HAK DİNİ KUR`AN DİLİ`NDEKİ ARAPÇA ŞİİRLERİN

advertisement
bilimname XVIII, 2010/1, 133-165
HAK DİNİ KUR’AN DİLİ’NDEKİ ARAPÇA ŞİİRLERİN TEMEL
KAYNAKLARLA MUKAYESESİ (I)1
Abdulkadir BAYAM
Dr., Erciyes Ü. İlahiyat F.
abayam@erciyes.edu.tr
Giriş
Osmanlı Devleti’nin son döneminde yetişip Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarını idrak eden Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır (1878-1942)’ı2 büyük bir şöhrete
kavuşturan ve unutulmazlar arasına sokan, hiç kuşkusuz Hak Dini Kur’an Dili adlı
tefsiridir. Elmalılı’nın kırk sekiz yaşında başlayıp altmış yaşında tamamladığı bu eser,
Türkiye Diyanet İşleri Reisliği tarafından 1935-1939 yılları arasında İstanbul’da Ebüzziya Matbaası’nda dokuz cilt hâlinde bastırılarak yayımlanmıştır.3
Eser, pek çok yönden olduğu gibi edebî yönden de dikkat çekici bir görünümdedir.
Edebî yön denince de ilk akla gelen şiirlerdir ve müellif, eserinde çok sayıda Arapça
ve Türkçe şiire,4 ayrıca az sayıda da Farsça şiire yer vererek ona ayrı bir renk katmış,
âdeta onu çiçekler mesâbesinde olan şiirlerle bezemiştir.
Eserde çok önemli bir yekûn tutan Arapça şiirlerin şimdiye dek etraflı bir
şekilde incelenmemiş olması, bizi böyle bir çalışmaya sevk etti. Bu makalenin amacı,
Hak Dini Kur’an Dili’nde yer alan Arapça şiirlerle ilgili bir fihrist oluşumuna katkıda
bulunmak üzere temel kaynaklardan hareketle herbir şiirin hangi şâire ait olduğunu
rivayet farklarını da göstererek ortaya koymak, ayrıca şiirlerin bahirlerini tespit etmektir. Burada temel kaynaklardan kasıt, şiir divan sahibi bir şâire aitse o şâirin dîvânı,
1.
Bu makâlenin devamı, gelecek sayıda çıkacaktır.
Yusuf Şevki Yavuz, “Elmalılı Muhammed Hamdi”, DİA, İstanbul 1995, XI, 62. Ayrıca Elmalılı ve
eşsiz eseriyle ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır Sempozyumu 4-6 Eylül
1991, TDV Yay., Ankara 1993.
3
Mustafa Bilgin, “Hak Dini Kur’an Dili”, DİA, İstanbul 1997, XV, 163.
2
4
Necdet Şengün, değerli çalışmasında Elmalılı’nın tefsirinde geçen Türkçe şiirleri başarılı
bir şekilde incelemiş, ayrıca Türkçe’yle bağlantılı olarak da Arapça şiirlerden sadece
Türkçe tercümesi verilenleri ele almıştır. Bkz. Necdet Şengün, “Elmalılı Muhammed
Hamdi Yazır’ın Hak Dini Kur’an Dili Adlı Tefsirindeki Türkçe Şiirlerin Değerlendirilmesi”,
İSTEM, Sayı: 9, 2007, ss. 163-185.
Abdulkadir Bayam
134
dîvânının şerhi, şiir dîvân sahibi olmayan bir şâire ya da kişiye nispet edilmişse ya da
nispetsiz geçmişse o şiirin yer aldığı kaynaklardan mümkün mertebe ulaşılabilen en
eskileridir. Bu çalışmada eserde geçen şiirler ele alınırken şöyle bir yol izlenecektir:
Öncelikle eserde şiirin ve konusunun yer aldığı cilt ve sayfa numarası5 köşeli parantez
içinde gösterilecek, sonra şiir bir âyetle ilgiliyse o âyetin metni ve meâli sunulacak,
bir âyetle ilgili değilse doğrudan şiirin konusuna geçilecek, ardından şiirin şâhit ya da
misal getirildiği konuya/bağlama değinilecek, şiir eserde geçtiği şekliyle ve koyu renkte
aktarılacak, şiirin bahri ve temel kaynaklardan hareketle şâiri ya da nispet edildiği
kişiler belirtilerek rivayet farkının alt çizgiyle gösterildiği şiir metni sunulacaktır.
Mukaddime
[s. 10’da] Elmalılı, eserinin başında ele aldığı tercüme konusunda, edebi değere
ve sanat zevkine sahip canlı ve bedîi eserlerin çevirilerinde başarının nadiren görüldüğünü, bunların nazîresini söylemenin tercüme etmekten daha kolay geldiğini ifade
eder. O, bu bağlamda ünlü Türk şâiri Fuzûlî (ö. 963/1556)’nin, güzel sözleri yanlış yazı
ile bozan kimselere bedduasını içeren şu Arapça kıtasını misal getirir:
‫ﺗﺒﺖ ﻳﺪا ﻛﺎﺗﺐ ﻟﻮﻻﻩ ﻣﺎ ﺧﺮﺑﺖ ﻣﻌﻤﻮرﺓ أﺳﺴﺖ ﺑﺎﻟﻌﻠﻢ واﻷدب‬
‫أردى ﻣﻦ اﻟﺨﻤﺮ ﰲ إﻓﺴﺎد ﻧﺴﺨﺘﻪ ﺗﺴﺘﻈﻬﺮ اﻟﻌﻴﺐ ﺗﻐﻴريا ﻣﻦ اﻟﻌﻨﺐ‬
ve nesir şeklinde
“Elleri kurusun o kâtibin ki o olmasa idi ilim ve edep ile kurulan hiçbir mamûr yer
harap olmazdı. Nüshasını/yazdığını bozmakta şaraptan daha kötüdür: «‫( ”ﻋﻨﺐ‬üzüm)
den bir değiştirme yaparak ortaya «‫( ”ﻋﻴﺐ‬ayıp) çıkarmak ister.”
meâlini vererek bu meâlin harfiyen tercüme gibi göründüğü hâlde aslının dengi olamadığını ve nazım âhengi bulunmadığından aslı gibi yerine göre bir mesel hâlinde
söylenmekten uzak olduğunu vurgular.
Basît bahrindeki bu beyitler, Fuzûlî’ye aittir ve Dîvân’ında6 aynı şekilde geçmektedir.
[s. 23’te] Büyük müfessir, âyet kelimesinin “alâmet ve delil” anlamına gelmesiyle
ilgili olarak şâir ismi belirtmeden şu beyte yer verir:
‫ﻓﻔﻲ ﻛﻞ ﳾء ﻟﻪ آﻳﺔ ﺗﺪل ﻋﲆ أﻧﻪ واﺣﺪ‬
Mütekârib bahrindeki bu beyit, Ebü’l-‘Atâhiye (ö. 211/826)’ye aittir ve Dîvân’ında7
şu şekilde geçmektedir:
5
Cilt ve sayfa numarası, âyet meâli ve şiirler, eserin ilk baskısından aktarılmıştır. Bkz. Elmalılı
Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili: Yeni Mealli Türkçe Tefsir, T.C. Diyanet
İşleri Reisliği Neşriyatı, Matbaai Ebüzziya, İstanbul 1935-1939.
6 Fuzûlî Muhammed b. Süleymân, Musahhah ve İlâveli Külliyyât-ı Dîvân-ı Fuzûlî, Matba‘a-i
Ahmed Kâmil, İstanbul 1329 h., s. 7.
7
Ebü’l-‘Atâhiye, Dîvân, Dâru Sâdır-Dâru Beyrut, Beyrut 1384/1964, s. 122.
Hak Dini Kur’an Dili’ndeki Arapça Şiirlerin Temel Kaynaklarla Mukayesesi (I)
135
ّ ‫وﰲ‬
ُ‫اﻟﻮاﺣﺪ‬
ِ ‫ﻛﻞ ﳾ ٍء ﻟ ُﻪ آ َﻳ ٌﺔ َﺗﺪُ ّل ﻋﲆ أ ّﻧ ُﻪ‬
Diğer yandan söz konusu beyit, Lebîd b. Rebî‘a (ö. 41/661)’nın Dîvân’ında asıl
metinde değil de ek kısmında ona nispet edilen beyitleri içeren bölümde8 çok az bir
rivayet farkıyla yer almaktadır.
Fâtiha Sûresi
[I, 14’te] Elmalılı’ya göre Allah’ın sözünde anlamlar üzerinde lafızlar, bir güzelin
simasının gül renkli cildi gibi mazmunun yapısal ve rûhi dokusuyla ezeli bir ilgiyle
bağlantılıdır. Daha doğrusu bunda vücut ile rûhun birlikle ortaya çıkan özel bir
karışımı vardır. Buna hayran olan büyük bir Arap şâiri, bilhassa bunun için şu beyti
terennüm etmiştir:
‫رق اﻟﺰﺟﺎج ورﻗﺖ اﻟﺨﻤﺮ ﻓﺘﺸﺎﺑﻬﺎ وﺗﺸﺎﻛﻞ اﻷﻣﺮ‬
Meczûü’l-kâmil bahrindeki beyit, es-Sâhib b. ‘Abbâd (ö. 385/995)’a aittir ve
Dîvân’ında9 şöyledir:
‫ﱠ‬
‫اﻟﺰﺟﺎج ور ﱠﻗﺖ اﻟﺨﻤ ُﺮ وﺗﺸﺎﺑﻬﺎ ﻓﺘﺸﺎﻛﻞ اﻷﻣ ُﺮ‬
‫رق‬
ُ
[I, 27’de] Elmalılı, besmelede yer alan Allah (‫ )ﺍﷲ‬özel ismiyle ilgili açıklamasında
bu lafzın başındaki el (‫ )ال‬harf-i tarif ise kelimenin Arap dilinde diğer bir isim veya
sıfattan nakledilmiş olması mümkündür, der. O, harf-i tarif el (‫ )ال‬kalkınca geriye lâh (‫)ﻻﻩ‬
ın kaldığını, gerçekte Arapça’da lâh (‫)ﻻﻩ‬ın bulunduğunu ve Basralıların da önemli bir
kısmının bundan nakle kâil olduğunu ifade ettikten sonra sözünü şöyle sürdürür:
“Lâh (‫)ﻻَﻩ‬, gizlenme ve yükselme manasına lâhe yelîhü (‫ )ﻻَﻩَ ﻳَﻠِﻴ ُﻪ‬fiilinin mastarı
olduğu gibi bundan “ilâh” manasına da bir isimdir ve bundan lâhüm (‫)ﻻَ ُﻫ ْﻢ‬, lâhümme
(‫ )ﻻَ ُﻫ ﱠﻢ‬denilir”.
Bu konuda önce bir Arap şâirinin şu beytiyle istişhat eder:
‫ﻛﺤﻠﻔﺔ ﻣﻦ أيب رﺑﺎح ﻳﺴﻤﻌﻬﺎ ﻻﻫﻢ اﻟﻜﺒﺎر‬
Meczûü’l-basît bahrindeki beyit, asıl ismi Meymûn b. Kays olan el-A‘şâ el-Kebîr
(ö. 7/629)’e aittir ve Dîvân’ında10 şöyledir:
‫ﺎح َﻳ ْﺴ َﻤ ُﻌﻬَﺎ ﻻَﻫُ ﻪ ا ْﻟ ُﻜ َﺒﺎر‬
ٍ ‫َﻛ َﺤ ْﻠ َﻔ ٍﺔ ِﻣﻦْ أَ ِيب ِر َﻳ‬
[I, 27’de] Sonra da Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib (ö. y. m. 579)’in11 şu
beyitlerini şâhit getirir ve “lâh” isminin başına “el” takısı getirilerek Allah denildiğini
ve özel isim yapıldığını belirtir:
8
Lebîd b. Rebî‘a el-‘Âmirî, Dîvân, Dâru Sâdır, Beyrut 1386/1966, s. 232.
es-Sâhib b. ‘Abbâd, Dîvân, thk. Muhammed Hasan Âli Yâsîn, II. Baskı, Dâru’l-kalem-Mektebetü’nnehda, Beyrut-Bağdat 1394/1974, s. 176.
10
el-A‘şâ el-Kebîr, Dîvân, thk. M. Muhammed Hüseyin, Mektebetü’l-âdâb, Kâhire 1994, s. 283.
11
Hicretten önceki ölüm tarihleri, sadece miladi olarak verilmiştir. Bu arada “ö. y. m.” kısaltması,
“ölümü yaklaşık miladi” ve “ö. y.” kısaltması da “ölümü yaklaşık” anlamındadır.
9
Abdulkadir Bayam
136
‫ﻻﻫﻢ إن اﻟﻌﺒﺪ ميﻨﻊ رﺣﻠﻪ ﻓﺎﻣﻨﻊ رﺣﺎﻟﻚ‬
...‫ﻻ ﻳﻐﻠنب ﺻﻠﻴﺒﻬﻢ وﻣﺤﺎﻟﻬﻢ ﻋﺪوًا ﻣﺤﺎﻟﻚ إﻟﺦ‬
Meczûü’l-kâmil bahrindeki bu beyitler, Abdülmuttalib b. Hâşim’e aittir ve
Dîvân’ında12 şöyledir:
‫ﻻَﻫُ ﱠﻢ ﱠإن اﳌ ْﺮ َء ْميﻨَـ عُ َر َﺣ َﻠﻪ ﻓﺎ ْﻣﻨ َْﻊ ِﺣﻼﻟَ ْﻚ‬
‫ﻬﻢ َﻏ ْﺪ ًوا ِﻣ َﺤﺎﻟَ ْﻚ‬
ْ ‫ﻬﻢ و ِﻣ َﺤﺎ ُﻟ‬
ْ ‫ﻻ َﻳ ْﻐ ِﻠ َ ﱠنب َﺻ ِﻠﻴ ُﺒ‬
[I, 31-32’de] M. Hamdi Yazır’ın besmelede geçen er-Rahmân (‫ )اﻟ ﱠﺮ ْﺣ َﻤﺎن‬kelimesiyle
ilgili açıklamasına göre o, rahm (‫ ) َر ْﺣﻢ‬ve rahmet (‫) َر ْﺣ َﻤﺔ‬ten türemiş, devam ve mübâlağa
ifade eden bir sıfat-ı müşebbehe kipidir ki “pek merhametli, çok rahmet sahibi”
anlamında bir sıfattır. Böyle olunca da bu sıfat her kimde bulunursa ona kıyas yoluyla/
kural olarak er-Rahmân (‫ )اﻟ ﱠﺮ ْﺣ َﻤﺎن‬demenin mümkün olması gerekir. Hâlbuki bu kelime, hiç
böyle kullanılmamış, “rahmeti sonsuz, ezelî bir gerçek nimet verici” anlamına tahsis edildiğinden Allah’tan başkasına er-Rahmân denmemiştir. Fakat haddini aşan dalkavuk bir şâir,
Müseylimetü’l-Kezzâb (ö. 12/633)’a elif lâmsız olarak «‫ ” َﻻ ِز ْﻟ َﺖ َر ْﺣ َﻤﺎ َﻧﺎ‬tabirini kullanmış, bununla
birlikte er-Rahmân (‫ )اﻟ ﱠﺮ ْﺣ َﻤﺎن‬dememiştir. Böyle olduğu hâlde hem dil hem de din açısından bu
şâirin hata ettiği belirtilmiştir.
Bu ifadenin de yer aldığı basît bahrindeki beytin sadece ikinci mısraı ‫)وأَ ْﻧ َﺖ َﻏ ْﻴ ُﺚ اﻟ َﻮ َرى ﻻ ِز ْﻟ َﺖ‬
(‫ َر ْﺣ َﻤﺎ َﻧﺎ‬ez-Zemahşerî (ö. 538/1144)’nin el-Keşşâf’ında13 Hanîfe oğullarından ismi belirtil-
meyen bir şâire nispet edilirken beytin tamamı, el-Âlûsî (ö. 1270/1854)’nin Rûhu’lme‘ânî’sinde14 aynı şâire şu rivayetle nispet edilmektedir:
‫ﺳﻤﻮت ﺑﺎﳌﺠﺪ ﻳﺎ اﺑﻦ اﻷﻛﺮﻣني أﺑﺎ وأﻧﺖ ﻏﻴﺚ اﻟﻮرى ﻻ زﻟﺖ رﺣامﻧﺎ‬
[I, 38’de] Besmelenin terkibi konusunda yapılan açıklamaya göre lâm (‫)ل‬ın gizli
bulunduğu sahiplik bildiren izâfette/izâfet-i lâmiyyede isim (‫)اِ ْﺳﻢ‬, başlangıç kabul
edilir ve anlam bakımından mutlak kalır. Min ( ْ‫) ِﻣﻦ‬in gizli bulunduğu açıklama ifade
eden izafette/izâfet-i beyâniyyede ise isim (‫)اِ ْﺳﻢ‬, kendisinden sonra Rahmân ve Rahîm
sıfatları gelen “Allah” ismi ile açıklanmış olur. Tefsircilerin çoğu, izâfet-i lâmiyyeyi
tercih ederken bazıları da, Lebîd’in şu mısraındaki ismü’s-selâm (‫اﻟﺴ َﻼم‬
‫ )اِ ْﺳ ُﻢ ﱠ‬gibi izâfet-i
beyâniyyeyi tercih etmişlerdir (Mevlid sahibi Süleyman Çelebi (ö. 825/1422) de, “Allah
adı” derken bunu dikkate almıştır):
‫إﱃ اﻟﺤﻮل ﺛﻢ اﺳﻢ اﻟﺴﻼم ﻋﻠﻴﻜام‬
Bu mısraın da içinde bulunduğu tavîl bahrindeki beyit, Lebîd b. Rebî‘a’ya aittir
12
Abdülmuttalib b. Hâşim, Dîvân, derleme: el-Hüseyin b. Haydar-Mahbûb el-Hâşimî, ysz. 1430/2009,
s. 30.
13
Ebü’l-Kâsım Mahmûd b. Ömer ez-Zemahşerî, el-Keşşâf ‘an hakâikı ğavâmizı’t-tenzîl ve ‘uyûni’lekâvîl fî vücûhi’t-te’vîl, thk. Âdil Ahmed Abdülmevcûd-Ali Muhammed Mu‘avviz, Mektebetü’l‘ubeykân, Riyâd 1418/1998, I, 109.
14
Ebü’l-Fazl Şihâbüddîn es-Seyyid Mahmûd el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî fî tefsîri’l-Kur’âni’l-‘Azîm ve’sseb‘i’l-mesânî, Dâru ihyâi’t-türâsi’l-‘Arabî, Beyrut tsz., I, 59.
Hak Dini Kur’an Dili’ndeki Arapça Şiirlerin Temel Kaynaklarla Mukayesesi (I)
137
15
ve Dîvân’ında şöyledir:
‫ﺒﻚ َﺣ ْﻮﻻً ﻛﺎﻣ ًﻼ ﻓﻘ ِﺪ اﻋﺘﺬ ْر‬
ِ ‫اﻟﺴﻼم ﻋ َﻠ ُﻴﻜام َو َﻣﻦْ َﻳ‬
َ ‫إﱃ‬
ّ ِ‫اﻟﺤ ْﻮل‬
ّ ‫ﺛﻢ اﺳﻢ‬
Bakara Sûresi
[I, 302’de] Bakara sûresi 30. âyet‫﴿ َوإِ ْذ ﻗ ََﺎل َرﺑﱡ َﻚ ﻟِﻠْ َﻤﻼَﺋِ َﻜ ِﺔ إِﻧﱢﻲ َﺟﺎ ِﻋ ٌﻞ ِﻓﻲ اﻷَ ْر ِض َﺧﻠِﻴ َﻔ ًﺔ ﻗَﺎﻟُﻮا أَﺗ َ ْﺠ َﻌ ُﻞ ِﻓﻴ َﻬﺎ َﻣ ْﻦ‬
﴾َ‫“ ﻳُﻔ ِْﺴ ُﺪ ِﻓﻴ َﻬﺎ َوﻳَ ْﺴ ِﻔ ُﻚ اﻟ ﱢﺪ َﻣﺎ َء َوﻧَ ْﺤ ُﻦ ﻧ َُﺴ ﱢﺒ ُﺢ ِﺑ َﺤ ْﻤ ِﺪ َك َوﻧُ َﻘﺪ ُﱢس ﻟ ََﻚ ﻗ ََﺎل إِﻧﱢﻲ أَ ْﻋﻠَ ُﻢ َﻣﺎ ﻻَ ﺗَ ْﻌﻠَ ُﻤﻮن‬Ve düşün ki Rabbin meleklere “Ben Yerde muhakkak bir halife yapacağım” dediği vakit “A!.. Orada fesat edecek
ve kanlar dökecek bir mahluk mu yaratacaksın? Biz seni överek tesbih ve seni takdis
edip dururken” dediler. “Şüphesiz ben sizin bilemeyeceğiniz şeyler bilirim” buyurdu.”te16
geçen melâike (‫)اﻟ َﻤﻼَﺋِﻜَﺔ‬nin tekili durumundaki melek (‫ ) َﻣﻠَﻚ‬kelimesinin aslı açıklanırken
melâike (‫)اﻟ َﻤﻼَﺋِﻜَﺔ‬nin mel’ek (‫) َﻣ ْﻸَك‬in çoğulu olduğu, ama Arap’ta tekilinin hemzesizinin,
hemzelisinden daha çok ve meşhur olduğu için “Melâikeden bir melek” dendiği,
bununla birlikte tekilin mel’ek (‫ ) َﻣ ْﻸَك‬şeklinde hemze ile de geldiği ifade edilir ve bu
hususta ismi belirtilmeyen bir şâirin şu beytiyle istişhat edilir:
‫ﻓﻠﺴﺖ ﺑﺠﻨﻲ وﻟﻜﻦ ﻣﻸﻛﺎ ﺗﺤﺪر ﻣﻦ ﺟﻮ اﻟﺴامء ﻳﺼﻮب‬
Tavîl bahrindeki bu beyit, ‘Alkame b. ‘Abede el-Fahl (ö. y. m. 603)’in17 Dîvân’ında18
bulunmamakla birlikte onun şerhinde19 farklı bir rivayetle yer almaktadır. İbn Manzûr
(ö. 711/1311)’un Lisânü’l-‘Arab’ında20 ise Ebû Vecze (ö. 130/747)’ye ve Abdülkays’tan
Câhiliye dönemine âit en-Nu‘mân adındaki bir kişiye yine farklı bir rivayetle nispet
edilmektedir. Bunun yanı sıra söz konusu beyit, Mütemmim b. Nüveyre (ö. 30/650)’nin
Dîvân’ında ona nispet edilen beyitler arasında21 şu şekilde geçmektedir:
ُ
‫ﺑﺠﻨﻲ وﻟﻜﻦﱠ َﻣﻸ ًﻛﺎ َﺗ َﻨﺰ َﱠل ﻣﻦ ﺟ ﱢﻮ اﻟﺴام ِء ﻳﺼﻮب‬
ّ ‫وﻟﺴﺖ‬
[I, 302’de] Sonra melek kelimesinin aslının mef‘al vezninde mel’ek (‫( )ﻣﻸك‬risâlet/
elçilik) olduğu ve “ona bir risâlet gönderdi” anlamındaki ‫ ﻷك إﻟﻴﻪ ﻳﻸك‬fiilinden geldiği,
me’lek (‫) َﻣﺄﻟﻚ‬in de aynı şekilde “ona gönderdim” manasına ‫ْﺖ إﻟﻴﻪ أَﻟْ َﻜ ًﺔ و َﻣﺄْﻟ َﻜ ًﺔ وأُﻟُﻮﻛًﺎ‬
ُ ‫أَﻟَﻜ‬fiilinden
15
Lebîd b. Rebî‘a, Dîvân, s. 79.
Âyetlerin meâli, Elmalılı’nın Hak Dini Kur’an Dili adlı tefsirinin ilk baskısından aktarılmakla birlikte
bazen ifadeler özellikle Süleyman Ateş’in mealinden yararlanılarak sadeleştirilmiştir. Bkz. Süleyman
Ateş, Kur’ân-ı Kerîm ve Yüce Meâli, Kılıç Kitabevi, Ankara 1980.
17
‘Alkame’nin ölüm tarihi, (3/625 [?]) şeklinde de verilmektedir. Bkz. Taceddin Uzun, “Alkame b.
Abede”, DİA, İstanbul 1989, II, 466.
18
‘Alkame b. ‘Abede el-Fahl, Dîvân, şerh: Sa‘îd Nesîb Mekârim, Dâru Sâdır, Beyrut 1996.
19
‘Alkame b. ‘Abede el-Fahl, Şerhu Dîvâni ‘Alkame b. ‘Abede el-Fahl, takdim: Hannâ Nasr el-Hittî,
Dâru’l-kitâbi’l-‘Arabî, Beyrut 1414/1993, s. 83.
20
Cemâlüddîn Muhammed b. Mükerrem İbn Manzûr, Lisânü’l-‘Arab, Dâru Sâdır-Dâru Beyrut,
Beyrût 1388/1968, (‫)ﻣﻠﻚ‬, X, 496.
21
Mütemmim b. Nüveyre, Dîvân, thk. İbtisâm es-Saffâr, Matba‘atü’l-irşâd, Bağdat 1968, s. 87.
16
Abdulkadir Bayam
138
mimli mastar olduğu ifade edilerek ‘Adî b. Zeyd el-‘İbâdî22 (ö. y. m. 590)’nin23 beyti
şâhit getirilir ve beyitte geçen ‫’ﻣﻸﻛًﺎ‬in ‫ ﻣﺄﻟﻜًﺎ‬şeklinde de inşâd edildiğine dikkat çekilir:
‫أﺑﻠﻎ اﻟﻨﻌامن ﻋﻨﻲ ﻣﻸ ًﻛﺎ أﻧﻪ ﻗﺪ ﻃﺎل ﺣﺒﴘ واﻧﺘﻈﺎر‬
Remel bahrindeki bu beyit, ‘Adî b. Zeyd el-‘İbâdî et-Temîmî’ye aittir ve Dîvân’ında24
şöyledir:
َ ‫امن َﻋﻨﱢﻲ َﻣ ْﺄ ُﻟ ًﻜﺎ أَ ﱠﻧ ُﻪ َﻗ ْﺪ‬
َ ‫أَ ْﺑ ِﻠ ِﻎ اﻟ ﱡﻨ ْﻌ‬
‫ﻃﺎل َﺣ ْﺒﴘ واﻧﺘﻈﺎري‬
[I, 307’de] Yine Bakara suresi 30. âyetin tefsirinde melekler bahsinde meleklerin
çokluğunun ve ilâhi kudretin geniş tecellilerinin anlaşılması gerektiği ifade edilerek
kâili belirtilmeyen şu beyte yer verilir:
‫ﺳﺒﺤﺎن ﻣﻦ ﺗﺤري ﰲ ﺻﻨﻌﻪ اﻟﻌﻘﻮل ﺳﺒﺤﺎن ﻣﻦ ﺑﻘﺪرﺗﻪ ﻳﻌﺠﺰ اﻟﻔﺤﻮل‬
Muzâri‘ bahrindeki bu beyit, ünlü Türk şâiri Ziya Paşa (ö. 1297/1880)’ya aittir
ve Külliyyât’ında25 aynı şekilde yer almaktadır.
