Abe valla biz istemiyoruz

advertisement
1
Mir Dengir Fırat:
SÖYLEŞİ
Dokunulmazlık
kaldırılırsa istifa
ederim!
Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL
Sayı:96
28 Mart - 04 Nisan 2016
S:08 - 09
bas-haber.com
Kürd siyaseti
federasyonu
destekliyor
rs
iv
ak
ur
d
.o
rg
S:06 - 07
w
.a
Bomba tuzaklı dehşet dengesi
w
w
Türkiye ve dünyada son aylarda sivillere yönelik yapılan
bombalı intihar saldırıları toplumun pasifikasyonuna neden
oluyor. Yaşam kaygısı hisseden kitleler, devletlerin aldığı
‘güvenlik’ tedbirlerinin yarattığı sonuçları sorgulama yetisini kaybediyor. Saldırılar nedeni ile uygulanan olağanüstü
tedbirler, demokrasi ve barış kültürünü darbelerken, kurulan
dehşet dengesi ortak yaşamı tehdit ederek daha büyük tehlikelere kapı aralıyor.
Avrupa’da İslamofobi ve ırkçılığın gelişmesine neden olan
radikal dinci saldırılar, Türkiye’de de Kürd düşmanlığına dayanan milliyetçiliğin prim yapmasına sebeb oluyor.
Avrupa’da aşırı sağ partilerin yakın tarihte eşi görülmemiş
yükselişi sürerken, Türkiye’de çözüm perspektifinin yitirilmesine ve siyaset alanının daralarak şiddetin kontrolden
çıkmasına neden oluyor. Uzmanlar çözümün daha fazla demokrasi olduğuna inanıyor.
S:02 - 03
Sur çocukları
ailelerinden alınıyor
Çözüm, AB yolunda
dönüm noktası
‘Abe valla biz
istemiyoruz’
Sur’daki çatışmaların ardından çocuklar, ailelerinden
koparılarak Çocuk esirgeme
Kurumu’na veriliyor
S:12
Heinrich Böll Vakfı Türkiye
Temsilcisi Kristian Brakel,
“Çözüm Süreci, Türkiye’nin AB
üyeliği için önemli” dedi. S:15
“Bana ulaştığında
Diyarbekir’e döndüm, evin
yakınındaki polis noktasına
gittim yalvar yakar nafile...
Terörizm psikolojiyi yok ediyor
BİLAL SAMBUR
s03
Amed Newrozu ardından
HAKAN TAHMAZ
Musul
Peşmerge’yi
bekliyor S:04 - 05
Meclis’te
DEP süreci
yaşanmayacak!
S:14
Alışalım mı, alışır mıyız?
s05
MESUT YEĞEN
S:10
Emre itaat edenler ve reddedenler
s07
FERHAT KENTEL
s09
02
MANŞET
BasHaber
28SÖYLEŞİ
Mart - 04 Nisan 22016
Bomba tuzaklı dehşet dengesi
Çözüm barış ve daha fazla demokrasi
‘Dehşete düşen insanların yalnızlaşması
daha kolay’
Patlamaların toplumda yarattığı can
Prof. Laçiner: Örgütler güçlü görünmek için
başkentleri seçerler
Uluslararası Güvenlik ve Ortadoğu Uzmanı
Prof. Dr. Sedat Laçiner, başta Ankara’da yapılan
bombalı saldırıya ilişkin BasHaber’e şunları söyledi: “Ülkelerin başkentlerine yapılan saldırının
amaçları, siyasi mesaj vermek içindir. Örneğin
Ankara, Paris ve en son Brüksel’de oldu. Siyasi
iradeler olduğu için mesaj verilmek isteniliyor.
Ankara’nın seçilmesinin nedeni de burasının
başkent olması ve mesaj verilmek istendiği
içindir. Örgütler daha güçlü olduğun göstermek
için genelde başkentleri seçiyorlar.”
Eski MİT Müsteşar Yrd. Öneş: PKK bu eylemi
Türkiye’nin Suriye politikasına karşı yaptı
BasHaber’e konuşan MİT Eski Müsteşar Yar-
dımcısı Cevat Öneş, Ankara’da yapılan eylemlerin
Suruç’tan sonra gerçekleşen eylemler olduğunu
savunarak, şunları söyledi: “Yapılan eylemlerin
hedefi ile bağlantılı bir eylemdir. Bu eylemler
PKK ve İŞİD tarafından gerçekleştirilen eylemlerdir. PKK tarafından yapılan intihar eylemleri
devamlılık kazandırılması ve Türkiye’nin hedef
alınarak gerçekleştirildi. Bu olaylar PKK’nın
özellikle Suriye’de Kantonların birleştirilmesi
karşısındaki politikasına karşı Türkiye’nin farklı
politika üretmesi ve bu bütünleşmeyi engellemesi meselesiyle bağlantılı. PKK Güneydoğu’da gerçekleştirmek istediği öz yönetim kurma amaçlarıyla bağlantılı şekilde böylesine bir tasarrufta
bulunması meselesidir. Devletin aldığı tedbirler
karşısında Suriye’deki gelişmeleri engellemesi
karşısında PKK’nın bunun merkezi hükümetin
rg
.o
ur
d
ak
iv
rs
iktidar çifte yarar sağlamaktadır.”Medyanın
rolüne değinen Değirmencioğlu, toplumda
‘garip’ olarak nitelendirilen birçoğu davranışın
birden ortaya çıkmadığını aktararak, “Bir kapkaç olayını defalarca yayımlayan, bir çocuğun
kaçırılmasını tüm çocuklar tehlikedeymiş gibi
gösteren, her türlü korkutucu olayı haber yapan televizyon kanalları Türkiye’de “güvenlik
eksik” kanısının yayılmasını sağladılar” dedi.
.a
‘Medya ‘güvenlik eksik’ kanısı yaydı’
Patlamaların beraberinde getirdiği
dehşet duygusunun insanları evine sinmeye yöneltebileceğini vurgulayan Psikolog
Değirmencioğlu, politikacıların bu durumu siyasi malzeme yapabileceğini
ifade ederek, şunları söyledi: “İnsanları
dehşete düşürebilenler birçok durumda bu
davranışların ortaya çıkacağını kestirebilirler. Hatta bunun üzerinden siyaset yapabilirler. Dehşet bir toplumu evine sinmeye,
boyun eğmeye, “güvenlik” adı altında en
olmadık davranışları sergilemeye veya
“güvenlik önlemi” etiketiyle sunulan birçok
yanlışı düşünmeden kabul etmeye yöneltebilir. Bugün Türkiye’de bu çift yönlü olarak
işlemektedir: Bir yandan insanlar kamu yetkililerinin ve korkunç siyasi hesapların üzerine
gitmekten kaçınmakta; diğer yandan, kısa
sürede şiddete yöneltilebilecek, örneğin hedef
gösterilen işyerlerine, binalara saldırabilecek,
muhalifleri linç edebilecek bir çeşit “milis
ruhu” taşıyan kişiler çoğalmaktadır. Yani,
Çözüm: Demokrasi, barış, adalet
ABD, İngiltere gibi ülkelerden tüm dünyaya
‘güvenlik söylemi’ yayıldığına dikkat çeken
Değirmencioğlu, “Bu, her binanın önüne bir
bekçi kulübesi konmasının, çelik kapıların,
alışveriş merkezlerinin metal tarayıcılarla
donatılmasının gerekli olduğunu insanlara benimsetiyor. Aynı zamanda tehlikeli
insanların bir yere kapatılması gerektiği
inancını da yaygınlaştırıyor. Yani, suç algısı ile
suçlu kavramı, suçlu kavramı ile toplu zararlı
olanlara her tür kötü muamele yapılması
w
‘Saldırılar toplumsal travmaya neden
oluyor‘
BasHaber’e değerlendirmelerde bulunan Psikolog Serdar Değirmencioğlu, terör
olgusunun toplumu dehşete düşürdüğünü ve
intihar saldırılarının toplumda daha travmatik
sonuçlar doğurduğunu vurgulayarak, “Dehşet
yaratmak için yapılan saldırılar canlı bomba
ile gerçekleştirilirse, yaratacağı korku daha
büyük olabilir. Çünkü artık tehlike bir nesne
değil, herhangi bir insandan gelebilir yani
her yerdedir. Patlamalar ardından insanlar rahatlamakta, gevşemekte, uyumakta
zorluk çekebilir, saldırı ile eşleşmiş kimi
görüntüler veya sesler kimi insanların sürekli
aklına gelebilir” şeklinde konuştu. Saldırıyı
yakından yaşayanların psikolojik olarak
daha uzun süreli etkilendiğini dile getiren
Prof. Dr. Değirmencioğlu, saldırıların medya
organlarında sıkça yer almasının ‘dehşet’
etkisini yaygınlaştırdığını belirterek şöyle
konuştu: “Saldırıyı anımsatan yerler, görüntüler, kişilerden kaçınmak yaygındır. Aşırı endişe,
psikolojik rahatsızlıklar veya şikayetler ortaya
çıkabilir. Bu etkilerin çoğu geçicidir; çoğunluk
birkaç ay içerisinde eski durumuna dönebilir. Ancak saldırıyı yakından görenlerin,
saldırıdan kurtulanların veya yakın oldukları
kişileri yitirenlerin çok daha fazla ve uzun süre
ile etkilenecekleri ortadadır. Kızını yitiren bir
baba gibi sınıfındaki bir öğrenciyi yitiren bir
öğretmen de bu gruba girer. Saldırı ardından
yapılan televizyon yayınlarının dehşet etkisini yaygınlaştırması da söz konusudur. Bu
görüntülere fazlaca izleyen kişilerin saldırıları
doğrudan yaşayan kişilerin verdiği kimi tepkilere benzer tepkiler verdikleri biliniyor.”
güvenliği sorununun beraberinde getirdiği
sokaklara çıkamama halini değerlendiren
Değirmencioğlu, çarpıcı açıklamalarda
bulundu. Patlamaların toplumları dehşete
düşürdüğünü ve insanların da böylelikle
yalnızlaştığını aktaran Değirmencioğlu,
“İnsanların en temel duygularından biri olan
korku, basit durumlarda yararlıdır. Çünkü
hızla kaçmayı ve tehlikeden kurtulmayı
kolaylaştırır. Ama patlama, saldırı gibi basit
“kaç-kurtul” ile başa çıkılamayan durumlarda garip, çok düşünülmeden yapılan,
yani yeterince akıl süzgecinden geçmemiş
birçok davranışa neden olabilir. İnsanların
bencil davranması, dayanışma içinde olmaya
çalışmaktan veya çözüm aramaktan kaçınması
da söz konusu olur. Dehşete düşürülen
insanların yalnızlaşması kolaydır” diye
kaydetti.
w
on dönemlerde; Türkiye, Avrupa ve
Ortadoğu’nun çeşitli ülkelerinde sivilleri
hedefleyen ve kitle katliamlarına neden
olan bombalı intihar saldırıları, toplumda
korku ve paniğe neden olurken, uzmanlar
arasında ise yeni bir tartışmanın başlamasına
yol açtı. Bazı uzmanlar patlamaların siyaset
kurumunu devre dışı bıraktığı görüşünü
savunurken, kimileri ise patlamalarla toplumsal refleksin önünün kesilmek istendiği
kanısında. Diyarbakır, Suruç, Ankara,
İstanbul’da farklı zamanlarda sivillere yönelik
yapılan intihar saldırıları insanların korku ve
can güvenliği kaygısı hissetmesine neden oldu.
Şüphesiz patlamaların toplumda yarattığı
öncelikli endişe can güvenliği sorunu oldu.
Öyle ki insanlar can güvenliği endişesinden
sokağa çıkmaya korkar oldu. Kent merkezlerinde sürekli polisleri gören insanlar kendisini
daha çok güvende hisseder oldu. Sivillere
yönelik yapılan bu patlamalar sonrasında
toplumsal refleks yerini herkesin kendi
kabuğuna çekilmesine bıraktı. Patlamalarda
ölen insanların cesetlerinin görüntüleri, canlı
bombanın kendisini patlatma anının günlerce
medyada yer alması, sayısız bomba ihbarları,
şüpheli araç, eşya ve paketlerin imhası, ‘Canlı
bomba yakalandı’, ‘Yakalanmasaydı kana
bulayacaktı’ gibi başlıklı haberler toplumda
onarılması güç psikolojik travmalara sebeb
oluyor. Saldırıların artık birer ikişer hafta
arayla yapılması toplumların şiddet olgusuyla
daha fazla iç içe olmasına neden oluyor.
Patlamaların toplumda yarattığı etkileri
ve güvenlik sorununu uzmanlarla konuştuk.
Psikolog ve sosyologlar patlamaların toplumun sosyal dokusuna zarar verdiğini ve insanlarda şiddete bağlı travmalar oluşturduğunu
belirtirken, güvenlik uzmanları ise intihar
saldırılarını önleyecek uzman ekibin olmadığı
ve güvenlik zafiyetinin söz konusu olduğunu
düşünüyor.
w
S
Dilan Almaz
MANŞET
BasHaber
28 Mart - 04 Nisan 2016
3
SÖYLEŞİ
bulunduğu yerde bir eylem yaparak bir mesaj
verme istemesi olarak yorumlayabiliriz. PKK’nin
bu eylemleri tüm Türkiye’ye zarar verirken,
Kürdlerin demokratik haklarının gelişimine engel
olan bir süreçtir. PKK’nın yaptığı bu eylemleri
Türkiye halkı tarafından tepkiyle karşılamıştır.
Yine aynı şekilde kendi mahallesinde de tepkiyle
karşılamıştır.”
yüklüdür ve bunların halen devam ediyor oluşu,
hakikat ve adalete olan inancımızı, dayanışma
ve birlikte baş etme gücümüzü zayıflatmaktadır.
Kutuplaşma ve yabancılaşmanın artması nefret
dilini meşrulaştırır. Toplumun ayrışması; getto
grupların radikalleşerek kriminalize olması, şoven grupların güçlenmesi gibi sonuçlar doğurur”
diye konuştu.
Psikolog Aydın:
Sessiz kalmak toplumu duyarsızlaştırır
Türk Psikologlar Derneği Üyesi Uzman Psikolog Hande Aydın ise travma ve şiddetin doğal bir
olay gibi gösterilmesi ve buna sessiz kalınmasının, toplumu duyarsızlaştırdığına dikkat çekerek,
“Türkiye toplumunun insanları olarak, toplumsal
belleğimiz, insan eliyle yaratılan travmalarla
Psikolog Dr. Berber:
İnsanlar güvende hissetmiyor
Psikolog Doktor Sezai Berber ise bombalı
saldırıdan sonra kendini güvende hissetmeyen
toplumun ruh haline dikkat çekerek şunları söyledi: “Bombalı saldırılar ile toplum paniğe giriyor.
Birçok yerde bombaların patlaması ile insanların
yaraları tazelendi. Bundan dolayı kendilerini
kolaylaştırılıyor. Toplum bir yandan
şiddet siyaseti güden, diğer yandan
eşitsizlikleri derinleştiren neoliberal
siyasetle sorunlar içine itiliyor. Öte
yandan sorun “güvenlik” ve “güvenliği
tehdit edenler” gibi sunuluyor. Peki, bu
sorunu kim çözer? Polis, daha çok polis.
Yani iktidarın istediği oluyor. Toplum
kendini korkutanlara, kendi üzerinde
daha çok zor kullanma olanağı veriyor;
bütçeden polise ve orduya ayrılan pay
hiç azalmıyor” şeklinde konuştu.
Sorunun çözümünün toplumsal
barış ve adaletten geçtiğini hatırlatan
Demircioğlu, şunları vurguladı: “Basit
ve kapsamlı çözümler düşünmek
zorundayız. Görece basit çözümler
güven oluşturmak, mahallede barış
bahçeleri kurmak gibi somut ve anlamlı
işler üretmek, dayanışmayı arttırmak,
toplumu dehşetin etkileri hakkında
bilgilendirmek. Kapsamlı çözümler ise
güvende hissetmiyorlar. Patlamalardan dolayı
insanlar kendilerini eve hapsetmiş durumda.
Bununla birlikte tedirginlik, korku, endişe, uykusuzluk hakim toplumda. İnsanlar artık kalabalık
yerlere giremiyor. Daha önce de benzer saldırılar
yaşadık. Bu yeni bir dönem. Bu nedenle insanlara
bir şey söylemekte zordur.. İnsanlar aktivelere
katılamıyor. Bu saldırıların amacı da toplumu
sindirmek. Toplum bunu kanıksamadı. Şimdi
mecburen bunu yapıyor. Ankara’da bombalı
olaydan sonra sokaklar boşaldı. Araçlarını bile
çıkarmayan insanlar, toplu taşıma araçlarını kullanmamak için araçlarını çıkardılar. Toplum çok
kaygılı.Bunlar rasyonel tepkilerdir. Yaşananları
düşündüğümüzde normaldir. İnsanların tepkileri
anlaşılabilirdir.”
demokrasi, barış, adalet. Toplumun
kendine güvenebilmesini sağlayan,
yurttaşı devletin veya zorbaların
karşısında güçlü kılan araçlar ve “Kimseden korkum yok, doğruyu söylerim”
diyebilmek, korku politikalarına yenik
düşmemek demokrasi, barış, adalet
kurulmasını gerektirir.
Akademisyen Çiçek: Şiddet
toplumsal pasifikasyon yaratıyor
Artan şiddet olaylarının toplumun bir arada yaşamasını sekteye
uğrattığına dikkat çeken Mardin
Artuklu Üniversitesi Siyaset Bilimi ve
Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim
Üyesi Dr. Cuma Çiçek, şiddetin siyaseti
devre dışı bıraktığını belirterek, “Zira,
artan şiddetle birlikte toplum içinde bir
arada barış içinde yaşamayı mümkün
kılacak ortak bir normatif çerçevenin
kurulması imkansız hale geliyor. Ortak
normatif bir çerçeveden yoksun bir
toplumda barışı ve birlikteliği inşa
etmek imkansız olmasa da çok zor.
Kürd meselesi diyalog ve müzakere
anlamında siyaset yolundan çıktıkça
ve silah ve şiddet alanına kaydıkça,
toplumsal yarılma artıyor, soruna
demokratik barışçıl yollarla çözüm
bulma inancı, bu konuda siyaset
kurumuna olan güven her geçen gün
azalıyor” dedi.
Güvenlik politikalarıyla birlikte
sivil toplum örgütleri ve demokratik
kitle örgütlerinin çalışma alanlarını
yitirmesinin bir pasifikasyon yarattığını
dile getiren Çiçek, şunlara değindi:
“Şiddet ve güvenlik politikalarının
gri alanları ortadan kaldırdığından
bahsedebiliriz. Taraflara eleştirel
duran, bu anlamda farklı taraflarla
aynı anda konuşma becerisi olan, tam
da bu kapasiteleri sayesinde çözüm
politikalarına katkı sunma olanakları
olan aktörler şiddet ve güvenlik
politikalarıyla birlikte büyük oranda
sahalarını kaybettiler. “Ya bizdensin
ya onlardan” söyleminin şiddet ve
güvenlik politikalarıyla birlikte öne
çıkması Türkiye’ye özgü bir durum
değil. Benzer sorunların yaşandığı bir
çok zaman ve mekanda, sorunların
diyalog ve müzakere yerine şiddet ekseninde çözülmeye çalışıldığı vakalarda
benzer bir atmosferin oluştuğunu
biliyoruz. Hem siyaset alanının
daralması, hem de sivil toplum aktörlerinin suskunlaşması ve gri alanların
kaybolması doğal olarak toplamda
Cuma Çiçek
bir pasifikasyon yaratıyor. Zira, söz
söyleme anlamında siyaset ölüyor.”
DİTAM Başkanı Kaya: Kapsayıcı
politikalar olmalı
Bölgede yaşanan çatışmaları
yakından takip eden Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi (DİTAM)
Başkanı Mehmet Kaya, Türkiye
kentlerinde meydana gelen patlamalar ile bölgede yaşanan çatışmaların
toplumun davranış kalıplarını
olumsuz anlamda etkilediğini aktararak, çatışmalı ortamın siyasetin ve
demokratik kurumların müdahale yetkisini olanaksızlaştırdığının altını çizdi.
Hükümetin izlediği politikaların toplumu gerginlik ve suçlama noktasına
getirdiğini savunan Kaya, “Hükümetin
kamu güvenliği sağlama amacıyla
başlattığı güvenlik eksenli politikalar
bölgede ve ülkede kamu güvenliğini
bugüne kadar hiç olmadığı kadar
bozmuştur. Batı’da insanlar sokağa
çıkmaz hale gelmişken Kürdistan
illerinde yaşamı ekonomiyi ve aidiyet
duygusunu alt üst etmiştir. Ülkede
yaşayan insanlar daha iyi bir yaşam elde
etme konusunda umutları tamamen
tükenmekle birlikte, asgari yaşam
koşullarının yakalanması konusunda
bile endişelerin oluşmasına neden
olmuştur” ifadelerini kullandı.
