ANKARA`DA KENTLEŞME VE YEREL YÖNETİMLER SEMPOZYUMU

advertisement
tmmob
makina mühendisleri odası
ANKARA'DA KENTLEŞME
VE
YEREL YÖNETİMLER SEMPOZYUMU
bildİRİlER kİTAbl
Aralık 2001 / Ankara
Yayın No
E/2001/281
S
tmmob
makina mühendisleri odası
Sümer Sok. 36/1-A
06440 Demirtepe / ANKARA
Tel: (0312) 231 31 59 Faks: (0312) 231 31 65
e-posta: mmo@mmo.org.tr
http://www.mrno.org.tr
Yayın No: E/2001/281
ISBN: 975-395-504-9
Bu yapıtın yayın hakkı Makina Mühendisleri Odası'na aittir. Kitabın hiçbir bölümü
değiştirilemez. MMO'nın izni olmadan kitabın hiçbir bölümü elektronik, mekanik vb. yollarla
kopya edilip kullanılamaz. Kaynak gösterilmek kaydı ile alıntı yapılabilir.
Aralık 2001 / Ankara
Baskı: Özkan Matbaacılık Ltd. Şti
(0312) 229 59 74
TMMOB
MAKİNA MÜHENDİSLERİ ODASI ANKARA ŞUBESİ
ANKARA'DA KENTLEŞME ve YEREL YÖNETİMLER SEMPOZYUMU
22-23 Haziran 2001
V. OTURUM
TARTIŞMALAR
Serhat GİRGİN
Muhsin EREN
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
MUHSİN EREN1
Senay Hökelek: "katılım, denetim, saydamlık" dedi, onun altını çizdim. Değerli muhtarımız Süleyman
Demircan: "demokratik yönetim ve katılma" dedi, yurttaş girişimi, geri çağırma, referandum gibi yöntemlerden
söz etti, onun altını çizdim. Ayten Alkan, daha önceden de bildirisini almıştım, toplumda, hane içerisinde kadınların
yerinden, kadın emeğinden söz etti ve politik düzlemde de kadınların temsil edilememesi olgusunu vurguladı,
onun altını çizdim. Avukat Hasan Tatar, o da gelseydi; onun da bildirisini almıştım, özürlülerin sorunlarından söz
edecekti.
Ben bu dört bildirinin de ortak paydasını katılım olarak ele alıyorum. Gerçekten kentli, kentin sorunlarına,
öncelikle sorunları ortaya koyarak, sonra bu sorunlara ilişkin çözümler üreterek, daha sonra bu çözümleri ilgili,
yerel yönetim birimlerine, yerel yönetimlere ileterek ve daha sonra da ilettiği yerlerde, bunların çözümü konusunda
ne gibi şeyler yapılıyor ya da yapılmıyor, bunları izleyerek bir biçimde yönetime katılmak durumundadır. Bunun
için yerel yönetimler bu katılımın en kolay sağlanabileceği yerlerdir; bu nedenle, yerel yönetimlere "demokrasinin
beşiği" veya "demokrasi okulu" deniliyor. Gerçekten kentli, bir biçimde katılımını yapmalıdır; ama, ne kadar
küçük ölçekte olursa olsun, katılmalıdır. Artık günümüzde doğrudan demokrasiyi sağlamak olanaklı olmadığına
göre, bir biçimde giderek temsil esasına dönülecektir, yerel meclisler söz konusu olacaktır. Halkın katılımı bu
yerel meclisleri denetleme biçiminde, yerel meclislere ağırlık koymak biçiminde olmak durumundadır; bu da ne
yazık ki, günümüzde gerçekleşmemektedir.
Bir belediye meclis üyesi olarak, kadınlarla sadece eşlerine iş isteyen ya da çocuklarına iş isteyen, yalvaran
kadınlarla görüşürken bir ilintim oldu. Sakatlar konusu, belediye meclisinin gündemine hiç gelmedi. Muhtarlarla
zaman zaman ilişkilerimiz oluyor, onlar da yerel hizmetler konusunda daha çok belediye başkanlarına bazı şeyleri
aktarmamız konusunda bizi bir araç olarak görüyorlar. Belediye meclisleri ya da yerel başka meclisler, il genel
meclisleri kentli iradesinin yoğunlaştığı yerler, demokrasinin odaklaştığı yerler olarak hiç görülmüyor. Belediye
meclis üyeleri de zaten çoğunlukla bunun bilincinde değiller. Oysa, kentte oluşturulacak politikaların taşınacağı
yer, kentli iradesinin taşınacağı yer belediye meclisleridir. Ben belediye meclisi üyesi olarak, konuyu biraz
özelleştirdim. Belediye meclisleri bu etkileşim içerisinde politika üretecekler, hizmet konusunda belediye başkanının
denetleyicisi olacaklardır; ama, bu uygulamada böyle olmakta mıdır? Kesinlikle olmamaktadır. Bana sorarsanız,
bugün belediye meclisi diye bir organ yoktur, göstermeliktir; bu, Ankara'da böyle olduğu gibi, başka yerlerde de
böyledir.
Abdülhamit Dönemi'nde "tahtakurusu" demek yasakmış, neden? Tahtakurusu, tahtın kurusun anlamını
çağrıştırılmış, o nedenle tehlikeliymiş. Ankara Büyükşehir Belediyesi'nde de hava kirliliğinden söz edemezsiniz,
kömürden hiç söz edemezsiniz, neden? Hava kirliliğinden söz ettiğiniz anda, kömür akla gelir. "Kömür" denildiği
zaman, kömürün ithal edildiği Güney Afrika'ya gidersiniz; Güney Afrika'ya gidince, dönüşte ben haritada
araştırdım, pek bulamadım Jamaika açıklarındaymış galiba, Ceymen Adaları diye bir yere uğrarsınız, Ceymen
Adaları'nda bir posta kutusundan ibaret Black Diamond diye bir şirkete rastlarsınız ve Ankara'daki kömür
ticaretinin, asıl kârının bu Black Daimond posta kutusundan ibaret Black Daimond Şirketi'nde odaklaştığmı
görürsünüz. Ama bütün bunları konuşmak tehlikelidir, "bunları gündeme alalım, tartışalım ve Ankaralı'ya bilgi
verelim değerli arkadaşlar, ey meclis üyesi arkadaşlar" dediğiniz anda, o meclis üyeleri de yanıp yakılıp, sizin
yanınızda yer alırsa, ne olur biliyor musunuz? O meclis kapatılır, toplanmaz değerli arkadaşlar, nasıl toplanmaz?
Abdülhamit'in 1876 Kanunu Esasiye'sindeki o "113. Madde" gibi istediği zaman padişahın meclisi ortadan
kaldırma, kapatma yetkisi vardı.
1580 sayılı Belediye Yasası'nda da belediyeler senede sadece üç kez toplanırlar; belediye meclisleri senede
sadece üç kez toplanırlar, birinde bütçeyi görüşmek üzere otuz gün, öbür ikisinde de kesin hesap gibi, faaliyet
raporu gibi başka bazı konuları görüşmek üzere on beşer gün. Bu nereden kaynaklanıyor? Belediyelerde, Belediye
1
Ankara Büyükşehir Belediye Meclis Üyesi
237
1
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
Yasası'nda olağan toplantı, olağanüstü toplantı kavramı var değerli arkadaşlar. Belediyeler olağan olarak, sadece
dediğim gibi üç kez toplanırlar ve bunların süresi de iki aydır. Onun ötesinde sürekli toplanabilmek belediye
başkanının lütfuna kalmıştır. Biz böyle tehlikeli konuları gündeme getirirsek eğer, belediye başkanı der ki: "Efendim,
belediye meclisleri senede sadece üç kez toplanır, şimdi toplantı döneminde değiliz, meclisi kapattım" bir daha da
toplamaz. Topladığı anda, meclis yapısı içerisinde kurulmuş olan komisyonlar vardır, o komisyonlar da çalışma
yapamaz ve meclis tümüyle işlevsiz kalır.
Bir de belediyeler ve belediye meclislerinin işlevsiz kalması açısından en önemli konulardan birisi de belediye
şirketleridir. Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin kurucusu olduğu, ortağı olduğu on yedi şirket vardır, sanıyorum
bir tane daha kurulmuş, on sekiz şirkettir hepsi. Ankara'da Ankaray'ı ve metroyu "BUGSAŞ" denilen bir şirket
işletir. Ankara'da metroya binen, Ankaray'a binen yolcu sayısı her yıl düşer, Ankara'nın nüfusu artar, hareketlilik
artar; ama, Ankaray'a binen yolcu sayısı her yıl, senede beş milyon düşüş gösteriyor. Nedendir bunlar? Bunun
nedenlerini araştıralım, biz Belediye Meclisi'yiz, hayır, araştıramazsınız, niye araştıranlayız? Efendim, burayı
"BUGSAŞ" denilen bir şirket işletiyor. Bu şirket de Ticaret Kanunu hükümlerine göre, ancak kendi organları
tarafından denetlenebilir ve incelenebilir, sizin buna yetkiniz yoktur. Böylelikle biz katılımdan söz ediyoruz,
halkın sorunlarından söz ediyoruz ve bunların belediye meclisi eliyle bir biçimde kontrol altında
bulundurulmasından, sahip çıkılmasından söz ediyoruz; faakt, belediye meclisi de tümüyle işlevsiz kalıyor, şirketler
eliyle birtakım işlevler gördürülüyor. Kamu hizmetleri şirketler eliyle görülüyor ki çok önemli bir konudur.
SERHAT GİRGİN2
"Nasıl bir dünyada ve nasıl bir ülkede yaşıyoruz?" sorusunun yanıtının çok önemli olduğunu düşünüyorum ve
bu bağlamda da ülkemizdeki son yirmi yıllık kentleşme süreçlerinin irdelenmesinin de önemli olduğunu
düşünüyorum. Çünkü kanımca, bu süreçler yaşanası bir kent ve kentli hakları için insanları Ankara'da olduğu
gibi, ülkemizin birçok yöresinde birtakım çabaların içerisine sokmuş durumdadır.
Katılım ve ortaklık birbirini bütünleyen kavramlar diye ifade edildi, doğru. Hem meclis üyemizin hem muhtar
arkadaşımızın yine katılımcılık noktasında söyledikleri var. Bunları biraz açmakta yarar olduğunu düşünüyorum.
Bizim algıladığımız, özellikle de kendi özgün deneyimimizde vurguladığımız, kavram olarak katılımcılığı biz üst
düzeyde katılımcılık olarak vurguluyoruz. Bu ne anlama geliyor? Bu anlamda, kentlilerin bütün karar alma
süreçlerinde söz sahibi olabilmesi, katılabilmesidir.
Ortaklık, ayrı tutulmaması gereken bir kavramdır; çünkü toplumun örgütlenmesinin özendirilmesi, örgütlülük
düzeyinin yükseltilmesi, varolan örgütlerin birlikte, koordineli çalışması, toplumun dinamizm ve birikimlerinin
toplumsal yaşamın organizasyonuna ve sorunların çözümüne doğru yoğunlaştırılmasını getirecek; hedef olarak,
bütün bu kavramlarda, ortaklık kavramı belirleyici bir biçimde, toplumsal yaşamı gündemine getirmektedir. Merkezi
yönetimin yerel temsilcileri, yerel yönetim birimleri ve tüm toplumsal örgütlerin ortaklığı kent yönetimi düzeyinde
olmalı ve mutlaka da karar süreçlerinde bu ortaklık yürütülmelidir.
Bu son yirmi yıllık kentleşme süreçlerini kastederken, özellikle Senay Hanım'ın bildirisinde de vurgulanmıştı,
son yirmi yıllık politikalara baktığımız zaman, adına "yeni liberal politikalar" diyebiliriz, "neoliberal politikalar"
diyebiliriz veya herhangi bir şey demeyiz, çok da önemli değil; ancak, burada hakikaten ön plana çıkan iki olgu
var: biri piyasa olgusu, diğeri de bireyciliktir. Bugün özellikle yoğun göç alan kentlerde kent yaşamını zorlaştıran
ve o kentte yaşayan yoksul insanlan daha da artıran çok önemli parametrelerden bir tanesi kamu hizmetlerinin
piyasa koşullarına göre şekillendirilmesidir. Oysa, kamusal hizmetler kentte yaşayan insanların gereksinimleri
için yürütülen hizmetlerdir. Dolayısıyla, bu yirmi yıllık süreçlerde zaten piyasa koşullan ve bireycilik üzerinde
şekillendirilen politikalarda, hiçbir biçimde sosyal yönü olmayan politikalarla, birtakım tartışmaları bu tür
2
Kocaeli Kent Konseyi, Makine Mühendisleri Odası Kocaeli Şube Başkanı
238
f
$
'•
i
'•
j
<
j
r
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
platformlarda ve bu tür platformlarla da yetinmeyip, hakikaten sahada, alanda, o kentte yaşamın her alanında
yürütülmesinin gerekli olduğunu düşünüyorum.
Son olarak, kent konseylerinin veya kent kurultaylarının önemine değinmek istiyorum ve bu bağlamda da çok
kısa İzmit'teki deneyimlerimizim temel felsefesini aktarmak istiyorum: Genel anlamda örgütlü toplumun nasıl
oluşturulacağının tartışması Türkiye'de kent konseylerini, kent kurultaylarını doğurmuştur, giderek de bazı yerlerde
bu yönde çalışmalar yaratmıştır: İlçe meclisleri, mahalle meclisleri ve kırsal kesimde de köy meclisleri... Örneğin,
İzmit'te temel bir ilkeyle yola çıkılmıştı: "Her şey insan için". Bu temel ilkeden yola çıkıldığında da temel tespit
şu oldu: Sorunlar ancak, sorunları yaşayanlar tarafından ve sorunların yaşandığı yerlerde çözümlenebilir. Yine,
yaşam mutlaka yaşayanlarca, yaşandığı yerde organize edilebilir. Böyle temel bir tespitten yola çıkılmıştı ve bu
noktada da kent konseylerinin, kent meclisleri çabalarının doğru örgütlenmesiyle, aceleciliğe kaçmadan ve başka
misyonlar yüklemeden, demokratik bir toplum inşası içinde çok önemli kazanımlar ve birikimler sağlayacağına
inanıyorum.
AKIN ATAUZ
Başlığa dikkatinizi çekmek istiyorum. Başlığımız yönetişimle ilgilidir, yönetişimle ilgili demokrasiyi geliştirmek,
yönetişimi gerçekleştirmek ve bunun için yöntemler bulabilmek zorundayız. Yönetişim bir hal, bir durum, bir
mekanizmanın adı değil, birçok halin, birçok durumun, birçok etkileşimin, birçok mekanizmaların adıdır. Bir
sürü yönetişim tarzı bulabiliriz, yönetişmek için pek çok dolayım yaratabiliriz ve bunların her biri ne olabilir? Her
biri biz, bu kentte yaşayan insanlar olarak, Ankaralılar olarak ya da yurttaşları olarak bu ülkenin yönetişimini
gerçekten var edebilmek için- Senay'ın ilk başta bahsettiği ilkeler açısından, kadınlar ve erkekler olarak piyasa
kuralları ve örgütlerin yapısı karşımızda olduğu halde-kendi aklımızı ve yaratıcılığımızı nasıl kullanabiliriz
Doç. Dr. BİRGÜL AYMAN GÜLER
Gündem 21, HABİTAT ve İstanbul Projesi'nden bahsetti Senay Hanım.
İlk olarak: Neden bu formülde özel sektör tek başına yönetişim unsurlarından biridir? "Yönetim, özel sektör,
sivil toplum kuruluşları" dedi, slaytta da görmüştük. Bu formülde özel sektör neden sivil toplumun içinde sayılmaz?
Bir de sivil toplumun içinde özel sektör ayrıca dernekleri ve vakıfları ile de var. Dolayısıyla, yönetimin yanında
özel sektör kendisi bir başlık olarak yönetişimde katılımcı ortaktır. Sivil toplum dediğimiz üçüncü ortağın içinde
de .örneğin, TÜSİAD'la, derneğiyle ya da vakıflarıyla ortaktır, bu, katılımı eşitlikçi özden uzaklaştıran bir formül
değil midir?
3
KAYHAN KAVAS
Mahalle muhtarlığı bir yerel yönetim birimi değildir; mahalle muhtarlığı, aslında seçilerek gelen, merkezi
hükümetin o bölgedeki bir temsilcisidir ve özellikle ülkemizde mahalle muhtarlığı dünya yönetim biçimine, dünya
yönetim tarzlarına bizim armağan ettiğimiz, büyük katkılar sunduğumuz çok muhteşem bir yapıdır. Dolayısıyla,
çalışmalarımızda mahalle muhtarlığının bu yapısını bozmayı hiç düşünmüyoruz. Muhtar, "mesleğimizin statüsü
yeniden değerlendirilmelidir, mahalledeki altyapı sorunlarına, sağlık sorunlarına, diğer konulara yeterince elimizde
olmadığı için ilgilenemiyoruz" dedi. Bir başka toplantıda da "mahalle muhtarlarının bütçesi olmalıdır" denildi.
Bunlara, kesinlikle katılmıyorum. Bu yapı doğru bir yapıdır, mahalle muhtarlığının böyle bir fonksiyonu
yoktur; böyle bir fonksiyonu olması da zaten beklenmemektedir; ne kuruluşunda beklenmekteydi ne de şimdi
beklenmektedir. Kendinize böyle yeni bir statü vermek demek, farklı bir kurum oluşturmak demektir.
Belediye meclis üyeleri ve il genel meclisi üyelerinin bazılarının da bu tür talepleri oluyor. Yani "biz otuz gün
süreli, mesai müddetince belediyenin çalışmaları içerisinde olabilmeliyiz; bu anlamda bizim bir büromuz olmalı,
3
İçişleri Bakanlığı Mahalli İdareler Genel Müdür Yardımcısı
239
i
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
f
bizim sekreteryamız olmalı" diyorlar; ama, mahalle muhtarlığı, il genel meclis üyeliği, belediye meclis üyeliği bir
anlamda katılımın somut gerçekleştiği yerlerdir. Bunlar birer memuriyet değildir, olmamalıdır da, o, mantık
değildir zaten, o, düşünce değildir.
Sayın Muhtar, son nokta, yeni yasa tasarısında özellikle yer konusunda, mekân konusunda ve araçlar-gereçler
konusunda olumlu birtakım düzenlemeler var.
REFİK AKIN
I
Merkezi yönetim hemen duruma müdahale etti ve bizim muhtarlığı nasıl görmemiz konusunda bizi uyardı.
Belediye meclisi üyeliklerinin de nasıl olması gerektiği konusunda; biz yetkilerimizi aşmış durumdayız. Kayhan
Bey'i kişisel olarak tanıyorum ve seviyorum, sözüm ona değil; ama, sözüm bir mantığadır. Yeni Belediyeler
Yasası'ndaki mantık da gene böyle bir mantıktır. Yönetim erki, merkezi yönetimin elinde ve onun, isterse kısmen
isterse sınırlarını biraz genişleterek bize devredebileceği; ama, biz sınırımızı aştığımız zaman da hemen
daraltabileceği bir erktir.
Sayın Meclis Üyesi Muhsin Bey "doğrudan demokrasi mümkün olmadığına göre" dedi, acaba neden mümkün
değil? Günümüzde banka kartıyla, ben istediğim yerden, dünyanın neresinde olursa olsun para çekebiliyorum,
cep telefonuyla istediğim yerle konuşabiliyorum, mesaj gönderebiliyorum. Benim dünyada herhangi bir konuda
ve ülkenin yönetimi konusunda, elektronik-ileti ve mesaj göndermek, telefon etmek, banka kartıyla ya da kimlik
kartıyla oy veremez miyim? Herkesin "elektronik devlet" dedikleri kimlik kartı var; peki benim kimlik kartımda
benim bütün bilgilerim varsa, hiçbir yanlışlığa meydan vermeyecek biçimde, acaba oy veremez miyim? Herhangi
bir konuda fikrimi bildiremez miyim? Acaba benim bütün bu merkezi yönetimlere ihtiyacım var mı? Günümüzde
bu tür deneyler var ve aslında bu sempozyum gündeminde böyle bir konu da vardı. Dünyada bu tür bir deney şu
anda Brezilya' da, Portalegre kentinde mevcuttur ve daha üç tane belediyede de... Ne yazık ki bu sunuş yapılamıyor..
O nedenle, Muhsin Bey, böyle bir şey neden mümkün değildir?
HAKAN ERDEN4
Ankara Büyükşehir Meclis Üyesi'nin durumunu duyunca, gerçekten çok üzüldüm. Çünkü onların bile katılma
imkânlarının kesilmiş olması, biz kentte yaşayan sade vatandaşların durumunu çok daha vahim kılıyor.
Çok uzun yıllar Almanya'da yaşadım ve oradaki belediyecilik çalışmalarında kısmen katılımcı olarak bulunma
fırsatım oldu. On sekiz yıl yaşadığım Berlin'de bir ilçe belediyesi, bırakın büyükşehir belediyesini, ilçe belediyesi
haftalık meclis toplantılarını yapıyor, kırk beş tane meclis üyesi var. Onun üzerinde ihtisas komisyonu
oluşturulmuştu, bu ihtisas komisyonlarında belediye meclisinde temsil edilen partilerin üyelerinin yanı sıra partiler
tarafından önerilen ve o alanda uzman vatandaşlardan oluşan komisyonlar ayda en az bir kere toplantılar yapıyordu.
Ben, mesela çevre komisyonunda, Alman vatandaşı olmamama rağmen, Sosyal Demokrat Parti üzerinden önerilmiş
bir kişi olarak, orada bir buçuk-iki yıl kadar çalışmalar yaptım. Ayrıca Berlin'de, Türk Sosyal Demokratlar
Demeği'nin Yönetim Kurulu Başkanı olarak, içinde bulunduğumuz ilçenin yabancılar komisyonunda temsilci
olarak, Türk vatandaşı olarak altı yıl çalıştım ve yapmış olduğumuz aylık toplantılarda biz, bırakın vatandaş
olanı, kentte yaşayan birer insan olarak isteklerimizi, dileklerimizi aktanyorduk, sorunlarımızı aktanyorduk,
çözüm önerilerimizi aktanyorduk ve bunlar belediye meclisinde karara bağlanabiliyordu. Durum çok vahimdir;
bunu tespit etmek ihtiyacını hissettim.
İSA ÇAPANOĞLU
Bir sivil toplum örgütü yöneticisiyim. Muhsin Bey, siz seçilmeden önce belediye meclisinin işlevinin böyle
olduğunu biliyor muydunuz, bilmiyor muydunuz? Biliyoduysanız, bunun için bir emek sarf ettiniz mi? Yani sırf o
4
Endüstri Yüksele Mühendisi
240
i
>'
j
;
}
f
'
,
ff
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
üç toplantıyla mı kaldı; yoksa siz kendiliğinizden bir çaba sarf ettiniz mi veya sarf etmeyi düşünüyor musunuz?
HALE GÜNEŞ'
Ankara'da Cumhuriyet Gazetesi'nin temsilcisi Mustafa Balbay, Yemen anılarını gösterirken, demişti ki, hiç
unutmuyorum ve özellikle genç arkadaşımızın notlarına ilave olarak koymasını istiyorum: "Ben lig maçlarını
Ankara'nın varoşlarındaki kahvelerde izlerim, kahvelerde çok güzel maç izleniyor. Çünkü dokuz ile yirmi yaş
arasındaki gençlerle, varoşların kahvelerinde maç izlemek çok hoşuma gidiyor. Ama çok üzülerek dönüyorum;
çünkü o gençlerin hiçbiri bizim Kızılay'ımızı, bizim Cumhuriyet Gazetemizin yerini, bizim Bakanlıklarımızı,
bizim Meclisimizi hiç bilmiyorlar ve diyebilirim ki yüzde ellisi hiç Kızılay'a inmemiş" ifadesinde bulunmuştu.
Ankaralı kadınlarımızın yüzde kırk ikisi Kızılay'ı bilmiyor, yüzde elli gencimiz de Kızılay'ı bilmiyor. Bu
durumda arkadaşımızın bu web siteleriyle, e-mail'lerle kurmak istediği ağda, bu yüzde kırk iki veya yüzde elli
kentte nerede olacak?
YALÇIN YILANCI
Sayın Muhsin Eren, merkezi idarenin vesayet denetimi hakkında ne düşünüyor düşünüyorlar acaba?
SENAY HÖKELEK
1992'de Clinton Amerika'da kendi seçim kampanyasında yönetişim kavramı hakkında görüşlerini söylerken
ve bunu o politik gündeme sokmuşken, 1991 'de, ileri görüşlülüğünden mi, tecrübesinden mi bilmiyorum, Süleyman
Demirel de "şeffaf yönetim" sloganı ile seçim kampanyasını yürütmüştü ve onun bugünkü şeffaf yönetiminin
ürünlerini bugünlerde görüyoruz hep birlikte. Bu tür kavramları, bana kalırsa, esnekliklerini dikkate alarak
düşünmeliyiz.
"Gündem 21" ve "HABİTAT H"nin yorumunu isterseniz yemekte yapalım; ama, "İstanbul gibi İstanbul Projes"ne
ben de katıldığım için nasıl bu karara varıldığını aktarabilirim size. "Neden özel sektör, sivil toplum ve kamu
birimleri?" demiştiniz. Bence yanıtı çok yalın, bilmiyorum siz ve diğer katılımcılar hemfikir olur musunuz?
Çünkü sivil toplumun ve özel sektörün, birincisi üretim biçimleri, ikincisi toplumsal yapı içindeki konumlan aynı
değildir. Umut Çocukları Vakfı'yla Sabancı Holding'in İstanbul için beklentileri çok farklı olacağı için onlafın
farklı platformlarda görüşlerini almanın ve onların İstanbul beklentilerini farklı kriterlerle değerlendirmenin ve
kendi içerisinde harmanlayarak katılmalarını sağlamanın yerinde olacağını düşündüğümüz için öyle bir çalışma
yapmıştık.
AKIN ATAUZ
Buna iki sözcük ekleyebilirim: Birincisi, yarışmacı bir ortam, bu ve sivil toplum daha iyi yarışmak için kendisini
daha iyi örgütleyebilir. İkincisi, pozitif ayrımcılıklar gene belki burada da bir süre için söz konusu olabilir
Doç. Dr. BİRGÜL AYMAN GÜLER
Ortada bir formül var ve o formülün içini kendi başımıza doldurabileceğimiz kanısında değilim. Ortaklık
sisteminden söz edildi. "Gündem 21" on senelik bir projedir, yeni bir proje değil; bize ait de değil, UNDP kanalından
gelmiş bir proje zaten, üç eşit ortak formülüyle gelmiş, "sivil toplum" deniliyor, merakımın bir kaynağı şu: Özel
sektör denilen unsur, olgu sivil toplumun parçası değil mi, niye ayırdık? Haydi onu yönetimin parçası olarak
kabul etmeyelim, onu sivil toplumdan farklı kılan özelliği nedir?
İkinci sorum şu: Çıkarları birbirinden farklı olur; tamam, dernek, vakıf, TÜSİAD biçiminde örgütlenmiş
diyoruz; ama, işverenler, işveren sendikaları var. Sivil toplum örgütü kimliğiyle sivil toplum ortağı olarak giriyorlar
s
Emekli Doktor
241
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
formüle. Demokratik bir katılım arıyorum; ama, üç eşit ortaklı bir formül geliştirdiniz: bir tarafta yönetim, bir
tarafta özel sektör, bir tarafta sivil toplum örgütleri. Özel sektör kendi başına üç eşit ortaktan biri; bir de sivil
toplum kavramının içinde, işveren sendikasıyla, dernekleriyle her konuda kurabileceği vakıflarla üçüncü ortakta
gene ortaktır. (Oturum Başkanı: soru açık bence ve son derece de önemli). Evet, bunu tartışmamız gerekiyor. Son
cümlem şu: Böyle bir formül nasıl bir demokratik katılım aracı olarak sunulabilir? Sunulamayacağı kanısındayım.
SÜLEYMAN DEMİRCAN
Sevgili dostumuz, mahalle muhtarlığının yerel yönetim birimi olmadığını vurguladı. Ben şunu söylüyorum:
Burada bir açmaz var: teorik olarak, belki mahalle muhtarlığı yerel yönetim birimi değil; ama, pratik anlamda
seçimle, seçilerek geliyor. Diğer bir yandan, ne seçilmişlerin sahip olduğu iktisadi, siyasi haklara sahip; ne de
atanmışların iktisadi, siyasi haklarına sahiptir. Düşünebiliyor musunuz; bir mahalle muhtarının almış olduğu
maaş kırk yedi milyon lira! Bu ne elektrik parası, ne telefon parası, ne de büro kirasını karşılar. Biz
vatandaşlarımızdan almış olduğumuz mühür parasıyla hayatımızı sürdürebiliyoruz, yaşamımızı sürdürebiliyoruz
ve onlara hizmet ediyoruz. Bir de seçilmiş yanımız ağır basıyor. Bizim kulvarımız nerede, seçilmişler yanında mı,
atanmışlar yanında mı? Ya bu yeni bir yapılandırmayla oluşturulsun ya da kaldırılsın, bunun bir anlamı yok. Yani
bir merkezi statüko devamı anlamındayız.
Diğer bir konu: bizim kutsal olan bir değerimiz var; mahallenin dosyasını tutuyoruz; ama bizim o dosyaları,
bize gelen, yakasını gösteren insanlara göstermemek hakkımız yok. Bu ne yapıyor, bizi onursal olarak rencide
,
/
',•
ediyorum. Devletin on-line sistemi var, değişik katmanları var, onlarla sağlasınlar, bu bizi rencide ediyor, bu
konumumuzu değiştiriyor. O konuda bizim çelişkimiz budur, biz neredeyiz, yerimiz neresi, kulvarımız nedir? Biz
bunu arıyoruz.
Bir de yetkilerimiz, biraz önce belirttiğimiz gibi, üst kurumlarca budanmış; biz yetki yoksulu, iğdiş edilmiş bir
konumdayız. Ne yapıyoruz, nereye gidiyoruz, yerel demokraside yerimiz nedir? O zaman seçilmeyelim veya
atanalım. Bir tanesi gelsin, orada bizim görevimizi, misyonumuzu işletsin.
<
J
AYTEN ALKAN
Asıl sormamız gereken, erkekler kadınları temsil edebilir mi? Evet, hukuksal olarak baktığımızda, felsefi
anlamda baktığımızda, temsil soyut bir kavramdır. Dolayısıyla, herkes herkesi temsil edebilir; ama, birbirimizin
yaşam deneyimlerine ne kadar saygılıyız? Çok ciddi bir kadın ortaklık alanı var ve o bir deneyim, o deneyimin
beraberinde taşıdığı sorunlar var. Neyi politik olarak tanımladığımızı biraz sorgulamamız gerekiyor herhalde.
Kadınların hane içinde kötü muameleye maruz kalması ki kadınların yüzde yirmisi kendilerinin ya da ailelerinde
başka bir kadının hane içinde kötü muameleye maruz kaldıklarını ifade ediyorlar. Bunun içindeki yüzde sekizlik
oran dayak, onun dışında sözle, küfürle aşağılama, parasız bırakılma vardır.
Bu kadınları biz özel alan kişileri olarak mı kabul edeceğiz, yoksa özel alan içinde insanlık onuru çiğnenen bu
insanların aynı zamanda kenttaşlar, yurttaşlar olarak da mı onurlan çiğneniyor? Bunu sorgulamamız lazım; eğer
bunu bir özel alan meselesi değil de, politik bir sorun olarak tanımlayacaksak ki öyle olmalı, yereldir, politik bir
sorun olarak tanımlanmalıdır. O zaman neden Ankara'da yalnızca bir tek sığınma evi, o da SHÇEK' in, var.
Avrupa Konseyi'nin -"Avrupa Birliğine gireceğiz, gireceğiz" diyoruz- çok yakın zamanlı bir tavsiye karan var.
"Her yedi bin beş yüz kadın nüfusa bir sığınma evi olmak durumunda" diyor. Vann hesaplayın, Türkiye'de kaç
tane sığınma evi olması gerekiyor?
"Enerji tasarrufu" adı altında sokak ve cadde aydınlatmalarında kısıntı yaparken, bunun erkekler ve kadınlar
üzerindeki farklılaşan etkilerini niye değerlendirmiyoruz? Kadının bir bebek arabası sürerken-başka açılardan da
çok korkunç; ama, bu açıdan da son derece duyarsız- o üst geçitten karşıdan karşıya geçemeyeceğini, kaldırımlarda
rampa yokken yürüyemeyeceğini neden düşünmüyoruz? Biraz neyi politik olarak tanımladığımıza bakmak gerekiyor.
242
f
j
'
ı
f
t
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
Çalışan kadınlar-çalışmayan kadınlar ayrımını yaparken, hane içinde karşılığı ödenmeyen emeği ne kadar göz
önünde bulunduruyoruz? Bulaşığın, çamaşırın, ürünün, bilmem neyin yüzde doksan sekiz-doksan dokuzu kadınlar
tarafından yapılıyor, gelir getirici bir işi olsun, olmasın... Biraz bunu sorgulamamız, politik olarak tanımladığımız
şeylere bakmamız gerekiyor. Bunu da ben yine tekrarlıyorum, yüzde doksan dokuzu erkek olan yerel meclislerin
yapabileceğini, öncelikli kılabileceğini çok kolay kolay düşünmüyorum.
KAYHAN KAVAS
Sayın Muhtar'm "bizim mesleğin statüsü yeniden tanımlansın" talebine karşı düşüncemi iletirken, zaman
zaman toplantılarda belediye meclisi ve il genel meclisi üyelerinin de mesleki statülerinin yeniden tanımlanması
taleplerini dile getirdiklerini söylemeye çalıştım. Bu anlamda, meclis üyesini, muhtarı bir bürokrat konumuna
getiren ya da getirilmesini talep eden düşüncelere taraftar olmadığımı ifade ettim.
MUHSİN EREN
Sayın Kayhan Bey, benim de zaten o tarz bir talebim yok; dikkatle dinlemiş olsaydınız, benim belediye meclisini
işlevsel kılmak gibi bir sorunum olduğunu değerlendirirdiniz. Bütün mesele belediye meclisini işlevsel kılmaktır.