[I, 405’te] Bakara sûresi 87. âyet ‫ﻴﺴﻰ اﺑْ َﻦ‬
َ ‫ﺎب َوﻗَ ﱠﻔﻴْ َﻨﺎ ِﻣ ْﻦ ﺑَ ْﻌ ِﺪ ِﻩ ﺑِﺎﻟ ﱡﺮ ُﺳﻞِ َوآﺗَﻴْ َﻨﺎ ِﻋ‬
َ ‫﴿ َوﻟَ َﻘ ْﺪ آﺗَﻴْ َﻨﺎ ُﻣ‬
َ َ‫ﻮﺳﻰ اﻟْ ِﻜﺘ‬
ِ ‫“ َﻣ ْﺮﻳَ َﻢ اﻟْ َﺒ ﱢﻴ َﻨ‬Celâlim
﴾َ‫ﺎت َوأَﻳﱠ ْﺪﻧَﺎﻩُ ِﺑ ُﺮو ِح اﻟْ ُﻘﺪ ُِس أَﻓَ ُﻜﻠﱠ َﻤﺎ َﺟﺎ َءﻛُ ْﻢ َر ُﺳ ٌﻮل ِﺑ َﻤﺎ ﻻَ ﺗَ ْﻬ َﻮى أَﻧْﻔ ُُﺴ ُﻜ ُﻢ ْاﺳﺘَ ْﻜ َﺒ ْﺮﺗُ ْﻢ ﻓَ َﻔﺮِﻳﻘًﺎ ﻛَ ﱠﺬﺑْﺘُ ْﻢ َوﻓَﺮِﻳﻘًﺎ ﺗَ ْﻘﺘُﻠُﻮن‬
hakkı için Musa’ya o Kitâb’ı verdik, arkasından birtakım Peygamberlerle de takip ettik,
hele Meryem oğlu İsa’ya apaçık mucizeler verdik ve onu Rûhulkudüs ile destekledik.
Ya artık size nefislerinizin hoşlanmayacağı bir emir ile bir Peygamber geldikçe her
defasında kafa tutarsınız, kibrinize dokunduğu için kimine yalan der kimini öldürür
müsünüz?”te geçen Meryem (‫ ) َﻣ ْﺮﻳَﻢ‬kelimesi açıklanırken onun Süryâni dilinde “hizmet
eden” anlamına geldiği, Arapça’da ise kadınlarda Meryem’in erkeklerdeki zîr (kadınlarla
karşılaşıp görüşmesi ve onları ziyareti çok olan erkek) gibi bir manada kullanıldığı ve
Arap şâiri Ru’be (ö. 145/762)’nin şu beytinin bu anlamlarla tefsir edildiği, Türkçe’de
de “Meryem dudu” dendiği ifade edilir:
‫ﻗﻠﺖ ﻟﺰﻳﺮ مل ﺗﺼﻠﻪ ﻣﺮميﻪ ﺿﻠﻴﻞ أﻫﻮاء اﻟﺼﺒﺎء ﺗﻨﺪﻣﻪ‬
Recez bahrindeki beyit, Ru’be b. el-‘Accâc’a aittir ve Dîvân’ında26 şu şekilde
geçmektedir:
‫اﻟﺼ َﺒﺎ ُﻳ َﻨ ﱢﺪ ُﻣ ْﻪ‬
ِ ‫ُﻗ ْﻠ ُﺖ ﻟِ ِﺰﻳ ٍﺮ ﻟَ ْﻢ َﺗ ِﺼ ْﻠ ُﻪ َﻣ ْﺮ َ ُمي ْﻪ ِﺿ ﱢﻠﻴﻞ أَﻫْ ﻮاء‬
[I, 412’de] Yine Bakara sûresi 87. âyettte geçen Rûhulkudüs (‫’)ﺭُوح اﻟ ُﻘﺪُس‬ün Cebrail’in
22
Şâirin nisbesi, metinde basım hatasından olsa gerek “el-‘İmâdî” şeklinde geçmektedir. Bkz. Hak
Dini, I, 302.
23
Bu şâirin ölüm tarihi, (ö. m. 600 civarı) şeklinde de verilmektedir. Bkz. Muzaffer Özcanoğlu, “Adî
b. Zeyd”, DİA, İstanbul 1988, I, 382.
24
‘Adî b. Zeyd el-‘İbâdî, Dîvân, thk. Muhammed Cebbâr Mu‘aybid, Şeriketü Dâri’l-cumhûriyyet li’ttab‘ ve’n-neşr, Bağdat 1965, s. 93.
25
Ziya Paşa, Külliyyât-ı Ziya Paşa, Yeni Matbaa, İstanbul 1342/1924, s. 122; Eş‘âr-ı Ziya, Mihrân
Matbaası, İstanbul 1298 h., s. 67.
26
Mecmû‘u eş‘âri’l-‘Arab ve hüve müştemil ‘alâ Dîvâni Ru’be b. el-‘Accâc, nşr. W. b. Ahlwardt, Dâru
İbn Kuteybe, Kuveyt tsz., s. 149.
Hak Dini Kur’an Dili’ndeki Arapça Şiirlerin Temel Kaynaklarla Mukayesesi (I)
139
Rûh-ı Emîn gibi diğer bir ismi olduğu hususunda Hz. Hassân (ö. 54/674)’ın şu beyti
şâhit getirilir:
‫وﺟﱪﻳﻞ رﺳﻮل اﻟﻠﻪ ﻓﻴﻨﺎ وروح اﻟﻘﺪس ﻟﻴﺲ ﻟﻪ ﻛﻔﺎء‬
Vâfir bahrindeki beyit, Hassân b. Sâbit’e aittir ve Dîvân’ında27 şöyledir:
‫ْس ﻟَ ْﻴ َﺲ ﻟَ ُﻪ ِﻛ َﻔﺎ ُء‬
ُ ‫َو ِﺟ ْﱪ ٌﻳﻞ أَ ِﻣ ُني اﻟﻠ ِﻪ ِﻓﻴﻨَﺎ َو ُر‬
ِ ‫وح اﻟ ُﻘﺪ‬
[I, 625’te] Bakara sûresi 183. âyet ‫اﻟﺼﻴَﺎ ُم ﻛَ َﻤﺎ ﻛُ ِﺘ َﺐ َﻋﻠَﻰ اﻟ ِﱠﺬﻳ َﻦ ِﻣ ْﻦ ﻗَﺒْﻠِ ُﻜ ْﻢ‬
‫﴿ﻳَﺎ أَﻳﱡ َﻬﺎ اﻟ ِﱠﺬﻳ َﻦ آ َﻣ ُﻨﻮا ﻛُ ِﺘ َﺐ َﻋﻠَﻴْ ُﻜ ُﻢ ﱢ‬
﴾َ‫“ ﻟَ َﻌﻠﱠ ُﻜ ْﻢ ﺗَﺘﱠﻘُﻮن‬Ey iman edenler! Üzerlerinize oruç yazıldı, nitekim sizden evvelkilere
yazılmıştı gerek ki korunursunuz.”te28 yer alan sıyâm (‫)اﻟﺼ َﻴﺎم‬
‫ ﱢ‬ile ilgili olarak Türkçe’de
“oruç” manasındaki “sıyâm” ve “savm”in lugatta “nefsi meylettiği şeylerden isterse
bir söz olsun imsâk etmek yani kendini tutmak” anlamına geldiğine ‫﴿إِ ﱢﻧﻲ َﻧ َﺬ ْر ُت ﻟِﻠ ﱠﺮ ْﺣ َﻤ ِﻦ‬29
﴾‫“ َﺻ ْﻮ ًﻣﺎ‬Rahmân’a oruç adadım” âyeti ve mutlak olarak da “imsâk/tutmak” anlamına
geldiğine “‫ ”ﺧﻴﻞ ﺻﻴﺎم وﺧﻴﻞ ﻏﻴﺮ ﺻﺎﺋﻤﺔ‬misal verilir.
Bu mısraın da içinde yer aldığı basît bahrindeki beytin tamamı, Ma‘mer b.
el-Müesennâ (ö. 209/824)’nın Mecâzü’l-Kur’ân’ı30 gibi pek çok kaynakta en-Nâbiğa
ez-Zübyânî (ö. y. m. 604)’ye nispet edilse de şâirin Dîvân’ında31 böyle bir beyte
rastlanmamıştır. Beytin tamamı, örneğin daha eski kaynaklardan el-Halîl b. Ahmed
el-Ferâhîdî (ö. 175/791)’nin32 Kitâbü’l-‘Ayn’ında33 şu rivâyetle geçmektedir:
ٌ ‫ﺻﻴﺎم‬
ٌ
َ ‫وﺧﻴﻞ ﻏ ُري ﺻﺎمئ ٍﺔ‬
‫اﻟﻌﺠﺎج وأﺧﺮى َﺗﻌ ُﻠ ُﻚ اﻟ ﱡﻠ ُﺠام‬
‫ﺗﺤﺖ‬
ٌ ‫ﺧﻴﻞ‬
ِ
[I, 692’de] Bakara sûresi 190. âyet‫﴿ َو َﻗﺎ ِﺗ ُﻠﻮا ِﻓﻲ َﺳ ِﺒﻴﻞِ اﻟﻠ ِﻪ ا ﱠﻟ ِﺬﻳﻦَ ُﻳ َﻘﺎ ِﺗ ُﻠﻮ َﻧ ُﻜ ْﻢ َوﻻَ َﺗ ْﻌﺘَﺪُ وا إِ ﱠن اﻟﻠ َﻪ ﻻَ ُﻳ ِﺤ ﱡﺐ‬
﴾ َ‫“ ا ْﻟ ُﻤ ْﻌ َﺘ ِﺪﻳﻦ‬Sizinle savaşanlarla Allah yolunda çarpışın, fakat haksız taarruz etmeyin.
Çünkü Allah, haksız taarruz edenleri sevmez.”in tefsirinde İslâm’da taarruz harbinde
dahi gözetilmesi gereken harp hukukunun bulunduğu, bu nedenle İslâm sırf silah
kuvvetiyle yayılmış bir zulüm ve saldırı dinidir demenin sırf bir iftira olduğu gibi
İslâm’ın yayılmasında silahın hiç hizmeti yoktur demenin de kitap ve sünnete muhalif
bir yalan olduğu, dinin işinde silahın da önemli bir konumunun bulunduğu ve dinin
ruhunun bunların sınırlarını önce ayırt etmek, sonra da uygulamak olduğu ifade
27
Hassân b. Sâbit el-Ensârî, Dîvân, şerh: Ömer Fârûk et-Tabbâ‘, Dâru’l-kalem, Beyrut 1413/1993,
s. 12.
28
Mealde aslında “Ey o bütün iman edenler” şeklinde geçen ifade, tarafımızdan “Ey iman edenler”
biçiminde aktarılmıştır.
29
Meryem, 19/26.
30
Ebû ‘Ubeyde Ma‘mer b. el-Müsennâ, Mecâzü’l-Kur’ân, thk. M. Fuat Sezgin, II. Baskı, Müessesetü’rrisâle, Beyrut 1401/1981, II, 6.
31
en-Nâbiğa ez-Zübyânî, Dîvân, şerh: Hamdû Tammâs, II. Baskı, Dâru’l-ma‘rife, Beyrut
1426/2005.
32
el-Halîl’in ölüm tarihi, (170/786) şeklinde de verilmektedir. Bkz. Hayruddîn ez-Ziriklî, el-A‘lâm,
XII. Baskı, Dâru’l-‘ilm li’l-melâyîn, II, 314.
33
Ebû Abdirrahmân el-Halîl b. Ahmed el-Ferâhîdî, Kitâbü’l-‘Ayn, thk. Mehdî el-Mahzûmî-İbrâhîm
es-Sâmerrâî, Müessesetü’l-a‘lemî li’l-matbû‘ât, Beyrut 1408/1988, (‫)ﻋﻠﻚ‬, I, 202.
Abdulkadir Bayam
140
edildikten sonra şâir ismi açıklanmayan şu beyte yer verilir:
‫اﻟﺮأى ﻗﺒﻞ ﺷﺠﺎﻋﺔ اﻟﺸﺠﻌﺎن ﻫﻮ أول و ﻫﻮ اﳌﺤﻞ اﻟﺜﺎين‬
Kâmil bahrindeki beyit, Ebü’t-Tayyib el-Mütenebbî (ö. 354/965)’ye aittir ve
Dîvân’ında34 şöyledir:
‫ﻫﻲ ا ْﻟ َﻤ ﱡ‬
‫اﻟ ﱠﺮأْيُ َﻗ ْﺒ َﻞ َﺷ َﺠﺎ َﻋ ِﺔ ﱡ‬
‫ﺤﻞ اﻟ ّﺜﺎين‬
َ ‫اﻟﺸ ْﺠﻌﺎنِ ﻫُ َﻮ أَ ﱠو ٌل َو‬
Âl-i ‘İmrân Sûresi
[II, 1023’te] Âl-i ‘İmrân sûresi 4. âyet‫ﺎت اﻟﻠ ِﻪ ﻟَﻬ ُْﻢ َﻋ َﺬ ٌاب‬
ِ ‫ﱠﺎس َوأَ ْﻧﺰ ََل ا ْﻟ ُﻔ ْﺮ َﻗ َﺎن إِ ﱠن ا ﱠﻟ ِﺬﻳﻦَ َﻛ َﻔ ُﺮوا ِﺑﺂ َﻳ‬
ِ ‫﴿ ِﻣﻦْ َﻗ ْﺒ ُﻞ ﻫُ ﺪًى ﻟِﻠﻨ‬
﴾‫“ َﺷ ِﺪﻳﺪٌ َواﻟﻠ ُﻪ َﻋ ِﺰﻳ ٌﺰ ُذو ا ْﻧ ِﺘ َﻘ ٍﺎم‬Önceden insanlara hidâyet/doğru yolu göstermek için (Tevrat’ı ve
İncil’i ndirmişti), bir de ayırt eden Furkan indirdi. Allah’ın âyetlerini tanımayanlar,
şüphesiz onlara şiddetli bir azap var, öyle ya Allah’ın izzeti var, intikamı var.”in tefsirinde verilen bilgiye göre Allah, küfür ve isyandan sonra bile tevbe edip hakka dönüş
ve imanla kendisine yönelenleri affedip bağışlar, affetme ve hilim Hakk’a iman edip
kötülüğü kötülük bilerek yaptığı fenalığa yüzü kızaracak ve bu duygunun sevkiyle
kötülüklere tevbe edeceklere hayır ve rahmettir, affı gördükçe şımaranlara karşı ise af
ve bağışlama fenalığa teşvik anlamına gelir ki bütün hakların ve her hayrın kaynağı olan
Allah’ın izzet, adalet ve rahmeti, böyle zilletlerden beridir. Bunun için asr-ı saâdette
bir Arap şâirinin hilimle ilgili beyti, Hz. Peygamber’in tasvibine mazhar olmuştur:
‫وﻻ ﺧري ﰲ ﺣﻠﻢ إذا مل ﻳﻜﻦ ﻟﻪ ﺑﻮادر ﺗﺤﻤﻲ ﺻﻔﻮﻩ أن ﻳﻜﺪرا‬
Tavîl bahrindeki beyit, Ebû Zeyd el-Kureşî (ö. 170/786)’nin Cemheretü eş‘âri’l‘Arab’ında35 ve el-Câhız (ö. 255/869)’ın Resâil’inde36 en-Nâbiğa el-Ca‘dî (ö. y. 50/670)’ye37
şu rivayetle nispet edilmektedir:
‫ﺣﻠﻢ إذا مل ﺗﻜﻦ ﻟ ُﻪ َﺑﻮا ِد ُر َﺗﺤﻤﻲ َﺻﻔ َﻮﻩُ أن ُﻳ َﻜ ﱠﺪ َرا‬
ٍ ‫وﻻ َﺧ َري ﰲ‬
[II, 1182’de] Âl-i ‘İmrân sûresi 140. âyet ‫﴿إِ ْن ﻳَ ْﻤ َﺴ ْﺴ ُﻜ ْﻢ ﻗَ ْﺮ ٌح ﻓَ َﻘ ْﺪ َﻣ ﱠﺲ اﻟْ َﻘ ْﻮ َم ﻗَ ْﺮ ٌح ِﻣﺜْﻠُ ُﻪ َوﺗِﻠ َْﻚ اﻷَﻳﱠﺎ ُم‬
ِ
﴾‫“ ﻧُﺪَا ِوﻟُ َﻬﺎ ﺑَﻴْ َﻦ اﻟ ﱠﻨ ِﺎس َوﻟِﻴَ ْﻌﻠَ َﻢ اﻟﻠ ُﻪ اﻟ ِﱠﺬﻳ َﻦ آ َﻣ ُﻨﻮا َوﻳَﺘﱠ ِﺨ َﺬ ِﻣ ْﻨ ُﻜ ْﻢ ﺷُ َﻬﺪَا َء َواﻟﻠ ُﻪ ﻻَ ﻳُ ِﺤ ﱡﺐ اﻟﻈﱠﺎﻟ ِﻤﻴ َﻦ‬Eğer size (Uhud’da) bir yara
dokundu ise (Bedir’de) heriflere/o topluluğa da öyle bir yara dokundu. Hem o günler,
biz onları insanlar arasında evirir çeviririz, hem Allah iman edenleri bileceği ve
sizden şehitler, şâhitler tutacağı için ki Allah zâlimleri sevmez.”in tefsirinde zafer ve
galibiyet günlerinin insanlar arasında dolaştırılması hususunda kâili belirtilmeyen
şu beyit zikredilir:
34
Ebü’t-Tayyib el-Mütenebbî, Dîvân, thk. Ömer Fârûk et-Tabbâ‘, Dâru’l-Erkam b. Ebi’l-Erkam, Beyrut
tsz., II, 844.
35
Ebû Zeyd el-Kureşî, Cemheretü eş‘âri’l-‘Arab, Dâru Sâdır, Beyrut tsz., s. 33.
36
Ebû Osmân ‘Amr b. Bahr el-Câhız, Resâilü’l-Câhız, thk. Abdüsselâm Muhammed Hârûn,
Mektebetü’l-Hâncî, Kâhire 1399/1979, I, 364.
37
Şâirin ölüm tarihi, 63/683, 65/685 ve 79/698 şeklinde de verilmektedir. Bkz. Zülfikar Tüccar, “”Nâbiga
el-Ca‘dî”, DİA, İstanbul 2006, XXXII, 260-261.
Hak Dini Kur’an Dili’ndeki Arapça Şiirlerin Temel Kaynaklarla Mukayesesi (I)
38
141
‫ﻓﻴﻮﻣﺎ ﻋﻠﻴﻨﺎ وﻳﻮﻣﺎ ﻟﻨﺎ وﻳﻮﻣﺎ ﻧﺴﺎء وﻳﻮﻣﺎ ﻧﴪ‬
Mütekârib bahrindeki bu beyit, en-Nemir b. Tevleb (ö. y. 14/635)’e aittir ve
Dîvân’ında39 şöyledir:
‫ﴪ‬
ْ َ ‫ﻓﻴﻮم ﻋﻠﻴﻨﺎ وﻳﻮم ﻟﻨﺎ وﻳﻮم ُﻧﺴﺎ ُء وﻳﻮم ُﻧ‬
ٌ ‫﴿ َو َﻣﺎ ُﻣ َﺤ ﱠﻤﺪٌ إِ ﱠﻻ َر ُﺳ‬
َ ‫ﻮل َﻗ ْﺪ َﺧ َﻠ ْﺖ ِﻣﻦْ َﻗ ْﺒ ِﻠ ِﻪ اﻟ ﱡﺮ ُﺳ ُﻞ أَ َﻓﺈِ ْن َﻣ‬
[II, 1190’da] Âl-i ‘İmrân sûresi 144. âyet‫ﺎت أَ ْو ُﻗ ِﺘ َﻞ ا ْﻧ َﻘ َﻠ ْﺒﺘ ُْﻢ‬
َ
‫“ َﻋ َﻠﻰ أ ْﻋ َﻘﺎ ِﺑ ُﻜ ْﻢ َو َﻣﻦْ َﻳ ْﻨ َﻘ ِﻠ ْﺐ َﻋ َﻠﻰ َﻋ ِﻘ َﺒ ْﻴ ِﻪ َﻓ َﻠﻦْ َﻳ ُﻀ ﱠﺮ اﻟﻠ َﻪ َﺷ ْﻴﺌًﺎ َو َﺳ َﻴ ْﺠ ِﺰي اﻟﻠ ُﻪ ﱠ‬Muhammed de, ancak bir resuldür.
﴾َ‫اﻟﺸﺎ ِﻛ ِﺮﻳﻦ‬
Ondan evvel resuller hep geldi geçti, şimdi o ölür veya öldürülürse siz ardınıza dönüverecek misiniz? Her kim ardına dönerse elbette Allah’a bir zarar edecek/verecek değil,
fakat şükredenlere Allah, yarın mükâfat verecek.”in tefsirinde sunulan bir rivayete
göre Uhud günü iki ordu çarpışmaya başlayıp harp kızışınca, Peygamberimiz, “Şu
kılıcımı hakkıyla kim alır da bükülünceye kadar düşmana çalar?” buyurmuş ve onu
Ebu Dücâne Simâk b. Hareşe40 el-Ensarî (ö. 11/632) almış, başına da kırmızı sarık
sarıp salınarak ve şöyle diyerek beraberinde birkaç müslümanla harbe dalmıştı:41
‫أﻧﺎ اﻟﺬي ﻋﺎﻫﺪين ﺧﻠﻴﲇ وﻧﺤﻦ ﺑﺎﻟﺴﻔﺢ ﻟﺪى اﻟﻨﺨﻴﻞ‬
‫أن ﻻ أﻗﻮم اﻟﺪﻫﺮ ﰲ اﻟﻜﻴﻮل أﴐب ﺑﺴﻴﻒ اﻟﻠﻪ واﻟﺮﺳﻮل‬
Recez bahrindeki bu beyitler, İbn Hişâm (ö. 213/828 veya 218/833)’ın es-Sîretü’nnebeviyye’sinde42 Ebû Dücâne’ye nispet edilmektedir ve rivayet farkı, sadece ikinci
beyitte şöyledir:
‫أ ّﻻ أﻗﻮ َم ﻟﻠﺪﻫﺮ ﰲ اﻟ َﻜ ُﻴﻮل أﴐب ﺑﺴﻴﻒ اﻟﻠﻪ واﻟﺮﺳﻮل‬
Nisâ Sûresi
[II, 1407’de] Nisâ sûresi 86. âyet ‫﴿ َوإِذَا ُﺣ ﱢﻴﻴﺘُ ْﻢ ِﺑﺘَ ِﺤ ﱠﻴ ٍﺔ ﻓَ َﺤ ﱡﻴﻮا ِﺑﺄَ ْﺣ َﺴ َﻦ ِﻣ ْﻨ َﻬﺎ أَ ْو ُردﱡو َﻫﺎ إِ ﱠن اﻟﻠ َﻪ ﻛَﺎ َن َﻋﻠَﻰ ﻛ ﱢُﻞ ﺷَ ْﻲ ٍء‬
﴾‫“ َﺣ ِﺴﻴﺒًﺎ‬Size herhangi bir suretle sağlık/selam verildiği zaman siz de ondan daha güzeli
ile sağlık/selam verin veya aynıyla mukabele edin. Allah, her şeyi hesaba çekmekte
bulunuyor.”te geçen tahiyye (‫ )ﺗ َِﺤﻴﱠﺔ‬sözcüğü açıklanırken bunun sözlükte “milk ve bekâ”
anlamına geldiği ve şâirin şu beytinde de bu manada (‫ﻋﻠﻰ ﻣﻠﻜﻪ‬/onun milki üzerinde)
kullanıldığı dile getirilir:
‫أﺳري ﺑﻪ إﱃ اﻟﻨﻌامن ﺣﺘﻰ أﻧﻴﺢ ﻋﲆ ﺗﺤﻴﺘﻪ ﺑﺠﻨﺪ‬
38
Elmalılı’nın bu beytin ikinci mısraında geçen "‫ﹸﺴﺎ ﹸﺀ‬
‫”ﻧ ﹺ ﹶ‬
‫( "ﻧ ﹶ‬kötülükle karşılaşırız/üzülürüz) fiilini “‫ﺴﺎﺀ‬
(kadınlar) ve “‫ﹸﺴ ﹼﺮ‬
‫( ”ﻧ ﹶ‬sevindiriliriz/seviniriz) fiilini de “‫( ”ﻧﺴﺮ‬kartallar) şeklinde tercüme ettiği görülmüştür. Bkz. Hak Dini, II, 1182.
39
en-Nemir b. Tevleb, Dîvân (Şu‘arâ İslâmiyyûn’da), thk. Nûrî Hammûdî el-Kaysî, II. Baskı, ‘Âlemü’lkütüb, Beyrut 1984, s. 347.
40
Şâirin ismi, metinde “Harşet” şeklindedir. Bkz. Hak Dini, II, 1190.
41
el-Âlûsî, Rûhu’l-me‘ânî, IV, 72.
42
Abdülmelik b. Hişâm b. Eyyûb el-Himyerî, es-Sîretü’n-nebeviyye, thk. Ömer Abdüsselâm Tedmürî,
III. Baskı, Dâru’l-kitâbi’l-‘Arabî, Beyrut 1410/1990, III, 32.
Abdulkadir Bayam
142
Vâfir bahrindeki beyit, ‘Amr b. Ma‘dîkerib (ö. 21/642)’e aittir ve Dîvân’ında43
şöyledir:
‫ﺑﺠﻨْﺪي‬
‫أَ ُؤ ﱡم ِﺑﻬﺎ أﺑﺎ‬
ُ ‫ﻗﺎﺑﻮس ﺣﺘﱠﻰ أَ ُﺣ ﱠﻞ ﻋﲆ َﺗﺤ ﱠﻴ ِﺘﻪ‬
َ
[II, 1423’te] Nisâ sûresi 93. âyet‫﴿ َو َﻣﻦْ َﻳ ْﻘﺘ ُْﻞ ُﻣ ْﺆ ِﻣﻨًﺎ ُﻣ َﺘ َﻌ ﱢﻤﺪًا َﻓ َﺠﺰَا ُؤﻩُ َﺟ َﻬﻨ ُﱠﻢ َﺧﺎﻟِﺪًا ِﻓﻴﻬَﺎ َو َﻏ ِﻀ َﺐ اﻟﻠ ُﻪ َﻋ َﻠ ْﻴ ِﻪ َوﻟَ َﻌ َﻨ ُﻪ َوأَ َﻋﺪﱠ‬
﴾‫“ ﻟَ ُﻪ َﻋ َﺬا ًﺑﺎ ﻋ َِﻈﻴ ًﻤﺎ‬Her kim de bir mü’mini kasten öldürürse artık onun cezası, içinde ebedî
kalmak üzere cehennemdir. Allah, ona gazap etmiş, lanet etmiş, büyük bir azap
hazırlamıştır.”in tefsirinde âyetin nüzul sebebi olan Mıkyes b. Dabâbe el-Kinânî (ö.
