GÖRÜŞLER ÇOCUK VE ERGEN PSİKİYATRİSİ AÇISINDAN ŞİDDETİ ANLAMANIN ÖNEMİ lik müdahalelerin önemini ortaya koymaktadır. Ebeveynlerin yetersiz ve tutarsız davranış kontrolü de ebeveynlik becerilerini artırıcı çalışmaların gerekli olduğunu göstermektedir. Tüm dünyada yapılan çalışmalar şiddet uygulayanların da şiddet kurbanlarının da en sıklıkla 15-30 yaş arası erkekler olduğunu, şiddetin giderek toplumun özellikle yoksul kesimlerinde yayıldığını, ve yaş sınırının düştüğünü göstermektedir.Bu da, şiddeti ve şiddetin gelişimsel özelliklerini anlamayı çocuk ve ergen psikiyatrisi açısından önemli bir konu haline getirmiştir. Şiddetle ilgili toplumsal risk faktörlerini anlamak koruyucu ruh sağlığı açısından önemlidir. Çocuk psikiyatristinin “çocuk savunuculuğu yapma” görevini yerine getirebilmesi için toplumdaki şiddete yönelik uygulamalarda söz sahibi olması gerekir. James Garbarino, “Lost Boys” (Kayıp Çocuklar) adlı kitabında çocukların içinde bulundukları ortamdan etkilenme halini“sosyal zehirlenme” olarak tanımlamakta ve çocukların bu ortamda psikolojik astımlılar olarak yetiştiklerini ileri sürmektedir. Bir toplumda şiddetin artışına neden olan bir çok faktör vardır. Şiddeti önlemek şiddete ilişkin risk faktörlerinin doğru biçimde anlaşılması ve ele alınması ile mümkün olabilir. Şiddete ilişkin risk faktörlerini bireysel, ailesel ve toplumsal risk faktörleri olarak ele almak mümkündür. Ancak çoğu zaman bu faktörleri birbirinden net birşekilde ayrıştıramayız. Çünkü her bir risk faktörü bir diğerine zemin hazırlar. Örneğin eğer bir toplumda şiddet uygulamak statü sahibi olmayı sağlıyorsa ergenlikte erkek çocuklarda testesteron artışı ve şiddet kullanımının paralel gittiğine dair çalışmalar bireysel faktörlerle toplumsal faktörlerin ne kadar içiçe geçmiş olduğunu göstermektedir. Bu durumda da şiddetle her düzeyde mücadele etme sorumluluğu ortaya çıkmaktadır. Bunların başında gelir dağılımındaki adaletsizlik, silahlara kolay ulaşım, toplumdaki ayrımcılık gibi konular gelmektedir. Medya etkisi ise hem çocukların kolayca ulaştığı bilgisayar ve video oyunları ile şiddete yönelik inhibisyonların kalkmasına neden olmaktadır hem de medyada cinsellik, bireysellik, şiddet kullanma, güzellik/ yakışıklılık, zenginlik gibi kavramlar güç sahibi olma ile eşleştirildiğinde gençler bu özelliklere sahip olma çabası içine girmekte; bu özelliklere sahip olamayanların da şiddete yönelme olasılığı artmaktadır. Medyanın önemli bir başka etkisi de “onur kültürü” nün yaygınlaşmasına neden olmasıdır. Şiddete neden olan bireysel risk faktörleri çocuğun mizaç özellikleri, zekası, öğrenme becerileri ve duygu ve dürtü kontrol becerilerine ek olarak bilişsel olarak şiddetle ilgili geliştirdiği inançlarıdır. Bu inançlar eğer çocuğun “şiddet problem çözmek için faydalı bir yöntemdir” biçiminde düşünmesine neden oluyorsa şiddet kullanım riski artmaktadır. Bu bilişsel süreçler ise genellikle aileden öğrenilmektedir. Öç almayı ahlaki bir gereklilik olarak gören kültürlerden gelen kişilerde; bir insanın, kendisinin veya yakınının onuru ile oynandığını düşündüğünde öç alması yazılı olmayan bir yasadır. Kan davası yaklaşımına çok benzeyen bu yaklaşım biçimi dünyanın çeşitli bölgelerinde olduğu gibi ülkemizin çeşitli yörelerinde de etkin olmayı sürdürmektedir. Medyanın bu kültürü destekleyen mesajları özellikle de gençlerin şiddeti yüceltmesine neden olmaktadır. Aileye ilişkin risk faktörlerinin başında ailenin sosyo ekonomik düzeyinin düşüklüğü gelmektedir ki bu durumun sadece şiddetle değil tüm ruhsal sorunlar için risk faktörü olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Buna ek olarak ailede suç işleme davranışının varlığı ve ailedeki şiddetin de çocuğun şiddet kullanma ihtimalini arttırdığı bilinmektedir. Bu durum aileye yöne- 51 Ülkemizde de yaşanan bir başka sorun ise toplumsal katmanların yaşam alanlarının ayrışmasıdır. Bir sosyolojik çalışmaya göre bir mahalledeki durumu iyi ailelerin oranı % 6’nın altına düşerse sosyal çöküş için bir dönüm noktası başlamaktadır. Geride fakir ve izole bir topluluk kalmakta ve bu toplulukta suç oranı artmaktadır. SONUÇ Bu risk faktörleri şiddetin toplumun belli bir kesimine ya da sadece gençliğe özgü bir davranış olduğunu düşündürmemelidir. Epidemilerin toplumun en zedelenebilir bölümlerinde başlayıp yayıldığını unutmamak gerekir. Enfeksiyonların en düşük SES’den başlayıp yayılması gibi şiddet de önlem alınmazsa aynı biçimde toplumsal bir epidemi halini alabilir. Çocuk ve ergen psikiyatristlerinin bu süreçte hem bireysel, hem aile, hem okul ve toplum düzeyinde çalışmalarla şiddeti önlemek açısından daha etkin rol oynaması gereklidir. Aynı durumun okullar için de söz konusu olduğu unutulmamalıdır.Özellikle okulların ayrıştırılması ve gençlerin büyük bir bölümünün eğitim sisteminin dışında kalması bu sorunun büyümesine neden olacaktır. Prof. Dr. Emine Zinnur Kılıç 52