yahya kemâl ve türk istiklâl harbi

advertisement
Dilde, Fikirde, İşte Birlik!
Türk Boyları Konfederasyonu Kültür Dergisi
Sayı: 30
MAYIS 2017
ISSN: 1306-4533
ULUSAL EGEMENLİĞİMİZİN 97. YILINDA
I K ONF E D
ER
Dilde, Fikirde, İşte Birlik!
ONU
T ÜR
K
SY
B
AR
A
YL
O
TÜ
RK B
0
OY - 2
05
Türk Boyları Konfederasyonu
Kültür Dergisi
“Ne Mutlu Türküm!..”
Diyebilenlerin Sesi
Yayın Türü: Dört Aylık Yaygın, Süreli Yayın
Konfederasyon üyelerine ücretsiz dağıtılır
Sayı: 30 (Mayıs 2017)
Yayın Sahibi:
Türk Boyları Konferasyonu Adına
Durhasan KOCA
Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Mecit HAZIR
Editör:
Nesrin GÜNEL İÇAY
“Türkler Atatürk’e çok şey borçlu.
Eğer Atatürk olmasaydı bir Türk devleti
hiçbir zaman olmazdı. Makedonya ve
Bulgaristan’daki Türklere bakın, aynı
kader Anadolu’daki Türklerinde başına
gelirdi.
Türk belki Özbekistan’da olurdu,
ama Trakya ve Anadolu’da kalmazdı.
100 yılda tüm civar büyük cografyadan
sürülmüş ve katledilmiş Türklerin Konya
Ovası’ndan sürülmeleri ve atılmaları ne
kadar sürerdi sanıyorsunuz?
Ne Türk ne de Türkiye kalırdı.
Mustafa
Kemal
sadece
ülkeyi
kurtarmadı, Türk Neslini’de kurdardı”
Düzeltmen:
Prof. Dr. Mc Carty
Yusuf ŞAHİN
Hukuk Danışmanı:
İrtibat:
Bayazit KARACAN
Tel / Belgegeçer:0312 4171275
E-Posta:turkboylaridergisi@hotmail.com
Web: www.facebook.com/turkboylarıdergisi
Yönetim Yeri:
Şehit Adem Yavuz Sokak No: 9/11 Kızılay / ANKARA
ISSN: 1306-4533
Türk Boyları, Basın Ahlak Yasası’na uyar.
Dergide yer alan yazıların sorumluluğu
Yazarlarına aittir.
Tasarım ve Basım:
SARIYILDIZ OFSET LTD. ŞTİ.
İVOGSAN Ağaç İşleri Sanayi Sitesi
1358. Sk. No: 31 Ostim / ANKARA
Tel: 0312 395 99 95 Fax: 394 77 49
Baskı Tarihi: 25 Mayıs 2017
Prof. Dr. Ata ATABEY
Selahattin BAYSAL
Feyzullah BUDAK
Vedat ÇINAROĞLU
Prof. Dr. Necati DEMİR
Yavuz Selim DEMİRAĞ
Prof. Dr. Ahmet Bican ERCİLASUN
Prof. Dr. Baki ERDOĞAN
Dr. Bahattin ERGEZER
Prof. Dr. Ethem Ruhi FIĞLALI
Prof. Dr. Reşat GENÇ
Dr. Ali GÜLER
Prof. Dr. Abdurrahman GÜZEL
Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU
Prof. Dr. Mustafa KAFALI
Turgut ÖZBAY
Prof. Dr. Selahattin SARI
Prof. Dr. Cemalettin TAŞKIRAN
Kadir TOSUN
Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN
Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ
Ali YÜRÜK
Yayın Kurulu
Av. Ahmet ÇELİK
30. SAYI
2017
4
İÇİNDEKİLER
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
ULUSAL
EĞEMENLİĞİMİZİN
97. YILINDA
Durhasan KOCA
Türk Boyları Konfederasyonu
Genel Başkanı
5
DİŞİ KURTUN
ÇOCUKLARI
Prof. Dr. Saadettin Yağmur GÖMEÇ
A.Ü.D.T.C.F. Öğretim Üyesi
12
ADIMIZ KİMLİĞİMİZ
Fazlı KÖKSAL
Araştırmacı Yazar
15
27 NİSAN 1920
AZERBAYCAN
DEMOKRATİK
CUMHURİYETİ’NİN
BOLŞEVİK RUSLAR
TARAFINDAN İŞGALİ
Selçuk ÖNAL
YAHYA KEMÂL VE
TÜRK İSTİKLÂL
HARBİ
22
İlhan YARDIMCI
Eğitimci-Yazar-Şair
Radyo/Televizyon Programcısı
TÜRKLERDE
YARDIMLAŞMA
25
Hatice DİKEN
Tüm Anadolu Şehit ve Gazi
Yakınları Derneği Başkanı
YABANCI İSİM
HAYRANLIĞI YADA
MİLLİ KÜLTÜRÜ
SAHİPLENME
26
Oğuz Adem SELÇUK
Adana Toros Yörükleri
Derneği Başkanı
BASIN
AÇIKLAMASI
KERKÜK’TEN
YÜKSELEN ÇIĞLIK
YÜREĞİMİZİ
YAKIYOR
28
Azerbaycan Kültür Derneği
Yönetim Kurulu Üyesi
21
MİLLİ
KAHRAMANLARIMIZ
TAYYAR RAHMİYE
HANIM
(1890 - Şehit 1920)
Nesrin GÜNEL
Ankara Yörükler Türkmenler
Derneği Başkanı
10. ULUSLARARASI
MUĞLA YÖRÜK
TÜRKMEN ŞENLİĞİ
COŞKUYLA KUTLANDI
29
Ramazan KIVRAK
Fethiye Yörükler Türkmenler
Derneği Başkanı TV Programcısı
3
Başkandan
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
30. SAYI
2017
ULUSAL
EGEMENLİĞİMİZİN
97. YILINDA
Durhasan KOCA
Türk Boyları Konfederasyonu
Genel Başkanı
illetlerin hayatında çok önemli dönüm noktaları vardır. Türk milletinin emperyalistlere karşı verdiği
milli mücadele de önemli dönüm noktalarındandır.
M
Binlerce yıllık Türk Devleti, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün önderliğinde ve
topyekûn Türk milletinin verdiği inanılmaz
mücadele sayesinde kendi küllerinden yeniden çok güçlü bir devlet olarak doğdu.
Milletlerin gelişmesi, ilerlemesi o milletin
aydınlarının sahip çıkması ile olur. Aydınlar toplumsal olaylara sahip çıkmaz, önem
vermez ise insanlar kendi hayatlarını yaşar,
unutur giderler. Çünkü toplumların hafızası
zayıftır ve insan ömrü çabuk geçer ancak milletlerin ömrü uzundur. Hele ki Türk milleti
gibi “Tarih yapan” milletlerin ömrü asırlarla
sınırlanamaz. Bu milletin ömrünün acı tatlı
birikimleri ancak o milletin aydınlarının
aydınlık belleğinde tutulup nesilden nesile
aktarılmakla olur. Aydınların birikimleri milletlerin ortak hafızasıdır.
Aydın olmak, evrensel bir bakışa sahip olmanın yanında “milli bilinç” te gerektirir.
Milletlerin tarihi sürecinde ikbal değil de
zeval dönemini yaşıyorsa aydınların duruşu
çok daha anlamlıdır. Tabi ki aynı ölçüde zor
ve zahmetlidir.
4
Zeval dönemlerinde milletin değerlerini sahiplenmek ve savunmak zordur. Çünkü
artık güneş başka topraklardan doğmaktadır.
Oysa aydın olmayı bizatihi ışığın kaynağı
olmak vasfında değil de, ışığın geldiği yöne
dönmekte arayanların kendi kültürlerini sahiplenmesi zordur.
Böyle zamanlarda bir milletin değerlerine
sahip çıkmak, o değerleri bir mücadelenin ilham ve güç kaynağı yapmak zorun ötesinde
mucizevi bir erdemdir. İşte Türkün bir önceki
ana devleti olan Osmanlı İmparatorluğunun
çöküşü ile yeni ana devlet Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş sürecine bir de bu gözle bakmak gerekir.
Türk milleti, verdiği bu büyük mücadeleyle sadece emperyalist işgalcilerin Türkiye ile
ilgili heveslerini kursaklarına gömmekle kalmadı; aynı zamanda kendi külleri üzerinden
yepyeni bir Türk Devleti kurdu. Bu yönüyle
Kurtuluş Savaşı aynı zamanda Devlet kuran
savaştır.
Milletinin hatırası olması gereken Türk
aydını, işte milli mücadeleyi bir de bu gözle
algılamak zorundadır. O mücadelenin hangi
şartlarda, ne büyük güçlüklerle, hangi amaç
için ve neye mal olarak verildiği iyi bilinmeli
ve hafızalarda yaşatılmalıdır.
30. SAYI
2017
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
DOSYA
DİŞİ KURT’UN ÇOCUKLARI
Prof. Dr. Saadettin Yağmur GÖMEÇ
A.Ü.D.T.C. Fakültesi
T
arih kahramanların hayat hikâyesidir. Dolayısıyla kahramanların, büyük devlet ve
fikir adamlarının halkın gönlünde her zaman ap-ayrı bir yeri vardır. Onlar için resmi anma
törenine veya hatıralarını canlı tutma çabalarına
bile gerek yoktur. Çünkü milletin içinden çıkan ve
millet tarafından bağırlarına basılan bu insanların
unutulması imkânsızdır.
Mustafa Kemal Atatürk, Nihal Atsız, Ebulfez
Elçibey, Alparslan Türkeş ve Rauf Denktaş son
yüzyılda Tanrı’nın Türk milletine rehber olmaları
için gönderdiği abide şahsiyetlerdir. Ama şu bir gerçektir ki, Türk milleti hiçbirisinin değerini henüz
yeterince anlamış değil ve onların ülkülerini hakikat yapmak uğruna ciddi bir gayret de göstermiyor.
Son zamanlarda, Türkiye’de hepimizin şahit
olduğu bazı konularda pekçok yanlış yapılmaktadır. Bunlardan bir tanesi de; bir zamanlar bu ülkeyi başka bir devletin siyasi hâkimiyetine sokmak
için gizliden veya açıktan çalışmış bazı insanlar
ile ülkeyi felakete sürüklemiş hainlerin maalesef
devletin birtakım organları ve şahıslarınca himaye
edilmeleri, hatta milli kahramanlar seviyesine çıkarılmaya çalışılmalarıdır. Herkes çok iyi biliyor
ki, milli kahraman olmak o kadar kolay değildir.
Aslında burada millete ve devlete ihanet etmiş,
kifayetsiz ve ahmak insanları ön plana çıkararak
kendilerine birtakım çevrelerden menfaat temini
gayretindeki kişiler ucuz kahramanlık peşindeler.
Uç noktalardaki söz veya hareketleriyle, bu insanlar kendilerinin reklamını yapmak istiyorlar. Hoş
son zamanlarda, demokrasiydi, insan haklarıydı ve Avrupa Birliği’ne girme gibi bazı izafi sebeplerden dolayı önüne gelen herkes devletin ve
ülkenin milli bütünlüğüne, Cumhuriyet’in temel
ilkelerine, toplumun gelenekleriyle, göreneklerine ve herşeyden öte Türkiye Cumhuriyeti’nin asli
unsuruna ağza alınmayacak laflar ve hakaretlerde
bulunuyor.
Dünyanın hiçbir yerinde Türkiye’den başka, bu
kadar çok milliyetin ve ırkın tartışma konusu yapıldığı bir ülke yoktur. Kendilerini en demokratik
devlet olarak gören ülkelerde bile milliyet ve ırk
tartışmalarına bu şekilde taviz verilmez. Çünkü
Türkiye dışındaki bütün ülkelerde devletin asli unsuruna dil uzatmak suçtur. Onun için kimse sesini
çıkarmaya cesaret edemez. Ama, Türkiye öyle mi?
Bu ülkenin ve devletin kurucusu olan Türk milletine ve Atatürk’e herkes dil uzatma küstahlığında
bulunuyor. Bu hakaretleri yapanlara kimse bir şey
demediği gibi, bir de demokrasi kahramanı kesiliyorlar.
Her devletin yer aldığı bölge ve sosyal şartlara
bağlı olarak çıkarmış olduğu yasalar ve temel ilkeler vardır. Hiçbir ülkenin milli yapısı bir başkasıyla
kıyaslanamaz. İşte bunları göz önünde bulunduran
ülkeler, ayakta durabilmek için bu şartların çiğnenmesine, kurulu sosyal düzen ve milli birlik konusunda fazla oynanmasına müsaade etmez. Zaten
bir devletin temel taşlarını yerinden kaydırdığınız
takdirde, derhal yıkılacağı şüphesizdir. Ancak yukarıda da belirttiğimiz üzere son yıllarda Türkiye
Cumhuriyeti’nin milli bütünlüğünü tehdit eden
pekçok söylemle karşı karşıya kalmaktayız. Bunlardan birisi de, mozaik zorlamasının ardından,
federasyon teranelerinin zikredilmesidir. Yıllardır
üzerinde ısrarla durulmasına rağmen, Türk milleti
mozaikliği kabul etmedi. Yani, anlayacağınız mozaik modası tutmadı. Şimdi de Türkiye’nin içerisinde bulunduğu ekonomik problemler ve sosyal
buhranlardan dolayı özellikle Batı’dan da destekli
Türkiye’nin bir federe cumhuriyet olması yolunda
telkinlerde bulunuluyor. Hatta bu işe soyunanların
zaman zaman bu federe devlete isimler bile uydurduklarına şahit oluyoruz. Türk milletinin ve devletinin geleceğinde bu ülkenin asli unsuruna kimse
bir şey sorma veya onun fikrini alma tenezzülünde
bulunmuyor.
5
DOSYA
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
Ülke, yani toprak atalardan miras olarak kalmış, kutlu bir arazidir. Onun uğruna ölmek Türk
milleti için en büyük şereftir. Dünyanın hiçbir
milleti toprağına Türkler kadar aşk ile bağlanmamıştır. Anadan, babadan, yardan ve evlattan geçilebilir, fakat vatan konusunda kimseye taviz verilemez. Toprağın vatan olabilmesi için zamana,
kana, canını feda edecek insanlara, ataların yattığı
mezarlara ihtiyaç vardır. Edebiyatımızda “vatan
sevgisi” veya “vatan aşkı” gibi deyimlerin geniş
bir şekilde yer bulmasının temelindeki de budur.
Millet kan ile kazandığı toprağından ancak kanını
akıtarak vazgeçer. M. önce 1. asırda en eski Türk
topraklarından olan Ordos’un bir bölümü kaybedilip, Türk-Hunlar göçe mecbur kaldıklarında,
onların nasıl gözyaşı döktüklerini Çinli vakanüvisler, bize haber veriyor. Ülkenin elden çıkması
başa gelebilecek felaketlerin en korkuncudur ve
bir Türk bundan daha kötü birşey düşünemez.
Dolayısıyla “Şahin Bey aman bu köprüyü neden
savunuyorum, Fransız askerleri geçerse geçsin”
deyip de çekilmedi. Çanakkale’de Mustafa Kemal
erlerine; “pılınızı pırtınızı toplayın, bu topraklar
hiçbirinizin kanının dökülmesinden, burnunuzun
kanamasından kıymetli değil, ölülerimizi de alıp,
sessizce sıvışalım” demedi. O, bizatihi “ben size
savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum” diye buyurdu ve o kahramanlar da hiç tereddütsüzce vatan uğruna şehit oldular.
Kahramanların işi ölmek ve öldürmektir. Onlar öldürür, millet şan ve şeref kazanır; onlar ölür
millet yaşar. İşte Türk milletinin binlerce yıldır
varlığını sürdürebilmesi de, içinden çıkan kahramanların devlet ve millet uğruna göz kırpmadan
ölüme atılmaları sayesindedir. Kiçik Kutlug Alp
Yabgu’nun, Kür Şad’ın, Enver Paşa’nın, Şahin
Bey’in şehadetleri hep bu büyük milletin bağımsızlığı ve devletin varlığı içindir.
Tarihte iki millet vardır ki, başından binlerce
felaket geçmesine rağmen günümüze kadar varlığını devam ettirmiştir. Bunlardan birisi Çinliler,
diğeri de Türklerdir. Dolayısıyla dünyanın en eski
milletlerinden birisi olan Türklerin, elbette ki tarihleri de o nispette köklü ve renklidir. Bilinen
beşbin yıllık tarihi boyunca bu şanlı milletin içerisinden binlerce kahraman, büyük devlet ve ilim
adamı çıkmıştır. Bunların birçoğu dünya tarihini
6
30. SAYI
2017
yakından ilgilendirdiği gibi, tamamı da Türk milletinin geleceğini belirlemede önemli bir faktör
olmuştur.
Sahtekâr ve inançsızlar elbette sadece bugünü
düşünür ve bütün dertleri hayatlarını iyi geçirmekten ibarettir. Fakat ülkü adamları millet ve
devleti için ömrünü harcar. Bunun mükâfatı olarak da, kendi tarihinde ve toplum hafızasında hak
ettiği yere oturur.
İşte bunlardan birisi durumundaki Kür Şad’ın
kim olduğu ve başına gelenleri hepimiz biliriz.
Tarih içerisinde belki Kür Şad’ın adı unutuldu,
fakat arkadaşlarıyla yaptığı fedakârlık milletin
hatırasında o derece yer etti ki, Türk milleti onları
“kırklara karışmak” deyimiyle her zaman andı.
Biz Türkler arasında bugün, vatan ve millet uğruna can verenlerin arkasından söylenen “kırklara
karıştı” deyiminin Kür Şad ve kırk arkadaşıyla
alâkalı olduğunu sanıyoruz.
Bu durum bir yana bilhassa televizyonların
gündelik hayatımıza doğrudan müdahalesi ve buralardaki yayınların çoğunun yabancı kaynaklı
olması, Türk toplumunu bir kültür erozyonuna sürüklemiştir. Buna binaen Türk insanı basın-yayın
organlarında daha çok Batı veya Arap menşeîli
kahramanlarla yüz yüzedir. Böyle olunca da Türk
çocuğu kendinden çok farklı insanları örnek alır
hale geldi. Bu da toplumumuzun binlerce yıllık
gelenek ve göreneklerinin yozlaşmasıyla, özünden uzaklaşmasına yol açmıştır. Son zamanlarda
çocuklarımıza bile Avrupa kaynaklı ve sırf İslamiyet adına abuk-sabuk Arap isimlerini vermemiz
bunun en güzel göstergelerindendir.
Hâlbuki tarihin bu en eski ve kahraman milletinin bağrından çıkmış binlerce yiğit, yüzlerce ilim
ve devlet adamı mevcuttur. Sadece bunların isimlerini yazmaya kalkışsak, herhalde onlarca sayfa
tutar. İşte bütün bunlar göz önünde bulundurulunca, özellikle Türk gençlerine kahraman atalarını
hatırlatmak gerekiyor.
Tarihi belgelerde geçtiği üzere Milattan önce
55 yılında Türk-Hun Devletinin başında bulunan
Yabgu Kun Kan (Korug Kan/Hu-han-yeh/M.Ö.
