GİRİŞ

advertisement
GİRİŞ
İşaret Dilinde izlemek için tıklayınız
Bu proje kapsamında; ileri-çok ileri işitsel yetersizlikten etkilenerek konuşma yetilerini de kaybetmiş olan lise ve
üniversite çağındaki gençler ele alınmıştır. Bu projenin sonuçları, işitme yetisini kaybetmiş olmasına karşın erken
(re)habilitasyon ve erken ve yeterli bir özel eğitimle konuşma yetisini kazanmış olan işitme engellileri de bir
oranda ilgilendirse bile, asıl hedef grubumuz, doğal iletişimi “işaret dili” ve “dudak okuma” ile sağlayan işitme
engellilerdir.
Bu grup için halk arasında “dilsiz”, “sağır-dilsiz” veya eski dilde “ahraz” tabirleri kullanılmasına karşın, bütün
dünyadaki işitme engelliler gibi, ülkemizdeki işitme engelliler de bu gibi deyimlerle isimlendirilmeye karşı
çıkmaktadırlar. Ancak yerine geliştirilen Türkçe bir kelime olmadığı için, yazılı dilde ya “işitme engelli”yi tercih
etmekte ya da (özellikle de eğitim düzeyi yüksek olan, sivil toplum içinde aktif faaliyet gösteren ve internet
sayesinde dünyadaki işitme engellilerin durumlarının farkında olanlar) farklılıklarının doğallığını ifade ettiğini
düşündükleri “The Deaf” kelime öbeğini kullanmaktadırlar (“The Deaf”, Amerikan İngilizcesinde genel anlamda
işaret diliyle anlaşarak kültürel bilinçlenmelerini geliştirmiş konuşamayan işitme engelliler topluluğu için kullanılan
ifade biçimidir; diğer bir ifadeyle, kendilerini özürlü olarak hissetmeyen ve sadece farklı duyu-algı özellikleri olan
ve bundan dolayı da konuşan insanlardan farklı bir kültürel paylaşım gösteren bireyler, anlamına gelmektedir).
Türk İşaret Dili (TİD)’nde “işitme engelli” veya “sağır-dilsiz” ifadeleri için aynı işaret kullanılırken (sadece işaret
parmağı açık diğerleri kapalı şekilde el önce kulakta sonra da ağızda), TİD’de “The Deaf” kelime öbeğinin ayrı bir
işareti vardır (baş ve işaret parmakları açık ve yapışık diğerleri kapalı şekilde el önce kulakta sonra da ağızda).
İşitme engellilerin “sağır-dilsiz” kelimelerine karşı çıkışın temelinde, bu kelimelere yüklenen sosyal anlamlar
aranmalıdır; işitebilenlere göre normal tanımının “işiten” olduğu ön kabulüyle, bu kişileri “engelli, öyleyse normal
dışı” olarak görme yargısı, bu ifadelerin istenmemesindeki temel öğedir. Hâlbuki gelişmiş ülkelerde iletişimde
işaret dilini kullanan, eğitim ve kültürel bilinçlenmelerini bu şekilde sağlamayı tercih eden işitme engelli grupları,
kendilerini “engelli” değil, farklı dili konuşan bir “azınlık” olarak görmeyi tercih etmektedir. Bu bağlamda (yukarıdaki
tercihin destekçisi ya da karşıtı olmamak çabasıyla); bu proje kapsamında, toplumda çoğunluğu oluşturanlardan
daha kötü işitme seviyesi olan bireylerden (yani yaygın kullanılan ifadeyle işitme engellilerden), “işitsel
yetersizlikten etkilenenler (İYE)” olarak bahsedilecektir. Aynı mantık içinde, mevcut işitsel yetersizliğe bağlı olarak
iletişimini “konuşma” ile gerçekleştiremeyen ve projemizin asıl çalışma grubunu oluşturan alt gruptan ise, “farklı
iletişim yöntemlerini tercih etmiş işitsel yetersizlikten etkilenenler (FİTYE) olarak bahsedilecek, sadece
kaynaklardan alıntı yapılırken veya mevzuattaki bürokratik anlamlarını tam olarak ifade edebilmek için orijinal
metne sadık kalmak maksadıyla, söz konusu deyim ve ifadeler “….” işareti içinde yerleştirilerek kullanılacaktır.