Türkiye’nin kaos ortamından
kurtulması için iç barışın sağlanması
konusunda ve dış politika da bütüncül
bir yaklaşımla atılacak reformist
adımlara ihtiyaç olduğunu belirten
Kaya, “Bu konuda Meclisi çalıştırmak,
çatışmaların önüne topyekun siyaseti
koymaya çalışmak hükümetin öncelikli
görevi olmalıdır. Siyaseti ve meclisi
zayıflatmak çatışan güçlerin ellerini
kuvvetlendirmenin yanısıra, toplumsal ayrışmanın da oluşmasına zemin
hazırlar” diye konuştu. Türkiye’de artık
‘rakip görme’ ve ‘rakibe karşı şiddeti
meşru görme’ anlayışının olduğunu
iddia eden Kaya, şunları söyledi:
“Toplumda ‘artık ne olursa olsun’
anlayışı yavaş yavaş hakim olmaktadır.
Bu anlayış bir ülkede oluşabilecek
kutuplaşmanın en önemli göstergelerinden biridir. Bunun üzerinden bir
siyasi kazanç sağlamaya çalışmak aynı
zamanda ülkeyi yönetememeyi de
beraberinde getirir. Hükümetin bunu
görerek politika oluşturma zorunluluğu
vardır.”
Mehmet Kaya
Serdar Değirmencioğlu
03
Terörizm psikoloji ve
sosyolojiyi yok ediyor!
BİLAL SAMBUR
Türkiye ve dünya arka arkaya
gerçekleşen saldırılarla sarsıldı.
Diyarbakır-Suruç-Ankara-İstanbul/
Taksim/Sultanahmet katliamları,
bütün toplumda derin bir psikolojik
ve sosyal tahribat yarattı. Ankara’da
beş ay içinde üç büyük katliam yaşanması, bütün toplumda kaygının,
korkunun ve şokun derinliğine yaşanmasına neden oldu. Son olarak
Brüksel’de havaalanı ve metroya düzenlenen saldırılarda
otuz kişinin hayatını kaybetmesi, bütün dünyaya derin
bir korku yaşattı. Terör ve şiddet saldırıları, artık gerçekleştikleri ülkenin sınırlarının ötesinde bütün dünyada bir
korku toplumunun oluşmasını sağlamaktadır.
Ankara-İstanbul-Brüksel saldırılarını gerçekleştiren
teröristlerin kimliği ve arka planı, insanların zihninde
büyük bir şokun oluşmasına neden olmuştur. Toplumun
büyük bölümü, terörist denilen kişilerin genelde kendilerinden çok uzak, anormal ve farklı olduğunu düşünme
eğilimindedir. Ancak saldırganların sıradan insanlardan
hiç de farklı olmayan hikayeleri, toplumda bu kişilerin
nasıl terörist haline geldiği sorusunun sorulmasına neden
olmuştur. Teröristlerin, diğer insanlardan farklı olmanın
ötesinde diğer insanlarla benzerliklerinin olması, terörün
sıradanlaşması gerçeğini önümüze çıkarmıştır. Terörizm,
sıradan insanların vahşetidir.
İstanbul, Ankara ve Brüksel gibi büyük şehirlerde yaşayan insanlar, kendilerini dengeli, kestirilebilir ve kontrol edilebilir bir çevrede yaşadıklarını sanıyorlardı. Ancak
bombalı katliamlar, insanlarda yaşadıkları şehirlerin kestirilemez, dengesiz ve kontrol edilemez mekanlar olduğu
algısının yerleşmesine neden olmuştur. İçinde yaşanılan
çevrede ne olacağının öngörülememesi, insanlarda yoğun
bir güvenlik krizi ve ihtiyacının uyanmasını sağlamıştır.
İnsanlar, artık hiçbir yerin güvenli olmadığını, her yerin
tehlikeli olduğu korkusuyla yaşamaya başlamışlardır.
Terör saldırılarında hayatını kaybedenlerin kişisel
hikayeleri uzun süre gündemde tutulmaktadır. Ayrıca
terör saldırılarını organize eden örgütler üzerinden
yoğun dini, etnik veya ideolojik konular tartışılmaktadır.
Kurbanların kişisel hikayeleri, ideolojik ve dini tartışmalar, insanlarda öfke, nefret, tiksinti, çaresizlik, panik,
şüphecilik ve intikam gibi olumsuz duyguların oluşmasına
neden olmaktadır. Kişiler, bu olumsuz duygu ve düşüncelerin baskısı altında ezilmekte, psikolojik ve sosyal
sağlıklarında ciddi aşınma ve stres durumu oluşmaktadır.
Başka bir ifade ile terör ve şiddet, normal insanları
anormalleştirmekte, duygularımızı ve düşüncelerimizi
zehirlemektedir. Saldırıların arka arkaya gerçekleşmesi
ve dünya gündemini işgal etmesi, kişilerin terör saldırılarını gelip geçici saldırılar olarak değil, kalıcı tehdit
olarak algılamalarını sağlamıştır. Terörizmin kalıcı tehdit
olarak algılandığı bir ortamda terörle yaşamaya alışmak
tartışmaları yapılmıştır.
Ankara, İstanbul ve Brüksel’in dışında yaşayanlar, en
az o şehirlerde yaşayanlar kadar bombalı saldırılardan
psikolojik ve sosyal olarak etkilenmişlerdir. Terörizm,
bir doğal afet değil, bir insani vahşettir. İnsanlar, terörizmle yüz yüze gelmeyi ölümle yüzyüze gelmek gibi
algılamaktadırlar. Terör saldırıları sonucu, insanlar yaşadıkları şehirlerden koptuklarını hissetmektedirler. Terör
eylemleri sonrasında insanlar, yaşadıkları şehirlerde
tekrar yerlerini bulmaya ve ilişkilerini anlamlandırmaya
çalışmaktadırlar. Herkes kendisini potansiyel olarak
terör kurbanı olarak konumlandırma psikolojisi içindedir. Herkes sevdiklerini, eşini, çocuğunu ve arkadaşını
terörden koruma kaygısıyla hareket etmeye başlamıştır.
Terör saldırıları, toplumda tanımlanması zor bir travma
ve stres hali yaratmıştır, çünkü son katliamlar, hayatları,
kalpleri ve kafaları birlikte tahrip etmektedir. Kısacası
psikolojiyi ve sosyolojiyi yok eden terörizmin tahribatı
devam etmektedir.
HABER
G
Zeyat Cebo
.o
ur
d
ak
iv
Osman: Erbil’in bağımsızlık
ısrarı devam ediyor
KBY Başkanı Mesud Barzani’nin bu açıklaması ile bağımsızlık konusunda kararlılığını bir
kez daha gösterdiğini ifade eden Kürd siyasetçi
Mahmud Osman, “KBY ısrarla bağımsızlıktan
bahsediyor ancak önümüzde girift bir süreç var.
Bağımsızlık referandumu için Kürd partilerinin
ve Parlamento’nun toplanıp ortak bir karara
varması, strateji belirlemesi gerekiyor. İkinci bir
konu da iç ve dış koşulların iyice tahlil edilmesidir” değerlendirmesini yaptı. Bağdat ile Erbil
arasında güven bunalımı yaşandığına dikkat çeken Osman, “İki taraf arasında güven kalmamış.
Erbil bütçeyi, Bağdat da bağımsızlığı bahane
ediyor. Ama Bağdat artık Kürdistan’ın bağımsızlık konusunda kararlı olduğunu görüyor. Bu
yüzden tüm siyasi, ekonomik ve hatta kültürel
ilişkiler donmuş durumda. Bağdat’ta Kürd
milletvekillerinin kalması şekli olmaktan öteye
bir sonuç vermiyor” şeklinde konuştu. Kürdler’in
Bağdat’tan sadece dostluk beklediğini ifade eden
Osman, “Kürdler bağımsızlık için Bağdat’tan
yardım talebinde bulunmuyor. Bağdat da artık
hiç bir şekilde Kürdler’in Irak’la birlikte devam
rs
yineleyen Barzani, “O zaman Kürdistan halkını
kutlayacağım ve başka birinin yerimi almasına
izin vereceğim. Bu benim bir sözümdür, bundan
sonra Kürdistan Başkanı olarak kalmayacağım.
Benim amacım bağımsız Kürdistan’dır, Kürdistan Başkanı olarak kal-mak değildir.” dedi.
etmeyeceğine kanaat getirmiş bulunuyor.” ifadelerini kullandı.
.a
“Bağımsızlıktan başka seçenek kalmadı”
KBY Başkanı Mesud Barzani, bağımsızlık
dışında başka seçeneklerinin kalmadığını, referandumdan olumlu cevap çıkması halinde bağımsızlık ilan edeceklerini belirtti. Al Monitor’a
konuşan Başkan Barzani, “Bağımsızlık dışında
başka seçeneğimiz kalmamıştır” dedi. Barzani,
ABD’deki Başkanlık seçimleri öncesi referandum yap-mak istediklerini belirterek, “Bu sene
ABD’deki Başkanlık seçimi öncesi bağımsızlık
referandumunu gerçekleştirmek istiyoruz”dedi.
Irak ile beraber yaşamak için çok çaba harcadıklarını, Bağdat hükümetinin Kürdler’in artık
bedel ödemeksizin haklarını tanıması gerektiğini belirten Barzani, “Irak sisteminde yer
almak için çaba harcadık. Birlikte yaşamanın
sağlanması için anayasaya evet dedik. Biz bu
ko-nuda elimizden gelen iyi niyeti gösterdik”
ifadelerini kullandı. Kürdistan bağımsızlığına
kavuştuğu zaman Başkanlık’tan ayrılacağını
rg
üney Kürdistan’ın tüm kentlerinde Newroz bayramı etkinlikleri bağımsızlık ve
referandum coşkusuyla kutlanırken, Irak
Ordusu Mahmur’da kurduğu karargahtan Musul Operasyonu için düğmeye bastı. Musul’un
doğusundaki Geyar İlçesi’nden başlatılan
operasyona Bağdat ile Erbil arasında ön anlaşma
olmadığı için Peşmerge Güçleri katılmıyor.
Öte yandan bağımsızlık gündeminin alevlenmesi ile birlikte Şii Haşdi Şabi milisleri tartışmalı bölgelerde yeniden Peşmerge ile karşı karşıya
geldi. Şii milisler başta Tuzxurmatu İlçesi’nde
olmak üzere, Kerkük’ün diğer ilçelerinde de
halkı tehdit etmeye ve baskı ile bölgeden uzaklaştırmaya çalışıyor. Gelişmeler üzerine bölgeye
yeni Peşmerge birlikleri kaydırıldı. Öte yandan
Kerkük ve çevresinde yaşayan Sunni Arap
aşiretleri de bölgelerinin Kürdistan idaresine
bağlanmasını istiyor. Sunni Araplar bağımsızlık
referandumuna da destek vereceklerini açıkladı.
Güney Kürdistan’ın en köklü partilerinden biri
olan Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK) de,
Parti Genel Sekreteri Birinci Yardımcısı Kosret
Resul Eli’nin, parti içi eleştirileri ile çalkalanıyor.
Eli’nin Talabani ailesine yönelik açıklamaları
YNK’nin içindeki çatlağı yeniden gündeme
taşıdı.
Musul Operasyonu için ilk adım atıldı
Ayrıca IŞİD ile olan mücadele de devam
ediyor. Irak Savunma Bakanı Halit el-Ubeydi,
Irak’ın ikinci büyük kenti Musul’u IŞİD’in
elinden kurtaracak operasyonun başladığını
resmen duyurdu. Şubat ayından beri Mahmur-Guwer hattına askeri sevkiyat yapan ve
15. Tugaya bağlı 72. ve 91. piyade birliklerini bu
alanda ko-nuşlandıran Irak Ordusu, 24 Mart
günü Mahmur’un güney batısından harekete
geçerek, operasyon için ilk adımı attı. Koalisyon
güçleri ile Irak Hava Kuvvetleri’ne bağlı savaş
uçaklarının geceden beri Musul’un 60 km doğusundaki Geyar’a düzenlendiği hava saldırılarının
ardından sabah erken saatlerde harekete geçen
birlikler operasyonun ilk gününde, Metenter,
Tilşeîr, Nesir, Xetab, Selahiye, Nezre, Kermirdî,
Kudîle, Mehane ve Serab Cebir köylerini kontrol
ederek Geyar Köprüsü’ne ulaştı.
“Peşmerge operasyona destek
verecek, ancak katılmayacak”
Operasyon başlatılan bölgelerde Peşmerge
Güçleri alanın güvenliğini sağlayarak ve elindeki
askeri istihbaratları paylaşarak Irak Ordusu’na
destek veriyor. BasHaber’e konuşan Peşmerge
Güçleri Mahmur Cephesi Komutanı Necat Eli,
operasyon bölgesinde her ihtimale karşı sürekli
savaşa hazır halde olduklarını, mevzilerini
HABER
BasHaber
28 Mart - 04 Nisan 2016
5
SÖYLEŞİ
Musul Peşmerge’yi bekliyor
w
Kürdistan Yurtseverler
Birliği (YNK) Genel Sekreteri
Celal Talabani’nin hastalığı
sonrası YNK’de başlayan istikrarsızlık ve parti içi kriz de
devam ediyor. YNK Genel Sekreter Yardımcısı Kosret Resul
hafta içinde Şark el Ewsed
gazetesine verdiği demeçte,
YNK içerisinde parçalanma
olduğunu, bir tarafta Celal
Talabani’nin eşi Hero İbrahim
diğer tarafta ise YNK yönetiminin olduğunu açıkladı.
Resul’un bu açıklamaları parti
içerisindeki durumu gözler
önüne sererken yeni bir tartışmanın da başlangıcı oldu.
Konuyu BasHaber’e değerlendiren gazeteci Karzan Sabah
Hewrami, “YNK’nin üst düzey
yöneticileri de artık partinin
ikiye bölünme ile karşı karşıya
olduğunu gizlemiyor. Bir süre
önce eski Parlamento Başkanı
YNK’li Ersalan Bayiz de, parti
içinde yeni bir Goran vakasının yaşanabileceğini beyan
etti” dedi.
YNK içersindeki iki başlı
bir siyasetin başladığını ifade
eden Hewrami, “Bir kanat
Bağdat’a dönme ve Irak’ın
birliği çerçevesinde siyaset
yapma taraftarı. Bir taraf da
KBY ile bağımsızlık temelinde
yürüme taraftarı. YNK’nin
parçalanmasının Kürdistan’da
yankıları olacaktır. Parti içerisindeki taraflar birbirleri ile
uzlaşmasa da parçalanmaktan da korkuyorlar. YNK’nin
yeni bir öndere değil, yeni
bir sistem ve yapılanmaya
ihtiyacı var. Kosret Resul Eli
de bunu görüyor ve bunun
için kongreye gitme
önerisinde bulunuyor” dedi.
28SÖYLEŞİ
Mart - 04 Nisan 42016
w
“YNK’de ikinci
bir Goran vakası
yaşanabilir“
BasHaber
w
04
koruduklarını, Irak Ordusu’na destek
verdiklerini ancak çatışmalara katılmadıklarını belirtti.
Peşmerge Güçleri’nin üç sebepten
dolayı operasyona doğrudan katılmadığını ifade eden Peşmerge Komutanı,
Necat Eli bu sebepleri şu şekilde sıraladı: “Bağdat ile Erbil arasında, Musul’un
nasıl idare edileceği ve yönetiminde
kimlerin yer alacağı konusunda bir
anlaşma yok. Erbil, operasyon öncesi
bu konunun netleştirilmesinde ve
taraflar arasında bir anlaşma sağlanmasında ısrar ediyor. İkinci konu ise
Peşmerge Güçleri’nin donatılması ve
desteklenmesi. İlkesel olarak Musul
Operasyonu’nu destekliyoruz. Ancak,
Bağdat yönetimi tarafından Peşmerge
Güçleri donatılmadan bu operasyona
doğrudan katılmayı da doğru bulmuyoruz. KBY ile Koalisyon Güçleri arasında
anlaşmalar olmasına rağmen, Bağdat
yönetimi Peşmerge Güçleri’ne gereken
askeri desteği sunmuyor. Üçüncü sebep
de operasyon yapılan bölgelerin Arap
köyleri olması. Operasyonda kurtarılması hedeflenen bölgeler tamamen
Arapların yaşadıkları alanlar.“
Ayrıca KBY Peşmergeleri’nin kendi
imkanları ile 2014 yılından bu yana
IŞİD ile savaştığını açıklayan Nejat Eli,
merkezi hükümetin Peşmerge’ye silah
ve cephane yardımı yapmadığını söyledi. Peşmerge’nin ve Erbil’in şartlarının
kabul edilmeden operasyona katılmayacaklarını söyleyerek, “Peşmerge,
Ağustos 2014’ten beri elindeki kısmi
imkanlar ve eski silahlarla terör örgütüne karşı savaşıyor. Bağdat yönetimi
milis güçlerini en modern silahlarla
donatıyor, her türlü askeri ve lojistik
imkanı sağlıyor. Irak Anayasası’na göre,
Irak Savunma Bakanlığı’na bağlı bir güç
olan Peşmerge bu imkânlardan faydalanamıyor. Dolayısıyla operasyon için bu
şartı belirlememiz anlaşılır” şeklinde
konuşuyor.
“Peşmerge olmadan Musul
kurtarılamaz”
Öte yandan operasyon başlatılan
bölgelerdeki köylerin savaş meydanı
olduğunu, Peşmerge tarafından sürekli
bombalandığını söyleyen Peşmerge Komutanı Necat Eli, Peşmerge Güçleri’nin
desteği ve katılımı olmadan Irak Ordusunun belirlenen hedeflere ulaşmasının
ve Musul’u IŞİD’den temizlemesinin
imkansız olduğunu vurguladı. Eli, “Geyar, Musul’un ana damarlarından biri.
Musul’u Mahmur, Tikrit ve Hewice’ye
bağlıyor. Bu bölgenin alınması ile Musul tamamen çembere alınmış olacak.
Dolayısıyla asıl belirleyici olacak olan
bundan sonraki aşamadır. Irak Ordusu’nun bölgede konuşlandırdığı 71.
ve 92. piyade taburları ve milis güçler,
kentin kurtarılması için yeterli kapasite
ve kabiliyete sahip değil. 92. taburun
çoğunluğu Kürdler’den oluşuyor. Askeri
olarak en modern şekilde donatılmışlar ve dakik hava desteğine sahipler.
Buna rağmen de Peşmerge kadar
askeri deneyime sahip, girişken ve atik
değiller. Bu operasyonda da Peşmerge alanın güvenliği için önemli olan
tüm stratejik bölgelerin kontrolünü
Uluslararası Koalisyon ve Bağdat,
Peşmerge’nin Musul Operasyonu’na
katılmasını isterken, Erbil ise IŞİD
sonrası Musul’un durumunun netlik
kazanması gerektiğini ve Peşmerge’ye
ağır silahların verilmesini talep
ediyor. BasHaber’e değerlendirmeler
yapan komutanlar Peşmerge’nin operasyon için hazır olduğunu kaydediyor.
sağladı. Operasyon bu desteği arkasına
alarak sonuç alabildi. Bundan sonraki
aşamalarda, gerek Geyar, gerekse de
Musul Operasyonu’nun başarıya ulaşması, Peşmerge Güçleri’nin katılımına
bağlıdır. Peşmerge bölgenin yapısını ve
IŞİD’i çok iyi biliyor. Peşmerge olmadan
Musul’un bu güçler tarafından kurtarılması imkansızdır” dedi.
Haşdi Şabi’den yeni girişim
Tahran ve Bağdat’ın KBY’nin bağımsızlık girişimlerine karşı kullandığı
Haşdi Şabi milisleri bölgede gerginlik
yaratmaya devam ediyor. Tuzxurmatu
Kaymakamlığı, Haşdi Şabi milislerinin
ilçenin belli mahallelerine suikastçı
yerleştirdiğini özellikle Kürd vatandaşlarının hedef alındığını açıkladı.
Açıklamada, ilçede gezen milislerin
belli noktalara geçici kontrol noktaları
kurarak Kürd vatandaşları alıkoyduğu,
evlerini basarak tehditle göçe zorladığı
belirtildi.
BasHaber’e konuşan Tuzxurmatu
Kaymakamı Şelal Abdul, Şii milislerin
taraflar arasındaki anlaşmayı ihlal
ederek yeniden ilçenin güvenliğini
ve istikrarını tehdit ettiğini söyledi.
Gelişmelerden yetkilileri haberdar
ettiklerini ve ilçeye yeni bir Peşmerge
birliğinin takviye edildiğini belirten
Abdul, “Tuzxurmatu’ya gelen Peşmerge birliği içinde Anti-Terör timleri ve
ABD’li gözlemciler de var. Bu aşamadan
itibaren ilçenin güvenliği tamamen bu
güçten sorulacak. Bu güçler, her türlü
ihlale anında cevap verme yetkisine sahip olacak. Bağdat yönetimi halkın can
güvenliğini sağlamak için güç göndereceğine, asayişi ve istikrarı tehdit amaçlı
güç gönderiyor. Peşmerge bu girişimin
önünü almak için ilçeye yerleşti. Son
olarak ilçeye girmeye çalışan 25 araçlık
Haşdi Şabi konvoyu Peşmerge tarafından geri gönderildi” değerlendirmesini
yaptı.
