tc gazi üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü kamu hukuku anabilim

advertisement
T.C.
GAZİ ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
KAMU HUKUKU ANABİLİM DALI
ANAYASA HUKUKU BİLİM DALI
1982 ANAYASASI ÇERÇEVESİNDE
KAMU GÖREVLİLERİNİN MALİ SORUMLULUĞU
YÜKSEK LİSANS TEZİ
Hazırlayan
Mesut Emre KARAKÖSE
Tez Danışmanı
Prof. Dr. Hasan TUNÇ
Ankara-2009
ONAY
Mesut Emre KARAKÖSE tarafından hazırlanan “1982 Anayasası Çerçevesinde
Kamu Görevlilerinin Mali Sorumluluğu” başlıklı bu çalışma, 10/11/2009 tarihinde
yapılan savunma sınavı sonucunda oybirliği ile başarılı bulunarak jürimiz
tarafından Kamu Hukuku Anabilim Dalı Anayasa Hukuku Bilim dalında Yüksek
Lisans Tezi olarak kabul edilmiştir.
Prof. Dr. Hasan TUNÇ (Başkan)
Prof. Dr. E. Ethem ATAY
Yrd. Doç. Dr. Hayrettin ÇAĞLAR
ÖNSÖZ
Bu tez, 1982 Anayasasının 128 inci ve 129 uncu maddeleri ile diğer
ilgili mevzuatta yer alan düzenlemelerden ve doktrindeki tartışmalardan yola
çıkılarak kamu görevlilerinin mali sorumluluğuna ilişkin bugüne kadar
süregelmiş uygulamanın sistematik bir biçimde değerlendirilmesi ve mali
sorumluluğun nerede başladığının ve kapsamının incelenerek, mevzuat
hükümleri çerçevesinde tartışılmasını amaçlamıştır.
Kamu görevlilerinin görevlerini yerine getirirken kamu kaynaklarının
etkin ve verimli kullanılmasının, hizmetin sunumunda kamu görevlisine çizilen
sınırların aşılması durumunda doğması muhtemel hukuksal sorunlarla
karşılaşıldığı hallerde sorumluluk alanlarının belirlenmesinin Anayasada
belirtilen “Hukuk Devleti” ilkesi çerçevesinde değerlendirildiğinde önemli
olduğu ortadadır.
Tezde konu iki bölüme ayrılarak bir sistematik dâhilinde incelenmeye
çalışılmıştır.
Tezin birinci bölümünde, sorumluluk ve kamu görevlisi
kavramlarına ilişkin genel bilgilere yer verilmekte, ikinci bölümde ise kamu
görevlilerinin sorumluluğunu ortaya koyan ve sınırlarını çizen temel faktörler
ele alınarak, sorumluluğu belirleyen pozitif kaynaklar incelenmektedir. Sonuç
kısmında kamu görevlilerinin mali sorumluluğunun, Türk hukukundaki yeri
konusunda da genel bir değerlendirme yapılarak bu alanda yaşanan
problemlerin çözümüne yönelik önerilerde bulunulmuştur.
Başta
bu
tezin
hazırlanması
aşamasında
değerli
katkılarını
esirgemeyen tez danışmanım ve sayın hocam Prof. Dr. Hasan TUNÇ olmak
üzere, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Kamu Hukuku Bölümünün kıymetli
mensuplarına en içten teşekkürü borç bilirim.
ii
İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ……………………………………………………………………………….....i
İÇİNDEKİLER…………………………………………………………………………ii
KISALTMALAR………………………………………………………………………iv
GİRİŞ……………………………………………………………………………………1
BİRİNCİ BÖLÜM
SORUMLULUK KAVRAMI, TÜRLERİ VE KAMU GÖREVLİLERİ ..............…4
A. SORUMLULUK KAVRAMI VE UYGULAMALARI ...……………………..4
1. Özel Hukukta Sorumluluk Kavramı …….……………………………..….5
2. Kamu Hukukunda Sorumluluk Kavramı ………………………………....7
a) İdare Hukukunda “sorumluluk”…………………………….....…..9
b) Ceza Hukukunda “sorumluluk”………...………………...........…14
c) Asker kişilerin mali sorumluğu ……………………………..........17
B. MALİ BAKIMDAN SORUMLULUK TÜRLERİ……………………………….19
1- Kusura Dayalı Sorumluluk………………………………………………...19
a) Hukuka aykırılık……………………………………………………20
b) Kusur………………………………………………………………..20
c) Zarar…...……………………………………………………………21
d) İlliyet bağı…………………………………………………………...22
2- Kusursuz Sorumluluk…………………………………………………..….22
3- Münferit Sorumluluk…………………………………………………...….23
4- Müşterek ve Müteselsil Sorumluluk………………………………………24
5- İdari Sorumluluk…………………………………………………………...24
6- Mali Sorumluluk…………………………………………………………....25
C. KAMU GÖREVLİSİ KAVRAMI…………………………………………...….…28
1- Genel Olarak…………………………………………………………....…..28
2- Anayasa Hukukuna Göre Kamu Görevlisi ……..................................…..31
a) 1982 Öncesi anayasalarda kamu görevlisi .................................….31
b) 1982 Anayasasına göre kamu görevlisi ……...................................32
3. İdare Hukukunda Kamu Görevlisi ………...........................................…..37
4. Ceza Hukukunda Kamu Görevlisi ……......................................................40
a) Ceza hukuku bakımından kamu görevlisi (memur) kavramının
önemi ………..................................................................................................................40
b) 765 sayılı TCK’ da kamu görevlisi kavramı …........................…..41
c) 5237 sayılı TCK’ da kamu görevlisi kavramı .......…................….43
iii
İKİNCİ BÖLÜM
KAMU GÖREVLİLERİNİN MALİ BAKIMDAN SORUMLULUĞU..………….46
A. KİŞİSEL KUSUR-GÖREV KUSURU VE HİZMET KUSURU KAVRAMLARI
IŞIĞINDA KAMU GÖREVLİLERİNİN MALİ SORUMLULUĞU ......................46
1- Kavramların Tanımı ve Özellikleri ............................................................46
2- Kamu Görevlilerinin Kusura Dayalı Sorumlu Olduğu Hukuk Süjeleri .52
a) Yönetilenlere Karşı Sorumluluk .....................................................52
b) Yönetime Karşı Mali Sorumluluk ...................................................52
3- Kamu Görevlisine Rücu Sorunu ………………………………………….55
a) Rücu hakkında genel bilgi………………………………………....55
b) Görevli yargı yeri……………………………………………….......61
c) Rücu halinde uygulanması gereken mevzuat……………………..63
d) Rücuda kusur şartı…………………………………………………64
e) Rücu usulü…………………………………………………………..66
B. 5018 SAYILI KANUN İLE SAYIŞTAY KANUNU AÇISINDAN MALİ
SORUMLULUĞUN DEĞERLENDİRİLMESİ…….................................................68
1- Kavramsal Çerçeve ....………......................................................................68
2- 5018 Sayılı Kanunda Mali Sorumluluk………...........................................74
3- Denetim Türleri ve Mali Sorumluluk……..................................................73
4- Kurumsal Kodlama Sistemi ve Sorumluluk İlişkisi ..................................78
5- Görevliler ve Sorumlulukları……...............................................................82
a) Bakan…..............................................................................................82
b) Üst yönetici…….................................................................................83
c) Harcama yetkilisi…….......................................................................86
d) Gerçekleştirme görevlileri……........................................................94
e) Ön mali kontrolde görevli olanlar………......................................100
f) Muhasebe yetkilisi…........................................................................102
6- Harcama Sürecine Göre Sorumluluk…………........................................109
C. KAMU ZARARLARININ TAHSİLİ………………………...…………............112
SONUÇ……….............................................................................................................117
KAYNAKÇA................................................................................................................123
ÖZET............................................................................................................................130
ABSTRACT.................................................................................................................131
iv
KISALTMALAR
a.g.e.
: Adı Geçen Eser
a.g.m. : Adı Geçen Makale
a.g.t.
: Adı Geçen Tez
AÜHFD: Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi
bs.
: Basım
Bkz.
: Bakınız
C.
: Cilt
Çev.
: Çeviren
Der.
: Derleyen
E
: Esas
Ed.
: Editör
Haz.
: Hazırlayan
İÜHFM : İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası
K
: Karar
Karş.
: Karşılaştırınız
KGYHK: Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun
Md.
: Madde
No.
: Numara
s.
: Sayfa
S.
: Sayı
TBMM : Türkiye Büyük Millet Meclisi
TCK
: Türk Ceza Kanunu
TODAİE: Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü
t.y.
: Basım tarihi yok
vb.
: Ve benzeri
vd.
: Ve devamı
vs.
: Vesaire
yay.y.
: Yayımcı yok
y.y.
: Basım yeri yok
Yay.
: Yayınları, Yayınevi, Yayıncılık
iv
GİRİŞ
İnsanların bir arada yaşayabilmeleri için var olan temel gerekliliklerden
birisi de, kişilerin ya da kişi topluluklarının söz, davranış, hukuki eylem ve
işlemlerinden sorumlu (mesul) olmasıdır. Zira sosyal normlara uyulup
uyulmadığının denetimi ve yaptırımı ancak sorumluluğun (mesuliyetin) kabulü
ile mümkündür.
Türk Hukuk Lûgatının “sorumluluk” maddesinde mesuliyet kavramına
atıf yapılmıştır. Mesuliyet ise “riayeti lazım gelen kaideye aykırı hareketin
hesabını verme hali” olarak tanımlanmıştır.1 “Sorumluluk” kavramı; gerçek ya
da tüzel kişilerin yaptıkları işlemlerde uymaları gereken kuralları ihlal etmeleri
sonucunda hesap verme ve tazmin yükümlülüğü olarak kamu hukuku
doktrininde olduğu gibi, özel hukuk doktrininde de kabul görmüştür.2
Sorumluluk kavramı doktrinde; cezai sorumluluk, idari sorumluluk,
hukuki sorumluluk, mali sorumluluk veya siyasi sorumluluk gibi tasniflere tabi
tutulmuştur. Bir sorumluluk türü olarak “mali sorumluluk” ne kamu hukuku
mevzuatında ne de özel hukuk mevzuatında tanımlanmadığı gibi, telaffuz
dahi edilmemiştir.
Bu tezin konusu, her yönüyle sorumluluk kavramını incelemek
olmayıp,
adından
da
anlaşılacağı
üzere
kamu
görevlilerinin
mali
sorumluluğunu incelemektir. Dolayısıyla çalışmanın kapsamını belirleyen iki
temel esastan birisi mali sorumluluk ise, diğeri de kamu görevlisidir.
Kamu görevlisi kavramının, geniş ve dar anlamları bulunmaktadır.
Geniş anlamda kamu görevlisi hukuki durumlarına ve yaptıkları görevin
niteliğine bakılmaksızın, kamu kesiminde görev yapan herkesi ifade etmekte
1
2
Türk Hukuk Lûgatı, 4. Baskı, Başbakanlık Basımevi, Ankara; 1998, s.230.
Fikret Eren, Borçlar Hukuku (Genel Hükümler), Tıpkı 7. Baskı, Beta Yay., İstanbul; 2001, s.80.
2
olup bu anlamıyla Cumhurbaşkanından, kamuya ait bir fabrikada çalışan
işçiye kadar herkesin kamu görevlisi olduğunu söylemek mümkündür.3
Yasama ve yürütme erkini kullanan (siyasal) görevliler ile hizmet akdi
veya iş akdi çerçevesinde özel hukuk hükümlerine tabi olarak çalışanlar
dışında
kalan
kamu
görevlileri
dar
anlamda
kamu
görevlilerini
oluşturmaktadır. Bu çalışmada “kamu görevlisi” kavramının sınırları tespit
edilirken 1982 tarihli Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının4 ilgili hükümleri
çerçevesinde hareket edilecektir. Anayasanın 128 inci maddesinin birinci
fıkrasına göre; “Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu
tüzelkişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları
kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer
kamu görevlileri eliyle görülür.” Bu hükümden hareketle kamu görevlilerinin
ayırt edici niteliğini, genel idare esaslarına göre yürütülen kamu hizmetlerinin
gerektirdiği asli ve sürekli görevleri görmeleri olarak tanımlamak mümkündür.
Anayasanın esas aldığı dar anlamda kamu görevlileri memurlar ve
diğer kamu görevlilerinden oluşmaktadır. “Diğer kamu görevlileri” tabiri ile
kamu kuruluşlarında özel hukuk hükümlerine tabi olarak çalışanlar değil,
yine kamu hukuku kurallarına tabi olarak çalışmakla birlikte devlet
memurlarından ayrı bir personel rejimine tabi tutulmuş bulunan kamu
görevlileri kastedilmektedir.5
Bu çalışmada çözümlenmesi amaçlanan bilimsel sorun; 1982
Anayasasının 128 inci ve 129 uncu maddeleri ile diğer ilgili mevzuatta (657
sayılı Devlet Memurları Kanunu, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol
Kanunu, vb.) yer alan düzenlemelerden ve doktrindeki tartışmalardan yola
çıkılarak kamu görevlilerinin mali sorumluluğuna ilişkin bugüne kadar
süregelmiş uygulamanın sistematik bir biçimde değerlendirilmesi ve mali
3
Metin Günday, İdare Hukuku, 4. Baskı, İmaj Yayıncılık, Ankara; 1999, s.386.
(Bundan sonra “Anayasa” diye kullanılacak.)
5
Metin Günday, a.g.e., s.387.
4
3
sorumluluğun nerede başladığının ve kapsamının incelenerek, mevzuat
hükümleri çerçevesinde tartışılmasıdır.
Konu anlatılırken daha çok betimleyici ve açıklayıcı anlatım tarzı
kullanılacak; fakat aynı zamanda bir problematik dâhilinde doktrinde ortaya
çıkan farklı görüşlerden hareketle, tartışmalı anlatım metoduna da mümkün
olduğunca yer verilmeye çalışılacaktır. Tezin adından da anlaşılabileceği
üzere, tez kapsamında kamu görevlilerinin mali sorumluluğu, yalnızca Türk
hukuku açısından ele alınacak, uluslararası hukuktaki ve diğer ülkelerin bu
konudaki
uygulamalarından
bahsedilmeyecektir.
karşılaştırmalı
olarak
doğrudan
4
I. BÖLÜM
SORUMLULUK KAVRAMI, TÜRLERİ
VE KAMU GÖREVLİLERİ
A. GENEL OLARAK SORUMLULUK KAVRAMI VE TÜRK HUKUKUNDA
SORUMLULUK
Sorumluluk (mesuliyet); uyulması gereken bir kurala aykırı davranışın
hesabını verme; tazminatla yükümlü tutulma; işlenmiş olan bir suçun
gerektirdiği cezayı çekme olarak tanımlanmaktadır.1 Başka bir deyişle
sorumluluk, kişiye yükletilen herhangi bir işten ötürü gerektiğinde hesaba
çekilme durumu olarak da nitelendirilebilir. Kişinin üstlendiği görevlerin
gereklerini yerine getirme zorunluluğu ahlaki, dini, toplumsal ya da hukuksal
bir kuraldan kaynaklanabilir. Bu bağlamda evde aile reisi olarak babanın
ailevi sorumluluğundan, parlamento üyelerinin siyasal sorumluluğundan, bir
borç
ilişkisine
giren
kimsenin
hukuksal
sorumluluğundan
bahsedilir.
Dolayısıyla sorumluluk hayatımızın ayrılmaz bir unsuru olarak her alanda
karşımıza çıkmaktadır.
Sorumluluk kişinin bir işleminin, bir davranışının veya bir olayın
sonuçlarına
katlanma
yükümlülüğü
olarak
da
tanımlanmaktadır.
Sorumluluğun bazen bir yaptırım, bazen de düzeltici, tazmin edici bir kavram
olarak kullanılmaktadır.2
Sorumluluk aynı zamanda normlara uyulmasını sağlayan bir yaptırım
gücü olarak da anlaşılmaktadır. Bu yaptırım önceden saptanmıştır ve
yapılması gerekeni yapmamak, yapılmaması gerekeni yapmak durumlarında
söz konusu olur.
