İÇİNDEKİLER Önsöz 3 AB’nin Gerçek Yüzü 4 6 Ekim 2004 İlerleme Raporu 7 Bizde AB’nin İlerleme Raporunu Yazdık 8 AB’nin Sosyal Güvenlik Sistemi Çöküyor 11 17 Aralık’ın Perde Arkası 13 Gümrük Birliği Anlaşması Nasıl Bir Anlaşmadır ? 14 AB’nin Samimiyetsizliğine Birkaç Örnek 16 Türkiye’de AB Müktesebat ve Uygulamalarına Aykırı Düzenlemeler! 17 AB Projesinin Arkasındaki Güç 18 AB’ye Hayır ! 21 Önsöz: Tarih boyunca en büyük ülküsü, “Türk’ü Anadolu’dan atmak” olan Batı, bu emeline bir türlü ulaşamamış, ulaşamadıkça Türk’e olan kini bir kat daha artmıştır.Emellerine bir türlü ulaşamamışlardır,çünkü Türk’ün bileğini savaş meydanında bükmek imkansızdır. Bunun imkansız olduğuna, Kurtuluş Savaşı’nda iyice kanaat getiren emperyalist Batı, Türk Milli Mücadelesi zafere ulaştıktan sonra Türk’e karşı olan yönteminde “reform”a gitmiştir. O zamana dek, üzerimize Haçlı Orduları olarak kılıçla,topla,tüfekle saldıran, açık bir düşmanken; o günden sonra “dost” maskesi altındaki bir düşman olarak “Türk’e kefen biçen” planlarını sinsice sürdürmüşlerdir. 10 Kasım 1938 günü ulu önderimiz M. Kemal ATATÜRK’ü kaybetmemizle, emperyalist Batı’ya adeta gün doğmuştur ve “karşı devrim” dediğimiz Atatürk ilke ve devrimlerini ve Atatürk’ün kurmuş olduğu Türkçü düzeni yıkıp yok ederek, yerine Batı’ya bağımlı bir sömürge düzeni oluşturma süreci başlatılmıştır. Bu “sömürgeleştirme” süreci, 1964’ten itibaren büyük oranda AB üzerinden yürütülmektedir ve ne yazık ki oldukça yol alınmıştır! Pek tabi ki, Türkiye’nin sömürgeleştirilmesi sürecinde bu denli yol alınmasında içerideki işbirlikçi hainlerin de küçümsenemeyecek kadar “katkı”ları olmuştur ve olmaktadır. Aydın,akademisyen,yazar,gazeteci,bürokrat,politikacı gibi kimliklerle karşımıza çıkan bu “işbirlikçi”ler, milletimizin beynini öyle bir yıkamışlardır ki; insanımız bugün “AB’ye üyelik şartları” olarak önümüze konan dayatmaların, topraklarımızın batılı devletlerce paylaşılmasının önünü açan Sevr Anlaşması’nın maddelerinin “süslenmiş” hali olduğunu bile göremez hale gelmiştir. Milletimiz, gaflet uykusundan uyanmadıkça ve ihanet içerisindeki işbirlikçiler etkisiz hale getirilmedikçe bu süreç, Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti adına büyük bir felaketle sonuçlanacak ve emperyalist Batı, onlarca asırdır topla,tüfekle yıkamadığı kalemizi içeriden yıkmış olacaktır. İşte içinde bulunduğumuz bu vahim durumun, Atamızın “Gençliğe Hitabesi”nde işaret ettiği durum olduğunu görüyor ve bu duruma karşı milletimizi uyarmak ve onları gaflet uykusundan uyandırmak sorumluluğunu bir nebze de olsa yerine getirebilmek maksadıyla ELBİRLİĞİ DERNEĞİ olarak yayınlamış olduğumuz bu kitapçığı; ulu önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ün, vatanı ve bayrağı uğruna canını feda eden şehitlerimizin ve emperyalistlerin planlarını deşifre ederek Türk Milleti’ni gaflet uykusundan uyandırma mücadelesi ile ömürlerini tüketen Türk aydınlarının aziz hatıralarına ithaf ediyoruz… Kurtuluş CESURTÜRK “Temel ilke, Türk Ulusu’nun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır.Bu, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilir.Ne denli zengin ve müreffeh olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık karşısında uşak durumunda kalmaktan kendini kurtaramaz…Öyleyse, YA İSTİKLAL YA ÖLÜM!” Mustafa Kemal ATATÜRK AB'nin GERÇEK YÜZÜ AB ile ilgili yapılan analizlerin birçoğu;AB'nin bugün devam eden bütünleşme sürecinin,yarın da aksamayacağına ve sonunda "Avrupa Birleşik Devletleri"nin federasyon ya da konfederasyon sınırları arasında gerçekleşeceği varsayımına dayandırılmıştır.Fakat AB, Avrupa Birleşik Devletleri şekline dönüşecek kadar sağlam ve uzun ömürlü olacakmış gibi görünmüyor.AB'ciler hala AB'ye girmek için yırtınadursunlar,daha şimdiden çatırdamaya başlayan AB'nin 10-15 yıldan fazla ömrünün kalmadığını söylemek, hiç de şaşırtıcı olmaz. Soru:Peki Türkiye'yi AB'ye alırlar mı? Cevap:Asla almazlar.Niye alsınlar ki?..AB,zaten 1995 Gümrük Birliği belgesiyle,Türkiye'den almak istediği her şeyi ,hem de sıfır maliyetle elde etmiş bulunmaktadır.(bkz. Bölüm: "Gümrük Birliği Anlaşması Nasıl Bir Anlaşmadır?") AB,Türkiye'yi üyeliğe kabul ederse,işgücünün serbest dolaşımı dolayısıyla Türkiye nüfusunun AB'ye akması,Türkiye'ye zengin üyelerden daha fakir üyelere yardım fonlarından büyük parasal yardım yapma zorunluluğunda olmaları,ileride Türkiye'nin en yüksek nüfusa sahip ülke olarak AB'ni Almanya ile birlikte yönetir duruma gelmesi gibi nedenlerden dolayı AB'nin, nüfusunu çoğu Müslüman olan Türkiye'yi alıp Hıristiyan Rusya'yı,Ukrayna'yı ve Beyaz Rusya'yı dışarıda bırakması olanaksızdır.Fakat bunların hepsini AB'ye tam üye yapmış bir Batı Avrupa,kendi refah seviyesini geriletmiş olur.Bu yüzden böyle bir şeye kalkışmazlar. Ayrıca,şu anda Türkiye,tam onların istediği gibi AB'ye tek taraflı bağımlı bir duruma getirilmiştir.Türkiye,AB'nin dışında olmasına rağmen,AB'nin dış ticaret politikasını uygulamakla yükümlüdür.Bu yükümlülükler,Türkiye'yi AB'ye yavaş yavaş daha da bağımlı hale getirmektedir.İş çevreleri,işçi sendikalarının bazıları,bazı kamu kuruluşları,üniversiteler,bazı medya kuruluşları yavaş yavaş AB'nin güdümüne girmektedirler.AB'deki çok uluslu şirketlerin Türkiye pazarındaki egemenlikleri hızla artmaktadır.Birçok imalat sanayi alanındaki firma el değiştirerek çok uluslu şirketlere geçmiştir.Bu çok uluslu şirketler;bankacılık,turizm,ulaştırma,sağlık,eğitim gibi alanlara da hızla girmektedirler. AB ve AB'nin Türkiye'deki acenteleri, zaman içinde Türkiye'nin tamamen AB'ye tek taraflı bağımlı bir yapıya sahip duruma getirileceğinin ve artık kemikleşecek bu yapılanmanın,Türkiye'deki ulusalcı-milliyetçi çevreler tarafından da hiçbir biçimde değiştirilemeyeceğinin politikası içindeler. AB, Akdeniz'i kendinin bir iç denizi olarak görüp kendi iktisadi,siyasi ve stratejik denetimine yönelik bir politika izlemektedir.Kıbrıs politikasındaki sertlik,tek yanlılık ve AB içine almak için aceleci davranışı,ileride Türkiye'yi AB'ye almama politikasının bir sonucudur. Ayrıca,AB Parlamentosu'nun;Ege'deki ihtilaflı bölgeler konusundaki 15.12.1996 tarihli "Türkiye'nin,Yunanistan'ın ve dolayısıyla da AB'nin Ege'deki haklarını çiğnediği"ni ifade eden kararı da,Ege'yi AB'nin bir iç denizi olarak görmekte olduklarının ve Türkiye'yi ileride de AB'ye almayacaklarının bir göstergesidir. AB derken,İngiltere'yi ayırarak değerlendirmek,"kıta Avrupası" demek daha doğru olur. Körfez krizi sonrasında ABD ve İngiltere,"stratejik ortaklar" olarak Ortadoğu’ya yerleşmişlerdir.Ayrıca İngiliz toprağı sayılan Kıbrıs'taki İngiliz üssü de ABD tarafından kullanıla gelmektedir. AB'nin büyükleri Almanya ve Fransa,Akdeniz'in yanı sıra Ortadoğu ve Kafkaslarda da ABD- İngiltere ikilisini dengeleme amacına yönelik politikalar izlemektedir.En çarpıcı olanı,bölgedeki kürtler konusunda ABD-İngiltere ikilisi ile Almanya-Fransa ikilisi arasındaki süregelen çekişmedir.Bu çekişme,Türkiye'ye ödetilerek,Türkiye'nin sırtından yürütülmektedir. 