“Kerküklü Araplar
referandumdan yana”
Hamrin Dağı’ndan bu tarafa, tartışmalı bölgelerin tümünde yaşayan
Sunni Arap ve Türkmenlerin KBY kontrolü altında yaşamak istediklerini ifade
eden Şelal Abdul, “Hafta içinde Kerkük
ve çevresinde yaşayan Sunni Arap
aşiretlerinin ileri gelenleri ve şeyhleri,
Kerkük Valisi Necmeddin Kerim ile bir
toplantı gerçekleştirdiler. Top-lantıda,
IŞİD terörü ve Şii milislerin baskısı
karşısında Peşmerge ve KBY’ye bağlı
asayiş güçlerinin kendilerini koruduğunu ifade ederek, KBY idaresi altında
yaşamak istediklerini ifade ettiler. Bölgelerinin Kürdistan’a bağlanması için
referandum istediklerini ifade ettiler”
ifadelerini kulandı.
05
Amed Newrozu
ardından
HAKAN TAHMAZ
Amed Newroz’una mitingin ilk
saatlerinde katılımın az olmasıyla hükümete yakın gazeteciler HDP’nin sonunun geldiğine hükmettiler. İlerleyen
saatlerde alanda ciddi bir kalabalığın
toplanmasıyla tersinden hükmü Kürd
siyaseti çevresinde verilmeye başlandı.
Son üç yılın Newroz ile bu yılınkini
kıyaslamak doğru değil. Bundan önceki
Newrozlara insanlar barış yolunda nasıl
ilerleyeceğiz sorusuna yanıt bulmak, barış umutlarını büyütmek
için akın ettiler. Bu yıl ise siyasi kırıma karşı direnişe katıldılar.
Bu Newroz, savaşın/çatışmanın yoğun olduğu dönemlerle
kıyaslanabilir. Bu noktada da ciddi sorunların olduğu çok açık.
Newroz’dan üç gün önce gözlem için Amed’deydim. Doğrusu
böylesi bir kalabalık beklemiyordum. Amed, Amedliğini gösterdi. Ama yine de bildiğimiz Amed değildi. Savaşın en yoğun
olduğu dönemlerde daha büyük Newrozlar da yapıldı Amed’de.
Mitinge katılımı en az etkileyen canlı bomba korkusuydu.
Kürdler, korku eşiğini büyük ölçüde aşmış durumdalar. Ancak,
hükümetin yasakları ve Kürd illerinde yaşanan vahşet Newroz’u
terörize etti. Görülmedik devlet baskısı, yasaklar insanlarda
etkinliğe izin çıkmayacağı algısı yaratmış. Bu da hazırlıkları
aksatmış. Kent merkezinde dolaşan bunu çok rahat fark edebiliyor. Aklın, hayalin almayacağı yasaklar uygulandı, hukuksuzluk
yapıldı. İzinli yapılan bütün Newroz mitinglerine Amed dışında
örgütsel ve bireysel katılım çok yoğun olurdu. Hareket nedense,
bu yıl bunu yapmamış. İzin verilmemesi durumu için alınmış bir
tür tedbir gibi görünüyor. Bu da devlet aklını tanımakla ilgi bir
konu.
Amed eski, tanıdık Amed değildi: kırgın, küskün öfkeli ve
tepkiliydi. Daha öncede benzer şeylerle karşılaştım. Ama bu
kez farklıydı. Daha önce genç veya 90’lı kuşaklar için söylenenler şimdi orta kuşak hatta üzerindekiler içinde geçerli. Bariz
bir kopuş hali yaşanıyor. Ankara’ya sırtını dönmüşler. Artık
devletten hiçbir şey beklemiyorlar. Devlete öfkeli genç ve orta
kuşak, her türden seçilmişlere sert eleştiri yapıyor ve kızgınlar.
Ama aynı duyguları Kandil’e karşı taşımıyorlar. Yönlerini
Kandil’e dönmüşler, kulaklarını Kandil’e kabartmaya başlamışlar. Demokratik mücadeleye/siyasete küskünlük var. Newroz’a
katılımı etkileyen en büyük etmen olmuşa benziyor. Bu nedenle
Newroz’a katılıma bakarak sevinenler iki nedenle yanlış
yapıyorlar. Birincisi Newroz alanı bomboş değildi. İkincisi,
alana gelmeyenler, demokratik zemindeki siyasal tercihlerinde
değişiklik yapmış değiller. Demokratik mücadele ve siyaset
açısından tehlikeli sulara kulaç atma eğilimi içine girmişler.
Bunun demokratik siyasete küsüp evde oturmak biçiminde veya
yönünü Kandil’e dönmek biçiminde olmasının niteliksel bir
farklılığa tekabül etmez.
Amed Newroz mitinginin en dikkat çekici konuşmasını
HDP Genel Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş yaptı. Konuşmanın
içeriği tümden hükümete mesajdı. Konuşma bütün kitle tarafından nefes tutularak dinlenmesi ve Kürd siyasetinde görmeye
alışık olmadığımız bir biçimde konuşma sırasında konfetilerin
patlatılması Demirtaş’a büyük bir sahiplenme göstergesiydi.
Demirtaş’ın masaya dönülmesini merkez alan konuşmasında Cumhurbaşkanını hiç muhatap almadı. Sürekli başbakana
seslendi. Çözüm ağırlıklı konuşmasında geçmişe dönük
muhasebe yapmış olmanın izleri vardı. Bunun yeni bir strateji
olma olasılığını güçlendiren bir başka gelişme daha oldu.
Murat Karayılan aynı gün mealen “gerilla sahaya inmeden
masaya dönülmeli, biz hazırız çağrısı yaptı. Bir ay önce Kandil
“ölüm kalım savaşından” söz ediyordu. AK Parti hükümetini
devirmek amaçlı Birleşik Devrim Hareketi’nin kuruluşu ilan
edildi. HDP kongresinde, demokratik muhalefet cephesi kurma
kararı alındı. CHP’yi de kapsayacak muhalefet hareketi kurma
ve AK Parti’den kurtulma hareketi başlatmakla aynı siyasal
aktöre masaya dönelim çağrısını yapmanın ikisinin birlikte
yapılamayacağını sanırım çözüm sürecinden çıkarmıştır. Amed
Newroz’una bu gözle baktığımızda barışa bir yol arayışının
olduğunu söyleyebiliriz. Yol bulunup bulunamayacağı tarafların
bu yeni durum taktiksel değil, stratejik yaklaşmalarına ve hükümetin tutumuna bağlı.
06
ROJAVA
BasHaber
BasHaber
28 Mart - 04 Nisan 2016
ROJAVA
28 Mart - 04 Nisan 2016
07
Rojava federasyonunu destekliyoruz!
Kürd siyaseti
Geveri: İleride bağımsızlık
referandumu da olur
HDP Van milletvekili Adem Geveri, ‘ilan
edilen federasyonu canı gönülden desteklediklerini’ belirterek, bunun Kürdlerin
en meşru hakkı ve bütün insanlık için bir
başarı örneği olduğunun altını çizdi. Geveri,
“Bu Ortadoğu’daki hak, hukuk, adaletin ve
özgürlüğün ikamesi adına olumlu bir gelişmedir. Bu açıdan biz sevinerek karşılıyoruz.
Aynı zamanda da sadece PYD’nin ya da oradaki birkaç partinin ilanı olduğu için değil
bir halkın iradesini yansıttığı için elbette ki
destekliyoruz. Ama umut ediyoruz ki bu hem
kalıcı hale gelir hem de uluslararası camia
tarafından kabul görür” ifadelerini kullandı.
Özçelik: Kürd partileri ortak yönetim
oluşturmalıdır
PAK Genel Başkanı Mustafa Özçelik ise,
Erdoğmuş: Suriye için bir katkı olarak
görüyoruz
HDP Diyarbakır Milletvekili Nimetullah
Erdoğmuş, gelinen aşamanın bir merhale
olduğunu ifade ederek, Suriye’de 5 yılı aşkın
bir süredir iç savaşın doğurduğu birçok
mücadelenin Suriye ile katkılarının aşaması
Karakoç: Federasyon doğru
bir çözümdür
Hak ve Özgürlükler Partisi (HAK-PAR)
Genel Başkan Danışmanı Refik Karakoç,
öteden beri Suriye’deki sorun başlar başlamaz oradaki en doğru çözümün federasyon olduğunu söylediklerini ifade ederek,
Suriye’de dönüşü olmayan bir sürecin
yaşandığını söyledi. Federasyon konusunda
Güney Kürdistan’ı örnek veren Refik Karakoç, “Rojava için de federasyon bize göre en
gerçekçi çözümdür. Bundan sonra yapılması
gereken Rojava Kürdlerinin kendi birliklerini
sağlamalarıdır. ENKS olarak, TEV-DEM olarak ortak tavır ve siyaset belirleyerek dünya
kamuoyu önünde kendi hak ve hukuklarına
sahip çıkmaları gerekir. Bize de düşen görev
bu süreci onların birlikte götürmeleri halinde onlara destek ve yardımcı olmaktır” dedi.
rg
.o
ur
d
ak
iv
YNK: Rojava halkının iradesine
saygı duyulmalı
Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK)
Milletvekili Dilêr Mistefa Hesen, “Sykes Picot
Anlaşması’nın ardından Kürdistan’ın dört
parçaya bölünmesi üzerine kurulan devletler,
geçtiğimiz yüzyıl boyunca halklara acıdan ve
zulümden başka bir şey yaşatmadı. Bugün
varlıkları sadece siyasi harita üzerinde kalan
bu devletler, insan hakları, demokrasi, bireysel ve toplumsal haklar ve ekoloji konularında sınıfta kaldı” diyerek, Kürdlerle birlikte
ezilen diğer halkların bölge devletlerine
demokrasiyi dayattığını söyledi. Kürdlerin
kendi kaderlerini tayin etmek istediklerinin
altını çizen Hesen, sözlerini şöyle sürdürdü: “Rojava Kürdlerinin statü ve hak sahibi
olmaları için Suriye’nin federatif bir yönetim
rs
Bucak: Federasyonun mihenk taşı
Kürdler olmalı
Kürd Demokratlar Platformu (PDK-Bakur)
Başkanı Sertaç Bucak, Suriye’deki sorunun
çözümü için federasyonun en iyi yönetim biçimi olduğunu bunu başından beri
savunduklarını ifade ederek, şunları söyledi:
“Federatif çözüm konusunda ilan yapıldığında bu ilanın doğru bir adım olduğunu
söyledik. Böyle bir federasyon ilanında bir
mutabakat gerekiyor. Başta Kürdler arası bir
birlik gerekiyor. Bu Kürdler arası birlik henüz
yok. PYD Arap ve diğer güçlerle birlikte hareket ediyor. Oysa bu federasyonun mihenk
taşının Kürdler olması lazım. O açıdan ENKS
önemli ve pozitif bir hamle yaptı.” Federasyonun başarıya ulaşması için Kürdler arası
bir konsensüsün gerçekleşmesi gerektiğini
de söyleyen Bucak, “Kürdler Rojava’da bir
statü elde etmek istiyorlarsa birlik olmak
zorundadır. Hiçbir güç kendi başına başarıyı
elde edemez. Oradaki tüm Kürd partilerinin
ortaklaşması gerekiyor” sözlerini ifade etti.
.a
PDK’li Cewher Qadir: En makul yol
federalizm
PDK Milletvekili Ferhan Cehwer Qadir,
hem Kürdistan Bölge Parlamentosu, hem de
PDK olarak Rojava’daki federalizmi desteklediklerini söyledi. Kürdistan Bölge Yönetimi
(KBY) Başkanı Mesud Barzani’nin de açıklamalarında Suriye’deki sorunların çözümü ve
bu ülkenin geleceği için en uygun seçeneğin
federasyon olduğunu söylediğini aktaran
Qadir, “Rojava’daki Kürdler statü sahibi
olmak ve haklarını garanti altına almak için
büyük bir mücadele verdi. Büyük bedeller
ödedi. Bu bedellerin sonunda ilan edilen
federatif yönetimi kutluyoruz. Federasyonun
kalıcı olması için Kürdlerin kendi aralarındaki ilişkileri geliştirmesi ve tek yürek, tek
ses olması gerekiyor. En önemlisi de Güney
Kürdistan’daki tecrübelerden ders almaları gerekiyor” dedi. Uluslararası güçlerin
federatif sistemi tanımadığını da ifade eden
Qadir, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ancak tüm
dünya gerek Suriye ve Rojava’da ve gerekse de
bölgede Kürd halkının demokratik haklarını
tanımalıdır. Güney Kürdistan’ın bağımsızlık
için çabaladığı bu dönemde, Suriye krizinin
de demokratik temellerde çözümü için Rojava Kürdlerinin attığı bu adım çok önemlidir.”
olduğunu dile getirdi. Rojava’nın belli bir olgunluğa eriştiğinin de altını çizen Erdoğmuş,
“bu olgunluğun sonucunda da meyvesini
veriyor. Biz bunu Suriye için bir katkı olarak
görüyoruz. Çünkü federasyon dediğimiz zaman şu anda Suriye’nin bütünlüğü içerisinde
çoğulcu bir yapının Suriye’nin geleceğiyle
ilgili şimdiki durumuyla ilgili bir çıkış yolu
olabilir düşüncesinden hareketle yapılan bir
ilandır” dedi.
w
federasyon ilanını önemli bulduklarını ve
Rojava Kantonlarının birleşmesinin hayati
olduğunu açıkladı. Özçelik TEV-DEM ve
ENKS’nin beraber hareket etmesi gerektiğini
de belirterek, ”Bizim başından beri söylediğimiz bir gerçeklik var. Kürdler bütün Kürd
partileri bir araya gelip kendileri Kürdistani
tonda bir ortak program oluşturmadıkları sürece bu tür adımlar gerçek çözümü
sağlamayacaktır. Elbette ki coğrafik anlamda
kantonların birleştirilmesi ve onların ortak
bir yönetime ulaştırılması anlamı daha
doğrudur. Ama bizce öncelikle Suriye Kürdistanı’ndaki bütün Kürd partileri ortak bir
yönetim oluşturmalıdırlar. Bunun dışındaki
çözümler sorunun çözümsüzlüğünü ve ötelenmesini beraberinde getirecektir” şeklinde
konuştu.
w
S
uriye rejimine karşı 2011 yılında başlayan protesto ve gösterilerin Suriye’de
iç savaşa neden olması ve uluslararası
güçlerin bu iç savaşa müdahaleleri devam
sürüyor. Mart 2011’den itibaren Beşar Esad
rejimi ile Esad’ı devirmeye çalışan Sunni
Mihveri’nin Suriye’ye yerleştirdiği Selefi
gruplar arasında yaşanan çatışmalar Suriye’deki birçok kenti harabeye çevirirken yüz
binlerce insanın ölümüne ve milyonlarca Suriye vatandaşının göç etmesine neden oldu.
Giderecek derinleşen ve uluslararası bir mesele olan Suriye krizinin çözüme kavuşması
için Suriye muhalefeti ve rejimi Cenevre’de
bir araya getiren BM tarafların Şubat ayında
vardıkları ateşkes anlaşmasını uzatmalarını
ve geçici bir hükümet kurarak ülkeyi seçime
götürmelerini istiyor.
2012 yılı itibari ile Selefi grupların Rojava
kentlerine saldırılarına cevap veren ve 2014
yılında Rojava kentlerinde ilan edilen kanton
sistemi ile bölgeye istikrar getirmeye çalışan
Kürdler son olarak 13 Mart’ta Qamışlo’da
Rojava- Kuzey Suriye Demokratik Federal
Sistemi’ni ilan ettiler. Suriye’de federasyon
tartışmalarının başlamasından sonra Rojava’daki siyasi partilere seslenen Kürdistan
Bölge Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’nin,
“Federal sistemde ısrar edin” çağrısı ve
federasyonun ilanından sonra federal sisteme
destek vereceklerini belirtmesi Kürdistan’daki tüm siyasi partilerin dikkatini çekti.
BasHaber’e konuşan ve Rojava Kürdlerinin
ilan ettiği federal yönetim sisteminin önemli
bir kazanım olduğunu belirten Kürdistanlı
siyasetçiler federasyona destek vermeye hazır
olduklarını söylüyor.
Rojava Kürdleri’nin 13 Mart’ta ilan ettikleri federal sistemin yankıları sürüyor. Rojava’daki gelişmeleri yakından izleyen siyasi parti temsilcileri Rojava’daki federasyon
ilanının tüm Kürdler için önemli bir kazanım olduğunu ve bu kazanıma açık destek
vermeye hazır olduklarını belirtiyor.
w
Zeyat Brûsk / Çimen Gümüş /
Salih Batırhan
sistemine sahip olması kaçınılmazdır.
Dolayısıyla Rojava’da ilan edilen Federasyon başlangıç için çok önemli bir
adımdır. Rojava Kürdleri, Suriye’nin
diğer bileşenleri ile sorunlarını diyalog
ve barış içinde çözmeyi denemelidir.”
Yekgirtu: Rojava Kürdleri
birlikte hareket etmeli
İslami Birlik Partisi (Yekgirtu) Milletvekili Bahar Abdurahman Mahmud
ise Kürdistan Bölge Parlamentosu
olarak Rojava’daki kantonları resmen
tanıdıklarını ve Rojava’daki mücadeleye güçleri oranında destek verdiklerini
söyledi. Kürdlerin dört parçada da
bağımsız olma hakkının olduğunun
altını çizen Mahmud, şu ifadeleri kul-
landı: “Her ne kadar bölgedeki siyasi
durum, bugün Kürdlerin dört parçada
ortak bir vatan sahibi olmasına ve
birleşmesine imkan tanımıyorsa da,
Güney Kürdistan’daki federasyondan
sonra Rojava’da da federalizmin ilan
edilmesi, Kürdler için umut verici ve
tarihi bir adımdır.” Kürdlerin her zamankinden daha fazla dayanışma içerisinde olması gerektiğini de söyleyen
Mahmud, “Rojava Kürdleri de önce
kendi içerisinde, daha sonra da tüm
diğer parçalardaki Kürdlerle birlik ve
beraberlik içinde olması gerekiyor”
şeklinde konuştu.
Goran: Rojava halkının iradesi
tanınmalı
Goran Milletvekili Şêrgo Mihemed
Emîn Qadir de, Rojava’da ilan edilen
federasyonu ve katılan güçleri kutlayarak, “Goran Hareketi olarak, gerek
KBY’de ve gerekse de diğer parçalarda
Kürd davasının başarısı için, dört
parçanın birliğini savunuyoruz. Dört
parçadaki Kürdler asındaki ilişkilerin
güçlü olması gerektiğini belirtiyoruz” ifadelerini kullandı. Kürdistan
Parlamentosu olarak Rojava kantonlarını tanıdıkları gibi federalizmi de
tanıdıklarını dile getiren Emîn Qadir,
sözlerini şöyle sürdürdü: “Eminiz ki
Suriye’de yaşayan tüm farklılıkların
da bir arada yaşaması için en uygun
model budur. Suriye ve Rojava’da yaşayan tüm farklılıkların ve tüm güçlerin,
birbirini inkâr etmeden, birbirinin
varlığına saygı çerçevesinde bir arada
yaşaması açısından bu adım oldukça
önemlidir. Kürdler de kendi aralarında
birliği sağlamalı, güç olmayı bilmelidir.”
İslami Hareket: Rojava’daki,
federal bölgeye örnek olmalı
İslami Hareket Partisi (Bizotnewe) Milletvekili Şiwan Qeledizeyî
de “İslami Hareket olarak Rojava’da
ilan edilen federal yapıyı kutluyor
ve dört parçada Kürdlerin özgürlük davasına katkıda bulunmasını
temenni ediyoruz. Bizce önemli olan
Kürdlerin tüm parçalarda barış ve
diyalog yoluyla sorunlarını çözmeleri
ve en doğal hakları olan statü sahibi
olmalarıdır” ifadelerini kullandı.
Kürdlerin Rojava’da diğer halklarla ve
farklılıklarla demokratik temellerde
yakınlaşmasını önemli bulduğunu da
söyleyen Qeledizeyî, sözlerini şöyle
sürdürdü: “Umarız bu federatif yapı
aynı zamanda Suriye’nin demokrasisine de büyük katkıda bulunur, tüm
Suriye ve Ortadoğu için örnek bir model olur. Rojava için diğer önemli bir
konu da Kürdlerin kendi aralarındaki
birliğidir. Tüm siyasi tarafların federal
yapıya desteği ve yönetim içinde er
alması çok önemli bir husustur. Rojava
Kürdlerin birliği, tüm parçalarla birliği
anlamına gelir. Rojava federasyonu ilk
aşamada dünya devletleri tarafından
tanınmasa da bizce önemli olan Kürdlerin kendi tutumudur.”
ENKS’li Enwer Naso:
Federasyon Kürdlerin kazanımıdır
Suriye Kürdleri Ulusal Meclisi
(ENKS) Üyesi Enwer Naso da, federal
sistemin Kürdlerin kazanımı olduğunu söyledi. ENKS olarak federal
sisteme desteklerini açıkladıklarını
savunan Naso, ENKS’nin federal
sistemi kendi progamına koyduğunu
ve federal sistemin Suriye’ye çözüm
götüreceğini savundu. Kürd siyasi
partilerin federal sisteme destek
açıklamalarına ilikin de konuşan
Naso, “Rojava halkına destek veren
tüm Kürd siyasetçilerine Sayın Mesud
Barzani’ye teşşekür ederiz”dedi.