1
Ejder Yılmaz, Hukuk Sözlüğü, Seçkin Kitabevi, Ankara; 1985.
E.Ethem Atay, Hasan Odabaşı, Hasan Tahsin Gökcan, İdarenin Sorumluluğu ve Tazminat
Davaları, Seçkin Kitabevi, Ankara; 2003, s.30-31.
2
5
Sorumluluğun kaynağı ne olursa olsun kişilerin tam bir serbestiyet
içinde hareket etmelerini engeller. Ancak bu engelleme son tahlilde hem
kişinin kendi mutluluğu hem de toplumsal mutluluk amacına yöneliktir. Mutlak
sorumsuzluk kişi ve toplum için felakettir. Devlete ve halka karşı sorumluluk
yönleri dikkate alındığında sorumluluğun bireysel özgürlüklerden öte
toplumun özgürlükleriyle ve demokrasiyle de yakından ilişkili olduğu görülür.3
Özel hukuk ve kamu hukukunda sorumluluk kavramını, ayrı ayrı
incelemek gerekir. Her ne kadar kamu hukukunda yer alan sorumluluk
kavramı özünü özel hukuktaki sorumluluk kavramından almışsa da, bu iki
hukuk dalında kavrama farklı anlamlar yüklenmiştir. Özel hukuk hükümleri,
idari yargı alanında üst norm olarak kabul edilmekte ve gerektiğinde
sorumluluğun belirlenmesinde Borçlar
Kanunu hükümlerine müracaat
edilmektedir.
Kamu hukuku alanında, özel hukuktan esinlenilerek ve idare
hukukunun özellikleri göz önünde tutularak, özel hukuktakinden ayrı bir
sorumluluk geliştirilmiştir. Bu sorumluluğun kendine özgü kuralları vardır.4
1. Özel Hukukta Sorumluluk Kavramı
Borçlar
hukukunda
esas
olarak
sübjektif
sorumluluk
esası
benimsenmiştir. Kusur sorumluluğu olarak da ifade edilebilen bu sorumluluk
türünde, bir kişinin sorumluluğunun saptanmasında kusur esastır. Borçlar
Kanununda bu ilke şu şekilde ifade edilmiştir. “Gerek kasten gerek ihmal ve
teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette diğer bir kimseye bir zarar ika
eden şahıs tazminine mecburdur.”5 Borçlar Kanununun “Akitten doğan
borçlar” başlıklı (1-40 ıncı maddeler) birinci faslı ile “Haksız bir fiil ile mal
3
Atilla İnan, “Sayıştay Yargılamasında Sorumluluk”, Sayıştay Mali Hukuk, S.52, s.8.
Ahmet Şeref Gözübüyük, Turgut Tan, İdare Hukuku, C.1, Turhan Kitabevi, Ankara; 1998, s.517.
5
818 sayılı Borçlar Kanunu, m.41.
4
6
iktisabından doğan borçlar” (sebepsiz zenginleşme) başlıklı (61-66 ncı
maddeler) üçüncü faslında sübjektif (kusura dayalı) sorumluluk ilkesi
benimsenmiştir.
Özel hukukta esas ilke kusur sorumluluğu olmakla beraber objektif
sorumluluk ilkesinin de geçerli olduğu alanlar vardır. Sonuç sorumluluğu
olarak da tanımlanabilen bu sorumluluk türünde kusur aranmaz.6 Eylemle
sonuç arasında bir bağlantının kurulabilmesi yeterlidir. Temyiz kudreti
bulunmayanın sorumluluğu (Borçlar Kanunu m.54), iş sahibinin sorumluluğu
(Borçlar Kanunu m.55), hayvan kullananın sorumluluğu (Borçlar Kanunu
m.56), bina
sahibinin
sorumluluğu
(Borçlar
Kanunu
m.58),
kollektif
ortaklıkların ortakların fiillerinden sorumluluğu (Türk Ticaret Kanunu m.177)
konularında objektif sorumluluk esası kabul edilmiştir.
Yine özel hukuk açısından kamu görevlilerinin sorumluluğunu
düzenleyen bir başka hüküm de 2004 sayılı İcra İflas Kanununun 5 inci
maddesidir. Bu madde gereğince, icra ve iflas dairesi görevlilerinin
kusurlarından doğan tazminat davaları ancak idare aleyhine açılabilir.
Devletin, zararın meydana gelmesinde kusuru bulunan görevlilere rücu hakkı
saklıdır. Bu davalara adliye mahkemelerinde bakılır. Bu konuya ilişkin olarak
Danıştay 10 uncu Dairesinin; 20.11.1995 tarihli ve E.1994/1860; K.1995/5778
sayılı kararı şöyledir:7
“2004 sayılı İcra ve İflas Yasası’nın 5’inci maddesinde icra ve iflas
dairesi görevlilerinin kusurlarından doğan tazminat davalarının ancak idare
aleyhine açılabileceği, devletin zararın meydana gelmesinde kusuru bulunan
görevlilere rücu hakkının saklı olduğu ve bu davalara adliye mahkemelerinde
bakılacağı hükme bağlanmıştır.
6
7
Hasan Baş, “İntibak İşlemlerinde Sorumluluk Sorunu”, Sayıştay Mali Hukuk, S.11, s.10.
Danıştay Dergisi, Sayı 91, Yıl 1996; s.1159.
7
Bu durumda icra müdürlüğünde yapılan yanlış alacak hesabı
nedeniyle uğranıldığı öne sürülen zararın tazmini istemiyle açılan davanın
2004 sayılı Yasanın aktarılan hükmü gereği adli yargı yerinde görülüp,
çözümlenmesi gerektiğinden, uyuşmazlığın esasına girilerek davanın reddi
yolunda verilen temyize konu idare mahkemesi kararında hukuka uyarlık
görülmemiştir.”
2. Kamu Hukukunda Sorumluluk Kavramı
1982 Anayasasının, İdarenin sorumluluğunu düzenleyen 125 inci
maddesinin ilk fıkrasında “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı
yolu açıktır” hükmü yer almaktadır. Maddenin gerekçesinde yine “İdarenin
her türlü eylem ve işlemine karşı, bu eylem ve işlemlerden hakları zıyaa
uğrayan kimselerin yargı yoluna başvurmaları, yani yargı yolunun açık
olduğu” vurgulanmıştır. Maddenin son fıkrası ise şöyledir: “İdare kendi eylem
ve
işlemlerinden
doğan
zararı
ödemekle
yükümlüdür.”
Görev
ve
Sorumluluklar kenar başlıklı 129 uncu maddesinde ise; “memurlar ve diğer
kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan
tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği
şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir” denilmektedir.
Anayasanın 40 ıncı maddesinde de şu hüküm yer almaktadır. “Kişinin, resmi
görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna
göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı
saklıdır.”
Bu hükümlerden anlaşılacağı üzere idarenin vatandaşlara karşı olan
sorumluluğunda genel ilke, kusursuz sorumluluktur. Kamu görevlilerinin
görevleri ile ilgili olarak verdikleri zararlar karşısında idare, kusurunun olup
olmamasına bakılmaksızın sorumlu tutulmuş ve zararın tazmini ile yükümlü
kılınmıştır.
8
Burada üzerinde durulması gereken bir husus da şudur: Kural olarak
idare yürüttüğü hizmetlerin doğrudan sonucu olan diğer bir ifadeyle
nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlüdür. Nedensellik bağı
kesilmişse tazmin yükümlülüğü de ortadan kalkmaktadır. Bu kuralın bir
istisnası kolektif sorumluluk esasına dayalı sosyal risk ilkesidir. Bu ilkeye
göre, idarenin faaliyet alanıyla ilgili olduğu halde önleyemediği bir takım
zararlar nedensellik bağı aranmaksızın devletçe tazmin edilmektedir. Sosyal
risk ilkesinin geçerli olduğu alanlara tipik örnek terör gibi bölücü ve yıkıcı
faaliyetlerdir. Bu konuya ilişkin bir Danıştay kararı şöyledir.8
“Kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında bireylerin uğradığı özel ve
olağandışı zararların tazmini gerektiği idare hukukunun bilinen ilkelerindendir.
İdarenin belirtilen hukuki sorumluluğu, Türkiye Cumhuriyetinin hukuk devleti
olma niteliğinin doğal sonucudur.
İdarenin hukuki sorumluluğu sadece kusur esasına, hizmet kusuru
teorisine dayanmamakta; idare, kusur koşulu aranmadan da sorumlu
sayılabilmektedir. Kural olarak idare, yürüttüğü hizmetin doğrudan sonucu
olan, nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlüdür. Ancak, sözü
edilen kuralın bir istisnası olarak, idarenin faaliyet alanıyla ilgili, önlemekle
yükümlü olduğu halde önleyemediği bir takım zararları da nedensellik bağı
aranmadan tazmin etmesi gerekmektedir.
Kolektif sorumluluk anlayışına dayalı, sosyal risk adı verilen ilke,
bilimsel ve yargısal içtihatlarla kabul edilmiştir.
Terör olayları denilen eylemlerin devlete yönelik olduğu, devletin
anayasal düzenini yıkmayı amaçladığı, bu tür olayların zarar gören kişiye
karşı kişisel husumetten ileri gelmediği bilinmekte ve gözlenmektedir.
8
Danıştay Dergisi, S.91, Yıl 1996, s.1137-1140. (Danıştay 10. Daire E:1994/1682 K:1995/4256)
9
Sözü edilen eylemler nedeniyle zarara uğrayan, terör eylemlerine
herhangi bir şekilde katılmamış olan kişiler kendi kusur ve eylemleri sonucu
değil toplumun içinde bulunduğu sosyal kargaşadan zarar görmektedirler.
Kısaca zararın nedeni toplumun bireyi olmaktır. Belirtilen şekilde ortaya çıkan
zararların özel ve olağandışı nitelikleri dikkate alınıp nedensellik bağı
aranmadan, terör olaylarını önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemeyen
idarece yukarıda açıklanan sosyal risk ilkesine göre tazmini gerekir. Esasen
terör olayları sonucu ortaya çıkan zararların idarece tazmini ve böylece
topluma pay edilmesi hakkaniyet gereği olduğu gibi sosyal devlet ilkesine de
uygun düşecektir.”
Kolektif sorumluluk esasına dayalı sosyal risk ilkesinin geçerli
olabilmesi için öncelikle zararın topluma paylaştırılabilecek bir nitelikte
olması, diğer bir ifadeyle münferit hadiseler yerine toplumun bütününü
ilgilendiren bir eylem sonucunda doğması gerekir. Diğer yandan bu ilkenin
uygulanabilmesi
genel
olarak
idarenin
önceden
haberdar
olmasını
gerektirecek özellikte bir eyleme dayanmalıdır.
a) İdare Hukukunda “sorumluluk”
Kamu hukukunda sorumluluk, özel hukuktan farklı şekilde kamu
gücünün kullanılması sonucu idare edilenlerin uğradıkları zararların tazmini
amacına yönelik olarak düzenlenmiştir.
İdarenin yargısal denetimi, bireyin devlet karşısında “zayıf” konumda
olması ve bu sebeple korunması düşüncesinden kaynaklanmakta olup bu
yolla eylem ve işlemleri yargı denetimine tabi olan idare, keyfi ve hukuka
aykırı
davranışlardan
kaçınmaya,
hukukun
içinde
hareket
etmeye
10
zorlanacaktır. Bireyler ise bu denetim sayesinde idarenin hukuka aykırı
davranışlarına karşı korunmuş olacaklardır.9
İdarenin etkinliklerinin kişilere zarar verebilmesi mümkündür. Bu
zararlar kişilerin malvarlığına ya da kişisel bütünlüğüne ilişkin olabilir.
İdarenin bu zararlardan sorumlu tutulması ve bu zararların idarece tazmin
edilmesi gerekliliği tarihsel süreç içinde yavaş yavaş kabul edilen bir anlayış
olmuştur.10
İdarenin sorumluluğu idari etkinlikler dolayısıyla kişilerin uğramış
olduğu zararın idarece tazmin edilmesi anlamına gelir. Zarara sebep olan
idarenin tazmin yükümlüğünün içeriği, idare hukukunun ilkelerine göre
belirlenecektir.11
İdare hukukunda idari sorumluluk kimi zaman kusura dayandırıldığı
halde çoğu zaman kusursuz sorumluluk ilkesi kabul edilmektedir. Kusura
dayanan sorumlulukta zararın idarece tazmini için idarenin faaliyetlerinde bir
kusurun varlığı, faaliyetlerin bir zarar doğurması ve ortaya çıkan zararla idari
faaliyet arasında bir sebep-sonuç ilişkisinin bulunması gerekmektedir.
Kusursuz sorumlulukta ise, idarenin herhangi bir kusuru bulunmasa bile idari
faaliyet
ile
zarar
arasında
bir
illiyet
bağının
kurulması
tazminata
hükmedilmesi için yeterli olmaktadır. Bu durumda idare kusuru olmadığını
ispat etmekle sorumluluktan kurtulamaz. Ancak idari faaliyetle zarar arasında
illiyet bağının kesilmesi idarenin sorumluluğunu ortadan kaldırmaktadır.
Bununla birlikte, toplumsal olayların yaygınlaşması nedeniyle “sosyal risk”
ilkesi gereğince idari faaliyetle zarar arasında illiyet bağının kesilmesi
durumunda dahi idare tazminat ödemeye mahkûm edilebilmektedir. Bu ilke
sosyal hukuk devleti olmanın bir koşulu olarak uygulama alanı bulmaktadır.
9
Bahtiyar Akyılmaz, “Anayasal Esaslar Çerçevesinde Kamu Personeli Disiplin Hukuku ve
Uygulamadaki Sorunlar”, Kamu Personeli Sorunları Konulu İdare Hukuku Sempozyumu,
Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir; 2004, s.47.
10
E. Ethem Atay- Hasan Odabaşı- Hasan Tahsin Gökcan, a.g.e., s.35.
11
E. Ethem Atay, İdare Hukuku, C.II, Gazi Kitabevi, Ankara; 2006, s.137.
11
Kusura dayanan sorumlulukta, idare tarafından yürütülen hizmetin
kötü yürütülmesi, hizmetin zamanında yerine getirilmemesi ve hizmetin hiç
gerçekleştirilmemesi tazminat gerektiren idari kusurlar olarak karşımıza
çıkmaktadır. Bu kusurlar “hizmet kusuru” veya “ağır hizmet kusuru” olarak
tezahür edebilir. Kusura dayanan sorumlulukta kusurun varlığının ispatı idari
faaliyetten zarar gördüğünü iddia eden kimseye düşer. Bu nedenle, kusurun
varlığı ispat edilemezse sorumluluğa hükmedilemez. Meğerki kusursuz
sorumluluk ilkesi gereğince tazminat gerekli kılınsın.
Bu konuda Danıştay’ın vermiş olduğu bir karar şöyledir: “…esasen
hastane tarafından yaptırılan tüp dolum işlerinde ve tüplerin hastalarda
kullanılmasında mevcut standartlara uyulmadığı gibi, konunun önemine
uygun bir disiplin ve denetimin sağlanmadığı, tüpü dolduran firma aleyhine
açılan ceza davası sonucunda ... ölüme sebebiyet verme suçundan kusurlu
bulunmayan sanığın beraatine, Hastane yönetiminin ise 8/8 oranında kusurlu
olduğuna karar verildiğinin anlaşıldığı, bu maddi durum karşısında ölüm
olayının idarenin ağır hizmet kusuru nedeniyle meydana geldiği, davacıların
maddi ve manevi zararlarının davalı idare tarafından karşılanması gerektiği
sonucuna ulaşılmıştır.
Halkın sağlık hizmetlerini yürütmekle görevli olan idare, hastanelerde
yapılacak tedavilerin ve cerrahi müdahalelerin tıbbi esaslara uygun biçimde,
hizmetin gerektirdiği yeterliğe sahip personelle ve gerekli dikkat ve özenin
gösterilerek yapılmasını sağlamakla yükümlüdür. Bu yükümlülüğün yerine
getirilmemesi ağır hizmet kusuru olup, idarenin tazmin sorumluluğunu
doğurur.
