapıldı. Padişah,
Sadrâzam ve ordu barış şartlarını görüşmek üzere E dir­
ne’ye çekildi.
XXXV
Oğlunun sünnet düğünü dolayısıyla düzenlenen eğ­
lenceler IV. Mehmed’in hâfızasmdaki Hotin yenilgisini
unutturdu.
Tarhan, Gülmüş ve Küçük Sultan adındaki üç gözde
kadın, gelenek olduğu üzere sünnet törenine katıldılar.
Tarihçi Abdi’nin naklettiğine göre her üçü de, «gül du­
daklı» Gülmüş Sultan’ın oğlunun haykırışları için çok
gözyaşı dökm üşlerdir; fakat yine tarihçinin naklettiği­
ne göre bu dökülen gözyaşları bir kaynaktan gelmiyor
ve hepsinin de ayrı anlamı oluyordu. Gülpıüş Sultan,
Padişahın kendisinden olan tek şehzâdesiııin bu kutsal
tören sonunda ta h t’a iyice adandığını ve ilerde onunla
birlikte hüküm süreceğini bildiği için sevinç gözyaşları
döküyor; küçük Sultan, IV. Mehmed’in kendisine karşı
duyduğu aşka rağmen ona bir erkek çocuk verememe­
nin ızdırabmdan ve Tarhan Valide Sultan da, Gülmüş
Sultan’ın oğlu uğruna her an fedâ edilebilecek olan di­
ğer oğlu Süleyman’ın bundan böyle tehlikeye giren ha­
yatı için ağlıyorlardı.
F : 86
1362
Nitekim Padişah da uzun zamandan beri gelenekle­
rin, yasaların ve tecrübelerin bir ileri görüşlülük, hattâ
siyasî bir gereklilik olarak gösterdiği bir cinayeti oğlu
M ustafa'nın taht üzerindeki geleceği için tasarlam akta
idi. Şimdiye kadar bu işe yanaşmaması, kişisel endişele­
rinden ziyade Valide S u ltan in yalvarmaları ve gözyaş­
ları ile mümkün olmuştu. Birkaç defa ölüm buyruğunu
vermiş fakat sonra geri almıştı; Şehzade M ustafa’nın
sünnet düğününden birkaç gün önce rüyasında gördüğü
olayların tesiri altında sıçrayarak uyanmış, hançerini
alarak kardeşini kendi elleri ile öldürm ek üzere Valide
S u ltan in odasına girmişti. Oğlunun yanında yatan Valide
Sultan, Padişahın halı üzerindeki ayak seslerinden uyan­
mış ve hançerin parıltısını görünce Süleyman’ın üzerine
kapanmıştı Annesinin hıçkırıklarından ve îânetlerinden
çekinen Sultan Mehmed hançeri yere atm ış ve göster­
diği zaafa hiddetlenm iş bir halde odasına dönmüştü.
Fâzıl Ahmed Paşa da tahtı sağlam laştırm ak için ya­
pılacak insanlık dışı bir cinayete şiddetle karşı çıkıyor­
du. Siyasî cinayetlere karşı çıkması Valide S ultanin
desteğini ve şükran borcunu sağlıyordu. Valide Sultanin
Padişaha son arm ağanlarından biri olan Küçük Sultan
da rakibesinin tesirini ve kendi eksikliğini azaltmak
için Şehzade Süleymana içten bağlanmıştı. Gülmüş Sul­
tan da, oğlunun geleceğini düşünmekle birlikte, ebedi­
yen Valide S u ltanin kinini ve intikam alma duygusu­
nu çekecek olan bu cinayeti teşvik etm ekten kaçmıyor­
du. Ülkesi Girit’i fetheden Köprülüoğluna duyduğu şük­
ran borcundan dolayı daima Sadrâzamı Harem 'de savu­
nuyordu. Kısacası her üçü de birbirine rakip olan bu
kadınlar Şehzade Süleyman’ın hayatını korum akta ve
bir bakıma kendilerinin ve Devlet’in ihtirası için Köprülüoğlunun talihini kuvvetlendirmekte anlaşıyorlardı.
1363
XXXVI
Son zam anlarda Fâzıl Ahmed Paşa'yı, ikinci derece­
de bir olay olan fakat ezelden beri süre gelen, Kudüs’deki hıristivanlarca Kutsal Y erler’in m uhafazasında ortodosklarla, katoliklerin sebep olduğu çekişme meşgul
ediyordu.
Fransız elçisi Nointel son kapitülasyonların katoliklere sağladığı imtiyazlardan istifade ederek, XIV. Louisin bir temsilcisi olarak Kudüs’ü ziyaret etm ek istedi.
K utsal Mezar’ın anahtarlarının ve Bethlehem kilisesinin
kandillerinin ve halılarının m uhafazasının ortodokslardan alınarak katoliklere verilmesi suretiyle ortaya koy­
duğu tarafgirliği ile Rum lar’ın nefretini üzerine çek­
mişti.
Zamanımızda olduğu gibi birkaç bin katoliğin tem ­
silcisi papaz ile Devlet’in tebaası sekiz milyon ortodoks
Rum ’un temsilcisi Patrik arasında devam eden kavga­
lardan bıkan Bâb-ı Âli, Kutsal Yerler’in imtiyazını Rumlara veren IV. M urat’ın kararını tatbik etmeye başladı.
Son zam anlarda Nointel’in bu çekişmesi alevlen­
dirilm iş ve Doğu o yüzden kan ve ateşe bulanm ıştır.
XXXVII
Devlet’in bütün işleri gayet iyi gidiyordu. Tek faal
düşman Sobieski, Zoravvno’da İbrahim Paşa ile Kırım ­
lılara karşı yaptığı savaştan sonra milleti için acele geı ekli olan barışı mütevazi şartlar altında sağladı. Son
zamanlardaki başarılarına rağmen Lehistan, Podolya ile
Ukrayna’yı kaybediyordu; fakat karşılığında bir kahra­
man kazanmıştı. Köprülüoğlu elinin altında birleşm iş
3364
olan ikiyüzbin Osmanlı, Kırımlı ve Kazak ile istese Leh­
lileri her an ezebilirdi; lâkin elindeki kuvvetleri, Türki­
ye’ye zararı dokunmayacak ve hattâ ilerde Ruslara, Macarlara ve Almanlara karşı öncü kuvvet olarak kulla­
nacağı bir ülkeyi ezmekte kullanmayacak kadar siyasî
dehâya sahipti.
Köprülüoğlu Fâzıl Ahmed Paşa’ya göre Lehliler, Av­
rupa’nın en yiğit süvarileriydiler; fakat mizaçları, boz­
kırlarının kumu kadar hafifti. Lehistan kâh bir ordu­
gâha, kâh bir siyasî partiye dönüşüyordu; hiçbir zaman
başında, düşm anlarına endişe verecek ileri görüşlü bir
hüküm et olmamıştı; bu ülkenin saldırganlığım d urdur­
m ak fakat asla imha etmemek lâzımdır. Fâzıl Ahmed
Paşa, Lehistandan endişe duymadan takdir ederdi. Bu
düşünceler temelde doğruydu; ancak çok geçmeden Sobieskinin elinde yenilmez bir ordu olacak olan bu atlı­
lar sürüsü, Tunanın intikam ını alacak ve Almanyayı is­
tilâdan kurtaracaktır.
Köprülüoğlunun vakitsiz ölümü o saatin gelip çat­
m asını çabuklaştırdı. Tek başına kolu ve ruhu olduğu
im paratorluğun Habeşistan, Dicle, Fırat, Don, Adriya­
tik kıyılarından Avusturya sınır boylarına kadar her­
zeyi ile durm adan meşgul olmak onu yavaş yavaş eri­
tiyordu. Yirmi gün süren bir hastalıktan sonra Padişah­
ın îstanbuldan Edirneye gitmesinde refakat ederken,
şehre yakın bir kasabada hayata gözlerini yumdu.
İm paratorluk şimdiye kadar bir adamın ölümüyle
bu kadar ziyana uğram am ıştı. O kadar faziletliydi ki,
ölüm ü ile kimse sevinemedi, hayatı milletinin yüceliği
;le öylesine kaynaşmıştı ki, bütün ülke onunla birlikte
öldüğünü sandı. Bir büyük adamın oğlu olan bu büyük
1365
adamın değerini ölçmek için fazla söz söylemeye gerek
yoktur; yalnızca Köprülülerin iş başına geldikleri zaman
anarşinin ve ta h t’ın içinde bulunduğu dur.ım ile, baba
ile oğulun Hüküm darlığı ulaştırdıkları güven ve yüce
durum a bir göz atm ak yeterlidir. H aklarında söz söy­
lemeye gerek olmayan, şanları ülkelerinin kurum lannda ve sınırlarında yazılı olan insanlara ne mutlu! Fakat,
Köprülüoğlu gibi büyük, faziletli ve m esut bir tek insa­
na bağlanan, herşeyi ondan bekleyen ve onunla birlikte
clmeye hazır olan milletlere ne yazık! Bu m illetler hiç
bir zaman uzun saadetli devirlere sahip olamazlar, gör­
dükleri sadece kısa bir dönemdir. Zaman kişiler için­
dir, m illetler ise sonsuza kadar yaşayacaklardır.
YİRMİALTINCI
KİTAP
I
Kaderin aynı aileden im paratorluğa verdiği iki Sad­
râzam IV. Mehmed'i taht endişelerinden o kadar uzak­
laştırm ıştı ki, onun için Devlet’i yönetmek bir Sadrâ­
zamın elinden Devlet’i alıp diğerine verm ekte kalmıştı.
Bunca yıldır iktidarın Köprülü ailesinde bulunması, sö­
zün gelişi, bütün Sadrâzamlık ihtiraslarını söndürüyor
ve bütün Osm anhlar, im paratorluğun m ühürlerinin. Fâ­
zıl Ahmed Paşanın kardeşi M ustafa Bey’e geçeceğini sa­
nıyordu.
Mustafa Bey de böyle bir atam ayı bekliyordu; Pa­
dişah bir nevi irsî sayılacak bir şekilde Devlet’i kendi­
sine teslim ederse bundan çok memnun kalacaktı. Ba­
basının ve ağabeyinin görüşlerini sıkı sıkıya takip eden
M ustafa Bey, bir başka siyasetin Devlet'i sürükleyeceği
felâketlerden ve utançlardan esirgeyebilirdi. Fakat Os­
manlI îm paratorluğu’nu kudretinin doruğunda peşin­
den sürükleyecek ve uçurum a atacak adam mevcuttu;
Bu, Fâzıl Ahmed Paşa’mn eniştesi ve İstanbul Kaymaka­
mı Kara Mustafa Paşa idi.
II
Kara M ustafa Paşa, Merzifon dolaylarından bir Anadolulu idi; Mezopotamya'da savaşçı ve kudretli bir
1368
âşiretin başkam olan babası Bağdad kuşatm ası sırasın­
da îranlılara karşı savaşırken şehit düşm üştü. Mezopo­
tam ya'daki Osmanlı ordusunun başında olan Köprülü
Mehmed Paşa öksüz kalan çocuğu evlât edinmişti. Ya­
nına aldığı M ustafa’yı oğulları ile birlikte yetiştirm iş;
Devlet ve ordu kademelerinde yavaş yavaş yükselme­
sini sağlamış, sonunda onu kendi yokluğunda başkente
bakm ası için Kaymakam olarak atam ıştı. Onu ailesine
daha sıkı bir şekilde bağlamak için kızını da zevce ola­
rak vermişti. Böylece Kara M ustafa Paşa bu aile ile bir
çok yönlerden ortak olmuş, fakat hiçbir surette Köp­
rülülerin dehâsına ve faziletlerine erişememişti. Mağ­
rur, tatm in olmayan, zalim bir mizacı vardı. Çocuklu­
ğundan beri lütûfla sağlanan bir şımarıklık içinde bü­
yümüş, bileğinin hakkı olmadan tesadüfen bütün yük­
sek mevkilere geçmişti; kum andanlık mevkiinde İken
yönetme alışkanlığı tek tutarlı tarafı idi. Korkunç bir
zenginlik, sefahat âlemleri için binbeşyüz cariyelik bir
harem , köleler ve sayısız atlar, uçsuz bucaksız topraklar
onu Asya krallarına benzer yapıyordu.
Bu kibir ve debdebe Padişahı onu Sadrâzam seç­
meye götüren sebeplerdendir. Çocukluğunda tahtına
kadar gelen isyanların hâtırası ile ürperen bu H üküm ­
dar, Sadrâzam-ı ile diğer kulları arasında muazzam bir
mesafe olmasını daima arzulam ıştır. Kara M ustafa Paşa’nm kibr hoşuna gidiyordu, zira kibir bazen tahrik
ederse de, çoğu zaman etrafım ezerdi. İsyan tohum la­
rını daha doğarken ezmek Sultan IV. Mehmed'in tek
düşüncesi olmuştur.
1369
III
Kara M ustafa Paşa'nm ilk davranışları siyasî ba­
kım dan yetersiz olduğunu ortaya koydu. Üvey babası
ile kardeşinin, b ir defasında İm paratorluğun sadece b ir
düşm anı ile savaşmak, diğerlerini uyutmak şeklinde
özetlenen siyasetlerini güdeceğine, sanki zevkle Devlet'm bütün düşm anlarını karşısına aldı. Ufak bir protoi ol meselesi yüzünden XIV. Louis’in elçisi Nointel’e Di­
van huzurunda hakaret etti ve onu çavuşların kaba
muamelelerine m âruz bıraktırdı. Küçümsemesi ve aşırı
istekleri ile Lehistan elçisini kızdırdı. Lehliler, İstan ­
bul’a girerlerken nalları güm üşten olan atlara binm iş­
lerdi, fakat bu nallar bir tek çivi ile tutturum uş oldu­
ğundan yolda düşüyordu. Atlarına gümüş nal çaktırdığı
için Lehlilerin çılgın ve Padişahın eteğini öpemeyecek
kadar kalabalık olduklarım ileri sürerek Lehistan elçi*
sine bir sürü zorluklar çıkardı.
Sadrâzamdan Podolya topraklarının bir kısmını ge­
ri almaya ve Bâfo-ı Âli'nin himayesini istemeye gelmiş
Olan Lehliler, isteklerinin ağırdan alındığını görünce istemiye istemiye Ruslara yanaştılar. Rusları, Avusturya
ve Lehistan ile olan anlaşm azlıklarında tek başına bı­
rakacağına Bosna beğlerbeği İbrahim Paşa’yı Dniestrde üzerilerine yolladı. Ruslar karşısında bozguna uğra­
yan Türkler, Bender kalesine sığındılar.
İbrahim Paşa İstanbul’a dönerken Sadrâzam ’ı ile
Silistire’ye giderek bu yenilginin acısını çıkarm ak iste­
yen Padişaha rasladı. Mağlup kum andanını gören Padi­
şah her hatayı suç saydığından Paşanın hemen başının
vurulm asını buyurdu. Atından inen İbrahim Paşa itiraz
etmeden brşını cellata uzattı. Tevekkülü IV. Mehmed’i
J370
duygulandırdı; idamı yerine Yedikule zindanlarına atıl­
m asını em retti; yalnız oraya at üzerinde değil yayan gi­
decekti. Oniki kademlik mesafeyi bu ihtiyarın alama­
yacağını hatırlatan çavuşların ikazı üzerine bir daha fi­
kir değiştirip Padişah, em rinin yerine getirilmesi için
hiç olmazsa birkaç adım yürümesini istedi. Padişahın
süt annesi olan İbrahim Paşanın evdeşi, Padişahın önün­
de yerlere kapanarak kocasının bağışlanması için yal­
vardı. Kendisine süt veren kadının istediği hiçbir şeyi
reddedemeyen Sultan hapis cezasını sürgüne çevirdi.
IV
Sakin sakin Silistre’de toplanan Orduy-u Hümâyûn
Rusların elinden Ukrayna’yı almayı hedef güdüyordu.
0 bölgede hüküm süren sert kış, İstanbul Saraylarının
rahatına alışmış olan sultan hanım lara Silistre’de çok
zor günler yaşatıyordu. Sultan IV. Mehmed'i sözlerinde
ve şarkılarında belirttikleri şikâyet ve özlemlerle usan
diriyorlardı.
V
Bu kadınların sıkıntıları daha yeni başlamış olan
seferi Padişah için yorucu yapıyordu; Sadrâzam Kara
M ustafa Paşa’nın ısrarları karşısında terkettiği Edirne
istikam etine sık sık gözlerini çeviriyor ve dalıyordu. Yüz
bin kişiden meydana gelmiş olan Rus ordusu, Türkleri
D niestr’in ötesinde bekliyordu. Sadrâzam tarafından
çağrılan Kırım Hanı, Cehrin önünde Osmanlı Ordusunu
bekliyordu. Uzun savaşlardan sonra ele geçirilen Çehrin
1 alesinde çok kan döküldü. Şehrin biraz uzağında yine
1371
toplanan Ruslar, Türklere çok pahalıya m al oldular. Bu
yarım kalmış zaferden mem nun kalan Kara M ustafa
Paşa geri çekildi ve Padişah da şanssız zaferini kutla­
m ak üzere İstanbul'a hareket etti.
Geride kalan Sadrâzam, kişisel servetini arttırm ak
için Boğdan, Eflâk ve Erdel beğliklerinde baskı yapıyordu. Eflâk prensliğini bir Kantakuzinos’a altın karşılığı
sattı. Bazı namussuz hazinedarların zimmetlerine geçir­
dikleri kıymetli taşlan yeniden H üküm darlık hâzinesine
kazandırm ak için, Devlet hâzinesinin defterini çık arttır­
dı. H am m er’in devrin vakanüvislerinden naklettiğine gö­
re, «Padişah hâzinesinin en değerli taşlarından biri olan
yırm idört kıratlık bir elmas vaktiyle Eğrikapı’da gübre­
lerin içinde bir yoksul adam tarafından bulunm uştu.
Değerini bilmediği için bu elması (*) üç kaşık karşılığın­
da değişmişti; taşın yeni sahibi bunu on akçe karşılığın­
da bir kuyumcuya devretmişti; fakat sonradan elmasın
daha fazla ettiğini düşünerek daha fazla para istemişti.
Anlaşmazlık kuyumcu ustalarına intikâl ettirildiğinde
onlar bir kese altın olarak fiat biçmişlerdi. Ondan sonra
Devlet’in hâzinesine geçmişti. Bu şekilde bulunan elm as­
ların ikinciliydi; şüphesiz her ikisi de eski Bizans’ın hâ­
zinesinden geliyordur. Çok daha güzel ve iri olan ilki
Fatih Sultan Mehmet devrinde bir çocuk tarafından
Ayvansarayda bulunm uştu. Belki de İm parator Justinyen’in yirmiikinci saltanat yılında Ayvansaray’da yapılan
bir törende dikkatsizlik yüzünden düşüp kaybolmuştu.»
(* )
Meşhur Kaşıkçı elması (Ç .)
i 372
VI
Sultan İbrahim ’in oğullan olan iki kardeşi yıllar ger
çip büyüyüp geliştikçe, Sultan Mehmed'in onları öldür*
nıek arzusu da derinleşiyordu. Bir kardeş gibi değilde
b ir baba gibi bu iki şehzadeye velilik eden Sultan Mehı
m ed üzerindeki baskı, aslında yaratılış icabı kan dök­
m ekten hoşlanmayan bu padişah üzerinde gittikçe daha
etkili oluyordu. Babalığı K öprülü’den bu kötü yasadan
sakınm asını öğrenmiş olan Kara Mustafa Paşa doğrudan
doğruya Padişahın k a ra n ile mücadele edemediği için,
harekete geçmeden önce Divan’a danışmasını ve Şeyhülıslâm ’dan fetva alması için Padi-şah’ı ikna etmeye çalı­
şıyordu.
Dilvan ve şeyhülislâm, böyle b ir cinayeti kanunen ve
dinen reddetm ek üzere anlaşm ışlardı. Sultan IV. Mehmed, Divanın k a ra n üzerine kendi düşüncesinden vaz­
geçti. Kardeşlerinin yaşamasına izin verdi ve kızkardeş.
leri Ayşe ile Âtika'yı vezirlerine zevce olaıak verdi.
H er iki Devlet’in tarafsız Buğ ve Dniestr bölgesinne kale inşasını yasaklayan iğreti bir b a n ş anlaşması
Rusya ile Türkiye arasındaki savaş haline son verdi.
VII
Bu arada 1682 yılı başlarında bir kısmı Avusturya'­
ya, diğer kısmı Türklere yanaşan M acaristan'ın iç kanşıklıkları Kara Mustafa Paşaya iki Köprülünün eski
düşüncesi olan Avusturya’ya savaş açmayı gerektiren
bahaneleri, sebepleri ve fırsatı verdi.
Nitekim bahaneler pek çok, sebepler ise temelde
mevcut, fırsat da uygundu; fakat iki büyük Sadrâzam
1373
dünyadan ayrıldıktan beri böylesine geniş bir tasarıyı
yürütecek kafa ve el de maalesef yoktu. Tarih’de bir
büyük adam tarafından hazırlanm ış bir düşüncenin, va­
sat b ir adam elinde başarısızlığa uğram am ası pek en­
derdir. Merzifonlu K ara M ustafa Paşa kendisinde güçlü
b ir teşebbüsü m iras almıştı.
Şimdi dikkatimizi Tuna’mn sol kıyısında olup biten­
lere yöneltelim.
V III
Protestan Almanya’da dinî baskının başı olan im ­
p arator Leopold, Moravya ve M acaristan’da h ü r vicdan­
lara olduğu kadar milliyetlere de geniş haksızlıklar ya­
parak haklı şikâyetlere hedef olmuştu. V atanlarına ve
reform hareketine bağlı olan M acar soylularının kanlan
cellâtlann b altalan altında durm adan akıyordu; 1671
yılında katolik im parator tarafından idam ettirilen Se­
rin, Nadasti, Frangipani ve Trattermbach kontları arka­
larında intikamcı çocuklar ve vatanseverler bırakm ış­
lardı.
Macar Reform unun ve âsilerinin önderlerinden biri
olan kont Tekeli ülkesini istilacılara karşı savunurken
savaş alanında m aktul düşmüştü; bütün M acaristan’ın
yarısı onun şahsında k u rtan cılan n ı kaybettiğini anla­
mış fakat onunla birlikte ölmemişti. Bu kahram an ve
istikrarlı ırk, zaferle bile gelse hiçbir boyunduruğu ka­
bul etmezdi; talihten ziyade Hakka inanırdı; bağımsız­
lıktan koparılm ak istenen herhangi birşeyi asla canlı
olarak vermezdi. Dâvasını güden fedakâr çocuklannm
kanında eski kudretini buluyordu; vatanı için canını ve­
ren Tekeli’mn genç oğlunu kendisine önder seçti; ba­
.374
hasının intikamı için de savaşacak olan kimsenin zulme
karşı herhangi bir .soyludan daha ziyade hırslı olacağım
hesaplamıştı. Tabiatın gereği olduğu kadar siyasetin de
icabı olarak Macar bağımsızlığının kahram anı olması
için genç Tekeli’nin kalbinde aşk, hürriyet ve intikam
duygulan kaynaşmıştı; annesi tarafından Macar asilzâdelerinin en m eşhuru olan Nadasti K ontu’nun torunu
oluyordu. Çocukluğundan beri, Avusturya’nın Erdel
prensine vermeyi tasarladığı Serin K ontu’nun kızma
karşı derin bir hayranlık duyuyordu. Canı pahasına da
olsa bu kızı elde etmeyi kafasına koymuştu; ihtiras, şa­
nım meydana getiren itici güçlerin ikincisiydi. Sancağı
üzerinde «Tanrı ve Vatan için» sözleri yazılıydı. «Serin
kontesi için» sözü ise kalbinde saklıydı. Askerlerinin
kahram anlığı altında en ufak bir m enfaat bulunmazdı;
tek ücretleri vatandaşlarının sevgileri ve düşman gani­
metiydi.
Üç yılda üç defa Tekeli kum andasındaki Macarlar
düzgün meydan savaşlarında Leopold’un ordularını pe­
rişan etmişlerdi; Alman generallerinde sadece askeri
bilgi, Tekeli ve arkadaşlannda ise bastıklan toprağın
yer yer ayaklanan hürriyet duvgusu vardı. Onu b ir türlü
yenemeyen Leopold’un bakanlan, başka yollardan elde
etmeye çalıştılar. Avusturya ile Tekeli arasında şerefli
bir m ütareke yapıldı; Leopold ile onun arasında payla­
şılacak eyaletlerin ve M acaristan’a barış sağlayacak şartlan n eşitçe görüşülmesi için Vivana’ya çağnldı.
Bu görüşmelerde hayatı veya hürriyeti için bazı tuzaklann kurulduğunu haber alınca Vivana’dan kaçtı,
ordusunun yanma gelerek, karşı cephedeki vatandaşla­
rına karşı yabancılardan yardım isteyen her isyan lideri
1375
gibi dışardan yardım istemeye karar verdi. Bir zaman­
lar düşm anlan şimdi ise kurtarıcıları olan Türklerle,
Tekeli’nin sayesinde ittifak yapan M acarlar, Osmanlı
Jevleti’nin Almanya içerisinde öncü kuvveti oldular. Ka­
ra Mustafa Paşa tarafından Macar kralı olacağı şeklinde
vaatler alan Tekeli, sonunda Divan tarafından, Macar­
ların ve Erdellilerin Kralı ünvanı altında Yukarı Ma­
caristan Kralı ilân edildi. Erdel prensi savaşta ölünce
dul kalan Serin Kontesi Helen ile evlendi ve kendi eli ile
kraliçesine taç giydirdi. Bütün kaçaklar gibi, Almanya,
M acaristanı’na karşı seferler düzenlerken Osm anlılann
sertliğini arattı.
Binlerce Macar, Tekeli’nin süvarilerinin kılıçlan al­
tında can verdiler. İspanyolların, Amerika’da mâsum
yerlileri imha etm ek için hayvanlardan istifade etmesi
gibi, Tekeli’nin adam ları da, Avusturya taraftan olan
M acarların sığındıkları Moravya dağlarının kovuklannda bulunup parçalanm ası için özel köpekler yetiştirdi­
ler. Budin’deki Türk Beğlerbeği Avusturya topraklanna
akınlar yaptıktan sonra Tekeli arkalarından eski ülke,
sine giriyor, taş taş üstünde bırakm ıyordu; adının ya­
rattığı dehşet Tuna’dan Ren’e, Vistül’den Alplere kadar
yayılmıştı.
Savaş ilân edilmeden çok önce Sultan IV. Mehmed
ile Leopold arasında, Sadrâzamın orduları için kan ve
ateşten geniş bir yol açmıştı. Buna rağmen îstanbuldaki
idam ları tarafından Kara M ustafa Paşa’yı Viyana’ya
sevketmeyi bir türlü başaram ıyordu. Avrupa'da reform ­
cuların katoliklerle yaptığı iç savaşı m üslüm anlara karşı
batı hıristiyanlarının haçlı seferi haline dönüştürm ek
için, çok m utaassıp olmasa da, en azından çok siyasiy­
di; Osmanlı im paratorluğunun himayesinde bir krallık
1376
kurm ak için Türklerin silâhından faydalanarak Avusturyanın pençesindeki M acaristan’ı kurtarm ak istiyor­
du. Bu teşebbüste başvurduğu zulüm, zaferlerini eşit­
ledi. İskender Beğ kadar kahram an ve zalim, fakat on­
dan daha az vatansever olan Tekeli, ümitsizliğin mille­
tine ihanete sürüklediği kişilerin kaderine sahip oldu.
Yabancıların elinden iğreti bir krallık aldı, onların çe­
kilmesiyle kaybetti. Son günlerini İznik’te sürgünde ge­
çirdi ve külleri ancak Peygamberi’ne ve vatanına düş­
m an olanların toprağında huzur buldu.
IX
Fakat iki K öprülü’nün Viyana üzerindeki tasarıları­
nı gerçekleştirmeyi hayal ettiği sırada, artık Macaristan
ve Erdel kralı ilân edilmiş olan Tekeli, Budin beğlerbeği'nin ordusuna atm ışbin kişilik yardımcı b ir ordu sağ­
lıyor ve Peşte ovalarında hazır olması için Bâb-ı Âli’den
em ir alıyordu. Krucze kralı nâmı altında yüni O rta Ma­
car kralı, Rumeli, Tamışvar, Eğri beğlerbeğleri, Erdel
prensi Apafy, onsekiz yeniçeri taburu, bir sürü sipahi
bölüğü hep birlikte Fülck kalesini fethettiler ve Leopold
taraftarlarım önceden hazırladıkları kuyulara doldur­
dular.
Avusturya’nın tarafını tutan kont Kohary, zincire
vurulm uş olarak Tekeli’nin önünden geçerken, «im an­
sızların elinden taç giymiş bir krala hizm et etm ektense
seve seve kuyuya gömülmeye razı olduğunu» söyleyerek
Tekeli’ye hakaret etti.
1377
X
Savaş ilân edilmeden Osmanlılar ile Avusturya Imi aratorluğu tebaası arasında böyle çatışm alar olağandı.
İstanbul'da görüşm eler sürerken Tuna üzerinde vuruş­
m alar sürüp giderdi. Leopold’ün elçisi Caprara, yanında
zengin maiyetiyle İstanbul’a gelmiş Reissülküttap (Dış­
işleri Bakanı) ile anlaşm anın şekli üzerinde görüşmele­
re başlamıştı. Bir yandan eski vergilerin yeniden veril.nesini ve alınm ası m üm kün olmayan kaleler ile toprak,
ların terkedilmesini isteyen Kara M ustafa Paşa ile diğer
yandan aralıksız devam edecek b ir savaşın kendi ba­
ğımsızlıkları için bir tem inat olduğunu düşünen Tekeli
ile Apafy’nin casuslarının etkisiyle bu konferanslarda
boşuna vakit harcandı. Seferin muazzam hazırlıkları İs­
tanbul’da Caprara ile adam rannın gözleri önüncfe yapı­
lıyordu. Sadrâzam tarafından istenmeyen elçi Viyana’nın yolunu tutm akta gecikmedi.
Girit, Bağdad ve İran seferleri sırasında ve Köprü­
lüler devrinde iyice savaşa alışmış olan... ikiyüzyirmibin
kişilik ordu OsmanlIların Avrupa’daki savaş başlangıç
alanı olan Davud Paşa kışlasında bekliyordu. Padişah
E dirne’deki sarayına kadar orduya refakat edecekti.
Kanunî Sultan Süleyman bile Almanya veya İra n ’a kan
şı açtığı seferlerin başlangıcında bu kadar debdebe ile
hareket etmemişti.
Viyana arşivlerinde bulunan ve H am m er tarafın­
dan toplanan elçi C aprara’nm yazıları Doğu m asalları­
na benzeyen tarih sayfalandır.
«Kubbe şeklini alan sekiz sütün ile tutturulm uş Di­
van salonunda yukanya doğru uzanan kadife perdele­
rin üzerinde çiçek vazoları yer alıyor, oradan
altın ve gümüş saçaklar yerlere doğru uzanıyorF : 87
1378
ı u.
Her tarafta Arapça Farsça ve Türkçe altm
yazılar göze çarpıyordu. Kabul salonun­
da üç sütün vardı; ortada üzeri zengin Acem halıları
ia p lı bir peyke onun üzerinde de küçük kolonları ve
yastıklar ile taht yer almıştı. Yuvarlak bir şekle sa­
hip yatak odasının içi koyu kırmızı şam ipeğinden dışı
kırmızı kum aştan kaplanmıştı; yatak çarşaflan ve ö r­
tüler zengin işlemeli mavi kadifeden olup yerler hep
cieve tüyünden halılarla kaplıydı; sam ur kürkünden
meydana gelmiş yatağın üzerinde altm ipekle işlenmiş
bir kubbe yükseliyordu. Silâhdar daima bu odanın
önünde beklerdi. Bu üç daire ile adalet köşkü diğer
taraflardan sıkı örülm üş bir kafes ile ayrılmıştı. İki üçyüz m etre ötede içoğlanlarına, aşçılara ve ahırlara
ayrılmış olan binalar yer almıştı.»
«Gün doğarken bölükbaşı olan Paşa iki tuğla öne
geçerek yürüyüşü başlattı; arkasından iki cephe halin­
de sekizbin yeniçeri geliyordu. Yeniçeri subaşılan a t­
la taıburların önünde gidiyorlar, her ortanın arkasında
zincir ve kaşık seslerinden tanınan aşçıbaşı ilerliyordu.
Parlak zırhlarına bürünm üş atlı albaylar sarıklarının
üzerinde hilâl şeklinde kara tüyden sorguç taşıyorlar­
dı. Üzerlerinde silâh olarak sadece b ir yay ile sadak
vardı; her birinin peşinde sefer sırasında çok yararlı
olan bir kâhya ile tüfekçi geliyordu. Nihayet arkasın­
da elli kişilik leopar postuna bürünm üş fedaileri ve
iki tuğu, üç sancağı ile yeniçeri ağası ağır ağır iler­
liyordu, önünde parlak tolgaları, kırmızı elbiseleri ve
işlemeli sadakları ile genç içoğlanlaTı kendisine refakat
ediyorlardı. Ellerinde kamıştan m ızraklar vardı; di­
ğer elli tanesinde tüfenkler bulunuyordu; dört sancak­
tar beyaz, yeşil, kırmızı ve sarı bayraklar taşıyordu
2 aldızlı
1379
Altı flütçü, altı tam burcu ve dört davulcu ile dikkati
çeken m ehter takım ı otuz kişiye erişiyor ve hepsi bir­
den at üstünde çalarak törene ahenk veriyordu. On­
lardan sonra tersanede çalışanlar, Kapdân-ı Deryâ’nm
kürekçileri, her biri boyanmış tahtadan otuz top taşı­
yan dört bölüğe ayrılmış bin topçu, yirm idört subaşı
geliyordu. Bunları elli kullukçusu ve ikisi al, biri yeşil
üç sancağı ile topçubaşı takip ediyordu; Kaymakam İb ­
rahim P aşr’m n m ızraklar, oklar, sadaklar ve tolgalar­
la silâhlanmış ağaları ve içoğlanları geriden geliyorlarcı; her biri yirmi yaya mızrakçı, sekiz zengin koşumlu
süvari tarafından refakat edilen Kır M ütteferika töre­
ne katılmıştı.»
«Daha sonra sam ur kürkler içinde, zengin haşalı
i tlara binmiş gözde vezirin kırk ağalık maiyeti boy
gösterdi; bastıkları üzengiler ile ellerinde tuttukları
dizginler hep gümüştendi. Vezirin kâhyası mavi ve
kırmızı iki şırığın ucuna geçirilmiş iki tuğla ve üze­
rinde silâh takım ları bulunan yedi küıheylân ile arka­
dan geliyoılardı. Devlet şûrası temsilcileri, kâhyası ve
haznedârı ile yirmivedi kişilik m ehter takım ları da
sefere katılm ışlardı; en ilgi çekici olanlar arasında kır­
mızı külâhlarmın yanma çeşitli kuşların kanatlarım
lakm ış elli deli vardı; üzerlerinde ram ur kürkler, el­
lerinde uçlarına yeşil, sarı ve beyaz ipek kumaş p ar­
çası bağlanmış m ızraklar taşıyorlardı. Gönüllü adı al­
tında anılan diğerleri karm en kırmızısı taftadan kaf­
tanlar giymişler üzerlerine leopar postları atm ışlar, ge­
ri kalan kısım larda ise delilere benzer şekilde giyin
mişlerdi; yalnız külâhları farklı olarak yeşildi. Onları
M acarların kalpağına benzer kalpaklar taşıyan elli deli
lakip ediyordu.»
1380
«Sadrâzam’m maiyetinde, tüfekli, kalkanlı ve kılıç­
lı yüzaltmışaltı sekban; yirm idört içoğlanı. ikiyüz iaşe
subayı, ikiyüz ağa; her birinin otuz askeri olan kırk
Sadaret ağası; sarı elbiseli, altın kaplam a tolgalı, gü­
m üş dizgin ve üzengili kırk içoğlanı; her biri ayrı renk­
lerde giyinmiş altı bölüğe ayrılmış ikiyüz içoğlan da­
ha; Sadrâzam ’ın yeğeni ve Musul Beğlerbeği; oniki ça­
vuş refakatinde Kâhya Efendi ve nihayet Sadrâzam'ın m ehter takım ı vardı.»
«Padişah’a yol açmak için iki subay H ünkâr’m
maiyetine öncülük ediyordu. Bunun arasında büyük
sarıkları ve gümüşlü sopaları ile altmışyedi çavuş, ka­
dılar, mollalar ve m üderrisler; H üküm dar’m av ça­
vuşları; sancaklar, Peygamber’in yeşil Sancağı, derviş•er, halvetîler, celvetîler, mevleviler ve rufaîler yer alı­
yordu. Onların arkasında Hz. M uhammed'in soyundan
gelen yüzeîli emîr, elbiseleri deve tüyünden dokunmuş
oniki vâiz; İstanbul kadısı ile Anadolu ve Rumeli ka­
zaskerleri geliyordu. Sağ tarafta ilerleyen Sadrâzam
kenarlan sam ur kürk işlenmiş kırmızı b ir kaftan giy­
miş, son derece zengin koşumlu ve p m l pırıl zırhlı bir
ata binmişti, dizginleri ve m ahm uzlan som gümüşten»
di: kırmızı kadife giymiş altın işlemeli kuşaklar tak­
mış vırm idört hizmetkârı yavan olarak peşinden gelivordu. Bira? arkasından pdabaşısı, yeniçeri albayı ve
Sadrâzam ’ın özel muhafız kıtasının kum andanı muhzırağa, onun solunda gayet kaim beyaz kürkler içinde
ve iri bir sarıkla Şeyhülislâm vardı. Muhafız kıtasını
teşkil eden mızrakçılar, hilâl şeklinde tüylerle bezenU-iş başlıkları ile okçular, Saray’ın seyisleri bir sürü
¡.ms at ve biri K ur’an-ı Kerîm ’i diğeri Kâbe’nin ö rtü ­
sünden bir parçayı taşıyan iki deve gözüküyordu.»
1381
«Nihayet, göğüs kısmında elm astan oniki kopça ile
tutturulm uş beyaz şam ipeğinden kenarı kürklü kaf­
tanı içinde Padişah göründü; sanğı küçük boyda olup,
öne doğru birden eğiiiyor, tam önünde mücevherli üç
sorguç ile son buluyordu. Arkasında Hasekiağa ile
Solakbaşı eteklerini tutuyorlardı. Ellişer mızrakçı ve
okçu etrafına dizilmişti. Padışah’m hemen arkasında,
yeşil renkli kürklü kaftanı ve yayan iki hizm etkârı ile
onsekiz yaşındaki veliaht—şehzâde geliyordu. Veliaht—
şehzâde’nin maiyetinin bu' kadar mütevazi olması, Pa­
dişah ile herhangi bir şekilde karşılaştırm a yapılma­
ması içindi. Şehzâde’nin arkasından kırk içoğlanı, tülbenddâr, çuhadar, akağaları ve baltacılar yer alm ış­
tı.
«Aynı ay içinde Çatalca ve Yapagcı'da büyük bir
av düzenlendi. Binlerce avcı, av hayvanlarını sürm ek
için seferber oldu.»
«Ocak ayı ortasında (15 Ocak 1683) Çukürçayın
mevkiinde Padişah’ın otağı kuruldu. Sadrâzam ’m kib­
ri ve gösteriş m erakı yüzünden bu sefer için harcanan
servet diğer bütün törenleri bastıracak nitelikte oldu.
Sefere katılan kadınlar o kadar çoğunluktaydı ki, as­
kerler, kadınların kendilerinden daha kalabalık olduk­
larım ileri sürerek memnuniyetsizliklerini belirttiler.
Haseki Sultanın bindiği arabanın tekerlekleri gümüş
kaplam a olup, arabalara koşulan atların eğerlerine
ve haşalarına kadife geçirilmişti. Sadrâzam ’ın araba­
ları ile atlan da şatafat bakım ından aşağı kalmıyordu.
İstanbul'dan hareket eden O rdu’yu eğlendirmesi için
b ir sürü oyuncu grubu da E dirne’ye gidiyordu. 18
Mart 1683 günü Saray’dan Otağ’a geçen Padişah, yol­
1382
da öyle bir fırtınaya tutuldu ki, sarığı az kalsın dü­
şüyordu. Bu olaya kötü bir haberci gözü ile bakıldı.»
«İm parator Leopold ile Lehistan kralının ittifak­
larının ilân edileceği gün olan 31 M art yeniçerilerin
karargâhı kaldırıldı ve ertesi gün Padişah Edirne'yi
terketti.»
«Bayraktarların ellerinde taşm an tuğlar Osmanlı
ordusunun en önünde gidiyordu. Yol üstündeki kasa­
balar saman, tahıl, yulaf gibi maddeleri vermekle yü­
kümlüydüler. Ordunun önünde giden koyun sürüsün­
den her gece birkaç yüz tanesi kesiliyor, ertesi gün
bu etler pişirilerek dağıtılıyordu. Ordunun takip et­
tiği yol toprak tümseklerle işaretleniyordu; karşılık­
lı yapılmış iki tümsek Padişah’ın, tek tümsek ise
S adrâzam ın geçtiğini gösteriyordu. Kasabalarda ve
şehirlerde daima m ehter takımı m arşlar çalıyordu;
yeniçeri ortalarında bulunan şairler güzel m ısralar
söylüyorlardı. Her akşam müezzinler herkesi namaza
çağırıyorlar ve sözlerinin sonunda Padişah için Tanrı'dan yardım diliyorlardı.»
XI
Sultan IV. Mehmed Han Belgrad'da durdu; ora­
da Tekeli'nin ve m üttefik Raguse Cumhuriyetinin el­
çilerinin saygılarını ve arm ağanlarını kabul etti; Sadrâzam ’a bütün sefer sırasında daima talihin kudreti­
ni sağlaması için yeşil Sancak-ı Şerif'i, bir savaş atı,
b ir kılıç, bir kürk ve bir sorguç verdi. Yüzyirmi Ma­
car soylusu ve vüzelli seçme askeri ile gelen Tekeli
İm re, Padişah’a sahip olduğu Tac’ın hürm etlerini bil­
dirdi. Macarların. Türklerden gördüğü şekilde savaş
1383
kıyafetine bürünm üştü. Arkasındaki yedi yaya m uha­
fızın taşıdığı yeşil Macar bayrağı, vatanın iki parçaya
bölünmüş olduğunu göstermek için ortasından yırtıl­
m ıştı. Üzerinde kısa sam ur kaplı b ir ceket bulunan
Tekeli bileğinin hakkıyla aldığı krallığın bütün işaıetlerini taşıyordu. Kara Mustafa Paşa onu b ir kral
gibi karşıladı, Padişah’ı Belgrad'da bırakarak Maca­
ristan ovalarında Tekeli'nin peşinden gitti. Kısmen
vatanseverlikten, kısmen dehşetten bütün ülke bu
Osmanlı seli önünde eğiliyordu. Tekeli’nin ve tarafta­
rı olan Macar soylularının varlığı ezilen millî gururu
susturuyordu.
Bir m üddet sonra ortaya çıkan Avusturya ordusu
Türklerin öncü kuvvetleri tarafından püskürtülünce
Raab kalesine (Yanıkkale) çekildi. Kuşatılıp alınması
gereken bu kale, b ir an önce İm paratorluğun kalbi
elan Viyam.’ya yürüm ek isteyen K ara M ustafa Paşa yı
tedirgin ediyordu. Raab kalesi önünde seferin yönünü
tayin etm ek için bir savaş divanı topladı. Lehliler ve
R uslar üzerinde bir sürü galibiyet almış olan yaşlı
yavaşçı İbrahim Paşa, düşman bir ülkede arkasında
kaleler ve garnizonlar bırakarak ilerlemenin, ilerde
b ir yenilgi halinde dönüş yollarını kapayr cağını ileri
sürerek kaleyi alm adan ilerlemenin tehlikesini b elirt­
meye çalıştı. Sonra uyarısını bir hikâve ile doğrula­
m ak için şunu, anlattı: «Bîr Acem Padişah’ı büyük bir
hâzineyi bohça içine koyarak gayet geniş b ir halının
ortasına bırakm ıştır ve vezirlerini çağırarak, halı üze­
rinde yürümeden bohçaya erişenin hâzineye sahip
olacağını -belirtm iştir • Padişah’in cömertliği vezirlere
kuru bir vait gibi göründüğü sırada içlerinden biri
çıkmış halıyı kenarından yuvarlayarak bohçaya kadar
1384
erişmiştir.» Sonra Sadrâzam ’a dönen İbrahim Paşa:
«Ey vezir! sen de bu örneği takip et, başkente var­
m adan önce Avusturya'yı parça parça yut ki, Viyana‘ya vardığında orayı savunacak bir millet kalmasın.»
dedi.
Kara Mustafa Paşa yaşlı kumandana. «Koca m a­
salcı, seksen yaşının kafanı iyice durdurduğunu gö­
rüyorum! Sen burada kalarak savaşa katılmayacak
ve birliklerim in iaşesi ile meşgul olacaksın.» diye ka­
ba bir şekilde karşılık verdi.
XII
Kara Mustafa Paşa’nın tek danışm anları cüreti ve
tecrübesizliği idi. İbrahim Paşa’yı b ir avuç Kırımlı ile
menzil teşkilâtına nezâret etmesi için bıraktı Leith a’yı aşarak, bir sürü irili ufaklı kaleyi fethetti, Lecpold’un zayıf ordusunu t i r defa daha Peşte’nin öte­
sine attı, beşyüz seçme şövalyeyi öldürdü ve îm parato r’un yarında gönüllü olarak vuruşan Savoie’li Louis’yi ölüıu derecesinde yaraladı. İm parator’ıın en iyi
generalleri olan Caprara ve Montecuculli, Osmanlı
kuvvetleri karşısında eşit olmadıkları için Viyana’ya
sığındılar ve bir ordudan ziyade bütün bir milletin
göç etmesini andıran Osman’ı kuvvetlerini tarif ede­
rek herkese dehşet saçtılar. Çekingen LeopoTd b ir ge­
ce yarısı ailesini, maiyetini, hâzinelerini alarak kaçar
gibi Viyan*'dan uzaklaştı; emniyetini Stirya Alp’lerin­
de buldu. Yanan kasaba vc şehirler, çoluk, çocuk bin­
lerce AvusturyalInın hayvan sürüleri ile Türkleıin
önünden kaçışması bütün b ir milletin can çekişmesi­
ni gözler önüne seriyordu.
1385
14 Temmuz 16S3 sabahı jün ışırken Kırım süvari­
leri, başkentin şaşkın halkının gözleri önünde belirdi­
ler. Surların üzerinden kırkbin tutsağın Kırım atlı­
ları önünde sürü gibi Stirya yollarında uzun ve keder­
li bir iz halinde gittikleri görülüyordu. Onbin kişilik
garnizonu ile başkentin yıkıntıları arasında son nefe­
sini vermeye kararlı olan Stahrem berg Kontu, Kara
M ustafa Paşa’nm ilk teslim teklifine Viyana’nm ge­
niş banliyö sahalarını yakarak cevap verdi. Bu hare­
ketten şaşıran Türkler, kendisini böyle b ir ateş ve
dum an çemberi içine alan bir başkentin din ve va­
tan uğruna herşevi göze aldığını anladılar.
XIII
Bu dum an Viyana yi Tüıklerin gözünden saklar­
ken, Almaı, birliklerinin başkum andanı olan Lorraine
Dükü, Avusturya, Hırvat, Leh süvarilerinden meydana
gelmiş otuzbin kişinin başında Viyana’yı terkederken
Tuna'nın ötesinde, Viyana’va yardım yollamayı vaad
etm iş olan Alman ve Leh kuvvetlerini karşılamaya
gitti. Arkasından bütün köprüleri havava uçuran Lor­
raine Dükü’nün bu ordusu Tuna sayesinde imha ol­
m aktan kurtuldu. Kendisini savunacak birlik bulam a­
yan Viyana, bütünüyle ayaklandı ve silâha sarıldı; iş­
çi, öğrenci, burjuva, ihtiyar, herkes asker oldu. SaintEtienne katedralinin kule çanının tokmağı sökülerek,
şehirdeki faaliyetten Türklerin haberdar olmaması
sağlandı. Çocukların ellerine verilen küçük çanlar ses­
siz şehrin tek çanı oldu. Bu felâket canlarının çal­
masıyla askerler, burjuvalar, öğrenciler daha önceden
tespit edilmiş görevlerinin başına koşuyorlardı.
1386
Bütün bu sıkıntılı tedbirler alınırken, üçyüzbin
Türk ve Macar kalenin kuşatm asını tam amlamış, Tu­
na üzerine küçük gemilerden köprüler kurm uş, ça­
dırlarını dikmiş ve geniş bir çevre içinde tabyalar
kazmıştı. (*) lü k le rin Şeytanoğlu dedikleri Eflâk
Prensi Rum Kantokuzinos Hetzendorf yakınlarında
ormanlık bir yerde yerleşmiş, her an m üttefiki Türklfcrin yardım ına koşmak için Tuna üzerinde köprüler
inşa ettirm işti. Hıristiyanların bu amansız düşmanı,
e^ki bir kilisenin üzerine on kulaç yüksekliğinde bir
haç diktirm iş, rahipleri ile birlikte efendisi Türklerin
hilâlinin önünde âyin yaptırm ıştı. Kendisinden ön­
ceki Eflâk prensinin karısını ayartmış, dalkavukluk,
hile ve iki yüziülükle tahta oturm uş olan bu Rum ’un
askerlerinden bütün Viyana halkı korkuyordu. Sofu­
luğu hizmet ettiği dâva ile zıtlaşırken, cinayetleri ona
Şeytanoğlu adım kazandırmış olan bu adam, iki yüzUüüğün sembolü olan Bizans İm paratorluk Hanedan­
larından Kontakuzinoslar’m soyundan geliyordu.
XIV
Kandiyc kuşatm ası kadar inatçı devam eden I»
çatma yetmiş gün içinde onsekiz saldın görmüş, şeh­
ri sefaletin ve açlığın doruğuna çıkarmış, fakat Viyar alılar, Hıristiyanlığın vaadediler vardım lanndan
en ufak bir işaret görmeden ve ümitsizliğe kapılm a­
dan savunmalarına devam etmişlerdi. Evrensel bir
(* )
Bütün Türk Ordu,su Viyana
kuşatmasına
katılmam ıştır. Viyana önlerinde ancak 60.000 kişilik kuvvet
ver almıştı. Em sen Kara Mustafa Pcşa'nm hatası da
buradadır. ( Ç.)
1387
im paratorluk kurm a heveslerinden dolayı sevimli ol­
m aktan çıkmış bir Devlet’in meselesine Avrupa ilgisiz
kalıyor ve ancak birkaç bin gönüllü göndermekle ye­
tiniyordu. Almanya konfederasyonun başsız üyelerinin
simdi olduğu gibi o zaman da aralarında gerginlik ve
irtibatsızlık olması, hepsine um umî bir gevşeklik ve
tgoizm veriyor, hücum etm ekte olduğu kadar savun,
m akta da beceriksiz davranm alarına sebep oluyordu.
Haçlı seferlerindeki Hıristiyan taassubu, fetihlerdeki
İslâm taassubu kadar sönmeye yüz tutm uştu; her şe­
yin siyaset uğruna yapıldığı bu sefer sırasında, kalvirjist M acarlar ile Hıristiyan Boğdanlılann, Eflâklıların, Erdellilerin, Sırbların ve Rum ların, Viyana tepe­
lerinde İslâm orduları ortasında âyinler düzenledik­
leri görülüyordu.
İstanbul’da eski Lehistan elçilerinin tercümanlığı­
nı yapan cesur bir Leh, Türklerin uyanıklığını aldata­
cak artık kaybetmeye başladıkları ümidi, Viyana'ya
götürmeyi başardı. Kolçitski adındaki bu macerapesert Sadrâzam'm ordusunu sokak çalgıcıları kıyafe­
tinde ve Türkçe şarkılar söyleyerek katetm iş, Tuna’mn kıyısına gelince, ansızın nehre atlam ış ve askerle­
rin tüfek atışları arasında Kale’den içeri girebilmiş­
ti. Stahrem berg'e Lorraine Dükü ile Lehistan K rah
Sobieski’nin yetm işbin kişilik bir ordunun başında
yaklaştıklarım haber vermişti. Ertesi gece Saint - E ti­
enne kulesinin üzerinden atılan havaî fişekleri, İm pa­
ratorluk generallerine Viyana’mn surlarının harabele­
ri altında hâlâ yaşadığını ve saldıkları haberin vatan­
daşlarını sevindirdiğini gösterdi.
1388
XV
Lehistan, milletinin katolikliği ve kralı Jean Sobieski'nin kahramanlığı sayesinde Avusturya’nın im ­
dadına koşan tek ülke oldu. Türkler önünde eskidenberi ezilmelerinin verdiği öç duygusu ile H otin’de ka­
zanılan küçük zafer, Lehistan’da Osmanlılara karşı
kutsal bir savaşın açılma isteğini yaygın hale getirmiş,
kralının girişimi de bu sonucu hazırlamıştı.
Daha önce söylediğimiz gibi bütün Lehistan bir
m illet olm aktan ziyade şiddetli taraftarlara sahip bir
siyasî partiyi andırıyordu. 1832 yılında mizacına uygun
bir anayasa hazırlanarak yürürlüğe kondu. Fransa
kraliyet ailesinden ve Lehistan’ın son ırsî kralı Louis
d’Anjou ölürken iki kız bırakm ıştı.
Bu kızlardan İkincisi ve en güzeli olan Edwidge
babası öldüğü sırada henüz ondört yaşında bulunu­
yordu. Çocuksu güzelliğine ve m uhtemel faziletlerine
kapılan Lehliler, genç kraliçenin vâsiliğini muhafaza
etm ek ve ona uygun bir koca bulmak kaydıyla Edwidge’yi kraliçe ilân ettiler. Fakat Edvvidge’nin kalbi Le­
histan Diyeti’nden önce seçimini yapmıştı. Kuzini
olan AvusturyalI Diik, Guillaume d’Habsbourg, onun­
la birlikte aynı sarayda yetişmişti. Bu prens, zarafeti,
bilgisi, kabiliyetleri ile zamanının bütün prenseslerinin
kalbini çelecek nitelikteydi; ancak, sanki doğuştan
meydana gelen bir sevgi ona Edwidge’nin kalbini ver­
mişti. Lehüler onlar için, «Sanki ikisi de aynı beşik­
te büyütülmüşler» diyorlardı.
Kraliçe tarafından gizilce Krakovî’ye çağrılan
Guillaume d’Habsbourg, Avusturya hanedanından bir
1389
prensin bir kraldan ziyade bir işgâlci kum andan gibi
davranacağ- endişesiyle Lehistan Diyeti ne isteğini
kabul ettirem edi. Edwidge'nin ne kederi, ne de göz
yaşlan milletinin kalbini yum uşatmadı. Putperesl
t i r barbar gibi hayvan postları giyinmiş Litvanya
Dükü Jagellon kraliçeye lâyık koca olarak kabul e t­
tirilm ek istendi. Lehistan'ı Ruslara, K ınm lılara ve
Kazaklara karşı güçlendirmek için Litvanya’mn
yardımını sağlamak düşüncesinde olan Diyet, kral*
iannm kızını bu barbara fedâ etmeyi göze alı­
yordu. Kaderine tevekkül gösteren Edwidge, şiddet­
li bir gayret ile Litvanyalılan katolikliğe sokmağa ça­
lışıyordu. Bazen tatlılıkla, bazen de kuvvet kullana­
rak yeni tebaasını çocukluğunun T ann'sm a bağladı.
Tarih, Edwidge ile Jagellon’un, putperestliğin yerine
Hıristiyanlığı getirm ek için Litvanya’da yaptıktan es­
rarlı geziyi hem takdir, hem de dehşetle anlatm ak­
ladır.
Zalim Jagellon yanında en az kendisi kadar gad­
dar papazlarla eski inançlarında ısrar edenlere baskı
yapıyor ve hattâ onları katlediyordu. Bazen putperest
ahaliyi vaftiz ettirerek Hıristiyan yapmak için asker­
leri vasıtasıyla hepsini nehre sürüyor ve bütün bir
kalabalığa bir tek azizin adım veriyordu.
XVI
Jagellon ile karısının ölmesinden sonra gittikçe
daha fazla cum huriyet idaresine yanaşan Lehistan'ın
diyetleri, b ir kraldan ziyade b ir konsülü andıran hü­
küm darlar seçiyordu. Bu diyetler, teşkil edildikleri
yasanın karakterinden dolayı her türlü yönetim tarzı-
1390
ıun kusurlarını ihtiva ediyordu. Tahtın etrafındaki gü­
rültücü soylular durm adan adaylık için çekişirlerken,
kendi seçtikleri kralla sürekli olarak anlaşmazlık içi­
ne girerlerdi.
Lehistan’ın dıştaki siyaseti, içteki iktidar rekabe­
tinin çalkantılarım aksettirecek şekildeydi. Tercihleri­
ne veya sevmediklerine göre davranm ak isteyen her
parti, vatanın zarar görmesini hesaplamadan yabancı
kuvvetlerden destek ve m üttefik aram aya kalkışıyor­
du. Bunca iç karışıklığın hüküm sürdüğü Leh soylu­
larında ayakta kalan tek fazilet kahram anlrklan idi.
Şimdiye kadar M acaristan’a, Avuturya’ya, İsveç’e,
Rusya’ya, Türkiye'ye ve hattâ Kırım Hanlığı’na bile
yanaşmış olan bu Doğu karakterindeki Avrupalı mil­
let uzun zaman- Osmanlı tabiiyetinde kalmıştı; fakat
oynadıkları, hürriyet konusunda olduğu kadar esaret
fltında da onları zaptedilmez yapıyordu. H er şeyde
aşırılığa kaçmaları tabiatlarının bir parçası olmuştu;
savaş alanlarında yüzleri gülmüş fakat ülkelerinde hiç­
bir zaman güvene kavuşamamışlardı.
XVII
Milletler kurtarılm aya hazır beklerlerken ortaya
çıkan kurtarıcılardan biri olan Sobieski, tarih sahne­
sine çıktığı vakit Lehistan’ın durum u işte böyleydi.
Bu kahram anın üzerinde bir inceleme yapan mo­
dern tarihçi De Salvandy’ye göre Jean Sobieski Karpatlarda Olesko şatosunda 1624 yılında fırtınalı bir
gecede dünyaya gelmişti. Sobieski, adları efsanelere
karışan ve kalkan soyluları denen Leh soylularından
1391
geliyordu. K en d isi de
S o b iesk i’n in
Türklerle
anlatmıştır.
A n nesi,
bir defasında babası Jacques
y ap tığı
savaşların
h ikâyesini
T heophile D a n ilo w iczn o v a
k o v a fâtihi m eşhur hatm an
O ğlunun dünyaya g elişin d en
bulunduğu k aleye
b i dövüşm üştü.
B abası
duları
m ıştı.
yaptıkları
Jacques
Sobieski;
-
S ob iesk i, M o s­
Z o lk ie w sk i’nin torunuydu.
sonraki yaz, K ırım lıların,
saldırısında
Sultan
önünde zafer sağlayın ca
S ob iesk i bu barış havası
II.
bir
erkek
g i­
O sm an ’ın
or­
vatanına barış sağla­
için d e y etişti v e ora­
lara kadar g e le n
m ed en iyetin
nim etlerinden
istifade
etti. Y ed i sek iz dil bilir, yab an cı edebiyatı tanır, bir­
kaç m üzik âleti çalar, k o la y lık la resim yapar, b aşarıy­
la ata biner v e her silâhı ustalıkla kullanırdı. D iy et
toplantılarına gen ellik le hâkim olan b abasının hitabet
san ’atı ayn en oğlu n a g eçm işti. P aris’e giderek e ğ iti­
m ini tam am lam ıştı;
sonra T ü rk iye’y e
g eçm iş,
ilerde
çarpışm ak v e y en m ek zorunda oldukları bir düşm a­
n ın gücünü öğrenm ek istem iştir.
A n nesi, a ilesin in sahip old u ğu
m erkezi olan J o lk iew ’de, O sm anlılar
savaşırken
hayatlarını
kaybetm iş
kalıntılarını
toplam ıştı.
B abası,
u zu n m üddet asılı kalan büyük
k ellesin i satın alm ıştı. A n n en in
g en iş toprakların
v e K ırım lılar ile
ola n
aile
fertlerinin
Saray’ın
kapısında
ataları Z o lk ie w sk i’nin
her gün çocuklarını
b u şanlı kalıntıların y a ttığı m anastıra götürdüğü rivây e t edilir. Orada hep beraber aile fertlerinin ölüleri
iç in dua ediyorlardı.
etkileniyor, o zam an
S ig ism o n d ’a
verd iği
Ç ocuk her defasında fevkalâde
ken d isin e atası hatm an’ın kral
v ed â
m ektubu
okunuyordu.
Bu
1392
m ektup
m işti.
on a
siy a sî
ve
a sk en
bir
v a siy e t
yerin e
geç­
X V III
B ab ası B u g nehri
m anda ederken P aris’e
üzerinde L eh birliklerine
g e le n g en ç S ob iesk i, sert
k esk in zek âsı ile ga y et
kullanm aktaki m aharetini
nin
özel
m uhafızları
iy i kabul görüyordu. "Silâh
arttırmak iç in X IV . L o u is’-
arasına
tanbul’a g eçtiğ i y ıl ülk esin d e
şıklıklar yü zü n d en geri çağrıldı.
Kral
W la d isla s’ın
ku­
tipi
katılm ıştı.
m eydana
ölüm ünden
P aris’ten
g e le n
sonraki
iç
ik i
İs­
karı­
d önem
arasında L ehistan k u z e y li barbarların saldırısına m a­
ruz kalm ıştı.
T aht’a birini seçm ek iç in V a rşo v a ’da
toplanm ış olan D iy et, k endi başkentinde kuşatılm ıştı.
D aha ön ce K azakların v e L eh lilerin itim adını kazan­
m ış ola n Z am osc H ıristiyan lığın b u ileri k alesin i B ar­
barlara teslim i
etm ek üzereydi.
S ob iesk i
düşm anın ara­
sına atıldı, kırılan cesareti güçlendirdi, k u şatm ayı k a l­
dırdı v e barbarları uzaklaştırdı. Y en i Kral Jean C asi­
mir, k ısa bir barış dön em in d en sonra ken d isin e karşı
yeni
bir
itifakın
teşk il
ed ild iğ in i
gördü.
Sobieski,
yap tığı bir m eyd an m uharebesinden sonra ü lk eye g e ­
n iş bir n efes aldırdı. Fakat vatan olarak sad ece k ış­
laları tanıyan bir m illet için iç karışıklıkların bir tür­
lü sonu gelm iyordu. D e li P etro’nun R usları K u zey e y a ­
letlerini istilâ etm eye başlam ıştı; İsv eç Kralı CharlesG üstav’a
L ehistan
tacını
vaad
L ehistan’ın paylaşılm ası açıkça
sında sö z konusu ediliyordu.
ediyorlardı.
İsv eç
ve
K ısacası,
R u sya
ara­
Fakat A vrupa için d e bir cin ayet olarak kabul ed i-
1393
len bu davranış, Lehistan soylularının bütün olumsuz
hareketlerine rağmen gerçekleşme saatine gelmemiş­
ti. Büyük tehlikenin ortaya çıkması ile Sobieski baş­
kum andan !-ân edildi. Hep yabancılar tarafından istilâ
gören bu ülkeye tarafsız ve kabiliyetli bir adam ın
geçirilmesi gerekiyordu. Sobieski bu tehlikeli görevi
kabul etti.
XIX
Fakat tehlikenin büyüklüğü Sobieski’nin kalbini
ooldurmaya yetmiyordu; tabiatları icabı büyük kaabiliyetlere sahip olan adam ların kahram anlığına en gü­
zel şekilde yakışan aşk, içini kemiriyordu. Kral seçil­
diği sıralarda kocası öldüğü için serbest kalan güzel
Kontes Zamyoski’yi seviyordu. Zamyoski Kontesi, son
Lehistan Kraliçesi Nevers prensesi tarafından Lehis­
tan'a götürülm üş bir Fransız’dı. Güzelliği ve zekâsıy­
la bütün Varşova’da kısa zamanda ün yapmıştı.
Krallığından ziyade aşkını düşünen Sobieski, si­
yaset icabı; ülkenin köklü ailelerinden biriyle bağlan­
tı kurm ası gerekliliğini ve dullara tanınan sekiz gün­
lük saygı dönemini unutarak bir hafta geçmeden ev­
lendi. Kalabalık ve amansız düşm anlara karşı savaşa
başlamaya her an hazır olduğu için bir im paratorlu­
ğa değişmeye razı olduğu kadına sahip olamadan öl­
mek istemiyordu. îlerde bu kadının, kalbinin sesini
dinleyerek kendisine bir taç veren adama nasıl zevk
ve ıstırap çektireceğini göreceğiz.
F : 88
1394
XX
Sivrilmesine vardım eden birkaç savaştan sonra
İbrahim Paşa’nın ikiyüzbin askerine karşı bir zafer
kazanması Avrupa çapında bir şöhrete sahip olmasını
sağlamıştır. Bütün Hıristiyanlık, adım mâbedlerinde
hayırla anıyordu; kendisine atalarının lâkabı olan
«İsa'nın kalkanı» lâkabı verildi. Çeşitli Avrupa Devlet­
lerinin tesiri altında kalan soyluların ülkeyi parçala­
maya ve yabancılara peşkeş çekmeye hazır durum a
getirdikleri Diyet’e bir avuç vatanseverle gelerek da­
ha yakından nezaret etmeye başladı. Artık bütün mil­
let Lehistan’ı soyluların elinden kurtarm aya azmet­
mişti. Ülke kurtuluşunu Sobieski’ye borçluydu. Hiçbir
itiraz ile karşılaşm adan Kral seçildi. Bu seçime ne ka,
dar itiraz etti ise, halk onu tacı alması için zorluyor­
du. Bütün partiler bu adm önünde seslerini çıkaramıyorlardı. Türklerle yaptığı savaşlarda elde ettiği
başarılar yüzünden Türkler onu «kuzeyin aslanı» diye
adlandırıyorlardı.
Elde ettiği zaferden aşırı istekler çıkarmayan Sobieski İstanbul'a elçiler göndererek barış istedi. Kara
Mustafa Paşa’nın pervasızlığı ve bilgisizliği görüşme­
leri aksattı. Sadrâzam'ın savaş hazırlıklarından ha­
berdar olan Sobieski Avrupa’yı birleşik bir haçlı se­
feri için boşuna ikna etmeye çalıştı. Avrupa’lı devlet­
ler içinde en fazla tehdide mâruz bulunan İm parator
Leopold bile bu çağrılara olumsuz davrandı. Daima
krallarına karşı çıkmaya alışmış olan Lehistan soylu­
ları Sobieski’nin savaş isteklerini geri çeviriyordu.
Türklerin dostu ve Avusturya’nın düşmanı olan Fran­
sa Varşova’da Sobieski’nin tasarılarına karşı oluşan
1395
muhalefeti kışkırtıyordu. Ancak Tuna'yi aşarak -Al­
manya'yı istilâya başlayan Kara M ustafa Paşa’nın üçyüzbin kişilik ordusu, Sobieski'nin sarsılmayan iradesi
ve Leh milletinin dini, için duyduğu garazsız heyecan,
Diyet'i istemeyerek Almanya ile ittifak anlaşması yap­
maya zorladı.