58-31), üstlerine çöken felaketten o kadar bunalmıştı ki, biraz rahat nefes alabilmek için Çin
imparatorluğunun himayesini istemeye kalkışın-
30. SAYI
2017
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
ca, kardeşi Küçük Kutlug Alp (Chih-chih-ku-tuhou/Hu-t’u-wu-szu/veya Otgur/Kendinden emin)
ve taraftarları; “Türk töresinde başkasına hizmetkârlık küçültücüdür. Türk-Hunlar at üzerinde
harp ederek kurdukları kaganlıkları sayesinde
saygınlık kazandılar. Kahramanların işi savaşarak
ölmektir. Bugün kardeşler devletin başına geçmek
için çarpışıyorlar. Büyük başarılı olmazsa küçüğü
ülkeyi yönetir. Herhangi biri ölse oğullarına ve torunlarına ünü kalır, devletlere hükmederler. Şimdi Çin (Han) güçlü bile olsa, Türkleri kendine
katamaz. Neden atalarımızın töresini bir kenara
bırakıp, Çin’e boyun eğelim. Eski kaganlarımızın
şanını küçük düşürelim. Belki Çin’in hizmetine
girerek huzur bulabiliriz, ama bir daha başka kavimler üstünde hâkimiyet kurabilir miyiz”, diyorlardı. Varlığımızın sebebi olan bu insanları unutmamız mümkün mü?
Dünya hızlı bir şekilde değişmeler yaşıyor.
Sovyetler Birliğinin dağılmasının ardından Çin’in
kapitalizme meyletmesi, Amerika’nın Yakın ve
Orta Doğu’da gerçekleştirdiği oldu-bittiler bir tarafa; bilhassa Balkanlar ve Türkiye’nin güneyinde
meydana gelen insanlık dramlarına Türk idarecilerin asla izin vermeyiz, bizim rızamız olmadan
bölgede kuş uçamaz şeklinde ahkâm keserlerken,
elin oğulları kafasına koyduğunu yapıyor, alacağını alıyor ve Türkiye’yi de uzun yıllar başının ağrıyacağı bir bataklığın içerisinde bırakıveriyor.
Bir zamanlar Türkiye’yi Rusya’ya, Çin’e bağlamak isteyen eski komünistlerin büyük bir kesimi
Ulusalcı (Ulusolcu) ismi altında milli kahraman
yapılmaya çalışılıyor. Anadolu’da herkes emperyalizme karşı Kurtuluş Savaşı mücadelesi içerisindeyken, kendisi sosyalizmi öğreneceğim diye
Rusya’ya kaçan ve hain damgası yiyen Nazım
Hikmet ile Kürtçü tarafı ayan-beyan bilinen Deniz Gezmiş, Sevr’i imzalayan Damat Ferit, Türk
Milli Mücadelesini ayaklanma ve bu kutlu savaşın
önderlerini hain olarak niteleyen Ali Kemal misali
şahıslar, sanki çok büyük edebiyatçılar, sanatçılar,
devlet adamları, kahramanlarmış gibi resmen devlet adına anılıyorlar. Türkiye’nin son 30 yılını kan
ve gözyaşı dökerek geçirmesine neden olan ayrılıkçıların yarın-birgün demokrasi kahramanı diye
karşımıza çıkarılmasına şaşırmayalım.
DOSYA
Değeri beş para etmez romanlar, hikâyeler, şiirler yazan edebiyatçı nüsveddelerinin eserleri milyonlarca lira para ödenerek, filmleştiriliyor veya
tiyatro sahnelerinde sergileniyor; Türk milletinin
milli kimliğine, bölünmez bütünlüğüne düşman
şarkıcı, türkücü bozuntularına bizzat devlet eliyle ödüller veriliyor. Türk insanının beynine alenen
tecavüz ediliyor. Türklüğü ve Türk insanını aşağılayan, içinde tamamen Kürt milliyetçiliği olan
Mem u Zin gibi rezaletlerin Türkiye Cumhuriyetinin Kültür Bakanlığı marifetiyle Türkçe ve Kürtçe
basılması garabetini ise anlamak mümkün değil.
Hepimizin çok yakından bildiği üzere devlet
televizyonlarında dahi o kadar kıytırık kişiler için
saatlerce programlar yapılırken, Atsız, Elçibey,
Ziya Gökalp, Alparslan Türkeş’in ve diğer Türklüğe ömürlerini adamış insanların isimlerini ya da
onlarla alâkalı haberleri kırk yılda bir duyuyoruz.
Bunun sebebini tabiî ki biz iyi biliyoruz. Çünkü
onlar Türkoğlu Türk’tür. Günü birlik yaşayan,
vatan ve devlet kaygısı olmayan birtakım basınyayından Türkiye, Türk insanı ve Türk Dünyası
için daha fazla bir şey beklememiz aptallık olur.
Birçoğu neyin peşinde koştuğunu bilmeyen Mozaikçiler, Osmanlıcılar, Yeni Cumhuriyetçilerin cirit
attığı memleketimizde “sonsuza kadar Türkiye”,
“sonsuza kadar Cumhuriyet” diyenlerin elbette sesi-soluğu kısılmaya çalışılır.
Zaman parçalanma değil, Türk milli kimliği
etrafında bütünleşme zamanıdır. Atsız Hoca 1931
senesinde “Adalar Denizi’nden Altayların Daha
Ötesine Bütün Türk Gençliğine” adlı şiirinde
adeta Türk dünyasının sınırlarını çizmiş idi. Küçülmek için devletimizin temeline kendi elimizle
bomba koymayı bir kenara bırakıp, işte böyle daha
da büyümek için gayret etmemiz gerekir. Bu ülkü
adamının dediği gibi; “büyümek istemeyen devlet
küçülmeye mahkûmdur”. Kafkasya, Kırım, İdilUral, Ukrayna, Moldovya, Romanya, Bulgaristan,
Kosova, Makedonya, Bosna-Hersek, Arnavutluk,
Yunanistan, Kıbrıs, Suriye, Irak, İran bizim düşünce ve kültür coğrafyamızdır. Buralardan asla vazgeçemeyiz. Tarihte bizim olan bu yerleri yeniden
kendi nüfuz alanımıza sokmak için çalışmalıyız.
Mutlaka talih Türklere de dönecek. Bir gün elimizden alınan ve bizden koparılan topraklardaki
7
DOSYA
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
30. SAYI
2017
kardeşlerimizle elbet birleşeceğiz. Bunu bizler
görmesek de mutlaka çocuklarımız ve torunlarımız görecek.
dirde, yarın bu federasyonun parçalanıp bağımsızlık istemeyeceğini ve yahut da Türkiye’yi buna
zorlamayacaklarını kim garanti edebilir?
Zamanımızın politikacıları Türklüğün meselelerine kulak tıkadıklarından, Mustafa Kemal
Atatürk’ün Misak-ı Milli sınırlarının ayrılmaz
bir parçası olarak saydığı Musul-Kerkük, Suriye, İran Türkleri, Kafkasya’daki Karaçay-Balkar,
Kumuk, Nogay Türkleri, Kırım, Doğu Türkistan,
Batı Trakya, Bulgaristan, Kök Oguz, Romanya
ve diğer Balkan Türkleri gözümüzün önünde eriyip, yok olmaktalar. Somali’deki Zenciler, Suriye,
Irak’taki Arap, Kürt ve Filistinlilerle ilgileniliyor
ama sözünü ettiğimiz yerlerdeki Türkler için bir
Allah’ın kulu ciddi manada kılını kıpırdatmıyor.
Şu günlerde herkes ne güzel “yörük kesesinden mal bağışlıyor”. Birileri belki kendilerinin gidebileceği ikinci vatanlarında yerlerini ayarlamış
olabilirler, ama benim Türkiye’den başka yaşayacağım vatanım yok. Bu ülke için benim atalarımın
çoğu Çanakkale’de şehit düştü. Bu vatan benim
diyebiliyorsam, zamanında dedelerim büyük bedeller ödedi. Dişi Kurt’un çocukları bu topraklarda tutunmak için yüzlerce yıldır kanını döküyor.
Bu ülke sahipsiz değil. Geleceği düşünmeden
kimse ileri-geri konuşmamalıdır. Ufacık göz yummalar ve tavizlerle Türkiye’nin başına örülmedik
çorap kalmadı. Bugün gayet safiyane olarak, milletin gözünün boyanması suretiyle talep edilen
şeylerin ambalajının içerisinde Türkiye’nin milli
bütünlüğünü tehlikeye sokan istekler yatmaktadır.
Türk halkına en kötü günleri yaşadığı sırada bile
kabul ettirilemeyen Sevr Andlaşmasından da ağır
şartları içeren oluşumlara girmesi yolunda baskılar yapılmaktadır.
Rahmetli Atatürk ve Atsız Beg yaşasalardı, onlar için bütün Türkiye’yi ayağa kaldırırlardı. Tıpkı
1964 senesinde 800 Kazak Türkü’nün getirilmesi için Türk Dışişlerinin seferber edilmesi; 1920
nisanında Kızılordu tarafından kurşunlanan Azerbaycan Türklerinin vahşete maruz kaldığı günün
yas ilan edilmesi gibi.
Dişi Kurt’un çocuklarının kurduğu Cumhuriyet üzerine bugün çok kirli oyunlar oynanıyor.
Türk milliyetçileri bunların hepsinin farkındadır.
Toroslardaki son Yörük çadırının bacasından tüten duman asla sönmeyecek. Kimse umutlanmasın. Bu tezgâhlardan birisi işte, bugün yüzlerce
yıldır beraber yaşayıp, hemhâl olduğumuz bir
grup vatandaşımızı bizden ayırarak veya onların
farklı bir millet statüsünde değerlendirilip, federe bir cumhuriyet kurmaları yolunda kandırılarak
ileride başımıza yeni belaların açılmasıdır. Dişi
Kurt’un çocukları bunları göz önünde bulundurup, hazırlıklı olmalıdırlar. Bu duruma Türk kamu-oyunu alıştırmak ve alt yapıyı oluşturmak için
çeşitli şekillerde konu sürekli sıcak tutularak milletin önüne getirilmektedir. Bölgede çıkarları olan
bazı devletlerin planı, İran-Irak-Suriye ve Türkiye
coğrafyalarının bir bölümünden teşkil edilecek
bir federasyon üzerinedir. Zaten Irak ve Suriye’de
bu fiili durum gerçekleşmiş gibidir. Bölgenin en
güçlü ülkesi olarak, bu federasyonun Türkiye’nin
kontrolünde olması gibi bir hâle bizim siyasetçilerimiz çalışıyorlarsa da, bu tüfeğin geri tepmesi
kaçınılmazdır. Bir koyup, beş almak mantığı ile
düşünülüp, böyle bir duruma rıza gösterildiği tak8
Türkiye’yi meydana getiren insanlarımız karşı karşıya gelerek, fırsat bekleyen hain ve düşmanların ekmeğine yağ sürmemelidir. O kadar
çok oyunlar olmasına rağmen şükür ki şimdilik
Türkiye’nin dışarıdaki ve içerideki düşmanları
Alevi ve Sünni Türkleri çatıştıramadılar. Bu hususta birileri büyük bir gayretkeşlik içerisinde olduğu halde, Türk milleti tarihte yaşadığı birtakım
kötü hadiselerin farkına vardığından bu oyuna
gelmiyor. Çünkü neticede fatura asil Türk milletine kesilecektir. Bu bakımdan Türk halkı gayet
sağ-duyulu davranmak zorundadır. Bütün Türkiye
birbiriyle kenetlenirse daha güçlü oluruz. O vakit
Türklerin sözünü bütün dünya dinler, herkes dikkate alır.
Bizim dilimiz döndüğü kadar, yukarıda işaret
ettiğimiz bu meseleleri, büyük Atatürk daha Cumhuriyet kurulurken görmüş ve ona göre tedbirler
almıştı. İşte Mustafa Kemal bunun için büyüktür. Geleceği görebilmiştir. Cumhuriyet’in temeli
de çok sağlam atıldı. Bu yüzden bütün Türklerin
günümüzdeki tartışılmasız manevi önderi Atatürk
nereye giderseniz gidin bilinir ve sevilir. O, aynı
zamanda aydın bir liderdir. Şehirdeki insandan,
30. SAYI
2017
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
dağdaki çobana kadar herkesin gönlünde karşılıksız bir Atatürk sevgisi vardır. Ama onun ölümünden hemen sonra bir gaflet uykusuna daldık.
Atatürk’ün bize yapmamız yolunda tavsiyelerde
bulunduğu şeyleri yapmamaya, binbir güçlükle
kurduğumuz bu Cumhuriyeti sanki sözleşmişçesine kendi ellerimizle sallamaya başladık. Bugün
Türkçülük Hareketi’nin önde gelen simalarından
Atsız, Elçibey, Denktaş, Türkeş Türk Devletinin
başına gelebilecek tehlikeleri önceden görmüşler, buna bağlı olarak devlet adamlarını ve aydınları uyarmaya çalışmış ve bunları yaparken de
Türkiye’nin ve Türklerin düşmanı pekçok çevrenin saldırısına uğramışlardır. Bu yüzden Dişi
Kurt’un bu çocukları Türk tarihine adlarını altın
harflerle yazdırdılar.
Büyük adamlar devleti ve milleti için her devirde geçerli olan faydalı işler yapmış kişilerdir.
Bu durum göz önüne alınınca milli kahraman olmak için daima asker olmak şartı da gerekmez.
Günümüzde ucuz kahramanların türediği, Türk
milletinin ve devletinin geleceğine zerre kadar
katkıları olmayan insanların el üstünde tutulduğu,
hatta bir zamanlar vatanını başka ülkelerin egemenliğine sokmak için çalışan kişilerin kahraman edildiği bir çağda, bütün ömrünü Türklüğün
uyanması, yeniden kükremesi için gayret etmiş
insanları unutturmaya çalışmak akla ve mantığa
sığmamaktadır. Öyle bir hale geldik ki, basınyayın organlarında Atatürk gibi büyük bir kişiye
hakaretler ediliyor, maalesef kimsenin kılı kıpırdamıyor. Buna karşılık Türk’ün tarihi, kültürü, örf
ve adetleri ayaklar altına alınıyor; dalga geçiliyor.
Sanat ve sanatçılıkla zerre kadar ilgisi olmayan
insanlar göklere çıkarılmaya çalışılıyor. Atsız
Beg şöyle diyor: “Hayatta bir defa şerefsiz olmuş
insan, bütün ömrünce şerefsizdir”. Alçaklık ve
hainliğin göklere çıkarıldığı zamanımızda bu söz
çok şeyler ifade ediyor. Bugün, işi Türk milletine ihanet derecesine kadar vardırmış ve pekçok
kötülüğü dokunmuş insanları uyduruk propagandalar ile tarih önünde aklamaya çalışıyorlar. Ama
yağma yok, tarih hükmünü vermiştir; bunu ne
yaparsanız-yapın değiştiremezsiniz.
Tabi ki, toplumun milli değerler ve ülkülerinden uzaklaştırılarak, vurdum-duymaz bir hale
DOSYA
getirilmesi iyi bir şey değildir. Bunlar sıradan hadiselermiş gibi geçiştirilemez. Kafamızı kaldırıp
ne olup-bittiğine bakmamız gerekiyor. Herşeyi
sineye çekip, susarak devletimizi daha ne kadar
ayakta tutabiliriz. Benim ülkem, benim devletim,
benim bayrağım, benim dilim söz konusu olduğunda bana danışılmalı; holding sahiplerine veya
sırtını birtakım kuruluşlara dayayanlara değil. Üçbeş kişinin kararı ve tasdiğiyle bazı şeyler oldubittiye getirilemez.
Neredeyse son 30 yıldır Türkiye’nin içine düştüğü terör batağı ve ekonomik buhranla beraber,
dış kaynaklı olarak gündeme getirilen Ermeni
ve siyasal Kürtçülük hareketleri sürekli olarak
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin başını ağrıtıyor.
Bundan otuz sene öncesine kadar görünürde ve
ciddi düzeyde böyle bir problem yokken, birdenbire eski Sevr’in hortlatılarak önümüze konması
ilginçtir.
Bilindiği üzere Türkiye’nin parçalanarak, dağıtılmasını amaçlayan ve Türkleri Anadolu Yarımadasından sürüp, çıkarmayı hedefleyen Sevr
Andlaşması İstanbul hükümetince imzalanmasına
rağmen, Türkiye Türkleri hiçbir zaman buna razı
gelmemişler, Mustafa Kemal’in önderliğindeki
bir yükselişle, Sevr müsveddelerini tarihin lağım
çukurlarına atmışlar idi.
Türkiye’nin son yıllarda iç ve dış birtakım
problemlerle boğuşması, hem de kabuğunu yırtarak, Sovyetler Birliğinin dağılmasının ardından
Orta Doğu, Kafkasya ve Asya coğrafyasında etkili
bir konuma gelmesinin önünün alınması amacıyla, Sevr’in eski hamileri yeniden bu andlaşmayı
tuvalet çukurundan çıkararak, biraz temizleyip,
biraz da süsleyerek Türk milletine zorla da olsa
kabul ettirmeye çalışıyorlar. Bunu gerçekleştirmek için Türk devleti ve milletinin çok daha kötü
durumlara düşürülmesi kararlaştırılmış ve bu
yüzden de birtakım aracı etkenlerin kullanılması
yoluna gidilmiştir ki; bunlardan birisi Kürtçülüğü
kaşımak, biri Ermeni soy kırımı yaptıkları yolundaki iddialara Türklerin sahiplenmesini sağlamak,
büyük Ermenistan için Türklerden tazminat ve
toprak istemek, birisi de bugün Anadolu’da çok
az sayıda olan Ortodoks Hrıstiyan cemaatinin di-
9
DOSYA
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
riltilerek, Türkiye içerisinde otonomik haklar vermektir.
Yıllardır bu hususta her önüne gelen çıkıp bir
şeyler söylüyor veya yazıyor. İşin aslına bakılacak
olursa, bu konularla ilgilenen kişilerin hiçbirisi
tarihçi olmayıp, genellikle siyaset bilimciler ve
politikacılardır. Bunların da büyük bir çoğunluğu
bilgisiz ve önünü göremeyen şahıslardır. Onların
bu yanlış fikirlerine karşı çıkmak, Türkiye’nin gelecekte yaşayabileceği sorunları göstermek isteyen
bir avuç Türk milliyetçisi ise büyük düşünememek, barış ve huzur ortamını bozmak, kardeşlik
projelerini bombalamakla suçlanıyor. Yine malum
olduğu üzere Türkiye’deki basın denilen kurumun
büyük bir çoğunluğunun kime ve neye hizmet ettiği tescillenmiş olduğundan, ikinci gruptaki bu insanların seslerine de pek yer verilmiyor.
Anlamadığımız bir şekilde son yıllarda devamlı
barış ve müzakere süreci diye bir şeyle Türk milleti oyalanıp, duruyor. Acaba Türkiye Cumhuriyeti
Devleti bizim bilmediğimiz bir savaşa girip de yenik mi çıktı? O yüzden mi birileriyle ateşkes, silahları bırakma vs. konularda görüşmeler yapılıyor?