Dava konusu olayda, davacılardan birinin eşi, diğerlerinin annesi olan
ilgilinin, ameliyat sırasında oksijen yerine karbondioksit gazı verilmesi sonucu
12
ölümünde idarenin ağır hizmet kusuru nedeniyle tazmin sorumluluğunun
bulunduğu tartışmasızdır.” 12
Kusursuz sorumlulukta ise, tazminata hükmedebilmek için, idarenin
kusurunun bulunması şartı aranmaz. Zarar ile idarenin faaliyeti arasında
illiyet bağının bulunması yeterlidir.
Kusursuz sorumluluk, özel hukuk alanında olduğu gibi, yönetim
hukuku alanında da yardımcı ve ayrık bir sorumluluktur. Özel hukuk alanında
kusursuz sorumluluk yalnız belli konular için, çok sınırlı bir biçimde
düzenlendiği halde, yönetim hukukunda geniş bir uygulama alanı bulmakta
ve birçok konuda kusursuz sorumluluğa gidilmektedir. Danıştay, yönetimin
sorumluluğunun kusura mı, yoksa kusursuz sorumluluğa mı dayanacağını
önüne gelen olayların niteliğine göre takdir etmektedir.13
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 12 ve 13 üncü maddelerinde
Anayasamızda yer alan düzenlemeye paralel hükümler getirilmiştir. 12 nci
madde hükmü şöyledir:
“Devlet memurları, görevlerini dikkat ve itina ile
yerine getirmek ve kendilerine teslim edilen devlet malını korumak ve her an
hizmete hazır halde bulundurmak için gerekli tedbirleri almak zorundadırlar.
Devlet memurlarının kasıt, kusur, ihmal ve tedbirsizliği sonucu idare
zarara uğratılmışsa, bu zararın ilgili memur tarafından rayiç bedel üzerinden
ödenmesi esastır”
Kanunun 13 üncü maddesi ise “Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle
ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel
aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar.” şeklindedir.
12
Danıştay Dergisi, S.91, s.1118, Yıl 1996 (Danıştay 10.Daire; 3.5.1995; E.1994/3258;
K.1995/2379)
13
Şeref Gözübüyük, Yönetsel Yargı, 12.Bası, Turhan Kitabevi, Ankara; 1998,s.333.
13
Gerek Anayasanın 129 uncu maddesi gerekse 657 sayılı yasanın
yukarıya alınan 12 ve 13 üncü maddeleri kamu personelinin mali sorumluluğu
konusundaki genel düzenleme olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak şu
ayrıma dikkat etmek gerekmektedir. 657/12 ve 13 üncü maddeler sadece bu
yasanın kapsam maddesinde sayılan personel için uygulanabilecek nitelikte
olup kapsam maddesi dışında kalan kamu personeli bakımından ilgili
mevzuatla atıf yapılmadıkça geçerliliği yoktur. Ancak, Anayasanın 129 ve 40
ıncı maddeleri tüm kamu personeli için geçerli hükümler içermektedir. Bu
bakımdan sonraki bölümlerde sorumlulukla ilgili olarak yapılacak açıklamalar
aslında bütün kamu personelini kavrayacak şekildedir. Mali sorumluluk
konusundaki özel düzenlemeler ise başta 5018 sayılı Kanun olmak üzere
muhtelif kanunlarda ve bunlara dayanılarak çıkartılan alt hukuk metinlerinde
yer almıştır.
Ayrıntılı açıklamalar sonraki bölümlerde yapılacak ise de; burada
devlet memurlarının kasıt, kusur, ihmal ve tedbirsizlik nedeniyle idareye
verdikleri
zararın
kendilerine
rayiç
bedel
üzerinden
ödettirileceğini
vurgulamak lüzumu vardır. Sınıflandırmada bu tür sorumluluk kusura dayalı
sorumluluk kapsamına girmektedir.
Belirtilmesi gereken bir diğer husus ise, vatandaşların kamu hukukuna
tabi idari işlem ve eylemler nedeniyle uğradıkları zararlardan dolayı, işlemi
gerçekleştiren memur aleyhine değil idare aleyhine dava açmalarının
gerekliliğidir. Diğer bir ifadeyle husumet idareye yöneltilecektir. İdarenin
ödediği zarar için ilgili kamu görevlisine rücu hakkı saklı tutulmuştur. İdarenin
buradaki sorumluluğu ise kusursuz sorumluluk kapsamındadır. (Bu kuralın
istisnası olarak, yargı kararını uygulamayan kamu görevlilerinin durumu
ilerde incelenecektir. Bkz. II. Bölüm, B. Başlığı)
14
b) Ceza Hukukunda “sorumluluk”
Anayasamızın 38 inci maddesinde, “Ceza sorumluluğu şahsidir”
denilmek
suretiyle
kimsenin
başkasının
fiilinden
dolayı
sorumlu
tutulamayacağı hüküm altına alınmıştır. Suçun manevi veya sübjektif unsuru
“kusurluluk” deyimi ile ifade edilmektedir.14 Hareketin ve ihmalin bilinçli ve
iradi olmasını gerektiren bu husus, iki unsurun varlığını gerektirir. Bunlar kast
ve taksirdir. Bu durum Türk Ceza Kanununun 21 inci maddesinde şu şekilde
ifade edilmektedir. “Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun
kanunî tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.” Bu
hüküm kural olarak cezai sorumluluğun doğması için kastın bulunması
gerekliliğini ortaya koymaktadır. Buna karşılık, 22 nci madde taksirle işlenen
fiillerin, kanunun açıkça belirttiği hâllerde cezalandırılmasını öngörmektedir.
Buna göre kanun koyucu, bir yandan objektif sorumluluk hallerinde failin
cezalandırılabileceğini
öngörürken,
diğer
yandan
taksirli
suçların
cezalandırılmasına imkân vermektedir. 15
Ceza hukukunun temelini oluşturan suçun oluşabilmesi için birden
fazla unsurun bir arada bulunması gerekmektedir. Her suçta bulunması
gereken unsurlara “suçun genel unsurları” adı verilmektedir. Bu unsurlar;
iradi bir hareket, tipiklik, hukuka aykırılık ve kusurluluktur.16
Suçun Hareket Unsuru: Ceza hukukundaki temel bir prensip
“hareketsiz suç olmaz” ilkesidir. Hareket bir şeyi yapmak veya yapmamak
şeklinde gerçekleşebilir ve icrai ya da ihmali hareket şeklinde tezahür eder.
Kişiye cezai sorumluluğun yükletilebilmesi için hareketin iradi olması
gerekmektedir. Bu bağlamda cebir altında yapılan bir hareket cezayı ortadan
kaldırmaktadır.
14
Nevzat Toroslu, Ceza Hukuku, Savaş Yayınları, Ankara; 1988, s.102.
Nevzat Toroslu, a.g.e.,s.102.
16
Emin Artuk, “Suç Genel Teorisi”, Ceza Hukuku El Kitabı, Beta Bas. Yay. A.Ş., s.193.
15
15
Suçun Tipe Uygunluk Unsuru: Bir hareketin suç sayılarak kişinin
sorumlu tutulabilmesi için bunun ceza kanunlarında tanımlanmış (tasvir
edilmiş) olması gerekmektedir. Kişinin hareketi ceza kanununda tanımlanmış
olan tipe uyduğu zaman sorumluluk ortaya çıkmaktadır.
Hukuka Aykırılık Unsuru: Ceza kanununda suç olarak tanımlanan bir
hareketin yapılmasına başka bir kanunla izin verilmiş olursa, bu hareket suç
olmaktan çıkar. Bu bakımdan hareketin suç sayılabilmesi için bütün hukuk
düzeniyle çatışma içinde olması gerekmektedir. Bir hareketin ceza kanunu ile
suç sayılmasına rağmen, başka bir kanunla yapılmasına cevaz verilmesi
haline “hukuka uygunluk nedeni” denilir. Ceza kanunumuzda, kanun
hükmünü icra, meşru savunma ve zorunluluk hali v.b. (m.24-28) hukuka
uygunluk nedenleri olarak yer almıştır.
Kusurluluk Unsuru: Kanunlarda suç olarak tanımlanan ve kişinin
iradesi ile gerçekleşen hukuka aykırı bir hareketin suç sayılarak kişinin
sorumlu tutulabilmesi için gerekli olan bir diğer unsur “kusurluluk” tur.
Kusurluluk suçun manevi unsuru olarak belirtilmektedir. Kusur, fail ile fiil
arasındaki psikolojik ilişkidir.
Kişinin kusurlu sayılması onun, temyiz
kudretinin bulunmasına bağlıdır. Temyiz kudreti doğruyu yanlıştan ayırabilme
yeteneğidir. Ceza kanununda, yaş küçüklüğü (m.31), akıl hastalığı (m.32 ve
m.57) ve sağır-dilsizlik (m.33) kusurluluğu ortadan kaldıran nedenler olarak
düzenlenmiştir.
Bunlar
yanında
sara
nöbeti,
istemeyerek
sarhoşluk,
ipnotizma kişinin temyiz kudretini yok ettiğinden kusurluluğu ortadan kaldıran
arızi nedenler
arasında sayılmıştır.17
Suçun manevi unsuru olan
kusurluluğun kast ve taksir olmak üzere iki unsuru vardır. Kast, hareketin ve
doğuracağı sonucun kişi tarafından bilerek ve isteyerek işlenmiş olmasıdır.
Taksir ise, hareketin bilerek işlenmesine karşın sonucunun kişi tarafından
takdir edilememesi ve öngörülememesi hali ya da öngörülebildiği halde
sonucun istenmemesi durumu olarak karşımıza çıkmaktadır.
17
Emin Artuk, a.g.m.,s.218.
16
Suçun genel unsurlarından başka, her bir suça özgü, onları diğer
suçlardan ayıran bir takım unsurlar daha vardır ki, bunlara da “suçun özel
unsurları” denilmektedir. Suçun genel unsurlarının ceza kanunlarının genel
hükümler kısmında bulunmasına karşın özel unsurlar, ceza kanunlarının özel
bölümünde veya özel yasalarda yer almaktadır.
Tarihsel süreç içerisinde ceza sorumluluğu çeşitli aşamalardan
geçmiştir. Bu aşamalar başkasının fiilinden dolayı sorumluluk, objektif
sorumluluk, kusurlu sorumluluk ve kişilik yönünden sorumluluk olarak
sıralanabilir.18
a) Başkasının Fiilinden Dolayı Sorumluluk: Bu sistemde kişi, meydana
gelmesine
hiç
bir
nedensel
katkısı
olmadığı,
başkaları
tarafından
gerçekleştirilen bir fiilden dolayı sorumlu sayılmaktadır. Örneğin çocukların
işledikleri suçlardan dolayı babanın sorumlu tutulması ya da ailenin bir
üyesinin fiilinden dolayı bütün ailenin ya da aile resinin sorumlu tutulması bu
sorumluluk türü içerisinde değerlendirilir.
b) Objektif Sorumluluk: Kişinin kendi fiili ile nedensellik bağı kurulduğu
durumlarda, fiil ile fail arasında psişik bir bağ bulunmaksızın sorumlu tutulma
halidir.19 Burada zarara neden olma cezalandırılma için yeterli sayılmaktadır.
Bu tür sorumluluğun tipik örnekleri, kastın aşılması suretiyle işlenen suçlar,
sonucu nedeniyle ağırlaşan suçlar ve basın yolu ile işlenen suçlardır. Türk
Ceza Kanununun 21 ve 22 nci maddeleri bir yandan taksire dayanan
sorumluluk hallerine öte yandan da objektif sorumluluk haline işaret
etmektedir.
18
19
Geniş bilgi için bkz. Nevzat Toroslu, a.g.e.,s.96-101.
Nevzat Toroslu, a.g.e., s.97.
17
c) Kusurlu Sorumluluk: Burada kişinin sorumlu tutulabilmesi için fiilin
bu kimse tarafından maddi olarak işlenmiş olması yeterli değildir. Bunun
yanında failin fiili kusurlu olarak gerçekleştirmesi gerekir.
d) Kişilik Yönünden Sorumluluk: Bu sorumluluk türünde, suçtan söz
edilebilmesi için failin tipe uygun ve zararlı bir fiili gerçekleştirmesi yeterli
değildir. Ayrıca bu fiilin psikolojik yönden de faile bağlanabilmesi gerekir.
Diğer bir ifade ile fiil ile fail arasında sadece nedensel değil, aynı zamanda
psişik bir bağ da bulunmalıdır. Bu ilke “fiilin sübjektifliği ilkesi” olarak
nitelendirilir.
c) Asker kişilerin mali sorumluğu
Asker kişilerin görevleri sırasında üçüncü kişilere verdikleri zararlarla
ilgili sorumluluk hükümleri 1602 sayılı Askeri Yüksek İdare Mahkemesi
Kanununun
24
üncü
maddesinde
düzenlenmiştir.
Anılan
maddede
25.12.1981 tarihinde değişiklik yapılmıştır. Değişiklikten önce, Askeri
hizmetin ifası dolayısıyla, askeri görevin kural ve gereklerine uyulmadığı iddia
edilerek üçüncü şahıslar tarafından Asker kişiler aleyhine “şahsi kusur” isnadı
ile açılacak tam yargı davalarına bu mahkemenin 3 üncü dairesinin bakması
öngörülmüştür. Madde hükmü ile askeri hizmetin yerine getirilmesi sırasında,
asker kişilerin “şahsi kusurları” ile üçüncü şahıslara zarar vermeleri halinde
üçüncü şahısların asker kişilere karşı tam yargı davası açabilmesine ve bu
tür davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde görülmesine olanak
sağlanmış, böylece Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görev ve yetki alanı
genişletilmiştir.
Yargıtay 4 üncü Hukuk Dairesi tarafından anılan maddenin Anayasaya
aykırı olduğu savı ile Anayasa Mahkemesine başvurulmuş ve Mahkemece 24
üncü maddenin (b) bendi iptal edilmiştir.20 Daha sonra 25.12.1981 tarih ve
20
Anayasa Mahkemesinin 25.03.1975 tarih, E.1974/2; K.1975/62 sayılı kararı.
18
2568/1 sayılı yasa ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Kanununun 24 üncü
maddesi “Hizmet ve Şahsi Kusurun Birleşmesi” kenar başlığı ile aşağıdaki
şekilde yeniden düzenlenmiştir.
“Kişiler askeri görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan ötürü, bu
görevleri yerine getiren personel aleyhine değil; sadece bu mahkemede ilgili
kurum aleyhine tazminat davası açabilirler. Kurumun genel hükümlere göre
sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.”
Görüldüğü üzere, maddenin değişen şeklinde “asker kişilerin şahsi
kusurları” ile üçüncü şahıslara zarar vermeleri hali düzenleme kapsamından
çıkarılmıştır. Bu durum Anayasa Mahkemesinin iptal kararına da uygundur.
Diğer taraftan madde şu anki haliyle 657 sayılı Kanunun 13 üncü maddesinin
amacına, özü ve sözüne uygun düzenlenmiş olduğundan, uygulanacak
hukuk normu yönünden her iki yasa arasında bir farklılık oluşturmamaktadır.
Bu konuya ilişkin bir yargı kararı aşağıda yer almaktadır.21
“Yine askeri hizmetin yerine getirilmesi sırasında asker kişilerin “şahsi
kusurları” ile üçüncü şahıslara bir zarar vermeleri halinde, asker kişilere karşı
“tam yargı” davasının Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde açılabilmesine
olanak sağlamak, İdare Hukukunun temel ilkeleri ile bağdaşmaz ve Askeri
Yüksek İdare Mahkemesini bir Adliye Mahkemesi durumuna getirir ve yetki
alanını genişleterek özel hukuk alanında da hüküm kuran bir Askeri
Mahkeme niteliğine büründürür ki, kabul edilemez. Kaldı ki tam yargı
davalarının özelliklerinden biri de, onun idareye karşı yöneltilmiş olmasıdır.
İdare hukuku kurallarına göre, idari yargı organlarında kişilere karşı dava
açılması olanağı da bulunmamaktadır.