Sobieski’nin sesi Savoie’yı, İtalya’yı, Ispanya’yı
ve Portekiz’i uyandırdı: Torino im paratora para ve
gönüllü yolladı; İspanya kralı dininin ve hanedanın
savunucularını desteklemek için altın ve gümüş m ut­
fak takımlarını sattı; İspanya ve İtalya m anastırları
katoliklerin başarısı için yapılacak savaşın m asrafları­
nı karşılam ak için çalışmalara başladı; Papa XI. Clem ent’in örneğini takip eden Roma kardinalleri Alp’le­
re bu kadar yakın bir yerde tehlikeye düşen kiliseyi
savunmak için papalığa ait serveti seferber ettiler;
Güney Fransa’da âyinler tertip edilerek Sobieski’nin
lehine mucizeler yaratılması için dualar ediliyordu.
Fakat Sobieski mucizenin kendisiydi.
Türkler Peşte'ye yürüyorlardı; Leopold’un adeta
ordusuz başkumandanı olan Lorraine Dükü Charles,
kendi zayıf durum unu düzeltecek tek güç olan Lehis­
tan ordusunu sabırsızlıkla çağırıyordu; başkentinden
kaçmış olan İm parator Leopold, Lehistan’ın yardımı
karşılığında bütün M acaristan’ı Sobieski’ye vaadediyordu. İhtiraslı olmaktan ziyade şövalye ruhlu ve Hı­
ristiyan olan Sobieski ise zaferden başka birşey iste­
miyordu; Hıristiyanlık uğruna bir paralı asker gibi
dövüşmekten utanç duyardı. Kahramanlığının tek üc­
reti şan ve din olacaktı. Assomtion bayram ı münase­
betiyle Krakov’un bütün kiliselerini yayan olarak do-
jaşıp ziyaret ettikten sonra Lehistan ordusunun en
seçme birlikleri ile Viyana’nın yardımına koştu. Bütün
Almanya onu bir üm it çığlığı ile karşıladı. Geçtiği
yerlerde dikilen zafer takları üzerinde Lâtince şu
kelimeler yazılıyordu: «Salvatorem expectamus» yani
«bir kurtarıcı bekliyoruz.»
Aslında onunla birlikte gelen Viyana’nın kurtuluşu
idi. Üç gün daha gecikseydi Avusturya’nın, İtalya’nın
ve Hıristiyanlığın son kalesi yıkılacaktı. Viyana'ya bir
gün mesafede birleşen Sobieski ile Lorraine Dükü’nün
orduları birlikte ancak altm ışbin kişi oluyordu. Eski
haçlı seferlerinin faydasızlığı ve Avusturya İm parator­
luğumun aç gözlü siyaseti yüzünden soğumuş olan Hı­
ristiyanlık, Kara Mustafa Paşa'nm üçyüzbin Asyalı'sırıa karşı ancak bu kadar bir kuvvet çıkarabiliyordu.
XXI
Osmanlı havan toplarının altında ezilen Viyana,
artık bom baların devamlı patladığı bir tarla haline
yemişti; kiliseler, m anastırlar, İm paratorluk sarayı ve
mahalleler sönmeyen bir ateşle yanıyorlardı; yıkılan
duvarlar sokakları kapatıyordu; Osmanlı tabyaları
iç kale hendeğine otuz adıma kadar erişmişlerdi; İs­
tanbul, Rodos ve Kandiye kuşatm alarında gedikler
açan aynı dev toplar son hücum için geniş yollar aç­
maya çalışıyordu. Bir şarapnel ile yaralanan Stahrem berg Kontu ancak acı içinde kıvrandığı yatağın­
dan savunmayı yönetiyordu; her sabah açılar gedikleri
ve yapılan onarmayı gözleri ile ölçen askerler ve halk
kaçınılmaz ve yakın bir teslimden bahsetmeye başla­
mışlardı.
1397
Şaşkınlıkların en korkuncu ve gece gündüz devam
wden m uhareberlerle iki ay akıp gitmişti. Bombalan­
maya ve gece yarısı lâğımlarda meydana gelen patla­
m alara bir de salgın hastalık eklenmişti. Cephane tü­
keniyor, hüzünlü bir ümitsizlik bütün ruhları sarıyor­
du. Eylül ayında bir tabya Türklerin eline geçmiş,
surların bir kısmı yıkılmıştı. Sokak başlarında alelacele
istihkâm lar yapılması gerekiyordu; bu artık son gay­
retti. Stahrem berg ancak üç gün dayanabileceklerini
hesap ediyor, her gece surların üzerinden fişeklerle
Lorraine Dükü'ne teslimin yakın olduğu bildiriliyordu.
Stahrem berg’in tahm ininin sonuncu gününün gece ya­
rısı Saint - Etienne kulesinin üzerinden b ir sevinç
çığlığı koptu. Tepedeki nöbetçi ufuktaki Kahlemberg
(Almandağı) dağının eteklerinde Lehistan ordusunun
’.arlığını işaret eden ışıklar görmüştü. Doğan güneş
dağın eteklerinde ilerleyen mızrak ve bayrak orm a­
nını aydınlattı.
O zaman Türklerin üç kısma ayrıldığı görüldü,
bir kısmı yeni ortaya çıkan orduyla savaşmaya, İkinci­
si genel saldırıya hazırlanmaya ve üçüncüsü de gani­
m etleri ile başı bozuk bir şekilde M acaristan’a kaç­
maya başlam ıştı. Neustadt baş papazı Collonitz, bütün
Ifuşatma esnasında halka sözleri ve davranışlarıyla
cesaret ve üm it vermişti, şimdi de kadınların ve ço­
cukların kiliselere toplanmasını istedi. Stahrem berg
ise adamlarını gediklerin başına koşturdu.
XXII
Birkaç gündenberi Lorraine Dükü, kendi ifadesi
ne göre, böylesine büyük bir savaş ustasından savaş-
'398
mavi öğrenmek için Sobienski’nin peşinden koşuyordu.
Sadece adının bwi zafer anlamına geldiği Sobieski’nin
ortaya çıkmasıyla AvusturyalIlar göz yaşlarını tutam a­
dılar. Daima yenilgileriyle birlikte olan geçimsizlik son
kuvvetlerini de yiyip bitiriyordu; faVat Lehli kahram a­
nın emri altında bütün anlaşmazlıklar sönüp gitti.
Bu arada Lorraine Dükü, Tuna üzerinde Viyana'ya
2? kilometre uzaklıkta üçlü bir köprü atmayı başar­
mıştı. Kendisini takip etmeye tereddüt eden Avustur­
yalIlara dönen Sobieski, «Üçyüz bin kişinin başında
olup da burnunun dibinde bu köprünün yapılmasına aldiırmayan kumandan yenilmekten kaçınamaz»
diye
haykırdı.
Ertesi gün Tuna aşılmıştı. Lehliler ön saflarda iler­
liyorlardı; heybetleri, silâhlarının ve atlarının güzelliği
m üttefiklerini hayrete düşürüyordu. Yalnızca bir piyace bölüğü elbiselerinin eskiliği ile dikkati çekiyordu. Ön­
lerinden geçerken Sobieski, «Bu birlik şimdiye kadar
yenilgi yüzü görmemiştir; ancak düşmanın ganimeti ile
giyinmeye yeminlidir.» demiştir. Sobeski'nin tarihini
yazanlardan Coyer Abbesi, «Bu yeminleri onları giydir­
mese bile zırhlarla örtmeye yetiyordu,» diye yazmış­
tır.
Sobieski hiç bir zaman bu kadar büyük bir orduı.un başında bulunmamıştı. Kahlenberg dağının orm an­
larla örtülü, savunulması kolay dar boğazlarla dolu
i.arp kayalıkları, aşılması böylesine zor bir engeli dü­
şünmeyen Kara Mustafa Paşa’vı Sobieski’den ayırıyor­
du. Sadrâzamın güvenini hiç bir şey sarsamazdı. Müt­
tefiklerin dağı aşmaları üç gün sürdü; büyük çapta
toplarını orada bırakm ak zorunda kaldılar. İlk keşfe
1399
ıik an askerler muazzam Osmanlı karargâhını görünce
hemen geri döndüler ve kapıldıkları dehşeti kendi saf­
larına yaydılar. Özellikle Avusturyahlar çok çekiniyor­
lardı. Sobieski savaşlarda takındığı neşe ve güven ha­
vası ile cesaret verdi. Daha önceki savaşlarında tutsak
c.üşen birkaç yüz yeniçeriyi kendi ordusu içine almıştı.
Türklerle savaşa girmeden önce onların geriye çekilme­
lerine ve hattâ Kara Mustafa Paşa’ya iltihak etmelerine
izin verdi. Hepsi birden gözleri yaşlı bir şeklide onun
için hayatlarını vermeye razı olduklarını bildirdi. (*)
XXIII
Sabieski'nin Türklerle muharebeye girişmeden ön­
ce karısına yazdığı m ektuplar içinde bulunduğu ruh
haletini çok iyi belirtm ektedir. Sezar, Frederik ve So­
bieski gibi kahram anların savaşlardan önce ve sonıa
yazdıkları şeyler gelecek nesillere intikal eden önemli
sırlardır.
«Eğer bazen sana uzun m ektuplar yazmakta kusur
ediyorsam bu benim acelemi açıklayacak en iyi baha­
nedir. Dünyanın iki dev '■“duşu şimdi birbirleı ine birkaç mil mesafede karşı karşıya duruyorlar. Her
şeyi düşünmek, en ince teferruatı bile kaçırmam ak ge­
rekir.»
XXIV
Karısına şefkat dolu m ektuplar yazdığı 12 Eylül
1683 günü şafak sökerken Osmanlı topçusunun ateşi ile
çadırından dışarı çıkan Sobieski bir tarafta yeniçeri
birliklerinin gediklere yapacakları son saldırı için top{*) D evşirm elerin T ü rk M illetini hiçbir zam an b e rim se m -diklerinin, ilk irşatta ihanet ettiklerinin delillerine oku­
yucunun d ikkatini çekeriz. (Ç)
1400
landıklarını, diğer tarafta seksenlik Türk kahram anı
İbrahim Paşa’nm dağm eteklerindeki Leh öncü kuvvet­
lerine cesaretle saldırdığını gördü. Öncü kuvvetleri
iışıp geçen İbrahim Paşa, Lorraine Dükü’nün yaptırdığı
>üksek istihkâm ları nönünde atından indi Davranmak­
ta acele etmeyen Sobieski hemen diz çöküp duâ etm e­
ye başladı. Civardaki yıkık bir kilisenin içinde b ir ke­
sişin de yüksek sesle Tanrı'yı yardım larına çağırdığını
işitiyordu. Hristivan ordusunu takdis eden keşiş işini
bitirdikten sonra kendi kendine hazırlanan Sobieski,
henüz çocuk yaşta olan oğluna bir kahram anlık hâtıra­
sı bırakacak şekilde atına atladı ve arkasında Leh sü­
varileri düşmanın üzerine at kopardı.
Beş tümen şeklinde yürüyen hristiyar.lar, kendileıini durdurm ak için görevlendirilen bölüklerin ellerinc.eki sel yataklarını, uçurum ları, boğazları, ormanları
teker teke ' düşürdüler. Surlar üzerinde Viyana garni­
zonu, kurtarıcılarının dayanılmaz bir şekilde ilerlemesi­
ni izlerken vaki inden önce Türklerin eline düşmemek
için bütün gayretiyle vuruşuyordu. O ana kadar Kara
M ustafa P:.şa iki m uharebenin ortasında hareketsiz
kalmıştı.
Saat onbir’de m üttefikler ovaya inmişlerdi. Bu bi­
le bir zafer sayılırdı. Püskürtülen düşman iıefes alma­
ları için fırsat hazırladı, öğlenleyin m üslüm anlar yeni
kuvvetler almışlar ve toparlanm ışlardı; daha korkunç
¡kinci bir muharebe başladı. Ancak Sobieski’nin akıllı
tedbirleri, cüretli ve emîn m anevraları Osmanlı ordus-unu yine geriletti; hıristiyanlar karargâh istihkâm ları­
na dayanmıştı. Orada üçüncü ve çok kanlı b ir vuruş­
ma daha başladı. Bütün Osmanlı ordusu Sadrâzam’m
1401
tuğu etrafında toplanmıştı; Kara Mustafa Paşa basit
bir kum andan gibi birlikleri yönetiyordu. Derin bir
uçurum , tabyalar ve güçlü bir top ateşi onu her taraf­
tan kuşatm ıştı. Akşamın beşi olmuştu; kral önündeki
engeli ölçtü ve savaşı o gün bitiremeyeceğine kanaat
getirdi. Geceyi yeni elde ettiği mevkide geçirmeyi ta ­
rarlarken birlikleri teftiş etti, fakat gayet sıcak bir
günün ve kanlı vuruşm aların sonunda zaferle ilerlemiş
olan askerlerin yorulm ak bir yana çok heyecanlı ve
atılgan olduğunu farketti. OsmanlIların durum u ise ak­
sine durgun ve üm itsiz görünüyordu. Uzakta, toz bulut­
larının ardında yüklü develerin M acaristan'a doğru
aceleyle yol aldıklarını gördü. Hücum em ri verilmişti.
Yalnız Sadrâzam ’ın güveni sarsılm am ıştı; hıristi,
yanların tabyalarının önünde kırılacağın', sanıyordu.
Güneş ışınlarına karşı muhafazalı kırmızı ipekten çadırı
dnünde iki oğlunun arasında sakin b ir şekilde kahve­
sini içtiği görülüyordu. Bu ahmakça ve küçümseyici
güvene fena halde içerleyen Sabieski, piyadeleri ku­
manda eden. Fransız subayına Sadrâzam ’m karargâhına
hâkim olan küçük tabyayı işgâl etmesi için emir verdi.
Bu em ir zorlukla yerine getirildi. Düşman yeni du­
rum dan çok rahatsız olmuştu. O sırada, artık iyice du­
rum u kavrayan K ara Mustafa Paşa sağ kanattaki p i
yadeyi yardımına çağırdı; bu manevra bütün ordusunu
açığa çıkarıyor ve hattı bozuyordu. Sobieski bir savaş
ustası olarak yeni durum u farketti; hemen Lorraine
Dükü’nü açık veren merkeze sevkederken kendisi de
Sadrâzam ’m otağı etrafında toplanmış kalabalık birlik­
lere vüklendi. Türk askerleri onu hemen tanımışlardı.
Adı bütün Osmanlı hatlarında dolaştı. Kırım Hanı «Al­
lahım Kral da orada!» diye haykırdı.
:402
Sobieski'nin atlıları, piyadenin geçmeye cesaret
edemediği bir sel yatağını dolu dizgin aştılar; düşman
saflarının üzerine çullandılar, birlikleri ikiye böldüler;
o sırada Waldeck prensi de savaş alanına erişmişti.
Artık günün kaderi belli olmuştu; kibrinin en üst nok­
rasından düşen Sadrâzam bir kadın gibi ağlıyordu. Bu­
na rağmen kaçışan askerini yeniden toplamaya çalışı,
vordu. Lâkin herkes kaçışıyordu; kendisi de artık deh­
şet içinde kalmış bir kalabalıktan başka birşey olma­
yan bu ordunun arasında kaçmaya başladı. Bu, artık
geri çekilmeye başlayan Osmanlı dalgasıydı. Bütün
Avrupa, Türklerin korkulu paniği arasında b ir mucize
görüyordu. Bu son savaş ancak bir saat sürdü; öldürü­
cü olmaktan ziyade kesin bir sonuç sağlıyordu. Sadrâzam ’ın ordusu ancak ?, 10 bin kişi kaybetmişti. Buna
rağmen korkusundan ancak Raab kalesinin (Yanıkka.
le) surları arkasında durdu, halbuki kral saldırgan bir
geri dönüşten çekindiği için, endişeli bir ihtiyatın bü­
tün tedbirlerini aldırıyordu.
Ertesi gün Sobieski, düşmanın açtığı gedikten kuriarılm ış şehre girdi.
XXV
Bütün Viyana harabelerinin altından çıkarak kur­
tarıcısının ordusunu karşılamaya gitti. İm parator Leopold’un yokluğu ile kral Sobieski’nin kendisinin ve
milletinin kanını başkenti kurtarm ak için akıtması
arasındaki tenakuz şu anda Sobieski’vi Avusturya ve
Macaristan İm paratoru yapabilirdi. Fakat Sobieski za­
ferinden sadece ‘Batıvı kurtarm anın verdiği şerefi al­
mak istiyordu. Avrııpalı Devletlerin kendisini terk et.
1403
melerine karşılık çok katolik Fransa kralına kendi eliyie yazdığı ve onsuz ve ona hıristiyanların kazandığı
zaferi bildirerek öcünü aldı.
Muharebe akşamı ganimet olarak ele geçirilen Ka­
ra Mustafa Paşa’nm çadırında karısına yazdığı m ek­
tup, gelecek nesillere kahram anın şefkatli ve saf kalbi­
ni göstermektedir. Bütün kibri sadece m ektubun ta ­
rih kısmındadır.
«13 Eylül, gece yarısı, Sadrâzam'ın çadırında,
«Ruhumun tek neşesi, sevimli ve çok sevdiğim
Mariette,»
«Tanrı razı olsun! Milletimize zafer yüzünü gös­
terdi; öyle bir zafer ver ki geçmiş çağlarda böylesine
asla rastlanm am aktadır. M üslümanların bütün topla­
rı, karargâhı, sonsuz zenginlikleri h'-psi elimize düştü.
Şehrin yakınları, civar tarlalar inançsızlar ordusunun
ölüleri ile dolu, geri kalanlar korku içinde kaçışıyoılar. Adamlarımız durm adan bize develer, katırlar,
öküzler, koyunlar getiriyorlar; bir sürü de tutsak var.
Üstelik, eskiden müslüman olmuş dönmeler güzel kı­
yafetleri içinde bize sığındılar. Zafer o kadar anî ve
um ulm adık oldu ki, şehirde ve karargâhım ızda hâlâ
alârm devam ediyor; düşmanın her an geri dönmesi
bekleniyor. Bıraktığı cephanenin değeri bir milyon
florin değerinde.
Bu peçe uzun zamandanberi hayâl ettiğim bir sah­
neyi gördüm. Adamlarımız ellerine geçirdikleri b a ru t­
ları birkaç yerde birden ateşlediler. Patlama sanki son
bir hüküm gibi oldu...
Sadrâzam giderken her şeyini bırakm ış; sadece el­
biselerini ve atını götürmüş. Onun servetine ben sahip
oldum.
1404
İlk halta ilerlerken ve Sadrâzam ’ı püskürtürken,
lizm efkâr iarından birine rasladım , beni onun otağının
gizli bölmelerine götürdü; bütün çadırlar Varşova ve­
ya Viyana kadar büyük bir yer kaplıyor. Sadrâzam'ın
önünde takınması âdet olan bütün işaretlere ve san­
caklara sal:ip oldum. M uhammed'in sancağına gelince
onu da Talenti vasıtasıyla Aziz Peder’e (Papa) gönder­
dim. Ayrıçtı bir sürü zengin çadıra, mükemmel eşyala­
ra ve nişanlara sahip olduk. Daha her şeyi görmedim;
lakat Hoti;ı’de gördüğümüz şeylerle bunlar asla karşı­
laştırılamaz Sadece dört beş sadak dolusu yakut ve saf:r birkaç bin düka altını eder.
Bütün koşumları ile Sadrâzam'ın bir atım da eli­
me geçirdim. Sadrâzam'ı çok yakından takip etm emi­
ze rağmen elimizden kaçtı. Kâhvası ve birçok kum an­
danı hep öldürüldü. Askerlerimiz üieri altın işlemeli
bir sürü kılıç ele geçirdiler. Geceleyin takibe son ve­
rildi; aslında Türkler kaçarken kendilerini çok güzel
savunuyorlardı. Bu bakım dan onların «dünyanın en
iyi geri çekilmesini yaptıklarını» söyleyebilirim. An­
cak yeniçeriler tabyalarda unutulm uştu, bütün gece
onları kestik. Türklerin gururları ve kendilerine gü­
venleri öylesine büyük ki, ordularının bir kısmı bi­
zimle dövüşürken, diğer kısmı hâlâ şehre saldırmaya
hazırlanıyordu. Kırım lılar olmadan onların sayısını
üçyüzbin tahmin ediyordum; başkaları üçyüzbin çadır
saydıklarını söylüyorlar ki, her türlü ölçünün dışında
Lir kuvvet eder. Ben ise yüzbin çadır saydım. İki gün
ve bir gecedenberi herkes onların çadırlarını yağma­
lıyor; şehirdekiler bile gelip yağmaya katıldılar; daha
sekiz gün yağmaya devam edeceklerine eminim. Türk­
ler kaçarken ellerindeki tutsakların büyük kısmını
1405
bilhassa kadınlan, fakat katlederek bıraktılar. Onun
için pekçok ölü kadın var; fakat bir kısmı da iyileşe­
bilir yaralar almış... Sadrâzam ’ın çadırlannda topladı­
ğı debdebeyi bütün teferruatı ile tanıtm aya imkân yok
Ham amlar, fıskiyeli bahçeler, tavşanlıklar ve hattâ bir
papağan da vardı.
Bugün şehri görmeye gittim, ancak beş gün daha
dayanabilirdi. İm paratorluk sarayı bom balar ile param parça olmuştu; delik deşik ve yarı yarıya yıkık
muazzam surlarının çok acıklı b ir havası var.
Bütün birlikler görevlerini çok iyi yerine getirdi­
ler; Tanrı’ya ve bize zafer arm ağan ettiler. Benim bu­
lunduğum kısımda Sadrâzam'ı iyice sıkıştırıp, düşman
kuvvetlerini geri çekilmeye zorladığımız vakit, sağ ve
sol kanat ile merkezdeki kuvvetlerimiz önlerinde ya­
pacak birşey kalmayınca bana yardım a koştular. Bavyera Elektörü, Waldeck prensi yanıma geldiler beni
kucaklayıp yüzümden öptüler; generaller ellerimi ve
ayaklarım ı öpüyorlar; yaya veya at üzerindeki askerler,
subaylar hep b ir ağızdan «Ah! unser brave König!»
•Ah! bizim kahram an kralımız!) diye bağırıyorlardı.
Hepsi kendi askerlerim den daha kuvvetle bana itaat
ediyorlardı.
Şehrin kum andanı Stahrem berg de bugün beni gör­
meye geldi Hepsi birden bana kurtarıcı adını verdi­
ler. Gittiğim iki kilisede halk eHirimi, ayaklarımı, el­
biselerimi öpüyor, bana dokunamayacak kadar uzakta
olanlar, «Ah! bize muzaffer ellerini uzat' diye bağırı­
yordu. Bana «vivat!» diye bağırm ak istediklerinin
larkına vardım, ancak subaylanndan ve diğer soylula­
rından çekiniyorlardı. Buna rağmen halkın çoğunluğu
U0£
yine de v i'a t 1 der gibi bağırdı. Yüksek rütbelilerin
bunlara kötü bir gözle baktıklarını farkettim . Kuman­
danın konuğu olarak yemek yedikten sonra şehri ten
ketm ekte ıcele ettim. Halk beni kapıya kadar uğur­
ladı. Stahrı mberg'in şehrin yüksek rütbeli yöneticileri
ile gizlice bir şeyler konuştuğunu gördüm. Beni kabul
ettiği vaki:, şehrin yöneticilerinden hiç birini bana
takdim etmemişti. İm parator da b in a şehirden bir
mil ötede o’duğunu haber salmıştı. Jşte şimdi gün ışı­
maya başladı, artık m ektubuma son vermek zorunda­
yım.
Savaşta bizimkilerden de çok kı.vıp verdim; özel­
likle iki kişiyi kaybetm ekten dolayı çok üzgünüm.
Yabancılardan Cray prensi m aktûl düştü; babası ya­
balandı ve daha birkaç önemli kişi hayatlarını kaybet­
ti.
Bugünden itibaren düşmanı M acaristan’da kova­
lamak için harekete geçiyoruz. Elektörler de bize re ­
fakat edeceklerini söylediler.
Bu gerçekten T an n ’nm büyük bir lûtfu, şerefi ve
şanı ona ebediyen armağan olsun!.
Sadrâzam artık dayanamayacağını farkedimce
oğullarını etrafına toplayıp çocuk gibi ağlamış. Sonra
Kırım H anı’na dönerek, «bizi kurtar» demiş, o da
«Biz Leh kralını iyi tanırız; ona karsı direnm ek im­
kânsızdır; buradan çekilmeyi düşünsek daha iyi olur»
dive cevap vermiş.
Biraz sonra M acaristan’a gitmek üzere atıma bi­
neceğim. Sana daha önce dediğim gibi İtry i’de görü­
şeceğimizi umarım. Wyszynoki bacaları temizlesin ve
daireleri hazırlasın.
1407
Bu m ektupla iyi gevezelik ettim , siz de onu bu
m aksatla okuyun.
Bavyera ve Saksonya prensleri benimle dünyanın
öteki ucuna kadar yürümeye yemin ettiler. Hayvan
ve insan cesetlerinden yayılan kokular yüzünden önü­
müzdeki iki mil boyunca adımlarımızı sıklaştırm ak
gerekecek.
Fransa kralına m ektup yazdım ve çok katolik ol­
duğunu söyleyen kendisine kazanılan savaşın ve hıristiyanlığm kurtuluşunun raporunu vermenin bana düş­
tüğünü söyledim.
İm parator birbuçuk mil ötede. Tuna’vı gemiyle
aşıyor; fakat rütbe meselesi yüzünden beni pek gör­
meye niyetli olmadığını sanıyorum. Viyana’da Te deum
duasına katılm ak için acele ediyor... işte onun için ye­
rim i ona bırakıyorum . Bütün bu törenlerden kaçın­
mak için elimden geleni yapıyorum; zaten onun için
bu ana kadar bize kötü muamele ettiler.»
Kahramanın kalbinde sevgilinin ve babanın saade­
tini yansıtan bu m ektup Avrupa’yı kurtaran savaşın
m canlı tasviridir. Genellikle zalim ve m ağrur olan
zaferin, aşk gibi dokunaklı olarak etki gösterdiği ve
saadetin altında yatan hüznün okunduğu Sobieski’nin
bu m ektubu Almanya’nın bu büyük hizmete ilgisiz ka­
lacağının ve nankörler ile ülkesindeki rakiplerinin
kötü tertipleri ile karşılaşacağının belirtilerini taşı­
m aktadır.
XXVI
Çobieski duygularında yanılmıyordu.
Değil yenmesini, savaşmasını bile bilmeyen
Leo-
1408
pold, Sobieski’nin şanından kıskançlık duymuş, gu.
ru ru yaralanmış, onun yaptığı hizmetleri çekemez haıe gelmiş olarak, nankörlüğü ile herkesi hayrete dü­
şürdü; bunun im paratorluk hüküm etinin her zaman­
ki kaderi olduğu sanılm aktadır.
Bütün Avrupa milletleri, Viyana halkı gibi heye­
can çığlıkları atar ve şehirle birlikte kendisini kurtul­
muş sayar ve katolikler kadar protestanlar da Sobi­
eski’nin zaferini kutlar, Papa XI. înnocent kendisine
Hz. M uhammed’in sancağını gönderen adam için h a­
çın dibinde diz çöküp göz yaşları içinde T a n n ’ya şü­
kür ederken, mevkiinin itibarı ile meşgul, kendinden
utanm ış, tebaasının gösterdiği coşkunluktan rahatsız,
kurtarıcısı tarafından ikinci plâna atılmış, ittifakı sağ­
lam ak için verdiği vaadlerden endişeli olan im parator
Leopold, Sobieski’yi karşılam ak için koşup geleceğine
Viyana’ya girerken yolunu değiştirmişti.
Sobieski bu aşağalık zorluğu, m ektubunda anlattı­
ğı gibi halletm işti. Görüşme at üzerinde oldu. Leopold
kuz gibi davrandı; şükran borcunu ifade edecek kadar
iki yüzlülük bile edemedi! Böylesine alçak bir nan­
körlükten şaşıran kral kendini tutam ayarak, «Size bu
küçük hizmeti yapmaktan büyük zevk duydum haşınetmerp!» dedi. Onun bütün öcü bu kadardt, fakat
Leopold bu kadarla kalmadı. Üzüntülüler ve zorluklar
Sobieski ile ordusunu sardı. Sahip oldukları ganimetleri
çekişiyorlar, ellerinden zorla alıyorlardı. Yaralılarına
yardımı, ölülerine hıristiyan törenlerini esirgiyorlardı.
Hattâ Viyana’nın surları önünde hepsini açlığa m ah­
kûm ettiler!
Kral şöyle yazıyordu: «Bugün, herkesin kaçındığı
vebalılar durum una düştük; halbuki savaştan önce,
140?
Tanrı’ya şükürler olsun, çadırlarım ız zi; -timize ge­
lenleri alacak kadar genişti.» Daha ;ierîc aek, zaferin­
den istifade etm ek istiyor, fakat bin türlü zorlukla
karşılaşıyordu.
Sonunda im paratorun nankörlüğü onu kurtarm aya
çalışanlara yayıldı. K arşılaştıkları muameleden üzülen
m üttefikler birer birer İm paratorluk karargâhım terkediyorlardı. Kendisini, m âruz kaldıkları hakaretten
dolayı ayrılmak için ikna etmeye çalışan subaylarına
ve askerlerine rağmen Sobieski tek başına başındanberi sahip çıktığı dâvâya sadık kaldı.
«Kaderim herkesi görevi başında bulunm aya zor­
lam ak ve Tanrı’dan başkasından birşey beklememek­
tir» diyordu. Bu yüzden faaliyete geçti ve kraliçeye
yazdığı gibi «ikinci bir kesin darbe vurmak» için haiefket etti. AvusturyalIların Viyana önlerinde hâlâ gö­
rüşm eler yaptığı Türkleri M acaristan ovalarında ko­
valamaya başladı.
XXVII
Sadrâzam ’ı kovalamakta Almanların yavaş davran­
ması Osmanlı ordularının kalıntılarının kurtarılm ası­
na ve Budin’de toplanm asına imkân veriyordu. Daha
önce söylediğimiz gibi İm parator Leopold kral ile olan
karşılaşm alarındaki zorluğu savmak için at üzerinde
b ir görüşme yapmaya karar vermişti; kahram an ile
başkentine kavuşan kaçak arasındaki bu soğuk görüş­
me Sobieski’nin karısına yazdığı m ektupta safça anla­
tılm aktadır:
«im parator elli kişilik maiyetiyle geldi. İspanyol
kanından bir ata binmişti; üstündeki kıyafetler çok
zengindi. Birbirimizi çok terbiyeli b ir şekilde selâmlaF : 89
1410
dik; ona lâtince iltifat ettim , o da bana aynı lisanla
cevap verdi. Oğlumla karşı karşıya oldukları için onu
'.anıttım, İm parator da başıyla selâmladı. Fakat elini
sapkasma dokundurm adı bile. Bütün senatörlere ve
hatm anlara, hattâ kendi m üttefiki Belz elektörüne bi­
le öyle davrandı. Rezaleti önlemek için ona birkaç
söz daha söyledim ve sonra atımı çevirdim; tekrar
karşılıklı selâm laştık ve ben ordum un yanma dön­
düm. İm parator’un arzusu üzerine Rusya valisi ordu­
muzu ona gösterdi; fakat askerlerimiz bunca fedakâr­
lığa ve zahmete karşılık İm parator’un şapkasıyla bile
kendilerine teşekkür etmemesine fena halde içerledi­
ler. Ayrılmadan sonra herşey aniden değişti; sanki
birbirimizi hiç tanımamış gibiydik.
Bize yiyecek ve atlarım ıza saman vermeyi redde­
diyorlar; ölülerimizin şehir mezarlığına gömülmesine
izin verilmedi! Ben bile dinlenmek için b ir m anastıra
çekilmek istediğim vakit bir sürü zorlukla karşılaştım .
Böylesine büyük bir savaştan, en soylu ailelerimizin
çocuklarını kaybettikten sonra, atlarımızı ve yükleri­
mizi kaybediyor ve kurtardıklarım ızın m erhametine
m uhtaç kalıyoruz! Askerlerimin üzerine ateş açılan bu
Viyana yehrinden bugün ayrılıyorum!»
xxvnı
Sobieski’ye ikinci bir zafer ' verm ekten
kaçın­
mak için İm parator’un birlikleri tereddüt eder ve
vakit geçirirken, Raab suyunun arkasına çekilen Kaıa Mustafa Paşa bozgunun utancm ı kum andanlarına a t­
mak istiyordu. İhtiyar ve kahram an İbrahim Paşa’ya
üçyüz topunu, çadırlarını ve hâzinelerini kâfirlere
1411
ganimet olarak bıraktığı için çatan Sadrâzam şöyle
diyordu: «Sen koca \ezir, saçlarım Devlet'e hizm et­
te ağartan ihtiyar, bana karşı duyduğun haset yü­
zünden yenilmekten ve kaçm aktan çekinmedin; lâkin
bozgunumuzun kefaretini ödeyeceksin.»
Çavuşlara em ir vererek ihtiyarın kellesinin vu­
rulm asını em retti. OsmanlIların en yiğidi olanının
kellesi beceriksiz bir vezirin sebep olduğu bozgun uğ­
runa yere yuvarlandı. Bu idam askerler arasında hoş­
nutsuzluk yaratırken. Kara Mustafa Paşa’nm sert di­
siplini orduyu yeniden etrafında topladı.
Yardımcı Alman kuvvetlerini beklem ekten sabır­
sızlanan Sobieski cesaretle ikiyüzbin Osmanlı’yı ko­
valıyor, yol üzerinde Sadrâzam ’m dağınık birliklerini
topluyordu. M erhameti sayesinde mağlûpları kötü
muameleden koruyordu.
Sevgili Marie’sine yazdığı m ektuplarda, şöyle an­
latıyordu: «Macaristan, sıksan her tarafından kan
fışkıracak bir toprak parçası. İm parator Viyana'dan
Linz’e geçti. Ona kıymetli taşlarla bezenmiş koşum
takım ları o’an birkaç at yollsdım Bana gelince, ben
I.ehistan’a belki ancak öküzler ve develerle dönece­
ğim. Sadrâzam ’ın çadırında kokular, mücevherler
vareft: Bize çok güzel şeyler bırakm ış, özellikle vücudu
i!e ilgili şeyler dünyanın cn hârika ve en ender olan­
ları.»
XXIX
Vebaya benzeyen bir hastalık ordusunu kırıp ge­
çirmeye başladığı vakit, Tuna kıyısındaki Bratislava'3 a erişmişti. Bu salgın hasta’ık bile onu Türkleri ko-
1412
yalamaktan alakoymadı. Ondan d a h a ihtiraslı olan
karısı, durm adan M acaristan tacım eline geçirmediği
için kralı tenkid ediyordu. Yardvm.ıia geldiği im para­
torun topraklarını ele geçirmek dürüstlüğe aykırı ge­
liyordu. Sobieski’nin büyük m uhabbetinin nesnesi olan
kraliçe, onun O s m a n l I la r la b a r ı ş yaparak, bunun kar­
gılığında Macar îacıru eline geçirmediği için Varşova’­
daki rakipleriyle birleşerek aleyhinde konuşuyordu. Hal­
buki o, karısına yazdığı aşk dolu m ektuplarında hiç
ae Macar tahtını ele geçirmeye niyetli görünmüyordu.
XXX
Bu arada, kocasının kahram anca siyasetine karşı
çıkan, karısının da içinde bulunduğu
Lehistan’daki
muhalefet orduya da sıçramış, itaatsizliğin yanı sıra,
ıakip partilerde olan soylular askerleri ile çekilmeye
başlam ışlardı; Sobieski, Sadrâzam ’ın yeniden düzen­
lediği Türk orduları önünde bir avuç adamla tek ba­
şına kalmıştı. Nihayet Comorn yakınlarında Lorraine
Dükü ile birleşen Sobieski Tuna’yı birlikte aşmaya
karar verdi.
Tanı Osmanlı ordusunun karşısında kıyıyı takip
ederek uygun bir mevki arayan Sobieski. Tekeli’nin
kuvvetleri ile de güçlenmiş Türk ordusunun Parkan
köprüsünü tutm ası ile nehir ve Türkler arasında ka­
pana sıkıştı. Viyana’mn intikamını almaya and içmiş
olan bu Kırım, Osmanlı ve Macar kuvvetleri önünde
herkes kaçışıyordu. Sobieski yanındaki askerleriyle di­
renmeye karar verdi; bütün kanatları aşıldı, pivadelei inden ayr. düştü, dem ir ve ateş çemberi arasında si­
lişti, Macar süvarisinin saldırılarına hedef oldu ve
1413
hattâ bir .sipahinin baltası altında can vermesine ra­
m ak kaldı. Türklerin elinden kaçmak isteyen süvarile­
ri son çare olarak atlarını sürdükleri bataklıklarda
boğuluyorlardı. Geçirdiği hastalıktan dolayı dermansız
elan Sobieski ancak atının fevkalâde iç güdüsü saye­
sinde canım kurtarabildi.
Topçularının sipahileri uzak tuttuğu bir tepenin
yanına vardığı vakit bitkin bir halde yere serildi; bir
! ransız soylusu tarafından kurtarılan oğlu sevinçle
babasının boynuna sarıldı. Nihayet Lorraine Dükü o r­
dusu ile yanına yetişti, uğradığı yenilgiden dolayı onu
teselli etmeye çalıştı. Kahram an yenilgisini ört bas
etm ek istemedi. «Bugün iyi dayak yedim, yarım yen­
meyi düşünelim!» dedi.
Üç gün sonra yenilgisine tanık olan aynı ovada za­
ferlerinin sonuncusunu kazanıyor, topçusunun hava­
ya uçurduğu Estergon köprüsünden Türkleri geçmeye
zorluyordu; Tuna otuzbin Osmanlı, Kırımlı ve Macar’ı
yuttu. Kendisi de piyadesinin başında Estergon Kale­
sine hücum etti, beş paşa ile binlerce Türk orada Leh­
liler ve Fransız gönüllüler tarafından kılıçtan geçiril­
di. Akraibası olan la Mouilly adında bir subay, Kaleden
çıkmak isteyen Türklere karşı kalenin tek kalkan köp­
rüsünde karşı koydu.
Yanında karısı Serin’li Helen olduğu halde koşup
gelen Tekeli savaşa katılm ak için çok geç kalmıştı.
Türkler onu, pek de haksız olmayacak bir şekilde,
Sobieski’nin galip gelmesi için bilhassa gecikmekle
suçladılar. M acaristan’daki önemi, Türkler ile Lehliler
arasında bir denge yarattığı müddetçe geçerli oluyorcu; her iki tar..fm felâketinden faydalanmak istiyor­
1414
du. Bu düşünce ile Sobieski’nin zaferini tebrik eder­
ken, hem Türklere, hem de Lehlilere «bir barış aracıi>ı» olarak göründü.
XXXI
Sobieski sevgili karısına yazdığı m ektuplarda Es.
tergon'un düşürülm esini yine aynı saf lisanla anlat­
mış ve m ektubunu şöyle bitirm iştir:
«Ruhumun tek sevinci, çok sevgili Mariette, Estergon kalesinde beşbin Türk ile Halep paşasını esir
aldım. Yüceli i yıldanberi Türklerin elinde olan kale
nihayet bize geçti. Bu dünya ne kadar büyük talih de­
ğişikliğine tanık oluyor! Tek mükâfatımız, Tanrı ve
şan!»
XXXII
Bu zaferlerin ortasında vatanının kendisini zalim­
ce terkottiğini ve aleyhinde gelişen kıskançlığı hisse­
diyordu.
Zaferlerinin devamına karşı olanların tertipleri
içinde olanlarla birlik olan M ariette’ine yazdığı bir
m ektupta, «Eğer Lehistan Okyanus ortasında bir ada
olsaydı, tarihçilerimizin yazdığı gibi, dalgalar arasında
bir çıkıp, bir inen kara parçası gibi görünecekti. Beş
haftadanberi bu dünyada bir Lehistan var mı, yok mu
diye kendi kendime soruyorum; siyasî meseleler üze­
rinde muhafaza edilen sessizlikten değil de, hayatımın
ve saadetimin kaynağı olan sağlınınız hakkında bir bil­
gi alam am aktan perişan oluyorum.»
OsmanlIlara dönmeden önce zafer alanlarında
Tasladığımız bu kahram anı mezarına kadar takip et­
1415
mekte fayda görüyoruz. Daha fazla yan, şöhret kazan­
masını çekemeyen soylular, Diyet ve hattâ öz karısı­
nın zorlamasıyla Lehistan’a dönmeye m ecbur kalınca,
Kara Mustafa Paşa’nm Belgrad'a gelipte Padişahından
idam ferm anını aldığı gün büyük bir zafer töreniyle
Varşova'ya girdi.
Sultan IV. Mehmed Sadrâzamı’m pek suçlu bul­
m uyordu, fakat halk onun uğursuz olduğuna inan­
mıştı; halkın isteğine adanan bir kurban oldu. Kelle­
sini alm ak için Edirne’den Belgrad’a yollanan yeniçeri
ağası, Sadıâzam ’a kendi hizm etkârları tarafından boğ­
durulm ası için bir imtiyaz tamdı. Sonunun ne olaca­
ğım tahmin eden Kara M ustafa Paşa idam edilmeden
önce İstanbul'a gizlice b ir seyahat yapmış ve mirasını
vârisleri arasında pay etm işti. Kendisi ve çocukları
tarafından yolu bilinen bir mahzene kapatılan serve­
tinin başkaları tarafından öğrenilmemesi için mahze­
ni yanan Arnavut işçiler boğdurulm uştu.
Belgrad’a tekrar geldiğinde, sarayının terasından
1- arşıki tepeleri seyrederken bir grap atlının dolu diz­
sin geldiğini gördü ve kemendin soğuk temasını boy­
nunda hissetti. Adamlarını gelenlere gönderdi onlan
gayet iyi karşıladı, ikram da bulundu, sonra kuşağın­
dan çıkardığı m ühürleri öpüp başına koyduktan sonra,
namazını kıldı, çömelmiş halde iken kemendin boynu­
na geçirilmesini istedi ve islâmiyetin yenilgisi uğruna
kendisini fedâ eden efendisinin iradesine hayır dualar
ederek son nefesini verdi.
XXXIII
Sobieski’nin ölümü daha uzun ve belki daha zalim
oldu. Soyluların kıskançlığı, diyetlerin kargaşalığı,
i 416
r um huriyetin başıbozukluğu, şan ve kudretin zirvesi­
ne çıkardığı, fakat orada tutunm asını bilmeyen mil­
letinin nankörlüğü, karısının entrikaları ve nihayet,
c.ehâyı bile çökerten ihtiyarlık, işgâ! ettiği tahta olaıi
vakitsiz rekabet ve kendi sarayında hayatına kastedilmesi için tertiplenen oyunlar, uzun hayatını zehir­
ledi. Kaderin bir kurtarıcı nîarak gönderdiği bir bü­
yük adamı milleti hiçbir zaman bu şekilde kötü de¿erlendirm em iştir.
O
kadar çok sevdiği M ariette'i bu büyük adamın
r.ayatım solduracak ve kısaltacak üzüntüler verm ek­
ken kaçınmadı.
Tarihini yazan de Salvandy şöyle der; «Marie - Casimire, onu taca kavuşturan kahram an için bir felâket
olmuştur... Kral hayattayken, ailesi, Lehistan ve Av­
rupa onun mirasmı paylaşıyorlardı. Oa da, mahzun
vatanının sinesinde bırakacağı boşluğa gözlerini dik­
miş bu boşluğu dolduracak çevreleri arıyordu. Ailesi
içinde mevdana gelen olayların verdiği üzüntüler için­
de düşünccîsi Lehistas’ın geleceği üzerinde dolaşıyor­
du!»
XXXIV
Bütün felâketler yetmemiş gibi, birbirlerinin ca­
nına düşman olan iki oğlu silâh elde, gözleri önünde
birbirlerini tehdit ediyorlar ve milleti şimdiden iki
ayrı kam pa bölüyorlardı. Prens Sapieha'nın taraftar­
ları Diyet’i kana boğup, haşkentte Taht’ı tehdit eder­
ken Sobieski günün birinde Lehistan'ı gerçekten yuta­
cak olan Rusya’nın Deli Petro’nun elinde gittikçe da­
ha güçlendiğini görüyordu. Vücudunu kemiren hasta-
1417
;ığın pençesinde Diyet’in anarşisinden kaçmak için
sığındığı m anastırda bile rahat bırakm ıyorlar; kraliçe
rahipleri vasıtasıyla elinden T aht’ı oğullarından birine
bıraktığına dair bir yazı almak için onu hasta yatağın­
da bile üzüyordu.
Doğumunda olduğu gibi ölümünde de hava fırtı­
nalıydı.
Dul karısı oğullarının seçilmemesi için karşı gö­
rüşte olanlarla tertiplere girdi, ihtiraslı soylulara elini
uzattı. Taht hem dulun hem de oğullarının elinden
kaçtı; Vola ovasında ata binmiş .eksenbin kişi kılıç
elde, biri Avusturya’nın, diğeri Fransa’nın himayesin­
de iki krpl birden seçti.
Sonunda Avusturya’nın ve Papa’nın desteklediği
Auguste de Saxe çoğunluğun desteğini kazandı.
Şimdi Edirne'ye dönelim.
XXXV
Edirne’deki Sarayına gelen Padişah Kara Musta­
fa Paşa'nın idamından sonra İbrahim Paşa’yı Sadrâ­
zam seçti. Savaşın başlam asındanberi yürüttüğü Kay­
makamlık görevi onu bu makama hazırlamıştı.
İbrahim Paşa Devlet’e hizmet etmekten başka bir ih­
tirası olmayan, Devlet yönetiminde ve savaşta olgun­
laşmış düriist ve sadık bir adamdı. İki K öprülü’nün
dehâsına sahip olmadan onların geleneklerini yaşatı­
yordu. Padışah'ın yakınlarına ve Kara Mustafa Paşa’ya karşı duvduğu kıskançlık tek kusuru idi. Hepsini
ya sürdü, ya da idam ettirdi. İlk yıllarındaki anarşi
felâketinden devamlı olarak çekinen Sultan IV. Mehmed, sevdiklerine karşı olsa bile Sadrâzamlarının vö-
1418
iletimine hiçbir surette karışmıyordu, iktidarın bir el­
de toplanması tek düşüncesi idi; bu iktidarın sorum lu­
luğunun karşılığı ise idamdı. Kara Mustafa Paşa’mn yük­
selttiği adam ların hepsi onunla birlikte gözden düştü.
XXXVI
Bu arada kendi im kânlarına terkedilen Macaris­
tan, Lorraine Dükü’nün ve Lehlilerin topları altında
şehir şehir teslim oluyordu; başkent Peşte kuşatm a ol­
maksızın Almanların eline geçmişti; Budin, kahram an
savunucusu Kara Mehmed Paşa’nın kum andasında bir­
çok saldırıyı b ertaraf etm işti; b ir şarapnel ile eli par­
çalanmasına rağmen topçusunun başında Budin’i sa­
vunan Türklerin başından ayrılmamıştı. Sarayının
önünde bir sedyeye yatm ış oradan savunmayı yönetir­
ken yanı başında patlayan b ir bom ba barsaklannı
parçaladı, ölüm döşeğinin yanm a bütün kum andanla­
rını çağırdı ve azimli b ir sesle kendisinden sonra ku­
m andan olmaya en. fazla lâyık olan İbrahim Paşa’yı
yerine tâyin ettiğini söyledi.
Tarihçi Râşid’e göre, «İbrahim Paşa alti'bin aske­
rine öyle b ir ruh verdi ki, binlerce hıristiyam n başı
kesildi, hepsi kılıçlarını göğe doğru kaldırdılar ve
Ebediyet'in Tahtı’nı tutan melekler Budin garnizonu­
nun fedakârlığı için alkış tuttular.»
Bu kale AvusturyalIlar için felâket oldu. Budin
kuşatm asını kaldırırlarken, Sobieski de, Babataghi'de
Lehlileri yenen Süleyman Paşa’m n kum andasındaki
Kaminiçe kuşatm asını altmış günlük taibya savaşın­
dan sonra kaldırmak zorunda kalıyordu.
1419
XXXVII
Viyana’ya yapılan sonu belirsiz sefer sırasında haleketsiz kalan Venedik, nihayet Sobieski’nin zaferle­
rinden istifade ederek Türkiye’ye savaş ilân etti. Cumhuriyet'e saldıran ise Türkiye oldu. Venedik Senatosu
intikam saatinin geldiğine karar verdi. Venedik donan­
ması Adriyatik’te yeni adayı zaptetti, Arnavutluk kıyı­
larında çıkartm a yaptı ve Yunan takım adalarım tehc it etmeye başladı.
Padişah’ın gözdelerinden Kapdan-ı Deryâlığa ge.
ıirilm iş olan Mustafa Paşa Rodos ile Sakız arasında
l alan bölgeyi tutarak Venediklilerin iki kadırgasını
zaptetti. Aynı anda Belgrad'da seksenbin "kişilik bir
kuvvet toplanarak Tekeli’nin Almanlara karşı savun­
duğu Macar şehirlerini kurtarm ak için hareket etti.
Yeni Sadrâzam'm enerjik çabaları sounda biri Dalmaçya’da Venediklilere, diğeri M acaristan’da Lorraine Dükü’ne karşı 3. cüsü de, eğer Lehistan Diyet’i barış
görüşmelerine başlamayıp, kralın elinden silâhını al­
masaydı, Lehistan’a karşı olmak üzere üç ordu teşkil
edildi.
XXXVIII
Venedik kum andanı Piero Valiero eski Ispartalıların torunlarını kolayca Türklere karsı ayaklandırdı;
Mora, Dalmaçya ve Arnavutluğun bu hıristiyan halkı
daim a efendi değiştirmeye m ahkûm olmuştur. Karşı
taraftarları tutan yerli halkın kale kuşatm ası veya anî
baskınları şeklinde adetâ b ir iç savaş, kesin bir netice
almamadan devam etti.
i 420
M acaristan’da, Lorraine Dükü, Leslie Kontu ve
Mareşal Schuelz’in emri altında nihayet yetmişbeşbin
asker toplayan AvusturyalIlar, sanki bir seferde Türk
ordularının kalıntılarını temizlemek istercesine bütün
Macar topraklarını istilâ ettiler. Uyvar beğlerbeği H a­
şan Paşa ölmeden önce «Anladığım kadar burda hıristiyanlara karşı bir zafer kazanmak ümidi artık yok!»
uemiştir. Uyvar kalesi Lorraine Dükü tarafından kuşa­
tılırken, İbrahim Paşa da seksenbin askeriyle, Os­
m a n l I l a r ı n M acaristan’daki tek dayanak noktası olan
ve geçen yıl Sobieski tarafından fethedilen Estergon’u
kuşatıyordu. Estergon önünde Lorraine Dükü’nün bir­
likleri tarafından saldırıya uğrayan İbrahim Paşa bin
arabalık ağırlıklarını bırakarak geri çekildi.
Bu zaferden sonra Uyvar önlerine gelen Lorraine
Dükü 19 Ağustos 1685 günü yapılan bir saldırılan son­
ra kaleyi düşürdü.(*) Türklerin kalenin burçlarına
diktikleri beyaz teslim bayrağını görmemezlikten ge­
len Almanlar Türk erkeklerini kılıçtan geçirdiler, ka­
dınlar ile çocukları hıristiyan ordusunun kum andanla­
rına sattılar, paşanın kesik başım ise Viyana kapısına
astılar. Bu arada Leslie Kontu H ırvatistan'ı ele ge­
çiriyor, yakıyor ve katliam lar yapıyordu.
Yukarı Macar kralı Tekeli’nin sadakatsizliği ve­
ya gevşekl’ğine bağlanan bu felâketler Sadrâzam ı,
onun nezdinde Osmanlı kum andanlarının hatalarım
ödetmeye itti. Varadin paşası tarafından yapılan bir
(*) Estergonda Alm anlar 4 m isli fazlaydılar; yukarıda ise
son olarak kaleyi 400 kadar T ü rk savunuyordu. Yaza­
rın Hıristiyanların
yenilgisinde
ku vvet
karşılaş­
tırm asına karşılık, T ürklerin yenilgisinde sessiz kal­
m asına dikkati çekeriz.
1421
sağrıya uyan Tekeli, yedibin süvarisinin gözleri önün­
ce tutsak edildi, zincire vurularak İstanbul’a yollan­
dı. Hayatının geri kalan kısmı hürriyet ile esaret aratm da üm it ve üm itsizlikler arasında geçti. M üttefiki
Türklerin ona bir krallık yerine ekmek verdikleri İz­
nik'te hayatının sonuna kadar yaşadı.
XXXIX
Sadrâzc.m değiştirilmesi talihi değiştirmemişti. Tur a ’nm kraliçesi Budin, 1686 yılında ebediyen Avusturya
hâkimiyetine girdi;. Siklos bir hücum da alındı, bunca
iiaman Asya’nın Avrupa’ya akmasına tanık olmuş olan
i-öprüsüyle Osiyek kalesi de düştü. Segedin, Almanlar
tarafından ele geçirilen son Macar kalesi oldu. Alman­
ya İm paratorluğu, Lehistan ve Rusya tarafından gerçek­
leştirilen üçlü bir ittifak Türkleri kuzeyden ve batıdan
bir çemıber içine alıy'ordu. Sobieski Moldavya’yı tahrip
ederken, Rus prensi Basil Galitzin K ırım ’a seferler ya­
pıyordu. Urkapıda kahram anca dövüşen Kırım lılar bu
sefer ülkelerini Rusların istilâsından korudular.
Ava karşı gittikçe artan m erakının M acaristan ve
Kırım meselelerini unutturduğu Sultan IV. Mehmed’e
karşı ülkede gelişen m uhalefet Edirne orm anlarına ka­
ç a r aksediyordu; millî gurur gibi din de ulemânın suçiam alan ile yenilgiler karşısında Halife’nin ihmaline
karşı sesini yükseltmekten çekinmiyordu. Kışlalarda, İs­
tanbul’un kahvehane ve camilerinde vatanperver bir ih,
tilâl havası esiyordu. Ulemâ tarafından zoılanan Şeyhül­
islâm, sahip olduğu imtiyazın izin verdiği nispette teııkidler yapmaya başladı.
Çocukluğunda örneğini gördüğü bu isyan belirtile­
rini dikkatle izleyen Sultan Mehmed hemen İstanbul'a
1422
döndü, Şeyhülislâm’ı azletti ve bir zam anlar Viyana se­
ferinin en ateşli taraftarı olan, halbuki şimdi halkın ho­
şuna gitmek için aleyhte konuşan Şeyhülislâm'ı haklı
olarak itham etti. K öprülüler’in son ferdinin oğlunu, lâ­
yık olduğu şekilde Kaymakamlığa getirdi. Alınan köklü
tedbirler sonunda bu üçüncü Köprülünün bilgeliği bir
müddet için halkın memnuniyetsizliğini önledi.
Cesaretini kaybetmiş askerlerini Tuna’dan geçirerek
yeni bir yenilgiye ve geri çekilmeye atan Sadrâzam Sü­
leyman Paşanın ölçüsüz cüreti K öprülünün aldığı ted­
birleri bir günde yıktı. Artık Türk hakimiyetini tanım a­
yan Macaristan, Avusturya Hanedanını ülkenin tek kral­
lığı olarak kabul etti. Türklerin iki yüzyıldan beri vatan­
larının bir parçası olarak saydıkları bu büyük ülkenin
ebediyen kendilerinden kopması halk arasında şaşkm•ık, ordu içinde hiddet yarattı. Geceleyin yeniçeriler ta­
rafından otağında sarılan Sadrâzam, öldürülmemek için
gizlice karargâhtan kaçmak zorunda kaldı. O zamana
kadar silik kalan Siyâvuş Paşa, ayaklanmış asker tara­
fından ertesi gün Sadrâzam ilân edildi. Hiddetlerini m u.
I afaza ederek İstanbul üzerine yürüdüler.
XL
Onlara karşı yeni bir ordu çıkaramayacak durumda
olan Sultan IV. Mehmed, Siyâvuş Paşa’va Devlet’in mü­
hürlerini sunarak, isyanı en uygun şekilde bastırm ak
yolunu buldu. Siyâvuş Paşa, Edirnede Sadrâzam ilân
edildi; üzerine aldığı görevden dolayı cesaretlenen Sijâvuş Paşa, Belgrad’da başlattığı hareketi E dirne’de de
devam ettirm ek istedi. İtaatsizlik onun da im kânlarım
işti, ordu içindeki kışkırtıcılar İstanbul’a yürümesi için
1423
Sadrâzamı sıkıştırm aya başladı. Padişah onu bir kur,
tarıcı olarak karşılamaya hazırlanıyordu. Sonunda Siyâvuş Paşa durum unu değiştirerek otoritesini sarstığı
Hüküm darın tahtını koruma yoluna gitti.
Halk ve ulemâ isyan ile ihtiras arasındaki bu ola­
ğan anlaşmayı kabul etmedi. Din adam larından, ordu
kum andanlarından ulemâdan, şeyhlerden ve ünlü ka­
dılardan meydana gelen bir divan, im paratorluğun kur•uluşu üzeıine görüşm eler yapmak Ü2ere Orta Camii'nJe toplandı. Adının ilham ettiği vatanseverlik ve sevgi­
den istifade eden Kaymakam Köprülü, Cami’ye gelmeye
cesaret etti. Orada bir hitabet örneği vererek talihsiz
padişahın hayatta kalması için savunma yaptı. «O, za­
yıflıkları ve basımıza gelen felâketlerden dolayı ta h t’tan
inmelidir, fakat sadece T ann’nın yargılamaya hakkı ol­
duğu bir padişahı ölüme mahkûm ederseniz kendi şere­
finizi lekelemiş olursunuz» dedi.
Efendisinin hayatını kurtarm ak üzere camiye git­
meden önce padişahın kardeşlerinin ve oğullarının idam
edilmelerini önlemek için saraya gitmiş, şehzadeleri ala­
rak kendi sarayına yollamış ve adam ların n m uhafaza­
sına bırakm ıştı. Nitekim Köprülünün tedbirleri sayesin­
de bu şehzadeler ölümden kurtulm uşlardır. Güvenliği­
nin rehineleri veya kurbanlar; olacak şehzadeleri Sul­
tan IV. Mehmed Hoşuna aratm ıştı.
Halkın temsilcilerinden hal’edikliğini öğrenen pa­
dişah şikâyet etmeden kaderi önünde tevekkül gösterdi.
Onlara, «Müslümanların sadakatsizliği ile haklı olarak
tahrik olan İlâhî hiddetin kefareti baçım üzerine olsun.
Haydi kardeşim Süleyman’a gidin ve milletin sesiyle be­
lirlenen T an n ’mn iradesine uyarak bundan böyle Dev­
leti yöneleceğini söyleyin» eledi.
1424
Bu sözlerden sonra ebediyen dairesine çekilerek
orada zevk içinde yaşamaya veya çocukluğunda tanık
olduğu gibi, hücreden taht'a, taht’tan hücreye hüküm ­
dar yollayan halkın anî değişikliklerinden birini bekle­
meye başladı.
XLI
Arkalarında kalabalık olduğu halde Camiden çı­
ta n temsilciler, Köprülüoğlunun şehzadeleri muhafaza
ettiği yere geldiler
Bunca vıl mahpus tutulm anın bütün düşüncelerini
göğe çevirdiği Şehzade Süleyman, «Ne istiyorsunuz, ne­
den rahatım ı bozuyorsunuz?» diye gelenleri azarladı.
«Tabiat ağabeyime size hükm etmesi için gerekli hakkı
ermiş, ben ise bir köşede ezelî gerçekleri düşünmek
.çin dünyaya geldim.»
Temsilcilerden biri, «Milletin sesi, H üküm dar için
bir vahiydir, Efendim; sizi OsmanlIların başına geçir­
memek Tar.rı’mn iradesine karşı suç olacaktın- dedi.
Derviş hayatının inzivasına alışmış olan Sultan II.
oüleyman kendisi için hazırlanan taht'a korkarak çıktı.
Fakat taht'a otu ru r oturm az, sanki yasak b ir eşyaya do­
kunmuş gibi, ayağa kalktı, diz çökerek ram az kıldı.
Halk ile birlikte gelen yüksek rütbeli m akam sahiple­
rinden, subaylardan ve askerlerden pek emin olmadığı
için, kardeşinin kendisine bir tuzak kurduğunu sanıyor,
etrafına bakınarak cellâtların nereden çıkıp geleceğini
kolluyordu.
1425
XLII
İstanbul’daki ordu yeni padişahı Dev’et’in m ühür­
lerini yine âsilerin önderi Siyâvuş Paşaya vermeye mec­
bur etti. Başkentin sivil yöneticileri ile barışm ak iste­
yen Siyâvuş Paşa, yeni padişahın tahta geçmesi sırasın­
da yeniçerilere verilmesi âdet olan ulûfe dağıtımını en­
gellemeye ve âsi birliklerin öncelikle başkentten uzak­
laşmasını sağlamaya teşebbüs etti; ancak en yüksek
mevkiyi askerin itaatsizliğine borçlu olan kimsenin on­
ların aç gözlüğünü reddetmeye hiç bir zaman.hakkı ola­
mazdı. Sarayında yeniçeriler tarafından kuşatılınca
kendisini aslanlar gibi boşuna savundu; odadan odaya
devam eden bir kovalamaca sonunda onaltı yeniçeriyi
yere serdikten sonra onu da şehit ettiler.
İstanbul’da şimdiye kadar meydana gelen büyük
isyanların hiçbirinde görülmeyen bir olay cereyan etti;
Sadrâzamın harem ine tecavüz eden yeniçeriler, karısı­
nın elbiselerini çıkararak zavallı kadını çıplak- olarak
arkadaşlarının hayâsız bakışlarına teşhir ettiler; iki kı­
zından büyük olanının kulaklarını keserek pırlanta kü­
pelerini aldılar ve en gencini köle pazarında altı akçeye
sattılar. Oradan ayrılarak, kanlı elleri ile Siyâvuş Paşa­
nın taraftarlarının evlerini yağmaladılar, katliam yap­
tılar.
İstanbul birkaç saat için sanki b arbar bir sürünün
işgaline uğramış gibi çalkalandı. Sadrâzamsız ve ordusuz kalan padişahın bulunduğu sarayın kapısında Köprü lü ’nün vanında toplanan ulemâ Hz. M uhammed’in ye­
şil sancağını açtı, m inarelerin tepesinden iyi müslümanları vatanın, tahtın ve yasaların imdadına çağırdı.
F : 90
1426
Cinayetlerinin uyandırdığı şiddetli tepkiden çekinen ye­
niçeriler Siyavuş Paşa’nm katillerini teslim ederek ken­
diliklerinden saray’ın önüne gelerek padişahın emrinde*
düzene girdiler. Ağaları İsmail Paşa birkaç günlüğüne
Sadrazamlığa getirildi; cinayetlerine ara vermeden bu
sefer eski suç ortaklarını idam ettirm eye başladı; emri
üzerine harekete geçen cellâtlar Boğaz’m kıyılarını boğ­
durulm uş cesetlerle doldurdular.
XLIII
Sınır boyarında üst üste gelen felâketler başkent­
teki sarsıntının tepkisi gibi devam ediyordu; uzun bir
kuşatm adan sonra Türklerin batı Avrupa’daki m üstah­
kem mevkii Belgrad, Bavyera Düküne teslim oluyordu.
M orosininin kum andasındaki Venedikliler Dalmaçya'yı
fethediyorlar ve Ağrıbozu kuşatıyorlar; Viyana Sarayı,
Türk İm paratorluğunun parçalanm asında eline geçecek
yerleri önceden tasarlıyor; barış karşılığında Macaristanın bütününü, Esklâvonya’yı, H ırvatistan’ı, Bosnayı,
Sırbistan'ı, Erdel’i, Eflâki, Boğdanı, Kırımın yarısını ve
nihayet Venediklilerin ellerine geçen yerler de dahil
olmak üzere Yunanistan’ı istiyordu. Bu İm paratorluk
kurulduğu gibi çabukça yıkılacaktı. Sadece Fransa,
Bâb-ı Âli’ye bağlı kalıyor ve II. Süleyman Hanın düş­
m anları ile savaşmak üzere yüzfoin kişilik bir ordusu­
nu Almanya’ya yolluyordu.
XLIV
im paratorluk gibi harem de göşyaşı ve m atem için­
deydi. Sultan IV. Mehmedin oğulları ve gözdeleri ya
1427
Arabistan’a sürülüyorlar, ya da Saray'da hapsediliyor­
lardı. Rebia Haseki Sultan daima kalbine hükmettiği
hocasından ebediyen ayrılıyor ve gözyaşları içinde h a­
yatının son günlerini geçirmesi için Eski Saraya yollanı­
yordu. Onu im paratorluğun gözdesi yapan bütün güzel­
liğini, enerjisini ve baştan çıkarm a kabiliyetlerini hâlâ
muhafaza ediyordu. H atlarının zarifliği, teninin parlak­
lığı, gözlerinin maviliği, altın sarısı saçları, sesinin ahen.
gi ve zekâsının derinliği, esarette bile olsa eski bir pa­
dişahı uyandıracak ve gizlice entrikalar çevirttirecek
kadar tehlikeli görülüyordu.
Efendisinin hiçbir zaman başka bir kadına hayran­
lık duymasına izin vermemişti. Bir seferinde Sultan IV
Mehmed Kandilli'deki kasrında cariyeleri ile eğlenir­
ken kocasının gözünde, rakseden b ir cariyeye karşı a r­
zu izleri sezen Rebia Haseki Sultan, harem ağalarından
birine verdiği emirle o cariyeyi kaza ¿üsü vererek denize
attırm ıştı.
Artık Rebia Gülmüş, Eski Sarav’m bir ucunda şeh­
zadelerinin idam haberini veya tahta geçtiklerini bek­
leyecekti.
IV.
Mehmed'in kardeşi olan Sultan II. Süleyman,
ağabeyinin saltanat döneminde hayatta kalmasını bu
kadına borçlu olduğu için ne ondan, ne de oğullarından
alınacak b ir intikam ı vardı. Ruhça sofu, yürekçe m üte­
vazı, mizaçça bağışlayıcı olan Sultan II. Süleyman ye­
niçerilerin siyasî zorlamasıyla iktidara geldiği için ızdırap çekiyordu. Kırkbeş yaşma kadar dünyayı köşkünün
parm aklıklarından seyretmiş, sert ve dalgın görünüşlü,
esm er tenli, derviş gibi zavıf, basit ve temiz alışkanlık­
lara sahip ve kendisini dine adamış olan bu padişah,
î 428
imparatorluğun bozulmuş vatanseverliğini din ile yo­
ğurarak ciddî ve yenilik taraftan bir H üküm dar olaca­
ğının bütün belirtilerini taşıyordu; şimdi ona gereken
tek şey büyük bir saltanat dönemini yenileyecek bir
Sadrâzamdı.
Fâtih milletlerin kaçınılmaz ve olağan b ir cezası
olarak, istemeyerek kendisini iktidara getiren ordunun
diktatörlüğünden nefret ediyordu. Bu milletler, başka
m illetleri boyunduruk altına almada kullandıkları or­
dunun aşırı istekerine boyun eğmek zorunda kalarak can
verm işlerdir. Haksızlıklarının vasıtası olan ordu, sonra­
dan onların esaretinin vasıtası olm aktadır; bu olaya
Tanrı’nın intikamı olarak bakabiliriz.