8/630) adındaki bir mürtedin beyitleri aktarılır:
‫ﻗﺘﻠﺖ ﺑﻪ ﻓﻬﺮا وﺣﻤﻠﺖ ﻋﻘﻠﻪ ﴎاة ﺑﻨﻲ اﻟﻨﺠﺎر أﺻﺤﺎب ﻗﺎرع‬
‫وأدرﻛﺖ ﺛﺄري واﺿﻄﺠﻌﺖ ﻣﻮﺳﺪًا وﻛﻨﺖ إﱃ اﻷوﺛﺎن أول راﺟﻊ‬
Tavîl bahrindeki bu beyitler, Mukâtil b. Süleyman (ö. 150/767)’ın Tefsîr’inde44
Mıkyes b. Dabâbe’ye nispet edilirken el-Vâkıdî (ö. 207/823)’nin Kitâbü’l-Meğâzî’sinde45
ve İbn Hişâm’ın es-Sîretü’n-nebeviyye’sinde46 farklı rivayetlerle yine aynı şahsa nispet
edilmektedir, fakat son iki eserde Mıkyes b. Subâbe şeklindedir. Mukâtil’in Tefsîr’inde
rivayet farkı, sadece ilk beyitte şöyledir:
‫ﻗﺘﻠﺖ ﺑﻪ ﻓﻬﺮا وﺣﻤﻠﺖ ﻋﻘﻠﻪ ﴎاة ﺑﻨﻲ اﻟﻨﺠﺎر أرﺑﺎب ﻓﺎرع‬
Mâide Sûresi
[II, 1553-1554’te] Mâide sûresi 2. âyetَ‫﴿ﻳَﺎ أَﻳﱡ َﻬﺎ اﻟ ِﱠﺬﻳ َﻦ آ َﻣ ُﻨﻮا ﻻَ ﺗ ُِﺤﻠﱡﻮا ﺷَ َﻌﺎﺋِ َﺮ اﻟﻠ ِﻪ َوﻻَ اﻟﺸﱠ ْﻬ َﺮ اﻟْ َﺤ َﺮا َم َوﻻ‬
ِ‫اﻟْ َﻬﺪ َْي َوﻻَ اﻟْ َﻘﻼَﺋِ َﺪ َوﻻَ آ ﱢﻣﻴ َﻦ اﻟْﺒَﻴْ َﺖ اﻟْ َﺤ َﺮا َم ﻳَﺒْﺘَﻐُﻮ َن ﻓَﻀْ ﻼً ِﻣ ْﻦ َرﺑﱢ ِﻬ ْﻢ َورِﺿْ َﻮاﻧًﺎ َوإِذَا َﺣﻠَﻠْﺘُ ْﻢ ﻓ َْﺎﺻﻄَﺎ ُدوا َوﻻَ ﻳَ ْﺠ ِﺮ َﻣ ﱠﻨ ُﻜ ْﻢ ﺷَ َﻨﺂ ُن ﻗَ ْﻮمٍ أَ ْن َﺻﺪﱡوﻛُ ْﻢ َﻋﻦ‬
﴾‫َﺎب‬
ِ ‫“ اﻟْ َﻤ ْﺴﺠ ِِﺪ اﻟْ َﺤ َﺮامِ أَ ْن ﺗَ ْﻌﺘَ ُﺪوا َوﺗَ َﻌﺎ َوﻧُﻮا َﻋﻠَﻰ اﻟْ ِﺒ ﱢﺮ َواﻟﺘﱠ ْﻘ َﻮى َوﻻَ ﺗَ َﻌﺎ َوﻧُﻮا َﻋﻠَﻰ ا ِﻹﺛْﻢِ َواﻟْ ُﻌ ْﺪ َوانِ َواﺗﱠ ُﻘﻮا اﻟﻠ َﻪ إِ ﱠن اﻟﻠ َﻪ ﺷَ ِﺪﻳ ُﺪ اﻟْ ِﻌﻘ‬Ey iman
edenler! Ne Allah’ın işaretlerine ne haram aya ne kurbanlık hediyelere ne gerdanlıklarına ne de Mevlâ’larınının gerek lütfunu ve gerek rızasını arayarak Beyt-i Harâm’a
doğru gelenlere sakın hürmetsizlik etmeyin, ihramdan çıktığınız zaman isterseniz
avlanın, sizi Mescid-i Harâm’dan men ettiler diye birtakımlarına karşı beslediğiniz
kin, sakın sizi saldırıya sevk etmesin, iyilik ve takvâ üzerinde yardımlaşın, günah ve
düşmanlık üzerinde yardımlaşmayın, Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın azâbı, çok
şiddetlidir.”in nüzûl sebebi açıklanırken buna konu olan el-Hutam b. Hind el-Bekrî
(ö. ?)’nin şu recezine yer verilir:
‫ﻗﺪ ﻟﻔﻬﺎ اﻟﻠﻴﻞ ﺑﺴﻮاق ﺣﻄﻢ ﻟﻴﺲ ﺑﺮاﻋﻲ إﺑﻞ وﻻ ﻏﻨﻢ‬
‫وﻻ ﺑﺠﺰار ﻋﲆ ﻇﻬﺮ اﻟﻮﺿﻢ ﺑﺎﺗﻮا ﻧﻴﺎﻣﺎ واﺑﻦ ﻫﻨﺪ مل ﻳﻨﻢ‬
43
‘Amr b. Ma‘dîkerib ez-Zübeydî, Şi‘ru ‘Amr b. Ma‘dîkerib, derleme: Mutâ‘ et-Tarâbîşî, II. Baskı,
Matbû‘âtü Mecma‘i’l-lüğati’l-‘Arabiyye, Dımaşk 1405/1985, s. 95.
44
Ebü’l-Hasen Mukâtil b. Süleymân, Tefsîru Mukâtil b. Süleymân, thk. Ahmed Ferîd, Dâru’l-kütübi’l‘ilmiyye, Beyrut 1424/2003, I, 249.
45
Ebû Abdillah Muhammed b. Ömer el-Vâkıdî, Kitâbü’l-Meğâzî, thk. Marsden Jones, ‘Âlemü’l-kütüb,
Beyrut 1404/1984, I, 408; II, 861-862.
46
İbn Hişâm, a.g.e., III, 239.
Hak Dini Kur’an Dili’ndeki Arapça Şiirlerin Temel Kaynaklarla Mukayesesi (I)
143
‫ﺑﺎت ﻳﻘﺎﺳﻴﻬﺎ ﻏﻼم ﻛﺎﻟﺰمل ﺧﺪﻟﺞ اﻟﺴﺎﻗني ﻣﻤﺴﻮح اﻟﻘﺪم‬
Meştûru’r-recez bahrindeki bu beyitler, Mukâtil’in Tefsîr’inde47 Kays kabilesinden el-Hatîm lakaplı Şureyh b. Dubey‘a (ö. ?)’ya nispet edilerek, ilk beyit tam, ikinci
beyitte ikinci mısra/şatr ve üçüncü beyitte de ilk mısra eksik olarak ve farklı rivayetle,
et-Taberî (ö. 310/923)’nin Câmi‘u’l-beyân’ında48 ise beyitlerin tamamı el-Hutam b.
Hind el-Bekrî (diğer ismiyle Şureyh b. Dubey‘a)’ye nispet edilerek ve Elmalılı’yla aynı
rivayette geçmektedir. Diğer yandan et-Taberî’ye göre daha eski olan Ebû Temmâm (ö.
231/846)’ın Dîvânü’l-Hamâse’sinde49 ise aynı beyitler, Rüşeyd b. Rumeyz el-‘Anezî/
el-‘Anberî (ö. ?)’ye şu rivayetle nispet edilmektedir:
‫ﺑﺎ ُﺗﻮا ِﻧﻴﺎ ًﻣﺎ واﺑﻦُ ِﻫ ْﻨ ٍﺪ ﻟَ ْﻢ َﻳﻨ َْﻢ‬
َ
‫ﻼم ﻛﺎﻟ ﱡﺰﻟَ ْﻢ‬
ٌ ‫ﻘﺎﺳﻴﻬَﺎ ُﻏ‬
ِ ‫ﺑﺎت ُﻳ‬
َ
ُ
َ
َ
‫ني ﺧﻔﺎق اﻟﻘ َﺪ ْم‬
‫َﺧ َﺪ ﱠﻟ ُﺞ ﱠ‬
ِ ْ ‫اﻟﺴﺎﻗ‬
‫ﻗﺪ ﻟَ ﱠﻔﻬﺎ اﻟ ﱠﻠ ْﻴ ُﻞ ﻟِ َﺴ ﱠﻮاقٍ ُﺣ َﻄ ْﻢ‬
‫ﻟﻴﺲ ِﺑﺮاﻋﻲ إِﺑﻞٍ وﻻ َﻏﻨ َْﻢ‬
َ
‫وﻻ ِﺑ َﺠﺰﱠا ٍر ﻋﲆ َﻇ ْﻬﺮ َو َﺿ ْﻢ‬
[II, 1716’da] Mâide sûresi 54. âyet ‫﴿ﻳَﺎ أَﻳﱡ َﻬﺎ اﻟ ِﱠﺬﻳ َﻦ آ َﻣ ُﻨﻮا َﻣ ْﻦ ﻳَ ْﺮﺗ َ ﱠﺪ ِﻣ ْﻨ ُﻜ ْﻢ َﻋ ْﻦ ِدﻳ ِﻨ ِﻪ ﻓ ََﺴ ْﻮ َف ﻳَﺄْﺗِﻲ اﻟﻠ ُﻪ ِﺑ َﻘ ْﻮمٍ ﻳُ ِﺤﺒﱡ ُﻬ ْﻢ‬
‫َوﻳُ ِﺤ ﱡﺒﻮﻧَ ُﻪ أَ ِذﻟﱠ ٍﺔ َﻋﻠَﻰ اﻟْ ُﻤ ْﺆ ِﻣ ِﻨﻴ َﻦ أَ ِﻋ ﱠﺰ ٍة َﻋﻠَﻰ اﻟْﻜَﺎ ِﻓﺮِﻳ َﻦ ﻳُ َﺠﺎ ِﻫﺪُو َن ِﻓﻲ َﺳﺒِﻴﻞِ اﻟﻠ ِﻪ َوﻻَ ﻳَﺨَﺎﻓُﻮ َن ﻟَ ْﻮ َﻣ َﺔ ﻻَ ﺋِﻢٍ َذﻟِ َﻚ ﻓَﻀْ ُﻞ اﻟﻠ ِﻪ ﻳُ ْﺆﺗِﻴ ِﻪ َﻣ ْﻦ ﻳَﺸَ ﺎ ُء َواﻟﻠ ُﻪ‬
﴾‫“ َو ِاﺳ ٌﻊ َﻋﻠِﻴ ٌﻢ‬Ey iman edenler! İçinizden kim dininden dönerse duysun: Allah, onun yerine
öyle bir toplum getirecek ki Allah onları sever, onlar Allah’ı severler, mü’minlere karşı
boyunları aşağıda, kâfirlere karşı başları yukarıda, Allah yolunda cihat ederler, dil
uzatanın kınamasından korkmazlar. İşte o, Allah’ın lütfudur, onu dilediğine verir ve
Allah (ın lütfu) geniştir,(O), bilendir.”in tefsirinde Hz. Peygamber’den sonra irtidat eden
fırkalar arasında Secâh (ö. 41/661’den sonra)’ın kabilesi olan Temîm’in bir kısmından
da bahsedilir ve bu meyanda Secâh’ın Müseylimetü’l-Kezzâb’la evlendiği, kıssasının
meşhur olduğu ve Ebü’l-‘Alâ el-Ma‘arrî (ö. 449/1057)’nin “İstağfir ve’stağfirî” isimli
kitabında50 bu konuda şöyle dediği ifade edilir:
‫آﻣﺖ ﺳﺠﺎح وواﻻﻫﺎ ﻣﺴﻴﻠﻤﺔ ﻛﺬاﺑﺔ ﰲ ﺑﻨﻲ اﻟﺪﻧﻴﺎ وﻛﺬاب‬
Basît bahrindeki beyit, ez-Zemahşerî’nin el-Keşşâf’ında51 da Ebü’l-‘Alâ el-Ma‘arrî’ye
şu rivayetle nispet edilmektedir:
‫اب‬
ُ ‫ﺳﺠ ٌﺎح َو َواﻻَﻫَ ﺎ ُﻣ َﺴ ْﻴ ِﻠ َﻤ ٌﺔ َﻛ ﱠﺬا َﺑ ٌﺔ ِﰲ َﺑ ِﻨﻲ اﻟﺪﱡ ْﻧ َﻴﺎ َو َﻛ ﱠﺬ‬
َ ‫أَ ﱠﻣ ْﺖ‬
َ ‫﴿ﻟَ ْﻮﻻَ َﻳ ْﻨﻬَﺎﻫُ ُﻢ اﻟ ﱠﺮ ﱠﺑﺎ ِﻧ ﱡﻴ‬
[II, 1727’de] Mâide sûresi 63. âyet‫اﻟﺴ ْﺤ َﺖ ﻟَ ِﺒﺌ َْﺲ َﻣﺎ َﻛﺎ ُﻧﻮا‬
‫ﻮن َو ْاﻷَ ْﺣ َﺒﺎ ُر ﻋَﻦْ َﻗ ْﻮﻟِ ِﻬ ُﻢ اﻹِ ْﺛ َﻢ َوأَ ْﻛ ِﻠ ِﻬ ُﻢ ﱡ‬
47
Mukâtil b. Süleymân, a.g.e., I, 278.
Ebû Ca‘fer Muhammed İbn Cerîr et-Taberî, Câmi‘u’l-beyân ‘an te’vîli âyi’l-Kur’ân, thk. Abdullah
b. Abdilmuhsin et-Türkî, Hicr li’t-tıbâ‘a ve’n-neşr, Kâhire 1422/2001, VIII, 32.
49
Ebû Temmâm Habîb b. Evs et-Tâî, Dîvânü’l-Hamâse, şerh: Ahmed Hasan Besec, Dâru’l-kütübi’l‘ilmiyye, Beyrut 1418/1998, s. 67.
50
Bu esere maalesef ulaşılamamıştır.
51
ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 254.
48
Abdulkadir Bayam
144
َ ‫“ َﻳ ْﺼﻨ َُﻌ‬Bâri Rabbânîler ve hahamlar, bunları günah söylemekten ve haram yemekten
﴾‫ﻮن‬
nehyetseler! Ne fena san‘ata alışmışlar.”in tefsirinde âyetin içeriğini İbnü’l-Mübârek
(ö. 181/797)’in şu beytiyle dile getirdiği vurgulanır:
‫وﻫﻞ أﻓﺴﺪ اﻟﺪﻳﻦ إﻻ اﳌﻠﻮ ك وأﺣﺒﺎر ﺳﻮء ورﻫﺒﺎﻧﻬﺎ‬
Mütekârib bahrindeki beyit, Abdullah b. el-Mübârek’e aittir ve Dîvân’ında52
şöyledir:
ُ ‫وَﻫَ ﻞ َﺑﺪ َﱠل اﻟﺪﻳﻦَ إﻻ ا ْﻟ ُﻤ ُﻠ‬
‫ﻮك َوأَﺣﺒﺎ ُر ُﺳﻮ ٍء َو ُرﻫﺒﺎ ُﻧﻬﺎ‬
[II, 1730’da] Mâide sûresi 64. âyet ُ‫﴿ َوﻗَﺎﻟ َِﺖ اﻟْ َﻴ ُﻬﻮ ُد ﻳَ ُﺪ اﻟﻠ ِﻪ َﻣ ْﻐﻠُﻮﻟَ ٌﺔ ُﻏﻠ ْﱠﺖ أَﻳْ ِﺪﻳ ِﻬ ْﻢ َوﻟُ ِﻌ ُﻨﻮا ِﺑ َﻤﺎ ﻗَﺎﻟُﻮا ﺑَ ْﻞ ﻳَﺪَاﻩ‬
‫َﻣﺒْ ُﺴﻮﻃَﺘَﺎنِ ﻳُ ْﻨ ِﻔ ُﻖ ﻛَﻴْ َﻒ ﻳَﺸَ ﺎ ُء َوﻟَﻴَﺰِﻳ َﺪ ﱠن ﻛَ ِﺜﻴ ًﺮا ِﻣ ْﻨ ُﻬ ْﻢ َﻣﺎ أُﻧْﺰ َِل إِﻟَﻴْ َﻚ ِﻣ ْﻦ َرﺑﱢ َﻚ ﻃُ ْﻐﻴَﺎﻧًﺎ َوﻛُ ْﻔ ًﺮا َوأَﻟْ َﻘﻴْ َﻨﺎ ﺑَﻴْ َﻨ ُﻬ ُﻢ اﻟْ َﻌﺪَا َو َة َواﻟْﺒَﻐْﻀَ ﺎ َء إِﻟَﻰ ﻳَ ْﻮمِ اﻟْ ِﻘﻴَﺎ َﻣ ِﺔ‬
﴾‫“ ﻛُﻠﱠ َﻤﺎ أَ ْوﻗَ ُﺪوا ﻧَﺎ ًرا ﻟِﻠْ َﺤ ْﺮ ِب أَﻃْ َﻔﺄَ َﻫﺎ اﻟﻠ ُﻪ َوﻳَ ْﺴ َﻌ ْﻮ َن ِﻓﻲ اﻷَ ْر ِض ﻓ ََﺴﺎدًا َواﻟﻠ ُﻪ ﻻَ ﻳُ ِﺤ ﱡﺐ اﻟْ ُﻤﻔ ِْﺴ ِﺪﻳ َﻦ‬Bir de Yahûdiler, “Allah’ın
eli bağlı” dediler ve dedikleriyle elleri bağlandı ve lanetlendiler. Hayır onun iki eli de
açık, dilediği gibi bahşediyor. Celâlim hakkı için sana Rabbinden indirilen, onlardan
birçoğunun azgınlığını ve küfrünü artırcaktır. Bununla birlikte biz, onların arasına
kıyamete kadar sürecek düşmanlık ve buğuz/kin bıraktık. Her ne zaman harp için bir
yangın tutuşturdularsa Allah, onu söndürdü. Hep yeryüzünde fesat için koşarlar. Allah
ise, bozguncuları sevmez.”te geçen “ِ‫ ”ﻳَﺪَاﻩُ َﻣ ْﺒ ُﺴﻮﻃَﺘَﺎن‬ibaresiyle ilgili açıklamada Türkçe’de
“Falanın eli açık.” dendiğinde burada el sözcüğünün müfret olarak bir anlamının
kastedilmediği ve “eli açık”ın bütünüyle bir kelime gibi cömert anlamından mecaz,
daha doğrusu kinaye olduğu, gerçek anlam mümkün olsa bile düşünülmediği, hatta
iki kolu dibinden kesik bir kimseye bile cömert ise eli açık dendiği ve Arapça’da ُ‫”ﻳَﺪُﻩ‬
“ٌ‫ َﻣﺒْ ُﺴﻮﻃَﺔ‬ibaresinin dahi tıpkı böyle olduğu ifade edilir. “ِ‫”ﻳَﺪَاﻩُ َﻣﺒْ ُﺴﻮﻃَﺘَﺎن‬, az önceki ibarenin
pekiştirmeyle bir mübalağasıdır ve kendisinde cimrilikten asla iz olmayıp sürekli
vergili olduğunu gösterir. Bunlarda “yed” kelimesinin tekil ve ikilinde özel bir anlam
asla kastedilmez. İşte bu konuda önce ismi zikredilmeyen bir şâirin şu beyti misal
getirilir ve «‫ ”ﺑﺴﻂ ﻳﺪﻳﻦ‬tabirinde asla el tasavvur edilmeyip sadece nimeti yaymanın
kastedildiğine dikkat çekilir :
‫ﺟﺎد اﻟﺤﻤﻰ ﺑﺴﻂ اﻟﻴﺪﻳﻦ ﺑﻮاﺑﻞ ﺷﻜﺮت ﻧﺪاء ﺗﻼﻋﻪ ووﻫﺎدﻩ‬
Kâmil bahrindeki beyit, ez-Zemahşerî’nin el-Keşşâf’ında53 nispetsiz olarak ve
çok az bir rivayet farkıyla şöyle geçmektedir:
ُ‫َﺟﺎ َد ا ْﻟ ِﺤ َﻤﻰ َﺑ ْﺴ ُﻂ ا ْﻟ َﻴ َﺪ ْﻳ ِﻦ ِﺑ َﻮا ِﺑﻞ َﺷ َﻜ َﺮ ْت َﻧﺪَاﻩُ ِﺗ َﻼﻋُ ﻪ َووِﻫَ ﺎدُﻩ‬
[II, 1730’da] Sonra da rüzgâr gibi el tasavvuru mümkün olmayan şeylere bile dilde
el isnadının, hatta müfret bir anlam kastedilmeyerek isnadın çok olduğu hususunda
Lebîd (ö. 41/661)’in şu beyti misal verilir:
‫وﻏﺪاة رﻳﺢ ﻗﺪ ﺷﻬﺪت وﻗﺮ ٍة إذ أﺻﺒﺤﺖ ﺑﻴﺪ اﻟﺸامل زﻣﺎﻣﻬﺎ‬
52
Abdullah b. el-Mübârek, Dîvân, thk. Mücâhid Mustafa Behcet, Dâru’l-vefâ, el-Mansûre 1409/1989,
s. 67.
53
ez-Zemahşerî, el-Keşşâf, II, 265.
Hak Dini Kur’an Dili’ndeki Arapça Şiirlerin Temel Kaynaklarla Mukayesesi (I)
145
54
Kâmil bahrindeki beyit, Lebîd b. Rebî‘a el-‘Âmirî’ye aittir ve Dîvân’ında şöyledir:
‫أﺻ َﺒ َﺤ ْﺖ ِﺑ َﻴ ِﺪ ﱠ‬
ُ
‫اﻟﺸاملِ ِزﻣﺎ ُﻣﻬﺎ‬
‫رﻳﺢ َﻗ ْﺪ‬
ْ ‫وزﻋﺖ َوﻗ ﱠﺮ ٍة إِذ‬
ٍ ‫َوﻏﺪا ِة‬
En‘âm Sûresi
[III, 2056’da] En‘âm sûresi 130. âyet ‫﴿ﻳَﺎ َﻣ ْﻌﺸَ َﺮ اﻟْ ِﺠ ﱢﻦ َواﻹْ ِﻧ ِْﺲ أَﻟَ ْﻢ ﻳَﺄْﺗِ ُﻜ ْﻢ ُر ُﺳ ٌﻞ ِﻣ ْﻨ ُﻜ ْﻢ ﻳَﻘ ﱡُﺼﻮ َن َﻋﻠَﻴْ ُﻜ ْﻢ آﻳَﺎﺗِﻲ‬
﴾‫“ َوﻳُ ْﻨ ِﺬ ُروﻧَ ُﻜ ْﻢ ﻟِﻘَﺎ َء ﻳَ ْﻮ ِﻣ ُﻜ ْﻢ َﻫﺬَا ﻗَﺎﻟُﻮا ﺷَ ِﻬ ْﺪﻧَﺎ َﻋﻠَﻰ أَﻧْﻔ ُِﺴ َﻨﺎ َو َﻏ ﱠﺮﺗْ ُﻬ ُﻢ اﻟْ َﺤ َﻴﺎ ُة اﻟ ﱡﺪﻧْ َﻴﺎ َوﺷَ ِﻬ ُﺪوا َﻋﻠَﻰ أَﻧْﻔ ُِﺴ ِﻬ ْﻢ أَﻧﱠ ُﻬ ْﻢ ﻛَﺎﻧُﻮا ﻛَﺎ ِﻓﺮِﻳ َﻦ‬Ey cin ve
insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi anlatır ve bu gününüzün gelip çatacağını
haber verir Peygamberler gelmedi mi? Yâ Rabbenâ, diyecekler: Kendilerimizin aleyhine şâhitleriz. Evet, dünyâ (içinde bulundukları alçak) hayat, onları aldattı da kendi
aleyhlerinde olarak kâfir idiklerine şâhit oldular.”in tefsirinde Hâtem-i enbiyâ (Hz.
Muhammed)’nın resûl-i sekaleyn (insanların ve cinlerin peygamberi) olduğunda şüphe
bulunmadığını el-Bûsırî (ö. 696/1296)’nin şu beytiyle anlattığı dile getirilir:
‫ﻣﺤﻤﺪ ﺳﻴﺪ اﻟﻜﻮﻧني واﻟﺜﻘﻠني واﻟﻔﺮﻳﻘني ﻣﻦ ﻋﺮب وﻣﻦ ﻋﺠﻢ‬
Basît bahrindeki bu beyit, Muhammed b. Sa‘îd el-Bûsîrî’ye aittir ve Kasîdetü’lBürde’sinde55 aynı şekilde geçmektedir.
A‘râf Sûresi
[III, 2147’de] A‘râf sûresi 26. âyet ‫ﺎس اﻟﺘﱠ ْﻘ َﻮى‬
ُ ‫﴿ﻳَﺎ ﺑَ ِﻨﻲ آ َد َم ﻗَ ْﺪ أَﻧْ َﺰﻟْ َﻨﺎ َﻋﻠَ ْﻴ ُﻜ ْﻢ ﻟِ َﺒ ًﺎﺳﺎ ﻳُ َﻮارِي َﺳ ْﻮآﺗِ ُﻜ ْﻢ َورِﻳﺸً ﺎ َوﻟِ َﺒ‬
ِ
ِ
ِ
ِ
ِ
﴾َ‫“ َذﻟ َﻚ َﺧﻴْ ٌﺮ َذﻟ َﻚ ﻣ ْﻦ آﻳَﺎت اﻟﻠﻪ ﻟَ َﻌﻠﱠ ُﻬ ْﻢ ﻳَ ﱠﺬﻛﱠ ُﺮون‬Ey Âdem oğulları! Bakın size çirkin yerlerinizi örtecek
giysi indirdik, süslenecek elbise indirdik, fakat takvâ giysisi, o hepsinden hayırlı. Bu, işte
Allah’ın âyetlerinden, gerektir ki düşünür ibret alırlar.”in tefsirinde şöyle bir rivayete
yer verilmektedir: Câhiliye Araplarından birtakımları, Beyt-i Şerîf’i/Kabe’yi çıplak
vaziyette tavaf ederler ve “İçinde Allah’a isyan ettiğimiz giysilerimizle tavaf etmeyiz.”
derlerdi. Çoğunlukla erkekler gündüz, kadınlar gece tavaf ederler, kadınların gündüz
tavaf ettikleri de olurdu, kadın bütün sinesini ve sinesindekileri açar, hatta büsbütün
çıplak olur, ancak orasına şarap üstüne sinek konmuş gibi hafif, seyrek bir paçavra
kor, “Tavaf ederken beni kim ayıplar?” der ve şu beyti söylerdi:
‫اﻟﻴﻮم ﻳﺒﺪو ﺑﻌﻀﻪ أو ﻛﻠﻪ وﻣﺎ ﺑﺪا ﻣﻨﻪ ﻓﻼ أﺣﻠﻪ‬
Recez bahrindeki beyit, en eski kaynaklardan İbn İshâk (ö. 151/768)’ın
es-Sîretü’n-nebeviyye’sinde56 nispetsiz olarak ve aynı rivayetle geçerken İbn Habîb (ö.
54
Lebîd b. Rebî‘a, Dîvân, s. 176.
Muhammed b. Sa‘îd el-Bûsîrî, el-Bürde, thk. Abdurrahman Hasan Mahmûd, Mektebetü’l-âdâb,
Kâhire tsz., s. 41; Âbidîn Paşa, Tercüme ve Şerh-i Kasîde-i Bürde, Mahmud Bey Matbaası, İstanbul
1324 h., s. 42.