Diğer bir yön de; 1602 sayılı Yasanın 24 üncü maddesinin kenar
başlığındaki “Hizmet ve Şahsi Kusurun Birleşmesi” ibaresindeki “şahsi kusur”
21
Yargıtay Kararları Dergisi, C.25,S.4, Nisan 1999,s.450-451. (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu;
Tarih. 11.02.1998; E.1998/4-27;K.1998/100)
19
kavramıyla, idare ajanından, görevin mutlak gereği, idari işler veya işlemlerle
sıkı sıkıya bağlantılı olarak sadır olan şahsi eylemlerin amaçlandığıdır.
Açıklanan nedenler altında, davaya konu olayda, davalı asker kişinin
görevden kolayca ayrılabilen ve görevin kapsamı dışında kalan salt kişisel
kusuruna dayanıldığından davaya bakmaya genel mahkeme görevlidir.”
B. MALİ BAKIMDAN SORUMLULUK TÜRLERİ
Sorumluluk kavramı kusura dayanan ve kusursuz sorumluluk olarak
ayrılabildiği gibi, hukuki sorumluluk, cezai sorumluluk, akçalı sorumluluk,
disiplin sorumluluğu, siyasal sorumluluk olarak da karşımıza çıkmaktadır. Bu
sorumluluk türlerini birbirinden kesin çizgilerle ayırmak mümkün değildir.
Bunun yanı sıra bazen tek bir eylem nedeniyle, birden fazla sorumluluk
türüyle karşı karşıya kalınmaktadır. Örneğin yapılmamış bir işi yapılmış gibi
göstermek suretiyle yükleniciye fazla para ödenmesine neden olan ve
istihkak raporlarını “düzenleyen” sıfatıyla imzalayan bir mühendis, oluşan
kamu zararı nedeniyle gerçekleştirme görevlisi olarak Sayıştay karşısında
akçalı sorumluluk, üstleri karşısında idari sorumluluk ve hem de adli yargıda
ceza sorumluluğu ile karşı karşıya kalmaktadır. 22
Sorumluluk kavramını çeşitli şekillerde sınıflandırmak mümkündür.
Sorumluluk hukuku çok geniş bir alan olduğundan burada sadece mali
boyutu olan sorumluluk türlerine değinilecektir.
1- Kusura Dayalı Sorumluluk
Sorumluluk türlerinin en yaygın ve geniş olanı, kusura dayalı
sorumluluktur. Burada sorumluluk, zarar veren kişinin kusurlu davranışına
dayandığından “kusur sorumluluğu” denildiği gibi, zarar verici davranış belli
22
İsmail Hakkı Sayın, Kamu personelinin Mali Sorumluluğu, yay. y. Ankara; 2000, s.59.
20
bir kişiye bağlandığı için “sübjektif sorumluluk” da denilmektedir. Kusur
sorumluluğu aynı zamanda, “haksız fiil sorumluluğu” olarak da ifade
edilmektedir.23
Bir fiilin, genel olarak “haksız fiil” sayılması ve failin bu fiilin sonucu
oluşan zarardan sorumlu tutulması için hangi şartların gerçekleşmiş olması
gerektiği 818 sayılı Borçlar Kanununun 41 inci maddesinde şu şekilde
belirtilmiştir. “Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile
haksız bir surette diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine
mecburdur.” Bu hükme göre kusurlu sorumluluğu doğuran haksız fiilden söz
edebilmek için şu unsurların birlikte bulunması gerekmektedir.24
a) Hukuka Aykırılık
Madde hükmünde yer alan “haksız bir surette” ibaresinin gerçek
anlamı hukuka aykırılıktır. Bir fiil, hukuk düzeninin herhangi bir emrini ihlal
ettiği zaman hukuka aykırı olur. Hukuka aykırılık, kanunların yapılmamasını
emrettiği bir eylemin yapılması şeklinde ortaya çıkabileceği gibi, yapılmasını
emrettiği bir davranış konusunda eylemsizlik halinde de ortaya çıkabilir.
b) Kusur
Kusura dayanan sorumlulukta sorumluluğun en önemli unsuru
kusurdur. Bu tür sorumlulukta kusur, sorumluluğun kurucu unsurudur. Burada
kusur olmadan sorumluluk olmaz ilkesi geçerlidir.25
Kusur hukuk düzeninin kınadığı, hoş görmediği, hukuka aykırı bir
davranış biçimi26 veya hukuk nizamının kınadığı ve muayyen şartlar altında
23
Fikret Eren, Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C.2, Savaş Yayınları, 2. Bası, Ankara; 1988, s.6.
Aydın Aybay, Borçlar Hukuku Dersleri, Beta Basım Yayım, 9. Bası, İstanbul; 1984, s.77.
25
Fikret Eren, a.g.e., s.6.
26
Fikret Eren, a.g.e., s.106.
24
21
fertlerden beklenen ortalama hareket tarzına uygun olmayan ya da bu
ortalama hareket tarzından inhiraf27 olarak ifade edilebilir.
Kusur, şu esasa dayanır: Herkes hukuksal hayatı etkileyecek, bütün
fiillerini
kendi
bilinçli
iradesinin
denetimi
altında
bulundurur
ve
bulundurmalıdır. Bir fiil hukuka aykırı ise, bu aykırılık fiili işleyenin iradesi ile
bağlantılıdır. Fail ya sonucu meydana getiren fiili isteyerek işlemiştir ya da
bunu işlememek için gerekli iradi çabayı göstermemiştir.28 Kusurlu davranış
kasten veya ihmal sonucunda ortaya çıkabilir.
Kast, failin fiilinde hukuka aykırı bir sonucu istemesi ya da öngörebilir
durumda olmasıdır. İhmal ise dikkatsizlik, tedbirsizlik, unutma v.b. nedenlerle
hukuka aykırı sonucu istememekle beraber neticenin ortaya çıkmasını
engelleyici tedbirler hususunda gerekli özenin gösterilmediği durumda ortaya
çıkar.
c) Zarar
Bir varlığın değerinde, o varlığa sahip olan kimsenin isteği dışında
meydana gelen eksilmeye zarar denilmektedir.29 Kişinin maddi ve manevi
varlığında, isteği dışında meydana getirilmiş olan eksilmenin karşılanması
için, zarardan sorumlu olana yükletilen edime ise tazminat denir.30
Sorumlulukta zarar yoksa tazminat da yoktur.
Zarar, malvarlığındaki bir azalış şeklinde ortaya çıkabileceği gibi
kârdan mahrumiyet şeklinde de meydana gelebilir. Yargıtay, malvarlığındaki
azalmanın, bir harcamayı gerektirmesi halini tazminat için yeterli görmüştür.
27
Haluk Tandoğan, Türk Mes’uliyet Hukuku, Ankara; 1961, s.46.
Aydın Aybay, a.g.e., s.80.
29
Mustafa Reşit Karahasan, Sorumluluk Hukuku, Beta Bas. Dağ., Ankara; 1996, s.73.
30
Mustafa Reşit Karahasan, a.g.e., s.92.
28
22
Davanın görülmesi sırasında harcamanın yapılmış olması bir şart olarak
aranmamaktadır.31
Zarar kavramı, yargı kararlarında olumsuz zarar ve olumlu zarar
şeklinde ayrıma tabi tutulmuş ve tazminata esas zarar türünün olumsuz zarar
olduğu vurgulanmıştır.32
d) İlliyet Bağı
İlliyet, sebebi sonuca bağlayan unsurdur. Haksız fiil ile meydana gelen
zarar arasındaki sebep-sonuç ilişkisine illiyet bağı denilmektedir. Bir kişinin
işlediği hukuka aykırı fiil sebebiyle sorumlu tutulabilmesi için işlenen fiil ile
meydana gelen sonuç arasında nedensel bir ilişki ya da bağlantı olmalıdır.33
Zarar ile fiil arasında böyle bir bağ kurulamıyorsa sorumluluk da
doğmayacaktır.
2- Kusursuz Sorumluluk
Objektif sorumluluk ya da sebep sorumluluğu da denilen kusursuz
sorumlulukta, kusurlu sorumluluğun temel unsurları olan kusur ve hukuka
aykırılık bir koşul olmaktan çıkmıştır. Bir kimsenin başka bir kişiye zarar
vermesi ve bu zararla, zarar verenin filli arasında nedensellik bağının olması
sorumluluk için yeterlidir.34 Burada sorumluluktan kurtulmak için fiil ile zarar
arasındaki sebep-sonuç ilişkisinin ortadan kalktığını ispat etmek gerekir.
İlliyet bağının kopması zarar görenin veya üçüncü bir kişinin ağır kusuru
nedeniyle olabilir. Diğer yandan beklenmeyen haller ve olağanüstü olaylar
illiyet bağının kopması sonucunu doğurabilir.35
31
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 2/10/1986 tarihli ve E:6103, K:3707 sayılı karar.
Örn: Yargıtay 13. Hukuk Dairesi, 16/4/1996 tarihli ve E:3653, K:3920 sayılı karar.
33
Aydın Aybay, a.g.e., s.82.
34
Geniş bilgi için bkz.: Aydın Aybay, Borçlar Hukuku Dersleri, Beta Basım Yayım, Dokuzuncu
Bası, İstanbul; 1984, s.85 v.d.
35
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 26/4/1999 tarihli ve E:2788, K:3666 sayılı karar.
32
23
Kusursuz sorumlulukta kural olarak sorumluluk için, zarar verenin
kusurunun bulunması gerekmemektedir. Ancak bazı istisnai hallerde ve
özellikle yasal düzenlemenin bulunduğu durumlarda zarar verenin sorumlu
tutulabilmesi ancak kusurluluğun kanıtlanmasına bağlıdır. Kusursuz sorumlu
olduğu iddia edilen kimse de, olayla zarar arasındaki illiyet bağının kesildiğini
kanıtlamak suretiyle sorumluluktan kurtulabilir.36
Sebep sorumluluğu, ilke olarak zarara sebep olma düşüncesine
dayanır. Burada sorumluluk, kusur yerine kanunun öngördüğü belirli bir
olguya bağlanmıştır.37 Kusursuz sorumluluğun varlığını gerektiren çeşitli
nedenler vardır. Bunlardan en önemlileri tehlike sorumluluğu ve hakkaniyete
dayanan sorumluluk olarak ifade edilmektedir.38
Kusursuz sorumlulukta, zarar verenin sorumluluktan kurtulabilmesinin
bir yolu da, kusursuzluk yanında alınması gereken bütün tedbirlerin alındığını
ispatlamasıdır.39
3- Münferit Sorumluluk
Ortaya çıkan bir zararın sorumlu tutulan tek bir kişiye ödettirilmesi
sonucunu doğuran sorumluluk türüne ferdi ya da münferit sorumluluk
denilmektedir. Bu sorumluluk kaynağını Borçlar Kanununun 41 inci
maddesinden almaktadır.40 Bu maddeye göre kişi kendi kusuruyla başkasına
verdiği zararları bizzat kendisi ödemek zorundadır. Sayıştay önünde sorumlu
olan kamu personelinin sorumlulukları genelde müşterek ve müteselsil
36
Yargıtay 14. Hukuk Dairesi, 20/5/1998 tarihli ve E:421, K:3622 sayılı karar.
Fikret Eren, a.g.e., s.8.
38
Geniş bilgi için bkz.: Aydın Aybay, a.g.e., s.85.
39
Yargıtay 19. Hukuk Dairesi, 17/5/1993 tarihli ve E:3224, K:3814 sayılı karar, Danıştay 12. Dairesi,
11/9/1980 tarihli ve E: 78/472, K: 80/3236 sayılı karar.
40
B.K. Madde 41 – Gerek kasten gerek ihmal ve teseyyüp yahut tedbirsizlik ile haksız bir surette
diğer kimseye bir zarar ika eden şahıs, o zararın tazminine mecburdur.
37
24
sorumluluk şeklinde ortaya çıkar. Buna karşın bazı durumlarda münferiden
sorumluluğa hükmedilmektedir.41,42
4- Müşterek ve Müteselsil Sorumluluk
Müşterek (ortaklaşa) sorumluluk, ortaya çıkan zararın birden fazla
sorumluya paylaştırılması sonucunu doğurur. Müşterek sorumluluğun tek
başına uygulanması halinde sorumlulardan sadece kendi hissesine düşen
kısmı alınabilir. Müteselsil sorumlulukta ise, zararın tazmini için belli bir sıra
ile borçlulara müracaat edilmesi esastır. Birinci derecede borçlu olan kişinin
borcu ödememesi halinde sonraki sorumlulara müracaat edilir. Müşterek ve
müteselsil
sorumluluğun
birlikte
uygulanması
halinde
ise,
alacaklı
borçlulardan herhangi birisine müracaat ederek alacağının tamamını
kendisinden alabilir. Alacaklıya borcun tamamını ödeyen sorumlunun diğer
sorumlulara rücu hakkı saklıdır. Borcun herhangi bir şekilde ortadan kalkması
halinde müşterek ve müteselsil sorumluların tamamı sorumluluktan kurtulur.43
5- İdari Sorumluluk
İdari sorumluluk, kamu hizmetlerinin gereği gibi yürütülmesini
sağlamak amacıyla kanunların, tüzüklerin ve yönetmeliklerin kamu görevlileri
bakımından emrettiği görevleri yurt içinde veya yurt dışında yerine
getirmemek, uyulmasını zorunlu kıldığı hususlara uymamak veya yasakladığı
işleri yapmaktan kaynaklanan sorumluluktur.44
İdari sorumluluğun müeyyidesi kamu görevlilerinin genelde idari bir
tahkikat sonucu ortaya çıkan disiplin cezalarıdır. Bu cezalar personelin tabi
olduğu mevzuatta belli edilmektedir. Görevlerini dikkat ve itina ile yerine
41
Sayıştay 8. Daire, 31/3/1998 tarih, Feke Orman İşletmesi.1996 Yılı Hesabı.
Sayıştay 7. Daire, 27/6/1996 tarih, Antalya Vakıflar Bölge Müd. 1996 Yılı Hesabı.
43
Borçlar Kanununun 141-147 nci maddeleri.
44
Mehmet Evirgen, “Hakediş Ödemelerinde Sorumluluk”, T.C.Sayıştay Hakediş Denetim Semineri,
Ankara; 1990, s.12.
42
25
getirmeyen kamu görevlileri idari cezalara (disiplin cezaları) çarptırılabilirler.
İdari sorumlulukta zarar şartı aranmaz ve ayrıca bütün kamu görevlilerini
kapsar.45
6- Mali Sorumluluk
Mali sorumluluk, kişinin gerek hazineye gerekse başka bir kişiye
verdiği zararın kendisine ödettirilmesi sonucunu doğuran sorumluluk türüdür.
Kamu görevlilerinin mali sorumluluğu konusundaki genel düzenleme,
anayasanın 40 ıncı46 ve 129 uncu47 maddelerinde yer alan hükümlerdir.
Kamu görevlilerinin büyük bir çoğunluğunu kapsayan 657 sayılı
Kanunda kamu görevlilerinin hem devlete verdikleri zararlardan, hem de
kişilere verdikleri zararlardan dolayı sorumluluklarına ilişkin hükümler yer
almıştır.48,49
657 sayılı Kanunun kapsamı dışında kalan kamu personeli için de
genellikle belirtilen maddelere paralel düzenlemeler yapılmakta ya da bu
maddelere atıf yapılmaktadır ki sorumluluk konusunda benzer düzenlemeler
göze çarpmaktadır. Örnek olarak 399 sayılı “Kamu İktisadi Teşebbüsleri
Personel Rejiminin Düzenlenmesi ve 233 Sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin Bazı Maddelerinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Kanun
Hükmünde Kararname”nin KİT personelinin mali sorumluluğunu düzenleyen
45
Metin Günday, İdare Hukuku, 4. Baskı, İmaj Yayıncılık, Ankara; 1999, s.418.
“Kişinin, resmi görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre,
Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.”
47
“Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan
tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun
olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.”
48
Madde 12- Devlet memurunun kasıt, kusur, ihmal veya tedbirsizliği sonucu idare zarara
uğratılmışsa, bu zararın ilgili memur tarafından rayiç bedeli üzerinden ödenmesi esastır.