Burada katılımdan söz ediyoruz, katılım mekanizmalarının çoğaltılmasından söz ediyoruz. Sonuçta, zorunlu
olarak bu katılım mekanizmasını bir meclis eliyle kullanmak durumunda kalıyoruz. Bir arkadaşım dedi ki: "Neden
doğrudan demokrasi olmasın, aramızda bilim adamları var". Bilmiyorum, doğrudan demokrasiyi
gerçekleştirebilmek mümkün olsa da... Mutlaka doğrudan... Zaten katılımdan şunun için söz ediyoruz: Doğrudan
demokrasiye ulaşamayacağımız için, onun için katılım mekanizmaları arıyoruz ve Birgül Ayman Güler Hanımefendi
de çok güzel bir biçimde katılımı, eşitlikçi özden uzaklaştıran birtakım yapılanmalardan, oluşumlardan söz ediyor.
Ben, muhtarlık kurumunu merkezi idarenin bir birimi olarak kabul ediyorum. Ancak sizlerin de şunu görmeniz
lazım ki, seçimle gelmiş bir yerel temsilci olarak, bir katılım mekanizması olarak da bu muhtarlık kurumunun
halkla bütünleşmesi açısından çok özel yeri vardır.
Belediye meclisine gelince, Türkiye Cumhuriyeti bütçesinin 2001 yılı bütçesi kaç liradır? Kırk sekiz katrilyon
olarak çıkmıştır, son günler de bir otuz katrilyonluk da ek bütçe vardır. Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin bütçesi
ne kadardır Sayın Mahalli İdareler Genel Müdürü, saygıyla soruyorum? Bir katrilyondur. Bakın, devlet bütçesi
kırk sekiz katrilyon, EGO'suyla, ASKİ'siyle, Büyükşehir Belediyesi'nin bütçesi bir katrilyon, ayrıca on sekiz tane
şirket, ayrıca rant yapılanmaları ve buna bir tek kişi egemen, bir tek kişi kullanıyor.
Ben oradaki altmış kişiden birisi olarak diyorum ki: "Biz işlevsel olalım, halkın bizden beklentileri var, işlevsel
olalım, görevimizi yerine getirelim.". Kırk sekiz katrilyon bütçeyi seksen il mi olduk, seksen ile, merkezi yönetim
harcıyor. Burada bir tek kişi harcıyor, bir tek denetim mekanizması yoktur; denetlemeye kalkarsanız, yok efendim,
denetim mekanizması yok, yasada olanları kullanamıyorsunuz. Şuna çok dikkat etmeliyiz; yerel demokrasiye
ulaşalım derken, yerel diktatörler yaratmayalım; bir de bu var.
Ben yedi yıldır bunun sıkıntısını duydum. Genel müdür yardımcısısmız, işin tekniğine daha yakın olmanız
gerekir, Büyükşehir Belediyesi'nin bütçesini bilmemenizi de yadırgadım. Büyük sorumluluklarımız var efendim,
oradaki belediye meclisi üyelerinin büyük sorumlulukları var, bu sorumluluk yerine getirilememektedir.
Merkezi yönetimin vesayetinden söz edildi: Ben belediye meclis üyesi olarak, oradaki yerel diktatörlere karşı
kendi denetimimi sağlamak konusunda yedi yıldır uğraş verdim. Merkezi yönetimin vesayeti konusundaki şeyleri
bilim adamlarına bırakıyorum, bu konuda da affınıza sığınıyorum.
SERHAT GİRGİN
Biz temsiliyette eşitliği sağlayabilmek kaygısıyla dernekleri ayırdık, odaları ayırdık. İşverenler, ticaret odalannda
örgütlüler veya sanayi odalarında örgütlülerdir. Onların temsiliyetleri zaten meslek odalan içerisinde geçiyor.
Derneklere baktığınız zaman: bireye yönelik dernekler var, sosyal amaçlı kurulmuş dernekler var, mesleki olarak
243
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
kurulmuş demekler var, yardımlaşma demekleri var, çok amaçlı sosyal demekler var, ondan sonra da gidiyor
sportif amaçlı derneklere, efendim, camii yaptırma demeklerine kadar gidiyor. Doğru, örneğin, TÜSİAD bir
demek, TÜSİAD'ın gireceği bir kategori var orada; dolayısıyla, o demek orada demeklerden gelen, yani o gruptan
temsilcilerini pekala gönderebilir diye düşünüyorum. Keza, sanayiciler, sanayi odalarından temsilcilerini
gönderirler, bu anlamda Sayın Ayman'a katıldığımı ifade etmek istiyorum.
AKIN ATAUZ
Şu anlaşılıyor ki: yönetişim Türkiye'ye gelmekte olan demokrasi gibi, ne bileyim sanayi gibi yeni kavramlardan
bir tanesi ve bunu içselleştirmemiz sorunu vardır; biz bu kavramı nasıl ete kemiğe bürüyeceğiz, nasıl kullanılır
hale getireceğiz, nasıl kullanacağız, kadınlar ve erkekler olarak bunu nasıl becereceğiz? Burada "yaratıcı zekâmızı
toplumun üyeleri olarak, yurttaşlar olarak nasıl var edeceğiz?" sorusu ciddi bir soru, buradaki tartışmaların hepsi
onunla ilgiliydi, belki bu soruların yanıtlarının bir kısmı yok; ama, bunlar üzerinde de düşünmemiz gerekiyor.
244
f',
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
ÖDÜL TÖRENİ
RECEP AKKOYUNLU- Sayın Belediye Başkanım, Sayın Makina Mühendisleri Oda Sekreteri, Yönetim
Kurulu Üyeleri, değerli konuklar; törenimize hoş geldiniz.
"Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler" sempozyumunun bir ön etkinliği olarak düzenlemiş olduğumuz
"Ankara Nasıl Bir Kent, Nasıl Bir Başkent" konulu resim ve kompozisyon yarışmasının sergi açılışını dün yapmıştık,
sempozyum programı kapsamında ödüllerin dağıtımını da bugün gerçekleştireceğiz. Bu resimlerin ve
kompozisyonların değerlendirilmesi bildiğiniz gibi 19 Mayısa kadar sonuçlandırılmış, sonuçlar katılımcılara
bildirilmişti. Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumumuza bu etkinliğin çok önemli bir anlam
kazandırdığına inanıyorum. Kent bilinci, kente sahip çıkma anlayışının daha çocuk ve gençlik yaşlarında
edilinebilecek bir bilinç olduğunu düşünüyorum. Gerçekten de sizlerin katılımınızla, bu yarışmaya kazandırdığınız
ürünlerle, bu bilincin pekişerek devam edeceğine yürekten inanıyorum. Sempozyumumuza renk kattınız, anlam
kazandırdınız, katkılarınızdan dolayı hepinize çok teşekkür ediyorum.
Dilerseniz, zamanımız da çok kısıtlı olduğu için, hemen ödül dağıtımına geçelim, sağ olun, var olun.
ZEYNEP SAHAN- Yarışmamızın resim dalında 4 yaş grubunda, 7-18 yaşlarında, toplam 494 eserden 3O'ıı
mansiyon, 28'i başarı ödülüne layık görülmüştür.
Mektup dalında, 15-18 yaşlarındaki 120 Ankaralının katılmış olduğu 14 eser mansiyon, 14 eser başarı derecesine
layık görülmüştür. Eserler yıl boyunca Ankara'nın çeşitli yerlerinde sergilenecektir.
Mektup dalında başarı ödülü alan 15-18 yaş grubu Ankaralıları sahneye davet ediyorum.
Mektup dalında mansiyon ödülü alan 15-18 yaş gruîrj, lütfen sahnedeki yerinizi alınız.
Resim
Resim
Resim
Resim
yarışması başarı ödülü alan 15-18 yaş grubu, sahnedeki yerinizi alınız lütfen.
yarışması mansiyon ödülü alan 15-18 yaş grubu, sahneye lütfen.
yarışmasında başarı ödülü alan 13-15 yaş grubunu sahneye alıyoruz.
yarışmasında mansiyon ödülü alan 13-15 yaş grubunu sahneye davet ediyorum.
Resim yarışmasında başarı ödülü alan 10-12 yaş grubunu sahneye alıyoruz.
Resim yarışmasında mansiyon ödülü alan 10-12 yaş grubu sahneye lütfen.
Resim yarışmasında başarı ödülü alan 7-9 yaş grubunu sahneye alıyoruz.
Resim yarışmasında mansiyon ödülü alan 7-9 yaş grubunu sahneye alıyoruz.
Resim dalında 7-9 yaş grubu başarı ve mansiyon ödüllerini vermek üzere Makina Mühendisleri Odası Sekreteri
Sayın Ali Ekber Çakar'ı davet ediyorum.
İsimleri okumak istiyorum. Ayça Gülerce, Zeynep Yetişkin, Yağızhan Çalışkan, Ülkü Yağmur Akbıyık, Hüseyin
Güntaş, Bilgi Hatun Topuzcu, Bensu Berk, Cemre Yılmaz, Cansu Özçekik, Haydar Tatlıbal, Serhan Sarıkaya.
Resim dalında 10-12 yaş grubu başarı ve mansiyon ödüllerini vermek üzere Başbakanlık Müşaviri Dr. Bülent
İlik'i davet ediyorum.
Doruk Pancaroğlu, Enes Veli, Erdal Kopuk, İrem Ece Sevinç, Selçuk Ayan, Altuğ Özmen, Damla Güneş
Çok teşekkür ediyoruz.
Resim dalında 13-15 yaş grubu başarı ve mansiyon ödüllerini vermek üzere İl Milli Eğitim Müdürü Komisyon
Üyesi Rabia Çalışkan'ı davet ediyoruz.
İsimleri okuyorum: Can Berk Altundal, Elif Çalışkan, Bilhan Gümüş, Gazi Uğur'un ödülünü almak üzere
Hasan Güven, yok sanıyorum. Zeynep Işıldar, Ebru Demirel, Olcay Esenbil, Arzu Acar, Erdal Çiçek, Muttalip
Kandevnurun, Rukiye Özdemir
245
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
Çok teşekkür ederiz.
Resim dalında 15-18 yaş grubu başarı ve mansiyon ödüllerini vermek üzere Gençlik Hizmetleri Daire Başkanı
Sayın Toksal Başan'yı davet ediyorum.
Şefıka Eroğlu, Ahmet Dündar, Maşallah Deniz yerine Fahrettin Türk, Osman Türk yerine Oğuz Türk, Ümit
Öztürk yerine Ahmet Dündar, Gürbüz Boynol yerine Hasan Güven, Çiğdem Renkligül, Sevcan Yüce, Samet
Uzal, Perişan Atay yerine Mustafa Demirel.
Çok teşekkür ederiz Sayın Başarı.
Mektup dalında 15-18 yaş grubu basan ve mansiyon ödülerini vermek üzere Yenimahalle Belediye Başkanı
Sayın Tuncay Alemdaroğlu'nu davet ediyorum.
i
>.'
Nazik Han, Tuğba Kaya, Gülten Taşkın, Ece Kepekçi, Suna Demirdaş, Mine Altıntaş, Necla Seferoğlu, Selda
Yıldırım'ın ödülünü almak üzere Namık Kemal Seferoğlu, Timur Ata.
Sayın Alemdaroğlu'na çok teşekkür ediyoruz.
Resim ve mektup dalında en yüksek katılımı sağlayan öğretmenlerimize ödülünü vermek üzere Çankaya
Belediye Başkanımız Sayın Haydar Yılmaz'ı davet ediyorum.
İhsan Türk, resim öğretmeni... Emine Eke, resim öğretmeni... Nurşen Yıldırım, edebiyat öğretmeni... Kâmuran
Semra Eren, edebiyat öğretmeni... Gülseren Çalı, Ankara Milli Eğitim Müdür Yardımcısı, Kültür Şube Müdürü
yerine Rabia Hanım alacak.
Sayın Yılmaz'a çok teşekkür ediyoruz.
("Biz Ankara'yı çalıştık, çalışmaya devam edeceğiz")
246
j
/•
TMMOB
MAKİNA MÜHENDİSLERİ ODASI ANKARA ŞUBESİ
ANKARA'DA KENTLEŞME ve YEREL YÖNETİMLER SEMPOZYUMU
22-23 Haziran 2001
VI. OTURUM
Toplumsal Örgütlenme; Yönetişim - Örnekler
Oturum Başkanı: Recep AKKOYUNLU
BİLDİRİLER
Yerel Yönetimlerin Sivil Toplum Kuruluşlarıyla Çalışma İlke ve Yöntemleri
Hüseyin Yaşar - Çankaya Belediyesi Sağlık İşleri Müdürü
Kentli Evi Kavramının Kurumlaştırılması
Prof.Dr.A. Gürhan Fişek
Dünden Bugüne Kent Konseyi Girişimi
Hasan Küçük - Kimya Mühendisi
Yenimahalle Belediyesi Kent Kurultayı Deneyimi
Tuncay Alemdaroğlu - Yenimahalle Belediyesi Başkanı
Yerel Yönetimler ve Halkla İlişkiler Uygulamaları (Çankaya Kentli İletişim Merkezi Projesi)
Haydar Yılmaz- Çankaya Belediyesi Başkanı
Semt Örgütleri ve Yönetişim Panel Sonucunun Aktarılması
Akın Atauz - Şehir ve Bölge Plancısı
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
YEREL YÖNETİMLERİN SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI İLE
ÇALIŞMA İLKE VE YÖNTEMLERİ
Hüseyin YAŞAR
Çankaya Belediyesi Sağlık İşleri Müdürü
Mithatpaşa cad. No:52 Kızılay Ankara
Yerel Yönetimlerin Sivil Toplum Kuruluşlarıyla Çalışma İlke ve Yöntemleri, çağdaş yerel yönetim anlayışının
vazgeçilmez unsurlarındandır. Sorunun kaynağı ile çözüm mekanizması ayrılmalı ve bu süreç içinde katılım
unsuruna ağırlık verilmelidir. Kentsel sorunlar ile Yönetim birimleri arasındaki sorunların çözümüne katkı
sağlayacak en önemli etkenler arasında sivil toplum örgütleri yer almaktadır.
Türkiye'de demokratikleşmeye ve çağdaşlaşmaya giden yolun yurttaşların sivil toplum kuruluşlarına, sivil
toplum kuruluşlarının da toplumsal hayatta daha yaygın ve etkin rol almasından geçtiğine inanan belediye
yönetimimiz, bugüne kadar 50'ye yakın sivil toplum kuruluşuyla birebir ilişki içinde birçok projeyi başlatmıştır.
"Sivil Toplum Kuruluşlarıyla Çalışma İlke ve Yöntemleri" konulu bildirinin hazırlanmasında da, bu çalışmalardan
çıkardığımız sonuç sebep olmuştur. Bir ilke çerçevesinde, bir yöntem çerçevesinde çalışamadığında yerel yönetimleri
birçok kuruluşun, sivil toplum kuruluşunun çok fazla tanımadığını, yeteneklerinin tam olarak farkında olmadıklarını
gördük.
Dünya Sağlık Örgütü, sağlığı çok kapsamlı bir tanım olarak, "bir insanın fiziksel, ruhsal, sosyal ve fiziki çevre
olarak tam iyilik hali içinde bulunması" diye tanımlıyor. Sağlıklı kentleşmenin ise, katılımcı demokrasinin, bütün
kurallarıyla işleyeceği bir yönetim biçiminin yaratılmasıyla olanaklı olduğunu düşünüyoruz. Bilindiği gibi, her
sorunun çözümü, sorunun doğru tanımlanmasına ve bu etmenlerin ortadan kaldırılmasına bağlıdır. Burada ünlü
bilgin Einstein'ın bir sözünü hatırlıyorum: "Hiçbir sorun, onu yaratan düşünce tarzıyla çözülemez" diyor.
Bu nedenle, sorunları kaynağında çözümlemek hem daha kolay, hem daha ucuzdur. Sağlıklı kentler, sağlıklı
planlama süreciyle başlar. Bu mesleki örgütlenmelerin ortak çalışmasının sonucunda elde edilecek bir üründür.
Planlama kararları, bir yerleşmede yaşayan tüm insanları etkilediğinden, kararların üretilmesinde de,
uygulanmasında da bu insanları söz ve karar sahibi olması zorunludur. Çağdaş planlamanın özü, yalnızca mekânsal
bir düzenleme olmayıp, toplumsal ilişkiler bütününün mekândaki düzenleyişidir. Bu bağlamda, sağlıklı bir
kentleşmeden söz edebilmek için, kenti, kent niteliklerine kavuşturacak bir hukuksal düzen ve onu kararlılıkla
uygulayacak bir yönetim gerekmektedir.
Hiçbir kent içinde bulunduğu bölgeden ve siyasi yapılanmadan bağımsız ve ondan soyutlanarak planlanamaz,
yönetilemez. Bu bağlamda, Çankaya Belediyesinin sağlıklı kent planlaması uygulamasında merkezi otoritenin
yerel yönetimine ilişkin tutum ve uygulamaları ve Büyükşehir Belediyesinin engellemeleri göz ardı edilmemelidir.
Hizmetlerin sunumunda kalite düşüklüğü, taşeronlaştırma, kent gerçeğine uygun olmayan planlama re yönetim
tarzını teşhir edecek girişimler de zorunludur, bunların da sivil toplum kuruluşlarının görevi olduğunu düşünüyorum.
Genel anlamda planlamayı dört aşamada düşündüğümüzden, birinci aşama, iç dinamiklerin, personel, araçgereç, iç düzenlemenin harekete geçirilmesi; ikinci aşama, dışsal desteklerin nasıl, ne zaman, ne ölçüde
faydalanacağının belirlenmesi; üçüncü aşama olarak, öncelikli sektörleri belirlemek, yaptırım ve uygulama
stratejilerinin saptanması; dördüncü olarak da, planlanan çalışmaların gerçekleşmesinin yaratacağı toplumsal
dönüşümlerindeki kazanımları hesaplama.
249
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
Çankaya ölçeğinde ya da Ankara ölçeğinde bir durum saptaması yaptığımızda şunları rahatlıkla görebiliriz:
Halkın büyük çoğunluğu örgütsüz; varolan örgütlü yapıların ise taban ilişkileri zayıf; halkın genellikle feodal
alışkanlıkları, yaşam tarzına ve düşüncesine yansımaktadır. Çankaya da dahil kenar mahallelerde halk tutucu,
j
gelir düzeyi düşük, ilerici olmayan kültüre sahip; çeşitli nedenlerden dolayı, yenilikçi, yaratıcı ve üretken değiller,
bireysel tepkileri zayıf, toplumsal tepkileri güdümlü; en aydın ve en entelektüel kesimde olanlar da üretici güçler
tam anlamıyla harekete geçirilmemiş ve gayri bilimsel.
Bizim kuruluşlarla çalışma ilkesi olarak düşündüğümüz şu: Halkın her alanda örgütlenmesini sağlamak,
i
örgütlülüklerde dayanışma anlayışını geliştirerek pratiklerde yer almalarını sağlayarak, feodal ve tutucu bağlarını
kopararak, çağdaş düşünceyi benimsetmek; toplumsal yaşamdaki varolan haklarını kitlelere kavratmak, hak
istemlerini organize etmek, hazırcı, kolaycı, verildiği kadarıyla yetinen, kaderci anlayışı yıkarak, kendileri gibi
olanlarla birlikte üretici olmayı sağlamak; beklenti içinde güçlünün arkasında, yanında olmadan, iş üreterek
yaşamda yer bulmalarını sağlamak. Burada en önemli olguysa; kitleler adına hareket etmekten öte, kitleleri kendi
lehlerine harekete geçirmenin pratik yollarının bulunmasının esas olduğunu düşünüyoruz Çankaya Belediyesi
olarak.
Bu doğrultuda, semt-mahalle bazında, yerel halk ve muhtarlar ile parti üyeleriyle, sanayi, ticaret, esnaf odaları
ve üyeleriyle, kurumsal yapılar, üniversiteler, meslek odaları, belediye meclisleri, özel-tüzel kişiler, sivil toplum
örgütleri ve derneklerle, bu kesimlerin örgütlü çalışması için tarafların her türlü olanaklarını birlikte kullanarak
<"
ortak programlar doğrultusunda, mahalleyi, semti veya kenti ilgilendiren sorunları saptamak, kendi olanaklarıyla
çözmeye çalışmak, gerekiyorsa kent konseyine veya belediyeye iletmek, temiz ve sağlıklı bir çevre için mahalle,
f
j
'
semt halkını harekete geçirmek, gerektiğinde belediyeyle işbirliği yapmak. Çünkü belediyelerin çok iyi bir katalizör
olduğunu biliyoruz, birçok hizmeti isteyenle, o hizmeti sunmak için örgütlenmiş kuruluşları karşılaştırmak, birlikte
çalışmalarını sağlaması konusunda çok iyi bir katalizör olarak görev yapabilirler.
Yerel yönetim hizmetlerinin takibi ve kalitesinin araştırılması konusunda sivil toplum kuruluşlarına da büyük
görev düşmektedir. Meslek odaları kendi yetki alanlarına ilişkin sorunları ve halkın yararına faaliyetleri belediye
ile birlikte çözmek ya da girişimde bulunmak yoluna gidebilirler. Belediyeler ayrıca lokanta, pasta imal yeri gibi
gıda üretim ve satış yapan işyerlerine yönelik meslek içi eğitim vererek, sadece denetleyen değil, ceza kesen bir
anlayışın ötesinde, eğitici bir yaklaşımla sorunları çözmeyi benimseyecektir. Bunun örneklerini Çankaya
ı
Belediyesinde görmeniz mümkündür.
"Kent konseyi ve strateji" diyoruz; Birleşmiş Milletler "1992 Rio Çevre ve Gelişim" konulu konferansta
f
t
dünyadaki olumlu gelişmelerin sürdürülebilir olmasının yalnız şimdiki zaman için değil, gelecek için de gerektiği
ilkesini vurgulayarak destek vermek amacıyla Gündem 21 kavramını ortaya koymuş, Gündem 21 'in sürdürülebilir
kalkınmada insan sağlığını temel olarak görmesi ve uygulayıcı olarak da yerel yönetimleri tanıması bizi bu "yola
itmiştir. Bugünkü yasal düzenlemelerde yerel yönetimler bireylere ve topluma en yakın ve kısmen demokratik
kuruluşlardır. Bu nedenle insanlar kendilerini doğrudan ilgilendiren birçok konunun ve sorunun yerel yönetimlerce
çözümlenmesini beklemektedirler. Bir yandan çevrenin korunması, bir yandan da çeşitli toplumsal ve ekonomik
sorunların belli bir sistematik içinde çözümlenmesinde temel araç olan Gündem 21 kabul edilmeye başlanmış,
Türkiye'de de 47 ilde sanırım uygulama başlatılmış.
Sağlıklı şehirlerin nitelikleri arasında sayılan temiz çevre, uzun vadede ve devam edilecek ekolojik sistem,
kültüre, biyolojik mirasa saygı, bütün kentlinin temel gereksinimlerinin karşılanması, güçlü dayanışma içinde
kendini doğrudan ilgilendiren kararlara katılım, kontrol ve sorumluluk almak ve çeşitli yöntem, ilişki, çeşitli
kaynak, bilgi birikimi ve deneyime ulaşmak, geniş kapsamlı, hayatı kolaylaştıran yeni teknolojik gelişmeleri
kapsayan bir şehir ekonomisinin yaratılması, yukarda sıralanan konularda mutlak başarı ancak hakkaniyetle
sektörler arası dayanışma ile işbirliği halinde sürdürülebilir. Bu aynı zamanda yerel yönetimlerin ve ülkenin
ekonomik, sosyal, kültürel kazammlarını sağlayacaktır. Sivil toplum kuruluşları, sendikalar, dernekler ve alanlarında
f
'f
250
i
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
uzman kişiler, üniversite eğitim görevlileri ve kişilerin bir araya geldiği Ankara Kent Konseyi Girişimine ki, bu
yukarıda saydığımız tüm nedenlerden dolayı belediyemizin katılımı ve katkısı çok daha uygun olacaktır. Böyle bir
yapının belediyece örgütlenmesi, anılan kesimin kendilerini bağımsız hissetmeyecekleri için zor olacaktır. Ayrıca
katılım sağlansa da belediyeden beklenti ön planda olacağından üretken ve uygulamacı olmayan, dar bir çerçeveyle
sınırlı kalınacaktır.
Bu bağlamda konseye katılımda özen gösterilmesi gereken konular olarak şunları düşünüyoruz:
1. Katılımcılar belediyenin mali yapısını bilerek proje yapmalı, yasal yapıyı bilerek projelendirmeli, gönüllülük
esasına göre katkıları öncelikli olmalı.
2. Konseyin çalışma programı planlaması ekonomik çıktısı fazla olmayan projelere öncelik verilmeli.
3. Belediye sadece bilgi aktaran bir rol ile katılımcı olmalı; çünkü katılımcılar üretilen projelerin kendi kararları
doğrultusunda alındığına inanırlarsa proje benimsenir ve yürütülür.
4. Konsey üyeleri arasında iletişimi geliştirerek, etkinlikler için parasal desteğin ötesinde destek hizmetleriyle
katkı koyulmalıdır. Örneğin, bu konuda mekânların ortaklaşa kullanılmasıyla başlayabiliriz, Çankaya Belediyesi
bu konuda desteğini vereceğini zaten belirtmiştir.
5. Önceliklerimizden bir tanesi; konsey üyeleri kendi alanlarında uzman olsalar da belediye çalışmalarında ve
nasıl engellendiğini ortak pratikte anlayacaklardır.
6. Konsey aynı zamanda nitelikli bir danışma kurulu olabilecektir. Belli konular orada görüşüldükten sonra,
belediye meclisinde veya encümende görüşülmesi ve uygulamaya katılımların sağlanması halinde konseyi
kurumsallaştıran, daha sonra da "R Organizasyon" ile de kentteki soygun ve talanı kamuoyuna ve de yetkililere
daha kolay, daha etkin bir şekilde duyulacak, belediyemizin haklı ve doğru çabaları daha iyi anlaşılacaktır.
7. Büyükşehir Belediyesinin hukuk tanımazlığı, hukuka aykırı işlem ve uygulamaları çok geniş bir kesimle
konsensüs sağlanarak yargı süreçlerinin işlenmesi daha kolaylaşacaktır.
8. Diğer yandan belediye çalışanlarının örgütlüğünün emek ve üretkenlik, fayda ve maliyet doğrultusunda
yönlendirilmesiyle, sendikaların yapısal sorunları da çözümlenmiş olacaktır.
9. Sonuç olarak biz bu çalışmaya sivil toplum kuruluşlarıyla çalışma isteğimiz, gönülden isteğimiz devam ediyor.
Her alanda da vurgulamaya çalışacağız.
251
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
KENTLİ EVİ
KAVRAMININ KURUMSALLAŞTIRILMASI
Prof. Dr. A.Gürhan FİŞEK
Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi Vakfı Genel Yönetmeni
www. fısek.org/proje_kentli.php
bilgi@fisek.org Tel: 0312 419 7811 e-posta: agf@fisek.ogr
I
ı
'
ÖZET
Amaç: Kente göç edenlerin kent yaşantısına uyum sağlayabilmesi, kırsal yaşantısını kentte de sürdürmemesi
için, kentsel değerlerle tanışmaları; bunlan benimseyebilmeleri için yürütülen çabalann örgütlenmesi ve bu çabalara
erişilme kolaylıklannın modelleştirilmesi amaçlanmaktadır.
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
•
Kavramsal Çerçeve : Kırsal alanda yaşayan kişilerin
Eğitim olanakları sınırlıdır.
Kendi dışındaki dünyayı ve kendisinin dünyadaki yerini kavraması önemsenmemektedir.
Çevresinde yararlanabileceği kurumlar çok sınırlıdır (örneğin muhtar, okul, sağlık ocağı gibi).
Çocuğa ve insan yaşamına verdikleri değerin göstergeleri farklıdır.
Kırsal alanda kadına tanıdıklarkı rol, evinin ya da tarlasının sınırları içerisindedir.
Kırsal alanda kadının ailece çalışmanın ya da aile üretiminin dışında üretime katılmasına yaklaşımı olumsuzdur.
Kırsal alanda, küçük üretimde aile dışındakilerinin katıldığı bir kollektif çalışmaya gerek görmemektedir.
Üretimde de bireysellik egemendir; dolayısıyla ekip kurma, ekip çalışması kavramları yerleşmemiştir
Kültür-sanat ve spor etkinliklerine katılma gereksinmesi ve olanakları en düşük düzeydedir.
Belirli dönemler dışında, işler daha geniş zamana yayılmıştır ve dolayısıyla zaman kullanımına verdikleri
önem düşüktür.
Uyaranlar (teknoloji, kitle iletişim araçları, temas' edilen kişi sayısı vb) sınırlıdır.
Sosyal güvenlik olanakları ya hiç yok ya da çok sınırlıdır.
Daha çok çocuğa olan gereksinme yüksektir. Çocukların giderleri düşüktür.
Yaşam standardı ve tüketim düzeyi düşüktür.
Çocuklann sokağa çıktığında karşı karşıya kaldıkları riskler (kaybolma, çetelere katılma, yasa-dışı işlere bulaşma
ya da kazaya uğrama olasılığı vb) önemli ölçüde düşüktür.
Buna karşın, kente göç eden kişiler için, yaşam insanları dört bir yandan sıkıştırmakta ve onların geleneksel
bakış açılarını zorlamaktadır. Eylemde değişen insan, beyninde daha yavaş değişmektedir. Beyindeki yavaş değişim,
onun ve yakın çevresinin kente uyumunu geciktirdiği gibi, çevresinde de aynı tutuculukta kümeler oluşturmasına
neden olmaktadır : Gelişmeye dirençli kümeler... Kentte kentlileşmemiş kümeler ...
/
j
'
ı
f
>
j
!
'
Kendileri henüz gereksinmelerinin farkında olmasalar da, kente yeni göç edenlerin, kentli değerlerle bir an
önce buluşmalarını sağlayacak, aktif müdahalelere gerek vardır. Sosyalleşme adına çok yönlü çalışmalara ve
bunlann kavramsallaştınlarak bir sosyal devlet işlevi olarak geliştirilmesine yönelik bir sosyal ve bireysel gereksinme
vardır.
252
i
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
Yöntem : Çalışmamızda yukarıda tanımladığımız gereksinmeyi karşılayacak ve "kentli evi" adını verdiğimiz
bir modelleme yoluyla sorunun aşılma yolları tartışılacaktır.
Anahtar Sözcükler: Kentlileşme, insan hakları, çalışan çocuklar, kadın emeği, hükümet dışı kuruluşlar
AMAÇ
Kente göç edenlerin
•
•
•
Kent yaşantısına uyum sağlayabilmesi,
Kırsal yaşantısını kentte de sürdürmemesi
Kentsel değerlerle tanışmaları;
Bu yöndeki çabaların örgütlenmesine katılmalarını
•
Bu çabalara erişilme kolaylıklarının modelleştirilmesi
amaçlanmaktadır.
KAVRAMSAL ÇERÇEVE
Büyük kentler, kırsal alandan, sürekli göç almaktadır. Bu göç dalgasının nüfusumuzun %25-30'luk bölümünü
içerecek biçimde önümüzdeki zaman diliminde de süreceği tahmin edilmektedir. Bu göç dalgasıyla gelenlerin,
daha önce göç edenlerle (ki bunlar üzerinde aktif bir kentlileştirme politikası izlenmemiştir) kentsel alanda
buluşması, kırsal tutum, davranış ve değerlerin de yoğunlaşması tehlikesini de beraberinde getirmektedir. Böylece
varolan "kentlileşmemiş" grubun daha da genişleyerek, başta insan haklan ihlalleri olmak üzere yaşanan sorunların
daha da içinden çıkılmaz hale geleceğini söylemek zor değildir.
Kırsal kesimden kentlere göçeden yurttaşlarımıza yönelik aktif programlar uygulayarak, kentli değerlerle
buluşmaları sağlanmalıdır. Önce üzerinde durulması ve işlenmesi gereken konu, kente yeni gelenlerin yüklü
oldukları kırsal değerlerle ile kentte karşılaştıkları değerler arasındaki farklardır. Bu konuda bizim saptadıklarımız
Tablo-1'de görülmektedir.
Bu farkları gidererek, çağdaş toplum olmak yolunda ilerlemek Türkiye'nin yaptığı ve kaçınılmaz olan
tercihlerden biridir. Bu farkları gidermede öncelik verilmesi gereken ve yeni dönüşümleri de beraberinde
sürekleyecek (yani doğurgan) olan müdahaleleri 5 noktaya toplayabiliriz :
1. Çocukların çalışma yaşamından uzak tutulması
2. Kız çocuklarının kimlik ve meslek eğitimi
3. Annelere yönelik "yaşam desteği" çalışmaları
4. Yurttaşların toplumsal kurumlardan yararlanmalarını öğretme
5. Örgüt bilincinin ve örgütlenme düzeyinin geliştirilmesi
1. Çocukların Çalışma Yaşamından Uzak Tutulması
Kırsal yaşam standartlarının kentte de gençlere dayatılmasıyla, toplu yaşama ve çağdaş uygarlık düzeyini
yakalama kültüründen uzak bir kuşak ortaya çıkmaktadır. Bu tutum, davranış ve değerlerden bazıları, çocukların
erken yaşta çalışma yaşamına gönderilmesi, ezile ezile kuvvetlenmesi; kız çocuklarının okutulmaması, evde
tutulması, erken yaşta evlendirilmesi ya da yalnızca parasal kaygılarla evlenene kadar çalıştırılmasıdır. Bu tempo
içerisinde çocuklar, gözlerini açıp ya da okuyup, dünyayı tanıyamamaktadır. Büyüdüklerinde de kentten kopuk
bir dünyanın parçası olarak, varolan yapıyı sürdürmektedirler.
253
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
Tablo-1
Kırsal Ve Kentsel Değerler Arasındaki Farklar
KIRSAL ALANDA
Eğitimde önemsenmemekte ve fırsatlar sınırlıdır
KENTLERDE
Eğitim önemsenmekte ve fırsatlar sınırsızdır.
işbölümü sınırlıdır; bir ailenin diğerine olan
gereksinmesi sınırlıdır.
Kırsal alanda yaşayan kişilerin kendi dışındaki
dünyayı ve kendisinin dünyadaki yerini kavraması
önemsenmemektedir
İşbölümü artmıştır ve kişilerin birbirlerine olan
gereksinmeleri daha yüksektir.
