Full Text - International Journal of Language Academy

advertisement
International Journal of Language Academy
ISSN:2342-0251
DOI Number: http://dx.doi.org/10.18033/ijla.2452
Volume 4/4Winter
2016 p. 219/241
THE PRINCIPLES OF FAITH IN
Article History:
Received
11.10.2016
Received in revised
form
18.10.2016
Accepted
25.10.2016
Available online
15.12.2016
YUNUS EMRE
Yunus Emre’de İmanın Esasları
Mehmet Emin BARS1
Abstract
Yunus Emre is one of the biggest poets of Turkish literature, his poems have been used about 8 centuries
since 13’th century. Although his common fame we don’t have enough information about his life. Even
today, there isn’t a written divan which was written Yunus Emre’s term. His poems lived for a long time and
were written after a long time himself, the information about Yunus is in hagiographic sources. When
Yunus’s divan examined, we can see mysticism in poem’s theme. While Yunus Emre was showing
mysticism thought with Turkish to large public mass, he beneffited from public’s culture. He served to
public the hardest thoughts of mysticism with a pure language by pouring them in public culture’s mold.
So he won the love end sympathy of large public mass. Yunus used the mysticism in his poems with his
divines which were full of lyrical, to broaden the audience he appealed to, he used advices which audience
could understand easily Yunus Emre was accepted as the biggest poets of mysticism literature. In the
researches he examined mostly hearth world, geography human understanding, tombs, the place of public
culture, interpretation of some poems according to various methods, the importance of linguistics. So in
this study not focused on so far, but faith should be seen as an important step in the determination of his
mystical thought, topic is discussed. Islamic belief formed the basis of Yunus’s mysticism is one of the
attributes to his beter and right understanding. In our article is processed the terms of faith which located
heavily in Yunus’s verses.
Key Words: Yunus Emre, verse, mysticism, faith.
Özet
XIII. yüzyıldan bu yana yaklaşık sekiz asırdır şiirleri dilimizden düşmeyen Yunus Emre, Türk edebiyatının
büyük şairlerinden biridir. Bu yaygın şöhretine rağmen onun hayatı hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz.
Bugün dahi yaşadığı dönemde yazılmış bir divanı elimizde bulunmamaktadır. Yunus’un şiirleri uzun
müddet dillerde yaşamış, kendisinden çok sonraları yazıya geçirilmiştir. Yunus’la ilgili bilgiler daha çok
menkıbevî kaynaklarda yer almaktadır. Yunus’un Divan’ı incelendiğinde şiirlerindeki temanın tasavvuf
olduğu görülecektir. Yûnus Emre, tasavvuf düşüncesini geniş halk kitlelerine Türkçe ile sunarken o
kitlenin kültüründen yararlanmıştır. Tasavvufun ifadesi en güç düşüncelerini sade dille ve kolayca halk
kültürü kalıbına dökerek halka sunmuştur. Böylece geniş halk kitlelerin sevgi ve sempatisini kazanmıştır.
Tasavvufu şiirlerinde işleyen Yunus, lirizmle dolu ilahileriyle, hitap ettiği kitleyi genişletmek için halkın
rahatlıkla anlayabileceği nasihatlere yer vermiştir. Yunus Emre, Tasavvuf edebiyatının en büyük
şairlerinden biri olarak kabul edilmesine rağmen yapılan çalışmalarda çoğunlukla gönül dünyası,
coğrafyası, insan anlayışı, mezarları, halk kültüründe yeri, bazı şiirlerinin çeşitli yöntemlere göre
tahlili/yorumlanması, dilbilim açısından önemi gibi hususları incelenmiştir. Bu yüzden bu çalışmada bu
güne kadar üzerinde fazlaca durulmamış; ancak onun tasavvufî düşüncesinin belirlenmesinde önemli bir
basamak olarak görülmesi gereken iman konusu ele alınmıştır. Yunus’un tasavvuf düşüncesinin temelini
oluşturan İslam inancı onun daha doğru ve iyi anlaşılmasını sağlayacak niteliklerden biridir. Makalemizde
Yunus’un dizelerinde yoğun biçimde işlenen imanın şartları incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Yunus Emre, dize, tasavvuf, iman.
1Dr.,
Öğretmen, MEB., e-posta: m_e_bars_21@hotmail.com
International Journal of Language Academy
Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241
220 Mehmet Emin BARS
Giriş
Yunus Emre (1240-1320/21), Türk edebiyatının önemli şahsiyetlerinden biridir. XX.
yüzyılın başlarına kadar Türk aydınınca âdeta yok sayılmıştır. Bu yüzyıldan itibaren
onunla ilgili çok şey yazılıp çizilmiş, eserleri üzerine birçok çalışma yapılmıştır. E. J. W.
Gibb, Fuat Köprülü, Abdülbaki Gölpınarlı, Faruk Kadri Timurtaş, Mustafa Tatçı bu
alanda çalışma yapanlardan ilk akla gelenleridir. Yunus Emre konusunda yapılmış olan
çalışmalar ele alındığında bu çalışmalarda bazı eksikliklerin varlığı görülmektedir. XIII.
yüzyıldan bu yana yaklaşık sekiz asırdır şiirleri dilimizden düşmeyen Yunus, Türk
edebiyatının büyük şairlerinden biridir. Bu yaygın şöhretine rağmen onun hayatı
hakkında yeterli bilgiye sahip değiliz. Bugün dahi yaşadığı dönemde yazılmış bir divanı
elimizde bulunmamaktadır. Yunus’un şiirleri uzun müddet dillerde yaşamış, kendisinden
çok sonraları yazıya geçirilmiştir. Yunus’la ilgili bilgiler daha çok menkıbevî kaynaklarda
yer almaktadır (Sevgi, 2012: 100).
Yunus Emre, Tasavvuf edebiyatının en büyük şairlerinden biri olarak kabul edilmesine
rağmen yapılan çalışmalarda çoğunlukla gönül dünyası, coğrafyası, insan anlayışı,
mezarları,
halk
kültüründe
yeri,
bazı
şiirlerinin
çeşitli
yöntemlere
göre
tahlili/yorumlanması, dilbilim açısından önemi gibi hususları incelenmiştir. Bu yüzden
bu çalışmada bu güne kadar üzerinde fazlaca durulmamış; ancak onun tasavvufî
düşüncesinin belirlenmesinde önemli bir basamak olarak görülmesi gereken iman
konusu ele alınmıştır. Yunus’un tasavvuf düşüncesinin temelini oluşturan İslam inancı
onun daha doğru ve iyi anlaşılmasını sağlayacak niteliklerden biridir. Makalemizde İslam
dininde imanın şartları incelenmiştir.
“XIII. yüzyılda maddî-manevî boşluk içindeki insanları, tasavvufun şefkatli kollarıyla
kucaklamak isteyen Yunus Emre, bunun için başlıca araç olarak şiiri görmüştür. O,
mayasındaki şairlik cevheri sayesinde öğreticilik gayesini lirik şiirlerle süslemiştir. Yunus
Emre şiirlerine ilahî bir ruh ve ahenk vermiştir… Bu sebeple ilahileri birer lirizm şaheseridir.
Onun ilahilerinde didaktizm ve lirizm paralelliği dikkat çeker” (Gökalp, 2009: 486).
Tasavvufu şiirlerinde işleyen Yunus, lirizmle dolu ilahileriyle, hitap ettiği kitleyi
genişletmek için halkın rahatlıkla anlayabileceği nasihatlere yer vermiştir. Yunus Emre,
yaşadığı dönemin özelliklerini eserlerinde sergilemiştir. Bu özelliğiyle Yunus, Türkçenin
XIII-XV. yüzyılları arasındaki dönemini ihtiva eden “Eski Anadolu Türkçesi”nin en önemli
temsilcilerinden biridir. Yunus’un dili Türkçenin ağırlıklı kullanıldığı Türk-İslâm dilidir.
Türkçeyi büyük bir ustalıkla kullanan Yunus, Türkçenin bir edebiyat dili olmadaki üstün
gücünü ortaya koymuştur.
“Yûnus, çağına göre bilgi ve zekâ düzeyi yüksek bir insandı. Medrese eğitimi görmüş,
devrinin bilimlerini, Arapçayı, Farsçayı, dört kitabı, hadisleri, peygamber kıssalarını,
Vahdet-i Vücûd’u, skolastik felsefeyi, mitolojiyi ve daha pek çok şeyi öğrenmişti… Yûnus,
hiçbir zaman şairlik iddiası içinde değildir. O, içinde durmadan çağıldayıp gürleyen duygu
ve düşüncelerini, kimi zaman da telvîn hâllerini dışa vurma, Allah, evren, tecelliler ve insanî
nefs ile ilgili öğretilerini yayma düşüncesindedir. O da, tıpkı diğer sufi şairler gibi, bunun
için en uygun edebiyat formu olan şiiri seçmiş ve bunu en etkili propaganda aracı olarak
kullanmıştır” (Cin-Babacan, 2013: 58). Yunus’un yaşadığı XIII. yüzyılda ilim dili olarak
Arapça, edebiyat dili olarak da Farsça kullanılmıştır. Selçuklular dönemi Anadolusu’nda
eserlerinde Türkçe kullananların sayısı fazla değildir. Mevlâna Farsça ile yüksek kültür
çevrelerini, Hacı Bektaş Arapçası ile ilim çevrelerini etkilerken Yûnus Emre de Türkçesiyle
geniş halk kitlelerini aynı düşünce etrafında toplamıştır. Bu dönemde daha çok dinî,
tasavvufî ve ahlakî mahiyette eserler verilmiştir.
Yunus, Dinî-Tasavvufî Türk Edebiyatının uluslararası seviyeye çıkmasını sağlayan önemli
birkaç şahsiyetten biridir. “Yazılı kaynakların yok saydığı Yûnus Emre’yi asırlar
International Journal of Language Academy
Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241
Yunus Emre’de İmanın Esasları 221
sonrasında dahi canlı, diri tutan sırrın iki temel noktası bulunmaktadır. Buna göre öncelikle
Yûnus Emre bir mutasavvıftır. O, tasavvuf kaynağından beslenmiş; düşünce yapısı,
tasavvufun fikrî temelleri üzerine kurulmuştur. İkinci olarak Yûnus Emre bir halk adamıdır,
halk kültürünün içinden gelmiş, yüzünü de halka çevirmiştir. İşte Yûnus’u bizim Yûnus
yapan iki temel kaynak” (Torun, 2005: 18-19). Yunus’un Divan’ı incelendiğinde
şiirlerindeki temanın tasavvuf olduğu görülecektir. Tasavvuf ise en geniş manasıyla bir
İslâm mistisizmidir. Tasavvuf düşüncesinin ideal tipi, İslâm peygamberi Hz. Muhammed
(sav)’dir. Yunus Emre, tasavvuf düşüncesini geniş halk kitlelerine Türkçe ile sunarken o
kitlenin kültüründen yararlanmıştır. Tasavvufun ifadesi en güç düşüncelerini sade dille
ve kolayca halk kültürü kalıbına dökerek halka sunmuştur. Böylece geniş halk kitlelerin
sevgi ve sempatisini kazanmıştır.
1. İslamiyet ve İnanç Esasları
İslamiyet’te inanç esasları “amentü” kelimesiyle ifade edilir. Amentü, İslam dininin iman
esaslarını ana hatlarıyla ifade eden bir terimdir.“Âmentü billâhi ve melâiketihî ve kütübihî
ve rusülihî ve’l-yevmi’l- âhiri ve bi’l-kaderi hayrihî ve şerrihî mine’llâhi teâlâ ve’l-ba’sü
ba’de’l-mevti hakk eşhedü en lâ ilâhe illâllâh ve eşhedü enne Muhammeden abduhû ve
resûlüh.” şeklinde geçen amentünün Türkçe anlamı şu şekildedir: “Allah’a, meleklerine,
kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna
iman ettim. Ölümden sonra diriliş gerçektir. Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in
onun kulu ve elçisi olduğuna şahadet ederim.”
İtikadî esasların hepsi amentü terimiyle ifade edilir. Amentüde sıralanan bu iman esasları
Kur’an’da çeşitli ifadelerle yer almıştır. Bu durum Bakara/177 suresinde şöyle ifade
edilmiştir: “İyilik, yüzlerinizi doğu ve batı taraflarına çevirmeniz(den ibaret) değildir. Asıl
iyilik, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman edenlerin; mala olan
sevgilerine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, (ihtiyacından
dolayı) isteyene ve (özgürlükleri için) kölelere verenlerin; namazı dosdoğru kılan, zekâtı
veren, antlaşma yaptıklarında sözlerini yerine getirenlerin ve zorda, hastalıkta ve savaşın
kızıştığı zamanlarda (direnip) sabredenlerin tutum ve davranışlarıdır. İşte bunlar, doğru
olanlardır. İşte bunlar, Allah’a karşı gelmekten sakınanların ta kendileridir.”Benzer ifadeler
Nisâ/136’da şu şekilde yer alır: “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine
indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini,
kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş
olur.”