56
Muhammed İbn İshâk, es-Sîretü’n-nebeviyye, thk. Ahmed Ferîd el-Mezîdî, Dâru’l-kütübi’l-‘ilmiyye,
Beyrut 1424/2004, I, 149.
55
Abdulkadir Bayam
146
245/860)’in el-Münemmak’ında57 Bintü’l-Asheb el-Has‘amiyye (ö. ?)’ye ve el-Kurtubî
(ö. 671/1273)’nin el-Câmi‘ liahkâmi’l-Kur’ân’ında58 da Dubâ‘a bint ‘Âmir b. Kurt (ö.
y. 10/631)’a nispet edilerek ve aynı rivayetle geçmektedir.
ِ ‫اﻟﺴ َﻤﺎ َو‬
[III, 2180’de] A‘râf sûresi 54. âyet ‫ات َواﻷَ ْر َض ِﻓﻲ ِﺳﺘﱠ ِﺔ أَﻳﱠﺎمٍ ﺛ ُ ﱠﻢ ْاﺳﺘَ َﻮى‬
‫﴿إِ ﱠن َرﺑﱠ ُﻜ ُﻢ اﻟﻠ ُﻪ اﻟ ِﱠﺬي َﺧﻠ ََﻖ ﱠ‬
﴾...‫“ َﻋﻠَﻰ اﻟْ َﻌ ْﺮ ِش ﻳُﻐ ِْﺸﻲ اﻟﻠﱠ ْﻴ َﻞ اﻟ ﱠﻨ َﻬﺎ َر‬Gerçekten Rabbiniz o Allah’tır ki gökleri ve yeri altı gün içinde
yarattı, sonra arş üzerine istivâ buyurdu/hükümran oldu. Geceyi gündüze bürür…”te
geçen “Allah’ın arşa istivâsı” konusunda selef görüşü şöyledir: Allah’ın mekân ve
cihetten yüce olduğunu kesinlikle tasdik ile beraber arş üzerine istivâsı sıfatına da
Allah’ın irâde ettiği şekilde iman etmek ve ayrıntılı olarak teviline dalmayıp‫﴿ َو َﻣﺎ ﻳَ ْﻌﻠَ ُﻢ‬٥٩
﴾ُ‫“ ﺗَﺄْوِﻳﻠَ ُﻪ إِﻻﱠ اﻟﻠﻪ‬Onun tevilini ancak Allah bilir” âyetinin delâleti üzere hakikatini ilahî ilme
bırakmaktır. Ehl-i sünnetçe asıl tercih edilen ve dayanılan da budur. Hemen ardından
bunu açıklamak üzere kâili belirtilmeyen bir beyit zikredilir:
‫ورب اﻟﻌﺮش ﻓﻮق اﻟﻌﺮش ﻟﻜﻦ ﺑﻼ وﺻﻒ اﻟﺘﻤﻜﻦ ﻳﺎ اﺑﻦ ﺧﺎﱄ‬
Vâfir bahrindeki beyit, Sirâcüddin Ali b. Osman el-Fergânî (ö. 569/1173’ten
sonra)’ye aittir ve Kasîdetü Bed’i’l-emâlî’sinde60 şöyledir:
ِ‫َو َر ﱡب ا ْﻟ َﻌ ْﺮ ِش َﻓ ْﻮ َق ا ْﻟ َﻌ ْﺮ ِش ﻟ ِﻜﻦْ ِﺑ َﻼ َو ْﺻ ِﻒ اﻟ ﱠﺘ َﻤ ﱡﻜ ِﻦ وا ﱢﺗ َﺼﺎل‬
[III, 2183’te] Yine A‘râf sûresi 54. âyette geçen “istivâ”nın anlamlarından birinin
de “istîlâ” olduğu, İbnü’l-‘Arabî “Biz istîlâ mânâsına bir istivâ bilmiyoruz.” demiş ise de
şâirin şu beytiyle istişhat edilerek buna cevap verilmesinin meşhur olduğu belirtilir:
‫ﻗﺪ اﺳﺘﻮى ﺑﴩ ﻋﲆ اﻟﻌﺮاق ﻣﻦ ﻏري ﺳﻴﻒ ودم ﻣﻬﺮاق‬
Recez bahrindeki beyit, en eski kaynaklardan el-Cevherî (ö. 393/1003)’nin
es-Sıhâh’ında61 nispetsiz olarak ve aynı rivayetle yer almaktadır. Buna mukabil
söz konusu beyit, İbn ‘Atıyye (ö. 541/1147)’nin el-Muharreru’l-vecîz62 ve İbn Kesîr
(ö. 774/1373)’in el-Bidâye ve’n-nihâye’sinde63 el-Ahtal (ö. 90/708)’a aynı rivayetle,
57
Muhammed İbn Habîb el-Bağdâdî, el-Münemmak fî ahbâri Kureyş, thk. Hurşid Ahmed Faruk,
Dâiratü’l-me‘ârifi’l-Osmâniyye, Haydarabad 1964, s. 145.
58
Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Kurtubî, el-Câmi‘ liahkâmi’l-Kur’ân, thk. Hişâm Semîr
el-Buhârî, Dâru ‘âlemi’l-kütüb, Riyâd 1423/2003, VII, 189.
59
Âl-i İmrân, 3/7.
60
Sirâcüddin Ali b. Osman el-Fergânî, Kasîdetü Bed’i’l-emâlî, Râşid Efendi Kütüphânesi (Kayseri),
nr. 1078/8, vr. 198b. Yine bkz. Muhammed b. Süleyman el-Halebî, Nuhbetü’l-leâlî lişerhi Bed’i’lemâlî, Hakikat Kitabevi, İstanbul 1996, s. 27.
61
İsmail b. Hammâd el-Cevherî, es-Sıhâh Tâcü’l-lüğa ve sıhâhu’l-‘Arabiyye, thk. Ahmed Abdülğafûr
‘Attâr, IV. Baskı, Dâru’l-‘ilm li’l-melâyîn, Beyrut 1990, (‫)ﺳﻮﺍ‬, VI, 2385.
62
Ebû Muhammed Abdülhak b. Gâlib İbn ‘Atıyye, el-Muharreru’l-vecîz fî tefsîri’l-Kitâbi’l-‘azîz, thk.
Abdüsselâm Abdüşşâfî Muhammed, Dâru’l-kütübi’l-‘ilmiyye, Beyrut 1422/2001, I, 115.
63
‘İmâdüddîn Ebü’l-Fidâ İsmail b. Ömer İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye, thk. Abdullah b. Abdilmuhsin
et-Türkî, Hicr li’t-tıbâ‘a ve’n-neşr, el-Cîze 1418/1998, XII, 241.
Hak Dini Kur’an Dili’ndeki Arapça Şiirlerin Temel Kaynaklarla Mukayesesi (I)
147
64
ez-Zebîdî (ö. 1205/1790)’nin Tâcü’l-‘arûs’unda ise çok az bir rivayet farkıyla nispet
edilse de el-Ahtal’ın Dîvân’ında değil, ona nispet edilen beyitleri içeren ek kısmında65
aynı rivayetle yer almaktadır.
ِ ‫ِﺎﻟﺴ ِﻨﻴ َﻦ َوﻧَﻘ ٍْﺺ ِﻣ َﻦ اﻟﺜﱠ َﻤ َﺮ‬
[III, 2262’de] A‘râf sûresi 130. âyet ﴾َ‫ات ﻟَ َﻌﻠﱠ ُﻬ ْﻢ ﻳَ ﱠﺬﻛﱠ ُﺮون‬
‫﴿ َوﻟَ َﻘ ْﺪ أَ َﺧ ْﺬﻧَﺎ َآل ِﻓ ْﺮ َﻋ ْﻮ َن ﺑ ﱢ‬
“And olsun ki Fir‘avn ailesini tuttuk, senelerce kıtlık ve hasılat eksikliğiyle sıktık, gerekti
ki düşünüp ibret alsınlar.”te geçen ve sene (‫ ) َﺳ َﻨﺔ‬kelimesinin çoğulu olan sinîn (‫) ِﺳ ِﻨﻴﻦ‬
de iki lugat vardır: En meşhuru cem-i müzekker-i sâlim gibi vâv (‫ )و‬ve yâ (‫ )ي‬ile irab
edilip ref hâlinde sinûn (‫ ) ِﺳ ُﻨﻮ َن‬ve nasp ve cer halinde sinîn (‫ ) ِﺳ ِﻨﻴ َﻦ‬okunması ve izâfet
hâlinde nûn (‫)ن‬un düşürülmesidir ki âyet bu lugat üzeredir. Diğeri esmâ-i gâlibeden
olarak munsarıf veya gayr-ı munsarıf müfret irabıyla irablanarak yâ (‫)ي‬nın korunması
ve nûn (‫)ن‬un izâfette de sâbit bırakılmasıdır. Nitekim şâirin şu beyti, bu ikincisine bir
şâhittir:
‫دﻋﺎين ﻣﻦ ﻧﺠﺪ ﻓﺈن ﺳﻨﻴﻨﻪ ﻟﻌنب ﺑﻨﺎ ﺷﻴﺒﺎ وﺷﻴﺒﻨﻨﺎ ﻣﺮدا‬
Tavîl bahrindeki beyit, Hârûn b. Zekeriyyâ el-Hecerî (ö. y. 300/912)’nin et-Ta‘lîkât
ve’n-nevâdir’inde66 es-Sımmet b. Abdillah el-Kuşeyrî (ö. y. 95/714)’ye şu rivayetle
nispet edilmektedir:
َ ِ ُ‫دَﻋ‬
َ ‫نب ِﺑﻨَﺎ ﺷﻴ ًﺒﺎ‬
َ ْ ‫ﻮين ِﻣﻦْ َﻧ ْﺠ ٍﺪ َﻓﺈِ ﱠن ِﺳ ِﻨﻴ َﻨ ُﻪ ﻟَ ِﻌ‬
‫وﺷ ﱠﻴ ْﺒ َﻨﻨَﺎ ُﻣ ْﺮدَا‬
[III, 2288’de] A‘râf sûresi 150. âyet ‫ﺖ ﺑ َِﻲ‬
ْ ‫ ﻗ ََﺎل اﺑْ َﻦ أُ ﱠم إِ ﱠن اﻟْ َﻘ ْﻮ َم ْاﺳﺘَﻀْ َﻌﻔُﻮﻧِﻲ َوﻛَﺎ ُدوا ﻳَ ْﻘﺘُﻠُﻮﻧَ ِﻨﻲ ﻓَﻼَ ﺗ ُﺸْ ِﻤ‬...﴿
َ
ِ
ِ
ِ
﴾‫…“ اﻷ ْﻋﺪَا َء َوﻻَ ﺗَ ْﺠ َﻌﻠْﻨﻲ َﻣ َﻊ اﻟْ َﻘ ْﻮمِ اﻟﻈﱠﺎﻟﻤﻴ َﻦ‬Anam oğlu, dedi: İnan olsun bu kavim beni hırpaladılar,
az daha beni öldürüyorlardı, sen de benimle düşmanları sevindirme ve beni bu zâlim
kavim ile beraber tutma.”in tefsirinde ﴾‫“ ﴿ﻓَﻼَ ﺗ ُﺸْ ِﻤ ْﺖ ﺑ َِﻲ اﻷَ ْﻋﺪَا َء‬bana düşmanları sevindirecek
bir şey yapma” ile ilgili olarak, bir başka deyişle düşmanların kişinin kötü duruma
düşmesine sevinmelerinin kişi üzerinde ne denli menfi etkisinin olduğunu vurgulamak üzere ölümün bile düşmanların şemâtetinden/sevinmesinden hafif geldiğini
ifade eden bir mısra zikredilir:
‫واﳌﻮت دون ﺷامﺗﺔ اﻷﻋﺪاء‬
Bu mısraın da içinde bulunduğu kâmil bahrindeki beytin tamamı, Ebû Hayyân
(ö. 745/1344)’ın el-Bahru’l-muhît’inde67 nispetsiz olarak şöyle geçmektedir:
‫أﺷﻤﺖ يب اﻷﻋﺪاء ﺣني ﻫﺠﺮﺗﻨﻲ واﳌﻮت دون ﺷامﺗﺔ اﻷﻋﺪاء‬
64
Muhammed Murtezâ el-Hüseynî ez-Zebîdî, Tâcü’l-‘arûs min cevâhiri’l-Kâmûs, thk. Abdüssabûr Şâhîn,
el-Meclisü’l-vatanî li’s-sekâfe ve’l-fünûn ve’l-âdâb, Kuveyt 1422/2001, (‫)ﺳﻮﻭ‬, XXXVIII, 331.
65
el-Ahtal, Şi‘ru’l-Ahtal, thk. Fahruddîn Kabâve, IV. Baskı, Dâru’l-fikr, Dımaşk 1416/1996, s. 557.
66
Ebû Ali Hârûn b. Zekeriyyâ el-Hecerî, et-Ta‘lîkât ve’n-nevâdir, nşr. Hamed el-Câsir, ysz. 1413/1992,
s. 681.
67
Ebû Hayyân Muhammed b. Yûsuf el-Endelüsî, Tefsîru’l-Bahri’l-muhît, Mektebetü’n-nasri’l-hadîse,
Riyâd tsz., II, 369.
Abdulkadir Bayam
148
Enfâl Sûresi
[III, 2425-2426’da] Enfâl sûresi 61. âyet﴾‫اﻟﺴ ِﻤ ُﻴﻊ ا ْﻟ َﻌ ِﻠ ُﻴﻢ‬
‫ﻠﺴ ْﻠ ِﻢ َﻓ ْﺎﺟﻨ َْﺢ ﻟَﻬَﺎ َو َﺗ َﻮ ﱠﻛ ْﻞ َﻋ َﻠﻰ اﻟﻠ ِﻪ إِ ﱠﻧ ُﻪ ﻫُ َﻮ ﱠ‬
‫﴿ َوإِ ْن َﺟﻨ َُﺤﻮا ﻟِ ﱠ‬
“Ve eğer barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah’a tevekkül et. Çünkü işiten,
bilen ancak O’dur.”in tefsirinde asıl maksadın harp değil barış olduğu hususunda kâili
belirtilmeyen şu beyte yer verilir:
‫اﻟﺴﻠﻢ ﺗﺄﺧﺬ ﻣﻨﻬﺎ ﻣﺎ رﺿﻴﺖ ﺑﻪ واﻟﺤﺮب ﻳﻜﻔﻴﻚ ﻣﻦ أﻧﻔﺎﺳﻬﺎ ﺟﺰع‬
Basît bahrindeki beyit, el-‘Abbâs b. Mirdâs (ö. y. 18/639)’a aittir ve Dîvân’ında68
şöyledir:
َ ‫واﻟﺤ ْﺮ ُب َﻳ ْﻜ ِﻔ‬
ُ ‫اﻟﺴ ْﻠ ُﻢ‬
َ ‫ﺗﺄﺧ ُﺬ ﻣﻨﻬﺎ ﻣﺎ َر ِﺿ‬
ُ‫ﻴﻚ ﻣﻦ أ ْﻧ َﻔ ِﺎﺳﻬَﺎ ُﺟ َﺮع‬
َ ‫ﻴﺖ ﺑ ِﻪ‬
‫ﱠ‬
Tevbe Sûresi
[III, 2475’te] Tevbe sûresi 15. âyet﴾‫ُﻮب اﻟﻠ ُﻪ َﻋ َﻠﻰ َﻣﻦْ َﻳ َﺸﺎ ُء َواﻟﻠ ُﻪ َﻋ ِﻠ ٌﻴﻢ َﺣ ِﻜ ٌﻴﻢ‬
ُ ‫“ ﴿ َو ُﻳ ْﺬ ِﻫ ْﺐ َﻏ ْﻴ َﻆ ُﻗ ُﻠﻮ ِﺑ ِﻬ ْﻢ َو َﻳﺘ‬Ve
kalplerindeki öfkeyi gidersin. Hem Allah, dilediğine tevbe de nasip eder. Allah, alîmdir/
bilendir, hakîmdir/hikmet sahibidir.”in tefsirinde ikbal ve devletin teveccühünün ve
dünya kapılarının açılmasının insanın azıtmasına sebep olduğu, onu azgınlıkla Firavunlaştırdığı, bütün bütün dünyaya daldırdığı, şehvetlere sürüklediği, birçoklarının
gururunu artırdığı, hakkı unutturduğu, Allah yolundan kestiği ifade edildikten sonra
ismi belirtilmeyen bir şâirin şu beyti iktibas edilir:
‫واﻟﻨﻔﺲ ﻛﺎﻟﻄﻔﻞ إن ﺗﻬﻤﻠﻪ ﺷﺐ ﻋﲆ ﺣﺐ اﻟﺮﺿﺎع وإن ﺗﻔﻄﻤﻪ ﻳﻨﻔﻄﻢ‬
Basît bahrindeki beyit, el-Bûsîrî’ye aittir ve Kasîdetü’l-Bürde’sinde69 de aynı
şekildedir:
[III, 2629’da] Tevbe sûresi 114. âyetُ‫ﻴﻢ ﻷِ َ ِﺑﻴ ِﻪ إِ ﱠﻻ ﻋَﻦْ َﻣ ْﻮ ِﻋ َﺪ ٍة َو َﻋﺪَﻫَ ﺎ إِﻳﱠﺎﻩُ َﻓ َﻠ ﱠﻤﺎ َﺗ َﺒ ﱠﻴﻦَ ﻟَ ُﻪ أَ ﱠﻧﻪ‬
َ ‫﴿ َو َﻣﺎ َﻛ َﺎن ْاﺳ ِﺘ ْﻐ َﻔﺎ ُر إِ ْﺑ َﺮ ِاﻫ‬
َ
َ
َ
﴾‫ﻴﻢ ﻷوﱠاﻩٌ َﺣ ِﻠ ٌﻴﻢ‬
َ ‫“ ﻋَﺪُ ﱞو ِﻟﻠ ِﻪ َﺗ َﺒ ﱠﺮأ ِﻣ ْﻨ ُﻪ إِ ﱠن إِ ْﺑ َﺮ ِاﻫ‬İbrahim’in babası hakkındaki bağışlanması dileği de, sırf
ona vermiş olduğu bir vaatten dolayı idi. Böyle iken onun bir Allah düşmanı olduğu
kendisine açıklanınca ondan uzak durdu. Hakikaten İbrahim çok yanık, çok yumuşak
huylu idi.”te geçen ve köken itibarıyla “çok âh eden” anlamına gelen evvâh (‫ )أَ ﱠواﻩ‬ile
alâkalı olarak çok ah çekmenin büyük bir üzüntü ve duygulanıma, kalp yanıklığına,
aşka ve haşyete (yüceltmeyle karışık korkuya) delâletinin bulunduğu, burada evvâh
(‫)أَ ﱠواﻩ‬ın ilgili olduğu böyle bir anlamdan kinaye olduğu ve şu meşhur beytin bu içeriği
çok iyi anlattığı ifade edilir:
‫آﻩ ﻣﻦ اﻟﻌﺸﻖ وﺣﺎﻻﺗﻪ أﺣﺮق ﻗﻠﺒﻲ ﺑﺤﺮاراﺗﻪ‬
Serî‘ bahrindeki bu beyit, Elfü leyle ve leyle’de70 de nispetsiz olarak ve aynı
rivayetle yer almaktadır.
68
el-‘Abbâs b. Mirdâs, Dîvân, thk. Yahyâ el-Cebbûrî, Müessesetü’r-risâle, Beyrut 1412/1991, s. 103.
el-Bûsîrî, el-Bürde, s. 25; Âbidîn Paşa, Tercüme ve Şerh-i Kasîde-i Bürde, s. 28.
70
Elfü leyle ve leyle, Şeriketü Mektebeti ve Matba‘ati Mustafa el-Bâbî el-Halebî ve evlâdihî, Mısır
1380/1960, IV, 173.
69
Hak Dini Kur’an Dili’ndeki Arapça Şiirlerin Temel Kaynaklarla Mukayesesi (I)
149
Hûd Sûresi
َ ‫﴿ َو ِﻗ‬
َ ‫ﻴﻞ َﻳﺎ أَ ْر ُض ا ْﺑ َﻠ ِﻌﻲ َﻣﺎ َء ِك َو َﻳﺎ َﺳ َﻤﺎ ُء أَ ْﻗ ِﻠ ِﻌﻲ َو ِﻏ‬
[IV, 2784’te] Hûd sûresi 44. âyet ‫ﻴﺾ ا ْﻟ َﻤﺎ ُء َو ُﻗ ِﻀ َﻲ اﻷَ ْﻣ ُﺮ َو ْاﺳ َﺘ َﻮ ْت‬
‫ﻴﻞ ُﺑ ْﻌﺪًا ﻟِ ْﻠ َﻘ ْﻮ ِم ﱠ‬
َ ‫“ َﻋ َﻠﻰ ا ْﻟ ُﺠﻮدِيﱢ َو ِﻗ‬Bir de denildi: Ey arz, yut suyunu ve ey gök, açıl! Su çekildi,
﴾ َ‫اﻟﻈﺎﻟِ ِﻤﻴﻦ‬
iş bitirildi ve gemi, Cudi üzerinde durdu, o zâlim kavme def olun denilmişti.”te geçen
cûdî (ّ‫)اﻟﺠﻮ ِدي‬nin
ayrıca her dağa verilen bir cins isim olması hususunda Zeyd b. ‘Amr
ُ
b. Nüfeyl (ö. m. 606)’e nispet edilen şu beyit şâhit getirilir:
‫ﺳﺒﺤﺎﻧﻪ ﺛﻢ ﺳﺒﺤﺎﻧﺎ ﻳﻌﻮد ﻟﻪ وﻗﺒﻠﻨﺎ ﺳﺒﺢ اﻟﺠﻮدي واﻟﺠﻤﺪ‬
Basît bahrindeki beyit, Ümeyye b. Ebi’-Salt (ö. 5/626)’e aittir ve Dîvân’ının şerhinde71 aynı şekilde yer almaktadır.
Yûsuf Sûresi
َ ‫“ ﴿إِ ﱠﻧﺎ أَ ْﻧ َﺰ ْﻟﻨَﺎﻩُ ُﻗ ْﺮآ ًﻧﺎ َﻋ َﺮ ِﺑ ٍّﻴﺎ ﻟَ َﻌ ﱠﻠ ُﻜ ْﻢ َﺗ ْﻌ ِﻘ ُﻠ‬Biz onu bir Kur’ân
[IV, 2843’te] Yûsuf sûresi 2. âyet ﴾‫ﻮن‬
olmak üzere Arapça olarak indirdik, gerek ki akıl erdiresiniz (Hakikaten Biz, onu
Arapça bir Kur’ân olarak indirdik ki iyi anlayasınız ve aklınızı kullanasınız).”te72 geçen
‘Arabî (‫ ) َﻋ َﺮ ِﺑ ّﻲ‬kelimesinin açıklamasında bunun Hz. İsmail’in diyarı demek olan ‘Arabe
(‫ ) َﻋ َﺮ َﺑﺔ‬ile de alakalı olduğu, söz konusu sözcüğün nispetinin yine ‘Arabî (‫ ) َﻋ َﺮ ِﺑ ّﻲ‬şeklinde
geldiği, dolayısıyla Kur’ân’ın “‘Arabe diyarının lugatına mensup” anlamındaki ‘Arabî
(‫ ) َﻋ َﺮ ِﺑ ّﻲ‬ile de bağlantılı olduğu ifade edilir. Akabinde bu konuda ismi belirtilmeyen bir
şâirin beyti şâhit getirilir ve vezin zorunluluğundan ‘Arabe (‫)ﻋﺮﺑﺔ‬nin râ (‫)ر‬sının sâkin
kılındığı hatırlatılır:
‫وﻋﺮﺑﺔ أرض ﻣﺎ ﻳﺤﻞ ﺣﺮاﻣﻬﺎ ﻣﻦ اﻟﻨﺎس إﻻ اﻟﻠﻮذﻋﻲ اﻟﺤﻼﺣﻞ‬
Tavîl bahrindeki beyit, Ebû Tâlib (ö. m. 620)’e aittir ve Dîvân’ında73 şöyledir:
‫ﻼﺣ ُﻞ‬
ُ ‫ﻋﻲ‬
ِ ‫اﻟﺤ‬
ِ َ‫و َﻋ ْﺮﺑ ُﺔ دا ٌر ﻻ ُﻳ ِﺤ ﱡﻞ َﺣﺮاﻣﻬﺎ ﻣﻦ‬
‫اﻟﻨﺎس إﻻ اﻟ ﱠﻠ ْﻮ َذ ﱡ‬
[IV, 2927’de] Yûsuf sûresi 100. âyet‫﴿ َو َر َﻓ َﻊ أَ َﺑ َﻮ ْﻳ ِﻪ َﻋ َﻠﻰ ا ْﻟ َﻌ ْﺮ ِش َو َﺧ ﱡﺮوا ﻟَ ُﻪ ُﺳ ﱠﺠﺪًا َو َﻗ َﺎل َﻳﺎ أَ َﺑ ِﺖ ﻫَ َﺬا َﺗ ْﺄ ِو ُﻳﻞ ُر ْؤﻳَﺎيَ ِﻣﻦْ َﻗ ْﺒ ُﻞ‬
ْ
﴾...‫اﻟﺴ ْﺠ ِﻦ َو َﺟﺎ َء ِﺑ ُﻜ ْﻢ ِﻣﻦَ اﻟ َﺒ ْﺪ ِو‬
‫“ َﻗ ْﺪ َﺟ َﻌ َﻠﻬَﺎ َر ﱢﺑﻲ َﺣ ٍّﻘﺎ َو َﻗ ْﺪ أَ ْﺣ َﺴﻦَ ِﺑﻲ إِ ْذ أَﺧْ َﺮ َﺟ ِﻨﻲ ِﻣﻦَ ﱢ‬Ve ebeveynini taht üzerine çıkardı,
hepsi, onun için secdeye kapandılar ve ey babacığım, dedi: İşte bundan evvelki rüyamın
tevili bu. Hakikaten Rabbim, onu hak kıldı, hakikaten bana ihsan buyurdu. Çünkü
71
Ümeyye b. Ebi’s-Salt, Şerhu Dîvâni Ümeyye b. Ebi’s-Salt, takdim ve ta‘lîk: Seyfüddîn el-Kâtib-Ahmed
‘İsâm el-Kâtib, Dâru Mektebeti’l-hayât, Beyrut 1980, s. 37. Ayrıca el-Mâverdî (ö. 450/1058)’nin
en-Nüket ve’l-‘uyûn’unda ve el-Kurtubî’nin el-Câmi‘ liahkâmi’l-Kur’ân’ında Zeyd b. ‘Amr b. Nüfeyl
(ö. m. 606)’e yine aynı rivayetle nispet edilen beyit, Yâkût el-Hamevî (ö. 626/1229)’nin Mu‘cemü’lbüldân’ında hem Zeyd b. ‘Amr’a hem de Varaka b. Nevfel (ö. y. m. 611)’e farklı bir rivayetle nispet
edilmektedir. Bkz. Ebü’l-Hasen Ali b. Muhammed b. Habîb el-Mâverdî, en-Nüket ve’l-‘uyûn, thk.
es-Seyyid b. Abdilmaksûd b. Abdirrahîm, Dâru’l-kütübi’l-‘ilmiyye, Beyrut tsz., II, 474; el-Kurtubî,
el-Câmi‘ liahkâmi’l-Kur’ân, IX, 42; Ebû Abdillah Yâkût b. Abdillah el-Hamevî, Mu‘cemü’l-Büldân,
Dâru Sâdır, Beyrut 1397/1977, II, 161-162.