Kalabalıklar içerisinde çalışan ve yaşayan kişinin,
çevresindeki kişilerle olan ilişkisi kadar, ülkedeki
ve dünyadaki öteki insanlarla etkileşimi de
önemlidir
Kişinin çevresinde iletişim halinde olduğu veya
yararlanabileceği yerli ve yabancı sayısız kurum
vardır.
Çocuğa ve insan yaşamına verdikleri değer
yüksektir. Zaten toplum da bunun tersine
tutumlara müdahale etmektedir.
Çevresinde yararlanabileceği kurumlar çok
sınırlıdır (örneğin muhtar, okul, sağlık ocağı gibi).
Çocuğu ve insanı koruma ve zenginleştirme
konusundaki çaresizlikler; yaşam kalitesindeki
düşüklük ve yaşamdan tad olma olanaklarındaki
sınırlılıklar, çocuğa ve insan yaşamına verilen
değeri azaltmaktadır.
Kırsal alanda kadına tanıdıkları rol, evinin ya da
tarlasının sınırları içerisindedir.
Kırsal
alanda,
küçük
üretimde
aile
dışmdakilerinin katıldığı bir kollektif çalışmaya
gerek görmemektedir
Kırsal alanda kadının ailece çalışmanın ya da aile
üretiminin dışında üretime katılmasına yaklaşımı
olumsuzdur
Üretimde de bireysellik egemendir; dolayısıyla
ekip kurma, ekip çalışması kavramları
yerleşmemiştir
Kültür-sanat ve spor etkinliklerine katılma
gereksinmesi ve olanakları en düşük düzeydedir
Belirli dönemler dışında, işler daha geniş zamana
yayılmıştır ve dolayısıyla zaman kullanımına
verdikleri önem düşüktür.
Yaşam standardı ve tüketim düzeyi düşüktür
Uyaranlar (teknoloji, kitle iletişim araçları, temas
edilen kişi sayısı vb) sınırlıdır.
Sosyal güvenlik olanakları ya hiç yok ya da çok
sınırlıdır.
Daha çok çocuğa olan gereksinme yüksektir.
Çocukların giderleri düşüktür.
Çocukların sokağa çıktığında karşı karşıya
kaldıkları riskler (kaybolma, çetelere katılma,
yasa-dışı işlere bulaşma ya da kazaya uğrama
olasılığı vb) önemli ölçüde düşüktür
Örgüt ve örgütlü mücadele fikri yoktur.
254
Kadına tanınan rol ve konum değişmiştir.
Eğitimli, çalışan kadın yanında yönetici kadın tipi
de kendisine yer bulmuştur.
Aile içi üretim çok azalmıştır. Çalışmak
isteyenlerin büyük bir bölümü, aileden
olmayanların işinde çalışmaktadır.
Kadın başlangıçta aile bütçesindeki zorlanmalar
nedeniyle, giderek bireysel özgürlük ve doyumlar
açısından çalışma yaşamına girmektedir.
Üretimde birden çok (zaman zaman binlerce)
insanın ekipler halinde çalıştığı ve modern
yönetim tekniklerinin kullanılabildiği örgütlü
yapılar ortaya çıkmıştır.
Özellikle eğitim kurumlarından başlayarak,
kültür-sanat ve spor etkinliklerine katılım, kitle
sporu özendirilmektedir.
Çalışma yoğun olup, gündüz-gece ya da mevsim
ayırdetmez. Zamana verilen önem yüksektir.
Yaşam standardı farklı düzeylerde
birlikte; kırsal alandan çok yüksektir.
Uyaranlar çok fazladır.
olmakla
Sosyal güvenlik sistemine katılma olanakları ve
sistemin nimetlerinden yararlanma olanakları
yüksektir.
Çocuk bir gereksinme değil, bir külfettir.Çünkü
çocuğun değeri ve giderleri yüksektir.
Çocukların sokağa çıktıklarında karşı karşıya
kaldığı riskler (kaybolma, çetelere katılma, yasadışı işlere bulaşma ya da kazaya uğrama olasılığı
vb) çok fazladır.
Örgütlenerek haklarını koruma bilinci vardır.
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
Erkek çocuklarının, küçük yaşta ve kendilerinden büyüklerin dünyasında çalışmaya başlamaları onların, daha
çocukluklarını yaşamadan, büyükler gibi davranmak zorunda kalmalarına neden olmaktadır. Bu kimlik sorunu,
onların düş gücünü, duygularını ve ufuklarını köreltmekte; kendi kabuklarına çekilmelerine neden olmaktadır.
Halbuki gelişen ve değişen dünyada, dev firmaların bile birbirleri ile birleştiği bir dönem yaşanmaktadır. Buna
karşın, küçük yaşta küçük işyerlerinin çilesini çeken çocuklar, kendi işyerlerini kurmanın hayali içerisinde, bu
yaşama katlanmakta ve bir başkası ile ortaklığa dahi tahammül edememektedir. "Ortak gemisi yürümez" atasözü,
böylesi bir yetişme süresi geçirmiş ve bugün ülkemizdeki işyerinin % 98'ini oluşturan küçük işyeri sahiplerinin
sıkça kullandığı ve içten inandığı bir sözdür.
Çocukların küçük yaşta çalışma yaşamında zorluklar içinde pişerek, ezile ezile ayakta durmayı öğrenmesini
bir yöntem olarak benimsemek ise, kentli değerleri benimseyenler için kabul edilemeyecek ve insafsızlık olarak
görülecek bir olgudur. Tüm bilgilerin kulaktan dolma edinildiği, becerilerin kopyalamaya dayandığı dönemler
geride kalmıştır. Buna karşın çetin doğa koşullan ile boğuşmak zorunda olan ve tek-başına bu savaşı bir yaşam
boyu sürdüreceğini varsayan bir köylü yurttaş için bu yaklaşım tartışılabilirdi. Ancak, kanımızca, kırsal alanda
bile, artan teknoloji, sulama olanaklarının artması, tarımsal koruma etkinlikleri ve büyük çiftliklerin oluşması
da, bu yaklaşımı anlamsız kılmaktadır.
Çalışan çocukların yitirdikleri çocukluklarını yeniden kazanabilmeleri, hiçbir hedefin çocukluğun feda
edilmesini gerektirmediğinin anlatılması için aktif çaba gerekmektedir. "Çocuk Kimliğininin Yeniden
Kazandırılması" başlığı altında topladığımız çalışmalar, çalışan çocukların, haftalık ve yıllık ücretli izinleri daha
etkin bir biçimde kullanmaları ve bunların arttırılması için de bilinçlenmelerini kapsamaktadır. Yetişkinler için
haftalık çalışma süresi 45 saat olarak belirlenmiştir. Ama yaptığımız araştırmalar çocukların bu sürelerin de çok
üstünde çalıştırıldığını ortaya koymaktadır. Yine yaptığımız araştırmalar, çalışan çocuklardan yıllık izin
kullanabilenlerin oranının çok az olduğunu ortaya koymaktadır. O halde, varolan durum, hem çabaların önünden
bir engel oluşturacak; ama aynı zamanda bu engelin aşılmasının neden bu kadar önemli olduğunu da kimsenin
yadsıyamayacağı gerekçesini oluşturacaktır.
Çalışan çocuklar, çalıştıkları dönemde hafta tatillerinde Kentli Evi'nden yararlanarak boş zamanlarını aktif
bir tutumla değerlendirecekler; yıllık ücretli izinlerinde ise, yaz kampı olanaklarından yararlandırılarak yaşıtlarının
(kentli, okuyan) yaşam standartlarını yakalamaya çalışacaklardır.
2. Kız Çocuklarının Kimlik ve Meslek Eğitimi
Kız çocuklarının okutulmaması,evde tutulması ya da erken yaşta evlendirilmesi, ülkemiz için büyük bir kaynak
israfıdır. En değerli çağlarında, gençlerin, evlenene kadar, boş ve eğitimsiz bırakılmaları onların toplumla
bütünleşme süreçlerini sakatlamakta; ileriki yaşamlarında, onlara, kopyaladıkları çağ-dışı bir sistemi sürdürmekten
başka bir çare tanımamaktadır. Erken yaşta evlendirilmeleri de çok sayıda çocuk yapma eğilimini birlikte getirmekte;
bu da yukarıdan beri sözü edilen sorunları bir kartopu gibi büyümesine neden olmaktadır.
Bu tutumun bir başka uzantısı da, ailesi gelir gereksinmesi içinde olduğu için, "çeyizini kazanmak" bahanesi
ile kızların erken yaşta çalışma yaşamına gönderilmesidir. Yaptığımız araştırmalar, erken yaşta çalışma yaşamına
gönderilen erkek çocuklarında meslek öğrenme kaygısı ön planda iken; kızlarda, salt gelir elde etmenin öne
geçtiğini göstermektedir. Çünkü erkekler, evlendikten sonra da çalışacaklardır (dolayısıyla mesleğe gereksinmeleri
vardır); kızlar ise evlendikten sonra ev hanımı olacak ve çocuk bakacaklardır (dolayısıyla meslek öğrenmeleri
gerekmez).
Herhangi bir mesleği ya da çalışma becerisi olmayan bu genç kızlar evlendiklerinde ve bu kez kocasının
evinde beklemek zorunda kaldıklarında da, oyalanmaları için çok çocuk yapılmaktadır. Bu aileden daha fazla
toplum için büyük bir yük oluşturmaktadır. Aile açısından baktığımızda, zaten yetersiz olan aile geliri, salt bu
255
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
"çağ-dışı" anlayışla daha da zora sokulmakta; okutulacak güç bulunamamakta, çocukların sokakta boşta kalması
tehlikesi doğmaktadır. Bu tehlike ya sokak çocuklan ve çetelerinin artması şeklinde ortaya çıkmakta; ya da bu
çocuklar erken yaşta sanayi sitelerinde çırak olarak çalıştırılarak bir başkasının gözetimine terkedilmektedir.
Gerek kızları eve kapatan ve gerekse kızları evlenince çekilmek üzere çalışma yaşamına sokan yaklaşım,
onları sosyalleşmekten; toplumu da onların çok değerli katkılarını kazanmaktan alıkoymaktadır. Bu kızlarımız,
evlendikten bir süre sonra, yetersiz aile geliri, eşinin eve para vermemesi ya da boşanma vb nedenlerle, çalışmak
zorunda kaldıklarında, "niteliksiz bir emek öğesi" olarak, yaşama sıfırdan başlamaktadırlar. Bu büyük bir
adaletsizliktir.
,
i
'f
3. Annelere Yönelik "Yaşam Desteği" Çalışmaları
Anneler, kırsal kültürden kentsel kültüre geçişte önemli bir işlev üstlenebilirler. Kırsal alanda evin yönetiminde
uzmanlaşan kadın, eğitim düzeyi ve meslek edinme süreçlerinden uzak tutulması nedeniyle, sosyal yaşamda
mesleki kariyer olanaklarını büyük ölçüde yitirmiştir.
Onu uzman olduğu alanda yetkinleştirerek, çocuklarının mesleki kariyere yönlendirilmesinde, ailesinin kentsel
nimetlerden yararlanmada avantajlı konuma geçmesinde yönlendirici olarak yararlanmak düşünülmelidir.
Annelere "ana-çocuk sağlığı", "koruyucu hekimlik", "çevre sağlığı", "beslenme", "hukuk" öğretilmesi gerekir.
Ailenin yeni zeminine yerleşmesini ve dengelerinin yeniden yerine bulmasını sağlamalı; aile bireylerinin kentsel
yaşamın kendilerine sundukları eğitim, boş zaman değerlendirme ve spor olanaklanm tanımalanna aracı olmalıdır.
Hem kendisi ve hem de aile bireyleri için, annenin bazı kentsel temel kavranılan ve bu arada "hak"larını da
öğrenmesi gerekir.
Kentsel toplumda, kadına bakış açısı, kadın kimliği ve haklan konuları da annelere öğretilmelidir. Çünkü
kadınlara karşı geliştirilmiş olan kırsal kökenli tavır, yeni ortam ve ilişkilere uymamaktadır. Kaldı ki, kırsal
alanda, geniş aile yapısı ile bazı aşırılıkların önlenmesi olanağı varken, kentte çekirdek aile içinde aşınlıklann
törpülenmesi için toplumsal mekanizmalar yetersiz kalmaktadır. Bu yüzden kadının "hak"lanyla ve "hukuk"la
tanışması gerekmektedir.
Aynca (2) ve (3) numaralı birimlerde "küçük çaplı üretim birimleri" kurularak, isteyenlerin hem kendileri
için ve hem de Kentli Evi'nin finansal sürdürülebilirliğini sağlaması için üretim yapmaları düşünülmektedir. Bu
yaklaşım, genç kızların ve annelerinin, "eve iş verme" vb sömürü sistemlerinden etkilenmelerinin de önüne
geçebileceği ve onların Kent Evi'yle bağlantısını arttırabileceği varsayımıyla da desteklenmektedir.
j
.
j
j.
'
4. Kenttaşlann Toplumsal Kurumlardan Yararlanmalarım Öğretme
Kırsal alanın tersine kentte, kenttaşlann yararlanabilecekleri bir çok toplumsal yapılar vardır. Bunlar arasında
yerel yönetimler, merkezi yönetimin yerel uzantıları ve gönüllü örgütler bulunmaktadır.
Sağlık hizmetlerinden eğitim hizmetlerine, sosyal hizmetlerden danışmanlık hizmetlerine kadar çok çeşitli
hizmet kanallarından yararlanma olanağı vardır. Haksızlıklar karşısında, yakınma ya da itirazların
ı
yönlendirilebileceği kanallar ve gerektiğinde kullanılabilecek olan yargı süreçleri vardır.
{
Anayasamızdan, uluslararası insan haklan belgelerinden ve çeşitli yasalardan kaynaklanan haklar ve yargı
kararlanyla oluşmuş "içtihaf'lar vardır.Tüm bunlar, bireyin yurttaşlık haklannı oluşturmaktadır. Bunlann bilinmesi,
aynı zamanda istenebilmesi olanaklanm da beraberinde getirmektedir. Neyin, kimden ve nasıl isteneceğini bilmek
de gereklidir.
Tüm saydıklanmız, kırsal alanın "aile" korumacılığından uzaklaşmış ancak onun yerine yeni geleneksel koruma
ağlan koymak zorunda kalmak üzere olan "yeni kenttaş"lara, toplumun elini uzatmasını zorunlu kılmaktadır.
256
'
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
"Aile, hemşehri vb korumacılığı" ya da "siyasal grupların korumacılığı" yerine "toplumsal koruma ağ"larının
oluşturulması gerekir. Her kenttaşın da buna hakkı vardır.
5. Örgüt Bilincinin ve Örgütlenme Düzeyinin Geliştirilmesi
İnsan haklarından ve varolan yapılardan yararlanabilmek örgütlenmekle ve örgütlü yapılara katılmakla olur.
Kentlileşmek demek örgütlenmek demektir. Kişiler örgütler içerisinde birbirlerini eğiterek, çağdaş toplumun
külfetlerine katlanmayı ve nimetlerinden yararlanmayı öğrenebilirler. Bundan ötürü yeni kenttaşların, yeni yeni
toplum örgütleri kurarak kendi sorunlarını çözmeye ve sosyal kalkınmaya katkıda bulunmaları beklenmelidir. Bu
aynı zamanda onların örgütlenme ve yönetim becerilerini de geliştirecek, çağdaş kentli kavramlarla buluşmalarını
hızlandıracaktır.
Bunun için yalnızca örgün eğitime devam eden aile bireylerinin değil, ana-babalannın da örgütlü süreçlerde
söz sahibi olma ve karar alma pratiğini geliştirmeleri gerekir. Bunun için ilk atılması gereken adım, mahallelerde
ve yerel yapılarda temsil için özendirilmeleridir. Yalnızca kendi görüş, düşünce ve çıkarlarını değil; birlikte
yaşadığı toplumun ortak sorunlarını ve çıkarlarını öne alan girişimler öne çıkarılmalıdır. Böylece hep aynı kişilerin
değil, tek tek tüm bireylerin de toplum adına hareket edebilmeleri sağlanmış olur. Kollektif önderliği, kollektif
denetimle destekleyen bu pilot çalışmalar, kentli kültürünün en önemli özelliklerinden olan hoşgörü, hak ve
yükümlülüklerini yerine getirme ve demokrasi kavramlarının da yaşama geçmesini ve gelişmesini sağlayacaktır.
Yeni kenttaşlara, denetim görevinin önemini anlatmak için de bu yapı uygun bir fırsattır. Böylece önderliğin,
keyfi yönetim değil, denetlenen, eleştirilerle yönlendirilen ve ortak akıl gerektiren ve saygınlığı öne alan bir
anlayışla uygulanması gerektiği öğretilmiş olacaktır.
EYLEM PROGRAMI
Kavramsal düzeyde ele alınan tüm bu olguların, çözümü için çaba harcanmadıkça, çoğalmasına ve
zenginleşmesine olanak yoktur. Tam tersine, raflarda tozlanmaya ve bazı belleklerde unutulmaya terk edilmiş
olacaktır.
Bu kavramsal modelin uygulanabilmesi için, Fişek Enstitüsü Çalışan Çocuklar Bilim ve Eylem Merkezi olarak,
bugüne kadar uyguladığımız projeler ve edindiğimiz deneyimlerin ışığında oluşturduğumuz, "Kentli Evi"leri
modelini önermekteyiz.
Kentli Evi, "yeni yeni toplum örgütleri kurulmasını", "dezavantajlı grupların (çalışan çocuklar, kadınların,
özürlülerin vb) korunmasını ve özellikle kızların meslek edinmesini ve konumlarını geliştirmelerini", yurttaşların
toplumsal kurumlardan yararlanmalarını öğretmeyi hedeflemektedir.
"Kentli Evi"nin hem topluma kendi sorunlarını çözebilme konusunda bir umut olabilir; hem de sorunların
çözümünde bir kaldıraç görevi yapabilir. Kentli Evi, Tablo-2'de görüldüğü gibi, beş bölümden oluşmaktadır.
1.
2.
3.
4.
5.
"Kentli Evi" modelin uygulanmasından beklentiler şöyledir :
Kentli değerler daha geniş bir toplum kesiti tarafından benimsenmiş olacaktır.
Her kenttaş, hak ve yükümlülüklerini bilecektir.
Bu değerlerin yaygın kabulü, insan hakları konusunda hızla yol alınmasını ve bu da toplumsal üretkenliğin ve
dönüşümün hızlanmasını getirecektir.
Gelecek kuşakların (kız, erkek) daha eşitlikçi, daha nitelikli ve çok-yönlü ve dünyadaki yerini bilerek yetişmesi
sağlanacak ve bu onlara istihdam kolaylıkları getirecektir.
Çocuklar ve gençler, kişiliği güçlendirilmiş, özgüvenli ve birlikte iş yapabilen, oyun kurabilme yetisinde,
tekdüze olmayan bir birey özellikleri kazanmaları tasarlanmaktadır. Bunun yanı sıra, çalışmalara katılan
257
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
Tablo-2 Kentli Evi 'nin Bölümleri Ve Hedef Kitleleri
BÖLÜMLER
HEDEF KİTLE
1.
Meslek Kazandırma Bölümü
Bilgisayar sınıfi
Yabancı dil laboratuvarı
Teknik resim - grafik çalışması
Diğer derslikler
Yurttaşlık bilgisi dersleri
Genç kızlar
2.
Yaşam Desteği Bölümü
Küçük çaplı üretim birimi
Eğitimi birimi (koruyucu hekimlik, anneçocuk sağlığı, beslenme, çevre sağlığı,
hukuk vb)
Söyleşi ve uzman ağırlama
Anneler
3.
Çocuk Kimliğini Geliştirme Bölümü
Müzik odası
Resim atelyesi
Spor odası
Tiyatro ve psiko-drama odası
Satranç vb oyun odası
Kütüphane ve okuma odası
Video-DVD-TV odası
Yaz kampı
Yurttaşlık bilgisi
Çalışan çocuklar
4.
Danışmanlık ve Yönlendirme Bölümü
- Hukuk
Sağlık
Sosyal hizmetler
Psikolojik danışmanlık
Kadın sorunları danışmanlığı
Yurttaşlık bilgisi
Tüm yeni kenttaşlar
5.
Yönetim ve Denetleme
Yönetim ve denetim bilincinin
geliştirilmesi
Yeni yeni toplum örgütlerinin
kurulmasının özendirilmesi ile bu
yapıların yönetim mekanizmasına
katılması
Yerel yönetimler (belediyeler, il özel idareleri vb)
Gönüllü kuruluşlar
Tüm yeni kenttaşlar
ailesinin de belirli ölçülerde onu anlayabilecek ve onun tutum-davranışlarma ayak uyduracak ölçüde eğitilmiş
olması beklenmektedir.
6. Yeni kenttaşların ve çocuklannın, toplum örgütler yolu ile örgütlü mücadelelere katılımları sağlanmış olacaktır.
Uygulamada başarı ölçütü olarak şunlar kullanılmalıdır:
1. Merkezin düzenlediği etkinliklere katılan kenttaşların sayısı
258
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
2. Katılımcıların devam oranı
3. Merkezde verilen eğitimler doğrultusunda iş bulan, evlilik yaşını geciktiren ve evlendikten sonra çalışmasını
sürdüren kızların oranı
4. Sürdürülebilirlik için "küçük çaplı üretim etkinliğinin" ve toplum katkısının miktar olarak gelişimi
5. Kentli Evi çalışmalarına katkıda bulunan ve kenttaşlar tarafından kurulan yeni gönüllü örgütlerin sayı ve
nitelikçe durumu
6. Yıllık çalışma raporlarının katılımcılar tarafından değerlendirilmesi.
SON SÖZ
Kentli değerlerin yaygınca benimsemseni hedefleyen böylesi bir model çalışmanın uygulamadan gelen geribeslemelerle zenginleştirilerek yaygınlaştırılması gerekir. Çünkü ulaşılan sınırlı sayıda yeni kenttaş dışında, aynı
konumda daha bir çok kişinin bulunması; göçün sürmesi halinde yenilerinin eklenmesi ile yatay olarak
yaygınlaştırılması gerekecektir.
259
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
DÜNDEN BUGÜNE KENT KONSEYİ GİRİŞİMİ
Hasan KÜÇÜK
Çankaya Belediyesi APK Müdürü
Mithatpaşa cad. No:52 Kızılay-Ankara
Tel: 433 30 22
ÖZET
1989 yılında Ankara'da ilk kez düzenlenen Ankara Kurultayı ile başlayan sivil toplum örgütlerinin kentsel
yönetim süreçlerine katılış sürecinin örgütlenmesi çalışmaları Kent Konseyi Girişimi ile devam etmiş, kentsel
yönetim sürecine ilişkin öneri oluşturmanın yanında kamuoyunun bilgilendirilmesi çalışmaları da yapılmıştır.
Ayrıca geçmiş dönemlerde yaşanan örnekler ile bugünkü yönetim anlayışları arasındaki farklılıklar da belirlenmiştir.
Tarihsel süreci boyunca, daha iyi yaşam koşulları yaratmak için çeşitli mücadeleler veren insanlık, bu mücadele
içinde toplumun ve teknolojinin gelişmesine paralel olarak farklılaşan ve çeşitlenen hakları da gündeme getirmiştir.
Bu bağlamda, dünya ölçeğinde çok önemli adımlar atılmıştır. Bu gelişmelerin en önemlileri olarak, Dünya Sağlık
Örgütünce 1978 yılında hazırlanan, 2000 yılında herkese sağlık amacını taşıyan ve Türkiye'nin de imzaladığı
Almaata Deklarasyonu. 1989 yılında Avrupa Sosyal Şartı, 1992 Avrupa Kentsel Şartı, Avrupa Yerel Yönetimler
Özerk Şartı, Haziran 1996 yılında İstanbul'da gerçekleştirilen HABİTATII Konferansını sayabiliriz. Aynı zamanda
1992 yılında Rio'da gerçekleştirilen Uluslararası Kalkınma ve Çevre Konferansında "sürdürülebilir kalkınma"
kavramı ortaya çıkmış ve tüm dünyada geniş ölçüde kabul görmüştür.
^
'*
Bütün bu gelişmelere paralel olarak, Türkiye'de de sivil toplum, katılım, ortaklık gibi kavramlar daha çok
tartışılır olurken, uygulamalarda yer bulmaya başlamıştır. Bu bağlamda, en somut ve çarpıcı örneklerden biri,
Ordu Fatsa ilçesine 1980 öncesi başarıyla uygulanmıştır. Semt ve mahalle komiteleri şeklinde örgütlenmelere
j
gidilerek, en az bir kadın olmak üzere 5 kişilik yürütme kurulları oluşturulmuş; mahalle veya beldenin sorunları
tartışılmış; çözümler belirlenmiş; belediye meclisinde ya da encümende karar altına alınmıştır. Kararlar belediyenin
kendi olanaklarıyla ve yerel halkın, genellikle insan gücü katkısıyla yaşama geçirilmiştir.
13-16 Ekim 1989 tarihinde Ankara'da ilk kez Büyükşehir Belediyesince Ankara Kurultayı düzenlenmiştir.
Çok sayıda farklı, meslek disiplinleri ve sivil toplum örgütleri ve uzmanlar katılmış, toplumsal yaşamımızda
öncelikli önem taşıyan konularda görüşler oluşturulmuştur.
Daha sonra Ankara'da, Avrupa Kentsel Şartına dayanılarak, kent haklarının korunması, kullanılması ve
geliştirilmesi doğrultusunda meslek odaları, sendikalar, uzmanlar ve sivil toplum örgütlerinin katılımıyla kent
konseyini oluşturmak amacıyla Kent Konseyi Girişimi kuruldu. 1998 Eylülde kuruluş bildirisi yayınlandı, bu
belgede amaçları, yapıları, yapacakları işler, girişime katılma koşullan ve girişimin işleyişi tanımlandı. Bilindiği
!
üzere, girişim, bir sekreter ve dört yardımcısından oluşan sekreterya tarafından yürütülmektedir. Kuruluş belgesini
benimseyen ve bunu deklare eden, kentsel yaşamla ilgili etkinliklerde bulunan kitle örgütleri, uzman kişiler,
girişimcilerin salt çoğunluğunun onayıyla girişime katılabilmektedirler.
Girişim tarafından kamuoyuna ve basına çeşitli raporlar sunulmuştur. Bu çalışmalar, Ankara'da kömür sorunu,
yerel yönetim yasa tasarılarına ilişkin değerlendirme, Ankara'da katı atık sorunu, Akay Kavşağı ve kavşaklar
sorunu, yerel yönetimde çalışanlar açısından bir dönemin perde arkası, kentsel hizmetlerin ücret politikalarının
değerlendirmesi raporlarıdır.
f
<•
13-14 Martta "Ankara Gerçeği" adı altında sempozyum düzenlenmiş ve başkent oluşundan günümüze kentin
260
,
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
gelişimi, Ankara'nın kent ve başkent olarak günümüzde yaşadığı sorunlar, Ankara'nın imajı, Ankara'da ulaşım
ve trafik sorunları, su ve kanalizasyon, Ankara'da kentsel altyapı hizmetleri, katı atık, açık ve yeşil alanlar,
yangına karşı önlemler, kentsel hizmetlerde ücret politikalarının değerlendirmesi, özürlü ve engellilere yönelik
yaşamı kolaylaştırıcı önlemler, çocuk ve gençlerin sağlıklı gelişimi, sokak çocukları, kent hakları, eğitim
sorunlarıyla, kültür ve sanatsal konularda raporlar sunulmuştur. Ayrıca Ankara'ya ilişkin çarpıcı özellikler dia
gösterisi, Ankara Gerçeği Sempozyumunda sunulmuştur.
Yine sempozyumun sonucunda, kent haklan tanınarak kent halkının ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal görüş,
mülkiyet ve statü ayrımı gözetmeksizin kentli haklarına sahip olduğu bilinmelidir. Avrupa Kentsel Şartı tanınarak,
insan hakları ve özgürlüklerinin vazgeçilmez olduğu bilinmelidir. İnsan yerleşimleri ve yaşam çevreleri, insan
onuruna uygun, doğal, tarihsel ve kültürel değerler korunmalıdır. Yerel yönetimlerin çalışmalarında şeffaflık esas
olmalıdır. Yerel yönetimler özerkleştirilerek, halkın doğrudan katılımı üzerinden tasarlanmalıdır. Kent Konseyi
Girişimi olarak yukarda tanımlanan hedefler doğrultusunda yerel yönetim çalışmalarını denetleyecek ve kamuoyunu
bilgilendirmeye devam edeceğiz şeklinde özetlenebilecek sonuç bildirisi yayınlanmıştır.
Daha sonra 18 Nisan 1999 seçimleri sonrası Ankara Büyükşehir ve İlçe Belediyeleriyle görüşme isteminde
bulunarak Çankaya, Keçiören, Gölbaşı, Sincan ve Yenimahalle Belediye Başkanlarıyla görüşülmüş, Kent Konseyi
Girişimi ve amacı tanıtılmıştır. Ancak bugüne kadar somut bir çalışma başlatılamamıştır. Yalnız Çankaya Belediyesi,
Kent Konseyi Girişimine katılma isteğinde bulunarak, olanakları ölçüsünde her türlü katkıyı sağlayacağını beyan
etmiştir; yapılmakta olan sempozyuma bildirileriyle aktif rol üstleneceği de anlaşılmaktadır, diğer
belediyelerimizden de aynı yaklaşımı bekliyoruz.
Çankaya Belediyesi, Dünya Sağlık Örgütünün Sağlıklı Kentler Projesi kapsamında, gıda işletmelerine cezai
yaptırım, yani bir ödüllendirme ve teşvik olan mavi bayrak uygulaması; özellikle sokak çocuklarının ve sorunlu
ailelerin toplumsal ve ekonomik sorunlardan kaynaklı olarak yaygınlaşma eğiliminde olan madde bağımlılığıyla
mücadele; sayıları her geçen gün artmakta ve yakın gelecekte çok ciddi bir toplumsal tehlike olacak olan cinsel
yolla bulaşan hastalıklardan korunma ve mücadele; toplumsal kesimlerde yeni yeni anlaşılan ve benimsenmeye
başlanan aktif yaşam; daha sağlıklı ve temiz bir Çankaya için atıkların kaynağında, ayrı ayrı toplanarak ulusal
ekonomiye geri kazanımı da hedefleyen atıkların yeniden kazanım projelerini yaşama geçirmek için yoğun
çalışmalar yapılmaktadır.
Bilindiği üzere, Sağlıklı Şehirler Projesinin özünde, sektörler arası işbirliği, toplum katılımı, sağlık bilincinin
geliştirilmesi, sağlıklı kamu politikası, üretkenlik ve stratejik planlama söz konusudur. Ayrıca sağlıklı şehirler
sürekli olarak fiziksel ve sosyal çevreyi geliştiren ve insanların yaşamsal fonksiyonlarını yerine getirmede ve
potansiyellerini maksimum düzeyde kullanma, birbirlerini desteklemelerini sağlayan toplum kaynaklarını geliştiren
kenttir. Sağlıklı şehirler belirli bir sağlık statüsüne ulaşmış kent değil, sağlık bilincine ulaşmış ve sağlığı geliştirmeye
çalışan bir kent olgusudur. Bu bağlamda, konunun bir yanı da kent konseyini çok yakından ilgilendirmektedir ve
kent konseyinin yapacaklarını tanımlamaktadır.
Sayın katılımcılar, Türkiye'nin yönetimini anlamak gerçekten çok zor. Çünkü uygulamalara bakıldığında son
derece karmaşık, çelişkili işlemler yapılmaktadır. Evde bir dostunuzla telefon konuşmanız her an aleyhinize delil
olabilirken, Başkent Ankara'da Cumhurbaşkanının, Başkanın, Bakanların gözü önünde bizlerin vergileri Ankara halkının hizmetine harcanması gerekirken, telafisi güç uygulamalarla, mahkeme kararlarını yok sayan ve
hiçbir kullanılırlığı olmayan üstgeçitler yapılmaktadır. Özetlemeye çalışayım: Mithatpaşa ve Meşrutiyet Caddeleri
üzerindeki yaya üstgeçitlerine ilişkin olarak Çankaya Belediyesi açmış olduğu 9 davada yürütmeyi durdurma
karan alınmasını sağlamıştır.
İzin verirseniz, çok önemli olduğu için ve kayıtlara geçmesi açısından, mahkeme kararının temel öğesini
okumak istiyorum: İmar uygulama planı yapma yetkisine sahip bulunan kurumca, uyuşmazlığa konu olan yerde,
yaya üstgeçidinin ihtiyaç olup, olmadığının, ihtiyacın bulunması halinde, bunun en uygun yerin seçiminin yapılıp,
261
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
bu hususun uygulama imar planında yer almasının temininden sonra bir karar alınması ve bunun sonucu yaya
üstgeçidi çalışmalarına başlanması gerekirken, davalı idarece bu gerekliliğin temini sağlanmadan -ve buraya
dikkat- ve bu hususta bir meclis kararı alınmadan işlenişiz olarak üstgeçide başlanması yolunda tescil edilen
işlemde mevzuata uyarlılık olmadığı sonucuna varılmıştır.
Sabahki oturumda, Genel Müdürümüzün önünde belediye meclisinin çalışıp, çalışmadığı tartışılmıştı. Bu
toplantıda bakıyorum, Genel Müdürümüz yok, olmasını dilerdim. Keza, aynı olay Danıştay'ın Altıncı Dairesinin
23.6.1998 tarihli esas 1997-4815 -bunları kayda geçsin diye söylüyorum- karar 1998-3558 sayılı karar ile onandığı
görülmüştür. Bu hususta Meclis kararı alınmadan uygulanması halinde, açıkça üst geçitlerin tümünün yapım
işleminin durdurulması karar altındayken, bugün tamamen bitirilmiş olması düşündürücü, üzücü ve yetkililerin
konuya ne zaman duyarlılık gösterecekleri merak konusudur doğrusu.
Bu konu sadece Çankaya Belediyesiyle, Büyükşehir Belediyesi arasında yaşanan bir sorun değildir. Bu ve
benzeri sorunlar, Ankara'da yaşayanlarla, Büyükşehir Belediye Başkanının sorunudur. Çankaya Belediyesinin bu
hukuki kazanımı, "Ankara'nın sakini değil, Ankara'nın sahibiyiz" diyen herkesin sahipleneceği bir kondur. Dahası
böylesi hukuk tanımaz bir kent katliamı, ülkenin sorunudur. Kent Konseyi Girişimi en kısa zamanda bu konuyu
gündemine almalıdır.