1992'den itibaren ABD-İngiltere ikilisi,Kuzey Irak'taki kukla bir kürt devletinin biçimsel altyapısını,tamamen dışarıdan uygulayarak yürütmüşlerdir.ABD ve İngiltere’nin K.Irak'ta yürüttükleri politikaya karşılık AB(kıta Avrupası),PKK’yı AB güdümünde siyasallaştırarak K.Irak'taki ABD-İngiliz girişimini dengelemek istemektedir.PKK’nın Kıta Avrupası'nda siyasi ve maddi destek görmesinin arkasında yatan asıl neden budur. AB,6 mart 1995 belgesi ile başlatılan tek yanlı ticari ve iktisadi bağımlılığı bürokrasiye,eğitime,sivil toplum örgütlerine yayarak Türk siyasetini denetim altında tutmak istemektedir.Türkiye'nin 1999'da başlatılan adaylık sürecinin,Türkiye'nin önüne sürekli engeller konularak oyalanması amacı güdülmektedir; a) Kıbrıs ve Ege'nin AB vasıtasıyla Yunanistan'ın denetimine sokulması için baskı yapılmaktadır. b) PKK’nın siyasallaştırılması çabaları ve buna AB ülkelerinden sağlanması,Türkiye-AB ilişkilerini yarın da olumsuz etkileyecek bir politikadır. etkili destek c) Ermeni meselesinde AB,"Türkiye eğer soykırım yaptığını kabul etmezse,Türkiye-AB ilişkileri gelişemez" demektedir. Bütün bunlar "şimdilik" Türkiye'nin önüne konmuş engellemelerdir.Yarın bunlara yenileri de eklenecektir.AB'nin bu politikası,"Türkiye'yi sürekli kapının önünde tutmak,bu arada alabildiği ödünleri almak ve tek yanlı bağımlılığı kemikleştirmek" biçiminde özetlenebilir. ABD'nin de K.Irak,Kıbrıs,Ege,ermeni konularında Türkiye'nin ulusal çıkarlarıyla bağdaşmayan politikaları bulunduğu için,AB ve ABD'yi Türkiye konusunda tamamen karşıt politikalar içinde değerlendiremeyiz.Bu nedenle,aralarında rekabet ve çekişme olsa bile,anılan konularda Türkiye'nin ulusal çıkarları ile bağdaşmayan ortak bir zemin üzerinde bulundukları görülmektedir. Türkiye'nin AB'ye Tek Taraflı Bağlanmasını İsteyen Aktif ve Örgütlü Çevreler: 1) Bazı büyük sermaye çevreleri.Bunların kendilerine göre nedenleri şunlar: --- Askeri düzen ve yönetim riskleri büyük sermayeyi hep korkutmuştur.AB'ye tek yanlı bağımlılık,uzun vadede bu riskleri ortadan kaldırabilecekti. --- Piyasa ekonomisi,bu bağımlılıkla tam bir güvence altına alınacaktı. --- İkinci ve üçüncü nesil büyük sermaye çevreleri Avrupa ve batı ile,"aidiyet ve kültür" bakımından adeta özdeşleşmiş durumdaydılar.Bu çevreler,Türkiye iktisadi ve siyasi olarak bağımlı olsa bile,"egemen ve güçlü unsurlar" olarak kendileri,Avrupa'nın üst katmanlarında ve bağımsızca yaşamlarını sürdürebileceklerini düşünmüşlerdir.Zaten Avrupa'daki, Amerika'daki konutları,aile çevresinin oralarda eğitimi ve iş hayatı bağımlılığı,bu doğal ortamı hazırlıyordu. 2) İslam'ı siyasallaştırmak isteyen çevrelerle,bölücü çevrelerin de Türkiye'nin AB'ye tek yanlı bağlanmasını istedikleri açık olarak bilinmektedir.Böylelikle,ulusalcı ve merkeziyetçi yönetimler yerine,AB'nin egemen olduğu geniş ve yerel yönetim ağırlıklı bir yapıyı tercih ediyorlardı."Ankara yerine Brüksel" siyaseti,bu çevrelerin işine geliyordu. 3) Geniş bir aydın(!) kitlesi de medyanın yıllardır süren yanlış koşullandırması sonucu,AB ile ilişkilerin tek yanlı bağlanmaya doğru sürüklendiğini fark edemiyordu.Kısmen fark etse bile,bilinçaltı "Avrupa imajı" bu kuşkuları silip atmaktaydı.Hatta genel havanın Avrupa yönünde estirilmesi,doğmakta olan büyük sakıncaları gizliyordu. Peki,Avrupa halkları ne diyor? --- AB ülkelerinde yapılan kapsamlı kamuoyu araştırmalarında Türkiye'yi dışarıda tutmak isteyenlerin oranı %80 dolayındadır. --- Maastrich anlaşmasının imzalanmasından sonra Avrupa'da yapılan seçimlerde yabancıları istemeyen partilerin oy oranları artmaktadır. --- AB'nin 12 yıldızlı bayrağı bile,İsa'nın 12 havarisini temsil etmektedir. --- Vatikan(papa),ermeni patriği ile "ermeni davasını desteklediğini" deklarasyonla 2001 yılında açıklamıştır. Bütün bu gerçekleri önemsememek demek,kafamızı kuma gömmekle eş anlamlı olur. Türkiye-AB ilişkileri mevcut tek yanlı yapısını sürdürmeye devam ederse yalnız Türkiye ekonomisi,maliyesi,medyası,bürokrasisi ve eğitimi değil,TSK da AB karşısında parmağını oynatamayacak hale gelecektir! AB'ye girebilmek uğruna yıllardır sürdürülen hükümet politikaları neticesinde şu an Türkiye'de; --- Çok uluslu şirketler;ticareti,yerli sanayiyi,mali kuruluşları yönlendirir durumdadır. --- Bürokrasi tamamen AB perspektifi ve denetimi içine sıkıştırılmıştır. --- Eğitim kurumları,sağlık,halkla ilişkiler vs. yabancı şirketlerin elindedir. --- Siyasiler,Brüksel'e göre hareket edebilmektedirler ve yasalar Brüksel'in isteği doğrultusunda çıkarılmaktadır. --- İşçi sendikaları ve sivil toplum kuruluşlarının birçoğu,AB ile "işbirliği" adı altında aldıkları yardımlara göre yapılanmışlar ve AB ülkelerinin güdümüne girmişlerdir. --- Medya ve iletişim büyük ölçüde AB şirketlerinin(ve siyasetinin) denetimindedir. 17 Aralık'ta ve sonrasında neler olacak? AB'nin,17 Aralıkta Türkiye'ye müzakere tarihi vermesi zaten beklenen bir şeydi.Çünkü vermemesi,kendisine tek taraflı bağladığı bir Türkiye'yi elinden kaçırması demekti.O kadar aptal değiller...Türkiye'yi asla AB'ye üye yapmayacaklar ama iyice kendilerine bağlamak için müzakere tarihini verdiler.Tabi müzakereleri istedikleri zaman kesebilirler.Yani diyecekler ki, "Ermeni soykırımını tanıyın,PKK’yı siyasallaştırın, apo'yu serbest bırakın,kürtlere özerklik verin,Kıbrıs'tan elinizi çekin yoksa müzakereleri keseriz".Bizim dalkavuklar da koşa koşa "aman müzakereleri kesmesinler" diye tüm bu istekleri yerine getireceklerdir.Evet,bundan son!raki süreç işte böyle işleyecektir.AB; müzakerelerin durdurulmasını,şartlarını kabul ettirmek için koz olarak kullanacaktır. Sonuç: Türkiye için, bu şartlar altında AB'ye üye olmaya çalışmak demek,Sevr'den de ağır koşulları kabul etmek demektir.Emperyalist batı;Sevr anlaşması ile kabul ettiremediklerini,"AB'ye üyelik kandırmacası"yla kabul ettirecektir.Türkiye'nin yapması gereken;AB ile bugüne kadar yapılan tüm sözleşmeleri yırtıp atmak,verilen ödünleri geri almak ve AB ile ilişkileri keserek üyelik sürecinden dönmektir.Bu ise ancak,Türk Milliyetçisi,Atatürkçü,laik ve toplumcu bir yönetim ile mümkündür.Türkiye'nin hedefi Avrupa Birliği değil,Türk Birliği olmalıdır. Not: Bu bölümde Erol MANİSALI’nın "Türkiye-Avrupa İlişkilerinde Sessiz Darbe" ve Hakan TÜRK’ün "Karanlıklar Prensi" isimli kitaplarından yararlanılmıştır. 6 EKİM 2004 İLERLEME RAPORU "Hangi bağımsızlık vardır ki;yabancıların nasihatleriyle yükselebilsin.Tarih,böyle bir olay kaydetmemiştir." M.Kemal ATATÜRK ,planlarıyla AB ilerleme raporu 6 Ekim'de açıklanmıştı ve AB Komisyonu,raporda "Türkiye,Kopenhag kriterlerini yeterli ölçüde yerine getirmiştir.Tam üyelik müzakerelerinin başlaması tavsiye edilir" ifadesine yer vermişti... Raporda,Türkiye'nin 2007-2013 AB mali bütçesinin içinde "müzakereleri yürüten aday ülke" sıfatıyla yer alacağı da kaydedilmiş,böylelikle üyeliğin 2014'ten önce olmayacağı da kesinleşmişti. Söz konusu rapor,üstü kapalı ifadelerle Türkiye'nin tasfiyesi anlamına gelecek şartların önünü açıyordu.Raporun üstü kapalı ifadelerini analiz etmeden önce rapor hakkında söylenenleri biraz açalım: AB Komisyonu başkanı Romano Prodi,komisyonun Türkiye'ye yanıtının "koşullu" evet olduğunu,ortaya konulan isteklerin "başarının anahtarı" olacağını söylemişti.Prodi,genelde çok şeyin gerçekleştirildiğini anlatarak,"daha atılacak çok adım var" demişti."Yapılanların AB Komisyonunu 'evet' demeye yönelttiğini,ancak ilerlemelerde aksama halinde müzakerelerin askıya alınabileceğini" ifade eden Prodi,"sonucun baştan garanti olmadığını" söylemişti. AB Komiseri Verheugen ise,"görüşmelerin ucu açık bir süreç olduğunu" ve "üyelik garantisinin olmadığını" itiraf etmişti... Tüm bu açıklamaların deşifre edilmiş hali şudur:"Müzakere sürecinde Türkiye'nin önüne yeni şartlar konulacaktır.Türkiye bu şartlardan birini dahi yerine getirmezse müzakereler durdurulacaktır.Türkiye,sunulan tüm şartları yerine getirse bile,müzakere sürecinin sonunda ne olacağı belli olmaz.