Untitled - Gazi Üniversitesi Açık Arşiv

advertisement
İKİBİNLİ YILLARDA İŞGÜCÜ PİYASALARINDA MEYDANA GELEN
DÖNÜŞÜMÜN EĞİTİMLİ GENÇLERİN İSTİHDAM KARARLARINDA
YARATTIĞI DEĞİŞİM: BİLİŞİM SEKTÖRÜ UYGULAMASI
Duygu ÖZYILMAZ
DOKTORA TEZİ
ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ ANABİLİM DALI
ÇALIŞMA EKONOMİSİ VE ENDÜSTRİ İLİŞKİLERİ BİLİM DALI
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
HAZİRAN 2016
iv
İKİBİNLİ YILLARDA İŞGÜCÜ PİYASALARINDA MEYDANA GELEN
DÖNÜŞÜMÜN EĞİTİMLİ GENÇLERİN İSTİHDAM KARARLARINDA YARATTIĞI
DEĞİŞİM: BİLİŞİM SEKTÖRÜ UYGULAMASI
(Doktora Tezi)
Duygu ÖZYILMAZ
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
Haziran 2016
ÖZET
Bu çalışmanın amacı, çalışma hayatındaki değişimi her yönüyle tanımlayarak, eğitimli işgücü
üzerinde nasıl bir tutum yarattığının tespitini yapmaktadır. Bu amaç doğrultusunda çalışmada,
değişimle tanımlanan R Kuşağının istihdam kararlarını tespit edebilmemize yön veren
psikolojik sözleşme, iş tatmini ve kariyer beklentisi algıları sorgulanmaktadır. Bu sorgulama
yapılırken, geçmiş ve günümüz kıyaslaması yapılarak ortaya çıkan olumlu ve olumsuz
yansımalar tartışılmıştır. Alan araştırması tekniğinin kullanıldığı çalışmada, veri toplama aracı
olarak beş bölümden oluşan anket formu, değişimin başladığı iletişim ve teknoloji
şirketlerinden birine uygulanarak eğitimli işgücünün istihdam kararları analiz edilmeye
çalışılmıştır. Araştırmanın sonuçlarına göre, R Kuşağı değişimi saha çalışmasında tespit
edilmiştir. Çalışma hayatında istihdam edilebilirlik vurgusu ön plana çıktığı için, işgücündeki
artan rekabet ortamının çalışma hayatındaki kuşaklar arasındaki sınırı bulanıklaştıran yapısı,
araştırmanın en dikkat çekici noktalarından biridir. Kuşaklar, istihdam edilebilir olmak adına
değişime sürekli uyum göstermek zorunda kalmaktadır. Psikolojik sözleşmeden beklentileri ve
iş tatmini algıları bazı noktalarda farklılıklar barındırsa da kuşaklar arasındaki bu iki değişken
için algının aynı paralelde seyrettiği tespit edilmektedir. İlişkisel psikolojik sözleşmelerin önem
kazandığı, içsel doyum faktörlerinin daha fazla iş tatmini yarattığı yönünde tespit edilen
sonuçlara göre, istihdam edilebilirlik kavramı ve kaygısı her yönüyle öne çıkmaktadır.
Kuşaklar arasında büyük farklılıklar, kuşakların kariyer algıları yaklaşımlarında
gözlemlenmektedir. Geleneksel kariyerden, değişken kariyer yönelimine geçiş ve kariyer
ilerlemelerinin çalışanın sorumluluğunda olma düşüncesi kuşaklar arasında belirgin farkların
görüldüğü alanları oluşturmaktadır. Araştırma sonuçları, eğitim-istihdam ilişkisinin önemini bir
kez daha ön plana çıkartmaktadır. Ancak, aralarındaki ilişki çok boyutlu problemleri de
içerdiğinden eğitim politikalarından, aktif istihdam politikalarına, işsizlik sorunundan, ulusal ve
uluslararası düzenlemelere kadar pek çok içeriğin yeniden kurgulanmasını gerektirmektedir.
Bilim Kodu
Anahtar Kelimeler
Sayfa Adedi
Tez Danışmanı
: 1135
:İstihdam Edilebilirlik, Çalışma Hayatında
Performansa Dayalı İşgücü, İşgücü Piyasası
: 372
: Prof. Dr. Eyüp BEDİR
Kuşaklar,
v
THE CHANGE IN EMPLOYMENT DECISION OF EDUCATED YOUTH CAUSE
BY THE TRANSFORMATION OCCURRING IN THE LABOUR MARKET IN
2000’s: IT INDUSTRY APPLICATION
(PhD Thesis)
Duygu ÖZYILMAZ
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
June 2016
ABSTRACT
The aim of this study is to determine to create an attitude on educated workforce by identifying
changes in working life in all its aspects. Today, the concept of cognitive work, personal and
social content while having employability working life developing on the ground, increasing
quality and compliance attitude change has come to the fore. For this purpose, the R
generation identified with change in this study, helps us to determine the employment
decisions by giving directions, psychological contract, job satisfaction and career prospects
perceptions were questioned. Meanwhile, past and present comparisons made and the
resulting positive and negative implications are discussed. In this study, field research
techniques were used. For data collection purposes, a questionnaire which consists of five
sections was applied to one of the communications and technology company in which the
change was started. In this way, the educated workforce employment decisions were
analyzed. According to the survey, changes in Generation R were also identified in the field
study. Employability emphasis is created in working life came to the fore. Increasing
competition in the labor force blurs the boundary between work life of generations.
Generations are forced to constantly adapting to change, in the name of employability.
Generations are forced to constantly change the name to show compliance can be employed.
In this context, the expectations of the psychological contract and job satisfaction perceptions
differ in some points, the perception of these two variables between the generations are
determined to run parallel. The increase importance of relational psychological contract has
been found to create more job satisfaction factors of intrinsic satisfaction. according to this
results, the concept of employability and its concern excel in every aspect. The main detected
difference point is towards perceptions in career. The transition from the traditional career
orientation to the variable one and the thought of being in charge of the study of career
progress, constitute areas where change is detected. The research results raises the
importance of the education-employment relationship once more to the fore. However,
because it includes the relationship between the multi-dimensional problems, it requires a lot
of content to be reconstructed, from the education policy till the active employment policies,
from national and international regulations till the unemployment problem.
ScienceCode
Keywords
PageNumber
Supervisor
:1135
: Employability, Generations İn Working Life, Performance
Based Labour, Labor Market
: 372
: Prof. Dr. Eyüp BEDİR
vi
TEŞEKKÜR
Son yıllarda çalışma hayatındaki değişim ile gerek çalışma kavramının kendisinde
gerekse de işgücünde bir dönüşüm başlamıştır. Bu değişim özellikle çalışma
hayatındaki kuşakları da dönüştürerek işgücünde artan nitelik vurgusunu ön plana
çıkarmaktadır. Dolayısıyla da eğitim ve istihdam arasındaki ilişkiyi daha da önemli
hale getirmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, bu süreçte entelektüel niteliğin
yanında çalışanın değişim süreçlerine uyum yetisi de eğitim kadar önemli
olduğundan, çalışanın kişiliğinin de bu sürece adapte olması gerekmektedir. Bu
çalışma, eğitimli işgücünün artan nitelikleri ve dönüşüm geçirdiği kişiliği ile çalışma
hayatındaki değişim noktalarının istihdam kararlarına yansımasının tespiti üzerine
odaklanmaktadır.
Çalışmanın ortaya çıkış ve tamamlanması süreci boyunca verdiği büyük destek ve
cesaret için ufkumu genişleten değerli hocam ve Tez Danışmanım Prof. Dr. Eyüp
BEDİR’e teşekkürlerim sonsuzdur. Değerli görüş ve önerileriyle çalışmama önemli
katkılar sunan, tez izleme komitemde de yer alan Prof. Dr. Şerife TÜRCAN
ÖZŞUCA’ya ve Prof. Dr. Cem KILIÇ’a teşekkürlerimi sunuyorum.
Çalışmanın alan araştırmasından elde edilen bulguların analizinde yardımlarını
esirgemeyen Doç. Dr. Furkan EMİRMAHMUTOĞLU’ na, görüşlerini esirgemeyen
Arş. Gör. Dr. Işıl KURNAZ’ a en içten teşekkürlerimi sunuyorum. Alan
araştırmasında değerli vakitlerini ayırarak anket formunu dolduran tüm çalışanlara
değerli katkılarından dolayı teşekkür ederim. Son olarak, çalışmamın her
aşamasında gerekli sabrı ve anlayışı göstererek gerek duyduğum her an beni
destekleyen, çalışma sürecimi kolaylaştıran, hayatıma ışık olan başta annem ve
babam olmak üzere, doktora tezimin sabırla bitmesini bekleyen aileme ve
arkadaşlarıma tüm sevgimle teşekkürlerimi sunuyorum.
vii
İÇİNDEKİLER
Sayfa
ÖZET ................................................................................................................
iv
ABSTRACT ......................................................................................................
v
TEŞEKKÜR ......................................................................................................
vi
İÇİNDEKİLER ...................................................................................................
vii
ÇİZELGELERİN LİSTESİ .................................................................................
xiv
ŞEKİLLERİN LİSTESİ ......................................................................................
xvii
KISALTMALAR ................................................................................................. xviii
GİRİŞ................................................................................................................
1
1. BÖLÜM
ÇALIŞMA HAYATINDA MEYDANA GELEN DEĞİŞİM ve DEĞİŞİMİN
DİNAMİKLERİ
1.1. Değişimin Nedeni: Küreselleşme ...............................................................
9
1.1.1. Küreselleşme kavramı ........................................................................
10
1.1.2. Küreselleşmenin tarihsel gelişim süreci ..............................................
14
1.1.3. Küreselleşmeyi ortaya çıkartan faktörler ............................................
16
1.1.3.1. Teknolojik gelişme.......................................................................
16
1.1.3.2. Siyasi yapı (politik tercihler).........................................................
18
1.1.3.3. Ekonomik yapı.............................................................................
21
1.1.3.3.1. Ticari ve finansal faaliyetlerdeki değişimlerin etkisi ..............
21
1.1.3.3.2. Enformasyon ve iletişim teknolojilerindeki
ilerlemelerin etkisi ...............................................................
22
1.1.3.4. Bilgi kaldıraçlaması .....................................................................
24
1.1.4. Küreselleşmenin unsurları ..................................................................
25
1.1.4.1. Çok uluslu şirketler ......................................................................
25
1.1.4.2. Uluslararası kuruluşlar ................................................................
28
viii
Sayfa
1.1.4.3. Uluslararası ticaret ve sermaye hareketleri .................................
29
1.1.4.4. Uluslararası rekabet ....................................................................
30
1.1.4.5. Bilgi teknolojileri ve bilgi toplumu.................................................
33
1.1.4.6. Sivil toplum kuruluşları ................................................................
36
1.1.4.7. Yeni ekonomi ..............................................................................
38
1.2. Değişimin Çalışma Hayatındaki Dönüşümü ..............................................
41
1.2.1. Değişen çalışma kavramı ve istihdam edilebilirlik ...............................
42
1.2.1.1. Çalışma kavramı .........................................................................
45
1.2.1.2. İstihdam edilebilirlik .....................................................................
50
1.2.1.2.1. Tanım ...................................................................................
51
1.2.1.2.2. Tarihsel gelişimi ...................................................................
56
1.2.1.2.3. Modelleri ..............................................................................
59
1.2.1.2.4. Önem kazanması .................................................................
62
1.2.1.2.5. Eğitimle ilişkisi ......................................................................
66
1.2.2. Değişimin etkileri ................................................................................
68
1.2.2.1. Esnek üretim anlayışı ..................................................................
69
1.2.2.1.1. Tanımı ..................................................................................
71
1.2.2.1.2. Esnekliğin çalışma yaşamında meydana
getirdiği değişiklikler .............................................................
74
1.2.2.2. Ücretli çalışmanın sonu ...............................................................
77
1.2.2.3. İşçi sendikacılığında güç kaybı....................................................
79
1.2.2.4. İnsan kaynakları yönetimi ile endüstri ilişkileri sisteminin yeniden
yapılandırılması ..........................................................................
84
1.3. Değişimin İşgücüne Yansımasının Etkileri .................................................
86
1.3.1. İşgücünün değişen yapısı ...................................................................
87
1.3.1.1. İşgücünün kutuplaşması .............................................................
88
1.3.1.2. İşgücünde feminizasyon ..............................................................
91
ix
Sayfa
1.3.1.3. İşgücünde yaratılan nitelik vurgusu .............................................
93
1.3.2. İşgücünün işsizliğe bakışındaki farklılaşma ........................................
98
1.3.3. Arka güç ailenin yeni sosyal güvenlik rolü .......................................... 104
1.3.4. İşgücünün istihdamda kalma kaygısı ................................................. 106
2. BÖLÜM
EĞİTİMLİ İŞGÜCÜNÜN NİTELİĞİ ve GEÇİRDİĞİ DÖNÜŞÜM
2.1. Çalışma Hayatında Yaşanan Değişimin Eğitimli İşgücü Vurgusu .............. 113
2.1.1. Eğitimli işgücü kavramı ve özellikleri .................................................. 114
2.1.2. Eğitimli işgücünün niteliğini dönüştüren etkenler ................................ 117
2.1.2.1. Teknolojik değişim ve eğitimli işgücü ilişkisi ................................ 117
2.1.2.2. Bilgi toplumu ve eğitimli işgücü ilişkisi ......................................... 120
2.1.2.3. Değişen çalışma koşullarında “esnek” eğitimli işgücü ilişkisi ....... 122
2.2. Eğitimli İşgücünün Çalışma Hayatındaki Tutum Değişikliği ....................... 124
2.2.1. İşgücünün kişiliğinde dönüşüm........................................................... 124
2.2.1.1. Kişiliği oluşturan faktörler ............................................................ 127
2.2.1.2. Kişilik ve kuşak ilişkisi ................................................................. 133
2.2.1.2.1. Çalışma hayatında kuşaklar ................................................. 139
2.2.1.2.2. Kuşaklar arasındaki farklar .................................................. 153
2.2.1.2.3. Dönüşen kuşak mutasyonu: R kuşağı
(recession kuşak) ve tipolojisi .............................................. 161
2.2.2. İşgücünün çalışma hayatını algılamadaki dönüşümü ......................... 167
2.2.2.1. Kişilik ve kimlik çatışması ............................................................ 167
2.2.2.2. Özel yaşam iş hayatı dengesi ..................................................... 174
2.2.2.3. Sosyal güvencelere karşı tutumları ............................................. 178
2.3. Tutum Değişikliğinin İstihdam Kararlarına Yansıması ............................... 186
2.3.1. Psikolojik sözleşmedeki değişim ........................................................ 186
x
Sayfa
2.3.1.1. Psikolojik sözleşme tanımı ve süreci ........................................... 187
2.3.1.2. Değişen psikolojik sözleşme yapısı ............................................. 191
2.3.1.3. Yeni kuşağın psikolojik sözleşme teması .................................... 193
2.3.1.4. Yeni kuşağın istihdam edilebilirliğinin psikolojik
sözleşme ile ilişkisi ..................................................................... 198
2.3.2. Kariyer Algısındaki Değişim ............................................................... 201
2.3.2.1. Kariyer algısının değişim nedenleri ve
kariyerde yeni yaklaşımlar .......................................................... 202
2.3.2.2. Değişen kariyer algısına ilişkin düşünceler ................................. 207
2.3.2.3. Yeni kuşağın kariyer teması ........................................................ 209
2.3.2.4. Yeni kuşağın istihdam edilebilirliğinin kariyer ile ilişkisi ............... 213
3. BÖLÜM
ARAŞTIRMANIN PROBLEMİ, HİPOTEZLERİ VE ARAŞTIRMA
YÖNTEMİ
3.1. Araştırmanın Probleminin Tanımlanması .................................................. 217
3.1.1. Konunun önemi ve gerekçesi ............................................................. 217
3.1.2. Araştırmanın amacı ........................................................................... 227
3.1.3. Araştırmanın problemi ........................................................................ 228
3.2. Araştırmanın Hipotezleri ............................................................................ 229
3.2.1. R kuşağının istihdam kararlarına ilişkin öngörülen hipotezler ............. 230
3.2.1.1. R kuşağının psikolojik sözleşme algısına yönelik
öngörülen hipotezler .................................................................... 230
3.2.1.2. R kuşağının iş tatmini algısına yönelik öngörülen hipotezler ....... 231
3.2.1.3. R kuşağının kariyer algısına yönelik öngörülen hipotezler .......... 232
3.2.2. İstihdam kararlarını belirleyen tutum ve davranışların birbirleri
üzerindeki etkilerine yönelik öngörülen hipotezler .............................. 233
3.2.2.1. Psikolojik sözleşmenin iş tatmini ile ilişkisine yönelik
öngörülen hipotezler ................................................................... 233
xi
Sayfa
3.2.2.2. Psikolojik sözleşmenin değişken kariyer ile ilişkisine yönelik
öngörülen hipotezler ................................................................... 234
3.2.2.3. İş tatmininin değişken kariyer yönelimi ile ilişkisine yönelik
öngörülen hipotezler ................................................................... 236
3.2.2.4. İş Tatmininin psikolojik sözleşme ile ilişkisine yönelik
öngörülen hipotezler ................................................................... 237
3.2.2.5. Değişken kariyer yöneliminin psikolojik sözleşme ile
ilişkisine yönelik öngörülen hipotezler ......................................... 238
3.2.2.6. Değişken kariyer yöneliminin iş tatmini ile ilişkisine yönelik
öngörülen hipotezler ................................................................... 239
3.3. Araştırmanın Yöntemi ................................................................................ 240
3.3.1. Evren ve örneklem seçimi .................................................................. 240
3.3.2. Araştırmanın sınırlılıkları, üstesinden gelme çabaları ile sayıltılar ...... 242
3.3.3. Veri toplama yöntemi .......................................................................... 243
3.3.3.1. R kuşağı tespiti ölçeği ................................................................. 243
3.3.3.2. İş tatmini ölçeği ........................................................................... 246
3.3.3.3. Psikolojik sözleşme ölçeği ........................................................... 249
3.3.3.4. Değişken kariyer yönelim ölçeği .................................................. 250
3.3.4. Güvenilirlik analizleri ........................................................................... 251
3.3.5. Verilerin analiz yöntemi ...................................................................... 252
4. BÖLÜM
ARAŞTIRMA BULGULARI VE DEĞERLENDİRMELER
4.1. Katılımcıların Demografik Özellikleri .......................................................... 253
4.2. Katılımcıların Anket Sorularına Verdikleri Cevapların Demografik
Özelliklere Göre Farklılaşması .................................................................. 256
4.2.1. Katılımcıların R Kuşağı Özelliklerinin Demografik Faktörlere
Göre Farklılaşması ............................................................................. 256
4.2.2. Katılımcıların Psikolojik Sözleşme Düzeylerinin Demografik
Özelliklere Göre Farklılaşması............................................................ 260
xii
Sayfa
4.2.3. Katılımcıların İş Tatmini Düzeylerinin Demografik
Özelliklere Göre Farklılaşması............................................................ 266
4.2.4. Katılımcıların Değişken Kariyer Yönelimi Düzeylerinin
Demografik Özelliklere Göre Farklılaşması ........................................ 269
4.3. Katılımcıların Kuşak Etkisine Göre Tutum ve Davranışları
Arasındaki İlişkiler ..................................................................................... 272
4.3.1. R kuşağı ilişkileri................................................................................. 273
4.3.1.1. R kuşağının psikolojik sözleşme ile ilişkisi .................................. 273
4.3.1.2. R kuşağının iş tatmini ile ilişkisi ................................................... 277
4.3.1.3. R kuşağının değişken kariyer yönelimi ile ilişkisi ......................... 280
4.4. Tutum ve Davranışların Birbirleri Üzerindeki Etkileri .................................. 283
4.4.1. Psikolojik sözleşme ve alt boyutlarının iş tatmini üzerindeki etkisi ...... 284
4.4.1.1. İşlemsel psikolojik sözleşmelerin iş tatmini üzerindeki etkileri ..... 284
4.4.1.2. İlişkisel psikolojik sözleşmelerin iş tatmini üzerindeki etkileri ...... 285
4.4.2. Psikolojik sözleme ve alt boyutlarının değişken kariyer yönelimi
üzerindeki etkisi ................................................................................. 286
4.4.2.1. İşlemsel psikolojik sözleşmelerin değişken kariyer yönelimi
üzerindeki etkileri ....................................................................... 286
4.4.2.2. İlişkisel psikolojik sözleşmelerin değişken kariyer yönelimi
üzerindeki etkileri ....................................................................... 287
4.4.3. İş tatmininin değişken kariyer yönelimi üzerindeki etkisi ..................... 288
4.4.3.1. İçsel doyumun değişken kariyer yönelimi üzerindeki etkileri ....... 288
4.4.3.2. Dışsal doyumun değişken kariyer yönelimi üzerindeki etkileri ..... 288
4.4.4. İş tatmininin psikolojik sözleşme üzerindeki etkisi .............................. 289
4.4.4.1. İçsel doyumun psikolojik sözleşme üzerindeki etkileri ................. 290
4.4.4.2. Dışsal doyumun psikolojik sözleşme üzerindeki etkileri .............. 291
4.4.5. Değişken kariyer yöneliminin psikolojik sözleşme üzerindeki etkileri.. 292
4.4.5.1. Değer yönelimli kariyer yöneliminin psikolojik sözleşme
üzerinde etkileri .......................................................................... 292
xiii
Sayfa
4.4.5.2. Kişinin kendi kariyerini kendisinin yönlendirmesi kariyer
yöneliminin psikolojik sözleşme üzerinde etkileri ........................ 293
4.4.6. Değişken kariyer yöneliminin iş tatmini üzerindeki etkileri ................. 294
4.4.6.1. Değer yönelimli kariyer yöneliminin iş tatmini
üzerindeki etkileri ........................................................................ 294
4.4.6.2. Kişinin kendi kariyerini kendisinin yönlendirmesi kariyer
yöneliminin psikolojik sözleşme üzerinde etkileri ........................ 295
4.5. Araştırma Bulgularının Değerlendirilmesi .................................................. 296
SONUÇ ............................................................................................................ 315
KAYNAKLAR .................................................................................................... 333
EKLER.............................................................................................................. 365
EK -1. Anket Formu .......................................................................................... 366
EK-2. İzin Yazısı ............................................................................................... 371
ÖZGEÇMİŞ ...................................................................................................... 372
xiv
ÇİZELGELERİN LİSTESİ
Çizelge
Sayfa
Çizelge 1.1. İstihdam politikası konseptleri .......................................................
35
Çizelge 1.2. Yeni ekonominin özellikleri ...........................................................
39
Çizelge 1.3. Fordist ve post fordist üretim tarzlarının temel özellikleri ..............
48
Çizelge 1.4. İstihdam edilebilirlik kavramının çerçevesi ....................................
53
Çizelge 1.5. Üç tarihsel dönem boyunca istihdam edilebilirlikle ilgili gelişmeler
58
Çizelge 1.6. Bilgi teknolojileri ve esnek çalışmaya etkisi ..................................
75
Çizelge 1.7. Küreselleşmenin yedi tehlike işareti ve yedi reçete ......................
87
Çizelge 1.8. Geleneksel ve bilgi çalışanları kıyaslaması ..................................
97
Çizelge 2.1. Kuşak sınıflandırmaları ................................................................. 142
Çizelge 2.2. Kuşaklar arasındaki farklılıklar ...................................................... 160
Çizelge 2.3. R kuşağı değişim noktaları ve genel özellikleri ............................. 164
Çizelge 2.4. İş aile dengesinin yapısı, nedenleri ve sonuçları .......................... 175
Çizelge 2.5. Wilthagen matrisinde esneklik ve güvencenin dört boyutu ........... 180
Çizelge 2.6. Psikolojik sözleşme tanımları........................................................ 188
Çizelge 2.7. Eski ve yeni psikolojik sözleşme arasındaki farklar ...................... 192
Çizelge 2.8. Sparrow’a göre eski ve yeni sözleşme arasındaki farklar ............. 192
Çizelge 2.9. İstihdam Edilebilirlik Vasıfları ve Özellikleri ................................... 200
Çizelge 2.10. Geleneksel ve sınırsız kariyerlerin karşılaştırılması .................... 206
Çizelge 3.1. R kuşağı tipolojisine uygun olarak doldurulması beklenen
likert alanları ................................................................................ 244
Çizelge 3.2. Tam R kuşağı tespiti ..................................................................... 245
Çizelge 3.3. R kuşağı tespiti ölçeğinin maddeleri ve ortalama puanları ............ 245
Çizelge 3.4. İş tatmini alt ölçekleri .................................................................... 247
Çizelge 3.5. İş tatmini ölçeğinin maddeleri ve ortalama puanları ...................... 248
Çizelge 3.6. Psikolojik sözleşme alt ölçekleri .................................................... 249
xv
Çizelge
Sayfa
Çizelge 3.7. Psikolojik sözleşme ölçeğinin maddeleri ve ortalama puanları ..... 250
Çizelge 3.8. Değişken kariyer ölçeğinin maddeleri ve ortalama puanları ......... 251
Çizelge 3.9. Araştırmada kullanılan ölçeklere ilişkin güvenirlik değerleri .......... 252
Çizelge 4.1. Çalışanların demografik özelliklerinin frekans dağılımı ................. 254
Çizelge 4.2. R kuşağında yer alan çalışanların demografik özelliklerinin
frekans dağılımı ........................................................................... 255
Çizelge 4.3. R kuşağı özelliklerinin cinsiyet açısından karşılaştırılması ............ 257
Çizelge 4.4. R Kuşağı özelliklerinin demografik özelliklere göre
karşılaştırılması (Brown-Forsythe Testi) ...................................... 258
Çizelge 4.5. Psikolojik sözleşme düzeylerinin cinsiyet açısından
karşılaştırılması ........................................................................... 261
Çizelge 4.6. Psikolojik sözleşmenin demografik özelliklere göre
karşılaştırılması (Brown-Forsythe Testi) ...................................... 262
Çizelge 4.7. İş Tatmininin cinsiyete göre karşılaştırılması ................................ 266
Çizelge 4.8. İş tatmininin demografik özelliklere göre karşılaştırılması
(Brown-Forsythe Testi) ................................................................ 267
Çizelge 4.9. Değişken kariyer ölçeğinin cinsiyete göre karşılaştırılması ........... 269
Çizelge 4.10. Değişken kariyer yöneliminin demografik özelliklere göre
karşılaştırılması (Brown-Forsythe) testi ...................................... 270
Çizelge 4.11. Tam R kuşağında Yer Alanların Pearson Korelasyon Analizi
Düzeyleri .................................................................................... 273
Çizelge 4.12. Psikolojik sözleşme ve alt ölçeklerinin tam R kuşağında
yer alanlarla tam R kuşağında yer almayanlar arasında
istatistiksel olarak fark tespiti ...................................................... 274
Çizelge 4.13. İş Tatmini ve alt ölçeklerinin tam R kuşağında yer alanlarla
tam R kuşağında yer almayanlar arasında istatistiksel olarak
fark tespiti ................................................................................... 277
Çizelge 4.14. Değişken kariyer ve alt ölçeklerinin tam R kuşağında yer
alanlarla tam R kuşağında yer almayanlar arasında
istatistiksel olarak fark tespiti ...................................................... 280
Çizelge 4.15. Psikolojik sözleşme ve alt ölçeklerinin iş tatmini
üzerindeki etkisi .......................................................................... 284
xvi
Çizelge
Sayfa
Çizelge 4.16. Psikolojik sözleşme ve alt ölçeklerinin değişken kariyer
yönelimi üzerindeki etkisi ........................................................... 286
Çizelge 4.17. İş Tatmini ve alt ölçeklerinin değişken kariyer yönelimi
üzerindeki etkisi ......................................................................... 288
Çizelge 4.18. İş tatmini ve alt ölçeklerinin psikolojik sözleşmenin
üzerindeki etkisi ......................................................................... 290
Çizelge 4.19. Değişken kariyer yönelimi ve alt ölçeklerinin psikolojik
sözleşme üzerindeki etkisi ......................................................... 292
Çizelge 4.20. Değişken kariyer yönelimi ve alt ölçeklerinin iş tatmini
üzerindeki etkisi ......................................................................... 294
xvii
ŞEKİLLERİN LİSTESİ
Şekil
Sayfa
Şekil 1.1. Dünya rekabet gücü raporu, rekabet gücü formülü ...........................
31
Şekil 2.1. Kişiliği oluşturan faktörler .................................................................. 130
Şekil 2.2. Yeterlilik-güdülenme-davranış ilişkisi ................................................ 134
Şekil 2.3. R kuşağı temel özellikleri .................................................................. 163
Şekil 2.4. Psikolojik sözleşme süreci ................................................................ 190
Şekil 2.5. R kuşağı psikolojik sözleşme temaları .............................................. 197
Şekil 2.6. Dinamik kariyer sözleşmesi .............................................................. 207
xviii
KISALTMALAR
Bu çalışmada kullanılmış kısaltmalar, açıklamaları ile birlikte aşağıda sunulmuştur.
Kısaltmalar
Açıklamalar
AB
:Avrupa Birliği
AFL-CIO
:Amerikan Emek Federasyonu ve Endüstriyel Örgütler
Kongresi
AİPP
:Aktif İşgücü Piyasası Politikaları
Bkz.
:Bakınız
BM
:Birleşmiş Milletler
CUŞ
:Çok Uluslu Şirketler
EBOSOC
:Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi
ESK
:Ekonomik ve Sosyal Konsey
GATT
:Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması
IBEW
:Uluslararası Elektrik Çalışanları Birliği
ILO:
:İnternational Labor Organisation - Uluslararası Çalışma
Örgütü
IMF:
:International Monetary Fund - Uluslararası Para Fonu
OECD
:Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü
SEWA
:Serbest Çalışan Kadınlar Birliği
SGK:
:Sosyal Güvenlik Kanunu
SPSS
:Sosyal Bilimler için İstatistik Paketleri
TİS
:Toplu İş Sözleşmesi
UN
.United Nations - Birleşmiş Milletler
UNDP
:Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı
v.b
:ve benzeri
v.d
ve devamı
WB
:World Bank - Dünya Bankası
WTO
:World Trade Organization - Dünya Ticaret Örgütü
1
GİRİŞ
Küreselleşme ile başlayan değişimin yansımaları, çalışma hayatına yeni
dinamikler
kazandırmaktadır.
Bu
dinamiklerle,
çalışma
hayatı
sürekli
farklılaşmakta, işletmeleri ve işgücünü yeni meydan okumalarla karşı karşıya
bırakmaktadır. İşletmeler daha fazla esnekleşme ve kuralsızlaştırma yönünde
savaş verirken, işgücü niteliklerini küresel sermayenin ve değişmeye başlayan
çalışma hayatının beklenti yönüne çevirmekte, kendini bu sürece uyumlaştırma
çabası vermektedir. İşgücünün entelektüel düzeyinin gelişimine verilen önem
giderek artmaktadır.
Yaşanan değişim; istihdam biçimini, çalışma kavramını ve bu doğrultuda
işgücünün
niteliğini
değiştirmeye
başlamıştır.
Eğitimli
işgücünün
istihdam
kararlarını tespit noktasında; öncelikli olarak değişimin nasıl bir çalışma kavramı
yarattığını tanımlamak, işgücünün geçirdiği değişimi ifade edebilmek adına önemli
olmaktadır. Çünkü işgücü, çalışma hayatındaki değişime istihdam edilebilir olmak
adına kendini uyumlaştırarak bir dönüşüm başlatmıştır.
Çalışma kavramı ekonomik gelişmeye paralel olarak, her toplumun normları,
inançları ve değerleri üzerinden belirlenmekte ve bu süreçlerdeki değişimlerden
etkilenerek gelişmektedir. Ekonominin küreselleşmesinin, teknolojik değişikliklerin
ve artan yeni ürün ve hizmet taleplerinin bir sonucu olarak post fordizime doğru
geçişiyle beraber, çalışma kavramında da değişimler başlamıştır. Kuralsızlaştırma
ve esnekleşme ile var olmaya başlayan çalışma kavramı; dış kaynak kullanma
esnekliği, kalite çemberleri, iş genişletme, işçi katılım programları gibi çalışanlar
tarafından katılım ruhunu içeren bir sürece dönüşmeye başlamıştır. Ancak,
kuralsızlaştırma ile devletin müdahaleci ve düzenleyici rollerinde görülen işlev
kayıpları, çalışanlar tarafından katılım ruhunu içeren bu süreçlerde performansa
göre ücret uygulamaları, sendikalaşmanın güç kaybı, bireysel iş sözleşmelerine
geçiş, taşeron kullanma ve esnekleşme gibi uygulamalarla çalışma kavramında
farklı kapılar açmaya başlamıştır. Bu kapılar işgücü için verimli, yaratıcı ve
güçlendirilmiş olarak çalışma kavramının niteliğini arttırdığı yönünde düşüncelere
yol açmaktadır. Bazen de bu kapılar, özellikle esneklikle beraber düzenli ve sürekli
çalışmayı, kesintili ve parçalı bir çalışma hayatına dönüştürdüğü için işgücünün
2
kazanılmış haklarını esnettiğini savunan düşüncelere de açılmaktadır. Bu yüzden
de,
işgücünün
çalışma
hayatı
içerisinde
kendini
değişimler
karşısında
güncelleyerek istihdamda kalması, istihdam edilebilirlik kavramının önemini
arttırmaktadır.
İstihdam edilebilirlik kavramı, iş güvencesinin yerini almaya başlamaktadır.
Günümüzde kavram, daha çok beşeri sermaye kuramının üzerinde durduğu
nitelikler arasında birtakım paralellikler kurarak, çalışanın hem mevcut istihdam
edilebilirliğini kullanma hem de kapasitesini artırma yetisini ifade etmektedir.
Kavram, işgücünde birden fazla iş yapabilen nitelikleri oldukça yüksek çalışanları
istihdamın merkezinde tutarken, niteliksiz işgücünü ve işsizleri istihdamdan
uzaklaştırmaya başlamıştır. İstihdamda kalma ve değişime adapte olabilme
sorumluluğu
çalışanın
üstüne
yüklenmekte,
çalışana
kariyerinde
hareket
sermayesi sağlayan bir dizi pazarlanabilir vasıflar haline dönüştürmektedir.
Bu süreçlerle beraber, çalışma yasalarına ve uygulamalarına köklü değişimlerle
yeni bakış açısı getiren esneklik uygulamaları giderek yaygınlık kazanmakta,
çalışma ile üretim ve hizmetler yeni bir çalışma ritmine girmektedir. Ücretler
giderek bireyselleşmekte, sendika üyelikleri zayıflamakta, çalışanların iş güvencesi
azalmakta, tam gün ve kısmi süreli çalışan işçiler arasında eşitsizlikler
yaşanmaktadır. Ayrıca, bu süreçle birlikte gelişen insan kaynakları yönetimi ile
endüstri
ilişkileri
sisteminin
yeniden
yapılandırılması,
çalışma
kavramının
değişiminde etkiler yaratmaktadır. Değişimin işgücü üzerindeki etkileri ile
niteliklerini artırmak zorunda kalan çalışanların vasıf seviyelerinin yükselerek
kurum içerisinde merkezi bir konuma yükselişi çalışanlara bakışı değiştirmeye
başlamıştır. Kendi ayakları üzerinde durabilen, kendi adına pazarlık yapabilen ve
hakkını elde etmek için sendikaya gereksinim duymayan çalışanların ücret ve
çalışma koşullarının bireyselleşmesi ile de değişim giderek hız kazanmıştır. İnsan
kaynakları yönetimi işlevlerinin devreye girmesi ile de çalışma kavramı algısı
değişimi giderek derinleşmiştir.
Çalışma kavramını etkileyen bir diğer değişim alanı, kavrama eklenen yeni
dinamiklerden
kaynaklanmaktadır.
Özerklik
uygulamaları
bunlardan
biridir.
Performansı artırıcı bir özellik olarak görünen özerklik uygulamaları, çalışanın
3
kendi üzerindeki kontrolünü sağlama, kendini sürekli geliştirme ve işe ilişkin
sorumluluğunu arttırma işlevleriyle çalışanın psikolojik sözleşmelerinde yer almaya
başlamıştır. Çalışanın gerçekte özerk kılınmasından ziyade, çalışmaya daha fazla
özendirilmesi düşüncesinin arkasında verimlilik ve kâr kokan yönünü vurgulayan
eleştirel görüşler mevcut olsa da özerklik, çalışanın işini kaybetmemesi için
zorunlu bir koşul olmaktadır.
Yeni dinamiklerden biri de duygusal emek kavramıdır. Çalışanın kendi kişiliğini
askıya alarak bütün duygularını işe ilişkin profesyonel bakışa çeviren kavram,
çalışanın işi için en uygun duyguyu ve davranışı göstermesini beklemektedir.
Çalışanın sosyal ve kişisel kimliğini etkileyen, kendine yabancılaştıran bu tutum
psikolojik sözleşmelere eklenmeye başlamıştır.
Yaşanan bu değişimler, taraflar arasında uzun ve karşılıklı bağlılığın kısa ve zayıf
bağlara dönüşmesine, uzun vade yok anlayışı ile işgücü üzerinde kaygı yaratarak
psikolojik sözleşmenin en temel sacayağı olan güven kavramını zedelemektedir.
İstihdam edilebilirlik kavramı; yeni kariyer yaklaşımları, bireyselleşen, nitelikli ve
kurum aidiyetini kaybeden bir işgücü yaratmaktadır.
Çalışma biçimlerinde yaşanan farklılaşmalar işgücünün kişiliğinde, davranışlarında
da bir başkalaşma yaratmaktadır. Post modernliğin hastalığı olarak tanımlanan
belirsizlik ortamı, işgücünün çalışma kavramına karşı tutumunu değiştirmektedir.
Çalışma kavramı bilişsel, kişisel ve sosyal bir içeriğe sahip olmakta, işgücünün
tüm bilişsel ve kişisel özelliklerini ve işe karşı tutumunu değiştirmektedir.
Çalışma hayatı bir taraftan nitelikli çalışan vurgusu yaratırken, diğer taraftan
sürekli yenilenen durumlara karşı anında uyum gösterme yeteneğini talep
etmektedir. Çalışanlar bu değişime, hem bedenen hem de psikolojik olarak
kendilerini hazırlamak, karakterlerini de değişime uydurmak zorunda kalmaktadır.
Değişimin getirdiği zorunluluktan kaynaklı istihdam edilebilir olmak adına çalışma
hayatının
yarattığı
profesyonel
kimlik,
bu
karakter
değişiminin
sınırını
belirlemektedir. Doğum yılına göre ayrılan kuşaklar ve aralarındaki kuşak farkları
günümüzde, istihdam edilebilirlik çerçevesinden bakıldığında, kuşak sınırları
4
silikleşmeye başlamıştır. Öyle ki, değişime adapte olan doğum yıllarını temel
almayan bir kuşak yaratılmaktadır. Y kuşağının, değişimle mutasyon geçirmiş hali
olarak tanımlanan R kuşağına dönüşümü bunun en güzel örneği olmaktadır.
Çalışanlar, değişime uyum göstermek adına yeni tutum ve değerlerle donanmış
kişiliklerini de dönüştürmek zorunda kalmaktadır.
Kriz dönemlerinde yaşanan işten çıkarmalar nedeni ile sorumlulukları artan ve
kariyer anlamında da daha hızlı gelişen, performansa dayalı işgücü olarak
tanımlanan R kuşağı, muğlâk yatay hareketler şeklinde kariyer yönü olan, üç dört
kişinin işini yaparak ne ünvanlarında ne de ücretlerinde bir değişim görülmeyen
kuşağı ifade etmektedir. Bu kuşağın en büyük farkı, sürekli kendini geliştirebilme
özellikleri ve artan nitelikleridir. Nitelikleri ile ön plana çıkmak zorunda kalan işgücü
profili, doğum tarihlerinden ziyade, değişimin yarattığı profesyonel kimliği istihdam
edilebilirliğin bir parçası olarak gördükleri için, yeni kuşak bu değerler üzerinden
oluşmuştur. R kuşağı tipolojisi, aslında günümüzün istihdam edilebilirlik vasıflarını
ifade etmektedir. Bu şekilde, çalışanlar kendi potansiyellerini geliştirerek hem
istihdam edilebilir kılınacaklar hem de bu nitelikleri ile rekabet ortamında firmalarını
stratejik hedeflerine ulaştırmada katkıda bulunacaklardır. Çalışma kavramı,
istihdam edilebilirliği vasıfların ötesinde gören bir yaklaşıma taşımaktadır. Buna
göre, nitelikler sadece eğitim hayatında elde edilen nitelikler olmaktan çıkıp, eğitim
hayatından sonra da çalışma hayatında olduğu sürece devam edecek niteliklerle
oluşturulmaya başlamıştır. Özellikle, çalışanların tamamlayıcı nitelikler kazanarak
işlevsel esnekliğe sahip olabilmeleri, birden fazla işi yapabilme nitelikleri ve sürekli
kendini geliştirme zorunlulukları hayat boyu öğrenme kavramını da beraberinde
getirmektedir.
Değişim; işgücü üzerinde yarattığı dönüşümle başkalaşan R kuşağının psikolojik
sözleşme, kariyer, iş tatmini gibi kavramlara bakışını da değiştirmektedir. İstihdam
edilebilirlik bakışıyla, çoklu kariyere sahip olmayı hedeflemesi, kariyerini
geliştirmeyi kendi sorumluluğunda görmesi, yaşam boyu öğrenme güdüsü yeni
psikolojik sözleşmelerde vurgulanan değerler olmaktadır. R kuşağının psikolojik
sözleşme temaları; özerklik, sürekli gelişim, çoklu kariyer, entelektüel nitelik,
bireysel performans ve duygusal emek kavramlarından oluşmaktadır. Ayrıca,
geleneksel kariyerden ziyade değişken kariyer yönelimi algısı ile muğlak yatay
5
hareketlerle kariyer ilerlemeleri, aynı anda birden fazla iş yükü üstlenmeleri,
kariyer ilerlemelerinden kendilerini sorumlu tutmaları bu kuşağın farklı değer
taşlarını oluşturmaktadır.
Değişimin işgücünün sadece niteliklerini değil, bilişsel, psiko-sosyal ve kişisel
bütün dünyasını işgal eden, psikolojik sözleşmelerini, kariyer ve iş tatmini algılarını
farklı değerlendiren bu kuşakta farklı sorunlar da görülebilmektedir. Değişimle,
aile yeni bir sosyal güvenlik rolü üstlenerek iş güvencesizliği yaşayan çocuğunu
her aşamada destekleyen bir rol modele dönüşmektedir. Değişim, aile kurmaya
bakışı da etkilemektedir. Çalışma hayatında kadın işgücünün her geçen gün daha
fazla çalışma yaşamında yer alması, işgücünün uzayan eğitim hayatları kendilerini
geliştirme baskısı, uzayan çalışma saatleri, beklentilerin altında verilen ücretler aile
kurmayı ertelemelerine ya da hiç aile kurmama düşüncesine yol açabilmektedir.
Çalışanın fiziksel, bilişsel ve psikolojik alanlarını işgal eden, giyiminden kuşamına,
konuşma ve yaşam tarzına kadar her alanı ele geçiren çalışma hayatını, özel
yaşam
ve
iş
yaşamı
arasındaki
sınırı
bulanıklaştırmaya
başlamaktadır.
Çalışanların istihdam edilebilir olmak adına kurum kimliğini sadece müşterilerinin
yanında değil, bütün sosyal alanlarda taşıması, kurum kimliğine uygun giyim,
davranış ve iletişim biçimlerine önem göstermek zorunda kalmaları bazen kişilik ve
kimlikleri arasında çatışmalar yaratabilmektedir. Ancak; istihdam edilebilir olmak
adına geliştirdikleri uyum yetenekleri kişilik ve kimlik karmaşalarını bastırmak
zorunda bırakmaktadır. Çünkü değişen şartlarda işgücündeki artan rekabet,
değişen bu kuşağın işsizliğe bakışlarını da etkilemektedir. Çalışma kavramı,
sadece gelir sağlayıcı bir unsur olmaktan ziyade; sosyal bağlantılar sağlayan,
zamanı yapılandıran, hayata anlam kazandırma gibi psikolojik ihtiyaçları
karşılayan bir kavramı ifade etmektedir. Sosyal statü ve tanınma güdüsünü
sağladığı için, en kötü iş bile işsizlikten iyidir felsefesi vurgulanmaktadır.
Bu çalışmada, çalışma hayatında küreselleşme ile başlayan değişimin çalışma
kavramındaki değişim noktaları saptanarak, eğitimli işgücü üzerindeki etkileri
analiz edilmek istenmektedir. Literatürde, değişimin özellikle eğitimli işgücü için
önemli bir endişe kaynağı haline geldiği görülmektedir. Bugün, işgücü değişimin
talep ettiği entelektüel vurguya sahip olabilmek adına eğitim hayatı sürelerini
uzatmaktadır. Çalışma hayatına uyum yetilerini geliştirmek için eğitim hayatları ile
6
birlikte çalışma hayatına atılmaktadır. Kişilik yapılarını da dönüştürerek, istihdam
edilebilir olmak adına, değişimin tanımladığı profesyonel kimliğe bürünmek
zorunda kalmaktadır. Ancak, bu eğitimli gençlerin sahip oldukları donanımlara
rağmen, hâlâ istihdam edilebilirlik kaygısı duymaları, literatürde ifade edilen
çalışma hayatının sonu nereye gidiyor endişelerini haklılaştırmaktadır. Çalışmada,
değişimin etkileri tespit edilmek istenmektedir. Eğitimli gençlerin Y kuşağından, R
kuşağına dönüşen yönlerinin analiz edilmesi amaçlanmaktadır. Bu yüzden
çalışma, iyi eğitim düzeylerine sahip olan çalışanların, işgücü piyasasındaki
durumlarının kavramsal ve teorik çercevede incelenmesiyle, çalışma hayatındaki
değişen
dinamiklerin
genç
işgücü
üzerinde
arz
yönlü
olarak
tespitine
odaklanmaktadır. Dönüşen bu kuşağın, beklentileri ve elde ettikleri karşılaştırılarak
çalışma hayatının yeni değerleri sorgulanmak istenmektedir.
Literatürde, çalışma hayatında yaşanan değişimi pek çok yönden analiz etmeye
çalışan çok sayıda çalışma mevcuttur. Bu çalışma, liteatürdeki çalışmalardan farklı
olarak, ilk kez kuşak dönüşümünü saptayarak, çalışma hayatında gelinen noktayı
sorgulayan bir durum tespitini yapmaktadır. Çalışmanın temel hipotezi, Türkiye’de
işgücü piyasalarında nitelikli işgücünün istihdam kararlarının değişim geçirdiği
yönündedir. Bu doğrultuda, çalışma dört bölümden oluşmaktadır.
Çalışmanın ilk bölümünde, değişimin nedeni küreselleşme kavramı detaylı olarak
ele alındıktan sonra, değişimin çalışma yaşamındaki dönüşümü ve işgücüne
yansımalarının etkileri incelenecektir.
Çalışmanın ikinci bölümünde, eğitimli işgücü kavramı detaylı biçimde ele
alındıktan sonra, eğitimli işgücünde görülen tutum değişiklikleri analiz edilecektir.
Değişim gösteren kuşak yapılarına, kişilik ve kimlik çatışmalarına, değişimle özel
hayat, iş hayatı arasındaki dengenin bozulmasına ve sosyal güvencelere karşı
değişen tutum algılarında detaylı saptamalar yapılacaktır. Bu faktörlerin etkisiyle,
tutum değişikliklerinin psikolojik sözleşmede ve kariyer algısında ki yansımaları ele
alınacaktır.
Çalışmanın üçüncü ve dördüncü bölümlerinde ise, eğitimli işgücünün istihdam
kararlarını analiz etmek amacıyla Türkiye’de lider iletişim ve teknoloji şirketlerinden
7
birinde yapılan araştırma sonuçları yer alacaktır. Bu örneklem grubunun
seçilmesindeki amaç, değişime yön veren sektörde yer almasından ve bilgiye
odaklı bir sektörde bulunmasından kaynaklanmaktadır. Ayrıca, yapılan son
araştırmalarda Y kuşağının bu sektörde çalışmayı talep ettiği görülmektedir.
Çalışmada, nicel araştırma tekniklerinden alan araştırması tekniği kullanılmıştır.
Veri toplama aracı olarak, çalışmanın yöntemine uygun şekilde yapılandırılmış
anket formları düzenlenmiştir.
Bu çalışma ile gelecekte, değişimin artan nitelik vurgusuyla Türkiye işgücü
piyasasında yaratacağı etkileri incelemek, dönüşen R kuşağının çalışma hayatını
algılama biçimlerini analiz etmek ve değişime uyumlaştırılması gereken aktif
istihdam politikalarından, eğitim politikalarına kadar pek çok konuyu saptayacak
mikro ve makro ölçekteki çalışmalara ışık tutmasını temenni etmekteyiz.
8
9
1. BÖLÜM
ÇALIŞMA HAYATINDA MEYDANA GELEN DEĞİŞİM ve DEĞİŞİMİN
DİNAMİKLERİ
1.1. Değişimin Nedeni: Küreselleşme
Çalışma hayatı “sonu nereye gidiyor” sorusunun merakı içerisinde pek çok
değişime maruz kalmaktadır. Küreselleşme neoliberal politikalar ve hızlı teknolojik
değişimler nedeniyle çalışma hayatı sürekli farklılaşmakta, işletmeleri ve işgücünü
yeni meydan okumalarla karşı karşıya bırakmaktadır. Kurumlar çevresel
değişimlere yeni yapılar ve yetkinlikler geliştirerek karşılık verirken, işgücü de bu
yeni yapılar içinde istenilen bilgi, beceri ve yetenekleri edinmeye, bunları
geliştirmeye ve değişim karşısında daha fazla esnek olmaya zorlanmaktadır.
Küreselleşme ile dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen bir olayın
yansımaları, diğer ülkelerde de görülmekte ve sadece olayın ortaya çıktığı ülkeyi
değil, binlerce kilometre uzaklıkta bile başka ülkeleri de etkilemektedir. Yaşanan
bu küreselleşme süreci ile ekonomik olaylarda birbiri ile çok fazla ilişkili hale
gelmektedir. Ekonominin küreselleşmesi sürecinde başlayan değişimin yarattığı
krizleri aşma noktasında sermaye, istihdamdaki yeni dinamikleri ile belirleyici
unsur olmaktadır. Bu bağlamda da meydana gelen değişimden olumsuz etkilenen
alanlardan biri de şüphesiz istihdamdır.
Çalışma yaşamında dönüşüm başlatan küreselleşme, işgücü ve niteliklerini
etkilerken, aynı zamanda da bu unsurların sorgulanmasını da gündeme getirmiştir.
Çalışmanın ilk bölümünde öncelikle, çalışma hayatında değişim başlatan
küreselleşme süreci incelenecek daha sonra küreselleşmenin özellikle çalışma
yaşamında etkileri ortaya konulmaya çalışılacaktır. Küreselleşme kavramının ne
anlama geldiği, tarihsel açıdan nasıl bir gelişim sergilediği, hangi faktörlerin
etkisinde olduğu, hangi unsurların süreçte yer aldığı ve küreselleşmenin çalışma
yaşamında ve işgücü üzerinde ne gibi dönüşümler başlattığı incelenecektir. Tezde
vurgulanmak istenen, eğitimli işgücü kavramının uğradığı değişim ve bunun
istihdam kavramına etkisidir. Değişimle ortaya çıkan yeni işgücü kuşağında
10
meydana gelen mutasyonun çalışma kavramına bakışında başlayan değişimin
etkileri, küreselleşmenin oluşturduğu rekabet ortamının dolaylı ve dolaysız olarak
nasıl etki yaptığı konusuna açıklık getirilecektir.
1.1.1. Küreselleşme kavramı
Tina sendromu (There İs No Alternative, Alternatifsizlik Sendromu) (Giddens,2001:
57) olarak adlandırılan küreselleşme süreci artık kaçınılmaz bir süreçtir. Yeni
teknolojilerin ve üretim metotlarının değişimi, bunun işgücü piyasasında yarattığı
değişim, esneklik kavramı ve çalışma hayatına getirileri, artan uluslararası rekabet
ve bu süreci ülkelerine yasalarla meşrulaştırmaya çalışan ülkeler artık bu zincirin
birer halkalarıdır. Bu zincirin sıkılığından en fazla etkilenen kesim de işgücü
olmakta ve küresel etkileri zaten kırılgan yapıda olan istihdam piyasalarını ve
işsizlik sorununu daha da derinleştirmektedir.
Küreselleşme ve beraberinde getirdiği krizler,
şirketlerin serbest piyasa
koşullarına uyum sağlamak ve rekabet güçlerini korumak adına işgücü açısından
daha kuralsız ve esnek uygulamaları üretmektedir. Devletinde küreselleşme
tarafındaki konumu, istihdam piyasalarında kapitalizmin yarattığı krizi aşabilmek
adına birer araç durumuna getirmiştir. Radikal kuralsızlaştırma, kolektif dayanışma
ayrıcalıklarının ortadan kaldırmaya dönük uygulamalar, güvencesizlik, esneklik,
belirsizlik, işgücünün parçalanması, bireyselleştirilmesi yöntemlerinin çalışma
hayatına uygulanması bu dönüşüm sürecini hızlandırmıştır. Ulus devletin
müdahaleci
ve
düzenleyici
rolünün
azalması
yukarıdan
aşağıya
doğru
küreselleşme hareketini (Munk, 2003: 94) doğurmuştur.
Küreselleşme kendini tüm toplumsal süreçlerde yeniden üretmek ve işgücü
piyasasını da kendi ekonomik beklentileri doğrultusunda biçimlendirmek için
işgücü sürecini, çalışmayı, çalışanı yeniden tanımlamaktadır. Çalışma hayatındaki
değişimin başlangıç anahtarlarından biri küreselleşme kavramından yayılmaktadır.
Bu yayılımın merkezinde birbiriyle ilişkili süreçler yer almaktadır. Bunlardan ilki,
küreselleşmeyle
birlikte
ekonomik
aktivitenin
gerçekleştiği
mekânların
değişmesidir. İkincisi, ekonomik örgütlerin şekillerinin değişimi ve dikey entegre
olmuş kurumların sayısındaki azalış ve karmaşık ağ üretim sistemlerindeki artıştır.
11
Üçüncüsü de, bu süreçlerin son otuz yılda enformasyon teknolojilerindeki önemli
değişimlerle mümkün olması ve gittikçe birbirleriyle bütünleşmesidir (Cascio,
2003:407).
Çalışma
yaşamında
küreselleşme
yirminci
yüzyılın
tanımlayıcı
özelliğidir.
Küreselleşme karşılıklı bağlantıların genişlemesi, derinleşmesi ve hızlanmasına
atıf yapıyor olsa da, kavram çok daha fazlasını ifade etmektedir. Bir ülkede ki
gelişmelerin, diğerlerini de etkilemesine sebep olan ulusal ekonomiler ve toplumlar
arasında
uluslararası
dayatmanın
büyüyen
yoğunluğu
anlamında
gelen
küreselleşme birden fazla sacayağına sahiptir. Hızlanan karşılıklı bağlantılık
küreselleşmenin bir ayağını oluştururken; çağdaş küreselleşmenin şartları altında
bir yerellikteki toplumsal faillerin (bireyler, kolektiviteler, şirketler) etkinliklerinin,
uzak ötekiler üzerinde istemli veya istemsiz önemli etkiler yaratabileceği anlamına
gelen diğer sacayağı ise “mesafeli eylem”, uzaktan etkinliktir (Held;2008:88,94).
Küreselleşmenin coğrafi mesafe ve zamanı yok eden zaman mekân sıkışması
ifadesi ise, diğer sacayağını oluşturmaktadır. Küreselleşme yerel, ulusal ve
bölgesel bir süreklilik içinde konumlandırılabilir. Bu sürekliliğin bir ucunda yerel ve
ulusal temelde örgütlenmiş toplumsal ve ekonomik ilişki ve şebekeler, öteki
ucunda ise daha geniş bölgesel ve küresel etkileşimler ölçeğinde billurlaşan
toplumsal ve ekonomik ilişki ve şebekeler bulunmaktadır (Held, 2008: 88). Küresel
karşılıklı bağlantılığın büyüyen hacmi ve yoğunluğu, dünya çapında taşımacılık ve
iletişim sistemleri fikir, mal, haber, sermaye ve insanların küresel yayılımının
potansiyel süratini artırdıkça küresel etkileşim ve süreçlerin hızlanmasını
artırmaktadır. Böylece, küresel etkileşimlerin artan hacmi, yoğunluğu ve sürati
uzaktaki olayların etkisini büyütürken, en yerel gelişmelerin bile devasa küresel
sonuçlar doğurabileceği şekilde yerel ve küreselin giderek derinleşip birbirine
geçmesiyle ilişkilendirilmektedir. Bu anlamda iç sorunlar ve küresel meseleler
arasındaki
sınır
bulanıklaşmakta,
küreselin
etkisi,
dünyanın
her
yerine
ulaşmaktadır. Küreselleşme kıtalar ve bölgeler arası etkinlik, etkileşim ve yetke
kullanımıyla akış ve şebekeler yaratan hacmi, yoğunluğu, sürati ve etkileri
açısından
değerlendirilen
toplumsal
ilişkilerin
ve
işlemlerin
mekânsal
örgütlenmesindeki dönüşümün cisimleştiği bir süreç veya süreçler kümesidir (Held,
2008:89).
12
Küreselleşme dünyamızın değişimi ve dönüşümünü ifade etmekle kullanılan
kavram olmasına rağmen, genel kabul gören bir tanıma ulaşmak oldukça güçtür.
Ancak, pek çok farklı tanımlamaya rağmen dinamik karaktere sahip kavramın
ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel alanlarda etki yarattığı yapılan tanımlarda
ortak alan olmaktadır. Dolayısıyla, sürecin herhangi bir boyutta oluşturduğu etkiye
bağlı olarak oluşturduğu değişim ve dönüşümler, diğer boyutlara kolaylıkla nüfuz
edebilmektedir.
Scholte, kavrama yüklenen anlamların tarihsel süreç, kültürel çerçeve, sosyal
konum, kişisel özellik ve siyasi tercih gibi kriterlere göre değiştiğine ve
uluslararasılaşma, evrenselleşme, serbestleşme ve batılılaşma kavramları ile
eşanlamlı kullanımı sonucunda literatürde tam bir anlam kargaşası olduğuna
dikkat çekmektedir (Marcuse, 2000). Anthony Giddens, birbirinden uzakta yaşanan
bölgesel
olayların,
ilişkilendirilmesindeki
dünya
çapındaki
yoğunlaşma
süreci
sosyal
olarak
ilişkiler
olarak
kavramı
ele
birbiri
ile
almaktadır.
Küreselleşmeyi zaman ve mekân bağlamında ifade eden Giddens, küreselleşmeyi
kapitalizmin dünyayı etkisi altına alma çabası olarak görmektedir. Ulus devletin,
küreselleşmenin önemli bir boyutu olduğunu ve devletlerin küreselleşme süreci
içindeki yerini, sahip olduğu refah düzeyi ve asgari gücü ile bağlantılı görmektedir.
Kavramı, modernizm ilişkisiyle ele alıp,
küreselleşmenin modernizmin karşıtı
değil, onun bir devamı niteliğinde olduğunu ve hatta bugün içinde bulunulan süreci
modernleşmenin
küreselleşmesi
olarak
savunmuştur.
Böylece
Giddens,
küreselleşmeyi modernleşmenin bir sonucu olarak görmekte ve kapitalist
modernitenin kendisini iktisadi, siyasi ve sosyo kültürel bağlamda yeniden ürettiğini
iddia etmektedir (Giddens, 2000:48,49).
Rosabeth Moss Kanter kavramı, dünya ürünlerinin ve düşüncelerinin aynı anda
her yerde bulunduğu küresel bir market olarak değerlendirmektedir (Hablemitoğlu,
2004, 39, 40). Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu ise küreselleşmeyi,
“sadece ekonomik olmayan sosyal, siyasal, çevresel, kültürel ve hukuksal
boyutları da olan bir süreç” olarak tanımlamaktadır. Bu tanımlamaya göre;
küreselleşme ne siyasi, ne ekonomik, ne üretim ne de sermaye hareketleri olarak
değerlendirilmemektedir. Küreselleşme olgusu, bütün bu sayılanları içerisine alan
ve tümünü kuşatan bir süreci içermektedir. Gray ise süreci,
yerel olguları
13
kilometrelerce ötede ortaya çıkan olaylarla biçimlendirecek şekilde, uzak
gerçeklikleri birbirine bağlayan dünya çapındaki toplumsal ilişkilerin yoğunlaşması
olarak ifade etmektedir (Gray, 2002; Sezgin, 2004:200). Kavrama, yerel köken ve
kültürden
türeterek
evrensel
bir
boyut
eklemiştir.
Roland
Robertson
küreselleşmeyi; sadece uluslararası bağımlılığın somut yanlarını değil, aynı
zamanda dünyayı tek bir mekan olarak algılama biçimi olarak tanımlamakta
(Hablemitoğlu, 2004:39), global ve lokal (küresel ve yerel) kavramlarının
birleşiminden
kü-yerelleşme
(Roland,
1996:118)
olarak
ifade
etmektedir.
Küreselleşmenin yerelleşme ile bir gerilim içerisinde kurgulanmasını aşmaya
çalışarak küreselleşmeyi, dünyanın ufalmasını, yerelliğin üretilmesi ve içerilmesini
geniş ölçüde kapsayan bir ifadeyle kullanmıştır (Roland, 1996:127).
Marksistler, dünya sistemleri teorisyenleri, işlevciler, Weberciler ve diğer çağdaş
teorisyenler küreselleşmenin; şu anın ayırt edici bir eğilimi olduğu duruşu üzerinde
yakınlaşmaktadır (Kellner, 2002). Küreselleşme kimi teorisyen gruplarına göre;
temelinde iletişim ve bilgi olan bir ağ toplumu, kimi teorisyenlere göre kapitalizmin
zaferi, kimi teorisyenlere göre tüketiciliğin evrenselleşmesi, kimilerine göre ise
uygarlıkların çatışmasının küresel olarak parçalanmasını vurgulamaktadır (Kellner,
2002). Hirst ve Thompson ise, daha farklı bir bakış açısıyla dünya ekonomisindeki
değişme eğilimlerinin kurumsal ve işlevsel önemli sonuçları olabileceğini ifade
ederek, küreselleşmeyi geçmişe bağlı eski bir olgu olduğunu, aynı zamanda birçok
verinin ortaya koyduğu gibi uluslararası ekonominin sürdüğü küresel bir
ekonomiden söz etmenin çok anlamlı olmadığını belirtmektedir.
Küreselleşen
dünyada ulus devletin, ulusal ekonomiyi yeniden üretmek ve belli oranda
düzenleme işlevini yerine getirmek gibi yükümlülüklerinin devam ettiğine ilişkin
değerlendirmelerde bulunmaktadır. Hirst ve Thompson’ a göre, sermaye
hareketliliği ve serbest ticaret süreci kontrol dışı piyasa güçlerini yaratmamakta,
çoğu şirket üretimini ve satışını çok sayıda ülkede yapıyor olsa da ulusal tabana
bağlılığını sürmektedir şeklinde ifade etmektedir (Hirst ve Thompson, 2007:15-1620).
Bu yaklaşımların ışığında, küreselleşme kavramının ön plana çıkardığı ortak
yaklaşım bir “değişim” olduğu ve bu değişimin var olan siyasal, kültürel, ekonomik
durumdan, coğrafi sınırları aşan bir duruma doğru bir farklılaşmayı ortaya çıkardığı
14
yönünde bir kabulü içermektedir. Dünyanın giderek daha fazla bölümünün küresel
bir sistemin parçası olması ve parçalardan birinde meydana gelen bir gelişmenin
dünyanın her tarafını etkileme potansiyeli taşıması küreselleşme tanımlarında
yapılan ortak vurgu olmaktadır. Bu tanımlamalardan yola çıkarak, küreselleşme
kavramı teknoloji, siyasi ve ekonomik yapı gibi dinamiklerle gelişerek toplumların
ekonomik, siyasal ve sosyo-kültürel değerlerinde değişimler meydana getiren ve
bunların karşılıklı etkileşimi sonucunda ulusal sınırlar dışına taşarak, dünya
geneline yayıldığı bir süreç olarak tanımlamak mümkündür.
1.1.2. Küreselleşmenin tarihsel gelişim süreci
Küreselleşme terimi, ilk kez yirminci yüzyılın ortalarından sonra ortaya çıkan ve
tarihçi Eric Hobsbawn’ın “dünyanın kritik bir aşamaya ulaştığı yıllar” olarak
tanımladığı yüzyılın son çeyreğinde önem kazanmıştır. Konuyu ele alan pek çok
yaklaşımlara göre, 1980'lerin sonu ve 1990'ların başındaki gelişmelere vurgu
yapan ve bu süreçte dünya tarihinde bir devir kapanırken bir yenisinin açıldığı
biçimindeki değerlendirmelere sıkça atıfta bulunan bir bakış açısı dikkat
çekmektedir (Fox, 2002:21). Ancak, bu süreç gelişimi tanımlanırken küreselleşme
tanımında yaşanan farklılıklar ve tartışmalar, tarihsel olarak başlangıcının
belirlenmesinde de ortaya çıkmaktadır.
Lester Thurow, dünyada yaşanan değişimleri beş başlıkta açıklamaktadır. Bu
değişimler sosyalist sistemin yıkılışı, robotların hâkim olduğu endüstri yapısına
doğru yöneliş, zengin ülkeler ile fakir ülkeler arasındaki demografik farklılık,
küreselleşen ekonomik yapı ve politik veya askeri güçlerin varlığıdır. Ancak,
içlerinde tarihsel olarak bir başlangıç koyulamayacak olan süreci değişim olarak
ele almış; ekonomik, sosyal ve kültürel yapıları dönüşüme uğratan durumu,
küreselleşme olarak ifade etmiştir (Thurow ,1996:8,9).
Küreselleşmenin başlangıcını ifade ederken, farklı zaman dilimlerini esas alan
farklı düşünceler vardır. Çünkü küreselleşme paradigması, tarihsel açıdan belirli
bir kırılma noktasına sahip değildir. Bu nedenle, küreselleşmenin başlangıcı olarak
gösterilebilen çok sayıda tarih ve olay bulunmaktadır (O’rourke ve Williamson,
2000).
15
Tarihsel süreç ile ilgili ilk yaklaşımlar küreselleşmenin başlangıcını çok eskilere
götürmektedir. Tarihte coğrafi olarak çok geniş alanlara yayılan Roma ve Çin gibi
eski uygarlıkları küreselleşmenin ilk örnekleri olarak göstermektedir. Hatta bu
yaklaşım içerisinde, küreselleşmenin insanlık tarihiyle başladığını iddia edenler de
bulunmaktadır. Diğer yaklaşım ise, başlangıç tarihinin 16. yüzyılda belirginleştiğini
savunan düşüncedir. Bu yaklaşıma göre, küreselleşmenin başlangıcı; tarıma
dayalı sosyo-ekonomik yapı olan feodalitenin yıkıldığı, coğrafi keşiflerin başladığı
ve sömürgeciliğin yaygınlaştığı yıl olan on altıncı yüzyılla başlamaktadır. Genel
kabul gören yaklaşım ise, küreselleşmenin yirmi birinci yüzyıla ait bir süreç
olduğunu savunan yaklaşımdır (O’rourke ve Williamson, 2000). Özellikle 1980‘li
yıllarla başlayan teknolojik değişimin hız ve hacminde yaşanan gelişmeler, bu
sürecin başlangıcını teşkil etmektedir. Kapitalin, malların, bilgi ve tüketim
anlayışlarının, ulusal sınırları aşarak evrensel bir benzeşime yol açması süreci
olan küreselleşmenin baskın sebebi, uluslararası ticaretin artışı, serbest piyasa ve
neo-liberal politikalar değil, iletişim ve bilişim teknolojilerinde kaydedilen büyük
ilerlemelerdir (Dereli, 2002).
Son yaklaşıma göre, yaşanan önemli değişimler sürecin karakteristik unsurlarını
oluşturmaktadır. Özellikle, teknolojik gelişimlerle beraber dünya pazarı olgusunun
dünyadaki bütün coğrafi bölgeleri kapsayacak biçimde genişlemesi süreci
tetiklemiştir. 1945 sonrası ekonomik büyüme temelde bu iki unsurdan yola
çıkmıştır. Sonraki süreçlerde 1970’ler de baş gösteren bunalım, değişimleri de
beraberinde getirmiştir. Bretton Woods yarı sabit döviz kuru rejiminin çöküşüyle
birlikte sisteminin çöküşü, her ülkede enflasyonist bir dalga göstermesi, 1973 ve
1978’te yaşanan birinci ve ikinci petrol şokları ile bunalım yeni bir aşamaya girmiş,
üretimler düşmüş, fiyatlar ise artmıştır (Şaylan, 1994: 78-81). Böylece “yeniden
yapılandırma” 1970’lere damgasını vuran kapitalizmin kriz ortamından çıkış
söylemi olarak küreselleşme kavramı hız kazanmıştır (Şaylan, 2002: 21).
Yeniden yapılanma sürecinde ekonomik alanda ulus devletin özelleştirme
girişimleri ile sosyo ekonomik anlamda küçülmesi ve işlevlerinin değişmesi, devlet
piyasa dengesini 1970’li yıllarla birlikte piyasa lehine bozmuştur. Küreselleşme
böylece liberal ekonomi politikalarının alt yapısını oluşturmaya başlamıştır
(Özşuca, 2001; İnsel, 2001).
16
1.1.3. Küreselleşmeyi ortaya çıkartan faktörler
Küreselleşmenin dönüştürücü, dinamik ve yayılmacı özelliğini ortaya çıkaran
faktörleri “teknolojik ilerlemeler” ve “politik tercihler” olarak iki ana eksende ele
alınabilir. Bu sürecin yansıması olarak ortaya çıkan ekonomik yapı ve bilgi toplumu
süreci ise dönüşümün diğer faktörleri olarak ifade edilebilir.
Küreselleşme süreci uluslararası bağlamı ve düşünsel yanı olan teknolojik, sosyal,
siyasal, ekonomik, çevresel ve hukuksal boyutlar ile çok yönlü bir olgudur.
Ekonomik faktörü malların üretimi, mübadelesi ve dağıtımı ile ilişkilendirilmekte,
sınırsız finans hareketlerinin serbestisi ile ifade edilmektedir. Politik tercih faktörü
ile ele alındığında ise, toplumlarda erkin ortaya çıkması ve erkin bölüşümüyle
ilişkili uygulamalar anlatılmak istenmektedir (Steger, 2006: 99,100). Bu durum,
devletin özellikle de ulus devletin ekonomik ve toplumsal alan üzerindeki etkilerinin
sorgulandığı ve yeniden tanımlandığı bir durumu işaret etmektedir. Bu bağlamda
vurgu yapılan nokta, ulus devlet uygulamaların gittikçe zayıfladığı yönde
olmaktadır (Steger, 2006: 101,102).
1.1.3.1. Teknolojik gelişme
Bilgi işlem ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler bilginin ulusal ve uluslar arası
düzeyde hızlı bir şekilde aktarılmasına yol açmış olması, küreselleşme sürecinin
tetikleyicisi olmuştur (Özdemir, 2007: 218). Teknolojik gelişmeler, sürece ivme
kazandıran bir etki yaratmıştır.
Teknolojilerde
değişim
ve
yayılım
ortaya
çıktığında,
teknolojik
değişim
gerçekleşmekte ve bu da ulusların sosyal ve ekonomik yapılarını etkilemektedir.
Teknolojik gelişme, değişim sürecinin bir parçasıdır. Bu değişim sürecinde teknik
yeniliklerin ekonomik gelişmeyle toplumsal ve kurumsal değişikliklerle karşılıklı
bağımlılıkları söz konusudur.
Teknolojik değişim sürecine baktığımızda, buharlı makinelerin üretim sürecinde
kullanılması yeni bir başlangıç noktasını oluşturmuştur. İngiltere ve bazı Batı
Avrupa ülkelerinde, buharlı makine ve bu makinelerin kullanıldığı dokuma
17
tezgâhları, kol gücü dönemini kapsayan ve makineleşme dönemine geçilmesini
sağlayan yeni teknolojinin simgesi olmuştur. On dokuzuncu yüzyılın sonları ve
yirminci yüzyılın başlarında Fransa, Almanya ve İsveç gibi bazı Batı Avrupa
ülkelerinde ve ABD’de kimyasal ürünleri geliştirerek, elektriği yaygınlaştırarak
ekonomik büyümeyi sağlayan yeni teknolojiler, teknolojik gelişmede yeni bir
aşamayı oluşturmuştur. İkinci dünya savaşından sonra ise ivme kazanan gelişim
süreci,1920’lerden sonra uygulanmaya başlayan, yarı otomatik montaj hattına
dayanan Fordizm adını taşıyan üretim sürecinin yerini otomasyona bırakmasıyla
hız kazanmıştır. Çelik, petro-kimya gibi ağır endüstrilerde de otomatik üretim
işlemleri geliştirilmiştir (Tokol, 2008:109). Sonraki zamanlarda ise modern
toplumdan yirminci yüzyılın son çeyreğinde modernizm sonrası topluma doğru bir
dönüşüm
süreci yaşanmaya
mikrobiyolojideki
gelişmeler
başlamıştır.
yeni
Özellikle
teknolojilerin
mikro elektronik ve
doğmasına
yol
açmıştır.
Küreselleşmeye ivme kazandıran unsurlarda esas olarak bu süreçlerden
doğmuştur.
Freeman, teknik değişimi dört türe ayırmaktadır. Bunlar artımsal inovasyonlar,
radikal inovasyonlar, teknolojik sistemler ve tekno-ekonomik paradigmada
değişimdir. Bu gelişmeler yeni tekno-ekonomik değişim başlatmıştır (Dönek,1998).
Yeni tekno-ekonomik paradigma ise bilgi teknolojisine bağlı olup, mikro elektronik,
bilgisayarlar, biyo-teknoloji gibi anahtar endüstrilerden başlayarak ekonominin tüm
alanlarını etkilemektedir. Freeman ve Perez yeni tekno-ekonomik paradigma
(TEP) dönüşümünü ilk kavramsallaştıran kişilerdir. Harrisise bunun “refah üretim
sürecini” bilgi toplumunun genel bir dönüşüm süreci olduğunu vurgulamıştır
(Dönek,1998).
Bu dönüşüm süreci küreselleşme hareketine en büyük ivmeyi
kazandırmıştır. Lipsey’e göre bu ivme,
tekno-ekonomik paradigmayla üretilen
ürünleri, onları üretme yöntemlerini, üreten birimlerin örgütlenmesini ve bu eylemi
destekleyen
kurumlar
arasındaki
sistematik
ilişkinin
tamamen
değişerek
endüstriyel yoğunlaşmanın yeni biçimlerinin ortaya çıktığını ifade etmiştir (Güneş,
2006: 76).
Yeni teknolojiler, sermaye yerine bilimsel bilgi ve teknolojiyi temel alırken,
bu
gelişmelerin yansımasıyla bilgi çağı oluşmuş ve özellikle iletişimdeki hızlı gelişme
ile küreselleşme süreci yaratılmıştır. Üretim ve pazarlama ulusal ölçekten küresel
18
ölçeğe kaymış, uluslar üstü şirketlerin ağırlığı giderek artmıştır. Küresel ölçekte,
ekonomik yığılma ve yoğunlaşma yaşanarak, ulus devletten, küresel bloklara veya
yerel bilimlere doğru bir güç kayması gerçekleşmiş, esnek üretim ilişkilerine
dönüşmüştür (Erkan, 2000: 82). Teknolojik değişimde yaşananlar sadece üretim
sistemlerini ve iş süreçlerini değiştirmekle kalmamış aynı zamanda çalışma
kavramı da bu gelişmelerin bir sonucu olarak değişmiştir. Kol gücüne dayalı işler
otomasyon tarafından devralınmış ve bu işler için yüksek nitelikli vasıflar
yaratılmıştır. Fiziksel emekten, zihinsel emeğe geçiş yaşanmıştır (Yılmaz, 2009:
11). Bu geçiş sürecide, işgücünde bir dönüşüm başlatmıştır. Teknolojik gelişmeyle
başlayan bu süreci rekabet artısı olarak ülkelerine çekmek isteyen devletlerde,
esnekliğin, kuralsızlığın ve sendika güçlerinin ve rollerinin azaltıldığı serbest
piyasa düzenine vurgu yapıp (Kotz, 2004) ülkeler arasındaki sınırları kaldırarak
birbirlerine benzemeye başlamışlardır. Böylece,
teknolojik gelişim, yer küreyi
küçültüp, kapitalizmi yeni bir ölçeğe göre yeniden örgütlemektedir (Jameson,
2001: 166).
1.1.3.2. Siyasi yapı (politik tercihler)
Ulusal hükümetlerin uyguladıkları politik tercihler küreselleşmenin özellikle
mekânsal gelişiminde oldukça önemli bir etki yaratmaktadır. Liberal akımın hâkim
olduğu görüş, sanayi devriminde küresel dünya yönünde olumlu adımlar attırırken;
büyük buhran döneminde izlenen dışa kapalı devletçi politikalar, küreselleşme
sürecini yavaşlatmıştır. Benzer olarak SSCB'nin dağılması ve Doğu Bloğunun
yıkılmasından sonra liberal eğilimlerin artması, küreselleşme yönünde önemli bir
kazanım olmuştur. Dolayısıyla, uygulanan hükümet politikaları ülkelerin birbirleriyle
bütünleşme düzeyi ve şiddeti konusunda belirleyici olmak suretiyle, küreselleşme
sürecine etki etmektedir (Yumuşak, Güran İbrahim, Eraslan, Cemil ve Bayraktar,
Yüksel, 2010: 72).
1980’li yıllarda ortaya çıkan her türlü uluslararası iktisadi, üretim, pazarlama,
finansman vb. faaliyetin serbestleştirilmesi temeline dayanan liberalizasyon
politikaları, ülkelerin küreselleşen dünya ekonomisine entegre olma girişimi olarak
ulusal hükümetlerin yöneldiği politik tercihlerin başında yer almaktadır (Devrim ve
Altay, 1997:213).
Bu tercihler radikal kuralsızlaştırma, çalışma ilişkilerinin ve
19
sosyal güvencelerinin sorgulanmasını içermektedir. Uluslararası düzeyde sermaye
hareketleri ve ulusal pazarların uluslararası rekabete açılması ile oluşan
serbestleştirme, özelleştirme ve rekabet edilebilirlik politik tercihlerin temelini
oluşturmaktadır (Tapscott,1996: 65). Bu politik tercihlerde, ekonomik yapının ve
özellikle çok uluslu şirket ve uluslararası kurumlarında etkisi büyüktür. Bir nevi
devletler bu politikalara kendiliğinden geçmek zorunda kalmıştır.
Neoliberalizme doğru yönelen politik tercihler, 1970’li yıllarda kapitalizminden
yayılan karlılık ve aşırı üretim krizinin giderek uluslararası bir düzeye taşınmasını,
tüm bu mekanizmaların hayata geçirilmesinin nedeni olarak gösterilmekte ve
meşrulaştırmaktadır (Kart, 2010: 65). 1973’ten itibaren petrol krizi ile patlak veren
bir daralma dönemine girilmesinden sonra da bu süreçten çıkabilmek adına
ekonomi politikası arayışlarına girilmiştir. Çıkış yolu olarak, neoliberal tercihlerle
krizi aşabilmek adına bir dizi önlemler alınmaya başlamıştır. Özelleştirme
politikaları, çalışma hayatında görülmeye başlayan esneklik uygulamaları (George,
2005: 32), küresel finans akışlarının üzerindeki denetimlerin kaldırılması, kamu
harcamalarının kısılması,
esnekliği daha rahat uygulamak adına kolektif
hareketlere olan baskıcı tutum (Tapscott,1996:187) siyasi yapıda görülen
değişimin habercileri olmuşlardır. Ayrıca, uluslararası piyasaların gelişmesi, vergi
yüklerinin indirilmesi ve bu şekilde yeni yatırımlar yapabileceklerini öne süren
büyük şirketlerin bu taleplerini yerine getirirken vergi yükünü küçük işletmelere,
tüketicilere ve ücretlilere yansıtan maliye politikaları (George, 2005: 30) süreci
hızlandırmıştır. Küresel finans akışlarının üzerindeki denetimlerin kaldırılması
(Steger, 2006: 64) ve özellikle de devletin küçültülüp sermaye tarafında yer alan
bir devlet politikası yaratması (Wallerstei, 2004: 163) küreselleşme sürecinde
siyasi yapının politikaları olmuştur.
Bu süreçlerle beraber, ulus devletin konumu da sorgulanmaya başlamıştır.
Neoliberal yaklaşımı benimseyenlere göre, devletin artık bireylerin ihtiyaçlarını
karşılamada
yetersiz
kaldığı,
ekonomik
etkinliklerinin
artık
dünyanın
yapılanmasına uymadığı ve üretken olmadığı noktasında yoğunlaşmıştır (Ohmae,
1990: 24). Ulusal sermayenin yerini, küresel sermayeye bırakması gerektiği bu
yüzden de ulus devlet ve kurumlarının, değişen şartlara uyum sağlamasını ve
yeniden yapılanmasını (Kart, 2010: 42) savunmuşlardır. Küreselleşmeye karşı
20
olanlar ise, ulus devletin aşındırıldığını, devletlerin büyük şirketlerin kontrolüne
girdiğini ve böylece sosyal adalet kavramının, toplumun her kesiminde denge
sağlayıcı unsur olan ulus devlet işlevinin yitirilerek, sosyo ekonomik anlamda
toplumsal adaletsizlik yaratması sebebiyle eleştirmişlerdir. Özellikle, Polonyi kendi
kurallarıyla işleyen piyasa sistemini ve ulus devlet olmadan bir yapılaşmayı insan
toplumuyla bağdaştırılamayacağını savunmaktadır (Polonyi, 2010: 11). Özselci
yaklaşımı benimseyen Polonyi, insan davranışlarının ancak belirli bir kurumsal
yapı ile birlikte yer aldıkları zaman ekonomik faaliyetin sürdürülmesinde rol
oynayabileceklerini ifade etmektedir1 (Polonyi, 2010: 18).
Küreselleşmenin; özellikle siyasi bağlamda olumlu etki yaratacağını iddia eden
hiper küreselci yaklaşıma göre ise, sınırları olan ülkelerin siyasi ve toplumsal
değişimin anlaşılmasında geri kalacaklarını ileri sürmektedirler. Sınırların ortadan
kalktığı küresel ağlarla birbirine bağlı bir dünyada ulus devletin egemen rolünü
kaybettiği ileri sürülmektedir (Steger, 2006:89,90).
Devletlerin kendi kendilerine ulusal politikalarını belirleme ve biçimlendirme güçleri
uluslararası
ekonominin
artan
rekabet
yoluyla
önemli
derecede
sınırlandırılmaktadır. Böylelikle küreselleşme kavramı dünya ekonomilerinin
liberalleştirilmesi ile ilişkilendirilmekte ve gündeme taşınan söylemler devletin
düzenleyici
rolüne
sınırlamalar
getirerek,
büyük
şirketlerin
ve
piyasayı
yönlendirenlerin arkasında ikincil bir konuma gelmesine neden olmaktadır (Kart,
2010: 68). Şirketlerin maliyetlerini en aza indirgeyerek yatırımcıların kârlarını
yükseltmek içinde piyasaların serbestliği, kolektif hareketlerin kısıtlılığı ve
özelleştirme politikaları, sürecin odağı haline gelmektedir (Fox,2002:65,66). Bu
odağı tercih eden siyasi yapıda da hâkim olan uygulamalar; mevzuatın yeniden
düzenlenmesi, uluslararası para ve sermaye giriş çıkışlarının hukuki olarak
serbestleştirilmesi, döviz kurları ve faiz oranları üzerindeki devlet denetimin
gevşetilmesi uygulamalarını içermektedir. Kredi sözleşmeleri üzerindeki engellerin
kaldırılması, finansal işlemler üzerindeki vergi ve diğer yükümlülüklerin azaltılması
veya tamamen kaldırılması gibi uygulamalar da görülmektedir ( Devrim ve Altay,
1997:214).
Polonyi özselci yaklaşımı, “ekonomik faaliyeti insanın sosyal ve doğal çevresiyle ilişkilerini düzenleyen
insan tarafından kurulmuş bir süreç” olarak ele alır.
1
21
1.1.3.3. Ekonomik yapı
Küreselleşme sürecinde büyük rol oynayan gelişmelerden birisi de ekonomik
yapıda yaşanan değişimlerdir. Bu değişimlerin ortaya çıkmasında etkili olanlar,
enflasyon
ve
faaliyetlerdeki
faiz oranlarındaki dalgalanmaları içeren
değişimler
ile
enformasyon
ve
ticari
iletişim
ve
finansal
teknolojilerindeki
ilerlemelerdir.
1.1.3.3.1. Ticari ve finansal faaliyetlerdeki değişimlerin etkisi
Ticari ve finansal faaliyetlerdeki değişimlerin ortaya çıkmasına yol açan gelişmeler
1980’li yıllarda ivme kazanmış olmakla birlikte sabit kur sistemine dayanan Bretton
Woods Sisteminin 1970’li yıllarda çökmesiyle birlikte başlamıştır. Bu çöküş
uluslararası finansal sistemde esnek kur sistemi uygulamalarının
ağırlık
kazanmasını ve bunun sonucunda enflasyon ve faiz oranlarının küresel ölçekte
istikrarsızlaşmasını
sağlamıştır.
Enflasyon
ve
faiz
oranlarındaki
küresel
istikrarsızlık ise, yatırımcıların karşı karşıya olduğu riskleri yükseltmiş, bu durum
da yatırımcıları kur, kredi, likidite riski gibi artan piyasa risklerine karşı korumak için
yeni arayışların başlamasına yol açmıştır. Söz konusu arayışlar, yeni finansal
araçların ortaya çıkmasına öncülük etmiştir. Sözgelimi ABD'de 1980'li yıllarla
birlikte ortaya çıkan Süper Now hesapları, faiz ve döviz swapları, faiz oranı ve
hisse senedi endeksli tahviller ile bonoları, yatırımcıların mali risklerini azaltan,
finansal yeniliklere örnek olarak verilebilir (Kutukzız, 2003:4). Bu dönemde birçok
ülke sabit kur rejiminden esnek kur rejimine geçmiş, kambiyo kısıtlarını hafifletmeyi
hedef alan liberalizasyon hareketleri hakim paradigmaya dönüşmüş ve piyasalar
arasındaki bölünmüşlükler ortadan kaldırılarak daha rekabetçi bir yapıya
oturtulmuştur (Alpar,1980: 47).
Finans
piyasalarının
serbestleşmesi,
küreselleşmeye
önemli
bir
ivme
kazandırmıştır. Deregülasyon (serbestleşme) ile piyasa mekanizmasının önündeki
engellerin
kaldırılması,
üretim
faaliyetlerinin
etkinliğini
arttırması
suretiyle
küreselleşme sürecinde yayılmacı etki yaratmıştır (Yumuşak ve Diğerleri, 2010:
70,71). Bu değişim, aynı paralelde yaşanan teknolojik ilerlemeler sayesinde de
22
bilgilerin
piyasalar
arasında
hızlı
bir
şekilde
aktarılmasına
ve
finansal
serbestleşmenin yaygınlaşmasına neden olmaktadır.
Üretim tekniklerin de meydana gelen değişimler de ekonomik yapıdaki diğer
gelişme yaratan etmenlerdir. Emek-yoğun veya sermaye-yoğun üretim teknikleri
yerine, küresel piyasada etkili olabilecek, değişen tüketici profili ve tüketim
kalıplarına uyumlu firma teorileri geliştirilmektedir. Değişimlere kısa zamanda
uyum sağlayabilen, esnek üretim yöntemi üretimin küreselleşmesini hızlandırmıştır
(Dulupçu, 2001: 39). İşletmenin üretim birimleri coğrafi bakımdan farklı ve uzak
mekânlara dağılırken; diğer bir ifadeyle mekândan bağımsızlaşırken, üretim
sürecinde küresel bir bütünleşme ortaya çıkmaktadır (Erdut,1998: 19).
1.1.3.3.2. Enformasyon ve iletişim teknolojilerindeki ilerlemelerin etkisi
Ekonominin küreselleşmesinde bir diğer itici güç olan etmen de, enformasyon ve
iletişim teknolojilerinde yaşanan teknolojik ilerlemelerdir. Bilgisayarlar, fiberoptikler, uydular ve elektroniğin minyatürleşmesi, hem mal ve hizmetlerin üretim,
satış ve dağıtım yöntemlerini hem de küresel yatırım modellerini değiştirmektedir.
Enformasyon ve iletişim teknolojilerindeki yenilikler yatırımcılara dünyanın her
yerinden istedikleri menkul kıymetleri alıp satabilme imkânı vererek, finansal
piyasaların uluslararasılaşmasına yol açmaktadır. Teknolojik gelişmeler, ulaşım ve
iletişim
maliyetlerinin
düşmesiyle
hizmet
ticaretinin
ön
plana
çıkmasını
sağlamaktadır.
Enformasyon ve iletişim teknolojilerindeki ilerlemeler iktisadi birimlerin menkul
kıymetler piyasasına girişlerini kolaylaştırarak, enformasyon sağlamanın maliyetini
de düşürmektedir. Böylece finansal piyasalara giren likitide miktarlarında çok
yüksek artışlar yaşanmaya başlamıştır (Yumuşak ve Diğerleri, 2010: 55,56).
Ayrıca, zaman ve mekân kısıtının aşılmasıyla günümüzde ulaşılan yüksek bilişim
teknolojisi dünya finans merkezleri arasında yirmi dört saat kesintisiz işlem
yapmayı mümkün hale getirmiştir. Dolayısıyla, dünyanın herhangi bir yerinden,
herhangi bir zamanda finansal işlemler yapabilme avantajı ile finans piyasalarının
alanını ve hacmini her geçen gün genişletmektedir.
23
Enformasyon ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler bilgi işlem ve bilgi edinme
maliyetlerini düşürmektedir. Bilginin niceliği de sürekli ve hızlı şekilde artmakta, bu
durum piyasa katılımlarının bilgisinin ve memnuniyetlerinin yükselmesine yardımcı
olmaktadır. Teknolojik gelişmeler aracılığıyla geliştirilen güvenlik sistemleri
sayesinde finansal kurumların küçük miktarlardaki alacak portföylerini ve
paketlerini toplayabilmelerine, üçüncü kişilere satabilmelerine imkân tanımaktadır.
Ayrıca giderek artan küresel entegrasyon sayesinde, ülkeler karşılıklı dayanışma
içinde hareket ettiklerinden piyasalar birleşik olarak hareket edeceklerinden
piyasalar dışsal şoklara karşı daha duyarlı hale gelmektedir (Manuel, 2000).
Bu süreçlerle beraber, gelişen elektronik ticarette sürece ivme kazandırmıştır.
Yine enformasyon ve iletişim teknolojilerinin yaygınlaşması, internetin ve küresel
ağların devreye girmesiyle birlikte artık elektronik bankacılık başta olmak üzere
yeni uygulamalar ortaya çıkmıştır. Elektronik bankacılık sistemi ile bankacılık
hizmetleri sanal ortamda ATM, internet, telefon, TV aracılığıyla işlemler elektronik
ortamda daha hızlı ve etkin bir biçimde gerçekleşmektedir. Elektronik para ya da
e-para uygulamaları da ekonomik yapıdaki değişime etmen olmuştur. Hava
taşımacılığı ve deniz nakliyatındaki gelişmelerde sürece eklenince, ekonomik
yapıdaki yansımalar küresel boyutlarda derinleşmiş ve yayılmıştır. Şirketler fabrika
ve tesislerin maliyetlerinin en düşük olduğu yerlere taşıma eğilimi içine girmiştir.
Bu değişim, özellikle çalışma hayatında ve işgücü üzerinde bir dönüşüm
başlatmıştır.
Küreselleşmeyi ortaya çıkaran faktörlerden esasen siyasi ve ekonomik yapının
birbirleriyle ilişkili olduğunu söylenebilir. Ticaretin serbestleşmesi ve ulusal
düzenlemelerin ortadan kaldırılması biçimindeki son ekonomik gelişmeler, küresel
piyasalar tarafından çoğu kez hükümetlerin bağımsız ulusal politika hedefleri
belirleme ve kendi ulusal standartlarını uygulama güçlerini engellediği şeklindeki
görüşlere ağırlık kazandırmaktadır. Bu nedenle, ulus devletin egemen bir birim
olma gücünü tamamen olmasa bile belli oranda yitirdiği ve ulus devletin geleneksel
işlevlerinden bazılarını yerine getirmekte giderek artan güçlüklerle karşılaştığı
kabul edilebilir olmakla birlikte, bir yandan da ulus devletin ortadan kalktığı
şeklindeki açıklamalarda gerçeği yansıtmamaktadır (Kart,2010: 54). Çünkü ulus
24
devlete, hâlâ çıplak piyasa gücü karşısındaki temel korunaklardan biri olarak
bakılmaktadır (Harvey, 2008: 88).
1.1.3.4. Bilgi kaldıraçlaması
Bilgi kaldıraçlama, özünde mevcut yöntem ve ürünlerden yeni bir sentezle yeni bir
ürün veya hizmet yaratmaktır. Teknolojideki olağanüstü hızlı gelişme ve
çeşitlenme
bu
yöntemin
giderek
daha
da
yaygınlaşmasını
sağlayarak
küreselleşmede fark yaratan bir unsur haline getirmektedir. Bilgi kaldıraçlama,
sistematik şekilde yenilik yaratmanın yolu; yani var olan bilgilerden yararlanarak,
ürün, proses, teknoloji ya da iş modelinde bir yeni tasarım gerçekleştirmektir
(Kavrukoğlu, 2008: 5).
Küreselleşme, bilginin etkisiyle oluşmuş yeni bir toplumsal yapıya dayanmaktadır.
Bilgi toplumu olarak adlandırılan bu yeni toplumsal yapı, bilgi ve iletişim
teknolojilerinin sosyal yaşamla birlikte ekonomiye entegre edilmesiyle birlikte
küreselleşmenin ülkeler bazında güç dengesi yönünü belirlemektedir.
Türk dil kurumuna göre bilgi, insan zekasının çalışması sonucu öğrenme,
araştırma veya gözlem yoluyla elde edilen gerçek, düşünce ürünü olarak
tanımlanmaktadır. Bu bakımdan bilgi, işlenmemiş bilgi olan veri ve bilgiye
dönüşmüş
veri
olan
enformasyon
kavramlarını
kapsayan
bir
kavramdır.
Enformasyon karşılaştırma, sonuca varma, bağlantı kurma, konuşma yapma
yöntemleriyle bilgiye dönüşümünü tamamlamaktadır (Davenport and Prusak,
2000: 2-6). Bu süreçte, özellikle de teknolojik gelişmelerden beslenmektedir.
Ülkelerin küresel güç savaşlarında bilginin niceliği ve niteliği önemli bir yer
tutmaktadır. Bilgi temelli ekonomiler olarak ifade edilen bu süreçte, küreselleşmeyi
ortaya çıkaran etkiler olarak; her bir bilginin üretilmesi, kullanılması, yayılması ve
geliştirilmesiyle ilgili olmak üzere dört temel ayak üzerine oturmaktadır (Aubert ve
Reiffers, 2003: 11).
Bilgi kavramı küreselleşmenin virüsü olarak nitelendirilebilir. Çok daha fazla bilgi
virüsüne sahip olan ülkeler küreselleşmede, gücü elinde bulunduran ve sürece
önderlik eden ülkeler olmaktadır. Fark yaratan unsur, inovasyonlar ve sağlanan
25
bilgi kaldıraçlamasıdır. Bu bilgi tabanlı gelişimin, difüsyon eğrisinde de bilginin
kullanılabilirliği, kullanım amacı ve yarattığı kullanım kalitesi fark yaratan düzeyini
ifade etmektedir (The Global İnformation Technology Report, 2013: 89). İnovasyon
karar süreci; bilgi, ikna, karar, yürütme ve onay safhalarından oluşmaktadır.
Difüzyon, bir sosyal sistemde meydana geldiği için sistemin sosyal yapısı,
inovasyonun difüzyonunu birçok yönden etkilemektedir (Rogers,1995: 207). Bu
yüzden de yaratılan bilginin küreselleşme ile çalışma yaşamından, toplumsal
yaşama; sosyal, siyasal, ekonomik, hukuksal yapıya kadar etki yaratmaktadır.
1.1.4. Küreselleşmenin unsurları
Küreselleşme entegre olma ve dışlanma kavramlarıyla açıklanabilecek bir durumu
ifade etmektedir. Bu durum, küreselleşmenin dönüşüme zorladığı bir ülkenin
göstermek zorunda olduğu uyum veya entegre olma ya da dışlanma durumudur.
Bu durumu ne kadar az itiraz ile karşılarsa, küresel ekonomiye bütünleşmiş
derecesi o kadar yüksek olmaktadır (Kart, 2010: 77). Uyum veya entegrasyona ya
da dışlanmaya neden olan faktörler, bu süreçte oldukça etkili olmaktadır.
Küreselleşme
sürecinin
getirdiği
yenidünya
düzeni
bir
takım
unsurlara
dayanmaktadır. Küreselleşmenin bu unsurlar ile birlikte ele alınması, kavramı daha
iyi tanımlamaya yardımcı olmaktadır.
1.1.4.1. Çok uluslu şirketler
Küreselleşmenin en büyük oyuncuları, dünyadaki üretimin ve ticaretin büyük
kısmını ellerinde bulunduran çok uluslu şirketlerdir.
Günümüzde uluslararası
faaliyetlerde bulunan şirketlerle ilgili olarak uluslararası (international) şirket, çok
uluslu (multinational) şirket, uluslar ötesi (transnational) şirket ve uluslar üstü
(supranational) şirket gibi kavramlar kullanıldığı görülmektedir. Uluslararası
ticaretin genişlemesi ve sermayenin dolaşımındaki sınırların kalkmasına neden
olan küreselleşme süreci,
bu sermayeyi dolaştırarak ticareti gerçekleştirecek
kurumlar olan çok uluslu şirketlere çok büyük avantajlar sağlamıştır. Bu şirketlerin
dünya ölçeğine yayılabilme potansiyelleri ile birlikte ekonomik anlamdaki güçleri
şirketlerin yoğunluk ve yaygınlık kazanmasına paralel olarak gelişmektedir
(Navarro,1998).
26
Çok uluslu şirketlerin nasıl ortaya çıktığına ilişkin pek çok farklı görüş yer alsa da,
bu şirketlerin on dokuzuncu yüzyılın ortalarında imalat sanayinde ortaya çıktıkları
ve Birinci Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde kurumsallaştıkları konusunda
görüş birliği bulunmaktadır (Tabb, 1996). Uluslarüstü şirketler, ilk kez Avrupa
merkezli olarak Almanya’da (Bayer), İsviçre’de (Nestle), Fransa’da (Michelin),
İngiltere’de (Dunlop) ve ABD’de (Singer, ITT, General Electric ve Westinghouse)
ortaya çıkmıştır. Bu şirketler yüksek gümrük tarifeleri nedeniyle oluşan ihracat
güçlüklerini hafifletmek amacıyla yabancı ülkelerde yatırım yapma yoluna
gitmişlerdir (Yaşgül, 2002: 215). 1950 ve 1960‘lı yıllardan itibaren de uluslararası
sermaye hareketlerinin hızlanması ve haberleşme teknolojisindeki gelişmeler
sayesinde dev konsern şekillerini almışlardır (Tuna ve Yalçıntaş, 1991: 134).
Çok uluslu şirketler üretim, tüketim ve pazarlama etkinliklerini dünya ekonomisini
sürekli analiz ederek planlamakta ve yürütmektedir. Sahip oldukları sermaye ve
teknoloji akışları mal ve hizmet ticaretini teşvik etmekte, piyasalar dünyadaki
yaygınlık alanlarını genişletmekte ve ulusal ekonomiler ile yeni bağlantılar
oluşturmaktadır (Hall ve Jacgues,1995: 191). Öyle ki, bu şirketler dünyanın hangi
alanlarının gelişeceği ve hangi alanlarının teknolojiye sahip olacağı konusunda da
otorite olarak davranmaktadır (Şaylan,1994:149).
Çok uluslu şirketlerin sahip oldukları güç, bu işletmelerin sorgulanmalarına da yol
açmaktadır. Çünkü dünyadaki en büyük 500 işletme 47 milyon kişiyi istihdam
ederken, 14 trilyon dolardan daha fazla gelir ve 667 milyar dolar kâr elde
etmektedir (Cascio, 2003). Ancak bu kazanımlar gelişmiş ülkelerin lehine, yoksul
ülkelerin aleyhine gelir farkının derinleşmesi, yabancı yatırımlarla, gelişmekte olan
ülkelerde gelir dağılımındaki bozulmalar sonucu eşitsizliğin giderek derinleşmesi
noktasında yoğunlaşan konularda eleştirilmektedir (Kart, 2010: 51; Ellwood, 2007:
54)2.
Eleştirel
bakış
açısına
sahip
olanlara
göre,
geçmişin
savaş
ve
sömürgeleştirme yoluyla uygarlaştırma politikaları, bugün küreselleşen dünyada
güç dengelerinin belirleyicileri olan bu şirketlerle yapılmaktadır. Ancak, ne kadar
eleştirilirse eleştirilsin dünya üzerinde büyük bir güç olduğu gerçektir.
Kart (2010) Suzan George bu süreci “ bizim ya da herhangi bir kuşağın yaşadığı en büyük soygun” olarak
nitelendirmiştir.
2
27
Günümüzde en büyük 100 şirketin 85’i ABD, Japonya ve Avrupa Birliği ülkelerinde
konumlanmış durumdadır. Ayrıca, bu şirketler faaliyet konusu itibariyle ağırlıklı
olarak telekomünikasyon, otomotiv, petro-kimya, elektrik ve ilaç gibi katma değeri
yüksek alanlarda faaliyette bulunmaktadır. Uluslarüstü şirketlerin sahip olduğu
ekonomik gücü ortaya koymada kullanılabilecek diğer bir gösterge de, bu
şirketlerin sahip olduğu iktisadi varlıklar ve sağladıkları yıllık cirolardır. Öyle ki,
şirket cirolarının ulaştığı hacim öylesine büyük olup birçok ülkenin milli gelir
düzeyini aştığı görülmektedir. Çok uluslu işletmeler yüksek vergilerin kitleler için iş
üretimi yönündeki özendiricileri azalttığını ve kurumsal yatırımcılar için caydırıcı rol
oynadığını belirtmekte ve devlet müdahalelerine karşı bir tavır sergilemektedir. Bu
yöndeki baskılarından dolayı yirmini yüzyılın baronları olarak adlandırılmıştır
(Brown, 2001: 6,7).
Bu işletmeler ülkelerin istihdamı artırmak için ihtiyaç duydukları doğrudan yatırımın
da en önemli kaynaklarıdır. Uluslararası ticaretin hız kazanması, ekonomik
gelişmenin finanse edilmesi, az gelişmiş ülkelere teknoloji transferi, bulundukları
ülkelerde gelir, refah ve istihdam artışları ilk anda sayılabilecek olumlu etkiler olsa
da,
olumsuz etkileri de söz konusudur. Üründe tekelleşme ile rekabet ve
girişimciliği olumsuz etkilemesi, az gelişmiş ülke ekonomilerini birinci dünya
teknolojilerine bağımlı kılma, emek rekabetini piyasadan uzaklaştırarak istihdamı
azaltma gibi negatif etkilere de sahiptirler. Hatta çok uluslu işletmeler sahip
oldukları güçle oluşturdukları baskı, istihdam ilişkilerini de dönüştürebilme
yeteneğine sahiptir. Bu şirketlerin sahip oldukları ekonomik güç, sitemin karar
alma mekanizmasındaki iktidar ilişkilerini belirleyen önemli bir değişkendir.
Faaliyetlerini sağladıkları ekonomik avantajlara göre birçok ülkeye yayabilen çok
uluslu şirketler, ortaya çıkan sosyal maliyetleri yerel hükümetlere ve dolayısıyla
vergi mükelleflerine yıkabilmekte ve rahatsız edilirlerse gitme tehdidini kullanarak
ulus devlet politikalarını etkisiz hale getirmektedir (Hırst ve Thopson, 2003: 15).
Giderek serbestleşen işgücü pazarında, bu şirketleri ülkelerine çekebilmek adına
hukuki düzenlemelerini esnekleştirme tarafı olan ülkelerle de, her gün daha da
güçlenmektedir. Bu yüzden de, işgücü piyasasındaki dönüşümün etkisi oldukça
derindir.
28
1.1.4.2. Uluslararası kuruluşlar
Uluslararası kuruluş, çeşitli alanlarda uluslararası düzeyde faaliyet gösteren, ticari
amaç taşımayan ve birden çok devleti ilgilendiren, fakat devlet niteliği taşımayan
her türlü kuruluştur. Uluslararası kuruluşlar, ilk olarak on dokuzuncu yüzyılın
başlarında ortaya çıkmış ve özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde ortaya
çıkan uluslar arası sorunlar ve bu sorunlara işbirliğine dayalı çözümler getirilmesi
eğiliminin yoğunlaşması üzerine sayısal olarak hızlı bir artış göstermişlerdir (
Güran ve Aktürk, 2001: 1,2). Günümüz dünya ekonomisi incelendiğinde; dünya
ticaretiyle ilgili olarak Dünya Ticaret Örgütü (WTO)’nün, yabancı sermaye
konusunda Birleşmiş Milletler Teşkilatı (UN) ve Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma
Örgütü’nün (OECD), uluslararası finansman sisteminin işletilmesinde Uluslararası
Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’nın (WB) ve istihdam alanında Uluslararası
İşgücü Örgütü’nün (ILO) yönlendirici konumda oldukları görülmektedir.
Oluşum sürecini ele aldığımızda, bu kuruluşlar arasında en önemli üç uluslararası
örgütün
oluşturulma
temelleri
Breeton
Woods
anlaşmasından
sonra
gerçekleşmiştir. IMF, Dünya Bankası ve sonra GATT’nın kuruluşu bu süreçten
sonra oluşmuştur (Wood, 2006:149). Uluslararası para fonu, uluslararası
ekonomik sistemin yönetimi için oluşturulurken daha sonra Dünya Bankası olarak
bilinen Uluslararası Yeniden İnşa ve Gelişme Bankası başlangıçta Avrupa’nın
savaş sonrasındaki yeniden inşası için kredi sağlamak için tasarlanmış daha
sonraki dönemlerde gelişmekte olan ülkelere çeşitli sanayi projelerine fon
sağlayacak şekilde genişletilmiştir. 1995’te GATT’nın yerine geçmek üzere dışa
açılma ve serbest ticaret ilkelerine dayanan Dünya Ticaret Örgütü kurulmuştur
(Steger, 2006: 62, 63). IMF ise, dört temel fonksiyonu yerine getirmektedir. İlk
olarak, yerel makro ekonomik politika koşullarının dayatılmasını, ödemeler dengesi
açıklarının ortadan kaldırılmasını, sabit döviz kurlarını destekleyen politikalar
tasarlamaları için ülkeleri cesaretlendirerek uluslar arası makro ekonomik
eşgüdümün sağlanmasını ve son olarak ta uluslar arası para fonu müzakereleri
için forum görevini üstlenmiştir (Bird, 2001).
Uluslararası kurumlar, küreselleşmenin diğer etkileriyle de birleşerek hem bir
yayılma aracı hem de daha fazla doğal kaynağı ve pazarı denetleme olanağı
29
veren bir mekanizmaya dönüşmüştür. Sermayenin, üçüncü dünya ülkelerine
yönelik müdahaleleri kendi kontrollerinde kalmıştır. IMF ya da Dünya Bankası’na
borçlarını ödeyemeyen ülkeler için daha fazla faiz ödemek, fiyatları yükseltmek,
kamu hizmetlerinde kısıntılara gitmek, özelleştirmelere gitmek, ekonomilerinin
kararlarını bu kurumlara ve yabancı yatırımcılara bırakmak zorunda kalmışlardır
(Fox, 2002: 58-60). Hazırlanan ekonomik reçetelerinde yazan yapısal değişim
programları ile de giderek borç yüklerine girdiklerinden bu kuruluşlara bağımlı hale
gelmişlerdir (Fox,2002:69,70). Bu yüzden de liberalleşme politikalarını üreterek
küresel istikrarsızlık yaratmada rol oynakları için bu kurumlar eleştirilmektedir
(Steglitiz, 2002: 34-36). Bir yandan uluslararası bu kuruluşlara verilen güçler, bir
yandan çok uluslu şirketler için imtiyazlar piyasa mekanizmasını bir fetiş haline
getirmiştir (Kart, 2010: 65). Neoliberalizm olarak da tanımlanan bu anlayış
rekabete dayalı piyasa ve fiyatların devlet müdahalesi ile değil, arz ve talep
tarafından belirlenmesi gereken bir mekanizma olmasını savunmaktadır (George,
2005: 22).
1.1.4.3. Uluslararası ticaret ve sermaye hareketleri
Uluslararası ticaret çok uluslu şirketlerin ve uluslararası finans akışı ve yatırımının
genişlemesiyle beraber esas itibariyle ekonomik faaliyetlerin dünya çapında
serbestleşmesini
ve
bütünleşmesini
içermektedir.
Böylece,
uluslararası
yatırımcıların ulusal borsalara serbestçe girmesi anlamını taşımaktadır (Güran ve
Aktürk, 201: 5,6).
Uluslararası ticaret, küreselleşmenin pek çok etmeniyle her yıl katlanarak
artmaktadır. Teknolojik gelişim, sınırların kalkması, çok uluslu şirketler ve özellikle
uluslararası kurumlarla imzalan anlaşmalar ülkeler arasında ticareti büyük
hacimlere ulaştırmıştır. Ayrıca, uzmanlaşma yolu ile üretimin dış pazarlara
açılması, tüketim anlayışındaki farklılıklar da bu artışı desteklemeye devam
etmektedir. Bu sürecin, dış ticareti zorunlu hale getirmesi ve finans sektöründe ki
gelişmeler uluslararası ticareti hızla büyütmektedir.
Günümüzün çoğu gelişmiş ve gelişmekte olan ülkesi, mal ve hizmetlerini yabancı
piyasalarda satmaya çalışmakta, hammadde kaynaklarını doğrudan yatırım
30
yoluyla dış piyasalardan karşılamaktadır. Bu nedenle, hem güçlü bir rekabet gücü
elde etmek ve bu gücü korumaya çalışmak hem de uluslararası ticaret yoluyla
rekabete
katılmak
modern
ekonomilerin
istikrarlı
bir
iktisadi
büyüme
gerçekleştirmelerinde büyük bir gereksinim olmuştur. Birçok ülke dış ticaret
sektörlerinin gelişmesine katkı sağlayacak önlemleri almakta, bu amaçla bazıları
çok uluslu ticaret anlaşmaları yapmakta, bazıları da güçlü bölgesel birleşmelere
dahil olmaktadır (Fidelis,1999:3).
Sermaye hareketlerinin hız kazanmasında ise, 1970‘lerin başından itibaren
yabancı ülkelerin iç piyasalarına ulaşabilmek hedefinde olan çok uluslu şirketlerin
yaygınlık kazanmasının büyük rolü vardır. Krizlerin etkilerinden kurtulmanın,
büyümede sürekliliği sağlanmasına, ihracat artışlarına ve bir bakıma küresel
piyasa payının genişlemesine bağlı olması, sermayenin dolaşımı önündeki
engellerin kaldırılmasını gerekli kılmıştır. Bu süreçte de devlet, şirketlerin rekabet
gücü hizmetine sunulması gereken bir varlık olarak algılanmıştır (Gorz, 2001:
23,24).
1.1.4.4. Uluslararası rekabet
İktisadi başarı genellikle rekabet gücü seviyesiyle birlikte anılmaktadır. Pazar
olanaklarının genişlemesi, işletmelere ürettikleri ürünleri küresel piyasalarda satma
imkânının verilmesi küresel rekabet ortamında, işletmeleri değişen şartlara uyum
sağlamak ve bu değişim hızına ayak uydurmak zorunda bırakmıştır.
Günümüz iş dünyasında, kurumların değişimden kaçınma gibi bir seçenekleri
kalmamıştır. Yaşadığımız yüzyılda ekonomik, sosyal ve teknolojik alanda
meydana gelen gelişmeler pazarların küreselleşmesine, uluslararası rekabetin
şekilsel ve boyutsal olarak değişmesine yol açmıştır. Sürekli değişen ve giderek
belirsizleşen koşullar altında pazarlarda uzun süreli devamlılıklarını sürdürmek
isteyen işletmeler büyük bir tehdit ve tehlike altındadır. Bu nedenle, rekabet
üstünlüğü elde ederek başarılı olmak isteyen işletmelerin başarısı, çevresinde
meydana gelen değişimi zamanında algılayıp, bunu en kısa zamanda işletme içine
uyarlayabilme yeteneğine bağlıdır.
31
Küresel rekabet edebilirlik gücü, verimlilik düzeyi ile ilişkili olmaktadır. Verimliliğin
en önemli unsur olarak ön plana çıktığı rekabet gücü kavramı Dünya Ekonomik
Forumu’nda ülkenin verimlilik düzeyini belirleyen faktörler, politikalar ve kurumlar
seti şeklinde ifade edilmiştir (Xavier, 2009). Bu setler, ülkenin rekabet gücü, ar-ge
faaliyetlerinin gelişmişlik düzeyi ve verimliliği, çeşitli sektörlerin performansı,
ülkenin dış ticaret fazlası, yüksek teknolojik mallar üretmesi, uzman ve yetişmiş
işgücünün bulunması gibi faktörlere bağlı olmaktadır.
Hızına yetişilemeyen değişimlerin yaşandığı günümüzde rekabet anlayışı da hızla
değişmektedir. Küreselleşen dünyada, bu rekabetin gerisinde kalan işletmelerin
yaşaması şansı beklenemez. Teknolojinin gelişimi, rekabetin küreselleşmesi,
müşteri taleplerindeki değişimler, kalite ve fiyat üstünlükleri, maliyet farkları
değişime ayak uydurmanın yaşamsal şartlarını belirlemiştir. Dünya Rekabet gücü
raporunda da rekabet gücü varlıkların, rekabet yaratıcı yöntemlerle iktisadi
değerlere dönüşmesi formülünde bu yaşamsal şartların ne derece önemli olduğu
vurgulanmaktadır (Thomas, Man, Lau ve Chan, 2002).
Varlıklar
Süreçler
Altyapı
Hizmet
Küresel
Rekabet Gücü
X
İnsan
Kalite
Kaynakları
Hız
=
Pazar Payı
Kâr
Büyüme
Mali Yapı
Sürdürülebilirlik
Teknoloji
Şekil 1.1. Dünya rekabet gücü raporu, rekabet gücü formülü
Kaynak: Thomas W., Man, Y., Lau, K. ve Chan, F. (2002). “The Competitiveness of Small and
Medium Enterprises: A Conceptualisation withFocus on Entrepreneurial Competencies”,
Journal of Business Venturing,129.
Bu formülden yola çıkarak rekabettin küreselleşme sürecinde nasıl bir etki yarattığı
şu şekilde açıklanabilir.
Rekabet gücü uzun dönem performansı konu
edinmektedir. Piyasa payını, kârını ve bu rekabetçi pozisyonu uzun vadede
koruyabilme yeteneği ilk olarak önemli olmaktadır. İkinci özellik, rekabet gücünün
32
kontrol altına alınabilir olmasıdır. Dolayısıyla firmanın performansı, dışsal
koşulların
yaratacağı
etkilerden
çok,
kaynaklarına
ve
kapasitesine
bağlı
olmaktadır. Üçüncü olarak, rekabet gücü göreceli bir kavramdır. Örneğin, bir
firmanın rekabet gücü ilgili endüstri dalının, diğer firmaları ile karşılaştırıldığında
anlam kazanmaktadır. Rekabet gücünün son özelliği ise, dinamik bir yapıya sahip
olmasıdır (Traill, Gomes ve Silva,1996). Bu özelliklerden yola çıkarak işgücü
maliyetleri, verimlilik, kalite, karlılık, bilim ve teknoloji düzeyi, yönetim, nitelikli
işgücü, uluslararası standartlar ve fiyat firma içi etkenlerden yansıyan firmanın
uzun vadede sahip olması gerekenler rekabet artışı unsurlarını oluşturmaktadır.
Bu unsurlar, rekabet gücü dinamik bir karakter taşıdığından sürekli yenilenmelidir.
Ayrıca, süreçte firma dışı etkenler olarak geçen devletin ekonomideki yeri ve
ekonomiye olan müdahaleleri, altyapı, işgücü piyasalarının esnekliği, dış ticaret
politikası, yabancı sermaye, yurt içi rekabet ortamı, coğrafi konum, ülke imajı, ülke
içi talep yapısı, doğal kaynaklar, finans sektörü ve teşvikler (devlet yatırımları) gibi
etmenlerde firmanın rekabet üstünlüğünde etkilidir. Küreselleşen bir dünyada
rekabetçi bir politika izleme zorunluluğu hayati bir öneme sahiptir ( Arabelen, 2004:
99,100).
Rekabet gücü; sadece kurumun sahip olduğu kurum içi etkenler ya da kurum dışı
etkenlerden değil, ayrıca hizmet sunumu anlamında da merkeze müşteri
memnuniyetini alan bir yapıyla kurumsallaşmak zorunda kalmaktadır. Kurumlar
tarafından, stoklama giderleri, kurum içi taşıma giderleri azaltılmak suretiyle de
rekabetçi bir üstünlük elde edilebilmektedir. Düzenli ve güvenilir bir lojistik sistem
pazarlama çalışmalarını kolaylaştırdığı gibi, satışların artmasını da sağlamaktadır
(Arabelen, 2004: 102). Bütün bunların ışığında, uluslararası rekabet gücüne sahip
olan kurumlar, yenilik ve buluşçuluğun rekabet üstünlüğü kazandıran temel unsuru
olduğunun bilincindedir. Tüketici odaklı ve bu yüzden de pazarlama odaklı bir
anlayışı benimseyen, sıfır hata ile üretim ve hizmet ve hatta satış sonrası
hizmetlere kadar tüm aşamaları kapsayacak şekilde müşteri memnuniyeti vurgusu
yapan nitelikli insan kaynaklarının yaratıcılığına dayalı yeni bir anlayışı
geliştirmektedirler (Erkan, 2007).
Uluslararası rekabet kavramı, kurumlara küreselleşen bir dünyada tutunabilmeleri
için üç temel strateji belirlemiştir. Bunlardan ilki kurumun maliyetlerini düşürerek,
33
fiyatları ile piyasada liderlik yapmasını sağlayacak politika ve disiplinlerin izleyen
maliyet liderliğidir. İkincisi, özellikleri itibari ile tek olan (başka benzeri olmayan)
ürün, imaj, teknoloji, servis veya üretim sistemi ile ilgili, müşterinin ilgisini ürün
üzerinde toplamaya ilişkin çalışmaları içeren farklılaşma süreçleridir. Üçüncü
stratejileri ise, bir hedef üzerinde odaklaşarak tüm stratejilerin bu hedef
doğrultusunda biçimlendirilmesini sağlayan odaklama stratejisidir (Taşkın ve Adalı,
2003: 16). Porter’e göre ise, esas olan aynı şeyi rakiplerden daha iyi yapma
anlamına gelen operasyonel etkinliktir (Porter, 2003: 34). İşte burada esas fark
yaratan unsur ise çalışmanın da ana eksenini oluşturan nitelikli insan gücüdür.
1.1.4.5. Bilgi teknolojileri ve bilgi toplumu
Bilgi teknolojileri ve bilgi toplumunun gelişimi, küreselleşmenin pek çok nokta da
dönüşümünü başlatan unsurlarından biridir. Toffler‘in üçüncü dalga, Drucker‘ın
kapitalist ötesi toplum, Bell‘in endüstri sonrası toplum olarak ifade ettiği yeni
dönem, tarım ve sanayi toplumu dönüşümlerinin ardından üçüncü bir dönüşümü
ifade etmektedir. Endüstri ötesi veya bilgi toplumu denilen bu yeni dönemde
bilginin gücü küresel rekabete yön vermektedir. Lester Thurow’un ifadesiyle,
“Eskiden hammadde kaynaklarına ve sermaye birikimine sahip olan ülkeler, güç
ve kontrol sahibi ülkelerken, bugün ise bilgiye sahip olan ve onu kontrol eden
ülkeler güçlü ülke konumuna geçmişlerdirler” diyerek bilgiye sahip olmanın
günümüzdeki önemini de belirtmiştir (Bolat, 2009: 100, 101).
James Watt’ın 1765’de buhar makinesini bulup, bunu enerji kaynağı olarak
kullanması, tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişi ifade eden ekonomik
modernleşme olarak başlatmıştır (Hardt, 2001: 293). Teknolojik gelişmelere 1789
Fransız Devrimi ise, yeni toplumsal yapı oluşturarak sanayi toplumunun
oluşumunda, sosyal şartları temin etmiştir. Tarım toplumunun son dönemlerinde
yaşanılan dönüşümlerle ortaya çıkan sanayi toplumu; teknolojisi, ekonomisi,
sosyal ve kültürel sistemleri ile eskisinden tamamen farklı yeni bir toplumsal yapı
ortaya çıkarmıştır. Sanayi toplumu büyük ölçüde üretim yapan fabrikalar,
işbölümü, merkezileşme, üretim ile tüketimin birbirinden ayrılması, sermayenin
önemi, daha çok fiziksel gücün hakim olduğu işgücü gibi özellikleri ile karakterize
edilmektedir (Çoban, 1998: 252). Toffler, bu aşamaları “üç dalga” olarak ifade
34
etmiştir. Bu aşamaların oluşmaları için geçen süreyi ise; tarım devrimi bin yılda,
sanayi devrimi üç yüzyılda ve son devrim olan bilişimi ise, yüzyıldan daha kısa
sürede gerçekleşen evreler olarak ifade etmiştir (Toffler, 1981:28). Toffler'ın ifade
ettiği son dalgaya geçiş ise 1974 ve 1979 yıllarında yaşanan petrol şoklarıdır3
(Toffler, 1981: 28). Bu krizin aşımı noktasında da yeni yapılanmaların sinyali bilgi
toplumunun oluşumunda bir dönüm noktası olarak nitelendirilmektedir (Erkan,
1993: 7). Bu süreçle beraber 1960'lı yıllardan sonra Amerika'da uzay alanında
yapılan çalışmaların neticesinde ortaya çıkan mikro elektronik (microchip)
teknolojilerinin bir ürünü olarak adlandırılan bilgi teknolojilerinin gelişimi (Lucore,
2002:201) ile beraber bilgi toplumu dönüşüm süreci de başlamış olmuştur.
1874 yılında İsveçli W.T. Odhner’in hesap makinesini geliştirmesi ve 1910 yılında
hesap makinesinin Rusya St. Petersburg’da seri üretime geçilmesi özellikle bilişim
sektörünün başlangıcı olarak kabul edilmiştir. 1944 yılında Mark1 isimli özdevinimli
makine ile başlayan bilgisayar gelişim süreci ve 1946 yılında geliştirilen pek çok
süreçle beraber John Mauchly otuz ton ağırlığında 15x10 metre büyüklüğünde
ENIAC adında modern anlamda ilk genel amaçlı bilgisayarı geliştirdiğinde
(Özdemir, 2009: 30,31) bilgi iletişim teknolojileri süreci çok büyük bir hızla
başlamıştır. Dolayısıyla, sanayileşme sürecinde yaşanılan petrol krizleri, iletişim ve
bilgisayar teknolojisindeki büyük ilerlemeler, bilgi toplumunu oluşturucu öğelerdir.
Sanayi toplumundan da bilgi toplumuna bu geçiş ekonomik post modernleşme
veya enformatikleşme süreci olarak nitelendirilmektedir (Hardt, 2001: 293).
Bell sanayi sonrası toplumdaki değişimleri şu şekilde ifade etmiştir. Mal üreten bir
ekonomiden hizmet üreten bir ekonomiye geçildiğini, profesyonel ve teknik sınıfın
öne çıktığını, eksen ilkenin toplumsal değişim için siyasal şekillenmenin ve
yenilikçiliğin kaynağı olarak teorik bilginin önem kazandığını, teknolojik kontrolle
geleceğe yönlendiğinin ve karar verme sürecinde de yeni bir entelektüel
teknolojinin yaratıldığının altını çizmiştir (Zencirkıran, 2005: 21).
Tekeli ve İlkin (2000) petrol şokları ile ilgili süreci şu şekilde ifade etmektedirler. “1973 Arap-İsrail
savaşları nedeniyle OPEC petrol fiyatlarını yükseltme kararları ve batı ülkelerine karşı başlatılan petrol
ambargosu, batı ülkelerinin ekonomik darboğaza girmelerine yol açmıştır. Bu aynı zamanda da, enerji
fiyatlarını çarpıcı bir biçimde değiştirerek, ekonominin bütün kesimlerini teknoloji ve örgütlenme
alanlarında değişim yapıp, enerji tasarrufu arayışına zorlamıştır".
3
35
Bilgi toplumu dönüşümü süreci ile yeni meslek yapıları, yeni üretim şekilleri,
sınıflaşma sistemi ve sosyal yapılarıyla yoğun olarak bilginin üretildiği bir ekonomik
sistem doğmuş ve ekonomik, sosyal ve siyasal açıdan pek çok yansıması olan bir
süreç başlamıştır (Erkan, 1993: 109). Hegomonik güç haline gelen bilgi
ekonomideki
geleneksel
Standartlaşmayı,
üretim
merkezileşmeyi,
alışkanlıklarını
kitleselleşmeyi
değiştirmeye
başlamıştır.
olumsuzlayarak
yerine
bireyselleşmeyi, yerel kültürlerin daha çok güç kazandığı, akıl ve bilimin
sorgulanmaya başlandığı, mistik eğilimlerin hareketlendiği, öncekilerden çok farklı
bir görünüm ortaya çıkarmıştır (Bozkurt, 2000: 208). Bu görünümde esas dikkat
çeken nokta ise, gelişmiş ekonominin sermayesi ve motor gücü olan bilgi işçi
kavramının doğması ve toplumun değer ve normlarını büyük oranda belirleyen
grup olma özelliği olmuştur ( Drucker, 1998: 178). Bilgi işçisi oluşumu istihdamda
yepyeni bir nitelik dönüşümü de yaratmıştır. Bu dönüşüm istihdam politikalarında
da yıllar itibariyle de kendini göstermektedir.
Çizelge 1.1. İstihdam politikası konseptleri
Dönem
İstihdam Politikalarının Konsepleri
1970
Büyümenin ön koşulu olarak altyapı yatırımları
görülmektedir
Dışa dönük ekonomik faaliyetlerin çekiciliği: Bu
bağlamda geliştirilen kalkınma kutupları ve
ihracat sektörünün ön plana çıkarılışı söz
konusudur.
İçsel Kalkınma: KOBİ'ler ve yerel yetkinlikler
1980
Yenilik,teknolojik yayılma.Yenilikçi çevre
1950
1960
Bilgiye dayalı kalkınma anlayışı; beşeri sermaye
ve bilgi gibi soyut faktörlerin ön plana çıkarılışı,
yerel kültür
İlişkisel sermaye, kollektif öğrenme, karşılıklı
2000’li
bağımlılık ve internet çalışması (internet
yıllar
working)
Kaynak: Feiock, R. (2006). “The Effects Of Economics Development Policy on Local Economic
Growth, Policy Studies Journal, FEIOCK: 35(3), 660.
1990
Bilgi ve sermayenin küresel ölçekte dolaşımına öncülük eden gelişmelerle artık
bilgi sınır tanımayan bir yayılma göstermekte, bilginin üretim ve dağıtımı ulusal
sınırları aşmakta, bilişim uluslararası bir nitelik kazanmaktadır. Bu yeni yaklaşım
çerçevesinde geliştirilen politikalarda; karşılaştırmalı (daha ucuz üretim maliyetine
dayalı) üstünlükten, rekabetçi üstünlüğe (daha nitelikli üretime) geçişin yaşandığı
36
ileri sürülmektedir. Bu argümana göre yenilik (inovasyon), işletmeler arasındaki
öğrenme etkileşimi ve ağ yapı tarafından teşkil olan çevrede oluşmaktadır (Ildırar,
2004: 112).
Değişim,
çalışma hayatında
sıradan işgücünün rekabet şansını oldukça
düşürmeye başlamış ve hatta çalışma hayatı dışına sürüklenmeye başlamıştır.
Artık, üstün nitelikli insan gücü, yeni bilgi yoğun teknolojilerin vazgeçilmez
unsurunu olup stratejik değer kazanmaktadır. Yeni çalışan modeli işgücünde,
bilgiyi, hızı, niteliği ve rekabeti ön plana çıkarırken; bilgiyi üreten, onu farklı
formatlarda içselleştirip somutlaştıran, evrensel okur-yazarlığı olan, değişen
şartlara uyum gösterebilme gücünü elinde bulunduran, hızlı düşünüp karar
verebilen bir “çalışan modelini” zorunlu kılmaya başlamıştır (Şentürk, 2001).
İşgücündeki bu dönüşümle beraber işgücünün sektörel dağılımında da önemli
değişimler olmaktadır. Sektörel dağılımdaki değişim, “üç sektörlü gelişme”
hipotezi, tarımdan endüstriye oradan da hizmetler sektörüne kaymaktadır
(Kurtulmuş, 2001: 158-159).
Bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmeler, internetin yaygınlaşması ve ticarette
sınırların kalkıp e-ticaret uygulamaların devreye girmesiyle küreselleşme bütün
dünyaya ağ olarak yayılmıştır. Ürün ve hizmetlerin çok kısa sürede ve daha ucuza
mal edilip üretilmesi ve ticaretinin bütün dünya tabanında daha da kolaylaşması
bilgi teknolojileri ve bilgi toplumu unsurunun gücünü daha da büyütmektedir.
Böylece bu unsur hem milli hem de uluslararası ölçekte lokomotif bir unsur haline
gelerek küreselleşme eğilimine girmektedir.
1.1.4.6. Sivil toplum kuruluşları
Küreselleşmenin bir diğer unsuru da sivil toplum kuruluşlarıdır. Bu kuruluşlar,
gücünü uluslararası kamuoyu oluşturma yetenekleriyle büyük bir baskı grubu olma
özelliği ile kazanmaktadır. Küreselleşme ile değişen din kurumları, aile ve devletin
terk ettiği sahada bireysel sorumluluk tercihleri olarak gönüllü örgütlenmeler bir
yandan devletin işlevini yerine getirirken bir yanda da mali ve kamuoyu destekli
görünümleriyle güçlü birer küresel aktöre dönüşmektedir (Özaydın, 2008). Gönüllü
sektör, hükümet dışı örgütler, üçüncü sektör olarak ta adlandırılan sivil toplum
37
kuruluşlarının sahip oldukları farklı özellikler ve karmaşık organizasyon yapıları
nedeniyle belirgin olarak tanımlanamamaktadır. Birleşmiş Milletler, sivil toplum
kuruluşlarını üyeleri bir ya da birden fazla ülkenin vatandaşlarından veya
derneklerinden oluşan, faaliyetleri işbirliği yaptığı bir ya da birden fazla topluluğun
ihtiyaçları doğrultusunda ve üyelerinin ortak iradeleriyle şekillenen, kar amacı
gütmeyen kuruluşlar olarak tanımlamaktadır (Simmons, 1998: 77).
Sivil toplum kuruluşlarının ortaya çıkma süreci sosyal politika sorunlarının çözümü
konusunda devletlerin yetersiz kalması sivil toplum örgütlerinin önemli sosyopolitik fonksiyonlar üstlenmelerine yol açan dönemle başlamıştır (Şenkal,2003).
Teknolojik alanda meydana gelen gelişmeler, sivil toplum örgütleri açısından
dünyanın birçok ülkesinde sosyal sorunlara müdahale etme ve kamuoyu
oluşturma açısından yardımcı olmaktadır. Birçok sivil toplum örgütü iletişim
teknolojisini kullanarak seslerini bütün dünyaya duyurma gibi bir olanağa da sahip
olmaktadır. Sosyal sorunlara karşı duyarlılık bu örgütlerde oldukça gelişmiş olup,
özellikle kendi web sayfalarıyla dünyanın her tarafındaki sorunlardan haberdar
olma ve baskı oluşturma faaliyetlerinde bulunmaktadır.