Herkes çok iyi biliyor ki dünyanın enerji kaynakları yavaş yavaş tükenmektedir. Hâl böyle
olunca dünyanın önemli bir petrol ve doğalgaz
hattı durumundaki Orta Doğu-Kafkas ve Hazar
bölgesine bütün gözler çevrilmiş vaziyettedir. İşte
bu yüzden başta Amerika ve Avrupa Birliği Orta
Doğu, Kafkasya ve Asya’yı yüzlerce yıl hiçbir sorun çıkmadan yönetebilmeyi düşünüyorlar. Bunun
adımları yavaş yavaş atılmaktadır. Afganistan’a
nüfuz edilmesi, Irak’ın işgali, Suriye ve İran’ın
da dize getirilmesinden sonraki hedef Türkiye’dir.
Ama Amerika Birleşik Devletleri ne Dünya Savaşlarında ne de değişik bir yerde Türkiye ile birebir
sıcak çatışma içerisine girmediğinden dolayı hâlâ
Türkiye’den ürküyor. Zaman zaman çuval hadisesinde olduğu üzere Türkiye’nin nabzına dokunuyor, sinir uçları bilinçli bir şekilde zayıflatılarak,
Türklerin milli meselelerde hissiyatsız hale getirilmesine çalışıyor. Fakat her şeye rağmen Türkiye’deki azınlık bir grup, milli bütünlük ve bağımsızlıktan ölümüne vazgeçmeyeceklerini açıkça dile
getiriyor. Bu yüzden de birtakım ülkeler tarafından
10
30. SAYI
2017
Türkiye’nin kendi kendine tasfiyesi hususunda bütün gizli planlar ve imkânların seferber edilmesi
durumu söz konusudur.
Dolayısıyla bu sahnelenen oyunlar göz önünde
iken Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ne Ermeni,
ne Kürt, ne de başka bir azınlık meselesi vardır.
Biz bu topraklarda bin yıldan fazla bir zamandır
beraber yaşıyoruz. Ne geçmişte, ne bugün Türk
Devletinin vatandaşlarıyla bir kimlik problemi olmadı. Şimdi de, tarihte de herkes dinini ve dilini
gayet rahat yaşadı. Milliyetini de açıkça söyledi.
Ama dünyadaki her ülke ve devletin bir üst kimliği
mevcuttur ve bu ülkenin adı Türk, dili de Türkçedir.
Esasında bu gün Türklerin karşı karşıya kaldığı
bir soy kırım meselesi söz konusudur. Anadolu’ya
geldiğimiz tarihten itibaren çeşitli vesilelerle (Haçlı Seferleri, I. Dünya Savaşı, şimdi terörist Kürtçülük vasıtasıyla) Türkler katliamlara maruz kalmıştır. Avrupa’da Viyana yenilgisinden, Asya’da
Kazan Hanlığının düşmesinden beridir bu milletin
kökü kurutulmaya çalışılıyor. I. Dünya Harbi esnasında Ermenilerin ve Rumların ekmeğini yedikleri ülkeye karşı kimlerle işbirliği yaptığını bütün
dünya bilmektedir. Özellikle Doğu, Güney-doğu
ve Karadeniz’in iç bölgelerinde Ermenilerin giriştiği katliamlar göz önündedir. Batı Anadolu’da ise
Yunanlıların yaptığı vahşet tescillenmiştir. Günümüzde bile hâlâ bu durum sürmektedir. Azerbaycan topraklarının büyük bir kısmı Ermenistan işgali altına girdiği gibi, başta Hocalı katliamı olmak
üzere Türkler, Ermeniler tarafından jenosite tabi
tutulmuşlardır.
Dişi Kurt’un çocukları her şeye rağmen direniyor. Tanrı da onu koruyor, yoksa I. Dünya Harbi
sonrasında kafasına son kurşun sıkılacakken Mustafa Kemal adındaki bir Bozkurt’u yollamazdı.
Çünkü yeni bir destan yazılmalıydı. O, Samsun’a
çıktı. Türk milleti peşinden yürüdü. Sakarya oldu,
Dumlıpınar oldu, Kocatepe oldu, Antepli Şahin
oldu. Ve bu topraklara sonsuza dek Türk adını
koydu.
Hepimiz daha dün Irak’ın kuzeyindeki Türk
topraklarında Amerikan ve Kürt askerlerinin göz-
30. SAYI
2017
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
leri önünde Türklere yapılmadık vahşiliğin kalmadığını biliyoruz. Bu durumda, birilerinin cılız
da olsa ses çıkarmasına veya eleştirilerine kimse
milliyetçilik veya faşistlik demesin. Esas faşistliği kimlerin yaptığı ortada, ama herkes kafasını kuma sokmuş, şu tehlikeli günlerde ne kendi
başımıza, ne de millete bir zarar gelmesin diye
susuyor. Zavallı Türkler bin yıldır kardeşliği koruyan taraf, ama 2014’teki son yerel seçim öncesi ve sonrasında görüldü ki, artık bölücü Kürt
hareketini eyalet sistemi, özerklik vs. kesmiyor.
Onlar açıkça Türkiye’den ayrılacaklarını ve kendi
devletlerini kuracaklarını söylemekten de çekinmiyorlar.
Bugün Amerika’nın Kızılderili problemi
var mı? Yok tabiki. Onların soyunu kuruttular.
Afrika’dan getirdikleri milyonlarca zencinin kanına girdiler. Fransa, Kuzey Afrika ve Korsika’da
ırkçılık yapmadı mı? İngiltere, Avustralya yerlilerinin kökünü kazıdı. Hindistan’a sahip olabilmek
için binlerce insanı öldürdü. Rusya ve Çin başta
Türkler olmak üzere milyonlarca insanı ortadan
kaldırdılar ve hâlâ da bunu devam ettiriyorlar.
Sonra da özür diliyoruz deyip, işin içinden sıyrılıyorlar ve kimse de bu yapılanların peşine düşme cesaretini göstermiyor. Niye şimdiye kadar
BM’den bu adı geçenlerin kınanmasına yönelik
bir karar çıkmadı veya çıkmıyor? Elbette ki böyle
bir şey olamaz, çünkü dünyayı onlar yönetiyorlar.
Para, silah ve güç onların elinde. Türkiye Cumhuriyeti Büyük Millet Meclisi’nde bize karşı kararlar alan devletlere misilleme olarak, tarihte katliamları ispatlanmış ülkeleri kınayan ve öldürülen
insanların anısına oturumlar düzenleyip, anma
günleri yapabildik mi? Bunlardan öte, bu devletlerin sesini kısabilmemiz için her alanda Türk
milleti olarak birlik içinde hareket edip, daha güçlü hale gelmemiz gerekiyor.
Amerika ve Avrupa’nın çeşitli ülkeleri ikidebir Ermeni soy kırımı anma günleri düzenliyor,
bize de bunu tanıyın diye baskı yapıyorlar. Ama
hiçbirisi önce kendi çöplüklerini temizleme zahmetinde bulunmuyorlar. Bir kere daha tekrarlıyoruz ki, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Ermeni,
Kürt, Rum veya başka bir etnik problemi söz
DOSYA
konusu değildir. Bunlar maksatlı olarak çıkarılan
ve körüklenen şeylerdir. Kimse karışmadığı müddetçe bu topraklarda hangi ırktan olursa-olsun
insanlar kardeşçe yaşamayı bildiler. Başkalarının
oyunlarına gelmez isek yine de birlik ve beraberlik içinde yaşayabiliriz.
Türk milletinin başına örülebilecek tehlikeleri
seneler önce gören Atatürk; “bugünkü Türk milletinin içerisinde kendisine Kürtlük, Çerkezlik,
Lazlık veya Boşnaklık fikri propaganda edilmiş
vatandaşlar vardır. Bunlar birkaç düşman körüklemesi olup, bu halkların da büyük Türk camiası
içinde ortak maziye, ahlaka ve hukuka sahip bulunduklarına, aynı kaderi paylaştıklarına değinir”.
Mustafa Kemal’in bu tespiti, 20. yüzyıl sonu ile
21. asır başlarında Türkiye’de yaşanan bölücülük
faaliyetleriyle çok örtüşmektedir.
Milletimizin geçmişindeki önemli günler anılacak, unutulmayacak; fakat Türk milliyetçileri
tamamen tarihte de kalmayacaklar. Onlar Türk
milletinin ve devletinin meselelerini en iyi bilen
kişiler olduğundan, çözümleri de ancak bunlar
üretebilir. Geçmişi değerlendirip, gelecekte ne yapılmasını da Türk milliyetçilerinden başka kimse
iyi bilemez. Bu yüzden üzerlerine düşen yük çok
fazladır. Onlar, hiçbir maddi karşılık beklemeyen,
ün kaygısı olmayan adsız kahramanlardır.
Büyük insanlar çok sık dünyaya gelmez. Onları millet ve tarih yaratır. Karşılıksız olarak sevdiği, onun uğrunda yaşayıp-öldüğü milleti de, onları karşılıksız olarak bağrına basar. Yıllar geçecek,
asırlar dönecek Atatürk, Enver Paşa, Antepli Şahin, Necdet Koçak, Sadık Ahmet, Atsız, Elçibey,
Türkeş ve Denktaş gibi insanlar asla unutulmayacaklar. Ama sahte kahramanları ve ideolojik aktörleri Türk milleti hatırlamayacak bile.
İnsan nadir değil, İnsanlık nadirdir.
İnsan az değil, doğruluk azdır.
Kutadgu BİLİĞ’den
11
GÜNCEL
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
30. SAYI
2017
ADIMIZ KİMLİĞİMİZDİR
Fazlı KÖKSAL
Araştırmacı Yazarı
ilge Kağan, Göktürk Anıtlarında, kendinden önceki Türk devletlerinin çöküş
nedenlerini şöyle sıralar;
B
1) Kağanların cahillikleri ve töreye (Hukuka)
uymamaları nedeniyle oluşan kötü yönetim,
2) Yöneticilerin Çinlilerin, altınına, ipeğine,
değerli hediyelerine (Rüşvetlerine) ve vaatlerine
aldanmaları, 3) Beylerin Türkçe adları bırakıp Çince isim
almaları, Çinli gibi yaşamaya başlamaları.
Bilge Kağan’ın bu tespitlerindeki “Çinli”,
kelimesi yerine, “Arap”, “Acem”, “İngiliz” veya
Fransız” kelimelerini koyduğunuz zaman , Bilge
Kağandan Yüzlerce yıl sonra yıkılan Türk Devletlerinin çöküşünü, aynı cümlelerle açıklayabilirsiniz. Türk Devletlerinin yıkılmasında; eğitim sisteminin ve hukuk düzeninin bozulması, ahlakı
dejenerasyon, dış etkiler, debdebeli hayat tarzı
vb. üzerinde çok duruldu. Kültür emperyalizminin etkileri de dile getirildi. Ancak, yöneticilerin
yabancı isimleri alması ile devletlerin çöküşü
arasında doğrudan ilişki kuran bir çalışma oldu
mu bilmiyorum? Türk Devletlerinde, Hakanlar, Sultanlar başta
olmak üzere yönetici sınıfın isimleri ile devletin
yükselişi ve çöküşü arasında bir ilişki kurmak
mümkün… Büyük Selçuklu Devletini kuran Tuğrul ve
Çağrı Beylerin isimleri Türkçe’dir. Anadolu’yu
bize armağan eden Sultan Alparslan’ın da…
Keza Anadolu Selçuklu Devletinin ilk sultanlarıKutalmış, Kutalmışoğlu Süleyman
Şah, I. Kılıç Arslan, Türkçe veya Halkın da
benimsediği Türkçeleşmiş isimler kullanırken,
12
Anadolu Selçuklularının son sultanları İzzeddin
Keykavus, Alaeddin Keykubad,Gıyaseddin
Keyhüsrev, Gıyaseddin Mesud’un isimleri
hem Farsça, hem de halk tarafından kullanılmayan isimlerdir. Bu, halkla sarayın yabancılaşmasıdır aynı zamanda…
Anadolu Selçukluları halkla yabancılaşınca,
halkla iç içe, halkın değerleri ile bütünleşmiş
Anadolu Beylikleri dönemi başlar. İlk Anadolu
Beylerinin büyük bölümünün ismi ya Türkçedir,
ya da halkın benimsediği Türkçeleştirdiği isimlerdir… Çaka, Umur, Aydın, Mehmet, Saltuk,
Artuk, Yavlak Arslan, Karaman, Karesi , Çubuk vs.. Osmanlı Devletinin ilk Padişahlarının isimleri de ya Türkçe (Ertuğrul,Ataman (?), Orhan)
Ya da Arapça kökenli olmakla birlikte, halkın benimsediği ve Türkçeleştirdiği (Osman (?), Mehmet, Murat) isimlerdir… Kullandıkları lakaplar
da (Yıldırım, Yavuz, Çelebi) Türkçedir…
Osmanlı İmparatorluğu gerilemeye başladıkça
Sultanların isimleri ağdalı Arapça kelimelere
dönüşür, Abdülhamit, Abdülaziz, Abdülmecit,
Vahideddin…. Osmanlı İmparatorluğunun kuruluş döneminde, Padişahların yanında Türk Soylu Türk Adlı
Beyler yer alırken, zaman içinde onların yerini
Türk Kültürü ile yetiştirilmiş devşirme paşalar
almış, çöküş döneminde de önemli makamlara,
azınlıklara mensup yöneticiler getirilmiştir.
Kuruluş Dönemindeki şehzade ve vezirlerinin
isimleri ( Gündüz, Savcı, Baykoca, Aydoğdu,
Demirtaş, İlbey, Akça Koca, Ece, Evrenuz,
Konur Alp, Karaca Bey vb) ile Osmanlı’nın son
dönemindeki bazı Posta Telgraf Nazırlarından
isimlerini (Garabet Artin Davut Paşa, Fran-
30. SAYI
2017
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
ko Efendi, Agaton Efendi, Anton Tıngır Yaver Paşa, Mösyö Sterpan, İstanbulyan Efendi,
Mozoros Bey, Oksan Efendi, Yusuf Franko
Paşa) karşılaştırdığımızda, Bilge Kağan’ın
tespitinin ne kadar yerinde olduğunu görürüz.
GÜNCEL
İslamiyet’le şereflenmeden önce de, Arap yarımadasında yaşayanların ismi Ömer’di, Bekir’di,
Osman’dı, Ali’ydi… Aişe idi, Rabia idi, Hatice idi… Peygamberimiz yalnızca anlamları
İslamiyet’in temel yargılarına ters düşen isimlerin
değiştirilmesini istemiştir… Ancak İslamiyet’in
kabulü ile genel bir isim değişikliği olmamıştır.
İslamiyet’i kabul edenler, putperestlik dönemlerindeki isimlerini kullanmaya devam etmişlerdir.
İslam’ın bu konudaki tek ölçüsü “Çocuklarınıza
güzel anlamlı isimler veriniz.” Hadis-i Şerifidir.
Türk Tarihini çok iyi bilen Mustafa Kemal
Atatürk’ün direktifleriyle hazırlanıp 21 Haziran
1934’te TBMM tarafından kabul edilen “Soyadı Kanunu” na göre; her Türk kendi adından
başka ailesinin ortak olarak kullanacağı bir
soyadı alacaktır. Alınan bu soyadları Türkçe
olacak, yabancı milletlere ait adlar kullanılYaygın tarikatlardan birisinin internet sitesinmayacak, soyadlarının ahlaka aykırı ve komik de, bakın nasıl görüşlere yer veriliyor;
olmamasına özen gösterilecektir.
“SORU: Erkek çocuğuna Oğuzhan ismi uygun
Atatürk’ün sayesinde Soyadlarımız Türk- mudur? çe… Ya ilk adlarımız ?
CEVAP: Uygun değildir. Çünkü Oğuz Han
Mustafa Kemal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü Öğretim Üyesi
Yrd. Doç. Dr. Jale Öztürk tarafından Mustafa
Kemal Üniversitesi’ndeki 472 öğrenci üzerinde
2004 yılında gerçekleştirilen ve sonuçları 5. Türk
Dili Kurultayına bir bildiri ile sunulan araştırmaya göre; Üniversite öğrencileri arasında, Arapça
kökenli isim oranı yüzde 51, Türkçe isim oranı
yüzde 19.5, Farsça isim oranı ise yüzde 10.2...
Gerisi de Avrupa Kökenli diller. Aynı araştırmada ; Yakın gelecekte Arapça ve Farsça’nın
etkisinin devam edeceği, kız öğrencilerin yüzde
44,6’sının, erkek öğrencilerin de 55,4’ünün isimlerinin anlamını bilmediği vurgulandı…(1)
İslâm’dan önceki devrede yaşamış gayrimüslim
bir kimseydi. İslâmî isimler koymak daha iyi...”
“SORU: Benim ismim İslâmî bir isim değil...
ne yapmalıyım?
CEVAP: Diyelim ki adın; Burak veya Toprak
veya Yağmur veya Kar... Neyse yani, İslâmî olmayan bir isim veya Cengiz veya bilmem ne...
Eğer ismin bir putperestin ismi ise, mahkemeye
müracaat edecek, o ismi değiştireceksin. Meselâ,
Cengiz Müslüman değildi, putperestti. Çocukları
da İslâm alemini perişan ettiler. O zaman o ismi
değiştirecek. Niye ben bir gayrimüslimin ismini
taşıyayım? O ismin değiştirilmesi lâzım!.. .” “SORU: İsmim Serkan... İsmimi değiştirmek
Üniversite öğrencilerinin yarısı adının
icâb
eder mi, ederse bir isim söyler misiniz? anlamını bilmiyorsa varın gerisini siz düşünün…
CEVAP: “Selim” olsun.”(2)
13 yıl önce yapılan araştırma bu gün yapılsay-
dı, bir Anadolu Üniversitesinde değil de, Güney
Bu mantığın İslam’la alakası var mıdır? OğuzDoğudaki bir İlköğretim Okulunda, bir Kuran han İsmini koyana neredeyse kâfir diyeceksiniz,
Kursunda, yabancı dille eğitim yapılan bir kolej- İslamiyet’in doğuşundan önce var olan Arapça
de yapılsaydı sonuç daha vahim çıkabilirdi…
isimleri İslami sayacaksınız. Toprak’a, Kaya’ya
Arapça kökenli isimlerin çok kullanılmasının karşı çıkacaksınız, Bir yer ismi olan Mina’nın,
temelinde, Arapça adların Müslüman adı olarak Merve’nin konulmasını önereceksiniz. Bozkurt’a,
algılanmasının yattığı açıktır. Bu algılama son Arslan’a, Doğan’a karşı çıkacaksınız, Arapça’da
Arslan anlamına gelen Esed’e (Esat), Karayayıllarda daha da güç kazanmıştır.
ğız At demek olan Edhem’e sıcak bakacaksınız.