Üyelik garantisi yoktur." İlerleme raporunun "öz"üne bir göz atalım: --- "Müslüman olmayan dini guruplar hala tüzel kişilik,mülk hakları,din adamlarının eğitimi,okullar ve iç idare konusunda sıkıntılarla karşılaşmaktalar.Ruhban okulu 1977'den beri kapalı ve hala açılamadı.'Ekümenik' sıfatı,kamusal alanlarda hala kullanılamıyor." Yani deniyor ki,"Heybeliada Papaz Okulunu derhal açın ve Rum Patrikhanesinin ekümenikliğini kabul edin." --- "Her ne kadar asker-sivil ilişkileri AB uygulamalarına yakınlaştırılmış olsa da Türkiye'de Silahlı Kuvvetler,bir dizi gayri resmi kanal vasıtasıyla etkisini sürdürmektedir." Yani;rejimin bekçisi olan Türk Silahlı Kuvvetleri,tam olarak pasifize edilememiştir.İyice devre dışı bırakılmalıdır! --- "Köye dönüşte ilerleme sağlanmalıdır.Köy korucuları sistemi gibi engeller,yerlerinden edilen insanların köylerine dönmesini engellemektedir." Deşifresi şu:Köy korucularını kaldırın ki,teröristler daha rahat at koşturabilsin! --- "kürtçe yayın ve kürtçe eğitim alanındaki ilerlemeler önemli olmakla birlikte,halen bu alanlarda kültürel hakların kullanımına ilişkin önemli kısıtlamalar bulunmaktadır." Deşifre edilmiş hali: kürtlere yayın ve eğitim hakkı verdiniz ama bunlar yetmez.Daha fazlası lazım!"kürtlere Güneydoğu'da özerklik verin" demekle eş anlamlı... Bunların yanında "mahalli idareler reformunu tamamlayın ki 81 ilde 81 ayrı devletçil olsun!" ve "MGK'nın yetkilerini sınırlandırın" şeklinde yeni "ev ödevleri" de raporda mevcut.Ayrıca raporda öz be öz Türk olan Aleviler'in "azınlık kabul edilmesi gerektiği" yolundaki ifadeler ve Suriye'nin Hatay üzerindeki iddiaları bile yer aldı! Raporun en çarpıcı ifadelerinden biri ise; "Fırat ve Dicle sularının, İsrail'in de içinde bulunduğu bir uluslararası yönetime devredilmesi gerektiği" şeklindeydi... AB Komisyonu raporunda,serbest dolaşım konusunda "her an ihtiyati tedbir" alabileceğine yönelik bir ifadeye de yer vermişti."Türkiye'den beklenmedik bir göç akını olması halinde bu tedbiri hayata geçirebileceğini" belirmişti. Bu "ilerleme raporu"nun özeti şuydu ki; 17 Aralık'ta Türkiye'ye müzakere tarihi verilecektir ve böylece Türkiye,AB'ye iyice tek taraflı bağlanmış olacaktır.Müzakere sürecinde,kürtçenin resmi dil olması,ermeni soykırımının resmen tanınması,kürtlere özerklik verilmesi,Türkiye'nin Ege'deki kıta sahanlığı hakkından vazgeçmesi,Türk Askeri'nin Kıbrıs'tan çekilmesi,patriğin ekümenikliğinin kabul edilmesi gibi şartlar Türkiye'nin önüne bir bir konacak,bunlardan biri kabul edilmediği takdirde müzakereler askıya alınacaktır! Tüm bunlar yetmezmiş gibi;eğer Türkiye,tüm bu şartları kabul etse bile(ki bunlar,asla kabul edilemez şartlardır),AB'ye üye olacağı da garanti değilmiş!..Yani adamlar Türkiye'yi bölüp parçaladıktan sonra,"kusura bakmayın,siz tüm şartları yerine getirdiniz ama biz sizi yine de üye yapmıyoruz.Hadi güle güle!" diyebilecekler!.. Gerçi bunların Türkiye'yi AB'ye almayacakları zaten ortada.Müzakereleri başlatmaktaki amaçları Türkiye'yi AB'ye almak değil,müzakere sürecinde yeniden Sevr'i dayatıp Türkiye'yi parçalamak! BİZ DE "AB'NİN İLERLEME RAPORU"NU YAZDIK! Yıllardır hükümetlerin,medyanın,sözde aydınlarımızın ve sivil toplum kuruluşlarının süsleyip püsleyip göklere çıkararak milletimizin beynine işlediği Avrupa Birliği,hiç de dışarıdan göründüğü gibi değil. İşte AB'nin İlerleme Raporu: Yolsuzluklar Dizboyu! AB'de bütün sınırlar ve güvenlik noktaları kaldırılınca dünyanın her yerinden gelen mafya mensupları,Avrupa topraklarında cirit atmaya başlamıştır.Uyuşturucudan tutun da katma değer vergisi kaçakçılığına kadar ortaya çıkan rakamlar milyar eurolarla ifade ediliyor.Yani Avrupa,tam bir kara para aklama cennetidir.Türkiye bütçesini iki kere katlayacak boyutta yolsuzluklar söz konusudur. İşsizlik Hızla Artıyor! AB'de genç nüfus arasında %20 oranında bir işsizlik söz konusu.Özellikle AB vatandaşı olmuş yabancı uyruklular arasında bu oran %30'lara kadar çıkıyor. Yeni üyelerin de katılmasıyla AB'nin nüfusu 450 milyon oldu.Bunların; --- 120 milyonu yoksulluk sınırının altında yaşıyor, --- 50 milyonu işsiz olarak sokakta geziyor Yani toplam 170 milyon yoksul ve işsiz var.Devletler yeterince vergi toplayamadıkları için gelir elde edemiyorlar.Çünkü büyük şirketler(Siemens,Philips gibi) Avrupa'yı terk etmeye başladılar.Sermayesini alan;Kazakistan,Çin,Türkiye,Doğu Bloğu ülkeleri gibi ucuz emeğin yoğun olduğu ülkelere gidiyor. Özellikle AB'nin lokomotifi olan Almanya(AB'nin 10 trilyon dolarlık hasılasının 4 trilyon dolarını yalnız başına Almanya sürüklüyor) ve Fransa'yı incelediğimizde,işsizliğin büyük boyutlarda olduğunu ve sosyal güvenlik finansmanını da artık yapamadıklarını görüyoruz. İngiltere'de ise resmi rakamlara göre, toplam aile sayısının %18'i fakirler sınıfında. İnsan Hakları İhlalleri ve İşkence! Avrupa'da insan hakları ihlalleri olağanüstü boyutlarda.Bugün İspanya'da ve Fransa'da Küba'daki ABD üssü gibi üsler bulunmaktadır.Buralarda ciddi işkence olaylarıyla karşılaşılıyor.İspanya'da özellikle kaçak gemilerde yakalanan insanlar,hapishaneye konulduktan sonra avukatlarla görüştürülmüyor,birçoğuna işkence yapılıyor ve kafalarına naylon torba geçiriliyor!(Bunlar Avrupa'nın kendi kaynaklarından elde edilmiş bilgilerdir) Partiler Avrupa'da da kapatılıyor.Örneğin;İspanya'da BATASUNA partisi, ETA'ya dolaylı destek verdiği gerekçesiyle kapatıldı.Söz konusu partinin kapısı,polis tarafından baltayla kırıldı.Binadan çıkmak istemeyen partililer,yaka paça dışarı çıkarılıp karakola götürüldüler.AB'de bu olay sessiz sedasız bir şekilde ört bas edildi. İngiltere'de suç oranı korkunç bir hızla artıyor.Örneğin;İngiltere'nin yalnız bir bölgesinde,toplam nüfusu 1 milyon 300 bin olan Güney Yorkshire'da 2000 yılında 135 bin suç işlenmiştir.CBS TV,İngiltere'nin büyük kentlerinin,batının en tehlikeli kentleri olduğunu duyurmuştur.Ayrıca İngiltere'de her ay 35 bin ailede kadın ve çocuklar aile içi şiddetle karşı karşıya kalmaktadır. Batı'nın insan hakları yönünden de sicili hiç temiz değildir: --- İngilizler 1930'lu yıllarda,Hindistan'da bağımsızlık yanlısı ulusal önderlerin hemen hemen tamamını hapse atmıştı.Amristar kentinde İngiliz kumandan,tüm şehir halkının İngiliz bayrağının önünden diz üstünde geçmesini istemiş ve bu isteğini yaptırmıştı.Gandi'nin "barış için denize yürüyüş" eylemine İngiliz askerleri ateş açmış,yüzlerce Hintliyi katletmişti. --- Fransız askerleri,8 Mayıs 1945'te Cezayir'in Setif kentinde,İkinci Dünya Savaşının bitimini kutlayan Setifliler'in yeşil-beyaz Cezayir bayrakları açması nedeniyle kitle üzerine ateş açtı ve Fransız ordusu tüm Cezayir'de katliamlara girişti.Tam 45 bin sivil Cezayirli'yi öldürdü. --- İtalya,işgale tam 20 yıl direnen Libya halkına karşı,eşine sık rastlanmayan bir vahşet uyguladı.