PDK-İ’li Rostem Cihangiri:
Sonuna kadar destekliyoruz
İran Kürdistan Demokrat Partisi
(PDKİ) MYK Üyesi Rostem Cihangiri
de PDKİ olarak Rojava Kürdlerinin
ilan ettiği federal sisteme destek
verdiklerini ve tüm Kürdler için hayırlı
bir haber olduğunu söyledi. Cihangiri,
“Rojava’daki kardeşlerimiz Hafiz Esad,
Beşar Esad ve daha sonra Selefi grupların zulümlerini gördüler. Bu zalimler
onların özgürlük taleplerini ve iradelerini kırmadı. Federasyon ilanı haktır
ve tüm Kürdlere hayırlı olsun diyoruz”
açıklamasını yaptı.
PYD’li Sehanok Dibo:
Tüm Kürdlere hayırlı olsun
Demokratik Birlik Partisi (PYD)
Dış İlişkiler Sözcüsü Sehanok Dibo
da PYD ve Rojava - Kuzey Suriye
Demokratik Federal Sistemi, Kurucu Meclisi’nin ilan ettiği yönetim
sisteminin Suriye’deki krizi çözeceğini
söyledi. Dibo, “Federal sistem tüm
Kürdlere, Rojava’daki halkımıza hayırlı
olsun. IŞİD, yenilecek Baas rejimi,
Suriye halkının temek hak ve özgürlük
haklarına son veren tüm iktidarlar
Suriye’den çıkarılacak” dedi.
Alışalım mı, alışır mıyız?
MESUT YEĞEN
Önce Ankara’da, ardından
İstanbul’da yapılan intihar saldırılarının ardından sorulan iki sorudan
bahsediyorum. İntihar saldırılarına,
saldırıların yarattığı insani yıkıma,
saldırıların ardından oluşan korku
ve kapanma hallerine alışalım mı,
alışır mıyız? Milletçe, memleketçe bu
soruları soruyoruz şimdi. Lafı dolandırmadan kendi cevabımı vereyim:
(Mümkünse) alışmayalım ve evet, elbette alışabiliriz, başkalarının ve aslında bizim de çoktan alışmış olduğumuz gibi.
Alışmayalım çünkü, alışmak, şimdiye kadar bildiğimiz
haliyle insanlığımızdan çıkmamız demek. Sağda solda
patlayan bombalarla, ölümlerle yaşamaya alışmak, hayattan
vazgeçip, şiddete, korku ve tedirginliğe belenmeye razı
olmak, etkileri sadece kendi fani hayatlarımızı değil, çocuklarımızın, torunlarımızın hayatlarını kuşatacak bir kötülük
durumuna yuvarlanmak demek. Hayatın güvenlikte olmaya
indirgendiği, herkesin bir diğerinden düşman yarattığı,
herkesin bir diğerinden yarattığı düşmanı ezecek demir
yumruğa bel bağladığı bir hale düşmek istemiyorsak alışmayalım hakikaten.
Lakin, alışabiliriz, başkalarının kolayca alışabildiği,
hatta aslında bir kısmıyla bizim de çoktandır alıştığımız
gibi. Çoklarına bir başka ülkede yaşanmış gibi gelebilir
ama onbinlerce insan geride kalan otuz senede Türkiye’de
yaşanan çatışmalarda öldü, keza binlerce köy Türkiye’de
boşaltıldı, pek çok intihar bombacısı Türkiye’de kendini
patlattı. Aslında geride kalan otuz yıla gerek yok, daha yeni,
geride kalan birkaç ayda yine Türkiye’de şehirler yıkıldı,
yüzlerce insan çatışmalarda hayatını kaybetti. Bir kısmıyla
‘bizim buralarda’, İstanbul’da, Ankara’da yaşanmadığından
Türkiye’de yaşanmış gibi hissetmedik belki, ama aslında bir
kısmıyla bunlarla yaşamaya usul usul alıştık da. Dolayısıyla,
şehirlerimizde her gün birilerinin kendilerini patlatmasına
da alışabiliriz.
Nitekim, bizim gibi başka insanlar, başka toplumlar
çoktan alışmış görünüyor. Irak’ta, Suriye’de yüz binlerce
insan daha düne kadar alışveriş yapıp, komşuluk ettiklerince
öldürülüyor, bombalanıyor ve ama ‘hayat da devam ediyor’.
Suriyeliler, Iraklılar çok değil belki birkaç sene sonra büyük
bir utançla, büyük bir hayıflanmayla hatırlayacakları berbat
bir hayata epey bir zamandır alışmış görünüyor. Çaresizlikten elbette, alışmaktan başka bir şansları kalmadığından.
Dolayısıyla, evet, çaresiz kalırsak, biz de pekala alışırız bu
türden bir zillet haline. Bizden önce başkalarının da alıştığı
gibi. Toplama kampındaki hayata bile alışabilmiş bir fıtrata
sahip mahluklarız ne de olsa.
Öte yandan, bundan seneler sonra, yaşamış olduğumuz,
engelleyemediğimiz için utanacağımız, hayıflanacağımız bir
hayata alışmak istemiyorsak eğer, bu patlayan bombalara,
şehirlerin yıkılmasına, hiç bitmeyecekmiş görünen çatışma
haline yol veren ve kendi ellerimizle inşa ettiğimiz vasatı
ortadan kaldırmamız gerekiyor. Bu vasatın ne olduğu da sır
değil: Kürd meselesi ve Suriye meselesinin iç içe girdiği bir
vasat sebebiyledir ki alışırsak insanlığımızdan çıkacağımız
bir günlük hayatın eşiğinde duruyoruz bugün.
İnsanlığımızdan çıkmak, hayatı güvenlikte olmaya indirgemek, çocuklarımızın, torunlarımızın hayatlarını kuşatacak
bir kötülük durumuna yuvarlanmak istemiyorsak, Kürd meselesinde, Suriye meselesinde bir zamandır peşine düşülen
yollardan nasıl dönülür, acilen bunun üzerine düşünmemiz
gerekiyor.
08
SÖYLEŞİ
BasHaber
28SÖYLEŞİ
Mart - 04 Nisan 82016
SÖYLEŞİ
BasHaber
28 Mart - 04 Nisan 2016
9
SÖYLEŞİ
HDP Mersin Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat:
Dokunulmazlıklar kaldırılırsa istifa ederim
Dokunulmazlıklar kaldırılır
mı?
Kaldırılabilir. Ama kaç kişi
olur, nasıl olur bilmiyorum.
‘
Tepki olarak mı?
Buranın bağımsız
bir parlamento olmadığı kanısına bir kez
“Mesud Barzani’yi takdir ederim ve en iyi siyaset okulundan mezun olduğunu düşünüyorum. Melle Mustafa
Barzani’nin rahle-i tedrisatından geçmiştir. Bana göre
Melle Mustafa, Kürd halkının en iyi stratejistlerindendir. Mesud Bey de bir Peşmerge olarak hem savaşı
hem barışı birlikte yaşamıştır. Ortadoğu’yu iyi biliyor.
Hem bir ziyaret, hem de bir fikir alışverişiydi.“
Demirtaş ve Yüksekdağ’ın
dokunulmazlıklarının
kaldırılması da gündemde
ve kulislerden hapse girecekleri yönünde söylen-
rg
.o
ur
d
ak
iv
rs
.a
HDP’li diğer vekillerde aynı
şekilde istifa ederler mi?
Tabi ki değerlendirecek olan
partinin yetkili makamlarıdır.
Nasıl karar verirler bunu bilemiyorum. Ben kişi olarak tavrımı
açıklayabilirim ancak.
tiler yayılmakta. HDP Eş
Başkanları’nın tutuklanması nasıl sonuçlar doğurur
kamuoyunda?
Yalan söylüyorlar. Her ikisinin
de dokunulmazlıkları kaldırılabilir; ama tutuklanabilecekleri
kanısında değilim. Özellikle
dünyadaki baskıdan çekinirler.
İki Eş Genel Başkan’ın hapse
atılmasının izahını yapabilme
imkanına sahip değiller. Şu
anda kaldırılacak sınırlı sayıdaki
milletvekillerini de denemek
için kaldırabilirler. Toplumun
ve dünyanın vereceği refleksi
ölçmek için yaparlar. Eğer büyük
bir refleks görmezlerse, hepsini
peyderpey ekarte etme yoluna
gidebilirler.
w
Neden?
Akılları sıra zeka oyunu
yapıyorlar. Çok zekiler ama
akıllı değiller. Bir tek akıllı varlık
insandır; zeka ise kurtta, tilkide
ve köpekte de vardır. Buyurun
kaldırın deniliyor. Peki neyi
kaldırıyorsun? Bu dönemi kaldırıyorsun. Geçmişteki dönemler
de dahil olmak üzere ve bundan
sonraki dönemlerde de dokunulmazlık olmasın. Bana göre bu da
yanlıştır; çünkü dokunulmazlık,
tarihi bir süreç sonucunda alınmış olan parlamenterin iradesini
özgürce ifade edebilmesi için bir
enstrümandır.
Dokunulmazlıkların kaldırılması Türkiye’deki sorunları daha
da derinleştirir. Böyle bir eylem
yapıldığı takdirde ben bu mecliste durmam; aynı gün milletvekilliğinden istifa ederim. Hem de
hakkımda herhangi bir fezleke
olmamasına rağmen bu Meclis’te
durmam.
daha varırım ve bir oyunun oynandığı, sadece birilerinin kalkıp
inen parmaklarının olduğu bir
yerde daha fazla vakit kaybetmeden derhal o gün milletvekilliğini
bırakırım. Bu durumda parlamento bana göre anlamsızlaşır
ve benim orada durmam doğru
olmaz. Dokunulmazlıkları kaldırdıkları gün ben bu Meclis’te
yokum. Kendilerini baş başa
bırakmakta fayda var.
Yaza varmadan şiddetin
azalması veya sonlandırılması yönünde kamuoyunda
bir beklenti var ve hükümet
sözcüleri de benzer açık-
w
Nasıl bir tepki olur buna
karşı?
İnanıyorum HDP’li milletvekili
arkadaşlarımızın veya hepimizin
dokunulmazlıkları kaldırılırsa,
hatta boynumuzdan tutularak
arabaya sokulup tutuklanırsak
büyük bir kesim memnun olur.
Ama bir bombayla hepimizi
yok ederlerse inanıyorum ki o
gün milli bir bayram şekline de
getirilebilir. Bu kadar büyük bir
nefret ve kinin içerisinde olan bir
toplum var. Birinin üzüldüğüne,
bir başkası seviniyor. Bu hale getirilmiş ve yönetim bunun üstüne
oluşturulmuş. Yüzde 49’un sırrı
burada yatıyor. Bunun için düşman yaratmak lazım; düşman da
HDP’dir, Kürd halkıdır. Dokunulmazlıkların kaldırılması büyük
bir ihtimaldir; hatta yeni bir
oyunla bir kereye mahsus olmak
üzere 500’ün üzerinde kişinin dokunulmazlıklarının kaldırılması
isteniyor.
w
1991 yılında Meclis’te DEP’li
milletvekillerin tutuklanması ile sonuçlanan o
sürecin tekrarlanmasına
dair bir endişe var kamuoyunda, bir kez daha vekillere
dokunulur mu? TBMM’de
milletvekillerinin yaka paça
gözaltına alınmasına benzer
görüntüler izlenir mi?
Milletvekilliği dokunulmazlığı ile kürsü dokunulmazlığını
birbirinden ayırmak lazım. Kürsü
dokunulmazlığı masum bir hakdır.
Türkiye, maalesef Meclis’teki kürsü konuşmaları da dahil milletvekillerini 90’lı yıllarda gözaltına aldı.
Parlamento çatısı altında yapılmış
her türlü söz-söylem ne kadar ceza
gerektirirse gerektirsin masumdur. Nasıl ki Cumhurbaşkanı’nın
masumiyetinden bahsediyorsak,
bu da böyledir. Türkiye’nin hali
hükümetin hoşuna gidiyorsa, ülkenin bir kan gölüne dönmesi tasvip
ediliyorsa, ona bir şey diyemem.
90’lı yıllardaki yöntemler kullanılırsa, o günkü sonuçlar alınacaktır.
Şiddet, hukuk dışılık Türkiye’de
hakim. Devletlerde en azından kurallar vardır; fakat Türkiye’de artık
bu da yoktur. Burada hukuktan
bahsetmiyorum, hukuk daha ayrı
bir şeydir. Saddam’ın ülkesinde
de kanunlar vardı, şu an Suriye’de
de aynısı var. Esad, daha olayların
başlangıcında ifade etmişti zaten,
demişti ki; “İç işlerimize müdahale
ederseniz, beni düşürmek için her
türlü vasıtayı mübah sayarsanız bir
gün bu, sizi de aynı şekle getirir.”
Türkiye şimdi aynı durumdadır.
Bugünkü yönetim öylesine bir
çıkmaza girdi ki, bir trenin son
sürat bir duvara çarpma olayı
gibi görüyorum. Duvara doğru
gittiğini görüyor, ama freni olmadığı için durduramıyor. Burada
fren yoksa daha çok ölmek için
gaza basıyor. Dolayısıyla milletvekillerine dokunulacaktır.
Türkiye’de kutuplaşma öyle bir
noktaya götürülüyor ki toplum
birbirinden nefret eden iki gruba
ayrılmış vaziyette. IŞİD garda
bombalama yapıyor, fakat IŞİD’e
laf söylenilemediği için, kalkıp
kokteyl gibi şeyler söyleniyor.
Buna bir çocuk bile güler. IŞİD
ile Kobanê’de ölümcül bir savaşın
içerisine girmiş olan PYD nasıl
IŞİD ile birlik olabilir? Mesele
IŞİD’i masum göstermek veya
onun üstündeki yükü başkalarıyla paylaştırabilmektir.
‘
Yeter Polat
lamalar yapıyor. Bu konuda
sizin bir umudunuz var mı?
Yazdan önce çatışmalar biter
mi? Çatışmalar biterse masaya
dönüldüğünde neler konuşulur? Bunca yıkımdan sonra
müzakereler yeniden nereden
başlar?
Müzakerelere başlanmayabilir;
ama Cumhurbaşkanı, Başkan olursa
bu ateş sönebilir. Sönme ihtimali
çok fazladır. Ama yeniden başlamayacağı kanısında değilim. Başkanlık
verilir Cumhurbaşkanı’na ondan
sonra Halifelik meselesi önümüze
gelebilir. Yazın seçim olacağı kanısında da değilim ama önümüzdeki
baharda bir erken seçimi görüyorum. O zaman eğer Meclis’te çoğunluğu sağlar ve anayasayı değiştirir.
Hedefi ve hayali olan o Türk usulü
başkanlık sistemini ele geçirirse ben
öyle inanıyorum ki bu ateş söner.
Ondan sonra ne zaman başlar bir
garanti veya süre veremem.
kapsaması durumunda dokunulmazlıkların kaldırılmasına sıcak baktıkları
yönünde açıklamalar yaparken, HDP Mersin Milletvekili Dengir Mir Mehmet
Fırat dokunulmazlıkların kaldırılması halinde milletvekilliğinden istifa
edeceğini söylüyor. Fırat, “Dokunulmazlıkların kaldırılması Türkiye’deki sorunları daha da derinleştirir. Bu yapıldığı takdirde ben bu Meclis’te durmam;
aynı gün milletvekilliğinden istifa ederim. Hakkımda herhangi bir fezleke
olmamasına rağmen Meclis’te durmam” diyor.
Geçtiğimiz hafta KBY Başkanı Mesut Barzani ile görüşen HDP Mersin
Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat ile Erbil ziyaretini, dokunulmazlıkların
kaldırılması tartışmalarını, Rojava’da ilan edilen federasyonu ve devam eden
şiddetin siyasete etkilerini konuştuk.
Geçtiğimiz hafta KBY Başkanı
Mesud Barzani’yi Erbil’de ziyaret ettiniz. Akıllara memlekette durumun kontrolden çıktığı
bugünlerde başka güçlerin de
arabuluculuk yapması fikri
geliyor. Bu ziyarette bir arabuluculuk teklifi tarafınızdan
gündeme getirildi mi?
Mesud Barzani’yi takdir ederim ve en iyi siyaset okulundan
mezun olduğunu düşünüyorum.
Melle Mustafa Barzani’nin rahle-i
tedrisatından geçmiştir. Bana göre
Melle Mustafa, Kürd halkının en
iyi stratejistlerindendir. Mesud
Bey de bir Peşmerge olarak hem
savaşı hem barışı birlikte yaşamıştır.
Ortadoğu’yu iyi biliyor. Hem bir
ziyaret, hem de bir fikir alışverişiydi.
Ortadoğu’da yeniden bir yapılanmaya gidiliyor. Bunlar müzakere
edildi. Ortadoğu’yu konuştuk. Ne
kadar sorun varsa 2 saat içerisinde
konuşuldu. Arabuluculuk meselesi
konuşulmadı. Ülkedeki kaos ve
şiddetin, Kürdlerin öldürülmesinin
Mesud Barzani’nin yüreğini yaktığına inanıyorum. Elinden ne gelirse
onu yapabileceğine de inanıyorum.
Barzani için Irak’taki Kürd ile Türkiye’deki Kürd’ün hiç bir farkı yoktur.
KBY’de ekonomik ve siyasi
kriz devam ediyor. Türkiye’den
beklentiler var ve bunlar karşılanmadı bildiğiniz gibi. IŞİD
sonrası Türkiye’den beklenen
desteği alamayan Kürdler
ikinci kez ekonomik dar boğaz
yaşadığı bu günlerde yine
bekledikleri desteği alamadı.
Bölgedeki atmosferi nasıl buldunuz? Erbil’den bakıldığında
Ankara nasıl görünüyor?
Orada yeni oluşan bir Kürd topluluğu var. Her zaman şu kanıdayım,
üretmeyen toplum millet değildir.
Millet vasfını kazanamaz; mutlaka
üretecek, kendine ne kadar yetiyorsa o kadar üretecek. O zaman
rant ekonomisinin dışında olabilir. Petrolünüz, gazınız var ama
bunlar çok fazla bir şey ifade etmez.
Sovyetler’in yıkılmasında etkin
olan faktör bu ekonomik faktördür.
Güney Kürdistan’da lüks AVM’ler,
oteller, inşaatlar var; ama maalesef
yumurtayı, salatalığı, eti ithal ediyor. Üretmediğiniz zaman, insanlar
lükse yönelirler ve işi ranta çevirir.
IŞİD’in saldırısı bana göre bir
hayra da sebep oldu. Oradaki halkın
ve yönetimin o sarsıcı olayda kendini toparlamasına neden olmuştur. IŞİD’le mücadele edip, kendi
topraklarını korudular. Herhalde bir
daha aynı vahamete düşmezler. Bir
an önce birlikteliğin oluşturularak
siyasi bağımsızlığın elde edilmesi
gerekiyor; Çünkü Irak’ın yeniden
bir araya gelmesi mümkün değildir. Şii Araplarla, Sünni Arapların
anlaşması mümkün değildir veya
Şii Araplarla, Kürdler’in anlaşması
hiç mümkün değildir. Bir şekilde Kerkük sorunu halledilmiştir,
şimdi Musul sorunu gündemdedir.
İnanıyorum ki o da halledilecektir.
Musul illa Kürdlerin olsun diye bir
şey yoktur, ama Musul’a baktığınız
zaman Dicle’nin batısı Kürd bölgesidir. Doğusu belki Araplar’ın çoğunlukta olduğu bir bölgedir. Orada
bir özerk yönetim kurulur, sonra
oradaki halkın tercihleri alınır. Bu
konu halledilmeden de Musul’un
kurtarılması mümkün değildir, Peşmerge olmadan Musul kurtulamaz.
Peşmerge de buraya girdiği zaman
birçok kayıp verecektir. Burası bir
başkasına bırakılacaksa neden şehit
olsun?
Rojava’da federasyon talebi
çıktı. Sürpriz bir çıkış olarak
değerlendirenler de vardı,
bekleyenler de. Siz nasıl değerlendirdiniz? Rojava’da federatif
çözümün bölge konjonktüründe bir karşılığı var mı?
Federatif sistem, özerk yönetim
gibi yönetim biçimleri tamamen merkezi hükümetle yapılan
görüşmeler neticesindeki yasal
düzenlemelerle mümkün olabilir.
Bağımsızlık böyle değildir. Bağımsızlığınızı ilan ederseniz, kabul
edilir edilmez o ayrı bir şeydir.
Federasyon dediğiniz zaman, Güney
Kürdistan’da olduğu gibi Irak’ta yeni
bir anayasa yapıldı ve o Anayasa’da
Irak Kürdistanı’nın statüsü yer aldı.
