odtü`de ağaçsız bir alan

advertisement
258
O D T Ü M E Z U N L A R I D E R N E Ğ İ YAY I N I D I R
MART 2016
www.odtumd.org.tr
İçindekiler 3/2016
8
ODTÜLÜLER BÜLTENİ
MART 2016
Dernek Ad›na Sahibi ve Yaz› ‹flleri Müdürü
Himmet fiAH‹N (EDS’83)
Yay›n Kurulu
Tülay ÜNLÜEVCEK (PSY’83)
fiule fiAH‹N (PSY’85)
Günay BULUT (ADM’85)
Melih VURKIR (OR/STAT’83)
fiule GÖKO⁄LU (ADM’85)
Gökçen GÖKYER (CP’12)
Kıvanç YILMAZ (IE’03)
Ümit Nevzat UĞUREL (CP’80)
İbrahim BERKSOY (ME’91)
Kamil AKDOĞAN (ES’90)
Yay›n ve Reklam Sorumlusu
Aysun BÜYÜKCENG‹Z
yayin@odtumd.org.tr
Grafik-Tasar›m
Yusuf MEŞE - Nazmiye KOÇ (Ajans-Türk)
Bask›
AJANS-TÜRK BASIN VE BASIM A.fi.
‹stanbul Yolu 7.km. Necdet Evliyagil Caddesi
No: 24 Bat›kent/Ankara
Tel: 0312 278 08 24
Bask› Tarihi: 21.03.2016
ODTÜ Mezunlar› Derne€i Yönetim Kurulu
Himmet ŞAHİN (EDS’83)
Baki Arslan(CE’89)
Ümit Nevzat Uğurel(CP’80)
Kamil Kancoğlu(ME’87)
S. Melih Şahin(ME’85)
Tülay TAY (STAT’97)
Tülay ÜNLÜEVCEK (PSY’83)
Ödentileriniz ‹çin
T. ‹fl Bankas›, ODTÜ fiubesi
TR 39 000 64 000 001 4229 0528642
Garanti Bankas› Maltepe fiubesi
TR92 0006 2000 1140 0006 2011 60
Burs ve Yard›mlar Fonu
T. ‹fl Barkas›, ODTÜ fiubesi
TR 81 000 64 000 001 4229 0422059 (TL)
TR 80 0006 4000 0024 2293 2824 08 (EUR)
TR 81 0006 4000 0024 2293 1651 17 (USD)
Garanti Bankas› Maltepe fiubesi
TR 21 000 6 2000 1140 000 6 2995 35 (TL)
Yönetim Yeri
ODTÜ Mezunlar› Derne€i Viflnelik Tesisi
1540 Sk. No: 58 100. Y›l, 06530, Ankara
Tel: (312) 286 79 79
Faks: (312) 287 75 00
E-posta: odtumd@odtumd.org.tr
www.odtumd.org.tr
facebook/ODTÜ MEZUNLARI DERNEĞİ VİŞNELİK TESİSİ
Kapak Konusu
Barış
- Dernekten
22
- Vişnelik izlencesi
29
- Dosya
38
- Kavramlar
39
- ODTÜ’den Bir Köşe
40
42
44
46
- Hocam İnecek Var
SURİYE
- Şehir Yazıları
- Sağlık
- Opera Sahnelerinden
Dosya Konusu
Suriye
Yerel Süreli Yay›n
ISSN 1303-7390
ODTÜ Mezunları Derneği aylık yayın organıdır. ODTÜ’lüler Bülteni her ay
5750 adet basılmakta ve Dernek üyelerine ücretsiz gönderilmektedir.
İmzalı yazılardaki görüş ve düşünceler yazarlarına ait olup,
ODTÜ Mezunları Derneği’ni ve ODTÜ’lüler Bülteni’ni sorumlu kılmaz.
Yayımlanan yazılar ve fotoğraflar,
Derneğin ve yazarların izni olmadan kullanılamaz.
48
DOSYA
- Çizgiyle
Bizden Size
Sevgili Üyelerimiz
“Evrensel gericilik” ve” istikrarsızlığın” olduğu totaliter toplumlarda yöneticiler ilkelerinin sonsuza
kadar geçerli mutlak doğrular olduğunu kabul ederler. Bu tür bir toplumda liderlerin sözleri ise
kanun hükmündedir, talimatların bir yerlerde kayıtlı olmasına bile gerek yoktur. İnsanların bu
gün iyi yarın kötü, hain ilan edilmesi ise bu tür bir toplumun istikrarsızlığının örneğidir. Devlet
halk üzerinde topyekûn bir egemenlik kurmuş, toplumsal muhalefet susturulmuş ve denetim
altına alınmıştır. Azınlıkların haklarından söz edilemez. İktidardakiler kendilerine göre yüce
bir davanın peşindedirler, çeşitlilik, çoğulculuk yasadışıdır. Bazı ülkelerde tam tanımlanan
demokratik teamüller işlemese de bu kötülüklerin ortağı olmamak için anayasada temel
haklardan bahseder. Ayrıca bu ülkeler, aleni haksızlıklara karşı yapılan eylemlere müdahalelerle
ilgili kendilerini demokratik gösterme ve müdahalelerini meşru zeminlere oturtma çabası
içindedirler.
Hukuk düzeni içerisinde var olan ya da ortaya çıkabilecek haksızlıklara ya da hukuk düzeninin
dejenere olması, bozulması tehlikesine karşı yapılan direniş genel anlamıyla adil bir hukuk
düzeninin var olmadığı toplumlarda, demokratik hukuk devletinin özellikleri olan seçme
ve seçilme hakkı, ifade ve örgütlenme özgürlüğü, yasalar önünde eşitlik, mahkemelerin
bağımsızlığı, kuvvetler ayrılığı, kişinin bedenî ve psikolojik bütünlüğünün dokunulmazlığı,
azınlıkların hakları, çoğulculuk ve çoğunluk hakları farklılığının kurumsallaşmasına izin veren
bir sözleşmedir. Etnik dini azınlıklar, farklı yaşam biçimi olan fikri azınlıklar, farklı cinsel tercihi
olan azınlıklara yaşama hakkı tanınmalıdır. Bireyin hakları da korunmalıdır.
Demokratik devlet yapısında çoğunluk kuralı genel kabul görür, bütün oyların değeri eşittir.
Demokratik yapılanmanın en önemli ayağı yeterli iletişim ağları ile herkesin düşüncesini
açıklamasına izin veren bir sistemin oluşturulmasıdır. Bağlayıcı kararlarda kendilerini
etkileyecek olan kesimler, bireyler, topluluklar tartışma ve karar alma süreçlerinde kendi ilkeleri
ve işlemlerini katabilme özgürlüğüne sahip olmalıdır. Özelliklere sahip demokrasi kendini
mutlak doğrunun merkezine oturtmayan, kendine güvenen, gelişmeye öğrenmeye açık olan
bir sistemde var olabilir.
Demokratik bir düzende bireylerin haklarını savunabileceği veya iktidarın uygulamalarını
eleştirebileceği en etkin yollardan biri sivil itaatsizlik eylemleridir. Haksız bir uygulamaya karşı
bütün yasal yolların denenmesinden sonra girişilen yasadışı bir eyleme başkaldırı denilse de
yasaların ya da hükümet politikasının değiştirilmesini hedefleyen, kamuoyu önünde aleni olarak
icra edilen ve şiddete dayanmayan bu tür vicdani bir eylem meşru olarak kabullenilmelidir.
Çünkü hedefi ve nasıl gerçekleştirileceği önceden açıklanmış olan bu tür eylemlerin şiddeti
reddetmesi, toplumun diğer kesimlerinin hak ve özgürlüklerini gözetmesi gibi özellikleri
sebebiyle yapılan protestoların toplumun çeşitli kesimleri arasında derin düşmanlıklar
oluşturmasına yol açılmayacak, aksine oluşacak düşmanlıklar giderilecektir. Özünde yok
etme değil, ikna etme olan, düşünce özgürlüğü, ifade özgürlüğü ve örgütlenme özgürlüğünü
bünyesinde barındıran, temel hukuk ilkeleri çerçevesinde gerçekleştirilen sivil itaatsizlik edimi
bireysel çıkarlar ya da toplumun diğer üyelerinin haklarının gaspına yol açacak grup çıkarları
ile gerekçelendirilemez.
ODTÜ Mezunları Derneği
Yönetim Kurulu
Konsey Adana’da Toplandı
O
DTÜ yönetimi ve ODTÜ mezun derneklerini
bir araya getiren Konsey Toplantısı, ODTÜ
Rektörü Prof. Dr. Ahmet Acar, ODTÜ Kuzey
Kıbrıs Kampusu Rektörü Prof. Dr. Turgut Tümer,
ODTÜ Rektör Danışmanı Prof. Dr. Barış Sürücü ve
mezun dernekleri temsilcilerinin katılımı ile 27 Şubat
Cumartesi günü Adana’da gerçekleşti. Toplantıda
ODTÜ’de son dönemde yaşanan olaylar, Haziran’da
gerçekleşecek Rektörlük seçimi konularının yanı
sıra, ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’ndaki gelişmeler
ile mezun derneklerinin çalışmaları konularında bilgi
paylaşıldı.
Yazı
Konsey Başkanı Himmet Şahin, Konsey toplantı-
Aysun BÜYÜKCENGİZ sı gündemini değerlendirerek, iyi bir toplantı olması
dilekleriyle toplantıyı açtı. Ardından söz alan ODTÜ
Rektörü Prof. Dr. Ahmet Acar, ODTÜ’de son dönemde yaşanan gelişmelerle ilgili bilgileri paylaştı. Acar,
ODTÜ’nün hem evrensel, hem geleneksel değerleri ve
ilkeleri olduğunu ve bu değerlerden ödün verilemeyeceğini söyledi. ODTÜ’nün bir devlet üniversitesi olarak ilerlemekte zorluklarla karşılaştığını anlatan Acar,
“Her şeye rağmen çok iyi şeyler de oluyor. Uluslararası ödüller alan öğrencilerimiz ve öğretim üyelerimiz
var” dedi. Prof. Dr. Ahmet Acar, önümüzdeki dönemde
ODTÜ’nün yapması gereken çok iş olduğunu ve mezunların üniversitenin yanında olmasının çok önemli
olduğunu vurgulayarak, “Mezunlarımızın üniversitemizin yanında durması, verdiğiniz burslar hem maddi
hem manevi açıdan değerli ve üniversitenin bu değerlerini sürdürmesi, kimliğini koruması hepimizin
desteği ile olacak. Yalnızca ODTÜ’lü olduğumuz için
değil, bu ülkenin insanı olduğumuz için bunu gerekli
görüyorum” dedi.
Acar’ın ardından söz alan ODTÜ Kuzey Kıbrıs Rektörü Prof. Dr. Turgut Tümer, Prof. Dr. Nebi Sümer’in
rektör yardımcısı olarak göreve başladığını duyurarak, Sümer’in katkılarıyla rehber öğretmenlere yönelik programın formatının yenilendiğini ve seminerlerin
devam ettiğini, mezun dernekleriyle birlikte yürütülmesinin programı çok anlamlı ve etkili hale getirdiğini söyledi. Prof. Dr. Tümer, döneme yüzde 23’ü tam
burs olmak üzere yüzde 64’ü bursu 2037 öğrenci ile
başlandığını, uluslararası öğrenci oranının yüzde 17’yi
bulduğunu anlattı. Turgut Tümer, Türkiye ve KKTC’de
üniversite kampusunda kurulan en büyük güneş santralının ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu’nda kurulunun
8
tamamlandığını ve birkaç ay içinde açılışının yapılacağını duyurdu.
ODTÜ Rektör Danışmanı Prof. Dr. Barış Sürücü, tanıtım faaliyetlerinin Ankara ve Kıbrıs kampuslarının ortak çalışmasıyla sürdüğünü anlatarak, önceki yıllarda
birebir görüşme şeklinde yapılan tanıtımlardan olumlu
geri dönüş sağlandığını, çalışmayı genişleterek devam
edeceklerini söyledi. Türkiye’nin en başarılı liselerini
belirleyerek mezun dernekleriyle paylaşacaklarını dile
getiren Sürücü, buralarda yapılacak tanıtım çalışmalarında mezunların katılımının etkili olduğunu sözlerine
ekledi.
Rehber öğretmenlere yönelik eğitim – tanıtım çalışmalarının çok etkili olduğunu ifade eden Himmet Şahin,
bu çalışmaların geliştirilerek devam etmesi gerektiğini
belirtti. Şahin, ODTÜ’yü tercih edebilecek öğrencilerle
mezun derneklerinin iletişim kurmasının öğrencileri
olumlu etkilediğini dile getirerek, öğrencilerle iletişimin süreceğini söyledi.
Haziran’da yapılacak rektörlük seçiminin gündeme
alınmasıyla Rektör Ahmet Acar seçim süreci, aday
olma, aday gösterilme ve adaylık koşulları konularında
bilgi verdi. Konsey Başkanı Himmet Şahin, ortak beklentinin ODTÜ değerlerini ve duruşunu sürdürecek bir
rektör olduğunu ifade etti. ODTÜ’nün 60. Kuruluş Yıldönümü etkinliklerinin görüşüldüğü Konsey toplantısında, ODTÜ’nün 60. Yılı için mezun derneklerinin de
katkısıyla yapılabilecek etkinlikler değerlendirildi.
İstanbul Teknik Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi, Koç Üniversitesi, Sabancı Üniversitesi ve Bilkent
Üniversitesi’nin mezun dernekleri ile bir toplantıda
bir araya gelindiğini ifade eden İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Ali
Acartürk, toplantıda derneklerin öğrencilerle ilişki kurmaları, üniversitelerin mezun iletişim bilgilerini arşivlemesi, derneklerin mezunlara ulaşması konularında
deneyimlerin paylaşıldığını anlattı.
Ardından, Konsey toplantısına katılan dernek temsilcileri, derneklerinin üyelik ve burs çalışmaları ile ilgili
bilgileri paylaştılar.
Bir sonraki toplantının Nisan ayında Bursa’da gerçekleştirilmesine karar verilmesinin ardından toplantı
sona erdi.
MART 2016
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
DERNEKTEN
“KORKMADAN DİRENMELİ”
ODTÜ BİLEŞENLERİ FORUMU YAPILDI
B
üyük bir emek ve özveriyle çağdaş ve bilimsel
bir eğitimi sunmanın yanında öğrenci ve çalışanlarıyla demokratik, barışçıl, uluslararası düzeyde tescilli bir eğitim ortamı yaratan ve bu özelliği
ile Türkiye ve Dünya’da önemli bir yere sahip olan
ODTÜ, kuruluşunun 60. yılında, 60 yıllık değerli birikiminin yanında sahip olduğu kampus arazisinde
de örnek bir doğa yarattı ve bu doğayı korumayı yönetimi, öğrencisi, çalışanı, mezunuyla bir görev bildi.
Son dönemde ODTÜ’nün tüm kazanımları, değerleri
ve arazisi çeşitli kesimler tarafından yöneltilen haksız itham ve müdahalelere maruz kalıyor. Bu gündem
içinde, ODTÜ bileşenleri, Üniversite gündemini değerlendirmek ve sorulara çözüm üretmek üzere 26 Şubat
Cuma akşamı Necdet Bulut Amfisi’nde bir araya geldi.
ODTÜ Mezunları Derneği, Orta Doğu Öğretim Elemanları Derneği, Eğitim – Sen 5 No.’lu Şube ODTÜ
İş Yeri Temsilciliği, Hazırlık Öğrencileri Temsilciliği
ve ODTÜ öğrencilerinin çağrısıyla gerçekleşen buluşmada, ODTÜ Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Birten
Çelik Üniversitede son dönemde yaşanan olayları ve
bu olayların ardından ODTÜ bileşenleri olarak yapılan çalışmaları özetledi. ODTÜ bileşenlerinin tek bir
söylemle çalışması gerektiğini vurgulayan Çelik, çalışma grupları ve bir çalışma takvimi oluşturmak üzere
fikirlerin ve önerilerin paylaşılmasının önemini belirtti.
ODTÜ’nün neden hedef haline geldiği konusundaki
görüşlerin paylaşılmasıyla başlayan toplantıda, ODTÜ
Fizik Bölümü’nden Mehmet Ali Olpak, Türkiye’de
SAYI 258
ODTÜ’nün modernleşmeyi temsil ettiği, saldırı- Yazı
nın yalnızca Üniversitenin kurumsal kimliğine değil Aysun BÜYÜKCENGİZ
ODTÜ’nün toplum nezdinde temsil ettiği değerlere yapıldığını, mücadelenin de toplumsal boyutta verilmesi
gerektiğini söyledi. Forumda katılımcılar, Üniversite’de
hangi durumların saldırı ve tehdit olarak tanımlanacağına karar verilmesi gerektiği, sermayenin teknokentler aracılığıyla bilimi kullanması konusunun tartışılması gerektiği, rektörlük seçimi süreci, iç iletişimin daha
sağlıklı yürütülmesi, ODTÜ’nün neden savunulması
gerektiğinin topluma anlatılması gerektiği, Eymir’e giriş konusunda olduğu gibi toplumda bazı konularda
önyargılar olduğu için ODTÜ’yü dışarıya anlatma konusunun önemi, konularındaki görüşlerini paylaştılar.
Foruma katılan Derneğimiz Yönetim Kurulu Başkanı Himmet Şahin söz alarak, ODTÜ’nün gündeminin
yalnızca rektörlük seçimi ve dinci örgütlenmelerden
oluşmadığını vurguladı. Himmet Şahin, başkanlık sistemi gibi Türkiye gündeminde bulunan maddelerin
de Üniversitenin gündeminde yer aldığını dile getirdi.
ODTÜ’nün, 2012’nin aralık ayında yaşanan olaylarda,
Türkiye’de kamuoyuna korkmadan direnmeyi ve karşı
koymayı gösterdiğini; başta diğer üniversiteler olmak
üzere kamuoyuna cesaret verdiğini söyleyen Himmet
Şahin, bu hareketin ODTÜ’nün toplumdaki yerini pekiştirdiğini, bu nedenle buradan üretilecek her söylemin son derece önemli olacağını ifade etti. Şahin,
ODTÜ’nün her ODTÜ’lünün yaşam alanının bir parçası olduğunu ve ODTÜ’lüler olarak böyle bir yaşam
istediklerini söyledi.