İtalyan ordusu,içme suyunun halk için her zaman yaşamsal önemde olduğu bu çöl ülkesinde,direnişi kırmak için su kuyularını dinamitledi ve kumla doldurdu.Köyleri ateşe verdi,köylüleri topraklarından sürüp toplama kamplarında açlığa mahkum etti.Mısır-Libya sınırına 200 kilometre,aşılması güç dikenli tel örerek direnişçilerle ailelerini Libya'ya hapsetti. --- Fransızlar,Cezayir'de 1955'ten sonra gözaltına alınanlara sistemli bir şekilde işkence uyguluyor,direniş önderlerini tutukevlerinde öldürüyorlardı.Köylülerin özellikle verimli ovalardaki ürünleri ve köyleri yakılıyor ve her yaştan Cezayir köylüsü dağlık yörelere sürülüyordu.Onbinlerce insanın yarı aç yaşamaya mahkum edildikleri toplama kampları oluşturuluyordu.1960 başlarında bu kamplarda tutulan Cezayirliler'in sayısı 2 milyonu bulmuştu.Cezayir 1962 yılında bağımsızlığına kavuştuğu zaman 1,5 milyon insanını kaybetmişti.Bu kayıp toplam nüfusun %16,5'ine denk düşüyordu ve o güne dek bir ulusun gördüğü en yüksek oranlı insan kaybıydı. --- İngiltere,Çinlilere ucuz Hint afyonunu içirtmek için kararlı bir program uyguladı.Afyon tüketiminin gerçek bir toplumsal yıkıma sebep olması nedeniyle Pekin hükümeti,1839 yılında afyon ticaretini yasaklayan bir yasayı uygulamaya soktu ve ele geçirdiği afyon stoklarını imha etti.Bu gelişmeler üzerine İngiltere,kantonu bombaladı(1841),Şangay'ı işgal etti ve Nankin'e yürüdü.Çin,1842 yılında yenilgiyi kabul etti ve afyon ticareti tekrar serbest bırakıldıktan başka,beş büyük Çin limanı İngilizlerin denetimine girdi.Hong-Kong İngiltere'ye bırakıldı. --- Fransa, Cezayir’i destekleyen Tunus'u cezalandırmak için 1958 yılında Sakied Sidi köyünü bombalayarak 1000'e yakın sivili katletti.1961 yılında Tunus,Birleşmiş Milletler'e başvurarak,Fransa'nın Tunus'daki bütün askeri üslerini(Bizerte dışında) boşalttırdı.Bu üssün boşaltılmaması nedeniyle üssün etrafında barış eylemi yapan kalabalığı havadan bombalayan Fransa,30 bin Tunuslu'yu öldürdü. --- Kristof Kolomb'un Amerika'yı bulmasıyla,Meksika kıyılarından Antil adalarına,Orta Amerika'dan Venezüella'ya kadar bütün yöre İspanya'nın egemenliği altına girmişti.Yeni Dünya'nın yağmalanmasıyla İspanya'ya altın akıyordu.Bu yağma için insanlık tarihinin en büyük soykırımı yapılıyor;sadece Güney Amerika'da 20 milyon Kızılderili katlediliyordu. Dağılma Sürecindeler! AB'nin üyelerinden 5'ine(Fransa,Almanya,İtalya,İngiltere ve İspanya) "büyük üye",geriye kalanlara ise "küçük üye" deniyor.Üyeler,karar verme organlarında eşit konumlarda değil,eşit oylara sahip değil.Bu durum,üyeler arasında sürekli sıkıntı yaratıyor. AB Bakanlar Konseyi'nde 5 büyük üyenin 2'şer,diğerlerinin ide 1'er üyesi bulunuyor.Dolayısıyla,her zaman 5 büyük üyenin görüşleri ağırlık kazanıyor.Küçük üyeler bu durumdan memnun değiller.AB Bakanlar Konseyi,üye ülkelerin bakanlarından oluşuyor.Ama Almanya,İngiltere ve İtalya'nın 10'ar,İspanya'nın 8,geriye kalanların 3-6 oyları var.Oy sayıları,ülkelerin nüfusuna göre belirlenmiş.Ama şimdi çok ciddi itirazlar var:Almanya,"Benim nüfusum Fransa,İtalya ve İngiltere'den 20 milyon daha fazla.Bu nedenle benim oy hakkımın da fazla olması gerekir" diye dayatıyor.Hollanda da,"benim nüfusum Portekiz,Belçika ve Yunanistan'dan 5 milyon daha fazla ama oy sayım onlarla aynı.Bu haksızlıktır,oy sayımız arttırılsın" diye talepte bulunu!yor.İsveç de oy dağılımından şikayetçi. İngiltere Başbakanı T.Blair,"Vergi,sosyal güvenlik,savunma,ulusal sınırlar,göçmenler ve sığınmacılar konusunda AB'den emir alamam,bu konularda kararı yalnız biz veririz!Gerekirse AB'de veto hakkımı kullanırım!" demişti. İngiliz muhalefet partisi,AB'ye tamamen karşı.İngiliz halkının yarısından çoğu,AB'den çıkmak istiyor. Aynı şekilde İsveç'te de halkın yarısı,AB'den ayrılmak istiyor.Danimarka'da ise halkın yarısından fazlası "Bizim AB'ye ihtiyacımız yok!" diyor. AB ülkeleri vatandaşları,ülkelerindeki yöneticilerine "Bizi Brüksel zulmünden kurtarın!" diyorlar. Görünen o ki;İngiltere AB'nin içinde ABD'nin "truva atı" rolünü sürdürmeye devam edecek ve bu durum,birliğin çözülmesini daha da hızlandıracaktır. Uzun lafın kısası;AB,hızla su alarak batmakta olan bir gemidir! Not: Bu bölümde Vural SAVAŞ’ın “Militan Atatürkçülük” ve Yılmaz DİKBAŞ’ın “Gaflet,Dalalet,Hıyanet” adlı kitaplarından yararlanılmıştır. AB'NİN SOSYAL GÜVENLİK SİSTEMİ ÇÖKÜYOR! Kalkınmış ülkelerde ortalama insan ömrünün arttığı bir gerçektir.Bu yüzden bu ülkelerde insanlar giderek daha da fazla yaşlı iken hayatta kalmakta ve bu da ciddi sorunlar yaratmaktadır.ABD'de yayınlanmış bir rapora göre,dünyanın daha gelişmiş bölgelerinde 65 yaş ve üstü nüfus 1950 yılında %8 iken,2000 yılında %14 boyutuna ilerlemiş.Aynı araştırmanın tahminlerine göre 2050 yılında dünya toplam nüfusunun %26 kadarı 65 ve üstü yaş gurubunda olacakmış. 2000 yılı verilerine göre, 65 yaş ve yukarısı nüfusta araştırma bulgularına göre şampiyon %18,1 değeri ile İtalya.Yunanistan %17,3 ile ikinci.İsveç ve Japonya %17'lik değerlere sahipler.%16,9 ile beşinci yaşlı ülke olan İspanya'yı ise sırası ile Belçika,Bulgaristan,Almanya ve Fransa takip ediyor.65 yaş ve yukarısı grup, İngiltere'de %15,7 büyüklüğünde.Sırasıyla Portekiz,Avusturya, Norveç ,İsviçre, Letonya ve Hırvatistan %15 grubunu tamamlıyorlar.Finlandiya ise %14,9 değere sahip ve grup arkadaşları Danimarka,Sırbistan ve Macaristan.Kıta olarak bakıldığında, 65 üstü yaşta Avrupa %27 ile dünyanın en yaşlı kıtası.2030 yılında bu rakamın %30,2 değerine çıkacağı düşünülüyor.Yani AB'de sosyal güvenlik baskısı daha da artacak. Avrupa Birliği'nde sosyal güvenlik sistemlerinde sorun,nüfusun yaşlanması ve işgücü miktarının aynı kalması nedeniyle aktif(halen çalışan) sigortalı başına emekli oranının yükselmesinden kaynaklanmaktadır.Bu duruma yol açan nedenler ise,ortalama insan ömrünün artması ve Avrupa'da emeğin pahalı olması nedeniyle emeğin daha ucuz olduğu ülkelere kaçan yatırımcılar yüzünden Avrupa'da işsizliğin hızla artması olarak gösterilebilir. Sosyal güvenlik sorununun yanı sıra yükselen işsizlik,artan bütçe açıkları,azalan vergi geliri ve son derece durgun büyüme, Almanya ve Fransa başta olmak üzere tüm AB ülkelerini reforma zorluyor. 2003 yılı nisan ayı verilerine göre,Almanya'da işsizlik %10,7 düzeyine ulaşmıştı ve bu oran sürekli yükselen bir seyir izliyor.Yine 2003 yılı verilerine göre,tüm Avrupa'nın ortalama işsizliği ise %8,7 rakamına tırmanmış bulunuyor. Aynı ekonomi ve sosyal güvenlik sorunları Fransa için de geçerli.Fransa'da 2000 Ağustos ayından beri en yüksek işsizlik rakamları 2003 yılında görülmüştü:%9,3. Avusturya ise 2003 yılında, 50 yıldan beri ilk defa tüm ülkede greve ve gösterilere şahit oldu.Grev ve gösterilerde emeklilik yaşının yükseltilmesini ve sosyal güvenlik sisteminde reform değişiklikleri yapılmasını protesto ettiler...Avusturya da yaşlanan nüfus ve düşük doğum oranları muzdarip.Aynen Almanya ve Fransa gibi.Yaşlanan nüfus ve düşük doğum oranı ise kalkınmış ülkelerin kronik bir sorunudur. Avrupa Birliği,bilindiği üzere 1 Mayıs 2004 tarihinde aynı anda 10 ülkeyi birden bünyesine katarak 25 üyeyle yoluna devam etmektedir.Bu genişleme,AB'ye olumlu yönlerinden çok olumsuz yönleriyle yansıyacaktır.Mevcut ekonomik sıkıntıların üstüne yenileri eklenecektir.Bunlar arasında en önemlisi,sosyal güvenlik sorunudur. 