YİRMİYEDİNCİ KİTAP
I
Fransa, Ren kıyılarında Avusturya Hanedanı’nn.
orduları üzerine dörtyüzbin askeriyle yüklenince Türki­
ye'yi kurtarm ış oldu. Fakat onu kurtarm ası yetmemiş,
Türkiye kaybettiği yerleri geri alam am ıştır
Türklerin Viyana ile Edirne. Adriyatik ile Çanak­
kale arasındaki mesafede gerilemesine tanık olan, kı­
sa süreli ve bozgun dolu saltanat dönemlerini anlat­
m adan önce, tarihçinin aklı ister istemez. OsmanlIları
şaşkına çeviren bu anî gerilemenin sebeplerini aram a­
ya itilm ektedir. B ir anlık bir bakış bu sebepleri o rta­
ya çıkarmaya ve bir kelime ile siyasî filozofa herşevi açıklamaya yetm ektedir; savaş san'atı Avrupa’da ge­
lişirken, Doğu’da yerinde saymıştır. Batılı güçlerde^
kafanın uzuvları yönetmesindeki sür’at, intizam ve
kuvvet ahengiyle hareket eden, yüzbinlerce askerin
oluşturduğu düzgün ve disiplinli orduları vardı. H al­
buki Türkiye’de hiçbir zaman bir bütün olamayan,
kütleler halinde, kahram an fakat dağınık ve itaatsiz
bir ordu vardı. Üstelik Avrupa’da çocukluklarından iti­
baren savaş sanatı ve mesleği içinde yetişmiş, birlikle­
ri tarafından tanınan, zafer veya yenilgiden sadece hü­
küm etleri veya milletleri önünde sorum lu olan general­
ler vardı. Türkiye'de ise padişahın kaprisi veya sultan
1430
hanım ın lütfü ile iş başına gelmiş, bir gün öncesine
kadar askerler tarafından adı ile bilinmeyen, Devlet’in
m ühürlerine sahip olunca askerî dehâya da sahip olacağına inanılan ve arkasında yenilgi halinde kemend,
m uharebe esnasında ölürse cennet olduğunu bilen
Sadrâzam lar ve Serdâr’lar vardı. Cellâdın gözü altında
olan bir Sadrâzam m utlak kudret ile OsmanlIların
başkum andanı oluyordu.
Son olarak Avrupa’da İtalyan iç harplerinde do­
ğan, Ispanya’da gelişen, Fransa’da tam amlanan, Al­
m anya’ya götürülen, M acaristan’a, Lehistan’a, İsveç’e,
Rusya’ya yayılan savaş sanatı, aynı çağda bir arada
ortaya çıkan Montecuculli’yi, Veterani’yi, Condé’yi, Türenne’i, Lorraine Dükü’nü, Saksonya E lektörü’nü, Sobieski’yi, Demirbaş Charles’i, Deli Petro’yu ve nihayet
Savoie'h Eugène'i yaratm ıştı. Avrupa’nın koruyucu
dehâsı OsmanlIların son Viyana seferinde B atı’nm karşılaştığı tehlikeleri dengeleyecek şekilde bu kum an­
danları ortaya çıkarmış gibiydi. Almanya’nın talihi ona
bütün bu kum andanları içinde en fazla çekinilen Savoie’lı Eugène’i vermişti.
II
Savoie’h Prens Eugène, Tarih’in önceden ortaya
çıkardığı ve İlâhî Takdirin tabiata ve cemiyete rağmen
önüne geçilmeyecek bir şekilde yolunu açtığı kişilerden
biriydi. Dedesi o zam anlar Savoie Dükü, babası SoisSons Kontu, annesi de Kardinal Mazarin’in yeğeni gü­
zel Olympe Mancini idi. Soissons Kontesi XIV. Louis’nln sarayında bazı zehirleme olaylarına adı karıştığı
1431
için adlî takipten kurtulm ak üzere Bruxelles’e kaçm ış­
tı.
Doğuştan çirkin, sakat omuzlu, uzun boylu olan oğlu
göz kamaştırıcı siması ve vaktinden önce gelişmiş ze.
kâsma rağm en askerliğe lâyık görülmediği için kiliseye
verilmişti; savaşçı mizacı ve şana karşı duyduğu ihti­
ras m anastır köşelerindeki bu münzevi hayata isyan
etmesine sebep oluyordu. Bütün hayallerinde ve çalış­
m alarında Plutarque’m hayatlarını anlattığı kahra­
m anları taklit etmeye çalışıyordu. Gelecekteki kilise
içi görevini garantilemek için verilen Savoie Abbe’sl
ünvanına rağmen XIV. Louis’yi, bir bölüğün başına
gelmek için sıkıştırıyordu. Belki, orduyla uyuşmayan
bir yabancıya karşı kralın duyduğu nefret, belki de
Fransa’da gelişmeye meyilli olan Savoie ailesinden bi­
rine karşı Savaş Bakanı Louvois’nın kuşıkusu. Prens
Eugene’i kralın hizmetinden m ahrum etti. Orduya ka­
bul edilmemesi Prens’in kalbinde krala karşı çok acı
t i r öç duygusunu uyandırdı; XIV. Louis’nin amansız
bir düşm anı olacağına dair yemin etti. Şan ve şöhrete
karşı duyduğu aşk ile nefret ve intikam ihtirasının iki
itici gücü oldu. Bazı insanlar kendileri hakkında yanılanlara sonradan çok acı dersler verm iştir; Savoie Abbesi dc bunlardan biriydi.
Viyana’ya gitmek üzere ülkesini terketti; orada
i.krabası olan İm parator Leopold onu hararetle kar­
şıladı. Türklere karşı düzenlenen seferde Lorraine
Dükü'niin ve Sobieski’nin emrinde gayreti ve akıllı yö­
netimi ile dikkati çekti, Viyana’nm kurtuluşundan
Sonra dragon süvarileri alayının kumandanlığına geti­
rildi. M acaristan daki m uharebeler sonunda büyüyen
adı onu İm paratorluk orduları generalliğe getirdi.
1432
Eriştiği parlak şam yaralamak isteyen Louvois, XIV.
Louis’nin ağzından, Fransız olarak doğmuş fakat ya­
bancı ordularda hizmet gören generallere karşı ebedî
bir sürgün cezasını getirtti. Bunu duyan Prens Eugène
' İstediğini yapsın, ona rağmen Fransa’ya gireceğim ve
beni tanımayanlara korkulu rüyalar göstereceğim» de­
miştir.
Nitekim Fransa’nın imtiyazlı eyaleti Dauphiné'de
meydana gelen olaylar ve îm parator’un m üttefiki Piem onteiilerin m ağrur generalin kum andasında o eya­
lete yaptıkları istilâ hareketi tahm inlerini doğruladı.
XIV. Louis’ve inatmış gibi Avusturya İm paratorluğu’nun başkumandanı oldu; hareketlilikte Büyük Condé’ye ,ihtiyatta Turenne’e, (*) tâbiyede Montecuculli’ye, sebatta Sobieskiye yetişti, M acaristan’da, Ren'de,
Fransa’da, Ispanya’da, Tuna’da sürekli m uharebeler
içinde geçen bir hayat yaşadı ve zaferleri ile kişili­
ğinde Annibal, Sezar ve II. Frederik’i birleştirdi. Sobieski hıristiyanlığın kalkanı olmuştu; Savoie’le Prens
Eugène OsmanlIların felâketi olacaktır. Bir adamın im­
paratorlukların kaderi üzerinde ne dereceye kadar söz
sihipi olacağı bilinemez. Prens Eugène bunu hem Fransızlara, hem îspanyollara hem de Osmanlılara göste­
recektir.
III
Sultan II. Süleyman’ın ilk saltanat günleri onu
lahta geçiren yeniçerilerin hâkim ve oynak saltanatı
(*) Aynı çağda yaşam ış büyü k Fransız kumandanları.
1433
oldu. Zulümlerinin araçları ve kurbanları olan bir sü­
rü veziri ve ağayı başa geçirdiler ve sonra katlettiler.
Zekâsı ve enerjisi ile bu narışi'klıklan önleyecek tek
adam olan Kaymakam Köprüliioğlu’nun sürülmesini
sağladılar. Sürgün sayesinde efendisine ve vatanına
hizmet için uygun zamanı huzur içinde bekledi. H al­
kın ve ulemânın askerin başıbozukluğuna karşı gös­
terdiği tepki Saray’a nefes aldırınca, İsmail Paşa adın­
da bir ihtiyara Devlet’in m ühürleri yollandı. Bir sepi­
cinin oğlu olan Mehmed Efendi Şeyhülislâm seçildi.
Yeniçerilerin son ağası halkın desteklediği cellâtlar
tarafından askerlerinin gözü önünde idam edildi; Siyâvuş Paşa’nın kaatilleri, karısına ve kızına tecavüz
edenler Atmeydanı'nda asıldılar; bir müddet devam
eden tedhiş kışladan çıkan ayaklanmayı yeniden yeri­
ne sokmayı başardı.
Bu aziller, tâyinler, karşılıklı katliam lar devam
ederken Venedikliler Yunanistan’ın ve Adalar’ın fetih
ve işgalini tam amlıyorlardı. M acaristan, Bosna, Dalmaçya, Teselya büyük parçalar halinde im paratorluk­
tan koparılıyordu; bütün Anadolu da ayaklanmıştı;
Sadrâzam da o yaşında, bir eliyle Taht’ı ayakta tu t­
mak, diğer eliyle sınırları kollamak işini beceremiyeceğini anlayınca altm ış günlük bir iktidardan sonra ye­
rini, Belgrad’da Kara Mustafa Paşa’yı idam ettirm iş
olan Çanakkale Muhafızı Mustafa Paşa’ya bıraktı. Bu
Sadrâzam, Kandiye’de ayaklanıp Serdârı Zülfikâr Paşa’yı ve diğer önemli kum andanları katletm iş olan gar­
nizonu itaat altına almak üzere Köprülüoğlu’nu sür­
günden geri çağırdı.
Temeşvar’da da asker, maaşının geç dağıtılmasını
bahane ederek kumandanını öldürm üştü. Tuna ordu­
1434
sunda isyan eden kum andanlardan biri olan Yeğen Os.
m an Paşa emrindeki birliklerle Belgrad’a yürüyor, Di­
van tarafından atanm ış olan Seraskeri yeniçerilerin
m utlak desteğine dayanarak küstahça azlediyordu. Tuı.a ordusunda devam eden bu düzensizlikler Belgrad’jn kolayca AvusturyalIların eline geçmesine sebep ol­
du; Prens Eugene bu muharebe esnasında ilk yarasını
aldı. Aynı anda Ruslar Prens Galitzin kum andasında­
ki orduları ile Kırımlıları Urkapı’ya kadar kovalaya­
caklardır.
Belgrad’ın düşmesinden fevkalâde endişelenen
Padişah Edirne’ye gelerek Avrupa sınırlarındaki olay­
ları daha yakından incelemeye başladı. Taze birliklerle
kuvvetlendirilmiş olan Ordu peşinden geliyordu. İm ­
paratorluğun en sağlam ve en güçlü müttefiği olan Kı­
rım Hanı Edirne’ye çağrılmıştı; II. Süleyman onu,
Anadolu’da yeniçerilerin isyanını devam ettiren Gedük
Mehmed Paşa’yı ve Tuna kıyılarında Gedük Mehmed
ile işbirliği yaparak ayaklanmış olan Yeğen Osman Paşa’yı ezmek üzere görevlendirdi.
IV
Devlet’in Avrupa ve Asya’da böyle alev alev yandı­
ğı bir devirde Avusturya ile bir barış anlaşm ası şart
olmuştu. Sultan II. Süleyman barış görüşmelerini,
uzun yıllar Fransa ve İngiltere’de elçilik yaparak Av­
rupa siyaseti ile yoğrulmuş Zulfekâr Efendi ile Bâb-ı
Âli'nin tercümanı Rum Moro'kordato adlarında iki bü­
yük diplom ata emanet etti. Viyana'ya gelen iki elçi,
Avusturya’nın aşırı talepleri karşısında şaşırmadılar.
Daha önce Fransa elçisi Guilleragues, Avusturya’yı zor­
1435
lamak için XIV. Louis’nin ikiyüzbin askerini Ren’i ge.
çirmeye hazır tuttuğunu bildirerek onları uyarm ıştı.
Elçiler Avusturya'nın ordularının büyük bir kısmını
Tuna’nm öteki tarafında tutm ak zorunda olduğunu bi­
liyorlardı. Avusturya, Bâb-ı Âli’nin M acaristan’ı Esklâvonya’yı, Bosna’yı, Sırbistan’ı, E rdel’i Eflâk’i Boğdanı,
ve Basarabya’yı kendisine, Yunanistan ile Dalmaçya’j ı da Venedik'e tam amen terketmeçini istiyordu.
Bâb-ı Âli’den zorla geri istenen bu topraklar Türklere es/ki enerjilerini kazandırdı. Bütün İstanbul bü­
yük b ir utanç içinde kıvranıyor, eyaletlerde silâhlı or­
dular teşkil ediliyor ve Padişah, a ta lan gibi, bizzat se­
fere çükarak dininin intikamcısı veya şehidi olacağını
söylüyordu. XIV. Louis bu vatanseverlik akımını,
Bâb-ı Âli’ye bütün M acaristan’ı vaad ederek, kışkırtı­
yordu. Bu ittifaktan cesaret alan Padişah E dirne’den
Sofya’ya geldi ve Recep Paşa’yı Serdâr olarak tâyin ede­
rek ordularını M acaristan’a gönderdi. M acarların kal­
binde millî bağımsızlıklarının hâtırasını temsil etmek
isteyen II. Süleyman, eski Kral Tekeli’yi İznik’teki sür­
sün yerinden aldırmış, O rdu’nun önünde bir arabaya
koydurmuş, yanına da hâlâ eski krallarına bağlı Macarlardan meydana gelen bir maiyet vermişti. Yıpran­
mış olan eski Kral çocukları için bir krallık elde ede­
ceği için kendi kendine seviniyordu.
Fakat hayâl kısa sürdü. Bade Prensi tarafından
kum anda edilen im paratorluk ordusu Belgrad’dan ay­
rılmış, hıristiyaıılar için bir sürü bozguna sahne olmuş
olan Morava nehri kıyılarında beceriksiz Osmanlı ku­
m andanını bekliyordu. Niş yakınlarında onbin Türk,
Avusturya topçusunun ateşi altında birkaç saat içinde
1436
imha oldu. Galipler kaçanların ardından Bulgaristan’­
ın m üstahkem mevkii olan Niş’e girdiler. Geri çekilen
orduyu Sofya’da karşılayan Padişah Recep Paşa’yı uğ­
radığı bozgundan dolayı idam ettirdi.
V
Fransızlarla Ren üzerinde savaşmak mecburiyeti
Avusturya ordusunun Niş’den daha ileri gitmesine en­
gel oldu. Bu devlet de en az Osmanlı İm paratorluğu
kadar barışa ihtiyaç görüyordu. Kırım lılar ikiyüzbin
Rus’u Urkapı’da kahram anca ezerek yok ettiler; elde
ettikleri zaferden istifade etmek kabiliyetinden yok­
sun olan Lehliler, iç kavgalarda bütün kahram anlıkla­
rını harcıyorlardı; Avusturya Kuzeyli kom şularından
hiçbir şey üm it edemezdi. Tehlikenin büyüklüğünü
kavrayan Sultan Süleyman Kandiye'den OsmanlIlara
eski saadetli günlerini yaşatacak olan tek vezirini ça­
ğırttı.
Üçüncü Köprülü nihayet sadrâzam ilân edildi. Köprülüoğlu adıyla, faziletiyle, siyasetiyle, cesaretiyle, ülke­
sinde cereyan etmiş olan karışıklıklardan sağlanmış
tecrübesiyle ve doğuştan sahip olduğu savaş dehâsıyla
Osmanlıların vatanseverliklerine cevap veriyordu. Di­
van toplantısında yaptığı ilk konuşma dinini ve vatanı­
nı bir felâket çanı gibi uyardı. En tehlikeli zamanlarda
görev başına çağırılan Devlet adamlarının bütün siya­
seti, milletin kurtulacağına dair üm it verm ektir; kim
fazla güven sağlarsa o en m ahir olanıdır. O da k urtu­
luş vaad etti; ve vaadinden kurtuluş doğdu. İm para­
torluğun eski birliklerinden kalan en seçme ellibin as­
ker kısa zamanda İstanbul’a çağırıldı ve Köprülii’nün
1437
kum andasında Niş ve Bulgaristan'ı kurtarm aya yol*
landı. Yirmi günlük kuşatm adan sonra bu önemli ka­
le Viyana müdafii Stahrem berg Kontıı’nun elinden
alındı.
Köprülüoğlu Fâzıl Mustafa Paşa sekiz gün sonra
Belgrad önünde gözüktü. Şehrin cephaneliğinde patla­
yan bir bomba cephanelik ile birlikte surların da bir
kısmını havaya uçurdu. Köprülüoğlu çerüerin başında
açılan gedikten içeri daldı; şehir Türk bom balarından
v a r ı y a r ı y a yıkılmıştı; paniğe kapılan A v u s tu r y a lI l a r
Türklerin kılıcından kurtulm ak için kendilerini Sava’va
i.ttılar. E trafta sekizbin ceset yatıyordu. Köprülüoğlu
AvusturyalIların şaşkınlığından istifade ederek Temeşvar’a taze kuvvetler ve cephane gönderdi H er biri un
çuvalları yüklü bir at götüren beşyüz yeniçeri kalede
ı çlıfcla mücadelc eden üçbin Türk askerine hayat verdi.
Açlık o kadar korkunçtu ki, konvoy içeri girer girmez
kuşatılanlar, unun pişmesini beklemeden çuvalların
üzerine atlıyorlar dilleri ile unu yalıyorardı.
Tuna’nın bütün adaları Osiyek de dahil olmak üze­
re Sadrâzam ’ın hâkimiyetine girdiler. Diğer tarafta
da Tekeli onaltıbin yeniçeri ile güçlenmiş bir şekilde
le n d i askerleri ile Temeşvar geçitlerinde AvusturyalI
general Heusler’i bozguna uğratıyor, tutsak alıyor ve
bir m üddet için E rdel’de üstünlüğü eline geçiriyordu.
Devlet’in intikam cısı nâmını kazanan Köprülüoğlu
M acaristan üzerine ikinci bir sefer hazırlam ak üzere
E dirne’ye geldiği vakit, dış seferlerin hepsini suya dü.şüren Sultan II. Süleyman’ın ölümü ile karşılaştı.
Sultan Süleyman Hsn, tahtı kurtarm aktan ziyade
pöğü memnun etm ek için çalışıp, bir aziz gibi hayata
1438
gözlerini yummuştu. Saltanat döneminin en hayırlı işi
Devlet’in başına bıraktığı Sadrâzam ’ın seçilmesidir. Sa­
ray içinde karışıklığa meydan bırakılm adan Sultan II.
Ahmed Taht’a geçti.
Ölen padişahın kardeşi olan Sultan Ahmed, ırsî
hüküm darlıklarda kader’in Devlet’in başına acı bir is­
tihza ile getirdiği kişilerdendi. Düşünmekten, iradeden,
söz söylemekten âciz, tam amen gözdelerinin, kadınları­
nın ve vezirlerinin tesirinde olan yeni Padişah, gerek
Divan toplantılarında, gerekse halkla olan tem asların­
da her şeye başını eğerek anlaşılmayan kelimelerle ce­
vap verirdi.
VI
Köprülüoğlu’nun Tuna’va hareketinden birkaç gün
önce, Sadrâzam ’m itibarından kıskançlık duvan göz­
deler, Efendilerini, Köprülüoğlu’nun IV. Mehmed’in oğ­
lu M ustafa’yı onun yerine Taht’a çıkaracağını söyleye­
rek dedikodu yapmaya başladılar. Saf Padişah Sadrâzamı’na iftira atanlara her zaman olduğu gibi inandı;
kızlarağasına emir vererek, Sadrâzam ’m önemli işler
bahane edilerek Saray’a çağırılmasını ve uygun bir an­
da boğdurulmasını istedi. îç dairelerde bir perdenin a r­
kasında bulunan bir dilsiz, kızlarağası ile Padişah’m
uzun konuşm alarından kuşkulanarak perdeyi araladı
ve hareketlerden Sadrâzam ’m idam edileceğini sezdi.
Gizlice Köprülüoğlu’na bağlı olan dilsiz hemen Sadrâ­
zam’m sarayına koştu ve hayatına karşı hazırlanan sui­
kasttan Köprülüoğlu’nu haberdâr etti.
Saray’a gitmek üzere henüz atm a binmiş olari
Köprülüoğlu bu ihbar üzerine atından indi, Divan’da
1439
çok işi olduğundan şu anda Padişah’ın çağırışına gele­
meyeceğini söyleyerek sarayına çekildi. Ordunun bütün
1 um andanlarım yanına çağırttı ve gayet mütevazi bir
şekilde, «değersiz bir gözdenin kıksançlığı uğruna ba­
şını vermesi mi, yoksa Taht'ın, Ordu’nun ve İm para­
torluğun selâmeti uğruna başını muhafaza mı etmesi
gerektiğini» sordu.
Bu sözler üzenine kızlarağasına karşı um umî bir
nefret çığlığı koptu; onun hayatı, zafer ve Devlet de­
mekti. Başkum andanına karşı düzenlenmek istenen
iuikasti öğrenen Ordu, Sadrâzam ’m ellerinde zorluk­
la zaptediliyordu. Köprülüoğlu, Padişah için tehlikeli
olabilecek bu ayaklanmayı bastırm ak bahanesiyle b ir­
kaç gün daha Saray'a gitmedi. Askerlerin kendisi va
Köprülüoğlu arasında tercih yaparken ?sla tereddüt
etmeyeceğini anlayan kızlarağası sonunda Padişah ta ­
rafından, lüzûm üzerine, kafasının vurdurulacağm a kaı aat getirince bir gece hâzinesini de yanıra alarak gel­
diği yer olan Habeşistan’a kaçtı.
VII
Galip geleceklerine yürekten inanmış yüzbin kişi
Sadrâzam ’m önderliğinde Belgrad üzerine yürümeye
başladı. Yanında yetmişbin kişilik ordusuyla Petervaradin’de bekleyen Bade Prensi korka korka Semlin
üzerine yürümeye başladı. Kaleyi Osmanlı birliklerinin
çoktan işgal ettiğini görünce, nehrin kıyısında harap
olmuş Salankamen kalesinin önüne çekildi. Sadrâzam
AvusturyalI prensin peşinden gidiyordu; asıl orduya
erişmek için Petervaradin’den çıkan Avusturya birlik­
lerini korkusuzca kuşattı. Beşbin AvusturyalI sipahile­
J440
rin kılıçları altında can verdi. Fakat, elde kılıç yeniçe­
rilerin başında Bade Prensi’nin kuvvetlerine karşı
yaptığı saldırı esnasında alnından yediği bir kurşun
hem hayatım hem de zaferi elinden aldı.
Atından düştüğü görülünce muzaffer Osmanlılar
ı rasında şaşkınlık, cesaret kırılması ve bozgun başgös*erdi; bu büyük ordunun sanki ruhu kaybolmuştu.
Türkler bozgun halinde Tuna’nın balçıklı kıyılarına
doğru çekilmeye başladılar. Yukarıdan Avusturya top­
çusunun, arkadan Tuna’nın dalgalarının arasında kalan
yirmibin yeniçeri sabah elde ettikleri zaferi akşamle­
yin hayatlarıyla ödediler. Yüzelli parça top, onbin çadır,
ordu hâzinesi ve Rumeli ile Anadolu’nun her eyaleti­
nin yüzlerce sancağı günümüze kadar Bade eyaletinin
başkenti Karlsruhe'nin m uzaffer kubbelerini süslemiş­
tir.
Ancak onbin Alman da Salankamen önlerinde ha­
yatlarını kaybetmişti; bu zafer her iki Devlet’e, dökü­
len kandan başka birşey sağlayamadı. Bütün Türkiye
Köpriilüoğlu Fâzıl Mustafa Paşa'nm arkasından vatan
kahram anı ve din şehidi olarak göz yaşı döktü. Ondan
oonra Osmanlılar, Taht’ı ve orduyu kurtaracak hiç kim­
se göremiyorlardı. Harem Sadrazamlık görevini üzeri­
ne aldı. Gözde cariyeler ve hadım lar II. Ahmet’e bir
arabacının oğlu olan Arabacı Ali Paşa’yı tavsiye ettiler.
Yedi ay sonra yerine Çalık Ali Paşa Sadrâzam oldu
VIII
XIV. Louis’nin orduları Ren üzerinde bastırınca
Tuna boylarındaki savaş canlılığını kaybetti. Fransa
elçisi Çalık Ali Paşa’nın Avusturya ile barış anlaşması
1441
yapmasını önlüyordu. Köprülü’lerdcn sonuncusu tara­
fından alevlendirilen vatanseverlik ateşi, Sadrâzam'm
ölümünden sonra meydana gelen çöküş yüzünden, bil­
hassa Anadolu eyaletlerinde parlamaya başlamıştı.
Bursa'lı Mısrî Efendi adında bir molla, derviş kıyafe­
tine bürünm üş binlerce adamı din ve vatan uğruna
ayaklandırm ış, Çanakkale’yi aşarak Edirne üzerine yü­
rüyordu. Edirne’de II. Selim Camii’nin avlusunda ka­
rargâh kuran dervişler Padişah’ı ve vezirleri hıristiyanlar önünde tanıdıkları çekingen tavırlardan dolayı
durm adan kınıyorlardı; elden giden M acaristan’ı kur­
tarm ak ve şehit edilen m üslüm anlann intikam ını al­
mak üzere kendilerine silâh dağıtılmasını istiyorlardı.
Mollanın tehdit edici kehanetleri halkı huzursuz
etmeye başlayınca, Sadrâzam onu B ursa’ya sürm ekte
bir hayli zorluk çekti. Mısrî Efendi orada durm adan
tahriklerine devam etti. Bursa başpiskoposu ile dost­
luğunu devam ettiren Mısrî Efendi Hz. îsa ile tam a­
men aynı fikirde olduğunu ilân etm işti. M utaassıpla­
rın isyanından sarsılan Sadrâzam, yerini Bıyıklı Mus­
tafa Paşa’ya bıraktı. E rdel’e yapılan neticesiz b ir sefercen sonra Bıyıklı da azledildi yerine Sürmeli Ali Paşa
Sadrâzam oldu. Bu Sadrâzam ’m döneminde güzel Sa­
kız adası Venediklilerin eline düştü. H er yıl olduğu gi­
bi Hacca giden kervan M ezopotamya'da Arapların sal­
dırısına uğradı ve ancak fidye alınmak suretiyle ser­
best bırakıldı. Bir adanın kaybedilmesinden çok daha
fazla ağır bir hakaret sayılan bu olay bütün OsmanlI­
ları ayaklandırdı. Sultan II. Ahmet keder ve yalnız­
lık içinde öldü.
F : 91
1442
IX
Taht üzerindeki rekabet Divan’ı karıştırdı. Yönetim de kendisini serbest bırakan bir budala p ad işa h ın
hâkimiyetine alışmış olan Sadrâzam şimdi de bir ço­
cuğun saltanatında aynı iktidannı sürdürm ek istiyor­
du. Şeyhülislâmı, paşaları ve yeniçeri ağalarını top­
layarak II. Ahmet’in henüz beşikte olan oğlu İbrahim '­
in Taht'a geçirilmesi halinde Devlet üzerindeki etkile­
rini hiçbir zaman kaybetmeyeceklerini belirtti. «Taht'layken ölen bir Padisah’m oğlu olan bu çocuk, milletin
.radesiyle Taht'tan indirilmiş bir Padişah’m oğlu olan
Sultan M ustafa’dan daha fazla Padişah olmaya hak
. azanmıştır,» diyordu.
Ortaya sürülen iddialar ve tertipler devam ederkc.ı
J'aht üzerinde ırsî haklarını kaybetme durum una dü.
j>en Sultan M ustafa Kapuağası tarafından uyarılmıştı;
bunun üzerine hemen Saray’ın avlusunda içoğlanlannın, yeniçerilerin ve halkın önüne çıktı ve herkesi şa­
şırttı. Saray'dan ve bahçelerden yükselen alkış sesleri
tertipçilere faka bastıklarını ve padişaha itaat ile ölüm
arasında tercih yapmak zorunda olduklarım gösteri­
yordu. Sadrâzam, İm paratorluğu elinden almak için
gizli tertipler peşinde koşarken, şimdi Taht salonunda
tahtına oturm uş olan Sultan M ustafa’ya biât etmek
için herkesten önce davranm ak istiyorlardı. Sültan
M ustafa’nın görünmesi bile OsmanlIların gözlerini,
kalplerini ve kollarını fethetm esi için yetmişti.
X
Bu hüküm dar hayatının en taze ve en güçlü devri­
ni yaşıyordu. Annesi Rebia Gülmüş Sultan’ın bütün
1443
güzelliğini almış gibiydi; tatlılık dolu bakışları gözleri­
nin ateşini bir nebze olsun hafifletiyordu. Boyu uzun,
hareketleri ahenkli ve asil olup, yüreğindeki iyiliği
davranışları ile dışarı vuruyor, başım bir hüküm dar­
dan ziyade savaşçı bir kahram an gibi taşıyordu; baba­
sı IV. Mehmed’in Taht’tan indirilmesindenberi Saray’­
ın köşklerinde geçirdiği uzun m ahrum iyet yıllan çeki­
ciliğinin üzerine az da olsa m erham et gölgesi düşürü­
yordu. Onu çocukken babasının yanında at sürerken
görmüş olan eski askerler, yıllardan sonra olgunlaşmış
hatlannı görünce göz yaşlarım tutam ıyorlardı. Amcalannıiı saltanat dönemlerinde geçen nispeten hafii
m ahrum iyet yıllarında Saray’ın bahçelerinde bile at,
silâh kullanmasını ve askerî konularda kendini eğit­
mesini sağlamıştı. Atını ve kılıcını Osman Beğ’in hür
oğullan gibi ustalıkla kullanabiliyordu. H ürriyet h a­
vası ile birlikte savaşı da teneffüs eder gibiydi.
Divan’da, askerlerinin ve halkın arasında il>k sözü
Devlet’in düşm anlanna karşı bir savaş çığlığı şeklinde
olm uştur. Edirne’de Taht'a geçişinin ertesi günü ölen
amcasının adı altında hüküm süren ve imparatorluğu
satan Fatm a Sultan’ın yarattıkları Sadrâzam ’ı, Şeyhülislâm ’ı ve Kızlarağası’nı azletti. Gizlediği serveti Dev­
let hâzinesine yaklaşan Fatma Sultan’a ölüm ile serve­
tinin Devlet’e teslim edilmesi arasında bir tercih ta ­
nındı. Devlet hâzinesine iade edilen servette yirmi m il­
yon akçe ve değeri ölçülemeyecek kadar kıymetli m ü­
cevherat vardı. Kızlarağası’nm hizm etkârı olan altmış
bakire cariye elinden alındı ve Devlet’in hizmetindeki
yüksek rütbeli subaylara satıldı. Sultan Ahmet'in ölü­
m ünü ilk defa Sultan II. M ustafa’ya bildirerek onun
1444
T aht’a geçmesini sağlayan harem ağası Kızlarağalığına
getirilerek taltif edildi.
Efendisine daha sonra felâket getirecek olan lalası
Fevzullah Efendi Şeyhülislâmlığa atand>. Sadrâzam
Sürmeli Ali Paşa sudan bir sebep yüzünden boğdurul­
du; asıl sebep İm paratorluğun başına geçecek olan iki
rakip arasında tercih yapamaması ve çekingen dav­
ranm alıydı. Bosna beğlerbeği Elmas Mehmed Paşa
Sadrazamlığa getirildi. Köprülülerin dehâsına sahip
olmayan bu Sadrâzam bir kölenin sadakatine, b ir as­
kerin cesaretine ve bir müslümamn doğruluğuna sa.
hipti. Denizde ve karada İslâmiyete önemli hizm etler­
de bulunacak güçlü insanlara ihtiyaç vardı. Sultan II.
Mustafa bütün iyi niyetiyle böyle adam ları hizmete
çağırıyordu. Tesadüf Tunus Türk korsanlarından olan
\ yirmi deniz savaşında aldığı yaralardan dolayı Me­
zomorta (yan ölü) diye anılan Hüseyin Paşa’yı karşı­
sına çıkardı.
Cahil ve çekingen Kapdan-ı Deryâlarm emrinde
çok öncedenberi m eşhur olan Mezomorta Paşa kendi
kum andasına bir filo verilmesini istiyor, Sakız adası­
nı Venediklilerin elinden kurtaracağını söylüyordu.
Bir gün Divan toplantısını görünmeden kafes arkasıncan izleyen Padişah, Paşa’nın ısrarlarını ve vezirlerin
redlerini işitmiş, deniz kurdunun sesinde gürleyen gü­
venden ve enerji dolu ifadesinden çok etkilenmişti.
Hemen kafesi kaldırmış ve Mezomorta Paşa’mn cüreti­
mi ispat etmesi için istediği her şeyin verilmesini Di­
van'dan istemiştir. Gece yarısı Paşa'nın deniz piyadele­
ri tarafından sessizce istilâ edilen Sakız adası yerli
Kum ahalinin de yardımıyla Venediklilerin elinden çık­
1445
mıştı Mezcmorto Paşa İstanbul’a, güverteleri zincire
vurulm uş lâtin tutsaklarla dolu gemileri ile döndü. Pa­
dişah, Sakız’ı kurtaran adama Kapdan-ı Deryâhk Un­
vanıyla deniz üzerinde her türlü otoriteyi verdi.
XI
Mezomorto Paşa deniz kuvvetlerini yeniden teş­
kilâtlandırırken, Sadrâzam Elmas Memhed Paşa ellibin adamın başında Tuna’yı aşıyor, Lippa kalesini ku­
şatıyor ve Veterani ile Saksonya Elektörü Frederic
Auguste kum andasındaki Avusturya kuvvetleri ile sa­
vaşa tutuşuyordu.
Türklerle savaşa savaşa yeni tâbiveler ortaya çıka­
ran Almanlar sipahilerin kahram anca saldırısını kır­
mak için kare şeklinde sağlam bloklar teşkil ediyorlar­
dı; nitekim Osmanlıların ilk saldırıları tam bir başa­
rısızlıkla sonuçlandı. Sultan M ustafa’nın ordusunda
maneviyatın bozulması ve kaçış başlam ıştı ki, Padişah
yalın kılıç askerlerinin başına geçti, geri dönenlerin yü­
züne vurarak Almanlara karşı saldırıya teşvik etti ve
yeniçerileri düşman bloklarının arasında kalan boş­
luklara şevketti. Kendisi de ateş ve demir arasında
kaldığından artık zaferden başka bir dönüş yolu ola­
mazdı.
Kalın bir duman perdesi arkasında bütün güçleri
ile birbirine girmiş iki ordudan hangisine zaferin gü.eceği uzun m üddet anlaşılamadı. Sultan M ustafa’nın
en kahram an paşaları geriye çekilmeye başlam ışlardı;
Şahin Paşa vuruşm anın dışına çıkmış olan başsız as­
kerlerini toparlam aya çalışıyordu; sadece Padişah öl­
mek veya yenmek için direniyordu. Kumandanına acı
1446
bir öfke ile, «Ne yapıyorsun Şahin?» diye haykırdı,
«Sana bu adı bunun için mi verdiler? M ağrur Şahin
düşmanının başına saldırır! Kahpe gibi kaçarak diğer
kahpelere de örnek oluyorsun.» Padişahları ölmek is­
terken yaşamayı düşündüklerinden dolayı utanç duyan
yeniçeriler ve Şahin Paşa yeniden savaşa katıldılar
Meşhur Alman generali Veterani bir kurşunla ağır şe­
kilde yaralandı; askerleri onu bir saman arabasının
üzferine yatırarak emirlerini almaya devam ettiler; ya­
rasının zorlamasıyla savaş alanından çekildiğinde zafer
artsk tam am en Sultan M ustafa'nın olmuştu; bir kar­
gaşalık anında Türklerin eline geçen Veterani’nin ka­
tası kesildi. Onbin Osmanlı da AvusturyalI cesetlerin
yanında cansız yatıyordu; kolunun gücünü denemek ve
talihini sınam aktan m emnun olan Padişah Eflâk üze­
rinden Edirne’ye gelerdk kazandığı zaferi kutladı ve
Ijüyük tasarılarına lâyık bir orduyu yeniden teşkil
etmek üzere derhal çalışmalara başladı.
XII
Ertesi yıl (1696) ilkbaharında yüzbin çeri ile Ma­
caristan’a girdi. İhtiyar Tekeli daima kendisinden
kaçan tahtı kovalamak ve Padişah’a hıristiyanlarm
laktiklerini göstermek üzere ona refakat ediyordu. Se¡¿ar’m Romalıları gibi davranan Türkler köşe­
ce bucakta kalmış m üstahkem mevkileri tek tek ele
geçiriyorlar, savaş için uygun zamanı kolluyorlar ve
talihsizlik halinde hemen geri çekiliyorlardı
Kuvvetinden dolayı Türkler arasında «Nalkıran»
ciye adlandırılan Saksonya’lı Frederic - Auguste, Olaş
fundalıklarında Osmanlılara saldırm ak zorunda kaldı.
1447
Frederic - Auguste onbin atlısının başında Osmanlı ka­
rargâhının tabyalarını ve çitlerini aşıp Padişah'ın ota­
ğına doğru yaklaşırken, Sadrâzam Elmas Paşa ve Ye.
iıiçeri Ağası ile beraber karşı hücuma kalkan Sultan
Mustafa, sekizbin Almanı atları üzerinde imha etti, ge­
ri kalanları fundalıklara doğru sürdü. Avusturya or­
dusunun topları ile binlerce tutsak Olaş zaferinin ga­
nim etleri oldu. Sobieski’nin ölümü ’le boşalan Lehis­
tan Tahtı’nı ele geçirmek için sabırsızlanan Frederic /ıuguste ILM ustafa’yı seferinde rakipsiz bırakarak çe­
kip gitti. Onun yerine geçen Caprara Kontu, hükü­
m etinden kalelere çekilmek ve sadece sınır boylarını
pözlemek emrini aldı.
İstanbul bu sefer Sultan II. M ustafa’nın kişiliğin­
de hem Padişah’ını hem de m uzaffer kahram anını bağ­
rına basıyordu. Kutlam a törenleri Kanunî Sultan Sü­
leyman dönemini hatırlatıyordu. Olaş’ta ele geçen
toplar ve tutsaklar Padişah’ın arkasından zincire vu­
rulm uş olarak geliyordu. Otuz yaşında Almanya'nın
en m eşhur ilki kum andanına galip gelmiş. Tuna üze(rinde rakipsiz kalmış,, Sobiesk'j’m n ölümü ve kanlı
olaylara sahne olan kral seçimi yüzünden Lehistan
cephesinden kurtulm uş, İm paratorluğun çöküşünü
durdurarak OsmanlIların hayranlığını kazanmış, Ris­
wick anlaşması ile henüz savaştan çıkmış olan Fran­
sa’nın güçlü desteğini elde; etmiş, Almanya ile onun
rrasında barış sağlamak için aracı olmak isteyen İn ­
giltere ile Hollanda’nın teklifleriyle karşılaşm ış olan
Sultan M ustafa büyük bir satanat döneminin bütün
tem inatını elinde tutuyordu. Daha önce bahsettiğimiz
fakat onun adını pek az işittiği Savoie’li Prens Eugene
bütün bu iyi talihi tersine çevirecekti.
i 448
XIII
Sultan II. Mustafa İstanbul'a ırilletine gözükmek
ve Eyüpsultan türbesinde atası Osman Eeğ’in kılıcım
kuşanmak için gelmişti. Bir müddet »sonra yüzellibin
askerin başında, yanında ihtiyar Tekeli olduğu halde
laşk en ti terketti.
Veterani’den sonra Ordu’nun başınr. geçirilmiş
olan Prens Eugène Segzedin’de Türkleri bekliyordu. II.
M ustafa'nın yaklaşması üzerine sanki sayıca üstünlük­
ten çekiniyormuş gibi bâriz bir çekingenlikle Tisa
nehrine doğru çekildi. Fakat dehâsı sayıca üstünlüğü
eşitliyordu. Osmanlı Ordusu Tisa kıyısında Zenta’da
karargâh kurm uştu. Nehrin öteki tarafında saldırıya
çok açık olan Osmanlı öncü kuvvetleri Prens Eugène’,
in atlıları tarafından o kadar mükemmel b ir şekilde
sarıldılar ve imha edildiler ki onaltıbin Türkten sade­
ce bir kişi kurtulup bozgunu Sadrâzam ’a anlatabildi.
Azledilip, idam edileceğinden korkan Elmas Paşa ha­
berciyi ölümle tehdit ederek susturdu ve hatasını
Efendisinden gizledi.
Bu arada öncü kuvvetlerinin imha edildiğinden
haberdâr olmayan Padişah yiizbin askerini Tisa’nın
karşı kıyısına geçirmek için köprü yaptırtm akla meşgûldü. Elmas Paşa bin türlü dalavere ile bu geçişi yavaşjlat|tırmak ve engellemek istiyordu. Sonunda pek
bağlam olmayan ve ancak enlemesine dört askeri ala­
bilen bir köprü ordunun geçişine sunuldu Padişah ilk
olarak geçmek isteyince Elmas Paşa atının yanına
geldi ve dizginlerinden tutm ak istedi; şiddetle Sadrâ­
zamını geri çeviren Padişah, Paşa’nın derhal ordunun
geçmesi için gereken emri vermesini istedi.
1449
Böyle bir kalabalığı Tisa’nın karşı kıyısına geçir­
mek için en az iki gün, iki gece gerekiyordu. Padi­
şah, Ordu'nun esas kuvvetinden iyice ayrılıp görüş
dışında biı yerde Otağı’m kurdurunca, çok m uhte­
mel bir bozgunu görmüş gibi olan ve hiç olmazsa or­
dunun yarısını kurtararak Tisa’nm arkasında güçlü
olabilmek için ölümü bile göze almış olan Elmas Pa­
şa kum andanlara vc yeniçerilere köprüden geçmeyi
m enetti. Uzaktan, nehrin geçilmesinin durduğunu farkeden Padişah Sadrâzam'a durm adan haber göndeıelek onu itaate zorluyordu. Elmas Paşa, «Burada elim­
ce kılıcım bir asker gibi şehit olmak, karşı kıyıda
aşağılık bir köle gibi boğdurulm aktan bin kat daha
iyidir» diye cevap veriyordu.
Bir tepenin üzerinden, nehirin ikiye böldüğü Os­
m a n l I Ordusunun a n l a ş ı l m a y a n tereddüdünü seyreden
Prens Eugcne, köprünün Osmanlı toplarının ağırlığın-:
Can iyice çökmesini bekledi; Elmas Paşa’nm iyi korur a n ordugâhının arka tarafına doğru yavJdı, toplarım
:aten iğreti duran köprünün üzerine çevirerek bütün
alaylarına hücum emrini verdi ve birliklerini dayanıl­
ması m üm kün olmayan bir cesaretle ileri sürdü. Her
taraftan sarılan karargâh bir m üddet sonra bir insan
mezbahasını andm yordu; bütün üm itlerini kaybeden
ve nihayet başkum andanlannm ihanetini farkeden ye­
niçeriler, tam am en imha olmadan önce Sadrâzam ’ı
katlettiler. Uç saat sonra son fertlerine kadar hepsi
Prens Eııgene’in top mermileri altında can vermiş ve
düşmana cesetlerinden başka ganimet bırakm am ıştı.
Çaresizlik içinde ordusunun imha edilişine tanık
olan Padişah o günün akşamı Tenıeşvar yolunun kenanndaki bataklıklara çekildi. Bataklık araziyi kapla-
1450
van sazlık içinde rehberleri Padişahlarını kaybedince
arabalarını, çadırlarını, yüklerini terketti ve bütün
gece adeta tek başına bataklık içinde dolaştı durdu.
Gün doğarken bir yıl önce Saksonyalı Frederic Auguste’i yendiği ve kaçırttığı savaş alanını büyük
bir hüzün içinde seyretti. Üzerindeki kıymetli elbisele­
ri çıkartarak bir Macar çobanının abasını giydi, hiz­
m etkârlarını yanından uzaklaştırarak, onu Alman sü­
varilerinin takibinden koruyacak tek yer olan Temeşvar’a doğru at kopardı.
Uğradığı yenilgiden dolayı son derece üzgün olan
Padişah Temeşvar kumandanının, Alman topçusundan
kaçan askerlerine kapıyı açmamasını em retti ve üç
gün üç gece hiçbir şey yemeden karanlık b ir odaya
kapandı.
Bu şekilde yas tutarken, Tisa nehrinin taşkın ol­
m asından dolayı Prens Eugene’in top ateşinden kurtul­
muş olan ordunun diğer yarısı bataklıklarda öldüğünü
sandıkları Padişahları için göz yaşı dökerek yavaş ya­
vaş Temeşvar kalesi önünde toplanıyordu; içlerinden
tazısı Padişah'm tutsak düştüğünü ileri sürüyordu.
Nihayet üçüncü gün sonunda askerlerine gözükmeye
karar verdiği vakit, ordunun içten geler. sevinç çığiıklan bir nebze acılarını dindirdi; sadece bir orduyu
kaybetm işti halbuki ordusunun diğer kısmını, hâzine­
lerini ve milletinin kalbini muhafaza edebilmişti. Sa­
dece Sadrâzam ’ırı ümitsizliği yüzünden uğranılan, Padişah’m asla hak etmediği bir felâket için hiç kiir.se
Onu korkaklık veya tedbirsizlikle suçlayamazdı. Birim ­
lerinin başında artık ıssız olan Belgrad ve Edirne
volıınıı tuttu.
XIV
Savoie’l: Prens Eugene’in kılıcı Me kazanılan Zenta savaşı B atı’da hıristiyanların uğradığı ikivüz yıl'ık
yenilgilerin intikamını almıştı. Prens’in adı yeni bir
Godefroy do Bouillon gibi Tuna’dan Sen ve Tiber'e
V.adar her tarafta yankılanıyordu. Zcnta’nm m ahir ve
m utlu galibinin adı şairlerin m ısralarında eski zaman
efsane kahram anlan gibi sık sik geriyordu Hıristiyan
topluluklarda Zenta, siyasî bir zaferden ziyade Hz.
îsa'nın Hz. Muhammed üzerinde kazandığı kesin bir
zafer olarak kabul görüyordu. Böyle davâları muzaf­
fer kılan kişiler vefalı dindarlar tarafından bir kahra­
m andan öte. Tanrı’nm yekvücut olduğu insanlar ola­
rak takdir edilirler.
Ele geçen ganim etler çok değerliydi îkiyüz top,
büyücek bir orduyu uzun bir sefer boyunca doyuracak
yükler ve yiyecekler, at veya öküz koşulmuş onbir ara­
ba, garip görünüşleri ve sesleri ile Avmpa’ya dehşet
i alması için Asya’nın bir ucundan getirilmiş altmışt in deve, ikiyüzbin askerin maşlar*nın tu ta n kadar
r.akit para, Padişah'm altın yaldızlı saltanat arabası ve
ı.ihayet Sadrâzam ’ın cesedi üzerinde bulunan Devlet’in
m ühürü Prens Eugene’in ve Viyana im paratorluk hâ­
zinesinin savaş ganimetleri oldu.
Bu yenilginin sebenini Sultan M ustafa’nın bece­
riksizliğinden veya cesaret eksikliğinde değil de ka­
derde aram ak daha doğru olur. Elmas Paşa’nın sol
tarafındaki tepeler üzerinde görünen Prens Eugene’in
bayrakları düşmanın yaklaştığını gösterdiği vakit, Al­
man kıtalarının yaklaşmasını beklemeden köprüden
1452
şreçîş devam etseydi ve Padişah karşı kıyıda m ahsur
kalmasaydı belki de bütün ordu, hatta o savaş kurta­
rılabilirdi. Hem Padişah’ın hem de Sadrâzam ’ın diren­
mek için geçerli sebepleri vardı, şüyleki biri Tisa’yı
geçmede, diğeri orada kalmada yarar görüyordu; fa­
kat her ikisi de düşüncelerini serbestçe uygulayamamak felâketine çarpm ışlardı. Prens Eugene’in yanıl­
mayan görüşü ve yıldırım gibi darbesi OsmanlIları
Tisa nehri gibi ikiye bölmüştü. Sadrâzam ’a tanınan
m utlak otorite sefer şırasında Padişah’ın şahsî otori­
tesine eşitti. Elmas Paşa kararlı bir şekilde Padişah’m iradesine karşı kendi iradesini kullanm ıştır; ken­
dince ordunun felâketini hazırlayan bir
manevrayı
desteklemektense kemendi tercih etmiş oluyordu. Fa­
kat Padişah’ı takip eden ordunun yarısı Tisa’yı aştık­
tan sonra itaatsizlikte direnm ek veva Prens Eugene’­
in öncü kuvvetleri arkasında gözüktükten sonra itaat
etmek için artık çok geç olmuştu. Bir vatansever ola­
rak Padişah’ııı iradesine karşı çıktı, bir aslan gibi dö­
vüştü ve bir kahram an gibi şehit oldu; Elmas Paşa’nın
adı Osmanlılar için her ne kadar felâketi hatırlatıyor­
sa da hiçbir zaman bir hain olarak Tarih’e geçme­
yecektir.
XV
Köprülü Yeğeni Amcazâde Hüseyin Paşa Sadrâ­
zam olarak atandı. Köprülüoğlu Ahmed Paşa'nın yeğe­
ni olan bu vezir m eşhur Sadrâzam tarafından yetiş­
tirilmişti. İm paratorluğun uğradığı felâketler milletin
ve padişahların aklına hemen, ırklarını üç defa çöküş­
ten kurtaran adı getiriyordu.
1453
Gençliğindenberi ailesinin serveti ve talihi saye­
sinde ahlâken bozulmuş olan Amcazâde Hüseyin Paşa
son savaşa kadar içkiye ve zevke olan düşkünlüğü ile
tanınm ıştı. Vatanının mâruz kaldığı tehlikeler onu
birdenbire Viyana kuşatm asından sonra olgunlaştır­
mıştı; gençliğinin günahlarını olgun yaşında yapacağı
hizmetlerle ödeştirm ek istiyordu;
lâkabında taşıdığı
Köprülü adının onu faziletli olmaya m ecbur ettiğini
hissediyordu. Anadolu’da Çardak’ta sancakbeğliği,
Çanakkale Boğaz muhafızlığı, Sakız adası seferinde
Kapdan-ı Deryâlık, Kubbealtı vezirliği, iki defa İstan­
bul Kaymakamlığı, ve nihayet Belgrad şehri muhafız­
lığı yapmış, sözü, kılıcı ve Padişahların liitfû ile aile­
sinin adına ve hizmetlerine bağlanan itibarı yeniden
kazanmıştı.
Birkaç hafta sonunda, her müslümanın asker ol­
duğu geniş im paratorluk topraklarında muazzam bir
orduya sahip olmuştu. Zenta bozgununda şehit olan
ınyedi paşanın yerine yaptığı atam alarda güçlü kişilele raslamış, her birini Bosna, Dalmaçya. ve Bulgaris­
tan ’da önemli noktalarda görevlendirmişti
XVI
Bir yandan savaş hazırlıklarında bulunurken, di­
ğer yandan Viyana ile barış görüşm elerine hazırlanıvordu; Fransa’nın batı cephesinde çekilmesiyle, Avus­
turya’nın boş kalan ordularının önüne geçilmez bir
cesaretle Tuna’nm aşağısına doğru akacağını siyasî
dehâsıyla kestiriyordu. O s m a n l I la r d a sık sık görüldü­
ğü gibi Amcazâde Hüseyin Paşa da batılı ülkelerle
olan siyasî görüşmelerinde, tabiatın doğuştan m a h i r
1454
kıldığı Yunan ırkım kullanıyordu. Bâb-ı Âli’nin tercü­
m anı Yunanlı M orokordato, savaşın başm danberi şe­
refli b ir şekilde tutsak tutulduğu Viyana'da yeniden
b an ş görüşmelerine başlam ak üzere talim at aldı. Viyaj.a Sarayı İngiltere ve Hollanda elçilerinin resmî ara­
buluculuk tekliflerini kabul etti. Lehistan'ın, V enedik,
m ve Rusya’nın elçileri konferansın tartışm alarına ve
kararlarına katılm ak üzere Viyana’ya geldiler. Moro­
kordato yumuşak başlı görünüşü altında hile ve inatla
hepsini dize getirdi.
Belgrad’a ve Tuna’ya yakın olan Karlofça şehri
b a n ş görüşmelerinin karar merkezi haline getirildi.
Yabancıların ve OsmanlIların gunırîarına ve alınganlıklanna sebebiyet vermemek için, M orokordato Karlofça’da konfenransa katılan heyet sayısı kadar kapısı
olan bir bina inşa ettirm işti. İçerde de hiç kimsenin
üstün durum da olamayacağı yuvarlak bir masa vardı.
İki ay süren can sıkıcı müzakerelerden sonra ni­
hayet 26 Ocak 1699 yılında Karlofça B anş Anlaşması
imzalandı. O güne tanık olan vakanüvisler şöyle de­
m ektedirler: «O gün Venedik heyeti hariç olmak üze­
re bütün heyetler görüşlerin yapıldığı salonda ihti­
şamla yerlerini almışlardı. İm paratorun elçilerinin
maiyetinde yüz zırhlı süvari ve gala arabaları vardı;
Türkler ise maiyetlerinde bir yeniçeri ve sipahi bölüğü
taşıyorlardı. Hepsi birden konferans salonunda yerle­
rini alınca önce Avusturya, Lehistan ve Venedik ile
yapılan anlaşmanın metni okundu; fakat imzalanması
için Reissülküttap Rami Efendi’nin saat 11.45’e kadar
gelmesi beklendi; çünkü Reissülküttap Efendi o pa­
zartesi günü yıldızların en m esut bir şekilde karşılaş­
tıkları anın saat 11.45’de olacağını daha önceden he­
1455
saplamıştı. Saat elde üç dakika içinde anlaşma imza­
landı; sonra kapılar açılarak herkese savaşın sona er­
diği açıklandı. Hemen Viyana, İngiltere, Lehistan ve
Venedik’e ulaklar yollandı, elçiler karşılıklı olarak ba­
rış için öpüştüler. Petervaradin ve Belgrad kalelerin­
den tekrar edilen üçlü top atışları böylesine uzun bir
savaştan yorgun düşmüş olan halklara, barış içinde
biraz rahat yüzü göreceklerini müjdeliyordu.»
XVII
M orokordato vatanının sınırlarının düzenlenmesi
bakım ından on savaşa değecek iş başarm ıştı. Avustur­
y a l I l a r a , Lehlilere ve Venediklilere savaştan önce za­
ten sahip oldukları topraklar bırakılıyor, fakat bu dev­
letler Osmanlı îm paratorluğu’na, geçmiş üç saltanat
dönemi boyunca kaptırdıkları eyaletleri, adaları ve ka­
leleri iade ediyorlardı. Temeşvar ve çevresi hariç ol­
m ak üzere bunca zamandanberi çekişilen ve b ir tü r­
lü kesin bir yönetime kavuşamayan Macaristan, Erdel ve Esklavonya tam amen Avusturya’ya terkediliyordu. Tisa, Sava ve Unna nehirleri kıvrık su yolları
ile iki İm paratorluğun topraklarım ayıracaklardı; Ve­
nedik kazandığı bütiin adaları geri verdi, sadece Mora
kıyısında ince bir şerit ve Dalmaçya’da birkaç kale
muhafaza edilebilecekti.
Ukrayna ve Podolva’da hâkimiyetlerini garanti eden
1 ehliler Avusturya gibi yirmi beş yıllık b ir barış anlaş­
ması imzalamışlardı; Rusya ise hâlen Çar, Kırım Ham
ve padişah arasında mevcut sınırlan tanıyarak iki yıl­
lık barış ile yetinmişti. Uzun zamandan beri Bâb- Âli'­
ye tâbi kral Tekeli’nin davasının terkedilmesi ve talih-
¡456
eiz kralın koruyucularının merhametine sığınması, Os­
m anlIlar için gurur kırıcı tek hüküm olm uştur. Fakat
Osmanlı İm paratorluğu kralın düşm anlarına
teslim
edilmesi isteğine şiddetle karşı çıkmış ve İznik'e yol­
ladığı Macar kralı’m hayatının sonuna kadar şerefiyle
muhafaza etm iştir.
Fakat İm paratorluk, dışarda siyaset yolu ile savaş­
ta kaybettiği topraklan geri alırken, içerde karışmaya
başlam ıştı. Bir hüküm dar için gerçekleştirilmesi en zor
olan şey savaş değil barıştır. Milletler hüküm darlarının
yenilgilerini, imzaladıkları barış ani aşm alarından daha
kolay bağışlarlar. Savaş alanında en korkak olanlaı
barış şartlarında en fazla talepte bulunanlardır. II.
M ustafa, Karlofça anlaşm asının icaplarının ve gurur
kırıcı hüküm lerinin milleti üzerinde yarattığı pişmanlrk duygusunu gittikçe daha ağır bir şekilde duymak­
ta gecikmedi. İm paratorluğu sınırlandıran her anlaş­
ma fâtihlere bir hakaret gibi geliyordu.
XVIII
Köprülü yeğeni Amcazade Hüsc} in Pasa’ya karşı
duyulan haset ile büsbütün kışkırtılan Türklerin piş­
m anlık duygusu sonunda, gittikçe daha fazla Şeyhülislâm ’m tesirinde kalan padişahı Amcazade’yi azlederek
devlet m ühürlerini Bosna BeğlerbeŞi Daltaban M uşta­
la Paşa’ya vermesi için zorladı. II M ustafa’nın tahta
çıktığı sırada eski lalası olan Feyzullah Ffendi’yi şeh1 ülislâmlık m akamına getirdiği görülm üştü Yeni Şey­
hülislâm ın dinî otoritesi siyaset üzerindeki etkisini
güçlendirmişti. Karlofça anlaşm asından sonra halkın
"uttuğu bazı m utaasıpları barış görüşmeleri yapanlara
1457
karşı kışkırtan Şeyhülislâm, öğrencisi olan padişahı,
devleti Daltaban Mustafa Paşa’ya emanet etmesi husu; unda ikna etmişti.
«Çıplak ayakla yürüyen adam» anlamıfta gelen bu
Daltaban lâkabı, Mustafa Paşa’ya bir zam anlar İstan­
bul'da Yeniçeri Ağalığı yaparken gedelevin suçluları
yafil avlamak için ayakkabılarını çıkararak sokaklar­
da sessizce dolaşmasından dolayı verilmişti. Uzun za­
m andan beri gözden düşmüş bir şekilde doğduğu yer
olan Bosna'nın ücra bir kasabasında otururken Zenta
lozgunu ve Dalmaçya’ya giren Venedik birlikleri Bosr.a halkını silâha sarılmaya zorlamıştı. Başsız kalmış
olan askerler ve halk eski Yeniçeri Ağasını hatırlam ış­
ım, onu kimseye danışm adan Serasker ilân etmişlerdi.
Zenta bozgunu artıkları ve silâhlı milisleri ile Dalta­
ban Mustafa Paşa, Prens Eugene’in taburlarına karşı
Bosna dağlarında kahram anca savaşmıştı Padişah da
1 alkın seçimine itibar göstermiş ve Daltaban’] yeni pa­
relerle Arabistan’ı sindirmeye yollamıştı.
Arabistan'da isyanı bastırırken Divaıı’dan gelen
bir haberci başının vurulmasını emreden bir ferman
fctirm işti; haberciyi g?ri çevirmeden ö:.ce onu alıp
otuz iki bin âsinin kellesinden meydana gelmiş piramidleri gösteren Daltaban, sonra ad;.ma dönmüş, <Git
bu gördüklerini efendine anlat!» dem işti:. Geri dönen
haberci, ayrıca Fevzullah Efendi’ve yüz bin düka alt>nı
ırm ağan götürm üştü. îdam dan döndürerek en yüksek
bir makama çıkaracağı adamın kendisine ebediyen b:>ğ1 kalacağını hesap eden Feyzullah Efendi, ne yapıp
edip, devletin m ühürlerini Daltaban’a yoltatmıştı. Dikj
P : 92
1458
iatörce yönetimler altında kaderin bir a rd a nasıl de­
ğiştiğini gösteren ibret verici bir olay daha tarihe geç­
ti!
XIX
İstanbul'a henüz gelen D altabanın askerler arasın­
da kazandığı itibar Şevhülisâlm’ı padişaha yaptırdığı
seçimden dolayı pişm an ettirdi. Nankör ve hain Sacjrâzamın her tarafta Karlofça barışını kötülediği ve Şeyhülislâm ’ı da Rami Efendi ve Morokordafo gibi suçlu
göstererek m üslüm anîarın lanetine mânu: bıraktığına
dair haberler geliyordu; hattâ Sadriızam’m, Şeyhülislâm ’ı b an ş görüşmelerinin iki sorum lusunu evine ye­
meğe çağırdığı bir sırada masa baş.nda katlettireceği
] akkında söylentiler de vardı. Saf Şeyhülislâm hemen
padişahın yanına koşarak Sadrâzamın uğursuz tasanlan m II. M ustafa’ya nakletti ve Daltaban’m idam edilme­
siyle ilgili bir ferm an kopardı.
Dilsizlerin onu boğmak için beklediği Saray’a ça­
ğırılan Daltaban Mustafa Paşa’dan Devletin m ühürle­
ri mabeyinciler tarafından istenince onları padişah» an
başkasına vermeyeceğini söyledi It Mustafa, Sadıâiam ı ile görüşmeden kafasının vunılmas? emrini tekıarladı. Zincire vurulan Sadrâzam idam edilmek üzere
t ışarıya çıkarıldı. Bostancıbaşı onu öldürm eden önce
c’iyeceği bir şey olnp olmadığını sordu. Bunun üzerine
Sadrâzam o zamana kadar hiç bir an T a n n ’yı düşünmemezlik etmediğini, hizmet ettiği bir hüküm darın
nankörce kendisini ölüme yolladığ;nı,
diyeceklerini
onun yüzüne bakarak söylemek istediğini, eninde so­
ru n d a İlâhî Adâlet’in haksızlığı cezalandıracağını an­
1459
lattı. Bu sözler ikinci bir defa Sadrâzamın idam edil­
mesini durdurdu, fakat idam kararının geri alınmasını
sağlayam adı Sadrâzam, kıskanç Şeyhülislâm’ın haksız
kuşkularım başıyla ödedi. O zamana kadar II. M uşta­
la ’ya sevgi} le bağlı oları kamu oyu, Bosna ve Arabis­
tan kahram anım ın öldürülmesini şiddetle kınadı. Halk
;airleri Edim e ve İstanbul kahvehanelerinde hükümcara karşı ağır sözler ihtiva eden şiirler söylemeye baş­
ladılar.
Camilerde ise vâizler, «Vezir, Râmi Efendi ile
Şeyhülislâm Feyzullah Efendi’nin hain olduklarını; Ara­
bistan galibi ve Nemçe askerlerine karşı kalkan olan
Daltaıban’ın onlar sayesinde katledildiğini; eğer ger­
çekten suçlu ise sadece azledilmesi gerektiğini, hattâ
düşm anlara karşı başka görevlerde bulunabileceğini»
söylüyorlardı. Başka şeyhler ise «İstanbul sefalet için­
de kıvranırken, hain vezirlerin padişahı Edirne’de tu t­
tuklarını, Feyzullah Efendi’nin damadı olmak ve Köp­
rülü adını taşım aktan başka özelliği olmaj'an on sekiz
yaşındaki bir kaymakamın onları yönettiğini; Şeyhül­
islâm ın dinî görevleri para ile sattığını, evinde devlet
hâzinesi kadar muazzam bir serveti gizlediğini, adale­
tin bile artık bir pazarlık konusu edildiğini» anlatıyor­
lardı.
Teokratik ve askeri diktatörlük yönetimlerinde bil
nevi denge kuvveti olan din adam larının vaızları, ade­
tâ Edirne’ye kaçmış hüküm ete karsı İstanbul’da ule­
manın, cebecilerin, yeniçerilerin ayaklanmasına sebep
oldu. Köprülü ailesinde olan on sekiz yaşındaki kayma­
kam, başkenti büyük bir enerji ile yönetmeye çal şıvor, fakat yaşının verdiği tecrübesizlik isyanı tam anla­
)'I60
mıyla bastı ramıyordu. Sarayında kuşatılan genç Küp.
rülü ölümle tehdit edildi ve sonra halk tarafından göı evden azledildi. Âsilerin isteği üzerine Firari Haşan
Paşa, kaymakamlığa getirildi. Halk >e asker Sadrâzam
olarak vezir Kavanoz Ahmed Paşayı Sadrazamlığa,
Mehmed Efendi’yi de Şeyhülislâmlığa getirdi. Halkın
seçtiği hüküm etin em ri ile başkentin kapılan kapatılalak Edirne ile her türlü temas kesi’di.
XX
Bu arada gönderdiği elçiler başkentin kapılarında
lers yüz edilen Tl. Mustafa, Edirne de korkusundan
titriyordu. Birkaç gün sonra elli bin kişilik bir âsî
ordusu İstanbul’dan ayrılarak tehdidkâ." b :r şek ’de
Edirne üzerine yürümeye başladı. Şehre yakın Havsa
kasabasında duran âsiler, padişaha elçi gönderdiler.
Padişaha karşı değil de, onun otoritesine sığınmış Sad;âzam Râmi Paşa ile Şeyhülislâma karş, ayaklandık­
larını, eğer bu kişilerin kelleleri teslim edilirse, itaal
içinde İstanbul'a döneceklerini bildirdiler.
İsyanın kendi kendine söneceğini tahm in eden II.
Mustafa âsileri uzun zaman beklettikten sonra, Havsa
¿silerini pek ezmeve hevesli olmayan bir orduyu
t.
¡erine gönderdi. Belki çekingenliğinden, belki de küçümsend'iğkıden âsiler üzerine giden orduya başkanlık
etmedi. Yokluğu kendi ordusunda da isvanm yayılma­
sına sebebiyet verdi. Âsilerin seçtiği Şeyhülislâm, karşı­
lıklı duran iki ordunun arasına girdi, elindeki K ur’ân-ı
Kerîm ’i göğe doğru kaldırarak, Edirne askerlerini yurnuşatan bir konuşma vaptı. Sözünü bitirdiği v?kıt
1461
iki ordu silâhları bıraktı, bir anda kaynaşarak aynı
dava uğruna Edirne’ye yürümeye başladı
XXI
Sadrâzam, Râmî Paşa ile Şeyhülislâm Feyzullah Efen­
di, askerlerin bir bütün olarak Edirne'ye girm es:n.
beklemiyorlardı; buna rağmen Şeyhülislâm, Varna’ya
doğru kaçmaya başlam ıştı. Fakat kendi tahtını k u rta r­
mak için iki danışm anının kellelerini fedâ etmenin ge­
rektiğini anlayan II. Mustafa, Şeyhül’slâm'ı gizlice bos­
tancılara takip ettiriyordu.
Nitekim bostancılar tarafından yakalanıp Edirne’­
ye getirilen Feyzullah Efendi, Daltaban’m idamını uzun
işkenceler sonunda gelen ölüm ile ödedi. Servetini giz­
lediği yeri itiraf ettirm ek için dizlerine çiviler çakılm ış­
tı. Cesedi Meriç ırmağına atıldı. Günahsız karıları ve
çocukları da halkın hakaretlerine mâruz kaldılar.
XXI
Bu arada II. M ustafa hâlâ kendisini tehdit eden
ölüm veya tahttan indirilmeyi önlemek için âsilerin
kum andanına Sadrazamlık teklif etti. Bu gecikmiş lülûf ancak askerlerin merhametiyle karşılık gördü; tahtı
bırakm ası karşılığında hayatına dokunulmayacaktı
Her ne kadar Tanrı'nın yer yüzündeki gölgesine karşı
ayaklanmış olsalar da hâlâ padişahlarına saygı göste­
ren OsmanlIlar, yapacağı birkaç cinayet ile onu tahtta
Hitmaya m ecbur kalabilirlerdi. Yerine padişah olaıak
i:ân edilen kardeşi III. Ahmed ile diğer şehzadeler he*ı.üz onun eîi altındaydı. Askerlere bukaç ceset vereıek.
1462
Osmanlı hanedânm ın tek ferdi olarak kalacağından ye­
rini garanti edebilirdi.