Günümüzde uluslararası düzeyde faaliyet gösteren çok sayıda sivil toplum örgütü
mevcuttur. Dünyanın herhangi bir ülkesinde yaşanan sorunlar o ülkedeki insanları
ya da diğer ülkeleri etkiliyorsa, sivil toplum örgütleri bu sorunları gidermek
amacıyla faaliyette bulunmaktadır. Bu örgütler, hem sosyal yapının işleyişini
sağlama hem de sorunları çözme açısından önemli faaliyetler üstlenmektedir.
Örneğin;
Hindistan’daki
“Serbest
Çalışan
Kadınlar
Birliği
(SEWA)”
ve
Bangladeş’teki Grameen Bankası gibi organizasyonlar, çocukların korunması
konusunda riskleri, bedelleri ve sorumlulukları paylaşmak amacıyla birtakım yeni
yöntemler geliştirerek kadınların, mutluluklarından ve sağlıklarından feda etmeden,
çocuklarıyla beraberliklerini sürdürerek, gelirlerini ve servetlerini arttırmalarını
sağlamışlardır (Şenkal, 2003). Sivil toplum örgütü, hem gelişmiş ve hem de
gelişmekte olan ülkelerde sosyal hayata ve sosyal değişime önemli katkılar
sağlamaktadır. Sosyal refah, sosyal bütünleşme, adil gelir dağılımı, çevre kirliliği,
evrensellik gibi sosyal politikanın temel bazı amaçları doğrultusunda faaliyet
göstererek bir bakıma kendi amaçlarına ulaştıkları ölçüde sosyal politikanın
hedeflerini de gerçekleştirmektedir.
38
Sosyal politika açısından sivil toplum örgütlerinin iki temel işlevi vardır (Şenkal,
2003). Bunlardan birincisi, demokratik hakların elde edilmesi diğeri ise, ekonomik
açıdan bireyler ve sınıflar arasında oluşan dengesizliği gidermeye yönelik
politikaların geliştirilmesidir. Bu açıdan devletin yetersiz kaldığı durumlarda sivil
toplum örgütleri politikalar üreterek ya da baskı oluşturarak bazı sosyo-ekonomik
hakların elde edilmesinde önemli bir rol üstlenebilirler.
Günümüzde sivil toplum kuruluşlarının küresel aktör olduğunu gösteren girişimler
söz
konusudur.
örgütlenmelerdeki
Bu
gelişme
vatandaş
ulusal
vatandaşların
kavramının
oluşturduğu
genişleyerek
sorumlu
gönüllü
dünya
vatandaşlığına kaymasına neden olmuştur( Özaydın,2008). Bunlardan en
önemlisi, Birleşmiş Milletler kuruluş şartının yetmiş birinci maddesidir. Bu maddeye
göre “Ekonomik ve Sosyal Konsey (ECOSOC), hükümet dışı kuruluşların yetkisi
dâhilindeki gelişmelere ilişkin olarak kendileriyle danışma niteliği taşıyan
anlaşmalar düzenleyebilir. Bu tür anlaşmalar, uluslararası organizasyonlarla ve
uygun olduğu takdirde Birleşmiş Milletlerin ilgili üyesi ile görüşüldükten sonra
ulusal organizasyonlarla da yapılabilir.” Bu madde gerek ulusal, gerekse
uluslararası karakterli sivil toplum kuruluşlarının küreselleşme sürecinde yer alan
aktörlerden olduğunun en somut kanıtı niteliğindedir.
1.1.4.7. Yeni ekonomi
Bilgi ve iletişim teknolojilerindeki hızlı değişimler ile bunun üretim, satış, pazarlama
ve genel yönetim sistemlerinde yaratılan yeniliklerle ekonomide bilginin temel
sayıldığı
ekonomiye
yeni
ekonomi
denilmektedir
(Keser,2002:180).
Küreselleşmenin beraberinde getirdiği tarifelerin azaltılması, dünya ticaretinde ve
finans piyasalarında serbestleşme gibi değişimlerin sonucunda teknoloji transferi
hızlanması ve teknoloji firmaları arasındaki artan rekabet yeni teknolojik ürünlerin
ortaya çıkmasına ve teknolojinin sürekli gelişmesine neden olmuştur (IMF, “World
Economic Outlook: 1997, 45). Gelişen teknoloji ile ortaya çıkmaya başlayan yeni
ekonomi, bilginin elde edilmesini, işlenmesini, dönüştürülmesini ve dağıtımı
süreçlerini içeren sibernetik bir devrimdir (Sadık, 2000).
39
Peter Drucker tarafından ilk kez kullanılan bu kavramla dünya ekonomisi, yapısal
bir dönüşüm geçirmektedir. Dünyada sanayi ağırlıklı ekonomi, giderek yerini
hizmet veya bilgi ağırlıklı yeni bir ekonomiye bırakmaktadır. Kermally ise, bu
kavramı paradigma kırılmasına yol açan kurumsal dönüşümleri ifade etmek için
kullanmıştır. Artarak artan maliyetler paradigması, bilgi ekonomisinde azalarak
azalan maliyetler ve artarak artan getiriler olgusuna dönüştüğünü ve yeni bir
ekonomi paradigmasına ihtiyaç olduğunu vurgulamıştır ( Barca ve Geyik, 2003).
Global bir karaktere sahip olan, bilgi teknolojileri yatırımlarının etkisiyle de ülke
ekonomilerinde büyüme yönünde bir eğilim sergileten ( Bosworth ve Triplett, 2000)
yeni ekonominin yön vericileri bilgi ve yeniliktir. Eğitim ve yetenek geliştirme
konularına önem veren, enformasyon teknolojilerinin işletmeler için temel anahtar
olması, yenilik ve yaratıcık tabanlı gelişmesi bu ekonomide insan kaynakları
profilinde yaşanan radikal değişimle eğitimli nitelikli işgücü vurgusu yapması bu
ekonominin ön plana çıkan özellikleri arasındadır (Keser, 2002:182). Don
Topscott’un yeni ekonominin özelliklerini on iki başlık halinde şu şekilde toplamıştır
(Tapscott, 1998: 63-65).
Çizelge 1.2. Yeni ekonominin özellikleri
Bilgi
Dijitalleşme
Sanallaşma
Molekülleşme
Entegrasyon- Ağ
Aracılığıyla İletişim
Aracısızlaşma
Bir Noktada Buluşma
Yenilikçilik
Yeni ekonominin temeli bilgiye dayanmaktadır. Sürekli gelişen
bilgi ve iletişim teknolojileri de bilginin aktarılmasını,
işlenmesini ve depolanmasını sağlamaktadırlar.
Ekonomi bilgi ve iletişim teknolojileri aracılığıyla giderek
dijitalleştirilerek, bilgi aktarımı geliştirilen dijital ağlar sayesinde
hızlı bir şekilde gerçekleştirilmektedir.
Artık her türlü bilgiye sanal ortamda ulaşılabilmektedir
Yeni ekonomi moleküler bir ekonomi yapısına kavuşmuş, eski
şirket yapısı parçalanıp, yerini bireysel gruplar ile dinamik
moleküllere ve ekonomik faaliyetin temelini oluşturan birimlere
bırakmıştır.
Yeni ekonomi bir iletişim ağı ekonomisi bütün dünyanın
birbirine entegre hızlı bir şekilde entegre olmasına sebep
olmuştur.
Yeni ekonomide üreticiler ve tüketiciler arasındaki aracı
nitelikteki fonksiyonlar da dijital ağlar sayesinde ortadan
kalkmakta, özel ve kamu sektörü kurum ve kuruluşları
tüketiciler ile doğrudan ilişkide bulunmaktadır
Yeni ekonomide anahtar sektör bilgi ve iletişim teknolojileri
sektörüdür.
Yeni ekonomi yenilik temeli üzerine kurulmuştur.
40
Çizelge 1.2. (devam). Yeni ekonominin özellikleri
Yeni ekonomide tüketiciler ve üreticiler arasındaki mesafe
kısalmakta ve müşteri odaklı bir üretim süreci
gerçekleşmektedir
Hız yeni işletme yapısı içerisinde önemli bir yere sahip olup,
yeni işletmede mallar satıcıdan tam zamanında alınmakta ve
Hız
ürünler müşterilere tam zamanında sevk edilmekte, böylece
depo işleri azalmakta ve kitle üretiminden bilgisayar temelli
özelleşmiş bir üretime doğru geçiş yaşanmaktadır.
Yeni ekonomi de bir çatışma durumu söz konusudur. Bilgili ve
kendi kendini motive eden bireyler şirketlerce tercih edilirken,
Çatışma
niteliksiz işçi sınıfı bunun dışında kalmakta bununla birlikte
aralarındaki maaş farkı da bir çatışma ortamının oluşmasına
zemin hazırlamaktadır.
Ağ temelli esnek bir yapıda üretimini gerçekleştiren, teknolojik
Dinamik piyasa
dijitalleşme ile bilginin temel alındığı bir piyasa.
Kaynak: Tapscott D. (1998). Dijital Ekonomi Ağ Üzerindeki Akıl Çağında Umut ve Tehlike( Çev.
Ece Koç). İstanbul: Koç Sistem Yayınları, 63-65.
Üretici – Tüketici
Etkileşimi
Yeni ekonomi değişimin ve gelişimin simgesidir. Geleneksel sektörlerin önemi,
karlılığı, istihdam gücü ve üretim kapasitesinin yavaş yavaş yitirilmesine başta
teknoloji olmak üzere finans ve hizmet sektörlerinin hızla gelişerek ekonomik
büyümenin öncüsü konumuna gelmesine neden olmuştur (Tekin ve Çiçek, 2002).
Değişimin özellikle çalışma hayatına da pek çok yansıması olmaktadır. Özellikle
yeni ekonomi, işgücünde bir dönüşüm başlatmıştır. Bilgi işçisi kavramının ortaya
çıkmasıyla, hızlı değişen teknoloji ve yenilikler karşısında bunları kullanabilecek
beceri ve bilgiye dayalı işgücü büyük önem kazanmış, geleneksel iş yapısı da
değişikliğe uğramıştır. Mavi yakalı işçilerin yerini, bilgiyi kullanarak problem
çözebilme yeteneğine sahip, analiz edebilen, yaratıcı, yüksek eğitimli, bilgisayar
kullanma becerisine sahip, sürekli öğrenen bilgi işçileri almaktadır. Bu işçiler
yaratıcılığı yüksek, sorumluluk alabilen, yetkiyi kullanabilen, sürekli gelişmeye
açık, yenilikleri takip eden, esnek hareket yeteneğine sahip, analitik düşünen,
astlarına yetki devredebilen, katılımcı ruha sahip çalışan profilini oluşturmaktadır.
(Keser, 2002: 184).
İşgücü nitelik yönünden artma eğilimi gösterirken yeni meslekler ve sektörlerde
oluşmaya başlamıştır. Bu yeni ekonomilerin kimine göre istihdam yaratan
özellikleri vardır. Kimine göre ise, özellikle teknoloji sebebiyle bazı mesleklerin
silinmeye
başlamasından
vurgulanmaktadır.
Bu
ötürü,
süreçlerle,
istihdamı
sermaye
daraltıcı
ve
çalışma
özellikleri
olduğu
süreçleri
yeniden
41
şekillenmekte, sınıfsal dengeler değişmekte ve toplumsal örgütlenmeler yeniden
inşa edilmektedir. Teknolojik gelişme ile birlikte çalışma süreci daha büyük bir hıza
ve denetime tabi tutulmaktadır. Bu değişim karşısındaki yönetim anlayışı,
hiyerarşik anlayıştan uzak, esnek bir yapılanma içerisinde olmaktadır (Tabb, 2002:
29-31).
Yeni ekonomi ve küreselleşme arasındaki ilişkiye baktığımızda ise, hangisinin
hangisine sebep olduğu sorusunun çok farklı görüşleri mevcuttur. Kimine göre,
son yirmi beş yıldır dünyada değişen yapı, iletişim ve bilgi teknolojilerinin gelişimi
küreselleşmeyi hızlandırıcı bir rol üstlenmiş ve yeni ekonomi sürecine doğru
girilmiştir. Küreselleşme ile yeni bir sosyal, siyasal ve ekonomik dönüşüm
yaşanarak bunun yeni ekonominin alt yapısını oluşturduğu ifade edilmektedir
(Yumuşak ve Diğerleri, 2010: 75-77). Diğer görüşler ise, yeni ekonomi sürecinin
küreselleşme ile paralellik arz ettiği, birbirlerini tetikleyici etkilerle sahip olduğu
yönündedir (Tijen, 1997). Bu görüşe göre de küreselleşme neticesinde ulusal
ekonomiler daha karmaşık bir ilişkiler ağı içine girerken, diğer taraftan
enformasyon talebi arttığından yeni ekonominin temel unsuru olan enformasyon
ve iletişim teknolojileri küreselleşme sürecine nüfus etmektedir. Her iki kavramla
da başlayan değişimin; ekonomik alandaki etkilerini yeni ekonomi, toplumsal
alandaki etkilerini ise küreselleşme olarak ifade etmek mümkündür (Yumuşak ve
Diğerleri, 2010: 79). Her iki kavram da, birbirlerinden beslenen ve eş anlı olarak
devam eden bir süreçi tanımlamaktadırlar.
1.2. Değişimin Çalışma Hayatındaki Dönüşümü
Küreselleşme,
bütün
toplumsal
formasyonların
ve
kurumların
yeniden
biçimlendirilmesini beraberinde getirmiştir. Bu yeniden biçimlendirme ile başlayan
değişim, çalışma hayatını kar ve verimlilik temeliyle yeniden organize etmektedir.
Sermayenin kontrolünü elinde tutan ulus ötesi şirketler, teknolojinin sağladığı
imkânlarla ve bilginin iktidarını elinde tutmakla serbestçe hareket edebilmekte,
işgücü süreçlerini giderek esnekleştirmektedir. İstihdamın kuralsızlaştırılması ve
esnekleştirilmesi karşısında işgücü nitelikleri de küresel sermayenin beklentilerine
uyumlu hale getirilmekte, işgücünün entelektüel düzeyinin gelişimine verilen önem
giderek artmaktadır.
42
Kuralsızlık ve esnekleşme kavramları çalışma yaşamında öne çıkan kavramlar
haline gelirken hem istihdam biçimini, hem işgücünün niteliğini hem de çalışma
kavramını değiştirmeye başlamıştır. Bu değişim Sennett’ e göre, yeni çalışma
koşullarında uzun vade yok zihniyetinde; belirsizlik, çalışma koşullarının
değişkenliğinden kaynaklanan tehdit algısı ve kaygı kavramlarıyla yaşanmaktadır
(Sennett, 2012: 20,21). Bu unsurlar çalışma yaşamında iş güvencesizliği
kavramını yaratmıştır (Çakır, 2007). Ömür boyu bir veya iki işletmede istihdam
edilme yerini daha fazla iş değiştirmeye dayanan bir yapıya bırakmaktadır. Bu
nedenle literatürde çalışanlar için iş güvencesinin yerine, istihdam edilebilirlik
güvencesi sağlanması önerilmektedir. Bu da çalışanın değişim karşısında sürekli
kendini yenileme zorunluluğunu ortaya çıkarmıştır.
James Champy’in de belirttiği gibi piyasa, işin bir yıldan diğerine aynı şekilde
yapılmasına, hatta aynı işin yapılmasına izin veremeyecek kadar dinamik
(Sennett, 2012: 21) bir yapı kazanmıştır. Değişimin kaçınılmaz olduğu gerçeğini
kabul edip, günümüzde yaşanılan bu dalganın yarattığı etkilere maruz kalmamak
adına değişime ayak uydurmak gerekmektedir.
Çalışmanın bu bölümünde, değişimin çalışma hayatında meydana getirdiği
dönüşümler çalışma kavramı ekseninde incelenecektir. Değişen çalışma kavramı,
bunun çalışma hayatına getirdikleri ve sürecin endüstri ilişkileri sisteminde yarattığı
etkiler incelenmeye çalışılacaktır.
1.2.1. Değişen çalışma kavramı ve istihdam edilebilirlik
II. Dünya Savaşı’ndan sonra, endüstri ilişkileri sistemi içerisinde, işçi, işveren ve
devlet arasında sağlanan çalışma merkezli uzlaşı, tam istihdam hedeflerini tüm
Avrupa ülkeleri için geçerli kılmış, bir yandan ekonomik büyüme yakalanırken,
diğer taraftan sosyal haklarda yaşanan ilerlemelerle, sosyal yapının da korunması
mümkün olmuştur. Ancak 1970’li yıllardan sonra başlayan ekonomik krizler
sermayenin bu kriz ortamından kar ve verimlilik vurgusu yaparak kalkması, bu
süreçlerle beraber teknoloji gelişmeler sonucu üretim yapısının değişmesi
(Kazgan, 2002: 208) çalışma yaşamında dönüşüm sürecini başlatmıştır.
43
Yeni teknolojiler üretim sürecini esnekleştirmiş ve işin örgütlenmesini köklü bir
dönüşüme
uğratmıştır.
Bu
nedenle
de
teknolojinin
kolaylaştırdığı
hızlı
enformasyon ile değişime uyum, işletmelerin motoru haline gelmiştir (Casio, 2003).
Böylece işletmelerde teknolojinin öne çıkmasıyla, yeni yapılanmalar ve özelliklede
işgücünde
vasıfsal
nitelikler
kriteri
ön
plana
çıkmıştır.
Küreselleşmenin
işletmelerde yarattığı bu etkileri olumlu ve olumsuz bulan farklı görüşler mevcuttur.
Olumlu görüşler; küreselleşmenin ekonomik büyümeye yaptığı katkının, yapısal
işgücü piyasası düzenlemeleri ile desteklendiğinde, gelir eşitsizliğini gidereceği ve
yeni iş olanakları yaratacağı iddiasını gündeme getirmektedir. Olumsuz görüşler
ise, küreselleşmenin işgücü piyasalarındaki emek gücü ve sosyal hakları daraltıcı
bir etkiye sahip olduğunu savunmaktadır (Özaydın, 2007: 80). Bu görüşü
destekleyenlere göre; siyasi istikrar, ekonomik büyüme, tam istihdam, sosyal
güvenceler ve ulusal dayanışma üzerine kurulu model değişim geçirmektedir.
Küreselleşme olgusu istihdam politikalarına da yansımakta, ekonomik ve sosyal
politikaların yapı taşı olan istihdam ve işsizlik olguları esneklik barındıran
politikalara maruz kalmaktadır. Bu amaçla istihdam politikalarına yansıyan
esneklik arayışı; esnek istihdam, ücret esnekliği ve sosyal güvencelerin esnekliği
gibi yeni yansımalarda etkilerini göstermektedir. Sermaye ile işgücü arasındaki
tarihsel uzlaşı sarsılmış, tam istihdam, sosyal koruma ve eşitsizliğin azaltılması
hedeflerinin gerçekleştirilmesi zorlaşmış ve belki de hedef olmaktan uzaklaşmıştır
(Biçerli, 2005:4,5).
Küreselleşme sürecinde artan yoğun rekabet koşulları ve bu koşullar içerisinde
varlıklarını sürekli kılmaya çalışan şirketlerin, işgücü piyasasında yeniden
yapılanmaları
çalışma
kavramını
değiştirmiştir.
Küreselleşme
ile
işgücü
piyasasının giderek esnekleşmesi işgücü açısından çalışma kavramına farklı
içerikler kazandırmıştır. Gelinen süreçte, çalışma bir meta olarak sunulduğu için
(Gorz, 2001: 85-117), işin yani bedensel ve zihinsel çabanın, bir meta olarak
kendi başına kullanılma ve değerlendirilme özelliğine yönelik vurgu dikkat
çekmektedir (Bauman,2005:2,29). Bunun nedeni, işgücünün geçimini sağlamak
için çalışma güdüsüyle, sermayenin üretkenliğini sürdürebilme yönündeki sermaye
ve
işgücün
birbirlerine
bağımlı
olmaya
yönelik
tutumlarının
değişimidir
(Bauman,2005: 33). Çalışma hayatında yerleşmeye başlayan “uzun vade yok”
zihniyeti sermaye ve işgücün bağımlılık ilişkisini farklı noktalara taşımaktadır.
44
Sennett özellikle taraflardaki bu bağımlılıkta meydana gelen değişimi eleştirmiş,
Fordist dönemin katı bürokrasisi için kullandığı rutin kavramının baskı ve katı
uygulamalara rağmen işgücü için işgücünün işverene karşı söz sahibi olabildiği bir
arenaya benzeterek değişimi, sürüklenme olarak ifade etmiştir (Sennett, 2012: 44).
Üretimin küresel çapta örgütlenmesi, ticaretin serbestleşmesi ve ekonomik
yeniden yapılanma süreçlerine cevaben çoğu işletme değişen piyasa ve tüketici
taleplerine hızlı ve etkili bir şekilde tepki verebilmek için esnek örgüt şekillerine
doğru bir dönüşüm geçirmiştir. Küreselleşmenin etkileriyle yeni çalışma kavramı,
daha yatay örgütsel hiyerarşiler üzerine ağ işletmeleri şeklinde kurulmakta, ihtiyaç
temeline göre artan oranlarda geçici çalışan kullandırılan, taşeronlaşmanın yoğun
olarak kullanıldığı bir kavram haline gelmektedir. Vasıflı çalışanların öne çıktığı,
işverenlerle pazarlık edecek hiçbir yapısal dayanak ve yer bulamayan sendikaların
olduğu sendika ötesi bir pazarlık ortamı içinde yapılanmaktadır (Yılmaz,2009: 15).
Ayrıca, arz yanlı iktisat politikalarının yaşanan durgunluğun aşılmasında devletin
etki alanının daraltılmasına yönelik önerileri, kuralların azaltıldığı ve esnetildiği
kuralsızlaştırma sürecinin başlangıcı değişen çalışma kavramının da temellerini
kurmuştur. Bu dönüşüm süreci içerisinde, işgücü piyasalarının esnetilmesi çabaları
büyük önem kazanmış, özellikle işverenlerce küresel rekabet gücüne uyum
sağlanmasının temel aracı olarak görülmüştür. Bu durum, özellikle ülkelerin
esnekliği içeren çalışma mevzuatlarına geçiş yönünde taleplerini artırmaktadır
(Özaydın, 2007: 197).
Çalışma hayatında işgücü ve sermaye arasındaki uzun ve karşılıklı bağlılığın kısa
ve zayıf bağlara dönüşmesi, uzun vade yok anlayışı işgücü üzerinde tehdit ve
kaygı kavramlarını oluştururken iş güvencesizliği kavramını ortaya çıkarmıştır.
Alainehrenberg tarafından post modernliğin hastalığı olarak tanımlanan (Bauman,
2005: 59) yarının belirsizliği semptomları işgücünün niteliğine göre de çalışma
kavramındaki tutumu değiştirebilmektedir. İşgücünün kişisel özellikleri, yaş, nitelik,
eğitim düzeyi gibi vurgular eskiden çalışmaya, geçimlerini sağlamak için tek bir
pencereden bakan işgücünü de farklılaştırmıştır. Çalışma bilişsel, kişisel ve sosyal
bir içeriğe sahip olmuş, işgücünün tüm bilişsel ve kişisel özellikleri ve işe karşı
tutumunu değiştirmiştir. Çalışanların performanslarını artırıcı motivasyon araçlarını
kullanarak ve duygu uygulamalarına yön vererek işgücünün kişiliğini şekillendirme
45
süreciyle çalışma kavramına bakışlarını değiştirmektedir. Öyle ki, kişilik çalışanın
istihdam edilmesinde çalışmaya karşı istek duyması ve hizmet etme arzusu gibi
tutumlarla
ilişkilendirilerek
işe
alınıp
alınmamasına
karar
verme
nedeni
olabilmektedir (Gorz, 2001: 66).
Hayat boyu istihdamın gerçekleşmesinin imkansız bir hayal haline dönüşmesiyle
bunun yerini piyasadaki yeni koruma mekanizması olarak görülen hayat boyu
istihdam edilebilirlik almıştır (Forrier and Sels, 2003). İstihdam edilebilir olma
özelliği ya da durumu olarak ifade edilen istihdam edilebilirlik kavramı
küreselleşmeye adapte olmak için devletlerin çalışanların eğitimi, yeniden eğitimi
ve gençlere mesleki eğitim sağlaması gibi çeşitli programlar yürüterek bu değişim
gereklerini karşılamaya çalışmaktadır. Çalışma kavramı, istihdam edilebilirlik
özellikleriyle küreselleşme etkisinde yeniden yapılanmaktadır.
1.2.1.1. Çalışma kavramı
İbranice karşılığı "avadoh" köle anlamına gelen "eved" ile aynı kökten gelen
çalışma kavramı köle emeği ile tanımlanmaktadır. Kölelik anlamına gelen çalışma
kavramı Eski Yunanlılarda acı veren faaliyet anlamına gelen "panos", askeri veya
zihni faaliyet anlamına gelen "ergon" ve "techne" (teknik) kelimeleriyle kullanmış
zevk almaktan çok katlanılan bir şey olarak algılanmıştır. Almanca da "arbeit" yani
terk edilmiş, eziyetli kelimelerinden türemişken, Fransızca da "travailler" olarak
ifade edilip işkence yapmak, eziyet anlamında kullanılmıştır (Arendt, 1994:118,
119; Tınar, 1996: 3,4). Bu bağlamda çalışma kavramına tarih sürecinden beri
gelen sıkıntı ve acı atıfları yapılmıştır.
Çalışma kavramının anlamı ve değeri, tarihsel süreçte ekonomik gelişmeye paralel
olarak ve her toplumun normları, inançları ve değerleri tarafından belirlenmektedir
(Tınar,1996:3). Çalışma, başka insanlar için değerli hizmetler ve ürünler üreten bir
faaliyet veya enerji harcaması olarak (Hall, 1986:16) zamanın üretici faaliyetlerle
doldurulması olarak tanımlanmaktadır. Yine başka bir tanıma göre çalışma,
bedensel, zihinsel ve ruhsal bir çaba ile bireyin kendisi ya da başkaları için değer
ifade eden mal ve hizmetleri üretme faaliyeti (Tınar, 1996: 6) olarak daha ayrıntılı
bir şekilde ifade edilmektedir. Bütün bunlardan yola çıkarak, çalışma zaman ve
46
mekâna göre değişen, amaçlı ve sürekli faaliyetlerin oluşturduğu bedensel ruhsal
ve zihinsel bir çabayla bireyin kendisi ve başkaları için değer üretme biçimi, maddi
ve manevi bir karşılığa sahip olma faaliyetidir.
Çalışmanın tarihsel gelişimini insanlık tarihinden ayrı ele almak mümkün değildir.
İnsanlaşma sürecinden toplumsallaşmaya geçiş, geleneksel toplumdan endüstri
toplumuna ve daha sonra endüstri sonrası topluma geçiş hem çalışmanın
evriminde hem de modern anlamda işin ortaya çıkmasında ve değişiminde önemli
aşamaları oluşturmaktadır (Özen, 2005: 54).
Feodal toplumlarda
çalışma
ilişkilerinin
temel unsuru
toprak
mülkiyetine
dayandırılmıştır. Protestanlığın ortaya çıkışına kadar, çalışma aşağılayıcı bir
niteliğe
sahipken,
Protestanlıkta
tanrıya
hizmet
yolu
olarak
gösterilip
kutsallaştırılmıştır. Çalışma kavramı esas olarak, Fransız devrimi ve endüstri
devrimiyle ifade edilen bir süreç olarak gelişmiştir. Feodal yapı içinde varlıklarını
sürdüren nüfusun ve işgücünün çok önemli bir bölümünü oluşturan toprağa bağlı
köylülerin yaşam ve çalışma koşulları değişime uğramıştır. Endüstrileşmeyle
birlikte, o güne kadar görülmemiş bir göç hareketi başlamış ve endüstri
bölgelerinde hızlı bir kentleşme olmuştur. Aynı zamanda bu kentleşme yaşanan
değişime de ivme kazandırmıştır. Tarıma dayalı geleneksel toplumda üretim,
evlerde el tezgahlarında yapılırken, endüstri devrimi, üretimi kitle halinde
gerçekleştiren fabrikalara taşımıştır. Merkezileşen fabrikalar daha büyük miktarda
malın, daha ucuza üretimini gerçekleştirmiştir. Fabrikaların buhar gücüyle çalışan
makineleri karşısında rekabet edemeyen lonca sistemi ve ev üretimi işlevsiz hale
gelmiştir. Bu sistemin usta ve kalfaları da kendi tezgahlarını bırakarak fabrikalarda
nitelikli işçiler olarak çalışmaya başlamışlar, onların yanında hiçbir mesleki bilgisi
olmayan
ve
tarımdan
gelen
köylüler
de
fabrikaların
niteliksiz
işçilerini
oluşturmuşlardır. Bu bağlamda modern anlamda iş, işgücünün belli bir ücret
karşılığında, belli bir işverene yine işverenin koyduğu çalışma esasları
çerçevesinde, emeğini sunması ya da kiralaması şeklinde ortaya çıkmıştır (Özen,
2005: 88,89,90).
Marx’a göre, modern sanayi toplumu para kazanmak endişesiyle yoğrulmuştur ve
mali kaygıları ihtiva etmektedir. Tocqueville; sanayi, ticaret ve para fikri içinde
47
sanayi toplumunun ana fikrini tanımıştır. Özellikle sınıf mücadeleleri sanayi
toplumunun kalbine yerleşmiş durumdadır (Aron, 1997: 95). Çalışma kavramı, bu
dönemde işçilerin geçimlerini sağlayabilmek adına en gerekli unsur ve sermaye
karşısında en büyük savaşları verme mücadelesi olmuştur. Büyük ürün sürülerinin
istikrarlı, sürekli üretimi için şekillendirilmiş ekonomik bir çerçeveye iyi uyum
gösteren Fordist toplu üretim sistemi savaş sonrası toplumun büyüme motoru
olarak görülmüştür (Smith, 1997). Bir hat boyunca yapılan kitlesel üretime
dayanan Fordizm sadece bir ekonomik örgütlenme biçimi değil, ayrıca sosyal ve
kültürel etkileri olan bir üretim ve birikim rejimidir. Henry Ford'un Taylor’un bilimsel
yönetim ilkelerini benimseyip uygulamaya geçmesiyle yeni bir yaşam biçimi, yeni
tüketim kalıplarının ve yeni bir politik yapının oluşmasına yol açmıştır. Bu yöntem,
işgücünün sermayenin beklentileriyle uyumlu hale getirilmesini içermektedir.
İşgücü verimliliğine atıf yapan çalışmada, işgücünün her bir etkinliğinin denetimi ve
belirlenmesinin yönetimin ellerine bırakma anlayışına sahiptir. Bu dönem çalışma
modelinde işgücü, üretim hattı boyunca tekrar eden bir iş yaparken, kafa ve kol
ayrımına
gidilmekte
ve
işgücü
düşünsel
işlevlerden
uzaklaştırılmaktadır
(Braverman, 2008: 135). Bu dönem çalışma kavramında, işgücünün sadece işin
tanımlanmış ve sınırlandırılmış bir parçasını yapması yüzünden monoton ve tek
düze olarak ifade edilmektedir (Aslan, 2005: 52). Sistemin bu niteliğinden ötürü,
işgücünün farklı biçimlerde bölünememesi, kendi içerisinde rekabete açılamaması
anlamına gelmektedir. Bu da sistemin sınırlılıklarını oluşturmaktadır (Aslan, 2005:
56).
İlerleyen süreçlerde yaşanan ekonomik krizler ve küreselleşmenin diğer
bölümlerde de aktardığımız özellikleriyle sermaye, başlayan değişime yeni
yapılanmalara giderek karşılık vermek zorunda kalmıştır. Fordizm, yeni teknolojik
gelişmelere uyum sağlayamamış, tüketim kalıplarında ve tüketici beklentilerinde
meydana gelen büyük değişimlere cevap verememiştir (Jessop, 2005: 191).
Fordist üretim düzenine özgü katılıkların buharlaştırılarak, üretim bantlarının
piyasadaki değişimlere (ürün esnekliği) ve teknolojik girdilerdeki farklılaşmaya
(süreç esnekliği) duyarlı kolay programlanabilir üretim birimleri haline gelmesini
sağlayan post fordist üretim düzenine geçilmesi ile karşılanmıştır (Emirgil,2010).
Ekonominin küreselleşmesinin, hızlı teknolojik değişikliklerin ve artan yeni ürün ve
hizmet taleplerinin bir sonucu olarak post fordizme doğru bir geçiş olmuştur.
48
Böylece iş şartları, üretim metotları ve işgücünün niteliğinde bir dönüşüm
başlatmıştır. Sermayenin birikim ve örgütlenme biçimlerinde meydana gelen
dönüşüm, üretim süreçlerindeki çalışma kavramını farklılaştırmıştır. Değişen
piyasa koşullarına uyum ve yoğun rekabet ortamının yarattığı talepler, post
fordizmde kuralsızlaşma ve esnekleşme ile var olmuştur. İşgücü katı ve mekanik
bir entegrasyon yerine esnek bir iş organizasyonu içerisinde, ancak daha şiddetli
kontrol edilen bir süreçle karşı karşıya kalmıştır.
Çalışma kavramı kalite
çemberleri, işçi katılım programları, iş genişletme ve rotasyonu, kendini yöneten
ekipleri, sürekli iyileştirme işlemleri ile yeni bir katılım ruhu içermektedir. Özellikle,
dış kaynak kullanma esnekliğini daha sağlam şekilde kurumsallaştırmaktadır
(Smith, 1997). Üretimin sektörel dağılımında endüstriyel üretimden, enformasyon
ekonomisine dayalı hizmet üretimine geçilmesi, post-endüstriyel dönüşümün temel
paradigmalarından birini oluşturmaktadır. Sermayenin yersiz yurtsuzlaşması, diğer
yandan şirketlerin giderek merkezileşerek çok uluslu yapıya bürünmeleri çalışma
kavramında yer almaya başlamıştır (Dirlik, 2008: 133-138).
Fordist üretim tarzından post fordist üretim tarzına geçiş, aşağıdaki tabloda
görülmektedir (Güloğlu ve Sertkan, 2003).
Çizelge 1.3. Fordist ve post fordist üretim tarzlarının temel özellikleri
Fordist Üretim
*Düşük Teknolojik Yenileme
*Kitlevi Pazarlama
*Katı Hiyerarşi; Dikey Emir Zinciri
*Bürokrasi
*Sınıf Grupları
Post-Fordist Üretim
*Hızlandırılmış Teknolojik Yenileme
*Piyasa Farklılaştırması
*Yatay Hiyerarşi; Daha Yatay
*İletişim
*Profesyonellik, Girişimcilik
*Sosyal Hareketler
Kaynak: Rustih M. (1989). "The Politics of Post-Fordism: or Trouble With", New Left Review,dan
aktaran Güloğlu Tuncay, Sertkan Melih, (9), 56-57.
Post fordizmde çalışma kavramı, işçinin üretimde söz hakkına sahip olduğu,
verimliliğin bundan sağlandığı bir bakış açısına dönüşmüştür. Taylorist sistemde
işin kontrolünün, yönetimin elinde tutularak iş ortamlarında muhalefet kültürleri yok
edeceği düşüncesi post fordizmde değişmiş, işgücüne söz hakkı verilerek yeti ve
becerilerinin üretim sürecine katılımı (Gorz, 2001: 47) ile verimliliğin sağlanacağı
fikri gelişmiştir. Bu durum, işgücünün işe ilişkin düzenleyici sorumluluğunu artırdığı
gibi
yaptığı
işin
yanında
işin
organizasyonuna
ilişkin
sorumluluğu
da
genişletmektedir. Böylece, işgücü birden fazla işi yapmasının yanında zihinsel
49
süreçlerini de kullanan çok işlevli nitelikli işgücüne dönüşmüş olmaktadır (Aslan,
2005: 103, 104). Ancak bu durum işgücü açısından daha fazla baskı, denetim,
işsizlik, ücretlerde düşüş ve sendikaların gücünün zayıflaması şeklinde ortaya
çıkmıştır. Böylelikle, işgücü çok işlevli, sermayenin her türlü kullanımına uyumlu
hale getirilmiş, kuralsızlaştırılan ve güvencesiz çalışma ilişkileri düzeni ile
çalıştırılan esnek bir nitelik kazanmıştır. Devletin müdahaleci ve düzenleyici rolleri
de yaşanılan değişimle işlev kaybına uğradığından bireysel iş sözleşmelerine
geçiş, performansa göre ücret uygulamaları, sendikalaşmanın güç kaybı gibi
uygulamalar çalışma kavramında farklı yaralar açmaya başlamıştır (Belek, 2004).
Diğer taraftan, yeni kapitalizmin çalışma ilişkilerine etkisi, geçmişin tam zamanlı ve
sürekli istihdam biçimlerinin yerini alan kısmi süreli ve geçici (belirli süreli) çalışma
gibi standart dışı istihdam biçimlerinin günümüzün emek piyasalarının temel
karakteristiği haline gelmesine yol açmasıdır. Beceri farklılığı ve mesleki kategori
ayrımı gözetmeksizin geçimlerini ücretli veya maaşlı çalışarak kazanmak zorunda
olan tüm kesimleri etkisi altına alan standart olmayan çalışma faaliyetleri, iş
güvencesini aşındırması, iş düzensizliğini ve istikrarsızlığını yaygınlaştırması,
çalışma koşullarını kötüleştirmesi ve enformel çalışmayı özendirmesi gibi özellikleri
ile tanımlanmaktadır (Emirgil, 2010).
Çalışma
kavramı,
küreselleşme
standartsızlaştırılmasının,
devletleştirilmesinin
özgürleştirmediğini
ile
kimine
göre
kitlesizleştirilmesinin
çalışmayı
yok
savunmaktadır
ve
ettiğini,
(Gorz,
Post
çalışanı
2001:
26).
fordist
sosyal
korumanın
gerçek
Özellikle
anlamda
anlamda
çalışmanın
esnekliğe yaptığı vurgunun ömür boyu devam eden iş sürecinin yerini, kesintili ve
parçalı bir yapıya bıraktığını ileri sürmekte, işgücünün kazanılmış haklarını
esnettiğini düşünmektedir (Sennett, 2012: 10).
Bu değişimle çalışma fiziksel
olarak merkezsiz hale getirilmiştir (Sennett, 2012: 61). Kimine göre ise, bu değişim
oldukça gerekli olup, işgücü çok daha fazla etkin, verimli, yaratıcı ve güçlendirilmiş
olarak çalışma hayatında yerini alacağından (Keser, 2002: 193) çalışma
kavramının niteliğinin de artacağını düşünen görüşler mevcuttur.
Ayrıca, yeni
teknolojilerle beslenen pek çok yeni meslek ortaya çıkacağı için çalışma
kavramının bütün bu değişimi kapsayacak şekilde revize edilmesinin bir gereklilik
olduğu ileri sürülmektedir. Günümüzde çalışma, sadece ekonomik bir eylem
olmaktan çıkıp, çalışana sosyal anlamda bir saygınlık ve statü elde etme aracı
50
olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu yüzden de işgücünün çalışma hayatı içerisinde
kendini
değişimler
karşısında
güncelleyerek
istihdamda
kalması
istihdam
edilebilirlik kavramının önemini arttırmıştır. Önceden işgücünün çalışma hayatında
kalması daha çok aktif istihdam politikaları kapsamında devletin üstündeyken,
şimdilerde bu görevin işgücüne kaydığını bireyin kendi beşeri sermayesini
geliştirerek istihdama uygun bir paralelde yer alması gerektiği söz konusudur.
Küreselleşen ekonomik yapılanma ile çalışma kavramı, çalışanların değişime
anında uyum sağlayabilme ve sürekli kendini yenileme ihtiyacı içinde olma gibi
özelliklerle karakterize edilmektedir. Öyle ki, artık çalışan tek bir işi yapmamakta,
yapılan işin içeriği genişletilmekte, çalışanın geniş ölçüde sorumluluk taşıma
kapasitesine sahip olması gibi özellikler ön plana çıkmaktadır. Çalışma kavramı,
mesai saatleri arasındaki zamandan çıkıp, çalışanın bütün hayatını kapsayan,
kılık kıyafetinden, boş zamanlarını geçireceği alanlara kadar çalışanın firmasını
temsil ettiği geniş bir anlama, çalışanın toplumsal etiketine bürünmüştür. Bu etiket
öyle ki, çalışmanın hayatını ele geçirmesine izin verdiği tutum değişikliği ile meslek
tanımlarında bile hissedilmektedir. Junk-job olarak ortaya çıkan mesleklerde
(Sennett, 2012) örneğin apartman kapıcılarına verilen “facility manager” örneğinde
olduğu gibi iş pozisyonunu daha farklı bir kimliğe sokan iş ünvanları çalışanların
değişim karşısında algılarını değiştirmeye başlamıştır. Bu yüzden de çalışma
kavramındaki
en
temel
değişim,
çalışmayı
hayatının
temeline
oturtan
çalışanlardaki tutum değişikliğinde olmaktadır.
1.2.1.2. İstihdam edilebilirlik
Teknolojik değişmelerin iş organizasyonları ve işgücü piyasaları üzerindeki etkileri,
çalışma hayatında koruyucu düzenlemelerin azalmasına ve bireylerin sahip
oldukları beceri ve niteliklerin önem kazanmasına yol açmıştır. Yeni dönemde, iş
güvencesini sağlayan özellik, örgütlenmenin verdiği güç ya da iş hukuku
kurallarının korumacı niteliği değil, bireyin istihdama girmesini ve orada
kalabilmesini sağlayacak bilgi, beceri ve yeteneklerindeki gelişimi ifade eden
istihdam edilebilirlik kavramı olmuştur. Bu bağlamda yeni dönemde tam süreli
istihdam hedeflerinden çok, işgücü piyasalarında bulunabilme becerisini ifade
eden “istihdam edilebilirlik” kavramı önem kazanmıştır (Özaydın, 2009).
51
1.2.1.2.1. Tanım
İstihdam edilebilirlik modern işgücü piyasasındaki iş güvencesi olarak görülmekte
ve istihdam edilebilirlik güvencesi olarak adlandırılmaktadır (Bertson, 2006). Bu
bakış açısına göre çalışanlar kariyerleri boyunca istihdam edilebilirlik güvencelerini
korumakla sorumludur. Geleneksel çalışma ilişkilerindeki hayat boyu istihdam
imkânsız bir hayale dönüşerek hayat boyu istihdam edilebilirlik kavramına
dönüşmüştür (Forrier, 2003).
Sözlük anlamı istihdam edilebilir olma özelliği ya da durumu olarak ifade edilen
kavram, en genel tanımıyla bireyin iş yaşamına girme, bir işi koruma ya da yeni
istihdam edinebilme yeteneği (Yılmaz, 2009: 47), bilgi beceri ve yeteneklerdeki
gelişimidir (HM Treasury; UK Employment Action Plan, 1997:1). Bu bağlamda
kavram, bireyin, bir iş bulabilecek; işini koruyabilecek, geliştirebilecek ve değişime
uyum sağlayabilecek; işini değiştirmek isterse veya işten çıkarılmışsa, başka bir iş
bulabilecek;
yaşam
süresinin
çeşitli
evrelerinde
aktif
nüfusu
engelle
karşılaşmaksızın terk edecek ve yeniden katılacak durumda olduğunda çalışabilir
olması şeklinde tanımlanabilir (Erdut, 2002). Bu tanımdan yola çıkarsak ilk unsuru,
bireyin iş yaşamına girişi, ikinci unsuru işler ve roller arasında geçiş yapma
yeteneğiyle bireyin istihdamını koruması ve son unsuru ise, bireyin kendi istihdam
geçişlerini yönetme yeteneği ve istekliliği olarak ifade edilen istihdam olma
yeteneğidir.
Kavram hakkında birçok tanım mevcut olmakla birlikte bu tanımlardan daha çok
arz yönüne vurgu yapanlar eleştirilmiştir. Geniş bakış açısı ile, işsizlikten
sürdürülebilir bir işe ya da bir işten diğerine hareket etme kapasitesi olarak
tanımlanmasının daha doğru olacağı ifade edilmektedir. Çalışma kapasitesi olan
herkesin çalışma yaşamları boyunca işe girebilmelerini ve işte kalabilmelerini
sağlamak amacıyla becerilerini, bilgilerini, teknoloji ve uyum yeteneklerini
geliştirmeye teşvik edilmesi (HM Treasury; UK Employment Action Plan, 1997:1)
kavrama geniş açıdan bakılmasını doğrulamaktadır. Bu bağlamda kavram, bireyin
anlamlı istihdam elde etmedeki görece kapasitesidir (Canadian Labour Force
Development Board,1994: 12).
52
İstihdam edilebilirlik olgusunu açıklayan tanımlar, bireyin özelliklerini ve işgücü
piyasa özelliklerini vurgulaması açısından ikiye ayrılmaktadır. Hem bireysel
özelliklerin hem de işgücü piyasasının özelliklerinin istihdam edilebilme olgusunu
etkilediği muhakkak göz önünde tutulmalıdır. Bu tanımları sınıflandırdığımızda,
bileşeni istihdam edilebilirlik çevresi olan, çekirdek tanımda işi yürütebilecek kişisel
yetenekler yer almaktadır (Thijssen, 2008:173). Bu kavram daha çok beşeri
sermaye kuramı ile de üzerinde durduğu nitelikler arasında birtakım paralellikler
olan bireysel faktörleri kapsamaktadır. Geniş tanımda ise, sadece mevcut istihdam
edilebilirliği değil bireyin mevcut istihdam edilebilirliğini kullanma ve artırma
kapasitesini de içermektedir. Kapsamlı tanımında ise, çalışanların gelecekteki ve
hatta toplum düzeyindeki bütün faktörleri içeren çevresel koşulları ifade
etmektedir. Bunlardan ilki, istihdam edilebilirliği artıran işverenler tarafından
sağlanan eğitim olanakları, ikincisi ise işgücü piyasasının ekonomik durumu ya da
işgücü piyasasında belirli gruplara ayrımcılık yapılması gibi bireylerin istihdam
edilebilirliklerini belirleyen faktörlerdir (Thijssen, 2008: 173). Bu bağlamda bireye
göre, istihdam edilebilirlik sahip oldukları bilgi, beceri, tutumlarına; kişisel
niteliklerin işgücü piyasalarına sunulma şekline; işin arandığı çevresel, sosyal ve
ekonomik şartlara bağlı olmaktadır (Ronald ve Colindindsay, 2005). İşverenlere
göre bireylerin istihdam edilebilir olmaları için; ticari bilinçlilik, iletişim, problem
çözme gibi aktarılabilir becerilere ek olarak, özellikle esneklik ve uyumluluk gibi
kişisel özelliklere de sahip olmaları gerekmektedir. İşverenler, ‘yaşamak için bir iş’
sunmaktan çok çalışanların istihdam edilebilirliğini artıracak eğitim ve deneyimi
sağlamaktadırlar (Donald, 2005). Bu tanımlarda yazan bütün faktörler aşağıdaki
tabloda detaylı olarak açıklanmaktadır.
53
Çizelge 1.4. İstihdam edilebilirlik kavramının çerçevesi
BİREYSEL FAKTÖRLER
İstihdam Edilebilirlik Beceri ve Nitelikleri
Temel nitelikler: temel sosyal beceriler, dürüstlük ve doğruluk, prezantabl olma, güvenilirlik,
çalışma isteği, olay ve sonuçlar arasında bağlantı kurabilme yeteneği, sorumluluk alma, kendi
kendine denetim
Bireysel yetkinlik: inisiyatif sahibi, özenli ve çalışkan olma, kendi kendini motive etme, kararlılık,
kendine güven
Temel kazanılabilir beceriler: okur- yazarlık, sözlü anlatım becerisi
Yüksek düzey kazanılabilir beceriler: problem çözme ve uyum yeteneği, takım çalışması,
işlevsel hareketlilik, temel bilgisayar becerileri, muhakeme ve liderlik yeteneği, görev ve zaman
yönetimi, duygusal beceriler ve estetik anlayışı, kişiler arası ve toplumsal iletişim becerileri
En üst düzey kazanılabilir beceriler: rasyonel düşünme, iş odaklı düşünme, yaşam boyu
öğrenme, işe özgü beceriler, girişimcilik ve ticari bilinç
Uzmanlık becerileri: akademik ve teknik kalifikasyonlar, işe yönelik kalifikasyonlar
Temel iş/ meslek bilgisi: iş tecrübesi, genel mesleki beceriler, spesifik mesleki beceriler, herkes
tarafından kazanılabilecek beceriler (Ör.: araba kullanma)
İşgücü piyasasına yönelik ilgi düzeyi: cari işsizlik/ istihdam süresi, istihdam dengesi, işsizlik
oranı hakkında bilgi sahibi olma
Demografik Özellikler
Yaş
Cinsiyet
Sağlık ve Kişisel Refah
Bedensel ve zihinsel bütünlük
Özürlülük (sakatlık, maluliyet, bedensel ve zihinsel yetersizlikler, öğrenme güçlüğü)
İş Arama
Resmi iş arama hizmetlerini ya da bilgi kaynaklarını etkin kullanım
Toplumsal bilgi ağlarını etkin kullanım
Özgeçmiş ya da başvuru formu oluşturma yeteneği
Mülakat yeteneği
Referans kullanımı
Güçlü ve zayıf yönlerinin farkında olma
İş gücü piyasasındaki imkanlar hakkında bilgi sahibi olma
54
Çizelge 1.4. (devam) İstihdam edilebilirlik kavramının çerçevesi
BİREYSEL FAKTÖRLER
İş hedefleri konusunda gerçekçi yaklaşım
Uyum Yeteneği ve Hareketlilik
Coğrafi hareketlilik
Ücret esnekliği ve rezervasyon ücreti
Çalışma koşullarında esneklik (çalışma saatleri, meslekler, sektörler itibariyle
KİŞİSEL ÖZELLİKLER
Ailevi Özellikler
Çocuk ya da yaşlı akrabaların bakımı
Diğer ailevi sorumluluklar (Ör.: güvenliği sağlama vb.)
Çalışma Kültürü ve Alışkanlığı
Aile tarafından desteklenen bir çalışma kültürünün varlığı
Çalışma arkadaşlarıyla ve genel olarak toplumla ilişkiler
Kaynaklara Ulaşma
Kişisel olanaklar çerçevesinde ulaşım seçenekleri
Finansal sermayeye ulaşma
Sosyal sermayeye ulaşma
DIŞSAL FAKTÖRLER
Talebi Etkileyen Faktörler
İş gücü piyasasını etkileyen faktörler: yerel ve bölgesel talep düzeyi ve talepteki değişim
(ihtiyaç duyulan beceriler, açık işlerin mesleki yapısı ve talebin yoğun olduğu sektörler vb.
faktörlerin etkisiyle), yerel işgücü piyasalarının endüstri merkezlerine yakınlığı/ uzaklığı, işler için
yarışma düzeyi, rakiplerin durumu, müşteri tercihlerindeki değişiklikler
Makroekonomik faktörler: makroekonomik istikrar, ulusal ekonomideki işgücü talebinin yapısı
ve düzeyi, orta ve uzun dönem iş garantisi
Açık işlerin özellikleri: ücret düzeyi, çalışma koşulları, çalışma saatleri ve vardiyalı çalışmanın
yaygınlığı, terfi fırsatları, kısmi süreli, tam süreli ve geçici çalışmanın kapsamı, boş kadroların
varlığı
İstihdam koşulları: işverenlerin işe eleman alma prosedürü, insan kaynağını seçmede işveren
tercihleri (Ör.: iş tecrübesi), işverenlerin insan kaynağını bulma yöntemleri, ayrımcılık (Ör.: yaş,
cinsiyet, ırk, ikamet yeri, işsizlikte geçen süre vb. açılardan), işveren tarafından informel iletişim
kanallarının kullanımı, işverenlerin sadece belirli kalifikasyonlara veya işe özgü niteliklere yönelik
talepleri
Altyapının Desteklenmesine İlişkin Faktörler
İstihdam politikalarını etkileyen faktörler: kamu hizmetlerine ulaşma ve iş bulma yöntemleri (iş
arama, danışmanlık vb.), kamu hizmetlerinin yaygınlığı (Ör.: iş arayanlar ve işverenler tarafından
kullanım ve kredibilite), vergi indirimleri ve teşvik sistemi, okuldan iş piyasasına geçişin
kolaylaştırılmasına yönelik önlemler, sosyal yardımların varlığı, eğitime ulaşma ve kısıtlamalar,
yerel/ bölgesel gelişim politikalarının kapsamı, genel olarak okullarda ve üniversitede istihdam
edilebilirlik sorunlara gösterilen ilgi
Altyapı politikalarını etkileyen diğer faktörler: toplu taşıma, çocuk bakımı ve diğer destekleyici
hizmetlerin varlığı ve bunlara ulaşım imkanları
Kaynak: Ronald, W., Mcquaid, C. ve Lindsay, (2007). “The Concept of Employability”, Urban
Studies, Vol.42, No.2, February, 2005, s. 209- 210 dan aktaran Kurnaz Işıl, “İstihdam
Edilebilirliğin Önemi Açısından Eğitim İstihdam İlişkisi-Ankara Bölgesi İmalat Sanayi
Uygulaması”, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstütüsü, Ankara, 20.
55
Tablo’da yer alan unsurlar hiyerarşik bir unsura göre düzenlenmiştir. Bazı unsurlar
diğerlerine oranla daha çok ön plana çıkması söz konusudur. Çünkü işin özelliğine
bağlı olarak önemlilik derecesinde ya da birbirleriyle uyumuna bağlı olarak
sıralamada farklılıklar olmuştur (Ronald ve Colindindsay, 2005). Örneğin;
işverenlerin müşterilerle doğrudan etkileşimin söz konusu olduğu pozisyonlar için
duygusal beceriler ve estetik anlayışına sahip olma gibi niteliklere olan talepleri
giderek yükselmektedir.
Özellikle gelişmekte olan ülkelerde tabloda dışsal
faktörler başlığı altında sayılan unsurların yanı sıra insan kaynağını seçmede dini,
siyasi ve ideolojik tercihler ile akrabalık, hemşerilik, bir gruba aidiyet gibi unsurların
da işveren tercihlerini yönlendirdiği görülmektedir. İşverenler tarafından bu
doğrultuda yapılan tercihler ise bazı bireylerin istihdam edilebilirliklerini artırırken;
diğerleri açısından fırsat eşitsizliğine neden olmakta ve bunların istihdam
edilebilirliklerini olumsuz etkilemektedir (Kurnaz, 2007: 22). Bu tanımların her üç
bakış açısı da işgücü piyasasında ayakta kalmayı vurgulamaktadır (Thijsen, 2008).
İstihdam edilebilirlik sonuç olarak birçok faktöre bağlıdır. Kavramı, sadece bireysel
faktörler
üzerinden
atıf
yaparak
tanımlayanlar
yetersiz
görülmekte
ve
eleştirilmektedir. Çalışanlardan emsali olmayan bir yetenek repertuarı geliştirilmesi
istenmektedir. Ancak, bu yeterli de olmamaktadır. Bireyin, iş arayanlar
hiyerarşisinde sahip olduğu yeterlilikleriyle nerede durduğuna da bağlı olmaktadır.
Eğer, herkes üniversite derecesine sahipse, üniversiteye gitmek profesyonel
istihdam için bilgi gerekliliklerinin gelişmesine yardım ederken, konumsal rekabette
kişinin istihdam edilebilirliğini artırmamaktadır. Sadece kişinin yarışta kalmasına
yardım etmektedir. Bu nedenle, istihdam edilebilirliğin konumsal boyutu kimin elit
bir iş bulacağını anlamada temel öneme sahiptir. Hirsch’in de belirttiği gibi, “eğer
herkes parmak ucunda durursa, hiç kimse iyi göremez. Ama eğer kişi parmak
ucunda durmazsa görme olasılığı yoktur” (Brown ve Lauder, 2001: 10,11). Bu
bağlamda, kişinin özellikleri ve işgücü piyasasının durumu kişinin istihdam
edilebilirliğini belirleyen iki önemli bileşen olmaktadır.
Sonuç olarak, Avrupa istihdam stratejisinde işgücü piyasasındaki değişikliklere
uyum sağlama görevi sosyal taraflara ve hükümetlere dengeli bir biçimde
dağıtılmasına rağmen günümüzde istihdam edilebilirlik kavramında vurgu daha
çok
bireyin
sorumluluğunda
kalmaktadır.
İşgücünün,
çalışma
hayatına
56
tutunmasında kendi göstereceği performans ve sürekli kendini geliştirme yetisi,
işgücünün en önemli niteliği olmaktadır. Bu yüzden, günümüzde bu şartlara uyum
sağlayacak işgücü kuşaklar arasında dönüşüm geçirmektedir. Öncesinde
kariyerini işverene bırakan taraf artık kariyerini planlayan, kendini değişimler
karşısında eğiten, sorumluluk anlayışı yüksek çalışma hayatında var olabilmenin
koşulunu kendi sorumluluğu gibi gören bir kuşak yaratmaktadır.
1.2.1.2.2. Tarihsel gelişimi
İstihdam edilebilirlik kavramı, 1950' ler de gündeme gelmiş olsa da 1990' ların
sonlarına kadar ampirik olarak çalışılmamış, daha yeni olarak çalışanların işgücü
piyasasındaki rekabette nasıl ayakta kalabilecekleri bağlamında çalışılmaya
başlanmıştır.
İstihdam edilebilirliğin ilk sahneye çıkışı, yirminci yüzyılın başlarıdır. Gazier bu
süreci, ikili istihdam edilebilirlik dönemi olarak ifade etmiştir (Gazier, 2001). Buna
göre uygun yaşta, fiziksel ve ruhsal bir rahatsızlığa sahip olmayan çalışmaya hazır
ve çalışılabilecek durumda olan insanlar istihdam edilebilir olarak, çalışamayacak
durumda olan ve devlet yardımı alma ihtiyacında olanlar ise istihdam edilemez
olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Bu ayrımın temelinde, işgücü açığı olması nedeniyle
çoğu işletmenin işsiz kişiler arasında çalışabilecek olanları işgücü piyasasına dahil
etmeye çalışmasından kaynaklanmaktadır (Yılmaz, 2009: 63).
Sosyo-medikal yaklaşım ise, 1950'lerden önce sosyal fiziksel ve ruhsal olarak
dezavantajlı kişiler için mevcut iş kabiliyetleri ile işin gerektirdiği kabiliyet
arasındaki mesafeyi ölçmeyi amaçlamaktadır (Gazier, 2001: 7). 1950'lerde
başlayan dönemi ise, Forrier ve Sels ücretli bir işe girmenin önemli olduğu
dönemler için istihdam edilebilirlik kavramını, işgücü piyasasına girişi teşvik
etmeye yönelik hükümet müdahalelerinin çeşitli şekillerinin istihdam edilebilirliği
artırmak için kullanılan en önemli ölçüt olarak vurgulamıştır (Forrier ve Sels, 2003).
Bu dönemde, hükümet politikaları iş bulmakta zorlanan uzun dönemli işsizler ve
özürlülere yönelmiştir.
57
1960'lı ve 1970'li yıllarda amaç tam istihdamı sağlamak olmasına rağmen artan
işsizliğin etkisiyle istihdam edilebilirlikteki vurgu, bilgi ve vasıflara kaymıştır. Bu
dönemi Gazier, insan gücü politikası istihdam edilebilirliği ve sonraki dönemini de
akışkan istihdam edilebilirlik olarak tanımlamıştır. Tıbbi etmenler ile beceri ilişkili
etmenleri (bilgi, eğitim, iş tecrübesi) ve toplumsal kabul edilebilirlik etmenlerini (dış
görünüş, sabıka kaydı) birleştirerek ele almıştır (Gazier, 2006). Akışkan istihdam
edilebilirliği
ise,
1960'larda
belirli
işsiz
grupların
iş
bulma
hızlarına
yoğunlaşmaktadır (Seçer, 2007: 11).
1980'lere gelindiğinde ise, vurgu işletme düzeyine kaymış yaşanan değişimlere
adapte olacak bir işgücü piyasasına odaklanmıştır. Gazier (2006) bunu, işgücü
piyasası edilebilirlik yaklaşımı olarak ele almıştır. İş bulma olasılığını dikkate
almayan bu yaklaşımın, daha çok işletme çalışanlarının kullanımını optimum
düzeye çıkaran bir özelliği söz konusudur.
1990’lardan itibaren kavram, sadece yoksun olanlar ve işsizler için değil tüm aktif
nüfus için kullanılmaya başlamış, devletin iş olanaklarıyla ilgili sorumluluklarından
kurtulması ve iş güvencesine alternatif olarak istihdam edilebilirliği vurgulaması
olmuştur (Forrier ve Sels, 2003). Bireyin iç ve dış işgücü piyasasında işini koruma
yeteneği olarak istihdam edilebilirlik kavramını, Gazier girişimci istihdam
edilebilirlik olarak vurgulamıştır (Gazier,2001). İstihdam edilebilirliği en yüksek kişi,
bilgi ve becerisi ile en fazla fayda sağlayan kişi olmaktadır (Seçer, 2007: 110).
Bireyin sorumluluğunun önemini belirterek, kişinin sosyal sermaye biriktirme
sürecinin harekete geçirme özelliğine önem verilmektedir. Bireyin, işgücü
piyasasına beşeri ve sosyal vasıflarıyla ne derece uyum gösterdiği saptanmaya
çalışılmaktadır.
Son yaklaşım ise, etkileşimci istihdam edilebilirlik yaklaşımıdır. Belirli bireysel
özellikler ile işgücü piyasası arasında bağlantılar kurarak istihdam edinmede
bireyin görece kapasitesi piyasaya uyumu olarak tanımlanmaktadır. İstihdam
politikaları tanımlanırken, işverenin rolünü ve işgücü talebinin önemini belirterek
etkileşimsel ve kollektif boyutunu göz önüne alan istihdam edilebilirlik versiyonu
içermektedir. (Gazier, 2001).
58
İstihdam edilebilirlik kavramının tarihsel gelişim sürecinde yararlandığımız Forrier,
Sels ve Gazier’ın dönemsel olarak geçirdiği değişimleri ifade eden süreçle ilgili
kavrama yönelik değişim özetleri aşağıda yer alan tabloda incelenebilir.
Çizelge 1.5. Üç tarihsel dönem boyunca istihdam edilebilirlikle ilgili gelişmeler
Sorular
Yetmişler
İstihdam edilebilirlik
toplumun esnekliği olarak
görülür.
DÖNEM
Seksenler
İstihdam edilebilirlik
İşletmenin esnekliği
Olarak görülür.
Personel eksikliği ya
da fazlası olmadan
etkili ve etkin insan
kaynaklan yönetimi.
İstihdam
edilebilirliğin
amacı
Tam istihdamın sağlanması
ve kollektif finansal yükün
azaltılması.
Hangi düzeyde müdahale
Merkezi ya da yerel
otoriteler.
Kamu ya da özel
işletmeler.
Temel hedef
gruplar
Yararlı (pratik) çalışmalara
sahip olmayan okuldan
ayrılanlar ve öteki sınıflara
sağlanan olanaklara sahip
olmayanlar.
Yeniden organizasyondaki düşük ve orta
kademelerdeki büyük
personel gruplan.
Önemli
önlemler ve
aktiviteler
Doksanlar
İstihdam edilebilirlik
çalışanların esnekliği
olarak görülür.
İç ve dış işgücü
piyasasında iş için
bireysel fırsat
(olanak).
Bireysel çalışanlar.
İstihdam edilmeyi
isteyen çalışan ve
çalışmayan herkes.
İşgücü piyasasının
problemleriyle başa
çıkmada bireyin
yeteneği kariyer öz
Hükümet programlan
yönetiminin (selfaracılığıyla işgücü
management) işvereni
piyasasında zayıf bir
tarafından teşvik
konuma sahip insanların
edilmesi gerektiğini
işgücü piyasası vasıflarını
vurgulamaktadır.
arttırarak işverenlerin
İşletmeler çalışanlar
istihdam sorumluluğunu
sorumluluk ve
taşımalarını sağlamak.
insiyatiflerini
geliştirmek için
olanaklar ve hizmetler
önerecektir.
Kaynak: Thijssen, J.G.L., Heijden, B.I., van der J.M. ve Rocco, T.S. (2008). “Towards the
Employability-Link Model:Current Employment TRANSİTİON to Future Employment
Perspectives , Journal of Human Resource Development Review, aktaran Yılmaz Gözde,
7 (2), 169, 68.
Esnek işletme, hem
sayısal esneklik
(çevresel alışanların
sayısı) hem de
niteliksel esnekli
(çekirdek İşgücünün
istihdam edilebilirliği
ya da işlevsel
esnekliği) aracılığıyla
örgüt içindeki
kadrolama
problemlerini
yönetimini vurgular.
Bütün bunların ışığında 1970’ler de ve öncesinde tam istihdamı hedef alan,
hükümetlerin kamu tedbirleri ile işgücü piyasasına giriş önlemlerini hedefleyen ve
işe giriş düzeyinde vasıf geliştirmesini bekleyen yapı, 1980 ve sonrasında geçirdiği
değişimle yaşam boyu öğrenme temelinde yoğunlaşmıştır.
59
1.2.1.2.3. Modelleri
Çok çeşitli istihdam edilebilirlik modelleri olmakla beraber çalışmada üzerinde
durduğumuz nokta, nitelikli işgücü olduğu için istihdam edilebilirlik modelleri
bireysel istihdam edilebilirlik yaklaşımları çerçevesinde incelenecektir. Bireysel
istihdam edilebilirlik düzeyi, kişisel ve işgücü piyasası ortamına bağlı olan zaman
ve yer ilişkili özelliklerden etkilenmektedir ( Fugatemel ve Ashforth, 2004).
Psiko sosyal yapı olarak istihdam edilebilirlik yaklaşımı olarak da bilinen Fugate ve
arkadaşlarının modelinde, kişinin kariyeri boyunca örgüt içinde ve örgütler
arasında mesleki fırsatların farkında olma ve bunları saptama yeteneğidir. Bu
modelde, kişi kişisel kaynaklarını dönüştürebilme düzeyi kadar istihdam edilebilir
görüldüğünden kişi merkezli etmenlere odaklanmıştır (Fugatemel ve Ashforth,
2004).
Odaklanan kişi merkezli etmenler; kariyer kimliği, kişisel uyum ve sosyal ve beşeri
sermayedir. Kariyer kimliği bireyin kariyer bağlamında kendini nasıl tanımladığıdır.
Kişisel özellikleri, değerleri, inançları ve normları, etkileşim tarzı gibi pek çok
unsuru içermektedir. Kişinin pek çok kimliği iç içe geçmiştir. Rol kimliği, mesleki
kimlik ve örgütsel kimlik kişinin kendisini nasıl tanımladığını betimlemektedir. İş,
tecrübelerinin bir toplamı değil, ancak tecrübelerinin anlamlı ve kullanışlı yapılara
asimile edilmesidir. Bu bağlamda, kariyer etrafında şekillenen bir kimliğin belirli bir
işten ya da pozisyondan ayrılması kişi için kolay olmaktadır (Mcardle, Waters,
Briscoe, ve Hall, 2007). Güçlü bilişsel ve duygusal bir temelle sahip olan kişi ne
olmak istediğini çok iyi bildiğinden gelmek istediği yerle ilgili bütün donanımlarını
da tamamlamak istemektedir. Örneğin, yönetici olmak isteyen bir kişi yüksek lisans
derecesi yapmaya çalışır. Bireyler istenen özleriyle tutarlı davranışlar sergilerken,
davranışlarını yönlendiren, düzenleyen ve devamını sağlayan bilişsel şemalar
sunmaktadır (Fugatemel ve Ashforth, 2004).
Diğer etmen uyum yeteneğidir. Bireylerin uyum farklılıklarını açıklayarak kimin
değişen koşullara daha uyumlu olduğunu göstermektedir. Kişisel uyum yeteneğiyle
ilgili beş bireysel unsur olarak, iyimserlik, öğrenme eğilimi, açıklık, içsel kontrol
odağı ve genelleştirilmiş öz etkinliktir (Fugatemel ve Ashforth, 2004). İyimserlik,
60
bireyin öğrenmeyi içsel bir değer olarak görüp çeşitli kariyer fırsatlarını
yakalamasıdır. Kişisel uyumun en temel öğesi olan öğrenme eğilimi, kişinin bu
öğeyle çevredeki fırsat ve tehditleri algılayıp kendi profilleri ile karşıladıktan sonra
değişime ve istihdama uyum sağlama halidir (Stokes, 1996). Bu, aynı zamanda
açıklık öğesine de temel oluşturmaktadır. İşteki değişim olaylarına karşı, bireyin
uygun tutumları geliştirmesi ile ilgili bir özelliktir. İçsel kontrol odağı ise, bireyin
kariyeri üzerindeki kontrol algılamasıdır. Bu kişiler iş geçişlerini daha sorunsuz
gerçekleştirmekte ve geçişi yönetmek için proaktif çabalara girmeye daha istekli
davranmaktadır.
Genelleştirilmiş
öz
etkinlik
ise,
kişisel
uyum
yeteneğini
destekleyen iş doyumu ile iş başarımı arasında pozitif ilişki kuran öğedir
(Fugatemel ve Ashforth, 2004).
Sosyal ve beşeri sermaye bileşeni ise, istihdam edilebilirlik modelinin üçüncü
boyutunu oluşturmaktadır. Sosyal sermaye istihdam edilebilirliğin sosyal ve
kişilerarası unsuru olup, ağlar aracılığıyla bilgi vererek ağdaki bireyi etkilemektedir.
Bu nedenle, potansiyel bilgiyi ve sağlanan etkinin derecesini belirleyecek olan ağın
büyüklüğü ve ağın gücü, şebekenin yapısındaki iki önemli unsurdur. Proaktif
kariyer yönelimi ve iş arama öz yeterliliğinden oluşmaktadır. Kişinin mevcut ve
gelecekteki pozisyonları hakkında bilgi sağlayan unsur proaktif kariyer yönelimi
iken, kişinin etkin bir biçimde iş arama süreci yürütebilme yeteneğine güvenme
düzeyi ise iş arama öz yeterliliğini oluşturmaktadır (Wanberg, Konfer ve
Roundo,1999). Beşeri sermaye ise, bireyin kariyerde ilerleme değişkenlerini
etkileyen yaş ve eğitim, iş tecrübesi ve yetiştirme, iş performansı ve işletme
kıdemi, duygusal zeka, bilişsel yetenekler ve bilgi ve vasıflar gibi bir dizi faktörü
ifade etmek için kullanılmaktadır (Fugatemel ve Ashforth, 2004). Beşeri sermaye,
belirli bir işte kişiden beklenen performans beklentilerini karşılamakta bireyin
yeteneğini göstermektedir (Yılmaz, 2009: 76).
Fugate ve arkadaşlarının, birey ve nitelikleri odağında ele aldığı modelde aktif
şekilde uyum gösterme ve proaktivite söz konu olmaktadır. Çalışanların, işteki
değişikliklere uyumunu aktif bir süreç olarak değerlendirirken, çabalarında daha
aktif olan bireylerin istihdam edilebilirliğine daha başarılı bir şekilde uyum
göstereceğini vurgulamaktadır (Fugatemel ve Ashforth, 2004).
61
Bir diğer model ise, Forrier ve Sels’in modelidir. Bu modelde, bireyin içsel ve dışsal
işgücü piyasasında iş olanaklarını etkileyen süreçleri içermektedir. Model, ilk
olarak kişinin işgücü piyasasındaki konumu ile başlamaktadır. Kişinin piyasadaki
işsiz mi, öğrenci mi yoksa çalışan mı olduğu durumu belirlenmelidir. Bunlar için
ayrıca işsizlik süresi ya da iş sözleşmesinin türü, ücret, hiyerarşik pozisyon, kıdem
bu tespitte kullanılan unsurlar olmalıdır (Forrier ve Sels, 2003). Hareket sermayesi
ise, işgücü piyasasında hareket olanaklarını etkileyen bireysel özellikler ve
yetkinliklerdir. Yetenek ve kariyer beklentisinden oluşan hareket sermayesinde,
kişinin nitelikleri ne kadar çoksa, istihdam edilebilirliği de o kadar çok olmaktadır.
Hareket sermayesi iç ve dış işgücü piyasasındaki mevcut alternatifleri ile hareket
kolaylığını etkilemektedir. Bu etkileşimde ortam faktörü de önemli olmaktadır.
Beşeri sermayesi yüksek olan bireye her zaman için öncelik verilmektedir. Ortama
ilişkin ölçümler, ekonomik durum ya da işverenlerin seçim kalıplarına dayanarak
yapılabilmektedir. İşgücü için, bir geçiş söz konusu olmaktadır. Hareket sermayesi,
hareket kolaylığı ve geçiş dinamik bir döngü oluşturarak bireyin sürekli
yetkinliklerini geliştirmesi için bir çark yaratmaktadır4.
Modelin diğer alt bileşenlerinde ise, ilk olarak hareket istekliliği vardır. Bireyin bir
işten
diğerine
gerçekten
bir
geçiş
yapıp
yapmayacağı,
mevcut
işgücü
piyasasındaki pozisyonun kariyer beklentilerini karşılayıp karşılamama derecesine
bağlı olmaktadır (Forrier ve Sels, 2003). Bu süreçte, sarsıcı olaylar olarak ifade
edilen iş dışındaki olaylar (başka bir bölgede işe giren bir eş ya da partner), işle
ilgili kişisel olaylar (terfi edememek, işte bir anlaşmazlık, işten atılma), birleşme ya
da iflas gibi işletmeyi etkileyen durumlar yaşanabilmektedir. Ayrıca, bireyin hareket
sermayesini koruma ya da geliştirme aktivitelerine katılımı hangi olanakların
kendilerine sunulduğuna ilişkin olarak süreci etkilemektedir (Yılmaz, 2009: 82,83).
Diğer model ise, yetkinlik bazlı bir yaklaşım öne süren çok boyutlu istihdam
edilebilirlik modelidir. Bu modelin bileşenleri, uzmanlık, öngörü ve tahmin etme
anlamına gelen optimizasyon, bireysel esneklik, kurumsal his ve dengedir. Mesleki
Forrier and Sels (2003) bu süreçte eleştirilen noktalara değinmişlerdir. Kavrama göre, her ortam geçişleri ve
hatta rütbe indirime uğramış ya da kariyer platosunda olan bireyler bile iş sahibi oldukları sürece istihdam
edilebilir sayılmaktadır. Ancak, bu noktada özellikle eleştirilen nokta işin kalitesidir. Kimi yazarlara göre,
işin kalitesi bu süreçte göz önünde tutulmalıdır. İstihdam edilebilir birey sadece iş bulmaya ortam
yaratmamalı, aynı zamanda buna ek olarak bu iş, “doyurucu (fulfilling) ” ya da insan onuruna yakışır çalışma
koşullarına sahip “düzgün (decent)” bir iş olmalıdır.
4
62
uzmanlık olmadan birey, profesyonel olarak değerlendirilmeyecektir. Bu nedenle,
mesleki
uzmanlık
istihdam
edilebilirliğin
boyutu
olarak
ele
alınmalıdır.
Optimizasyon, proaktif bireylere yönelerek değişime ulaşana kadar çaba
göstermelerini ve en iyi şekilde fırsatlardan yararlanmalarını vurgulamaktadır.
Kişisel esneklik ise, içsel ve dışsal işgücü piyasasında her türlü değişime kolayca
uyum sağlamayı, iş geçişleri ve örgütte meydana gelen her türlü esnekliğe
adapteyi içermektedir. Kollektif his ise, örgüt takımlar, mesleki topluluklar ve ağlar
gibi iş gruplarına katılma ve başarım göstermedir. Sosyal sermaye sosyal beceri
ve duygusal zekâ üzerinde yoğunlaşmaktadır. Son bileşen ise, işçi ve işverenlerin
karşıt çıkarlarını uzlaştıran denge boyutudur (Heijde ve Heijden, 2005).
Bütün bu modellerin ortak noktasında, bireyin kendi yetkinlikleri yatmaktadır. Birey,
bu yetkinliklerini ne kadar çok artırırsa değişime ne kadar çabuk uyum gösterirse
istihdamını hem kariyer planları doğrultusunda gerçekleştirmekte hem de istihdam
edilebilirliğini uzun yıllar korumaktadır.
1.2.1.2.4. Önem kazanması
Günümüzde 1980’lerden itibaren hız kazanan ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal
alanlardaki gelişmelerle başlayan değişimin hızına ve gücüne ayak uyduramayan
bireylerin, işletmelerin ve toplumların ayakta kalamayacağına ilişkin vurgular önem
kazanmaktadır. Değişimin istihdama yansıyan etkilerinde, hem işveren tarafından
hem de işgücü bakımından değişime karşı meydan okumalarla bir dönüşüm
sürecine girdiği aşikârdır.
Yaşam boyu istihdam garantisinin silikleşmeye başladığı bunun yerine “uzun vade
yok” anlayışıyla değişmeye başlayan çalışma hayatında istihdamın içerdiği
güvenceler azalmış bunun yerine istihdam edilebilirlik kavramı ön plana çıkmaya
başlamıştır. İstihdam edilebilirlik kavramının önemi de buradan gelmektedir. Bu
değişim karşısında istihdamın içeriğinin, değişimle paralelleştirilmesi gerekliliği bu
kavramı doğurmaktadır.
İstihdam edilebilirlik olgusunun üç nedenden dolayı önem kazandığı söylenebilir.
İlk olarak, işverenler ile işçiler arasındaki yeni ilişki biçimlerinden dolayı, ikinci
63
olarak uzun süreli işsizlik ve faal olmama halinin sonuçlarına tepki olarak, son
olarak
ta
dezavantajlı
grupların
sosyal
içerilmesine
yardımcı
olabileceği
noktasından önem kazanmıştır (Seçer,2007: 111).
Kavramın önemini ilk olarak işveren ve işgücü yönüyle ele aldığımızda, yaşanan
gelişmeler sonucu organizasyonda ve iş süreçlerinde değişimler yapmak zorunda
kalan
kurumlar
işgücünde
bir
kırılma
başlatmıştır.
Değişen
üretim
organizasyonuna uyum sağlayabilmek amacıyla kurumların yeniden yapılanması,
üretim sürecinin kısaltılması ve esnekleştirilmesi ile başlayan kırılma ile işten
çıkarmaların artması, sürekli statüdeki istihdamın azalması, standart dışı çalışma
biçimlerinin yaygınlaşması, özellikle gelişmekte olan ülkeler açısından kayıt dışı
sektörün kapsamının giderek genişlemesi şeklinde ortaya çıkmaktadır (Kurnaz,
2007: 23). Ayrıca batı ekonomileri üretimlerini diğer ülkelere kaydırdıkları için
istihdamda daralma yaşarken, diğer taraftan da yaşanılan krizlerin sıklığına bağlı
olarak istihdamları daha kırılgan hale gelmektedir. Bu ülkelerde ortaya çıkan
işgücü ihtiyacı daha çok bilişim ekonomisine bağlı sektörler ve mallarda
olmaktadır. Artan rekabet, daralan istihdam ve öne çıkan bilişim teknolojileri batı
ekonomilerinde eğitimin ve istihdamın hem maliyetler açısından hem de
fonksiyonları açısından yeniden tartışılmasına neden olmuştur (Bedir, 2013). Bu
süreç, aynı paralelde yaşanan teknolojik kökenli etkiler nedeniyle işgücünde de
nitelik vasfını vurgulamaktadır. Örgütsel performansı artırmak için, işgücünde
birden fazla iş yapabilen nitelikleri oldukça yüksek çalışanları çalışma hayatının
çeperine oturtmakta, niteliksiz işgücünü ve işsizleri istihdamdan uzaklaştırmaya
başlamaktadır. Standart dışı çalışma biçimlerinin giderek çeşitlendiği günümüzde,
nitelik atıfı yapan uygulamalar, işgücü piyasasında birincil ve ikincil, çekirdek ve
çevresel işgücü gibi farklı kavramlar yaratmıştır. Yeni işçi tipi için oluşturulacak
mesleki
statünün
işgücünün
hareketliliği
ile
kariyerin
bireyselleşmesini
bağdaştırabilecek şekilde yeniden tasarlanması gerekmektedir (Erdut,1997).
Böylece, bu durum istihdam edilebilirliğe ilişkin vasıfların çoğunlukla işverenler
tarafından tanımlanması, işverenin bu sorumlulukla kendi arasına bir mesafe
koyarak eğitim ve geliştirme sorumluluğunu da kendisinden uzaklaştırması
anlamına gelmektedir. İstihdamda kalma ve değişime adapte olabilme sorumluğu
bireyin üstüne yüklenmektedir. Bu, aynı zamanda sadece belirli bir işte başarılı
olmak için gerekli vasıflar değil, bireyin farklı işletmelerde de bir dizi farklı işi
64
yapabilmesini
sağlayıcı,
kendisine
hareket
sermayesi
sağlayan
bir
dizi
pazarlanabilir vasıflar olmaktadır (Hallier, 2009). Bu durum, pazarlanabilir vasıflara
sahip olan bireylere işgücü piyasasında fayda sağlayacak, dikey hareketliliğin
yerini firma ağları arasındaki hareketliliğe bırakarak bireyin istihdam hareketliliğini
artıracaktır (Erdut, 1997).
İstihdam edilebilirliğin bir diğer önemi, informal sektör yönünden taşıdığı önemden
gelmektedir. İşgücü piyasalarında, işten çıkartılanlar ve yeni iş arayanlar için
yeterli talebin olmaması informal sektörün istihdam kaynağına dönüşmesine sebep
olmuştur. İnformal sektör ve formel sektörde çalışanlar arasında zamanla beceri
uyumsuzluğunun (Houston, 2005) ortaya çıkması, işverenlerin talep ettikleri beceri
ve yetenekleri taşımayan bireyleri informal sektörlere yönlendirmektedir (Erdut,
1997). Bu noktada süreci iyileştirmek doğrultusunda eğitim sistemine atıf
yapılabilir. Çünkü eğitim sistemi, toplumun ihtiyaç duyduğu işlerin gereklerine
uygun işgücü yetiştirmeli ve bireylerin istihdam edilebilir olmaları için fırsat eşitliğini
sağlamalıdır (Kurnaz, 2007: 32). Bireyler, işgücü piyasalarında işverenler
tarafından gelen talep eksikliği nedeniyle istihdam edilebilirlikten yoksun
kalmaktadırlar. Böyle bir durumda, yasal düzenlemelerle bireyler işe teşvik
edilerek geliştirilip desteklenmelidir (Hartshorn, 2005). Öyle ki, tam istihdamın
garanti edilmesinin yerini işgücünün tamamen istihdam edilebilir hale gelmesini
destekleyecek eğitim ve yetiştirmelere yapılan yatırımların almış olması bu
durumda kritik bir öneme sahip olacaktır (Brown,1996).
İstihdam edilebilirlik olgusunun ikinci önemli noktası, uzun süreli işsizlik ve faal
olmama halinin sonuçlarına yöneliktir. Yeniden yapılanma sürecinde, değişen
üretim organizasyonuna uyum sağlayamayan ve becerileri geçersiz hale gelen
işçiler, maliyetleri artırmaları nedeniyle işverenler tarafından işten çıkarılmaktadır.
Bireylerin tekrardan istihdam edilebilirliğinin sağlanması, kaybettikleri güvenin
yeniden kazandırılması konunun önemini göstermektedir. Diğer önemli tarafı ise,
uzun süreli işsizlik ve artan faal olmama oranları nedeniyle, çalışma çağında olup
refah uygulamalarından yararlanan kişi sayısının artması ve dolayısıyla sosyal
harcamaların artmasına gösterilen tepkidir. İşsiz grupların istihdam edilebilirliklerini
geliştirecek politikaların, sosyal güvenlik sisteminden sağlanan finansal destek
hakkı ile refah uygulamalarından yararlanan işsizlerin sorumluluklarını yeniden
65
düzenlemesi gerektiği ileri sürülmektedir (Ronald ve Lindsay, 2007:113). Refahın
çalışma şartıyla elde edileceği ve işsizleri çalışma hayatının aktifine katacak
uygulamaların önemi vurgulanmıştır.
İstihdam edilebilirlik kavramı, sosyal dışlanma ile mücadele içinde önemli bir
kavramdır. Yaşanılan bu değişimler dezavantajlı gruplar için daha fazla olumsuz
etkiler yaratmaktadır. Bu yüzden, bu grupta yer alan bireylerin değişimin
gerektirdiği becerilerin kazandırılıp, uyumlaştırılmaları istihdam edilebilirliklerinin
geliştirerek, istihdam güvencesi oluşturulması amaçlanmaktadır. Ancak, bu durum
kimilerine göre de eleştirilmektedir. Yönlendirilen eleştiriler, sosyal dışlanma ile
mücadelenin bireyselleştirildiği ve dışlanmış, yoksul ve işsiz grupların içinde
bulundukları savunmasız konumlarından dolayı yine kendilerinin sorumlu olduğu
(Sapancalı, 2003:247), istihdam edilememelerinin nedeninin kendi suçlarıymış gibi
lanse edilmelerinden kaynaklı düşünceler üzerinedir. Bu noktada yapılan aktif
istihdam politikalarındaki eksikliklerde eleştirilmektedir 5.
Aktif istihdam politikalarına yöneltilen eleştiriler damgalama etkisi, kilitlenme etkisi, etkinlik kaybı etkisi,
ikame etkisi, işten çıkarılma etkisi olarak beş başlıkta toplanmaktadır. Damgalama Etkisi: İşsizliğin kendisi
iki nedenden dolayı işsizin kolayca iş bulma şansını olumsuz etkileyebilmekte, işsizlik probleminin daha da
artmasına sebep olmaktadır. Bunlardan "istatistiksel ayırım " olarak adlandırılan nedene göre, işverenler işe
başvuranların işsizliğine ilişkin kayıtları onların becerileri, verimlilikleri, motivasyonu gibi özellikleri için
gösterge olarak kullanmaktadır. Bu görüşe göre işverenler uzun süreli işsizleri yukarıda sıralanan yönler
itibariyle olumsuz açıdan değerlendirdiklerinden istihdam etmek istemezler. Bu konudaki ikinci açıklama
işsizliğin bireylerin becerileri, motivasyonu ve verimlilikleri üzerindeki tahrip edici etkilerine
dayandırılmaktadır. İşsizler (özellikle uzun süredir işsiz olanlar) çalışarak beceri düzeylerini koruma ve
geliştirme şansına sahip değillerdir. Bu yüzdende bu programlara katılan işsizler, özellikle uzun süredir işsiz
olanlar, damgalama etkisine göre işverenler tarafından etiketlenmekte, bu kişilerin verimsiz olduğunu
düşünülmektedir. Kilitlenme Etkisi: Mesleki eğitim veya doğrudan iş yaratımı gibi bazı istihdam
programlarına katılımın iş arama faaliyetinin etkinliğini azalttığı yolunda bulgular söz konusudur.
"Kilitlenme Etkisi" (Locking-in Effect) denilen bu etkiye göre, aktif istihdam politikaları uygulanmadığında
bölgeyi terk edebilecek işçiler, program nedeniyle işsizliğin fazla olduğu bölgelerde kalmak durumundadırlar
(Biçerli, 19). Etkinlik Kaybı Etkisi: Aktif istihdam politikaları ile istihdamı hedeflenen gruplar program
olmasa bile zaten istihdam edilebilecek durumda olduklarında ortaya çıkmaktadır. Program uygulanmasa bile
piyasanın kendi işleyişi ile zaten istihdam edilebilecek gruplar için ayrıca harcamada bulunulması
kaynakların gereksizce harcanması anlamına gelmektedir. (Fredriksson, Peter, Forslund, Anders; “ What
active Labor Market Policyworks in a Recession? http://www.cpb.nl/sites/default/files/paper-flexfredriksson_0.pdf)İkame Etkisi: Özellikle istihdam sübvansiyonu uygulamasında, hedeflenen kitlelerin
istihdamını arttırmak amacıyla işverene doğrudan parasal yardım veya vergi indirimi yapıldığı için,
sübvansiyon yapılan grupların istihdam maliyetleri azaltılarak bunların istihdamı işveren açısından daha kârlı
hale getirildiğinden işveren bu gruptaki kişileri istihdam edecektir. İşten Çıkarılma Etkisi: Uygulanan
programlar program dışı kalan istihdam edilmiş işgücü üzerinde de olumsuz etkiler yaratabilecektir. Özellikle
istihdam sübvansiyonu programı işverene rekabet edebilme avantajı sağlayacağı için, işverenler eski işçileri
çıkartıp bunun yerine program dahilindeki işsizleri işe alabilmektedir. Bone, Jan, Jan C. Van Ours “Effective
Active Labor Market Policies”, IZA Discussion Paper No:1335, October,2004, s.21.
5
66
1.2.1.2.5. Eğitimle ilişkisi
İşgücünde yüksek nitelik vurgusunun ortaya çıkması, artan esneklik, iş profillerinin
çeşitlenmesini ve piyasaların küreselleşmesi ile eğitim istihdam ilişkisi konusu
oldukça önemli hale gelmektedir. Eğitimin amacı, bireyleri toplumla uyumlu kılarak
verimli ve üretken yapıp, işgücünün toplumsal ihtiyaçları doğrultusunda etkin
olarak hazırlamaktır (Bınıcı ve Arı, 2004). Bireylerin ihtiyaçlarını karşılamak, hem
kendisi hem de toplumu için değer yaratacak düzeye getirmek ve böylece
bireylerin yaşamları ve işleri için vasıf gelişimini kolaylaştırarak topluma
uyumlarına yardım etmektir. Bu yüzden de, eğitim sosyal ve ekonomik bir
izolasyon ortamı yerine dinamik bir ortamda yer almaktadır. Üretimin çıktısını
etkilediği için istihdam ile sıkı bir ilişkisi vardır (Maclan and Ordonez, 2007).
Hükümetlerin de eğitim politikalarına düşkünlükleri, bireylerin vasıf ve istihdam
edilebilirliklerini artırma hedeflerinden, eğitimin ekonomik ve sosyal ilerleme ile
refah için ön koşul olarak görülmesinden kaynaklanmaktadır.
Çeşitli eğitim kurumları tarafından verilen eğitimin kalitesi, uygunluğu ve etkinliği
eğitim, istihdam ve istihdam edilebilirlik arasındaki işlevsel ilişkinin kurulabilmesi
açısından son derece önemlidir. Mesleki ve teknik eğitim kurumlarının amacı,
nitelikli ana işgücü yetiştirmektir. Yükseköğretim kurumları ise, yüksek niteliklere
sahip
işgücü
yetiştirmektedir
(Kurnaz,
2007).
Ayrıca,
yükseköğretimin
yaygınlaşması bilgi işçilerine olan artan talebe verilen toplumsal bir tepki olarak
görülmüştür. Günümüzün ihtiyaç duyduğu bilgi işçilerinin, eğitime yapılan yatırımla
sağlanacağı belirtilmektedir. Bu yüzden de, bu kurumlarda verilen eğitimin niteliği,
etkinliği çok önemlidir. Aslında bu durum nitelik kavramını da sorgulatmaktadır.
Çünkü nitelik kavramının kişilerce algılanışı görecelidir. Bir kişinin nitelikli olarak
değerlendirdiği eğitim, bir başkası için niteliksizdir. Bu yüzden de niteliğin bilgi,
yetenek, beceri ve yeteneklerin tamamen spesifik, bireyin üstünde ve toplumsal
açıdan standartlaştırılmış biçimde saptanması gerekmektedir (Kurnaz, 2007).
Teknolojik alt yapının gelişimi ve işletmelerde meydana gelen değişimler eğitimden
beklenilenleri de değişime uğratmıştır. Çünkü değişimin bireyden beklediği
esneklik vurgusu yaşam boyu öğrenme gerekliliğini gündeme getirmektedir.
Eğitimden, sadece vasıfların geliştirilmesi için öğrenim olanağı sağlanması
67
beklenmemekte, aynı zamanda bireylerin esneklik göstermesi sağlanması da
beklenmektedir. Bireyin sahip olduğu eğitimle beraber öğrenmedeki hız, ikna edici
iletişim ve takım çalışması gibi faktörlerde istihdamı etkilemeye başlamıştır
(Yılmaz, 2009, 142,143). Bu yüzden de, eğitimin vasıfları yükseltmesi yeterli
olmayıp bireyin uyumu da önemli olmaktadır. MacLean ve Ordonez eğitimden
gelen aktarımı jenerik istihdama benzetmiş, esas istihdam edilebilirlik vasfının ise,
bireyin uyum gücünden gelen işletme içinde verilen eğitimden kazandığını ifade
etmişlerdir. Harvey ise, sadece vasıf edinmeye dönük eğitimin yeterli olmadığını,
daha bütünleşik bir eğitim sistemine ihtiyaç olduğunu vurgulaşmıştır (Yılmaz,
2009: 143,144). Harvey, özellikle yaşam boyu eleştirel bakış açısına sahip bireyi
ortaya çıkaran bir eğitimin önemini vurgulamaktadır (Harvey, 2000).
Eğitimin, istihdama yansımasının en etkili süreci değişimle aynı paralelde vasıf
üretebilmesidir. Ancak, bu süreçteki zamanlama hatası eleştirilmektedir. Eleştirinin
de sebebi eğitim sisteminin ekonomik sistem kadar hızlı gelişememesinden
kaynaklanmaktadır. Önemli olan nokta, eğitim sisteminin sunduğu nitelikler ile
işgücü piyasasının talep ettiği nitelikler arasındaki uyumdur. Eğitimin, ekonomi ile
aynı tabanda
uyum yakalaması için
gerekli dört fonksiyon
şu
şekilde
belirtilmektedir. İlki, işgücünü toplumun ihtiyaç duyduğu işlerin gereklerine uygun
şekilde yetiştirmektir. Diğeri, eğitim ve yetiştirmeler yoluyla ekonomideki yapısal
değişimlere uyumunu sağlamaktır. Bu fonksiyonda, eğitimi ve istihdamı artık
birbirlerini takip eden aşamalar olarak değil, devam eden bütünsel bir sürecin
unsurları şeklinde değerlendirilmek esastır. Ekonomik performansı artırmak ve
bireylerin kendilerini geliştirmelerine yardımcı olmak ve istihdam edilebilirlik
açısından bireylere fırsat eşitliği sağlamak ise, diğer bileşenlerdir. (Biçerli,1991:
250 ‘den aktaran Kurnaz, 2007: 31). Fırsat eşitliğini sağlamak için istihdam
politikalarının tüm gençlere kaliteli örgün eğitim ve öğretimden yararlanabilme
imkânının sağlanması gerekmektedir. Örgün eğitim ve öğretimden yoksun kalmış
olan yetişkinlere daha fazla eğitim alabilmeleri için yaygın eğitim yoluyla ikinci bir
şans verilmeli ve temel eğitimsel niteliklere sahip yetişkinlerin mesleki bilgi ve
becerilerinin, istihdam edilebilirliklerini ve potansiyel kazançlarını sürdürebilmeleri
amacıyla güncellenmesi gerekmektedir (Kurnaz, 2007: 33,34).
68
Eğitim ve istihdam arasındaki ilişkinin, doğrudan kurulamayacağına bunun sadece
bir yansıma olduğuna dikkat çeken eleştirisel görüşlerde vardır. Bu görüşe göre,
önceden pasaport sayılan eğitim derecesi, artık çok fazla eğitimli birey olduğu için
pasaportun geçerliliği yitirilmeye başlanmıştır. Sorun daha yüksek vasıflar
gerektiren işlerin sayısı azken, bu işler için birbirleriyle rekabet eden vasıflı
bireylerin sayısının çok olmasıdır (Yılmaz, 2009:151). Bu eleştirisel bakış, beşeri
sermayedeki değişim bölümünde detaylı olarak ele alınacaktır. Ama bir gerçek
vardır ki, sorun eğitim ve istihdam ilişkisinden ziyade kalkınma politikaları ile
ilgilidir. Özellikle, istihdam ve işsizlikle mücadeleyi esas alan insan merkezli
kalkınma politikaları ile küresel rekabetin öngördüğü sermayenin emrindeki neoklasik eğitim politikası paradoksu giderilmeden, eğitimin ticarileştirilmesi ve emeğin
yeniden üretimi için bir araç olarak düşünülmesinden vazgeçilmediği sürece işsizlik
problemine çözüm üretmek mümkün görünmemektedir (Bedir, 2013).
1.2.2. Değişimin etkileri
James Watt'ın buhar makinesini icadıyla başlayan teknolojik atılımları ile
ekonomik, siyasi ve sosyal yapıda başlattığı değişimleri, çalışma ilişkilerinde nasıl
önemli değişim ve dönüşümlere neden olduysa, yirminci yüzyılın son çeyreğinde
ortaya çıkan yeni teknolojilerde ekonomik, siyasi ve sosyal yapıya olduğu kadar
çalışma ilişkilerine de önemli değişimler meydana getirmiştir.
Örgütsel değişimin, bir sistem anlayışı içinde yeni koşullara kendisini uyarlayarak,
kendisine yeni bir yapı ve anlayış kazandırması süreci olan reorganizasyon, kalite,
maliyet ve hizmet gibi performans ölçülerinde gelişmeler sağlamak amacıyla
yeniden tasarlama sürecini ifade eden değişim mühendisliği ve toplam kalite
anlayışı
bu
gelişmelerden
birkaçıdır.
Yaşanılan
bu
gelişmeler,
örgütsel
kademelerin azalmasına ve yataylaşmasına neden olmaktadır. Esnek üretim
anlayışı ve değişimin yakalanması örgütlerin boyut olarak da küçülmelerine neden
olmaktadır (Tutar, 2000: 95-97’den aktaran Özaydın, 2007: 85). Bu süreç,
işgücünün kutuplaşması ve işsizlik sorununa yansımaları olan çok yönlü bir
paradigmaya dönüşmektedir.
69
Yaşanan değişimler; rekabet ortamına, geleneksel yaklaşımdan farklı olarak, daha
az kural ve mevzuat anlayışı getirmektedir. Buna karşın, daha çok serbesti
sağlayan esneklik politikasını tercih etmeye zorlar hale itmektedir. Hem çalışana
hem de işyerine getirdiği bazı avantajlar nedeniyle tercih edilme oranları günden
güne artış gösterse de esneklik kavramı, ücretlerin düşüklüğü, iş güvencesi gibi
sorunları da doğurduğundan, mevzuatlarda çalışanlara hak kaybı yaratmaması
için daha fazla korunması gereken bir alanı ifade etmektedir.
Ortaya çıkan değişimlerin çalışma yaşamında, gerek yönetim ve organizasyon
yapısına, gerek sendika boyutuna ve endüstri ilişkileri sistemine yansımaları
aktarılmaya çalışılacaktır.
1.2.2.1. Esnek üretim anlayışı
Küreselleşme ve etkileri, bugüne kadar standart kabul edilen çalışma biçimlerini
değiştirmektedir. Yeni çalışma biçimlerini ortaya çıkarmaktadır.
Esnek çalışma biçimleri olarak da, adlandırılan bu yeni çalışma biçimlerinde iş yine
örgütsel bir rol olma özelliğini korurken, yapıldığı mekân ve zaman değişikliklerine
uğramış, artık sadece belirli bir işyeri çatısı altında yapılan işler değil, daha kısa
zamanda ve farklı saatlerde yapılan işler söz konusu olmaya başlamıştır (Çakır,
2002:107). Uluslararası rekabet, maliyet dalgalanmaları, asgari maliyetle azami
kalite hedefi, işçi sayısı ve çalışma süreleri düzenlemeleri esneklik yaklaşımlarına
hız kazandırmıştır. Bunun sonucu olarak, sıfır hata, stoksuz çalışma, fason üretim,
taşeronluk, zamanlı üretim, yüksek verim, ücret ve iş grubu çeşitliliği ve toplam
kalite yönetimi gibi yeni anlayışlar çalışma hayatının öne çıkan unsurları haline
gelmişlerdir. Bu dönemde, işletme içindeki her katı anlayış, yok edilmesi gereken
bir engel olarak algılanmaya başlanmıştır (Gorz,2001: 43,44).
1971 yılında “çip” denilen mikro elektronik aygıtların geliştirilmesi önceki
bölümlerimizde de belirttiğimiz gibi büyük bir teknolojik gelişimi başlatmıştır. Bu
gelişme, sosyo-ekonomik değerlerin değişmesine ve yeni sosyo-ekonomik
yasaların doğmasına neden olmuştur (Erdut, 1997). Değişen ekonomik duruma
uygun düzenleme ve zorunlu değişiklikleri gündeme getiren esneklik uygulamaları
70
da böylece yayılma fırsatı bulmuştur. Bu noktada özellikle rekabetinde
küreselleşme ile birlikte giderek artması esnekliği gereli kılan unsur olmuştur
(Tokol, 2008:154).
Teknolojik gelişmelerle daha önce kullanılan modeller yetersiz bulunmuş,
işletmeleri, işgücünü organize etmede ve çalışma sürelerini dağıtmada yeni
yöntemler bulmayı, üretim sürecini bölümlendirmeyi veya ademi merkezi bir yapıya
kavuşturmayı
zorunluluk
kabul
etmiştir.
Ulusal
ve
uluslararası
rekabetin
küreselleşme ile birlikte giderek artması da süreci hızlandırmıştır. Teknik ve
ekonomik açıdan ortaya çıkan bazı zorunluluklar yanında işletmenin çalışma
zamanı ile işçinin çalışma zamanı arasında uygunluğun sağlanması gereksinimi
esnekliği gerekli kılmıştır. Esnekliğin; zorunluluktan doğduğunu düşünen görüşlere
göre,
doğuş sebebi işsizlikten kaynaklanmaktadır. Yüksek oranda işsizlik, bir
yandan hükümetleri istihdam yaratmada var olan işleri dağıtmada yeni araçlar
bulmaya yöneltmiş, diğer taraftan işsiz veya işsizlik baskısı altında bulunan işçileri
bu alternatifleri kabul etmek zorunda bırakmıştır (Tokol, 2008: 123,124). Yeni
dönemde çalışanlardan, kendilerini şirketin amaçlarına koşulsuz ve kişisel olarak
adaması talep edilmiş ve tüm kişisel varlık şirket amaçları ekseninde
araçsallaştırılmıştır ( Gorz, 2001: 57,58).
Esnekliği geliştiren diğer durum ise sanayi toplumunda “üret,depola, sat”
mantığının değişmesi olmuştur. Bu mantık, bilgi toplumunda “sat, üret, teslim et”
yaklaşımına dönüşmüştür. Dolayısıyla amaç, sanayi toplumundaki gibi aynı mal
yâda hizmetleri bol miktarda ve ucuza üretmek, farklı müşterilere satmak ve kar
etmek değil, daha fazla müşteri çekmek, değişen müşteri gereksinimlerine uyum
sağlayabilmek ve müşterileri memnun etmek halini almıştır. Bu yüzden de farklı
müşteri tercihlerini karşılamaya yönelik yatay yönetim teknikleri uygulanmaya
başlanmış böylece üreten ve tüketen toplumun alışkanlıklarında da değişimlere
neden olmuştur (Yeğen, 2002). Böylece, kurumlar esnekleşme ile hem
üzerlerindeki fazla yükleri kaldırırken, diğer taraftan da üretim sürecindeki
belirleme yetkisinin artışıyla değişime daha kolay adapte olur hale gelmektedir
(Bozkurt, 2006). Esneklik, piyasada beklenmedik dalgalanmalara karşı koymak
için işletmeye sunulan araçlar bütünüdür. Bu ise, iş şartları, üretim metotları ya da
teknolojideki değişiklikleri karşılamak için işçilerin farklı görev ve faaliyetleri
71
yapabilmesi anlamına gelmektedir (Van Den Berg, Peteri
Van Der ve Velde,
2005).
1.2.2.1.1. Tanımı
“Esnek” kelimesi, Türk Dil Kurumu’na göre “elastiki, değişik yorumlara elverişli”,
olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımdan hareketle, “çalışma hayatında esneklik”;
işletmelerin hızla küreselleşen dünyada, değişen ekonomik ve sosyal şartlara, her
gün gelişen teknolojiye ve uluslararası rekabet koşullarına ayak uydurabilmeleri
olarak tanımlamak mümkündür (TİSK,1994: 10).
Esneklik bir sistem veya alt sistemin, sisteme yönelik çeşitli etkenlerle uyumlu
olarak tepki gösterebilmesini ifade etmektedir. Bu durumda sistemi etkileyen
değişkenlere ve dış etkenlere bağlı olarak esnekliği değişik biçimlerde tanımlamak
mümkündür. Ancak bütün bu tanımlamalarda esneklik kavramının temel unsurunu
değişebilirlik oluşturmaktadır ( Erdut, 2002a).
Çağın dönüşümlerine uygun olarak çalışma yasalarına ve uygulamalarına köklü
değişimlerle yeni bakış açıları getiren esneklik, işletmenin işgücü girdisinin
düzeyini ve zamanlamasını talebe göre değiştirme, ücret düzeyini verimliliğe ve
ödeme gücüne göre ayarlama ve mevcut işleri talepteki değişimlere göre farklı
işlerde görevlendirme yetkisi olarak ifade edilmektedir (Tokol, 2008: 123).
İşgücü piyasasında esneklik yasal düzenlemelerle, toplu sözleşmelerle, bireysel iş
sözleşmeleriyle, işverenlerin tek taraflı girişimleriyle veya bu yöntemlerin bir tür
birleşimiyle gerçekleşmektedir (Tokol, 2008: 123).
Esnekliği “kuralsızlaştırma” ile
karıştırmamak gerekmektedir. Burada klasik dönemdeki sözleşme serbestliğine
dönülmemekte, işçiyi koruyucu asgari esaslar sürdürülmektedir (Zeytinoğlu,
2006/2). Özellikle, güvenceli esneklik kavramında işçinin işsiz kalmasını
engellemeye çalışmakla beraber, bu sonuca ulaşmak için işçi-işveren-devlet
üçgeninin bir arada çalışmasını gerektirmektedir. Burada işçinin, çalıştığı
işyerinden çıkarılabilmesi daha kolaylaştırılmakta ise de, yüksek işsizlik sigortası
yardımları ve yeni iş bulmayı kolaylaştıran aktif işgücü piyasası, bu sakıncayı
bertaraf etmektedir (Zeytinoğlu, 2006).
72
Esnekliğin tanımı çok yönlü olarak tanımlanabilir. Ücret esnekliği, sayısal esneklik,
teknik organizasyonel esneklik, çalışma saatlerinde esneklik olmak üzere çok farklı
gruplara ayrılabilir (Tokol, 2008:124). Sayısal, fonksiyonel, ücret ve çalışma
sürelerinde esneklik olmak üzere de dört boyutta incelenebilir. Kimi yazarlar ise,
sayısal, zaman göre, fonksiyonel, ücret esnekliği ve uzaklaşma stratejileri olarak
beş boyutla ele almaktadır (Tuncay, 1995).
Esnekliğin türlerini ele aldığımızda, sayısal esneklik (dışsal esneklik), kısaca
işletmelerin kullanacakları işgücü miktarını belirleyebilme serbestîsidir. Bu miktarı
kolay ve hızlı uygulayabilmek içinde işe alma ve işten çıkarmalarda daha
çözümleyici uygulamalar talep etmektedir. Bu uygular daha çok iş sözleşmelerinde
kendini göstermektedir. Özellikle, işgücün türüne göre farklı sözleşme türleri
uygulayarak esnek uygulamalar yapılmaktadır. Çekirdek işgücü, belirsiz süreli
hizmet sözleşmesine dayanarak tam süreli çalışan, yüksek ücretli, iş güvencesine
sahip, işletmenin sürekli işgücünü ifade ederken bu işgücü türü standart dışı, atipik olarak adlandırılan çalışma şekilleri ile esnekliğe maruz kalmaktadır. Çevresel
işgücü ise, iş güvencesi bulunmayan işletmenin gereksinim duyduğu sürece
işletmede çalışan düşük ücretli işgücünü ifade etmektedir (Tokol, 2008: 125).
Fonksiyonel esneklik, işgücünün vasıf ve yetenekleri ile ilgilidir. Fonksiyonel
esneklikte, işgücünden en iyi ve en verimli şekilde yararlanılması amaçlanmakta,
böylece yeni işçi almadan çalışanlarla üretim her alanda sürdürülmektedir. İş
örgütlenmesi ile ilgili iş zenginleştirme, iş genişletme, hiyerarşiyi azaltma, katılımcı
yönetim, takım çalışması, eğitim, performans değerlendirme, kalite çemberleri gibi
insan kaynakları uygulamaları gibi yeni modeller işletmelerin fonksiyonel esnekliğe
yönelmesinde etkili olmuştur (Tokol, 2008:135). Tam zamanında envanter
prosedürleri, dış kaynak sağlama, işgücünün büyüklüğünü ince bir şekilde
ayarlama teknikleri, esnekliği daha sağlam şekilde kurumsallaştırmakta, firmaların
daha hızlı hareket etmesini sağlayarak aşırılığı azaltmaktadır (Smith,1997). Esnek
uzmanlaşma (functional flexibility) olarak ta ifade edilebilen kavram, geleneksel
üretim hattındaki bölünmüşlüğe dayanan iş örgütlenmesini ve iş bölümüne karşı
olarak, meslek ve işlerdeki genişlemeyi ifade etmekte ve işgücünün işletme içi
akışkanlığını artıran bir yaklaşım olarak belirtilmektedir (Ekin, 2000).
73
Çalışma sürelerinde esneklik ise, erken veya aşamalı emeklilik, belirli süreli
sözleşmeler, dayanışmalı sözleşmelerle, hafta sonu çalışmayı içeren kısmi
çalışma, iş paylaşımı, daha uzun süreye çalışma zamanının standart olmayan
şekilde dağılımı gibi çalışma saatlerinde esnek ayarlama uygulamalarını
içermektedir. Ücretsiz izin uygulaması, yarım ücretli izin uygulaması, pazar ve
diğer tatil günlerinde çalışılması, haftalık çalışma süresinin fazla çalışma söz
konusu olmadan tarafların anlaşması ile arttırılması esneklik uygulamalarından
bazılarıdır. Esnek zaman, yoğun çalışma, vardiya çalışma uygulamaları ile telafi
edici çalışma ve dinlenme çalışma sürelerinin esnekleştirilmesinde en fazla
kullanılan diğer uygulamalardır.
Uzaklaştırma stratejileri ise, işletmelerinin ya üretimlerinin bir kısmını işletme veya
ülke dışına çıkarmalarını taşeron ya da fason işletme kullanmalarını ifade
etmektedir (Tokol, 2008: 134).
Ücret esnekliği ise sayısal ve fonksiyonel esnekliği destekleyen, liyakat, beceri ve
verime göre ücreti bireyselleştiren bir esneklik modelidir. İşçilerin verimini ve
dolayısıyla da işletmenin verimini artırması beklenmektedir (Tokol, 2008: 134).
Esneklik ayrıca makro ve mikro düzelerde de ele alınabilir. Makro düzeyde
esneklik bir ekonomik sistemin esnekliği, yani değişebilirliği, sistemin yapısı ve
düzenlenmesi ile ilgili bir olguyu ifade etmektedir. Endüstri ve istihdam yapısında
değişim anlamına gelmektedir. Bu durumda, bir ulusal ekonomi için esneklik,
üretim faktörlerinden ikisinin, yani emek ve sermayenin yeniden dağıtımı sorunu
olarak ortaya çıkmaktadır. Bu ise, işgücü ve sermayenin hareketliliği anlamına
gelmektedir. Makro ekonomik düzeyde esnekliğin sağlanmasında daha çok
sermaye esnekliği belirleyicidir. Mikro düzeyde esneklik ise, işgücü ve sermayenin
esnekliği temelde birbirinden farklı iki olguyu içermektedir. Bunlardan birincisi,
mevsimlik dalgalanmalar veya ekonomik koşullardaki değişimlere bağlı olarak
ortaya çıkan ürün fiyatlarında ve miktarlarında değişiklikleri gerektiren niceliksel
boyuttaki belirsizliklerdir. İkincisi ise, talepteki çeşitlenmeye bağlı olarak ürün ve
hizmetlerin türünde değişiklikleri gerektiren niteliksel boyuttaki belirsizliklerdir.
Birinci halde esneklik; işletme faaliyetlerinin değişkenliği anlamına gelirken, ikinci
halde esneklik; işletme faaliyetlerinin çeşitliliğini ifade etmektedir.
74
Günümüzde esnek uzmanlaşma üretim ve tüketimdeki değişikliklere uyum için bir
model olarak görülürken bu durum kimi yazarlara göre ise, işgücüne daha fazla
baskı yükleyen olumsuz bir durum olarak ifade edilmektedir.
1.2.2.1.2. Esnekliğin çalışma yaşamında meydana getirdiği değişiklikler
Esneklik, yoğun rekabet ortamına, değişen hizmet ve üretim taleplerine,
teknolojiye uyum sağlamak bakımından işletmeler için bir zorunluluk haline
gelmiştir (Demir ve Gerşil, 2008/2). Esnek zamanlı çalışma, vardiyalı çalışma,
sıkıştırılmış çalışma haftası, çağrı üzerine çalışma, kısmi süreli çalışma gibi
uygulamalarla çalışma sürelerinde esneklik uygulamaları giderek yaygınlık
kazanmış çalışma ile üretim ve hizmetler yeni bir çalışma ritmine girmiştir (Yavuz,
1995: 21).
Özellikle bilgi teknolojilerinin yaygınlaşması ile esneklik uygulamaları hız
kazanmaktadır. Rekabette öne çıkmak isteyen, maliyetini düşürüp, çok üretmek
isteyen firmalar bilgi teknolojileri sayesinde kaynak kullanımı, bilgi paylaşımı ve
işbirliği yapma fırsatları ile ilgili gerekli alt yapıyı sağlamak zorundadır. (Vendramin,
Patricia, Valenduc, Gerard and Rollland, Isabelle, 2000: 16). Bu etkileşimde, bilgi
teknolojileri ile işe odaklanmayı artırarak süreç kontrolü ve yönetim kapasitesi
artırımının sağlaması, gelen taleplerle bire bir entegre olabilmesi, planlama ve
izleme kapasitesini kolaylaştırması gibi sebeplerin payı büyüktür (Vendramin ve
Diğerleri, 2000:13).
Bilgi teknolojilerin esnek çalışmaya etkisi aşağıdaki tabloda şu şekilde ifade
edilmektedir (Koçak, 2011: 61).
75
Çizelge 1.6. Bilgi teknolojileri ve esnek çalışmaya etkisi
Çalışma Zamanı
İşyeri Düzenlemesi
Hizmetlere ulaşmada artış, çalışma gün Mobil ve uzaktan çalışmanın çeşitlenmesi ve
sayısının artması.
artması.
İş süreçlerinin yönetiminin ve işgücü ihtiyacının Yönetim ve proje çalışmalarının hedeflediği
önceden düzenlenmesi.
gibi uzaktan planlanması ve organizasyonu.
Tam zamanında üretim.
İş süreçlerinde aynı anda her yerde olabilmesi.
İş sözleşmeleri
İş birliği sağlama
İhtiyaca göre işgücü yönetimi.
Alt işveren ve dışsallıkların desteklenmesi.
A-tipik iş sözleşmeleri yönetiminin planlanması Bağımsız alt işverenlerin uzaktan yönetilmesi.
ve model olması.
Bilgi teknolojileri endüstri ve hizmetlerinde
Performans ölçüm ve ödemesinin elektronik üçüncü parti arzı ve işin bölünmesinin artması.
performans izleme sistemleri ile birleştirilmesi.
Fonksiyonel Esneklik
İşler ve çalışanlar arasında entegrasyonun desteklenmesi.
İletişim becerilerinin artan rolü.
Sürekli profesyonel uyum için teşvikler.
Kaynak: Valenduc, G. ve Vendramin, P. (2002). ICT, Flexible Working and Guality Of Life, Editions
Liaisons, Paris, aktaran Koçak O., 61.
Esnekliğin çalışma yaşamında meydana getirdiği değişikliklerden biri esnek işyeri
kavramında ortaya çıkmaktadır. Bu esneklik, çalışanlara işyeri dışında da herhangi
bir mekânda çalışabilme özgürlüğünü yaratmaktadır (Alkan, 2007). Tele çalışma
olarak ta bilinen bu durumun evde çalışma, uydu büro, komşu büro ve gezici
çalışma olarak dört şekilde ele alınır. Evde yapılan tele çalışmadan ziyade hem
merkez işyerinden hem de çalışanın evinden ayrı bir yerde müşterilere ve
çalışanlara uygun bir bölgede işin yapıldığı ofisler uydu büro ismini almaktadır.
Uydu büroya benzeyen ancak, birden fazla işyerinin elemanlarının ofis giderlerini
ortak olarak karşılandığı bir ofiste bir arada çalışması nedeniyle uydu bürodan
farklılaşan kavramda komşu büroları ifade eder. Gezici çalışma ise, çalışanın her
yerden iletişim teknolojileriyle bağlantı kurabileceği mobil çalışmadır (Çakır, 2002:
115).
Yaşanan değişimler, işgücünde nitelik vurgusunu öne çıkardığından işgücündeki
bu vasıf artışı, sendikaların önemini azaltmış ve çalışan bireyi öne çıkarmıştır
(Kurtulmuş, 2001: 188). Bu nokta da, esnek iş sözleşmelerini yaygınlaştırmıştır. Bu
durum, güvenceli esneklikle ilgili alınan Avrupa Birliği komisyon kararlarında da
güvenceli esnekliğin dört bileşeni olarak, esnek sözleşme düzenlemeleri, aktif
işgücü piyasası politikaları, yaşam boyu öğrenme ilkesi ve modern sosyal güvenlik
sistemleri olarak yasal altyapısı sağlanmaya çalışılmıştır (Süral, 2011).
76
Bir diğer değişim, dış kaynak kullanımına yöneliktir. Asıl işe odaklanmak isteyen
firmalar diğer iş kısımlarında o konuda uzman başka firmalara bırakmaktadır.
Böylece, firmalar belirli alanlarda uzmanlaşarak ağ işbirliği içerisinde olanlarla ileri
seviyede işbirliği yapabilmektedir ( Yavuz, 1995: 34).
Esneklik uygulamaları ile yönetim ve kontrol anlayışında da yeni farklılıklar ortaya
çıkmaktadır. Özellikle, bilgi teknolojilerinin hızlı gelişimi ile ileri düzeyde becerilere
sahip yöneticiler ve çalışanlar ortaya çıktığından, çalışanların ve yöneticilerin
yönetim ve kontrol süreçlerinde zaman ve mekâna dair kontrol süreçleri ortadan
kalkmıştır (Kurtulmuş, 2001:159).
Bilgi
ağları
ortaya
çıktığından
network
yapılanmaları
değişimin
esnek
uygulamalarının gereklerini karşılamaktadır. Bu anlamda, ağlar bürokrasinin
katılıklarını aşmak için yeteri kadar esnek olan organizasyonları oluşturmaktadır
(Brown and Royer, 2005: 310).
Esneklik süreci ile ilgili gelen eleştirilerde mevcuttur. Bireyler arasında yatay
hiyerarşiler ve yatay iletişimin daha işlevsel kabul edilen esnek bir iş
organizasyonu içerisinde yer alsa da, daha şiddetli bir biçimde kontrol edilen bir
süreçle ortaya çıkması eleştirilen bir yöndür (Aslan, 2005: 101,103). Çalışanların
kurumsal
çıkarları
ile
yönetimin
çıkarlarını
yapısal
olarak
merkezden
uzaklaştırmakta, üretim ve hizmet işçilerini özerk mevkilerde bırakmaktadır. Bu
durum,
işgücün
işe
ilişkin
düzenleyici
sorumluğunu
artırdığından,
işin
organizasyonuna ilişkin sorumluluğunu da genişletmektedir. Böylece, çalışanın
sorumluluğu birden fazla işi yapmasının yanında, zihinsel süreçlerini de kullanma
gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Böylece esnek sistem, işgücü açısından daha
fazla baskı, denetim, işsizlik, ücretlerde düşüş ve sendikaların gücünün
zayıflaması anlamına gelmektedir. İşgücü, sermayenin her türlü kullanımına
uyumlu hale getirildiğinden eleştirilmektedir
(Aslan, 2005: 100). Sennett’in de
esnekliğe ilişkin eleştirileri bu yöndedir. Sennett, gelinen süreçte devletin talep
tarafından ziyade arz tarafını organize etmeye yönelik işlevi ile oluşan esnekliğin
işin anlamını değiştirdiğini, ömür boyu devam eden iş sürecinin yerini kesintili ve
parçalı bir yapıya bıraktığını (Sennett, 2012: 10) ifade ederek, işgücünün
kazanılmış haklarını esnettiğini (Sennett, 2009: 10) vurgulamaktadır.
77
Esneklikle ilgili diğer eleştirel durum ise, ücretli çalışma ile ilgilidir. Ücretlerin yerini
bireyselleştirilmiş ve değiştirilebilir ücret uygulamaları aldığından ücretli çalışma
kavramının sonuna gelindiği ileri sürülmektedir. Böylece, ekonomik koşullara,
bireysel özelliklere göre ücret politikasının belirlenmesi ile firma içerisinde
eşitsizliğin artmasına neden olan özel bir eşitsizlik türünü ortaya çıkmakta ve en
tepe ve en tabandaki ücret arasındaki mesafe bir uçuruma dönüşmektedir.
(Sennett, 2009: 44). Bu içerikleriyle esneklik, kural dışı çalışmayı kolaylaştırarak
çalışanlar açısından güvensizlik ve belirsizlik ortamı yaratmaktadır.
Son olarak eleştirilen diğer yön ise, çalışma yeri ve saatlerindeki esneklik
uygulamalarına yöneliktir. Bu uygulamaları seçme şansı eğer çalışanın elindeyse
bu esneklik uygulamalarının çalışanın iş doyumuna olumlu olarak yansımaktadır.
Bu tercihler firma diretmeleri ile istekleri dışında esnek çalışmak zorunda bırakılan
çalışanlar için ise, iş doyumlarını olumsuz etkilemektedir (Çakır, 2007).
1.2.2.2. Ücretli çalışmanın sonu
Ulus devlet ve sosyal devlet anlayışının gerilemesi, özeleştirme ve neoliberal
politikalar, uluslararası finans kuruluşlarının artan etkinliği, işletmelerin rekabet
öncelikli değişen yapısı ve bunun iş süreçleri ve istihdamda yarattığı değişim
çalışma hayatında bir başkalaşma yaratmaktadır. İşgücünün niteliğinde meydana
gelen değişim ve kutuplaşma ve bu süreçlerin sendikalaşma da güç kaybı
yaratması sonucu ücretli çalışma anlayışı üzerinde derin etkiler yaratmış, iş
güvencesi giderek kaybolmuştur (Fox, 2002: 39). Özellikle, sermayenin serbest
dolaşımı ücretler üzerinde önemli etkiler bırakmış, sermaye ihracının artışı ile
örtüşen biçimde ücretlerin göreceli yapısında ve düşük nitelikli işçi istihdamında
değişikler meydana gelmiştir. Bu süreçte, yüksek nitelikli işgücü gerektiren üretim
aşamaları, sermayenin menşe ülkesindeki işgücünde aranan nitelik yoğunluğunu
yükseltmiştir. Bu gelişmelerin ortaya koyduğu sonuç, küresel bazda sermaye
ihracının düşük nitelikli işgücü kategorilerinde ortalama olarak ücretleri en az %1.8
oranında aşağı çekerken, yüksek nitelikli kategorilerde %3.3 civarında arttırmıştır.
Çok uluslu şirketlerin istihdam politikası giderek nitelikli bir çekirdek işgücü üzerine
kurması, bununla beraber iş güvenliği olmadan rutin işler yapan düşük ücretli ve
yarı zamanlı veya geçici işçi konumundaki bir kitlenin yaratılmasıyla gelir
78
dağılımının bozulmasına yol açmıştır (Şenses, 2001:165,166). Sermaye ihracının
işgücü piyasalarında ücret farklılaşmasını arttırarak düşük nitelikli işgücünün
gerçek ücretlerini düşürücü etkisi olduğunu ortaya koymaktadır (Ar, 2007: 258).
İşgücü arasında yaratılan nitelikli ve niteliksiz emek arasında meydana gelen talep
farklılaşması ve bunun yarattığı ücret farklılıkları, ücret eşitsizliğini artıran bir
durum olmaktadır.
Ücret eşitsizliğini yaratan durumlar; sendikal örgütlülüğün azalması, şirketlerin çok
uluslu yapıya dönüşerek küresel ekonomiyi denetimlerine almaları, azalan asgari
ücret, yükselen borsa, zenginlerinin vergi yükünü azaltma, çok uluslu şirketlere
sağlanan vergi indirimleri gibi etmenlerdir. Sosyal devletin zayıflaması sonrası,
sosyal yardımların
azalması,
gelir eşitsizliğinin
yadırganmaması yönünde
kamuoyu oluşturulması ve kamu harcamalarının düşürülmesi de ücret eşitsizliği
yaratabilmektedir. (Wolff and Bernstein, 2003). Bu durumda, küreselleşmenin
ücretleri azaltmasının hem fonksiyonel hem de bireysel eşitsizliği şiddetlendirdiği
görüşünü ortaya çıkmaktadır (Sapancalı, 2003: 90,91).
Gelişmiş teknoloji, verimlilik ve kalite anlayışı üzerine kurulan bir çalışma hayatı
işgücünde nitelik vurgusu yarattığından, bu durumun da ücretlere yansıması
kaçınılmazdır.
Performans değerendirme temeline dayalı az ve nitelikli işgücü
istihdamının rekabet açısından tercih edilmesi performans değerlemesine dayalı
ücret
belirleme,
teknolojinin
gereksinim
duyduğu
yüksek
katma
değer
sağlayabilecek işgücünü çekebilmenin yöntemi olarak kullanılmaktadır (Silva,
1997).
Ücret farklılaşmasının bir diğer sebebi, esnek uygulamalar olarak ifade
edilmektedir. Esnekliğin bir parçası olan ücret esnekliği, ücretin bireysel ve
kurumsal performansa bağlı olarak belirlenmesidir. Bu yeni ödeme biçimi ile
işveren işgücü maliyetini düşürmektedir. İşçiler arasında rekabet yaratılarak
niteliklerine göre ücret farklılaşmasına gidilip, esnekliği işverene istediği gibi
ücretlendirme yapabilme olanağı sağlamaktadır (Köstekli, 1999). Ancak, esnek
çalışma uygulamaları ve bu bağlamda performansa dayalı ödeme sisteminin
genelde bireyselliği arttırarak sendika üyeliğinin zayıflaması, çalışanların iş
güvencesinin azalması, tam gün ve kısmi süreli çalışan işçiler arasında eşitsizlikler
79
yaratması gibi sonuçlar yarattığı da görülmektedir. Böylece, işçilik maliyetleri
asgari ücretin altına çekilebilmekte, çalışma süreleri uzatılmakta, iş yoğunluğu,
sendikasızlaşma ve enformel istihdam artmakta, çalışma koşulları kötüleşmektedir
(Ar, 2007: 280).
Böylece ücret esnekliği de dâhil işgücü piyasalarındaki esneklik uygulamaları
özellikle gelişmekte olan ülkeleri daha çok etkilemektedir. Esnekliğin bu ülkelerin
dünya pazarı ile bütünleşmesinde rekabet gücünü arttırdığı savı, iddia olmanın
ötesine geçememekte, çalışma mevzuatını esnekleştiren ülkelerde işsizlik oranının
arttığı kapitalizmin dönemsel krizlerini önleyemediği izlenmektedir. İşgücü
piyasalarının gelişmediği, gerçek ücretlerin sürekli gerilediği ülkelerde esneklik
daha fazla enformellik, yüksek işsizlik, düşük ücret ve sendikasızlaşma anlamını
taşımaktadır (Ar, 2007: 280,281).
1.2.2.3. İşçi sendikacılığında güç kaybı
Sendikalar emeğin, sermaye karsısında haklarını koruyabileceği yasal bir
yapılanma olan rolünü 1970’lere kadar başarıyla yerine getirmişse de (Selamoğlu,
2004/2), sendikal hareket bugün sermaye karşısında tüm dünyada ciddi bir
gerileme yaşamaktadır. Birçok ülkede, sendikalar hızla üye kaybetmekte,
sendikalaşma oranları düşmektedir. Özellikle, teknolojik gelişmelerin neden olduğu
emek piyasaları, esnekliğin artışı, küresel piyasanın ve sermayenin yayılması,
üretim teknolojileri ve neoliberal politikalar 1980’li yıllardan sonra daha çok batılı
ülkelerde görülen işçi sendikalarındaki krizin nedeni olarak gösterilmektedir (
Başaran, 2010).
Hyman, sendikaların güç kaybetmesinin nedenlerini sıralarken, işgücünün
yapısındaki değişimlerin hızlanmasını, işgücünün bünyesindeki farklılıkların hızla
artmasını (işçi sınıfı içindeki rekabet, yapılanma ve kuralsızlaştırmaların
yoğunlaşması) ve sendika yöneticilerinin fikir ayrılıkları ile alternatif strateji
eksiklikleri olarak ifade etmektedir (Hyman, 1997).
Özellikle,
işgücü
serbestleşmenin
piyasalarının
yol
açtığı
büyük
krizler,
ölçüde
esnekleştirilmesi,
küreselleşmenin
enformel
finansal
sektörü
80
yaygınlaştırması gibi sebepler sendikalar üzerinde güç kayıpları meydana
getirmiştir
(Şenses,
2004). 1980’ler
sonrası
yaygınlaşan
kuralsızlaştırma,
korumacı politikalar yerine mal ve hizmet piyasalarına hâkim olan serbestleşme,
kuralsız olmaması gereken işgücü piyasalarına kuralsızlaştırma getirmiştir
(Ataman, 1999: 3,4’ den aktaran Ar, 2007: 187). Sanayi toplumunun kendilerine
oldukça fazla vermiş olduğu sosyal, politik, ekonomik güce, bilgiye ve etkiye sahip
olduğu halde; bunları yeteri kadar kontrol edemediği ve yönetemediği için
zayıflamaya başlamıştır (Mario, 2002:155). Bu yüzden de işçi sendikaları
kuralsızlığın hâkim olduğu ve iş güvencesinin olmadığı yeni emek piyasası
esnekliği kapsamında pek fazla etkin bir rol verilmek istenmemektedir (Kotz,
2004).
Sendikalaşmayı etkileyen nedenler arasında başta gelen, küresel hareketliliğinin
artmasıdır. Uluslararası şirketlerin yeni iletişim teknolojileri kullanarak fabrikalarını
küresel coğrafyada merkezi olmayacak şekilde dağıtabilmesi, sendikaların yerel
işgücü piyasalarındaki gücünü azaltmaktadır. Artan sermaye hareketleri ve
doğrudan yabancı yatırımlar, üretimin, işgücü maliyetlerinin daha düşük olduğu
gelişmekte olan ülkelere kaymasına neden olmaktadır (Özaydın, 2007: 95).
Uluslararası sermayeyi ülkelerine çekmek isteyen ulus devletlerde, sendikal
hakların kısıtlanması, ücretlerin düşürülmesi, çalışma koşulları konusunda
şirketlere hoşgörü gösterilmesi gibi tavırlarla dış yatırım için cazip bir konum elde
etmeye çalışmaktadır (Sarıgersil, 2004).
Vasıfsal gücü artan işgücünün çalışma saat ve yerlerinin ofis dışarısına taşması,
bu işgücünün hem evde hem yolda hem de ofislerinde esnek bir şekilde
çalışabilme yetisi, iş döngüsünün mesai kavramından çıkıp yirmi dört saate
çıkabilmesi, sendikaların işyerlerindeki etkisini azaltmaktadır.
Özellikle de,
firmaların dış kaynak kullanımına yönlenmesi sendikaların toplu pazarlık için
masaya oturduğu birimlerin sayısını düşürmektedir (Robert, 2002). Bu noktada,
işin ve işyerinin öneminin azalması, işveren karşısında işçilerin haklarını koruyan
düzenleyici gücün kaybedilmeye başlamasına yol açmıştır. Ayrıca, gelişen bilgi
teknolojilerinin sendikaların zayıf olduğu sektörlerde yeni işler ve istihdam
imkanları yaratırken, sendikaların güçlü olduğu endüstrilerde ise iş ve istihdam
imkanlarını azaltması sendikaların yaşam damarlarını kısmaya başlamıştır
81
(Greenhouse, 2000: 23). Gelişmiş ülkelerin büyük çoğunluğunda sanayi
sektöründe çalışanların mutlak sayılarında önemli düşüşler yaşanmıştır (Özaydın,
2007: 95). Ayrıca, sendikal eğilimlerin göreli olarak daha düşük olduğu kadınların
ve gençlerin çalışma hayatındaki etkinliklerinin artışı da, işgücü piyasalarında
yaşanan değişimlerin sendikacılığa olumsuz etkileri olmuştur (Özaydın, 2007:191).
