özel ege lisesi kanser tedavisi için yenilikçi nanomalzeme üretimi

advertisement
ÖZEL EGE LİSESİ
KANSER TEDAVİSİ İÇİN YENİLİKÇİ NANOMALZEME
ÜRETİMİ
HAZIRLAYAN ÖĞRENCİLER:
Selin Yağmur ÇAKMAK
Bora BÖLÜKBAŞI
DANIŞMAN ÖĞRETMEN: Dr. Onur AKPINAR
İZMİR
2017
İÇİNDEKİLER
Sayfa
1. GİRİŞ….………………………………………………………………………..
1
1.1 Nanoteknoloji ve İlaç Taşınımı………………………………......................
1
1.2 Kanser………………………………………………………………………
2
1.2.1 Akciğer Kanseri………………………………………………………..
3
1.3 Geleneksel Kanser Tedavi Yöntemleri ve Dezavantajları………………….
5
1.4 Kanser Tedavisinde Nanoteknolojinin Uygulanması………………………
5
1.4.1 Altın Nanopartiküller……………………………………….................
6
1.4.2 Lipitler…………………………………………………………………
9
1.5 Projenin Amacı……………………………………………………………...
11
2. YÖNTEM……………………………………………………………………....
11
2.1 Materyal…………………………………………………………………….
11
2.2. Sitrat Kaplı Altın Nanopartiküllerin Sentezlenmesi ve Karakterizasyonu...
12
2.3 Lipitlerin Hazırlanması………………..........................................................
13
2.3.1 Lipit Esaslı Altın Nanopartiküllerin Sentezlenmesi ve
Karakterizasyonu….........................................................................................
13
2.4. Hücre Kültürü………………………………………………………………
14
2.4.1 MTT Testi ile Hücre Canlılığı Üzerine Lipit Esaslı Altın
Nanopartiküllerin Etkisinin Saptanması……………………………………..
15
3. BULGULAR……………………………………………………………………
16
4. SONUÇLAR VE TARTIŞMA………………………………………………..
22
5. ÖNERİLER…………………………………………………………………….
25
KAYNAKLAR.…………………………………………………………………...
26
1. GİRİŞ
1.1 Nanoteknoloji ve İlaç Taşınımı
Nanoteknoloji; multidisipliner bir alan olup, moleküler ölçekte (1-100 nm veya daha
küçük boyutta) fonksiyonel sistemlerin dizayn edilmesinde görev alır. Buradaki “nano” terimi
bir metrenin bir milyarda biri olan (1 nm = 10-9 m) ölçü değeridir. Nanopartikülün çapı
biyomoleküllerin ölçülerine çok benzemektedir: proteinlerin boyutu 1-20 nm, DNA’nın çapı 2
nm, virüs 20 nm, hücre yüzey reseptörü 10 nm, hemoglobin 5 nm, hücre zarının çapı 6-10 nm.
Dolayısıyla bilim insanları, nano ölçekte bu materyallerin özelliklerini anlamaya çalışarak
onları tıpta kullanmak üzere geliştirmeye çalışmaktadırlar (Patra ve ark., 2010).
Nanopartiküllerin normal bir insan hücresinden yüzlerce hatta binlerce kat daha küçük
olmasından dolayı; nano ölçekli cihazlar hücrelerin içine ve organellerin içine kolayca
girebilir ve DNA, protein, enzim ve hücre reseptörleriyle etkileşebilir. 20 nm’den küçük olan
nanopartiküller, kan damarları yoluyla tüm vücutta dolaşabilirler. Kansere yol açan
durumların da dâhil olduğu biyolojik süreçler hücre içinde nano ölçekte meydana gelir.
Nanoteknoloji çok küçük hacimlerdeki hücre veya dokulardaki hastalığı saptayabilmek için
yeni araçlar sunmaktadır. Genel olarak, nanoteknoloji bilim insanlarının şu anda yapmakta
oldukları çalışmalardan daha hızlı ve daha etkili yöntemler ortaya koymaktadır (Patra ve ark.,
2010).
Nano-tıp, moleküler nano teknoloji disiplinin en yeni üyesidir. Nano-tıp, nano
materyal ve nano sistemler kullanılarak moleküler seviyede biyolojik sistemlerin izlenmesi,
tamir edilmesi, yapımı ve kontrolünde kullanılmaktadır. Bir ilacın nano boyutta taşınabilmesi
araştırmacılar için çok büyük bir önem taşımaktadır. Yeni bir ilacın gelişimi temel olarak iki
ana konuda yer almaktadır: var olan hastalığa karşı maksimum etki ve olası yan etkilerinin
minimum olmasıdır. Bununla birlikte, ilaç taşınımıyla ilişkili, ilacın çözünürlüğü, biyolojik
aktivitesi, kan dolaşımında kısa süre kalması, hedef organa ulaşamaması gibi bazı zorluklar
bulunmaktadır. İlaçların nanopartikül aracılı hedeflenmiş taşınması, onların dozajının
düşürülmesine, ilaç yüklemesinin düzenlenmesine, özelliklerinin daha net ortaya çıkmasına,
hedefte spesifikliğinin ve biyobulunabilirliğinin artmasına, toksisitesinin azaltılmasına ve raf
ömrünün uzamasına olanak sağlar. İlaç taşıyıcısı olarak bu nanopartiküllerin avantajı, kanser
ilaç direncinin üstesinden gelmesidir (Drbohlavova ve ark., 2013).
İlaç taşınım sistemleri, hedef hücrede etkili olan ilacın konstantrasyonunu optimize
etmek için geliştirilmiştir. İlaç taşınım sistemlerinin fonksiyonu 3 ana başlıkta incelenmiştir.
Birincisi, bu sistem katalitik enzimler gibi biyokimyasal şartlara karşı ilacı korumalıdır.
İkincisi, bu ilaç taşıma sistemi, ilacı spesifik hedef bölgeye taşımalı ve yeterli miktarlarda
ilacın salınımına olanak sağlamalıdır. Üçüncü olarak da, bu sistem aracılığıyla nanopartiküller
vücuda enjekte edildiğinde, hiçbir zaman toksik özellik göstermemesi ve biyolojik olarak
parçalanması gerekmektedir (Viitala ve ark., 2016).
Klasik terapötik ajanlar vücutta spesifik olmayan şekilde dağılım gösterdiklerinden
hem hedefi (hastalıklı hücre veya doku) hem de normal hücreleri etkilemektedir. Bu olay
hedef hücreye ulaşan ilaçların etkili dozunun normalden daha az olmasına sebep olduğundan
vücutta yanlış reaksiyonlara sebep olmaktadır (Khodabandehloo ve ark., 2016). İlaç
parçalanması ve kaybını en aza indirmek, zararlı yan etkilerini ortadan kaldırmak,
biyobulunabilirliği yüksek ilaçlar elde etmek adına son yıllarda ilaç taşıma sistemleri
geliştirilmiştir (Kulkarni ve ark., 2011). Nanopartiküllerle tümörlerin hedeflenmesi, pasif
veya aktif yol ile gerçekleşmektedir (Drbohlavova ve ark., 2013). Pasif hedeflemenin bir
örneği, kemoterapötik ajanın sağlıklı dokularla kıyaslandığında tümör dokularının damar
geçirgenliğinin arttırılmasına sebep olan solid tümörlerde birikmesidir. Ligand içeren ilaç
-1-
taşıyıcıların yüzeyi ilgili hücrenin yüzeyindeki reseptörü tanıyan antikorlarla fonksiyonel hale
getirilmesi seçicilik sağlayan aktif hedeflemeye örnektir (Kulkarni ve ark., 2011). Bu
partiküller aralarında biyomoleküllerin de bulunduğu farklı materyal tipleri ile modifiye
edilerek kanserli hücrelerin hedeflenmesi gerçekleştirilmektedir. Nanopartiküller ile aktif
tümör hedefleme, tümör hücreleri tarafından ifade edilen reseptörlere nanopartiküllerin ligand
aracılı bağlanmasına dayanmaktadır. Bu ligand molekülleri, antikorlar, peptitler, nükleik asit
aptamerler, karbohidrat ve küçük moleküllerden oluşmaktadır (Drbohlavova ve ark., 2013;
Kang ve Ko, 2015; Kulkarni ve ark., 2011; Viitala ve ark., 2016).
Anti-kanser nanopartiküllerin en önemli özellikleri genel olarak nano boyutta,
hidrofobiklik gibi yüzey özelliklere ve hedeflenmiş ligandlara sahip olmasıdır. Genel olarak
200 nm nanopartikül boyutunda üst sınır olarak düşünülürken, 10 nm’lik nanopartikül boyutu
en alt sınır olarak literatürde geçmektedir. Nanopartikül özellikleri, kanser tipi, hastalığın
safhası, vücutta bulunduğu bölge gibi tümör karakteristliklerine bağlı gereksinimleri de
bulunmaktadır (Drbohlavova ve ark., 2013). İlaç taşıyıcıları arasında lipozomlar, lipitler,
polimerler, dendrimerler, altın nanopartiküller, manyetik taşıyıcılar, viral taşıyıcılar, karbon
nanotüp gibi nanomateryaller sıklıkla kullanılmaktadır (Drbohlavova ve ark., 2013; Kang ve
Ko, 2015; Khodabandehloo ve ark., 2016; Kulkarni ve ark., 2011; Li ve ark., 2010; Viitala ve
ark., 2016).
1.2 Kanser
Kanser, dünya genelinde en sık rastlanan toplumsal sağlık problemlerinden biridir. İlk
zamanlarda bir tedavi yöntemi olmadığı düşünülürken, günümüzde erken teşhis ile birlikte
kanserle mücadele mümkün hale gelmiştir (Patra ve ark., 2010). Buna rağmen, kanser; son
yıllarda hem teşhis, hem tedavi olanaklarındaki önemli gelişmelere rağmen, en çok ölüme
sebep olan hastalıklar arasında kardiyovasküler hastalıklardan sonra ikinci sırada yer alıp
Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) bağlı Uluslararası Kanser Araştırmaları Kurumunun (IARC)
2030 yılı için öngörüsü birinci sırada olacağı yönündedir. Bunlara ek olarak giderek artan
hazır gıda (fast food) yeme alışkanlıkları, çok miktarda şeker ve tuz tüketimi, kanserojen
tekstil boyaları ve kumaşlar, katkı maddesi içeren kozmetikler, alkol ve sigara kullanımı, aşırı
stres, radyasyon, ultraviyole ışınları gibi pek çok etken sebebiyle kanserin yayılma hızı gün
geçtikçe artmaktadır (Donaldson, 2004).
Günümüzde kanser sözcüğü malignant tümörü tanımlamak için popüler bir şekilde
kullanılır. Onkoloji, tümörlerlerin gelişimi, epidemiyolojisi, teşhisi ve tedavisiyle ilgilenen tıp
dalıdır. Tümör, benign (iyi huylu) veya malignant (kötü huylu) olabilen anormal hücre
topluluğudur. Benign tümörler genellikle çok yavaş büyürler ve diğer dokulara yayılmazlar.
Bu tür tümörler yalnızca dokunun normal fonksiyonuyla etkileşiyorsa veya beyin gibi belirli
bir alanda büyüyerek baskı yaratıyorlarsa zararlıdırlar (Ahmed ve ark., 2007). Malignant
kanser hücreleri, hücre döngüsünün hızlanması, genlerin değişimi, kontrolsüz büyüme, artan
hücre hareketliliği, hücre yüzeyindeki değişiklikler ve litik faktörlerin salgılanması gibi
olaylar ile nitelendirilir. Morfolojik olarak malignant bir kanserli hücrenin, büyük bir
nükleusa sahip olması, normalden farklı bir şekil ve büyüklüğünün olması, nükleoinin
belirgin olması, sitoplazmanın az ve koyu renkli ya da tam tersine çok soluk renkli olması en
belirgin özellikleridir (Baba ve Câtoi, 2007).
Kanser dünyada bir yılda 8,2 milyon, Türkiye’de ise 422,000 kişinin ölümüne sebep
olmaktadır. Günümüzde birbirinden farklı tanı ve tedavi yöntemine sahip 100 farklı kanser
türü olduğu bilinmektedir. Bu kanser türleri içerisinde akciğer, prostat, kolon, mide ve
karaciğer kanseri erkeklerde en sık görülen kanser türleriyken; göğüs, akciğer, kolon, rahim
ve mide kanseri de kadınlarda en sık görülen kanser türleridir. Kansere özellikle
endüstrileşmiş batı ülkelerinde daha sık rastlanır, fakat gelişmekte olan ülkelerde de bu
-2-
hastalığın yayılma hızı gittikçe yükselmektedir. Önümüzdeki iki yılda kanser vakalarındaki
oranın %70 artması beklenmektedir (Dünya Sağlık Örgütü, 2015) (Şekil 1).
Şekil 1. Dünya Sağlık Örgütüne göre erkeklerde (A) ve kadınlarda (B) cinsiyete bağlı
kanserin insidans ve mortalite oranları (GLOBOCAN, 2012).