9
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
DERNEKTEN
Sİlahların Gölgesİnde
Kadınlar ve Çocuklar
Yazı
Aysun BÜYÜKCENGİZ
O
DTÜ Mezunları Derneği tarafından düzenlenen
“Silahların Gölgesinde Kadınlar ve Çocuklar”
konulu panel, 30 Ocak Cumartesi günü Vişnelik
Salonu’nda gerçekleşti. Prof. Dr. Şevkat Bahar Özvarış,
Doç. Dr. Bilge Selçuk ve Prof. Dr. Necdet Tekin’in konuşmacı olarak katıldığı panelin kolaylaştırıcılığını Derneğimiz Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ümit Nevzat
Uğurel (CP’80) üstlendi.
Panelin ilk konuşmacısı Şevkat Bahar Özvarış, zorunlu
göç, savaş ve kadın sağlığı üzerine yaptığı konuşmada
uluslararası göç konusunun her geçen gün büyüyen bir
sorun olduğuna dikkati çekerek, yaklaşık 232 milyon insanın doğdukları ülkeden başka bir ülkede yaşadığını,
göçenlerin yüzde 48’inin kadınlardan oluştuğunu, göçmenlikte cinsiyetin çok önemli hale geldiğini söyledi. Özvarış, kadın göçmenlerin erkeklere göre daha geleneksel
ve daha az maaşlı işlerde çalışabildiğini, fiziksel şiddet
ve istismara açık hale geldiklerini, sağlık hizmetlerinden
yeterince yararlanamadıklarını, dil sorunu ve toplumsal
cinsiyetten kaynaklı sorunlar yaşadıklarını ve karşılaştıkları sorunlarla ilgili hangi kurumlara başvurabileceklerini
bilmediklerini anlattı. Suriye’den Türkiye’ye gelen 2,8 milyon göçmenin yüzde 75’inin kadın ve çocuklardan oluştuğuna dikkati çeken Şevkat Bahar Özvarış, bunların büyük bölümünün sokaklarda ve kendi buldukları yerlerde
yaşamaya başladıklarını, yalnızca 250 bin civarında göçmenin toplam 25 kampta kaldığını anlattı. Özvarış, herkes
için eşit, özgür ve barış dolu bir ülke ve dünya dileyerek
sözlerini tamamladı.
Özvarış’ın ardından söz alan Bilge Selçuk, uzun süredir
savaşlara sahne olan Ortadoğu’nun yanı sıra, ülkemizin
Doğu ve Güneydoğusunda da insanların savaş koşullarını yaşadığını, ancak bu yaşananların topluma ve ülkeye etkilerinin gündeme getirilmediğini dile getiren Bilge
Selçuk, bu konuyu gündeme getirdiği için ODTÜ Mezunları Derneği’ne teşekkür etti. Selçuk, Barış İçin Eğitim Girişimi’nin raporuna göre 16 Haziran’dan bu yana
en az 362 bin öğrencinin okuluna devam edemediğini,
Diyarbakır’da 3 bin 845 öğrencinin bir kez gerçekleşen
ve bir anlamda öğrencilerin daha iyi eğitim alabilme olanağı yakalamalarını sağlayan TEOG sınavına giremedik-
10
lerini anlatarak, bu olumsuzlukların nasıl giderileceğinin
belirsiz olduğunu söyledi. Selçuk, çocukların ellerinden
eğitim, sağlık hizmetlerine ulaşma, oyun oynama, en
önemlisi yaşama haklarının alındığının altını çizdi. Bu koşulların herkesin ruhsal durumunu olumsuz etkilediğini
belirten Bilge Selçuk, II. Dünya Savaşı, 11 Eylül Saldırısı
ve Filistin’le ilgili yapılan çalışmaların sonuçlarını değerlendirdi, savaş ortamına maruz kalmanın yol açtığı fiziksel
ve ruhsal sorunları anlattı. Selçuk, konuşmasının sonunda
silahların bir an önce susması gerektiğini ifade etti.
Panelin son konuşmacısı Necdet Tekin, Suriye’den
Türkiye’ye gelen göçmenlerle ilgili sağlıklı istatistiklerin
bulunmadığını hatırlatarak, sığınmacıların üçte birinin
eğitim yaşındaki çocuklardan oluştuğuna dikkati çekti.
Tekin, Türkiye’de 1 milyon göçmen çocuğun eğitim beklediğini dile getirerek, bu çocuklara zamanında gerekli
eğitimin verilmemesinin, gelecekte Türkiye’nin eğitimsiz
nüfus oranını artıracağını ve bunun sorunlara yol açacağını anlattı. Necdet Tekin, ekonomik durumu iyi olan az
sayıdaki göçmen ailenin otellerden oda kiraladıklarını ve
çocuklarının eğitimlerini Arap öğretmenlerle devam ettirdiklerini, ancak göçmenlerin büyük bölümünün eğitim
alamadığını söyledi. Necdet Tekin, Türkiye’de bulunduğu bölgeden başka bölgelere göçmek zorunda kalan ailelerin çocuklarının bir iki yıl okula gidemedikleri için
okuma çağını kaçırmasının Türkiye’nin okuma – yazma
oranını etkilediğini dile getirdi. Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’da okula gidemeyen çocuklardan ilkokul
döneminde olanların okula devam edemediği için oluşan
eksiklerinin telafi edilemeyeceğini vurgulayan Tekin, göçlerin ve bölgesel sorunların dışında Türkiye’de bir eğitim
sistemi sorunu olduğunu ve bu sorunun Türkiye’nin nitelikli iş gücü birikimini, dolayısıyla ekonomik gelişimini
etkileyeceğine dikkati çekti.
Son konuşmacının ardından, panelin kolaylaştırıcısı Ümit
Nevzat Uğurel, Türkiye nüfusuna, mevcut nüfusun yüzde 4’ü kadar eğitimsiz nüfusun kalıcı olarak katılmasını,
bu eğitimsiz nüfusun yetiştireceği bireylerin de topluma
dahil olmasını savaşın çok önemli bir boyutu olarak değerlendirdi. Konuşmaların tamamlanmasının ardından
konuşmacılar, kendilerine yöneltilen soruları cevapladılar.
MART 2016
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
DERNEKTEN
GÜNCEL SİYASET SÖYLEŞİLERİ – 1
Türkİye’de Sİyasİ, İktİsadİ, Kültürel, İdeolojİk Dönüşüm
O
DTÜ Mezunları Derneği Güncel Tartışmalar
Komisyonu tarafından Güncel Siyaset adıyla
düzenlenen söyleşi dizisinin ilki 20 Şubat Cumartesi günü ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi
Bölümü’nden Öğretim Üyesi Mehmet Okyayuz’un konuşmacı olarak katılımı ile gerçekleşti. “Türkiye’de siyasi,
iktisadi, kültürel ve ideolojik dönüşüm” konu başlığını taşıyan söyleşide Mehmet Okyayuz’un konuşmasının ardından katılımcılar sorularını ve görüşlerini paylaştılar.
İktidarın söylem malzemeleri üzerine bir konuşma yapan
Mehmet Okyayuz, bu malzemelerin iki düzlemde değerlendirilebileceğini dile getirdi. Birinci düzlemin küresel
bir düzlem olduğunu, özelleştirme, rekabet, kalite/performans puanının bunun içinde olduğunu, bilime kadar
uzatılmış bir rekabet anlayışının var olduğunu belirten
Okyayuz, son zamanlarda insan hakları, demokrasi, sinerji, interkültürel diyalog kavramlarının çok sarf edilmesine karşın, dünyanın bu anlamda kötü durumda olduğuna dikkat çekti. Mehmet Okyayuz, politikanın etnik
söylemleri ve eşitlikçi politikalardan uzaklaşılmasının da
birinci düzlemde değerlendirilebileceğini dile getirerek,
bunların teknik ve kurumsal dönüşümler olduğunu ifade etti. Siyasi ve ideolojik yaklaşımlara değinerek profesyonelce yürütülen bir siyasi stratejinin varlığına dikkati çeken Mehmet Okyayuz, ikinci düzlemde daha önce
kaybedilmiş maddi ve sosyoekonomik imtiyazları geri
kazanma çabası ile ahlak ve maneviyattan söz edildiğini
söyledi. Okyayuz, “Marks der ki, kavramlara sahipseniz
bu zaferin yarısıdır. Kavramlar üzerinde tekel kuruldu”
diyerek, kavramlar üzerinde kurulan tekeli örneklerle
açıkladı. Toplumu bu noktaya getiren süreci 80 öncesinden başlayarak anlatan Okyayuz, Anayasa’da yapılan
değişiklikleri değerlendirdi. Toplumsallaşma konusunda
Türkiye’yi değerlendiren Mehmet Okyayuz, sendikanın
öneminin kavranması ve tarihsel bellek açısından Türkiye ve Almanya’yı karşılaştırarak örnekler verdi. Mehmet
Okyayuz, günümüzde Türkiye’deki kurumların siyasete
göre nasıl konumlandığına örnekler verdiği konuşmasın-
SAYI 258
da, kullandığımız sözcüklere belirgin şekilde yansıyan ve Yazı
çocukların konuşmalarını değiştiren dönüşümü örnekler- Aysun BÜYÜKCENGİZ
le açıkladı. Tarihin yeniden yazılmaya çalışıldığını ve kavramların yeni anlamlarla üretildiğini ifade eden Okyayuz,
mekanizmayı yürütebilecek bir alternatif düşünülememesinin egemenlerin hegemonik başarısı olduğunu dile
getirdi. Türkiye’de siyaset ve ahlakın iç içe sunulmasına
değinen Mehmet Okyayuz, ahlakın bireysel ve ideolojik
bir konu olduğunu, siyasetin akılcı yapılması durumunda
ahlakın kendi yerinde konumlanacağını söyledi. Laiklik
kavramı ile ilgili tartışmalarla ilgili, Türkiye’de bu coğrafyaya özgü bir laiklik anlayışı olduğunu dile getiren Mehmet Okyayuz, Avrupa laikliği ile Türkiye laikliğinin neden
farklı olduğunu örneklerle anlatarak, laikliğin Türkiye için
yaşamsal olduğunu söyledi.
Katılımcıların soruları ve görüşlerini paylaşmalarıyla devam eden söyleşide toplumsal tepkisizlik, kurumsal muhalefetin tasfiye edilmesi ve gösterilmesi gereken tepkilerin gösterilmemesinin yarattığı umutsuzluktan söz edildi.
Siyasal muhalefet, egemen gücün alt kültürünü oluşturma
ve yayma süreci, muhafelet için örgütlenmenin öneminin
vurgulandığı söyleşide, Mehmet Okyayuz farklı görüşlerde muhaliflerin ufak hedeflerde birleşerek örgütlenmesi
gerektiğini ifade etti.
11
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
DERNEKTEN
ENERJİ YATIRIMLARI VE
FİNANSMAN PROBLEMLERİ
ladığı konuşmasında, sermaye yatırımcıları için amacın
hedef hisse değerini (fiyatını) maksimize etmek olduğunu
belirtti, proje yatırımcısının taleplerini ise vergi avantajları
ve teşviklerden yararlanmak, nakit kaynağa mümkün olduğunca çabuk ulaşmak, daha fazla fon, ortak bulmak, iç
kârlılık oranı düşüklüğüne tolerans olarak belirtti. Enerji
projelerinin finansmanında anlaşmaların önemini vurgulayan Keskin, finansman için doğru iş modellerinin kombinasyonu, orta – uzun vadeli borçlanma, sermaye desteğinin önemi üzerinde durdu. Sermaye desteğini halka arz
ve şirket satın alma ve birleşme olarak belirten Keskin,
stratejik ortaklık ve finansal ortaklık konusunda aydınlatıcı bilgiler sundu.
Yazı
Esin EREN (CHE’76)
O
DTÜ Mezunları Derneği Enerji Komisyonu tarafından düzenlenen “Enerji Yatırımları ve Finansman Problemleri” başlıklı panel, Emekli Hazina
Müsteşar Yardımcısı Hakan Özyıldız, EnerjiSA CEO’su
Yetik Kadri Mert, yatırım finansmanı danışmanı Dr. Huzur
Keskin’in konuşmacı olarak katılımı ile 20 Şubat Cumartesi günü Vişnelik Salonu’nda gerçekleşti. ODTÜ Mezunları
Derneği Enerji Komisyonu Başkanı Erdinç Özen’in açış
konuşmasıyla başlayan panelin kolaylaştırıcılığını Emekli
Enerji İşleri Genel Müdürü Budak Dilli üstlendi.
Konuşmasına enerji piyasasının 2003 – 2016 yılları arasındaki gelişimini anlatarak başlayan Budak Dilli, bu dönemde 60 – 70 Milyar Dolar yatırım, 12,7 Milyar Dolar dağıtım,
7 – 8 Milyar Dolarlık üretim özelleştirmesinin gerçekleştiğini ifade ederek, yaklaşık 18000 MW yenilenebilir enerji
yatırımının devreye girdiğini; bunların büyük ölçüde yerli
bankalar ve yabancı finans kuruluşlarının sağladığı kredilerle finanse edildiğini belirtti. Dilli, yatırımcılar tarafından
TL’nin değer kaybı nedeniyle, Dolar veya Euro bazında
temin edilen kredilerin geri ödemelerinde sıkıntılar yaşandığına dair sorunların dile getirildiğini, Önümüzdeki
4 – 5 yıl süresince arz fazlası olduğunu, bu durumun ve
dünya finans koşullarındaki olumsuz koşulların ihtiyaç
duyulan baz yük santral yatırımları konusunda yatırımcı
ilgisini azalttığını ve çözüm bulmak için bu dönemin iyi
değerlendirilmesi gerektiğini söyledi.
Panelin ilk konuşmacısı Huzur Keskin sermaye yatırımcıları ve proje yatırımcılarının beklentilerini aktararak baş-
12
Ardından söz alan Yetik Kadri Mert, Türkiye’de proje
finansmanının yapılamadığını örneklerle anlattı. Mevcut durumu öngörülebilirlik, güvenilirlik, mevzuattaki
risk ve açıklık, yatırım sermayesi, kabul edilebilir geri
dönüş ve sürdürülebilirlik bağlamında değerlendiren
Mert, dağıtımda 5 yıllık öngörülebilirliğin olduğunu,
üretimde öngörülebilirliğin ve güvenirliliğin yeterli olmadığını, ikincil mevzuatta daha yapılacakların olduğunu, Türkiye’de yatırım sermayesinin yetersiz olduğunu,
kabul edilebilir geri dönüşün sağlanamadığını, sürdürülebilirliğin en önemli risk olduğunu dile getirdi. Yetik
Kadri Mert, dağıtık enerji üretim modelinin ayrıca değerlendirilmesi gerektiğini söyleyerek, enerji piyasasında
az zamanda ciddi adımlar atıldığını belirtti. Mert sorular
üzerine, özel sektörün büyük enerji (baz yük) yatırımı
yapmasının zor olduğunu, baz yük santraline ihtiyaç duyulduğunu, yenilenebilir 2015 kapasitesinin çözüm olmayacağını dile getirdikten sonra, çözümün piyasalarda
liberalleşme olduğunu, bunun sağlanması, çapraz sübvansiyonların kalkması, kamu üretiminin maliyet esasına
göre piyasaya sunulmasının sağlanması durumunda teşvike ihtiyaç kalmayacağını sözlerine ekledi.
Panelin son konuşmacısı Hakan Özyıldız, altyapı yatırım
ihtiyacının dünyanın da sorunu olduğunu belirterek başladığı konuşmasında, yatırımların finansmanında nakit
akımı ve risklerin iki ana etken olduğunu anlattı. Özyıldız, makro riskleri şöyle ifade etti: Kur Riski, dış borç
alan şirketlerin genel sorunu; yabacı para ile borçlanılıp
yerel para ile kazanmak. Faiz Riski, bankaların uzun vadeli borç verirken faiz risklerini azaltmak için değişken
faizle kredi vermesi. Fiyat Riski, fiyatlama mekanizmasına
siyasi müdahalelerin çok yaygınlığı. Enerji yatırımlarının
sermaye yoğun yatırımlar olması nedeniyle uzun vadeli finansmana ihtiyaç olduğunu belirten Hakan Özyıldız,
bunlara gelişme yolundaki ülkelerin finansmana erişme
noktasındaki güçlükleri de eklenince durumun daha da
ağırlaştığını söyleyerek, dünya şartlarında finansman bulabilmenin koşullarını yerine getirmek gerektiğini vurguladı. Özyıldız, kamu otoritesinin şeffaf olmadığını, ihtiyari
davranışların yaygın olduğunu dile getirerek, önümüzdeki dönemde makro risklerde azalma ihtimali olmadığı
gibi politik, sosyal, finansal risklerde de azalma beklemediğini, bu durumda kamunun rolünün yeniden düşünülmesinde yarar gördüğünü ifade etti.
MART 2016
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
DERNEKTEN
KOLEKSİYON KULÜBÜ’NDEN
KARTPOSTAL VE GEZİ KİTAPLARI
SERGİSİ
D
erneğimiz Koleksiyon Kulübü’nün, Ankaralı
Gezginler Grubu ile birlikte düzenlediği
“Kartpostal
Koleksiyonundan
Seçmeler
ve Gezi Kitapları Sergisi” açılışı, 16 Şubat Salı
akşamı üyelerimizin yanı sıra, gezi ve koleksiyon
meraklılarının katılımı ile gerçekleşti. 89 ülke ve 42
kentimizden grubun posta kutusuna postalanan bini
aşkın kartpostaldan seçmelerin yer aldığı serginin
açış konuşmasını yapan Derneğimiz Yönetim Kurulu
Başkanı Himmet Şahin, “Ankaralı Gezginler Grubu’na
ve ODTÜ Mezunları Derneği Koleksiyon Kulübü’nün
gerçekleştirdiği etkinliğimize hoş geldiniz. Böyle
güzel bir çalışmayı bizlerle paylaştıkları için Ankaralı
Gezginler Grubu’na ve Koleksiyon Kulübümüze
teşekkür ediyorum. İyi seyirler diliyorum” dedi.