İşgücünün nitelik düzeyindeki artış, bireyselcilik ekseninde kendi beceri ve
vasıflarına güvenen yeni çalışan tipini ortaya çıkarmıştır. Bu durum da,
sendikaların sadece sosyolojik bir kuvvet ve baskı aracı olarak öneminin
azalmasını değil, çalışanlar için bir ihtiyaç olmaktan çıkmasını da gündeme
getirmektedir. İşgücü yapısının karmaşık ve bölünmüş niteliği, hem bu işgücünü
örgütleyebilme hem de onların farklılaşan çıkarlarını temsil sorununu ortaya
çıkarmaktadır (Özaydın, 2007: 95).
Sendikal yapıların güç kaybetmesinde diğer bir etken de, işsizliğin uzun süreli
yaygın bir nitelik kazanmasıdır. Uzun süreli yaygın işsizlik, sendikaların üye
sayılarını artırmaları ve toplu pazarlık güçlerini korumaları önünde büyük bir engel
oluşturmaktadır. Sendikal yapıların çalışanları için yaptığı mücadelenin yanına
işsizlikle mücadelenin de eklenmesi, değişik çıkarların bir arada korunması
zorunluluğunu meydana getirmektedir (Özaydın, 2007: 96).
Küreselleşme olgusu ile hızla yayılan esneklik uygulamaları sendikaları üç şekilde
etkilemektedir (Maciaz,2003). İlk olarak, esneklik çalışanların davranışlarını
etkilemektedir. Sendika üyeliğinin kendi menfaatlerine bir şey katmayacağı algısı
ile menfaat birlikteliği zedelenmektedir. Özellikle, vasıflı çalışanların örgütlenme
ihtiyacı duymadan bireysel olarak doğrudan işverenle ilişkiler kurması sendika
üyeliğinin cazibesini azaltmış, insan kaynakları politikasının yerini artırmıştır.
Kurumların kurduğu networklar, açık bir şekilde işçiler ile insan kaynakları
departmanları arasında geliştirilmiş iletişim imkânları sayesinde firma kimliği ile
çalışanlara daha da yakınlaşmayı amaçlamakta, böylece sendikaların işçi ve
işveren arasındaki ihtiyaç köprüsü yıkılmaktadır. İkincisi, işçi sınıfının ayrıştırılması
sendikal faaliyetlerin maliyetlerini artırmakta ve dolayısıyla işyerine dönük
örgütlenme ihtimalini zayıflatmaktadır. Üçüncüsü ise, esneklik işçi ve işveren
arasındaki güç dengesini değiştirmektedir.
82
Küreselleşmenin sendikacılık ve işlevleri üzerindeki olumsuz tesirleri, yeni
dönemde sendikaları, varlıklarını sürdürebilmek adına yeni bir mücadelenin
içerisine sokmaktadır. Bu durum, kaybolan bir sendikal kimliği tekrardan
oluşturulması için gereken çabanın gösterilmesine işaret etmektedir. Sendikaların
bunu başarabilmesi için ilk şart, bu kuruluşların güç kaynaklarının belirlenmesi ve
tanımlanmasıdır. Bu tanımlama yapılırken, üç etmenden yola çıkılabilir. Bunlardan
ilki, stratejik kapasite öneri sendikacılığıdır. Bu etmene göre, sendikalar ortaya
çıkan değişimin etkilerini çok iyi analiz edebilmeli gelişen yeni durumlara yeni
öneriler ileri sürebilmelidir. Diğer etmen, içsel dayanışmadır. İçsel dayanışma
sendikanın temel faaliyetidir. Sendika amaçlarını gerçekleştirebilmek için, öncelikle
ortak kimliği ve üyeleri arasındaki bağlılığı sağlayabilmelidir. Son etmen ise, dışsal
dayanışmadır. Sendikaların rolü bölünmelerden çekinmeden ve daha büyük bir
dayanışma sağlamak için pek çok çıkarın uyumlaştırılmasına bağlıdır. Bu
dayanışma, diyalogla ve içsel demokratik bir örgüt oluşturmakla ilgili olduğu kadar
STK’yla ve diğer sendikalarla yatay ve dikey bir işbirliğine dayalı olmaktadır.
Küreselleşme çerçevesinde sendikalar arasında bilgi, uzmanlık, deneyim,
uygulama ve siyasi alışverişler, sendikal hareket için sonucu belirsiz bir
yenilenmeyi temsil etmektedir (Lévesque, Christian ve Gregor Murray,2003:159162 ‘den aktaran Aslan, 2007:114).
Sendikal kimliği oluşturacak bazı unsurlar söz konusudur. Bu unsurlar sağlandığı
takdirde, sendika ile üye arasında bir bağ oluşacak ve üyede sendikal aidiyet
duygusu
gelişecektir.
Bu
unsurlar;
sendikanın
imajı,
sendika
üyelerinin
davranışları, sendikal demokrasi, paylaşılan tecrübeler, beklentilerin ne derece
karşıladığı, sendika ile iletişim imkânları, toplu pazarlık etkisi ve sendika
yöneticilerinin tutum ve davranışlarıdır (Laure, 2003). Bu unsurların değişimlerden
etkilendiği aşikârdır. Bu yüzden de sendikaların bu değişime uygun alternatifler
oluşturması gerekmektedir. Özellikle, vasıflı çalışanların örgütlenme ihtiyacı
duymadan bireysel olarak doğrudan işverenle ilişkiler kurabilmesi, sendikaların
kollektif çıkarları savunma görevi ile beraber, bireysel talepleri dikkate almada
nasıl daha uyumlu olacaklarını belirlemeleri gerekmektedir (Vedramin ve
Diğerleri,1998-2000: 38). Sendikaların klasik yollarla örgütlenmeye çalışmaları
onlara günümüzde bekledikleri faydayı sağlayamamaktadır. Bu nedenle, bilgi
iletişim teknolojileri ile yeni yapılanmalara gidilmeli, yeni güç kazandıracak kimlik
83
değişimi alt yapıları kurulmalıdır. Bu noktada ilk olarak, sendikalar kendilerini bilgi
iletişim teknolojilerine açmalıdır.
İnterneti yaygın olarak kullanan sendikalar için yapılan araştırma sonuçlarına göre;
bilgi, internet ve e-postanın üyelerin hem üye sayılarının hem de sendika ile
bağlantılarının
ve
iletişimlerinin arttığı
belirlenmiştir (Aalto,2005). İnterneti
kullanarak kimlik değiştirmeye çalışan Amerika'daki işçi sendikası federasyonu
AFL-CIO, interneti tüm çalışanların sorunlarının paylaşıldığı bir ortam olarak
görmekte ve onlara ihtiyaçları olan bilgiyi sunmakta ve kurmuş olduğu çalışan
aileler
gibi
web
siteleri
ile
çalışanların
lobi
gücünü
kuvvetlendirmeyi
amaçlamaktadır (Dannin, 2005). Özellikle CyberUnion ile sendikal faaliyetlerin ve
örgütlenmenin internet ortamındaki uygulamaları ile daha geniş anlamda sendikal
hizmetlerin sunulması, mesleki ve sendikal bilgi seviyelerinin geliştirilmesi, iletişim
imkânlarının iyileştirilmesi ile sendikal örgütlenmenin artırılması sağlanmaktadır
(Shostak, 2005).
Sendikalar internet sayfalarında çalışanların istihdamı esnasında karşılaştıkları
sorunların azaltılması ve kalitenin artırılmasına yönelik bilgilendirme ve eğitim
dokümanlarını üyeleriyle paylaşmaktadır. Uluslararası Elektrik Çalışanları Birliği'ne
(IBEW) bağlı birçok yerel örgüt boş olan işleri üst birlik tarafından internet sitesinde
kendilerine ayrılmış olan bölümlerde ilan etmektedir. Hatta yerel örgütler gerek
kısa süreli gerekse tam zamanlı işler için üyelerini telefonla arayarak boş olan
işlere yönlendirmektedir. Amerika'da kurulan Teamster adlı sendika; işverenler
tarafından işten atılan gerek üyeleri gerekse üye olmayanlar için internet
ortamında açık işlerin listesini sunmakta, çalışanlarına istihdam ve iş bulma
hizmetleri sunmaktadır. Bu yapılanmalar, sendikal hizmetlerin çok daha ucuz, hızlı
ve doğru bir şekilde işlemesini sağlayarak örgütlemenin ağırlıklı olarak e-sendika
yapısına doğru kaymasına yol açabilecektir. Sendikaların bu ve benzeri
uygulamaları kullanmaya başlamaları, sendika üyelerinin oy verme işlemlerini
evlerinden veya işyerlerinden gerçekleştirmeleri, yerel ve bölgesel toplantıları
organize etmeleri avantaj sağlamaktadır. İnternete doğru bu kayma, özellikle yerel
toplulukları daha da güçlendirerek sendikal bağlılığın kazanılmasına yönelik yerel
gayretleri artıracak, yetenek ve beceriye bağlı olarak yeni bir çalışan gücü ve grev
modeli ortaya çıkaracaktır (Shostak, 2005).
84
Sendikaların
bilgi
teknolojilerini
kullanarak
yeni
yapılanmaya
girmelerine,
geleneksel anlayışı durgunluktan çıkarıp yeni bir heyecan yaratacağı yönünde
olumlu görüşler olsa da, geleneksel temsil etme rolünü azaltıp, bireysel katılımların
olduğu bireyselleşmenin artacağı ve belli konulara yönelmiş grupların sendikaların
etkisini azaltacak şekilde öne çıkaracaklarını vurgulayan olumsuz görüşlerde
mevcuttur (Gündoğan, 2005). Ancak, her şeye rağmen sosyal sorumlulukları olan
bir sendikal anlayışın ortaya konulması günümüzde bir ihtiyaçtır. Hayat standartları
ve ahlaki düzeyi yüksek bir toplumun oluşumunda sendikalar, ancak bu
donanımlarıyla etkin olabileceklerdir (Bingöl,1998:242’den aktaran Özaydın,
2007).
1.2.2.4. İnsan kaynakları yönetimi ile endüstri ilişkileri sisteminin yeniden
yapılandırılması
Örgütlü gruplar arasındaki ilişkilere geçişle birlikte ortaya çıkan endüstri ilişkileri
sistemi,
devletin zaman zaman müdahale ettiği, merkezinde bölüşümün ve
çalışma koşullarının yer aldığı, toplu pazarlıklara dayalı olan bir sistemi ifade
etmektedir (Uçkan,1999:3). Ancak, bu sistemde yaşanan değişikliklerin etkisiyle bir
dönüşüme uğramaktadır. Rekabet koşullarının artması, bilgi teknolojilerinin
yaygınlaşması, çok uluslu şirketlerin ortaya çıkışı, yeni üretim tekniklerinin ortaya
çıkması ve bütün bu süreçlerin işgücünde nitelik vurgusu yapmaya başlaması
endüstri ilişkileri sistemini kriz dönemine sokmuş, yeni bir yapılanmanın gereğini
ortaya çıkarmıştır. Bu yapılanma, küreselleşmenin etkileriyle devletin değişen
ideolojisi çerçevesinde hakem rolünü, taraf rolü ile ikame etmesi endüstri ilişkileri
sistemini de değiştirmek zorunda bırakmıştır (Bayat ve Bülbül, 2010:226-228).
Çalışanların vasıf seviyelerinin yükselerek işletme içerisinde merkezi bir konuma
yükselişi, kendi ayakları üzerinde durabilen, kendi adına pazarlık yapabilen ve
hakkını elde etmek için sendikaya gereksinim duymayan bireylerin ücret ve
çalışma koşullarının bireyselleşmesi endüstri sisteminin değişimini hızlandırmıştır.
Diğer taraftan da, esnek çalışma modellerinin ortaya çıkışı ile çalışma kavramının
değişmesi bu dönüşümü daha da derinleştirmiştir.
85
Değişim süreciyle beraber daha çok vasıflı işlere kayan yeni tür mesleklerin ortaya
çıkması, eski bazı mesleklerin ortadan kalkmasına sebep olmuştur. Bu geçiş, iyi
eğitim almanın yanında bilgiyi üretip kullanabilen, yönetim sürecine aktif olarak
katılan, entelektüel sermayeye sahip bir çalışan profili yaratmıştır. Bu profil
endüstri sistemini meydana getiren aktörlerin hem sistem içindeki rollerinde hem
de birbirleriyle etkileşimlerinde önemli değişikliler meydana getirmiştir (Şenkal,
2008).
Değişen çalışan profili, işletme içerisinde merkezi bir konuma yükseltmiş,
sendikaların yerini sarsmıştır. Sarsılan bu alan, sendikalara alternatif olabilecek
işletme içi bir yapının oluşturulması gereğini ortaya çıkarmıştır. İnsan kaynakları
yönetimi sendikalar, toplu pazarlık, çatışma ve uyum gibi endüstri ilişkileri
kavramlarına yeni bir bakış açısı getirmektedir (Işık,2010:255). Bu anlayışın
temelinde, çalışanların artan bir şekilde firma yönetimine katılımını esas alan firma
çalışan bütünleşmesini sağlayan bir yaklaşım söz konusudur (Bilgin, 2001).
Temeline insan öğesini alan insan kaynakları yaklaşımı, esneklik, toplam kalite
uygulamaları, etkinlik gibi kavramlar etrafında gelişerek yeni bir endüstri ilişkileri
sistemini doğurmuştur (Bayat ve Bülbül,2010:231). Yeni süreçte, çalışanın bir
değer olarak benimsenmesi, rekabet gücünde stratejik bir faktör olarak ele
alınmaya başlaması, istihdam ilişkilerini önemli ölçüde farklılaştırmaktadır
(Selamoğlu,1998).
İnsan kaynakları yönetimi anlayışı, küreselleşme süreci içerisindeki pek çok
gelişme sayesinde güçlenmiş ve zamanla çok uluslu şirketler başta olmak üzere
tüm organizasyonlarda yaygınlaşmaya başlamıştır. Küreselleşme ve rekabet
koşulları, işverenleri endüstri ilişkilerinde daha az düzenleme, iş ilişkisinde daha az
standartlaşma içeren ve işletme düzeyinde biçimlenen bir endüstri ilişkileri talep
etmeye yöneltmiştir. Bu durum, hem işverenlerin hem de hükümetlerin endüstri
ilişkilerine stratejik açıdan bakmalarına neden olmuştur ( T.Erdut,2002a).
Değişen şartlara uyum için değişmeye başlayan endüstri ilişkileri sistemi ile bu
sistemin yarattığı insan kaynakları yönetiminin birbirine uyumlaştırılması, sistemi
daha sağlam temellere oturtmaktadır. Ancak, endüstri ilişkileri ve insan kaynakları
yönetiminin uyumlulaştırılması, bazı ön koşulların sağlanmasına bağlıdır. Bu
86
koşullar, hem işletme yönetiminin, hem de işçi sendikalarının tutumlarının,
işletmenin büyümesinin işçilerin geliştirilmesi ile yakından ilgili olduğunun kabul
edilmesi, işçilerin ve işverenlerin çıkarlarının salt ayrışmış değil, aynı zamanda
ortak olduğunun da varsayılmasına bağlı olmaktadır (T. Erdut, 2002a). Bu
bağlamda verimlilik, endüstri ilişkileri sistemi içerisinde en önemli yapı taşı haline
gelmiştir.
Gelinen süreçte, insan kaynakları yaklaşımına endüstri ilişkileri sisteminin yerini
alan ve işçi sendikalarını ortadan kaldırmayı hedefleyen, insan kaynakları yönetimi
yoluyla sendikaların işlevlerini üstlenen bir bakışla bakılsa da, insan kaynakları
paradigması gerçekte nötr ve objektif bir niteliğe sahiptir (Özaydın, 2007).
1.3. Değişimin İşgücüne Yansımasının Etkileri
Sermayenin yayılması kaçınılmaz olarak çalışan sınıfının da küresel olarak
yayılması anlamına gelmektedir. Ancak; bu sadece bir yayılma değil, emeğin
doğasının ve küresel işgücünün hem toplumsal hem de mekânsal anlamda
değişmesine neden olacak bir büyümeyi ifade etmektedir (Munck, 2003: 20-21).
Şirketlerin dünyanın her yerine gidip istedikleri gibi bir işgücünü arayabildikleri,
yüksek beceriye sahip işgücünü dünyanın herhangi bir yerinden ithal edebildikleri
bir ortamda emeğin, küresel bir kaynak olduğu, küreselleşme ile gelen değişimin
işgücü sınırlarını değiştirdiği ve küresel bir emek piyasasına doğru gidildiği bir
gerçek yaşanmaktadır.
Değişim işgücüne farklı şekillerde yansımaktadır. Kadınların işgücünde yer almayı
daha çok talep ettikleri, nitelikli ve niteliksiz işgücü arasındaki farklılaşmanın arttığı,
bazı meslek ve çalışma şekillerinin ortadan kalktığı bir işgücü piyasasını gündeme
getirmiştir. Değişim süreciyle, çalışanların işe ilişkin tutumları da değişmeye
başlamıştır. Bu tutum değişikliği işgücün istihdamını ve işsizlik olgusuna bakışı da
değiştirmektedir. Öyle ki, değişimin getirdiği nitelik vurgusuyla daha da ön plana
çıkan beşeri sermaye için eğitim hayatının uzunluğu, devreye bir sosyal güvenlik
aracı gibi rol edinen aile kavramına da yansımaktadır. İş güvencesinin yerini,
istihdam edilebilirlik kavramının almaya başlaması istihdamda kalma kaygısını
arttırmakta, verimlik ve stres arasında kalan bir işgücü yaratmaktadır.
87
Küreselleşmenin başlattığı değişim, olumlu ve olumsuz taraflara sahip çok yönlü
bir yelpazeye benzetilmektedir. Bu yelpazenin işgücü üzerinde uzandığı etkileri,
işgücün değişen yapısı,
işsizlik algılamaları, ailenin değişen rolü, verimlilik ve
stres kaygıları başlığında incelemeye çalışılacaktır. Küreselleşmenin yedi tehlike
işareti ve yedi reçetesi olarak verilen tabloya (Şahin, 2005) göre de değişimin
olumsuz etkilere sahip olan yönleri değiştirilebilmektedir. Bu bağlamda, Tina
sendromu olarak adlandırılan küreselleşmenin istendiğinde kapıları kapadığı gibi
açmaya da muktedir olduğu bilinmelidir. Bu hologramda nerden baktığınızla ilgili
bir durumdur.
Çizelge 1.7. Küreselleşmenin yedi tehlike işareti ve yedi reçete
Küreselleşmenin Yedi Tehlike İşareti
Çalışma yaşamında ve sosyal haklarda geriye
gidiş
Küresel durgunluk
Zenginlik ve yoksulluğun polarizasyonu
Hükümetlerin kendi ülkelerindeki egemenlikleri
üzerindeki demokratik kontrollerinin kaybetmesi
Küresel işlemlerin kısıtlayıcı bağlardan
kurtulmaları
Küreselleşmeyi yönlendiren sorumsuz küresel
kuruluşlar
Katolik ve yıkıcı rekabetin doğurduğu küresel
mücadele
Küreselleşmenin Tehlikelerine Karşı Yedi
Reçete
Uluslararası haklar ve standartların
sağlamlaştırılması
İstihdam artışı yaratacak, ekonomik
konjonktürün yükseleceği politikalara
dönülmesi
Küresel düzeyde zenginlerden fakirlere
yeniden dağılımı sağlayacak politikaların
yaşama geçirilmesi
Demokrasinin güçlenmesi
Küresel işletmelere yön verici kanunların
yaşama geçirilmesi
Uluslar arası kuruluşlarda reforma gidilmesi
Katolik ve yıkıcı rekabetin mücadelelerini
önlemek için çok taraflı düzenlemelere
gidilmesi.
Kaynak: BrecherJerwy, Global Villageor Global Pillage? World Politicies94/95, Annual Editions, s
48-50' den aktaran Şahin, s. 126.
1.3.1. İşgücünün değişen yapısı
Küreselleşmenin pek çok süreci tekrardan yapılandırması, işgücü üzerinde de bir
dönüşüm
başlatmıştır.
İstihdamın
kuralsızlaştırılması
ve
esnekleştirilmesi
karşısında işgücü nitelikleri de küresel sermayenin beklentilerine uyumlu hale
getirilmekte, işgücünün entelektüel düzeyinin gelişime verilen önem giderek
artarak işgücünde nitelik atıfı vurgulanmaktadır. Özellikle, günümüzde üretim
teknolojilerindeki değişim işgücünün niteliğini değiştirmiş, niteliksiz işgücünün
88
yerini bilgi ve beceri düzeyi yüksek, eğitilmiş işgücü almıştır. Ortaya çıkan yeni
çalışma biçimleri ile de nitelikli iş gücüne olan talep artmaktadır.
İstihdamda ortaya çıkan nitelik vurgusu, aynı zamanda hizmet sektörünün istihdam
yaratmadaki payının arttırmakta ve işgücünün mavi yakadan beyaz yakaya
kaydırmaktadır. İş olanakları da mavi yakalı işçilerin hakim olduğu sanayi
sektöründen, hizmetler sektörüne doğru kaymaktadır. Bu kayma artan rekabet
ortamının da bir getirisidir (Harvey,2008:154). İşletmeleri rekabet ortamında ayakta
tutacak istihdam politikaları da yeteneği ve beceriyi ön plana alan bir işgücü
profilini
yaratmakta,
işgücünün
sermayenin
beklentileriyle
uyumlu
hale
getirmektedir.
Küreselleşmenin işgücü piyasaları üzerindeki etkilerini olumlu ve olumsuz bakış
açıları çerçevesinde incelemek gerekmektedir. Olumlu görüşler, küreselleşmenin
ekonomik büyümeye yaptığı katkı ve gelişen teknolojilerle, gelir eşitsizliğini
gidereceği ve yeni iş olanakları yaratacağı yönündedir. Buna karşın, daha büyük
bir grubu oluşturan olumsuz yaklaşımlar ise, küreselleşmenin işgücü piyasalarında
kutuplaşmaya yol açarak, emek gücü ve sosyal hakları daraltıcı bir etkiye sahip
olduğunu savunmaktadır (Zengingönül, 2007:189-196).
Küreselleşme süreci, işgücünde bir dönüşüm başlatmıştır. Bu dönüşümün temel
vurgusu, işgücünün niteliklerini öne çıkarsa da, bu süreçle beraber işgücünde
çekirdek ve çevresel olarak işgücü kutuplaşmasına, kadın işgücünün çalışma
hayatında artış göstermesine, istihdamda uzun vade yok anlayışını temel alan
istihdam edilebilirlik felsefesinde büyüyen vasıflı bir işgücü olarak dönüşmeye
başlamıştır.
1.3.1.1. İşgücünün kutuplaşması
Küreselleşme süreci işgücünün niteliği, içeriği ve anlamı üzerinde bir değişim
başlatmıştır.
Özellikle,
ortaya
çıkan
yeni
istihdam
biçimleri
işgücünün
çeşitlenmesinde meydana gelen farklılığın temelini oluşturmaktadır. İşgücünün
vasıfsal özelliğindeki dönüşümde, mesleki kompozisyon değişime uğrayarak bilgi
ve becerilere olan talep farklılaşmaktadır. Yeni işlerin ve mesleklerin yaratılması
89
olarak, ortaya çıkan nicel boyuttaki değişimler ile mevcut işlerdeki vasıfların ve
becerilerin değişmesi olarak ifade edilen nitel boyuttaki değişimler, hızla büyüyen
meslek grupları olan profesyonellerin ve hizmet işçilerinin emek piyasası içerisinde
istihdam oranlarının artmasına neden olmaktadır (Castells, 2005:304). Bu süreç
içerisinde, standart dışı istihdam biçimlerinin günümüzün temel karakteristiği
haline gelmesi ile işgücünde bir kutuplaşma yaratmaktadır. Bu süreç, kimine göre
iş güvencesini azaltması, ayrıştırılan vasıf yetisi yetmeyen işgücün enformel
sektöre kayışı ve özellikle çalışmanın giderek daha güvencesiz, istikrarsız ve riskli
hale geldiğini ifade eden eğretilik (precarious) ile proletarya kelimelerinin
birleşmesinden doğan, prekarya kelimesi ile kutuplaşmanın sınırını çizmektedir
(Emirgil, 2010).
Sennett’e göre, neo liberalizmin işgücü üzerindeki etkileri, tüm toplumsal ilişkilerin
yeniden kurgulanmasına yol açmaktadır (Sennett, 2012: 10). Özellikle, bu değişimi
Sennett beceri toplumu (Sennett, 2006: 12) olarak ifade etmektedir. Vasıfsal
ayrıma tabi tutulan işgücü piyasası beceri toplumu ifadesinde kendi içinde bir
kutuplaşma yaşamaya başlamıştır. Özellikle, bu kutuplaşma sürecinde emeğin
istihdamı boyutundan, emeğin istihdam edilebilirliği boyutuna geçiş söz konusudur.
Kutuplaşma, işgücünde nitelikli ve niteliksiz vurgusu yaparak, küresel piyasalarda
ayırımı daha da derinleştirmektedir. Nitelik açısından gelişmiş işgücünün iş
piyasalarında daha iyi şartlarda istihdamı sağlanırken, niteliksiz işgücünün
istihdam olanakları giderek sınırlanmaktadır (Koray, 2000:168).
Özellikle, teknolojik gelişme ile başlayan kutuplaşmada verimlilik odağında insan
gücünün hem sayısının, hem de çok boyutlu niteliklerinin gelişmesi önem
kazanmaktadır. Bilgiyi kullanabilen, üretebilen işgücü aranılan işgücü olmaktadır.
Hizmet sektörünün ön plana çıkması ile de işgücünde nitelik vasfı önem
kazanmaya başlamaktadır. Mavi yakalı işgücü yanında, beyaz yakalı hatta altın
yakalı işgücünün ortaya çıkması işgücünde ikili bir yapı oluşturmakta, merkez
bölgelerdeki işgücü yani hizmet sektöründeki vasıflı işçi ile çevre bölgedeki imalat
sanayisindeki vasıfsız işgücü arasında ikili bir yapı yaratılmaktadır (Şimşek,
2002:3). İşgücünün verimlik ve vasıf düzeyleri ile üretimin uluslararası örgütlenme
90
sürecine uyum sağlama esnekliği doğru orantılı olarak gelişmektedir (Erdinç,
1999).
Esnek çalışma biçimleri, işgücünü merkez ve çevresel olarak iki gruba
ayırmaktadır. Merkezdeki işgücü, esnek üretim sistemlerinin merkezinde yer
alarak, ileri teknoloji kullanabilen grubu ifade ederken, çevre işgücü, piyasa
koşullarına göre işe alınıp, geçici süreli sözleşmelerle çalıştırılan ve daralmalara
bağlı olarak işlerine son verilen grup olarak ortaya çıkmaktadır. İşin nitelik
gerektirmeyen emek yoğun süreçleri, işgücü piyasalarının çevresel alanında
gerçekleştirilirken,
sermaye
yoğun
üretim
süreçleri
merkez
işgücünce
gerçekleştirilmektedir (Özaydın, 2007).
İşgücü piyasalarında bölünmeyi, kendi kendini programlayan emek ve jenerik
emek olarak kavramsallaştıran görüşlerde vardır. Kendi kendini programlayan
işgücü hedefe odaklanarak, ihtiyacı olan bilgiye ulaşmak ve ulaştığı bilgiyi
kullanmak için özerk kapasiteye sahip olmaktadır. Bu emek yüksek bir eğitime
sahip, çok yönlü teknolojik bilgiye sahip olan, inisiyatif sahibi, takım çalışması ve
yaratıcılık yeteneğine sahip vasıfları içermektedir. Bu durum, sadece beceriler
yönüyle de değil, ayrıca yaratıcılık kapasitesi ve organizasyonların gelişmesi ve
toplum içinde bilginin yoğun kullanımı gibi uygun eğitim süreçleri ile de alakalıdır.
Niteliksiz işleri yapan çalışanlar ise, jenerik emek olup, dinamik maliyet-fayda
analizlerine bağlı olarak yerelde düşük maliyetli üretim alanlarına kaymakta ve
gelişen makineler ile yer değiştirmektedir (Castel, 2005:25). Bir toplumda katma
değer yaratacak olan, yaşanılan değişimlerin sonuçlarına, emeğin her iki çeşidinin
de adapte edilmesini sağlayan istihdam programları olmaktadır. Bu yüzden, eğitim
bir toplumun ilerlemesinde itici güçtür.
Bilgi toplumu sürecinde nitelikli çalışanlara olan talebin artması, istihdam içerisinde
vasıflıların sayısının artmasına ve dolayısıyla da bilginin çalışanlara doğru
kaymasına yol açmaktadır (Kurtulmuş, 2001:150-152). İşletmeler, bu tip
elemanlara sahip olabilmek ve ellerinde tutabilmek için büyük özerklik tanımakta
ve çalışma koşullarını bu çalışanlar lehine düzenlemektedir. Böylece, kutuplaşan
işgücünün pozitif tarafında yer alan işgücü eğitim ve vasıf seviyelerinin yüksekliği,
daha çok inisiyatif aldıkları, kendilerini ispat edecekleri ve iş süreci kararlarına
91
katılabilecekleri meslek ve pozisyonlara yönelirken, üretim sürecinde niteliksiz
işgücüne olan talep azalmaktadır. Bu yüzden de yaşanan hızlı teknolojik
değişmeler, bilgili tüketiciler, yüksek donanımlı rakipler ve yoğun rekabet süreci,
sayısal olarak değil, nitelik olarak farklılaşan işgücü talebini ortaya çıkarmaktadır
(Ekin, 2000: 62).
1.3.1.2. İşgücünde feminizasyon
Küreselleşme beraberinde gelen esnekleşme ile cinsiyet ayrımcılığı sorununu
ortaya çıkarmaktadır. Artık iş gücü piyasasında feminizasyon giderek yükselen bir
eğilim içerisindedir. Bu kimilerine göre, yasal değişikliklerden ya da kadınların
eğitim düzeylerindeki değişikliklerden kaynaklanmaktadır. Ancak kimine göre de,
daha düşük sabit maliyetlerle daha kolay işten çıkarabilen bir işgücü yaratma
isteğinden doğmaktadır. Esnekleşme, cinsiyet yönünden işgücünün cinsiyetlere
bölünmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır (Munck, 2003: 97).
Kadın işgücündeki artış, gelişmiş ya da gelişmekte olan ayrımı olmaksızın tüm
küreselleşen piyasalarda gözlenen bir gelişmedir. Teknolojik gelişmelerle başlayan
hizmetler sektörünün genişlemesi, kadın işgücü için önemli bir çalışma alanını
oluşturmaktadır. Kısmen çalışma, iş paylaşımı ve esnek çalışma saatleri gibi
esnek çalışma biçimlerinin kadın işgücünün gereksinimlerini karşılama durumu
kadın işgücün artışını destekleyen en önemli unsur olmaktadır (Koray, 2000:171).
Bilgi toplumundan yeniden yapılandırılan süreçlerde, emeğin sınıflandırılmasında
cinsiyet önemli bir değişken haline gelmekte, maliyetlerin azalmasına yönelik
baskılar, işletmelerde kadın işgücünün sayısını artırmakta ve sürekli kendini
geliştiren dinamik bir süreç meydana getirmektedir.
Çok daha fazla kadının, emek gücü içine girebilmesi, kolaylıkla piyasadan
çıkabilmesi ya da emek gücü ile diğer işleri bir arada yürütebilmesi sayesinde
birçok kadın geç yaşlara kadar emek gücü içerisinde kalmaktadır. Başka bir
boyutu da, geleneksel olarak erkeklerin çalıştığı işlerin dönüşüme uğramasıdır.
Erkek egemen geleneksel olan profesyonel yönetim işlerine kadınların katılımları
ile geçmişte kadın işleri olarak görülen eğitim, sağlık, beyaz yakalı hizmet işleri ve
belirli mavi yakalı işler kadınlarla özdeşen çalışma biçimlerini silikleştirmekte,
92
esneklik uygulamaları ile kadınların emek piyasalarında yoğunlaşmalarını
sağlamaktadır (Carnoy, 2002: 96). Ayrıca, geleneksel olarak kadın sektörü olarak
bilinen tekstil gibi alanlarda feminizasyonun arttığına ilişkin bir kanıt yokken, aksini
gösterir işaretlerde söz konusudur (Munck, 2003: 97). Ancak, özellikle gelişmekte
olan ülkelerin yaş ve eğitim yapıları düşünüldüğünde, kadınların sahip oldukları
potansiyellerine rağmen olması gerekenden daha düşük işgücüne katılım
gösterdikleri görülmektedir. Bu tür ülkelerde kadınların işgücüne katılımı, yaş ve
eğitim durumlarına göre beklenen seviyelere çıkartılabilmeleri durumunda hane
halkı gelirleri %25’e kadar artabileceği, bu durumun da yoksulluğun azaltılması ve
yaşam seviyesinin yükseltilmesi bakımından da son derece önemli olduğu ifade
edilmektedir (The World Bank Report, 2009:4).
Esnek çalışmanın artması, direk olarak ücretli çalışan işgücü içerisinde kadın
oranının artması ile ilgilidir. Bu değişim, son otuz yıl içerisinde sosyal yapı
içerisinde bir dönüşüme yol açmıştır. Bu etkilerden biri olarak çalışma hayatında
ortaya çıkan esneklik, çalışma hayatında bir ayrımcılığı da yaratmaktadır. Bu
görüşü savunan yazarlara göre; esneklik, yeni kapitalizmin çekirdek beyaz erkek
işçisi için sorumlu özerklik ve çok vasıflılık anlamına gelmektedir. Kadın ya da
siyah işçi için ise, emniyetsiz ve hatta daha zor bir çalışma ortamı yaratmaktadır
(Munck,2003:121). Birçok ülkede geçici ve kısmi zamanlı işlerin yüzde yetmişinde
kadınlar istihdam edilmektedir (Castells, 2005: 37). Bu yüzden de, kadınlar işgücü
piyasasına diğer işçilerle eşit koşullarda değil, kadınlara karşı farklı ölçülerde
ayrımcılık yapan toplumların parametreleri içinde girmektedir (Munck,2003:121).
Kadın işçilerin erkelere göre, daha savunmasız olmaları, düşük ücretli sektörlerde
ya da mesleklerde orantısız bir biçimde yoğunlaşmalarına ve genellikle kayıt dışı
kalmalarına neden olmaktadır. Bazı sektörler de erkek işverenler geçici ve kısmi
zamanlı işler haricinde çok az kadın çalışanı tercih etmektedirler (Carnoy, 2002:
97). Bu ayrımcılığın ortadan kaldırılması için başta eğitim, özellikle mesleki eğitim
ve girişimcilik yoluyla kadınların istihdam edilebilirliğinin artırılması gerekmektedir.
Bu yüzden, beşeri sermayenin önemi bir kez daha kendini göstermektedir.
Kadın işgücü kendi içerisinde de ayrımlaşmaktadır. Eğitim seviyesi ve becerilerinin
öne çıktığı finans, yazılım ve bilgi teknolojilerinde çalışan kadınlar diğer
sektörlerdeki hem cinslerine göre fazla ücret alırken, çok düşük ücretlerle çalışan
93
ve ayrımcılığa maruz kalan kadınların varlığı diğer sektörlerde hâlâ devam
etmektedir. Kadın işgücünün hem kendi içerisindeki, hem de ayrımcılığa maruz
kalan düşüncelere göre elde ettikleri ücret, sosyal haklar, iş güvencesi, istihdam
şartları ve terfi gibi sorunları hâlâ devam etmektedir (Carnoy, 2002: 2). Kadınlar,
genellikle ekonomik bir genişleme olduğunda işçi piyasasına en son alınan,
konjektürel bir kötüleşme sırasında ise en başta işten çıkarılan arasındadır. Ancak,
yine de kadınlar dünya ölçeğinde kapitalist işgücü piyasasına tamamen entegre
olmakta ve artık emeğin yedek ordusu olan konumlarından sıyrılmaktadır (Munck,
2003: 150). Bu yüzden de, bu dönüşüm sürecinde ayrımcılığa daha az maruz
bırakan, eşit işe eşit ücret anlayışına hâkim sosyal haklarla destekleyecek yasal ve
kurumsal düzenlemelerle desteklenmeleri gerekmektedir (Munck, 2003:150).
1.3.1.3. İşgücünde yaratılan nitelik vurgusu
Küreselleşmenin yarattığı pek çok değişim işgücü istihdamının dağılımında ve
nitelik yapısında farklılaşmalara yol açmaktadır. Artan rekabet, üretilen ürünlerdeki
hızlı değişiklikler, teknolojik gelişim, esneklik uygulamaları işgücünde bir değişim
başlatmıştır. Bu değişim, işgücünde nitelik vurgusu yaparken istihdam ilişkilerini
bireyselleştirmesi,
ücret
belirleme
gibi
temel
alanlarda
toplu
pazarlıktan
uzaklaşması, firmaların çoklu becerilendirme ve azalan iş sınırları gibi işgücünü
işleme değişiklikleriyle (Peck,1992) sermaye kendi çalışan seçkinini (Gorz,
2001:668) yaratmaktadır (Belek, 2004). Özellikle, teknolojik gelişmelerin bütün
sektörlere hızla yayılması beraberinde becerikli yüksek derecede eğitimli
entelektüel bir işgücünün ortaya çıkmasına neden olmaktadır.
İşgücünde ön plana çıkan nitelik kavramı, iki farklı özelliğe sahiptir. Bunlardan ilki,
işi yerine getirenlerin kalitesi, kabiliyetleri ve kapasitesi; diğeri ise iş için gerekli
özellikleri karşılayabilme derecesidir. Günümüzde ise, bu farklı iki özellik iç içe
geçmiş, her iki tanımlamayı da içeren, niteliği hem kişilerin yetenekleri hem de işin
gerektirdiği özellikler bütünü olarak gören yaklaşım geçerli olmaktadır. Niteliğin ilk
özelliği, eğitimden gelmektedir. Öne çıkan nitelikli emek resmi ve gayrı resmi
eğitim sonucu kazanılan ve deneyim ile artırılan becerilerdir (Gürak,2004:25,26).
Nitelikler, iş nitelikleri, işgücü nitelikleri ve geleneksel nitelikler olmak üzere üçe
ayrılır.
Nitelikleri, ilgili mesleğin gerektirdiği özellikler; işgücü nitelikleri kişinin
94
formel ve işbaşında eğitimle edindiği bilgiler; geleneksel nitelikler (Teixeira, 2002)6
ise, kategorilere ayrılmış meslek gruplarına ait nitelikleri ifade etmektedir. Bir diğer
sınıflamada ise, sahip olunan beşeri sermaye stoğu, bireylerin yaptıkları işteki
özerklik derecesi ve emeğin işinin gereğini tam ve etkili olarak yerine getirme
derecesi olarak ifade edilmektedir (Teixeira, 2002).
Günümüzde yaşanan değişim sonucunda işgücünde nitelik vurgusu profili şu
şekilde çizilmektedir. İyi eğitim alan, teknolojileri kullanabilme yetisi olan, esnek
davranabilen işçi düzeyinde nitelikle, teknik ve denetim düzeyinde niteliğe sahip,
küreselleşme ortamına dahil olabilen, yönetim ve pazarlama alanında ve yeni ürün
oluşturarak, bilim alanındaki gelişmeleri takip eden inovasyon düzeyinde nitelik
olarak kurgulanmıştır (Lall,1999: 12).
Günümüzde, işgücünde niteliği öne çıkaran gelişmenin ana ekseninde teknoloji
vardır. Ancak, teknoloji ile nitelik arasındaki doğrusal ilişki kimine göre yetersiz
olmaktadır. Ricardo, teknoloji ile emek arasında tam bir ikamenin kesin olmadığını,
makineler ve işgücünün sürekli bir rekabet halinde olduklarını savunmuştur.
Teknolojik gelişmenin vasıf artışı yaratmayacağı konusu aslında bundan çok daha
önceki yıllarda tartışılmaya başlanmıştır. Maurice Dobb,
teknolojik gelişmenin
işgücü vasıfsızlaştırdığını ilk iddia edenlerden biridir (Dobb,1956: 14-32). Aynı
şekilde, kapitalist sistemin özünde vasıfsızlaştırma yarattığı, iş üzerinde daha fazla
şirket idaresi kontrolü oluşturduğunu savunanlar bu görüşü desteklemektedir
(Braverma, 2008:223). Bu görüşü destekleyenler teknolojinin insanların vasıflarını
azaltmada bir vasıta olarak kullanıldığını iddia ederlerken; büyük bir çoğunluğu
oluşturan karşı fikirde olanlar ise, ileri teknolojileri kullanmanın daha fazla öğrenim
ve vasıf gerektirdiğini iddia etmektedir (Baccini ve Cioni, 2010). Bu yüzden de,
daha fazla öğrenime sahip bir işgücünde her geçen gün daha da artan nitelik
vurgusu
ön
plana
çıkmaktadır
(Jones,1982:121-137).
Ayrıca
bu
görüşü
destekleyenler, vasıf artışlarının erkeklere kıyasla kadınlarda daha fazla olduğunu
ve
özellikle
nitelik
artışının
bilgisayar
temelli
işlerden
kaynaklandığını
vurgulamaktadır (Green , 2003).
Geleneksel nitelikte bir teknisyen işin içeriğinden değil, aldığı eğitiminden dolayı geleneksel nitelik sınıfına
girer.
6
95
Farklı görüşte olanlar ise, yapılan araştırmalar sonucunda yeni teknoloji
kullanmanın vasıfları arttırdığına yönelik delil bulamadıklarını ifade etmektedir. Bu
firmaların yeni teknolojiden önce de, sonra da zaten vasıflı işgücü istihdam
ettiklerini vurgulamaktadır (Doms, 1997). Kimi yazarlar ise, yaratılan yeni işlerle
eski niteliklerin kaybolduğunu, yeni vasıflar edinmenin mecbur olduğunu belirterek
teknolojinin ne vasıflaştırma teorisine, ne de vasıflandırma teorisine ait olmadığını,
her iki teorinin de bazı özelliklerine sahip olduğunu vurgulamaktadır. Teknolojik
gelişme, bu doğrultuda sadece yeni işler ve kaybolan işler bağlamında emek
piyasasında bölünmeye, kutuplaşmaya yol açtığı saptanmaktadır (Hodson,1998).
Bütün bu düşüncelerden yola çıkılarak, teknoloji ve bunun işgücü üzerindeki nitelik
vurgusu çok lineer olmamakla beraber teknolojinin tek başına işin ve işgücün
niteliğini belirlemede yeterli olmadığını, sürecin daha çok işletmede uygulanan
stratejiler doğrultusunda gerçekleşeceği söylenebilir (Tokol, 2008: 89). Ancak
kuşkusuz ki, teknoloji bu sürecin en temel etkenidir.
Teknoloji, rekabette değer ve fark yaratan bir unsurdur. Teknolojik gelişmeden
yararlanamayan bir firmanın rekabet etmesi mümkün değildir. Bu yüzden de,
teknolojik gelişme ve eğitim düzeyi yüksek nitelikli bir işgücü istihdamın en temel
yapı taşı olmaktadır. İşgücünün niteliğindeki genel eğilimler, üç eksen yönünde
belirlenmektedir. İlki tasarım, program ve analiz, üretim ve bakımda yeni teknoloji
destekleri ve yönlendirme gibi işleri kapsayan yüksek vasfa sahip işlerdir. İkincisi,
robotların bakımı, elektrik, makine mühendisliği ve sistem analistliği gibi işlerdeki
vasıflar olurken; son eğilim ise esnekliğin artması yönünde geliştirilmesi gereken
vasıflardır. Bu eğilim, özellikle üretim ve diğer bağlı işlemlerin yapılışını
bütünleştirerek, istihdamı azaltılıp, yapılan işleri basitleştirip çalışanları farklı işler
yapabilecek şekilde organize ettiğinden fonksiyonel esnekliği ortaya çıkarmaktadır
(Tokol, 2008: 90).
Yeni teknolojiler, daha fazla analitik ve davranışsal vasıfları öne çıkarmaktadır. Bu
yüzden de, yeni teknolojilere bağlı olarak mesleki yapının değişmesi karşısında
işgücü eğitimi önemli bir unsur haline gelmektedir. Mesleki ve teknik eğitimin
içeriğinin, yeni yapı ile uyumlaştırılması, yenilenmesi gerekmektedir (Tokol, 2008:
91). Yeni teknolojilerin işsizliğe yol açması karşısında ise, mesleği değerini yitirmiş
olan vasıflı işçilerin, başka meslek ve sanat kollarında istihdam edilmelerini
96
sağlamak amacıyla yeni bir meslek ve sanatta eğitimine tabi tutulmaları
gerekmektedir. Yetenek demodelliği olarak adlandırılan mesleki değerini yitirmiş
olan bu işçiler için eğitim programları devreye girmelidir (Noe,1999:362). Özellikle
de, nitelikli emeğin geliştirilmesi için, insana yüksek düzeyde yatırım yapılması
gerekmektedir.
Gelişen teknolojiler bir taraftan emeğin yerini alırken diğer taraftan da emeğin
istihdamı için yeni iş sahaları yaratmaktadır. Ancak, bu sahalarda işgücünün yer
alabilmesi için “vasıflı bir emek” gücü olması zorunlu olmaktadır. Bu yüzden de
gelişen teknolojiyi takip edip, yönetebilme yetisine sahip olabilmek ve onun yerini
almak için emek gücündeki gelişme, teknolojideki gelişmeden daha hızlı ve büyük
olmalıdır (Temel, 2001).
İşgücünün bir dönüşüm geçirdiği kuşkusuzdur. Meslekler rehberine göre; yirmi beş
yıl önce dünyada on dört bin meslek varken bugün her biri çok daha fazla nitelik
isteyen otuz altı bin farklı meslekten bahsedilmektedir. Değişen işgücü, bilgisi,
tecrübesi, tutumu, davranışları, değer yargıları ve dünya görüşü itibariyle çalışma
yaşamında farklılaşan, aktif, yetkili ve katılımcı bireyi ön plana çıkaran
(Yeniçeri,2006:154) bir işgücü niteliği yaratmıştır (Şimşek, 2002: 339). Bu süreç
itibariyle de küresel ilişkiler, kapalı yapıdaki iki kutupluluktan yeni alt üst oluşlar
sonucunda geleceğin çok kutuplu küresel atom altı yapılanışına doğru baş
döndürücü bir değişim ve dönüşümün yaşarken (Erkan ve Diğerleri,2007a: önsöz),
niteliksiz işgücü sanayiden tasfiye olurken, bilgi işçilerinin nitelikleri ve önemi
artmaktadır (Yeniçeri, 2006:154).
İşgücü piyasasındaki işgücünün, verimlilik ve vasıf düzeyleri ile üretimin
uluslararası örgütlenme sürecine uyum sağlayabilme esnekliğiyle doğru orantılı
olarak ilişkisi vardır (Erdinç,1999). Sermayenin serbestleşip vatansız hale geldiği
bir noktada rekabet üstünlüğü sağlamanın en temel noktası nitelikli işgücü
olmaktadır. Bu işgücün niteliği, sadece mental anlamda bir vasıf değil, beşeri
sermayesine, ayrıca işe ilişkin tutumlarında da farklı yaklaşabilen bir özelliği
ekleyen bir işgücü yaratmaktadır. İsteklendirme yeteneği, plan yeteneği, organize
yeteneği, kendini motivasyon yeteneği, yönetimsel kontrolü, verimli iletişimi,
yönetim yeteneği, problem çözme yeteneği (Stock ve Lambert, 2001:596) ve
97
kendine güven ile bireyselleşen, kendi ayakları üzerinde durabilen, kendi kariyerini
planlayıp işe ilişkin sorumluklarında birden fazla işi yapabilen bir dönüşüm
geçirmektedir. Böylece yüksek nitelikli yaratıcı işgücü stratejik unsur haline
gelmektedir. Teknolojik değişme, insanlara daha fazla beceri kazanmasını ya da
eğitilmiş olmasını sürekli destekleyen bir olgu haline gelmektedir (Bozkurt,
2006:287). Rutin işleri yapan düşük vasıflı çalışanlar, bilgi teknolojilerinin
kullanıldığı makinelerin yaygınlaşması neticesinde ya tamamen ya da kısmen
işlerini kaybederken, analitik düşünen ve problem çözebilen vasıflı çalışanlara olan
ilgi bu süreçte artmaktadır (Alcay, 2003:149). Ayrıca bu değişim, nitelikli
çalışanlarla geleneksel çalışanlar arasında çalışma hayatını farklı algılayan bir
tutumu da beraberinde getirmektedir (Grantham, 2000:6).
Çizelge 1.8. Geleneksel ve bilgi çalışanları kıyaslaması
Geleneksel Çalışanlar
Bilgi Çalışanları
Uzun süreli iş güvencesi isterler.
Kariyer gelişimlerini işverenlerin
sorumluğu olarak görürler.
İşlerinde az memnuniyet duyarlar.
İş değiştirmeyi kariyerleri için iyi
görmezler.
İşe bağlılık işyeri ile özleşir.
İş güvencesini ret ederler.
Kariyer gelişimlerini kendi
sorumlulukları olarak görürüler.
İşlerinden memnuniyet duyarlar
Sık iş değiştirmeyi kariyerleri için fırsat
olarak görürüler
İşe bağlılık başarı ile özdeşleştirirler.
İşi yenilik ve büyüme fırsatı olarak
görürler.
İşi gelir için bir fırsat olarak görürüler.
Kaynak: Grantham, C. (2000). The Future Of Work, The Promise Of The New Digital Work Society,
McgrawHill, 6.
Bu tablodan yola çıktığımızda; geleneksel çalışan tipinden uzaklaşılıp, farklı bir
kimliğe bürünen, iş güvencesinin olmadığı çalışan profiline ulaşılmaktadır. Sahip
oldukları bu özelliklerde, onları her geçen gün daha aranan ve talep edilen iş
güçleri haline getirmektedir (Işığıçok, 2002: 71). Bu nitelikli işgücü profili; altın
yakalı, bilgi işçisi, küresel çingeneler (Tınar, 2002: 65) gibi farklı kavramlarla da
tanımlanmaktadır. Sanal iş gören tanımı (S.Demirbilek, 2007) bu kavramlardan
biridir. Yüksek vasıflı, bilgi işçisi sınıfına giren ve ileri düzeyde enformasyon
teknolojilerini kullanabilen niteliklere sahip olan bu tanımlamaya göre; yaşanılan
değişimlerin etkisiyle değişen çalışma hayatında nitelik atıfı yapan daha pek çok
kavramla tanışacağımız aşikârdır.
98
1.3.2. İşgücünün işsizliğe bakışındaki farklılaşma
İnsanın mutlu olmasının ön koşulu; yetenekleri doğrultusunda, hoşnutlukla
çalışabileceği ve bu çalışma karşılığında alacağı ücretle gereksinimlerini
karşılayacağı bir iş sahibi olmasıdır (Yücel,2005). İş, bir yandan çalışan insanın
yaşam biçimini, toplum içindeki konumunu belirlerken, diğer yandan insanın
kendisi ve kendisine bağımlı olanların yaşamlarını sürdürmelerine olanak
sağlamaktadır. Ancak, yeni teknolojilerin işgücü piyasası üzerindeki etkileri,
istihdamın niteliğini ve bileşimini değiştirmesi sonucunda kişinin statü ve geçimini
sağlayan iş kavramı esnek bir zemine kaymaktadır. Özellikle, bu kaygan zemin
işsizliğe ve yeni çalışma biçimlerine yer göstermekte ve iş güvencesizliği üzerinde
de etkili olmaktadır.
Uluslararası Çalışma Örgütü işsizliği, kısa referans dönemi boyunca çalışmamış
fakat çalışmaya hazır ve aktif olarak iş arayan kimseler olarak tanımlamaktadır.
Ancak şüphesiz ki, işsizlik kavramı bundan çok daha fazlasını ifade etmektedir.
Günümüze kadar işsizliğe bakış açıları farklı zamanlarda farklı yaklaşımları ifade
ederken, şimdilerdeki anlamı geçmişten daha da farklılaşmıştır. Tarihsel süreç
içerisinde, işsizlik olgusu farklı bakış açılarıyla incelenmiştir. Neo-Klasik iktisat
anlayışının egemen olduğu dönemde işsizlik bütünüyle gönüllü bir sorun olarak
değerlendirilmiş, bireylerin yaşadığı işsizlik olgusu ekonomik ya da toplumsal bir
sorun olarak görülmemiş, daha çok kişisel bir sorun bakış açısından yaklaşılmıştır.
Keynes ise, işsizliğin toplam talep yetersizliğinden kaynaklandığını ifade etmiş,
işsizlik sorununun çözümünde hükümetlerin politikalarla piyasalara müdahale
etmesi gerekliliğini ileri sürmüştür. Günümüzde ise, iş artık kişi için bir kimlik
niteliğindedir. Ekonomik varlığının dışında ayrıca sosyal, bilişsel ve psişik süreçleri
kapsayan ifadesi ile birlikte, çalışanın toplumsal ve ekonomik yurttaşlığa kabul
edilmesi anlamına gelmektedir (Gorz, 2001: 92).
İşsizlik sadece bir ekonomik kayıp değil aynı zamanda psikolojik bir örselenme
(Sümer ve Diğerleri, 2013: 19) olarak ta tanımlanmaktadır. Çünkü işsizlik
ekonomik olduğu kadar, toplumsal ve duygusal bir şiddette yol açmaktadır. Bu
şiddeti etkileyen işsizliğin, psikolojik etkisi ise hadım edilen kendilik, yitirilen
özsaygı, aşınan karakter olarak belirtilmektedir (Sümer ve Diğerleri, 2013: 17).
99
İşsizlik yalnızca geçinme güçlüğü, borçlanma ve yaşam standardının düşmesi
anlamına gelmez, aynı zamanda insanların duygu dünyalarını ve kendilik algılarını
etkilemekte ve dönüştürmektedir (Bora ve Diğerleri, 2012: 117). Bu yüzden de,
işsizlik çalışmamanın ötesinde değer ve anlam kaybına uğramak demektir. Değer
ve anlam kaybına uğrayan bireyin, kendi kimliğinin, sosyal konumunun ve
kişiliğinin gelişmesinde çok önemli rol oynayan istihdamdan yoksun kalmasının
sonucunda birey kendisine olan saygısını yitirmektedir (Tınar, 1996: 109). Bu
süreç, onun sosyal kimliğini ve toplumdaki yerini sarsmakta düzenli ve
öngörülebilir bir gelecek kurması engellemektedir. Ayrıca, bu süreç sadece birey
içinde değil aynı zamanda ailesi içinde temel stres kaynağı yaratmakta, sadece
işsizin ve yakınlarının yaşam kalitesini düşürmekle kalmayıp psikolojik ve fiziksel
sağlığını da bozmaktadır (Sümer ve Diğerleri, 2013: 17).
İşsizliğin neden olduğu temel sonuçlar; somatik sağlık sorunları, psişik sorunlar ve
toplumsal maliyet oluşturucu sorunlar biçiminde ortaya çıkarken, işsizliğin yarattığı
başlıca psişik sonuçlar; stres, depresyon, özsaygının,
toplumsal ve ailesel rolün
yitirilmesi şeklinde ortaya çıkmaktadır (Tınar,1996: 105-107). Akıl ve beden
sağlığında da pek çok olumsuzluğa yol açabilen işsizlik, kişinin mutluluk düzeyini
düşürmekte yaşamdan alınan doyumu azaltmakta, ekonomik güvensizlik, endişe
ve duygusal dengesizliğe yol açmaktadır. Özellikle de bu dengesizlik depresyon,
kaygı diğer insanlara yönelik düşmanca tutumlar, öfke, paranoya ya da somatik
belirtilere dönüşmektedir.
İşsizlik, sadece geçinememek kelimesi ile ifade edilmemektedir. Kişilerdeki algısı
hiçliğin ifadesi, sömürülmeye bile layık olmamak, kolu kanadı kırılmış bir homo
faber yani boşta gezen olarak kendisini tanımladığı işe yaramazlık duygusuyla
kendisini göstermektedir (Bora ve Diğerleri, 2012: 90,91). Bu ifade, işsizliğin birey
üzerinde
etkileri
başlığında
yapılan
pek
çok
araştırmada
da
kendisini
göstermektedir. Bu araştırmalara göre, işsizlik üzerine yapılan anketlerde işsiz
olduğunu söylemekten kaçınan,
işsizliğin ayıpmış, işsiz kalmanın kendi
hatasıymış gibi düşünen pek çok sonucu barındırdığı görülmektedir (Bora ve
Diğerleri, 2012: 62). Ayrıca, işsizlik süresinin uzadıkça özsaygının azaldığı buna
karşılık depresif etkiler ile olumsuz duygu durumunun ise arttığı bulunan sonuçlar
arasındadır
(Wınefıeld
ve
Tıggemann,1989).
İşsizliğin
psikolojik
etkilerini
100
saptamaya yönelik araştırmalarda ise, etkiler beş ana kategori de toplanmıştır. İlki,
işin merkezliğini tanımlayan kişinin işi bir kimlik algısı olarak gördüğü etkilerdir.
Diğeri, kişilik özellikleri, sosyal destek ağı, mali kaynakları ve işsizlik sırasında
zamanı yapılandırma becerisi olmak üzere baş etme kaynaklarını ifade etmektedir.
Üçüncüsü, iş kaybını nasıl algıladığı ifade eden bilişsel değerlendirmeler olurken,
işsizliğin yol açtığı sonuçlarla mücadele etmek için kullandığı baş etme stratejileri
dördüncü araştırma kategorisinde yer almaktadır. Son etkiler ise, eğitim ve iş
statüsü gibi insani sermaye ve demografik özelliklerde saptanmaya çalışılmıştır.
Bu kategorilere göre; kendilerini haksızlığa uğramış, boşuna okumuş ve çaba
harcamış olarak gören çok sayıda bulgulara ulaşılmıştır.
Ancak, bu süreci
cinsiyet, yaş, eğitim düzeyi, sosyo ekonomik statü, medeni durum gibi faktörler
bireylerde işsizliğin psikolojik etkilerini farklı yönde etkilemektedir. Ancak
araştırmalarda ortaya çıkan ortak sonuç, işsizlik öfkeyle harmanlanmış öz saygı
örselenmesi olarak ifade edilmektedir (Sümer ve Diğerleri, 2013: 40,43,48).
İşsizlik günümüzde toplumdaki en düşük akademik kalifikasyona sahip gruplarla,
nitelikli grupları farklı yönde etkilemektedir (Bell,1998: 55). İşgücü piyasalarında
yeniden yapılanma özellikle son yıllarda istihdamın istikrarsızlaşması ile en düşük
akademik kalifikasyona sahip grupların istihdam edilebilme şansları azalırken,
nitelikli çalışanların ise uzun vade yok anlayışının yaygınlaşmasından ötürü iş
güvencesinin azaltılmasına odaklanarak tüm çalışan gruplarını ve ülkeleri farklı
etkilemektedir. Bir işte istihdam edilmek ve çalışarak hayatını kazanmak en temel
insan hakkı sayılırken iş güvencesizliği kavramı bu yaklaşımı zedelemeye
başlamıştır.
İş güvencesizliğin öznel ve nesnel olmak üzere iki farklı biçimi vardır. Nesnel iş
güvencesizliği, çalışma koşularının özelliklerinden kaynaklanmaktayken, öznel iş
güvencesizliği çalışanların işlerini kaybetme korkusu nedeniyle yaşadıkları ve
işlerin sürekliliğine ilişkin güvencesizlik kaygılarını yansıtan öznel bir algıya karşılık
gelmektedir. Bu kavram aslında işsizliğin farklı bir tanımını oluşturmaktadır. Bir
işte çalışırken sürekli işsiz kalabileceği kaygısı işsizlik kavramının anlamını daha
da derinleştirmektedir. Yapılan araştırmalarda da iş güvencesizliğinin işsizlikten
daha fazla olumsuz etkilere yol açtığı saptanmıştır (Sümer ve Diğerleri, 2013:64).
101
Değişim ve ortaya çıkan esnek çalışma biçimleri emeğin prekarizasyonu denen bir
kavramı yaratmıştır. Prekarizasyon toplumda ya lüzumsuzluk ya da toplumda
kendini fazlalık olarak hissettirmektedir. Prekarizasyon, işsizlik ve iş güvencesizliği
algılarının altında yatan ortak mekanizmayı açıklamaktadır. Buna göre, istihdam
piyasalarındaki esneklik ve yapısal değişimler sonucu nitelik ve uzmanlık
gerektiren işlerin sıradanlaşması ile birlikte yaşanan güvencesizleşme diğer bir
deyişle kalıcı iş sözleşmesinin yerini sürekli olarak geçici işlerin alması olarak
tanımlanmaktadır. Günümüz beyaz yakalı işsizliğinin ve yarattığı sosyal psikolojik
sonuçların prekarizasyon sürecinde tam karşılığını bulduğu ifade edilmektedir.
Özellikle bu etkiye göre, gelişen teknolojilerle robotların beyaz yakalılar yerine
ikame edilmesi beyaz yakayı daha lüzumsuz hale getireceği düşünülmektedir
(Sümer ve Diğerleri, 2013: 76,77).
Yaşanılan bu değişimde istihdamda kalmanın tek koşulu değişimin gerektirdiği
niteliklere sahip olmak olduğundan, bu da hayat boyu öğrenme kavramını
etkilemektedir. Bu süreç becerilerin tükenişi olarak ifade edilmektedir. İşsizlik, bu
süreçte çalışanın hep bir adım yanında olan gölge gibi tanımlanabilir. Becerisi
tükendiğinde gölgesi olan işsizlik hemen kendi yerine geçebilecektir. Bu bağlamda
artık beceri ömür boyu süren bir kavram niteliğinden uzaklaşmaktadır. Uzaklaşılan
bu alanda da deneyim değersizleşmekteyken, çalışmanın yeni anlamı her koşulda
çalışabilirim
ekseninde
gelişmektedir
(Sennett,
2009:
70,71,90).
İşgücü
piyasasında eğitim, nitelik ve beceri vurgusu işgücü üzerinde baskıları giderek
derinleştirmekte, işini kaybetme kaygısı ile işgücünü daha yüksek performansla
çalışmaya zorlamaktadır. Bu yüzden de, Sennett’in belirttiği gibi beceri toplumunda
işsizlikle karşı karşıya kalanların pek çoğunun eğitimli ve nitelikli olduğu bu gerçeği
göstermektedir (Sennett, 2009: 66).
Günümüzün belki de öne çıkan en önemli özelliği, toplumsal alanlardan, çalışma
hayatına, bireysel özel alanlara kadar her alanda her şeyi kuşatan yönsüzlük
duygusudur. Ortaya çıkan değişim, dönüşüm sürecinde kavramlarının değerlerini,
değerler de gerçekliklerini yitirmektedir. Kavramların ifade etmeye çalıştıkları
gerçeklik ifadesi onlar daha işaret edemeden başka bir renge büründükleri için tüm
gerçekliklerini kaybetmektedir (Argın,1992: 117,118). Belirsizliği artıran bir durum
102
olarak kesinliklerden kuşkulanma, hiçbir kesinliğe garanti vermeme günümüzün bir
belirtisidir (Bauman, 1998: 267).
Hızlı değişim veya sabitlenmiş değişim hızı; belirsizlik, beklentisizlik, kuralsızlık,
tutarsızlık ve ölçüsüzlüğü yapılandırarak, insan yaşamını düzenleyip istikrar
sağlayan, yaşamı onun için kolaylaştıran, insanın vazgeçilmezi olan toplumsal
ilişkileri sağlamlaştıran ilkeleri yerinden etmektedir (Şentürk, 2010). Başka bir
ifadeyle günümüzde neyin normal neyin anormal olduğu belirginliğini yitirmektedir.
Öyle ki, standart bir normalden ziyade yaşanılan sürecin belirlediği bir normaller
dizisi bulunmaktadır (Geçtan, 2003:10,11). Bireyin en temel hakkı olan çalışma
kavramının bile değiştirilip,
istihdam edilebilme halinin kişinin sorumluluğuna
verilmesi yaklaşımı artık normal bir görüş halini almaktadır. Bu süreç, aslında
sermayenin esneklik algısının emek üzerindeki baskısal ifadesi olarak görülebilir.
Sermayenin değişimler sonucunda kazandığı kar ve verimlilik odağındaki nitelikli
işçi vurgusu kendini sürekli geliştirmek zorunda olduğu bir bakışı yaratmaktadır.
Bu eksende, eğitim devletin ya da işyerlerinde yapılan eğitimden ziyade kişinin
beşeri sermayesindeki eğitiminin sorumluluğuna yüklenmektedir.
Bir toplumda güvenlik, kesinlik ve emniyet gibi bileşenler bireyde özgüven
koşullarını oluşturmaktadır. Bu üç bileşenden herhangi birinin yokluğu veya azlığı
kişinin kendine güvenin dağılması, yeteneklerine ve başka insanların niyetlerine
olan güvenin azalması (Bauman, 2000a: 26-29) anlamına gelmektedir. İşte
günümüzde işsizliğin algısı da bu yöndedir. Birey koştukça varış çizgisi sürekli
olarak ondan uzaklaştırılmaktadır (Bauman, 2000b: 60).Bu yüzden de, işsizlik
kişinin öz saygısını azaltan, aileleri bölen, iş yerlerinin kimyasını değiştiren bir etki
yaratmaktadır (Sennett, 2012:101). Günümüzün riskli durumlarını riskli hayat
olarak tanımlayan Bauman’a göre, yaşanılan bu süreç, kişinin önünü göremediği,
arkasında iz bırakamadığı bir çöl yolculuğu olarak tanımlanmaktadır (Bauman,
2001).
Günümüzde işsizliğin ifade ettiği anlama vurgu yapan modeller vardır. Bu
modellerden biri, örtük yoksunluk modelidir (Sümer ve Diğerleri, 2013: 34). Bu
model işsizliğin etkisini fayda temelinde açıklamaktadır. Modelde çalışanların
sosyal kurumları bazı temel psikolojik ihtiyaçlarını karşılamak için kullandığı
103
savından hareket ederek örtük fayda sağladığını göstermektedir. Çalışma ile
düzenli gelir sağlanması ile hem ihtiyaçların karşılandığını hem de sosyal
bağlantılar sağladığını; zamanı yapılandırma, hayata anlam kazandırma gibi
psikolojik ihtiyaçları karşıladığını belirtmektedir. Sosyal statü ve tanınma güdüsü
de tatmin edilmiş olmaktadır. Model, çalışmanın ekonomik getirisinden ziyade gizli
faydaları üzerinde durmaktadır. Bu yüzden de, çalışma hayatında yaşanan
değişimler işgücünü istihdamda tutma şartlarını sürekli değişime zorlama şartıyla
etkilese de, bu zorlayıcı etkiler olumsuz sebepler yaratsa bile işin neden psikolojik
olarak destekleyici olduğunu ve işsizliğin neden psikolojik olarak yıkıcı olduğunu
(Feather ve Bond,1983) anlamamızı ifade eder. Bu modelde, en kötü iş bile
işsizlikten iyidir anlayışı söz konusudur. Ancak, işin kalitesinin de psikolojik iyilik
halini etkilediğini belirterek doyum sağlamayan işlerin işsizlikten daha iyi olduğuna
ilişkin bir veriye ulaşmadıklarını belirten ve modeli eleştiren görüşlerde mevcuttur
(Winefield, Tiggemann ve Winefield, 1992). Bu yüzden, vitamin modeli (Halvorsen,
1998) işsizliğin ifadesini daha doğru verebilmektedir. Yetenek kullanımı olanağı,
amaç, çeşitlilik, çevresel netlik, fiziksel güvenlik, kişilerarası iletişim olanağı,
değerli sosyal pozisyon, para kazanma ve özerklik faktörleri vitaminlere
benzetilmektedir. Vitaminlerin fiziksel sağlığımız üzerindeki etkisine benzer
şekilde, ruh sağlığımız üzerinde etkili olduğu, bu çevresel faktörlerin bireyin ruh
sağlığı üzerinde olumlu etkiler yaratıp, yokluklarının ise ruh sağlığını olumsuz
etkilediği belirtilmektedir. Modelin ortaya çıkardığı ruh sağlığının beş bileşeni olan;
duygusal iyilik hali, yeterlik, özerklik, istek ve bütünleşmiş işlev aslıda günümüzün
nitelikli işçi profilinin özellikleridir. Değişen çalışma şartlarına rağmen kendilerini
sürece adapte etmeye çalışan bu profil, özerk çalışma, her şeye rağmen sahte bir
tavır takınıp gerçek hisselerine ve kendilerine yabancılaşma biçiminde ortaya
çıkan duygusal emeğe sahip ve iş-özel yaşamını tekrardan yapılandıran süreçte
çalışanlar
işsiz
kalmamak
adına
çalışmanın
gizli
faydalarını
daha
da
önemsemektedir. Bourdie, bu profilde varlık bulan bireysel özgürlük ve hür
teşebbüs düzenini işsizliğin, güvencesiz çalışmanın yapısal şiddeti olarak
görmekte ve işsiz kalma tehdidinin yarattığı korku olarak tanımlamaktadır (Bora ve
Diğerleri, 2012: 90).
Sürekli beceri geliştirmek zorunda olan bu profil aslında günümüzde işsizliğini de
derinleştirmekte,
kendilerini
geliştiremeyen
ya
da
vasıfsız
kişileri
işgücü
104
piyasasından dışlamaktadır. Bu yüzden, işsizlik sorunu günümüzde daha da
büyüyen ve anlam değiştiren ve eski reçetelerle çözümlenemeyecek bir problem
haline gelmektedir. Bu problemin çözümü için işsizliğe yönelik politikalarda eğitimi
temel alan farklı rotalara gidilmesi gerekmektedir.
1.3.3. Arka güç ailenin yeni sosyal güvenlik rolü
Aile toplumdaki bireyler arasındaki ilişkilerin biçimlenmesinde temel rol oynayan,
değerlerin bir kuşaktan diğerine aktarılmasında öncül toplumsallaştırıcı araçların
başında gelen ve insan toplumlarının varlığını sürdürmesini garanti altına almak
için oluşturulmuş olan temel kurumdur. Aile yalnızca bir yeniden üretim ve tüketim
birimi değil aynı zamanda ekonomik siyasal ve toplumsal ilişkiler içerisinde önemli
bir toplumu bağlayıcı unsur olmaktadır (Bora ve Diğerleri, 2012:199). Ancak,
toplumdaki çeşitli kurum, süreç ve olguların değişmesi aile kurumunun yapısını,
aile üyeleri ve aile içindeki kuşaklar arasındaki ilişkileri de değiştirmektedir. Aile
toplumun iktisadi, kültürel, siyasal kurum ve süreçlerine etki ederken, onlardaki
değişikliklerden de etkilenmekte ve bu değişikliklere kendisini uyarlamaktadır.
Günümüzde de yaşanılan değişimler sonucu aile kurumu yeni etkiler altında
kalmakta ve değişim geçirmektedir.
Esnek üretim uygulamaları aile kavramında bir dönüşüm başlatmıştır. Bu
dönüşümle başlayan toplumsal değişme ile birlikte iş hayatındaki kadın ve erkek
rolleri ve aile içindeki erkek ve kadının baba ve anne olarak işlevleri de değişim
göstermiştir. Tarım toplumunda kadın evin içinde tarımsal etkinliklere yardımcı,
çocukları büyüten ve yetiştirerek evin dirliğini sağlayan bir roldeyken, sanayi
toplumunda kadın hem anne hem de ev dışında bir iş hatta meslek sahibi olan bir
role bürünmüştür. Çalışan birçok kadın kendi yaşam düzeylerini yeni baştan
tanımlamak zorunda kalmıştır. Kadınların çalışma yaşamında güç kazanmalarına
paralel olarak, boşanma oranlarında, evli olmayan çiftlerin ve yalnız annelerin
sayısında önemli artışlar meydana gelmiştir. İngiltere’de çocuğunu yalnız yetiştiren
annelerin sayısı 1971‘de 90.000 iken, yirmi yıl sonra bu rakam 430.000‘e çıkmıştır
(Goody, 1994:192,193).
105
Değişim ailenin yapısında da etkiler yaratmaktadır.
Ailenin rolleri çekirdek ve
nihayet tek ebeveynli ve hatta resmi olmayan birlikte yaşamaya doğru değişim
göstermektedir. Öyle ki, değişimde yaratılan nitelik vurgusu için uzayan eğitim
hayatı ve sonrasındaki yoğun iş tempoları ve yeni çalışma biçimleri ve değişen
toplumsal cinsiyet rolleri aile kurma konusundaki zamanlamayı etkilemektedir.
Kadın ve erkekler iş yaşantısına aile kurmaktan daha fazla önem vermektedir. Aile
kurma planları ertelendiği gibi, cinsler arası resmi olmayan ilişkiler de artmakta,
resmi nikâhla oluşturulan aile sayısı ve çocuk sayısı azalmaktadır (Çarkoğlu ve
Kalaycıoğlu, 2013).
Değişimle ortaya çıkan yeni çalışma biçimleri ile kadın işgücü her geçen gün daha
fazla çalışma yaşamında yer almaktadır. Uzayan çalışma süreleri, yaşanılan stres
ve belirsizlik ortamı, beklentilerin altında verilen ücretler işgücünün aile kurmayı
ertelemesine ya da hiç aile kurmama düşüncesine yönlendirmektedir. Öyle ki, aile
kavramı yaşanılan bu değişimle daha da farklı bir role bürünmektedir. Değişimle
risk toplumu olarak tanımlanan ekonomi-politik zaman ve mekanla bağları zayıf,
mobil ve öngörülemez bir yaşam sunmaktadır (Çelik ve Kalaycıoğlu, 2008: 46). Bu
öngörülemez yaşamda en büyük tehlikelerden biri de, işsizliğin her an yaşama
dahil olabilmesidir. İş güvencesizliği, uzun vade yok anlayışı ve sürekli nitelik atıfı
yapan bir çalışma yaşamında kendini geliştirmek zorunda kalan birey, bu hızın
altında kaldığında kendini işsiz olarak bulabilmektedir. Bu belirsizlik ortamında
devreye aile kavramı farklı bir rolle girmektedir. Aile kurumu, sosyal güvenlik işlevi
gören bir içeriğe bürünmektedir. Bu rol kimi zaman değişime adapte olmak için
eğitim hayatı uzayan çocuklarını desteklemek için devreye girerken, kimi zaman
çocuklarının işsiz dönemlerinde ya da iş seçimlerindeki süreçlerinde çocuklarının
kararlarını etkileyen en önemli sosyal güvenlik primine dönüşmektedir. Bir nevi
çocuklar aile primi almaktadır. Bu primin miktarı, çocukların çalışma hayatındaki
tutumlarına da etki etmektedir. Eğer primin miktarı yüksekse, yani aile her koşulda
destekse, çocuklar çalışma kavramına daha esnek yaklaşıp, iş güvencesinin
stresini fazla hissetmezlerken; ailenin maddi gücü çok yeterli değilse, çalışma
yaşamında istihdamda kalmak adına çocuklar her türlü koşulda çalışmaya razı
olmaktadır. Aile potansiyel olarak yeteri kadar güçlü olduğu takdirde işsizlik
süreçlerinin getirdiği olumsuzluklara karşı ciddi bir risk çıtası olarak hizmet
etmektedir (Carnoy, 2002:141). Ailenin işsizlik deneyimini nasıl yönettiği bu
106
noktada ailenin olanakları ile şekillenmektedir. Aile kaynakları kendi başına bir
işsizlik nedeni olmazken ailenin yoksulluğu, gencin ücretli emeğine olan
gereksinimi artırmaktadır (Çelik ve Kalaycıoğlu, 2008: 51).
Ailelerin desteği ve yardımı işsizlik dönemlerinde kritik bir önem taşımaktadır (Bora
ve Diğerleri, 2012: 183). Ekonomik kriz gibi büyük çaplı toplumsal olayların etkileri
hem aileleri güçlendirmek, hem de zayıflatmak yönünde olmuştur. Gençlerin aile
kurma veya yeni kurulmuş olan nükleer aileleri yaşatmalarını zorlaştırarak aile
kurumunu zayıflatmış ancak yine gençlerin ebeveynlerinin ailelerinin yanlarına
dönmelerine yol açarak, ailenin bir sosyal güvenlik kurumu olarak güç
kazanmasına neden olmuştur (Çarkoğlu ve Kalaycıoğlu, 2013). Aile çocukluğun
uzatılması
sürecine
destek
olmakta
ve
iş
konusunda
seçici
alternatifi
oluşturmaktadır (Bora ve Diğerleri, 2012: 186).
Bu noktada sosyal devlet uygulamaları yeterli olmadığı için mi aile devreye girmek
zorundadır ya da aile toplumda güçlü bir sosyal unsur olduğu için mi sosyal devlet
sınırlı kalmaktadır sorusu tartışılmaktadır (Çelik ve Kalaycıoğlu, 2008: 55).
Kuşkusuz sorunun cevabı günümüzde çok önemlidir. Ancak yaşanılan süreçte
önceki bölümlerde değindiğimiz üzere sosyal devletin aşınan rolü, ailenin
koruyuculuk fonksiyonunu artırmaktadır. Bu yüzden sosyal politikalarda aile
politikalarının önemi günümüzde kendini daha da çok hissettirmektedir. Bu
kapsamda aile politikaları; aile bireylerinin gelir ve istihdam sağlama yoluyla
desteklendiği güçlendirme politikaları, aile hayatını geliştirmeye ve rahatlatmaya
yönelik eğitim ve danışma hizmetleri ve son olarak ailenin yerini alabilecek
önlemler olarak ifade edilebilir (Dumon, 1991:193'ten aktaran Özaydın,2007).
Çalışma hayatının belirsizliğinde yaşanılan değişimlerin her geçen gün daha farklı
boyutta kendini göstereceği için aile politikalarının önemi her geçen gün muhakkak
daha da artacaktır.
1.3.4. İşgücünün istihdamda kalma kaygısı
Küreselleşme ile başlayan değişimin, iş organizasyonlarında ve işgücünde giderek
daha esnek uygulamaları gündeme getirmesi, çalışanların işlevsel ve sayısal
esneklik kapsamında giderek kendilerine daha güvencesiz bir çalışma hayatı
107
içinde yer edinmelerine neden olmaktadır. Değişimle başlayan dönüşüm
sürecinde, uzun vade yok anlayışı içindeki çalışma hayatı, çalışma kavramında
yarattığı yeni anlamlarla çalışma biçimlerini değiştirmekle kalmamakta, ayrıca
işgücünde nitelik vurgusu yaratarak işgücünün de çalışmaya bakışında, tutum
değişikliği yaratmaktır.
İstihdamdaki belirsizlik kaygısı değişimin en önemli getirisidir. Küreselleşmenin
çalışma hayatına getirisi olan iş güvencesizliği de bu dönüşümle ortaya
çıkmaktadır. Bir kişinin, işinin geleceği hakkında duymuş olduğu kaygı (Hartley,
Jacobson, Klandermab ve Vanvuuren, 1991: 39), çalışanların işlerinin devamlılığı
konusunda tehdit hissetmeleri (Erlinghagen, 2008) şeklinde tanımlanan kavram,
çalışanların fiziksel ve ruhsal sağlıkları üzerinde de önemli etkileri bulunmaktadır.
Bu konuda yapılan araştırmalarda, iş güvencesizliğinin çalışanların stres
düzeylerinin artmasına (Önder ve Wasti, 2002), kaygı ve depresyon artışına, iş
tatminlerinin ve örgütsel bağlılıklarının düşmesine (Boya, Demiral, Ergör, Akdavar
ve Witte, 2008) yol açtığı tespit edilmiştir.
Hızlı değişim ve dönüşümle yapılanan ekonomi, bir taraftan işgücünde nitelik
vurgusu yaratırken; diğer taraftan sürekli yenilenen durumlara karşı anında uyum
gösterme yeteneğini de talep etmektedir. Öyle ki, bu süreçte beklenilen uyum
becerisi
de
çalışanın
üzerinde
olmaktadır.
Uzun
vade
yok
sloganıyla
sembolleştirilen bir sosyo ekonomik düzende, çalışanın hayatını, alışkanlıklarını,
becerilerini, kişilik özelliklerini değiştirmeden çalışma hayatına tutunabilmesini
imkânsızlaşmaktadır. Süreklilik kazanan değişime uyum, sil baştan olan yaşam
tarzı, kaybetme tehlikesiyle dolu risklerle baş etme, hiçbir şeye bağlanamama, oto
kontrol sisteminin dinamikliğine bağlı olarak çalışan iç dünyasında sürüklenmekte
ve savrulmaktadır (Şentürk, 2010).
Davranışlarımıza etki eden değişimin iki yönü olduğu söylenmektedir. Değişimin
birinci yönünde şeylerin değiştiği bilinmektedir, ama bunların geçmişle bir süreklilik
arz ettiği hissedilmektedir. Ancak değişimin ikinci yönünde ise, geri dönüşü
olmayan kopma söz konusudur. Bu süreç, değişimin yaşamı tersine çevrilemez bir
noktaya taşıması, bu kopuşu meydana getirmektedir (Sennett, 2012: 49). İşte bu
108
noktada çalışma hayatında yaşanan geçmişin kopuklaşması ve yepyeni bir
çalışmaya bakış tutumu çalışanların kişiliklerinde handikaplar yaratmaktadır.
Çalışanın sürekli sil baştan şekilde kendini geliştirme çabası insanın sosyal
gerçekliğini sarsmaktadır. Sürekli baştan başlamak, her gün kendini tekrar
kanıtlamak zorunda kalmak, riski hayatın her alanında hissetmek, muğlak
koşullarda ayakta kalmayı bilebilmek, kişinin karakterini aşındırmaktadır (Sennett,
2012: 21-29). Değişimle gelen belirsizlik, yönsüzlük ve kuralsızlık bu aşınmadaki
en temel etkilerdir. Bu etkilerle gelecek planı yapamayan, istihdamından sürekli
endişe duyan çalışanda çalışma kavramına karşı zorunlu olarak bir tutum
değişikliği yaratıp istihdamda kalma kaygısı ona zorunlu bir uyumlaşma güdüsü
yaratmaktadır. Öyle ki, değişim süreci aslında karakterleri de karakterize
etmektedir. Bu sürece ayak uyduramayan zayıf halkalar (Şentürk, 2008)
istihdamdan silinecektir. Sürecin bu şekilde işlemesi işgücü üzerindeki baskıları
daha da derinleştirmektedir. İşini kaybetme kaygısı ile işgücü daha yüksek
performansla çalışmaya zorlanmaktadır.
Bu yüzden de, çalışanlar sürekli
becerilerini geliştirmek zorunda kalmaktadır (Lambert ve Waxman, 2005: 106).
Çalışan hızlı değişimin yarattığı bir aşırı yüklemeye maruz kalmaktadır (Geçtan,
2004: 27).
Çalışma hayatında ortaya çıkan her yeni gelişme, çalışandan ve hatta istihdama
yeni ekleneceklerden uyum, özümseme ve çalışanın özel hayatında bile kendisine
yer açmasını istemektedir. Bu da onun hayat karşısındaki görev ve sorumluluğunu
artırmaktadır. Bu durumda ne yapacağını bilemeyen çalışanlarda karakter
aşınmakta, sıkışmakta ve bunlara bağlı olarak daha önce eşine çok az rastlanır
anomik tutum ve davranışlar belirmektedir (Şentürk, 2010).
Küreselleşen ekonomide çalışanların değişimlere anında uyum sağlayabilme ve
sürekli kendini yenileme ihtiyacı güdüsü, istihdam için öncelik şart olmuştur. Bu
doğrultuda, geliştirilen yeni çalışma biçimleriyle çalışandan her yönüyle çalışma
hayatında olması beklenmektedir. Öyle ki bu değişimle işletmeler, çalışanların
bilişsel, sosyal, duygusal ve fiziksel tüm özelliklerini birer kâr elde etme nesnesi
haline dönüştürmek istemektedir (Kart, 2011: 3). İşgücünün sahip olduğu tüm yeti
ve
beceriler
şirketlerin
kar
ve
verimlilik
amaçları
doğrultusunda
109
araçsallaştırılmaktadır. İşletmeler türettikleri yeni kavramlarla çalışanları bu
değişim içerisinde iş tatminlerini sağlayarak göz boyadıkları bir arayış içerisine de
sokmuştur. Bu kavramlardan biride özerkliktir.
Özerklik, çalışanın şirketine karşı aidiyet duygusunu geliştiren, işe katılımını
sağlayan, ekip çalışması ve işbirliği gibi kavramları ön plana çıkaran bir tanıma
sahiptir (Kart, 2010:120). Çalışana yetki ve sorumluluk verilerek işteki özerkliğinin
sağlanmasının aslında çalışanı özgürleştirmekten ziyade yine işletmenin karına
hizmet eden bir anlayışı olduğu gerekçesiyle eleştirilmektedir. Bu eleştiri
örneklerinden biri özerklik kapsamında ele alınan öneri sistemi uygulamalarında;
örneğin Opel’de işçiler ayda üç iyileştirme önerisinde bulunmazlarsa primlerini
kaybetmektedir ifadesiyle vurgulanmaktadır (Gorz, 2001: 50,51). Özerklik sistemi
kara odaklanmaktadır. Kurum, çalışan bütünleşmesini sağlayarak çekici bir maske
takınsa da aslında bunlar; çalışanın organizasyonla kurduğu aidiyet duygusu,
çalışanın işe katılımı, çalışma hızı, çalışma planı gibi konularda özerk olması şirket
için bir verimlilik aracı olmaktadır. Yaşanan değişimin işgücü üzerindeki sancıları
bu yolla gizlenmeye çalışılmaktadır. Çalışanı daha bağımsız kılma, çalışanı daha
kendine hakim biri yapma, tepkiden uzak etkili bir çalışan tipi yaratmaktadır.
Çalışan özneyi şirketlerin verimliliği adına daha fazla denetim altına alınmıştır.
Çünkü amaç çalışanın daha fazla özerkleşmesi değil çalışmaya daha da
özendirmektir (Sennett,1992: 123). Bu özerklik uygulamaları bu yüzden çalışanın
kendi benliğini ve yaratıcılığını işyerine sunması olarak değerlendirilip öznenin
kendi psikolojik sömürüsüne gönüllü katılımı gönüllü kölelik olarak ifade
edildiğinden eleştirilmektedir (Mendel, 2005: 241,244). Bu yüzden de, işgücünün
fiziki ve psişik tüm yaşam alanları kuşatılmış olmaktadır (Gorz, 2001: 58-118).
Çalışma hayatının etkisi artık sadece işgücünün mesai saatleri içerisine
sıkışmayıp çalışanın bütün bedenini işgal etmektedir. Duygusal emek, çalışanın
yeni profilinde işveren tarafından beklenilen bir tutum haline gelmektedir. Duygusal
emek işverenler tarafından istenen işin gereksinimlerine uygun duyguların
gösterilmesi için çalışanda bir baskı yaratmak, çalışanın uygun duyguyu
sergilemesine yönlendirmektir. Çalışanlardan, hizmet sunarken duygularını kurum
politikaları ve stratejileriyle uyumlu bir şekilde yönetmeleri, yapay duyguları
sergilemesi beklenmektedir (Mann, 2007). Böylece, çalışma hayatı sadece
110
çalışanların davranışlarını değil aynı zamanda hislerini de kontrol etmeye
yöneldikleri bir yapıya dönüşmektedir. Hochschild’e göre, duygusal emek
kapitalistlerin çalışanları sömürmeleri için yeni bir alan sağlamıştır (Akçay, 2012).
Çalışanlar, oluşan bu yeni değişimle, sahte bir tavır sergileyerek gerçek hislerine
ve gerçek kendilerine yabancılaşmaktadır (Lupton, 2002: 39). Bu durum, sosyal ve
kişisel kimliği zayıflayan nitelikli çalışanları ortaya çıkarmaktadır. Öyle ki, bu
durumda çalışanlar kendi kimliklerini askıya almakta (Kart, 2010:325), işverenler
tarafından verilen yeni kimliklerine bürünmek zorunda kalmışlardır. İstihdamda
kalmak için değişen çalışma kavramına uyumda bu kimlik bir vize niteliğindedir.
Ayrıca kendilerine verilen kurum kimliğini sadece müşterilerinin yanında değil
bütün sosyal alanlarda taşımak zorunda kalan çalışanlar,
kurum kimliği ve
kültürüne uygun giyim, davranış ve iletişim biçimlerine de ayrıca özen göstermek
zorunda kalmışlardır 7(Kart, 2010:350).
Gelinen durumda, çalışanlar çalışma kavramının bütün hayatlarını işgal etmesini
artık normal karşılamakta, oyunun kuralı olarak algılamaktadırlar. Öyle ki,
beklenilen davranış birey tarafından istenilen davranışa dönüşmesi değişimin
getirisi olmaktadır. Ancak, bu durum çalışan üzerinde baskı ve strese yol
açmaktadır. Çünkü çalışan hem kendi duygularına yabancılaşmakta, hem de
istihdam yarışından geri kalmamak adına mücadele etmektedir. Çalışanlar,
piyasanın istediği rol modeldeki robotlaşan duygularını, tamamen profesyonelce
yaşayan kalıplaşmış modamot çalışanlara dönüşmektedir. Sürekli seyahatlerde, iş
toplantılarında, iş yemeklerinde, kota peşlerinde olan çalışanlarda mesai kavramı,
özel yaşam iş alanı artık iç içe geçmektedir. Öyle ki, çalışma koşulları giyimden
kuşama, konuşmadan tavırlara kadar her şeyin beden üzerindeki bütün iktisadi
etkilerinin izlerini gösterir şekilde dizayn edilmektedir (Wolkwitz, 2006: 70). Bu
durum değişimle gelen esneklik ile işverenlerin yeni özellikler inşası arasındaki
bağlantılarda cisimleştirilmiştir.
Bu durumu, Kart yaptığı araştırmalarda görüşmecilerin, daha lüks yerlerde yemek zorunda olduklarını,
daha iyi giyinmek zorunda olduklarını, sürekli imajlarına dikkat ettiklerini, morallerini yüksek tutmak için
anti depresan kullandıklarını, tebessümlerin gerçek olmasa bile tebessüm etmek zorunda kaldıkları şekilde
aktarmıştır. (Kart, 2010:256, 282, 314, 346).
7
111
Duyguların en önemli fonksiyonları, bireyi harekete geçirmek için hazırlamak,
gelecek davranışları şekillendirmek ve sosyal ilişkilerin düzenlenmesine yardımcı
olmaktır. Ancak gelinen bu süreçte duygular profesyonelleşmekte, çalışma
kavramı çalışanın bütün bedenini ele geçirmektedir. Güvencesizlikten kaynaklı
stres ve yıpranma çokça hissedilse de bunlar post modern hastalığın (Bauman,
2005:59) isimleri olarak çalışanların kendini yalnız, yetersiz ve güçsüz hissetmesi
şeklinde semptomlara neden olsa da, istihdam için olmazsa olmaz profil kılıfları
olmaktadır.
Kaygı daha çok kendini iş güvencesizliği olarak gösterse de çalışanın uyum
sağlayabilme becerisi, ben her koşulda herkesle çalışabilirim şeklinde olmaktadır.
Bu noktada çalışanın bitmeyen bu yarışı iş hayatına da verimlilik olarak
yansımaktadır. Bir nevi bumerang etkisine benzetilebilecek bu süreç, çalışanın
değişime ne kadar uyum gösterirse, gerek nitelik düzeyi ile kendine yaptığı
yatırımlarla, gerek çalışmanın istediği fiziksel ve psişik beden duruşu ile çalışma
hayatındaki yeri ona başarılar getirerek piyasanın istediği çalışan tipi ile
örtüşecektir. Yaptığı her değişime uyum fedakârlığı, bumerang etkisiyle yine
çalışanın kendine dönerek istihdamını güçlendirecektir.
112
113
2. BÖLÜM
EĞİTİMLİ İŞGÜCÜNÜN NİTELİĞİ ve GEÇİRDİĞİ DÖNÜŞÜM
2.1. Çalışma Hayatında Yaşanan Değişimin Eğitimli İşgücü Vurgusu
Eğitim, bir toplumun yaşam tarzının belirlenmesindeki zihniyetin en önemli parçası
olup, toplum kültürünün gelecek kuşaklara sağlıklı olarak aktarılmasındaki milli
hassasiyeti, toplum kalkınmasını ve toplumun varlığının temel varoluş ilkelerini
koruyan ve geliştiren bir niteliğe sahiptir (Akın, Şimşek, ve Erdem, 2007:7). Bu
nitelik toplum üzerinde değişim yaratan bütün faktörlerden etkilenmektedir.
Çalışma hayatı da bunlardan biridir. Günümüzde çalışma hayatında yaşanan
dönüşümle, eğitim konusu arasındaki ilişki, birbirlerini etkileyebilme özelliklerinden
gelmektedir. Teknolojik değişmelerin iş organizasyonları ve işgücü piyasaları
üzerindeki etkileri, bireylerin sahip oldukları beceri ve niteliklerin önem
kazanmasına yol açmaktadır. Teknoloji geliştikçe bunu yönetebilecek işgücünün
de daha nitelikli olması gerekmektedir (Ünal, 2013: 57).
Çalışma hayatında bilgi ve iletişim teknolojilerinin gelişimi ve esnek çalışma
biçimlerinin yaygınlaşması ile işgücünde yaratılan entelektüel vurgu, eğitim
düzeyinin önemini artırmakta, istihdam edilebilirliğin en önemli unsurlarından biri
olarak öne çıkarılmaktadır. Ekonomik krizler ve istikrarsızlık, kuralsızlaştırma,
esnek çalışma biçimleri işgücü piyasalarında sürekli istihdam şansını azaltma
eğilimindedir. İşgücü piyasalarında bulunabilme becerisini ifade eden “istihdam
edilebilirlik” kavramı önem kazanmakta ve bu doğrultuda eğitim ve işgücü
piyasalarındaki bağ daha da kuvvetlenmektedir.
Eğitimde etkinliğin ve verimliliğin temel kıstası, sanayi ile eğitim kurumları
arasındaki uyum ve amaç birliğidir (Binici ve Diğerleri, 2004:384). Çalışma
hayatındaki değişim, güncel becerileri kısa zamanda geçersiz kılıp, farklı
becerilere sahip olunmasının önemini artırdığından, hızla değişen talebe uyum
sağlamak için sürekli yeniden eğitimi gerekli kılmaktadır. Günümüzde bu eğitimin
sorumluluğu çalışanlar üzerinde olmakta, istihdamda kalmak adına çalışanlar
sürekli kendini geliştirmek zorunda kalmaktadır. Bu yüzden, yaşam boyu öğrenme
114
anlayışı sorgulanmaktadır. Özellikle de, işsizlik problemini bireyselleştirilmesi
anlamına gelen ve işsizlerin içinde bulundukları savunmasız durumdan dolayı yine
işsizleri sorumlu tutan bir yaklaşım olduğu gerekçesiyle eleştirmektedir (Erdut,
2002b: 89). Ancak, bütün bu eleştirilere rağmen, eğitimin çalışma hayatındaki
önemi giderek artmaktadır.
Bu bölümde, eğitimli işgücü kavramı ve özellikleri üzerinde durulduktan sonra
eğitimi ön plana çıkaran etmenlerle eğitim arasında ilişki kurulmaya çalışılacaktır.
2.1.1. Eğitimli işgücü kavramı ve özellikleri
Eğitimin kurumsallaşmasının, toplumun iki ihtiyacına bağlı olarak gerçekleştiği ileri
sürülmektedir. Bunlardan biri, toplumun yurttaşlarını yetiştirme gerekliliği olup;
diğeri ise üretimde ihtiyaç duyulan niteliklere sahip emek gücünü yetiştirmektir
(Ünal, 2003: 56).
Ancak, günümüzde eğitim kavramı da değişmektedir.
Küreselleşme ve etkilerinin çalışma hayatında meydana getirdiği değişikliklerle
işgücünde yaşanan dönüşümün ortaya çıkardığı en önemli sonuç, seçkin
çalışanlar olarak ifade edilen entelektüel vurgusu yüksek nitelikli çalışanlar
olmaktadır. Eğitim kavramı, sadece okul hayatını kapsayan bir süreç olmaktan
çıkıp, çalışanın bütün yaşamı boyunca sürecek bir seyir izlemek zorunda
kalmaktadır. Öyle ki, bu seyirin zorunlu yükümlülüğü de istihdam edilebilir olmak
adına çalışanın sırtında hissedilmektedir.
Eğitimin yaşam boyu öğrenme süreci içine girmesiyle oluşan yaşam boyu
öğrenme kavramı, kişisel veya mesleki nedenlerle yeterliliğin değişmesi ve
gelişmesidir (Toprak, Metin, Erdoğan, Armağan, 2012: 70). Kavram, sadece bir
gelişim süreci olarak ifade edilmekten ziyade çok daha fazlasını kapsamaktadır.
Sosyal içerme, aktif yurttaşlık, rekabetçilik ve istihdam edilebilirlik de yaşam boyu
öğrenmenin alanı içine girmektedir. Ekonomik gelişmeden kişisel gelişime, sosyal
içermeden demokratik anlayışa kadar pek çok kavrama da etki eden bir özelliği
bulunmaktadır (Holford ve Sturgis, 2005).
Günümüzde değişimin yarattığı etkilere sürekli uyum sağlayabilme ve niteliklerini
güncelleyebilme yetisi ile yaşam boyu öğrenme işgücünün istihdam edilebilme
115
niteliğini korumaya ve geliştirmeye dönük bir eğitim sürecini kapsamaktadır. Bu
eğitim, okul süreci ile beraber, yaşam ve çalışma tecrübesine dayalı öğrenme
sürecini kapsamakta ve her bir bireyin bütün yaşamı boyunca öğrenme
kabiliyetinin olması, öğrenme için güdülenmesi ve öğrenmeye aktif olarak teşvik
edilmesini ifade etmektedir (Andresen ve Cohen,1995).
Yaşam boyu öğrenme OECD’ye göre de, günümüzün en önemli temeli olmaktadır.
Yaşam boyu öğrenme ile artık öğrenme arzından, öğrenme talebine doğru bir
kayış söz konusudur. Özellikle, öğrenme güdüsüne vurgu yaparak, kişinin kendi
azmiyle öğrenmesini, bu doğrultuda bir güdü kazanmasının önemine işaret
etmekte ve ekonomik, sosyal ve kültürel kazanımları olan, kişisel gelişimi ve
yurttaşlığı göz önünde tutan eğitim politikasının çoklu amaçlarına vurgu
yapmaktadır (Toprak ve Diğerleri, 2012: 78). Aynı şekilde, İLO’ da yaşam boyu
öğrenmenin bir bütün olarak bireylerin, firmaların, ekonominin ve toplumun
yararlarını önemli ölçüde geliştirip; tam istihdama ulaşma, yoksulluğu ortadan
kaldırma, sosyal içerme ve küresel dünya ekonomisi içinde sürdürülebilir ekonomik
büyüme amacına ulaştıracağı yönüne vurgu yapmaktadır (Ryan, 2003). Avrupa
birliğinin, Avrupa 2020 Vizyonundaki yaşam boyu öğrenme stratejisi ise, şu
özellikler üzerinden kurgulanmaktadır. Bilgi ve yeniliğe dayalı bir ekonomik
geliştirme için akıllı büyüme; daha etkin kaynak kullanımı, rekabetçi ve yeşil
ekonomi için sürdürülebilir büyüme; toplumsal ve bölgesel uyumu sağlayan
içermeci büyüme yaşam boyu öğrenme stratejilerinin en önemli değerleri
olmaktadır (Toprak ve Diğerleri, 2012: 79).
Günümüzde, çalışma hayatında yer alacak nitelikli işgücünün eğitim hayatı artık
bilgi ve yenilik, sürdürülebilir ekonomi, yüksek istihdam ve sosyal içermeyi
kapsayan yaşam boyu öğrenmeden geçen bir süreci kapsamaktadır. Bu süreç
içinde, işgücünün istihdam edilebilirliğin sağlanması için eğitim başrol oyuncusu
haline gelmektedir. Hızlı ve sürekli gelişen bilgi teknolojileri ile güncel becerilerin
kısa zamanda geçersiz olması ve farklı becerilere talebin artması hızla değişen
talebe uyum sağlamak için sürekli yeniden eğitimi gerektirmektedir. Bu yüzden de,
çalışanlarda beşeri sermaye kavramı ön plana çıkmakta ve bilgi işçisi kavramı
istihdam edilebilirliğin odak noktası haline gelmektedir.
116
Bilgi işçileri, çeşitli düzeylerde bilgi işi ile uğraşan, bilgiyi üreten, toplayan,
depolayan, analiz ve koordine eden çalışanları ifade etmektedir (Yavuz,1995:910). Yaptığı işin asli bir unsuru bilgi üretmek, paylaşmak ve bu bilgiyi kullanmak
olan, yeni ürün ve hizmetler üretmek amacıyla teorik ve analitik bilgileri
kullanabilen, eğitim düzeyi yüksek çalışanlar günümüzün en önemli işgücünü
oluşturmaktadır.
Enformasyon
teknolojilerini
etkin
bir
biçimde
kullanabilmesi,
yönetim
ve
organizasyon süreçlerine hakimiyet, kendi kendini sürekli geliştirebilme yeteneği
ve bilgiyi değere dönüştürebilme nitelikleri eğitimli işgücünün öne çıkan en önemli
özelliklerindendir (Collins, 1997: 41-42). İşle ilgili temel bilgilere ve uzmanlığa
sahip olmaları, profesyonel disiplinleri, ileri düzeyde bilgi ve uzmanlık yetenekleri,
teorik bilgiyi pratiğe dönüştürebilmeleri, mesleki başarılarıyla motive olabilme
özellikleri, kendilerini sürekli geliştirme istekleri, özgüven, çalışma disiplini,
yaratıcılık ve esnekliğe (Vogesh’ten aktaran Gür, 2011: 58) sahip olmaları
işgücünde yaşanan dönüşümün temel karakteristiklerini oluşturmaktadır.
Eğitimli işgücünün çalışma hayatındaki memnuniyetini etkileyen faktörler de bu
süreçle beraber değişmektedir. Bilgi işçilerinin memnuniyetini ölçmek için, Narang
tarafından geliştirilen ölçekle; memnuniyetini etkileyen faktörler, örgütsel destek,
rekabetçi mükemmellik, baskıcı yönetim uygulamaları, adil ve şeffaf bir yönetim,
denetim ve rehberlik boyutta incelenmiştir (Kuzey, 2014: 79). Yapılan araştırma
sonuçlarına göre; rekabetçi mükemmellik ile adil ve şeffaf yönetim faktörlerinin
diğer faktörlere göre daha önemli faktörler olduğu, baskıcı yönetim ile denetim ve
rehberlik faktörlerinin ise en az öneme sahip faktör olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca
konu ile ilgili özerklik, örgüte olan kuvvetli bağlılık, çalışanların etik ve ahlaki
değerler olarak ifade edilen içsel motivasyon ve yüksek kaliteli bireysel ve
profesyonel hayat olarak ifade edilen dışsal motivasyon kaynaklarına göre yapılan
araştırmalarda mevcuttur (Cruz, 2009’dan aktaran Kuzey, 2014: 80). Bu
araştırmaların sonuçlarına göre ise; bilgi transferinin içe dönük motivasyon
sayesinde geliştiği, dışsal motivasyon faktörünün ise bilgi transferi üzerinde
anlamlı derecede etkili olmadığı saptanmıştır.
117
Değişimle beraber işgücünde öne çıkan entelektüel vurgu, niteliksiz çalışanları
istihdamın dışına doğru sürüklerken, yüksek vasıflı ve nitelikli işgücüne olan talep
hızla artmaktadır. Bu yeni süreçle, mesleki bilgi ve becerileri yüksek, aynı anda
birden fazla iş yapabilme kabiliyetine sahip, yenilikçi, eğitimli bilgi işçilerinin önemi
her geçen gün hızla artmaktadır. İşgücünde ortaya çıkan nitelik vurgusu ile gelen
bu özellikler işgücündeki kuşak farklılıklarında da görülmektedir. Hatta öyle ki,
değişim ekonomik kriz sonrasında bu farkı daha da keskinleştirmekte, aynı kuşak
içinde dahi bambaşka bir hal yaratmaktadır. Y kuşağından R kuşağına geçiş
bunun en güzel örneği olmuştur. Küresel rekabetin yaşandığı günümüzde sermaye
sorunundan ziyade nitelikli işgücü ve eğitim ilişkisi daha da önemli hale
gelmektedir.
2.1.2. Eğitimli işgücünün niteliğini dönüştüren etkenler
Küreselleşme ve etkileri ile ortaya çıkan değişimler çalışma hayatında bir dönüşüm
başlatmıştır. Değişimle ortaya çıkan en büyük anahtar faktör şüphesiz ki, bilgi
olmaktadır. Bu noktada yaşanan teknolojik değişimler, ortaya çıkan bilgi toplumu
ve bilgi işçileri ve yeni çalışma biçimleri ile esnek işgücü için eğitim en önemli
değer halini almaktadır. Öyle ki, istihdam edilebilir işgücü, artık eğitimli işgücü
içerisinden seçilmektedir. Eğitimli olmanın vurgusu her geçen gün daha da
artmaktadır.
Bu bölümde, yaşanan değişimlerle eğitim arasında ilişki kurulmaya çalışılacaktır.
Teknolojik değişimle, oluşan bilgi toplumu ve esnek işgücü ile eğitim ilişkisinin
nasıl etkilendiği, neden eğitimin gerekli olduğu aktarılmaya çalışılacaktır. Bu ilişki,
çalışma hayatında istihdam edilebilir olma kavramı üzerinden aktarılacaktır.
2.1.2.1. Teknolojik değişim ve eğitimli işgücü ilişkisi
Hızlı
ve
sürekli
geçersizleşmesine
gelişen
neden
teknoloji
olmaktadır.
güncel
Bu
becerilerin
durum,
farklı
kısa
zamanda
becerilere
talebi
arttıracağından, hızla değişen talebe uyum sağlamak için eğitim artık işgücünün
yaşam boyu bir parçası haline gelmeye başlamıştır.
118
Teknolojik değişim, toplumsal bir süreci ifade etmekte (Erdut,T., 2002a:2) çalışma
hayatında yaşanan dönüşümün temel belirleyicisi olmaktadır. Bu sürecin değişim
yansımaları işgücü üzerinde de kendini göstermektedir. Bu değişim sürecinin
etkilerini derinleştiren teknoloji ile beraber gelişen bilgi kavramının değeri olmuştur.
İşgücü üzerinde değişim yaratanda bu iki değerin beraber işgücü piyasasında ve
özellikle çalışma kavramında yarattığı etkiden kaynaklanmaktadır. Teknolojik
değişim ve gelişme, bilginin marjinal maliyetindeki düşüşlerle beraber becerilerin
yükseltilmesi zorunluluğunu ortaya çıkartmaktadır. Bu nokta da eğitim devreye
girmektedir. Teknolojik değişimin, işgücü beceri ve niteliğinde yaratacağı dönüşüm
süreci içerisinde eğitim ve teknoloji arasında etkileşim kurularak her iki etmenin
aynı paralelde geliştirilmesi sağlanmalıdır.
Teknolojik değişiklikler, küreselleşmenin yapı taşlarındandır. Teknoloji, üretim
sistemlerinden, işgücü vasıflarına, yeni işlerden değişen örgüt yapılarına ve
nihayet endüstri ilişkilerinde dönüşüme kadar birçok temel değişikliğinde ayrılmaz
bir parçası olmaktadır. Teknolojinin üretimde kullanılması, çalışma ve üretim
süreçlerine otomasyonu getirmesi, esnek çalışma biçimlerine yol açması, daha
kısa sürelerde ve daha az maliyetle ürün çıktılarına neden olması, teknolojiyi
çalışma hayatındaki dönüşümün temel nedenlerinden biri haline getirmektedir.
Teknolojik değişimle, çalışma hayatında görülen esnek çalışma biçimleri çalışanın
yaptığı işlerin sayısının artmasına, yatay iş entegrasyonuna (işin genişlemesi),
işçinin değişik nitelik taşıyan işler yapmasına neden olmaktadır. Yürütme işlevine
planlama, organizasyon ve denetimde eklemek suretiyle dikey düzeyde karar alma
yetkisini arttırmaktadır(işin zenginleştirilmesi). Çalışanın, zihinsel ve bedensel
yeteneklerinin kullanılmasına, bu da eğitim yönünün güçlendirilmesi zorunluluğuna
neden olmaktadır (Doğankaya, 2009:207). Öyle ki, teknoloji geliştikçe bunu
yönetebilecek işgücünün de daha nitelikli olması gerekmektedir (Ünal, 2013: 58).
İşgücü piyasasının talep ettiği nitelikteki işgücü ile eğitim sistemi tarafından ortaya
konulan
niteliklerin
arasındaki
ilişkinin,
uyumluluğu
ve
teknolojik
yapıyı
destekleyecek işgücünün varlığı önem kazanmaktadır.
Teknolojik değişim sadece üretim sistemlerini ve iş süreçlerini değiştirmekle
kalmayıp, çalışma hayatına da yansımaları olduğundan daha yüksek düzeyde bilgi
gerektirmektedir. Kol gücüne dayalı işlerden otomasyon sistemine geçişle fiziksel
119
emekten zihinsel emeğe doğruda bir geçiş olmuştur (Chimel,1998: 2). Üretimde
verimlilik artışı sağlayan teknolojik değişim, tam zamanında üretim, toplam kalite
kontrolü, sürekli gelişme, ekip çalışması gibi yaratıcılığa dayalı ve katılımcı ilişkiler
içeren yeni organizasyon modellerini geliştirdiğinden (Tokol, 2008: 112) bu yeni
modelle uyum sağlayacak işgücünün niteliklerini de arttırmak zorunda kalmıştır.
Teknolojik değişim, hizmetler sektörünün payının artışı gibi işlerin sektörel
yapısında değişimler yarattığı gibi; çalışanlardan istenen vasıflarda da temel
değişiklikler yaratmıştır. Bu değişiklikler,
eğitimin önemimin altını sürekli
çizmektedir. Bu eğitim kavramı, günümüzde artık yaşam boyu öğrenme halini
almaktadır.
Teknolojik değişim, nitelikli işgücüne doğru bir kayma yaratmaktadır (Timothy,
Bresnahan, Brynjolfsson, Lorin ve Hitt, 2000:3). Bu kaymanın nedeninin, teknolojik
kökenli olup olmadığını saptamaya dönük yapılan araştırmalarda da aralarında
pozitif yönlü ilişki tespit edilmiştir. Bunlardan biri olan Spitz tarafından yapılan
araştırmaya göre, teknoloji ile mesleklerin içeriğinin değiştiği bununda nitelik
sapması yarattığı ortaya konulmuştur. Yapılan işlerin gerektirdiği bilginin, ancak
belirli bir eğitim almış çalışanlar tarafından sağlanabileceği vurgulanmıştır (Crouch
Collin, Finegold ve Sako, 1999:8). Bu durum özellikle niteliksiz işgücü için bir tehdit
yaratmakta, istihdam edilebilirliklerini zorlaştırmaktadır. Süreçten, nitelikleri olup
sürekli kendini değişime adapte edemeyenler çalışanlarında olumsuz etkileneceği
düşünülmektedir Spitz, 2004:6). Konu farklı bir bakış açısı ile de irdelendiğinde,
işgücünde nitelik vurgusunun artık fark yaratan bir unsur olmaktan çıktığı,
sıradanlaşan ve hatta olması şart olan unsur niteliği aldığı vurgulanmaktadır. Öyle
ki,
nitelikli ve niteliksiz işgücü arasında ücret farklılıklarına ilişkin yapılan
araştırmalara göre, nitelikli ve niteliksiz işgücü arasındaki ücret farklılıklarında ki
farkın sabit veya giderek düşen bir seyir izlediği ortaya çıkmaktadır (Gera,
WulongGu ve Zhengxi Li, 2003: 7).
Teknoloji, arge ve nitelik yapısı kavramlarını içermektedir. Bu yüzden de teknolojik
gelişim, nitelik gelişiminin en önemli sebebi olmaktadır (Dönek, Diwan ve
Romesh,1998:29). Pek çok ülkede, yüksek bir büyüme performansının altında
yatan temel faktörlerden birisinin, sahip olunan yüksek beceri sahibi işgücü olduğu
kabul edilmektedir. Bu yüzden de, teknoloji ile eğitim ve dolayısıyla da beşeri
120
sermaye kavramının tamamlayıcılık ilişkisi içinde beraber gelişmesi ve birbirini
desteklemesi gerekmektedir. Böylece, ekonomilerin değişime uyum ve bunu
gerçekleştirebilme yetenekleri arasındaki uçurumdan kaynaklı yapısal işsizlik
sorununun çözümü için en temel yol eğitimden geçmektedir. Bu tür teknolojik
değişimler karşısında, bireylerin birçok vasıfla donanması ve sürekli öğrenmeye
hazır olması işgücünü istihdam edilebilir kılmaktadır. Dönüşümün gereklerini
karşılayamayan işgücünü ise, istihdamın dışına taşımaktadır. Uygun nitelikleri
taşıyan çalışanlar, değişimin gerektirdiği esnekliği gösterebilecek ve yeni
değişimlere uyum sağlayabilecek nitelikler de olurken;
uygun nitelikleri
taşıyamayacak olanlar ya işsiz kalacak ya da daha düşük işlerde çalışmak
zorunda kalacaklardır.
2.1.2.2. Bilgi toplumu ve eğitimli işgücü ilişkisi
Bilginin üretildiği bir ekonomik sistem olarak ifade edilebilen bilgi toplumunun yeni
meslek yapıları, yeni üretim şekilleri, sınıflaşma sistemi ve sosyal yapılarıyla
işgücünde bir dönüşüm başlatarak bilgi üretiminin, bilgi sermayesinin ve nitelikli
insan faktörünün önem kazandığı bir işgücü platformu yaratmıştır (Erkan,1993c:
109). Bu platformda, teknolojik değişim ve bilgi ön plana çıktıkça yaratılan sinerji
işgücü piyasalarında bir güç yaratarak dönüşümü derinleştirmektedir.
Bilgi ile ön plana çıkan nitelikli bir işgücü vurgusu yapan kavram, geleneksel
kalıpları da
değiştirmektedir.
Bu
toplumda,
genel
eğitim
yerini
eğitimin
bireyselleşmesi ve sürekliliği almaktadır (Aktan, Can, Tunç ve Mehtap,1998:122).
Bu yüzden, toplum içerisindeki hareketliliği de, bireysel olarak elde edilen eğitim ve
beceriler belirlemektedir (Sarossy,1996: 234). Nitelikli insan gücü, bilgi toplumunun
ve küresel rekabettin stratejik değer taşıyan vazgeçilmez unsuru haline gelirken;
bilgiyi üreten, onu farklı formatlarda içselleştirip somutlaştıran, bilginin gücünü
elinde
bulunduran,
hızlı
düşünüp
karar
verebilen
bir
çalışan
modelini
zorlamaktadır. Bu model de, eğitim süreci ile yapılandırılmalıdır (Kurtulmuş, 2001:
20). Ancak belirtmek gerekir ki, bu eğitimin belirli bir süresi olmamakla beraber,
çalışanlar sürekli olarak yeni bilgiler edinmek ve yeni kimlikler oluşturmak
durumundadır (Omay, 2013: 58).
121
Teknoloji değişimi ve bilgi teknolojilerinin gelişmesi ile orta çıkan bilgi toplumu
çalışanların tutum ve davranışları, ücretlendirme türleri, işletmelerin yapı ve
işleyişleri gibi sosyal olguların değişimini sağlayan en temel nedenler olmuştur.
Ayrıca, internet olmak üzere haberleşme teknolojilerinin gelişimi ile bilgi
transferinin miktar ve hızındaki artış ile otomasyonun artışı, belirli teknik alanlarda
yeni mesleklerin ortaya çıkması, teknoloji ve internetin eğitimde kullanılmasıyla
farklı ülkelerde birbirlerine benzer bilgi birikimine sahip bireylerin sayısında artışlar
meydana getirmiştir (Aksoy, 2001: 401). Bu artış, özellikle de bilgi teknolojilerinin
gelişmesiyle eğitimin önemini daha da vurgulamış olup özellikle yüksek bilgi ve
beceriye
sahip
nitelikli
çalışanlarının
istihdamını
daha
da
önemli
hale
getirmektedir. Teknolojik gelişmeler, bilgi teknolojilerinin ön plana çıkması ile bilgi
işçileri istihdamın en önemli parçası haline gelmektedir.
Bilgi toplumu oluşmaya başladıkça, işgücü piyasalarında entelektüel vurgunun
artımı bilgi işçisi kavramını ortaya çıkarmaktadır. Bilgi üretmek, paylaşmak ve bu
bilgiyi kullanmak olan, yeni ürün ve hizmetler üretmek amacıyla teorik ve analitik
bilgileri kullanabilen, eğitim düzeyi yüksek çalışanlar olarak ifade edilen bilgi
işçilerinin (Zaim, 2005: 592) sayıları ve önemi giderek artmaktadır. Problem çözme
yeteneği, bilgiyi değere dönüştürme kabiliyeti, enformasyon teknolojilerinin etkin
kullanımı, yönetim ve organizasyon süreçlerinin hâkimiyeti, kendi kendini sürekli
olarak yenileme ve geliştirme gibi özelliklere sahip olan kavram da, eğitimin önemi
her bir özelliğinde ayrı ayrı öne çıkmaktadır. Başka bir tanımlamaya göre, bilgi
işçisinin sahip olması gereken özellikler olarak bilgisayar becerileri, bağımsız
çalışabilme kabiliyeti ve disiplini, farklı görevleri yerine getirebilme kabiliyeti ve
esneklik, sorumluluk alması, sürekli öğrenme, kendini geliştirme kabiliyet ve isteği,
geçmiş birikimlerini ve tecrübelerini kullanabilme, bu birikimlerini yeni bilgilerle
harmanlayabilme kabiliyeti, en çok beş senede bir eğitim alma, vasıf, kabiliyet,
uzmanlık, sorumluluk, ünvan ve pozisyonu geliştirebilme, mesleğe bağlılık ve işini
sevme olarak ifade edilmiştir (Tomlinson,1999:154'ten aktaran Gür,2011:58).
Bilgiyi önemli bir değere dönüştürme becerisine sahip olan bu çalışanlar,
firmalarda fark yaratan ve rekabet gücü veren önemli parçaları olarak kabul
edilmektedir (Kuzey, 2014: 78).
122
Günümüzün en önemli değeri, değişime adapte edecek olan eğitimdir. Bilim ve
teknolojilerindeki hızlı gelişmelerle ortaya çıkan bilgiler, değişimin sürekliliğinden
kaynaklı güncelliğini yitirmekte hatta çok çabuk eskimektedir. Örgün eğitim
kurumlarında öğretilenlerin, örgün eğitimin sona ermesi ile çoğu zaman da sona
ermeden eskimesi söz konusu olduğundan, kişinin kendisini sürekli eğitmesi,
değiştirmesi ve yenilemesi gerekmektedir (Omay,2013: 59).
Eğitim düzeyi yüksek bireyler açısından, yeni bir döneme girildiğini göstermektedir.
Zira, bugün işsizlik sorunu yaşayanların önemli bir kısmını üniversiteden yeni
mezun olmuş bireyler oluşturduğundan artan eğitim oranlarına rağmen işsizlik
sorununda bir gerilemenin olmaması sorunun tek başına eğitim eksikliğinden
kaynaklanmadığını göstermektedir. Bu nedenle, eğitimin sadece okul eğitimiyle
sınırlı kalmaması gerektiği bugün sıklıkla vurgulanan bir konu haline gelmiştir.
Dolayısıyla, eski dönemin aksine bugün yüksek öğrenimi tamamlamış olmak
günümüzde istihdam edilebilir olmanın tek koşulu olmaktan çıkmıştır. Artık,
bireylerin bütün hayatları boyunca öğrenme gereksiniminde bulundukları bir süreç
başlamıştır (Omay, 2013: 59-60).
2.1.2.3. Değişen çalışma koşullarında “esnek” eğitimli işgücü ilişkisi
1970’lerden sonra hızla gelişen küreselleşme süreci ve teknolojik gelişmeler
üretimin şeklini ve yapısını değiştirmiş, esnek üretim sistemleri Fordist üretim
yapısının yerine geçerek esnek çalışma veya standart dışı çalışma olarak
adlandırılan çalışma biçimlerini yaygınlaştırmıştır (Aksoy, 2012:402). Belirli süreli
istihdam, kısmi zamanlı çalışma, ödünç işçi büroları, taşeronlaştırma ve tele
çalışma, istihdam ilişkilerinde esnekliğin sonuçlarıdır.
Emek süreci esnekliği, işçilerin farklı işleri yapabilme ve farklı şekillerde
çalışabilme yeteneği olarak tanımlanmaktadır. İşin standart çalışma gününün
geleneksel çalışma süreleri ve işyeri dışında düzenlenmesi ise, çalışma
sürelerinde esnekliği ifade etmektedir. Bu grup esneklikle ilgili yaygın uygulamalar
yoğunlaştırılmış iş haftaları, iş paylaşımı, çalışma sürelerinin yıllık olarak
hesaplanması, esnek zaman, çağrı üzerine çalışma, vardiya çalışması, esnek
emeklilik ve fazla çalışma olarak ortaya çıkmaktadır (Aksoy, 2012:402).
123
Esneklik, işletmelerin yeni durumlara hazırlanması ya da uyum göstermesi için
yeni fırsatları keşfetmeye çalışması anlamına gelmektedir. Esneklik dönüşüm
sürecinde, değişimlerden yararlanma yeteneği kazandırmaktadır. Özellikle, bu
yetenek çalışanların esnek çalışma biçimlerine adaptasyonu ile daha da işlerlik
kazanmaktadır (Datta, 2007: 5). Yarı zamanlı ve geçici işler ve diğer yeni tür
istihdam sözleşmeleri işletme yönetimlerine işgücü esnekliği kazandırırken, yeni
örgüt şekilleri iş süreçlerinde esneklik sağlamaktadır. Böylece, işgücü esnekliği ile
pazardaki
değişimlere
uymak
amacıyla
personelin
niceliğini
ve
niteliğini
ayarlayabilme ve işletmenin bu değişimlere emeği kullanma aracılığıyla uyum
yeteneği, esneklik ile sağlanmış olmaktadır (Yılmaz, 2009: 18). Bu yüzden,
teknolojik değişimle beraber işletmelerin artık daha fazla bilgiye donanmış bir
işgücüne ihtiyaç duyduğu şüphesiz bir gerçektir. Öyle ki, işverenlerin, işin
verimliliğine kısa sürede uyum sağlayabilecek emek gücünü işe almayı tercih
ettiklerini, bu nedenle de adaylardan eğitim düzeyi en yüksek olanları (en kısa
sürede yetiştirilebilir olanları) işe aldıklarını ileri süren kuramsal açıklamalar
(Kuyruk Hipotezi Kuramı) da bulunmaktadır. Esneklik ve eğitim arasındaki ilişkiyi
araştıran pek çok çalışmada esnek istihdamın bir tercih değil; bir zorunluluk
olduğunu savunan, özellikle sayısal esnekliği bu anlamda kaçınılmaz olarak
değerlendiren pek çok bulgu saptanmıştır (Ünal, 2003: 57). Hangi nitelikte
elemanın, hangi pozisyonda, nasıl ucuza çalıştırılabileceği her bir firmanın temel
sorunu gibi görünmekte, esneklikler de bu arayıştan türemektedir.
Çoklu becerilere sahip olmanın önem kazandığı günümüzde, yükseköğretim
mezunlarının öğrenim gördükleri alan dışında ve çok çeşitli işlerde çalıştırılmaları
esnek çalışma biçimleri ile yaygınlaşmaktadır (Ünal, 2003: 57). Bu bakımdan
istihdamdaki esneklik koşullarının zorladığı yeni eğilimlerin eğitim istihdam
arasında geçmişte kurulmuş olan bağlardan daha farklı seyir izlediği aşikârdır.
Eğitimin, toplumda yaşayan insanların yalnızca emek gücü olarak yetiştirilmesini
sağlayacak bir süreç olarak kurgulanmasını değil, sürecin yaşam boyu öğrenme
olarak devam edecek bir süreç olarak ele alınması gerekmektedir. Çünkü
değişimin devam edeceği bir gerçektir.
124
2.2. Eğitimli İşgücünün Çalışma Hayatındaki Tutum Değişikliği
Değişimin yansımaları çalışma hayatında çalışma biçimlerinde farklılaşmalar
yarattıktan sonra bu değişim işgücünün kişiliğinde, davranışlarında da bir
başkalaşma yaratmıştır. Çalışma kavramının anlamına olan bakıştaki farklılaşma,
işgücünde yer alan farklı yaş grupları üzerinde bir tutum değişikliği yaratmak
zorunda kalmıştır.
İnsan kişiliğinin doğasını açıklamak için birçok kuram geliştirilmiş olup, bu
kuramların birçoğu bireysel farkları ortaya çıkarmak amacıyla kendi varsayımlarını,
tanımlarını oluşturmaktadır (Hall, Lindzey ve Campbell, 1998). Çalışmada kuşak
farklılıklarının üzerinde durulacak olup, farklı doğum tarihleriyle başlayan kuşak
dönemlerinin yaşanılan olaylar ve dönemin yansımalarının kişilikler üzerindeki
etkisiyle, işgücü üzerinde farklılaşan kişilik yönleri bu bölümde analiz edilmeye
çalışılacaktır. Ancak, yaşanılan değişim istihdam edilebilir olmak adına doğum
tarihleri ile kuşaklar arasına çizilen sınırı bulanıklaştırmaktadır. Değişimin hızı,
çalışanları istihdam edilebilir kılmak adına profesyonel bir kimlik giydirme çabası
içinde olup, her ne kadar yaşla gelen farklılıkları barındırsa da, yine de istihdam
olmak adına çalışanlardan aynı kişilik özelliklerine sahip olunması beklenmektedir.
Bu bölümde ilk olarak, kişilik faktörü ele alınacak olup, daha sonra kişilik ve
çalışma hayatındaki kuşaklar arasında bir ilişki kurulmaya çalışılacaktır. Sessiz
kuşak, Baby Boomers, X,Y ve Z kuşakları analiz edildikten sonra bu kuşaklar
arasında karşılaştırma yapılacaktır. Son olarak ise, değişimin kuşaklar üzerinde
etkisine değinilecektir. Y kuşağında, 2008 ekonomik krizi sonrasında yaşanan
kişiliğin başkalaşma süreci olan R kuşağı dönüşümü ele alınmaya çalışılacaktır.
2.2.1. İşgücünün kişiliğinde dönüşüm
İşgücünün niteliklerinin yükseltilmesi, işgücünün davranışsal özellikleri yetkinliğinin
artırılması ile mümkün olmaktadır. Çalışanın kişiliği, çalışma hayatının istediği
davranışı sergileyebilmesi için önemli bir araç haline gelmektedir. Kişinin
özelliklerini ortaya koyan bileşenlerin oluşturduğu ve onu sahip olduğu özelliklere
dayanarak başkalarından ayırt eden öğeleri taşıyan bileşenlerden oluşan kişilik,
125
günümüzde yaşanan değişimlerle bir dönüşüm sürecine girmektedir. Bu
dönüşümün sınırında yer alan çalışma hayatındaki kuşaklarda, bu süreçten
etkilenmeye başlamışlardır.
Kuşak kavramı, aynı tarihsel zamanda ve aralıklarda doğan, ekonomik ve sosyal
hareketlerden oluşmuş zaman aralıklarına ya da belli bir sosyal gruba mensup
olanlar için yapılan tanımlamaları ifade etmektedir. Aralarında hem karakter, hem
çalışma yaşamları hem de sosyal hayatlarında önemli ayrışmaları barındıran
jenerasyon topluluklarıdır (Adıgüzel, Batur ve Ekşili, 2014:165). Bu jenerasyonlar
çalışma hayatında; Baby Boomers Kuşağı (Bebek Patlaması), X kuşağı, Y kuşağı
ve Z kuşağı olarak sınıflandırılmıştır. 2008 ekonomik krizinden sonra ise, bu
sınıflandırılmaya yeni bir sınıf daha eklenmiş, Y kuşağının dönüşüme uğramasıyla
R kuşağı yani recession kuşak oluşmuştur.
Çalışma hayatı bir değişim geçirmektedir. Hızlı değişim ve dönüşümle yapılanan
çalışma hayatı bir taraftan nitelikli çalışan vurgusu yaratırken; diğer taraftan sürekli
yenilenen durumlara karşı anında bir uyum gösterme yeteneğini talep etmektedir.
Çalışanlar bu değişime kendilerini hem bedenen, hem psikolojik olarak
hazırlamak, karakterlerini değişime uydurmak zorunda kalmaktadırlar.
Bireyler doğduğu toplum ve kültürün uygun gördüğü tutum ve davranış şekillerini
genetik etmenler üzerine aile, okul, sosyal çevre gibi sosyalleşme süreciyle
öğrenmektedir. Bütün bu adımlar, kişinin karakteri ve sonrasında kişiliği için birer
yapıtaşı oluşturmaktadır. Ancak bu yapıtaşları, sosyal çevre ile biçimlendiği için
sosyal çevrenin yaşadığı değişimle karakterler de yeniden biçimlenmektedir.
Karakterlerin değişimin ilk çıkış noktası, toplum yani sosyal çevredeki değişim
olmaktadır. Sınırlarını toplumun çizdiği, içeriğini ise kültürün belirlediği kurallar,
kabuller, öncelikler ve değerler hem toplumsal yaşama belli düzen ve form
kazandırmakta; hem de bireyin tutum ve davranışlarında karakter olarak
somutlaşmaktadır (Şentürk, 2010: 114). Bireyin içinde yaşadığı çevrede geçerli
olan değer yargılarını ve ahlâk kurallarını kullanış biçimi olarak ifade edilen
karakter, kişiye özgü olup bireyin bedensel, ruhsal ve zihinsel etkinliklerine
çevrenin verdiği değer olarak tanımlanmaktadır (Köknel, 1999: 20-21). Bu
126
bakımdan, karakter ile yaşanılan çevre arasındaki ilişki, birbirlerini etkileme gücü
tanımdan da anlaşılmaktadır.
Çalışma hayatında yaşanan teknoloji ve bilgi iletişim teknolojilerinin gelişimi,
esneklik, geçicilik, hızlı değişimle beraber yepyeni bir çalışma kavramı
yaratmaktadır.
belirsizliğin
Bu kavramın temellerini oluşturduğu kuralsızlık, yönsüzlük ve
oluşturduğu
kültürel
yapı,
çalışanın
karakterini
aşındırmaya
başlamıştır. Karakteri aşınan çalışanların karşılaştığı tutarsızlıklar, ikilemler ve
hissettikleri kaygı yüzünden, yaşamında önemli fonksiyonları olan düzeni yitiren;
yaşamına sinen yönsüzlük, belirsizlik ve süreksizlikle gelecek planı yapamayan;
tutum ve davranışlarına yön verecek ikna edici bir makam bulamayan çalışan
profili belirmeye başlamıştır (Şentürk, 2010:116). Çalışanın sahip olduğu karakteri
ile günümüzün çalışma hayatının getirdikleri ve sosyal yapının sundukları arasında
boşluklar oluşmaya başladıkça da Sennett’in de belirttiği gibi karakter aşınmasına
neden olmaktadır (Şentürk, 2010:114).
Değişimin getirdiği zorunluluktan kaynaklı da istihdam edilebilir olmak adına
çalışma hayatının yarattığı profesyonel kimlik bir gereklilik olmaktadır. Bu
bakımdan, doğum yılına göre ayrılan kuşaklar ve aralarındaki kuşak farkları
günümüzde istihdam edilebilirlik çerçevesinden bakıldığında sınır silikleşmeye
başlamıştır. Öyle ki, değişime adapte olan doğum yıllarını temel almayan bir kuşak
yaratılmaktadır. Y kuşağının, R kuşağına dönüşümü bunun en güzel örneği
olmaktadır. Çalışanlar, kendilerini değişime uyumlaştırmak zorunda kalmışlar
kişiliklerini de aynı paralelde değiştirmek zorunda kalmışlardır.