72
Elmalılı, âyetin tefsir kısmında da bu parantez içinde aktarılan anlamı vermektedir. Bkz. Hak Dini,
IV, 2844.
73
Ebû Tâlib, Dîvân, şerh: Muhammed Altuncı, Dâru’l-kitâbi’l-‘Arabî, Beyrut 1414/1994, s. 62.
Abdulkadir Bayam
150
beni zindandan çıkardı ve sizi çölden getirdi…”te geçen bedv (‫)ﺑﺪو‬in açıklamasında
Bedâ (‫’) َﺑﺪَا‬nın bilinen bir yer olduğu, «‫( ”ﻫﻮ ﺑﻴﻦ ﺷﻌﺐ وﺑﺪا‬Filan, Şi‘b ile Bedâ arasında) denildiği ve
bu iki meşhur yerin şiirlerde birlikte anılageldiği belirtildikten sonra Küseyyir (ö. 105/723)’in
beyti iktibas edilir:
‫وأﻧﺖ اﻟﺘﻲ ﺣﺒﺒﺖ ﺷﻌﺒﺎ إﱃ ﺑﺪا إﱄ وأوﻃﺎين ﺑﻼد ﺳﻮاﻫام‬
Tavîl bahrindeki beyit, Küseyyir ‘Azze’ye aittir ve Dîvân’ında74 şöyledir:
‫وأَ ْﻧ ِﺖ اﻟﺘﻲ ﺣ ّﺒ ْﺒ ِﺖ ﺷﻐﺒﻰ إﱃ َﺑﺪا إِ َ ﱠﱄ َوأَ ْو َﻃﺎين ِﺑﻼدٌ ِﺳﻮاﻫُ ام‬
Ra‘d Sûresi
[IV, 2985’te] Ra‘d sûresi 28. ve 29. âyetler ‫﴿اﻟ ِﱠﺬﻳ َﻦ آ َﻣ ُﻨﻮا َوﺗَﻄْ َﻤ ِﺌ ﱡﻦ ﻗُﻠُﻮﺑُ ُﻬ ْﻢ ﺑ ِِﺬﻛْ ِﺮ اﻟﻠ ِﻪ أَﻻَ ﺑ ِِﺬﻛْ ِﺮ اﻟﻠ ِﻪ ﺗَﻄْ َﻤ ِﺌ ﱡﻦ‬
ِ ‫اﻟﺼﺎﻟِ َﺤ‬
﴾‫ﺂب‬
ٍ ‫ﺎت ﻃُﻮﺑَﻰ ﻟَ ُﻬ ْﻢ َو ُﺣ ْﺴ ُﻦ َﻣ‬
‫ اﻟ ِﱠﺬﻳ َﻦ آ َﻣ ُﻨﻮا َو َﻋ ِﻤﻠُﻮا ﱠ‬،‫ُﻮب‬
ُ ‫“اﻟْ ُﻘﻠ‬Onlar ki iman etmişlerdir ve kalpleri,
Allah’ın zikri ile yatışır. Evet Allah’ın zikriyledir ki kalpler yatışır. Onlar ki iman etmişlerdir ve iyi ameller işlemektedirler. Ne hoş, tûbâ onların, istikbal güzelliği onların.”in
tefsirinde kalplerin “o kimselerdir ki, iman ettiler ve salih ameller işlediler” şeklinde
zevât/akıllı kişiler ile açıklanmasında insanın asıl kalp demek olduğunu îmâ eden bir
nükte bulunduğu ve bu anlamı Ebü’l-Feth el-Büstî (ö. 400/1010)’nin şu beytinin de
dile getirdiği belirtilir:
‫أﻗﺒﻞ ﻋﲆ اﻟﻨﻔﺲ واﺳﺘﻜﻤﻞ ﻓﻀﺎﺋﻠﻬﺎ ﻓﺄﻧﺖ ﺑﺎﻟﺮوح ﻻ ﺑﺎﻟﺠﺴﻢ إﻧﺴﺎن‬
Basît bahrindeki bu beyit Ebü’l-Feth el-Büstî’ye aittir ve Dîvân’ında75 şöyledir:
ُ
َ ‫ﱠﻔﺲ ﻓﺎﺳﺘﻜ ِﻤ ْﻞ ﻓﻀﺎﺋ َﻠﻬﺎ‬
‫إﻧﺴﺎن‬
‫ﺴﻢ‬
ِ ‫ﱠﻔﺲ ﻻ‬
ِ ‫ﻓﺄﻧﺖ ﺑﺎﻟﻨ‬
ِ ‫أﻗ ِﺒ ْﻞ ﻋﲆ اﻟﻨ‬
ِ ‫ﺑﺎﻟﺠ‬
İbrahim Sûresi
ُ ‫اﻟﺴ َﻤﺎ َو‬
[IV, 3031’de] İbrahim sûresi 48. âyet﴾‫ات َو َﺑ َﺮ ُزوا ِﻟﻠ ِﻪ ا ْﻟ َﻮ ِاﺣ ِﺪ ا ْﻟ َﻘﻬﱠﺎ ِر‬
‫“ ﴿ َﻳ ْﻮ َم ُﺗ َﺒﺪ ُﱠل اﻷَ ْر ُض َﻏ ْﻴ َﺮ اﻷَ ْر ِض َو ﱠ‬O
gün arz başka arza tebdîl olunur, Gökler de. Ve hep o tek, kahhâr Allah için fırlarlar.”in
tefsirinde İbn ‘Abbâs (ö. 68/687)’tan naklen onun “Arz, yine bu arz, şu kadar ki sıfatları
değişecek, kısacası dağları yürüyecek, denizleri yarılacak, dümdüz olacak, eğrilik
büğrülük görülmeyecek.”76 dedikten sonra şu beyti okuduğuna dikkat çekilir:
‫وﻣﺎ اﻟﻨﺎس ﺑﺎﻟﻨﺎس اﻟﺬﻳﻦ ﻋﻬﺪﺗﻬﻢ وﻻ اﻟﺪار ﺑﺎﻟﺪار اﻟﺘﻲ ﻛﻨﺖ ﺗﻌﻠﻢ‬
Tavîl bahrindeki beyit, el-Mutahhar b. Tâhir el-Makdisî (ö. 355/966’dan sonra)’nin
el-Bed’ ve’t-târîh’inde77 el-‘Abbâs b. Abdilmuttalib (ö. 32/653)’e farklı bir rivayetle,
Ali b. Abdilazîz el-Cürcânî (ö. 392/1002)’nin el-Vesâta’sında78 hem el-‘Abbâs b.
74
Küseyyir ‘Azze, Dîvân, şerh: Mecîd Tarâd, Dâru’l-kitâbi’l-‘Arabî, Beyrut 1413/1993, s. 204.
Ebü’l-Feth el-Büstî, Dîvân, thk. Düriyye el-Hatîb-Lütfî es-Sakâl, Matbû‘âtü Mecma‘i’l-lüğati’l‘Arabiyye, Dımaşk 1410/1989, s. 183.
76
Fahruddîn er-Râzî, Mefâtîhu’l-ğayb, Dâru’l-fikr, Beyrut 1401/1981, XIX, 150.
77
el-Mutahhar b. Tâhir el-Makdisî, Kitâbü’l-Bed’ ve’t-târîh, nşr. Clement Huart, Dâru Sâdır, Beyrut
tsz., II, 232.
78
Ali b. Abdilazîz el-Cürcânî, el-Vesâta beyne’l-Mütenebbî ve husûmihî, thk. Muhammed Ebü’l-Fazl
İbrahim-Ali Muhammed el-Becâvî, el-Mektebetü’l-‘asriyye, Beyrut 1427/2006, s. 173.
75
Hak Dini Kur’an Dili’ndeki Arapça Şiirlerin Temel Kaynaklarla Mukayesesi (I)
151
79
Abdilmuttalib’e aynı rivayetle hem de el-Ferezdak (ö. 110/728)’a biraz farklı bir
rivayetle nispet edilmektedir. Bununla birlikte el-Ferezdak’ın Dîvân’ında80 ilgili beyte
rastlanmamıştır. Bu eserlere göre daha eski olan İbn Ebi’d-Dünyâ (ö. 281/894)’nın
Kitâbü’l-Ehvâl’inde81 ise nispetsiz olarak ve şu rivayetle geçmektedir:
‫ﻓام اﻟﻨﺎس ﺑﺎﻟﻨﺎس اﻟﺬﻳﻦ ﻋﻬﺪﺗﻬﻢ وﻻ اﻟﺪار ﺑﺎﻟﺪار اﻟﺘﻲ ﻛﻨﺖ ﺗﻌﺮف‬
İsrâ Sûresi
[IV, 3151’de] İsrâ sûresi 1. âyet ‫﴿ﺳ ْﺒ َﺤﺎ َن اﻟ ِﱠﺬي أَ ْﺳ َﺮى ِﺑ َﻌ ْﺒ ِﺪ ِﻩ ﻟَ ْﻴﻼً ِﻣ َﻦ اﻟْ َﻤ ْﺴﺠ ِِﺪ اﻟْ َﺤ َﺮامِ إِﻟَﻰ اﻟْ َﻤ ْﺴﺠ ِِﺪ اﻷَﻗ َْﺼﻰ‬
ُ
﴾‫اﻟﺴ ِﻤﻴ ُﻊ اﻟْﺒَ ِﺼﻴ ُﺮ‬
‫“ اﻟ ِﱠﺬي ﺑَﺎ َرﻛْ َﻨﺎ َﺣ ْﻮﻟَ ُﻪ ﻟِ ُﻨ ِﺮﻳَ ُﻪ ِﻣ ْﻦ آﻳَﺎﺗِ َﻨﺎ إِﻧﱠ ُﻪ ُﻫ َﻮ ﱠ‬Eksiklikten uzaktır O (Allah) ki kulunu bir gece
Mescid-i Harâm’dan o çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya isrâ buyurdu/
yürüttü ona âyetlerimizden gösterelim diye. Hakikat bu: O’dur o işiten gören.”in tefsirinde Mirâc hadisesiyle ilgili olarak Allah’ın nûrundan yarattığı dostu Hz. Peygamber’i
ziyaretine davet ettiği, meleklerin ileri gelenlerini onun için gönderdiği, nihayet Hz.
Peygamber’in bir sınıra kadar vardığı ve Allah’ın o işi dilediği biçimde kendisinin üstlendiği ifade edilir. Daha sonra da bu durumda Allah’ın habibine uzun gelecek hiçbir
mesafenin ve nurlu cesedine/vücuduna engel teşkil edecek hiçbir cismin tasavvur
edilemeyeceği belirtilerek şâir ismi verilmeden şu beyit zikredilir:
‫ﺟﺰ ﺑﺤﺰوى ﻓﺜﻢ ﻋﺎمل ﻟﻄﻒ ﻣﻦ ﺑﻘﺎﻳﺎ أﺟﺴﺎدﻩ اﻷرواح‬
Hafîf bahrindeki beyit, Kâzım el-Ezrî el-Bağdâdî (ö. 1211/1796)’ye aittir ve
Dîvân’ında82 şöyledir:
‫ﺟﺰ ﺑﺤﺰوى ﻓﺜﻢ ﻋﺎمل ﻟﻄﻒ ﻣﻦ ﺑﻘﺎﻳﺎ أﺟﺴﺎﻣﻬﺎ اﻷرواح‬
َ ‫ﺎت إِ ﱠﻻ أَ ْن َﻛ ﱠﺬ َب ِﺑﻬَﺎ اﻷَ ﱠو ُﻟ‬
[IV, 3184’te] İsrâ sûresi 59. âyet‫ﻮن َوآ َﺗ ْﻴﻨَﺎ َﺛ ُﻤﻮ َد اﻟﻨﱠﺎ َﻗ َﺔ ُﻣ ْﺒ ِﺼ َﺮ ًة َﻓ َﻈ َﻠ ُﻤﻮا‬
ِ ‫﴿ َو َﻣﺎ َﻣ َﻨ َﻌﻨَﺎ أَ ْن ُﻧ ْﺮ ِﺳ َﻞ ِﺑﺎﻵ َﻳ‬
﴾‫ﺎت إِ ﱠﻻ ﺗَﺨْ ِﻮﻳ ًﻔﺎ‬
ِ ‫“ ِﺑﻬَﺎ َو َﻣﺎ ُﻧ ْﺮ ِﺳ ُﻞ ِﺑ ْﺎﻵ َﻳ‬O istenilen âyetler (mucizeler)le risâlet vermekten bizi engelleyen
de yoktur, ancak onları evvelki ümmetler yalanladılar. Semûd’a gözleri göre göre o dişi
deveyi verdik de onunla kendilerine zulmettiler. Hâlbuki Biz, o âyetleri ancak korkutmak
için göndeririz.”te geçen âyetler (‫ )اﻵ َﻳﺎت‬ile ilgili açıklamada âyetlerin bir başka deyişle
ilahi kudreti gösteren alametlerin üç kısma ayrıldığı ve bir kısmının her şeyi kapsadığı
ifade edildikten sonra kâili belirtilmeyen bir beyte yer verilir:
‫ﻓﻔﻲ ﻛﻞ ﳾء ﻟﻪ آﻳﺔ ﺗﺪل ﻋﲆ أﻧﻪ واﺣﺪ‬
Mütekârib bahrindeki beyit, Ebü’l-‘Atâhiye’ye aittir ve Dîvân’ında83 şu şekildedir:
79
el-Ferezdak’ın ölüm tarihi (114/732) şeklinde de verilmektedir. Bkz. Ali Şakir Ergin, “Ferezdak”,
DİA, İstanbul 1995, XII, 373-374.
80
el-Ferezdak, Dîvân, Dâru Sâdır, Beyrut 1386/1966.
81
Ebû Bekir Abdullah b. Muhammed İbn Ebi’d-Dünyâ, Kitâbü’l-Ehvâl, thk. Mecdî Fethî es-Seyyîd,
Mektebetü Âli Yâsir, el-Cîze 1413/1993, s. 224. Bu eserde İbn ‘Abbâs’ın ilgili beyti şâhit/delil getirdiği belirtilmektedir.
82
Kâzım el-Ezrî el-Bağdâdî, Dîvân, el-Matba‘atü’l-Mustafaviyye, Bombay 1320 h., s. 37.
83
Ebü’l-‘Atâhiye, Dîvân, s. 122.
Abdulkadir Bayam
152
ّ ‫وﰲ‬
ُ‫اﻟﻮاﺣﺪ‬
ِ ‫ﻛﻞ ﳾ ٍء ﻟ ُﻪ آ َﻳ ٌﺔ َﺗﺪُ ّل ﻋﲆ أ ّﻧ ُﻪ‬
Kehf Sûresi
[IV, 3277’de] Kehf sûresi 83. âyet ﴾‫“ ﴿ َوﻳَ ْﺴﺄَﻟُﻮﻧ ََﻚ َﻋ ْﻦ ِذي اﻟْ َﻘ ْﺮﻧَﻴْﻦِ ﻗ ُْﻞ َﺳﺄَﺗْﻠُﻮ َﻋﻠَﻴْ ُﻜ ْﻢ ِﻣ ْﻨ ُﻪ ِذﻛْ ًﺮا‬Bir de
sana Zülkarneyn’den soruyorlar, de ki size ondan bir yâdigâr/hâtıra okuyacağım.”te
anılan Zülkarneyn’in kim olduğu hususunda Ebü’r-Reyhân el-Bîrûnî (ö. 453/1061)’den
bir alıntı yapılmıştır. Buna göre Ebü’r-Reyhân, Himyerli şâirin aşağıdaki beyitlerinde
iftihar ettiği Zülkarneyn’in Ebû Kerib Semiyy b. Ubeyd b. Efrîkış el-Himyerî olduğu
kanaatindedir, çünkü Zü’l-menâr, Zü’n-nûn vb. isimlerdeki “zû”lar, hep Yemen’dendir.84
Himyerli şâirin (Elmalılı, söz konusu şiirin mazmûnu Kur’ân’dan iktibas edilmiş
göründüğü için bunu Tübbe‘ el-Yemânî’ye nispeti doğru bulmamaktadır) beyitleri
şöyledir:
‫ﻗﺪ ﻛﺎن ذو اﻟﻘﺮﻧني ﺟﺪي ﻣﺴﻠام ﻣﻠﻜﺎ ﻋﻼ ﰲ اﻷرض ﻏري ﻣﻔﻨﺪ‬
‫ﺑﻠﻎ اﳌﺸﺎرق واﳌﻐﺎرب ﻳﺒﺘﻐﻲ أﺳﺒﺎب أﻣﺮ ﻣﻦ ﺣﻜﻴﻢ ﻣﺮﺷﺪ‬
Kâmil bahrindeki bu beyitlerden sadece ikincisi, İbn Hişâm’ın et-Tîcân fî mülûki
Himyer’inde85 Tübbe‘ Ebû Kerib’e, her iki beyit ise Ebü’r-Reyhân el-Bîrûnî’nin el-Âsâru’lbâkiye ‘ani’l-kurûni’l-hâliye’sinde86 Es‘ad b. ‘Amr b. Rebî‘a el-Himyerî (ö. ?)’ye farklı
rivâyetlerle nispet edilirken son esere göre daha eski olan et-Taberî’nin Târîhu’r-rusül
ve’l-mülûk’ünde87 Tübbe‘ el-Himyerî (ö. ?)’ye88 şu rivayetle nispet edilmektedir:
ُ ‫ﻛﺎن ُذو اﻟ َﻘ ْﺮ َﻧ ْني َﻗ ْﺒﲇ ُﻣ ْﺴ ِﻠ ًام َﻣ ِﻠ ًﻜﺎ َﺗﺪﻳﻦُ ﻟﻪ ا ْﻟﻤ ُﻠ‬
َ ‫ﻗﺪ‬
ُ‫ﻮك و ُﺗ ْﺤ َﺸﺪ‬
ْ
ْ
َ
‫ﻜﻴﻢ ُﻣ ْﺮﺷ ِﺪ‬
َ ‫ﻐﺎرب َﻳ ْﺒ َﺘ ِﻐﻲ ْأﺳ َﺒ‬
َ ‫ﻣ َﻠ َﻚ ا ْﻟ َﻤﺸﺎ ِرق واﻟ َﻤ‬
ٍ ‫ﺎب ﻋﻠﻢ ﻣﻦْ َﺣ‬
[IV, 3278’de] Yine Kehf sûresi 83. âyetin tefsirinde Himyer meliki Efrîkış’ın Ebû
Kerib Semiyy veya Şems b. ‘Umeyr adında bir torunu tarihen tespit edilemediğinden
el-Bîrûnî’nin nakline itiraz edilip bunun “Şemmeryeraş” lafzından tahrif edilmiş olabileceğinin ileri sürüldüğü bildirilmiştir. Sonra da bir rivayetten hareketle Şemmer’in
Efrîkış’ın oğlu olup Irak ve Çin’e doğru hareket ederek vardığı yerlerde kitabeler/yazıtlar
diktirdiği, Semerkand kalesini söktüğü, hatta Semerkand’ın “Şemmer”in kopardığı
yani “Şemmerkent” yahut “Şemmer şehri” demek olduğu zikredilmiş ve Huzâ‘a şâiri
Di‘bil (ö. 246/860)’in Yemen hükümdarları ile iftihar ederken buna işaret ederek şunu
84
Ebü’r-Reyhân Muhammed b. Ahmed el-Bîrûnî, el-Âsâru’l-bâkiye ‘ani’l-kurûni’l-hâliye, nşr. C. Eduard Sachau, Leipzig 1878, s. 40-41. Eserin bu baskısında s. 40’ta Elmalılı’daki alıntıda geçtiği şeklin
aksine Zülkarneyn’in Ebû Kerib Şemmer Yür‘iş b. Efrîkîs el-Himyerî olduğu belirtilmektedir.
85
Abdülmelik b. Hişâm b. Eyyûb el-Himyerî, Kitâbü’t-Tîcân fî mülûki Himyer, thk. Merkezü’d-dirâsât
ve’l-ebhâsi’l-Yemeniyye, II. Baskı, San‘â 1979, s. 123.
86
el-Bîrûnî, a.g.e., s. 40-41.
87
Ebû Cafer Muhammed b. Cerîr et-Taberî, Târîhu’t-Taberî Târîhu’r-rusül ve’l-mülûk, thk. Muhammed Ebü’l-Fazl İbrahim, II. Baskı, Dâru’l-me‘ârif, Kâhire tsz., II, 110.
88
Tübbe‘ el-Himyerî’nin ismi, Hassân b. Es‘ad Ebû Kerib el-Himyerî şeklinde de kaydedilmektedir.
Bkz. ez-Ziriklî, el-A‘lâm, II, 175.
Hak Dini Kur’an Dili’ndeki Arapça Şiirlerin Temel Kaynaklarla Mukayesesi (I)
153
söylediği ifade edilmiştir:
‫ﻫﻤﻮا ﻛﺘﺒﻮا اﻟﻜﺘﺎب ﺑﺒﺎب ﻣﺮو وﺑﺎب اﻟﺸﺎش ﻛﺎﻧﻮا اﻟﻜﺎﺗﺒﻴﻨﺎ‬
‫وﻫﻢ ﺳﻤﻮا ﺑﺸﻤﺮ ﺳﻤﺮﻗﻨﺪا وﻫﻢ ﻏﺮﺳﻮا ﻫﻨﺎك اﻟﻨﺎﺑﺘﻴﻨﺎ‬
Vâfir bahrindeki bu beyitler, Di‘bil b. Ali el-Huzâ‘î’ye aittir ve Dîvân’ında89 şöyledir:
‫ني ﻛﺎ ُﻧﻮا اﻟ َﻜﺎ ِﺗﺒﻴﻨﺎ‬
َ ‫وَﻫُ ْﻢ َﻛ َﺘ ُﺒﻮا اﻟ ِﻜﺘ‬
‫ﺎب ﱢ‬
ِ ‫ﺒﺎب َﻣ ْﺮ ٍو َو َﺑ‬
ِ ‫َﺎب ِﺑ‬
ِ ‫اﻟﺼ‬
َ ‫وَﻫُ ْﻢ َﺳ ّﻤﻮا َﺳ َﻤﺮ َﻗﻨﺪًا ِﺑ َﺸ ْﻤ ٍﺮ وَﻫُ ْﻢ َﻏ َﺮ ُﺳﻮا ﻫُ ﻨ‬
‫َﺎك اﻟ ﱡﺘ ﱠﺒﺘﻴﻨﺎ‬
Nûr Sûresi
[IV, 3490’da] Nûr sûresi 11. âyet ‫﴿إِ ﱠن اﻟ ِﱠﺬﻳ َﻦ َﺟﺎ ُءوا ﺑِﺎ ِﻹﻓ ِْﻚ ُﻋ ْﺼﺒَ ٌﺔ ِﻣ ْﻨ ُﻜ ْﻢ ﻻَ ﺗ َ ْﺤ َﺴﺒُﻮﻩُ ﺷَ ٍّﺮا ﻟَ ُﻜ ْﻢ ﺑَ ْﻞ ُﻫ َﻮ َﺧﻴْ ٌﺮ ﻟَ ُﻜ ْﻢ‬
﴾‫َاب َﻋ ِﻈﻴ ٌﻢ‬
ٌ ‫“ ﻟِﻜ ﱢُﻞ ا ْﻣﺮِئٍ ِﻣ ْﻨ ُﻬ ْﻢ َﻣﺎ اﻛْﺘَ َﺴ َﺐ ِﻣ َﻦ ا ِﻹﺛْﻢِ َواﻟ ِﱠﺬي ﺗ َ َﻮﻟﱠﻰ ﻛِ ْﺒ َﺮﻩُ ِﻣ ْﻨ ُﻬ ْﻢ ﻟَ ُﻪ َﻋﺬ‬Haberiniz olsun ki ifk ile gelenler,
içinizden bir takımdır. Onu hakkınızda bir şer sanmayın, belki o, hakkınızda bir
hayırdır. Onlardan her kişiye o vebâlden kazandığı, içlerinden (elebaşılık ederek) o
günahın büyüğünü üstlenen, ona da büyük bir azap vardır.”in tefsirinde ifk (Hz. Âişe
(ö. 58/678)’ye atılan iftira) hadisesine ilişkin olarak ilk defa münafıkların başı Abdullah
b. Übeyy (ö. 9/631)’in ifki attığı, münafıkların propagandasına aldanan şâir Hassân’ın
ve bir iki safdilin Übeyy oğlunun açıklamalarına kapılarak kazif haddine müstehak
oldukları, Safvân (ö. 19/640)’ın90 Hassân’a hücum edip vurduğu bir kılıç darbesiyle
bir gözünü söndürdüğü ve şu beyti söylediği ifade edilir:
‫ﺗﻮق ذﺑﺎب اﻟﺴﻴﻒ ﻋﻨﻲ ﻓﺈﻧﻨﻲ ﻏﻼم إذا ﻫﻮﺟﻴﺖ ﻟﺴﺖ ﺑﺸﺎﻋﺮ‬
‫وﻟﻜﻨﻨﻲ أﺣﻤﻲ ﺣامي وأﺗﻘﻲ ﻣﻦ اﻟﺒﺎﻫﺖ اﻟﺮاﻣﻲ اﻟﱪيء اﻟﻈﻮاﻫﺮ‬
Tavîl bahrindeki bu beyitlerden ilki, İbn Hişâm’ın es-Sîretü’n-nebeviyye’sinde91 ve
et-Taberî’nin Târîhu’r-rusül ve’l-mülûk’ünde92 Safvân b. el-Mu‘attal’a nispet edilerek ve
çok az bir rivayet farkıyla geçerken beyitlerin her ikisi et-Taberânî (ö. 360/971)’nin
el-Mu‘cemü’l-kebîr’inde93 yine aynı şâire nispet edilerek şu rivayetle geçmektedir:
‫ﺗﻠﻖ ذﺑﺎب اﻟﺴﻴﻒ ﻣﻨﻲ ﻓﺈﻧﻨﻲ ﻏﻼم إذا ﻫﻮﺟﻴﺖ ﻟﻴﺲ ﺑﺸﺎﻋﺮ‬
‫وﻟﻜﻨﻨﻲ أﺣﻤﻲ ﺣامي وأﻧﺘﻘﻢ ﻣﻦ اﻟﺒﺎﻫﺖ اﻟﺮاﻣﻲ اﻟﱪاة اﻟﻄﻮاﻫﺮ‬
َ ‫“ ﴿ َﻳ ْﻮ َﻣ ِﺌ ٍﺬ ُﻳ َﻮ ﱢﻓﻴ ِﻬ ُﻢ اﻟﻠ ُﻪ ِدﻳ َﻨﻬ ُُﻢ ا ْﻟ َﺤﻖﱠ َو َﻳ ْﻌ َﻠ ُﻤ‬O
[IV, 3493’te] Nûr sûresi 25. âyet ﴾ ُ‫ﻮن أَ ﱠن اﻟﻠ َﻪ ﻫُ َﻮ ا ْﻟ َﺤﻖﱡ ا ْﻟ ُﻤ ِﺒﻴﻦ‬
gün Allah, onlara hak (ettikleri) cezalarını tamamen verecek ve Allah’ın apaçık Hak
olduğunu bileceklerdir.”in tefsirinde Hassân b. Sâbit’in münafık olmamakla beraber,
89
Di‘bil b. Ali el-Huzâ‘î, Dîvân, şerh: Hasan Hamed, Dâru’l-kitâbi’l-‘Arabî, Beyrut 1414/1994, s.