1.2.1 Akciğer Kanseri
20.yüzyılın başlarında var olmayan bir maligniteden, akciğer kanseri günümüzde,
dünya genelinde en yaygın görülen kanser halini almıştır ve birçoğu ülkede en çok ölüme
sebep olan kanser olmuştur (Lu ve ark., 2010). Her yıl erkeklerde 900,000 ve kadınlarda
330,000 insana akciğer kanseri tanısı konmaktadır (Brambilla ve Travis, 2014). Dünyada
2012 yılında 1,8 milyon kişiye akciğer kanseri tanısı konulurken yaklaşık 1,6 milyon kişi
akciğer kanseri nedeniyle hayatını kaybetmiştir. (Akyay ve ark., 2015) Akciğer kanseri
hastalarında beş yıl kurtulma oranı (the five-year survival rate), etkili bir tedavi yönteminin
bulunmamasından dolayı, %15’ten daha azdır.
Histopatalojik ve biyolojik perspektiflerden bakıldığında akciğer kanseri kompleks bir
neoplazmdır. En yaygın histolojik tiplerinden bir tanesi, küçük olmayan hücre akciğer
kanseridir (non-small-cell lung cancer, NSCLC). Bu türdeki akciğer kanserlerinin üç tipi
vardır. Bunlar; skuamöz, hücre karsinoması, adenokarsinoma (Bronşiolo alveoler
karsinomanın invaziv olmayan tipi de dâhil olarak) ve büyük hücreli karsinomadır. Bir diğer
histolojik tipi ise, küçük hücre karsinomasıdır (small-cell lung cancer, SCLC) (Lu ve ark.,
2010).
Akciğer kanserlerinin yaklaşık %40’ı adenokarsinomadır ve bu genellikle periferik
akciğer dokusunda oluşur. Skuamöz, hücre karsinoması ise akciğer kanserlerinin %30’unu
oluşturur. Tipik olarak büyük solunum yollarına yakın yerlerde meydana gelir. Hücre
ölümleri genellikle tümörün merkezinde gerçekleşmektedir. Akciğer kanserinin %9’u büyük
hücreli karsinomadır ve bunun adı kanser hücrelerinin, fazladan sitoplazmalı, büyük
çekirdekli ve dikkat çeken yapıda nükleolusa sahip olmasıdır (Lu ve ark., 2010). Küçük hücre
akciğer kanserinde hücreler yoğun miktarda nöro-endokrin hormon içeren veziküller
bulundurur. Bunlar, tümöre endokrin/paraneoplastik sendrom ilişkisi verir (Rosti ve ark.,
2006). Çoğu durumda büyük solunum yollarında (primer ve sekonder bronşlarda) ortaya çıkar
(Collins ve ark., 2007).
Akciğer kanseri genellikle, yıllarca tütün kullanımı sebebiyle belirli protoonkogenlerde ve tümör baskılayıcı genlerinde, genetik ve epigenetik değişiklikler olmasından
-3-
kaynaklanır. Diğer birçok kanser türünde olduğu gibi onkogenin aktivasyonu veya tümör
baskılayıcı genlerin inaktivasyonu ile başlar (Cooper ve ark., 2013). Birçok çalışma, tütün
kaynaklı karsinogenin 4-(methylnitrosamino)-1-(3-pyridyl)-1-butanone (NNK), akciğer
karsinogenezine yol açtığı ve yalnızca genetik merkezli mekanizmalar ile değil, aynı zamanda
hasar gören DNA’yı taşıyan hücreleri apoptozdan koruyan çeşitli sinyal yollarıyla etkili
olduğunu kanıtlamıştır (Boo ve ark., 2016). Akciğer kanserinin diğer mesleki ve çevresel
nedenleri arasında ise radon, arsenik, krom, nikel, vinil klorür ve iyonize radyasyona maruz
kalmak gibi etkenler de sayılabilir. Ayrıca kronik obstrüktif akciğer hastalığı, idio patik
pulmoner fibroz ve tüberküloz gibi önceden var olan kötü huylu olmayan akciğer hastalıkları
akciğer kanseri oranlarının artması ile ilişkilidir (Collins ve ark., 2007).
Akciğer kanseri teşhisinde, erken teşhis önemlidir. Daha yeni oluşmuş akciğer kanseri
hücrelerinin tespiti için günümüzde balgam sitolojisi, esnek bronkoskopi ve transtorastik iğne
aspirasyonu gibi seçenekler mevcuttur. Balgam sitolojisi, merkezi yerleşimli tümörleri
belirlemede yardımcı olabilecek invaziv olmayan bir testtir. Bu test, merkezi tümörlerin
%71’ini tespit ederken, periferal tümörlerin %50’den daha az bir miktarını tespit
edebildiğinden dolayı, daha ileri testler olumsuz sonuç izlemektedir. Esnek bronkoskopi
yöntemi merkezi tümörlü hastalarda sıklıkla tercih edilen testtir ve bu hastalarda %88
oranında bir hassasiyet vardır. Floroskopik ve bilgisayarlı tomografi (BT) kılavuzluğunda
transbronşiyal iğne aspirasyonu eklenmesine rağmen, bronkoskopinin duyarlılığı %70'e
düşmektedir. Transtorastik iğne aspirasyonu yöntemininde ise periferik akciğer tümörlü
hastalarda bronkoskopiden daha duyarlı olduğu gösterilmiştir ve transbronşiyal iğne
aspirasyonu yetersiz olduğunda veya cerrahi aday olmayan hastalarda kullanılabilir (Collins
ve ark., 2007).
Akciğer kanseri için önemli olan bir diğer husus evrelendirmedir. Akciğer kanserinin
doğru evrelendirilmesi, hastalığın uygun tedavisi ve yönetimi için gereklidir ve hastanın
sağlığı için öngörüler sağlar. Bronkojenik karsinomun anatomik patolojik tanısı yapıldıktan
sonra ilk aşama hastalığın veya evrenin derecesinin belirlenmesidir, çünkü bu uygun terapiyi
yönlendirecek ve sağ kalımı öngörecektir. Bu aşamada en önemli karar, neoplazmalarını
cerrahi rezeksiyon ile alabilen hastalar ile, kemoterapi ya da radyoterapi veya ikisini birden
alması gereken hastaların belirlenmesidir. Hastanın cerrahi rezeksiyona olan potansiyelinin
belirlenmesi genellikle küçük olmayan hücre akciğer kanserinde uygulanabilir, çünkü bu
yöntem küçük hücreli akciğer karsinoması için bir tedavi alternatifi değildir. Bununla birlikte,
küçük hücreli kanser için, sınırlı ve yaygın hastalıkların daha basitleştirilmiş evreleme
sınıflandırması kullanılır. Küçük hücreli kanserli hastaların büyük bir kısmı tek başına
kemoterapi ile tedavi edilirken, sınırlı hastalık kemoterapi ve radyasyon ile tedavi edilir.
Küçük olmayan hücre akciğer kanseri için TMN evreleme sistemi, klinik evreler halinde
gruplandırılmış TMN alt kümeleri ile birlikte kullanılır (Barker ve Silvestri, 2002).
Akciğer kanserlerinin yaklaşık olarak %85-%90’ına küçük olmayan hücreli akciğer
kanseri (NSCLC) tanısı konur ve bu durumda platin yapılı kemoterapi standart ve ilk sırada
yer alan alternatif tedavi yöntemidir. NSCLC’nin yanında adenokarsinoma en yaygın akciğer
kanseri tipidir. Kanser tedavisindeki gelişmelere rağmen, tedavi çoğu durumda olumsuz sonuç
getirir; bu da hastalığın ilerlemesine, metastaza ve kanserin tekrarlanmasına sebebiyet
vermektedir. Tedavinin başarısız olmasındaki en önemli sebeplerden bir tanesi intratümöral
heterojeneritedir (Jeon ve ark., 2016).
-4-
1.3 Geleneksel Kanser Tedavi Yöntemleri ve Dezavantajları
Kanser oluşumu çeşitli çevresel, sosyal, kültürel, hormonal ve genetik faktörler gibi
faktörlerle ilişkilidir. Sigara içmeye ek olarak, azalan fiziksel aktivite, yüksek kalorili
yiyecekler de kansere sebebiyet veren büyük etkenlerdir. Tıbbın gelişmesi ve tedavi
yöntemlerinin araştırılmaya başlanmasıyla, kanser yaygın olarak cerrahi işlemlerle tedavi
edilmeye başlanmıştır. Fakat günümüzde bile cerrahi işlemin risk faktörleri olan organ kaybı,
kanserin tekrarlama olasılığına sahip olması ve bazı kanser tiplerine uygulanamaması, tıp
dünyasını yeni tedavi yöntemlerini araştırmaya itmiştir. Bu süreçte teknolojinin de
gelişmesiyle günümüzde de sıklıkla kullanılan radyoterapi ve kemoterapi yöntemleri ortaya
çıkmıştır (Aslam ve ark., 2014).
Günümüzde birçok kanser tedavi yöntemi bulunmasına rağmen hepsinin yan etkileri
de mevcuttur. Malignant tümörlerin tedavisinde kullanılabilen en etkili yöntem kemoterapidir.
İlk zamanlarda, kemoterapi ilaçlarının spesifik olarak sadece kanser hücrelerini öldürdüğü
düşünülse de son yıllarda kemoterapinin normal hücrelere de zarar verdiği ayrıca bu ilaçları
kullanan insanlarda bitkinlik, kusma, saç dökülmesi, ishal, ağızda kuruluk ve hatta ölümlere
sebebiyet verebilmektedir (Chabner ve Roberts Jr., 2005). Klasik kemoterapi ilaçları vücutta
hedefe yönelik hareket etmemektedir. Kullanılan ilaçlar kanserli hücrelere etki ettiği gibi
sağlıklı hücrelere de etki etmektedir. Ayrıca kanserli hücrelere, tedavi için gereken dozlar da
ulaşmamaktadır (Conde ve ark., 2013). Kemoterapi, hastanın bağışıklık sistemini
zayıflatmakta ve hasta, diğer hastalıklara daha duyarlı hale gelmektedir. Karşılaşılan bir diğer
sorun, antikanser bileşenlere karşı gelişen çoklu ilaç direnci (Multi Drug Resistance)
durumudur. Tüm bu önemli yan etkiler, kemoterapi ilaçlarının dokuya özgü etki
etmemesinden kaynaklanır.
Radyoterapi, kanser hücrelerini çekirdeklerindeki DNA’lara hasar vererek öldürmek
için yüksek enerjili ışınları kullanan bir tedavi yöntemidir. Genel olarak tümör bölgesinin ışın
tedavisi dışarıdan (harici ışın tedavisi) uygulanmaktadır. Seed olarak isimlendirilen radyoaktif
madde içeren kapsüllerin direkt olarak tümörün içine yerleştirilmesi de radyoterapinin bir
başka çeşididir. Klinik uygulamalarda hastalara verilen radyasyon dozu, genellikle yan
etkilerin şiddetini ve sayısını azaltmak ihtiyacıyla sınırlanır. Tedavinin tamamlanmasından üç
ay ve daha fazla sürede görülmeye devam eden veya oluşan geç yan etkiler genellikle daha
kalıcı ve ilerleyebilir seviyede olduğu için akut etkilere göre daha doz sınırlıdır. Radyasyon
sekellerinin gelişimi, ışına maruz kalmış normal dokuların hacmine bağlıdır. Ancak bu ilişki
birçok doku türü için belirsiz olup ışın terapisinin yan etkileri, çoğunlukla tamamen
önlenemez. Bu yan etkiler; yorgunluk, cildin tahriş olması, ateş, ağzın yara olması ve
kurumasıdır. Aynı zamanda radyoterapi sırasında kanserli hücreler kadar olmasa da sağlıklı
hücrelerde belli bir oranda zarar görür (Dearnaley ve ark., 1999).
Cerrahi yöntemler, kanserli dokunun çıkarılmasından ibarettir. Organ kaybı, kanserin
tekrarlama riski ve tüm kanser tiplerine uygulanamaması bu yöntemlerin
dezavantajlarındandır (Nehru ve Singh, 2008).
Günümüzde en yaygın şekilde kullanılmakta olan bu tedavi çeşitleri her ne kadar
başarıya ulaşsa da gösterdiği ciddi yan etkileri sebebiyle hastaların eski sağlığına kavuşmaları
mümkün olmamaktadır. Bu yüzden yalnızca kanser hücrelerini hedef alan, toksik özelliği ve
yan etkileri az veya bulunmayan yeni yöntemler araştırılmaktadır.
1.4 Kanser Tedavisinde Nanoteknolojinin Uygulanması
Kanser nanoteknolojisi, nanoteknolojinin medikal uygulamaları kapsayıp kanser tanı
ve tedavisinde yeni yöntemlerin uygulanmasında, zarar görmüş hücre ve dokuların tamir
edilmesinde ve ilaç taşıyıcı sistemlerin geliştirilmesinde umut vadeden kullanışlı bir
-5-
uygulama sunmaktadır. Ayrıca kanser nanoteknolojisi, kanser tanı ve tedavisi ile ilişkili
spesifik olarak nano boyutta kullanılan biyo-araçların karakterize edilmesinde kullanılmıştır.
Çok küçük boyutlara sahip olan ve ilaçları taşıyan nano-partiküllerle modifiye edilmiş
yüzeyler, kanser hücrelerine karşı yüksek derecede spesifiklik göstererek sadece kanser
hücrelerini hedeflemiştir. Nano-partiküller bir insan hücresinden yüzlerce hatta binlerce kat
daha küçük yapılar olup hücre içine girip organeller ya da DNA ile etkileşerek veya hücre
dışında bulunan reseptörlere bağlanarak kanser hücrelerinin tanı ve tedavisinde
kullanılabileceklerdir (Patra ve ark., 2010). Nanopartiküller tümörlerin hedeflenmiş tedavisi
için dizayn edilebilmektedir. Bu amaçla, demir oksitler, altın, biyoparçalanabilir polimerler,
dendrimerler, lipozom ve miselleri de içeren lipit temelli taşıyıcılar, virüsler ve hatta
organometal bileşikler kullanılmaktadır (Drbohlavova ve ark., 2013).