1994 yılında,İtalya başbakanı S.Berlusconi'nin sosyal güvenlik reformu teklifi nedeni ile,1995 yılında ise Fransa devlet başkanı J.Chirac'ın benzer bir nedenden dolayı koltuğundan olması,konunun önemini ortaya koymaktadır. Yeni üye olan 10 ülkenin ekonomileri incelendiğinde,bu ülkelerin gayri safi milli hasılası(GSMH), 1 Mayıs 2004 öncesi "onbeşler" Avrupası'nın GSMH'nın sadece %5'i düzeyinde gözükmektedir ve bu da yeni üye ülkelerin eskilere göre çok daha fakir olduğunun göstergesidir.Bunun sonucu olarak yatırımlar azalmakta,işsizlik artarak devam etmekte ve bunun için ödenmesi gereken işsizlik ücretleri gibi sosyal güvenlik ödemeleri, AB içerisinde büyük meblağları oluşturmaktadır.Ayrıca,yaşlanan Avrupa kıtasının yaşlı insanlarına yapılması gereken sosyal güvenlik ödemeleri de AB'yi zorlamaktadır.Bu durumun "25'ler" AB'si için "sonun başlangıcı" olabilecek nitelikte daha pek çok sorunu beraberinde getirmesi kaçınılmazdır. Sanırım verdiğimiz bu bilgiler,"AB'ye girince herşey toz pembe olacak,Türkiye'ye para akacak,işsiz ve fakir kimse kalmayacak" sanan insanlarımız için yeterince aydınlatıcı olmuştur.Kendi ekonomik sorunlarıyla boğuşan bir AB'nin,Türkiye ekonomisine çözüm olması beklenemez. Not: Bu bölümde Deniz GÖKÇE’nin Akşam Gazetesi’nde yayınlanmış bazı köşe yazılarından yararlanılmıştır. 17 ARALIK'IN PERDE ARKASI Rum kesiminin 1990'da AB'ye başvurusundan sonra Rum cumhurbaşkanı Klerides, "AB'ye girildiğinde,1960 Garanti Antlaşması’nın bir Avrupa ülkesine karsı pratikte işlemeyeceğini,iki kesimlilik ve global mal-mülk değişimi dahil Kıbrıs Türklerinin muhtemel bir anlaşma ile elde edecekleri hak ve güvencelerin AB normlarına göre geçersiz addedileceğini,tüm Rum göçmenlerin Kuzeye geri döneceklerini ve bu sayede YunanIilığın Kibris'ta son hedefine ulaşmış olacağını" söylemiştir. Sayın(!) Klerides ne kadar gerçekçi bir öngörü yapmış.Bravo doğrusu! Bizim devlet adamlarımız, aydınlarımız ,basınımız-medyamız bunları bir türlü göremiyor nedense!.. Mütarekecilerin heyecanla beklediği 17 Aralık geldi ve geçti bile.Tabi beklenen de oldu ve müzakere tarihi verildi.6 Ekim İlerleme Raporu'yla ilgili yazımızda da belirtmiştik: "AB,17 Aralık’ta Türkiye'ye müzakere tarihi verecektir.Çünkü yolunacak kazı ellerinden kaçırmak istemezler.Müzakere süreci boyunca da Sevr'den de ağır şartlar önümüze konacak ve müzakere sonuna kadar Türkiye Cumhuriyeti parçalanmış olacaktır". Şu ana kadarki öngörülerimizde ne yazık ki yanılmadık.Çünkü AB,3 Ekim 2005'te müzakereye(daha doğrusu mütarekeye) başlanacağını açıkladı... Peki 17 Aralıkta Brüksel'de neler oldu?"Basari" diye yutturulanların arka planında hangi tavizler yatiyor?.."Birileri"nin dedigi gibi "basari" mi,yoksa "esaret" mi?.. Öncelikle herkes sunu bilsin ki;AB,Türkiye'ye ucu açik bir müzakere süreci önermiştir.Kelime oyunlarıyla milleti kandırmaya çalışmasınlar.Zaten AB yetkilileri de son açıklamalarında "Türkiye'nin tam üyeliğinin gerçekleşmemesi durumunda Türkiye'nin AB'den kopmaması için gereken yolların bulunması gerektiğini" kayda geçirmiştir.Bu ifade ile kastedilen "özel statü" değil de nedir?..Daha şimdiden özel statü,Türkiye'nin önüne konmuştur.AB'ciler bu gerçeği televizyon kanallarında ve gazetelerde dile getirmekten inatla kaçınıyorlar.Ayrıca,şimdiye kadar AB'ye üye olan bütün devletlere,tam üyelik için belirli bir tarih verilmiştir.Fakat AB ve AKP hükümeti Türk Milleti'ni kandırmak için,müzakerelerin ucunun açık olmasının "doğası gereği" olduğunu ileri sürmekte ve bunu normal bir durummuş gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Bunun yanı sıra Fransa Cumhurbaşkanı Chirac, "Türkiye ile AB arasında belki 15 sene sürecek olan müzakereler bittikten sonra Fransız halkının referandum ile Türkiye'nin AB tam üyesi olup olmayacağına karar vereceğini" söylemektedir.Bu, açık açık "müzakere süresince Türkiye'den istediklerimizi koparacağız,sonunda da Türkiye'nin tam üyeliğini veto edeceğiz" demektir.Çünkü Avrupa halklarının birçoğunda olduğu gibi Fransa kamuoyunun da %70'i Türkiye'yi AB içinde istememektedir. Tüm bu gerçekler,sunu bir kez daha kanıtlamaktadır ki; AB,Türkiye'yi hiçbir zaman tam üye yapmayacaktır.O halde müzakere tarihinin verilme amacı ortadadır:Türkiye'yi AB'ye tek taraflı olarak iyice bağımlı hale getirmek ve parçalamak! 17 Aralık’ta Brüksel'deki pazarlıkların perde arkasını en iyi Berlusconi açıkladı.Bakın ne diyor Berlusconi: "Erdoğan,Kıbrıs’ı(rum kesimini) tanıma yönünde girişimde bulunmaya hazır olduklarını,ancak bunu parlamentoda çoğunluğa kabul ettirebilmek için zamana ihtiyaçları olduğunu bana söylemişti". Bak,bak,bak! Kankası,R.T.Erdogan'i nasil da ispiyonluyor!.. Fakat mütareke basınına göre Başbakan Erdoğan, öyle bir direnmiş öyle bir pazarlık etmiş ki(hatta masadan kalkıp Türkiye'ye dönmeye bile kalkışmış!), Rum kesimini tanıma paragrafını parafe etmek yerine sözlü taahhütte bulunmuş.Daha sonra devlet bakanı Beşir Atalay ,hükümet adına bu taahhüdü imzalayarak AB yetkililerine vermiş.AB de bununla yetinmek zorunda kalmış!...Yahu kimi kandırıyorsunuz? Sözlü taahhüt imzalanır mi?Ha parafe etmişsin,ha sözlü taahhüdü yazıya dökerek imzalamışsın.İkisi arasında hiçbir fark yok!Bahsedilen sözlü taahhütteki ifade aynen söyle: "Türkiye'nin 3 Ekim 2005'ten önce Ankara Antlaşması’nın yeni 10 üyeye uyarlama niyetini not etmektedir." Yani Ankara Antlaşması’na "Türkiye Cumhuriyeti'nin,Kıbrıs Cumhuriyeti'ni üye ülke olarak kabul ettiğine dair" bir ekleme yapılacak ve bu,TBMM'den geçirilecek.Bunu yapmak demek,Rum kesimini Kıbrıs Cumhuriyeti olarak,diğer bir ifade ile adanın tümünün hakimi olarak fiili bir şekilde kabul etmek demektir.Bunun ardından da müzakere süreci içinde "Türk Askeri'ni Kıbrıs’tan çekin" dayatması gelecektir.Çünkü siz, Rumları adanın hakimi kabul ederseniz,Türk askeri orada "işgalci" durumuna düşmüş olur. Bunların peşi sıra Yunanistan da Ege'deki karasularını 12 mile çıkaracaktır ve AB ile müzakere süreci içinde olan bir Türkiye,bu fiili durumu savaş sebebi sayamayacaktır!Çünkü tasma artık boynumuza iyice geçirilmiştir!Tek çözüm, müzakerelerin Türkiye tarafından başlamadan iptal edilmesi,Gümrük Birliği Anlaşması’nın derhal feshedilmesi ve KKTC'nin Türkiye ile bütünleşmesidir. GÜMRÜK BİRLİĞİ ANLAŞMASI NASIL BİR ANLAŞMADIR? 