Bu ayetlerde değişik şekillerde sıralanan iman esasları Allah’a, meleklere, kitaplara,
peygamberlere ve ahirete iman olmak üzere beş ilkede toplanmıştır. Amentü metninde
bulunan kader, hayır ve şerrin Allah’tan olduğu inancı bunlar arasında
zikredilmemiştir.“İman esaslarını âmentü formülünde olduğu gibi topluca konu edinen bazı
âyet ve hadislerde kadere imanın yer almayışı, onun ilim, irâde, kudret ve tekvin sıfatları
içinde mütalaa edilebilen özelliğine bağlı olsa gerektir. Yoksa Mu’tezile’nin ve günümüzdeki
bazı araştırmacıların iddia ettiği gibi… İslam’da kader inancının bulunmayışından dolayı
değildir. Nitekim özellikle kader inancı üzerinde duran başka ayet ve hadisler de vardır…
Dinî bilgilerin öğretilmesinde ilk sırayı alan ve ilk devirlerden beri öğretilegelen Ehl-i
sünnet’in geleneksel itikad metni olan âmentünün, başta Cibrîl hadisi olmak üzere, Hz.
Peygamber’in ‘iman nedir?’ sorusuna verdiği değişik cevaplardan… derlendiği
anlaşılmaktadır” (Yavuz, 1991: 29).
International Journal of Language Academy
Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241
222 Mehmet Emin BARS
2. Yunus Emrede İnanç Esasları
2.1. Allah’a İman
Kâinatı yaratan/idare eden yüce bir varlık inancı ilkel dinlerden beri birçok inanç
sisteminde yer almıştır. Yaşayan en düşük kültür seviyesine sahip olduğu kabul edilen
Avustralya’nın güneydoğusundaki ilkel kabilelerin yüce bir varlığa inandıkları
görülmüştür. Asurluların inanışına göre küçük tanrılar, yüce tanrı Asur’un karşısında
gerçek birer varlık olmayıp, onun farklı isimler almış görünümlerinden ibarettir. Çin
dinlerinde önceleri monoteizmi andıran bir tanrı inancı hâkim idi. Sonraları çok tanrıcı
anlayışa kaymalar olmuştur. Eski Mısır dininde güçlü bir tanrı inancı bulunmaktaydı.
Eski Yunan tanrı anlayışına politeizm hâkimdi. İlkel bir tabiata tapınma karakteri
taşımış, tabii güçler şahıslaştırılmıştır. Zerdüştilik öncesi İranlılar Hindularla temelde
aynı inancı paylaşmıştır. Zerdüşt’ün getirdiği anlayışa göre tanrı yüce ve tektir. Her yerde
hazır ve nazırdır. Bozkır Türk topluluğunun asıl dini Gök Tanrı inancıdır. Bu inanç
sisteminde “tengri” yaratıcı ve mutlak kudret sahibidir. Yüceliğini belirtmek maksadıyla
“semavî” olarak nitelendirilmiş ve genellikle Gök Tanrı diye anılmıştır. İnsanların hayatını
o idare eder, emrine uymayanları cezalandırır, yaşam ve ölüm onun iradesine bağlıdır.
İnsanlar fani, o ezelî ve ebedîdir. Bütün bu vasıfların yanında tanrı birdir. Türklerin İslam
dinini kısa zamanda ve kitleler halinde benimsemelerinde onların eski inançları ile
İslam’daki “tanrının birliği” ilkesi arasında bir yakınlık görmelerinin etkisi büyüktür
(Topaloğlu, 1989: 471-473).
Kur’an’da Allah’ın varlığı ve birliği konularında verilen bilgiler, bu düşüncenin insanlar
tarafından tabii olarak bilinip benimseneceği esasına dayanır. İslam literatüründe tevhide
aykırı inanışlar, şirk kelimesiyle ifade edilmiştir. Kur’an baştan sona Allah’ın varlığını,
birliğini, yüceliğini ifade eden, şirki reddeden ayetlerle doludur. Her sûre adeta onun
varlık ve birliğini insanlara duyurmak için indirilmiştir. Bu konuda tarafımızdan sadece
Bakara sûresinden bazı örnekler verilecektir. Çünkü Allah’ın birliğini, gücünü ifade
edilen ayetler bir makalenin sınırlarına sığmayacak derecede fazladır. Bakara sûresinde
Allah şu vasıflarla anılır: Şüphesiz Allah’ın her şeye hakkıyla gücü yeter (20). O, yeri biz
insanlar için döşek, göğü bina yapan, gökten su indirip onunla bizlere rızık olarak çeşitli
ürünler çıkarandır. Öyleyse bile bile Allah’a ortaklar koşulmamalıdır (22). Allah herkesin
gizli tuttuklarını da açığa vurduklarını da bilir (77). Göklerin ve yerin hükümranlığı
Allah’ındır. İnsanlar için Allah’tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır (107).
Şüphesiz Allah insanların bütün yaptıklarını görür (/110). Doğu da, Batı da (tüm
yeryüzü) Allah’ındır (115/142). Göklerdeki ve yerdeki her şey Allah’ındır (/116). O, gökleri
ve yeri örneksiz yaratandır. Bir işe hükmetti mi ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir
(/117). O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir (137). Allah her şeyi en iyi bilendir.
Yaptıklarımızdan habersiz değildir (140/149). Şüphesiz Allah, insanlara çok şefkatli ve
çok merhametlidir (143). Allah’ın gücü her şeye hakkıyla yeter (148). Ona iman edenler,
sabrederek ve namaz kılarak ondan yardım dilerler (153). Her kim gönlünden koparak bir
hayır işlerse, şüphesiz Allah onu bilir, karşılığını verir (158). Allah’ın, meleklerin ve bütün
insanların lâneti Allah’ın âyetlerini inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüş olanların üstünedir
(161). Şüphesiz, Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir (173/182). Allah,
kullarına kolaylık diler, zorluk dilemez (185). İnsanlar Allah’a karşı gelmekten
sakınırlarsa kurtuluşa ererler (189)…
“Allah lafzı, esmâ-i hüsnâyı meydana getiren diğer isimler ve genel olarak ulûhiyyet
bahisleri Müslüman milletlerin dinî hayatında önemli bir yer tuttuğu gibi onların edebiyat,
kültür ve sanat hayatına da büyük çapta tesirler icra etmiştir” (DİA, 1989: 499). Bu
konuda edebiyatta günlük konuşma dilinden başlayarak müstakil edebî nevilere ve edebî
mazmunlara kadar çok geniş bir alanda pek çok eser meydana getirilmiştir. Allah lafzı
Arapça dışında en çok Türk dilinde kullanılmıştır. Özellikle Osmanlı Türkçesi’yle yazılmış
International Journal of Language Academy
Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241
Yunus Emre’de İmanın Esasları 223
dinî ve tasavvufî manzum ve mensur eserlerde yoğun biçimde birçok kelime, deyim ve
atasözünde kullanıldığı görülmektedir. Türk edebiyatında Cenab-ı Hak’la ilgili konular
halk, divan, yenileşme devri edebiyatında yoğun biçimde işlenmiştir. Türk kültür ve
edebiyatında Allah’ın varlığını, birliğini, isim ve sıfatlarını, bunların çeşitli tecellilerini,
övgüsünü konu edinen çeşitli edebi türler meydana gelmiştir.
Yunus, şiirlerinde İslam dininin iman esaslarına geniş biçimde yer verir. Yunus kâinatı
yaratan ve idare eden tek bir yaratıcının varlığını kabul eder. Yunus’ta güçlü bir Tanrı
inancı mevcuttur. Bu Tanrı Allah’tır, her şeye gücü yetendir. Merhametli ve adildir. Tüm
varlıkları yaratan odur. Onun izni olmadan hiçbir varlık hareket edemez. Ezelî ve
ebedîdir. Bu inanç eski Türklerin yaratıcı ve kudret sahibi olan Gök Tanrı inancıyla da
büyük benzerlikler taşır. İnsanların hayatını idare etmesi, ceza/mükâfat verici olması,
yaşam/ölümün onun iradesine bağlılığı, ezelî ve ebedîliği, bir olması gibi nitelikleri bu
benzerliklerden bazılarıdır. Yunus şirke şiddetle karşı çıkar. Yunus için iki dünya da
güllük gülistanlıktır. Allah’ın yardımı olduktan sonra gam ve kaderin ne olduğunu bilmez.
Allah zindanları gül bahçelerine, gam ve kederleri neşe ve sevince çevirir:
İki cihân zındânısa gerek bene bostân ola
Ayruk bana ne gam gussa çün ‘inâyet dostdan ola (4/1)2.
Yunus, Allah aşkıyla doludur. Aşk tüm yaşamının tek gayesidir. Aşksız bir hayat onun
için gerçek manada ölümdür. Miskin Yunus’a verilen öldürücü zehir (dünyada onu
Allah’tan uzaklaştırabilecek her türlü söz, davranış, meta) onun umurumda değildir.
Allah aşkı bu zehrin ilacı, panzehiridir. İlim, amel, ibadet, zikir vs. aşk ile yapılınca bir
değer kazanır. Aşksız yapılan amellerin Allah katında değeri yoktur.
Miskîn Yûnus zehr-i kâtil ‘ışk elinden tiryâk olur
‘İlm ü ‘amel zühd ü tâ’at pes ‘ışksuz helâl olmaya (5/7).
Yunus, Allah’ın söylediklerini yaptığında gönlündeki pasların silindiğini ifade eder.
Gönlünün pasını silen ibadetlerle artık dünyada üzülmeye değer bir şey kalmaz. Allah’ı
dinleyen, üzüntüyü, yası unutur:
Ayruk bize yas eylemez gönlümüzi pas eylemez
Hak’dan gelen görklü âvâz andan gelen ündür bana (7/2).
Yunus’un aklı Allah’ın hikmetleri karşısında şaşkına dönmüştür. Çıktığı her yol, dilinden
çıkan her söz onu Allah’a götürmektedir:
Senden sana varur yolum senden seni söyler dilüm
Allah sana irmez elüm bu hikmete kaldum tana (7/4).
Yunus aşk ile doludur. Allah’ın aşkından uzaklaşması, dergâhından sürülmesi onun için
imkânsızdır. Çünkü onun aşkından başka aşk, dergâhından başka dergâh yoktur.
Yukarıda ifade edildiği üzere tüm kapılar ona çıktığına göre, onun kapısından başka
gidecek kapı da olmayacaktır. Allah’tan uzaklaştığını ifade edecek kişi yalan söylüyordur;
çünkü nereye giderse gitsin o her yerdedir:
Bu çalışmada yer verilen beyitler, Mustafa Tatçı’nın “Yûnus Emre Dîvânı II (Tenkitli Metin)” adlı
çalışmasından alınmıştır. Parantez içinde verilen numaralardan ilki beytin şiir numarasını, ikincisi
beyit numarasını göstermektedir.
2
International Journal of Language Academy
Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241
224 Mehmet Emin BARS
Ben ‘ışkundan ırılmayam dergâhundan sürülmeyem
Bundan dahı giderisem senünile varam sana (7/5).
Kişi dünyanın malına mülküne aldanmamalıdır. Kulluk edilecek, sevilecek tek varlık
Allah’tır. Allah’a ise derin sevgi ile ulaşılabilir. Tek bakî kalacak yoldaş Allah’tır:
Aldanma mâla davara kulluk eyleye Hakk’a yara
Seviyile bile vara bâkî yoldaş olanı gör (22/6).
Zaman sürekli akıp gitmektedir. Gece ile gündüz birbirini takip etmekte, insanoğlu çok
şeyler yaşamaktadır. Ancak meydana gelecek her şey Allah’ın emrine uygun biçimde
gelişir. Kim ne yaparsa yapsan her zaman Allah’ın dediği olacaktır. Çünkü tek güç sahibi
odur:
Dün gider gündüz gelür gör niçesi uz gelür
Emr-i Hakk’un ser-be-ser cihâna düp-düz gelür (23/1).
Yunus’a göre Hakk’ı görecek tek göz gönül gözüdür. Allah’a ancak gönülle yani aşkla
varılır. Başımızın üzerinde bulunan göz ancak maddî varlıkları görür. Maddenin
arkasındaki manayı görmek, kavramak önemlidir. Sadece gece gündüz Hakk’ı düşünen,
her zaman onunla olan bir gönül Hakk’a erebilir:
Yûnus imdi sen Hakk’a ir dün ü gün gönlün Hakk’a vir
Gönül gözi görmeyince bu baş gözi görmeyiser (24/5).