49
Madde 13-Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu
görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Ancak, Devlet
dairelerine tevdi veya bu dairelerce tahsil veya muhafaza edilen para ve para hükmündeki değerli
kağıtların ilgili personel tarafından zimmete geçirilmesi halinde, zimmete geçirilen miktar, cezai
takibat sonucu beklenmeden Hazine tarafından hak sahibine ödenir. Kurumun, genel hükümlere göre
sorumlu personele rücu hakkı saklıdır.
46
26
“Teşebbüs Personelinin Yükümlülük ve Sorumlulukları” başlıklı 11 inci
maddesi gösterilebilir.
Bazı kamu görevlilerinin mali sorumluluğu konusunda ise özel
düzenlemeler mevcuttur. Zira bu kamu görevlileri mali sistem ve bütçe
uygulamaları açısından önemli görevler yüklenmişler ve diğer kamu
görevlilerine göre farklı hükümlere tabi tutulmuş ve ayrıca belli bir mali
teminata kavuşturulmuşlardır. 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol
Kanunu ve 832 sayılı Sayıştay Kanunu sorumluluk konusunda özel
düzenlemeler içermektedir. Bu tezin konusu da Sayıştay’a karşı sorumluluğu
olan kamu görevlilerinin mali sorumluluklarını açıklama amacına yöneliktir.
Mali sorumluluğun yaptırımı, zarar doğurucu eylemi yapanın tazminata
mahkûm olmasıdır. Sorumluluğu tespit mercii zararın türüne, bağlı bulunulan
kuruma, kişi ile kurum arasındaki hukuki ilişkiye ve kişinin görevine bağlı
olarak
değişmektedir.
Özetle
söylenebilecek
olan
şudur
ki,
kamu
görevlilerinin devlete verdikleri zararlar konusunda duruma göre adli
mahkemeler ve belli tutarı aşmayan zararlar konusunda idare organları
sorumluluğu
tespitte
yetkili
iken50,
5018
sayılı
Kanun
kapsamında
sorumluluğu düzenlenen personel için mali sorumluluğun tespit yeri Sayıştay
olmaktadır.
Bir kişinin sorumluluğuna Sayıştayca karar verildiği zaman nasıl
yaptırım
uygulanacağı
açıklanmıştır.
50
Sayıştay
Kanununun
45
inci
maddesinde
51
İdare organlarının kararlarının hukuka uygunluğunun yargısal denetimi idari yargı tarafından
yapıldığından bir bakıma bu konuda anılan yargı yeri görevli ve yetkilidir denilebilir.
51
Sorumluluk halleri:
Madde 45 – Sorumlularca; gelir, gider, mal ve kıymetlerden mevzuata uygun olarak tahakkuk
ettirilmediği, alınmadığı, harcanmadığı, verilmediği, saklanmadığı veya idare edilmediği Sayıştayca
kesin hükme bağlananları, sorumlular keyfiyetin idarece kendilerine bildirilmesinden başlıyarak üç ay
içinde Hazineye ödemekle zorunludurlar.
Sayıştayca haklarında verilen kesin hükümler sorumlulara ve ayrıca gerekli kovuşturma
yapılmak üzere Maliye Bakanlığına 63 üncü madde uyarınca tebliğ edilir.
27
Bu maddeye göre, sorumluluğu tespit edilenler hükmedilen hazine
zararını kendilerine hükmün tebliğinden itibaren üç ay içinde hazineye
yatırmak zorundadırlar. Yatırmadıkları takdirde zarar İcra İflas Kanunu
hükümlerine göre tahsil edilir.
Sayıştay yargısındaki sorumluluk, kanunların sorumlu olarak gösterdiği
kişilere yöneltilmiştir. Buradan diğer kamu görevlilerinin sorumsuzluğu gibi
yanlış bir sonuca ulaşılmamalıdır. Ortaya çıkan kamu zararının tazmini
konusunda belli görevleri üstlenmiş kişiler sorumlu olmakla beraber, idari ve
cezai
açıdan
kusuru
görülen
bütün
kamu
görevlileri
sorumluluktan
kurtulamadıkları gibi mali açıdan da kendilerine rücu hakkı her zaman
mevcuttur.52
Burada kısaca Sayıştay önündeki mali sorumluluğun, 1050 Sayılı
Muhasebe-i
Umumiye
Kanununun
yürürlükte
olduğu
dönemdeki
uygulamasına da değinmek gerektiği kanaatindeyim. Sayıştay Kanununda
hesap vermekle sorumlu kişi olarak saymanın üzerinde durulmuş, mali
sorumluluğu olan diğer kişilerin unvanlarına yer verilmemiştir. Bu durum
“hesap”
kavramının
kaynaklanmaktadır.
Sayıştay
“Hesap”
yargısındaki
denildiği
zaman
yeri
idare
ve
anlamından
hesabı
cetvelleri
anlaşılmakta ve söz konusu cetvellerin usulünce hazırlanması ve Sayıştay’a
gönderilmesinden saymanlar sorumlu olmaktaydı.53 Aynı zamanda özellikle
tahakkuk memurlarının da görevlerine atıflar yapılmıştır.54
Malın ödettirilmesi, yok olma tarihindeki rayiç bedel üzerinden, bu tarih belli değilse malın
satın alındığı tarih ile kaybolmanın tesbit edildiği tarih arasındaki en yüksek rayice göre bulunacak
bedel üzerinden olur. Devlet mallarının hasara uğratılması halinde uygulanacak genel hükümler
saklıdır.
52
İsmail Hakkı Sayın, a.g.e., s.68.
53
Sayıştay Genel Kurulunun 21/12/1972 tarihli ve 3624/3 sayılı Kararı.
54
832 sayılı Kanunun 45 inci maddesinde tahakkuk ettirilme üzerinde durulmuştur ki, tahakkuk işlemi
1050 sayılı Kanuna göre tahakkuk memurlarına verilmiş vazifelerdendir.
28
Sayman ve tahakkuk memurları yanında, 1050 sayılı Kanun
çerçevesinde Sayıştay’ca saptanan sorumluluğa ikinci derece ita amirleri ile
düzenleyen ve onaylayan sıfatlı kamu görevlileri de dâhil edilmiştir. Ayrıca
bütçe ödeneklerinin kullanılmasında, verimlilik, tutumluluk ve etkinlik
prensiplerinin gerçekleştirilmesi bakımından giderin yapılmasına gerek
gösterenler ile mal ve hizmetlerin alınmasında görevli olanlar da belli hallerde
sorumluluk halkası içine alınmışlardır.
Sorumlu kavramı açısından üzerinde durulması gereken bir husus da
832 sayılı Kanunun 42 nci maddesinde belirtilmiş bulunan sayman
durumunda olanların halidir.55 Bu maddeye göre kişinin usulünce sayman
olarak görevlendirilmiş olup olmaması sorumluluk açısından birinci derece
öncelikte değildir. Saymanın yaptığı görevleri yerine getirmesi ve yaptığı
işlemlerin başka bir sayman hesabına dâhil edilmemiş olması o kişinin
sayman olarak sorumlu tutulması için yeterli kabul edilmiştir. 56
C. KAMU GÖREVLİSİ KAVRAMI
1. Genel Olarak
İdarenin görevlerini yerine getirebilmesi için emrine verilecek insan
unsuruna ihtiyacı vardır. İdarenin insan öğesi; kamu görevlileri, kamu
personeli ya da kamu hizmeti görevlileri gibi değişik adlarla anılmaktadır.
55
Sayman durumunda olanlar:
Madde 42 – Usulüne uygun olarak sayman sıfatiyle görevlendirilmediği halde kendiliğinden veya
verilen emir üzerine gelirleri toplıyan, harcıyan ve malları saklıyan ve idare edenler de bu işlemler bir
saymanın hesabına dahil edilmediği takdirde, sayman addolunur ve kanun hükümleri gereğince
sayman sıfatiyle hesabını Sayıştaya vermeye zorunlu olup saymanlar hakkındaki sorumluluk bunlar
hakkında da uygulanır.
Eğer bu hal amirlerinin yazılı emirleri üzerine cereyan etmiş ise sorumlulukta onlar da ortaktırlar.
56
İsmail Hakkı Sayın, a.g.e., s.69.
29
Kamu görevlisi kavramının kapsamına bir kamu kurum veya
kuruluşunda çalışanlar girecektir. Kamuya yararlı bir hizmet yapıyor olmak
(fırıncılık, dolmuş şoförlüğü vb.) kamu görevlisi sayılmak için yeterli bir ölçüt
değildir. Kamu kesimindeki bir kurum veya kuruluşta çalışmayanlar kamu
görevlisi sayılmazlar. 57
Anayasadan yola çıkarak kamu görevlilerinin, memurlar ve öteki kamu
görevlilerinden oluştuğu kabul edilmektedir.58 Zira Anayasanın 128 inci
maddesine59 göre genel idare esaslarına göre yürütülecek asli ve sürekli
görevlerin sadece memurlar eliyle yürütülmesi zorunlu değildir. Bu gibi
görevler diğer kamu görevlileri eliyle de yürütülebilir. Ancak kamu
kuruluşlarında özel hukuk hükümlerine tabi olarak çalışanlar, dar anlamda
kamu görevlisi tanımının kapsamına girmemektedir.
Anayasanın yukarıda bahsedilen hükmü gereğince, genel idare
esaslarına göre yürütülecek asli ve sürekli görevlerin sadece memurlar eliyle
yürütülmesi mecburi değildir. Bu görevler öteki kamu görevlileri eliyle de
yürütülebilecektir. Diğer kamu görevlileri, devlet memurlarından ayrı bir
personel rejimine tabi tutulmuş olan görevlileri ifade eder. Dolayısıyla
hâkimler ve savcılar, Türk Silahlı Kuvvetleri personeli, üniversite öğretim
elemanları, kamu iktisadi teşebbüsleri personeli devlet memurlarından farklı
bir
personel
rejimine
tabi
tutulmuş
olup,
diğer
kamu
görevlilerini
oluşturmaktadır.60
57
Tekin Akıllıoğlu, “Düşünce ve Anlatım Özgürlüğü ve Kamu Görevlileri”, İnsan Hakları ve Kamu
Görevlileri, TODAİE yay., Ankara;1992 , s.25-26.
58
Bu çalışma da Anayasal yaklaşım esas alınacak olup, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin mali
sorumluluğu incelenecektir.
59
“Madde 128 – Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzelkişilerinin genel idare
esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler,
memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür.
Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve
yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.
Üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve esasları, kanunla özel olarak düzenlenir.”
60
Metin Günday, İdare Hukuku, 4. Baskı, İmaj Yayıncılık, Ankara; 1999, s.387.
30
Kamu görevlisi kavramının genel, geçerli ve salt bir tanımını yapmak
oldukça zordur. Çünkü her ülke, kendi siyasi, sosyal, hukuki ve teknik
gerçeklerini göz önünde tutarak “kamu görevlisi”ni tanımlamakta ve bu
yüzden de birbirinden farklı tanımlar ortaya çıkmaktadır. Hatta bir ülkenin
çeşitli kanunlarında bile farklı tanımlamalarla karşılaşılabilmektedir. Bunun
için kamu görevlisi veya memurun her zaman ve her yerde ve hatta her
olayda uygulanabilecek tam ve kesin bir tanımını bulmak oldukça zordur.
Bununla beraber bütün ülkelerce kabul edilebilecek bazı ortak noktalar tespit
edilebilir. Bunlardan en önemli iki tanesi kamu görevi yapmak ve daimi bir
surette idare kadroları ve idarî hiyerarşi içinde bulunmaktır. Bazı devletlerce
bu kavrama bir takım yan unsurlar eklenmiş olabilir. Bu yan unsurların
bulunması ise genel kamu görevlisi kavramını olumsuz yönde etkilemez61.
Kamu görevlisi(memur) terimi, tarihsel gelişimi içerisinde, devletin
temsilcisi ya da ajanı olarak da kullanılmıştır62. Türkiye’de de uzun yıllardan
beri “memur ve memurluk” hakkında çok şey konuşulmuş ve çok şey
yazılmıştır. Devlet yönetimini güçlü ellere verme çabası zaman zaman
memur ve memurluk kavramlarını yeniden tanımlama arzusu şeklinde
kendini göstermiştir. Bu arzunun, Osmanlı Devletinin son döneminde
başladığı ve Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da devam ettiği
görülmüştür63. Böylece bizim kanunlarımızda da memurun kim olduğu veya
kimin memur olduğu açık bir şekilde yer almamıştır64. Memur kavramına
kamu görevlisi veya diğer kamu görevlileri gibi kavramlar eklenmiştir. Hatta
61
Sıddık Sami Onar, İdare Hukukunun Umumi Esasları, C.II, İstanbul; 1966, s.1074,1075; Sami
Selçuk, “İdare ve Ceza Hukuklarında Memur Kavramı”, Yargıtay Dergisi, S.1-2, 1997, s.21; Metin
Şekercioğlu, Ceza Hukukunda Memur Kavramı, İstanbul; 1974, s.11; Ahmet Erdoğdu, “Memur
Kavramında Yenilik”, Danıştay Dergisi, S.4, 1972, s.8; Selahattin Keyman, “Memurin Muhakematı
Kanunu”, AÜHFD, C.19, S.1-4, 1962, s.183; Duygun Yarsuvat, “Devlet İdaresi Aleyhine Cürümler”,
İÜHFM, C.XXIX, S.1-4, 1964, s.680; İsmet Giritli, Pertev Bilgen, Tayfun Akgüner, İdare Hukuku,
İstanbul; 2001, s.405; Mehmet Nadir Arıca, Memur Suçları ve Soruşturma, Ankara; 2000, s.1.
62
Uğur Mumcu, “Türk Hukukunda Memurların Yargılanması”, AÜHFD, C.XXIII., S.1-4, 1971,
s.133.
63
Ahmet Erdoğdu, “Memur Kavramında Yenilik”, Danıştay Dergisi, S.4, 1972, s.7.
64
Memur sözlüklerde şöyle tanımlanmaktadır: “Devlet hizmetinde aylıkla çalışan kimse, görevli, bir
işle görevlendirilmiş olan kimse”, TDK Türkçe Sözlük, C.II. s.1005; “Emir almış kimse, bir işle
görevlendirilmiş kimse, Devlet hizmetinde maaş veya ücretle çalıştırılan kimse, görevli”, Ferit
Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, 15.Baskı, Ankara; 1998, s.611.
31
Anayasadaki memur kavramı bile karışıklığa neden olacak niteliktedir. Bu
nedenle de uygulamada, memur kavramı içinden çıkılmaz bir hal almıştır65.
Yeni Türk Ceza Kanunumuz, memur kavramı üzerindeki tartışmaları
sona erdirmek amacıyla “memur” yerine “kamu görevlisi” kavramını tercih
etmiş ve 6 ncı maddede “kamu görevlisi”ni tanımlamıştır. Buna göre ceza
kanunlarının
uygulanmasında
kamu
görevlisi,
kamusal
faaliyetin
yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir surette sürekli,
süreli veya geçici olarak katılan kişi olarak anlaşılacaktır. Yeni ceza
kanunumuz genel bir kanun olması nedeniyle özel kanunları da etkileyecek
ve önümüzdeki zaman içinde özel kanunlar, yeni ceza kanununa uyumlu hale
getirilecektir. Bundan dolayı tezin bundan sonraki kısımlarında hem kavram
kargaşası yaratmaması hem de ceza kanunuyla daha uyumlu hale gelmesi
amacıyla “memur” terimi yerine “kamu görevlisi” terimi kullanılacaktır.
2. Anayasa Hukukuna Göre Kamu Görevlisi
a) 1982 Öncesi anayasalarda kamu görevlisi
1876 tarihli Kanun-i Esasi’de kamu görevlisi tanımı yapılmamıştır66.
Osmanlı Devleti döneminde kanunları yorumlama yetkisi bulunan Danıştay’ın
27.8.1918 tarihli kararında memur niteliğinin saptanmasında belirleyici
öğenin, görevlinin görevlendiriliş biçimi değil, gördüğü kamusal görev olduğu
belirtilmiştir67.