Kent Konseyinin diğer bir önemli konusu da; yerel yönetimler yasa tasarılarıdır. Bugün gündeme getirilen
yasa tasarıları yeterince irdelenmedi, tartışılmadı, yaşamı son derece yakından ilgilendiren bu yasa tasarısı en
kısa sürede ayrıntılarıyla tartışılması gerekmektedir.
Birinci bölümün ikinci maddesi; son derece sakıncalıdır; ikinci bölüm beşinci maddenin 84. Fıkrası son derece
sakıncalıdır. Bu sadece kanunların ruhunun aykırılığının yanında teknik olarak, uygulama olarak da mümkün
olmadığının bir ifadesi olarak söylüyor.
Benim bir saptamam olacak. Gerek Kent Konseyi Girişiminin bundan önceki eylemlikleri, gerekse sol kimlikli
toplumsal dinamiklerin en büyük sorunu ki, şu anda onu da yaşıyoruz, örgütlenme organize olabilme ve burada
oluşan fikirleri, diğer kesimlere iletişimin yeterince kurulmaması. Bence bizim en büyük handikabımız ve
beceremediğimiz konu bu. Bu toplantıda bile -daha önce konuşmacılar da söyledi, önemle de vurguladı, gerçekten
de önemli- çocuklara nasıl bir Ankara'yla ilişki ve organizasyon yapıldı ve organizasyonla ilgili ödüllendirme
verildi? Fakat daha sonraki süreçte o çocuklar en azından organizasyondaki belki bir aksaklık da olabilir; ama bu
bizim bir beceriksizliğimiz olarak da algılanabilir. O çocuklara en azından yönetici tarzında nelerin olup, olmadığını
da anlatabilseydik, o çocukları burada tutabilecek başka >. J mekanizma daha kurabilseydik ve bizleri dinleyebiliyor
olsalardı, belki daha fazla bir bilgi birikimine sahip olacaklardı. Dolayısıyla, bu eksikliklerimizi giderebildiğimiz
sürede daha başarılı olacağız. Buna da kent konseyi açısından bakınca yandaş belediyelerin katkılarıyla çözmek
öncelikli bir görev diye düşünüyorum.
Saygılar sunuyorum.
i
.'
ı
(
<•
i
'
262
j
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
YENİMAHALLE BELEDİYESİ KENT KURULTAYI DENEYİMİ
Tuncay ALEMDAROĞLU
Yenimahalle Belediye Başkanı
Öncelikle bu broşürde de, tanıtım program kartında da belirtildiği gibi, "Ankara'nın sadece sakini değil, aynı
zaman sahibi olmak istiyoruz" sloganından yola çıkarak, bu toplantıyı düzenleyen Makine Mühendisleri Odasına
teşekkür ediyorum. Böyle bir hafta sonunda dinlenme zamanınızı Ankara'nın, başkentin sorunlarını bizlerle
paylaşmak için burada zaman ayırdığınız için sizlere de teşekkür ediyorum, ayrıca konuşmacı arkadaşlarıma da
bu bilgileri bizlere aktardığı için teşekkür ediyorum, ben çok şey öğreniyorum.
Değerli arkadaşlarım, yönetenlerle, yönetilenlerin, seçenlerle, seçilenlerin oluşmaya başladığı ya da belirlendiği
günden bugüne, yönetenlerle yönetilenler arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi, seçilenle seçilenler arasındaki
ilişkilerin düzenlenmesi, demokrasinin çok ciddi üzerinde tartıştığı temel sorun olarak süregelmektedir. Bugün
çağdaş demokrasilerde, temel ilke olarak bu iki grubun, yani seçenle-seçilen, yönetenle-yönetilen arasındaki
mesafenin kısaltılması hedeflenmekte ve demokrasinin içeriği de bu mesafe, bu zamanlama ne kadar kısa olursa,
bu iki grup arasındaki fikir alışverişi ne kadar yoğun olursa, demokrasinin o anlamda içeriğinin dolduğu, o
anlamda manalandığı sonucu ortaya çıkmaktadır.
Biz de Yenimahalle Belediyesi olarak göreve geldiğimiz günden itibaren; birincisi, bizi seçen insanlarla
aramızdaki o mesafeyi kısaltmak, doğrudan demokrasiyi uygulama şansımızın olmaması nedeniyle bildiğiniz
gibi bugün her yerde temsili demokrasi uygulanmakta, doğrudan demokrasiyi uygulayamadığım için o mesafeyi
kısaltmak; ikincisi, bizi seçenlerin bizi denetlemesini sağlayabilmek, onlara o kanalları açmak; üçüncüsü, hizmetin
yerinden yapılması, yönetimin de yerinden yapılması ilkesini hayata geçirebilmek için birkaç proje üzerinde
arkadaşlarımızla birlikte yoğun bir çaba sarf ettik.
Tabii bu projelerin temel hedeflerini biz seçim bildirgemizde yurttaşlarımızda açıklamıştık. O hedefler
doğrultusunda neler yapılabilir?" denildi. Birinci olarak, Alo Belediye Projesini hayata geçirdik hemen. Bu Alo
Belediye Projesinde yurttaş sorununu doğrudan, bir telefonla, belediyeye aktarıyor ve bu sorununun sonucu o
verdiği telefon aracılığıyla kendisine bildiriliyor; müspet menfi, çözüldü, çözülemedi ve çözülemeyen, zamana
yayılı olan sorunlar da yine Başkanlık Özel Kalemince takip ediliyor, sonuçlandıktan sonra iletiliyor.
Bir diğer önemli proje olarak, bu yerinden yönetim modelinin belki de Türkiye'de ilk uygulaması, şöyle ilk
uygulaması diyorum, iki yönüyle ilk uygulama; hem Meclis var, Danışma Kurulu ya da kent konseyi ya da mahalle
birimi gibi sürekli olarak bir belediye meclisinin tüm işlevlerini yürüten bir danışma kurulu; ama onun hemen
yanında bir koordinatörlük, alman kararlan hayata geçiren bir koordinatörlük, tipik bir belediye ya da eskiler
bilirler, bu büyükşehir kuruluşu yapılmadan önce, 3030 sayılı Yasadan önce uygulanan büyük kentlerdeki belediye
şube müdürlükleri vardı. İşte biz o belediye şube müdürlüklerine bir de belediye meclisi monte ettik ve böylece
buna biz "semt belediyesi" dedik. Ama yasal olarak adına "semt belediyesi" dememiz mümkün olmadığı için,
"semt hizmet birimi" dedik ve bu uygulamayı başlattık. Bunun birisi Batıkent'te, birisi Çankaya'da başladı, bir
yıl el yordamıyla yap, yanlışı görüyoruz, o yanlıştan dönüyoruz, doğruyu arıyoruz ve o modeli belli bir noktaya
getirdikten sonra da bu sene üçüncüsünü de Gazi Mahallesinde açtık.
Bu semt belediyesi uygulamamızdan, semt belediyesi modelinden çok olumlu sonuçlar aldık. Tabii bu sadece
bizim ya da benimle birlikte çalışan arkadaşların fikri, icadı, buluşu değildi. Mensubu bulunduğum siyasi partinin
yerel yönetim programında iktidara geldiğinde nasıl bir yerel yönetimi hayata geçireceğini anlatan bölümünde
263
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
semt belediyesi model olarak geçen bir projeydi. Biz bu projeyi biraz daha sadeleştirerek, bugünkü yasanın verdiği
olanaklar ölçüsünde hayata geçirdik. Bunlar yeter miydi? Bunlar yetmezdi, "daha başka ne yapalım, bu yönetilenle,
bizlerle, bizi seçenler arasındaki diyalog, ilişkiyi artıran, o mesafeyi kısaltan proje olarak neler yapılabilir?"
üzerinde düşünürken de, Yenimahalle özelinde bir kent kurultayı toplama noktasında fikirler yoğunlaştı. Aylar
süren -buna çok ciddi katkı veren arkadaşlarımızdan da bazılarını burada görüyorum- uğraşlar sonunda karar
verdik ve "ne yapalım?" dedik.
Yöntem olarak, öncelikle Yenimahalle Bölgesindeki siyasi partilerin temsilcilerini, dernekleri, sivil toplum
örgütlerini, artı bir de meslek odalarını, bir toplantıya davet ettik. Bu toplantıda bu düşüncemizi anlattık, dedik
ki, "Böyle, böyle bir düşüncemiz var, bu düşüncemize destek olur musunuz, buna sahip çıkar mısınız, ne dersiniz
ve çalışır mısınız?" Orada müthiş bir moral aldık, Başkan olarak ben müthiş bir moral aldım. Çünkü çok ciddi
katılım oldu, yani o toplantıda bizim 400 kişilik salonumuzun tamamı doluydu. Orada "bu kurultayda,
komisyonlarda çalışmak isteyen arkadaşlarımız isimlerini yazdırsın" diye ilan ettik, ciddi de bir katılım oldu. Biz
bu başvurularla 7 komisyon oluşturduk, şöyle ki:
1.
Kültür-sanat eğitimi çalışma grubu,
2.
3.
4.
5.
6.
7.
Gençlik spor çalışma grubu,
Yaşlılıkta sosyal katılım ve yerel yönetimler çalışma grubu,
Kadın çalışma grubu,
Engelliler çalışma grubu,
İmar çevre ve konut çalışma grubu,
Çocuk çalışma grubu.
Orada şunu da tartıştık: Burada belediye olarak biz, bu konuda bir rapor hazırlarız, insanlar ya da ilgilileri
toplanır, davet ederiz, "Gelin efendim, bu raporu tartışalım" deriz. Böyle mi yapalım, yoksa tamamen belediyenin
dışında bu çalışma grupları mı bu raporu hazırlasın? O yöntem seçildi, o çalışma grupları belli sürede, çalışma
konularıyla ilgili olarak çok ciddi raporlar hazırladılar. Daha sonra biz, tekrar kent kurultayını topladık ve kent
kurultayında çalışma gruplarının hazırlamış olduğu raporları, her çalışma grubunun sekreteryası ya da başkanı,
genel kurula sundu. Orada raporlar tartışıldı, tartışmalar sonunda oylandı, oylanan raporlar kabul edildi ve kabul
edilen raporları biz şöyle bir kitapçıkta toplayarak bunu ilgililere, çalışma grubunda görev alan arkadaşlarımıza,
hepsine takdim ettik.
Bir de yine bu raporda dedik ki: "kitapta yazılı değerlendirmeler ve önerilerin gereğini yapmak olanakları
ölçüsünde sözümüzdür, izleyin, katılın ve denetleyin." Aradan 1 yıl geçti, yalnız bu arada şunu söylememe izin
verin: Bu raporların tartışıldığı ikinci toplantıda -ki esas o ilk toplantı kurultay hazırlık toplantısıydı, esas kurultay
ikincisiydi, çünkü raporlar tartışılıyordu- maalesef ilk toplantıdaki katılım sağlanamadı. Kimler vardı? Bütün
komisyon üyeleri vardı; zaten 7 komisyonunun 20'şerdcn üyesi, 140-150 kişi komisyon üyesi ediyor, onun dışında,
yanlış hatırlamıyorsam, herhalde 50 kişi komisyon dışında üye vardı, öyle değil mi? Evet, 50 kişilik bir grup
katıldı.
Bu doğrusunu isterseniz, bende ciddi bir sıkıntı yarattı, niye sıkıntı yarattı? Yani insanlar, oturur birli-ikili
görüşmelerde yönetimleri eleştirir, eleştirmek en doğal hakkı, hükümeti eleştirir, vatanı kurtarır, şimdi hele kahvelere
gidin, mutlaka 100 tane hükümet bozuluyor, 500 tane hükümet kuruluyordur, herkes bir yorum yapıyordur. Herkes,
her şeyi söylüyor; ama "Hadi gelin beyler, şu cenazeyi beraber kaldıralım" dediğimiz zaman, bir bakıyorsunuz
kimse yok. Hani bir fıkra vardır, "Bravo yüzbaşı"diyorlar; ama kendileri gelmiyor.
j
;
(
/
'
ı
f
',
i
Bir kere yerel yönetimlerin sonuç başarılı çalışma yapabilmesi için kesinlikle yurttaşların çok duyarlı olup, -biraz
evvel de söylediğim gibi- kentin sakini değil, kentin sahibi olmayı içlerine sindirip, o bilinçte olmaları lazım. Yani
bir belediye başkanı ya da belediye meclisi herhangi bir yerdeki bir imar değişikliğini, "Efendim, ben 5 yıl süreyle
seçildim, 5 yıl sonunda yaptığım doğru değilse, bir daha millet beni seçmez, o nedenle ben bu değişikliği yapıyorum"
264
f
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
deme hakkını kendinde kesinkes görmemeli ya da ona bu hakkı görme olanağını seçenler vermemeli. Çünkü iş işten
geçtikten sonra, plan değişikliği olmuş, orman talan edilmiş, bilmem binalar yapılmış; yapıyorlar, görüyoruz; temel
atıp üst katı çıktıktan sonra yık yıkabilirsen. İş işten geçiyor, o nedenle o duyarlılığı sağlamak lazım.
Yeterli katılım olmadı, buna rağmen, katılımcılara özellikle bu çalışma grubu üyelerine rica ettim, toplantı
bittikten sonra onlarla ikinci kez bir araya geldik, kendilerine teşekkür ettim. Ufak bir kokteylimiz oldu orada
dedim ki: "Lütfen, kendinizin görevinin bittiğini sanmayın, kendinizi sürekli görevli kabul edin ve lütfen bizi siz
denetleyin ve bir yıl sonra tekrar bir araya geleceğiz, bir araya geldiğimizde bu kitapta yazdıklarımızdan ne
kadarını yaptık, ne kadarını yapamadık, bunların hesabını bizden sorun." Niye yapamadığımızı anlatalım, ikna
olursanız mesele yok, ikna olmazsınız bizi siygaya çekin.
Bir yıl sonra biz çalışma grubu, sekreter ve başkanlarıyla bir toplantı yaptık ve bu toplantıda şunu tartıştık: Bu
bir yılın değerlendirmesini biz yine kurultay toplayarak mı yapalım, yoksa bütün komisyon üyelerini toplayarak
mı bu değerlendirmeyi yapalım, nasıl yapalım? Komisyon başkanı ve sekreter arkadaşlar, "çalışma gruplarının
tamamını toplayarak bir değerlendirme toplantısı yapalım ve orada eğer gerek duyulursa yine o geniş açılımlı
toplantıyı yapalım" noktasına gelindi ve biz de öyle yaptık.
Bu değerlendirme toplantısında gördük ki; bu programda yazılı olanların özellikle paraya dayalı olmayan,
belediyenin ekonomik yönden bütçesini, olanaklarını zorlamayan, sosyal politikalar konusunda büyük mesafe
alınmış; ikincisi, sivil inisiyatiflerle, diğer kurum ve kuruluşlarla işbirliği yapılmasında ciddi mesafe alınmış,
burada kent kurultayımızda öngörülen projelerin büyük bir kısmı bu şekilde hayata geçirilmiş, geçirilme aşamasına
gelmiş. Örneğin, Yaşlılar Evi Projesi vardı, bir yurttaşımız bu projeye sahip çıkmış kendisi yaptırmak üzere, arsa
tahsisleri yapılmış. Yine sokak çocukları ve madde bağımlılarıyla ilgili bir öneri vardı; bu konuda Ankara Valiliği
ve Bakanlığın "Türkiye'de ilk kez yapılacak" diyor -gerçi Bülent İlik Bey burada- ilk mi, son mu; bilmiyorum.
Numune Hastanesinde bir değerli psikiyatrist arkadaşımızın önderliğinde madde bağımlıları ve sokak çocukları
tedavi ve rehabilitasyon merkezi yapma çalışmaları vardı, parası da ayrılmış. O projeye biz hemen atlamayışız,
yakalamışız, Yenimahalle'ye getirmişiz, arsa tahsisleri yapılmış, yazıları yazılmış, temel atma projeleri hazırlanıyor
ve yakında inşallah temeli atılacak. Yaşlılar eviyle ilgili olarak, Yaşlı Danışma Merkezi Projesini biz belediye
olarak hayata geçirmişiz. Sağlık eviyle ilgili olarak bir projeye belediye olarak İnönü Mahallesinde hayata geçirmişiz;
birini de kısmet olursa Kardelen'de önümüzde aylarda hayata geçireceğiz. Onun dışında çok ciddi imarla ilgili
dönüşüm projeleri söylenmiş bize, "bunları yapın, edin" üç tane çok ciddi dönüşüm projesi hazırlamışız ve bu
projelerle "Gelin, yapın bunları" diye görücüye çıkmışız; ama henüz bu projeleri pazarlayamamışız, bunları gördük.
Sonuç olarak şuraya geldik: Bu tip çalışmalar her şeyden önce açıklıktan, şeffaflıktan yana olan yönetimlerin
kendine özgüvenini artırıyor, ben bunu kendi adıma ve ekibim adına söylüyorum. İkincisi; sürekli denetim altında,
sorgulama altında olduğunuz için, yani bir şeyi atlamanız söz konusu değil. Şu anda Yenimahalle'de hangi
mahallede nerede, ne eksik var, niye eksik, niye yapılmıyor, hepsini biliyorsunuz. Yani bölgenize hakim oluyorsunuz;
çünkü her soruya cevap vermek durumundasınız, insanlar soruyor. Üçüncüsü; hizmeti çok daha rantabl
götürüyorsunuz. Yani beş tane binanın olduğu yere, asfalt dökmediğinizi ve dökmeyeceğinizi çok rahat, göğsünüzü
gere gere anlatıyorsunuz, sanki oraya asfalt dökmüş, güllük-gülistanlık yapmış gibi, gerçekten öyle. "Dökemem,
kusura bakmayın orada şu kadar liraya bana 30 ton asfalt dökmem gerekiyor buraya" diyorum, 30 ton asfaltı da
ben dört apartmandaki insanı mutlu edeceğim ya da onun teşekkürünü alacağım. Oysa ben "30 değil de 300 ton
asfaltla bir mahallenin yamasını yapıyorum" diyorum ve o da "haklısın Başkan" diyor, gidiyor.
Bu arada bir Internet sayfası açtık belediye olarak; her türlü elektronik posta servisi kurduk, önemli olan o
iletişimi sağlamak, oraya insanlar, yurttaşlarımız, seçmenler başvuruyor, aynı yoldan başvurdukları konuyla ilgili
yanıtlarını alıyorlar. Tabii yine Internet'te, bir insan haklan sayfası açtık, yurttaşlık haklarıyla ilgili yurttaşlarımızın
bilinçlendirilmesi yönünde çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Ama buna ilginin yeterli olmadığını hâlâ söylemeye
devam ediyorum. Bu ilgi azaldığı sürece de o zaman bizim de bir yurttaş olarak, bir seçmen olarak yöneticilerden
şikayet etmeye hakkımızın olmadığını düşünüyorum.
265
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
YEREL YÖNETİMLER VE HALKLA İLİŞKİLER UYGULAMALARI
(ÇANKAYA KENTLİ İLETİŞİM MERKEZİ PROJESİ)
Haydar YILMAZ
Çankaya Belediye Başkanı
Değerli arkadaşlar hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye'de resmi olmayan gündemin toplumsal duyarlılık ve açılımlar için son derece önemli ve vazgeçilmez
olduğuna inanıyorum. Hayat dar anlamıyla sadece paraya ve onun dolayımmda enflasyon, faiz, kur, iç ve dış
borçlar gibi sıkıntı üreten konu başlıkları etrafında örülemez. Bunları iyi görmek için çok daha geniş ufuklu bir
yaklaşımın içinden dünyayı irdelememiz gerekmektedir. Temeli insan olan, insanı her durumun ilk gündem
maddesi yapan, acıyı, üzüntüyü, adaleti, eşitliği ve özgürlüğü insan eksenli düşünen uzun erimli, uzun soluklu bir
türkiye gündemini de biz sıklıkla vurgulamalıyız. Bugün merkezi yönetimin cenderesi içine sıkıştırılmış yerel
yönetimler, her türlü namüsait şarta rağmen, kendi kimliklerine uygun toplumsal önermeler ve topluma ulaşma
yolları üzerinde kafa yormaktadırlar.
Değerli arkadaşlar; biz çankaya belediyesi olarak vatandaşlarla, sivil toplum örgütleriyle sağlam iletişim
köprüleri kurmak için kentli iletişim merkezi kısa adıyla (kim) projesine start verdik. Bu proje kendi içinde
pekçok özgün noktalar barındırmaktadır. Projenin amacını kentli yurttaşlarımızın kent hizmetlerine katılım ve
denetimini sağlamak, şikayet ve önerilerini anında değerlendirmek, onlarla sağlam bir diyalog köprüsü kurmak
ve belediye çalışmaları konusunda vatandaşlarınızı bilgilendirmek olarak özetlenebilir.
Değerli arkadaşlar, kim projesi hedef kitlesi olarak bireysel başvuru hakkını kullanan vatandaşların yanı sıra,
mahalle muhtarları, mahalle dernekleri, sivil kuruluşlar, kültürel ve sportif örgütler, odalar ve sendikaları seçmiştir.
Kim'in nasıl işleyeceği konusu işin bam telini oluşturmaktadır. Bir projeyi yaratmak önemlidir ama onu hayata
geçirmek daha da önemlidir. Bunun için kim'in uygulanma şeklini birlikte incelemekte yarar olacağına inanıyorum.
Üçlü bir bölümleme ile kim'i hayata geçireceğiz. Birincisi, belediye binasına gelen vatandaşlar ilk büro tarafından
karşılanacaklar ve ilgili birime veyahut da sorununun kim aracılığıyla takibini istiyorsa ön büroya
yönlendirileceklerdir. Ön büroya gelen vatandaşın sorunu telefon aracılığıyla çözülmeye çalışılacak, bu mümkün
olmadığında vatandaşa şikayeti ile ilgili bir kayıt numarası verilecek ve başvuru çözüm merkezi'ne iletilecektir.
Ön büro telefon, elektronik posta, faks, mektup gibi yollarla yapılan başvurulan da takiple görevlendirilecektir.
Üçüncü ve son aşama ise tarafından ön tarafından çözüm merkezi'ne iletilen sorun resmi yazışmalar aracılığıyla
takip edilecek, bütün etaplarda vatandaş bilgilendirilecektir.
24 saat çalışacak olan kim bünyesinde ikisi yabancı dil bilen 16 personel olacaktır. Tüm personelin üniversite
mezunu olmasına özen gösterilecektir. Kim'in alt yapısında akılda kalır telefon ve faks numaraları, elektoronik
posta adresi, bilgisayar ağı ve şikayetleri sürekli değerlendirecek personel bulunacaktır. Kim, vatandaşdan gelen
telefonları anında ilgili müdürülüğün konuyla bağlantılı servisine bağlayacabilecek, faks aracılığıyla gelen
temenni, dilek, istek ve şikayetler de bilgisayar ortamına taşınacak ve takip edilecektir. Elektronik posta aracığıyla
gelen talepler yine aynı yolla yanıtlanacaktır. Basın yayın ve halkla ilişkiler müdürlüğü bünyesinde yer alacak
olan kim sayesinde tüm toplum katmanlarıyla açık, rahat ve sonuç alıcı bir iletişimi kurmuş olacağız.
Değerli arkadaşlar, sivil toplum kuruluşlarının ve vatandaşlarımızın tüm talepleri sistemli bir izlenme ve
değerlendirmeye alınacağı için sorun yığılması gibi bir handikap da kendiliğinden ortadan kalkacaktır.bu proje
ile ilgili geniş bir bilgilendirme atağına kalkacak ve insanlarımızı zahmete ve zora koşmadan rahat ettirmenin
yolları ile buluşturacağız.
Böyle bir toplantıyı organize eden makine mühendisleri odasındaki arkadaşlarıma ve beni dinlediğiniz için
sizlere teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.
266
i
;
,
ı
f
V
ı
f
','
ı
f
/
ı
i
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
SEMT ÖRGÜTLERİ VE YÖNETİŞİM PANEL SONUCUNUN
AKTARILMASI
AkınATAUZ
Şehir Plancısı
Ben bir bildiri sunmayacağım; "Ankara'da Semt Örgütleri ve Yöneşim Paneli"nin sonuçlarını aktaracağım.
Panelin amacı, "yönetişim kavramının Ankara'da yaşadığımız ortamda nasıl ete-kemiğe büründüğü ve
bürünebileceği, Ankara'da bu doğrultuda, kendi çevresiyle ilgilenmek isteyen insanların, bunu nasıl ve ne kadar
etkinlikle, yaptıkları?" konusunda bilgi sahibi olmaktı. Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu,
Ankara'nın sorunlarını çeşitli açılardan inceliyor. Sorunlar var; ancak, bu kentte yaşayanlar, bu sorunlarının veya
daha küçük ölçekli sorunların çözümü için bir çaba gösterebiliyor mu? Çözümünün bir parçası olmak için nasıl
bir arayış içindeler ve bunun için neler yapıyorlar, nasıl örgütleniyorlar? Sorunların çözümünde sadece büyük ve
resmi örgütler mi etkin, yoksa, daha küçük ve sivil örgütler de çözüm üretmek veya çözümler üzerinde tartışmak
için belirli bir çaba gösteriyor mu? Bu tür çabaların basan ya da etkili olma düzeyi nedir?
Bu tür sorulan yanıtlamak için, sempozyumdan önce, bir dizi katılımcı atölye çalışması ve bir panel yapıldı.
Bu sunuşta, bu panelin sonuçlan aktarılacaktır. Önce bu dizi tartışmanın nasıl planlandığını kısaca aktaracağım.
Bunun için "Ankara'da kendi çevresiyle ilgilenmek isteyen insanlar nerelerde ve nasıl örgütleniyor ve bu örgütlerin
yapılan nedir?" sorusuna yanıt aradık. Mümkün olduğu kadar bu örgütleri tam olarak listelemeye çalıştık.
Listelemede formel veya enformel örgüt ayırımı yapmadık. Girişim gruplarını da kapsamayı amaçladık. Ancak
bu, bütün örgütleri tam olarak tanıyabilmeye elverişli bir çalışma değildi. Ulaşılabildiği oranda, Ankara'daki bu
tip örgütlerin isimleri listelendi. Elde ettiğimiz liste üzerinden bir sınıflandırma yaptık ve her sınıftan ancak bir
tane örnek örgüt seçebildik. Bunun doğru bir seçim olup, olmadığı konusu, kuşkusuz tartışmaya açıktır. Kanımızca,
seçilen örnekler bir kategoriyi, farklı bir yapılanmayı temsil ediyorlar. Bu da, öğretici birtakım sonuçlara varılması
için iyi bir başlangıç noktası oluşturuyor.
Bu sınıflandırmada 4 grup elde ettik. Grupların bir tanesi, bildiğimiz dernek türündeki sivil toplum örgütü
yani, sıradan yurttaşların kendi çevreleri için bir şey yapmak için örgütlenmesi sonucunda ortaya çıkmış olan
formel veya kuruluş halindeki yapılardan oluşuyordu. Bu gruptan seçtiğimiz örnek, Kavaklıderem Derneğiydi.
İkinci grupta, yine sivil toplumun kendi çevresi için bir çalışma yapmak çabasıyla geliştirdiği örgütler
bulunuyordu. Birinci grupla bu grup arasındaki fark, tek tek örgütlerin amacı kendi yaşam çevresiyle ilişkiye
geçmek olmasa da, oluşturdukları beraberliğin bunu amaçlamış olmasıydı. Bu grupta seçilen örgüt, Mamak Kitle
Örgütleri Platformuydu. Mamak Platformu, zaten tek başına bu grubu oluşturuyordu: İçinde pek çok farklı türden
örgütü barındıran bir üst örgüt ya da -bir üst örgüt demek yanıltıcı olabilir- kuyruklu yıldız topluluğu gibi oluşum
halinde bir beraberlik. Bu, kendi gücü yetmeyen örgütlerin bir araya gelip çalışması durumuyla ilgili sorunları
anlamak için yapılmış olan bir sınıflandırmaydı.
Üçüncü grup, Yenimahalle Belediyesi Başkanının semt birimleriyle ilgili açıklamada geçen semt birimlerinden
oluşuyordu. Bunun da yeni bir örgütlenme çabası olduğunu düşündük. Bu gruptan, Çayyolu Semt Birimi ile
görüşme yaptık.
Dördüncü gruptaki örgütler de, bir semt ya da kendi konut çevresi için bir çalışma yapmak isteyen insanların
bir araya gelişiyle oluşturulmuş olduğu halde, Ticaret Yasası'na göre örgütlenmiş olan kooperatiflerden oluşuyordu.
267
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
Bu yönüyle de diğer sivil toplum örgütlerinden ayrılıyordu. Bu gruptan yapılan seçim, Batı Birlikti. Batı Birlik,
bu kooperatiflerin üst kuruluşuydu.
Seçilen bu 4 farklı örgüte gittik, buralarda birer atölye çalışması yaptık. Atölye çalışması tekniği kısaca şöyle
özetlenebilir: Örgütü, farklılıkları mümkün olduğu kadar yansıtacak bir biçimde temsil edeceğini düşündüğümüz
12-15 kişi ile, önceden hazırlanmış belirli bir soru listesi etrafında, bir kolaylaştırıcı yardımıyla tartışmalar yapıldı.
Liste, birkaç temel soru grubu çevresinde toplanmıştı. Birinci bölümde, "örgütün yapısı nedir ve bu yapı
$
kimliğine nasıl yansıyor?" konusundaki sorular yer alıyordu. İkinci bölümde, örgüt yapısı içinde bugüne kadar
neler yapıldığı, gerçekleştirilen işler/ programlarla ilgili sorular bulunuyordu. Üçüncü bölümde, ileride neler
yapmayı düşündükleri, kendilerine ait programın özellikleri ve gelecekle -gelecekteki imajlarıyla ilgili beklentileri
ile ilgili sorular yer alıyordu. Dört örgütle, bu çerçevede birer atölye çalışması yapıldı.
Bu atölye çalışmaları çok kısa bir şekilde burada aktarılacak. Ancak daha önce, burada sunulacak materyalin,
henüz bilgi düzeyine ulaşmış durumda olmadığını, sadece birtakım gözlemlerin aktarılması niteliğinde olduğunun
belirtilmesi gerekiyor. Bu aktarılan gözlemlerde sübjektivite yani, yanılma payının çok yüksek olabileceğini kabul
edilmeli. Yine de, üzerinde durulması ve tartışmanın açılması için elverişli ve ilginç bir materyal oluştuğundan,
atölye çalışmaları burada aktarılacaktır. Ama bunları, tartışılmakta olan diğer bildirilerin bilgi düzeyinden ayırarak
kabul etmeniz ya da o gözle değerlendirmeniz gerekecektir.
',
Birinci atölye çalışması, Kavaklıderem Demeği ile yapıldı. Kavaklıderem bildiğimiz özeliklere sahip bir yurttaş
örgütü. Fakat Kavaklıderem Örgütünün ilginç tarafları vardı: Oldukça güçlü bir biçimde kendi semtindeki insanları
örgütleyebilme başarısına ulaşmış ve bu konuda deneyim sahibi olmuş; çünkü, 5 yıllık bir örgüt. Bu süre, bu tip
bir örgüt için az zaman sayılmaz. Kavaklıderem, kimliğini bu çalışmalar çerçevesinde, sürekli olarak nasıl
geliştirebileceği, yeniden nasıl yönlendirebileceği ve yeni topluluklara ulaşmak neler yapabileceği konusunda
düşüncelerini, •hep olumlu düzeyde geliştirmeyi başarmış ve kimliğini yenilemiş bir örgüt.
Böyle bakılacak olursa, yönetişim kavramının içinde yer alan sivil toplum örgütleri, kamu kesimi ve özel
sektör katılımı konusunda ilginç bir örnek olduğu düşünülebilir. Üç grubun tam eşit katılımı değilse de, bir denge
söz konusudur. Kavaklıderem, özel sektörün (ya da özel girişimcilerin) de içinde güçlü olarak örgütlendiği bir
sivil toplum örgütüdür. Dolayısıyla, Kavaklıderem'in uyguladığı yönetişimde özel sektörün bir yeri var. Bunun,
örgütün niteliği açısından anlamlı ve önemli olduğunu düşünüyorum. Özel sektör, farklı bir çıkar grubu, o
,'
mahallenin sakini olan, konut kesiminde oturanlardan farklı bir bakış açısı var. Ama Kavaklıderem'de, bu iki
farklı çıkarın arasındaki beraberliğinin, ya da onların paralelleşmesiyle sağlanabilecek başarının nasıl elde
edilebileceği arayışı var. Dolayısıyla Kavaklıderem, bunun çok zenginleştirici olabileceğini düşündürüyor bize.
Konutlarda oturan yurttaşlardaki, diyelim ki atalet, kısmi daha geri durma ya da pasiflik durumu, özel sektörü
temsil eden grupta yok. Bu da, örgütü daha dinamik yapıyor.
'
j
j
!.
Kavaklıderem kamu kesimiyle (ilgili belediyelerle) de yakın ilişki geliştirmiş bir örgüt. Bu bakımdan, kamu
kesimi, özel kesim (bu örnekte sadece küçük üretim düzeyinde) ve yurttaş üçlüsünün iletişiminin sağlandığı bir
model. Kavaklıderem örneğinde kamu kesimi, hem çok fazla sınırlayıcı ve yasaklayıcı (bir anlamda kendi dışındaki
inisiyatifleri boğucu), hem de, hizmet üretimi yetersiz ve kalitesi de oldukça düşük. Bu durumda kamu ile işbirliği
,
sorunlu bir alan. Kamu kesimi, sivil toplum örgütleriyle birlikte çalışmaya ya yeteri kadar hazır değil, veya bu
alana fırsatçı bir biçimde yaklaşıyor.
f
,
Ancak, örgütün de program yapabilmek, ne yapacağını programlayabilmek, bunların arasındaki ilişkiyi kurmak
ve bunların projelerini rasyonel yapma biçimlerine dönüştürebilmek konusunda ciddi başarı eksiklikleri var. Ama
bu işletme (management) sorunu ve eğitimle giderilebilir bir sorun. Sadece Kavaklıderem'de değil, birçok sivil
toplum örgütünde, kendini yönetme kapasitesini artırma ya da daha etkin yönetimi sağlayabilme konusundaki
bazı eksiklikler sıkça görülüyor.