Ardından söz alan Ankaralı Gezginler Grubu’nun
kurucusu Timur Özkan, etkinlik için ODTÜ Mezunları
Derneği’ne teşekkür ederek, “Eğer herkes dünyanın
her yerinden bu kartpostalları göndermeseydi bu sergi
olmayacaktı” dedi.
Sergi için bastırılan özel posta pulu ile grup üyelerinin
gezi fotoğraflarından oluşturulan kartpostallar, ilk
gün damgası ile sergi alanında ki PTT gişesinden
satışa sunuldu. Ayrıca, grup üyelerinin yazdığı gezi
kitapları Derneğimiz Burs Fonu için imzalandı.
Koleksiyonculukta özel bir yeri olan “kartpostal
koleksiyonculuğu” ile ilgili sergi için tüm kartpostalların
yer aldığı DVD ekli sergi kataloğu basıldı.
SAYI 258
Sunum: “Stratosfer’den Selam Getirdim”
Koleksiyon Kulübümüzün 39. toplantısında, 16 Şubat
Salı akşamı Vişnelik Salonu’nda, kulübümüz üyesi
Bülent Yılmazer (ME’83)’in hava seyahati konusunda,
1920’lerin orijinal deri pilot giysisi ile yaptığı sunum
ve Ankaralı Gezginler
Grubu kurucusu Timur
Özkan’ın
geçen
yıl
gerçekleştirdiği Stratosfer yolculuğunda giydiği
pilot tulumu ile yaptığı
sunumu ilgiyle izlendi.
Sunumda, uzay yarışı,
uzaya giden ilk kadın
- en genç – en yaşlı insanlar, Stratosfer turizmi,
uzayın kenarı gezileri,
uzayın sınırı, Stratosfer turizmi ve Türkler
gibi konularda görseller eşliğinde bilgiler
paylaşıldı.
13
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
DERNEKTEN
SİNEMA KULÜBÜ’NDEN
Yazı
Macit ÖNCEL (CE’76)
S
inema kulübümüz geçtiğimiz ay iki güzel film izleyerek toplantılarını sürdürdü.
İlk filmimiz “Burma VJ: Kapalı Bir Ülkeden Haberler” isimli kurgusal – belgesel bir filmdi. Filmin ekseninde 2007 yılında Mynmar’da (eski ismi ile Burma)
yaşanan askeri rejim karşıtı gösteriler ve bunu cuntanın şiddetle bastırma yöntemleri sırasında yerel gazetecilerin el kameraları ile gizli çekimleri vardı.
Danimarka yapımı olarak 2008’de tamamlanan bu
filmin yönetmeni Anders Østergaard, 1965 Kopenhag
doğumlu. Daha önce 2003 yılında çizgi kahraman
Tenten’in yaratıcısı Hergé hakkında ve 2006’da
Danimarka’nın rock Gasolin için belgesel filmler
yapmış.
Bastırılmışlık, susturulmuşluk ve yoksullukla geçen
45 yıl. Konuşamayan, itiraz edemeyen, askeri rejime
boyun eğmek zorunda kalan 45 milyon insan. Ve tüm
yaşananları dünyanın bilmesini isteyen, bilindiğinde
koşulların değişeceğini ümit eden bir avuç haberci.
Burma VJ, kapalı bir ülkeden haberler, 2007’de tüm
dünyanın kısa bir süre de olsa tanıklık edebildiği
isyanı, amatör el kameralarıyla canları pahasına
kaydeden Burmalı gazetecilerin gözlerinden seyirciye
ulaştırıyordu.
İkinci filmimiz Yönetmen Costa Gavras’ın 76 yaşında
yönettiği “Cennet Batıda (Eden A L’ouest - West Is
Eden)” isimli 2009 yılı yapıtıydı. Mülteci sorununa
ilişkin sorunları hoş bir görsellik ve ironik bir komedi
şeklinde izleyicilere sunan film; Fransa – İtalya –
Yunanistan ortak yapımı olarak başarı kazanmış, 2009
ColCoa Film Festivali, Los Angeles Film Eleştirmenleri
Jürisi En İyi Film de dahil olmak üzere festivallerin
aranılan filmi olması ile dikkati çekmiştir.
Kendisine benzer milyonlarca yoksul genç gibi
gurbet ellerde ekmek peşinde koşan ve yabancısı
olduğu topraklarda yasa dışı göçmen olarak varlığını
sürdürmeye çalışan Elias’ın hikayesi İlyada Destanı’nı
çağrıştırmaktadır. Çünkü macerası da tıpkı İlyada’daki
gibi Ege Denizi’nde başlar. Elias Fransa’ya giden bir
gemiye gizlice binebilmek için açıktan para ödeyip
kaçak olarak yolculuk etmeyi kafaya koymuştur.
Sahil güvenlik teknesinden gemide arama yapılacağı
duyurulunca Elias ve arkadaşı diğer birkaç çaresiz
yolcuyla birlikte denize atlarlar. En yakın kıyının
ışıklarına doğru ilerleyip Eden adlı lüks bir tatil köyüne
varırlar. Pek çok kısa maceranın ardından, Cennet’e
uğrayıp Cehennem’de kısa bir mola verdikten sonra,
epik yolculukları Paris’te son bulur.”
Üyelerimizin talep ve dileklerine göre veya güncel
olayların yönlendirmesi ile film seçkimiz sürekli
güncellenmektedir. Siz de izlemek istediğiniz filmleri
veya beğenip arkadaşlarınızla paylaşmak istediğiniz
filmleri bildirebilir, kulübümüze katılarak sinema
sanatına katkı koyabilirsiniz.
Tüm dernek üyelerimize ve misafirlerine açık olan
sinema kulübü gösterimlerinden haberdar olmak
omdsinema@yahoogroups.com adresine yazabilirsiniz
veya facebookta ‘ODTÜ Mezunları Sinema Kulübü’nü
takip edebilirsiniz.
14
MART 2016
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
DERNEKTEN
EVDE BİRA YAPIM ATÖLYESİ
tadım etkinliğinin ardından, yeni atölye çalışması
9 Mart Çarşamba günü başladı.
A
çıldığı günden bu yana yoğun istek üzerine defalarca tekrarlanan Evde Bira Yapım
Atölyesi, yeni gruplarla devam ediyor. Atölye çalışmasının sonunda, atölyede yapılan biraların
tadıldığı, 24 Şubat Çarşamba günü gerçekleşen bira
Sertaç Akar tarafından yürütülen atölye çalışması, toplam beş hafta sürüyor. Beş haftalık program boyunca
katılımcılar adım adım bira yapmayı öğreniyor. Bira
yapım yöntemlerini öğrenerek, hammaddeleri ve malzemeleri tanıyarak atölye çalışmasına başlayan katılımcılar, özel malt yapımı ve bira kiti ile bira yapımı gibi
uygulamaların yanı sıra teorik bilgi de alıyor. Ayrıca
atölyede, tane tahıl bira yapımı, akide şeker yapımı,
bira kiti ve tahıl ikinci fermantasyon, malt yapımına
giriş, tortudan bira yapımı, bira kiti şişeleme, tortuyu
alma, kuru tahıl bira şişeleme konularında bilgiler de
aktarılıyor. Aktarılan bilgilerin ardından katılımcıların
yaptıkları biraların değerlendirildiği bir tadım etkinliği
ile atölye sona eriyor.
Atölye çalışmasının sonundaki tadım etkinliklerimizden biri de 24 Şubat Çarşamba akşamı gerçekleşti.
Tadım etkinliğinde, bira yapmayı öğrenen atölye katılımcıları, kendi ürettikleri birayı içmenin ve ikram etmenin keyfini yaşadı.
“EYMİR’DE İNSAN”
FOTOĞRAFLARI ArcadIum’da Sergilendi
O
DTÜ Mezunları Derneği Eymir Komisyonu çalışmaları kapsamında düzenlenen “Eymir’de
İnsan” Fotoğraf Yarışması’nda sergileme alan
fotoğraflardan oluşan fotoğraf sergisi, 22 – 25 Ocak
tarihleri arasında Arcadium Alışveriş Merkezi’nde sergilendi. 25 Ocak Pazartesi akşamına kadar açık kalan
sergide ziyaretçiler Derneğimiz Burs Fonu’na yaptıkları bağış karşılığında ilgilendikleri eserleri aldılar.
16
Ankara’nın önemli doğal alanlarından biri olan Eymir
Gölü’nün korunması ve doğayı koruma bilincinin güçlenmesine katkıda bulunmak amacıyla kurulan Eymir
Komisyonumuz, Eymir Gölü başta olmak üzere doğal
alanların korunması bilincini, doğaya duyarlılığı pekiştirmek ve çalışmalarını daha geniş bir çevreye duyurabilmek amacıyla “Eymir’de İnsan” fotoğraflarıyla farklı
alanlarda sergiler açmayı planlıyor.
MART 2016
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
BURS VE YARDIMLAR KOMİTESİ’NDEN
DALLAS’TA BULUNAN MEZUNLARIMIZA KATKILARI İÇİN
TEŞEKKÜR EDERİZ.
D
allas’ta bulunan bazı mezunlarımız 20 Şubat 2016’da Mehmet Unsoy
(EE’73) ve Jeelee Unsoy’un evinde toplandılar. Katılımcı mezunlarımıza
kampusu en son ziyaret eden hocamız Ali Akınay (BS90/MS92/PhD
CHEM’98) üniversiteden güncel haberleri katılımcılarla paylaştı. Ceyhun Akcay
(EE’99) ODTÜ’nün 60. yılını kutlayan bir konuşma yaptı. 30’dan fazla katılımın
olduğu toplantıda burs ve yardımlar fonumuz için bağış toplandı. Bağış yapan
mezunlarımızdan bazıları:
DESTEKLERİNİZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİZ.
OCAK AYI İTİBARİ İLE BURS FONU’MUZA
BAĞIŞTA BULUNUP ESKİ TALİMATLARINI
GÜNCELLEYEN
YENİ BAĞIŞTA BULUNAN ÜYELERİMİZ,
MEZUNLARIMIZ VE ODTÜ DOSTLARI
FAS’69 MEZUNLARIMIZA DEĞERLİ
KATKILARI İÇİN TEŞEKKÜR EDERİZ.
18
Abdullah Özçelik
Ayça Stuckey
Banu & Haydar Bilhan
Behçet & Nursen Sarıkaya
Çağlar Ergün
Ceyhun & Anıl Akçay
Defne & Yavuz Çölaşan
Deniz Kılıç
Derya Topaktaş
Gonca & Metehan Soysal
Hasan Gül Çakmaklı
Hülya & Ali Akınay
Kürşad & Bengü Doğru
Mehmet & Jeelee Unsoy
Mutlu & Pamela Karakelle
Sevil Öner
Tarık &Tülin Pirkul
Tevfik Dalgıç
Yelda & Ahmet Tuz
Yusuf Yıldırım
BURS VERENLER
BÖLÜM'MEZUNİYET
YILI
AYLİN DEMİRCİOĞLU
MATH'00
AYSUN AYTAÇ
ID'02
ELİF SOYATA ARSLAN
EE'92
İBRAHİM HALUK TÜRE
MATH'81
M.ÖMER DEVRİM KÜÇÜK
ME'84
MEVLUT SINA KUTLUAY
EE'83
ÖZNUR SELÇUK UYGUN
CE'89
SEDEF YAVUZ NOYAN
CE’97
ODTÜ DOSTLARI - NECMETTİN SARAL
MART 2016
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
BURS VE YARDIMLAR KOMİTESİ’NDEN
“KARTPOSTAL KOLEKSİYONUNDAN SEÇMELER VE
GEZİ KİTAPLARI SERGİSİ”
D
erneğimiz Koleksiyon Kulübü’nün, Ankaralı Gezginler Grubu ile birlikte düzenlediği, 89 ülke ve
42 kentimizden, grubun posta kutusuna postalanan 1000’i aşkın kartpostaldan seçmelerin yer aldığı
31. Sergisi, 16 Şubat 2016 Salı günü açıldı ve 29 Şubat 2016 tarihinde sona erdi.
Burs fonu için kitaplarını bağışlayan A. Rüştü Hatipoğlu, İbrahim Berksoy, İsmail Ragıp Geçmen,
M. Bülent Varlık, M. Cengiz Tümer, Oğuz Uçak, Murat Özsoy, Onur Ataoğlu ve Süleyman Münci Kaymak’a,
Derneğimiz Koleksiyon Kulübü’ne, Ankaralı Gezginler Grubu’na teşekkür ederiz.
Kitapları Derneğimizin ön bürosundan alabilirsiniz.
SAYI 258
19
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
DERNEKTEN
ARKEOLOJİ KULÜBÜ’NDEN
HALILAR VE KİLİMLER – 2
Derleyen
Nevin KATRANCIGİL
G
eçen bölümde, halılar ve kilimlerde yer alan
motiflerin simgesel anlamlarını inceledik, bilinen en eski halı olan Pazırık halısından, Ankara’daki Vakıf Eserleri Müzesi’nden bahsettik. Dokumacılığın tarihinin çok eskilere dayanmakta olduğunu, ancak bozulmaları sebebiyle günümüze kadar
ulaşamadıklarını söylemiştik. Bazı kaynaklarda ilginç
bir saptama da yapılmakta ve “Günümüzde Anadolu
kilimlerindeki ve diğer Türk devletlerindeki binlerce
yıllık motiflerin, Frig (M.Ö.12-7.yüzyıl) motiflerinde de
yer almasının nedeni halen çözülememiştir” denilmektedir diye not düşerek, bu bültende halı ve kilimin
farkından, halı düğümlerinden ve biraz daha yakın tarihlerinden bahsedelim.
Günümüzde halıları ipinin yapımında kullanılan malzemeye göre yün, kıl, ipek gibi hayvansal malzemelerle dokunanlar, pamuk, keten ve floş gibi bitkisel malzemelerle dokunanlar, naylon, orlon, perlon gibi sentetik malzemelerle dokunanlar diye gruplandırabiliriz.
Boyaları da köklerden, otlardan, hayvanlardan, böceklerden elde edilen doğal boyalar ve sentetik olanlar
diye ayrılır.
Halılar yakın zamana kadar, aynı mahalde kullanım
yerine göre de ad almaktaydı. Odanın ortasına konulan halıya orta halısı (meyâne), iki yanlara konulanlara
kenar halısı (kenâre), pencere, sedir, minder önüne
konulan halılara baş halı (serendâz) ve bu halı takımının tamamına eskiden deste denilmekteydi. Döşek
halısı, duvar halısı, yer halısı, minder halısı, namaz halısı (seccade) gibi kullanım yerlerine göre de çeşitlilik
göstermekteydi.
Düğümlerine göre de iki grupta sınıflandırılabilir: Birinci gruptakiler Türk Düğümü, Gördes veya Simetrik
Düğümü de denilen Çift Düğümlü halılardır. Geometrik ve köşeli desenlere daha uygundur. Anadolu’da,
Kafkasya’da ve Batı İran’da yaygındır.
İkinci gruptakiler de İran Düğümü, Sine veya Asimetrik Düğümü de denilen Tek Düğümlülerdir. Daha parlak renklere imkân verir ve daha yumuşaktır. Isparta,
bazı Sivas ve Hereke halılarında, Hindistan, Çin, Orta
Asya, İran’ın doğusu ve ortasında daha yaygındır.
Türk ve İran Düğümleri
(soldan sağa)
İran ve Türkiye’de her iki düğümle de halı üretilmek-
tedir. Türk düğümüyle dokunmuş halı eskiyip, tüyleri dökülse bile düğümün ilmeği kalır, halının atkısı,
çözgüsü görünmez. Deseniyle rengi uzun ömürlü olur.
Ancak İran düğümüyle dokunmuş halının tüyleri dökülmeye başladığında, düğümde çift ilmek olmadığı
için halının çözgü ipleri görünür. Bir süre sonra halının
kalan düğümü de sökülüp o kısımda renkle desen yok
olabilir. Türk düğümleri bir ucundan çekilse dahi sökülmez; daha da sıkılaşır. İran düğümlerinin bir ucundan çekildiğinde çözülebilir. Türk düğümünün atılması İran düğümünün atılmasından daha zor olup, zaman
alır. Bu nedenle aynı düğüm sıklığında da olsalar, Türk
düğümlü olan halı tercih edilir.
Günümüzde ithal ettiğimiz sarma tekniğindeki Nepal
ve bir kısım sıkıştırmalı teknikte dokunmuş Çin halılarında düğüm yoktur, kolay ve çabuk dokunur. İlme
çekilince düğüm olmadığı için çözgüden çıkıp halıdan
ayrılır.
Uşak, Gördes, Bergama, Demirci, Kula, Lâdik gibi yerlerde çok daha eskiye dayanan halıcılık, Sivas, Kayseri
ve Isparta’da ise sonradan gelişip, bu şehirler önemli
halıcılık merkezleri haline gelmiştir. Dünyanın en iyi el
dokuma halıları olarak bilinen zarif motifli, çift düğümlü Hereke halısı, yün ve ipek iplikten üretilen santimetrekarede bazılarında ortalama 100 düğüm bulunan,
bazılarında ise 400’ü geçen çok ince ve çok değerli el
dokuma halısıdır. Yakında yer alan Bursa ve çevresinin
geleneksel ipekçilik merkezi olması, Hereke’nin tarihi İpek Yolu üzerinde bulunması, İstanbul’a, Osmanlı
Sarayı’na yakın olması nedeniyle, Sultan Abdülmecit
Han tarafından sarayın perdelik, döşemelik kumaş ve
halı ihtiyacını karşılamak üzere 1843 yılında kurulan
Hereke Fabrika-i Hümayunu 1891’de halı üretimine
başlamıştır. İlk dönemlerde desenler çeşitli çiçeklerden
oluşan kompozisyonlar şeklindedir. Bu halılarda genellikle geometrik ve köşeli desenler, büyük motifler ve
mihrap kompozisyonları kullanılmıştır. Mihrap kompozisyonu kullanılan halılar “Topkapı seccadeleri” olarak
adlandırılmıştır. Hereke halıları bir dönem Sanayi ve
Maden Bankası tarafından, daha sonra Sümerbank tarafından idare edilmiştir. Cumhuriyet Dönemi’nde de
çalışmasını sürdüren Hereke İpekli Dokuma ve Halı
Fabrikası; günümüzde bir müze-fabrika olarak üretimini sürdürmektedir. Çinliler aynı ad altında, ancak kalitesiz taklidini üretmektedirler.