1921 ve 1924 Anayasalarında da kamu görevlisi tanımı ve bunlara
ilişkin ayrıntılı bir hüküm bulunmamaktadır. 1924 Anayasasının 92 nci
65
Sabri Başköy, “Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunla İlgili Bazı Öneriler”, Türk İdare
Dergisi, S.398, 1993, s.213.
66
Şeref Gözübüyük, Suna Kili, Türk Anayasa Metinleri “Sened-i İttifaktan Günümüze”, İş
Bankası Kültür Yayınları, No:269, Ankara; 1985, s.4 vd.
67
Sami Selçuk, Memur Yargılaması Hakkında, TÜSİAD Yayınları, Yayın No:209, İstanbul; 1997,
s.88.
32
maddesinde siyasi hakları olan her Türkün, yeterliğine ve hak edişine göre,
devlet memuru olabilme hakkının olduğu, 93 üncü maddesinde de
memurların özlük haklarının kanunla düzenleneceği belirtilmiştir. Ancak
bununla ilgili geniş çaplı ve genel nitelikli bir kanun, kanun koyucu tarafından
1924 Anayasası döneminde çıkarılamamıştır.
1961 Anayasasının kamu görevlileriyle ilgili hükümleri içeren 117, 118
ve 119 uncu maddelerine baktığımızda, 1924 Anayasasına göre daha geniş
düzenlemeler getirildiğini görmekteyiz. 117 nci maddenin birinci fıkrasında
“Devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin, genel idare esaslarına göre
yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli
görevler,
memurlar
“Memurların
eliyle
nitelikleri,
görülür.”
atanmaları,
denilmekte,
ödev
ve
ikinci
fıkrasında
yetkileri,
hakları
da
ve
yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.”
şeklinde belirtilmektedir. Görüldüğü gibi, 1961 Anayasasında da memur
kavramının açık bir tanımı yapılmamıştır. Aslında burada memurun değil
hizmetin tanımı yapılmıştır68.
b) 1982 Anayasasına göre kamu görevlisi
1982 Anayasasının kamu hizmeti görevlileriyle ilgili hükümler başlığını
taşıyan 128 ve 129 uncu maddelerinde de 1961 Anayasasındaki maddelere
benzer düzenlemeler yapılmıştır. 1982 Anayasasında ilk defa memur
teriminin yanında kamu görevlisi terimi de kullanılmıştır. 128 inci maddede
“Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel
idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin
gerektirdiği aslî ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle
görülür. Memurların ve diğer kamu görevlilerinin nitelikleri, atanmaları, görev
ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri
kanunla düzenlenir. Üst kademe yöneticilerinin yetiştirilme usul ve esasları,
68
Metin Şekercioğlu, a.g.e., s.11.
33
kanunla özel olarak düzenlenir.” denilmektedir. 1982 Anayasasında da
memurun tanımından kaçınılmıştır. 128 inci maddenin gerekçesinde, dolaylı
bir biçimde de olsa memuru tanımlama yoluna girmekten kaçınıldığı
belirtilmekte ve böyle tanımın unsurlarına Anayasada yer vermenin
imkânsızlığına
değinilmektedir.
Bunun
iki
nedeni
vardır:
Birincisi,
anayasaların çoğunlukla, genel ilkeleri belirten, ayrıntıya girmeyen ve bunları
kanunlara bırakan bir yol izlemesidir. İkincisi ise, memur kavramının değişen
kamu
hizmetleri
kavramına
bağlı
olarak
zaman
içinde
değişiklikler
göstermesidir. Böylece memur ve kamu görevlisi tanımlamaları, çalıştırılma
biçimleri ve buna göre kendi içlerindeki ayrımları, anayasa dışındaki hukuksal
metinlere
ve
ilke
olarak
kanun
koyucunun
iradesine
ve
takdirine
bırakılmıştır69.
1982 Anayasası çerçevesinde memur kavramından ne anlaşılması
gerektiği konusunda doktrinde çeşitli görüşler vardır. Bir görüşe göre, her ne
kadar madde gerekçesinde memuru tanımlamaktan kaçınıldığı belirtilmekte
ise de, 128 inci maddenin birinci fıkrasındaki satırlar, zaten memurun kabul
görmüş tanımıdır70. Diğer bir görüşe göre ise, 1961 Anayasası ve 657 sayılı
Devlet Memurları Kanunundakilerden (DMK) çok farklı olan bu yeni hüküm,
memur tanımını yapmaktan başka, genel idare esasları ile özel yönetim
usulünü birbirine karıştırmakta, dolayısıyla bir bakıma kamu kesiminde
çalışanların
bütününü
kamu
görevlisi
kapsamı
içine
almak
ister
görünmektedir. Böylece 1982 Anayasası, 128 inci maddesi ile DMK’nın 1 inci
maddesindeki içerik ve sınırlarının saptanması, zaten çok güç olan memur
kavramını genişletip büsbütün belirsizleştirmiştir71. Bir başka görüş ise, bu
ikinci görüşe katılmamış ve 128 inci maddede 1961 Anayasasının 117 nci
maddesinden farklı olarak memurlar ile birlikte diğer kamu görevlilerinden
bahsedilmesi ile memur kavramının aslında daraltılmış olduğunu ileri
69
Giritli, Bilgen, Akgüner, a.g.e., s.407.
Sait Güran, “Anayasanın 128 ve 129. Maddeleri Yönünden Kamu Görevlileri ve Bakanların
Durumu”, Anayasa Yargısı, Ankara; 1984, s.199.
71
Lütfi Duran, “Anayasanın 128 ve 129.Maddeleri Yönünden Kamu Görevlileri ve Bakanların
Durumu ile İlgili Yorum”, Anayasa Yargısı, Ankara; 1984, s.201–205.
70
34
sürmüştür. 1961 Anayasasının 117 nci maddesinin lafzına göre hareket
edildiğinde memur kavramına dâhil edilmesi gereken ama aslında kanunlarla
ondan farklı statülerde düzenlenmiş olan hâkim ve savcılar, üniversite
akademik personeli gibi kamu görevlileri 128 inci maddede “diğer kamu
görevlileri” adı altında ayrılmakla, onların statüsünün kanun koyucu
tarafından
memurlardan
farklı
olarak
düzenlenebilmesi,
uygulamanın
ihtiyaçlarına da uygun bir biçimde meşrulaştırılmıştır. Böylece Anayasa
memurlar ile memur sayılmayan diğer kamu görevlilerini birbirinden ayırarak
memur kavramını gerçek anlamına özgülemiş olmaktadır72. Bu görüşe
destek olarak Anayasa Mahkemesinin 1961 Anayasası döneminde verdiği bir
karar da örnek olarak gösterilmektedir73.
1982 Anayasasının 128 inci maddesi ile 1961 Anayasasının 117 nci
maddesini karşılaştırdığımızda, 1982 Anayasasında, memurların yanında
diğer kamu görevlilerine yer verildiği, ayrıca kamu iktisadi teşebbüslerinin de
128 inci madde kapsamına alındığı görülmektedir74. 1982 Anayasasındaki bu
düzenleme konusunda yazarlar arasında değişik görüşler ortaya çıkmıştır.
Duran’a göre 1982 Anayasası memur kategorisini belirleyen asli ve sürekli
görev kapsamı içine diğer kamu görevlilerini sokmak ve hatta kamu iktisadi
teşebbüslerini genel idare esasları, personelini de asli ve sürekli görev
kapsamı içine almakla, kamu ajanları arasında büyük bir karışıklığa ve
belirsizliğe yol açmış bulunmaktadır. 1982 Anayasası kamu hizmeti
görevlilerinin tümünü, yani memur ve diğer kamu görevlilerini tek bir personel
kategorisi içinde kaynaştırıp aynı genel kurala tabi kılınca, memurlarla diğer
personel arasında ayrıma gerek kalmamıştır75.
72
Cihan Kanlıgöz, “1982 Anayasasına Göre Kamu Görevlisi Kavramının Anlam ve Kapsamı”,
AÜHFD, S.3–4, 1993, s.189.
73
AMK, 27.11.1969 tarih ve E.1968/44, K.1969/768, RG. 22.7.1970–13555, Anayasa Mahkemesi
verdiği bu kararında hâkimleri kamu görevlisi saymakla birlikte, memur olarak kabul etmemiştir.
74
İbrahim Pınar, Açıklamalı 4483 Sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması
Hakkında Kanun, Ankara; 2000, s.105
75
Lütfi Duran, “Anayasa Mahkemesine Göre Türkiye’nin Hukuk Düzeni”, Amme İdaresi Dergisi,
C.19, S.2, 1986, s.18.
35
Gülmez ise, diğer kamu görevlilerinin de memurlar gibi maddede
anılan üç kuruluşun, genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü
oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî ve sürekli görevleri yerine
getirmek üzere istihdam edilebileceğini ve iki personel türü arasında bu
çerçevede bir ayrım yapılmasının Anayasanın anlatımı karşısında olanaksız
olduğunu belirtmektedir. Ona göre ayrım, ancak nitelik, atanma, görev ve
yetki, hak ve yükümlülükler, aylık ve ödenekler ile diğer özlük işleri
konusunda
kanunla
yapılacak
düzenleme
çerçevesinde
öngörülebilir.
Ülkemizde bu açıdan hâkim ve savcılar, üniversite personeli ile Türk Silahlı
Kuvvetleri personelinin statüleri farklı düzenlenmiştir. Bu farklı düzenlemelere
sahip personeller diğer kamu görevlileri kapsamına girer76.
Pınar’a göre de, diğer kamu görevlileri ifadesi, 1982 Anayasamızla
birlikte hukuk literatürümüze girmiş yeni bir kavramdır. Anayasa, memurlar
yanında diğer kamu görevlilerinden söz etmekle kamu görevlileri için genel
bir düzenleme yapmış, devletin ülkedeki ekonomik, sosyal ve teknik
gelişmeler sonucu giderek artan işlevlerini de dikkate alarak tüm kamu
hizmeti görevlilerini “memur” tanımı altında toplamamış, bunların kendi içinde
ayrılmasını kanun koyucuya bırakmıştır. Anayasanın 128 inci maddesinin
“diğer kamu görevlileri” ifadesine yer vermiş olması, devlet memuru
statüsüne girmeyen başka kamu personelinin varlığını da göstermektedir.
Ancak hukukî durumları itibariyle bunlar da memur niteliğindedir. Zira 128 inci
maddenin ikinci fıkrasındaki, “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin
nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve
ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.” hükmü bunların da
hizmet kadroları içinde, derece düzeni aşamasına ve kurallarına bağlı
olduğunu kanıtlamaktadır. Demek ki aslî ve sürekli görevleri yürütecek
memurlar dışında kalan diğer kamu görevlileri de statü bakımından memurluk
sıfatına sahip devlet ajanları niteliğindedir. Ancak, gördükleri hizmetler
bakımından bunların statüleri memurlardan farklıdır. Bunlar kendi özel
76
Mesut Gülmez, “Sözleşmeli Personel, Anayasa ve Uluslararası Kurallar”, Amme İdaresi Dergisi,
C.21, S.4, 1988, s.26,27.
36
personel yasalarına tabidirler. Hakimler ve savcılar, üniversite öğretim
elemanları, Türk Silahlı Kuvvetleri personeli, uzman jandarma ve uzman
çavuşlar, kamu iktisadi teşebbüslerinin memur statüsündeki personeli
bunlara örnek olarak gösterilebilir77.
Görüldüğü üzere doktrinde Anayasanın 128 inci maddesi karşısında
değişik görüşler ve eleştiriler ileri sürülmektedir. Söz konusu eleştirilerin
önemli bir kısmı Anayasanın kullandığı kavram ve terimlerin sistematik
olmaması ve anlamlarının Anayasa koyucu tarafından açıklanmamış
olmasından kaynaklanmaktadır78.
Anayasa
Mahkemesi
de
çeşitli
kararlarında
“diğer
kamu
görevlileri”nden ne anladığını belirtmiştir. Anayasa Mahkemesi, Kamu iktisadi
teşebbüsleri personel rejimini düzenleyen 99 sayılı KHK’nın iptaliyle ilgili
olarak açılan davada, diğer kamu görevlilerinin genel idare esaslarına göre
yürütmekle yükümlü bulunan, kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli
görevleri yürüten ve atamaya tabi personel olarak anlaşılmasının gerektiği
kararına varmıştır79. Söz konusu kararda, Anayasanın 128 inci maddesinin
ikinci fıkrasında öngörülen hükümlerin memurlara olduğu kadar diğer kamu
görevlilerine de uygulanacağı belirtildikten sonra genel anlamda sözleşmeli
personelin “diğer kamu görevlileri” içinde sayılamayacağını vurgulamıştır.
Kararda, diğer kamu görevlileri içinde, tıpkı memurlarda olduğu gibi atama
işlemine gerek bulunduğu, atamanın hukukî açıdan şart işlem olduğu,
sözleşmeli istihdamında ise akdî bir durumun söz konusu olduğu ve
atamadan tamamen ayrıldığı belirtilmektedir. Yine Anayasa Mahkemesi,
Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’nun bazı maddelerinin iptali ile ilgili
kararında,
Anayasanın
128
inci
maddesinde
geçen
“diğer
kamu
görevlileri”nin, memurlar ve işçiler dışında kamu hizmetlerinin gerektirdiği aslî
ve sürekli görevlerde, yönetime kamu hukuku ilişkisiyle bağlı olarak çalışanlar
77
İbrahim Pınar, a.g.e., s.105,106.
Cihan Kanlıgöz, a.g.e., s.189.
79
AMK, 22.12.1988 tarih ve E.1998/5, K.1988/55, RG.25.7.1989–20232.
78
37
olduğu sonucuna varmıştır. Yüksek Mahkeme, bu ilişkinin doğal sonucunun,
bunlara
bütçeden
ödeme
yapılması
ve
haklarında
özel
kuralların
uygulanması olduğunu da ayrıca belirtmiştir80.
1982 Anayasasının 129 uncu maddesi ise memurlar ve diğer kamu
görevlilerinin görev ve sorumlulukları, disiplin kovuşturulmasında güvence
konularını düzenlemektedir. 129 uncu maddenin son fıkrasına göre,
memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan
ötürü ceza kovuşturmasının açılması, kanunla belirlenen istisnalar dışında,
kanunun gösterdiği idarî merciin iznine bağlıdır. Anayasanın 128 inci
maddesinde düzenlenen memur ve diğer kamu görevlisi kavramlarının anlam
ve kapsamının belirlenmesi, 129 uncu madde ile düzenlenen görev ve
sorumlulukların kimlere ait olduğu ve bu maddede getirilen güvencelerden
kimlerin yararlanacağı hususunun belirlenmesinde büyük önem taşımaktadır.
Bu nedenle Anayasanın bu iki maddesinin birbirleri ile sıkı bir bağlantı içinde
olduğu söylenebilir81.
3. İdare Hukukunda Kamu Görevlisi
İdare hukukunda kamu görevlisi (memur) tanımının çok karmaşık
olduğu, her yerde aynı anlamda kullanılmadığı ve hiçbir ülkede kamu
görevlilerinin benzer bir yapı sergilemediği sık sık çeşitli yazarlar tarafından
söylenmiştir82. Ancak nasıl tanımlanırsa tanımlansın kuramsal açıdan idare
hukukuna göre kamu görevlisi, kendisine bir kamu hizmeti verilen ve
yönetimin sürekli bir şekilde idare kadroları hiyerarşisi içinde bulunan
kimsedir83. Bu nedenle kadro ve memur, kamu hizmetinin tamamlayıcı
80
AMK, 19.4.1988 tarih ve E.1987/16, K.1988/8, RG.23.8.1988–19908. Anayasa Mahkemesinin
diger kamu görevlileri ile ilgili verdigi diger kararlar ve elestiri için bkz. Kanlıgöz, s.192–195; Pınar,
s.106–109.