Haya tını ve tahtını kurtarm ak için cinayet işleme*
sini tavsiye eden danışm anlarının sözünü dinlemedi
Veliaht-Şehzade Ahmed’in çile doldurduğu dairenin ka­
pılarını açtırdı, kardeşi Sultan Ahmed ile kucaklaştı,
cna milletin isteğini bildirdi ve ilk olarak kendisi ona
l îat ederek tahta oturttu. Sonra kardeşine hitap ederek
«Kardeşim unutm a ki saltanat sürdüğün; müddetçe
senin hayatını bağışladım ve her tü ılü serbestliği ver­
dim; senden ricam bana da avm şekilde davranmalıdır.
Padişahların kardeşi ve oğlu! Sen her zaman tahta lâ­
yıksın; ama bir.an olsun hatırından çıkarm a ki vaktin­
den önce tahta çıkarılm anı âsilerin ve hainlerin deste­
ğine borçlusun, eğer bu hareketlerini cezası? bir .kır­
san, sana da bana yaptıkları gibi davranacaklardır» de­
m iştir.
Çekilen padişah böylece intika linin
a lın m a m ı
l eni padişaha nakletmiş oluyordu. Bu sözlerden sonra
II. Mustafa keder içinde geçirdiği ilk gençlik yıllannın
hâtıralarım taşıyan eski Saray’a çekildi. Bir şaşkınlık
anında tahra geçmiş, bir isyan sonunda indirilmiş, İm ­
paratorluğun çöküş anında kaderin gösterdiği b ir kah­
ram an olarak kabul edilmiş, zafer içinde yükseli, ken
Zenta’da Sadrâzamın itaatsizliği yüzünden ysnilmı:, ve
Karlofça anlaşması i!e İm paratorluğa sağladığı ge*ckli
m utlu barışa rağmen milletinin nankörlüğüne maruz
kamıştı. Tabiat'.n kahram an olarak yarattığı fakat rr.evT
cut durum ların kurban ettiği kaderin oyuncakları 3ra;m da ona ila bir yer ayırmak gerekmektedir.
YİRMİ
SEKİZİNCİ KİTAP
I
23 Ağustos 170? günü yeni padiçah III. Sultan Ahmed bir im paratordan ziyade bir tutsak gibi İstanbul
yolunu tuttu. Ağabeyi II. M ustafa’d an on iki yaş daha
gençti. Çok düzgün olan yüz hatları pek erkekçe de­
ğildi; Saray’ın loşluğu benzine b ir solgunluk vermişti,
fakat ağabeyi Sultan M ustafa'nın kendisine karşı duy­
duğu sevgi sayesinde köşklerde sahip çlduğu hürriyet
havası onu, yirmi dokuz yaşındaki b ir hüküm dardan
beklenmeyecek bir şekilde tahta hazırlam ıştı. Kendisi,
ni isyanla tahta çıkaranları cezalandırmayı kafasına
koymuş olan b ir hüküm darın ruhunda sahip olmak
zorunda kaldığı duygularını belirtm em e özelliği ta ço­
cukluğundan beri onun tek siyaseti olmuştu. Şimdi
muzaffer olmuş bir isyanın içinde ve başına taç giydi­
ren haksız olaya tebessüm etm ek zorunda olarak, da­
ha şimdiden kardeşinin nasıl intikamını alacağım ve
kendisinin de m âruz kalacağı tehlikeleri nasıl önleye­
ceğini tasarlıyordu.
Bir gün önce padişah olan talihsiz II. Mustafa,
harem ini ve çocuklarını taşıyan otuz arabalık bir m ai­
yet ile kardeşinin peşinden geliyordu. İstanbul halkı,
kaderin pek ender olarak sunduğu bir olayı, yani tahta
çıkarılan bir hüküm darın m uzaffer dönüşü ile tahttan,
’ndirilen bir hüküm darın edebiyete kadar sürecek olan
esarete doğru kederli gidişine seyirci olacaktı.
1464
II
İhtilâlin elebaşıları için hissettiği duygulan kamu
ovundan daha iyi saklayabilmek için III. Sultan Ahmed ağabeyinin bütün adamlarını gürevlerinden uzak­
laştırdı, isyancıları yanında görevlendirdi, hepsini im ­
paratorluğun en yüksek m akam larına atadı ve hattâ
Feyzullah Efendi’nin sözüne kanmış olan annesi Valide
Sultan’ı da Retimo’ya sürm ekten çekinm edi Saray’a
yerleşir yerleşmez ağabeyi II. Mustafa'ya vaad ettiği
intikam için uzun vâdeli tuzaklarını ve darbelerini ha­
zırlamaya koyuldu. Yeni Sadrâzam Ahmed Paşa, küs­
tahlığını suç ortaklarının kanını dökerek affettirmeye
çalışıyordu.
Âsi yeniçerilerin ağası Çalık Ahmed Paşa, III. Ahm ed’in öç ve Sadrâzamın şükran duygusunun ilk ku r­
banı oldu. Saray bahçelerinde düzenlenen bir eğlence
Çalık için hazırlanan uygun bir tuzak oldu. Padişah bu
eğlenceye bütün vezirleri ve paşalan çağırmıştı; bos­
tancılara gizlice em ir vererek, sahte bir bahaneyle da­
vetlilerin atlarının ve at uşaklarının uzaklaştırılm ası­
nı istedi. Yemeğin sonunda Yeniçeri Ağası’na yaklaşan
Sadrâzam, ona b ir şeref hıl’atı giydirdi ve padişahın
kendisini Kıbrıs valiliğine atadığını bildirdi. Şaşkınlık
içinde kalan ağa bu şeref altında bir sürgün sezdi.
«Benim suçum ne?» diye bağırarak ayağa kalktı
kapıya doğru koşar adım larla uzaklaşarak atm a binip
veni bir işven hazırlamaj'a gitmek istedi. Fakat kapıda
kimseyi bulamayınca, hemen Topkapısı’na doğru seyırtti, bir kayığa atlayarak kürekçilere o/.u k'*rşı kıyıya a t­
masını emretti. Ancak kayıkçılar O’aı tam götürecek­
1465
leri sırada yetişen bir mabeyinci ile cellâtlar Ağa’yı
yakaladılar, yüzüne idam ferm anını okudular ve kılı­
cının kordonu ile boğdular. Kayığa atılan cesedi suç
ortaklarını fena halde ürküttü Dürzî em irlerinden bi­
rinin torunu ile evli olan sipahi ağası Salih de aynı
şekilde boğduruldu. Her sabah oluşta bir gece önce ya­
pılan yeni idam lar ortaya çıkıyordu.
Elini bütün idam olaylarına bulaştıran Sadrâzam
her iki taraf için de nefret edilen bir adam olmuştu.
Sonunda silâhtar gelerek devletin m ühürlerini istedi.
Genellikle ölümle biten bir azil karşısında kaldığını
anlayan Sadrâzam korkusundan titrem eye başladı m üh­
rün kesesini çözemedi.
Kendisine hitap eden silâhtar, «Paşa, eğer hâzinele­
rinin yerini söylersen ölümden kurtulursun,» dedi, iko­
nun üzerine silâhdarın kulağına eğilen Sadrâzam hâzi­
nelerinin yerini açıkladı; bu açıklam ası sayesinde
idamdan kurtuldu ve tnebahtı’ya süriildü.
III
Hâlâ etkisini sürdüren âsilerin seçtiği Şeyhülis-.
lâm ’ın adamı olan Morali Rum Damad Haşan Paşa dev­
letin m ührünü aidi; padişahın teşvikiyle
suçluların
sahte bir güven duygusuna kr.pıîmaları için zaman za­
man ara verilen siyasî intikam lara devam etti. İlk kur­
banı onu bu mevkiye getiren Şeyhülislâm oldu. Bu
imtiyazlı âsi Saray’a bir bahane ile davet edildiğinde
cezalandırılacağını aklının ucundan geçirmeyerek ranatça Saray’a geldi; içerde onu bekleyen çavuşlar kol­
larından tuttukları gibi Kıbrıs’a giden bir gemiye bin­
dirdiler.
5466
Bir m üddet sonra işi biten bir vasıta gibi azledilen
Sadrâzam da, III. Ahmed’in kızkardeşlerinden biri ile
evli olmasına rağmen Iznik’e sürgüne gönderildi. K arı­
sının asaleti göz önünde tutularak eski mevkiine uy­
gun b ir maaş bağlandı. Kandiye muhafızlığında bulu­
nan eski saray baltacılarından Kalaylıkoz Ahmed Pa­
şa, Divan'a başkanlık etm ek üzere Girit’ten çağrıldı.
Kayserili Kalay, çömlek imâl eden bir adamın oğlu olan
Ahmed Paşa, baltacı olarak girdiği sarayda bütün rü t­
beleri kazanmış bu arada son iki padişahın anneleri
olan Valide Sultan'm teveccühünü elde etm işti, ilk mes­
leğine izafeten halk arasında «kalaylı ceviz» anlam ına
gelen Kalaylıkoz lâkabı ile anılan Ahmed Paşa, sonra­
dan görmelere has debdebesi ve kibri ile dikkati çek­
m iştir. Üç ay boyunca Sadrâzamların taktığı sangın
ve elbiselerin rengini ve şeklini üç defa değiştirip, ter­
liklerin şekli hakkında çıkardığı gülünç yasalardan son­
ra tam amen unutulup bir köşeye atılm ıştır.
Sarayda eskiden odun taşıyıcılığı y a p a n
Baltacı Mehmed Paşa, Kalaylıkoz’un yerine getirildi.
Entrikacılığı dehâsının eksikliğini giderecek tarzda ge­
lişmişti. Eskiden yeniçerileri isyana teşvik eden
ve
o zamana kadar cezasız kalmasıyla padişah ve Valide
Sultan’ı tedirgin eden Haşan Paşa’yı katlettirm esi ile
dikkati çekti. Öç alma duygusuna yapılan bu hizmet­
ten dolayı memnun kalan ve artık Sadrâzamının bir
hatasını bekleyen III. Ahmed, daha önce yaptığı gibi
Baltacı Mehmed Paşa’yı da azletti ve Sakız’a sürgüne
gönderdi, Mehmed Paşa oradan Erzunım Beğlerbeğliğine geçecektir.
Çorlu'lu bir çiftçinin oğlu olan Silâhdar Ali Paşa
c'cvletin m ühürlerini devraldı. Daha önce yaptığı ber­
1467
berliği bırakarak rütbe rütbe yükselmiş, Arabistan’da
beğlerbeğliği yapmış, elinin altında bulunan eyaleti
m uharebe ile tam anlamıyla hâkimiyetine almış ve dü­
zeni sağlamıştı.
E dim e olayına katılan arkadaşlarının birer birer
ortadan kaybolmasından fevkalâde endişelenen eski
askerler, III. Ahmed'in öldürülm esini sağlamak için
yemin etmişlerdi. E tpazannda toplanıp, ulemâyı cami­
ye çağırarak padişahın hal’edilmesini tem in etmek için
III. Ahmed’in harem i ve çocukları ile Boğaz kıyıların­
da geçirdiği günlerde, Saray’daki yokluğundan istifa­
de etmeyi düşündüler. Tertipçiler Etpazarı'nm meyc anında toplanırken Çorlulu Ali Pn«a, III. Ahmed’i
Boğaz’daki yalısından geri çağırdı, Saray’daki sadık
birlikleri toplayarak suçluların üzerine yürüdü ve ha­
reketlerine meydan vermeden hepsini ezdi.
IV
Rakip hristiyan mezheplerinin Sadrâzam Çorlulu
»II Paşa'nm himayesini elde etm ek veya karşı mezhep
m ensuplarım ezmesini sağlamak için sebep oldukları
karışıklıklar Çorlulu Ali Paşa’nm iktidar
dönemini
bulandırdı. Fransa elçisi Ferreol, Cizvitlerin yardımıy­
la Ortodoks patriğine gelen fakat sonradan bu tarikat
m ensuplarına karşı nankörce daıvranan Patrik Avedik’i
yine Cizvitlerin tahrikiyle İstanbul dan kaçırttı, bir
gemiye atarak Marsilya’ya yolladı. Fransa kralı XIV.
Louis’in adamları tarafından önce If Şatosunda, sonra
çeşitli zindanlarda tutulan bu patrik bir daha gözük­
medi. Gizlice kaçırılması, ve Fransız Hükûm eti’nin
t u olayı Divan’dan gizlemek için aldığı tedbirler, «De­
1468
m ir Maskeli Adam» adlı esrarlı hikâyenin, kanımızca,
temelini teşkil etm ektedir.
Rum tebaanın ruhanî önderinin böylesine küstahça
kaldırılm asına karşılık Divan da, Fransızların hima­
yesinde olan Cizvitlere karşı baskı tedbirleri aldı. Or.odokslara karşı duydukları ortak kinden dolayı Cizvitler ile işbirliği yapan bazı İstanbullu katolik Ermeniler, Sadrâzamın çavuşları tarafından tutuklanarak
'ersane zindanına atıldılar. Katolik Erm enilerin Pat­
riği Sari, altı arkadaşı ile idam alanıta sevkedildi. Gregoryan Ermenilerin patriği Ther Joanes idama nezaret
ediyordu. M ahkûmlardan altısı Sadrâzamın ve cellât«
ların huzurunda din değiştirerek başlarını kurtardılar;
yedincisi sevinçle din uğruna öldürülmeyi kabul etti,
ööyleca idam edilen Comidas adlı Erm eni'nin cesedi
cıaha sonra Balıklı da bir mezarlığa gömülmüştür, Ka­
tolik Erm eniler hâlâ onun mezarını bir hac yeri gibi
Ziyaret ederler.
Tarihçi Hammer bütün bu olayların tek sorumlusu
olarak Cizvitleri gösterir. Q çağlarda hem B atı’da, hem
Doğu’da sık sık görülen ve özellikle Fransa ve İspanya
krallarımın Osmaııhlara örnek odukları
vicdanların
ezilmesinin vahşiliği ve alçaklığı Comidas'm kanı ile
bütün dinlerin ve mezheplerin taassubu üzerine düş­
m ektedir.
V
Çorlulu Ali Paşa’mn gençliği ve kudreti, Köpriilü’lerden beri görülmeyen bir enerjiyi Divan’a veriyordu.
Gayretini m ükâfatlandırm ak isteyen Padişah, kardeşi­
nin kızı Emine Suîtan’ı ona /evce olarak verdi. Yeğen­
1469
lerinden İkincisi Hatice Sultan da Köprülüoğlu Şehit
Fâzıl Mustafa Paşa’nın oğlu Muman l'aşa ile evlendiril­
di.
Çağda; Türk tarihçisi Râşid, «M ızopotamya’lı çift­
çinin oğlu eski berberin düğün bohçasında bir baş
sargısı, bir koîve, bilezikler, bir yüzük, bir kuşak kü­
peler, ci ve ayak bileklerini süslemek için halkalar
vardı» der. Hepsi kıymetli taşlarla rezenmiş ve daire
şeklinde olan bu arm ağanlar Doğu’da evlenen kadınlar­
ca kutsal sayılır. Ayrıca kıymetli taşlarla işlenmiş bir
ayna, yine mücevherli bir tül, İncili terlikler ve nalınlar,
hamam da kullanılmak üzere altın işlemeli takunyalar,
iki bin düka altını ve şekerleme dolu kırk taş,
verilen hediyeler arasındaydı.
«îki yeğenin düğünlerinden sonra padişah henüz
cö rt yaşında olan kızı Fatma'yı evlendirmeyi düşün­
dü. Çorlulu Ali Paşa, padişahın Fatm a Sultan’ı Silâhtar
Paşa’ya vermesini engellemek için boşuna çaba harcadı:
Sonunda yapılan bir nişan töreninden sonra Fatma
Sultan :çin kırk bin düka altınlık bir çeyiz Silâhdar'a
verildi; üstelik padişah, hanedânın serveti arasına Kıb­
rıs adasının gelirini de kattı. Nişan töreni son derece
ihtişam lı oldu. Padişah bu çeşit eğlencelerden
pek
hoşlandığı :çin birkaç ay önce de H rvat bir cariyeden
elan oğlu şehzade M urad’ın doğıırııu münasebetiyle
büyük şenlikler düzenlemişti.»
«İki dinî bavıam , şehzadenin loğumu, Hz. Mu} am m ed’in hırkasının teşhiri ve Hac kervanının haıeketi münasebetiyle düzenlenen şenliklerden başka,
ilk defa III Ahmed devrinde Şimşir bahçesinde ren­
gârenk lâle bahçeleri arasında ilkbahar bayramı kut­
landı.»
1470
D aha
ilerde
lâle
b ahçeleri
içinde
B o ğ a z ’da
kutla­
nan bu çiçe k bayram ını tasvir ed eceğ iz.
VI
O yıllarda C ezayir’de fa a liy et g österen Türk d en iz­
cileri y e n i fethettikleri Oran şehrinin anahtarlarını g e ­
tirip
kan
padişaha
filoların
sundular. İstanbul'da
hazırlanıp y o la ç ı­
ve
Berberîlerin
saldırılarından
b ık m ış
olan Fas kralı H asan, III. A h m ed ’e
V akânüvislerin anlattığına göre, IV.
cariyelerinden biri H a c c ’a
giderken
elçiler gönderdi.
M eh m ed ’in gebe
fırtına yü zü n d en
F as
bir
kıyılarına
sürüklenm iş
ve
orada
erkek
çocu k
dünyaya getirm işti. İlerde onu tahta g eçir m ey i düşü­
nen
Faslılar, şeh zad eyi bir prens
g ib i yetiştirm işlerdi.
Şim di
İstanbul’a
gelm ek te
ola n
Fas
elçileri
de
ya n la ­
rında işte bu şeh zad eyi bir saygı
n işan esi olarak g e ti­
riyorlardı.
Sakız adasına geldiklerinde cariyenin oğ lu
hem en hapsedildi, elçiler
nı « e lç iy e zev â l olm az»
de hakaret edilerek, canları­
düsturu sayesin d e kurtarmış­
lar v e adadan kovulm uşlardır.
F as kralının şehzadenin so y u hakkında ileri sür­
düğü
inandırıcı
d eliller za v a llı g en cin
katled ilm esin i
süratlendirdi. P adişah ile akrabalık iddiasında
duğu suçu ile b aşı vurularak Saray kapısına asıldı.
bu lu n ­
VII
A ncak
o
zam ana kadar karanlıkta k alan fakat b a ­
şındaki adam ın dehâsıyla K uzey'de O sm anlılar için
uğursuz bir ışık saçan bir m illet A vrupa sahnesinde
birden
bire
ortaya
çıkarak
bütün
bu
eğ len ce leri
idam -
1471
¡arı, vezirlerin sık sık yer değiştirmelerini bıçak gibi
testi. Bu millet Ruslar, bu adam da Çar I. Petro idi.
Görünüşte zayıf bir kuzey ülkesi olan İsveç ile
daha o zam anlar tanınmam ış dev bir im paratorluk
olan Moskova Krallığı arasında
meydana gelen
çatışm a tesadüfen iki ırkı karşı karşıya getirecek, bun.'ardan M oskoflar iki defa Kırım lılar tarafından yenil­
m elerine rağmen iki yüz yıl boyunca Türkleri geriye
doğru iterek saldırılarına devam edecek, nihayet öz
l'ağımsızlığı konu olan Avrupa silâha sarılarak Rusya
ile avını çekişecek ve yer yüzündeki m illetlerin denge>ini sağlayacaktır.
Kuzey Denizi kıyılarında dolaşmak üzere bir m üd­
det Akdeniz kıyılarını terkedelim.
VIII
Küçük fakat kahram an bir millet olan İsveçliler,
kralları X Ii Charles zamanında sa’iki kaderin küçük
de olsa bütün milletlere, olgun insanların kabiliyetleri­
nin zirvesine erişmesi misali verdiği k u Jret ve cesa­
ret patlam asına tanık olmuşlardı
Sersemce hareketlerin ve kahram anlığın birbirine
bu kadar yakın oldrığu karakterlerden biri olan ve in­
şam hayranlık i'e acıma duyguları arasında bocalatan
XII. Charies, krallığının kütüklüğü ile zafere karşı
auvduğu ihtirasın büvüklüğü arasında nispetsiz bir
kraldı. Kaidesine göre fazla iri bir heykel gibi, kâinatı
tem aşa ettirdiği İsveç’i eziyordu. Sekiz bin adamıyla
seksen bir. Rus’un galibi, Danimark.ahl.mn korkusu,
Lehlilerin >aptedicisi, nihayet Poltavı da Rusların mağ­
lûbu olan XII. Charles, Basarabva’va sığılarak vardım
1472
dilenmiş vc Rusya’ya savaş ilân etmesi içm Divan’ı
durm adan sıkıştırm ıştı.
H er hangi bir sürtüşmeyi tahrik etm ekten kaçınan'
Ruslar, İstanbul’a yolladıkları elçiler ile Karlofça'da
imzaladıkları iki yıllık barışı birkaç yıl uzatm ak isteoiklerini açıklıyorlardı. Ancak, iki büyük c'ev’eti ayıran
Karadeniz kıyılarında Rusların önca kuvvetleri olan
Don Kazak.arı ile Osmanlı Devleti'no tâbi Kırım Türk!eri karşılıklı çatışmaları ile her an bir si.va;,. kıvılcımı
çıkarabilirlerdi.
Savaş, aynı zamanda barbar, iki yüzlü ve m acera­
perest bir dehâya sahip olan, intikam duygusunun
büküm sürdüğü, sürgünün Kazakların Hatm anı adı al­
ım da hüküm dar yaptığı ve İhtirasın da Kuzey’in en
büyük kışkırtıcısı olarak ortaya çıkardığı b ir adam ta­
vafından tahrik ediliyordu. Bu adam Mazeppa’dan baş­
kası değildi. Kaderi, ilkel kavimlerin esrarlı, felâket
dolu ve hemen hemen efsanevî kahram anlarının kaıakteri gibi idi. Bu kavimler liderlerini ya tesadüf, ya
I urafelere. ya da her ikisine birden borçHıdurlar.
IX
Lehistan Kralı J-jan-Casimir’in hizmetine girmiş
elan genç Leh asilzadesi Mazeppa, Podolvalı bir soyluı*un karısına karşı yasak .ihtiraslar beslediği için suç­
lanmıştı. Sevgilisiyle gizlice buluştukları bir gün koca
tarafından yakalanan Mazeppa o ül kelerin gelenekleri
l adar garip ve b rrb a r bir ölüme nrcahkûm edilmişti.
Vahşi bir atın sırtına bağlanmış, sırtındaki yük yüzün­
den büsbütün azgınlaşan hayvan o n '- aç, susuz günler­
ce taşıyarak Kazakların ülkesi Ukrayna’ya getirmişti.
1473
Tesadüf ve vücudunun direnci sayesinde ölmeden
.â oralara kadar gelen Mazeppa, yorgunluktan bitkin
Uiişen at ile göçebe bir Kazak topluluğuna raslamıştı.
Cezaya çarptırılan adamın inanılmaz bir şekilde sağ
olduğunu gören Kazaklar bunu ülkelerine yollanmış
’abiatüstü bir öfıder olarak kabul etm işlerdi. Onu atın
sırtından çözmüşler, çadırlarına ta ş ın ış la r. kısrak sü­
rüyle besleyerek iyileştirm işler ve ilâ4î şeylere gösteri­
len saygıyı göstermeye başlam ışlardı. Mazeppa'nm karşı­
laştığı bu itibar giderek bütün Kazak aşiretleri araşın­
ca yayılmış, o da sahip olduğu yakışıklılığı, cesareti
ıe üstün bilgisi sayesinde kısa zamanda bu barb arlan
kendisine sıkı sıkıya bağlamıştı. Kazakların
ihtiyar
hatm anı Samoliovviç, Kırım lılar ile yapılan bir savaş
sonunda kayıplara karışınca Mazeppa, K azaklann hatmanı seçilmişti.
Kahramanlığına siyaseti de eklenen Mazeppa, Kı­
rım lılara, Lehlilere ve Osmanlılara karşı kendisinden
güçlü bir m üttefik olarak, Rus tm paıatorluğunun başı­
na geçen Çar I. Petro’yu seçmişti. M ükâfat olarak Rus
Çarı tarafından Ukrayna Prensi ilân edilmiş, kısa za­
manda altmış bin Kazak süvarisinden meydana gelen
Lir ordu teşkil ederek Rusların öncü kuvvetleri hâli­
ne gelmiş ve Azak kalesine yapıla-ı saldırıda önemli
rol oynamıştı. Kendi kaderi gibi sebatlı olmadığı ve
ihtiras gibi nankör olduğu için, Rusları yençcek gibi
{•örünen İsveç Kralı XII. Charles iie anlaşm ıştı. Po’ıtava’da kesinlikle yenilen İsveçlilerin peşinden gitmek
en vazgeçerek bu sefer samimî olm aktan ziyade ateşli
bir gayret havası içine girerek kendi adam larını Çar’a,
Çar’ı da Kazaklara karşı kışkırtmav? baş'am ıştı, fakat
bütün haıinler gibi kendi hileleri içinde bunalmış, soP : 93
1474
ru n d a Rusiar .tarafından iki yüzlü, K^zakmr tarafından
hain olarak ilân edilmiş, şerefini ve tahtını bırakarak
Basarabya’da Bendeı e kaçmıştı, ihtirasları i'e oynadığı üç ülke artık elinden tam amen çıkmıştı, şimdi öl­
mek için ona sığınacak tek bir toprak kalıyordu: Osmanlı Devleti.
Lord Byron’un hakkında şiirler yazdığı Mazeppa,
la rih tarafından bir kışkırtıcı, ezelî b ir kaçak ve iki
iizlü bir m aceraperest olarak anılacaktır.
X
Şimdi Türklere satılan Mazeppa, Kırım Han'ını
Azak’ta üslenen Ruslara karşı bir sefer açmaya ikna
etm işti. Sadrâzam Çorlulu Ali Paşa büyük muharebe
(-ünü gelip çattığı vakit Mazeppa ile XII. Charles'm
şahıslarında iki büyük yardımcı gö'üvordu.
Lehistan elçisine, «bir elime kralınızı d’ğer elime
kılıcımı alarak X II. Charles’ı ikiyüzbin askerle Mosko­
va’ya kadar götüreceğim» diyordu.
İsveç kralının ve Kazakların hatmanmirı sığındık­
ları yer oton Bender’de Mazeppa’nm âni c lümü Sadrâ­
zamın gayretini askıya aldı. İstanbul’da Leh elçisinin
entrikaları, Valde Sultan, kızlarağası ve veniçeri ağası
ile olan ilişkileri Çorlulu Ali’nin düşürülm esi üzerinde
yoğunlaşıyordu.
Leh elçisi tarafından parayla sacm alınan bir Rum
Cuma günü camiden dönen padişahın önüne çıkmış,
başı üzerinde yanan bir hasın tutarak toprağının teca­
vüze uğradığını anlatm ak istem iştir. Padişah tarafın­
dan Saray’a götürülerek dinlenen Rum, Sadrâzamın
Mvasetine ağır bir darbe vurdu; Rum un verdiği yazılı
1475
dilekçe, III. Ahmed tarafından gözdesi Silâhtan Ali’ye okundu; böylece bir iftiranın doğruluğu, kin ve kıs­
kançlıktan başka bir şey duymayan bir adama sorulu­
yordu.
XI
Silâhtar Damad Ali Paşa efendisi üzerinde vaktiy­
le Manisalı çobanın Kanunî Sultan Süleyman üzerint eki nüfuzuna sahipti. Padişahın av seferleri sırasında
t i r ormanın derinliklerinde odun köm ürü imâl eden
babasın.'n yanında güzelliği ve tabiî zekâsı ile dikkati
veken Ali, Saray’a götürülmüş, içoğîanları arasında
yetiştirilmiş, babasının mesleğinden dolayı daima Kö.
m ürcü lâkabı ile anılmış ve padişahın yakın dostluğu
içinde büyümüştü. Vâlide Sultan tarafından himaye
edilmiş, vezirlerden itibar görmüş, genç yaşında silâhdarlrk gibi önemli bir mevkiye yükselmiş olan Damad
Ali Paşa, Sadrâzamlık gibi bir makama gelebilmek
için henüz çok genç olduğu için ancak padişaha etki
ederek, vezirleri yükseltmek veva azletmekle yetinjyorc'u. Lehliler tarafından satın alınmış olan Rıımun ver­
diği dilekçe ile Silâhdarın entrikaları, III. Ahmed’in
hiddetini uyandırmaya yetmişti.
Sadrâzamı Saray’a
çağırarak m ührü geri almak istedi.
XII
Bir yandan itham ların haksızlığı, diğer yandan ih­
tiyar Sadriızam'm vekarı ve masumluğu konuşmayı o
k: :lar acı bir durum a getirm işti ki, Sadrâzamın vaka­
1476
rını küstahiık olarak alan padişah, ^'orlu.'ıı Ali Paşaya
vurmak için kılıcını bile çekmişti.
ihtiyar vezir gururla. Bana istediğiniz kadar vura,
bilirsiniz, hayatımı alabilirsiniz, zaten uzun zamandan
beri hayatım sizin elinizdedir; hayatımı size adamak için
ilim den gelen her ştyi yaptım, size hizmet edebilmek
için düşmanlarınızın ve tebaanızın kinine hedef oldum.
Eğer elinizden gelirse beni cezalandırın ki. benden
sonra gelecekler efendilerine hayatlarını adamanın ne
demek olduğunu öğrensinler,» demiştir.
XIII
Belki yapacağı hareketten duyduğu pişmanlık, bel­
ki de ihtiyar vezirin ordu içinde sahip olduğu itibar
ve güvenden çekindiği için, padişah çektiği kılıcı uzağa
fırlattı ve Sadrâzamını Midilli adasına sürm ekle yetin­
di.
Girit fâtihi K öprülü’nün torunu olan Köprülü, ha­
yatının baharında, fakat ırsî olarak ailesinden aldığı
kabiliyetle siyasette olgunlaşmış olarak, hem Silâhdara
7ol açmak hem de Valide Sultan'ı ır.emnun etmek için
Sadrâzamlığa getirildi. X II. Charles’in kahramanlığına
hayran olan Leh elçisi tarafından kandırılmış; Rusla­
rın sahte dinî telkinlerle Mora ve Makedonya Rum
halkına propaganda yaptığına, hattâ Karadağlılar ara­
sında bile propaganda yuvaları kurduğuna inanmış;
Rusların Hollanda'da bastırdıkları ve Yunanistan’da
dağıttıkları, bir yüzünde «I. Petro, Rusların ve Yunan­
lıların İm paratoru» ibaresi bulunan bir madalyonu eli­
ne geçirmiş olan ITT. Ahmed, genç Sadrâzamı gibi, gö­
1477
rüşm e maskesi altında yürüttüğü soğuk savaşı açık
b ir savaşla neticelendirm ek istiyordu.
Dniester ağzından çıkan bir Rus filosu, Türk gölü
hâlinde olan Karadeniz’de birden bire sancağını çekti,
beklenmedik bir anda Boğaz’dan geçerek padişahın
sarayının topları karşısına gelerek limana dem ir attı.
Sulta.ı Ahmed Sadrâzamına, «Çar bunadı mı? Yoksa
bu yeni İskender kâinatı fethetm ek sevdasında mı,
Derhal bu «çavuş»u cezalandırın» demiştir.
Çorlulu Ali tarafından bin bir zahmetle doldurulan
iakat Damad Ali Paşa ile Valide Sultanın israfı ile yine
boşalan Devlet hâzinesinin çabuk fakat haksız malî
tedbirlerle doldurulması için Köprülüoğluna talim at ve­
rildi. Halkın kesesine dokunan tedbirleri almayı kesin­
likle kabul etmeyen Köprülüoğlu azledildi ve Ağniboz’a
sürüldü
Saray’ın ihtiraslarına daha yumuşak davranan Bal­
tacı Mehmed Paşa Devlet’in m ührünü aldı, hâzineyi
doldurdu, birkaç hafta içinde Edirne havzasında ikiyüzbin adam topladı ve 1 Nisan 1711 günü Başkum an­
danlığı devralmak üzere İstanbul’dan hareket etti.
Gitmeden önce Padişahına yaptığı ziyarette, «Azametiû Padişah’ım unutm asınlar ki ben elimde balta odun
yarm ak için yetiştirildim , kılıçla dövüşmesini pek bilmem; Devletime fedakârlıkla hizmet etmeye çalışaca­
ğım; fakat yenilirsem, talihsizliğimden dolayı beni
sorum lu tutmayın,» dedi.
XIV
Boğdan (Moldavya) açılan sefere sahne olacak yer­
di; Kırım Hanı yüzbin süvarisiyle, Sadrâzam ’ı bek­
lemek üzere bir m üddettir orada karargâh kurm uştu.
1478
O eyaletin prensi Rum M avrokordato’dan m emnun ol­
mayan bu Han, onun yerine Prens Kantem ir'i prens­
liğe seçtirm işti; o da b ir m üddet sonra Türklerin iti­
m adını kötüye kullanmış, Ruslarla gizliden gizliye
haince ilişkiler kurm uştu. Tersine, Eflâk Prensi olan
Brankovan da Ruslara bağlı gibi görünmüş fakat ta­
mam en Türklere hizm et etm iştir. Esaretlerini entrik alan ile ödetmeye çalışan Osmanlı siyasetinin bu hizm etkârlan arasında böyle çifte ihanetler sık sık görü,
lecektir.
Bu arada Çar, İsveç kralım bozguna uğratan yüzbin kişilik ordusunun başında K azaklann ülkesinde
ilerliyor, en değerli kum andanı Prens Şerem etof’u ön­
ceden yirmibeşbin adam la Boğdan'ı ve onbin adamla
da Basarabya’yı istilâya gönderiyordu. Uzun bir süre
Osmanlı ve Rus kanlan ile akmaya devam edecek olan
P rut nehrinin kıyılan ilk defa iki düşman ırkın ordu­
larının karşı karşıya gelmelerine ve birbirlerini bakışlan ile ölçmelerine tanık olm aktadır. Daha ilk ba­
kışta Osman’ın oğullarının sayıca üstünlüğü, heybeti
ve eski talihi karşısında Çar'ın şansının tereddüt ettiği
iarkediliyordu. Çar, derinliğini ve yollarını bilmediği
orm anlara sırtını vererek, Sadrâzam ’ın kalabalık ordu­
su önünde ne kurtulm ak için tam am en çekilmeye, ne
de ümitsiz bir şekilde zafer için savaşmaya cesaret
edemeden, çıplak ve engebeli bir ar aziye doğru ordu­
sunu çekti. Atlarının ve ordusunun su ihtiyacım karşı­
lamak için P ru t’tan bile istifade edemiyordu.
Üçyüzbin (*) Türk, Eflâklı ve Boğdanlı Rusların
(*)
Aslında T ü rk O rdusu 140.000, R us ordusu ise 60M 0
kadardı.
(Ç,J
1479
gözü önünde nehri aştılar, kanatlarım bir hilâl gibi
açarak orm anın önünde karargâh kurm uş olan Çar’ı
kuşattılar, tabyaları içinde onu hapsettiler. Daha savaşmadan Baltacı Mehmed Paşa, M oskoflar’m im para­
torluğunu, ordusunu ve Çar’ını kılıcının altında bırak­
mıştı.
XV
Bir m üddet için Ruslarla Osmanlılar arasında
P rut kıyılarında meydana gelecek vuruşm anın hikâye­
sine ara vererek Tarih sahnesinde yeni ortaya çıkan
millet ile çarının nasıl o hale geldiklerini okuyucuya
anlatmaya çalışalım.
Şimdiye kadar vesikalar arasında unutulm uş bir
vakanüvisin eksik hâtıraları, nihayet Théophile Hallez
tarafından ortaya çıkarılmış, Çar Petro, m etresi ve son­
na karısı K aterina ile P rut bataklıklarında meydana
gelen olayları çok değişik ve ilgi çekici b ir şekilde an­
latm aktadır. Bu adam, o çağın olağan l,ad:seleri so­
nunda Çar I. Petro’nun yakın arkadaşlığ’m kazanmış
ve onun ordusunda hizm etler gören Villebois’dan baş­
kası değ;ldir. Bu el yazması vesikanın bizim konumuzu
ilgilendiren noktası, M oskoflann b arb ar yeniçerileri
Streliçlerin imhası ile başlam aktadı-,
0
ana kadar Çar Petro’nun kaderindeki değişiklik­
ler hakkmda pekçok şey bilinm ektedir. Sülâlesi Pnısvalı Romanof’lar olup, Mişel Romanof 1613 yılında
l a h t ’a geçmişti; Petro da Çar Alekv’nin ikinci evliiirinden dünyaya gelmiş, ağabeyi çılg:n îvan’dan sonra
Çarlığa çıkarılmış, fakat îvan’ın âd. akında Devlet’i
1480
yöneten kı; kardeşleri Sofya'nın kıskançlığına, baskısı­
na ve tehditlerine m âruz kalmıştı; yüz hatları, zekâsı
T.e delice cesareti yüzünden askerler arasında kendisini
sevdirmişti; bir saray entrikası sonunda Sofya ebedi­
yen Kremlin Sarayı’na kaptırılınca onyedı yaşında tek
başına bütün iktidara sahip olmuştu, Çarların gelene­
ğine göre soylular arasından bir genç kızla evlenmiş.
Varisi Evdoksiya’va çok eziyet etmiş, son derece bar1arlıklar yapmış, kendisini içkiye, sefahata zulme ver­
miş, fakat herkesin kendisine haklı olarak büyük lâ­
kabını verdirecek çalışm alardan hiçbir zaman sapm a­
mış ve muazzam bir sürüden bir millet yapma azmin­
den asla vaz geçmemişti.
H er yönüyle kurucularına benzeyen Ruslar Çarla­
rına böyle bir düşünceyi ilham ettirecek kabiliyettey­
diler, Menşei Türkistan’dan Baltık Denizine, Baltık’tan
Moskova’ya, Moskova’dan Doğuya kadar değişen yol­
larda kaybolan, temelinde barbar, görünüşte medenî,
ezel vasıflarında Rum tabiatlı, inanış bakım ından huıafeci, gelenekleri kozmopolit, cesur savaşçı, sayıca
kalabalık, bozkırlarında köle, ordularında itaatli, sa­
rayda âsi olan bu İslâv ırkı eski ırkların bütün kötülük­
lerini ve ilkel ırkların bütün faziletlerini bünyesinde
toplamış gibiydi. Böyle b ir milleti araç olarak kullaı.arak ikiyüz yıl sonunda Devlet adam ları ve soylular
sayesinde Avrupa’nın bütün medeniyetini kabul etmek
veya derebeyliğe bağlı serflerle Batı dünyasını disiplin
altına alınmış barbar ordularla istilâ etm ek işten bile
c;eğildi.
Batı veya Doğu dünyasının kaderi, Çar Petro’nun
ırkına vereceği B atı’ya veya Doğu’va doğru esen rüz­
gâra sıkı sıkıya bağlıydı. Kuzeyde onu tahrik eden
1481
X II. Charles Rusların Ballık istika uetine yayılmasına
sebep olmuştu. Hiddet ve kibir Rusya’nın kurucusunu
Finlandiya’ya kadar yayılmaya itmiş, Baltık denizi kiyısında yeni bir başkent kurm uş, tem asta bulunduğu
batılı devletlerin âdetleri, siyaseti, donanması ve o r­
dusu ile rekabete girişmiştir.
Bu Çar Petro’nun en büyük hatâsı olmuş, B atı’nın
ve şüphesiz Rusların felâketine seoep olmuştur. Do­
lu şta n malik oldukları zıtlık akımı, onları uzun m üd­
det sınırları dışında tutabilecek B at'iı Devletlerin üze­
rine atm ıştır. Batı, Rusları buzlu çöllerinde kalmaya
m ahkûm etm işti; Halbuki slâvlar iklim ve zenginlik
bakım ından dclut elverişli olan Doçu’va çok daha az
morlukla yayılabilirlerdi.
Çar Deli P etro’nun büyük hatâsını yargıladıktan
sonra şimcli onun ilk yıllarının, Basarabva’ya yaptığı
seferin ve kurtuluşunu sağlayan mıi' izenin hikâyesine
gelelim.
XVI
Avrupa’yı saygı arayan bir hüküm dardan ziyade
c'ers almr-ya ve medeniyet örnekleri seçmeye gelmiş
bir filozof clarak katettikten sonra Moskova’ya mille­
tine yeni bir ruh vermek ihtirası ve medenileşmek
için uyguladığı zulme karşı çıkacak her şeyi imha e t­
mek azmi ile dönmüştü. K arşısm dak; en önemli güç,
yeniçerilerin taassubun muhafızı olması gibi barbarlı­
ğın muhafızı olaıi Streliçlerdi. Rusya'da bıraktığı adam ­
ları bu muhafızların, ablası Sofya tarafından kışkırtıldığını, yokluğundrn istifade ederek b ir Hüküm et
darbesi yaparak başlarına çariçeyi geçireceklerini ona
1-Î82
haber verince, beklenmedik bir anda Moskova'ya gel.
inişti.
Şimdi buraya biraz önce bahsettiğimiz gizli vesi­
kanın dram atik ve renkli hikâyesini aynen naklediyo­
ruz.
«Bu haber Petro’nun gezisini hemen kesmesine ve
cerhal ülkesine yollanmasına sebep oldu. Moskova’ya
geldiğinde yabancı askerlerin kum andam Gordon’un
tedbirleri sayesinde herşeyi düzen içinde buldu.
Streliçlerin iki kısma ayrıldığını ve her birinin ay­
rı bir yol takip ettiğini öğrenmiş olan Gordon onikibin kişilik yabancı birlikleri ile orıbin kişilik Streliçierin önüne çıkmış, hepsini gafil avlayarak kılıçtan ge­
çirmiş, içlerinden sadece yedibini kurtularak çeşitli
bölgelere dağılmışlardı.
Streliçlerin bu ilk kısmı üzerinde kazandığı zafer­
den hiçbir surette rahatlam ayan Gordon vakit kaybet­
meden yedibin kişilik ikinci grup üzerine yürüm üştü.
Arkadaşlarının yenilgisini duvmuş olan bu ikinci b ir­
lik etrafı bataklıklarla çevrili bir adacık üzerine yer­
leşmişti. Orada kuşatılon Streliçler teslim olmava zor­
lanmış, hepsi silâhlarını bırakınca kılıçtan geçirilmisıi. Geri kalanlar zincire vurularak Moskova’ya götürü­
lü rk en avnı anda C?r da Moskova’nın başka bir ka­
pısından başkentine giriyordu.
Car. Gordan tarafından gerçekleştirilen askerî za­
ferin Streliçlerin geçmişte yaptıkları işlere nazaran
cok hafif bir ceza olduğuna inanıyordu. Streliçlerin
hırsızlar ve kaatillerc vapılageldiği şekilde cezalandırıl­
masını istiyordu Nitekim sağda solda ele geçen yedıl in Streliç Moskova’da bir m eydan'a toplandı, içle-
1483
i inden ikibini asılarak, beşbin’i de kafası kesilerek
ölüme m ahkûm oldu. Bütün idam lar b ir gün içinde
yapıldı.
Kafası kesilecek olanlar ellişer ellişer getirilerek
kütükler üzerine vatırılıyorlar ve b r anda kafaları vu­
ruluyordu. Çar ve diğer soylular da ellerine b ir balta
alm ışlar cellât gibi durm adan kafa vuruyorlardı.
içlerinde büyük amiral Apraksin, başbakan Mençikof, Dolgoruki gibi yüksek rütbeli soylular da bulu­
n an b u zoraki cellâtların hiçbiri Çar’m iradesine kar­
şı gelmeyi düşünmüyorlardı. Aksi halde Petro’nun on­
ları da âsiler gibi katlettireceğine kuşkulan yoktu.
Bu binlerce kelle şehrin içinde en yüksek yerlere
asıldı ve Petro’nun bütün dönemi boyunca oralarda
asılı kaldı.
Streliçlerin liderleri ise prenses Sofya'nın hapse­
dildiği parm aklıklı pencerenin hizasına asıldı ve ent­
rikacı prenses hapiste kaldığı beş, altı yıl boyunca her
£Ün bu korkunç manzarayı seyretmek zorunda kaldı.
Gordon’un elinden kaçabilen birkaç bin Streliç
için bütün Rusya'da onları değil saklamak, bir lokma
yemek vermek bile ölümle cezalandırıldı. Bu yüzden
lepsinin sefalet içinde mahvolduğu sanılmaktadır.
Streliçlerin kadınları ve çocukları çorak ve ıssız
b ir yere sürülerek kendi başlarına kalm alan ve asla
bulundukları bölgeden dışan çıkm amaları sağlandı.
Bütün büyük yolların kenarlarına, üzerlerinde
Streliçlerin giriştikleri suikasti ve uğradıklan cezaları
\azan büyük piram idler dikilerek gelecek nesillerin
bilgisine terkedildi.»
1484
XVII
Bu katliam Çar Petro’nun otoritesini kanla yıka­
yıp sağlamlaştırdı. Suçlu ablasını ölünceye kadar bir
yere kapatarak zorbalığın ve isyanın harabeleri üze­
rinde güçlenmiş geniş im paratorluğunda saltanatına
devam etti. Zulüm dolu mizacı ilk karısına ve çocuklau n a karşı vahşi bir tavır takınm asına kadar gitti.
Şimdi Çar’m sırdaşlarından bu olayları dinleyelim:
«Çar Petro’nun ilk karısı Evd:.'ksiya Fedorovna
îüphesiz çağının en bedbaht prensesidir. Evlendiğinc,enberi hayatı trajik olaylarla örülmüş, eşine ender
raslanan bir kadere sahipti.
1670 yılında Fedor Abrahamaviç Lapukin’in kızı
olarak zengin ve köklü bir soylu olarak dünyaya gel­
mişti. Çar’a takdim ed'ilen yüzlerce genç kız arasında
güzelliği ile H üküm dar’ın ilgisini çekmişti.
Çar ile karısı arasındaki anlaşma haivası uzun za­
man sürmedi. Çeriçe entrikadan ve ihtişam dan hoşla­
nıyor, kocasını aşırı derecede kıskanıyordu; Çar ise
kuşkulu bir karaktere, değişken bir tabiata ve âşık bir
seciveve sahipt’, üstelik kararlarında şiddetli ve kin
duyduğu kişilere karşı amansızdı. Görüldüğü gibi bu
iki mizaç asla birbirleri ile anlaşamayacak bir düzeyde
bulunuyordu.
Evliliğinin üçüncü yılında Çar, Moskova'da Alman
;.nne babadan doğmuş Anna Moens adında güzel bir
iız a şiddetle âşık olmuştu. Evdoksiya bu genç kadını
boş yere sürdürmeye çalışmış sonunda kocasını yanın­
ca kovarak kıskançlığım açığa vurm uştu. Petro karı­
sından bıkmaya başladığı sıralarda im paratorluğun
1485
cn yüksek dinî m akam ları ile görüşerek evliliğinin ip.
tâl ettirilm esi için uygun bahaneler yaratm aya çalışmıştı.
Genç çariçeye, o olaydan sonra rahibe elbiseleri
giydirilmiş, bir m anastıra gönderilerek tam am en unutturulm uştu. Çar ise devamlı olarak m etres değiştirmiş,
sonunda Prens Mençikof’un terkettği b ir kadında ka­
ra r kılarak ona taç giydirmiş, çocuklarını, Evdoksiya'dan olan meşru oğlu Aleksi’nin yerine veliaht olarak
kabul etmişti.
Glebof adında biri ile zina yaptığı kesin delillerle
ve bizzat kendi itirafı ile anlaşılan Çariçe Evdoksiya
Lir şatoya kapatılm ış, oğlu Aleksi Petroviç’in hapisha­
ne köşelerinde ölmesine ve kardeşi Abraham Lopukin'm Moskova’nın büyük alanında asılmasına tanık olarak
ıstırap içinde yaşamıştır.
Herkes Çar’m oğlu Aleksi’nin, ölüm kararı üzeri­
ne çıkan bir isyan sonunda affedilmesi sırasında öldü­
ğünü sanm aktadır. Halbuki o sıralarda Rus sarayın­
da olanlar, Çar’ın oğlunu bir defa bağışladıktan sonıa hekim in:. j'anına göndererek hacam at yaptırması
için onu ikna ettiğini bilm ektedirler. Bilhassa derin
açılan dam arlardan akan kan durdurulam aym ca Çareviç kan kaybından ölmüştü.»
XVIII
«Gleboi ise çariçe ile yaptığı m ektuplaşm adan sonı r ele geçen m ektuplarına rağmen b • prensesin şerefir.e karşı tek bir söz söylememekte direnm iş, konuş­
masını sağlamak için Çar’ın emriyle ve onun mevcudi­
yetinde yapılan ağır işkencelere göğüs germ iştir. So­
1486
r.unda Petro onu Moskova’da halkın gözü önünde ka­
zığa çektirm işti Kazığa oturtulm adan önce Globof’un
\an ın a giden Çar, arlık T an n ’mn huzuruna çıkacağını
onun için ueyi varsa itiraf etmesi gerektiğini söyleyin­
ce, zavallı adam ağır ağır başını çevirmiş, ölüm hal'nde bile masum ve namuslu bir kadına dil uzatm a­
yacağını söyleyerek, nefretle iğrenç zalimin suratına
iükürm üştü.
Evdoksiva 1719 yılından 1727’ve kadar bir yere
hapsedilmiş yanına da ihtiyar bir cüce kadından baş.
kası verilmemişti.»
XIX
Deli Petro’nun kalbinde Evdoksiva ve diğer rakibelerinden sonra yükselmesini bilen kadın romantik
olaylarla dolu hayatından dolayı Osmainhlarm Hurrem Sultan’ım andırm aktadır.
Bu kadının kaderine en yakından ve en samimî bir
şekilde tanık olan adamın anlattıkLırmı dinleyelim:
«Gelecek nesiller için an’atılmayn en fazla hak ka­
zanan, en garip ve en çok olaylarla dolu olan bir ha­
yat hikâyesi varsa o da Çar Petro'nun karısı Kateriü a’nın hayat hikâyesidir.
Kocası olan Petro’nun yirmi yıl boyunca didik di­
dik ederek yaptığı araştırm alara rağmen bir türlü, ka­
rısının doğumunu vö menşeini örten esrar perdesini
vırtaimamasına rağmen biz cu konuda bazı ipuçları
elde ettik. Çar Petro'nun ölümünde»» üç ay, K atarina’rııı ölümünden iki yıl önce meydana gelen tesadüfi
t.laylar sonunda Çariçe’nin asıl adm ’n Skravvonski ol-
1487
öuğunu, Derpt kentinde 1686 yılında katolik olarak
dünyaya geldiğini öğrenmiş bulunuyoruz.
Annesi ile babası, bütün Lehistan köylüleri gibi
îerf olarak ülkt-lerini terketm işîer Letonya’nm Derpt
şehrine yerleşmişlerdi. Fakat o sıralarda salgın olarak,
yayılan veba göç etmelerine rağmen her ikisini de ya­
kalamış, henüz bakım a m uhtaç halde iki çocuğu Tanrı’nm muhafazasına bırakm ıştı. Be? yaşındaki erkek
çocuk bir köylünün yanma verilmiş kasabanın rahibi
is-e üç yaşındaki kızı evlât edinmişti. Fakat çok geç­
meden veba rahip ve ailesini de dünyadan göçürmüş,
böylece küçük kız ailesini ve doğumunu bilemeden
jin e ortada kalmıştı.
M arienburg kentinin başpapaz salgının biçtiği
kasabaya gelmiş önce papazın evine giderek meslekdaşınm cenazesini kaldırm ak istem iştir. O evde bul­
duğu sefil kız çocuğunun ailesini bulm ak için yaptığı
bütün araştırm aları neticesiz kalınca onu yanına almaya
m ecbur olmuştu.
Başpapazın karısı küçük kızı da hemen hemen
onun yaşında olan iki kızı ile birlikte büyütm üştü. Fa1at onaltı vaşına gelen kıza başpaoazm oğlunun baş­
ka türlü baktığını ve genç kızın da bu aşka ilgisiz kal­
madığı farked’lmiştir.
Ne kadar iyi yetiştirilirse yetiştirilsin tabiatın ba­
lı anlarda akla galebe çalacağı iyi bilindiği için* genç
kız M arienburg garnizonundan geiıç bir subay ile
aceleyle evlendirilmek istenmişti.
$u anda genç çiftin evlenire törenlerine katıldı­
ğını hatırlayan dini bütün b ir tek kişi bulmak m üm ­
kün olmamıştır.»
1188
XX
«İsveç kralı X1T. Charles'in hizmetine giren genç
adam, düğünün ertesi günü birliği ile İsveç kralının
crdusuna katılm ış oradan Lehistan’ -, geçmişti. Kocası­
nı bekleyen Katerina yine başpapazın evinde eskisi
gibi günlerini geçirmeye devam etmiş, bu durum onun
cia talihini önem li' şekilde değiştirecek olan Rusların
Letonya’jjı istilâsına kadar sürm üştüı.
M arienburg’u ansızın isti’â eden Rus birliklerinin
kum andan’ Mareşal Şeremetof, başpapazın evinde
gördüğü K ateriua’r.ın güzelliğine hayran kalmış onu
savaş tutsağı olarak yanında alakovmuştu.
Katerina, talihinin ilk kademesi olan bu ilk ayrı­
lığın başlarında çok zorluklar çekti^ni itiraf etm iştir.
Hizmetçi c ’arak yaşadığı ve büyütülüp, eğitildiği bir
ailenin yanından tanımadığı bir adamın yanına bir
cariye gibi alınmasını uzun m üddet yadırgaması tabiî­
dir.
Bu aileye karşı davranışları hiçbir zaman nankör­
ce olmamış, Rusya’nın ?n bdvük kadını olduğu vakit
başpapazın çocuklarını Moskova’ya davet etmiş ve hep­
sine arm ağanlar vererek yüksek m akam lar ihsan et­
m iştir.
Efendilsrin köleri üzerinde salvp oldukları haklar
bilinir. Rusya’da ise bu durum o k?dar ileri gitmişti
ki, efendiler kölelerinin hayatı veva ölümü hakkında
başkaca hiçbir yere danışm adan kar ar verebilirlerdi.
Köleliğin uvgu'andığı ülkelerde fedakârlık duygusunun
hiçbir yeri yoktur; aşk bir efendi. Alarak kendisine
itaat edilmesini ister; köle df\ h ü r b 'r ülkede çok şid-
1489
c.etli bir aşkın yaptırdığı şeyleri korku veya itaat duygusundan dolayı yapmak zorunda kaıır.
Bu şekilde beş altı aydanberi Şerem etof’un evin­
de yaşarken, Prens Mençikof Letonya’da'ki birliklerin
kumandasın; eline almak üzere çıkagelir. Gayretli gö­
rünm ek isteyen Şeremetof Letonya’da sahip olduğu
h er şevi, köleleri dahil yüzüstü bırakıp derhal Çar’ın
emrine uyarak hareket eder. Daha önce K aterina’yı
görüp beğenmiş olan Mençikof, Ş .rem etof’dan genç
köleyi ister. Mareşal de kabul edince, Katerina Prens
Mençikof’un hizmetine geçmiş olur.
Mençikof daha genç ve daha az ciddî idi. Katerina
onun arzularına boyun eğerken biraz da eğlenmek fır­
satı buldu; bir müddet sonra genç Prens’in bütün ira­
desine hâkim olmuştu; birkaç ay sonra evlerine gelen
bir kimse hangisinin köle, hangisinin efendi olduğunu
kestiremezdi.
Olaylar bu şekilde gelişirken Pelersburg’dan Le­
histan'a giden Çar Petro Letonya’ya gelince gözdesi
Prens Mençikof'un evine indi. Kendisine hizmet eden
1 öleler arasında K aterina’yı farkedince Prens’e ona
nasıl sahip olduğunu sordu. Sonunda Katerina'yı Mençikof’dan devraldı ve ayrılırken genç kadına hürriyet
nişanesi olarak b ir düka altını bıraktı.»
XXI
P etro’nun hareketinden sonra Katerina Mençikof’a,
kendisini Çar’ın bakışlarına terkettiği için serzenişte
bulundu. Bu serzenişler Prens’in kölesine karşı duyc’uğu aşkı büsbütün alevlendirdi. Lehistan seferinden
F : 94
1490
dönen Petro Letonya’ya uğrayarak K aterina’yı tam a­
men efendisinin elinden aldı.
Mençıkof’tan ayrılmadan önce Katerina bir hayli
göz yaşı döktü. «Çar, Katerina'ya karşı alışılmamış bir
nazaket ve şefkatte bulundu. Bu davranışlarından ona
karşı çok derin bir hayranlık duyduğu anlaşılıyordu.
Mençikof, bu kadının Çar üzerindeki etkisini farkedenlerden ilki olarak ilerde bu etkinin kendisi için çok
şeyler ifade edeceğini düşündü.
«Aşk, bir adamın kalbini çok ciddî b ir şekilde meşgûl ederse, o adamın bütün mizacı değişir.
Çar’m K aterina’ya duyduğu şiddetli aşk hayatın­
daki ilk ve son aşktır. Fakat bu aşkını daima bir esrar
perdesi altında tutm asını bilmiş, değil herkesin için­
de, en samimî arkadaşlarının yanında bile Katerina
ile konuşmaktan çekinmiştir.
Letonva’yı terkedip Moskova’ya dönerken, emir
subaylarında birini büyük b ir gizlilik içinde K aterina’vı başkente götürmesi için görevlendirmişti. Yol bo­
yunca gereken bütün ihtim am ın gösterilmesini ve her
pün sevgili Katerina'nm durum u hakkında kendisine
bilgi yollanmasını em retm iştir.
Em ir subayı Çar'm bu davranışlarından bu kadına
karşı ne kadar derin b ir sevgiyle bağlı olduğunu anla­
mıştı. Çar şimdiye kadar en fazla ilgi gösterdiği kadın­
lara K aterina’ya gösterdiği ilginin onda birini bile
göstermemişti.
Moskova’ya gelen Katerina, iki, üç yıl boyunca her­
kesten uzak fakat iyi döşeli b ir evde saygı duyulan bir
kadının yanında yaşamıştı. Elde ettiğim teferruat bu
kacîın sayesinde olmuştur.
1491
Bu mütevazı evde kalan m etresi için Çar son de­
rece ketum davranmış, onun kacLıılarla bile temas
kurm asını önlem iştir. Bu tedbir, hemcinslerinin dav­
ranışları ile ilgilenmekten ziyade daha büyük mesele­
lere ilgi duyan K aterina’nın çok işine gelmişti.
Genellikle boşboğaz olan H üküm dar, birdenbire
esrarlı âşık haline dönüşmüş, kıyafet değiştirerek her
gün, daha ziyade her gece sevgilisini ziyaret etmeyi ih­
mâl etm em iştir. Şehrin tam am en m kuya yattığı bir
saatte yanına b;r tek muhafız alarak m etresinin ya­
nına koşan Çar’m bu durum a düşmesini gerektiren aş­
kın kudreti böviece daha iyi anlaşılm aktadır.
Bu hüküm dar çalışkan '>'up, çok işi vardı. Sadece
gündüzleri değil de geceleri de çalışması gerektiğinden
gece ziyaretlerinin esrar perdesini hiraz aralam ak zolunda kalm ıştır
Artık bakanlarını bu küçük evde kabul ediyor ve
K aterina’mn yanında en önemli D .vlet meselelerini
görüşüyordu. Fakat asıl inanılması güc olan şey, daha
önceleri kadınları sadece aşk vapmak için bir araç ola­
rak gören Çar’ın şimdi bakanlan He fikir ihtilâfına
düştüğü vakit K aterina’va danışmas , onun fikirlerine
hürm et etmesidir. Onun uvarılannı dikkatle dinliyor,
kararlarım sadakatle uyguluvordu; kısacası Katerina'vı öze! danışmanı olarak görüvrrdu.»
Tabiatın K aterina’ya verdiği muhakeme, dehâ ve
ruh kabiliyetleri şimdi en parlak şek-lde ortaya çıkma
fırsatı buim uştu. İşte o andan itibaren düşünceleri
Taht meselelerinin seviyesine erişmişti.
X II. Charles’in ordusunda subav olan kocası Poltr-va savaşından scı.ra Çar tarafından buldurulmuş,
1492
Moskova’ya getirildikten son-a unutulm uş bir şekilde
yaşayıp ölmesi rçin Sibirya’ya sürülm üştü.
Katerina ailesinin mezhebi olan Liiter mezhebin­
den ayrılarak Ortodoksluğa geçirişti. Onu vaftiz etm e­
ye gelen Patrik, gizlice Çar ile evlerıdirmiştir. O sıra­
larda Fransa’da XIV. I.ouis gizlice bir şairin dul karıii olan Madam de Maintenos ile evleniyordu.
Yine o zaman içinde Çar Petro, XII. Charles’a kar­
şı elde ettiği zaferden iyice güven kazandığı için yüzkırkbin adamının başında Türklere karşı savaş vermek
üzeıe ilerliyordu. K aterina da onun yanında, kimsenin
Çar’ın karısı olduğunu bilmeden bir m etres gibi sefere
katılm ıştı. Yanında bir iki köle kadınla, seferin bütün
zorluklarına göğüs gererek kocasının yanındaki bir ça­
dırda kalıyordu. Ancak geceleri çadırını terkederek
Çar’ın yanma gidiyor, onu aşkıyla teselli ederek dehâ­
sından ilham lar vermeye çalışıyordu. Subaylar ve as­
kerler K aterina’nın şahsında ordunun gizli talihini gö­
rüyorlar, Çar’ın sert davranışlarım y u m u ş a t t ı ğ ı için
ona şükran besliyorlardı. Ruslar arasında kazandığı
sevgi Çar üzerindeki itibarım destekliyordu.
XXII
Çar Petro’yu cüretli bir yürüyüş ve uygunsuz bir
çekilişten sonra Prut nehri kıyılarında Baltacı Mehmet
Paşa’nın yüzkırkbin askeri ile kuşatılm ış bir halde bı­
rakm ıştık. Nehrin bir kıvrım yaparak Rus karargâhına
en fazla yaklaştığı yerin üzerinde kurulan bir topçu
bataryası, tabyalarda yıpratıcı savaş yapma imkânını
Petro’ya bırakm ıyordu. Baltacı’nın ilk emrinde gülle­
ler Rus çadırlarını hallaç pamuğu gibi atabilirdi. Rus­
1493
ları arkadan çevirmiş olan Kırım süvarileri ve sipahi­
ler herhangi bir ricat imkânını ortadan kaldırmıştı.
Yüzbin Rus’un ve çarlarının saıvaşmadan tutsak düştükleri söylenebilirdi. Bender’den Osmanlı karargâhı­
na gelen Demirbaş Charles şimdiden düşmanının esaıe ti ile seviniyordu. Poltava’nın intikam ı Baltacı tara­
fından alınmıştı. İşte o sırada K aterina’nm davranış­
ları henüz sahip olmadığı tacı kendisine hakettirdi.
Çar’m sıkıntılarını ve K aterinâ’nın mucizesini ola­
ya tanık olan sırdaşın kaleminden izleyelim:
«Üç giindenberi orduda ne ekmek, ne de başka yi­
yecek bir şey kalm ıştı. Herkesi derin b ir elem kapla­
mış, hiç kimse yerinden kımıldamak istemiyordu.
Yardım alamayacağından emin olan Çar, kurtuluş için
herhangi bir çıkış hareketine dahi teşebbüs etmiyor,
sadece kederiyle başbaşa çadırında kimseye görünme­
den kalıyordu.
Kim olursa olsun hiç kimseyi görmek istemediğine
dair verdiği kesin emre rrğm en Katerina bir gece an­
sızın çadıra girdi ve ümitsizliğe kapılmadan önce yapı­
lacak bir teşebbüs daha olduğunu söyledi. Kaymakam’a
ve Sadrâzam'a kıymetli arm ajanlaı vererek mümkün
olduğu kadar az zararlı bir barış yapma imkânının h â ­
lâ mevcut olduğunu öne sürdü İstanbul’daki Rus elçi­
si Kont Tolstoy’un Petro’ya gönderdiği m ektuplardan
bu iki Devlet adam ının karakterlerini yakından tanı­
dığını da sözlerine ilâve etti. Orduda bu işi başaracak
b ir adamın da mevcudiyetini haber verdi.
Çar’ın nefes alıp düşünmesine oile fırsat bırakm a­
dan dışarı çıktı, bir m üddet sonra adı geçen subayla
içeri girdi ve Çar’ın huzurunda ona gerekli bilgiyi ver­
1494
di. Bu arada karısının teklifi ile gittikçe akimı başı­
na toplamaya başlayan Petro, karısının dediklerini bü­
tünüyle tasdik etti ve adamını derhal harekete ge­
çirdi.
Subay dışarı çıktıktan sonra, karısına döndü ve
gerekli parayı nereden temin edeceklerini sordu. Ka•erina, kendi mücevherlerini ve orduda mevcut altın­
ları bu iş için kullanacaklarm ı söyledi. Özel elçinin
dönüşüne kadar Çar’ın askerlerine gözükmesini, onla­
ra cesaret vermesini ve gerisini kendisinin başaraca­
ğım da ekledi.»
Çar karısını kucakladı, onun ’.avsiyesine uyarak
dışan çıktı ve feld-mareşal Şerem etof'un karargâhına
gitti. Bu arada Katerina bir atm üzerine çıktı ve as­
kerlere hitap ederek tek kurtuluş yollarının ellerinde­
ki bütün serveti kendilerine vermesiyle gerçekleşeceği­
ni, verecekleri her altına karşılık, kurtuldukları tak­
dirde vüz mislini alabileceklerini de: söylemeyi ihmâl
etmedi.
Zarafetine, iradesine ve iyi niye'ine hayran olan
en basit neıere kadar herkes elindekilerini getirip tes­
lim fetti. Bütün ordugâhda bir teselli ve cesaret havası
esivordu. Gönderilen subay dönü]) de, Sadrâzam ’ın
görüşmelere başlrm ak üzere tam yetkili bir elçi iste­
diğini bildirince bu duyguları daha da arttı.
Rusların içinde bulundukları nazik durum u öğre­
nerek hemen Türk karargâhına gelmiş olan X II. Charles'ın Sadrâzam ’a yaptığı bütün kışkırtm alara rağmen
b ir barış anlaşması imzalandı.
Anlaşmanın imzalanmasının ertesi günü kuşatm a
kalkınce Rus sınırına doğru geri çekilerek yeniden ya­
rım kalmış İsveç meselesini halletmeye gitti.
1495
XXIII
Çar’ın sırdaşının anlattığına göre bir Letonyalı
köle kadın Rusları işte böyle kurtarm ıştır.
Ancak,
K aterina'nın mafıareti ve hitabeti subaylardan ve as­
kerlerden, görüşmeleri başlatm ak için gerekli rüşveti
toplayacak kadar elverişliyse de, Sadrâzam ın bu rüşIveti aldığı o kadar şüphelidir. H er taraftan teihdit
edilen Osmanlı İm paratorluğu’nun, b ir damla Türk
kanı dökmeden muazzam bir zafer kazanmışçasına el­
de ettiği hüküm ran barış anlaşması çok büyük bir
olaydır.
XII. Charles’m (Demirbaş) şiddetli ve amansız in­
tikam duygusu Baltacı’ya karşı itham larda ve iftira­
larda bulunmasını sağlamış, bütün bunlar sonraki
nesillerin böyle b ir hikâye uydurm asına sebep olmuş­
tur. (*) Katerina ile Çar’m Sadrâzam için topladıkları
ifade edilen'sözde rüşvet, bizzat Rusların kendi ifade­
lerine göre ancak birkaç yüzbin ruble civarında ol­
m uştur ki, bu para asla bir Sadrâzam ’ı baştan çıkara­
bilecek m iktar olamazdı. Daha yeni altını ve gümüşü
tanımaya başlayan Moskof askerlerinin ve subaylarının
topladıkları gülünç servet ile, Hint, İran veya Venedik
elçilerinin bir defada Osmanlı Devleti'ne veya Sadrâ­
zamına getirdikleri muazzam arm ağanlar asla kıyaslanamaz. Barışı sağlayan şey Baltacı Mehmed Paşa’nın
(*)
P etro’nun sırdaşının da belirttiği gibi K aterina ile
Baltacı M ehm ed Paşa arasında hiçbir görüşm e olm a
m ıştır. R ü şvet m eselesi de yazarın daha sonraki
satırlarda açıkladığı şekilde tam am en bir uydurm a­
dır, iftiradır. (Ç.)