İzmir Arkas Sanat Merkezi’nde Osmanlı halılarının nadide örnekleri olan ipek Kumkapı ve Feshane Halıları bulunmaktadır. Feshane Halıları Sultan II. Mahmut
Dönemi’nde fes ve çuha üretimi için kurulan Feshane-i
Amire’de,, sarayların tefrişi için üretilmiş halılardır. Sivas ve çevresinden İstanbul’a getirilerek Kumkapı’ya
yerleştirilen halı ustaları, 1870’lerden itibaren orada
bulunan atölyelerinde Osmanlı Sarayları için Hereke
kadar kıymetli halılar dokumuşlardır.
20
MART 2016
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
DERNEKTEN
Hereke halısı-120m², Dolmabahçe Sarayı elçilik salonu
Seccade
Bir halının, kilimin kalitesini kullanılan malzeme, boyası, işçiliği, deseni, yaşı veya yıkama özellikleri belirler. Bazı kilimlerin dokunuşu daha zor olabilmektedir.
Ayrıca daha dayanıklıdır.
Kilim el tezgâhında iplikler bir yandan, diğer yana kumaş gibi atılarak dokunur, tüysüz ve daha ince olur.
Daha çok geometrik desenler tercih edilir. Kilimin
(dokuma halı), halıdan (örme halı) farkı dokunurken
nakış ve süslemelerinin ilmek halinde olmamasıdır.
Halıda 3 unsurun kullanılmasına karşın (atkı, çözgü ve
hav-tüy) kilimde 2 unsur (atkı ve çözgü) kullanılarak
yaygı ortaya çıkarılır.
Kilimde pamuk, kıl, ipek, yün iplikleri kullanılır. İp
haline getirilen boyanmış yünler vb. kilim dokuma
tezgâhlarında kirkit denilen ağaç veya demirden tarakla dövülerek sıra sıra dokunur. Bitince uçları ilmek
yapılıp kesilir.
Kilimler üçe ayrılmaktadır:
Normal kilimler, çözgünün üzerinde atkılar döndürülerek, renklerin değiştiği yerlerde ilikler bırakılarak
yapılır.
Cicim kilimlerinin tabanı bir kişi tarafından dokunurken, nakış da ikinci bir kişi tarafından aynı anda iliksiz
olarak dokunur.
Sumak kilimlerinin ise hem tabanı, hem de nakış aynı
anda tek kişi tarafından dokunur. Sumaklar sadece belirli yörelerde dokunur ve oldukça pahalıdır.
Kilimler yörelerine göre de adlandırılır.
Gördüğünüz gibi makine halılarına ve Uzak Doğu
kötü taklitlerine karşı bu el sanatımız da sahip çıkmamız gereken değerlerimiz arasındadır. Bu bültenlik bu
kadar…
Kilim ve Seccade fotoğrafları Ankara Vakıf Eserleri
Müzesi’nde N. Katrancıgil tarafından çekilmiştir. Diğer fotoğrafların kaynakları aşağıda yer almaktadır
SAYI 258
Kilim
Kaynaklar:
http://www.ankarakultur.gov.tr/servisler/kultur-ve-tabiat-varliklari/muzeler/-ankara-vakif-eserleri-muzesi
http://www.vgm.gov.tr/icerikdetay.aspx?Id=42
https://tr.wikipedia.org/wiki/Ya%C5%9Fam_a%C4%9Fac%C4%B1
http://www.eracarpets.com/yayinlar/makale/index.htm
https://tr.wikipedia.org/wiki/Frigya
http://www.klasikhali.com/handmadeinfo4.asp
http://www.haliciomer.com.tr/sayfa/hali-kalite-hesabi-nedir-nasil-yapilir,180.php
http://turkhali.blogspot.com.tr/
https://tr.wikipedia.org/wiki/Hereke_hal%C4%B1s%C4%B1
MEB, MEGEP (Mesleki Eğitim Ve Öğretim Sisteminin Güçlendirilmesi Projesi) “El Sanatları
Teknolojisi, Hereke Halısı Desenleri” kitabı, 2010
Yeni Aile Ansiklopedisi, 1. Cilt
Hayat Aile Ansiklopedisi, 1. Cilt
Atlas Tarih Eki, ”Osmanlı Halıları”, Ocak 2015
21
VİŞNELİK İZLENCESİ
ODTÜ Hour
Her ayın ilk Salı günü
18:30-20:30
Haftalık
Menü
Wine Hour
Her ayın üçüncü Salı günü
18:30-20:30
HAFTA ‹Ç‹ HERGÜN
12:00 - 14:00
20 TL
Günün
Menüsü
PAZARTESİ
GÜNLERİ
Pazartesi
TESİSİMİZ
KAPALIDIR
Salı
A’la Carte Mönü
Çarşamba
A’la Carte Mönü
Perşembe
Açık Büfe Balık
Cuma
A’la Carte Mönü - Canlı Müzik
Cumartesi
A’la Carte Mönü
Canlı Müzik
Pazar
Açık Büfe Kahvaltı
10:30 - 13:30
Üye: 30 TL,
Katk› Payl› Üye: 24 TL,
7-12 Yafl: 18 TL
(0-6 Yafl Ücretsiz)
22
MART 2016
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
DERNEKTEN
Yazı
Ümit Nevzat UĞUREL (CP’80)
24
Doğa İçin Direniş Cerattepe
“
A
rtvin’de Cerattepe’de süren direnişe rağmen polis ve jandarma eşliğinde iş makinaları (tanklar)
maden alanına ulaştı. Polisin joplu ve biber gazlı
müdahaleleri ile halkın (düşmanın) araçlarıyla (taşla, tuğlayla, tenekeyle) kapattığı Cerattepe yolunun çekicilerle
(tank hücumuyla) açılması ve kurulan barikatlarında iş makinalarıyla (top atışıyla) kaldırılması sonucu, özel şirkete
(vatana) ait iş makinaları (doğa katledici araçları) gece geç
saatlerde kurulması planlanan inşaat sahasına (huzur ortamına) ulaştırıldı.”
Bu ve benzeri haber özetlerini hemen hemen tüm gazetelerde okumuşsunuzdur. Parantez içindeki kelimeler tabiî
ki abartı babından. Ancak, sanırsınız ki ülkenin toprakları
işgal edilmiş ve Türk askeri ve polisinin kahramanca savaşları sonucunda toprağımız kurtarılmış ve orada şirketimizin
bayrağı göndere çekilmiştir.
Cerattepe’de epeydir süren bir direniş var. Halkın iradesine başvurulmadan, yaşamı hiçe sayılarak, sanki orada hiç
yaşayan yokmuş gibi davranılarak bir doğa katliamına girişilmesine tüm kent halkının direnişi var. Gözünü hırs bürümüş birilerinin güç gösterisine, işgaline karşı bir direniş var.
Hayret ediliyor.
Burada altın madeni açılacak, yıllardır işsiz yaşayan, açlık
sınırında yaşamanız için devletin verdiği ‘sosyal yardımlarla’ geçinen sizlere, bir kente, altın ve iş vaat ediliyor.
Siz direniyorsunuz.
Bekleniyor.
Bu topraklar size helal olsun, memleket ekonomisine feda
olsun, yerin altında duracağına, çıksın ki belki bize de bir
faydası olur.
Siz direniyorsunuz.
Yanılıyorlar.
Yıllardır eşsiz doğasıyla insanları cezbeden Karadeniz coğrafyasına; kıyıları yok eden sahil yolu, dağları kelleştiren
taş ocakları, ormanları bıçak gibi yaran yayla yolları, turizm
yolu, Yeşil Yol ve son dönemde HES ile yapılan insafsız
saldırılar.
Artvinlilerin bugün kadar gösterdiği direniş; toprağa sahip
çıkma direnişi, onların yaşam biçimi, kendini ifade etme
biçimi, varoluş temelidir.
Cerattepe için sokaklarda dökülen on binlerce insanın sorunu; her türlü yaşam zorluğuna açlığa, işsizliğe, fakirliğe
rağmen bir doğa alanının korunmasıdır.
Karadenizliyi yıldıramaz.
Söz konusu proje sahası ile ilgili olarak ÇED başvurusu yapılmıştır. Buna göre; “izin istenilen 31,8 hektar alanın tamamı orman sayılan alanlar üzerindedir. Alanın işletme şekli
üretim fonksiyonlu olup mevcut ağaç cinsleri ladin, sarıçam, göknar, kayındır. Söz konusu projenin tamamı orman
arazisi niteliğindedir. Yeraltı üretim yöntemiyle bakır üretimi projesine göre yeraltı maden işletmesi nedeniyle 50.300
adet ağaç kesilecektir. Maden, Artvin şehir merkezinin kuş
uçuşu yaklaşık olarak 4 km güneybatısında yer almaktadır.
Proje sahası 1.700 m yükseklikte bir zirvede ve dik eğimlerin, kısa mesafelerde aşırı yükseklik değişikliklerinin bulunduğu çok engebeli bir topografya içinde bulunmaktadır.
Ruhsat sahasının içerisinde ‘Artvin Kafkasör Turizmi Koruma ve Geliştirme Bölgesi’, ormanlık alan, ağaçlık karakteri
korunacak alanlar, kentsel yerleşim alanı yer almaktadır.
Maden çalışmalarının yapılacağı alan ise ormanlık alanlar
üzerinde yer almaktadır. Ruhsat sahasının hemen batısında,
ruhsat alanı sınırına en yakın noktası yaklaşık 660 m kuzeybatıda bulunan ‘Hatila Vadisi Milli Parkı’ yer almaktadır.”
Burada yapılması planlanan turizmin; maden projesi ile doğallığı yok edilmektedir. Bir doğa parçası insanların girmesine olanak vermeyecek şekilde değişecektir. Cerattepe gibi
Karadeniz coğrafyasını yok edecek projelere onay vermek,
bu doğa parçasını asırlardır orada yaşayanların elinden alarak para padişahlarının insafına bırakmak, bu bölge insanına yapılan en büyük kötülüktür.
MART 2016
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
DERNEKTEN
8 MART
Dünya Emekçi Kadınlar Günü
A
BD’nin New York kentinde 40 bin dokuma işçisi
daha iyi koşullarda çalışabilmek için bir fabrikada Mart 1857 tarihinde greve başladı. Grev
sırasında polis işçileri fabrikaya kilitledi. Çıkan yangında fabrikadan kaçamayan işçilerden çoğu kadın olmak
üzere 129 işçi hayatını kaybetti. Ölen işçilerin cenaze
törenine 100 bini aşkın kişi katıldı. Bu olaydan 53 yıl
sonra, 26 – 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka’nın
Kopenhag kentinde düzenlenen 2. Enternasyonele
bağlı kadınlar toplantısında Almanya Sosyal Demokrat
Partisi’nden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihinde tekstil
fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart’ın
“Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi. Ancak,
8 Mart tarihinin Dünya Emekçi Kadınlar Günü olarak
anılması, 1921 yılında Moskova’da düzenlenen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’ndan sonra gerçekleşti. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8
Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını kabul
edince, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü tüm dünyada yaygınlaştı. Türkiye’de 8 Mart ilk kez 1921 yılında
“Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlandı.
Bugünse kadınların özgürleşme hareketinde gelinen
son nokta içimizi yakıyor. Yalnızca 2015 yılının ilk altı
ayında, 50 bin kadının şiddete maruz kaldığı tespit
edildi, elbette bunlar kayıtlara geçenler. Türkiye’de her
üç kadından biri eş ya da sevgilisinden şiddet görüyor,
cinsel saldırı ve taciz oranları da giderek yükseliyor.
Karakola sığınan kadınların “anlaşın, barışın” diyerek
evine gönderilmesi, şiddet uygulayanların “iyi hal”den,
“haksız tahrik”ten ceza indirimi alması, serbest bıraSAYI 258
kılması, tecavüze uğrayan çocuklar için “rızası vardır” Yazı
Gülçin DEMİR
kararları tabloyu daha da karartıyor.
İş yaşamında da kadınları zor koşullar karşılıyor. Eşit
işe eşit ücret alamamasının yanı sıra, ellerinden alınan
sosyal güvenlik hakları, hamilelik ve doğum süreçlerinde iş güvencesi sağlanamaması, iş yerlerinde kreşlerin bulunmaması kadınların iş yaşamında erkeklerle
rekabet edememesine yol açıyor. Kadının “annelik”
üzerinden kutsanarak, fazla sayıda çocuk yapmaya
yönlendirilmesi, özellikle de medya üzerinden yapılan propaganda, kadına “annelik dışında başka bir şey
yapamaz/yapmamalı” imajını yüklüyor. Kadınların kazanılmış hakları ellerinden alınırken, dörtte üçü hali
hazırda evinde olan kadınların, çalışabilenlerinin de
çalışma hayatından uzaklaşması için büyük çaba gösteriliyor.
Aile ve arkadaş çevresindeki erkeklerin de erkek egemen söylem ve pratikleri sorgulamadan benimsemesi, kadınları kamusal alandaki sıkıntılarla özel alanda
da baş başa bırakıyor. Bir işte çalıp çalışmaması fark
etmeksizin, kadın evdeki işbölümü gerektiren işlerin
tümünden sorumlu sayılırken, erkeğin ev içinde yaptığı iş “yardım” olarak nitelendiriliyor. Evde yapılması
zorunlu olan tüm işleri kadının sorumluluğu olarak
gören erkekler, yalnızca kadının ne giydiğine karışmamaktan dolayı takdiri hak ettiğini düşünebiliyor.
Kadınların mücadelesi, bugün daha iyi koşullarda
çalışmak, daha iyi koşullarda yaşamak, hayatta kalabilmek için devam ediyor. Bir 8 Mart daha mücadele
içinde kutlu olsun.
Kutlu Olsun
25
NEVRUZ BARIŞ GETİRSİN
B
aharın başlangıcı, doğanın yeni bir yıla uyandığı gün olan Newroz ya da Nevruz, yüzlerce
yıldır Anadolu’da, Orta Doğu’da, Asya’da kutlanıyor. Yüzlerce yıldır şenlikler kuruluyor, ateşler yakılıyor, insanlar ateşlerin üzerinden atlıyor, on binler, yüz
Yazı binler, milyonlar bayram ediyor.
Kamil AKDOĞAN (ES’90) Yüzlerce yıldır bilinmesine ya da kutlanmasına rağ-
men ülkemizdeki Nevruz ya da Newroz ise tüm coğrafyalardan farklı özellikler taşıyor. Üstelik bu fark
geçmişi çok da uzun sayılmayan bir zaman diliminde
kazandığı siyasi muhtevadan kaynaklanıyor. O siyasi
muhteva bayramın isminde bile kendini belli ediyor ve
son yıllarda her anlamda kutuplaşan toplumsal kesimlerde siyahla beyazın arasındaki fark kadar uçurumlar
yaratıyor. Birilerinin “terörist” dediğine birileri “özgürlük savaşçısı” diyor, başkentin göbeğinde servis aracını
bombalayan kişinin cenazesi zılgıtlarla, kalabalıklarla
defnedilebiliyor.
O siyasi muhtevayı değiştirmek için resmi tarihte neredeyse unutulmuş bir halk değerinin ansızın hatırlanması ya da keşfedilmesi veya ülkenin dört bir yanında ısmarlama şenlikler yapılması da bir işe yaramıyor.
Nevruz, “kuyruklu” diye aşağılanan, “kıro” diye dalga
geçilen; otuz üç kurşunla, beyaz toroslu infazlarla katledilen Kürt çocuklarının haksızlıklara, zulme karşı direnişinin bir simgesi olarak her geçen yıl daha bir kök
salarak dallanıp budaklanıyor.
Demirci Kawa’nın zalim Dehak’a karşı başlattığı savaş,
günümüzde Roboskileri, hendekleri yaratan zihniyetle
siyasi boyutunu geliştirmekte hiç zorlanmıyor. Barışın
gelmemesi için her yolu deneyenler el ele vermiş, gece
gündüz kan akıtmaya devam ediyor. Tanklarla toplarla
girilen ilçelerdeki bodrum katlarından yediden yetmişe cenazeler çıkıyor, başkentte personel servis araçları
bombalanıyor. Şiddet şiddeti doğuruyor, kan kanı çoğaltıyor, savaş kardeşliğe vuruyor.
26
Ama akan kanın durması için her daim barış diye haykıranlar Nevruz’un barış getirmesi için inatla doldurmaya devam ediyor alanları, inatla atlıyorlar ateşlerin
üstünden. Barışın ve kardeşliğin tüm engellere rağmen
hala tek çözüm olduğunu ısrarla savunmaya devam
ediyorlar.
Kawa bugün yaşasaydı hiç şüphe yok ki Çankırılı ya
da Kayserili köylü çocuklarının tıkıştırılıp on yedinci
oğlunun üzerine salındığı akreplere, tomalara, tanklara, toplara karşı çıkardı ama o Kawa yine hiç şüphe
yok ki o köylü çocuklarının ya da iş bulamadığı için
askerlikten ekmeğini kazanma uğraşında olan şehirli
gençlerin, aynı zırhlılar içinde uzaktan kumanda edilmiş bir bombayla parça parça edilmelerini ya da keskin nişancı kurşunlarıyla yaşamlarının son bulmasını
da istemezdi.
İki halkın da istediği ve ekmek su kadar muhtaç olduğu yegane şey ne tanklarla toplarla üzerine yürünen ilçelerdeki toz duman arasından ne de patlayıcı
yerleştirilmiş hendeklerden ne de Kanas tüfeklerinin
dürbünlerinden görülebiliyor.