Yunus, aşkı oka benzetir. Bir gönül ne kadar katı ve sert olursa olsun Allah’ın aşkıyla
yumuşar, narinleşir, merhametle dolar. Aşk her derdin devasıdır. Aşka düşen gönül kendi
varlığından geçer, kendini ona (Allah’a) verir:
Dost senün ‘ışkun okı key katı taşdan geçer
‘Işkuna düşen ‘âşık cânıla başdan geçer (70/1).
Yunus için Allah’ı bilmek demek dünya için tasalanmamayı da beraberinde getirir. Çünkü
o varsa her şey var, o yoksa hiçbir şey yoktur. Varlıklar onunla var olur, değer kazanır.
Gönlünde iman taşımayan gönül ölüdür, cansızdır:
Dünyâ için gussalanan mescid göricek tutınan
Anda îmânsuz bulınan Allâh’ı bir bilmeyendür (99/4).
Bezm-i Elest, Allah’la yaratılışları sırasında insanlar arasında yapıldığı kabul edilen
sözleşme için kullanılan bir tabirdir. Bezm-i Elest terkibi,“Ben sizin rabbiniz değil miyim?”
hitabının yapıldığı ve ruhların da “Evet” diye cevap verdikleri meclis anlamını ifade eder.
Bu tabirdeki “elest” kelimesi A’raf süresinin 172. ayetinden alınmıştır. Ayetin meali
şöyledir: “Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları
kendilerine karşı şahit tutarak, ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ demişti. Onlar da, ‘Evet,
şahit olduk (ki Rabbimizsin)’ demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, ‘Biz bundan
habersizdik’ dememeniz içindir.” Kur’an-ı Kerim’in muhtelif ayetlerinde Cenab-ı Hakk’ın
Hz. Adem’den, Ademoğullarından, çeşitli peygamberlerin ümmetlerinden Hak yoldan
sapmayacakları konusunda söz aldığı ve onlarla bir nevi antlaşma akdettiği ifade edilir
(Yavuz, 1992: 106). Yunus deyişlerinde Bezm-i Elest’e de değinir. O, Bezm-i Elest’te
Allah’a verdiği sözü unutmamıştır. Hangi makamda dahi olduğunu bilmeden verdiği
Allah’ın birliği ve Resul’ün hak olduğu sözünü bize anımsatır:
International Journal of Language Academy
Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241
Yunus Emre’de İmanın Esasları 225
Ezelîden dilümde uş Tanrı birdür Hak’dur Resûl
Bunı böyle bilmeziken bir ‘aceb makâmdayıdum (168/2).
Yunus, Mecnun iken Allah onun Leyla’sıdır. Aşk kadehini yudumlayan Yunus, Leyla’sını
gönlündeki tahta oturtmuştur. Hiçbir mekâna sığmayan Allah, mü’minin gönlüne sığar:
Mecnûn kadehin aldum Leylî gönline taldum
Çün Hakk’ı ‘ıyân bildüm andan sınura geldüm (178/11).
Yunus aşkın şarabını içtiğinden beri aklını yitirmiş, nerede olduğunu bilmemiştir.
Kendini bilmeyen Yunus, Allah’ın aşkıyla yok olmuştur. Onu bulan her şeyi bulmuştur,
onu yitirenin neyi kalmıştır ki?:
‘Işkun şarâbın içeli kandalıgum bilimezem
Şöyle yavı kılam beni isteyüben bulımazam (189/1).
2.2. Meleklere İman
Melekler, Allah’ın emirlerine tam itaat eden iyi nitelikteki ruhanî varlıklardır. “Yahudilik,
Hıristiyanlık ve İslâm gibi vahye dayanan dinlerde Tanrı ile insan arasındaki mesafe
vurgulanarak ilişki kurma fonksiyonu meleklere yüklenmiştir… Melekler güçlerini daha
üstün bir kaynaktan alan, dolayısıyla bağımsız olmayan, görevlendirilip yollanan,
kendilerini gönderen yüce kudretle gönderildikleri insanlar arasında aracı olan iyi
nitelikteki ruhanî varlıklardır” (Erbaş, 2004: 37). Melekler kuvvet ve derece açısından
büyük ilahlardan aşağı bir statüde bulunurlar.
İnsanı iyi veya kötü yönde etkileme gücüne sahip olan bazı varlıkların mevcudiyeti inancı
çok eski zamanlardan beri çeşitli dinlerde vardır. Bütün Yahudi mezhepleri meleklerin
varlığını kabul etmektedir. Hristiyanlık’taki melek inancı da büyük oranda
Yahudilik’tekine benzemektedir. “Melek inancı, pozitivist ve determinist anlayışlara karşı
varlığın sadece maddî ve görünen nesnelerden ibaret olmadığını ortaya koyup mânevî ve
ruhanî alemlerin mevcudiyetini ispat ettiği için bütün dinlerde olduğu gibi İslâm’da da önem
taşımaktadır” (Özervarlı, 2004: 41). Kur’an-ı Kerim’de meleklerle ilgili çokça bilgi
verilmektedir. Kur’an’a göre Allah’ın meleklerine düşman olan kişi Allah’ın da düşmanıdır
(Bakara/98). Allah’ın âyetlerini inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüş kişilerin üstünde,
Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti vardır (Bakara/161). Asıl iyilik, Allah’a,
ahiret gününe, meleklere, kitap ve peygamberlere iman etmektir (Bakara/177). Allah,
melekler ve ilim sahipleri, Allah’tan başka ilâh olmadığına adaletle şâhitlik ederler ( Âl-i
İmrân/18). Zekeriya mabedde namaz kılarken melekler ona, İsa’yı doğrulayıcı, efendi,
nefsine hâkim ve salihlerden bir peygamber olarak Yahya’yı müjdeler (Âl-i İmrân/39).
Melekler, Meryem’e gelir, Allah’ın onu seçtiğini, tertemiz yaptığını ve onu dünya
kadınlarına üstün kıldığını haber verir (Âl-i İmrân/42). İslam ordusu Bedir’de son derece
güçsüz iken Allah onlara beş bin melekle yardım eder (Âl-i İmrân/123-125).İnsanların
canlarını almakla görevli melekler vardır (Nisâ/97). Allah, peygambere indirdiğini kendi
ilmiyle indirmiş olduğuna melekleri şahit tutar (Nisâ/166). Allah bazı melekleri insanlar
üzerine koruyucu olarak gönderir (En’âm/61). Allah’ın elçileri olan melekler kurulan
tuzakları yazarlar (Yûnus/21). İnsanı önünden ve ardından takip eden melekler vardır.
Allah’ın emriyle onu korurlar (Ra’d/11). Melekler büyüklük taslamadan Allah’a secde
ederler (Nahl/49). Meleklerin bir kısmı arşı taşırlar ve onun çevresinde Rablerini hamd
ederek tespih ederler, ona inanırlar ve inananlar için bağışlanma dilerler (Mü’min/7).
Rabblerinin yanında bulunan melekler, gece gündüz hiç usanmadan onu tespih ederler
(Fussilet/38). Göklerde nice melek vardır ki onların şefaatleri; ancak Allah’ın izniyle,
dilediği ve hoşnut olduğu kimselere yarar sağlar (Necm/26). Cehennem ateşinin başında
International Journal of Language Academy
Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241
226 Mehmet Emin BARS
gayet katı, çetin, Allah’ın kendilerine verdiği emirlere karşı gelmeyen ve kendilerine
emredilen şeyi yapan melekler vardır (Tahrîm/6).
Yunus Emre imanın esaslarından olan meleklerin varlığını kabul eder. Çeşitli şekillerde
Allah tarafından görevlendirilen melekleri deyişlerinde işler. Yunus dev, peri, insan ve
melek tüm varlıkların Allah’ın huzurunda durduklarını ve yüce yaratıcılarını sevdiklerini
belirtir:
Dîv ü perî ins ü melek sever seni her mahlûkât
Hayrân olup ileyünde turmış durur hûr u melek (144/4).
Yunus, dizelerinde meleklerin gökte bulunduklarını belirtir. Melekler sadece gökte
bulunmazlar. Her yerde Allah tarafından görevlendirilirler. Yeryüzü ve gökyüzü onların
bulundukları mekânlardandır. Yüce varlıkların hep yukarıda, gökte bulunmalarını
tasavvur etme düşüncesi Yunus’ta da kendisini gösterir. Eski Türk inanışında gökte
bulunan varlıklar kutsal, iyi, yüce kabul edilirken; yeraltında bulunanlar kötü ruhlar
olarak düşünülmüştür. Bu inanışın izlerini aşağıdaki mısralarda bulmak mümkündür:
Yılduzıdum bunca zamân gökde melâik arzûmân (169/9).
Halâyık bunda gelmedin gökler melâik tolmadın (172/2).
Araf suresi 206. ayette belirtildiği üzere Allah’ın katındaki melekler ona ibadet etmekten
büyüklenmezler. Onu tespih ederler ve yalnız ona secde ederler. Yunus aşağıdaki
mısralarda meleklerin her birinin gökte Allah’ı zikrettiklerini ve bundan büyük bir zevk
aldıklarını belirtir. Melekler günah işlemezler. Sadece Allah’ın emirlerini yerine getirirler:
Gördüm gögin meleklerin her biri bir cünbişdedür
Hak Çalab’un zikrin ider İncîl ü Kur’ân benem (177/5).
Yunus dizelerinde vahiy meleği Cebrail’e değinir. Cebrail, ilahî emirleri, meleklere ve
peygamberlere ulaştıran vahiy meleğidir. Yahudilik ve Hristiyanlık’ta da İslamiyet’tekine
benzer şekilde büyük meleklerden biri olarak kabul edilir. Kitab-ı Mukaddes’te ismi geçen
üç melekten biridir. Yahudilik’te Tanrı’nın buyruklarını yaratıklara bildirip elçilik görevi
yapar. Hristiyanlık’a göre peygamberlere insan şeklinde görünerek Tanrı’dan vahiy getiren
büyük bir melektir. İslam dininde Cebrail, Hz. Peygamber’e ilahi emirleri bildiren vahiy
meleğidir ve dört büyük melekten biridir. Cebrail Kur’an-ı Kerim’de “Cibril, Ruhu’l-kudüs,
Ruhu’l-emin, Ruh, Resul” şeklinde isimlerle ifade edilir (Yavuz-Ünal, 1993: 202). Ayetlerde
belirtildiğine göre Cebrail üstün güçlere sahip, muhteşem görünümlü (Necm/5-6), değerli,
güçlü ve Arş’ın sahibi katında itibarlı, orada bulunan meleklerce itaat edilen, güvenilir bir
elçidir (Tekvîr/19-21). Meryem’e bir insan şeklinde görünmüştür. Ona Rabbinin bir elçisi
olarak tertemiz bir çocuk bağışlamak için gönderildiğini belirtir (Meryem/17-19).Hz. İsa
doğduktan sonra Allah’ın emriyle ona destek olmuştur. Hz. Peygamber’e Kur’an’ı
vahyedip öğretmiştir. Hz. Peygamber tarafından “açık ufuk”ta ve “sidretü’l münteha”da
aslî hüviyetiyle görülmüştür. Hz. Peygamber’in dostu, müminlerin destekleyicisidir. Kadir
gecesinde meleklerle birlikte yeryüzüne iner, ahirette insanlar hesaba çekilirken
mahşerde saf saf dizilen meleklerin yanında bulunur. Hz. Peygamber’e Kur’an’ı öğreten ve
değişik konularda hükümler bildiren odur. Bazen Hz. Peygambere ve sahabilere insan
şeklinde görünür. İlk defa Hira dağında, Hz. Peygamber’e gelip aslî sûretinde görünmüş,
onu kuvvetle sıkarak okumasını istemiş, böylece ilk vahyi getirmiştir (Yavuz-Ünal, 1993:
202). Yunus, Allah’ın âşıkları arasında Cebrail’i şu şekilde anlatır:
’Işkıla çalındı kalem ‘ışka yesir durur âlem
‘Âşıklar arasında Cebrâîl dahı hicâb durur (47/3).
International Journal of Language Academy
Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241
Yunus Emre’de İmanın Esasları 227
Yunus insandaki ruh halinin değişkenliğini kendisini örnek vererek açıklar. Yunus bir an
olur Cebrail misali her tarafa Allah’ın emirlerini taşımak suretiyle rahmet saçar; bir an
olur yolunu kaybeder, şaşkına döner:
Bir dem döner Cebrâil’e rahmet saçar her mahfile
Bir dem gelür gümrâh olur miskîn Yûnus hayrân olur (49/13).