1.4.1 Altın Nanopartiküller
Altın, insanlık tarihi boyunca en sık kullanılan ve en değerli metallerden birisidir.
Altın yüzyıllar boyunca kullanılmış olsa da, akademik aşamada kendine yer bulması oldukça
eskidir. Altının tıbbi kullanımı kısaca aşağıda tarif edilmiştir: Altının biçimsel ve şifa amaçlı
kullanımının en erken kayıtları Mısır İskenderiye'den gelmektedir. 5000 yıl önce Mısırlılar;
zihinsel, bedensel ve ruhsal arınma için altın yutarak kullanmıştır. Eski Yunanlılar paradoksal
olarak zengin bir yakut kırmızısı haline getiren cam renklendirmek için ince zemin altın
kullandılar. Altının en erken tıbbi kullanımı, M.Ö. 2500'de Çin’ de görülmüştür. Kırmızı
kolloidal altın ilk defa hazırlanmış ve "uzun ömürlü ilaç" olarak kullanılmıştır. Kırmızı
kolloidal altın; günümüzde Hindistan'da, Ayurveda tıbbı olarak eski çağında yenilenme ve
canlanma için Swarna Bhasma ("Swarna" altın, "Bhasma" kül anlamını ifade eder) adı altında
hala kullanılmaktadır. 1900'lü yıllarda cerrahlar tarafından diz veya dirsek gibi iltihaplı bir
deriye yakın bir yere altın bir parça implante edilmiştir ve sonuç olarak, ağrı genellikle
azaltılmış veya tamamen sona erdirilmiştir (Patra ve ark., 2010).
Au-NP'lerin kontrollü boyut ve şekillerinin hazırlanmasında çok sayıda yöntem
önerilmiştir. Bu yöntemler arasında elektrokimyasal ve fotokimyasal yöntemler günümüzde
ıslak kimya yöntemlerinden daha az kullanılmaktadır. Islak-kimya yöntemi ile altın
nanopartikül hazırlama işlemleri, genelde herhangi bir şeklin ve geniş aralıktaki altın
nanopartiküllerin üretilmelerini sağlarken elektrokimyasal yöntemle nanomateryal boyutunun
belirlenmesinde sınırlamaları olmalarına rağmen nanomateryal morfolojinin doğrudan
hazırlanmasına izin verir (Cioffia ve ark., 2011). Faraday, 1899 yılında altının kırmızı
renginin, altın koloidal boyutundan kaynaklanabileceğini öne sürdü. Bu keşif; birkaç on yıl
bilim insanları tarafından unutulmuş olsa da 1951 yılında Turkevich ve arkadaşları, kaynayan
suda sitrik asit ile hidrojen tetra kloroaurat (HAuCl4) kullanılarak kolloidal kırmızı renkli
altını üretmişlerdir. Frens, bu yöntemi altın – sitrat oranını değiştirerek partikül boyutunu
kontrol edebilmiştir. Bu yöntemle 10 – 20 nm çapındaki sferik altın nanopartüküllerin
üretilmesine olanak sağlamaktadır. Brust ve Schriffin 1994 yılında altın nanopartikülü faz
transfer ajanı olarak tetraoktilamonyum bromür (TOAB) ve indirgeyici ajan olarak sodyum
borohidrür (NaBH4) kullanılarak alkanetiol stabilize edilmiş altın nanopartiküller
sentezlenmiştir (Yeh ve ark., 2012).
Literatürde çekirdek-aracılı yüzey aktif madde yardımlı altın nanoçubuk sentezi,
hekzadesilsetilmetil amonyum bromür (CTAB), hidrojen tetra kloroaurat (HAuCl4) ve
sodyum borohidrürün sıvı solüsyonları karıştırılması ile yaklaşık 1,5 nm çapında altın
çekirdeklere oluşturulması ile gerçekleştirilmiştir. Daha sonra; bu altın çekirdeklere konsantre
CTAB, gümüş nitrat, hidrojen tetra kloroaurat ve askorbik asit büyüme solüsyonuna eklenir.
Askorbik asit zayıf indirgeyici ajan olup çekirdek partikülünün yüzeyinde heterojen altın
birikmesine sebep olmaktadır. Altın nanoçubukların tek yönde büyümesinde altın yüzeyine
-6-
tutunmuş gümüş iyonları etkili olduğu bulunmuştur. Gümüş konsantrasyonu arttırılarak
nanoçubukların en/boy oranı 4,5 kat artarken; ortamda Ag+ iyonu yokluğunda altın
nanoçubuk sentezi çok düşük verime yol açmaktadır. CTAB, nanoçubuk yüzeyini bilayer
olarak kaplayarak nanoçubukların büyümesine olanak sağladığı bildirilmiştir (Smith ve
Korgel, 2008). Nikoobakht ve El-Sayed (2003), belirli bir altın miktarı için gümüş nitrat
miktarını değiştirerek farklı en-boy oranlarına sahip GNR'leri ürettiler. Frens tarafından
önerilen altın nanopartikül sentezi Şekil 2’de şematik olarak gösterilmiştir.
Şekil 2. Sodyum sitratla stabilize edilmiş altın nanopartikül sentezinin şematik
gösterimi (Ghosh ve Chattopadhyay, 2013).
Altın nano-partiküller, moleküler proplara elverişli bir yüzey sağlaması ve lokalize
plazmon rezonansı ile ilişkili dikkat çekici optik özelliklerinden dolayı nanobiyoteknoloji ve
nano-tıp için yenilikçi bir yaklaşım olarak karşımıza çıkmaktadır (Liopo ve ark., 2012).
Nanoteknolojide altın nano-partiküllerin kullanılması için birçok sebep vardır:
i.
İlk olarak, altın bileşikleri uygarlık tarihi boyunca tıpta kullanılmıştır.
ii.
Altın nano-partikülleri, ıslak (wet) kimya gibi güvenilir yöntemlerle kolay ve ucuz bir
şekilde sentezlenmektedir.
iii.
Reaksiyon
parametreleri
sentezlenmektedir.
iv.
Kalıp materyalin değiştirilmesi ile farklı şekillerde (küresel, çubuk, boru, şerit, plaka
ve hekzagonal şeklinde) kolay bir şekilde sentezlenmektedir.
v.
Altın nano-partiküllerin yüzeyi üzerinde negatif yükün varlığından dolayı birçok
çeşitli biyo-molekülün kullanılarak altın nano-partiküllerin yüzeyi üzerinde modifiye
edilmesine yardımcı olmaktadır. Altın yüzey ile tiol/amin içeren moleküller (organik
moleküller, DNA, protein, enzim gibi) arasında güçlü etkileşim olmasından dolayı
altın nano-partiküllerin yüzeyi kolay bir şekilde modifiye edilmektedir.
vi.
Altın nano-partiküller, bir yüzey plasmon rezonans (SPR) bandının varlığından dolayı
kolay bir şekilde karakterize edilirler.
vii.
Elektronik davranış gibi kendine özgü optik özelliğe sahip olmasından dolayı bu
partiküller biyo-sensörlerde de kullanılabilir.
viii.
Altın nanopartiküller biyo-uyumlu bir malzemedir.
değiştirilerek
boyutları
2–500
nm
arasında
Küre biçimindeki altın nanopartiküller boyut ve şekil-ilişkili optoelektronik özellikler,
büyük yüzey-hacim oranına sahip olması, mükemmel biyouyumluluk ve düşük toksisite
göstermesi gibi kullanışlı karakteristiklere sahiptir. Bu özellikler altın nanopartikülleri biyo-7-
nanoteknolojide önemli bir araç kılmaktadır. Altın nanopartiküllerin önemli fiziksel
özellikleri yüzey plazmon rezonans (SPR) ve fluoresans indirgeme yetenekleri sayılabilir
(Yeh ve ark., 2012). 1 – 100 nm arasında çapa sahip küresel altın nanopartiküller, sıvı
solüsyonlarda birçok renge (kahverengi, turuncu, kırmızı ve mor) sahiptirler ve 500 – 550 nm
boyutuna bağlı olarak nispi absorpsiyon pikine sahiptir (Yeh ve ark., 2012). Bununla birlikte,
altın nanoçubuklar, küresel altın nanopartiküllerden 700 nm civarında absorbans pikine sahip
olması nedeniyle kolayca ayrılabilmektedir (Smith ve Korgel, 2008). Bu absorpsiyon bandı,
yüzey plazmon rezonansı olarak isimlendirilen olay uyarıcı foton tarafından rezonant uyarıma
bağlı olarak iletiliş elektronun birlikte titreşiminden kaynaklanmaktadır. Bununla birlikte, bu
band 2 nm’den küçük nanopartiküllerde ve kitlesel malzemede bulunmamaktadır. Bu olay
sadece nanopartikülün boyutu ile ile değil aynı zamanda nanopartikülün şekli, çözgeni, yüzey
ligandı, merkez yükü, sıcaklığı gibi durumlara da bağlıdır (Yeh ve ark., 2012). Altın
nanoçubukların yaklaşık 520 nm’ de küçük bir pik vermesi onun enini gösterirken, 700 nm
veya üzerinde pik verilmesi ise onun boyunu göstermektedir (Liao ve Hafner, 2005; Smith ve
Korgel, 2008).
Çekirdek aracılı altın nanopartikül sentezin esnasında altının Au+3Au0 indirgenmesi
sonucunda elde edilen yüksüz altın nanopartiküller sitotoksik olmayıp reaktif oksijen ve nitrit
türlerinin üretimini de azaltmaktadırlar. Ayrıca, 1 – 2 nm boyutunda olan altın nanopartiküller
oldukça yüksek toksik özellik gösterirken 15 nm’ den büyük altın nanopartiküller genellikle
toksik değildirler (Patra ve ark., 2010).
Altın nanopartiküller kızıl ötesi bölgede ışığı soğurduklarında konjuge oldukları
dokuların etrafında sıcaklık yayılması gerçekleşir ve bu özelliklerinden dolayı düşük güçte
kızıl ötesi ışın gönderildiğinde bağlı olduğu dokularda ışıma yaparak kanserleşen bölgelerin
tanısında; lazerin gücü arttırıldığı takdirde de bağlı olduğu dokuları ısı ile yok ederek kanser
tedavisinde de kullanılabilir (Patra ve ark., 2010). Ayrıca, altın nanopartiküllerin yanısıra
nano-kabuk, nano-çubuk ve nano-kafes gibi farklı tipleri yakın kızıl ötesi ışını (NIR)
absorplayarak kanserin fototermal tedavisinde ışık enerjisinin ısıya dönüşmesinde
kullanılmaktadır (Joshi ve ark., 2013).
Altın nanopartiküller tarafından terapötik ajanların taşınması biyomedikal
uygulamalarda kritik bir süreci temsil etmektedir. Çeşitli araştırma grupları ilaç taşıma
etkinliğini arttırmak için hücre zarı ile ilişkileri araştırmak için fonksiyonelleşmiş altın
nanopartikülleri kullanmışlardır. Örneğin, bir araştırmada altın nanopartikülün üzerine yüzey
ligandlarının yerleştirilmesi ile hücre membranına penetrasyonu düzenleyebilmişlerdir. Altın
nanopartikül terapötikleri hücre içerisine ya pasif ya da aktif hedefleme mekanizmaları ile
taşınabilmektedirler. Arttırılmış geçirgenlik ve tutma (EPR) etkisine dayanan pasif
hedeflemede altın nanopartiküller, endotele doğru geçebilecek daha büyük partiküller
düzensiz damarlanmasıyla tümör içerisine birikmektedir. Bir hücre; yüzey ligandına dayanan
aktif hedeflemede, spesifiklik ve seçicilik sağlamada analitin hedeflenmesi için dizayn
edilebilir. Altın nanopartikülleri kullanan etkili hedefleme ve taşıma stratejileri fototermal
terapi, genetik düzenleme ve ilaç tedavilerini de içeren terapötik uygulamalar için
geliştirilmiştir (Yeh ve ark., 2012).
Altın nanopartiküller; konfokal yansıma mikroskopisi, karanlık alan görüntüleme, ikifoton lüminasens, faz-duyarlı optik tutunum tomografisi, Raman spektroskopisi ve
fotoakustik görüntülemede hücre ve doku görüntülemede yüksek kontrast sağlamaktadır
(Joshi ve ark., 2013). Altın nanopartiküllerinin yüksek elektron yoğunluğu ve atom
numarasından dolayı altın nanopartiküller günümüzde kontrast ajanı olarak kullanılan iyottan
daha kullanışlıdır (Yeh ve ark., 2012). Son gelişmeler ışığında, altın nanopartiküller siRNA ya
-8-
da antisens DNA gibi nükleik asitlerin ışık radyasyonunu kullanarak aktif hale gelmesinde ve
gen susturulmasında da görev almaktadırlar (Joshi ve ark., 2013).