Kawa’nın on yedinci çocuğunun demokrasi dersinden sınıfta bırakılmaması gerekiyor her şeyden önce.
Kawa’nın on altı çocuğuna reva görülmeyen hakların
tanınması gerekiyor.
Güvenmek, inanmak gerekiyor.
Yüzlerce yıldır bu topraklarda kardeşçe, barış içinde
yaşamış, kız alıp vermiş, tavukları birbirine karışmış,
Çanakkale’de, Kurtuluş Savaşı’nda ve dahi Malazgirt’te
ortak düşmanlarının darbeleriyle şehit düşmüş insanların etle et gibi birbirlerine ait olduğuna, suyun havaya
olduğu kadar birbirlerine muhtaç olduğuna ve dünya
döndükçe beraber yaşamak istediklerine…
Halklar barış istiyor, Nevruz barış getirsin.
MART 2016
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
DERNEKTEN
ODTÜ MD Oyuncuları Yönetmenİ Yücel Çelİkler:
“Yenİ oyun 14 Nİsan’da sahnede”
U
luslararası Tiyatrolar Birliği (International Theatre Institute), 1961 yılında 27 Mart’ı “Dünya
Tiyatrolar Günü” ilan ettiğinden bu yana, her
yıl bu gün ve bu günü içine alan haftada pek çok
etkinlik gerçekleştiriliyor. Ayrıca, Dünya Tiyatrolar
Günü’nde dünya çapında başarı kazanmış bir tiyatro
oyuncusu, yönetmen ya da yazarın kaleme aldığı bir
evrensel bildirge paylaşılıyor. Bu öneli gün dolayısıyla, hem Dünya Tiyatrolar Günü’nü kutlamak, hem de
bugüne kadar birbirinden başarılı temsillere Derneğimizin adını duyuran ODTÜ MD Oyuncuları’nın yeni
dönem çalışmalarını sizlere duyurmak için ODTÜ MD
Oyuncuları Yönetmeni Yücel Çelikler ile bir söyleşi
yaptık.
-İzleyiciyi yeni bir oyunla buluşturmaya hazırlanıyorsunuz… Çalışmalarınızdan söz eder misiniz?
- Bu dönem, daha önce Boğaziçi Gösteri Sanatları
Topluluğu’nun sahneye koyduğu “Karşılaşmalar” adlı
oyunu izleyiciyle buluşturmak üzere çalışmalara devam ediyoruz. Provaları devam eden oyunumuzun
premiyeri 14 Nisan’da Yeni Mahalle Belediyesi Dört
Mevsim Sahnesi’nde gerçekleşecek. 15 Nisan’da da
ikinci kez sahneye çıkacağız. Bu oyunu ODTÜ Tiyatro Şenliği’nde ve Akdeniz Üniversitesi Tiyatro
Festivali’nde de sahneleyeceğiz.
-Biraz “Karşılaşmalar”dan söz eder misiniz?
-Oyun, birbirinden izole gibi görünse de aslında iç
içe geçmiş yaşamların karşı karşıya getirdiği insanları,
onların karşılaşmalarını sahneye taşıyor. Bu insanlar
farklı farklı görüşlerden. Kimi sosyalist, kimi sosyal
demokrat, kimi sosyalist Müslüman... Oyunda aynı zamanda bu insanların özeleştirilerini göreceksiniz. 2010
Türkiye’si… İnşaat sektörü üzerinden gittikçe büyüyen
bir rant alanı var. Bu rant zamanla iktidarı ele geçirecek kadar büyüyor ve bir ilişkiler ağı yaratıyor.
-Başka oyunlarda çalışıyorsunuz…
-“Karşılaşmalar” dışında iki oyuna daha çalışıyoruz.
Oyunlardan biri Woddy Allen’in “Tanrı” isimli oyunu.
Eski Yunan’da tiyatro yazarı Atina Festivali’ne katılacak,
yarışmayı kazanma hayalleri kuruyor. Yazmaya başladığı oyunu bir türlü tamamlayamıyor, başarısız oyuncusu yardım etmeye çalışınca, işler daha da karışıyor.
İzleyiciden yardım almaya karar veriyor. Birbirine geçmiş hikayeler, oyun içinde oyun var. “Hayat oyunsa,
onun da bir yazarı olmalı” diyen Woddy Allen, onun
yazarını, Tanrı’yı arıyor. İkinci oyunumuz ise Bertolt
Brecht’in “Yuvarlak Kafalar Sivri Kafalar” adlı oyunu.
Oyunda, ırkçı bir dük insanları yuvarlak ve sivri kafalar olarak ikiye ayırır. İlk kez 1936’da Danimarka’da
sahnelendi. Oyun, faşizmin uygulamalarının hicvedildiği bir güldürü. Bu oyunla birlikte mizah bir anlatım
tekniği olarak tekrar gündeme gelmiş oldu.
Söyleşi
Aysun BÜYÜKCENGİZ
-Son olarak okurlarımıza ne söylemek istersiniz?
- Mezunları ve öğrencileri bir araya getirmesi açısından da ayrı bir önem taşıyan ODTÜ MD Oyuncuları,
bugüne kadar başarı bir çizgi sürdürdü. Oyunlarımız
izleyici tarafından çok beğenildi, olumlu yorumlar ve
alkışlar aldık. Bu başarıyı devam ettirmek için çalışıyoruz. Tüm ODTÜ’lüleri ve tiyatroseverleri yeni oyunlarımıza bekliyoruz.
SAYI 258
27
DOSYA
SURİYE
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
DOSYA
Surİye’de Bugünlere
Nasıl Gelİndİ?
Türkiye’nin güneyinde yer alan ve 877 kilometre ile en uzun sınırı paylaştığımız
Suriye tarihinin en karanlık dönemlerinden birini yaşıyor son yıllarda. Yüzbinlerce
insan hayatını, milyonlarca insan evini barkını kaybetti iç savaş boyunca. Ülke
şu anda dört parçaya bölünmüş durumda ve her yerinden bütün dünya barışını
tehdit eden gelişmeler yükseliyor.
Yazı
Kamil AKDOĞAN (ES’90)
A
ntik Yunan’da “üç kıtanın buluştuğu yer” olarak adlandırılan Suriye, başını yüzyıllar boyunca savaşlardan kurtaramadı. Üç kıta üzerinde
hükümranlık sürmek isteyen tüm güçler bir biçimde
Suriye’ye el attı. Romalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Osmanlılar, Fransızlar, Amerika Birleşik Devletleri...
Çağlar boyunca üç kıtaya hükümranlık kurmak isteyen
güçler değişti ancak üç kıtanın buluştuğu yerin stratejik önemi hiç eksilmediği gibi petrol kaynaklarına olan
komşuluğu yüzünden çok daha fazla arttı.
1516 yılındaki Merci Dabık Savaşı’ndan sonra dört yüz
yılı aşkın bir süre boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun
egemenliğinde kalan Suriye, 1. Dünya Savaşı’nda Fran-
30
sa tarafından işgal edildi. 16 Mayıs 1916 tarihinde Büyük Britanya ve Fransa arasında Çarlık Rusya’sının
onayı ile yapılan Ortadoğu’yu paylaşma anlaşması
(Sykes Picot) ile Fransa egemenliği bu coğrafyanın her
yanında kendini gösterdi. 1. Paylaşım Savaşı’nda müttefik olan Büyük Britanya ve Fransa’nın sadece kendileri için yaptığı bu anlaşma Sovyet Devrimi sonrasında
Lenin tarafından deşifre edilince ittifakın diğer bileşenleri de anlaşmayı eleştirmişti.
Yine de 1946 yılına dek Fransız emperyalizminin sömürgeciliği altında kalan Suriye, bu tarihte bağımsızlığını ilan etmiş, 1961 yılında ise Mısır ile birleşerek Birleşik Arap Cumhuriyeti içinde yer almıştı. 3 yıl süren
bu birlik 1961 yılında dağılacaktı.
MART 2016
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
DOSYA
Ama Suriye’nin içerdeki ve dışardaki düşmanlarına bugün olduğu gibi koz oluşturacak, fırsat verecek çok
sayıda eksiği ve zaafı vardı. Bunların başında da tüm
Ortadoğu ülkelerinde görülen insan hakları ihlalleri
ve demokrasi sorunu geliyordu. Arap milliyetçiliği ve
sosyalist ideolojiden etkilenmeleri olan BAAS Partisi
Suriye’de 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana iktidardaydı
ve ülke yönetimi herhangi bir krallıkta ancak görülebilecek cinsten bir şekilde babadan oğula geçerek Beşar
Esad’a gelmişti. Bu iktidar boyunca örneğin ülkenin
kuzeyinde yaşayan Kürtlerin pek çoğunun kimliği
dahi yoktu, vatandaşlık hakları verilmiyordu. Ülke nüfusunun çoğunluğunu Sünniler oluşturmasına rağmen
Alevi bir azınlığın kilit yerlerde daha tercih edilir oluşu
da Sünni kesim içinde huzursuzluklar, hoşnutsuzluklar
yaratıyordu. Babası Hafız Esad döneminde başlatıldığı
gibi ordu büyük çoğunlukla Alevi asker ve subaylardan oluşuyordu.
17 Aralık 2010’da, Tunus’ta, Muhammed Buazizi’nin
kendini yakmasıyla başlayan süreç zaman içinde
birçok Arap ülkesine yayılmış ve son halka olarak
Suriye’ye sıçramıştı. Bütün göstergeler yedi yıl öncesinde ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Condolezza Rice’ın Washington Post gazetesinde yayımlanan
“Ortadoğu’yu Dönüştürmek” başlıklı yazısını ve Büyük Ortadoğu Projesi’ni hatırlatmıştı.
1967 yılında ise ülkenin güney batı ucunda yer alan
ve biri İsrail olmak üzere üç ülkeye komşu olan Golan Tepeleri, 6 gün süren bir savaş sonucunda İsrail
tarafından işgal edilecekti. 1981 yılında İsrail Golan
Tepeleri’ni tek taraflı olarak ilhak etmişti.
Gerçekten de o tarihlerden bu yana 22 ülkenin pek
çoğunda dengeler değişti. Tunus’ta Zeynel Abidin Bin
Ali’nin başını çektiği 23 yıllık iktidar devrildi, 2011 yılında başını ABD ve Fransa’nın çektiği askeri müdahale sonrası Libya’da Kaddafi iktidarı devrildi, Mısır’da
Temmuz 2013’te ilk kez seçimle bir cumhurbaşkanı iş
başına geldi.
“Arap Baharı”
“6 Gün Savaşları”nın acıları ve izleri çok da eskimiş değilken son yıllarda adına “Arap Baharı” denen ucube bir mevsimin iklimi sardı Suriye’yi. 2011
yılında nüfusunun 23 milyon olduğu düşünülen
Suriye’de Birleşmiş Milletler tarafından yayımlanan
bir bilgiye göre 2015 yılının Ağustos ayına kadar
250 bin kişi yaşamını yitirdi, yaklaşık 4 milyon kişi
göç yollarına düştü.
SAYI 258
Amerika Birleşik Devletleri’nde bir dönem dışişleri bakanlığı da yapmış olan Condolezza Rice’ın 7 Ağustos
2003 tarihli yazısında Ortadoğu’da dengelerin değişeceği 22 ülkeden söz ediliyordu. 24 Ocak 2004’te ise
Davos’ta yapılan Dünya Ekonomik Forumu’nda ABD
Başkan Yardımcısı Dick Cheney yeni dönemin adını
koyuyor ve Büyük Ortadoğu Projesi’ni açıklıyordu.
Artık Ortadoğu’da hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Bu Arap Baharının en büyük destekçileri ise Suudi
Arabistan, Katar gibi demokrasiyle uzaktan yakından
ilgisi olmayan bir avuç kral ya da prensti. Bu blok
Bahreyn’deki halk ayaklanmasını tanklarla bastırabiliyor ya da diğer Arap kardeşlerine müdahale etmeleri
için açıkça Amerika Birleşik Devletleri’nden ya da Birleşmiş Milletler’den yardım isteyebiliyordu.
31
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
DOSYA
Türkiye Suriye İlişkileri
Suriye henüz savaş bitmeden dört parçaya bölünmüştü. Bir yanda Esad rejiminin denetimindeki Suriye, bir
yanda Kürt grupların denetimindeki Kuzey Suriye’de
yer alan kantonlar, bir yanda IŞİD’in elindeki bölge,
bir yanda ise diğer muhalif örgütler.
AKP iktidarı, Suriye’de başlayan ve bir iç savaşa dönüşen olaylar sırasında on yıllardır izlenen resmi politikaya ters bir biçimde savaşın taraflarından biri yanında
açıkça yer aldı. Üstelik yanında yer aldığı taraf Suriye’deki resmi ve meşru iktidar değil cihatçı örgütlerin yer aldığı muhalif gruplardı. Amaç için, Suriye’de
“halkına zulmeden Esed Rejiminin yıkılması” olduğu
söylenirken arka planda Müslüman Kardeşler çizgisine
paralel bir mahiyette mezhepçi bir bakış açısı yattığı
dilden dile dolaşıyordu.
Kaldı ki henüz ucube bahar başlamadan önce Suriye
ile olan ilişkiler en üst düzey yetkililer nezdinde birbirlerine “kardeş” denecek denli sıcaktı. Hüsnü Mahalli
2014 yılında kaleme aldığı “Diren Suriye” isimli kitabında “bahar” öncesi yapılan yurtdışı gezilerine ilişkin
dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ve dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 10’ar kez ve
Ahmet Davutoğlu’nun müsteşar ya da dışişleri bakanı
iken en az elli kez Suriye’yi ziyaret ettiğini yazar.
Hal böyle iken her şey unutulmuş, özellikle 2011 yılında devletin resmi politikası tamamen Suriye’deki rejimin yıkılması üzerine kurulmuştu. Bütün düşünceler
bu değişikliğin bir an önce gerçekleşeceği üzerineydi.
31 Mayıs 2011’de Suriyeli muhaliflere Antalya’da ev
sahipliği yapılmış, Suriye Ordusundan kaçan Hüseyin
Harmuş Antakya’da Özgür Subaylar Tugayı’nı, Haziranda ise Riyad El Esad yine bir grup Suriyeli askerle Özgür Suriye Ordusu’nu kurmuştu. 16 Temmuz’da
400 kadar muhalif İstanbul’da toplanmış, 2 Ekim’de
ise Suriye Ulusal Konseyi İstanbul’da kuruluşunu ilan
etmişti.
AKP iktidarı “diktatörlükten kurtulmuş” bir Suriye’de
Cuma namazı kılmayı hayal ediyordu ama son derece
anti demokratik rejimler olan Suudi prensleriyle ya da
Katar’la hiç alıp veremediği yoktu.
Ne var ki Suriye’de rejimin kısa sürede çökeceğine ilişkin hesaplar ilk darbeyi Mısır’da yedi ve Müslüman
Kardeşler’in önemli isimlerinden biri olan ve halkoyuyla işbaşına gelen Cumhurbaşkanı Mursi bir darbe
ile devrilerek iktidarı kaybetti. İkinci büyük darbe,
meydanı boş bulan IŞİD’in genişlemesine asla izin vermeyecek Batı’nın operasyonlarıydı. Bu operasyonlar
Esad rejimi için serum işlevi görüyordu. Üçüncü büyük darbe ise hiç şüphe yok ki Rusya’nın fiili olarak
Suriye’nin yanında savaşta yer almasıydı. Nitekim bu
aşamadan sonra Esad kaybettiği pek çok mevziiyi geri
kazanacak hatta bir zamanlar iktidarı bırakmasını isteyen Batılı ülkeler bile muhatap olarak yeniden kendisini görmeye başlayacaklardı.
32
MART 2016
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
DOSYA
“Suriyeli Sığınmacıların (Mültecilerin) Uyumu, Topluma Kabulü, Sosyal, Ekonomik,
Toplumsal ve Siyasi Çatışmaların Giderilmesi için Eğitimin Rolü”
SURİYE’DE YAŞANANLARIN
TÜRKİYE’DE YANSIMALARI
29
Nisan 2011’de başlayan Suriyeli sığınmacı
göçü, artan bir ivme ile devam ederek günümüze kadar geldi. 2011 ve 2012 yıllarında
siyasi otoriteler sığınmacıların “kısa sürede” Suriye’ye
dönecekleri varsayımından hareketle politikalarını bu
yönde oluşturdu. Ancak sürenin uzaması, sığınmacı
sayısının olağanüstü artması, Türkiye’yi kalıcı ve sürdürülebilir politikalar üretmeye zorladı.
Resmi olmayan verilere göre sığınmacı sayısı (kayıtlı-kayıtsız) üç milyonu geçti. Suriye’de gelişen olaylar
göçün artarak devam edeceği yönünde. Türkiye için
içinden çıkılması oldukça zor olan sığınmacılar krizi,
hem Suriye sınırındaki illerimizi, hem de ülkemizin
tüm illerini çok yönlü (eğitim, sağlık, güvenlik, mahalli yönetim, ekonomi, ticaret ve yerleşim açısından)
etkiledi.
SAYI 258
Şimdi, bilim adamları, üniversiteler, politikacılar, sivil Yazı
toplum kuruluşları ve bağımsız araştırma kuruluşları, Prof. Dr. Necdet TEKİN
yukarıda değindiğimiz problem alanları için, şu üç te- Milli Eğitim Eski Bakanı
mel soru üzerinde tartışıyorlar:
1) Suriyeli sığınmacıların büyük bir kısmı ülkede kalıcı olacak gibi görünüyor. Bu durumda
halkın; ekonomi, din, kültür, mezhep, ticaret,
nüfus, güvenlik, siyaset, yüksek öğretim, temel
eğitim ve iskan konularında tepkisi ne olacak?
Bu tepki nasıl uyuma çevrilecek?
2) Sığınmacıların Türk toplumuna “entegrasyonu”
nasıl sağlanacak?
3) Uzun vadede uygulanacak politikalarla “kalıcı
sığınmacılar“ Türkiye’nin toplumsal zenginliğine, çok dilliliğine, çok kültürlülüğüne pozitif
yönde ne katabilecek? Bu durum toplumsal kaosa mı, zenginliğe mi dönüşecek?