İnanışa göre Cebrail Miraç’tan önce Hz. Peygamber’in kalbini hikmetle doldurmuştur.
Aşağıdaki dizeler bu daveti ve Miraç’tan önce Hz. Peygamber’in kalbini hikmetle
doldurmasına göndergede bulunur:
Cebrâîl da’vet kılınca Mi’râc’a Muhammed’i
Mi’râcında diledügi ümmetinün varıdır (81/3).
Yunus dört büyük melekten biri olan İsrafil’den de dizelerinde bahseder. İsrafil dört
büyük melekten biri olup kıyamet gününde sura üflemekle görevlidir. Ayetlerde kıyametin
kopmasından bahsedilirken, dağların Allah tarafından toz gibi savrulacağı, onların yerini
dümdüz bomboş bir alanın alacağı, hiçbir tümseğin kalmayacağı, o gün kendisinden yan
çizmenin mümkün olmayacağı davetçiye (İsrâfil’e) uyacakları belirtilir (Tâ Hâ/ 105-108).
Peygamberi yalanlayanlar, nefislerinin arzularına uyanlar o davetçinin (İsrafil’in benzeri
görülmemiş) bilinmedik (korkunç) bir şeye çağırdığı gün, gözleri düşmüş bir hâlde
dağılmış çekirgeler gibi kabirlerden çıkarlar (Kamer/3-7). Kur’an’da yer alan “üfleme”
görevini ifa edecek ve insanları hesap meydanına çağıracak olan meleğin İsrafil olduğu
hususunda İslam âlimleri arasında ittifak vardır. Bundan dolayı sur ve nakürden
bahsedilen her ayette zımnen bunları üflemekle görevli olan İsralfil’den de söz
edilmektedir. İsrafil kıyamet gününde yapacağı görev açısından tanımlanarak “melekü’ssûr, sahibü’l-karn” olarak da nitelendirilmiştir. Rivayetlere göre İsrafil, Allah’ın
“üfle!”emrini beklemektedir. Görevini yaparken sağında Cebrail, solunda da Mikail
bulunacaktır (Cebeci, 2001: 181). Yunus dizelerinde İsrafil’in bu görevini hatırlatır. İsrafil
surunu üflediğinde tüm mahlukat hesap meydanına toplanacaktır. Surun sesi o kadar
yüksek çıkacak ki kulaklar bu sesten duymaz olacaktır. Tüm insanlar başları açık,
ayakları yalın biçimde toplanacaklardır:
İsrâfil sûrın urıcak mahlûkât turu gelicek
Senün ününden artuk kulagum işitmeye (3/8).
İsrâfil sûrını ura cümle mahlûk turı gele
Dirilüben haşre vara anda kâzî Sübhân ola (9/2).
İsrâfil sûrın ura halâyık turı gele
Baş açuk yalın ayak ıssılar ola katı (385/6).
Azrail de Yunus’un dizelerinde yer alır. Azrail dört büyük melekten can almakla görevli
olanıdır. Yahudilik’e göre ölüm meleği yaratılışın ilk gününde var edilmiştir. Mekânı
göklerdedir, on iki kanadı vardır. Ölüm anında kılıcını çekmiş olarak kişinin başucuna
gelir. O, Mesih tarafından yok edilecektir. Hristiyanlık’taki umumî melek inancı
Yahudilik’ten alınmıştır. Onlarda da ölüm meleğinin varlığına ve görevlerini ifa edişine
Yahudilik’e benzer inanışlar mevcuttur (Kılavuz, 1991: 350-351). Azrail kelimesi Kur’an-ı
Kerim’de geçmemektedir. Secde suresinin 11. ayetinde insanların canını almakla görevli
olan melekten ölüm meleği diye bahsedilir. Ölüm melekleri, kötülüklerden korunan
müminlerin ruhlarını alırken “Selâm size! Yapmış olduğunuz iyi işlere karşılık girin
cennete” (Nahl/32) derken, kötülük işlemek suretiyle kendilerine zulmedenlerin canlarını
alırken kâfirlerin yüzlerine ve artlarına vura vura ve “Haydi tadın yangın azabını” derler
International Journal of Language Academy
Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241
228 Mehmet Emin BARS
(Enfal/50). Yunus Azrail’in can almaya geldiğinde kimsenin buna engel olamayacağını
vurgular. Azrail’in heybetine kimse dayanamaz. O geldiğinde halktan yardım beklemek
boşunadır:
Çün ‘Azrâil ne tuta assı kılmaz ana-ata
Kimse döymez o heybete halkdan meded irmez ola (6/2).
Aşağıdaki dizelerde Azrail hakkında Yahudilik inancının tesirlerini görmek mümkündür.
Azrail’in elinde kılıcıyla can almaya geleceği belirtilir. O geldiğinde kimsenin aklı başında
kalmayacaktır:
Gele sana cân alıcı dahı cân alur kılıcı
‘Aklunı başdan alıcı bir dem amân virmez ola (6/3).
Yunus, Azrail canımızı almaya gelmeden önce tedbirimizi almamız gerektiği hususunda
bizleri uyarır. Çünkü Azrail geldikten sonra artık yapacak bir şeyimiz kalmayacaktır:
Ölüm haberi gelmedin ecel yakamuz almadın
‘Azrâil hamle kılmadın gel dosta gidelüm gönül (160/9).
Madem insanoğlu ölümün geleceğini biliyor, Azrail tarafından tatlı canının alınacağına
inanıyor, o halde böyle gafil biçimde durmak neden?:
Ölüm hakdur bilürsin niçün gâfil olursın
‘Azrâil kasd idiser günâhlu tenümüze (311/6).
Yunus “Kiramen Kâtibin” olarak bilinen meleklerden de söz eder. Bu melekler insanların
söz ve davranışlarını kaydeden meleklerdir. Değerli yazıcılar anlamına gelir. Kur’an-ı
Kerim’de ceza ve mükâfat günü olarak nitelendirilen kıyametin meydana gelişi
anlatılırken insanların üzerinde muhakkak bekçiler, değerli yazıcıların olduğu; onların,
yapmakta olduklarımızı bildiği belirtilir (İnfitâr/10-12). Biri insanın sağ tarafında, biri sol
tarafında oturmuş iki alıcı melek insanların yaptıklarını alıp kaydetmektedir. İnsan hiçbir
söz söylemez ki onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir melek
bulunmasın (Kâf/17-18). Allah, hakkı kabul etmeyenlerin sırlarını ve gizli konuşmalarını
duyar. Onların yanlarındaki elçiler (melekler) yaptıkları gizli açık her şeyi yazmaktadırlar
(Zuhruf/79-80). “İlmi her şeyi kuşattığı halde Allah’ın amelleri yazmak üzere melekleri
görevlendirmesinin insanları sorumluluk gerektiren bütün düşünce, söz ve tutumlarında
dikkatli olmaya teşvik etmesi, kıyamet günü hesap sırasında dünyada yapılanlarla ilgili
somut delillerin bulunması, hakla bâtılın, haklı ile haksızın herkes tarafından belgeleriyle
birlikte bilinip ayırt edilmesi gibi hikmetlere bağlı olduğunu söylemek mümkündür” (Üzüm,
2002a: 60). Bu melekler Yunus’un ifadesiyle yaz kış demeden sürekli yazarlar, yazmaktan
usanmazlar. Biri insanın sağ, diğeri sol omzundadır; sağdaki hayrı, soldaki şer işleri
kaydeder.
Bunların
kalemlerinin
aşınmaması,
kâğıtlarının/mürekkeplerinin
tükenmemesi ile insanların yaptıkları büyük küçük her şeyi kaydederken buna engel
olacak hiçbir şeyin olmayacağı anlatılır. İnsan nerede, ne zaman bulunursa bulunsun
melekler yazmaya devam ederler:
Ol ferişteler adı Kirâmen Kâtibîndür
Yazmakdan usanmazlar armazlar yaz u kışda
Birisi sag omzunda birisi sol omzunda
Birisi hayrun yazar birisi şer cünbişde
Kâğıdları dükenmez ne hod mürekkebleri
International Journal of Language Academy
Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241
Yunus Emre’de İmanın Esasları 229
Aşınmaz kalemleri kâimlerdür ol işde
Hem meyhâneye varur hem büt-hâneye girür
Bunlar saklarlar seni sen gâfilsin bu işde (301/9-12).
Münker ve Nekir ölümden sonra insanları sorguya çekeceği belirtilen iki melektir. Yunus
şiirlerinde bu iki meleği de anar. Kur’ân-ı Kerîm’de kabir hayatına işaret eden ayetler
bulunmakla birlikte Münker ve Nekir’den söz edilmemektedir. Münker ve Nekîr
“tanınmayan, şiddetli ve korkulu olan” demektir. “Sorgu meleklerine Münker ve Nekir
adının verilmesi, kâfirlerle münafıklara karşı şiddetli davranıp kalplerine korku salan bir
görüntüye sahip olmalarından ötürüdür” (Toprak, 2006: 15). Yunus kabre varınca bu
meleklerin geleceğini, kendisini sorgulayacağını belirtirken Allah’tan işini kolaylaştırması
için yardım diler:
Yûnus kabre vardukda Münker-Nekir geldükde
Bana su’âl sordukda dilüm döne mi yâ Rab (15/5).
İnsan dünyadan ahiret yurduna hiçbir şey götüremeyecektir. Mezara konulduğunda
dünya malı geride kalacak, Münker ile Nekir’in sorgusu başlayacaktır. Onların sorguları
pek sert olacaktır:
Mâl u mülkden ayrılup sine varasın turup
Münker ü Nekir gelüp su’âl idiser katı (385/3).
Yunus dizelerinde Harut ile Marut adlı iki melekten de bahseder. Harut ile Marut, Kur'anı Kerim’de de adları geçen ve insanlara sihir öğrettiklerine inanılan iki melektir. Harut ve
Marut kelimeleri Kur’an’da bir ayette geçer: “Süleyman’ın hükümranlığı hakkında
şeytanların (ve şeytan tıynetli insanların) uydurdukları yalanların ardına düştüler. Oysa
Süleyman (büyü yaparak) küfre girmedi. Fakat şeytanlar, insanlara sihri ve (özellikle de)
Babil’deki Hârût ve Mârût adlı iki meleğe ilham edilen (sihr)i öğretmek suretiyle küfre
girdiler. Hâlbuki o iki melek, ‘Biz ancak imtihan için gönderilmiş birer meleğiz. (Sihri caiz
görüp de) sakın küfre girme’ demedikçe, kimseye (sihir) öğretmiyorlardı. Böylece (insanlar)
onlardan kişi ile karısını birbirinden ayıracakları sihri öğreniyorlardı. Hâlbuki onlar,
Allah’ın izni olmadıkça o sihirle hiç kimseye zarar veremezlerdi. (Onlar böyle yaparak)
kendilerine zarar veren, fayda getirmeyen şeyleri öğreniyorlardı. Andolsun, onu satın
alanın ahirette bir nasibi olmadığını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şey ne
kötüdür! Keşke bilselerdi!” (Bakara/102).
Hadis, tarih ve tefsir kitaplarında ayrıntılı biçimde yer alan Harut ile Marut kıssası farklı
isimlerle İslam’dan önceki dinlerde de görülür. Müfessirler, Bakara suresinde geçen
ayetin sihir öğretmenin ve öğrenmenin sakıncalarını vurguladığı konusunda ittifak
etmişlerdir. Ayette, onların Babil’de bulundukları ve günah olduğu konusunda uyarıda
bulunarak insanlara sihir öğrettikleri belirtilir. Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde
Abdullah b. Ömer’den nakledilen bir hadise göre Hz. Adem, Allah tarafından yeryüzüne
indirildiğinde, melekler Allah’a, “Bizler hamdinle seni tesbih ve takdis edip dururken
yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek insanı mı halife kılıyorsun?”derler. Allah
da onlara,“Sizin bilemeyeceğinizi herhalde ben bilirim.”der. Melekler, kendilerinin
Ademoğlundan daha itaatkâr olduklarını söyleyince de Allah yeryüzüne göndermek üzere
aralarından iki melek seçmelerini ister. Harut ve Marut seçilerek yeryüzüne indirilir.
Zühre çok güzel bir kadın şeklinde karşılarına çıkınca melekler ona sahip olmak ister.
Kadın, Allah’a ortak koşmaları şartıyla tekliflerini kabul eder. Melekler bunu reddeder.
Kadın önce bir çocuk getirir ve onu öldürmelerini ister, melekler bunu da kabul etmez.