1.4.2 Lipitler
Lipit nanotaşıyıcılar, maligant hücreleri seçici olarak hedefleyen ilaçların
kapsüllenmesinde kullanılabilen, lipit nanokapsülleri, miselleri ve lipozomlar gibi çeşitli
sistemleri kapsar. Lipit nanokapsüller yağlı bir fazdan iyonik olmayan bir hidrofilik yüzey
aktif madde ve bir lipofilik yüzey aktif madde içeren bir yağ/su mikro emülsiyonunun
oluşumunu izleyen bir faz ters çevirme işlemi ile üretilir. Dar bir dağılımla 20 ila 100 nm
arasında ayarlanabilirler (Drbohlavova ve ark., 2013) (Şekil 3).
Şekil 3. Pozitif ve negatif yüklü nanopartikülleri taşıyan dipolar zwitterionic lipit
bilayerin şematik gösterimi (Velikonja ve ark., 2013).
Lipozomlar, birçok veya sadece bir fosfolipit bilayerden oluşan bir vezikül şeklidir.
Lipozomal çekirdeğin kutupsal karakteri polar ilaç moleküllerinin kapsüllenmesini sağlar.
Amfifilik ve lipofilik moleküller, fosfolipitlere olan yakınlıklarına göre fosfolipit çift katman
içinde çözünür hale getirilir. Çift katmanlı oluşumda fosfolipitlerin yerine iyonik olmayan
yüzey aktif cisimcikler katılması, niosomlara neden olur. Kanal proteinleri vezikül zarlarının
hidrofobik alanı içindeki aktivitelerini kaybetmeden, büyüklük-seçici bir filtre gibi hareket
ederek, sadece iyonlar, besinler ve antibiyotikler gibi küçük çözünür maddelerin pasif
difüzyonuna izin verilebilir. Dolayısıyla, kanal proteinleri ile fonksiyonel hale getirilmiş
ilaçlar nano-kafeslerin içerisinde olmalarından proteolitik parçalanmadan korunmaktadırlar.
Bununla birlikte, ilaç molekülü nano-kafesin iç ve dış konsantrasyon farkı tarafından
yönlendirilerek kanal boyunca hücre içine girmektedir (Kulkarni ve ark., 2011).
Lipozomların hem toksik olmaması hem de biyoparçalanabilir olması onların en
önemli avantajlarını oluşturmaktadır. Lipozomlar içerisinde kapsüllenen biyolojik olarak aktif
maddeler, ilaçların ve diğer biyoaktif kapsüllerin hastalıktan etkilenen organlara taşınması
için ilaç taşıyıcı sistemlerinin olduğunu düşündüren derhal seyreltme veya bozulmadan farklı
derecede korunmaktadır (Kulkarni ve ark., 2011; Drbohlavova ve ark., 2013). Lipozomların
terapötikleri hem sulu hem de lipit fazına hapseden benzersiz kabiliyeti, ilaç taşıma sistemi
olarak onları hidrofilik ve hidrofobik ilaçlar için çekici kılmaktadır. Dahası, bu gibi
kapsüllemenin ilaç toksisitesini düşürdüğü, terapötik etkinliği koruduğu veya geliştirdiği
gösterilmiştir. Birçok laboratuvar, kanser, leishmaniasis, metabolik bozukluklar ve fungal
hastalıkların tedavisinde ilaç taşıyıcıları olarak lipozomların kullanımını bildirmiştir (Kulkarni
ve ark., 2011).
Lipozomların sınıflandırılmasında ya yapısal özelliklerine ya da hazırlama yöntemine
göre sınıflandırılmaktadırlar. Yapısal özelliklerine dayanan lipozom sıınıflandırılmasında;
uni-lamilar vezikül, oligo-lamilar vezikül, multi-lamilar veziküller, küçük uni-lamilar vezikül,
-9-
orta boyutlu uni-lamilar vezikül ve büyük boyutlu uni-lamilar vezikül gibi türleri
bulunmaktadır (Kulkarni ve ark., 2011).
Sitotoksik ilaçlar, vücudun her yerine spesifik olmayan bir şekilde dağılabilir, normal
ve habis hücrelere ölüme yol açabilir, dolayısıyla çeşitli zehirli yan etkilere neden olabilir. Bu
ilaçların lipozomlara yüklenmesi, dolaşım ömrünün uzamasına, enfekte dokularda birikimin
artmasına, ilacın metabolik bozulmasından korunmasına, ilacın doku dağılımında
değişikliklere neden olurken, mononükleer fagositik hücrelerden zengin organlarda
(karaciğer, dalak ve kemik iliği) alınımını arttırırken böbrek, miyokard ve beyindeki alınımı
azalmaktadır (Kulkarni ve ark., 2011). Bununla birlikte, ilaç taşıyıcısı olarak kullanılan
lipozomların dolaşım sisteminde kalma süresi yüzey modifikasyonu (lipit bilayere bağlı
polietilen glikol, dekstran ve poli-N-vinilpirrolidonlar gibi) ile de arttırılabilir. Ayrıca,
monoklonal antikor veya aptamer gibi hedeflenen ligandlarla lipozomların konjuge edilmesi
onların doku spesifikliğini de arttırmaktadır (Drbohlavova ve ark., 2013) (Şekil 4).
Şekil 4. Lipozom yapısının şematik gösterimi (Andros Pharmaceuticals, 2016).
Metalik nanoparçacıkların lipitlerle kapsüllenmesi veya kaplanması, yüzey kimyasını
stabilize etmek ve hücresel zarda bulunan yapısal bileşenler tarafından belirlenen
biyouyumluluk oranını arttırmak için yararlı bir kovalent olmayan yaklaşımdır (Kang ve Ko,
2015).
Didodesil dimetil amonyum bromür (DDAB), basit, yapay bir lipittir. Vezikül
çalışmalarında ve diğer biyomembran modellerinde sıklıkla kullanılmaktadır. Aynı zamanda
organik bir ortamda altın nanopartiküllerin (AuNP) oluşumu için koruyucu reaktif olarak da
kullanılmaktadır (Zhang ve ark., 2006). Katyonik bir lipit olan (DDAB) altın nanopartikülleri
kaplayarak (DDAB-AuNPs), DDAB tek başına DNA ile birliktelik oluşturmasındansa daha
güçlü stabilite sağlamaktadır. Ayrıca, DDAB-AuNP yüksek derecede lipozomun
transfeksiyon etkinliğini de arttırmıştır (Li ve ark., 2010).
Dipalmitoilfosfatidilkolin, akciğer yüzeyinde en çok bulunan fosfolipittir. Temel
olarak, akciğer yüzey aktif maddesinin, nefes alıp verme sırasında yüzey geriliminin 0 mN/m
civarına erişmesini sağlama kabiliyetinden sorumludur. Sulu ortamda bir zvitteryondur.
Fosfatdilkloinler, düşük pH’ta hidrojen iyonlarına bağlanır ve hem hidrojen hem hidroksil
iyonlarıyla denge halinde olabilir. DPPC ile yapılan iki katlı fosfolipit veziküller biyolojik
membranlarda ve ilaç taşıma sistemlerinde kullanılabilir. Hafif asidik pH’ta destabilize hale
gelen lipozomlar, suda çözünebilir ilaçların hücre sitoplazmasına taşınımında kullanılabilir
(Kaviratna ve Banerjee, 2009) Bu projede DPPC, lipozom yapımında DDAB’ın yanında,
toksisiteyi azaltacak bir madde olarak kullanılmıştır.
Bu projede, lipit kaplı altın nanopartiküller kanserin fototermal tedavisinde yeni bir
yaklaşım sağlamak için üretilmiştir.
- 10 -
1.5 Projenin Amacı
Günümüzde; gelişen yaşam şartlarının getirdiği stres, genetik faktörler, sigara, alkol
kullanımı ve gündelik hayatta maruz kalınan radyasyon sebebiyle kansere yakalanan insan
sayısı hızla artmaktadır. Bu sebeple kanser teşhis ve tedavi yöntemleri her geçen gün
gelişmektedir. Buna rağmen kanser, 20. yüzyılın başlarında ölüme neden olan hastalıklar
arasında 7. veya 8. sırada iken; Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) bağlı olan Uluslararası
Kanser Araştırmaları Kurumu (IARC), 2030 senesinde kanserin bu sıralamada birinci sırada
olacağını öngörmektedir.
Son yıllarda kanserden kurtulma oranları hızla artsa da; kullanılan kemoterapi,
radyoterapi veya cerrahi işlemler gibi geleneksel kanser tedavi yöntemlerinin vücuda verdiği
büyük çaplı hasarlar sebebiyle kanserden kurtulan insanlar eski sağlıklarına
kavuşamamaktadır. Bu hasarlar genellikle bağışıklık sisteminin zayıflaması veya durması,
kanserli hücrelerin yanında sağlıklı hücrelerin de etkilenmesi, cerrahi işlemlerden doğabilecek
risklerdir. Bunların yanında kanserli hücrelerin, uygulanan ilaç tedavisine direnç göstermesi
durumunda daha agresif yöntemlere başvurulması ve hasta olan kişinin ağır yan etkilere
maruz kalması söz konusudur.
Bu araştırmanın temel amacı; dünya genelinde oldukça yaygın bir kanser türü olan
akciğer kanserinin fototermal teşhis ve tedavisi için kullanılabilecek nano boyutta, vücuttaki
sağlıklı hücreler için minimum bir toksisiteye sahip olan ve tamamen biyo-uyumlu lipit
konjugeli altın nanopartiküllerin üretilmesidir. Lipitlerin katyonik ve biyouyumlu yapısı
sayesinde; sentezlenen altın nanopartiküllerin herhangi bir savunma sistemiyle karşılaşmadan
kolayca hücre zarından geçebilir hale getirilmesi hedeflenmiştir. Geleneksel kanser tedavi
yöntemlerine nazaran tedavi süresince vücudu ve bağışıklık sistemini en az hasara maruz
bırakmak ve yalnızca kanserli hücreleri hedefleyen bir yöntemle kanserden kurtulma
oranlarını yükseğe çekmek amaçlanmıştır.
2. YÖNTEM
Projemizin deney planı 4 aşamadan oluşmaktadır. Planın ilk aşamasında altın
nanopartikül (AuNP) sentezlenmiştir ve sentezlenen altın nanopartiküllerin LSPR, SEM ve
DLS ile karakterizasyonu yapılmıştır. İkinci aşamada, DDAB ve DPPC lipitleri hazırlanmış
ve farklı komposizyonlarda birleştirilmiştir ardından elde edilen lipozomların
karakterizasyonu yapılmıştır. Deneyin üçüncü aşamasında; farklı konsantrasyonlarda AuNPlipit konjugasyonları yapılmıştır. Son aşamada da; hazırlanan nano-malzemelerin toksisiteleri,
sağlıklı (BEAS) ve kanserli (A-549) akciğer hücreleri üzerinde denenmiştir.
2.1. Materyal
Sodyum sitrat (HOC(COONa)(CH2COONa)2, Sigma, %99), Sodyum Borohidrat
(NaBH4, Sigma Aldrich, %99.99 granüler, eser metal esaslı), Hidrojen Tetrakloroaurat (III)
Hidrat (HAuCl4, %99.999, Alfa Aesar), Kloroform (CHCl3, Merck, >%99), Aseton (C3H6O,
Tekkim, %95), Dezenfektan (Deconex, Reiniger), RPMI 1640 (+L-Glutamin, Gibco), tuzlu
fosfat tamponu (PBS), penisilin/streptomisin, Fosfat Tamponlu Tuz (1X PBS, Gibco), Tripan
Mavi Boya (Biological Industries), MTT (Tiazol Mavi Tetrazolyum Bromid, Sigma), Silikon
alttaş (Silicon Inc., USA). Dimetil distearil ammonyum bromür (DDAB, Alfa Aesar‘dan
tedarik edilmiştir. 1,2-dipalmitoyl-sn-glycero-3-phosphocholine (DPPC) NofAmerica
firmasından sağlanmıştır. Bütün kimyasallar alındığı gibi kullanılmıştır. Akciğer hücre dizisi
A549 (ATCC CCL-185) ve BEAS (ATCC CRL-9609) İzmir Yüksek Teknoloji
Enstitüsü’nden Prof. Dr. Volga Bulmuş tarafından temin edilmiştir.
- 11 -
2.2. Sitrat Kaplı Altın Nanopartiküllerin Sentezlenmesi ve Karakterizasyonu
Altın nanopartikül sentezinde sıklıkla kullanılan, Frens tarafından geliştirilmiş olan
yöntem tercih edilmiştir. Kullanımdan önce tüm cam gereçler dezenfektant ile temizlenmiş ve
distile su ile 2 defa durulanmıştır. Tüm kimyasallar taze olarak hazırlanmış ve ultra saf suda
çözülmüştür. 1,214 ml 10 mM HAuCl4 çözeltisi üzerine 50 ml ultra saf su eklenip geri
soğutucu altında kaynatılmıştır. Çözelti kaynamaya başladığında, içerisine 3 ml sodyum sitrat
(10 mM) eklenmiştir. Çözelti yarım saat karıştırılmıştır. Süre sonunda rengi kırmızıya
dönmeye başlamıştır. Altın nanopartiküller sonraki kullanımlar için karanlıkta saklanmıştır
(Liu ve ark., 2013) (Şekil 5).
Şekil 5. Sitrat kaplı altın nanopartiküllerin sentez aşamaları; a: HAuCl4 çözeltisi ile saf
suyun karıştırılması; b: sodyum sitratın kaynayan çözeltiye eklenmesi; c: reaksiyon sonunda
çözeltinin kırmızı renge dönmesi ile altın nanopartiküllerin oluşması.