33
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
DOSYA
Bu yazımızda, sığınmacılara yönelik genel problemler
ve çözüm önerilerinin yanında, özellikle, eğitimin toplumsal uyuma etkisi ve bu uyumun Türkiye’ye yansımaları üzerinde, özet olarak yoğunlaşacağız.
Şimdi, Suriyeli sığınmacıların eğitimlerine ilişkin tespit
edilebilen bazı verileri gözden geçirelim.
AFAD verilerine göre;
“Türkiye’deki sığınmacılardan 0 – 18 yaş grubundaki çocuk ve gençler; kamplarda yaşayanların
%53‘ünü, kamp dışında yaşayanların ise %49’unu
oluşturmaktadır.
Kamplarda yaşayan Suriyeli sığınmacıların %54’ü,
kampların dışındaki sığınmacıların ise %61’i ilkokul
mezunu ya da okuryazardır. Sığınmacılardan lise mezunu olanlar ise, kamplarda yaşayanların %21’ini,
kamp dışında yaşayanların %19’unu oluşturmaktadır. Kadınların %64’ü ilkokul mezunu ya da okuryazardır. Son dört yılda Türkiye’de yaklaşık 200.000
Suriyeli çocuk doğmuştur.”
UNICEF verilerine göre; Türkiye’deki Suriyeli çocukların %73’ü okula gidememektedir. Kamplarda çocukların nerede ise tamamı okula gidebiliyorken, kamp
dışındakilerin okula ulaşma oranı sadece %11’dir.
Bunun da nedeni, ailelerin çocukları okuldan ziyade
çalıştırma yönünde tavır koymalarıdır. Eğitim-öğretim
olanağı, kamp dışında yaşayan Suriyeli çocuklara hala
sunulamamaktadır.
Geçen dört yıllık sürede çok sayıda Suriyeli sığınmacı
çocuk, hiçbir eğitim almadan, okumaz yazmaz, eğitimsiz bir şekilde Türkiye içinde dolaşmaktadır. Bu sayı
giderek artmakta, sorun da büyümektedir. Bu çocukların %95’i Türk dilini konuşamamaktadır.
Bilindiği gibi; Türkiye’nin tarafı olduğu Uluslararası
Sözleşmeler, sığınmacılar dahil, tüm çocuklara eğitim
verme sorumluluğu yüklemektedir.
Çocuk Hakları Sözleşmesi Madde 2: “Taraf devletler, bu sözleşmede yazılı olan hakları, kendi yetkileri
altında bulunan her çocuğa, kendilerinin, ana-babalarının veya vasilerinin sahip oldukları, ırk, renk,
cinsiyet, dil, siyasal ve başka düşünceler .. nedeniyle
34
MART 2016
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
DOSYA
hiçbir ayrım gözetmeksizin tanır ve taahhüt eder.” Bu
sözleşmedeki yaşama hakkından hemen sonra “eğitim
hakkı” gelmektedir.
Konu ile ilgili Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90.
Maddesi de; “… Usulüne göre yürürlüğe konulmuş
Milletlerarası Antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa
Mahkemesi’ne baş vurulamaz…. Farklılık olması halinde Milletlerarası Anlaşma Hükümleri esas alınır.”
demektedir.
Bu bilgiler ışığında; zorunlu eğitim alma çağındaki sığınmacı çocuklar için Türkiye eksiksiz bir eğitim sağlamak zorundadır. Bunun için özetle, aşağıdaki yolun
izlenmesi önerilebilir:
i. Suriyeli çocuklar mutlaka kayıt altına alınmalıdır ve bu çocuklar için ayrıntılı bir “veri bankası” oluşturulmalıdır. Bu verilere göre, bu çocuklar illere ne kadar yük (Okul, sınıf, labaratuar,
öğretmen, ders araç-gereç …. vb.) getiriyor, hesaplanmalıdır. Müstakil okul mu, müstakil sınıf
mı, mevcutlara kaynaştırma mı yapılacak, planlanmalıdır.
ii. MEB Merkezi’nde “Mülteci Çocukların Eğitimi
Koordinasyon Başkanlığı“ – ki doğrusu geçici
bir “Mülteciler Koordinasyon Bakanlığı” – kurulmalıdır. Milli Eğitim Bakanı’ndan sonra Koordinasyon Başkanlığı yetkili ve sorumlu olmalıdır.
iii.Suriyeli sığınmacı çocuklara mutlaka Türkçe
öğretilmelidir.
iv. Eğitilmeyen Suriyeli çocuk kalmamalıdır.
v. Suriye’ye sınır illerin “eğitim yükü” mutlaka
azaltılmalıdır.
Üniversite çağına gelen sığınmacı gençler için;
Türk Devleti 2013 yılında Kanunla, üniversitede okuyan veya bu hakkı elde eden Suriyeli sığınmacı öğrencilere (belge getirmek kaydı ile) sınavsız olarak ve hatta burslu bir şekilde Türk üniversitelerine yatay geçiş
veya doğrudan eğitim hakkı tanımıştır. Bu hak mutlaka
geçici olmalıdır. Bitiş tarihi ilan edilmeli, bu tarihten
SAYI 258
sonra Türk öğrenciler nasıl üniversiteye giriyor, Suriyeli sığınmacılar da, bu kurallara uyarak üniversitelere
girmelidir. Aksi halde haksız rekabetin yaratacağı kaos,
önce üniversiteye giremeyenlerde (ve girenlerde) başlayacak, sonra dalga dalga ana-babalara ve ülkenin tümüne yayılacaktır.
Eğitim - öğretim yaşını geçmiş sığınmacılar için;
Türkiye’ye sığınmış kadın-erkek her Suriyeli vatandaş
mutlaka kayıt altına alınmalı, bunlar için de kapsamlı
bir veri seti tutulmalıdır.
MEB tarafından zorunlu ya da isteğe bağlı kurslar, seminerler, toplantılar, sertifika kursları düzenlenmelidir.
Türkiye’ye sığınmış Suriyeli aydınlar ve Suriyeli kanaat önderleri ile birlikte; aydınlatma, ikna, bilgilendirme, yönlendirme, uyum, güvenlik ve sağlık bilgilerini
içeren toplantıları yapılmalıdır. Özellikle kadınlar için
özel kurs, toplantı ve dersler düzenlenmelidir. Türkiye hükümeti bunu bütün sığınmacılara şart koşmalıdır.
Yetişkinlere uygulanacak “eğitsel uyum“un başarısı
Türkiye’nin esenliğini sağlayacaktır.
Sonuç olarak;
Eğitilmiş birey çatışmalara kapalı, sosyal uyuma açıktır.
Suriyeli sığınmacıların uyumu, topluma kabulü, toplumsal ve sosyal çatışmasızlıklar için eğitim, olmazsa olmazların ilk sırasındadır. Eğitilmiş, Türkiye’yi ve
dünyayı tanıyan, Türk dilini konuşan, Türk kültürünü
öğrenmiş bir Suriyelinin her türlü uyumu daha kolay
olacaktır.
Kaynaklar
1) “SURİYELİ SIĞINMACILARIN TÜRKİYE’YE ETKİLERİ“ Oytun Orhan (ORSAM), Sabiha Şenyücel Gündoğar, TESEV. Rapor No:195, 2014.
2) “MÜLTECİ DAVRANIŞI VE TOPLUMSAL ETKİLERİ: TÜRKİYE’DEKİ SURİYELİLERE İLİŞKİN
BİR DEĞERLENDİRME”, Ayşe Şebnem TUNÇ,
TESAM, 2015.
3) “YAŞAM HAKKI RAPORU 2014.PDF, 04.2015“
www.gundemcocuk.org.
4) “SURİYELİ ÇOCUKLAR EĞİTİM SİSTEMİ POLİTİKA NOTU”, www.cocukcalismalari.org.
35
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
DOSYA
SURİYELİ KADIN OLMAK
Yazı
Tülay ÜNLÜEVCEK (PSY’83)
S
uriye’de, ABD ve Rusya’nın öncülüğünde oluşturulan, BM destekli ateşkes uygulanmaya devam
ediyor. Ülkedeki katliamı durdurmak adına atılan
güzel bir adım. 13 Nisan tarihinde de genel seçim
yapılacağı açıklandı. Ülkenin geleceği için olumlu bir
gelişme.
Aralık 2010’da Tunus’ta başlayan Arap Baharı’nın etkileri Libya, Mısır, Yemen, Bahreyn’in ardından Suriye’ye
ulaştı. Mart 2011 tarihinden bu yana Suriye’de süren
iç savaş, dört milyonun üzerinde Suriyeliyi yurdundan
uzaklaşmaya zorladı. Ülke içinde sekiz milyon Suriyeli
evlerinden oldu. Düşünebiliyor musunuz, savaş öncesi toplam 22 milyon nüfuslu ülkenin yarıdan fazlası evlerinden oluyor ve bunun bir bölümü hiç bilmedikleri,
tanımadıkları ülkelere sadece hayatta kalmak, daha iyi
bir yaşam koşulu elde etmek ve güvende olmak adına
gitmek zorunda kalıyorlar. Ege ve Akdeniz üzerinden
Avrupa’ya ulaşma çabaları sonucunda sayıları yüzlerle
ifade edilemeyecek düzeyde Suriyelinin denizde boğulduğunu üzülerek izliyoruz.
vırları ile kadınların ne denli küçümsendiği ve sistem
tarafından nasıl bir yere konduğunu çok açık göstermekteler. Kendini ifade edecek düzeyde dil bilmemeleri, ucuz iş gücü kullanılan yerlerde çalışmaları,
uyum sorunları, kendi geleneksel aile ve alışkanlıkları
nedeniyle yaşamları daha zor hale gelmektedir. Buna
Almanya’nın yasa ve uygulamalarla getirdiği ayrımcılık
ve dışlanma ile Suriyeli kadınların yaşadığı sorunlar
artmaktadır.
İngiltere’de bulunan kadınların durumu diğer ülkedekilerden farklı değil. Yapılan araştırmalar İngiltere’de,
çocukların kötü muamele gördüğü, diğer Avrupa ülkelerinden daha fazla kadınların pazarlandığı görülmektedir.
Göçmen nüfusunun yaklaşık olarak yüzde 35’ini kadınlar ve yüzde 35’ini çocuklar oluşturuyor. Savaş
süreci içerisinde Suriyeli kadınların yüklendikleri mücadele gerçekten kolay bir şey değil. Peki, Avrupa
ülkelerine giden Suriyeli kadınlar, istedikleri yaşama
orada kavuşabiliyorlar mı? Bu soruya olumlu bir yanıt
vermek mümkün değil.
Almanya, vatandaş olabilmeleri için sorulan sorularla
kadınları aşağılaması ve ülke genelindeki ayrımcı ta-
36
MART 2016
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
DOSYA
Fransa, gelen mülteciler için yasal işlemleri çok yavaş
yapıyor. Göç eden Suriyeliler içinde eğitimli olanlar
Fransa’ya gidiyor. Ancak aldıkları eğitimin, diplomalarının ve iş tecrübelerinin burada bir geçerliliği yok.
Sahip oldukları deneyim işe yaramayınca, ev kirasını
ödemek için düşük işlerde çalışmak zorunda kalıyorlar.
Uluslararası Af Örgütü’nün yaptığı bir araştırmada,
Avrupa’ya göç eden kadınlar, yolculukları boyunca fiziksel şiddet, maddi istismara uğranıldığı, insan kaçakçıları, güvenlik görevlileri ile diğer mülteciler tarafından sarkıntılığa maruz kaldıklarını veya cinsel ilişkiye
zorlandıklarını belirtti. İnsan kaçakçıları, savunmasız
yalnız kadınları hedef alıyor. Maddi kaynağı olmayan
kadınları cinsel ilişkiye girmeye zorluyor. Taciz edilmenin yanında yüzlerce erkekle birlikte uyumak zorunda kalmaları, Yunanistan, Macaristan, Slovenya’da
güvenlik görevlileri tarafından dövülmeleri ve sözlü
olarak aşağılanmaları tespit edilmiş. Bunlardan kadınların şikâyet etme seçenekleri yok. Kaldıkları kampların genelde pis, yemeğin sınırlı, hamile olanların hiç
ya da az destek bulabildiklerini söylüyorlar. Aslında
bunların hepsi, hükümetlerin kadınları korumayı sağlamada ne kadar yetersiz kaldıklarını göstermekte.
Göç edilen toplumdaki farklı yaşam biçimi, ekonomik
ve çalışma yönünden zor koşullar, dil engeli, yeni geldikleri ülkede yaşadıkları uyum sorunları, kadınların
ruh sağlığını olumsuz etkilemektedir. Kişinin alıştığı bir ortamdan ayrı kalması yalnızlık, yabancılaşma,
kendini değersiz görme, yakınlarının yokluğu bireyi
etkilemekte ve stres yaşamasına neden olmaktadır. Yapılan araştırmalarda zorunlu göç, ruh sağlığını olumsuz yönde etkilediği ve kadınların erkeklere göre daha
fazla duygusal sıkıntı yaşandığı görülmektedir. Göç ile
ilgili yapılan çalışmalarda, zorlayıcı yaşam koşulları,
çözümlenmemiş kişisel çatışmalar ruhsal ve sosyal boyuttaki sorunları ortaya koymaktadır. Bu da iş veriminde azalma, davranış problemleri, madde bağımlılığı,
suça eğilimli davranışları arttırmaktadır. Göçle birlikte azalan ait olma duygusu, daha yüksek düzeylerde
anksiyete, depresyon ve suisidal düşünce olasılığını
arttırmaktadır.
Asgari olarak yaşam koşullarında mahrum olan, kimilerinin açık alanda ikamet ettiği, barınma, sağlık,
eğitim, beslenme gibi temel ihtiyaçların temininde
zorlanıldığı, kadınların cinsel istismar da dahil ciddi
güvenlik problemi yaşadıkları yönünde haber, iddia
ve adli bulgular mevcuttur. Çukurova Kalkınma Ajansı tarafından yapılan bir araştırmada; Adana - Gürsel
Paşa semtinde 500 konutta yaşayan Suriyeli sığınmacı
kadınların yüzde 22.6’sının hamile olduğu, bunun da
yüzde 26.4’ünün 15 – 19 yaş aralığında olduğu tespit
edilmiştir. Bizim ülkemizden bir örnek ama Avrupa ülkeleri içinde benzer durumların söz konusu olduğunu
okuduğumuz haberlerden öğreniyoruz. Kadınların,
sığındıkları ülkede ‘sığınmacı kimliği’ ile yaşadıkları
sosyal, fiziksel, psikolojik sorunlarla beraber ‘kadın
kimliği’ ile yaşadıkları travmalar, incelenmesi gereken
yaşam gerçekleridir.
SAYI 258
Bu arada çocuklarını kaybeden ya da bir yakını ile
Avrupa’ya ulaştırdıkları çocukların yaşadıkları da kolay değil. Avrupa Polis Örgütü Europol tarafından,
iki yıl içinde Avrupa Birliği ülkelerinde 10 binin üzerinde çocuğun kaybolduğunun açıklanması, akla çeteler tarafından seks işçiliği ve köleliğe zorlanacaklarını getirmektedir. Bu çocukların anne – babalarının,
yakınlarının yaşadığı duygu durumunu düşünebiliyor
musunuz?
Bu savaşta kapitalist sistemin, dünyayı ne kadar yaşanmaz hale getirdiğini görmekteyiz. Bu ülkelerin aşırı kar
hırsı Ortadoğu halklarını olumsuz etkilemekte. Ekonomik yoksullaşma, mezhep savaşları ve bölgesel savaşların olduğu bir dönemi yaşıyoruz. Evet, büyük güçler
savaşıyor ama bu işlerden hiç haberi olmayan masum
insanlar; fizyolojik, psikolojik ve sosyolojik olarak bu
durumdan çok fazlasıyla etkileniyorlar. Umarım alınan
ateşkes anlaşmasına uyulur ve daha fazla insan darbe
almaz. Yaşanılan bu travmanın unutulması mümkün
değil. Bundan sonrası için, sığınmacı – mülteci konumundaki insanların bulunduğu ülke yönetimlerine
iş düşüyor. Bu insanların sağlıklı şekilde ülkelerine
uyumlarının sağlanması, gerekli psikolojik desteklerin
yapılmasıyla içinde bulundukları kaygının azaltılması
hedef olmadır görüşündeyim.
Kaynakça:
www.bbc.com (Kadın mülteciler), www.sozcu.com.tr (Suriye’li kadınların dörtte biri hamile), gercekhaberci.com, Anadolu Psikiyatri Dergisi (Türkleş S, Yılmaz M, Özcan A, Öncü E, Karataş B Kadınlarda
ruh sağlığını ve aile işlevlerini etkileyen etmenler), Mehmet Gündüz
- Nalan Yetim Terör ve göç, Toplum ve Göç II., www.maslumder.
org (Kamp dışında yaşayan Suriye’li Kadın Sığınmacılar), www.milliyet.com.tr, demokratikkadınhareketi.com, akademikperspektif.com,
haber.sol.org.tr (Suriye’li mülteci kadın), www.hurriyet.com, www.
yurtgazetesi.com.tr (Af Örgütü: Suriye’li mülteci kadınlar, Avrupaya
giderken cinsel tacize uğruyor)
37
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
DERNEKTEN
DİKTATÖRLÜK
D
iktatörlük kavramı, köken olarak Eski
Roma’ya kadar uzanmaktadır. Eski Roma’da,
toplumsal ve siyasal açıdan olağanüstü durumların yaşandığı dönemlerde, altı aylık süre için
kendisine mutlak yetkiler verilerek göreve getirilen
konsüle diktatör denmekteydi. Bugün diktatörlük,
şu karakteristik özelliklere sahip otorite tipini tanımlamaktadır: Devletin başındaki kişinin yaptıklarının
hesabını vermesini ya da görevden uzaklaştırılmasını sağlayan hukuk kuralları yoktur, iktidarın eylem
alanı sınırsızdır, iktidar uygulamada bulunan hukuk
kurallarına aykırı bir biçimde ele geçirilmiştir, iktidarın el değiştirmesin bir düzen içinde gerçekleştirmesi için gerekli hukuk kuralları yoktur, iktidar
yalnızca sınırlı bir grubun yararına kullanılır, tebaa
yalnızca korktuğu için itaat eder, iktidar tek kişinin
elinde toplanır, iktidar terör uygular. Diktatörlükler,
bu özelliklerin tamamına sahip olmayabilirler.