Rojava’da da aynı durum var. Suriye
barışa kavuşmak zorundadır. Ondan sonra oturup bir yapılanmaya
gidecektir. İşte o zaman oturup bir
pazarlık yapılabilinir. “Ben federatif
bir yapı istiyorum” gibi pazarlıkları
yapabilirsiniz ama bugün bu pazarlığı yapacak bir muhattap yok. Bana
göre zamansız olmuştur, dolayısıyla
bu zamansızlık nedeniyle de gerek
Esad yönetimi, gerekse ABD ve diğer
müttefikleri de bunun zamansız
olduğunu söylemiş, imkansız olduğunu ifade etmişlerdi.
Röportajın tamamı
bas-haber.com’da
“Dokunulmazlıkların kaldırılması Türkiye’deki sorunları
daha da derinleştirir. Böyle bir eylem yapıldığı takdirde
ben bu mecliste durmam; aynı gün milletvekilliğinden
istifa ederim. Hem de hakkımda herhangi bir fezleke
olmamasına rağmen bu Meclis’te durmam.“
‘
HDP’li Vekillere ‘dokunulsun mu dokunulmasın mı’ tartışması doludizgin
devam ederken, Meclis’te dokunulmazlıklarla ilgili değişikliğin kapsamı ve
izlenecek yöntemler tartışılıyor. Yeni düzenlemelerin hedefinde ise HDP ve
muhalefet milletvekilleri olduğu iddia ediliyor. TBMM Anayasa Adalet
Karma Komisyonu’ndaki 507 fezlekeden sadece
42’si 24 AKP milletvekili için verilmişken,
muhalefetteki durum ise şöyle: HDP’li 43
milletvekili hakkında 292, CHP’li 47 milletvekili hakkında 154, MHP’li 6 milletvekili
hakkında da 15 dosya bulunuyor.
Muhalefet partileri, önceki dönemleri de
09
Emre itaat edenler
ve etmeyi reddedenler
FERHAT KENTEL
Bugün, 12 Eylül generallerinin
tahammül edemediği meşhur “Aydınlar dilekçesi”ni çağrıştıran bir mesele,
güzel ülkemizde, “bombalardan bile
daha önemli” hale geldi. Bombacıların
maalesef yakalanamadığı –çünkü
öldükleri- bir ortamda, devlet-siyasetyargı otoritesi ancak imzacı akademisyenleri yakalayabildi.
Ürktüğü için mi bilemem ama yargı erki, bu akademisyenlerden Esra Mungan, Muzaffer Kaya
ve Kıvanç Ersoy’u Silivri’de tecrit altına koymuş.
Bir klişeyi tekrar edecek olursam, “her ne kadar içeriğine
katılmasam da...”, bırakınız terörü, herhangi bir şiddete de
çağrı yapmayan bir metin belli ki, yukarıda sözünü ettiğim
ve giderek bir bütün haline gelen iktidar yumağı için bir
işlevi görmesi bakımından çok fayda sağladı. Bu “fayda”
hakkında Alman Nazi Partisinin en meşhur üyelerinden ve
Gestapo’nun kurucusu HermannGöring’in1946’da Nuremberg Mahkemeleri sırasında verdiği (daha önce de alıntıladığım) bir röportajda söylediklerinden bir fikir edinebiliriz:
“Tabii ki insanlar savaş istemez. Ayrıca fakir bir çiftçi
niçin, savaştan elde edeceği tek kazancın tek parça halinde
köyüne dönmekten başka bir şey olmadığını bilip, savaşta
hayatını riske atsın? Ne Rusya’da, ne İngiltere’de, ne
Amerika’da, ne de Almanya’da ister. Fakat neticede, ülkelerde liderler karar verici durumdadır. Ve her zaman insanları
istenilen yöne çekmek, ister demokrasilerde olsun ister faşist
diktatörlüklerde, ister parlamenter rejimlerde, isterse de komünist diktatörlüklerde hiç de zor değildir. (...) İnsanlar kolayca her zaman liderlerinin, taleplerini kabul etme noktasına
getirilebilir. Tek yapacağınız onlara saldırı altında olduklarını
söylemek, barış yanlılarını vatansever olmamakla suçlamak
ve ülkeyi tehlike ile karşı karşıya bir durumda göstermektir.
Bu yöntem her zaman, her ülkede işler.” (GustaveM.Gilbert,
NurembergDiary (1995); aktaran: Kudret Tamerler, “Korku
mühendisliği”, Açık Radyo, 31 Ocak 2004)
ABD’de 1960’ta yapılmış ve bir klasik olan “Milgram
elektrik şok deneyi” sırasında, gayet “makbul vatandaş”
olarak kabul edilebilecek bir sürü sıradan insan otorite ve
onun emirleri karşısında itaat ettiler; sorulan sorulara cevap
veremeyen insanlara giderek artan dozlarda elektrik vermeyi
kabul ettiler...
Birçok tekrardan sonra ortaya çıkan sonuç korkunçtu: aslında gerçek elektrik verilmediğini bilmeyen bu “denekler”in
üçte ikisi, soru sordukları insanların acı çektiklerini duymalarına rağmen, “sorumluluğu üstlenen” psikologların emirlerini
yerine getirdiler.
Yani Almanya, ABD ya da Türkiye çok farketmiyor...
Liderler ya da hegemonik konumdaki zihniyet ve ideolojiler,
kontrol ettikleri medya teknolojileri vasıtasıyla insanları her
zaman “ikna etme” kapasitelerine sahipler.
Bu kontrol sadece sokakta ya da evde bütün kanalları
kontrol edilmiş televizyon kutusu karşısında uysallaşmış
vatandaşlar için geçerli değil... Hatırlayalım; 27 Mayıs 1960
darbesi sonrasında Adnan Menderes ve arkadaşları, hukukun
temel ilkelerini çiğnenerek Yassıada’da kurulmuş olan “ihtilal mahkemesinde” yargılandılar. Menderes bu mahkemede
adil yargılanma hakkının nasıl ihlal edildiğini anlatmaya
çabalarken, mahkemenin başkanı olmayı kabul eden Salim
Başolonun sözünü kesti ve “tarihe” kara bir leke olarak geçen
şu meşhur lafı etti: “Sizi buraya getiren irade sizin mahkum
edilmenizi istiyor.”
Salim Başol, o mahkemede kendisinin üzerindeki iradenin sözünü dinlemişti ama bir başka yargıç, dönemin Yargıtay
Başkanı Recai Seçkin, bu sürecin başında kendisine teklif
edilen mahkeme başkanlığı görevini reddetmişti. Yani bütün
yargıçlar kendi üstlerinden gelen ve barış demeye çalışanları
hain ilan eden iradeye uyacak diye bir zorunluluk yok...
VeMilgram deneyinde, katılan insanların üçte ikisi,
cevapları bilemeyenleri elektrik şokuyla cezalandırmayı kabul
ederken, üçte birinin de böylesine acımasız ve aptal bir emre
itaat etmeyi reddettiğini bilelim.
10
MECLİS
BasHaber
BasHaber
28 Mart - 04 Nisan 2016
DEP süreci yaşanmayacak!
Dokunulmazlıklar tartışması
Özcan: Meclis’ten değil,
evlerinden alınırlar
TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi
Uluslararası İlişkiler Bölümünde Öğretim
Üyesi ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV)’da araştırmacı olarak
çalışan Dr. Nihat Ali Özcan dokunulmazlıklarla ilgili BasHaber’e, yapılan tartışma-
Elçi: Şahsi dokunulmazlıklarının
kaldırılması gerekir
Şırnak Barosu Başkanı Av. Noşirvan Elçi
ise, 83. Maddde’nin yasama dokunulmazlığı ile ilgili olduğunu belirterek, şunları
söyledi: “Bu. maddenin 1. Bendi’nde ‘milletvekili düşüncesini ve fikrini söylediği için
yargılanamaz’ deniliyor. Kürsü dokunulmazlığı denilir buna. Milletvekili içeride ve
dışarıda söylediği şeylerden dolayı yargılanamaz. Ancak Meclis Başkanlığı’nın
Nihat Ali Özcan
Çelebi Araz
Noşirvan Elçi
Eşref: Vekiller, dışarıda suç işledilerse
cezalarını çekmeli
Avukat Alparslan Eşref da diğer hukukçular gibi kürsü dokunulmazlıkları hariç,
dokunulmazlıkların kaldırılması gerektiğini söyleyerek, şunları ifade etti: “Milletvekillerinin kürsü dokunulmazlığı hariç, dokunulmazlıkların kaldırılması taraftarıyız.
Bazı dokunulmazlıkların yerinde kalması
gerekiyor. Vekiller, dışarıda suç işledilerse cezalarını çekmeli. Dokunulmazlıklar
kaldırılmadan suç işleyen milletvekillerine
ne savcı, ne de hâkim dokunabiliyor. Biz
buna karşıyız. Bürokrasinin işleyişi açısından bazı dokunulmazlıkların da kalması
gerekiyor. Ayrıca, 90’lı yıllarda yaşanan sıkıntıların yaşanacağına inanmıyorum; fakat
herkes suçunun cezasını çekmelidir.”
.o
rg
ürkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan
itibaren Türk olmayan etnik grupları sanatın bütün dallarında bir tür
‘ötekileştirme’ öznesi olarak kullanması ve
ulus-inşa süreçlerinde en kudretli yapı harcı
olarak buna sürekli başvurmasıyla hayatımıza
kaynaştırdığı ötekileştirici dil medya üzerinden ‘düşman’ üretmeye devam ediyor.
Salt toplum bilimciler ve sosyologlar değil,
kimi oyuncu ve senaristler de aynı biçimli/konulu dizilerin hala iş yapıyor olmasını şaşırtıcı
bulduklarını vurguluyorlar. Bu TV dizileri ve
sinema filmleri aynı zamanda Cumhuriyet
tarihinde her dönemde başvurulan ‘iç düşman’ yaratma projelerinin toplumsal değişim
ve dönüşüm dönemlerinin güzide anahtarı
olmakta, linç gösterilerini dizayn eden grupları da dinamik tutan, slogan ve söylemlerin de
üretildiği kaynaklar olarak gösterilmekte.
Sosyolog Prof. Ferhat Kentel’e göre
her ulus inşasında olduğu gibi Türkiye
Cumhuriyeti’nin ulus inşasında da kendine
atfedilen ulusal kimliğe ilişkin bazı özellikler
var. Kentel, misafirperverlik, kahramanlık,
bağımsızlık gibi kavramların Türk ulusal kimliğinin inşasında işe yaramadığını daha çok,
‘dışarıdakilerin’ işe yaradığını hatta kullanıldığını ifade ediyor. Devletin, idealindeki ulusu
kuramadığı için sık sık bu dile başvurduğunu,
dışarıdakiler vasıtasıyla içerinin kurulduğunu
söyleyen Kentel, “İşte ‘kahrolasıca Ermeniler’,
‘hain Araplar’, ‘düşman Yunanlılar’, ‘eşkıya
Kürdler’ gibi… Ermeniler 1915 olaylarından
sonra çok konuşulmadı aslında. Anadolu’nun
bazı yerlerinde ‘Ermeni dölü’ gibi şeyler vardı.
Ama Cumhuriyet’in kendi dilinde Ermeniler yoktu. Utanç taşıyan bir tarih sayfaydı.
Daha sonra Ermeniler konuşmaya başladıkça
Ermeniler’ de içeride kurucu bir öteki oldu.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ulusal kimliğin inşasında, kurulmasında ötekiler hep işe yaradı.
Örneğin 1920-30’ların dergilerinde Dersim
Katliamı’nda Türk basınının kullandığı malzemelere baktığımız zaman ‘vahşi’ bir takım
yaratıklardan’ bahsedildiğini görürüz” diyor.
ur
d
ak
iv
rs
Araz: Türkiye, dokunulmazlıkların
kaldırılmasına hazır değil
Dokunulmazlıkların kaldırılması ve
fezlekelerin meclise gelmesiyle ilgili
BasHaber’in sorularını yanıtlayan Mardin
Barosu Başkanı Çelebi Araz, demokrasilerde olması gerekenin kürsü dokunulmazlıkları haricindeki bütün dokunulmazlıkların kaldırılması olduğunu dile getirerek,
sözlerini şöyle sürdürdü: Türkiye koşularında bu dokunulmazlıklara ne kadar
hazır, bunu ayrıca değerlendirmek lazım.
Dokunulmazlıkların kaldırılması için daha
erken olduğunu düşünüyorum. Türkiye,
netice itibariyle yargı anlamında tam olarak
rayına oturmadı. Yargı üzerinden bir siyasi
çekişme yaşanabilir. Türkiye, buna hazır
mıdır, bence değildir.”
1994’te DEP’li milletvekillerinin
Meclis’ten yakapaça gözaltına alınması gibi
görüntülerinin yaşanmayacağını ifade eden
Araz, ‘burada bir dengeden bahsederek,
dokunulmazlıklar kaldırılmayacak’ dedi.
Dokunulmazlıkların kaldırılması halinde
bile 90’lı yıllarda yaşananların yaşanmayacağını tekrarlayan Araz, “Sayın Başbakan,
506 dosyadan bahsetti, ama dokunulmazlıkların kaldırılacağını sanmıyorum,
çünkü bu, başka sorunları da beraberinde
getirecektir. Bu olay, daha önce de konuşulmuştu. Dokunulmazlığın kaldırılması
üzerinden tabiri caizse bir siyasi manevra
yürütülebilir” şeklinde konuştu.
böylesi bir inandırma operasyonuyla karşı
karşıya olduğunu vurguluyor.
T
tireceğinin altını çizen Elçi, sözlerini şöyle
sürdürdü: “Onun yerine Türkiye’de antidemokratik maddelerin değiştirilmesi gerekir.
İki yıl süren barış sürecine herkesin destek
verdiği bir uygulama oldu. Bunun yerine
demokrasinin önünün açılması gerekir.
Kürd sorununun çözümünde demokratik
siyaset yolu izlenmeli. Kapalı olan yolların
tekrar açılması gerekir.”
.a
bir kararı olmadığı sürece bir yargılama
olamaz. Milletvekili olduğu sürece soruşturma ve kovuşturma da yapılamaz.” Elçi,
yapılmak istenilenin kürsü dokunulmazlığı dışında şahsi dokunulmazlıklarının
kaldırılacağını ifade ederek şöyle devam
etti: “Burada kötü olan şey ise bu arada
yapılması doğdu değildir. Kürsü dokunulmazlığı dışında bütün vekillerin şahsi
dokunulmazlıklarının kaldırılması gerekir.
Yoksa birilerini seçerek gönderme yaklaşımı hukuki bir yaklaşım olmaz.”
83. Madde’nin bir seferliğine değiştirilmesini eleştiren Elçi, “Bu zaten çözüm
olmadığı gibi hissi bir yaklaşımdır. Sadece
HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının
kaldırılması diğer partililerin trafik cezaları
gibi küçük cezalara ilişkin fezlekelerin
hazırlanması da doğru değildir. Genel bir
uygulama olarak bütün vekillerin dokunulmazlıkları kaldırılırsa bu kabul edilebilir
bir şey olur. En çok uygulanan yöntem
tutuklama olduğu için böyle bir durum
olabilir. Ama bir ek madde ile tutuksuz yargılanabilir” ifadelerini kullandı. Çatışmalı
sürece de dikkat çeken Noşirvan Elçi, böyle
bir süreçte dokunulmazlıkların kaldırılması sürece katkı sunmayacağını söyledi.
Bunun var olan süreci daha da derinleş-
Besê Çelik
w
ların günlük siyaset içerisindeki tartışmalar
olduğunu söyleyerek, dokunulmazlıkların
kaldırılmasının önemli olmadığını, hatta
bu tartışmalarda önemli bir sonucun da
alınmayacağını ifade etti. Tüm bu tartışmaların kamuoyuna yönelik olduğunun
da altını çizen Özcan, şöyle dedi: Günde
20 kişinin öldüğü bir yerde tutuklamalar
önemli değildir. Buradan siyasetin genel
gidişatını değiştirecek bir şey çıkmaz. Bu
biraz PKK’nın taleplerini aşağıya çekmek
için baskı kurulmaya çalışılıyor. Olup olmayacağını göreceğiz. Tutuklama çıksa bile
bu, Parlamento’da olmaz. Dokunulmazlıklar kaldırılırsa gidip evlerinden alınırlar.
Bundan çok büyük bir şey çıkmaz. Yani
Türkiye’de çok büyük olaylar yaşanmaz.”
Toplumsal dayanışma ağları güncellenmeli!
w
Meclis’e sunulan fezlekelerin işleme
konulması ve dokunulmazlıkların kaldırılması tartışmaları, önümüzdeki günlerde
Türkiye’nin ana gündemini oluşturacağı
izlenimi veriyor. Dokunulmazlıkları kaldırılmak istenen vekillerin çoğu HDP’li.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, geçtiğimiz hafta konuya dair yaptığı açıklamada
“Gelin hep beraber dokunulmazlıkları
kaldıralım. 506 dokunulmazlık dosyası
var, hepsini kaldıralım” demiş, ardından
fezlekelerle ilgili tartışmalar hız kazanmıştı. AKP Grup Başkanvekili Naci Bostancı, dokunulmazlıkların kaldırılması ile
ilgili muhalefet partileriyle görüşmüştü.
AKP’nin 506 fezlekeyle ilgili tek maddelik anayasa değişikliği önerisine HDP,
kürsü dokunulmazlığı dışındaki bütün
dokunulmazlıkların kaldırılması yönünde
karşı öneri sunmuştu.
Meclis’e sunulan 506 fezleke 112 milletvekili ile ilgili. 506 fezlekenden 278’i,
HDP’li 41 milletvekiline ait. CHP’li 33
milletvekili hakkında da 116 fezleke Meclis’e
gönderilirken, AKP’li 21 milletvekili hakkında da 41 fezleke bulunuyor. MHP’li altı
milletvekili için ise 14 fezleke düzenlendi.
HDP’li vekiller hakkındaki fezlekelerin
57’si Eş Genel Başkan Selahattin Demirtaş,
7’si Figen Yüksekdağ hakkında düzenlendi.
TBMM Başkanvekili HDP’li Pervin Buldan
hakkında ise 46 fezleke bulunuyor. CHP’li
33 milletvekili hakkında 116 fezleke bulunurken, Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu
hakkında 37 fezleke bulunuyor.22 AKP
milletvekili hakkında ise 40 fezlekesi var.
22 vekil arasında Şamil Tayyar 10 fezlekeyle
ilk sırada. Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel
Eroğlu, Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz
ve Ekonomi Bakanı Naci Ağbal, hakkında fezleke düzenlenmiş AKP’li vekiller
arasında.
Meclis’te gurubu bulunan tüm partilerden milletvekilleri hakkında 506 fezleke
dosyası bulunuyor. Fezlekelerin işleme
alınmasını ve dokunulmazlıkların kaldırılması girişimleri ile ilgili BasHaber’in sorularını yanıtlayan hukukçular, Türkiye’nin
90’lı yıllardaki görüntüleri yaşamayacağını
ifade ederek, “Kürsü dokunulmazlığı hariç,
tüm dokunulmazlıkların kaldırılması gerekiyor” diyor.
Dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin devam eden tartışmalara müdahil olan
hukukçular, kürsü dokunulmazlığının kaldırılması sonrası, tutuklanmalar olursa bile
90’lı yıllardaki görüntülerin yaşanmayacağını söylüyor.
11
Prof. Ferhat Kentel:
w
Eren Dinç / Adem Özgür
IRKÇILIK
28 Mart - 04 Nisan 2016
‘Kürdler ideal ulus tahayyülüne uymuyor’
Kürd meselesinde ise Kürdlerin devletin kafasındaki ideal tahayyüle uymadığını söyleyen
Kentel, “Kürdler buna uymadığı için devlet
her türlü propagandayı yapıyor” diyor.
90’larda Özel Harp Dairesi tarafından
temeli atılan ‘ötekileri’, ete kemiğe büründüren karakterlerin yaratım sahasında şimdilerde gönüllü profesyonel senaryo ekipleri
çalışmakta. Kökleri sağlam ve ‘yerli’ bu aklın
bugünkü yansımaları sokak linçlerine gaz
verse de, sarsıcı etkileri komşu ve hısımlık
ilişkilerine kadar tüm toplumsal katmanlarda
can yakmaya devam etmekte.
‘Günah Keçisi Romanlar’
Romanların her zaman için ikinci sınıf va-
tandaş olarak kabul edildiğini söyleyen Prof.
Ferhat Kentel, bunun sadece Türkiye’ye özgü
olmadığını Balkanlarda da bu yaklaşımın var
olduğunu hatırlatarak, “Her yerde Romanların ırk olarak ikici sınıf vatandaş muamelesi
görmesi bizden olmaması, bizden olmayan
olarak neredeyse belki en fazla sembolleştirilen halk olmuştur. Dolayısıyla dışarıdan
içeriye Romanlara dönük olarak böyle bir şey
beslendi. Sosyolojide günah keçisi teorisi var.
Size kötü dedikleri zaman kötü olursunuz,
kimse size ev vermez, kız vermez, çalıştırmaz.
Siz kötü kalırsınız” diyor.
Kürdistan’da ağalık bitti dizisi
hiç bitmiyor!