İkinci örgüt, Mamak Platformu. Mamak, Ankara'nın en yoksul yerlerinden birisi; oldukça eski bir gecekondu
268
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
mahallesi, kendisine özgü bir toplumsal yapısı var; sol eğilimli siyasal tercihi olanların ve Alevilerin yaşadığı bir
mahalle.
Mamak Platformu'nun içinde 3 farklı tip örgüt var. Platformun içindeki örgüt tipleri şöyle: Birincisi, Pir
Sultan Abdal gibi, dernek statüsünde örgütlenmiş; ama amacı, doğrudan kendi semtleriyle ilgili bir şey yapmak
olmayan örgütler var. Bunlar, kent için, kent parçası için bir uygulama yapmak açısından, oldukça güçsüz,
deneyimsiz dernekler.
İkincisi, köy dernekleri. Bu dernekler, Ankara'ya göç etmeden önce yaşanılan köyle ilişkileri korumak ve
dayanışma amacıyla kurulmuş. Bu örgütler, eski örgütler ve bir miktar varlık edinebilme fırsatı bulmuşlar. Kendi
sosyal çevrelerini, homojen bir yapıya sahip oldukları için, ellerinde güçlü bir şekilde tutabilen; ama amacı kentle
ilgilenmek olmayan, 20-30 yıldır Mamak'ta oturuyor olsa bile, güçlerini Ankara'ya gelmeden önce yaşadıkları
köye ait geçmiş kimliklerini korumak sorunu etrafında ayakta tutan örgütler.
Üçüncüsü ise, daha profesyonelce çalışan dernekler, vakıflar. Bunlar biraz daha güçlü, ne yapacağını bilen,
yapma bilgisini Mamak'ın dışında edinmiş, dışarıdan gelen bilgilerle donanmış örgütler. Amaçlannı esneterek,
mahalle sorunlarıyla ilgili çalışmalar da yapabilmeleri söz konusu.
Görüldüğü gibi, Platformu oluşturan öğeler türdeş değil. Bu üç örgütün bir araya gelmesinde ve birlikte
çalışabilmesinde, her federatif yapıda karşılanabilecek türden ciddi sorunlar var. Platformun, kentin diğer benzer
örgütleriyle iletişim kurulmasında ve kente yönelik sorunların ele alınışıyla ilgili konularda etkileşime girmesinde
yarar olabileceği gözüküyor.
Atölye çalışması yapılan üçüncü örgüt olan Çayyolu Çevre Birimi. Bu örgüt, belediye tarafından oluşturulmuş
ve belediye hizmetlerin daha uç noktalara dağılmasını, katılım tekniklerinden de yararlanarak kolaylaştırmak
amacını taşıyor. Bu semtlerde yaşayan nüfusun, oradaki insanların bulunduğu yerden bakarak değerlendirildiğinde
ise farklı bir anlam ortaya çıkabilir. Semt Birimleriyle ilgili kurallar, tek yönlü olarak, oldukça bürokratik ve
otoriter bir yapı oluşturacak bir biçimde belirlenmiş. Yönetim organlarının oluşumunda, yukarıdan aşağıya doğru
bir atama söz konusu. Bir koordinatör atanıyor ve onunla birlikte yine resmi bir yapı oluşturuluyor. Bir de Danışma
Kurulu var. Ancak bu kurulu oluşturan kuralların, çok tartışılmadan belirlendiği görülüyor. Danışma kurulunun
çalışma süresi bir yıl; ama seçim yenileme son derece karmaşık, Gerçekten demokratik bir temsilin oluşturulabilmesi
için, bu mekanizmanın çalışması ile ilgili bir çok sorunun sorulması ve tartışmanın yapılması gerekiyor.
Bununla birlikte atölye çalışması, semt birimlerinin mahallelerde yaşayanlara bir katılım imkanı sağladığını
gösteriyor. İnsanlar kendilerine -sorulan şeyin çok önemli olması bile gerekmiyor- kendi çevreleriyle ilgili bazı
konuların sorulmasını istiyorlar ve o soru üzerinde, tartışmak istedikleri düşünceleri iletebilecekleri bir platformu
bulmak, onları memnun ediyor. Bunun, yönetişimi gerçekleştirmek doğrultusunda atılmış bir adım olduğu
düşünülebilir. Ancak bu modelin, belediye içinde değil, belediyenin dışında ve bu mevcut modele karşı açıdan
bakanları da içeren bir ortamda tartışılması ve böylece olgunlaştınlması- geliştirilmesi yararlı olacaktır.
Model şimdiki yapısıyla, katılımı gerçekten sağlamayı amaçlayan bir model olmaktan uzak; ancak bu potansiyeli
taşıdığı söylenebilir. Bunun gerçekleşebilmesi için, "Yönetişimin nasıl sağlanabileceği, bunun mekanizmaları
oluşturulurken demokratik kuralların oluşması ve taban hareketinin temsil gücü kazanması" gibi konuların açıklığa
kavuşması gerekecektir.
Dördüncü örnek, Batı Birlikti. Batı Birlik, Konut Kooperatifleri Üst Birliği. Bu konut kooperatiflerinin bir tek
amacı var; o da üyelerini konut sahibi yapmak. Ancak kooperatifler, sadece konut edindirmekle kalmıyorlar,
konut çevrelerinin "güzelleştirilmesi" -güzelleştirme; yaşanılabilir bir kent çevresi yaratmak anlamı da taşıyabilirişini de üstleniyorlar. Bu, çevreye daha duyarlı ve yurttaş katılımlı projelerin gerçekleştirilmesi için elverişli bir
zeminin oluştuğu anlamına da gelebilir.
Batı Birlik onların üst örgütü olarak arsa ve kredi temininde bu kooperatiflere yol gösteriyor. Kooperatiflerin
bilgisi ve deneyimleri sınırlı. Üst birlik, bir benzetme yapılabilirse, merkezi yönetimin belediyelere davrandığı
269
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
gibi davranarak, onların yanlış yapmalarını önlemeye çalışıyor. Üst örgüt (Batı Birlik) merkezi bir konumda ve
oldukça otoriter yapıda. Ama bu modelin de ilginç yönleri de var.
Kooperatifleşme, Türkiye'de yurttaş girişimi bakımından üzerinde yeterince düşünce geliştirilmiş ve bu aracın
nasıl kullanılabileceği konusunda yeterli tartışma yapılmış bir alan değil. "Bir kooperatif aracılığıyla, (yani bir
sivil toplum örgütü aracılığıyla değil de bir ticari örgüt aracılığıyla), kendi çevremize sahip çıkmak konusunda ne
yapabiliriz?" sorusuna yanıt aramak istiyorsak; bu modele bakıp, bazı şeyler öğrenmek ve bu modeli geliştirmek
,
f
mümkün. Kooperatiflerin bir yasası var ve kurallar çok güçlü bir şekilde belirlenmiş; bu kurallar uygulanıyor.
Yasanın ve kuralların getirdiği bu çerçeve, demokrasinin gerçekleştirilmesi bakımından sınırlayıcı olabilir ve bu
nedenle kooperatifler gerçekten bir taban hareketi örgütü sayılmayabilir. Bununla birlikte, kendi çevrelerinde
taban hareketini geliştirmek isteyenlerin, bu kuralları esneterek kendilerine uygun bir yapı elde edebileceği bir
model olarak da görülebilir.
Atölye çalışmalarıyla bu 4 model ayrı ayrı incelendi. Panel ise, bu 4 modeli karşılaştırmak ve bu bilgileri
örgütlerin birbirlerine aktarmaları için düzenlendi. Böylece örgütlerin birbirlerinin deneyimini öğrenmeleri ve
tartışmaları sağlanmaya çalışıldı. Panelden "Ankara kent yönetiminde, yönetişim kavramını nasıl geliştirebiliriz?"
konusunda bir birikimin oluşmasına katkı bekleniyordu. "Kamu kesimi, özel kesim ve sivil toplum örgütleri
arasındaki ilişkinin geliştirilmesi bakımından sivil toplum örgütlerinin neler yapabileceği?" ile ilgili sorunlar
V
tartışıldı.
>
Bu bir anlamda, bir ilk buluşmaydı; örgütlerin birbirlerini görmeleri ve dinlemeleri ve tanımalarını sağlamak
için yapılmış bir toplantıydı. Ancak, çok az katılımla yapılabilmiş bir toplantı olduğu için bu amacın etkili bir
düzeyde gerçekleştirilebildiği söylenemez. Bununla birlikte, bu fikir üzerinde çalışılırsa ve arayış sürdürülürse,
Ankara'da bugün örgütlerin yapabildiklerinin üzerine çıkan bir yapma düzeyi geliştirilebilir. Örgütler birbirlerinden
öğrenerek ve yönetişim sorunları üzerinde düşünenleri - uygulamaya geçirmek isteyenleri buluşturarak bunu
sağ'ayabilir. Böylece yerel demokrasiyi, tabandan gelen yurttaş inisiyatiflerinin kendi çevrelerindeki oluşumlara
ve konut-komşuluk birimi/ mahalle/ semt/ kent yönetimine katılımını geliştirecek mekanizmaları yaratmak
doğrultusunda adımlar atılabilir. Kent ya da kent parçalarının yönetiminin, bizim tarafımızdan ve bizim
yaratıcılığımızla tanımlanmasını istiyorsak; bu konuda çalışmaların sürdürülmesine ihtiyaç olduğu görülüyor. Bu
d
j
başlangıç yeterli olmayabilir, ama yine de bu başlangıcın değerlendirilmesi ve sürdürülmesi yararlı olacaktır.
»•
'
270
,
i
TMMOB
MAKİNA MÜHENDİSLERİ ODASI ANKARA ŞUBESİ
ANKARA'DA KENTLEŞME ve YEREL YÖNETİMLER SEMPOZYUMU
22-23 Haziran 2001
VI. OTURUM
TARTIŞMALAR
Bülent TANIK
Mümtaz BAŞER
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
1
BÜLENT TANIK
Yönetimi iyileştirme yönündeki arayışlarımızı, kentli olarak kendi haklarımızı ve sorumluluklarımızı koruyup,
kollama, geliştirme konusundaki arayışlarımızı yeniden tanımlama, biçimleme yönündeki duyarlılığımızı artırma
yönünde benim baştan beklediğimden daha etkili ve daha olumlu bir çaba olduğu görünüyor. Bir tanesi çocuklarla
ilgili etkinliktir; ben son yıllarda sürekli ak saçlı adamların bulundukları toplantılarda ve azalan sayıda ak saçlı
adamın bulunduğu toplantıda bulunmaktan artık bezmiş vaziyette hissediyordum kendimi ve yeni genç katılım
yoktu. Neyse ki, yirmi sene sonrasının kuşaklan buradaydılar ve onların bu tür toplantıları, mekânlan kullanmaları,
biraz önce Akın Atauz'un söylediği türde yönetimi tanımak ve belli mekânlara kolay girip-çıkma konusundaki
özgüvenlerini artırmak ve dolayısıyla kentli ve yurttaş olmalarını pekiştirme yönünde çok önemli bir adım olacaktır.
Bu onları politikleştirecek bir eylemdir diye düşünüyorum. Yaptıkları resimlerdeki duyarlıkları bu anlamda çok
güçlendirecekler.
Bir diğer keyif veren konu da iki belediye başkanımız burada, aramızda olmasıdır. Varlıklarının ötesinde
sundukları görüşler: yönetimi iyileştirme konusunda bir belediyenin sıradan bir bakışla kendi önüne koyamayacağı
nitelikte sorunsalı düşünüp, taşındıklarını ve bunun için bir şeyler yapmaya çalıştıklarını gösteren arayışlar ve
projeler. Bu bir kanalizasyon yapmanın, bir yerde bir konut projesini geliştirmenin, ne bileyim, bir kentsel hizmeti
sunmanın ötesinde hemşehrinin kendisinin gelişimiyle ilgili ve yönetime katılımının artırılmasıyla ilgili ciddi
kaygılarının, önlerine ciddi sorular koyduk lannın ifadesidir. Böyle sorular koymak çok önemli ve iyi bir başlangıçtır.
Bunun pratiğiyle ilgili yaşadıklarını duyunca, tabii ki, zaman zaman paniğe kapılıyor insan ve demoralize oluyor.
Bu konuda bir değerlendirmede bulunmayı anlamlı ve yararlı görüyorum.
İnsanımızı suçlamayalım, insanımız diğer başka ülkelerin insanları gibi, binlerce yıldır yönetilen kategorisinde
belli bir yaşam biçimine ve anlayışına itilmiş bulunuyor. Bunun sonucu, bir kere siyasallaşmak olanaksızlaşıyor.
Özellikle binlerce yıl geriye gitmeye gerek yoktur. Yirmi yıl öncesinden bu yana, örgütlü olmak suçtur, örgüt
mensubu anarşiyle özdeş hale getirilip, hemen tutuklanıp gözaltına alınması, hapse atılması gereken kategorisinde
değerlendirildi. Örgütlü olmak suç olarak son otuz yılın, 1980'den bu yana özellikle, yirmi yılın ürettiği bir
siyasal deformasyon unsurudur.
Ayrıca, siyaset yapmak ciddi olarak "siyaset tu kaka bir iştir, birtakım özel ve kötü niyetli adamların yapabileceği;
ama, masum insanların katiyen bulaşmaması gereken bir iştir" teması gereği, gene çok uzun yıllardır lanse edilen
ve insanların beynini yıkamada kullanılan bir unsur olarak görünüyor. Binlerce yıldır da bir tane lider veya bir
padişah, bir kral gelecek, iyi bir şeyler verirse verecek, yoksa kesecek, biçecek... Öyle bir yönetim biçimi içerisinden
bugüne gelinmiş vaziyette ve bu, tabii yığınlarda ciddi bir yere katıldığı zaman, "ya örgütlü addedilirsem ya
politika yapmak zorunda kalırsam veya sonrasında da siyasal sorumluluk almak durumunda kalırsam" kaygısından
ötürü ciddi olarak aşılması güç engeller taşıyan bir şey.
Yönetimi iyileştirme yönündeki insanlık mücadelesinin önemli adımlarından bir tanesinin Yunan
demokrasisinden yararlanılarak, doğru kavranılabileceğini düşünüyorum. Bu, laiklik kavramıdır; laiklik kavramını
biz genellikle dinle ilişki açısından değerlendiriyoruz. Daha çok devletin dine bakışını, laiklikle ilgili tarif ediyoruz;
oysa, Antik Yunan demokrasisinde laiklik: iktidarın ölümsüzlerden, Olimpos'un tepesindeki ölümsüz tanrılardan
Zeus'tan ve onun yardımcılarından ölümlülere yani laikliğe, halka geçişi ve halkın kendisinin yönetme hakkını
kullanmasının ilk ifadesi olarak siyaset literatürüne girmiş bir kavramdır.
Bu bakımdan bakıldığında, laiklik özü itibariyle demokratikleşme sürecinde çok büyük bir hamle, bir adım ve
sorgulanabilir, değiştirilebilir, öldürülebilir. Yani, ölümsüzler öldürülebilir, değiştirilebilir bir kavrama dönüşüyor.
Bunu, zaman içerisinde nasıl geliştirdik? Günümüzün siyasal demokrasisinde doğrudan demokrasi üzerine, bu
oturumda olmadı; ama bir önceki oturumda, "bunu sağlamak mümkün değil" diye bir yargı doğdu. Oysa, insanlığın
sayıca çoğalmasının ötesinde başka imkânlarının olduğu görünüyor. Başlıcası, teknolojik imkânların ötesinde
1
Şehir Plancısı
273
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
örgütlenme imkânıdır; yani birebir, doğrudan demokrasinin günümüz dünyasında, günümüz evreninde
uygulanabilirliğiyle ilgili örgütlenme kavramı çok önemli olanaklar sunmaktadır. Ancak bunun malzemesi insan
olan bir şey olduğunu, örgütün de bir araç olduğunu düşünmemiz gerekiyor.
Bunun ötesinde ne bir fazladır, ne bir azdır. Örgüt budur, örgütü tabulaştırmayalım, örgütlülüğü kutsallaştırmak
bence başka bir yanılgıdır. Örgütlülüğü tıpkı 1980 12 Eylül Yönetimi'nin suçlaması gibi değil; ama, örgüt kentleşmiş
insanın, kendi yaşamını ve sosyalliğini sürdürebilmesi için değişik biçimlerde kurabildiği ve geliştirebildiği,
değiştirebildiği, birini bitirip, yenisini, başkalarını, çok çeşitli düzeylerde farklı örgüt tiplerini geliştirebildiği bir
kavramdır. Örgütün varolabilmesi için, insan mutlak gereklidir. İnsanın yanı sıra, zaman ve mekân işlevlerini
mutlaka doğru değerlendirmek gerekiyor.
Örgüt yapılanmasında biz daha çok muhalif, siyasal örgütleneme ya da sivil örgütlenme üzerine akıl
yoğunlaştırdık bugüne kadar. Oysa, örgüte öncelikli araç ve belirli amaçlara ulaşmak için kullanabildiğimiz araçlar
kategorisinde baktığımızda bunların çeşitliliğini ve zenginliğini yakalamak, aslında ufkumuzu genişletecek bir
diğer unsur olarak görünüyor. Kent kurultayları, tabii ki, bu yöndeki araçlardan bir tanesidir. Biraz önce Akın
Bey'in söylediği, araştırdığı yelpaze de öyledir; fakat, formel örgütlülükler ötesinde ve bizim klasik siyasal sosyoloji
kategorisinde örgüt diye algılamadığımız bir yığın başka örgütlülük gündeme geliyor. Başlıcası, saat ve takvim
diye çok özet olarak zamana ilişkin kısmını dile getirmek istiyorum; ayrıca, kendiliği başlı başına birçok
örgütlülüğün sarmalı olarak algılamamız gerektiğini düşünüyorum.
MÜMTAZ BAŞER2
Ben Büyükşehir Belediyesi çalışanıyım. Büyükşehir Belediyesi'nde şu sıra ayda yaklaşık bine yakın çocuk bir
şekilde kendi süreçlerinden geçiriliyor. Akçay'da çalışanlara ait olan kampta her ay onar günlük dönemlerde iki
yüzer tane çocuk bir şekilde bu süreçlerden geçiriliyor. Kendi geleceklerini, karanlık yarınlarını birileri ilmek
ilmek örüyor. Burada alternatifini görebilmek çok önemli, bunu örebilmek tek başına Makina Mühendisleri
Odasının ya da herhangi bir örgütün değil, belki kent konseylerinin, belki belediyelerle birlikte herkesin görevi
olmalı diye düşünüyorum. Burası benim açımdan gerçekten çok önemliydi.
TÜMBEL-SEN, T ü m Belediye Memurları Çalışanları Sendikası, 1990 yılında epey bir zorlamadan sonra
kurulabilmiş, bin altı yüz on sekiz tane kurucu üyeyle kurulabilmiş; o dönemde esen bazı rüzgarlardan kaynaklı,
ülke genelinde yüz yirmi bine yakın belediye çalışanının yetmiş beş binine yakınını örgütleyebilmiş; ama, sonraki
dönemlerde yaşanan baskılardan kaynaklı günümüzde bu örgütlenme biraz geriye doğru çekilmiş. Ancak bugün
tüm ülkenin elliye yakın kentinde şubesi olan ve binlerce belediyede örgütlenmeyi bir şekliyle başarmış bir
sendikadır. Ankara'da, Ankara metropolünde bütün belediyelerde şu ya da bu oranda örgütlülüğünü sağlayabilmiş,
örgütlü bir yapıdır, Ankara açısından.
Şöyle bir tespiti yapmak, TÜMBEL-SEN açısından hakkımız diye düşünüyorum: 1994 sonrasında gerçekten
uygar olmayan, çağdaş olmayan ve karanlık özlemiyle yerel yönetimlerde iktidara gelen insanlar karşısında
durabilmeyi ciddi bir anlamda başarabilmiş bir örgüttür; bunun örnekleri var, uzun uzadıya anlatmak istemiyorum.
Sadece Büyükşehir Belediyesi'nde memur olarak çalışanların, bu rakam bugün itibariyle bile üç bin değil, dört
bin beş yüze yakın idari davası söz konusu. Dört bin beş yüz tane insan bir şekilde bu yönetimin ya da yönetimlerin
uygulamalarında mağdur olmuş ve baskı altında kalmış, sürgün edilmiş, tehdit edilmiş, işten atılma tehdidiyle
yaşamıştır.
Bu örneği şunun için vermek istedim: Gerçekten TÜMBEL-SEN, o tarihten bu yana en azından kendisini
koruyabilmiş ve bugüne taşıyabilmiş bir örgüttür. Biz sendikayı, sadece ekonomik, demokratik, sosyal konumumuzu,
toplumdaki konumumuzu daha ileriye çekmek, daha çok para kazanmak, daha fazla m a a ş almak diye tarif
etmiyoruz; böyle bir şey doğru değil diye düşünüyoruz.
2
j*
\
j
/
,
t
/
ti
>
TÜMBEL-SEN
274
i
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
Tarifimiz şu: Evet, sloganı benimsiyoruz, "kentin sahibiyiz" diyoruz. Kentin sahibi olmaktan da kentte yaşayıp
kentteki bütün problemlerde söz sahibi olmak istediğimizi kastediyoruz. Bunun içinde formülasyonlarımız var,
bu formülasyonlarda kent konseyi gibi girişimlerin içerisinde olmaktan tutun, belediye meclislerinde duygu ve
düşüncelerimizi, herhangi bir sorun üzerinde görüşlerimizi aktarmak isteğimiz var. Bunun ötesinde, bu
uygulamanın, örneğin, belediyede çalışanlarının örgütü olan sendikaların, belediye meclislerinde düşüncelerini
aktarmalarında hiçbir sakınca olmadığını da düşünüyoruz. Bazı belediyelerde bunların önü açılıyor. Sorun, eğer
belediyede çalışan insanların, kişilerin sorunuysa, bu sorunu sorunun gerçek sahipleri tarafından belediyeyi
yönetenlere aktarmanın bir formülasyonu diye düşünüyoruz. Bu bugünkü yasalara da uygun; sonuçta oy kullanmada
ya da karar almada elbette ki söz sahibi olmayacağız; ama düşünce ve duygularımızı orada anlatabilmeli,
aktarabilmeliyiz diye düşünüyoruz.
Bugünlerde yine çok fazla şekilde gündemdedir; yaşadığımız çağda yüz yıl gerisine bile hitap etmeyecek bir
Kamu Çalışanlan Sendika Yasası çıkıyor, Meclis'ten. Sadece çıkmak için çıkıyor. Çıkan bu yasa, bugün kurduğumuz
sendikalardan kimilerini kapatıyor, çıkan bu yasa bugün örgütlenmesinde hiçbir sakınca olmayan, yani yasa
yokken örgütlenmesinde hiçbir sakınca olmayan dört yüz bin tane kamu çalışanını örgütsüz bırakıyor, yargı
çalışanlarını dışında bırakıyor, asker çalışanlarını, askerde sivil çalışanları dışarıda bırakıyor. Bu yasayı
sahiplenebilmenin yöntemlerinden, formüllerinden bir tanesi TÜMBEL-SEN'in attığı bazı adımlardan geçiyor;
nedir bu? Fiili ve meşru olarak bir şeyler yapabilmekten geçiyor. TÜMBEL-SEN on yıllık tarihinde yetmiş beş
tane belediyede toplusözleşme imzalamış, bunun adına "toplusözleşme" demiş ve imzalamış, bunun kimileri iptal
edilmiş, kimileri yargıya gitmiştir. Bu yetmiş beş tane toplusözleşmeden de yaklaşık altmış tanesi bir şekilde, bir
dönem ya da birkaç ay uygulanmıştır. O belediyenin çalışanı insanlar, toplusözleşmeden doğan hak olarak bunu
bir şekilde kullanmışlar.
Bugünlerde böylesi toplusözleşmelerin yapılabilmesi ya da böylesi bir toplusözleşmeleri gündeme getirmek
belki güdük ve çağdışı olan bu yasanın geri dönmesinde etkin olacaktır. Sözü buraya getirmek istiyorum: burada
bizim iki tane belediye başkanımız var. Bunu gerçekten TÜMBEL-SEN adına bir istem olarak hepinizin huzurunda
bir kere daha yineliyorum, daha önce bu yinelemelerimiz var. Burada bir örnek vermek istiyorum: Biz TÜMBELSEN olarak, herhangi bir belediyeyle oturduğumuzda, sorunumuz, derdimiz şu olmaz, şöyle yaklaşmıyoruz olaya:
"bizim aldığımız ücretin çok üstünde ücretler ödeyin bize, biz işte bugün uygar bir şekilde yaşayabilecek konuma
gelelim değil." Derdimiz başka, biz Sayın Murat Karayalçın döneminde de masaya oturmuştuk; tam on iki maddelik
bir toplusözleşme hazırlamıştık, bir tek maddemiz ücrete ilişkindi, geriye kalan bütün maddeler belediyenin
yönetim süreçlerinde söz hakkı ve söz hakkımızı kullanmakla ilgiliydi. Gerçekten hiçbir sakıncası olmayan,
lojman komisyonundan tutun, kamp komisyonunda, sendikamızın, çalışanların temsilcilerinin olması; sonuçta
da elbette ki belediyenin çalışanı olmaktan kaynaklı, belediyenin ekonomik sorunlarına da bilen olarak, yani
belediyeyi yerle bir eden bir istem ve taleple değil, gerçekten makul, karşılıklı tartışılabildiğinde ve elbette
toplusözleşme dediğimiz için de mutlaka ücreti de içeren bir toplusözleşme olmalıdır, olabilmelidir diye
düşünüyorum.
Keçiören Belediyesi 'nde arkadaşlarımız hayati sorunlar yaşadılar. Bu çağdaş olmayan, bu gerici ve faşist
belediyelerde insanlar lavabolara kadar takip edilip, bizzat belediye başkanının kendisi tarafından dövüldü, bunları
da yaşadık; ama bugün bütün bu metropoldeki belediyelerde örgütlüyüz, bu örgütlülüğümüzle birlikte de
belediyelerdeki yönetim ve üretim süreçlerine katkımız olsun istiyoruz, katkı sunmak istiyoruz.
Biz, TÜMBEL-SEN olarak, bu tür girişimlerde doğrunun yanında olmak istiyoruz, sözümüzün dinlenmesini
istiyoruz, yetkiyle donatılmak istiyoruz ve karar süreçlerinde olmak istiyoruz. Bütün istediğimiz şey mütevazice
budur. Bunun için de örgütlü gücümüzle elimizden gelen her şeyi yapabiliriz, yapacağız diye düşünüyoruz. Hakikaten
belediyelerin, eğer isterlerse neler yapabileceklerini yaşadığım ve çalıştığım belediyede gördüm. Kampları,
gelecekteki projelerine dair, çocuklara ve gençlere ayırıyorlar, biraz önce rakam verdim, ayda bu sayı belki binlerin,
275
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
bin beş yüzlerin üzerinde, BEL-TEK'leri örgütleyebiliyorlar, kadın evlerini örgütleyebiliyorlar. Bütün bunları,
eğer bir bütünlük içerisinde, toplumun bütün katmanlarıyla birlikte tartışırsanız, projede kısırlık çekmek m ü m k ü n
değil, proje var, proje üretilebilir, tartışmalardan bu sonuçlar da çıktı. Yenimahalle'de Kent Konseyi Girişimi'nin
de katılımcısıydım, orada da güzel tartışmalar, güzel projeler çıktı. İnsana dönük y a t m m a d ö n m e k daha yerinde
olur diye düşünüyorum.
T Ü M B E L - S E N olarak kentin bütün sorunlarında, bütün taraflarla birlikte, taraf olmamız gerektiğini biliyoruz,
düşünüyoruz.
jJ
[
TURGUT ASLANOĞLU3
Sayın Başer, ben 1990'da T Ü M B E L - S E N ' i n kurucu üyelerindendimim ve E G O kanadından üyesiyim. 1994
yılında iki senelik bir sürgün yaşadım ve akabinde emekli oldum. Bu zaman zarfında yanımızda sizleri görmedik.
Şu anda faaliyetler devam ediyor, t ü m belediyede, tüm belediyelerde örgütlü bir haldesiniz. Şu anda ben yeniden
Çankaya'nın çalışanı oldum, onun için yaşadığım olayların içinde bazı kafama takılan şeyler olduğundan, bu
örgüte de hizmetim olduğu için sormak gereği duydum, çok güzel bir tablo çizdiniz.
Geçen hafta, bağlı bulunduğumuz belediyede bir toplusözleşmeye davet levhanız asıldı ve C u m a günü de bu
konuda eyleme gidildi. Daha önce tipik toplusözleşmelerin imzalandığını; ama, kanununun tam yerine
oturmadığından dolayı bunun hayata geçmediğini, birkaç ay uygulandığını, birkaç ay sonra kalktığım biraz önce
kendiniz ikrar ettiniz. Bunun faturası yüzde doksan ilgili belediye başkanlarına çıkmıştır tahmin ediyorum. Böyle
bir şeyin şu anda yasal geçerliliği olmadığı halde, neden aynı zorlamayla devam ediyorsunuz?
İkinci olarak, kaldığım iki sene zarfında biz yüreklice Büyükşehir'de de eylem gösterdik, şu anda bu eylem
sadece neden Yenimahalle ve Çankaya odaklı oluyor?
ŞAFAK OKTAY
3
Makina Mühendisi
Çevre Bakanlığı Emeklisi-Ankara Çevre Grubu Başkanı
5
Çankaya Belediyesi Müfettişi
276
i
'
5
Aslında verdiğiniz örnek, Hoca'mın üzerinde durduğu bir şeyle çok ilişkilidir; kamu kesimi, özel sektör ve
sivil toplum örgütleri... Bu tablonun kendisine itirazı var; ama, sivil toplum örgütleri kısmının da kendi sorununu
ben sizin anlatımınızdan çıkarıyorum. Bu konuda Sayın Tanık'ın görüşlerini tümüyle paylaşıyorum. Sadece adı
bir örgütlülük diye, oradaki örgütlülüklerin kendi iç karmaşasını bu kadar net duymak, rol alacakları alan
bakımından ne kadar sorun yaşayacaklarına dair bana bir mesaj veriyor.
Kuşkusuz, örgütlülüğün kendisi çok zenginleştiricidir, toplumsal bir açılımdır, bu şekildeki örgütlenmeler;
işte, Çayyolu semt biriminin kendisinden söz ettiniz, Mamak Kent Konseyi'nin birbirinden çok farklı, üç ayrı alt
birimi, Batı Birlik'in aynı şekilde... Sorun öncelikle burada bir siyasal alan boşalmış oluyor. Bir siyasal mücadele
yok orada. Bir mücadele var; ama, o mücadele daha çok kişileri bireysel kimliklerine bağlı kılan-örneğini siz
verdiniz-Ankaralı olmak için örgütlenmiyorlar, Ankaralı kimliklerini geride getirdikleri kendi kentlerinin kimliğine
dayanarak bir şeyler yapmaya çalışıyorlar.
4
I
'
4
Çankaya Belediye Başkanı'mıza hitaben: Kim Projesi'ne acaba nasıl ulaşabileceğiz? Biz de Çankaya'da
oturuyoruz, acaba evlere de bir duyuru şeklinde bir şey verilebilir mi, telefon numaraları verilebilir mi? O konuda
bizler ulaşırsak daha iyi olur.
Bir de Akay Kavşağı'ndan Eskişehir Yolu'na geçemiyoruz. Acaba İl Trafik Komisyonluğu'nda Başkan'ımızın
mutlaka temsilcisi vardır, bu konuda Eskişehir Yolu'na geçmek için biz Ankara Çevre Grubu olarak, Ankara
Valiliği'ne bir başvuruda bulunduk. Bu konuda bir trafik akışının hızlandırılmasını bekliyoruz.
SERAP FIRAT
j
}
!
'
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
Bu farkhlaştırılmış amaçlar mikro yapılanmaları gerektiriyor ve böylece bu çatışma ya da çatışma alanı haline
de gelebilecek bu farklılıklar, üst düzlemde mücadele alanlarını daraltıyor diye düşünüyorum, siz ne dersiniz,
bilmiyorum.
SALONDAN 1:
Sosyal demokrat bir aileden gelen, "1402"yle babası işten atılmış bir vatandaşım.
Devlet İstatistik'te çalışıyorum, hasbelkader yurdun birçok yerini gezmiş bulunuyorum, numarateji, kontrol
için. Belediyecilikte görüyorum ki, bizim sosyal demokrat belediyeler Türkiye genelinde günü kurtarmak adına
çalışıyorlar. Bunun yanında, diğer belediyelere gittiğimizde, "geleceğe yatırım yapıyoruz" diye belediye
başkanlarının ağzından resmen duydum ben bunu ve insanın içi sızlıyor, hakikaten içi sızlıyor. Ankara'ya
bakıyorum, iki belediye başkanımızın da çok güzel çalışmaları var, onun için teşekkür ediyorum. Ama dedim ya,
bir özeleştiri olarak kabul edin, iki belediye başkanımıza da, özellikle ben Çankaya'da oturduğum için Çankaya
Belediye Başkanı'na sesleniyorum, insanlar, işçiler ücret alamıyor, ben hayretler içinde kalıyorum. Çankaya
Belediye'miz ki en zengin, işyerlerinin yoğun olduğu belediyelerimizden birisi. Çankaya'ya doğru gidiyorum,
kendi mahalleme bakıyorum, cadde, sokakların birçok yerinin kazınmış, eşilmiş olduğunu görüyorum.
Benim sorum: belediye başkanlarımız neden günü kurtarmaya çalışıyor? Ben sosyal demokrat belediye
başkanlarının geleceğe yatınm yapmasını istiyorum, bir sitemdi dedim ya.
SALONDAN 2:
Bu belki de şu anda son sorulan soru, bu etkinliğin mihenk taşı olacak bir soruydu. Ankara'nın dört tane içme
suyu barajının ortasından otoyol geçirilmesine sessiz kalan, evet, sosyal demokrat bir belediye başkanıdır.