81
Cihan Kanlıgöz, a.g.e., s.174
82
Sıdık Sami Onar, a.g.e., s.1074, Ahmet Erdoğdu, “Memur Kavramında Yenilik”, Danıştay Dergisi,
S.4, 1972, s.8, Sabri Başköy, a.g.e., s.215, İbrahim Pınar, a.g.e., s.97.
83
Sıdık Sami Onar, a.g.e., s.1075, İbrahim Pınar, a.g.e., s.97, Metin Şekercioğlu, a.g.e., s.11, Şeref
Gözübüyük, Tekin Akıllıoğlu, Yönetim Hukuku, Ankara; 1992, s.145.
38
parçalarıdır ve ondan hiçbir surette ayrılamaz. Kamu idaresi, kadro ve memur
bir bütün teşkil eder ve aynı kurallara tabidirler. Memurun, kadrosunda
tanımlanan görev ve sorumluluğundan başka bir meşguliyeti yoktur. Memur
iş hayatında, hukukî bakımdan ferdiyetini kaybetmiş, bağlı bulunduğu
idareyle bütünleşmiştir. Onun bağlı bulunduğu idareden ve görevinden
ayrılabilmesi hizmetin gereklerine göre bir takım kurallara tabi tutulmuştur.
Hatta bazı hallerde görevinden isteğine göre hemen ayrılması da
olanaksızdır84.
İdare hukuku açısından kamu görevlisi kavramının izahını yapan
sübjektif teoriler vardır. Bu teorilerden tayin teorisine göre, kamu görevlisi bir
kamu görevine tayin ile atanmış kimsedir. Organ teorisine göre ise, kamu
görevlisi kurumu ile bütünleşmiştir. Kurum, kamu görevlisi aracılığı ile
iradesini gösterir. Kamu görevlisinin iradesi kurumun iradesidir. Kamu
görevlisi ile kurum arasında organik bir bağ vardır85.
Türk yazılı hukukunda kamu görevlisi anlamında ilk “memur” tanımını
31.03.1926 gün ve 788 sayılı “Memurin Kanunu” yapmıştır. Kanunun 1 inci
maddesine göre, “…kendisine devlet hizmeti tevdi olunan ve sicilli
mahsusunda mukayyet olarak umumî veya hususî bütçelerden maaş alan
kimseye memur denir.” Buna göre bir kimsenin memur olabilmesi için
kendisine bir devlet hizmetinin verilmesi, özel bir sicilde yazılı olması, genel
ya da özel bütçelerden birinden maaş alması gerekmektedir. Bu tanım her ne
kadar dar ise de yukarıdaki kuramsal tanıma uymaktadır. Zira sicilde
kaynaşmış olmak, kamu göreviyle kaynaşmaktan başka bir şey değildir86.
1961 Anayasasının 117 nci maddesinin ikinci fıkrasında, “Memurlar,
nitelikleri, atanmaları, ödevleri ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık
ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir.” denmektedir. 1961
84
Sıdık Sami Onar, a.g.e., s.1077.
Faruk EREM, Türk Ceza Hukuku, Özel Hükümler, C.III, Ankara; 1985, Altıncı Bölüme Ek
Bölüm, s.78.
86
Sami Selçuk, Memur Yargılaması Hakkında, s.91, Uğur Mumcu, a.g.e., s.146.
85
39
Anayasasının bu maddesine dayanarak 14.07.1965 tarihli 657 Sayılı Devlet
Memurları Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanunun değişik 4 üncü maddesi, kamu
hizmetlerinin memurlar, sözleşmeli personel, geçici personel ve işçiler eliyle
görüleceğini belirttikten sonra (A) bendinde memuru şöyle tanımlamıştır:
“Mevcut kuruluş biçimine bakılmaksızın devlet ve diğer kamu tüzel kişilerince
genel idare esaslarına göre yürütülen aslî ve sürekli kamu hizmetlerini ifa ile
görevlendirilenler, bu kanun uygulamasında memur sayılır.” Devlet Memurları
Kanunu, aslî ve yardımcı hizmetler ayrımını benimsemesine rağmen (DMK.
m.36) kendisinden önceki memur kanununun aksine her iki tür hizmetin de
memurlar eliyle görüleceğini hükme bağlamıştır. Böylece memur kavramı
daha önce yardımcı hizmetlerde istihdam edilen hizmetlileri de içine alacak
şekilde
genişletilmiştir87.
Devlet
Memurları
Kanunu’nun
belirtilen
bu
düzenlemeleri karşısında, devlet memurunun taşıması gereken nitelikleri
söyle sıralanabilir: 1-Devlet memuru, devlet, kamu iktisadi teşebbüsleri ve
kamu tüzel kişiliğine sahip diğer kuruluşlarda çalışır. 2-Memurlar, genel idare
esaslarına göre yürütülmesi gereken kamu hizmetlerini yerine getirirler. 3Memurların gördüğü görevler aslî ve sürekli görevlerdir88. Bu hükümler ve
bilgiler ışığında idare hukukuna göre memur, devlet ya da bir kamu tüzel
kişiliğinde, aslî ve sürekli biçimde kadrolu olarak kamu hizmetini yürüten
kimse olarak tanımlanabilir89.
Anayasa Mahkemesi de bir kararında memuru, “idarenin daimî ve
sabit kamu hizmetleri kadrosunda yer almış ve bürokratik hiyerarşi içinde
bulanan devletten ya da kamu idaresinden maaş alan elemanlar olarak”
tanımlamıştır90. Diğer bir kararında ise, “Bu görevliler, kadroya bağlanması
dışında merkezi idare ile statü ilişkisi içinde olup kamu gücünü kullanan
kimselerdir.”91 şeklinde tanımlamaktadır.
87
Kanlıgöz, a.g.e., s.189.
Giritli, Bilgen, Akgüner, s.409; Hasan Tahsin Gökcan, Seydi Kaymaz, Ceza Hukukumuzda
Memur ve Memurlara Karşı İşlenen Suçlar, Ankara; 2004, s.27.
89
Sami Selçuk, Memur Yargılaması Hakkında, s.92.
90
AMK, 19.3.1987 tarih, E.1987/5, K.1987/7, RG.12.11.1987–19632.
91
AMK, 9.2.1993 tarih, E.1992/44.K.1993/7; RG.19.6.1993 – 21612.
88
40
4. Ceza Hukukunda Kamu Görevlisi
a) Ceza Hukuku bakımından kamu görevlisi (memur) kavramının önemi
Kamu görevlisi fail veya mağdur olarak, bazen bir suçu diğer suçtan
ayıran ön koşul, bazen de ağırlaştırıcı neden olduğundan, ceza hukuku
uygulamasında çok önemli bir kavramdır92. Türk Ceza Kanununun
uygulaması bakımından failin veya mağdurun kamu görevlisi olması bazen
bir unsur bazen de bir ağırlaştırıcı sebep sayılmıştır. Örneğin; zimmet
(m.247), irtikap (m.250), denetim görevinin ihmali (m.251), rüşvet (m.252),
görevi kötüye kullanma (m.257) gibi suçlarda failin mutlaka kamu görevlisi93
olması esaslı bir unsurdur. Bunun gibi görevi yaptırmamak için direnme
(m.265) gibi bazı suçlarda ise mağdurun kamu görevlisi olması suçun bir
unsuru olarak kabul edilmiştir. Yine eğitim ve öğretimin engellenmesi, kamu
kurumu veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının faaliyetlerinin
engellenmesi, siyasi hakların kullanılmasının engellenmesi, inanç, düşünce
ve kanaat hürriyetinin kullanılmasının engellenmesi, konut dokunulmazlığının
ihlali ile iş ve çalışma hürriyetinin ihlali suçlarının, kamu görevinin sağladığı
nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle işlenmesi halinde ceza arttırılmaktadır.
Kamu görevlisi sıfatının birçok suçlarda bir unsur olarak kabul
edilmesinin nedeni bu gibi suçların ancak bir kamu görevlisi tarafından veya
bir kamu görevlisi aleyhine işlenebilmeleridir. Failin veya mağdurun kamu
görevlisi olmasının ağırlaştırıcı bir neden sayılmasının esasını, kamu
görevlilerinin suiistimallerine, keyfî ve yetki dışı hareketlerine karşı bireyleri
korumak veya kamu görevlilerini halkın tecavüzlerine karsı daha özel bir
şekilde korumak düşüncesinde aramak gerekir. Gerçekten kamu görevlisi,
sıfat ve görevleri dolayısıyla idareye karşı fertlere oranla daha kolay suç
92
Sahir Erman, , “Ceza Tatbikat ve Takibatında Memur”, Siyasal Bilgiler Okulu Dergisi, C.11, S.34, İstanbul; 1947, s.236; Erol Çetin, Ceza Hukukunda ve Özel Yasalarda Memur, Memurlar ve
Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanma Usulü ve Memur Suçları, Ankara; 2003, s.39.
93
5237 Sayılı Türk Ceza kanununda “memur” yerine daha genel bir kavram olan “kamu görevlisi”
kavramı kullanılmıştır. Örnek olarak belirtilen maddelerde “kamu görevlisi” tabiri kullanılmaktadır.
41
işleyebilecek durumdadır. Özel bir kişinin bir kamu idaresi şubesinin kasasını
soymasıyla, bizzat veznedarın veya diğer şube kamu görevlilerinden birinin
bu suçu işlemesi arasında maddi imkân ve kolaylık bakımından çok fark
vardır. Bilinen bir gerçektir ki suçun işlenmesinin kolay olduğu her yerde
kanun cezayı arttırmaktadır94. Özellikle istifade ettiği hukukî koruma ve elinde
bulunan
güç,
vasıta
ve
kolaylıklar
kamu
görevlisini
suç
işlemeye
yöneltebilir95. Bundan başka kamu görevlileri tarafından veya kamu görevlileri
aleyhine işlenen tüm bu suçlar dolayısıyla sonuç olarak devlet idare ve
mekanizması tehlikeye maruz kalır. İşte kamu görevlisi sıfatına ceza
kanunlarının uygulanmasında verilen önem bundan ileri gelmektedir96.
Kamu görevlisi (memur) sıfatı, genel ceza hukukunu bir de kamu
görevlilerinin ayrıcalıklı bir yargılama yöntemine tabi tutulmaları bakımından
ilgilendirir97. Gerçekten 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin
Yargılanması Hakkında Kanuna (KGYHK) göre kamu görevlilerinin görevleri
nedeniyle işledikleri suçlarından dolayı önce idarî mercilerce soruşturma izni
verilmedikçe savcılık tarafından kamu görevlisi aleyhine doğrudan doğruya
soruşturmaya girişilemez ve kamu davası açılamaz.
b) 765 sayılı TCK’ da kamu görevlisi kavramı
Yürürlükten kalkan 1926 tarihli ve 765 sayılı Türk Ceza Kanununun
279 uncu maddesi kamu görevlisini tanımlamakta idi. Bu maddenin birinci
fıkrasına göre; “ceza kanununun tatbikatında: 1.Devamlı veya muvakkat
surette teşrii, idarî veya adlî bir amme vazifesi gören devlet veya diğer her
türlü amme müesseseleri memur, müstahdemleri; 2.Devamlı veya muvakkat,
ücretsiz veya ücretli, ihtiyarî veya mecburi olarak teşrii, idarî veya adlî bir
amme vazifesi gören diğer kimseler memur sayılır.” Maddenin ikinci fıkrasına
94
Sahir Erman, a.g.e., s.236, Muhtar Çağlayan, “Ceza Tatbikat ve Takibatında Memur, Memur
Sıfatının Ceza Hukuku ile Olan Münasebeti”, İdare Dergisi, S.259, 1959, s.40.
95
Cemil Halit Bengü, “Ceza Tatbikatında Memur”, Siyasi İlimler Mecmuası, S.158, 1944, s.122.
96
Sahir Erman, a.g.e., s.237; Muhtar Çağlayan, a.g.e., s.40.
97
Sahir Erman, a.g.e., s.270.
42
göre: “Ceza kanununun tatbikatında amme hizmeti görmekle muvazzaf
olanlar: 1.Devamlı veya muvakkat surette bir amme hizmeti gören Devlet
veya diğer amme müessesesinin memur ve müstahdemleri; 2.Devamlı veya
muvakkat, ücretli veya ücretsiz ihtiyarî veya mecburi surette bir amme
hizmeti gören diğer kimselerdir.”
Yasa koyucu, birinci fıkrada iki bent halinde kamu görevi yapanları
açıklayıp bunları memur saydığını bildirmiş, ikinci fıkranın bentlerinde ise
kamu hizmeti yapanları açıklamıştır. Böylece kamu hizmeti yapanları, memur
sayılanların dışında tutmuş, bunları memur saymamıştır. Yasa, memur
sayılanlarla sayılmayanları ayırmak için kamu görevi ve kamu hizmeti
kıstasını getirdiği halde, idare hukuku kurallarına göre çözülmesi gereken bu
kavramları tanımlamamış bunu öğreti ve uygulamaya bırakmıştır98. Öğretide
kamu görevi ve ceza hukukunda memur kavramları ile ilgili değişik kıstaslar
ileri sürülmüş, bunlara göre de değişik tanımlamalar yapılmıştır. Yine kamu
görevi ile kamu hizmeti kavramları arasındaki farkları açıklayan çeşitli teoriler
vardır. Amaç teorisi, idare-işletme teorisi, takdir hakkı teorisi, fikri-maddi
faaliyet teorisi gibi. Bunlardan hukukumuzu en çok etkileyen, süreklilik
göstermemekle birlikte Yargıtay’ın kimi kararlarına da99 yansıyan amaç
teorisi
taraftarlarına
göre;
kimi
görevler
devletin
yerine
getirmek
zorunluluğunda olduğu aslî görevlerdir. Bunları yapanlar kamu görevlisidir,
yani memurdur. Kimi görevler ise yalnızca kamu için faydalıdır. Devlet bunları
98
Çetin, a.g.e., s.42.
Yargıtay Kararları: Özel Daire 4.3.1947, 173–116 “Amme vazifesi, devlet tarafından amme
menfaatleri için tahakkuk ettirilmesi zaruri görülen faaliyetlerdir. Devletin devlet olarak tahakkuk
ettirmek mecburiyetinde olduğu işlere taalluk etmeyen, bunlara fer’i olarak da bağlı bulunmayan
faaliyetler amme hizmeti olarak kabul edilmiştir. Amme vazifesi, devletin nüvesini teşkil eder. En
bariz vasfı zaruri oluşu, yani devletin bu vazifeyi zaruri olarak yerine getirmek ödevinde olmasıdır.
Amme hizmetleri ise devletin ihtiyari olarak kendi faaliyet sahasında aldığı işlerdir. Bunlarda,
öbürlerinde mevcut zaruret vasfı yoktur. Devlet bunları cemiyet refahı için yerine getirir.” ; 4.Ceza
Dairesi, 28.6.1993, 3652/5219 “….devlete ait bu tür kuruluşlarda (Milli Piyango İdaresi) çalışanların
Ceza Kanunu uygulamasında memur sayılabilmesi için öncelikle bu kuruluşun devletin gayesi gereği
yerine getirmek zorunluluğunda olduğu bir işi (kamu görevi) yapması gerekir. Milli Piyango İdaresi
kamu görevi yapan bir kuruluş olmadığından personeli memur sayılmaz.”
99
43
yapmak zorunluluğunda değildir. Dilerse, bunları kendi çalışma alanına alır.
Bu görevleri yapanlar kamu hizmetlisidir, yani memur değildir100.
c) 5237 sayılı TCK’ da kamu görevlisi kavramı
5237 sayılı yeni Türk Ceza Kanunu101, eski 765 Sayılı Türk Ceza
Kanunu madde 279’daki tanımdan ve hatta “memur” teriminden vazgeçmiş,
bunun yerine “kamu görevlisi” terimini tercih ederek, yeni bir tanımlama
getirmiştir. Türk Ceza Kanununun genel hükümler başlığını taşıyan birinci
kitabının “Tanımlar” başlıklı 6 ncı maddesinde “kamu görevlisi” terimi
tanımlanmıştır. 6ncı maddenin birinci fıkrasının (c) bendine göre: “Ceza
kanunlarının uygulanmasında: c) Kamu görevlisi deyiminden; kamusal
faaliyetin yürütülmesine atama veya seçilme yoluyla ya da herhangi bir
surette sürekli veya geçici olarak katılan kişi anlaşılır102. İlgili madde
gerekçesinde de, “Bu madde metninde, kanunda kullanılan bazı kavramlar
tanımlanmaktadır…...765 sayılı Türk Ceza Kanunundaki “memur” tanımının
doğurduğu sakıncaları aynen devam ettirecek nitelikte olan memur tanımı,
tasarı metninden103 çıkarılarak, memur kavramını da kapsayan “kamu
görevlisi” tanımına yer verilmiştir.