1496
aç gözlülüğü değil, tam am en siyasettir; Osmanlılar ile
Ruslar arasında m eydana gelen bu ilk büyük barış
anlaşmasını anlamak ve kabul etmek için o devirde
mevcut olan şartlar çok belirgindir.
İki saltanat dönemindenberi Sobieski ve Prens
Eugène ile yaptıkları savaşlarda Türkler hem adam,
hem de para bakım ından bir hayli zarara uğramışlar,
Viyana’da, Lippa’da ve Zenta’da üç ordu kaybetmişlerdi. Dalmaçya’da ve M acaristan'da tehdit edilmişler,
Belgrada kadar istilâ görmüşler, bu yüzden kendilerini
Tuna ve Adriyatik kıyılarında rahat bırakm ayacak olan
Basarabya topraklarında cereyan eden çatışm aları ez­
m ekten çok yararlı çıkacaklarım hesaplamışlardı; dör­
düncü bir ordunun kaybedilmesi düşm ana Edirne yo­
lunu bile açabilirdi. Geçici olarak kendi topraklarına
sığınmış Demirbaş Charles'ın savunucusu olarak gö­
zükmüşlerdi; ancak, bu kahram an ihtiraslı ve oynak
karakteri onlara henüz emekleme devresinde olan
Moskova Çarlarının ordusundan çok daha tehlikeli
gözükmüştür.
Yiğit İsveçli savaşçılarının ve kan dökücü Lehlile­
rin başına geçecek olan bir Demirbaş Charles, sınır­
larındaki orm anlarda bir gözüküp, bir kaybolan vahşi
Rusların başındaki Petro’dan daha korkulu bir kom­
şu olarak beliriyordu. Bu barbar sürüsünün başkanı
ile yapılacak sağlam bir barış lehlilerin oynaklığım,
Don Kazaklarının serseriliğini, ve Avusturya'nın üs­
tünlüğünü dengeleyecek bir güç yaratıyordu. Ruslara
kabul ettirilen bu barışın, veya daha ziyade teslimin
m utlak hükümleri Karadeniz’in dokunulmazlığını te­
m inat altına alıyor ve ümitsizliğin bir anda yenilgiyi
zafere götürebilecek bir savaşta kaybedilmesi m uhte­
1*97
mel olabilecek olan İm paratorluğun son ordusunu za­
rarsız bir şekilde kurtardığı için Sadrâzam ’a yeterince
gurur veriyordu.
İşte Sadrâzam ’ın davranışlarına asıl yön veren
gerçek ve haklı sebepler bunlardır. X II. Charles, Lei.istan elçisi Poniatovvski ve Kırım Hanı Devlet Giray
iahsî Vfe'ya millî m enfaatleri açısından bu anlaşmaya
şiddetle itiraz etm işler fakat hiçbir netice elde edeme­
mişlerdir. Baltacı Mehmed Paşa anlaşm a şartlarını o
kadar ezici ve m utlak bir tarzda kr.bul ettirm iştir ki,
ancak bir zafer ona bu imkânları verebilirdi. Çar da
'>zak kales:nin iadesini, toplarının Osmanlı Devleti­
ne teslim edilmesi kaydıyla Kamienska, Şam ara ve
Tighan kalelerinin yıktırılmasını- Kazakların her türlü
iç m eselesire karışılm am asına entrikaları can s*kan
Rus elçisinin geri çağırılmasmı; XI t. Charles'm ser­
bestçe ülkesine dönmesini ve ülkesinde barış içinde ya­
samasını; vc nihayet Rus ordusunun emniyet içinde
geri çekilmesi sırasında iki Rus m areşalinin rehin ola­
rak Osmanlı ordugâhında kalmasını istemiş ve kabul
ettirm iştir.
Rusların geri çekilmesini gösteren tam burlar ça­
lınır, bayraklar açılırken Baltacı Mbhmed Paşa’mn ça­
dırına giren Demirbaş Charles Sadrâzam ’a serzenişte
bulunm uş ve «Çar’ı tutsak olarak İstanbul’a gö­
türm ek daha iyi olmaz mıydı?»1 demiştir. Bunun üze­
rine Sadrâzam miistehzî bir şekildi şöyle cevap ver­
m iştir: «Peki o zaman yokluğunda milletini kim yö­
netecekti?»
Kendi milletini başı boş bırakm ış olan İsveç kra­
lına yapılan bu îma kralın birden hiddetine mağlûp
1498
olarak çizmeleri ile Sadrâzam ’m d v an ı üzerine çık­
masına, mahmuzları ile örtüleri parçalam asına sebep
oldu. Metin tabiatlı Baltacı bu hakareti kralm uğradı­
ğı felâkete ve ümitsizliğe verdi, tevekkülle ayağa kalk­
tı, kralın çıkıp gitmesinden sonra çadırının önüne çı­
karak abdestini aldı, namazını kıldı. Küçük bir haka.
reti ihmâl edecek kadar çok şana sahip olmuştu.
XXIV
Sadrâzam ’m İstanbul'a muzaffer dönüşünü takip
etm eden önce Çar'ın utanm ış bir şekilde Moskova'ya
dönüşünü ve Çariçe'nin giderek büyüyen talihim izle­
yelim.
Çar Petronun döneminin başlarını bize öğreten ay­
nı gizli vesika Çar’ı, ölümüne kadar takip etm ektedir.
Bu ünlü Osmafılı düşmanının düşüncelerini bilmeden
geçmek olmaz.
«Katerina’nın davranışının askeılerin zihni ve kal­
bi üzerinde nasıl bir intiba bıraktığı kolaylıkla düşü­
nülebilir. Meziyetlerine ve hizmetlerine yapılan öğme(erden başka birşey duyulmuyordu. Çar da duyduğu
memnuniyeti açığa çıkarm ak için hiçbir fırsatı kaçır­
mıyordu; kendi topraklarına girdiklerinde K aterina’nm bütün itirazlarına rağmen evliliklerini açıkladı.
Prut kıyılarında elde ettiği başarıyı gelecek nesillerin
hafızasına iyice yerleştirm ek için Aziz Katerina adında
veni bir tarikat kurdurdu.» Petersburg’a dönüşlerinde
sapılan kutlam a şenlikleri aynı zamanda K aterina’nın
taç givme töreni oldu.
Ordu gibi bütün im paratorluk da K aterina’nm adı­
nı kurtcrıcı gibi anprken bir tesadüf, Çariçe’nin m en­
1499
şeini gizleyen esrar perdesini Rusların gözü önünde
açtı.
Bu tesadüf K aterina’nm erkek kardeşini ortaya
çıkarm ış, böylelikle Çariçe’nin doğumunu ve ailesini
örten sis tabakası beklenmedik bir anda dağılmıştı.
XXV
«Katerina taç giydikten hemen sonra ihtiras bakı­
m ından elde edebileceği hiçbiı şey kalm amasına karşı,
iık aşkm esiri oldu. Onunla kurduğu kutsal evlilik
bağları sayesinde eski yırtıcılığını unutm uş gibi görü­
nen Car’m varlığına önem vermeden ona karşı bir
ihanette bulunm aktan kaçınmadı.
Çar’m maiyetinde bulunan ben, maibeyinci Doens
de la Croix ile Çariçe arasında doğan aşkm önceleri
farkına varm amıştım. Fakat bir seferinde, herkesin
içinde ikisinin davranışlarım iyice incelediğim zaman
aşkm ne kadar kör olduğunu anladım.
Car, karısına karşı duyduğu hiddeti ondan olan
çocukları ö :d ü m c teşebbüsüne kadar vardırm ıştı.
Zina yapan çariçenin talihinin büyüklüğü olarak
Çar bu olaylardan sonra pek fazla yaşam amıştır. Katerina er veya geç, kocasının tamamen haklı olduğu
sebepler yüzünden öldürülecekti.
Fakat Çar öteki dünyaya göç etmeden önce kıs­
men de olsa intikam ını almıştı. Karısının dostunun
kafasını vurdurm uş ve hâlâ kesik kafası ile yatan ce­
sedin yanına Katerina'yı götürm üştü. Ancak Katerina
soğukkanlılığını muhafaza etmiş, en ufak bir teessür
dahi göstermem iştir.
Î^OO
Bu m aceranın Rusya'da olduğu kadar diğer ülke­
lerde de K aterina’nm Petro’yu zehirlediği hakkında
söylentilere yol açtığını biliyorum Halbuki eminim ki
Çar Petro sefahat hayatının sonunda yakalandığı ateş­
li bir hastalıktan ölmüştür.»
Katerina, milletin teveccühü ve o sırada İm para­
torluk mareşali olan eski efendisi Mençikof’un gayre­
tiyle Petro’dan boşalan Taht’a oturm uştur. Mateminde
çok büyük acı çekti veya öyle davrandı.
Sonradan genç ve son derece yakışıklı Leh asilzâdesi Kont Sapieha’ya âşık oldu. Genç adamı daima
yanında bulundurm ak için, bulunan erkek kardeşinin
yeğeni ile evlendirdi. îki yıl sefahat içinde yaşadıktan
sonra öldü; im paratorluğun dizginlerini, eski Çariçe
Evdoksiya’nın oğlu Moskova Büyük Dukası ile el altın­
dan işbirliği yapan Prens Mençikof’a bıraktı.
XXVI
iki defa bu kadar büyük bir im paratorluğun diz­
ginlerini eline geçiren bu gözdenin hayatı K aterina’nınkinden daha az ilgi çekici değildir. Yine meşhur
sırdaşın anlattıklarına dönelim:
«Doğum yılı tam olarak bilinmeyen Prens Mençikof Moskova'da doğmuştur. Babası Kremlin alanında
küçük ham ur işleri satarak hayatım kazanırdı. Çocuk
onüç, cndört yaşma gelince onun da eline çeşitli pas­
talar verilerek hayatını kazanması istendi. Mençikof
Ker zrınan daha iyi satış yaptığı şatonun avlusuna ge­
trd i. Çar Petro da o zam anlar onun yaşında bir çocuk­
tu. Daima şatonun pencerelerinden küçük pastacının
şeytanlıklarını hayranlıkla seyrederdi. Bir gün Mençi-
1501
kof’u yanma çağırtm ıştı; çocuğun kimseye aldırm adan
prensin sorduğu soruları neşe ile cevaplandırmasın­
dan onu yanında alakoymuş, o günden itibaren ona
yeni bir elbise ve ünvan vermişti.
H er tarafta efendisinin yanında bulunan küçük
gözde, çok kere Devlet Konseyi'nin toplantılarına da
Patılmış, efendisinin hoşuna gideceği şekilde şakalar
yapm aktan kaçınmamıştı.
Okuması yazması olmayan Mençikof’un tabiî bir
zekâsı ve büyük şeyler için m üstesna bir zevki vardı;
üstelik herkesde olmayan bir üstünlük dehâsına sa­
hipti. Siyasî meselelerle uğraşm anın sonunda Rus Devleti'nm en üst mevkilerine kadar yükselmesini bilm iş­
ti.
Çar’m sık sık yaptığı Avrupa seyahatlerinde Çarlık
r.aibi olarak im paratorluğu idare ediyordu. Mençikof,
mevkiinin sağladığı avantajlardan istifade ederek ge:ek içerde, gerekse dışarda büyük bir servete kavuş­
m uştu, Sahibi olduğu arazinin üzerinde yüzellibinden
fazla köle ailenin oturduğu söylenirdi.
Dışarda da kazandığı ün, ona Silezya’da Kosel Dükalığım kazandırm ıştı. Danimarka, Prusya ve Lehistan
kralları Prens’e şövalya ünvanı ile muazzam servetler
bağışlamışlardı.
XXVII
Katerina'nin ölümünden sonra Deli Petro’nun to ­
runu, II. Petro nâmıyla Çar ilân edildi. Prens Men•~ikof hemen veni Çar’a hayatının tehlikede olduğu­
mu, her an bir suikast ile karşılaşabileceğini bunun
için kendisine m utlak otorite ile İm paratorluk naibli-
Î502
ğini ve başkomutanlığı vermesini söyledi. Arzuladığı
mevkii elde ettikten şonra kızını Çar ile nişanladı.
Diğer Rus soyluları nişan törenine m emnuniyet­
sizliklerini belli etmeye cesaret edemen katıldılar. Mu­
halefette kalmayı tercih edenler uvdurm a bahanelerle
Sibirya’ya sürüldü. Çar üzerinde m utlak hâkimiyetini
attırdı. Kısacası Prens Mençikof herhangi b ir Çar’dan
bin defa daha fazla diktatörce Rusya'yı yönetti.
Fakat baba oğul Dolgoruki'ler ile bakanlarından
Osterm ann gizliden gizliye aleyhinde tertipler hazırlı­
yorlardı. Çar ile Peterhof’a yaptığı bir geziden istifade
ederek Mençikof’un zulmünden bıkan bütün subayları
\e asilzâdeleri tertibin içine aldılar. Mençikof Peterbof’ta bulunduğu gece karşı tarafın emrinde bulunan
bir birlik tarafından evinden alındı, tutuklanarak Petersburg’a götürüldü. Orada, Reneburg’a sürüldüğünü
öğrendi. Yola çıktığı vakit önünü kesen başka bir bir­
lik kumandanı sahip olduğu rütbeleri kendisinden ge­
ri aldı, hizmetçilerini ve ailesini yanından avırarak,
simdive kad rr pek çok insanı sürdürdüğü Sibirya’nın
Tobolsk şehrine vollandı. Orada daha önce sürdüğü
soyluların büvük hakaretleri arasında karşılandı.
Tobolsk’da kaldığı kısa süre bovunca ailesini ge­
çindirmek için toprağı işlemeye çalıştı. Oradan aluıarak
Yakutsk şehrine yollandı. Yolculuk çok zor şartlar al­
tında beş ay sürdü. Sürgün yerine geldiğinde kendi­
sine verilen Sibirya tipi kulübe yerine daha oturula­
bilir bir yer yapmak için ağaç kestirdi. Yanında getir­
diği sekiz köylü gibi elde balta o da çalışmalara iştirak
ediyordu. Çar II. Petro ile nişanlı olan kızı hepsine
viyecck hazırlıyor, I etonva Dükü :îe evli olan küçük
1
. :7.î ise çamnşır yıkıyordu.
1503
Kızlarından biri hastalanıp öldükten sonra, Prens
Mençikof da yorgunluktan ve kederden yatağa düştü.
Çok geçmeden ruhunu teslim etti, kendi inşa ettirdiği
küçük kilisenin içine gömüldü.
Yakutsk şehrine dinî âyine katılm ak için giden kı­
zı bir gün yolda bir köylüye rasladı. Köylü kendisine
adıyla hitap edince onunla konuştu ve köylü sandığı
adam ın ailesinin baş düşmanı Dolgoruki olduğunu an­
ladı. Çar II. Petro bir m üddet önce ölmüş yerine Anna
İvanovna adında bir Çariçe geçmişti. Çariçe, Çar'm
eski arkadaşlarına karşı sert davranm ış ve hepsini ya
öldürtm üş, ya da Sibirya'ya sürdürm üştü.
Bir müc'deî sonra Çariçe, Mençikof’un kızı ile oğ­
lunu affetti ve onları geri çağırdı. Prenses Mençikof
Çariçe’nin maiyetine girdi bir m üddet sonra da Letonya dükası Biren’in oğlu ile evlendi.
Babalarından kalan servet ile k m drahom asını ver­
di, oğlu da Çariçe’nin muhafız kıtasına binbaşı ola­
rak girdi.»
YİRMİ DOKUZUNCU KİTAP
I
Baltacı Mehmed Paşa hiç bir sadrâzam ın kılıcıyla
elde edemediği muzaffer bir barış ile im paratorluğu
yüceltmiş ve kuvvetlendirmişti. İstanbul’a geldiğinde,
milletin m innet duygusunu aşan hizm etlerde alm an ola­
ğan m ükâfata kondu. Kamu oyu Rus ordusunu imha
etmediği ve Çar’ı Yedikule zindanına atmadığı için
1 aksız olarak onu itham ediyordu. X II. Charles’in ve
l e h elçisi Poniatowski'nin iftiraları o n tan kabul ede<ek saf bir halk ve padişahın zihnini bulandıracak b ir
gözde bulunuyordu. Sultan III. Ahmed, Baltacı’nın fa­
ziletlerini tasdik edecek kadar bilgi sahibiydi, fakat
halkın suçlu olarak gördüğü bir kimseyi suçsuz diye
ilân edemeyecek kadar kam u oyuna değer veriyordu.
Sadrâzam, Limni adasına sürüldü
Eski Yeniçeri Ağası İbrahim Pr>şa. sırf Sadrazam ­
lık makamını doldurm uş olmak için devletin m ührüne
sahip oldu. Baltacı Mehmed Paşa, Limni adasında belki
zehirden, belki ihtiyarlıktan, belki de nankörlükten öl­
dü. Limra’li şair Şeyh Mısrî ile aynı türbede yatacağına
dair içinde daima bir his vardı. Nitekim bu kehanet
ooğru çıkmış, Baltacı ile Mısrî aynı, servinin altını pay­
laşm ışlardır.
F; 95
1506
II
Rusların altını ile Katerina'nın yüzüklerini rüşıvet
olarak kabul etmekle Sadrâzamdan daha fazla itham
edilen Baltacı’nın kâhyası Mehmed Osman Paşa, ordu­
nun şüphesini hayatıyla ödedi, ölüm ünden sonra hazir esinde iki bin düka ve Çariçe’ye ait olduğu iddia edilen
bir yüzük ele geçirilmiştir. Bu servetin önemsizliği ma­
sumiyetini ispat etmeye yeter delildir. B ir m üddet son­
ra Prut anlaşması gereğince İstanbul’a gelen Don Ka­
zaklarının temsilcileri Bâb-ı Âli’ye bağlılıklarını bildir­
diler. Prut anlaşm asının devlete sağlayacağı avantajlar
ile uygunluk hususunda Baltacı Mehmed Paşa ile aynı
kanaati paylaşan İbrahim Paşa Rusya ile yeniden ça­
lışmaya girme heveslisi halk ve Silâhdar tarafından
\ erinden edildi. Azad edilmiş bir Abaza köle olan Sü­
leyman Paşa bu savaş ihtirasını tatm in etmek üzere
görevlendirildi. Edirne’de bekleyen orduya
erişmek
iizere hareket etti. Ancak Osmanlıiara b ir hristiyan
kralın arzusunu yerine getirmek için değil de sadece
din ve şan için savaştığını göstermek için Bender’de
kalan XII. Charles’e Prut anlaşmasının hüküm lerine
göre serbestçe geçebileceği Rıısvrı üzerinden hemen ül­
kesine dönmesini istedi.
Ülkesine ordusuz ve intikam ını alam adan dönmek
istemeyen İsveç kralı, p a d işıh ır buyruğuna karşı di­
renm ekte devam etti. Uzun ve neticesiz görüşmeler
sonunda Türklerin Demirbaş adını taktıkları kralı, Bender’den Dimetoka’ya götürm ek için gereğinde zor kul­
lanılması için Bender Sancak beğine em ir verildi. Bencer beğinin kalabalık askerlerim- karşı üç yüz askeriv-
1507
K' direnen İsveç kralı sonunda veniçerilerin eline düş^
tü, derhal Dimecoka’ya yollandı.
III
OsmanlIların gözünde kahram anlığı ile müstesna
b ir yer kazanmış olan Is,veç kra'm a karşı konuksever­
liğe aykırı olarak yapılan bu davranışlar, bütün Impalato rlu k ta derin b ir tepki uyandırdı Sadrâzam, Kırım
Hanı, Şeyhülislâm, Bender Beği, m üslüm anlann hidde­
tine fedâ edildiler.
Kaptan-ı Deryâ Hoca İbrahim Paşa, donanmanın
kum andasını Süleyman Paşa’ya ter s ederek Divan'daki
yerini aldı. Kızlarağasmm hâkimiyeti altında kendisin­
den önceki vezirlerin kabullendiği aşağılık durum dan
b ir an önce kurtulm ak için, bu gözdenin katledilmesi­
ni sağlamak maksadı ile Kırım Hanı ve Reisülküttap
ile anlaştı. Bir şenlik sırasında vurulacak b ir hançeı
darbesi İm paratoruğu bu genç gözdenin etkisinden
kurtaracaktı. Hayatına karşı hazırlanan bu tertipten
haberdâr olan gözde dâvet edildiği yemeğe gitmekten
kaçındı ve fazla gayret sarfetm eden III. Ahmed’den
ı akibinin idam • ferm anını koparmayı başardı. Gizliden
gizliye hazırlanan bu suikastin ortaya çıkması bu göz­
denin uzun zamandan beri çıkmayı tasarladığı Sadra­
zamlığı bir az daha kendisine yaklaştırdı.
IV
îbrahim Paşa sadârete geçer geçmez ilk iş olarak
Demirbaş Charles’i Dimetoka’dan kurtardı. Altı vüz
7 ürk atlısının refakatinde ülkesine yolcu edilen krala
’508
arm ağan olarak altın işlemeli bir çadır, kıymetli taş­
larla bezenmiş bir kılıç ve saf kan altı Arap atı verildi.
Rusya ile E dirne’de başlatılan görüşmeler bir defa
oaha Prut anlaşm asının şartlarının kabul edilmesiyle
ton buldu. Mısır, Suriye ve Arabistan’da yeni bastırı­
lan karışıklıklar, III. Ahmed’in dikkatini Asya toprak­
lan üzerine çekti. Haşan Paşa’nın m irasını dul kansı
Hatice’ye getiren kadırgaların Venedikliler tarafından
yağmalanması, Venedik’e karşı saivaş açılmasını gerek­
tirdi. Mora, Venedik ile olan savaşa sahne oldu.
Sultan Ahmed, Sadrâzamı Damad Ali Paşa ile Teb
şehrine kadar ilerledi. Köprülülere, Mezomorta’ya yıl­
larca direnm iş olan bu kale III. Ahmed'in önünde düş­
tü. Altmış bin Osmanlı tarafından a‘ilan Korint boğazı
\e şehri yeniçerilere teslim oldu. Venedikli kumandan
Minoto köle gibi satıldı ve İzm ir’deki Hollanda elçisi­
nin karısı tarafından parası ödenerek azad edildi. Veııedik’in boyunduruğundan bıkmış olan kıta ve ada
kum ları, Türklerin yaklaşması üzerine Lâtinlere karşı
ver ver isyanlar çıkarıyorlard’ Anadolu (Nauplion) ka­
lesi karadan ve denizden kuşatan yüzyirmi bin Türke
; erli R um lann yardım ı sayesinde teslim oldu.
Mora yarım adasında Koron, Navarin, Modon ve Gi­
rit adasındaki son Venedik kale'eri 1715 vazında te s lim
d d u lar. Venedik tam am en Adrivatik körfezinin dibine,
itildi. Yunan adalarında ve kıta Yunanistan'ında elde
edilen yenilei-siz zaferleı Sul*an Ahmed’in sene gözde­
sinin mezivetlerini ortaya kovarak sahip oldusu tevec­
cühü doSruhıvordı.ı. İçerde vöne"iminin bileelim . dışar­
ıdaki başarılarını ve kudretini eşitliyordu: bir eliyle sa­
v a n k e n , dieeıijlc yenilikler v^pıvordu. Mısır’da zenc;.
1509
çocukların hadım edilmemesi ve İstanbul'daki cezaların
hafifletilmesi he:< onun sayesinde gerçekleşm iştir. Onun
devrinde hiç bir suçlu yargılanm adan cezalandırılmadı.
Onun gayretiyle Bağdad’dan Aza-k’a kadar bütün İm ­
paratorluk, önceki vezirlerin iğreti yönetimleriyle ge­
rilen sinirlerin: gevşetmek fırsatını buldu.
Damadının sayesinde İm paratorluğun eriştiği barış
\e saadet ortasında, IV. Mehmed’in dul hanım ı, III
Ahmed'in annesi Valide Sultan en m esut günlerinde
hayata gözlerini yumdu. Uyandırdığı hayranlıkla IV.
Mehmed’in hasekiliğine yükselmiş olan bu Retimo’lu
cariye, kocası ile birlikte tahttan inmiş, sekiz yıl bo­
yunca eski sarayda bekledikten sonra yirmi yıldır oğul­
la n II. M ustafa ve III. Ahmed sayesinde yeniden sal­
tanat sürm üştür. Galata ve Üsküdor tepkelerinde inşa
edilmiş adını taşıyan iki cami hatırasını ebediyen Os­
manlIların hafızasına yerleşmiştir. H ürrem ve Kösem
Sultan’dan sonra hiç bir kadın kocası ve oğullan va­
sıtasıyla bunun kadar uzun iktidarda kalm amıştır.
V
Bunca ikbal, sonunda genç Sadrâzamın gözünü ka­
m aştırdı. Prens Eugène tarafından getirilen ve Mora ’da Venedikliler ile Türklerin karşılıklı nüfuz alan­
larını sınırlayan Avusturya teklifini reddetti. Avustur­
ya împaratorlu& u’nun Venedik Cumhuriyeti’nin Kar',ofca anlaşmasındaki ileili m addelerini garanti etmesi
şartına davanan Prens Eueène. iki devlet arasında ara ­
buluculukta ısrar ediyordu. Sr^râ^am , Venediklilerin
saldırgan öldükten b ir savaşta Avustuvalıların herhan­
gi bir müdahalesini kesin olarak geri çeviriyordu. Sad-
1510
ı âzam, Divan'da bu konuda şiddetli bir konuşma yap­
tıktan sonra ordunun bütün generallerini ve kadılarını
padişahın başkanlığında Daıaıd Paşa kışlasında bir
toplantıya çağırdı, böylelikle yanlış olarak diktatörce
yönetilmekle itham edilen sadâretir» saygısını ve Di.
■.an’m söz hürriyetini herkesin gözü önüne serdi. Konu..
Avusturya’ya savaş açılıp açılmaması idi.
«Görüşmeler Sadrâzamın hazırladığı bir bildiri ile
açıldı. Bu bildiri. Kariofça anlaşmasının hiç bir m ad­
desinin doğrudan veya dolaylı olarak, Türkiye iie s a ­
vaş durum unda olan V ened^’e Avusturya İm parato­
ru ’nun yardım etme hakkını vermediğini; im paratorun
bu yönde davranmasıyla barışı bozduğu ve dolayısıyla
Avusturya’ya savaş ilân edilmesi gerektiğini ortaya ko­
yuyordu. Şeyhülislâm da böyle davranılmasını uygun
Lulduğunu belirtti. O zaman Sadrâzam generallere dö­
nerek bir m üddetten beri fethedilmesi düşünülen Korfu üzerine mi, yoksa Avusturya sınırına mı yürüm e­
nin daha doğru olacağını sordu. Hepsi birden Sadrâza­
mın ordunun başına geçerek A v u s tu r y a lI l a r a karşı yü­
rümesini, çünkü bunların diğer kâfirlere benzemedi­
ğini belirttiler.
«Sadrâzam, korkak kimselerin, din düşm anlarının
ordusunu olduğundan daha güçlü göstererek müslüm anlarm cesaretini kırm aya çalıştıklarını ileri sürdü.
Şeyhülislâm’dan, savaşm aktan korkan böyle hainlerin
idam edilmesinin doğru olup olmayacağını sordu. Son­
ra gerekli hazırlıkları yaparak Belgrad üzerine yürüye¡•cklerini, eğer düşman
Osmanlı sınırlarını aşmak
küstahlığında bulunursa derhal kalasını ezeceklerini
bildirdi. Bu arada sınır boylarındaki kale kumandan-
1511
Jarına barışı bozacak davran 'şiara karşı dikkatli olma­
ları için gereken em irlerin verildiğini ilâve etti.»
«Sözlerine devam eden Sadrâzam K orfu’ya Diyarbekir Beğlerbeği Kara Mustafa Paşa’nm yollandığını
I u konu üzerinde kum andanların düşüncelerini bekle­
diğini belir: ti. Sadrâzam ’m çok önceden bu hususta
Lati kararlara vardığını farkeden ve onun düşüncesine
aykırı bir fikir ileri sürerek Devlet ve din düşmanı
olarak damgalanm aktan çekinen kum andanlar susma­
yı tercih ettiler.»
«Sözlerine son veren Sadrâzam bugünlük bu ka­
dar yeter, geceleyin iyice düşünün ve varın padişahın
huzurunda Davud Paşa Sarayı’nda toplanacak olan
Diıvan toplantısında bulunun, dedi.»
Ertesi gün ulemâ ve generaller Kaymakamın otaeında toplandılar. Sadrâzam gün doğumu ile Otağ-ı
Hümâyûn önünde gözüktü. Sadrâzam Dam ad Ali Paşa
aynı bildiride olduğu gibi bir konuşma ile görüşme­
leri açarak banşın Cumhuriyetin müdahalesi ile bo­
zulduğunu ve Prens Eugene’den alman m ektubu anlat­
tı. Şeyhülislâm fetvasını R eissüiküttap’a verdi, o da
okudu: sonra ulemâya ne düşündükleri soruldu. Belki
rövleyecek b ir şeyleri olmadığından, belki de düşünce­
lini açıklayarak göze çarpmış olm aktan çekindiklerin­
den kimse ağzım açmadı, en az onbeş dakika sessizlik
hüküm sürdü.
Sadrâzam bağırarak sessizliği bozdu. «Efendiler
niçin konuşmuyorsunuz? Herkesin düşüncelerini ser­
bestçe söyleyebileceği bir toplantıda bulunuyorsunuz;
fetvanın yasalara uygunluğu hakkında herhangi bir
>uşkunuz varsa açıklayın.»
1512
Nihayet eski Anadolu Kazaskeri Mirzazade Şeyh
Mehmed söz aldı: «Alman Başbakanından gelen mek­
tup sınırlarım ıza tecavüz olduğunu ispat etm emektedir.
Şu halde barışın bozulduğuna dair belirtileri nereden
çıkarıyorsunuz? Bâb-ı Âli’nin her şeyden önce bu konu­
da kesin deliller aranm ası ancak ondan sonra duruma
göre kararlara varması daha uygun olmaz mı?»
Sadrâzam şiddetle atılarak Bâb-ı Âli'yi barışı boz­
makla itham eden m ektubun tek başına savaş sebebi
t labileceğinı açıkladı. Eski Kazasker konuşm asına de­
vam ederek, düşmanın şimdilik açık vermediğini, bir
yandan savaş hazırlıklarını sürdürürken bir defa daha
düşmana talepte bulunulm asını, şimdilik sadece sınır­
ların iyi korunması ile yetinilmesin! belirtti. Karlofça
anlaşm asının hüküm leri bir defa daha okundu; içinde
Venedikle doğrudan ilgili bir tek m."dde bile yoktu, şu
halde Almanya’nın Venedik üzerinde hak iddia etmesi
] e demek oluyordu.
Şeyh Mehmed direnm ekte devam ediyordu: «Düş­
man sınırlarımızı aşmadıkça bu m ektup ona savaş ilân
etme hakkını bize vermez.» Şiddet,; münkaşanm so­
ru n d a yarı yarıya fikrinden cayan Sadrâzam şöyle de­
di: «Sınırla'.Tmızm kesin şekilde ih’âli ve geçerli se­
bepler olmadan savaş istemiyoruz; sadece Belgrad'a
kadar gidip gerekirse savaşacağız. Sınır boylarındaki
kum andanlarımıza her hareketerlerinde düşmana hak
verecek şekilde davranm am aları için çok sıkı emirler
verdik. Daha dün akşam Temeşvar beğlerbeğliğinden bir
mektup ald.k. Reisülküttap Efendi’ye dönerek gelen
m ektubun okunmasını em retti. Bu m ektuba göre Avus­
turyalIlar Sava üzerinden Bosna’dan gelen gemilerin
f-eçişine izin vermiyorlardı.
1513
Karşılıklı olarak birkaç söz daha konuşulduktan
sonra Sadrâzam vezirlerin, emirlerin, ayânlarm, hoca­
ların ve kum andanların olduğu tarafa döndü ve onlara
ikinci bir defa olarak, kendisinin ve Diyanbekir Beğ»erbeğinin çifte savaşı nasıl sürdüreceklerini sordu.
Hepsi birden, bir gün önce olduğu gibi, Sadrâzamın
Almanya'ya karşı yürümesin: uygun bulduklarını belirttiler.
Padişah toplantıyı kapam adan önce, «Tanrı izin
verirse, Edirne'de yeniden toplanarak Almanya savaşı­
nı konuşur ve yeni alınacak kararlara göre hareket
ederiz,» dedi. Avasofya'nın imamı ellerini göğe kaldı­
rarak duâ okudu. Padişah ayağa kalktı. Divan dağıldı.
Sadrâzam görüşmelerin sonucundan rahatsız olmuş
bir halde toplantıyı terketti. Birkaç gün sonra Kazas­
ker doğruluğunun cezasını gördü: Paravadi’ye basit
t i r kadı olarak tayin edildi.
O
andan itibaren büyük bir şevkle savaş hazırlık­
larına başlandı. Tersanede bulunan filodan ayrı olarak
onbeş çektirm e, virmibeş firkateyn, on eğik omurgalı
Kalyon ve sekiz fciuka daha yap'irıld;. Tuna’nm iizerinoe Demirkapı geçidûıin savunması i'o görevli olan îbıahim Pasa, Sadrâzam ’dan iki tuğ aldı ve Tuna ince
t-onanmanın kaptanlığına getiri'di Mevkufatçı İb ra ­
him Beğ ile Niş Defterdarı, İstanbul ile Belgrad arasın­
da ordunun yiyecek ve içeceğini temin etmekle görev­
lendirildiler. Kırım Hanı orduy- kaulm aya davet edil­
di; padişah ona sadak parası adı altında bin, sekbanla; m maaşı olarak da dört bin akçn voli adı. Korfu'ya geç­
mek için Gelibolu’ya gelmiş olan Ar j dolu Beğlerbe&i
liir k Ahm"d Paşa hemen Niş’e gelmek üzere em ir al­
'514
dı. Diğer taraftan, Lippa’h Ahmed Ağa, H otin’de Rakoçi’ye Sadrâzamın bir m ektubunu götürürken ele geç­
ti; bu m ektupta Sadrâzam, Tekeliye olduğu gitbi, Avus­
turya'ya savaş açmaları karşılısında Rakoçi’ve Erdel
Eeğliğini ve Macar krallığım vaad eaıyordu.
«Padişah yanında Kaymokam, Şeyhülislâm, iki Ka: asker, emirlerin başkanlan ve Div&r’ın bütün üyeleri
olduğu hâlde Edirne'ye yolland: I i J Ahmeö’in E dir­
ne'ye varraasıım> ertesi günü Anadolu Beğlerbeği de
birliklerinin b a şn d a şehre girdi ilk sıralarda gönüllü­
ler ve deliler yer almıştı. Sonra avcılar, sekbanlar ve
levendler, oniann arkasından elli ağa ve dokuz at geli­
yordu; nihayet beğerbeğinrn arkasında yayan bin tü ­
fekçi ve yüz kadar içoğlanı yürüyordu.
«Aynı gün padişahın daha önceden bildirdiği Di­
van toplantısı yapıldı. Savaş ilânının ve fetvanın okun­
masından sonra Sadrâzam söz aldı: «Daha önce kara­
rını aldığımız bir savaşın gerekliliği üzerinde tartışm a
yapmak için buraya toplanmış değiliz; gayemiz savaşı,
•'İmansızlarla savaş ve onlara k.jrşı m erham et duyma»
diyen vecizeye göre yürütm ektir Six yasa adamları ne
cüşünüvorsunuz ?'> İçlerinden bir kısmı «Tanrı yolunu­
zu açık etsin!» şeklinde cevap veri.ken diğerleri ku­
m andanların kendi adlarına konuşmalarını istedi.
«Sadrâzam bu sonuncular üzerine, kanaatlerini öğıenm ek için bir bakı.? fırlattığında hepsi birden padi­
şahın kullan olduklarını, ruhlarını ^e bedenlerini dev­
let ve din hizmetinde her an fedâ edeceklerini söylecjiler.
Otağ-ı Hüm âvûn’un imamı bu üçüncü savas divarm ı K ur’an-ı Kerîm ve Hadıs-i Şerif okuyarak kapalt».
1515
VI
Yeni bir bildiri yayınlayarak Avusturya’ya
savaş
ilân ediliyor ve dökülecek kanın sorumluluğu Prens
Eugene’e yüklen-yordu. Ordu padişah ve Sadrâzamın
başkanlığında Belgrad ile Edirne’nin yarı yolunda olan
Filibe’ye kadar ilerledi; orad? ikiye ayrılarak biri Tuna
üzerine yürüyüşüne devam ederken, c'ığeri sola dönerek
Venedikliler ite çarpışm ak üzere Makedonya ve Dalmaçya üzerine yürüdü. Niş’e gelindiğinde bir Lehis­
tan elçisi Sadrâzamın huzuruna çıkarak kralları Augueste’e karşı komşu m illetlerden vardım islediklerini
i ildirdi. Kes-inîil le bir tarih tespit etm ek mümkün de­
ğilse de, uzun zamandan beri Bâb-ı Âli’nin kuşkularını
1.yandıran Eflâk Voyvodası Brankovan’m azil kararının
Niş’te verılcıiği sanılm aktadır. Ancak azil tarihi kesin
olmamakla beraber bu prensin, III. Ahmed tarafından
haksız yere azledilmesi ve idam ettirilm esi o padişahın
•altanatını ebed ven lekelem iştir Sağlam bir m uhake­
meye sahip olan tarihçi Salaberry, Türk kaynaklarına
dayanarak bu cinayeti anlatm aktadır.
Boğdan voyvodası olan K antem iı’in son Rus seferi
sırasında Sultan Ahnıed’in düşm anlan ile işbirliği yap­
ınası ve sonundu Rusya'ya sığınması padişaha Brankovan’ın da ihanet ettiğine dair kuşkulara kapılmasına
sebep olmuştu. Bu haksız kuşkular voyvodanın sonu
olacaktır. Ulahlarm prensi yirmi altı yıldan beri
Eflâk’ı bir baba gibi Türklere tâbi ciarak yönetiyordu.
Masumiyetine ve faziletlerine rağmen Brankovan zin­
cire vurularak, haksız yere itham edildi, ihanetinin
cezasını çekmek üzere İstanbul’a yollandı.
1516
Y e d ik u le’y e
kapatılır kapatılm az
karısı v e
dört o ğ ­
lu babalarını savunm ak v e y a onun kaderini paylaşm ak
üzere İstanbul’a geldiler. Fakat o ö n ced en m ahkûm
olm uştu. B rankovan ile karısı v e dört o ğ lu da idam a
m ahkûm oldular.
B rankovan v e ailesin in Y edikule'de idam ları O s­
m anlılar üzerinde ö y le derin izler bırakm ıştır ki, pad i­
şahları II. O sm an ’ın da orada katled ild iğin i unutm uş
gözükerek her gelen e Y e d ik u le’nin surlarını gösterek
bu prensin acı sonunu anlatırlar.
VII
O rduy-u
H üm âyûn,
B elgrad
surları
aşarak
Petervaradin’in
çayırlarına
k alesi önünde Prens E u gen e y etm iş
önünde
girdi.
piyad e
nehri
Petervaradin
v e e lli sü ­
vari taburu ile Türkleri bekliyordu.
M uharebe, günün ilk ışıklarıyla başladı. Y en iç e rile­
rin kör cesareti ilk anlarda A lm an piyadelerini dağıttı;
cesaretten
doğan
hataları b ile
d eğerlendirm esini
çok
iyi b ilen tecrübeli kum andanın önünde dikkat ed ilm esi
gereken ihtiyata ön em verilm ed en A lm an hatlarının çok
gerilerine kadar düşüldü. Y en içerilerin so l kanadında
y ap tığı b askıya aldırm ayan fakat bütün dikkatini O s­
m anlı hatlarında açılan b o şlu ğ a toplayan Prens E ugene,
elli süvari taburuna em ir vererek o b o şlu ğ u işgal ettirdi.
A lm an süvarisinin ağırlığı v e sürati karşısında hiç bir
şey dayanm ıyordu.
Sipahileri ile silâhdarının ezilerek
sağa sola k açıştığın ı farkeden Sadrâzam bir elin e Sancak-ı Ş erif’i diğer elin e k ılıcın ı alarak şaşk ın lık içinde
kalan
askerlerinin
ortasında
çalışıyordu. Y en id en orduyu
onları
savaş
geri
döndürm eye
nizam ına sokam a-
1517
yacağmı anlayınca atm a atladı, bir avuç kum andan
'e içoğlanları ile yenilginin utancını çekmemek için
ölümün kucağına atılm ıştır. Alnından yediği bir ku r­
şun onu atının ayaklarının dibine cansız serdi.
Sadrâzamın etrafını çeviren yiğit askerlerin etki­
siyle bir an dağılan AvusturyalIlar şehit Ali Paşa’mn
cesedinin atının üzerine konup Belgrad’a götürülmesi­
ne izin verdiler.
Bozgun hâlinde olan ordu Serdârı’nın cesedi önün.
■'e kaçıyordu. Tuna ve Sava, Prens Eugene’in muzaffei
yüz bin adamı önünde mahvolan yüz elli bin O s m a n l I ­
nın kaçamayan artıklarının cesetleri ile dolmuştu.
Prens Eugene’in ganimeti bu sefer on bin asker, yüz
yirmi top, yüz kırk bayrak, Sadrâzamın otağı ve beş
Tuğu oldu. Sadrâzamın çadırında bi/lunan gizli vesika­
lar Viyana sarayına Lehistan’ın Bâb-ı Âli ile el altın­
dan işbirliği yaptığını ortaya çıkardı. Sadrâzamın ce­
sedi hazin bir cenaze töreninden som a Belgrad’da Sul­
tan Süleyman Camii’nin yanma gömüldü. Yetmiş yıl
sonra Belgr&d’ı ele geçiren AvusturyalIlar, Sadrâzam
Şehit Ali Paşa’nm cesedini m ukaddesata aykırı bir
ganimet gibi oradan çıkaracaklar ve H adersdorf orm a­
nı içinde Viyana’dan pek uzak olmayan b ir yerde Ma­
reşal Loudon’un mezarının yanma gömeceklerdir.
VII
Petervaradin bozgunu sırasm aa İstanbul’a dönm ek­
le olan padişah acı haberi duygusuz bir şekilde dinle­
ti. Belgrad ordusu ile dönm ekte' olan kum andanların­
dan Halil Paşa m uharebe alanından kurtarılan devletin
1518
mührüne sahip oldu. H a lil P aşa Saray'a b ostan cı o la ­
rak girm iş, sonra bütün rütbeleri çıkarak Seraskerliğe
kadar erişm iş bir Arnavuttu. A ltı saatlik bir m uhare­
b e sonunda T em eşvar k a lesi altı b in şeh id vererek
Prens E u g en e’e teslim oldu.
O sm anlıların
M acaristan'daki
m ağlûbiyetlerinin
yan k ısı, K apdan-ı D ery â C anım H oca'ya karşı direnen
K ont
Schulenburg
m uhafazasındaki
K o rfu ’y a
kadar
uzadı.
K apaan-ı
D eryâ,
K orfu ’da
başarı
sağlayam adı­
ğ ı iç in Y edik ule'ye kapatıldı.
Sadrâzam Orduyu y e n id en d üzene sokm akla m e ş­
gu l ik en Prens E ugen e g ü n eye inerek Belgrad'ı kuşat­
tı. B elgrad ’ı kurtarmak iç in koşup g e le n O sm anlı ordu­
sunun y e n ilg isiy le b iten ik in ci bir m uharebe
B elgrad k alesi vire ile A lm anlara te slim oldu.
sonunda
İki y ü z
top, kırk havan topu, yirm i b in gü lle, üç b in bom ba,
altm ış sancak, dokuz tuğ, m ehter takım ının bütün m u ­
sik î âletleri v ezirin çadırı v e h azin esi galip lerin elin e
geçti; nehrin k ıyısın dak i v e Tuna in ce donanm asında­
k i y ü z elli parça top O sm anlılara karşı çevrildi.
Sadrâzam
Sadrâzam A li
him P a şa ’nın
kargaşalık
arasında
kaybolm uştu.
E ski
P aşa’n ın kâtiplerinden v e D am ad İbra­
adam ı ola n g e ç m işi karanlık M eh m ed
P aşa adında biri devletin en y ü k sek m akam ına getiril­
di. B o sn a B eğlerb eği K öprülüoğlu tek başın a A lm anlara karşı direniyordu.
B arış
teklifleri
g elm ey e
b aşlayın ca
padişahın
D a­
m adı İbrahim Paşa, görüşm eler yapm ak ve anlaşm aya
varm ak üzere görevlendirildi. Prens E u g e n e ’e bir m ek ­
tup yazarak barış görüşm elerini galip olarak bildikleri
k im sey le yapm ak istediklerini bildirdi. A y n ı zam anda,
1519
Alınanlara karşı kullanılmak üzere Fransa’dan çağrılan
eski Erdel Prensi Rakoçi’nin E dirne’de kalması isten­
di.
Morava üze nde Sırbistan’ n kv'çük bir kasabası
olan Pasarofça her iki devlet tarafından görüşmelerin
yapılacağı ver olaıak kabul edildi. Avusturya taleple­
rinde oldukça ılımı davrandı Belki Adriyatik üzerinde
Venedik’i faz'i kuvvetlendirmekten çekindiği, belki
Ruslar ve Lelılikrden endişe duyduğu, belki de, artık
ezici olmaktan çıktığı için Osmanlı Devleti’nin İm p a­
ratorluk için yararlı olabileceğini düşündüğünden Vit,ana, Sırbistan'ı:-, anahtarı Belgrad’ı -.e bazı önemli b ir­
kaç kaleyi muhafaza etm ekten başk': b ir şey istemedi.
Balkan dağlan Edirne'nin yakın kulesi oluyor; Tuna,
Vidin, Niğbolu. Sofya bundan böyle Osmanlı İm para­
torluğumun tabiî ve sunî bir kuşağı hâline geliyordu.
IX
Türklerin daima değerini takdir ettikleri ve gerek
savaşta, gerekse barış görüşmelerinde gösterdiği doğ­
ruluğunu beğendikleri Prens Eugène, III. Sultan Ah-ned’den saf ka^. iki çöl atı, bir kılıç ve b ir sarık ar.
mağan aldı.
III.
Ahmed’in elçisi Mehmed E fend, Prens Eugéve'e şöyle hitap etmiş-i: «Hristvan'arm veziri, yüce
padişahım senin değerini ve bilgeliğini takdir eder,
sana onun adına teslim edeceğim şu arm ağanları gönuerdi. Bu kılıç, kuşatm alarda ve muharebelerde gösterciğin cesaretin- ran k , dehârım genişliğinin, tasarıları­
nın derinliğinin ve icraatında gösterdiğin ihtiyatın nivanesiclir. Son iki muharebede gösterdiğin cesaretten
1520
d olayı seni kutlarım; sağlam bir itaate sahip, say ıca ü s­
tün v e ancak senin y iğ it askerlerin ile k ıyaslan ab ilecek
olan O sm anlı ordularını yen d in .»
X
R u m eli B eğ lerb eğ i İbrahim Paşa
n a ’y a götürülen armağanlar D o ğ u ’nun
tarafından V iy a ihtişam ını gö zler
önüne
seriyordu.
Tarihçi
R a şîd ’e
göre
armağanlar
arasında şunlar vardı: «K ab zası irili u fak lı ik i y ü z m ü­
cevherle
işlen m iş
bir
K afkas
hançeri;
yakut,
inci,
züm rüt kak ılm ış,
altın
zin cirli bir
ten y e d i k o şu m y e d i g e m
silâh takımı; altın işlem eli
sadak;
hep si
gü m ü ş­
suluğu; üç çift ü zen gi v e
k a d ifed en y e d i eyer; y in e
aynı kum aştan y e d i haşa. İbrahim Paşanın k en d i çad ı­
rından başka tören için iki ayrı çadırı daha vardı. Y o l
m asraflarının karşılanm ası için padişah tarafından
otuzbeş b in akçe verilm iş v e y etm işb eş b in
akçe
de
sonradan yollanm ıştı.
«İmparatora v e receğ i armağanlar kırkdokuz tane
olup, şim d iye kadar Türklerin hiç bir A vrupalı hüküm ­
dara verm edikleri son derece k ıy m etli eşyalardan o lu ­
şuyordu. M aiyetinde y e d i y ü z altm ışüç k işi, altı y ü z
kırkbeş at, y ü z katır v e y ü z sek sen d eve ile A vusturya
topraklarına
girince
ihtiyacı
olan
her
çe şit
y iy e c e k
m ad desin i aldı;
-bağlanm ıştı.
elç iy e
her
gün
yüz
e lli
ekü
tahsisat
« S ch w ech a t’a g ele n İbrahim Paşa, m aiyetinde İm ­
paratorluk m uhafız kıtaları ola n bir saray m areşali v e
bir
im paratorluk
y etk ilisi
tarafından
karşılandı.
Türk
h eyetin in en önünde D iv a n ’ın tören çavuşları, arm ağan­
1521
ların bulunduğu yükleri taşıyan altı arabanın başında
h azineci
yanında
halıcılarla
anahtar
m uhafızı;
Paşa ’nın
m uhafız
b ölü ğ ü
geliyordu.
Onların
arkasında
y e ş il bayrak taşıyan bir bayraktar; e lçin in atları;
ğancılar,
imrahorlar v e
baş
m ab eyin ci ilerliyor;
do­
üç
tuğun
tu­
ikisi,
dalgalanırken,
üçüncüsü
yatay
olarak
tuluyordu.
Ü zerleri
haşalar,
kaplan
postları,
güm üş
k oşum ları ile örtülü y e d i at, za rif sorguçlu o n dört
d ivan çavuşu tarafından götürülüyordu.
«N ih ayet elçi, d ışı m ercan iç i resim lerle b e z e n ­
m iş, altın k a fesli bir araba içinde ilerliyor; sağında v e
solunda yayan olarak bir subaşı ile tüfekçibaşı g e li­
yordu. A rkasında ise o n iki içoğlan ı, k ılıç taşıyan bir
subay, hizm etkârlar, kâhyalar, e lç ilik kâtibi, iki im am
iki m üezzin, bayraktarlar, sucular, at uşakları, çadırcı­
lar v e m uazzam bir m ehter takım ı İbrahim Paşa'ya
e şlik ediyordu.»
XI
A vrupa'nın
yollan an
bu
gözünü
ihtişam
kam aştırm ak
örneği
yol
için
alırken,
yer
A lm anya'ya
sarsıntıları
v e yan gın bir g ece içinde İstanbul'da yirm i iki b in ev i
y o k ediyordu. Sanki bütün olaylar bir araya gelerek
saltanat
zev k e
devrinde
düşkün
suikast
ilg isiz liğ i
hazırlıyor
onun
bu
gib iyd i.
y en ilg ile r
Padişahın
veya
tabii
felâk etler karşısında ü zü lm esin e e n g el oluyordu.
Sadrâzam in kibri de bunlardan etkilenm edi. R us çarının
İstanbul'da d evam lı bir e lç i bulundurm a isteğ in i k a­
bul
ederken,
M askofların
hüküm darını bir
imparator
olarak tanımaktan kaçınıyordu.
F : 96
1522
«E fen d im
dünyada
_
İmparator
ik i
tanır,
Padişahın
ken d isi v e R om a İmparatoru (A lm an ya İmparatoru)» d i­
yordu. B u
yen iled i.
şartlar dahilinde
R u sya
ile
Prut anlaşm asını
X II
Bu
görüşm eler
ve
felâk etler
arasında
İstanbul’da
büyük eğ len celer tertip ediliyordu.
1712 ilkbaharında
III. A hm ed'in oğullarının v e k ızlarının düğünleri v e
sünnetleri
m ünasebetiyle
y ap ılan
törenlerin,
eğ le n c e ­
lerin v e debdebenin tasviri İmparatorluk tarihçisi R aşid tarafından k u lem e alınm ıştır
«III. A hm ed o
sıralarda kızlarından üçünün v e
yeğen lerin d en ik isin in düğünleri ile oğullarından dör­
dünün sünnetlerini kutladı. N işan lılar K apdan-ı D eryâ
Süleym an Paşa, N işa n cı M ustafa P aşa v e esk i Sadrâ­
zam Kara M ustafa P aşa ’nın o ğ lu A li idi. B u üç gözd e
padişahın üç k ız ı ile evlendi.
«O sm an P aşa Ü m m etu lla h ’ın
ve
A ğrıb oz
v a lisi
Si-
lâhdar İbrahim Paşa da, daha ö n ce K öprülüoğlu N u m an Paşa ile nişanlı ola n fakat on u n ölüm ü ile b o ş ka
lan A y şe Sultan ile hayatlarını birleştirdiler; her ik isi
de II. M u stafa’n ın kızlarıydı. Padişah tarafından düğün
am iri olarak se çilen H alil A ğ a y a dört şehzade iç in te ­
nasül b ollu ğu n a d elâlet ed en şekerden dört hurma ağa­
cı yaptırm ası em redildi. Y in e
çe D o ğ u ’nun tem silî dilinde,
ancak
düğün
günü
çek ilen
şekerden
ev liliğ in
b ed en î
ğ in i gösteriyordu
«T ersaneden saraya taşınan
v e yelkenler: alanda düğün için
yaptırılan bah­
tatlı taraflarına
acılarla
varıla b ilece­
b ü yü k g em i direkleri
hurma ağaçları y a p ılı­
yordu. D iğ er on çadırda şekerden b ah çen in y ap ım ı için
marangozlar, çilingirler, ressamlar, ciltçiler v e
şeker-
1523
çiler toplanmıştı. Halil Ağa verilecek yemek için onbin
tahta tabak, Avrupa’da bulunan Rodosta, Amecik, Şe1 irkâhya ile Asya’da Hüdavendigâr Sancağında bulu­
nan Gölecik, Yenice, Taraklı ve Gülpazarı’ndan yedibin
c'okuz yüz tavuk bin dört yüz elli hindi, üç bin piliç,
iki bin güvercin, bin ördek; içinde çeker ikram etm ek
üzere onbin kâse ısm arlanm ıştı.
«im paratorluğun her tarafına yollanan görevliler,
rşçılar, şekerciler, şarkıcılar rakkaseler arıyordu. Yüz
yirmi kırba, deriden tulum ları ve elbiseleri ile eğlence­
ler arasm da nizamı sağlayacaklardı. Halil Ağa, şehzade­
lerin evleneceği gün padişah tarafından sünnet ettirile­
cek beş bin fak;r çocuğa yeni elbise'er dağıtmakla göı evlendirildi. Düğün sırasında gösteriler yapacak olan
güreşçiler, ip canbazları gibi hüner sahibi olan kim se­
ler İstanbul'a geldikçe çeşitli kum andanların, topçular n ve silâhdarlprm himayecine ver ıivordu. Yeniçeriierin, topçuların vc silâhçıların m utfaklarından tabak
ve büyük kazars'.ar; vakıflardan ve c'evlet büyüklerinin
saraylarından kalaylı bakır kap kacak ödünç alındı
Padişahın bütün m utfak eşyası bu ören için seferber
edilmişti.
«Kanunî Su’tan Süleyman’ın devrinde Sadrâzam
İbrahim Paşa’nın bir Sultan ile evlenmesi sırasında pa­
dişahın düğününe iştirak etmesinden kendisine büyük
1 ay çıkardığını, im parator V. Karlos’a ve Macaristan
Kralı Ferdinanc' a yazdığı mi ktuplaraa sahip olduğu
i;u şerefi belirtm ek için Sah>b-es-sûı diye imza attığı­
nı görmüşüzdür. III. Ahmed döneminde de güçlü Sadlâzaın Nevşehir): Damad İbrahim Paşa az şerefe nail
olmamıştır. Zira oğlu Mehmed de şehzadeler ile birlik­
te sünnet edilmiş, onlar gibi iki hurm a ağacı ve bir şe-
’524
'..er bahçesi alm ıştır. Sadece onun aldıkları şehzadelelinkine nazaran yarı boyuttaydı.
«Eski Saray'da tam am lanan hurm a ağaçları Topkapı Sarayı’na, orc’an da dev çadırlarla birlikte Okmeycanı’na taşındı. Orada Kâhyıbeğ, defterdar, yeniçeri
tğası ve diğer sı baylar çadırların kurulm asına nezaret
ettiler.
«Önce Osman Paşa ile padişahın yeğeni Ümmetullah
Sultan’m nikâhları kıyıldı (15 Eylül 1720). Düğünlerinde
alışngelmiş usûllere göre damadın sağdıçı maiyetiyle
gelerek düğün arm ağanlarım getirdi. Heyetin en önün­
ce çiçek ve meyve dolu sepetler; sonra şal dolu boh­
çalar, altın ve m ücevherat keseleri ve nihayet zengin
l i r şekilde donatılmış atlar ve diğer arm ağanlar vardı.
Şeyhülislâm, sultanı “emsil eden Kıziarağası’nm ve Os­
man Paşanın kâhyasının huzururda evlilerin m utlu ol­
m aları için T an n ’ya vakardı, sonra yirmi bin düka tu ­
tarındaki drahomayı damada teslim etti. Bu törenden
sonra genç ‘jvlilerin nâmına Akalasına, oda hizm etkâr­
larına ve diğer hizm etkârlara astragan yakaL ceketler
dağıtıldı. Arkasından hep birlikte kahve ve şerbetler içilc.i.
«Osrmn Pasi ’nın düğünü ile peceü gündüzlü onaltı
gün sürecek şehzadelerin sünnet düğünlerinin başlan£ cm a kadar dört çün ara verildi. Her gün ziyafetler
veriliyor, viizleıce fakir çocuk sünnet ediliyordu. Şeh­
zadelerin sünnet düğününe hazırlanıl masında geçen dört
¡'ün bovunca Okmeydaııı’nda koyunlar kurban edildi.
Ordunun yüz eüı cerrahı, şarkıcılar, rakkaseler, güreş­
tiler, hokkabazlar için çodırlar kun.ıklu, hepsine kahve
ve şerbetler dağıtıldı, gül suları ikram edildi.
«Şafak sökerken çalınmava başlayan davullar ve
nekkareler yeni bayram ın başladığını ilân ederken
1525
kırbalar
dişah
selim î
alanı
süpürm eye
solunda
sarıklan
şeklinde
ve
sulam aya
başladılar.
Pa­
sim li
kum aştan
kapancıları,
yuvarlak
ile şehzadeleri; kallavi d enen piram it
sarıklarıyla
vezirler
h acim li
ulem â v e silindir gib i sarıkları
gânlar arasında ilerliyordu.
sarıkları
(m ü cev v eze)
(urf)
ile
ile
hoca-
bir
D ev letin kürklü ceketleri de sarıklar gib i ço k
şekilde sınıflandırılm ıştı; sim li kum aştan olup
titiz
önü
ve
arkası
du­
kara
sam ur
k aplı
kapanıca,
olağanüstü
rumlarda padişah, şehzadeler, sadrâzam ,
v e damadlar tarafından taşınırdı; saray
diğer vezirler
m abeyincileri-
ninkine ise erkânkürkü denir, yen leri b o l olanları da
ferrac
d iye
adlandırılırdı;
üstkürk
adlı
cek etler
ise
devletin
yü k sek
rütbeli
subaylarına
giydirilirdi.
Ü stkürklerin b a zısı yalan cı y en lere sahipti, çünkü bulu n ­
dukları m evk i icabı padişahın v e y a bir v ezir in elini,
hattâ
kolunun
hem en
bu yalan cı y e n i öperlerdi.
«Sam ur
kürklerin
üstündeki
içine
y en in i
kaplanacak
ö p em eyen ler
kum aşların
renkleri de Türklerce kutsal sayılan dokuz ayrı
ayrılm ıştı. Bunlar; m avi, eflâtun, kırm ızı, k o y u
renge
m avi,
açık m avi, g ö k m avisi, k o y u y e şil, açık y e ş il v e sarım tı­
rak y eşild i. B ey a z Ş ey h ü lislâ m ’ın elb iselerin in hâkim
rengiydi, y e ş il de vezirlerin; kırm ızı, ölü m kararlarını
yerine
getiren
m abeyin cilerin
rengiydi.
En
y ü k sek
rüt­
b e li ilk altı yasa adam ı, iki kazasker, em irlerin başkanı,
M ekke, M ed ine v e İstanbul kadıları ile B â b -ı Â li’nin en
y ü k sek
rütbeli
altı
m em uru,
üç
defterdar,
defterem ini,
reissülküttap, v e nişancı k oyu m avid en elb iseler taşır­
lar; büyük ulem â v e hocagânlar eflâtundan elb iseler
giyerler;
müderrisler,
şeyh ler
ve
daha
alt
rütbede
m a­
1526
b ey in ciler
açık
v uşlar
ve
vezirlerin
m avid en
lirler,
nih ayet
kum aş
ağaları
pad işah’ın
kullanırlar;
ancak
ahırında
açık
tımarlı
m avi
çalışanlar
ça ­
g iy in eb i­
n eftî
ku­
m aşlar kullanırlardı. Ç izm elere g elin ce,
baylarınınki sarı; generallerinki kırm ızı
B â b -ı Â li suv e ulem ânınki
m avi
ey er
k onuş
olurdu.
K oşum ların,
durumları
olağa n
haşaların
günler
ve
ve
D iv a n
m ak üzere iki ayrı usûlde uygulanırdı.
«A vrupa
hükümdarlarının
m aiyetinde
örtülerinin
günleri
o l­
çalışan
k i­
şileri
sınıflandıracak
üniform aları
uygulam aya
b aşla­
dıklarından
çok
önceleri
O sm anlı
İm paratorluğunda
d evlet v e saray büyükleri için çeşitli üniform alar bu
şekilde sınıflandırılm ıştı. R u sy a ’n ın askerî v e
m etlerde çalışanları çeşitli rütbeler altında
siv il h iz­
sınıflandır­
m asından b ah sed ilecek olursa, O sm anlı İmparatorluğu'nun K anunî Sultan Sü leym an devrinden beri
B âb -ı
 li’y e b a ğ lı birinci, ik in ci v e üçüncü derecede m em u ­
riyetleri
sınıflandırdığı
söylenebilir. R ütbe
bakım ından
Sadrâzam,
Ş eyh ü lislâm ’a;
altı y a sa
adam ı,
B â b -ı
b a ğ lı altı yü k sek memura; m ollalar, hocagânlar,
risler, şeyh ler v e saray m abeyincilerine; ordu ağaları
im paratorluk
b a ğ lı
dereb ey­
leri de saray ağalarına eşitti.
«Ş eh zad elerin
sünnet
düğünlerinin
ilk
p adişahın elin i ep en vezirler v e b eğlerb eğleri
gününde
k en d ile­
rine
ayrılm ış
ü zen gicilerin e
sofralara
arm ağanlarını verdiler.»
18 E ylülde başlayan
ve
d evlete
 li'ye
m üder­
oturm adan
ö n ce
eğ len ce ler
ile
kızlarağasına
sünnet
törenleri
resm en açılm ış oldu. H er gün ziyaretler yap ılıyor,
nerler gösteriliyor, ziyafetler veriliyordu. E lçilerin
b u l töreni ancak 27
lim .
E ylü ld e
hü­
ka­
oldu. Y in e R a şîd ’i iz le y e ­
1527
«A vrupa
devletlerin in
elçileri
yedi
devam
eden
eğlen celerin
h epsine
adına ilk çağrı Fransız e lç isi
ile
k âm generalleri
vuşlarına yapıldı.
29
E ylü l
ile
günü
kadırga
İn giliz
b eğleri,
ve
gü n
boyunca
katıldılar.
Padişah
topçu, silâhçı, istih ­
kaptanları
H ollanda
ve
elçileri,
ça ­
im am ­
lar, şeyhler v e dervişlerle Galata, K asım paşa v e H asköy sakinleriyle birlikte tören alanına geldiler. V e n e ­
dik b a ly o su ile A vusturya elç isi, beğlerb eğleri ile in zi­
v a y a çek ilm iş dervişlerle beraber dâvet edildiler; en
sonunda
İstanbul’un
b aşlıca
sur
d ışı sem tlerinden
olan Üsküdar, Galata, E yüp v e K asım paşa sakinlerine
p ilav d ağıtıld ığı gün R agu se e lç isi de sünnet düğünü­
ne davet edildi.
E ğlen celerin on b eşin ci v e son günü Padişah, v a k ıf­
ların
ve
sultanların
m ülklerinin
tem silcilerin i
kabul
etti. A y n ı gün Saray’ın h izm etinde ça lışm ış olan yirm iiki yen içeri ortasına para dağıtıldı, eğ len celeri
subaylara gayretlerinden ötürü kaftanlar giyd irild i.»
yö n eten
E ğlen celerin son gününden sonra şehzadelerin asıl
sünnet törenleri başladı. B aşta Sadrâzam ile K ubbealtı vezirleri olm ak üzere herkes arm ağanlarını sundu.
B un ca y en ilg in in arkasından b ö y lesin e bir şatafat
m üslüm an kibrinin için d e yunanvârî bir
düşüşü g ö s ­
teriyordu. Kendi zilletini farketmemek düşüşlerin en
fecîsidir, çünkü bu bir ruh düşüklüğüne delâlet eder.
İm paratorluğun yap tığı barış
III A h m et ile Sadrâzam ı’na vakar içinde eğ len m esin i tem in ed ecek kadar
şanlı
bir
barış
değildi;
zevk
ve
eğlen celerin in
p işm anlık, saadetlerinin altında ise z ille t yatmaktadır.
altında
¿528
X III
Bu barış yılları başkenti güzelleştirmeye, bahçe­
ler, su yolları ve cam iler inşasına harcandı; Boğaz’: n
iki kıyısı Doğu’nun yeni bir Bâbil’i haline geldi. Pasarofça barış anlaşm asını imzalamış olan Mehmed Efen­
di elçi olarak gönderildiği Fransa’dan, İstanbul’un teI elerini ve vadilerini mekân ve geleneklere göre süs­
lemek isteyen Sadrâzam ’a Versailles, Marly ve Fonta­
inebleau saraylarının tasvirlerini plânlarını ve resim ­
lerini getirdi. Nevşehirli İbrahim Paşa efendisinin zih­
nindeki endişeleri silm ek've barışın bu eğlencelerle tacimı çıkarmak için Osmanlı Devleti’nin bütün ihtişa­
mını ortaya koym aktan kaçınmıyordu. Genç olmasına
ıağm en bu Sadrâzam, arka arkaya gelen felâketlerden
sonra savaş dehâsının m üslüm anları terkettiğine ve
inatla aksi davranan talihe karşı bir defa daha deneme
yapılmayacağına kanaat getirmişti. III. Ahmet’in saltaı at devrinde XIV. Louis taklidi binaların, bahçelerin
ve eğlencelerin parlaklığı bu dönemin son yıllarını ay­
dınlatm aktadır.
Boğaz’m ve Haliç’in başlangıç noktasında Asya kı­
yısından pek uzak olmayan bir kayalık üzerinde, eski
Lir yangınla harap olmuş Leandros kulesinin yerine
Öamat İbrahim Paşa tarafından şimdiki adıyla Kızkulesi yaptırılm ıştır.
Yine onun devrinde Haliç’in kıyılan ağaçlar, çeşır.eler, köşkler ve m erm er sıralar ile 'bir kat daha gü­
zelleştirilmişti. Sadrâzam ’ın gayretiyle Haseki -Sultan
için Kâğıthane’de doğu stili b ir saray inşa ettirilmiş,
roernjer su yollan ile derenin bu saravın etrafını çev­
relemesi sağlanmıştı. Yapma şelâlelerin tatlı şırıltısı
1529
Hasekilerin ve cariyelerin teneffüs ettiği havayı se­
rinletiyordu. Sadrâzam tarafından Padişah’a sunulan
t u Saray'ın hizmete açılışı dolayısıyla eğlenceler ter­
tip edilmişti.