Daha sonra içki getirir ve bunu içerlerse tekliflerini kabul edeceğini söyler. Melekler içkiyi
International Journal of Language Academy
Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241
230 Mehmet Emin BARS
içip sarhoş olunca kadınla zina edip çocuğu öldürürler. Meleklerden dünya veya ahiret
azabından birini seçmeleri istenince dünya azabını seçerler (Demirci, 1997: 263).
Yunus dizelerinde Harut ile Marut’un birer melek olduğunu belirtir. Yukarıda Zühre ile
geçtiği belirtilen hadiseye göndergede bulunur. Melekler, Zühre’ye aldanınca Allah’ın
emrini unutmuşlardır:
Gör Hârût-Mârût neyidi Hazret’de ferişteyidi
Nasîbin ‘ışka aldurup makâmın zühreye vire (307/3).
Gökdeki Hârût-Mârût ‘ışk içün indi yire
Zühre yüzin göricek unıtdı Rahmân’ını (398/6).
2.3. Kitaplara İman
Kitap kelimesi Kur’an-ı Kerim’de çeşitli anlamlarda kullanılmıştır. Ayetlerde kelimenin
başlıca şu anlamlarda kullanıldığı görülür: 1. Vahiy: Peygamberlerden her birine indirilen
vahiylerin bütünü özel isimlerinin yanında kitap ile de anılır. Kur’an’da kitap üç ilahî
kitaptan (Kur’an-ı Kerim, Tevrat, İncil) her biri için de kullanılır. 2.Amel defteri:
İnsanların dünyadaki inançlarının ve fiillerinin kaydedildiği yazı, belge anlamındadır. 3.
Levh-i mahfûz: Bütün varlık ve olaylar hakkındaki ilahî bilgileri, hükümleri ve yasaları
kapsayan belge, metin, kitap (Üzüm, 2002b: 121-122). Kur’an’da geçen “ehlü’l- kitab” ise
genellikle Yahudi ve Hristiyanlar için kullanılmıştır. İslam dininin iki kaynağını Kur’an ile
sünnet teşkil eder. “Dinin amelî hayata ilişkin hükümlerinin delillerini, bunların sabit olma
yollarını ve hükme delâlet yönlerini belirlemeyi konu edinen fıkıh usulünde Kur’an
kaynaklar hiyerarşisinin başında yer alır ve ‘kitap’ denildiğinde kural olarak şer’î hükmün
kaynağı olması yönüyle Kur’an kastedilir” (Bardakoğlu, 2002:122).
Yunus Emre, dizelerinde dört kutsal kitabı Kur’an düşüncesine uygun biçimde anar. Bu
kitapların aslı aynıdır. Allah’ın kullarına karşı emirlerini kapsar. Yunus’a göre bir kişi
Allah tarafından gönderilen kitapları ne kadar çok okursa okusun, erenlere gerekli değeri
vermezse bunların bir faydası olmayacaktır:
Gökden inen dört kitâbı günde bin kez okurısan
Erenlere münkirisen dîdâr ırak senden yana (10/4).
Yunus dizelerinde İncil3, Zebur4 ve Tevrat5’a da değinmesine rağmen en çok Kuran’dan
bahseder. Kur’an, İslam dininin kutsal kitabıdır. Allah tarafından Cebrail vasıtasıyla
3Hz.
İsa’ya verilen ilahi kitabın Kur’an’daki adıdır. İncil kelimesi, Ahd-i Cedid külliyatı içinde ilk defa
Pavlus tarafından kullanılır. Pavlus’un incili Mesih’in ölümü ve dirilişi üzerine temellendirilmiştir.
Ahd-i Cedid yazarları incil kelimesine genellikle “Mesih tarafından insanlığa getirilen ve havarilerce
vaaz edilen kurtuluş müjdesi, İsa Mesih’in doktrini” manasını yüklemişlerdir. Daha sonra kelime, İsa
Mesih’in şahsını ve faaliyetlerini anlatan ilk Hristiyan yazıları için kullanılmıştır. Günümüzde hem
Hristiyan mesajını hem de Mesih’in hayat ve öğretisini içeren kitapları ifade etmektedir. Hristiyan
inancına göre Hz. İsa İncil’i yazmamış, sadece tebliğ etmiş ve havarilerden onu tebliğ etmelerini
istemiştir. Nitekim uygulamada da İncil yazıya geçirilmeden önce şifahen nakledilmiştir. Hz. İsa
Filistin’i dolaşarak İncil’i tebliğ etmiştir. Zamanla Hz. İsa’yı bizzat görenlerin sayısı azalmaya ve
Hristiyanlık yayılmaya başlayınca İncil’in yazıya aktarılması zarureti doğmuştur(Harman, 2000: 270271).
4 Kur’an’da Hz. Davud’a indirilen kutsal kitaba verilen addır. “Dâvûd’un Zebûr’u yetmiş ayrı
makamda okuduğu, bu esnada İsrâiloğulları’nın âlimlerinin, halkın, cinlerin ve şeytanların gelip sıralar
halinde arkasında durduğu, yabani ve yırtıcı hayvanların onun yakınına kadar geldiği, kuşların ona
gölge yaptığı, o sırada suların akmayı ve rüzgârın esmeyi kestiği rivayet edilmiştir” (Gürkan, 2013:
172).
International Journal of Language Academy
Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241
Yunus Emre’de İmanın Esasları 231
mahiyeti bilinmeyen bir şekilde son peygamber Hz. Muhammed (sav)’e indirilmiştir.
Kur’an kendisinden bahsederken birçok yerde “el-kur’ân” ve “el-kitâb” kelimelerini
kullanmıştır. Bu isimler onun hem okunan hem yazılan bir vahiy olduğunu gösterir. Hz.
Peygamber gelen vahiyleri öncelikle insanlara tebliğ etmiş, ardından bunu vahiy
kâtiplerine yazdırmıştır. Yazılı kültüre uzak olan Araplar güçlü ezberleme kabiliyetleri
sayesinde nâzil olan ayet ve sureleri ezberlemekte bir sıkıntı çekmemişlerdir (Birışık,
2002: 385). Böylece Kur’an yazılı malzeme ve ezber yardımıyla eksiksiz olarak toplanmış
ve Hz. Ebu Bekir’e teslim edilmiştir. İki kapak arasındaki bu derlemeye “Mushaf” adı
verilmiştir. Kur’an-ı Kerim Allah’ın kelamıdır. “Kur’an müslümanın hayatında sadece
anlamı araştırılan sıradan bir mevzu, bir nesne, herhangi bir kitap değil kendisiyle
Müslümanlığını okuma ve dinleme ilişkisi içinde sürdürdüğü bir hitaptır. Kur’an’ın âhengi,
Arapça bilmeyenleri bile etkileyecek bir sanat içerdiği için mûcize olmasının önemli bir
parçası sayılmıştır. Onun nazmının ve üslûbunun bazı özellikleri yanında kendisine inanan
ve uyan insanları ulaştırdığı yüksek ahlâk seviyesi mûcize olmasının en önemli alâmeti
olarak kabul edilmektedir” (Görgün, 2002: 389).
Kaf Dağı, dünyayı çepeçevre sardığı söylenen efsanevî bir dağdır. Simurg adlı efsane kuşu
burada yaşar. Sembolik anlamda uzak mekânlar için kullanılır. Yunus Hakk’tan
geldiğini, rehberinin Allah’ın kelamı olduğunu söyler. Böyle olunca Kaf Dağı misali
erişemeyeceği menzil yoktur. Tüm cisimler onun emrindedir. Çünkü o Hakk’a tabidir,
Hakk’ın emrinde olan kişinin, dünya emrine girer:
Kaf Tagı zerren degül ay u güneş bana kul
Aslum Hak’dur şek degül mürşiddür Kur’ân bana (12/2).
Kuran’ın Allah kelamı olduğu Yunus tarafından şöyle anlatılır:
Çü Kur’ân gökden indi anı Allâh buyurdı
Andan haber virsene hâ kitâbdan ötersin (248/3).
Yunus ilme güvenmeyi tehlikeli görür. Kişi ilmine güvenirse bu onun hakikatleri
görmesine perde olur. Ahirette neler kazanacağı üzerine hesap yaptırır. Gerçekte kulun
yaptığı ibadetler onu tek başına cennete götürmeye yetmez. Kul ancak Allah’ın rahmetiyle
cenneti kazanır. Âlim bunu unutmamalıdır. Cennete götürecek tek şey aşktır. Allah
aşkını gönlünde taşıyan derviş, hakikate ulaşmıştır:
‘İlim hod göz hicâbıdur dünyâ âhret hisâbıdur
Kitâb hod ‘ışk kitâbıdur bu okunan varak nedür (37/4).
Yunus dört kitabın aslının, temel öğretilerinin bir olduğunun farkındadır. Dördü de
Allah’ın kelamıdır. Ancak ilk üçü bozulduğu için dördüncüsü Kur’an indirilmiştir. Tüm
varlıklarda bu kitaplarda anlatılan gerçekler görülmektedir:
Tevrât’ıla İncîl’i Zebûr’ıla Furkân’ı
Bunlardagı beyânı cümle vücûdda bulduk (133/6).
Kur’ân-ı Kerîm’de Yahudilerin kutsal kitabına verilen addır. Tevrat’ın biri Yahudilere, diğeri
Samirîlere ait olmak üzere iki versiyonu vardır. Tevrat’ın milâttan önce III. yüzyılla milâttan sonra IV.
yüzyılda klasik birçok dilde tercümesi yapılmıştır (Adam, 2012: 42). Kur’an’da Tevrat çoğu İncil’le
birlikte geçmektedir. Tevrat İsrâiloğullarına indirilen bir kitaptır.
5
International Journal of Language Academy
Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241
232 Mehmet Emin BARS
Elif, Allah’ın birliğinin sembolüdür. Kitaplarda anlatılan esasların başında da Allah’ın bir
oluşu, eşi ve benzerinin bulunmaması gelmektedir. Yunus bu hakikatı şu veciz sözlerle
ifade eder:
Dört kitâbun ma’nîsi tamâmdur bir elifde
Bâ didürmen siz bana bâ diyicek azaram (171/3).
Kur’an kişilerin Allah’ın hoş görmeyeceği işlerden sakınmalarını ve acizliklerini itiraf
etmelerini öğütler. İnsanlar tembelliği bırakmalı, kurtuluşa ermek için Allah’a tevbe
etmelidir:
Kur’ân eydür ki vâttakû gine eydür ki tezra’û6
Kâhil olup oturmagıl tîz tevbeye gelmek gerek (137/8).
2.4. Peygamberlere İman
Peygamber, Allah’tan vahiy yoluyla aldığı bilgileri ve emirleri tebliğ eden, insanları Allah’ın
dinine çağıran yüksek özelliklere sahip seçilmiş kişilerdir. Peygamberlerin bir kısmı
Kur’an’da zikredilmekle birlikte bir kısmından hiç bahsedilmemiştir. Bu durum ayette
şöyle anlatılır: “Andolsun, senden önce de peygamberler gönderdik. Onlardan sana
anlattıklarımız da var, anlatmadıklarımız da var. Hiçbir peygamber, Allah’ın izni olmadan
bir mûcize getiremez. Allah’ın emri gelince de hak yerine getirilir. İşte o zaman bunu batıl
sayanlar hüsrana uğrarlar” Mü’min/78). Peygamberlerin ilki Hz. Adem, sonuncusu Hz.
Muhammed’dir. Peygamberlerin bazı nitelikleri vardır. Bu özellikleri şöyle sıralamak
mümkündür: a. Mucize göstermek: Peygamberler mucizelerle bilinebilir. b. Vahiy almak
ve tebliğ etmek: Vahiy alan peygamber, diğer insanlar tarafından tecrübe edilmesi
mümkün olmayan bir şekilde bazı ilahî bilgileri idrak eder, bunların kendisine Allah
tarafından gönderildiğini anlar. c. Beşerî niteliklere sahip olmak: Peygamberler mucize
gösteren ve Allah’tan vahiy alan bir kişiler olmakla birlikte uluhiyyet vasıfları taşımaz.
Her insan gibi onlar da doğar, yaşar ve ölür. d. Allah tarafından seçilmiş olmak:
Peygamberler Allah tarafından seçilmiş üstün nitelikli kişilerdir. e. Günah işlemekten
korunmuş olmak: Peygamberler bilinçli şekilde günah işlemekten korunmuştur. f. Doğru
sözlü ve güvenilir olmak: Peygamberler doğru sözlü ve kendisinden emin kimselerdir
(Yavuz, 2007b: 259-261).