Bunda Müslümanlığı Arapçılığa dönüştü- Neredeyse tüm Türkçe isimleri gayri İslami
ren din anlayışının payı büyüktür. Beşeriyet olmakla suçlayacaksınız, ama peygamberimizin
13
GÜNCEL
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
30. SAYI
2017
değiştirttiği Aziz Kadir, Samet gibi iisimleri bile,
Arapça oldukları için kullanmakta beis görmeyeceksiniz. Kuran’da geçiyor diye dağ taş isimlerini, çocuğunuza koyarak İslam’a uygun hareket
ettiğinizi sanacaksınız.
Bu tavır İslami bir tavır olarak nitelendirilemez… Olsa olsa, “Arabist” bir tavırdır…
İsimlerimizdeki yabancılaşmanın bir diğer
yönü var. Aldıkları batı kültürünün etkisiyle bazı
Müslüman Türk aileler, Fransızca, İngilizce,
Almanca isimleri rahatlıkla çocuklarına
koyabilmektedir. Çocuklarının ileride 2. sınıf
vatandaş muamelesi görmesini istemeyen bazı
gurbetçilerin, çocuklarına yaşadıkları ülkede
kullanılan isimler vermeleri sıradan bir olay
haline gelmiştir. Ayrıca, sevdiği yabancı dizi
kahramanının, şarkıcının, futbolcunun ismini
çocuklarına koyanlara da rastlanmaktadır…
Ülkemizi parçalamak isteyenlerin oyununa
gelen Kürt kardeşlerimiz de, Türkçe ile
ortak olmayan kişi isimlerini bilinçli olarak
kullanmakta ısrar ederek, sorunun daha karmaşık
hale gelmesine katkıda bulunmaktalar..
Tüm bunlar dikkate alındığında; isimleri
Türkçe olan kişi sayısının önümüzdeki yıllarda
daha da azalacağı açıktır….
Çözüm yolu mu? Bilge Kağan Yıllar
Öncesinden sesleniyor…
Ey Türk Titre ve Kendine Dön…..
Başaramam mı diyorsun? O zaman Ulu Önder
Mustafa Kemal Atatürk’ü dinle;
Muhtaç Olduğun Kudret Damarlarındaki
Asil Kanda Mevcuttur…
Not: Bu yazı aynı zamanda kişisel bir eleştiridir. Benim ismim Arapça. İki çocuğumdan birisinin ismi Türkçe, diğerininki ise Farsça… Ortada
bir suç varsa, ben de suça ortağım…
1) http://www.haber7.com/haber/20040923/
Isminizi-seviyor-musunuz.php
2) İzlenirliğinin artmasına katkıda bulunmamak için, sitenin ismi verilmemiştir.
14
TÜRKMEN KIZI
Neden daha güzeldir bizim Türkmen kızları
Ciğerimi parçalar, içine taht kurarlar Bir ceylanın gözünden, daha güzel gözleri Önce beni öldürür sonra haber sorarlar.
Birer birer önümden geçse Cermen ırkının En şahane güzeli, gönül yakan dilberi Olamaz bir hecesi dilimdeki şarkının
Değişirim bir pula milyon olsa değeri Ulu Türkmen beyinin gönlü ondan kalırsa
Arslanları parçalar, yüce dağları aşar
Gül oyalı çevreyi hatıra der alırsa
Dünya ona dar gelir denizler gibi coşar
Gelmiş koca Toros’un bir Türkmen çadırından Saçlarının örgüsü topuğunu döğmekte
Türküler çağırmakta ulu beyi ardından
Gözlerinin rengi destanlardan öğmekte
Türkmen kızı, gül yüzlü, kor dudaklı, sürmeli Bin hünerli binici, bin hünerli atıcı Dolu dizgin sürerken al kısrağı görmeli
Türkmenin güzel kızı, yurdumun altın tacı.
HASAN ŞAHMARANOĞLU
30. SAYI
2017
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
DOSYA
27 NİSAN 1920 AZERBAYCAN DEMOKRATİK
CUMHURİYETİ’NİN BOLŞEVİK RUSLAR TARAFINDAN
İŞGALİ
Selçuk ÖNAL
Azerbaycan Kültür Derneği
Yönetim Kurulu Üyesi
27
Nisan 1920 Azerbaycan Türklüğünün
Milli Matem günüdür. Bu kara günde
Rus-Bolşevik istila orduları bundan 97. Yıl önce
harp ilan etmeden ve herhangi bir ihtar da bulunmadan, ansızın Azerbaycan sınırlarını aşarak,
bağımsızlığını yeni ilan etmiş genç bir Cumhuriyeti işgal ve istila etmiştir. Bu istila sonrası
on binlerce Azerbaycan Türkü Bolşevik Ruslar
tarafından katledilmiştir. Türk İstiklali uğrunda
şehit olan kahramanlarımızı saygı, minnet ve
şükranla anıyor, İstiklal şehitlerimize Yüce Tanrıdan rahmet diliyorum.
Azerbaycan Kültür Derneği olarak 28 Mayıs
1918 Azerbaycan’ın İstiklal gününü ve Azerbaycan istiklal davasını, toplantı, konferans,
uluslar arası toplantılar, basın toplantıları, basın
bildirileri yoluyla Türk ve Dünya kamuoyunun
gündeminde tutmuş, İstiklal gününü ise büyük
otellerin balo salonlarında veya gezilerinde yüzlerce insanın katılımı ile bayram olarak kutlamıştır. Azerbaycan’ın ve Türk Dünyasının derdi
derdimiz, varlığı, sevinci, bayramı da bayramımız olmuştur.
Azerbaycan’ın 27 Nisan 1920 tarihinde Bolşevik Ruslar tarafından istilası da hep gündemde tutulmuş, istila gününde de toplantı, seminer,
basın toplantısı, basın bildirisi şeklinde işgalci
Sovyetler Birliğini kınama, şehitlerimizi anma
toplantıları düzenler, Azerbaycan meselesini
devamlı olarak kamuoyunun gündeminde tutulmasını sağlardık. Ancak, 20 Ocak 1990 Bakü’de
Sovyet Kızıl ordusunun Azerbaycan Türklerine
karşı yaptığı katliam ve soykırım hareketi, Ermenilerin Azerbaycan’ın sınır köy ve kasabalarına karşı giriştiği silahlı terör baskınları, 25/26
Şubat 1992 Hocalı’da yaşanan soykırım ve akabinde Karabağın tamamının Sovyet ordusunun
desteği ile Ermeni silahlı güçleri tarafından iş-
gali, 24 Nisan Sözde Ermeni Soykırımı Yalanı
ve diğer güncel meseleler, 27 Nisan 1920 istila
gününü basın bildirileri yoluyla telin ediyor, şehitlerimizi rahmet ve şükranla anıyorduk. Ancak, sivil Toplum Kuruluşları olarak tarihimizin
önemli günlerini ve güncel meselelerimizi tartışarak bilgi paylaşımında bulunarak kamuoyunu
aydınlatma görevimiz de vardır.
Kafkasya’da ve Azerbaycan Coğrafyasında
Türklerin her zaman bağımsız devletleri olmuş,
veya hanlıklar şeklinde varlıklarını idame ettirmişlerdir. Rusya ile İran arasında imzalanan
1913 Gülistan, 1928 Türkmençay anlaşmaları
ile Aras nehri sınır olmak üzere Aras’ın Kuzeyi
Çarlık Rusyası, Güneyi ise İran hakimiyetinde
kaldı. Bu anlaşmalar sonucunda Azerbaycan’ın
en büyük parçası olan Güney Azerbaycan İran
tarafında kalmıştır.
Yüz Yıl Çarlık Rusyası esaretinde kalan Azerbaycan Türkleri, 1905-1917 tarihleri arasında
meydana gelen Rus ihtilaline kadar Azerbaycan
Coğrafyasında Müstakil Millet ve Mustakil devlet olma fikri hep var olmuştur. 1905’ten sonra
Azerbaycan Türkleri arasında Millet olma şuurunu uyandıran ve milliyetçilik duygularını geliştiren en önemli etkenlerden biriside zengin matbuatı olmuştur. Bu dönemde Hayat, İrşad, Terakki,
Hümmet, Füyuzat, İkbal, İkdam, Açık söz, Sada,
Sada-yı Kafkas ve Sada-yı Hak gibi gazetelerde
Azerbaycan aydınları, münevverleri ve siyasileri
bu düşüncenin savunuculuğunu yapmışlardır.
Yine 1905 ihtilalinden sonra Gürcü ve Ermenilerin başlatmış oldukları muhtariyet mücadelelerine Azerbaycan Türkleri etkin olarak katılmışlardır.
Azerbaycan’ın 1918 yılında bağımsızlığa taşınmasında en önemli siyasi Parti ise ilk nüvesi
15
DOSYA
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
30. SAYI
2017
1911 Bakü’de atılan Müsavat Partisi olmuştur.
Müsavat Partisinin gayretli ve başarılı çalışmaları sonucunda, Balkan Savaşları sonrası Azerbaycan Türkleri arasında Milli uyanış büyük bir
ivme kazanmış, gelişip güçlenmiştir.
ni Taşnakların ağırlıkta olduğu Ermeni Stephan
Şaumyan’ın başında olduğu Bakü Sovyeti tarafında, geri kalan Bölgeler de ise Türkler Mavera-ı
Kafkasya Komiserliğine bağlı olduklarını açıklamışlardır.
O tarihlerde Sürgünde bulunduğu İstanbul’
dan, Romanov Hanedanının 300. Saltanat Yıldönümü dolayısıyla çıkarılan aftan yararlanarak
Azerbaycan’a dönen Mehmet Emin RESULZADE, Müsavat Partisinin başına geçmesiyle, Müsavat Partisi Azerbaycan’ın istikbal ve siyasetinde rakipsiz bir konuma gelmiştir.
Mavera-ı Kafkasya Federasyonu içinde her
üç millet, Gürcü-Ermeni ve Azerbaycan Türkleri
kendi içlerinde tamamen müstakil idiler. Bunlardan her biri kendi menfaatlerine en uygun buldukları şekilde milli teşkilatlarını kurmuş, milli
gayelerini gerçekleştirme yolunu tutmuşlardı. Bu
hususta Azerbaycan hem teşkilat hem de askeri
bakımdan zayıf durumdaydı.
1917’de Çarlık Rusya’sının yıkılması Güney
Kafkasya’da Rus etkisini azaltmış, ortaya çıkan
boşluk ise yerli siyasi oluşumlar tarafından doldurulmuştur.
Azerbaycan’da bu siyasi oluşumlardan birincisi Bakü’de Ermeni ve Rusların çoğunlukta olduğu ve Ermeni asıllı Bolşevik Stepan
Şaumyan’ın başkanlık ettiği Bakü Sovyeti, İkincisi ise Azerbaycan’ın diğer bölgelerinde Mehmet Emin RESULZADE’nin Başkanlık ettiği
Müsavat Partisidir. 1917 yılının başında Müsavat
Partisi Azerbaycan’ın en büyük siyasi gücüdür.
Moskova’da iktidarı ele geçiren Bolşevikleri Bakü Sovyet yönetimi dışında, Güney
Kafkasya’da olumlu karşılanmamış, Tiflis’te bulunan Güney Kafkasya Bölge Sovyeti yeni hükümetin meşrutiyetini reddetmiştir.
Güney Kafkasya’da oluşan otorite boşluğunu
Gürci-Ermeni ve Azerbaycan Türklerinin mecburiyetten kaynaklanan dayanışması sonucu,
Çarlık İdaresi’nin yerine geçmek üzere Güney
Kafkasya’nın tüm siyasi parti ve örgütleri 11
Kasım 1917’de Tiflis’te toplanmış, 15 Kasım
1917’de ise Gürcüstan, Ermenistan ve Azerbaycan siyasi Partilerinin seçilmiş temsilcilerinin
katılımıyla “Mavera-ı Kafkasya Komiserliği”
kurulmuştur. Bu Komiserlik Gürcü-Ermeni ve
Azerbaycan temsilcilerinden kurulan bir nevi federasyon idi. Mahalli İdareler her milletin kendi
idaresinde olmak üzere, Tiflis’te bir Hükümet
merkezi meydana getirilmişti.
Böylece, Azerbaycan’da ikili yönetim ortaya çıkmış, Bakü ve çevresi Bolşevik ve Erme16
Birinci dünya savaşı öncesi Rus ordusu bünyesinde Gürcü ve Ermenilerden ayrı ayrı taburlar teşkil edildiğini ve Ermeni General Nazarbekov kumandasında 4 bin kadar Ermeni askeri de
Türklere karşı savaşmış, Rus işgali altındaki yerlerde yaşayan Ermenilerin bir çoğu da harp zamanında gönüllü olarak Rus ordusuna katılmışlardı. Bu suretle Kafkas Rus ordusunda sayıları
on bini geçen Ermeni Erat ve birçok subay vardı.
1917 ihtilalinden sonra Rus ordusunda “Milli Birlikler” teşkili yoluna gidilince Ermeni ve
Gürcüler de hemen kendi “Milli Birliklerini”
kurmaya başladılar. Ermeni ve Gürcü taburları
oluşturuldu. Rus ordusunun dağılma ve çözülme
süreci arttıkça, Ermeni ve Gürcü kıtalarının gücü
o oranda arttı. 1918 Yılı başlarına gelindiğinde
Ermenilerin tam teşekküllü bir kolorduları vardı.
Çarlık döneminde Rus ordusuna dahi doğru dürüst alınmayan ve silahlı örgütlere sahip olmayan
Azerbaycan Türklerinin kendilerini savunmaları
bu şartlarda çok zordu.
31 Mart Faciası
Kafkasya seyminde Azerbaycan kanadının
başını çeken Mehmet Emin RESULZADE’n
in başkanlığını yürüttüğü Müsavat Partisinin
Azerbaycan’da güçlenerek Bolşeviklere tehdit
oluşturması, Müsavat Partisi taraftarı Azerbaycan Türkleri ile Bakü Sovyeti yanlısı Ermeni
Taşnaklar ve Bolşevik Ruslar arasında ki gerginlik çatışmaya dönüşmeye başlamıştır. Gerginliğin arttığı ortamda Osmanlı İmparatorluğu’nun
müdahalesinden korkan Ermenilerin silahlanması Azerbaycan Türklerini endişeye sevk etmiştir.
30. SAYI
2017
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
Bu gerginlikten yararlanmayı amaçlayan Bolşevikler, Ermeni Taşnaklarla ittifak içerisine girmiştir. Bolşevikler, Kafkas cephesinden dönen
iyi silahlanmış Ermeni Birliklerinin Bakü’de her
geçen gün biraz daha artması üzerine, Ermeniler
ve Azerbaycan Türkleri arasında çıkacak çatışmanın kendi yararına olacağını düşünmüştür. O
zaman Bakü’deki Kızıl ordunun komutanlığını
Taşnak Partisi üyesi eski Rus ordusu Albayı Avetisyan yürütmekteydi. Bakü Sovyetine bağlı Kızıl
ordunun %70’i ve kurmay heyetinin neredeyse
tamamı Ermenilerden ibaretti. Bakü Sovyeti’nin
başında bulunan Ermeni Stephan Şaumyan’ın
planları doğrultusunda Bolşevik Ruslar ve Ermeni Taşnaklardan oluşan Bakü Sovyetine bağlı askeri birlikler 18 Mart ile 1 Nisan arasında
Bakü’de Müsavat Partisi yanlısı Azerbaycan
Türklerine saldırarak silahsız ve savunmasız 30
binin üzerinde Türkü vahşice öldürdüler. Bu katliam esnasında Bakü’deki Türklerin yarısı şehri
terk etmeye mecbur kaldı. Bu vahşete ait kızıl
matbuatta, “Pravda” ve “İzvestia” başta olmak
üzere, tek kelime haber bile çıkmadı.
Azerbaycan Demokratik Cumhuriyetinin ilanı
Mavera-ı Kafkasya Seyminin, 26 Mayıs
1918’de yapılan olağanüstü toplantısında Gürcistan tarafı var olan siyasi ayrılıklar nedeniyle
Federasyondan ayrıldığını ilan edince, Mavera-ı
Kafkasya Federatif Cumhuriyeti dağılmıştır. 27
Mayıs’ta toplanan Seymin Türk kanadına mensup milletvekilleri Azerbaycan Milli Şurasını
oluşturmuş ve Mehmet Emin RESULZADE’yi
Milli Şuranın Başkanlığına seçmiştir. Azerbaycan
Milli Şura Tiflis’te toplanarak 28 Mayıs 1918’de
Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ilan ederek alt maddelik İstiklal beyannamesini yayınlamıştır; İstiklal beyannamesi
aynı zamanda geçiş dönemin Anayasasıdır.
İstiklal beyannamesi aynı zamanda Azerbaycan Türkünün Milliyet devrinden çıkıp Millet
haline geldiğinin ve devlet şeklinde teşekkül ettiğinin en önemli belgesidir.
Milli Şura, Bakü’nün Bolşevik ve Ermeni
Taşnaklardan oluşan Bakü Sovyetinin kontrolünde olduğu için Gence geçici başkent olarak ilan
edilmiştir.
DOSYA
Azerbaycan istiklali yolu çok meşakkatli,
tuzaklarla dolu, Çarlık ve Bolşevik Rusun, Ermeninin, İngilizin ve diğer emperyalist güçlerin
türlü hile ve desiseleri ile kesilmeye uğraşıldı,
Azerbaycan Türkleri arasındaki mezhep farklılıklarını kaşıyarak Şiiyi sünniye, Süniyi şiiye
karşı kışkırtarak Tük toplumu arasına nifak ve
ayrılık tohumları ekmeye çalışsalar da, Milli Şuuru yüksek Azerbaycan toplumu bu menfi propagandaları elinin tersiyle itmesini bilmiştir.
Ruslar Azerbaycan Türkleri arasındaki
birlik ve dayanışma ruhunu ortadan kaldırmak
için Şii ve Sünni mezhep meselesini hep kaşımış,
ancak, Türk siyaset ve din adamları bu durumu el
ele vererek bertaraf etmesini bilmişlerdir.
Azerbaycan’da İstiklal ilan edilmesiyle birlikte din devletten ayrılmıştır. Bundan başka
“Şiilik” ve “Sünnilik” mezhep ayrımı daha 1905
ihtilalinde bütün Rusya Müslümanlarının “Nijni
Nevgorod’da yaptıkları büyük bir konferansta
Ali Merdan bey Topçubaşı’nın teklifi, Kongre
Kararı ile iki dini kurullarının müftü ve imamlarının, kongre huzurunda birbirleriyle kucaklaşarak öpüşmeleri ve her gün bir arada bulunmaları ve yiyip içmeleriyle ortadan kaldırılmıştı.
Azerbaycan Cumhuriyetinin kurulması ile de bu
gelenek devam ettirilmiş ve her dini mezhebin
mümessillerinden ibaret bir “Meşihat-ı İslamiye” kurulmuş, Sünni müftü ile Şii Şeyhülislam
köy, köy dolaşarak artık mezhep ihtilafı diye bir
şeyin mevcut olmadığını halka anlatarak en medeni anlamda İslam tarihinden örnekler vermişlerdir. Halk Mümin din adamlarının telkinlerini
saygı ile kabul ediyor ve inanıyordu..” ve siyasi
önderlerini bu anlayışla desteklediler.