Sadrâzam ’ın parlak dehâsı sayesinde, Ramazan ay­
larında büyük cam ilerin aydınlatılm asına başlanm ış­
tı. Yarım daire şeklinde dem ir lâm balar sayesinde ya­
pılan bu aydınlatmaya «mâh» yeni av denm iştir.
Yine Nevşehirli Damat İbrahim Paşa’nın dönemin­
de ilk defa olarak fener alayları re lâle bayram ları
düzenlenmişti; her ilkbaharda, ya Saray’da, ya da Paciişah’ın Boğaz’ın iki kıyısındaki yalılarında kutlanırdı.
Bu bayram larda lâle bahçelerine değişik renklerde fe­
nerler asılırdı; lâlelerin arkasında kalan fenerler çi­
çekleri pırıl pırıl gösterirlerdi. Eski M ısır’ın Sais şeh­
rinin fener alayları yüzyıllarca sonra Nil kıyısından
Boğaziçi’ne aksetm iş gibiydi.
Şimdiye kadar hiçbir Sadrâzam ın Padişahına ve­
remediği eğlenceler. Damat İbrahim Paşa tarafından
Sultan III. Ahmed’e ve ailesine Beşiktaş’taki yazlık
spreyında verildi. «Bu bayram a Padişah, dört şehzade­
si Süleyman, Mehmed, M ustafa ve Bayazıt, yedi kızı
Ümmü Gülsüm, Hatice, Âtika, Saliha, Ayşe, Rabia ve
7eyneb Sultanlar; dört şehzadesinin annesi, genç yaş­
larında ölen şehzadelerin dört annesi; III. Ahmed’in
resmî nikâhlı beş karısı; başka sekiz sultan, sultanların
sırdaşı onaltı cariye ve Padişah’ın on gözdesi katıl­
mışlardı. Başta kızlarağası, silâhdar, baltacı kâhyası
olmak üzere Saray’ın iç hizm etierinde görevli altmış
kişi hazır bulunuyordu. Hepsine Sadrâzam tarafından
işlenmiş taşlar, nâdide kum aşlar arm ağan edildi.»
1530
Sık sık tekrar edilen bu bayram lar sonunda çiçek
sevgisi halk arasında öylesine kök saldı ki, aynı çağ­
larda Fransa'da ve Hollanda’da bazı kişilerdeki lâie
yetiştirm e merakını kat kat aştı. Bunun üzerine bil­
hassa Avrupa’da lâle yetiştirilmesi üzerine yazılmış
ciltlerle kitap neşredildi. İstanbul’da da Şükûfecibaşı
nâmı altında yeni bir meslek türedi; diploması altm
yaldızlı güller ve diğer renkli çiçeklerin resimleri ile
süslü olup şu sözlerle son buluyordu:
«Bu diplomanın sahibinin bahçevan ustası ola­
rak kabul edilmesini; onun huzurunda herkesin nerkis
gibi dikkatli bakmasını, gül gibi kulağını vermesini;
zambak gibi on dilli olmamasını; dillerinin ucunu uygun­
suz kelimelerin kanına batırm adan nar çiçeğinin di­
keni gibi yapmamalarını; mütevazı olmalarını ve gül
koncası gibi ağızlarını kapalı tutm alarını, mavi sünf.ül giıbi vaktinden önce konuşmam alarım ve nihayet
menekşe önünde eğilmelerini ve inatçı olmamalarını
oileriz.»
Eğlencelere olan düşkünlüğü sonunda Sadrâzam,
\aktiyle faziletli Köprülü sayesinde rağbet bulan, fa­
kat sonraları terkedilen şenliklerin usûlünü yenileştir­
di. Bundan önceki son Sadrâzam'ın bu şenlikleri yeni­
lemeyi düşündüğü çok israfa sebep olacağı düşünce­
siyle vazgeçtiği bir vakıadır. Buvük bayram şenlikleı nin üçüncü günü yeniçeri Ağası, Sarayında Sadrâ/am 'a şatafatlı bir yemek düzenledi.
Fakat, şehzadelerden Mehmed, Mustafa ve Bayazıd’a verilen ilk ders münasebetiyle tertip edilen şen­
likler ihtişam ları en fazla dikkati çekenlerdir. Bu şenI kler Saray’ın deniz kıyısında İnci Köşkü denilen yer­
de yapıldı (8 Ekim 1721). Sadrâzam, Şeyhülislâm Ru­
1531
meli kazaskeri, defterdar ve Reisülküttap için çadır­
lar dikildi. Saray'ın birinci ve ikinci imamları, Feyzullaıh ve Abdullah Efendiler şehzadelerin lalası olarak
seçildiler.
Padişah înci Köşkü'ne gediği an, kızlarağası Be^ir ile Sadrâzam Damad İbrahim Paşa, H üküm dar’m
inmesine yardım etm ek için ilerlediler, kollarından
tutarak onun için hazırlanmış otağa soktular. Hemen
sonra, Damad İbrahim Paşa, Şeyhülislâm ve Kapdan-ı
Deryâ kendi çadırlarına girerek yemeklerini yediler.
Sofradan kalktıktan sonra heyet bahçe kapısından
geçti ve arz odasına geldi. Bir çeyrek saat sonra Bâb-f
Saadet’te Şehzadelerin en büyüğü olan Mehmed Sul­
tan gözüktü. Üzerinde bir kapanıça başında mücev­
herlerle bezenmiş sorgucu ile arz odasına gelen Şehzade’ye haznedar ile kızlarağası kollarından tutarak
yardım ediyorlardı; sırası ile vezirlere, ulemâya ve
nâzırlara elini uzatarak öptürdü.
Biraz sonra diğer şehzadeler Şeyhülislâm, Kapdan-ı
Deryâ, kazaskerler, silâhdar, defterdar, reisülküttap,
çavuşbaşı, başmabeyinci, Devlet tarihçisi Râşid ile
birlikte içeri girdiler. Padişah tahtına oturdu; sağma
\e soluna şehzadeler, Sadrâzam, Şeyhülislâm,. Kapdan-ı Deryâ, em irlerin başkanı, iki kazasker ve Ayasofya şeyhi oturdu; diğerleri ayakta bekliyorlardı
bam ad İbrahim Paşa’nın bir işareti üzerine şeyh
arapça bir dua okumaya başladı; bitirince, Sadrâzam
şehzadelerin en büyüğünü kucağına aldı ve Şeyhülislâm ’ın karşısına halının üzerine b irik ti; sonra silâhdar
i.nların arasına kırmızı kaplı bir rahle koydu ve Şey1ülislâm alfabenin ilk beş harfini öğretmeye başladı
Şehzade harfleri Şevhülislâm’dan sonra tekrar edin­
1532
ce, III. Ahnıed oğluna işaret ederek Şeyhülislâm’ın
elini öpmesini istedi; fakat din a d a n ı elinin öpülmesir.e müsaade etmedi, kendisi şehzadenin omuzunu öp­
tü. Aynı tören diğer iki şehzade için de tekrarlandı.
Padişah ve oğulları çekilince, oturu1masına izin veri­
len diğer yüksek rütbeli m em urlara hıl’at, ayakta duıan diğer saray erkânına da kaftanlar giydirildi.
Bu tören de son bulunca diğer küçük iki kardeşe
Padişah tarafından zengin koşumlu iki küheylân ve
m urassa bir Ku> 'an-ı Kerîm ve'■ildi im paratorluk taı'hnüvisi bu töreni bütün ayrıntısına kadar anlatırken
Padişah’ıri, vezirlerin ve diğer yüksek rütbeli subay­
ların arkasında kalan içoğlanlarmm töreni izleyebil­
mek için büyük gayret sarfettikler:r„i farkedınce, vez’rlerine işaret ederek yerlerini bu gençlere bırakm a­
larım istediğini 1 aydeder. Bu olay TU. Ahmed’in miza­
cının bir özelliğini gösterm ektedir Aynı şekilde Damad İbrahim Paşa da ulemâ smıf.-na karşı duyduğu
i'givi belirtm ek için Peygamber’in doğum günü müna•ebetiyle yapılar, toplantıda kalabal.ğm arasında sıkı­
şan ulemâyı ön tarafa çağırmış, yer ı.i Şeyhülislâm ile
1
-azaskerlere bırakm ıştı. Onlara hoş görünme arzusu­
nu fırsat çıktıkça ortaya kovm uştu); meselâ haftada
üç defa mektepiere gidiyor, K ur’an m okunm asına ve
tefsir edilmesine nezaret ediyordu
Son olarak da,
eserimizde tasvirleri ile bize rehber olan im parator­
luk tarihnüvisi Râşid’i Halep krıdıhıVna getirerek ulemâya verd’ği önemi bir kere daha ''elirtm iştir.
Eski bir zalim yasanın gereği i.ab ı oğullarından
l'iri hariç diğerlerini cellâda teslim eden kendinden
ünceki Padişahlardan daha baht:var olan III. Ahmed,
1533
taltanat döneminin ilk on yılında et; az yarısı hayatla olan yinnidört oğlan ve kızın babası olarak yaşa­
mıştı. t'Jç kızının evlenme, dört cğlunun da sünnet tö­
renlerini vaptırınasındanberi üç yıl peçmişti. Şimdi de
kızlanndan Âtike, Hatice ve Ümmü Gülsüm, Sultanlar,
i'erkes Osman P aşanın oğullan M elm ed Beğ, AL Beğ
ve Ahmed Beğ i!e evlendiriyor Ju, tekin bu sefer kızk.rm a drahom a olarak, ablalarına verdiği yirm ibin
düka altınının ancak yarısını verebiliyordu.
Osmanoğullarmdan gelen şehzadelerin ve sultan­
ların evlenme törenlerini veıi geldikçe sık sık tasvir
ilm eye çalıştık. Buna rağmen Râşîd’den bize kalan
• Düğünler kitabı»ndan, Avrupa’da yerleşmiş bir dü­
şüncenin yanlış olduğunu ispat etm ek için bir ayrıntı­
yı daha buraya aktaracağız. Avrupa’da hâkim olan dü­
şünceye göre Padişah, beğenmek tenezzülünde bulun­
duğu cariyesini bir mendil atarak yanma çağırırdı. Bu
düşünceye sebep olan şeyin, nişanlı kızın müstakbel
kocasının sağdıcından nişan sepetini aldıktan sonra
ona, arm ağanlarını aldığını belli etmek için yolladığı
«nişan mendili»nden çıktığını sanmaktayız.
III. Ahmed, düğünlerden, lâle bayram larından, ih­
tişamlı dinî bayram lardan gayri günlerinde, bütün h ü ­
küm et işlerini üzerine almış olan Sadrâzamını ziyaret
etm ek veya hazine dairesi ile tersaneyi teftiş etmekle
vakit geçirirdi. Padişah’m Damad İbrahim Paşa’nın
evinde geçirdiği akşam larda, Sadrâzam ona «helva» ik­
ram etmeyi adet edinmişti. Bu kelimeyi «halvet» keli­
mesi ile karıştırm am ak gerekir. Harem sâkinlerinin
nehirde yapacakları gezi esnasında "halvet» ilân edi­
1534
lirdi; yani kadınların ve cariyelerin geçeceği yollarda
herkesin evlerine çekilmesi, sokakların boşaltılması
temin edilirdi. (*)
XIV
Yeni bir gemi denize indirileceği vakit Sultan
/’hmed hiçbir surette bu töreni kaçırmazdı; nitekim o
vağda ilk defa olarak yapılan üç köprülü bir kadırgaı.m denize indirilişi esnasında son derece dikkatli dav­
randığı gözlerden kaçmamıştır. Hazine dairesine yap­
tığ ı ziyaretlerin ise gözlerini, Damad İbrahim Paşa’ı.m akıllı tasarrufu sayesinde biriken altın ve gümüş
yığınlarında dolaştırıp zevk alm asından başka bir ga­
yesi yoktu.
Barış, Devlet’in kasalarını doldururken sanayii
ve ticareti de geliştiriyordu. Zaten saltanatın başlıca
gayesi de barışı sağlamaktı; şimdi görünen faydaları
ile barışı elde etmek için gayret gösteren Baltacı Meh­
met Paşa’ya yapılan haksız itham ların ne kadar yan­
lış olduğu bir kere daha ortaya çıkıyordu, im parator­
luğun ziyadesiyle istifade ettiği Sultan Ahmed’in bu
t iişüncesini Damad İbrahim Paşa m aharetle yerine ge­
tiriyordu.
Rusya ile yapılan bu barışın çok fazla tadılan faycaları Sadrâzam Damad İbrahim Paşa ile Padişah’ı
rhlâka olduğu kadar İslâmiyete de aykırı düşen bir
(*)
Kitabın T ürkleri A vrupa’ya tanıtm ak için yazıldığını
okuyucunun unutm am ası gerekil. B izler için anlam­
sız olan bu uyarı, AvrupalIlar için önem lidir. (Ç.)
1535
anlaşm a ile Ç ara bağlamasaydı im paratorluk çok da­
ha m utlu olurdu. Bâb-ı Âli’nin Çar ile birlikte İra n ’a
karşı kurdukları ittifaktan bahsetm ek istiyoruz. Önce
bakışlarımızı, Avrupa'da Lehistan ?ibi askerî şar ile
sivil anarşi arasında bocala 3'an İran üzerine çevire­
lim.
XV
İra n ’ın Rusya ve Osmanlı İm paratorluğu lehine
topraklarının parçalanm asından önce savaşçı ve vahşi
bir kavim olan Afganlar İran tahtını zayıflatmışlardı.
İra n ’ın başkenti İsfahan Şah Tahm asp’m elinden, Afganların ilk zorba kralının oğlu ve amca kaatili Mahm ud tarafından alınmıştı. Tahttaki rakiplerini bir an­
da yok etmek isteyen Mahmud bir geçe içinde, kaçan
Şah’ın bütün soylu taraftarlarını ve üçbin kişilik m u­
hafız kıtasını kılıçtan geçirmişti. Şiddetli mizaca sa­
hip olanlarda görülen anî ve zıt değişimlerden birine
kapılan Mahmud Şah birden herşeyi yüzüstü bırakarak
dağa çıkmış, inzivaya çekilerek suçlarının affı için
oruç tutm aya başlam ıştı. Yeryüzünün kuytu köşeleri­
ne çekilerek nefsine ceza verme ^ok eski zamanlardanberi H int’te, İra n ’da ve Filistin’de uygulanırdı. Ancak
bu taçlı keşişler bir müddet hayvanlar gibi otladıktan
sorıra inzivaya çekildikleri yerlerden yeni ihtiraslar
veya yeni cinayetlerle süslenecek budalalıklarla çıkar­
lardı.
Nitekim Mahmud Şah da in:nder. çıktığı vakit öy­
leydi; elinde tutsak bulunan zavallı Şah Hüseyin’in
üç amcasını, oııbir kardeşini ve viizden fazla çocuğunu
elleriyle boğmuştu. Bu ihtiras bunaklığından sonra
1536
fizikî bir bunaklığa kapılarak, kriz anlarında dişleri
ile kendi vücudunu koparm aya başladı. En sonunda
kuzeni Eşref onu yakalattı ve İsfahan Sarayı’nda boğdurttu. Şah Hüseyin’in torunu Tahmasp, taraftarları
ile E şref’in üzerine yürüdü. Tahm asp'm yaklaşm asın­
dan telâşa kapılan bu zorba İstanbul’a elçi göndererek
Rusların ve Türklerin İran topraklarım çiğnemesini
protesto etti ve aynı zamanda TII. Sultan Ahmed’in
yardımım diledi.
Osmanlı Türkleri ile İran Türkler; arasındaki mez­
hep kavgası Bâb-ı Âli’nin elçiyi eeri çevirmesine ve
İra n ’a savaş ilân etmesine yeter sebep teşkil etti.
Köprülü’nün torunlarından Abdurrahman Paşa yirmibin askerin başında İran ordusunu Erdebil yakınların­
da Moghan bozkırında bozguna uğrattı.
Eşref Şah’m bu yenilgileri devam ederken Taht’ın
gerçek sahibi Şah Tahmasp O sm an'lara, güney eya­
letlerinden bir kısmını terketmel: vaadiyle ittifak tek­
lif ediyordu. Bu teklifler Divan'da kabul edildi ve Se­
rasker Ahmed Paşa’nın kum andasındaki altm ışbin Osmanlı, Hemedan ovasında Eşref Şah’m ordusu ile kar­
şılaştı. Yenilen Ahmed Paşa, ordusunun artıkları ile
Bağdad’a çekildi. Eşref Şah ile Türk:er arasında Bağdad’da yapılan bir barış anlaşması sonunda İran, Kirmanşah, Hemedan, Ardelan, Tebriz Tiflis, Revân, Sul­
taniye ile bir kısım toprağını dahrı Orm anlılara terkediyordu. Ahmed Paşa'yı yenmesine rağmen Eşref Şah
ancak bu barış sayesinde zorla sahip olduğu İran
Tahtı üzerindeki hakkını Divan’a kabul ettirm iş olu­
yordu.
İra n ’ın kuzey ve güney eyaletlerinin parçalanm a­
sı sırasında Rus Çarı da boş durm am ış Hazar Denizi
1537
ile Kafkasya’ya kom şu olan İran topraklarını işgal et­
mişti. Şimdi, İran üzerinden böyl’sine ihtiyatsızca ve
lıile ile fethedilen muazzam topraklarda Rusya ile Os­
manlI Devleti arasında bir sınır çizilmesi gerekiyordu.
İstanbul'daki sınır düzeltme görüşm elerinin m ahir pa­
zarlıkçısı Rus generali Aleksandr Romanzof, yanına
Mehmed Derviş Ağa adında bir Osmanlı yetkilisini ala­
rak sınırlan belirlemek için başkentten aynldı. Siya­
sete aykırı bir görüşle bu paylaşma işine karıştırılan
Fransa’dan hakemlik yapmak üzere b ir heyet isten­
di. Bu paylaşma 23 Aralık 1727 yılında m üslüm anlarm
felâketine sebep olacağı düşünülm eden imzalandı.
XV. Louis’niıı ileri görüşten yoklun dışişleri bakanı
M aurepas, İra n ’ın Türkler ve Ruslar arasındaki paylaş­
m asındaki tuzağı ve coğrafî yakınlaşm alarının eninde
sonunda Doğu ile B atı’mn çatışm asına yol açacağını
asla farketm em iştir.
XVI
Bağdad anlaşm asını imzalayan Eşref Şah’ın elçi­
sine verilecek kabul resmi Sadrâzam ’a Avrupa’nın ve
Asya’nın gözünü kam aştırm ak için yeni bir fırsat ha­
tırlam ıştı.
Iran elçisi Şirazlı Mehmed Han’ın başkente geîış
günü kadınların sokağa çıkmaları yasaklanmıştı. İran
heyetinin geçeceği yollar önceden onarılmış ve temiz­
lenmişti; vezirlerin oturduğu kubbenin üzerindeki aitın yaldızlar tam amen yenilenmişti; Saray’ın giriş ka­
dısından Bâb-ı Saadet’e kadar uzr-nan parm aklıklar
kırmızı atlas kumaşla kaplanm ıştı. Parsçayı ana dili
F : 97
1538
¿ibi bilen iki kâtipten biri birinci m ihm andar,
tîçi tercümanı olarak tayin edildi
diğeri
Mehmed Han Üsküdar'dan İstanbul'a geçerken Beşiktaş - Tophane arasında altı büyük savaş gemisi, Karaköy limanı ile Galata yağ iskelesi arasında yepyeni
dokuz kadırga ile liman içinde tersane önünde yedi
savaş gemisi daha göründü. Üsküdar’dan ilk gümrük
önüne gelinceye kadar bu gemiler ile limanda demir
atm ış olan diğer bütün gemiler dokuzyüzden fazla top
atışı ile elçiyi selâmladılar (3 Ağustos 1728). Gümrüğe
gelen elçiye im paratorluk nalbantı tarafından fevkalâ­
de süslenmiş bir küheylân sunuidu.
İran elçilik heyetine yeniçeri ağaları yol gösterir­
lerken, arkalarında divan, sipahi ve silâhdar çavuşları,
m üteferrikalar, sipahi kâtipleri, sancak muhafızlarının
dört generaii, yeniçeri albayları geliyordu. En arkada
yay ve tüfekle silâhlı, kötü giyimli kırk, elli kadar Af­
gan askeri vardı.
9 Ağustos 1728 günü Sadrâzam ’m elçiyi kabul etti­
ği oda işitilmemiş bir ihtişamla döşenmişti. Kabul
odasının arkasındaki «hasır odası» bile kıymetli İran
halıları ile kaplanmıştı; arz odasının zeminine serilen
halılar ise sanki ipek, altın ve inciden meydana gel­
miş bir çiçek bahçesini andırıyordu. Şeref yerinde otu­
ran Sadrâzam ’ın ayaklarının dibinde inci işlenmiş bir
örtü seriliydi; sağında, züm rüt ve yakutları ışıldayan
bir hokka takımı göze çarpıyor, solunda, pırlanta işli
siyah kadifeden ciltli bir K ur’an yine pırlantalı bir
rahlenin içinde duruyordu. Ocağın vanmda beş ayrı
rahlenin içinde altın ve inci işlemeli onaltı K ur’an-ı
Kerîm daha sıralanm ıştı.
1539
Ocaktan sofaya doğru uzanan duvar boyunca kristâl küreli sekiz saat dizilmişti; fevkalâde bir işçilik
eseri olduğu anlaşılan raflarda değerli kitaplar itina ile
sıralanm ıştı. Odada hizmet gören uşakların kıymetli
kuşaklarına mücevherli hançerler tutturulm uştu. Dev­
let Bakanları'nın, D efterdarın, Reisülküttap'ın, Çavuşbaşı’nın, Devlet kâtipleri’nin, Sadâret Kethüdası’nm,
birbirleriyle yarış edercesine giyimleri şatafatlıydı;
E.ncak hepsinin kıyafeti, Sadrâzam ’m üstündeki yüzük­
lerin, kuşağın, hançerin ve kopçaların pırlantalarından
fışkıran parıltı yanında sönük kalıyordu. Tarihnüvisin
dediğine göre herkes başından ayağına kadar bir inci
ve pırlanta denizi içinde yüzüyordu. Aralarında Sadrâzam 'ın oğlu ve yeğenleri bulunan, beş tanesi Padişah’m damadı olan yedi Kubbealtı veziri Sadrâzam ’ın
elini öptüler, Kapdan-ı Deryâ sağında diğer altısı so­
lunda olmak üzere yere oturdular; Devlet Bakanları
ve onların arkasında Devlet kâtipleri kollarım göğüs­
lerinde kavuşturarak ayakta dürüyorlardı. Kıymetli
taşlar kakılmış altın kâseler ve fincanlar içinde çeşitli
şekerlemeler ve kahve sunuldu. İkram lar sona erince
Vezirler ayağa kalktılar, sofanın karşısına geçip oturdu­
lar; elçi Sadrâzam ’m yanına yerleştirildi, diğer elçilik
m ensuplan odadan çekildiler ve böylece Sadrâzam ile
elçi başbaşa yarım saat kadar sohbet ettiler. Bu arada
Damad İbrahim Paşa’nın elçiye, sadece Padişah’a hi­
tap eden Şalı'ın m ektubunu getirdiği, İran sadrâzamı­
nın kendisine m ektup yazmadığı için bir hayli serze­
nişte bulunduğu kaydedilmektedir.
Görüşmelerin sonunda Sadrâzam şerbetler ve ko­
kular dağıttırdı, Mehmed Han'a kırmızı atlas kaplı
sam ur kürkünden ceket giydirdi, maiyetindeki İran ­
¡540
lılara da zengin kaftanlar ve değerli koşumlu atlar a r­
mağan etti.
XVII
Yalnız bu İstanbullu Hz. Süleyman’ın iltifatları iki
yüzlüydü. Rus Çarı Deli Petro ölmüş, im paratorluğu
Çariçe K aterina’ya, siyasetinin düşüncesini Prens Mençikof’a, ihtiraslarını vatandaşlarına, yarı yarıya par­
çalanmış İra n ’ı da generallerinin eline bırakm ıştı.
Ancak İran'da Deli Petro kadar zalim ve savaşçı bü­
yük bir adam ortaya çıkacak ve bu İm paratorluğun
dağılmış parçalarını bir tek el altında yeniden topla­
mayı başaracaktır.
Aksak Temir’in ruhunu ve dehâsını Semerkand'dan İsfahan’a taşımış gibi gözüken bu cihangiri tanıt­
maya çalışalım.
XVIII
N âdir Şah’ın, tarihçisi Mirza Medhî ve devamlı
olarak karargâhında olan bir İngiliz tarafından kale­
me alınan hayatı, mizacı üzerinde pek az karanlık nok­
ta bırakm aktadır.
Nâdir Şah'ın babası, büyük, göç esnasında İra n ’ı is­
tilâ eden Türkmen aşiretlerinden birine mensup bir
Türktü. Bu aile o zamana kadar pek tanınm am ıştı, fa­
kat soylu idi, zira İra n ’da köle olmayan her kimse o aşi­
retin kollektif asaletine m ensuptu. Bu konuda Mirza
Medhî şöyle der: «Elmas değerini çıkarıldığı kaya par­
çasından değil, kendi parlaklığından alır!» Nâdir Şah ın babası ailesinin hayatım koyun postundan elbise
yaparak kazanırdı. Özbek hanının kızını istetm eye yol­
ladığı elçilerine Nâdir Şah şöyle yazıyordu: «Benim ta­
1541
rafım dan söyleyin ki, ben
torunuyum.»
N âdirin oğlu,
kılıcımın
Çocukluğundanberi askerlik içinde yoğrulmuş, bir
m üddet sonra H orasan’da aşiretinin m ensupları ile
komşu Özbek Türklerine saldırmış, b ir aşiret beğiııin
kızım kaçırmıştı, İran Tahtı’m zorla ele geçiren Eşref
Şah’a karşı savaşan Tahmasp onu ordusuna almıştı.
Savaşlarda gösterdiği yararlılık ve giderek çoğalan as­
kerlerinin sayısı ona, Horasan valisi ünvanım kazan,
dırm ıştı. Ancak Şah’tan bağımsız hareket etmesi ve
zulmü bu ünvamnm geri alınmasına sebep olmuştu.
Şaıh’m da desteğini kaybedince Afganistan'da bir baş­
ka aşiretin başında olan ve Herat kalesi ile eyaletine
sahip olan akrabalarından birinin yanına sığındı. Ak­
rabası onu yanına aldı, emrine üçbin adam verdi, Şah
Tahmasp ile banşıtırdı. Afganlar üzerine yaptığı se­
ferlerde kazandığı başarılar adını herkese duyurdu.
H erat kalesini eline geçirmek isteyen Avşarlı Nâdir,
akrabasının kuvvetlerini gafil avladı ve onu öldürttü.
XIX
Bu cinayetle bir başkente, bir hâzineye ve bir o r­
duya sahip olan Avşarlı Nâdir bütün H orasan’ı Şah
Tahmasp adına fethetti. Her tarafta şahsî otoritesini
sarsan bu kum andana haklı olarak kıskançlık duyan
Şah Tahmasp, Nâdir’i hain ve âsi ilân etti. Nâdir Şah
efendisinin bu zahirî nankörlüğünden istifade ederek
Tahm asp’ın ordusunu aleyhine isyana teşvik etti; Şah m üzerine yürüdü, onu tutsak etti, fakat İra n ’da hâlâ
eski sevgisini kaybetmemiş olan bu hanedana karşı
1542
görünüşte saygılı davranarak Şah’ın tutsaklığım örtbas etti.
AfganlIlara karşı daima muzaffer olan ordusu sayesinde Avşarlı Nâdir Şah’tan m ükâfa: olarak Horasan'ı,
M azanderan’ı, Sistan’ı ve Kirm anşah’ı aldı. Sahte al­
çakgönüllülüğü ile Sultan ünvanını alm aktan kaçmı­
yordu; aslında onun gözü daha yükseklerde idi. Rus­
larla Osmanlılarm ittifakı ona topraklarını daha büyült­
mek imkânını hazırladı. Şimdilik basit bir kumandan
gibi gözüken, geleceğin Şah'ı Avşarlı N âdir’in ülkesini
AfganlIlardan yeniden fethetmek, yabancı hanedâm kov­
mak, Tahm asp’m zayıf kişiliğinde eski Safevî hanedânını yeniden Taht'a oturtm ak, kuzeyde Ruslarla, gü­
neyde OsmanlIlarla savaşmak, onları yenmek ve işgal­
leri altındaki toprakları kurtarm ak ve düşmanı olan
üç büyük Devlet üzerinde bunca zafer elde ettikten
sonra Şah olarak taç giymek en büyük arzusuydu.
Nâdir Şah’ın gittikçe yükselen talihini burada bıra­
kalım ve İstanbul’da saltanatın bir darbe ile devrili­
şine seyirci olalım.
XX
İra n ’da cereyan eden olaylar İstanbul'da saf müslümanların kalbinde acıyla yankılanıyordu. Dalâlet
mezhebinden fakat islâm olan bir im paratorluğun par­
çalanması için Osmanlı Devleti’nin kâfir Ruslar ile it­
tifaka girişmesi, Osmanlılarm namuslu ve sofu içgüdü­
lerini gizliden gizliye isyan ettiriyordu. Öyle zamanlar
vardır ki, sadece vicdanlarının ışığı ile aydınlanan mil­
letler hüküm etlerinden çok daha siyasî olurlar. Rusya’­
yı kendilerine yaklaştıran ve büyüten ittifaka karşı
Türkleriıı ruhunda nasıl bu kehanetin doğduğunu kes­
1543
tirm ek mümkün değildir. Acıma ve infial duygusu, İran
hanedânının içine düştüğü acıklı durum a tam amen duy­
gusuz kalan bir H üküm dar ile bir Sadrâzam ’a karşı
kamuoyunun nefretini durm adaa körüklüyordu.
İstanbul'da elçileri hâlâ Sulfan Ahmed tarafından
ağırlanırken Şah Eşref, Avşarlı N adir’in önünde üç
defa arka arkaya yenilmişti. Nâdir tarafından kovala­
nırken, Eşref, elinde tutsak tuttuğu Tahm asp’ın baba­
sı Şah Hüseyin’i kahpece boğdurtm uştu. Bu ihtiyarın
kanı, Sultan Ahmed tarafından aceleyle tanınan Eşref’e
karşı intikam diye bağırıyordu. Bu zorba Şah bir avuç
Afganlı ile Afganistan’a doğru kaçarken, yenildiğini
haber almış olan Belûcistanlı aşiretler çölde onu ku­
şattılar kafasını keserek, sadakatlerinin nişanesi olarak
Şah Tahm asp’a yolladılar.
Tahmasp ise Avşarlı Nâdir sayesinde Taht’ım elde
etmişti; bir müddet sonra Nâdir Şah İsfahan’a halkın
tezahüratı arasında girdi. Tahmasp ile N âdir’in İsfahan
sarayına yerleştikleri gün Şah E şref’in harem inin
m utfağında çalışan üstü başı dökülen bir köle kadın
Tahm asp’ın huzuruna çıktı ve kendisinin Tahm asp’m
annesi olduğunu ispat etti. Eşref’in Safevî hanedânmı
ortadan kaldırmak için yaptığı katliam dan kurtulm ak
isteyen kadın köle elbiseleri giyerek E şref’in harem in­
de en rezil işlerde çalışmıştı. Ana ile oğulun bu bek­
lenmedik karşılaşm aları bütün Doğu’da halkın göz
yaşları içinde dinlediği bir efsane haline gelmiştir.
XXI
Tahmasp sözde Tahtı’na kavuştuktan bir m üddet
sonra elçisi İstanful’a gelerek, Türkler ve Ruslar ta ­
1544
rafından zorla alman Iran eyaletlerinin iadesini istedi.
Sadrâzam Taihmasp’m bu haklı istemine, İra n ’a savaş
ilân etm ek ve elçisini Midilli’ye sürmekle cevap verdi.
Kendi ifadesine göre Avşarlı Nâdir tarafından ku­
şatılan Tebriz'in kurtarılm ası için bizzat sefere çıka­
cağını söyleyerek Sancak-ı Şerifi 24 Şubat 1730 tari­
hinde Üsküdar’a dikti. Gelenek olduğu üzere ordu,
Sadrâzam'ın töğları etrafında Asya'daki bu ilk konak
yerinde toplanmaya başladı. III. Sultan AJhmed de bü-,
tün Saray erkânı ile altı gün sonra Üsküdar’a geçe­
cekti. Ordu Sadrâzam ’ın başkanhğm da 18 Eylül’de
hareket edecek ve Halep yolunu i/leyecekti. B ütün
sefer boyunca Padişah Üsküdar'da kalarak Avrupa ve
Asya’dan çağırılan yardım cı birliklerin sırayla İran'a
yollanmasına nezaret edecekti. Hiçbir şey bu seferin
tasarısına ve başarısına en ufak bir m uhalefet olduğu­
nu belirtm iyordu.' Fırtına, 'büyük' bîr" sükûnetin âlt'inda yatıyordu.
XXII
Yalnız Ü sküdar’daki karargâhda yeniçeriler, sipa­
hiler, topçular arasında Sadrâzam ile kum andanların
cleyhinde bazı zayıf itirazlar yükseliyordu. B ir kısmı,
İra n ’da peygamberin soyundan gelen b ir Şah’ı tahtın­
dan ederek ganimetini Rus gâvurları ile paylaşmanın
dine karşı ağır bir hakaret olduğunu; diğerleri ise
Tahmasp Kulu Avşarlı Nadir, OsmanlIları Tebriz’den
kovarken orduyu bir aydır Üsküdar’da bekletmenin bir
utanç olduğunu söylüyorlardı. Bu fısıldaşm alar h er za­
m anki gibi genel bir memnuniyetsizlik uyandırıyordu.
Tek başlarına hiç bir şey yapamayan fakat sayıca üs­
1545
tünlüklerinin kudretine inanmış insanları bir araya
toplayarak meşguliyetsiz bırakm ak kadar tehlikeli bir
şey yoktur! Güneş altında, silâh elde padişah’ı Üskü­
dar'da bekleyen askerlerin sabırsızlığı tesadüfi hir olay­
la belirsiz bir şikâyetten anî bir patlam aya vardı.
XXIII
Üsküdar’a çıkm ak için Saray'ı terkeden padişah­
lar daima gün doğumunda hareket ederlerdi. Güneşin
göğün ortasına gelmesine rağmen, Üsküdar’dan bakan­
lar Topkapı Sarayı kıyılarında III. Ahmed’in kayıkları­
nın hâlâ bağlı olduğunu görüyorlardı. Askerler bu ge­
cikmenin sebeplerini tartışıyorlardı; padişaha
refa­
kat edecek olan muhafız kıtası, tuğlar, atlar, imam laı
çoktan Boğaz’ı aşm ışlar Üsküdar lim anında bekliyor­
lardı.
Sultan Ahmed sarayında tereddüt içinde bekliyor­
du. Belki babasından kalan tahta hakkıyla geçen biı
hüküm dara karşı silâhlanmanın ve böylece hanedânlarm a karşı sadakatsizlik gösteren m illetleri cesaretlen­
dirm iş olm aktan çekindiğinden, belki Şeyhülislâm ile
Ayasofya vâizi Isperîzade’nin uyanlarından, belki Teb­
riz’in Tahm aspkulu N adir’e tesliminde rüşvet almakla
iıtham edilen Sadrâzamın siyasetinden çekindiğinden
ve belki de, bütün devlet işlerini yakînen bilen ve bir
vezir kadar dehâ sah ib i olan kızkardeşi Hatice Sultan’ın öğütlerine duyduğu saygıdan III. Sultan Ahmed
sarayı terketm eye bir türlü yanaşmıyordu.
Bu alışılmamış gecikmenin Üsküdar'da bekleyen
birlikler üzerinde vapa.cağı olumsuz etkilerden endişele­
nen Sadrâzam, İsmail Ağa’vı ne olup bittiğini anlam a­
i 546
sı için Üsküdar’a yolladı. İsmail Ağa dönüşünde padi­
şahın huzurunda Sadrâzama gece yarısından beri bo­
şuna bekletilen askerlerin tanık oldukları bu oyalan­
ma yüzünden gittikçe öfkelendiklerini bildirdi.
O zaman III. Ahmed kayığına binmeye karar ver­
di. Ordugâhta derin bir sessizlikle karşılandı. Bütün
gece isyan tohum lan filizlenmeye devam etti.
XXIV
Ordunun; padişahın ve Sadrâzamın yokluğu, baş­
kenti halkın heyecanına açık tutuyordu. Ertesi gün
(29 Eylül) Patrona Halil adlı bir Arnavut onbaşının
emrindeki yeniçeriler Bayezid Camii önündeki Kaşık­
çılar Çarşısında birden bire isyanı başlattılar. Oradan,
alış veriş etm ek için halkın doldurduğu Kapalı Çarşı­
ya dalarak dükkânların kapanması ve m üslüm anlann
kendini takip etmesi için haykırmaya başladılar.
Diğer yeniçerilerin ve ayak takımının katılması ile
git gide büyüyerek Yeniçeri Ağası Haşan Paşa’nın köş­
küne vardılar, onun emriyle hapsedilmiş bozguncu ve
dikbpşlı yeniçerilerin serbest bırakılm asını istediler.
Korkak Haşan Paşa, Patrona Halil’in emirlerine itaat
etti. Açılan hapishanelerden sokaklara hapiste asabileş­
miş, serbestliğe sarhoş, intikam hırsı gözlerini bürü­
müş büyük bir kalabalık döküldü. Silâhçılar, saraçlar
ve eskiciler çarşısını yağmalayarak bütün şehre isyan
ve dehşet saldılar. Bu yağma esnasında Patrona Halil,
yeniçeri kışlasına drOsrak beşinci ortanın k la n ın ı
plarak Et Pazarı'na yürüdü ve toplanma işareti olan ka­
zanın etrafında karargâhını kurdu.
1547
XXV
İstanbul şimdi tam am en âsilerin insafına kalmıştı.
İsyan, Halil’in başkanlığında giderek büyüyor ve teş­
kilâtlanıyordu. Şehri korumakla görevli olan Kapdan-ı Deryâ içinde hiç bir kuşku olmadan sabahleyin
şafak sökerken Çengelköy’ündeki köşküne gitmiş lâle­
leriyle meşgul oluyordu Reisülküttap da dünden beri
Haliç kıyısındaki köşkünün gölgesinde istirahat edi­
yordu.
Geç vakit haber aldıkları isyanı bastırm ak için ka­
yıklarına bindiler, şehre çıktılar, ayaklanmanın sebep­
lerini öğrenmeye çalışırken Kapalı Çarşı'ya geldiler,
dükkân sahiplerine dükkânlarını açm alarını em retti­
ler. Sadrâzam ve yeniçeri ağası ile durum u tartışm ak
üzere yeniden kayıklarına bindiler süratle Üsküdar’a
gittiler.
XXVI
Aynı anda Sadrâzam yanında Kubbealtı vezirleri
olduğu halde Boğaz’ı aksi istikam ette aşarak Saray’ın
kıyısındaki H ünkâr Köşkü’nde toplanmak üzere acele
ediyordu. İsyanın tehlikeli ve um um î olduğuna, padi­
şahın derhal şehre dönmesi gerektiğine ve Et Pazarı’ndaki âsilere karşı yeşil Sancak-ı Şerifin açılmasına
karar verdiler.
Bu tavsiyeyi yerine getirmek için kayığına binm e­
den önce Sultan Ahmed sırdaşı olan kızkardeşi Hatice
ile bir görüşme yaptı. Hatice Sultan kardeşine, gerek­
tiğinde âsilere sorum lu adamlarım teslim ederek h a­
yatını kurtarm ası için uzun zamandan beri başlıca ve­
zirlerini elinin altında tutm asını öğütlediğini h atırlat­
1Î48
tı. îyice karanlık bastırdığında âsilere boyun eğmekten
hicap duyan padişah, kızkardeşind terketti, kayığına
binerek Topkapı Sarayı’nın kıyısına çıktı. Bahçelerden
sessizce geçerek Saray’a girdi. Onun huzurunda bütün
gece ve gündüz aralıksız süren bir toplantı yapıldı.
XXVII
Et Pazarı ile Saray arasında her zamanki pazarlık­
lar başladı. Ancak hiç bir neticeye varılamadı; Sadrâ­
zam tehlikenin çok büyük olduğuna inanm ak istemi­
yordu; Patrona Halil ise git gide halk tarafından daha
fazla desteklendiğini farkediyordu.
Toplantı hâlinde olan Divan’m bütün habercilerine,
«Bizim padişahtan istediğimiz bir şey yok, ancak dini«
mizi ve devletin siyasetini bozan Sadrâzam ’ın, sadâret
K elhüdası’mn, Şeyhülislâm’ın ve Kapdan-ı Deryâ’nın
kelleleri teslim edilmedikçe buradan ayrılmayacağız,»
diyordu..
Sultan Ahmed bu talepler karşısında yeşil Sancak-ı
Ş erifi çıkarıp Saray’ın civarındaki sokaklarda dolaştı­
rarak gerçek m üslüm anların yardım a koşması için bo­
şuna çaba harcadı. Kimse sancağın etrafına gelmedi;
kutsal sancağın imansız eller tarafından taşındığına
dair propaganda yapılılyordu. Nihayet âsilerin nezdinde yeni bir teşebbüste daha bulunuldu. Saray ile âsi­
ler arasında tarafsız kalmış gibi gözüken bostancılara
padişahın emriyle Kapdan-ı Deryâ ile kethüda teslim
edildi, Patrona Halil'e bir haber yollanarak Sadrâzam
ile Şeyhülislâm’ın da azledileceği bildirildi.
1549
Âsiler, «Şeyhülislâmdın sürülm esi kabulümüzdür,
lâkin İbrahim Paşa’mn kellesini isteriz!* diye diretti­
ler.
29’u 30 EylüPe bağlayan gece, taht ve bunca kelle
üzerine yapılan pazarlığı sessizliğine ve karanlığına
gömdü. K aranlıklar içinde hiç bir olay olmadı. Son­
radan elde edilecek ganimeti paylaşmak için ihtilâlleri
hazırladıklarını iddia eden bazı karaktersiz kimseler
yine maskelerini düşürdüler, Padişahtan uzaklaşarak
onunla halk arasında arabuluculuk teklifinde bulundu­
lar. iki yüzlüler arasında âsilere nefretten ziyade m er­
ham et ilham eden ihtiyar Şeyhülislâm, Arnavut Sulâlî
Efendi ve Ayasofya vâızı ve başkent imam larının başı
Isperîzâde de bulunuyordu. Bu üç aracı, um um î tehli­
keyi görüşmek üzere erkenden Ayasofya’da toplanan
ulemanın önüne çıktı.
Şeyhülislâm hepsine hitap ederek, «Halkın hidde.
tinin benim gibi zavallı bir ihtiyarın başı üzerinde do­
laştığı ve ak sakalımı kana bulam ak istendiği doğru
olabilir mi?» diye haykırdı.
Ulemâ ne kendi aralarında, ne de halktan hiç
kimsenin asla böyle bir oinayeti düşünmediğim belirt­
ti. .
Şeyhülislâm devam etti: «Eh madem ki öyle, pa­
dişahın hal’edilmesinden başka devletin kurtuluş yolu
gözükmüyor; durum un ortaya çıkardığı bu korkunç
gereklilik için görüşme yapacağız.»
Sonra hep birlikte sabah namazını kıldılar, Sad­
râzamın gizli görüşme için onlan beklediği Revün Köşkü’ne doğru dinî bir alay teşkil ederek gittiler.
1550
Nevşehirli Damad İbrahim Paşa, ulem ânın karşı­
sında, kendisini fedâ eden sadakatin ifadesiyle konuş­
tu. «Biliyorum ben şimdi ölü bir adamım, lâkin şimdi
hepimize düşen ödev hiç olmazsa hünkârım ızın kutsal
günlerini korumaktır!» Sonra Şeyhülislâm’a dönerek,
«Padişah, Kapdan-ı Deryâ ve kethüda ile seni azletti
ve sürdü!» dedi.
Bu sözler üzerine bostancılar ihtiyar Şeyhülislâmı
Kethüda ile Kandan-ı Deryâ'yı muhafaza ettikleri oda­
ya götürdüler. Medine kadısı M ustafa Efendi’ye Şey­
hülislâmlık verildi. O zaman ulemâ Revân Köşkü’nden
Ayasofya’ya döndü, kendi aralarında en saygı değer
olanlarını yüksek m akam lara atam alar yapmak üzere
âsilere görüşmeye yolladı.
XXVIII
Ulemânın temsilcileri Et Pazarı'na geldiklerinde
âsilerin çoktan atam aları yapmış olduğunu gördüler.
Subayların kendileri ile işbirliği yapmam alarına rağ­
men yeniçeriler Reisülküttap (Dışişleri Bakanı) ola­
rak ihtiyar silâhdar Süleyman Efendi’yi, İstanbul ka­
dısı olarak İbrahim adında bir soytarıyı ve Anadolu
Kazaskeri olarak da gizli suç ortakları Arnavut Sulâlî
Efendi’yi seçmişlerdi.
Süleyman Ağa ile Sulâlî Efendi ordu adına Saray'a
giderek âsilerin ültim atom unu verdiler. Bu ültim atom ­
da dört vezirin kellesi, âsilerin seçtiği adam ların onay­
lanması ve padişah ile ulemânın âsi elebaşılarına, ceza
vermeyeceklerine dair imzalı bir ahid vermesi isteni­
yordu.
1551
Artık tamamen âsiler tarafından etrafı çevrilen III.
Ahmed, büyük bir ızdırap içinde kendi başım k u rtar­
mak içııı sevgili hizm etkârı ve dostu Sadrâzam ’ı fedâ
etti. Cellâtlar, Sadrâzamı, bir gün önceden beri idam la­
rını bekleyen Kapdan-ı Deryâ, Şeyhülislâm ve Kethüda’nın muhafaza edildiği mahzene indirdiler. O geceden
itibaren padişahın başkanlığında toplanan yeni Di­
van, halkın bin bir türlü işkencesine m âruz kalm ama­
ları için kelleleri istenen kurbanların öldürüldükten
sonra âsiere teslim edilmesine karar verdiler. Cellâtlar
Sutan Ahmed’in ızdırabına saygı duyduklarından bu
iğrenç idamların saatini bildirmemişlerdi.
Padişah hâlâ âsileri yumuşatabileeeğini umarken
bir kısım askerin Saray'ın dışında çıkardığı patırdıdan
çekilinilerek aceleyle idam ları yapıldı ve cesetleri Et
Pazar’na götürecek olan bir saman arabasına üç vezi­
rin cansız vücutları atıldı. Cesetler Et Pazarı’na kadar
varamadan yolda ayak takımı tarafından durduruldu,
cansız vücutlarda zaferinin kanlı bir ganimetini bulan
âsiler onları parça parça ettiler.
İbrahim Paşa'nm cesedi, Saray’ın önündeki geniş
alanda inşa ettirdiği çeşmenin önüne, Kapdan-ı Deryânınki Horlıoı çeşmesi yalağına atıldı, Kethüda’nmki
ise Et Pazarı’na kadar sürüklendi.
Bu uğursuz haz, kalabalığı sakinleştireceğine cüre­
tini nereye kadar arttıracağını ortaya koydu. Padişahın
halkın adaletine canlı kurbanlar teslim edeceğine, ce­
setler vermesi şiddetle tenkid ediliyordu. Sadrâzamın
cesedini soyan ahlâksız insanların tanıklığı ile padişa­
hın İbrahim Paşa yerine ona son derece benzeyen E r­
meni kayıkçı Manoli'yi katlet; irdiği dedikodusu yayıl­
maya başladı.
1552
Bu dedikodu, Sadrâzama ait olduğu söylenen cese­
din sünnetsiz olmasından dolayı gittikçe daha fazla iti*
bar kazandı. Bu olayı kendi ülkesine nakleden Fransa
elçisi bu dedikodu hakkında şöyle demektedir: «Sadrâ­
zam aslen hristiyan Erm enidir. İstanbul'a geldiğinde
sünnet olmayı ihmal etmiş, herekese kendini koyu bir
m üslüm an olarak gösterm iştir; aslında o hiç bir dine
bağlı değildi.»
XXIX
Sahte ceset verildiği hakkm daki itham lardan büs­
bütün alevlenen hiddetli halk ilk defa olarak Sultan
Ahmed’in hal'edilmesi için haykırmaya başladı. Isperîzâde, padişahın yüzüne karşı artık ordunun kendisini
istemediğini bildirm ek küstahlığında bulundu. Isperîzâde ile Sulâlî, padişahın veziri olm aktan ziyade âsile­
rin temsilcisi gibi hareket ederek E t Pazan’nda Sultan
Ahmed’in tahttan indirilmesinin şartlarım görüşüyor­
lardı. Üç saat sonra gelerek, âsilerin K ur’ân-ı Kerîm
üzerine yemin ederek, eğer II. M ustafa’nın oğlu şehza­
de Mahmud tahta geçerse padişaha ve ailesine hiç bir
şey yapmayacaklarına dair söz verdiklerini bildirdiler.
Haremdeki dairesinden çıkarılan Maıhmud, amcasının
önüne getirildi; Sultan Ahmed onu önce padişah ola­
rak alnından, sonra bir kul olarak elinden öptü.
XXX
Yirmi yedi yıldan beri, savaştan bıkmış b ir mille­
tin barış dehâsı olarak saltanat süren III. Sultan Ah-
1553
med’in siyasî hayatı böylece son buldu. Hiç bir h ü ­
küm dar onun kadar milletini iyi anlamamış, hiç bir
millet hüküm darını bu kadar az tanım am ıştır. Hem
sabırsız, hem de iyi savaşamayan tebaasının b a n şa kar­
şı duyduğu öç onun kaybına sebep olan tek gerçektir.
Faziletli olduğu için tahtından inmişti. Lehistan'ın pay­
laşılmasına başlangıç ve örnek olan îra n ’m Rusya ile
adaletsiz paylaşılmasından başka siyasî hatası olmayan
Sadrâzam Damad İbrahim Paşa’nm katli nisbeten daha
haklı bir sebebe dayanıyordu.
XXXI
İhtilâlin önderi ve ruhu olan Patrona Halil, E t Pazarı’ndaki karargâhında oturduğu m üddetçe Sultan I.
Mahmud da gerçek hüküm dar sayılmazdı. Kulların ku­
suru olan riyakârlık, isyanların tutsağı olan hüküm ­
darların ihtiyacı idi. Sultan Mahmud çocukluğundan
beri riyakârlığın âlâsını görmüş. Âsilerin en gözde olan­
larının ellerine düşmüş gibi davrandı.
Saray'a çağrılan Patrona Halil, efendisinin önüne
çıktı. Yüz hatlarından küstahlık ve zekâ okunuyordu.
Genç, yakışıklı, dudaklarının üstünü gölgeleyen kara
bıyıklı bu Arnavut, üzerindeki sâde yeniçeri abası ile
birkaç gün önce İstanbul sokaklarındaki eskiciyi asla
hatırlatm ıyordu. İsyanın kılıcı hâline gelmesi gibi kısa
zamanda halkın intikamcısı rolünü benimsemişti. As­
kerî bir ihtilâli tek başına onun kadar hiç kimse kişili­
ğinde toplayamazdı.
Sultan Mahmud sahte bir ilgiyle âsiye sordu: «Beni
tahta çıkarmanın karşılığında ne istiyorsun?» Halil ga­
yet ustalıkla cevap vererek devlet düşm anlarının cezaF : 98
1554
larını bulmuş olm alarından isteyeceği bir bir şey ol­
madığını, ancak «padişahları tahta geçirenlerin asla
yataklarında ölmedikleri» hakkmdaki sözü de unut­
madığını belirtti.
Padişah ona her türlü tem inatı verdikten sonra
istediği her şeyi yapacağına dair söz verdi. Bunun üze­
rine Patrona Halil hemen malikâne vergisinin kaldırıl­
masını istedi.
Âsi önderin kendi çıkarını düşünmemesi askerler
nezdindeki itibarını daha da arttırdı. Baş kaldıranlara
devlet kesesinden rütbeler ve m ükâfatlar verdirdi. Aşı­
rı istekler ve israf yüzünden hâzinenin kısa zamanda
tükendiğim bildirm ek ihtiyatsızlığını gösteren yeniçeri
Kâhyasına cevap olarak bir vuruşta kellesini uçurdu.
O günden itibaren I. Mahmud ve vezirlerinin adına hü­
küm sürmeye başladı. Eyüp Sultan Camii'nde kılıç ku­
şanacak olan Sultan Mahmud'a, atını tek başına tu ta­
rak refakat etti, halka keseler içinde altın dağıttı.
Kalabalık arasında kendisine vaktiyle borca et
satm ış olan Rum kasap Yanaki’yi görünce onu Boğdan
voyvodalığına getirm ek istedi. Sadrâzam bu duruma
itiraz etmek isteyince şiddetle karşı koydu ve Yanaki'yi Boğdan’a tâyin ettirdi.
İhtilâlin üç önderinin cüret ettikleri şeyleri tahay­
yül bile etmek imkânsızdı. Patrona, Muslu ve Ali geniş
palaları ile Divan toplantılarına giriyorlar, bu durum
karşısında ağzını açmaya cesaret edemeyen Sadrâza­
mın huzurunda mevki dağıtıyorlar, devlet meseleleri­
ni tartışıyorlardı.
1555
XXXII
Halk, önceleri kendi gücünün bir ispatı gibi gördü­
ğü bu aşırı davranışlara itibar gösterdiyse de bu meylıane üçlüsünün giderek daha şerefsizleşen davranışları
karşısında hoşnutsuzluğunu belli etmeye başladı. Su­
bayların çağrısına uyan yeniçeriler yavaş yavaş kışla­
larına dönm üşler Patrona Halil'in etrafında ordunun
ve halkın en rezil kimselerinden oluşmuş birkaç bin
âsi bırakm ışlardı. Bir seferinde Patrona’nın bu adam ­
larından biri bir yeniçeriyi öldürünce, arkadaşları in­
tikamını almak için Atmeydanı’nda toplanmışlardı.
Patrona Halil, yeniçerilerin önüne çıkmış, onları şeh­
rin dışında hazır tuttuğu Am avutlarına ezdirmekle tehdit etmişti. Fakat yeniçeriler bu kuru gürültüye pabuç
bırakm adılar ve Patrona ile arkadaşlarına artık halkı
rahat bırakm alarım , padişahın buyruğundan memnun
olduklarını söylemişlerdi.
XXXIII
Sahip olduğu otoritenin sarsıldığını hisseden Pat­
rona zor kullanarak elde edemediğini bu sefer parayla
elde etmeye çahştı. Rüşvet ve vaad ile suç ortağı Muslu Beşe’yi yeniçeri kâhyalığına getirmeyi başardı; ken­
disine Kapdan-ı Deryâlığı lâyık görüyordu. Sadrâzam
tarafından Kapdan-ı Deryâlığa getirilmiş olan Canım
Paşa, o sıralarda bulunduğu Sakız'dan gizlice İstanbul'a
çağrılmıştı. Canım Paşa, Sadrâzam ve Kırım Hanı,
devleti, kışlaların ve kahvelerin adına yönettiğini iddia
eden üçlüden kurtulm aya karar vermiş kimselerle giz­
lice görüşmeler yaptı.
1556
Patrona, Muslu ve Ali üçlüsü ordu üzerindeki nü­
fuzlarından çok emin görünüyorlardı; kendilerine gös­
terilen sahte itibar hazırlanan tuzağı başarıyla saklı­
yordu. Beklenmedik bir anda Saray’a çağrılarak Divan
toplantısında fikirlerine ihtiyaç olduğu bildirilince dai­
ma yanlarında taşıdıkları silâhlı topluluğu birinci av­
luda bıraktılar. Padişahın huzurunda ve Sadrâzamın
başkanlığında toplanmış olan Divan her zamankinden
daha kalabalıktı. Canım Paşa donanma kom utanı ola­
rak Divana katılm ıştı; cüssesinin iriliği ve kolunun
acı kuvveti yüzünden pehlivan diye anılan bir yeniçe­
ri subayı da gizlice Divan’a getirilmiş, gizlendiği perdenin arkasında âsileri katletm ek için verilecek emri
bekliyordu.
Toplantıda önce savaş ve barış meselesi üzerinde
duruldu. Patrona cehaleti içinde m üslüm anlara antipa­
tik gelen iki devletten Rusya ile İran ’ı birbirine karış­
tırdığından, Rusya’ya savaş açılması hakkında ısrar
ediyordu. Toplantı sona ereceği vakit Sadrâzam Mehmed Paşa ayağa kalkarak, Patrona Halil’e padişah’ın
Rumeli beğlerbeğliğini verdiğini ilân etti. Muslu ile
Ali’ye de ayrıca büyük rütbeler tevcih edilmişti. Os­
manlI yasalarının icabı olarak suçluları gereğince ceza­
landırmak için onları sivil mahkemelerin yargılamasın
dan çekip alarak scdece padişahın yetkili olduğu bir
mahkemede yargılamak üzere suçlulara böyle b ir siyasî
hüviyet kazandırmak gerekiyordu.
Patrona Halil küstahça, «beni başkentten sürmeyi
hedef tutan bu mevkii istemiyorum» dedi. Padişahın
iradesine hakaret ve Sadrâzama meydan okum a Diıvan’da bir takım seslerin yükselmesine sebep oldu.
1557
Saklandığı yerde daha fazla duram ayan Pehlivan
yalın kılıç salona daldı ve «Yeniçeri Ağası olmak iste­
yen sefil kimdir» diye gürledi. Sonra, Halil’e kılıcını
çekip kendisini savunmasını, onu bir celât giıbi öldür­
mek istemediğini söyledi. Çok az süre kılıç ile vuruş­
tuktan sonra palasım Halil’in göğsüne soktu çıkardı,
cesedini ayağı ile yuvarlayarak Padişahın önüne attı
ve «padişahın ve devletin düşm anlan işte böyle yok
olacaklardır!» dedi.
Başkanlarıvu savunmak için ayağa kalkan Muslu
ile Ali, Canım Paşa’nın hançer darbeleri altında can
verdiler. Cesetleri bostancılara verilerek denize attırıl­
dı.
XXXIV
Divan’da geçen bu olaylardan en ufak bir haber
dışarıya sızdırılmamıştı. Aksine, dışarda bekleşen âsi­
lere Halil ile arkadaşlarına verilen payelerin haberi
ulaştırıldı. Dışardaki âsi güruhunu teşkil edenlerin ele­
başıları arm ağan ve sam ur kürk verilmek bahanesiyle
teker teker içeriye çağrıldı. Kapının arkasında bekleyen cellâtlar kimseyi kuşkulandırm adan hepsini son
ferdine kadar boğdular.
Âsilerin üç liderinin idam larının haberi şehre var­
dığında daha önce çaıvuşlar tarafından tespit edilmiş
olan bütün ele başılan öldürülm üş ve cesetleri denizin
dibini boylamıştı.
ihtilâl böyle başarıya ulaşmış ve önderleri böyle
cezalarını bulm uşlardı, Bazen ihtiyaç haline gelen bir
ihtilâli başlatanlar, şahsî ihtirasları uğruna, herhangi
bir devlet şeklinde asla devamlı olamayacak bu geçici
1558
durum u yerleştirmek istediklerinden işte böyle imha
edilmişlerdi. Başarılı bir âsi, fakat acınacak bir siyasî
olan Patrona Halil kendi sonunu hazırlamış ve onu hak
etm işti. Eğer kalabalık içinde kaybolmasını bilseydi,
belki de halkın çıkarlarını düşünen bir kahram an ola­
rak hafızalarda yer edecekti. Erişemeyeceği kadar yük­
sekleri özlemişti; cesaret bir halk müdafii yaratabilir,
ancak bir devlet adamım yaratacak şey eğitimdir. Ha­
lil ve benzerleri hükm etm ek istedikleri gün ortadan
kaldırılmışlardır.
XXXV
Son başardığı hizmeti yapabilen, fakat başarıları­
nın cesaretlendireceği başka ayaklanmalarla uğraşamayacak kabiliyette olan ihtiyar Sadrâzam Mehmed Paşa
şerefiyle makamından uzaklaştırıldı ve Halep Beğlerbeğliğine yollandı. Âsi üçlüsüne karşı Saray'da hazırla­
nan bütün tertipleri teşkilâtlandıran Karakulak İb ra ­
him Paşa, develin m ührüne sahip oldu. Kara H isar’lı
İbrahim Paşa, Köprülü’lerden üçüncüsü hizmetinde
bulunmuş, som a onun kâhyalığına yükselmiş, Bosna
Beğlerbeğliği yapmış, en son da Mısır Beğlerbeğliğî
görevini yüklenmiş, orada itaat altına alınamayan Kö­
lemenleri şiddetle bastırm ıştı. Sert zulmü, aşırı ser­
bestlik ile aşırı otorite arasında mevcut kademeleri kul­
lanmasına izin vermemişti.
Patrona Halil’in adamı kasap Yanki’nin Boğdan
Beğliğinden geri çağrılması ve idamı yeniçerilerin tek­
rar ayaklanmasına sebep olmuştu. Bu sefer padişah ta ­
rafından vaktinde çıkarılan Sancak-ı Şerif etkisini gös­
termiş, taht'ın koruyucuları, yeniçerileri toplandıkları
1559
yerde bozguna uğratm ıştı. A ltı ay b oyu n ca g e c e gündüz
yap ılan idam lar yeniçerileri kırm ış geçirm işti. H er sa­
bah
Marmara
kıyılarına
vuran
cesetlerin
sa y ısı
halkı
en d işeye sevkediyordu. A cım a y ı isyan a çevirm ek ten ç e ­
k in en I. M ahm ud, Sadrâzam ını fed â etti v e
İbrahim
P aşa’v ı A ğrıb oz m uhafızlığın a yolla d ı. D o ğ u ’da v e A v ­
rupa’da büyük bir şöhret bırakacak ola n T opal O sm an
görevli
bulunduğu
getirildi.
A rnavutluk’tan
çağrılarak
sadârete
XXXVI
Y unanistan
ray’da iço ğ la n ı
olm uş,
tercih
Şehit
ancak
doğum lu ola n T opal O sm an Paşa, Sa­
olarak bulunm uş, bir ara b ah çevan başı
savaşı,
k ö şk lerin
ve
çeşm elerin
bakım ına
etm iştir.
Petervaradin
m uharebesinde
Sadrâzam
A li P a şa ’n ın yan ın d a y iğ itç e dövüştüğünden iki
tuğlu P aşa rütbesine kavuşm uştu. İhtilâlden sonra A r­
navutluk v e B o sn a ’da isy a n ın so n k ıvılcım ların ı sön ­
dürm eye yollan m ış, gösterd iği sertlik v e itidal
Sultan
M ahm u d’un dikkatini çekm işti; faziletlerin e n se v im li­
si olan m innet duygusuna sahip o lm ası ö zellik le
sızların ona karşı hayran olm alarını sağlam ıştı.
Fran­
G en çliğinde bir İspanyol korsan g em isin in eline
düşm üş, yaralı v e zincire vurulm uş bir hâlde korsan
g em isiy le
M alta
lim anına
getirilm işti.
İspanyol
kapta­
n ın dostu olan Arnaud adında bir M arsilyalı, kaptanın
g em isin e geld iğin d e g en ç m üslüm anın ızdırabını gör­
m üş
ve
fevk alâde
duygulanm ıştı.
Y anına
yaklaşarak
sözleri ile ilg isin i b e lli etm işti. B u âlicenaplıktan h o ş­
lanan
O sm an,
M arsilya’lı
d en izcin in
k en d isin i
k öle
olarak
satın
alm asını
rica
etm işti.
Ö d ey ece ğ i
paradan
Irb O
pişm an olmayacağım ilerde ona bunu fazlasıyla iade
edeceğini de belirtm işti.
Marsilyalı, genç tutsağın ifadesine ve sözüne inan­
m ıştı. Onu altı yüz İtalyan altınına satm aldı, M arsil­
ya’ya götürdü, ailesinin yanında baktı, yaralarını iyileş­
tirdi ve Osman'ın sözüne güvenerek fidye talep etm e­
den Mısır’a yolladı. Topal Osman kendisini Mısır’a ge­
tiren gemiyi gayet zengin arm ağanlarla doldurararak
kurtarıcısına yollamayı ihmal etmemişti. Sadrazamlık
m ertebesine erişince Fransız dostunu unutm adı ve
Fransız elçisinin aracılığı ile Marsilyalıyı İstanbul’a dâvet ettirdi. Elçiye onu çağırm akta acele etmesini, çünkü
hiç bir Sadrâzamın mevkiinde ihtiyarlamadığım h a tır­
lattı.
Arnaud, oğulları ile birlikte Topal Osman’a arm a­
ğanlarla dolu bir gemiyle geldi. Arnaud gelirken Malta'da köle olarak bulunan oniki m üslümanı da k u rtar­
mıştı. İki dostun karşılaşm ası pek dokunaklı oldu. E t­
rafındakilere nasıl kurtulduğunu anlatan Topal Osman
Paşa, A rnrud’nun âlicenaplığını göklere çıkarttı.
Tcpal Osman Paşa’mn neredeyse taraf tutarcasına
hristiyanlara gösterdiği hoşgörü, kara taassupları yü­
zünden yabancı her dini baskı altına alm aktan hoşla­
nan ulemâ takımını memnun etmemişti. Çoğunluğun
dedikodusu yüzünden sadâreti Hekimoğlu Ali Paşa'ya
bırakarak. Nâdir Şah tarafından tehdit edilen Bağdad’dakî Osmanlı kuvvetlerinin kumandanlığına atandı.
M idir Şah'ın başarılarının hikâyesine dönelim.
XXXVII
Avşarlı N âdir Şah tarafından İsfahan’da yeniden
tahta oturtulan Tahmasp ilk önce Osmanlıları yenmiş­
1561
ti; fakat daha sonra yapılan savaşlarda onlara yenilmiş,
yapılan bir anlaşm a ile Aras nehrinin ötesindeki bütün
topraklarını terketm işti. Nâdir Şah vatanının parçalan­
ması pahasına elde edilen barışa karşı asil bir infial
duyarak veya duymuş gibi davranarak tahta karşı bes­
lediği ihtirasına İra n ’ın içinde bulunduğu haysiyetsiz
durum u bahane etti.
B ütün İran'a yaydığı b ir bildiride, «böyle bir an­
laşma, dalâlet mezhebindeki OsmanlIların eline düş­
müş dindaşlarımızın kurtarılm asını emreden velîmiz
Hz. Ali’nin kutsal mezarını koruyan meleklerin irade­
sine karşı bir hakarettir. OsmanlIlarla yapılan bu an­
laşma fazla sürm eyecektir. Sizi araymcaya kadar sü­
kûnetinizi koruyun. Tanrı’nm izniyle zafere susamış, ku­
şatm aya alışmış, kanncalar gibi kalabalık ve yiğit or­
dumuzun başında ilerleyeceğim» diye yazıyordu.
İra n ’ın dinî ‘nassubunü duygulandıran bu yazı
bir anda millî heyecanın uyanmasına sebep oldu.
XXXVIII
Bazen Tahm asp’a sadık bir kul, bazen de küstah
bir âsi olan N âdir Şah, İsfahan kalesinin önüne geldi
Tahm asp’ı sadakatine inandırdıktan sonra, kendisi şeh­
re davet edilmediği için Şah’ı ordugâhında bir ziyafete çağırdı. Ziyafetin ortasında bütün saray erkânı ile
tutuklanan Şah Tahmasp ailesiyle birlikte Horasan a
sevkedildi.