131-132.
90
Biyografik kaynaklar, Safvân b. el-Mu‘attal’ın ölüm yılını genelde h. 19 şeklinde vermekle birlikte
bu eserlerde h. 58, 59 ve 60 yılları da kaydedilmektedir.
91
İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, III, 251.
92
et-Taberî, Târîhu’r-rusül ve’l-mülûk, II, 618.
93
Ebü’l-Kâsım Süleyman b. Ahmed et-Taberânî, el-Mu‘cemü’l-kebîr, thk. Hamdi Abdülmecîd es-Selefî,
II. Baskı, Mektebetü İbn Teymiye, Kâhire 1405/1984, XXIII, 114.
Abdulkadir Bayam
154
tevbekâr olduğunda bir şüphe bulunmadığı ve kendisine had cezası uygulandıktan
sonra söylediği şu beyitlerle tebriesini/aklanmasını arz ettiği vurgulanır:
ّ ‫ﺣﺼﺎن رزان ﻣﺎ‬
‫ﺗﺰن ﺑﺮﻳﺒﺔ وﺗﺼﺒﺢ ﻏﺮىث ﻣﻦ ﻟﺤﻮم اﻟﻐﻮاﻓﻞ‬
‫ﺣﻠﻴﻠﺔ ﺧري اﻟﻨﺎس دﻳﻨًﺎ وﻣﻨﺼ ًﺒﺎ ﻧﺒﻲ اﻟﻬﺪى واﳌﻜﺮﻣﺎت اﻟﻔﻮاﺿﻞ‬
‫ﻋﻘﻴﻠﺔ ﺣﻲ ﻣﻦ ﻟﺆي اﺑﻦ ﻏﺎﻟﺐ ﻛﺮام اﳌﺴﺎﻋﻲ ﻣﺠﺪﻫﺎ ﻏري زاﺋﻞ‬
‫ﻣﻬﺬﺑﺔ ﻗﺪ ﻃﻴﺐ اﻟﻠﻪ ﺧﻴﻤﻬﺎ وﻃﻬﺮﻫﺎ ﻣﻦ ﻛﻞ ﺷني وﺑﺎﻃﻞ‬
‫ﻓﺈن ﻛﺎن ﻣﺎ ﺑﻠﻐﺖ ﻋﻨﻲ ﻗﻠﺘﻪ ﻓﻼ رﻓﻌﺖ ﺳﻮﻃﻲ إﱄ أﻧﺎﻣﲇ‬
‫وﻛﻴﻒ وودي ﻣﺎ ﺣﻴﻴﺖ وﻧﴫيت ﺑﺂل رﺳﻮل اﻟﻠﻪ زﻳﻦ اﳌﺤﺎﻓﻞ‬
‫ﻟﻪ رﺗﺐ ﻋﺎل ﻋﲆ اﻟﻨﺎس ﻓﻀﻠﻬﺎ ﺗﻘﺎﴏ ﻋﻨﻬﺎ ﺳﻮرة اﳌﺘﻄﺎول‬
Tavîl bahrindeki bu beyitler, Hassân b. Sâbit’e aittir ve Dîvân’ında94 rivayet farkı
sadece 4., 5., 6. ve 7. beyitlerde şöyledir:
ّ ‫ُﻣﻬ ﱠﺬ َﺑ ٌﺔ َﻗ ْﺪ َﻃ ﱠﻴ َﺐ اﻟﻠ ُﻪ ِﺧﻴ َﻤﻬﺎ َوﻃ ﱠﻬ َﺮﻫﺎ ﻣﻦ‬
ِ‫وﺑﺎﻃﻞ‬
ِ ‫ﻛﻞ ُﺳﻮ ٍء‬
َ
ّ
ُ ‫ﻛﻨﺖ ﻗ ْﺪ ُﻗ‬
ُ ‫ﻓﺈن‬
‫ﻠﺖ اﻟﺬي ﻗﺪ َزﻋ ْﻤﺘ ُُﻢ َﻓﻼ َر َﻓ َﻌ ْﺖ َﺳ ْﻮﻃﻲ إِﱄ أﻧﺎ ِﻣﲇ‬
ُ
َ
ُ
‫ﻧ‬
‫يت‬
‫ﴫ‬
‫ﻧ‬
‫و‬
‫ﻴﺖ‬
‫ﻴ‬
‫ﺣ‬
‫ﻣﺎ‬
‫ّي‬
‫د‬
‫و‬
‫و‬
‫ﻒ‬
ِ‫ﻵل‬
ِ‫ﺒﻲ اﻟﻠ ِﻪ َز ْﻳ ِﻦ ا ْﻟ َﻤ َﺤﺎﻓِﻞ‬
ُ َ َ ‫ﻓ َﻜ ْﻴ‬
َ
ََ
ّ
َ
ِ‫ﺎﴏ َﻋ ْﻨ ُﻪ َﺳﻮ َر ُة ا ْﻟ ُﻤﺘَﻄﺎ ِول‬
ُ َ ‫ّﺎس ﻛ ّﻠ ِﻬ ْﻢ َﺗ َﻘ‬
ِ ‫ﻟَ ُﻪ َر َﺗ ٌﺐ ﻋﺎلٍ ﻋَﲆ اﻟﻨ‬
Neml Sûresi
[V, 3669-3670’te] Neml sûresi 20. âyet﴾‫﴿ َوﺗ َ َﻔ ﱠﻘ َﺪ اﻟﻄﱠ ْﻴ َﺮ ﻓَﻘ ََﺎل َﻣﺎ ﻟِ َﻲ ﻻَ أَ َرى اﻟْ ُﻬ ْﺪ ُﻫ َﺪ أَ ْم ﻛَﺎ َن ِﻣ َﻦ اﻟْﻐَﺎﺋِﺒِﻴ َﻦ‬
“Bir de kuşları teftiş etti de bana dedi: ne oluyor hüdhüdü görmüyorum yoksa gaiplere
mi karıştı?”te geçen hüdhüd (‫)ﺍﻟﻬ ﹾﺪ ﹸﻫﺪ‬e
hüdâhid (‫ ) ﹸﻫ ﹶﺪﺍ ﹺﻫﺪ‬de dendiği, ama şu mısrâdaki
‫ﹸ‬
hüdâhid (‫) ﹸﻫ ﹶﺪﺍ ﹺﻫﺪ‬in ise, bazıları tarafından hüdhüd (‫)ﺍﻟﻬ ﹾﺪ ﹸﻫﺪ‬ün
tasgîri/küçültmesi şek‫ﹸ‬
linde düşünüldüğü ifade edilir:
‫ﻛﻬﺪاﻫﺪ ﻛﴪ اﻟﺮﻣﺎة ﺟﻨﺎﺣﻪ‬
Bu mısrâın da içinde bulunduğu kâmil bahrindeki beytin tamamı, er-Râ‘î
en-Nümeyrî (ö.90/709)’ye âittir ve Dîvân’ında şöyledir:
َ‫َﴪ اﻟ ﱡﺮ َﻣﺎ ُة َﺟ َﻨﺎ َﺣ ُﻪ ﻳَ ْﺪ ُﻋﻮ ِﺑﻘَﺎ ِر َﻋ ِﺔ اﻟﻄﱠﺮِﻳﻖِ َﻫ ِﺪﻳﻼ‬
َ َ ‫ﻛَ ُﻬﺪَا ِﻫ ٍﺪ ﻛ‬
Ahzâb Sûresi
[V, 3878’de] Ahzâb sûresi 9. âyet ‫﴿ﻳَﺎ أَﻳﱡ َﻬﺎ اﻟ ِﱠﺬﻳ َﻦ آ َﻣ ُﻨﻮا ا ْذﻛُ ُﺮوا ﻧِ ْﻌ َﻤ َﺔ اﻟﻠ ِﻪ َﻋﻠَ ْﻴ ُﻜ ْﻢ إِ ْذ َﺟﺎ َءﺗ ْ ُﻜ ْﻢ ُﺟ ُﻨﻮ ٌد ﻓَﺄَ ْر َﺳﻠْ َﻨﺎ َﻋﻠَ ْﻴ ِﻬ ْﻢ‬
ِ
﴾‫“ رِﻳ ًﺤﺎ َو ُﺟ ُﻨﻮدًا ﻟَ ْﻢ ﺗ َ َﺮ ْو َﻫﺎ َوﻛَﺎ َن اﻟﻠ ُﻪ ِﺑ َﻤﺎ ﺗ َ ْﻌ َﻤﻠُﻮ َن ﺑَﺼﻴ ًﺮا‬Ey iman edenler! Allah’ın üzerinizdeki nimetini
anın: O vakit ki size ordular gelmişti de üzerlerine bir rüzgâr ve görmediğiniz ordular
salıvermiştik ve ne yapıyordunuz Allah görüyordu.”in tefsirinde hendek kazımında
Muhâcirlerin ve Ensârın çalışırlarken şu beyti terennüm ettikleri bildirilir:
‫ﻧﺤﻦ اﻟﺬﻳﻦ ﺑﺎﻳﻌﻮا ﻣﺤﻤﺪا ﻋﲆ اﻟﺠﻬﺎد ﻣﺎ ﺑﻘﻴﻨﺎ أﺑﺪا‬
94
Hassân b. Sâbit, Dîvân, s. 170.
Hak Dini Kur’an Dili’ndeki Arapça Şiirlerin Temel Kaynaklarla Mukayesesi (I)
155
95
Recez bahrindeki beyit, el-Vâkıdî’nin el-Meğâzî’sinde Ensâra ve İbn Sa‘d (ö.
230/845)’ın et-Tabakâtü’l-kübrâ’sında96 da Muhâcirler ve Ensâra aynı rivayetle nispet
edilmektedir.
ُ ‫“ ﴿ َوإِ ْذ ﺗَﻘ‬Hem
[V, 3897-3898’de] Ahzâb sûresi 37. âyet ﴾...‫ﺖ َﻋﻠَﻴْ ِﻪ‬
َ ‫ُﻮل ﻟِﻠ ِﱠﺬي أَﻧْ َﻌ َﻢ اﻟﻠ ُﻪ َﻋﻠَﻴْ ِﻪ َوأَﻧْ َﻌ ْﻤ‬
hatırla o vakti ki hem o kendisine Allah’ın nimet verdiği hem senin (azat ederek) iyilikte
bulunduğun kimseye… diyordun…”te Allah’ın nimet verdiği ve Hz. Peygamber’in de
yardım ettiği kişi olan Zeyd b. Hârise (ö. 8/629)’nin el-İsâbe fî temyîzi’s-sahâbe’de97
verilen hayat hikâyesine göre Zeyd’in annesi Su‘dâ, Zeyd’le birlikte kabilesini ziyarete gitmiş, cahiliye devrinde Benî Kayn b. Cisr süvarileri Benî Ma‘n evlerine baskın
yapmışlar, anlayışlı bir çocuk olan Zeyd’i kapıp almışlar, Ukâz panayırına getirmişler,
satılığa çıkarmışlar, Hakîm b. Hizâm98 (ö. 54/674), amesi/halası Hz. Hatice (ö. m.
620) hesabına dört yüz dirheme onu satın almış, Hz. Hatice de Hz. Peygamber’le
evlenince Zeyd’i ona hibe etmiş, onu kaybeden babası Hârise (ö. ?) de, şu matla ile
acıklı beyitler söylemiş:
‫ﺑﻜﻴﺖ ﻋﲆ زﻳﺪ ومل أدر ﻣﺎ ﻓﻌﻞ أﺣﻲ ﻓريﺟﻰ أم أىت دوﻧﻪ اﻷﺟﻞ‬
Tavîl bahrindeki beyit, İbn Hişâm’ın es-Sîretü’n-nebeviyye’sinde99 ve İbn Sa‘d’ın
et-Tabakâtü’l-kübrâ’sında100 Hârise b. Şerâhîl’e aynı rivayetle nispet edilmektedir.
[V, 3898’de] Sonra Hârise’nin kabilesi Kelb’den birakım kimseler, hacca geldiklerinde Zeyd’i görmüşler, Zeyd onlara kendini tanıtınca onlar da tanımışlar ve Zeyd,
şu beyti benim aileme götürün demiş:
‫أﺣﻦ إﱃ ﻗﻮﻣﻲ وإن ﻛﻨﺖ ﻧﺎﺋﻴﺎ ﺑﺄين ﻗﻄني اﻟﺒﻴﺖ ﻋﻨﺪ اﳌﺸﺎﻋﺮ‬
Tavîl bahrindeki beyit, İbn Sa‘d’ın et-Tabakâtü’l-kübrâ’sında101 Zeyd b. Hârise’ye
şu rivayetle nispet edilmektedir:
ّ ‫ﻛﻨﺖ ﻧﺎﺋ ًﻴﺎ‬
ُ ‫أﻟِ ْﻜﻨﻲ إﱃ ﻗﻮﻣﻲ وإن‬
‫ﺑﺄين ﻗﻄ ُني اﻟﺒ ْﻴﺖ ﻋﻨﺪ اﳌﺸﺎﻋﺮ‬
Fâtır Sûresi
[V, 3978’de] Fâtır sûresi 8. âyet ﴾...‫“ ﴿أَﻓَ َﻤ ْﻦ ُزﻳﱢ َﻦ ﻟَ ُﻪ ُﺳﻮ ُء َﻋ َﻤﻠِ ِﻪ ﻓَ َﺮآﻩُ َﺣ َﺴ ًﻨﺎ‬Ya artık o kimse de
mi ki? Kötü ameli kendisine allanmış pullanmış da onu güzel görmüş…”in tefsirinde
kötü ameli kendisine süslenip/hoş gösterilip de onu güzel görenin kâili belirtilmeyen
şu beyitteki gibi tersinin döndüğü, bâtılı hak, kötüyü iyi ve fenalığı güzel gördüğü
95
el-Vâkıdî, Kitâbü’l-Meğâzî, II, 452-453.
Ebû Abdillah Muhammed İbn Sa‘d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, thk. İhsân ‘Abbâs, Dâru Sâdır, Beyrut
1960-1968, II, 70.
97
Ebü’l-Fazl Ahmed b. Ali b. Muhammed b. Ahmed İbn Hacer el-‘Askalânî, el-İsâbe fî temyîzi’s-sahâbe,
thk. Ali Muhammed el-Becâvî, Dâru’l-cîl, Beyrut 1412/1992, II, 598.
98
Hak Dini Kur’an Dili’nde “Huzam” şeklinde yazılıdır. Bkz. Hak Dini, V, 3897.
99
İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, I, 284.
100
İbn Sa‘d, et-Tabakâtü’l-kübrâ, III, 41.
101
İbn Sa‘d, a.g.e., III, 41.
96
Abdulkadir Bayam
156
belirtilir:
‫أﺳﺘﻘﻲ ﺣﺘﻰ ﺗﺮاين ﺣﺴﻨﺎ ﻋﻨﺪي اﻟﻘﺒﻴﺢ‬
Meczûü’r-remel bahrindeki beyit, Ebû Nüvâs (ö. 198/814)’a aittir ve Dîvân’ında102
şöyle geçmektedir:
‫اﻟﻘﺒﻴﺢ‬
‫ﺣﺴﻨًﺎ ﻋﻨْﺪي‬
ُ
ْ
َ ‫واﺳ ِﻘﻨﻲ ﺣﺘّﻰ َﺗ َﺮاين‬
Zümer Sûresi
[V, 4130’da] Zümer sûresi 42. âyet ‫ُﺲ ِﺣﻴ َﻦ َﻣ ْﻮﺗِ َﻬﺎ َواﻟﱠ ِﺘﻲ ﻟَ ْﻢ ﺗ َ ُﻤ ْﺖ ِﻓﻲ َﻣ َﻨﺎ ِﻣ َﻬﺎ ﻓَ ُﻴ ْﻤ ِﺴ ُﻚ اﻟﱠ ِﺘﻲ‬
َ ‫﴿اﻟﻠ ُﻪ ﻳَﺘَ َﻮﻓﱠﻰ اﻷْ َﻧْﻔ‬
َ
ٍ َ‫“ ﻗَﻀَ ﻰ َﻋﻠَﻴْ َﻬﺎ اﻟْ َﻤ ْﻮتَ َوﻳُ ْﺮ ِﺳ ُﻞ اﻷْ ُ ْﺧ َﺮى إِﻟَﻰ أ َﺟﻞٍ ُﻣ َﺴ ٍّﻤﻰ إِ ﱠن ِﻓﻲ َذﻟِ َﻚ َﻵﻳ‬Allah alır o canları öldükleri
﴾َ‫ﺎت ﻟِ َﻘ ْﻮمٍ ﻳَﺘَ َﻔ ﱠﻜ ُﺮون‬
zaman, ölmeyenleri de uyuduklarında. Sonra üzerlerine ölüm hükmü verdiklerini alıkor
da diğerlerini salıverir belli bir süreye kadar. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir toplum
için âyetler var.”in tefsirinde “nefislerin uykudaki gibi kendilerinden geçirilmesi azabı
duymamak itibarıyla kâfirlerin lehine olmaz mı?” şeklindeki bir soruya asıl cevabın
Hz. Ali (ö. 40/661)’ye nispet edilen şu kıta olduğu ifade edilir:
‫وﻟﻮ أﻧﺎ إذا ﻣﺘﻨﺎ ﺗﺮﻛﻨﺎ ﻟﻜﺎن اﳌﻮت راﺣﺔ ﻛﻞ ﺣﻲ‬
‫وﻟﻜﻨﺎ إذا ﻣﺘﻨﺎ ﺑﻌﺜﻨﺎ ﻓﻨﺴﺄل ﺑﻌﺪ ذا ﻋﻦ ﻛﻞ ﳾء‬
Vâfir bahrindeki bu beyitler, Hz. Ali’ye aittir ve Dîvân’ında103 rivayet farkı, sadece
ikinci beyitte şöyledir:
‫وﻟﻜﻨﺎ إذا ﻣﺘﻨﺎ ُﺑﻌﺜﻨﺎ و ُﻧﺴﺄل ﺑﻌﺪ ذا ﻋﻦ ﻛﻞ ﳾ‬
Duhân Sûresi
[V, 4299-4300’de] Duhân sûresi 29. âyet ﴾‫اﻟﺴ َﻤﺎ ُء َواﻷْ َ ْر ُض َو َﻣﺎ ﻛَﺎﻧُﻮا ُﻣ ْﻨﻈَﺮِﻳ َﻦ‬
‫“ ﴿ﻓَ َﻤﺎ ﺑَﻜ َْﺖ َﻋﻠَﻴْ ِﻬ ُﻢ ﱠ‬Neticede ne Gök ağladı üzerlerine ne Yer ne de onlara mühlet verildi.”in tefsirinde büyük
bir adam vefat ettiği zaman “Cihan ağladı.”, “Yer gök ağladı.” gibi tabirlerle musibetin
büyüklüğünü anlatmak için mübalağa yapmanın âdet olduğu belirtilmiş ve bu konuda
Cerîr (ö. 110/728)’in şu beyti şâhit getirilmiştir:
‫اﻟﺸﻤﺲ ﻃﺎﻟﻌﺔ ﻟﻴﺴﺖ ﺑﻜﺎﺳﻔﺔ ﺗﺒيك ﻋﻠﻴﻚ ﻧﺠﻮم اﻟﻠﻴﻞ واﻟﻘﻤﺮ‬
Basît bahrindeki beyit, Cerîr b. ‘Atıyye’ye aittir ve Dîvân’ında104 şöyledir:
َ ‫ﻴﺴﺖ ِﺑﻄﺎﻟِ َﻌ ٍﺔ َﺗ ْﺒيك َﻋ َﻠ‬
ّ
ْ َ‫ﻛﺎﺳ َﻔ ٌﺔ ﻟ‬
‫ﻴﻚ ﻧﺠﻮم اﻟ ّﻠﻴﻞِ َواﻟﻘﻤ َﺮا‬
ِ ‫ﻤﺲ‬
ُ ‫ﻓﺎﻟﺸ‬
Bu arada örneğin el-Muharreru’l-vecîz105 gibi bazı tefsir kaynaklarında bu beyit,
Elmalılı’ya yakın bir rivayetle el-Ferezdak’a nispet edilse de şâirin Dîvân’ında böyle
bir beyte rastlanmamıştır.
102
Ebû Nüvâs, Dîvân, şerh: Ali Fâ‘ûr, II. Baskı, Dâru’l-kütübi’l-‘ilmiyye, Beyrut 1414/1994, s. 140.
Ali b. Ebî Tâlib, Dîvân, derleme: ‘Abdül‘azîz el-Kerem, Matba‘atü’l-Kerem, ysz. 1382/1963, s. 139;
Ali b. Ebî Tâlib, Dîvân, şerh: Na‘îm Zerzûr, Dâru’l-kütübi’l-‘ilmiyye, Beyrut 1405/1985, s. 220.
104
Cerîr b. ‘Atıyye, Dîvân, şerh: Kerem el-Büstânî, Dâru Beyrut li’t-tıbâ‘a ve’n-neşr, Beyrut 1406/1986,
s. 235.
105
İbn ‘Atıyye, el-Muharreru’l-vecîz, V, 74.
103
Hak Dini Kur’an Dili’ndeki Arapça Şiirlerin Temel Kaynaklarla Mukayesesi (I)
157
Hucurât Sûresi
ِ ‫“﴿إِ ﱠن اﻟ ِﱠﺬﻳ َﻦ ﻳُ َﻨﺎدُوﻧ ََﻚ ِﻣ ْﻦ َو َرا ِء اﻟْ ُﺤ ُﺠ َﺮ‬Oda[VI, 4454’te] Hucurât sûresi 4. âyet ﴾َ‫ات أَﻛْﺜَ ُﺮ ُﻫ ْﻢ ﻻَ ﻳَ ْﻌ ِﻘﻠُﻮن‬
ların arkasından sana ünleyenler/bağıranlar, kesinlikle ekserisi aklı ermeyenlerdir.”in
tefsirinde anlatıldığına göre Hz. Peygamber’e bağıranlar Temîm oğullarındandı.
Temîm oğullarından yetmiş seksen kişilik bir heyetin içinde ez-Zibrikân b. Bedr (ö. y.
45/665) ve el-Akra‘ b. Hâbis (ö. 33/653) de vardı. Ebû Hayyân’ın el-Bahru’l-muhît’te106
anlattığına göre el-Akra‘ b. Hâbis, ya Muhammed benim övgüm zeyn/güzel, yergim
şeyndir/ayıplıdır, dedi. Hz. Peygamber, yazık sana, öyle olan Allah’tır, dedi ve bu arada
insanlar mescide toplandılar. Bunlar, hatibimizle şâirimizle sana karşı şiir ve iftihar
yarışına gireceğiz, dediler. Hz. Peygamber, “Ben şiir ile gönderilmedim, iftihar yarışı
ile de emrolunmadım, fakat haydi bakalım!” buyurdu. Karşılıklı hutbe sunumundan
sonra ez-Zibrikân, diğer bir gençten kalkıp kabilesinin üstünlüğünü anlatacak birkaç
beyit söylemesini istedi, o da şöyle dedi:
‫ﻧﺤﻦ اﻟﻜﺮام ﻓﻼ ﺣﻲ ﻳﻌﺎدﻟﻨﺎ ﻓﻴﻨﺎ اﻟﺮؤوس وﻓﻴﻨﺎ ﻳﻘﺴﻢ اﻟﺮﺑﻊ‬
‫وﻧﻄﻌﻢ اﻟﻨﻔﺲ ﻋﻨﺪ اﻟﻘﺤﻂ ﻛﻠﻬﻢ ﻣﻦ اﻟﺴﺪﻳﻒ إذا مل ﻳﺆﻧﺲ اﻟﻔﺰع‬
‫إذا أﺑﻴﻨﺎ ﻓﻼ ﻳﺄىب ﻟﻨﺎ أﺣﺪ إﻧﺎ ﻛﺬﻟﻚ ﻋﻨﺪ اﻟﻔﺨﺮ ﻧﺮﺗﻔﻊ‬
Basît bahrindeki bu beyitlerle ilgili durum şöyledir: es-Sa‘lebî (ö. 427/1035)’nin
el-Keşf ve’l-beyân’ında107 ez-Zibrikân’ın kabileden bir gence ve İbn ‘Asâkir (ö. 571/1176)’in
Târîhu medîneti Dımaşk’ında108 de el-Akra‘ b. Hâbis’in yine kabileden bir gence söz
konusu beyitleri söylettiğine dair bilgi verilmiştir. Bu da, şiirin Temim oğullarından
ismi belirtilmeyen bir gence nispet edildiği anlamına gelmektedir. Her iki eserde de
rivayet farkı, sadece ikinci beyittedir. Buna mukabil ilgili beyitler, en eski kaynaklardan
İbn Hişâm’ın es-Sîretü’n-nebeviyye’sinde109 ez-Zibrikân b. Bedr’e şu rivayetle nispet
edilmektedir (Aslında birinci ile ikinci beyitler arasında bir ve ikinci ile üçüncü beyitler
arasında da dört beyit vardır, ama burada sadece ilgili beyitler aktarılmıştır):
ُ
‫اﻟﺒﻴﻊ‬
‫َﻧ ْﺤﻦُ اﻟﻜﺮا ُم َﻓ َﻼ َﺣ ﱞﻲ ُﻳﻌﺎد ُﻟﻨﺎ ﻣﻨّﺎ‬
ُ ‫اﳌﻠﻮك وﻓﻴﻨﺎ ُﺗﻨ َْﺼﺐ‬
‫اﻟﻘﺤﻂ ﻣﻄﻌﻤﻨﺎ ﻣﻦ ﱢ‬
‫اﻟﺸﻮاء إذا مل ﻳﺆﻧﺲ اﻟ َﻘﺰَع‬
ْ ‫وﻧﺤﻦ ُﻧ ْﻄﻌﻢ ﻋﻨﺪ‬
‫ﻳﺄىب ﻟﻨﺎ أﺣﺪ إ ّﻧﺎ ﻛﺬﻟﻚ ﻋﻨﺪ اﻟﻔﺨﺮ ﻧﺮﺗﻔﻊ‬
َ ‫إ ّﻧﺎ أَﺑ ْﻴﻨﺎ وﻻ‬
[VI, 4454’te] Hz. Peygamber, Hassân b. Sâbit’i çağırdı, o da şöyle cevap verdi:
‫إن اﻟﺬواﺋﺐ ﻣﻦ ﻓﻬﺮ وإﺧﻮﺗﻬﻢ ﻗﺪ ﴍﻋﻮا ﺳﻨﺔ ﻟﻠﻨﺎس ﺗﺘﺒﻊ‬
‫ﻳﻮﴆ ﺑﻬﺎ ﻛﻞ ﻣﻦ ﻛﺎﻧﺖ ﴎﻳﺮﺗﻪ ﺗﻘﻮى اﻹﻟﻪ ﻓﻜﻞ اﻟﺨري ﻳﻄﻠﻊ‬
106
Ebû Hayyân, el-Bahru’l-muhît, VIII, 107-108.
Ebû İshâk Ahmed b. Muhammed es-Sa‘lebî, el-Keşf ve’l-beyân, thk. Ebû Muhammed b. ‘Âşûr, Dâru
ihyâi’t-türâsi’l-‘Arabî, Beyrut 1422/2002, IX, 74.