Değişime uyum sağlayan, kendini sürekli yenileyebilen, analitik düşünme ve
sorgulama yeteneği kazanan, dünya gerçeklerini algılayarak gerekli değişiklikleri
içselleştirebilen, dinamik ve hareket kabiliyeti yüksek, yeni tutum ve değerlerle
donanmış kişiliğe sahip çalışan profili doğmaktadır (Şentürk, 2010:117). Bu süreç,
her zaman değişime hazır olmalarını, sürekli risk almalarını düzenleme ve
prosedürlere giderek daha az bağlı kalmaları isteyen, uzun vade yok sloganının
normalleştiği bir çalışma hayatının içerisinde çalışanın değer yargılarını,
alışkanlıklarını, becerilerini, kişilik özelliklerini değiştirmeden yaşaması çok zor
olduğundan bu tutum değişikliği istihdam edilebilirlik adına önemli olmaktadır.
127
Ancak, esnekliğe olumlu bir anlam yükleyerek belirsizliği ve istikrarsızlığı normal
kabul eden yeni çalışan tipi, kişinin davranışlarını saptırmakta; güven ve sadakat
bağlarını zayıflatmakta; bağlılık, süreklilik ve kalıcılık gibi ayırıcı özelliklere dayalı
toplumsal ilişkileri yerinden ederek (Şentürk, 2010:118) bireyin iradesiyle davranışı
arasında bir kopma meydana getirmektedir. Kişiliğini askıya almakla (Kart,
2010:325) tabir edilen bu yeni çalışan tipi, hiçbir kuşak kalıbına sığmadan çalışma
hayatında büyümeye başlamıştır. Bu bakımdan, yaşanılan değişimlerle kişiliğin bir
dönüşüm yarattığı yadsınamaz bir gerçek olmaktadır.
2.2.1.1. Kişiliği oluşturan faktörler
İnsanlar
birbirine
hangi
açılardan
nasıl
benzemekte,
nasıl
birbirlerinden
farklılaşmakta, insanlar neyi neden yapmakta ve neden birbirinden farklı yapmakta
gibi sorular sorulmaya başlandıkça (Hogan, 2009: 15) yanıtlar kişilik kavramında
toplanmaya başlamaktadır. Kişilik psikolojisinin, diğer sosyal bilim alanlarından
ayrı bir bilimsel disiplin olarak 1930’lu yıllarda çıkmasıyla (Yelboğa, 2006:198)
bilimsel gelişimine başlayan kişilik, bir insana ait ve onu tanımlayan her özelliği
ifade etmektedir (Sevi, 2009:1).
Kişilik kavramı, insanların düşüncelerinin, duygularının ve çevredeki olaylara
yaklaşım tarzlarının neden farklılaştığını ifade eden bir kavramdır. Kişilik, bireyi
diğerlerinden ayıran nispeten kalıcı özellikler ve eğilimler olmaktadır (Buchanan ve
Huczynski,1997: 132).
Latince’deki persona kavramından türeyen kişilik; zamanla maskeyi değil, kişinin
görünen, dışa vuran belirgin özelliklerini, yani gerçek kişiyi temsil etmeye
başlamıştır (Luthans, 2005: 85).
Literatürde, kişilikle ilgili pek çok tanım mevcuttur. Bu tanımların bazılarına göz
attığımızda, herbiri kişiliği farklı bakış açılarıyla tanımlamaya çalışmaktadır.
Dubrin, kişiliği yaşam tarzı bakışı ile ifade etmektedir. Dubrin’ e göre, kültür
toplumun yaşam tarzını nasıl gösteriyorsa kişilikte bireyin yaşam tarzını ifade
etmektedir (Dubrin, 1994: 56). Davranış bilimleri açısından ise, kişilik, bireyin
zihinsel, bedensel, ahlaksal ve ruhsal farklılıklarının hepsinin kendi davranış
128
biçimlerine
ve
yaşam
tarzına
yansıması
olarak
tanımlanmaktadır
(Özdevecioğlu,2002:116). Psiko-sosyal boyutla kişiliği ifade ettiğimizde, kişilik,
bireyin doğuştan sahip oldukları donanım ile sonradan edindikleri donanımları
ifade etmektedir (Akyıldız, 2006:3). Kişilik, süreklilik ifade eden bir kavramdır.
Geçmişin izleri, mevcut zamanın uygulamaları ve geleceğin temel eğilimi bu
süreklilik kavramını oluşturmaktadır (Erdoğan,1994:237). Aynı şekilde, bu süreci
doğumla başlayan ve sonradan kazanılan tinsel niteliklerle ifade eden tanımlarda
mevcuttur (Fromm,1996: 24). Özellikle, bu süreklilik ifade eden süreçte kişinin
nasıl davranacağını ve hissedeceğini belirleyen ve kişinin içinde gelişen bütün
duygusal, güdüsel ve bilişsel süreçlerin kapsamını etkileyen olaylarda kişiliği
tanımlayabilmektedir (Burger, 2006: 23). Kısacası kişilik, geçici bir özellik değil,
insanın belli bir zaman dilimi içinde devamlı olan davranış özellikleridir (Oktay,
1996: 283).
Kişilik, bireyin iç ve dış çevresi ile kurduğu, kendisini diğer bireylerden ayırt edici,
tutarlı ve yapılaşmış ilişki biçimi olarak ifade edilebilir. (Cüceloğlu, 2003:404-405).
Başka bir tanım kişiliği,
bireyin kendisine, diğer insanlara ve topluma karşı
koyduğu tutumlar olarak açıklamaktadır (Adler,1998: 29). Kişiliğin sürekli yeni
deneyimlerle güncellendiğini ifade eden yaklaşıma göre ise, kişilik, bireyin
karakteristik davranış, düşünce ve algılama kalıplarını oluşturan, birey içindeki,
psiko-fiziksel sistemlerin dinamik organizasyondur. Psiko-fiziksel sistemlerden kast
edilen, fiziksel faktörlerin de kişilik oluşumunda psikolojik faktörler gibi etkilediğini
ifade etmektedir (Üngüren, 2011: 11).
Genel anlamda bireyin fiziksel, zihinsel, duygusal ve sosyal özelliklerinin bir
toplamı olarak tanımlanan kişilik kavramı, kişinin çevreye uyumunu belirleyen
karakteristik davranış örüntülerini ve düşünme biçimlerini de içermektedir
(Atkinson, Rita, Atkinson ve Hilgard,1995: 523-524). Bu tanımı, daha da
açtığımızda kişiliği şu şekilde tanımlayabiliriz. Kişinin, çevreye özgün uyumunu
belirleyen psiko-fizyolojik sistemlerden oluşan içsel dinamik bir organizasyon
olarak ifade edilebilen kişilik, bireyin çevresel değişimlere kendini uyumlaştırma
süreci olarak kavramsallaşmıştır (Arslan, 2008: 8-9). Bu tanım, çalışma hayatında
yaşanan değişimlere işgücünün istihdam edilebilirlik adına kendini, kendi kişiliğini
değişimlere adapte etmek zorunluluğu da ifade edebilmektedir. Çalışma hayatında
129
yer almak isteyen işgücü, günümüzde anlamı değişen çalışma kavramına kendini
adapte etmek zorunda kalmıştır. Kendi kimliğini gizlemek zorunda kalan, sahte
tavır sergileyen ve profesyonel duygularla kendini ifade etmek zorunda bırakılan
işgücü için, Sennett’in kullandığı karakter aşınması sorunu da, değişimle ortaya
çıkmak
zorunda
bırakılan
kişilikle
bireyin
kendisi
arasındaki
uçurumdan
kaynaklanmaktadır. Bu kişilik tanımında vurgulanmak istenen nokta, sürekli
değişen ve gelişebilen organize bir sistem olan kişiliğin dinamik olduğu ve bu
değişimlere kendine özgü bir uyum stratejisi kullandığıdır (Arslan, 2008:9).
Günümüzde ki değişimlere uyum noktasında kişiliğin bu tanımı, çalışanı yaşanan
değişimlere adapte edebilmektedir.
Kişiliğin davranışsal ifadeleri kapsamında yapılan tanımlamalarda, kişiliğin kendine
özgü ve az çok her zaman gözlenebilen davranış ve alışkanlıklarının tümü olarak
ifade edilen özellikleri vurgulanırken; sosyal uyarıcı olarak yapılan tanımlarda,
bireyin büründüğü rol ve bu rolün başkaları üzerinde bıraktığı etki ön plana
çıkmaktadır. Bireyin çevresine kendine özgü bir biçimde uymasını sağlayan psikofizik iç güçlerin dinamik bir örüntüsü olarak tanımlanan kişilik kavramı ise, derinlik
psikologlarına göre kişilik sınıflandırılmasında yerini almaktadır (Baymur,1994:
253-254).
Kişilik kavramının tanımlanmasında yapılan çeşitliliğe rağmen, bu tanımlamaların
ortak noktalarına değindiğimizde şu bulgular ortaya çıkmaktadır (Başaran, 1991:
64). Kişiyi diğer insanlardan ayıran özellikleri vardır. Bu özellikler, gelip geçici
olmayıp uzunca bir sürede ortaya çıkmaktadır. Kişiliğin dışsal özellikleri insanın
bedensel dış görünümü, davranış biçimleri, kendi bedenini kullanma biçimi,
çevresine uyum çabaları, kendini anlatma yöntemleri, davranışlar arasındaki
uyumluluk gibi her türlü özellik olabilirken; içsel özellikleri, bilgi, beceri, tutum,
benlik kavramı, ilgiler, değerler, gereksinimler, güdüler ve benzerleri olmaktadır.
Bütün bu özellikler, birbiri ile bağımlı ve tutarlı olarak bir bütünlük oluşturarak
yaşanan değişimlere kişinin uyumunu sağlamaktadır.
Kişiliğin özelliklerini bütün bu tanımlamalardan yola çıkarak, şu şekilde ifade
edilebilir. Kişilik soyut bir kavram olmakla birlikte birçok olguya dayansa da onların
toplamından farklı ve fazla bir şeydir, kişinin tüm yaşantısının etkilerine
130
dayanmakta, organize edici ve bütünleyici bir güç olmaktadır (Altınköprü,
2003:20). Kişilik psikolojik anlamlar barındırmakta, davranış modelinde tutarlılığı
ve devamlılığı sağlamakta, duyuş, düşünüş, davranış biçimlerini etkileyen
etmenlerin kendine özgü görüntüsünü içermekte, kişiye özel ve ayırt edici olmakta
(Morgan,
1999:311),
davranışlara
yön
vermekte,
sosyal
uyumu
içinde
barındırmakta ve bireysel denge oluşturmaktadır (Güney, 2006: 188).
Biyolojik ve sosyolojik nitelikleriyle, kişilik psikolojik bilinç ve bilinç dışı
mekanizmaların aracılığıyla sürekli yeniden kurulum içerisinde olan dinamik bir
yapı olmaktadır. Bu yapıyı oluşturan faktörler, genetik ve çevre faktörleri olarak
ikiye ayrılmaktadır. Kişilik, bireyin doğuştan sahip oldukları ile sonradan kazandığı
donanımların ortaklaşa oluşturduğu yapı şeklinde açıklanmaktadır (Akyıldız,
2006:3).
Şekil 2.1. Kişiliği oluşturan faktörler
Kaynak: Luthans, F. (2005). Organizational Behavior (10. Edition), McGraw-Hill, 200.
Kişiliği oluşturan faktörlerden ilki, içsel faktörlerdir. Bu faktörler, fiziksel özellikler,
cinsiyet, yaş gibi genetik, kalıtımsal faktörler olmaktadır. Kişilik ile ilgili yapılan
araştırmalara göre, bireyin cinsiyeti, yaşı, bedensel yapısı ile kişiliği arasında ilişki
olduğu ileri sürülmektedir. Bireyin yaşına, cinsiyetine ve fiziksel özelliklerine göre
bireyin yapabileceği ya da yapamayacağı davranışları kişiliğin oluşmasında etkili
olmaktadır. Ancak belirtmek gerekir ki, cinsiyet, yaş, bedensel yapı gibi kalıtsal
özelliklerin kişiliği etkileme derecesi bireyden bireye değişmekte, bu faktörler
131
kişiliği her bireyde aynı ölçüde etkilememektedir (Atkinson ve diğerleri, 1995: 526).
Ayrıca, bireye zihinsel, bedensel ve bazı psikolojik yönlerinin ne kadarının kalıtımla
ne kadarı sosyo-kültürel özelliklerden etkilenerek oluşmakta sorusunun cevabı tam
olarak verilemese de bireyin doğuştan getirdiği özelliklerin büyük bir kısmının
kalıtımsal olduğu ilke olarak kabul edilmektedir (Altınköprü, 2003).
Dışsal faktörlerden ilki ise, kültür ve alt kültürdür. Adler karakteri, doğuştan
kazanılmayan ve sosyal bir kavram olarak ifade etmektedir. Vurgulamaya çalıştığı
nokta, karakterin toplumsal bir kavram olduğu, karakter özelliklerini, bir bireyin
çevresine, başka insanlara, içerisinde yaşadığı topluma ve genellikle hayatın
gereklerine karşı takındığı tutum şeklinde ifade etmektedir. Bireyin karakterini
şekillendirecek olanda kültürel faktörler olmaktadır (Adler, 2008:174-184). Her
birey, belirli bir kültürel yapı içinde bulunacağından, bu yapıdan yaşam boyu
etkilenmektedir. Bireyler bulundukları kültür içerisinde bir öğrenme süreci
geçireceklerinden kişilikleri üzerinde büyük etkileri olmaktadır. İlk etkisi, yine
öğrenmenin kendisine ilişkin olmaktadır. Çünkü kültür, kişinin ne öğreneceğini
dikte etmektedir (Luthans, 2005: 94-95). Kültürel faktörlerin, kişilik üzerindeki
etkisinin biyolojik faktörlerden daha fazla olduğu söylenmektedir. Çünkü insanlar
içinde doğup büyüdükleri toplumun kültürlerinden etkilenerek değer yargıları ve
sahip olduğu inanç sistemlerini ait oldukları kültürden beslemektedir. Ancak
belirtmek gerekir ki, kültür ile kişilik arasındaki bu etkileşime rağmen kültürün
birçok alt kültürden oluşmasından kaynaklı, kültür ve kişilik arasında doğrusal bir
ilişki kurulamamıştır (Luthans, 2005: 90).
Kültürü etkileyen bir diğer faktör ise, ilk sosyal grup olan aile faktörüdür. Aile,
toplumsallaşmanın ilk kaynağı ve ilk modeli olmaktadır. Kişiliğin oluşumunda
birçok özellik, bilinerek ya da bilinmeden aile çevresinden edinilmektedir. Bu
süreçte ailenin yapısı, maddi durumları, anne babanın meslekleri, tek çocuk olup
olunmaması, kardeş sayısı gibi birçok aile içi etmen kişilikleri farklı yönde
etkilemektedir. Bu etmenlerin, kişilik üzerindeki yansımalarını ölçen pek çok
araştırma mevcuttur (Zel, 2001).
Diğer faktör ise, çocukluk çağından itibaren gelişmeye başlayan okul, arkadaş
grubu, eş ve çalışma arkadaşlarının oluşturduğu sosyalleşme süreci olmaktadır.
132
Aile de temelleri atılan kişilik, bu süreçle beraber kişiliğin ayrıntılarını belirleyip
bireye bilgi ve yetenekler kazandırmaktadır. Böylece, kendisine toplum içinde rol
üstlenmeyi olanaklı kılacak bazı yetenekleri, becerileri, güdüleri, tutum ve
görüşleri, sosyal değer ve normları bu süreçlerle kişiliğine kazandırılmaktadır
(Tınar, 1999: 93).
Coğrafi çevre içerisinde iklimin, tabiat ve yaşanan bölgenin fiziki şartlarının
bireylerin kişilik özellikleri üzerinde de belirgin etkileri vardır. Bu bakımdan
toplumların yerleştikleri mekânın konumu yani enlem ve arz durumu ile denizden
yükseltisi, iklimi gibi özelliklerin daha çok dolaylı olsa bile insanların kişilik
yapısında etkili olduğunu saptayan araştırmalar mevcuttur (Zel, 2001: 25).
Bu faktörlerin dışında, kişilik üzerinde etkili olan başka faktörlerde söz konusudur.
Kitle iletişim araçları, yetişkinler grubu ve doğum sırası bile kişilik üzerinde etkiler
yaratabilmektedir. Örneğin, Adler’in doğum sırası kuramına göre, ilk doğan çocuk
daha zeki ve daha yetenekli olmaktadır (Güney, 2006:192). Bireyin faaliyet alanı
ile ilgili olarak büründüğü rolü veya görevleri de kişiliği üzerinde etkili olmaktadır
(Aytaç, 2000:167). Kişilik, doğumda kazanılan genetik faktörlerin etkisi altında
yapılandırılan ve daha sonra aile, ait olduğu kültür ve sosyal çevresi ile gelişen ve
ortamsal faktörlerin etkisiyle sürekli değişen bir süreç olarak ifade edilebilmektedir.
Bireyin,
bu faktörlerden genetik faktörler bireyin mizaç özelliklerini, sonradan
sosyal süreç içerisinde kazandıkları yani psiko-sosyal yaşantıları ise karakter
özelliklerini oluşturmaktadır. Zekâ ise, hem doğuştan hem de sosyal özelliklerle
gelişen bir süreci ifade etmektedir (Güleç, 2009:203-204). Kişiliğin de, mizaç,
karakter ve zekânın bileşimi ile ortaya çıktığı kabul edilmektedir.
Bütün bu faktörler, bireyler üzerinde farklı yansımalar meydana getirdiğinden
kişisel farklılıklarda oldukça çoktur. İşte bu yüzden, bireyler verimlilik, beceri ve
yetenekler, liderlik tarzları,
iletişim kurma yetenekleri,
çalıştıkları örgüte karşı
duydukları sadakat ve bağ bakımından ve yaptıkları işe verdiği önem açısından
birbirinden farklılaşmaktadır (Dubrin,1994). Ancak, günümüzde geldiğimiz noktada
kanımızca, bu kişisel farklılıklardan ziyade çalışma hayatında tek tip kişilik
yaratılmaya çalışılmaktadır. Çalışan, istihdam edilebilir olmak adına gerçek
133
duygularına yabancılaşarak, hedeflerine ulaşmak adına kendi kişiliğini askıya alıp
profesyonel kimliği üzerine geçirmek zorunda bırakılmaktadır. Bu kimlikte duygusal
emek, duygu yönetimi gibi yeni kavramlarla çalışma hayatına girmiş olsa da, sahte
bir tavır sergileme, gerçek kendilerine yabancılaşma biçimleri (Lupton, 2002: 39)
ile artık çalışanların tek bir tipte kişiliğe bürünmesi beklenmektedir. Küreselleşme
ve getirileriyle oluşan değişimlerin çalışma hayatındaki dönüşümü ile meydana
gelen çalışma hayatındaki yeni kuşaktan beklenilenler ve gözlemlenenler de zaten
bu doğrultuda gelişmektedir.
2.2.1.2. Kişilik ve kuşak ilişkisi
Teknolojinin ve rekabetin değişen yüzü bireysel beceri ve yaratıcılığı ön plana
alan, işletmeleri verimliliğe ulaştıracak yetenekli çalışanlar olarak belirlenmektedir
(Hatum, 2010: 15). Kaldı ki, ekonominin artık istihdam yaratmadan verimlilik
artışına vurgu yapan büyümesi de bunu desteklemektedir (Rifkin,1995). Bu süreç,
ilk bölümde de değindiğimiz gibi işgücünün niteliğinde bir başkalaşma yaratmış ve
hatta çalışma hayatında yer alan kuşaklarda bu süreçte başkalaşmaya uğramıştır.
Yaklaşık olarak aynı yıllarda doğmuş, aynı çağın şartlarını, dolayısıyla birbirine
benzer sıkıntıları, kaderleri paylaşmış, benzer ödevlerle yükümlü olmuş kişilerin
topluluğu olarak tanımlanan kuşak kavramı yaklaşık yirmi beş, otuz yıllık yaş
kümelerini oluşturan bireyler öbeği olan bir jenerasyonu tanımlamaktadır (Hatum,
2010:6).
Ancak, değişim o kadar hız kazanmıştır ki, tanımda geçen süre
geçerliliğini yitirmektedir.
Dolayısıyla, bir kuşağı bir araya getiren artık doğum
tarihinden çok daha fazlası olmaktadır. Yetişme tarzları ve içinde bulundukları
ortam değişiklikleri nedeniyle kuşak olarak da adlandırılan jenerasyonlar arasında
gerek karakter, gerek çalışma yöntemleri ve gerekse işyerinden beklentilerde
önemli farklılıklar gözlenebilmektedir.
Bu doğrultuda, günümüzün değişim şartları altında kişilik ve kuşak arasındaki ilişki
anlam farklılığına uğramış, artık doğum tarihleriyle kuşaklar arasında belirlenen
sınır ihlal edilip, bireysel farklılıklar göz ardı edilerek çalışma hayatında yeni bir
profesyonel kimlik oluşturulmaktadır. Bu profesyonel kimliğin en temel özellikleri,
değişen çalışma kavramına uygun davranış sergilemesi, artan yetenekleri ve
134
profesyonel duygusal bakışları olmaktadır. Öncelikle, kişilik ve davranış arasında
ilişki kurularak günümüzde bu davranışların kuşak üzerinde nasıl etkili olduğu
aktarılmaya çalışılacaktır.
Çalışanın
işgücüne
katkısı,
yaptığı
davranışları
sonucu
olarak
niteliğe
dönüşmekte, firması ve toplumuna o oranda katkı sağlamaktadır. Bu bakımdan,
çalışanın doğru davranışta bulunabilmesi önem arz etmektedir. Bu yüzden
davranış kavramını incelememiz, nasıl oluştuğunu ifade etmemiz, günümüzde
değişimle gelinen noktada nasıl bir davranışa yönlenildiği noktasını analiz
edebilmemiz için yardımcı olabilecektir.
Çalışanın gözlenebilir, ölçülebilir, yinelenebilir ve ifade edilebilir bilinçli etkinlikleri
olarak tanımlanan davranış iki önemli etkenle ortaya çıkmaktadır. Bunlardan ilki
kişiliği,
diğeri
ise
çevresidir.
İnsanlar
davranışlarını
sergilerken
kişilik
özelliklerinden yola çıkmakta, ancak çevrelerine göre davranışlarına yön
vermektedir. Uygun davranışları sergileyebilmeleri için bireyin yeterlilik derecesi de
önemli olmaktadır. Yeterlilik, bilgili ve becerikli olmayı ve daha da önemlisi uygun
tutumla
uygun
güdülenmeyi
tanımlanmaktadır
yönlenebilmesi için,
(Başaran,
doğru
davranışa
2000:20-21-22).
çevirebilme
Bireyin
yetisi
doğru
olarak
davranışa
doğru tutum geliştirmesi gerekmektedir. Tutum; bilişsel,
duyuşsal ve devinimsel olmak üzere üç bileşenden oluşmaktadır (Güney,
2006:302). Bilişsel etkinlikler; duyma, algılama, bellekte saklama, anımsama,
düşünme, uslamlama, sorun çözme, kavram ve ilke öğrenme ile yeni yaşantıları
anlamayı ifade etmektedir. Duyuşsal etkinlikler, duygu ve coşku içeren etkinlikleri,
devinimsel (psikomotor) etkinlikler ise; el, kol, bacak ve bedence yapılan kassal
hareketleri ifade etmektedir (Başaran, 2000:14).
Bilgi x Beceri = Yeterlik
Tutum x Görev = Güdülenme
Bilişsel Duyuşsal Devinimsel
Bileşen Bileşen Bileşen
Yeterlik x Güdülenme = Davranış
Şekil 2.2. Yeterlilik-güdülenme-davranış ilişkisi
135
Davranış süreci, dinamik bir olgu olduğu için bu süreçte bilişsel, devinimsel ve
duygusal etkinliklerin bir ya da tümü birden bulunabilmektedir. Bilişsel, duyuşsal ve
devinimsel bileşenlerin motivasyonla doğru güdülenmesi ile bireysel davranış
niteliği yani işgücü niteliği kavramı ortaya çıkmaktadır. İnsanın bir davranışı
yapabilmesi için, davranışı yapmaya güdülenmesi; davranış yapabilecek yeterlikte
olması; davranışın yapılmasına uygun bir ortam olması; ortamın etkenleri ile
olumlu etkileşerek bir edim elde etmesi gerekmektedir (Başaran, 2000: 16). Bu
süreçte, tutum itenek rolündedir. Etkinlik ya da davranıştan ziyade bireyi etkinliği
ya da davranışı yapmaya yönlendiren niyet olmaktadır. Bireyin kişiliğinden temel
alan davranış, kişinin yeterlilik düzeyi, içinde bulunduğu çevreyi algılaması, sosyal
çevresiyle etkileşimi sonucu oluşan tutum, bireyin davranışını belirlemektedir.
Örgütte uygun tutumla, uygun performans davranışını gösterebilen çalışanın iş
doyumu süreci de davranışlarından etkilenmektedir. Performans ve iş doyumu
arasındaki ilişki çok güçlü olmamakla birlikte, aralarında olumlu yönde bir ilişki
bulunmaktadır. Bu ilişki, iki şekilde gerçekleşmektedir. İlk durum, yüksek
performansın yüksek iş doyumuna yol açması yaklaşımıdır. Buna göre, çalışan,
yüksek
performans
ödüllendirilmekte,
bu
gösterdiği
takdirde
ödüllendirme
işletme
sonucunda
tarafından
daha
fazla
daha
iş
fazla
doyumu
hissetmektedir. İkinci durumda ise, yüksek iş doyumunun yüksek performansa yol
açması
yaklaşımıdır.
Bu
duruma
göre
çalışan,
işinden
doyum
aldıkça
performansını arttırma yönünde çaba göstermektedir (Telman, Nursel, Ünsal ve
Pınar, 2004: 20). Her iki durumda ki davranış modeli, çalışanı örgütte iş doyumuna
ulaştırmaktadır.
Teknolojik değişim, bilgi ve iletişim teknolojilerinin gelişimi ile çalışma hayatına
yansımalarının ortaya çıkardığı etkiler ile çalışandan beklenen uygun davranış,
hem uygun tutum hem de çevreye uyum ekseninde gelişmektedir. İstihdam
edilebilir olmak adına uygun davranış kalıplarında yer almak çalışanı istihdamda
tutabilmektedir. Günümüzün değişen değerleriyle, çalışanların bireysel davranış
performanslarını yönetme zorunluluğu vardır. Bunun içinde en önemli koşul,
görevini etkin bir şekilde yerine getirmesini sağlayacak kişisel yetkinliklere sahip
olmasıdır. Kurumsal inanç ve değerler sistemi ile uygun olarak sahip oldukları ya
da geliştirdikleri bilgi beceri ve tutumlarla gerçekleştirdikleri eylem olarak ifade
136
edilen kişisel yetkinlik çalışma hayatının profesyonel kişiliğinin ayrılmaz bir
parçasını oluşturmaktadır. Öyle ki, sürekli gelişen bilgi ve iletişim teknolojilerindeki
değişimlerden ötürü kişisel yetkinliklerin sürekli olarak çalışan tarafından
güncellenmesi gerekmektedir. Bu gelişmeler, çalışanların kendilerini sürekli
yenilemeleri, bilgi, beceri ve yeteneklerini sürekli geliştirmelerini gerekli kılmaktadır
(Özdemir, 2014:283).
Günümüzde ortaya çıkan yeni çalışan tipi, bilgi, beceri ve kişilik özelliklerinden
oluşan yetkinliklerle önem kazanmaktadır. Beklenilen davranışları sergilemek için,
sahip olunması gerekli bilgi, beceri, güdü, tutum ve kişilik ekseninde birbirini
etkileyerek ortaya çıkmaktadır. Bu bakımdan çalışma hayatında yer almak isteyen
işgücünün kişiliği artık; profesyonellik, sorumluluk alma, sağduyu, sözel iletişim,
güvenilir, dürüst, nazik ve saygılı olmayı ifade eden temel değerlerden
oluşmaktadır. Ayrıca, özgüven, kendini ifade edebilme, duygusal denge, kararlılık,
liderlik, strese dayanıklılık, belirsizlikle başa çıkma, farkındalık, sürekli öğrenme,
planlama ve organize olma, etkin kaynak kullanımı, stratejik ve operasyonel
beceri, analitik düşünebilme, karar verme, risk alma, iyi iletişim, empati, ekip
çalışması, zaman yönetimi (Erenel, 2004:280) gibi niteliklerde olmasa olmaz
unsurlardır. Rekabet edebilme adına, işletmeler artık bu niteliklere sahip
çalışanları tercih etmek zorunda kaldıkları için, istihdam edilebilir işgücü
günümüzde ortak tabanlı kişilik havuzlarında birleşmeye başlamıştır. Örgütsel
davranış; örgütün amaçlarının gerçekleştirilmesine yönelik, çalışanın örgüt
ortamında yaptığı gözlenebilir, ölçülebilir, yinelenebilir ve ifade edilebilir bilinçli,
bilişsel, devinimsel ve duygusal etkinlikleri olarak ifade edilmektedir (Başaran,
2000: 20).
Bir işletmenin etkinliği ve verimliliği çalışanlarının nitelik ve yeteneklerinin toplamı
ile orantılı olmaktadır. Artan rekabet ortamında, işletmesinde bu oranı sayıca
fazlalaştıran işletmeler öne geçmektedir. Bu bakımdan, tercih edilmesi bir
zorunluluk haline gelen istihdamın istediği kişiliğe bürünmek istihdamda kalmanın
şartını
oluşturmaktadır.
Kuşak
ve
kişilik
arasında
bir
ilişki
betimlemesi
yapıldığında, bu ilişkinin sınırlarının kalktığı yönünde tanımlamalar söz konusu
olmaktadır. Çünkü doğum yıllarını baz alan kuşak sınıflandırılmaları ne kadar
kuşaklar arasında farkları barındırsa da, istihdam edilebilir olmak adına değişime
137
uyum gerçeğinden kaynaklı olarak bu adaptasyon bütün kuşakları kapsamak
zorunda kalmıştır. Bu yüzden, doğum yılları çizgisiyle ayrılan kuşak sınırları
silikleşmeye başlamıştır. Ancak önemle belirtmek gerekir ki, değişime uyum
noktasında her kuşak farklı tepkiler verebilmektedir. Kimileri değişime anında
uyum sağlayabilirken; kimileri önce değişime tepki gösterip sonra uyum
sağlamakta, kimileri ise değişimi reddedebilmektedir. Şüphesiz, her kuşak içinde
bulunduğu toplumdan etkilenmektedir (Altundağ, 2012: 204). Benzer bir zaman
aralığında doğmuş, benzer yaş ve benzer hayat dönemlerini paylaşan ve belirli bir
dönemin olayları eğilimleri tarafından şekillendirilmiş insan topluluğunu ifade
etmede kullanılan kuşak kavramı, her kuşağın kendine özgü özellikleri, değer
yargıları tutumları güçlü ve zayıf yönleri ile var olmaktadır (Lower, 2008).
Tanımında belirttiği gibi, belirli bir dönemin olayları kuşaklar üzerinde değişimler
yaratabilmektedir. Önemle altı çizilmek gerekirse, kuşaklar arasına farklar olduğu
şüphesizdir. Hatta her kuşağın çalışma hayatında yaşanan değişimlere verdiği
tepkilerde farklı olabilmektedir. Ancak şu da bir gerçektir ki, değişim içerisinde var
olabilmek ve istihdamda kalabilmek adına, artık kuşaklar arasında sınır
çizilememektedir. Değişimle gelinen nokta da, kuşak içerisinde bile farklı kuşak
türleri türemektedir. Ekonomik kriz sonrasında yaşanan değişimle başkalaşan Y
kuşağının R kuşağına dönüşümü bu sürece örnek verilebilir.
Bireyin davranışları, onun içinde yaşadığı ortam ve çevresindeki bireyler ile
arasındaki sürekli etkileşimden oluşması nedeniyle bireyin kişiliği iş çevresinden
etkilendiği gibi, aynı zamanda da birey kişiliği ile iş çevresini etkilemektedir
(Soysal, 2008:9). Çalışma hayatında yaşanan değişimlerde, çalışanın kişiliği
üzerinde değişimler yaratabilmektedir.
Yeni ekonomik koşulların, belirsizlik ve güvencesizlik içeren ilkeleri, esneklik
uygulamaları çalışanın kişiliği üzerinde başkalaşım yaratmaya başlamaktadır.
Nitelikli
çalışan
vurgusuyla
başlayan
değişim,
çalışanların
kişiliğini
de
etkilemektedir. Çalışanın kendisindeki tüm özellikleri fark yaratma nesnesine, etkili
bir verimlilik aracına dönüştürme zorunluluğu dikkat çekmektedir. Çalışanın
fiziksel, psişik, sosyal bütün alanları işgal edilmektedir. Özellikle de, uzun vade yok
anlayışı ile her defa baştan başlayabilme yetisine sahip olan, her an işsiz kalma
kaygısını taşıyan, her geçen gün istihdam edilebilir olmak adına rekabet eden
138
çalışanların kişilikleri aşındırılmaktadır.
Çalışan, bu belirsizlik ortamı ile baş
edebilmesi adına hissizleştirilmeye çalışılmaktadır. Çalışanlardan beklenen, yer
aldığı firmanın kurumsal kimliğini çok iyi tanıması ve bulunduğu firmanın kültürü
bağlamında işletmenin önemini ve hedefini anlamasıdır. Özellikle, aidiyet
duygusunun çalışanın firmanın çıkarlarını kendisi için yaşamsal olan her şeyden
üstün tutması biçiminde ortaya çıktığı görülmektedir. Çalışanın, tüm kişisel, sosyal
ve bilişsel katılımı öne çıkarak iş zenginleştirici tüm araçları kullandıkları
görülmektedir. Bu katılımları artırmak adına kullanılan özerklik gibi uygulamalarla,
çalışanda firma aidiyeti yaratılmak istense de çalışanları işe karşı sorumluluğunu
artıran bu stratejilerinin gerçekte çalışanı özgürleştirmediği ve çalışma koşulları
içerisinde yeni otorite figürlerinin ortaya çıkmasına neden olduğu görülmektedir.
Ortaya çıkan bu otorite biçimi, çalışanın kendi kendine otorite, gönüllü kölelik
biçimine dönüşmesi çalışanın fiziksel sosyal ve bilişsel tüm özellikleriyle
kuşatılması olarak gerçekleşmektedir. Bu kuşatma öyle ki, giyimden kuşama,
konuşmadan tavırlara kadar her şeyin beden üzerindeki bütün iktisadi etkilerinde
görülmektedir (Kart, 2010: 362-369). Bu bakımdan, çalışanın kendisi ve özellikleri
pazarlanabilir bir değer olarak karşımıza çıkmaktadır. Çalışanların kişilikleri de
profesyonel kimliklere bürünerek istihdam edilebilirlik sağlayan kişilik tabanında
yükselmektedir. Yaşanan değişimlerle işgücünün parçalanarak bireyselleştirilmesi
ve yalnızlaşan işgücünün oluşturulması ile kişiliklerde karakterlerde bu yalnızlıkla
özdeşleşmeye başlamaktadır.
Kişiliğin iskeleti durumunda olan karakter çalışma hayatının istediği özellikler
üzerinden şekillenmeye başlamıştır. Belirli bir zaman dilimi içinde kişinin devam
ettirdiği kişilik özelliklerinin bir görünümü olan karakter (Zel, 2001b:416) yapısı
çalışma hayatına uygun kişilik özelliklerini sergileyebilenleri çalışma hayatının
çeperine oturtmaktadır. İşte bu bakımdan, çalışma hayatında kuşak kavramları her
ne kadar kuşaklar arasında değişime karşı farklı tepkiler barındırıp, farklı kişilik
özelliklerine sahip olsalar da, istihdam edilebilir olmak adına her kuşak aynı
paydalara sahip bir kişilik tabanında birleştirilmek zorunda bırakılmaktadır.
139
2.2.1.2.1. Çalışma hayatında kuşaklar
Tarihsel süreç içerisinde, her kuşağın birbirlerini etkileyen kuvvetler olduğunu
ortaya koyarak, kuşak çalışmaları ile ilgili bilimsel araştırmaları başlatan ilk kişi
Auguste Comte olmuştur. Comte, bir kuşağın bir sonraki kuşağa aşılayacağı
birikimler ile sosyal ilerlemenin gerçekleşebileceğini ileri sürmüştür (Comte,
1974:635-641). Aslında her kuşak birbiriyle bağlantılı ancak, bir o kadar da farklı
özellikleri
barındırmaktadır.
Aynı
yıllarda
doğmuş,
yaşadıkları
zamandaki
ekonomik, kültürel, siyasal, sosyal olaylardan ve toplumun o anki hâkim
değerlerinden etkilenmiş, aynı zaman diliminde yer aldıkları için ortak yönleri de bu
payda da gelişmiş insanların oluşturduğu topluluk olan kuşak kavramı (Altundağ,
2012:204) Comte’nin belirttiği gibi birbirlerini etkileyerek gelişmiştir.
Türk Dil Kurumu, kuşak kelimesini yaşam benzerliği açısından, yaklaşık olarak
aynı yıllarda doğmuş, aynı çağın şartlarını, dolayısıyla birbirine benzer sıkıntıları,
kaderleri paylaşmış, benzer ödevlerle yükümlü olmuş kişilerin topluluğu olarak
tanımlamaktadır. Yıl bazında yaptığı tanıma göre ise, yaklaşık yirmi beş, otuz yıllık
yaş kümelerini oluşturan bireyler öbeği, göbek, nesil, jenerasyon, batın olarak
ifade etmektedir. Türk Dil Kurumunun terimler sözlüğünde ise, yeni bir anlayışta
yeni bir yaşama duygusunda, yeni biçimlerde birleşen, eskiden belirgin çizgilerle
ayrılan kişilerin topluluğu olarak tanımlanmaktadır (http://tdkterim.gov.tr/bts/).
Aynı tarihsel olayların içinde bulunmuş, aynı dönemi yasamış, aynı toplumsal
koşullarda sosyalize olmuş ve hatta aynı kolektif kimliğe ait olmuş bireylerin
oluşturdukları topluluklar olarak tanımlanan kuşak kavramında (Lagrée,1991:7’den
aktaran Toruntay, 2011:64) ana vurgu ortak alışkanlıkları ve kültürü paylaşan
insanlar topluluğu olarak öne çıkmaktadır. Her kuşak, kuşağına uygun bir davranış
biçimi sergilemektedir. Aynı tarihsel ve sosyal zamanda ve durumda doğan
kuşaklarda bu bir bütünlük yaratmakla birlikte, söz konusu kuşakların tarihsel
miraslarına bağlılıklarının da vazgeçilmez bir şart olduğunu ifade etmektedir. Her
kuşağın kendine ait bir tarihi ve birikimi olsa da, bu birikim önceki kuşakların yeni
kuşaklara
bıraktığı
(Mannheim, 1998).
sosyo-kültürel
ve
siyasi
mirastan
kaynaklanmaktadır
140
Kişilerin yaşamları, bunların getirdiği iç duygular, tecrübeler ve bireysel
özelliklerinin, sosyal çevrenin, sosyo-ekonomik olayların, tarihsel süreçlerin ve
geçmiş yaşantılarına ait tecrübelerinin etkileri kişinin geleceğini ve kişiliğini
etkilemektedir. Bir kişinin, anne karnından mezara kadar uzanan bir yaşam
sürecini ve bu süreçteki deneyimlerini inceleyen yaşam seyri teorisine göre her
kuşağın farklı değer ve özellikleri mevcuttur (Bynner, 2001). Bu özellikler, bir takım
etkenlerle değişmektedir. Yaş etkisi de bunlardan biridir. Farklı kuşaklar aynı
zaman diliminde farklı davranışlar sergilemektedir. Kuşaklar yaşlandıkça, kişilerin
davranış özellikleri de değişkenlik göstermektedir. John Stuart Mill, August Comte
ve Karl Manheim’in kuşaklar üzerine yapmış oldukları çalışmaları geliştirerek
kuşak tanımlamaları yapan ve kuşaklarının özelliklerini tanımlayan William Strauss
ve Neil Howe göre de yaş, kuşaklara önemli bir sınır getirmektedir. Buna göre,
kuşakların özellikleri şöyledir (Strauss ve Howe 1991’den aktaran Toruntay,
2011:64-65):
- Kuşak üyelerinin tarihte paylaştıkları ortak bir yaş noktası olmaktadır. Bu kişiler
yaşamlarının aynı dönemini yaşarlarken tarihi olaylar ve sosyal eğilimler ile
karşılaşmaktadır.
- Kuşak üyelerinin, içinde bulundukları dönem, o anki çocukluk veya yetişkinlik
dönemlerine göre şekillenerek risk alma, kültür, değerler, çalışma hayatı ve aile
hayatı gibi tutumlar da dâhil olmak üzere davranış ve ortak inançları paylaşma
eğilimindedir.
- Akranları ile paylaştıkları deneyim ve becerilerin farkında olmakta ve aynı
kuşağa ait oldukları akranları ile bu aidiyeti birlikte paylaşmaktadırlar.
Bu özelliklerden yola çıkarsak; kuşak kavramının üç farklı olguya işaret ettiği
görülmektedir. İlk vurgu, hepsinin aynı zaman aralıklarında doğmuş olmalarıdır.
İkincisi, jenerasyonun devamı olmasıdır. Üçüncüsü ise, her kuşağın aynı değerler
etrafında birleşip sosyal bir nitelik kazanmasıdır (Alwin, 2002).
Her kuşak, kendine özgü özellikleri, değer yargıları tutumları güçlü ve zayıf yönleri
ile var olmaktadır (Lower,2008). Belirli zaman aralıklarında doğan bireylerin benzer
değer yargıları, davranışları ve yaşam biçimlerine sahip olduğu için her kuşağın
141
ortak karakteristik özellikleri oluşmaktadır. Bu yüzden de, ortak değer yargıları
temelinde, bireyler doğmuş oldukları kuşak grubunun davranışlarına benzer
özellikler göstermekte, diğer kuşak grubunun özelliklerinden ayrılmaktadır (Chen,
2010:132). Günümüzde ise, yaşanan değişimden ötürü tanımlarda geçen süre
anlamını yitirmeye başlamış, bir kuşağı bir araya getiren doğum tarihinden ziyade
çalışma hayatında istenen profesyonel kişilik, karakter özellikleri ile daha ön plana
çıkmaya başlamıştır.
Çalışma hayatında kuşaklar sınıflandırılırken bir kuşağın ne zaman bittiği, diğer
kuşağın ne zaman başladığı ile ilgili kesin bir ayrım yapılamasa da (Manion, 2009)
kuşaklar; sessiz kuşak, baby boomers, X kuşağı, Y kuşağı, Z kuşağı ya da
milenyum kuşağı olarak sınıflandırılmaktadır.
Çalışma yaşamında ise, Sessiz
Kuşak, Baby Boomers, X Kuşağı ve Y Kuşağı olmak üzere, dört kuşak aktif olarak
günümüzün çalışma yaşamında birlikte görev almaktadır. Ancak, günümüzde
yaşanan değişim kuşaklar üzerinde de etkisini göstererek kuşak sınıflandırması
içerisine yeni bir kuşak tanımlaması daha yaratmıştır. R kuşağı (recession kuşak)
olarak tanımlanmaya başlayan bu yeni kuşak, 2008 ekonomik kriz sonrasında
oluşmaya başlamış ve artık kuşak sınıflandırılması içerisinde yerini almaktadır.
Y kuşağının mutasyona uğraması olarak tanımlanan R kuşağı geçişi ve diğer
sınıflandırmalarda yaşam seyri teorisi günümüzde etkisini daha da göstermektedir.
Çünkü bu teorinin temelinde, bireysel ve çevresel dinamik değişkenlerin kuşaklar
içerisindeki bireyleri etkilediği görüşü vardır. Tarihsel ve coğrafi yaşam örnekleri,
sosyal bağ, bireysel irade ve kendini geliştirme değişikliklerinden etkilenen
kavramda birey, aile yaşantısı, iş hayatı, eğitimdeki statüleri, sosyal çevresindeki
değişimler
için
yaşam
alanında
değişimler
yapabilmekte,
davranışlarını
değiştirebilmektedir. Bu noktadan hareketle, çalışma hayatında yaşanan değişim,
çalışanları istihdam edilebilirliklerini artırmak adına yaşam seyri teorilerinde
başkalaşma yaratarak kuşak içinde yeni bir kuşak tanımlaması yaratmaktadır
şeklinde ifade edilmektedir.
Doğum yıllarına istinaden, benzer politik ve sosyal olayları yaşayan, ortak
değerlere sahip, birbirine benzer kişilik özellikleri gösteren çalışanlar, politik
olaylar, sosyo-ekonomik değişim süreçleri, endüstri eğilimleri, işsizlik oranları,
142
güvenlik ve kıtlık yaklaşımlarına olan bakışları (Lamm, ve Meeks, 2009:615)
değişim geçirdiğinden, içerisinde yer aldığı kuşaktan farklı özelliklere de
bürünebilmektedir. Ancak bir kez daha belirtmek gerekir ki, bu kuşaklar kendi
aralarında oldukça benzer özellikler gösterip, diğer kuşaklardan başkalaşan
özelliklere sahip olsalar da, günümüzün çalışma koşullarında istihdam edilebilirlik
kavramı bu dengeleri alt üst etmektedir. Kuşaklarda ortak bir zorunlu kişilik ve
zorunlu
çalışma
davranışı
sergilettirerek,
kuşaklar
arasındaki
sınırları
zayıflatmaktadır.
Çalışmada, yetişme tarzları ve içinde bulundukları ortam değişiklikleri nedeniyle
kuşaklar arasında, gerek karakter gerek çalışma yöntemleri ve gerekse işyerinden
beklentilerdeki önemli farklılıklar ayrıntılı olarak aktarılmaya çalışılacaktır.
Öncelikli olarak kuşaklara göz attığımızda, farklı kuşak sınıflandırmalarını
görmekteyiz.
Çizelge 2.1. Kuşak sınıflandırmaları
Kaynak
Howe&Strauss
,2000
Sınıflandırma
Sessiz Kuşak
(1925-1943)
Patlama
Kuşağı
(1943-1960)
13. Kuşak
(1961-1981
Lancaster
&
Stillman,2002)
Gelenekçiler
(1900-1945)
Bebek
Patlaması
(1946-1964)
X Kuşağı
(1965-1980)
Martin &
Tulgan,2002
Sessiz Kuşak
(1925-1942)
Bebek
Patlaması
(1946-1960)
X Kuşağı
(1965-1977)
Oblinger&
Oblinger,2005
Yetişkinler
(<1946)
Bebek
Patlaması
(1947-1964)
X Kuşağı
(1965-1980)
-
Bebek
Patlaması
(1946-1964)
Bebek
Patlaması
(1943-1960)
Baby boomers
(1945-1964)
Baby boomers
(1945-1964)
Tapscott,1998
Zemke,2000
Haeberle,2009
Wasburn,
2000
Eski Askerler
(1922-1943)
Sessiz kuşak
(1930-1944)
Sessiz kuşak
(1926- 1945)
Milenyum
Kuşağı
(1982-2000)
Milenyum
Kuşağı
Y Kuşağı
Gelecek
Kuşak
(1981-1999)
-
-
Milenyumlar
(1978-2000
-
X Kuşağı
(1965-1975)
Y Kuşağı,
Net Kuşağı
Milenyumlar
(1981-1995)
Dijital Kuşak
(1976-2000)
Milenyum
Sonrası
(1995simdi)
-
X Kuşağı
(1960-1980)
Gelecektekiler
(1980-1999)
-
X Kuşağı
(1965-1979)
X Kuşağı
(1965-1981)
Y Kuşağı
(1980-1999)
Y Kuşağı
(1982-2003)
M kuşağı
(1999-…..)
143
Çizelge 2.1. (devam). Kuşak sınıflandırmaları
Sınıflandırma
Kaynak
Senbir, 2004
Sessiz Kuşak
(1929- 1939)
Baby boomers
(1945-1965)
X Kuşağı
(1965-1977)
Y Kuşağı
(1977-1994)
M kuşağı
(1994-2003)
Z kuşağı
(2003-…)
Spitnaz, 1998
Sessiz Kuşak
(1925-1945)
Baby Boomers
(1946-1964)
X Kuşağı
(1965-1980)
-
-
Sessiz Kuşak
(….-1945)
Sessiz Kuşak
(1900-1945)
Baby Boomers
(1946-1964)
Baby Boomers
(1946-1964)
Baby Boomers
(1946-1964)
X Kuşağı
(1965-1980)
X Kuşağı
(1965-1979)
Y Kuşağı
(1980-1995)
Y Kuşağı
(1980-1999)
M kuşağı
(1995-…..)
X Kuşağı
(1965-1979)
Y Kuşağı
(1980-1994)
-
Baby Boomers
(1946-1964)
X Kuşağı
(1965-1979)
Y Kuşağı
(1965-1979)
-
Baby Boomers
(1947-1964)
X Kuşağı
(1965-1980)
Y Kuşağı
(1981-1995)
Z Kuşağı
(1995-…)
Baby Boomers
(1946-1960)
X Kuşağı
(1965-1977)
Y Kuşağı
(1978-2000)
-
Baby Boomers
(1946-1964)
X Kuşağı
(1965-1979)
Y Kuşağı
(1980-1999)
ZKuşağı
(2000-…)
Seçkin,2005
Kyles,2005
Yelkikalan&Altı
n, 2010
Sessiz Kuşak
(1925-1945)
Keleş, 2011
-
Oblinger&Obli
nger ,2005
Sessiz Kuşak
(….<1946)
Martin
&Tulgan, 2002
Sessiz Kuşak
(1925-1942)
Kuran, 2013
Sessiz Kuşak
(1927-1945)
-
Kaynak: Reeves ve Oh, 2008: 296-197; spitnaz,1998:4; Lancaster ve Stillman, 2002: 59; Haberle
ve diğerleri, 2009: 62; Seçkin, 2005:112; Yenialkan ve Altan, 2010:1-2; Altundağ,
2012:867,Senbir, 2004: 22-26.
Ortalama her yirmi yılda yeni bir kuşak dönemine denk gelen süreç tablodan da
görüldüğü üzere, farklı doğum tarihleri, farklı kuşak dönemleri ve adları olarak tam
bir görüş birliği sağlanamamaktadır. Çalışmada öncelikle kuşaklar hakkında bilgi
verildikten sonra, çalışma hayatında yer alan kuşakların aralarındaki farklara
değinilecektir. Son olarak ise, değişimin çalışma hayatında meydan getirdiği R
kuşağı detaylı olarak ele alınacaktır.
Sessiz kuşak ve tipolojisi (1925-1945)
Gelenekselciler ve yetişkinler olarak da adlandırılan sessiz kuşak, 1925 ve 1945
yılları arasında doğan jenerasyonu ifade etmektedir (LehtoJang, Francis ve
O’Leary, 2006). Bu kuşağın insanları, birinci ve ikinci dünya savaşları, ekonomik
krizler gibi zorlu hayat şartlarına maruz kaldığından bu kuşağın içerisinde farklı
küçük gruplarda oluşmuştur. Büyük Değişim Kuşağı (1900-1914), I. Savaş Kuşağı
(1914-1918), Ümit Kuşağı (1918-1929), Depresyon Kuşağı (1929-1939), II. Savaş
144
Kuşağı (1939-1945) sessiz kuşağın içerisinde yer alan bu gruplardandır
(İzmirlioğlu 2008).
Bu kuşağın, en genci altmış sekiz yaşında olmakla beraber, sessiz kuşak üyeleri
günümüzde iş yaşamında yaklaşık olarak %5’lik bir oranı oluşturmaktadır. Birçoğu,
danışmanlık ya da üst düzey yöneticilik gibi görevlerde bulunmaktadır (Zemke
Raines ve Filipczak, 2013:45-46).
Bu kuşağın genel özelliklerine baktığımızda; otoriteye ve çalışkanlığa saygı duyan
kuşakta kurumsal sadakat önem arz etmektedir. Ekonomik ve politik belirsizlikler,
kriz ortamları kuşak üzerinde önemli olmuş, bu kuşağın çalışkan, tutumlu ve
temkinli olması sonucunu doğurmuştur (Hatfield, 2002) . Riskten hoşlanmayan
kuşakta, değişime karşı direnç oldukça yüksektir. Kariyer planları bir kurum
içerisinde veya bir hiyerarşide ömür boyu istihdam üzerine kurgulanmıştır. Kıdemi
yaşla ilişkilendiren bu kuşakta, bu yüzden liderlere yüksek saygı gösterilmektedir
(Weingarten, 2009). Denge ve düzeni tercih eden kuşağın belirsizliklere
tahammülü olmamaktadır. Çok çalışma anlayışı, fedakârlık, yardımlaşma,
kurallara uyma, kendilerini işe ve kuruma adama, görevini her şeyin önünde tutma
bu kuşakta en sık görülen çalışma davranışı biçimleridir (Zhang ve Bonk 2010). Bu
kuşağın olumsuz özelliği ise, teknolojiye yavaş uyumları ve değişime karşı
gösterdikleri direnç olmaktadır (Notter, 2005).
Günümüzde çalışma hayatında sayıları oldukça azalmış olan bu kuşak, özellikle
son yıllarda sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik alandaki değişen şartlardan
oldukça etkilenmektedir.
Baby boomers kuşağı ve tipolojisi (1946- 1964)
Baby Boomers” İkinci Dünya Savaşının hemen ardından doğan bir milyar bebeğe
verilen isimdir. Bu kuşak, savaş sonrası oluşan nüfus patlamasına itafen bu ismi
almıştır. Her şeyin dönüştüğü zamanın kuşağı olan Baby Boomer’lar, ideolojilerin,
hazzın ve düzene başkaldırmanın temsilcisi olarak kabul edilmişlerdir. Baby
Boomer kuşağı, tüm dünyayı politik olarak etkileyen 68 kuşağını da yaratan
çocuklar olup, şu ana kadar yeryüzüne gelmiş en büyük, topluma en olumlu etkisi
145
olan, toplumsal bilinci en yüksek ve en üretken nesil olarak diğer kuşaklara göre
bütün “enleri” toplamış olan kuşak olarak ifade edilmektedir (Schroder ve Warren,
2005:59).
1946 ve 1964 yılları arasında İkinci Dünya Savaşı ile Soğuk Savaş arasında
doğan bu kuşak iş ve eğitim imkânlarının elverişli olduğu güçlü bir ekonomide
büyümüştür (Karp ve diğerleri, 2002). Televizyonla büyüyen bu kuşak, yerel
boyutta
başlayan
hareketleri,
televizyon
sayesinde
küresele
taşımaları
kolaylaşmıştır (Benlisoy,2008). Bu kuşağın insanları genel olarak; pozitif yaşamı
benimsemekte, amaç odaklı, uyumlu, özgürlükçü, kadın ve erkek rolünde
gelenekçi, hizmet odaklı ve kanaatkâr olarak bilinmekte, çatışma ortamlarından
uzak durmakta ve dünyayı kendilerininmiş gibi benimsemektedir (Macunovich,
2000).
Tüm kuşakların arasında en rekabetçisi olarak bilinen bu kuşak mensupları,
emirleri kabul eden, profesyonellik ile bağımsızlığa değer veren sadık ve adanmış
çalışanlar olarak karakterize edilmektedir. Bu kuşağın esas odağı kariyer
olduğundan, sıklıkla “işkolik” olarak ifade edilmektedir (Zemke ve diğerleri, 2000).
Gerçekten de, çalışan Baby Boomers Kuşağı fedakâr, işkolik, işletmenin
menfaatlerini kendi menfaatlerinden üstün tutan ve tam anlamıyla itaatkâr bir
kuşaktır. Baby Boomer’lar için iş değiştirmek bir risk olmaktadır. Bireysel katkıların
organizasyonların başarısında önemli olduğunu düşünmekle birlikte, bu bireysel
katkıların hangi durumlarda daha önemli olduğunu fark etme yetisine de
sahiptirler. Kariyerlerinde devamlı ilerlemek, büyüme ve gelişme arayışı tek bir işle
çok parlak başarılar elde etmek, statü, para, takım çalışması ve esnek çalışma
saatleri en çok arzu ettikleri unsurları oluşturmaktadır. Grup kararlarına
yatkınlıkları, iş ahlakı, işkolik oluşları, anında ödül beklentileri, başarıya odaklı
olmaları, geri bildirim görüşmelerine yatkın oluşları, bu kuşağın yansıttıklarını
açıklamaktadır. X ve Y kuşakları gibi bilgisayar gibi teknolojilere adapte olmakta
zorlanan
kuşak,
kendilerinin
çok
çalışıp,
sabrederek
geldiği
noktalara
kendilerinden genç çalışanların kısa zamanda terfi ederek, yönetici pozisyonlarına
gelmelerini hoş karşılamamaktadır (Weingarten 2009).
146
Bu kuşağa mensup birçok kişi, erken emeklilik yaşına gelmiş ya da emekli olmuş
olsalar da, büyük kısmı hâlâ çalışmaktadır ya da çalışmayı planlamaktadır. Bu
kuşağın hayat tarzlarını inceleyen Del Webb’in (2010) araştırmasında, bu kuşak
üyelerinin can sıkıntısını uzakta tutmak, meşgul olmak için çalıştıklarını,
çalışmakta kişisel bir tatmin bulduklarını ya da sadece eğlence için çalıştıklarını
saptamıştır (Del Webb, 2010).
X Kuşağı ve tipolojisi (1965-1979)
Xers (X’ çiler), Post boomers (Patlama Sonrasılar), the Shadow Generation, 13.
Kuşak, baby bust ve anne babaları çalıştıkları için boyunlarında evlerinin
anahtarları ile büyüyen kuşak olduğu için “latch key kids” olarak da bilinen bu
kuşak esas olarak Douglas Coupland 1991 yılında “Generation X: Talesfor an
Accelerated Culture” adlı bir kitap yayınlanmasının ardından sonra X kuşağı olarak
anılmaya başlamıştır (Tolbize 2008).
1965 ile 1979 arası doğan X Kuşağı, yani boomers kuşağının çocukları, baby
boomers kuşağının refah içerisinde bir hayat sürmesinin faturasını ödemek
zorunda kalan bir kuşağı ifade etmektedir. Hem sosyal hem de ekonomik olarak
çalkantılı,
sıkıntılı
bir
dönemde
(Altundağ,
2012:867)
anne
babalarının
boşanmalarına şahit olarak, tek ebeveynli evlerde büyüyen bir kuşaktır (Zemke ve
diğerleri, 2000). Güvencesiz bir ortamda büyüdüklerinden, kişilikleri de bu
doğrultuda gelişmiştir. Çok erken yaşta finansal sorumluluk ile tanışan bu kuşak
üyeleri erken yaşta yetişkin olmak zorunda kalmışlar, önceki kuşaklara göre,
ailelerinin sorumluluğunu daha çabuk üstlenmişlerdir. Tedbirli ve garantici oluşları,
mücadeleci hırsları, bağımsız ve bireyselci yapıları bu yaşananların yansımaları
olmuştur (Karp, Fuller ve Sirias, 2002).
Baby Boomer kuşağının yaklaşık yarısı kadar olan X Kuşağı mensupları; becerikli
ve bağımsız olarak tanınmaktadır. Bu kuşak, aile ile arkadaşları ilk plana, işi ikinci
plana koyan bir iş-hayat dengesi aramaktadır (Karp ve diğerleri, 2002).
Profesyonel olarak zorlayıcı projelerden, doğrudan ve anında geri bildirimlerden
keyif almaktadır (Dunn-Cane ve diğerleri, 1999). Sorumluluk anlayışları çok
geliştiği için çalışma ortamında yönetilmekten çok, yaratıcılıklarını kullanarak
147
ulaşacakları hedefler aramaktadır. X kuşağı üyeleri, geleneksel iş odaklı çalışma
biçimlerinden çok, sınırların daha az belirgin olduğu çalışma ortamlarında
çalışmak istemektedir. Ayrıca, bu kuşak özgürlüklerine çok önem verdiği için bir
önceki kuşak kadar vefalı değildirler (Buckley, Beu, Novicevic ve Sigerstad,
2001:81-82).
Tulgan’a göre, X kuşağı karşılarına çıkan problemleri kendileri çözmeye alışmış bir
kuşaktır. Bu özellikleri onları, Baby Boomers kuşağından ayırmaktadır. Çünkü X
kuşağı onların ihtiyaç hissettiği grup desteğine ihtiyaç duymamaktadır (Tulgan,
2001). X kuşağının kariyer süreçlerinde kanaat duyguları ve çalıştıkları kurumlara
sadakatleri oldukça kuvvetlidir. İş motivasyonları güçlüdür ve otoriteye saygı
duymaktadır. Bu durum, bu kuşağın bireylerinin çalışmaya başladıkları kurumda
uzun yıllar çalışmaya devam etmeleri olarak somutlaşmaktadır.
Teknoloji devrimine denk gelen kuşak oldukları için, teknolojiyi kullanmak
durumunda kalmışlardır. Bilgisayarlar, otomatik vezne makineleri (ATM) ve cep
telefonları değişimleri ile büyüdüklerinden X Kuşağı için teknoloji önemli rol
oynamaktadır. Ancak, teknolojik ürünlerin çoğunu bu kuşak üyeleri geliştirmiş
olmalarına rağmen, teknolojiyi kullanmada Y Kuşağı’nın çok gerisinde kalmışlardır
(Raines, 2003). Gerçekten de, bu kuşağın insanları şüpheci, teknolojiye meraklı,
mücadeleci ve güvenilir olarak addedilmişlerdir.
Bebek patlaması kuşağının “çalışmak için yaşamak” anlayışı, X kuşağında
“yaşamak için çalışmak” anlayışına dönüşmüştür. Çalışma yaşamında para motive
etme aracı olmaktan ziyade,
eksikliği bu kuşakta motivasyon kaybına neden
olmaktadır (Tolbize, 2008).
Yükselme şanslarının olduğu, gezici kariyer sahibi olabildikleri işlerde çalışan bu
kuşak sabırsız ve iş odaklıdır. Üretkenlikleri yüksektir ayrıca uyumlu olmalarının
yanında otoriteden de korkmamaktadır. Teknik uzmanlığa yatkındırlar, yüksek bir
iç motivasyona sahiptirler ve anında geri bildirim verebilirler. Bunun yanında iş ve
özel hayat dengesine saygı gösterirler ve saygı duyulmasını da beklerler. Yalnız
çalışmayı tercih eden söz konusu bireyler çoklu iş yürütmeyi istemektedir. Bütün
bunlara ek olarak onaylamaya ve onaylanmaya önem verdikleri, tutarlı bir yönetim
148
politikası izlemeye çalıştıkları, amaçlarına ulaşmak için ofis politikasını ve iş
koşullarını değiştirdiklerini söylemek mümkündür. Kadınlar, bu kuşakla birlikte iş
gücüne katılmaya başlamış ve yine bu kuşakla az çocuk sahibi olma tutumunu
arttırmaya başlamıştır. (Mengi, 2009).
Günümüz çalışma hayatında, Baby Boomers üyeleri, genellikle üst kademelerde
bulunurken; X Kuşağının daha alt kademelerde yer alması ve Baby Boomers ve Y
Kuşağı’nın popülâsyonlarının X kuşak popülâsyonlarından fazla olmasından ötürü,
bu kuşak arada kalan kuşak, sandviç kuşak olarak ta isimlendirilmektedir.
Y kuşağı ve tipolojisi (1980-2000)
Doğum aralıkları ile ilgili olarak literatürde bir kesinlik olmamakla birlikte 19792001, 1982-2004, 1980-günümüz gibi tarih aralıkları içerisinde bulunan bu kuşak,
X kuşağının yaklaşık üç katı olmakla birlikte (Tolbize 2008), Milenyum Kuşağı),
Generation Next (Gelecek Kuşak), Digital Generation (Dijital Kuşak), Echo
Boomers (Eko Patlaması) ve Nexters (Bir Sonrakiler) olarak da ifade edilmektedir
(Morgan, 2011:6).
Bu kuşağın en büyük özellikleri, nitelikleri olmuştur. Ebeveynleri önceki kuşak
ebeveynlerden çok farklı olan bu kuşak, çocuğunun iyi şartlar altında
büyüyebilmesi, iyi bir eğitim alması ve güvende olması konusunda çok daha aktif
rollere sahip anne babalar olarak sürekli çocuklarının kişisel gelişimlerini kontrol
eden ve yönlendiren roller üstlenmişlerdir. Bu yüzden, bu ebeveynlere “Helikopter
Ebeveynler” (Helicopter Parents) denilmektedir (Howe, ve Strauss, 2000). Ailelerin
üstlendikleri bu rol bu kuşağın iyi eğitimli, nitelikli bir kuşak olmasının temellerini
atmıştır. Bu kuşağın bir diğer özelliği ise, internet ve teknoloji içerisinde büyümüş
olmalarıdır. İnternetin olduğu yıllarda dünyaya gelen ilk kuşaktır, bu yüzden de
farklı etnikler ve kültürler ile günlük etkileşimi en yüksek olan kuşak olup, önceki
kuşaklara göre çok daha fazla kültürel zenginliğe sahiptir.
Y Kuşağı üyeleri, günümüzde çalışma hayatında kendilerine yer bulmuşlardır.
Küçük yaşlarına rağmen sahip oldukları nitelikler onları kısa zamanda üst
pozisyonlara çıkartabilmiştir. Almış oldukları eğitimler, stajyerlik deneyimleri,
149
sosyal kurumlardaki gönüllülük hizmetleri ve part-time iş tecrübeleri sayesinde
çalışma yaşamına oldukça hazırlıklı ve donanımlı olarak başlamışlardır.
Bu kuşak sosyal, iyimser, yetenekli, işbirlikçi, açık fikirli ve başarı odaklı olarak
tanımlanmaktadır. Deloitte tarafından 2007 yılında yapılan araştırma sonuçlarına
göre, bu kuşağın özgüvenlerinin oldukça yüksek ve hırslı oldukları saptanmıştır.
Değişime ve kendilerini gösterme fırsatlarına ve hızlı adapte olma özelliklerine
sahip olan bu kuşağın bireylerin yaratıcılık yönleri oldukça gelişmiştir. Aynı
zamanda bir işin birçok alanında çalışabilirler, birçok iş ve kariyer yapabilirler,
değişik seçeneklere yönelebilir ve yaratabilirler. Evrensel bakışa yatkınlıkları da
söz konusudur.
Y Kuşağının birçok üyesi, yüz yüze etkileşimlerden mesajlaşma ve e-posta gibi
elektronik yöntemlere kadar geniş bir iletişim yöntemleri yelpazesini keyifle
kullanmaktadır (Zemke ve diğerleri, 2000). Günümüzde en irtibatlı, iletişim odaklı
kuşak (Twenge, 2006) olarak kabul edilen Y Kuşağı, farklı sosyal medya ağlarını
hem anlık bilgi sağlamak hem de anlık bilgi almak için kullanmaktadır. Gerçekten
de en ayırt edici özellikleri, teknolojiyi rahat kullanmaları ve tecrübeleri olarak
nitelendirilmektedir (Hershatter ve Epstein, 2010).
Bu kuşağın çalışma hayatındaki tavırları, diğer kuşaklardan farklıdır. Saygıyı bir
zorunluluktan çok, ancak hak ettiğini düşündüğü kişilere gösterdikleri için, bu
davranışları geleneksel ve hiyerarşik organizasyonlarda çatışmalara neden
olmaktadır. Katılımı esas alan bir yönetim tarzından hoşlandıklarından, yetişme
tarzlarından kaynaklı özgüvenli tavırları, akıllarına gelen herhangi bir soruyu
şirketin
genel
müdürüne
dahi
rahatlıkla
sorabilen
rahat
bir
davranış
sergilemelerine neden olmaktadır (DiGilio, John ve Lynn-Nelson, 2004:17). Bu
kuşağın aldıkları maaştan çok, yaptıklarının onaylanması, eğitim ve öğrenme
fırsatlarının da dâhil olduğu bütünsel bir iş tatmini çok daha önemli olmaktadır.
Esnek çalışma saatleri, tercih ettikleri bir durum bile olabilmektedir. İşleri ile var
olmak, birden fazla iş yapabilmek, her şeyi anlamaya çalışmak, aktif katılım,
sorumluluk almak, esnek çalışma biçimlerine sahip iş ortamları, giyim, kuşam,
prestij unsurlarına düşkünlük, ekip çalışması en belirgin özellikleridir. Her şeyi
geçici görmek, sürekli öğrenmek, işte eğlence ve tutku arayışı, beklentilerini
150
anında gerçekleştirme eğilimi, yetki arzusu çalışma hayatında sergiledikleri temel
davranışlardır (Mengi, 2011). Farklı bir işin, kendileri için daha avantajlı olacağını
fark ettikleri zaman iş ve hatta sektör değiştirmekten korkmazlar (Weingarten,
2009). Öyle ki, bu kuşak üyelerinin kariyer yaşamları boyunca ortalama olarak on
kereden fazla iş değiştirdikleri görülmektedir. Terfi ararlar, sabretmekten
hoşlanmazlar, teknolojinin getirmiş olduğu hız onları hızlı düşünmeye, hızlı hareket
etmeye ve hızlı tüketmeye yöneltmektedir.
Bu kuşak sürekli sorgulayabilen bir kuşaktır. Her şeyi eleştirmektedir. Yaşanan
krizlerden, sosyo-ekonomik olaylardan etkilenmezler, her zaman için nitelikleriyle
her türlü engeli aşabileceklerini düşünürler.
Yenibiriş.com’un, 2008 senesinde
8443 kişi ile yaptığı bir araştırmaya göre de bu kuşak üyelerinin %82’sinin
önümüzdeki 10 yıl içerisinde kendini ya şu an bulunduğu firmalardan başka bir
firmaya geçeceklerini ya da kendi işlerini kurmuş olacakları sonuçlarına ulaşmıştır.
University of Low a School of Social Work‟ün (2008) yaptığı çalışma bulgularına
göre bu kuşak, global odaklı, her türlü bilgiye ulaşabileceğini düşünen, farklı,
özgüven sahibi kuşak olarak tanımlanmıştır. Ne istediklerini ve bunu elde etmek
için neye ihtiyaçları olduğunu belirleme noktasında kendilerinden önceki kuşaklara
göre daha becerikli oldukları ifade edilmiştir (Sheahan, 2005:7).
Y kuşağı üyeleri gece gündüz ebeveynlerinin işleri için kendi hayatlarını nasıl feda
ettiklerine tanık olduklarından, kendileri çalışma kavramına farklı yaklaşmışlardır.
Kazandıkları paraları kendileri için harcamayı, iş hayatında esnek çalışma
biçimlerini ve tatil imkanlarını bu yüzden tercih etmektedirler (Sheahan,2005:2829).
Teknoloji kökenli olmaları, kendilerini sürekli geliştirme güdüleri, yüksek lisans,
doktora, mesleki eğitim programları gibi uzayan eğitim hayatları, hayatı farklı
algılama biçimleri, bloglardan yemek tarifi öğrenmeleri, müzikleri cd çalar yerine
ipod’dan dinlemeleri, kütüphaneye gitmek yerine google’ı kullanmaları, blog
yazmakları gibi farklı alışkanlıklara sahip olmaları, bu kuşağı diğer kuşaklardan
farklılaştırmaktadır.
151
Y Kuşağı iş-hayat dengesi elde etmek konusunda, X Kuşağı ile hemen hemen
aynı görüşü paylaşmaktadır. Lancaster ve Stillman (2010:6), Y Kuşağını teknoloji
nesli olarak ifade etmiş ve kuşağı doğum yıllarından kurtararak daha esnek bir
ifade ile bilgi çağındaki teknolojik araçları kullananlar olarak ifade ederek,
milenyum kuşağı olarak tanımlamıştır. Lancaster ve Stillman (2010) bu kuşağı
ifade eden etkenleri M-faktörü olarak adlandırmakta ve yedi kategoride
tanımlamaktadır. İlk etmen ebeveynlik (parenting) etkisi olarak ifade edilmektedir
(Lancaster ve Stillman, 2010: 17). Helikopter ebeveynlerin anlayışından, anne
baba çalıştıkları için ya da boşanma sayıları çok arttığından tek ebeveyninle
büyümek zorunda kalan bu kuşağın ebeveynlik etkisinden dolayı sorumluluk
bilinçlerinin arttığı ve tek başına ayakta kalabilme özelliklerinin geliştiği, küçük
yaşlarından beri nitelikleri yüksek, özgüvenli olarak büyümek zorunda kaldığı bu
etkende ifade edilmektedir. İkinci özellikleri, yetki verme (entitlement) etkendir
(Lancaster ve Stillman, 2010: 49). Nitelikleri, sahip olduğu özellikler çalışma
kavramlarını başkalaştırmaktadır. Otoriteye karşı sorgulayıcı yanları çalışma
hayatında bu kuşağa problem yaratsa da kuşağın bu özelliği yaratıcılıklarını da
geliştirmektedir. Maddi motivasyondan ziyade, yaptıkları işte takdir gösterilmesi ve
başarıları karşılığında verilen yetkilendirme kuşağın en önemli motivasyon aracı
olmaktadır. Diğer M-faktörü, anlam, hedef yönleridir (meaning). “Ben kimim, neden
buradayım” sorusunu her zaman sordukları için verdikleri cevaba göre hayatlarını
hemen değiştirebilme özellikleri vardır (Lancaster ve Stillman, 2010: 51). Risk
almaktan hoşlanmaktırlar.
Dördüncü M faktörü, büyük hayalleridir (great
expectations) (Lancaster ve Stillman, 2010:127). Büyük hayallere sahip olan bu
kuşağın, yaratıcılıkları hem özel yaşamlarında, hem de iş yaşamlarında
hissedilmektedir. Hayallerine göre, yaşamlarını kurgulayabilmektedirler. Beşinci Mfaktör ise, hız ihtiyacıdır (Lancaster ve Stillman, 2010:158). Onlara göre pedala ne
kadar hızlı basarsan, yaşamını ne kadar hızlı yaşarsan hayatın anlamı o kadar
çıkar felsefesi vardır.
Bisikletinin sahip olduğu vites sayısı, yani nitelikleri, en
önemli hız kazandırıcılarıdır. Hayallerde, hedeflerde bu doğrultuda hemen
gerçekleşir. Altıncı M-faktörü ise, sosyal networklerdir (social network) (Lancaster
ve Stillman, 2010:193). İnternet ve teknoloji ile büyüme, bu kuşağı diğer
kuşaklardan ayıran en önemli öğe olan sosyal network hareketleri kazanmaları
olmuştur. Sonuncu faktör ise, işbirliği (collaboration) faktörüdür (Lancaster ve
Stillman, 2010:193). Hedefler doğrultusunda takım ruhu içerisine girebilme, hedef
152
odaklı düşünme bu kuşağa işbirliği ruhu getirmiştir. M-faktörleri Y Kuşağının büyük
sayılarla iş gücüne katılmasından ve 2022 yılına kadar bunun böyle devam
edeceğin beklenmesinden dolayı diğer kuşaklardan yöneticiler ve çalışma
arkadaşları için de önemli olmaktadır (Hershatter ve Epstein, 2010).
Z kuşağı ve tipolojisi
Dünyanın hızlı değişimi, teknolojinin hızla gelişimi bu kuşağa adını da vermektedir.
Bu kuşağa iletişim kuşağı, dijital kuşakta denmektedir. Z kuşağı, 21. yüzyıl kuşağı
olarak da tanımlanmaktadır. Z kuşağı duyular arası koordinasyonun ve motorize
otomatik becerilerin en yüksek seviyede olduğu kuşaktır. Özellikle interneti en aktif
olarak kullanan kuşak, teknolojiyi maksimum seviyede değerlendirmiş, iletişim ve
ulaşım sorunlarını sözel ve görsel bağlantıyı sürekli hale getirerek çözmektedir.
Aynı anda birden fazla konuyla ilgilenebilme becerileri çok gelişmiş olduğu için
insanlık tarihinin, el, göz, kulak gibi motor beceri senkronizasyonu en yüksek nesli
olarak görülmektedirler. Bu kuşağın bir avantajı da teknolojinin artık daha
taşınabilir olmasıdır (Mengi, 2009). Bireyler tatminsiz, kararsız ve doğuştan
tüketicidirler. Her şeyi kişiselleştirmek istemeleri zengin fakir uçurumunu
yaratmaktadır. Z kuşağının iş hayatına atıldığı zaman pek çok yeniliği ve zorluğu
beraberinde getireceği düşüncesi tartışılmaktadır. Bu kuşağın, ilk üyeleri
önümüzdeki beş sene içerisinde çalışma yaşamına girmiş olduklarında nasıl bir
kuşak olduğu, çalışma hayatına nasıl bir renk getirecekleri de belli olacaktır.
Eğitimleri daha iyi olduğu için önceki kuşaklara göre, pratik ve hızlı olacakları,
bireysel ve bağımsız olmalarının yaratıcılıklarını arttıracağı öngörülmektedir.
Özgüvenli olmaları, kendilerini rahat ifade edebilmeleri kendi motive kaynaklarını
oluşturabilme yönleri bu kuşağın en önemli özelliklerini oluşturmaktadır. Bundan
dolayı da, çalışma hayatında istedikleri şeyleri yapacakları, istemedikleri şeyleri
kimsenin yaptıramayacağı ifade edilmektedir. Bu kuşak için, karar destek sistemi
mevcuttur. Yapılarına göre mesleklere yönlendirilecek olan bu kuşak, dijital
kuşağın kendisi olmaktadır. Z kuşağının pek çok özelliği, GSM tabanlı bir kuşak
olacağına işaret etmektedir. Bu kuşağın üyeleri tatminsiz, kararsız ve doğuştan
tüketici oldukları için yaşamlarında otorite kavramının öneminin kalmayacağı
düşünülmektedir.
153
Onların çalışma hayatına katılımları ile pek çok değişiklik yaşanacağına
değinilmektedir. Kuşağın çalışma hayatına getirdiği teknoloji kaynaklı hız
bağımlılığını Z Kuşağı daha da ileriye götürecektir. Doğdukları andan itibaren
içinde
yaşadıkları
ağlar,
kimliklerini
şekillendirmelerinde
en
büyük
rolü
oynamaktadır. Günümüzde pek çok kaynakta, M kuşağı olarak da adlandırılan bu
kuşak aynı anda çoklu iş (multi tasking) yapabilir olacağı için araştırmacılar
tarafından bu ad ile de anılmaktadır (Toruntay,2011: 82).
Teknolojik destekli iş süreçleri ile daha farklı, bürokrasiden uzak kurulmuş iş
organizasyonlarında yer almayı tercih edecek olan bu kuşakta "ben" odağı yüksek
bireyselleşen çalışan tipleri olacakları, esnek sistemleri tercih edecekleri
öngörülmektedir. Öyle ki, bu kuşak insan kaynakları departmanlarının bile yönetim
anlayışını değiştirebileceği ifade edilmektedir (Mengi, 2011).
Z Kuşağı üyelerinin, markalara ve çalıştıkları organizasyonlara karşı sadakatsiz
olmaları, azimli ve hırslı olmamaları, çabuk sıkıldıkları için kolay vazgeçebilecek
olmaları nedeniyle gelecekte şirketlerin ellerindeki bu yetenekleri tutmakta zorluk
çekebileceklerini hissettirmektedir.
Kuşak üyelerinin standart işleri yapmak
istemeyecek olması ve her şeyi kişiselleştirmek istemeleri gibi ihtimaller de, bu
kuşağın olumsuz özellikleri arasında sayılmaktadır (Toruntay, 2011: 83).
2.2.1.2.2. Kuşaklar arasındaki farklar
Tarhan’a göre, iş yerlerindeki en temel sorunlardan biri kuşaklar arasındaki
çatışmadır. “Baby Boomers, X ve Y” nesillerinin bir arada ortak bir amaç için ekip
olarak bir iş çıkarmaya çalışması ast-üst çatışması gibi bir takım sorunu da
beraberinde getirmektedir. Kuşaklar arasındaki farklı yetişme tarzları ve ortamları
özellikle de günümüzün kurumsal olarak nitelendirilen iş ortamlarında yöntem,
iletişim, algı ve uygulama farklılıklarından dolayı sorunlar yaşanmasına neden
olmaktadır.
Gerçekten de doğdukları yıllara göre ayrılan Baby Boomer, X, Y ve Z Kuşaklarının
en yaşlıları altmış üç, en gençleri de on dört yaşında olup her birinin beklentisi,
içinde bulundukları koşulları, yaşama amaçları ve iş yapış şekilleri farklılık
154
göstermektedir. Y kuşağının ondan fazla iş değiştirmesi söz konusuyken, Baby
Boomerların ise, tek bir yerde uzun süre çalışabildikleri görülmektedir. Z Kuşağı
için ise, henüz iş hayatına atılmamış olsalar da zamanı geldiğinde karar
vermelerini gerektiren her şeye yapay zekâ tarafından karar verileceği ve her şeyin
sistemler tarafından yapılacağı öngörülmektedir (Schroder, 2005).
Baby Boomer Kuşağının en yaşlısı altmış üç, en genci ise kırk beş yaş
civarındadır. Aynı yerde uzun vadede çalışmış olan bu neslin sadakat duyguları
yüksektir ve kanaatkârlardır. Teknolojiyi çok benimsediklerini söylemek mümkün
olmasa da, yine de kimi teknolojiye yakın olurken kimi de teknolojiden uzak
kalmıştır. Aslında babaları gibi otoriteye saygılı olan bu neslin içindeki en
idealistler toplumsal haksızlıklara isyan etmek suretiyle altmış sekiz gençlik
hareketlerinin kahramanı olmuşlardır.
X kuşağının ise, en yaşlısı kırk dokuz, en genci ise otuz beş yaşındadır. Bu kuşak
daha iyi iş imkânları ararken, sadakat duyguları da duruma göre değişkenlik
göstermektedir. Birçoğu teknolojik devrime de denk geldiklerinden dolayı
teknolojiyi kerhen kullanmak zorunda kalmaktadır. Büyüklerinin aksine siyasetten
uzak yaşamış olsalar da sosyal sorunlar karşısında duyarlıdırlar. Aynı zamanda
yüksek iş motivasyonuna sahip, kanaatkâr ve otoriteye saygılı bir kuşak oldukları
da bir gerçektir. Daha iyi yaşamak için daha az çocuk sahibi olmaya başlayan
kadınlar iş gücüne de katılmaya başlamışlardır. Bireycilik önem kazanırken para
daha fazla odak noktası olmaya başlamıştır.
Sadakat duygusu az olan Y Kuşağının en yaşlısı otuz beş, en genci ise on beş
yaşındadır. Onlar için teknoloji hayatlarında birçok şeyin simgesi haline gelmiştir.
Eğlenceyi, kazanmayı seven kuşak, çalışmaktan çok keyif almamakta ve aynı
zamanda da narsist, girişimci ve bireyci bir kuşak özelliği göstermektedir.
Otoriteye karşı saldırgan bir tavır içinde olan, tatminsiz ve beklentileri çok olan bu
kuşak buna rağmen herhangi bir bedel ödemek istememektedir. Bu kuşak hızlı
tüketmekte ve “her şey her zaman böyleydi ve böyle olacak” anlayışını
savunmaktadırlar. Aynı zamanda birden çok işi yapabilme yetisine sahip olan
kuşağın iş hayatları süresince ondan fazla iş değiştirebilecekleri varsayılmaktadır.
Y kuşağı çalışanlarının iyi ilham verilip iyi yönetildiğinde zengin bir yetenek
155
kaynağı olduğu düşünülmektedir. Bu kuşak insanlarına, hayali ürünler, projeler ve
hayali kahramanlarla ulaşmak hiç de kolay değildir; çünkü “sahiciliğe” çok önem
vermektedirler. Hayatlarının en önemli faktörünü ise, “akran onayı” olarak ifade
etmek mümkündür. Bu kuşaktaki bireylerin iş arkadaşının, sıra arkadaşının,
internette oyun oynadığı arkadaşının onaylamadığı ve önermediği bir harekette
bulunması pek de olası değildir. Standart olanı sevmeyen bu gençler kendilerine
özel olanı istemektedir. En önemli özellikleri girişimcilik olup özgüvenleri oldukça
gelişmiştir. Kariyer planlamalarında CEO veya patron olmak olan bu gençlerin
bazılarının daha okurken bile iş kurdukları görülmektedir (Wendover, 2001).
En büyüğünün daha onlu yaşlarda olduğu Z Kuşağına ise, “İnternet kuşağı” da
denmektedir. Bu nesil hep yanlarında; taşınabilen, küçük aygıtları, bilgisayarları,
cep telefonları, MP3 çalarları, DVD oynatıcıları ve İ-Padları ile tam bir teknoloji
çağı çocukları olmaktadır. Z kuşağı, yeni teknolojik imkânlarla iletişim ve ulaşım
kolaylıklarıyla hep bir arada olan bir kuşak olmakla beraber birbirlerinden uzakta
olsalar bile ufak cihazları sayesinde anında hem sözel hem de görsel iletişim
kurarak birbirlerine bağlanma imkânına sahip olmaktadır. Kendilerinden önceki
kuşaklardan farklı olarak bu nesil, “network gençleri” olarak da adlandırılmaktadır.
İlişki kurabilmek için yakınlığa ihtiyacı olmadıklarından dolayı fiziksel anlamda tek
başlarına, yalnız yaşamaktadırlar ve yaşamaya da devam edeceklerdir.
El, göz, kulak, gibi motor becerileri en yüksek kuşak olmalarından dolayı aynı anda
birçok konuyla ilgilenebilme yetilerini geliştirmektedir. Fakat avantaj gibi görünen
bu özellikler dikkat ve konsantrasyon bozukluklarını da beraberinde getirerek
dezavantaj haline gelebilmektedir.
Bu yeni kuşak için geleneksel eğitim sisteminin pek de uygun olmadığı
düşünülmektedir. Yaratıcılıklarını kullanabilecekleri aktivitelerde bulunmaktan zevk
almaktadırlar. Bununla birlikte edilgenliği kabul etmezler ve uzun vadede
hafızalarını geliştirmek için ezberden çok oyun, hayaller ve hikâyeleştirmeler
kullanılması gerekmektedir. Ayrıca, sonuç odaklı olduklarını da söylemek
mümkündür. İş hayatına girdiklerinde karar vermelerini gerektiren her şey
sistemler tarafından, yapay bir zekâ tarafından yapılacağından sorgusuz
yaşayacakları varsayılmaktadır. Bütün bunlara ek olarak ise, Z Kuşağının çok
156
diplomalı olacağı uzman ve buluşçu olacakları; hayatlarında otoriteye yer
olmayacağı; tatmin olamayan, doğuştan tüketici ve kararsız olacakları da
öngörüler arasındadır.
Kuran, Y Kuşağının X Kuşağından en önemli farklarını söyle açıklamıştır: Birçok Y
kuşağı bireyinin kahramanları ebeveynleridir. İş değiştirmeye çok meyillidirler.
Teknolojik bilgi ve eğitim açısından X kuşağına nazaran daha yetkindiler. Y Kuşağı
üyelerinin bilgiye nereden ve nasıl ulaşmaları gerektiği konusunda X Kuşağı
üyelerinden daha yetkin ve tecrübeli durumda olmaları, Y Kuşağı üyelerinin
bildiklerini insanlar ile paylaşmaktan çekinmemeleri dolayısıyla da bu davranışın
bir sonucu olarak diğer kuşak üyeleri tarafından zaman zaman çok bilmişlik ya da
küstahlık gibi olumsuz algılanmalarına neden olmaktadır (Toruntay,2010:84). Bu
kuşakta hız önemli bir ivmedir. Öyle ki, her şeyi hızla yaşamaya alıştıkları için,
kariyerlerinin başındayken çok kısa bir süre sonra kendilerini yönetici olmaya ikna
etmelerine bile neden olabilmektedir. Kariyerlerini planlarken Baby Boomers
kuşağı, “Bu işten niye ayrılayım ki?” sorusunu sorarken, Y Kuşağı “Bu işte niye
kalayım ki?” sorusunu sormaktadır. İş değiştirmek Baby Boomer’lar için riskken, X
kuşağı için gerekli hale gelmekte, Y kuşağı için ise yaşamın bir parçası olmaktadır.
Çok başarılı olup hiçbir neden belirtmeden işyerinden ayrılan bu kuşak üyelerinin
bu durumu insan kaynakları departmanları için bir türlü anlam veremedikleri
kayıplar ile sonuçlanmaktadır.
Y Kuşağının çalışma kavramında tamamen iç içe geçmiş olan iş ve aile yaşamı bir
problem olmazken; X Kuşağı için tam tersi bir düzende devam etmektedir. X
Kuşağı için bir gruba ait olmak çalışma yaşamında olması gereken bir
zorunluluktan öteye geçmezken, Y kuşağı için çalışma ortamının bir üyesi olması
ve çalışma ortamı çok önemli olmaktadır.
Tarhan, Y kuşağının öncekileri korkuttuğunu iddia etmektedir. Ona göre, Baby
Boomer ve X Kuşakları teknolojiyi çok iyi kullanan Y Kuşağından tedirgin
olmaktadırlar. Tedirgin olmaları gerektiğini de söyleyen Tarhan, bundan böyle bir
çalışanın iyi seviyede teknoloji bilgisi, algısı ve kullanımı yoksa başarılı
olamayacağını ifade etmektedir. Baby Boomer ve X kuşağı olarak kendini
geliştirmek suretiyle Y Kuşağına teknolojik yatkınlık açısından yetişebilen yönetici
157
sayısının çok ama çok az olduğu, hâlâ birçok iş yerinde Baby Boomer ve X Kuşağı
bireylerinin e-postalarını kâğıda bastırdıkları belirtilmektedir. Sabırsız ve hızlı Y
Kuşağı, ofis programlarını, cihazlarını, scanner’ı, sunum programlarını kullanabilen
çok az sayıda Baby Boomer ve X Kuşağı çalışanının olması durumundan rahatsız
olmaktadır. Baby Boomer ve X Kuşağının bilgi, tecrübe seviyeleri ne kadar yüksek
olsa da teknoloji konusunda geri kalmış olmaları kredibilitelerinin düşmesine
neden olmaktadır.
Aynı kurumda çalışan farklı kuşakların birbirlerine bakış açıları, kurumun
verimliliğini ciddi anlamda etkileyen bir unsur olarak nitelendirilmektedir. Bu bakış
açısının olumlu olması durumunda, kuruma bağlılıkla birlikte çalışanların takım
çalışmasındaki uyumu artmakta ve iş performansında yükseliş meydana
gelmektedir. Olumsuz bir bakış açısında ise, aynı unsurlarda düşüş meydana
gelmektedir. Bireylerin, algılarının kurumsal performansı etkilediği bir gerçeği
karşımıza çıkmaktadır (Watt, 2009). Watt, kuşaklar arasındaki farklılıkları ortaya
çıkarmak için bir araştırma yapmış ve buna göre farklılıkları gruplara ayırmıştır.
Uyumluluk açısından değerlendirildiğinde; tüm kuşakların kendilerini uyumlu
olarak nitelendirdiği, ancak X ve Y kuşaklarının Baby boomer’ları uyumsuz olarak
nitelendirdiği saptanmıştır. Baby boomerlar’ın uyumsuzluğunun değişime kapalı
ve adaptasyonlarının düşüklüğünden ileri geldiği, diğer kuşaklar tarafından ifade
edilmiştir.
Denge açısından değerlendirdiğinde; X ve Y kuşaklarının iş yaşantısında resmi
olmamayı tercih ettikleri ve baby boomer’lara nazaran iş ve yaşam arasındaki
dengeye daha fazla önem verdikleri görülmüştür.
Ekip çalışması açısından değerlendirildiğinde; tüm kuşakların bu anlamda
kendilerini çok iyi olarak nitelendirdikleri görülmüştür. Ancak, her kuşak iş ahlakını
farklı algılamaktadır. Baby boomer’ların kimi zaman azami gayret göstermeye
daha az niyetli olduğu tespit edilmiştir.
158
Bağlılık açısından değerlendirildiğinde; kuşaklar kurum açısından kendilerini
güvenilir görmekle birlikte, baby boomerların genç kuşakları kendileri kadar
güvenilir bulmadıkları saptanmıştır (Watt, 2009).
Yönetilebilirlik açısından değerlendirdiğinde; Y kuşağı bireylerinin yönetiminin
zorluğu tüm kuşakların birleştiği noktayı oluşturmuştur. Boomerlara göre, X ve Y
kuşakları prosedürleri ihmal etmekte ve sonuca daha az odaklanmaktadır. Bu
nedenle de, X ve Y kuşağının daha yakından denetlenmesi gerekmektedir.
Her ne kadar bu üç kuşağın belirli farklılıkları olsa da, her kuşaktan bireylerin
çalıştıkları kurum içinde iletişim ve etkileşimde bulunması kaçınılmazdır.
Günümüzde bu üç kuşağın tüm farklılıklarına rağmen, kurum tarafından
çalışanlarından verim alabilmek için, genel hatlarıyla biyolojik ve psikolojik
durumlarından daha detaylı bir bilgiye sahip olması gerekmektedir. Motivasyon, bu
kuşaklar için çok önemli bir olgudur (Koçel, 2010). Yöneticiler çalışanların davranış
şeklini yorumlayarak, sonuca göre motivasyonu yükseltecek modeller ve
uygulamalar geliştirmelidirler. Çünkü her çalışanın davranış şekli motivasyon
düzeyi ile ilgili ipucu barındırmaktadır (Koçel, 2010). Etkili biçimde yönetilen insan
sermayesi, aynı zamanda örgütlerin temel yapabilirliklerinin ortaya çıkmasını
hızlandırmaktadır.
Bir
anlamda
örgütlerin
rekabet
gösterme
yeteneğini
belirlemektedir (Bassi ve Mcmurerr, 2010). Bu yüzden de yöneticiler, kuşak
özelliklerine göre motivasyon noktalarını belirlemelidirler.
Lamm ve Meeks (2009) kişinin ait olduğu kuşağın, topluluğun tecrübe ve bakış
açısından dolayı, genel iş tatminine bakışını geniş ölçüde etkileyeceğini
belirtmektedir. Wilson ve diğerleri (2008), farklı kuşaklardan hemşirelerden oluşan
bir iş gücü üzerinde iş tatmini çalışması yapmıştır ve genel iş tatmini konusunda üç
kuşak arasında beş belirli iş tatmini bileşeni için ciddi farklılıklar tespit etmiştir. Bu
bileşenler; ödeme ve faydalar, program, profesyonel imkânlar, övgü ve fark edilme
ile kontrol ve sorumluluk olarak ifade edilmektedir. Buna göre, baby boomers
kuşağı hem X hem de Y kuşaklarından daha yüksek tatmine sahiptir. Ek
çalışmalar da baby boomer’ların hem X hem de Y Kuşaklarından daha fazla tatmin
olduklarını göstermektedir (Bos ve diğerleri, 2009; Wilson ve diğerleri, 2008). Yaş
ile artan iş tatminine ek olarak, kuşaklar arasında iş karakteristiklerinde belirgin
159
farklılıklar vardır (Bos ve diğerleri, 2009). Wong ve diğerleri, (2008) kişilik ve iş
yerindeki motivasyonda kuşak farklılıklarını araştırmış ve farklı kuşaklardan
çalışanların mensubiyet, güç ve ilerlemeden farklı derecelerde motive olduklarını
bulmuştur.
Tutumlar, değerler ve karakteristikler kuşaklar arasında ciddi şekilde farklılıklar
gösterse de, yine de birçok benzerlikler bulunmaktadır. Üç kuşak (Baby Boomer, X
Kuşağı, Y Kuşağı) da olumlu geri bildirimin bir motivasyon unsuru olarak önemini
beyan etmektedir. (Dols ve diğerleri, 2010) ve Gladwell ve diğerleri
(2010)
tarafından yapılan bağımsız bir çalışmada, her üç kuşak da profesyonel gelişim
imkanlarına yüksek değer verdiği tespit edilmiştir. Hem olumlu geri bildirimin önemi
hem de yöneticilerin liderlik ve kılavuzluk etmek için müsait olmaları tüm kuşaklar
için motivasyon unsuru olarak saptanmıştır (Dols ve diğerleri, 2010). Hill ve
Stephens
(2003),
kişisel
hayat
ile
iş
hayatının
örtüşmesi
nedeniyle
organizasyonların çalışanlara yetki vermesinin gerekli olduğunu tavsiye etmiştir.
Hewlett ve diğerleri (2009), baby boomers’lar ile Y Kuşağı arasında topluma ve
çevreye olumlu katkı yapmayı da içeren bir zorunluluk anlayışı ve bir işverenle
devam etme konusunda paranın en önemli etken olmaması gibi, paylaşılan birçok
benzerlik bulmuştur.
160
Çizelge 2.2. Kuşaklar arasındaki farklılıklar
BB Kuşağı
Çalışma Kavramı
Algısı
Çalışmak İçin Yaşama,
İş Odaklı Bakış
İş Prosedürlerine
Bakış
Bürokratik Kurallara
Uyma
İş Alışkanlıkları
Optimist Bakış Açısı İle
Çalıştıkları İşten Haz
Almak İsterler
Tutum
Teknolojiye
Bakışları
Kariyer Hedefi
Kariyerlerindeki
Genel Beklenti
İyimser
Sadece ofis içerisinde
e-maillerini kontrol
eder, bir bilgiyi web'te
aramak yerine
kütüphaneyi kullanmayı
tercih ederler
Gösterişsiz bir Kariyer
Hangi firmada olursa
olsun sadakatleri
yüksek olduğu için
mutludurlar.
X Kuşağı
Yaşamak İçin
Çalışma, İş Ve
Özel Yaşam
Dengesi
Bürokratik Kuralları
Değiştirme
İşte Eğlenceyi
Seven, İş- Özel
Yaşam Denge
Temelinde İş
Tutumu Sergilerler.
Şüpheci
Gerektiğinde
teknolojiyi
kullanabilirler,
dökümanlarını
kendileri
hazırlayabilirler
Esnek Bir Kariyer
Yapmış oldukları
görev ve hizmetleri
karşılığında
kendilerini işe
adamalarının
ödüllendirilmesi
gerektiğini
düşünürler.
Ödül Algısı
Ünvan ve Güzel Bir
Ofis
Kazanılan Başarı
İle Orantılı Bir Ödül
İş Motivasyonları
Sadakat Duyguları Çok
Yüksek Olduğu İçin
Kendi Kendilerini İşe
Karşı Güdeleyebilirler.
Maaş Bir Motivasyon
Kaynağı Oluşturabilir.
Sosyal ve
Ekonomik
Güvenceler
Maaş
Sosyal
Güvenceler, Maaş
Örgütte Tutma
Araçları
Y Kuşağı
Kendin İçin Yaşama,
Sosyal Yaşam Odaklı,
İşte Geçirilen Zaman
Yerine İşe Odaklanmak
Bürokratik Kuralları
Kabul Etmeme
Kendinden Emin, Başarı
Odaklı Çalışma
Gerçekçi, İşbirlikçi
Kendi veri tabanlarını
oluşturabilirler. 7/24
teknolojik kökenli her
türlü kanalı
kullanabilirler.
Paralel (çoklu) Kariyer
Her zaman için terfi
almanın zamanı geldi
düşüncesi içerisinde
olduklarından keyfi
hareket edip hemen
farklı bir firmaya farklı bir
kariyere geçebilirler.
Anlamlı İş,
Kişiselleştirilmiş
Motivasyon Araçları,
Kitlesel Değil Kişiye
Özel Ödüllendirme
Kişisel Yaşam
Özgürlüğü, Bilgi
Paylaşımı Ve
Öğrenmeyi Hedef Alan
Kişisel Gelişimi
Destekleyici Her şey
Kişisel Kararları
Yaptıkları her iş
sonrasında geri bildirim
alma istekleri vardır.
Koçluk/Danışmalık
işbirlikçi olduklarından
gerektiğinde yardım
alabilirler.
İş İçin Müşteri
Kişisel Bağlantılar,
Teknoloji Kökenli
E-mail
Kazanımı Yolları
Telefon
Herşey
Yüksek Düzeyde
Düşük Düzeyde
Kendilerini Nasıl Rahat
Giyim Tarzı
Resmi
Resmi
Hissederlerse
Çok Çalışıp, Az
Çalıştığı Kadar
Az Çalışıp, Çok
Tüketim/Marka
Tüketme, Marka
Tüketme, Markayı
Tüketme, Aşırı Marka
Algısı
Bağlılıkları Yok.
Tanıma
Bağımlılığı
Büyük Resmi Görürler.
Sosyallerdirler, Esnek
Pozitif Tutum
Değişime Karşı Direnç
yapıları vardır, Çeşitlilik
Sergilerler,
Gösterirler.
Gösterirler, Birden Fazla
Hedef Yönlüler,
Genel özellikleri
Çatışma Ortamlarından
Beceriye Sahiptirler,
Sadece Bir İş
Rahatsızlık Duyarlar,
Kahraman Olmak
Anlayışı Vardır,
Geri Bildirim de
İsterler, Meydan
Denge Ararlar.
Hassastırlar.
Okumaları Severler.
Kaynak: Coomers ve DeBard, 2004; Lancaster ve Stillman 2002, United Nationas Joint Staff
Pension Fund, 2010:4-5-8-13.
Başka kişilerden
yardım almaktan
hoşlanmazlar, olumsuz
eleştirilere açık
değildirler.
Gerektiğinde
yardım alabilirler.
geri bildirim
almadan da
çalışabilirler.
161
2.2.1.2.3. Dönüşen kuşak mutasyonu: R kuşağı (recession kuşak) ve
tipolojisi
Çalışma hayatında yaşanan değişim, özellikle 2008 ekonomik kriz sonrasında yeni
bir kuşak tanımlaması yapmıştır. Bu yeni işgücü profili, kriz döneminde yaşanan
işten çıkarmalar nedeni ile sorumlulukları artan ve kariyer anlamında daha hızlı
gelişen, performansa dayalı işgücü olarak anılmaktadır (Ranstad Annual Report,
2010).
Randstad’ın 2010’un üçüncü çeyreğinde (5-22 Ağustos) yayınladığı Workmonitor
Projesinde8, rakamsal olarak ortaya koyduğu R Kuşağı, alt kademelerden gelen,
kriz dönemindeki kadro daraltmalarından dolayı daha fazla ve kapsamlı bir iş yükü
sorumluluğu ile kariyerinde beklenenden daha hızlı yükselen bir kuşağı temsil
etmektedir. Kuşak daha vasıflı hale gelen, ancak ne ünvanlarında, ne de ücret ve
yan haklarında kriz öncesine nazaran iyileştirmeye sahip olmayan çalışanlardan
oluşmaktadır (Aracı, 2011:213).
2008 krizinin etkilerini mümkün olduğunca hafifletmek isteyen işverenler, bu kriz
ortamından yeni beklentiler yaratmıştır. Yaratılan bu beklentilere de çalışanlar
işlerini kaybetme korkusu ile uyum sağlamak zorunda kalmışlardır. Bu yeni işgücü
profili, ünvan ve görev tanımlarını aşan sorumlulukları da üstlenmek suretiyle çok
yönlü ve vasıflı hale gelen bu nedenle de özel sektörde tercih edilen bir işgücü
grubunu
oluşturmaya
başlamıştır.
Piyasadaki
belirsizlik
ortamında
ağır
sorumluluklar sunan bu çalışma koşullarını kabul etmeyi iş garantisi olarak gören
bu işgücü profili, uzun vadeli bir kariyer karşılığında daha düşük ücretlerle ve yan
haklarla çalışmayı kabul etmekte ve bir gün mutlaka farklı bir işletmede hak ettiği
konuma ulaşacağını düşünmektedir (Aracı, 2011: 214).
Performansa dayalı işgücü olarak tanımlanan bu yeni kuşak, kriz sonrasında görev
tanımlarının kapsamının genişletilerek, üç dört kişinin işini bir arada yürütmek
2010 Workmonitor Projesi dünya üzerinde 26 ülkeyi kapsayan geniş kapsamlı bir araştırmayı
tanımlamaktadır. 1960 yılında Hollanda’da kurulan, 53 ülkede (2006 yılından bu yana Türkiye’de) faaliyet
gösteren insan kaynakları danışmanlık ve araştırma şirketi Randstad tarafından yürütülen Workmonitor,
düzenli ve dört aşamalı olarak her yıl işgücü hareketliliği, iş tatmini ve motivasyon konusunda bölgesel ve
küresel eğilimleri araştırmaktadır. RANDSTADb, Research Reports, http://www.randstad.com/pressroom/researchreports
8
162
zorunda kalan ve bunda da başarılı olup, işverenlerin beklentilerini artırarak,
işsizliğin boyutunu derinleştirmektedir. İş arayanlar, iş bulabilmek için kendilerini
daha fazla geliştirmek zorunda kalmakta, çalışma hayatında yer alanlar ise
yeteneklerini geliştirmek zorunda bırakılmaktadır. Yaratılan bu durumun hem işsiz
olan işgücüne hem de çalışan işgücüne yansımaları doğmaktadır (Mıchael, Elsby,
Hobıjn, Bart ve Şahin, 2010).
Y kuşağının işini kaybetme korkusuyla mutasyona uğramış hali olarak ta
tanımlanan R kuşağı, kriz sürecinde yüksek performans göstererek krizi kazanca
dönüştüren kuşağı ortaya çıkarmaktadır. Bu durum, kimine göre ( P. Virno)
kapitalizmin yarattığı hoşnutsuzluğu nasıl kendi amaçlarına uygun biçime sokmayı
başardığını göstermektedir (Bora, Bora, Erdoğan ve Üstün, 2012:121). Bu kuşağın
en önemli değer taşı, yetenekleridir. Yeni yetenekleri, istihdam edilebilirliklerinde
en temel etkeni oluşturmaktadır. Çalışanların, sürekli kendini ve yeteneklerini
geliştirmek zorunda kalması, yaşam boyu istihdamı bir istisnaya dönüştürmüştür.
İşletmelerin çalışanlara kademeli ilerleme sunduğu geleneksel kariyerin değişmesi,
bireyleri kariyer ve istihdam sorumluluklarını üstlenmeye itmektedir. Bu nedenle
de; çalışanların, işsizlerin ve işgücü piyasasına gireceklerin kaderi, işgücü
piyasasında rekabet edebilme yetilerine sıkı sıkıya bağlı bir hale gelmektedir.
İstihdam edilebilirlik yaşam boyu öğrenmeyle birlikte, istihdam sorumluluğu artan
bir şekilde bireye yüklemektedir (Bydanova, 2008). Bu bakımdan, kuşaklar
arasındaki doğum tarihlerine göre ayrım silikleşmeye başlamış olup, işgücü
niteliklerine göre sınıflandırmaya tabi tutan bir kuşak algılaması oluşmaya
başlamaktadır. Nitelikleri, yetenekleri ile ön plana çıkmak zorunda kalan işgücü
profili değişimle gelen bir profesyonel kişilik yaratmaktadır. Doğum tarihlerinden
ziyade, bu profesyonel kişiliği taşımak istihdam edilebilirliğin bir parçası haline
getirildiği için yeni kuşak bu değerler üzerinden oluşmaktadır.
163
Şekil 2.3. R kuşağı temel özellikleri
R kuşağının temel özelliklerinin çıkış noktası, kişisel uyum yeteneklerinden
doğmaktadır. Çünkü çalışma hayatında yaşanan değişimin etkilerine istihdam
edilebilir olmak adına zorunlu olsa da uyum sağlamak için Y kuşağının mutasyona
uğramış hali olarak şekillenen R kuşağı için uyum yeteneği diğer özelliklerinin de
temelini oluşturmaktadır. Uyum yeteneği sayesinde, değişen çalışma anlayışının
günümüzde istediği istihdam özelliklerini sergileyebilmek adına vasıflarını artırmak
zorunda kalan, birden fazla iş yükünü üstlenen bu kuşağın artan iş yükleri onlara
daha bir üst pozisyon vaat etmek yerine muğlak yatay hareketler şeklinde iş
pozisyonlarını yana doğru geliştirme eğilimi göstermektedir. Aynı zamanda artan iş
yüklerine rağmen ücretlerinde de bir artış olmamaktadır. Buna rağmen, R kuşağı
artan iş yüklerini, iş garantisi algısı olarak görmeye başlamışlardır. Y kuşağının
özelliklerini bir derece daha yukarıya taşıyan R kuşağı özelliklerini, yukarıda
anlatılanlar ışığında şu şekilde tablolaştırabiliriz.
164
Çizelge 2.3. R kuşağı değişim noktaları ve genel özellikleri
Ücret
Performansa Göre Ücret
Muğlak Yatay Hareketler
Kariyer
Ödül/Motivasyon
Tutum
Yeni Bir İş Sorumluluğu
Baskı Altında Çalışma, İyimser, Umut Odaklı, Duygu Yönetimi, Özerklik
Çalışma Kavramı
İş Odaklı Bir Yaşam, Mesai Saatleri Dışına Taşan Her Yerde İş Kimliğini
Taşıtan Bir Çalışma Anlayışı
Nitelikler
İşlevsel Esneklik Yönü Artmış, Çok Yönlü ve Daha Vasıflı
GENEL ÖZELLİKLER
Baskı Altında Çalışma
Yaratıcılık
Yenilikçi Çözümler Geliştirebilen
İnisiyatif Alabilme
Değişime Uyum
İyimser, Umut Odaklı Tutum
İş ve Özel Yaşamı Birlikte Yaşayabilen
Mücadeleci
Aynı Anda Birden Fazla Sorumluluk Üstlenebilme Yeteneği
Kendini İşe Adayan
Kendini Sürekli Güncelleyebilme Yetisi
Çok Yönlü Daha Vasıflı Nitelikler
Kendi Gelişiminden Sorumluluk Güdüsü
Kapitalizmin yeni kültürü isimli kitabında Sennett, çalışma hayatında yaşanan
değişime karşı, bu değişimlerle başa çıkabilecek, meydan okuyabilecek nitelikli bir
işgücü profilinden bahsetmektedir (Sennett, 2006:3-4).
Sennett bu değişimle
sadece belli özelliklere sahip çalışanların başarılı olabileceğini iddia etmiş ve bu
özellikleri üç kategoride toplamıştır. İlk özellikleri zamanla ilgilidir. Değişimin
getirdiği etkilerle birden fazla iş yapan, sorumlulukları artan, iş ve özel yaşamı
birbirine geçmiş olan belirsiz bir istihdam yapısı içerisinde çalışanların zamanın bu
belirsizliğine uygun nitelik geliştirme özelliklerinin olması gerektiği vurgulanmıştır.
İkinci özellikleri, bu işgücün nitelikleri ile ilgili olmuştur. Öyle ki, değişimin hızı
niteliklerin sürekli güncellenmesini gerektirdiğinden, bu yük çalışana bırakılmış ve
çalışan kendi gelişiminden sorumlu tutulmak zorunda kalmıştır. Çalışanlar sadece
bir şeyi iyi yapmakla yetinmeyip, birden fazla işi çok iyi yapmak yükümlülüğü altına
girmiştir. Üçüncü özellikleri ise, sürekli meydan okuma güdüleridir.
Değişimin
165
yeniden tanımladığı yeni çalışan tipi çalışanlara pozisyonları ne olursa olsun her
an işsiz kalabilecekleri, garantili bir iş yaşamına sahip olmadıkları gerçeğini
hissettirmektedir. Bu yüzden, Sennett yeni bir işgücü kişiliği oluştuğunu
vurgulamaktadır. R kuşağı da Sennett'in vurguladığı bu özellikleri tipolojisinde
barındıran bir kuşak olarak doğmuştur. Buna göre, bu yeni kişilik şu temellerle
oluşmaya başlamıştır (Busch, 2009:4). Profesyonel olarak nitelikleri yüksek olan,
kendini işe adayan, kendi gelişiminden sorumlu, inisiyatif kullanabilen, her zaman
yeni bir şeyler öğrenmeye hazır, değişime açık ve meraklı olan, stresle baş
edebilen, zor durumların üstesinden gelebilen, takım çalışmasına yatkın bir kuşak
özelliklei vardır. Bu kuşağın sorumluk alma yönleri güçlü, kendine güvenen birden
fazla işi üstlenebilecek, niteliklerini sürekli güncelleyebilen ve kendi istihdam
edilebilirliğini düşünüp buna göre kendini çalışmaya adapte edebilecek bir çalışan
tipi yaratılan profesyonel kişiliğin olmazsa olmazları olmuştur. Ancak, bütün bu
özelliklerin yanında en önemli özellikleri değişime uyum yönleri olmaktadır. Buna
göre, iyimserlik, öğrenme eğilimi, açıklık, içsel kontrol odağı ve genelleştirilmiş öz
etkinlik olarak öncesinde detaylı olarak bahsettiğimiz kişisel uyum yetenekleri bu
kuşağın en önemli tipolojisini oluşturmaktadır (Fugate, 2004: 21). Bu kuşağın
sosyal vasıfları ise, baskı altında çalışma, adanma, güvenilirlik, hayal gücü,
yaratıcılık
ve
insanlarla
iyi
geçinme
ve
öğrenme
istekliliği
şeklinde
tanımlanabilmektedir. Öyle ki, bu özellikler işgücüne yeni gireceklerin bitirdikleri
bölümlerden ziyade bu bireysel niteliklere ne derece sahip olduğu kimine göre
daha da önem arz etmektedir (Harvey, 2000; Greatbtch ve Lewis, 2007: 14).
R kuşağı tipolojisi aslında günümüzün istihdam edilebilirlik vasıflarını ifade
etmektedir. Bu şekilde çalışanlar kendi potansiyellerini geliştirerek hem istihdam
edilebilir kılınacaklar hem de bu nitelikleri ile rekabet ortamında firmalarını stratejik
hedeflerine ulaştırmada katkıda bulunacaklardır. Bu tipoloji yaratıcı, yenilikçi
çözümler geliştirebilme, inisiyatif alabilme, takım halinde sorunları çözebilme,
sorunları çözerken bir dizi stratejiyi uygulayabilme, koşulları ve verileri göz önüne
alarak varsayımları test edebilme özelliklerinden oluşmaktadır. Yeni durumlara
uyum gösteren, vizyon ve buna eşlik edecek proaktif plan geliştiren, kişisel vizyon
ve amaçlarını belirleyebilen, kendi kişisel gelişimini yönetebilen ve öğrenme için
heyecan duyan (Leggath-Cook, 2007: 22’den aktaran Yılmaz, 2009:123-124-125)
bir yapıdan inşa edilmeye başlanmıştır. Artık çalışma şartları, istihdam edilebilirliği
166
vasıfların ötesinde gören bir yaklaşıma taşınmaktadır (Martinsson ve Olsson,
2008:2). Buna göre, nitelikler sadece eğitim hayatında elde edilen nitelikler
olmaktan çıkıp, eğitim hayatından sonrada çalışma hayatında olduğu sürece
devam edecek niteliklerle oluşturulmaya başlamıştır.
Özellikle, çalışanların
tamamlayıcı nitelikler kazanarak işlevsel esnekliğe sahip olabilmeleri, birden fazla
işi yapabilme nitelikleri önem kazanmaya başlamıştır. R kuşağının özellikleri de
zaten işlevsel esnekliğe sahip özelliklerden doğmaktadır. Birden fazla iş yaparak,
daha yüksek düzeyli iş performansı sergilemesi, davranışsal ve sosyal yetkinlikler
elde etmesi tipolojisinin en belirgin özellikleri olmaktadır. Ayrıca belirtmek gerekir
ki, bu kuşakta vurgulanan nitelik vurgusu ve kendini geliştirme sorumluluğu hayat
boyu çalışan üzerine yüklenmektedir (Hallier, 2009). İşlevsel esneklik bu noktada
hayat boyu sürdürülebilir bir kavram olmaktadır.
R kuşağının eğitim vurgusu ve çalışma hayatında sahip olduğu imkânlar, eğitim ve
istihdam ilişkisi bağlamında eleştirilmektedir. Eleştirel görüşlere göre, bu kadar
nitelikli olan bu çalışanların beşeri sermaye teorisine göre kendilerine yatırım
yapıp, bu yatırımların karşılığını alamadıkları için eğitimin istihdam edilebilirlik
ilişkisi noktasında bir yanılsama olduğunu savunmaktadır. Kendini geliştirme
sorumluluğunun çalışana yüklendiği bir ortamda hem kariyer olarak yatayda
büyüyen iş profillerine sahip olmaları hem de ücretlerinde iş yükleri artmalarına
rağmen bir artış olmaması sürecin küreselleşmenin kılıfı olduğu varsayımlarını
güçlendirmektedir. Öyle ki, bu görüşü savunan çatışma teorisine göre, diplomanın
pasaport vazifesi gördüğü,
gelinen noktada basit düzeydeki işlerde bile daha
yüksek eğitimli istihdamının arandığı gerçeği vurgulanmaktadır. Bu görüş, daha
yüksek vasıflar gerektiren işlerin sayısı azken, bu işler için birbiriyle rekabet eden
vasıflı birey sayısının daha fazla olduğunu, çok az sayıdaki elit işlere uygun
eğitimli işgücünün yerleştirildiğini, geriye kalanın ise, kendisine yaptığı yatırımın
boşa gittiğini ifade etmektedir (Brown, 2002:18). Bu gerçeğin de yaşanan son mali
krizle kendisini gösterdiği, öyle ki çalışanların bütün niteliklerine rağmen, her
zaman için işverenlerin işten çıkarmaları karşısında korumasız durumda
olduklarını,
her
şeye
rağmen
istihdam
garantisine
sahip
olmadıklarını
göstermektedir (Yılmaz, 2009: 151). Sennett değişimle gelen bu süreci, daha azla
daha
çoğu
başarmak
olarak
çalışma
hayatının
yeniden
tasarlandığını
belirtmektedir (Sennett, 2012: 48). Sennett’ in de belirttiği gibi daha azla daha
167
çoğu başarmak aslında R kuşağının sloganını ifade etmektedir. Aynı anda birden
fazla iş yükü, birkaç dil konuşabilme, birçok alanda uzmanlık organizasyon
yapısını tek bir isimle birçok pozisyonu doldurabilme yetenekleri tam da bu
sloganın karşılığını verebilmektedir.
2.2.2. İşgücünün çalışma hayatını algılamadaki dönüşümü
Değişimin istihdam edilebilirlik vurgusuyla başlayan kuşak dönüşümü, çalışma
hayatında yer alan işgücünün, değişimle gelen yeni dinamiklere karşı farklı
tutumlar geliştirebilmesine neden olabilmektedir. Bu süreçte değişim yeni bir
profesyonel kişilik tanımlaması yaratmıştır. İşgücünde R kuşağına doğru olan
talep, çalışma hayatında yer alan işgücü için çalışma kavramına karşı bakışlarını
değiştirmektedir. Yaşanan bu dönüşümle, işgücü kişilik ve kimlik çatışması
yaşayabilmekte, özel hayat ve iş hayatı dengesini kurmakta zorlanabilmektedir.
Ayrıca, esnek çalışma uygulamaları ve istihdam edilebilirlik kaygısı içerisinde
işgücü sosyal güvencelere karşı tutumlarıda farklılaşabilmektedir. Bu bölümde,
işgücünün çalışma hayatını algılamadaki dönüşümlerine yer verilecektir.
2.2.2.1. Kişilik ve kimlik çatışması
Çalışma hayatında yaşanan değişim, esnek ve transfer edilebilir becerilerin ön
plana çıkmasıyla artan entelektüel vurgu, emeğin istihdamı boyutundan, emeğin
istihdam edilebilirliği boyutuna geçişi, bu geçiş sürecinde çalışanın kişiliği ve
taşımak zorunda olduğu
kimliği arasında bir çatışmayı da
beraberinde
getirmektedir (Emirgil, 2010: 228). Bu durum, Sennett tarafından karakter
aşınması olarak tanımlanmaktadır. Bu aşınmanın ana sebebi ise, çalışanın
karakteri ile çalışma hayatında sergilemek zorunda olduğu kimliği arasında
boşluklar olmasıdır.
Çalışanın içinde yaşadığı toplumda kabul gören gelenek, görenek ve kültürel
kodlara göre yaşama ile davranışlarında toplumsal değer ve öncelikleri dikkate
alma olarak tanımlanan karakter ile sürecin istihdam edilebilir olmak adına
dayattıkları birbirinden farklılaşmaktadır (Şentürk, 2010:114). Değişim, çalışma
hayatında yeni parametreler oluşturmaktadır. Esneklik, geçicilik ve hızlı değişime
168
dayalı yeni çalışma düzenini esas alan sistem bu parametre oluşumunun ana
sebebi olmaktadır.
Bu süreçle işgücünde ortaya çıkan nitelik vurgusu sadece
işgücünün beşeri sermayesini değiştirmekle kalmayıp, maddi manevi bütün duygu
dünyalarını da dönüştürmeye başlamaktadır. Hızlı değişen ve ilerleyen teknolojiye
uyum sağlayan, kendini sürekli yenileyebilen, analitik düşünme ve sorgulama
yeteneği
kazanan,
dünya
gerçeklerini
algılayarak
gerekli
değişiklikleri
içselleştirebilen, dinamik ve hareket kabiliyeti yüksek işgücünün buna uygunda bir
kimlik yapısı yaratılmaktadır (Şentürk, 2010:117). Öyle ki, değişime uyum
sağlamak bile ileri düzeyde bir eğitimi, yeteneği zorunlu kılmaktadır (Winner, 2002:
149). Bu süreç içerisinde, değişime adapte olmanın çalışandan beklenildiği, uzun
vade yok anlayışının hâkim olduğu bir çalışma hayatında çalışanın kişilik
özelliklerinin de değişmeden bu sürece adapte olunamayacağını savunan
görüşlerde çoğalmaktadır (Sennett, 2012: 11). Özellikle esneklik, değişime uyum
kaygısı ve mücadelesi, sil baştan olan yaşam tarzı, belirsizlikler, hiçbir şeye
bağlanmama, oto kontrol sisteminin dinamikliğine bağlı olarak çalışanlar kişiliklerini
değişime adapte edebilmek adına iradeleriyle davranışları arasında bir kopma
meydana geldiği için bir sürüklenme yaşamaktadır (Sennett, 2012: 11).
Değişime
karşı
mücadele,
sürekli
artan
hedefler
ve
çalışanların
artan
sorumlulukları, aşırı yüklenmeye dayalı olarak zorlanmaya yatkın bir kişilikle
tanışmakta (Köknel, 1998: 36, 151), aşırı yüklemeye maruz kalmaktadır (Geçtan,
2004: 27). Ortaya çıkan her değişim, muhatabı olan kişiden de uyum, özümseme
beklediğinden bu durum çalışanların kişilikleri ile kimlikleri arasında bir çatışma
yaratabilmektedir.
Çalışma hayatında değişimle ortaya çıkan istihdam edilebilir kılan en önemli öğe,
uyum yetisi olmaktadır. Öncelikle, kişiliklerin çalışma hayatının beklentilerine
uyumu öne çıkmaktadır. Bu yüzden de değişim çalışanların bilişsel, sosyal,
duygusal, fiziksel tüm alanlarını işgal etmeye başladığından, sürece uyum
zorunluluğu öncelikle duygusal emek olarak adlandırılan çalışanların duygularının
kontrol edilmesine ve yönlendirilmesine yönelik bir eğilimi ortaya çıkarmaktadır
(Kart, 2011: 215). Çalışanlar, bütün duygularını firmanın kar ve verimlilik
stratejilerine göre kurgulamak zorunda bırakılmaktadır. Bunun en büyük etkisi de,
çalışanlardan ziyade yaratılan kurum kimliği ile olmaktadır. Kurum kimliği,
169
çalışanlara işletmelerin kendilerinden beklenilen başarıya ulaşmalarını sağlayacak
davranışları, kurum kültürü yoluyla kazandırmaya çalışarak, çalışanları ne
yapacağı ve ne olacağı konusunda onları programlayan, özel hayatlarında dahi
kurum kültürünü taşımaları empoze edilen, yedi yirmi dört kurumunu temsil etmesi
beklenen kalıplaşmış duyguları ifade etmektedir. Çalışan, olumlu bir imaj
oluşturmayı planlarken, iletişim kurduğu çevresel yapıyı ve ilişki biçimlerini dikkate
alarak, kişilik özellikleri, algı, tutum ve davranış biçimleri, iletişim tarzları (dış
görünüş, söyleyiş tarzı, duruş, beden dili vb.) gibi unsurları seçerek uygun
davranışa yönelmektedir (Kart, 2011:220). Çalışanlar, duygularını denetleyerek
nasıl
davranmaları
gerektiği
konusunda
organizasyonun
amaçlarıyla
bütünleşmekte ve ona göre davranış sergilemektedir (Ashforth ve Humphrey,
1993: 95-97). Bu yüzden duygusal emek, bireyin nasıl hissetmesi gerektiğine
dayanan, hissedilemeyen duygunun taklit edilmesine ya da hissedilen uygunsuz
davranışın bastırılması anlamına gelen kontrollü bir süreç yaratmaktadır. Çalışan
kişiliğine uymayan bir davranışı istihdam edilebilir olmak adına yapmak, duyguları
abartmak,
sahte
duygu
sergilemek
veya
duyguları
bastırmak
zorunda
bırakılmaktadır (Grandey, 2000: 96- 97).
Duyguların çalışma hayatında değişimle yeniden kurgulanması ve verimliliğe
dönüştürülme süreci, çalışanın kişisel özelliklerinin de ekonomik karşılığı olan bir
değere dönüştürülmesi Wright Mills‟in “kişilik piyasası” dediği bir duruma yol
açmaktadır. Bu piyasada, çalışanlar sahte bir tavır sergilemek zorunda kalıp,
tamamen kurumların hedefleri için kendini kontrol etmek zorunda bırakılmaktadır.
Bunlar, kurumların çalışanından beklediği davranış biçimlerini oluşturmakta;
çalışanların kişiliklerini bu temel üzerine kurgulayıp dikkatli, açık fikirli ve kararlı bir
tavır taşımaları beklenmektedir.
Çalışma hayatı artan rekabetle birlikte, yeni
çalışan kuşağını, bu tavırla eğitmekte çalışanları başarı için birbirlerine rakip hale
getirmektedir
(Bolton
ve
Boyd,
2003:290).Yaratılan
bu
durum
duygu
manipülasyonu olarak ta ifade edilmektedir (Hardt, Michael, Negri, Antonio,2003:
307). Duygunun, kurumların hedefleriyle uyumlu kılınma çabası aynı zamanda
çalışma yaşamı içerisinde duyguların da ekonomik piyasa tarafından yönetilen ve
pazarlık unsuru haline getirilen özelliğini de göstermektedir (Kart, 2011:224). Bu
durumda
“sahte bir tavır” sergileme, “gerçek hislerine ve gerçek kendilerine”
yabancılaşma (Lupton, 2002: 39) biçiminde açığa çıkarak çalışanların kişilikleri ile
170
kimlikleri arasında uçurumlar yaratmaktadır. Kendi kişiliğine aykırı olarak rol
yapmak zorunda kalan çalışanın stres, depresyon, kaygı düzeyleri artmakta ve
ikilemler yaşamaktadır. İstihdam edilebilir olmak adına değişime uyum gösterme
zorunluluğu, işgücünde rekabet ortamı ve artan işsizlik rakamları çalışanlara başka
bir alternatif
sunamadığından
çalışma hayatında
iş prosedürlerine
göre,
müşterilerinin tavırlarına göre maske seçmeyi ve sürekli iyi görünmeyi işlerinin bir
parçası olarak görmelerine yol açmaktadır. Öyle ki, bu durum çalışma sürelerinin
ve mekânlarının dışına taşarak çalışma yaşamı ile gündelik yaşam arasındaki
sınırları da ortadan kaldırmaya başlamaktadır. Artık, çalışanın her alanı çalışmanın
etkisi içerisine girmekte, çalışan her anında kurum kültürünü sergilemek zorunda
bırakılmaktadır (Akalın, 2007: 121).
Çalışma
hayatında
esnek
çalışma
biçimleri,
kuralsızlaşma,
taşeronlaşma
eğilimlerinin etkisiyle başlayan değişimin etkileri ile işgücünde başkalaşan kuşakla,
artan çalışma saatleri, iç içe geçmiş çalışma ve özel yaşam ilişkisi, çalışmaya aşırı
bağlanma ve çalışmanın fiziksel olarak merkezsiz hale gelmesi (Sennett, 2012:
61) çalışanın iradesi ile davranışını birbirinden koparmaktadır (Sennett, 2012: 30).
İşin nitelikleri ile çalışanın karakterinin örtüşemediği bir ortamda karşılıklı sadakat
ve güven ortamının nasıl sürebileceği, çalışanın nasıl iş tatmini yakalayabileceği
cevaplanması gereken soruları oluşturmaktadır. R kuşağı da bu soruların
merkezinde yer almaktadır. Çalışma kavramını hayatlarının merkezinde oturtmak
zorunda kalan, birden fazla iş yüküne sahip nitelikli bu kuşakta da, beklenilen
kişilik özellikleri piyasanın istediği profesyonel kimlik özellikleri ile örtüşmektedir.
Bu kuşakta, kişilik ve kimlik arasında yaşanan ikilemin, nasıl bir iş tatmini yarattığı
sorusu çalışmanın ana eksenlerinden birini oluşturmaktadır.
Kişilik ve kimlik arasında yaratılan bu ikilem, R kuşağının bu sürece uyum
gösterebilmesi için kişiliklerinde bir değişim yaratmaktadır. Çalışma hayatında
görülen esneklik, çalışanların kişiliklerinde de sergilenmeye başlanmıştır. Herhangi
bir durumla ilgili olarak bireyin alternatif çözüm yollarının ve seçeneklerin farkında
olması, yeni durumlara karşı esnek olması ve kendisini yetkin olarak hissetmesi
anlamına gelen bilişsel esneklik terimi, R kuşağı için öne çıkmaktadır.
Alternatiflerin farkında olma ve bu alternatifleri kontrol edebilme konusunda
çalışanın kendisine güven duyması anlamını içermektedir (Sapmaz Fatma, Doğan
171
Tayfun, 2013: 147). Bu kavram, R kuşağının sahip olduğu özellikler ve onu
karakterize eden tipolojinin en temel kavramını oluşturmaktadır. Yaşama uyum
sağlamalarını kolaylaştırıcı ve çalışanlarının iş yaşamlarındaki performanslarını
geliştirici yönde etki yaratan çalışanları besleyici faktörlere ihtiyaç duyulmaktadır.
Bu kuşağın, öznel iyi oluşları işe bağlılıklarını arttıran, iş doyumu sağlayıcı bir
faktör yaratabilmektedir.
Çalışanların işlerini yaparken kendilerini dinç hissetmeleri, kendilerini işlerine
adamalarını ya da işlerinden doyum almalarını ve işlerine yoğunlaşmaları ifade
eden işe bağlılık kavramı, değişimle yeniden kurgulanan çalışma kavramının en
çok sorguladığı alan olmaktadır. İşe istek duyma, işe adanma ve işe yoğunlama
olarak üçe ayrılan bileşenlerden oluşan işe bağlılık kavramı istihdam edilebilirliğin
günümüzdeki karşılıklarını sorgulamaktadır.
R kuşağının, aynı anda birden fazla iş yükü, artan sorumlulukları, değişimle sürekli
mücadele edebilme yetisi, kendilerini geliştirme yükümlülükleri iş tatminlerini
olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Çünkü aşırı iş yükü, rol belirsizliği, rol
çatışması, rol stresi, profesyonel gelişim ve kariyer ilerlemesindeki çeşitli
olumsuzluk iş tatminsizliğine yol açabilmektedir (Tull, 2006). Çalışanların yaptıkları
işler hakkındaki duygularını, işleri hakkındaki olumlu ya da olumsuz hislerinin
derecesini (Schermerhorn ve diğerleri, 2000), iş yerindeki durumlarını kişisel
olarak değerlendirdikleri; işyerindeki mutluluk derecelerini (Warr, 2007) ifade eden
iş tatmini, günümüzde önemli olmaktadır.