Sentezlenmiş altın nanopartiküllerin karakterizasyonu lokalize yüzey plazmon
rezonans (LSPR) spektroskopi, taramalı elektron mikroskobu (SEM) ve dinamik ışık saçılımı
(DLS) yöntemleri ile saptanmıştır (Zhang ve ark., 2006).
Bu çalışmada, lokalize yüzey plazmon rezonans (LSPR) spektroskopisi, bütün
spektrumlar standart transmisyon geometri-mod ile alınmıştır. Işınlar örnek içinden 20X
(NA=0.45) veya 10X (NA=0.25) mikroskop objektifi ile alınmıştır. Mikroskop objektifi ışığı
toplarken, geçen ışık 400 μm çapındaki optik fiber kabloya odaklanıp, 400 nm ile 1100 nm
aralığında olan spektrometreye yöneltilmiştir. Uç-ışık nokta dedektör çapı yaklaşık 4 mm’dir.
LSPR spektrumu 1000 ms’lik biriktirme süreli 10 farklı noktadan alınan ortalamalar data
işleyici bir yazılım programı (SpectraSuite, Ocean Optics Inc.) yardımıyla görüntülenmiştir.
Gösterilen bütün veriler işlenmiştir.
Taramalı elektron mikroskobu (SEM) analizi için silikon yüzeyler önce aseton ile
temizlenmiştir ve analiz edilecek her bir örnek silikon yüzeylere damlatılıp desikatörde
kurumaya bırakılmıştır. SEM görüntüleri örnek yüklenmesine bağlı olarak 5-20 keV
aralığında çalışan mercek içi ikincil-elektron detektörlü Zeiss Ultra Plus High Resolution FESEM cihazı ile alınmıştır.
Dinamik ışık saçılımı (DLS) altın nanopartiküllerin modifikasyon öncesi ve sonrası
yüzey yüklerini belirlemek için gerçekleştirilmiştir. Malvern Zeta Sizer (Malvern Instruments
LTD. Southborough, MA, USA) 25°C’ de 60 saniyelik ölçümler ile her örnek için
kullanılmıştır. Ölçümler her örnek için 3 kere tekrarlanmış ve bu ölçümlerin ortalamaları
alınmıştır.
- 12 -
2.3 Lipitlerin Hazırlanması
1,5 mM kurutulmuş DPPC ve DDAB lipit filmleri, 30 ml kloroform çözeltisi
içerisindeki lipit çözeltisinin döner buharlaştırıcıda (evaporatör) buharlaştırılmasıyla
hazırlanmıştır. Kurutulmuş filmler içerisinde mevcut olan tüm organik çözücüleri
uzaklaştırmak için yüksek vakum altında bir gece bekletilmiştir. Daha sonra lipit filmler 30
ml saf su eklenerek çözülmüş ve 45°C’ de 2 saat boyunca bekletilmiştir (Zhang ve ark., 2006)
(Şekil 6).
Şekil 6. Lipit filmlerinin hazırlanma aşamaları. a: Lipit filmi, b: lipit filmine kloroform
eklenmesi, c: kloroform ile çözülmüş lipit filmi, d: evaporatör cihazı.
2.3.1 Lipit Esaslı Altın Nanopartiküllerin Sentezlenmesi ve Karakterizasyonu
Altın nanopartikül içeren lipit esaslı nano-yapıların sentezi aşağıda detaylandırıldığı
şekilde üç farklı kompozisyonda lipit karışımı kullanılarak yapılmıştır. Burada in vivo
çalışmalara yönelik olarak biyo-uyumluluğu arttırmak için FDA onaylı lipitler ile altın
nanopartikül üretilmesine çalışılmıştır.
15 mM kurutulmuş DDAB lipit filmleri, 30 ml kloroform çözeltisi içerisindeki lipit
çözeltisinin döner buharlaştırıcıda buharlaştırılmasıyla hazırlandı. Kurutulmuş filmler
içerisinde mevcut olan tüm organik çözücüleri uzaklaştırmak için yüksek vakum altında bir
gece bekletildi. Daha sonra lipit filmler 30 ml saf su eklenerek çözüldü ve 45°C’ de 2 saat
boyunca bekletildi. Karıştırıldıktan sonra 30 dakika sonikasyon işlemi 4 kez tekrar edildi. Bir
sonraki adımda lipit çözeltisi 13500 rpm’de 20 dakika boyunca santrifüj edildi. Süpernatant
kısım 0.22 μm‟lik filtreden geçirildikten sonra su eklenerek 10 mM’ a seyreltildi. (Zhang ve
ark., 2006).
DDAB:DPPC çözeltisine (1 no’lu %60 DDAB ve %40 DPPC; 2 no’lu %40 DDAB ve
%60 DPPC; 3 no’lu %100 1,5 mM DDAB gibi değişen konsantrasyonlarda, 30 ml) HAuCl4
(0.05 M, 188 μl) sulu çözeltisi eklendi. Bu çözeltiye NaBH4 (0,4 M, 100 μl) yavaşça eklendi
ve 2 dakika boyunca karıştırıldı. Oluşturulan çekirdek çözeltisi daha sonraki aşamada
kullanılıncaya kadar oda sıcaklığında bekletildi. 24 saat sonunda santrifüj edilerek 2 kez saf
su ile yıkama gerçekleştirildi (Manosroi ve ark., 2009; Manosroi ve ark., 2011) (Şekil 7).
Şekil 7. Lipit-altın nanopartikül konjugatlarının hazırlanması. a: hazırlanan lipit
filmlerinin su banyosunda çözünmesi; b ve c: farklı konsantrasyonlara sahip DDAB:DPPC
çözeltilerine HAuCl4 eklenmesi; d ve e: çözeltilere NaBH4 eklenerek lipit esaslı altın
nanopartiküllerinin sentezi.
- 13 -
Elde edilen altın nanopartikül çözeltisi içerisinde oluşan istenmeyen farklı yapıdaki
ürünler ve fazla lipit iki kez olmak koşuluyla 13500 rpm’ de 20 dakika santrifüj yoluyla
uzaklaştırılmıştır. Son döngüde, çökeltileri deiyonize su ile süspanse edilmiş ve lipit esaslı
altın nanopartiküllerinin karakterizasyonu lokalize yüzey plazmon rezonans (LSPR)
spektroskopi, taramalı elektron mikroskobu (SEM) ve dinamik ışık saçılımı (DLS) yöntemleri
ile saptanmıştır (Zhang ve ark., 2006) (Şekil 8).
Şekil 8. Biyouyumlu materyallerin karakterizasyon aşamaları. a: altın nanopartikül ve
lipit esaslı altın nanopartiküller; b: LSPR cihazı; c: SEM cihazı; d: DLS cihazı.
2.4. Hücre Kültürü
A549 (akciğer kanser hücresi), BEAS (sağlıklı akciğer hücresi) hücre hatları, % 1 LGlutamin, 100 U/ml penisilin/streptomisin ve % 10 inaktif fetal sığır serum (FBS) içeren
RPMI–1640 besiyerinde 37°C‘ de, % 5 CO2‘ li inkübatörde çoğaltılmıştır. Hücreler %80
doluluk oranına ulaştığı zaman her iki günde bir pasajlanmışlardır. Hücrelerin logaritmik
büyüme fazları tüm deneyler için kaydedilmiştir (Şekil 9).
Şekil 9. Olympus CKX 41 ışık mikroskobu ile 20X büyütmede incelenmiş hücrelerin
morfolojileri. A) A549, B) BEAS.
Kültür ortamını uzaklaştırmak için hücreler 800 rpm’de 5 dakika santrifüj edilmiştir.
Santrifüjden sonra, besiyeri pipet ile nazikçe çekilip ve hücreler yeni besiyeri içerisinde
pipetaj yapılarak tekrar süspansiyona alınmıştır. Hücre beslemesinden önce, ölü hücreleri
mavi renkte gösteren tripan mavi boyası canlı hücre sayısını belirlemek için kullanılmıştır.
Hücreler Neuber lamı ile ışık mikroskobu altında sayılmış ve hücre süspansiyonları 10.000
hücre/100 µl olacak şekilde 96 kuyucuklu plakaya taşınmıştır (de Vlieghere ve ark., 2016)
(Şekil 10).
- 14 -
Şekil 10. A549 ve BEAS hücre hatlarının sayım aşamaları. a: trypan blue boyası; b:
Neuber lamından hücrelerin boyanması; c: mikroskopta canlı ve ölü hücrelerin sayılması.
2.4.1 MTT Testi ile Hücre Canlılığı Üzerine Lipit Esaslı Altın Nanopartiküllerin
Etkisinin Saptanması
A549 ve BEAS hücre hatları, flaskta 24 saat yukarıda bahsedilen şartlarda inkübe
edildikten sonra yapışkan hücrelerden besiyeri uzaklaştırılmış ve 1,5 ml PBS ile yıkanmış ve
PBS uzaklaştırılmıştır. Daha sonra, hücreleri birbirinden ayırmak için 3 ml tripsin ilave
edilmiş ve hücrelerin birbirinden ayrıldığı mikroskopla kontrol edilmiştir ve hücreler
birbirinden ayrıldıktan sonra tripsini inhibe etmek için 3 ml serum içeren RPMI–1640 besiyeri
eklenmiştir.
Hücreler, stok çözeltisinden elde edilen farklı konsantrasyondaki altın nanopartiküllere
maruz bırakılmıştır. Mikroplakanın her kuyucuğunda bulunan 104 hücreye (100 µl), stok
çözeltisinden elde edilen farklı konsantrasyondaki (0 µM, 10 µM, 25 µM, 50 µM ve 100 µM)
sadece altın nanopartikül (%100 AuNP) ve lipit esaslı altın nanopartiküllere (AuNP + DDAB;
AuNP + %60 DDAB + %40 DPPC; AuNP + %40 DDAB + %60 DPPC) 100 µl’si eklenmiştir
ve mikroplaka 37°C’ de %5 CO2 atmosferinde 24 ve 48 saat inkübe edilmişlerdir.
Nanopartiküller ile gerçekleştirilen in vitro çalışmalarda örnekler için kullanılan kodlar
Çizelge 1’ de açıklanmıştır. Bulunan IC50 değerleri üzerinden uygulanacak ‘güvenli doz’
belirlenmiştir.
Çizelge 1. Nanopartiküller ile gerçekleştirilen in vitro çalışmalarda kullanılan örnek kodları.
Örnek kodu
AuNP
DDAB-AuNP
DDAB/DPPC(1)-AuNP
DDAB/DPPC(2)-AuNP
Örnek Açıklaması
Sitrat stabilize altın nanopartikül
DDAB ile modifiye edilmiş altın nanopartikül
%60DDAB/%40 DPPC ile modifiye edilmiş altın nanopartikül
%40DDAB/%60 DPPC ile modifiye edilmiş altın nanopartikül
İnkübasyondan sonra PBS çözeltisinde, MTT boyası (5 mg/ml) her kuyucuğa
eklenmiştir (kuyucuk başına 20 µl olacak şekilde) ve plakalar 3 saat inkübatörde inkübe
edilmişlerdir. Bunun ardından plakalar hücreleri çöktürmek için 1800 rpm’de 10 dk santrifüj
edilmişlerdir. Çukurlardaki her çözelti nazikçe alınmıştır. Hücreler dimetilsülfoksit (DMSO)
ile çukur başına 100 ul olacak şekilde işlem görmüştür. DMSO eklendikten sonra plakalar 125
rpm’de 5 dk çalkalanmıştır. Çözeltilerin absorbans değerleri Varioscan cihazı ile 570 nm’de
ölçülmüştür (Şekil 11).
- 15 -
Şekil 11. A549 ve BEAS hücre hatlarının MTT testi aşamaları. a: MTT boyası ile
A549 ve BEAS hücre hatlarının muamele edilmesi; b: mikroplakaların santrifüj edilmesi; c:
Mikroplaka okuyucuda MTT sonuçlarının alınması.
3. BULGULAR
3.1 Sitrat Kaplı Altın Nanopartiküllerin Sentezlenmesi ve Karakterizasyonu
Bu çalışmada, günümüzde kanser tedavisinde uygulanan kemoterapi ve radyoterapi
gibi kanser tedavi yöntemlerinin hastaya verdiği zararları, neden olduğu yan etkileri ortadan
kaldıracak ve bununla birlikte kanser hücrelerinin tedavisinde etkili olabilecek biyo-uyumlu
lipit konjugeli altın nanopartiküllerin üretilmesi çalışılmıştır.
Altın nanopartiküllerin sentezinde Frens tarafından geliştirilen yöntem tercih
edilmiştir. Bu yöntem kullanıldığında solüsyonun sarı renkten koyu kırmızı renge döndüğü
görülmüştür (Şekil 5). Bu renk değişimi aurik asitte bulunan altının, nano boyutta altın
küreciklerine nitel olarak dönüştüğünü göstermektedir. Aurik asitten altın nanopartiküllerin
nicel olarak sentezi LSPR, SEM ve DLS analizleri ile ispatlanmıştır.
Altın nanopartikül çözeltilerinin absorpsiyon spektrumları LSPR ile ölçülmüştür.
Nanopartiküllerin plazmon bandı, Şekil 12A ve 12B’ de yaklaşık olarak 530 nm’de Şekil 12
C’de ise 520 nm’de gözlenmiştir. Elde edilen grafiklerden, sentezlenen altın nanopartiküllerin
tipik LSPR absorbansları olan 520-530 nm de görülmesi aurik asitten altın nanopartiküllerin
nicel olarak sentezlendiği ispatlanmıştır.