Bugün Müslüman coğrafyanın en büyük kanayan yarası olan mezhep ayrımcılığı 1900’lü
yılların başında Azerbaycan Türklerinin siyaset
adamları ile aydın din adamlarının sağduyulu
yaklaşımı ile ortadan kaldırılmıştı. İnşallah zamanımız siyaset ve din adamları da bu yolda
çaba sarf ederler...
Batum Konferansı ve Anlaşması
Azerbaycan Milli Şurası Başkanı Mehmet
Emin RESULZADE ve beraberindeki Azerbay17
DOSYA
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
can heyeti Batum’da Osmanlı İmparatorluğu
temsilcileri ile yaptığı görüşmeler sonucunda;
4 Haziran 1918’de Osmanlı İmparatorluğu ile
Azerbaycan Cumhuriyeti arasında dostluk anlaşması imzalanmıştır. Dostluk Anlaşmasını Osmanlı İmparatorluğu adına Adliye Nazırı Halil
bey (Sonra Menteşe soy ismini aldı) ile III.Ordu
Komutanı (Kafkas Cephesi Komutanı) Vehip
Paşa, Azerbaycan Hükümeti adına da Azerbaycan Milli Şura Başkanı Mehmet Emin RESULZADE ve Harici İşler Bakanı Mehmet Hasan
Hacınski imzalar ve bu anlaşma çerçevesinde
Azerbaycan Hükümeti Osmanlı Ordusunu yardıma çağırır.
Bakü Sovyetine bağlı Rus ve Ermeni Taşnak Birliklerinin Azerbaycan’ın geçici Başkenti
Gence’ye saldırısı üzerine, Azerbaycan Hükümeti içinde bulunduğu en ağır ve zor durumlardan kurtulmak için Batum anlaşmasının 4.Maddesi uyarınca Türk Askerini Azerbaycan’a davet
etmiştir. Yardım talebi kabul edilmiş, Osmanlı
askerlerinden ve Azerbaycan gönüllülerinden
oluşan “Kafkas İslam Ordusu” oluşturulmuş,
başına da Nuri Paşa getirilmiştir. Osmanlı İmparatorluğunun desteğini alan Azerbaycan Hükümeti kısa zamanda içerisinde ülkenin genelinde
kontrolü sağlamış, 15 Eylül 1918’de Bakü kurtarılarak, 17 Eylül 1918’de Hükümet Gence’den
Bakü’ye taşınmıştır.
Azerbaycan hükümeti içte devlet kuruluşu,
ekonomik, siyasi, ordu kurulması vs. hususlarla
uğraşırken bir yandan da Azerbaycan’ın büyük
devletler tarafından tanınması yönünde büyük
uğraşlar veriyordu. Bu uğraş ve görüşmelerin sonucunda; Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti
11 Ocak 1920’de Paris Konferansında müttefik
devletler tarafından resmen tanınır.
Bolşevik Rusya Azerbaycan’ın bağımsızlığını
tanımayacaktır. Azerbaycan Hükümetinin çeşitli
yollardan yaptığı girişimler olumsuz olacak, hatta ekonomik ilişki kurulması talepleri bile cevapsız kalacaktır. Bolşevik Rusya Azerbaycan’daki
yandaşlarını devamlı olarak Azerbaycan Hükümetinin aleyhine kışkırtmasına rağmen içteki
Bolşevikler bu hususta başarı gösteremezler,
ancak Azerbaycan’da Komünist Bolşevik Par18
30. SAYI
2017
tisi teşkilatlanmıştır. Bölgeyi Bolşevik rejimine
bağlamak ve bölgede Bolşevik müdahalesinin
temelini hazırlamak için bir üst organ olarak kurulan “Kafkasya Bürosuna” bağlı XI. Kızıl Ordu,
1920’nin sonbaharında Azerbaycan sınırına dayanmıştır.
30 Ekim Mondros mütarekesi sebebiyle
Kafkasya’dan Osmanlı ordusunun çekilmesiyle, Azerbaycan savunmasız kalmıştı. Karabağ’da
20 Mart 1920’de patlak veren Ermenilerin ayrılıkçı hareketleri ve Ermenistan silahlı kuvvetlerinin
Azerbaycan’ın sınırlarına saldırıları
nedeniyle Azerbaycan ordusunun büyük bir kısmı isyanı bastırmak için Karabağ sevk edilmişti.
Karabağ’da Ermeni ayaklanması bastırılmış, 26
Nisan’da Ermenistan tarafı ateşkes talebinde bulunsa da, olaylar XI. Kızıl Ordusuna bir anlamda
Azerbaycan’ın kapılarını açmıştır.
Bolşevikler XI. Kızıl ordusunun Anadolu’da
yaşanan istiklal mücadelesine yardım etmek bahanesiyle Azerbaycan üzerinden Anadolu’ya geçeceğini söylüyorlardı.
27 Nisan 1920 akşamı saat:20.45’te Parlamentonun son oturumu açıldı. 27 Nisan’da Yönetimin Bolşeviklere devredilmesi hususunda
verilen ültimatomun müzakere edileceği oturum,
Mehmet Emin RESULZADE’nin çabaları sonucu açık yapılır.
Konuşmalardan sonra Azerbaycan Milli Şura
Başkanı Mehmet Emin RESULZADE Aynı akşam Parlamentoda YAPTIĞI tarihi konuşmasında; “..Karşımızda bir ültimatom duruyor. Burada teslimden bahsediliyor. Fakat kardeşler
teslim ne demektir ? Kime göre mevkiimizi
terk ediyoruz? Bize diyorlar ki, sınırlarımızdan geçen ordunun başında Necati adında
bir Türk kumandanı var. Rusya’dan gelen
bu tecavüzkâr ordu zannetmiyorum ki, hayat ve ölüm mücadelesi gösteren Türkiye’yi
kurtarmaya geçiyor. Kardeşler, Türkiye
Azerbaycan’ın kurtarıcısıdır. Milletimizin
amalini yükselten mukaddes bir memlekettir.
Onun kurtuluşuna giden bir gücü biz memnuniyetle yola salacağız. Fakat bir şarta ki, bu
güç bizim özgürlüğümüzü, bağımsızlığımızı
çiğnemesin. Halbuki kardeşler, bize sorma-
30. SAYI
2017
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
dan toprağımıza geçen her hangi bir güç dostumuz değil, düşmanımızdır. Duyduğunuz bu
tebligat düşman tebligatıdır. Bizi aldatıyorlar.
Yalandır, gelen Rus ordusudur. Onun istediği
1914 sınırlarını almaktır. Anadolu’nun imdadına gitmek bahanesi ile yurdumuza giren
işgal ordusu buradan bir daha çıkmak istemeyecektir. Rusya ile anlaşmak için hükümeti
mutlaka Bolşeviklere teslim etmek ültimatomu kabul etmeye ihtiyaç yoktur. Bu ültimatomu nefretle reddediyoruz. Bağımsızlığımızı
göz bebeği gibi savunmaya karar veren bir
meclis dinlediği bir ültimatomu kabul etmek,
hükümeti kendi eli ile dost cildine girmiş düşmana teslim etmektir. Biz buraya Milletin
idare ve arzusu ile geldik, bizi buradan sadece
bir güç çıkarabilir, süngü..”
M.E.RESULZADE’nin kesin ve şiddetli karşı
çıkmalarına rağmen, parlamento saat 23.00’de
hükümeti çarpışmadan Bolşeviklere teslim etme
kararı alır.
M.E.RESULZADE bu karar üzerine “..Yazıklar olsun ki, biz daha yeni sepelenmiş itikadımızla ‘BİR KERE YÜKSELEN BAYRAK
BİR DAHA İNMEZ’ düşüncesine ettiğimiz
yeminleri unuttuk, canımız ve malımız korkusuna bu istiklal bayrağını kırmızı bir beze
değiştik”. Diye isyan edecektir..
Kızıl ordu Bakü’ye girerek, 23 ay boyunca Azerbaycan’ı yöneten milli hükümetin varlığına son verildi ve Azerbaycan fiilen Sovyet
Rusya’nın işgaline uğradı. Komünistler verdikleri hiçbir sözün arkasında durmadılar.
Aynı gün Azerbaycan Komünist partisi
Azerbaycan’da Sovyet Hakimiyetinin ilan edildiğini özel bir telgrafla V.İ.Lenin’e bildirdi. 29
Nisan’da V.İ.Lenin Şişe-cam istihsalı işçilerinin genel Rusya kurultayında şöyle diyordu.
“..dün Bakü’den aldığımız bir haber gösteriyor
ki, Sovyet Rusya’nın durumu iyileşmektedir.
Sanayimizin yakıtsız kaldığı ortada, şimdi ise
haber aldık ki, Bakü proletaryası, hakimiyeti
kendi eline almış ve Azerbaycan hükümetini
yıkmıştır. Bu o demektir ki, şimdi bizim bütün
sanayimizi canlandırabilecek bir iktisadi bazamız var…Böylelikle, nakliyatımız ve sanayimiz
DOSYA
Bakü petrol madenlerinden çok büyük yardım
alacaktır…”
Geçici inkılap komitesinin 28 Nisan 1920 tarihli toplantısında Neriman Nerimanov’un başkanlığında Azerbaycan Halk Komiserleri Sovyeti oluşturuldu ve Komünist Partisi dışındaki tüm
partilerin faaliyetleri durduruldu.
Azerbaycan’ın istiklalini savunan siyasilere
baskı yapılmaya ve tutuklamalara başlanıldı.28
Nisan 1920 sonrası on binlerce Azerbaycan Türkü katledildi, Hazar Denizinin soğuk sularına
gömüldü.
Böylece Azerbaycan’ın bağımsızlığını tanımayan Bolşevik Rusya, iç savaş yıllarında tamamen çöküşe geçen Rusya ekonomisi Azerbaycan
Petrollerine de kavuşmuş oldu.
Bu süreçte önemli görevler üstlenen Bakülü
Komünistler 11.Kızıl Ordunun hareket planına
uygun faaliyet yürüttüler.
Sovyetlerin Azerbaycan’lı işçi ve köylüler
ayaklanarak Müsavat hükümetini düşürdü yönündeki propagandasının yalan olduğu, aslında
Azerbaycan Türklerinin Sovyetlere karşı her zaman direniş gösterdiği de bir gerçektir.
28 Mayıs 1918’de Azerbaycan’ın bağımsızlığını ilan etmesi Azerbaycan Türklerinin tarihinde ve kaderinde çok önemli bir olaydır.
28 Mayıs 1918’de Azerbaycan Demokratik Cumhuriyetini kuran başta Mehmet Emin
RESULZADE ve dava arkadaşları Azerbaycan
Türklerini büyük bir tehlikeden ve yok olmaktan
kurtardılar.
Birinci dünya savaşı sonrası Çarlık Rusya‘sın
da başlayan inkılap hareketleri, İmparatorluğu
dağıtmış ve Rus İmparatorluğu himayesindeki
halkların kendi mukadderatlarını belirleme hakkı
da dahil olmak üzere özgürlük verilmişti.
Yani halklar kendi bağımsızlıklarını ilan edip
milli devletlerini kuracaklardı, ya da sömürge haline geleceklerdi. Eğer Azerbaycan bağımsızlığını ilan etmeseydi, Azerbaycan toprakları Rusya,
Ermenistan ve Gürcistan arasında bölüşülecekti.
Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti kısa zamanda kendi parlamentosu, hükümeti, ordusu ve
19
DOSYA
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
kendi para birimi olan demokratik bir cumhuriyet olarak varlığını devam ettirmiş,
Bu haliyle de bütün doğuda, İslam ve Türk
dünyasın da demokratik ilk cumhuriyet olma
özelliğine de sahipti.
Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti, tarihi
ve milli topraklarına sahip çıkmış, Azerbaycan’ın
tartışmasız arazi bütünlüğünün 97.297.67 km2
olmak üzere tartışmalı arazisi ile birlikte ise
114.895,97 km2, Yeri gelmişken şu an Azerbaycan Cumhuriyeti’nin arazisi 86.6 km2’ye düşmüştür, Azerbaycan topraklarını %20 civarında
olan Karabağ ise bugün Ermeni işgali altındadır.
Azerbaycan 27 Nisan 1920’de kaybettiği bağımsızlığına 70 yıl sonra, 28 Mayıs 1918’de kurulan Azerbaycan Cumhuriyeti’nin milli simgeleri ve devlet sembolleri kabul edilerek 21 Mayıs
1990’da Azerbaycan Cumhurbaşkanının fermanı ile Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin
ilan edildiği 28 Mayıs günü Azerbaycan Devletinin tekrar kuruluş günü olarak ilan edildi ve 30
Ağustos 1991’de yeniden bağımsız devlet hayatına kavuştu.
Sonuç olarak, Azerbaycan’a karşı Ermenilerin yaptığı saldırıların arkasında hep Sovyet Rusya olmuş, Sovyetlere’de Azerbaycan konusunda
hep Ermeniler in yardım ve yataklık ettiği tarihi
bir gerçektir.
Akıl süsü dil, dil süsü sözdür.
İnsanın süsü yüz, yüzün süsü gözdür
İnsan sözünü dili ile söyler
Sözü iyi olursa, yüzü parlar
Kutadgu BİLİG’den
20
30. SAYI
2017
BU VATAN BİZİM
Bin yıldır birlikteyiz TÜRK’ü, Kürt’ü, Çerkez’i
Bin yıl daha yaşasak, memnun etmez mi bizi?
Türkiye bizler için elbet Nuh’un Gemisi
Milletçe hep birlikte düzlüğe ulaşalım.
Asırlardır bu yurtta yaşayan insanlarız
Ekmeğini bölüşür, suyunu yudumlarız.
Bu ülkenin derdini yine bizler anlarız
Sevinci paylaşalım, acıyı bölüşelim.
İnsanca yaşamaktır hepimizin dileği
Bu ülkede yaşayan insanın kardeşliği.
Laik Cumhuriyetin bizlerden istediği
Milli birlik ülküsü, hedefte buluşalım.
Arap’ı, Kürt’ü, Laz’ı, Ey yurdumun insanı!
Dostunu, düşmanını oku, öğren, bil, tanı.
Biraz daha çalış, mamur eyle vatanı
Daha mutlu, daha hür yarınlara koşalım.
Bu memleket bizimdir: TÜRK’ün, Kürt’ün, Çerkez’in
Cumhuriyeti kuran ATATÜRK hepimizin.
Ortak adı da TÜRK’tür, elbet milletimizin
Mutlu yarınlar için, milletçe çalışalım.
Kurtuluş Savaşıyla gitti bütün düşmanlar
Halkımıza güç verir, bizim milli bayramlar.
Dini bayramlarımız Ramazan var, Kurban var
Gel, milletçe gönül gönüle, bayramlaşalım.
Ey vatanım Türkiye’m; sen canımsın, gözümsün
Taşınla, toprağınla, insanınla bizimsin.
Sen benim milletime ebediyyen lazımsın
Bu yurdun sevdasını, gönülden paylaşalım.
Bu Devlet yaşayacak; kafana koy, iyi bil
Ay yıldızlı bayrağa saygı duyarak eğil.
Birbirimizi vurmak, öldürmek çare değil
Toplumsal sorunları konuşarak aşalım.
HAKKI’yım, duramadım, indim yine derine
Ülkemdeki huzursuzluk batıyor yüreğime.
Milletin yaşadığı sevince, kederine
Birlikte ağlayalım, hep birlikte coşalım.
Hakkı KOÇ
Emekli Öğretmen
30. SAYI
2017
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
MİLLİ KAHRAMANLARIMIZ
TAYYAR RAHMİYE HANIM
(1890 - Şehit 1920)
DEĞERLERİMİZ
Nesrin GÜNEL
Ankara Yörükler Türkmenler
Derneği Başkanı
O
smaniye’nin Kaypak Bucağının Raziyeler ( Kayalı) Köyü’nün Kanlı geçit mahallesinde 1890 yılında doğdu.
Babası Köse Abdullah Bey, annesi Hatice Hanımdır. Eşe ve Elif adında iki ablası, Meryem
isminde kız kardeşi ve adı Mustafa olan erkek
kardeşi vardı..Kendisinin dört evladı oldu.
1920’li yıllar da Fransız askerleri güneydoğuyu işgal etmiş ve halka zulmediyordu. Bunun
üzerine halk silahlanarak düşmana karşı kurtuluş
mücadelesine başladılar. Cenup Cephesi’nde 89.
Tümen kuruluşunda bir gönüllü müfreze oluştu.
Rahmiye Hanım bu bölge düşman işgaline
uğrayınca Hüseyin Ağa’nın milis kuvvetlerine
katılmıştır. Kendisine “daha yararlı olursun’’ bacım bu er işidir sen cephe gerisinde kal diyen
Hüseyin Ağa’ya şu cevabı vermiştir. “Vatanın
savunmasında hepimiz eriz düşman toprağımızı
basmış elim silah tutuyor ben nasıl savaşmam…”
Hasanbeyli civarında Fransız kuvvetleri ile
yapılan savaşa Rahmiye Hanım da katılmış ve bu
çarpışmada 80 tüfek ile iki makineli tüfek alınmıştır. Bu arada şehit düşen ve düşmanın hakim
olduğu yerde kalan şehitlerin düşmanlar tarafından çiğnenmemesi için siperden fırlayarak şehitlerden birini sırtına alıp geri getiren Rahmiye
Hanım cesaretiyle diğer askerlere örnek olmuştur. Onun bu cesaretini gören asker arkadaşları
da siperden fırlayarak diğer şehitleri geri getirmişlerdir.
Bu olaydan sonra Rahmiye Hanıma Uçan
Rahmiye anlamına gelen. ‘Tayyar Rahmiye” denilmiştir. Daha sonra 1 Temmuz 1920 sabahında
Osmaniye’deki Fransız karargahına düzenlenen
saldırıda arkadaşlarının tereddüt ettiğini gören
Tayyar Rahmiye Hanım “Ben kadın olduğum
halde ayakta duruyorum siz erkek olduğunuz
halde yerlerde sürünmekten ve saklanmaktan
utanmıyor musunuz?” diye bağırarak arkadaşlarını hücuma teşvik etmiştir. Erkeklere çok dokunan bu söz ve jest, ruhları sararak kahramanlık
hislerini kamçıladı ve hücum yeniden başladı.
Yağmur gibi yağan düşman ateşi, bu hücumu
bir an olsun durduramamıştı. Karargâh binasını
saran çember gitgide daralıyordu. Çetenin efrâdı
bir hayâlet gibi hedefine yaklaşıyordu. Ancak ne
yazık ki, bu vatansever kadın, karargâh kapısına
on adım kala şehit oldu. Bu kayıp, burada, büsbütün başka bir tesir meydana getirmiş ve çetenin onuruna dokunmuştur. Bu milli şahlanışın
ateşlediği ruhlar, bir hamlede karargâhı zaptetmişlerdir…
Şehit Rahime Hatun, şimdiki Endüstri Meslek Lisesinin bulunduğu yerdeki mezarlığa gömüldü. Daha sonra Enver’ül- Hamid denen Ulu
camii çevresindeki şehitliğe taşınmıştır. Mezartaşında şunlar yazılıdır:
Yarınların sahibi ey gençlik,
İyi tanı, ebedi sükûnetle bu mezarda yatan.