Ve artık Kürdistan’da tarih olmuş ağalık
statüsü günümüzde de devam eden toplumsal
bir sistem olarak sunulmaktadır. Kadın-erkek ilişkilerini de bozacak formülasyonları
barındıran bu dizilerin izlenme oranları ise
ilgi çekici seviyelerdedir.
“Örneğin Kurtlar Vadisi, Şefkat Tepe dizileri
gibi. Bunlar ırkçı dizilerdir. Türklerle uyum
sağlayan, dini bütün, Cumhuriyetçi Türk aşığı
ve iyi Kürdler var bu dizilerde. Orada tarif
edilenin dışındakilerin hepsi kötü Kürd oldu.
Dolayısıyla bütün bunlar biat etmeyen kötü
Kürd imajı için çok kullanıldı. Şimdi Sur’a
Cizre’ye baktığımız zaman da sanki bunun
zihinsel arka planı hazırlanmış gibi. Orada
her şey açık açık yapılıyor. Hiç birimizin veya
ortalama Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlarının ise bu konuda kılı kıpırdamıyor.
Çünkü biz bunların ne kadar kötü olduklarını
TV’den görüyoruz, biliyoruz. Aynı Romanlara
baktığımız gibi, bu operasyonları da makul
gördük. Bizler zaten bu insanların ne kadar
kötü olduklarını TV dizilerinden öğrendik.
Toplum olarak bunu önceden zaten öğrendik”
diyen Kentel, piyasanın Kürdlerle ilgili kötü
senaryolarla yapılmış filmlerle dolu olduğunu
söylüyor.
‘Kürdlük inandırma
operasyonunun hedefinde’
İnandırmanın formülleri üzerinde düşünülmesi gerektiğine dikkat çeken Kentel,
“Kapitalizme, tüketiciliğe nasıl inanıyoruz?
İşte reklamlar ha bire bombardıman halinde.
TV’lerle bombalanıyoruz? Neye inanacağımıza dair o kadar çok malzeme var ki. İşte
bir tanesi de Kürdlük. Kürdlüğün nasıl bir
Kürdlük olduğu. İşte ne kadar kadınsılaşabileceği, ne kadar kötü korkak, çirkin bir şey
olduğu. Aslında inandırma mekanizmasının
en önemli unsurlarından biri de tehlikeye
korku eşliğinde inanmak. Anıtkabiri niye
dikiyorsunuz? Bir tür tapınak, mabet gibi,
korkuya karşı sembolik bir yer dikiyorsunuz.
Biz bununla kendimizi koruyoruz. Bir muska
gibi. Eğer siz TV’lerde yere tüküren, şalvarlı, kaba saba konuşan olarak gösterirseniz,
kadınları zavallı olarak gösterirseniz, Kürd
erkeği denilen yaratığı aşiret reisin o geri kalmışlıkla anlatırsanız Kürdler aynı Romanlar
gibi ciddiye alınmayan bir takım yaratıklara,
hedefe dönüştürülebilir” diyerek Kürdlerin
‘Kürdler kullanışlı ötekiler mi?’
Kürdleri sürekli suç üreten kimlik olarak
gösteren medyanın, barışın tesis edilmesi
beklentisinin en yüksek olduğu bugünlerde
aynı özensizliği göstererek savaş dilini tercih
etmesi yine aynı tarihsel kodların efekti
olarak değerlendirilmekte. Bu iklimde beklenen, arzu edilen barış talebinin sokaklara
toplumsal şiddet olarak yansıtılması siyasilerin sorumluluğundan çıkmış muhatapsız
bırakılmıştır.
Kürdlüğün öteki figürü olarak araçsallaştırıldığını söyleyen Ferhat Kentel, “İnsanların
güvensizlik yaşayan toplumların, toplulukların ve cemaatlerin başvurduğu kullanışlı olan
ötekiler var. Bunlar bir zamanlar canavarlar,
cinler, perilerdi. Amerikan toplumunda bol
bol uzaylı muhabbeti geçer. Hollywood bunları çok kullanıyor ve niye kullanıyor. Sosyolojik olarak topluluklara bakarsak bunları görürüz. Travmatik olarak baktığımız zaman bu
toplum çok güvensiz bir toplum. Amerika’ya
benziyor. Mesela Amerika’da komşulardan
korkuluyor. Komşuların kim olduğu çok
önemli oralarda. Dünya Değerler Araştırması
yapıldığı zaman Türkiye’de oranlar inanılmaz
yüksek çıkmıştır. Apartmanda Ermeni, ateist,
Yahudi, eş cinsel istemem diyenler var. Bu
oran yüzde70 - 80’lere varıyor. Kürdler de bu
nispeten daha azdır. İnsanlar niye bu kadar
diğer insanlardan korkuyor? Çünkü böyle
formatlanmış bir toplum bu. Eğitimi, sosyalizasyonu buradan geçmiş. İlkokul kitaplarında
Sevr Sendromu ile büyük Ermenistan, büyük
Suriye, büyük Kürdistan korkusuyla yetiştirilen bir takım nesiller var. Bu güvensizliğin
akabinde Kürdlüğün kolayca nasıl böyle inşa
edildiğini” anlayabiliyoruz diyor.
Toplumsal dayanışma
ağları güncellenmeli
Kürdlerin, Türklerin, dindarların, Alevilerin, Ermenilerin ve diğer tüm ötekilerin kendi
aralarında dayanışma ağlarını güncellemesi
gerektiğini öneren Kentel, “bu öteki dilini
ortadan kaldıracak tek şey bütün ötekilerin
birbirine yardım etmesi ile mümkün olabilir.
Küçük dergiler çıkarmak gibi. Küçük sesleri
duyurmak gibi. Radyolarda şarkılar dinlemek
gibi. Toplumun binlerce yıldır ürettiği var
olma teknikleri vardır. İnsanlar birbirlerini
çok öldürdüler ama insan neslini yine sürdürdüler. Kötü bir şey varsa iyi bir şey de vardır.
Bunu isterseniz dinde, isterseniz Kürd kültüründeki dengbejlerde görebilirsiniz. Bunun
izleri bir sürü yerde var. Diyanet hutbesinde
kötülüğe karşı iyilik ile gidin deniliyor. Burada
var işte. Başka geleneklerde de insanların
kendilerini koruyacak şeyleri vardır. Ama en
önemlisi sohbet etmek. Her yerde insanların
kendilerini koruyacak bir araçları mutlaka
vardır” diyor.
12
ÇOCUK
BasHaber
28SÖYLEŞİ
Mart - 04 Nisan12
2016
Baro çocukların ailelerine teslimini istiyor!
Sur çocukları esirgeme kurumuna veriliyor
Çocuklar, ‘örgüt propagandası
yapmakla’ suçlanıyor
Konuya ilişkin BasHaber’in
sorularını yanıtlayan Diyarbakır
Barosu Çocuk Hakları Merkezi
Başkanı Avukat Gazal Bayram
Koluman, konunun takipçisi
olduklarını ifade etti. Çocukların dosyasına avukatların Ceza
Muhakemeleri Kanunu uyarınca
“Yapılanlar tamamen yasaya
aykırı”
Çocuk Esirgeme Kurumu’na
8’inin nakledildiğini belirten
ve 3 Mart’ta tahli-ye edilen 11
çocuk ile kuruma sevk edilen 8
“Aileler çocuklarını istiyor!”
Çocukların ortalama bir ay
kurumda tutulabileceğini, bir
ay sonra koşullara bağlı olarak
sosyal hizmet uzmanlarınca
raporun hazırlanarak mahkeme
sunulacağını ifade eden Koluman, mahkemenin çocuğu aileye
teslim edip etmeyeceğine karar
vereceğini söyledi.
Öte yandan ailelerin çocuklarını istediklerinin altını çizen Gazal
Bayram Koluman, çocuklarla ilgili
kuruma talepte bulundukları
halde yazılı bir ce-vabın kendilerine gelmediğini söyledi. Ailelerin
çocuklarını istediklerini, bir aile
dışında tüm ailelerin müracaatta bulunduğunu dile getiren
Koluman, “bu çocukların derhal
ailelere teslimi gerekiyor” dedi.
13
Ne verirsen elinle
o gelir seninle
ÖZTEKİN ÇAÇAN
H
Dinç Karayazı / Gültekin Çelik
ak
ur
d
.o
rg
aziran seçimlerinden sonra başlayan çatışmalı sürecin
ardınan artan gözaltı ve tutuklanmalar nedeni ile
cezaevlerinin nüfusunun 82 bin kişiye çıktığı bildiriliyor. 2009’da “KCK Operasyonları“ kapsamında 7 bin 748 kişi
gözaltına alınırken, 3 bin 895 kişi ise tutuklanmıştı. Türkiye
İnsan Hakları Vakfı (TİHV), 2015’te “Kürd siyaseti ile ilgilenen
7 bin 480 kişinin gözaltına alındığını belgelerken, bunlardan
bin 421’inin ise tutuklandığını açıkladı.
iv
halinin suç sayılıp sayılmayacağı, tam anlamıyla akıl ve ruh
sağlığının sağlam olması beklenir
ki, 12-15 yaş aralığındaki çocuklarda bunun mümkün olmadığını
düşünüyoruz. Bu çocuklar bir
ayı aşkın bir süre Sur’da çatışma
bölgesinde mahsur kalıp mağdur
oldu. Bu yetmiyormuş gibi, örgüt
üyeliğiyle yargılanınca ikinci kez
mağduriyet yaşadılar.”
Cezaevlerinin nüfusu 82 bin oldu
rs
“Çocuklar Sur’dan sonra ikinci
kez mağdur oldu”
İfadeleri alınan 9 çocuktan 6’sının 12 ile 15 yaş aralığında, diğer 3
çocuğun ise 15 ile 18 yaş aralığında
olduğunu aktaran Gazal Bayram
Koluman, bu çocukların bulundukları eylemlik halinin ceza
kanunu kapsamında suç sayılıp
sayılmayacağı, bu dosyada akıl
ve ruh sağlının oluşturulması
gibi konuların önemli olduğunu
vurgulayarak şunları söyledi: “Burada ilk ifadesi alınan 9 çocuktan
6’sı 12 ile 15 aralığında, 3 çocuk
ise 15 ile 18 yaş ar-alığında. Bu
çocukların bulundukları eylemlik
.a
zorunlu müdahil olarak katıldığını dile getiren Koluman, “Diyarbakır Barosu Çocuk Hakları
Merkezi olarak olayı dışarıdan
gözlemci olarak takip etmek
zorunda kaldık” dedi. Çocukların tümüyle “terör örgütü üyesi
olmak” suçlamalarıyla yargılandığını öğrendiklerini söyleyen
Kolu-man, şöyle dedi: “11 çocuktan 2’si birinci basamaktan
yaralanma durumları söz konusu
olup hastaneye kaldırılmıştı.
Diğer 9 çocuktan 1’i tutuklandı,
8’i serbest bırakıldı. Daha sonra
hastaneye kaldırılan çocuklardan birinin daha tutuklandığını
öğrendik.”
w
19 çocuk SHÇEK’e verildi
Diyarbakır Sur’da yapılan
operasyonlarda aralarında
çocukların da bulunduğu birçok
kişi tutuklandı. Serbest bırakılan
çocuklar ise ailelerine verilmek
yerine, çocuk esirgeme kurumlarına nakledildi. Sur’daki çatışma
bölgelerinden çıkarılan 19 çocuktan K. Ş. (11), T. A.(7), G. A.(10),
R. A. (7), M. A. (6), Ö. A.(4).,
Ş.T. (9) ve adı öğrenilemeyen bir
çocuğun, hakim onayı olmadan
Çocuk Şube’den Sosyal Hizmetler
ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na
(SHÇEK) teslim edildiği bilgileri
yer aldı. Sur ilçesinde çıkarılan
çocukların SHÇEK’e teslim edilmesi hakkında HDP Milletvekili
Sibel Yiğitalp Meclis’e bir soru
önergesi verdi. Yiğitalp, Aile ve
Sosyal Politikalar Bakanı Sema
Ramazanoğlu’nun yanıtlaması
istemi ile verdiği soru önergesinde 7 Mart Pazartesi günü tahliye
edilen 19 çocuktan sekizinin
savcılık kararı ile SHÇEK’e verildiğini söyledi.
Bölgedeki çatışmalarda meydana gelen mağduriyetlere çocukların ailelerinden koparılarak çocuk
esirgeme kurumlarına verilmesi de eklenmiş durumda. Bu duruma karşı çıkan Diyarbakır Barosu
Çocuk Hakları Merkezi, bunun hukuksuz bir gerekçe olduğunun altını çiziyor. Son olarak aileleri ile
beraber Sur’daki çatıma alanlarından çıkarılan 8 çocuk SHÇEK’e teslim edildi.
w
nsan hakları ve sivil toplum
kuruluşlarının hak ihlalleri
ile ilgili yayınladığı verilere
göre, çatışmalarda meydana
gelen mağduriyetlere çocukların
ailelerinden koparılarak çocuk
esirgeme kurumlarına verilmesi
de eklenmiş durumda. İnsan
Hakları Derneği (İHD), Türk
Tabipler Birliği (TTB) ve Tü-rkiye
İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV)
yayınladığı hak ihlalleri raporlarına göre sokağa çıkma yasakları
ve çatışmaların olduğu bölgelerde
çocukların maruz kaldığı mağduriyetler artıyor. Bir yandan çocuk
ölüm veya yara-lanmalarında
arttış kaydedilirken, diğer yandan
çocuklar ailelerinden koparılıyor.
TİHV’in son raporuna göre 7 il, 22
ilçedeki sokağa çıkma yasağında
yaşamını yitiren 310 kişinin arasında 72 çocuk bulunuyor.
çocuğun toplamının 19 olduğunu
dile getiren Koluman, 11 çocuğun adli sürece dahil edildiğini,
ger-iye kalan 8 çocuğun ise 12 yaş
altında olması nedeniyle koruma altına alınarak kuruma sevk
edildiğini anlattı. Çocuk Koruma
Kanunu’nun 9. Mad-desi’ne göre
ailelerin bakım yükümlülüklerini yerine getirmemesi halinde
çocuklar kurum korumasına
alınır.“ Burada bir hukuksuzluğun yaşandığını, 12 yaşındaki
çocukların ‘örgüt üyeliğiyle’
suçlandığını, savcılık fezlekesine
suçun bu şekilde kayda geçtiğini
dile getiren Koluman, şunları
söyledi: “Örgüt üyeliği iddiası var,
bu çocukların 12 yaşında altında
olması münase-betiyle ceza kanununa göre yargılamayacaklar.
Yargılamayacakları için aile bunu
teşvik ediyor gibi bir hissle kurum
korumasına alınmasını talep ediliyor. Yasa diyor ki; ’5 gün kurum
koruması altında kalan çocuğun
hakim kararı ile kurum koruması
altına alınıp alınmayacağının
karara bağlanması gerekir. Bu kararın 5 gün içinde vermesi gerekir.
Bu çocuklardan biri 1.5 yaşında,
cezaevindeki annesine teslim
edildi. Geriye kalan 7 çocuk
hakkında da valilik çocukların
koruma alınmasını talep ediyor,
hakim de karar veri-yor. Dolayısıyla burada 13 günlük bir süreyle
karşı karşıya kalıyoruz. Bu sü-re
8 gün aşılmış durumda. 5 gün
içinde verilmesi gerekeen koruma
kararı 13 gün içinde veriliyor. Bu
durum yasaya aykırıdır.”
w
İ
Azad Celikanî
CEZAEVİ
BasHaber
28 Mart - 04 Nisan 2016
13
SÖYLEŞİ
Bakkalcı: Çatışmasızlık dönemi
bir şeylerin olabileceğini de gösterdi
TİHV Genel Sekreteri Metin Bakkalcı, konu ile ilgili
BasHaber’e yaşananlar karşısında çok üzgün olduğunu belirterek şunları dile getirdi: “2005 yılından itibaren bu ülkede demokratik hayat gerek, yasal düzenlemelerle gerek uygulamalarla olumsuz bir seyir izlemeye başladı. Bu giderek yoğunlaştı.
20015 yılı itibarıyla bir sonucu yaşıyoruz.” Çatışmasızlık döneminden bahseden Bakkalcı, “Kuvvetli ve istekli bir istek çıksa
bu meselenin çözümü için bir yol gösterdi. Kimsenin yaşamını
yitirmediği bir ortamda bile Türkiye’de demokratik hayat bu
yasal düzenlemeleriyle olumsuza gidiyordu. Çatışmasızlığın
olumlu havası demokratik hayat açısından olumsuzluğun
işaretlerini gösteriyordu. Biz bundan dolayı çığlıklar atıyorduk”
şeklinde konuştu.
“Cezaevi nüfusu dört misline çıktı“
Yeniden başlayan çatışmalı ortamın hadiseyi bambaşka biri
mecraya sürüklediğine dikkat çeken Metin Bakkalcı, sözlerini şöyle sürdürdü: “İnsan aklının tahayyül edemediği bir
süreçteyiz. Bunlardan bir tanesi de gözaltı ve tutuklamalardır.
Bunların verilerini hep paylaşırız. Geçmiş yıllarla kıyaslanmayan bir şeydir bunlar. 2005 yılında cezaevinde toplam nüfus
55 bin iken, şimdi bu sayı 82 bine ulaştı. Cezaevinde nüfus
dört misline dayandı. Şimdi bugün deniliyor ki ‘ya bizden
yanasın ya da terörist’. Ne demek isteniliyor? ’Biz’ her neyse o.
Bir toplumsal mutabakatla bütün toplumun üstünde uzlaştığı
bir ‘biz’ olmadığı aşikâr. Türkiye olağanüstü kutuplaşmış bir
durumda.” Akademisyen, gazeteci ve sivil toplum örgütlerine
yönelik baskıları dile getiren Bakkalcı, insanların bir şekilde
elemine edildiğinin altını çizerek, “Bu insanlar her zaman
gözaltına alınabilir, her zaman tutuklanabilir. Türkiye kritik
bir yol ayrımında. Umuyoruz ki bu yol ayrımında tahmin
edemeyeceğimiz acılar yaşamayız. Birlikte yaşayabildiğimiz bir
ortama dönelim” şeklinde konuştu.
Aslan: Tutuklanmayı gerektirecek suç yok
Avukat Bayram Aslan ise BasHaber’e yaptığı açıklamada, yaşanan yaygın gözaltı ve tutuklanmalara ilişkin şunları söyledi:
“Bu tutuklanmalara ilişkin hukukçu olarak bir cevap vermek
isterdim. Ama ne yazık ki ceza hukuku anlamında söylenecek
hiçbir şey yok. Bunun hukukla, cezayla, usulle, yargılamayla
hiçbir alakası yok. Son dönemdeki gözaltı ve tutuklanmalar
pervasız uygulamalarının yargı kolundaki yansımasıdır. Sulh
ceza hâkimleri direkt emir alıyorlar.” İnsanların baskı altında
tutulmak istediğini söyleyen Aslan, sözlerini şu şekilde
sürdürdü: “Yaşanan tutuklanmalara baktığımız zaman hukuk
mantığı içerisinde elle tutulur bir şey yok. Bu insanları bırakın
tutuklanmayı ceza soruşturması dahi açılmaması gerekiyor.
İfade özgürlüğü içinde girebilecek konular ceza hukuku içinde
tutuklanmalar, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarına kadar
gidiyor. Bu tutuklanma furyasının evrensel ceza hukuku
açısından hiçbir karşılığı bulunmuyor.” Aslan, tutuklanan
akademisyenlerin durumuna dikkat çekerek, “Akademisyen,
aydın, bilim insanları ülkenin sorunları hakkında bilgi verip
fikir beyan edebilir. Şimdi bunların söylediklerinin suç olabilecek tarafı yoktur. Ortada şiddet bile yok. Ama bu insanlar
soruşturmalarla, tutuklanmalarla, susturulmaya, sindirilmeye
çalışıyor. Avukatlar görevlerini yapmaya çalışırken, tutuklanıyorlar. Hukukçu olarak yaşanan bu olayları açıklayamıyoruz.”
Belediye başkanları da tutuklanıyor
Tutuklama ve gözaltıların çatışmaların devam ettiği kentlerde belediye başka nları ile siyasileri de kapsadığı, çeşitli operasyonlarda gözaltına alınan 17 belediye eş başkanının hala tutuklu olduğu bildirildi. 7 Haziran seçimi sonrası birçok il ve ilçede
çok sayıda Belediye Başkanı, parti yöneticisi, meclis üyeleri, il,
ilçe eş başkanları ve üyeleri tutuklandığını ifade eden DBP Parti Meclis ve Hukuk Komisyonu Üyesi Av. Muzaffer Özdemir, 17
belediye eş başkanlarının tutuklu, 5 belediye eş başkanının da
tutuklandıktan sonra tahliye olduklarına dikkat çekt. Özdemir,
toplamda hakkında işlem başlatılan 54 belediye eş başkanının
tutuklandığını, gözaltına alındığını veya tutuklanıp serbest
bırakıldığnı, bir kısmı hakkında soruşturma açıldığını söyledi.
Özdemir, şu an da firari konumda olan ve hakkında yakalama
kararı olan 10 belediye eş başkanlarını olduğunu söyleyerek,
bu başkanlardan 25’i İç İşleri bakanlığının kararı ile görevden
alındığını ifade etti.