Türk Dil Kurumu Büyük Sözlüğü’nde “işitemeyen-ses geçirmeyen” anlamına gelen “sağır” kelimesi için TDK’nın
“Eğitim Terimleri Sözlüğü”nde, “bütün düzeltmelere karşın işitme yitimi 70 desibelden daha çok olan, eğitimöğretim çalışmalarında işitme gücünden yararlanamayan (kimse)”, ifadesi kullanılırken, “Ruhbilim Terimleri
Sözlüğü”nde “bütün düzeltmelerden sonra iyi işiten kulağında 60 desibel ya da daha çok işitme yitiği olan kişi”,
tanımı yer almaktadır.
İşitme ve Konuşma Bozuklukları alanıyla ilgilenen Odyoloji Bilim alanıysa işitme kaybını “çocuklarda 15 dB,
erişkinlerde 25 dB ve üzeri” olarak kabul eder ve 71 dB’in üzerindeki işitme kayıplarını da ileri-çok ileri işitme
kaybı olarak sınıflandırır. İleri-çok ileri işitme kaybı olanlarda işitme cihazından fayda sağlama oranı da göreceli
olarak daha düşüktür. Ancak, odyoloji bilim alanına göre, bir kimsenin işitme kaybının işitme cihazı ya da koklear
implant (biyonik kulak) gibi protezlerle (re)habilite edilmesi onu “işitme engelli” ya da İYE olmaktan çıkartmaz.
Aslında ülkemizdeki ve dünyanın hemen hemen her ülkesindeki uygulamalarda da bu kişiler “işitme engelli” yani
İYE olarak tanımlanırlar. Ülkemizde sosyal anlamda “sağır”lık kavramının ne ifade ettiğine dair bir çalışma yoktur.
Bizim bu proje kapsamında birlikte çalıştığımız ve daha iyi bir yükseköğrenim süreci için önerilerde bulunduğumuz
gençler, ister işitme cihazı kullansın isterse kullanmasınlar, bu tanıma (farklı iletişim yöntemlerini tercih etmiş
işitsel yetersizlikten etkilenenler) uyuyorlarsa FİTYE’dirler. Bu proje kapsamında işitme seviyelerinin ne olduğu
önemsenmemiş olmakla birlikte, büyük kısmı, ileri-çok ileri derecede işitme yetisini kaybedenlerden oluşmaktadır.
Bu proje için önemli olan, bir bireyin işitsel yetersizliğinden dolayı konuşma dışında bir iletişim yöntemi kullanmak
durumunda kalması ve bu nedenle de yükseköğrenime ulaşma noktasında toplumun geri kalanına göre bariz
olarak dezavantajlı olmasıdır.
“Dilsizlik” ise, tıbben başka şekilleri de olsa, toplumumuzda genel olarak “işitme kaybına bağlı gelişen konuşma
kaybı” şekli için kullanılan bir terimdir. Büyük bir çoğunlukla da doğuştan ya da hayatın ilk 1–2 yılı içinde işitme
kaybı olanlarda ortaya çıkan bir durumdur ve genellikle ileri-çok ileri derecedeki İYE’lerde görülür. Orta-ileri ve
daha düşük seviyedeki işitme kayıplarında da değişik derecelerde konuşma yetersizliği olsa bile, bunların
genellikle “dilsiz” olarak ifade edilecek bir konuşma bozukluğu ortaya çıkmaz (ilave nörolojik veya gelişimsel
sorunları olanlar istisnadır). Günümüzdeki olanaklar, işitme kaybının derecesi ne olursa olsun, erken tanı (hayatın
ilk 3 ayı içinde), erken (re)habilitasyon (hayatın ilk 6 ayında) ve erken ve yeterli özel eğitimle ileri-çok ileri seviyede
de olsa İYE’lerin konuşma gelişimini sağlamasına olanak verir. Ancak, 2 yaşına kadar (re)habiltiasyon yapılmamış
İYE’lerde daha sonraki dönemlerde konuşma gelişiminin başarılabilmesi, son derece güç ve ileri-çok ileri seviyede
işitme kaybı olanlardaysa neredeyse imkânsızdır. Yukarıda da belirtildiği gibi, bu proje kapsamına giren gençler,
işaret dilini asıl iletişim yöntemi olarak benimsemiş bireylerdir. Bunların arasında bir dereceye kadar konuşma
gelişimi olanlar olsa bile, bu bireyler iletişimde, yani “bilgi, düşünce, istek ya da amacın aktarılması”nda, işaret
dilini tercih etmektedirler. Bu bağlamda, bu proje kapsamındaki FİTYE’lerin konuşma yetenekleri
sorgulanmamıştır. Çünkü konuşma yeteneğini doğal olarak geliştiren ve bunu iletişim yöntemi olarak kullanabilen
İYE gençlerin ülkemiz şartlarında “işitme engelliler” okullarına gitmeleri beklenmediği gibi, az-çok konuşabilir
olsalar da eğer işaret dili onlar için esas iletişim tercihi haline gelmişse, bu olgular da birer FİTYE olarak kabul
edilmek durumundadır.