İş tatminini ölçmeye dönük araştırmalar literatürde oldukça olmasına rağmen,
nelerin iş tatminini ortaya çıkardığı ve oluşmasına sebep teşkil eden süreçlerin
gerçekte nasıl işlediğine dair araştırmalar nispeten daha azdır (Jewell, 1990). İş
tatmininin karmaşık bir değişken olduğu saptanmış ve çalışanın karakteri gibi
durumsal faktörlerden de etkilendiği belirtilmiştir (Rothman,2008). Bu yüzden de,
çalışan kişilerin işleri hakkındaki düşüncelerini etkileyen ücret, iş güvenliği, iş
yerinde terfi imkânları, sosyal haklar, yöneticiler ve iş arkadaşları ile olan ilişkiler,
çalışma koşulları, iletişim, verimliliği ve işin niteliği gibi pek çok değişken iş
tatminini farklı şekillerde etkilemektedir (Crossman ve Abou-Zaki, 2003).
172
İş tatmininin demografik, kişisel ve çalışma ortamına bağlı olmak üzere üç etmeni
söz konusudur. Bazı araştırma sonuçlarına göre, yaş faktörü ile işe bağlılık
arasında yaş arttıkça iş tatmininin artacağı yönde pozitif ilişkiler bulunsa da (Zeitz,
J.G.); yaş ile iş tatmini arasındaki pozitif ilişkiyi açıklamada yetersiz olduğunu
belirten görüşlerde mevcuttur. Bu görüşlere göre, aralarındaki pozitif ilişkinin yaşça
büyük çalışanların işlerinde istediklerini daha fazla elde edebilmelerinden ve
aldıkları ücretin daha tatmin edici olması nedeniyle kaynaklandığını (White ve
Spector, 1987), yaşları ilerledikçe kişilerin daha gerçekçi beklentiler ve hedefler
geliştirmelerine bağlamalarından kaynaklandığı ifade edilmektedir. Bu ilişkiyi,
erken ve ileri yaşlarda iş tatmini yüksek olduğu için "U" şekline de benzeten
araştırmalar da mevcuttur (Hochwarter, Ferris, Perrewe, Witt ve Kiewitz, 2001).
Bununla birlikte genç çalışanların iş tatminini, yaşı daha büyük olan çalışanlara
göre daha yüksek bulan araştırmalarda söz konusudur (Murrell, Frieze ve
Olson,1996).
Cinsiyet açısından konuya yaklaşıldığında, kadınların erkeklere göre daha yüksek
iş tatmini yakaladıklarını saptayan araştırmalar (Kim, 2005) olduğu kadar;
cinsiyetin iş tatmini üzerinde etkisi olmadığını savunan araştırmalarda (Clark,
1997) mevcuttur. Eğitimle ilişkisi incelendiğinde, eğitim arttıkça iş tatmininin
beklentiler arttığı için iş tatmininin azaldığı yönde sonuçlar
(Clark, Oswald ve
Warr, 1996) mevcut olsa da, eğitim arttıkça iş tatmininin de arttığını saptayan
(Gürbüz, 2007) araştırmalarda vardır. Başarı hissinin, çalışanlara verilen özerklik,
yetkilendirmelerinde iş tatminini artırdığını saptayan araştırmalar mevcuttur (Heery
ve Noon, 2001). Ayrıca bu araştırmalarla birlikte, işin optimum zorlayıcılık
derecesinin, terfi imkanlarının, adil bir çalışma ortamının, takım çalışması ve
işbirliğinin iş tatmini ile pozitif bir ilişki içerisinde olduğu ifade edilmektedir (Spector,
1997; Clark, 1997). Ücretle ilişkilendirildiğinde ise, yüksek ücretin iş tatminini
artırdığı hatta alınan ücretin kişi için öneminin erkeklerde, mavi yakalılarda ve
evlilerde daha yüksek olduğunu saptayan bulgular (Erdoğan, 1996) mevcut olsa
da, bazı araştırmalar da ise, ücret ile iş tatmini arasında ilişki olmadığı
ifade
edilmektedir (Chu, Hsu, Price ve Lee, 2003). Çalışma sürelerinin ise, işte çalışma
süresinin arttıkça iş tatminini arttırdığı belirtilmektedir (Denton ve Kleiman, 2001).
Ayrıca, esnek iş saatleri de iş tatmini üzerinde olumlu etkiye sahiptir (Scandura ve
Lankau, 1997). Bütün bunların ışığında, iş tatmini ile performans arasında zayıf bir
173
ilişki olduğunu söyleyen araştırmalar olsa da; çoğu araştırmalar, performans ve iş
tatmini ilişkisinin kuvvetli yönünü saptamaktadır (Saari ve Judge, 2004). İş
tatmininin, verimlilik üzerinde pozitif etkiye sahip olan en kuvvetli iş tutumu olduğu
söylenmektedir (Çekmecelioğlu, 2006).
Çalışmanın önemli olan noktası, değişimle işgücünde kuşak dönüşümü yaşayan
çalışanların istihdam edilebilir olmak adına büründükleri kişilik özelliklerinin ne
kadar iş tatmini sağladığının araştırılmasıdır. Kişilik özellikleri ile iş tatmini arasında
yapılan araştırmalar incelendiğinde, çalışanların işleri ile hissettiklerinin kişilik
özelliklerinin sonucunda oluştuğu ifade edilmektedir (Hickson ve Oshagbemi,
1999). Kişiliklerine uygun meslekler seçen çalışanlarda iş tatmini oldukça yüksek
olmaktadır; ancak günümüzde değişimin etkileri ile istihdam edilebilir olmak adına
kişiliklerine kılıf geçirmek zorunda kalan çalışanlar için nasıl bir iş tatmini
yakaladıkları noktasında mevcut çalışmalar oldukça azdır.
Kişilik ile iş tatmini arasındaki yapılan bazı araştırmalar incelendiğinde şu bulgular
ortaya çıkmaktadır. Beş faktör kişilik modeli temel alınarak yapılan araştırma
sonuçlarına göre (Tanoff ve Oregon, 1999), duygusal dengesizlik özelliği ile iş
tatmini arasında negatif ilişki saptanırken, sorumluluk, uyumluluk ve dışa dönüklük
ile iş tatmini arasında pozitif ilişki tespit edilmiştir. Özellikle, sorumluluk özelliğinin
bireyin işinde tatminlik duygusu yaratan büyük bir etkiye sahip olduğu
belirlenmiştir. Deneyimlere açıklık, dışa dönüklük ve duygusal denge özelliklerinin
hem ücret, terfi gibi dışsal ölçümlerle hem de kariyer tatmini gibi içsel ölçümlerle
pozitif ilişkiye sahip olduğu ifade edilmektedir (Winkelmann, ve Winkelmann,
2008). Görüldüğü gibi, çalışanın kişilik özellikleri ve iş tatmini arasında kuvvetli bir
bağ vardır.
Günümüzde yaşanan değişimle, çalışma hayatında başlattığı dönüşümün
yansımaları olarak ortaya çıkan kuşak mutasyonunda da kişilik ve kimlik arasında
yaşanan ikilemin iş tatmini üzerinde etkileri olduğu muhakkaktır. İstihdam edilebilir
olmak adına değişime uyum göstermek zorunda kalan nitelikli bu kuşağın, kuşak
ayrımın doğum tarihleri sınırlarından çıkıp farklılaştığı ve istihdam edilebilir
boyutuyla ele alındığı ortadadır. Duygu yönetimi altında profesyonel bir kimlik
dayatılmasına sahip günümüzün istihdam edilebilirliği yüksek R kuşağında, kişilik
174
ve kimlik ikilemi istihdam edilebilir olmak adına bastırılmaktadır. Bu bastırmada
etkili olan, kişiliği ve kimliği aynı paralelde tutan faktörler ise, yine günümüzün
yarattıklarıdır. Özerklik, duygusal emek yönetimi, işgücünün değişimle giderek
artan nitelikleri, değişime uyum güçleri, artan işsizlik rakamları, rakiplerle
mücadele için sürekli kendini geliştirme zorunluluğu, istihdam edilebilir olmak
adına çalışma hayatının kurallarına uyma yükümlülüğü ve her şeye rağmen bir
gün iyi bir yerlere gelebilirim umudu, kişilik ve kimlik arasındaki ikilemleri
bastırabilmektedir. Yapılan araştırmalarda da, çalışanlar tarafından söylenen
“başka çarem yok, mecburum, bizler aslında tiyatrocu gibi rol yapmak zorunda
bırakılıyoruz, para kazanmak için, zaten çok işsiz var, herkes bu şekilde
mücadelede, rakipler çok güçlü, kişiliğinizi uydurmalısınız, artık eski şartlar yok”
gibi ifadelerde (araştırma için bkz Kart, 2010:320-340; Bora ve Diğerleri, 2012:203242) bu tablo görülmektedir.
2.2.2.2. Özel yaşam iş hayatı dengesi
Günümüzde çalışma hayatında yaşanan değişimle ortaya çıkan, birden fazla rolün
yerine getirilmesi zorunluluğu, aynı anda birden fazla sorumluluk yükü ve bunlara
harcanacak enerji ve zamanın aynı anda talep edilmesi iş-yaşam çatışmasını
oluşturmaktadır (Duxbury, Linda ve Higgins, 2001:6). Kadınların çalışma
hayatında daha da fazla rol almaya başlamasıyla evdeki rolleri ile iş yaşamındaki
rollerinin çakışması, işgücünden beklentilerin artması, artan iş yüklerinden ötürü
çalışma sürelerinin uzamasının etkileri, bu dengenin bozulma sebepleri olarak
ifade
edilmektedir.
Kurum
kimliğini
özel
hayatlarında
da
sürdürebilme
yükümlülükleri, iş süresinin dışında kalan zamanlarda kendilerini geliştirmek için
ayırdıkları kurs, seminer gibi programlarla boş zamanlarını işgal etmeye başlaması
çalışanın özel yaşamı ile iş hayatı arasındaki dengeyi giderek birbirinden
uzaklaştırmakadır. Bu yüzden de günümüzün en önemli sorun alanlarından birini
oluşturmaktadır.
İş aile yaşamı dengesi, çalışanın hem evdeki, hem işteki sorumluluklarını
karşılamaya yetecek zamanı,
en az rol çatışmasıyla hem evde hem de iş
yaşamında iş doyumuna ulaşmasını ifade etmektedir (Clark, 2000: 748). İş ve iş
dışındaki aktiviteler üzerinde esneklik, sosyallik ve bireyselliği kapsamaktadır
175
(Barnett, 1999:562). Kavram, çalışanın iş, aile ve birey üzerindeki üç boyutlu
dengesini kapsamaktadır. Çalışan hem işine hem aile ve çevresine hem de
kendisine zaman ayırabilmelidir. Bu üç boyuttaki denge, kalite ve becerilerini
arttırmakta
bu
da
doğrudan
çalışma
hayatında
verimlilikte
artışla
sonuçlanmaktadır.
İş yaşam dengesinin kurulmasını etkileyen faktörleri ele aldığımızda, süreç hem
çevresel hem de kişisel faktörlerden etkilenmektedir. Aşağıda da tablo olarak
gösterilen etmenlerden çalışanın sahip olduğu bireysel özellikler çevresel
faktörlerden de etkilenerek, çalışan sahip olduğu özel yaşamı ile iş koşullarını
kıyaslayarak iş ve özel yaşamı arasındaki dengeyi analiz etmeye çalışmaktadır.
Eğer bu denge olumlu yöndeyse, çalışan iş ve yaşam doyumu, stresten uzak bir
yaşam, verimli bir çalışma hayatı, aile hayatında huzur gibi yaşam kalitesini
arttıran çıktılara kavuşabilmektedir. Özellikle, çalışanın bireysel faktörleri iş yaşam
dengesini algılama yönünde daha etkili olmaktadır. Araştırmalara göre, strese
dayanıklı çalışan, dayanıklı olmayan çalışana göre; genç ve bekâr olan
çalışanların iş dışı rolleri daha az olduğu için evli ve daha yaşlı çalışanlara kıyasla
iş ve özel yaşam dengesini daha rahat korudukları saptanmıştır (Çarıkçı ve
Çelikkol, 2009). Kadın çalışanların ise, daha fazla strese maruz kalmalarından,
cinsiyet ayrımcılığı uygulamalarından, iş dışında çocuk bakımı gibi rollere daha
fazla sahip olduğundan erkek çalışanlara göre, iş ve özel yaşam dengesini
koruyamadıkları belirtilmektedir (Lobel, 1991:509-512).
Çizelge 2.4. İş aile dengesinin yapısı, nedenleri ve sonuçları
Belirleyiciler
a. Çevresel Faktörler
İş Talepleri
İş Kültürü
Ev Talepleri
Ev Kültürü
Dengenin Yapısı
A. Subjektif
Denge-Önemsiz
Denge-Ev Merkezli
Denge İş Merkezli
İşin Eve Yayılması
Evin İşe Yayılması
B. Objektif
Çalışma Saatleri
Boş Zaman
Aile Rolleri
Sonuçlar/Etkiler
1.İş Doyumu
Yaşam Doyumu
Ruhsal Sağlık/Mutluluk
2.Stres, Hastalık
3.İşte Davranış/Performans
4.Evde Davranış/Performans
5.Evdeki Diğerleri Üzerine Etkisi
b. Bireysel Faktörler
İş Oryantasyonu
Kişilik
Enerji
Kişisel Kontrol ve Başa
Çıkma
Cinsiyet
Yaş, Yaşam ve Kariyer
Evresi
Kaynak: Guest, D.E. (2001). Perspectives On TheStudy Of Work-Life Balance. A Discussion
Papared For The aktaran Kapız, 2002:142.
176
Değişimle beraber özel yaşam ve iş yaşamı arasındaki sınırlar kalkmaya
başlamıştır. Özel yaşama sarkan iş saatleri, eve taşınan işler, uzun iş görüşmeleri,
iş yemekleri çalışanın kendisi ve ailesi için ayırdığı zamanlardan da çalmaya
başlamaktadır. Öyle ki, bu sınır aşımı çalışanın fiziksel, zamansal ve psikolojik
sınırlarına yönelik olmaktadır. Alansal davranışın meydana geldiği yer olarak
tanımlanan fiziksel sınır ofiste, bulunulan
zamanın
arttığı
bir yaklaşımı
içermektedir. Zamansal sınır ise, çalışma sürelerinin uzadığı, mesai saatlerinin
çalışanın iş dışı hayatına sarktığı sınır olarak ifade edilmektedir. Psikolojik sınırlar
ise, çalışanın içinde bulunduğu ortamı hissetme düşünceleri ile ilgilidir. Çalışma
saatleri dışında dahi, çalışan işe ilişkin düşünceler, planlamalar ve hedefler
koyması bu alanının da işgal edildiğini anlatmaktadır (Perlow, 998:330). Değişimle
beraber çalışma hayatında kendini gösteren esnek çalışma biçimleri ile bu sınır
bulanıklığının giderileceğine ilişkin görüşlerde mevcuttur. Özellikle, esnek çalışma
saatleri ile çalışanın kendisine göre ayarlayabileceği iş saatleri, ofis dışında da
çalışabileceği iş ortamlarının sağlanabilmesi çalışana bu noktada bir avantaj
getirebilmektedir. Bu durum Avrupa Komisyonu tarafından Kasım 2006 tarihinde
yayımlanan “İş Hukukunun 21. Yüzyılın Zorluklarına Uyarlanması” başlıklı Yeşil
Belge’sin de dile getirilmektedir. Esnek çalışma uygulamalarının, çalışanların
kariyer fırsatlarını arttırması, aile, çalışma ve eğitim hayatı arasında daha iyi bir
denge kurulması ve kendi yaşamları hakkında daha fazla sorumluluk alabilmelerini
sağlamasında
çok
sayıda
seçenek
sunabildiği
vurgulanmıştır
(Doğrul,
2010:13,15). Öyle ki, iş ve özel yaşam arasındaki bu durum pek çok firma
tarafından da politika ve strateji üretilen alanlardan biri olmuştur. Örneğin, Happy
Computers şirketi, geliştirdiği uygulamalar ile 2003 yılı aile dostu işveren ödülünü
kazanmıştır. Yine, British Telecom da iş ve özel yaşam dengesi için uyguladığı
esnek çalışma biçimleri ile çalışanlarını daha esnek ve evden çalışabilen e-BT
işgücüne dönüştürmüştür. Öyle ki, doğum izni sonrası işe geri dönen kadın
çalışanların oranı%93’tür (Doğrul, 2010: 16).
Esneklik uygulamalarının iş ve özel yaşam arasında denge sağlayıcı bir araç
olabileceği yönündeki düşüncelerle beraber değişimin öne çıkardığı yeni esnek
çalışma biçimlerinin çalışmayı fiziksel olarak merkezsiz hale getirdiği için (Sennett,
2012: 61) eleştiren görüşlerde mevcuttur. Çalışma hayatında yaşanan değişim
özel faaliyetlerin, boş zaman faaliyetlerinin çalışma ve iş yaşamı haline gelmesi
177
şeklinde tanımlanmaktadır (Gorz,1995,22). Bu görüşe göre, yaşanan değişimle
kişilik ve kimlik çatışması bölümünde de aktarılmaya çalışılan duygusal emeğin
duygulanımsal emeğe dönüşmesi iki yaşam arasındaki sınırı bulanıklaştırmaya
başlamıştır. Duygusal emek, belirli bir çalışma mekânını ve çalışma süresini
gerektirirken, duygulanımsal emek ise çalışma hayatı ile çalışma hayatı dışında
kalan gündelik yaşam içerisinde neyin üretim süreci içerisinde yer alıp neyin üretim
sürecinin dışında konumlandığına yönelik ayrımı ortadan kaldıran bir tanımlamayı
içermektedir (Emirgil, 2010:230). Özellikle Sennett’ e göre, özel ve iş yaşamı
arasındaki ilişkinin en büyük sorunu zamansal boyutuna ilişkindir (Sennett, 2012:
24). Esnek iş sözleşmeleri ve esnek çalışma biçimlerinin uzun vade yok anlayışı
ile bütünleşmesi, istikrarsız ve geçicilik duyguları, yüzeysel sosyalleşme imkânları
bu uçurumu giderek artırmaktadır (Sennett, 2005:193). Çalışma hayatının getirdiği
profesyonel iş kimliğini giymek zorunda kalan bu işgücü için çalışan kendi
yaşamları üzerindeki kontrollerini tamamen kaybetmelerine neden olmaktadır.
Zaman ve mekânın toplumsal sınırları da anlam kaybetmekte, özel ve iş yaşamı
arasındaki gizlilik ve mahremiyet kalktığı için ahlaki kriz durumu yaşanmaktadır
(Şentürk, 2010:122).
Çalışanın fiziksel, bilişsel ve psikolojik alanlarını işgal eden giyiminden kuşamına,
konuşma ve yaşam tarzına kadar her alanı ele geçiren çalışma hayatının bu
aktarılanlar ışığında özel ve iş yaşamını dengede ilerletmesi zor bir durum
yaratmaktadır. İşe girişte, genelde evli olmayan çalışanların seçildiği, işinle evli
olmak (Kart, 2010:344,349)
anlayışının yaratıldığı bir iş ortamında, istihdam
olabilmek adına çalışanın sürekli kendini geliştirme yükümlülüğü işi mesai
saatlerine hapsetmekten çıkarmaya başlamaktadır. Şartlar bunu gerektirdiğinden
çalışanlar, istihdam imkânlarını kaybetmemek amacıyla çaba ve performanslarını
artırmak zorunda kalmaktadır. Öyle ki, çalışanlar bu performanslarını iş dışı
zamanlarında da gerek iş çıkışlarında ya da hafta sonu tatillerinde dahi müşterileri
ile zaman geçirme zorunlulukları olan bir mecburiyete dönüştürülmüştür.
Çalışanlar, kurum kimliğini sadece müşterilerin yanında değil, bütün sosyal
alanlarda taşımakta, kurum kimliğine uygun giyim, davranış ve iletişim biçimlerine
önem göstermek zorunda kalmaktadır. Oluşan bu durum, beden üzerinde bile
değişimin etkilerini göstermektedir. Esnek çalışma biçimleri giderek bedenide ele
geçirerek,
esnek beden
yaklaşımını
da
çalışma
hayatına
kazandırmaya
178
başlamıştır. Çalışanın giyimi, konuşma tarzı, beden dili, prezantabl duruşu,
yaşama tarzı bu kavramı ifade etmek için kullanılmaktadır (Kart, 2010:
310,348,350). Yaşanılan bu süreçlerle, çalışanın özel yaşam alanlarının tümünün
işin verimlilik alanına dönüştürüldüğü görülmektedir. Oluşan bu durum, çalışan
üzerinde bir baskı oluşturmaktadır (Ashforth ve diğerleri, 1993: 92).Yaşam boyu
işler yok anlayışının (Bauman,2000: 55) üzerine kurgulanan çalışma hayatında işin
klasik anlamından çıkıp, mesai saatlerini aşan anlama bürünmesi, yarının ne
olacağına ilişkin belirsizlik hali çalışan üzerinde depresyon, kaygı gibi psikolojik
sorunlar yaratabilmektedir. Sürecin bu bağlamda nasıl bir iş tatmini yaratacağı da
aşikârdır.
Çalışanlar için yaşam, kişisel, çalışma ve aile yaşantısı anlamında bir bütünlüğü
ifade etmektedir. Bu bütünlük ne kadar dengede giderse, çalışan o derecede
verimliliği
yakalayabilecek,
çalışma
hayatının
getirdiği
bütün
beklentilerini
karşılayabilecektir. Yaşanılan bu durumun etkileri de şüphesiz toplumsal düzeyde
olumlu bir takım gelişmeleri tetikleyeceği gibi ülke olarak uluslararası arenada
rekabet şansımızı daha da artırabilecektir (Doğrul, 2010: 17). Ancak, değişimle
işgücünde ortaya çıkan R kuşağı dönüşümü, bu kuşağın sahip olduğu özellikler ve
bu kuşaktan beklentiler bu dengenin oluşabilmesinin giderek zorlaşan bir gerçeğe
dönüştürmektedir.
2.2.2.3. Sosyal güvencelere karşı tutumları
Yaşanan değişim çalışma hayatında pek çok dönüşüm yaratmaktadır. İşgücünde
görülen başkalaşma, artan niteliklerle beraber, artan iş sorumluluklarını ve bu
bağlamda da diğer bölümlerde de aktarıldığı gibi Y kuşağından R kuşağına bir
geçiş süreci başlatmıştır. İşgücünde bu yönde gelişen durum çalışma hayatında
da kuralsızlaşma altında değişen iş yasaları, sözleşme esnekliği (belirli süreli
sözleşme, kendi hesabına çalışan, alt işveren uygulaması vb.), zaman esnekliği
(part- time, esnek zaman vb.), mekân esnekliği (evde çalışma, uydu ofis vb.)
şeklinde görülen esnek çalışma biçimleri (Gibson, 2003:15) şeklinde farklı
modellerle yüzleşmeye başlamaktadır. Bu değişimle, ön plana çıkan uzun vade
yok anlayışı üzerine kurgulanan çalışma hayatında da iş güvencesi, sosyal
güvenceler, sendikalara tutum değişmeye başlamıştır. Ön plana çıkan esneklik ve
179
güvence kavramlarının bir araya getirilmesiyle oluşan güvenceli esneklik kavramı,
küreselleşmenin sonucunda ortaya çıkan işgücü piyasasının esnekleştirilmesinin
sosyal güvence kavramına dayandırılmasını amaçlayan bir kavram olarak
günümüzün önemli değerlerinden biri haline getirilmektedir. Güvenceli esneklik
uygulamaları esasen işgücü piyasasına yönelik reformlarla ekonomik performansı
artırma ve sürdürülebilir kalkınmayı destekleme ve bu suretle işsizliği azaltmayı
amaçlayan uygulamaları kapsamaktadır (Köleoğlu, 2012: 86).
Üç temel yaklaşım üzerinden, iş güvencesinden istihdam güvencesine geçiş
olarak tanımlanabilecek güvenceli esneklik, ilk kez 1995 yılında Hollanda’da
gündeme gelen bir kavramdır (Wilthagen ve Tros, 2004: 173). İlk yaklaşım, politik
bir strateji olduğu yönüne işaret etmektedir. Buna göre, esnekliğinin arttırılması
yönüne vurgu yapan yaklaşım, diğer yandan özellikle işgücü piyasası içindeki ve
dışındaki
zayıf
gruplar
için
istihdam
güvencesinin
ve
sosyal
güvenlik
uygulamalarının artırılmasını içeren kazan kazan anlayışını da içeren politik bir
stratejiyi hedeflemektedir. İkinci yaklaşım kavramın, işgücü piyasasında belirli bir
durumu da ifade etme yönüne ilişkindir. Kariyer olanaklarını kolaylaştıran, artan
niteliklere sahip yüksek düzeyde işgücüne katılımı ve sosyal içermeyi geliştiren iş,
istihdam, gelir güvencesini sağlarken; aynı zamanda da, işletmelerin rekabet
edebilirliklerini ve verimliliklerini artırmak amacıyla değişen koşullara zamanında
ve uygun biçimde uyum sağlayabilmelerini olanaklı kılan durumları içermektedir.
Üçüncü yaklaşımı ise,
esneklik ve verilen güvenceler noktasında analizler
yapmaya ilişkindir (Wilthagen, ve Diğerleri, 2004:169-170).
Çalışma hayatında esnekliğe ilişkin görülen değişimin yapısı esneklik ve
güvencenin dört boyutunu içeren Wilthagen Matrisinde şu şekilde belirtilmektedir.
180
Çizelge 2.5. Wilthagen matrisinde esneklik ve güvencenin dört boyutu
Güvence
Esneklik
İş Güvencesi
İstihdam Güvencesi
Gelir Güvencesi
Bağdaştırma
Güvencesi
Dış sayısal
esneklik
-İş sözleşmesi
türleri
-İşe alma ve işten
çıkarmaya ilişkin
yasal düzenlemeler
-Erken emeklilik
-İstihdam hizmetleri/
Aktif işgücü piyasası
politikaları
- Özel istihdam
büroları
- Eğitim/ yaşam boyu
öğrenme
-İşsizlik
ödemeleri
- Diğer sosyal
yardımlar
- Asgari ücretler
-İşten
çıkarmalara
karşı koruma
İç sayısal
esneklik
- Kısaltılmış iş
haftası
- Yarı zamanlı iş
düzenlemeleri
-İstihdamı koruyucu
yasal düzenlemeler
- Eğitim/yaşam boyu
öğrenme
-Yarı zamanlı ek
ödemeler
-Öğrenci yardımı/
burs
- Hastalık
yardımları
-Farklı işten
ayrılma türleri
- Yarı zamanlı
emeklilik
- İş zenginleştirme
Eğitim / yaşam boyu
- Gönüllü
- Eğitim
öğrenme
-Performansa
Fonksiyonel
çalışma
- Dış kaynak
- İş rotasyonu
dayalı
esneklik
süresi
kullanımı
- Takım çalışması
ücret sistemleri
düzenlemeleri
- Taşeronlaştırma
- Çok niteliklilik
-İşgücü
-Sosyal güvenlik
-Toplu ücret
maliyetlerinde yerel
ödemelerinde
sözleşmeleri
İşgücü
-Gönüllü
düzenlemeler
değişiklikler
- Kısaltılmış
maliyetleri/
çalışma
- Sosyal güvenlik
- İstihdam
çalışma
Ücret
süresi
ödemelerinin
sübvansiyonları
haftasına göre
esnekliği
düzenlemeleri
derecelendirilmesi
- Çalışanlara yönelik
düzenlenmiş
ya da azaltılması
yan ödemeler
ödemeler
Kaynak: Pacelli, L. F.,Devicienti, A. Miada, M., Morini, A., Poggi ve P. Vesan. (2008:7 den aktaran,
Köleoğlu, 2012: 83)
Çalışma hayatında yaşanan değişimin çalışma kavramında başlattığı dönüşümle
ön plana çıkan esneklik ve uygulamaları günümüzde istihdamın artırılması adına
ülkeler bazında yapılan pek çok kararların, sözleşmelerin, zirvelerin ana konusunu
oluşturmaktadır. Bunlardan biri de Lizbon Zirvesi' dir. Lizbon Zirvesi de esneklik ve
güvenceyi artırma hedefini ortaya koymaktadır. Avrupa Anlaşması’nın 125., 126.
ve 127. maddeleri, AB üyesi ülkeleri olabildiğince yüksek oranda istihdam
yaratabilmek için çalışanların ve işgücü piyasalarının uyum sağlayabilme
yeteneklerini artırma ile yükümlü tutmaktadır. Böylece, esneklik ve güvencenin
sağlanması yasal bir temele dayandırılmaktadır (Wilthagen ve Tros, 2004:167168). Bu kapsamda alınan kararlar şu şekildedir. Belirli süreli iş sözleşmelerinin
yasal olarak kabul edilmesi, aktif istihdam politikası tedbirlerinin, işgücünün işgücü
piyasasındaki hızlı değişimlere ayak uydurmasında ve işçilerin iş değiştirmesinde
bir vasıta olarak kabul edilmesi, işçilerin vasıflarının yükseltilmesi ve verimlilik
artışının sağlanmasında yaşam boyu öğrenimin öneminin kabul edilmesi ve
gelişmiş sosyal güvenlik sisteminin varlığıdır (Eurofond, 2009' dan aktaran
181
Kuzgun, İnci, 2012:2). Bu kararlar, modern iş kanunları, toplu sözleşmeler ve
çalışma düzenlemeleri yoluyla esnek ve güvenilir sözleşme düzenlemelerini,
çalışanların sürekli olarak uyum sağlama yeteneklerini ve istihdam edilebilirliklerini
sağlayacak kapsamlı yaşam boyu öğrenme stratejilerini sağlamaktadır. Bireylere
hızlı değişim süreçleri ile başa çıkmalarında yardımcı olacak, işsizlik dönemlerini
kısaltacak ve yeni işlere geçişi basitleştirecek modern sosyal güvenlik sistemlerini
kurmaktadır (Tatlıoğlu, 2012: 74). Aynı şekilde de Avrupa Komisyonunun da bu
konuyla ilgili aldığı kararlar vardır. 2007 yılında “Paydaşlar Güvenceli Esneklik
Konferansın da Güvenceli Esnekliğin İlkelerine Doğru: Esneklik ve Güvence
Aracılığıyla Daha Fazla ve Daha İyi İşler Raporu” bunlardan biridir. Bu raporda,
hızla değişen piyasa koşullarına uyum sağlamak için esneklik ve güvencenin
bütünleştirilip, daha fazla ve daha kaliteli işler yaratılarak işsizliğin azaltılması ve
sürdürülebilir büyümenin sağlanmasını amaçlayan kararlar alınmıştır. Avrupa
Birliği İstihdam Stratejisinde de, işgücünün istihdam edilebilirliğinin artırılması için
ömür boyu eğitimin teşviki, güvenceli esneklik kavramının istihdam stratejisinin
temel kavramı olarak kabul edilmiştir (Kuzgun, 2012b:36).
Alınan bu ve benzeri pek çok kararlarda olduğu gibi vurgulanmak istenen nokta
daha da fazla istihdam artışının sağlanabilmesidir. Ancak, günümüzde yaşanan
değişim ve etkileri sonucunda yaşanan dönüşüm işgücüne katılım oranlarını da
etkilemektedir. Değişimin yarattığı daha da nitelikli ve kendini sürekli geliştirebilme
özelliğine sahip işgücünün istihdam rekabetleri sürekli kızıştığından istihdam
edilebilir olmanın şartları zorlaşmış olmakla beraber, işsizliğin boyutunu da
derinleştiren bir etki yaratmaktadır. Esnek çalışma biçimleri, günümüzde istihdam
artışından ziyade değişimde işveren adına hizmet eden bir algıya dönüşmüştür.
Birçok ülkede part- time çalışma yaygın olmasına rağmen, yüksek beceri
gerektiren pozisyonlarda bu tip çalışanlara, Hollanda haricindeki, diğer pek çok
Avrupa kuruluşunda rastlamak çok mümkün değildir. Yüksek beceri gerektiren bir
pozisyonda yarı zamanlı çalışma ortalama olarak, dörtte bir oranındaki kuruluşta
gerçekleşen istisnai bir durumdur (Tatlıoğlu, 2012: 80).
İşgücü piyasasında esnekliğin kabul edilebilir olması için öncelikle sosyal güvenlik
sistemlerinin
çalışanları
belirtilmektedir.
Sosyal
tatmin
güvenlik
edici
önlemleri
sistemleri,
içeriyor
çalışanların
olması
gerektiği
karşılaşabilecekleri
182
güvencesizlik riskinin üstesinden gelinmesinde esaslı bir yere sahip olan
tamamlayıcı bir unsur niteliğindedir. Esneklik ile sosyal güvenliğin uyumlaştırılması
ve yakınlaştırılması noktasında yapılan uluslararası düzenlemelerle birlikte sosyal
güvenliğe yönelik önlemler de biçim değiştirmekte daha fazla sosyal koruma
sağlayan uygulamaların arttığı görülmektedir (Köleoğlu, 2012: 94).
Üzerinde
durulmak istenen nokta, bu uygulamaların neler olduğu değil; yeni kuşağın bu
uygulamaları algılama biçimi ve özelliklede günümüzde yeni bir sosyal güvenlik
aracı olarak devreye giren ailenin sosyal güvenlik üzerindeki çalışana sağladığı
koruma riskleridir.
Ailenin korumacı risk sigortası gibi bir sosyal güvenlik aracına dönüşmesindeki en
büyük etken çalışma ortamının belirsizliğidir. Çalışma hayatının artan nitelik
vurgusuyla eğitim hayatları uzayan, çalışma hayatına girişlerini geciktiren
dönemlerde aile en büyük desteği sağlamaktadır. Uzun vade yok anlayışının
egemen olduğu çalışma ortamında işsizliğe karşı en büyük koruyucu mekanizma
yine aile olmaktadır. Anne baba parası sayesinde günlük geçimlerini idare ettiren,
istedikleri işe girmek için acele etmeyip bekleme lüksü veren, yeni eğitim
fırsatlarına yönelen, evlenmeyi ve aile kurmayı erteleyen bununla birlikte aileye
bağımlılık düzeyini arttıran bir hale dönüşebilmektedir. Öyle ki bu durum, Bora ve
diğerlerine göre (2012: 66), işsizliği ve eğitimi sündüren; büyümeyi ve sorumluluk
almayı erteleyen yaşam tarzının özellikle gençlerin gelecekle ilgili çıtalarını
yükselttiği sonucuna ulaştırmıştır. Ailenin bu yöndeki en büyük koruyucu
mekanizma olduğu yapılan araştırmalarda da kendini göstermektedir (Kart, 2011:
336-351). Aile, bu araştırma sonuçlarına göre çalışanda iş güvencesi rolünü
tamamlamaktadır. Yaşanan dönüşüm iş güvencesini azaltmaktadır. Belirsizlik
ortamı, istihdam edilebilirliğin zorlaşması ve uzun vade yok anlayışı ile bu kuşakta
bir işten çıkıp başka işe geçmenin, belli bir süre işsiz kalmanın etkileri aileleri
sayesinde daha hafifi geçirilmektedir. Yapılan iş güvencesi ile iş tatmini arasında
yapılan araştırmalarda da bu sonuç görülmektedir. İş ortamı ve işlerinin geleceğine
ilişkin belirsizliklerle birlikte bu konudaki endişelerinin giderilerek, çalışanlara
huzurlu ve güvenli bir iş ortamı yaratılmasının; iş tatmini ve örgütsel bağlılığı
olumlu yönde etkilediği görülmektedir.
Çalışanlara kalıcı istihdam ve eğitim
olanakları sağlanması ile örgütteki karar alma süreçlerine katılım hakkının
tanınması, beklenildiği gibi çalışanların iş güvencesi algılama düzeylerini olumlu
183
yönde etkilemektedir (Poyraz ve Kama, 2008:144,156). Ailenin, günümüzde öne
çıkan korumacı sigorta rolü, esnek iş sözleşmeleri ile sosyal güvenlik arasındaki
uyuşmazlıkların sosyal haklar yönünde azaltıcı etkiler yarattığını savunan
düşünceler söz konusudur. Yaşanan değişimlerin sosyal sorunları ağırlaştırdığı bu
görüşün en temel çıkış noktasıdır. Bu görüşe göre, eleştirilen ilk nokta artı değerin
paylaşımına ilişkindir.
İşçilerin emek güçlerinin karşılığı olan değeri, ürettikleri gerekli emek zamanla
arasında ilişki olarak ortaya çıkan artık değer oranı, günümüzde çalışan aleyhine
olmaktadır. Günlük çalışma süresinin uzatılması ile artık değerin yükselmesi ancak
bu artık değerin ücrette yansımayıp işverene kayması eleştirilerin başını
çekmektedir (Mütevellioğlu, 2009:143).
R kuşağının artan iş yükleri, uzayan
çalışma saatleri hatta özel hayatlarını bile işgal eden çalışma zamanları
karşılığında artmayan ücret ve iş pozisyonları kanımızca bu eleştirilerin haklı
yönünü oluşturmaktadır.
Yaşanılan değişimle sosyal haklar noktasında bir güç kaybı yaşandığı aşikârdır.
Öyle ki, dünya bankası ve IMF’in kararlarında olduğu gibi İLO üzerinde de bu
görüşün egemen olduğunu söylemek mümkündür. Dünya Bankası’nın sosyal
güvenlik sistemlerinin bazı kısımlarının özelleştirilmesi yönündeki tavsiyelere
yapılan itirazlara karşın, bireyselleştirilmiş özel emeklilik sistemlerine verdiği
destek,
sosyal
politika
düşüncesinde
önemli
bir
sapma
olarak
değerlendirilmektedir (Deacon, 2006:190'dan aktaran Özaydın, 2008:175). Sosyal
güvenliğin, bireysel güvenlik anlayışına dönüşmesi bu noktada en büyük hak
kayıplarını doğurmaktadır (Koray, 2007: 24). Risk, belirsizlik, güvensizlik, eşitsizlik
gibi kavramların günümüzde çalışma hayatını tanımlarken sıklıkla kullanılmaya
başlaması bu sonucu daha da iyi göstermektedir. Sosyal politika noktasında da,
sosyal politikanın küreselleşme sonrasında geleceğini tartışmak sosyal politikanın
da zeminini kaybetmesi anlamına gelmektedir. Sorgulanmaya başlayan, ulus
devlette artık kendi otoritesiyle ve tüm boyutlarıyla politik sonuçlar yaratmaya
muktedir olan, yöneten bir güç değil; yönetişim biçimlerinin önerildiği ve bu şekilde
meşrulaştırılarak kontrol edilen bir konumda görülmesidir (Hırst, Paul, Thompson
ve Grahame, 2003:222). Böylece, Marksist yaklaşımın, sosyal politikalara
kapitalizmin karşısında onu dönüştürmek yerine onun ömrünü uzatmanın aracı
184
olarak
nitelendirilen
yaklaşım
(Koray,
2007:
30),
günümüzde
daha
da
anlamsızlaştırılarak pek itibar edilmeyen durum olarak karşımıza çıkmaktadır.
Aynı durum sendikacılığa bakış içinde geçerli olmaktadır. Sendikacılık anlayışı da,
küreselleşme etkileri ile endüstri ilişkileri sisteminde yaşanan değişimlerin
sonucunda önemli bir güç kaybına uğramıştır. Yaşanan teknolojik gelişmelerin
ortaya çıkardığı değişim, endüstri ilişkileri sistemindeki kurumların rolleri ve
güçlerinin azalmasına ve bireyciliğin ön plana çıkmasına neden olmaktadır. Kendi
beceri ve vasıflarına güvenen yeni çalışan tipini ortaya çıkmakta; teknolojiyle
birlikte
istihdam
yapısı
değiştiğinden
sınıf
kavramı,
dayanışma
anlayışı,
örgütlenme düzeyi ve siyasal tercihler önemli ölçüde farklılaşmaktadır (Koray,
2007: 32). Bu da, sendikaların sadece sosyolojik bir kuvvet ve baskı aracı olarak
öneminin azalmasını değil, çalışanlar için bir ihtiyaç olmaktan çıkmasını da
gündeme getirmektedir (Özaydın, 2008:169,170). Sendikacılığın azalan bu yönü,
İngiltere örneğinde de görülmektedir. İngiltere’de Thatcher hükümeti, sendikaların
etkinliğini azaltmak için uyguladığı yasalarla sendikaların üye yoğunluğunu
azaltılmış hatta toplu pazarlığın kapsamına giren işçi sayısında da düşme
görülmüştür (Brown, 1993: 12).
Kendi niteliklerine göre, pazarlıklarını yapabilecek düzeyde olan çalışanlar için
sendika bir anlam ifade etmemeye başlamıştır. İşveren karşısındaki en büyük
baskı aracı olan sendikaların yeri aralarındaki rekabetin kızıştığı parçalanmış
işgücü ile ikame edilmeye başlamıştır (Gorz, 2001: 76). Nitelikleri ve iş yükleri
artan işgücünün pazarlığını kendi elinde bulundurabilme gücü onların farklılaşan
çıkarlarını temsil sorununu ortaya çıkarmıştır. Eski sendikacılık zihniyeti ile böyle
bir temsil gücünün kazanılamayacağı gerçeği ve özellikle R kuşağındaki etkisi
ortadadır. Oldukça nitelikli olan bu kuşağın, teknoloji yoğun hizmet sektörlerinde
yer alması bu kuşağında temsil edilebilme noktasında dar boğazlar yaşadığı
düşünülmektedir.
İşgücünde artan nitelik vurgusu, kendini temsil edebilme yetisi, özdenetim, firma
yönetimine artan bir şekilde katılım, stratejik ortak gibi anlayışlarla gelişen insan
kaynakları uygulamaları ile firma çalışan diyalogu sağlanarak endüstri ilişkilerine
ve sendikacılığa yeni bir boyut getirilmektedir. Sendikaların yaşadığı yeni kimlik
185
sorunları ortadadır. Özellikle insan kaynakları yönetimi ile sendikal kimlik krizi daha
da derinleşmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, insan kaynakları yönetiminin
şüphesiz ki işletme ve yönetim alanlarındaki katkıları ortadadır. Bu konuda
vurgulamak istediğimiz nokta bu uygulamaların örgütsüzleştirme noktasında
olumsuz bir etki yarattığına ilişkindir. İnsan kaynakları yönetimi altında yapılan
uygulamalar
ile
sendikalar
firmadan
uzaklaştırılmaya
başlamıştır.
Nitelikli
işgücünün istihdam edilebilirliği adına çalışma hayatının istediği profesyonel
kimliğe bürünmesi, duygu yönetimini başarı ile gerçekleştirmesi, niteliklerine göre
pazarlık yetisi, özdenetim gibi uygulamalar kendisi adına sendikaların söz söyleme
gücünü elinden almaktadır.
Öyle ki, yaşanılan kriz sendikaların geleceğinin,
değerimizi yeni sektörlerde kabul ettirmemize bağlıdır (Munck, 2003:221)
söyleminden de kendini hissettirmektedir.
Drucker, sendikaların değişime karşı üç seçim yolu olduğunu söylemektedir. Ona
göre, ya sendikalar hiçbir şey yapmadan giderek kaybolacaklar, ya siyasi güç
yoluyla şirket yönetimleri karşısında bazı yasal haklar elde ederek varlıklarını
sürdürmeye çalışacaklar ya da değişime karşı ne yapılabilir sorusunun cevabını
vereceklerdir
(Drucker,1993:197).
Sendikal
hareket,
nitelikli
işçilerin,
yeni
mesleklerin, yeni tür iş yapılanmalarının ve yeni istihdam ilişkilerinin ihtiyaçlarına
cevap verecek şekilde yeniden yapılanmalıdır. Ancak, bunun yolunun eski
reçetelerden geçmeyeceği de açıktır. Bu yüzden, değişim irdelenmeli, çalışma
hayatında dönüşüme uğrayan işgücünün girdiği kimlik iyice irdelenmelidir.
Günümüzde çalışmada da tanımlamaya çalıştığımız R kuşağının ne olduğu, nasıl
vasıflara
sahip
olduğu,
ihtiyaçlarının
neler
olduğu
nasıl
sorunlarının
çözümlenebileceği ve nasıl temsil edilebileceği noktasında sendikalar yeni fikirler
geliştirebilmelidirler. Kesin olan bir şey vardır ki, sendikasız bir endüstri ilişkileri
düşünülemeyeceği
gibi
geleneksel
sendikacılık
anlayışının
da
günümüz
şartlarında sürdürülemeyeceği ortadadır. Yapılması gereken, sisteme tam
teslimiyet ile sistemi bütünüyle ret arasında bir yol bulabilmek ve sosyal sorunları
da, sistemi de dönüştürücü çıkış noktaları üzerinde yeniden tasarlayabilmektir
(Koray, 2007: 49). Dolayısıyla, küreselleşme etkileri ne kadar abartılırsa abartılsın
sosyal politikaların geleceğinin öncelikle ulus devlet zemininde aranacağı da
unutulmaması gereken bir gerçekliktir (Özaydın, 2008:178). R kuşağının sahip
186
olduğu özelliklere rağmen korunması, sosyal güvencelere ve her türlü hakka sahip
olması çalışma hayatının olmazsa olmaz bir şartı olmalıdır.
2.3. Tutum Değişikliğinin İstihdam Kararlarına Yansıması
Bu bölümde, çalışma hayatında yaşanan değişimin işgücünün istihdam kararlarına
nasıl yansıdığına ilişkin bilgiler verilecektir. İşgücün istihdam kararları, çalışanların
psikolojik sözleşmelerini algılama biçimlerinden ve kariyer yaklaşımlarından
ölçümlenebilir.
Değişimle çalışma hayatında görülmeye başlayan yeni dinamiklerin işgücünün
psikolojik sözleşmeye ve kariyer yaklaşımlarına bakışlarını da değiştirmektedir. Bu
değişimlerin
nasıl
gerçekleştiği,
kuşak
dönüşümü
içerisinde
aktarılmaya
çalışılacak; bu algıları değiştiren etmenler, istihdam edilebilirlik ilişkisi ile ele
alınacaktır.
2.3.1. Psikolojik sözleşmedeki değişim
Tarafların
birbirlerini
algılama
biçimlerini
ifade
eden
psikolojik
günümüzde tarafların birbirinden beklentilerini de değiştirmektedir.
sözleşme
İstihdamın
istikrar, süreklilik, tahmin edilebilirlik, adalet, gelenek ve karşılıklı saygı gibi
özellikleri artık içermediği çalışma hayatında, kendine güven, esneklik ve uyumun
(Kakabadse, Bank ve Winnicombe, 2004:62) ön plana çıktığı yeni istihdam yapısı
psikolojik sözleşmenin içeriğini de değiştirmektedir. Öyle ki, kısa dönemli ilişkilerin
yaşandığı çalışma süreçlerinde şirket aidiyeti kavramı değişmiş olup, istihdamın
yarattığı nitelikli işgücü ile gelişen kendine güvenme güdüsü çalışanın algı
güdüsünü de değiştirmeye başlamaktadır. İşgücünün aidiyet duygusu uzun vade
yok anlayışı ile kaybettirildiği için firma ve işgücü arasındaki bağlarda giderek
kopmaktadır. Bu yüzden psikolojik sözleşme sadece çalışana bir kimlik
kazandırmakta
aynı
firmada
uzun
uzaklaştırmaktadır (Bauman, 2005: 37).
yıllar
kariyer
yapma
düşüncesinden
187
2.3.1.1. Psikolojik sözleşme tanımı ve süreci
Çalışma hayatında yaşanan değişimler ve bu değişimlerin yansımalarının bir etkisi
de psikolojik sözleşmede görülmektedir. Çalışma kavramında meydana gelen
değişim, esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaşması, işgücünde öne çıkan nitelik
vurgusu örgüt ve çalışanlar arasında yaşanan ilişkilerin büyük çapta değişmesine
neden olmaktadır. Psikolojik sözleşmenin anlamı, yeni ekonomik ve örgütsel
gelişmelerle birlikte çalışma ilişkilerinde ortaya çıkan değişimleri anlamada bu
yüzden daha da önemli hale gelmektedir. Çalışma kavramına karşı olan tutum
değişikliğini somut biçimde gösteren ve değişimi hissettiren işgücü kuşağında
yaratılan dönüşümün en önemli örneği olmaktadır.
İlk olarak, 1938’de Chester Barnard tarafından ele alınan psikolojik sözleşme
kavramı “çalışanların sosyal, psikolojik ve daha farklı ödülleri elde etmek için
kurumsal amaçlara sadakat konusunda ikna edilmesi gerektiği” yaklaşımı şeklinde
ifade edilmiştir (Purvis, Lynne, Cropley ve Mark, 2003:108). Psikolojik sözleşme,
“çalışanın kurum için yüksek düzeyde bir iş performansını göstermeyi taahhüt
etmesi, kurumun ise bunun karşılığında çalışanlara sürekli iş ve terfi fırsatları
sağlamasını” ifade etmektedir (Burke,1998: 41). Her iki tarafının birbirine karşı
beklenti içinde olduğu psikolojik sözleşme, çalışan ile firması arasında yazılı
olmayan beklentiler toplamı olarak tanımlanmaktadır. Buna göre, karşılıklı sözleri
ve yükümlülükleri içeren akit istihdam ilişkilerindeki karşılıklı beklentilere ve
yükümlülüklere ilişkin algılardan oluşmaktadır. Bu algı, çalışanların istihdam ilişkisi
sınırları içinde adil bir değişimin ne olduğuna ilişkin açıklanmayan inançları,
beklentileri ve sorumluluklarını içermektedir
(Maguire, 2003). Çalışanın çaba ve
bağlılık göstererek sorumluluğunu yerine getirdiği sözleşme yükümlülüğüne göre,
işverenin de buna karşılık iş güvencesi, ücret, kariyer imkânı gibi hakları
sağlaması beklenmektedir.
Literatürde, pek çok psikolojik sözleşme tanımları mevcuttur. Kimi yönetim
tarafından verilen sözlerin karşılanma düzeyine ilişkin kişisel inanç veya yönetim
ile çalışan arasındaki karşılıklı yükümlülükler olarak ifade etmiştir (Millward ve
Brewerton, 1999:254-255). Kimi çalışan ve örgüt arasında örtülü bir sözleşme ile
olan ilişkiler nedeniyle, tarafların birbirlerinden ne beklediklerini ortaya koyan ilişki
188
olarak tanımlamıştır (Kotter, 1973). Ancak yapılan her tanımda, tarafların karşılıklı
yükümlülükleri üzerine kurgulanmıştır.
Belirtilmelidir ki, önemli olan nokta
psikolojik sözleşmenin yazılı bir şeklinin olmadığı ve taraflarca dile getirilmemiş bir
şekilde oluşturulduğudur. Diğer tanımları tablodan da incelediğimiz üzere (Barger,
Eric Jacob, 2004:129’dan geliştiren İşçi, 2010: 16); psikolojik sözleşmede çalışan
ve yönetim arasındaki algının temel alınması, kişisel olması, beklentiler konusunda
anlaşma olması, ilişkilere yönelik olması, karşılıklılık ve değişkenlik göstermesi
tanımlardaki en temel ortak özelliklerdir (Rowley, s. 331’den aktaran İşçi, 2010:
16).
Çizelge 2.6. Psikolojik sözleşme tanımları
Rousseau
(1989,1990)
Yönetici ve çalışan tarafından beklenti ya da ilkelerin karşılıklı kabulüdür.
Çalışan ve yönetim arasında karşılıklı beklenti ya da yükümlülüklerin
tümüdür.
Çalışan ve yönetim arasında yazılı olmayan karşılıklı beklentiler
bütünüdür.
Çalışan ile yönetim ilişkisinde, birbirlerinden beklentilerine yönelik olarak
aldıkları ya da verdiklerini içeren örtülü sözleşmedir.
Taraflar arasında karşılıklı takas anlaşmasının durum ve koşulları
hakkındaki kişisel görüştür.
SchalkBoschand
Freese (1994)
Çalışan ve yönetim arasındaki ilişki iki şekilde açıklanabilmektedir. Bunlar
ilişki örtülü (psikolojik sözleşme) açık (sözleşme) olarak ifade edilebilir.
Herriot and
Pemberton (1995)
İş ilişkilerinde çalışan ve yönetimin kurumsal ve kişisel olarak ima ettikleri
yükümlülüklerin algısıdır.
Rousseau (1995)
Çalışan ve yönetim arasındaki karşılıklı takas ilişkileri hakkındaki çalışanın
kişisel görüşüdür.
Çalışan ile yönetim arasındaki örtülü, karşılıklı yükümlülükleri içeren
anlaşmadır.
Çalışan ile yönetim arasında var olduğuna inanılan zorunluluklardır.
Argysis (1960)
Levinson (1962)
Schein
(1965,
1978)
Kotter (1973)
Herriot (1997)
Kickul ve Lester
(2001)
Yönetimin, çalışan karşı işe başlarken taahhüt ettiklerini karşılama
durumudur.
Kaynak: Eric Jacob Barger, “Emprically Based Model of Psychological Contract” Doctor of
Philosophy Dissertation, George Mason University, Department of Phychology, Fairwax
VA, 2004, s. 129’dan geliştiren İşçi, 2010: 16)
Kingshott (2006)
Tanımlarda yapılan çalışan ve firmanın birbirinden karşılıklı beklentilerinin ne
olduğu ise şu şekilde ifade edilmektedir. Bireyin örgütten beklentileri ücret, bireysel
gelişim, yaptığı işte tanınma, iş güvenliği, uygun arkadaşlık ilişkileri ve terfi gibi
imkanlar olurken; firmalar ise örgütsel bağlılık, iş etkinliği, öğrenme ve gelişim için
esneklik ve gönüllülük gibi örgüt stratejisine katkı beklemektedir (Kotter,1973: 93).
Böylece dürüstlük, güvenirlilik,
bağlılık, iyilik, mutluluk ve performans karşılıklı
189
taahhütlerin yerine getirilmesinden sonra beklenilen örgütsel davranışı ortaya
çıkarmaktadır (Guest, 2004: 10).
Psikolojik sözleşme; tarafların gelecekte varılmak istenen amaçlara yönelik
yükümlülüklerini, değer ve inançlarını taahhüt eden bir sözleşmeyi ifade etse de,
Rousseau daha farklı bir tanımlama ile kavrama farklı bir bakış açısı
kazandırmaktadır. Bu fark, bilgi ve iletişim teknolojileri ile bilgi toplumuna doğru
değişimin yaşandığı süreçte iş güvencesini yitirerek kaygı ve endişe içerisinde
olan insan öğesinin bilişsel, ussal ve algısal yönünü de psikolojik sözleşmede
önemsemeyi öngörmektedir.
Psikolojik sözleşmenin örgütsel stratejiye vurgu yapan bir özelliği de vardır. Yaş,
cinsiyet, eğitim, örgütteki düzeyi, işin çeşidi, çalışma saatleri, istihdam sözleşmesi,
etnik kökeni, görev süresi, kazancı gibi çalışanın bireysel özellikleri ile örgütsel
hedeflerin aynı doğrultuya getirilmelidir. İnsan kaynakları politika ve uygulamaları,
liderlik,
çalışma ilişkileri, çalışma ortamının kalitesi gibi çalışma şartlarını
iyileştirici
örgütsel
politikalar
neticesinde
psikolojik
sözleşme,
tarafların
yükümlülüklerini yerine getirmesine yardımcı olmalıdır. Böylece, uygulanan
politikalar ile adalet ve güven algısına göre kendini firmasına ait hissedebilen
çalışanlarda bağlılık, iş tatmini, iş yaşam dengesi, motivasyon, stres gibi olumlu
tutumsal sonuçlar görülecektir. Bu neticede, çalışanlar işe katılım, iş performansı,
örgütsel vatandaşlık davranışı gibi davranışsal sonuçlar sergileyeceğinden bütün
bunlarda örgüt stratejisine olumlu olarak yansıyacak etkiler gösterecektir (Guest,
2004: 11). Dinamik bir karakter taşıyan sözleşmeler, öznel algılar üzerine
kurgulanmaktadır. Özellikle de bu algı, sözleşmenin öznelliğini çalışanın kendisine
göre algılaması olarak belirtilebilir. Bu yüzdendir ki, psikolojik sözleşme sosyal ve
bilişsel özelliklere de sahiptir (Şahin 2010: 88).
Psikolojik sözleşmeler, işlemsel ve ilişkisel olarak ikiye ayrılmaktadır. İşlemsel
sözleşmeler, daha çok yüksek ücret, performansa dayalı ücret, kısa dönemli
çalışma gibi maddi konuları içerirken; ilişkisel sözleşmeler ise açık uçlu ve
nispeten daha belirsiz anlaşmalar olarak ifade edilirken uzun dönemli iş güvencesi,
kariyer gelişimi ve bireysel problemlere destek olma gibi unsurları içermektedir
(Şahin, 2010: 89). İşlemsel sözleşmeler, daha kısa dönemli, çalışma kapsamına
190
odaklı maddi yükümlülüklerle ilgili iken; ilişkisel sözleşmeler, uzun süreli yerine
getirilmesi beklenen yükümlülüklerle ilgili olup, güven ve bağlılık gibi olgulara
dayandırılabilen sosyo-duygusal yükümlülüklerin oluşmasını sağlamaktadır (Şahin,
2010: 89). Bu ayrıma ek olarak, bir de Rousseau ve Wade-Benzoni’ni tarafından
yapılan sınıflandırmada mevcuttur
(Rousseau, Denise, Wade-Benzonı ve
Kimberly, 1994: 468). İşlemsel ve ilişkisel olarak ikiye ayırdığı psikolojik
sözleşmeyi, dengeleyici sözleşmeler ve transisyonel (Geçici) sözleşmeler olarak
da ayırmaktadır. Bu ayrıma göre dengeleyici sözleşmeler, değişen performans
koşullarına bağlı olarak hazırlanmış, iş ilişkilerine yönelik oluşturulmuş açık uçlu
sözleşme olarak ifade edilmektedir. İşe ilişkin performans beklentilerin hiç yer
almadığı ya da az yer aldığı ve gelecek zamanda oluşacak işe ilişkin taahhütlerin
eksikliğini belirten sözleşmeler ise transisyonel (geçici) sözleşmelerdir. Bu
sözleşme, tarafları arasındaki karşılıklı taahhütlerin bozulması biçimindeki
dengesiz durumlar gibi psikolojik sözleşmenin ihlal edilmesi veya işveren ve
çalışan tarafları arasında karşılıklı düzenlemelerin oluşturulmadığı durumlarda
ortaya çıkmaktadır.
Psikolojik sözleşme belirli bir zamanı dilimi içinde tarafların birbirlerine karşı
yükümlülüklerini içeren bir süreci ifade etmektedir. Bu süreç, daha çok çalışanın
algılarıyla tanımlanmaktadır.
Şekil 2.4. Psikolojik sözleşme süreci
Kaynak: Denise M.R. (1989). aktaran İşçi, 17. “Psyhological and Implied Contracts in
Organization”, Employee Responsibilities and Rights Journal, 2(2), 125.
Psikolojik sözleşme çalışma hayatında yaşanan değişimlere bir değişim süreci
geçirmektedir. Güven; uzun bir geçmişe dayalı ilişki bağında kurulan sözleşme
günümüzde esneklik ve uyum kavramlarına göre inşa edildiğinden psikolojik
sözleşme çalışanın algılarını değiştirmektedir. Bu yüzden, yaşanan değişimle
191
ortaya çıkan sözleşmedeki algı farklarının daha da iyi ortaya çıkarılması için eski
sözleşmelerinin özelliklerini belirlemek ve istihdam ilişkilerindeki değişimi yeni
sözleşme ile ele almak, çalışanın tutum değişikliği yaratan istihdam kararlarını
anlamak için faydalı olmaktadır.
2.3.1.2. Değişen psikolojik sözleşme yapısı
Çalışma hayatında yaşanan değişim süreci, işgücünde olduğu gibi istihdam
ilişkilerinde değişim yaratmaktadır. İstihdam ilişkisinin temelini oluşturan psikolojik
sözleşmede işgücünde dönüşüm gösteren yeni kuşağa göre yapı değiştirmektedir.
Yeni psikolojik sözleşmenin, en önemli özelliği değişim ve belirsizliktir. İstihdamın
istikrar, süreklilik, tahmin edilebilirlik, adalet gelenek ve karşılıklı saygı gibi
özellikleri artık içermediği; yeni özelliğin kendine güven, esneklik ve uyum olduğu
vurgulanmaktadır (Kakabadse, Bank ve Winnicombe, 2004:62). Buna göre, kariyer
süreci artık çalışanların ellerine bırakılmakta ve bu süreçte bütün vasıfları
edinmenin zorunluluğu ile çalışan baş başa kalmaktadır. Yaşam boyu öğrenme ve
rekabet kişiliklerinin bir parçası haline getirilmek zorunda bırakılmakta, istihdam
güvencelerinin bir sigortası olarak görülmeye başlanmaktadır. Bu nedenle
paternalizm yerini kendine güvene bırakmıştır (Cascio:403).
Tam istihdam, büyüme ve tahmin edilebilirlik üzerine kurulan eski psikolojik
sözleşmenin bu sacayakları yıkılarak, yeni sözleşme esneklik, kendine güven ve
yetkinlik sacayaklarından oluşmaktadır.
192
Çizelge 2.7. Eski ve yeni psikolojik sözleşme arasındaki farklar
Eski Psikolojik Sözleşme
Yeni Psikolojik Sözleşme
İstikrar, tahmin edilebilirlik
Değişim, Belirsizlik
Süreklilik
Geçicilik
Standart çalışma
Esnek çalışma
Bağlılığa ve sadakate değer verme
Performansa ve vasıflara değer verme
Paternalizm
Kendine Güvenme
İş güvencesi
İstihdam Güvencesi
Doğrusal kariyer gelişimi
Çoklu Kariyer
Bir defalık öğrenme
Yaşam Boyu Öğrenme
Çalışan kimliği ve değeri işletme tarafından
Çalışan kimliği ve değeri çalışanın kendisi
belirlenir.
tarafından belirlenir.
Büyüme için temel yol terfi
Büyüme için temel yol kişisel başarı hissi
Kaynak: Cascio, W. (2003). " Changes in Workers”, Work and Organizations Handbook of
Psychology, Industrial and Organizational Phschology, Newyork: Wiley, (12), 403.
Bu tablodan yola çıktığımızda, çalışan ve yönetim arasında karşılıklı beklenti ya da
yükümlülüklerin tümü olarak ifade edilen ve tarafların birbirlerini algılama
biçimlerini ifade eden psikolojik sözleşmenin, günümüzde tarafların birbirinden
beklentilerinin değiştiğini söyleyebiliriz. Kısa dönemli ilişkilerin yaşandığı çalışma
süreçlerinde şirket aidiyeti kavramı değişmiş olup, istihdamın yarattığı nitelikli
işgücü ile gelişen kendine güvenme güdüsü çalışanın algı güdüsünü de
değiştirmeye başlamaktadır.
Çizelge 2.8. Sparrow’a göre eski ve yeni sözleşme arasındaki farklar
Sözleşme Unsuru
Değişim Ortamı
Eski Sözleşme
İstikrarlı, kısa dönem odaklı
Kültür
Paternalizm, güvencenin
bağlılıkla değişimi
Ödüller
Kademe, pozisyon ve statüye
göre verilmektedir.
Terfi
Beklenen kıdem, teknik
yeterlilik
Sık değildir ve çalışanın
koşullarına bağlı olmaktadır.
Performans gösterilirse
yaşam boyu istihdam
Çok önemli
Yeni Sözleşme
Sürekli değişim
Performans gösterenler
ödüllendirilmekte ve sözleşmeleri
devam etmektedir.
Katılıma göre verilmektedir.
İş zenginleştirme, yetkinlik geliştirme
Daha az olanak, hak edenler için yeni
kriterler
Yataydadır, işletmeyi gençleştirmek
için kullanılır, yönetilen bir süreçtir.
Bir işi olduğu için şanslıdır, hiçbir
garantisi yoktur
Yetkinlik ve kredibilite ile elde edilir.
İstihdam edilebilirliğini geliştirmek
Kişisel Gelişim
İşletmenin sorumluluğudur.
bireyin sorumluluğudur.
Güven istenilir ama çalışanların daha
Yüksek düzeyde güven
Güven
çok projeye ya da mesleğine bağlılığı
mümkündür.
beklenir.
Kaynak: Paul R.S. (1996). Akt. Yılmaz, 2009, 38. “ Transitions in The Psychologial Contract: Some
Evidence From The Banking Sector”, Human Resource Management Journal, 6(4), 75-92.
Motivasyonel Unsur
Terfi dayanağı ya da
Unsuru
Hareketlilik
Beklentileri
İşten Çıkarma/Kıdem
Garantisi
Statü
193
Küreselleşme ve yansımalarının çalışma hayatında etkileri ortaya çıktıkça, çalışma
kavramının anlamını yitikleştirdiği görüşü de artmaya başlamaktadır. Esnek
çalışma biçimleri, ana odaklanan bir anlayış ve niteliklerine rağmen her an işini
kaybetme kaygısı günümüzün belirsizlik etkili bir bireyselleştirici gücü olmaktadır
(Sennett, 2012:129). Yalnızlaşan ve bireyselleşen işgücünün aidiyet duygusunu
uzun vade yok anlayışı ile kaybettirildiği için firma ve işgücü arasındaki bağlarda
giderek kopmaktadır. Bu yüzden, psikolojik sözleşme sadece çalışana bir kimlik
kazandırmakta önceden aynı firmada uzun yıllar kariyer yapma düşüncesinden
uzaklaştırmaktadır (Bauman, 2005: 37).
2.3.1.3. Yeni kuşağın psikolojik sözleşme teması
Teknolojik
gelişme
işgücü
üzerinde
çalışanların
tutum
ve
davranışları,
ücretlendirme türleri, işletmelerin yapı ve işleyişleri gibi sosyal olguların
açıklanmasında önemli bir değişim aracı olmaktadır. (Aksoy, 2012:401). Bu
değişim, küreselleşme ile beraber daha da derin etkiler yaratmaya başlamış ve
özellikle de 2008 ekonomik krizinden sonra işgücü kuşaklarında yepyeni bir
kuşağın oluşum altyapısını atmıştır.
Oluşan yeni kuşakla sorumlulukları artan, birden fazla iş yüküyle karşılaşan, dikey
hareket yerine muğlak yatay hareketlerle kariyer planını farklı kurgulayan oldukça
nitelikli bir işgücü kuşağı yaratılmıştır. Temel özellikleri, yaratıcılığı yüksek,
sorumluluk alabilen, yetkiyi kullanabilen, sürekli gelişmeye açık, yenilikleri takip
eden esnek hareket yeteneğine sahip (Keser, 2005:184) bu kuşağın, psikolojik
sözleşmeleri de geleneksel sözleşmelerden farklılaşmaktadır. Mesai saatlerinden
çıkarak, işi hayatıyla özdeşleştiren, işini bir kimlik gibi taşımak zorunda kalan bu
kuşak,
esneklik
özelliğinden
dolayı
çalışma
kavramına
farklı
bir
tutum
sergilemektedir. Değişimin, bu kuşağa kattığı en büyük değer taşları, sürekli
kendini yenileme güdüleridir. Öyle ki, bu durum Sennett’e göre çalışanın çalışma
hayatındaki konumunu koruma yeteneği belli bir işi ne kadar iyi becerebildiğinden
değil, henüz öğrenmemiş yeteneklerini ne kadar kısa sürede öğrenebilme
yeteneğinden kaynaklanmaktadır (Sennett, 2010:422). Psikolojik sözleşmede
sürekli kendini geliştirme özelliği çalışanın üzerindeki en temel yükümlülük
olmaktadır. Bu yüzden, bu temel yükümlülük entelektüel bilişsel düzeyi, iletişim
194
becerisi, sosyal uyum yetisinin gelişmiş olması, organizasyon kurabilme, çabuk ve
etkili çözümler üretebilmesi gibi özelliklerle psikolojik sözleşmelerinin çizgilerini
oluşturmaktadır.
Sürekli kendini geliştirme özelliğinin, çalışana atfedilmiş olması, esnek çalışma
biçimleri ve entelektüel vurgu işgücünde bireyselleşme de yaratmaktadır.
İşgücünde çalışma ortamının işgücüne esnek ve daha fazla bireysel iş görme
nitelikleri katmasıyla işgücünün ortak amaçlar için bir araya gelmesi, yönetilmesi
ve ortak bir örgüt kültürü oluşturabilmesini güçleştirmektedir (Keser, 2005:191).
Artık yaşam boyu işler yok (Bauman, 2000d: 55) kuralının işlerlik kazanması,
çalışanın kendisiyle ve diğer çalışanlarla rekabetine dönüşmektedir. Böylelikle,
işgücünün
parçalanma
ve
bireyselleştirilme
süreci,
çalışanlar
arasındaki
ayrışmaları da derinleştirmektedir (Kart, 2011b: 1182). Bu kuşağın yüksek vasfı,
heterojen
yapısı,
mobilitenin
yüksek
oluşu
psikolojik
sözleşmeyi
bireyselleştirmektedir. Bu yüzden, psikolojik sözleşmede her çalışanla bireysel
bazda yapılan, çalışanın performans ve niteliklerine göre ücretlendirmelere tabi
olduğu işverenle pazarlıklarını nitelikleri ölçütünde yapabilen bireysel bir formata
dönüştürmektedir.
Çalışanların, esneklik yönleriyle farklı görev ve faaliyetleri yapabilmesi; ben bu işi
yaparım, şundan sorumluyum şeklinde tanımlayabileceği sabit bir görevinin
olmaması (Sennett, 2012: 18) sermayenin kendi ‘çalışan seçkinini’ yaratması
(Gorz,2001:68,69), entelektüel faaliyetlere ilişkin nitelikleri ön plana çıkarması R
kuşağının psikolojik sözleşmelerinde değişim yaratan özelliklerini oluşturmaktadır.
Özellikle de çalışanların görev tanımlamalarında bir netlik oluşturulmadan
(Sennett, 2012: 22), esneklik ilkesinin, işin gereklerine ve yüküne göre de biçim
alabilmesi (Jessop, 2009: 162), psikolojik sözleşmedeki çalışanın görevini yerine
getirmek yükümlülüğünü yapmasında farklı algılar yaratmaktadır. Sözleşmedeki en
temel
görev
yükümlülüğü,
bir
belirsizliğe
dönüşerek
her
işi
yapabilme
yükümlülüğüne dönüşmektedir. Sürekli kendini geliştirme ve entelektüel vurgu
çalışanlarda, eğitim, yaş, bireysel ve fark yaratıcı özellikleri, cinsiyet ve iş
deneyimine kadar tüm niteliklerinin birer verimlilik ve kar stratejisine dönüştüğü bir
psikolojik sözleşme alt yapısı hazırlatmaktadır. Çalışanın, istihdam edilmesinde
195
öncelikli karar unsuru, adayın kişiliği ve çalışma karşısındaki tutumudur ki (Gorz,
2001: 66), bu özellikler R kuşağının tipolojisini oluşturmaktadır.
Çalışanlardaki
niteliği
verimliliğe
dönüştürecek
unsur,
çalışanların
bütün
niteliklerini özgürce kullanabilecekleri bir atmosferden geçmektedir. Bu yüzden
çalışanın iş özerkliği, performansı artırıcı bir özellik olarak (Aguiton, 2005:112)
psikolojik sözleşmelerinde yer almaya başlamıştır. İş prosesine uygun, anında
karar alma ve karar vermeyle özdeşleştirilen özerklik yüksek üretkenlik ve etkinliğe
yol açan motivasyon ile çalışanın işe katılımını yönlendiren bir işlevi olmaktadır.
(Mann, 2007). Çalışanı iyi eğitimli, özgün ve yaratıcı kendine güvenli bir imaj çizme
gibi özeliklerle ifade eden kavram (Kart, 2010:128) kimine göre, çalışanın kendi
üzerindeki
kontrolünü
sağlama,
kendini
sürekli
geliştirme
ve
işe
ilişkin
sorumluluğunu genişletme isteğini artırma amacı taşımaktadır. Özerklik çalışanın
işini kaybetmemesi için zorunlu bir koşul olmaktadır (Kart, 2010:184). Bu yüzden,
amaç çalışanı daha bağımsız kılma anlayışının arkasında yine verimlilik ve kar
kokan çalışanın gerçekte özerk kılınması değil, çalışmaya daha fazla özendirilmesi
(Sennett, 1992:123) düşüncesi vardır.
Psikolojik sözleşmeye eklenen bir diğer fark, duygusal emek kavramıdır. Çalışanın
kendi kişiliğini askıya alarak, bütün duygularını işe ilişkin profesyonel bakışa
çeviren bu tutumda, çalışanın işi için en uygun duyguyu ve neticesinde en uygun
davranışı sergilemesi beklenmektedir. Duygusal emek, işverenler tarafından
istenen işin gereksinimlerine uygun duyguların gösterilmesi için bir etki (baskı) ve
çalışanların hizmet verdikleri süre içinde, kendilerinden beklenen duyguları
sergilemeleri olarak ifade edilmektedir (Mann, 2007). Çalışanın, çalışma alanında
kendi gerçek duygularını gizleyerek gerçek duygularını değiştirmelerini zorunlu
hale getiren, iş sürecine göre maske seçtiren ve sürekli iyi görünmeyi işlerinin bir
parçası olarak görmelerine yol açan (Kart, 2010:318) bir güdü yaratılmaktadır.
Çalışanın, sosyal ve kişisel kimliğini etkileyen, kendilerine yabancılaştıran, sahte
bir tavır sergilettiren bu tutum hedeflere ulaşmak adına olmazsa olmaz unsur
haline getirilmektedir. Öyle ki, sürekli bu davranışla işinde başarılı olan
çalışanlarda
bu
durum
oldukça
normalleşerek
bir
kanıksama
durumu
yaratmaktadır. Gerçek kendisiyle, dönüşen kendisi arasındaki çelişkiyi sorgulamak
isteyen çalışanlar baskı ve stres ile yüz yüze kaldığından, istihdamda kalmak
196
adına bu sorgulamayı yapmaktan kaçmaktadır (Kart,2010:325). Bu durum,
çalışanın kendisine yabancılaştırırken, firması ile istihdam ilişkisi kurabilmesi bir
uyumsuzluk yaratmakta ve çalışanın otantik kimliği kaybolmaktadır (Ashforth,
Blake, Humphery cd Ronald, 1993:107). Bu da işgücünde duygusal uyuşukluk,
metalaşma ve yabancılaşma yaratmakta (Kart. 2010:326) işgücünü aynı kılıflara
sokmaya çalışan robot bir karakter yaratmaktadır. Bu durum, Kart’ın çalışmasında,
çalışanların ağızlarından şu şekilde ifade edilmektedir (Kart, 2010:320,321).
“ …bedenimiz konuşmalarımız kişiye göre değişiyor bizim sektörde herkes aynı
şeyi düşünüyor; özel yaşantım da asla görüşmeyeceğim insanlarla muhattap
oluyorum (G14); …ben hangisiyim demeye başlıyorsunuz, başta kendimi kötü
hissediyordum ama profesyonelleştikçe işin gereği bu demeye başlıyorsunuz…”
Bu kuşağın, psikolojik sözleşmelerini algılamalarında değişim görülen noktalardan
biri de, güven kavramına ilişkindir. Her iki tarafın birbirine karşı yerine getireceği
yükümlülükler üzerine kurulan psikolojik sözleşmenin en temel sacayağı, güven
üzerine kurgulanmıştır. Özellikle, ilişkisel sözleşmelerde ilişki, çalışanın ekonomik,
sosyal ve duygusal ihtiyaçları için önemli olmakta ve daha derin bir güven
düzeyine
yol açmaktadır (Whitener, Brodt, Korsgaard ve Werner,1998). Bu
yükümlülükler, yerine getirilmediğinde psikolojik sözleşme ihlali ortaya çıkmakta ve
en önemli sacayağı olan güven zedelenmektedir. Ancak, değişim bu noktada da
kendini göstermektedir. Çalışanın her an işten çıkartılabileceği kaygısı, işverenin
ise her an çalışanının işi bırakıp başka bir işletmeye geçebileceği düşüncesi
güveni algılama biçimini de değiştirmektedir. İstihdam edilebilirlik kavramı ve yeni
kariyer yaklaşımları, bireyselleşen nitelikli işgücü, şirket aidiyetini kaybeden bir
işgücü yaratmaktadır. Bu yüzden de, güven taraflarca farklı algılanabilmektedir.
(Pate ve Malone, 2000: aktaran Dikici, 2005:209).
İşverenin
sözleşmeye
her
uymayışı,
çalışan
tarafından
bir
ihlâl
gibi
değerlendirilmeyebilir. Bu süreçte, işsizlikle karşı karşıya kalanların çoğunun
eğitimli ve nitelikli olmasından kaynaklı, işsizliğe bakışın değiştiği bir çalışma
anlayışında, istihdamda kalma, çalışanın yükü olduğundan, güven sadece çalışan
için elde ettiği işinin kimliği ve aldığı ücret olmaktadır (Sennett-2009b:63). İş
güvencesinin yitirilip istihdam edilebilirlik kavramının ön plana çıkmasıyla, işverene
197
karşı duyulan güvenin giderek azalması psikolojik sözleşmedeki bu unsura da
farklı bir bakış getirmektedir. Şirket aidiyetini kaybetme duygusu bu noktadan
türemektedir. Kendi duygularına yabancılaştıran bir çalışma hayatı, işverene karşı
da profesyonel bir bakışı getirmekte ve işi basamak olarak kullanan bir işgücü
yaratmaktadır. Bu yüzden, güven bağı azalmaktadır. Bu kuşağın iş tatmini
sağlayan
faktörleri
de
değişmektedir.
Çalışanın
işiyle
ilgili
öznel
bir
değerlendirmesini (Clark, 1996:189) ifade eden iş tatmini, çalışanın işinden ne
istediği ile, ne elde ettiğine ilişkin algısı arasındaki ilişkinin bir fonksiyonunu ifade
etmektedir (Hess, Narelle, Denise ve Jepsen, 2009: 263). İş tatmini, çalışanın
psikolojik sözleşmesinde var olan beklentilerinin karşılanma derecesidir (Dikici,
2005: 46-48). Şüphesiz ki, işe ilişkin aldığı ödüller ile sunduğu katkıya biçtiği değer
arasındaki algıladığı uyum ne kadar fazla ise iş tatmin düzeyi o kadar yüksek
olacaktır (Dikili, 2013:211).
Literatürde yapılmış olan değişik araştırma
sonuçlarına göre, iş tatmini sağlayan nedenler; ücret, işin kendisi, terfi olanakları,
yönetim, çalışma grubu ve çalışma şartları olarak gösterilmekte ise de; bunların
arasında ücret ve işin kendisi (yani maddî unsurlar) en çok iş tatmini sağlayan
unsurlar olarak görülmektedir (Mimaroğlu, 2008: 95). Ancak, ilişkisel psikolojik
sözleşmelerinin de yüksek iş tatmini düzeyleri ile karakterize edildikleri yapılan
araştırma sonuçlarında görülmektedir (McDonald, David, Peter ve Makin,
2000:88).
Özerklik
Sürekli
Gelişim
Çoklu
Kariyer
Duygusal
Emek
Bireysel
Performans
Entellektüel
Nitelik
Şekil 2.5. R kuşağı psikolojik sözleşme temaları
198
2.3.1.4. Yeni kuşağın istihdam edilebilirliğinin psikolojik sözleşme ile ilişkisi
Günümüzde işletmeler istihdam güvencesi yerine istihdam edilebilirlik güvencesi
vermektedir (Kıeselbach ve Mıller, 2002:14). Taraflar arasındaki psikolojik
sözleşme değişimle beraber, işgücünün nitelikleri dolayısıyla işe alınması üzerine
kurulmakta ve işletmenin bunlara ihtiyacı kalmadığı anda sona ermektedir
(Borgen, 1997:136). Değişim, psikolojik sözleşmede uyum ve dönüşüm olarak iki
farklı
şekilde
gerçekleşmektedir.
Uyum,
birtakım
değişikliklere
rağmen
sözleşmenin özde devam etmesi iken; yeni bir sözleşme yaratma amacı taşıyan
ve örgütsel bağlılığı azaltan dönüşüm (Rousseau, 1996: 50-51), kısa dönemli mali
hedeflerden müşteri tatminine, hayat boyu istihdamdan kısa dönemli istihdama gibi
sözleşmede radikal değişikliklere (Karake-Shalhoub, 1999: 62)) giderek yapının
değiştirilmesidir.
Çalışanlar açısından bir psikolojik sözleşmenin kurulması ve yürütülmesi, kariyer
gelişim olanaklarının bulunması, işin içeriği, finansal ödüllerin bulunması,
işbirliğine dayalı bir çalışma ortamının olmasından geçmektedir. Ayrıca, işi başarı
ile yapabilmek için geri bildirim ve yol gösterimi içeren kişisel desteğin mevcudiyeti
ve özel hayata saygı gösterilmesi gibi faktörlerin etkisiyle kurulmaktadır (DE VOS,
Ans; Buyens, ve Chalk, 2003:6). Ancak, günümüzde bu faktörler değişimden
etkilenmektedir.
Yeni psikolojik sözleşmenin kilit değeri istihdam edilebilirliktir. Çalışanın başka
işletmelerde de istihdam edilebilirliğini sağlaması, çalışana sürekli kendini
geliştirme güdüsü vermektedir. İstihdam edilebilirlik temasıyla kurulan yeni
psikolojik sözleşmenin de, çoklu kariyere sahip olmayı hedeflemesi, kariyerini
geliştirmeyi kendi sorumluluğunda görmesi, yeni başarılar tanımlaması, yaşam
boyu öğrenme güdüsü değerleri üzerinden yükseldiği vurgulanmaktadır (Yılmaz,
2009: 43). Bu değerlerde, dolayısıyla çalışanı istihdam edilebilir kılmaktadır.
Esnek çalışma biçimleri, iş güvencesizliği ve bunun istihdam sözleşmelerine
yansıması çalışma kavramına bakışı farklılaştırmaktadır. Kariyer gelişimini kendi
sorumluluğunda gören bu işgücünde, işsizliğe bakışında farklılaşması psikolojik
sözleşmedeki istihdam kararlarını etkileyen unsur olmaktadır. Öyle ki, bir işten
199
çıkıp başka bir işe yerleşmenin süresi ve iş bulmanın zorluğu her yıl artmaktadır
(Heery ve Salmon, 2003:3). Sennett’e göre (2009: 63), özellikle de günümüzde
işsizlikle karşı karşıya kalanların eğitimli ve niteliklilerden oluşması, çalışanların
istihdam kararlarını belirlemede ve psikolojik sözleşmeye bakışta farkı yaratan en
önemli özellik olmaktadır. Kuralsızlaşma, esnekleşme ile iş güvencesinin
kaybolmaya başlaması da aynı şekilde çalışanların tutum ve davranışlarını
farklılaştırmaktadır. Bu farklılaşma da yüksek eğitimli genç çalışanlar bu
değişikliklere daha çabuk uyum gösterirken, yapılan araştırmalarda, yaşlı
çalışanların bu değişim karşısında kendilerini ayarlayamadıkları görülmektedir.
Genç ve nitelikleri yüksek olan çalışanlarda, yaşlılara oranla istihdam edilebilirlik
düşüncesini kabul etmektedir (Sharpeden aktaran Yılmaz, 2009: 44).
Günümüzde, değişimle çalışan üzerindeki sorumluluklar artmaktadır. İstihdam
sorumluluğu ve piyasada hangi vasıfların aranılır olduğunun tespitini çalışanın
yapması gerekmektedir. Mesleki uzmanlık, öngörü ve optimizasyon (tahmin etme
ve en iyi şekilde kullanma), bireysel esneklik, kurumsal his ve denge yetkinlikleri
geliştirerek çalışan istihdam edilebilirliğini artırmalıdır (Van Der Heijden, 2006).
Çalışanın, değişimleri öngörerek kendini hazırlaması, değişimin getirdiklerine
uyum
göstermesi,
sorumlulukların
paylaşımı,
deneyim,
duygular,
itibar,
başarısızlıklar, amaçlar ile ilgili olan kurumsal hisse sahip olması, kendi çıkar ve
hedefleri ile işverenin çıkarları arasında köprü kurabilmesi çalışanın psikolojik
sözleşme kurabilmesinde etkili olan faktörler olmaktadır. Bu faktörlerle beraber,
çalışanın eğitim düzeyine, işgücü piyasalarına ilişkin bilgilerine, içsel ve dışsal
işgücü piyasasındaki mevcut alternatiflerinin varlığına da bağlı olmaktadır.
İstihdam edilebilirliğinin yüksek olduğunu düşünen çalışanlar, daha fazla iş
alternatifine sahip olacaklarından daha az iş güvencesi hissetmektedir (Wittekind
ve diğerleri, 2009’ dan aktaran Yılmaz, 2009:154).
İlk bölümde detaylı bir biçimde aktardığımız değişiminin nedenleri vasıflarda bir
kutuplaşma yaratmaktadır. Sadece çok az sayıdaki elit iş çalışanlara otonomi ve
kendilerini gerçekleştirmeyi sağlayabilmektedir. Öyle ki, yaşanan son mali kriz
sonrasında da güç dengelerinin nitelikli çalışanlar lehine değişmediği de ortaya
çıkmıştır. Her durumda, işten çıkarmalar karşısında korumasız durumda olan
işgücün nitelikleri bu durumu değiştirememektedir (Yılmaz, 2009:151). Nitelikler,
200
sadece işgücü piyasasına pasaport niteliğindedir. Bu pasaport, istihdam için
olmazsa olmaz şart olduğundan rekabet ortamında, sıradan bir iş alımı için bile
yüksek nitelikli çalışanların seçimi, rekabeti daha da artırmaktadır. Daha yüksek
vasıflar gerektiren işlerin sayısı azken, bu işler için birbirleriyle rekabet eden vasıflı
birey sayısı artık daha da fazlalaşmıştır. Ayrıca, kendilerine yapılan bu yatırımların
karşılığını da yaptıkları işlerden nakde çeviremeyen nitelikli işgücün sayısı oldukça
fazladır (Brown, Philip, Heskelth ve Williams, 2004). R kuşağı tipolojisinde de
yüksek niteliğe rağmen, birden fazla işi üstlenip, bunun karşılığını alamamaları bu
bilgilerin doğruluğu göstermektedir. Bütün bunların ışığında, psikolojik sözleşmeyi
oluşturan faktörlere vize verecek olan ve işgücü piyasasına sokacak olan yine
çalışanların eğitim düzeyleri olmaktadır. Bu yüzden, bu eğitim farkındalığı ile
çalışanların bilgi, tutumlar türünden istihdam edilebilir varlıkları, bu varlıkların
çalışan tarafından değişime uygun olarak kullanabilmelerine ilişkin uyum
yetenekleri (McQuaid ve Lindsay,2000), çalışanların piyasada ki rollerini ve
çalışma kavramını nasıl algıladıklarına ilişkin olarak psikolojik sözleşmelerini
algılama biçimlerini de değiştirmekte, istihdam edilebilirliklerini farklılaştırmaktadır.
Çizelge 2.9. İstihdam Edilebilirlik Vasıfları ve Özellikleri
Kişisel durumlar
Bireysel Faktörler
İstihdam Edilebilirlik
Vasıfları ve
Özellikleri
Temel özellikler: Dürüstlük, kişisel sunum; güvenilirlik, çalışma istekliliği,
çalışmaya ilişkin tutum, sorumluluk, öz disiplin
Kişisel
yetkinlikler:
Proaktivite;
çalışkanlık;
öz
motivasyon;
değerlendirme; insiyatif; girişkenlik; güven, bağımsız eyleme geçebilme
Anahtar transfer edilebilir vasıflar: nedenleme, sorun çözme; uyum
gösterme, iş süreçleri yönetimi; takım çalışması, kişisel görev ve zaman
yönetimi; işlevsel hareketlilik; temel bilgi teknolojileri vasıfları, temel kişiler
arası iletişim vasıfları; duygusal ve estetik müşteriye hizmet vasıfları
Yüksek düzey transfer edilebilir vasıflar: takım çalışması; ticari
farkındalık; sürekli öğrenme; vizyon
Kualifikasyonlar: formel akademik ve mesleki kualifikasyonlar
İş bilgisi temeli: iş tecrübesi; genel iş vasıfları, meslek spesifik vasıfları
İşgücü piyasasına bağlılık: işsizlik süresi; işsizlik süresi ve sayısı
Demografik özellikler: yaş, cinsiyet
Sağlık ve iyi olma durumu:
Uyum ve hareketlilik: coğrafi hareketlilik; ücret esnekliği; mesleki
esneklik
Hane durumları
Doğrudan bakım sorumlulukları
Eş,Çocuk, yaşlı bakımı
Diğer aile bakım ve sorumlulukları
Aileye karşı finansal sorumluluklar, zamansal sorumluluklar
Diğer hane durumları: Güvenli, ulaşılabilir, uygun barınma, ulaşım.
Çalışma kültürü: çalışmanın teşvik edildiği ve desteklendiği aile, iş
arkadaşları diğer kişisel ilişkiler hatta topluluk kültürünün varlığı
201
Çizelge 2.9. (devam). İstihdam Edilebilirlik Vasıfları ve Özellikleri
Dışsal faktörler
İstihdam Edilebilirlik
Vasıfları ve
Özellikleri
Talep faktörleri
İşgücü piyasası faktörleri: Yerel ya da bölgesel bazda talep düzeyi;
ihtiyaç duyulan vasıf düzeyi gibi meydan okumalar, değişen tüketici
beklentileri
Makro ekonomik faktörler: Makro ekonomik istikrar; ulusal ekonomide
emek talebinin doğması
İşe alım faktörleri: işverenlerin formel işe alım prosedürleri; işverenlerin
genel seçim tercihleri; işverenlerin personel arama kanalları, ayrımcılık
Kolaylaştırıcı devlet faktörleri
İstihdam politikası faktörleri
Kaynak: Ronald W. McQuaid (2005). aktaran Yılmaz,2009:166.TheConcept Of Employability,
Urban Studies 42(2). 209,210.
Bu tablodan da yola çıktığımızda, psikolojik sözleşmeyi imzalama kararına etki
eden ve çalışanı istihdam edilebilir kılan pek çok faktör söz konudur. Önemli olan
nokta, niteliklerini piyasanın istediği düzeye getirip, bu vasıflarını istihdama
dönüştürebilmektir. Çalışanların bu sözleşmeye bakış açılarını; bireyin yaş,
cinsiyet, hareketlilik düzeyi, medeni durumu, sağlık durumu gibi faktörlerin etkisi de
etkilemektedir. Ama belirtmek gerekir ki, çalışanın kendine yeterli özgüvenli nitelikli
duruşu çalışanı her daim psikolojik sözleşmesiyle istihdamda tutabilecek gücü
sağlamaktadır.
2.3.2. Kariyer Algısındaki Değişim
Küreselleşmenin etkileriyle başlayan dönüşüm,
çalışma hayatında yarattığı
domino etkisiyle geleneksel bir içeriğe sahip olan kariyer kavramında da bir
değişim etkisi yaratmaktadır. Kariyer, her geçen gün daha hareketli, değişken ve
dinamik bir nitelik kazanmaya başlamaktadır. Sıklıkla iş ya da işletme değiştirme,
hiyerarşik kademelerin geleneksel anlamını kaybetmesi, örgütsel kariyer ve
örgütsel bağlılık gibi kavramların bireysel kariyer ve öz-yönetim kavramlarıyla yer
değiştirmesi, işgücünün dönüşümün etkisiyle çalışma kavramına bakışındaki tutum
değişikliği kariyer algısında da bir farklılaşma yaratmaktadır. Günümüzde, çalışma
şartları işgücünün tek bir işverenle uzun dönemli kariyer stratejisi geliştirmelerine
olanak vermeyecek ölçüde karmaşık bir niteliğe dönüşmektedir (Wilson ve
Davies:1999:101). Küresel rekabetin gittikçe genişleyen etki alanı ile firmaların
“istihdam edilebilir” nitelikleri “daha uyumlu”, “esnek” ve “rekabetçi” yetkinliklere
202
odaklanarak tanımlaması ve “pozitif iş tavrı” beklentisi (Sıcherman,1991’ den
aktaran Kurnaz, 2013: 63), işgücünde öne çıkardığı entelektüel vurgu yeni bir
çalışma kültürünün temasını kurmaya başlamıştır. Bu tema da ortaya çıkan yeni
kuşakta, kariyer beklentisini yeni kavramlar üzerinden yaratmak zorunda
kalmaktadır.
2.3.2.1. Kariyer algısının değişim nedenleri ve kariyerde yeni yaklaşımlar
Kariyer kavramında meydana gelen değişimin sebepleri ve ne yönde değiştiğine
ilişkin olarak yapılan çok sayıda araştırmada, (Harley, Muller-Camen ve Collin,
2004:340; Van Buren III, 2003:131; Mayrhofer, Meyer, Lellatchitch ve Schiffinger,
2004:473-474) bireysel açıdan kariyer gelişimine yönelik kararlarda geleneksel
bakış açısının dışına çıkılacağı yönünde bulgular saptanmıştır. (Hall, 1997: 60,
Sullivan,1999:457).
Kariyerde
meydana
gelen
bu
değişimin
ilk
sebebi,
küreselleşme ve çalışma hayatında meydana getirdiği, ilk bölümde de detaylı
olarak açıkladığımız değişimlerdir. Küreselleşme bu değişimlerin etkisiyle kariyer
planında, çalışana yüklediği sorumlulukla, geleneksel kariyer yaklaşımından
uzaklaşan tavrında ayrıca kariyer kavramındaki en önemli değişimlerden birinin
“sınırsızlaşma” yönünde olduğu görülebilir. Bu aynı zamanda “küresel kariyer”
olgusuna yönelik eğilimlerin artması anlamına da gelmektedir (Seymen ve
Özdemir: 2005:186-187). Küreselleşme ile başlayan dönüşümle, firmaların; hızlı
gelişim, hızlı karar alma ve değişen çevre koşullarına hızlı uyum sağlamayı
hedefleyen işletmelerde merkezi yapıdan uzaklaşıp, daha bireysel iş üniteleri
haline gelen yatay örgütlenmeler haline dönüştükleri görülmektedir (Seymen ve
diğerleri: 2002:248-249). Bu dönüşümle, daha yalın bir örgüt yapısına ulaşan
firmalarda, takım ve proje odaklı çalışmanın ön plana çıkmaya başlaması ile iş
pozisyonlara gelebilmek için gereken yetkinlikler artmaktadır (Özden, 2005:160).
Bu yüzden de, tek bir alanda uzmanlaşmak yerine daha fazla alanda bilgi sahibi
olan “çok yönlü kariyer” sahibi kişileri olmayı gerektirmektedir (Banai ve Harry
2004:98; Doğan, 1996:253). R kuşağı oluşumunun zorunlu dönüşümünde de çok
nitelikli olma özellikleri, birden fazla sorumluluk üstlenebilmeleri kariyer planlarını
da bu doğrultuda değiştirdiklerini göstermektedir.
203
Kariyerde değişiklik yaratan diğer nedenler, yine çalışma hayatında başlayan
dönüşümlerin
etkisiyle
meydana
gelmektedir.
Esnek
çalışma
biçimlerinin
uygulanmaya başlamasıyla, işgücünde meydana gelen yapısal farkların ortaya
çıkması kariyer kavramına bakışı değiştirmektedir. Çekirdek bir merkez, az sayıda
işlevsel birim ve diğer işlevlerin dış kaynağa aktarıldığı bir çalışma metodunda,
istihdam ilişkilerinin yapısının daha az süreklilik ve istikrar taşırken daha çok
esneklik
yönündeki
çalışma
şartları
değişimi
derinleştirmektedir.
Yapılan
araştırmalarda, kariyere bakışın değiştiği, işgücünün bulunduğu kuşağın da bu
bakış açısına göre, farklılaştığı belirtilmektedir. Ortalama olarak bir işte kalma
süresinin azalmaya başladığı, bununda geleneksel kariyeri farklılaştırdığı yönünde
yapılan araştırmalarda, genç işgücü için iş sürekliliğinde diğerlerine göre orantısız
bir düşüşe konu olurken; daha yaşlı işgücünde ise düşüşün daha yavaş bir seyir
izlediği tespit edilmektedir (Van Buren III, 2003:132-133).
Çalışma kavramında başlayan değişim, işgücünün çalışma kavramına bakışını da
değiştirdiğinden, işgücünün yaklaşımlarına olan tutumlarını da değiştirmektedir.
Kurumsal bağlılık, kurum vatandaşlığı gibi kurumsal değerler, yerlerini, bireysel
özgürlük birey odaklı yaklaşımlara bıraktığından geleneksel kariyer yaklaşımındaki
işgücünün firmanın değerlerini benimsemesi tavrı değişmektedir. Artık çalışanlar,
bireysel değerleri ile uyumlu olan işletmelerde çalışmayı tercih etmekte ve firmaya
aidiyet duyguları düşük olduğundan, kendine daha uygun bir firma bulduğunda
geçişi kolay olmaktadır (Özden, 2005:161).
Diğer değişim nedeni ise, küreselleşme ile bazı mesleklerin ortadan kalkıp bazı
yeni meslek dallarının ortaya çıkmasıdır. Geleneksel meslekler, varlığını sürdürse
bile, bunlardaki uzmanlık alanlarının sayısı artmakta, kullanılan araç ve yöntemler
değişmekte; başka bir deyişle işlerin içeriği değişmektedir. Bunun sonucunda,
kişilerin bir dönem edindikleri mesleki beceriler, tüm çalışma yaşamları boyunca
yeterli olmamaktadır (Özden, 2005:160-161). Goethe 1809 yılında yazdığı
"Seçilmiş Akrabalıklar" adı eserinde, bu durumu şöyle ifade etmektedir.
"Ecdadımız, gençliklerinde aldığı derslerle hayat boyu gidiyordu; ama şimdi bizim
beş yılda bir her şeyi yeniden öğrenmemiz gerek, şayet tamamen modası geçmiş
duruma düşmeyeceksek" (Bora ve Diğerleri: 19) ifadesi günümüzde gelinen nokta
da sürecin beş yıldan daha da kısaldığını göstermektedir. Kariyer değişimi için,
204
sadece o işletmede geçirilen kıdem süresi baz alınmamakta, esas değişim bireyin
niteliklerinden kaynaklanmaktadır.
İşgücünde feminizasyonun artmaya başlaması, esnek çalışma uygulamalarının
yaygınlaşmasının etkileri; çalışma hayatına yansıyan nitelikli işgücü vurgusu ile
kendine daha fazla yatırım yapmak zorunda kalan bireyin, eğitim hayatının uzayan
süreleri, kariyer kalıplarının farklılaşmasına, çeşitlilik göstermesine ve daha fazla
parçalanmış ve yüksek hareketlilik gerektiren mesleklerin ortaya çıkmasına neden
olmaktadır (Jackson, 1996:617).
Kariyer; bireysel ve örgütsel hedeflerle doğrudan bağlantılı olarak, kişinin hayatı
boyunca yaşayacağı ve kısmen kontrol altında tutacağı iş deneyimleri ile bireyin
belirli bir işte gösterdiği ilerleme ya da yaşamı boyunca yapmış olduğu işlerin
toplamını kapsayan bir süreçtir (Sabuncuoğlu, 2000:148). Latin kökenli olan
carraria”dan türemiş olan kavram, kariyerin yolculuk kelimesi ile özdeşleştirilmesini
sağlamıştır. Bu yolculukta kariyer, işler, meslekler veya örgütler arasında coğrafi
olarak yapılan bir “hareket” şeklinde kavramsallaştırılmaktadır. Bu hareketin yönü,
yukarıya, aşağıya, geriye, yana veya kişiye yönelik olabileceği gibi; çok hızlı,
yavaş veya çeşitli hızlarda ilerleyen bir seyir de izleyebilmektedir (Inkson, 2003:8).
Geleneksel kariyer modelinde bu hareketin yönü genellikle “yukarıya” ya da
“dışarıya” doğru olmaktadır (Fish ve Wood, 1997: 34).
Piramit şeklinde yukarıya doğru olan yaklaşımı benimseyen geleneksel kariyerde,
piramitin basamakları arasındaki geçiş, bireyin geçmiş başarılarına veya
kazanılmış
niteliklere
bağlıyken
ödeme,
çalışanın
pozisyonunun
karşılığı
olmaktadır. Çalışan bağlılığını; ayrıca çalışanların zamanla yetkilendirilmesi ve
güçlendirilmesini ve kariyerlerinden örgütlerin sorumlu tutulmasını öngören bir
bakış açısını ifade eden bu yaklaşımda dikey hareket, modelin en temel değerini
oluşturmaktadır (Nicholson, 1996: 41).Tek bir işverene bağlı, sürekli ve tam
zamanlı olan istihdamdan türeyen geleneksel kariyer modelinde, prestij, otorite ve
ücret artışıyla tanımlanan bir çalışma süreci modelin özellikleri olmaktadır.
Yaklaşımın bu yönde olmasının nedeni, çalışanın psikolojik sözleşmesinden
kaynaklanmaktadır. Şirket aidiyetinin yüksek olduğu bu sözleşme, günümüzde
değişim
geçirdiğinden
kariyere
yaklaşımda
değişmeye
başlamıştır.
Artık,
205
işletmelerin görevi olan kariyer yönetiminden, çalışanların kariyer yönetimlerini
kendi sorumlulukları olarak gördükleri bir yaklaşıma kaymaktadır.
İşgücünün değişen demografik kompozisyonları, bireylerin iş değerlerindeki
değişimi, artan ekonomik rekabet, istihdam yükümlülüklerini içeren yeni örgütsel
normlar geleneksel kariyer modelinde kopmalar yaratmaktadır (Valcour, 2000;
aktaran Yılmaz:93). Günümüzde istihdam edilebilirlik, iş güvencesi ile yer
değiştirdiğinden kendi geleceklerini belirleyebilen bireyler, aynı zamanda kendi
kariyerlerinin
yöneticileri
olmaktadır.
Belirsizliğin
egemen
olduğu
çalışma
kavramında, psikolojik sözleşmenin ortadan kalkmaya başlaması sonucunda, iş
güvencesinin yerine, çalışanların bir iş veya işverene bağlı olmadan, ihtiyaç
duydukları
anda
iş
bulabilmelerini
sağlayacak
niteliklere
sahip
olması
gerekmektedir. Yeni sözleşme bakışı ile kariyer yönetiminde firmanın yerine
çalışanların kendi kariyerlerinden sorumlu olacakları ve kariyer başarısının ancak
kişilerin kendilerine özgü değer, yetenek, ilgi, başarı duygusu gibi faktörler ile
ulaşabilecekleri öngörülmektedir (Sullivan, 1999:458). Uzun vade yok anlayışı ile
tekbir meslekte ve tek biri işveren için çalışmayı kapsayan yaşam boyu kariyer
ortadan kalkmıştır. Kariyer, işletmeye bağlılık, beceriler ve değerlerin artık
firmaların değil çalışanlar tarafından tanımlanmaktadır ve bu eğilimin göstergesi
olarak da, geçici veya sözleşmeli çalışanların oransal artışı belirtilmektedir (Hall,
1997: 60). Kariyer yaklaşımının farklılaşması ile ilgili olarak bir diğer durum ise,
çalışanların firmalarda geçirdiği kısa dönemlerdir. Eskiden, işletmelerin çok sayıda
iş değiştiren kişilere bakış açısı bu kişilerin “bir yerde dikiş tutturamaması, şeklinde
kötü bir imajı varken; günümüzde işten işe atlama olarak bilinen "job- hopping"
(Cascio:403) artık daha hoş karşılanmakta ve “deneyim zenginliği” (Özden,
2005:165) olarak ifade edilmektedir. Bu yüzden, yaşam boyu öğrenme ve çoklu
kariyer kavramları çalışanlar için istihdam güvencelerinin bir sigortası olarak
görülmektedir (Cascio:403).
“Karşılıklı bağımlılık ve görece kalıcılıktan”, “özgüven artışı ve geçiciliğe” doğru
dönüşüm yaşayan (Zeffane, ve Mayo,1994) geleneksel ilişkilerin değişimi ile
istihdam edilebilirlik kavramının üstünde kurulan yeni çalışma hayatında çalışan,
sürekli kendini yeni gelişmelere adapte etmek zorundadır. Bilgi ve becerilerini
sürekli geliştiren bu çalışanları elinde tutan firmalarda, rekabet edilebilirlikte bir güç
206
kazanacaklardır. İşte bu yüzden, kariyer kavramının artık “hareketli”, “sınırsız” ve
“dinamik” olduğuna dikkat çekilmektedir (Higgins, 2001:595).
Dinamik bir seyir izleyen kariyer yaklaşımları zaman içerisinde çok farklı
görünümlere bürünmüştür. Çalışma hayatında belirginleşen güvensizlik, esneklik
ve belirsizlik içerindeki çalışanlar geleneksel kariyer kalıplarından uzaklaşmaya
başlamıştır. Yeni modellerden biri de sınırsız kariyer modelidir. Tek bir örgütte tabi
olmayan, şimdiki işverenin dışındaki işverenlerden, dış bağlantılardan ve bilgiden
kaynaklanan sınırlandırılmamış, geleneksel hiyerarşik örgütsel sınırların ortadan
kalktığı (Harley ve diğerleri, 2004: 34-341) kariyer biçimi olarak ifade edilmektedir.
Bu model de çalışan, işvereninden ya da firmasından bağımsız olarak kendisini bir
kariyer kimliği ile ifade etmektedir (Banai 2004:123-124). Öyle ki, çalışan istediği
şekilde firmasını, sektörünü ve hatta mesleğini bile değiştirebilmektedir. Çalışan,
farklı kariyer mozaiklerine de sahip olabilmektedir (Özden,2005:165-166). Modelin
geleneksel kariyerden farkları aşağıdaki tabloda görülmektedir.
Çizelge 2.10. Geleneksel ve sınırsız kariyerlerin karşılaştırılması
Geleneksel Kariyer
Modeli
İstihdam ilişkisi
Sınırlar
Beceriler
Başarı Ölçütü
Kariyer Yönetimine İlişkin
Sorumluluk
Eğitim
Önemli Özelliği
Bağlılığa dönük iş güvencesi
Bir ya da iki işletme
Sınırsız Kariyer
Modeli
Performansa ve esnekliğe
dönük istihdam edilebilirlik
Çok sayıda işletme
Belirli sabit
Aktarılabilir
Ödeme, terfi, statü
Psikolojik açıdan anlamlı
bulunan iş
Örgütte
Bireysel
Biçimsel programlar
Yaşa bağlı olma
İş üzerinde
Öğrenme odaklı olma
Kaynak: Sullivan, 1999:458.
Bu tablo da günümüzde yeni değişikliklere maruz kalmaktadır. Sınırsız kariyer
yerini, dinamik kariyer geçişine bırakmaktadır. Belirsizleşen istihdam koşullarında,
daha çok iş olanağına yanıt verebilme yeteneklerini en üst düzeye çıkaracak
ölçüde bilgi ve beceri geliştiren ve böylece istihdam edilebilirliklerini artırabilen
çalışanlar dinamik bir kariyer planı izlemektedir (Wilson ve Diğerleri, 1999:101).
207
Kariyer yaşam boyu
süren deneyimler,
beceriler, öğrenmeler,
geçişler ve kimlik
değişimleri dizisidir.
(Kronolojik yaştan ziyade
Kariyer yaşı önemlidir,
Kariyer örgüt tarafından
değil kişi tarafından
yönetilir.
Başarı unsurları; Teknikbilgiden öğrenmebilgisine İş
güvencesinden istihdam
edilebilirliğe Örgütsel
kariyerlerden dinamik
kariyerlere doğru değişim
gösterir.
Gelişme için; Biçimsel
eğitim/yetiştirme,
Tekrar yetiştirme veya
Yukarıya doğru hareketlilik
gerekli değildir
Gelişme;
sürekli öğrenme, özyönetim,ilişkisel ve zor
işlerin üstesinden
gelmedir.
örgüt; arzu edilen
görevlendirmeleri
geliştirme ilişkilerini
bilgi ve diğer gelişime
yönelik kaynakları
sağlar
Hedef:Psikolojik başarıdır.
Şekil 2.6. Dinamik kariyer sözleşmesi
Kaynak: Hall ve Moss, 1998: 26.
Dinamik kariyer modelinde, sürekli öğrenme ve değişimlere uyum ana değerlerdir.
Sürekli çoklu beceri geliştiren çalışan kariyerlerin, bireylerin, ortaya çıkan yeni
olanaklara ilişkin olarak kendi değerlendirmelerini yapabilecekleri ve kendilerini
geliştirme zorunluluğunu kendilerinde hissedecekleri olan bir kariyer modeli
sunmaktadır. İstihdam edilebilirlik kavramının ortaya çıktığı bir çalışma hayatında,
çalışanın tüm dünyasını işgal eden çalışma kavramında çalışan bütünüyle bu
model de kendi savaşını kendi vererek kariyer hedeflerine ulaşmaktadır. İnsan
kaynakları yönetimi tarafından hazırlanan kariyer rehberliği, kariyer danışmanlığı
gibi başlayan uygulamaların maksadı bu yüzden tartışılmaktadır. Bireyin omzuna
oturtulan bu sorumlulukta ortaya çıkan kariyere yardımcı oluşumların, çalışma
hayatının gizlenmeye çalışan yönünün örtbas edilip edilmediği literatürde hâlâ
tartışılmaktadır.
2.3.2.2. Değişen kariyer algısına ilişkin düşünceler
Yaşanılan
değişimle
beraber
çalışma
hayatına
yansıyan
etkileri
kariyer
kavramında da farklı yaklaşımları ortaya çıkarmakta, bu kavramlara ilişkin olumlu
ve olumsuz görüşleri de beraberinde getirmektedir. Değişimin kaçınılmaz olduğu
ve bütün çalışma hayatını kapsadığı gerçeğini ele aldığımızda; değişimin yarattığı
istihdam edilebilirlik vurgusunda, kariyer kavramındaki yeni gelişimlere adapte
208
olmak, çalışma hayatında var olabilmek adına olumlu bir taraf sergilemektedir.
Esneklik, istihdam edilebilir olmak adına sürekli kendini yenileme becerisi ile
istihdamda
yaratılan
entelektüel
vurguya,
işgücünün
kişisel
yatırımını
uyumlaştırmaktadır. Öyle ki, bu durum ve beraberinde getirdiği birçok firmada elde
edeceği kariyer hayatı çalışana çok daha fazla iş tatmini sağladığını düşünen
görüşler mevcuttur (Van Buren III, 2003:133).
Olumlu bakış açısına sahip görüşlerde, daha çok çalışanın beşeri sermayesine
yaptığı katkı vurgulanırken; olumsuz bakış açısına sahip görüşlerde ise,
çalışanının şirket aidiyetin ortadan kalktığı ve kimliksizleştiği vurgulanmaktadır.
Değişimin, işgücü ile firmalar arasındaki ilişkileri giderek dengesizleştirdiğini,
değişimin firma lehine düzenlenerek sürecin küçülme, kademe düşürme, yeniden
yapılanma, küreselleşme ve yeni stratejileri ile işgücü açısından karmaşa ve
belirsizlik doğurduğunu ve kariyerin sonu olarak tanımlanan bir girdaba girdiğini
düşünen görüşler mevcuttur (Gunz, Jalland ve Evans, 1998:21). Nitelikleri artan
çalışanların güçlendirilen yapısı, çalışanların kendi kaderlerini belirleyebilme yetisi
sağlarken, firmalarda kargaşa ve etkinlik kaybına neden olacağı ileri sürülmektedir.
Ayrıca yaratılan bu durum, kariyerini kendisi belirleyebilme yetisi ve değişen
kariyer yaklaşımları sadece nitelikli çalışanlar için söz konusu olduğundan,
niteliksiz çalışanların bu süreçte zarar gören tarafta kaldığı için eleştirilmektedir
(Van Buren III, 2003:133-134).
Çalışma kavramı, iş zenginleştirme ve yetkinlik geliştirme etrafında dönmektedir.
Paternalist bir kültürden, performans kültürüne geçişle birlikte bir işletmede
sunulan yaşam boyu istihdam yerine çoklu kariyer dönemi yaşayan bir kuşak
ortaya çıkmaktadır.
İstihdam edilebilirlik işletme içinde ve dışında birey kendisini istihdam edilebilir
kılmak için doğru vasıfları geliştirmekle yükümlüdür. Yeni oluşan R kuşağı da bu
değerler
üstünden
yükselmektedir.
İşveren
ihtiyaç
duyulan
vasıfların
değerlendirilmesi ve geliştirilmesi için çalışanlara gerekli enformasyonu, zamanı,
kaynağı ve olanakları sağlamakla yükümlüdür. Bu süreç de, yetenek yönetimi
kavramını daha da önemli hale getirmektedir. Ancak Rose, becerilerin sürekli
geliştirilmek zorunda olduğu, kendine sürekli yatırım yapılması gerekliliği edimini
209
kendi kendini sermayeleştirmek kavramı ile tanımlamaktadır (Rose,1999:162).
Kendi kendini sermayeleştirmek kavramını Poulantzas'ın 1970'lerde bahsettiği
kafa
emeği
yedek
ordusu
kavramını
ne
kadar
da
haklılaştırdığını
da
göstermektedir (Bora ve diğerleri: 77). Sürekli kişisel değişim heyecan verici
olduğu kadar birey için oldukça zor bir iştir. Bu süreç, Sennett’ e göre, karakter
aşınmasına yol açmaktadır. Değişimi sürüklenme olarak ifade ederken, bu süreçte
de karakter aşınması kaçınılmaz bir durum olmaktadır (Sennett, 2012:10,29,30.).
Bu noktadan baktığımızda,
R kuşağı, kaygısız ve bağlanmaktan kaçan bir
kuşaktan çok, fazla kaygılı, yetersizlik duygusu güçlü ve hep geride kalma endişesi
içinde yaşayan genç bir kuşağı barındırmaktadır. Çalışanlar için uzun vade yok
anlayışı, güven ve sadakat anlayışını koparmaktadır (Sennett, 2012:29,30). R
kuşağı bu kavramla bütünleşmektedir.
Bütün bunlar R kuşağının kariyer
süreçlerine bakış açılarını da farklılaştırmaktadır. Küresel düzeyde yaşanan
ekonomik kriz ve değişen çalışma koşullarının ve eğilimlerinin sonucunda
bireylerin daha belirsiz bir iş dünyasında karşılaşacakları güçlükler ve planladıkları
ya da planlanmadıkları fırsatlar karşısında kendi kariyerlerini yönetme süreçlerini
destekleyecek bir model olan Umut Odaklı Kariyer Gelişimi Modeli’de (Niles,
Spencer, Yoon, Hyung Joon, Balın, Elif, Amundson ve Norman, 2010: 101) bu
noktadan doğmuştur.
2.3.2.3. Yeni kuşağın kariyer teması
Son dönemde yaşanan küresel ekonomik kriz ve istihdam üzerindeki etkisiyle,
işgücü için etkin bir iş performansı, normal zamanlara kıyasla daha kritik bir hâl
almaktadır. Bugün birçok çalışan, kariyerini etkin bir biçimde yönetmek amacıyla
mücadele etmektedir. Bu mücadele küresel kriz ve sonrasında Y kuşağının
zorunlu değişimi ile oluşmaya başlayan R kuşağında kendini daha da
hissettirmektedir. Çünkü her iki yaklaşımında çıkış noktası küresel krizdir.
Günümüz çalışma hayatında belirsizliğin egemen olduğu şartlarda, kariyer
yaklaşımlarında çalışanın uyum yeteneğine vurgu yapılmaktadır. Uyum yeteneği,
kişi ya da kişinin durumu hakkındaki yeni bilgilere etkin biçimde cevap verebilme
kapasitesine
ve
kişinin
kariyer
davranışıyla
yeni
bilgileri
etkin
biçimde
bütünleştirebilme becerisine atıfta bulunmaktadır (Niles, Harris ve Bowlsbey 2009).
210
Böylece uyum yeteneği, etkin bir kariyer öz yönetiminin kilit bir bileşeni olmaktadır.
Değişen çalışma kavramına bakışta çalışanın tutum değişikliğinin en temel taşı
olmaktadır. İstihdam edilebilir olmak adına da değişime uyum R kuşağının en
temel değerleri olmaktadır.
Çalışanın uyum yeteneği bilgi ve nitelik vasıflarıyla gelişmektedir. Niles ve HarrisBowlsbey’nin
(2009)
tespitiyle
çalışanın
bu
sürece
kendini
ayarlaması
gerekmektedir. Bu varsayımlar, kişinin kendisiyle ve mesleğiyle ilgili farkındalık
temin etmesi noktasında tetikte olması gerektiğine işaret etmektedir. Tetikte
olmayı seçmeyenler, kendilerini hazır olmadıkları kariyer geliştirme görevleriyle
ilgili risklerle (yani kariyer kriziyle) baş başa bırakırlar (Niles ve diğerleri, 2010).
Yeni kuşağın kariyer yaklaşımı değişken kariyer yönelimine yaklaşmaktadır.
Bireysel uyum yeteneği bireyin kariyerini başarılı bir şekilde yönetmesinin temel
unsurudur. Uyum kapasitesi, kariyer üst yetkinliği olarak önerilmektedir (McNeely
ve diğerleri, 2004). Bu yüzden proaktif kişiliğin yeni kariyer yaklaşımında ve
doğrultusunda gelişen eğilimsel istihdam edilebilirlik modelinde oldukça önemlidir.
Çalışanları iş ve kariyer çevresine proaktif uyum göstermeye, çalışanları değişimle
gelen farklı kariyer olasılıklarını ve hedeflerini belirlemeye yöneltmektedir. Çalışan
çevrenin taleplerini etkin biçimde bireysel faktörlere dönüştürebilme derecesine
göre
istihdam
edilebilirdir
ve
kariyerini
hedefleri
doğrultusunda
kontrol
edebilmektedir (Fugate ve diğerleri, 2004: 16).
Çalışma kavramındaki tutum değişikliği ile çalışanın psişik ve fiziki tüm yaşam
alanı kuşatılmaktadır (Gorz, 2001: 58). Özerklik uygulamaları, duygusal emek
yönetimi, tek bir iş tanımından ziyade pek çok role bürünen iş tanımlarına sahip
olması, değişime sürekli kendini adapte etme zorunluluğu gibi faktörler, bu süreçte
etkili olmaktadır. Gerçek hislerine ve gerçek kendilerine yabancılaşmak zorunda
kalan bireyler, iş dışı bütün sosyal alanlarında bile işini temsil etme zorunluluğunu
hissetmektedir. Bu baskıda, çalışan da stres, kaygı yaratabilmektedir. Çalışanın
sürekli kendini çalışma kavramına motive etmesi istihdam edilebilirliği için önem
taşımakta, çalışana kendindelik kontrolünü kaybetmemesi için ışık olmaktadır.
Çalışma hayatında da zaten çalışanın tavrı istihdam edilebilirlikteki en önemli
değeri olmuştur.
211
Bu bakışla değişen kariyer anlamındaki temel nokta, geleceğe yönelik hedeflere
ulaşma noktasında, çalışanı büründüğü role inandırıp hedefine ulaştıran en doğru
yolu
göstermektedir
(Snyder,
2002).
Çalışanlar
kendilerine
o
hedeflere
ulaşmalarına imkân sağlayacak engeller etrafındaki adımları tanımlama ve takip
etme aşamasında belirli bir kişisel esnekliği göstermek zorundadır. Bu yüzden
kişisel esneklik önem kazanmaktadır. Kişisel esneklik, değişimle birlikte değişme
becerisini içermektedir. Belirli hedefler tanımlanırken, kişi aynı zamanda yeni
hedefler geliştirebilecek ya da mevcut hedefleri pekiştirebilecek yeni bilgilere açık
olmalıdır. Yeni bilgilere kendini uyarlamak aslidir. Çünkü kişi ve kişinin içinde
olduğu çalışma hayatı sürekli değişmektedir. Bu yüzden, değişimin getirisi olan
çalışma şartları ne olursa olsun çalışanın bu şartlara kendini uyumlaştırmasındaki
umut düzeyi ve pes etmeyen tavrı ona istihdam edilebilirliği adına istihdam bileti
sağlamaktadır (Snyder, 2002). Bu bilet te ona kariyeri için istediği pozisyonlara
erişme şansı yaratmaktadır. Yeni kuşakta kendi iç motivasyonunu sağlayan ve
sorumluk anlayışları yüksek nitelikli işgücü için kariyer yönelimleri değişimin
tanımladığı kariyer yoluyla parallelik göstermektedir.
Çalışanın kariyer yolunu doğru olarak belirleyebilmesi için öncelikle çalışanın öz
düşüncesi ve ne istediğini bilmesi ön plana çıkmalıdır. Çalışan kendisine yönelttiği
sorularla hedeflerine ulaşmaya çalışmalıdır. Ne istediğini çok iyi planlamalıdır. Bu
sayede çalışanın işini yaparken ve çalışırken sahip olduğu yeteneklere karşı pozitif
inançları gelişmektedir. Çalışanın kendisine olan güvenini arttırdığı, zor işleri
seçme konusunda daha cesur hareket edebildiği ve işlerini yaparken daha fazla
çaba ve sorumluluk içerisinde oldukları belirtilmektedir. Yapılan araştırmalarda,
kavram ile iş tatmini ve örgütsel bağlılık arasında anlamlı ve pozitif ilişkinin olduğu,
işten ayrılma ile de negatif yönde bir ilişkinin bulunduğu tespit edilmiştir (Stajkovic
ve Luthans 1998:124).
Çalışan, ne istediğini iyi bilirse, değişimin getirilerine de uyum sağlama yönü o
derece artacaktır. Eğer çalışan öz netlik geliştirirse, hedefin tanımlanması süreci
için gerekli tetikte olma becerisini de geliştirmiş olmaktadır (Spencer ve diğerleri,
2010;103). Değişimle gelen sürekli becerileri geliştirme güdüsü bu tetikte olmanın
en temel getirisi olmaktadır. Çalışan hedefleri noktasında öz netlik ile hedeflerine
212
ulaşmak için gerekli özelliklerle eldeki kişisel özelliklerini kıyaslama şansına da
erişmektedir.
Çalışan hedeflerini belirledikten sonra, bu hedeflere ulaşmak için tutum geliştirmek
zorunda kalmaktadır. Çalışma kavramına karşı iyimser bir tutum sergilemeleri
gerekmektedir. Genellikle bir tutum veya kişilik özelliği olarak tanımlanabilen
iyimserlik;
bireylerin
olumlu
olayları
içsel,
kalıcı
ve
yaygın
nedenlerle
ilişkilendirirken, olumsuz olayları dışsal, geçici ve belirli koşullara bağlamalarıyla
ilgili bir durumu ifade etmektedir (Erkuş, Fındıklı ve Afacan, 2013:305). Bu durum
başarıyı geliştirmek için bir fırsat olarak algılanmakta ve yüksek performansı için
anahtar role sahip olduğu belirtilmektedir. Snyder (2002) iyimserliği, bireyin kendisi
için değerli sonuçlara ilişkin algılamasını yönlendiren hedef odaklı bilişsel süreç
olarak tanımlamakta ve yaptığı araştırma sonuçlarına göre, işyerinde başarı ile
uygulanan iyimserliğin çalışanların iş performanslarını pozitif yönde geliştirdiğini
ifade etmektedir. Bu noktada iyimserlik çalışanın kariyer değişikliklerini bir meydan
okuma olarak görmesine ve hedefleri doğrultusunda kariyerine devam etmesine
neden olmaktadır (Fugate ve diğerleri,2004).
Çalışan, bu süreçte sürekli hedeflerini gözden geçirmeli ve oluşan yeni durumlara
kendini uyumlaştırmalıdır. Hedeflerin revize edilmesi noktasında açık olmak için
“kişisel esnekliğe” gerek olacaktır. Kişisel esneklik, “değişimle birlikte değişme
becerisi, ona kendini uyarlayabilme, gerekli yeni rolleri üstlenebilme ve artık geçerli
olmayan rolleri terk etmeyle ilgilidir (Spencer ve diğerleri,2010;104). İşte tam da bu
süreç, kriz sonrasında Y kuşağında yaratılan dönüşüm süreciyle ilgili olmaktadır.
İstihdam edilebilirlik adına sürekli sorumlulukları artan bu kuşağın, nitelik vurgusu
değişimle ortaya çıkan her bilgiyle tekrardan güncellenmek zorundadır. İşgücünün
kariyer ilerlemesi değişime karşı gösterdiği esneklikten geçmektedir.
Kariyer süreci çalışandan, çevresiyle dinamik etkileşim, öz netlik elde etme
konusunda tetiklik, kariyer hedeflerine kişisel değişimin ne tür bilgiler sağladığına
dair bir anlayış ve kişinin kendisinde veya iş durumundaki değişime uyarlanıcı bir
biçimde cevap vermek için gerekli esnekliğe sahip olmayı beklemektedir (Niles,
Amundson ve Neault, 2010). R kuşağı artan görev tanımlarıyla ve tipolojik
özellikleriyle bu beklentiyi karşılayabilecek düzeydedir.
213
R kuşağının kariyer algısı geleneksel kariyerden oldukça uzaktadır. Öyle ki, en
büyük fark, kariyer planının kendi sorumluluğunda olmasıdır. Değişen koşullara
kendini adapte etmesi ve hedefleri doğrultusunda kendisini geliştirmesi kariyeri için
en büyük adımları oluşturmaktadır. Bu kuşağın kariyer modeli, kariyer gelişimi
sırasında yaşanan geçiş ve değişimlere uyum sağlama becerisinin gerekliliğine
dayanmaktadır. Bireylerin hem kendileri hem de koşulları ile ilgili değişimlere ve
yeni bilgilere yapıcı bir şekilde yaklaşmaları ve bunları stratejik kariyer adımlarına
dönüştürmeleri, etkili bir kariyer gelişimi yönetimine olanak sağlamaktadır. Kişisel
ve mesleki farkındalığın yaşam boyu takip edilmesinin önemi vurgulanmaktadır
(Spencer ve diğerleri, 2010;101).
2.3.2.4. Yeni kuşağın istihdam edilebilirliğinin kariyer ile ilişkisi
Başarılı bir kariyer çalışanın hem firma içerisindeki hem de dış işgücü piyasasında
sürekli istihdam edilebilir olma durumunu ifade etmektedir (Forrier ve diğerleri,
2003:103). Bu yüzdendir ki, kariyerdeki istihdam edilebilirliğin vurgusu için
“değişme
yeteneği”
değişen
kariyer
yaklaşımlarının
içsel
bir
özelliğini
oluşturmaktadır. İş güvencesindeki erozyon bu anlamda değişime adapte olmayı
gerektirmektedir. Ortaya çıkan bu durumda, nitelikli işgücüne daha fazla istihdam
şansı vermekte, onları tek bir işletmeye mahkûm etmekten kurtarmaktadır. Bu
yüzdendir ki, kısa zamanda otuz yaşlarına geldiğinde orta düzey yönetsel
pozisyonlara erişen bir işgücü karşımıza çıkmaktadır (Brown,2002:5 den aktaran
Yılmaz: 91). Ancak belirtmek gerekir ki, işgücü piyasasına yeni giren gençlerin
değişime adapte olma ve kendi kariyerlerinin sorumluluğunu alma anlayışını kabul
etmeleri kolayken, görece yaşlı çalışanlar için bu tür bir beklenti değişimi kolay
olmamaktadır (Cohen ve diğerleri,1999).
Değişimin başkalaştırdığı R kuşağının, aynı anda birden fazla iş yapabilmesi,
sürekli iş yüklerinin artması, ben bu işi yaparım, şundan sorumluyum şeklinde
tanımlayabileceği sabit bir görevinin olmamasına neden olduğu için kariyer
bakışlarıda değişmektedir. Zaten, değişim meslek kategorilerini amort hale
getirmektedir (Sennett, 2012: 85). İş yükleri muğlâk yatay hareketler şeklinde
büyümeye başlamıştır. Sennet bu durumu şöyle ifade etmektedir. Sennett'e göre;
esnek kapitalizimde belirsizlik ve yapının boşluklarında insan muğlâk yatay
214
hareketler, geriye dönük kayıplar ve öngörülemeyen ücret kayıpları olarak üç
şekilde yönünü kaybedebilir. Süreçte yukarıya doğru ilerlediklerini sanan kişinin
sadece yana doğru hareket ettiğini, bunun da meslek kategorilerinin amort hale
gelmesinden kaynaklandığını belirtmektedir (Sennett, 2012: 85). Bu durum,
belirtilen R kuşağının iş yüklerinde de görülmektedir. Daha fazla görev tanımı,
çalışanı üst pozisyonlara ilerletmek yerine yatay pozisyonlarda genişletmektedir.
Bu yüzdendir ki yeni yetkiler, bir üst pozisyona ilerleme yerine yatayda genişletme
verdiğinden geleneksel kariyerden çok daha farklı olmaktadır. Buna göre, kariyer
süreci artık çalışanların ellerine bırakılmış ve bu süreçte bütün vasıfları edinmenin
zorunluluğu ile çalışan baş başa kalmış; yaşam boyu öğrenme, rekabet
kişiliklerinin bir parçası haline getirilmek zorunda bırakılmıştır.
Değişimle gelen kariyer kimliği bilişsel bir pusula niteliğiyle psikolojik bir yapı
sunmaktadır (Fugate ve diğerleri, 2008:508). Yani pusulanın yönünü belirleyen
kişinin fiziksel, psişik durumudur. Bireyin, değişime karşı farkındalığı hem istihdam
edilebilir olması için hem de kariyer hedefleri için önemlidir. Kariyer kimliği bu
noktada yukarıya doğru bir hareketlilik amacı gütse de, günümüzde yaşanılan
değişimin etkileri nedeniyle çalışanlara nadiren dikey ilerlemeler sunmaktadır
(Grzeda ve Prince, 1997:173). Kariyer kimliği günümüzde çalışmaya olan tutum
yani uyum ile en temel değerini kazanmaktadır. Bu doğrultuda, uyum gösterme
yeteneği yaş, eğitim gibi bireysel farklılıklardan ve algılanan vasıf eskimesi,
mesleki statü gibi beşeri sermaye faktörleri ve çevreden etkilenmektedir (
McGeely, 2004’ den aktaran Yılmaz: 109). Bu doğrultuda oluşan R kuşağında da
çalışmaya karşı gösterdiği uyum yeteneği kariyer kimlikleri ile de örtüşmektedir.
Değişimin, öne sürdüğü uyum yetisi çalışma hayatında tartışılmaya başlanan
alanlarından biridir. Y kuşağından başkalaşan R kuşağı ve nitelikleri, anormal
durumları normale çeviren bir değişim alt yapısıyla karşılaşılmış olması ve bu alt
yapıyı meşrulaştıran yasalar aslında bize bu sorunun cevabını vermektedir. Ayrıca
bu
sorunun
cevabını
araştıran
çalışmalarda
mevcuttur.
Bunlardan
biri
Tomlinson’un yaptığı çalışmadır. İngiltere’de 53 üniversite öğrencisi arasında
yaptığı araştırmaya göre,
öğrencilerin esnekliği yasal olarak gördüğünü ve
kendilerini de kariyerlerindeki esnekliğe hazırlamış olduğunu tespit etmiştir
(Tomlinson, 2007 ‘den aktaran Yılmaz: 110). Zaten, endüstri ilişkileri sisteminden
215
insan kaynakları yaklaşımına doğru olan geçişte de çalışanlara karşı yapılan nitelik
odaklı bireysel yaklaşımlarda da (kariyer rehberliği, performans sistemi vb.) kariyer
bakışının gelindiği nokta görülebilmektedir. Artık, kariyerin uzun dönemli istihdam
ilişkileri çerçevesinde dikey hareketlerle tanımlanmadığı günümüzde, çalışanların
kendi kariyer bekçiliğini yapıp yönetmeleri çalışandan beklenen istihdam
edilebilirlikleri için bir gereklilik olmaktadır.
216
217
3. BÖLÜM
ARAŞTIRMANIN PROBLEMİ, HİPOTEZLERİ VE ARAŞTIRMA
YÖNTEMİ
3.1. Araştırmanın Probleminin Tanımlanması
Araştırma probleminin tanımlanması; çalışmanın önemi ve gerekçesini, çalışmanın
amacının
ve
araştırmayla
cevap
aranacak
soruların
ortaya
konulmasını
kapsamaktadır.
3.1.1. Konunun önemi ve gerekçesi
Çalışma hayatında değişimin kapısını aralayan, küreselleşme ile başlayan
dönüşümdür. Küreselleşmenin unsurları ile siyasi, sosyal ve ekonomik yapıda
başlayan değişim hareketleri, çok uluslu şirketler, artan uluslararası rekabet ve
teknolojik gelişmelerle çalışma hayatında zincirleme devam eden bir dönüşüm
rüzgârı başlatmıştır. Bu dönüşüm rüzgârının ulus devletin etkisinin temel işlevlerini
aşındırdığı yönünde sorgulamaları da içerse de çalışma hayatında kuralsızlaştırma
yaşanılan bir gerçek olmaktadır.