Hak için, bayrak için canın feda edip
Armağan etti bize bu mukaddes vatanı.
Allah rahmet eylesin. Nur içinde yatsın.Başta
Gazi Mustafa Kemal Paşa olmak üzere bütün silah arkadaşlarını saygıyla hürmetle anıyor, bize
haklarını helal etmelerini diliyorum.
Fenalık cahillikten doğar,
Hastalıklar kötülükler hep aynı noksanlıktan ileri gelir,
Fakat tedavi ile hastalara şifa verilebilir,
Terbiye ile kötüler iyi edilebilir;
Okumak yoluyla da bilgisizlere bilgi verilmiş olur
Kutadgu BİLİG’den
21
değerlerimiz
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
30. SAYI
2017
YAHYA KEMÂL VE TÜRK İSTİKLÂL HARBİ
İlhan YARDIMCI
Eğitimci-Yazar-Şair
Radyo/Televizyon Programcısı
T
arih; maziyi geleceğe taşır, olayları tekerrür zincirine takar durur. Tarihleri ve tarihi şahsiyetleri ile mazisini karalamayın
milletler daima hükümran olmuş, tarih sahnesinde muzaffer olmuş, ilerlemiş, yükselmiş, yücelmiş parmakla gösterilmiştir.
Bir millet; gerçek tarihini, kültür değerlerini
tanıdığı ve bunları taktir ettiği müddetçe “İLERİ
MİLLET” , “BÜYÜK MİLLET” demektir.
Yetişen yeni nesiller; kendi tarihlerini ve kültür değerlerini, başkalarının tarihinden daha iyi
bilir ve tarihleri ile övünürse, gelecekten endişe
edilmez. Tarihini bilmeyen, yüz çeviren âbide
şahsiyetleri örnek almayan bir nesil yetişirse,
gelecek karanlık ve endişelidir...
Beşer tarihinin tanıdığı ve taktir ettiği en eski
milletlerden biri Türklerdir, tarihimizdir. Kültür
değerlerimiz ile âbide şahsiyetlerin meydana getirdiği eserlerdir. Tarihin ilk çağından, zamanımıza kadar büyük İmparatorluklar kurmuş olan
Türk Devleti; devlet kuruculukta birinci, ahlakta
üstün, askeri alanda kahraman ve destanlar yazan
bir millet özelliğini taşımaktadır. Kanla, canla ve
imanla yazılan “Türk İstiklâl Harbi Destanı” nı
hiçbir milletin tarihinde görmek mümkün değildir.
Türk Milleti; kültür, sanat, büyük devlet adamları, büyük kumandanlar, edebiyat âbideleri,
yazarlar, şairler âşıklar ve nice gönül erleri de
yetiştirmiş şan ve şöhretini tarihe altın harflerle
yazmıştır.
Tarihini, mazisini, ecdadını, millî ve manevî
kültür değerlerini, âbide şahsiyetlerini tanıyarak,
geleceğe emin adımlarla yürüyen ümit nesli Türk
İstiklâli ile Yahya Kemâl Beyatlı gibi şahsiyetlerin üstün değerleri ile ayaktadır, Türkiye’yi gele22
ceğe taşımaktadır.
İstiklâl Harbi ve Yahya Kemâl... Karanlık
mütareke günlerinde, hâris emel ve düşüncelere
karşı, Doğunun sönen, batının parlayan yıldızı
karşısında, iradeli, şahsiyetli ve şuurlu bir mücadele veren yıldız aydınlardan biri... “Kökü
mazide olan âtiyim” görüşü ile Tarihimize ve
mazimize sahip çıkan bir gönül eri... Musikiden
mimariye, sosyal hayattan dile kadar her şeyimizi “Biz kimiz?” sorusunda arayan, araştıran
ve bulan büyük bir tahlil mütefekkiri... Yabancılaşmadan köklere sahip çıkmak, kendi değerlerimizi yaşatmak, Batı karşısında “Tufeyli bir
mukallid” olmadan ileriyi gören bir “Işık ordusu
kumandanı” Yahya Kemâl Beyatlı...
“Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik,
O gün Bin atlı dev gibi bir orduyu yendik”
Dizelerinde tarihi ve şanlı mazimizi şaha kaldıran, günümüze taşıyan, “Dili bir, gönlü bir
imanı bir insan topluluğu Millet” kavramını;
“Kendi Gökkubbemiz” eserinde desen desen işleyen büyük bir şair ve insan...
Muhammediye okuyan, yunus ilahileri terennüm eden, dinine, devletine milletine bağlı
Nakiye hanımdan dünyaya gelen Yahya Kemâl,
Üsküp Belediye Başkanlığı da yapan İbrahim
Naci’nin oğludur.
Yahya Kemal’in şahsiyetinin gelişmesinde;
özellikle annesinin, Üsküp Şehrinin mânevi atmosferinin ve Paris yıllarının büyük etkisi vardır.
Lalasından dinlediği halk hikâyeleri, genç yaşında katıldığı zikir meclisleri, İsa Bey Camisinin
minarelerinden yükselen ezan sesleri, Hacı Arif
Bey’in idaresindeki mûsiki icrâlarına katılması
Yahya Kemal’in ilk temel harçlarıdır. 1903’lü
yıllarda girdiği Fransa Meau Koleji ve Siyasi
değerlerimiz
30. SAYI
2017
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
İlimler Mektebi (Ecole de Sciences Politipues)
öğrenimi, Yahya Kemâl Beyatlı’nın kısa da olsa
bir iman krizi yaşamasına vesile olmuş; neticede
sağlam köklere, dal ve budaklar tesir edememiştir.
“Ceset çürür ve tahayyül kalırsa insanda
Cihan Vatandan ibarettir itikadımca”
Mısralarında; “Histen fikre yükselme kanunu” ile “İnsan hayal ettiği müddetçe yaşar” kaidelerini ömrü hayatında ve vatanında yaşayan
ve toprak olan insandır Yahya Kemâl Beyatlı...
Tarih konusunda gerçekçi olmaya çalışan,
değerlere körü körüne değil, yeri geldiği zaman
öven,yeri geldiğinde tenkit eden, tarihin bizi
yoğurup gün ışığına çıkardığı şuuruna sahip,
duygu/düşüncelerini süzgeçten geçiren “Yol Düşüncesi”, şiirinde Yahya Kemal’i iyi anlamak
zorundayız. Paris’e kaçarken tam bir Haluk olan
Yahya Kemal; kütüphanelerde tarihimizi araştırır, tanıdıkça milletimize derin bir sevgiyle bağlanır, düşünce ve sanatının ana sütunlarından biri
Tarih oluverir. Tarih, fikir ve sanat üçgenini toplumun menfaatinde gören,maziye bağlanmayan
neslin kopabileceğini savunan bir kalem erbâbı
ve fikir adamıdır Yahya Kemal Beyatlı..
Nihad Sami Banarlı’nın “Yahya Kemâl ve
iman” başlıklı makalesi, Mehmet Demirci’nin
“Yahya Kemâl ve Mehmet Akif’te Tasavvuf ”
, Süleyman Hayri Bolay’ın “Yahya Kemâl ve
Din” adlı makalesi Mehmet Kaplan ve Ahmet
Hamdi Tanpınar gibi değerlerimizin kitaplarında Yahya Kemâl Beyatlı’nın dini bütün, İslam
Tasavvufuna bağlı, “Vahdet-i Vücud” ekolüne
inanmış, manâ dünyası derin, “Kesrette Vahdeti”
bulan, her türlü izimlere muhalif, Yaşadığı devrin
moda cereyanı olan ve İttihat Terakki’nin içinde
doğduğu Pozitivizme karşı, reenkarnasyon anlayışına itibar etmemiş, tarihin oluşturduğu Milli
terkip tezine gönülden bağlanmış ve İstiklal Harbinde hamasi şiirler yazmış Taassup düşmanı bir
aydın olarak görüyoruz.
“Bir merhaleden güneşle derya görünür
Bir merhaleden her iki dünya görülür
Son merhale bir fasl-ı hazandır ki sürer
Geçmiş gelecek cümlesi rüya görünür.” “Ömür Rubaisi” , Yahya Kemâlin ölüm ve hayat
bütünlüğünü güzel bir şekilde dile getirmektedir.
“Her Milletin bir dini, İtikadı var. Ben Türk
ve Müslüman olarak doğdum. Türk Milletinin
dinine ve itikadına sahibim” diyen Yahya Kemâl
Beyatlı: “Hangi dinin mütedeyyinleri fenâyı
Müslümanlar gibi derin duyar? Türk şairlerinin
üzerine sinen ve ruhun ölüm şairi Loti’yi bütün
gezdiği iklimlerden fazla sarhoş etti” tarihi sözü
ile Fransa Romancısı Pier e Loti den bahsederken; kendi imanına ve milliyetçiliğine sahip çıkmıştır. Kendi tabiriyle “Mektepten Memlekete”
dönmüş, “Ezansız Semtler” isimli makalesi ile;
medeniyet ve kültürün ruh kaynağını temel değerlerde aramış, madde ile mânayı birleştirerek,
yaşadığı portresini çizmiştir. “Frenk Hayatı” nın
gecesinden kalkabileceğini inandığı için uyumamış, zamanı gelince abdest alıp camiye gitmiş,
millî değerlerine sırt dönmemiştir.
“Ta fetihten beri mümin, mütevekkil, yoksul,
Hüznü bir zevk edinenler yaşıyorlar burada.”
dizelerinde sabrın kuvvetlendirdiği öze dönüşü,
“Âhiret öyle yakın seyredilen manzarada,
O kadar komşu ki dünyaya divar yok arada,
Geçer insan bir adım atsa birinden birine,
Kavuşur karşıda kaybettiği bir sevdiğine.”
dizelerinde iman ile ölümü ve Âhiret’i anlatır.
Türk İstiklal Harbi, bütün bir milletin canı,
malı ve kanı ile destan yazdığı bir kurtuluş destanıdır. Toprakları istila edilmiş, orduları dağılmış,
millî bütünlüğü bozulmuş, müstevlilerin paylaşmak için pazarlık yaptıkları bir noktadan, istiklal
ve hürriyetini elde ederek yeniden hayat bulması, destan yazması, tarihe yeniden geçmesi kolay
bir olay değildir. İstiklal Harbi; bütün bir milletin
maddi ve manevi dirilişinin, inanılmaz destanıdır.
Milli Mücadele yıllarında halkın iman ve
azmi, tevekkülü ve sonunda zafer kazanması, Yahya Kemal Beyatlı’ya göre “Tevekkül ve
İman” ile mümkün olmuştur. “Niçin Türkiye vardır? Türkiye Müslüman’dır. İnanmasa yapamazdı. Yaptıklarına inandığı için yapabildi. Bu uğurda şehit oldu. İşte ben buna inanıyorum. Türk
Milletinin inandığı şeye...” ifadelerinden Yahya
Kemal Beyatlı, 1920’li yıllarda aklın iflas ettiği
23
değerlerimiz
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
şartlarda, tevekkülün ve imanın İstiklal Harbini
kazandığını cihana haykırmıştır.
“Fikirler maddeye tatbik edilmekle cisim kazanırsa, milli hayatta da gelenekler, görenekler,
inanışlar, idealler vücut bulurlar. Hatta rüyalar
bile vücut bağlarlar. İşte Eyüb. Eyüb semti tamamen bir rüyanın cisimleşmesinden ibarettir.
Türklük rüyasına sadece mekan mazhar olmaz,
zaman da o rüyaya göre mahiyet ve mana kazanır. Zamanında da Müslüman olanı da vardır.
Müslüman saati vardır. Eyüp’de kılınan teravih
namazları o saatlerdendir. Halbuki ezansız semtlerin Frenk hayatının gecesinde sabah namazına
kalkılır mı?...” İfadelerinden Yahya Kemal; hürriyeti, bağımsızlığı , istiklali, imanı, tevekkülü,
İstiklal Harbinin kazanılmasına vesile olan nüvelere taşımış, müdafaasını yapmış ve hayatında
yaşamıştır. “Ezansız semtler” isimli makalesinde, ezan sesinden mahrum olarak yetişen neslin ızdırabını, milliyet ve din kavramlarını, milli
kimlik ile geleneklerin bütünleşmesini en güzel
bir şekilde dile getirmektedir: “Şişli, Kadıköy,
Moda gibi semtlerde doğan, büyüyen, oynayan
Türk çocukları milliyetlerinden tam bir derecede
nasip olamıyorlar mı? O semtlerdeki minareler
görülmez, ezanlar işitilmez, ramazan ve kandil
günleri hissedilmez. Çocuklar Müslümanlığın
çocukluk rüyasını nasıl görürler?...”
“Hudûd-i aklı aşan manevi seferlerde
Yegâne meş’al-i iman olur gönül gönüle.” Dizelerinde Yahya Kemal, İstiklal Harbinin
temelinde yatan iman meşalesinden bahsetmektedir. Meşaleyi yakan iman ve tevekkül olmadan,
hedefi görmek mümkün mü?...
“Son savletinde vur ki açılsın bu surlar
Fecr-i hücum içindeki Tekbir aşkına”
Mısralarında yer alan tevhidi, birliği ve imanı
görmemek mümkün mü?...
“Geldikti bir zaman Sarı Saltık’la Asya’dan
Bir bir Diyar-ı Rûm’a dağıldık Sakarya’dan
Seyrindeyiz atıldığı sahilsi enginin
At meydanında ölmüş “Enelhak” şehidinin...”
Dizelerinde yer alan Türklüğün tarihi ve manevi seyrini, gerçek istiklaldeki milli ve manevi
ruhu yaşamamak mümkün mü?..
24
30. SAYI
2017
Türk İstiklal Savaşımızın kazanılmasından
sonra, ileriyi gören Yahya Kemal Beyatlı’nın
endişeleri vardır. Edebiyat, Sanat, :Kültür, değerlerimiz, Milli Kimliğimiz ve eskimemiş hayatımıza uzanan yaban eller üzerine... Türk şiirine güçlü bir ses, soluk, dil, istif, ahenk, getiren
Beyatlı’nın: “Eski şirinin rüzgarlarıyla” , “Kendi
Gökkubbemiz”, “Rübailer”,
“Aziz İstanbul” , “Eğil Dağlar” , “Siyasi Hikayeler” , “Edebiyatı Dair” , “Bitmemiş şiirler”
, “Tarih muhasebeleri”, “Mektuplar Makaleler”
ve yayınlanmamış oniki eseri iyice tetkik edildiği zaman, endişeleri ve haklı sancılar gelecek
nesillere örnek ve önder olacaktır.
“Medenileştikçe Müslümanlıktan çıktığımızı
tabii ve hoş gören eblehler uzağa değil, Balkan
Devletlerinin şehirlerine kadar gitsinler görürler
ki baştan başa yenileşen o şehirlerin her tarafından çan kuleleri yükselir , Pazar ve yortu günleri
çan sesleri işitilir. Manzara halkın dinini ve milliyetini hatırlatır. O şehirler bizim yeni semtlerimiz gibi milli ruhtan âri değillerdir. Artık tüm
milletlerin ruhu bir rayiha gibi uçtu mu ? Hayır
büyük kütlede yine o ruh var, fakat biz son nesil
bir sürü gibi büyük kafileden uzaklaştık, kaybolduk, fakat daha uzağa gitmeyeceğiz, döneceğiz,
tekrar büyük kafileye iltihak edeceğiz., yeni tarz
yaşayışla Cedlerimizin diyanetini meczedip, bizi
bu çoraklıktan, bu karanlıktan , bu ufunetten kurtaracak mürşidler, şairler, edipler, hatipler yetişmedi; fakat gayet tabii bir revişle büyük kaafileye kendi kendimize döneceğiz.”
İfadelerinde Yahya Kemal Beyatlı: mazi ile
gelecek arasında bir köprü kurmaktadır. Mazi ile
geleceği sağlam temellere bina etmektedir. Milli
mücadele ile kazanılan İstiklali gelecek nesillere
emanet ederken, mezarında rahat uyumak istemektedir.
Yahya Kemal Beyatlı sentezler içerisinde
Batı’nın karşısında ezilmedi. Taklide düşmeden
çağdaşlaşmak, yabancılaşmadan öze bağlı kalmayı başaran ileriyi gören bir aydın ve mütefekkir olarak, bütün tahlillerinde objektif olmayı başardı. Türkçe’yi adeta yeniden keşfetti, dilimizin
bütün sırlarını ve sınırlarını genişletti, halktan
kopmadı, halka tepeden bakmadı.
değerlerimiz
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
30. SAYI
2017
“Her yerde remz-i emn ü emân oldu tuğlar
Hem Hakka hem hayata zaman oldu tuğlar!.”
dizeleriyle tarihte, edebiyatta ve gönüllerde beşik
oldu, eşik oldu, sancak oldu. Ruhu şad olsun!..
K A Y N A K L A R:
1- Osmanlı Sultanları – 1987 Acar Matbaacılık – İlhan
Yardımcı – İstanbul2- Yahya Kemal Beyatlı’nın yayınlanmış bütün eserleri
3- Hilmi Ziya Ülken – (Türkiye’de çağdaş düşünce tarihi II İstanbul- 1966)
4- Kültür haftası dergisinin ilk 17 Sayısı – 1936
5- Ağaç dergisinin ilk sayıları
6- Çeşitli gazete ve dergilerden kupürler arşivinden
7- Kültür Dünyası – Sayı: 7 – Kasım 1997 – İstanbul
8- N. Sami Banarlı - (Yahya Kemal Enstitüsü Mecmuası - 1959)
9- Suffe Kültür ve Sanat Yıllığı - (1986 – 1987 - İstanbul)
10- Süheyl Ünver - (Konferans notları – 1980 İstanbul)
11- Türk dili ve Edebiyatı Dergisi - 1995 yılı sayıları
12- Kubbealtı Akademi Mecmuası - (1 995 yılı - Sayı 7)
13- Türk Dili (sayı 541 – Ocak - Ankara)
14- Tevhid-i Efkâr gazetesinin 30 Mart 1922 tarihli
nüshasında yayınlanan
15- Yahya Kemal Beyatlı’nın “Ezan ve Kur’an” başlıklı bir makalesi.
16- Şadırvan , Kök, Gözyaşı , Erciyes, Sur , İslami Edebiyat dergi koleksiyonları
Her fert istediğini düşünmek, istediğine
inanmak, kendine mahsus siyasi bir fikre
sahip olmak, seçtiği bir dinin icaplarını
yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine
sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına
hâkim olunamaz.
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
TÜRKLERDE
YARDIMLAŞMA
Hatice DİKEN
Tüm Anadolu Şehit ve Gazi Yakınları
Derneği Başkanı
Türkler tarihin en kadim milletlerinden biridir. Bugüne
kadar sayısızı savaşlar yaşamış ama hep ayakta kalmayı
başarmışlardır.Dünya üzerinde Türkler kadar düşmanı olan
başka bir millet olduğunu düşünemiyoruz. Nedenlerini
sayacak olursak;
Bu felakatler ergenakon destanı ile Türklerin ana yurtlarını
terk etmesi ile başlar. Kendilerine daha el verişli bir yurt aramak üzere çıktıkları bu uzun yürüyüşte nereye konup nereye
yerleşmek istemişlerse kendilerini istemeyen bir toplulukla
karşılaşmışlar ve savaşmak zorunda kalmışlardır.