Diktatörlük, devletin bir kişi ya da küçük bir grubun
sınırsız tahakkümü altında olması anlamına gelmektedir. Diktatörlük terim olarak, sadece bir devletin
siyasal rejimini ifade etmemektedir, aynı zamanda
bir yaşam tarzına temel oluşturan bir ideolojiyi ve
bir siyasal davranış biçimini de anlatmaktadır. Tüm
diktatörlüklerin paylaştığı ortak özellikler vardır.
Bunlar şöyle özetlenebilir: Diktatörlüklerde kuvvetler ayrılığı yoktur. İktidarın hukuk dışı kullanılması
ya da iktidarın sınırlarını kaldıracak bir hukuk yaratılır. Diktatörlüklerde insan hakları ciddi biçimde
kısıtlanır. Diktatörlerin izlediği politikalar ani, duygusal ve tepkisel biçimde oluşturulmaktadır. Diktatörler, siyasal ve toplumsal düzeni despotik yöntemlerle kontrol altında tutmaya çalışırlar.
Yazı
Serkan KESKİN
38
Bir ülkeye diktatörlüğün gelmesine yol açan nedenlerden biri, demokrasinin zayıflığı ya da işlevsiz
oluşudur. Diktatörlüğün ortaya çıkmasına elverişli
ortam yaratan diğer koşullar ise, çözüme kavuşturulamayan ve son noktasına gelmiş toplumsal sorunlar, ekonomik krizler, toplumda antidemokratik
güç odaklarının ortaya çıkması ve anayasal düzeni
tahrip eden karar ve uygulamaların bulunması olarak sayılabilir. Diktatörlükler, despotik tek adam hükümranlığı, elit yapılı diktatörlük, oryantal diktatörlük, totaliter diktatörlük, anayasal diktatörlük olarak
ortaya çıkabilir.
MART 2016
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
ODTÜ’DEN BİR KÖŞE
ODTÜ’DE AĞAÇSIZ BİR ALAN
B
aşka yerde olsa hiç kimsenin fark etmeyeceği ağaçsız bir alan ODTÜ’de olunca hemen
göze çarpar.
Rektörlüğün 6. katındaki penceremden baktığımda
ODTÜ’nün sınırlarını belli eden ağaçlar ve ağaçların ötesinde ODTÜ’nün ağaçlarını görsün diye yüksek yüksek yapılmış binalar görünür. KKM’nin sol
tarafından ileriye doğru, tepenin altında kaldığından
görünmeyen Vişnelik binası yönünde bakıldığında her
tarafı ağaçlarla çevrili bir boş alan görünür. Rektörlüğün
önüne inip bakıldığında ise yüksek ağaçların arkasında
kaybolur, ancak yolun kenarındaki çınarlar ve atkestaneleri yapraklarını döktüğü zamanlarda görülebilir.
Bir resim paleti gibidir. Kar ilk yağmaya başladığında
ağaçlardan önce beyazlaşır, Bahar gelip doğa yeşile
bürünürken ilk yeşil orada görünür, Güz günlerinde
Ankara’nın bozkır renklerine bürünür. Boş alanı çevreleyen çam ağaçları ise hep aynı renktir.
Yıllardır karşımızda duran ve sık sık fotoğrafını çektiğim bu boş alanın yakından nasıl göründüğüne bakmak için o yöne yaptığımız bir fotoğraf yürüyüşünde
bu kez o yönden ODTÜ’nün fotoğraflarını çekmiştim
(16 Haziran 2004). Sanki o alan, sessizlik ve yalnızlık
arayan bir ODTÜ’lü gelsin, yeşilliklerle, çiçeklerle kaplı yerlere otursun ve ODTÜ’yü seyretsin diye öyle boş
bırakılmıştı.
• ODTÜ’yü simgeleyecek devasa bir anıt/hey- Yazı&Fotoğraflar
kel dikilse... ODTÜ’nün her tarafından ve Aydın TİRYAKİ (ChE’81)
ODTÜ’nün ağaçlarını görmek için yüksek yüksek yapılmış binalardan görünse…
Burası ODTÜ’nün bir köşesidir, ağaçlarla kaplı
ODTÜ’nün ağaçsız küçük bir köşesidir. O alan boş
mu bırakılmıştır, dikilen fidanlar tutmamış mıdır, yoksa anımsayamadığım bir yangın mı olmuştur, bilemiyorum. Bu soruyu ODTÜ Ağaçlandırma ve Çevre
Düzenleme Müdür v.
Erhan Torunoğlu’na sorduğumda gelen yanıt şöyleydi:
“Eski çalışanlarımız, bu alanda herhangi bir yangın
olmadığını, bir kaç kez dikim yapıldığını ama muhtemelen toprak yapısından dolayı dikimlerin başarısız
olduğunu söylerler. Biz daha kötü yerleri de ağaçlandırdık, niyetlensek burayı da ağaçlandırırız ama ekolojik sistemin nefes aldığı, farklı otsu türlerin yetişebildiği bir orman içi boşluk olarak kalmasını ben daha
çok tercih ederim.”
Eski fotoğraflara baktığımda, en önemli değişiklik, yeşilin bittiği ODTÜ sınırının ötesindeki binaların sayısının ne kadar çok arttığı ve ne kadar yükseldiğiydi.
Yirmi yıldan fazla süredir o boş alana bakarken oraya
yakıştırdığım iki şey oldu:
• ODTÜ’nün en güzel ağaçlarının ODTÜ’de yetişmiş fidanları dikilse, karşıdan onların büyümesini izlesek...
SAYI 258
39
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
HOCAM İNECEK VAR
İSPİR
M
alum, mevsim kış; havalar soğuk. Hani, canımızın istediği gibi gezemiyoruz. Öyle olunca
(Econ/Stat’ocak-76)
da “Hocam İnecek Var”ın yeni bir sayfasını
açmak için eski defterleri karıştırıyoruz. Sözün özü,
bu ay daha önce yaptığımız bir geziden söz edecek,
Karadeniz’in arka sokaklarında dolaşacağız.
Yazı&Fotoğraflar
M. Bülent VARLIK
Yol Boyunca…
Yolumuz uzun… İspir’e ulaşmak için, Trabzon’dan
yola koyulup Sürmene ve Of’u geçtikten sonra İkizdere yoluna sapmak gerekli. Osmanlı döneminde Kuray-ı
Sab’a olarak anılan İkizdere küçük bir ilçe. İkizdere’ye
gitmişken hemen yakınlardaki Güneyce Beldesi’nde
bulunan Hacı Şeyh Camii’ni görmek gerekli.
Yolunuz bu taraflara düşmüşken yine yakınlarda bulunan Şimşirli Köyü’ne uğramanızı da öneririm. Eski
adı Komes olan köyde
son derece güzel ahşap bir cami bulunmakta. Hemen belirtelim,
Şimşirli’de bulunan küçük bir lokantada, fındık
kabuklarının
közünde
pişirilen, yörenin nefis
etlerinin tadına bakabilir,
yakınlarda çıkan maden
suyunu içebilirsiniz. Aynı
yerde, yöreye özgü bazı
40
küçük hediyelik eşyalar
bulmak da mümkün. Bu
rotayı öncelikle gündeminize almanızı tavsiye
ederim; çünkü son duyumlarıma göre, burada
da bir “HES” yapılacakmış ve lokanta ile maden suyunun çıktığı alan sular altında kalacakmış!
Bundan sonraki durak ise Ovit Dağı geçidi. Burası,
2640 Metre rakımı ile Türkiye’nin en yüksek geçitlerinden biri.
Geçidin hemen başında oldukça büyük bir buzul gölü
bulunmakta. Gölün arkasında bulunan tepelerin koyaklarında Ağustos ayında bile kar yığınlarını görmek
mümkün. Zaten gölü besleyen sular da bu karların
erimesi ile ortaya çıkıyor. Bu gölden çıkan küçük bir
çay, tepelerden gelen diğerleri ile birleşerek bir yerlerde Çoruh’a katılıyor. Ovit buzul gölünde kısa bir mola
verip olağanüstü güzel manzaranın tadını çıkarabilirsiniz. Her yan yemyeşil. Etrafınıza biraz göz gezdirirseniz Van’dakilerden daha farklı, bordo renkli küçük ters
laleler görebilirsiniz. Kayaların üzerinde, belki garip
gelecek ama kaktüs cinsi bazı bitkiler de bulunmakta.
Yeri gelmişken bir not daha düşelim. Bu güzelim yolu
kullanmak için çok az vaktiniz var. Çünkü her yıl Kasım – Nisan arasında kardan kapanan Ovit Geçidi’nde
trafik akışının sağlanması için yaklaşık olarak 15 Kilometre uzunluğunda bir tünel yapılıyor. Kısa bir süre
sonra faaliyet geçmesi planlanan tünel, dediklerine
göre, tamamlandığında dünyanın ikinci uzun tüneli
olacakmış!
MART 2016
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
HOCAM İNECEK VAR
Biraz daha ileride Türkiye’nin en büyük sülalesine ait
olan araziler uzanıyor. Burada her yıl büyük şenlikler düzenleniyor. Binlerce kişinin katıldığı şenliklerde
bütün ihtiyaçların karşılanması için gereken önlemler
alınmış, ama bir de çöpler olmasa!!!
İspir’e doğru yaklaşırken meralarda koyun ve keçilerini otlatan göçerleri, çadırlarını görmeniz de mümkün.
Ve İspir
İspir, 6000 – 7000 nüfuslu küçük bir ilçe. Coğrafi olarak
Karadeniz Bölgesi’nde yer alan İspir, Çoruh Nehri’nin
kıyılarında kurulmuş. Bu büyüklükteki bütün yerleşim
yerlerinde olduğu gibi bir ana caddesi var. Bütün hayat
o cadde üzerinde geçiyor.
Kentin tarihi neredeyse üç bin yıl öncesine kadar
uzanmakta. Bölge, Perslerin, Bagratilerin, Romalıların,
Arapların ve Doğu Romalıların yönetiminde kalmış.
Bu arada birçok Ermeni de bölgeye yerleşmiş. Zaten
kentin Ermenice’deki adı da “Spir”. Bölge bin yıl kadar önce Selçukluların hakimiyetine girer. Sonra, Akkoyunlular ve Osmanlılar… Ardından kısa bir süre Rus
işgali ve 1918’de kurtuluş…
Vital Cuinet, La Turquie D’Asie adlı eserinde 1890’lı
yıllarda İspir’in nüfusunun 33 bin civarında olduğunu, bunun 3 bin kadarının Ermeni olduğunu kaydeder.
Kentte, ayrıca 75 ortodoks Rum’da yaşamaktadır. Aynı
tarihlerde müslümanların 13 ve Ermenilerin 2 okulu
bulunmaktadır. Kentte, 20 cami, bir Ermeni Grogoryen, bir Ermeni Katolik ve bir Rum Ortodoks kilisesi
mevcuttur. Yine aynı kaynağa göre o tarihte İspir’de
kayda değer bir tarım ve sanayi kuruluşu bulunmamaktadır.
Nereleri Gezmeli?
Doğrusunu söylemek gerekirse, İspir’de öyle görelecek, gezilecek çok fazla bir yer yok. Şehrin girişindeki
tepenin üzerinde yer alan kale, cami ve kilise görülmesi gereken tek yer.
Kale ve caminin duvarları bir kısmı, bulundukları tepenin eteklerinden akan Çoruh Nehri’nin kıyılarından toplanan taşlarla inşa edilmiş. Üst kısımlarda ise
muntazam kesme taşlar kullanılmış. Kalenin ilk yapılış
tarihi bilinmiyor, Saltuklular zamanında inşa edildiği,
SAYI 258
Osmanlı döneminde tamirattan geçtiği tahmin ediliyor. Kalenin tepesinde yer
alan caminin minaresinin
bir zamanlar bütün ovaya
hakim olduğu için gözetleme kulesi olarak kullanıldığı sanılıyor.
Kalenin ve caminin yer
aldığı tepenin üzerinde
bir Ermeni kilisesinin kalıntıları yer almakta. Sadece apsis bölümünün ayakta
kaldığı kilisenin büyüklüğü temel izlerinden tahmin
edilebilmekte.
Ne Alınır?
İspir, ülkemizin en kaliteli kuru fasulyelerinin üretildiği yerlerden biri. Buraya kadar gelmişken almadan
dönmek olmaz. İspir fasulyesinin özelliği erken pişmesi, suda şişmesi ve pişince kabuk atmaması. Yeri gelmişken kaydedelim, üretim miktarı sınırlı olduğu için
fasulyenin fiyatı İspir’de bile oldukça yüksek, Ankara
ile pek fark yok denilebilir! İspir’den alınabilecek bir
diğer ürün de çekirdeksiz dut kurusu olan “çemiç”.
İspir’den Yusufeli’ne
İspir’den Yusufeli’ne uzanan yol, özellikle dağ yolu
tam anlamı ile manzarasına doyum olmayan nitelikte.
Yol boyunca çok sayıda kaleyi görmek mümkün. Vadi
tabanındaki tarlalarda yer yer çeltik üretimi yapılmakta. Fotoğraf tutkunları için mutlaka görülmesi gereken
yerler. Mevsiminde sarının yeşilin her tonunu birarada
görmek mümkün.
Yusufeli ile ilgili gezi notlarımızı yıllar önce yazmıştık.
O zamandan bu yana olumlu yönde değişen bir şey
yok. Muhtemelen ilçenin kısa bir süre sonra sular altında kalacak olması nedeniyle yeni yatırım yapılmamış.
Bir zamanlar şehrin ortasındaki iki katlı tanıtım bürosunun üst katında bulunan küçük etnografya müzesi
nedense kapatılmış. Ama buna karşılık biraz ilerideki
parkın ortasına renkli bir heykel konulmuş. Hepsi o
kadar!
Gideceğimiz bir diğer diyarda karşılaşabilmek dileğiyle,
41
Toledo
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
ŞEHİR YAZILARI
Yazı
İbrahim BERKSOY (ME’91)
E
ğer yolunuz Madrid’e düşerse İspanya’nın Altın Çağı’ndan bu yana yaklaşık 500 yıldır ülkeye
başkentlik yapan bu kadim kenti gezdikten sonra
Atocha istasyonundan hızlı trene binip yarım saatte
Toledo’ya gitmeyi, Madrid’den önceki bu eski başkenti
gezip görmeyi ihmal etmeyin… Birkaç kez Madrid’e
kadar gelip de hemen yanı başındaki Toledo’ya neden gitmediğime hep hayıflanır dururdum. Geçen yıl
şubatta oradaydım. Toledo’da, eski bir imparatorluk
şehrinde geçirdiğim birkaç güzel gün doğrusu her
şeye değerdi.
Madrid’teki Atocha İstasyonu’nun içerisi botanik parkı
gibi. Avrupa’da irili ufaklı pek çok tren istasyonu gördüm. Gördüğüm istasyonlar içinde Atocha İstasyonu
belki de Avrupa’nın en güzel, en ferah istasyonu. Aslında belleğinizi biraz zorlasanız bu terminali bir yerlerden hüzünle anımsayacaksınız: Atocha… Hani şu
2004’te Madrid’te bombalanan terminal… Keşke dünyanın her köşesi hep güzel anılarla anımsansa… Gel
gör ki olmuyor işte… Gün geliyor Atocha İstasyonu’nun
yanına Ankara Garı ekleniyor; barışa dair ne kadar
söylenecek güzel söz, ümitli söz varsa gelecekteki
güzel günlere, ümitli günlere erteleniyor…
Atocha İstasyonu’ndan Toledo’ya giderken vagon penceresinden uçsuz bucaksız düzlükleri, ötelerdeki
dağları, bayırları, gökyüzünün maviliklerini seyre dalmak öyle güzeldi ki… Toledo’nun küçük, şirin istasyonunun önünde bekleyen taksilerden biri kaşla göz
42
arasında bizi alıp yamaçlardaki otelimize ulaştırdı.
Otelin seyirlik penceresinden bir akşamüstü bu kadim şehri seyre dalmak eşsiz bir keyifti. Birbiri ardı
sıra, birer ikişer yanmaya başlayan şehrin ışıkları,
kenti çepeçevre kuşatan Tajo nehrinin üzerinde adeta
dans etmekteydi. Işıkla suyun dansı tıpkı daha önce
gördüğüm Toledo kartpostallarındaki gibiydi; öylesine güzel, öylesine renkli, öylesine çekici, öylesine
davetkâr…
Aslında bir ortaçağ şehridir Toledo. Öncesinde, 6.
Yüzyılda, bir Vizigot başkenti; sonrasında, 11. Yüzyılda, Kastilya’nın başkentidir. 8. Yüzyılın başında
Cebelitarık Boğazı’nı aşıp İber Yarımadası’na geçen
ve kendilerine Mağribi denilen Kuzey Afrikalı Müslümanların dilinde Tuleytula’dır şehrin adı. Krallık sarayının 1561’de Madrid’e taşınmasıyla birlikte Toledo,
“sessiz arka bahçeler”in sükûnetinde kadim bir ortaçağ kentine dönüşür.
Gün doğumunda şehre tepeden şöyle bir bakarsanız
karşınızda bakmaya doyamayacağınız tablo gibi bir şehir manzarası çıkar. Tajo Nehri’nin iki yakasında yaşanan hayatları birbirine bağlayan ortaçağdan kalma iki
tarihi köprü (Alcántara Köprüsü ile San Martin Köprüsü ) ile birlikte kenti çepeçevre kuşatan ortaçağdan
kalma kent surları ilk göze çarpan yapılardandır.