İslamiyette nübüvvet veya risalet terimleri “Allah’ın vahiy yoluyla öğrettiği bilgileri ve
O’nun emirlerini insanlara ulaştırıp ilâhî elçilik görevini yapma teşkil eder… Nebevî güce
sahip olan insan ‘faal akıl’la doğrudan ilişki kurmasını sağlayan aklî, hayalî ve nefsî
güçleri sayesinde bilinmeyen hususlara ulaşır, görünmeyen sûretleri algılar ve nesneleri
değişikliğe uğratabilir” (Yavuz, 2007a: 279). Allah’ın elçi olarak seçip görevlendirdiği kişiye
nebi yanı sıra resul de denir. Cenab-ı Hak, insanlara yaratılıştan itibaren peygamberler
vasıtasıyla doğru yolu gösteren vahiyler ve bunları içeren kitaplar indirmiş, ilk peygamber
olarak da Hz.Adem’i seçmiş, onun ardından sırasıyla birçok peygamber göndermiştir
(Bakara/31-87; Al-i İmran/33; En’âm/42; Yûnus/47). Allah tarafından yol gösterici
olarak gönderilen peygamberlere inananlara korku yoktur, onlar üzülmeyeceklerdir
(Bakara/38). Allah peygamberlerine karşı gelenlerin düşmanıdır (Bakara/98).
Peygamberler, Allah’ın ayetlerini okur, ümmetlerini her türlü kötülükten arındırır, onlara
kitabı ve hikmeti öğretir (Bakara/151). Onlar birer melek değildir (En’âm/9).
Peygamberlerin görevi insanları sadece müjdelemek ve uyarmaktır (En’âm/48).
Müftüoğlu (2011: 205) “tezra’û” kelimesinin muhtemelen okuma hatasından dolayı ayetteki
(En’âm/43) şedde hazfedilerek kayıtlara geçmiş olabileceğini belirtir. Ayetin aslında şedde vardır ve
ona göre kelimenin doğrusu “tezar ra’û” şeklinde okunmalıdır.
6
International Journal of Language Academy
Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241
Yunus Emre’de İmanın Esasları 233
Peygamberler insan topluluğunun yanı sıra cinlere de gönderilmiştir (En’âm/130). Onlar
mucizeler gösterirler (İbrâhim/9).
Yunus dizelerinde sadece son peygamber Hz. Muhammed (sav)’e değil ondan önce gelen,
isimleri Kuran’da geçen birçok peygambere de değinir. Bu peygamberlerle ilgili olaylara
çeşitli telmihlerde bulunur. Bu durum Yunus’un geniş bir birikime sahip olduğunun da
göstergesidir. Yunus dizelerinde şu peygamberlerin isimlerini anar: Adem, Şit, İdris, Nuh,
İbrahim, İsmail, Yakub, Yusuf, Eyyub, Musa, İsa, Davud, Süleyman, Lokman, İlyas,
Yunus, Zekeriyya, Muhammed. Yunus peygamberlerden dünyanın kıymetsiz olduğunu,
ona değer verilmemesi gerektiğini öğrenmiştir:
Dünyâyı bırak elden dünyâ hicâb bu yolda
Biz velîden nebîden eyle işitdük haber (39/2).
Peygamberlerin sayısı ile ilgili kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Halk arasında yaygın
olarak kabul edilen yüz yirmi dört bin peygamberin geldiği inancını Yunus da dizelerinde
tekrar eder:
Bu yüz yigirmi dört bin nebîlerle
Bile Mi’râc u Tûr münâcâtun var (48/12).
Yunus’ta derin bir peygamber sevgisi vardır. Nitekim son peygamber Hz. Muhammed
(sav)’in Allah tarafından getirdiği hakikatlerin her biri birer mücevher kadar kıymet
taşımaktadır. O dinin direği, peygamberlerin başıdır:
Peygamberler serveri dîn diregi Muhammed
Gör ne gevherler kodı bizüm kânumuza (311/2).
Yunus Hz. Muhammed (sav)’in mucizelerine de değinmiştir. Miraç hadisesi dizelerinde şu
veciz ifadelerle dile getirilir:
Ol Hak Habîbi Mustafâ Mi’râc’a idicek sefer
Ol dem cânum fikr eyledüm ol sırrını duyan benem (187/10).
Yunus aşağıda yer verilen dizelerinde birçok peygambere değinmiş, başlarından geçen
önemli olaylara göndergede bulunmuştur:
Yire bünyâd urulmadın Âdem7 dünyâya gelmedin
Öküz balık eylenmedin ben ezelî andayıdum
Eyyûb8’ıla derde esîr iniledüm çekdüm cezâ
Belkîs’ıla taht üzere mühr-i Süleymân9’dayıdum
Yûnus10’ıla balık beni çekdi deme yutdı bile
İblis, yılanın dişleri içinde cennete girer. Yasaklı meyveyi yemesi için Havva’yı kandırır. Havva,
Adem’i etkiler, o da meyveyi yer. Bunun üzerine Allah tarafından cennetten çıkarılır, dünyaya
indirilirler (Pala, 1995: 19).
8 Sabır timsalidir. Dünya saadetine sahip olur. Allah onu imtihan etmek için tüm malını elinden alır.
Evlatları birer birer elinden alınır. Hastalanır, vücudunda yaralar açılır. Tüm bunlara karşı şükreder,
sabreder. Sabır imtihanını kazanır, kendisinden alınanların tümü geri verilir (Pala, 1995: 174-175).
9 Süleyman, Sebe Melikesi Belkıs’a davetiye gönderir. Belkıs devletinin ileri gelenleriyle Süleyman’ı
ziyaret eder. Bu ziyaret esnasında Hz. Süleyman’ın emri üzerine veziri Asaf, Belkıs’ın tahtını
getirtmiş. Süleyman tarafından İslam’a davet edilen Belkıs kabul eder ve Süleyman’la evlenir (Pala,
1995: 490-491).
7
International Journal of Language Academy
Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241
234 Mehmet Emin BARS
Zekeriyyâ11’yıla kaçdum Nûh12’ıla tûfândayıdum
‘Asâyıla Mûsâ13’yıla kaçdum çıkdum Tûr Tagı’na
İbrâhîm14’ile Mekke’ye bünyâd bıragandayıdum
İsmâ’îl15e çaldum bıçak ana kâr itmedi
Hak beni âzâd eyledi koçıla kurbândayıdum
Yûsuf16’ıla ben kuyıda yatdum bile çekdüm cezâ
Ya’kûb17’ıla çok agladum bulınca figândayıdum
Mi’râc gicesi Ahmed’ün dönderdüm ‘Arş’da na’linin
Üveys18’ile urdum tâcı Mansûr19’ıla urgandayıdum (168/4-10).
Yunus halkını Allah’a inanmaya davet eder. Onlar karşı çıkınca öfkelenir, Ninova şehrini terk eder.
Bir gemiye biner. Geminin gitmemesi üzerine denize atılır. Büyük bir balık tarafından yutulur.
Pişman olur. Balığın karnında kırk gün tevbe eder. Allah onu affeder, balık tarafından sahile bırakılır
(Pala, 1995: 571-572).
11 Meryem’in dayısıdır. Rivayete göre oğlu Yahya’nın öldürülme fermanı çıkınca ona yardım eder.
Düşmanlarından kaçıp Beyt-i Mukaddes’te bir kavak ağacının içine gizlenmiş. Eteği dışarıda kalmış,
şeytan bunu gösterince Yahudiler tarafından kavak ağacıyla birlikte kesilmiştir (Pala, 1995: 580).
12 Hz. Nuh uzun yıllar kavmini imana davet eder. Kendisine pek az kişi inanır. Sonunda kavmine
beddua eder. Kendisine Allah’tan bir gemi yapması emredilir. Sudan uzak bir yerde gemi yapar.
Gemi bitince müminlerle birlikte gemiye biner. Yanına her çeşit hayvandan birer çift alır. Tufan olur,
su her tarafı kaplar. Yeryüzünde insanlar ve hayvanlar tamamen yok olur. Tufan alt ay sürer.
İnsanlar Nuh’un üç oğlundan türer (Pala, 1995: 432).
13 Hz. Musa İsrailoğullarının davranışları karşısında çok üzülür. Allah tarafından Tur Dağı’na
çağrılır. Kırk gün boyunda Tur Dağı’nda yalnız başına ibadet eder, vasıtasız olarak Allah’ın kelamını
işitir. Musa, Firavun tarafından sihirbazlıkla suçlanır. Firavun’un sihirbazları Musa’yı küçük
düşürmek için ellerindeki ipi bırakırlar, ipler yılan olur. Musa da asasını bırakır, asa büyük bir yılan
olup bütün yılanları yutar (Pala, 1995: 402-403).
14 İbrahim, karısı Hacer ile oğlu İsmail’i Mekke civarına bırakır. Burada kendisine Allah’ın Kâbe’yi
inşa etme emri erişir. Oğlu İsmail ile birlikte Kâbe’yi bina ederler (Pala, 1995: 274).
15 İbrahim peygamberin ilk oğludur. İbrahim bir çocuğu olursa onu Allah’a kurban edeceğini
söylediği için, İsmail’i kurban etmek üzere süsleri hazırlar. İsmail büyük bir teslimiyet gösterir.
İbrahim bıçağı birkaç kez sürmesine rağmen bıçak kesmez. O sırada Cebrail tarafından bir koç
getirilir, onu kesmesi söylenir(Pala, 1995: 289).
16 Yusuf’un eşsiz güzelliği Aziz’in karısı Zeliha’yı büyüler. Yusuf Zeliha’nın tekliflerini reddeder. Bir
gün Zeliha odasına girer. Yusuf ondan kaçarken gömleği yırtılır. Yusuf dışarı çıkınca Aziz’i karşısında
bulur. Zeliha Yusuf’un kendisine saldırdığını söyleyerek onu zindana attırır. Yusuf zindanda rüya
yorumlamaya başlar. Mısır hükümdarının rüyasını doğru tabir eder, zindandan çıkarılır (Pala, 1995:
572).
17 İshak Peygamberin oğludur. 12 oğlu dünyaya gelmiştir. Oğulları içinde Yusuf ile Bünyamin aynı
anneden doğmuşlardır. Babasının ölümünden sonra Kenan ilinde kalıp onun yerine geçer. Allah ona
peygamberlik verir. Kardeşlerinin Yusuf’u kuyuya atmalarından sonra onun hasretiyle Beytü’l-Ahzen
(Hüzünler Evi) denilen kulübesinde yıllarca ağlar, ağlamaktan gözleri kör olur (Pala, 1995: 566).
18 “Üveys’in arş-ı alada bulunan bir tacı vardır. Allah bu tacı Üveys’ten almak için Cebrail’i ona
yollar. Üveys günahkâr kulların yarısının affedilmesi karşılığında onu Allah’a verir. Cebrail nurdan
bir zincirle tacı arşa asar. Hz. Peygamber miraca çıktığında nurdan asılı zincirle arşa asılı duran tacı
görür. Hz. Peygamber bu tacın sahibini sorar, Cebrail bunun Üveys’e ait olduğunu; Allah’ın,
ümmetin yarısının affedilmesi karşılığında bunu Üveys’ten aldığını söyler. Peygamber, tacın
sahibinin yalnızca içinde ak bir beni olan el ayasını görür. Hz. Peygamber, Üveys’i görmek ister; ama
Allah onu dünyada da ahirette de göremeyeceğini bildirir” (Bars, 2013: 175-176).
19 Edebiyatta çokça anılan ünlü sufidir. Tasavvuf yolunda zühd ve itikaf ile çabucak ilerler.
Hakkında birçok menkıbe meydana gelir. Tasavvuf yolunda “fenafillah”a ulaşır. Ene’l-Hak (Ben
10
International Journal of Language Academy
Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241
Yunus Emre’de İmanın Esasları 235
2.5. Ahiret Gününe İman
Ahiret, dünya hayatından sonra başlayıp ebediyen devam edecek olan ikinci hayattır.
Ahiret hayatı, dünya hayatından değişik, ölümsüz bir hayattan, ebediyet alemine ait
çeşitli merhaleler ve hallerden oluşur. Ahiret inancı, iptidaî kavimler dahil, tanrının
varlığını kabul eden bütün din ve düşünce sistemlerinde mevcuttur. Ancak bu inanç
sistemlerinde ölümden sonraki hayatın mahiyeti ve tasviri hakkında birbirinden farklı
görüşler bulunmaktadır.
Kur’an-ı Kerim, ahiret akidesini büyük bir kuvvetle telkin etmektedir. Bunun yanında
dünyadan el etek çekmeyi de tasvip etmez. Dünya ile ahiret arasında denge kurmak
gereklidir. İnsan ahirete hazırlanırken dünya nimetlerinden nasip almayı da
unutmamalıdır (Kasas/77). Kur’an’ın tasvirine göre dünya hayatı ancak bir oyun, bir
eğlence, bir süs, karşılıklı bir övünme, çok mal ve evlat sahibi olma yarışından ibarettir.