Geçirdikleri doğal afetler sonucu yoksulluk ve açlık ile
karşılaşmışlar yine de ayakta kalmayı başarmışlardır. Ekonomik krizler yaşamışlar aile bireyleri işsiz kalmış hemen
o aile bireyini koruma altına almışlar ve kimseye muhtaç
etmemişlerdir.
Komşulardan birinde bir sıkıntı çıksa hemen o komşunun yardımına koşmuşlar ihtiyaçlarını gidermişlerdir.
Cenaze düğün gibi yardımlaşmayı gerektiren olaylarda
da yardımlaşmanın en güzel örneklerini görmekteyiz. Yabancı ülkelerde yaşanan her türlü doğal felaketlerde Türk
devleti kızılay eli ile yardıma koşmuştur.
Yakın tarihimizde ve günümüzde yaşanan iç savaşlar
sonucu ülkelerinden kaçan milyonlarca mülteciye ev sahipliği yapmaktayız. Bizden başka hiçbir ülke bizim yaptığımız ölçüde yardımı yapmamakta hatta onları ölüme terk
etmektedir. Bugüne kadar yaşanan bunca savaşlar işgaller
ve doğal felaketler geçirdiğimiz halde ayakta kalkmamızın
en büyük nedeni bence şudur;
Biz Türklerin en önemli özelliği bu durumlar karşısında
kendimize hemen bir lider seçip etrafında kenetlenir ve o lidere
her şart ve koşulda itaat ederiz birlik ve bütünlük içinde olmaya
özen gösteririz. Bir yerde düzenimiz bozulmuşsa hemen yeni
bir düzen devletimiz yıkılmışsa yeni bir devlet kurarız.
Bugün ülkemize baktığımız da sayısı binlerle
ifade edilen dernekler ve vakıflar vardır. Bunlar bizim
yardımlaşma ve dayanışma kültürümüzün bir parçasıdır.
Bizim bu özelliklerimizi çok iyi tespit emperyalist
devletler bizi Anadolu topraklarından süremeyeceğini
anlayınca bizleri çeşitli etnik gruplara bölmeye çalışmışlar
bunu başaramamışlar ancak hiç değilse aramıza az da olsa
ayrımcılık sokmuşlardır.Yine bizlerin toplumsal düşünmek
yerine bireyselliği öne çıkarmışlar televizyonlarda yapılan
yarışma programları ile ne pahasına olursa olsun kazanmak
gibi bir bencilliğin ortaya çıkmasına sebep olmuşlardır.
Kredi kartları ile arkadaşlık bağını yok etmişler dev
apartman yaşamı ile komşuluk ruhunu akrabalık ruhunu
yok etmişlerdir. bizi biz yapan tüm özelliklerimizi ortadan
kaldırmışlar Avrupalı gibi düşünmek Amerikalı gibi yaşamak medeniyetin ölçüsü olmuştur.
25
GÜNCEL
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
30. SAYI
2017
YABANCI İSİM HAYRANLIĞI YADA MİLLİ
KÜLTÜRÜ SAHİPLENME
Oğuz Adem SELÇUK
Adana Toros Yörükleri
Derneği Başkanı
“Yad gölgesinde yatanın
Öz gölgesi yok olur.”
Bahtiyar VAHAPZADE
T
ürk Milletinin başka milletlerde bulunmayan
çok güzel hasletleri vardır: Vatan savunmasına, düğüne-bayrama gidercesine gitmek, konuksever olmak, düşkünlere, güçsüzlere, yoksullara
yardımda bulunmak, başkalarına cömert davranmak,
merhametli olmak gibi… Böylesine güzel hasletlerimizin yanında bir hastalığımız var ki, düşman başına…
Zaman zaman yakalanma gafletinde bulunduğumuz bu hastalık; yabancıya, yabancı kültürlere olan
hayranlığımız, yabancı isim ve kelimelere duyduğumuz sıcak ilgidir… Ve bu hastalık, yeni değildir. Biz,
bu hastalıkla Ergenekon’dan çıktıktan sonra tanışagelmekteyiz.
Ergenekon’dan çıkıp Ural Dağlarını aşarak Balkanlara, Macar Ovasına ve hatta İtalya Yarımadasına
kadar uzanan Hunlar, Kumanlar, Peçenekler ve Bulgar Türkleri, Slav ve Cermen kültürünün etkisinde
kalarak Türk kimliğinden uzaklaşmış, dillerini ve
dinlerini yitirerek oralarda yaşayan Hıristiyan ahali
ile entegre olarak bugünkü Bulgar ve Macar uluslarını meydana getirmişlerdir. Bilimsel gerçeklerden
yoksun bir takım iddialarda bulunulduğu gibi, Türkler, hiçbir çağda ve zamanda hiçbir halkı asimile etmemişler, hatta zaman zaman azınlığa düştüklerinde
kendileri asimile olmuşlardır. Bulgar ve Macar örneklerinde olduğu gibi…
Hatta Selçukluların egemenliğinden önce
Anadolu’ya Bizanslılar tarafından, İranlılara, Araplara ve Müslüman Oğuz Türklerine karşı doğu sınırlarını korumak üzere yerleştirilen Avar, Uz, Peçenek ve
Kuman-Kıpçak Türkleri, sırf Hıristiyan oldukları için,
Selçuklular ve Osmanlılar tarafından “kefere” olarak
görülmüşler ve sahipsiz bırakılmışlardır. Bunlara Yunan asıllı papazlar ve Ermeni asıllı keşişler yaklaşarak
onların Hıristiyan kültürüyle daha bir donanarak kimlik değiştirmelerine; Rumlaşmalarına ve Ermenileşmelerine sebep olmuşlardır. Bu husus, Rahmetli Prof.
Dr. Mehmet ERÖZ’ün “Hıristiyanlaşan Türkler” kitabında çarpıcı örneklerle anlatılmaktadır.
26
İslamiyet ile tanışarak Türk Kimliğine yeni
değerler katan ilk Türk Devleti, Uygurları ve Oğuzları
egemenliği altına alan Karahanlı Devletidir. Onbirinci Yüzyılın başlarında Karahanlı’ların egemenliğinden ayrılan Oğuzlar, Anadolu’da Selçuklu Devletini
ve sonra topraklarını üç kıtaya yayarak Osmanlı İmparatorluğunu kurmuşlardır.
Karamanoğlu Mehmet Beyin 1277 yılında çıkardığı bir ferman ile Türkçeyi resmi dil olarak kabulüne
kadar Selçuklular, Arapça ve Farsçayı yazı dili olarak
kullanmışlar, yazışmalarını buna göre yapmışlardır.
Ancak, Mehmet Beyin “Divanda, dergahta, bergahta, mecliste, meydanda Türkçe’den başka dil konuşulmasını” yasaklayan fermanı ile Türkçe, yeniden
devlet dili haline gelmiştir.
Ne var ki, bu geçen zaman sürecinde ve bundan
sonraki dönemlerde yani Selçuklular ve Osmanlılar
devrinde eski Türk Töresi büyük ölçüde bırakılmış,
Müslümanca yaşamaktan; İslamın getirdiği ahlaki
değerlerin ötesinde Arabın yaşam tarzını, gelenek ve
göreneklerini benimsemek anlaşılmıştır. Bilerek veya
bilmeyerek Osmanlı bilginleri ve devlet adamları,
Arap kültürünün yaygınlaştırılması misyonunu üstlenmişlerdir.
Bu bağlamda yeni doğan çocuklara, Türk isimleri
yerine Arap isimleri, Müslüman ismi olarak verilmiştir. Avar, Peçenek veya Kuman-Kıpçak soylu olup,
Hıristiyanlıktan Müslümanlığa geçenlerin “Balı,
Bayram, Doğan, Aslan, Kaplan” gibi Türk kökenli
isimleri değiştirilerek Arap veya İsrail kökenli “Bekir, Yusuf” gibi isimler, Müslüman adı olarak konulmuştur. Kılık-kıyafette de aynı paralelde değişiklikler
yaşanmıştır. Oysa bu isimler, Araplar tarafından İslamiyet kabul edilmeden önce de kullanılmaktaydı.
Yani ismi Abdullah olan, Ali olan, Hatice olan Arabın
ismi Müslüman olduktan sonra değiştirilmedi. O insanlar, yine eski isimlerini kullanmaya devam ettiler.
Fakat Türkler, Müslüman olduktan sonra Araplar
ile olan iyi ilişkiler, İslama duyulan sevgi ve bağlılık
ile çocuklarına İslami anlamda Arap isimleri vermeye
başladılar. Aynı şekilde İran Maveraünnehir’de kurulan egemenlik esnasında da Farslar ile iyi ilişkiler
neticesinde Fars kökenli isimlere sempati duyulmuş,
GÜNCEL
30. SAYI
2017
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
bu devirde Gıyasettin, Rüknettin gibi Acem kökenli
isimler moda olmuştur. Yabancı isimlere duyulan ilgi
konusunda sadece insan isimleri ile kalınmamış, yerleşilen bazı köy ve kasabalara da Arapça ve Farsça
adlar verilmiştir.
Oğuz Türkleri, fethettikleri yeni diyarlara, kendi
törelerini ve dinlerini götürmek amacı ile buralara
Anadolu’dan bazı aile ve oymakları yerleştirerek yerli halka, İslamiyeti ve Türklüğü, bu aile ve oymakların örnek yaşantılarının benimsenmesi metodu ile
yerleştirme politikasını izlemişler ve bu politika da,
başarılı olmuşlardır. Boşnak ve Arnavut Müslümanları, o zamanki “Evladı Fatihan” ile olan iyi komşuluk münasebetleri neticesinde Müslüman olmuşlardır.
İslamiyeti kabul eden bu halklar, o vakitler Arapları
ve Arabın kültürünü tanımıyorlardı.
Onlar için Müslümanlık denilince, Osmanlı Türkleri anlaşılıyordu. Bu yüzden yeni doğan çocuklarına
İslami manada isim verirken Arap kökenli isimlerden
çok Orhan gibi, Turhan gibi Türk kökenli isimlere
rastlanılması bu görüşümüzün bir teyididir.
Konuya bir başka açıdan baktığımızda, Yıldırım
Beyazıt Handan sonra, Osmanlı hanedanında hemen
hemen hiç Türk kökenli adların kullanılmadığına tanık olmaktayız.
Bu durum, Sultan Abdulhamit Han tarafından oğluna Ertuğrul ismi verilinceye kadar devam etmiştir.
Ne zaman ki, Meşrutiyetin ilanı ile Osmanlı Mebusan
Meclisine çok sayıda Türk asıllı olmayan Osmanlı
tebaasına mensup temsilci dolmuş, bunların Devleti yıkmaya yönelik faaliyetlerine tanık olunmuş, işte
o zaman Türklük bilinci yeniden gündeme gelmiştir.
Bu bilinç çerçevesinde dilde Türkçe konuşulup yazılmaya, çocuklara Türkçe isimler verilmeye ve yeniden
Türk Kültürüne dönülmeye başlanılmıştır.
Cumhuriyetin kuruluşundan sonra Büyük Önder
Atatürk, daha duyarlı yaklaşmış ve “Türk Milletinin
dili Türkçe’dir. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı dillerin
boyunduruğundan kurtarmalıdır.” diyerek dilimize
sahip çıkmıştır. Bu doğrultuda isim babalığı yaptığı
çocuklara, hep Türkçe adlar vermiştir. Soyadı Kanununun kabulünden sonra yakın çevresindeki arkadaşlarının birçoğunun soyadını kendisi vermiş, verdiği
isimlerin Türkçe olmasına özen göstermiştir.
Ama heyhat!...
Tarih , tekerrür ediyor ve eski hastalığımız, yeniden daha sancılı bir şekilde Milletimiz üzerinde varlığını hissettirmeye başlamıştır. Batılılaşma
çabalarımız, bizi yeni dünyanın eşiğine, tehlikeli
gelişmelerle birlikte getiriyor. Bu medeniyet ve
teknoloji alışverişinde, ülkemize bilim ve teknik
getirilirken, beraberinde bize has olmayan, bizim
kültürel değerlerimiz ile çatışan yaşam biçimleri
ve bizim dilimizin fonetiğine ve zevkine ters düşen
yabancı isimler de ithal ediliyor. Sokaklarımızda
İngilizce, Fransızca ve Almanca isimler, sanki bizi
boğacakmış gibi sırıtıyor. Bu tür yabancı isimler, sadece sokaklarda ve yayın kuruluşlarında isim olarak kalmamakta, evlerimize kadar girmektedir.
Bugün bazı ailelerin, çocuklarına bir özenti olarak “Melis, Helin,Suzi” gibi Hıristiyan kültürüne ait
isimleri rahatlıkla verdiklerine üzülerek tanık olmaktayız.
Bu çok tehlikeli bir gelişmedir. Özentiden de öte,
bir çözülmenin ayak sesidir. Bu, bir milli kimlikten,
milli benlikten uzaklaşmadır. Bu tutumun faturasını
gelecek kuşaklar ödeyecektir. Hun Türklerinin, Bulgar Türklerinin başına gelenler unutulmasın.
Sovyetler Birliğinde yetmiş yıl, zulüm altında inleyen soydaşlarımız, kendi isimlerinden vazgeçmemişler, direnmişler, isimlerinin sonuna “ev,ov,ova”
gibi Slav kökenli ekler getirerek Milli kimliklerini
korumaya çalışmışlar, deyim yerindeyse Rusları
uyutmuşlardır. Oysa Türkiye’de…
“Anadolu’da bir zamanlar, Oğuz Türkleri yaşardı
ve o zamanki başkentleri de Ankara idi” şeklinde tarihin tozlu sayfaları arasında yer almak istemiyorsak
aklımızı başımıza devşirmeliyiz. Şurası bir gerçektir ki, taklit, aslını yaşatır. Ve
yiğit, düştüğü yerden kalkar. Bu topraklarda, tarihin
gördüğü en büyük devletlerden birini kurduk ve
bu topraklarda kendi ellerimizle kendimizi mezara
gömmek üzereyiz. Ama ulusal kimliğimizle, ulusal
duruşumuzla bu topraklarda yeniden doğacağız. Yok,
olmayacağız, kendimiz olacağız ve bu toprakların
sahibi olarak yolumuza devam edeceğiz.
Türklüğümüz, gurur kaynağımızdır. Bizi, biz yapan, bizi ayakta tutandır. Camilerimizle, okullarımızla anıtlarımızla tapusuna mühür vurduğumuz yurdumuza, vereceğimiz Türkçe ve Türk isimlerimizle de
kimlik kazandırmalıyız.
Türk kimliğimize sahip çıkalım, çocuklarımıza
Türk isimleri verelim, anlamını bilmediğimiz Arap
ve Batı kökenli isimlere itibar etmeyelim. Tarihin tekerrürüne fırsat vermeyelim. Kendimize gelelim.
Çünkü başka Anadolu yok, başka Türkiye yok!...
27
federAsyonlardan
HABERLER
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
30. SAYI
2017
BASIN AÇIKLAMASI
KERKÜK’TEN YÜKSELEN ÇIĞLIK YÜREĞİMİZİ
YAKIYOR
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yönetenler, etkili ve yet-
kili makamlarda olanlar, iktidarıyla muhalefetiyle siyaset yapanlar, her zaman zulme, katliama uğrayan ve yalnızlığa terkedilmiş olan Türkmenlerin yükselen çığlıklarına kulak verin.
Irak ve Suriye’de devam eden ve bu coğrafyayı yakıp yıkan
emperyalist güçlerin bilek güreşinde en büyük darbeyi alan
savunmasız, kimsesiz Türkmenler oldu, oluyor da. Çünkü bu
kanlı coğrafyada desteği olmayan tek millet unsuru Türkmenlerdir. Yüreğimizi yakan bu acı manzarayı seyreden Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’ne bu durum yakışmıyor.
Türkmen deyince Kerkük, Kerkük deyince Türkmen akla
gelir. Kerkük’ün en yoğun nüfusunu oluşturan Türkmenler
yerinden, yurtlarından ediliyorlar. Katliamla yüz yüze gelmek
üzereler. Daha önceleri geldiler, tarih şimdi de tekerrür etmek
üzere. Tek ümit bağladıkları da Türkiye’dir. Bu Türkiye ki;
emperyalizme asla boyun eğmemiş, emperyalist güçleri geldikleri gibi göndermesini bilmiştir. Bu Türkiye ki; Kardak
kayalıklarına dikilen Yunan bayrağı için, “Ya indirilecek, ya
da indirilecektir” diyerek derhal indirilmiştir. Bu Türkiye ki;
bebek katilini Suriye’de 24 saat içinde çıkarttırmıştır. Bu Türkiye ki; EOKA canilerinin yok etmek istedikleri Kıbrıs Türkünü kahramanlık destanları yazarak kurtarmıştır.
Türk tarihinin ve Ortadoğu coğrafyasının gözbebeği olan
Kerkük, Türkmenlerle özdeşleşmiştir. Bu aziz kentin her tarafına peşmerge bozuntularının bayraklarının asılması asla
kabul edilemez. Geçmişte Kerkük tapu daireleri tahrip edildi,
yok edildi. Türkmenlerin mallarına el konuldu, canlarına kıyıldı. Kerkük’ü terk etmeleri için baskı ve şiddete maruz kaldılar. Dilleri, kültürleri erozyona uğradı. Kendilerine gereken
destek verilmedi, ses çıkarılmadı. Barzani, Talabani bozuntusunun bayrağı İstanbul ve Ankara’da göndere çektirildi, postallarına halılar serildi. Barzani bozuntusuna “Türkiye seninle
gurur duyuyor” diyerek tezahürat yapıldı. Şimdi Kerkük’te bu
Barzani, Talabani Türkmenleri ve Türklüğü yok etme peşinde.
Türkiye neredesin? Türkmenlere yönelik bu yok etme planına
“DUR” demeyecek misin? Barzani, Talabani çapulcularının o
bayrağını indirtmeyecek misin?
Yakın zamanda Kerkük’te ve Türkmenlerin yoğun olarak
yaşadıkları yerlerde katliamlar başlarsa, Kerkük Türkmensizleştirilmek istenirse ki, dil bağı, kültür ve can bağıyla bağlı
olduğu Kerkük Türklerinin ve o coğrafyada yaşayan Türkmenlerin çığlıklarına sessiz kalamaz. Türkiye Cumhuriyeti
Devleti ve yöneticileri bu çığlıklara kulaklarını kapatamaz.
Hiçbirimiz bu çığlıklar karşısında gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde olamayız.
Türkiye, peşmerge başı Barzani’ye, Talabani’ye “DUR”
demelidir. Kerkük Türk’tür, Türk kalmalıdır. Barzani, Talabani ya o bayrağı indirmeli ya da Türkiye ilişkilerini dondurmalıdır. Kerkük’ün statüsünün Barzani, Talabani lehine değişmesine izin verilmemelidir. Türkmenlere devletimiz her türlü
desteği zaman geçirmeden vermelidir.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.