Tutuklama furyası
Dosyaların genel takibini yapıp ve listelerini tutmaya
çalıştıklarını, çünkü listelemeye yetişemediklerini belirten
Özdemir, DBP, HDP ve diğer sol muhalefete yönelik ciddi
saldırılar geliştirildiğini, hemen akabinde Suruç ve Ankara
patlamalarıyla yüzün üzerinde vatandaşın yaşamını yitirdiğini
ve bir şiddet sarmalının içerisine girildiğini kaydetti. Av. Özdemir söyle dedi: “Batman belediyemizin iki eş başkanı ve bütün
yöneticilerini gözaltına almışlardı, Nusaybin eş başkanı tutuklandı, yakın zamanda Derik eş başkanları tutuklandı, Şırnak,
Cizre, Silopi eş başkanları gözaltına alınıp serbest bırakıldı
ve neredeyse gözaltına alınmayan ve sorgulanmayan kimse
kalmadı.” Özdemir, 2009’da başlayan KCK Davası kapsamında Van Büyükşehir Belediye Eş Başkanı Bekir Kaya’ya örgüt
üyeliğinden ve bunun en üst sınırından 15 yıl, ilçe belediyeleri
ve parti yöneticisi olanlara da aynı oranda cezalar verildiğini ve
Ağrı, Kars ile Iğdır belediye eş başkanlarının ve il başkanlarının
da tutuklu olduğunu aktardı.
Ben Kürd olmaktan hayatımın
hiçbir döneminde eziklik duymadım. Kendimi hiçbir milletten,
hiçbir halktan hatta hiçbir kişiden
eksik görmedim. Bunun en büyük
sebebi Diyarbekir’dir. Çok güçlü bir
kent hafızası, ciddi bir kent bilgisi
üretmiştir bu şehir. Kürdün en kent
kentidir. Kendi dilinde yazsın ya
da yazmasın yüzlerce şair yüzerce
romancı üretmiştir. Günümüz koşullarında bile ödüle
doymayan Kemal Varol, Murat Özyaşar gibi edebiyatçıları, Yılmaz Odabaşı, Ahmet Hicri İzgören gibi şairleri,
Faysal Dağlı gibi gazetecileri adını anamadığımız daha
birçok yazı insanını üretebilmiştir. Sevgilisine Cahit
Sıtkı’dan şiir okumayan kaç ‘âşık’ var? Ahmet Arif’in
şiirini bilmeyen kaç ‘devrimci’ var? Sezai Karakoç’u
tanımayan kaç ‘Müslüman’ var? Bunların tamamı bu
kadim kentin insanıdır. Bu insanlar Diyarbekir’in bize
armağanıdır. Ve merak etmeyin eğer biz Diyarbekir’i,
kentin ruhunu öldürmezsek daha yüzlercesi sırada
beklemektedir.
Ne verirsen elinle o gelir seninle…
Her perşembe sabahın dokuzunda şakşaklı kapının
sesi yankılanırdı avlumuzda. O sesle zamanın “kodu”
belirirdi çocuk dimağlarımızda. Her şakşak sesinde avlu
kapısını açmaya hızla koşan biz çocuklar o gün o saatte
gelenin kim olduğunu bilir yerimizden kımıldamazdık.
Çünkü o gün o saatte çalınan kapıya bir tek ninem
bakardı. İçeriye giren yazın avluda, kışın avluya bakan
bizim iki göz odamızın birinde ‘misafirimiz’ ağırlanırdı.
Her perşembe gelen konuğumuz, önce ona ikram
edilen kahvaltısını bitirir ninemle sohbete koyulurlardı.
Konu hep aynı biraz ortak tanıdıklar, arkasından bolca
fukaralık, çaresizlik sohbetleri. Çoğunlukla anamın da
dâhil olduğu bu sohbetler bir saat kadar sürer sonrada
misafirimiz kısa bir sessizliğe bürünürdü. Anam ya da
nenem yerinden kalkar ve avlunun diğer sakinleriyle
ortak kullandığımız mutfağa geçer. Bir şeyler hazırlar,
konuğumuzun yanında getirdiği eski şeker çuvalına
‘Allah ne kısmet etmişse’ babından bir şeyler yerleştirir
misafirimize teslim ederdi. Altmışlı yaşların yorgunluğuyla yerinden doğrulan misafirimiz Diyarbekir’in
kendine ait olan başka yerde kolay rastlayamayacağımız
bir cümle kullanırdı ‘Ne verirsen elinle o gelir seninle’
derdi. Kapıya doğru yürürken avludan her geçtiğinde
dualar okur ve avluya üflerdi. Sefalet çeken ama ‘şehirli’,
‘yerli’ ailelerin hiçbiri dilenme yolunu seçmez genellikle
ev, dükkân ziyaretleri şeklinde nasip peşinde koşarlardı.
Dilenmek ciddi ayıp sayıldığından sosyal dayanışma
ağlarına sığınırlardı.
Diyarbekir bize ne verdi biz onun çocuklarına neler
ediyoruz…
İnsanın beynini, yüreğini doyuran kentler ve insanlar
vardır. Diyarbekir bir de karnını doyurur insanların.
Karnını doyurduğu için dayanışma ağları mevcut olduğu
içindir ki ruhu vardır bu kentin. Çünkü kent insanlarını
bütünleştirdiği, dayanışma üretebildiği oranda kenttir.
Bunun için medeniyet, sanat ve edebiyat üretebilir. Yani
sanat ve edebiyatımızı medeniyetimize borçluyuz. Medeniyetimizi de dayanışmamıza, birlikte yaşayabilmemize
borçluyuz. Suriçi çatışmaları sırasında Sur dışına göç
edenler sadece köy yakmalarla gelen insanlar değildi.
Bugün Diyarbekir sokaklarında rızık arayan sadece
‘Suriyeli’ ya da ‘köylü’ fukaralar değil. Üç beş kuşaktır
Diyarbekir de yaşayan, ama zenginleşememiş, lüks
semtlere göçememiş insanlarda var içlerinde. Ve ben
yıllar sonra ilk defa ‘Ne verirsen elinle o gelir seninle’
diyerek tanımadığı insanların yanına yaklaşarak rızık
arayan insanlara rastladım. Dayanışma ağları dağılmış
kent ruhunu kaybetmeye başlamış demektir. Diyarbekir
şairlerin, yazarların kadim kenti, sen bize ne verdin biz
sana ne ettik. Galiba sana da kendimize de yazık ettik.
14
AMED
BasHaber
28SÖYLEŞİ
Mart - 04 Nisan14
2016
Kristian Brakel:
Bağlar’da bir özerklik denemesi!
“Abe valla biz
istemiyoruz”
Yayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü:
Faysal Dağlı
Haber Merkezi: Yeter Polat, Öztekin Çaçan,
M. Salih Batırhan, M. Emin Kan, Çimen Gümüş,
Dilan Almaz, Adem Özgür, Rumet Serhat,
Ercan Ekinci, Murat Özdemir, Eren Dinç
İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına
Faysal Dağlı
Sahibi: Botan Tahsin
Hukuk Danışmanı: Av. Sennur Baybuğa
Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç,
Hüseyin Ünal
Tel: +90 212 243 27 60
Fax: +90 212 243 27 79
E-mail: bas-haber@bas-haber.com
www.bas-haber.com
Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST
Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST
BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir.
Akibetimiz ne olacak?
Bağlar ablukası ile ilgili görüştüğümüz birçok kişinin ortak kaygısı çatışmaların şimdilik
durduğu yönünde. Bu yüzden daha kalıcı boşaltmalar devam ediyor. Evinden birkaç parça
eşya alarak çıkmış ailelerin bir kısmı, şimdi
dönüp geri kalan eşyalarının tamamını götürüyorlar. Berberde yaptığımız sohbet sırasında
PKK davasından 11 yıl cezaevinde kalmış Soner
G. yaşanan hendek ve abluka olaylarını, şiddeti
hiçbir şekilde onaylamadığını belirterek halkın
“birlik” içinde davranamadığını dile getiriyor.
Yan koltuktakilerden biri, “yıllardır yaşanların
doğal sonucu bu“ diye yorum yapıyor. Ancak
Soner ‘halk denilen ve herşeyi çözebilen’ güce
sığınmaktan yana: “Biz kendimizi kurtaramayacaksak kim bizi kurtaracak? Yaşananlara
kim ‘dur’ diyecek. Yoksa bu halk yüz yıldır
yaptığı gibi birilerinin gelip kendisini kurtarmasını beklemeye devam mı edecek?”
Rumet Serhat
H
.o
rg
einrich Böll Vakfı’nın Türkiye Temsilcisi Kristian Brakel Türkiye’nin iç ve dış siyaseti üzerine
BasHaber’e yaptığı açıklamada Kürd Sorunu’nda
Çözüm Süreci’ne dönülmesi gerektiğini belirtti. Meclis’te
yapılan yeni anayasa çalışmalarına değinen Türkiye uzmanı
Brakel, çatışmalı sürecin sona ermesi umudunu dile getirdi.
Türkiye’de 1994 yılından beri faaliyet gösteren Heinrich Böll
Vakfı Temsilcisi Kristian Brakel Diyarbakır başta olmak üzere
çatışmalı sürecin yarattığı can kaybı, tarihi eserlerin tahrip
edilmesi ve yaşanan göçlerden dolayı üzüntülerini dile getirerek, Türkiye’de devam eden şiddetin bir an önce sona erdirilip
tarafların tekrar masaya dönmesi gerektiğini vurguladı.
Brakel, Türkiye’deki sorunların daha fazla demokrasi ile çözülebileceğine dikkat çekerek, demokratik bir anayasaya ya da
mevcut anayasada değişiklik yapılmasına ihtiyaç duyulduğunu ifade etti. Türkiye’deki Başkanlık tartışmalarına da değinen Brakel dünyada; Demokratik başkanlık, yarı başkanlık ve
parlamenter sistemler olduğu gibi farklı örnekler olduğunu
da hatırlatarak, bu konuda Almanya ve Mısır’ı örnek verdi:
“Almanya’daki federal parlamenter sistem Türkiye’ye örnek
olabilir. AKP gerçekten de sistem değişikliğinde kararlıysa
Başkanlığın Türkiye’ye demokrasi anlamında neler getireceğini ortaya koymalıdır.” Brakel, Türkiye’de son zamanlarda
yaşanan saldırı ve patlamalara ilişkin, hükümetlerin saldırılara göre mevcut durumu gözden geçirmeyeceğini, böyle düşünmenin stratejik hata olacağı yorumunda bulunarak, siyasi
istikrarsızlığın geçici de olsa gücü elinde tutanlara hizmet
ettiğini savundu. Şiddetin her türlüsüne karşı olduklarını
ifade eden Brakel, “Daha önce görev yaptığım bölgelerdeki
ortam Türkiye’ye göre daha şiddetliydi. Türkiye’de insanların
geleceği için aklı selimin hâkim olması gerekiyor. Bunun
için hükümet güvenlikçi politikalarla çözümü düşündüğü
noktadan vazgeçip, tüm taraflar şartsız müzakere masasına
geri dönmeli” şeklinde konuştu.
ur
d
ak
iv
rs
Ya Hizbullah’la çatışma çıksaydı?
Ofis semtinde bir berber dükkânında
sıradayım. Konu tabi ki Bağlar. Müşterilerden V. Aslan bir konuya dikkatimizi çekiyor.
Bağlar’da Hizbullah‘a yakınlığıyla bilinen
ciddi bir kitle olduğunu hatırlatıyor. Olayların
kontrolden çıkması, yeniden Yasin Börü vb.
vakaların oluşması halinde ortaya çıkabilecek
felaketlerden söz ediyor. Herkes hak veriyor
tabi. Hizbullahçıların sinirlerine hâkim olamaması halinde nelerin yaşanabileceği herkesin hafızasında oldukça canlı çünkü. Ama
Allah’tan İran, PKK ile Hizbullah’ı dengede
tutabiliyor bu aralar!
.a
“Ortalık birden mahşer yerine döndü.”
Eski aile dostumuz Nasır Ö. uzun yıllar
zengin mahallerinde kapıcılık yaptıktan sonra
Bağlar Kaynartepe Mahallesine yerleşmiş kendine ancak oradan bir ev alabilmiş. Telefonla
ulaşıyorum. Anlattıkları çok çarpıcı: “Daha
önce olaylar başlayacak diye duymuştuk ama
mahallede birden bire gündüz gözü silahlı
gençler belirdi. Birkaç aracı sokağımızın
başına yanaştırıp barikat yapıp ateşe verdiler.“
Hendekçi silahlı gençler hemen zemin katlardaki evlerin yan duvarlarını binadan binaya
geçiş kolay olabilsin diye balyozlarla oyuklar
açmaya girişmişler. Birçok arabanın aküsünü
söküp uzaktan patlatmalarda kullanılmak
üzere almışlar. Akabinde silahlı gençleri, hendekleri farkeden mahalle halkı hızla evlerini
boşaltmaya başlamış. Mahalle aralarına ve
Gürsel Caddesi, Nüket Coşkun Caddesi gibi
geniş caddelere onlarca pikap doluşuvermiş.
Ve millet Kaynartepe Mahallesi’ni terk etmeye
başlamışlar. “Bize engel olmak istediler“ diyor
Nasır Ö. “Ama milleti can korkusu sardı engel
olamadılar kimseye“ diyor. Bu arada “Pikaplar
200 tl ile 400 tl arası evleri boşaltıyorlardı”
diyerek eklemeyi ihmal etmiyor. Kendisi eşi
ve torunlarını alarak yine Bağlar’da başka bir
mahallede oturan kızının yanına sığınmış.
w
“Abe valla biz istemiyoruz”
Ablukanın kalkmasından birkaç gün önce
“özerklik göçzedelerden“ kimi bulabilir, kimle
konuşabiliriz diye birkaç mekâna bakınmaya
başladık. Uğradığımız kahvelerden birinde
“hendek kaçkınlarına” tesadüf eder miydik bilmeden dolaşıyorduk. Sakinlerinden hiç birini
tanımadığımız Huzurevleri Mahallesi’nde bir
kahvehaneye girdiğimizde 55-60 yaşlarında
tek başına oturan yaşlı bir hemşerimizin
masasına iliştik. ‘Oturabilirsiniz’ ruhsatından
sonra arkadaşımla kendi aramızda Bağlar’dan
söz etmeye, olaylardan laflamaya başladık. Ev
sahibimizin ’ne iş yapıyorsunuz?’ sorusuna aldığı ’gazeteciyiz’ cevabı yarasının deşilmesine
sebep olmuştu. O da evini terk etmek zorunda
kalanlardan biriydi. Neredeyse hiç bir şey sormadan başladı anlatmaya. Her şey birden bire
gelişmiş. Hendeklerin kazılmaya başlaması,
hızla evlerin boşaltılması ve hatta çatışmalar
“Hanımı zor kurtardım”
Az sonra masamız ilgi çekmeye başlıyor
ve isminin Ahmet O. olduğunu söyleyen 60
yaşlarında bir Kaynartepe sakini kendi başına
gelenleri anlatıyor. Evi hemen Ofis semtine
yakın, tren rayının Bağlar tarafında ara sokaklardan birindeymiş. “Çocuklarım İstanbul’da
çalışıyor ben de mahalede hendek kazılmasının başladığı gün köydeydim“ diyor. Şeker hastası eşi evde yalnız ve uyuyormuş. Uyanınca
bakmış binada ses, seda yok. Karşı komşunun
kapısını çalmış açan olmamış. Merak içinde
dışarı çıkmış sokakta kimse yok. Caddeye çıkmış polislerle karşılaşmış ona “evine geri dön“
demişler. Anlatıyor Bağlar’ın özerk vatandaşı:
“Bana ulaştığında Diyarbekir’e döndüm, evin
yakınındaki polis noktasına gittim yalvar yakar
nafile. Etraftan silah sesleri geliyor, hanım
korkudan dışarı çıkamıyor. Elektrik yok.
Telefonunun şarjı bitti ulaşamıyoruz. Polise,
‘beraber girelim alalım’ diyorum cevap, ’Hayır,
biz giremeyiz’ diyorlar. Köyden geldiğim günün, akşamüzeri hanım yan apartmandan bir
komşumuzun telefonundan bana ulaştığında
rahatladım. Polisten rica ettim bana ’buraya
kadar gelebilse sorun yok, çıkarırız’ dediler.
Hanımı zor kurtardım. Birlikte kaynanamın
Şehitlik semtindeki evine geçtik.“
w
iyarbakır Suriçi ablukasının kaldırılmasının üzerinden daha bir kaç gün
geçmiş ve Newroz iyice yaklaşmışken
Bağlar semtinde de hendekler kazılmaya
başlanmıştı. Sanki bu defa hükümet değil
de başka birileri, kamuoyunda “gençler”
diye adlandırılan hendekçiler, kutlamaların
yapılmasını istemiyor gibiydi. Çünkü Suriçi
çatışmalarının sonrasında harabeye dönen
mahallelerden bomba dumanları yükselmeye
devam ederken, çatışmaların yaktığı yürekler
bir nebze dahi olsa soğumamışken meydanda
halay çekmek nasıl olacaktı? Ya da bu durum
“kitleye” nasıl anlatılacaktı? Gençler kutlama
istemeyebilirdi ama Kürd meselesinde önemli
aktörlerden biri olan “sivil” siyaset erbabları
Newroz’un kitlesel kutlanması için ellerinden geleni yapıyorlardı. Diyarbakır en büyük
gazetesi ‘Fısıltı Haber’e göre aracılık faaliyetlerine başlanmıştı. Askerlerle, hendekçi gençler
arasındaki ‘barış görüşmeleri’ olumlu sonuçlanmış olmalı ki 21 Mart sabahı saat 06.00
itibariyle, 15 Mart’da Bağlar’da başlayan altı
günlük abluka apar topar kaldırılmıştı. Valilik
“Yarın sabah okullarımızı açacağız. Kaynartepe’deki bütün çocuklarımızın okullarına
gelmelerini bekliyoruz” şeklinde açıklamalarda bulunuyordu.
aynı anda yaşanmaya başlamış. “Ortalık tam
bir keşmekeş içerisindeydi” diyor. “Evimde yetişkin çocuklarım yoktu o sıra“ diyor ayaklarını
ve koltuk değneğini göstererek “Ben de sakat
olduğumdan dolayı sadece gelinimi, torunumu ve karımı alıp çıktım.“ Göçzedemiz yedi yıl
kadar önce sakatlık raporu alarak resen emekli
olmuş, ikramiye, birikim neyi varsa denkleştirmiş ve olaylarla birlikte boşaltmak zorunda
kaldığı evi ancak alabilmiş. Bütün serveti
sadece o ev. Evi terk etmeye uğraşırken komşularından biri dikilmiş karşısına ve “Neden
terk ediyorsun, terk etmemek lazım, burada
gerekirse ölmek lazım“ türünden sözler söylemiş. Ama başarılı olamamış. Bize dönerek
“Abe valla biz savaş, mavaş istemiyoruz. Biz
yaşamak istiyoruz bu olayları istemiyoruz”
diyor. Biz de “kader“ vb cümlelerle teselli
etmeye çalışıyoruz ama nafile. Derdi var ve
devam ediyor anlatmaya. Üç gün Huzurevleri
semtinde oturan kızlarının evine yerleşmişler
ailecek. Ve çok karamsar. “Ne arayanımız, ne
soranımız var, millet çok duyarsız“ diyor. Biz
de ona “sen de öylesindir“ dEyip üsteliyoruz
ve örnek veriyoruz. “Suriçi’nde aylarca devam
eden çatışmalarda evini terk etmek zorunda
kalan insanlar için sen ne yaptın?“ Cevabı
sadece sessizlik oluyor.
Çözüm, AB yolunda
dönüm noktası
w
D
Çaçan Amedi
AB SÜRECİ
BasHaber
28 Mart - 04 Nisan 2016
15
SÖYLEŞİ
‘Çözüme uluslararası katılım artmalı’
AB’nin Türkiye’de yaşanan çatışmalı sürecin daha fazla
büyümeyeceği görüşünde olduğunu ifade eden Brakel,
“Eğer Türkiye, Suriye’yi işgal etseydi bu NATO için ciddi bir
sorun olurdu. Ama böyle bir ihtimal görülmüyor ve Türk
Ordusu’nun da bunu istemediği belli” dedi. Kürd meselesinin çözümüne daha fazla uluslararası katılım olması
gerektiğinin önemine değinen Brakel, katılım için AB
kurumları ya da süreçte müdahil olması açısından Soğuk
Savaş döneminde, ABD, Avrupa ülkeleri ve Sovyetler Birliği’ni
barışçıl çözümler için bir araya getiren ve Balkanlarda
yaşanan savaşta da çözüme katkıda bulunduğu için AGİT’in
olması gerektiğini belirtti. Birleşmiş
Milletler’in de taraf olma ihtimali
olabileceğini belirten Brakel’a göre
Türkiye’de yaşanan bu durumun,
BM için göreceli olarak daha küçük
bir sorun olduğunu belirtti. Brakel,
tarafların birbirleriyle görüşebilecekleri bir yere ihtiyaç duyulması
ve bunların dışarıdan paylaşılması,
bölgede sivil gözlemcilerin olması
gerektiğinin altını çizerek, “Ateşkes
olması durumunda veya güncel şiddete göre her iki tarafın da birbirini
suçladığını göz önünde bulundurarak yabancı organizasyonların aracı olması güvenilirlik katar” dedi. Savaş suçlarının
işlenmesini engellemek ve çatışma sürecini gözlemlemek,
sivillerin çatışma alanından çıkartılması, yaralılara müdahale
için Kızıl Haç’ın dâhil olması gerektiğini belirten Brakel,
“Eğer her iki taraf kesinlikle çatışmak istiyorsa, bunu siviller
olmadan yapmalı” şeklinde konuştu.