6 Mart 1995 Gümrük Birliği Anlaşması, ilk bakışta "Türkiye ile AB arasında,gümrük sınırları(siyasi sınırlar) içinde sınai mal dolaşımını düzenleyen" bir anlaşma gibi görülüyor.Sanki,Türkiye'yi büyük bir pazarla birleştiren bir karar özelliği esasmış gibi değerlendiriliyor.Ancak olay gerçekte böyle değildir.Hukuki ve siyasi bakımlardan,Türkiye'yi AB üst karar organlarının denetimine sokan noktanın,hakim unsur olduğu,anlaşma metinleri incelenince anlaşılmaktadır. Anlaşmada Türkiye'yi Siyasi Olarak Tek Yanlı Bağlayan Unsurlar Nelerdir? Türkiye'nin Dış İlişkileri Üzerindeki Etkiler: a) Türkiye,AB'nin üçüncü ülkelerle bugüne kadar imzalamış olduğu anlaşmalara,5 yıl içinde uymuş olacak(madde 16)...Bu anlaşmalar AB'nin tam üyelerinin,kendi çıkarları doğrultusunda,politik ve ekonomik tercih ve önceliklerine göre imzaladıklar anlaşmalardır. b) Türkiye, AB'nin bundan sonra da üçüncü ülkelerle imzalayacağı bütün tercihli anlaşmalara uyum sağlayacak(madde 55)...Değişik maddelerde Türkiye'nin,AB'nin izleyeceği dış ticaret politikalarına uymasının zorunluluğu belirtiliyor. c) Anlaşmalar dışında,Türkiye, AB'nin dış ticaret politikalarına uyacak,AB bir ülkeye ticari kısıtlama getirir,ambargo uygularsa Türkiye buna uymak zorunda(örnek; AB Adalet Divanı'nın KKTC'ye 1994'te koyduğu ticaret ambargosu).Madde 64 diyor ki; Adalet Divanı'nın malların dolaşım ile ilgili bir kararı(içtihadı) varsa,Türkiye buna uyar(Bu divan,AB tam üyelerinin hakimlerinden oluşur ve uluslar üstü kabul edilen AB hukukunu korumakla görevlendirilmiştir.Hakemlik müessesesinin dışında kalan konularda ortaya çıkan ihtilaflarda Divan'ın bu statüsü,6 Mart 1995'te imzalanan Ortaklık Konseyi kararı ile kabul edildi.TC Dışişleri bakanının imzaladığı ortaklık konseyi kararı ile Adalet Divanı'na, "TBMM'nin üzerinde hukuki statü" tanınmış oluyor.Diğer AB üyeleri de bunu kabul etmişlerdir.Ancak,onlar tam üyedirler ve Adalet Divanı'nda hakimleri bulunur.Ayrıca bu yetki devrini,referandum veya Parlamento karar ile yapmışlardır).Adalet Divanı'nın bu tür kararları, ticari olmaktan çok siyasi kararlardır.Dolayısıyla,Türkiye'nin dış ilişkilerinde,hangi ülke ile ne tür ilişkilere gireceği, AB üst kurumları tarafından belirlenmiş oluyor. d) Türkiye'nin üçüncü ülkelerle imzalayacağı anlaşmalar,dolaylı bir biçimde AB politikası içine sokularak ipotek altına alınmış oluyor.Örneğin Türkiye,özel olarak ilişkilerini geliştirmek istediği bir ülke ile(mesela Azerbaycan),bir ticaret anlaşması yapmak istiyor;6 Mart Anlaşmasına göre,Türkiye'nin yapacağı bu anlaşmanın,AB'nin Gümrük Birliği sistemini olumsuz etkilememesi gerekir.Bu ülkeden(Azerbaycan'dan) Türkiye'ye giren sınai mal,AB gümrük hududunun içine girmiş sayılıyor,çünkü Gümrük Birliği var.Eğer Türkiye,imtiyazlı bir kredi sistemi ile böyle bir ilişkiye girmişse, "Türkiye,GB sistemi içinde rekabeti bozmuş kabul edilir" ve anlaşma engellenir. Böylece "Türkiye,AB'ye tam üye olmadığı halde,tam üyelerin belirlediği dış ilişkiler şablonuna,bir tam üye yükümlülüğü ile sokulmuş olmaktadır." Türkiye'nin yukarıda açıklanan koşullar altında,GB ile ilgili olarak AB'nin getireceği tüm yeni mevzuata uyum sağlama zorunluluğu, şu çelişkili durumu yaratır; "Tam üyeler GB ile ilgili yeni mevzuatı kendi ulusal çıkarlarının bir armonisi olarak getireceklerdir"...O halde Türkiye,AB tarafından yönetilen GB içine girmekle,diğer politikalar(sosyal,mali,siyasal) bakımından da tam üyelerin denetimine girmiş olmaktadır. Verilen özet bilgilerin ve değerlendirmelerin sonucunda, 6 Mart anlaşmasının şu özelliklere sahip olduğu anlaşılıyor: 1) 6 Mart 1995 GB anlaşması ile kurulan sistem yapay bir sitemdir.AB,Türkiye'yi tam üye yapamadığı için böylesine yapay bir sistem düzenlenmiş ve Türkiye AB'ye tek yanlı monte edilmiştir. 2) Türkiye,karar organlarında yoktur,ancak gıyabında alınan kararlara uymakla yükümlüdür.Tam üye olmadığı halde,onlar gibi yükümlülük altına girmektedir. 3) 6 Mart Anlaşması'nın kurduğu sistem dengesiz ve tek yanlıdır. 4) Ticari gibi görülen 6 Mart Anlaşması, Türkiye aleyhine siyasi sonuçlar doğurmakta ve hem ekonomik hem de siyasi olarak Türkiye'yi AB'ye (tek yanlı) bağımlı duruma getirmektedir. Bu özellikler göz önüne alındığında; 6 Mart düzeni,Türkiye'yi tek yanlı olarak AB'ye bağımlı hale getiren bir sistemdir. Ayrıca, 1996’daki Gümrük Birliği Anlaşması’ndan sonra Türkiye’nin, Birliğe ihracatında önemli bir artış olmazken, ithalatında göreceli bir artış ortaya çıkmıştır.Bu da AB ülkeleri ile olan ticaretimizde sürekli açık vermemize neden olmaktadır.Örneğin; Gümrük Birliği Anlaşması’nı imzaladıktan sonra dört yıl içinde(1996-2000) Türkiye, AB ile olan dış ticaretinde toplam 53.893 milyar dolar açık vermiştir. Not: Bu bölümde Erol MANİSALI’nın “Türkiye-Avrupa İlişkilerinde Sessiz Darbe” isimli kitabından yararlanılmıştır. AB’nin Samimiyetsizliğine Dair Birkaç Örnek: --- AB, “Akdeniz Politikası” çerçevesinde bazı Akdeniz ülkelerine tarım ürünleri alanında oldukça ileri derecede ödünler tanırken, bir ortak üye olmasına karşın bunları Türkiye’ye tanımamıştı. --- 1970 yılında imzalanan Katma Protokol’e göre, 1 Aralık 1986 tarihinden itibaren Türk işçilerinin AB ülkelerinde serbest dolaşım hakkı doğduğu halde AB, bu hakkı kullandırmamıştır.Ayrıca AB, Türkiye’ye tekstil ve demir-çelik alanlarında ihracat kotaları uygulamıştır ve Türkiye’ye karşı sık sık anti-damping soruşturmaları açtırmıştır. --- Bunların dışında AB, 1987’den itibaren Türkiye çıkışlı tarım ürünlerine uygulanan gümrük vergilerinin “görünüşte” tümüyle kaldırılmasına karşılık; aslında prelevman,asgari ithal fiyatı, referans fiyatı,fark giderici vergi ve ithalat takvimleri gibi yollarla korumacılığı sürdürüyordu. --- Ayrıca, Ortaklık Konseyi’nin 1980 yılındaki toplantısında benimsenen “Dördüncü Mali Protokol” çerçevesinde Türkiye’ye verilmesi kararlaştırılan 600 milyon ECU tutarındaki mali yardım, yürürlüğe konmamıştır. --- Ve son olarak AB, Londra ve Zürih Anlaşmaları’na aykırı olarak Kıbrıs rum kesimi ile tam üyelik görüşmelerini başlatmış ve bu görüşmeleri tam üyelik kararı ile sonuçlandırmıştır. “Türkiye’nin AB üyeliği ile Kıbrıs sorununun ayrı konular olduğu” AB tarafından sık sık ifade edilmekle birlikte, gerçekte bu sorunun çözümü için AB tarafından gerek Türkiye, gerekse KKTC üzerine önemli baskılar uygulandığı bir gerçektir. Özetle; bugüne dek AB, Türkiye’ye karşı hiçbir zaman samimi olmamış, iki yüzlü davranmış ve verdiği hiçbir sözü yerine getirmemiştir! AP KARARLARI İŞTE GİRMEK İÇİN CAN ATTIĞIMIZ AB'NİN EN ÖNEMLİ ORGANI OLAN AVRUPA PARLAMENTOSU(AP)'NUN TÜRKİYE'YE YÖNELİK BAZI KARARLARI: "AVRUPA PARLAMENTOSU, TÜRK HÜKÜMETİ'NE KUZEY KIBRIS'TAKİ İŞGAL GÜÇLERİNİ GERİ ÇEKME ÇAĞRISINDA BULUNUR." (15.11.2000) "AP, TÜRK HÜKÜMETİ'NE VE TBMM'YE ERMENİ AZINLIĞIN MARUZ KALDIĞI SOYKIRIMI KABUL ETMESİ ÇAĞRISINDA BULUNUR." (15.11.2000) "KÜRTLERE KENDİ DİLLERİNİ KULLANMA VE ÖĞRENME HAKKI VERİLMELİ VE AYNI ZAMANDA UYGUN DÜZEYDE İDARİ ÖZERKLİKLERİ DE TANINMALIDIR." (22.12.1993) "AP,TÜRK HÜKÜMETİ'NE ÜLKENİN GÜNEYDOĞUSUNDAKİ ASKERİ OPERASYONLARI DURDURMASI VE TÜM KÜRT ÖRGÜTLERLE GÖRÜŞMELERE BAŞLAMASI İÇİN ÇAĞRIDA BULUNUR." (20.06.1996) "AP, BAY ÖCALAN'A VERİLEN CEZAYI LANETLER." (22.07.1999) "AP,FENER RUM PATRİKHANESİNE EVRENSEL(EKÜMENİK) BİR NİTELİK KAZANDIRILMASINI TALEP ETMEKTEDİR." (AYRICA AP'NİN 24 EKİM 1996 TARİHLİ BİR KARARINDA İSTANBUL YERİNE "KONSTANTİNAPOLİS" SÖZCÜĞÜ KULLANILMIŞTIR.) "AP,HEYBELİADA RUHBAN OKULU'NUN ÇAĞRISINDA BULUNUR." (24.10.1996) DERHAL YENİDEN AÇILMASI TÜRKİYE'DE AVRUPA BİRLİĞİ MÜKTESEBAT VE UYGULAMALARINA "AYKIRI" DÜZENLEMELER! --- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi,bölücülük propagandasını ve terör örgütünün övülmesini suç sayarken,Türkiye'de Terörle Mücadele Kanunu değiştirtilerek,bölücülük propagandasının ve şiddete özendirmeden terör örgütünün övülmesinin suç sayılmaması sağlanmıştır! --- Bazı AB ülkeleri AIHM kararlarını doğrudan uygulamayı iç hukuka geçirmemiştir.Avrupa İnsan Hakları sözleşmesini İngiltere,Finlandiya ve İrlanda değil Anayasa üstü saymak ,iç hukukuna dahi geçirmemiştir.Almanya ,Fransa, İtalya, Malta, Portekiz, Danimarka ve Yunanistan iç hukukuna geçirmiş ancak Anayasa üstünde değer vermemiştir. --- Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi’ne göre Türkiye'nin patrikhane için istenen düzenlemeleri ya da misyonerlik faaliyetlerini serbest bırakma mecburiyeti yoktur.