Şehrin hemen her yerinden görülebilen Katedral,
İspanyol gotik katedrallerinin en iyi örneklerinden
MART 2016
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
ŞEHİR YAZILARI
birisi olarak kabul edilmektedir. Toledo Katedrali’nin
yapımına 1226›da Kral III. Fernando döneminde başlanmıştır. Kilisenin El Greco, Francisco Goya ve öteki ünlü ressamların tabloların bulunduğu zengin bir
müzesi vardır. Yine kentin hemen her yerinden görülebilen, kente egemen konumdaki Romalılardan kalma kale ise günümüzde askerî müze olarak kullanılmaktadır.
Katedral ile birlikte Alcázar de Toledo, şehir kartpostallarını süsleyen iki görkemli anıtsal yapıdır. Toledo Alcázar’ı ilkin 3. Yüzyılda imparatorluk sarayı
(Roma İmparatorluğu) olarak inşa edilmiş. Alcázar,
başkentin Toledo’dan Madrid’e taşındığı tarihe kadar
(1561) krallık sarayı (İspanya Krallığı) olarak kullanılmış. Alcázar, Endülüs Emevileri döneminde Arapça “el kasr” (saray) olarak söylenen saray sözünün
İspanyolca söylenişi. Toledo Alcázar’ı yakın geçmişte
İspanya iç savaşının simge yapılarından biriydi. Savaşın ilk günlerinde 22 Temmuz 1936›da faşist Franco rejiminin resmi ve gayr-ı resmi silahlı güçleri direnişçilerin sığınağı haline gelen Toledo›nun simgesi
Alcazar de Toledo’yu kuşatır. 28 Eylül’e kadar kent
aralıksız bombalanır. “Faşizme geçit yok!”, “no pasaran” sloganlarıyla yalnızca İspanya’yı değil, insanlığın özgür geleceğini de savunan bir avuç direnişçinin onurlu direnişi, “Alcazar de Toledo savunması”
adıyla İspanya İç Savaşı’nın unutulmaz olaylarından
biri olarak tarihe geçer.
SAYI 258
Toledo, aynı zamanda, dünyaca ünlü İspanyol yazar
Miguel de Cervantes’in belki de kendisinden de ünlü
roman kahramanı Don Quijote (Don Kişot)’un, kalkanı
ve mızrağıyla yel değirmenlerine karşı umudu ve gelecekteki güzel günleri savunduğu şehir. Bu yüzden,
şehrin hemen her yerinde, sokaklarında, meydanlarında bir Don Kişot heykeline rastlamak mümkün.
Şehri gezdiğinizde göreceksiniz; kentte dar ve dolambaçlı sokakların hepsi Zocodover Meydanı’nda
birleşir. Toledo çeliği pek ünlü olduğundan meydandaki hediyelik eşya satan dükkânlarda en çok satılan
ürünler arasında Toledo çeliğinden mamul bıçaklar,
kılıçlar, tepsiler ilk sıralarda yer almakta.
***
Başbakan, “Sur, Toledo gibi olacak” deyince geçen
yılki Toledo gezimi anımsadım. Sur’a adını veren
Diyarbakır’ın kadim surlarını da Toledo’nun tarihi
mirasını da gezip gördüm. Bugüne değin yaşadıklarımdan, gezip gördüklerimden öğrendiğim bir şey var:
Yeryüzünde her şehir bir yönüyle bir başka şehre ilham verir, vermeli de; ama hiçbir şehir bir başkasına
benzemez, benzememeli de. Taş yerinde ağırdır; Sur,
Diyarbakır’da, Toledo İspanya’da ağırdır. Diyarbakır,
“sırrını surlara fısıldayan” kadim bir şehirdir. Toledo
ise kadim bir ortaçağ başkentidir.
Sur’un yıkıntılarından “TOKİ mimarisi” ürünü “yeni”
bir Toledo “inşa” etmeye kalkışmak her şey bir yana
Sur’u da Toledo’yu da hiç anlamamaktır.
43
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
SAĞLIK
Kaygılarımız ve Korkularımız
Yazı
Gözde İKİZER (PSY ’06)
K
aygı istenilmeyen ve tehdit içeren durumlara
yönelik verilen bir tepkidir. Birçok insan topluluk önünde konuşma yapmaktan, bir iş görüşmesinin sonucunu beklerken ya da karanlık bir sokakta tek başına yürürken kaygı duyar. Ortada belirgin bir
tehdit olmasa da, zihnimizdeki olası tehlikelere yönelik beklentiler kaygı yaşamamıza neden olur. Kaygı algılanan tehditler karşısında kişinin harekete geçmesini
sağlayan bir alarm mekanizması gibi çalışır ve çeşitli
bedensel, duygusal, davranışsal ve bilişsel tepkiler yoluyla ifade edilir.
Bunun yanı sıra, korku yaşadığımızı söylediğimizde
tehdit içeren unsurun çok daha belirgin olduğuna yönelik bir vurgu yaparız. Tehlike gerçek veya bilindik
niteliktedir. Karanlık sokakta yürürken birisi bize elinde bıçakla yaklaştığında ya da yolda bir arabanın üzerimize doğru geldiğini gördüğümüzde hissedeceğimiz
gibi. Korku zarar gelebileceği yönünde kişiyi uyararak
kendini koruması için harekete geçirir. Korku yaşadığımızda kaygıda olduğu gibi yine birtakım stres tepkileri
veririz. Örneğin, dikkatimizi tehdit edici unsura yöneltiriz, kalp atışımız ve nefes alış verişimiz hızlanır ve
ortamdan uzaklaşmaya çabalayabiliriz.
44
Kaygı ve korku ortaya çıkan stres tepkileri açısından
benzerlik gösterse de, algılanan tehdidin doğası gereği
birbirinden ayrışmaktadır. Kaygı genellikle daha uzun
süreli olmaktadır ve genellikle korkuda olduğu kadar
belirgin bir tehdit tarafından tetiklenmemektedir. Algılanan tehdidin gerçekleşip gerçekleşmeyeceği, ne
zaman gerçekleşeceği ve bunun hakkında ne yapılabileceği konusunda belirsizlik mevcuttur. Buna rağmen,
kaygı ve korku birbiri ile ilişkili duygular olarak bilinmektedir. Travma sonrası stres buna bir örnektir. Bazen, kişi artık güvende olsa dahi, geçmişteki korkular
yeniden açığa çıkabilir. Örneğin, geçmişteki travmaya
benzer bir deneyim ya da belirli düşünceler travma
sonrası stres tepkilerini tetikleyebilir. Her ne kadar
travma yaşandığı anda ortaya çıkan duygu temelde
korku olsa da, önceki deneyim temelinde bir tehlike
beklentisi olduğundan travma sonrası stres kaygının
görülmesine neden olmaktadır.
Kaygı ve korkuya öncülük eden durumlara verilen tepkiler ile bunların nasıl değerlendirildiği bu duyguların
deneyimini önemli ölçüde etkiler. Örneğin, tehdidin
kontrol edilemeyeceği inancı ya da duygunun aşırı olduğu yönündeki kaygı da kaygının kendisini artıran
etkenler olabilmektedir.
MART 2016
Kaygı ve korku hayatın normal bir parçası olan doğal tepkiler olarak kabul edilmesine rağmen, bazen kaygının ve korkunun süresi
ve derecesi fazla olabilir. Böyle olduğunda, yetişkinler yaşantıları
ile başa çıkmakta zorlanabilirler; kaygı ve korku karşısında verilen tepkiler aşırı olmaya başlayabilir. Kaygı veya korku yaratan
unsurdan kaçınmak da baş etme çabalarını olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Bu olumsuz duygular yoğun ve uzun süreli yaşandığında günlük yaşam olumsuz yönde etkilenerek kişilerin yaşam
kalitesini düşebilir. Kişiler birçok durumda olumsuz duygular ile
baş edebilirler; ancak kaygı bozukluklarında olduğu gibi kişilerin
baş etme kapasitesinin yetersiz kaldığı durumlarda bu konularda eğitim almış ruh sağlığı uzmanlarının desteği gerekir. Yoğun
ve işlevsel olmayan kaygının ve korkunun giderilmesi için bilgi
ve destek almak yararlı olacağı gibi, bunlara yönelik ilaçla tedavi
yöntemleri ve psikoterapiler bulunmaktadır.
Kaynaklar:
Lamia, M. C. (2011, 15 Aralık). The complexity of fear [Blog kaydı]. https://www.
psychologytoday.com/blog/intense-emotions-and-strong-feelings/201112/thecomplexity-fear’dan alınmıştır.
Yorulmaz, O., & Altın, M. (2007). Yetişkinlik dönemi psikolojik sorunları ve çözüm
önerileri: Kaygı bozuklukları. A. N. Karancı, F. Gençöz, & Ö. Bozo (Eds.), “Psikolojik sağlığımızı nasıl koruruz? II Yetişkinlik ve yaşlılık” içinde (sayfa 33-41). Ankara:
ODTÜ Yayıncılık.
SAYI 258
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
OPERA SAHNELERİ’NDEN
Ruhunu Satan Faust
İkinci perde başında iPad üstünden kitap okuyan genç
güzel kız Margurita. Salıncakta sallananlar, cırlak renkte
elbiseler, cart sarı simokinli Faust, cart kırmızı simokinli
Mefisto, ikinci yarıda askeri marş eşliğinde veteran askerker, siyah elbiseli, şapkalı. Sivil kalabalı, düello ve
subayın kaybedişi,
Goethe yazmış, Gounod bestelemiş,
İstanbul Süreyya Operası’nda…
Yazı
Haluk DİRESKENELİ (ME’73)
S
üreyya seyircisi sanki bu coğrafyanın insanı değil.
Eğitimli, görgülü, ayrı, farklı bir kuşak. Burada insan opera binası dışındaki olayları unutuyor. Bir
gün önce Ankara’nın merkezinde askeri lojmanlarda
bombalı saldırı olmuş, Güneydoğu, güney sınırımız,
işgalci mi mülteci mi belli olmayan yabancı insanlar,
Süreyya içinde her şeyi hepsini unutuyorsunuz. Unuttuğunuzu sanıyorsunuz, ancak yönetmen son sahnedeki
vahşet ile sizi gündeme geri götürüyor. Güçlü solistler,
zengin ve tiyatral olarak güçlü koro, mükemmel bir orkestra, harika yöneten bir şef. Böylesi muhteşem bir
sahneleme sanatını izlemek çok büyük ayrıcalık olmalı.
Opera öncesi eserin müziğini dinledim. CD bulamadım,
aramadığım yer kalmadı, en son Tünel girişindeki Lale
plak dükkanında son bir adet buldum Emi 1991 kayıt hemen kaptım. Opera müziğini evde, işte devamlı
dinledim. 18-20 Şubat geceleri izledim. Yazılı orijinal
eser Almanca, ancak operanın librettosu Fransızca ve
siz operayı Fransızca izliyorsunuz.
Birinci perde tekerlekli iskemlede yaşlılıkla savaşan
Faust betimlemesi ile başlıyor, plaj kılığında top oynayan ikili balerin çiftler, kan dolu sondayı değiştiren
hemşireler, saçını elektrikli saç kurutma makinası ile
kurutmaya çalışan, daha sonra ruhunu şeytana satarak
gençleşen Faust. Birinci perdenin sonlarında muhteşen
bir koreografiyle sunulan bale gösterisi. Dekor üç katlı
çelik inşaat iskelesinden oluşuyor, makina dişlileri ile
zenginleştirilmiş.
Bu arada çok sayıda seyirci paltolarını alıp operadan
ayrıldılar, saat 22:30 oldu, daha bir perde vardı. Son
perde tarikat ayinini andıran dinsel bir törenle açıldı.
Mefisto, Papa kıyafetiyle göründü. Sonra sahne değişti,
punk saçlı deri elbiseli maskeli marjinallerin partisi başladı. Arkasından harika bir koreografi ve muhteşem melodik müzik eşliğinde bale sürdü. Son perdede dağitmış
Maguerita, Faust ve mefisto üçlüsünün aryası, tekrar
dinsel bir ayin ve org müziği. Perde kapanışından önceki sahneyi seyircinin midesinin kaldırması kolay değil.
Opera bir abartı sanatı ama bu kadar abartılı dehşeti
seyretmek hiç kolay değil.
Opera net 145-dakika, aralar ile beraber toplam üç saattten fazla sürüyor. 15-dakikalik 2-ara var. Ara verildiğinde kapı önüne çıkmak, balkondaki büfeden çaykahve- kırmızı - beyaz satın almak mümkün. Saat 23:15
gibi eser bitince, perde kapanınca metroya koşmanız
lazım. İstanbul’da haftaiçi gece son metro seferi 24:00’te
kalkıyor.
Cumartesi 16:00 gündüz sahneleme, eğer yer bulabilirseniz, bizler için daha iyi seçenek oluyor, daha kolay ve
rahat oluyor. Biletler 1-ay öncesinden internette satışa
çıkıyor, ilk 3-gün içinde bitiyor. Sahnelenme öncesi son
günlerde iadeler başlıyor. Son günlerde kontrol edin,
belki iyi yerler iade edilmiş, satışa açılmış olabilir.
24-25-29 Mart günleri Faust operası Süreyya’da tekrar
sahne alacak, kaçırmayın
Yaratıcı Kadro
ORKESTRA ŞEFİ
ROBERTO GIANOLA
SAHNEYE KOYAN
RECEP AYYILMAZ
DEKOR
EFTER TUNÇ
KOSTÜM
Ş.GİZEM BETİL
IŞIK
YAKUP ÇARTIK
KORO ŞEFİ
MARCO MORRONE
KOREOGRAFİ
BEYHAN A. MURPHY
Solistler
LE DOCTEUR FAUST ERDEM ERDOĞAN , HÜSEYİN LİKOS
46
MÉPHISTOPHÉLÈS.
ZAFER ERDAŞ , TUNCAY KURTOĞLU ,
GÖKHAN ÜRBEN
VALENTIN
CANER AKGÜN , ALPER GÖÇERİ
WAGNER
UTKU BAYBURT , B.NOYAN COŞGUN
MARGUERITE
AYTEN TELEK , GÜLBİN K. GÜNAY
SIEBEL
E.ÖZGE BELEN , DENİZ ERDOĞAN LİKOS
MARTHE
NESLİŞAH PEKİN , NURSEL DİNLER
MART 2016
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
SUDOKU
1
ÇOK ZOR
5
9
Nilgün EKERMEN
ŞUBAT
SUDOKU ÇÖZÜMÜ
9 6 5 2 4 7 1 8
2 1 7 3 9 8 6 5
3
4
4 8 3 5 1 6 9 2
7
3 5 8 7 6 2 4 9
1
1 4 6 8 5 9 7 3
2
7 2 9 4 3 1 5 6
8
5 3 1 9 2 4 8 7
6
8 9 4 6 7 3 2 1
6 7 2 1 8 5 3 4
5
9
BULMACA
SOL­DAN SAĞA
6
8
(CHE’87)
3
9
5 7
4
2
4
8
5
6
2
3
9
8
6
4
2
9
1
5
3
Be­yin ge­liş­tir­me­de en iyi eg­zer­siz­ler ara­sın­da
olan ve dü­şün­dü­rür­ken din­len­di­ren bir bul­ma­ca
Günay BULUT (ADM’85)
12 34 567 8 910
1) Izgarada pişirilmiş kalın sı1
ğır filetosu dilimi. 2) (Tersi) Demir elementinin simgesi; Her- 2
hangi bir sayıda olan şey, adet. 3
3) Bir gramın milyarda biri. 4) Doğal
4
ayıklanma sonucunda genetik olarak belli bir ortama uyarlanmış bitki 5
topluluğu; Eski dilde göz. 5) Aşının 6
tutması için yinelenmesi; Diyotlu ay7
dınlatma yönteminin kısa yazılışı. 6)
(Tersi) Yine; Savrulmuş harman tına- 8
zı.7) Fotoğrafın negatifi, fellah; Türkü, 9
şarkı 8) Her türlü iplikle örülen veya
10
bir kumaşın kenarına işlenen türlü biçimde ince ve ağ görünümünde örgü,
YUKARDAN AŞAĞIYA:
tentene 9) Güney Kutbu’ndaki kara
1) 5 Mart 1971’de güvenlik güçlerinin düzenbölgesi. 10) Lityumun simgesi; Gezgin
lediği ‘ODTÜ Yurtlar Baskını’ esnasında vuruderviş.
lan ve hayatını kaybeden ODTÜ öğrencisinin
adı ve soyadı. 2) Yürek oynaması, öfke, sinir;
Ansızın yapılan. “3) Kumaş yüzeyinde,üretim
ŞUBAT ÇÖZÜMÜ
sırasında oluşan düğüm; Briçte sanzatu. 4) No
SOLDAN SAĞA:
oyununda baş erkek oyuncunun taktığı “ mas1) Hasan Ali 2) Oyalı; Ar 3) Ray;
ke; buna «yüz» anlamına gelen men de denilir.
Lityum 4) Krakatoa 6) Abdi İpekçi
5) (Tersi) Küme; Paris’teki hizli metro Reseau
7) Pr; Su 8) Gospodar 9) Genom;
Express Regional’in kisaltmasi. 6) Filipinler’in
Fa 10) La; Linin.
plaka imi; Baltık dininde kutsal ve dokunulmaz
olan açık hava ibadet yeri. 7) Verme, ödeme;
YUKARIDAN AŞAĞI:
(Tersi) Platinin simgesi; Terbiyum elementinin
1) YUKARIDAN AŞAĞIYA : 1)
simgesi. 8) Yama vurulmuş, yama ile onarılKorkmazgil 2) Yar 3) Haya; Sg 4)
mış olan; İlkel benlik. 9) En kısa zaman dilimi;
Al; Krippel 5) Sıla; İroni 6) İtap;
Yemen’in plaka imi; Eski Mısır’da üretici güç.
Don 7) NATO; Esami 8) Arya; Kur
10) Günümüzden yaklaşık 200 bin ila 28 bin yıl
9) Aç 10) İcma; İlbay.
önce ve Homosapiens’ten önce yaşamış insan
türü.
SAYI 258
47
ODTÜLÜ’LERBÜLTENİ
ÇİZGİYLE
48
MART 2016
Download