108
Ebü’l-Kâsım İbn ‘Asâkir, Târîhu medîneti Dımaşk, thk. Muhibbüddîn Ebû Sa‘id Ömer b. Ğarâme,
Dâru’l-fikr, Beyrut 1418/1997, IX, 188-189.
109
İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, IV, 206.
107
Abdulkadir Bayam
158
Basît bahrindeki bu beyitler, Hassân’a aittir ve Dîvân’ında110 şöyledir:
‫ّﺎس ُﺗ ّﺘ َﺒ ُﻊ‬
ِ ‫ّإن اﻟ ّﺬ َوا ِﺋ َﺐ ﻣﻦْ ِﻓ ْﻬ ٍﺮ َوإﺧ َﻮ ِﺗ ِﻬ ْﻢ َﻗ ْﺪ َﺑ ﱠﻴﻨُﻮا ُﺳ ّﻨ ًﺔ ﻟﻠﻨ‬
‫َﻳ ْﺮ َﴇ ِﺑﻬَﺎ ﱡ‬
َ ‫ﴎﻳ َﺮ ُﺗ ُﻪ َﺗ ْﻘ َﻮى اﻹﻟ ِﻪ َوﺑﺎﻷ ْﻣ ِﺮ اﻟﺬي‬
‫ﴍﻋُ ﻮا‬
ِ ‫ﻛﻞ َﻣﻦ ﻛﺎ َﻧ ْﺖ‬
[VI, 4454’te] Daha bazı beyitlerden sonra Hassân, şunları da söyledi:
‫ﻧﴫﻧﺎ رﺳﻮل اﻟﻠﻪ واﻟﺪﻳﻦ ﻋﻨﻮة ﻋﲆ رﻏﻢ ﻏﺎب ﻣﻦ ﻣﻌﺪ وﺣﺎﴐ‬
‫ﺑﴬب ﻛﺄﻧﻮاع اﳌﺤﺎض ﻣﺸﺎﺷﻪ وﻃﻌﻦ ﻛﺄﻓﻮاﻩ اﻟﻠﻘﺎح اﳌﺼﺎدر‬
‫وﺳﻞ أﺣﺪا ﻳﻮم اﺳﺘﻘﻠﺖ ﺟﻤﻮﻋﻬﻢ ﺑﴬب ﻟﻨﺎ ﻣﺜﻞ اﻟﻠﻴﻮث اﻟﺨﻮادر‬
‫أﻟﺴﻨﺎ ﻧﺨﻮض اﳌﻮت ﰲ ﺣﻮﻣﺔ اﻟﻮﻏﻰ إذا ﻃﺎب ورد اﳌﻮت ﺑني اﻟﻌﺴﺎﻛﺮ‬
‫ﻓﻨﴬب ﻫﺎ ًﻣﺎ ﺑﺎﻟﺬراﻋني ﻧﻨﺘﻤﻲ إﱃ ﺣﺴﺐ ﻣﻦ ﺟﺬع ﻏﺴﺎن زاﻫﺮ‬
‫ﻓﻠﻮﻻ ﺣﻴﺎء اﻟﻠﻪ ﻗﻠﻨﺎ ﺗﻜﺮﻣﺎ ﻋﲆ اﻟﻨﺎس ﺑﺎﻟﺤﻘني ﻫﻞ ﻣﻦ ﻣﻨﺎﻓﺮ‬
‫ﻓﺄﺣﻴﺎؤﻧﺎ ﻣﻦ ﺧري ﻣﻦ وﻃﻰء اﻟﺤﴡ وأﻣﻮاﺗﻨﺎ ﻣﻦ ﺧري أﻫﻞ اﳌﻘﺎﺑﺮ‬
Tavîl bahrindeki bu beyitlere, Hassân b. Sâbit’in Dîvân’ında rastlanmamıştır.
Bununla birlikte eski kaynaklardan et-Tahâvî (ö. 321/933)’nin Şerhu me‘ânî’l-âsâr’ında111
yine Hassân’a üçüncü beyit (...‫ )وﺳﻞ أﺣﺪا‬düşmüş ve son beyit aynı rivayette olmak üzere
şu şekilde nispet edilmektedir:
َ ‫ﴫ َﻧﺎ َر ُﺳ‬
‫ﺎﴐ‬
ٍ ‫ﻮل اﻟﻠ ِﻪ َواﻟﺪﱢﻳﻦَ َﻋ ْﻨ َﻮ ًة ﻋ ََﲆ َر ْﻏ ِﻢ ﻋ‬
ْ َ ‫َﻧ‬
ِ ِ ‫َﺎت ِﻣﻦْ َﻣﻌﺪ َو َﺣ‬
َ
َ
َ
َ
‫ﱢ‬
ْ
ْ
َ
َ
َ
َ
ْ
ْ
‫اﻟﺼ َﻮا ِد ِر‬
ِ ‫ﺎض ُﻣﺸﺎﺷﺔ َوﻃ ْﻌ ٍﻦ ﻛﺄﻓ َﻮ‬
‫ﺎح ﱠ‬
ِ ‫ِﺑ َﴬ ٍب ﻛﺈِﻧﺰ َِاع اﻟ َﻤﺨ‬
ِ ‫اﻩ اﻟﻠﻘ‬
ُ ‫أَﻟَ ْﺴﻨَﺎ َﻧ ُﺨ‬
َ ْ ‫ﻮض ا ْﻟ َﻤ ْﻮ َت ِﰲ َﺣ ْﻮ َﻣ ِﺔ ا ْﻟ َﻮ َﻏﻰ إ َذا َﺻﺎ َر ﺑ ْﺮ ُد ا ْﻟ َﻤ ْﻮ ِت َﺑ‬
‫ني ا ْﻟ َﻌ َﺴﺎ ِﻛﺮ‬
َ ‫ﴬ ُب ﻫَ ﺎ َم اﻟﺪﱠا ِر ِﻋ‬
‫ﺟﺬم َﻏ ﱠﺴ َﺎن َﺑ ِﺎﻫ ِﺮ‬
ِ ْ ‫َو َﻧ‬
ِ ْ‫ني َو َﻧ ْﻨ َﺘ ِﻤﻲ َإﱃ َﺣ َﺴ ٍﺐ ِﻣﻦ‬
َ
َ
ُ
ْ
ْ
َ
ْ
َ
‫ﺎﺧ ِﺮ‬
‫ﻔ‬
‫ﻣ‬
‫ﻣ‬
‫ﻞ‬
‫ني‬
‫ﻨ‬
‫ﺤ‬
‫ﻟ‬
‫ﺎ‬
‫ﺑ‬
‫ﱠﺎس‬
‫ﻨ‬
‫اﻟ‬
‫َﲆ‬
‫ﻋ‬
‫ﺎ‬
‫ﻣ‬
‫ﺮ‬
‫ﻜ‬
‫ﺗ‬
‫َﺎ‬
‫ﻨ‬
‫ﻠ‬
‫ﻗ‬
‫ﻪ‬
‫اﻟﻠ‬
‫ﻴﺐ‬
‫ﺒ‬
‫ﺣ‬
ْ‫ﻦ‬
َ‫ﻫ‬
ِ ُ ِ َ ‫َوﻟَ ْﻮ َﻻ‬
ِ ُ ِ
ً‫ﱡ‬
ِ َِ ِ ِ
Ayrıca beyitlerin tamamı, daha sonraki es-Sa‘lebî’nin el-Keşf ve’l-beyân’ında112
yine Hassân’a nispet edilmektedir. Bunda 4. ve 7. beyitler, aynı rivayette, fakat diğerleri
biraz farklı rivayettedir.
[VI, 4454’te] Bunun üzerine el-Akra‘ b. Hâbis kalkıp, vallahi ben bir iş için geldim
ve bir şiir söyledim, onu dinleteceğim, dedi ve şunu söyledi:
‫أﺗﻴﻨﺎك ﻛﻴام ﻳﻌﺮف اﻟﻨﺎس ﻓﻀﻠﻨﺎ إذا ﺧﺎﻟﻔﻮﻧﺎ ﻋﻨﺪ ذﻛﺮ اﳌﻜﺎرم‬
‫وإﻧﺎ رؤوس اﻟﻨﺎس ﰲ ﻛﻞ ﻏﺎرة ﺗﻜﻮن ﺑﻨﺠﺪ أو ﺑﺄرض اﻟﺘﻬﺎﺋﻢ‬
‫وان ﻟﻨﺎ اﳌﺮﺑﺎع ﰲ ﻛﻞ ﻣﻌﴩ وأن ﻟﻴﺲ ﰲ أرض اﻟﺤﺠﺎز ﻛﺪارم‬
Tavîl bahrindeki bu beyitler, es-Sa‘lebî’nin el-Keşf ve’l-beyân’ında113 el-Akra‘ b.
Hâbis’e aittir ve rivayet farkı, sadece 2. ve 3. beyitlerdedir. Buna karşılık ilgili beyitler,
İbn Hişâm’ın es-Sîretü’n-nebeviyye’sinde114 ez-Zibrikân’a şu rivayetle nispet edilmek110
Hassân b. Sâbit, Dîvân, s. 132.
Ebû Cafer Ahmed b. Muhammed b. Selâme et-Tahâvî, Şerhu me‘ânî’l-âsâr, thk. Muhammed enNeccâr-Muhammed Seyyid Câd el-Hak, ‘Âlemü’l-kütüb, ysz. 1414/1994, IV, 300.
112
es-Sa‘lebî, el-Keşf ve’l-beyân, IX, 74.
113
es-Sa‘lebî, a.g.e., IX, 75.
114
İbn Hişâm, es-Sîretü’n-nebeviyye, IV, 209.
111
Hak Dini Kur’an Dili’ndeki Arapça Şiirlerin Temel Kaynaklarla Mukayesesi (I)
159
tedir (2. ve 3. beyitler arasında bir beyit daha vardır, ama burada sadece ilgili beyitler
aktarılmıştır):
‫إذا اﺣﺘﻔﻠﻮا ﻋﻨﺪ اﺣﺘﻀﺎر اﳌﻮاﺳﻢ‬
ْ
‫وأن ﻟﻴﺲ ﰲ أرض اﻟﺤﺠﺎز ﻛﺪارم‬
‫ُﻧﻐري ﺑﻨﺠ ٍﺪ أو ﺑﺄرض اﻷﻋﺎﺟﻢ‬
ْ ‫ّﺎس‬
‫ﻓﻀ َﻠﻨﺎ‬
ُ ‫أﺗﻴﻨﺎك ﻛﻴام ﻳﻌﻠﻢ اﻟﻨ‬
ّ ‫ِﺑﺄ ّﻧﺎ ُﻓﺮوع اﻟﻨّﺎس ﰲ‬
‫ﻛﻞ ﻣﻮﻃﻦ‬
ّ ‫وأن ﻟﻨﺎ اﳌِﺮﺑﺎع ﰲ‬
ّ
‫ﻛﻞ ﻏﺎر ٍة‬
[VI, 4455’te] Hz. Peygamber, Hasssân’dan kalkıp cevap vermesini istedi ve
Hassân da şöyle dedi:
‫ﺑﻨﻲ دارم ﻻ ﺗﻔﺨﺮوا إن ﻓﺨﺮﻛﻢ ﻳﺼري وﺑﺎﻻ ﻋﻨﺪ ذﻛﺮ اﳌﻜﺎرم‬
‫ﻫﺒﻠﺘﻢ ﻋﻠﻴﻨﺎ ﺗﻔﺨﺮون وأﻧﺘﻢ ﻟﻨﺎ ﺧﻮل ﻣﻦ ﺑني ﻇﱤ وﺧﺎدم‬
Tavîl bahrindeki bu beyitler, Hassân’a aittir ve Dîvân’ında115 rivayet farkı, sadece
ilk beyitte şöyledir:
ُ ‫َﺑﻨﻲ دا ِر ٍم ﻻ َﺗ‬
‫ﻔﺨﺮوا ّإن ﻓﺨ َﺮ ُﻛ ْﻢ َﻳ ُﻌﻮ ُد َوﺑﺎﻻً ﻋﻨ َﺪ ِذﻛ ِﺮ اﳌَﻜﺎ ِر ِم‬
[VI, 4455’te] Bu noktada Hz. Peygamber, “Ey Dârim’in biraderi sen o ettiğin
zannın senden anılmasından ganî idin, yani nene gerekti, söylemesen daha iyi ederdin,
çünkü insanlar onu kirpi meseline çevirdiler.” dedi ve onun bu sözü, onlara Hassân’ın
söylediklerinin hepsinden daha etkili geldi. Hassân da, şiirini şöyle tamamladı:
‫ﻓﺈن ﻛﻨﺘﻢ ﺟﺌﺘﻢ ﻟﺤﻘﻦ دﻣﺎﺋﻜﻢ وأﻣﻮاﻟﻜﻢ أن ﺗﻘﺴﻤﻮا ﰲ اﳌﻘﺎﺳﻢ‬
‫ﻓﻼ ﺗﺠﻌﻠﻮا ﻟﻠﻪ ﻧﺪا وأﺳﻠﻤﻮا وﻻ ﺗﻔﺨﺮوا ﻋﻨﺪ اﻟﻨﺒﻲ ﺑﺪارم‬
‫وإﻻ ورب اﻟﺒﻴﺖ ﻗﺪ ﻣﺎﻟﺖ اﻟﻘﻨﺎ ﻋﲆ ﻫﺎﻣﻜﻢ ﺑﺎﳌﺮﻫﻔﺎت اﻟﺼﻮارم‬
Tavîl bahrindeki bu beyitler, Hassân b. Sâbit’e aittir ve Dîvân’ında116 rivayet farkı
sadece 2. ve 3. beyitlerde şöyledir:
‫َﺎﺟ ِﻢ‬
ِ ‫َﻓﻼ َﺗ ْﺠﻌﻠﻮا ﻟﻠ ِﻪ ِﻧﺪٍّا َو ْأﺳ ِﻠ ُﻤﻮا َوﻻ ﺗﻠ َﺒﺴﻮا ِز ٍّﻳﺎ ﻛ ِﺰيّ اﻷﻋ‬
‫اﻟﺼﻼ ِد ِم‬
ِ ‫وﺳ ْﻘﻨﺎ ِﻧﺴﺎء ُﻛ ْﻢ ِﺑ ُﺼ ﱢﻢ اﻟ َﻘﻨﺎ وا ُﳌ ْﻘ َﺮ‬
‫ﺑﺎت ﱠ‬
ُ ‫وإ ﱠﻻ أ َﺑ ْﺤﻨﺎ ُﻛ ُﻢ‬
Kâf sûresi
[VI, 4507’de] Kâf sûresi 16. âyet ِ‫﴿ َوﻟَ َﻘ ْﺪ َﺧﻠَ ْﻘ َﻨﺎ اﻹْ ِﻧ َْﺴﺎ َن َوﻧَ ْﻌﻠَ ُﻢ َﻣﺎ ﺗ ُ َﻮ ْﺳﻮ ُِس ِﺑ ِﻪ ﻧَﻔ ُْﺴ ُﻪ َوﻧَ ْﺤ ُﻦ أَﻗْ َﺮ ُب إِﻟَ ْﻴ ِﻪ ِﻣ ْﻦ َﺣ ْﺒﻞ‬
﴾‫“ اﻟْ َﻮر ِِﻳﺪ‬Hem şanıma yemin ederim ki hakikat insanı Biz yarattık ve biliriz: Nefsi onu
ne ile vesveselendirir ve Biz, ona şah damarından daha yakınızdır.”te geçen habl-i
verîdin (şah damarının) pek yakınlıkta mesel olması hususunda adı belirtilmeyen bir
şâirin şu mısraına yer verilir:
‫واﳌﻮت أدىن ﻟﻪ ﻣﻦ اﻟﻮرﻳﺪ‬
Bu mısrâın da içinde bulunduğu recez bahrindeki beyit, Zü’r-rumme (ö.
117/735)’ye aittir ve Dîvân’ında117 şöyledir:
‫َواﻟﻠ ُﻪ أَد َْىن ِﱄ ِﻣﻦَ ا ْﻟ َﻮ ِرﻳ ِﺪ َوا ْﻟ َﻤ ْﻮ ُت َﻳ ْﻠ َﻘﻰ أَ ْﻧ ُﻔ َﺲ ﱡ‬
‫اﻟﺸﻬُﻮ ِد‬
115
Hassân b. Sâbit, Dîvân, s. 205.
Hassân b. Sâbit, Dîvân, s. 205.
117
Zü’r-rumme, Dîvân, şerh: Abdurrahman el-Mustâvî, Dâru’l-marife, Beyrut 1427/2006, s. 81.
116
Abdulkadir Bayam
160
[VI, 4509’da] Yine Kâf sûresi 16. âyette geçen akreb118 (‫ )أَﻗْ َﺮب‬hakkında İbnü’l-‘Arabî
(ö. 638/1240)’nin el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye’sinin esmâ-i hüsnâ bâbında yer alan akreb
ism-i şerîfine ilişkin şu sözleri aktarılır:
‫ﺣﴬة اﻷﻗﺮب أﻋﲆ اﻟﺤﴬات وﻫﻲ ﺑﺎﻟﺬات ﻷﻫﻞ اﻟﻌرثات‬
‫ﻓﻬﻲ ﻗﺮب ﻓﻴﻪ ﺑﻌﺪ ﻟﻠﺬي ﻗﻴﻞ ﻓﻴﻪ إﻧﻪ ذو ﻋرثات‬
Remel bahrindeki bu beyitler, Muhyiddîn b. el-‘Arabî’ye aittir ve el-Fütûhâtü’lMekkiyye’sinde119 rivayet farkı sadece ilk beyitte şöyledir:
‫ات‬
ِ ‫ات وﻫﻲ ﺑﺎﻟﺬات ﻷﻫﻞ اﻟ َﻔ َ َﱰ‬
ِ ‫ﺣﴬ ُة اﻷ ْﻗ َﺮب أ ْﻋ َﲆ اﻟﺤﴬ‬
Necm Sûresi
[VI, 4592’de] Necm sûresi 19. âyet ﴾‫“ ﴿أَﻓَ َﺮأَﻳْﺘُ ُﻢ اﻟﻼﱠتَ َواﻟ ُﻌ ﱠﺰى‬Siz de gördünüz değil mi Lât
ve Uzzâ’yı?”te geçen ‘Uzzâ (‫ )اﻟ ُﻌ ﱠﺰى‬putuyla ilgili aktarılan bir rivayette bu putun bakıcısı
Dübeyye b. Haremî es-Sülemî120 eş-Şeybânî’nin putu imha etmek amacıyla gönderilen
Hâlid b. el-Velîd (ö. 21/642)’e bakıp şöyle dediği bildirilir:
‫ﻓﻴﺎ ﻋﺰ ﺷﺪي ﺷﺪة ﻻ ﺗﻜﺬيب ﻋﲆ ﺧﺎﻟﺪ أﻟﻘﻰ اﻟﺨامر وﺷﻤﺮي‬
‫ﻓﺈﻧﻚ إﻻ ﺗﻘﺘﲇ اﻟﻴﻮم ﺧﺎﻟﺪا ﺗﺒﻮيئ ﺑﺬل ﻋﺎﺟﻞ وﺗﻨﴫي‬
Tavîl bahrindeki bu beyitler, İbnü’l-Kelbî (ö. 204/819)’nin Kitâbü’l-Esnâm’ında121
Dübeyye b. Haremî eş-Şeybânî es-Sülemî (ö. ?)’ye şu rivayetle nispet edilmektedir:
َ ‫أَﻋُ ﺰﱠا ُء ُﺷﺪﱢي َﺷ ﱠﺪ ًة ﻻَ ُﺗ َﻜ ﱢﺬ ِيب‬
َ ‫اﻟﺨ َام َر‬
‫وﺷ ﱢﻤ ِﺮي‬
ِ ‫ﻋﲆ ﺧﺎﻟ ٍﺪ أَ ْﻟ ِﻘﻲ‬
‫َﴫي‬
ِ ‫ﻮيئ ُﺑﺬ ﱟل ﻋﺎﺟ ًﻼ وﺗﻨ ﱠ‬
ِ ‫ﻓﺈ ﱠﻧ ِﻚ إ ﱠﻻ َﺗ ْﻘﺘ ُِﲇ اﻟﻴﻮ َم ﺧﺎﻟﺪًا َﺗ ُﺒ‬
[VI, 4592’de] Aynı rivayete göre Hâlid de buna şöyle karşılık verdi:
‫ﻳﺎ ﻋﺰ ﻛﻔﺮاﻧﻚ ﻻ ﺳﺒﺤﺎﻧﻚ إين رأﻳﺖ اﻟﻠﻪ ﻗﺪ أﻫﺎﻧﻚ‬
Recez bahrindeki beyit, İbnü’l-Kelbî’nin Kitâbü’l-Esnâm’ında122 da Hâlid b.
el-Velîd’e aynı rivâyetle nispet edilmektedir.
Rahmân Sûresi
[VI, 4689’da] Rahmân sûresi 56. âyet ﴾‫“ ﴿ ِﻓﻴ ِﻬ ﱠﻦ ﻗ َِﺎﺻ َﺮاتُ اﻟﻄﱠ ْﺮ ِف ﻟَ ْﻢ ﻳَﻄْ ِﻤﺜْ ُﻬ ﱠﻦ إِﻧ ٌْﺲ ﻗَ ْﺒﻠَ ُﻬ ْﻢ َوﻻَ َﺟﺎنﱞ‬O
Cennetlerde öyle bakışlarını yalnız eşlerine çevirmiş dilberler (var) ki dokunmamıştır
onlara onlardan evvel insan ve cin.”te geçen kâsırâtü’t-tarf (‫)ﻗ َِﺎﺻ َﺮاتُ اﻟﻄﱠ ْﺮف‬ın ikinci anlamının “bakanın bakışını kendisine çeken, bir gören gözü başkasına bakmak istemeyecek
118
Kelime, Elmalılı’da geçtiği şekliyle yazılmıştır.
Muhyiddîn Muhammed b. Ali b. Muhammed el-‘Arabî, el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye, tashîh: Ahmed
Şemsüddîn, Dâru’l-kütübi’l-‘ilmiyye, Beyrut 1420/1999, VII, 399.
120
Bu şahsın ismi, Hak Dini Kur’an Dili’nde “Dübeyyet b. Harm es-Selemî” biçiminde yazılıdır. Bkz.
Hak Dini, VI, 4592.
121
Ebü’l-Münzir Hişâm b. Muhammed b. es-Sâib el-Kelbî, Kitâbü’l-Esnâm, thk. Ahmed Zeki Paşa,
III. Baskı, Dâru’l-kütübi’l-Mısriyye, Kâhire 1995, s. 26.
122
İbnü’l-Kelbî, a.g.e., s. 26.
119
Hak Dini Kur’an Dili’ndeki Arapça Şiirlerin Temel Kaynaklarla Mukayesesi (I)
161
derecede kendisine bağlayan güzel dilberler” olduğu hususunda el-Mütenebbî’nin şu
beyti şâhit getirilir:
‫وﺧﴫ ﺗﺜﺒﺖ اﻷﺑﺼﺎر ﻓﻴﻪ ﻛﺄن ﻋﻠﻴﻪ ﻣﻦ ﺣﺪق ﻧﻄﺎﻗﺎ‬
Vâfir bahrindeki beyit, el-Mütenebbî’ye aittir ve Dîvân’ında123 aynı şekilde
geçmektedir.
[VI, 4689’da] Yine kâsırâtü’t-tarf (‫)ﻗ َِﺎﺻ َﺮاتُ اﻟﻄﱠ ْﺮف‬ın üçüncü anlamının da “gamzeleri
kendi önlerine kırılmış, şuraya buraya bakmaz, edep, haya, ağır başlılık ve nezâhetle
temayüz eden” olduğu hususunda İmruülkays (ö. y. m. 540-45)’ın şu beytiyle istişhat
edilir:
‫ﻣﻦ اﻟﻘﺎﴏات اﻟﻄﺮف ﻟﻮ دب ﻣﺤﻮل ﻣﻦ اﻟﺬر ﻓﻮق اﻷﻧﻒ ﻣﻨﻬﺎ ﻷﺛﺮا‬
Tavîl bahrindeki beyit, Câhiliye devrinin ünlü Arap şâiri İmruülkays b. Hucr’a
aittir ve Dîvân’ında124 şöyledir:
‫ات ﱠ‬
‫دب ُﻣ ْﺤ ِﻮ ٌل ﻣﻦ اﻟ ﱠﺬ ّر َﻓ ْﻮ َق اﻹِ ْﺗ ِﺐ ِﻣﻨﻬﺎ ﻷ ّﺛ َﺮا‬
ِ ‫ﺎﴏ‬
ّ ‫اﻟﻄ ْﺮ ِف ﻟ ْﻮ‬
َ ِ ‫ﻣﻦ اﻟ َﻘ‬
[VI, 4695’te] Rahmân sûresi 76. âyet ﴾ٍ‫“ ﴿ ُﻣﺘﱠ ِﻜ ِﺌﻴ َﻦ َﻋﻠَﻰ َرﻓْ َﺮ ٍف ﺧُﻀْ ٍﺮ َو َﻋ ْﺒ َﻘﺮ ﱟِي ِﺣ َﺴﺎن‬Kurulmuşlar
yeşil yastıklar ve güzel/harikulade işlemeli döşekler üzere.”te geçen ‘abkarî (‫) َﻋﺒْ َﻘﺮ ِّي‬nin
esasen “‘abkara mensup” anlamına geldiği belirtilir. Yine “‘abkar”ın bir cin beldesinin
adı olduğu ve Arapların acayip gördükleri her şeyi ona nispetle nitelendirerek ‘abkarî
dedikleri, ayrıca “‘abkar”ın “buluttan inen donmuş su/dolu ve cinin oturduğu bir arz/
yer” anlamlarında kullanıldığı ifade edilerek ardı ardına “‘abkar”la ilgili şiirlere yer
verilmektedir. Bunlardan el-Merrâr el-‘Adevî (ö. y. 100/718) şöyle demiştir:
‫أﻋﺮﻓﺖ اﻟﺪار أم أﻧﻜﺮﺗﻬﺎ ﺑني ﺗﱪاك ﻓﺸﴘ ﻋﺒﻘﺮ‬
125
Remel bahrindeki beyit, el-Mufaddal ed-Dabbî (ö. 178/794)’nin el-Mufaddaliyyât’ında126
da el-Merrâr b. Munkız el-‘Adevî’ye şu rivayetle nispet edilmektedir:
َ ْ ‫ﻫَ ْﻞ َﻋ َﺮ ْﻓ َﺖ اﻟﺪﱠا َر أَ ْم أَ ْﻧ َﻜ ْﺮ َﺗﻬَﺎ َﺑ‬
‫ﴘ َﻋ َﺒ ُﻘ ّْﺮ‬
ٍ ‫ني ِﺗ ْ َﱪ‬
ْ ‫اك َﻓ َﺸ ﱠ‬
[VI, 4695’te] el-A‘şâ şöyle demiştir:
‫ﻛﻬﻮﻻ وﺷﺒﺎ ًﻧﺎ ﻛﺠﻨﺔ ﻋﺒﻘﺮ‬
Tavîl bahrindeki bu mısra, Yezîd b. Müferriğ el-Himyerî (ö. 69/688)’ye aittir ve
Dîvân’ında127 beytin tamamı şöyledir:
123
el-Mütenebbî, Dîvân, II, 618.