Çünkü "dine çekme yasağı" vardır ve AİHM'nin de,"dine çekme(proselytism) yasağını ihlal edenlere mahkumiyet cezası verilmesinin din ve vicdan özgürlüğüne aykırı olmadığına" dair kararları bulunmaktadır.Buna rağmen Türkiye'de misyonerlik faaliyetleri serbesttir.Ama AB bununla yetinmemekte,misyonerliğin yasal teminat altına alınmasını istemektedir.Halbuki AB üyesi Yunanistan'da misyonerlik faaliyetleri yasaktır! --- Türkiye, idam cezasını AB müktesebatına uygun olarak sadece istisnai haller,"savaş,yakın savaş ve terör suçları”nda muhafaza eden bir düzenleme yapmıştır.Ancak bu değişiklik terörist başını kurtarmadığından AB baskısı sürmüş,kısa bir süre sonra TCK'da yapılan değişiklikle terör suçlarında da idam cezası kaldırılmıştır.AB üyesi Yunanistan'da halen 5 istisnai halde idam cezası vardır.Polonya ve Rum kesimi ile müzakereler,yasalarında idam cezası varken başlatılmıştır! --- Türkiye'de kararları tavsiye niteliğinde olan MGK,"siyasetin üstündeki görüntüsünün giderilmesi adi altında" işlevsizleştirilmiştir.Rum kesiminde ve Malta'da MGK benzeri kurulların kararları siyasetin üstündedir ve uyulması mecburiyeti vardır! --- AİHM ve Avrupa Adalet Divanı'nın,"Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi,azınlık dillerini himaye etmediği için ülkelerin bu dillerde yayın, eğitim ve öğretim yapma mecburiyeti yoktur" seklinde içtihadı vardır.Buna rağmen AB dayatmaları sonucu Türkiye'de azınlık dillerinde yayın yapma doğrultusunda yasa çıkarılmıştır! AB PROJESİNİN ARKASINDAKİ GÜÇ "Politikada hiçbir şey tesadüfi değildir.Bir şey vuku buluyorsa,o hadisenin bu şekilde zuhur edeceğinin önceden planlandığına emin olabilirsiniz." F.D Rosewelt(ABD eski başkanı) Bugüne dek yazılı ve görsel basında AB oluşumunun arkasındaki asıl yönlendirici gücün ne olduğuna dair tek kelime dahi edilmemiştir.Bu güç,Bilderberg'dir.Nitekim Türkiye'nin AB'ye katılması için en ateşli lobi faaliyeti yürütenlerin hepsinin Bilderberg üyesi olması tesadüf değildir. Diğer bir dikkat çekici durum ise, ortada sanki bir AB-ABD çekişmesi varmış ve bu iki oluşum birbirinden bağımsız hareket ediyormuş gibi sunulmasıdır.Oysa durum tam tersidir.AB oluşumunun fikir babalığı bizzat ABD'deki derin güç CFR tarafından yapılmış ve onun bir uzantısı olan Bilderberg aracılığıyla uygulama alanına sokulmuştur.Hatta diyebiliriz ki, Bilderberg tümüyle AB projesini hayata geçirmek için oluşturulmuş bir kuruluştur.AB'nin iskeletini oluşturan Avrupa Ortak Pazarı projesinin ortaya çıkaran Roma Antlaşması,Bilderberg Toplantılarında karar altına alınmıştır. O yüzden, AB'ye ABD karşıtı yeni bir güç merkezi olarak bakan tüm bakışlar(eğer kasıtlı değillerse) yanılıyorlar.AB bugünkü aşamada "derin dünya devleti"nin bir sacayağından başka bir şey olarak gözükmüyor.Önce Avrupalı asilleri yok ettiler,şimdi sıra ulus devletlere geldi.AB projesi, Avrupa ulus devletlerinin tasfiye harekatıdır.Türkiye'nin katılmasına da bu açıdan bakılmalıdır(Zaten AB'nin Türkiye'ye dayatmalarına baktığınızda da bunu görebiliyorsunuz).Buradan varılmak istenen yer,ileriki bir aşama olarak "global,federatif dünya devletinin Avrupa eyaleti" olacaktır.Tabi Anadolu'daki son Türk Devleti'ni de tarihe karıştırarak! Rene Henry,"Ağaçların Savaşı" adlı kitabında bu durumu şöyle açıklıyor: "...Avrupa Birliği asla demokratik bir kuruluş değildir.Birlik,gizli bir planın uygulamasıdır.Fransız Devrimi'nden beri İllüminist masonların gizli örgütleri,'Teokratik Batı Devletler Birliği'ni kurmak amacındalar.AB sadece dişlinin bir çarkı.Arkada çok daha büyük bir plan var; üç süper devletin kurulmasının planı bu.Avrupa Birliği,Amerika Birliği ve Pasifik Birliği...Bu gezegende hiçbir şey yeni değildir,binlerce yıldan beri gizli örgütler işbaşındadır.AB,bir kere potansiyel olarak çok tehlikeli bir örgüt.Kuramsal olarak Marksist kavramlara dayalı bir organizasyon,temelinde eşine rastlanmadık bir çılgınlık saklı.Piramidin tepesinde güce susamış bir avuç arı var.İnsan ruhunun ele geçirilmesi için savaşılıyor.Bütün bunların yaşandığını garanti ediyorum.Bir dünya devl!eti kuruluyor,planlanan ise evrensel bir dinin oluşturulması(bu noktada dinler arası diyalog oluşumunu hatırlayın).1879'da bir okült derneğin üyesi olan Elphas Levi,yakın zamanda politik ve dinsel anlamda evrensel bir krallığın kurulacağını haber vermişti..." İte kaka sokulmak istendiğimiz AB oluşumuna bir de bu açıdan bakmaya ne dersiniz?.. Peki nedir bu Bilderberg ?.. Bilderberg: Bir CIA Organizasyonu 1954 yılında Avrupa Hareketi'nin Genel Sekreteri Retringer'in başkanlığında "Bilderberg Group" oluşturuldu.Bu örgütün üyeleri arasında masonlar,politikacılar,gizli servis elemanları,CIA başkanları ve büyük mafya patronları bulunmaktaydı.CIA'nın Bilderberg'in kuruluşu için 38 milyon dolarlık bir kaynak aktardığı söylenmektedir. Bilderberg,görünürde dünyanın çeşitli sorunları üzerinde global fikir alış-verişinde bulunan bir tür forum gibiydi.Ne var ki bu toplantıların son derece gizli koşullarda yapılıyor olması ve dışarıya kesinlikle bilgi sızdırılmaması, örgütün farklı ve sivil amaçların ötesinde bir işlevi olduğuna dair kuşkuları güçlendirmektedir. Aslında Bilderberg, "derin dünya devleti"nin merkez karar mekanizması olan CFR'nin çok daha gizli bir biçimde uluslararası boyuttaki uzantısıdır.Zaten CFR üyelerinin birçoğunun aynı zamanda Bilderberg üyesi olması da aradaki bu bağın kanıtı sayılabilir.Bilderberg aslında tümüyle bir CFR projesidir ve onun uzantısıdır.Bilderberg,CFR ve öteki örgütlerin Avrupa ayağını ve etkinliğini teşkil etmek için kurulmuştur.Hedefi; yeni dünya düzenini,ABD-İngiltere hakimiyetini ve emperyalizmini tüm dünyaya yaymaktır.Her yıl yapılan çok gizli ortamdaki toplantıları,hem CIA hem de o ülkenin istihbarat örgütü kontrol eder.Zaten son toplantılardan birine CIA eski başkanı John Deutch ile ABD eski dışişleri bakanı Henry Kissinger da katılmıştır...İşin ilginci, bu toplantıya katılanlardan birçoğ0unun önleri açılıyor;ya başbakan ya da devlet başkanı oluyorlar ya da önemli mevkilere geliyorlar!.. IMF ve Bilderberg Uluslararası Para Fonu(IMF)'nun yöneticilerinin de Bilderberg'le sıkı ilişkileri vardır.O kadar ki bunların en başında IMF başkan yardımcısı Stanley Fischer gelir.Son 11 yıl içindeki tüm Bilderberg toplantılarına katılmıştır.