Şekil 12. Farklı çaplara sahip altın nanopartiküllerin LSPR spektrumu.
- 16 -
Şekil 14’de altın nanopartiküllerin lipit ile modifiye edilmeden önce taramalı elektron
mikroskobu (SEM) görüntülerini içermektedir. Şekil 14 A, sitrat stabilize altın
nanopartiküllerin büyük alan SEM görüntüsüdür. SEM görüntüsüne göre meydana gelen altın
nanopartikülerin yüksek konsantrasyonda sentez edildiklerini göstermektedir. Şekil 14 B’ de
ise altın nanopartiküllerin yüksek büyütme görüntüsü alınmıştır ve şekilde de göründüğü gibi
altın nanopartiküllerin oluşumu daha net olarak gözlemlenmiştir. SEM görüntülerinden altın
nanopartiküllerin çapı 25-35 nm olarak hesaplanmıştır.
Dinamik ışık saçılımı (DLS) ölçümü altın nanopartiküllerin üzerindeki yüzey yükünün
belirlenmesinde kullanılır ve yapılan işlemin başarılı olup olmadığını da göstermektedir.
Sitrat-stabilize altın nanopartiküllerin zeta potansiyeli -18 mV olarak ölçülmüştür (Şekil 15
A).
3.2 Lipit Esaslı Altın Nanopartiküllerin Sentezlenmesi ve Karakterizasyonu
Altın nanopartiküllerin yüzeyi lipit ile modifiye edilmiştir. Burada amaç altın
nanopartikülleri biyouyumlu hale getirmektir. Altın nanopartikül çözeltisinin lipit ve lipit
karışımları ile etkileşiminden sonraki spektrumları Şekil 13’ te gösterilmektedir. Şekil 13 A
ve 13 B’ de DDAB ile modifiye edilmiş altın nanopartiküllerin LSPR karakteristiğini
göstermektedir, kullanılan DDAB’ in farklılığı ise yarı sentetik (A) ve doğal (B) olmasıdır.
Şekil 13 C ve 13 D’ de farklı oranlardaki DDAB/DPPC lipit karışımı ile modifiye edilmiş
altın nanopartiküllerin spektrumlarını göstermektedir. Her spektrumda da mavi pik santrifüj
ile yıkama öncesini, kırmızı pik ise santrifüj ile yıkama sonrasına ait sonucu göstermektedir.
Sonuçlara bakılarak, yıkama sonrasında istenmeyen yan ürünler temizlenerek sadece altın
nanopartiküllerin varlığından söz etmek mümkündür.
Şekil 13 Altın nanopartiküller ve lipit esaslı altın nanopartiküllerin LSPR spektrumu.
A: Sentetik; B: doğal DDAB ile modifiye edilmiş altın nanopartikülleri; C: %60 DDAB ve
%40 DPPC ve D: %40 DDAB ve %60 DPPC karışımı ile modifiyeli altın nanopartikülleri
göstermektedir.
- 17 -
Şekil 14’de altın nanopartiküllerin lipit ile modifiye edildikten sonra taramalı elektron
mikroskobu (SEM) görüntülerini içermektedir. Şekil 14 C’ de altın nanopartiküllerin DDAB
ile modifiye edildikten sonraki elektron mikroskop görüntülerini göstermektedir ve altın
nanopartiküller etrafındaki lipit katmanı ve lipit agregasyonları net bir şekilde görülmektedir.
Şekil 14 D ve 14 E ise sırasıyla %60 DDAB / %40 DPPC ve %40 DDAB / %60 DPPC lipit
karışımıyla modifiye edilmiş altın nanopartiküllere ait SEM görüntüleridir. Yüksek oranda
DDAB içeren altın nanopartiküllerin görüntülerinde lipozomların varlığından daha fazla
bulutumsu şekilde lipit tabakası görülmektedir ki bu karışımda DDAB’ in yüksek oranda
bulunmasını doğrulamaktadır. DPPC’nin kritik misel konsantrasyon değerinden yukarıda bir
değerde kullanılmasından dolayı lipozom oluşumları görülmektedir. Şekil 14 E’ de ise
karışımda DDAB oranının DPPC’ ye kıyasla düşük olmasından dolayı görüntü kalitesini
etkileyecek düzeyde yoğun lipit tabakası gözlemlenmemiştir. Ayrıca, lipozomların varlığı
daha net bir şekilde görülmektedir. Elde edilen görüntülere göre altın nanopartiküllerin
lipozomların çevrelerinde bölgesel olarak kümeleştiği bazı bölgelerde ise tek tek yerleştiği de
gözlenmiştir.
Şekil 14. Sitrat stabilize altın nanopartiküllerin (A) büyük alan ve (B) yüksek
büyütme, (C) DDAB, (D) %60 DDAB / %40 DPPC lipit karışımı ve (E) %60 DDAB / %40
DPPC lipit karışımı ile modifiye edildikten sonra farklı büyütmelerdeki mercek içi SEM
görüntüleri.
- 18 -
Altın nanopartiküllerin yüzey aktif türlerini sitrattan lipite değiştirdiğimizde yüzey
fonksiyonelliğinde büyük bir etki görülür. Bu etkileri daha iyi anlamak adına öncelikle DLS
ile üretilen malzemeler incelenmiştir. Altın nanopartiküllerin lipit ile etkileştirilmeden önce
ve etkileştirildikten sonra zeta potansiyeli ölçüm sonuçları Şekil 15’ te verilmiştir. DDAB ile
etkileştirildikten sonra altın nanopartiküller yüzeylerinde lipit moleküllerinin yer aldığının
göstergesi olarak, zeta-potansiyeli -18 mV’ dan 38 mV’ a (Şekil 15 B) kaymıştır. Zetapotansiyelinde meydana gelen artış, hidrofilik uç grup olarak kuaterner amonyuma sahip lipit
moleküllerinin bağlanmış olması ile açıklanır. DDAB/DPPC lipit karışımı ile etkileştirildikten
sonra da altın nanopartiküller beklendiği gibi katyonik bir yüzeye sahip olmuştur (Şekil 15 CD, sırasıyla 57 ve 55 mV). Zeta potansiyeldeki meydana gelen artış iki farklı katyonik lipitin
kullanılmasından kaynaklanmaktadır.
Şekil 15. (A) Sitrat-stabilize altın nanopartiküller, (B) DDAB modifiyeli altın
nanopartiküller ve (C) %60 DDAB / %40 DPPC lipit karışımı ve (D) %40 DDAB / %60
DPPC lipit karışımı ile modifiye edilmiş altın nanopartiküllerin dinamik ışık saçılım
ölçümleri.
3.3 Hücre Canlılığı Üzerine Lipit Esaslı Altın Nanopartiküllerin Etkisinin Saptanması
Karakterizasyon işlemleri yapılan altın nanopartikül (%100 AuNP) ve lipit esaslı altın
nanopartiküllerin (AuNP + DDAB; AuNP + %60 DDAB + %40 DPPC; AuNP + %40 DDAB
+ %60 DPPC) sağlıklı (BEAS) ve kanserli akciğer hücrelerinde (A549) MTT analizleri ile
hücre canlılığı üzerine etkileri 24 ve 48 saatler arasında araştırılmıştır.
Sağlıklı akciğer epitel hücreleri olan BEAS hücre hattı yukarıdaki nano-malzemelere
24 saat maruz bırakıldıklarında meydana gelen değişiklikler Çizelge 2 ve Şekil 16’ da; 48 saat
sonucunda meydana gelen değişiklikler Çizelge 3 ve Şekil 17’ de gösterilmiştir.
Çizelge 2. Akciğer epitel BEAS hücre hatlarında 24 saat sonra canlılık yüzde (%) değerleri.
Doz
Kontrol
10 µM
25 µM
50 µM
100 µM
AuNP
100
64.68
59.99
29.28
26,33
DDAB-AuNP
100
57,76
51,38
40,75
17,23
DDAB/DPPC1-AuNP
100
88,15
70,86
64,45
62,97
- 19 -
DDAB/DPPC2-AuNP
100
70,86
65,29
64,78
60,35
AuNP
DDAB-AuNP
DDAB/DPPC1-AuNP
DDAB/DPPC2-AuNP
100,00%
80,00%
60,00%
40,00%
20,00%
0,00%
Kontrol
10 µM
25 µM
50 µM
100 µM
Şekil 16. BEAS hücrelerin farklı dozlarda AuNP, DDAB-AuNP, DDAB/DPPC(1)-AuNP ve
DDAB/DPPC(2)-AuNP nanopartiküller ile 24 saat inkübasyonu sonrası canlılık sonuçları.
Çizelge 3. Akciğer epitel BEAS hücre hatlarında 48 saat sonra canlılık yüzde (%) değerleri.
Doz
Kontrol
10 µM
25 µM
50 µM
100 µM
AuNP
100
64,58
52,22
47,68
37,29
DDAB-AuNP
100
24,53
23,82
21,92
11,13
DDAB/DPPC1-AuNP
100
78,88
75,74
65,28
59,05
DDAB/DPPC2-AuNP
100
57,35
52,28
51,04
40,77
AuNP-48h
DDAB-AuNP-48h
DDAB/DPPC1-AuNP-48h
DDAB/DPPC2-AuNP-48h
100,00%
80,00%
60,00%
40,00%
20,00%
0,00%
Kontrol
10 µM
25 µM
50 µM
100 µM
Şekil 17. BEAS hücrelerin farklı dozlarda AuNP, DDAB-AuNP, DDAB/DPPC(1)-AuNP ve
DDAB/DPPC(2)-AuNP nanopartiküller ile 48 saat inkübasyonu sonrası canlılık sonuçları.
A549 akciğer kanser hücre hattı yukarıdaki nano-malzemelere 24 saat maruz
bırakıldıklarında meydana gelen değişiklikler Çizelge 4 ve Şekil 18’ da; 48 saat sonucunda
meydana gelen değişiklikler Çizelge 5 ve Şekil 19’ de gösterilmiştir.
- 20 -
Çizelge 4. A549 akciğer kanser hücre hatlarında 24 saat sonra canlılık yüzde (%) değerleri.
Doz
Kontrol
10 µM
25 µM
50 µM
100 µM
AuNP
100
79,21
59,59
51,29
45,22
DDAB-AuNP
100
62,79
49,11
8,78
7,23
AuNP
DDAB-AuNP
DDAB/DPPC1-AuNP
100
79,90
74,43
63,64
57,89
DDAB/DPPC1-AuNP
DDAB/DPPC2-AuNP
100
71,53
70,38
62,39
54,43
DDAB/DPPC2-AuNP
100,00%
80,00%
60,00%
40,00%
20,00%
0,00%
Kontrol
10 µM
25 µM
50 µM
100 µM
Şekil 18. A549 hücrelerinin farklı dozlarda AuNP, DDAB-AuNP, DDAB/DPPC(1)-AuNP ve
DDAB/DPPC(2)-AuNP nanopartiküller ile 24 saat inkübasyonu sonrası canlılık sonuçları.
Çizelge 5. A549 akciğer kanser hücre hatlarında 48 saat sonra canlılık yüzde (%) değerleri.
Doz
Kontrol
10 µM
25 µM
50 µM
100 µM
AuNP
100
56,87
53,46
49,75
44,77
DDAB-AuNP
100
55,77
38,78
21,45
7,06
DDAB/DPPC1-AuNP
100
84,71
69,11
60,08
54,93
DDAB/DPPC2-AuNP
100
57,91
48,53
47,49
42,74
AuNP-48h
DDAB-AuNP-48h
DDAB/DPPC1-AuNP-48h
DDAB/DPPC2-AuNP-48h
100,00%
80,00%
60,00%
40,00%
20,00%
0,00%
Kontrol
10 µM
25 µM
50 µM
100 µM
Şekil 19. A549 hücrelerinin farklı dozlarda AuNP, DDAB-AuNP, DDAB/DPPC(1)-AuNP ve
DDAB/DPPC(2)-AuNP nanopartiküller ile 48 saat inkübasyonu sonrası canlılık sonuçları.
- 21 -
4. SONUÇLAR VE TARTIŞMA
Literatürde biyouyumlu malzeme üretmek için ilk başvurulan yöntemler genel olarak
metal parçacıkların PEG (polietilen glikol) ya da polielektrolit malzemelerle kaplanmasıdır
(Fernández-López ve ark., 2009). Kullanılan bu metotlar dışında yapılan çalışmalarda
biyouyumlu malzemeleri üretmek için lipit nanopartiküller ile konjuge edildiği zaman
nanopartiküllerin ortam içerisinde stabilizasyonu sağlar ve nanopartiküllerin in vivo
çalışmalarda hedef dokuya ulaşması arttırmaktadır (Stephen ve ark., 2014). Ayrıca bu metodla
sentezlenen nanopartiküller biyomedikal analizler hastalık tedavilerinde terapötik etkiyi
arttırmakta ve yan etkileri azalmaktadır. Lipit konjugasyonlu nanopartiküllerin üretiminde
genellikle doğal lipit türevi olan fosfolipit ve kolesterol kullanılmaktadır. (Kang ve Ko, 2015).
Yapmış olduğumuz çalışmada katyonik lipit türevi olan DDAB’ ın toksik etikisini azaltmak
için membranına uyumlu fosfotil kolin türevi lipit olan DPPC kullanılmıştır.