Ahiret yurdu ise gerçek hayattır (Ankebût/64; Hadîd/20). Şüphesiz bu dünya hayatı
ancak geçici bir yararlanmadır. Ahiret ise ebedî olarak kalınacak yerdir (Mümin/39).
“İslâm akaidinin üç ana esasından (Allah, peygamber, âhiret) birini teşkil eden âhiret
inancı her şeyden önce insanda sorumluluk duygusu meydana getirmekte ve bu yönüyle
hem hukukî hem de ahlakî müeyyide olmaktadır. Dünya hayatında insanın zorluklarla,
haksızlıklarla mücadele ettiği halde bunları ortadan kaldıramadığı, neticede elem çektiği bir
gerçektir. Mutlak adaletin tecelli edeceği, iyiliğin mükâfatlandırılması için bütün engellerin
ortadan kalkacağı ebediyet âleminin varlığına inanmak, insan için büyük bir teselli kaynağı
ve yaşama sevincidir” (Topaloğlu, 1988: 545).
Yunus Emre, ahiret hayatıyla ilgi birçok merhaleyi dizelerinde dile getirir. Kıyamet, sur,
haşir, mahşer, mizan, sırat, amel defteri, cennet, cehennem gibi ahiret hayatını
ilgilendiren kavramları sıklıkla işler. Yunus bu dünyada olan her şeyin daha güzelinin,
aslının öbür dünyada olduğunu belirtir. İki dünyanın varlığından şüphe edilmemelidir:
Bu dünyâda hod ne ola âhiretde bulunmaya
Bilürsin iki cihânda kimsene gümân tutmaya (3/12).
Allah aşkı Yunus’un yaşam kaynağıdır. Bu aşka sahip olan kişi için dünya ile ahretin bir
önemi yoktur. Onun ahiretten endişesi yoktur; çünkü Allah sevgisi bütün endişelerden
kişiyi kurtarır:
Dost ‘ışka ulaşalıdan dünyâ âhiret bir oldı
Ezel-ebed sorarısan dün ile bugündür bana (7/8).
Aynı düşünce aşağıdaki dizelerde de dile getirilmiştir. Aşk kişiyi dünya malının hırsından
da ahiret korkusundan da uzak kılar:
‘Âşık bir kişidür bu dünyâ mâlın
Âhiret korkusın bir çöpe saymaz (113/6).
Yunus, dünyanın geçici bir mekân olduğunun farkındadır. Onun için önemli olan baki
âlemdir. Asıl vatana giderken eli boş gidilmemelidir. Dosta giderken hazırlıklı gitmeli,
ahiret için gerekli azık hazırlanmalıdır:
Fânî dünyeden geçerüz bâkî mülkine geçerüz
Armagan gerekdür dosta yüklü yükin dutsun dimiş (122/3).
Hakk’ım) dediği için muhalifleri tarafından münkir kabul edilir. Hapse atılır, sekiz yıl hapiste kalır.
Kamçılanır, vücudu parçalanarak öldürülür, darağacına çekilerek teşhir edilir (Pala, 1995: 226).
International Journal of Language Academy
Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241
236 Mehmet Emin BARS
Kişi dünyada sahip olduklarını gerçek varlık olarak görürse yanılır. Dünya malı geçici bir
oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Bu dünya ancak bir oyalanma yeridir. Varlığı
ile yokluğu aynıdır. Gerçek varlık öbür dünyada sahip olunacak olanlardır. Bu nedenle
orada değer taşıyacak varlık kazanmaya bakılmalıdır:
Ne (durur) dünye çoklıgı eşkere (durur) yoklıgı
Varlık sarâyın hakîkat âhireti bilmek gerek (137/3).
Yunus’un gözü dünyada değildir. O biran önce gerçek âleme gitme arzusu taşır. Çünkü
öbür âlemde kendisini daha güzel bir hayat beklemektedir. O, bunun özlemini duyar:
Koyam bu dünyâyı gidem çün âhrete sefer idem
Ol uçmakda hûrîleri ben yana yoldaş eyleyem (197/2).
Bu dünyada iken kişi bekanın tadarikini görmelidir. Ölmeden önce ölmeli, dünya bizi terk
etmeden biz onu terk etmeliyiz. Ne mutlu o kişiye ki yüzünün akıyla ahirete göç eder:
Bu fenânun terkin ura ol bekânun kaydın göre
Zihî devletlü cân anun yüz agıla varan kişi (372/2).
Yunus dünyaya dalmayı tehlikeli görür. Dünyaya dalmak kişiye ahiretini unutturur. İki
emniyet bir gönülde olmaz. Dünyayı gönlüne koyan kişi ahiretini kaybeder. Ahirette
mutlu olmak için dünya sevgisi gönülden çıkarılmalıdır:
İy dünyâya aldanan hayırla ihsân kanı
Unutdun âhireti şefkatla îmân kanı (396/1).
Madem dünya fani, gelen gidiyor; o halde fena mülkünü terk etmek gerektir. Dünyaya
veda edip ahiret yolunu tutmalıdır:
Gelen geçermiş n’idelüm gelün âhrete gidelüm
Bu fenâyı terk idelüm esenledüm dünyâm seni (413/4).
2.6. Kadere, Hayır ve Şerrin Allah’tan Geldiğine İman
Kader, Allah’ın nesneleri ve olayları özellikle sorumluluk doğuran beşerî fiilleri, ezelde
planlayıp zamanı gelince yaratması anlamına gelen bir terimdir. Allah’ın yarattığı
mahlukata ilişkin planını ve tabiatın işleyişini gerçekleştirmesini ifade eder. Literatürde
kader ve kaza kelimeleri birlikte kullanılır. “Bu iki terim âlimlerce farklı şekillerde
tanımlanır. Sözlükte ‘gücü yetmek; planlamak, ölçü ile yapmak, bir şeyin şeklini ve
niteliğini belirlemek, kıymetini bilmek; rızkını daraltmak’ gibi mânalara gelen kader,
‘Allah’ın bütün nesne ve olayları ezelî ilmiyle bilip belirlemesi’ diye tarif edilir. ‘Hükmetmek;
muhkem ve sağlam yapmak; emretmek, yerine getirmek’ anlamlarındaki kazâ ise ‘Allah’ın
nesne ve olaylara ilişkin ezelî planını gerçekleştirmesi’ şeklinde tanımlanır” (Yavuz, 2001:
58).
Kur’an’da bütün nesne ve olayların belli bir düzen içinde gerçekleşmesi ilahî sıfatlarla
irtibatlandırılır. Bunlar ilim, irade ve kudret gibi zatî; yaratma, yaşatma, öldürme,
hidayete erdirme, saptırma gibi fiilî sıfatlardır. Kaderle yakından ilgili olanların başında
ilim sıfatı gelir. Allah insanların içlerinde gizlediklerini, fısıltılarını, gaybı çok iyi bilendir
(Tevbe/78). Allah, gizlediğimizi de açığa vurduğumuzu da bilendir (Nahl/19). Yedi göğü ve
yerden bir o kadarını yaratandır. Allah’ın emri bunlar arasından inip durmaktadır, Allah
her şeye kadir ve her şeyi ilmiyle kuşatmıştır (Talâk/12). Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur
ki, rızkı Allah’a ait olmasın. Her birinin dünyada duracakları yeri de öldükten sonra
International Journal of Language Academy
Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241
Yunus Emre’de İmanın Esasları 237
emaneten konulacakları yeri de o bilir. Bunların hepsi açık bir kitapta Levh-i Mahfuz20’da
yazılıdır (Hûd/6). Allah dilemedikçe, bizler kendimize dahi ne bir zarar ne de fayda
verebiliriz. Her milletin bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler ne
de öne geçebilirler (Yûnus/49; A’râf/34). Allah dilediğini, dilediği şekilde yaratır. O,
dileyenin iman dileyenin inkâr edebileceğini bildirmiştir. Eğer isteseydi herkes iman
ederdi; ancak insanları kendi irade ve tercihleri konusunda serbest bırakmıştır. İnsan,
irade ve gücünü iman/itaat yahut inkâr/isyan doğrultusunda kullanmasına bağlı olarak
müminlerle kâfirler hakkında farklı ilahî fiiller gerçekleşir. Allah, iman edenleri hem
dünya hayatında hem de ahirette sabit bir sözle sağlamlaştırır, zalimleri ise saptırır
(İbrahim/27). Allah, kime hidayet ederse işte o, doğru yolu bulandır. Kimi de şaşırtırsa,
artık ona doğru yolu gösterecek bir dost yoktur (Kehf/17; Zümer/23). Allah, bize imanı
sevdirmiş ve onu gönüllerimize güzel göstermiş; inkârı, fasıklığı ve İslâm’ın emirlerine
karşı çıkmayı da çirkin göstermiştir (Hucurât/7). Buna karşılık Allah, inkâr edip
buyruklarına karşı çıkanların kalplerini ve kulaklarını mühürler (Bakara/7; En’âm/25).
Hakkı duymalarına engel olmak için kulaklarına ağırlık verir. Onlara şeytanları dost
yapar (A’râf/27).
Hayır kelimesi “iyi olmak, iyilik etmek, üstün olmak, üstün kılmak” gibi anlamlara gelip
şerrin karşıtı olarak kullanılır. Hayır kelimesi Kur’an-ı Kerim’de birçok yerde geçmekte,
yer aldıkları ayetlerin konularına göre az çok farklı anlamlara gelmektedir. Kelime iyi,
güzel, değerli, faydalı ve mal, mülk gibi arzulanan şeyler gibi kapsamlı bir anlamda
kullanılmaktadır. Yine maddî anlamlarda refah, bolluk, zenginlik gibi kavramları
belirtecek şekilde de geçmektedir. Kur’an’da manevî nimet kabilinden olan şeyler de hayır
kelimesiyle ifade edilmiştir. İslam düşünürleri, hayır ve şer problemini hem ontolojik
planda hem de ahlakî anlamda geniş ve sistemli bir şekilde ele almışlardır. İbn Sina hayır
ve şer meselesini, ontolojisinin temelini oluşturan Allah’ın inayet ve cömertliliğiyle
bağlantılı olarak ele alır. Ona göre Allah, imkân âlemindeki en yüksek derecesiyle hayır
düzenini düşünür. Allah cömertliğinin bir sonucu olarak âlemdeki her varlığa genel
düzen içindeki yeri bakımından layık olduğu hayrı eksiksiz verir. Bununla birlikte İslam
düşünürleri şerrin yokluğunun da savunulamayacağını ifade etmişlerdir. Bir insanın
suda boğulması veya ateşte yanması birer şer ise de bunlar su ve ateşin yaratılışında
birinci derecede amaçlanmış hususlar değildir. Bunlar, genel hayır düzenini ve hayrın
mutlaklığını sarsacak sıklıkta vuku bulmayıp rastlantılar yoluyla ortaya çıkan
kötülüklerdir (Çağrıcı, 1998: 44-45). Şer kavramı Allah’ın emri ve insanın selim fıtratıyla
bağdaşmayan kötü ve zararlı şey anlamında bir kelam terimidir. Kötü olmak, kötülüğe
meyletmek, kötülük yapmak gibi anlamlara gelir ve hayrın karşıtıdır. “Dinî literatürde
Allah tarafından yasaklanıp karşılığında ceza tertip edilen inanç ve davranışlar, günahlar
şer diye nitelenir” (Yavuz, 2010: 539). Ayetlerde insanın kendisi için neyin hayır neyin şer
olduğunu bilemeyeceği vurgusu yapılır. Bir şey bizim için hayırlı iken, onu hoş görmeyiz.
Yine olur ki, bir şey bizim için kötü iken, onu severiz. Allah en iyisini bilir, biz insanlar
bilemeyiz (Bakara/216). İnsan hayra dua eder gibi şerre dua eder. İnsan çok acelecidir
(İsrâ/11). Eğer Allah, insanlara onların hemen hayra kavuşmayı istedikleri gibi, şerri de
acele verseydi, elbette onların ecellerine hükmolunurdu (Yûnus/11).
Yunus yukarıdaki açıklamalara uygun biçimde hayır, şer, kader ve kaza kavramlarını
dizelerinde kullanır. Yunus kişinin yaptıklarının kendisinden bilmemesi gerektiğini
belirtir. Allah dilemedikçe kul hiçbir şey işleyemez. Kul diler, hayır ve şerri Allah yaratır:
Yûnus bu sözleri kogıl kendözünden elün yugıl
Allah kudretiyle olacak şeylerin üzerinde yazılı bulunduğu levhadır. Allah önce levh ile kalemi
yaratmıştır. Kalem bu levhaya kâinatta olacak her şeyi yazmıştır. İnsanların kaderi Levh-i Mahfuz’da
yazılıdır. Zamanı gelince yazılı olan her şey aynen meydana gelecektir. Bu levha yedinci kat gökte
bulunmaktadır (Pala, 1995: 346).