Gölbaşı'nın üzerinden otoyol geçirilmesine seçenek olmasına rağmen izin veren yine sosyal demokrat bir belediye
başkanıdır, Gölbaşı'nın, o dönemin, şimdiki değil. Çok enteresandır, bu tür olaylara en duyarlı olması gereken
kesim olarak baktığımız ve yıllarca desteklediğimiz bu belediyeler günü kurtarma sevdasından, daha doğrusu
politikasından diyeyim -istediğiniz kadar el-yüz hareketi yapınız, işin gerçeği budur- ve dört buçuk milyon yapay
orman ağacı kestiren yine sosyal demokrat bir belediye başkanıdır. Gerçekten yüreğim sızlıyor. (Haydar Yılmaz:
Nerede kesilmiş? Tuncay Alemdaroğlu: Pardon, neredeki ağaç?) Dört buçuk milyon ağacı, şimdi size söylüyorum.
İmrahor Vadisi, Bayındır Barajı, Atatürk Ormanı, Eymir Gölü... . Arkadaşımın bu feveranını desteklemek için
bunu gündeme getirdim. Hakikaten de buna son ne zaman verecekler? Çok merak ediyorum.
HASAN KÜÇÜK
Gerek Kent Konseyi Girişimi'nin bundan önceki eylemlilikleri, gerekse sol tandanslı toplumsal dinamiklerin
en büyük sorunu ki, şu anda onu da yaşıyoruz, örgütlenme, organize olabilme ve burada oluşan fikirleri, diğer
kesimlere aktarmadır. Bence bizim en büyük handikabımız ve beceremediğimiz konu budur. Bu toplantıda bile daha önce konuşmacılar da söyledi, önemle de vurgulandı, gerçekten de önemli- çocuklara nasıl bir Ankara'yla
ilişki ve organizasyon yapıldı ve organizasyonla ilgili ödüllendirme verildi? Fakat daha sonraki süreçte o çocuklar
en azından organizasyondaki belki bir aksaklık da olabilir; ama bu bizim bir beceriksizliğimiz olarak da algılanabilir,
o çocuklara en azından yönetici tarzında nelerin olup olmadığını da anlatabilseydik, o çocukları burada tutabilecek
başka bir mekanizma daha kurabilseydik ve bizleri dinleyebiliyor olsalardı, belki daha fazla bir bilgi birikimine
sahip olacaklardı. Dolayısıyla, bu eksikliklerimizi giderebildiğimiz sürede daha başarılı olacağız. Buna da kent
konseyi açısından bakınca yandaş belediyelerle, katkılarıyla çözmek öncelikli bir görev diye düşünüyorum.
TUNCAY ALEMDAROĞLU
Arkadaşlarım sosyal demokrat belediyelere ve bundan önceki belediye başkanlarına çok büyük haksızlık
277
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
ediyorlar. Türkiye'ye bir baktığınız zaman, Türkiye'deki çağdaş yerel yönetim anlayışını Türkiye'ye getiren sosyal
demokrat belediye başkanlarıdır. Toplu taşımı Türkiye'ye getiren sosyal demokrat belediye başkanlarıdır. Türkiye'de
toplu yerleşim alanlarını açıp ve bunu uygulamaya sokan sosyal demokrat belediye başkanlarıdır.
O nedenle, ben de şunu merak ediyorum: Acaba bizim sosyal demokratlar, devrimciler, aydınlar ne zaman
sosyal demokrat belediyelerin yaptığı hizmetleri takdir etme lütfunda bulanacaklar?
Bir diğer konu, Sayın Akın'ın, Çayyolu Semt Belediyesi'yle ilgili değerlendirmesidir; aynen şunu söyledi:
"Çayyolu Semt Birimi tek parti döneminin totaliter örgütlenme modeli olarak gözükmektedir" Bu bir
değerlendirmedir, nasıl bir örgütlenme, kısaca onu anlatmak istiyorum: Orada iki tane ünite var: birincisi, icra
organı var; ikincisi, karar organı var. İcra organı, belediye başkanının atadığı koordinatör ve oradaki memurlardan
oluşur. Karar organı ise, "semt danışma birimi" dediğimiz insanlardan oluşan bir yapıdır.
Bu yapı nasıl oluşuyor?
1. Mahalle muhtarları, bu kurulun üyesi.
2. Her mahallenin site yöneticilerinin bir araya gelerek seçtikleri bir site temsilcisi, her mahalleden bir site
temsilcisi, mahalledeki site başkanları bir araya geliyor, bu temsilciyi o seçiyor.
3. Bütün o bölgedeki okul aile birliği ve okul koruma derneklerinin başkanlarının bir araya gelerek seçtiği bir
okul temsilcisi.
4.
5.
Bölgedeki spor klüplerinin başkanlarının bir araya gelerek seçtikleri bir spor kulübü temsilcisi
Bölgedeki demokratik kitle örgütlerinin, demokratik kitle örgütü başkanlarının bir araya gelerek seçtikleri
bir temsilci.
Seçilmişlerden hareket ederek seçilmişlerin seçtiği üyelerden oluşan bir danışma kurulunu nasıl bir yukarıdan
merkezi yapılanma ya da totaliter bir yapılanma olarak değerlendirdi, bunu anlayamadım, bunu da sizin
takdirlerinize sunuyorum.
HAYDAR YILMAZ'
Çok üzüntü duyuyorum: hanımefendi, yanılmıyorsam İstatistik'te çalıştığını söyledi. Hiç gazete okumadığı
veya televizyon izlemediği gibi bir kanıya kapıldım. Birincisi, "1402'yle işine son verilmiş bir babanın kızıyım"
diyor; bir taraftan sosyal demokrat belediyeleri ki burada zaten hiç izlemeden belediyeyi suçluyor, önyargıyla;
böyle söylenildiği zaman, elimizde kalmış iki belediye var; amaç bunu bitirmektir diyorum ben, başka hiçbir şey
değil, hiç kimse kusura bakmasın. Çünkü şu ana kadar yaptığımız bir sürü olumlu şeylerin hiçbirisinden
bahsetmeyeceksiniz, gazeteleri hiç izlemeyeceksiniz, aylarca, iki yıldan beri biz bir şeyler söylüyoruz, bunu hiç
izlemeyeceksiniz, televizyon kanallarından hiç haberiniz olmayacak, neredesiniz siz? Ama buraya geleceksiniz,
bilmiyorum, amacınız kafa karıştırmak mıdır, bu kadar acımasızca bir şeyler söylemek midir?
Beyefendinin söylediği, "efendim, orayı kestiniz, burayı kestiniz, astınız". Allah aşkına, isim vererek söylüyorum,
adımların hepsi Sayın Karayalçın zamanında atılmadı mı? Sayın Alemderoğlu söylediği için çok fazla bir şey
söylemek istemiyorum. Peki, metrosundan, Ankaray'ına, doğalgaz projelerinden, Doğukent'e, bilmem neye varana
kadar bu projeler Sayın Karayalçın'ın döneminde atılmış projeler değil miydi? Peki, şu anda nelerin yapıldığını
siz biliyor musunuz, takip ediyor musunuz? Kim günü kurtarıyor, bunu bir türlü anlayamadım. Günü kurtarma
adını da tutturmuşlar, günü kurtarma... Bunlar yazıktır, günahtır, bunları yapmayın; böyle bir şeyin içerisinde
olmamak lazım. Her şeye olumsuz, her şeye bu şekilde yanıt vermek, bunlar doğru değildir.
Hanımefendi diyor ki: "Sosyal demokrat belediyelerde işçiler ücretlerini alamıyor, bunu anlayamıyorum,
Türkiye'nin en zengin belediyesi Çankaya Belediyesi" diyor. Yapmayın, günlük, bugün bile dahil olmak kaydıyla,
gazetelerde, gazetelerin bir tanesini okuyun ya da takip edin.
Bu önemlidir, bu ciddidir; ben de size bir şey soruyorum: Şu anda işçilerine en az borcu olan belediye Çankaya
6
â
/
V
i
t
i
j
/
'
ı
f
/
Çankaya Belediyesi Başkanı
278
,
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
Belediyesidir, geçmiş ayın borcu var. Geçmiş ayın borcu var ve geldiğimiz andan itibaren de çalışanlarımızla bir
uyum içerisinde çalışalım. Ben emeği savunan bir insanım, sendikacılığı savunan bir insanım ve yıllardan beri de
buna emek vermiş bir insanım. Peki ne oldu, dünle, önceki gün, Çankaya'nın işçileri eylemde, yasal mı; yok,
böyle bir eylemin yasallığı yoktur. Niye yapıyorsunuz; hakkımız. Nedir bu; geçen aydan alacağımız var. Bunu
biraz da Hanımefendi'nin söylediği gibi şişiriyorlar şimdi, birisine sorun, "yedi aydır alamıyorum" diyor, birisine
soruyorsunuz "beş aydır alamıyorum" diyor, birisi de "üç aydır alamıyorum" diyor. Belediye 'nin içerisinde o
kadar fazla el var ki o belediyenin bitmesi için ne varsa onu yapıyorlar. Dışarıdaki uzantılar, içerideki uzantıyla
birleştiği zaman işte böyle şeyler söyleniliyor. Anlattım burada, bir şey söylüyorum, ben diyorum ki, Bağdat'taki
sağır sultan duydu, yazıktır buna destek olmanız lazım buna. Ne diyoruz? Geçmiş dönemin on yedi trilyon borcu
nedeniyle, her tarafa el konuldu. Büyükşehir'e geçmiş dönemden olan borçlarımız nedeniyle arsalarımızın tümüne
el konuldu. Ayrıca, hiç gereği yokken dört trilyonu aşan bir istimlak biz geldikten iki ay sonra gündeme geldi,
dört trilyon, tüm bankalarımıza el konuldu. Bu da yetmiyor, merkezi hükümet dedim, biraz önce söyledim, anlattım,
yetmiyor dedim, 6 Ağustos 1999 tarihinde bir kanun Afet Yasası diye bir yasa çıkartmak suretiyle, bizden keserek
onlara aktarıyor, yedi buçuk trilyon da paramız kesildi, dedim. Buna rağmen de geçen ay, Mayıs ayı içerisinde
vergilerden dolayı üç maaş civarında maaş ödedim, bir de vergi iadelerinin tamamını ödedim, bir geçen ayın
maaşı kaldı.
Şimdi burada bir eylem, "Niçin ben aylığımı alamadım?" Kardeşim, isim vermek istemiyorum, falanca
belediyeye de sen bakıyorsun, orada da dört aylık var, burada bir aylık var, orada niye eylem yok? Orası başka bir
belediye, altı aylık olan belediye var, on iki maaş ikramiyeyi ödemeyen belediye var, onlar ne? Onlar yok. Çankaya
Belediyesi'nin 2000 yılında bir tek ikramiye ödemesi gerekirken, öbür belediyelerin hiçbir kuruş ikramiye ödememiş,
senede altı ikramiye var, bunlar ne? O belediyeler ayrı, niye? Onlar sağ belediye, sağcı belediye. Burası? Burada
demokrat bir belediye yönetimi ve başkanı var, vur buraya, burada da olduğu gibi, yazıktır yahu, yapmayın bunu.
Her gittiğimiz yerde aynı şey, affedersiniz, bağışlayın beni, şamar oğlanı mıyız biz yahu? Allah Allah, yani
gittiğiniz yerde bunlarla karşılaşıyorsunuz, belediyeye sahip çıkmayacaksınız, hiçbir şeyle ilgilenmeyeceksiniz,
bu gerçeği bilmeyeceksiniz, kalkıp burada kafa bulandıracaksınız. Bunun adı demokratlık değil, bunun adı olsa
olsa başka bir şey olur. Olmaz böyle bir şey; bunları bilerek konuşacaksınız. Bir defa, böyle bir şey var mı, yok mu,
bileceksiniz; bunları bilmeden nasıl konuşursunuz?
Bir yerde memur olarak çalışacaksınız, bir yerden emeklisiniz veya belirli bir yerlerdesiniz; ama bunların
hiçbirini bilmiyorsunuz veya kasıtlı konuşuyorsunuz. Bunlar olmaz; biraz önce ifade ettim, zaten yelpazenin
solunda olan insanlar için iki tane belediye kalmış, ona da vuracaksınız. Dışarıda uzantı, içeride uzantı, bilmem
neydi; bu benim söylemek istediğim Çankaya gerçeğidir. Türkiye gerçeğindeki Cumhuriyet Halk Partisi
Belediyeleri'nin durumu hep aynıdır; daralan bir çember içerisindeyiz, hiçbir dönemde görülmeyen, bir şeyler
yapılmaktadır.
Size bir örneğini vereyim, Başkent Hastanesi'ni size örnek veriyorum: Çok çarpıcı bir örnek, burada, her
yerde olduğu gibi, burada da biz dedik ki: yasalar herkese aynı şekilde uygulanacaktır, Başkent Hastanesi'nde de
aynı şey uygulanacaktır dedik ve orada bir dernek kuruldu, o dernek de aynı şekilde bize sahip çıkıyor, Çankayalı,
Ankaralı sahip çıkıyor. Bir tarafta Kavaklıderem Derneği var, kendi civarına sahip çıkıyor; yeni kurulan Küçükesat
Derneği var, kendi civarına sahip çıkıyor, ben bu arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Biz bunu yargının elinden
kurtaramadık, daha doğrusu Haberal'ın elinden kurtaramadık burayı.
Nasıl kurtaramadık? Efendim, sekiz katın tamamı kaçak, efendim zamanında niye buna müdahale etmediniz?
Kardeşim yasa bu, ben müdahale ediyorum, yasal sürem neyse o süreyi kullanıyorum, ne yapıyorum? Başlangıçta
gidiyorum, benden dört kat müsaadesi almış, dört katın beşinci kata çıktığı zaman hemen tutanağımı tutuyorum.
Arkasından ne yapıyorum? Encümenime gönderiyorum, ne yapıyorum? Yıkım kararı alıyorum, ne yapıyorum?
Bir aylık yasal süreyi veriyorum, ne yapıyorum? Bilmem ne, adam bir ayda o yasal sürede dört katı bitirdi, ne
279
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
oldu? dört katı önceden bitirmişti, dört katı da bir aylık sürede kullandı, etti sekiz kat. Oraya yıkmaya gittik,
yarım saat içerisinde yargıdan karar getirdiler. O da olmadı, mahkemelere verdik, mahkemeleri kazandık, bilmem
ne yaptık. İdare Mahkemesi, Bölge İdare Mahkemesi ve Danıştay'a gitti, Danıştay'dan karar herhalde
yetiştiremediler, Yedinci Asliye Hukuk Mahkemesi ihtiyati tedbir kararı diye yıkım engelledi, böyle bir şey yok,
buradaki hakim suç işliyor. Arkasından ne oldu? Arkasından bir bakıyorsunuz, olan oldu, bizim bu uğraşılarımıza,
Genel Kurmay'ın yazısına, Milli Savunma Bakanlığı'ndan bir tuğgeneralin yazısına rağmen hiç yetkisi olmadığı
il
halde Bayındırlık Bakanlığı 1/1 000'lik Çankaya'nın, 1/5 000'lik Büyükşehir'in, ikisinin de İmar Yasası'nın 9.
Maddesi'ne göre, "Ben yaptım, bitti bu iş kardeşim" dedi.
Sonucunda ne oldu? Böyle bir yetkisi yok, böyle bir hakkı yok. Kamu kurumlarına, 9. Madde'de kamu
kurumlarına, efendim, bu kamu yararınaymış, biz de tekrar mahkemeye verdik. Düşünebiliyor musunuz, nelerle
uğraşıyoruz? Buna sahip çıkmayacaksınız, burada bol keseden konuşacaksınız, yok böyle bir şey. Bunları yaptığımız
zaman, "Kavaklıdere gidiyor kardeşim, yapmayın Kuğulu Park gidiyor" dediğimiz zaman Kuğulu Park Derneği
sahip çıkıyor, kutluyorum arkadaşları. Bu kadar uğraşının içerisinde kör bir döngüyle devam ederken, bir taraftan
da hiç hak etmediğiniz halde her türlü desteği ve katkıyı verdiğiniz halde, dış bağlantılı ve geçmiş dönem bağlantılı
olarak kendi çalışanınızdan darbe yiyorsunuz.
•'
Olmaz böyle bir şey, bunları ne yapacağız? "Bunları yapsın canım, işte ben bunu sadece öbür belediyede altı
alacağı var, sabi belediye", aynı sendika, "orası başka bir belediye" diyor. Giremiyorsun ki kardeşim yahu,
girmiyorsun ki; ama Çankaya Belediyesi'ne gelince bir şey var ve bu şekilde yazıktır, o kadar uğraşımızı,
tırnaklarımızla kazıyarak geldiğimiz yerdeki emeğimizi bir günde heba ediyorsun, ondan sonra da eylem yasal
değil, "ben kullanacağım" dediğim zaman, sen bu hakkını kullanamazsın, bal gibi kullanırım, ben de bu hakkımı
sonuna kadar kullanacağım, bunu bu duruma düşürmeye hiç kimsenin hakkı yoktur. Dışarıda elli milyona, yüz
milyona, yüz elli milyona çalışacağım diye boş gezen dünya kadar üniversite mezunu varken, senin buradaki
aldığın altı yüz-yedi yüz-sekiz yüz milyon, bir milyar civarındaki paraya rağmen, haksız yere sadece o bağlantılarla
belediyeyi yıpratabilmek için, biraz önceki konuşulanlara yakın bağlantılarla, bunları yıkmak için, bitirmek için
uğraşı vereceksin, ben ne yapayım yahu?
j
I
•"
İki yıldan beri gelmişim, ben buradaki personelin parasını ödemek için uğraşıyorum. Ben bin kişiye değil, bir
milyona hizmet edeceğim. Hepsi bu kadar, herkes hak ettiği şeyi görecektir. Ben şu ana kadar, bu yaşıma kadar
emekten yana, sendikadan yana, sendikalaşmadan yana, emek veren, uğraşısını veren bir insanım; ama, bunların
hiçbirisini hak etmedik. Lütfen, herkes konuşurken ne konuştuğunu bilmeli, burası Ankara, ne konuştuğunu
bilmeli, bilmediği şeyi uluorta konuşmamalıdır. Şimdi öbür belediyeler de, belediyenin bir tanesinde on aydır
maaş ödenmemiş, "maaşımı aldım" diye insanların elinden belge alınıyor, tık yok, niye konuşmuyorsunuz? Madem,
Çankaya ile Yenimahalle'yle ilgili bu kadar bilginiz var, o belediyelerle ilgili bilginiz yok mu? Yok; o zaman
demek ki, hiç kusura bakmayın, o belediyeleri öven; ama bu belediyelerin bu sıkıntılarına rağmen bir sürü şeyleri
yaptığını göremeyen arkadaşlarımız böyle oldukça yoğun bir şekilde bu toplantılara katılarak bu işi biraz sabote
etmektedir diye düşünüyorum.
MÜMTAZ BAŞER
Aslında bana sorulan soruda da bir talihsizlik söz konusudur. Ortamın bu noktaya gelmesini gerektirecek bir
cevap vermem gerekiyor. Çankaya Belediye Başkanı Sayın Haydar Yılmaz'ın konuşması da gerçekten üzerinde
uzun uzun düşünülmesi gereken bir konu: dış bağlantılar, iç bağlantılar, içeriden çökertmeler, dışarıdan eller...
Gerçekten kötü bir noktaya doğru geldi oturum bence. Ama ben böylesi bir polemiğe ya da böylesi bir yanıta
girmeden bitirmek istiyorum.
Biz de hiçbir yerde öyle Çankaya'ya davet ettik, başka belediyelere davet etmedik yok. Bu, TÜMBEL-SEN'in
Türkiye genelindeki bir politikasıdır, her belediye de, bütün belediyeler toplusözleşmeye çağrılmıştır, bunun
zamanlaması önemlidir, zamanlaması Meclis'ten bu yasa çıkıyor olmasıyla ilgilidir.
280
d
<
.
!
'
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
Şöyle bir şey söyleyecekseniz: "Siz Büyükşehir'de hiçbir şey yapmıyorsunuz" diyeceksiniz, haksızlık edersiniz,
biz Büyükşehir Belediyesi'nde ayın on günü eylemdeyiz, yapıyoruz, yapılıyor, bunları görüyorsunuzdur,
biliyorsunuzdur. "Sürüldük, yanımızda değildiniz" diye bir şey söylenildi, sürüldüğünüzde örgütlü bulunduğunuz
siyasi partiye giderseniz, sendikanın önünden geçmiş olursunuz ve sendika yanınızda olmayabilir, bu gayet doğaldır.
Hiçbir yerde uygulanmadı demedim, şu anda bile imzalanan toplusözleşmelerden on altı tanesi Türkiye genelinde
uygulanıyor, bunlardan bir tanesi Kocaeli Belediyesi'dir, bunu herkes biliyor; ama, uygulanmayan belediyeler de
var, bunlara ilişkin de yasal süreç devam ediyor.
"Niye Çankaya Belediyesi?" diye bir soru sormayın lütfen, doğru değil. Bakın, ben Büyükşehir Belediyesi
çalışanıyım, işten de atıldım, geriye de döndüm, bir daha da atılabilirim; ama, ben ne zaman ki Murat Karayalçm'a
karşı bir eylem örgütledim, bana getirilen soru şu: "Yahu ben seni işe aldım, sana ekmek verdim, sen bana, niye
vatana ihanet eder gibi ihanet ediyorsun?". Yok böyle bir şey; biz doğrusunu biraz önce söyledim, TÜMBELSEN'in mantığını söyledim, bu tür birlikte yönetimlerde birlikte olmak istiyoruz, karşılıklı dertlerimizi tartışmak
ve paylaşmak istiyoruz, derdimiz budur.
281
TMMOB
MAKİNA MÜHENDİSLERİ ODASI ANKARA ŞUBESİ
ANKARA'DA KENTLEŞME ve YEREL YÖNETİMLER SEMPOZYUMU
22-23 Haziran 2001
PANEL
İzleyici Katkıları İle Sempozyum Süreci Değerlendirmesi
"BUNDANSONRA ANKARA?''
Oturum Başkanı: Ali Ekber ÇAKAR
Bülent TANIK (Şehir Plancısı)
Prof. Dr. Murat BALAMİR
Ethem ÖZBAKIR (Mak. Yük. Müh.)
Prof. Dr. Raci BADEMLİ
Akın ATAUZ (Şehir ve Bölge Plancısı)
Recep AKKOYUNLU (MMO Ankara Şube Başkam)
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
BÜLENT TANIK (Şehir Plancısı)
Değerli izleyenler, yüzümüzü görmekten usanmadığınızı umuyorum. İlk oturumdaki konuşmacılar; Sayın
Serap Fırat, Sayın Bülent İlik, Sayın Çiğdem Berdi Gökhan yerine Sayın Serkan Mertyürek, Sayın Ali Cengizkan
ve Sayın Baykan Günay'dı. Aslında teker teker, eklektik biçimde onların konuşmalarından aktarmalar yapma
yerine; kent kimliği konusundaki genel tanım arayışlarının ötesinde, kentin yaşanabilir bir mekân haline getirilmesi
ve yönetiminde, hemşehrilerin daha etkili yurttaşlar olarak kendi varlıklarını ifade edebilmelerinin yollarını arama
yönlü bu sempozyumun genel yönelişine çok paralel değinmeler ve ele alışlar yer aldı.
Bunların bir kısmına katılmak, bir kısmını tartışmak kolay görülüyor; ama ben en ilginç olarak, en son
konuşmacının bir görüşünden etkilenmişim; onu sizlerle paylaşmak istiyorum: Biz somut bir toplumuz, soyutlama
konusunda çok zayıf bir pratiğe sahibiz. Matematikten korkuyoruz, en başlıca bu soyutlama yeteneğimizin darlığının
ifadelerinden bir tanesi olarak da matematikten dökülme yatıyor diyorum. Matematik, örgütlülük ve kent kimliği
konusuna nasıl bir ilgi kuracağımızı birlikte aramakta yarar görüyorum.
Modernist yaklaşımların sorgulanmaya başlandığı bir zaman ve mekân kuramı var; bu postmodern zaman ve
mekân kuramı, insanın ulaştığı hareket gücü, hızı sonucu zamana dönük, daha önceki algılama biçimlerimizin
önemli ölçüde değişmesine yol açacak bir dönüşüm yaşandığını ifade ediyor.
Bunu şöyle değerlendirebiliriz: Çok yakın bir geçmişte, insanlar 'concorde' diye bir uçak tipi geliştirdiler ve
Concorde ile Avrupa Kıtasından Amerika'ya hiç durmadan çok kısa bir sürede ulaşabiliyorsunuz. Concorde'lar
sesten 2 kat hızlı hareket edebilen, insan yapısı, taşıma araçları; Amerikalılar şimdi sistem 10 kat hızlı, 10 mac
hızında uçaklar yapmaya çalışıyorlar. Bu ne anlama geliyor? Çok hızlı hareket etme anlamına geliyor; ama hızlı
hareket etmenin ötesinde, ses takviminde geriye gidebilme imkânı ifade ediyor. Yani "doğru yönde ve algılayabilir
araçlarla, sesten 10 kat hızlı uçakla hareket edebilirsem, belki uzayın bir yerinde, kısa bir süre sonra 1977'de
kaybettiğim babamın sesini duyabilir hale gelebilirim tekrar." Bu "zamanın sıkışması" ve zamana ilişkin insan
alışkanlıklarının gözden geçirilmesini gerektiren bir şey.
Soyutlama yeteneği bu açıdan önemli; çünkü zaman ve mekân, kent ve örgütlülükle ilgili çok önemli unsurlar.
Mesela, bizim matematikte döküldüğümüz konusunda; kitlesel olarak döküldüğümüz doğru; ama Türkiye'nin
yetiştirdiği birçok değerli bilim adamı var; Profesör Cahit Arf, adını biliyorsunuzdur. Dünkü konuşma sonucu
hatırladım, Sayın Arf in geliştirdiği ve matematik dünyasının çok iyi bildiği 'Arf uzayları' diye bir kavram var.
Bizim akıl yürütme biçimimiz ve matematik bilgimiz klasik alcebra-aritmetik yani sayısal matematik toplama ve
lineer düşünme yöntemine bağlıydı.
Sayısal matematik ve ikili koordinat üzerine oturmuş geometri anlayışı, uzay geometrisiyle, zengin yepyeni
alanlara açılmıştır. Bu açılımlar klasik matematikte çok ciddi bir devrim, bir dönüşüm ortaya çıkarmıştır. Yani
sıradan bir insan, bir hacmi, bir cismi algılarken, onun boyunu, enini ve derinliğini, üç boyutunu kavrayabilir ve
üç boyutu somut olarak algılayabilir. Oysa, soyutlama yeteneği üç boyutun ötesinde diğer boyutlar olduğunu
ortaya çıkarıyor. Yani düşünce gücünüze bağlı olarak sonsuz boyuta ulaşabiliyorsunuz. Örneğin; üç boyutlu bir
şeye zaman faktörünü koyarak; dördüncü bir boyutun devreye girmesi mümkün olabiliyor. Dolayısıyla, mekân
algılayışıyla ilgili matematikte ulaşılan bu soyutlama gücü, bizim evreni algılayıp çözümleme gücümüzü de ciddi
ölçüde artıran bir şey.
Klasik sosyoloji ve temel bilimler, bizi şeyleri bir başlangıç, bir gelişme, bir son oluş süreciyle ve hiçbir şeyin
tamamiyle yok olmadığı bir evrenle düşünmeye, en ileri bilimsel gelişkinlik düzeyinde ulaştırmış vaziyette. Ama
Einstein'ın İzafiyet Teorisine ve Kütle Kuramına yaklaştığımız zaman, ışık hızıyla hareket ettiğinizde, sesten
daha ötede kütlenin yok olacağını ve zamanın tümüyle yok olacağını kuramsal olarak ifade edebiliyorsunuz. O da
bir soyutlama; ama bugün o yönde somuta yaklaştıran teknolojik bir gelişmenin imkânı yaşanıyor. Bunlar bize
285
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
düşünce sistemimizde; evreni açıklayıp, algılama sistemimizde önemli değişiklik ve farklı düzlemler yakalama
imkânı veriyor. Bu da örgütlülükle ilgili anlayışlarımızı da esnetebilme olanağı verecektir. Bunlar kentle ilgili
anlayışlarımızla, mekâna bakışımızı geliştirecek faktörlerdir.
Bir başka konu: Bu soyut yaklaşımdan yola çıkarak ya da bunun bizim hem kent mekânını hem de kent
örgütlülüğünü algılamamıza yardımcı olacak bilimsel bir altlık, ve ona dayalı soyutlama gücü vereceğini umuyorum;
,
Bunlar mekânın ve zamanın sorgulamasıyla ilgili olarak beni çok etkiliyor.
Buradan hemen daha somut bir alana geçmekte yarar görüyorum; o da yaşama biçimine bakışımızla ilgili, Ali
f
\
Cengizkan'ın getirdiği bir katkıydı. Toplum olarak eleştirel bir tutum içerisindeyiz, her şeyi sorguluyor ve bir üste
dönük de şikayete dönüştürüyoruz. Oysa yaşama biçimi olarak bu eleştirelliği dönüştürme gücüne ulaştırmamızda
yarar var. Veya yeni bir bakış açısıyla yorumlamamız gerekiyor. Şimdi siyasal yapılanmanın Türkiye'de
değiştirilmesi, geliştirilmesi gerektiğini herkes söylüyor, bugünlerde çok moda bir kavram; ama siyasal yapılanmayı
değiştirme diye algıladığımız şey, bütünüyle siyasete ilişkin atmosferimiz ve anlayışımız değil. Sadece, mesela,
siyasal partiler yasasındaki bir-iki küçük değişiklik veya Anayasada birtakım değişiklikler düzeyinde. Oysa toplumun
siyasetle olan ilişkisini; bugün gelmiş olduğu dumura uğramışlık konumundan çıkaracak ve yaşamı yeniden
biçimleme içeriğiyle, yeniden algılama ve sahiplenme düzeyine getirecek bir bütün olarak ele almadığımız takdirde
yapılacak değişiklikler son derece sığ ve kandırmaca değişiklikler olmaktan öteye gitmeyecek.
4
Sistemi eleştirmenin ötesinde, bütüncül ve daha kapsamlı bakmamız gerekiyor. Yeni siyasal yapılanma
anlayışını: ı sınırları aşmamıza yardımcı olacak bir özgür bakışla yola çıktığı zaman başarılı olacağını düşünüyorum.
Bu da, örneğin, çok kutsadığımız başka bir kavramla ilgili, dogmatik önyargılarımızı sorgulamakla başlayabilir;
o da ulus kavramı. Ulus kavramıyla ilgili çok ciddi sahiplenmelerimiz ve tutkularımız var. Bu tutkuların ulus
kavramının ezelden, ebede insanlığın varoluşuyla bütünleşik bir kavram olup, olmadığı konusunda ufkumuzun
değişmesine bağlı görünüyor.
Ulus kavramı önemli bir kavram. Bir toplumsal evrede mutlaka yaşanması gereken ama sonsuz bir kavram
değil. Bu açıdan bakıldığında, yeni ölçeklerde, yeni yönetsel örgütlenme ve siyaset üretme anlayışlarını da
gündemimize almamız kaçınılmaz görünüyor. Burada bu katı kanılardan kendimizi kurtarmadığımız takdirde
teknoloji düşmanı da olabiliriz veya dar, belirli kalıplar içerisinde kısır: kalabiliriz.
İki sözcükle konuşmamı bitireceğim; bir tanesi çok hoşuma giden bir deyim, bu geleceğin yollan sürekli inşa
halindedir; onun için sürekli inşa eden konumunda olmamız gerekiyor. İkinci sözcük de bunu tamamlayıcı, boşa
giden tek bir çaba türü vardır; o da sarf edilmeyendir.
Teşekkür ederim.
286
'*.'
j
j
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
Prof. Dr. MURAT BALAMİR
İkinci oturumda bildiri verenler, bildiri iletmekle birlikte sunuş yapamayanlar vardı. Ben hepsini okumakla,
sunulmuş varsayarak özetlemeye ve sunuş sırasını izleyerek, başlıklar halinde aktarmaya çalışacağım.
Sayın Oktay Ergünay, Ankara'nın küçümsenmeyecek doğal afet sorunları olduğunu vurgulamakta ve risklerin
azaltılması için fiziksel planlama ve imar uygulamalarının gerekli olduğunu ve bunun mümkün olduğunu
açıklamaktadır.
Yalnızca bir özet iletilmiş ve oturumda sunulmamış olan Sayın Çukurçayır ve Sayın Arabacı'nın bildirisinde,
ayrıntılı yapıldığı belirtilen bir araştırmanın kendisini öğrenme şansını bulamadık. Ankara için çok önemli bazı
konuların yer aldığı yargısına vardığım bu çalışmanın hiç değilse yayın aşamasında sunulmasını dilerim. Ankara
metropoliten alanındaki mikroklimatik özelliklerin ve yerel hava hareketlerinin çalışılması, Ankara'nın
mikrometeorolojik özelliklerinin bilinmesi, bir geçiş bölgesinde yer alan Ankara'nın yeşil alanlarının kentsel
etkilerinin bilinmesi hayati önem taşıyor. Bunun gibi Ankara'nın yakın çevresinde ve bölgesindeki özel
mikroklimaların bilinmesi, yine metropoliten ölçekli herhangi bir planlamada, herhangi bir analizde mutlaka
bilmemiz gereken konular olarak duruyor. Bu bildirinin tamamının iletilmiş olmasını diliyorum.
Sayın Oktay Ekinci bildirisinde, kentsel topraklardaki zemin farklılıklarının imar mevzuatı tarafından gözardı
edildiğini; depremsellik açısından var olan farklılaşmalarının görmezlikten gelindiğini vurgulamıştır. Bu birinci
elden bildiğim, üzerinde çalışma imkânı bulduğum bir konudur. Ekinci'nin çok haklı ve net bir tanım yaptığını
düşünüyorum. Jeoteknik araştırma ve jeoteknik proje kavramı, imar mevzuatında ve planlama sürecinde maalesef
bugün yer almıyor. Bu boşluk Bakanlık genelgeleriyle doldurulmaya çalışılıyor. Ancak bu yaklaşım amaçlananlara
erişmekte yine yetersiz kalmaktadır. Bildiride, bu tür genelgeler yerine, imar mevzuatının kendisinde değişikliklerin
yapılması ve birtakım yeni yönetmeliklerin hazırlanması zorunluluğu vurgulanmaktadır.