Kanser günümüzde yaşam şartlarının getirdiği başta stres ve diğer çevresel maruz
kalınan kimyasal ve radyasyon sebebiyle en sık rastlanan ikinci hastalık olmakla birlikte
Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) bağlı olan Uluslararası Kanser Araştırmaları Kurumu
(IARC), 2030 senesinde kanserin bu sıralamada birinci sırada olacağını öngörmektedir. Son
yıllarda kanser tedavisinde kemoterapi, radyoterapi ve cerrahi işlemler ya tek tek ya da
birlikte uygulanmaktadır. Ancak bu geleneksel tedavi yöntemleri kanser hastalarının
bağışıklık sisteminin zayıflaması, kanserli hücreler dışında sağlıklı hücrelerin de ölmesi,
cerrahi işlemler sonucunda organ kayıpları gibi büyük çaplı hasarlara da sebep olmaktadır.
Nanoteknolojide meydana gelen gelişmelerle birlikte, kanser tedavisinde
nanopartiküllerden faydalanılmaya başlanmıştır. Altın nanopartiküllerin biyomedikal
endüstride ilaç taşıyıcısı olarak, fototermal terapi, karşıtlık ajanı olarak görüntülemede
kullanılması düşünülmektedir. Altın elementi, insanlık tarihi boyunca tıbbi amaçlar için
kullanılmıştır. Ancak nano boyuttaki altının sitotoksik etkileri birçok bilimsel yayında
belirtilmiştir. Bu projede, lipit esaslı altın nanopartiküller sentezlenerek kanser oranlarında
hem ülkemizde hem de dünyada en üst basamakta yer alan akciğer kanseri örneğinde nano
boyutta, vücuttaki sağlıklı hücreler için herhangi bir toksisiteye sahip olmayan biyo-uyumlu
nanomalzeme üretilmesi amaçlanmıştır.
Bu amaç doğrultusunda, Frens tarafından önerilen yöntem kullanılmış ve altın
nanopartiküllerin sentez başında sarı renkten reaksiyon sonunda koyu kırmızıya dönmesiyle
nitel olarak; aynı zamanda altın nanopartiküllerin LSPR, SEM ve DLS ölçümleri ile nicel
olarak sentezlendiği saptanmıştır. Altın nanopartikül ve lipit-modifiyeli altın nanopartikül
çözeltilerinin absorpsiyon spektrumları LSPR spektroskopisi ile ölçülmüş ve 520 - 530 nm
aralığında olduğu gözlemlenmiştir.
Altın nanopartiküller 500-550 nm dalga boyu aralığında belirli bir absorpsiyon pikine
sahiptir ve nanopartiküllerin çapı ile ilgilidir (Smith ve Korgel, 2008; Yeh ve ark., 2012).
Altın nanopartiküllerin yüzeyi lipit ile modifiye edilmiştir. Burada amaç altın nanopartikülleri
biyouyumlu hale getirmektir. Modifiye sonrası, altın nanopartikül yüzeylerinin kırılma
indislerinin değişmesi dolayı yüzey plazmon rezonansında değişime yol açmaktadır (Nehl ve
ark., 2006).
Sitrat ile sentezlenen ve lipit ile modifiye edilmiş altın nanopartiküllerin LSPR
spektrumlarının karşılaştırılması Şekil 20’de gösterilmektedir. Genel olarak, lipit ile
etkileştirilmeden sonra altın nanopartiküllerin 520 nm osilasyon moduna karşılık gelen
plazmon bandı 520 nm’ den 535 nm’ ye kadar kayma göstermiştir ki bu kaymanın sebebi yan
yana parçacıklar arası etkileşim ve altın nanopartiküllerin yüzeyindeki lipit tabakalarıdır
(Nehl ve ark., 2006; Smith ve Korgel, 2008). Ayrıca, etkileştirilmeden sonra pikte genişleme
görülmesi ortamda farklı yapıların olduğunun göstergesidir. Absorbsiyon pikinde meydana
- 22 -
gelen bu kırmızıya kaymanın fiziksel değişimlerden kaynaklanan nedenleri vardır. Bunlar
altın nanoparçacık çapı, lokal kırılma indisindeki artış ya da nanoparçacık etkileşimlerinden
kaynaklı plazmon eşleşmesidir. DDAB’nin kırılma indisi sitrat’ın kırılma indisiyle benzer
olduğundan enine absorbsiyondaki kırmızıya kaymanın sebebi nanopartiküller arasındaki
eşleşme ve lipit tabakasının boyut değişiminden kaynaklı olabilir. Bu da lipit modifiyeli altın
nanopartiküllerin çözelti içerisinde yan yana öz düzenli hale geldiğini ve bunun da enine
absorbsiyonda plazmon eşleşmesine ve kırmızıya kaymaya sebep olduğunu göstermektedir.
DDAB/DPPC lipit karışımında kullanılan DPPC’ nin konsantrasyon değeri, kritik misel
konsantrasyon değerinin yukarısında olduğu için lipozom oluşmuştur ki bu SEM görüntüleri
ile desteklenmektedir. Bu oluşum, absorbsiyon pikinde daha fazla genişleme görülmesini
açıklamaktadır.
Şekil 20. Sitrat-stabilize altın nanopartiküller (mavi pik), DDAB ile modifiye edilmiş
altın nanopartiküller (kırmızı ve yeşil pik), DDAB/DPPC karışımı ile modifiye edilmiş altın
nanopartiküllerin (mor ve turkuaz pik) UV-Vis spektrumları.
Altın nanopartiküllerin taramalı elektron mikroskopisi (SEM) görüntüleri alınmış ve
altın nanopartiküllerin çapı 25-35 nm olarak hesaplanmıştır. Sentezlenen altın
nanopartiküllerin fonksiyonlaştırılmadan önce de biyouyumlu olduğu düşünülebilir. Çünkü 1
– 2 nm boyutunda olan altın nanopartiküller oldukça yüksek toksik özellik gösterirken 15 nm’
den büyük altın nanopartiküllerin genellikle toksik olmadığı literatürde belirtilmiştir (Patra ve
ark., 2010).
DLS ölçümlerinde, altın nanopartiküllerin sentezinde tercih edilen sitrat-stabilize altın
nanopartiküllerin zeta-potansiyeli -18 mV olarak ölçülmüştür. Sitrat anyonik bir molekül
olduğu için sitrat ile stabilize edilmiş altın nanopartiküller anyonik yüzey özelliği göstermiştir
(Şekil 21). Sitrat ile stabilize edilmiş altın nanopartiküller DDAB/DPPC lipit karışımı ile
etkileştirildikten sonra zeta-potansiyeli -18 mV’ dan +57 mV’ a çıkarak katyonik bir yüzeye
sahip olmuştur. Zeta potansiyeldeki meydana gelen artış iki farklı katyonik lipitin (DDAB ve
DPPC) kullanılmasından kaynaklanmaktadır (Şekil 21).
- 23 -
Şekil 21. Proje kapsamında kullanılan kimyasal maddelerin yapıları. A: negatif yüklü
sodyum sitrat, B: pozitif yüklü DDAB ve C: pozitif yüklü DPPC.
Farklı konsantrasyonlarda sentezlenen altın nanopartikül (%100 AuNP) ve lipit esaslı
altın nanopartiküllerin (AuNP + DDAB; AuNP + %60 DDAB + %40 DPPC; AuNP + %40
DDAB + %60 DPPC) sağlıklı (BEAS) ve kanserli akciğer hücrelerinde (A549) MTT
analizleri ile hücre canlılığı üzerine etkileri 24 ve 48 saatler arasında araştırılmıştır. Sağlıklı
akciğer epitel hücreleri olan BEAS hücre hattı yukarıdaki nano-malzemelere 24 saat maruz
bırakıldıklarında AuNP ve DDAB-AuNP yüksek toksisiteye sahip olduğu için düşük dozlarda
hücrelere ölümcül etki göstermiştir. Lipit karışımı ile modifiyeli nanopartiküllerde ise
denenen dozlarda ölümcül etki göstermemiştir. BEAS hücre hattı aynı nano-malzemelere 48
saat maruz bırakıldığında DDAB-AuNP denenen tüm dozlarda hücrelere ölümcül etki
göstermiştir. Lipit karışımı ile modifiye nanopartiküllerden DDAB/DPPC(1) ‘de denenen
dozlarda ölümcül etki görülmezken, DDAB/DPPC(2) denenen en yüksek doz olan 100 µM’
da ölümcül etki göstermiştir. Sonuçlara göre lipit modifiyeli nanopartiküllerden
DDAB/DPPC(1), IC50 değeri 100 μM değerinden fazla olduğu saptanmıştır. Kanserli akciğer
hücrelerinde (A549) MTT sonuçları değerlendirildiğinde DDAB-AuNP düşük dozlarda da
hücrelere ölümcül etki göstermiştir. Lipit karışımı ile modifiyeli nanopartiküllerden
DDAB/DPPC(1) ‘de denenen dozlarda ölümcül etki görülmezken, DDAB/DPPC(2) sadece
denenen en düşük doz olan 10 µM’ da ölümcül etki göstermemiştir. Sonuçlara göre lipit
modifiyeli nanopartiküllerden DDAB/DPPC(1), IC50 değeri 100 μM değerinden fazla olduğu
saptanmıştır.
Tüm canlılık sonuçlarına bakılacak olursa, AuNP ve DDAB-AuNP ‘nin ölümcül doz
etkisi DDAB/DPPC-AuNP‘de gözlemlenmemiştir. Ayrıca 48 saatlik inkübasyon sonuçlarında
AuNP ve DDAB-AuNP’li örneklerde olduğu gibi DPPC karışımlı malzemeli örneklerde
hücre canlılığında ciddi azalmalar meydana gelmemiştir. Lipit karışımı ile modifiyeli
nanopartiküllerde ise, DDAB/DPPC(1), DDAB/DPPC(2)’e kıyasla denenen dozlarda ölümcül
etki göstermemiştir. Sonuçlardan, DPPC’ nin, DDAB’ in toksik etkisini azalttığı
görülmektedir. Ancak karışım içerisindeki DPPC oranı arttırıldığı zaman stabilite sorunu
yaşanmaktadır ve belirli bir düzeyin üzerinde de etkili sonuçlar göstermemektedir (Huang ve
ark., 2007). DDAB/DPPC(2)’nin DDAB/DPPC(1)’e kıyasla ölümcül etki göstermesinin
nedeni bu şekilde açıklanabilir. Çalışmaların devamı için ‘güvenli doz’ olarak
DDAB/DPPC(2) için 100 μM olarak tespit edilmiştir.
Altın nanopartiküller kızıl ötesi bölgede ışığı soğurduklarında konjuge oldukları
dokuların etrafında sıcaklık yayılması gerçekleşir ve bu özelliklerinden dolayı düşük güçte
kızıl ötesi ışın gönderildiğinde bağlı olduğu dokularda ışıma yaparak kanserleşen bölgelerin
tanısında; lazerin gücü arttırıldığı takdirde de bağlı olduğu dokuları ısı ile yok ederek kanser
tedavisinde de kullanılabilir (Patra ve ark., 2010). Ayrıca, altın nanopartiküllerin yanısıra
nano-kabuk, nano-çubuk ve nano-kafes gibi farklı tipleri yakın kızıl ötesi ışını (NIR)
- 24 -
absorplayarak kanserin fototermal tedavisinde ışık enerjisinin ısıya dönüşmesinde
kullanılmaktadır (Joshi ve ark., 2013).
Altın nanopartiküller konfokal yansıma mikroskopisi, karanlık alan görüntüleme, ikifoton lüminesans, faz-duyarlı optik tutunum tomografisi, Raman spektroskopisi ve
fotoakustik görüntülemede hücre ve doku görüntülemede yüksek kontrast sağlamaktadır
(Joshi ve ark., 2013). Altın nanopartiküllerinin yüksek elektron yoğunluğu ve atom
numarasından dolayı günümüzde kontrast ajanı olarak kullanılan iyottan daha kullanışlıdır
(Yeh ve ark., 2012).
Lipitlerin katyonik ve biyouyumlu yapısı sayesinde, sentezlenen altın nanopartiküller,
herhangi bir savunma sistemiyle karşılaşmadan kolayca hücre zarından geçebilir hale
getirilmiştir. Bu sayede lipit esaslı altın nanopartiküller, ilgili hücrelerin hücre zarında ya da
sitoplazmasında birikir. Hedef hücrelerde biriken altın nanopartiküller, kontrast ajanı olarak iş
görüp ilgili hücrelerin görüntülenmesi ile hastalığın teşhisinde; aynı zamanda hücrelere, yakın
kızıl ötesi ışın gönderilerek altın nanopartiküllerin yüzey plazmon rezonans özelliği sayesinde
hücrelerin fototermal tedavi ile yakılarak yok edilmesinde kısacası tedavisinde kullanılabilir.
Sonuç olarak; projede geliştirilen biyo-uyumlu altın nanopartiküller, geleneksel kanser
tedavi yöntemlerinin neden olduğu olumsuz durumları ortadan kaldırmasından dolayı gelecek
vaat etmektedir.