20
International Journal of Language Academy
Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241
238 Mehmet Emin BARS
Senden ne gele bir digil çün Hak’dan ola hayr u şer (28/9).
Yeryüzünde ve kendi nefislerimizde uğradığımız hiçbir musibet yoktur ki, Allah onu
yaratmadan önce, Levh-i Mahfuz’da yazılmış olmasın (Hadîd/22). Yunus kişioğlunun
dünyada duracakları yeri de, öldükten sonra konulacakları yerin de Levh-i Mahfuz’da
yazılı olduğunu anlatır. Kişi şeytanın ve nefsinin yönlendirmesiyle doğru yoldan sapar.
Kişioğlunun bu işleri yapması için ona bu gücü veren Allah’tır. Ancak azan kulun
kendisidir:
Levh üzere kimdür yazan azduran kimdür yâ azan
Bu işleri kimdür düzen bu su’âle cevâb nedür (89/3).
Ne göklerde ve ne de yerde zerre ağırlığında bir şey bile Allah’tan gizli kalmaz. Bundan
daha küçük ve daha büyük ne varsa, hepsi apaçık bir kitaptadır (Sebe/3). Yunus’a
sürekli ilahî aşkının sarhoşluğunun nereden geldiği sorulur. Onun kaderi Bezm-i Elest’te,
Levh-i Mahfuz’da böyle yazıldığından kendisinin başka bir yolda olması da mümkün
değildir:
Çok sorarlar Yûnus’a nice ‘ışk esrükligi
N’itsün ezel bezminde öyle çalındı kalem (202/9).
Yunus aşka düştüğünden beri sarhoştur. Bu sarhoşluk onu hamlıktan kurtarmış, aşk
odunda pişirmiştir. Pişen Yunus’un aklı o zaman başına gelmiş, hayırla şerri birbirinden
ayırmıştır:
Esritdi ‘ışka düşürdi ben hamıdum ‘ışk bişürdi
‘Aklum başuma divşürdi hayrı şerden seçer oldum (208/3).
Allah kullarına asla zulmetmez, kullara ancak işlediklerinin karşılığı verilir (Yasin 36/54).
Yunus, nefsinin sözünü dinlemediğinden beri şer işlerden uzaklaşmış, bütün
endişelerinden kurtulmuş, tüm işlerini hayra çevirmiştir:
Hayra döndi benüm işüm endîşeden âzâd başum
Nefsün başını kesüben şer işlerden kaçar oldum (208/4).
Allah göklerdeki ve yerdeki her şeyi bilir. Göklerin ve yerin gaybını bilir. Yaptıklarımızı
hakkıyla görür (Hucurât/16-18). Dolayısıyla Allah, kişinin ne yapacağını önceden bildiği
için bunları yazmıştır. Kişinin başına ezelde ne yazılmışsa o gelecektir. Kişinin başına
gelecek olan, önceden yazıldığı için gelmeyecektir. Allah kişinin yaptıklarını bildiği için
bunları önceden yazmıştır. Bunun için kimsenin tasalanmasına da gerek yoktur:
Yûnus imdi gam yime n’idem ne kılam dime
Gelür kişi başına ezelde ne yazıla (335/20).
Kader probleminin odak noktasını oluşturan insanların fiilleri konusunda Kur’an’da
dileyenin iman, dileyenin inkâr edebileceği (Kehf/29) ifade edilir. İtaat ve isyan insanın
iradesine bağlıdır, kişiler işledikleri ameller karşılığında cennete veya cehenneme
gireceklerdir. İnsanların yaptıkları iyi işler lehlerine, kötü işler aleyhlerinedir (Secde/1920; Sebe’/37-38):
Hayrum şerüm yazılısar ‘ömrüm ipi üziliser
Sûret benden bozulısar âh n’ideyim ‘ömrüm seni (405/7).
International Journal of Language Academy
Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241
Yunus Emre’de İmanın Esasları 239
3. Sonuç
Amentü, İslam dininin iman esaslarını ana hatlarıyla ifade eden bir terimdir. İtikadî
esasların hepsi amentü terimiyle ifade edilir. Amentüde sıralanan bu iman esasları
Kur’an-ı Kerim’de çeşitli ifadelerle yer almıştır. Ayetlerde değişik şekillerde sıralanan iman
esasları Allah’a, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve ahirete iman olmak üzere beş
ilkede toplanmıştır. Amentü metninde bulunan kader, hayır ve şerrin Allah’tan olduğu
inancı bunlar arasında zikredilmemiştir. Bazı âyet ve hadislerde kadere imanın yer
almayışı, onun ilim, irâde, kudret ve tekvin sıfatları içinde mütalaa edilebilen özelliğine
bağlı olsa gerektir.
Yunus Emre’nin şiirleri incelendiğinde İslam dininin iman esaslarına geniş biçimde yer
verdiği görülmüştür. Yunus kâinatı yaratan ve idare eden tek bir yaratıcının varlığını
kabul eder. Bu yönüyle Yunus’ta güçlü bir Tanrı inancı mevcuttur. Bu Tanrı Allah’tır, her
şeye gücü yetendir. Merhametli ve adildir. Tüm varlıkları yaratan odur. Onun izni
olmadan hiçbir varlık hareket edemez. Ezelî ve ebedîdir. Bu inanç eski Türklerin yaratıcı
ve kudret sahibi olan Gök Tanrı inancıyla da büyük benzerlikler taşımaktadır. İnsanların
hayatını idare etmesi, ceza/mükâfat verici olması, yaşam/ölümün onun iradesine
bağlılığı, ezelî ve ebedîliği, bir olması gibi nitelikleri bu benzerliklerden bazılarıdır. Yunus
şirke şiddetle karşı çıkmaktadır. Yunus dizelerinde meleklerin da varlığını kabul eder.
Vahiy meleği Cebrail’e, kıyamet gününde sura üflemekle görevli İsrafil’e, can almakla
görevli Azrail’e, insanların söz ve davranışlarını kaydeden Kiramen Kâtibin meleklerine,
ölümden sonra insanları sorguya çekeceği belirtilen Münker ve Nekir’e değinmiş, bu
meleklere dizelerinde Kur’an’da anlatılan özelliklerine uygun olarak yer vermiştir. Yüce
varlıkların hep yukarıda, gökte bulunmalarını tasavvur etme düşüncesi melek inancında
da Yunus’ta kendisini göstermiştir.
Yunus, şiirlerinde dört kutsal kitaba geniş biçimde yer vermiştir. İncil, Zebur ve Tevrat’a
da değinmesine rağmen en çok Kuran’dan bahsetmiştir. Yunus dört kitabın aslının, temel
öğretilerinin bir olduğunun farkındadır. Yunus dizelerinde sadece son peygamber Hz.
Muhammed (sav)’e değil ondan önce gelen, isimleri Kuran’da geçen birçok peygamberden
(Adem, Şit, İdris, Nuh, İbrahim, İsmail, Yakub, Yusuf, Eyyub, Musa… ) bahsetmiştir. Bu
peygamberlerle ilgili olaylara çeşitli telmihlerde bulunmuştur. O, bütün peygamberlerin
Allah’ın elçisi olduğuna inanmıştır. Yunus, Kur’an-ı Kerim’in de birçok ayetinde büyük
bir kuvvetle telkin ettiği ahiret hayatıyla ilgi kıyamet, sur, haşir, mahşer, mizan, sırat,
amel defteri, cennet, cehennem gibi birçok merhaleyi şiirlerinde dile getirmiştir. Yunus’un
İslam akidesinin temel inançlarını geniş biçimde dizelerinde işlemesi belli bir eğitim
sürecinden geçtiğini de göstermektedir. Yunus devrinin bilimlerini, dört kitabı, peygamber
kıssalarını, Vahdet-i Vücûd’u öğrenmişti. O, geniş bir bilgi birikime sahipti. Onun okumayazma bilmediği düşüncesi halk inancının bir yansıması olmalıdır.
Kaynakça
Adam, B. (2012). Tevrat. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 41. 40-45. İstanbul:
İslam Araştırmaları Merkezi.
Bardakoğlu, A. (2002). Kitap. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 26. 122-126.
İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi.
Bars, M. E. (2013). Veysel Karanî ile ilgili menkıbeler ve romanlar üzerine metinlerarası bir
inceleme. Doktora Tezi. Erzurum: Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı.
Birışık, A. (2002). Kur’an. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 26. 383-388.
İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi.
International Journal of Language Academy
Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241
240 Mehmet Emin BARS
Cebeci, L. (2001). İsrâfil. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 23. 180-181.
İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi.
Cin, A.; Babacan, V. (2013). Yunus Emre’nin Risaletün Nushiyye’si ve Divan’ı üzerine yeni
bir inceleme. Mediterranean Journal of Humanities, III/2, 57-69, DOI:
10.13114/MJH/201322470.
Çağrıcı, M. (1998). Hayır. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 17. 43-46.
İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi.
Demirci, K. (1997). Hârût ve Mârût. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 16. 262264. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi.
DİA. (1989). Allah-Edebiyat. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 2. 499. İstanbul:
İslam Araştırmaları Merkezi.
Erbaş, A. (2004). Melek. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 29. 37-39. İstanbul:
İslam Araştırmaları Merkezi.
Gökalp, H. (2009). Risâletü’n-Nushiyye’de tahkiyevî unsurlar. Turkish StudiesInternational Periodical For The Languages, Literature And History Of Turkish Or
Turkic, 4/2, 485-521.
Görgün, T. (2002). Kur’an-Mahiyeti. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 26. 388389. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi.
Gürkan, S. L. (2013). Zebûr. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 44. 171-173.
İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi.
Harman, Ö. F. (2000). İncil. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 22. 270-276.
İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi.
Kılavuz, A. S. (1991). Azrâil. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 4. 350-351.
İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi.
Kur’an-ı Kerim Meâli (Hazırlayanlar: H. Altuntaş; M. Şahin). (2011). Ankara: Diyanet İşleri
Başkanlığı Yayınları.
Müftüoğlu, Ö. (2011). Yunus Emre’nin insanla ilgili dizelerine yansıyan Kur’an kültürü.
Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 36, 201-216.
Özervarlı, M. S. (2004). İslâm İnancında Melek. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi.
C 29. 40-42. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi.
Pala, İ. (1995). Ansiklopedik divan şiiri sözlüğü. Ankara: Akçağ Yayınları.
Sevgi, A. (2012). Yunus Emre’de insan sevgisinin evrensel niteliği üzerine. Turkish
Studies-International Periodical For The Languages, Literature And History Of
Turkish Or Turkic, 7/1, 99-103.
Tatçı, M. (1997a). Yûnus Emre dîvânı I (inceleme). İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı
Yayınları.
Tatçı, M. (1997b). Yûnus Emre dîvânı II (tenkitli metin). İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı
Yayınları.
Topaloğlu, B. (1988). Âhiret. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 1. 543-548.
İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi.
Topaloğlu, B. (1989). Allah. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 2. 471-498.
İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi.
International Journal of Language Academy
Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241
Yunus Emre’de İmanın Esasları 241
Toprak, S. (2006). Münker ve Nekir. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 32. 1415. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi.
Torun, A. (2005). Yûnus Emre ve halk kültürü. Millî Folklor, 68, 18-31.
Üzüm, İ. (2002a). Kirâmen Kâtibîn. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 26. 5960. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi.
Üzüm, İ. (2002b). Kitap. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 26. 121-122.
İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi.
Yavuz, Y. Ş. (1991). Amentü. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 3. 28-30.
İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi.
Yavuz, Y. Ş. (1992). Bezm-i Elest. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 6. 106108. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi.
Yavuz, Y. Ş. (2001). Kader. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 24. 58-63.
İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi.
Yavuz, Y. Ş. (2007a). Nübüvvet. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 33. 279-285.
İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi.
Yavuz, Y. Ş. (2007b). Peygamber. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 34. 257262. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi.
Yavuz, Y. Ş. (2010). Şer. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 38. 539-542.
İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi.
Yavuz, Y. Ş.; Ünal, Z. (1993). Cebrâil. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. C 7. 202204. İstanbul: İslam Araştırmaları Merkezi.
International Journal of Language Academy
Volume 4/4 Winter 2016 p. 219/241
Download