Sayın Yılmazer, Ankara'nın makro projelerindeki yanlışlıklara dikkatimizi çekti. İçme suyu projeleri, otoyol
projesi, bunların düşünülmeden çakıştırılmış olması, çok ciddi, uzun vadeli sorunlar içermekte, ciddi kirlilik
tehlikeleri yaratmanın yanı sıra, rasyonel olmayan kararlar ve içice ekolojik sorunlar yumağı oluşturmaktadır.
Sayın Yılmazer'in makro bir gözlem ve saptaması var: "Türkiye'de tarım ovaları, özellikle zengin tarım ovalan
depremselliğin var olduğu alanlardır". Bu bir doğal veri olarak böyledir. Ne var ki, bu alanlar aynı zamanda
toplumsal zenginliklerin de oluştuğu ve yer aldığı alanlar olduğu için, nüfusu burada toplamaya, anayollarımızı
ve altyapı yatırımlarımızı bu alanlara yönlendirmeye, yerleşimlerimizi burada yapmaya son derece eğilimliyiz.
Oysa bu durum, makro ölçekte ters etkileşimlere mahkum etmekte bizi; sorunları sönümlendirmek yerine, sorunları
azdıran bir ilişkiler yumağı ile karşı karşıya bırakmaktadır. Oysa sayın Yılmazer'in tartışmasına göre, ulaşım
yalnızca karayoluyla değil, demiryoluna ağırlık verilmesini de gerektirmektedir. Verimli ovalan yok etmek yerine,
ova dışı alanlarda yerleşim ve sanayinin yerleştirilmesi başlıca strateji olmalıdır.
Sayın Tahsin Yılmaz, Peyzaj Mimarları Odası adına, kapsamlı bir kent ekolojisini temel alan peyzaj
planlamasının yapılması gerektiğini, bunun bir kent makyajı değil, makro ölçekli bir planlama olması gerektiğini
vurguladılar. Yine kendileri, imar mevzuatı içinde bu yaklaşımın yerleşik bir sistematiğe kavuşturulamamış
olduğunu vurguladılar. Planlama, ekolojik envanter çalışmalarına dayandırılmak zorunda, Ankara yeşil alan
sistemi planlaması da belki bir İmar Yasası değişikliğini beklemeksizin, bunun öncesinde, yönetmeliklerde bazı
düzenlemelerin yapılması yoluyla gerçekleştirilebilmelidir.
Hem jeoloji, hem peyzaj konusunda düşüncelerini ortaya koyan konuşmacılarımızın ortak bir görüşü vardı, o
da; tekil parsel düzeyinde değil, mutlaka Ankara bütününde, kent bütününde düzenleme, araştırma ve
uygulamaların yapılmasının öncelik taşıdığı noktasıydı. Her iki disiplinden de gelen katkılarda, yine imar
mevzuatında bu konudaki işleyişlerin yerini bulmasının sağlanması gerektiği vurgulandı. 'Doğal değerler' ve
'doğal tehlikeler'in planlamada girdi oluşturmalarını sağlamak endişesi, sunuş yapan herkesin ortak referans
aldığı bir noktaydı. İkinci oturum, galiba bu yöndeki kurumlaştırmaların gelecekte daha güçlü ve daha rasyonel
yapılanmalara kavuşturulabileceği umuduyla özetlenebilir.
Teşekkür ediyorum.
287
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
ETHEM ÖZBAKIR (Makina Yüksek Mühendisi)
Bizim oturumumuz kentsel altyapı ve mühendislik hizmetlerini kapsadığı için çok daha somut konular ele
alındı ve tartışıldı. Tebliğler ağırlıklı olarak ulaşım sektörüyle ilişkiliydi ancak diğer bazı altyapı konularına da
değinildi. Ulaşımla ilgili özellikle sunulan tebliğler ve daha sonra ortaya getirdiğimiz tartışma başlıklarına ilişkin
â
bazı görüşlerimi de katarak sunmak istiyorum, özetlemek istiyorum.
f
Ulaşım konusunda bir kez, ulaşım ana planının mutlaka yenilenmesi gerekliliği ortaya çıkıyor. Yanlış olarak
birçok yerde "ulaşım ana planı uygulanmalıdır" deniliyor. Halbuki ulaşım ana planının esas alındığı ulaşım
etütleri bugün için artık geçerliliğini yitirmiş verilerdir. Çünkü kent nüfusunda büyük dalgalanmalar olmuştur,
yeni yerleşim bölgeleri açılmıştır, planlı ya da plansız, doğru veya yanlış, birtakım lastik tekerlekli veya raylı
sistem yatırımları devreye girmiştir. Kentteki nüfus artış oranı, öngörülmeyen şekilde düşme eğilimine girmiştir.
Bütün bunlar, ulaşım etüdü ve ulaşım ana planının yenilenmesi için gerekli ve yeterli koşulları bünyesine
taşımaktadır.
Plan ve projeler yapılırken, yıllardan beri sloganlaştırdığımız, "araçlara değil, insanlara öncelik" felsefesini
zorunluluğunu bir kez daha dün teyit ettik. Bu arada kent merkezlerinde, yayaya öncelik verilmesini, özel otonun
ise caydırılması gerekliliği ortaya çıktı. Yeni bir öneri olarak da, Sıhhiye-Kızılay arasının, artık özel oto trafiğine
il
kapatılmasının, Ankara'da artık ciddi ciddi tartışılması gerekliliğini bir öneri olarak belirtmekte yarar görüyorum.
Tebliğlerin bir tanesinde, özellikle üç noktada, Ankara Metrosu ve Ankaray'la ilgili ciddi konular gündeme
geldi. Bunları bilgilerinize sunmak istiyorum: Birincisi, Ankara Metrosunun istatistiklerinde, bir gündeki biletli
yolcu sayısının 130 000 olduğu ifade edildi. Halbuki, fizibilite raporuna göre, 2000 yılında taşınması gereken
günlük yolcu sayısı 600 000 idi; yani biletli yolcular, kapasitenin ancak yüzde 22'sini kullanıyorlar. Aynı şey
Ankaray için de geçerli; Ankaray'da 110 000 biletli yolcu var, fizibilite raporunda 470 000 öngörülmüş. Kapasite
kullanım oranının yüzde 24 gibi son derece düşük bir rakkam olduğu ortaya çıktı. Burada büyük bir atıl kapasite,
büyük bir israf söz konusu. Bunun nedenlerini, yatırımcı ve işletmeci olarak Büyükşehir Belediyesi, bu parayı
yurtdışına ödeyen, krediyi ödeyen Hazine, bu projeyi onaylayan DPT ve Bayındırlık ve İskân Bakanlığının çok
ciddi şekilde sorgulaması gerekliliği ortaya çıktı. Ya ulaşım etütleri yanlıştı, bölgelemeler, "kişi başına hareketlilik"
'*.'
dediğimiz mobility katsayıları veya buna paralel katsayılarda, koridorlara yükleme gibi, ulaşım tekniklerinde
'
j
hata yapılmıştı. Bunun sonucu bu kadar büyük bir israf söz konusu, atıl kapasite var veyahut da ikinci alternatif
olarak, lastik tekerlekli ulaşım türleriyle, yani otobüs ve minibüs gibi hatlarda ciddi entegrasyonlar yapılmamış,
ara taşıyıcı sistem, tamamlayıcı sistem olarak devreye girmemişti. Ama her koşulda ortada popülist politika var,
ciddi şekilde tartışılması gerekir. Bu nedenleri Ankara halkının bilme hakkına sahip olması gerekir.
Yine dünkü tebliğ sonunda çıkan tartışmalarda, yönlendirdiğimiz tartışmalarda, çok ilginç olarak, dünyada
ender görülen bir şekilde, raylı sistem taşıma kapasitelerinin, günlük taşıma kapasitelerinin azaldığını tespit
etmiş durumdayız. Kent nüfusu artıyor, kişi başına hareketliliğin artması gerekiyor, teorik olarak bütün kitaplar
böyle yazıyor. Buna karşılık, Ankara' daki raylı sistemlerde yolcu taşıma miktarları son yıllarda azalıyor, bunun
ciddi şekilde araştırılması gerekir.
j
Maalesef üçüncü tespit; saatlik yolcu ve istasyon bazında iniş-biniş sayılarının, istatistiklerinin bugüne kadar
'
üretilmediğini tespit etmiş bulunmaktayız. Halbuki bu sayılar, bir işletmenin olmazsa olmaz ön koşullan.
Dolayısıyla, bu konularda Ankaralılar olarak ve sivil toplum örgütleri olarak, duyarlılığımızı artırarak sürdürmek
zorundayız.
'
Bir başka konu olarak; Ankara Metrosunun güzergâh uzatma konusu gündeme getirildi; fakat yeterli bilgi
alma imkânına sahip olunamadı. Meşhur Sincan-Çayyolu alternatifleri tartışıldı. Burada dikkate alınması gereken
husus, tabii ki sabah doruk saatte bir yöndeki sayı değil; çünkü bu artık sabitlenmiş durumda. Metro araç
kapasitesiyle, araç konfıgürasyonuyla, istasyon, peron boylarıyla, bu standardize edilmiş durumda. O zaman
288
*
l
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
geriye, hangi güzergâha girersek, kaç kilometre yatırım yaparsak, gün içinde toplam yolcu sayısı maksimize
edilebilir gibi bir optimizasyon problemine konunun gelip, dayanması gerekir. Dolayısıyla, çift yönlü taşımacılık,
pik saatlerde ve pik saatler dışında hangi bölgeler daha çok yolcu doğuracaktır, hangi bölgenin daha fazla ulaşım
talebi vardır; bunun araştırılması gerekir. Bu yapılmadan ortaya konulan tercih pür siyasi bir tercih olacaktır.
Ankara'ya yeni bir ulaşım kamburu daha gelmiş olacaktır.
Tabii ki, özel otonun kent merkezine girişinin azaltılması da metro güzergâhının uzatılmasında bir fonksiyon
olarak dikkate almak gerekir. Çünkü kent merkezine giriş, özel otoyla geldiği zaman, sadece özel oto sahipliliğini
etkilemiyor; kentte yaşayan, kent merkezinde yaşayan veya onu kullanan herkesi ilgilendirir.
Tabii ki son bir nokta; dün vakit yetersizliği nedeniyle tartışılamadı. Ama üzerinde durulması gereken, maalesef
gözden kaçan çok önemli bir nokta;önce inşaat ihalesinin yapılıp, fizibilite etütlerinin bu inşaat firmasına
yaptırılması da dünya tarihinde, yine pek eşine rastlanmayan bir olay olarak ortaya çıkıyor. Önce ulaşım etüdü
yapılır, fizibilite raporu hazırlanır, avan proje hazırlanır ve ihaleye çıkılabilir. Uygulama projesini hadi yükleniciye
bıraktınız diyelim; ama ulaşım etütleri ve fizibilite raporu hiçbir zaman ihale sonrası bir yükleniciye teslim edilemez.
Herhalde, bu konuda, proje onay mercilerinde kamuda çalışan yetkililer aramızda varsa, bu hususlara dikkat
edeceklerdir.
Ulaşımla ilgili tartışılan bir başka hususta; otoparklarla ilgili idi. Kent merkezinde arsalar çok kıymetli olduğu
için, artık klasik otoparklar yerine, mekanik ve hidrolik sistemlerden yararlanan, modern otoparkların kullanılarak,
daha küçük kentsel bir hacimde daha fazla araç depolama imkânının araştırılması ciddi bir alternatif olarak, bir
öneri olarak dün tartışıldı.
Ulaşımla ilgili son tartışılan bir nokta da; henüz gündemimizde çok fazla yer tutmayan; ama pek yakında
gündemimizi işgal edecek olan, Esenboğa Hava Limanının genişletilmesi konusu. Bildiğiniz gibi, Esenboğa Hava
Limanını genişletmek üzere çeşitli projeler yapılıyor. Bu kapasite artması sonucunda ortaya çıkacak gürültü
kirliliğinde çok ciddi artışlar olacağı tespit edilmiş durumda. Dolayısıyla, o bölgenin nazım planları yapılırken,
gürültü planlamasına dikkat edecek şekilde bir yapılanmaya gitmek gerektiğini bugünden belirtmek zorunda
kaldık.
Bir başka alt başlık; içme suyuydu. İçme suyunda bugün için bir sorun olmadığı; ama Devlet Su İşlerince,
master planı uyarınca, yatırımlar gecikirse, -ki onun izleri, ipuçları görülmeye başlandı- o takdirde Ankara'da su
sıkıntısının yaşanabileceğine dikkat çekildi. Daha önemlisi, ASKİ'nin, Devlet Su İşlerinden aldığı suyun yaklaşık
yüzde 30'unun kaçak ve kayıp olarak devreye girdiği; yani faturalandırılamadığı ortaya çıktı. Avrupa ülkelerinde
kayıp, kaçak oranının yüzde 10 olduğu dikkate alındığında; geri kalan yüzde 20'lik farkın çok büyük fark olduğu,
çok ciddi bir savurganlık olduğu ve bunun teknik ve idari yönlerinin birlikte etüt edilmesi gerektiği ve sonucunun
yine Ankara kamuoyunun bilgisine sunulması gerekliliği ortaya çıktı.
Bu büyük farkın tabii ki, çok çeşitli nedenleri olabilir. Bunlardan bir tanesi, sayaçlarda kireçlenme; özellikle
suyumuzun sert olması nedeniyle, sayaçların zamanla bozulması olabilir. Buna karşı yasal önlemler var. 10 yıllık
sayaç değiştirme süresine niçin uyulmadığı gibi hususlar sorgulanabilir. Belediye park, bahçe sulaması ya da
vakıflara verilen ücretsiz-su miktarlarının da mutlaka denetim altına alınıp, ücretsiz verilecekse dahi tespit edilmesi
ve dolayısıyla, gerçek kayıp oranlarının belirlenmesinde yarar olduğu belirtildi.
Katı atık konusunda, özellikle Sincan-Çadırtepe düzenli atık depolama sahasının çevre sorunlarına yol
açabileceği; dolayısıyla, mevcut teknik eksikliklerin neler olduğu açıklandı ve bu eksikliklerin bir an önce giderilmesi
gerektiği belirtildi. Ancak daha önemlisi, sistemin devreye girmesi için gerekli ara depolama ve aktarım
istasyonlarıyla, özel treylerlerin ivedi olarak gerçekleştirilmesi gerektiği de tespit edildi. Burada da endüstri
mühendislerinin yön eylem tekniği ve benzeri yöntemlerle bu sistemin optimizasyonunu daha gerçekçi olarak
ortaya koymalarında yarar olduğu belirtildi.
289
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
Son işlenilen konu, "Elektromanyetik Kirlilik" konusu oldu. Kentte yüksek gerilim, enerji nakil hatlan ve
giderek artan cep telefonu baz istasyonları.nedeniyle çevre kirliliğine dikkat çekildi. Bu konuda uluslararası
kurallara uyulması gerektiği, gelişmelerin yakından izlenmesi ve elektromanyetik kirlilik kaynaklarından
uzaklaşarak etkilerin azaltılması, bu hususun imar planlan ve yerleşim kararlannda, hastane gibi, kreş gibi yapılarda
dikkate alınması gerektiği ve elektromanyetik kirliliği ölçecek, denetleyecek bağımsız mekanizmalann geliştirilmesi
gerektiği vurgulandı.
Dünkü oturumda, tartışmalarda belirtilmemesine rağmen, dünkü oturuma katılım bugünkünden çok daha
azdı. Özellikle belediye teknik elemanları ve yöneticilerinin sempozyuma ilgisizliğini de eleştirilmesi gereken bir
nokta olarak belirtiyorum. Dünkü tebliğimiz çok somut konular içermesine rağmen, salonda en fazla, üç tane
belediyeden, üç teknik eleman mevcuttu. Halbuki kentleri yönetmek; kent sorunlan hakkında bir miktar bilgi
sahibi olmak, bunlan tartışmak, bu bilgileri herkese aktarmak ve bilgilenmekten geçtiğine inanıyorum. Bu konuda
bundan sonra belediye çalışanlannın ve belediye yöneticilerinin daha duyarlı olması gerektiğini belirtmek istiyorum.
Teşekkür ederim.
290
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
Prof. Dr. RACİ BADEMLİ
Oturumda sunulan bildirileri ve tartışmaları teker teker özetlemekten çok, ortaya çıkan bazı genel düşünce
akslarının altını çizmek istiyorum. Bu, benden önceki oturum başkanının (Bülent Tanık'in) yaptığından daha
farklı bir yaklaşım olacak.
Yönettiğim oturumda görüş ve tartışmalar esas olarak üç ana konu başlığı etrafında yoğunlaştı: 1) "ufuk", 2)
"plan/planlama" ile, 3) "yerel yönetim".
1. Ufuk:
"Ufuk" bağlamında gündeme gelen düşünceler, kabaca dört aksta toplanabilir. Birinci aks, konumdan
kaynaklanan kentsel kimlik, ve bu kimlik bağlamında belirlenen "kentsel ufuk"la ilgilidir. Bilindiği gibi, bir
kentin, ülkenin diğer kentlerine oranla tanımlanan konumu, ister istemez o kentin kimliğini; kimlik de, kentin
ufkunu etkiler. Belki yönettiğim oturumda değil, ama sempozyumda, bu çerçeve içinde oldukça önemli bulduğum
bir düşünce belirmiştir. Ankara, Türkiye Cumhuriyeti'nin yönetim merkezi; başkentidir. Protokolde "kentlerin
başında olmak", yani başkentlik konumu, Ankara'nın hem kimliğini hem de ufkunu belirleyen bir husustur. Bir
başka deyişle, "başkentlik", Ankara'da hem kentsel kimliğin, hem de kent ufkunun özüdür. Ankara başkenttir,
başkent kalacaktır. Bu bir tartışma konusu değil, Anayasa maddesidir. Dolayısıyla, Ankara'nın "başkentliği"ni
değil; "başkent" olarak diğer kentlerden ayrılmış bir kentin, diğerleriyle bir tutulmasında İsrar etmenin mantığını
tartışmak gerekir. Ankara, başkent olmaktan kaynaklanan ayncalığıyla, 3030 ve 3194 sayılı yasaların çerçevesi
dışına çıkan ayrı bir yönetim ve imar mevzuatına sahip olmak durumundadır. "Başkent Ankara Yasası" bir
gerekliliktir.
İkinci aks, ekonomik faaliyetlerden kaynaklanan kentsel kimlik ve bu kimlik bağlamında belirlenen "ufuk"la
ilgilidir. Bu çerçeve içinde birçok soru gündeme gelmiştir. Örneğin, Ankara bir memur kenti midir? Bir dönem
öyle idiyse, bu hep böyle kalacağı; böyle kalması gerektiği anlamına mı gelir? Ankara, eğitim, sağlık, bilimsel
araştırma ve ileri teknolojiler kullanan sanayi işlevlerinde ihtisaslaşan bir başkent olma yolunda hızla ilerlemekte
değil midir? Bu tür gelişmeler desteklenmemeli midir? Ankara'nın gelecekte, gerek ülke ekonomisi içinde ve
gerekse uluslararası bölgede üstleneceği roller, üstlenmesi gereken roller nelerdir, neler olmalıdır? vb. Bu tür
sorular sorulması ve yanıtların tartışılması, Ankara'nın "ekonomik" kimliğinin netleştirilerek, ufkunun belirlenmesi
gerekliliğini açıkça ortaya çıkarmıştır.
Üçüncü aks, sosyal bünyeden kaynaklanan kentsel kimlik ve bu bağlamda belirlenen "ufuk"la ilgilidir. Bu
çerçeve içinde de önemli sorular getirilmiştir. Ankara'nın bugün sergilemekte olduğu nüfus ve sosyal bünye
özellikleri nasıl değişecektir? Toplumsal bünye hangi yönlerde ve nasıl değişmeli, dönüşmelidir? Örneğin,
Ankara'nın sosyal bünyesini, kültür dokusunu, politik açılımlarını hep gecekondularda (ruhsatsız konut bölgeleri,
ya da ıslah imar planlama alanlarında) yaşayan gruplar mı belirleyecektir? Başkent Ankara'nın toplumsal bünyesi,
kültür dokusu ve politik açılımları tüm ülkeye örnek olacak biçimlerde düzenlenmek durumunda değil midir? Bu
hususlar neden ve nasıl gözardı edilebilmektedir? vb. Sonuçta Ankara, başkent olmakla "küresel işlev ve
sorumluluklar" yüklenmiş bir kent olarak görülmektedir. Dolayısıyla, Ankara "küresel" olanla "yerel" olan
arasındaki ilişkiler bağlamında da önem taşır. Tartışmalar boyunca, Başkent Ankara'nın hem tüm ülkeye örnek
olacak, hem de "küresel" işlev ve sorumluluklarını taşımasına olanak tanıyacak toplumsal bünye, kültür dokusu
ve politik açılım hedeflerini saptamanın bir zorunluluk olduğu görüşü ağırlık kazanmıştır.
Son düşünce aksı ise, kentlerin doğa, tarih ve kültür varlıklarından kaynaklanan mekânsal kimliği; ve bu
kimlik bağlamında oluşturulan "mekânsal ufuk"la ilgilidir. Başkent Ankara, binlerce yıl geriye giden tarihiyle;
ülkenin ilk planlı, öncü örnek kenti olmasıyla; hızlı büyümesiyle; gecekondularıyla; merkezi yönetim birimlerinin
varlığıyla; Ankara taşı, kili ve çiğdemiyle kimlikli bir Orta Anadolu step kentidir. Böyle bir kentin ise, kimlikli,
291
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
işlevsel, sağlıklı, güvenli, ve güzel bir yerleşme olarak varlığını sürdürebilmesi esastır. Bu bağlamda tanşmalarda
üç alt başlık öne çıkmıştır: a) eski Ankara'nın, Ankara'nın tarihi-kültürel değerlerinin korunması; b) yeni
Ankara'nın doğru biçimlendirilmesi; ve, c) mevcut Ankara'nın mantıklı, verimli, sağlıklı işletilmesi.
2. Plan/Planlama:
Her plan için olduğu gibi, Ankara'nın planı özelinde de ilk tartışılan husus hedefler olmuştur. Yani, "plan ve
planlama, ama hangi hedeflere ulaşmak için?" sorusu gündeme gelmiştir. Ankara özelinde, işlevsel bir Ankara,
ekonomik/verimli bir Ankara, sağlıklı bir Ankara, güzel bir Ankara; ama en önemlisi, adil olmaktan öte güvenli
bir Ankara, yani doğal ya da yapay aftelere risklerini en aza indirmek üzere planlanmış bir Ankara arayışlan söz
konusudur. Ne var, Ankara'nın bu hedefler bağlamında kentte yaşayanları tatmin etmekten oldukça uzak olduğu
kanaati yaygındır.
Planlama hedefleri ötesinde vurgulanan en önemli konu "planlama süreçleri"yle ilgili olmuştur. Tepeden
inme süreçler yerine, aşağıdan yukarıya gelen planlama süreçleri; pasif planlama yerine, aktif planlama anlayışı;
ve, plandan programa, programdan projeye geçen bir planlama anlayışı ile şeffaf ve katılımcı planlama süreçlerine
olan özlemler dile getirilmiştir. Aynca, Ankara'da planlamanın hep gelişmelerin gerisinde kaldığı; Ankara'da
aslında şu anda bir plan olmadığı hususları vurgulanmıştır. Yani, ne Ankara kentinin (belediye sınırlan içindeki
kentsel olgu olarak); ne metropoliten Ankara'nın; ne metropoliten bölgenin; ne de Ankara İli'nin bir vizyonu/
hedefleri ve bu vizyona/hedeflere bağlı olarak yapılmış planları olmadığı açıkça ortaya konulmuştur. Kısaca
söylemek gerekirse, Başkent Ankara, ne yazıktır ki, rotası olmayan, dümeni kınk bir gemiden farksızdır.
Tartışmalarda Ankara'da plan uygulama sorunlanna da değinilmiştir. Bu bağlamda genellikle dört hususun
altı çizilmiştir: a) kentsel topraklar, toprak yağması, ve gayrimenkul spekülasyon iştihası üzerine kurgulanmış
kentsel gelişmenin kaçınılamaz sıkıntılan, b) kentsel rantlann kamuya geri döndürülememesi, c) kentsel altyapı
ve büyük kentsel projelerin kent makro formunu ve kent topraklarının kullanımım (ve dolayısıyla kentsel
spekülasyonu) belirleyici rollerinin gerektiğince dikkate alınmadığı, (aynca bu tür projelere halk katılımının son
derece kısıtlı olduğu) ve, d) Ankara'da doğal (ekolojik veriler, türçeiştliliği, yeşil alanlar, vadiler vb) değerlerin
korunamadığı.
«
(
t
/
',
i
3. Yerel yönetim:
"Ufuk ve Plan/Planlama" dışında, tartışmalarda öne çıkan üçüncü konu "Yerel Yönetim" olmuştur. Bu bağlamda
vurgulanan düşünce akslan ise şöyle sıralanabilir: a) yerel yönetim yaklaşımlan ekonomi-politik bağlamında
gündeme getirilmeli (değerlendirilmeli), kent yönetmi ve planlama sadece mekânsal sorunlara indirgenmemelidir;
b) planlama sadece bir kimlik, kültür, küreselleşme ya da benzeri bir kavrama dayandınlamaz. Kentsel siyasalar
bir bütün olarak ele alınmalıdır; c) kentsel siyasa bel,irleme süreçlerine halk katılımının sağlanması gerekir,
ancak halk katılımının, yönetişim (govemance) kavramıyla ifade edilen neo-liberal yaklaşım ve yönelimler ile
tam anlamıyla çakışmadığının bilinmesi önemlidir; ve, d) Yerel Yönetim Yasası çerçevesinde Ankara'da katılıma
(halkın yerel yönetime katılması anlamında) olanak sağlayacak bir sahiplenme modelinin bulunması gerekir. Bu
sahiplenme modeli, pekala "seçilmiş mahalle temsilcilerinden (muhtarlardan) oluşan belediye meclisleri" olarak
düşünülebilir.
Umarım, çok vaktinizi almamışımdır.
Teşekkür ederim.
292
|
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
AKINATAUZ (Şehir ve Bölge Plancısı)
Toplumsal Örgütlenme, Yönetişim- Yasalar ve Yöntemler Oturumu, temelde çok alışık olmadığımız iki kavram
etrafında gelişen bir oturum oldu. Kavramlardan birisi oldukça sık duyulmuş bir kavram, "yönetişim" kavramı;
ama ikincisi daha da az duyulmuş ve içeriği konusunda oldukça az bilgimiz olan "toplumsal cinsiyet" konusuydu.
Oturumun genel niteliğini, her iki kavramın birleşerek, toplumsal cinsiyet içerikli bir yönetişim arayışı üzerindeki
tartışmaların oluşturduğunu söyleyebiliriz.
Yönetişim, dünyada 1992 Rio zirvesinden beri, Türkiye'de daha çok HABİTATII Konferansından beri tartışılan
bir kavram. Yönetişim kavramıyla aşağı yukarı hepimiz karşılaştık. Ancak bu kavramın içini nasıl
doldurabileceğimiz, Türkiye'nin kentlerinde yaşayan insanlar olarak yönetişimi nasıl kendi yapımıza, toplumsal
ve kültürel özelliklerimize göre gerçekleştirebileceğimiz konusunda pek fazla düşünce ve mekanizma
geliştiremediğimiz bir kavram.
Yönetişim, temelde bir kuruldan bahsediyor; ama farklı niteliklerin, ya da farklı çıkarların temsil edildiği,
üyeleri türdeş olmayan bir kuruldan bahsediyor. Bu kurulda farklı bireylerinin eşit bir şekilde yer alması ve
aralarında mümkün olduğu kadar birbirini anlamaya ve oydaşmaya dayanan bir ilişkinin gelişmesi; yani birbirlerinin
görüşüne eklemlenerek daha bütüncül ve tartışılmış kararların üretilebilmesi bekleniyor. Böylece elde edilecek
toplumsal yarar, farklı derecelerde de olsa toplumun bütün kesimlerine yayılacak ve eğer bazı kesimler için göreli
veya mutlak bir çıkar kaybı söz konusuysa, bunun en aza inmesi sağlanacaktır
Böyle bir mekanizmayı, Türkiye gibi demokrasi kültürü oldukça kıt ülkelerde işletebilmek kuşkusuz çok zor.
Çünkü yönetişecek kurulun yaptığı işi daha önceden yapmakta olan kişi veya kuruluşun, ya da erkin, yönetişim
kavramına uygun bir uygulamaya ihtiyaç olduğunu düşünmesi, yeni aktörlerin de bu işleve katılmayı talep ediyor
olması gerekiyor. Bu kurulda, özetle söyleyecek olursak, kamu kesiminin, özel sektörün ve sivil toplum örgütlerinin
yer alması gerektiği düşünülüyor. Türkiye'de yönetişimi var edebilirsek eğer, bu kesimlerin bir araya gelmesi
gerekiyor. Bu üçlüden kamu kesimi, her zaman (özellikle devlet) çok güçlü bir biçimde var. Sivil toplum örgütleriyse,
her zaman çok zayıf ve etkisiz. Özel sektör ise bu tür konulan yeni yeni ilgi duymakta.
Yönetişim kavramının canlı bir biçimde gündelik yaşamımızın içinde yer almasını istiyorsak, burada mutlaka
katılımdan, saydamlıktan ve hesap verebilirlikten söz ediyoruz demektir. Bunları sağlamadan yönetişimi
gerçekleştiremeyiz. Böylece, kamu yönetiminde ve hizmetlerinde bir etkinlik artışı söz konusu olacaktır.
Bunu gerçekten başarabilirsek, yönetişimle ilgili mekanizmaları sadece kentlerin yönetiminde değil, kent
yaşamının çeşitli yüzlerinde ve anlarında başarıyla işletebilirsek, bu daha yaşanabilir kentleri, daha iyi toplumsal
ilişkileri, daha iyi fiziki mekânları yaratacaktır. Kentlerin geleceğinin, kentte yaşayan insanların beklenildiği gibi
olması sağlanabilecektir. Ama ne yazık ki kamu kesimi, (bu örnekte devlet değil, yerel yönetim) 5. Oturumda bir
tartışmacının belediye meclisleriyle ilgili verdiği örneklerde de görüldüğü gibi, yönetişim için bir gelecek
hazırlamaya çok istekli görünmüyor.
İkinci kavrama, yani toplumsal cinsiyet kavramına geçecek olursak, toplumsal cinsiyet galiba hem kişsel
düzeyde hem de kurumsal düzeyde kolayca reddedilir bir kavram gibi duruyor. Kişisel olarak baktığımızda, hemen
hemen hepimiz, toplumsal cinsiyet açısından öngörülmüş toplumsal cinsiyet rollerini ve aradaki büyük uçurumu,
kadınlar ve erkekler olarak bu toplumda sahip olduğumuz konumları fazla sorgulamadan kabul ediyoruz. Bu
sorun ile ilgili tartışmalarla karşılaşan erkeklerin çoğu, kendilerini kadınlara karşı haksızlık etmeyen, adil davranan
bir konumda görmeye çok yatkınlar. Probleme böyle baktıklarında toplumsal işleyişteki erkek egemenliğini hemen
hemen hiç algılamadan ve onun üzerinden atlayarak, sanki yokmuşçasına davranarak yaşamaya devam edebiliyorlar.
Kadınlar ister çalışma yaşamının içinde olsunlar ister ev kadını olsunlar, çoğu kez gündelik mücadelelerin
çokluğundan, toplumsal cinsiyet farklarını görünür kılma uğraşına zaman bulamıyorlar.
Oysa kadınların ve erkeklerin kendi toplumsal rollerine yeniden bakması ve özellikle erkeklerin, içinde
293
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
yaşadığımız Türkiye toplumunda -Türk olsun, olmasın- bu ülkede, bu kentlerde yaşayan bütün erkeklerin, toplumsal
cinsiyet açısından yaratmış oldukları o müthiş toplumsal adaletsizliği algılamaları için, bireysel olarak bakış
açılarını değiştirmeleri gerekli.
Kurumsal bakış açısından ise, konumuz gereği belediyeleri ele alacak olursak, toplumsal cinsiyet kavramı son
derece önemsiz, kayda değer olmayan ve ihmal edilebilir bir konu gibi algılanıyor; sanki bir lüks gibi. Oysa
ı
belediyenin bütün projelerinde ya da yerel yönetimlerin yapması gereken işlerin hepsinde, toplumsal cinsiyet
f
boyutunun göz önünde tutulmuş olması lazım. Bunun için de, kadınların o karar mekanizmalarında olmaları
'
gerekiyor; yani yönetişim mekanizmaları, toplumsal cinsiyeti dikkate alacak yapıda kurulmalı. Kamu, özel, sivil
toplum kesimleri kadınlar ve erkekler tarafından temsil edilmeli.
Böyle olursa ancak kentleri, nüfusunun yarısını ayrımcılığa uğratmayan, adil ve eşit bir biçimde bütün nüfusuna
hizmet götürecek projeler üreten ve yönetişim mekanizmalarını buna göre ayarlamış yönetimlere sahip mekânlar
olarak tanımlayabiliriz. Bunu yapamadığımız sürece yönetişimi ne kadar iyi gerçekleştirebilirsek gerçekleştirelim,
"iyi yönetişimden" bahsedemeyiz. Bu ancak, "erkeklerin iyi yönetimi" kapsamının ötesine geçemeyecek bir yönetim
olur. Nüfusun yarısının varlığını göz ardı eden bir "yönetişim" olamaz. Kadınların çıkarlarının erkekler temsilciler
eliyle korunduğu bir yönetişim de olamaz. Yönetişim, başta tanımlandığı gibi, her farklı çıkar ya da ilgi grubunun
,
kendisini temsil ettiği bir kurulda gerçekleşebilir.