‘Çözüm AB yolunda dönüm noktası’
Alman basını, kamuoyu ve üyesi olduğu Alman Yeşiller Partisi’nin de dâhil olduğu Federal Almanya
Parlamentosu’nda Türkiye’deki Kürd meselesinin hassasiyetle takip edildiğini söyleyen Brakel “Mevcut durumda
ufukta Türkiye için AB’ye tam üyelik görülmüyor, fakat Kürd
Sorunu’nu barışçıl yöntemlerle çözebilmesi kesinlikle bu yolda bir dönüm noktası olacaktır. Üyeliğin önündeki bir diğer
önemli engel ise Kıbrıs Meselesi” dedi. AB üyesi ülkelerden
İspanya’nın da kendi etnik sorunları varken üye olabildiğini,
ama bu durumun Türkiye’den farklı olduğuna dikkat çeken
Brakel, ETA ve PKK’nin birbirinden çok farklı olduğuna
dikkat çekti. Brakel’e göre bu farkların başında ETA’nın, PKK
kadar geniş halk desteği olmaması geliyor. Bir diğer husus ise
İspanyol Devleti’nin Basklara sunduğu anayasal özgürlük ve
hakların Türkiye’de Kürdlere sunulandan çok çok daha fazla
olması.
‘Müzakereye dönülmesi herkesin menfaatine’
HDP’ye yapılan baskıları eleştiren Brakel şunları söyledi: “Her ülke iç çatışmaları ilk başladığında bunun sadece
kendisine has olduğunu düşünür. Yanıldıkları nokta budur,
aslında dünyanın pek çok yerindeki iç çatışmalar neredeyse
tamamen benzerlik gösterir. Mesela, İsrail’in muhatap kabul
etmediği uzlaşmacı El Fetih yerine, daha çatışmacı Hamas
geldi. Şimdi Hamas’ın müzakere isteklerine İsrail ‘Biz teröristlerle görüşmeyiz’ diyor ve bu durumda Hamas’ın yerine
daha Selefi bir grup gelecek. Türkiye’de de devlet ‘HDP’nin
PKK ile bağı olduğunu’ ileri sürerek aynı bahanelerle hareket
ediyor. Zaten HDP’nin PKK bağlantısı olmasaydı neden
onlarla görüşülecekti, gerek olmazdı. HDP’ye yapılan bu
baskılar sadece daha çatışmacı bir grubun gelmesine olanak
sağlar. Eğer Demirtaş ceza alıp hapse gönderilirse bile bir şey
değişmez HDP’nin doğduğu fikirler var olmaya devam eder.
Sürekli olarak Türkiye’de bir Kürd partisi zaten olmuştu,
HDP ise tüm muhalifleri bir araya getirebilen tek parti oldu
ve iyi bir iş çıkarttı.”
Son olarak, masaya dönülmesinin herkesin menfaatine olduğunu tekrarlayan Brakel, olayların kısa zamanda
hızla daha da şiddetlenmesini eleştirerek, “Yakın zamanda Suriye’de barış yönünde gelişmeler olması sonucunda
Türkiye’de de devletin Kürd politikasını olumlu etkileyebileceğini
düşünüyorum. Statükonun devamı
halinde devlet ve PKK’nin kendiliklerinden tekrar masaya dönmeleri
ihtimali zayıf. Türkiye şaşırtıcı bir
ülke, her an barış süreci tekrar
başlayabilir ve ben de 2 ay sonra öngörümde yanıldığımı kabul etmek
zorunda kalırım. Ve barışın erken
gelmesinde yanılgımı kabul etmek
beni çok mutlu edecektir” dedi.
15
21 Mart’ta Sur’u
kamulaştırmak
SENNUR BAYBUĞA
21 Mart’ta Kürdlerin Newroz’una denk gelen günde hafızası
sağlam, kindar devlet, Kürdler
topraklarında baharın uyanışını
kutlarken, Ankara’nın kapalı arka
odalarında UNESCO Uluslararası
Kültür Mirası Listesi’nde de yer
alan ve Kürdlerin tarihine ait olan
Sur ilçesini ‘kamulaştırmış’ bulunuyor.
2 Aralık 2015 tarihinde Diyarbakır’ın Sur ilçesinde
altı mahallede sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Biz 9
Mart tarihine kadar her gün ölen öldürülen cesedi sürüklenen soyulup teşhir edilen, sokaklarda ölü bedenleri
çürümeye terkedilen insanların fotoğraflarına baka baka
kendimizi kaybettik, insanlığın karartılmış sokaklarında.
Sur ilçesinin içinde hendek kazan teröristler vardı ve ilçe
onlardan temizlenmeliydi, böyle düşünüp bunun propagandasını yaptılar, sahip oldukları medya gücü ile öldürdükleri masum sivilleri de bir savaşın tarafı yaparak,
suçlu ilan ederek herkesi ve en çok da kendilerini kandırmaya devam ettiler. 9 Mart’ta sokağa çıkma yasaklarının sona ermesi ile ve Sur’u temizledik açıklamaları ile
bıraktıkları yıkılmış evler, sokaklara düşmüş çoluk çocuk
evlerinden olmuş binlerce insan yıkıntısı arasında, dün
yani 25 mart tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan bir karar ile boşalttıkları ve halksızlaştırdıkları bu ilçede ‘acele
kamulaştırma kararı’ verildiğini öğrenmiş bulunuyoruz.
Bu karar ile Sur’un 15 mahallesinde bulunan toplam 368
adadaki 6300 parselin kamulaştırmasına karar vermiş
merkezi devletimiz.
‘Diyarbakır ili Sur İlçesi’nde ilan edilen riskli alan sınırları içerisinde bulunan ve ekli listede bulundukları yer
ile ada ve parsel numaraları belirtilen taşınmazların Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından acele kamulaştırılması, adı geçen Bakanlığın 16.03.2016 tarihli ve 2988 sayılı yazısı üzerine 2942 Sayılı Kamulaştırma Kanunu’nun
27’nci maddesine göre Bakanlar Kurulu’nca 21.03.2016
tarihinde kararlaştırılmıştır’ diyor gazetede.
Afet Yasası ve 2942 Sayılı Kamulaştırma
Kanunu’nun 3. Maddesi’nde yer verilen ‘iskan projelerinin gerçekleştirilmesi’ hükmüne göre ‘acele kamulaştırma’ yapılıyor. 3.Madde’nin devamı fıkrasına göre
kamulaştırma bedelinin ilk taksidi beşte bir oranında
belirlenen tutarına göre yapılıyor, belirleyen kim devlet.
Bakanlık; İdare ve TOKİ kamulaştırma işlemlerinin
yürütülmesi için açılacak tüm davalarda işlem yapmaya
yetkili bulunuyor. Adı tam anlamı ile acele kamulaştırma
olan bu olağanüstü işlem ile aslında kamulaştırma değil
alenen devletleştirmenin yapıldığı anlaşılıyor. Ne orada
yaşayan mülk sahipleri taşınmazlarının değerini tam
olarak alabilecekler ve ne de bu işleme itiraz edebilme
hakları var tabi de sonuca yönelik ne yapılabinilir belli
değil.
Belediyeye ait yerlerin ve kamusal alanların da kamulaştırma işlemi içinde olduğu anlaşılıyor. Esasen kamulaştırma yapılırken ne bölgenin ihtiyaçları göz önüne
alınmış ne bölgede faaliyet yürüten sivil inisiyatiflerden,
yerel belediyelerden, STK’lardan görüş alınmış değil.
Devlet, boşalttığı ve insansızlaştırdığı yerleri, aynı zamanda ‘halksız’ da kılmak için orada yalıtılmış bir bölge
yaratmaya ve Sur’u, Sur’un insanından koparmaya yemin
etmiş görünüyor. Bunu evvelce de defalarca da yaptılar.
Kırımlar daha çok sivillerin katli ve başka sivillerin onların mülkü üzerine el koyması ile gerçekleşirken, yani az
da olsa bir utanma duygusu resmi devlette hala mevcutken, şimdi ve artık bunun da kalmadığı görülüyor. Evlerini boşaltan sokaklara düşen binlerce Kürd artık Sur’un
kapı önlerinde çay içemeyecek. Önce Hasankeyf sonra
Sur, bir halkın tarihine kırım uygulanıyor. Kırım devam
ediyor ve bizim devletimiz gözlerimizin önünde modern
çağda bunu resmi gazetesinden ilanla yapıyor.
16
MART
BasHaber
Mart acıdır
28 SÖYLEŞİ
Mart - 04 Nisan16
2016
Adar azar e!
Mart Rojhilat Kürdlerinde yılın başladığı ay
Kuzey dışındaki diğer parçalarda Mart
Avlidar-Adar-Azar / Bereket-yaşam-acı
Mart’ın etimolojisi bu ayın Kürdlerin
için ne anlama geldiğini gösteriyor. Baharın
başlangıcını ifade eden Mart aynı zamanda, soğuğun bitmesi ve sıcağın başlaması,
karanlığın yerini aydınlığa bırakması, kışın
yerini bahara bırakması bütün bu olaylar
ile ifade edilir. Kürdler bütün bu coğrafik
ve astrolojik olaylar itibariyle Mart ayına
Adar derler. Adar sözcüğü Avlidar’dan
(Av-li-dar zaman içinde Adar’a dönüşüyor)
gelir. Avlidar ise suyun yaşama yürümesi,
yaşamın bereketlenmesi ve başlaması
anlamında ağaç ile ifade edilir. Kürdlerin
karşı karşıya kaldığı yıkımlar ise Adar’a
“azar/acı“ demelerine yol açmıştır. Bir atasözüne dönüşerek “Adar, azar e” şeklinde
telaffuz edilir. Aynı zamanda ateş anlamına
gelen Avestik bir sözcük olan Azar, çok
eski Kürdçe bir sözcüktür. Ateşin ülkesi
anlamına gelen Azerbaycan’ın kelime kökü
de bu sözcükten gelir. Ateş acıyı, aydınlığı
ve sıcağı ifade ettiği gibi ateşler içinde bir
yaşamı, Kürdlerin maruz kaldıkları acıları
da ifade ediyor. Azar sözcüğü bu şekilde
Adar sözcüğü ile anılmıştır.
Mart ayı isyanları
Kürdistan’da Newrozlar aynı zamanda
politik isyanların da başlangıcı olmuştur.
Özellikle Newroz’un yasaklandığı Kürdistan parçaları olan Bakur ve Rojava’da büyük
acılar yaşanır. Newroz bayramları bastırılmış ve kanlı sonuçlar ortaya çıkarmıştır.
Güney Kürdistan’da ise Peşmerge’nin
yaptığı büyük saldırılara yine büyük operasyonlar ile yanıt verilir. Bu nedenle Mart
aylarında ve Newroz’da çok sayıda Kürd
katledilir. Bu katliamların zirvesi ise 1988
yılında yaşanan Helebçe Katliamı’dır. 16
Mart’ta gerçekleşen bu katliamda Saddam
ordusu 5 bin üzerinde Kürdü kimyasal
silahla bombalayarak katleder. Yakın tarihimizin en acı olaylarından biri de 28 Mart
2006’da yaşanan Diyarbakır Serhildan’ıdır.
w
.a
rs
iv
ak
ur
d
.o
rg
dern tarihinde Mart’ın önemli bir yeri var.
Dağlık bir coğrafyaya sahip olan Kürdistan,
isyanların da dağlardan başlamasına ve
sosyal yaşamın dağlarda vücut bulmasına
neden olur. Dağ ve mücadele olgusu Kürd
tarihinde karların başlaması ve yeni isyanlar beraberinde yeni saldırılar anlamına
gelir. Kürdlerin en büyük başkaldırıları
Mart’ta olduğu gibi en büyük acıları da yine
bu ayda yaşanır. Bu nedenle Kürdistan’da
büyük acılar yaşandı. Mart ile birlikte
yolların açılması, baharla birlikte başlayan
isyanlar ve bu ayaklanmaların bastırılması
olarak bilinir. Bu nedenle büyük acılar
yaşandı. Mart Kürdistan’ın Rojava parçasında da katliam ve acılarla hafızalardaki
yerini korur. 2004 yılında Qamişlo’daki bir
stadyumda 30’dan fazla Kürd katledildi. Bu
katliam Rojava Kürdlerinin yakın siyasi hafızalarında önemli bir travmaya sebep oldu.
w
“Bir gemi inşa et!
…Ve o gemiye bütün canlılardan bir
çift yerleştir. Bir tufan kopacak ve bütün
yaşamı silecek.
Büyük Tanrı Nuh’a böyle buyurmuştu”
Tevrat ve Kuran’ın Tufanı anlatan bölümleri böyle başlar.
Sümer anlatılarına göre Ziusudra’nın
(Nuh) gemisini tamamlayıp suya indirmesi
Mart ayındaki Newroz gününe denk gelir ve
şenlik yapılır. Tufan olup bittikten, sular çekildikten sonra da gemi bugünkü Şırnak’ta
bulunan Cudi Dağı’nda durur. Gemiden
inen 80 kişi Cudi eteklerinde Heştan (Seksenler) Köyü’nü inşa eder.
Kürdlerin tarihinde Tufan ile başlayan
Mart’ın özel olma hali günümüze kadar
hem sevinç hem de en acılı tarihlerinin
de ayı oldu. Kürdler diğer halklarla farklı
olarak en büyük sevinçlerini ve en büyük
acılarını da Mart’ta yaşadı. Mart denince
Kürdler için direniş ve dirilişin sembolü
haline gelmiş olan Newroz ile yine Kürdlerin tarihindeki en acılı sayfalardan biri
olan Halepçe katliamı gelir akla. Güney
Kürdistan’daki 1991 Mart ayaklanması, 1925
yılındaki Şeyh Sait Ayaklanması, 2004’te
Rojava’da yaşanan Qamişlo katliamı,
1970’teki 11 Mart Özerklik Anlaşması, felaketle sonuçlanan 6 Mart Cezayir Anlaşması, bütün bunlar Mart ayını Kürd tarihinde
önemli kılan olaylardan sadece bazıları.
Bütün bunların yanında Kürdlerin bugün
karşı karşıya kaldığı sorunların başlangıç
noktası olan Skyes – Picot Anlaşması’nın
başlangıcı da 4 Mart’a denk gelir.
Kürd tarih bilincinin oluşmasında önemli olayların büyük bir kısmı Mart ayında
gerçekleşmesi bu ayın Kürd sosyo-kültürel
tarihinde olmasının sebeplerinden biridir.
Kürdlerin Mart ile tarihsel ilişkileri, bu
ayın özel olmasını beraberinde getirdi.
Kürdistan’ın dört parçasında da birbirinden ayrı olarak yaşanmış acılar ve sevinçler
tarihten günümüze kadar bu ayda ifadesini
bulur. Mart ayının Kürdlerde sosyo-ekonomik, astrolojik e coğrafik boyutları olan
öneme sahip. Bununla birlikte politik tarihte de isyanlara vesile olmuştur. Kürd politik
ve savaş tarihinde Mart en önemli aydır.
Bütün Mart aylarında Peşmerge ülkesini
korumak için hamle yapmış ve karşı saldırılarla karşı karşıya kalmıştır. Bu nedenle de
adına aynı zamanda Newroza Xwînavî /
Kanlı Newroz denmiştir.
Kürdler açısından sosyo-kültürel bir değerdir. Özellikle Rojhilat Kürdleri için Mart
hala yılın başladığı ay, Newroz ise yılbaşı
olarak kutlanır. Buradaki Kürdler için yıl
Mart ayında başlar. Kadim Kürd kültüründe, İran ve Irak’taki Kürdlerin bu ayı yılbaşı
olarak kabul etmeleri ve Newroz ile şenlikle
başlatmaları, tarihsel ve kültürel yaşamlarının en büyük ve önemli günleri ile
başlatmaları Mart’ı özel kılan bir olgudur.
Kürdlerin Mart ile özel bağlantılarından
biri de budur. Newroz Kürdllerin de dahil
olduğu eski Aryenlerde hala yılbaşı olarak
kutlanır. Mart ayı İran’da Ferverdin olarak
kabul edilir. Ve Newroz Ferverdin’in 1’ine
denk gelir. Dünyada kabul edilen Miladi
takvimin aksine orada hala eski takvim
kullanılır. Kürdlerin dışında; Beluciler, Azeriler, Peştunlar, Farslar bu tarihte yılbaşını
kutlar.
w
Zerya Nergis
İsyan ve katliamlar zamanı
Kürd coğrafyasında ve tarihinde politik
sorunların büyük bir kısmının Mart ayında
yaşanmış olmasından dolayı Kürd mo-
Şeyh Sait ve Güney ayaklanmaları
Kürdistan tarihiyle ilgili unutulmaması
gereken en önemli olaylardan biri de Şeyh
Sait isyanıdır. 4 Mart 1925 yılında başlayan
bu ayaklanmanın sonucunda binlerce kişi
katledilir. Güney Kürdistan’daki 1991 ayaklanma ve bugünkü devletleşme serüveninin başlangıç noktası da Mart ayıdır. 1991
Mart’ın da genel bir ayaklanma silsilesi olan
Güney Kürdistan’daki kentlerin neredeyse
hepsi tek tek ayaklandı. Duhok kenti bunların başlangıcının olduğu kentti. Bu ayak-
lanma sonucunda Saddam Ordusu teslim
olur ve Kürdler askeri karargahlara el koyar.
Bazı askeri birlikler çekildi ve bugünkü
sürece yol açan gelişmeler yaşanır.
Kürd liderleri ve Mart ayı
Kürd tarihinde çok önemli yeri olan
çok sayıda Kürd lider Mart ayı ile ifade
edilir. Bunlardan bazılarının ölümü ve
katledilmesinin yıl dönümüdür. Bunlardan en önem olanlarından biri ise
Kürdistan Cumhuriyeti’nin Başkanı Qazi
Muhammed’dir. Qazi 31 Mart 1947 yılında
iki arkadaşıyla birlikte Çarçıra Meydanı’nda
asılarak katledilir. Dünya tarihine mal
olmuş Kudüs’u fetheden Selahattin Eyyubi
4 Mart 1193 yılında ölür. Yine dünyaya mal
olan bir diğer kişi ise Kürd alimi Saîdê
Kurdi’dir. Dinsel bir kişilik olarak ön plana
çıkan Saîdê Kurdi 23 Mart 1960’ta hayatını
kaybeder.
Kürd tarihinin en önemli liderlerinden olan Mele Mustafa Barzani’de 1 Mart
1979’da hayatını kaybeder. Yine Ağrı Dağı
İsyanı’na komutanlık eden İhsan Nuri Paşa
25 Mart 1976’da yaşamını yitirir. PKK’nin
kurucularından Mazlum Doğan 21 Mart
1982’de yılında yaşamına son verir. Yine askeri liderlerden Mahsum Korkmaz 28 Mart
1984’te yaşamını yitirir.
Mart’ın güzellikleri
Mart ayında yaşanan acıların yanı sıra
Kürd tarihinde çok sayıda güzel olayda yaşanmıştır. Kürdistan tarihiyle ilgili yaşanan
en önemli olayların başında 11 Mart 1970
yılında Kürdler ve Irak hükümeti arasında
otonomi anlaşması yapılır. Mele Mustafa
Barzani ve Saddam Hüseyin arasında yapılan bu anlaşma sonucunda Kürdistan’da
bugün yaşanan sonuçlar ortaya çıkar. Bu
anlaşmanın yanı sıra Kürdistan’da kanlı
bir savaşın başlamasına neden olan 1975’te
Cezayir Anlaşması da Mart’ta olur. Bu aynı
zamanda savaşın yeniden başlamasına
tekabül eder ve Güney Kürdistan’ın yakılıp
yıkılmasına ve Mele Mustafa Barzani’nin
Kürdistan’dan ayrılmasına neden olur.
Mart’ın gazeteleri: Reya Taze ve Roja Nû
Kürd tarihinde kimi önemli çalışmalar
da Mart ayında başlar. Kürdistan’ın mevcut
durumundan kaynaklı Kürdistan dışında farklı coğrafyalarda yayına başlayan
Riya Taze Gazetesi 1930’un Mart ayında
Ermenistan’da yayın hayatına başlar. Yine
Kürd gazeteciliğinde önemli yeri olan gazetelerden biri de Roja Nû’dür. Lübnan’da
Bedirxan kardeşler tarafından çıkarılan
bu gazete de 1943’ün Mart ayında yayına
başladı.
Download