İmruülkays, Dîvân, şerh: Ömer Fârûk et-Tabbâ‘, Dâru’l-kalem, Beyrut tsz., s. 48.
125
Elmalılı M. Hamdi Yazır, dipnotta ‫ ﻋﺒﻘﺮ‬kelimesiyle ilgili şu açıklamayı yapmıştır: “Vezin için bâ
[‫’]ب‬yı fethalı okumak gerekince bina değiştiğinden dolayı misâlsiz lafız olmamak için kâf [‫ ]ق‬da
zammeli okunmuştur”. Bkz. Hak Dini, VI, 4695.
126
Ebü’l-Abbâs el-Mufaddal b. Muhammed ed-Dabbî, Dîvânü’l-Mufaddaliyyât, Matba‘atü’l-âbâi’lyesû‘iyyîn, Beyrut 1920, s. 153.
127
Yezîd b. Müferriğ el-Himyerî, Dîvân, thk. Abdülkuddûs Ebû Sâlih, II. Baskı, Müessesetü’r-risâle,
Beyrut 1402/1982, s. 139. Yine bu mısrâ, biraz daha farklı bir rivayetle Lebîd b. Rebî‘a (ö. 41/661)’nın
124
Abdulkadir Bayam
162
ُ َ‫ﻴﺎض اﳌَ ْﻮ ِت ﻣﻦ دونِ ﺟﺎ ِر ِﻩ ُﻛﻬﻮﻻ‬
َ ‫وﺧﺎض ِﺣ‬
َ
‫وﺷ ّﺒﺎ ًﻧﺎ َﻛ ِﺠ ﱠﻨ ِﺔ َﻋ ْﺒ َﻘ ِﺮ‬
Diğer yandan Yâkût el-Hamevî (ö. 626/1229)’nin Mu‘cemü’l-Büldân’ında128 söz
konusu mısra, Elmalılı’yla aynı rivayetle el-A‘şâ’ya nispet edilse de şâirin Dîvân’ında
böyle bir mısraa rastlanmamıştır.
[VI, 4695’te] İmruülkays şöyle demiştir:
‫ﻛﺄن ﺻﻠﻴﻞ اﳌﺮو ﺣني ﺗﻄريﻩ ﺻﻠﻴﻞ زﻳﻮف ﻳﻨﺘﻘﺪن ﺑﻌﺒﻘﺮا‬
Tavîl bahrindeki beyit, İmruülkays’a aittir ve Dîvân’ında129 şöyledir:
ُ ‫ني ُﺗ ِﺸ ﱡﺬﻩُ َﺻ ِﻠ‬
َ ‫َﻛ ّﺄن َﺻ ِﻠ‬
َ ‫ﻴﻞ ا ْﻟ َﻤ ْﺮ ِو ِﺣ‬
‫ﻮف ُﻳ ْﻨ َﺘ َﻘﺪ َْن ﺑﻌ َﺒ َﻘ َﺮا‬
ٍ ‫ﻴﻞ ُز ُﻳ‬
[VI, 4695’te] Küseyyir de şöyle demiştir:
‫ﺟﺰﺗﻚ اﻟﺠﻮازي ﻋﻦ ﺻﺪﻳﻘﻚ ﻧﻈﺮة وأدﻧﺎك ريب ﰲ اﻟﺮﻓﻴﻖ اﳌﻘﺮب‬
‫ﻣﺘﻰ ﺗﺄﺗﻬﻢ ﻳﻮ ًﻣﺎ ﻣﻦ اﻟﺪﻫﺮ ﻛﻠﻪ ﺗﺠﺪﻫﻢ إﱃ ﻓﻀﻞ ﻋﲆ اﻟﻨﺎس ﺗﺮﺗﺐ‬
‫ﻛﺄﻧﻬﻢ ﻣﻦ وﺣﺶ ﺟﻦ ﴏمي ٍﺔ ﺑﻌﺒﻘﺮ ﳌﺎ وﺟﻬﺖ مل ﺗﻐﻴﺐ‬
Tavîl bahrindeki bu beyitler, Küseyyir ‘Azze’ye aittir ve Dîvân’ında130 sadece ilk
mısrada çok az bir fark görülmektedir:
َ ‫َﺟﺰ‬
َ ‫ﻧﴬ ًة وأ ْد َﻧ‬
َ ‫َﺗﻚ ا ْﻟ َﺠﻮازي ﻋﻦ َﺻ ِﺪﻳ ِﻘ َﻚ‬
‫ﻓﻴﻖ ا ْﻟ ُﻤ َﻘ ﱠﺮ ِب‬
ِ ‫ﺎك ّريب ﰲ اﻟ ﱠﺮ‬
Bu beyitlerin ardından yapılan açıklamada ‘abkarın Yemen’de yer aldığı ve bu
durumun onun meskûn, sarrafları bulunmakla ünlü bir belde (Bu anlamın İmruülkays’ın
beytindeki “‘abkarda sayılan madeni kalp paraların tıngırtısı gibi” tabirinden de anlaşıdığına dikkat çekilmiştir) olduğunu gösterdiği… dile getirilir.
[VI, 4696’da] Yine ‘Abkar’ı cin arzına nispet edenlerin de Züheyr (ö. m. 609)’in
şu sözünü şâhit getirdikleri belirtilir:
‫ﺑﺨﻴﻞ ﻋﻠﻴﻬﺎ ﺟﻨﺔ ﻋﺒﻘﺮﻳﺔ ﺟﺪﻳﺮون ﻳﻮﻣﺎ أن ﻳﻨﺎﻟﻮا ﻓﻴﺴﺘﻌﻠﻮا‬
Tavîl bahrindeki beyit, Züheyr b. Ebî Sülmâ’ya aittir ve Dîvân’ında131 da aynı
şekilde geçmektedir.
Hadîd Sûresi
[VI, 4734’te] Hadîd sûresi 7. âyet ‫﴿آ ِﻣ ُﻨﻮا ﺑِﺎﻟﻠ ِﻪ َو َر ُﺳﻮﻟِ ِﻪ َوأَﻧْ ِﻔ ُﻘﻮا ِﻣ ﱠﻤﺎ َﺟ َﻌﻠَ ُﻜ ْﻢ ُﻣ ْﺴﺘَ ْﺨﻠَ ِﻔﻴ َﻦ ِﻓﻴ ِﻪ ﻓَﺎﻟ ِﱠﺬﻳ َﻦ آ َﻣ ُﻨﻮا‬
﴾‫“ ِﻣ ْﻨ ُﻜ ْﻢ َوأَﻧْ َﻔ ُﻘﻮا ﻟَ ُﻬ ْﻢ أَ ْﺟ ٌﺮ ﻛَﺒِﻴ ٌﺮ‬İman edin Allah’a ve Resûlüne de sizi hâkim kıldığı, sizin yönetiminize verdiği şeylerden infak eyleyin ki iman edip de infak eyleyenleriniz için büyük
bir mükâfat vardır.”in tefsirinde gerçekte mülkün de milkin de Allah’a ait olduğu,
Dîvân’ında da yer almaktadır. Beytin tamamı, şöyledir:
‫َو َﻣﻦ ﻓﺎ َد ِﻣﻦ إﺧﻮاﻧِ ِﻬ ْﻢ وﺑَﻨﻴﻬِﻢِ ﻛُ ُﻬ ٌﻮل وﺷُ ﺒّﺎ ٌن ﻛَ ِﺠ ﱠﻨ ِﺔ ﻋﺒ َﻘ ِﺮ‬
Bkz. Lebîd b. Rebî‘a, Dîvân, s. 70.
128
Yâkût el-Hamevî, Mu‘cemü’l-Büldân, IV, 79.
129
İmruülkays, Dîvân, s. 46.
130
Küseyyir ‘Azze, Dîvân, s. 48.
131
Züheyr b. Ebî Sülmâ, Dîvân, şerh: Ömer Fârûk et-Tabbâ‘, Dâru’l-kalem, Beyrut tsz., s. 52.
Hak Dini Kur’an Dili’ndeki Arapça Şiirlerin Temel Kaynaklarla Mukayesesi (I)
163
insanların kendilerinin ve milk diye sahip oldukları şeyin de O’na ait olduğu, Allah’ın
onlara yetki verip bunlarda tasarruf etmek için halife kıldığı ve insanların iman edip
halife kılındıkları bütün varlıklarında kendilerini asil değil O’nun vekili bilerek O’nun
yolunda ve beyan ettiği hususlarda harcamada bulunmaları gerektiği ifade edildikten
sonra kâili belirtilmeyen şu beyit aktarılır:
‫وﻣﺎ اﳌﺎل واﻷﻫﻠﻮن إﻻ وداﺋﻊ وﻻ ﺑﺪ ﻳﻮ ًﻣﺎ أن ﺗﺮد اﻟﻮداﺋﻊ‬
Tavîl bahrindeki beyit, Lebîd b. Rebî‘a’ya aittir ve Dîvân’ında132 şöyledir:
َ ‫َوﻣﺎ اﳌَ ُﺎل واﻷﻫْ ُﻠ‬
‫ﻮن إ ﱠﻻ َودﻳ َﻌ ٌﺔ َوﻻ ُﺑ ﱠﺪ َﻳ ْﻮ ًﻣﺎ أَ ْن ُﺗ َﺮ ﱠد اﻟ َﻮدا ِﺋ ُﻊ‬
ِ ‫﴿ﻟَ َﻘ ْﺪ أَ ْر َﺳﻠْ َﻨﺎ ُر ُﺳﻠَ َﻨﺎ ﺑِﺎﻟْ َﺒ ﱢﻴ َﻨ‬
[VI, 4759’da] Hadîd sûresi 25. âyet ‫ﺎس‬
َ َ‫ﺎت َوأَﻧْ َﺰﻟْ َﻨﺎ َﻣ َﻌ ُﻬ ُﻢ اﻟْ ِﻜﺘ‬
ُ ‫ﺎب َواﻟْ ِﻤﻴ َﺰا َن ﻟِ َﻴﻘُﻮ َم اﻟ ﱠﻨ‬
﴾‫“ ﺑِﺎﻟْ ِﻘ ْﺴ ِﻂ َوأَﻧْ َﺰﻟْ َﻨﺎ اﻟْ َﺤ ِﺪﻳ َﺪ ِﻓﻴ ِﻪ ﺑَﺄْ ٌس ﺷَ ِﺪﻳ ٌﺪ َو َﻣ َﻨﺎ ِﻓ ُﻊ ﻟِﻠ ﱠﻨ ِﺎس َوﻟِ َﻴ ْﻌﻠَ َﻢ اﻟﻠ ُﻪ َﻣ ْﻦ ﻳَ ْﻨ ُﺼ ُﺮﻩُ َو ُر ُﺳﻠَ ُﻪ ﺑِﺎﻟْ َﻐ ْﻴ ِﺐ إِ ﱠن اﻟﻠ َﻪ ﻗَﻮ ﱞِي َﻋﺰِﻳ ٌﺰ‬Celâlim
hakkı için Biz, Resûllerimizi açık delillerle gönderdik ve beraberlerinde kitap ve mîzân
indirdik ki insanlar adaletle tutunsunlar. Bir de demiri indirdik. Onda hem çetin
bir sertlik hem de insanlar için birçok menfaat vardır ve çünkü Allah, kendisine ve
resûllerine gıyabında yardım edenleri belli edecek. Şüphe yok ki Allah, kuvvetlidir,
azîzdir.”te geçen demirin (‫ )اﻟﺤﺪﻳﺪ‬önemiyle ilgili açıklamalardan sonra doğal olarak
bir şeye ihtiyaç ne kadar çoksa onun da yaratılışta o oranda çok bulunduğu, Allah’ın
rahmetine ihtiyacın ise hepsinden daha çok olduğu için Allah’ın bize rahmetini her
şeyin en kolay bulunan bir fazlı kılacağının ümit ve niyaz edildiği dile getirildikten
sonra kâili belirtilmeyen şu beyitlere yer verilir:
‫ﺳﺒﺤﺎن ﻣﻦ ﺧﺺ اﻟﻌﺰﻳﺰ ﺑﻌﺰﻩ واﻟﻨﺎس ﻣﺴﺘﻐﻨﻮن ﻋﻦ أﺟﻨﺎﺳﻪ‬
‫وأذل أﻧﻔﺎس اﻟﻬﻮاء وﻛﻞ ذي ﻧﻔﺲ ﻓﻤﺤﺘﺎج إﱃ أﻧﻔﺎﺳﻪ‬
Kâmil bahrindeki bu beyitler, ez-Zemahşerî’nin Rebî‘u’l-ebrâr’ında133 Ebü’l-Feth
el-Büstî’ye şu rivayetle nispet edilmektedir:
‫ﺳﺒﺤﺎن ﻣﻦ ﺧﺺ اﻟ ِﻔﻠﺰ ﺑﻌﺰة واﻟﻨﺎس ﻣﺴﺘﻐﻨﻮن ﻋﻦ أﺟﻨﺎﺳﻪ‬
‫وأذل أﻧﻔﺎس اﻟﺮﻳﺎح وﻛﻞ ذي ﻧﻔﺲ ﻓﻤﻔﺘﻘﺮ إﱃ أﻧﻔﺎﺳﻪ‬
Diğer yandan bu iki beyit, Ebü’l-Feth el-Büstî’nin Dîvân’ında değil de ona nispet
edilen şiirleri içeren ek kısmında134 hemen hemen ez-Zemahşerî’dekine benzer bir
rivayetle görülmüştür.
Haşr Sûresi
[VI, 4822’de] Haşr sûresi 6. âyet ‫َﺎب َوﻟَ ِﻜ ﱠﻦ‬
ٍ ‫﴿ َو َﻣﺎ أَﻓَﺎ َء اﻟﻠ ُﻪ َﻋﻠَﻰ َر ُﺳﻮﻟِ ِﻪ ِﻣ ْﻨ ُﻬ ْﻢ ﻓَ َﻤﺎ أَ ْو َﺟ ْﻔﺘُ ْﻢ َﻋﻠَ ْﻴ ِﻪ ِﻣ ْﻦ َﺧ ْﻴﻞٍ َوﻻَ ِرﻛ‬
﴾‫“ اﻟﻠ َﻪ ﻳُ َﺴﻠﱢ ُﻂ ُر ُﺳﻠَ ُﻪ َﻋﻠَﻰ َﻣ ْﻦ ﻳَﺸَ ﺎ ُء َواﻟﻠ ُﻪ َﻋﻠَﻰ ﻛ ﱢُﻞ ﺷَ ْﻲ ٍء ﻗ َِﺪﻳ ٌﺮ‬Allah’ın Resûlüne onlardan verdiği feye gelince
siz ona ne at deprettiniz ne deve velakin Allah Resûllerini dilediği kimselere galip kılar
132
Lebîd b. Rebî‘a, Dîvân, s. 89.
Ebü’l-Kâsım Mahmûd b. Ömer ez-Zemahşerî, Rebî‘u’l-ebrâr ve nusûsu’l-ahbâr, thk. ‘Abdülemîr
Mühennâ, Müessesetü’l-a‘lemî li’l-matbû‘ât, Beyrut 1412/1992, I, 138.
134
Ebü’l-Feth el-Büstî, Dîvân, s. 263.
133
Abdulkadir Bayam
164
ve Allah, her şeye kâdirdir.”in tefsirinde elde edilmesinde fazla meşakkat çekilmeyen
ganimete, haraç ve cizye gibi gelirlere fey ismi verildiği ve buna fey denilmesinin
gölge anlamına gelen fey’e teşbih ile dünyanın en şerefli a‘razı olan malın geçici bir
gölge gibi olduğuna tembih için olduğu belirtildikten sonra şâir ismi verilmeden şu
iki mısrâ aktarılır:
‫أرى اﳌﺎل أﻓﻴﺎء اﻟﻈﻼل ﻋﺸﻴﺔ‬
Tavîl bahrindeki bu mısrâ, er-Râğıb el-İsfehânî (ö. 502/1108)’nin el-Müfredât’ında135
nispetsiz olarak ve aynı rivayetle geçerken mısrâın da içinde bulunduğu beyit, eş-Şerîf
el-Murtezâ Ali b. el-Hüseyin (ö. 436/1044)’in Emâli’l-Murtezâ’sında136 Hârise b. Bedr
el-Ğudânî (ö. 64/684)’ye şu rivayetle nispet edilmektedir:
‫اﳌﺎل أ ْﻓﻴﺎ َء ﱢ‬
َ ‫ﺆوب ُوأﺧ َﺮى َﻳﺨ ِﺘ ُﻞ‬
َ ‫أَ َرى‬
‫اﳌﺎل ﺧﺎ ِﺗ ُﻠﻪ‬
ُ ‫اﻟﻈﻼل ﻓﺘﺎ َر ًة َﻳ‬
‫إن اﻟﺪﻧﻴﺎ ﻛﻈﻞ زاﺋﻞ‬
Bu mısraın da içinde bulunduğu remel bahrindeki beyit, Hz. Ali’ye aittir ve
Dîvân’ında137 şöyledir:
‫إمنﺎ اﻟﺪّﻧﻴﺎ َﻛﻈﻞ زاﺋﻞ أو ﻛﻀﻴﻒ ﺑﺎت ﻟﻴ ًﻼ ﻓﺎرﺗﺤﻞ‬
Saff Sûresi
ُ ‫ﻴﺴﻰ اﺑْ ُﻦ َﻣ ْﺮﻳَ َﻢ ﻳَﺎ ﺑَ ِﻨﻲ إِ ْﺳ َﺮاﺋِ َﻴﻞ إِﻧﱢﻲ َر ُﺳ‬
[VI, 4930’da] Saff sûresi 6. âyet ‫ﻮل اﻟﻠ ِﻪ إِﻟَﻴْ ُﻜ ْﻢ ُﻣ َﺼ ﱢﺪﻗًﺎ ﻟِ َﻤﺎ‬
َ ‫﴿ َوإِ ْذ ﻗ ََﺎل ِﻋ‬
ِ ‫“ ﺑَ ْﻴ َﻦ ﻳَﺪ ﱠَي ِﻣ َﻦ اﻟﺘﱠ ْﻮ َرا ِة َو ُﻣ َﺒﺸﱢ ًﺮا ِﺑ َﺮ ُﺳﻮ ٍل ﻳَﺄْﺗِﻲ ِﻣ ْﻦ ﺑَ ْﻌ ِﺪي ْاﺳ ُﻤ ُﻪ أَ ْﺣ َﻤ ُﺪ ﻓَﻠَ ﱠﻤﺎ َﺟﺎ َء ُﻫ ْﻢ ﺑِﺎﻟْ َﺒ ﱢﻴ َﻨ‬Bir vakit de
﴾‫ﺎت ﻗَﺎﻟُﻮا َﻫﺬَا ِﺳ ْﺤ ٌﺮ ُﻣﺒِﻴ ٌﻦ‬
Meryem’in oğlu İsa, şöyle dedi: Ey İsrail oğulları! Ben, size Allah’ın Resûlüyüm, önümdeki
Tevrat’ın doğrulayıcısı ve benden sonra gelecek bir Resûlün müjdecisi olarak geldim
ki onun ismi Ahmed’dir. Sonra o, onlara apaçık delillerle gelince “bu apaçık bir sihir”
dediler.”te geçen Ahmed (‫ )أَ ْﺣ َﻤﺪ‬ile ilgili olarak Hz. Hassân’ın beyti şâhit getirilerek
Ahmed isminin Resûlullâh’ın özel ismi olduğu vurgulanır:
‫ﺻﲆ اﻹﻟﻪ وﻣﻦ ﻳﺤﻒ ﺑﻌﺮﺷﻪ واﻟﻄﻴﺒﻮن ﻋﲆ اﳌﺒﺎرك أﺣﻤﺪ‬
Kâmil bahrindeki beyit, Hassân b. Sâbit’e aittir ve Dîvân’ında138 aynı şekilde
geçmektedir.
Cuma Sûresi
[VI, 4975’te] Cuma sûresi 9. âyet ‫ﻠﺼﻼَ ِة ِﻣ ْﻦ ﻳَ ْﻮمِ اﻟْ ُﺠ ُﻤ َﻌ ِﺔ ﻓ َْﺎﺳ َﻌ ْﻮا إِﻟَﻰ ِذﻛْ ِﺮ اﻟﻠ ِﻪ‬
‫﴿ﻳَﺎ أَﻳﱡ َﻬﺎ اﻟ ِﱠﺬﻳ َﻦ آ َﻣ ُﻨﻮا إِذَا ﻧُﻮ ِد َي ﻟِ ﱠ‬
﴾َ‫“ َو َذ ُروا اﻟْ َﺒ ْﻴ َﻊ َذﻟِ ُﻜ ْﻢ َﺧ ْﻴ ٌﺮ ﻟَ ُﻜ ْﻢ إِ ْن ﻛُ ْﻨﺘُ ْﻢ ﺗَ ْﻌﻠَ ُﻤﻮن‬Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıldığı(nız)
135
Ebü’l-Kâsım er-Râğıb el-İsfehânî, el-Müfredât fî ğarîbi’l-Kur’ân, thk. Muhammed Seyyid Kîlânî,
Şeriketü Mektebeti ve matba‘ati Mustafa el-Bâbî el-Halebî ve evlâdihî, Mısır 1381/1961, s. 389.
136
eş-Şerîf el-Murtezâ Ali b. el-Hüseyin el-Mûsevî el-‘Alevî, Emâlî’l-Murtezâ Ğureru’l-fevâid ve
düreru’l-kalâid, thk. Muhammed Ebü’l-Fazl İbrâhîm, Dâru ihyâi’l-kütübi’l-‘Arabiyye, ysz. 1373/1954,
I, 381.
137
Ali b. Ebî Tâlib, Dîvân, ysz. 1382/1963, s. 101; Ali b. Ebî Tâlib, Dîvân, Beyrut 1405/1985, s. 153.
138
Hassân b. Sâbit, Dîvân, s. 59.
Hak Dini Kur’an Dili’ndeki Arapça Şiirlerin Temel Kaynaklarla Mukayesesi (I)
165
zaman hemen Allah’ı anmaya koşun ve alım satımı bırakın. O sizin için daha hayırlıdır, eğer bilirseniz.”te geçen Cuma günü (‫ )ﻳﻮم اﻟﺠﻤﻌﺔ‬ile alâkalı olarak Arapların cuma
gününe önceleri yevm-i ‘arûbe dedikleri, günleri ‫ ﻋﺮوﺑﺔ‬,‫ ﻣﺆﻧﺲ‬,‫ دﺑﺎر‬,‫ ﺟﺒﺎر‬,‫ أﻫﻮن‬,‫ أول‬ve ‫ ﺷﻴﺎر‬şeklinde
saydıkları ve bunların şu nazımda bir araya getirildiği belirtilir:
‫أؤﻣﻞ أن أﻋﻴﺶ وإن ﻳﻮﻣﻲ ﺑﺄول أو ﺑﺄﻫﻮن أو ﺟﺒﺎر‬
‫أو اﻟﺘﺎﱄ دﺑﺎر ﻓﺈن أﻓﺘﻪ ﻓﻤﺆﻧﺲ أو ﻋﺮوﺑﺔ أو ﺷﻴﺎر‬
Vâfir bahrindeki bu beyitler, İbn Düreyd (ö. 321/933)’in Cemheretü’l-lüğa’sında139
Câhiliye şâirlerinden birine nispet edilmekte, fakat isim verilmemektedir. Rivayet
farkı, sadece ikinci beyitte şöyledir:
‫أو اﻟﺘﺎﱄ دُﺑﺎ ٍر أو َﻓﻴﻮﻣﻲ مبﺆ ِﻧ َﺲ أو ﻋَﺮوﺑ َﺔ أو ِﺷﻴﺎ ِر‬
Teğâbün Sûresi
ِ ‫اﻟﺴ َﻤﺎ َو‬
[VI, 5024’te] Teğâbün sûresi 3. âyet ‫ات َو ْاﻷَ ْر َض ﺑِﺎﻟْ َﺤ ﱢﻖ َو َﺻ ﱠﻮ َرﻛُ ْﻢ ﻓَﺄَ ْﺣ َﺴ َﻦ ُﺻ َﻮ َرﻛُ ْﻢ َوإِﻟَﻴْ ِﻪ‬
‫﴿ َﺧﻠ ََﻖ ﱠ‬
﴾‫“ اﻟْ َﻤ ِﺼﻴ ُﺮ‬O ki Gökleri ve Yeri hak ile yarattı ve size sûret verdi, sûretlerinizi güzel de
yaptı. Nihayet gidiş de O’nadır.”in tefsirinde insanın ulvî/yüksek âlem ile süflî/düşük,
alçak âlemin arasını birleştirdiği, bunun da mücerredât/soyutlar âleminden Rabbâni
emir olan rûhu ile maddiyat/somutlar âleminden olan bedeninden kaynaklandığı dile
getirlir ve konuyla ilgili Hz. Ali’nin şu beyti aktarılır:
‫وﺗﺰﻋﻢ أﻧﻚ ﺟﺮم ﺻﻐري وﻓﻴﻚ اﻧﻈﻮى اﻟﻌﺎمل اﻷﻛﱪ‬
Mütekârib bahrindeki bu beyit, Hz. Ali’ye aittir ve Dîvân’ında140 şöyledir:
‫ﺟﺮم ﺻﻐري وﻓﻴﻚ اﻧﻄﻮى اﻟﻌﺎ ُمل اﻷﻛﱪ‬
ُ
ٌ ‫وﺗﺤﺴﺐ أﻧﻚ‬
[VI, 5024’te] Yine bu anlam dolayısıyla Ebü’l-Feth el-Büstî’nin şöyle dediği ifade
edilir:
‫أﻗﺒﻞ ﻋﲆ اﻟﻨﻔﺲ واﺳﺘﻜﻤﻞ ﻓﻀﺎﺋﻠﻬﺎ ﻓﺄﻧﺖ ﺑﺎﻟﺮوح ﻻ ﺑﺎﻟﺠﺴﻢ إﻧﺴﺎن‬
Basît bahrindeki beyit, Ebü’l-Feth el-Büstî’ye aittir ve Dîvân’ında141 şöyledir:
ُ
َ ‫ﱠﻔﺲ ﻓﺎﺳﺘﻜ ِﻤ ْﻞ ﻓﻀﺎﺋ َﻠﻬﺎ‬
‫إﻧﺴﺎن‬
‫ﺴﻢ‬
ِ ‫ﱠﻔﺲ ﻻ‬
ِ ‫ﻓﺄﻧﺖ ﺑﺎﻟﻨ‬
ِ ‫أﻗ ِﺒ ْﻞ ﻋﲆ اﻟﻨ‬
ِ ‫ﺑﺎﻟﺠ‬
139
Ebû Bekir Muhammed b. el-Hasen İbn Düreyd, Cemheretü’l-lüğa, thk. Remzi Münîr Ba‘lebekkî,
Dâru’l-‘ilm li’l-melâyîn, Beyrut 1987-1988, III, 1311
140
Ali b. Ebî Tâlib, Dîvân, ysz. 1382/1963, s. 57. Diğer baskıda ise...‫ أﺗﺰﻋﻢ‬rivayetiyle yer almaktadır. Bkz.
Ali b. Ebî Tâlib, Dîvân, Beyrut 1405/1985, s. 86.
141
Ebü’l-Feth el-Büstî, Dîvân, s. 183.
Download