Bu iki kavramla ilgili tartışmaların dışında, kentlerde işleyen iki somut mekanizma -bunlar klasik olarak
f
',
tanıdığımız mekanizmalar- biraz daha yakından, büyüteç altında ele alındı: Belediye meclislerinin ve muhtarlıkların
konumu. Muhtarlıklar, kendi konumlarının oldukça tanımsız ve belirsiz olduğunu hissediyorlar. Seçilmişler mi,
atanmışlar mı; fonksiyonlarını nasıl tanımlayacaklar; merkezi yönetimin bir uzantısı mı, yerel yönetimin bir
parçası mı? Muhtarlıkların fonksiyonuyla ilgili bir tartışmanın ve yeniden tanımlanmanın yapılmasına ihtiyaç
olduğu çok açık. Ancak bu tartışma 5. Oturumda hemen hemen hiç yapılmadı; yapılma ihtiyacının olduğu net bir
biçimde ortaya konuldu.
İkinci klasik mekanizma, belediye meclisleri. Belediye meclislerinin çalışmalarını tanımlayan kuralların,
belediyeyi denetleyemeye elverişli olmayan bir yapıda olduğu belirtildi. Dolayısıyla belediye meclislerince bile
denetlenemeyen belediyelerin, büyük bir kaynak kullanma, gerektiği gibi denetlenemiyorsa belki kaynak israf
i
etme odaklarına dönüşebileceği -dönüştüğü söylenebilir. Belediyelerin denetlemeyi gerçekte istememesinin diğer
*.'
bir anlamı, gücün kullanılmasıyla ilgili bir paylaşıma, başka bir biçimde söyleyecek olursak yönetişimin ana
ilkeleri olan katılım, saydamlık ve hesap verebilirliğe hazır olmadığıdır.
Yerel yönetimlerin de, diğer başka kamu kurumları gibi yönetişim mekanizmaları geliştirmemelerinin veya
göstermelik yönetişim mekanizmaları geliştirmelerinin nedeni, asıl kaygının kamusal işlevlerin etkinliği ile değil
de, erkle ilgili olması olabilir. Bunu bütün yerel yönetimler için genellemek belki büyük bir haksızlık olabilir, ama
en azından 5. Oturumdaki tartışmalar açısından söyleyebilirim ki, yerel yönetimlerin de işlevlerini yerine getirirken
başka ortaklarla birlikte çalışmaya yeteri kadar hazır olmadıkları görüldü.
Buna karşılık, sivil toplumun ve sivil toplum örgütlerinin de, bu mekanizmaların geliştirilmesiyle ilgili
taleplerinin yeterli olmadığı veya yeteri kadar güçlü olmadığı söylenebilir. Yönetişimden bahsediyorsak eğer,
kentlerde henüz sivil toplum örgütlerinin gücünün çok zayıf ve deneyimlerinin çok az ya da sığ olduğundan,
ayrıca kentte kamu yararını gözetmek arayışında olan bir özel sektör hareketinin pek görülmediğinden de bahsetmek
gerekiyor ki, bu konu bir başka oturumda ele alındı.
294
j
>
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
RECEP AKKOYUNLU (MMO Ankara Şubesi Başkam)
Ben oturumda sunulan bildirilerde, altını çizebildiğim noktalara değineceğim. "Yerel Yönetimlerin Sivil
Toplum Kuruluşlarıyla Çalışma İlke ve Yöntemler" başlıklı bildiride yerel yönetimlerin sivil toplum kuruluşlanyla
birlikte çalışma ihtiyacı, gereksinimi vurgulanıyor; bu da bugün çokça ifade edilen yönetişim kavramına çağrı
yapıyor tabii kanımca.
Belediye kente, esnaf türü işyerlerine yönelik meslekiçi eğitim vererek, sadece denetleyen, ceza kesen bir
belediye anlayışının ötesinde eğitici bir yaklaşımla sorunları çözmeyi amaçlamalıdır vurgusu yapılıyor ve Çankaya
Belediyesi örneği veriliyor. Kent Konseyinde stratejiye değiniliyor ve belediyenin kent konseyi girişiminde yer
alması gerektiği vurgulanıyor. Ancak belediyenin kent konseyi girişimini örgütlemesi durumunda diğer katılımcı
meslek odalarının ve sivil toplum kuruluşlarının kendilerini bağımsız hissetmeyebilecekleri işaret ediliyor.
Diğer bir bildiri "Dünden Bugüne Kent Konseyi Girişimi" dir. Burada da 1998'de geliştirilen kent konseyi
girişimi ve onun etkinliklerinin sürdürülmesi ve kent konseyinin kurumsallaştırılması gereği vurgulanıyor. Sayın
belediye başkanlarının kendi belediyelerinde örgütlenme, yönetişim alanındaki uygulamalan anlatıldı. Yenimahalle
Belediyesinde doğrudan demokrasinin örnekleri gerçekleştirilmeye çalışıldığı ifade edildi. Bunlardan bir tanesi
Çayyolu Örgütü. Bunun amaçlarından bir tanesi de hizmeti yerinde sunmak olduğu vurgulandı.
Yerinden yönetim projesinin bir anlamda uygulaması olduğu ifade edildi. Oluşturulan çalışma gruplanyla
eğitim, çocuk, gençlik, kadın ve engelliler çalışma gruplanyla raporlar oluşturuldu. Bu raporların Kent
Kurultayında tartışılarak kabul edildiği ve kitaplaştınldığı ifade edildi.
Sayın Çankaya Belediye Başkanı da yasal düzenlemelerden söz ederek, 3030 sayılı Yasanın yararsızlığına
değindi. Yeni yasa tasarısına ilişkin iyileştirme değil, zorlaştırma yasası niteliğini taşıdığına vurgu yaptı. İçişleri
istediği zaman seçilmiş belediye başkanını görevden alabiliyor, belediyelerin yetkisini merkezi hükümet sınırlıyor.
Yasanın olması gerektiği gibi çıkarılmasının mücadelesinin verilmesi gerektiğine işaret etti.
Şehir Plancısı Akın Atauz, "Semt Örgütleri ve Yönetişim Paneli Sonucunun Aktarılması" başlıklı sunumunda
semt örgütleriyle yapılan atölye çalışmalarının taşındığı panelde yapılan sunuşlar, tartışmalar ve onların sonuçlarını
aktarmaya çalıştı. Aslında bu bir denemeydi. Yönetişim kavramının bir anlamda tartışıldığı etkinlikler oldu bu
atölye çalışmaları ve panel. Bu anlamda yapılacak çok şeylerin olduğunu söyledi ve semt örgütlerinin kendilerini
tanımalan gereğinin ancak bu takdirde eksiklerini giderebilecekleri, birbirlerini tanıyabilecekleri, birbirleri arasında
dayanışma geliştirebilecekleri ortamlar olabileceğini; bu tür etkinliklerin, bu tür ortamları yaratabileceğini
vurguladı.
Bu oturumun en ilginç bildirisi, kanımca "Kentli Evi Kavramının Kurumsallaşması" başlıklı bildiriydi. Ne
yazık ki süremizin kısıtlı olması nedeniyle, bu bildirinin çok az bir kısmı sunulabildi. Türkiye'de kırsal kesimden
kentlere göçün hızlı bir şekilde sürmesi ve halen de devam ediyor olması, gelecekte de bir süre devam edecek
olması, kentlerde bu nedenle ikili bir yapının oluşması böyle bir gereksinimin varlığını ortaya koydu ve bu ikili
yapıyı bir anlamda kaynaştıracak, birleştirecek bir kentli kimliğini; kırsal alan kimliğini hâlâ bırakamamış,
kentin varoşlarındaki yaşayanların kentli bilincine kavuşturulmasının bir çıkış yolu, kentli evinin projesinin
olabileceğine vurgu yaptı, sistematik bir şekilde kırsal alanda ve kentlerde yaşam biçimlerini karşılaştırmalı
olarak bir tablo halinde ortaya koydu. Nasıl bir müdahale, nasıl bir yaklaşımla, bu ikili yapının, bu farklılığın
ortadan kaldırılabileceğine yönelik 5 maddeden oluşan müdahale noktaları belirledi. Çocukların, çalışma
yaşamından uzak tutulması, kız çocuklarının kimlik ve meslek eğitimi, annelere yönelik yaşam desteği çalışmaları,
yurttaşların toplumsal kurumlardan yararlanmalarını öğretme, örgüt bilincinin ve örgütlenme düzeyinin
geliştirilmesi noktalarında projesini geliştirdi.
Bu proje, sonuç olarak bu projeye ilişkin bir eylem programı da içeriyor. "Kentli Evinin Bölümleri ve Hedef
Kitleleri" başlığı altında, meslek kazandırma bölümü, hedef kitle olarak genç kızları örneğin, bu başlık altında
295
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
i
çeşitli meslek alanları ve bu alanlara ilişkin eğitimler.
İkincisi, yaşam desteği bölümü; bu, hedef kitle olarak anneleri alıyor.
Üçüncüsü, çalışan çocukları hedef kitle alan "çocuk kimliğini geliştirme" bölümü; burada da çocuklara yönelik
çeşitli eğitim etkinlikleri yer alıyor.
Dördüncü olarak, tüm yeni kentdaşlar olarak belirlediği hedef kitleye yönelik danışmanlık ve yönlendirme
bölümü var.
Beşinci olarak da yerel yönetimler, gönüllü kuruluşlar, tüm yeni kentdaşlan hedef kitle olarak alan, yönetirr
ve denetim bilincinin geliştirilmesi, yeni toplum örgütlerinin kurulmasının özendirilmesiyle. bu yapıların yönetin
mekanizmasına katılması şeklinde amaçlanıyor.
j
t
296
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
SALONDAN KATKILAR
SERAP FIRAT- Ankara'nın bir kent olarak, bir ufka sahip olması, bir proje dahilinde düşünülmesi, bu yeni
düzende yerini alması, o yerini başkent kimliğiyle koruması savlarının tümüne gönülden ve zaten bildirimle de
katılıyorum. Ancak bunu somutlamak için "Ankara'ya dönük bir yasa geliştirmek ya da Ankara Şehri'nin imarına
ilişkin bir yönetmelik geliştirmenin sakıncaları olabilir mi?" diye soruyorum. Ankara Şehri İmar Yönetmeliği,
Tip İmar Yönetmeliğinin dışında, pencere ölçümlerinden eğimlere kadar bütün teknik detayları belirleyen bir
yönetmeliktir. Çok yol açıcı ve kolaylaştırıcı bir yönetmeliktir. Bu yönetmelikte teknik kurulla ilişkili bir madde
var, 10 ya da 13. madde olabilir. Bu yönetmelik, bu kadar detayları standartlaştırırken, o madde -kaleme alınışı da
benim için kuşku verici- "ilgilinin müracaatı üzerine" der; yani uygulamaya doğrudan geçmez; ilgili, konuyu
biliyorsa bu maddeden yararlanmak için müracaat edebilir. Orada, fen ve sağlık koşullarına aykırı olmamak çok
genel ve kaçınılmaz bir ilke ve kat kurallarına aykırı olmamak üzere teknik kurula yetki tanır; imara aykırı olan
yapının o aykırı bölümünde bir karara varmak üzere yetki tanır.
Bu istisnai örneği şunun için veriyorum: Biliyorum, tip uygulamalar, yaratıcılık alanımızı, yönetme alanımızı
daraltıyor, o nedenle esnek yönetimler, esnek uygulamalar istiyoruz; ama kötü yaratıcılık alanları da açar mı diye
bir endişem var; sanki tip olsa benim için daha iyi olur gibi.
ATİLA ÇINAR (Makina Mühendisi)- Bu sempozyum, bir çoğumuzda olduğu gibi bende de izler bıraktı.
Birinci oturumda Ali Çengizkan'ın "yalnızca eleştirmekle kalmayalım, dönüştürmeye de çalışalım, aynı zamanda
dönüştüren de olalım" demesi bence önemliydi. İlginçtir aynı oturumda "soyutlama" ve "somutlama" kavramları
da yan yana geldi. Sanki "eleştirmekle, dönüştürmek" ve "soyutlamakla, somutlamak" ilginç bir biçimde birbirine
benzeşen ilişkiler oluşturuyor. Yani kısaca, eleştirmeyi sürdürelim; ama dönüştürmeye de çalışalım, soyutlamayı
hiç bırakmayalım; ama aynı zamanda somutlayalım, hatta somutu yaşayalım diye düşünüyorum.
REFİK TOKSÖZ- "Katılımcı demokrasi" kelimesi bana biraz hoşgörü kavramını çağrıştırıyor ve bu noktaya
dikkat çekmek istiyorum. Hoşgörü kavramında da hep eşitsiz bir ilişki dile geliyor diye düşünüyorum; taraflardan
bir tanesi hoş görülecek olan, öteki de hoş gören. Demokrasi meselesini tartışırken de, katılımcı demokrasi dile
geldiğinde; bir katılması gerekenler var, bir de esas kararlan alan taraf var. Bu ilişkiyi bir şekilde tartışmamız
gerekiyor diye düşünüyorum.
FÜGEN ÇETİNER (Mimar)- Neye ihtiyacımız olduğunu, nelerden rahatsız olduğumuzu bilmemiz ve kimlerin
yöneten, kimlerin yönetilen olduğunu anlamamız önemli.
Kent mekânlarını sorguluyoruz, birbirimizi sorguluyoruz, önümüze gelen konuları sorguluyoruz, bir de sorgular
durumda olmamızı sorguluyoruz. Bütün bunlarda bir bilincin, eğitimin süreci var. Peki, bunları bize kim veriyor,
bunları nasıl öğreniyoruz, bunları nasıl paylaşıyoruz? Katılımcı demokrasiyi gündeme getirmek için, burada
paylarımızı, rollerimizi, kent içinde ve kent dışında, evimizde, mahallemizde sokağımızda nasıl yönlendireceğiz;
birbirimizi anlayarak mı, birbirimizi öğrenek mi? Bu boyutları biraz daha hakikaten Refik Hocamın önerisini
somutlaştırarak, başlı başına bir konu olması nedeniyle, daha geniş bilgiye ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum ve
bunu da önermek istemiştim. Biz, küçüklere de nasıl örnek olduğumuzu tekrar kendimize soruyoruz.
Bir de küçük dileğim var sizlerden: Bugünkü konuşmalann içerisinde, belki dil sürçmesiydi, "madde bağımlısı
çocuklarla mücadele" gibi bir cümle geçti. Bu benim biraz içimi sızlattı. Sanki başka şeylerle mücadele etmek
gibi. Bir mücadelenin içinde olduğumuz doğru. Ama bu mücadele onları kazanmak yolunda yapılan bir mücadele
olmalı.
ÇİĞDEM BERDİ GÖKHAN- Kent kimliği konusunda çok değişik boyutlar olası. Raci Hocamız bahsetti,
297
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
siyasal kimlik, sosyal kimlik, ekonomik kimlik gibi. Ben çok özet olarak daha fiziksel, görüntüye yönelik birkaç
bir şey söylemek istiyorum. Çünkü ben şuna inanıyorum: Eğer herhangi birimiz kendimize özen gösteriyorsak,
kendimize saygı duyuyoruz ve kendi kimliğimize saygı duyduğumuz zaman da daha çok şeyler başarabiliyoruz.
Onun için kent fiziksel görüntüsüne, kentliler olarak sahip çıkmamızın; yani evimize baktığımız gibi, sokağımıza
ve yapıda yapacağımız değişikliklere sahip çıkmamızın son derece önemli olduğuna, bunu sadece yerel yönetimlerin
kontrolüne bırakmamamız gerektiğine, yapılması gerekli değişikliklerin yapılması konusunda özen göstermemiz
gerektiğine inanıyorum.
Bir başka konuda şuydu: Böyle bir kentlilik bilincinin oluşturulması için, tüm kesimlerde; yani daha ilkokuldan,
hatta anaokulu, hatta daha da küçük televizyonlar ve yayın aracılığıyla, ilk algılama çağından başlayarak kentlilik
bilincinin, daha üst yaşlara kadar dağılımının yapılabilmesi için bir eğitim ve bilinçlenme kampanyası yapılması
gerektiği görüşündeyim. Bunun için de doğrusu bu sempozyum çerçevesinde yapılmış olan bu yarışmayı çok
önemli buldum, çok da başarılı buldum. Gerçekten kendilerini kutluyorum ve bunların devamı olması gerektiği
kanaatindeyim.
Bunun dışında, bu tür çalışmaların yaygınlaşması; yani kentimizin tek bir yöresi değil, bütün yörelerini, her
tarafını kapsayacak biçimde olması gerekir. Yoksa çok marjinal kalırız. Bugünkü toplantının, dünkü toplantının
bu kadar küçük gerçekleşmesinin nedeni, aslında Ankara"* boyutunda marjinal olduğumuzun göstergesidir diye
düşünüyorum. Eğer marjinal olmak istemiyorsak, başka bir şeyler yapılması gerektiğine inanıyorum.
Öte yandan, yerel yönetimlerde her seviyede çalışanların mutlaka bir şekilde bu işlere talip olmadan eğitilmeleri
gerektiğine inanıyorum. Yani Ankara'nın nüfusunun seneler içindeki gelişime, bu nüfusun toplumsal yapısını,
çalışanların oranlarını, becerilerini bilmeyen bir yerel yöneticinin o konuda çok fazla bir şey yapabileceği kanaatinde
değilim.
Bir şey daha eklemek istiyorum:Bir ev düşünün, evde yatak odaları var, mutfak var; ama salon yok. Bu tür
şeyleri bir arada tartışabilmemiz için, kent mekânları çok önemli. Bu açıdan Çankaya Belediyesinin "kent evi"
diye kurmaya çalıştığı şeyin ne boyutta, nasıl olacağını bilmiyorum; ama eğer gerçekleştirilebilirse çok yararlı
olacağına, özellikle parçalanmış Ankara için çok yararlı olacağına inanıyorum.
HAKAN ERDEN- Bundan önceki panelde, yönetişim kavramının, yönetim ve etkileşim kavramlarının
birlikteliğinden kaynaklandığı düşünerek bir yorum yapmıştım, onu çok kısa olarak aktarmak istiyorum: Yöneten
ve yönetilenler var ve bunlar arasında bir etkileşim söz konusu. Biz, özellikle gelişmiş olan ülkelerde varolan
siyasi yapıların çok gelişmiş olduğu ortamlarda, onların artık toplumlarını daha da iyi yönetmek için, çok daha
yetkin hale gelmek için, toplumu katma istekleri için düşündükleri yeni bir model üzerinde kafa yoruyoruz. Sivil
toplum kuruluşları, kamu kurumları ve partiler gibi örgütlerin daha da ötesinde bir katılımı sağlayabilir mi
vatandaşa?
Ancak Türkiye'de gözlemleyebildiğim kadarıyla, maalesef örneğin siyasi partiler üstlerine düşen görevi tam
olarak yerine getiremiyorlar. Sivil toplum ile kamu arasındaki, birlikteliği sağlayacak olan aktarma organı olarak
siyasi partilerin, örneğin vatandaşları bilinçlendirme, eğitme, onlara siyasi öncelikler çerçevesinde belli programlan
anlatabilme, onların desteğini alabilme konusunda ciddi görevleri var.
f
''
j
j
'
f
',
j
\'
Ancak Türkiye'de neredeyse bütün siyasi partiler, devletin malının paylaşılması konusunda, rantın paylaşılması
konusunda bir çeşit oy toplamaya yönelik reklam ajansı gibi çalışır durumdalar. Siyasi çözüm üretme konusunda
maalesef çok kısırlar. Siyasi politikaları belirleme konusu, küçük bir kesimin, üst düzey yönetimin elinde kalıyor.
Bu eksikliklerin yanında "sivil toplum kuruluşlarını kuralım, onlar da yönetişim kavramı içinde daha bir canlı
olarak toplumun sorunlarını aktarsınlar" diye düşünüyoruz.
Siyasi tercihlerin aktarımında ana aktarma organı olması gereken siyasi partilerin görevini, onları yeterli
görmediğimiz için, sivil toplum kuruluşlarına aktarmaya çalışıyoruz. Daha zayıf bir zincir yaratarak "acaba
başaracak mıyız?" diyoruz. Tahmin ediyorum sivil toplum kuruluşlarını güçlendirirken, bu konuda görevli olan
298
ı
f
<
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
siyasi partileri ihmal etmemek gerekiyor. Siyasi partilerde de bu konuda bir bilinçlenme olması gerekiyor. Bir
örnek vereyim: Bu konuda, 1989 yılında Berlin'de yapmış olduğumuz bir çalışma vardı. O zamanki Hıristiyan
Demokrat Hükümet mastır planı değiştirmek istiyordu. Sosyal Demokrat parti çıktı "biz, bu mastır planda şöyle
öncelikleri istiyoruz" diye halk arasında kampanya başlattı ve 600 civarında parti üyesini "mastır plan nasıl
hazırlanır, nelere göre yapılır" vb. konularda eğitti. Biz de ondan sonra halkın önüne çıktık. Birkaç ay süren
kampanyalarla halkı bilgilendirdik, bilinçlendirdik ve o konuda ciddi tecrübeler edindik. İlginçtir, o hükümet
böyle bir kampanyanın sonunda, değişiklikleri istediği şekilde yapamadı, hatta bir sonraki seçimlerde iktidara da
gelemedi. Berlin'de; sosyal demokratlar bir şeyi başardılar. Siyasi partilerde bu tip modelleri gerçekleştirirsek,
sivil toplumun önündeki engellerde açılacaktır bence.
Prof. Dr. RACİ BADEMLİ- Benim kastettiğim yasa, kaynaklarla ilişkili olarak bir başkentlik yasası. Yani
Ankara Belediye Başkanı, diğer belediye başkanları gibi, sırada, kaynak almak için gitmemeli. Ankara'nın altyapısı,
Ankara'nın hizmetleri konusunun aslında bir ulusal önceliği olması gerekir düşüncesinden hareket ediyoruz.
Yani, Ankara, eninde sonunda idare olarak da Türkiye'nin bir vitrini olmak durumunda. Zaten Ankara öyle
başlamış. Ankara'da dikilen akasya ağacının bile, planlama anlamında bütün Türkiye'ye örnek olduğu bir
durumdan, İş Banka'sımn, devletin kuruluşlarının merkez olarak İstanbul'u tercih etmeye başladığı bir noktaya
geldik. Fakat Anayasamız "Cumhuriyetin başkenti Ankara'dır" diyor.
Diğer ülkelerde, Amerika dahil, Washington DC mesela ayrı bir bölge olarak değerlendirilir. Paris'in önceliği,
ayrıcalığı vardır. Sanıyorum Berlin'in de şimdi bir önceliği, ayrıcalığı oldu. Hemen her ülke, başkentine ayrı bir
özen gösterir. İmar planları konusunda da her kentin, her yörenin kendisine özgü özelliklerin yansıtıldığı aynntılı
çalışmaların, kodlamaların olması gerekir. Benim kastettiğim Başkentlik Yasası daha ulusal ölçekte, Anayasaya
referans veren bir kent statüsüdür.
OTURUM BAŞKANIDeğerli katılımcılar, şu ana kadar, sivil toplum örgütlerinin temsilcileri konuştu, birey olarak bizler konuştuk,
yurttaş girişiminin temsilcileri konuştu. Genel bir bakış açısıyla bakıldığında, kırdan kente göçü önleyemeyen,
köylerini büyütemeyen, modernleştiremeyen; bırakın köylerini, küçük kentlerine, kasabalarına, illerine sanatı ve
kültürü götüremeyen, köyden kente doğru göçün yaşandığı bir coğrafyadayız. Bu tekyönlü sirkülasyon, bazı
ekonomik nedenlerden olabiliyor. Kişi, ekonomik gereksinmelerini daha iyi karşılayabilmek, teknolojinin
nimetlerinden faydalanabilmek, daha iyi bir sağlık ve daha iyi bir eğitim hizmeti alabilmek için kente doğu göç
ederken, birtakım zorluklardan dolayı, mevcut koşulların ve ortamın nedenlerinden dolayı vannı-yoğunu kendi
köyünde bırakarak göç eden/ettirilen insanları da gördük.
Bir kenti doğru tanımlayabilmek için, görünen ve görünmeyen yüzünü iyi değerlendirmek gerekir. Ankara'nın
görünen yüzünü sokaklarıyla, caddeleriyle, binalarıyla hep birlikte görüyoruz. Ama bir de görünmeyen bir Ankara var. O görünmeyen Ankara'ya doğru ilerledikçe, rant kavgalarıyla, talanlarıyla, Ankara'nın yok edilişini
görüyoruz. Büyük bir vurgunun olduğunu görüyoruz. Yeşil alanların ortadan kaldırılarak ticaret merkezleri haline
dönüştürüldüğünü görüyoruz. Ticaret merkezi olarak yapılan yerlere camilerin, barakaların yapıldığını görüyoruz.
Son yıllarda Ankara'da uygulanan politikalar sonucu, bilim ve estetik değerlerden yoksun, halkın ve onun
örgütlü kesimlerinin uyarılarını ve önerilerini dikkate almayan, yargı kararlarını hiçe sayan bir Ankara kent
yönetimine tanık olduk. Kentin tarihsel ve kültürel dokusunu tahrip ederken, estetik ve kaliteden yoksun
yapılaşmalar yaratılmakta. İnsanlar yok sayılarak, araçlara öncelik veren bir trafik uygulaması ile karşı karşıyayız;
özürlüleri, yaşlıları, çocukları hiçe sayan ve bu anlayış sonucu, insanlara yarım metreye varan kaldınmlanyla
sunulan bir Ankara'da yaşıyoruz. Ana bulvarların zincirlerle dolaşıldığı, kavşakların estetik ve teknikten yoksun
üstgeçitlerle donatıldığı, meydanlara fıskiyelerin konulduğu, belediye çalışanlarının ve özellikle mimarların,
299
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
mühendislerin kendi değerlerinden, kendi teknik çalışmalarının, kendi mesleklerinin ötesinde farklı alanlarda
çalıştırıldığını, çalışanların sürüldüğünü, kıyıldığını hep birlikte yaşadık ve yaşamaya da devam ediyoruz.
Uluslararası sermayenin büyük belediye projelerinde artık söz sahibi olduğunu, uluslararası tahkimin de artık
bu projelerde yerleştiğini; ulusal hukukun, kent hukukunun geçersiz olduğu bir yönetim anlayışını hep birlikte
yaşıyoruz. Ankara Kenti bütün bunlara layık değildir. Ulusal bağımsızlık fikrinin yeşerdiği, emekçi kenti olma
özelliğinden dolayı tüm sivil toplum örgütlerinin, meslek odalarının, sendikalann, partilerin genel merkezlerinin
olduğu bir kent bunlara layık değildir diye düşünüyoruz. Yalnızca bu kentte yaşamak, kentli olmaya yetmiyor.
Kentli olmanın temel kriterlerinden bir tanesi de aydın olmaktır. Bir usta aydın olmayı şöyle tanımlıyorlar: "Deden
üniversite öğrenimi görmüşse, baban da üniversite öğrenimi görmüşse, sen üniversite öğrenimi görmüşsen, oğlunun
iyi bir eğitimden sonra aydın olabilme olasılığı vardır."
300
J
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
SEMPOZYUM SONUÇ BİLDİRGESİ
Ankara 'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu 22-23 Haziran 2001 tarihlerinde TMMOB Makina
Mühendisleri Odası adına MMO Ankara Şubesi Sekreteryalığında Ankara Karayolları Genel Müdürlüğü Toplantı
Salonunda gerçekleştirilmiş olup sunulan bildiriler, yapılan tartışmalar ile panel sonucu ortaya çıkan görüşler
doğrultusunda, oluşturulan bu sonuç bildirgesi kamuoyuna duyurulur.
Hızlı bir kentleşme yaşayan ülkemizde, kentte ve kent yaşamında karşılaşılan sorunlar her geçen gün artmaktadır.
Sorunlara çözüm aranmasında, kentlinin kent yönetimi ve kent yönetiminin de kentli hakkında bilgilenme, anlayış
ve dayanışma geliştirmeleri için gerekli olan karşılıklı etkileşim ortamlarının yaratılması, kentlinin karar alma
süreçlerine aktif katılımının sağlanması önemli ve önceliklidir.
1)
Kentli haklan tanınarak, kent halkının ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal görüş, mülkiyet ve statü ayrımı
gözetmeksizin kentli haklarına sahip olduğu bilinmelidir. Kent halkının bu bilinci geliştirmesi ve kullanması
sağlanmalıdır.
2)
Ankara'nın Başkentlik işlevi kimliğinin mihenk taşıdır. Ankara'nın, başkent olduğu ve Başkent olarak kalacağı
Anayasa hükmü olduğundan, Başkent gibi bir kent olması doğrultusunda planlanması, iman ve yönetimi
için özel bir "Başkent Yasası" çıkanlmalıdır.
3)
Ankara'nın metropolitan alandaki yerel hava hareketleri ve mikroklimatik özellikleri analiz edilerek, yeşil
alanlarının etkileriyle mikrometeorolojik özellikleri belirlenmeli ve Ankara'nın kentsel planlama çalışmalarında
bu veriler mutlaka dikkate alınmalıdır.
4)
Ankara'nın küçümsenmeyecek doğal afet sorunlan vardır. Riskin asgariye indirilmesi doğrultusunda, kentsel
topraklardaki zemin farlılıkları, depremsellik farklılaşmaları jeoteknik araştırmalarla imar mevzuatında
mutlaka yer almalıdır.
5)
Fiziksel planlama ve imar uygulamalannda, doğaya rağmen değil, doğaya uyum esas alınmalı, zengin
tarım ovalarının imara açılması önlenmeli, kapsamlı bir kent ekolojisini temel alan peyzaj planlaması
yapılmalıdır.
6)
Ankara, yaşayanlann ortak iradesini de yansıtacak kamu yarannı gözeten ve bilimsel verileri esas alan bir
başkent planına sahip olmalıdır. Başta nazım imar planı olmak üzere kente yönelik her karar ve proje bu
plana dayandınlmalıdır.
7) Ankara'nın ulaşım sorununun çözümünde noktasal projeler yerine, bugünkü Ankara'yı bütünüyle kapsayacak
yeni bir ulaşım etüdü yapılmalı, ana ulaşım planı buna göre revize edilmeli ve bu doğrultuda toplu taşım
öncelikli projeler üretilmeli ve hayata geçirilmelidir.
8)
Şu anda TBMM gündeminde olan "Merkezi İdareyle Mahalli İdareler Arasında Görev Bölüşümü ve Hizmet
İlişkilerinin Esaslan ile Mahalli İdarelere İlişkin Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasansı"
nın yerelleştirme anlayışı halkçı bir karakter taşımamakta, tersine tasan halka ve kamuya ait herşeyi piyasaya
açarak ve devrederek halkı mağdur edecek bir karakter taşımakta, çağdaş, demokratik yerel yönetim yaklaşımını
yansıtmamaktadır. Bu tasan toplumsal ve ulusal çıkarlar adına reddedilmeli ve ilgili tüm kesimlerin aktif
katılımı sağlanarak toplum ve ulus çıkarlanna uygun bir yasa tasansı hazırlanmalıdır.
9)
Kent mekanlan başta çocuklar, yaşlılar, engelliler olmak üzere tüm kentlilerin özgürce ve birbirlerinin
haklarına saygı duyarak kullanabilecekleri ve gereksinimlerini karşılayabilecekleri bir biçimde
düzenlenmelidir.
301
Ankara'da Kentleşme ve Yerel Yönetimler Sempozyumu
10) Kentin "sadece sakini değil, sahibi de olmak", kentli hakları ve yükümlülükleri bilincini geliştirmek ve
yaygınlaştırmak, kentsel mekanların ve kent örgütlülüğünün algılanması ve geliştirilmesi için özgür bir
bakışla soyutlama yeteneğini güçlendirmek üzere, ilköğretimden başlayarak eğitim programlarında gerekli
düzenlemeler yapılmalıdır.
11) Ankara'daki kültürel mozaiğin kent kültürü çerçevesinde geliştirilmesi için başta Yerel Yönetimler olmak
üzere meslek odaları ve demokratik kuruluşlar işbirliği çerçevesinde çaba harcamalıdırlar.
12) Kent Yönetimleri şeffaf olmalıdır. Kent halkının bilgiye özgürce erişebilme olanakları geliştirilerek, akılcı ve
sağlıklı karar süreçleri hayata geçirilmelidir. Yerel yönetimlerin akçeli tüm işleri şeffaf olmalı halkın ve onun
örgütlerinin bilgisi ve denetimi altında olmalıdır.
13) Kentin kimliğini ve belleğini oluşturan dokular, yapılar ve mimari öğeler ulusal kültür zenginliklerimizdir.
Kent kimliğini oluşturan yapı, tesis, alan ve mimari öğelerin tahrip edilmesinin önüne geçilmeli, korunması
için önlemler alınmalıdır.
14) Sokaklarımız, meydanlarımız, katlı kavşaklar, çarpık yapılaşmalar ilan panoları ile doldurulmuştur. Oysa
sokaklar, meydanlar, yapılar ve kent mobilyaları kentin kimliğine uygun estetik öğeler olmalıdır. Estetikplanlama ilişkisi kurulmalıdır.
15) Ankara'da ciddi boyutlara ulaşan "sokak çocukları" sorunu gerçek boyutları ile ele alınmalı, yerel yönetimlerce
çözümlenmelidir.
16) Kentsel hizmetlerdeki ücret politikaları piyasa koşullarının ve yerel yönetimlerin insafına terk edilmeden
tüketici haklan korunarak tespit edilmelidir.
17) Ankara Kent Konseyi Girişimi çalışmalarının geliştirilerek, İşlevsel bir Kent Konseyine dönüştürülmesi
yönündeki çabalar sürdürülmelidir. Kent Konseyi kurumsallaştırılmalıdır.
18) Ankara, yaşanabilir bir kent olmalıdır. Yaşanabilir bir kent, her şeyden önce insanların işsiz, yoksul, aç kalmadığı,
kendisi için zaman ayırabildiği, iş dışındaki zamanlarını değerlendirebilmesi için uygun mekanların
oluşturulduğu, çağdaş yaşam standartlarının tesis edildiği, yeşil alanların insanların ve kentin soluk almasına
yetecek kadar çoğaltıldığı kenttir.
ı
f
'
i
Makina Mühendisleri Odası olarak, sonuç bildirgesinde ortaya koyduğumuz hedefler doğrultusunda kentin
sakini değil, sahibi olma ilkesiyle yerel yönetim çalışmalarını izleyecek, denetleyecek ve kamuoyunu bilgilendirmeye
devam edeceğiz.
j
t
Düzenleme Kurulu
302
Download