Pek çok gelişmiş demokraside; ailelere, işitme kaybı olan çocuklarını hangi şekilde (re)habilite etmek istedikleri
konusunda (konuşma ya da işaret dili) seçim yapma hakkı verilmektedir. Örneğin; İngiltere’de tarama testinde
işitme kaybı saptanan bebeğin evine gelen sosyal hizmet uzmanı, aileye işitme cihazlarıyla (re)habilitasyon ve
ardından “oral” (konuşmayı hedefleyen) özel eğitim seçeneğiyle erken yaştan işaret dili merkezli bir özel eğitim
seçeneğini bir arada tanıtmakta ve tercih yapmalarını istemektedir. Ülkemizde bu şekilde bir sistem yoktur; hatta
Türk Ceza Kanunu’na göre, çocuğunu (bilgilendirilmesine rağmen) var olan tanı, işitme cihazıyla (re)habilitasyon
ve özel eğitim olanaklarından yararlandırmayan ebeveynlerin çocuklarının haklarını ihlal ettikleri iddia edilebilir
(ayrıca bugüne kadar ülkemizde işaret dili tabanlı bir özel eğitim/eğitim süreci de geliştirilmemiştir; bu konu ayrıca
ele alınacaktır). Bu bağlamda; bu proje kapsamında incelenen bütün FİTYE’ler, aslında ülkemizde mevcut sistem
içinde, erken yaşta işitme cihazıyla (re)habilite edilme olanağına kavuşturulamamış ya da denenmiş ama
başarısız olunmuş olgulardır. Diğer bir ifadeyle, ülkemizde sağlık ve eğitim mevzuatının kabul ettiği tek sistemden
bir şekilde fayda sağlamayanlar, bu projenin hedef grubunu oluşturmaktadırlar. Bu durum, projenin uygulama
aşamaları ve öneriler kısmı incelenirken akılda tutulması gereken önemli bir husustur.
Bu projenin amacı; Dünya Bankası’nın düzenlediği “Yaratıcı Kalkınma Fikirleri Yarışması”na başvurulurken FİTYE
konumundaki lise ve üniversite öğrencilerinin yükseköğrenim/üniversite kavramlarına bakışının anlaşılması ve
daha fazla FİTYE’nin yükseköğrenime katılması ve katılanların da başarısının artırılmasına yönelik somut
önerilerin saptanması, olarak ifade edilmiştir. Ancak; uzun yıllardır bu camia içinde olan ve/veya onlara hizmet
sunan bir ekip olmamıza rağmen, yapılan anket çalışmaları ve birebir görüşmeler sırasında karşımıza çıkan
durum, FİTYE camiasının yükseköğrenim sorununun diğer problemlerinden ayrıştırılarak incelenemeyeceği ve
çözülemeyeceği noktasına bizi getirmiştir. Aşağıdaki kısımlarda detaylı olarak anlatılmaya çalışılacak bu sosyal
sorunun irdelenmesi, son derece önemlidir. Bu konunun her boyutuyla incelenmesi için farklı bilim dalları birlikte
ve ayrı ayrı faaliyette bulunmak durumundadır.
Araştırma ve Rapor Hazırlama Süreci
Download