28
Durhasan KOCA
Türk Boyları Konfederasyonu
Genel Başkanı
Abbas TÜRKMEN
Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Başkanı
Bayazit KARACAN
Oğuzboyu Kültür Dernekleri
Federasyonu Genel Başkanı
Nesrin GÜNEL
Yörükler Türkmenler Kültür
Derneği Başkanı
Cevdet KOÇ
Sakarya Türk Boyları Federasyonu Genel Başkanı
Hasan AKGÜL
Ankara Bilecikliler Derneği
Başkanı
Hamit KÖSE
Şehit Aileleri Federasyonu Başkanı
Nafi ÇAĞLAR
Gaziantep Mihmadlı Yörük Türkmen Derneği Başkanı
Fethi BOLAYIR
Toplumcu Düşünce Derneği
Başkanı
Nihat KULA
Ertuğrulgazi Kültür Dernekleri
Federasyonu Genel Başkanı
Atila ŞİMŞEK
Türk Hareketi Derneği Başkanı
Ali İhsan AKKAYA
Kırıkkale Oğuzboyu Kültür
Dernekleri Federasyonu Genel
Başkanı
Yakup ATASITÜRK
Dünya Kargın Türkmenleri Derneği Başkanı
Serdar GÜNEŞ
Karacakurt Köyleri Yardımlaşma
ve Dayanışma Derneği Başkanı
İsmail KONCUK
Türkiye Kamu-Sen Genel Başkanı
Mustafa KÜÇÜKYAMAN
Toroslar Yörük Türkmen Federasyonu Genel Başkanı
Halil TÜRKAN
Eskişehir Ertuğrulgazi Yörük
Dernekleri Federasyonu Genel
Başkanı
Faruk Ali YILDIRIM
Cem Vakfı Ankara Şubesi Başkanı
Mehmet DEMİR
Çukurova ve Havalisi Yörük
Türkmen Dernekleri Federasyonu
Genel Başkanı
İsrafil ÇELİK
Türk Aydınlar Vakfı Başkanı
Hüseyin YÜCEL
Türkiye-Türkmenistan Dostluk
Derneği Başkanı
Hatice DİKEN
Tüm Anadolu Şehit ve Gazi Yakınları Derneği Başkanı
Türkiye Sivil İnisiyatif Platformu
30. SAYI
2017
federAsyonlardan
HABERLER
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
GENEL BAŞKANI DURHASAN
KOCA’YA TÜRMENİSTAN
BÜYÜKELÇİLİĞİ PLAKET VERDİ
10. ULUSLARARASI MUĞLA YÖRÜK
TÜRKMEN ŞENLİĞİ COŞKUYLA
KUTLANDI
Ramazan KIVRAK
Fethiye Yörükler Türkmenler
Derneği Başkanı TV Programcısı
T
ürkmen kültürüne yaptığı katkılardan
dolayı Türkmenistan Büyükelçiliğince
Durhasan KOCA’ya plaket verildi.
Plaket töreninde Türk Boyları Konfederasyonu
Genel Başkanı Durhasan KOCA konuşmasında:
“Bu plaketi Konfederasyonumuza bağlı federasyonlarımız ve federasyonlarımıza bağlı Yörük
Türkmen dernekleri adına alıyorum. Bizlere bu
onuru verdikleri için Türkmenistan Büyükelçiliğimize, başta Büyükelçimiz İşankuli Amanliyev
olmak üzere elçiliğimiz mensuplarına şükranlarımı sunarım.” Dedi.
Muğla Yörük Obaları Derneği’nin öncülüğünde 10 uncu
Uluslararası Yörük Türkmen Şenliği 20-21 Mayıs 2017 tarihlerinde Düzeyn Yaylası’nda kutlandı.
Şölenin ilk gününde çadırda Yörükler ve Türk dünyası paneli
düzenlendi.
Panelde gazeteci Ünal TÜRKEŞ, Türksoy Sibirya Uzmanı Timur B. Devletov, Muğla Üniversitesi’nden Doç. Dr. Mustafa GÖKÇE, Türkolog Saha Türkü Nuralçiya TAGİ, Doğu
Türkistan’dan Hızırbek GAYRETULLAH, Kırgızistan’dan Türkolog Şuhurubu KAYHAN bildirilerini sundular.
Şölenin ikinci gününe ülkemizin dört bir köşesinde Yörük
Türkmen dernek, federasyon, konfederasyon başkanları ve
üyeleri ile kalabalık misafir topluluğu katıldı.
Şölene Muğla Vali Yardımcısı, Büyükşehir Belediye Başkanı,
milletvekilleri, Cumhuriyet Başsavcısı Menteşe Belediye Başkanı, bürokratlar, teknotratlar da katıldı.
Şölenin açılış konuşmasını Muğla Yörük Obaları Derneği
Başkanı Orhan AKÇAN yaptı. Daha sonra Menteşe Belediye
Başkanı, Büyükşehir Belediye Başkanı, Vali Yardımcısı, milletvekili birer konuşma yaptılar. Şölenin ilerleyen bölümünde Yörük Türkmen derneklerini, federasyonlarını ve konfederasyonları
temsilen Türk Boyları Konfederasyonu Genel Başkanı Durhasan
KOCA bir konuşma yaptı.
Muğla Yörük Obaları Derneği Başkanı Orhan AKÇAN açılış
konuşmasında;
Sayın Valim Amir Çicek, Sayın Vali Yardımcım Kamil Köten
–Fethi Özdemir.
Muğla Milletvekillerim Profesör Dr. Nurettin Demir, Akın
Üstündağ
Sayın Muğla Büyükşehir Belediyesi Başkanım Dr. Osman
Gürün
Sayın Cumhuriyet Başsavcım Necip Topuz
Sayın Menteşe Kaymakamım
Sayın Menteşe Belediye Başkanım Bahattin Gümüş
Sayın Isparta Yenisar Bademli Belediye Başkanım
Sayın Diğer İl ve İlçelerden Gelen Belediye Başkanlarım
Sayın Muhtarlarım
Sayın Yörük Türkmen Beyleri, Konfederasyon, Federasyon
Ve Dernek Başkanlarım
Basınımızın Değerli Mensupları Çok Değerli Konuklarımız
Misafirlerimiz Vatandaşlarımız Kardeşlerimiz Büyüklerimiz
Gençlerimiz
Muğla Menteşe Düzeyn Yaylası Muğla 10. Uluslarası Yörük
Türkmen Şenliğimize Hoşgeldiniz.
Sözlerime Başlamadan Önce
Büyük önder Mustafa Kemal ATATÜRK, 19 Mayıs gösterilerini ölümünden altı ay kadar önce, Ankara ‘da 19 Mayıs
Stadyumu’nda son kez izlemiş. 19 Mayıs gününün Türk genç-
29
federAsyonlardan
HABERLER
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
liğine ve Türk sporculuğuna bugünün tahsis edilmesini istemiş.
Böylelikle, 20 Haziran 1938’ de Mayıs’ın 19 uncu günü, gençlik
ve spor bayramı olarak kabul edilmiş. 7 Mart 1981 de de adına
Atatürk’ü anma eklenerek Atatürk’ü anma Gençlik ve Spor Bayramı olmuştur. Bu sebeple Atamızı saygı sevgi ve özlemle anar,
Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor bayramımızı kutlarım.
Derneğimiz toplumun ortak paydası olan kültür derneğidir.
Bugün burada 600’ü aşkın derneğimizi temsil eden başkanları,
yörük beyleri, ozanlar, federasyonlar, konfederasyonlar, Türk
dünyasının önemli sahsiyetleri aramızdadır. Her yıl büyüyerek
geleneksel hale gelen şenliğimiz bugün uluslararası bir kimlik
kazanmış yurt dışından birçok ülkeden sanatçılar araştırmacıları
uzmanları konuk etmekteyiz.
Demek ki biz büyük bir aileyiz çünkü olmak zorundayız.
Şöyle etrafa bir bakın dost diye bildiğimiz birçok ülke gerçek
yüzünü ne yazık ki göstermektedir. Ülkemiz zor günlerden geçiyor. Sakin olmalıyız. Birbirimizi sevmeliyiz. Hoş görülü olmalı
ve davranmalıyız.
Bu kadim topraklara sahip olmak her baba yiğidin harcı değildir. Bizler 80 milyon değil 400 milyonluk Türk dünyasından
sorumluyuz. Biz de bir söz vardır aynı karından doğanlara karındaş aynı duyguyu paylaşanlar gardaş deriz.
Kardeşlerim derneğimiz ilimizde faaliyet gösteren sivil toplum örgütleri siyasi partilerimiz, kamu kurum ve kuruluşları ile
eşit mesafede kardeşlik bağları ve Muğlamıza yörük kültürümüze yakışır şekilde hareket etmektedir ve etmeye de devam edecektir. Kardeşlerim bu şenlikleri yapmak kolay değil. Kültür bakanlığı, Muğla Valiliğimizin, Büyükşehir Belediyemiz, Menteşe
belediyemiz, ticaret ve sanayi odamız ile el ele vererek bu cennet
Muğlamızın kültürüne ekonomisine tanıtımına katkı vermek için
uğraş vermekteyiz . Bu şenliği düzenlenmesinde emeği geçen
Muğla Büyükşehir Belediyesi daire başkanlarımıza ve tüm ekiplerine, Menteşe Belediyemize ve personeline, Muğla ticaret ve
sanayi odamıza ayrı ayrı teşekkür ederiz. Bu duygularla o kadar
büyüyelim ki çadırımız gök kubbe olsun aydınlık güneşi üzerimizden hiç eksik olmasın der;
Dokunmayın kavalıma Türküm’e
Selam durun Türkmenime Türküm’e
Ertuğrul gaziden Atatürküm’e
Toprağımıza şanlı bayrağımızı diken bizleriz der.
Hepinize saygılar sunarım.
Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Osman GÜR’ün Konuşmasında
Saygı değer Yörükler, saygı değer Türkmenler;
Yörük yürüyen, Türkmen de büyük Türk demektir. Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK gibi.
30
30. SAYI
2017
Atatürk baba tarafından 15.yy’da Karaman’dan Makedonya’ya
yerleşen Kızıloğuz Kocacık yörüklerindendir. Anne tarafından da
Karaman’dan gelen Rumeli’de Konyarlar diye bilinen Türkmenlerdendir.
Tarih boyunca haksızlığa, adaletsizliğe baş eğmeyen, güneşi
bağrına açtırmayan gül yüzlü canlar, beyler, bacı beyler Muğla’daki ocağınıza Menteşe’deki evinize hoş geldiniz, sefalar getirdiniz..
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün de işaret ettiği gibi ocağımız yine Torosların devamında bulunan Göktepe’de, Muğla’da
tütmeye devam ediyor. Yörük Türkmenler tarihte olduğu gibi günümüzde de diri ve iri olmanın bir olmak ile mümkün olabileceğini
bize gösteriyor. Sizinle güç kazandık, ocağımız şenlendi. Yörük
Türkmen Ülkemizin, halkımızın ulusumuzun ana damarı, çimentosudur. Yörük Türkmen ülkemizin geleceğinin teminatıdır.
Yörük Türkmen başı dik, misafirperver, özgürlüğüne düşkün,
sözünün eri, yiğit üretken, çalışkan, mücadele eden, adalet arayan bir
insan olarak karşımızdadır. Selçuklulardan başlayarak, Osmanlı döneminde özellikle de Cumhuriyet döneminde bölgemize damgasını
vuran Yörük Türkmenlere bakarak coğrafyayı, tarihi, insanı okumaya
çalışıyoruz. Yörük Türkmenlerin, zeybeklerin Kurtuluş Savaşı’nda
Kuvayi Milliye’nin büyük zaferlerindeki payı unutulamaz.
Yörük Türkmenlerin en çok önem verdiği şey özgürlük ve
adalettir. Doğayla iç içedir. Doğayı korur kıymetini bilir çünkü
ona ihtiyacı vardır. En önemli özelliği vatanım dediği yeri canı
pahasına sonuna kadar korumasıdır. Biz burada sevgiyi birliği
oluşturmak istiyoruz. Ülkemizin bu birliğe sevgiye her zamandan
daha fazla ihtiyacı var. Ne düşünürsek düşünelim, hangi görüşten
olursak olalım önemli olan bizleri bir arada tutan bu birlikteliğin,
bu kültürün yaşatılmasıdır. Geçmişimizi, kimliğimizi örfümüzü,
âdetimizi korumalı yaşatmalı ve gelecek kuşaklara aktarmalıyız.
Bu birliği Türkiye geneline yaymalıyız. Şeyh Edibali’nin “İnsanı
yaşat ki devlet yaşasın” sözündeki anlam, Mevlana’nın “Ne olursan ol gel” sözündeki hoşgörü, Hacı Bektaş Veli’nin “Bir olalım
diri olalım iri olalım sözündeki birliktelik ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ne Mutlu Türküm Diyene” sözündeki Kuvayi
Milliye düşüncesine ve bütünleşmesine ihtiyacımız var. On yıldır
burada şenliklerimizi yapıyoruz. On yıl önce küçük bir düşünce ve
birliktelikle başladık ve 10 yılda obamız bu şenliği dış ülkelerden
soydaşlarımızla, birçok obamız ve federasyonumuzla burada bizleri bir araya getirdi. Kendisine ve yönetim kuruluna çok teşekkür
ediyorum. Bu şenliğe katkı sağlayan herkese teşekkür ediyorum.
Bizim bu birlikteliğimiz devam ederse, bir olursak diri olursak
gelecekle ilgili hiç bir korkumuzun olmaması gerekiyor. Bizim
damarlarımızda özgürlük, inanç var. Biz bu vatanımızı canımız
pahasına korumaya hazırız. O nedenle korkmayacağız, beraber
olacağız, sevgiyle birbirimize bakacağız. Hoş görülü olacağız ve
geleceğe umutla hep beraber Atatürk’ümüzün yolunda yürüyeceğiz. Yolunuz açık, bu yolda rehberiniz Atatürk olsun.
ADI
KURULUŞ TARİHİ
FAALİYET BÖLGESİ
GENEL BAŞKANI
TELEFONU
BELGEGEÇER
ADRESİ
TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU
3 EKİM 2005
BÜTÜN TÜRK DÜNYASI
DURHASAN KOCA
0312 417 12 75
0312 417 12 75
ŞEHİT ADEM YAVUZ SOK. NO: 9/11 KIZILAY/ANKARA
ADI
KURULUŞ TARİHİ
FAALİYET BÖLGESİ
GENEL BAŞKANI
TELEFONU
BELGEGEÇER
ADRESİ
TOROSLAR YÖRÜK TÜRKMEN FEDERASYONU
22 TEMMUZ 2004
ISPARTA, KONYA, ANTALYA, BURDUR, MUĞLA
MUSTAFA KÜÇÜKYAMAN
0246 218 22 28
0246 218 22 28
TURAN MAH. ÇAYBOYU 122. CAD. TARİH EVİ NO: 158 ISPARTA
ADI
KURULUŞ TARİHİ
FAALİYET BÖLGESİ
GENEL BAŞKANI
TELEFONU
BELGEGEÇER
ADRESİ
OĞUZ BOYU KÜLTÜR DERNEKLERİ FEDERASYONU
20 MART 2005
ANKARA, AMASYA, KARABÜK, AFYONKARAHİSAR
BAYAZİT KARACAN
0312 417 12 75
0312 417 12 75
ŞEHİT ADEM YAVUZ SOK. NO: 9/11 KIZILAY/ANKARA
ADI
KURULUŞ TARİHİ
FAALİYET BÖLGESİ
GENEL BAŞKANI
TELEFONU
ADRESİ
ERTUĞRULGAZİ KÜLTÜR DERNEKLERİ FEDERASYONU
7 HAZİRAN 2005
BOZÜYÜK, KÜTAHYA, BİLECİK, BURSA, UŞAK
NİHAT KULA
0542 584 43 20
BALIKLI MAH. OSMANLI CAD. NO: 19 KÜTAHYA
ADI
KURULUŞ TARİHİ
FAALİYET BÖLGESİ
GENEL BAŞKANI
TELEFONU
ADRESİ
KIRIKKALE OĞUZ BOYU KÜLTÜR DERNEKLERİ FEDERASYONU
6 EKİM 2006
KIRIKKALE
ALİ İHSAN AKKAYA
0532 465 23 88
HÜSEYİN KAHYA MAH. MENDERES CAD. YAĞBASAN YILDIZ İŞ
HANI: K: 1 NO: 13 KIRIKKALE
ADI
KURULUŞ TARİHİ
FAALİYET BÖLGESİ
GENEL BAŞKANI
TELEFONU
BELGEGEÇER
ADRESİ
SAKARYA TÜRK BOYLARI FEDERASYONU
2014
SAKARYA
CEVDET KOÇ
0264 319 32 43
0264 319 32 24
TABAKHANE MAH. SAKARYA CAD. ERENLER KÜLTÜR MERKEZİ
NO: 174-16 ERENLER/SAKARYA
KÖK
Köksüzlere ibret olsun asil kanlı soyumuz
Demir dağları yaktık erittik, kökümüz Oğuz
Ayrıldı ikiye Oğuz kolları; Bozoklar, Üçoklar
Herbir koldan türedi üçer üçer , asil oğullar
Bozoklar deyince; Günhan, Ayhan, Yıldızhan
Üçoklar ise; Gökhan, Dağhan bir de Denizhan
Herbiri birbirinden yiğit, birbirinden korkusuz
Asil soylu boyların atasıdır; Başbuğ Atam Oğuz
Bozok Günhan’a nasip oldu dört cesur
Oğuz Kayı, Bayat, Alkaevli, Karaevli has Oğuz ...
Yazır, Döğer, Dodurga, Yaparlı;
Ayhan kolumuz Avşar, Kızık, Beğdili, Karkın;
Yıldızhan soylumuz
Üçoklar; Gökhan, Dağhan, Denizhan ile üç oldu
Gökhan; Bayındır, Peçenek, Çavdur ve Çepni ile Dağhan;
Salur, Eymür, Alayuntlu, Yüreğir ...
Denizhan; İğdir, Büğdüz, Yıva, Kınık ile yücelir ...
Tarihe damga vuran Oğuz Ata’nın asil koluyuz
İsimler, tamgalar, bölgeler ayrı olsa da
Oğuz’uz Savururken adalet için kılıç tutan kolumuz
Zalime ecel, mazluma kalkan olur soyumuz ...
At Türk’ün yoldaşıdır, yollar aştı üstünde
Oğuz Yakıştı eline kılıç-kargı, ok-yay, kalkan, topuz
Tuğ kaldıran binlerce yiğitle büyük cenklere iz
Bozkurt naralarıyla mührünü vurdu yıllarca Oğuz!
Nasip olmaz herkese böyle büyük bir şeref
Atamız Oğuzkağan, Turan ülküsü hedef ...
Ersin’im Atam Oğuz’dan türeyen gururlu
Türk’üm Türk’ü yüceltmek hedefim, en büyük ülküm ...!
Ersin Atalay
Download