Yeni teknolojilerin gelişimi ve esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaşması, kar ve
verimlilik odaklı politikalarla ortaya çıkan değişimler işgücü piyasasını da, çalışanı
da etkilemekte ve bu alanda önemli dönüşümler yaşanmasına neden olmaktadır.
Değişim işgücünün sadece niteliklerini değil, bilişsel, psiko-sosyal ve kişisel bütün
dünyasını işgal eden,
çalışanı bütün özellikleriyle istihdam eden bir vurgu
yaratmaya başlamıştır. Bu bağlamda, kar ve verimliliği artırmak adına eğitim, yaş,
fiziksel özellikler, cinsiyet, iş deneyimi, çalışanın bireysel ve fark yaratıcı özellikleri,
medeni durumu gibi çalışanın bütün öğeleri çalışma hayatının alanı içine
girmektedir. Çalışanın yeteneğinin ve yüksek becerilerinin ön plana çıktığı
işgücünde, çalışma hayatı kendisinin biçimlendirdiği istihdam edilebilir profesyonel
kimlik yapısını oluşturmaya başlamaktadır. R kuşağı da bu değişimlerin ekseninde
Y kuşağından dönüşmeye başlamıştır.
218
Yeteneği ve becerileri ön planda olan, birden fazla iş yüküne sahip işgücü profiline
yönelen çalışma hayatındaki bu kuşak mutasyonu, performansı temel alarak ücret
ayarlamaları
yapan,
bireysel
iş
sözleşmeleri
ve
pazarlık
süreçlerinin
bireyselleşmesi gibi uygulamalarla kendi istihdamlarını planlamaktadır. Öyle ki,
birden fazla
iş yükü
üstlenerek
dikey kariyer
planları ünvan
tanımları
değiştirilmeden muğlak yatay hareketler şeklinde olmaktadır. Bu dönüşüm,
beraberinde pek çok tartışma yaratacak sorun alanlarını da beraberinde
getirmektedir. Çalışanın her alanını işgal eden ve kendi kimliğini istihdam edilebilir
kılan bir çalışma hayatında artan nitelikler ve bunun karşılığında çalışanların hak
ettiklerine sahip olamamaları, maddi manevi kazanımlarını sorgulatmaktadır.
2008 Ekonomik krizinden en çok etkilenen Y kuşağı olmuştur (Froymovich,2013).
Küresel tarihin en kötü finansal krizi olarak nitelendirilen bu ekonomik kriz,
işgücünde bir kırılma başlatmıştır. Özellikle gençlerde işsizlik ve düşük ücretler ile
vurucu ve öngörülmeyen etkiler yaratmaya başlamıştır. Günümüzün istihdam
edilebilir olmanın kapısını açan eğitim şartı için kendilerine yatırım yapmak
zorunda kalan bu kuşağın karşılığını alamaması, işsiz kalması yada çok düşük
ücretlerle çalışması büyük bir handikap başlatmıştır. Bu handikap, kuşağın R
kuşağına dönüşerek girdabı daha da derinleştirmektedir. Bu derinliğin en büyük
ivmeside işsizlik sorunundan gelmektedir.
2008 krizinden sonra Amerika’da görülen en yüksek işsizlik oranları ve bu sorunun
halledebilmesi için en az on yıl alacak politikalar sorunun büyüklüğünü
göstermektedir. Froymovich’e göre (2013); Amerika’daki Y kuşağı bu problemle
karşılaşırken
yalnızda
değildir.
İspanya’daki
gençlerin
yarısı
işlerini
kaybetmektedir. İspanya’da yapılan araştırmalara göre; yirmi beş altı iki kişiden
biri, yirmi beş ve otuz beş arası üç kişiden biri işsizdir. Y kuşağı genç çalışanların
çalışma sürelerinin ve iş sorumluluklarının artarken, ücretlerinin yıllara göre
azaldığı tespit edilmektedir. İngiltere’de gençlerin beşte biri ise, işsiz durumdadır.
İngiltere’de milli istatistik bürosunca yapılan çalışmalara göre; Y kuşağının iş
bulmada doksanlı yılların gençlerine göre daha da zorluk çektiğini saptamıştır.
Ama daha da acı tablo, iş sahibi olmakta oldukça istekli olan bu kuşağın
potansiyelinin çok altında çalıştıklarının tespit edilmesidir. Diploma sahibi her üç
kişiden birinin, 2001 yıllarındaki her dört kişiden biri ile karşılaştırılınca kendi
219
seviyelerinin altında, daha az beceri gerektiren ama aynı anda birden fazla iş
yüküne sahip oldukları tespit edilmiştir. Avrupa ‘da yapılan araştırmaya göre, otuz
yaş ve altı nüfusun beşte birinin işsiz durumda olduğu, dahası iş sahibi olanlarında
yüzde kırkının geçici sözleşmelerle güvencesiz koşullarda ve düşük ücretlerle
çalıştığı bulgularına ulaşılmıştır. Yunanistan ‘da durum ise, trajediye yakalanan
nesil olarak tanımlanmaktadır. Değişimin işgücü üzerinde olumsuz etkiler
yarattığını savunan ünlü ekonomistlerin görüşlerine göre, özellikle kriz sonrasında
uzun sürecek bu problemin gençleri köreltip etkisizleştireceği belirtilmektedir.
Bunun da gençlerin, kazanma potansiyellerini ve finansal güçlerini geriye
kazanmalarını yıllarca etkileyeceğini, mutluluk ve sağlık gibi faktörlerle ayrıca
ilişkili olduğunu ifade ederek uyarıda bulunmaktadır. Bu görüşü savunanlara göre,
çalışanların maaşları daha işe başlarken çok düşükse, muhtemelen kariyerleri
boyunca da oldukça düşük kalmaya devam edecek ve maaş artışları çok küçük
oranlarda gerçekleşecektir. Aynı şekilde uzun süre işsiz kalan bir kimse, iş bulsa
bile, elde edeceği gelir konuşmaya bile değmeyecek oranda olacaktır. Krizden bu
yana 18- 34 yaş arası çalışanların maaşları ya aynı kalmış ya da azalmış olmakla
beraber bu durumun on beş yıl daha bu şekilde gidebileceği yönünde saptamalar
mevcuttur (Froymovich, 2013). Diğer bir deyişle, Y kuşağı kariyerlerine kriz
döneminde başlamalarının etkisinin sonuçlarını hayatlarının geri kalan kısmında
da hissedeceklerdir. Değişimle; Y kuşağında görülen mutasyon olarak tanımlanan
R kuşağı dönüşümünde, işsizliğin etkisinin oldukça katkısı olduğu görülmektedir.
Bu kuşak üzerine yapılan araştırmalarda eleştirilen en büyük nokta, bu kuşağın
büyük paralarla kendilerine yaptıkları yatırımın karşılığını alamamaları yönünde
olmaktadır. Çalışma hayatında artan nitelik vurgusuna karşın, bu doğrultuda
donanımlarını güçlendiren bu kuşağın karşılıklarını alamamaları en büyük sorun
alanlarını oluşturmaktadır. Borçla eğitim hayatlarını bitiren kuşağın, düşük
ücretlerle bu borçların nasıl altından kalkabileceği endişesi araştırma sonuçlarında
ortaya çıkan en önemli tespit alanlarını oluşturmaktadır. Bu doğrultuda kriz
sonrasında Amerika'da Y kuşağı üzerinde yapılan araştırmalarda ortak tespit
alanının "iyi bir başlangıç yaparsan ve gerekli donanımlara sahip olursan iş
bulman kolaylaşır" söyleminin günümüzde anlamını yitirdiği görülmektedir. Bu
araştırmalarda, "Ne kadar yüksek eğitim alırsanız o kadar rahat iş bulur ve yüksek
maaş alırsınız" diye teşvik edilen sözlerinin bu kuşak için "bütün bunlar ne içindi?"
220
sorusuyla sorgulandığı yönünde saptamalar elde edilmiştir. Bu şikâyetlerini dile
getirenlerin ise, yüksek lisans ve doktora derecelerine sahip olmaları ise ayrıca
düşündürücü bir nokta olmaktadır (Froymovich, 2013).
Bu araştırma sonuçlarının tespit ettiği bir diğer sorun alanı ise, bu kuşağın kendi
hayatlarını otuzlu yaşlarına gelmelerine rağmen kuramayışları üzerinedir. "28
yaşındayım, çok iyi bir eğitim aldım, kendi çocuklarımı yetiştirmek için, hatta
kendim için bile para kazanamayacağım korkusunu ve her an işsiz kalacakmışım
kabusunu yaşıyorum... büyükannemin emekli olana kadar işi olmuş, aynı şirkette
yıllarca çalışmış, işten çıkarılma diye bir kavramı bilemiyor ve anlamıyor, ben ise
bu kadar eğitimim ile her an işten çıkarılma endişesi yaşıyorum. Büyük buhranı
yaşamış olan büyükannemin ifadelerine göre hayatınızın baharında böyle bir
problemle karşılaştıktan sonra ne yapacağınızı bilemiyorum sorusu çağın
çıkmazını göstermektedir... Arkamda ailem olduğu için çok şanslıyım, onlar beni
finanse etmeseler bu kadar cesur kararlar alamazdım ama ne yazık ki bu şartlar
altında kendi ailemi kuramıyorum..." gibi bu ve benzeri pek çok söylemlerde bu
tespit görülebilmektedir. Öyle ki,
krizden sonra bu konuda yapılan araştırma
sonuçlarına göre de, Y kuşağının yüzde yirmi beşinin evliliklerini erteledikleri, üçte
birinin çocuk sahibi olmayı düşünmedikleri, ailelerine eğitim masrafları için
borçlanmalarının yüzde yetmiş beş arttığı tespit edilmiştir. 18 ile 34 yaş arası
yapılan araştırma sonuçlarına göre de, genç işgücünün neredeyse yarısının
akıbetlerinin ailelerine göre daha kötü olduğu, yüzde altmış sekizinin de
geleceklerinden karamsar oldukları saptanmıştır (Froymovich, 2013).
Günümüzün çalışma hayatında artan nitelik vurgusu istihdam edilebilir olmanın en
önemli vasfı haline gelirken, piyasanın istediği kriterlerde bir eğitim hayatına sahip
olabilmek bu kuşağın en büyük görevi haline gelmektedir. Ancak bu noktada
eğitim süresi uzadığı için çalışma hayatına geç girişler, düşük ücretler, kendisine
yapılan yatırımın karşılığının alınamaması gibi sorunlar bir diğer sorun alanını
oluşturmaktadır. Maddi durumu iyi olan bir aileye sahip bir Y kuşağı üyesi ile
maddi durumu iyi olmayan bir aileye sahip, eğitim masraflarını borçlanarak
karşılayan Y kuşağı üyesi arasındaki eşitsizlikte başka bir sorunu oluşturmaktadır.
Yüksek gelirli ailelerin çocuklarının daha fazla kaliteli öğrenim görmeleri ve
böylece yüksek gelir elde etme şanslarının diğerlerine göre daha yüksek
221
olabileceği bir çalışma ortamında, dezavantajlı tarafta yer alan Y kuşağı üyelerinin
en iyi işlere yerleşemedikleri görülmektedir. Bu işlerin, uygun kültürel sermayeye
sahip sosyal elit aile çocukları tarafından dolduruldukları (Brown, 2002: 18),
dezavantajı çocukların ise eğitim borçlanmalarını ödeyerek işe başladıkları için
oldukça avantajsız durumda oldukları vurgulanmaktadır. Sennett’in de vurguladığı,
önceden sınıflar arasındaki kayıtsızlık maddi bir ayrımın içerisinde yer alırken;
günümüzde ise çalışma hayatına esneklik ile birlikte daha okunaksız bir sisteme
bürünmüş, kayıtsızlık daha kişisel hale gelmiştir (Sennett, 2012,148) görüşü
durumu haklılaştırmaktadır.
Küreselleşme ile çalışma hayatında ortaya çıkan uygulamalar, kuralsızlaştırma
uygulamaları, esneklik, teknolojinin gelişimi ile işgücünde artan nitelik vurgusu bir
yandan da büyüyen işsizlik ve işgücü arasındaki artan rekabet günümüzde
istihdam edilebilir olmanın önemini göstermekte ve Y kuşağından R kuşağına
dönüşümün sebebini açıklamaktadır. Günümüz çalışma hayatı, farklı değerler
üzerine kurgulanmaktadır. Çalışma hayatının eşitsiz bir yapıya doğru kaydığını
vurgulayan John Schmitt’e göre, bu devir elli yıllık ekonomik büyümeyi hedefleyen
ve sosyal eşitliği sağlamaya çalışan devirden ayrılmayı ve hatta kopmayı işaret
etmektedir. En çokta sürecin, işçi ile işveren arasındaki güçlü dengenin
değişmesinden kaynaklandığını özellikle sendikaların güç yitirişi eşitsizlikleri daha
da derinleştiğini ileri sürmektedir. Aynı şekilde OECD genel sekreteri Angel
Gurrıa’da ‘’sosyal birlikteliğin" pek çok ülkede gevşemeye başladığını ve kendileri
için hiçbir gelecek göremeyen gençlerin gittikçe artan bir şekilde her türlü haktan
mahrum olduklarını düşünmeye başladıklarını ifade etmektedir (Froymovich,
2013).
Bir diğer handikap esnek çalışma biçimlerine ilişkindir. Bu uygulamalarla değişimin
çalışma hayatındaki uçurumları büyüttüğünü savunan görüşlere göre, tam zamanlı
işlerin yerini almaya başlaması çalışma hakkından kopuşu göstermektedir. İşgücü
arasında artan rekabet, eğitimleri boyunca bu kuşağın üyelerini geçici işlerde
çalışmaya zorlaması, uzayan sürelerde parasız stajlar yapması, işsizlikten ötürü
tam zamanlı iş bulamayıp geçici işlerde çalışmak zorunda bırakmaktadır. Esnek
çalışma
biçimlerinin
istihdamı
arttırdığı
yönündeki
görüşlerin
aksine,
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nden Ekonomist David Autor ve Susan
222
Houseman tarafından Amerika’da, otuzyedi bin çalışan katılımı ile yaptığı
araştırma
sonuçlarında
istihdama
yansıyan
artış
gözlemlenememiştir.
Katılımcıların, dört yıllık periyotluk bir sürede geçici işler ya da düzenli işlerde
çalışmasını inceleyerek yaptıkları araştırma sonuçlarına göre, geçici işlerde çalışıp
daha sonradan kalıcı işlere başlayan bir çalışan olduğuna dair önemli bir veri elde
edilememiştir. Geçici işlerden sürekli işlere geçiş sağlamaktan ziyade, geçici işler
bu sektörde geçiciliği sürekli kılmış ve doğrudan sürekli iş için çalışan bulmaktan
sektörü uzaklaştırmıştır. Diğer bir deyişle, bu çalışma göstermiştir ki, bu
uygulamalar iş umudu olanların sürekli çalışabilecekleri bir iş bulma umudunu
ortadan kaldırmış ve işverenlerin de sürekli iş verme yerine geçici işçilerle daha az
para ödeme yaparak işlerini yaptırma yolunu seçmelerini sağlamıştır. Geçici
kontratla çalışanlara, tam zamanlı çalışanlara göre aynı işi yapsalar ve aynı
deneyime sahip olsalar bile daha az ödeme yapılmaktadır. Gençler sistemin en
zayıf halkası olmakta ve bu durumdan ne kadar eğitimli olursa olsunlar en zararlı
onlar çıkmaktadırlar. Ülkelerin geldiği nokta ise, daha da karamsar olmaktadır.
Gençlerin geçici iş sözleşmeleri ile çalışmaları düzeltilmek yerine, sisteme daha da
uyumlaştırılmaktadır. İtalya örneğinde olduğu gibi, işverenler ile noter onaylı
yapılıp, üç yıllık çalışmadan sonra işten çıkarılmanın imkânsız olduğu çalışma
şartları, 2003 yılından sonraki yasa değişikliği ile esnekliği kabul eden iş
yasalarına dönüştüğünden her an işten çıkartılma kaygısını taşıyan ve geçici iş
sözleşmeleri imzalatılan bir yapıya dönüştürülmüştür. Bu durumdan yine en kötü Y
kuşağı etkilenmektedir (Froymovich, 2013).
Bütün bu anlatılanların ışığında, Y kuşağından R kuşağına dönüşüm bir
zorunluluktan geçmektedir. Y kuşağının kendine özgü bütün özelliklerini daha da
geliştiren bu kuşakla, istihdam edilebilir olmak daha da önemli hale gelmektedir.
Değişimin istediği yönde bir çalışan karakteri yaratığı ortadadır ki, zaten
sorgulanmakta olan alanlardan da biri budur.
Karakter kavramı, Sennett’e göre kişinin duygu karmaşalarından seçip yaşattığı
duygularla oluşturulsa da (Sennett, 2012: 10), günümüz çalışma hayatında nasıl
bir karaktere sahip olunması betimlendiğinden karakter tanımları anlamını
kaybetmektedir. Zaten, bu durumu da Sennett karakter aşınması olarak ifade
etmektedir. R kuşağının bu noktada önceki bölümlerde de aktarmaya çalıştığımız
223
duygu yönetimi, özdenetim gibi özellikler bu aşınmayı haklılaştırmaktadır. Bu
yüzden, R kuşağı Sennett ‘in karakter aşınması tanımının karşılığını mı almaktadır
sorusunu sordurmaya başlamaktadır.
Değişimin işgücünde ortaya çıkardığı en büyük etki, beceri ve yetkinliği ön plana
alan nitelik vurgusudur. Birden fazla işi yapabilme yetisine sahip R kuşağı için
daha fazla eğitim rekabet avantajı sağladığından işe giriş şartını oluşturmaktadır.
Bu noktada Mattheus kuralı olarak bilinen, daha eğitimlilerin daha çok eğitim
almaları nedeniyle işgücü piyasasındaki sınırları daha da belirginleştirici bir etki
yaptığı (Yılmaz,2009:154) görüşüne göre, eğitim şartı artık istihdam bileti için ön
koşul olmaktadır. Ancak bu kadar eğitimli çalışanların, karşılığında sahip oldukları
koşullar beşeri sermaye yaklaşımındaki öğrenme para eder (Brown, 2003:151)
görüşünü günümüzde yıkmaktadır. Bu kadar eğitime sahip olan bir kuşağın, artan
iş yüküne rağmen ne ücretlerinde ne de kariyerlerinde bir ilerleme olamayışı başka
bir sorun alanını oluşturmaktadır. Lippmann’a göre (Sennett, 2012: 123),
profesyonel bilginin kullanılmasıyla insanların daha güçlü bir kariyer öyküsü
oluşturulabileceği ve kendi yaşamlarının kontrolünü ele alacağını düşüncesi
günümüz şartlarında çok kabul görememektedir. İşsizlik oranları ve özellikle
eğitimli işsizlerin sayıca giderek artıyor gerçeği sorunun gerekçesini oluştursa da
değişimin yarattığı etki ile kariyer gelişimi çalışanın kendi sorumluluğunda
kalmaktadır. Çalışanların sadakat ve sıkı çalışmasına karşılık işverenlerin kariyer
ilerlemesi ve istihdam güvencesi sunduğu psikolojik sözleşme değiştiğinden uzun
vade yok anlayışı ile terfi imkânları ve ücretler konusunda daha akışkan ve
bireysel rotaların çizildiği (Sennett, 2012:21,86) bir çalışma hayatı karşımıza
çıkmaktadır. Az sayıda yöneticinin, çok sayıda alt kademe çalışanı kontrol etmesi
için yapılan reformu katmansızlaştırma;
bir şirket çalışanın birden fazla görev
üstlenmesini ise dikey ayrıştırma olarak tanımlayan Sennett’e göre değişim
sürüklenme olarak ifade edilmektedir (Sennett, 2012:48,13).
Çalışma yaşamı çalışandan beşeri sermayeye yatırım yapmalarının yanında güçlü
iletişim, analiz yeteneği duygusal zekâ, takım çalışmasına yatkınlık gibi özgüveni
arttırıcı sağlam kişilik özellikleri de beklemektedir. R kuşağı da zaten Y kuşağının
sahip olduğu bu özellikleri geliştirerek doğduğundan kuşak, çalışma yaşamının
gerekli davranış tarzları benimsediği için en önemli özellikleri uyum gösterebilme
224
yetileridir. Bu özellikleri kendilerini, diğer eğitimli guruptan ayırabilen en önemli
kıstası oluşturduğundan
eğitimle
kullanılabilir
Bu
olmaktadır.
kazandıkları istihdam
özelliklere
sahip
bileti, bu
çalışanların
sürekli
sayede
uyum
gösterebilme savaşı, kendini geliştirme sorumluluğu, artan iş yükleri, kendi
duygularını gizleyip şartların istediği duygulara bürünmeleri bu kuşakta sancılı
alanlarda yaratabilmektedir. Sennett ‘in düşüncesinden yola çıkarak, R kuşağı
kaygısız ve bağlanmaktan kaçan bir kuşaktan çok, fazla kaygılı, yetersizlik
duygusu güçlü ve hep geride kalma endişesi içinde yaşayan genç bir kuşağı
barındırmaktadır. Bu da diğer bir sorunu beraberinde getirmektedir. Çalışma
yaşamları boyunca devam edecek olan bu süreç, R kuşağının üzerinde sosyal
yaşamlarında stres, kaygı ve iş güvencesizliği endişelerini artırması muhtemeldir.
Öyle ki, 10 yıl süreyle 1700 işçinin farklı dönemler içinde takip edildiği iş
güvencesizliği üzerine yapılan araştırma sonuçlarına göre de, kronik yüksek
düzeydeki iş güvencesizliği algısının işçilerin sağlığı üzerinde gerçek iş kaybından
ve işsizlikten daha fazla olumsuz etkilere yol açtığı saptanmıştır (Sümer, Nebi,
Solak Nevin, Harma Mehmet, 2013: 64). Artan belirsizlik endişelerine, katlanılması
gereken eğitim masraflarının maliyetine, çalışmalarının karşılığını alamamalarına,
iş güvencesizliği kaygılarına karşı, Y kuşağı kendi tepkilerini göstermek için
birleşmektedir.
“Daha çok ve uzun saatler çalış, daha az kazan ve iş sahibi
olduğun için mutlu ol” sloganı ile günümüz çalışma hayatında ortaya çıkan mesaja
karşı Y kuşağı yaşadıklarına tepki vermek için bazı sosyal ağlarda bir araya
gelmektedir. http://wearethe99percent.tumblr.com/ gibi sosyal ağlarda birleşen bu
genç kuşak aynı ortak sorunları, endişelerini bu sitelerden ifade etmekte,
anlaşılmayı
ve
hükümetlerin
bir
düzenleme
yapmasını
beklemektedir
(Froymovich,2013).
R kuşağı yadsınamaz bir şekilde büyüme göstermektedir. Joslin Rowe’un yaptığı
araştırmada
bunu
göstermektedir.
(Joslin,
http://www.prweb.com/releases/2010/04/prweb3862774.htm).
Rowe,
Beş yüz yetmiş bir
profesyonel bankacı, avukat ve muhasebeciler arasında Londra’da yapılan
araştırma sonuçlarına göre, kriz sonrasında R kuşağı çalışanları olarak ifade
edilen çalışanların % 70’ i daha az nitelikli olan iş arkadaşlarını geride bırakarak;
daha
teknik
zorlu
iş
sorumluluklarının
altına
girdiği
saptanmıştır.
İş
sorumluluklarının arttığı ve % 81 inin kriz sonrasında daha fazla deneyim
225
kazanarak beceri alanlarını genişlettiği tespit edilmiştir. Çalışanlardan, % 73 ’ünün
iş ünvanlarının üzerinde yüksek performans sergilediklerini savundukları ve
yaptıkları bu üstün performanslarının karşılıklarını istedikleri tespit edilmiştir.
Çalışanlardan % 70 ’inin kriz sonrasında kendilerindeki bilgi, beceri ve deneyimleri
sayesinde
istihdama
tutunduklarını,
krizden
bu
sayede
işsiz
kalmadan
kurtuldukları, % 59’u ise çalışma hayatının geleceğine dair keşfettikleri gerçeğin
kendini
sürekli
geliştirerek
öne
çıkartan
kişilerin
durgunluk
dönemlerini
hissetmeyecekleri yönünde olmuştur. Ancak, bu kişilerin sürekli belirttikleri gerçek
artan sorumluluklarının ve kendini geliştirme güdüsünün sürekli var olması
gerektiği yönünde olmuştur. Rowe’un da araştırmalar doğrultusunda yaptığı tespite
göre, işverenler geleceğin bu yıldızlarını keşfettikleri için, her ne kadar bu
çalışanlarını artan iş yüklerine rağmen terfi ettirememelerinin baskısını hissetseler
de, işe alımlarda bu kuşağı tercih ettiklerini saptamıştır. Bu tercihte, işgücü
arasında gerilla savaşı olarak nitelendirilen rekabet ortamının getirisi olan nitelikli
işgücünün günden güne artması ve büyüyen işsizlik etkiside vardır. Her ne kadar
bu kuşağın çalışanlarını işletmelerde tutmak adına işverenlerin savaşının da
başladığını belirtse de, istihdam edilebilir şartlarının zorlaştığı günümüzde bu
kuşağın daha da büyüyeceğini ifade etmektedir. İşverenlerin aynı anda birden
fazla iş yaparak işgücü maliyetlerini düşürdüğü, oldukça nitelikli çalışanlara sahip
olması işletmelerine çok kıymetli bir hazine sunmakta olsa da, bu çalışanların
karşılıklarını alamayışlarını büyük bir sorun olarak değerlendirmektedir.
Bütün bu aktarılanların ışığında, değişimde var olmanın kilit kelimesi çalışanların
niteliklerinden geçmektedir.
İyi bir eğitim istihdam edilebilirliğin ön koşulu
olmaktadır. Bu bağlamda, bilgi en önemli unsur haline gelmektedir. Dünya
Bankası’nın da, bilgi ekonomisinin en önemli özelliklerinden bilgiyi yaratmak,
paylaşmak ve kullanmak için eğitimli ve vasıflı bir nüfus oluşturmanın önemini
vurguladığı ifadelerinde bu bilgiyle donatılmış bir işgücü R kuşağının özelliklerini
de oluşturmaktadır. İşletmelerin değeri ve başarısının maddi değerlerinden öte
sahip olduğu çalışanların fikirleri ve bilgiyi yönetme gücüyle (Özdemir, 2004:283)
ölçümlendiği günümüzde ise, R kuşağı kurumlar için vazgeçilmez olmaktadır.
İstihdam edilebilirliğin zorlaştığı günümüzde eğitimli işgücünün istihdam kararları
da değişmektedir. Değişimi yönetebilen ve çalışma hayatının getirilerine uyum
226
sağlayabilen bu eğitimli kuşak artan rekabet, artan işsizlik sayıları, güvencesiz ve
daha da belirsizleşen çalışma hayatı içerisinde uzun vade yok anlayışını
benimsediğinden istihdam kararları da bu doğrultuda değişmektedir. Artan iş
yüklerine rağmen ücret ve kariyerlerinde bir ilerleme yakalayamayışları bu eğitimli
işgücünün şirket aidiyetlerini ortadan kaldırmaktadır. Cesur, özgüvenli, risk almayı
seven bu kuşağın bir gün hak edecekleri noktaya gelebilecekleri hayali onları her
an başka bir şirkette kariyerlerine başlatabilmektedir. Günümüz çalışma hayatının
da, sorumluluk ve ödül arasındaki ilişkiyi koparan kayıtsızlık ve güvensizlik
aşılayan hali de kurumları yeniden tasarlayıp bütün çalışanları her an
vazgeçebilecek bir duruma getirdiğinden (Sennett,2012,148) bu kuşak eğitimlerine
güvenememektedir. Bu doğrultuda da önceden maddi sebeplerle seçtiği istihdam
kararları günümüzde maddi sebepler dışına çıkabilmektedir. Bu yüzden, çalışma
hayatında yaşanan değişimle gelinen noktadaki gerçeklere uygun bir becerilere
sahip olmak R kuşağının en önemli özelliklerini oluşturmaktadır. Geleceğin
çalışma hayatı, R kuşağı üzerinden inşa edilmektedir. R kuşağının yaratıcısı olan,
Y kuşağının sahip olduğu özellikler bu bağlamda daha da iyi analiz edilmelidir. Y
kuşağının teknoloji ile rahat çalışabilmeleri, yaratıcılıkları, esnek ve canlı
olabilmeleri ve değişime uyum kabiliyetleri bu kuşağı farklılaştırmaktadır. Yapılan
anketlere göre, bu kuşağın kendilerini ifade edebilecekleri anlamlı bir işe sahip
olmaları ve bunu sahip olacakları ücretten de üstün tutmaları, nefret edecekleri işi
yapmaktansa hiç işe girmemeyi tercih edebilmeleri bu kuşağı farklılaştıran
özellikler olmaktadır. Ancak, bu kuşağı farklılaştıran en temel özellikleri, günümüz
çalışma hayatının en büyük gereksinimi olan yaratıcılıkları olmaktadır. Bu kuşak
yenilik yapmak, yeni iş modelleri keşfetmek ve yaratıcılıklarını kullanmak
zorundadır. Öyle ki, 2012'de otuz üç yaşında tıraş bıçağı dağıtımını internet
üzerinden yapan bir şirket kuran ve bu şirketini global düzeye taşıyan Micheal
Dublin’in farklılığı da piyasayı analiz edip ihtiyaçlar doğrultusunda yaratıcı fikirlerini
kullanıp kendi iş planını yapmasından kaynaklanmaktadır. Aynı şekilde, kriz
sonrasında aldığı iyi eğitime rağmen belli bir süre işsiz kalan, geçici işlerde çalışıp
daha sonra piyasa analizleri sonrasında cesur davranıp kendi reklam ajansını
kurup başarılı olan Reid Stone bu kuşağın yaratıcı ve cesur kararlarını
göstermektedir. PEW Araştırma Merkezi’nin anketlerine göre de, bu kuşak kendi
yeteneklerine her şeye rağmen inanmaktadır (Froymovich, 2013).
227
Günümüzde iyi bir eğitim diploması bu kadar önemliyken yine de istihdam edilebilir
olmanın tek şartı olamamaktadır. İstihdam kapısını aralayan, ancak o kapıyı tam
anlamıyla açabilmesi için çalışma hayatının istediği fark yaratıcı kişilik özelliklerine
sahip olmak daha da önemli olmaktadır. R kuşağının istihdam kararları giderek
zorlaşmaktadır. Aldığı iyi eğitimlere ve sahip olduğu beceri ve fark yaratıcı
özelliklere rağmen artan işsizlik rakamları karşısında sürekli belirsizliğe ve
rekabete açılan çalışma hayatı içerisinde bu kuşağın istihdam kararları ikilemlere
dönüşebilmektedir. Değişim karşısında R kuşağının istihdam kararları günümüzün
çalışma hayatını sorgulamada önemli alanlara ışık olacaktır.
Bu araştırma yerli literatür açısından R kuşağı dönüşümünü saptamaya çalışan ilk
çalışmalar arasında yer almaktadır. Bu çalışma ile gelecekte Türkiye işgücü
piyasasında R kuşağı tipolojisine giren çalışanların işgücü piyasasında yarattığı
etkileri analiz etmek amacıyla yapılabilecek daha makro ölçekteki çalışmalara
katkı sağlanması amaçlanmaktadır.
3.1.2. Araştırmanın amacı
Bu araştırmanın amacı, çalışma hayatında yaşanan değişimle, Y kuşağından R
kuşağına dönüşen çalışanların Türkiye'de bilişim sektöründe varlığını tespit
etmeye yöneliktir. Bu kuşağın verdiği istihdam kararlarından ne derece memnun
olabildiklerini ölçebilmektir.
Eğitimli işgücü olarak ifadelendirdiğimiz R kuşağının çalışma hayatındaki
değişimler karşısında istihdam kararlarını psikolojik sözleşme, iş tatmini ve kariyer
başlıklarıyla analiz ederek mevcut durumu anlamaya çalışmak ve tanımak
amacıyla tanımlayıcı bir araştırma kullanılmıştır.
Bilişim sektöründe bu konu
başlıklarından yola çıkarak değişimin eğitimli genç işgücü üzerindeki etkileri, bu
kuşağın beklentileri ve elde ettikleri saptanarak çalışma hayatının yeni değerleri
sorgulanmak istenmiştir. Değişimin kuşak dönüşümündeki çizgilerini daha net
belirlemek amacıyla değişimin etkileri, diğer kuşakta yer alan çalışanlar ile de
karşılaştırmalar yapılarak ele alınıp çalışma hayatının dönüşümü irdelenmiştir.
228
Değişimin başladığı sektör olarak ifade edilen bilişim sektörünün lider iletişim ve
teknoloji şirketlerinden birinde saha çalışması yürütülerek, R kuşağı dönüşümü ve
çalışma
hayatındaki
değişimin
yorumlanması amaçlanmaktadır.
etkilerinin
teorik
öngörüler
çerçevesinde
Diğer amaç ise, iyi eğitim düzeyine sahip
olmanın istihdam için önkoşul olduğu çalışma hayatında eğitim politikalarının ve
aktif istihdam politikalarının nasıl olması gerektiğine ilişkin çıkarımlarda bulunmak
ve ilgili makro politikalara yön vermektir.
3.1.3. Araştırmanın problemi
Çalışma yaşamında başlayan değişim işgücünü yeni meydan okumalarla baş başa
bırakmaktadır. Çalışanlar gerek tutum ve kişiliklerinde gerek bilgi, beceri ve
yetenekleri noktasında kendilerini daha da fazla geliştirmek zorunda kalmaktadır.
Bu süreç istihdam kararlarında da bir değişim başlatmaktadır.
Çalışmanın konusu da, değişmeye başlayan istihdam kararlarının tespitine
ilişkindir. R kuşağı dönüşümünün tespitini yaparak, eğitimli genç işgücünün
değişmeye başlayan istihdam kararları sorgulanmak istenmektedir. Bu sorgulama
arz yönünden (kurum çalışanları) gerçekleştirilerek iş tatminleri, psikolojik
sözleşme
algıları
ve
kariyer
yaklaşımları
başlıkları
ile
cevap
verilmeye
çalışılmaktadır.
Araştırma metoduna göre psikolojik sözleşme araştırma modelinin girdisini, iş
tatmini araştırma modelinin tutumsal çıktısını, davranışsal çıktısını ise değişken
kariyer yönelimi oluşturmaktadır.
Saha araştırması için tasarlanan araştırma modelinde, teorik arka plan temelinde
geliştirilen bazı soruların cevaplanması amaçlanmaktadır. Bu sorular şunlardır:
- Değişim, çalışmayı ve çalışanı nasıl tanımlamaktadır?
- İşgücünün niteliklerinde meydana gelen dönüşümler nelerdir?
- Çalışma hayatında yer alabilmek adına sürekli kendini geliştirmek zorunda
bırakılan çalışanın, işini kaybetme kaygısı ve yarının ne olabileceğine ilişkin
belirsizlik hali, istihdam kararlarını nasıl etkilemektedir?
229
- Değişim, işgücünde nasıl bir kimlik ve kişilik yaratmaktadır?
- Çalışanların aidiyet duygusu nasıl bir değişim geçirmektedir?
- İstihdam edilebilir olmak adına karakter, nasıl bir dönüşüm geçirmektedir?
- İşgücünde meydana gelen dönüşüm, çalışanların psikolojik sözleşmelerini
algılama biçimlerinde farklılıklar yaratmış mıdır?
- İşgücünde meydana gelen dönüşüm, çalışanların iş tatmini sağlayan unsurlarda
farklılıklar yaratmış mıdır?
- İşgücünde meydana gelen dönüşüm, çalışanların kariyer bakışlarında farklılıklar
yaratmış mıdır?
- Değişim, çalışma hayatındaki kuşak sınırlarını ortadan kaldırmış mıdır?
- Değişim R kuşağı tanımlamasını saha çalışmasında ortaya çıkarmış mıdır?
- Değişim ile R kuşağı ve diğer kuşaklar hangi noktalarda benzerlik taşırken,
hangi noktalarda farklılıklar barındırmaktadır?
- Araştırma alanı içindeki R kuşağının, psikolojik sözleşmeye bakışı, iş tatmini
sağlayan unsurları ve kariyer yaklaşımları nasıldır? Bu özellikler literatürde
tanımlanan R kuşağı tipolojisi ile eşdeğer midir?
- Eğitimli ve nitelikli işgücü istihdam kararlarını verirken neleri dikkate almaktadır?
- Demografik özellikler psikolojik sözleşme, iş tatmini ve kariyer yaklaşımı
algısında farklılık yaratmakta mıdır?
- Demografik özelliklerden hangileri, R kuşağı tipolojisini etkilemektedir?
- Değişimle yeniden şekillenen işgücü piyasaları ile artan eğitim düzeyi
arasındaki ilişki nasıldır?
- Değişim, artan eğitim düzeyi ile çalışanların kazanımları arasındaki ilişkiyi nasıl
kurmaktadır?
3.2. Araştırmanın Hipotezleri
Araştırmanın hipotezleri iki alt başlıkta ele alınmaktadır. İlk olarak değişimin R
kuşağı üzerinde psikolojik sözleşme, iş tatmini ve kariyer yaklaşımlarını içeren
istihdam kararlarına ilişkin hipotezler kurgulanmaktadır. İkinci alt başlığında ise
istihdam kararlarına ilişkin tutum ve davranışların birbirleri üzerindeki etkilerini
içeren hipotezler ele alınarak çalışma hayatında istihdam kararlarında yaşanan
değişim her yönüyle ele alınmak istenmektedir.
230
3.2.1. R kuşağının istihdam kararlarına ilişkin öngörülen hipotezler
Çalışma hayatında yaşanan değişim işgücünün sadece niteliklerini değil, bilişsel,
psiko sosyal ve kişisel bütün dünyasını işgal etmektedir. İşgücü de istihdam
edilebilir olmak adına bu değişime uygun davranış kalıpları sergilemek zorunda
bırakılmaktadır (Özdemir, 2014:283). R kuşağı da işgücün çalışma hayatında yeni
tutumlar geliştirmesine bir kapı aralamaktadır. R kuşağının değişim noktasında
psikolojik sözleşme, iş tatmini ve kariyer yaklaşımları noktasında çalışmanın
hipotezleri şu şeklide öngörülmektedir.
3.2.1.1. R kuşağının psikolojik sözleşme algısına yönelik öngörülen
hipotezler
Güven temasının kaybolduğu ve istihdam edilebilirlik kavramının ön plana çıktığı
çalışma hayatında R kuşağının psikolojik sözleşmeye bakışları önem arz
etmektedir. R kuşağının artan nitelikleri, uyum yetenekleri ve kendine güvenli
duruşları ile değişen psikolojik sözleşmeyi nasıl tanımladıkları, işlemsel psikolojik
sözleşmeye mi yoksa ilişkisel psikolojik sözleşmeye mi daha yakın oldukları analiz
edilmek istenmektedir.
R kuşağının psikolojik sözleşme algısı bağlamında kurulacak hipotezler şu
şekildedir.
H0: Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile tam R kuşağında yer almayan
çalışanların psikolojik sözleşmeye bağladıkları değer açısından farklılık yoktur.
H1: Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile tam R kuşağında yer almayan
çalışanlar psikolojik sözleşmeye bağladıkları değer açısından farklılık vardır.
H0: Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile tam R kuşağında yer almayan
çalışanların
psikolojik
sözleşmenin
sözleşmelerinde farklılık yoktur.
alt
boyutları
olan
işlemsel
psikolojik
231
H1: Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile tam R kuşağında yer almayan
çalışanların
psikolojik
sözleşmenin
alt
boyutlarından
işlemsel
psikolojik
sözleşmelerinde farklılık vardır.
H0: Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile tam R kuşağında yer almayan
çalışanların
psikolojik
sözleşmenin
alt
boyutları
olan
ilişkisel
psikolojik
sözleşmelerinde farklılık yoktur.
H1: Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile tam R kuşağında yer almayan
çalışanların
psikolojik
sözleşmenin
alt
boyutları
olan
ilişkisel
psikolojik
sözleşmelerinde farklılık vardır.
3.2.1.2. R kuşağının iş tatmini algısına yönelik öngörülen hipotezler
Günümüzde
yaşanan
değişimle
çalışma
hayatında başlattığı
dönüşümün
yansımaları olarak ortaya çıkan kuşak mutasyonunda da kişilik ve kimlik arasında
yaşanan ikilemin iş tatmini üzerinde etkileri olduğu muhakkaktır. Artan iş yüklerine
rağmen ne ünvanların da ne de ücretlerinde bir artış olmaması, özerklik
uygulamaları, bir yandan işsizlik algıları ve istihdam edilebilirlik kavramının
derinleşerek rekabetin arttığı bir ortamda bu kuşağın iş tatminlerini de
değiştirmektedir.
Bu bağlamda bu kuşak için hangi faktörlerin iş tatmini
sağlayacağı istihdam kararlarına ışık tutacaktır.
R kuşağının iş tatmini algısı bağlamında kurulacak hipotezler şu şekildedir.
H0: Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile tam R kuşağında yer almayan
çalışanların iş tatminine bağladıkları değer açısından aralarında farklılık yoktur.
H1: Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile tam R kuşağında yer almayan
çalışanların iş tatminine bağladıkları değer açısından aralarında farklılık vardır.
H0: Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile Tam R kuşağında yer almayan
çalışanların iş tatmininin içsel doyum faktörleri açısından aralarında farklılık yoktur.
232
H1: Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile Tam R kuşağında yer almayan
çalışanların iş tatmininin içsel doyum faktörleri açısından aralarında farklılık vardır.
H0: Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile Tam R kuşağında yer almayan
çalışanların iş tatmininin dışsal doyum faktörleri açısından aralarında farklılık
yoktur.
H1: Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile Tam R kuşağında yer almayan
çalışanların iş tatmininin dışsal doyum faktörleri açısından aralarında farklılık
vardır.
3.2.1.3. R kuşağının kariyer algısına yönelik öngörülen hipotezler
Her geçen gün daha hareketli, dinamik ve değişken hale gelen kariyer kavramının
(Higgins, 2001: 595) sıklıkla iş ya da işletme değiştirme, hiyerarşik ilerlemelerle
ifade edilen geleneksel kariyer kavramını değiştirerek örgütsel kariyer ve örgütsel
bağlılık gibi tanımların bireysel kariyer ve öz yönetim kavramlarıyla yer değiştirdiği
bir tanıma dönüştürmektedir.
R kuşağının, kariyer algısı bağlamında kurulacak hipotezler şu şekildedir.
H0: Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile Tam R kuşağında yer almayan
çalışanların değişken kariyer yönelimi algısı açısından aralarında farklılık yoktur.
H1: Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile Tam R kuşağında yer almayan
çalışanların değişken kariyer yönelimi algısı açısından aralarında farklılık vardır.
H0: Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile Tam R kuşağında yer almayan
çalışanların değer yönelimli kariyer yönelimi alt ölçeği açısından aralarında farklılık
yoktur.
H1: Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile Tam R kuşağında yer almayan
çalışanların değer yönelimli kariyer yönelimi alt ölçeği açısından aralarında farklılık
vardır.
233
H0: Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile Tam R kuşağında yer almayan
çalışanların kariyerlerini kendisinin yönlendirmesi değişken kariyer yönelimi alt
ölçeği açısından aralarında farklılık yoktur.
H1: Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile Tam R kuşağında yer almayan
çalışanların kariyerlerini kendisinin yönlendirmesi değişken kariyer yönelimi alt
ölçeği açısından aralarında farklılık vardır.
3.2.2. İstihdam kararlarını belirleyen tutum ve davranışların birbirleri
üzerindeki etkilerine yönelik öngörülen hipotezler
Eğitimli
gençlerin
istihdam
kararlarının,
değişim
karşısındaki
tutumlarını
belirlememize yardımcı olacak en büyük saptama noktası, psikolojik sözleşme, iş
tatmini ve kariyer yaklaşımlarından geçmektedir. Bu noktada, tutum ve
davranışların birbirleri üzerindeki etkileri değişimin çalışanlar üzerinde yarattığı
algının tespit edilmesine ışık tutacaktır.
3.2.2.1. Psikolojik sözleşmenin iş tatmini ile ilişkisine yönelik öngörülen
hipotezler
Psikolojik sözleşmeyle iş tatmini arasında pozitif bir korelesyon olduğu yapılan
pek çok araştırmayla tespit edilmiştir (Robinson, Kraatz ve Rousseau,1994:398).İş
tatmini ile ilgili tutumları etkileyen süreçler üzerinde de birçok araştırma yapılmıştır.
Bu araştırma sonuçlarına göre, kişilik özelliklerinin iş tatminini etkileyebildiği (Staw;
Ross,1985:471) araştırma sonuçları yaygındır. Genel iş tatmininin, %30’luk
kısmının genetik nedenlerden kaynaklandığını belirleyen (Arwey, 1998) birçok
araştırma mevcuttur. Ama bu araştırmalarda öne çıkan en büyük saptama, iş
tatmininin sadece çalışanların tüm ihtiyaçlarının karşılanmasıyla değil, çalışanların
kendisi için neleri önemli gördüğü ve onları ne kadar çok istedikleriyle ilgili
olduğunu
göstermektedir
(İmamoğlu,
2004:168).
Çalışanların
psikolojik
sözleşmelerinden bekledikleri ve elde ettikleri iş tatmini düzeyini belirlemede yol
gösterebilecektir. İş tatminini artıran etmenleri saptamaya yönelik araştırmalara
göre, ücret ve işin kendisinin en çok iş tatmini sağlayan etmen olduğu saptanırken;
terfi fırsatları ve yönetimin orta dereceli, çalışma grubu ve çalışma şartlarının ise
234
görece iş tatminine daha az etkisi olan faktörler olduğu saptanmıştır (Mimaroğlu,
2008: 95). İş tatmininin maddi getirilere odaklanan bu saptamaları doğrultusunda,
iş tatmini ile psikolojik sözleşme boyutları arasında ilişki varsayımında iş tatmininin
işlemsel psikolojik sözleşme ile pozitif korelasyon içerisinde olduğu ileri sürülebilir.
Psikolojik sözleşme ile iş tatmini arasındaki ilişki bağlamında kurulacak hipotezler
şu şekildedir.
H0: Çalışanların psikolojik sözleşmelerinin, iş tatmini üzerinde istatistiksel olarak
anlamlı etkisi bulunmamaktadır.
H1: Çalışanların psikolojik sözleşmelerinin, iş tatmini üzerinde istatistiksel olarak
anlamlı etkisi bulunmaktadır.
H0: Çalışanların işlemsel psikolojik sözleşmelerinin, istatistiksel olarak iş tatminleri
üzerinde anlamlı etkisi bulunmaktadır.
H1: Çalışanların işlemsel psikolojik sözleşmelerinin, istatistiksel olarak iş tatminleri
üzerinde anlamlı bir etkisi bulunmamaktadır.
H0: Çalışanların ilişkisel psikolojik sözleşmelerinin, istatistiksel olarak iş tatminleri
üzerinde anlamlı etkisi bulunmamaktadır.
H1: Çalışanların ilişkisel psikolojik sözleşmelerinin, istatistiksel olarak iş tatminleri
üzerinde anlamlı etkisi bulunmaktadır.
3.2.2.2. Psikolojik sözleşmenin değişken kariyer ile ilişkisine yönelik
öngörülen hipotezler
Kariyer kavramında meydana gelen değişimin sebepleri ve ne yönde değiştiğine
ilişkin olarak yapılan çok sayıda araştırma mevcuttur (Harley, Muller-Camen ve
Collin, 2004: 340). Bu araştırma sonuçlarına göre, geleneksel kariyer anlayışının
dışına çıkılıp, kariyer planının çalışanın sorumluluğuna geçtiği, tek bir alanda
uzmanlaşmak yerine daha fazla alanda bilgi sahibi olan “çok yönlü kariyer” sahibi
çalışanlar tespit edilmiştir. Çalışanların psikolojik sözleşmelerini değerlendirme
235
biçimleri ile kariyer yönelimleri birbirlerini etkileyen süreçler içerisindedir. Önceden,
psikolojik sözleşme ile aynı örgütte kariyer planı yapmak arasında daha pozitif bir
ilişki mevcutken, değişimin çalışma hayatına ve işgücüne getirdiği dönüşümle, bu
pozitif ilişki hâlâ geçerliliğini korusa da aynı pozitif çizgide kalamadığı aşikârdır.
Psikolojik sözleşmesini olumlu yönde değerlendiren çalışanın, örgütle olumlu ilişki
kuracağını, yüksek seviyede örgütsel bağlılık göstereceğini ve aynı örgütte uzun
süreli kariyer planı düşündüğünü tespit eden araştırmalar mevcuttur (Robinson ve
Morrison, 1995).
Ancak, değişimle beraber ortaya çıkan R kuşağında da
durumun bu pozitiflikte mi gittiği tezin ana çıkarımlarından birini oluşturacaktır.
Buna göre, psikolojik sözleşme ile değişken kariyer yönelimi arasındaki ilişki
bağlamında kurulacak hipotezler şu şekildedir.
H0: Çalışanların psikolojik sözleşmeleri ile değişken kariyer yönelimi ile aralarında
istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmamaktadır.
H1: Çalışanların psikolojik sözleşmeleri ile değişken kariyer yönelimi ile aralarında
istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmaktadır.
H0: Çalışanların ilişkisel psikolojik sözleşmelerinin değişken kariyer yönelimi ile
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişkisi bulunmamaktadır.
H1: Çalışanların ilişkisel psikolojik sözleşmelerinin değişken kariyer yönelimi ile
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişkisi bulunmaktadır.
H0: Çalışanların işlemsel psikolojik sözleşmelerinin, değişken kariyer yönelimi ile
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişkisi bulunmamaktadır.
H1: Çalışanların işlemsel psikolojik sözleşmelerinin, değişken kariyer yönelimi ile
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişkisi bulunmaktadır.
236
3.2.2.3. İş tatmininin değişken kariyer yönelimi ile ilişkisine yönelik
öngörülen hipotezler
Aynı örgütte kariyer planı yapabilmek örgütsel bağlılığı gösteren bir unsur olarak
atfedilmektedir. İş tatmini ile örgütsel bağlılık arasındaki ilişkiyi saptamaya yönelik
pek çok araştırma mevcuttur. Bu araştırmalardan, örgütsel bağlılık ile iş tatmini
arasında doğrusal bir ilişki olduğunu varsayan araştırma sonuçları olduğu gibi,
bununla birlikte iş tatmini ve örgütsel bağlılık arasında ilişki olmadığını belirten
araştırmalar da az da olsa mevcuttur (Curry ve diğerleri, 1986). Ancak daha
yaygın bir kanı, iş tatmininin örgütsel bağlılığa öncü olduğu yönündedir (Chen,
2004’den aktaran Şengül, 2008: 62).
İş tatmini ile ilgili yapılan araştırmalar, çalışanlarına terfi olanakları sunan ve bunu
şirket politikası haline getiren örgütlerdeki çalışanların bağlılıklarının yüksek
olduğunu ortaya koymaktadır (Gaerter ve Nollen,1989). Terfi ile ilgili sistem ve
uygulamalar çalışanlarda, kurumun kendilerine destek ve değer verdiği şeklindeki
algıyı kuvvetlendirdiğini ve iş tatminlerini arttırıp şirket aidiyetlerini yükselttiği
saptanmıştır.
Çalışmada bu ilişki doğrultusunda saptanmak istenen, çalışma hayatında yaşanan
değişimle birlikte çalışma hayatına yerleşen dinamik kariyer modelindeki ilişki
yönünü tespit edebilmektir. Sürekli çoklu beceri geliştiren çalışanların, kendilerini
geliştirme zorunluluğunu kendilerinde hissettikleri bir kariyer modeli ile çalışanların
iş tatminleri arasında nasıl bir ilişki içerisinde olduğunu analiz etmektir.
Buna göre iş tatmini ile değişken kariyer yönelimi arasındaki ilişki bağlamında
kurulacak hipotezler şu şekildedir.
H0: İş tatmini ile değişken kariyer yönelimi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
ilişki bulunmaktadır.
H1: İş tatmini ile değişken kariyer yönelimi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
ilişki bulunmamaktadır.
237
H0: İş tatmininin içsel doyum alt ölçeği ile değişken kariyer yönelimi arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır.
H1: İş tatmininin içsel doyum alt ölçeği ile değişken kariyer yönelimi arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmaktadır.
H0: İş tatmininin dışsal doyum alt ölçeği ile değişken kariyer yönelimi arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır.
H1: İş tatmininin dışsal doyum alt ölçeği ile değişken kariyer yönelimi arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmaktadır.
3.2.2.4. İş Tatmininin psikolojik sözleşme ile ilişkisine yönelik öngörülen
hipotezler
İstihdam edilebilirlik kavramının ön plana çıkmasıyla, çalışma hayatında yaşanan
değişim kavramların birbirleri üzerindeki etkilerini de değiştirebilmektedir. Çalışma
hayatında gelinen noktada önemli olan, çalışanların istihdam edilebiliyor olmasıdır.
Çünkü nitelikli çalışan vurgusunun ön plana çıktığı süreçte, esneklik ve artan
işsizliğin derinleştirdiği işgücü piyasasında çalışan en azından bir işi olduğu için
mutlu olabilmektedir. Artan iş yükleri, çalışanların istihdam sigortası olarak
algılanabilmektedir.
Buna göre, iş tatmini ile psikolojik sözleşme arasındaki ilişki bağlamında kurulacak
hipotezler şu şekildedir.
H0: Çalışanların iş tatmini ile psikolojik sözleşmeleri arasında istatistiksel olarak bir
anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır.
H1: Çalışanların iş tatmini ile psikolojik sözleşmeleri arasında istatistiksel olarak
bir anlamlı bir ilişki bulunmaktadır.
H0: İş tatmininin içsel doyum alt ölçeği ile psikolojik sözleşme arasında istatistiksel
olarak bir anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır.
238
H1: İş tatmininin içsel doyum alt ölçeği ile psikolojik sözleşme arasında istatistiksel
olarak bir anlamlı bir ilişki bulunmaktadır.
H0: İş tatmininin dışsal doyum alt ölçeği ile psikolojik sözleşme arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır.
H1: İş tatmininin dışsal doyum alt ölçeği ile psikolojik sözleşme arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmaktadır.
3.2.2.5. Değişken kariyer yöneliminin psikolojik sözleşme ile ilişkisine
yönelik öngörülen hipotezler
İstihdam edilebilirlik vurgusunun ön plana çıktığı günümüzde çalışma hayatında
yaşanan değişimler kurumsal bağlılık, kurum vatandaşlığı gibi kavramları yıkmaya
başlayarak bireysel bazlı yaklaşımlara kaymaktadır. Aynı firmada kariyer beklentisi
psikolojik sözleşmelerde çalışanlar için beklenti olmaktan çıkmaktadır.
Buna göre, değişken kariyer yönelimi ile psikolojik sözleşme arasındaki ilişki
bağlamında kurulacak hipotezler şu şekildedir.
H0:Çalışanların değişken kariyer yönelimi ile psikolojik sözleşmeleri arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır.
H1: Çalışanların değişken kariyer yönelimi ile psikolojik sözleşmeleri arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmaktadır.
H0: Değer yönelimli kariyer yönetiminin, psikolojik sözleşme ile arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır.
H1: Değer yönelimli kariyer yönetiminin, psikolojik sözleşme ile arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmaktadır.
H0: Kişinin kariyerini kendisinin yönlendirmesi alt ölçeğinin, psikolojik sözleşme ile
arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmamaktadır.
239
H1: Kişinin kariyerini kendisinin yönlendirmesi alt ölçeğinin, psikolojik sözleşme ile
arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmaktadır.
3.2.2.6. Değişken kariyer yöneliminin iş tatmini ile ilişkisine yönelik
öngörülen hipotezler
Kariyer sorumluluğunun çalışana atfedildiği günümüzde kariyer beklentisi iş
tatminini artıran bir unsur olarak görülmeyebilir. Değişen çalışma hayatı ve değişim
geçiren kuşağın bu noktada beklentileri de değişebilmektedir. Çalışanların kariyer
süreçlerinde sadece kendilerine güvenmeleri, kendi kariyerlerinden kendilerinin
sorumlu olmaları düşüncesi, son derece bağımsız bir kariyer ve kendi kendilerine
yönlendirebildikleri bir kariyer hayatına sahip olabilmeleri bu süreci etkileyen
faktörlerdir. Şüphesiz ki, bu süreci bu noktaya getiren kendilerine oldukça
güvenen, nitelik düzeyleri yüksek, aynı anda birden fazla iş yapabilme yetisine
sahip R kuşağından kaynaklandığı ileri sürülebilir. Muhakkak ki süreç; yaş, kişilik,
deneyim gibi faktörlerden de etkilense de geleneksel kariyer yaklaşımından
uzaklaşıldığı aşikârdır. Çalışanda, aynı firmada kariyer beklentisi oluşmadığından
süreç iş tatmini üzerinde de anlamlı bir etki yaratmayabilir.
Buna göre, değişken kariyer yönelimi ile iş tatmini arasındaki ilişki bağlamında
kurulacak hipotezler şu şekildedir.
H0: Çalışanların değişken kariyer yönelimi ile iş tatminleri arasında istatistiksel
olarak anlamlı bir ilişki bulunmaktadır.
H1: Çalışanların değişken kariyer yönelimi ile iş tatminleri arasında istatistiksel
olarak anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır.
H0: Değer yönelimli kariyer yönetiminin iş tatmini ile arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir ilişki bulunmaktadır.
H1: Değer yönelimli kariyer yönetiminin iş tatmini ile arasında istatistiksel olarak
anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır.
240
H0: Kişinin kariyerini kendisinin yönlendirmesi alt ölçeğinin iş tatmini ile arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmaktadır.
H1: Kişinin kariyerini kendisinin yönlendirmesi alt ölçeğinin iş tatmini ile arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır.
3.3. Araştırmanın Yöntemi
Çalışmanın bu bölümünde evren ve örneklem seçimine ilişkin bilgi verilerek
araştırmanın sınırlılıkları ve sayıtlıları da ele alınacaktır. Veri toplama yöntemi,
kullanılan anket formlarına da yer verilerek güvenilirlik analizlerini de içeren
bilgilerle açıklanacaktır.
3.3.1. Evren ve örneklem seçimi
Araştırmanın evreni, Türkiye’de ki telekomünikasyon sektöründeki iletişim ve
teknoloji şirketleridir. Bu sektörün seçilmesindeki amaç değişime yön veren
sektörde yer almasından kaynaklanmaktadır. Günümüzde, küreselleşme ile
başlayan değişimin varlığını ve yayılımının nedenini ulaşılan yüksek bilgi ve
iletişim teknolojisine bağlamak mümkündür (Friedman, 2000: 348’ten aktaran
Özdemir, 2011: 57). Çünkü sektörün yapısı bilgi odaklıdır. İstihdam ettiği ve ihtiyaç
duyduğu
işgücünde
bilgiyi
yaşayabilme
ve
bilgiyi
yönetebilme
becerisi
aramaktadır. Bu yüzden eğitim bu sektörün en temel besleyicisi ve koruyucusu
konumundadır. Sektör dinamik bir yapıda olduğu için istihdamının da sürekli
yenilikçi ve yüksek nitelikli yapıda olmasını gerektirdiğinden, nitelikli işgücünün
oluşturduğu istihdam yapısına sahiptir. Bu yüzden, R kuşağının ve eğitimli
işgücünün istihdam kararlarının değişime öncelik eden bu sektörde tespitinin daha
doğru olacağı düşünüldüğünden evren olarak bu sektör seçilmiştir. Ayrıca, Deloitte
tarafından 2015 yılında yapılan “Y kuşağı Araştırma” sonuçlarına göre, %63’lük
katılımcı kesimin, Türkiye’de Y kuşağının en çok bu sektörde çalışmayı talep
etmesi seçilen evrenin doğru adres olduğunu düşündürtmektedir.
Telekomünikasyon sektöründe Turkcell, Vodafone ve Avea olmak üzere üç mobil
iletişim ve teknoloji şirketi bulunmaktadır. Araştırmada, ana evrenin tamamına
241
ulaşmak teknik açıdan çok güç olduğundan ana evreni temsilen ve bilimsel
kurallara uygun olarak belirlenmiş örneklem ile araştırma sınırlandırılmıştır.
Örneklem grubunda, bu iletişim ve teknoloji şirketlerinden birinin genel merkezi
bulunmaktadır. Seçilen kurum, akademik çalışmada isminin ve kurum bilgilerinin
kullanılmaması için gerekli özenin gösterilmesi hususunda hassas davrandığından
resmi makamlardan alınan belge ile kurum isminin kullanılmayacağı teyit edilmiştir.
Yaklaşık %50’ye yaklaşan pazar payı konumu ile genel merkez çalışanları
yaklaşık bin civarındadır. Yaklaşık %5’ lik kısmının doktora, yaklaşık %30’luk
kısmının da yüksek lisans mezunu olduğu kurumda yönetici pozisyonunda yer
alanlar yüksek lisans mezunu olanlar arasından seçilmektedir.
Seçilen firma nitelikli çalışan konusuna oldukça önem vermekte, hem işe alım
süreçlerinde hem de istihdam edildikten sonraki süreçlerinde her kademeye eğitim
programları uygulamaktadır. Kurum işe alım sürecinde, eğitim basamağı en önemli
kriterini oluşturmaktadır. Çalışanlarının çoğunun yüksek lisans derecesine sahip
olduğunu vurgulayan firma, nitelik vurgusunu tüm çalışanlarında hissettirmektedir.
Firma ayrıca fonksiyonel yetkinliklerin yanı sıra şirketin temel yetkinleri olan
müşteri odaklılık, işini sahiplenme, yenilikçilik, ilişki geliştirme, kendini tanıma ve
geliştirme yetkinlikleri ile de süreci değerlendirmekte özellikle kurum değerlerine
uygunluk kriterine göre çalışanını tercih etmektedir. Kişilik envanteri ve
profesyonel hayattaki tutum ve davranışları gözlemlemelerine olanak sağlayan
değerlendirme merkezi çalışmaları ile mülakatlarını gerçekleştirmektedirler.
Yüksek nitelik ve uyum yeteneği, kurumun istihdam kararlarında belirleyici kriterler
olmaktadır. Kurumun sahip olduğu çalışan niteliği, tespitini yapmak istediğimiz R
kuşağı için hem nitelikleri hem de aranan uyum yetileri noktasında istihdam
kararlarını analiz etmemiz için doğru bir durum tespiti yapılabilmesine olanak
sağlayacaktır.
Bu doğrultuda bir yıllık dönemde genel merkezde çalışan 490 kişiye ulaşılmıştır.
Bu kişiler imkânlar ölçüsünde ulaşılabilen departmanlardan keyfi olarak seçilmiştir.
En kolay ulaşılabilen birimlerin
örnekleme alındığı keyfi örnekleme yoluyla (
Alptekin, , Tekin ve Özdemir, 2015:23)
ünvan, departman, kıdem ayrımı
yapılmadan ulaşılabilen çalışanlar seçilmiştir. Ancak 88 anket formu gelişigüzel
doldurulduğundan
dolayı
araştırma
kapsamına
dâhil
edilmemiştir.
Bunun
242
sonucunda, 402 anket geçerli sayılmış ve analizler bu formlarda yer alan bilgiler
doğrultusunda gerçekleştirilmiştir.
3.3.2. Araştırmanın sınırlılıkları, üstesinden gelme çabaları ile sayıltılar
Araştırmada, eğitim kriteri R kuşağının tespitinde önemli olduğundan bu kuşağa
giren çalışanlar için eğitim durumu lisans, yüksek lisans ve doktora olarak
sınırlandırılmıştır.
Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanlığından alınan izin
yazısına ilişkin kurum ve çalışan bilgisinin paylaşılmayacağının teyit edilmesine
rağmen araştırma yapmak için kurumlardan randevu almakta bile ciddi anlamda
zorluk yaşanmıştır. Bu zorlukların üstesinden gelmeye çaba sarf edilse de,
rekabetin yaşandığı sektörde faaliyet göstermelerini gerekçe göstererek, evreni
belirleyen üç firmada, kurumun içsel yapısına ilişkin hiçbir bilginin akademik
çalışma için bile olsa dışarıdan bir kişi ile paylaşılamayacağını belirtmişler ve
randevu vermemişlerdir. Tamamen kurum içlerinden tanıdık referans kaynakları ile
örneklem grubundaki kuruma ulaşılmıştır. Bu referanslı kişiler, ilgili kurumdaki
yönetici ve çalışanlara ulaşılmasına kapı açmışlardır. Buna rağmen, bazı yönetici
ve çalışanlar işlerinden geri kaldıklarını ileri sürerek araştırmaya mesafeli bir tutum
sergileyerek anket formlarını doldurmayı kabul etmemişlerdir. Tüm zorluklara
rağmen kurumda, arz yönlü bir çalışma yapılabilmiştir. Ulaşılan sonuçlar, talep
yönünden gelen bulgularla da kıyaslanılması istenilse de, tüm çabalara rağmen
kurumda talep yönlü çalışma yapılamamıştır. Araştırma, zaman kısıdı ve
kurumlara ulaşılabilirlik noktasında referans yetersizliğinden dolayı Türkiye işgücü
piyasasının bütününü yansıtmamaktadır.
Araştırmanın sayıtlıları ise şu şekildedir.
Araştırmada, yüz yüze görüşme yöntemiyle toplanan verilerin, araştırmaya katılan
çalışanlar tarafından doğru şekilde verilmiş bilgilerden elde edildiği kabul edilmiştir.
Görüşleri alınan çalışanların arz kesiminin istihdam kararları noktasında algı,
tutum ve davranışlarını temsil ettikleri kabul edilmiştir.
243
3.3.3. Veri toplama yöntemi
Araştırmada veri toplamak amacıyla anket uygulamasından yararlanılmıştır.
Oluşturulan
hipotezlerin
geçerliklerinin
sınanması
amacıyla
veri
toplama
sürecinde, araştırma modeline uygun olarak oluşturulan anket formu, demografik
bilgilerden oluşan kısma ek olarak çalışanların R kuşağı tespitini sağlayan bölüm,
iş tatmini,
psikolojik sözleşme ve değişken kariyer yönelimi algılarını ölçmeye
yönelik olarak düzenlenmiş toplam 5 bölüm ve 73 maddeden oluşmaktadır.
Anket formunun birinci bölümünde, çalışanların demografik özelliklerini belirlemek
üzere cinsiyet, yaş grubu, eğitim durumu, medeni durumu, sektördeki toplam
hizmet süresi, şu anki firmada çalışma süresi ve pozisyonunu belirlemek suretiyle
toplam 7 maddeden oluşmaktadır.
Belirlenen hipotezlerin geçerliklerinin sınanması amacına yönelik olarak da, anket
formunun hazırlanması sürecinde R kuşağı tespitine ilişkin ölçek, iş tatmini,
psikolojik sözleşme ve kariyer yönelimlerine ilişkin araştırmanın yapısına en uygun
olduğu düşünülen hazır ölçekler kullanılmıştır.
3.3.3.1. R kuşağı tespiti ölçeği
Bu bölümde R kuşağına dönüşen çalışanları tespit edici sorular yer almaktadır. R
kuşağını tanımlamaya yardımcı sorular Aracı ‘nın (2011) makalesinden aktarılarak
hazırlanmıştır. 5’li likert ölçeğine göre hazırlanan sorularda R kuşağının tanımı ve
tipolojisine uygun cümleler soru olarak sorulmuştur. Çalışanların algılama
düzeylerine göre; “1,” “kesinlikle katılmıyorum;” “2,”“katılmıyorum;” “3,” “ fikrim
yok;” “4,” “katılıyorum;” “5,” “kesinlikle katılıyorum” olarak puanlandırmaları
istenmiştir.
R kuşağı tespit ölçeği sorularına verilen cevaplardan, R kuşağı tipolojisine giren
çalışanları tespit edebilmek çalışma için önem arz etmektedir. Hem yaş aralığı
olarak hem de R kuşağı tipolojisine uygun tutumlar sergileyen çalışanları tespit
etmek çalışmayı doğru sonuçlara taşıyacaktır. Bu yüzden, öncelikle yaş aralığı
olarak R kuşağına girmekle beraber, R kuşağı tipolojisine uygun olmayan
244
cevapları veren çalışanlar tespit edilmek istenmiştir. Sonrasında hem yaş
skalasına hem de R kuşağı tipolojisine uygun cevaplar veren çalışanlar
saptanarak, bu çalışanlar çalışmada “Tam R kuşağı” olarak adlandırılacaktır.
Bu tespiti yapabilmek için, R kuşağını ölçümleyen soruların cevapları R kuşağı
tipolojisine uygun olarak ankette hangi likert alanlarında yer alması gerektiği tespit
edilmiştir. Soruları Tam R kuşağı tipolojisine göre cevaplamasını beklediğimiz
likert alanları aşağıdaki tabloda “X” işareti ile gösterilmektedir.
Kesinlikle
Katılıyorum
Katılıyorum
Fikrim Yok
Katılmıyorum
Kesinlikle
Katılmıyorum
Çizelge 3.1. R kuşağı tipolojisine uygun olarak doldurulması beklenen likert
alanları
Son bir yıl içinde çalıştığım işletmede; iş yüküm ve sorumluluklarım
fazlasıyla arttı.
X
X
Son bir yıl içinde çalıştığım işletmede; mesleki alanda çok geliştim.
X
X
Son bir yıl içinde çalıştığım işletmede; bu performansımla daha iyi bir
ücreti hak ediyorum.
Son bir yıl içinde çalıştığım işletmede; bu performansımla daha iyi bir
ünvanı hak ediyorum.
X
X
X
X
X
X
Yüksek performansım nedeniyle öncesinden farklı olarak son bir yıl
içinde; başarılarım daha fazla ödüllendiriliyor.
X
X
X
Yüksek performansım nedeniyle öncesinden farklı olarak son bir yıl
içinde; kariyer gelişimim destekleniyor.
X
X
X
Yüksek performansım nedeniyle öncesinden farklı olarak son bir yıl
içinde; teşvik primi aldım.
X
X
Yüksek performansım nedeniyle öncesinden farklı olarak son bir yıl
içinde; maaşım beklentimin üzerinde arttı.
X
X
Yüksek performansım nedeniyle öncesinden farklı olarak son bir yıl
içinde; terfi ettim/ünvanım değişti.
X
X
Yüksek performansım nedeniyle öncesinden farklı olarak son bir yıl
içinde; daha fazla kurs/eğitime katıldım.
X
Bu likert alanları tespit edildikten sonra, çalışanların yaş skalasına göre ayrımları
yapılmıştır. Yaş skalası tespit edilirken de Y kuşağı yaş aralığı baz alınarak 21-36
yaş aralığında olanlar R kuşağı yaş aralığı olarak belirlenmiştir. Sonrasında, hem
245
R kuşağı tipolojisine uygun olarak doldurulması beklenen alanları aynı şekilde
cevaplayıp hem de yaş skalasına giren "tam R kuşağına" "1", yaş skalasına
uyup, R kuşağı tipolojisine uygun olarak doldurulması beklenen likert alanları
beklenenin dışında cevaplayan diğerlerine ise "0" değeri verilerek analiz
yapılmıştır. Böylece yaş skalası aralığına girmesine rağmen soruları R kuşağı
tipolojisi likertlerine göre soruları cevaplandırmayanlar ayrılarak R kuşağı
tipolojisine uygun " tam R kuşağı" tespit edilmiştir. Buna göre 402 veriden 158
çalışan "tam R kuşağı" kategorisine, 194 çalışan ise R kuşağı kategorisine
girmektedir.
Çizelge 3.2. Tam R kuşağı tespiti
Yaş
21-25
26-31
32-36
37-41
41 ve üzeri
Toplam
R Kuşağı Alanı
"0"
"1"
51
56
77
54
30
84
32
5
13
0
239
163
Toplam
107
131
114
37
13
402
Tam R kuşağı sayısı tespit edildikten sonra tam R kuşağının, tam R kuşağında yer
almayanların ve diğer kuşağın sınıflandırılması yapılarak her bir ölçeğe ilişkin
ortalama puanları tespit edilmiştir.
Çizelge 3.3. R kuşağı tespiti ölçeğinin maddeleri ve ortalama puanları
Ölçek Maddeleri
1
2
3
4
5
6
7
8
İşimde bugüne kadarki elde ettiğim başarılara
rağmen işimi kaybetmekten korkuyorum.
Daha iyi bir iş bulabilmek için kendimi daha
fazla geliştirmem gerektiğini düşünüyorum.
Çalışma yaşamında sürekli istihdamda kalmak
için kendimi geliştirmenin benim sorumluluğum
olduğunu düşünüyorum
Ailemin arkamda olduğu hissi iş değişikliği
kararlarımda oldukça etkilidir.
Yoğun çalışma tempomdan ötürü sosyal
hayatımı ve ailemi geri plana aldığımı
düşünüyorum.
Son bir yıl içinde çalıştığım işletmede; iş
yüküm ve sorumluluklarım fazlasıyla arttı.
Son bir yıl içinde çalıştığım işletmede; mesleki
alanda çok geliştim.
Son bir yıl içinde çalıştığım işletmede; bu
performansımla daha iyi bir ücreti hak
ediyorum.
Tam R
Kuşağ
ı
Tam R Kuşağında
Yer Almayanlar
4.37
3.88
3.62
4.42
4.25
4.12
4.49
4.19
3.10
4.58
4.38
4.12
4.59
4.23
4.12
4.34
3.99
3.62
4.25
3.64
2.82
4.46
4.18
4.10
Diğer*
Kuşak
246
Çizelge 3.3. (devam). R kuşağı tespiti ölçeğinin maddeleri ve ortalama puanları
Tam R
Kuşağ
ı
Ölçek Maddeleri
Son bir yıl içinde çalıştığım işletmede; bu
performansımla daha iyi bir ünvanı hak
ediyorum.
10
Yüksek performansım nedeniyle öncesinden
farklı olarak son bir yıl içinde; başarılarım daha
fazla ödüllendiriliyor.
11
Yüksek performansım nedeniyle öncesinden
farklı olarak son bir yıl içinde; kariyer gelişimim
destekleniyor.
12
Yüksek performansım nedeniyle öncesinden
farklı olarak son bir yıl içinde; teşvik primi
aldım.
13
Yüksek performansım nedeniyle öncesinden
farklı olarak son bir yıl içinde; maaşım
beklentimin üzerinde arttı.
14
Yüksek performansım nedeniyle öncesinden
farklı olarak son bir yıl içinde; terfi
ettim/ünvanım değişti.
15
Yüksek performansım nedeniyle öncesinden
farklı olarak son bir yıl içinde; daha fazla
kurs/eğitime katıldım.
* Diğer kuşak olarak tanımlanan kuşak R kuşağı yaş
etmektedir.
Tam R Kuşağında
Yer Almayanlar
Diğer*
Kuşak
9
4.49
4.09
4.00
2.00
2.82
3.56
2.25
3.37
3.42
1.54
2.02
2.92
1.77
2.29
2.96
1.71
2.32
3.06
3.97
3.98
3.88
skalası dışında kalan çalışanları ifade
3.3.3.2. İş tatmini ölçeği
Çalışma da güvenilirliği ve geçerliliği çok sayıda araştırma ile (Diaz vd. 1992;
Youself, 1998; Ghiselli vd. 2001; Özdevecioğlu, 2003; Hançer vd. 2003; Çarıkçı
vd. 2004; Sevimli vd. 2005; Örücü vd. 2005; Ceylan vd. 2006; Özcan vd. 2007;
Öztutku, 2007) ortaya konulmuş olan Minnesota İş Doyum Ölçeği’nin yirmi soruluk
kısa formu temel alınmıştır. İş tatmini ölçeği olarak diğer ölçekler yerine, bu ölçeğin
seçilme sebebi, yirmi soruda hem içsel hem de dışsal iş tatmini alt boyutlarını beşli
likertle ölçebilmesidir. Diğer ölçeklerde, otuz-iki yüz arasında değişen soru sayısı
ve
altılı
likert
kullanılması
anketin
cevaplanabilmesinde
zaman
sıkıntısı
yaratacağından, daha az soru ile analiz sağlayan bu ölçek tercih edilmiştir. Öyle
ki, Minnesota İş Tatmini Ölçeği’nin kısa formu ile 100 soruluk uzun formu
arasındaki farklılıkların incelendiği araştırmada (Hirschfeld,2000) içsel ve dışsal
doyum alt ölçeklerinde az farklılaşma olduğu sonucu elde edilmiştir.
Minnesota İş Doyum Ölçeği 1-5 arasında puanlanan beşli likert tipi bir ölçektir.
Çalışanların
algılama
düzeylerine
göre;
“1,”
“kesinlikle
katılmıyorum;”
247
“2,”“katılmıyorum;” “3,” “ fikrim yok;” “4,” “katılıyorum;” “5,” “kesinlikle katılıyorum”
olarak puanlandırmaları istenmiştir.
Minnesota İş Doyum Ölçeği; içsel ve dışsal doyum düzeyini belirleyici özelliklere
sahip iki faktörden oluşmaktadır (Weiss vd. 1967:4). İçsel doyum başarı, tanınma
veya takdir edilme, işin kendisi, işin sorumluluğu, yükselme ve terfiye bağlı görev
değişikliği gibi işin içsel niteliğine ilişkin tatminkârlıkla ilgili öğelerden oluşmaktadır.
Dışsal doyum ise, işletme politikası ve yönetimi, denetim şekli, yönetici, çalışma
arkadaşları ve astlarla ilişkiler, çalışma koşulları, ücret gibi işin çevresine ait
öğelerden oluşmaktadır (Weiss ve diğerleri, 1967: 4).
Çizelge 3.4. İş tatmini alt ölçekleri
İçsel Doyum
Gerçekleştirilen faaliyetler
Bağımsızlık
Çeşitlilik
Sosyal Statü
Ahlaki Değerler
Sosyal Hizmet
Otorite
Yeteneklerden faydalanma
Sorumluluk
Yaratıcılık
İş arkadaşları ile olan ilişkiler
Takdir edilme
Başarı
Dışsal Doyum
Yönetim İlişkileri
Teknik yardım
Güvenlik
İşletme politikaları
Ücret
Yükselme
Çalışma koşulları
Ölçeğin soru formları kullanılırken temel amaç, eğitimli çalışanların değişimin
çalışma hayatında getirdiği dönüşümle iş tatmin düzeylerini analiz edebilmektir. Bu
bağlamda değişimin işgücünde yarattığı dönüşümün başlıkları bu sorularla tespit
edilmeye çalışılacaktır.
248
Çizelge 3.5. İş tatmini ölçeğinin maddeleri ve ortalama puanları
Ölçek Maddeleri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
Yaptığım işten her zaman
memnuniyet duyuyorum.
İşimde bağımsız çalışma
imkanlarının olduğunu
düşünüyorum.
İşimde zaman zaman değişik
şeyler yapabilme şansım oluyor.
Toplum içerisinde ‘saygın kişi’
olma şansını
bana verdiğini düşünüyorum.
Yöneticilerimin emrindeki kişileri
yönetim tarzından memnunum.
Yöneticilerimin karar verme
yeteneklerini memnun edici
buluyorum.
İşimin vicdanıma aykırı olmayan
şeyleri yapabilme imkanına sahip
olduğunu düşünüyorum.
İşimi, bana garantili bir gelecek
sağlaması
bakımından yeterli buluyorum.
İşimi başkaları için bir şeyler
yapabilme hissi açısından yeterli
buluyorum
İşimle ilgili diğer çalışanları
yönlendirmemde aldığım yetkiden
dolayı memnunum.
Kendi bilgi ve yeteneklerime
uygun bir iş
yapmaktayım.
İşle ilgili alınan kararların
uygulamaya konması açısından
işimi memnun edici buluyorum.
Aldığım ücretin yaptığım işin
karşılığı
olduğunu düşünüyorum.
Şirketimde terfi olanağının
olduğunu düşünüyorum.
İşimin kendi kararlarımı uygulama
serbestliğini tanıdığını
düşünüyorum.
İşimi yaparken kendi yöntemlerimi
kullanabilme şansını bana
sağladığını düşünüyorum.
Çalışma şartları ve saatlerini
uygun buluyorum.
Çalışma arkadaşlarımın birbirleri
ile anlaşması bakımından işimi
memnun edici buluyorum.
Başarılı şekilde sonuçlandırdığım
bir iş için aldığım takdiri memnun
edici buluyorum.
Bugün işe girecek olsam
çalıştığım kuruma tekrar
başvuruda bulunurum.
Tam R Kuşağı
Tam R Kuşağında
Yer Almayanlar
Diğer Kuşak
4.04
4.06
3.78
3.96
3.85
3.96
3.95
3.89
3.86
4.47
4.34
4.50
3.32
3.76
3.80
3.19
3.53
3.80
2.32
2.57
2.48
2.23
2.62
3.30
2.63
3.03
3.62
2.80
3.29
3.54
3.08
3.56
4.12
3.41
3.80
3.98
1.85
2.53
3.04
2.20
2.88
3.86
3.78
3.83
3.96
3.90
3.93
4.04
2.29
2.35
2.78
4.07
4.02
4.30
2.09
3.21
3.76
3.31
3.55
4.12
249
3.3.3.3. Psikolojik sözleşme ölçeği
Çalışmada, Millward ve Hopkins (1998) tarafından geliştirilmiş on yedi maddelik
beşli likert kullanılan psikolojik sözleşme ölçeği kullanılmıştır. Ölçeğin, 10 maddesi
psikolojik sözleşmenin işlemsel alt boyutunu ve 7 maddesi psikolojik sözleşmenin
ilişkisel alt boyutunu ölçmektedir. Ölçeğin, işlemsel ve ilişkisel maddeleri diğer
kullanılan ölçeklerle beraber analiz edilebilecektir.
Çizelge 3.6. Psikolojik sözleşme alt ölçekleri
-
-
Psikolojik Sözleşme Ölçeğinin İşlemsel Alt
Boyut Maddeleri
Bu işi sadece para için yapıyorum.
Net olarak belirlenmiş iş saatleri içinde
çalışmayı tercih ederim.
İşte her şeye karışmamak önemlidir.
Fazla mesai için ek ücret almayı bekliyorum.
İşe sadece işimi yapmak için geliyorum.
Bu firmaya bağlılığım sözleşmemde yer alan
maddelerle sınırlıdır.
Sadece işimin gereklerini yerine getiriyorum.
Gelecekte alacağım hak ve menfaatler
(emeklilik, sağlık güvencesi… vb.) karşılığında
bu firmaya %100 katkıda bulunmaya hazırım.
Çalıştığım firmada kariyer planım açık bir
şekilde belirlenmiştir.
Sadece kısa dönemli iş hedeflerine ulaşmak
için çalışıyorum.
Psikolojik Sözleşme Ölçeğinin İlişkisel Alt
Boyut Maddeleri
- Hizmet sürem ve hedeflere ulaşmak için
gösterdiğim çaba karşılığında bu firmada
yükselmeyi bekliyorum.
- Bu firmada ilerlemeyi bekliyorum
- Bu firmada kendimi takımın bir parçası
gibi hissediyorum.
- Bu firmanın, çalışanların emeklerinin
karşılığını verdiğini düşünüyorum.
- Sıkı çalıştığım takdirde bu firmada terfi
edebilme imkânım vardır.
- Bu firmada sonuna kadar çalışırım.
- Çalıştığım firmada her şeye fazlasıyla
karışırım.
Ölçeğin soru formları kullanılırken temel amaç, eğitimli çalışanların değişimin
çalışma
hayatında
getirdiği
dönüşümle
psikolojik
sözleşmelerini
değerlendirmelerini, işlemsel sözleşmeye mi yoksa ilişkisel sözleşmeye mi yakın
olduklarını araştırmaktır. Bu bağlamda, değişimin işgücünde yarattığı dönüşümün
başlıkları bu sorularla tespit edilmeye çalışılacaktır.
250
Çizelge 3.7. Psikolojik sözleşme ölçeğinin maddeleri ve ortalama puanları
Ölçek Maddeleri
1
Bu işi sadece para için yapıyorum.
2
4
Net olarak belirlenmiş iş saatleri içinde çalışmayı
tercih ederim.
Hizmet sürem ve hedeflere ulaşmak için
gösterdiğim çaba karşılığında bu firmada
yükselmeyi bekliyorum.
İşte her şeye karışmamak önemlidir
5
Bu firmada ilerlemeyi bekliyorum.
6
Fazla mesai için ek ücret almayı bekliyorum.
7
İşe sadece işimi yapmak için geliyorum.
8
Bu firmada kendimi takımın bir parçası gibi
hissediyorum.
Bu firmaya bağlılığım sözleşmemde yer alan
maddelerle sınırlıdır.
Bu firmanın, çalışanların emeklerinin karşılığını
verdiğini düşünüyorum.
Sadece işimin gereklerini yerine getiriyorum.
3
9
10
11
12
13
Gelecekte alacağım hak ve menfaatler (emeklilik,
sağlık güvencesi… vb.) karşılığında bu firmaya
%100 katkıda bulunmaya hazırım.
Sıkı çalıştığım takdirde bu firmada terfi edebilme
imkanım vardır.
16
Çalıştığım firmada kariyer planım açık bir şekilde
belirlenmiştir.
Sadece kısa dönemli iş hedeflerine ulaşmak için
çalışıyorum.
Bu firmada sonuna kadar çalışırım.
17
Çalıştığım firmada her şeye fazlasıyla karışırım.
14
15
Tam R
Kuşağı
Tam R
Kuşağında
Yer
Almayanlar
Diğer
Kuşak
2.16
2.26
1.84
4.11
4.08
4.50
3.22
3.77
4.46
2.47
3.12
4.00
3.05
3.64
4.44
4.16
4.13
3.90
2.20
2.22
2.04
3.27
3.60
3.64
2.45
2.67
2.88
2.18
2.82
3.70
1.91
2.46
2.98
2.84
3.50
4.18
2.51
2.93
3.72
2.32
2.68
3.58
2.11
2.07
2.16
2.94
3.64
4.30
2.16
3.01
2.46
3.3.3.4. Değişken kariyer yönelim ölçeği
Değişimle geleneksel kariyerden, kariyer sorumluluğunu kendi üzerinde hisseden
çalışanların dinamik kariyer planına doğru geçtiği günümüzde, bu geçişi analiz
edebilmek için değişken kariyer yönelim ölçeğinden yararlanılmıştır.
Ölçek, 2006 yılında Briscoe ve arkadaşları tarafından geliştirilmiştir. Ölçek 5’li
Likert olarak 14 sorudan oluşmaktadır. Çalışanların algılama düzeylerine göre; “1,”
“kesinlikle katılmıyorum;” “2,”“katılmıyorum;” “3,” “ fikrim yok;” “4,” “katılıyorum;”
251
“5,” “kesinlikle katılıyorum” olarak puanlandırmaları istenmiştir. Değişken kariyer
yönelimi ölçeği kişinin kendi kariyerini kendisinin yönlendirmesi ve değer yönelimli
kariyer yönetimi alt ölçeklerinden oluşmaktadır. Kişinin kendi kariyerini kendisinin
yönlendirmesi alt ölçeğinde sekiz, değer yönelimli kariyer yönetimi alt ölçeğinde
ise altı ifade bulunmaktadır.
Bu ölçekle, değişken kariyer yönelimine ilişkin yargılara katılım düzeyleri ele
alınarak kişinin kendi kariyerini kendisinin yönlendirmesi eğiliminde mi yoksa değer
yönelimli kariyer boyutuna yönelme eğiliminde mi oldukları analiz edilecektir.
Çizelge 3.8. Değişken kariyer ölçeğinin maddeleri ve ortalama puanları
Ölçek Maddeleri
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
Çalıştığım şirket kariyerime ilişkin gelişim fırsatları
sunmadığında, bu fırsatları kendim ararım.
Kariyerimdeki başarı veya başarısızlıklardan ben
sorumluyum.
Genel olarak, son derece bağımsız ve kendi kendime
yönlendirdiğim bir kariyerim var.
Kendi kariyer yolumu seçebilme özgürlüğü, en değer
verdiğim şeylerden biridir.
Kendi kariyerimden kendim sorumluyum.
Kariyerime ilişkin ileriye dönük attığım adımlarda
sadece kendime güvenirim.
Kariyerim söz konusu olduğunda, kendi yolumu kendim
çizerim.
Geçmişte, yeni bir iş bulmam gerektiğinde
başkalarından çok kendime güvenmişimdir.
Kariyerimi, işverenimin önceliklerinden ziyade kendi
önceliklerime göre yönlendiririm.
Başkalarının, kariyer tercihlerimi nasıl değerlendirdikleri
benim için çok da önemli değildir.
Benim için en önemlisi, kariyer başarım hakkında
başkalarının değil benim ne hissettiğimdir.
Çalıştığım şirket, değer yargılarıma aykırı bir şey
yapmamı isterse, kendi doğrularıma uyarım.
Kariyerimle ilgili olarak, benim neyi doğru bulduğum,
şirketimin neyi doğru bulduğundan daha önemlidir.
Geçmişte, şirketim benden uygun bulmadığım bir şeyi
yapmamı istediğinde, kendi değer yargılarıma göre
hareket ettim.
Tam R
Kuşağı
Tam R
Kuşağında
Yer
Almayanlar
Diğer
Kuşak
3.96
4.30
4.06
4.51
3.59
2.70
4.44
3.98
3.84
4.48
4.25
4.12
4.53
3.97
3.02
4.67
4.24
4.06
4.51
4.08
3.92
4.32
4.29
4.02
4.46
3.65
2.34
3.96
3.54
3.46
4.11
3.99
3.88
4.37
3.12
2.66
3.45
3.16
2.22
3.47
2.79
2.12
3.3.4. Güvenilirlik analizleri
Çalışmada kullanılan R kuşağı tespiti, psikolojik sözleşme, iş tatmini, değişken
kariyer yönelimi ölçeklerinin güvenirlik ve geçerlikleri konusunda ölçeklerin
252
güvenirliğine ilişkin veriler, ölçek maddeleri arasındaki korelasyonun ortalamasına
dayanan bir iç tutarlılık modeli olan Cronbach Alfa katsayısı kullanılarak
değerlendirilmiştir. Güvenirlik analizi sonucunda, ölçeğin güvenilir olduğunun
söylenebilmesi için “0” ve “1” değerleri arasında değişen alfa katsayısının 0,60’dan
yüksek olması beklenmektedir (Hair, Robert ve David, 2000:391).
Uygulanan anketin R kuşağı tespiti, psikolojik sözleşme,
iş tatmini, değişken
kariyer yönelimi değişkenlerine ilişkin Cronbach Alfa değerleri 0.60 üzerinde
olduğundan güvenilirdir.
Çizelge 3.9. Araştırmada kullanılan ölçeklere ilişkin güvenirlik değerleri
Değişkenler
R kuşağı
İş Tatmini
Psikolojik Sözleşme
Değişken Kariyer Yönelimi
Madde sayısı
15
20
17
14
Standart Alfa Değeri
0.690
0.884
0.681
0.913
3.3.5. Verilerin analiz yöntemi
402 veriye ilişkin frekans dağılımları yanında, R kuşağı ve bu kuşağın psikolojik
sözleşme, iş tatmini ve değişken kariyer yönelimleri ile ilişkilerini incelemek
amacıyla Pearson korelasyon analizi,
ölçeklerin demografik özelliklerine göre
farklılaşıp farklılaşmadığının analizi için tek faktörlü varyans analizi (ANOVA) ve
bağımsız örneklerde t-testi, tutum ve davranışların birbirleri üzerindeki etkilerini
belirlemek amacıyla da Pearson korelasyon analizi uygulanmıştır.
253
4. BÖLÜM
ARAŞTIRMA BULGULARI VE DEĞERLENDİRMELER
4.1. Katılımcıların Demografik Özellikleri
Araştırmada kullanılan ölçüm aracında, örneklemin demografik özelliklerini ölçmek
üzere yedi madde bulunmaktadır. Cinsiyet, yaş, eğitim durumu, medeni durum,
sektördeki toplam hizmet süresi, mevcut kurumda hizmet süresi ve kurumdaki
pozisyondan oluşan bu maddeler ile ilgili bulgular Çizelge 4.1. de gösterildiği
gibidir.
Örneklem, 402 kişiyi kapsamaktadır. Örneklemin büyük çoğunluğunu, bayan
çalışanlar oluşturmaktadır (%52,2). Çalışmada, kişiliğin birinci planda tutulması
dolayısıyla bu sayı üstünlüğünün araştırmanın amacına ulaşma sürecinde
olumsuz etkisi olmayacağı düşünülmektedir. Örneklemin çoğunluğunu 26-31 yaş
arası çalışanlar oluşturmaktadır (%32,6); daha sonra 32-36 yaş grubu gelmektedir
(%28,4). Örneklemin büyük çoğunluğu yüksek lisans mezunudur (%70,9); bunu
lisans mezunları takip etmektedir (%28,1). Bekâr çalışanların oranı, evli olanlara
kıyasla daha fazla olduğu görülmektedir (%56 - %31,6). Yanıtlayanların büyük
çoğunluğunu çalışma yaşamına kısa bir suredir devam edenler (1-5 yıl: %34,8) ve
bunu 6-10 yıldır çalışma hayatında olanlar izlemektedir (%30,6). Uzun süredir iş
yaşamında olanlar (20 yıl ve üstü: %1)lik kısmı oluşturmaktadır. Bununla birlikte
çoğunluk, mevcut işyerinde kısa bir süredir çalışmaktadır (1-5 yıl: %53,7).
Örneklemin çoğunluğu personel (%47,5) ve orta düzey yönetici (%20,1) den
oluşmaktadır.
254
Çizelge 4.1. Çalışanların demografik özelliklerinin frekans dağılımı
Değişken
Cinsiyet
Yaş
Frekans
Bayan
Bay
21-25 yaş
26-31 yaş
32-36 yaş
37-41 yaş
41 yaş ve üstü
Yüzde
210
192
107
131
114
37
13
% 52,2
% 47,8
% 26.6
% 32,6
% 28.4
% 9,2
% 3,2
Eğitim Durumu
Ön Lisans
Lisans
Yüksek Lisans
4
113
285
% 1,0
% 28,1
% 70,9
Medeni Durum
Bekâr
Evli
Dul/Boşanmış
225
127
49
% 56,0
% 31,6
% 12,2
Sektördeki toplam
hizmet süresi
1 yıldan az
1-5 yıl
6-10 yıl
11-15 yıl
16-20 yıl
20 yıldan fazla
3
140
123
95
37
4
% 0,7
% 34,8
% 30,6
% 23,6
% 9,2
% 1,0
Mevcut kurumdaki
hizmet süresi
1 yıldan az
1-5 yıl
6-10 yıl
11-15 yıl
75
216
95
16
% 18,7
% 53,7
% 23,6
% 4,0
Kurumdaki Pozisyon
Üst Düzey Yönetici
Orta Düzey Yönetici
Alt Düzey Yönetici
Personel
Diğer
7
81
62
191
61
% 1,7
% 20,1
% 15,4
% 47,5
% 15,2
Örneklem grubunu oluşturan 402 kişiden "Tam R kuşağı" olarak ifade ettiğimiz
kuşağa giren 158 çalışanın demografik özellikleri ise aşağıdaki tablo gibidir.
255
Çizelge 4.2. R kuşağında yer alan çalışanların demografik özelliklerinin frekans
dağılımı
Tam R Kuşağı
Tam R Kuşağında Yer
Almayan R Kuşağı
Yüzde
Frekans
Dağılım
Frekans
Yüzde
Dağılım
Kadın
87
%55,1
100
%51,5
Erkek
71
%44,9
94
%48,5
21-25
51
%32,3
56
%28,9
26-31
77
%48,7
54
%27,8
32-36
30
%19,0
84
%43,3
Ön Lisans
-
-
4
%2,1
Lisans
15
%9,5
70
%36,1
Yüksek Lisans
143
%90,5
120
%61,9
Bekar
121
%76,6
102
%52,6
Evli
31
%19,6
61
%31,4
Dul/Boşanmış
6
%3,8
31
%16,0
1 yıldan az
-
-
3
%1,5
1-5 yıl
55
%34,8
85
%43,8
6-10 yıl
59
%37,3
59
%30,4
11-15 yıl
43
%27,2
31
%16,0
16-20 yıl
1
%0,6
16
% 8,2
1 yıldan az
44
%27,8
31
%16,0
1-5 yıl
92
%58,2
110
%56,7
6-10 yıl
22
%13,9
46
%23,7
11-15 yıl
-
-
7
%3,6
Orta Düzey Yönetici
10
%6,3
44
% 22,7
Alt Düzey Yönetici
27
%17,1
33
%17,0
Personel
93
%58,9
83
%42,8
Diğer
28
%17,7
33
%17,0
Değişken
Cinsiyet
Yaş
Eğitim Durumu
Medeni Durum
Sektördeki Toplam
Hizmet Süreniz
Şuan Çalıştığınız
Kurumdaki Hizmet
Süreniz
Kurumdaki
Pozisyonunuz
256
4.2. Katılımcıların Anket Sorularına Verdikleri Cevapların Demografik
Özelliklere Göre Farklılaşması
Demografik faktörlerin psikolojik sözleşme, iş tatmini ve değişken kariyer yönelimi
üzerinde etkilerinin analizi R Kuşağı tipolojisinin diğer kuşaklardan ayrımı
noktasında önem taşımaktadır. Kişilik yapılarının, bu değişken üzerinde fark
yaratıcı bir unsur olup olmadığı tespit edilmeye çalışılacaktır.
Çalışanların R kuşağı tespiti, iş tatmini, psikolojik sözleşme, değişken kariyer
yönelimi düzeylerinin demografik göstergesi olan cinsiyet, yaş, eğitim durumu,
medeni durum, sektörde çalışma süresi ve mevcut firmada çalışma süresi ve
pozisyonlarına göre belirlenen değişkenlere göre farklılaşıp farklılaşmadığı,
bağımsız örneklerde t testi ve tek faktörlü varyans analizi yöntemleri kullanılarak
saptanmaya çalışılmıştır. Tek faktörlü varyans analizinde, ilk olarak grup
varyanslarının eşitliği test edilecektir. Grup varyanslarının eşit olup olmamasına
göre grup ortalamalarının karşılaştırılmasında farklı testlere başvurulacaktır. Şayet
grup varyansları eşit değilse, ANOVA testi sonucunda kullanılan F istatistiği
standart F dağılıma sahip olmayacaktır. Bu durumda, F testinden daha güçlü bir
test olan Brown-Forsythe testi kullanılacaktır.
4.2.1. Katılımcıların R Kuşağı Özelliklerinin Demografik Faktörlere Göre
Farklılaşması
R
kuşağı
özelliklerinin
cinsiyete
göre farklılaşıp
farklılaşmadığının
tespit
edilmesinde bağımsız örneklerde t testi kullanılmıştır. Hipotezler şöyledir:
𝐻0 : 𝜇1 = 𝜇2
(R kuşağı özellikleri açısından kadınlar ve erkekler arasında farklılık
yoktur)
𝐻1 : 𝜇1 ≠ 𝜇2
vardır)
(R kuşağı özellikleri açısından kadınlar ve erkekler arasında farklılık
257
Çizelge 4.3. R kuşağı özelliklerinin cinsiyet açısından karşılaştırılması
Tam R Kuşağı
Tam R Kuşağında
Yer Almayanlar
t istatistiği
0.805
Serbestlik derecesi (sd)
156
P -değeri
0.422
-1.236
192
0.218
Tabloda verilen sonuca göre, hem Tam R kuşağında yer alan çalışanlar hem de
Tam R kuşağında yer almayan çalışanlar için p değeri>𝛼 = 0.05 olduğundan %5
anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak R kuşağı özellikleri cinsiyete göre farklılık
göstermemektedir.
R kuşağı özelliklerinin yaş, medeni durum, eğitim, sektördeki toplam hizmet süresi,
mevcut firmadaki hizmet süresi ve pozisyonuna göre farklılaşıp farklılaşmadığının
tespit edilmesinde Tek Faktörlü Varyans Analizi testi kullanılmıştır. Hipotezler
şöyledir:
𝐻0 : 𝜇1 = 𝜇2 = ⋯ = 𝜇𝐽
(R kuşağı özellikleri yaş, medeni durum gibi demografik
özelliklere göre farklılaşmamaktadır)
𝐻1 : 𝜇𝑗′ 𝑙𝑒𝑟𝑖𝑛 𝑒𝑛 𝑎𝑧 𝑏𝑖𝑟𝑖 𝑓𝑎𝑟𝑘𝑙𝚤𝑑𝚤𝑟 (𝑗 = 1,2, . . , 𝐽)
(R kuşağı özellikleri yaş, medeni
durum gibi demografik özelliklere göre farklılaşmaktadır)
258
Çizelge 4.4. R Kuşağı özelliklerinin demografik özelliklere göre karşılaştırılması
(Brown-Forsythe Testi)
Demografik
Değişken
Yaş
Test istatistiği
sd1
Tam R Kuşağı
7.409
2
Tam R
Kuşağında Yer
Yaş
10.823
2
Almayanlar
Tam R Kuşağı
Eğitim
1.257
1
Tam R
Kuşağında Yer
Eğitim
1.852
2
Almayanlar
Tam R Kuşağı Medeni Durum
3.119
2
Tam R
Kuşağında Yer Medeni Durum
0.676
2
Almayanlar
Sektördeki
Tam R Kuşağı
Toplam
5.466
2
Hizmet Sayısı
Tam R
Sektördeki
Kuşağında Yer
Toplam
6.308
4
Almayanlar
Hizmet Sayısı
Mevcut
Firmadaki
Tam R Kuşağı
1.312
2
Çalışma
Süresi
Mevcut
Tam R
Firmadaki
Kuşağında Yer
9.459
3
Çalışma
Almayanlar
Süresi
Tam R Kuşağı
Pozisyon
2.284
3
Tam R
Kuşağında Yer
Pozisyon
0.234
3
Almayanlar
* %5 anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak fark vardır
** %10 anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak fark vardır
sd2
P_değeri.
98.452
0.001*
142.816
0.000*
15.879
0.279
7.163
0.225
13.140
0.078**
153.478
0.510
145.156
0.005*
69.380
0.000*
83.342
0.275
29.974
0.000*
43.780
0.092**
153.223
0.8731
Brown-Forsythe testi sonucuna göre; eğitim faktöründe Tam R kuşağı (p=0.279>
0,05) ve Tam R kuşağında yer almayanlara göre (p=0.225>0,05) %5 düzeyinde
istatistiksel olarak bir farklılaşma görülmemektedir. Yaş değişkenine göre, Tam R
kuşağı (p=0.001<0,05) ve Tam R kuşağında yer almayanlar (p=0,000<0,05) %5
anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak farklılaşmaktadır. Medeni duruma göre
değerlendirdiğimizde, Tam R kuşağı (p=0.078>0,05) ile Tam R kuşağında yer
almayanlarda
(p=0.510>0,05)
düzeyinde % 95 güven düzeyinde istatistiksel
olarak anlamlı bir fark bulunmamaktadır. Sektördeki toplam hizmet süresine göre
de Tam R kuşağı (p=0.005<0,05)
ile Tam R kuşağında yer almayanlarda
(p=0.000<0,05) %95 güven düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı bir fark
bulunmaktadır. Mevcut kurumdaki çalışma süresine göre değerlendirdiğimizde ise,
259
Tam R kuşağında (p= 0.275 >0,05) %5 anlamlılık düzeyinde anlamlı bir fark
yokken; Tam R kuşağında yer almayanlarda (p=0.000<0,05) istatistiksel olarak
anlamlı bir fark bulunmaktadır. Pozisyona göre baktığımızda, Tam R kuşağı
(p=0.092>0,05) ile Tam R kuşağında yer almayanlarda
(p=0.873>0,05) %5
anlamlılık düzeyinde anlamlı bir fark ortaya çıkmamaktadır.
Bu veriler ışığında, R kuşağı tipolojisi demografik özelliklerden cinsiyet, eğitim,
medeni durum, mevcut kurumdaki çalışma süresi ve pozisyon değişkenlerinden
etkilenmezken; yaş ve sektör deneyimi değişkenlerinden etkilenmektedir. Eğitim
değişkeninin tek başına, R kuşağı tipolojisi için fark yaratmaması beklenilen bir
durumdur. Çünkü günümüzde, eğitim düzeyi istihdama giriş için pasaport niteliği
taşımaktadır. Ancak, bu pasaportun kullanılabilmesi için çalışma hayatına uyum
yetisi de aranmaktadır. Bu yüzden, R kuşağı tipolojisi için eğitim değişkeninin
sektördeki deneyim değişkeni ile birlikte ele alınması gerekmektedir. R kuşağı
artan niteliklerinin yanında çalışma hayatına uyum yetileri de bu kuşak için fark
yaratıcı noktalardır. Bu yüzden, uyum yetisinin kazanılabilmesi için R kuşağı
tipolojisine giren çalışanların erken yaşlarda çalışma hayatına atılması önem
taşımaktadır. Araştırmada da çalışanların eğitim hayatları ile birlikte çalışma
hayatına atıldıkları görülmektedir. Bu iki değişkeni birlikte ele aldığımızda, Tam R
kuşağında çalışanlarda (%90,5) yüksek lisans derecesi ve (%34,8) düzeyinde 1-5
yıl arası sektörde deneyim görülmektedir. Hatta Tam R kuşağı için 1 yıldan az
çalışma hayatı deneyimine rastlanmamıştır.
Bu yaş grubunun artan eğitim düzeyleri ve okul hayatı ile beraber götürdükleri
çalışma hayatı deneyimleri, istihdam edilebilirliklerini güçlendirmek isteyen
işgücünün hem eğitimlerine hem de çalışma hayatı tecrübelerine önem verdiklerini
göstermektedir. Artan işsizlik rakamları, işgücündeki rekabet düzeyi ve istihdam
edilebilirlik kavramının ön plana çıkması, bu sonuçların neden böyle çıktığının da
cevabını göstermektedir. Böylece, çalışma hayatının değişimle ön plana çıkardığı
artan nitelik vurgusu ve çalışma hayatına uyum yetisi saha çalışmasında tespit
edilmiştir.
Yaş değişkenini ele aldığımızda, saha çalışmasında bu değişken R kuşağı
tipolojisinde fark yaratan bir değişken olarak değerlendirilmektedir. Sebebinin
260
örneklem grubunun keyfi örnekleme yoluyla seçilmesinden kaynaklandığı
düşünülmektedir. Çünkü 21-25 yaş arası çalışanlar Tam R kuşağı için %32,3'ü
oluştururken; 26-31 yaş arası çalışanlar %48,7 'yi oluşturmaktadır.
Medeni durum değişkeni ise, R kuşağı tipolojisi için fark yaratan bir değişken
değildir. Bu durum beklenilenin dışında bir tespittir. Çünkü çalışma kavramının
çalışanların bütün dünyasını işgal eden bir yapıya dönüşmesiyle özellikle genç
işgücünün evliliklerini erteledikleri ya da evlenmekten korktuklarını dile getirdikleri
pek çok araştırmada görülmektedir. Saha çalışmasında, tam R kuşağında yer
alanların %76,6 'sı bekârdır. Bu oran, tam R kuşağı tipolojisi için beklenilen oran
aralığında olsa da yine de R kuşağı tipolojisi için fark yaratıcı bir değişken
olmaması düşündürücüdür. Çalışmada bekâr olarak belirtilen medeni durumun
ayrıntılı olarak nedeni sorgulanamadığından, şu anki veriler noktasında neden fark
yaratıcı bir değişken olmadığının tespitini yapmak güç olacaktır.
Mevcut kurumda çalışma süresi ve pozisyon değişkenleri de R kuşağı tipolojisini
etkilememektedir. Bu beklenilen bir durumdur.
Çünkü R kuşağı tipolojisine
girenlerin istihdam kararları mevcut kurumdaki çalışma süresinin uzunluğu, kısalığı
ya da pozisyon durumlarından etkilenmemektedir. Bu kuşağın istihdam kararları
farklı dinamiklerden etkilenmektedir. Geleneksel kariyer bakışından uzak bir
yapıda oldukları için, kendi değerlerine uygun bir iş ortamı ile karşılaşmadıklarında
ya da daha iyi teklif aldıklarında kurum aidiyetleri düşük olduğu için, düşünmeden
kurum değişikliği yapabilirler.
4.2.2. Katılımcıların Psikolojik Sözleşme Düzeylerinin Demografik Özelliklere
Göre Farklılaşması
Psikolojik sözleşme düzeyinin cinsiyete göre farklılaşıp farklılaşmadığının tespit
edilmesinde bağımsız örneklerde t testi kullanılmıştır. Hipotezler şöyledir:
𝐻0 : 𝜇1 = 𝜇2
(Psikolojik sözleşme düzeyleri açısından, kadınlar ve erkekler
arasında farklılık yoktur)
261
𝐻1 : 𝜇1 ≠ 𝜇2
(Psikolojik sözleşme düzeyleri açısından, kadınlar ve erkekler
arasında farklılık vardır)
Çizelge 4.5. Psikolojik sözleşme düzeylerinin cinsiyet açısından karşılaştırılması
t istatistiği
-1.073
Serbestlik derecesi (sd)
400
P -değeri
0.284
Tabloda verilen sonuca göre p değeri=0.284>𝛼 = 0.05 olduğundan %5 anlamlılık
düzeyinde istatistiksel olarak psikolojik sözleşme düzeyleri cinsiyete göre farklılık
göstermemektedir.
Psikolojik sözleşme ölçeği açısından yaş, medeni durum, eğitim, sektördeki toplam
hizmet süresi, mevcut firmadaki hizmet süresi ve pozisyonuna göre farklılaşıp
farklılaşmadığının
tespit
edilmesinde
Tek
Faktörlü
Varyans
Analizi
testi
kullanılmıştır. Hipotezler şöyledir:
𝐻0 : 𝜇1 = 𝜇2 = ⋯ = 𝜇𝐽
(Psikolojik sözleşme ölçeği açısından yaş, medeni durum
gibi demografik özelliklere göre farklılaşmamaktadır)
𝐻1 : 𝜇𝑗′ 𝑙𝑒𝑟𝑖𝑛 𝑒𝑛 𝑎𝑧 𝑏𝑖𝑟𝑖 𝑓𝑎𝑟𝑘𝑙𝚤𝑑𝚤𝑟 (𝑗 = 1,2, … , 𝐽)
(Psikolojik
sözleşme
ölçeği
açısından yaş, medeni durum gibi demografik özelliklere göre farklılaşmaktadır)
262
Çizelge 4.6. Psikolojik sözleşmenin demografik özelliklere göre karşılaştırılması
(Brown-Forsythe Testi)
Demografik
Değişken
Yaş
Test istatistiği
sd1
Tam R Kuşağı
47.735
2
Tam R
Kuşağında Yer
Yaş
14.695
2
Almayanlar
Diğer Kuşak
Yaş
0.728
1
Tam R Kuşağı
Eğitim
24.119
1
Tam R
Kuşağında Yer
Eğitim
19.808
2
Almayanlar
Diğer Kuşak
Eğitim
7.196
1
Tam R Kuşağı Medeni Durum
7.245
2
Tam R
Kuşağında Yer Medeni Durum
6.017
2
Almayanlar
Diğer Kuşak Medeni Durum
1.438
1
Sektördeki
Tam R Kuşağı Toplam Hizmet
2.940
2
Sayısı
Tam R
Sektördeki
Kuşağında Yer Toplam Hizmet
6.453
4
Almayanlar
Sayısı
Sektördeki
Diğer Kuşak Toplam Hizmet
0.793
2
Sayısı
Mevcut
Firmadaki i
Tam R Kuşağı
14.956
2
Çalışma
Süresi
Mevcut
Tam R
Firmadaki
Kuşağında Yer
0.554
3
Çalışma
Almayanlar
Süresi
Mevcut
Firmadaki
Diğer Kuşak
2.061
2
Çalışma
Süresi
Tam R Kuşağı
Pozisyon
13.893
3
Tam R
Kuşağında Yer
Pozisyon
9.727
3
Almayanlar
Diğer Kuşak
Pozisyon
34.628
3
* %5 anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak fark vardır
** %10 anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak fark vardır
sd2
P_değeri.
151.465
0.000*
156.441
0.000*
14.725
18.354
0.407
0.000*
97.512
0.000*
41.825
18.584
0.010*
0.005*
124.3332
0.003*
22.396
0.243
108.581
0.057**
21.517
0.001*
19.504
0.467
70.278
0.000*
72.863
0.647
37.118
0.142
79.552
0.000*
145.295
0.000*
20.783
0.000*
Psikolojik sözleşmenin Brown-Forsythe testi sonuçlarının demografik özelliklerle
karşılaştırılmasına göre, yaş değişkeni söz konusu olduğunda tam R ve tam R
kuşağında yer almayan kuşaklar arasında (p=0,000<0,05) %95 güven düzeyinde
istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmaktadır. Diğer kuşakta ise, (p=0,407>0,05)
istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur. Eğitim düzeylerine göre, karşılaştırılma
263
yapıldığında tam R ve tam R kuşağında yer almayan (p=0,000<0,05) kuşaklar
arasında ve diğer kuşakta (p=0,010<0,05) %5 anlamlılık düzeyinde istatistiksel
olarak anlamlı fark bulunmaktadır. Medeni durum ve sektördeki toplam hizmet
süresine göre değerlendirme yapıldığında, tam R (p=0.000<0,05) ve tam R
kuşağında yer almayan kuşaklar (p=0.003<0,05), (p=0.001<0,05) arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark bulunurken, diğer kuşakta (p=0.243>0,05),
p=0.467>0,05))
%95 güven düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı fark tespit
edilmemiştir. Mevcut durumdaki çalışma sürelerine göre kıyaslama yapıldığında
ise, sadece tam R kuşağında bulunanlar arasında (p=0,000<0,05) %5 anlamlılık
düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı fark bulunurken; tam R kuşağında yer
almayanlar (p=0,647>0,05) ve diğer kuşakta yer alanlar (p=0,142>0,05) arasında
istatistiksel olarak anlamlı fark tespit edilememiştir. Pozisyonlarına göre psikolojik
sözleşmeyi değerlendirmelerinde ise, tam R ve tam R kuşağında yer almayanlar
ve diğer kuşak sınıflandırılmasında (p=0,000<0,05) istatistiksel olarak anlamlı fark
bulunmaktadır.
Bu veriler ışığında, çalışanların psikolojik sözleşme düzeylerini yaş değişkenine
göre ilişkilendirdiğimizde tam R kuşağında yer alanlarla, tam R kuşağında yer
almayanlar arasında istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunurken, diğer kuşağın
yaş değişkeni psikolojik sözleşme algılarını etkilememektedir.
değişkeni
psikolojik
sözleşmeyi
algılama
noktasında
bir
Bu noktada yaş
etmen
olarak
görülmektedir. Çalışma hayatında yaşanan değişim, kuşaklarda özellikle de R
kuşağının istihdam kararlarında bir farklılaşma yaratmaktadır. Tam R kuşağının
psikolojik sözleşme, iş tatmini ve kariyer bakışları diğer kuşağın istihdam
kararlarından farklılaşmaktadır. Saha çalışmasında da yaşa göre psikolojik
sözleşmeyi algılama biçiminde fark olduğu tespit edilmektedir. Yaş ve psikolojik
sözleşmenin nasıl farklılaştığı ve ilişkinin yönü R kuşağının psikolojik sözleşme
algısı hipotezi sonuçlarında ele alınacaktır. Bu noktada yorumlayabileceğimiz alan,
yaş aralığının düşmeye başlamasının psikolojik sözleşmeye bakışta fark yaratan
bir etki olarak tespit edilmesidir. Yaş aralığı düştükçe psikolojik sözleşmeden
beklentilerde değişmeye başlamaktadır.
Eğitim değişkeni ile de psikolojik sözleşme arasında bütün kuşak gruplarında
anlamlı bir fark bulunmaktadır. Bu fark, diğer kuşakta daha fazla görülmektedir.
264
Çalışanların % 70,9 ‘u yüksek lisans mezunudur. Bu oran Tam R kuşağı için %
90,5’e çıkmaktadır. Bu noktadan hareketle, eğitim düzeyi arttıkça çalışanların
psikolojik sözleşmeye verdikleri değer farklılaşmaktadır. Bu veriler, hipotezlerimizi
doğrulamaktadır. R kuşağı çalışanlarının, değişimin etkilerine karşı farklı yönde
tutumlar geliştirdiğinden daha önceki bölümlerde bahsedilmiştir. Bu kuşağın,
psikolojik sözleşmeye olan algısı ve ona verdiği değer düşme eğilimindedir. Bu
bağlamda, diğer kuşakta istatistiksel farkın neden daha fazla olduğunu
doğrulamaktadır. Çünkü artan eğitim düzeyinin R kuşağında daha fazla yer alması
ve
bu
kuşağın
psikolojik
sözleşme
algısının
düşme
eğiliminde
olması
hipotezlerimizi kuvvetlendirmektedir. Bu noktada, eğitim ile psikolojik sözleşme
arasındaki ilişkinin yönüne ve yorumlamasına R kuşağının psikolojik sözleşme
algısı hipotezi sonuçlarında yer verilmektedir.
Medeni durum değişkeni ile psikolojik sözleşme arasında diğer kuşakta istatistiksel
olarak anlamlı bir fark bulunmazken, R kuşağı gruplarında anlamlı fark bulunmakla
beraber, bu fark tam R kuşağında daha yüksektir. R kuşağının medeni durumları
psikolojik sözleşmeye bakışlarını etkilemektedir. Belirtmek gerekir ki, R kuşağının
psikolojik sözleşmeye olan algıları düşme eğilimindedir. Örneklem grubumuzda
bekâr çalışanlar %76,6 lık bir oranla tam R kuşağında görülmektedir. Bu kuşak
çalışma kavramının çalışanın bütün hayatını ele geçiren; bilişsel, psiko-sosyal ve
fiziksel dünyasını işgal eden bir noktaya getirdiği için çalışanlar evlenmenin
sorumluluklarından kaçınmakta, evliliklerini ertelemektedir. Bu tespitler, birçok
araştırmada kendini göstermektedir. Ayrıca, maddi kazanımlarının da yeterli
düzeyde olmaması hatta birçoğunun aile desteği ile geçinmesi bu kuşağın
evlenememesi için sebep oluşturmaktadır. Saha çalışmasında, bekâr olmalarının
sebebi detaylı sorgulanamamıştır. Ancak beklentimiz, bu kuşağın çalışma
kavramının
değişmesinden
ötürü
bekâr
olmayı
tercih
etmeleri
yönünde
olduğundan medeni durum değişkeninin psikolojik sözleşmeye bakışı etkilemesi
hipotezlerimizi kuvvetlendirmektedir. Diğer kuşakta yer alan çalışanların ise,
psikolojik sözleşmeden beklentileri R kuşağından farklı dinamikleri içerdiğinden
medeni durum değişkeninden zaten etkilenmemektedir.
Sektördeki toplam hizmet süresi değişkeni ile psikolojik sözleşme arasında, diğer
kuşakta yer alan çalışanlar için istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmazken, R
265
kuşağı çalışanlarında anlamlı fark bulunmakla beraber tam R kuşağında bu fark
daha yüksek olmaktadır. Sektördeki toplam hizmet süresi, R kuşağı tipolojisi için
fark yaratan bir unsurdur. Bu kuşağın eğitim hayatı ile birlikte başlayan çalışma
hayatı deneyimleri, kuşağa artan nitelikleri ile beraber çalışma hayatına uyum
yetisi de kazandırmaktadır. R kuşağı tipolojisi için önemli bir nokta olan sektör
deneyimi değişkeninin, psikolojik sözleşmeyi algılama noktasında, fark yaratan bir
değişken olması R kuşağının, psikolojik sözleşmeyi algılaması yönündeki kurulan
hipotezi de güçlendirmektedir. Çünkü bu kuşağın, sektörde deneyim kazanmasıyla
çalışma
hayatının
beklentilerine
karşı
farkındalığı
daha
da
artmaktadır.
Günümüzde çalışma hayatında yaşanan koşulları daha iyi okumaktadır. Böylece,
yaşanan belirsizlik ortamında, artan niteliklerine rağmen, bu özelliklerin istihdam
garantisi
sağlamadığını
gözlemektedirler.
Bu
yüzden,
kuşağın
psikolojik
sözleşmeye verdiği önem azalmaktadır. Çünkü istihdam edilebilir olmak kuşak için
daha önemli görünmektedir. Diğer kuşakta yer alan çalışanların ise, psikolojik
sözleşmeyi anlamlandırma ve psikolojik sözleşmeden beklentileri bu değişkenden
etkilenmemektedir. Bu kişilerin, yaş itibariyle daha fazla sektör deneyimi
kazandıkları
düşünüldüğünde,
bu
değişkenin
bu
kuşak
için
psikolojik
sözleşmelerini algılamada bir etki yaratmaması, bu kuşağın kişilik farklılıklarından
ve çalışma kavramını daha gelenekselci bir tutumla değerlendirdiği düşüncesinden
kaynaklanabilir.
Mevcut kurumdaki hizmet süresi değişkeni ile psikolojik sözleşme arasında, tam R
kuşağında
istatistiksel
olarak
anlamlı
fark
bulunması
da
hipotezleri
kuvvetlendirmektedir. Çünkü bu kuşak tipolojisinde yer alanlar, mevcut kurumdaki
çalışma sürelerine ya da pozisyonlarına bakmadan istihdam kararlarını kendi
isteklerine göre şekillendirdiğinden psikolojik sözleşmelerini de farklı açılardan
değerlendirmektedir. Diğer kuşak için ise, bu değişkende psikolojik sözleşmeyi
algılama biçimlerini etkilememektedir.
Kurumdaki pozisyon değişkeni ile psikolojik sözleşme arasında her kuşak
gruplarında da istatistiksel olarak aynı oranda fark bulunmaktadır. Pozisyon
düzeyleri her kuşak grubu için psikolojik sözleşme değişkeni için anlamlı fark
yaratsa da aynı düzeyde etki gösterdiğinden bu değişken psikolojik sözleşme
değişkeni ile aralarındaki ilişkiyi yorumlama seçeneklerimizi kısıtlamaktadır. Ancak
266
tekrar belirtmek gerekir ki, R kuşağı tipolojisinde yer alanlar mevcut kurumdaki
pozisyonlarına
bakmadan
istihdam
kararlarını
kendi
isteklerine
göre
şekillendirdiğinden psikolojik sözleşmeden beklentileri de değişmektedir. R kuşağı
tipolojisinde de tanımlandığı üzere psikolojik sözleme algısı düşmektedir.
4.2.3. Katılımcıların İş Tatmini Düzeylerinin Demografik Özelliklere Göre
Farklılaşması
İş tatmininin, cinsiyete göre farklılaşıp farklılaşmadığının tespit edilmesinde
bağımsız örneklerde t testi kullanılmıştır. Hipotezler şöyledir:
𝐻0 : 𝜇1 = 𝜇2 (İş tatmini açısından kadınlar ve erkekler arasında farklılık yoktur)
𝐻1 : 𝜇1 ≠ 𝜇2 (İş tatmini açısından kadınlar ve erkekler arasında farklılık vardır)
Çizelge 4.7. İş Tatmininin cinsiyete göre karşılaştırılması
t istatistiği
0.323
Serbestlik derecesi (sd)
400
P -değeri
0.747
Tabloda verilen sonuca göre p değeri=0.747>𝛼 = 0.05 olduğundan %5 anlamlılık
düzeyinde istatistiksel olarak iş tatmini cinsiyete göre farklılık göstermemektedir.
İş tatmini açısından yaş, medeni durum, eğitim, sektördeki toplam hizmet süresi,
mevcut firmadaki hizmet süresi ve pozisyonuna göre farklılaşıp farklılaşmadığının
tespit edilmesinde Tek Faktörlü Varyans Analizi testi kullanılmıştır. Hipotezler
şöyledir:
𝐻0 : 𝜇1 = 𝜇2 = ⋯ = 𝜇𝐽
(İş tatmini açısından yaş, medeni durum gibi demografik
özelliklere göre farklılaşmamaktadır)
𝐻1 : 𝜇𝑗′ 𝑙𝑒𝑟𝑖𝑛 𝑒𝑛 𝑎𝑧 𝑏𝑖𝑟𝑖 𝑓𝑎𝑟𝑘𝑙𝚤𝑑𝚤𝑟 (𝑗 = 1,2, … , 𝐽)
(İş tatmini açısından yaş, medeni
durum gibi demografik özelliklere göre farklılaşmaktadır)
267
Çizelge 4.8. İş tatmininin demografik özelliklere göre karşılaştırılması (BrownForsythe Testi)
Demografik
Değişken
Yaş
Test istatistiği
sd1
Tam R Kuşağı
0.872
2
Tam R
Kuşağında Yer
Yaş
19.607
2
Almayanlar
Diğer Kuşak
Yaş
2.040
1
Tam R Kuşağı
Eğitim
0.044
1
Tam R
Kuşağında Yer
Eğitim
15.242
2
Almayanlar
Diğer Kuşak
Eğitim
27.773
1
Tam R Kuşağı Medeni Durum
1.190
2
Tam R
Kuşağında Yer Medeni Durum
7.112
2
Almayanlar
Diğer Kuşak Medeni Durum
3.970
1
Sektördeki
Tam R Kuşağı Toplam Hizmet
0.902
2
Sayısı
Tam R
Sektördeki
Kuşağında Yer Toplam Hizmet
10.236
4
Almayanlar
Sayısı
Sektördeki
Diğer Kuşak Toplam Hizmet
0.908
2
Sayısı
Mevcut
Firmadaki
Tam R Kuşağı
1.765
2
Çalışma
Süresi
Mevcut
Tam R
Firmadaki
Kuşağında Yer
5.003
3
Çalışma
Almayanlar
Süresi
Mevcut
Firmadaki
Diğer Kuşak
2.501
2
Çalışma
Süresi
Tam R Kuşağı
Pozisyon
1.027
3
Tam R
Kuşağında Yer
Pozisyon
7.469
3
Almayanlar
Diğer Kuşak
Pozisyon
78.703
3
* %5 anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak fark vardır
** %10 anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak fark vardır
sd2
P_değeri.
77.884
0.422
133.744
0.000*
15.432
155.238
0.173
0.834
72.300
0.000*
43.279
30.129
0.000*
0.318
90.728
0.001*
21.140
0.059**
54.887
0.412
107.824
0.000*
21.809
0.418
95.026
0.177
105.553
0.003*
24.774
0.102
26.245
0.397
126.143
0.000*
9.450
0.000*
İş tatmini, Brown-Forsythe testi sonucuna göre demografik değişkenlerle
karşılaştırıldığında, yaş değişkeni, tam R kuşağında yer almayan kuşakta
(p=0,000<0,05) %5 anlamlılık düzeyine göre istatistiksel olarak anlamlı düzeyde
farklılık göstermektedir. Tam R kuşağı (p=0,422>0,05) ve diğer kuşakta
(p=0,173>0,05) %95 güven düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı farklılık
268
göstermemektedir.
Eğitim
değişkenine
göre
ise
tam
R
kuşağındakilerle
(p=0,834>0,05) %5 anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı farklılık
bulunmazken; tam R kuşağında yer almayanlar (p=0,000<0,05) ve diğer kuşak
(p=0,000<0,05) %95 güven düzeyine göre istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık
göstermektedir. Medeni duruma göre, tam R kuşağındakilerle (p=0,318>0,05) %5
anlamlılık düzeyine göre istatistiksel olarak anlamlı farklılık göstermezken; tam R
kuşağında yer almayanlar (p= 0,001< 0,05) ve diğer kuşağa göre (p=0,059< 0,1)
%5 anlamlılık düzeyine göre istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmaktadır.
Sektördeki toplam hizmet süresi, tam R
(p=0,412>0,05) ve diğer kuşakta
(p=0,418>0,05) %5 anlamlılık düzeyine göre istatistiksel olarak anlamlı fark
bulunmazken; tam R kuşağında yer almayanlarda (p=0,000<0,05) %95 güven
düzeyine göre istatistiksel olarak anlamlı farklılık gözlemlenmektedir. Mevcut
kurumdaki çalışma sürelerine göre değerlendirildiğinde ise tam R (p=0,177>0,05)
ve diğer kuşakta (p=0,102>0,05) %5 anlamlılık düzeyine göre istatistiksel olarak
anlamlı fark bulunmazken; tam R kuşağında yer almayanlarda (p=0,003<0,05) %5
anlamlılık
düzeyinde
istatistiksel
olarak
anlamlı
farklılık
bulunmaktadır.
Pozisyonlarına göre ayrıma girdiğinde ise, tam R kuşağında yer almayanlar
(p=0,003<0,05) ve diğer kuşakta (p=0,003<0,05) %95 güven düzeyinde
istatistiksel olarak anlamlı farklılık varken; tam R kuşağında (p=0,177>0,05) %5
anlamlılık düzeyine göre istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmamaktadır.
Bu veriler ışığında, tam R kuşağında yer alanların iş tatmini hiçbir demografik
faktörden etkilenmemektedir. Yapılan çoğu araştırmada yaş, cinsiyet, medeni
durum, eğitim düzeyi, mesleki konum ve kıdem, kişilik, zekâ, hizmet süresi ve
benzeri etkenler iş tatminini etkileyen kişisel faktörler olarak literatürde
tanımlanmaktadır (Özaydın ve Özdemir, 2014:254). Ancak, saha çalışmasında bu
etki tam R kuşağı için çalışmada saptanamamıştır. Çalışanların istihdam edilebilir
olma kaygıları, artan işsizlik rakamları ve sürekli gelişen nitelikli bir işgücünde
yaşanılan rekabet ortamı iş tatminini etkileyen unsurları değiştirmiş olabilir.
İstihdam edilebilir olmanın önemli olduğu, hatta bir işi olduğu için mutlu olunması
gerektiğini düşünen büyük bir işgücü kitlesi düşünüldüğünde istihdam edilebilir
olmanın bile tek başına iş tatminini sağladığı düşünülebilir. Ayrıca, diğer kuşakta
da çoğu demografik faktörlerin iş tatminini etkilememesi, istihdam edilebilir
olmanın her iki kuşak için de iş tatmini üzerinde daha büyük etki yarattığı
269
düşüncemizi desteklemektedir. İş tatmini, R kuşağı için daha farklı değişkenlerden
etkilenmektedir. Kişisel faktörlerden ziyade, örgütsel faktörler bu kuşak için iş
tatminlerini etkileyen daha önemli değişkenler olarak görülebilir. Diğer kuşakta yer
alanların ise, iş tatmini eğitim, medeni durum ve pozisyon değişkenlerinden
etkilenmektedir. Özellikle saha çalışmasındaki diğer kuşakta yer alanların, R
kuşağına göre daha üst pozisyonlarda yer alması maddi kazanımlarını
arttırdığından iş tatmininin bu değişkenden etkileniyor olması beklenilen bir
durumdur.
4.2.4. Katılımcıların Değişken Kariyer Yönelimi Düzeylerinin Demografik
Özelliklere Göre Farklılaşması
Değişken kariyer ölçeğinin, cinsiyete göre farklılaşıp farklılaşmadığının tespit
edilmesinde bağımsız örneklerde t testi kullanılmıştır. Hipotezler şöyledir:
𝐻0 : 𝜇1 = 𝜇2 (Değişken kariyer ölçeği açısından kadınlar ve erkekler arasında
farklılık yoktur)
𝐻1 : 𝜇1 ≠ 𝜇2 (Değişken kariyer ölçeği açısından kadınlar ve erkekler arasında
farklılık vardır)
Çizelge 4.9. Değişken kariyer ölçeğinin cinsiyete göre karşılaştırılması
t istatistiği
0.299
Serbestlik derecesi (sd)
400
P -değeri
0.765
Tabloda verilen sonuca göre, p değeri=0.765>𝛼 = 0.05 olduğundan %5 anlamlılık
düzeyinde istatistiksel olarak değişken kariyer ölçeği cinsiyete göre farklılık
göstermemektedir.