5. ÖNERİLER
Bu projede geliştirilen biyo-uyumlu altın nanopartikül-lipit konjugatlarının yalnızca
akciğer kanserinde değil diğer kanser ve metabolik hastalıkların teşhis ve tedavisinde
kullanımı önerilebilir. Bu önerinin hayata geçirilebilmesi için geliştirilen nano-malzemeye
antikorlar (hedef hücrelere spesifik) konjuge edilerek modifiyeli nano-malzemenin ilgili
hücreye ulaşması arttırılabilir. Geliştirilen nano-malzemenin hedefe ulaşıp ulaşmadığını bu
proje çalışmasında olduğu gibi sadece in vitro testlerle değil aynı zamanda in vivo testlerle
diğer bir ifade ile model organizmalarda denenerek nano-malzemelerin hedef hücre veya
dokulara ulaşması saptanabilir. Ayrıca altın nanopartikül-lipit konjugat temelli nanomalzeme, kemoterapi ilaçlarından farklı olarak, vücuda verildiğinde hedef hücreye ulaşırken
sağlıklı hücrelere zarar vermeden hedef hücreye ulaşarak ilgili hücrelerde birikmektedir.
Bunun sonucunda, altın nanopartiküllerin eşsiz özelliği olan yüzey plazmon rezonansı ile
düşük güçteki (mili Watt) yakın kızıl ötesi ışın varlığında, hücrelerde ışıma yaparak hücre
lokasyonunun belirlenmesi ile hedef hücrenin teşhisinde ve aynı ışının gücü (Watt)
arttırıldığında ise hücrelerin mikro-çevrelerinde ani sıcaklık artışı sağlayarak hücrelerin yok
edilmesi başka bir ifade ile tedavisinde kullanılabilir.
- 25 -
KAYNAKLAR
Ahmed N., Dawson M., Smith C. ve Wood E. (2007), Biology of Disease, sayfa 475480.
Akyay, Ö.Z., Selek, A., Tarkun, İ. (2015), Akciğer Kanseri, Endokrinopatiler ve
Paraneoplastik Sendromlar. Toraks Cerrahisi Bülteni, 9: 283 – 287.
Andros Pharmaceuticals, (2016), Liposomes.
http://www.andros.com.tw/en/technology_en.htm
Erişim
Tarihi:
12.12.2016
Aslam, M.S., Naveed, S., Ahmed, A., Abbas, Z., Gull, I., Athar, M.A. (2014), Side
effect of chemotherapy in cancer patients and evaluation of patients opinion about starvation
based differential chemotherapy. Journal of Cancer Therapy, 5, 817 – 822.
Baba, A., Câtoi C. (2007), Comparative Oncology, The Publishing House of the
Romanian Academy, Bükreş.
Barker, J.M., Silvestri, G.A. (2002), Lung cancer staging. Current Opinion Pulmunar
Medicine, 8(4): 287-293.
Boo, H.-J., Min, H.Y., Jang, H.-J., Yun, H. J., Smith, J.K., Jin, Q., Lee, H.-J., Liu, D.,
Kweon, H.S., Behrens, C., Lee, J.J., Wistuba, I.I., Lee, E., Hong, W.K., Lee, H.Y. (2016),
The tobacco-specific carcinogen-operated calcium channel promotes lung tumorigenesis via
IGF2 exocytosis in lung epithelial cells. Nature Communications, 7: 12961.
Brambilla, E. ve Travis, W.D. (2014). World Cancer Report. Editörler: Stewart, B.W.,
Wild, C.P., World Health Organization, Lyon, Fransa.
Chabner, B.A., Roberts Jr., T.G. (2005), Timeline: Chemotherapy and the war on
cancer. Nature Reviews Cancer, 5, 65-72.
Cioffia, N., Colaiannib, L., Ievac, E., Pilollia, R., Ditarantoa, N., Angionea, M.D.,
Cotronea, S., Buchholtd, K., Spetzd, A.L., Sabbatinia, L., Torsia, L. (2011), Electrosynthesis
and characterization of gold nanoparticles for electronic capacitance sensing of pollutants.
Electrochimica Acta, 56, 10: 3713–3720.
Collins, L.G., Haines, C., Perkel, R., Enck, R.E. (2007), Lung Cancer: Diagnosis and
Management. American Academy of Family Physicians, 75(1): 56 – 63.
Conde, J., de la Fuente, J.M., Baptista, P.V. (2013), Nanomaterials for reversion of
multidrug resistance in cancer: a new hope for an old idea? Frontiers in Pharmacology,
4(134): 1 – 5.
Cooper, W.A., Lam, D.C.L., O’Toole, S.A., Minna, J.D. (2013), Molecular biology of
lung cancer. Journal of Thoracic Disease, 5: S479-S490.
Dearnaley, D.P., Khoo, V.S., Norman, A.R., Meyer, L., Nahum, A., Tait, D., Yarnold,
J., Horwich, A. (1999), Comparison of radiation side-effects of conformal and conventional
radiotherapy in prostate cancer: a randomised trial. The Lancet, 23;353(9149):267-272.
de Vlieghere, E., Carlier, C., Ceelen, W., Bracke, M., De Wever, O. (2016), Data on in
vivo selection of SK-OV-3 Luc ovarian cancer cells and intraperitoneal tumor formation with
low inoculation numbers. Data in Brief, 6, 542 – 549.
Donaldson, M.S. (2004), Nutrition and cancer: a review of the evidence for an anticancer diet, Nutrition Journal, 3, 19–40.
- 26 -
Drbohlavova, J., Chomoucka, J., Adam, V., Ryvolova, M., Eckschlager, T., Hubalek,
J., Kizek, R. (2013), Nanocarriers for Anticancer Drugs - New Trends in Nanomedicine.
Current Drug Metabolism, 14: 547-564.
Dünya Sağlık Örgütü, (2015), Kanser,
http://www.who.int/mediacentre/factsheets/fs297/en/.
Erişim
Tarihi:
21.11.2016,
Fernández-López, C., Mateo-Mateo, C., Álvarez-Puebla, R.A., Pérez-Juste, J.,
Pastoriza-Santos, I., Liz-Marzán, L.M. (2009), Highly Controlled Silica Coating of PEGCapped Metal Nanoparticles and Preparation of SERS-Encoded Particles. Langmuir, 25 (24),
13894–13899.
Ghosh, D., Chattopadhyay, N. (2013), Gold Nanoparticles: Acceptors for Efficient
Energy Transfer from the Photoexcited Fluorophores. Scientific Research: Optics and
Photonics Journal, 3: 18-26.
GLOBOCAN, (2012), 2012 yılında dünya çapında kanser insidans ve mortalite
oranları, Erişim Tarihi: 21.11.2016, http://globocan.iarc.fr/Pages/fact_sheets_population.aspx
Huang, G.S., Chen, Y.-S., Yeh, H.-W. (2007), Differential lethality of gold
nanoparticles is associated with immunogenecity. NSTI-Nanotech, 2, 295-298.
Jeon, J.H., Kim, D.K., Shin, Y., Kim, H.Y., Song, B., Lee, E.Y., Kim, J.K., You, H.J.,
Cheong, H., Shin, D.H., Kim, S.-T., Cheong, J.H., Kim, S.Y., Jang, H. (2016), Migration and
invasion of drug-resistant lung adenocarcinoma cells are dependent on mitochondrial activity.
Experimental and Molecular Medicine, 48, e277.
Joshi, P.P., Yoon, S.J., Hardin W.G., Emelianov S., ve Sokolov K. V. (2013),
Conjugation of Antibodies to Gold Nanorods through Fc Portion: Synthesis and Molecular
Specific Imaging, Bioconjugate Chemistry, 24, sayfa 878−888.
Kang, J.H., Ko, Y.T. (2015), Lipid-coated gold nanocomposites for enhanced cancer
therapy. International Journal of Nanomedicine, 10: 33 – 45.
Kaviratna, A.S., Banerjee, R. (2009), The effect of acids on dipalmitoyl
phosphatidylcholine (DPPC) monolayers and liposomes. Colloids and Surfaces A:
Physicochemical and Engineering Aspects, 345: 155 – 162.
Khodabandehloo, H., Zahednasab, H., Hafez, A.A. (2016), Nanocarriers Usage for
Drug Delivery in Cancer Therapy. Iranian Journal of Cancer Prevention, 9(2): 1 – 7.
Kulkarni, P.R., Yadav, J.D., Vaidya, K.A. (2010), Liposomes: A Novel Drug
Delivery System, International Journal of Current Pharmaceutical Research, 3(2): 10 – 18.
Li, D., Li, G., Li, P., Zhang, L., Liu, Z., Wang, J., Wang, E. (2010), The enhancement
of transfection efficiency of cationic liposomes by didodecyldimethylammonium bromide
coated gold nanoparticles. Biomaterials, 31(7): 1850 – 1857.
Liao, H. ve Hafner, J.H. (2005), Gold Nanorod Bioconjugates, Chemical Materials,
17, sayfa 4636-4641.
Liopo, A. V., Conjusteau A.ve Oraevsky A.A. (2012), PEG-coated gold nanorod
monoclonal antibody conjugates in preclinical research with optoacoustic tomography,
photothermal therapy and sensing, Proc. SPIE, sayfa 822344.
Liu, X., Huang, N., Li, H., Jin, Q., Ji, J. (2013). Surface and Size Effects on Cell
Interaction of Gold Nanoparticles with Both Phagocytic and Nonphagocytic Cells, Langmuir,
29: 9138−9148.
- 27 -
Lu, C., Onn, A., Vaporciyan, A.A., Chang, J.Y., Glisson, B.S., Komaki, R., Wistuba,
I.I., Roth, J.A., Herbst, R.S. (2010), Cancer of the Lung. Editörler: Holland-Frei Cancer
Medicine 8, Hong, W.K., Bast, R.C., Hait, W.N., Kufe, D.W., Pollock, R.E., Weichselbaum,
R.R., Holland, J.F., Frei, E., People’s Medical Publising House-Shelton, Connecticut, USA,
999 – 1040.
Manosroi1, A., Thathang, K., Manosroi, J., Werner, R.G., Schubert, R., Peschka-Süss,
R. (2009), Expression of luciferase plasmid (pCMVLuc)
entrapped in
DPPC/Cholesterol/DDAB liposomes in HeLa cell lines. Journal of Liposome Research, 19(2),
131–140.
Manosroi1, A., Khositsuntiwong, N., Komno, C., Manosroi, W., Werner, R.G.,
Manosoi, J. (2011), Chemical Stability and Cytotoxicity of Human Insulin Loaded in Cationic
DPPC/CTA/DDAB Liposomes. Journal of Biomedical Nanotechnology, 7, 308–316.
Nehl, C.L., Liao, H., Hafner, J.H. (2006), Optical Properties of Star-Shaped Gold
Nanoparticles. Nano Letters,6,4, 683-688.
Nehru, M. R. ve Singh, P. O. (2008), Nanotechnology and Cancer Treatment, Asian J.
Exp. Sci., 22(2), sayfa 45 – 50.
Nikoobakht, B., El-Sayed, M.A. (2003), Preparation and Growth Mechanism of Gold
Nanorods (NRs) Using Seed-Mediated Growth Method. Chemistry of Materials, 15, 19571962.
Patra, C. R., Bhattacharya, R., Mukhopadhyay D. ve Mukherjee P. (2010), Fabrication
of gold nanoparticles for targeted therapy in pancreatic cancer, Advanced Drug Delivery
Reviews, 62, sayfa 346-361.
Rosti, G., Bevilacqua, G., Bidoli, P., Portalone, L., Santo, A., Genestreti, G. (2006),
Small cell lung cancer, Annals of Oncology, 17: (Supplement 2): ii5–ii10.
Smith, D. K. ve Korgel, A. (2008), The Importance of the CTAB Surfactant on the
Colloidal Seed-Mediated Synthesis of Gold Nanorods, Langmuir 24, sayfa 644-649.
Stephen, Z.R., Kievit, F.M., Veiseh, O., Chiarelli, P.A., Fang, C., Wang, K.,
Hatzinger, S.J., Ellenbogen, R.G., Silber, J.R., Zhang, M. (2014), Redox-responsive magnetic
nanoparticle for targeted convection-enhanced delivery of O6-benzylguanine to brain tumors.
ACS Nano. 28; 8 (10): 10383-10395.
Velikonja, A., Santhosh, P.B., Gongadze, E. Kulkarni, M., Elersi, K., Perutkova, S.,
Kralj-Iglic, V., Ulrih, N.P., Igli, A. (2013), Interaction between Dipolar Lipit Headgroups and
Charged Nanoparticles Mediated by Water Dipoles and Ions. International Journal of
Molecular Sciences, 14, 15312-15329.
Viitala, L., Pajari, S., Lajunen, T., Kontturi, L.-S., Laaksonen, T., Kuosmanen, P.,
Viitala, T., Urtti, A., Murtomäki, L. (2016), Photothermally Triggered Lipit Bilayer Phase
Transition and Drug Release from Gold Nanorod and Indocyanine Green Encapsulated
Liposomes. Langmuir, 32: 4554 – 4563.
Yeh, Y.-C., Creran, B., Rotello, V.M. (2012), Gold nanoparticles: preparation,
properties, and applications in bionanotechnology. Nanoscale, 4: 1871–1880.
Zhang, L., Sun, X., Song, Y., Jiang, X., Dong, S., Wang, E. (2006),
Didodecyldimethylammonium Bromide Lipit Bilayer-Protected Gold Nanoparticles:
Synthesis, Characterization, and Self-Assembly. Langmuir, 22: 2838 – 2843.
- 28 -
Download