Bu hareketinden sonra dahi Şah olarak tahta o tur­
m aktan çekinen Nâdir Şah, Tahm asp’m sekiz aylık oğ­
lunu yanında alıkoyarak, onu III. Abbas adıyla tahta
geçirdi. Bundan sonra çocuk hüküm darın ''czirtd*' is­
1362
tifade ederek Şah nâibi adıyla m utlak şekilde îra n üze­
rinde hüküm sürmeye başladı. Topal Osman Paşa ser­
dâr olarak Osmanlı kuvvetlerinin başında halifelerin
şehrini kurtaram aya giderken Nâdir Şah da kalabalık,
savaşçı ve m utaassıp bir ordunun başında Bağdad’â
doğru ilerliyûMu.
XXXIX
Doğuştan sahip olduğu askeri dehâ ile Nâdir Şalı'm eski şöhretine meydan okuyabilecek kabiliyette olan
Topal Osman Paşa, Bağdad surları önünde OsmanlIla­
rın şimdiye kadar Asya’da görmedikleri bir zafer ka­
zandı... Nâdir Şah’m yüz yirmi bin süvarisine karşı yi­
ğitçe dövüşürken altında üç at öldü; savaşın en kızgın
anında geride bekletilen Türk atlıları Nâdir Şah’m sol
kanadına âni bir baskın yaptılar ve sekiz saattir süren
m uharebede iyice yorulmuş olan Avşar kuvvetlerini
darm adağın ettiler.
Kaçan Nâdir Şah, ordusunu ancak yüz elli kilo­
m etre ötede toparlayabildi, ancak başarıda olduğu ka­
dar yenilgide de liyakatli bir başkom utan olduğunu
gösteren Nâdir Şah askerlerini cezalandıracağına m ü­
kâfatlandırdı ve zafere olan inancını tekrar etti. Bağ­
dad yakınlarında meydana gelen ikinci bir muharebe
askerlerine olan güvenini haklı çıkardı. Yaralarından
kan sızan Topal Osman Paşa savaş alanına bir sedye
üzerinde gitti; Osmanlılar onun sesine, hareketlerine
ve bakışına hasrettiler. Yenilginin verdiği utançla hırs­
la dövüşen Avşar kuvvetleri karşısında Osmanlılar ye­
nilmekten kurtulam adılar. Bozgun esnasında beğlerbeğin hizmetkârları Topal Osman Paşa’yı ata bindire­
1563
rek Nâdir Şah’m eline düşmekten kurtardılar.. Fakat
yolda karşılaştıklar» Avşar süvarileri Serdârı elbisele­
rinden tanıdılar, bir mızrak darbesi ile şehid ettikten
sonra kafasını kesip Nâdir Şah’a yolladılar. Avşar kah­
ramanı, Osmanlı kahram anını kişiliğinde cesareti ve
kötü kaderi takdir etti, Serdâr'ın mumyalanan kafası­
nı Osmanlılara iade ederek Topal Osman'ın cenaze tö­
reninin dost eller tarafından yapılmasını sağladı.
Kars Beğlerbeği Köprülüoğlu Abdullah Paşa, Bağdad’ı kuşatan Nâdir Şah'm ordusundan daha kalabalık
bir kuvvetle kuzeyden İra n ’ı tehdit etmeye başlam ıştı.
Halifelerin başkentini kuşatm aktan vazgeçen Nâdir
Şah hemen kuzeye döndü, Aras üzerine köprü kurarak
karşı kıyıya geçti.
Ordusuna yaptığı bir konuşmada Osmanlıların bi­
re sekiz oranında daha güçlü olduklarını bunun için çok
daha fazla gayret göstermeleri gerektiğini belirtti.
Ordusunu gayet iyi hazırladıktan ve savaş yerini
seçtikten sonra düşm an üzerine saldırdı; m uharabenin
neresinde gözükürse Avşar atlıları orada m uzaffer olu­
yordu. Bu saldırılardan birinde Abdullah Paşa şehid
edildi ve başı kesilerek Nâdir Vah’a yollandı. Nâdir
Şah bu kafanın uzun bir sırık üzerine takılarak düş­
man tarafından en iyi şekilde görülecek bir yere dikil­
mesini buyurdu.
Tahmin ettiği şey gerçekleşmişti: Kumandanlarının
ölümü Osmanlıların maneviyâtını sıfıra indirdi. İra n '­
dan fethedilen bütün toprakları Nâdir Şah’a bırakarak
kaçtılar. Ruslarla Osmanlıların ittifakı ile parçalanmış
olan İm paratorluk iki zafer sonunda tamamen yeniden
birleştirilm işti.
2564
XL
Bu yenilgilerin İstanbul’da sebep olduğu tepkiyi
incelemeden önce Avşarlı Nâdir Şah'm geri kalan ha­
yatına göz atalım. Erdebil’in muazzam ve verimli ova­
sına toplanmış olan büyük bir kalabalık hüküm darlık
asâsı ile kılıcını birarada tutabilecek bir hüküm dar
seçmeye dâvet edilmişti.
Bütün İran aşiretlerinin temsilcileri önünde ser­
bestçe bir Şah seçmelerini teklif etti. Üç defa hüküm ­
darlık tacı kendisine tevcih edildi. O her defasında,
Sezar gibi tacı geri çevirdi. Sonunda, şimdiye kadar fe­
lâketten başka bir şey getirmemiş olan şiîlıikten vazge­
çilmesi ve sünnîlerle ortak hususlarda birleşmeyi ön­
gören yeni bir mezhep olan Caferiliğ'in kabul edilmesi
:;artıyla tacı kabul etti.
Çeşitli bildiriler ve elçilerle Osmanlı Devleti’ni ve
Hindistan Türk İm paratorluğu’nu İra n ’da
meydana
gelen bu yeni din devriminden haberdâr ettıi. Bir kı­
sım bu mezhep değişimini Nâdir Şah’m dindarlığına,
diğerleri ise ihtirasına verdiler; bu iki etken birbiriyle
karıştı. Doğu insanlarının ruhu olan din, bu şiddetli
heyecan ve sevgi ülkelerinde her şeyin temeli idi.
XLI
Taç giyer giymez vaktiyle Aksak Tem ir’in izlediği
yolun aksi istikam etine, yani Hindistan'a doğru yönel­
di. Kandehar yakınlarında Nâdirâbad kentini kurdu.
O sırada Hint tahtında Mehmed Şah adında savaşma
kaabiliyetini kaybetmiş bir H üküm dar bulunuyordu.
Ülkesinde yaygın olan bir kanaate göre Mehmed Şah’ı
1565
elinde kadeh veya kollarında bir cariye olmaksızın gör­
mek imkânsızdı. Başkentinde N âdir Şah’a yenilen ve
tutsak düşen Temiroğlu Mehmed Şah, Nâdir Ş aha
topraklarının en kalabalık eyaletlerim ve son derece
zengin hâzinelerini vermek şartıyla Taht’mı muhafaza
edebildi. Nâdir Şah’ın işgali altında iken Delhi şehrinin
ayaklanması sonunda yüzyirmibin kişinin katledilme­
si H indistan’ın kan ve ateş içinde boyunduruk altına
girmesini temin etmişti.
İra n ’a milyarlarca akçe tutarında ganimet ve birmilyona yakm tutsakla dönen N âdir Şah’ın zaferi
Temir ile Ekber Şah’ın seferlerini hatırlatıyordu. Sa­
yısız filin önünde ilerleyen cihangir İsfahan’a Hindis­
tan’ın hârikalarını taşıyordu. Temiroğullarmın «tavus
kuşu» adım verdikleri son derece kıymetli Taht Nâdir
Şah tarafından Türkistan'da yaşayan halka teşhir edi­
lerek gözleri kam aştırıldı.
Herat üzerinden İran topraklarına giren Nâdir
Şah İm paratorluğuna yeni başkent Meşhed kentinde
üç ay dinlendi. Afganistan’da itaat altm a alınmamış
olan Lesgi aşiretine karşı yaptığı sefer sırasında o r­
m anda gizlenmiş olan bir kaatil atını öldürdü, onu
elinden yaraladı. Oğlu Rıza Kulu Han kaatil Afganlınm
peşinden gittiyse de onu yakalayamadan geri döndü.
Kuşkulu Nâdir bu suikastte oğlunun parmağı olduğu­
na kanaat getirdi. Acımadan oğlunun gözlerini oydur­
du. Genç prens babasına «Yaktığınız gözler benim de­
ğil, İra n ’ın gözleridir,» demiştir.
Duyduğu pişmanlık büsbütün bunakça hareketler
yapmasına sebep oluyordu. H er duruşunda yüzlerce
idam yapılıyordu. Sonunda kum andanları kendi ha­
yatlarım kurtarm ak için onu öldürmeye karar verdi­
’..166
ler. Aralarında muhafız kıtasının kumandanı Salah
Beğ’in de bulunduğu üç kaatil uyurken önemli haber­
ler getirdikleri bahanesiyle çadırına girdiler, gürültü
üzerine uyanan Nâdir Şah kendisini aslanlar gibi dövü­
şerek savunup içlerinden ikisini öldürdüyse de sonun­
da Salah Beğ’in hançeri altında can verdi.
XLII
Kuzeyde yapacağı fetihler, H indistan’ı, Türkiye’yi
ve İra n ’ı bir tek inanç altında birleştirmeyi hedef gü­
den tasarıları kendisi ile birlikte yok oldu. Temir de,
kendi çağı için pek erken sayılan bu teşebbüsü dene­
mişti. Nâdir Şah hıristiyanları da m üslüm anlar gibi
hoşgörüyle karşılam ıştı; tabiata uygun evrensel bir din
yaratm ak istiyordu; ancak mâbedleri yıkan kılıç fikir
kuramazdı.
Oğlunun gözlerini kör ettikten sonra duyduğu piş­
manlığın etkisinde Nâdir Şah kendisini ne tabiatüstü
bir yaratık, ne de bir im paratorluk kurucusu olarak
görüyordu; kendi ifadesine göre o, kaderin elinde kör
bir vezirdi. Bir gün çadırının yanına üzerinde bir yazı
bulunan bir ok düşmüştü. Bu yazıda şöyle deniyordu:
«Eğer hüküm darsan, milletini koru ve mutlıi kıl;
eğer peygambersen bize selâmet yolunu göster; yok
eğer Tanrı i«en yarattıklarına karşı merhametli dav­
ran.»
Bütün ordugâhında bu yazıyı yazanı boşuna a ra t­
tırdı; sonunda bütün ordusuna bu yazıyı çoğaltarak al­
tına şu cevabı ekledi ve dağıttı: «Ben, ne milletimi
koruyacak bir hüküm darım , nc selâmet yolunu göste­
1567
recek bir peygamber, ne de m erham et gösterecek bir
Tanrı; ben, Yüce Tanrı’nın hiddetli bir anında suçlu
bir dünyayı cezalandırmaya yolladığı birisiyim.»
İran ile olan barışın, Nâdir Şah gibi bir an parla,
yıp sönen bir cihangirden daha sebatlı, daha korkulu
yeni bir kuvvetin ihtirasının eline bıraktığı Sultan
M ahmud’a dönelim. Bu yeni güç Rusya'dan başkası
değildi.
OTUZUNCU
KİTAP
I
Antik çağ dram larında görülen suçun hemen arka­
sından gelen kefaret ödeme, şimdi anlatm aya çalışa­
cağımız dönem içinde Türkiye'nin başına gelmiştir.
III. Ahmed devrinde Türkler ahlâk dışı ve tabiata
karşı bir tarzda İra n ’ın paylaşılması için, kurbanlarını
önce suç ortağı yapan Ruslarla anlaşarak Karadeniz’in
doğu kıyılarında kom şu olm uşlar bu arada Asya'da
ne bir m üttefikleri, Avrupa'da da Fransa dışında ne
bir dostlan kalmıştı. Ruslara teslim edilen ırklarının
ve ihanete uğrayan dinlerinin intikam ı üzerlerine İlâhî
bir ceza gibi çökmüştü. Türkistan, Hazar denizi ve
Kafkasya’da onları Ruslardan ayıran tabiî sınırlan
kendi elleri ile Rusya'ya bırakıyorlar, böylece yaklaşan
iki İm paratorluk sürtüşm elere, anlaşm azlıklara ve çarpışm alara itiliyordu. Büyük bir milletin yenilgilerinin
ve parçalanm asının ilk kaynağına akıllı bir şuurla çı­
kılırsa bu millî felâketlerin esasında siyasî b ir kusuı
haline gelmiş manevî bir kusurdan türediği farkedilir.
Kişilerde olduğu gibi Hüküm etlerde de en iyi siyaset
sağlam bir şuurdur; yine unutm am ak gerekir ki, in­
sanlar gibi m illetler de öz kaderlerini kendileri tâyin
eder.
F : 99
1570
II
Henüz beşikte olan İm paratorluğun ilerde Doğu’ya
doğru yapacağı genişlemeleri istemiş gibi göstermeye
çalışan Deli Petro'nun m eşhur vasiyetnamesi asla ger­
çek değildir. Bu vesika II. Katerina veya I. Aleksi
devrinde başbakanlığın diplom atlarından biri tarafın­
dan, her fâtih millette olduğu gibi m üstakbel büyük­
lüğünü esrarlı kehanetlere bağlamaktan hoşlanan Rus­
ları bu çeşit geleneklere bağlamak maksadıyla kale­
me alınmıştı. Çar Petro’nun vasiyetnâmesi, bu Devlet
adamının fikirlerini tanıyan bir diplomatın küçük bir
hilesinden başka birşey değildir.
Baltacı Mehmed Paşa tarafından kesin bir şekilde
kuzeye sürülen ve İran ’da Nâdir Şah’ın ordularına fe­
ci bir şekilde yenilen Çar Petro kendisinden sonra
gelenlere Türkiye ile İra n ’ı ancak çılgınlık etmeden
hedef gösteremeyecek durum da ise de, ölümünden he­
men sonra imparatorluğunun İsfahan ile İstanbul’u
korkudan titretecek kadar geniş topraklan ilhak ettiği
de bir gerçektir.
Birkaç kelime ile bu Devlet’in adetâ mucizevî sa­
yılacak derecede genişlemesini anlatmaya çalışalım.
III
Deli Petro’nun dul karısı Çariçe I. Katerina’nın
ölümünden hemen sonra eski Rus soyluları partisine
mensup Dolgoruki prensleri, I. Petro ile karısının Sa­
ray'a ve orduya doldurdukları yabancılardan nefret
ettikleri için onları derhal uzaklaştırdılar ve o sırada
Letonvct’da sürelin bulunan Petro’nun yeğeni Anna’yı
1571
Çariçeliğe getirdiler. Dolgoruki’ler Anna’ya Taht’a geç­
me şartı olarak, başarıları ile Rus milletini küçük dü­
şüren bütün yabancıları sürmesini veya idam ettir,
meşini istemişlerdi.
Anna, milletin kendisine bağlanmasından sonra ilk
fırsatta boyunduruğu kıracağı inancıyla Dolgoruki'lerin teklifini kabul etti; nitekim Dolgoruki'lere karşı
yapılan bir ayaklanma sonunda bütün İm paratorluğu
eline geçirdi. Bu ihtiraslı ailenin dokuz ferdi birbirle­
rine cesaret vererek çeşitli işkencelerden sonra idam
edildiler.
Biren adında genç bir Letonyalı metresi olan ça­
riçenin kalbini elde etmişti. Bağımsız bir Letonya’nm
hüküm darı olmayı tasarlıyordu. Saksonya Elektörü
III. Auguste'den Letonya’nm iadesini temin etm ek için
bu prensi, İsveç kralı X II. Charles ve Lehistan Diye­
ti tarafından Leh tahtına geçirilen Stanislas Leczinski’ye karşı desteklemek ve onun yerine Leh Tahtı'na
geçirmek için bir Rus ordusunu seferber etmişti.
Silezya’ya sahip olan ve Lehistan’ın ilerdeki par­
çalanm asında büyü çıkarları olan Avusturya, Lehliler
üzerine iki taraftan ağırlık yapmak maksadıyla Rus­
larla anlaşmıştı. M acaristan krallığım elinde bulundu­
ran Avusturya ile 1717 yılında Lehistan'ın iç işlerine
müdaheleye çağrılmış olan Rusya pek de haksız ol­
mayan sebepler yüzünden Leh krallarının seçimine sık
sık karışıyorjar, kendi taraftarlarını destekliyorlardı.
Zayıf Leh ordusu Vistül üzerinde altmışbin Rusa
karşı mağlûp olduktan sonra kaçarken bir mağarada
kral olarak Stanislas’ı seçmişti. Avusturya'ya
karşı
1572
Fransa bu kralı savunuyordu. Stanislas Fransa’ya bağ­
lanan Lorraine Dükalığı karşılığında Lehistan tahtın­
dan feragat etti. Lehistan yabancılar tarafından zorla
kabul ettirilen Saksonya’lı Auguste'ü kral olarak seçti.
Türklerle Çar Petro arasında yapılan iğreti anlaş­
ma gereğince Divan Lehistan’ın Ruslar tarafından iş­
galine ses çıkaram adı. Fakat Lehistan Avusturya - Rus­
ya ittifakının pençesine düşer düşmez Çariçe Anna
gözdesi Biren’in kışkırtm asıyla Lehistan sınırını uzak­
laştırm ak ve Leh bağımsızlığını garanti eden OsmanlI­
ların Lehlilerle olan tem asını kesmek üzere, Nâdir
Şah ile anlaştı ve Boğdan’a altmışbin kişilik bir kuv­
vet gönderdi.
B arbar Ruslardan daha fazla barbar olduğu için
Éus ordusunun başına geçirilmiş olan Mareşal Münich
âdında zalim ve m ahir bir Alman kum andan Oçakof
kentine girdi, yirm ibin savunucusunu şehrin harabele­
ri altında katletti; sonra Orkapı geçidinin arkasından
geçerek Kırım ’a daldı. Kırım Türklerini dehşete dü­
şürm ekten başka bir hedef gütmeyen Ruslar Kırım ’da
sür'atli hir^ sefer düzenleyerek geçtikleri yerleri yakıp
yıktılar, Azak’ı kuşattılar. Divan en sonunda Fransa’nın
arabuluculuğunu talep etti. (*)
IV
Lehistan'ın paylaşılmasında Rusya ile işbirliğine
girişmiş olan Avusturya Rus istilâsını desteklemek ve
(*)
K ırım Hant Fetih Giray, Rusları K ırım ’dan atm ış,
Ukrayna içlerine kadar kovalam ış, 100J000 esirle dön­
m üştür. (Ç.)
1573
Bender’de ordusuyla bekleyen Sadrâzam ’ı üzerine çek­
mek için dört ayrı koldan Osmanlı topraklarına
tecavüz etti. İstanbul'da m üslüm anlar Kırım ’ın işga­
li, Türklerin katledilmesi, Oçakof’un yakılması ve
Azak’m kuşatılm ası karşısında ordunun hareketsiz
kalm asından yakınıyorlardı. Saray’a kadar yükselen
itiraz seslerini bastırm ak zorunda kalan I. Mahmud
silâhdarağayı Bender’e göndererek Kethüdâ’nın kellesi­
ni ve Sadrâzam İsm ail Paşa’nm azlini istedi.
Üç tuğlu Yeğen Mehmed Paşa Sadrâzam oldu. (*)
Köprülüoğlu Ahmed Paşa’nın yanında savaş sanatını,
kendi içgüdüsü ile de siyaseti öğrenmiş olan Yeğen
Mehmed Paşa savaşın talihini değiştirdi. Muharebe ala­
nında süratli ve atılgan, Saray’da yumuşak başlı ve
ihtiyatlı olan Yeğen Mehmed Paşa, Valide Sultan ile
birlikte Sultan Mahmud üzerinde derin nüfuza sahip
olan Kızlarağası’nm desteğine sahipti. Gerçek hükü­
m etin Divan’da değil, H arem ’de olduğunu gayet iyi bi­
liyordu.
Yeğen. Mehmed Paşa’dan bahseden Venedik balyo­
su Contarini şöyle der: «Mağrur ve zalim bir adam
olup Venedik’in amansız bir düşmanıdır; en hiddetli
anında bile olgunluğunu, gizli bilgeliğini terketm ez ve
nefretini dahi gayeleri uğrunda kullanmasını bilir.»
Nitekim bir yıdırım hızıyla, Mareşal Seckendorf’un Niş’i eline geçirmiş ve Vidin’i kuşatm ış ordusunun
üzerine döndü ve daha Devlet’in m ührünü getirmiş
(*)
İsm ail Paşa’dan sonra, Silâhdar M ehm ed Paşa Sad­
râzam olm uş, ancak o da bir varlık gösterem eyince
azledilm işti. Yeğen M ahm ud Paşa ondan sonra Sad
râzam olm uştur.
.
1=¡74
olan Silâhdar ordudan ayrılmadan önce Seckendorf’u
yendi, Niş'i geri aldı, altıbin AvusturyalIyı şehrin su r­
ları önünde kılıçtan geçirdi, Vidin kuşatm asını kaldırttı, Saksonya Prensi Hildebourg - Hausen’e tabyala­
rında hücum etti ve bu üç ordunun artıklarını Tuna'nm ötesine attı. Almanlara karşı yürüttüğü yıldırım
savaşından sonra İstanbul’a dönüşü, Saray için zaferin
ve itimadın dönüşü oldu.
V
Birkaç haftalık bir dinlenmeden sonra ikinci bir
ordu ile Tuna boylarına hareket etti, Orsova ve Sem endire’yi geri aldı ve artık Savoie’lı Prens Eugene’in
gölgesi sayesinde A ln ın ların elinde bulunan Belgrad’ı
yeniden fethetmek için hazırlıklara başladı. Başarısı
hemen hemen m utlaktı, ancak daha önceki başarıları
Valide Sultan ile Kızlarağası'na ilerdeki nüfuzları bakı­
mından bazı endişeler veriyordu. Zaferle halkın sevgi­
sini kazanmış ve İm paratorluğa çok faydalı olan bir
Sadrâzam bu Harem ittifakının etkisini sarsabilirdi.
Belgrad'ı kurtarm ak üzere hazırladığı ordusuyla E dir­
ne’ye vardığı zaman arkasından yetişen bir kapıcıbaşı,
sürgün yeri olarak Ege adalarından hangisini seçece­
ğini sordu. Çok fazla hizmet etmenin de ihanet ka­
dar suç olduğu bir Devlet’in kaderine acıyarak Ro­
dos’a hareket etti. Onunla aynı çağda yetişmiş bir as­
ker
olan ve Kızlarağası’na daha -vumuşak
gelen İvaz
•
»
v.
Paşa Sedrâr-ı Ekremliğc getirildi.
VI
Ordu, başkom utanın değiştiğini farketm edi. Zafer,
Türklere manevî bir üstünlük kazandırmıştı. Almanlar
1575
tarafından iki defa önü kesilen İvaz Paşa hepsini Tu­
n a’nın ötesin? a ttı ve Belgrad’ı kuşatm aya başladı. Bu
şehir her zaman olduğu gibi seferin birinci mükâfatı
idi. Barış için başlatılan görüşmelerde Belgrad kalesi­
nin yıkılması mı, yoksa bütün istihkâm ları ve topları
ile Türklere teslim edilmesi mi üzerinde şiddetli ta r­
tışm alar geçti.
Sadrâzam, «Bir T anrıdan başkasını tanımadığım
gibi, Belgrad benim yüce Devletim’e iade edilecektir;
barışı ancak bu şartla kabul edebilirim» diyordu.
Barış görüşmelerine katılan Fransız elçisi Villeneuve, Belgrad’m 1717 yılındaki haline getirilmesini
teklif ederek iki Devlet’in arasını buldu.
Avusturya hâkimiyetindeki Sırbistan ve Eflâk,
Belgrad Örneğine göre muamele gördü. Temeşvar ha­
ricinde, Avusturya Pasarofça Barış Anlaşması ile ka­
zandıklarının tamamını Bâb-ı Âli’ye iade etmiş olu­
yordu; Prens Eugène’in zaferleri bir kalem darbesi ile
silinmiş oldu. Yine Fransa elçisinin aracılığı ile bir an­
laşma yapan Rusya, Avusturya İm parator’u VI. Karl'a
gösterilen sert tutum a eş bir tutum ile barış anlaşm a­
sını imzalamak zorunda kaldı. Azak kalesi Ruslar ta­
rafından yıktırılacak; Osmanlı Denizi olarak kabul
edilen Karadeniz'de Ruslar ticaret veya savaş gemisi
inşa edemeyeceklerdi. Ruslar yüzbin seçme askerleri­
nin kanı pahasına bu savaşta ancak Çarlarının «İmpa­
rator» ünvanının tasdik edilmesini sağlayabilmişlerdi
Belgrad fâtihi ve ikili barış anlaşm alarının muzaf­
fer adamı İvaz Paşa dönüşünde. Yeğen Mehmed Paşa
gibi, sürülm ek suretiyle m ükâfatlandırıldı. Kaymakam
Ahmed Paşa bu şanlı Sadrâzam ’ın yerine geçirildi.
1:76
VII
I. Mahmud döneminde Osmanlı siyasetinin doğ­
ruluğu, III. Ahmed dönemindeki hilekâr siyaseti te­
lâfi ediyordu. Habsbourg hanedânınm son erkek üyesi
olan VI. K arl’m ölümü ile Taht’m bütün hakları, iti­
razla karşılanan kızı Marie - Therese’e kalıyordu. Al­
manya bir kadın üzerinde toplanan bu hakları tanım ı­
yor ve kraliçeyi Tahtından indirmek için savaşa ha­
zırlanıyordu. Prusya’nın yiğit Makyavelvârî Hüküm darı
Büyük Frederik Saksonya’lı Alman prensleri ve İspan­
ya ile anlaşarak Avusturya îm paratorluğu’nun parça­
lanmasını temin etmeye çalışıyordu; Sardunya Milâno’yu ele geçirmek, Fransa da zayıf b ir kadın tarafın­
dan temsil edilen Avusturya Hanedâfiınm gururunu
hiçe indirmek için bu ittifaka yardımcı oluyorlardı.
Fransa, Rusya ve İran tarafından bu ittifakı genişlet­
m ek ve fırsattan istifade ederek Avusturya’yı ezmek
için ısrarla kışkırtılan Sultan I. Mahmud, Padişahların
Tahtı'nıdaki bir bilgeye özgü kelimelerle cevap verdi.
Padişah tarafından ileri gelen Devletlere yollanan
bildiride barışın her zaman tercih edilecek bir şey ol­
duğuna, savaşın ise en son çare olarak düşünülmesi
ve adaleti söven bir H üküm dar’m kendisine gaye olarak barışı seçmesi gerektiğine dikkat çekildi. Galip­
lerin de m ağlûplar kadar ölüm meleğinin darbesine
mâruz kaldığı anlatıldı. Bildirinin son cümlesi şöyle
son buluyordu: «...Bunca kan dökülmesine ve felâke­
te engel olmak ve dolayısıyla Tanrı’nın iradesini yeri­
ne getirmek için yeryüzünde Tanrı’nm gölgesi olan yü­
ce H ünkâr bütün Hıristiyan Hüküm darları aralarında
anlaşmaya dâvet eder ve güçlü aracılığını ortaya ko­
var.»
1577
VIII
Beş zaferden sonra Sadrâzam İvaz Paşa’ya bu
m ektubu yazdıran barışsever I. M ahmud’a bu sözleri
ilham eden şahııs yaşlı Kızlarağası’ndan başkası de­
ğildi. ölürken yerine zenci Bekir Ağa’nm geçirilmesini
Padişah’tan istemişti.
Ancak Bekir Ağa tahm in edildiği gibi çıkmadı;
Saray'da çeşitli dolaplar çevirerek im paratorluğun
yüksek m akam larını sattı. Elde ettiği haksız servetle
büyük bir debdebe içinde yaşadı.
Bekir Ağa’nın çavuşuna dövdürttüğü bir molla,
gözdenin itibarını sarsacak şekilde şikâyetlerde bulu­
nunca bir gece mollayı, kızını ve kölelerini boğdurttu,
evlerini ateşe verdirdi. Fakat yanık cesetlerin önceden
boğdurulm uş olduğu ortaya çıkınca bütün şehirde bü­
yük bir infial m eydana geldi. Geceleyin protesto m a­
hiyetinde Sultan M ahmud’un
Sarayı’nın bahçesine
gizli eller fişek attılar.
IX
Halkın bu hoşnutsuzluk belirtilerinden Sadrâzam’ı istemediklerini sanan Sultan Mahmud, Sadrâzam’ı azletti. Ertesi gece fişekler göğü aydınlatmaya
devam etti; nihayet Şeyhülislâm halkın m emnuniyet­
sizliğinin sebebini açıklamak zorunda kaldı. Ertesi
gün Bekir Ağa ile yaptığı bir Boğaz gezintisinden dö­
nen Padişah kıyıya ayak basınca, silâhdar’m emri ile
kürekçiler kayığı kıyıdan uzaklaştırdılar ve Bekir
Ağa’yı tutsak olarak Kızkulesi’ne çıkardılar.
1578
Bir gemi hazırlatarak Bekir'in bütün serveti ile
Mısır’a yollanması için Padişah em ir verdi. Ancak hal.
kın intikamı daha kanlı bir çözümü öngörüyordu. İşken­
ce edilmemesi için Padişah idamın huzurunda ya­
pılmasını buyurdu. Padişah’ın mevcudiyetine dahi say­
gı göstermeyen zenci ümitsizlikle cellâtların üzerine
saldırdı, Divan’ı kan revân içinde bıraktıktan sonra öl­
dürüldü. Üç gün müddetle Saray’ın önünde teşhir edi­
len cesedi İstanbul’un üzerindeki havayı temizlemiş
gibiydi.
X
I.
Mahmud hayatını barış içinde, milletinin saygı­
sını ve m erhametini kazanmış bir şekilde bitildi. Ku­
zeyde Rusların birkaç tecavüzü ve güneyde Vahabî
Arapların ayaklanması Saltanat döneminin son gün­
lerini bulandıran küçük olaylardır.
Erken yaşında başlayan rahatsızlıkları ata binme­
sini önlüyordu. 13 Aralık 1754 günü cuma namazı için
bütün acılarına rağmen ata bindi; Sarayı’na döndü­
ğünde ağrıları dayanılmaz bir hâl almıştı. Hizm etkâr­
ları onu atından indirdikleri vakit o çoktan canını
teslim etmişti.
Zafer vaadi ile savaşa sürklenmek istenmiş fakat
barışa karşı duyduğu derin özlem yüzünden Avrupa’­
da daima saygıyla anılmıştır. Türkiye ona bir aziz
gibi hürm et duvardı. Bütün hayatı boyunca, K ur’an-ı
Kerîm'in kim olursa olsun herkese çalışmayı emreden
öğüdünden dışarı çıkmamıştı. Gayet usta bir kuyum­
cu olduğundan hergün namazdan sonra altın ve gümüş
süsler yapar, veya abanozdan, fildişinden iğneler imâl
ederdi. El emeği ile yaptığı bu eserleri .pazarda sattı­
1579
rır, geliri ile yiyeceğim temin ederdi. Tabiat onun ka­
nından, onun faziltlerine sahip bir vârisi esirgemişti,
XI
II.
M ustafa’nın oğlu, Saray’ın kapalı odalarında
tükettiği hayatının tesiriyle biraz çocukça kalmış olan
III .Osman rakipsiz olarak Taht’a geçti. Kararsız sal­
tanat döneminin başlangıcı, uzun zaman karanlıkta
kalıp da birden aydınlığa kavuşan bir tutsağın sen­
delemelerini andırıyordu. Arka arkaya seçilen ve az­
ledilen bir sürü Sadrâzam ’dan sonra silâhdarı Ali Pa­
şa S adârete getirildi.
Elde delil olmaksızın III, Osman’ın yeğenlerini
katlettiği söylenir. Kendisinin hiç çocuğu olmamıştı;
böyle bir hareketin ilerde ona bir çıkar sağlayacağı
düşünülemezdi. III. Ahmed'in tabiî ölümlerle hayata
gözlerini yuman üç yetim oğlu için zehir kullanıldığı
öne sürülm üştür. H attâ dördüncü şehzade M ustafa’nın
hekim tarafından sunulan zehir dolu şerbeti içmediği,
hançer zoruyla onu hekime içirdiği, hekimin de birkaç
gün sonra can verdiği öne sürülm ektedir.
Çeşitli söylentilerin gerçekle uzaktan yakından bir
ilgisi yoktur. Eğer III. Osman Şehzade M ustafa’yı öldürlmeyi gerçekten isteseydi, M ustafa’nın amcasından
sonra tahta geçmesi imkânsız olurdu. Üzeri örtülü kal­
mış şeyler daima bir suç aranm asına sebep olmuştur;
ancak III. Osman’ın dinî inançları ve adaleti böyle bir
vahşeti hiçbir zaman kabul edemezdi.
XII
İm paratorluğa iki vâris vardı: Mustafa ile kardeşi
Abdülhâmid. İlerlemiş yaşından ve hastalıklarından
dolayı daima kuşku içinde yaşayan Padişah, Sadrâ­
1580
zam’ı Ali Paşa’nm bu genç şehzadeler ile işbirliği yap­
tığından şüpmeleniyordu. Saray’da dolaşan dediko­
dular Sadrâzam'ın geceleyin şehzâdelerin dairesinden
çıkarken görüldüğünü etrafa yayıyordu. Uyarılan III.
Osman Şeyhülislâm'ı çağırarak b ir fetva vermesini is­
tedi. Halbuki Sadrâzam herhangi bir kul gibi fetvaya
ihtiyaç gösterilmeden Padişah’ın vicdanıyla yargılanabilirdi.
Yanma gelen Sadıâzam ’a karşı duyduğu hiddeti
yenemeyen Padişah, eline geçirdiği bir gürzü Ali Pa­
şa’nm başı üzerine savurarak «Huzurumdan çekil!» di­
ye bağırdı. Şeyhülislâm araya girerek, bir Padişah’ın
cellât gibi davranm am ası gerektiğini hatırlatarak onu
yatıştırdı.
Dışarı çıkartılan Sadrâzam iki dilsiz tarafından
boğduruldu.
XIII
Mehmed Râgıp Paşa, Padişah’m isteğinden ziyade
kamuoyunun baskısıyla Sadrazamlığa getirildi. On ya­
şında Saray’a içoğlam olarak giren, m ahir hocaların
derslerinde çok çalışkan olan, Avrupa’nın ve Asya'nın
belli başlı dillerini gayet iyi konuşan, çağma göre iyi
bir şair ve yazar sayılan, birçok sıiyasî görüşmelere
katılmış, zor meselelerin üstesinden gelmiş, savaşlar­
da kahram an olan, Kahire’de beğlerbeğlik yaptığı sı­
rada âsi m em lûkları başarıyla bastıran, dindar ve sa­
dık Râgıp Paşa, Padişah’ında ihtiyar bir çocuktan
başkasını bulam ayan bir İm paratorluk için gerçekten
kaderin yolladığı bir armağan olmuştu.
Buna rağmen iktidarının ilk yıllarında, boş inanç­
lar tarafından uğursuz olarak nitelenen bir alâmet
1581
onu epey kederlendirm işti. Ahşap yapılarla dolu gele­
neksel Türk şehirlerini birkaç saat içinde imha eden
yangınlardan biri 1756 yılında İstanbul’u kasıp kavur­
du.
XIV
Yangına tanık olan vakanüvisler olayı şöyle anla­
tırlar:
«ilk ateş şafak sökerken, Pera ve Galata’nm tam
karşısına düşen aşağı şehrin Saray’a komşu evlerin­
den birinden çıktı. Yeniçeri Ağası’nm Sarayı’ndaki ku­
lede görevli muhafız halkı uyarm ak için büyük davu­
la vurmaya başladı. Mahalle bekçileri hem en sokak­
larda koşuşarak ellerindeki çivili sopalan yere vunıyorlar, bir yandan da «Yangın var!» diye bağırıyorlar­
dı. Gecenin sessizliğini bozan ve insanları tatlı uyku­
larından uyandıran bu uğursuz sözün bütün kalplerde
yarattığı sıkıntıyı anlayabilmek için onu yaşamak gegerekir. Yeniçerilerin, bostancılann ve suıbaylannın
gelmesinden önce yangın söndürülm esinin yasak ol­
masında dolayı ateş süratle yayıldı; bu tedbir, um u­
mî felâket anlarında bazı kötü ahlâklı kişilerin fır­
sattan istifade ederek yağma yapmasını önlemek için
alınmıştı. Fakat bu çare bir kötülüğü önlerken daha
büyük bir felâkete zemin hazırlıyordu.
Nitekim hemen bastırılm ayan yangın giderek bü­
yüdü. Kuzeyden esen rüzgâr alevleri Saray’ın duvarla­
rına dayandırdı; Sadrâzam ’ın Sarayı’nı sardı; Devlet’in bütün büyük rütbeli kişileri yangın söndürm e ça­
lışm alarına katılıyorlardı. Padişah da çalışm alara ne­
zaret ediyordu; ancak Padişah’m ne varlığı, ne sesi,
ne de vaatleri felâketi sınırlamaya yetiyordu. Ayasof-
1582
ya’nın muazzam gövdesi alev tufanına bir set çekiyor­
du. Bu taş yığınının kurşundan olan kulbbesi sıcaklı­
ğın etkisiyle erimeye başladı; sıvı haline gelen kurşun
halkın ve muhafızların üzerine akmaya başlayınca
koca mâbed kendi haline terkedildi.
Bütün gayretler yangını baltalarla yıkılan bir ha­
rabe çemberi içine almaya yönelmişti. Şimdi alevlerin
erişebileceği yerler sınırlanmıştı; ancak kuzey rüzgârı
ansızın yön değiştirerek doğudan esmeye başladı ve
ateş hattı binikiyüz kadem uzunluğunda bir cepheyi
kapladı. Onüç ayrı koldan ilerleyen yangın bir yerde
birleşti şehrin merkezine doğru ilerlemeye başladı;
bütün İstanbul bir meşale manzarası arzediyordu. Her
gayret daha vahim bir felâket ile sonuçlanıyordu.
Alevlerin pençesindeki evleri yıkarken bir yeniçeri
takımı tamamen yangının içinde kaldı, yeniçerilerin
çığlıklarına evleri yıkılan, yakınları ölen anaları, babalarn, çocukların haykırışları, ağlayışları karışıyor­
du. Yıkılan yapıların dehşetli gürültüsüne, alev alev
yanan putrellerin görüntüsü ekleniyordu. Bakır ren­
gine dönüşen göğün altında kara, alev dalgaları ile
yutulurken tenakuz yaratırcasına deniz, sessiz uzanı­
yordu.
1756 yılında OsmanlIların başkenti
İstanbul'un
üçte ikisini mahvederek seksenbin evin ve bu arada
ordunun çadır ambarının tamamen yanmasına sebep
olan yangın böyle oldu.»
XV
III. Osman bu korkunç yangından bir müddet
sonra vefat etli. Son nefesini verinceye kadar çocuklu­
ğundan vaz geçmeyen bu Padişah limana giren gemi-
1583
!erin top atışlarını daha yakından duymak maksadı} la ölüm döşeğinin Saray’ın en ucundaki köşke taşın­
masını istemiştir. Köşkün önünden geçen gemilerin
selâm toplarının gürültüsü arasında son nefesini veıdi.
Efendisinin dengesiz kaprisleri yüzünden azledil­
mek üzere olan Râgıp Paşa, Şehzade M usta’nın köşkü­
ne gitti. III. Ahmed'in büyük oğlu olan III. Mustafa,
kırkbir yaşında olup, hayatının uzun ıstırap yıllarının
asabiliğini ruhunda taşıyordu. Kendiliğinden esaslı
kararlar veremeyecek, fakat üstün bir adamın telkin­
lerine açık olacak bir zihin yapısına sahipti.
XVI
Sultan Osman’ın ölümünün onbirinci günü Sultan
III. Mustafa Devlet’in yüce günlerini andıran bir ihti­
şam içinde Eyiipsultan’da Osman Beğ’in kılıcını kuşan­
dı. Daha önceki iğreti saltanat dönemlerinden bıkmış
olan halk ve ordu, iki amcasının dönemlerinde hayat­
ta kalmayı başarm ış olan Sultan M ustafa'dan çok şey
bekliyordu.
Kılıç kuşanma törenini anlatan vakayiname şöyle
demektedir: «Şeyhülislâm ile Sadrâzam ’ın arkasında
zengin koşumlu, kıymetli taşlarla bezenmiş kalkanlar
taşıyan otuzıkı soylu at geliyordu. Sağ üzengisi yanın­
da başınabeyinci, sol üzengisinin yanında im rahor ol­
duğu halde atının üzerinde ilerleyen Padişah’ın m uha­
fızları peykelerin başında pırıl pırıl parlayan miğfer­
ler, solakların başında ise zengin sorguçlar vardı. İkin­
ci im rahor atının sol dizginini ve sancaktar da sağ
d i z g i n i tutuyorlardı.
1584
Padişah atından inerken yeniçeri Ağası yardım et­
ti, o sırada Sadrâzam ile kızlarağası da koltuklarından
tutuyorlardı. Padişah’ın arkasında iki içoğlam gayet
kıymetli yastıkların üzerinde Padişah’m iki kıtaya, iki
denize ve Mekke ile Medine şehirlerine sahip olduğunu
belirten iki sarığını taşıyorlardı.
Padişah’ı durm adan halkı selâmlama zahmetinden
kurtarm ak için sarıkları taşıyan içoğlanları ellerindekilerini sağa sola sallıyorlardı. Padişah’m gittiği bütün
yol boyunca haznedâr halka keselerle altın atıyordu.
Padişah ve maiyeti yeniçerilerden meydana gelmiş iki
sıra içinde ilerlerken III. M ustafa halktan esirgediği
selâmım yeniçerilere veriyordu. Yeniçeriler de Hü­
küm darlarının selâmını, onun uğruna başlarını baltaya
uzatacaklarını ifade etm ek için kafalarım sol omuzla­
rına eğerek karşılık veriyorlardı.
Yeniçerilerin eski kışlasının önüne gelen Padi­
şah altmışıncı orta kum andanından bir kâse şerbet
aldı, onu altrn doldurarak iade etti. Bu m utlu günün
hâtırasına kum andan üç koyun kurban etti. III. Mus­
tafa yolu üzerinde bulunan Fâtih’in türbesini ziyaret
etti ve Peygamber’in bayraktan Eyüp Sultan’ın türbesinde namaz kıldı.» Padişah’m yanaklarının çöküklü­
ğü, yüz hatlarm daki melânkoli uzun yıllar geçirdiği
m ahrum iyet izlerini ortaya koyuyor ve bütün miislüm anlann m erham etini çekiyordu.
XVII
Bu hüküm darın ilk yılları beslenen u m utlan bo­
şa çıkarmadı. Padişah'in bütün hareketleri milletine
karşı hayırlı işlerde, yabancı Devletlerle ise barış için
1585
harcandı. Koca Râgıp Paşa dikkatle kendisini ikinci
plâna atarak ve daima Padişah’ı önünde tutarak doğ­
rudan doğruya Devlet'i yönetiyordu. Bazen kötü elbi­
seler içine gizlenerek, bazen bütün ihtişamıyla atının
üzerinde, Padişah gece gündüz demeden halkın ara­
sında dolaşıyor ve Divan’dan çıkan düzen ve din ile
ilgili yasaların ve kararların iyi uygulanıp uygulanma­
dığını kontrol ediyordu.
XVIII
Sadrâzamı’nın diğerlerinden farklı olmasmı arzula­
yan Padişah Râgıp Paşa’ya kızkardeşi Saliha Sultan’ı
zevce olarak vermek istedi.
Düğün töreninin hikâyesi Osmanlı geleneklerini
çok canlı bir şekilde gözler önüne serm ektedir. Büyük
tarihçi Ham mer’e açılan «Düğünler Defteri» Râgıp
Paşa’nm düğününü şu şekilde anlatm aktadır:
«Nişan töreni Saliha Sultan'in Eyüp semtindeki
sarayında Şeyhülislâm’ın huzurunda yapıldı. Saliha
Sultan’ı Kızlarağası, Râgıp Paşa’yı da sadâret Kethü­
dası tem sil ediyordu. Ertesi gün Sadrâzam nişanlısı­
na kapıcılar bölükbaşısım yollayarak sağlığını sordu
ve tarafından kapaklı altı altın tabak, aynı madenden
b ir sofra, şekerleme dolu bir kâse, süt ve elli cins
meyve dolu otuz kâse armağan etti. Onbeş gün sonra
Saliha Sultan yanında harem ağaları ile musikî takımı
olmadan (çünkü sultan duldu) Sadrâzam ’m Sarayı’na
geldi. Saray'ın dış kapısında Sadrâzam tarafından kar­
şılandı, Râgıp Paşa soylu nişanlısına iltifat etti ve he­
men arz odasına çekildi.
F : 100
i586
Gün balımından sonra, eski bijr gelenek gereğince
Kızlarağası Saliha Sultan’ı kocasının yanına götürm ek
üzere geldi. Saray geleneklerine göre sultan kocasını
sahte bir soğukluk ve gururla karşılam ah, hattâ b;r
müddet onun yüzüne bakm am ahdır. Bu sessiz sahne­
den sonra sultan birden ayağa kalkarak dairesine çe­
kilir. Bu fırsattan yararlanan hadım lar hemen nişanlı­
nın elbiselerini değiştirirler ve kapının eşiğine bıra­
kırlar.
Bu merasimin büyük önemi vardır, zira nişanlının
hareme sahip olduğu, dolayısıyla kocalık
haklarını
ortaya koyacağına delâlet eder. Hadım lar hemen ortaIıkt.an kaybolurken, koca, eşi tarafından işgâl edilen
sofaya gelir. Zevcesinin ayaklarına kapanır, onun önün­
de elleri göğsüne kavuşturulm uş o güzel ağızdan bir
söz çıkıncaya kadar diz çökmüş bir halde kalır. Ni­
hayet sultanın ağzından, «Bana su getirin!» sözleri
çıkar. O zaman yine diz çökmüş bir halde ibrikle su
getirir ve çiçek ve kıymetli taş işli peçesini kaldırm a­
sını rica eder. Nişanlının yedi örgüden meydana ge­
len saçları arasına inci vc altın parçaları serpiştiril­
miştir. Sultan hanım suyu tadar tatm az içeri giren
cariyeler, birinde kızarmış iki güvercin, diğerinde
Hint şekeri olan iki tabağı odanın ortasında yüksekçe
bir masaya koyarlar. Koca zevcesine ikram edilen şey­
leri tatm ak lütfunda bulunması için en zarif kelime­
lerle yalvarır; fakat o her defasında aşırı bir gururla
«İstemiyorum!» dive cevap verir.
Ümitsizliğe kapılan yeni koca, amansız güzelliği
ikna etmek için başka çarelere başvurur. Hadımları
eaüırır, ayaklarının dibine cn nadide arm ağanlar koy­
1587
durur. Bu şahane arm ağanlar karşısında yumuşayan
soylu nişanlı, yine Saray gereğine göre kocasının ko­
lunda sofraya gider. Koca zevcesinin ağzına kızarmış
güvercinden bir parça koyarken, sultan da kocasının
ağzına bir parça Hint şekeri verir. Hemen sonra sofra
kaldırılır; sultan yine sofadaki yerine geçerek oturur;
hadım lar çekilirler ve nişanlılar bir saat müddetle
son derece saygılı bir şekilde birbirlerine hitap eder­
ler. O sırada Padişah Harem'den arz odasına geçer ve
orada vezirlerin ve diğer Devlet büyüklerinin tebrikle­
rini kabul eder; Harem dairesine dönüşünde diğer
sultanlar da H üküm dar’ı kutlarlar. Bütün gece boyun­
ca musikî, raks ve karagöz oyunları ile davetliler eğ­
lendirilir.»
XIX
Çıkardığı yasalar altında gittikçe gelişen İm para­
torluğun her kısmına ayrı ayrı dikkat eden Koca Râgıp her mesele ile hazırladığı tekliflerini bir Devlet
adamının ihtimamına yakışır bir şekilde yazılı olarak
Padişah’a sunuyordu. Kutlama günleri münasebetiyle,
şair ve edip kaabiliyetini hatırlayan Sadrâzam, Efen­
disine tebriklerini sunuyordu. Yılın her yeni mevsimi­
nin başlangıcı, bir saraydan diğer saraya gidiş, bir su
yolunun veya çeşmenin açılış töreni veya yeni bir savaş
gemisinin denize indirilişi siyasî olmaktan ziyade ede­
bî olan bu yazılara vesile teşkil ediyordu.
III.
Mustafa ile Râgıp Paşa’nın ortaklaşa yürüttük­
leri saadet ve refah dolu saltanat yılları Sultan Mus­
tafa’nın ilk kızı ve ilk oğlu Selim’in doğumları ile en
m utlu günlerini yaşadı. İstanbul ve tepelerini aydınla­
tan donanm alar ile bıı doğumlar kutlandı. Sutan Mus­
1588
tafa ve Sadrâzam ’ı btf münasebetle binlerce tutsak
hıristiyam fidyesiz serbest bıraktılar.
Kader, OsmanlIların m ukadderatına uzun yıllar­
dır bu derece faziletle ve açık görüşlülükle hâkim ol­
muş büyük Devlet adamının ölümüne sebep olarak
im paratorluğun bu m utlu yıllarım kısa kesti. Râgıp
Paşa dehâsının en yüksek noktasında altmışbeş ya­
şında ölürken Efendisi arkasından göz yaşı döküyor ve
bütün im paratorluk da arkasından hayır dua ediyor­
du. Bütün hayatı boyunca faydalandığı bilgileri Os­
manlIların istifadesine sunmak için yaptırdığı kütüp­
hanenin avlusuna gömüldü. Kendi kitaplarını kütüp­
haneye hibe etmiş ve edebiyat eğitimi yapacak kırk
genç için bir vakıf kurm uştu. Zârif bir çeşme avlu­
sunun taşları arasına şırıl şırıl sularını akıtırken üze­
rinde onun kazdırdığı şu ibare okunur. «Bu çeşme bilime susamış insanların susuzluğunu gidermek için
yapılmıştır.»
Kaderin garip bir cilvesi olarak Islâm Devlet
adam larının en bilge ive en dindar olanlarından biri olan
Râgıp Paşa, kütüphanesinin avlusuna gömülürken, çok
uzaklarda İra n ’da kum andanları tarafından katledilen
Nâdir Şah’m cesedi kum ların üzerinde sahipsiz yatı­
yordu. Geceleyin sadık bir kölesi tarafından kaldırılan
cesedi, gömüldüğü yerin hiç kimse tarafından bulun­
maması için defnedildikten sonra üzeri düzletilmişti.
XX
Râgıp Paşa’nm liberal yönetimi ^Türkiye'de barış
sanatlarının gelişmelerine elverişli olmuştu. Türk ve
Arap edebiyatında en uzman tarihçilerden biri olan
1589
Hammer, im paratorluğun o çağdaki medeniyetini doğ­
rulayan şairlerin, yasa yapıcılarının, tarihçilerin, bil­
gelerin adlarını ve eserlerini saymaktadır.
Müslümanların sivil hayatı ile ilgili en önemli eser­
lerden biri de, kadıların işine ^arayan ictihâdların ve
fetvâların toplandığı «İnşâlar» adlı eserdir. Arapçadan
pekçok eser de bu dönemde çevrilm iştir. Fakat o ça­
ğın filolojik çevirilerinden en önemlisi şüphesiz Ko­
ca Râgıp Paşa’nın çevirdiği «Bilimler Gemisi» adlı
eseridir.
Dil bilginlerinin o çağda üzerinde en fazla durduk­
ları konular arapça nahivi (sentaks) inceleyen eserle­
rin çevrilmesidir. Fars dilbilgisi ve belâgat sanatı üze­
rinde de birkaç kitap vardır. Yine gökbilim, aritm etik,
m antık ve tıp üzerinde az sayıda esere rastlanm akta;
m istik Acem şairlerinden Saib, Urfı ve Şevket'in çevi­
rileri göze çarpm aktadır.
Farsça «Öğüt Kitabı» adlı eser o çağda en az beş
kere Türkçeye çevrildi.
Biyografi ve topografya ile ilgili birkaç eser de o
tarihlerde yayınlanmıştı; bunların arasında şairlerin,
şeyhülislâmların, vezirlerin,. kapdan-ı deryâlarm, h a t­
tatların biyografileri; hac seferleri, Mekke, Medine,
Şam, Kudüs ve Tebriz gibi şehirlerin tasvirleri yer
alm aktadır.
Birkaç değişik konuda eser veren
eserleri «Külliyat» nâmı altında toplandı.
müelliflerin
Sadrâzam Koca Râgıp Paşa’nın adı ülkesinin ede­
biyat dünyasında «şairlerin sultanı» olarak şöhret yap­
mıştı; tarih ve diplomasi üzerine kaleme aldığı eser­
1590
lerin yanı sıra gazellerini ihtiva eden bir divan bı­
rakm ıştır. Türk tarihçisi Vâsıf’a göre Osmanlılar Râgıp Paşa’yı, devlet adamlığında Köprülü Mehmed Paşa'ya, tarihçilikte İbni Ayaş'a, şairlikte Hâfız’a ve fel­
sefede E flâtuna eş tutm uşlardır.
Devlet adamı olarak ilk defa o, Almanya’nın ku­
zeyinde Prusya Devleti’nin temellerini atan II. Friedrich’te Osmanlı Devleti'nin eski ve güçlü düşmanı
Avusturya’ya karşı bir denge unsuru görm üştür. Bil­
gisini ve asker dehâsını takdir ettiği ve dostluğunu
aradığı Büyük Friedrich'in günün birinde Ruslar,
AvusturyalIlar ve Osmanlılar arasında hakem ve aracı
olacağını düşünmüştü. Bu haklı düşünce Râgıp Paşa
ile tamamen ölmemiştir.
Râgıp Paşanın şair ve yazar olarak gıpta ettiği
II. Friedrich onun gibi doğru, çıkar gözetmeyen ve fa­
ziletli olsaydı, barışın ve İm paratorluğun gerçek tem i­
natı olurdu. Ancak Prusya’nın büyük adamı sadece bir
siyasetçiydi; Osmanlı İm paratorluğu’nunki ise sadece
bir iyilik adamı.
Râgıp Paşa’mn düşüncelerinde, doğruluğa daya­
nan siyasetini takdir ettiği Friedrich’in Lehistan’ın
paylaşılması sırasında nasıl doğruluktan döndüğünü
ilerde göreceğiz.
XXI
Nişancı Hamza Hâmid Paşa Devlet’in yönetimini
üzerine aldı. Anadolu’da Develihisar’lı bir tacirin oğ­
luydu. Uzun zaman Râgıp Paşa’nın sır kâtipliğinde,
sonra reisülküttaplıkta bulunmuş, büyük devlet ada­
mının uzun hastalığı sırasında da Devlet işleri ile meş-
1591
gûl olmuş olan Hâmid Paşa adeta bir m iras gibi dev­
letin m ührünü teslim almıştı. Padişah, Râgıp Paşa’nın
çömezinde onun dehâsını bulacağını umuyordu; hal­
buki o Râgıp Paşa'mn dehâsı yerine geleneklerini de­
vam ettirdi.
Vâsıf onun için, «yeryüzünde ne iyilik, ne de kö­
tülük izleri bırakm adan geçen adam lardan biriydi» der.
Altı aylık kısa iktidarında
ondan sonra gelenlerin
dönemlerinde Bâb-ı Âli Prusya j ı desteklemeye devam
etti; Prusya’da İstanbul’da devamlı bir elçi bulundur­
ma iznini kopardı. Franşa, kralı XV. Louis’nin eğlence­
ye düşkün hareketsizliği ve Avusturya’nın gönlünü al­
ma siyaseti yüzünden Türkiye’nin şimdiye kadar ken­
disinde bulduğu denge özelliğini kaybetti; Avusturya
dah«ı kibirli, Lehistan daha karışık, Rusya daha tehditkâr oluyordu. Fransa’nırf Bâb-ı Âli ile samimî itti­
fakını bozması, II. Friedrich’in ihtirası, Rusya’nın Var­
şova’ya yaptığı baskı, Lehistan’ın paylaşılması ile il­
gili müphem tasarıları Viyana hüküm etinin destekle­
mesi, nihayet Kırım H an’ı nezdinde Prusya entrikala­
rı, B atı’da bir çıkar, anlaşma, ittifak tehdit kargaşa­
lığı yaratıyor, bu kargaşalık içinde temiz kalpli Osman­
lI, dostunu düşmanından ayırdetm ekte zorluk çeki­
yordu. Üçyiiz yıldır bir varlık olamayan Rusya kırk
yıl içinde birden büyümüştü. Fransa’nın Avrupa’da
önemini kaybetmesi ile kuzeyde Prusya ve Rusya’nın
iki yeni güç olarak ortaya çıkmaları, Osmanlı dış si­
yasetini uzun zaman şaşırtacak olaylardır. Paşa olan
Bonneval Kontu ile, Çanakkale istihkâm larında görev­
li Baron de T ott’un öğütlerine rağmen Türkler Râgıp
Paşa'mn dehâsına sahip olamadıkları için bu öğütleri
o\dınlat makta güçlük çekiyorlardı.
1592
Çar Deli Petro’nun yeğeni Çariçe Anna’nın ölü.
m ünden Prusya’da Büyük Friedrich’in ortaya çıkışma
kadar Kuzey saraylarında olup bitenlere kısa bir göz
atalım. Görünüşte medenî olmakla öğünen Kuzey Av­
rupa'nın âdetlerinin, ihtilâllerinin ve cinayetlerinin,
Doğu’nun sözde barbarlığından nasıl kat kat daıha b ar­
bar olduğunu da göreceğiz. Rus tahtındaki anî deği­
şikliklerin ve Berlin sarayındaki trajedilerin hikâyesi­
ni okurken Bâbil’e hâkim olan iki ırkın vahşi müca­
delelerini okur gibi olacaksınız.
XXII
Ülkesindeki yabancıların cesetleri üzerine basa­
rak ve ırsî vârisleri şiddetle ezerek Taht'a geçen çari­
çe Anna son nefesdni vermeden önce yeğeni Mecklemburg Düşesi’nin henüz beşikte olan oğlu îvan’ı çar ola­
rak ilân etti.
Ölen çaı içenin zalim dostu Biren bu çocuğun adı
altında hâlâ zulüm ile hüküm süreceğini tasarlıyordu.
Kırım ’dan gelen ordunun kum andanı zalim ve ihtiras­
lı Münich, askerlerini nâibe karşı ayaklandırdı, gece­
leyin saraya baskın yaptı, Biren’in odasına girdi onu
çırılçıplak bağlattı, karısını askerlerin tecavüzüne terketti, sonra hepsini Sibirya’ya sürdü. Nâibe olarak ilân
edilen îvan’ın annesi general Münich vasıtasıyla Tahtı
ele geçirdi ve bir m üddet Devlet’i yönetti.
XXIII
Deli Petro’nun, ikinci kızı Elizabetha Rusya Tahtı'
nın Romanof’ların elinden çıkarak Brunswick hâne-
1593
danm a geçmesinden endişelenerek bir gece S araya
baskın yaplı, tam îvan’ı öldürtecek iken bebeğin gü­
lümsemesine ve süt annesinin yalvarm alarına mağlûp
olarak çocuğun hayatını bağışladı. Ivan, annesi ve ba­
basıyla hapisten hapise Rusya içinde dolaştırıldı ve
sonunda herkes onları unuttu. Eski millî ve askerî Rus
partisine fedâ edilen yabancılar bir defa daha sürüldü
veya katledildi. Aynı yıl içinde iktidardan hiçliğe dü­
şen general Münich, Sibirya’da Biren için hazırlattığı
hücreye yollandı. Rusların cehaletine disiplini, yasala­
rı ve sanatları getirmiş olan binlerce yabancı Rus
şehirlerinde katledildi.
Bu yabancıların ekolünde yetişmiş bir Rus, Bestuçev başbakan oldu; diğer bir Rus, Şuvalof da çari­
çenin kalbini fethetti. Dresde şehrinde kalan Saksonya’lı Lehistan kralı III. A^suste’ün yokluğundan isti­
fade eden Rusya, Bestuçef zamanında Varşova üzerin­
de baskı kurarak Lehistan’ı zulüm ile yönetmeye alış­
mıştı. Auguste’ün ölümünden sonra Leh tahtına çikmak için binbir türlü oyun sahneye konmaya hazırlanı­
yordu. Bu entrikalardan en güçlüsü Jagellon’lardan
gelen Czartoryski Prenslerininkiydi. İngiltere, Fransa,
Rusya, Avusturya ve Prusya’nın bu cum huriyet içinde
gizli partileri mevcuttu.
İngiltere, Lehistan’ın kırallık seçimine müdahelo
etmesi için yüzbin Rus askerinin parasını vermeyi
taahhüt ediyordu. Almanya'yı çok güçlendirecek olan
Prusya veya Avusturya'nın Lehistan’a sahip olması ye­
rine Moskofların Varşova’ya hâkim olmasını tercih
ediyordu. 0 çağda siyaset ve ileri görüşlülükten yok­
sun olan Fransa, görünüşte Londra’nın fikirlerini pay­
1594
laşıyordu. Varşova’ya gizlice XV. Louis’nin mutemet
adamı Kont de Broglie yollanarak Ruslara engeller
hazırlanıyordu. Lehistan’da Fransa ve Prusya'nın yar­
dım larına güvenen vatansever bir parti teşkil edilmiş­
ti. Tehlike anında Fransa silâhlı yardımını esirgedi.
Saksonya hanedânı ile Czartoryski'ler her tarafta kı­
ran kırana mücadele ediyorlardı. Her parti yabancı
himayesine ve aklına muhtaç bırakılm ıştı.
XXIV
Czartoryski Prenslerinin yeğeni ve sözcüsü genç
bir Leh, amcalarının öğüdü üzerine Petersburg'a gide­
rek Elizabetha'nın tercihimi elde etmek için çalışma­
lar yaparken bilmeden vatanının yok olmasına sebep
olacaktır. Bu sözcünün adı Stanislas Poniatovvski idi
Bu genç adam çocukluğunda bir İtalyan’ın yaptığı
kehanet üzerine günün birinde Lehistan Tahtı’na otu­
racağına inanmıştı. Lehistan tacım bir kadının aşkıyla
elde edecekse tabiat da ona bu hülyâyı gerçekleşti­
recek bir çehre ve baştan çıkarma kaabiliyeti vermişti.
Bu kadın Petersburg’da bulunuyordu. Ondört ya-:
şmda iken, İsveç Kralı XII. Charles ile Deli Petro’nun
soyundan gelen Holstein Büyük Dükası Petro ile ev­
lenmişti. Bu prensesin adı Katerina d ’Anhalt idi. Her
bakımdan fevkalâde bir kadındı.
XXV
Kendisiyle evlendirilen Biiyük Düka böyle bir ka­
dının zarafeti ve zekâsıyla asla boy ölçüşemeyecek birisivdi. Prıısyalı Büyük Friedrich'e karşı şuursuz, derin
1595
bir hayranlık duyuyordu. Bütün meşguliyeti üniforma,
eğitim, manevra ve dakik kışla disiplini idi. Bu yüzden
karısını ihmal ediyordu. Boş vakitlerini aşağı tabaka­
dan kadınlarla eğlenerek geçirirdi. Çariçe Elizabetha’dan sonra tahta geçecek olan Büyük Düka’nın sekiz
yıllık evlilikten sonra çocuğu olmaması Elizabetha’yı
çok endişelendiriyordu. Evlenme şartında çocukları ol­
maksızın kocası kendisinden önce ölürse Katerina tek
başına takta geçecekti. Bu yüzden prenses, ihtirası ile
taht arasına bir çocuk vermeyen kısırlığına üzüleceği­
ne seviniyordu. Fakat bir m üddet sonra dedikodulu bir
doğum yaptı. Petersburg Sarayı’na giren Poniatovvski'yi gören K aterina’nın kalbi aşkla doldu. Katerina'nm
yeğenlerine karşı duyduğu aşktan haberdar olan Czartoryski’ler Rusya’nın müstakbel çariçesini kendi aile­
lerinin Lehistan’daki tahtını koruyacak sağlam bir te­
m inat olarak gördüklerinden Poniatovvski'yi Petersburg’ta daimî Lehistan elçisi ilân ettiler.
XXVI
Bir gece Büyük Düka’nin yazlık evinde K aterina’yı
beklerken Büyük Düka tarafından yakalanan, zindana
atılan ve çariçenin isteği üzerine Rusya’dan kovulan
Poniatovvski uzun yokluğu sırasında K aterina’ya çok
acı çektirdi. İşte bu kederli günlerinde gözden düş­
müş bir halde, yanında birkaç sırdaşı ile bir köşeye
çekilen Katerina bütün dünyaya mizacını tanıtacak
olan büyük düşüncelerini ve cinayetlerini hep o sıra­
da tasarladı.
1596
XXVII
o lsa
Çariçe E lizabetha ölü m d öşeğin d e, görünüşte
B üyük D üka ile karısının barışm alarını istedi.
b ile
F a­
kat III. Petro olarak tahta oturan B ü yü k D ü k a karı­
sın ı boşam ak v e oğlunun gayri m eşruluğunu ilân et­
m ekle
tehdit etti. B aşk en tin
dışında bir kır evin d e
gün hayatı yaşayan Katerina,
ladığı kaderi bekliyordu.
Fakat
Prusyavâri
ne
düşm an
altı
aylık
davranışları
etti,
çarın
iktidarı
ile esk i
P etersburg’u
k en d isi
için
sür­
hazır­
sırasında
III.
Petro,
R us Partisini k en d isi­
kışlaya,
Sarayı
da
sefahat
âlem leri m erkezine çevirdi. İlk vatanı H o lste in ’a y ü zb in k işilik bir ordu göndererek, H o lste in ’ı k ü çü m se­
y e n Danim arka'ya bir ders verm ek istiyordu. H alkın,
K aterina’n ın oğlun un b abası şeklinde dedikodu çıkar­
dığı
Prens
S o lt ik o fu
Petersburg’a
çağırttı.
prensin karısıyla olan ilişkilerini itiraf etm esi,
na’y ı zina
evlenm ekti.
ile
Katerina'nın
suçlayarak
sarayda
onu
hiç
boşam ak
bir
ve
m üttefiki
G ayesi
Kateri-
m etresi
yoktu;
ile
an­
cak halkın duyduğu m em n u n iyetsizlik v e acım a, halk
v e k ilise arasında gen iş bir taraftar k itlesi toplam aya
yetm işti.
K aterina’nın
P o n ia to w sk i’y e
karşı
duyduğu
ü m itsiz aşk giderek Prens O rlo f’a dönm üştü. Prens Orlo f b eş kardeşi ile m uhafız kıtasında görevliyd i. K ate­
rina k im liğin i b e lli etm eden Prens Orlof'la g iz lic e b u ­
luşm uştu. O rlof sev d iğ i kadının Katerina olduğunu onu
ancak
çariçe
Çar’ın
yanında
E lizabeth a’n ın
ölüm ünden
gördüğü vak it anladı.
Bu
sonra
sefer
da karıştığı daha derin bir aşkla K aterina’y a bağlandı.
k o ca sı
saygının
1597
Birlikte K aterina’yı tahta geçirecek bir tasarı hazırladı­
lar. Kardeşlerinin muhafız kıtasında nüfuzlu subaylar
olmasından, çarm orduda sevilmemesinden
istifade
ederek suç ortaklarını bulm ada zorluk çekmedi. Katerina’mn cüreti ve göz yaşlarının baştan çıkarıcılığı aşk­
la başlayan bir ihtilâli sonuna erdirecekti.
XXVIII
Çariçe Elizabetha zamanında Don Kazakları hatmanı olan Rozamuski’ye çarm büyük itim adı vardı.
Orlof tarafından elde edilen Rozamuski gerektiğinde
harekete geçeceğine dair söz verdi. Bütün Slav kadın­
ları gibi entrika dehâsına sahip olan Daşkof da, halkın
üzerinde büyük etkiye s a h i p Novogorod patriğini elde
etmeyi üzerine aldı.