Değişken kariyer yönetimi açısından yaş, medeni durum, eğitim, sektördeki toplam
hizmet süresi, mevcut firmadaki hizmet süresi ve pozisyonuna göre farklılaşıp
farklılaşmadığının
tespit
edilmesinde
kullanılmıştır. Hipotezler şöyledir:
Tek
Faktörlü
Varyans
Analizi
testi
270
𝐻0 : 𝜇1 = 𝜇2 = ⋯ = 𝜇𝐽
(Değişken kariyer yönetimi açısından yaş, medeni durum
gibi demografik özelliklere göre farklılaşmamaktadır)
𝐻1 : 𝜇𝑗′ 𝑙𝑒𝑟𝑖𝑛 𝑒𝑛 𝑎𝑧 𝑏𝑖𝑟𝑖 𝑓𝑎𝑟𝑘𝑙𝚤𝑑𝚤𝑟 (𝑗 = 1,2, … , 𝐽)
(Değişken
kariyer
yönetimi
açısından yaş, medeni durum gibi demografik özelliklere göre farklılaşmaktadır)
Çizelge
4.10.
Değişken kariyer yöneliminin demografik
karşılaştırılması (Brown-Forsythe) testi
Demografik
Değişken
Yaş
Test istatistiği
sd1
Tam R Kuşağı
28.462
2
Tam R
Kuşağında Yer
Yaş
126.665
2
Almayanlar
Diğer Kuşak
Yaş
0.131
1
Tam R Kuşağı
Eğitim
5.492
1
Tam R
Kuşağında Yer
Eğitim
8.511
2
Almayanlar
Diğer Kuşak
Eğitim
0.539
1
Tam R Kuşağı Medeni Durum
6.857
4
Tam R
Kuşağında Yer Medeni Durum
55.860
2
Almayanlar
Diğer Kuşak Medeni Durum
0.539
1
Sektördeki
Tam R Kuşağı Toplam Hizmet
22.017
2
Sayısı
Tam R
Sektördeki
Kuşağında Yer Toplam Hizmet
63.814
4
Almayanlar
Sayısı
Sektördeki
Diğer Kuşak Toplam Hizmet
0.881
2
Sayısı
Mevcut
Firmadaki
Tam R Kuşağı
6.164
2
Çalışma
Süresi
Mevcut
Tam R
Firmadaki
Kuşağında Yer
33.082
3
Çalışma
Almayanlar
Süresi
Mevcut
Firmadaki
Diğer Kuşak
0.034
2
Çalışma
Süresi
Tam R Kuşağı
Pozisyon
4.092
3
Tam R
Kuşağında Yer
Pozisyon
25.866
3
Almayanlar
Diğer Kuşak
Pozisyon
1.590
3
* %5 anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak fark vardır
** %10 anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak fark vardır
özelliklere
göre
sd2
P_değeri.
151.771
0.000*
109.008
0.000*
19.055
16.885
0.721
0.032*
139.758
0.000*
36.423
48.788
0.467
0.002*
157.254
0.000*
36.423
0.467
152.657
0.000*
11.411
0.000*
46.070
0.421
64.887
0.004*
126.423
0.000*
14.480
0.967
72.648
0.010*
139.856
0.000*
7.444
0.271
271
Değişken kariyer yöneliminin Brown-Forsythe testi sonucuna göre, demografik
değişkenlerle karşılaştırıldığında, yaş değişkeni, tam R ( p=0,000<0,05) ve tam R
kuşağında yer almayanlar arasında (p=0,000<0,05) düzeylerine göre istatistiksel
olarak anlamlı düzeyde farklılık göstermektedir. Diğer kuşakta ise, (p=0,721>0,05)
düzeyine göre anlamlı bir fark bulunmamaktadır. Eğitim değişkenine göre
bakıldığında, tam R (p=0,032<0,05) ve tam R kuşağında yer almayanlar
(p=0,000<0,05)
arasında
istatistiksel
olarak
anlamlı
düzeyde
farklılık
göstermektedir. Diğer kuşakta ise (p=0,467>0,05) istatistiksel olarak anlamlı bir
fark bulunmamaktadır. Medeni durum değişkenine göre değerlendirildiğinde, tam
R (p=0,002<0.05) ve tam R kuşağında yer almayanlar (p=0,000<0,05) arasında
istatistiksel olarak anlamlı düzeyde farklılık vardır. Diğer kuşakta (p=0,467>0,05)
ise anlamlı bir fark bulunmamaktadır. Sektördeki toplam hizmet süresi değişenine
göre değerlendirildiğinde, tam R (p=0,000<0,05) ve tam R kuşağında yer
almayanlar (p=0,000<0,05) arasında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde farklılık
varken; diğer kuşakta (p=0,421>0,05) anlamlı bir fark bulunmamaktadır. Mevcut
firmadaki çalışma süresi değişenine göre değerlendirildiğinde ise, tam R
(p=0,004<0,05) ve tam R kuşağında yer almayanlar (p=0,000<0,05) arasında
istatistiksel olarak anlamlı düzeyde farklılık görülmektedir. Diğer kuşakta ise,
(p=0,421>0,967) anlamlı bir fark bulunmamaktadır. Son olarak pozisyona göre
değerlendirdiğimizde ise, tam R (p=0.010<0,05) ve tam R kuşağında yer
almayanlar (p=0,000<0,05) arasında istatistiksel olarak anlamlı düzeyde farklılık
görülürken; diğer kuşakta (p=0,271>0,967) anlamlı bir fark bulunmamaktadır.
Bu veriler ışığında, tam R kuşağında yer alanların değişken kariyer algısı bütün
demografik değişkenlerden etkilenmektedir. İlk olarak yaş değişkeni ile konuyu ele
aldığımızda, kuşaklar arasındaki sınır içinde belirleyici olan yaş faktörü, kuşakların
kariyer algılarında keskin fark yaratan bir değişken olmaktadır. R kuşağı yaş
grubunda yer alanlar, geleneksel kariyer yaklaşımından uzaklaşmakta, değişken
kariyer yaklaşımına yönelmektedir. Bu farkın derecesi ve ilişkinin yönü diğer
hipotezlerde
detaylıca
ele
alınmaktadır.
Yaş
faktörü,
artan
nitelikleriyle
güçlenmeye başlayan çalışanın, kendi kariyer planlarını kendi sorumluluğunda
hissettiği değişken kariyer yaklaşımı algısında bir sınır başlatmaktadır. Geleneksel
kariyer yaklaşımı ve değişken kariyer yaklaşımı arasındaki keskin geçiş yaş
272
faktöründen etkilenmektedir. Zaten, diğer kuşak ve R kuşağı arasındaki istihdam
kararları noktasında keskin farklar kariyer algıları noktasında görülmektedir.
Değişken kariyer yaklaşımı, literatürde de tanımlandığı üzere R kuşağının tipolojik
özelliklerinden biridir. Bu tipolojiye sahip olan çalışanlar, kariyerlerini işverenden
ziyade kendi sorumluluklarında görmekte, bütün kariyer ilerlemelerinden kendileri
sorumlu olmakta ve istedikleri takdirde hemen başka bir kuruma geçerek kariyer
planlarını farklılaştırabilmektedir. Öyle ki, birden fazla iş yüklerine sahip oldukları
için,
birden fazla alanda deneyim kazandıklarından çok yönlü kariyerlere de
sahiptirler.
Bu kuşak için, eğitim düzeyleri önemli olmaktadır. Tam R kuşağındakiler, daha
yüksek düzeyde eğitime sahip olduklarından eğitim değişkeni, diğer demografik
faktörlere göre değişken kariyer algısında daha çok fark yaratan bir nokta
olmalıdır. Saha çalışmasında da eğitim değişkeni, değişken kariyer yaklaşımında
en yüksek fark yaratan değişken olarak görülmektedir. Aynı şekilde kurumdaki
pozisyonları ve çalışma süresi değişkenleri de değişken kariyer yaklaşımı için fark
yaratan noktalar olarak görülmektedir. Bütün demografik değişkenlerde değişken
kariyer yaklaşımının bu yönde çıkması, R kuşağı için oluşturduğumuz tipolojiyi de
desteklemektedir. Çalışanın pozisyonu, ister alt düzey, ister personel, ister orta
düzey olsun ya da mevcut firmada ne kadar süre ile çalışırsa çalışsın, kariyer
yönelimlerini kendi sorumluluklarında görmektedir. Diğer kuşakta yer alan
çalışanların ise, yönelimi geleneksel kariyer yaklaşımında olduğu için hiçbir
değişken bu kuşağın değişken kariyer algısını etkiliyememiştir.
4.3. Katılımcıların Kuşak Etkisine Göre Tutum ve Davranışları Arasındaki
İlişkiler
Çalışmanın bu kısmında, tam R kuşağı olarak tespit ettiğimiz çalışanların, istihdam
kararları analiz edilmeye çalışılacaktır.
Kurulan hipotezlerle süreç analiz
edilecektir. Öncelikli olarak tam R kuşağı olarak ifade ettiğimiz çalışanların, R
kuşağı tipolojilerinin psikolojik sözleşme, iş tatmini ve değişken kariyer yönelimi ile
ilişkisi Pearson korelasyon analizi ile saptanmaya çalışılmaktadır.
273
4.3.1. R kuşağı ilişkileri
Pearson korelasyon analizinde örneklem büyüklüğü de göz önüne alınarak analize
tabi tutulan değişkenler arasındaki ilişkiyi gösteren korelasyon katsayısının mutlak
değer olarak 1,00 ile 0,70 değerleri arasında olması durumunda yüksek; 0,70 ile
0,30 değerleri arasında olma durumunda orta; 0,30 ile 0 değerleri arasında olması
durumunda ise düşük düzeyde bir ilişkinin var olduğu kabul edilmektedir
(Büyüköztürk, 2002). R kuşağı ile ele alınan değişkenler arasındaki ilişki pearson
korelasyon analizi sonuçları ile şu şekilde ifade edilmektedir.
Çizelge 4.11. Tam R kuşağında Yer Alanların Pearson Korelasyon Analizi
Düzeyleri
Tam R kuşağında
Yer Alanların
Pearson
Korelasyon Analizi
Düzeyleri
Psikolojik Sözleşme
İlişkisi
İş Tatmini İlişkisi
Değişken Kariyer
Yönelimi İle İlişkisi
-0.331
-0.042
0.459
(0.000)*
(0.602)
(0.000)*
* %5 anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak ilişki vardır. Parantez içindeki değerler p-değerlerdir.
Çizelge 4.11 de verilen sonuçlara göre, tam R kuşağında yer alan çalışanların R
kuşağı tipolojisi, psikolojik sözleşme ve değişken kariyer yönelimi ile orta düzeyde
bir ilişkiye sahiptir. Psikolojik sözleşme ile R kuşağı tipolojisi, negatif yönlü
doğrusal bir ilişkiye sahipken; değişken kariyer yönelimi için bu ilişki pozitif yönlü,
doğrusal bir ilişkidir. Her iki katsayıda %5 anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak
anlamlıdır.
Fakat
R
kuşağı
tipolojisi
ile
iş
tatmin
ölçeği
arasında
p-
değeri=0,602>0,05 olduğundan %5 anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı
bir ilişki bulunmamaktadır.
4.3.1.1. R kuşağının psikolojik sözleşme ile ilişkisi
Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile tam R kuşağında yer almayan çalışanların
hem işlemsel hem de ilişkisel psikolojik sözleşme ölçeğine göre istatistiksel açıdan
farklılaşıp farklılaşmadığı iki bağımsız örneklem için t-testi kullanılarak test
edilmiştir.
274
Çizelge 4.12. Psikolojik sözleşme ve alt ölçeklerinin tam R kuşağında yer alanlarla
tam R kuşağında yer almayanlar arasında istatistiksel olarak fark
tespiti
Grup İstatistikleri
R kuşağı Alanı
Psikolojik
Sözleşme
İşlemsel
Psikolojik
Sözleşme
İlişkisel
Psikolojik
Sözleşme
Tam R
Kuşağında Yer
Almayanlar
Tam R
Kuşağında
Olanlar
Tam R
Kuşağında Yer
Almayanlar
Tam R
Kuşağında
Olanlar
Tam R
Kuşağında Yer
Almayanlar
Tam R
Kuşağında
Olanlar
N
Ortalama
Standart
Sapma
194
52.6186
6.1382
Standart
Hata
0.4407
t istatistiği
(p-değeri)
7.496
(0.000)
158
47.8481
5.6840
0.4522
194
26.0619
3.6698
0.2635
158
24.2595
2.2550
0.1794
194
23.4330
3.9789
0.2856
5.654
(0.000)
5.666
(0.000)
158
21.1139
3.61345
0.28747
R kuşağının psikolojik sözleşme ile aralarındaki ilişki istatistiksel olarak anlamlı,
negatif yönlü ve orta şiddetlidir.
Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile tam R kuşağında yer almayan çalışanlar
psikolojik sözleşmeye bağladıkları değer açısından istatistiksel olarak %95 güven
düzeyinde anlamlı farklılık gözlemlenmiştir (p=0,000<0,05).
Bu verilerden yola çıkarsak, tam R kuşağında yer alan çalışanların psikolojik
sözleşmeye bağladıkları ortalama değer düşme eğilimindedir. Bu noktada tam R
kuşağında yer alan çalışanların, psikolojik sözleşmeye bağladıkları değer
açısından farklılık olduğu yönünde öngördüğümüz hipotez doğrulanmaktadır.
Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile tam R kuşağında yer almayan çalışanların
psikolojik sözleşmenin alt boyutlarında da istatistiksel anlamda anlamlı farklılık
gözlemlenmiştir. Verilerden yola çıkarsak, tam R kuşağında yer alan çalışanların
psikolojik sözleşmenin alt boyutları olan işlemsel ve ilişkisel sözleşmelere
bağladıkları ortalama değer düşme eğilimindedir. Ancak, bu düşme eğilimi
275
işlemsel psikolojik sözleşmelerde kendini daha çok göstermektedir. Bu bağlamda,
tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile tam R kuşağında yer almayan çalışanlar
arasında,
psikolojik
sözleşmenin
alt
boyutları
olan
işlemsel
ve
ilişkisel
sözleşmelerinde farklılık olduğu yönünde kurulan hipotezler kabul edilmektedir.
Güven temasının kaybolduğu ve istihdam edilebilirlik kavramının ön plana çıktığı,
çalışma hayatındaki değişim noktasında işgücündeki artan nitelik, uyum
yetenekleri ve kendine güven kıstasları ile psikolojik sözleşmeye bakış açısının
önemi kaybolmaktadır. Önemli olan nokta istihdam edilebilirlikleridir. Artık yaşam
boyu işler yok (Bauman,2000d: 55) kuralının işlerlik kazanması, çalışanın
kendisiyle ve diğer çalışanlarla rekabetine dönüşmektedir. Bu kuşağın yüksek
vasfı,
heterojen
yapısı,
mobilitenin
yüksek
oluşu
psikolojik
sözleşmeyi
bireyselleştirmektedir. Bu yüzden, psikolojik sözleşmeler her çalışanla bireysel
bazda yapılan, çalışanın performans ve niteliklerine göre ücretlendirmelere tabi
olduğu bir formata dönüşmektedir. Bu formatta, psikolojik sözleşme için özerklik,
sürekli gelişim, çoklu kariyer, entelektüel nitelik, bireysel performans ve duygusal
emek temalarından yapılanmaktadır.
Çalışanların
psikolojik
sözleşmeden
beklentileri
noktasında
yapılan
çoğu
araştırmada, ücret ve psikolojik sözleşme arasında kuvvetli bir bağ saptanmıştır.
Ancak, saha çalışmasındaki tam R kuşağı için, ücret psikolojik sözleşmede yer
alan bir beklenti düzeyini ifade etmemektedir. Öyle ki çalışanların "işlerimi para için
yapıyorum" sorusunun karşılığı (ortalama 2.16 düzeyinde) katılmıyorum şeklinde
cevaplanmıştır. Psikolojik sözleşmedeki değişimleri gösteren bir başka kanıt da
çalışma kavramının mesai saatlerinden çıkarak çalışanın bütün hayatını işgal eden
bir kavrama dönüşmesi ile ilgilidir. Bu noktada duygusal emek olarak bahsettiğimiz
yeni psikolojik sözleşme teması olan kavram, tam R kuşağı için öngördüğümüz
hipotezleri desteklemektedir. Bu kuşak için çalışma sadece yapılan işten ibaret
olmamakta, çalışan için çok daha fazlasını ifade etmektedir. Öyle ki, çalışanların
işe sadece işimi yapmak için geliyorum sorusunun karşılığı (ortalama 2.20
düzeyinde) “katılmıyorum” şeklinde cevaplanmıştır. Aynı içeriğe karşılık gelen işte
her şeye karışmamak önemlidir sorusuna verilen yanıt (ortalama 2.47 düzeyinde)
“katılmıyorum” şeklinde cevaplanmıştır. Bu noktada özerklik kavramına da atıf
yapan cevaplarda R kuşağının psikolojik sözleşmeye bakışının bahsettiğimiz
276
değişim noktaları doğrulanmaktadır. Aynı şekilde, psikolojik sözleşmelerin güven
teması da değişimle zedelenmektedir. Yaşanılan değişimle, bireyselleşen ve
giderek nitelikleri artan bir işgücü her ne kadar beceri toplumu olarak adlandırılsa
da, işsizlik sürekli artan bir gerçektir. İşsizlikle karşı karşıya kalanların çoğunun
eğitimli ve nitelikli olmasından (Sennett-2009b:63) kaynaklı işsizliğe bakışın
değiştiği bir çalışma anlayışında istihdamda kalma çalışanın yükü olarak
değerlendirilmektedir. Güven, sadece çalışan için elde ettiği işinin kimliği ve aldığı
ücret olmaktadır. İş güvencesinin yitirilip, istihdam edilebilirlik kavramının ön plana
çıkmasıyla
işverene
karşı
duyulan
güvenin
giderek
azalması
psikolojik
sözleşmedeki bu unsura da farklı bir bakış getirmektedir. R kuşağının artan
nitelikleri, birden fazla iş yükü üstlenebilmeleri ve kariyer ilerlemelerini kendi
sorumluluklarında görmeleri ve artan özgüvenlerinden dolayı şirket aidiyetleri de
zayıflamaktadır.
Aradıklarını
bulamadıklarında
ya
karşılaştıklarında derhal kurum değiştirebilmektedirler.
da
daha
iyi
şartlarla
Öyle ki, çalışanların bu
firmada sonuna kadar çalışırım, bu firmaya yüzde yüz katkıda bulunmaya hazırım,
bu firmada yükselmeyi bekliyorum, takımın parçası gibi hissediyorum sorularına
verilen cevaplar (ortalama 2, 94 – 2,84 – 3,22 – 3,27 düzeyinde) “katılmıyorum ve
fikrim yok” şeklinde cevaplanmıştır.
Yeni psikolojik sözleşmenin kilit değeri istihdam edilebilirliktir. Çalışanın başka
işletmelerde de istihdam edilebilirliğini sağlaması, çalışana sürekli kendini
geliştirme güdüsü vermektedir. İstihdam edilebilirlik temasıyla kurulan yeni
psikolojik sözleşme, çoklu kariyere sahip olmayı, kariyerini geliştirmeyi kendi
sorumluluğunda görmeyi, yeni başarıları tanımlamayı ve yaşam boyu öğrenme
güdüsü değerleri üzerinden yükseldiğini vurgulamaktadır (Yılmaz, 2009: 43). Bu
değerlerde dolayısıyla çalışanı istihdam edilebilir kılmaktadır. Çalışanın nitelik
düzeyleri, istihdamları için birer pasaport vazifesi görmektedir. Bu pasaportun
geçerliliği, en fazla tam R kuşağında görülmektedir. Bu, kuşağa hem istihdam
edilebilirlikleri için güç katmakta hem de kariyer geçişlerinde mobilite avantajı
sağlamaktadır. Öyle ki, çalışanların psikolojik sözleşmedeki kariyer planlarına
ilişkin soru maddelerine verdikleri cevaplar ortalama olarak “katılmıyorum” şeklinde
ifade edilmektedir. Bu veriler ışığında çalışmada, yeni kuşağın psikolojik sözleşme
algısı kapsamında belirttiğimiz noktalar verilerle sağlanmakta ve bu kuşağın
277
psikolojik sözleşmeye bakışının değişim geçirdiği yönünde kurulan hipotez
doğrulanmaktadır.
4.3.1.2. R kuşağının iş tatmini ile ilişkisi
Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile tam R kuşağında yer almayan çalışanların
hem içsel hem de dışsal iş tatmin ölçeğine göre istatistiksel açıdan farklılaşıp
farklılaşmadığı iki bağımsız örneklem için t-testi kullanılarak test edilmiştir.
Çizelge 4.13. İş Tatmini ve alt ölçeklerinin tam R kuşağında yer alanlarla tam R
kuşağında yer almayanlar arasında istatistiksel olarak fark tespiti
Grup İstatistikleri
R Kuşağı Alanı
İş Tatmin
Ölçeği
İçsel doyum
iş tatmini
alt ölçeği
Dışsal
doyum
iş tatmini
alt ölçeği
Tam R
Kuşağında Yer
Almayanlar
Tam R
Kuşağında
Olanlar
N
Ortalama
Std. Sapma
Standart
Hata
194
68.5825
9.9894
0.7172
t istatistiği
(p-değeri)
0.4610
(0.645)
158
66.8734
50.4935
4.01705
Tam R
Kuşağında Yer
Almayanlar
194
43.567
5.4486
0.39119
Tam R
Kuşağında
Olanlar
158
41.1101
2.6975
0.2146
Tam R
Kuşağında Yer
Almayanlar
194
25.0155
5.2909
0.37987
Tam R
Kuşağında
Olanlar
158
5.506
(0.000)
6.693
(0.000)
21.8101
3.6663
0.29167
R kuşağının iş tatmini ile aralarındaki ilişki, istatistiksel olarak anlamlı değildir. Alt
ölçekleri olan içsel ve dışsal iş tatmini faktörlerinde istatistiksel olarak anlamlı
farklılık görülmektedir.
Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile tam R kuşağında yer almayan çalışanların
iş tatminine bağladıkları değer açısından aralarında %5 anlamlılık düzeyinde
istatistiksel olarak anlamlı farklılık yoktur (p-değeri=0,645>0,05). Bu Yüzden “Tam
R kuşağında yer alan çalışanlar ile tam R kuşağında yer almayan çalışanların iş
tatminine bağladıkları değer açısından aralarında farklılık vardır” şeklinde ifade
278
edilen hipotez reddedilmektedir. Diğer taraftan, tam R kuşağında yer alan
çalışanlar ile tam R kuşağında yer almayan çalışanların iş tatminin içsel ve dışsal
doyum faktörleri ile % 95 güven düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı düzeyde
farklılık vardır. Bu veri doğrultusunda, tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile tam
R kuşağında yer almayan çalışanların iş tatmininin içsel ve dışsal doyum faktörleri
açısından
aralarında
farklılık
olduğu
yönünde
ifade
edilen
hipotezler
doğrulanmaktadır. Buna göre, tam R kuşağının iş tatminin içsel ve dışsal
faktörlerine bağladıkları değer düşme eğiliminde olup bu düşüş dışsal faktörlerde
daha çok görülmektedir.
İşgücündeki artan nitelik, uyum yetenekleri ve kendine güven kıstasları, psikolojik
sözleşmeye bakışlarında olduğu gibi iş tatmini bakışlarında da değişim
başlatmıştır. Artan işsizlik ve işgücündeki rekabet ortamı ile sürekli kendini
değişimlere karşı geliştirerek, hazırlamak zorunda bırakılan işgücünde, iş
tatmininden ziyade istihdam edilebilir olmak daha ön plana çıkmaktadır.
İş tatmininin maddi boyutlarından ziyada manevi boyutları tam R kuşağı için daha
önemli olmaktadır. Öyle ki, saha araştırmasında da en fazla iş tatmini sağlayan
etken, 4,47 puan ile en fazla ortalama puan alarak “katılıyorum” şeklinde ifade
edilen işin toplumda saygın kişi olma kriterini gösteren sorudur. Çalışma kavramı,
değişimle merkezsiz hale gelmiştir. İşin kimliği, mesai saatlerinden çıkarak,
çalışanın kılık kıyafetinden, boş zamanlarını geçireceği alanlara kadar çalışanın
firmasını temsil ettiği geniş bir alana yayılmaktadır. Bu yüzden, toplumsal statüde
iş kimliğinin oldukça önemi olduğuna vurgu yapan bu soru, tam R kuşağı ve hatta
bütün kuşaklar içinde en fazla önemi olan iş tatmini unsuru olarak görülmektedir.
Örtük yoksunluk modeli, saha çalışmasında her kuşak için ön planda olduğu tespit
edilmiştir.
Artan işsizlik rakamları karşısında, çalışanların bir işinin olması, bir işte
çalışmaktan çok daha fazlasını, sosyal statü ve tanınma güdüsünü de kapsayan
bir etki yaratmaktadır.
R kuşağının iş tatmini algısı ölçen sonuçlarla, psikolojik sözleşme algısını ölçen
sonuçlar çoğu noktada paralellik göstermektedir. Her iki faktörde işsizlik ve
279
işgücündeki rekabet ortamından etkilenmekte, çalışanları istihdam edilebilirlik
kaygısı ile baş başa bırakmaktadır. Bu yüzden, işgücünde iş tatmininden ziyade
istihdam edilebilir olmak daha öncelikli olmaktadır. Psikolojik sözleşmeye ilişkin
algının düşme eğiliminin sebebi de aynı şekilde bu kaygılardır. Verilerde bu
sonuçları doğrulamaktadır. Çalışanların, "işin garantili bir gelecek sağlaması
bakımından yeterli buluyorum" sorusuna verdiği cevap tam R kuşağı için ortama
2,23 düzeyinde ”katılmıyorum” şeklinde ifade edilmektedir. Bu cevap, R kuşağında
ortalama 2,62, diğer kuşakta ise 3,30 şeklinde “katılmıyorum ve fikrim yok”
şeklinde belirtilmektedir.
İş güvencesine bakış bütün kuşaklarda aynı kaygı derecesindedir. Bu yüzden
çalışanlar, istihdam edilebilir olmak adına, değişimin yeniden tanımladığı çalışma
kavramına karşı, profesyonel uyum yeteneklerini geliştirmek zorunda kalmaktadır.
Çalışan kendi kişiliğini askıya alarak, profesyonel kimliğine bürünmelidir.
Çalışandan da zaten işi için, en uygun duyguyu ve davranışı sergilemesi
beklenmektedir. Duygusal emek kavramı, değişimin en önemli vurgularından biri
olmaktadır. Saha çalışmasında da bu vurgu hissedilmektedir. İşinin vicdanına
aykırı olmayan şeyleri yapabilme imkanı sunup sunmadığını ölçen soruya
çalışanlar, her kuşak grubunda işlerinin vicdanına uymayan işleri de yaptırdığını
belirtmişlerdir. Sonuçlardan da görüldüğü gibi, çalışan duygularını kurumun
çıkarlarıyla ne kadar eşdeğer tutarsa, çalışanın istihdam edilebilirliği de o oranda
artmaktadır.
R kuşağının artan nitelikleriyle gelişen özgüvenleri kişiliklerinin bir parçasıdır. Bu
tipolojik özelliğini ön plana çıkaran iş tatmini faktörleri, saha çalışmasında ki R
kuşağı çalışanlarına daha fazla iş tatmini sağlamaktadır. Bu kuşak, yaptığı işten
memnun olduğu müddetçe o kurumdaki varlığını korumaktadır. Buna ilişkin
saptamaları içeren,
çalışanların
"yaptığım
işten
her
zaman
memnuniyet
duyuyorum" sorusuna verdikleri yanıtlar ortalama 4,04 düzeyi ile “katılıyorum”
likerti ile ifade edilmektedir. Bu saptamada ilginç bulunan nokta, çalışanların her
ne kadar yaptıkları işten mutlu olsalar da, kurumlarından maddi ve manevi
karşılıklarını alamamalarından dolayı iş tatminsizliği yaşamalarıdır. “Aldığım
ücretin yaptığım işin karşılığı olduğunu düşünüyorum” sorusuna verilen yanıt,
ortalama 1,85 “kesinlikle katılmıyorum” likerti ile ifade edilirken; “başarılı şekilde
280
sonuçlandırdığım bir iş için aldığım takdiri memnun edici buluyorum” sorusuna
verilen yanıt, ortalama 2,09 düzeyinde “katılmıyorum” likerti ile ifade edilmektedir.
Saha çalışmasındaki çalışanların kurumlarından maddi ve manevi karşılıklarını
alamadıklarını düşünmelerine rağmen, “bugün işe girecek olsam çalıştığım
kuruma tekrar başvuruda bulunurum” sorusuna verilen cevaplar ortalama 3,31
düzeyinde “fikrim yok” likerti ile belirtilmektedir. Beklenilen puan düzeyinin
üzerinde cevapların gelmesinin nedeni; çalışanların ülke şartlarında, diğer
kurumlara
göre
daha
fazla
imkânlara sahip
olmalarını
düşünmelerinden
kaynaklanabilir.
Sonuç olarak, yeni kuşağın iş tatmini sağlayan faktörlere bakışı değişmektedir.
Dışsal iş tatmini faktörlerinden ziyade, içsel iş tatmini faktörleri bu kuşak için daha
önemlidir. Ancak bir kez daha belirtmek gerekir ki, istihdam edilebilir olmak,
sadece bu kuşak için değil, diğer bütün kuşaklarda en büyük iş tatmini sağlayan
faktör olarak görülmektedir.
4.3.1.3. R kuşağının değişken kariyer yönelimi ile ilişkisi
Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile tam R kuşağında yer almayan çalışanların
değişken
kariyer
yönelimi
ölçeğine
göre
istatistiksel
açıdan
farklılaşıp
farklılaşmadığı iki bağımsız örneklem için t-testi kullanılarak test edilmiştir.
Çizelge 4.14. Değişken kariyer ve alt ölçeklerinin tam R kuşağında yer alanlarla
tam R kuşağında yer almayanlar arasında istatistiksel olarak fark
tespiti
R Kuşağı Alanı
Tam R
Kuşağında Yer
Almayanlar
Değişken
Kariyer Ölçeği
Tam R
Kuşağında
Olanlar
Tam R
Kişinin kendi Kuşağında
Yer
kariyerini
Almayanlar
kendisinin
Tam R
yönlendirmesi
Kuşağında
alt ölçeği
Olanlar
Tam R
Kuşağında Yer
Değer
Almayanlar
Yönelimli
Kariyer
Tam R
Yönlendirme
Kuşağında
Olanlar
N
194
Grup İstatistikleri
Ortalama
Std. Sapma
52.9742
8.9190
Standart
Hata
t istatistiği
(p-değeri)
0.6403
-5.907
(0.000)
158
58.2089
7.6990
0.6125
194
32.7165
4.8870
0.3508
-7.094
(0.000)
158
35.9177
3.5673
0.2838
194
20.2577
5.5501
0.3984
-3.638
(0.000)
158
22.2911
4.7742
0.3798
281
R kuşağının değişken kariyer yönelimi ile aralarındaki ilişki, istatistiksel olarak
anlamlı, pozitif ve orta şiddetlidir.
Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile tam R kuşağında yer almayan çalışanların
arasında, değişken kariyer yönelimine bağladıkları değer açısından %5 anlamlılık
düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı farklılık vardır. Buna göre, tam R kuşağının
değişken kariyer yönelimine bağladıkları ortalama değer artma eğilimindedir. Bu
bağlamda tam R kuşağında yer alan çalışanların değişken kariyer yönelimi algısı
açısından aralarında farklılık olduğu yönünde öngörülen hipotez doğrulanmaktadır.
Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile tam R kuşağında yer almayan çalışanların
değişken kariyer yönelimi ölçeğinin değer yönelimli kariyer ve kariyerlerini
kendisinin yönlendirmesi kariyer alt ölçeği açısından da aralarında % 95 güven
düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı farklılık bulunmaktadır. Tam R kuşağında,
her iki alt ölçeğe bağlanan değer daha yüksektir. Öyle ki, bu alt ölçeklerden
kariyerlerini kendisinin yönlendirmesi alt ölçeği Tam R kuşağı için daha fazla
anlam ifade etmektedir. Böylece, Tam R kuşağında yer alan çalışanlar ile tam R
kuşağında yer almayan çalışanların değişken kariyer yöneliminin alt ölçeklerinde
aralarında farklılık olduğu yönünde kurulan hipotezler doğrulanmaktadır.
Uzun yıllar aynı firmada kariyer yapma isteğini, kariyer ilerlemelerinden işverenin
sorumlu tutulduğu yapıları ve terfi beklentilerini içeren geleneksel kariyer bakışı
algısının değiştiği ortadadır. Çalışma hayatında yaşanan değişim, kariyer
sorumluluğunu çalışana atfetmektedir. Bu yüzden de geleneksel kariyerden,
kariyer sorumluluğunu kendi üzerinde hisseden çalışanların, dinamik kariyer
planına doğru geçişi bu verilerle de doğrulanmaktadır.
Günümüzde istihdam edilebilirlik, iş güvencesi ile yer değiştirdiğinden kendi
geleceklerini belirleyebilen bireyler, aynı zamanda kendi kariyerlerinin yöneticileri
olmaktadır.
Belirsizliğin
egemen
olduğu
çalışma
kavramında,
psikolojik
sözleşmenin ortadan kalkmaya başlaması sonucunda, iş güvencesinin yerine,
çalışanların bir iş veya işverene bağlı olmadan, ihtiyaç duydukları anda iş
bulabilmelerini sağlayacak niteliklere sahip olması gerekmektedir. Yeni psikolojik
sözleşme beklentilerinde de, kariyer yönetiminde firmanın yerine, çalışanların
282
kendi kariyerlerinden sorumlu olacakları ve kariyer başarısının ancak kişilerin
kendilerine özgü değer, yetenek, ilgi, başarı duygusu gibi faktörler ile
ulaşabilecekleri öngörülmektedir (Sullivan, 1999:458). Saha çalışmasında da bu
sonuçlar R kuşağının cevaplarında görülmektedir. “Son derece bağımsız ve kendi
kendime yönlendirdiğim bir kariyerim var; kendi kariyer yolumu seçebilme
özgürlüğü, en değer verdiğim şeylerden biridir; kendi kariyerimden kendim
sorumluyum; sadece kendime güvenirim, kendi yolumu kendim çizerim” gibi
sorular ortalama 4,44 ile 4,51 arasında “katılıyorum” likerti ile cevaplanmıştır. R
kuşağı, geleneksel kariyer yaklaşımı yerine, değişken kariyer kalıbında yer
aldıklarından, işteki başarılarına rağmen terfi imkânlarına sahip olmayışları ya da
dikey yerine yatayda büyüyen kariyer rotalarına sahip olmaları onlar için sorun
alanı olarak görülmemektedir. Bu kuşak, başarı ve başarısızlıklarından öncelikli
olarak kendilerini sorumlu tutmaktadır. Saha çalışmasında da kariyerlerindeki
başarı ve başarısızlıklarından kendilerini sorumlu tutmaları 4,51 düzeyinde
“katılıyorum” likerti ile cevaplanmıştır. Diğer kuşakta bu oran, 2,70 düzeyinde
“katılmıyorum” likerti ile ifade edilmiştir. Değişken kariyer yönelimi algısı, her iki
kuşak grubunda keskin farklar görünen noktaları içermektedir. Diğer kuşağın,
geleneksel kariyer kalıbında yer alması; R kuşağının ise değişken kariyer
yaklaşımını benimsemesi saha çalışmasında çok net görülmektedir.
Kuşaklar arasında, kariyer süreci ile ilgili farkların yer aldığı bir diğer alan,
kariyerde duygusal emeği ölçen sorularda görülmektedir. “Çalıştığım şirket, değer
yargılarıma aykırı bir şey yapmamı isterse, kendi doğrularıma uyarım; benim neyi
doğru bulduğum, şirketimin neyi doğru bulduğundan daha önemlidir; geçmişte,
şirketim benden uygun bulmadığım bir şeyi yapmamı istediğinde, kendi değer
yargılarıma göre hareket ettim” sorularını, tam R kuşağındakiler (4,37-3,45-3,47)
ortalama düzeyleri ile cevaplamışlardır. Diğer kuşaktakiler ise, cevaplarını
ortalama (2,66-2,22-2,12) düzeylerinde “katılmıyorum” likerti ile ifade etmişlerdir.
Diğer kuşağın verdiği bu yanıtlar, iş tatmini ölçeğinde yer alan, “işimin vicdanına
aykırı olmayan şeyleri yapabilme imkânına sahip olduğunu düşünüyorum”
sorusuna verdikleri yanıtlarla çelişmektedir. Ancak bu cevaplar, değişken kariyer
yönelimi
ölçeğindeki
cevaplarla
beraber
yorumlandığında
çelişki
ortadan
kalkmaktadır. Çünkü diğer kuşak, geleneksel kariyer yaklaşımını benimsediği için,
bu
grupta
yer
alan
çalışanlar
aynı
kurumda
iş
hayatlarını
sürdürmek
283
istemektedirler. Bu noktadan hareketle, çalışanlar kurumun önceliklerini, kendi
vicdani düşüncelerinden de daha ön planda tutmaktadırlar. Diğer kuşağın, R
kuşağına kıyasla daha az nitelikli yapıları, çalışma hayatında ki değişime uyum
yetilerinin daha düşük olmaları ve daha da önemlisi, sürekli nitelikleri artan bir
işgücü kuşağı ile karşı karşıya kalmaları, aynı kurumda istihdam edilebilirliklerini
ön plana çıkarmak istemelerini haklılaştırmaktadır. Bu yüzden,
diğer kuşağın
sorulara verdikleri cevapların, bu ortalama düzeylerde olması beklenilen bir
sonuçtur. Tam R kuşağının ise, kendine olan güvenleri, çok yönlü vasıfları ve
kendi
kariyerlerinden
kendilerinin
sorumlu
olduklarını
düşünmeleri
onlara
kariyerlerinde özgürlük alanı tanımaktadır. Kendi değerlerine aykırı bir durumla
karşılaştıklarında, kurum aidiyetleri de düşük olduğu için, kendi değer yapılarına
daha uygun kurumlar bulduklarında geçişleri de daha kolay olacağından, bu
kuşağın verdiği cevaplar beklenildiği gibidir. Görüldüğü gibi, duygusal emek
kavramına atıf yapan, “işimin vicdanıma aykırı olmayan şeyleri yapabilme
imkanına sahip olduğunu düşünüyorum” sorusuna, bütün kuşakların ortalama
“katılmıyorum” likerti ile cevap vermesi, değişimin çalışma hayatındaki istihdam
edilebilir kaygısını bir kez daha göstermektedir. Çalışanlar, istihdamlarını korumak
adına
değişimin
tanımladığı
profesyonel
kimliğe
bürünmek
zorunda
bırakılmaktadır.
Sonuç olarak, yeni kuşağın kariyer algısı değişmektedir. Kuşağın, geleneksel
kariyer yaklaşımından, değişken kariyer yönelimi yaklaşımına geçtiği sonuçlarda
da görülmektedir.
4.4. Tutum ve Davranışların Birbirleri Üzerindeki Etkileri
Çalışmanın bu bölümünde, tutum ve davranışların birbirleri üzerindeki etkileri
analiz edilmeye çalışılacaktır. Değişimi bütün yönleriyle ölçebilmek adına her bir
değişkenin birbirleri üzerindeki etkilerini saptamak daha doğru cevaplar vermemizi
sağlayacaktır. Öncelikle, psikolojik sözleşmenin, iş tatmini ve değişken kariyer
yönelimi üzerindeki etkileri, sonrasında iş tatmininin psikolojik sözleşme ve
değişken kariyer yönelimi üzerindeki etkileri ve son olarak da değişken kariyer
yöneliminin, psikolojik sözleşme ve iş tatmini üzerinde etkilerinin olup olmadığı
saptanmaya çalışılacaktır. Bu saptamalar yapılırken bu ölçeklerin alt ölçekleri de
284
analize dâhil edilmektedir. Bu etkiler pearson korelasyon testi sonuçları ile ele
alınacaktır.
4.4.1. Psikolojik sözleşme ve alt boyutlarının iş tatmini üzerindeki etkisi
Psikolojik sözleşme değişkeni, iş tatmini değişkeni ile %5 anlamlılık düzeyinde
istatistiksel olarak anlamlıdır. Aralarındaki ilişki %19,7 düzeyinde doğrusal pozitif
yönlü bir ilişkidir.
Çizelge 4.15. Psikolojik sözleşme ve alt ölçeklerinin iş tatmini üzerindeki etkisi
Psikolojik Sözleşme
İşlemsel
Psikolojik
Sözleşme
İlişkisel
Psikolojik
Sözleşme
Pearson Korelasyon
Katsayısı
p-değeri
N
Pearson Korelasyon
Katsayısı
p-değeri
İş Tatmin
Ölçeği
İçsel doyum iş
tatmini alt ölçeği
Dışsal doyum iş
tatmini alt ölçeği
0.197*
0.556*
0.750*
0.000
0.000
0.000
402
402
402
0.053
0.135*
0.358*
0.290
0.007
0.000
N
Pearson Korelasyon
Katsayısı
p-değeri
402
402
402
0.246*
0.675*
0.776*
0.000
0.000
0.000
N
402
402
402
* Değişkenler arasında %5 anlamlılık düzeyinde doğrusal istatistiksel bir ilişki vardır.
4.4.1.1. İşlemsel psikolojik sözleşmelerin iş tatmini üzerindeki etkileri
İşlemsel psikolojik sözleşmelerin iş tatmini ile aralarındaki ilişki, korelasyon analizi
sonuçlarına göre, %5,3’lük pozitif doğrusal bir ilişki olmasına rağmen, bu ilişki %5
anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak anlamsızdır (p=0,290>0,05).
Diğer taraftan, işlemsel psikolojik sözleşme ile içsel doyum iş tatmini ve dışsal
doyum iş tatmini arasında sırasıyla %13,5 ve % 35,8'lik pozitif doğrusal bir ilişki
bulunmuştur. İşlemsel psikolojik sözleşme ile içsel doyum iş tatmini arasındaki
ilişki düşük şiddetli, dışsal doyum iş tatmini için ise orta şiddetli bir ilişki söz
konusudur. Aynı zamanda %5 anlamlılık düzeyinde bu ilişkilerin istatistiksel olarak
anlamlı olduğu söylenebilir (İçsel doyum iş tatmini için p=0,007<0,05 ve dışsal
doyum iş tatmini için p=0,000<0,05).
285
4.4.1.2. İlişkisel psikolojik sözleşmelerin iş tatmini üzerindeki etkileri
İlişkisel psikolojik sözleşme ile iş tatmini arasında %24,6'lık pozitif doğrusal ve %5
anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki söz konusudur
(p=0.000<0,05).
Diğer taraftan, ilişkisel psikolojik sözleşme ile içsel doyum iş
tatmini ve dışsal doyum iş tatmini arasında sırasıyla %67,5 (orta şiddet) ve %
77,6'lık (yüksek şiddet) pozitif doğrusal bir ilişki bulunmuştur. Aynı zamanda %5
anlamlılık düzeyinde bu ilişkilerin istatistiksel olarak anlamlı olduğu söylenebilir
(Hem içsel doyum hem de dışsal doyum iş tatmini için p=0,000<0,05 tir.).
Yapılan bir çok araştırmada psikolojik sözleşme ve iş tatmini arasında pozitif
korelasyon olduğu tespit edilmiştir (Robinson ve Rousseau, 1994; Oğul
Selekler,2007; Demiral, 2008). Çalışmada da bu yönde ilişki olmakla beraber,
aralarındaki ilişki daha düşük değerlerle ifade edilmektedir. Sebebin; işsizlik,
rekabet ortamı ve değişime karşı kendini sürekli geliştirmek zorunda kalan işgücü
için
istihdam
edilebilir
olmanın
daha
önemli
olmasından
kaynaklandığı
düşünülmektedir. Çünkü benzer sonuçlar psikolojik sözleşmenin alt boyutları ile iş
tatmini arasında yapılan analizlerde de kendini göstermektedir. Daha çok ücret gibi
maddi getirilere odaklanan işlemsel psikolojik sözleşmeler ile iş tatmini arasında,
anlamlı bir ilişki tespit edilmezken; eğitim, kendini geliştirme, iş güvenliği, kariyer
gibi kavramları ölçen ilişkisel psikolojik sözleşme ile aralarında istatistiksel olarak
anlamlı ve pozitif yönlü bir ilişki tespit edilmiştir. Bu sonuçta istihdam edilebilirliğin
önemini ön plana çıkarmaktadır.
İş güvencesi çalışanlar için önem arz etmektedir. Değişimle gelen sürekli kendini
geliştirme ve rekabet ortamı içinde, çalışanların ilişkisel psikolojik sözleşmelerini
karşılayan beklenti seviyesi iş tatmini sağlayan bir etki yaratmaktadır. Bu yüzden,
"çalışanların psikolojik sözleşmelerinin iş tatmini üzerinde istatistiksel olarak
anlamlı etkisi bulunmaktadır" şeklinde ifade edilen hipotez kabul edilmektedir.
Ayrıca psikolojik sözleşmenin alt ölçeklerinin, iş tatmini üzerinde anlamlı etkisi
olduğu öngören hipotezler de doğrulanmaktadır.
286
4.4.2. Psikolojik sözleme ve alt boyutlarının değişken kariyer yönelimi
üzerindeki etkisi
Psikolojik sözleşme ile değişken kariyer yönelimi arasında istatistiksel olarak %95
güven düzeyinde anlamlı (p=0,000<0,05) ilişki bulunmakla birlikte, %49,3 ile orta
şiddetli negatif ve doğrusal bir ilişki söz konusudur.
Çizelge 4.16. Psikolojik sözleşme ve alt ölçeklerinin değişken kariyer yönelimi
üzerindeki etkisi
Psikolojik
Sözleşme
Pearson
Korelasyon
Katsayısı
p-değeri
Değişken
Kariyer
Ölçeği
Kişinin kendi
kariyerini kendisinin
yönlendirmesi
alt ölçeği
Değer yönelimli
kariyer
yönlendirme
alt ölçeği
-,493*
-,461*
-,421*
.000
.000
.000
402
402
402
-,406*
-,443*
-,292*
.000
.000
.000
İşlemsel
Psikolojik
Sözleşme
N
Pearson
Korelasyon
Katsayısı
p-değeri
402
402
402
İlişkisel
Psikolojik
Sözleşme
N
Pearson
Korelasyon
Katsayısı
p-değeri
-,308*
-,239*
-,307*
.000
.000
.000
N
402
402
402
* Değişkenler arasında %5 anlamlılık düzeyinde doğrusal istatistiksel bir ilişki vardır.
4.4.2.1. İşlemsel psikolojik sözleşmelerin değişken kariyer yönelimi
üzerindeki etkileri
Psikolojik sözleşmenin alt boyutlarının, değişken kariyer yönelimi üzerindeki
pearson korelasyon analizi sonuçları ise şu şekildedir. İşlemsel psikolojik
sözleşme ile değişken kariyer yönelimi arasında, %5 anlamlılık düzeyinde
istatistiksel olarak anlamlı ve %40,6 seviyesinde negatif orta şiddetli doğrusal bir
ilişki vardır. Bu negatif ilişki derecesi, işlemsel psikolojik sözleşmelerde daha
yüksek görülmektedir.
287
4.4.2.2. İlişkisel psikolojik sözleşmelerin değişken kariyer yönelimi
üzerindeki etkileri
Doğrusal regresyon sonuçlarına göre ilişkisel psikolojik sözleşme değişkeninin
değişken kariyer yönelimi %5 anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı ve %
30,8 seviyesinde negatif orta şiddetli doğrusal bir ilişkisi vardır.
Bu veriler ışığında, psikolojik sözleşmenin, kariyer beklentisine ilişkin faktörü
değişim geçirmektedir. Değişimin kariyer sorumluluğunu çalışanın sırtına yüklediği,
kendi
kariyerinden
kendisinin
sorumlu
tuttuğu
yapı
bu
veriler
ile
de
doğrulanmaktadır. Artık çalışanların kariyer eğilimleri, psikolojik sözleşmelerinden
etkilenmemektedir. Psikolojik sözleşmelerindeki kariyer beklentisi R kuşağı için
anlamını yitirmektedir. Çalışanların istihdam edilebilir olmaları yine önem
kazanmaktadır. Çünkü kendini sürekli değişime karşı güçlendiren çalışan, artan
nitelikleri ile kariyer fırsatlarını kendisi yaratabilecek noktaya gelmektedir. Çalışan,
kariyer adımlarında kendine güvenmesi, kendi kendine yönlendirdiği bir kariyer
hayatı ve kendine duyduğu özgüven, kariyer beklentisini psikolojik sözleşmeleri ile
ifade edebildiği bir beklenti düzeyinden uzaklaştırmaktadır. Bu yüzden, psikolojik
sözleşme çalışana sadece bir kimlik kazandırmaktadır (Bauman, 2005: 37). Ayrıca
çalışma hayatındaki değişimle ortaya çıkan uzun vade yok anlayışı, işgücünde
aidiyet duygusunu zayıflattığı için kurum ve çalışan arasındaki bağlarda daha hızlı
kopmaktadır.
Psikolojik sözleşmenin kariyer üzerindeki etkisinde tespit edilen bir diğer vurgu,
işlemsel psikolojik sözleşmelerin, değişken kariyer yönelimi üzerinde daha fazla
negatif ilişki kurduğu yönündedir. Çalışanın maddi beklentileri,
kariyer planlarına
yön vermemektedir. R kuşağının kendi değer yargılarına göre, kariyerlerini
yönlendirmeleri, R kuşağı tipolojisinden kaynaklanmaktadır. Literatürde tanımlanan
R kuşağı tipolojisi, saha çalışmasında da aynı özeliklerle tespit edilmektedir. Bu
yüzden, çalışanların psikolojik sözleşmeleri ve alt ölçeklerinin, değişken kariyer
yönelimi ile aralarında istatistiksel olarak anlamlı ilişki olduğunu öngören hipotezler
kabul edilmektedir.
288
4.4.3. İş tatmininin değişken kariyer yönelimi üzerindeki etkisi
İş tatmininin, değişken kariyer yönelimi ile arasında (p= 0,136> 0,05) istatistiksel
olarak anlamlı bir ilişki bulunmamaktadır. İş tatmininin, değişken kariyer üzerindeki
etkisi saha çalışmasında tespit edilememiştir.
Çizelge 4.17. İş Tatmini ve alt ölçeklerinin değişken kariyer yönelimi üzerindeki
etkisi
Değişken
Kariyer
Ölçeği
Kişinin kendi
kariyerini kendisinin
yönlendirmesi
alt ölçeği
Değer yönelimli
kariyer
yönlendirme
alt ölçeği
-.075
-.045
-.086
.136
.371
.085
402
402
402
-,251*
-,190*
-,255*
.000
.000
.000
İş Tatmin
Ölçeği
Pearson
Korelasyon
Katsayısı
p-değeri
İçsel
Doyum İş
Tatmini
N
Pearson
Korelasyon
Katsayısı
p-değeri
402
402
402
Dışsal
Doyum İş
Tatmini
N
Pearson
Korelasyon
Katsayısı
p-değeri
-,538*
-,521*
-,444*
.000
.000
.000
N
402
402
402
* Değişkenler arasında %5 anlamlılık düzeyinde doğrusal istatistiksel bir ilişki vardır.
4.4.3.1. İçsel doyumun değişken kariyer yönelimi üzerindeki etkileri
İş tatmininin alt boyutlarının, değişken kariyer yönelimi üzerindeki etkileri için
yapılan pearson korelasyon analizi sonuçları şu şekildedir.
İçsel doyum iş tatmini faktörü ile değişken kariyer yönelimi arasında (p= 0.000<
0.05) %5 anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki bulunmaktadır.
Bu ilişki % 25,1 ile düşük şiddetli, negatif ve doğrusal bir ilişkidir.
4.4.3.2. Dışsal doyumun değişken kariyer yönelimi üzerindeki etkileri
Pearson korelasyon analizi sonuçlarına göre, dışsal doyum iş tatmini faktörü ile
değişken kariyer yönelimi arasında (p= 0,000<0,05) %5 anlamlılık düzeyinde
289
anlamlı bir ilişki bulunmaktadır. Bu ilişki % 53,8 ile orta şiddetli ve negatif bir
ilişkidedir.
İş tatmini ile değişken kariyer arasında anlamlı bir ilişki bulunmasa da alt
faktörlerinde anlamlı bir ilişki söz konusudur. Aralarında negatif bir ilişki olmakla
beraber bu negatif ilişki, dışsal iş tatmini faktörlerinde daha fazla görülmektedir. Bu
noktada bir önceki psikolojik sözleşme ve değişken kariyer ilişkisi analizlerinde de
görüldüğü gibi, maddi beklentiler ve maddi iş tatmini faktörleri çalışanın kariyerine
yön verememektedir.
Bu veriler ışığında, iş tatmini kavramının da kariyer kavramına bakışı değişmiştir.
Çünkü işsizliğe bakışın değiştiği bir çalışma anlayışında güven kavramı
zedelenmiştir. Güven, sadece çalışan için elde ettiği işinin kimliği ve aldığı ücret
olmaktadır. İş güvencesinin yerine, istihdam edilebilirlik kavramının ön plana
çıkmasıyla, kariyer beklentisi iş tatmini faktörü olmaktan uzaklaşmaktadır. Ayrıca,
çalışan kariyerini kendi sorumluluğunda gördüğünden, kariyer beklentisi iş
tatminini etkileyen bir faktör olarak bu kuşak için değerlendirilmemektedir. Sonuç
olarak, iş tatmini alt ölçeklerinin, değişken kariyer yaklaşımı ile aralarında anlamlı
bir ilişki olduğunu öngören hipotezler kabul edilmektedir.
4.4.4. İş tatmininin psikolojik sözleşme üzerindeki etkisi
İş tatmini değişkeninin, psikolojik sözleşme ile arasında, % 19,7 lik düzeyinde
doğrusal pozitif yönlü bir ilişki bulunmaktadır. Bu ilişki %5 anlamlılık düzeyinde
istatistiksel olarak anlamlıdır.
290
Çizelge 4.18. İş tatmini ve alt ölçeklerinin psikolojik sözleşmenin üzerindeki etkisi
İş Tatmin
Pearson Korelasyon
Katsayısı
p-değeri
Psikolojik
Sözleşme
İlişkisel
Psikolojik
Sözleşme
İşlemsel
Psikolojik
Sözleşme
0.197*
0.246*
0.053
0.000
0.000
0.290
402
402
402
0.556*
0.675*
0.135*
0.000
0.000
0.007
İçsel doyum iş
tatmini alt ölçeği
N
Pearson Korelasyon
Katsayısı
p-değeri
402
402
402
Dışsal doyum iş
tatmini alt ölçeği
N
Pearson Korelasyon
Katsayısı
p-değeri
0.750*
0.776*
0.358*
0.000
0.000
0.000
N
402
402
402
* Değişkenler arasında %5 anlamlılık düzeyinde doğrusal istatistiksel bir ilişki vardır.
4.4.4.1. İçsel doyumun psikolojik sözleşme üzerindeki etkileri
Pearson korelasyon sonuçlarına göre; içsel doyum iş tatmini faktörleri ile psikolojik
sözleşme arasında % 55,6'lık pozitif ve orta şiddetli bir ilişki olmakla beraber ( p=
0,000< 0,05) %5 anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak anlamlıdır.
Bu içsel doyum faktörünün, psikolojik sözleşmenin alt ölçekleri olan ilişkisel (p=
0,000< 0,05) ve işlemsel (p= 0,007< 0,05) psikolojik sözleşme ölçekleri ile de %5
anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak anlamlıdır. Ayrıca, aralarındaki pozitif ilişki,
ilişkisel psikolojik sözleşmelerde % 67,5' lik düzeyde orta şiddetli iken, işlemsel
psikolojik sözleşmelerde % 13,5' lik düzeyde düşük şiddetli görülmektedir.
Bu sonuçlar; başarı, takdir edilme, işin kendisi, işin sorumluluğu, yükselme gibi
içsel doyum sağlayan faktörlerin, çalışanın manevi ve sosyal yönden beklentilerini
ele alan ilişkisel psikolojik sözleşmeler için ne kadar önemli değerler olduklarını
göstermektedir.
Çalışma kavramı, R kuşağı için maddi kazanımlardan ziyade
çalışan için çok daha fazlasını ifade eden, manevi ihtiyaçlarını karşılayan
kazanımların daha önemli olduğu bir noktaya gelmiştir. R kuşağı tipolojisi de bu
manevi kazanımlardan beslenmektedir. R kuşağı kendini daha rahat ifade
edebildiği, değerlerine yakın, kendine özgür hareket alanları çizen ve bunu
yaparken de takdir topladığı çalışma alanlarında daha mutlu olmaktadır. Bu
291
yüzden bu kuşağın psikolojik sözleşmelerinden beklentileri daha çok manevi
kazanımları ile ilgili olmaktadır.
4.4.4.2. Dışsal doyumun psikolojik sözleşme üzerindeki etkileri
Pearson korelasyon analizi sonuçlarına göre; dışsal doyum iş tatmini faktörleri ile
psikolojik sözleşme arasında % 75' lik yüksek şiddetli pozitif bir ilişki olmakla
beraber %5 anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak anlamlıdır.
Bu dışsal doyum faktörünün psikolojik sözleşmenin alt ölçekleri olan ilişkisel ve
işlemsel psikolojik sözleşme ölçekleri ile kıyasladığımızda (p= 0,000<0,05) %5
anlamlılık düzeyinde istatistiksel olarak anlamlıdır. Ayrıca aralarındaki pozitif ilişki,
ilişkisel psikolojik sözleşme ile % 77,6 'lık yüksek şiddetli, işlemsel psikolojik
sözleşmeler ile de % 35,8 'lik orta şiddetli bir ilişkidedir. Maddi içerikli beklentileri
ifade eden işlemsel psikolojik sözleşmeler, ilişkisel psikolojik sözleşmelere göre
daha az iş tatmini sağlamaktadır.
Bu veriler ışığında; iş tatmini ile psikolojik sözleşme arasında pozitif bir korelasyon
söz konusudur. Psikolojik sözleşmelerdeki her bir beklenti düzeyinin karşılanması
çalışana o oranda iş tatmini sağlamaktadır. Ancak, bu noktada önemli olan
çalışanların kurumdan ne bekledikleridir.
Çalışma hayatında ve işgücünde
yaşanan değişimle, özellikle de R kuşağı dönüşümünden sonra, çalışanların
kurumlarından beklentileri de değişmektedir. Bu kuşağın her ne kadar değişime
uyum yetenekleri (McQuaid & Lindsay,2000) ve artan nitelikleri yüksek olsa da,
istihdam
edilebilirlik
kaygısı
ve
artan
rekabet
ortamında,
psikolojik
sözleşmelerinden beklentilerini de farklılaşmaktadır. Bu yüzden, iş tatmini faktörü
olarak beklediklerini alabildikleri ölçüde, psikolojik sözleşme algılarını da o derece
olumlu yönde etkilenmektedir. Öyle ki, beklentileri içsel doyum faktörlerinin
psikolojik sözleşme üzerinde daha fazla pozitif etkiye sahip olduğu yönündedir.
Saha çalışmasındaki sonuçlara göre, maddi içerikli beklentilerden ziyade, çalışanı
manevi yönden tatmin eden içsel doyum faktörlerinin psikolojik sözleşme üzerinde
daha fazla etkileri olduğu görülmektedir. Sonuç olarak; çalışanların iş tatmini ve
alt ölçeklerinin, psikolojik sözleşme ile arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
ilişkisi olduğunu öngören hipotezler doğrulanmaktadır.
292
4.4.5. Değişken kariyer yöneliminin psikolojik sözleşme üzerindeki etkileri
Değişken kariyer yönelimi değişkeninin psikolojik sözleşme değişkeni ile arasında
istatistiksel olarak (p=0,000<0,05) %5 anlamlılık düzeyinde ilişki bulunmakla
birlikte % 49. 3 ile negatif ve orta şiddetli bir ilişki görülmektedir.
Çizelge 4.19. Değişken kariyer yönelimi ve alt ölçeklerinin psikolojik sözleşme
üzerindeki etkisi
Değişken
Kariyer
Ölçeği
Değer
yönelimli
kariyer
yönlendirme
alt ölçeği
Pearson
Korelasyon
Katsayısı
p-değeri
N
Pearson
Korelasyon
Katsayısı
p-değeri
N
Pearson
Kişinin kendi
Korelasyon
kariyerini
Katsayısı
kendisinin
yönlendirmesi p-değeri
alt ölçeği
N
Psikolojik
Sözleşme
İşlemsel
Psikolojik
Sözleşme
İlişkisel
Psikolojik
Sözleşme
-,493*
-,406*
-,308*
.000
.000
.000
402
402
402
-,421*
-,292*
-,307*
.000
.000
.000
402
402
402
-,461*
-,443*
-,239*
.000
.000
.000
402
402
402
* Değişkenler arasında %5 anlamlılık düzeyinde doğrusal istatistiksel bir ilişki vardır.
4.4.5.1. Değer yönelimli kariyer yöneliminin psikolojik sözleşme üzerinde
etkileri
Değişken kariyer yöneliminin alt boyutlarının, psikolojik sözleşme üzerindeki
etkileri ölçen pearson korelesyon sonuçları şu şekildedir:
Değişken kariyer yöneliminin alt ölçeği, değer yönelimli kariyer yönelimi ile
psikolojik sözleşme istatistiksel olarak (p= 0,000< 0,05) anlamlıdır. Aralarındaki
ilişki, negatif ve % 42,1'lik düzeyde orta şiddetlidir.
Değer yönelimli kariyer yönelimi ile arasındaki bu negatif ilişki, ilişkisel psikolojik
sözleşmelerde daha çok görülmektedir. % 30,7 düzeyinde olan bu orta şiddetli
ilişki, işlemsel psikolojik sözleşmelerde % 29,2 düzeyindedir.
293
4.4.5.2. Kişinin kendi kariyerini kendisinin yönlendirmesi kariyer yöneliminin
psikolojik sözleşme üzerinde etkileri
Pearson korelasyon analizi sonuçlarına göre, kişinin kendi kariyerini kendisinin
yönlendirmesi alt ölçeği, psikolojik sözleşme ile (p=0,000<0,05) %5 anlamlılık
düzeyinde istatistiksel olarak anlamlıdır. Bu ilişki % 46,1 düzeyinde orta şiddetli ve
negatif bir ilişkidir.
Bu alt ölçeğin negatif ilişkisi, işlemsel psikolojik sözleşmelerde daha fazla
görülmektedir. % 44,3 düzeyindeki orta şiddetli negatif ilişki, ilişkisel psikolojik
sözleşmelerde % 23,9 düzeyinde olup düşük şiddetlidir.
Bu veriler ışığında; değişken kariyer yönelimi ile psikolojik sözleşme arasında
negatif yönlü bir ilişkinin olduğunu söyleyebiliriz. Değişken kariyer yönelimine olan
algı ne kadar yüksekse, çalışanların psikolojik sözleşmelerine bağladıkları değer
de o kadar düşmektedir.
Çalışma hayatındaki değişimin ön plana çıkardığı artan nitelik vurgusu ile
çalışanların kariyer algısı değişmektedir. Çünkü çalışma hayatındaki değişim tek
bir alanda uzmanlaşmak yerine daha fazla alanda bilgi sahibi olan çok yönlü
kariyer sahibi çalışanları (Banai ve Diğerleri, 2004: 98) ortaya çıkarmaktadır. Bu
çalışanların sürekli artan nitelikleri, birden fazla iş yükü üstlenebilmeleri ve kariyer
ilerlemelerini kendi sorumluluğu olarak görmeleri, kariyer ile psikolojik sözleşme
arasındaki tutumları da değiştirmektedir. Geleneksel kariyer yaklaşımından
uzaklaşan algıyla, prestij, otorite ve ücret artışıyla tanımlanan bir çalışma süreci,
çalışanların
psikolojik
sözleşmeleri
için
cazibe
oluşturamamaktadır.
Artık
çalışanlar, bireysel değerleri ile uyumlu olan işletmelerde çalışmayı tercih
etmektedir. Kurum aidiyetleri de düşük olduğundan kendi değerlerine uygun işler
bulduklarında geçişleri de kolay olmaktadır. Artık çalışanlar kurumundan bağımsız
olarak kendisini bir kariyer kimliği ile ifade etmektedir. Sonuç olarak; çalışanların
değişken kariyer yönelimi ve alt ölçeklerinin psikolojik sözleşme ile arasında
istatistiksel
olarak
doğrulanmaktadır.
anlamlı
bir
ilişkisi
olduğunu
öngören
hipotezler
294
4.4.6. Değişken kariyer yöneliminin iş tatmini üzerindeki etkileri
Değişken kariyer yönelimi ile iş tatmini arasında, istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki
bulunmamaktadır (p=0,136>0,05).
Değişken kariyer yöneliminin iş tatmini
üzerinde hiçbir etkisi yoktur.
Çizelge 4.20. Değişken kariyer yönelimi ve alt ölçeklerinin iş tatmini üzerindeki
etkisi
Değişken
Kariyer
Ölçeği
Değer
yönelimli
kariyer
yönlendirme
alt ölçeği
Pearson
Korelasyon
Katsayısı
p-değeri
N
Pearson
Korelasyon
Katsayısı
p-değeri
N
Pearson
Kişinin kendi
Korelasyon
kariyerini
Katsayısı
kendisinin
p-değeri
yönlendirmesi
alt ölçeği
N
İş Tatmin Ölçeği
İçsel Doyum İş Tatmini
Dışsal Doyum İş
Tatmini
-.075
-,251*
-.538*
.136
.000
.000
402
402
402
-,086
-,255*
-,444
.085
.000
.000
402
402
402
-,045
-,190*
-,521*
.371
.000
.000
402
402
402
* Değişkenler arasında %5 anlamlılık düzeyinde doğrusal istatistiksel bir ilişki vardır.
4.4.6.1. Değer yönelimli kariyer yöneliminin iş tatmini üzerindeki etkileri
Değişken kariyer yöneliminin alt boyutlarının iş tatmini üzerindeki etkileri için
yapılan pearson korelasyon analizi sonuçları şu şekildedir:
Değer yönelimli kariyer yönelimi ile iş tatmini arasında (p= 0.086>0.05) istatistiksel
olarak anlamlı bir ilişki görülmemektedir.
tatmini faktörleri ile
içerisindedir.
Ancak,
içsel iş tatmini ve dışsal iş
(p= 0,000<0,05) istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki
295
4.4.6.2. Kişinin kendi kariyerini kendisinin yönlendirmesi kariyer yöneliminin
psikolojik sözleşme üzerinde etkileri
Kişinin kendi kariyerini kendisinin yönlendirmesi alt ölçeği ile iş tatmini üzerinde
(p= 0,371> 0,05) istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki görülmemektedir. Ancak içsel
iş tatmini ve dışsal iş tatmini faktörleri ile anlamlı bir ilişki içerisindedir. İlişkinin
yönü negatif olmakla beraber içsel iş tatmini faktörleri % 19' luk düşük şiddetli,
dışsal iş tatmini faktörlerinde ise % 52,1 'lik orta şiddetli bir ilişki görülmektedir.
Veriler ışığında, kariyer kavramının iş tatmini algısı üzerinde bir etkisi
bulunmamaktadır.
Çalışma
kavramının,
çalışandan
birden
fazla
iş
yükü
üstlenmesini beklemesi, sürekli artan iş yükleri, muğlak yatay hareketler şeklindeki
kariyer çizgileri,
kariyerlerini kendi sorumluluklarında görmeleri, iki kavramın
birbirleri üzerindeki etkilerini silikleştirmeye başlamıştır. Değişimin tanımladığı
profesyonel çalışan kimliği algısı, istihdam edilebilirlik kaygısı ve artan rekabet
ortamında çalışanların sürekli kendini geliştirmek zorunda bırakılması çalışanların
tutumlarını değiştirmektedir. Öyle ki, kurumlarının kariyer fırsatı sunmaları bile
çalışanlar üzerinde iş tatmini yaratan bir etki olarak görülmeyebilir. Çünkü böyle bir
fırsat, geleneksel kariyer yaklaşımını benimseyen çalışanlar için iş tatmini yaratan
bir etki hissettirebilir. Ancak değişken kariyer yaklaşımında, kurumla çalışan
arasındaki aidiyet bağı düşük olduğu için istihdam edilebilirlik kaygısı ile sürekli
kendini geliştirmek zorunda bırakılan çalışanlar aradığı imkânları başka bir
kurumda bulduğunda kolayca iş değiştirebilmektedir. Saha çalışmasında da yeni
kuşağın, geleneksel kariyerden değişken kariyere geçişi, kurumunda kariyer
fırsatları sunulduğunda bu kuşak için iş tatmini noktasında bir etki yaratmayabilir.
Daha önce kariyer ile iş tatmini arasında pozitif korelasyon bulan çoğu araştırma
sonuçlarına rağmen; (Nguyen, Taylor ve Bradley, 2003; Dangizer ve Valency
2006:293; Chen, Chang ve Yeh 2004: 433; İmamoğlu, Keskin ve Erat 2004:173)
çalışmada değişken kariyer yaklaşımı ile iş tatmini değişkeni arasında bir ilişki
saptanamamıştır. Öyle ki, aynı sonuçlar değişken kariyer yöneliminin alt ölçekleri
içinde söz konusudur. Çalışanın, kariyer kavramına bakışı geleneksel yapıdan
gerçekten de uzaklaşmaktadır. Bu uzaklaşma, kendi aralarında az çok değişime
uğrasa da bütün kuşaklar için söz konusu olmaktadır. Sonuç olarak; değişken
296
kariyer yönelimi ve alt ölçeklerinin iş tatmini ile arasında istatistiksel olarak anlamlı
bir ilişki olmadığını öngören hipotezler doğrulanmaktadır.
4.5. Araştırma Bulgularının Değerlendirilmesi
Çalışma
hayatında
yaşanan
değişim,
kimine
göre
kapitalizmin
yarattığı
hoşnutsuzluğu kendi amacına uygun kılıflara soktuğu yönünde iddia edilse de,
işgücü üzerinde dönüşüm başlattığı ortadadır.
Bu bölümde, değişimle çalışma hayatında ortaya çıkan vurguların, çalışanlar
üzerindeki etkileri analiz edilerek, mevcut durumdan ne derece memnun olduğu,
mevcut duruma ne derece de uygunluk gösterdiği değerlendirilmiştir.
Artan Nitelikler Vurgusu
Bilgi
ve
iletişim
yaygınlaşması
ile
teknolojilerinin
birlikte
gelişimi
çalışma
ve
hayatında
esnek
çalışma
yaratılan
biçimlerinin
entelektüel
vurgu
artmaktadır. İşgücünün eğitim düzeyinin önemi artmakta ve istihdam edilebilirliğin
en önemli unsurlarından biri olarak görülmektedir. Bu yüzden de eğitim ve işgücü
piyasalarındaki bağ daha da kuvvetlenmektedir. Bu bağ, değişimin yarattığı
etkilere uyum sağlayabilme ve niteliklerini güncelleyebilme yetisi ile yaşam boyu
öğrenme noktasında gelişmektedir. Buna göre nitelikler sadece eğitim hayatında
elde edilen nitelikler olmaktan çıkıp, eğitim hayatından sonra da devam edecek
niteliklerle oluşmaya başlamıştır. Bu süreçte, özellikle çalışanların tamamlayıcı
nitelikler kazanarak işlevsel esnekliğe sahip olabilmeleri, birden fazla iş yapabilme
nitelikleri daha da önem kazanmaktadır. R kuşağının da, gerek nitelik yönleri
gerekse aynı anda birden fazla iş üstlenebilme yetileri ile işlevsel esneklik
özellikleri değişimin istediği eğitim yönünü tam olarak karşılamaktadır.
Saha araştırmasında artan entelektüel nitelik ön plandadır. Öncelikli olarak ilk
dikkat çeken nokta çalışanların eğitim düzeyleridir. Çalışanların % 70,9' u yüksek
lisans derecesine sahiptir. Bu oran tam R kuşağında yer alan çalışanlarda %
90,5'e yükselmektedir. Bu kuşakta oranın yüksek çıkmasının nedeni, bu kuşağın
çalışma hayatının beklentilerini karşılayabilecek uyum yetisi özelliğine sahip kuşak
297
tipolojisinin etkisi olduğu kadar; kuşağı bu hayata hazırlayan aile faktörünün de
etkisinden
kaynaklanabilir.
Ailenin
bu
etkisi
M-faktörü
olarak
çalışmada
bahsettiğimiz ebeveynlik faktörüdür. Helikopter ebeveynlerinden ötürü bu kuşak
küçük
yaşlarından
itibaren
iyi
eğitim
alarak,
yüksek
özgüvenli
olarak
yetiştirilmişlerdir. Artan niteliklerinde bu faktörün de etkisi söz konusudur.
Örneklem grubundaki kurum, çalışanlarının eğitim düzeyine oldukça önem
vermektedir. İşe alım sürecinde adaylar arasından yüksek lisans eğitim düzeyini
tercih ettikleri; çalışanları içinse, yaş, kıdem ve pozisyon ayrımı gözetmeksizin
kurumun, çalışanlarını eğitim düzeylerini yükseltme noktasında teşvik ettiği
görülmektedir. Zaten, çalışanlarının yaş, kıdem ve pozisyon ayrımı yapılmaksızın
eğitim düzeyleri çoğunlukla yüksek lisans düzeyindedir. Kurum, mesleki eğitimler
ile de çalışanlarını desteklemektedir. Çalışma kapsamındaki bütün kuşak
türlerinde yer alan çalışanlarda, bir yıl içinde daha fazla kurs ve eğitime katıldım
sorusu "katılıyorum" likert ölçeğine yakın cevaplarda çıkmıştır. Eğitim düzeyi ile
başlayan ve sonrasında da yaşam boyu öğrenme kavramına sokabileceğimiz
kurum içi eğitimler, bu kurumda oldukça önemli olmaktadır. Verilen bu eğitimleri,
mesleki alanda gelişmişlik sağlayıp sağlamadığı yönünde çalışanların düşünceleri
ile detaylandırdığımızda, kuşaklar arasındaki farklardan biri bu noktada görülebilir.
Tam R kuşağı, son bir yıl içinde verilen eğitimlerle mesleki alanda geliştiğini
düşünürken,
diğer
kuşakta
yer
alanlar
mesleki
alanda
gelişmediklerini
düşünmektedirler. Bu farkın sebebi, diğer kuşak olarak ifade ettiğimiz çalışanların
pozisyon ve kıdem sürelerinden yüksekliğinden ileri gelebilir. Ayrıca diğer kuşak
çalışanları, R kuşağı çalışanları gibi işlevsel esnekliğe sahip değildir. R kuşağı ise,
gelişmeye açık, yeni durumlara uyum gösterme, kendi kişisel gelişimini
yönetebilme ve öğrenme için heyecan duyan bir yapıya sahiptir. R kuşağının
tipolojisinde, birden fazla işi üstlenebilme yetisi de olduğu için, R kuşağında
sonucun bu yönde çıkması beklenilen bir durumdur. Öyle ki, bu durum tam R
kuşağında yer alan çalışanlarda iş yükünün ve sorumluluklarının artması ortalama
"katılıyorum" likerti düzeyindeyken, diğer kuşakta yer alan çalışanlarda ortalama
"fikrim yok" düzeyinde ifade edilmektedir. Diğer kuşakta yer alan çalışanlarda bu
sorunun cevabı, tam R kuşağına göre, daha alt düzeyde kalsa da, yine de her
çalışanda iş yüklerinin ve sorumluluklarının arttığı görülmektedir. Çalışma
kavramının artan niteliği ve sürekli kendini geliştirme zorunluluğu ile değişim
298
geçirdiği yönü, çalışmamızda diğer kuşakta daha alt düzeyde kalsa da, her kuşak
grubunda yer alan çalışanlarda görülmektedir. Çalışanın kendisini geliştirme
zorunluluğunu, kendi sorumluluğunda görme düşüncesi tam R kuşağında yer alan
çalışanlarda oldukça yüksek bir likert düzeyi ile ifade edilmektedir. Bu noktada,
istihdam edilebilirlik vurgusunun artan nitelikler ve sürekli gelişim temasında
vurgulandığı saha çalışmasında da saptanmaktadır.
Esneklik Vurgusu
Çoklu becerilere sahip olmanın önem kazandığı günümüzde, istihdamdaki
esneklik koşullarının zorladığı yeni eğilimlerin, eğitim istihdam arasında geçmişte
kurulmuş olan bağlardan daha farklı bir noktaya kaydığı ortadadır. Özellikle,
işgücü esnekliği ile pazardaki değişimlere uyum amacıyla personelin niceliğini ve
niteliğini ayarlayabilme yetisiyle kurumlar, kâr ve verimlilik temasında değişime
uyum yeteneğini esneklik ile sağlamaktadır. Bu bakımdan esneklik hem çalışanın
niteliklerinde hem de çalışma kavramının tam kendisinde görülmektedir. İşlevsel
esnekliğin vurgusu, saha çalışmasında da hissedilmektedir. İşlevsel esneklik, tam
R kuşağında yer alan çalışanlarda oldukça yüksek düzeydedir. Diğer kuşakta yer
alan çalışanlarda da işlevsel esneklik görülmekle beraber, R kuşağına göre daha
alt düzeydedir. Ayrıca, işlevsel esneklik tam R kuşağı için mesleki alanda
gelişmişlik algısı da yaratmaktadır. Tam R kuşağı için, işlevsel esneklik ve mesleki
alan gelişimi oldukça yüksek düzeyde ifade edilmektedir. Diğer kuşak ise, mesleki
yönden gelişmiş olduğunu düşünmemektedir. Değişime, tam R kuşağının daha
açık, diğer kuşağın ise, kendini değişimlere adapte etme, kendini geliştirme
düzeylerin daha alt seviyelerde kaldığı görülmektedir. Sebebin, diğer kuşakta yer
alanların
kıdem
sürelerinin
ve
pozisyonlarının
daha
yüksek
olmasından
kaynaklanabilir. Çünkü kurumda eğitim geliştirme faaliyetlerinin daha çok alt
düzeydekilere uygulanmaktadır. Ancak, kuşaklar arasındaki kişilik faktörlerinin
değişime uyum yönlerinin etkisini de unutmamak gerekir.
Esneklik, çalışma saatleri ve çalışma koşulları ile de değerlendirilmiştir. Çalışanlar
çalışma saatlerini ve koşullarını uygun bulmamaktadır. Çalışanların yoğun çalışma
tempolarından ötürü sosyal hayatını, ailesini ve arkadaşlarını geri plana aldıklarını
düşünmeleri her kuşakta yer alan çalışanlar için "katılıyorum" likerti ile
299
cevaplandırılmıştır. Çalışma kavramının mesai saatleri içinden çıkarak, çalışanın
tüm hayatını işgal ettiği saha çalışmasında da tespit edilmiştir.
İstihdam Edilebilirlik Vurgusu
Değişimin yarattığı daha nitelikli ve kendini sürekli geliştirebilme özelliğine sahip
işgücünün, istihdam rekabetleri sürekli arttığından, istihdam edilebilir olmanın
şartları da zorlaşmış olmakla beraber, işsizliğin boyutunu da derinleştiren bir etki
yaratmaktadır. Değişimle başlayan dönüşüm sürecinde, uzun vade yok anlayışı
felsefesinde büyüyen çalışma hayatında belirsizlik kaygısı, değişimin en önemli
getirisidir. Değişim bir taraftan işgücünde nitelik vurgusu yaparken; diğer taraftan
sürekli yenilenen durumlara karşı anında uyum gösterme yeteneğini de talep
etmektedir. Öyle ki, bu süreçte beklenilen uyum becerisi de çalışanın üzerinde
olmaktadır. Uzun vade yok sloganıyla sembolleştirilen bir sosyo ekonomik
düzende de, çalışanın hayatını, alışkanlıklarını, becerilerini, kişilik özelliklerini
değiştirmeden çalışma hayatına tutunabilmesi imkânsızlaşmaktadır.
Avrupa istihdam stratejisinde, işgücü piyasasındaki değişikliklere uyum sağlama
görevi sosyal taraflara ve hükümetlere dengeli bir biçimde dağıtılmasına rağmen
günümüzde
istihdam
edilebilirlik
kavramında
vurgu
daha
çok
bireyin
sorumluluğunda kalmaktadır. İşgücünün çalışma hayatına tutunmasında kendi
göstereceği performans ve sürekli kendini geliştirme yetisi işgücünün en önemli
niteliği olmaktadır. Bu doğrultuda saha çalışmasında da bu gözlemlenmektedir.
Niteliklerini sürekli geliştiren, aynı anda birden fazla iş yükü üstlenebilen bu
çalışanlar artan niteliklerine rağmen iş güvencesizliği yaşamaktadır. Bu algı,
özellikle tam R kuşağında yer alan çalışanlar için "elde ettiğim başarılara rağmen
işimi kaybetmekten korkuyorum" sorusunda kendini göstermektedir. Tam R
kuşağının bu soruya verdiği “işimi kaybetmekten korkuyorum” cevabı bu kuşaktaki
kaygı derecesini de göstermektedir. İstihdamlarını sürdürebilmek adına, kendilerini
geliştirme zorunluluğu kaygısı, tam R kuşağında yer alan çalışanlarda, artan
niteliklerine ve başarılarına rağmen oldukça yüksektir. Diğer kuşakta yer alan
çalışanlar da, tam R kuşağı çalışanlarına göre daha düşük düzeyde görülse de,
aynı iş güvencesizliği kaygısı sürmektedir. Tüm niteliklerine rağmen, işlerinin
kendilerine garantili bir gelecek sağlamadığı düşüncesi, tam R kuşağında yer alan
300
çalışanlarda daha fazla olmakla beraber tüm kuşaklarda ifade edilmektedir.
Kuşakların; ne sahip olduğu nitelik yönleri ne de kuşakları ayıran ortak kişilik
özellikleri, sahip oldukları işler için iş güvencesi algısı yaratmamaktadır. İş
güvencesizliği noktasında, tüm kuşaklar aynı kaygı bakışında buluşmaktadır.
Sonuç olarak;
istihdam edilebilir olmak adına kuşaklar arasındaki sınır
silikleşmeye başlamıştır. İstihdam edilebilir olmak adına, değişimin öngördüğü
profesyonel kimliğin daha ön plana geçtiği ve bu kimliğe bürünen çalışanların,
hangi kuşak yapısında olursa olsun istihdamlarını arttıracağı düşüncesinin
doğruluğu bir kez daha çalışmada somut bir biçimde görülmektedir.
Ailenin Sosyal Güvenlik Rolü Vurgusu
Çalışma hayatında yaşanan değişim, aileyi bir sosyal güvenlik aracına
dönüştürmektedir. Çalışma hayatındaki artan nitelik vurgusu yüzünden eğitim
hayatları uzayan ve çalışma hayatlarına girişleri geciken işgücünün en büyük
destek mekanizması aileleri olmaktadır. Aynı şekilde, çalışma hayatında ortaya
çıkan uzun vade yok anlayışı ile gelişen belirsizlik ortamında, aile en büyük
korumacı risk sigortasıdır. Bu koruyucu mekanizma ile aile kavramı, iş güvencesi
rolünü tamamlamaktadır. Yaşanan dönüşüm ile yaşanan belirsizlik ortamı,
istihdam edilebilirliğin zorlaşması ile bir işten çıkıp diğer işe geçmenin, belli bir
süre işsiz kalmanın etkileri, aileler sayesinde daha hafif geçirilmektedir. Saha
araştırmasında da benzer bulgular tespit edilmiştir. İş değişikliği kararlarında,
ailenin çalışanın arkasında olduğu hissi, bütün kuşaklar için önemli gözükmektedir.
Tam R kuşağında yer alan çalışanlar için bu önem, diğer kuşağa göre daha
yüksektir.
Eğitim hayatları uzayan ve çalışma hayatlarına girişleri geciken dönemlerde;
ailenin çalışma hayatına hazırlanan gençlere verdiği desteğin, gençlerin çalışma
hayatına giriş süresini uzatmadığı görülmektedir. Çalışma hayatının beklentisine
yönelik farkındalığı gelişmiş olan gençlerin eğitim hayatları ile birlikte çalışma
hayatlarını da beraber götürdükleri görülmektedir. Özellikle tam R kuşağında,
yüksek lisansını bitirmiş bir çalışanın mutlaka sektörde, iş deneyimi söz
konusudur. Bu gençler için, ailelerin arkasında olduğu hissi çalışma hayatlarına
giriş sürelerini uzatma eğilimi yaratmamıştır.
Ancak; tam R kuşağında ki
301
çalışanların, iş değişiklikleri yapmak istediklerinde ya da iş yükleri artmasına
rağmen ücret artışları yaşamadıklarından, çalışanların ailelerinden maddi olarak
desteklenerek
çalışma
koşullarına
katlanma
derecelerini
arttırdıklarını
düşünebiliriz. Bu kuşağın ebeveynlerinin, helikopter ebeveyn olarak tanımlandığını
düşündüğümüzde, ailenin bu kuşak için önemini görebiliriz.
Bu kuşağın aile olma kavramına bakışı ise, saha çalışmamamızda tespit
edilememektedir. Çalışma kavramının çalışanın bütün dünyasını işgal eden bir
yapıya dönüşmesiyle genç işgücünün evliliklerini erteledikleri ya da evlenmekten
korktuklarını dile getirdikleri pek çok araştırmada görülmektedir. Öyle ki, bu
gençler hâlâ ailelerinin maddi desteği ile geçindiklerini de belirtmektedirler. Saha
çalışmasında, tam R kuşağında yer alanların %76.6 'sı bekârdır. Bu oran, tam R
kuşağı tipolojisi için beklenilen oran aralığındadır. Ancak, çalışmada bekâr olarak
belirtilen medeni durumun ayrıntılı olarak nedeni sorgulanamadığından bu kuşağın
aile olma kavramına bakışının ne yönde olduğu bilinememektedir.
Kuşak Dönüşümü Vurgusu
Değişimin kuşak dönüşümü, literatürde tanımlanan R kuşağının sahip olduğu çoğu
tipolojiyi de göstererek saha çalışmasında tespit edilmiştir. Kuşağın, günümüzün
bilgi işçilerinin istihdam edilebilirliklerini ifade ettiği söylenebilir. Çünkü işin yapısı
ve istihdam metotları değiştiğinden, artan nitelik vurgusuyla büyük oranda bilgi
esaslı olan yeni çalışma hayatında kolektif verimlilikten ziyade bireysel verimliliğe
vurgu yapılmaktadır. Bireysel verimliliği en üst değeri olarak gören bilgi işçilerinin
literatürde tanımlanan özellikleri, R kuşağının özellikleri ile örtüşmektedir. Kariyer
geliştirmede kişisel sorumluluk almaları, işlerinden memnuniyet duymaları, sık iş
değiştirmeyi kariyer fırsatı olarak görmeleri, işi yenilik ve büyüme olarak
değerlendirmeleri R kuşağı tipolojisi ile benzerlik taşıyan noktalarıdır.
Saha
çalışmasında da bu özellikler R kuşağında tespit edilmiştir. Sadece, bilgi işçilerinin
iş güvencesini reddeden özellikleri saha çalışmasındaki R kuşağı için ortak bir
özellik sayılmamaktadır. Çünkü saha çalışmasındaki R kuşağı çalışanları, artan
niteliklerine ve iş yüklerine rağmen istihdam edilebilirlik kaygısı yaşamaktadırlar. R
kuşağı için iş güvencesi iş tatmini yaratan bir unsur olarak değerlendirilmektedir.
302
Değişimin tanımladığı yeni çalışma hayatının beklentileri, bu kuşak temasında
saha çalışmasında da görülmektedir. Özellikle bu kuşağın literatürde kavram
tanımlamasını yapan özelliklerinin tümü saha çalışmasındaki R kuşağında ifade
edilmektedir. Bu kuşağın, iş yüklerinin ve sorumluluklarının artması buna rağmen
ücret ve ünvanlarında bir değişiklik olmaması, yatayda büyüyen kariyere sahip
olmaları ve kariyer ilerlemelerinden kendilerini sorumlu tutma özellikleri, diğer
kuşaktan belirgin yönlerde ayrılarak tespit edilmiştir. Bu kuşak, son bir yıllık süreç
içinde
yüksek
performanslarına
rağmen;
başarılarının
ödüllendirilmediğini,
maaşlarının artmadığını, teşvik primleri alamadıklarını, terfi edemediklerini, kariyer
gelişimlerinin
çalışanların
desteklenmediği
bu
konulara
düşünmektedirler.
verdiği
cevaplar
Diğer
ise,
R
kuşakta
kuşağı
yer
alan
çalışanlarının
cevaplarından farklılıklar taşımaktadır. Özellikle R kuşağı çalışanları, son bir yıllık
süreç içinde mesleki yönden geliştiğini ve bu süreçte iş yüklerinin arttığını
düşünürken,
diğer
kuşakta
yer
alanlar
mesleki
yönden
geliştiklerini
düşünmediklerini ve bu süreçte iş yüklerinin artmadığını ifade etmektedirler. Diğer
kuşak çalışanlarının pozisyon itibariyle daha üst mevkilerde yer alması bu
cevaplarda etkili olabilir. Çünkü kurum daha çok kariyer fırsatlarını, teşvik
primlerini daha üst düzeydeki çalışanlarına uygulamaktadır.
Her iki kuşağın ortak düşünceleri ise, kurumdaki performanslarına göre daha iyi bir
ünvanı ve ücret düzeyini hak ettikleri yönünde birleşmektedir. Ayrıca her iki
kuşakta yer alan çalışanlar son bir yıl içinde daha fazla eğitime katıldıklarını
düşünmektedirler.
Kurumun
sürekli
yenilenme
anlayışı
üzerine
kurulmuş
iş
kültürü
göze
çarpmaktadır. Değişimin yeni getirilerine çalışanlarını verdiği eğitimle hazırlaması,
değişimin bu kurumda önemli bir etki yarattığını göstermektedir. Şüphesiz ki, R
kuşağı çalışanları kurum için önemli bir dönüşüm başlatmıştır. Değişimin farkında
olduğunu düşündüğümüz bir kurum olduğu için, kariyer yönetimini ücret ve
ünvanla desteklemek yerine, eğitim fırsatları sunarak çalışanın kariyer gelişimlerini
desteklediğini söyleyebiliriz. Değişim stratejilerini izleyen kurum olduğu için,
çalışanlarının kuşak farkları yüzünden değişime karşı gösterdiği değişiklikler de
net çizgilerle tespit edilebilmektedir. Örneklem grubunun, kuşak tespitin de doğru
bir örneklem olduğu bir kez daha görülmektedir.
303
Duygusal Emek Vurgusu
Değişim
çalışma
hayatında
yeni
parametreler
geliştirmektedir.
Değişimin
vurguladığı nitelik vurgusu sadece işgücünün beşeri sermayesini değiştirmekle
kalmayıp, maddi manevi bütün duygularını da dönüştürmeye başlamıştır. Özellikle
esneklik, değişime uyum kaygısı, işgücünde artan rekabet ve istihdam edilebilir
olmanın endişesi ile çalışanlar kişiliklerini de değişime adapte edebilmek adına
iradeleriyle davranışları arasında bir kopma yaşadıkları için kişiliklerinde bir
sürüklenmede yaşamaktadırlar. Değişim çalışandan uyum, özümseme beklediği
için çalışanların kişilikleri ve kimlikleri arasında da çatışmalar yaşanabilmektedir.
Bu yüzden, çalışanların duygusal emek vasıfları önemli hale gelmektedir.
Çalışanlardan duygularını denetleyerek nasıl davranmaları gerektiği konusunda
organizasyonun amaçlarıyla bütünleşmesi, kurum kültürüne göre davranış
sergilemesi beklenmektedir. Çalışanlar bütün duygularını kurumun kâr ve verimlilik
stratejilerine göre kurgulamak zorunda bırakılmaktadır. Hatta bu davranışlarının
çalışma sürelerinin de dışına taşarak çalışanın her an kurum kültürünü sergilemesi
beklenilmektedir. R kuşağı tipolojisinin en temel özelliklerinden biri de duygusal
emek yönlerinin güçlü olmalarıdır. Bu kuşağın, bilişsel esnekliğe sahip olması ve
duygularını kontrol edebilme konusunda çalışanın kendisine güven duyması en
önemli özellikleridir. Duygularını kontrol ederken de kendilerini işlerine adapte
ederek, öznel iyi oluşlarını da sürdürebilmektedirler. Çalışanların yaptıkları işten
gurur duymaları, işlerinden zevk almaları, dinamik bir şekilde iş performansı
sergilemeleri, duygusal emek kavramı ile birleştiğinde kişilik ve kimlik arasında bir
çelişki yaratsa da çalışma hayatının beklentisi böyle bir profesyonel kimlikte
bütünleşmektedir. Saha çalışmamızda da bu kavramın atıfları görülmektedir.
Çalışma yaşamı, çalışanın vicdanına göre hareket etmesini sınırlamaktadır. İşin,
çalışanın vicdanına aykırı olmayan şeyleri yapabilme imkânını ölçen sorularda;
tam R kuşağı da, diğer kuşakta kendi vicdanına uymayan işleri de yaptıklarını
belirtmişlerdir.
Yapılan
işler
çalışanın
vicdanına
göre
hareket
etmesini
sınırlamaktadır. Bu algı saha çalışmasında ki bütün kuşak yapıları için aynı
ortalama değerlerde ifade edildiğinden, çalışmanın duygusal emek yönü bütün
kuşaklar için var kabul edilebilir. Bu kuşakları ayırıcı nokta ise, duygusal emek
algısına verdikleri tepkide görülmektedir. Tam R kuşağında yer alan çalışanların
değer yargılarına aykırı bir durumla karşılaştıklarında, kendi doğrularına, kendi
304
değer yargılarına göre hareket ettikleri analiz edilmiştir. Bu, çalışmada ifade
ettiğimiz durumdan farklılık göstermektedir. Çünkü R kuşağı yerine, diğer kuşakta
yer alan çalışanlar kendi değer yargılarına göre değil de, şirketin değer yargılarına
göre hareket ettiklerini ifade etmektedir. Farklılığın bu yönde olmasının nedeni,
diğer kuşakta yer alan çalışanların R kuşağı çalışanlarına göre, istihdam
edilebilirlik vasıfların daha az olmasından kaynaklanabilir. Çünkü R kuşağının
artan nitelikleri, özgüvenleri ile kariyer değişiklikleri yapması daha kolayken, diğer
kuşağın daha geleneksel kariyer bakışları ve niteliklerinden dolayı kariyer geçişleri
daha zor olabilmektedir. Bu yüzden, diğer kuşakta yer alan çalışanların, kurumun
bütün taleplerini kendi değer yargılarına uysun uymasın yerine getireceği anlamını
taşıyabilir. Duygusal emek kavramını öznel iyi oluş kriteri ile değerlendirdiğimizde
tespitimizin doğruluğu görülmektedir. Çünkü R kuşağında yer alan çalışanların
yaptığı işten duyduğu memnuniyet derecesi, diğer kuşakta yer alan çalışanların
yaptığı işten duyduğu memnuniyet derecesinden yüksektir.
Değişimin bütün hayatın merkezi haline geldiği, çalışma kavramının iş saatlerinden
daha fazlasını ifade ettiği de saha çalışmasında görülmektedir. R kuşağı için
çalışma kavramı diğer kuşağa göre, maaş karşılığından ya da sadece işini yapmak
için işe gelme algısından çok daha fazlasını ifade etmektedir. Görev tanımlarının
sınırını aşan, kısa dönemli iş hedeflerinden çok daha fazlasını ifade eden bir
kavrama dönüştüğü görülmektedir. Diğer kuşağa kıyasla, aralarında bu noktadaki
farkın nedeni kuşak tipolojilerinden kaynaklanabilir.
Özerklik Vurgusu
Değerlendirilecek bir diğer değişim yönü ise özerklik kavramıdır. Kavramın
çalışanın gerçekte özerk kılınmasını değil verimlilik ve kâr kokan yapısıyla
çalışmaya daha fazla özendirmesini ifade ettiği için eleştirilen özerklik kavramı
saha çalışmasında da görülmektedir. Dikkat çekici nokta,
kuşakların özerklik
bakışlarının aynı paralelde yer almasıdır. Her kuşak türündeki çalışan, işinde kendi
kararlarını uyguladığını, kendi yöntemlerini kullandığını ve bağımsız çalışma
imkânlarına sahip olduğunu düşünmektedir. Sadece fark görülen nokta, diğer
kuşakta yer alan çalışanların işinde kendi yöntemlerini kullanabilme imkânının R
kuşağında yer alan çalışanlara göre daha yüksek değerde olduğudur. Bunun
305
sebebi, diğer kuşakta yer alan çalışanların daha üst pozisyonlarda yer almasından
kaynaklanabilir. Özerkliği yetki kullanma kriteri ile incelediğimizde de, işin diğer
çalışanları yönlendirmede alınan yetkiden memnunluk derecesi diğer kuşak
çalışanlarında, R kuşağı çalışanlarına göre oldukça yüksek değerlerdedir. Bu
yüzden, özeklik noktasında verilen tüm cevaplar tutarlılık gösterdiğinden, diğer
kuşakta yer alan çalışanların R kuşağına göre özerklik yönlerinin daha güçlü
olmasının nedeni olarak düşündüğümüz diğer kuşak çalışanlarının daha üst
pozisyonlarda yer alması düşüncemizi kuvvetlendirmektedir.
Özerkliği, ekip çalışması ve işe aidiyet noktasında ölçen sorulara göre de
değerlendirdiğimizde, diğer kuşakta yer alan çalışanlar daha yüksek bir değerle
çalışma arkadaşlarının birbiri ile anlaşması bakımından işlerini memnun edici
görmektedir. Zaten, diğer kuşakta yer alan çalışanların işe aidiyetleri daha
yüksektir.
Bu kuşakta yer alanlar mevcut kurumda yükselmeyi, ilerlemeyi ve
gelecekte de mevcut kuruma katkıda bulunmaya hazır olduklarını ortalama
"katılıyorum" likerti ile cevaplandırırken, R kuşağında yer alan çalışanlar ortalama
"katılmıyorum" ya da " fikrim yok" likerti ile cevaplanmaktadır. Algılamanın bu
yönde olmasının nedeni, R kuşağının tipolojisinden ötürü aidiyet bağlarının diğer
kuşağa göre zayıf oluşları, niteliklerinden ötürü kurum değişikliklerini daha kolay
yapabilmeleri ve değişken kariyer yönelimi algılarının yüksek olmasından ileri
gelebilir. Mevcut kurumda ilerlemeyi beklemelerinin nedeni de Türkiye şartlarında
kurumun
daha
iyi
çalışma
koşullarına
ve
şartlarına
sahip
olmasından
kaynaklandığı düşünülebilir.
Kişilik ve Kimlik Kargaşası Vurgusu
Değişimin tanımladığı belirsizlik ortamı, artan rekabet, aidiyet bağlarının
zayıflaması, çalışma kavramının mesai saatlerinden çıkarak çalışanın tüm
hayatına yayılması ve istihdam edilebilir olmak adına sürekli kendini geliştirme
zorunluluğu, çalışan için kişiliği ve kimliği arasında bir kopma yaratabilir. Bu etkiler,
istihdamda kalma kaygısı taşıyan çalışanda,
çalışma kavramına karşı zorunlu
olarak bir tutum değişikliği başlatmaktadır. Çalışanın bu tutum değişikliği değişime
uyum güdüsü yaratmaktadır. Değişim çalışma hayatında istihdam edilebilirlik
vurgusunu çalışanın sorumluluğunda hissettiği bir tutum başlatmıştır. Saha
306
çalışmasında da R kuşağı tipolojisinde bu tutum oldukça yüksek görülmektedir. R
kuşağının bu sorumluluğu yerine getirmek için oldukça yoğun mesai harcadığı
tespit edilmiştir. Yoğun çalışma saatleri ve çalışma koşullarından dolayı, ailesine
ve sosyal hayatına zaman ayıramamaları bu kuşak için en çok şikâyet edilen
noktalardan biridir.
Niteliklerinden ötürü yaptıkları işten memnuniyet dereceleri yüksek olmasına
rağmen değişimle gelen çalışma ortamının belirsizliğinden ötürü şirket aidiyetleri
de diğer kuşağa oranla daha zayıftır. Mutlaka ki bu faktörler, R kuşağında yer alan
çalışanlar için stres kaynağı yaratsa da kişiliği ve kimliği arasında bir kopma
yaratması düşüncesine bize ulaştırmayabilir. Çünkü bu kuşak çalışmada da
bahsettiğimiz örtük yoksunluk modelini benimsediğinden çalışmanın etiket yönü
daha ağır basmaktadır. Öyle ki, işlerinin toplumda saygın bir kimlik yarattığı algısı
bu kuşakta oldukça yüksek görülmektedir. Ayrıca, saha araştırmamızdaki R
kuşağında
yer
alan
çalışanların
kurumunun
değer
yargılarından
ziyade
vicdanlarına, kendi değer yargılarına göre hareket etmesinden ötürü, kendi
kişiliklerinden ödün vermediklerinden kişilik ve kimlik çatışması yaşamayabilirler.
Ancak önemle belirtmek gerekir ki; saha araştırmasında ki bu kuşağın duygusal
emek yönlerinin çok güçlü olması, kendi değer yargılarına göre hareket etmesi
kişilik ve kimliği arasına bir kopma yaşatıp yaşatmadığı noktasında kesin cümleler
kurulması hataya yol açabilir. Konunun daha detaylı saptamalarla ele alınması
gerekmektedir.
Kuşakların İstihdam Kararları
Değişimin etkilerinin R kuşağı ve diğer kuşak için iş tatmini, psikolojik sözleşme ve
kariyer yönelimlerini nasıl değerlendirdikleri yönünde yapılan tespitler ile şu
sonuçlara ulaşılmaktadır.
Öncelikli
olarak demografik faktörlerin değişkenler arasında fark yaratıp
yaratmadığının tespiti yapmak önem taşımaktadır. Çünkü çalışma hayatında
yaşanan değişimlerin, dönüşen R kuşağı ve diğer kuşakta yer alan çalışanlar
üzerinde fark yaratıp yaratmadığının tespitini yapabilmek için, kişilik özelliklerine
atıf yapan değişkenlerle değerlendirmek, kuşaklar arasında fark yaratan
307
unsurlarda bu özelliklerin katkısının olup olmadığını yorumlamada etkili olmaktadır.
İlk olarak, psikolojik sözleşmenin demografik özelliklere göre karşılaştırılmasını
değerlendirdiğimizde; yaş, eğitim ve pozisyon faktörü tam R kuşağı ve diğer kuşak
çalışanları üzerinde farklılaşmalar yaratmaktadır. Yaş düştükçe ve eğitim seviyesi
arttıkça psikolojik sözleşme algısı değişmekte, psikolojik sözleşmeden beklentiler
düşme
eğilimi
göstermektedir.
İş
tatmini
demografik
özelliklere
göre
karşılaştırıldığında; tam R kuşağında yer alan çalışanların hiçbir demografik
özelliklerinin iş tatmini üzerinde etkisinin olmadığı tespit edilmiştir. İstihdam
edilebilir olmanın zorlaşması, artan işsizlik oranları, sürekli kendini geliştirme
zorunluluğu ve belirsizleşen görev tanımları iş tatmini noktasında kişisel
faktörlerden
ziyade
dönüştürmektedir.
örgütsel
Değişken
faktörlerin
kariyer
iş
yönelimi
tatmini
sağlayan
demografik
etmenlere
özelliklere
göre
karşılaştırıldığında; tam R kuşağında yer alan çalışanlarda bütün demografik
özelliklerinin etkisi görünürken, diğer kuşakta yer alan çalışanlarda demografik
özelliklerin anlamlı bir ilişkisi tespit edilememiştir. Buna göre R kuşağında yer alan
çalışanlar değişken kariyer yönelimi algısı içerisindeyken, diğer kuşakta yer alan
çalışanlar ise geleneksel kariyer algısı içerisindedirler.
R kuşağı çalışanlarının psikolojik sözleşme ile negatif ve orta şiddetli bir ilişkisi
vardır. Değişken kariyer yönelimi ile de, pozitif ve orta şiddetli bir ilişki
içersisindedir. Ancak, iş tatmini değişkeni ile anlamlı bir ilişkisi yoktur.
Bu noktada her bir değişkeni daha detaylı ele aldığımızda şu noktalar tespit
edilmiştir.
İş tatmini boyutu ile ele aldığımızda; R kuşağının iş tatmin düzeyi, diğer kuşakta
yer alan çalışanların iş tatmin düzeyine göre daha düşüktür. R kuşağında yer alan
çalışanlarını en çok tatmin eden iş tatmini unsuru, işin toplum içerisinde saygın kişi
olma kimliğini yaratma etkisidir. Bu etki, diğer kuşakta yer alan çalışanlar içinde en
fazla iş tatmini sağlayan faktördür. En yüksek iş tatmini sağlayan ikinci unsur, hem
R kuşağı için hem de diğer kuşak çalışanları için, çalışma arkadaşları ile uyum
yönleridir. Bu etki diğer kuşak çalışanları için, R kuşağı çalışanlarına kıyasla daha
yüksek görülmektedir. Ücret noktası ile ele aldığımızda; R kuşağı çalışanları için
ücret iş tatmini faktörü olarak değerlendirilmezken, diğer kuşakta yer alan
308
çalışanlar
için
ücret
daha
fazla
iş
tatmini
sağlayan
faktör
olarak
değerlendirilmektedir. Hem R kuşağı için hem de diğer kuşak çalışanları için içsel
doyum faktörleri daha fazla iş tatmini sağlarken, diğer kuşakta yer alan çalışanların
dışsal doyum faktörlerinin iş tatmini sağlayıcı etkisi R kuşağı çalışanlarına kıyasla
daha yüksektir.
R kuşağının daha düşük iş tatmini hissetmelerinin nedeni, kurumun uyguladığı
politikadan kaynaklanabilir. R kuşağı çalışanlarının iş yükleri artarken, kurumun bu
çalışanlarına terfi imkânı sunmaması ya da başarılı sonuçlandırdıkları işler için
yeterli düzeyde çalışanlarını takdir edememeleri, bu kuşağın iş tatmini değerlerini
de düşürmektedir. Ayrıca R kuşağının artan niteliklerine rağmen, işlerinde garantili
bir gelecek görememeleri de iş tatmini değerlerini etkilemektedir. Artan iş
yüklerinin ve rekabet ortamının, stres ve baskı ortamı yaratarak istihdam
edilebilirlikleri konusunda bu kuşağın hissettiği kaygının iş tatmini algısını
düşürdüğü aşikârdır. Diğer kuşağın daha fazla iş tatmini hissetmelerinin nedeni
ise, bu kuşakta yer alanların daha yüksek pozisyonlarda yer almasından
kaynaklanabilir. Çünkü kurum üst düzey pozisyonlarına terfi imkânları sunmakta
ve kariyer planlarını daha açıkça belirlemektedir.
Tespit edilen bir başka nokta, kişilik ve meslek uyum yönlerinin iş tatmini
üzerindeki etkisidir. Yapılan çoğu araştırmada, kişiliklerine uygun meslekler seçen
çalışanlarda iş tatmini oldukça yüksek düzeyde tespit edilmektedir. Ancak
günümüzde istihdam edilebilir olmak adına sözleşmedeki görev yükümlülüğünün
her işi yapabilme yükümlülüğüne dönüşmesinin iş tatminsizliği yaratan yönü saha
araştırmasında da görülmektedir. Bilgi ve yeteneklerine uygun bir işten ziyade
görev yüklerinin artırılarak bilgi ve yeteneklerinin ötesine geçerek kendini yeni
eklenen sorumluluklar için geliştirmek zorunda kalan bu kuşağın iş tatminsizliği
yaşadığı ortadadır. Öyle ki, "kendi bilgi ve yeteneklerine uygun bir iş yapmaktayım"
sorusu tam R Kuşağı için ortalama "fikrim yok" düzeyinde cevaplanmıştır. Ama
buna rağmen "yaptığım işten her zaman memnuniyet duyuyorum" sorusu tam R
kuşağı çalışanları için ortalama "katılıyorum" likerti ile cevaplanmıştır. Artan iş
yükleri çalışanlar için kendi yeteneklerine uygun olup olmadığı noktasında soru
işareti yaratsa da istihdam edilebilirlik kaygısı, artan işsizlik, rekabet ve çalışma
309
kavramının etiket etkisi her şeye rağmen yine de çalışanları yaptığı işten memnun
etmektedir.
Son olarak, R kuşağında yer alan çalışanlar için en az iş tatmini sağlayan unsur
başarılı şekilde sonuçlandırdıkları işler karşılığında aldıkları takdir derecesidir.
Zaten, R kuşağı tipolojisinde de artan iş yüklerine rağmen ne ücretlerinde ne de
ünvanlarında bir değişim olmamasının örneği bu veriyi doğrulamaktadır. Diğer
kuşakta yer alan çalışanlarda ise, en az iş tatmini sağlayan unsur işlerinin
vicdanına aykırı şeyleri yapabilmelerine imkân vermesidir. Bu durum, bu kuşakta
yer alan çalışanları mutsuz etse de istihdam edilebilirliklerini korumak adına
kurumun değerlerini kendi değerlerinin de önünde görmektedir.
Psikolojik sözleşme boyutu ile konuyu ele aldığımızda; psikolojik sözleşme
algısının değişim geçirdiği görülmektedir. Değişimin etkileriyle yenilenen psikolojik
sözleşmenin en önemli özelliği değişim ve belirsizliktir. İstihdamın istikrar ve
süreklilik içermediği günümüz koşullarında psikolojik sözleşmenin en temel saç
ayağı olan güven kavramı zedelenmekte, aidiyet kavramı zayıflamaktadır. İş
güvencesinin yitirilip istihdam edilebilirlik kavramının ön plana çıkması ile artan
rekabet ve işsizlik algısının örtük yoksunluk temasında hissedildiği bakış açısı
psikolojik sözleşmedeki aidiyet kavramında farklı bir bakış açısı yaratmaktadır.
Aidiyet kavramı işinin kimliği ve aldığı ücret olmaktadır. Saha araştırmasında da R
kuşağı çalışanları için şirket aidiyeti, psikolojik sözleşmelerinde oldukça düşük
düzeyde kalmaktadır. Ayrıca, bu kuşağın kariyer beklentileri de farklılaşmaktadır.
Çalışanın işinde gösterdiği performansa göre terfi ettirilmesi, kariyerinde daha üst
pozisyonlara ilerlemesi çalışan için psikolojik sözleşmelerinde bir beklenti
unsurudur. Ancak, değişimle beraber bu beklentinin derecesi de düşmeye
başlamaktadır. Saha araştırmasında da bu sonuçlar gözlemlenmektedir. R kuşağı
çalışanlarının artan iş yüklerine, niteliklerine rağmen ünvanlarında bir değişim
olmaması ve hatta gösterdikleri çaba karşılığında aynı firmada yükselmeyi
beklememeleri,
psikolojik sözleşmenin değişimin etkisini saha araştırmasında
göstermektedir. Çalıştığı kurumda kariyer planlarının açıkça belirlenmediğini
düşünmelerine rağmen aynı firmada çalışmaya devam etmeleri istihdam
edilebilirlik kaygısından kaynaklanabilir. Çünkü artan iş yüklerini çalışanlar
istihdam edilebilirliklerinin sigortası olarak görmektedirler. Ayrıca R kuşağı
310
çalışanlarının kariyer bakışlarının değişken kariyer yönelimine kayması, kariyer
beklentisini psikolojik sözleşme için bir beklenti olmaktan çıkarmaktadır. Bu
düşünce saha çalışmasındaki kariyer yönelimlerini ölçen cevaplarla da tutarlılık
göstermektedir.
R kuşağının psikolojik sözleşmelerindeki artan iş yüklerinin karşılıklarını almak
istemeleri ve özellikle fazla mesai ücretine ilişkin beklentileri oldukça yüksektir. En
büyük psikolojik sözleşme beklenti düzeyi yaptıkları fazla mesailerin karşılığını
almak oluşturmaktadır. Çalışma kavramının mesai saatlerinden çıkarak çalışanın
bütün hayatını işgal etmesi bu kuşağın fazla mesai ücret beklentisini kanımızca
haklılaştırmaktadır.
R kuşağının bir başka beklenti yönü artan iş yüklerine
ilişkindir. Artan iş yüklerini R kuşağı çalışanları istihdam edilebilirliklerinin sigortası
olarak görmektedir. Çalışma kavramı, bu kuşak için yaptığı işin görev tanımlarının
da ötesindedir. Bu nokta saha araştırmasında da kendini göstermektedir. R kuşağı
çalışanlarının işte her şeye karışma beklentisi, işlerinin görev tanımlarından,
sözleşmelerinden çok daha fazlasını ifade etmesi psikolojik sözleşmeleri için
beklenti unsurlarından biridir. Diğer kuşak çalışanları ise, sınırları belirlenmiş bir iş
alanı
içerisinde
çalışmayı
tercih
etmekte
ve
işte
her
şeye
karışmak
istememektedirler. Diğer kuşakta yer alan çalışanların psikolojik sözleşmelerinden
en büyük beklentileri aynı kurumda yükselmeyi beklemeleridir.
Bu kuşağın
geleneksel kariyer algısı da, böylece bir kez daha doğrulanmaktadır. Kuşakların
psikolojik
sözleşmelerinden
beklentilerinin
farklılaşmalarının
nedeni
kuşak
tipolojilerinden kaynaklanabilir.
R kuşağı için ilişkisel psikolojik sözleşmelerinin önemi daha fazladır. Maddi
beklentilerinden ziyade manevi tatmin sağlayan kazanımlar bu kuşağın psikolojik
sözleşmeleri için daha önemlidir.
Bu kuşak için psikolojik sözleşmenin önemi
kaybolmaktadır. Çünkü artan rekabet ortamında değişimin tanımladığı uzun vade
yok anlayışı içerisinde istihdam edilebilirlik kaygısı çalışanlar için daha ağır
basmaktadır. Bu kuşak değişimin farkında olan, çalışma hayatında oluşan
dinamikleri gözlemleyebilen bir kuşaktır. Artan niteliklerine ve uyum yetilerine
rağmen belirsizlik ve rekabet ortamı, bu kuşağı en azından piyasa şartlarının
üzerinde bir işe sahip oldukları için tatminkâr hissettirebilmektedir. Bu yüzden,
maddi beklentilerinden ziyade bu kuşağın kendi değerlerine uygun buldukları
311
işlerde çalışması, yetki alabilmeleri, başarılı sonuçlara imza atabilmeleri daha
önemli olmaktadır.
Kariyer yaklaşımları boyutu ile konuyu ele aldığımızda; R kuşağı ile diğer kuşak
arasındaki keskin farklar bu kısımda kendini daha çok göstermektedir. R kuşağının
birden fazla iş yükünü üstlenebilmeleri ile sahip oldukları çok yönlü kariyer
vasıfları, bu kuşağın kariyer planlarını değiştirmektedir. Dikey kariyer yerine
yatayda büyüyen bir kariyer hareketliliğine sahip olmaları, işlevsel esneklikleri ve
artan nitelikleri ile geleneksel kariyerden çok farklılaşan bir yapıya geçilmektedir.
Saha araştırmasında da artan iş yüklerine rağmen, kurumun terfi imkânlarını
sunmaması çalışma hayatında kariyer yaklaşımının değiştiğini göstermektedir. Bu
kuşak değişken kariyer yaklaşımını benimsemektedir.
Kariyer
yaklaşımları
iki
şekilde
farklılaşmaktadır.
İlk
farklılık
kariyerdeki
ilerlemelerden çalışanın kendisinin sorumlu olmasıdır. Değişimin etkileri ile çalışan
kariyer ilerlemelerinden kendisini sorumlu tutmaktadır. Saha araştırmasında da R
kuşağı çalışanları için bu yaklaşımın geçerliliği görülmektedir. Diğer kuşakta yer
alan çalışanlar için ise, bu bakış oldukça farklıdır. Bu kuşak, kariyerindeki başarı
ve
başarısızlıktan
kendisini
sorumlu
kurumunu yükümlü kılmaktadır.
tutmamakta,
kariyer
ilerlemelerinden
Bu fark, diğer kuşağın geleneksel kariyer
yaklaşımı algısında kaldığından kaynaklanmaktadır. İkinci farklılık, çalışanların
kariyer
ilerlemelerini
kendi
doğrularına,
kendi
değer
yapılarına
göre
kurgulamalarında görülmektedir. R kuşağı çalışanları, çalışma algılarını kendi
değer yargılarına, kendi vicdanlarına, kendi doğrularına göre belirlemektedir.
Kariyer ilerlemelerinde de kendi değer yargılarına, göre hareket etmektedir. Diğer
kuşakta
ise,
bu
yönler
kurum
değerlerine
göre
belirlenmektedir.
Bu
farklılaşmalarının nedeni, diğer kuşak çalışanlarının R kuşağı çalışanlarına kıyasla
artan
rekabet
ortamında
daha
fazla
istihdam
kaygısı
hissetmesinden
kaynaklanabilir. Çünkü nitelikleri R kuşağı kadar yüksek olmadığı için, kurum
geçişleri R kuşağı kadar kolay olamayacağından kurumun doğrularını kendi
doğrularından üstün görmelerine neden olabilir.
Değişken kariyer yöneliminin alt ölçeği olan kişinin kendi kariyerini kendisinin
yönlendirmesi algısı R kuşağı çalışanları için oldukça önemlidir. Bu algı ile birlikte,
312
R kuşağı tipolojisi ile birlikte gelen artan iş yükleri kısa zamanda otuz yaşlarına
geldiğinde orta düzey yönetsel pozisyonlara erişen bir işgücünü karşımıza
çıkarmaktadır. Saha çalışmasında da R kuşağı için bu oran yaklaşık %30
civarındadır.
R kuşağı çalışanların değişken kariyer yönelimini ölçen sorular içinde, en yüksek
“katılıyorum” likerti ile cevap verdikleri soru, kariyer ilerlemelerinde sadece
kendisine güvendiğini ifade ettikleri sorudur.
Diğer kuşağın ise, en yüksek
“katılıyorum” likerti ile cevap verdikleri soru kendi kariyer yolunu seçme
özgürlüğünün çalışanın en değer verdiği şeylerden biri olduğu sorusudur. Diğer
kuşak, kendi kariyer yolunu seçme özgürlüğünün en değer verdiği şeylerden biri
olduğunu düşünse de, kendi kariyer yolunu kendisinin çizmesi kararını
uygulayamadıkları görülmektedir. Burada ikilem yaratan alan, diğer kuşak
çalışanlarının, kurumun değerlerini kendi değerlerinin de üzerinde gördüklerini
belirten, geçmişte kurumu kendi değer yargılarına aykırı bir şey yapmasını
istediğinde kurumun değer yargılarına göre hareket ettiklerini belirttikleri alandır.
Bu durum, kuşağın R kuşağı çalışanlarına göre daha az istihdam edilebilir olma
özelliklerinden kaynaklanabilir. Kurumdaki istihdamlarını güçlendirmek adına diğer
kuşak çalışanları, kurumun değerlerini kendi değerlerinin üzerinde görerek işlerini
yapabilirler.
R kuşağının istihdam kararlarının belirleyicisi olan, psikolojik sözleşme, değişken
kariyer yönelimi ve iş tatmini algıları literatürde tanımlanan özellikler ile benzer
çıkmıştır. Bu kuşağın artan nitelikleri, artan iş yüklerine rağmen ücret ve
ünvanlarında bir değişim olmaması, kariyer ilerlemelerinden kendisini sorumlu
tutması değişken kariyer yönelimi ile pozitif yönde geliştiğini, kariyer, ücret gibi
maddi beklentilerden uzaklaşan bir psikolojik sözleşme beklentisini vurguladığını
göstermektedir. Zaten, ilişkisel psikolojik sözleşmeler R kuşağı çalışanları için
daha anlamlıdır. Ayrıca R kuşağı çalışanlarının iş tatmini değişkeni ile istatistiksel
olarak anlamlı bir ilişki içerisinde yer almaması da bu verileri doğrulamaktadır. R
kuşağı çalışanları için istatistiksel olarak anlamlı ilişki içsel doyum iş tatmini alt
ölçeğinde görülmüştür.
yüksek bir değerdedir.
Bu ilişki dışsal doyum iş tatmini alt ölçeğinden daha
313
Diğer kuşakta yer alan çalışanlara göre durumu değerlendirdiğimizde; iş tatmini ile
aralarında istatistiksel olarak anlamlı, pozitif ve yüksek şiddetli bir ilişki vardır.
Psikolojik sözleşme ölçeği ile de istatistiksel olarak anlamlı, pozitif ve orta şiddetli
bir ilişki söz konusuyken, değişken kariyer yönelimi ölçeği ile istatistiksel olarak
anlamlı bir ilişki görülememiştir. Kuşaklar arasındaki istihdam kararlarını ölçen
korelasyonlar arasındaki farkın nedeni, kuşakların kişilik özellikleri farklarından ve
R kuşağının artan niteliklerinden kaynaklanabilir.
Diğer kuşağın R kuşağına kıyasla daha az nitelikli yapısı ve geleneksel kariyer
yaklaşımı algısından ötürü, değişken kariyer yaklaşımı bu kuşak için anlamsızdır.
Bu kuşakta yer alan çalışanlar için aynı kurumda istihdam edilebilir olmak ve
kariyer ilerlemelerini bu kurumda yapmak daha önem taşımaktadır. İş tatmini
ölçeğine göre de değerlendirdiğimizde; bu kuşak için aynı kurumda kariyer
ilerlemeleri iş tatmini yaratan bir faktör olarak değerlendirilmektedir.
Psikolojik sözleşme ölçeğine göre de değerlendirdiğimizde; her iki kuşağın
psikolojik sözleşmelerinden beklentileri farklılaşmaktadır. R kuşağı için psikolojik
sözleşmeden beklentiler düşme eğilimindeyken, diğer kuşakta bu ilişki pozitif ve
orta şiddetli görülmektedir. R kuşağı için istihdam edilebilir olmak daha önem
taşımaktadır. Bu nokta da kendine olan özgüvenli duruşları, artan nitelikleri ile
değer yapısı, kurumun değerleri ile örtüşmediğinde kendi kariyer yolunu kendi
çizebilecek durumdadır. Bu yüzden de psikolojik sözleşme R kuşağı için önemli
görülmemektedir. Diğer kuşakta yer alan çalışanlar ise, gelenekselci tutumları
yüzünden, kurumdan beklentilerini ücret, terfi gibi işlemsel psikolojik sözleşmeler
için daha anlamlı görmektedir.
İşgücünde artan rekabet ortamında kendilerine
daha az rekabet şansı verdiklerinden kurumun değerlerini kendi değerlerinin de
üstünde görmektedirler. Bu yüzden aynı kurumda kariyer, terfi gibi noktalar daha
ön plana çıkmaktadır. Belirtmek gerekir ki, saha araştırmasında kullanılan ölçekler,
kuşaklar arasındaki kişilik farklarını ölçmediğinden, kuşakların sadece çalışma
hayatından beklentilerini farklılaştıran alanlar ele alınmıştır. Kuşakların kişilik
farklılıkları mutlaka ki istihdam kararları noktasında farklı algılar yaratmasına
neden olabilir; ancak hangi kişilik özelliklerinin istihdam beklentilerini değiştirdiği
çalışma alanının dışında tutulmuştur.
314
Tutumların birbirleri üzerindeki etkisi boyutuyla konuyu ele aldığımızda; psikolojik
sözleşme ile iş tatmini arasında pozitif korelasyon tespit edilmiştir. Ancak bu pozitif
ilişki, literatürde yapılan diğer çalışmalarda ifade edilen pozitif ilişkiden daha düşük
değerlerdedir. Artan işsizlik, rekabet ortamı ve değişime karşı kendini sürekli
geliştirme zorunluluğu hisseden işgücü için istihdam edilebilir olmak bu şartlarda
daha ön plana çıkmaktadır. Bu tespit, psikolojik sözleşmenin kariyer yönelimini
ölçen davranışsal çıktısında da görülmektedir. Kariyer sorumluluğunun çalışanın
sırtına yüklenildiği değişken kariyer yaklaşımı ile psikolojik sözleşme arasında
istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki olmakla beraber negatif yönlü bir ilişki tespit
edilmiştir. Kariyer beklentisi çalışanların psikolojik sözleşmeleri için beklenti
olmaktan çıkmıştır.
Sonuç olarak belirtmek gerekir ki, değişimin etkileri saha çalışmasında pek çok
yönden tespit edilmiştir. Bazı noktalarda kuşakları benzer istihdam kararlarında
buluşturan, bazı noktalarda da kuşakların istihdam kararlarını farklılaştıran alanlar
tespit edilse de; kuşakların ortak yöndeki algısı istihdam edilebilirlik kaygısı
taşıdıklarıdır. Değişimin sürekli çalışanın kişiliğinden ve niteliklerinden bir şeyler
beklediği günümüzde kâr ve verimlilik çalışma hayatının vazgeçilmez noktaları
olmuştur. Bu noktada çalışma hayatının, çalışandan daha neler alabileceği merak
edilmektedir. Ortaya çıkan sonuçlar itibariyle, çalışma hayatının profesyonel
kimliğe bürünmüş bir çalışan beklediği ortadadır. Bu profesyonel kimlikte her ne
kadar kuşaklar arasında bazı noktalarda farklar barındırsa da, kanımızca istihdam
edilebilirlik adına kuşaklar arasındaki sınırları bulanıklaştıracaktır.
315
SONUÇ
21. yüzyıl, küreselleşmenin derinleşmesiyle çalışma biçimlerinde ve işgücünde
değişimlerinin gözlenebildiği bir dönemi simgeler. Üretim süreçlerinin örgütlenme
biçimlerinde yaşanan sosyo-teknolojik değişiklikler, hem genel olarak çalışma
kavramının doğasını hem de işgücünün yapısını değiştirmeye başlamıştır. Bu
süreçte, devletin müdahaleci rollerinde görülen işlev kayıpları ile esnekleşen
istihdam koşulları, taşeron kullanımı, performansa göre ücret uygulamaları,
sendikalaşmanın güç kaybı, bireyselleşen iş sözleşmelerine geçişle, kâr ve
verimlilik teması çalışma kavramını değiştirmeye başlamıştır. Teknolojinin
gelişmesi ve rekabetin küresel bir nitelik kazanması ile çalışma hayatı yeni
yönetim anlayışlarını benimsemekte, esnek çalışma biçimlerine olan ilgisi de
artırmaktadır. Çalışma biçimi fonksiyonel esnekliğe ve takım çalışması odaklı
örgütlere doğru yön almaktadır.
Çalışma kavramının yeni biçimler kazanması hem işgücünün istihdam koşullarını
etkilemekte hem de yeni istihdam koşulları karşısında işgücünün niteliğini
etkilemektedir.
Esnekleşen
istihdam
koşulları
çalışma
koşullarının
bireyselleşmesine yol açmakta, daha fazla kâr ve daha az istihdam anlayışına
kaydırmaktadır. Yaşanılan bu değişim işgücü üzerinde de bir dönüşüm
başlatmıştır. Yoğun rekabet ortamında avantaj elde etmek isteyen kurumlar,
çalışma hayatının değişen beklentilerine uyum sağlayan niteliğin ve bilginin ön
plana çıktığı işgücü yaratmışlardır. Çalışma hayatı dönüşümünü, nitelikli işgücü
üzerinden gerçekleştirmekte ve beklentileri ile uyumlu profesyonel bir çalışan tipi
oluşturmaktadır.
Bu çalışmayla, çalışma hayatında ortaya çıkan yeni dinamiklerin, işgücü üzerinde
yarattığı etkiler başlığında yapılan tartışmalardan yola çıkılarak, eğitimli gençlerin
istihdam kararlarını nasıl şekillendirdiği sınanmaya çalışılmıştır.
Özellikle, iyi
eğitimli genç işgücünde yaşanan R kuşağı dönüşümü tespit edilmek istenmiştir.
İşgücü piyasasında ihtiyaç duyulan niteliklerin değişmesinde etkili olan unsurların
hangileri olduğu, hangi niteliklere sahip olmanın istihdam hayatını kolaylaştıracağı,
çalışma hayatındaki kuşak sınırlarının değişimle hangi noktalarda silikleşmeye
başladığı sorularına cevap aranmıştır. Çalışmanın kavramsal ve teorik çerçevesi,
316
çalışma hayatında yaşanan değişimin tüm dinamiklerini ve işgücü üzerinde
yarattığı etkilerin açıklanmasına katkı sağlamaktadır. Literatürde, çalışma
hayatında yaşanan değişimi pek çok yönden analiz etmeye çalışan çok sayıda
çalışma mevcuttur. Ancak, bu çalışma literatürdeki çalışmalardan farklı olarak, ilk
kez kuşak dönüşümü çercevesinde, kuşağın değişimle geçirdiği yönleri analiz
ederek, işgücünün günümüz çalışma hayatı şartlarında geldiği noktayı sorgulayan
bir durum tespitini yapmaktadır.
Saha çalışması için, tasarlanan araştırma
modelinde, istihdam kararlarını davranışsal ve tutumsal yönden ölçen iş tatmini,
psikolojik sözleşme ve değişken kariyer yönelimi ölçekleri kullanılmıştır. Söz
konusu
ölçekler,
eğitimli
işgücü
üzerinde
değişimin
yönlerinin
tespitine
odaklanmaktadır. Araştırma alanı içinde, R kuşağının tespiti halinde, artan
niteliklerin bu kuşağın çalışma hayatındaki genel konumlarını nasıl etkilediği,
psikolojik sözleşmeyi nasıl değerlendirdikleri, hangi faktörlerin iş tatmini yarattığı
istihdam edilebilirlik bakışı çerçevesinde test edilmiştir. Çalışmanın temel hipotezi,
Türkiye işgücü piyasasında nitelikli işgücünün istihdam kararlarının değişim
geçirdiği yönündedir. Bu ön kabul doğrultusunda, demografik faktörlerin, eğitimsel
niteliklerin, istihdam geçmişlerinin işgücü üzerinde istihdam edilebilirlikleri
noktasında farklı bir bakış açısı kazandığı varsayılmıştır.
Değişimin yarattığı
istihdam edilebilirlik kaygısı, iyi donanımlarına rağmen, çalışma hayatının
başlarındaki genç işgücüne daha fazla kaygı hissettirse de, bu kaygının çalışma
hayatında yer alan bütün işgücü için risk taşıdığı kabul edilmiştir.
Çalışma hayatında yaşanan değişimlerin, eğitimli işgücü üzerindeki yarattığı
dönüşümün istihdam kararlarına yansımasını ele alan bu çalışmayla, farklı konu
başlıklarında yapılacak diğer çalışmalara zemin hazırlanmak istenmektedir. Artan
nitelikli işgücünün Türkiye işgücü piyasasında yarattığı etkileri analiz etmek
amacıyla yapılabilecek mikro ve makro ölçekteki çalışmalara katkı sağlanması
amaçlanmaktadır. Gelecekte yapılacak çalışmalarda, R kuşağı dönüşümünün
çalışma hayatında kuşak sınıflandırmasını kaldırıcı bir etki yaratıp yaratmadığı
sorusu kuşak tartışmalarını da içeren yönleriyle mutlaka araştırılmalıdır. Arz
yönüyle yapılan araştırmanın, talep yönü ile de değerlendirilememesi çalışmanın
en büyük eksiğidir.
değerlendirilirken
İleriki çalışmalarda, eğitimli işgücünün istihdam kararları
talep
yönü
ile
konunun
ele
alınması
çalışma
alanını
derinleştirecektir. Ayrıca, eğitim politikalarının Türkiye işgücü piyasasındaki beşeri
317
sermaye yaklaşımını nasıl etkilediği yönündeki çalışmalarla da desteklendiğinde,
istihdam kararlarının neden ve sonuçlarının yorumlanması daha yararlı olacaktır.
Çalışmanın psikoloji bilimine açtığı pencere ile de çalışanın kişiliği ve çalışma
hayatının
yarattığı
kimlik
ikilemleri
üzerindeki
araştırmaları
arttırması
beklenmektedir. Bu noktada, artan eğitim düzeyinin, yaşın, cinsiyetin, medeni
durumun, iş tecrübesinin, pozisyonların kişilik üzerindeki etkileri daha kapsamlı
araştırılabilir ve yaşanan R kuşağı dönüşümü ile çalışma hayatında kişilikkarakter-kimlik başlıkları tekrardan tartışılabilir. Değişen eğitimli işgücünün,
sendikaya ve sosyal güvencelere karşı bakışları da mikro ve makro çalışmalarda
ele alınabilir. Çalışma bir durum tespiti üzerine odaklanmıştır.