İlginçtir,Fischer'in katıldığı her toplantının sonrasında dünyanın önemli bir bölgesinde ciddi bir ekonomik kriz ortaya çıkıyor! Fischer'in daha sonra Bilderberg toplantılarının finansörü David Rockefeller'in sahibi olduğu Citigroup International'ın başına getirilmesi,sadece ilginç bir tesadüf olabilir mi?.. Fischer'in katıldığı Bilderberg toplantılarına katılan diğer ünlü isimlere baktığımızda,büyük çoğunluğunun yaşanan ekonomik krizlerden ciddi karlar sağlayan uluslararası tekellerin üst düzey yöneticisi olduğunu görüyoruz. Bilderberg'in Türk Katılımcıları 1959'dan bu yana Türkiye'den de çok sayıda işadamı,bürokrat ve politikacı bu toplantılara katılmıştır.Bilderberg örgütü iki kere Türkiye'de toplanmıştır.Birisi 18-20 Eylül 1959'da Yeşilköy'de.Katılımcılar çok ilginç: Adnan Menderes ve Fatin Rüştü Zorlu...Bu aslında çok anlamlıdır.ABD, Türkiye'de kendi istediği karşı devrim sürecini yürütecek işbirlikçileri,Bilderberg örgütünün ilk Türk üyeleri yapıyor. Yıllardır Bilderberg'in Türkiye sorumluluğunu üstlenen kişi ise, işadamı Selahattin Bayazıt'tır. Bir anlamda CFR'nin Avrupa ayağı diyebileceğimiz Bilderberg, ABD ve Avrupa'nın ileri gelen siyasetçi ve sermayedarlarını her yıl gizli bir toplantıda bir araya getirmektedir. 2002 yılının Bilderberg toplantısı ABD'nin başkenti Washington'da 30 Mayıs-2 Haziran tarihleri arsında yapıldı.Türkiye'nin üç isimle temsil edildiği toplantıya eski devlet bakanı Kemal Derviş, eski büyükelçi ve TESEV direktörü Özdem Sanberk ve Koç Holding'in genel müdürü Bülent Özaydınlı katıldı.Derviş'in Bilderberg'ten dönüşünün ardından "troyka komplosu"nun düğmesine basılması da ilginç bir "tesadüf" oluyor tabi ki!.. 20 yıldır Türkiye'den pek çok ünlü işadamı ve politikacı bu toplantılara katılmıştır.Suna Kıraç,Rahmi Koç, Cem Boyner, Sinan Tara, Muharrem Kayhan, Erkut Yücaoğlu, Meral Gezgin Eriş katılımcı olarak bu toplantılara zaman zaman katılmışlar.Merkez Bankası eski başkanı Gazi Erçel toplantıların müdavimi.Dışişleri bakanları İsmail Cem,Vahit Halefoğlu ve Hikmet Çetin,Boğaziçi Üniversitesi Rektörü Üstün Ergüder,Amerikan Üniversitesi'nden Şerif Mardin.toplam 22 kişi bu ayrıcalığı(!) yaşamış. Durum öyle gösteriyor ki; küresel bir güç odağı, adım adım dünyada merkezi iktidarın organlarını oluşturmaktadır.Dahası,kimi yorumlara göre 1000 yıldır,kimilerine göre ise de son 200 yıldır belli bir yapının bu yönde adım adım uygulaya geldiği bir planla karşı karşıyayız.Dünyada estirilen "küreselleşme rüzgarı" na baktığımızda bunun sadece sürecin getirdiği ekonomik-teknolojik bir zorlama olmayıp,aslında belli mihrakların siyasal tercihinin bir ürünü olduğunu görmek mümkündür.Daha da açık konuşursak; insanlık,giderek tüm dünyayı saran organize bir elitler grubunun komplosuyla karşı karşıyadır.Tüm dünya hükümetleri ve milletleri,kendilerine karşı tertiplenmiş son derece hesaplı,uzun vadeye yayılmış bir darbe girişimini tehdidi altındadır.Kendisini legal kabuklar altında gizleyen bir çekirdek yapı;tüm dünyayı, hedeflediği bir "tek dünya devleti ve tek dünya dini" çatısı altına sürüklemeye devam etmektedir. Kendilerini "dünyanın seçilmiş efendileri" sayan "gizli doktrin" sahibi,ellerinde büyük bir mali güç bulunan kimseler,dünyanın geleceğinde küresel imparatorluklarının bayrağının dalgalandığını daha şimdiden görüyorlar! Önemli olan,görünen "sistem"in arkasında hangi görünmeyen "sistem"in var olduğu sorusudur... Not: Bu bölümde Texe MARRS’ın “ILLUMINATI” ve Atilla AKAR’ın “Derin Dünya Devleti” adlı kitaplarından faydalanılmıştır. Yukarıdaki resim,Fener Rum Patrikhanesinin resmi internet sitesinden alınmıştır.Ecumenical Patriarchate yani Ekümenik Patrikhane yazısını görüyorsunuz. Yine aynı siteden bir resim ve altındaki ifade çok ilginç! Türkçesi şu: “Yeni Roma olan Konstantinapol(İstanbul’u kastediyor)’ün Başpiskoposu ve Ekümenik Patrik Barthalomeos!” AB'YE HAYIR! EY AB GENÇLİĞİ! Her karışı şehitlerimizin kanlarıyla sulanan vatanımızın güneydoğusunda ayrı bir devlet kurulmasına göz yumar mısın ? Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ortadan kaldırılarak,Kıbrıs’ın Rumlara teslim edilmesinden;Musul, Kerkük ve Telafer'de Türkmenlerin katledilmesinden,Türk askerinin başına çuval geçirilmesinden zevk mi duyuyorsun?.. İstanbul'un adının yeniden "Konstinapol" olmasını,bu şehrimizin "ekümenik" sıfatlı bir patriğin Vatikan benzeri bir şehir devleti haline getirilmesini ve Heybeliada ruhban okulu'nun açılmasını istiyor musun?.. Misyonerlerinçoluğumuzu çocuğumuzu Hıristiyan yapmasından ve her apartman altında bir kilise açılmasından çok mu hoşnutsun?.. Yüz binlerce Türk’ü vahşice katleden Ermenilerin, bunu ört bas etmek için Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerine atmaya çalıştığı sözde soykırım iddialarını kabul mu edeceksin?.. AB'nin müzakere tarihi vermek için bugüne kadar hiçbir ülkeden istemediği şartları,Türkiye’den istemesini kabullenebiliyor musun?.. Yahudi İsrail’in, GAP bölgemizde söz sahibi yapılmak istenmesine izin mi vereceksin?.. Gelibolu’da,Sakarya’da,Dumlupınar’da ve her karısında şehit kanı akıtılarak kazanılmış vatan toprağının milyonlarca metrekaresinin yabancılarca satın alınmasından, madenlerimizin dış güçlere teslim edilmesinden,"altın yumurtlayan tavuk" diyebileceğimiz milli müesseselerimizin "özelleştirme" adı altında emperyalist unsurlara satılmasından ve satışlar neticesinde oluşan işsizlikten ve fakirlikten zevk mı duyuyorsun?.. Tarımımızın ve hayvancılığımızın ölmesini, kendi kendine yetebilen bir ülke durumundan ele güne avuç açar duruma düşmüş olmayı içine sindirebiliyor musun?.. Kürt çapulcu bası Barzani ve Talabani'nin koskoca Türk Milleti’ne meydan okumasını alkışlarla mı karşılıyorsun?.. Avrupa destekli terör örgütü PKK’nın her gün birkaç askerimizi şehit etmesi;bazı belediye başkanlarının şehit güvenlik güçlerini değil, teröristleri övmesi,onlara ambulanslar tahsis etmesi,"Türk devleti PKK’dan özür dilemelidir" diyebilmesi,terörist başı Öcalan’ın milletvekili olmayı düşünmeye başlaması,sokaklarda bayrağımızın yakılması,teröristlere karşı mücadele eden kahramanların mahkum edilirken PKK’lılara af çıkarılması, Barzani’nin Türkiye’de parti kurdurtması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sözleşmesi olan Lozan Antlaşması’nın hiçe sayılması karşısında sus pus kalacak mısın?.. Batılı yayın organlarında Türk insanının,AB’ye kedi ve köpeklerin girdiği kapıdan girmek için yerlerde sürünen bir zavallı olarak teshir edilmesi hoşuna mı gidiyor?.. AB yetkililerinin her fırsatta ulu önderimiz M. Kemal Atatürk’e dil uzatması ve Atatürkçülüğü ayaklar altına alan sözler sarf etmesinden memnun musun?.. AB uğruna Ege’deki haklarından feragat edip,Ege denizi’ni Yunan’a mı teslim edeceksin?.. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde, Türk milleti tarafından kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerine "AB aldatmacası"yla dinamit konulmasına,Avrupalıların "Türkiye’yi AB’ye üye yapmayacaklarını" açık açık söylemesine rağmen üyelik müzakereleri süresince ülkenin parça parça edilmesine ve kendi vatanında köle haline getirilmeye razı mı olacaksın?.. Tüm bu sorulara verdiğin cevap "HAYIR" ise, "AB’ye de HAYIR!" İdare Yeri: Molla Şeref Mh. Halıcılar Köşkü Sk. Nu:2 Daire:3 Fatih İstanbul Belgegeçer Nu: 0533 942 6943 Tel Nu: 0546 667 31 08 İnternet Adresi: www.elbirligidernegi.org E-Posta:elbirligi@elbirligidernegi.org “Artık, durumu düzeltmek, hayat bulmak, insan olmak için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım zihniyetler ortaya çıktı.Oysa, hangi istiklal vardır ki, yabancıların nasihatlarıyla, planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir.” Mustafa Kemal ATATÜRK