İm paratorluğun uzak eyaletlerinde ayaklanmalar
başladığına dair ustaca çıkarılan söylentiler kamuoyu­
nu endişelere sevk etti. Halkın endişesi her tarafta ih­
tilâlcilerin en iyi yardım cısı ve en emin ihtilâl başlan­
gıcıdır. Çarın öldürülm esi gerekiyorsa kaatilleri de ha­
zırdı. Çarm öldürüleceği gece kaatillerden biri çıkan
anlaşmazlık üzerine suikastı çara haber verdi.
Çar vc karısı ayrı ayrı Petersburg’tan uzakta bu­
lunuyorlardı. Aynı anda haberi alan Katerina gizlice
Petersburga döndü, kışlaların önünde inerek kendini
tanıttı, askerlere hitap etti; hepsi ayaklarına kapana­
rak ona ölünceye kadar sadık kalacaklarına dair ye­
min ettiler. Bu arada hatm an Rozamuski de Kazakları
ile K aterina’ya katıldı.
İhtilâlin elebaşıları ile kışlaları dolaşarak bütün o r­
duyu kendi tarafına çekti. Gün doğarken ordu ve halk
1598
ihtilâli desteklemek üzere toplanmıştı. Ordusuyla kiliseye gelen K aterina takdis edildi, Sarayı eline geçirdi,
oğlunu balkondan halka gösterdi bütün birlikleri topla
donatarak şehrin giriş yerlerinde mevzilendirdi. Sonra
kadın elbiselerini çıkararak muhafız üniforması giydi,
atına binerek ordunun başında çara karşı yürümeye
başladı.
XXIX
Şehrin dışında iken askerin ayaklanması ile tah­
tını ve genellikle hayatını kaybeden Roma im paratorla­
rı gibi şaşkın kalan III. Petro, tereddüt içinde bekli­
yordu. Öyle anlar vardır ki kader kişiden daha güçlü
olur.
Şehirden yükselen sesleri kendisine yapılan sevgi
gösterileri sanan III. Petro metresi ve gözdeleri ile açık
bir arabaya binip Petersburg’a giderken yolda Tasla­
dıkları m utemet adam larından biri ihtilâlin başladığı­
nı bildirdi. Hemen geri dönen III. Petro, Holsteinli
askerlerden oluşan birliklerinin başına Sibirya’dan he­
nüz dönmüş olan ihtiyar mareşal Münich'i geçirdi, kâ­
tiplerine çeşitli em irler yazdırarak sağa sola yolladı.
XXX
Bu sırada K aterina’nm ordusu git gide büyüyerek
ilerlemesine devam edıiyordu. Münich, çara bir gemive
binerek K ronştadt’a gitmesini, orada kendisini daha ivi
koruyabileceğini öğütledi. Bu öğüdü yerine getiren çar,
K ronştadt’a vardığında isyan eden donanmanın
li­
manı kapattığını gördü. Çarın geldiğini haber veren
1599
adam larına, artık çarın mevcut olmadığım bildirdiler.
Katerina ile bir anlaşma zemini bulm ak için ona
yazdığı m ektupta metresi ile Holstein'a dönmesi için
izin istedi. Katerina önce çarlıktan çekildiğini belirten
bir vesikayı yazıp imzalamasını talep etti. O da kabul etti.
Teslim olduktan sonra askerler çarın elbiselerini nişan­
larını çıkardılar, yarı çıplak bir hâlde türlü hakaretle­
re maruz bıraktılar. Metresi ise çırılçıplak soyularak
askerlerin tecavüzüne terkedildi. Sonra Peterhof kale­
sine hapsedildiler.
Çar Petro’nun torunu, Rusya’ya yabancı bir Alman
prensesi uğruna böylece tahttan indirildi.
XXXI
Başkentten uzakta olan birliklerde ve donanmada
pişmanlık alâm etleri başgösterince Orlof kardeşler
dehşetli bir endişeye düştüler. Ancak çarı ortadan kal­
dırırlarsa tehlikeden kurtulacaklarına inandıklarından
bir gün çara zehirli şarap içirdiler. Zehrin tadını alan
çar ikinci kc'dehi içmeyi reddedince iki soylu prensin
de yardımıyla III. Petro'yu boğdular, asilzâdelerin cel­
lât olduğu bu saray çevresinde böyle hüküm dar katil­
leri olağandı!
XXX
Çariçe K aterina’nın kocasının, katlini emrettiği ve­
ya müsaade edip etmediği hiç bir zaman anlaşılamadı;
fakat bu cinayetten sonra bir imparatorluğa kondu ve
kaatiller m ükâfatlandırdı. Bir tertip sonunda Rusya’­
ya hâkim olan Katerina, Deli Petro’nun vahşi dehâsını
1600
aşan medenî bir dehâ ile Rusya'yı manen fethetti. Onun
dönemi Lehistan ve Osmanlı İm paratorluğu için felâ­
ketler getirecektir.
XXXIII
II.
Katerina kocasının tahtım orduyu ayaklandıra­
rak ele geçirdiği ve gözdelerinin yardımıyla yerini sağ­
lamlaştırdığı sırada bir başka hüküm dar, Büyük Friedrich krallığım büyütm ek için en az yirm i kere m ah­
volmanın eşiğine gelmiş fakat askerî dehâsı sayesinde
Fransa, Avusturya ve Rusya ittifakını altederek Lehis­
tan'ın paylaşılması ve Osmanlı Devleti'nin selâmeti için
Prusya'da yerini garantilemişti.
Her ne kadar tahta çıkan basam aklar üzerinde
dünyaya gelmiş ise de bu hüküm dar, kahram anları ya­
ratan üm itsizlikler ve felâketler arasında yetişmişti.
Kader ile yaptığı uğraş ruhunu son derece güçlendir­
mişti. Doğuştan taç giymeye hak kazanmış olmasına
rağmen, kişisel mücadeleleri sonunda tacı elde edebil­
mişti. Ayrıca m odern savaş dehâsına da sahipti; bütün
bir milleti disiplin altına almış ve bir savaşçı orduyu
yaratm ıştı. MakedonyalI Filip’e benzemek için ona İs­
kender gibi bir oğul gerekliydi.
XXXIV
Bütün batılı güçlere ve bu arada Rusya’ya karşı
sürdürdüğü Yedi Yıl Savaşları, bu hüküm darı Lehis.
tan ’ın aleyhine genişlemek tasarılarından uzak tut.
m uştu. Rusya ile Prusya arasında, kendilerini yönet­
meyi bilmeyen, fakat çok iyi savaşmasını bilen Lehis­
1601
tan devletini muhafaza ettiği için kendini kutluyordu.
Friedrich’e karşı aşırı hayranlık duyan III. Petro
tahta geçer geçmez, çariçe Elizabetha’m n yürüttüğü
Prusya savaşına son vermiş, bu devletle bir b an ş anlaşması imzalamıştı. Avusturya’nın yanında savaşan
Rus orduları taraf değiştirerek Friedrich’in ordusunu
güçlendirmişti.
Petersburg’un bu siyaset değiştirmesi Fransa, Avusr
turya ve İngiltere’yi 1763 barışına ve Silezya'nın Prus­
ya’ya bağlanmasına zorlamıştı. Bu uzun savaştan son­
ra gelen on yıllık barış döneminde, yeni Avusturya
İm paratoru II. Joseph’in de ihtirasları ile Petersburg
ve Berlin sarayları Lehistan’ın paylaşılması meselesine
eğilmişlerdi.
Tanrı’ya inanm ayan bir hüküm dar, kocasının cese­
di üzerine basarak tahta çıkan bir Rus çariçesi ve Fri­
edrich’in şanı ile K aterina’nın m utluluğundan başkası­
nı kıskanmayan bir Almanya im paratoru için tereddüt
edecek hiç bir kuruntu kalmamıştı. Kendi kendisini
yönetmekten âciz olan milletlere ders olacak şekilde
söylemek gerekirse, sürekli anarşi yabancıların fetih
iştihasını kabartır ve kom şuların gözünde yaşama hak­
kım kaybeder.
XXXV
Lehistan’ın paylaşılması meselesi daha ilk kelime
söylenir söylenmez tasdik edilmemişti. Friedrich ile
Rusya arasında varılan anlaşmaya göre, Saksonyalı
Agueste ölünce Lehistan tahtına bir Lehlinin geçiril­
mesi çn görüşm eler yapılacaktı. Bütün boyunduruklar­
dan en fazla kendi soydaşlarının boyunduruğunu çekeF : 101
1602
meyen Lehliler için bu mesele tam bir anarşi demekti.
Bu anlaşm anın hükümlerinden ve Rusya ile Prusya'nın
mevcudiyetlerine karşı kurdukları ittifaktan kuşkula­
nan Lehliler kaynaşmaya başladılar. Branicki ve Mokranuski adlarındaki generaller Fransa’nın desteğini
sağlamak için çaba sarfediyorlardı.
XV. Louis’nin metresi Pom padour Markizi, kralın
kalbini kazandığı gibi belirli bir siyaseti de ona kabul
ettireceğinden emin bir halde Kardinal B em is’nin etk;9iyle Avusturya ile bir ittifakı tavsiye ediyordu. Lehli­
leri kaderleriyle başbaşa bırakarak Avusturya, Prusya
ve Rusya’nın hoşlarına gidecek şekilde davranılmaya
başlandı. Varşova ile sağlam bir siyasî ilişki yerine,
Fransa entrika çevirmeyi daha uygun buluyordu. Le­
histan’ın ve kralı Saksonyalı Auguste'ün yaşlılığı ya­
kında boş kalacak tahta göz dikenleri çoğaltıyordu.
General Mokranuski, Fransa'dan bir kral
talep
ederken, daha önce gördüğümüz gibi Petersburg'dan
sürülen Czartorysi’lerin adayı Stanislas Poniatovvski
eski sevgilisinin Rusya’da tahta geçtiğini öğrendi. Artık
hür ve hâkim olan K aterina’nın onu Petersburg’a çağı­
rarak eski vaadlerine göre Lehistan tacını giydireceğin­
den emindi. Katerina’nın yeni düşüncelerinden daha faz­
la haberdar olan amcaları onu zorlukla Lehistan'da
tutuyorlardı. Augııste’ün ölümünden sonra eski sevgili-,
sini hatırlayan Katerina, Prens Orlof’un orduları ve al­
tını ile Poniatowski’yi kral seçtirdi. Bu, önceden Rus­
ya’nın Varşova’da taç giymesi demekti.
Poniatovvski’nin devri boyunca devam eden karı­
şıklıklar, iç savaşlar, katoliklerin
reform culara, re­
formcuların katoliklere karşı düzenlediği tertiper, di.
1603
V(.t!er, komplolar, suikast teşebbüsleri ona ihtirasını
bir hayli pahalıya ödetmiş ve ülkedeki bütün partilerin
elbirliği ile Lehistan’ın parçalanmasını hazırlamıştır.
Lehistan’ın bit ağır can çekişmesini ancak Os­
m anlIları ilgilendiren yönüyle yıllatmakla yetineceğiz
Avusturya, Prusya ve Rusya’nın tabiata aykırı bir şo­
kede Lehistan'ı paylaşması için yaptıkları ittifak Osmaıılılrr;’ daha ihtiraslı l'akııt daha gayri siyasî bir it­
tifakın aleyhlerine hazırlandığım hisseltiriyordu. Os­
m a n lI İmparatorluğu’nun
bırakacağı boşluk bundan
bııvle B:ıtı!ı devletlerin kanlan ile doldurulacaktı.
OTUZ BİRİNCİ KİTAP
I
III.
M ustafa'nın saltanat dönemini anlatm aya baş­
lam adan önce bütün zihinlerin dikkatini çekeceğinden
emin olduğumuz bir düşünceyi açıklayacağız. Tabiat,
dünya üzerinde cereyan eden olaylarda çok büyük rol
oynam aktadır; dünyanın herhangi bir ülkesinde bir
dâhi, bir büyük şahsiyet, büyük bir ihtiras meydana
getirerek, sırf bu olay yüzünden bir bölgenin durum u­
nu ve milletlerin karşılıklı dengelerini tam am en değiş­
tirebilm ektedir. Bütün insanlığa m üşterek bir özellik
olarak, evrensel siyasetin son derece karışık dramı
içinde bir tek adam ortaya çıkarak veya kaybolarak,
anında dünyanın o köşesinde ölçüsüz derecede bir yük­
seliş veya yeni bir adamın ortaya çıkışma kadar tersi­
ne, bir çöküş olmaktadır.
Halbuki, bir yüzyıldan beri tabiat Avrupa’nın ku­
zeyinde, doğuda Kanunî Sultan Süleyman zamanına na­
zaran çok daha verimli olmuştur. Dört büyük adam
(zira büyüklüğün cinsiyet ile bir ilgisi yoktur), Rusya’d ı Deli Petro ve II. Katerina, Avusturya’da Marie-The.
rese ve Prusya’da Büyük Friedrich birbirine çok yakın
çağlarda tarih sahnesine çıkm ışlar ve önce birbirleriyle
boğuştuktan sonra Lehistan ve Osmanlı İm paratorlu­
1606
ğu’nu parçalamak üzere aralarında anlaşmışlardır. Ta­
biatın böylesine sert karşı çıktığı,, kaabilivetsiz adamlar
verdiği milletler ne kadar talihsizdir!
XVIII. yüzyıl başından beri Türkiye’nin üzerine
çöken felâket de bu cinstendi. Kuzey gençti, Doğu ise
yorulmuş gözüküyordu.
II
Lehistan’ın üçlü paylaşılmasında Büyük Friedrich
ile Avusturya’nın desteğini sağlamış olan II. Katerina
ilerde Türkiye’ye karşı yapacağı tecavüzlerde bu iki
devletin gözlerini yumacaklarından emindi. Çariçe’nin
kendisine uygun gelen tarzda Osmanlı İmparatorluğu­
nu parçalaması için şartlı veya üstü kapalı izin, Prus­
ya ve Avusturya'nın Lehistan’ı paylaşmaları karşılığın­
da alınmıştı. Bir metresin gözdeleri vasıtasıyla şerefi
ve siyasetinin zıttına yönetilen Fransa, yenilgilerle dolu
bir savaşın sonunda aşağılık bir anlaşmaya imzasını
koyuyordu; başındaki sefahLU düşkünü uyuşuk hüküm­
darının rahatsız olmaması için hiç bir şey görmüyor
veya görmek istemiyordu.
Râgıp Paşanın aydınlık fikirlerinden yoksun olan
III. Mustafa, II. Friedrich ile II. Katerina’nın hazırla­
dıkları gizli anlaşmayı bilmiyordu. Yenilgilerinin ve
zaferlerinin hikâyesinin Doğu'ya kadar yayıldığı Büyük
Friedrich’e karşı derin bir hayranlık duyuyor, onun
kuzeyde gittikçe gelişen Rus tehlikesini önleyecek tek
kahraman olduğuna inanıyordu Buyruğu üzerine Sa­
ray’ın bir salonuna asılmış olan bu büyük adamın
portresini u/un uzun seyrediyordu. Yiğitliğin altını1:-.
1607
iki yüzlülüğün yatacağını düşünemeyecek kadar nam us­
lu olduğundan, o zamana kadar Rusların ve çariçenin
baş düşmanı olan bu kralın onlarla gizlice anlaşmış
olmasından asla kuşkulanmıyordu. Sık sık Lehlilerin
oynaklığından -şikâyet etmiş olmasına rağmen, devleti­
nin kuruluşundan beri atalarının m üttefikleri ve koru­
yucuları olduğu Lehistan'ın bütünlüğünün korunm ası­
nı bir şeref meselesi hâline gelmiş bir ödev olarak ka­
bul etmişti.
III
H ür bir milletin kralı olmaktan ziyade K aterina’nın valisi gibi davranan Stanislas Poniatowski’nin seçil­
mesinden hiç memnun kalmamıştı. Çariçe’nin Varşo­
va'da sağladığı kesin nüfuzun reddedilmesinde çıkarla­
rı olan Fransa ve hattâ Prusya’nın gizli öğütleri ile
Divan, Lehistan’ın kötü gizlenmiş esaretine şiddetle iti­
raz etti. Varşova surları önünde mevzilenmiş kırk bin
Rus, kral seçimini kesin bir şekilde etkilemişlerdi. Pa­
dişah, II. K aterina’nın askerlerinin Lehistan’ı derhal
boşaltmalarım istedi. Çariçe, Rumlara özgü ikiyüzlü
tedbirsizlikle, Rusya’nın Lehistan’ın anayasasında ya­
zılı olan Lehlilerin hürriyetlerini garanti etme hakkına
dayanarak Lehistan’da sadece altı bin Kazak bulundur­
duğunu bildirdi. Tenakuzlarla dolu siyasetinde Fransa
o zaman Türkiye'ye savaştan vazgeçmesini öğütledi.
Arabistan’da yobaz Vahabîlerin isyanı bir müddet
için bakışları Lehistan’dan çevirdi. Hattâ, cum huriyet­
çi Lehlileri Rusların elinden kurtarm ak isteyen Kırım
ham Kirim Giray’ııı tek başına yaptığı akınlar durdu­
ruldu. Sürgün yeri Bursa'ya giderken İstanbul'dan ge­
1608
çen Kırım Giray, Sultan Mustafa ile bir görüşme yap­
tı.
Gözlerini göğe kaldıran talihsiz Sultan Mustafa,
«Haklısın, ama elimden ne gelir kardeşim? Hepsine
rehavet çökmüş; eğlence köşklerinden, musikîden, ha­
remlerinden başka bir şey bilmiyorlar, sevmiyorlar;
düzeni sağlamaya, milletimi eski geleneklerine kavuş­
turm aya çalışıyorum; kimse bana yardım etmiyor,»
demiştir.
IV
Râğıp Paşa'nın ölümünden beri şahsiyetlerde gö­
rülen düşüş siyasî düşüşün öncüsüydü. Lehistan'daki
anarşinin tesadüfi bir patlam ası kaçınılmaz b ir şekil­
de 1768 savaşına sebep oldu. Krallarının utanç verici
tarafsızlığı sırasında siyasî partilerinin adına Ruslarla
çarpışan bir avuç Lehli, Rus takibinden kaçmak için
Hotin kalesine komşu Osmanlı topraklarındaki Balta
kasabasına sığındı. Bulundukları yerden çıkarak Ruslara anî bir baskın vapıp geri çekilmek böylece Rusların
Osman!» topraklarına tecavüzünü sağlamak istiyorlar­
dı.
Nitekim Ruslar, Lehlileri sının aşarak takip e tti­
ler, Türk şehri Balta’yı yaktılar. Lehlilerin bu sahte
kaçışları ve Rusların savaş hâli olmadan Balta kasaba­
sını yakmaları savaşın çıkması için gerekli kıvılcımı çı­
karmaya yetti.
Divan öfkesinden titriyordu; Ruslara taraftar ol­
makla suçlanan Muhsinzâde Mehmed Paşa'nın yerine
getirilmiş olan Hamza Mâhir Paşa, K aterina’nın elçisi
Obrcskof’u huzuruna çağırdı. Alışılmışın dışında Rus
1609
elçisini divanda oturarak ve ayaklarını uzatmış bir
halde karşılayan Sadrâzam elçiyi ayakta tutarak bir
hayli hakaret etli.
Göğsünden bir kâğıt çıkararak, «İşte, hükümdarı­
nın Lehistanda altı binden fazla Rus askeri bulundur­
mayacağına dair yaptığı anlaşma. Şimdi Lehistan'da
kaç askerini:' var?» diye konuşmasına başladı.
«— Otuz bin,» diye Obreskof cevap verdi.
Sadrâzam devam etti: «Hain, nihayet iki yüzlülü­
ğünüzü itiraf ettin. Tanıı'nın ve insanların önünde as­
kerlerinin hür bir ülkede yaptığı zulümden utanmıyor
musun? Kırım hanının sarayını yıkan sizin toplarınız
değil mi?»
Obreskof tutuklanarak Yedikule'ye götürüldü. Bir
müddet önce sürülmüş olan Kırım Hanı, savaşçı Kırım
Giray tekrar ülkesine iade edildi. Bursa’dan çağrılan
Han’a, padişahın nezaretinde kılıç, yay, sadak, sorguç
ve savaş atı verildi. Âsi Karadağlılardan kırık tanesinin
kellesi zafer nişanesi olarak atın ayakları dibine yığıl­
dı.
Hamza Paşa enerjisinin belki aşırılığından, belki
de yokluğundan Hacı Mehmed Emin Paşa ile yer de­
ğiştirdi. Ruslar tarafından satın alınan Eflâk Beği Aleksander Ghika’nın yerine Divan’ın adamı Greguar Ghika
geçirildi.
V
Geniş ve umumî bir askerî hareket İmparatorluğu
uzun hareketsizliğinden koparıp almış gibi oldu ve bir­
kaç gün içinde eski vatanseverlik havası yeniden ku­
ruldu. Padişahın sefere çıkacak orduyu teftiş edeceği
t610
Edirne'ye doğru muazzam bir kalabalık hareket etti.
Büyük ve küçük tım ar sahipleri, göçebe yörükler, pn
dört yeniçeri, otuz cebeci, dört topçu, iki toparabacı
ortası, şehitlerin çocukları ve binlerce gönüllü Lehis­
tan sınırına uçar gibi gittiler. Karadeniz'e yüz elli par­
ça top gönderildi, padişahın gözleri önünde dört bin
Anadolu sipahisi Üsküdar’dan gelerek Boğaz’ı aştı, kırk
bin a&ker öncü kuvvet olarak Boğdan’da toplandı, cep­
hane ve iaşe yüklü on bin katır dağlan aşmaya başla­
dı; tersane, «Zafer» ve «Fetih» adlarında iki savaş ge­
misini denize indirdi; Râgıp Paşa’nın doldurduğu hâzi­
neden milyonlarca düka altını sefer hazırlıklarına sarfedildi; Lehistanlı vatanseverlere m ektuplar yazılarak
yardım larına gelineceği bildirildi, diğer Avrupa devlet­
lerine de barış vaadlerinde bulunuldu.
Fransa elçisi Saint-Priest, Kırım Giray'ın savaş ha­
zırlıklarına yardımcı olması için Baron de T ott’u Kı­
rım ’a gönderdi. Prusya ve İngiltere’nin yarım ağızla
yaptıkları arabuluculuk teklifleri Sadrâzam tarafından
nezaketle geıi çevrildi. Nihayet 27 Ocak 1769 tarihin­
de Saray’ın önüne tuğlar dikildi, 20 M art’ta da, gölge­
siyle orduya zafer vermesi için kutsal Sancak-ı Şerî)
açıldı. Rusların Balta’da yaptığı tecavüzle alevlenen
ve Sadrâzamın m üslüm anların kalbinde tutuşturduğu
vatan ve din taassubu Peygamber’in yeşil sancağı ile
en üst noktasına ulaştı.
Sancak-ı Şetfif alayını m erak eden Avusturya elçi­
si ve Papalık temsilcisi Brognard bir gün önceden elçi,
ligindeki subaylar, karısı, kızları ve birkaç Avrupa'n
kadınla, alayın geçeceği Topkapı Sarayı’nın yakınında
bir eve yerleşti. Kutsal sancağı bakışları ile kirletecek
1611
olan gâvurların geldiğini haber alan mahalle imamı, el­
çi ve maiyetini evden dışarı çıkarm ak istedi. Peşinden
gelen ayak takımı tlçinin ailesine hakaret etti; halkın
araşm a karışan askerler ölüm tehdidiyle elçiyi ve ailesi­
ni mezarlığın yakınında bir Erm eni’roin evine götürdü­
ler.
Elçi ve ailesi geceyi o evde geçirdikten sonra, mâ­
ruz kaldıkları tehdide rağmen dinî ve millî töreni gör­
mekte inat ederek bir berberin dükkânında kafesli bir
pençem in arkasına yerleştiler. Din adamları tarafından
kışkırtılan kuşkulu halk dükkânın etrafını sardı ve yi­
ne hakaret etmeye başladı. Yeşil sarıklı, peygamber
soyundan geldiğini iddia eden bir yobaz dükkânın önün­
de durarak gâvurların bakışları ile yeşil Sancak-ı Şe­
rifi kirleteceklerini söyleyerek m üslümanların inti­
kam almasını istedi.
Bu sözler üzerine kapıya hücum eden halk içeri
girdi, hristiyanların elbiselerini yırttı, kızlar ve kadın­
ları saçlarından sürükledi; dükkânlar yağmalandı, bir,
kaç hristiyaıı katledildi. Yobaz şeyh tarafından kışkır­
tılan halkın elinden kurbanlarını almak ve yerli Rum­
ların katliam ına dönüşecek olan bir katliamı önlemek
için yeniçeriler müdahale ettiler. Hurafelerle sarhoş
olan yobaz şeyhlerin kızgınlığı o dereceye varmıştı ki,
kışkırttıkları kişilerden bazıları kurbanlarını ele geçir­
meye engel olan demir parm aklıkları dişliyorardı; uyu­
tulm uş taassubun aşırı uyarılması ve vatanseverliğin
karışmasıyla patlaması işte bu derece tehlikeli ve kor­
kunçtu.
Gözü dönmüş halkı ve askeri uzaklaştırm ak için
Sadrâzamın ve padişahın bizzat gösterdiği gayrete ta­
nı !•. olan Avusturya elçisi yobazlığın sebep olduğu bir
!612
olaydan dolayı hüküm eti suçlamadı ve t>ir müddet
sonra Viyana’ya Sadrâzam Mehmed Emin Paşa’nın de­
vamlı barış tem ennileri ile yolcu edildi. Son derece
kaypak, hattâ bazen iki yüzlü bir siyaset uygulamak
üzere Thugut baronu, hakarete uğrayan elçi yerine İs­
tanbul'a yollandı.
VI
Rumeli ve Anadolu Türkiyesi’nin Ruslara karşı ve
Lehistanlı vatanseverlerin lehine seferber olması sıra­
sında Kırım Giray, B alta’dan hareket ederek yüz bin
Türkle Dnieper nehrini aştı ve kuzeye tırmanmaya
başladı. Aydın bir asker ve renkli bir yazar olan Baron
de Tott hâtıralarında Aksak Tem ir’in ve Cengiz H an’ın
torunları olan bu ordunun geleneklerini anlatm akta­
dır.
«Kırım Hanı’nın ve askerlerinin gıdası eyer altın,
da sertleştirilm iş et, kısrak sütünden mayalanmış bir
içki, füme at eti, havyar butarga, vs.dir. Buna rağmen
ev sahipliği yapan Giray altın kâseler içinde Tokay şa.
rabı içip, ikram ediyordu. Üzerinde elbise olarak be.
yaz Laponya ayısının postu vardı ve «Tatar Yurdu» de­
nilen bir çadırda otururdu. H an’ın çadırının içi kırm ı­
zı kumaşla kaplı olup, altmış kişiyi alacak kadar ge­
niştir; etrafında hânedâna mensup subayların oturdu,
ğu on iki çadır daha vardı, hepsi beş ayak yüksekliğin,
de bir duvarla çevrelenmişti. Ufak bir tümsek üzerin­
den Han bir göz atışıyla yirmi alaya bölünmüş ordu­
sunun tamamını görebilirdi; Han’ın önünde her biri
dört süvarilik iki sıra hâlinde her bir taburda dört yüz
süvari olmak iizcre kırk süvari taburu yer almıştı; yine
1613
her taburun başında yirmi sancak dalgalanıyordu. Deli
Petro zamanında Rusları terkederek Kırım ’ın hizmetine girmiş olan Kazakların başkam îgnace'a izafeten
İnat Kazaklan denen birliklerin bayrakları H an’ın bü­
yük sancağı ile iki yeşil sancağın arasında dalgalanıyor­
du. Bu âsi Kazakların etkisiyle Zaporog Kazakları Elizaibetha kalesinin kum andanına baş kaldırm ışlardı.
«Kırım Türkleri bu sefer sırasında elde ettikleri
ganimeti muhafaza etm ek ve gözetmek hususundaki
kabiliyetlerini ortaya koydular. Yarım düzine esir, iki
düzine sığır, beş, altı düzine koyun hem en hemen bir
askere düşüyordu. Eyer kayışına asılan torbalara ço­
cuklar konuyordu; bir genç kız süvarinin önüne geçi­
yor, anne babasına, baba ile oğul da elle götürülen a t­
lara biniyorlar, en önde de sığırlar ve koyunlar geli­
yordu. Yorulmayan bir göz bütün bu ganimeti dikkat­
le gözlüyor ve hiç bir şeyi gözden kaçırmıyordu. Kısa­
cası bütün orduda son derece sert bir disiplin hüküm
sürüyordu. Bir ikonaya karşı yakışıksız hareketlerde
bulunan nogaylara kilisenin önünde yüzer sopa vu­
rulm uştu; bir Leh köyünü izinsiz olarak yağmalayan
diğerleri atlarının kuyruğuna bağlanmış ve ölünceye
kadar sürüklenmişlerdi.»
Bu seferden dönüşünden bir ay sonra Kırım Giray,
Eflâk voyvodasının casusu Rum hekim Siropulo'nun
verdiği zehirle öldürülm üştü. Tott bütün gayretiyle
Han'ı hekimden uzak tutm aya çalışmıştı; ölümün yak­
laştığını anlayan Han musiki çalınmasını em retm iş ve
böylece ölüm melodileri arasında ruhunu teslim etm iş­
ti. Sadrâzam, Kırım Giray’ın ölüm haberini Selim bri’de aldı. Kalgay olan Devlet Giray, Divan tarafından
¡614
hemen Han ilân edildi. ıYapoleon’un ordularını durdu­
ran kışa benzeyen bir kış Ruslarla Kırım Türkleri
arasına buzlarını ve karını soktu; fakat Ukrayna top­
rakları üzerinde insan bulunmayan buz çölleri hâline
gelmişti; ülkelerine dönen Kırım atlılarının arkasından
kırk bin kadın, erkek köle geliyordu. İçlerinden en
genç ve güzel olanları Balta kasabasının kurbanlarına
ve yakılmasına karşılık olarak İstanbul’a gönderildi.
Bender'de bu yardımcı kuvvetleri bekleyen Sadrâ­
zam Mehmed Emin Paşa, Dniester’i aşmaları için nehir
üzerinde gemilerden bir köprü kurdurm uştu. Batının
zayıf milletlerinin bu sunî yolunu küçümseyen Kırım­
lılar «Bakın Türkler nehirleri nasıl geçerer,» diye at­
larını içinde hâlâ büyük buz parçaları yüzen nehre sür­
düler ve karşı kıyıya vardılar.
VII
Rusya'nın üzerine çöken felâketin anî istilâsı Katerina’yı korkutm uştu. Önünde bir engel kalmayan
Moskova, intikam duygusuyla toplanmış ve her an Boğdan’ı işgal etmeye hazır üç yüz bin Türk’ün adından
titriyordu.
Hotin kalesinin kumandanı olan Paşanın ahlâksız
davranışlarından istifade etmek isteyen general Galitzin yirmi beş bin kişilik ordusu ile kaleyi fethetmeye
çalıştıktan sonra bozguna uğramış, nehri aşarak Rusyanın içine sığınmaya çalışıyordu. Rusların bu kaçışı
Sadrâzama yeterli göründü.; Katerina’nın barış teklif­
lerini incelerken ordusunun hareketsizliğinden canı sı­
kılan padişah, Serdâr-ı Ekrem ’in derhal Lehistan'a gir-
1615
meşini emretti. Yüz bin vatansever Lehli, Türklerin ta­
lihsiz vatanlarını kurtarm ası için dört gözle bekliyor­
du; doğru dürüst bir başkumandanı, yönetimi, yiyeceği
olmayan üç yüz bin Türk Boğdan'ı yağmalamak için
Sadrâzamın beceriksizliği yüzünden orada açlıktan ve
hastalıktan ölmek üzere harekete geçti.
Ordularına belirli b ir hedef gösterm ekten âciz ka­
lan Sadrâzam Bender’deki karargâhında kalırken Lebistanh vatanseverlerin elçisi Potoçki Kontu, Lehis­
tan ’a yardımcı bir tümen gönderilmesi için Sadrâzam'ın
huzuruna çıktı. İyi bir asker olmaktan ziyade iyi bir
hatip olan Mehmed Emin Paşa, Lehli elçinin konuşma­
sına fevkalâde bir cevap verdi.
Tarihçi Vâsıf’a göre Lehistan’ın oynaklığından, sık
sık komşularının boyunduruğu altma girmesinden ve
Rusları kovmakta göstedikleri ağırlıktan şikâyet ettik­
ten sonra merak etmemesini padişahın arzusu üzerine
yardım larına geleceklerini ilâve etti. Salgın hastalıktan
şikâyet eden kum andanlarına dönerek, «benim adım
Em in’dir! Yani Cebrail'in diğer adı; padişahımızın vı;dızı asla sönmeyecektir.»
Lehistaıılı vatanseverlerin istediği şekilde Lehistan
kralına ve Diyete hitap eden bir bildiri kaleme aklı. Alt­
mış bin T ürkün Lehistan’a girere’- Leh milliyetçilerinin
yanında Poniatovvski ve Ruslara karşı savaşmasın;!
karar verildi.
vm
Bu arada Prens Galitsin otuz bin kişilik ’.»ir yar­
dımcı kuvvetle güçlenmiş ordusunu yeni-.Sen Hotin
«"nüne sürdü ve Sadrâzrmtn yardımcı kuvvetleri pelir-
¡616
kcn kaleyi kuşatmaktan vazgeçti. Rusların geri çekil­
mesinden memnun kaian ve bu olayın şerefini almak
isteyen kale kumandanı Kahraman Paşa, Bender karargâhıfıa gelerek Serdâr-ı Ekrem ’in tebriklerini almak
istedi.
Bu hain, Sadrâzamın otağı önünde atından inerken
saygılı bir görünüşle yaklaşan subaylar tarafından si­
lâhlan alındı ve bağlandı. Efendisini korumak isteyen
imrahoru subaylardan birini öldürünce, o ve Paşa bin­
lerce hançer darbesi altında can verdiler. Kahraman
Paşa’nın serveti onu öldürenler arasında paylaşıldı.
Mehmed Emin Paşa, hain paşayı öldürmekle haklı
bir hareket yaparken padişah da onu azlederek bece­
riksizliğini cezalandırdı. Orduda hâkim bir zihniyete
göre Sadrâzam gevşek davranarak seferin verimsiz geç­
mesine sebep olmuştu; asker bir tek ad üzerinde du­
ruyordu: Moldovancı Ali Paşa. III. Mustafa ikinci im­
rahoru Feyzi Beğ’i karargâha göndererek Sadrâzama
azil haberini vermesini, onu alarak Boğdan voyvodası
ve Bâb-ı Âli’nin tercümanı Drako ile Edirne’ye getir­
mesini emretmişti. Edirne'ye geldiklerinde hepsinin
başı vuruldu. İstanbul’a yollanan Sadrâzamın başı Sa­
ray’ın kapısında gümüş tepsi içinde teşhir edildi. Ge­
lip geçenler başın altında yazılı olan suçlamamları
memnunlukla okuyorlardı:
«Bu baş, kibri yüzünden düşmana saldırmayan, gi­
dip gelmelerle vakit kaybeden, ordunun yiyeceklerini
çalan, Hotin önünde ihtiyacı olduğu halde Kırım Hannın yardımını reddeden, yine başı vurulmuş olan Bâb-ı
Âli tercümanına aşırı itimat gösteren ve hak ettiği şe­
kilde cezalandırılan eski Sadrâzam Mehmed Emin Paşa­
nındır.»
1617
Bacakları.<m arasına konan kesik başının altında
Boğdan voyvodası için şunlar yazılıydı:
«Bu baş, ordunun iaşesi için gönderilen yüz kese
altını zimmetine geçiren ve Devlet'e ihanet eden Boğdan
voyvodası m elün Grigori Kalimaki’ye aittir.»
Bâb-ı Âli tercüm anının başının yanında ise şu sa­
tırlar okunuyordu:
«Bu baş ihanet eden ve Boğdan voyvodası ile gizlice
tertipler kuran tercı>Tian Niıkolas Drako’nundur.»
Talihsiz Mehmed Emin Paşa’nm tek suçu, soyunun
ı. iki vatanseverliğini andıran bir gayretle seferber e t­
tiği muazzam orduyu yönetme kabiliyeti gösterememesidir. Kaliınaki ve Drako’nun suçlan ise Sadrâzam ’ın on­
lara karşı gösterdiği aşırı itim attır.
IX
Ordunun ve milletin sesi H otin’in kurtarıcısı Moldovancı Ali Paşa'yı başı kesilen Sadrâzam ’m yerine ge­
tirmeye yetti. Alı Paşa nın hayatının ilk yılları meçhul
olup daha önce meşgul olduğu meslek de pek şerefli
değildi: Boğdan’da ortalığı kasıp kavuran b.ir çetenin
başında bulunmuş, sonra kışlalara fahişe olmak üzere
kaçırdığı kızları İstanbul'da köle pazarında satmıştı.
Bostancı olarak saraya alınmış, kabiliyeti yüzünden
bostancııbaşı.lığa, Rumeli beğlerbeğliğine ve vezirliğe
yükselmişti; askerî içgüdüsü, kararlarındaki isabet ve
uygulamada gösterdiği çabukluk onu ordunun sevgilisi
yapmıştı.
Mehmed Emin Paşa’nm ölümü üzerine Serdâr-ı ekrem olunca ilkbahar yağmurları ile taşmış olan Tuna ve
D niester’i aşarak orduyu başka tarafa götürm ek istedi.
F : 102
16 IS
Nehirlerin taşmış olması geçiş esnasında bir hayli zor­
luk çıkarıyordu. Hotin civarındaki orm anlarda gizlen­
miş olan atmışbin kişilik Rus ordusu kalenin surları
önünde ordunun başım ezerken, orta kısmı delicesine
akan suların şiddetine dayanamayıp çöken köprülerle
birlikte sulara kapılıyor, geride kalanlar ise dehşete ka­
pılarak Tuna’ya doğru kaçıyorlardı. Hotin kalesi Galitzin'e kapılarını açmak zorunda kaldı; Osmanlı ordusu
geldiği gibi süratle geri çekiliyordu. Mutlu fakat zayıf
kumandan Galitzin’in yerine getirilen Romanzof tara­
fından yönetilen ve üç misline çıkarılmış olan Rus o r­
dusu Boğdan ve Eflâk’ı istilâ ediyordu. Ordusunun ve
kum andanlarının cezasını çeken Moldovancı Ali Paşa
azlediidi ve Çanakkale istihkâm kumandanlığına sürül­
dü. Eski bir vezirin kabiliyetsiz oğlu, Rumeli beğlerbeği
Halil Paşa Divan’ın tercihi ile Hükûm et’in başına geçi­
rildi.
Romanzof’un, Ruslar ile aynı mezhepten oldukları
için onları kardeşçe karşılamaya hazırlanan Boğdanlılar
ve Eflâk.lılara karşı intikam almak için Halil Paşa ikinci
bir ordu toplamaya hazırlanırken, çariçenin adına sınırlaıda bir çarpışma yapan Romanzof, II. K aterina’nın bir
öğüdü üzerine, Osmanlı İm paratorluğu’nu temelinden
sarsacak bir harekete girişerek mücadeleyi bir iç sava;
haline soktu. Boyunduruk altında bulunan insanın en
hassas olduğu din ve hürriyet konularını işleyerek Rus­
ların Mora yarım adasında ortodoks Ruıntar arasında
yarattığı ayaklanmadan bahsetmek istiyoruz. Gayeleri,
Yunanistan'ı ve adaları Osmanlı İm paratorluğundan ko­
parm ak ve Rusya’ya bağlamaktı.
Çar Deli Petro’nun uydurma vasiyetnamesi ile değil
de, tam o sırada Petersburg’ta toplanan Rus hükümeti,
1619
Osnıanlı İmparatorluğunu parçalama kararını almış;
Kırım ve Yunanistan’ı kemirmek, Kafkasya’yı aşmak,
İran’ı istilâ etmek, Türklerin Bizans’ı kuşattıkları gibi,
Mora’vı ayaklandırarak İstanbul'u kuşatmak, merkezde­
ki din çatışmaları yüzünden sarsılmaya başlayacak olan
Osmanlı Tahtı’nı yıkarak nihayet Moskof’lara Doğu’nun
güneşini, denizlerini, adalarını, ovalarını ve başkentini
açmak düşünülmüştü. II. Katerina’nın kurulunda ırk ve
din, ihtiras ve şan uğruna kullanılacak aldatıcı bahane­
lerden başka birşey değildi; zira hıristiyan Yunanistan’­
ın kurtarılması düşüncesi ortaya atılırken pişmanlık ve
titanına duymadan hıristiyan Lehlilerin ilk paylaşılması
tasarlanıyordu.
Türklerin Avrupa’da ve Asya’da imha edilmesi fik­
rinin özellikle siyasî bir düşünce olduğu hususunda ta­
rih lereddüte düşerse, bu düşüncenin veni çağda nere­
de ve kimin tarafından ortaya atıldığına dikkat etme­
lidir. Rusya’da tereddüt içinde bir Saray’da doğmuş,
Prusya'da Tanrısız bir hükümdar tarafından desteklen­
miş, Viyana’da filozof bir İmparator olan II. Joseph ta­
ralından okşanmış, Fransa'da, onsekizinci yüzyıl hıris.
tiyan aleyhtarı yazarlar olan Voltaire, Diderot ve d ’A­
lembert taralından alkışlanmış olan bu fikir, çariçe Ka­
terina için milletinin geleceği uğruna uygulanması şart
bir düşünce haline geimiş; II. Friedrich, Lehistan'dan
dr-ha büviik toprak kopaırııak için onu benimsemiş; II.
Joseph de pavlaşmadaki payının büyümesi için II. Kalerina’ya dalkavukluk etmek maksadıyla onu destekle­
miş ve nihayet Voltaire ve diğer Fransız filozofları, Doğu’da Hz. Muhammed’in camilerini yıkacak olan Kuzey’in Semiramis’inin Batı’da da Hz. İsânın kiliselerini
1620
yerle bir edeceği um uduna kapıldıklarından bu düşün­
cede bir medeniyet nişanesi görmüşlerdi.
İşte Mora yarım adasında sürdürülen Rus propa­
gandasının esas sebepleri bunlardı; felsefe, hürriyet
ateşini yakacak olan taassup ateşini kendi elleri ile yak­
m aktan çekinmiyordu. Türkleri Avrupa ile çatışmaya
sokan şey din değil, medeniyet anlayışı idi. İşte bu dâ­
vayı eline almış gibi gözüken II. Katerina, Avrupada hıristiyanlık düşmanı filozoflar arasında itibarını a rttırır­
ken, Mora’da hurafeci Rum lar arasında da nüfuzunu ço­
ğaltmak için çabalıyordu.
X
Mora Rumlarının düşüncesi kendiliğinden bu proje
ile uzlaşıyordu. Fâtih ırkın fethedilen ırkla kaynaşm a­
dığı müddetçe baskının yok etmeyi asla başaramayacağı
bu hayat görüşü bir de Türklerin fetih zamanından beri,
adları, dinleri, patrikleri, papazları, mahallî idareleri,
topraklan, kasabaları ve ticareti üzerinde uyguladıkları
hoşgörü sayesinde tam bir millî ortam da gelişmek im­
kânı bulmuştu. Tâ İstanbul’un fethinden kalan b ir ina­
nışa göre, Türklerin Devleti Karadeniz’den gelecek olan
sarı saçlı insanlar tarafından yıkılacak ve bu insanlar
eski Bizans İm paratorluğü'nu ihya edeceklerdi.
Mareşal Münich’in Kırım ’da yaptığı savaşlar sıra­
sında Elizabeta devrindeki Ruslar, Osmanlı İm paratorluğu’nun kalbinde kendilerine yardımcı olabilecek bu
topluluk ile bazı müphem ilişkilere girişmişlerdi. İlk
defa Elizabetha, Rumların Rusya’ya göç etmelerine izin
vermişti; din kisvesi altında Rus ajanları Athos dağın­
1621
daki, Teb'teki Ram m anastırlarını ziyaret ediyorlardı.
Orada, erişilmez boğazlarda, kayalıkların üzerinde kale
gibi m anastırlar inşa edilmiş, en az dindar oldukları
kadar vatansever olan bir rahipler sınıfı Padişahların
hâkimiyetinden beri gelişmişti. Uygulanan hoşgörü sa­
yesinde Osmanlı birliklerinin giremediği bu yerler tam
bir dağ cumhuriyeti haline gelmiş, Yunan edebiyatı ora­
da gelişmiş, Athos dağı zihniyeti, papazlar, hac ziyaret­
leri, misyonerler, bilginler tarafından bütün Yunanis­
tan ’a ve adalara yayılmıştı.
Çariçe Elizabetha’nın gizli ajanı olarak Athos dağı­
nı ziyaret etmiş olan bir Rus rahibi, Mora’nın Adriyatik ’e bakan dağlık bir burnunda yerleşmiş eski İspartalıların torunları olduklarını iddia eden âsi ve vahşî bir
kavmin içine girmişti. Bu rahip Maynot Rumlarının eli
silâhlı çobanlarına, kuzeyin bozkırlarında onlara dost
olan büyük bir milletin aynı mezhepten olduğunu ve gü­
nün birinde onlara eski bağımsızlıklarını kazandıraca­
ğım anlatm ıştı. Rus adının ve tesirinin bu ilk tohum lan
bu dağlarda kısa zamanda yeşermekte gecikmemişti;
esaret insanları saf yapar ve hurafelere inanan m illet­
lerde din beraberliği yazılı olmaya gerek göstermeyen
üstü kapalı bir anlaşma mahiyetindedir.
XI
II.
Katerina, dostu Prens Orlof’un eliyle taht üzerin­
de yerini sağlam laştırdıktan hemen sonra, şimdiye ka­
dar dinle pek ilgilenmeyen Ruslara Doğu’da dinî bir ih­
tiras vererek zorbalıkla ele geçirdiği tah t’ı onların gö­
zünde kutsallaştırmak, için Rumları ayaklandırm ak fik­
rini şiddetle benimsedi. Rus ordusunda topçu subavı ola­
rak çalışan ve Prens Orlof’ıın yakm adamı olan bir Rumun da fikri benimsetmekte büyük payı olmuştur. Teselvalı bu Rum’un adı Grtguvar Papasoğlu idi. Orlof, onu
soydaşlarının temayülünü anlaması için Teselya’ya gön­
derdi; ticaret adı altında Mora kiliselerine verilmek
üzere kıymetli armağanlarla yüklü iki gemi emrine ve­
rildi. Boyunduruk altında ve açgözlü bir halkı bağım­
sızlığa davet etmek için aynı elle sunulan altın ve demir
her zaman olduğu gibi Orlol’un adamının görevini de
başarıya ulaştırdı.
Papazoğlu Petersburg'a gelerek ülkesinin çabuk ve
genel bir ayaklanma için hazır olduğunu bildirdi. Fakat
ajanının yokluğu sırasında ta h ta göz diken ve hattâ
metresi ile evlenmek isteyen Orlof çariçenin kalbindeki
eski yerini kaybetmişti. Kuzeyde kaybettiği bir hüküm­
darlık yerine Doğu'da ş-ahsına verilecek bir krallık arzu
ediyordu. İlk âşığını Lehistan kralı yapan imparatoriçenin ikinci âşığını da Yunanistan kralı yapması tabiî idi.
Drıiester üzerinde Türklerle açılan savaştan hemen soııra Katerina, Prens Orlof’u Mora’da bir ayaklanma sağ­
laması ve Rumların istiklâl dâvası ile kendi şahsî tali­
hini denemesi için Adriyatik denizine bir lilo ile gön­
dermişti.
Birkaç yıldan beri Arnavutluğ’un boyunduruk altına
alınamayan kavmi Karadağlılar arasında Aya Vasil ta­
rikatına mensup genç bir papaz faaliyet gösterivoıdu.
Karadağlıların başpapazı taralından himaye edilen b.ıı
Stefano adındaki meçhul papaz, kendisini katillerinin
elinden kurtulmuş Rus çaıı o’ıaıak tanıtıyordu. Rusla­
rın sağladığı vaatleri, hayalleri, armağanları alabildiğine
kullanırken açıkça Tiirkler aleyhinde ayaklanmayı teşyik
1623
ediyordu. Türk Arnavutluğun hemen ötesinde Venediğe
bağlı Cattaro’ya gelecek Venedik tâbiyetindeki Rumları
da ayaklandırmaya ve Venedik ile Türkiye arasında sa­
vaş çıkarmaya çalıştı. Venedik Cumhuriyeti bu teşeb­
büsleri bastırdı. Stefano yanındaki çete ile yukarı Arna­
vutluğa çıkarak bu sefer Sırbistan ve Bosna’da faaliyet­
lerine devanı etmeye başladı. Bir kısım dağlılar peşine
takıldılar. Onu boğdurtm ak isteyen Bosna beğlerbeğinin kapıcısını canlı olarak toprağa gömdü ve Makedon,
ya dağarında kuvvet toplamaya devam etti.
O bölgenin paşalarının kum andasındaki onikibin
Arnavut âsilerin barındığı dağlara gelerek isyan tohum ­
larını büyümeden yok etmek istediler. Mağaradan mağa­
raya ka-çan Stefano, Türklerin eline geçmekten kurtuldu
ve Papazoğlu tarafından vaad edilen günü beklemeve
başladı. Arnavutlar taralından silâhlan alınan ve ezilen
Mora Rumları baskıya boyun eğdiler veya Venediğin
elindeki adalara kaçtılar.
XII
Yirmi ıııaynot köyünü dolaşıp, Rumların Rus filo­
sunu görür görmez ayaklanacaklarını öğrenen Papazoğ­
lu, Petersburg’tan dönüşte Trieste’de belli başlı Rum ih­
tilâlcilerini toplayarak Yunanistan’da yürütülecek isya­
nın meselelerini görüştü. Prens Orlof’un iki kardeşi Aleksi v« Teodor Orlot, İtalya’yı ziyaret etmek maksadıy­
la, 1768 yılında Venediğe geldiler. Ailesinin cüret ve ci­
nayetinde III. Petro'yu boğmak görevini Ü2 erine alan Aleksi Orlof’tu; beş kardeşten en genci ve en kadınca ola­
nı, Teodor Orlof, savaştan ziyade diplomatik ve edebi­
yat ile meşgul olurdu. Arnavutluk’taki isyanın baş so-
;i)24
rumlıısıı Ukıaynalı bir soylu olan Tamara, Papazoğlu ve
birçok genç Rus subayı Orlof kardeşlerin topladıkları
kongreye katıldılar.
Mora yarımadasındaki entrikaları Venedik’te tu t­
tukları iplerle yönetirken her gece kıyıya yiyecek, para,
cephane, silâh ve askerî bilgi çıkartıyorlardı.
XIII
Aynı sıralarda, yani 1769 Eylülünde Baltık kıyıla­
rı daha buz tutm adan, yedi savaş gemisi, dört firkateyn
ve üzerinde binbeşyüz askerle bir sürü nakliye gemisi
K ronştadt'tan hareket ediyordu. Türkleri şaşırtmak
maksadıyla eski gözde Orlof bu filonun gelecek yıl Baltık kıyılarında dolaşarak İsveçlilere göz dağı vereceği
haberini yaymıştı. Çar I. Petro döneminin yetiştirdiği
eski denizci amiral Eniritof filonun kumandanıydı. Ege
Denizi adalarından toplanmış bir sürü Rum, Rus tay­
faların arasında bulunuyordu.
Bu filonun hemen arkasından, kurt bir denizci olan
İskoçyalı Amiral Elpinston kumandasında, firkateyn,
korvet, vs. .den meydana gelmiş ikinci bir filo yola çık­
tı. Eski tecrübesine güvenerek kötü gemileri ve acemi
tayfaları çariçenin huzurunda bile tenkid etm ekten çe­
kinmedi.
Çariçe’yc, «Sizinki kadar kötü teçhizatlı ve yanlış
yönetilen donanmaya bir tek OsmanlIlarda rastla­
dım» demiştir.
M ağrur Katerina ise şöyle cevap verm iştir: «Endişe
etmeyin. Rusların cehaleti onların gençliğine; Türklerin
cehaleti ise denizciliklerinin yaşlandığına delâlet eder.>-
1625
Birleşen iki filo kışı Manş Denizindeki İngiliz Ü.
m anlarında geçirdiler. Rusya’yı denizlerden uzak tutm a­
nın kendisine sağlayacağı faydalan bilmesine rağmen,
İngiltere, Türklerin tarafını tutan Fransa’nın aksine Rus
donanmasının seferine memnunlukla her türlü yardımı
yaptı.
XIV
1769 Kasımında Mora kıyılarında i.lk Rus gemileri
gözüktüğü vakit Aleksi Orlof, Yunan isyanının bütün
tertiplerini hazırlamış bekliyordu. Bütün Akdeniz, düş,
manini kalbinden vurmak için Avrupa kıtasını dolaşıp
gelen bayrağı görünce heyecanlandı. Herkes Or.lof'u,
Afrika kıyılarını dolaşıp askerlerini İspanya’ya çıkaraca­
ğına, İspanya'dan yüklediği ordusunu Roma’ya boşaltan
Annibal’a benzetiyordu.
Fakat daha önce Mehmed Emin ve Moldovancı Paşa’larııı Vcnder ve H otin’de uğradıkları bozgun, Kırımın istilâsı, Azak’ın ele geçirilişi, Boğdan ve Eflâk'ın Romanzof tarafından işgali Rusların, elde ettikleri bu ba­
şarılardan dolayı Orlof’un Mora seferine pek ilgilerini
çekmiyordu.
Bayrağının görünmesi ile Rumların ayaklanmasını
temin etmek maksadıyla uzun m üddet Adriyatik’te do­
laşan Teodor Orlof sonunda 1770 Şubatında Koron kör­
fezinde dem ir attı. Manyotların önderlerinin babalan
olan iki Mavromikali kıyıya inerek Teodor Orlof ile
görüştüler. İlerde Türklerin intikam ından kaçabilmeleri
için bir şehir veya bir liman Ruslar tarafından ele ge­
çirilmedikçe ayaklanmayı kabul etm eyeceklerin’ bildirdilir. Bu işi için de Koron şehir ve kalesi tavsiye adildi
. Cıifı
Karaya
b i r m i k t a r Rıı> a s k c ı i ç ı k a r ı l d ı .
XV
Teodor Orlof ile Mavromikalilcr arasında gemide
cereyan eden bu görüşmeler esnasında Karadağlı papaz
elinde haç, kıyı şehirlerini dolaşarak Türklerin katledil­
mesini ve her getirilecek Türk başına karşılık altın ve­
rileceğini ilân ediyordu. Rusların mutemet adamı baş­
piskopos Benaki Kalarııata da bütün bölgelerden gel­
miş âsileri topluyor ve Orlof’laıia anlaştığı şekilde on­
ları üç ayrı alay halinde, Türk korkusu ile Rus itimat­
sızlığı arasında bocalayan halkın bulunduğu dağlık mıntıkava sevkediyordu. Bir miktar Rus askeri, adalı ve
dağlı Rumdan meydana getirilmiş İsparta lejyonu, Eurotas vadisinden aşağı inerek Misitra şehrine âni baskın
vaptı, şehirdeki Türk ailelerini katletti.
Bu arada Teodor Orlol' bir avuç Türk tarafından
gevşek bir şekilde savunulan Koron kalesini kuşatıyor­
du. Kıyı kaleleri haricindeki bütün Türk birlikleri pa­
şanın emriyle merkezdeki Tripoliçe şehrinde toplanı­
yordu. Argos körfezi ucundaki müstahkem Nauplio (*)
şehrine çekilen Paşa, Adriyatik ve Yunan adalarını Rus
gemilerinden temizlemek için acele vardım istiyordu.
Bütün Mora, Rusların peşinden hürriyet, milliyet,
din çığlıkları ile sarsılıyordu. İstanbul’da oturan dörtvüzbin Rum s’ökten iner gibi vatanlarının dağlarına ge­
len bu kuzey fırtınasının tesiriyle sevinçlerini zor gizli­
yorlardı. Adalar denizinden Marmara’ya, Akdeniz’den
(•)
A n a b o h t.
1627
A/ak Denizine, Trabzon'dan İzmir'e, İzmir'den Lübnan’a kadar oniki milyon insan, tutsak halkların tek te.
sellesi oları efendilerinin değişme arzusu ile yanıyordu.
Rusların ilk adımlarının gürültüsünü duvar duymaz
başlarında papazları Yunanistan’ı kurtarm ak için Misolongi, Korint ve Atina Rumları gizlice silâhlanıyorlardı.
Girit Adasında İda dağının ahalisi onbin kişilik âsi kuv­
vetlerini hazırlayarak şehirlerinde Türkleıi kuşatmak
için kıyıya iniyorlardı. Adriyatik’teki Venedik hâkim i­
yetindeki Yunan adalarının halkı cumhuriyetin boyun­
duruğunu sarsıyorlar, Venediklileri kalelerinde topa
tutm ak için Ruslardan lop istiyorlardı.
XVI
Fakat Mora’da kurulan sahte Rum-Rus kardeşliği
geçimsizlik, serzeniş ve sertlik ile bozulmaya başlam ış­
tı. Çıkarma birliklerinin yetersiz sayısı ile Rusların zayıf
Koron surları önünde bir varlık gösterememesi Manyotların cesaretini kırıyordu; yakında bütün kefaretinin
Rumların üzerine çökeceği bir isyanda Rusları destekçi
olarak değil de tahrikçi olarak görmeye başlamışlardı.
Mavromikali, Teodor Orlof’a şiddetle çatıyordu.
H attâ bir seferinde Orlof’u vurmak için silâhına bile
davranm ıştı. Kardeşinin kendisinden çok daha fazla iş
başardığını kavrayan Aleksi Orlof nihayet kendi filosu
ile İtalya sahillerinden ayrıldı, büyük devletlerin şimdi
yeniden diriltmeye çalıştıkları Türk donanmasına me­
zar yapacakları Navarin körfezine ve limanına girdi.
Aleksi'nin mevcudiyeti Rumlara cesaret verdi: Tripoliçe'yi tehdit eltiler, Modon’u kuşattılar, yardımcı
Rus kuvvetleri ile bütün Adriyatik kıyılarında henüz
1â28
olgunlaşmamış istiklâl çığlıkları attılar; ancak çok geç­
meden Osmanlılara bağlı Arnavut birlikeri Epir'den ge­
lerek Mora üzerine çöktüler, Misolongi’yi yaktılar; Ruslar tarafından terkedilen halk dehşet içinde kıyıya ine­
rek kayıklara bindi ve Venedik elindeki adalara kaçıştı.
Kaçamayanların hepsi Arnavutlar tarafından kılıçtan
geçirildi; Kutsal Cuma âyini yaparken gafil avlanan Patras şehri halkı kiliselerinin önünde boğazlandı.
Arnavutlar, Korent boğazını aşıp Triploçe’ye yakla­
şırken, Rusların kum andasındaki M isistra Rumları da o
şehre giriyorlardı. Hemen bunların üzerine atılan Os­
manlI kuvvetleri üçbin Manyot’u katlettiler, Tripoliçe
kalesini güçlendirdiler, Orlof’larla işbirliği yaptığından
şüphelenilen Rumları idam ederek şehri temizlediler ve
her an Navarin, Modon veya Misistra üzerine yürümeye
hazır bir şekilde karargâh kurdular. Cesur olduğu kadaı
sabırlı bir kumandan olan eski Sadrâzam Mehmed Pa­
şa, tabiî olarak istihkâm edilmiş bu yerde, Çanakkale’­
den çıkan, Matapan burnunu dönen Osmanlı donanm a­
sının Navarin ve Modon körfezlerinde demirli Rus do­
nanmasını sıkıştırm asını bekliyordu; aynı anda Rusla­
rın üzerine üşüşecek olan kuvvetleri ile hem karadan,
hem denizden düşm anı perişan edecekti.
XVII
Hasarı Paşa kum andasındaki Osmanlı donanması
Mora’nın doğusunda göründüğü vakit İskoçyalı Elphinston kumandasındaki Rus filosu da M isistra körfezine
giriyordu. Türk yelkenlerinin göründüğünü haber alan
Tripoliçe önündeki Osmanlı kuvvetleri Nizic boğazın­
dan Koron ovasına doğru ilerlemeye başladılar.
1629
Hiddetiyle vatanseverliğini birleştiren Mavromikaii
Manyotları ile Nizic boğazını onbin Arnavut'a karşı
savunmaya çalışıyordu. En sonunda yirmiiki arkadaşıy­
la bir evi savunurken Türk gülleleri altında torunu ile
birlikte can verdi.
XVIII
Nihayet boğazı ellerine geçiren Osmanlılar Mayna
ovasına açılarak Modon şehrini kuşatm aya başladılar
Kendi istihkâm larında hücuma uğrayan Ruslar, yaralı
kum andanlarını süngülerinin üzerinde taşıyarak bozgun
halinde Navarin’e çekildiler: Civar köylerin Rumları ço­
luk çocuk Arnavutların önünden kaçarak Navarin'e gel­
di, katliam dan kurtulm ak için kalenin kapılarının açıl­
masını istedi.
İçerde bulunan Aleksi Orlof’a karşı, «Bizi k u rtar­
mayı vaad etm iştin, şimdi senden bizi ölümden koru­
m anı istiyoruz» diye bağırdılar.
Aleksi bütün çağrılara kulaklarını tıkadı. Sığınacak
bir yeri olmayan halk kurtuluşu denizde aradı. Kıyıda­
ki kayıklara hücum ederek yiyeceksiz ve silâhsız açık­
taki çıplak bir kayalığa çıktı. Yunan kaynaklarına göre,
Orlof’un insafsızlığı ile terkedilen beşbin Rum açlık ve
soğuktan yavaş yavaş imha oldu.
XIX
N avaıin’i Rus birliklerinin çekilişine kadar savu­
nan Aleksi Orlof, Benaki, Papazoğlu ve birkaç Rum pis­
koposu ile denize açıldı, Türk donanmasını arayan kar-
U.30
ılcşi Teodor i!e amiral Elplıinston’un filosuna katıldı.
İnerlerden ve kıyılardan gelen yiımibin Rum ailesi Ve­
nedik «.dalarına sığınmanın çarelerini arıyordu. Zalim
Arnavutlarının intikam duygusuna zorlukla engel olan
Paşa, Rusların tahrikiyle isyan etmiş olan halkın mâruz
kaldığı haksızlıkları ve felâketleri onlara yüklemek is­
tiyordu. Genel bir af çıkardı, kaçan aileleri ocaklarına
dönmeye davet etti, evlerini ve topraklarını iade etti ve
bütün Mora'ya güven ve huzur getirdi.
Rusların, Yunanistan’ın kaderi üzerine yaptıkları ilk
ve acıklı müdahale işte böyle cereyan etti. O toprakların
halkı bıı korkunç dersle hürriyetin yabancı ve çıkarcı
bir elden gelmeyeceğini, fakat onu kendi silâhları ve
kanı ile elde edebileceklerini öğrenmiş oldular. Lehliler
de aynı millet aracılığı ile derslerini alıyorlardı; bağım­
sızlık verilmez, fethedilir.
Şimdiye kadar hep Ruslara sırt çevirmiş olan deniz
bir anda talihlerini değiştirdi.
XX
Rusları Navarin’de karadan ve denizden kuşatmak
şansını kullanamayan Kapdan-ı Deryâ Mora kıyıların­
da bir hayli vakit kaybettikten sonra donanmasını çok
dar bir körfez olan Argos körfezi içine, Nauplion’a ka­
dar soktu. Bu körfezin ağzında altı gemi ‘b ıraktı. Haşan
Paşa bu küçük filonun başında, birleşmiş üç Rus filosu­
na karşı tek başına kalmıştı.
XXI
Üsmanlılann, Nelson’u sayılabilecek olan Cezayirli
Haşan Paşa donanmanın yavaşlığından ve bu şekilde
cüretle dağıtılmasından şikâyetçi olmuştu. Kapdan-ı
1631
Deryanın beceriksizliğine veya korkaklığına lânet ede­
rek boyun eğmişti. Haşan Paşa da denizcilik dehâsı var.
di, halbuki diğeri kumandanlığı elinde tutuyordu. Bir
müddet soma Kapdan-ı Deryâ olacak olan Haşan Paşa­
nın şöhreti o kadar uzaklara kadar yayılacaktır ki, onun geçmişi üzerinde durm ak tarihin görevidir.
OsmanlIların Nâdir Şah üzerine yaptıkları seferle­
rin birinde ele geçirilen genç bir Avşar T ürk’ü olarak
İstanbul’un civarında bir balıkçıya satılm ıştı. Efendisi
tarafından çok kötü muamele gördüğü için daima kur­
tuluşu denizde aram ıştı. Yaşı daha büyüyünce bir ka­
yığa atlamış Çanakkale'den geçerek, İzm ir'e gelmişti
Orada Cezayir için asker toplandığını duyunca hemen
kaydını yaptırmıştı. Cezayir beğinin muhafızları arası­
na girmiş, çok sevdiği aslan avında gösterdiği cesaret­
ten dolayı kendisine bir sancak beğliği verilmişti. Bir
vezirin düşmanlığı sonunda idama mahkûm edildi. Ka­
rılan, çocukları, köleleri ve hâzinesi ile Afrika kıyısın­
da bir Ispanyol şehrine sığındı.
Bir müddet İspanya, Fıansa ve İtalya'da dolaştık­
tan soııra İstanbul’a gitmek üzere Avrupa’yı terketti.
Cezayir beğı onu geri isteyince, Sadrâzam, Haşan Pasa,
nın savunmasını dinlemeden onu saray’in zindanına ka­
patm ıştı. Çöl maceralarının ve aslan avının şöhretini
duyduğu Padişah, kıyafetini değiştirerek onu zindanda
ziyaret etti, maceralarım anlattırdı. Padişah’ı tanıyıncr,
onun ayaklarına kapanarak kendisini takipçilerinden
kurtarm ası içııı yalvardı; davranışlarına ve sözlerine
hayran olan Padişah, onu zindandan kurtardı emrine biı
geıııi verdi. Girdiği deniz savaşlarında kısa zamanda
göze çarpan Haşan Paşa üçüncü amiralliğe yükseldi ve
!6.V>
Kapdan-ı Derya nın gemisine filo kumandam olarak ka­
tıldı.
Gözleri önünde Osmanlı donanmasının yakılmasına
lanık olacak ve kısa zamanda donanmayı Barbaros ve
Mczomorto Paşa devirlerinin seviyesine çıkaracak olan
adamın hayat hikâyesi böyleydi. Deniz, m aceraperestle­
rin tek m ülküdür. Bu kadar oynak bir ortam da muzaf­
fer olmak için tesadüfe çok bel bağlamak gerekm ek­
tedir.
XXII
Haşan Paşa, İskoçyalı Elphinston'da kendisine lâ­
yık bir rakip görmüştü. Elphinston Haşan Paşa’mn altı
gemisini görünce, kendi sayıca zayıflığına bakm adan vç
Or’of kardeşlerin geride kalmış olan filolarını beklem e­
den Hasarı Paşa’nın üzerine yüklendi. Elphiııston’un ge­
misine bordalayan Haşan Paşa bir ara yanındaki beş
geminin kaçtığını gördü.
Elphinston’un toplarının tek hedefi olarak kalınca,
kendi toplarını ateşledi, elinde kılıcı beş saldırıyı püs­
kürttü, düşmanla kendi gemisi arasındaki boşluğu Rus
cesetler; ile doldurdu, seri m anevralarla düşm anın bü­
tün gemilerini arkadan çevirdi, bu arada yaralandı, fa­
kat muzaffer bir şekilde geri çekilmesini bildi. Onu
takip etmeye kalkışınca Elphinston’un gemilerinden biri
omurgasını kırınca, İngiliz amirali daha fazla kayıp ver­
mekten çekinerek takipten vazgeçti; Cerigo adasına
doğru dümen kırarak orada bekleyen diğer iki filoyla
birleşmeye gitti.
Download