Elde edilen
sonuçlarla, çalışma hayatının sonu nereye gidiyor sorusu, hem işgücü için hem de
çalışma kavramı için farklı değişkenlerle pek çok konu başlığı ile araştırılabilir.
Araştırma sürecinde, örneklem grubundaki kurumlara ulaşılması için pek çok
zorlukla karşı karşıya kalınmıştır. Kurumlara ulaşmak için, referanslar kullanılsa
da, yoğun çalışma tempoları ve özellikle de kurum bilgilerinin gizlilik taşıdığı
gerekçesiyle, saha çalışması için kurumlardan olumlu yanıt alınamamıştır. Bu
olumsuz süreçler çalışmaya iki yıl kaybettirmiştir. Uzun uğraşlar sonrası tespit
edilen kurumlardan sadece bir tanesi ile yaklaşık bir yıl süren arz yönlü çalışma
yapılabilmiştir. Bu kapsamda 490 çalışan ile anket çalışması yapılmış, bu
anketlerden 402 çalışan ile yapılan anket geçerli sayılmıştır. Bu kurumla talep
yönlü çalışma da yapılmak istense de, her türlü çabaya ve referansa rağmen
olumlu cevap alınamamıştır.
Çalışma hayatının aldığı yeni biçimler, teknoloji ile iç içe geçmiş telekomünikasyon
sektöründeki iletişim ve teknoloji şirketlerinde belirgin biçimde ortaya çıkmaktadır.
Saha çalışmasında da bu sektör tercih edilmiştir. Tercih edilmesindeki ilk neden
değişime yön veren bir sektörde yer almasıdır. Diğer neden ise, sektörün yapısının
bilgi odaklı olmasıdır. İstihdam ettiği ve ihtiyaç duyduğu işgücünde nitelik ve uyum
vasfı en önemli kriterdir. Dolayısıyla değişimin eğitimli işgücünün istihdam
kararlarındaki etkilerini irdelemeye dönük bir çalışmada, seçilen örneklem grubu,
bu değişimleri saha çalışmasında somut bir biçimde göstermektedir.
318
Yaşanan değişim nitelikleri sürekli artan bir işgücü meydana çıkarmaktadır. Bu
durum, çalışanların eğitim düzeylerini işe alım süreçlerinde önemli bir unsur haline
getirmektedir. Seçilen kurumda da eğitim düzeyi, gerek işe alım sürecinde gerekse
işe alındıktan sonra en değer verilen kriterleri oluşturmaktadır. Kurumda
çalışanların eğitim durumlarına bakıldığında, eğitim düzeyleri oldukça yüksektir.
Çalışma hayatında öne çıkan entelektüel vurgu hissedilmektedir. Kurumda artan
nitelik vurgusu ve bu nitelikleri sürekli güncelleyebilme yetisi yaşam boyu öğrenme
noktasında gelişmektedir. Çalışanlar, değişime karşı kendini sürekli güncelleme
zorunluluğu hissetmektedir. Bu zorunluluk, daha alt yaşlardaki çalışanlarda daha
yüksek tespit edilmiştir.
İşgücünün istihdam edilme koşullarının sürekli yükselmekte olan üretkenlik ve
verimlilik ölçütlerini karşılamak yönündeki bir eğilimle desteklendiği görülmektedir.
Bu eğilim, çalışanların fiziksel, duygusal, sosyal tüm özelliklerini birer kâr ve
verimlilik aracına dönüştürmektedir.
İşgücünün istihdam edilmesinde eğitim düzeyi sadece çalışma hayatına girişte
pasaport niteliği kazandırmaktadır. Çalışma hayatına giriş için bu pasaport ile
birlikte çalışma hayatına uyum yetisi de aranmaktadır. İşgücünün niteliklerinin
yükseltilmesi ancak işgücünün davranışsal özellikleri yetkinliğinin artırılması ile
mümkün olmaktadır. Çalışanın kişiliği, çalışma hayatının istediği davranışı
sergileyebilmesi için önemli bir araç haline gelmektedir. Çalışma hayatı,
verimliliğini ve karını sağlamaya yönelik işgücü üzerindeki kontrol süreçlerinde
eğitim, yaş, medeni durum, iş deneyimi gibi tüm olguları kendi kâr ve verimlilik
temasında tekrar şekillendirmektedir. Bu yüzden kişilik kavramı da yaşanan
değişimlerle bir dönüşüm sürecine girmiştir.
Kişiliğe bağlı olarak çalışma
hayatındaki kuşak kavramı da bu süreçten etkilenmekte,
kuşakların kişilik
özelliklerini de yeniden biçimlendirmektedir. Değişim çalışma hayatında yer alan
kuşaklara bir yenisini daha eklemiştir. Y kuşağını etkileyerek, recession kuşak
olarak adlandırılan R kuşağına dönüştürmüştür. Bu kuşağın kişiliği de çalışma
hayatının beklentileri ile şekillenen profesyonel kimlikle örülmüştür. Çalışma hayatı
artık bu yapıda bir kişiliği beklediği için, bu yapının kuşaklar arasındaki sınırı
silikleştirdiği düşünülebilir.
Çünkü bu profesyonel kimliğin en temel özellikleri,
çalışma kavramına uygun davranış sergilemesi, artan nitelikleri ve profesyonel
319
bakışlarıdır. Bu özelliklere sahip her çalışan, hangi kuşakta yer alırsa alsın
istihdamda kalmaya devam edecektir.
Günümüzde bilgi, beceri ve kişilik özelliklerinden oluşan yetkinlikler önem
kazanmakta, beklenilen davranışları sergilemek için sahip olunması gerekli bilgi,
beceri, güdü, tutum ve kişilik ekseninde birbirini etkileyerek ortaya çıkmaktadır. Bu
bakımdan da tercih edilmesi bir zorunluluk haline gelen istihdamın istediği kişiliğe
bürünmek istihdamda kalmanın şartını oluşturmaktadır. Değişimin tanımladığı
kuşak dönüşümü saha çalışmasında da görülmektedir. Aynı anda üç dört kişinin
işini yaparak, ne ücretlerinde ne de ünvanlarında bir değişim olmayan, eğitim
düzeyi yüksek, performansa dayalı işgücü olarak ifade edilen R kuşağı somut
örnekleriyle tespit edilmiştir. Bu kuşağın, literatürde de tanımlandığı üzere
başarıların ödüllendirilmediği, maaşlarının artmadığı, teşvik primleri almadıkları,
terfi ettirilmedikleri, kariyer gelişimlerinin desteklenmediği algısı saha çalışmasında
söz konusudur. R kuşağında yer alan çalışanlara uygulanmayan teşvik primlerini
kurumun sadece üst düzey pozisyonlara verdiği, daha alt diğer pozisyonlarda yer
alan çalışanlara ise, eğitim programları düzenleyerek ödüllendirme sistemi
uyguladığı tespit edilmiştir.
Kurumların rekabet güçlerini korumaya yönelik uyguladıkları yöntemlerin, işgücü
açısından
birçok
olumsuzluğu
beraberinde
getirdiği,
çalışma
saatlerinin
yoğunlaştırılmasından ve iş yüklerinin artmasına rağmen ücret ve ünvanlarının
değiştirilmediği uygulamaların yarattığı sonuçlardan anlaşılmaktadır. İşgücünün
istihdamının kalıcılığında performans en önemli kriter olmaktadır. Esneklik, hem
çalışma kavramının kendisinde hem de çalışanın niteliklerinde görülmektedir.
Görev tanımları birden fazla iş yükünü kapsayarak oluşturulduğu için, çalışanlarda
işlevsel esnekliğe geçiş görülmektedir. Bu geçiş kendini saha araştırmasında R
kuşağında yer alan çalışanlarda daha fazla hissettirmektedir. İşlevsel esneklik,
işgücünün
nitelikleriyle
ilişkilendirilmektedir.
Çalışanların
artan
entelektüel
nitelikleri, çalışanın hem iş yoğunluğunun üstesinden gelebilmesini hem de kendi
iş güvencesini sağlayabilmesi açısından önem kazanmaktadır.
Çalışma hayatına belirsizlik ve güvencesizlik anlayışı hâkim olmaya başlamıştır.
Uzun vade yok anlayışı içinde, çalışanlar sürekli kendini geliştirme zorunluluğu
320
hissederek, etkili bir verimlilik aracına dönüştürülmektedir. İş güvencesizliği
karşısında işsiz kalmanın sonuçlarından kaçınan çalışanda, performansını
artırmak zorunda kalmaktadır. Aynı anda birden fazla iş yükü üstlenmek zorunda
kalan çalışanın duyduğu iş güvencesi kaygısı, çalışanın kendi çalışma süresini
uzatmasına neden olabilmektedir. İş güvencesi kaygısının, performans arttırıcı bu
yönü çalışmanın en dikkat çekici noktasıdır.
Çalışma kavramının, mesai saatlerinden çıkarak çalışanın tüm hayatını işgal ettiği
saha çalışmasında da görülmektedir. Her ne kadar çalışma saatlerinden ve
koşullarından her kuşakta yer alan çalışanlar şikâyet etseler de, istihdam
edilebilirliklerini sürdürebilmek adına katlanmak zorunda kaldıkları görülmektedir.
Özellikle yapılan şikâyetler yoğun çalışma tempolarından ötürü sosyal hayatı,
ailelerini ve arkadaşlarını ihmal ettikleri yönündedir.
Çalışma hayatının aldığı yeni biçimler, çalışanların hem kendi aralarında hem de
kendileri ile olan rekabet boyutlarını derinleştirmektedir. Çalışanlar, kendi
performanslarının üzerinde bir çalışma davranışı ortaya koymalıdırlar. İstihdam
edilebilir olmak her kuşakta yer alan çalışanlar için önem arz ettiğinden, saha
çalışmasında ki tüm çalışanlar için iş güvencesizliği kaygısı göze çarpmaktadır. Bu
kaygı düzeyi, saha araştırmasında R kuşağında yer alan çalışanlarda artan
niteliklerine rağmen daha fazla olduğu tespit edilmiştir. Bu çalışmanın ortaya
çıkışındaki akademik ilgi ve merakın arka planında da; böyle bir belirsizlik
ortamındaki çalışma koşulları içerisinde, çalışanın işiyle ve ürettikleriyle nasıl bir
ilişki içerisinde olduğu sorusu vardır. Çünkü çalışanın iş güvencesini sağlayabilme
koşulu sürekli olarak becerilerini güncelleyebilme yetisi ile mümkün görülmektedir.
Bu da istihdamları boyunca yorulmadan koşmaları gereken bir işgücünü ortaya
çıkarmaktadır. Daha da kötüsü çalışan bu değişimler karşısında devletin
korumacılığından uzak bir şekilde tek başına durmaktadır.
Araştırmada ortaya çıkan diğer önemli veri, kurumun çalışanlarına pozisyon ve
kıdem ayrımı yapmadan sürekli eğitime tabi tutmasıdır. Bu eğitimlerin çalışanların
niteliklerine katkısı olduğu düşünülse de, aslında kurumun kâr ve verimlilik
temasını güçlendirmek adına eğitimlere önem verdiği düşünülmektedir. Çünkü
321
kurumun kariyer planları ya da ücret sistemlerini, çalışanların nitelikleri ölçütünde
uygulamadığı görülmektedir.
Çalışma hayatı ve işgücü arasındaki ilişkilerin aldığı yeni biçimler konusunda
önemle durulması gereken bir diğer konu, değişimle oluşan yeni dinamiklerdir.
Esnekleştirilmiş strateji olarak ifade edilebilecek dinamiklerden ilki, işgücünün
özerk çalışmasıdır. İşteki özerkliğin çalışanlar açısından daha yüksek üretkenliğe
yol açan bir motivasyon dinamiği yarattığı literatürde belirtilmektedir. Her ne kadar
bu stratejilerin, gerçekte çalışanı özgürleştirmediğini, tamamen kurumun daha
fazla verimlilik sağlama adına kârını artırma stratejisi olarak değerlendiren
eleştirisel görüşler olsa da, çalışanlar için iş tatminini yaratan bir unsur olarak
görülmektedir. Özerklik kavramının yarattığı iş tatmini etkisi, her kuşakta yer alan
çalışanlar için aynıdır.
Sadece, diğer kuşakta yer alan çalışanların kendi
yöntemlerini kullanabilme imkânı R kuşağında yer alan çalışanlara göre daha fazla
olmaktadır. Bunun da nedeni saha araştırmasındaki diğer kuşakta yer alan
çalışanların, üst pozisyonlarda yer almasından kaynaklanmaktadır. Literatürde,
özerkliğin aidiyet kavramını güçlendirdiği belirtilse de, saha çalışmasında
çalışanların özerk çalışma şartlarının aidiyet duygusuna katkı yapmadığı
görülmektedir. Özellikle, R kuşağı için kurum aidiyeti oldukça düşüktür.
Diğer dinamik, duygusal emek kavramıdır. Saha çalışmasında duygusal emek ile
ilgili atıfların somut örnekleri tüm çalışan gruplarında görülmektedir. Diğer kuşakta
yer alan çalışanların duygusal emek yönü R çalışanlarına göre biraz daha
yüksektir. R kuşağında yer alan çalışanların, artan niteliklerinden ötürü istihdam
edilebilir olma nitelikleri, diğer kuşakta yer alan çalışanlara kıyasla daha yüksek
olduğundan kişilik özelliklerinin de etkisiyle değer yargılarına göre hareket ettiği
görülmektedir. Diğer kuşakta yer alan çalışanların ise, R kuşağında yer alan
çalışanlara kıyasla rekabet yönleri daha düşük olduğu için, kendi değer
yargılarından ziyade kurumun değer yargılarına göre hareket etmesi, bu dinamiğin
bu kuşakta biraz daha yükselmesinin nedeni olabilir. Dikkat çekici yön, istihdam
edilebilir olmak adına çalışanların kendi duygularını öteleyerek,
beklentilerini karşılayan duygu yönetimine sahip olmalarıdır.
kurumun
322
İşgücünün istihdam edilebilme koşullarının çalışanın sosyal, duygusal, fiziksel
bütün özellikleri üzerinden vurgulandığı görülmektedir. Güvencesiz, esnek ve
belirsiz olan çalışma hayatının kuralsızlaştırılması ile de çalışanın iş güvencesi,
sosyal, duygusal, fiziksel bütün özellikleri üzerinden yükselmektedir. Bu yüzden
sürekli kendini geliştirme ve dolayısıyla yaşam boyu öğrenme daha da önemli hale
gelmektedir.
Çalışanın
geldiği bu
noktada
kişiliği
ve
kimliğinin
çatıştığı
düşünülebilir. Ancak, saha çalışmasında böyle bir sonuç gözlemlenememiştir.
Özellikle R kuşağında yer alan çalışanların kurumun değer yargılarından ziyade,
kendi vicdani yargılarına göre hareket etmesi bu çatışmanın biraz daha
yumuşatıldığını düşündürtebilir. Ayrıca, bu kuşağın yaptığı işten duyduğu
memnuniyet derecesinin yüksekliği bu düşüncemizi haklılaştırabilir. Ancak, bu
kuşağın her ne kadar duygusal emek yönü güçlü olsa da duyduğu istihdam
edilebilirlik kaygısı ve belirsizliğin hakim olduğu bir çalışma hayatında bu
çatışmanın er yada geç yaşanılması kaçınılmaz olacaktır.
Çalışma hayatındaki belirsizlik ortamı, istihdam edilebilirlik kaygısı, beklentilerinin
altında verilen ücretler, çalışma hayatının artan nitelik vurgusunu karşılayabilmek
adına uzayan eğitim hayatı süreleri ve çalışma hayatına geç girişler, aile
kavramına yeni bir sosyal güvence rolü eklemiştir. Aileler, eğitim hayatı uzayan
çocuklarını desteklemek zorunda kalmakta, çocuklarının işsiz dönemlerinde ya da
iş seçimlerindeki süreçlerinde çocuklarının arkasında durmaktadırlar. Ayrıca,
imkânları ölçüsünde çocuklarının düşük ücret almaları durumunda onlara maddi
kaynak sağlamaya devam etmektedirler. Çalışmada da bu konudaki bazı somut
örnekler gözlemlenebilmektedir. Özellikle, R kuşağında yer alan çalışanlar için,
ailenin iş değişikliklerinde arkasında durduğu hissi oldukça önem arz etmektedir.
Bu aileler, helikopter aile olarak tanımlandığı için çocuklarını küçük yaşlardan
itibaren çalışma hayatına hazırladıkları görülmektedir. Çocuklarının iyi bir eğitim
alması onlar için çok önemlidir. Saha çalışmasında ailenin çocuklarına iyi bir eğitim
aldırırken, bu sürecin çocukların istihdam hayatına geç girişlerine bir etkisinin
olmadığı görülmüştür. R kuşağında yüksek lisansını bitirmiş bir çalışanın mutlaka
sektörde
iş
deneyimi
vardır.
Bu
kuşağın
çalışma
hayatının
beklentileri
doğrultusunda kendisini yetiştirdiği gerek eğitim yönleri ile gerekse erken yaşlarda
323
çalışma hayatına atılarak, uyum yetilerini güçlendirmeleriyle görülmektedir. Bu
süreçte de ailelerin etkisi hiçe sayılmamalıdır.
Yoğun iş temposu, yeni çalışma biçimleri ve belirsizlik ortamındaki verilen düşük
ücretler, çalışanların aile kurma konusundaki zamanlamalarını da etkilemektedir.
Çalışma hayatında ki oluşan bu şartlardan dolayı çalışanlar aile kurmayı
ertelemekte ya da hiç evlilik planı düşünmemektedirler. Saha çalışmasında
çalışanların aile olma kavramına bakışı ele alınmasa da, çalışanların %56 'sının
bekâr olması ve %12'lik kısmının da boşanmış olması, çalışma hayatında ki
değişimin etkilerinin yansıması olduğunu düşündürtmektedir. Hatta R kuşağında
yer alanların %76,6’sının bekâr olduğu görüldüğünde bu düşünce daha da
kuvvetlenmektedir.
Değişimin aile yapısını etkilemesinin nedenlerinden biri de çalışma hayatında ki
feminizasyon etkisinin her geçen gün daha da artmaya başlamasıdır. Kadınların
çalışma hayatında daha fazla yer edinmeye başladıkça, günümüz şartlarında aile
kurmaktan çok, çalışma yaşamında kariyere daha fazla önem verdikleri
görülmektedir. Yoğun iş tempoları ve artan sorumluluk karşısında evliliklerini
erteledikleri, çocuk sahibi olmayı düşünmedikleri ya da boşandıkları bu konuda
yapılan pek çok araştırmada görülmektedir. Çalışmada, kadın çalışanların aile
yaşamına bakışlarını ölçen bir tespit yapılamasa da feminizasyon etkisi
görülmektedir. Saha çalışmasının %52,2’sini bayan çalışanlar oluşturmaktadır. Bu
oran R kuşağında %55,1' e çıkmaktadır.
Değişimin çalışanların istihdam kararlarını nasıl şekillendirdiğine ilişkin tespitler ise
şu şekildedir.
R kuşağı çalışanları ile iş tatmini değişkeni arasında istatistiksel olarak anlamlı bir
ilişki tespit edilmemiştir. Sadece içsel ve dışsal doyum iş tatmini faktörleri ile
anlamlı ilişki halindedir. İçsel doyum sağlayan iş tatmini faktörleri R kuşağı için
daha fazla iş tatmini sağlamaktadır.
Öyle ki işin toplum içerisinde saygın kişi
kimliğini yaratma algısı en fazla iş tatmini sağlayan içsel doyum faktörü olarak
görülmektedir.
324
R kuşağı çalışanlarının, psikolojik sözleşme değişkeni ile aralarında negatif bir
ilişki söz konusudur. R kuşağı çalışanları için psikolojik sözleşmeden beklentiler
değişime uğramıştır. İstihdamın istikrar ve süreklilik içermediği günümüzde aidiyet
kavramı R kuşağı çalışanları için zayıf olduğundan, psikolojik sözleşmenin en
temel sacayağı olan güven kavramına bakışları farklılaşmaktadır. Ücret ve aynı
kurumda kariyer beklentisi de bu kuşak için psikolojik sözleşmelerinde bir
beklentiyi ifade etmemektedir. Saha araştırmasında R kuşağı çalışanları için
psikolojik sözleşme algısı düşme eğiliminde olup ilişkisel psikolojik sözleşmeler bu
kuşak için daha anlamlı görülmektedir.
R kuşağı çalışanları ile değişken kariyer yönelimi arasında pozitif yönlü ilişki vardır.
Kariyer yaklaşımları, R kuşağı ve diğer kuşak çalışanları arasındaki farkın en çok
görüldüğü noktadır. R kuşağı çalışanları, değişken kariyer yönelimine daha yakın
görülmektedir. Literatürde de tanımlandığı gibi R kuşağında yer alan çalışanlar,
kariyerlerindeki başarı ve başarısızlıktan kendilerini sorumlu tutmakta, kariyer
ilerlemelerini kendi sorumluluğunda görmektedirler. Diğer kuşak çalışanlarının ise,
geleneksel kariyer algısı sürmektedir. Diğer bir tespit, diğer kuşakta yer alan
çalışanların kariyer değerlendirmelerini yaparken kendi değer yargılarına göre
değil kurumun doğrularına göre hareket etmeleridir. Bu sonucun sebebinin diğer
kuşakta yer alan çalışanların,
artan nitelikli R kuşağı çalışanları ile rekabet
yönündeki istihdam edilebilirlik kaygısından kaynaklandığı düşünülmektedir.
Psikolojik sözleşme ile iş tatmini arasında pozitif bir tutumsal çıktı oluşurken,
kariyer yönelimi ile negatif bir davranışsal tutum görülmektedir. Ayrıca iş tatmini ile
kariyer algısı arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki tespit edilememiştir.
Sadece içsel ve dışsal doyum iş tatmini alt ölçekleri ile kariyer algısı arasında
anlamlı ve negatif bir ilişki söz konusudur.
Diğer kuşak çalışanlarının ise, iş tatmini ile arasında yüksek şiddetli pozitif ilişki
vardır. İş tatmini ölçeğindeki bütün değişkenler diğer kuşakta yer alan çalışanlar
için iş tatminini arttırıcı etkileri söz konusudur. Psikolojik sözleşme ölçeği ile de
orta şiddetli bir pozitif ilişki varken, değişken kariyer yönelimi ile istatistiksel olarak
anlamlı bir ilişki tespit edilmemiştir. Bu kuşakta yer alanlar geleneksel kariyer
yaklaşımını benimsemektedirler.
325
Araştırma sonuçlarına göre; kuşakların istihdam kararlarında bazı noktalarda ortak
bir bakış açısı varken, bazı noktalarda da da farklılıklar görülmektedir. Kuşaklar, iş
tatmini ve psikolojik sözleşmeden beklentiler noktasında, çoğu değişkene ortalama
yakın cevaplar vermişlerdir. Fark yaratan alanlar daha çok, kuşakların kariyer
algılarına ilişkin alanlarda tespit edilmiştir. Bu farklılıkların nedeni, kuşakların kişilik
farklılıklarından kaynaklanabilmektedir. Bu çalışma, kuşak farklılıklarının istihdam
kararlarına etkisi noktasına odaklanmasa da, diğer kuşakta yer alan çalışanların
çalışma kavramına daha gelenekselci istihdam bakışı ile yönelmesi, R kuşağının
ise kişilik tipolojilerinden kaynaklı özgüvenli bakışları, kuşakların çalışma
hayatında sahip olduğu kazanımlardan memnuniyetlerini de değiştirmektedir. Bu
noktada, kurumların insan kaynakları politikalarının kuşak farklılıklarını keşfederek,
çalışanlara sunduğu kazanımlarda bu kriterlere göre politikalar geliştirmesi,
kurumun kar ve verimlilik bakışına daha iyi hizmet ettirecektir. Gözden
kaçırılmaması gereken nokta; değişimin, istihdam edilebilirlik vurgusu için
işgücünde profesyonel bir kimlik tanımlaması yaratmasıdır. Bu yüzden, değişim
kuşaklar arasında ortak bir çalışma kültürü tanımlamaktadır. Her ne kadar Y
kuşağının farklı bir nesil olduğunu kabul eden çalışma hayatı, bu kuşağı
anlamlandırmak adına çalışmalar yapmaya başlasa da, özellikle 2008 ekonomik
krizi sonrasında yaşanan değişim çalışma hayatına kuşaklar yönünden daha farklı
bir bakış açısı kazandırmıştır. R kuşağı dönüşümü istihdam edilebilir olmak adına
kuşak farklılıklarına ortak bir anlam yüklemiştir. Değişimle yaratılan profesyonel
kimliğinde tanımını yapan R kuşağı, istihdam yarışından geri kalmamak adına
hangi kuşakta yer alırsa alsın çalışanları ortak bir çalışma kültüründe
buluşturmaktadır.
Çalışma kavramının yeni bir kimlik yarattığı ortadadır. Artan nitelik ve uyum yetileri
gelişen işgücü için vasıfların rekabeti söz konusudur. İstihdam edilebilir olmak
adına yaratılan bu kimliğe bürünen çalışan, çalışma hayatına tutunabilecek, bu
vasıflarda yer almayanlar ise çalışma hayatının dışına sürüklenebilecektir. Bu
durum işgücünde kutuplaşmayı artırabilir. Bu yüzden işgücünün öncelikli olarak
istihdam edilebilirliğini kuvvetlendirmek adına kendi kişiliğine uygun meslek
seçimine yönlenmesi gerekir.
326
Eğitim ile istihdam arasında güçlü bir vurgunun olduğu ortadadır. İstihdam edilebilir
olmanın kapılarını açan anahtar, eğitim düzeyleri ve niteliklerinden geçmektedir.
Bu anahtarın kullanılabilirliği eğitimin vasıflarının yükselmesi kadar, çalışma
hayatının tanımladığı değişim noktalarına uyum gücünden de geçmektedir. Bu
uyum gücü entelektüel düzeyi arttırarak değişimin tanımladığı profesyonel kimliği
küresel sermayeye uyumlu hale getirmektedir. Ancak, bu süreçte çalışanın artan
uyum
gücü
ve
entelektüel
düzeyinin
bumerang
etkisi
çalışan
lehine
dönmemektedir. Öyle ki, saha çalışmamızda da tespit ettiğimiz R kuşağının artan
iş yükleri ve sorumluluklarına rağmen ne ücretlerinde ne de ünvanlarında bir
değişim
olmamaktadır. İstihdam edilebilir olmak, bireylerin
yeterli beşeri
sermayeye sahip olmalarını ve uyum gösterebilen proaktif bir kişiliğe bürünmelerini
gerektirmektedir.
Beşeri sermaye yaklaşımı günümüzde, çalışana daha fazla
ücret değil, daha fazla istihdam şansı yaratan bir durumu ifade etmektedir. Hatta
artık kısa dönemli eğitimle değil, yaşam boyu eğitimle de eş anlamlı hale
gelmektedir. Böylece çalışandan, sürekli öğrenmeye dayanan güçlü bir sermaye
ile
donanmasını
ve
işgücü
piyasasındaki
hareketliliğini
arttıracak
sosyal
sermayeye sahip olması da beklenmektedir. Ancak, bu durumun çalışanlarda
istihdam edilebilirlik kaygısı ile artan niteliklerine rağmen beşeri sermayelerine
yansıyan olumlu bir geri dönüş olmamasından ötürü iş tatminsizliği, iş
güvencesizliği yaşadığı görülmektedir.
İstihdam edilebilirliği belirleyen en önemli faktörün, eğitim düzeyi ve çalışanın
değişime uyum yetisi olduğu görülmektedir. Diplomalar işe alım sürecinde önemli
bir faktör olarak görülmekte; fakat işe alım kararı sadece bu diplomaya göre
verilmemektedir. Değişimin istihdamda yer alabilmek adına belirlediği bu iki temel
şarttan ilki, genç işgücünü eğitim hayatına yönlendirmektedir. Daha iyi eğitimsel
niteliklere sahip olduğunda daha kolay işe girebileceklerini, daha iyi iş imkanlarına,
daha yüksek ücretlere ve sosyal haklara kavuşabileceği beklentisi ile eğitim
hayatlarına daha da önem vermektedir. İstihdam edilebilirliğini garantilemek ve
rekabette geride kalmamak için, genç işgücü eğitim sürelerini uzatarak daha fazla
nitelik biriktirmeye devam etmektedir. R kuşağının birden fazla iş yapabilme
yetisinin temeli bu noktadan kaynaklanabilir.
327
Lisans eğitimlerini tamamlayan gençler yüksek lisans eğitimlerine ara vermeden
başlamakta, istihdam şanslarını arttırmak istemektedirler. Eğitimdeki bu artan talep
açılan lisans ve yüksek lisans programlarının kalitesini, çalışma hayatının
beklentilerini karşılayıp karşılamadığı noktasında tartışılır hale getirmiştir. Saha
çalışmasında
anket
yapılırken
görüşülen
bazı
çalışanlar,
mezun
olduğu
üniversitelerin kurumdaki bakış açısını etkilediğini ifade etmişlerdir. Kurumda çok
daha iyi üniversitelerden mezun olanlarla daha alt düzeydeki üniversitelerden
mezun olan çalışanlar arasında daha farklı rekabet olduğu, “Dokuz Eylül
Üniversitesi mezunu biri olarak, Boğaziçi Üniversitesi mezunu olan çalışanlara
göre
daha
fazla
çalışmam
gerekiyor”
şeklinde
aktarılan
ifadelerden
hissedilmektedir. Mezun olunan üniversite farklılıkları, çalışma hayatında istihdam
kaygısı duyan çalışanlar için daha fazla performans artışı sergilemelerine yol
açmaktadır.
Eğitim hayatlarını uzatan bu genç işgücünün aynı zaman da da iş hayatının içine
girerek deneyim kazanması beklenmektedir. Türkiye de bir taraftan eğitimli genç
işsizliğin görülmesi, diğer taraftan iyi eğitimli kişilerin düşük vasıflı işlerde
çalışmaya başlaması ya da eğitim hayatında kazanılan niteliklerin tek başına
istihdama giriş için yeterli görülmemesi eğitime ayrılan kaynakların sorgulanmasını
düşündürtmektedir.
Deloitte tarafından 2015’te yapılan “Y Kuşağı Araştırması”
sonuçlarına göre de Türkiye’ de ki Y kuşağı katılımcılarının, üniversitede kazanılan
nitelik ve becerilerin kurumların amaçlarına ulaşmak için ihtiyaç duydukları
becerilerin sadece üçte birini karşıladıklarını düşünmeleri Türkiye’ de ki eğitim
hayatını sorgulayan düşünceleri haklılaştırmaktadır. İşgücünün, eğitim hayatı
sürelerini uzatması sadece zaman kaybı değil, verimlilik kaybı da yaratacaktır.
Ayrıca, uzayan eğitim hayatları daha fazla maddi destek gerektirdiği için, bu
desteği bulamayan işgücü için eşitsizlik daha da artacaktır. Dezavantajlı işgücü
için ise, daha farklı handikaplar söz konusu olacaktır. Öncelikle bu işgücünün
piyasanın
talepleri
doğrultusunda
revize
edilen
eğitimlere
tabi
tutulması
gerekecektir.
Değişim R kuşağında artan iş yükü ve niteliklerine rağmen ücret ve ünvan artışı
yaratmayan bir istihdam sunmaktadır. Bu kuşağın tipolojilerinden de kaynaklı
olarak aynı firmada uzun süre kalmayacakları algısının kurumlar tarafından
328
keşfedilmesi yapılacak ücret artışlarını ve terfileri de etkileyebilir. Kurumlar aidiyet
bağları zayıf olan bu kuşağa yatırım yapmak istemeyebilirler. Ancak; bu durumun
kurum açısından olumsuz sonuçlar yaratabileceği düşünülmelidir. İşçi devrinin
yüksek olduğu bir kurumda verimlilik derecesi sorgulanmalıdır. Bu yüzden,
kurumlar ücret ve terfi sistemlerini tekrardan gözden geçirmelidirler. Değişen
şartlarda pazarlık gücü azalan genç işgücünün deneyim kazanma arzuları ve
istihdam edilebilirlik kaygısı suiistimal edilmemelidir. Tam tersi, iyi eğitimli ve uyum
yetisi yüksek olan bu kuşağı rekabet avantajı sağlayan bir bakışla değerlendirerek
bu kuşağı kurum içinde tutmanın yolları aranmalıdır.
Değişimin bu etkileri ve değişimin bundan sonra nasıl bir yol alacağı sorusu
hükümetlerin uygulayacağı politikalarla doğru orantılı olmaktadır. Süreç kimine
göre, yine hükümetler tarafından dizginlenebilecektir. Polonyi’nin ifade ettiği hem
doğal olmayan bir durumun kurumsallaştırılması çabalarını hem de toplumun bu
doğal olmayan duruma karşı kendini korumak için geliştirdiği mekanizmalarla ilgili
bir olguyu “çifte hareket”le (Polanyi, 2010: 21) ifade ettiği tanımlamaya göre de
sürecin ilk hareketi hükümetler tarafından yapılmalıdır. Özellikle 2008 ekonomik
krizinden sonra çalışma hayatında yaşanan dönüşümle, işgücünde yaşanan
rekabettin sakinleştirilmesine bu politikalar yön verebilecektir.
İstihdam tüm ülkeler için ortak bir sorun alanıdır. Her ülke kendi yapısına uygun
olarak bu soruna farklı yollarla müdahale politikaları geliştirmektedir. Bu
politikalarda istihdam, salt üretimin ve kişi başına gelirin artışından ibaret olmayıp
sosyo-ekonomik ve kültürel yapının da değiştirilmesi, geliştirilmesi anlamına
gelmektedir. Bu nedenle de bu politikalar sadece ekonomik faktörlerle değil, aynı
zamanda sosyal, kültürel, politik ve psikolojik etkenlerle de yakından ilgilidir. Bu
bağlamda istihdam politikalarının özünü,
geniş ulusal sürdürülebilir kalkınma
stratejisinin tutarlılığı konusunda, genel rekabet dengelerini bozmayan etkinlik ve
refah kazandırıcı çabaların tümü oluşturmaktadır. Kamu istihdam politikaları bu
yüzden daha da önem kazanmaktadır. Sosyal kârlılık, kalkınma kutbu ve
işgücünün katılımı olarak bilinen üç çatı ilkeye (Conford; 2000:101) sahip kamu
istihdam politikaları, bu kuşağın sorunlarını çözümlemeye yardımcı politikalar
geliştirmelidir. İşgücünün katılımı ilkesi ile dezavantajlı işgücünü de kapsayan,
ülkelerin geliştireceği aktif istihdam programları bu doğrultuda daha da önem arz
329
etmektedir. Ancak, ülke uygulamalarında sürecin iyileştirilmesi atılımlarından çok,
işgücü üzerinde kısıtlayıcı çalışmaların daha çok olduğu görülmektedir. Yapılan
önlemler, kriz sonrasında bütçe kısıntıları, vergi yüklerinin artması yönünde
olmakta, gençlerin üzerine binen yük daha da artmaktadır. İşsizlik maaşı alanların
sayıca artmasından ve artan kamu hizmetlerinden dolayı sert önlemlerin alındığını
ve iyileştirme alanlarına aktarılan bütçenin daha az olduğunu savunan görüşler yer
alsa da, 2008 krizinden sonra yapılan kısıtlamalar çokça eleştirilmektedir. Nobel
ödüllü Amarta Sen bu noktayı “esas problem liderlerin reform yapmakla, sıkı
önlemler
almayı
birbiriyle
karıştırmış
olmasıdır”
şeklinde
ifade
ederek
eleştirmektedir. Bu yüzden de yeni bir yol haritasına ve özelliklede yeni iş
imkânlarının yaratılmasına gerek olduğunu vurgulamaktadır. Aynı şekilde önde
gelen yüz ekonomistte, 2008 kriz sonrasında New York Valisine bütçe
kesintisinden vazgeçmesi yönünde birleştikleri ortak mektupta, krizin ortasında
yapılacak kesintilerin çözüm olmadığını, bugüne kadarki yapılanları da rayından
çıkaracak uygulamalara sebep olacağını ifade etmişlerdir. Ekonomik İşbirliği
Teşkilatı Genel Sekreteri Angel Gurria ise sürecin çıkış yolunu “ İhtiyaç olan tek
şey iştir. Yeni iş alanları yaratılması gerekir” diyerek vurgulamaktadır. Bu
bağlamda yeni işlerin yaratılması yaşanılan pek çok sorunun çözümü olacaktır.
Ancak Obama’nın 2011 de Apple kurucusu Steve Jobs’a “Apple neden üretimlerini
Amerika’da ta üretmiyor” sorusuna verdiği, “o işler artık buraya geri gelemez”
cevabı
sorunun
çözümünün
daha
da
zorlaştığını
göstermektedir
(Froymovich,2013).
Çalışma
hayatındaki
değişimin
işgücü
üzerinde
yarattığı
etkilerinin
dizginlenmesine yönelik diğer uygulamalar ise, eğitim politikalarına dönük
olmalıdır. Eğitim sisteminin çalışma hayatının yarattığı değişime uygun paralelde
geliştirilmeli, R kuşağı tipolojisine uygun yeniliklere açık, yaratıcı, özgüvenli, uyum
yetenekleri yüksek bir eğitim sistemi kurgulanmalıdır. Değişimin ihtiyaç duyduğu
istihdamın yetiştirilmesi için bu sürece önemli görevler yüklenmiş durumdadır. Bu
yüzden, çalışma hayatının geleceğine ilişkin yapılan bulgular doğrultusunda eğitim
politikalarında başlayan revizyon ülkemizde de yapılmalıdır.
330
Bu kapsamda şu revizyonlar yapılabilir:
- Eğitim
müfredatları
güncellenmelidir.
Müfredatlar,
çalışma
hayatının
ihtiyaçlarına göre esnekleştirilmelidir. Gerek Milli Eğitim Bakanlığı gerekse YÖK,
yıllık
periyotlarla
sektörlerin
ihtiyaçlarını
tespit
edebileceği
komisyonlar
oluşturmalıdır. Okullarda açılacak yeni bölümler ya da revize edilecek bölümler,
her yıl gözden geçirilmelidir. Bu bölümlerden mezun olacak işgücü sayısını,
sektörün talep ettiği sayılarla karşılaştırabilecek işbirliği çalışmaları yürütmelidir.
Bu sonuçlara göre, hem yaratılacak işler için hem de bölüm kontenjanları için
öngörümlemeler daha etkin yapılmalıdır.
- Yüksek lisans programları ders içerikleri bölümün yöneldiği sektördeki talepler
doğrultusunda yapılandırılmalıdır. Teorikten ziyade pratik uygulamaların daha
ağırlıklı olduğu dersler verilmelidir.
- Lise öğrencilerinin staj programları güçlendirilmelidir. Yerel iş yerleri ile işbirliği
yapılarak, gençlere çok daha erken yaşlarda çalışma hayatı tanıtılmalıdır.
Seçeceği mesleğin çalışma hayatındaki olumlu ve olumsuz yönleri hakkında
erken yaşlardan itibaren bilgi sahibi olunmalıdır. Böylece, düşündüğü mesleğin
kendisine uygun olup olmadığı kararını erken yaşta kendisi verebilmelidir.
- Daha genç yaşlarda kariyer rehberliği hizmeti sağlanmalıdır.
- Dört yıllık üniversitelere alternatif eğitim kurumlarının oluşturularak, çalışma
hayatının ihtiyaç duyduğu beceri eğitimlerini sunan, daha kısa süreli sertifika
programları oluşturulmalıdır. Bu programların çalışma hayatı ile işbirliği
sağlanarak bu programlardaki gençlerin teorikte öğrendiği bilgilerini, pratikte
uygulamaya dökmesi sağlanmalıdır.
- Ailelerle, gençlerin doğru mesleklere yönlendirilmesi için daha fazla işbirliği
yapılmalıdır.
- Gençlerin eğitimleri boyunca yaratıcılıklarını ve özgüvenlerini arttırıcı çalışmalar
yürütülmelidir.
- Gençlerin gelecekten ne beklediklerini sorgulamak ve onları daha iyi anlamak
adına gençleri temsil eden gruplarla işbirliği yapılmalıdır.
- Eğitim programlarındaki gerek öğretmenlerin gerekse akademik personelin
çalışma
hayatının
beklentilerini
görebilecekleri
işbirliği
çalışmaları
geliştirilmelidir. Eğitimcilerin, çalışma hayatındaki ilgili sektör farkındalıkları
arttırılarak
öğrencilerini
daha
iyi
yetiştirmesini
sağlayan
programlarla
331
desteklenmelidir. Ayrıca eğitimcilere de yeni nesili daha iyi anlamalarını
sağlayan, gençlerle buluşturan platformlar sağlanmalıdır.
Önemle belirtmek gerekir ki, bugün işsizlik sorununu yaşayanların önemli bir
kısmını yeni mezun olmuş bireyler oluşturduğundan artan eğitim düzeylerine
rağmen işsizlik sorununda bir gerileme olmaması sorunun tek başına eğitim
eksikliğinden de kaynaklanmadığını göstermektedir. Bu yüzden revizyon yapılan
eğitim sistemi ile çalışma hayatına yapılan hükümet politikaları düzenlemelerinin
birlikte planlanması gerekmektedir.
Sonuç olarak; çalışma hayatının bir değişim geçirdiği ortadadır. Bu değişim tüm
etkilerinin gerek çalışma kavramında gerekse işgücü üzerinde yarattığı yansımalar
çok boyutlu problemleri de içerdiğinden eğitim politikalarından, aktif istihdam
politikalarına, ulusal ve uluslararası düzenlemelere kadar pek çok içeriğin yeniden
kurgulanmasını gerektirmektedir. Ancak bu yaklaşımda önemli olan, ülkelerin
istihdam politikalarını bütünlük içerisinde oluşturmalarının unutulmamasıdır. Göz
ardı edilmemesi gereken nokta; eğitim sisteminin çıktıları ile çalışma hayatının
ihtiyaçları arasında ilişki kurulamadıkça artan nitelikler işgücü için bir katma değer
yaratmadan sürekli kazanımları suiistimal edilmeye devam edecektir.
332
333
KAYNAKLAR
Aalto, S. M. (2005). The internet: the new workers hall the internet and new
opportunities for the finnishtrade union movement. The Journal Of Labor
And Society, 1089-7011, 8, Working USA, 469- 481.
Acar S. (2000). Bilgi çağı ekonomisine teorik bir yaklaşım. Dokuz Eylül Üniversitesi
İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 15(1), 87-102.
Adıgüzel, O., Batur, H. Zeynep ve Ekşili, Nisa. (2014/1). Kuşakların değişen yüzü
ve Y kuşağı ile ortaya çıkan yeni çalışma tarzı: mobil yakalılar. Süleyman
Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, (19), 165-182.
Adler, A. (2008). İnsanı tanıma sanatı (Çev. Kamuran Sipal).
Yayınları.
İstanbul: Say
Aguiton, C. (2005). Bu dünya bizim: başka bir küreselleşmenin aktörleri (Çev.
Umut Konuş ve Burcu Onar). İstanbul: İthaki Yayınları.
Akalın, A. (2007). Duygulanım ve duygulanımsal emek üzerine notlar. Birikim
Dergisi, (217), 114–121.
Akçay C. ve Çoruk, A. (2012). Çalışma yaşamında duygular ve yönetimi:
kavramsal bir inceleme. Eğitimde Politika Analizi Dergisi, 1(1), 3-25.
Akın, F., Şimşek, O. ve Erdem,T.(2007). Türkiye’de eğitim sorunu: toplumsal
aktörlerine göre eğitim sorunlarına bakış. Ankara: Türk Eğitim-Sen Yayınları.
Aksoy, B. (2012). Bilgi teknolojileri ve yeni çalışma ilişkileri. Ege Akademik Bakış
Dergisi, 12(3), 401-414.
Aktan C. ve Tunç, M. (1998). Bilgi toplumu ve Türkiye. Yeni Türkiye 21. Yüzyıl
Özel Sayısı I., 4(19),118-133.
Akyıldız, H. (2006). Freud’çu, liberal ve marksist kişilik kuramlarının türevi olarak
toplum, iktisat ve siyaset teorileri. Akdeniz Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler
Fakültesi Dergisi, 11, 1-23.
Alcay, R. (2003). The new economy, what it is, how it happened, and why it is
likely to last. New York: Farrar Staraus And Giroux.
Alkan, H. F. (2007). Geleceğin çalışma biçimi tele çalışmaya ilişkin yaklaşımlar.
Akademik Bilişim 07, IX. Akademik Bilişim Konferansı Bildirileri, Dumlupınar
Üniversitesi, Kütahya.
Alpar, C. (1980). Çok uluslu şirketler ve ekonomik kalkınma, (Genişletilmiş Üçüncü
Baskı). Ankara: Turhan Kitabevi.
Altınköprü, T. (2003). Şahsiyet analizi. İstanbul: Hayat Yayıncılık.
334
Altundağ, N. (2012). Kuşaktan kuşağa tüketim olgusu ve geleceğin tüketici profili.
Organizasyon ve Yönetim Bilimleri Dergisi, 4(1), 203-212.
Alwın, D.F. (2002). Generations X, Y and Z: are they changing. American
Sociological Association Contexts, 42(1), 42-51.
Andresen, L., Boud, D. and Cohen R. (1995). Experience-based learning:
contemporary Issues. G. Foley (Eds.), Understanding Adult Education and
Training. 2nd ed., Sydney: Allen & Unwin, 225-239.
Ar, K. N. (2007). Küreselleşme sürecinde Türkiye’de ücretlerin gelişimi. Ankara:
Kamu İşletmeleri İşverenleri Sendikası Kamu İş Yayınları.
Arabelen G. (2004). Hizmet sektöründeki firmaların lojistik uygulamaları ve
lojistiğin sektördeki rekabetçi yapılanmaya etkileri, Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir.
Aracı, M. (2011). Ekonomik krizin yarattığı “R kuşağı ve çalışma hayatına etkileri.
Organizasyon ve Yönetim Bilimleri Dergisi, 3 (2), ıssn: 1309 -8039, 211-220.
Arendt, H. (1994). İnsanlık durumu (Çev. Bahadır Sina Şener). İstanbul: İletişim
Yayınları.
Argın, Ş. (1992). Postmodern yaşantılar, medya ve bizler, Birikim Dergisi,
38.39.117-120.
Arslan, S. (2008). Kişilik, huy ve psikopatoloji. Psikiyatride Derlemeler Olgular ve
Varsayımlar Dergisi, 2(1), 7-18.
Arwey, R.D. and Murphy, K.D. (1998). Performance evaluation in work settings,.
Annual Review of Psychology, 49, 141(28).
Ashforth, B, Humphery, E. and Ronald,H. (1993). Emotional labor in service roles:
the influence of identity. The Academy of Management Rewiew, 18 (1), 88115.
Aslan, O.E. (2005). Kamu Personeli Rejimi Statü Hukukundan Esnekliğe. Ankara:
TODAİE Yayınları.
Atanır, H. (2013). Sosyal güvenlik alanında kadın ve erkekler arasında işlem
eşitliği prensibi:79/7/eec sayılı direktif ve Türkiye. İstihdamda Ve Sosyal
Güvenlikte Cinsiyet Eşitliği Paneli ve Çalıştay Bildirleri, Ankara Sosyal
Güvenlik Kurumu Yayın No: 64.
Atkınson, R.L., Atkinson, R., C. and Hilgard E. R. (1995). Psikolojiye Giriş II (Çev.
Yavuz Alagan). İstanbul: Sosyal Yayınlar.
Aubert J.E. and Reiffers, J. L. (2003). Knowledge Economies in The Midle East
an NortAfrica: Toward New Development Strategies. Washington: The World
Bank.
Aytaç, S. (2000). İnsanı anlama çabası. Bursa: Ezgi Kitapevi.
335
Baccini, A. and Cioni, M. (2010). Is technological changereally skill-biased?
Evidence from the introduction of ICT On The Italian Textile İndustry (1980–
2000). New Technology, Work and Employment, 25(1).
Banai, M. and Harry, W. (2004). Boundaryless global careers- the ınternational
ıtinerants. International Studies of Management & Organization, 34 (3), 96120.
Barca, M. ve Geyik, M. (2003). Bilişim teknolojileri rekabet kurallarını değiştirdi mi?
II. Ulusal Bilgi Ekonomi ve Yönetim Kongresi Bildiriler Kitabı, İstanbul: Beta
Yayıncılık.
Barnett, R. C. (1999). A new work-llife model for the twenty first century. Academy
of Political and Social Science, 562, 143-158.
Başaran İ. E.(2000). Örgütsel davranış. Ankara: Umut Yayınevi.
Başaran, F. (2010). Sendikal yenilenme ve iletişim teknolojileri. Çalışma ve
Toplum Dergisi, 1, 11-32.
Bauman, Z. (1998).
Yayınları.
Postmodern Etik (Çev. Alev Türker). İstanbul:Ayrıntı
Bauman, Z. (2000a). Siyaset anlayışı (Çev. Tuncay Birkan).
Yayınları.
İstanbul, Metis
Bauman, Z. (2000b). Postmodernlik ve hoşnutsuzlukları (Çev. İsmail Türkmen).
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Bauman, Z. (2001). Parçalanmış hayat (Çev. İsmail Türkmen). İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Bauman, Z. (2005). Bireyselleşmiş toplum (Çev. Yavuz Alogan). İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Bayat, B. ve Bülbül, O. G. (2010). Endüstri ilişkileri sistemi içersinde ideolojik bir
unsur olarak devlet, Türker Topalhan (Editör). Çalışma Ekonomisi ve
Endüstri İlişkileri Seçme Yazılar III, Ankara: Gazi Kitapevi.
Baymur, F. (1994). Genel psikoloji. İstanbul: İnkılap Kitabevi.
Bedir, E. (2013). Eğitim-istihdam ilişkisinin teorik çerçevesi ve güncel tartışmalar.
İstihdamda 3İ Dergisi. 8, 38-44.
Belek, İ. (2004). Dosya Editöründen, Toplum ve Hekim Dergisi, 19 (3).
Bell, U. (1998). Democracy without enemies. Cambrige: Polity Press.
Berntson,E., Sverke, M. and Marklund, S. (2006). Predicting employability: human
capitalor labour market opportunities? Economic and İndustrial Democracy,
27(2).
336
Bınıcı,H. ve Arı, N. (2004). Mesleki ve teknik eğitimde arayışlar. Gazi Üniversitesi
Eğitim Fakültesi Dergisi, 24 (3).
Biçerli, M. (2005). Aktif istihdam politikaları işsizliği azaltır mı? Çimento İşveren
Dergisi, 6(19), 1-15.
Bilgin, M.H. (2001). Endüstri ilişkilerinde dönüşüm ve yeni eğilimler. Kamu- İş
Dergisi, 6(2).
Bird, G. (2001). A suitable case for treatment? understanding the ongoing debate
about the IMF, Third World Quarterly, 22 (5), 823-848.
Bolat, Ö. (2009). Liderlik gönül işidir. İstanbul: Hayat Yayınları: 305.
Bone, J., Jan, C. and Van O. (2004). Effective active labor market policies. IZA
Discussion Paper, No:1335, 1-40.
Bora, A., Bora, T., Erdoğan N. ve Üstün, İ. (2012). Boşuna mı okuduk. (3. Baskı).
İstanbul: İletişim Yayınları.
Borgen, W. (1997). People Caught in changing career opportunities: a ounseling
process. Journal of Employment Counseling, 34 (3), 133-143.
Bosworth, B., P. and Triplett, J. E. (2000). What’s new about the new economy? :
ıt, economic growth and productivity. Brookings Economic Papers.
Boya, F. Ö., Demiral, Y., Ergör, A., Akdavar, Y. and Witte, H.D. (2008). Effects of
perceived job insecurity on perceived anxiety and depression in nurses.
Industrial Health, 46, 613–619.
Bozkurt, V. (2000). Enformasyon toplumu ve Türkiye. İstanbul: Sistem Yayıncılık.
Bozkurt, V. (2006). Endüstriyel & post-endüstriyel dönüşüm: bilgi, ekonomi, kültür.
Bursa: Ekin Kitabevi.
Braverman, H. (2008). Emek ve tekelci sermaye, yirminci yüzyılda çalışmanın
değersizleştirilmesi (Çev. Çiğdem Çidamlı). İstanbul: Kalkedon Yayınları.
Brown, K. and Royer S. (2005). Virtual workforces and the shifting frontier of
control. The Jornal Of İndustrial Relations, 47 (3).
Brown, P. and
Lauder,H. (1996). Education, globalization and economic
development. Journal of Education Policy, 11 (1).
Brown, P. and Lauder, H. (2001). High skills: globalization competitiveness and
skill formation, Oxford: Oxford University Press.
Brown, P. and Lauder, H. (2001). Capitalism and social progress: the future of
society in a global economy. New York: Palgtave.
Brown, W. (1993). The Contraction of coliective bargaining in britain.
Journal of Industrial Relations, 31 (2), 189-200.
British
337
Buchanan, D, Huczynski, A. (1997). Organizational behaviour an ıntroductory text
( Third Edition). UK: Prentice Hall International.
Buckley, M., R., BEU, D., S., Novicevic, M., M. and Sigerstad,T., D. (2001).
Managing generation next: ındividual and organizational perspectives.
Review of Business, 22(1), 81.
Burger, J.M. (2006). Kişilik: psikoloji biliminin insan doğasına dair söyledikleri
(Çev. Erguvan-Sarıoğlu), İstanbul: Kaktüs Yayınları.
Busch, D. (2009). What kind of intercultural competence will contribute to students
future job employability. İntercultural Education, 20(2), 1-10.
Bülbül, K. (2004). Küreselleşme, kültür ve siyaset: türk düşünsel ve siyasal
yaşamında küreselleşme yaklaşımlar, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kamu Yönetimi ve Siyaset
Bilimi, Ankara.
Büyüköztürk, Ş., Çakmak, E., Akgün, Ö., Karadeniz, Ş. ve Demirel, F. (2012).
Bilimsel Araştırma Yöntemleri (11. Baskı). Ankara: Pegem Akademi.
Bydanova, L. (2008). Graduate employability in transitional economy, İnternational
Labour Process Conference, Dublin.
Cascio, W. (2003). Changes in workers. work and organizations handbook of
psychology, Industrial and Organizational Phschology,12, New york: Wiley.
Castells, M. ( 2005). Ağ toplumunun yükselişi (Çev. Ebru Kılıç). İstanbul: İstanbul
Bilgi Üniversitesi Yayınları.
Chmiel, N. (2001). Jobs, teknology and people (Second Edition).
Routledge Pyschology Focus.
London:
Chu, C.I.,Hsu, H.M., Price, J.L. and Lee, J.Y. (2003). Job satisfaction of hospital
nurses an empirical test of a causal model in taiwan. International Nursing
Review, 50, 176-182.
Clark, A. E. (1996). Job satisfaction in Britain. British Journal of Industrial
Relations, 34 (2), 189-217.
Clark, A.E. (1997). Job satisfaction and gender: why are women so happy at
work? Labor Economics, 4, 341-372.
Clark, A.E., Oswald, A.J. and Warr, P. (1996). Is job satisfaction u-shaped in age?
Journal of Occupational Psychology, 69, 57-81.
Cohen, L. and Mallon M. (1999). The transition from managerial career to portfolio
career: perceptions of boundarylessness. Work Employment and Society
13(2), 329–52.
338
Collins D. (1997). Knowledge work or working knowledge? ambiquity and
confusion in the analysis of the knowledge age. Employee Relations, 9 (1),
41-42.
Comte, A. (1974). The positive philosophy. Abraham S. Blumberg(Eds), New York:
AMS Pres.
Crossman, A. and Abou-Zaki, B. (2003). Job satisfaction and employee
performance of lebanese banking staff. Journal Of Managerial Psychology,
18 (4), 368-376.
Crotty, J. (2002). 21. Yüzyılla gelenler, söylenceler ve gerçek (Der. Özgür
Orhangazi ve Cahide Sarı). Ankara: Ütopya Yayınları.
Crouch C., Finegold D. and Sako M. (1999). Are skills the answer? the political
economy of skill creation in advanced ındustrial countries, Oxford University
Press.
Cüceloğlu, D. (2003). İnsan ve davranışı: psikolojinin temel kavramları. İstanbul:
Remzi Kitabevi.
Çakır, Ö. (2002). Yeni çalışma biçimleri ve işe ilişkin tutumlar.
Yaşamında Dönüşümler (Der. Aşkın Keser). Ankara: Ezgi Kitabevi.
Çalışma
Çakır, Ö. (2007). İşini kaybetme kaygısı: iş güvencesizliği. Çalışma ve Toplum
Dergisi, 1(12).
Çarıkçı, İ. H. ve Çelikkol, Ö. (2009). İş-aile çatışmasının örgütsel bağlılık ve işten
ayrılma niyetine etkisi. Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, 9 (1), 153-170.
Çekmecelioğlu, H. (2006). İş tatmini ve örgütsel bağlılık tutumlarının işten ayrılma
niyeti ve verimlilik üzerindeki etkilerinin değerlendirilmesi: bir araştırma.
İş,Güç Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi, 8(2), 1303-2860.
Çelik K. ve Kalaycıoğlu, S. (2008). Genç insanın vatandaş olma ve tanınma hakkı.
İnsan Hakları Yıllığı, 26.
Çoban, H. (1998). Bilgi toplumuna planlı geçiş. Yeni Türkiye Dergisi, 19.
Dannin, E. (2005). A union movement for the new century, working USA. The
Journal Of Labor And Society, 1089-7011, 8, 489-499.
Davenport, T. and Prusak, L. (2000). Working knowledge, USA: Harvard Business
School Press.
DE VOS, Ans, Buyens, D. and Chalk, R.(2003). Making sense of a new
employment relationship: psychological contract-related ınformation seeking
and the role of work values and locus of control. Vlerick Leuven Gent
Working Paper Series, 2003/28.
339
Demir, F. ve Gerşil, G. (2008). Çalışma hayatında esneklik ve türk hukukunda
esnek çalışma. Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 16(2).
Demirbilek, S. (2007). Sanal çalışma ekseninde sanal iş gören. Selçuk
Üniversitesi, Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Dergisi, 13.
Denton, D.W. and Kleiman, L.S. (2001). Jobtenure as a moderator of the relation
ship between autonomy and satisfaction. Applied HRM Research, 6(2), 105114.
Dereli T. (2002). Teknolojik değişmeler, çalışma ilişkileri ve yeni istihdam türleri.
Çalışma Yaşamında Dönüşümler (Editör Aşkın Keser). Ankara: Ezgi
Kitabevi.
Devrim, F. ve Altay A. (1997). Küreselleşme sürecinde gelişmekte olan ülkelerde
finans piyasalarının gelişimi ve kamu müdahalesi.
İzmir: Anadolu
Matbaacılık.
Dikili, A. (2013). Psikolojik sözleşme ile iş tatmini ilişkisine yönelik bir araştırma.
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi,
8(2), 205- 227.
Dirlik, A. (2008). Post kolonyal aura: küresel kapitalizm çağında üçüncü dünya
eleştirisi, İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınları.
Doğan, S.(1996). İnsan kaynakları yönetiminde esnek kariyerli işgücüne geçiş
modeli. Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Dergisi,
Cilt:XII(1-2), 243-270.
Doğankaya, İ.H. (2009). Küreselleşme Sürecinde Lojistik Sektörü Örneğinde
İşgücü Niteliğindeki Dönüşüm, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Dokuz Eylül
Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, , İzmir.
Doğrul, B. Ş. (2010). İş-yaşam dengesinin sağlanmasında esnek çalışma. Sosyal
ve Beşeri Bilimler Dergisi, 2 (2), 11-18.
Doms, M., Timothy, D., and Kenneth R. T.(1997). Workers, wages and
technology. Quarterly Journal of Economics, XII, no.1.
Donald H. (2005). Employability, skills mismathch and spatial mismatch in
metropolitan labor markets, Urban Studies, 42 (2).
Dönek, E. and Romesh K. D. (1998). New techno-economic paradigm: labor-user
or labor-saver? Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi
Dergisi, 13(1), 27-42.
Drucker, P. F. (1998). Yeni gerçekler (Çev. Birtane Karanakçı, 4.Baskı) Ankara:
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Dubrın, A. (1994). Applying psychology: ındividual and
effectiveness. New Jersey: Prentice-Hall, Englewood Cliffs
organizational
340
Dulupçu, M. A (2001). Küresel rekabet gücü, Ankara: Nobel Yayın Dağıtım.
Duxbury, L, Higgins C. (2001). Work-life balance in the new millennium: where are
we? where do we need to go? CPRN Discussion Paper.
Ekin, N. (2000). Türkiye’de yapay istihdam ve istihdam politikaları,
İstanbul Ticaret Odası Yayınları.
İstanbul:
Ekin, N. (2000). Dönüşen çağ, değişen endüstri ilişkileri. Metal Sanayicileri
Sendikası MESS Mercek Dergisi.
Ellwood, W. (2007). Küreselleşmeyi anlama kılavuzu (Çev. Betül Dilan Genç).
İstanbul: Metis Yayıncılık.
Emirgil, B. F. (2010). Yeni kapitalizmde emeği sorunsallaştırmak: emeğin maddiolmayan görünümleri. Çalışma ve Toplum Ekonomi ve Hukuk Dergisi, 1 (24).
Erdinç, Z. (1999). Küreselleşmenin istihdama etkileri, Dumlupınar Üniversitesi
Sosyal Bilimler Dergisi, 3, Kütahya.
Erdoğan, İ. (1996). İşletme yönetiminde örgütsel davranış. İstanbul: Avcıoğlu
Basım Yayım.
Erdut, T. (1997). Yeni teknolojilerin iş ilişkilerinin yapısı üzerindeki etkisi. Çimento
İşverenleri Dergisi, 11 (5).
Erdut, T. (2002a). İnsan kaynakları yönetimi ve endüstri ilişkilerinde değişim, İzmir:
Tühis Yayınları.
Erdut, Z. (1998). Rekabetin işgücü piyasasına etkisi, İzmir: TÜHİS Yayın No:29,
Erdut, Z. (2002). İstihdam ve istihdam edilebilirlik. MESS Mercek Dergisi, 80-91.
Erenel, F. (2004). İnsan kaynakları yönetiminde yeni bir anlayış: yetkinlik. Kişisel
Gelişimde Çağdaş Yönelimler Sempozyumunda sunuldu. Ankara.
Erkan H. ve DEÜ İİBF ve UBS Vakfı Uzmanları. (2007), Türkiye için bilgi bazlı
sürdürülebilir yenilikçi sanayileşme stratejisi, İzmir: EGİAD Girişimcilik
Yönetim Ekonomi Araştırmaları Dizisi.
Erkan, H. (1993). Bilgi toplumu ve ekonomik gelişme, Ankara: Beta Yayınları.
Erkan, H. (2000). Ekonomi sosyolojisi, (4.Baskı). İzmir: Barış Yayınları.
Erkuş, A. ve Fındıklı, M. A. (2013). Psikolojik sermayenin iş tatmini, iş performansı
ve işten ayrılma niyeti üzerindeki etkisine yönelik bir araştırma. İstanbul
Üniversitesi İşletme Fakültesi Dergisi, 42 (2), ISSN: 1303-1732, 302-318.
Erlinghagen, M. (2008). Self-perceived job ınsecurity and social context: a multilevel analysis of 17 European Countries. European Sociological Review,
24(2), 183–197.
341
Eyrenci Ö. (1993). İş sürelerinin esnekleştirilmesi ve türk iş hukuku.
Ekonomi 60.Yaş Günü Armağanı, Ankara.
Münir
Fazeli, R. (1999). Alternative perspectives on ınternational competitiveness.
Review of Radical Political Economics, 31(3), 91-100.
Fidelis, E. , H. (1999).
Praeger publishers.
Theory and policy of ınternational competitiveness.
Fish, A. and Wood, J. (1997). Realigning ınternational careers-a more strategic
focus. Career Development International, 2/2, 99-110.
Forrier A and Sels, L. (2003). The concept employability: a complex mosaic.
İnternational Journal of Human Resources Development and Management,
3(2),102-121.
Fox, J. (2002). Chomsky ve küreselleşme (Çev. Ebru Kılıç). İstanbul: Everest
Yayınları.
Fromm, E. (1996). Kendini savunan insan (Çev. N. Arat). İstanbul: Say Yayınları,
İstanbul, 1996.
Froymovich, R. (2013). End of the good life: how the financial crisis threatens a
lost generation-and what we can do about ıt, Newyork: Harper Perennial.
Fugate , M., Angelo, J., K., and Ashforth, B.(2004). Employability: a psyho-social
construct, ıts dimensions, and applications.
Journal Of Vocational
Behaviour, 65(1), 14-38.
Gaertner, K. and Nollen, S. (1989).
Career experiences, perceptions of
employment practices, and psychological commitment to the organization.
Human Relations , 42 (11), 975-991.
Ganeshan, W. (1999). Competitiveness in a rapidly globalizing economy: lessons
of experience. ILO Geneva.
Gazier, B. (2001). Employability: the complexity of a policy nation. Employability:
From Theory To Practice, Transaction Books (P. Weinet, M. Baukens and
P.Bollerot (Eds.)
Gazier, B. (2006). An analyis of employability in the context of globalisation in the
eurpean union. Paper presented at the 11. th EU Japon Symposium:
Background Paper, Brussels.
Geçtan, E. (2003). Psikodinamik psikiyatri ve normaldışı davranışlar. İstanbul:
Metis Yayınları.
Geçtan, E. (2004). İnsan olmak (3. Baskı). İstanbul: Metis Yayınları.
George, S. (2005). Başka bir dünya mümkün, eğer… (Çev. Ali Tonak). İstanbul:
Metis Yayınları.
342
Gera, S., Wulong, G. and Zhengxi L (1998). technology and the demand for skills:
an ındustry-level analysis. Industrial Organization, 28, 1-51.
Gibson, V. (2003). Flexible working needs flexible space?, Journal of Property
İnvestment and Finance, 21 (1), 12-22.
Giddens, A. (2000). Elimizden kaçıp giden dünya. İstanbul: Alfa Yayınları.
Giddens, A. (2001). Üçüncü yol ve eleştirileri: tartışmaya önemli bir katkı -Tony
Blair. (Çev: Nihat Şad). Ankara: Phoenix Yayınevi.
Giele, J. and Elderglen, H. (1998). The life course mode of inquiry. In Janet Z.
Giele and Glen H. Elder (Eds.), Methods of life course research: Qualitative
and Quantitative Approaches. ThousandOaks, Ca: Sage.
Goody J. (1994). Avrupa’da aile (Çev. Serpil Arısoy). Literatür Yayıncılık.
Gorz, A. (1995). İktisadi aklın eleştirisi (Çev. Işık Ergüden). İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Gorz, A. (2001). Yaşadığımız sefalet (Çev: N. Tutal). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Grandey, A.A. (2000). Emotion regulation in the workplace: a new way to
conceptualize emotional labor. Journal of Occupational Health Psychology,
5 (1) Educational Publishing Foundation, 95-110.
Grantham, C. (2000). The future of work, The Promise Of The New Digital Work
Society, McgrawHill.
Gray J. (1999). Sahte Şafak ( Çev. G. Ç. Güven). İstanbul.
Greatbach, D. and Lewis, P. (2007).
Generic employability skills. Web:
http://marchmont.ac.uk/Documents/GES/GES_IIFULL_REPORT_06.03.07.pdf adresinden 08.05.2014 tarihinde alınmıştır.
Green F., Felstead A. and Gallie,D. (2003). Computers and the changing skillıntensity of jobs. Applied Economics, XXXV (14).
Greenhouse, Steven (2000). Union Leaders See Grim New İn Labor Study,
NewYork: The New York Times Published.
Grzeda M and Prince, J.B, (1997). Career motivation measures: a test of
convergent and discriminant validity.
İnternational Journal Of Human
Resource Management, 8 (3).
Guest, D., E. (2004). The psychological contract and good employment relations,
king’s college, london.
Web: www.lrc.ie/documents/.../davidguest.ppt
adresinden 18.06.2010 tarihinde alınmıştır.
Gunz, H., P., Jalland, R. M. and Evans, M., G. (1998). New strategy, wrong
managers? what you need to know about career streams. The Academy of
Management Executive, 12 (2), 21-37.
343
Güleç, M. Y. (2009). Psikomatik hastalıklarda mizaç ve karakter.
Güncel Yaklaşımlar, 1, 201-214.
Psikiyatride
Güloğlu T. ve Sertkan M. (2003). Yeni teknolojilerinin çalışma ilişkilerine etkileri.
Kamu-İş Dergisi; 7 (2).
Gündoğan, N. (2008). The trade union movement and the internet. Paper
presentet at the 66Th Midwest Political Science Association Conference,
Chicago.
Güneş, Ö. (2006). Nitelikli iş gücü ve uluslararası rekabet gücü: Türkiye
uygulaması, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Kayseri.
Güney, S. (2006). Davranış bilimleri. Ankara: Nobel Yayınları.
Gür, A. (2011). Rekabet gücünün artırılmasında nitelikli işgücü ihtiyacı ve mesleki
eğitim. Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, İstanbul.
Gürak, H. (2004). Emek, teknolojik yenilik ve büyüme, İstanbul: Değişim Yayınları.
Güran, N. ve Aktürk İ. (2001).
Isparta: Tuğra Ofset.
Uluslararası iktisadi kuruluşlar (Beşinci Baskı).
Gürbüz, A. (2007). An assesment on the effect of education level on the job
satisfaction from the tourism sector point of view. Doğuş Üniversitesi Dergisi,
8(1), 36-46.
Hablemitoğlu, Ş. (2004). Küreselleşme düşlerden gerçeklere, Ankara: Toplumsal
Dönüşüm Yayınları.
Hair, Joseph F. Jr, Robert, P.B. and David J.O.(2000). Marketing research.
International Edition.
Hall, D. T. (1997). Special challanges of careers in the 21st century. Academy of
Management Executive, 11(1), 60-61.
Hall, D.T. and Moss J.E. (1998). The New protean career contract: helping
organizations and employees adapt. Organizational Dynamics, 22-37.
Hall, Richard H. (1986). Dimensions of work. USA: Sage Publihing.
Hall, S. and Jacgues, M. (1995). Yeni zamanlar: 1990’larda politikanın değişen
çehresi. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Hallier, J. (2009). Rhetoric but whose reality? the influence of employability
messages on employee mobility messages on a employee mobility tactics
and work group identification. The İnternetional Journal Of Human Resource
Management, 20(4), 846-868.
344
Halvorsen, K. (1998). Impact of re-employment on psychological distress among
long-term unemployed. Acta Sociologica, 41, 227-243.
Hardt, M. and Negri, A. (2003). İmparatorluk (Çev. Abdullah Yılmaz, İkinci Baskı).
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Harley, S., Muller-Camen, M. and Collin, A. (2004). From academic communities
to managed organisations: the ımplications for academic careers in UK and
German Universities. Journal of Vocational Behavior, 64, 329-345.
Hartley, J. , Jacobson, D., Klandermab, N. and van Vuuren, T. (1991). Job
ınsecurity: coping with jobs at risk. London: Sage Publications.
Hartshorn, C. and Sear, L. (2005). Employability and enterprisi: evidence from
north east. Urban Studies, 42 (2).
Harvey, D. (2008). Umut mekanları (Çev. Zeynep Gambeti). İstanbul: Metis
Yayınları.
Hatfield, S. (2002). Understanding The four generations to enhance work place.
Management AFP Exchange, 22 (4), 72-74.
Hatum, A. (2010). Next generation: talent management. Palgrave Macmillan.
Heery, E. and Noon, M. (2001). A dictionary of human resource management.
New York: Oxford University Press.
Heery, S,J. (2003). The insecure workforce. London: Routledge.
Heijde, C. and Beatrice, I.J. (2005). The development and psychometric
evaluation of a multi- dimensional measurement instrument of employability:
and the impact of aging. İnternational Congress Series.
Held, D. (2008). Küreselleşmeyi yeniden düşünmek, küresel dönüşümler (büyük
küreselleşme tartışması) (Çev: Ali Rıza Güngen). Ankara: Phoenix Yayınları.
Hess, N. and Denise M. J., (2009). Career stage and generational differences in
psychological contracts. Career Development International, 14(3), 261-283.
Hırst, P. and Thompson, G. (2003). Küreselleşme sorgulanıyor (Üçüncü Baskı),
(Çev: Çağla Erdem ve Elif Yücel). Ankara: Dost Kitabevi.
Hickson, C. and Oshagbemi, T. (1999). The effect of age on the satisfaction of
academics with teachingand research. International Journal of Social
Economics, 26 (4), 537-544.
Higgins, M.C. (2001). Changing careers: the effects of social context. Journal of
Organizational Behavior, 22, 595-618.
Hirst, P. and Thompson, G. (2007). Küreselleşme sorgulanıyor (Çev. Çağla
Erdem, Elif Yücel). Ankara: Dost Kitapevi.
345
Hochwarter, W., A. , Ferris, G.R., Perrewe, P.L., Witt, L.A. and Kiewitz, C. (2001).
A note on the nonlinearity of the age-job satisfaction relationship. Journal of
Applied Social Psychology, 31(6), 1223-1237.
Hodson, R. and Hagan J. (1988). Skill and job commitment in high technology
ındustries in the U.S. New Technology, Work and Employment, III (2).
Hogan, R. (2009). Kişilik ve kurumların kaderi (Çev. Kölay, S.Y.). İstanbul:Remzi
Kitabevi.
Howe, N. and Strauss, W. (2000). Millennials rising: the next great generation.
New York: VintageBooks.
Hyman, R. (1997). Trade unions and ınterest representation in the context of
globalization. Transfer, 3 (3).
Ildırar, M. (2004). Bölgesel kalkınma ve gelişme. Ankara: Nobel Yayınları.
Inkson, K. (2003). Images of career: nine key metaphors. Journal of Vocational
Behavior, 65(1), 96-111.
International Monetary Fund (1997). World economic outlook: globalization:
opportunities and challenges. International Monetary Fund Publications, IMF:
Washington.
Işığıçok, Ö. (2002). Çağımızın yeni gerçeği: hızla artan altın yakalı bilgi işçisi talebi
ve sonuçları. Aşkın Keser (Der.). Çalışma Yaşamında Dönüşümler. Ezgi
Kitabevi.
Işık, V. (2010). Endüstri ilişkilerinde değişim: çoğunculuktan-bireyselciliğe. Türker
Topalhan (Editör). Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Seçme Yazılar III,
Ankara: Gazi Kitapevi.
İnce, M. (1999). Elektronik ticaret: gelişme yolundaki ülkeler için imkanlar ve
politikalar. Ankara: DPT Yayını.
İnsel, A. (2001). İki yoksulluk tanımı ve bir öneri. Toplum ve Bilim, 89, 62-72.
İnternet: Bynner, J. ( July, 2001). Interdisciplinary perspectives on analysingthe life
course, seminar 2, theorising across disciplines, life course change and
social change. ınsinghts from cohort comparisons. centre for longitudinal
studies, Institute Of Education, University Of London, Web:
www.ccsr.ac.uk/research/iplc/Bynner.doc
adresinden 09 Ocak 2014’de
alınmıştır.
İnternet: Carnoy, M. ( 2002). Sustaining The New Economy Work, Family And
Community İn The İnformation Age, Harvard University Press Web:
http://down.cenet.org.cn/upfile/8/20041220212733189.pdf adresinden 05
Ağustos 2014 'de alınmıştır.
İnternet: Clark, S.
work/family
C. (2000).
balance.
Work/family border theory: a new theory of
Human
Relations.
53(747).
Web:
346
http://www.sagepub.com/mukherji/study/articles/Chapter%2020.pdf,
adresinden 25 Nisan 2015’de alınmıştır.
İnternet: Conford,J., (2000). Tracking regional institutions and knowledge new
forms
of
regional
development
policy,
Web:
file:///C:/Users/Duygu/Downloads/lag00-corn.pdf adresinden 10 Şubat
2015’de alınmıştır.
İnternet: Çarkoğlu, A. ve Kalaycıoğlu E. (2013). Türkiye'de aile, iş ve toplumsal
cinsiyet,
Web:http://ipc.sabanciuniv.edu/wp-content/uploads/2013/11/Aile2012-ISSP-Family-Survey-final.pdf adresinden 30 Haziran 2015’de
alınmıştır.
İnternet: Demirbilek S. (2007). Sanal çalışma ekseninde sanal iş gören, SÜ İİBF
Sosyal
ve
Ekonomik
Araştırmalar
Dergisi,
73,
Web:http://sead.selcuk.edu.tr/sead/article/download/301/297 adresinden 10
Mart 2015’de alınmıştır.
İnternet: Digilio, J., Gayle L.,N. (2004). The millennialı invasion: are you ready.
Information Outlook, 8(11),15-20. Web: http://www.highbeam.com/doc/1G1125638513.html adresinden 22 Ocak 2015’de alınmıştır.
İnternet: Eryılmaz, A. ve Doğan, Tayfun (2012). İş yaşamında öznel iyi oluş:
utrecht işe bağlılık ölçeğinin psikometrik niteliklerinin incelenmesi. 49-55.
Web:http://klinikpsikiyatri.org/files/journals/1/2807.pdf adresinden 12 Eylül
2014’de alınmıştır.
İnternet: Fredriksson, P., Forslund, A. (2010). What active labor market policy
works in a recession? Web: http://www.cpb.nl/sites/default/files/paper-flexfredriksson_0.pdf adresinden 05 Ekim 2015’de alınmıştır.
İnternet: Harvey, L. (2000). New realities: the relationship between higher
education and employment, Tertiary Education And Management, 6,3-17.
Web:
http://www.qualityresearchinternational.com/esecttools/relatedpubs/New%20
Realities.pdf adresinden 22 Mart 2015’de alınmıştır.
İnternet: Holford, J., Patulny, R. and Sturgis, P. (2005). Indicators of non-formal &
ınformal educational contributions to active citizenship. A Paper Prepared for
the
European
Commission
by
University
of
Surrey.
Web:
http://crell.jrc.ec.europa.eu/ActiveCitizenship/Conference/05_Surrey_final.pdf
adresinden 10 Aralık 2010 ‘da alınmıştır.
İnternet:
Macunovich,
D. J.
(2000). The baby boomers. Web:
http://download.2164.net/PDF-newsletters/baby_boomers.pdf adresinden 17
Temmuz.2014’de alınmıştır.
İnternet: Manion J. (2009). Managing the multi- generational work force:
managerial and policy implications. İnternational centre for human resources
in
nursing.
Web:
http://
www.ichrn.com/publications/policyresearch/multigen_Nsg_Wkforce-EN.pdf
adresinden 26 Ekim 2013’de alınmıştır.
347
İnternet: Mıchael W. L., Elsby, H. B, Şahin A. (2010). The labor market in the
great recession.
Brookings Papers on Economic Activity, Web:
http://www.brookings.edu/~/media/Projects/BPEA/Spring%202010/2010a_bp
ea_elsb y.PDF adresinden 17 Temmuz 2014’de alınmıştır.
İnternet: Mütevellioğlu,N. (2009). Sosyal haklar ve emeğin meta niteliğinin
sınırlandırılması,
141-152,
Web:
www.sosyalhaklar.net/2009/bildiri/mutevellioglu.pdf adresinden 17 Temmuz
2014’de alınmıştır.
İnternet:
Rifkin,
J.
(1995).
The
end
of
work.
Web:
http://monoskop.org/images/1/1f/Rifkin_Jeremy_The_End_of_Work.pdf
adresinden 23 Temmuz 2014’de alınmıştır.
İnternet: Ronald W., Mc Quaid and Colindindsay (2005). The concept of
employability.
Urban
Studies,
42(2).
Web:
http://eprints.whiterose.ac.uk/50721/1/Concept_of_Employability_FINAL.pdf
adresinden 10 Temmuz 2015’de alınmıştır.
İnternet: Ryan, P. (2003). Lifelong learning: potential and constraints with special
reference to policies in the United Kingdom and Europe.
Web:http://www.ilo.org/wcmsp5/groups/public/---ed_emp/--ifp_skills/documents/publication/wcms_103988.pdf
adresinden 15 Mart
2015’de alınmıştır.
İnternet: Selamoğlu, A. (2004). Örgütlenme sorunu ve sendikal yapıda değişim
arayışı.
Çalışma
ve
Toplum
Dergisi,
(2),
39-54.
Web:
http://www.calismatoplum.org/sayi2/makale2.pdf
adresinden 27 Ağustos
2015’de alınmıştır.
İnternet: Silva, S. (1997). The changing focus of ındustrial relations and human
resource
management.
Web:
http://www.ilo.org/public/english/dialogue/actemp/downloads/publications/srsi
rhrm.pdf adresinden 02 Mayıs 2015’de alınmıştır.
İnternet: Study of Seoul Metropolitan Government. Sex Roles, 52 ( 9/10) , 667681. Web: http://link.springer.com/article/10.1007%2Fs11199-005-3734-6
adresinden 11 Nisan 2015’de alınmıştır.
İnternet: Süral, N. (2011). İş hukukundan istihdam hukukuna, sosyal korumadan
teşvike.
Kamu
İş
Dergisi
Yayınları.
Web:
http://www.kamuis.org.tr/pdf/OGC1.pdf. adresinden 10 Mart 2015’de alınmıştır.
İnternet: Şahin, M. (2005). Küreselleşme kaynaklı yoksulluk ve yolsuzluk.
Muhasebe
ve
Finansman
Dergisi,
(25).
Web:
http://journal.mufad.org/attachments/article/601/12.pdf adresinden 11Mart
2014’de alınmıştır.
İnternet: Şenkal A. (2003). Küreselleşme, sosyal politikanın dönüşümü ve sivil
toplum örgütleri. İstanbul Üniversitesi, Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi,
45.Kitap,
348
Web:http://www.sosyalsiyaset.net/documents/kuresellesme_sp_donusumu.ht
m adresinden 27 Ekim 2014’de alınmıştır.
İnternet: Temel, S. (2001). Globalleşme sürecinin gelişmekte olan ülkelerde işgücü
istihdamı üzerine etkileri Türkiye örneği. Üniversite ve Toplum Dergisi,1(3).
Web: http://www.universite-toplum.org/summary.php3?id=34 adresinden 25
Haziran .2015’de alınmıştır.
İnternet: Tolbize A. (2008). Generational differences in the workplace. Web:
http://rtc.umn.edu/docs/2_18_Gen_diff_workplace.pdf adresinden 13 Nisan
2012’de alınmıştır.
İnternet: Türkiye Vakıflar Bankası T.A.O. Hazine Başkanlığı (Ekonomik
Araştırmalar Müdürlüğü (2007). Küreselleşme sürecinde dünya ve Türkiye
ekonomisinde sektörel yapıdaki dönüşüm üzerine bir inceleme. Web:
http://www.vakifbank.com.tr/documents/earastirma/Kuresellesme_Surecinde
_Dunya.pdf adresinden 08 Mart 2015’de alınmıştır.
İnternet: Ünal, I. (1994). Yüksek öğretimde nitelik-istihdam-finansman üçgeni.
Ankara
Üniversitesi
Dergisi,
27(1).Web:
http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/40/495/5852.pdf adresinden 15 Şubat
2015’de alınmıştır.
İnternet: Vendramin, P., Valenduc, G. and Rollland, I. (2000). Flexible work
practices and communication technolog, flexcot. Final Report of Project,
European Commission January 1998 – February 2000. Web: http://www.ftunamur.org/fichiers/FLEXCOT-rapfinal.pdf adresinden 25 Haziran 2015’de
alınmıştır.
İnternet: World Economic Forum. (2013). The global ınformation technology
report.
The
Diffusion
Curve
of
ICTs,
89.
Web:
http://www3.weforum.org/docs/WEF_GITR_Report_2013.pdf adresinden 10
Haziran 2015’de alınmıştır.
İnternet: Xavier S., M. (2009). The global competitiveness ındex 2009-2010:
contributing to long-term prosperity amid the global economic crisis. The
Global
Competitiveness
Report
2009-2010,
Web:
http://www3.weforum.org/docs/WEF_GlobalCompetitivenessReport_200910.pdf adresinden 08 Nisan 2015’de alınmıştır.
İşçi, E. (2010). Psikolojik sözleşme ihlalinin örgütsel vatandaşlık davranışı ve işten
ayrılma niyeti üzerindeki etkisinde güvenin rolü. Yayınlanmamış Doktora
Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
İzmirlioğlu, K. (2008). Konumlandırmada kuşak analizi yardımıyla tüketici
algılarının tespiti: türk otomotiv sektöründe bir uygulama. Yayınlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Muğla Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Muğla.
Jackson, C. (1996). Managing and developing a boundaryless career: lessons
from dance and drama. European Journal of Work and Organizational
Psychology, 5(4), 617-628.
349
Jameson, F. (2001). Fiilen var olan marksizm üzerine beş tez. Marksizm ve
Postmodern gündem (Çev: Ahmet Fethi). Ankara: Ütopya Yayınevi.
Jensen, S.M. and Luthans F. (2006). The relationship between entrpreneurs
psychological capital and authentic leadership dimensions. Journal of
Managerial Issues, 18(2), 254-273.
Jessop, B. (2005). Hegemonya, post fordizm ve küreselleşme ekseninde kapitalist
devlet. Betül Yarar ve Alev Özkazanç (Der.). İstanbul: İletişim Yayınları.
Jessop, B. (2009). Kapitalist devletin geleceği (Çev. Ahmet Özcan). Ankara: Epos
Yayınları.
Jewell, L. (1990). Contemporary İndustrial / Organizational Psychology. St. Paul:
MN:West.
Johnson, M. H. (2000, October). The new economy: ımplications for monetary
policy.
Paper Prepared for the Cato Institute’s 18th Annual Monetary
Conference Cosponsored With The Economist, Washington, D.C.
Jones, B. (1982). Destructionor redistribution of engineering skill? the case of
numerical control. Stephen Wood (Eds). The Degradation of Work? London:
Hutchinson Education.
Kakabadse, A., Bank,J. and Winnicombe, S. (2004). Working İn organisations (
2nd Edition). England: Gower Publishing.
Kapız, S. Ö. (2002). İş aile yaşamı dengesi ve dengeye yönelik yeni bir yaklaşım:
sınır teorisi. Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 4 (3),
139-153.
Karahan, Ö. (2003). Bilgi ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelerin finansal piyasa
üzerine etkileri. II. Ulusal Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresi Bildiriler
Kitabı, Kocaeli: İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Yay., Beta Yayıncılık.
Karake, Shalhoub, Z. (1999). Organizational downsizing, discrimination, and
corporate social responsibility, Quorum Books, Wesport
Karp, H., Fuller C. and Sirias D. (2002). Bridging The Boomer X er Gap: creating
authentic teams for high performance at work, Palo Alto, CA: Davies- Black
Pub.
Kart, E. (2010). Nitelikli işgücünün küresel trajedisi. İstanbul: Kavim Kitap.
Kart, E. (2011). Bir duygu yönetimi süreci olarak duygusal emeğin çalışanlar
üzerindeki etkisi. Çalışma ve Toplum Dergisi,3, 215-230.
Kavrukoğlu İ. (2008). Yönetim kazandıran yöntemler, Kalder, E-Kitap.
Kazgan G. (2002). Küreselleşme ve ulus devlet yeni ekonomik düzen. İstanbul:
İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları No:5.
350
Kellner, D. (2002). Theorizing globalization, social theory. American Sociologial
Association, 20 (3), 285-305.
Keser, A. (2002). Yeni ekonomi çerçevesinde çalışma yaşamında dönüşümler.
çalışma yaşamında dönüşümler. Aşkın Keser (Der.) . Ezgi Kitabevi.
Keser, A. (2006). Çağrı merkezi çalışanlarında iş yükü düzeyi ile iş doyumu
ilişkisinin araştırılması. Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi,
11(1), 100-119.
Kibritçioğlu, A. (1998). Technological developments and their effects on world
trade: any ımplications for governments? International Conference on The
Political Economy of Globalization-The New Identify of State in 21.Century,
İstanbul, 25-27.
Kieselbach, T. and Mıller, S. (2002). Occupational transitions and corporate
responsibility in layoffs: a European research project (SOCOSE). Journal of
Business Ethics, 39, 13-20.
Kim, S. (2005). Gender differences in The Job Satisfaction of Public Employees: A
Koçak, O. (2011). Bilgi toplumu sürecinde çalışma yaşamı dijital teknolojiler
boyutuyla. Bursa: Ekin Yayınları.
Koray, M. (2000). Sosyal Politika, Ezgi Kitabevi.
Kotter, J. P. (1973). The psychological contract, california management review, 15,
91-99. İçinde: GUEST, David, E., (1998), “Is the psychological contract worth
taking seriously? Journal of Organizational Behavior, 19, 649-664.
Kotz, D. and Wolfson, M. (2004). Dejavu over again: The new economy in
historical perspective. Labor Studies Journal, 28, 25-44.
Köknel, O. (1998). Zorlanan insan, (4. Baskı). İstanbul: Altın Kitaplar.
Köknel, Ö. (1999). Kaygıdan mutluluğa kişilik (15. Baskı). İstanbul: Altın Kitaplar.
Köleoğlu, D. (2012). Sosyal güvenlik sistemi açısından güvenceli esneklik. Dokuz
Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 14 (1), 73-110.
Köstekli, Ş. İ. (1999). Esneklik ve sendikal politikalar I, kamuoyunda esneklik.
MESS Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası Yayınları. İstanbul.
Kurnaz I.(2007). İstihdam edilebilirliğin önemi açısından eğitim- istihdam ilişkisi ve
Ankara Bölgesi imalat sanayi uygulaması. Yayınlanmammış Yüksek Lisans
Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Kurnaz I.(2013). İşgücü piyasasında “aşırı eğitimlilik (overeducation)” olgusu.
İstihdamda 3i Dergisi, (8), 61-64.
Kurtulmuş, N. (2001). Sanayi ötesi dönüşüm. İstanbul: İz Yayıncılık, İktisat ve
Toplum Kitaplığı No: 13.
351
Kutukız, D. (2003). Finansal yeniliklerin gelişimi, piyasalar üzerindeki etkileri ve
türkiye üzerine deneysel bir çalışma. Mali Çözüm Dergisi, 65,114-126.
Kuzey, C. (2014). Bilgi çalışanlarının çalışma memnuniyetini etkileyen faktörlerin
belirlenmesi. Akademik Araştırmalar Dergisi, 59, 73-96.
Kuzgun İ. (2012b). Güvenceli esneklik kavramı ve türkiye’de güvenceli esnekliğin
belirleyici değişkenleri. Sosyal Güvenlik Dergisi, Journal Of Socıal Securıty,
2012/ 2, 35-48.
Kuzgun, İ. (2012a). Güvenceli esneklik kavramı ve türkiye’de güvenceli esneklik
kavramının
yorumlanması,
Web:
www.toprakisveren.org.tr/2012-94incikuzgun.pdf, adresinden 17.07.2014 tarihinde alınmıştır.
Lall,S. (1999). Competing with labour: skills and competitiveness in developing
countries. International Labour Organization Publications.
Lambert, S, J. And Waxman, E. (2005). Organizational stratification: distributing
opportunities for balancing work and personal life. Ellen Ernst Kossek and
Susan J. Lambert (Eds.) Work and Life Integration, Organizational, Cultural,
and Individual Perspectives. London: Lawrence Erlbaum Associates.
Lamm E. and Meeks, M. D. (2009). Workplace fun: the moderating effects of
generational differences. Employee Relations, 31/6, 613-631.
Lancaster, L. and Stillman D. (2002). When generation scollide, who they are, why
they clash, how to solve the generational puzzle at work. New York: Collins
Business.
Lanccaster, L. and Stillmann D. (2010). The M-Faktor: how the millennial
generation ıs rocking the workplace. Newyork: HarperCollinsPublishers.
Lehto, Y.X. and Jang, S.C. (2005). Exploring tourism experience sought: a cohort
comparison of baby boomers and the silent generation. Paper presented at
the 11th Annual Conference of Asia-Pacific Tourism Association (APTA).
July 7-10, Goyang, South Korea.
Lobel, S.A. (1991). Allocation of investment in work and family roles: alternative
theories and implications for research. Academy of Management Journal, 16,
507-521.
Lucore, R. (2002). Challenges and opportunities: unions confront the new
information technologies. Journal Of Labor Research, Volume 23 (2), 201214.
Lupton, D. (2002). Duygusal yaşantı, sosyo-kültürel bir inceleme (Çev. M. Cemal).
İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Luthans, F. (2005). Organizational behavior (10. Edition), McGraw-Hill.
Lynne J. P. and Mark C. (2003). The psychological contract of national health
service nurses. Journal of Nursing Management,11 (2), 108.
352
Maciaz, E. (2003). Job istability and political attitudes towards work: some lessons
fromthe spanish case. European Journal of İndustrial Relations, 9(2), 205222.
Maclan, R. and Ordonez V. (2007).Work skils development for employability and
education for sustainable development, Educ ResPolicy Prac, 6, 123- 140.
Man, T., W. Y., Lau, T. and Chan, K. F. (2002). The competitiveness of small and
medium enterprises. a conceptualisation with focus on entrepreneurial
competencies. Journal of Business Venturing. 17,123-142.
Mann, S. (2007). Expectations of emotional display in the workplace. leadership &
organizational development Journal. 28 (6), 552-570.
Marcuse, P. (2000). The language of globalization. Monthly Review, 52(3), 23-27.
Mario, B. (2002). A new society gives birth to a new union. Arthur Shostack and
M.E. Sharpe (Eds.), İn The Cyber Union Handbook, Transforming Labor
Through Computer Technology.
Mayrhofer, W., M., Meyer, A. L. and M. S. (2004). Careers and human resource
management- a european perspective. Human Resource Management
Review 14, 473-498.
Mcardle, S, Waters, L., Briscoe J.P. and Hall.D.T. (2007). Employability during
unemployment: adaptability. Career İdentity and Human and Social Capital,
71, 247- 264.
McDonald, D., J. and Peter J., M. (2000). The psychological contract,
organisational commitment and job satisfaction of temporary staff.
Leadership & Organization Development Journal, 21 (2), 84-91.
McQuaid, R and Lindsay, C. (2000). The employability gap: toward an
understanding of the relationship between long term unemployment.
employability between long term unmployment. Employability And Barriers
To Work, 5th Annual İnternational Labour Market Conference Robert Gordon
University, Aberdeen,11-12 December.
Mendel, G. (2005). Bir otorite tarihi, süreklilikler ve değişiklikler (Çev. Işık
Ergüden). İstanbul: İletişim Yayınları.
Millward, L.J. and P.M. Brewerton. (1999). Contractors and their psychological
contract. British Journal of Management, 10(3).
Milton, L. (2003). An ıdentity perpective on the propensity of high tech talent to
unionize. Journal of Labour Research, 24 (1), 31-53.
Mimaroğlu, Hande (2008). Psikolojik Sözleşmenin Personelin Tutum ve
Davranışlarına Etkileri: Tıbbi Satış Temsilcileri Üzerinde Bir Araştırma,
Yayımlanmamış Doktora Tezi, Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Adana.
353
Morgan, C.T. (1999). Psikolojiye giriş, (13. Baskı). Ankara: Hacettepe Üniversitesi
Psikoloji Bölümü Yayınları, Yayın No:1.
Munck, R. (2003). Emeğin yeni dünyası küresel mücadelede, küresel dayanışma,
İstanbul: Kitap Yayınevi.
Murrell, A.J.,Frieze, I.H. and Olson, J.E. (1996). Mobility strategies and career
outcomes: a long itudinal study of MBAs. Journal of Vocational Behavior, 49,
324-355.
Navarro, V. (1998). Comment: whose globalization? American Journal of Public
Health, 88 (5), 742-743.
Nicholson, N. (1996). Career systems in crisis: change and opportunity in the
ınformation age. Academy of Management Executive, 10 (4), 40-51.
Niles, S. G., Yoon, H. Joon, Balın, Elif , Amundson Norman E. (2010). Using a
hope-centered model of career development in challenging times, Turkish
Psychological Counseling and Guidance Journal 4 (34), 101-108.
Niles, S. G., Amundson, N. E. and Neault, R. A. (2010). Career flow: A hopecentered approach to career development. Boston: MA: Pearson Education.
Niles, S. G., Bowlsbey,H. J. G. (2009). Career development interventions in the
21st Century. Upper Saddle River, NJ: Prentice Hall.
Noe, R. A. (1999). İnsan kaynaklarının eğitim ve gelişimi (Çev. Canan Çetin).
İstanbul: Beta Yayınları.
Notter J., (2005). Why generations matter, and whythey don‟t: the business
realities of diversity in the workplace. Paper presented at the Financial
Management Symposium.
O’rourke K. H. and Williamson J. G. (2000). When did globalization begin? NBER
Working Paper Series, 7632.
Ohmae, K. (1990). The borderless world: power and strategy in the interlinked
economy. Londra: A Harper Business Book.
Oktay, Mahmut (1996). İletişimciler için: davranış bilimlerine giriş. İstanbul: Der
Yayınları.
Omay, U. (2013). Hayat boyu öğrenme stratejilerinin işgücü piyasasında
dengeleyici rolü, işsizliği önleyici/azaltıcı etkisi. İstihdamda 3İ Dergisi, 8, 5860.
Öcal, A. T. (2007). Endüstri ilişkilerinde değişim ve işletmelerin sosyal
sorumluluğu, Yayınlanmamış Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
354
Önder, Ç. ve Wasti, S. A. (2002). İş güvencesi endeksi ve iş güvencesi
memnuniyeti ölçeği: güvenirlik ve geçerlik analizi. Yönetim Araştırmaları
Dergisi, 2(1), 23-47.
Özaydın, M. (2008). Küresel etkilerle şekillenen sosyal politika anlayışı ekseninde
sosyal politikaların geleceğini tartışmak. Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari
Bilimler Fakültesi Dergisi, 10 (1), 163 – 180.
Özaydın, M. M. (2007). Küreselleşme sürecinde türkiye ve avrupa birliğinde
sosyal politikalarda yaşanan değişmenin analizi, Yayınlanmamış Doktora
Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Özaydın, M. M. (2009). Türkiye’de işgücü piyasasının dinamikleri ve mesleki
eğitim sorunu. Kamuda Sosyal Politika Dergisi, 3 (11).
Özaydın,M.,M; Özdemir, Ö. (2014). Çalışanların Bireysel Özelliklerinin İş Tatmini
Üzerindeki Etkileri: Bir Kamu Bankası Örneği. İşletme araştırmaları dergisi,
6(1), 251-281.
Özdemir, Ç. (2009). Türkiye’de bilişim sektöründe işgücü piyasasının Hindistan ve
İrlanda ile mukayeseli analizi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Gazi Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara.
Özdemir, İ. (2004). Organizasyon teoriler perspektifinden kişisel yetkinlik
kavramının irdelenmesi. Kişisel Gelişimde Çağdaş Yönelimler Sempozyumu,
Ankara, s.283.
Özdemir, S. (2007). Küreselleşme sürecinde refah devleti. İstanbul ticaret odası
yayınları.
Özden, M.C. (2005). Kariyerim’i baştan yarat’…”, (içinde, İnsan Kaynaklarında
Yeni Eğilimler, (Ed. Deniz Yalım), İstanbul: Hayat Yayıncılık, 159-175.
Özdevecioğlu, M. (2002). Kamu ve özel sektör yöneticileri arasındaki davranışsal
çalışma koşulları ve kişilik farklılıklarının belirlenmesine yönelik bir araştırma.
Erciyes Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi,19, 115-134.
Özen, S. (2005). Değişim sürecinde işin anlamı., Aşkın Keser (Editör). Çalışma
Yaşamında Dönüşümler, Ankara: Nobel Yayınları.
Özşuca, Ş. (2001). Yapısal uyum, bütünleşme ve refah devleti. Toplum ve Hekim
Dergisi, 16 (1),9-13.
Peck, J. (1992). Labour and agglomeration: control and flexibility in local labour
markets. Economic Geography, 68 (4), 325- 347.
Perlow, L, (1998). Boundary control: the social ordering of work and family time in
a high teach corporation. Administrative Science Quartely, 43(2), 328-357.
Polonyi, K. (2010). Büyük dönüşüm çağımızın siyasal ve ekonomik kökenleri (
Çev. Ayşe Buğra). İstanbul: İletişim Yayınları.
355
Porter, M. E. (2003). Rekabet stratejisi (Çev. G. Ulubilgin). İstanbul:
Yayıncılık.
Sistem
Poyraz, K. ve Kama, B. (2008). Algılanan iş güvencesinin iş tatmini, örgütsel
baglılık ve isten ayrılma niyeti üzerine etkilerinin incelenmesi. Süleyman
Demirel Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi,13 (2), 143164.
Predrag, B. (2004). Labor force competitiveness in croatia: status and problems.
Croatian Human Resource Competitiveness Study,1-13.
Randstad,
Randstad
Annual
Report
2010,
Web:
http://www.randstadannualreport.com/downloads/Randstad_AR_2010_Full.p
df adresinden 18.05.2014 tarihinde alınmıştır.
Robinson, S.L.; Kraatz,S. and Rousseau, D.M. (1994). Changing obligations and
the psychological contract: a longitudinal study. The Academy of
Management Journal, 37(1), 137-152.
Rogers , E.M. (1995). Dıffusıon of ınnovatıons fourth edition, New York: The Free
Press.
Roland, R. (1996). Postmodernizm ve islam küreselleşme ve oryantalizm,
(Der.Abdullah Topçuoğlu ve Yasin Aktay). Ankara: Vadi Yayınları.
Ronald J. B. (1998). Changing career rules: clinging to the past or accepting the
new reality? Career Development International, 3(1).
Rose, N. (1999). Powers of freedom: reframing political thought, Cambridge
University Press.
Rothman, S. (2008). Job satisfaction, occupational stres, burnout and work
engagement as components of work-related wellbeing. South Africa Journal
Of Industrial Psychology, 34 (3), 11-16.
Rousseau, D., Wade-Benzonı, M., , Kimberly, A. (1994). Linking strategy and
human resource practices: how employee and customer contracts are
created. Human Resource Management, 33 ( 3), 463-489.
Rowe, J. (2010). Recession has created demand for generation R employees.
Web:
http://www.prweb.com/releases/2010/04/prweb3862774.htm
adresinden 23.07.2014 tarihinde alınmıştır.
Saari, L. and Judge, T. (2004). Employee attitudes and jobsatisfaction. Human
Resource Management, 43 (4), 395-407.
Sabuncuoğlu, Z. (2000). İnsan kaynakları yönetimi, Bursa: Ezgi Kitabevi.
Sapancalı, F. (2003). Sosyal dışlanma. İzmir: Dokuz Eylül Üniversitesi İktisadi ve
İdari Bilimler Fakültesi Yayını.
356
Sapmaz F. ve Doğan T. (2013). Bilişsel esnekliğin değerlendirilmesi: bilişsel
esneklik envanteri türkçe versiyonunun geçerlik ve güvenirlik çalışmaları.
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi, 46 (1), 143 -161.
Sarıgersil, G. (2004). Küreselleşme ve çokuluslu işletmelerin çalışma ilişkilerine
etkileri. Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 6(1), 147157.
Sarossy, G. (1996). Social mobility in a post ındustrial society: the role of an
occupation classification and ıts requireted attributes. Statistical Journal of
the UN Economic Commission for Europe, 13.
Scandura, T.A. and Lankau, M. (1997). Relationships of gender, family
responsibility and flexible work hours to organizational commitment and job
satisfaction. Journal of Organizational Behavior, 18(4), 377-391.
Schermeron, J. R., Hunt, J. G. and Osborn, R. N. (2000). Organizational behavior.
NewYork: John Wiley&Sons, Inc.
Schroder, S. And Warren Z. (2005). Get to know gen X – and it’s segments,
Multichannel News, 26(12), 55.
Seçer, B. (2007). Kariyer sermayesi ve istihdam edilebilirliğin iş güvencesizliği
üzerindeki etkisi, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Dokuz Eylül Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir.
Selamoğlu, A. (1998). İnsan kaynakları yönetiminin gelişimi. Prof. Dr. Metin Kutal’a
Armağan. Ankara: TÜHİS Yayınları.
Sennet, R. (2009). Yeni kapitalizm kültürü (Çev. Aylin Onacak). İstanbul: Ayrıntı
Yayınları.
Sennet, R. (2012). Karakter aşınması-yeni kapitalizmde işin kişilik üzerindeki
etkileri. İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Sennett, R. (1992). Otorite (Çeviren, Kamil Durand). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Sennett, R. (2010). Kamusal insanın çöküşü (3. Baskı). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Sennett, Richard (2005). Saygı: eşit olmayan bir dünyada (Çev. Ümmühan
Bardak). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
Sevi, E.S., (2009). Psikobiyolojik kişilik modeli ve beş faktör kişilik kuramı: mizaç
ve karakter envanteri (TCI) ile beş faktör kişilik envanterinin (5FKE)
karşılaştırılması, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ege Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, İzmir.
Seymen, O.A. ve Özdemir, G. (2002). Örgütsel küçülme kapsamında işgören
çıkarma uygulamasının stres yönetimi boyutuyla değerlendirilmesi ve bir
model önerisi. Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 16(5-6),
247-271.
357
Sheahan, P. (2005). Generation Y: surviving (and thriving) with generation Y at
work. ninth. edition). Australia: Hardie Grant Books.
Shostak ,A. (2005). On the state of cyberunionism: an american progress report,
Working USA. The Journal Of Labor And Society, 8, 1089-7011.
Simmons,P. J. (1998). Learning to live with NGOS, Newyork: Foreign Policy.
Smith, V. (1997). New forms of work organization. Annual Review Of Sociology,
(23), 315-339.
Snyder, C. R., Harris, C., Anderson, J. R., Holleran, S. A., Irving, L. M., Sigmon, S.
T., and Yoshinobu, L. (1991). The will and the ways: development and
validation of an individual-differences measure of hope. Journal of
Personality and Social Psychology, (doi:10.1037/0022-3514.60.4.570), 60,
570–585.
Soysal A. (2008). Çalışma yaşamında kişilik tipleri:bir literatür taraması, Çimento
İşveren Dergisi, 5-19.
Spector, P.E. (1997). Job satisfaction: application, assessment, cause, and
consequences. London: Sage Publications.
Spitz, A. (2004). Are skill requirements in the workplace rising? stylized facts and
evidence on skill-biased technological change.
Centre for European
Economic Research (ZEW).
Stajkovic, A.D. and Luthans F. (1998). Self-efficacy and work-related performance:
a meta-analysis. Psychological Bulletin, 124, 240-261.
Steger, M. B. (2006). Küreselleşme (Çev. Abdullah Ersoy). Ankara: Dost Kitabevi
Yayınları.
Steglitiz, J. (2002). Küreselleşme büyük hayal kırıklığı (Çev. Arzu Taşçıoğlu).
İstanbul: Plan B Yayınları.
Stock J., Lambert, R., Douglas M. (2001). Strategic logistics management,
NewYork: McGraw-Hill.
Stokes, S.L. (1996). Managing Your I.S.Career: coping with change at the top.
İnformation Systems Management. 13 (1),76-78.
Sullivan, S.E. (1999). The changing nature of careers: a review and research
agenda. Journal of Management, 25 (3), 457-484.
Surendra, G., Wulong, G. and Zhengxi, L.( 2003). Technology and the demand for
skills in Canada: an industry-level analysis. Canadian Journal of
Economics/Revue canadienne d'économique, 34(1),132-148.
Sümer, N., Solak, N. ve Harma M. (2013). İşsiz yaşam. İstanbul: Koç Üniversitesi
Yayınları.
358
Şahin, M. (2010). Örgütsel davranışta güncel konular, N.Derya ve Ergun Özle
(Editörler). Bursa: Ekin Yayınevi.
Şaylan, G. (1994). Değişimin küreselleşme ve devletin yeni işlevi. Ankara: İmge
Kitapevi.
Şaylan, G. (2002). Postmodernizm. Ankara: İmge Kitapevi.
Şenkal, A. (2008). Endüstri ilişkilerinde yeni paradigmalar: mobilizasyon,
kollektivizm ve esneklik tartışmaları. Çalışma ve Toplum Dergisi, (1),119-146.
Şenses F. (2003). Neoliberal ekonomi politikaları, işgücü piyasaları ve istihdam.
2000-2003 Petrol-İş Yıllığı, Yayın No.85, 149-161.
Şenses, F. (2001). Küreselleşmenin öteki yüzü yoksulluk. İstanbul: İletişim
Yayınları.
Şentürk Ü. (2001). Küreselleşmenin ortaya çıkardığı çalışan profili. Türkiye’nin
Güvenliği Sempozyumunda sunuldu, Elazığ.
Şentürk, Ü. (2008). Enformasyon toplumunda eğitimin yeri. Türk Eğitim Bilimleri
Dergisi, 6,(3),487-504.
Şentürk, Ü. (2010). Değişen ekonomik ve sosyal koşulların bir ürünü olarak
karakter aşınması. Pamukkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Dergisi,(7), 113-125.
Şimşek, M.,Ş. (2002).Yönetim ve organizasyon. Konya: Günay Ofset.
Tabb, W. K, (2002). Ahlaksız fil: 21. yüzyılda küreselleşme ve sosyal adalet
düşüncesi (Çev. E. Özkaya). Ankara: Epos Yayınları.
Tabb, W. K. (2009). Küreselleşme bir sorun; ama asıl sorun sermayenin gücü.
Mülkiye Dergisi, 25(226), 351-360.
Tanoff, G. F. and Oregon, U. (1999). Job satisfaction and personality: the utility of
the five-factor model of personality. Information & Learning, 60 (4), 19041914.
Tapscott D. (1998). Dijital ekonomi ağ üzerindeki akıl çağında umut ve tehlike
(Çev. Ece Koç). İstanbul: Koç Sistem Yayınları.
Tapscott, D. (1996). The dıgıtal economy, promise and peril in the age of
networked, Intellıgence. New York: McGraw-Hill.
Taşkın, H ve Adalı, M., R. (2003). Teknolojik zeka ve rekabet stratejileri. İstanbul:
Değişim Yayınları.
Tatlıoğlu, E. (2012). Güvenceli esneklik çerçevesinde esnek çalışmanın
uygulanabilirliği. Electronic Journal of Vocational Colleges, 69-84.
359
Teixeira A. (2002). On the link between human capital and firm performance: a
theoretical and empirical survey. Faculdade de Economia do Porto. Working
Papers.
Tekin, M. ve Çiçek, E. (2002). Bilgi çağında bilgi toplumu ve bilgi ekonomisi. I.
Ulusal Bilgi Ekonomi ve Yönetim Kongresi Bildiriler Kitabı, Kocaeli.
Telman, N. ve Ünsal, P. (2008) Çalışan Memnuniyeti. İstanbul: Epsilon Yayınları.
Temiz, H. E. (2004). Küreselleşmenin sosyal boyutları ve türkiye açısından etkileri.
Ankara:Genel-İş Sendikası Yayınları.
The World Bank. (2009). Female labor force participation in Turkey; DPT/World
Bank, Report No: 48508-TR. Ankara, 4.
Thijssen, J. and Rocco, T. (2008). Career and life time development. Paper
presented at the Cedefop-Conference, Greece.
Thomas W., Man, Y., Lau, K. ve Chan, F. (2002). “The Competitiveness of Small
and Medium Enterprises: A Conceptualisation withFocus on Entrepreneurial
Competencies”, Journal of Business Venturing,129.
Thurow, L. (1996). The future of capitalism how today’s economic forces shape
tomorrow’s world. Penguin Books.
Tınar, M. (1996). Çalışma psikolojisi. İzmir: Necdet Bükey Matbaacılık.
Tınar, Y. M. (1999). Çalışma yaşamı ve kişilik. Mercek Dergisi, (14),92-97.
Tınar, Y. M. (2005). 2000'li yıllarda çalışan insan. Aşkın Keser (Editör). Çalışma
yaşamında dönüşümler. Ankara: Nobel Yayınları.
Timothy, F. , Bresnahan, Erik, Brynjolfsson, L., Hitt M. (2000). Information
technology, workplace organization, and the demand for skilled labor: firmlevel evidence. The Quarterly Journal of Economics, 117(1), 339-376.
Toffler, A. (1981). 3. Dalga (Çev: Ali Seden). İstanbul: İnkilap Kitabevi.
Tokol, A.(2008). Endüstri İlişkileri ve Yeni Gelişmeler (2 Baskı). Bursa: Dora
Yayınları.
Toprak, M. ve Erdoğan, A. (2012). Yaşam boyu öğrenme: kavram, politika, araçlar
ve uygulama. Yükseköğretim ve Bilim Dergisi, 2(2), 69-91.
Toruntay, H. (2011).
Takım rolleri çalışması: X ve Y kuşağı üzerinde
karşılaştırmalı bir araştırma, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, , İstanbul.
Traill, B. and Da Silva, J.,G., (1996). Measuring ınternational competitiveness: the
case of european food ındustry. International Business Review, 5(2), 151166.
360
Tull, A. (2006). Synergistic Supervision, Job satisfaction, and ıntentiontoturnover
of new professionals in student affairs.
Journal of College Student
Development,47 (4), 465-472.
Tuna, O. ve Yalçıntaş N. (1991). Sosyal siyaset. İstanbul: Filiz Kitabevi.
Tuncay, C. (1995). Esneklik: çalışma hayatında yeni gelişmeler. Çimento İşveren
Dergisi, 27-30.
Türker, E. (2010). Psikolojik sözleşme ile örgütsel bağlılık ilişkisi: sağlık çalışanları
üzerinde bir uygulama, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Atatürk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Erzurum.
Uçkan, B. ve Kağnıoğlu, D. (1999). Endüstri ilişkileri. Eskişehir: Anadolu
Üniversitesi, Yayın No: 1573.
United Nationas Joint Staff Pension Fund (2010), Traditionalists, Baby Boomers,
Generation X, Generation Y and Generation Z Working Together, Web:
http://www.un.org/staffdevelopment/pdf adresinden 01.03.2014 tarihinde
alınmıştır.
Ünal I. (2013). Eğitim ve istihdam ilişkisine ilişkin değerlendirmeler. İstihdamda 3İ
Dergisi, 8, 55-57.
Valenduc, G. ve Vendramin, P. (2002). ICT, Flexible Working and Guality Of Life,
Editions Liaisons, Paris, aktaran Koçak O., 61.
Van B. and H. J. (2003). Boundaryless careers and employability obligations.
Business Ethics Quarterly,13 (2), 131-149.
Van Den Berg, P. and Van Der Velde M. (2005). Relationships of functional
flexibility with individual and work factors. Journal Of Business And
Psychology, 20(1), 111-129.
Wallerstein, İ. (2004). Amerikan gücünün gerileyişi, katolik bir dünyada ABD (Çev.
Tuncay Birkan). İstanbul: Metis Yayınları.
Wanberg, C., Konfer, R. and Roundo, M. (1999). Unemloyed individuals: motives,
job search competiencies and job search constraints as predictors of job
seeking and reemployment. Journal Of Applied Psychology,84(6), 897-910.
Warr, P. (2007). Work, happiness and unhappiness. Mahwah: Lawrence Erlbaum.
Weingarten, R. M. (2009). Four generations, one workplace: a gen X-Y staff
nurse’s view of team building in the emergency department. Journal of
Emergency Nursing. 35(1),27-30.
Weiss, D. J.,Dawis, R. V. England, G. W. and Lofquist, L. H. (1967). Manual for
the Minnesota Satisfaction Questionnaire. Minnesota Studies in Vocational
Rehabilition, Minneapolis: University of Minnesota, Industrial Relations
Center (22).
361
Wendover, R. W. (2001). Managing millennials. Gen Trends Newsletter.
White, A., T. and Spector, P., E. (1987). An investigation of age-related factors in
the age job satisfaction relationship. Psychological Aging, 2(3), 261-265.
Whitener, E., M., Brodt S. E., Korsgaard M., A., and Werner ,J.,M. (1998).
Managers as ınitiators of trust: an exchange relationship framework for
understanding managerial trust worthy behavior. Academy of Management
Review, 23(3), 513-530.
Wilson, T. and G. Davies (1999). The changing career strategies of managers.
Career Development International, 4(2), 101-107.
Wilthagen, T. and Tros, F. (2004). The concept of ‘flexicurity’: a new approach to
regulating employment and labour markets. Transfer– European Review of
Labour and Research, 10 (2), 166-186.
Winefield, A, Tiggemann, M. and Winefield, H. R., (1992). Spare time use and
psychological well-being in employed and unemployed young people.
Journal of Occupational and Organizational Psychology, 65(4),307-313.
Winefield, A.I and Tiggemann, M. (1989). Unemploymeht duration and affective
wellobeing in the young. Journal of Occupational Psychology, 62 (4), 327336.
Winkelmann, L. and Winkelmann, R. (2008). Personality, work, and satisfaction:
evidence from the german socio-economic panel. The Journal of Positive
Psychology, 3 (4), 266-275.
Wolff, E., J. ( 2003). Inequality and corporate power. Multinational Monitor, 24(6).
Wolkwitz, C. (2006). Bodies at work. London: Sage Publications.
Wood, E. (2006).Sermaye imparatorluğu (Çev. Sami Oğuz). Ankara: Epos
Yayınları.
Yalınpala, J. (2002). Küreselleşmenin emek piyasası ve istihdam üzerindeki
etkileri, Küreselleşme. Alkan Soyak (Editör). İktisadi yönelimler ve sosyo
politik karşıtlıklar. İstanbul: Om Yayınevi.
Yaşgül, S. (2002). Küreselleşme, çokuluslu şirketler ve şirket birleşmeleri: dünya
ilaç endüstrisi örneği. Alkan Soyak (Editör). Küreselleşme: iktisadi yönelimler
ve sosyopolitik karşıtlıklar. İstanbul: Om Yayınevi.
Yavuz, A.(1995). Esnek çalışma ve endüstri ilişkilerine etkisi. İstanbul: Filiz
Kitapevi.
Yeğen, M. (2002). Ernesto Laclau ile söyleşi: post-marksizm, küreselleşme,
evrensellik ve etik. Birikim Dergisi, 158.
362
Yelboğa, A. (2006). Kişilik özellikleri ve iş performansı arasındaki ilişkinin
incelenmesi. İş, Güç Endüstri İlişkileri ve İnsan Kaynakları Dergisi, 8(2), 196211.
Yeniçeri, Ö. (2006). İş ve zihniyet dünyasının kimyası değişirken, yönetimde yeni
yaklaşımlar. İstanbul: IQ Kültür Sanat Yayıncılık.
Yılmaz, G. (2009). İstihdam edilebilirlik: değişim kıskacında birey. Bursa: Ekin
Yayınları.
Yumuşak, İ., G. ve Erarslan C. (2005, 15-16 Eylül). Yeni ekonominin maliye
politikaları üzerindeki etkileri ve gelişmekte olan ülkeler örneği. IV. Ulusal
Bilgi, Ekonomi ve Yönetim Kongresinde sunuldu, Sakarya.
Yumuşak, İ., G., Eraslan, C., Bayraktar, Y. (2010). Küreselleşme sürecinde yeni
ekonomi ve iktisat politikaları (2 baskı). Ankara: Nobel Yayınları.
Yüksel, İ. (2005). İşsizlik olgusunun psikolojik boyutu: görgül bir araştırma. Ankara
Üniversitesi SBF Dergisi, 60(3), 255-274.
Zaim, H. (2005). Yeni gelişmeler ışığında bilgi işi ve bilgi işçisi. sosyal siyaset
konferansları, (Prof. Dr. Turan Yazgan’a Armağan Özel Sayısı), İstanbul, İÜ
Yayınları, 49, 589-609.
Zeffane, R. M. and Mayo, G. (1994). Career Trends and staffing strategies in the
1990’s. The International Journal of Career Management,6(5), 30-35.
Zeitz, J.G. (1990). Age and work satisfaction in a government agency: a situational
perspective. Human Relations, 43, 419-438.
Zel U. (2001b). Yönetimde kişilik ve kişilik özellikleri. S. Güney (Editör). Yönetim
ve Organizasyon (İçinde), Ankara: Nobel Yayınları.
Zel, U. (2001a). Kişilik ve liderlik, Ankara: Seçkin Yayıncılık.
Zempke, R., Raines, C. And Filipczak, B. (2013). Generations at work : managing
the clash of boomers, Gen Xers, and Gen Yers in the Workplace (2nd
Edition), USA: Amacom.
Zencirkıran, M. (2005). Sanayi toplumundan enformasyon toplumuna: değişen
çalışma hayatı ve yeni değerler. Aşkın Keser (Editör). Çalışma Yaşamında
Dönüşümler. Ankara: Nobel Basımevi.
Zengingönül O. (2007). Küreselleşme: yoksulluk, gelişmişlik ve işgücü piyasaları
ekseninde. İzmir: Barış Yayınları Fakülteler Kitabevi.
Zeytinoğlu, E. (2006). İş hukukunda esneklik ve 4857 sayılı iş kanunu’na çeşitli
yansımaları. İstanbul Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. 5(10),191202.
363
Zhang K. And, Bonk C. J. (2010). Generational learners and e-learning
technologies, handbook of research on practices and outcomes in elearning: İssues and Trends, USA: IGI-Global, 76-92.
364
365
EKLER
366
EK -1. Anket Formu
Değerli Katılımcı,
Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkiler Anabilim Dalı
bünyesinde Prof. Dr. Eyüp BEDİR danışmanlığında yürütülen “İki Binli Yıllarda İşgücü Piyasalarında
Meydana Gelen Dönüşümün Eğitimli İşgücünün İstihdam Kararlarında Yarattığı Değişim” başlıklı
doktora tez çalışması kapsamında sizlerin destek ve katkılarına ihtiyaç duymaktayız.
Bu anket formu R kuşağı tespiti yapmak ve çalışanların iş tatmini, psikolojik sözleşme ve kariyer
yönelimlerine ilişkin ölçeklerle çalışma yaşamınızı kendi bakış açınıza göre değerlendirmeniz
beklenmektedir. Sağladığınız bilgiler gizli tutularak, sadece elde ettiğimiz sonuçlar araştırma kapsamında
kullanılacaktır.
Değerli katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz.
Öğr. Gör. Duygu ÖZYILMAZ
0505 233 56 82
duyguozyilmaz@hotmail.com
1.Cinsiyet :
( ) Kadın ( ) Erkek
2.Yaş :
( ) 21-25 ( ) 26-31
( ) 32-36
( ) 37-41
( ) 41-……
3.Eğitim Durumu : ( ) Ön Lisans ( ) Lisans ( ) Yüksek Lisans ( ) Doktora
4. Medeni Durumu : ( ) Bekar ( ) Evli
( ) Dul/Boşanmış
5.Sektördeki toplam hizmet süreniz: )
( )1 yıldan az ( ) 1–5 yıl ( ) 6-10 yıl ( ) 11-15 yıl ( ) 16-20 yıl ( ) 20 yıldan fazla
6.Şuan çalıştığınız kurumdaki çalışma süreniz:
( ) 1 yıldan az ( ) 1–5 yıl ( ) 6-10 yıl ( ) 11-15 yıl ( ) 16-20 yıl ( ) 20 yıldan fazla
İşimde bugüne kadarki elde ettiğim başarılara rağmen işimi kaybetmekten
korkuyorum.
Daha iyi bir iş bulabilmek için kendimi daha fazla geliştirmem gerektiğini
düşünüyorum.
Çalışma yaşamında sürekli istihdamda kalmak için kendimi geliştirmenin
benim sorumluluğum olduğunu düşünüyorum.
Kesinlikle
Katılıyorum
Katılıyorum
Fikrim Yok
Katılmıyorum
Kesinlikle
Katılmıyorum
7. Kurumdaki pozisyonunuz:
( ) Üst Düzey Yönetici ( ) Orta Düzey Yönetici ( ) Alt Düzey Yönetici ( ) Personel
( ) Diğer (……………)
KATILMA (KABUL
ETME) DERECESİ
367
EK -1. (devam). Anket Formu
Ailemin arkamda olduğu hissi iş değişikliği kararlarımda oldukça
etkilidir.
Son bir yıl içinde çalıştığım işletmede; iş yüküm ve sorumluluklarım
fazlasıyla arttı.
Son bir yıl içinde çalıştığım işletmede; mesleki alanda çok geliştim.
Son bir yıl içinde çalıştığım işletmede; bu performansımla daha iyi bir
ücreti hak ediyorum.
Son bir yıl içinde çalıştığım işletmede; bu performansımla daha iyi bir
ünvanı hak ediyorum.
Yüksek performansım nedeniyle öncesinden farklı olarak son bir yıl
içinde; başarılarım daha fazla ödüllendiriliyor.
Yüksek performansım nedeniyle öncesinden farklı olarak son bir yıl
içinde; kariyer gelişimim destekleniyor.
Yüksek performansım nedeniyle öncesinden farklı olarak son bir yıl
içinde; teşvik primi aldım.
Yüksek performansım nedeniyle öncesinden farklı olarak son bir yıl
içinde; maaşım beklentimin üzerinde arttı.
Yüksek performansım nedeniyle öncesinden farklı olarak son bir yıl
içinde; terfi ettim/ünvanım değişti.
Yüksek performansım nedeniyle öncesinden farklı olarak son bir yıl
içinde; daha fazla kurs/eğitime katıldım.
Kesinlikle
Katılıyorum
Katılıyorum
Fikrim Yok
Katılmıyorum
Kesinlikle
Katılmıyorum
Yoğun çalışma tempomdan ötürü sosyal hayatımı ve ailemi geri plana
aldığımı düşünüyorum.
368
EK -1. (devam). Anket Formu
İŞ TATMİNİ ÖLÇEĞİ
1.Yaptığım işten her zaman memnuniyet duyuyorum.
2.İşimde bağımsız çalışma imkanlarının olduğunu düşünüyorum.
3.İşimde zaman zaman değişik şeyler yapabilme şansım oluyor.
4.Toplum içerisinde ‘saygın kişi’ olma şansını bana verdiğini
düşünüyorum.
5. Yöneticilerimin emrindeki kişileri yönetim tarzından
memnunum.
6.Yöneticilerimin karar verme yeteneklerini memnun edici
buluyorum.
7. İşimin vicdanıma aykırı olmayan şeyleri yapabilme imkanına
sahip olduğunu düşünüyorum.
8.İşimi, bana garantili bir gelecek sağlaması bakımından yeterli
buluyorum.
9. İşimi başkaları için bir şeyler yapabilme hissi açısından yeterli
buluyorum
10. İşimle ilgili diğer çalışanları yönlendirmede aldığım yetkiden
dolayı memnunum.
11. Kendi bilgi ve yeteneklerime uygun bir iş yapmaktayım.
12.İşle ilgili alınan kararların uygulamaya konması açısından
işimi memnun edici buluyorum.
13. Aldığım ücretin yaptığım işin karşılığı olduğunu
düşünüyorum.
14.Şirketimde terfi olanağının olduğunu düşünüyorum.
15.İşimin kendi kararlarımı uygulama serbestliğini tanıdığını
düşünüyorum.
16.İşimi yaparken kendi yöntemlerimi kullanabilme şansını bana
sağladığını düşünüyorum.
17.Çalışma şartları ve saatlerini uygun buluyorum.
18.Çalışma arkadaşlarımın birbirleri ile anlaşması bakımından
işimi memnun edici buluyorum.
19. Başarılı şekilde sonuçlandırdığım bir iş için aldığım takdiri
memnun edici buluyorum.
20.Bugün işe girecek olsam çalıştığım kuruma tekrar başvuruda
bulunurum.
Kesinlikle
Katılıyorum
Katılıyorum
Fikrim Yok
Katılmıyorum
Kesinlikle
Katılmıyorum
KATILMA (KABUL ETME)
DERECESİ
369
EK -1. (devam). Anket Formu
PSİKOLOJİK SÖZLEŞME ÖLÇEĞİ
1.Bu işi sadece para için yapıyorum.
2.Net olarak belirlenmiş iş saatleri içinde çalışmayı tercih ederim.
3.Hizmet sürem ve hedeflere ulaşmak için gösterdiğim çaba
karşılığında bu firmada yükselmeyi bekliyorum.
4.İşte her şeye karışmamak önemlidir.
5.Bu firmada ilerlemeyi bekliyorum.
6.Fazla mesai için ek ücret almayı bekliyorum.
7.İşe sadece işimi yapmak için geliyorum.
8.Bu firmada kendimi takımın bir parçası gibi hissediyorum.
9.Bu firmaya bağlılığım sözleşmemde yer alan maddelerle
sınırlıdır.
10.Bu firmanın, çalışanların emeklerinin karşılığını verdiğini
düşünüyorum.
11.Sadece işimin gereklerini yerine getiriyorum.
12.Gelecekte alacağım hak ve menfaatler (emeklilik, sağlık
güvencesi vb.) karşılığında bu firmaya %100 katkıda bulunmaya
hazırım.
13.Sıkı çalıştığım takdirde bu firmada terfi edebilme imkânım
vardır.
14.Çalıştığım firmada kariyer planım açık bir şekilde
belirlenmiştir.
15.Sadece kısa dönemli iş hedeflerine ulaşmak için çalışıyorum.
16.Bu firmada sonuna kadar çalışırım.
17.Çalıştığım firmada her şeye fazlasıyla karışırım.
Kesinlikle
Katılıyorum
Katılıyorum
Fikrim Yok
Katılmıyorum
Kesinlikle
Katılmıyorum
KATILMA (KABUL ETME)
DERECESİ
370
EK -1. (devam). Anket Formu
DEĞİŞKEN KARİYER YÖNELİM ÖLÇEĞİ
1.Çalıştığım şirket kariyerime ilişkin gelişim fırsatları
sunmadığında, bu fırsatları kendim ararım.
2.Kariyerimdeki başarı veya başarısızlıklardan ben sorumluyum
3.Genel olarak, son derece bağımsız ve kendi kendime
yönlendirdiğim bir kariyerim var.
4.Kendi kariyer yolumu seçebilme özgürlüğü, en değer verdiğim
şeylerden biridir.
5.Kendi kariyerimden kendim sorumluyum.
6.Kariyerime ilişkin ileriye dönük attığım adımlarda sadece
kendime güvenirim.
7.Kariyerim söz konusu olduğunda, kendi yolumu kendim
çizerim.
8.Geçmişte, yeni bir iş bulmam gerektiğinde başkalarından çok
kendime güvenmişimdir.
9.Kariyerimi, işverenimin önceliklerinden ziyade kendi
önceliklerime göre yönlendiririm.
10.Başkalarının, kariyer tercihlerimi nasıl değerlendirdikleri
benim için çok da önemli değildir.
11.Benim için en önemlisi, kariyer başarım hakkında başkalarının
değil benim ne hissettiğimdir.
12.Çalıştığım şirket, değer yargılarıma aykırı bir şey yapmamı
isterse, kendi doğrularıma uyarım.
13.Kariyerimle ilgili olarak, benim neyi doğru bulduğum,
şirketimin neyi doğru bulduğundan daha önemlidir.
14.Geçmişte, şirketim benden uygun bulmadığım bir şeyi
yapmamı istediğinde, kendi değer yargılarıma göre hareket ettim.
Kesinlikle
Katılıyorum
Katılıyorum
Fikrim Yok
Katılmıyorum
Kesinlikle
Katılmıyorum
KATILMA (KABUL ETME)
DERECESİ
371
EK-2. İzin Yazısı
372
ÖZGEÇMİŞ
Kişisel Bilgiler
Soyadı, adı
:Özyılmaz Duygu
Uyruğu
: TC
Doğum tarihi ve yeri
: 1982 Sinop
Medeni hali
: Bekar
Telefon
: 0368 271 57 38/ 6685
Faks
: 0368 271 57 40
e-mail
: duyguozyilmaz@hotmail.com
Eğitim
Derece
Eğitim Birimi
Mezuniyet Yılı
Yüksek Lisans
Dokuz Eylül Üniversitesi S.B.E.
2009
İnsan Kaynakları Yönetimi
Lisans
Dokuz Eylül Üniversitesi İ.İ.B.F.
2006
Çalışma Ekonomisi
ve Endüstri İlişkileri
Lise
Sinop Anadolu Lisesi
2000
İş Deneyimi
Yıl
Yer
Görev
2009/....
Sinop Üniversitesi
Öğretim
Görevlisi
2007-2009
Dalan Kimya AŞ./İzmir
İnsan Kaynakları
Uzmanı
Yabancı Dil
İngilizce
GAZİ GELECEKTİR...
Download