Yapılan yeni tanıma göre, kişinin kamu görevlisi sayılması için
aranacak yegâne ölçüt gördüğü işin bir “kamusal faaliyet” olmasıdır,
denilmektedir104.
Görüldüğü
gibi
Yeni
Türk
Ceza
Kanunu
memur
kavramından ve tanımından tamamen vazgeçmiş bunun yerine “kamu
görevlisi” terimini benimsemiş ve bunun da tanımını yapmıştır. Artık yeni TCK
100
Çetin, a.g.e., s.43–44.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, TBMM Genel Kurulunda 26.09.2004 tarihinde kabul edilmiş olup,
12.10.2004 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanmış ve 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
102
Zekeriya Yılmaz, Yeni Türk Ceza Kanunu, Ankara; 2004. s.84.
103
Türk Ceza Kanunu Tasarısının tanımlar başlıklı 4 üncü maddesinde: “Ceza Kanunlarının
uygulamasında: 4. Memur: Memur deyiminden; a)Sürekli Devlet veya geçici olarak yasama görevi
veya idari veya adli bir kamu görevi yapan Devlet veya diğer her türlü kamu kurum ve kuruluşlarının
memur ve ya hizmetlileri, b)Sürekli veya geçici, ücretli veya ücretsiz, mecburi veya ihtiyari olarak
yasama görevi veya idari veya adli bir kamu görevi yapan diğer kimseler anlaşılır.” Türk Ceza
Kanunu Tasarısı, s.234-235.
104
Zekeriya Yılmaz, a.g.e., s.85.
101
44
kamu görevi-kamu hizmeti tartışmalarını, memur, sözleşmeli ve geçici
personel ayrımlarını bir tarafa bırakmıştır. Eski TCK kapsamında kamu
görevini yapanlar ile kamu hizmeti ile görevli sayılan kimseler artık yeni
düzenleme ile TCK anlamında kamu görevlisi sayılacaklardır. Yani kamu
otoritesi (devlet) adına yürütülen bir faaliyetin icrasına kamu hukuku usulüne
göre iştirak eden herkes kamu görevlisidir. Kamu görevlisinin bu göreve
seçimle veya tayin yoluyla getirilmesinin, sürekli veya geçici olarak bu görevi
üstlenmesinin, bu görev nedeniyle kişiye para veya sair bir menfaat temin
edilip edilmemesinin bir önemi yoktur. Bu itibarla, yeni TCK’ da kamu
görevlisi kavramı, memur kavramından daha geniş bir anlam muhtevasına
sahiptir. Yapılan faaliyetin niteliği kamusal faaliyet olduktan sonra bu faaliyete
katılan herkes kamu görevlisidir105.
Ancak burada da “kamusal faaliyet” teriminin belirlenmesi sorunu
karşımıza çıkmaktadır. Hangi faaliyetlerin kamusal faaliyet kabul edileceği
tartışmalıdır. Gerçi bu konuda kanun maddesi gerekçesinde bir açıklama
yapılmıştır. Gerekçeye göre, “kamusal faaliyet, Anayasa ve kanunlarda
belirlenmiş olan usullere göre verilmiş olan bir siyasal kararla, bir hizmetin
kamu adına yürütülmesidir. Bu faaliyetin yürütülmesine katılan kişilerin maaş,
ücret veya sair bir maddi karşılık alıp almamalarının, bu işi sürekli, süreli veya
geçici olarak yapmalarının bir önemi bulunmamaktadır. Bu bakımdan,
örneğin mesleklerinin icrası bağlamında avukat veya noterin kamu görevlisi
olduğu hususunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Keza kişi, bilirkişilik,
tercümanlık ve tanıklık faaliyetinin icrası kapsamında bir kamu görevlisidir.
Askerlik görevi yapan kişiler de kamu görevlisidirler. Bu bakımdan örneğin bir
suç
vakıasına
müdahil
olan,
bir
tutuklu
veya
hükümlünün
naklini
gerçekleştiren jandarma subay veya erleri de, kamu görevlisidirler. Buna
karşılık, kamusal bir faaliyetin yürütülmesinin ihaleye dayalı olarak özel hukuk
kişilerince üstlenilmesi durumunda, bu kişilerin kamu görevlisi sayılmayacağı
105
İzzet Özgenç, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi (Genel Hükümler), 3. Bası, Ankara; 2006, s.97–
107; İsmail Malkoç, Açıklamalı Yeni Türk Ceza Kanunu, 1. Cilt, Ankara; 2005, s.26; Ersan Şen,
Yeni Türk Ceza Kanunu Yorumu, 1. Cilt, İstanbul; 2006, s.22–25.
45
açıktır.” şeklinde açıklama getirilmiştir. Ancak burada bir bilinmeyenle başka
bir bilinmeyen tanımlanmaya çalışılmıştır. Kanaatimce zaman içerisinde bu
kanun maddesi ve “kamu görevlisi” deyimi doktrinde tartılaşacak ve yargı
organlarınca da içtihatlar geliştirilecektir.
46
II. BÖLÜM
KAMU GÖREVLİLERİNİN MALİ BAKIMDAN SORUMLULUĞU
A.
KİŞİSEL
KUSUR-GÖREV
KAVRAMLARI
IŞIĞINDA
KUSURU
KAMU
VE
HİZMET
GÖREVLİLERİNİN
KUSURU
MALİ
SORUMLULUĞU
1- Kavramların Tanımı ve Özellikleri
Bir kamu hizmetinin yürütülmesi sırasında kişilere verilen zarar, kamu
görevlisinin görevinde kullandığı yetkilerden ve resmi sıfatından ayrılamıyor,
aksine bunlarla sıkı sıkıya ilgili ve bağlantılı biçimde doğuyor ise, personel
bakımından "görev kusuru" olarak tanımlanan bu kusurun, idare yönünden
nesnel nitelik taşıyan "hizmet kusuru" kapsamında idare hukuku esaslarına
tabi olduğu, gerek öğretide gerekse yerleşik yargısal içtihatlarla kabul
edilmiştir.106
Anayasa, memurların üçüncü kişilere karşı sorumluluğu açısından
“güvence” sistemini getirmiştir (md.129). Buna göre, tazminat davalarının
kamu görevlisine karşı değil, yönetime karşı açılması gerekecektir.
Anayasanın salt bu kuralını uygulamak, kamu görevlilerinin yetkilerini
kullanırken, kin, garez, husumet gibi duygular altında hareket ederek,
yetkilerin kullanılması ile ilgili olmayan, ağır ve hizmetten ayrılabilen kişisel
kusurlarını, “kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan”
saymak, amacı aşan bir yaklaşım olur. Kamu görevlisinin yetkisini kullanırken
işlediği kusur, özellikle suç düzeyine ulaşmış ise, Anayasanın öngördüğü
güvence sisteminin bu gibi durumları da kapsadığı söylenemez ve bu kamu
görevlisine karşı, adliye mahkemesinde tazminat davası açılabilir.
106
Cüneyt Ozansoy, “Tarihsel ve Kuramsal Açıdan İdarenin Kusurdan Doğan Sorumluluğu”,
Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara; 1989, s. 330.
47
Kamu görevlisinin görev ve yetkilerinden, resmi sıfatından ayrılabilen,
idari olma niteliğini yitiren eylem ve işlemleri, yukarıda belirtilen Anayasal
korumanın dışında kalmaktadır ve dolayısıyla, doğrudan doğruya kamu
görevlisine karşı şahsi kusuruna dayanılarak adli yargı yerinde tazminat
davası açılabilir.
Bu anlamda Danıştay İdari Dava Dairesinin 2003/91 sayılı Kararında
belirtildiği üzere; hizmet kusurunun görünümleri uygulamada üç şekilde
karşımıza çıkmaktadır. Bunlar;
-
Hizmetin kötü işlemesi,
-
Hizmetin geç işlemesi,
-
Hizmetin hiç işlememesi,
şeklinde ifade edilmiştir.
Konunun uygulama bakımından daha da belirginleşmesi amacıyla
yargı kararlarında yer alan hizmet kusuruna ilişkin örnekler de büyük bir
önem taşımaktadır. Bu konuya ilişkin örneklere değinilecek olursa; Sosyal
Sigortalar Kurumu Hastanesinde tedavi görmekte iken, doktor kıyafeti giymiş
bir kişi tarafından tecavüz girişiminde bulunulan davacının manevi zararının
idarece tazmin edilmesi gerektiği hakkında Danıştay tarafından; “hastanede
gece
güvenlik
görevlisi
ve
otomatik
gözetleme
ve
kontrol
cihazı
bulunmadığının, aynı hastanede bu olaydan bir süre önce 28.5.1996
tarihinde benzer bir olayın meydana gelmesine rağmen hastane yetkililerince
bu tür olaylara karşı önleyici ve caydırıcı hiçbir güvenlik tedbirinin
alınmadığının, davacının yattığı odanın penceresinin yere çok yakın
olmasına
rağmen
pencerelerde
emniyet
tedbirlerinin
bulunmadığının
anlaşıldığı, Yataklı Tedavi kurumlarında sağlık hizmetlerinin yanında hasta
kabul hizmetleri, hasta ziyaretleri, idari ve teknik hizmetler, nöbet esasları,
yemekhane hizmetleri, hasta refakatleri, emniyet ve güvenlik hizmetleri gibi
sağlık hizmetleriyle yakından ilgisi bulunan birçok hizmetin gereği gibi yerine
getirilmesi bu arada, özellikle hastanede yataklı tedavi görmekte olan
hastaların yangın, deprem, silahlı saldırı gibi her türlü tehdit ve tehlikeye karşı
48
huzur ve güven içinde bulunabilmeleri için gerekli emniyet ve güvenlik
tedbirlerinin alınması hastane yönetimini önem arz eden görevlerinden
olduğu… davalı idarenin hizmet kusuru işlediğinin açık olduğu… yukarıda
özetlenene gerekçelere dayalı olarak verilen… İdare Mahkemesinin… tarih
ve … sayılı kararı, usul ve hukuka uygun olup, bozma nedeni bulunmadığı
anlaşıldığından, temyiz isteminin reddine ve anılan kararın onanmasına…”
yönünde karar verilmiştir.
107
Bu kararda Yüksek Mahkeme tarafından,
idarenin sorumluluk kapsamını genişleten bir yorum yapılmıştır.
Hizmet kusuru kavramına ilişkin olarak bir başka kararında da Yüksek
Mahkeme tarafından; “…Anayasanın 125 inci maddesinde, idarenin kendi
eylem ve işlemlerinden doğan zararları ödemekle yükümlü olduğunun hükme
bağlandığı, idarenin yürütmekle görevli olduğu bir hizmetin kuruluşunda,
düzenlenişinde veya işleyişindeki nesnel nitelikli bozukluk, aksaklık veya
boşluk olarak tanımlanabilen hizmet kusurunun; hizmetin kötü işlemesi, geç
işlemesi veya hiç işlememesi hallerinde gerçekleştiği ve idarenin tazmin
yükümlülüğünün doğmasına yol açtığı, İdare Hukuku ilkeleri ve Danıştay’ın
yerleşik içtihatlarına göre, zarar gören kişinin hizmetten yararlanan
durumunda olduğu ve hizmetin riskli bir nitelik taşıdığı hallerde, idarenin
tazmin yükümlülüğünün doğması için, zararın, idarenin ağır hizmet kusuru
sonucu meydana gelmiş olması gerektiği…”108 yönünde karar verilerek
hizmet kusuru kavramı uygulama bakımından daha da belirgin hale
getirilmiştir.
Hizmetin geç işlemesi halinin daha iyi anlaşılması bakımından bir
örnek verilmesi gerekirse, Danıştay 5 inci Dairesinin; “… davacının göreve
başladığı 29/12/1997 tarihinde 20 adet boş…uzman kadrosu olduğu, üç yıllık
yetişme döneminden sonra… uzman yardımcısı olarak görev yapan
personelin 15/11/2001 günü tezlerinin değerlendirildiği, 23/11/2001 tarihinde
sözlü savunma sınavına tabi tutulduğu ve başarılı olduğu ve atamaya hak
107
108
Danıştay 10 D. 9/2/2000 tarihli ve E. 1998/4977, K.2000/380 sayılı Kararı.
Danıştay İDD. 7/3/2003 tarihli ve E.2002/716, K.2003/91 sayılı Kararı.
49
kazandığı, uzman kadrosunun zaman içinde iptal edildiği gerekçesiyle elinde
boş olan uzman kadrolarından 3 üne 1/2/2002 tarihinde (3) personelin
atamasının yapıldığı, kalan personelin ise durumlarına uygun boş özürlüler
uzmanlığı kadrosu olmadığı gerekçesiyle atamalarının yapılmadığı … ihtiyacı
nedeniyle… uzman yardımcılığı sınavını açan bir kurumun uzmanlığa
atanma safhasına kadar kadrolarını hazır bulundurması gerektiği… idarenin
sınavla aldığı uzman yardımcılarının üç yıl gibi uzun bir yetiştirme süresinden
geçirdiği göz önüne alındığında, üç yıllık sürede kadroların hazırlanması
mümkün iken, bütün bunlar yapılmaksızın durumlarına uygun boş kadro
bulunmadığı gerekçesiyle uzmanlık kadrosuna atamasının yapılmamasında
hukuka uyarlık bulunmadığından; idarenin kadroların hazırlanmasında
gereken özeni göstermediği, hizmetin geç işlemesi nedeniyle davacının
uzmanlık
kadrosuna
birlikte
sınava
girip
kazandığı
emsali
uzman
yardımcılarından daha geç atanmasında idarenin hizmet kusuru olduğu
anlaşıldığından,
davacının
bu
nedenle
oluşan
zararlarını
ödemekle
yükümlüdür…” yönündeki kararı belirtilebilir.109 Yüksek Mahkeme tarafından
verilen bu Kararda, yetiştirilmek üzere işe alınan ancak yeterlilik süresinde
başarılı
olunduğu
sürüncemede
halde
zamanında
bırakılması
idarenin
yapılmayan
atama
sorumluluğu
işlemlerinin
kapsamında
değerlendirilmiştir.
Görev kusuru, daha çok kamu görevlisinin görevinden ayrılamayan
kişisel kusuru olarak kendini gösterir. Bu kişisel kusur, görev içinde ve
dolayısıyla idarenin ajanına yüklediği ödev, yetki ve araçlarla işlenmektedir.
Kişisel kusurda ise; kamu görevlisinin eyleminde açıkça ve kolayca
görevinden ayrılabilen tasarruf ve hatalar görülür. Bir başka söyleyişle kişisel
kusurda idare nam ve hesabına hareket eden bir kamu görevlisinin idareye
atıf ve izafe olunacak yerde, doğrudan doğruya kendi şahsına isnat olunan
ve kişisel sorumluluğunu intaç eden hukuka aykırı eylem ve işlemleri
belirgindir ve burada kamu görevlisi zarar doğurucu eylemini kamusal görevin
109
Danıştay 5 D. 8/7/2005 tarihli ve E.2003/6682, K.2005/3464 sayılı Kararı.
50
yerine getirilmesi saiki ile ancak salt kişisel kusuru ile işlemiştir. Gerek
öğretide gerek yargısal kararlarda personelin kişisel eylem ve davranışları
idari eylem ve işlem sayılmamış, kişisel kusura dayanan davaların inceleme
yerinin adli yargı olduğu, hasmının da kişinin kendisi olduğu kabul
edilmiştir.110 Diğer yandan, Uyuşmazlık Mahkemesinin 5/3/1966 gün ve
65/64-1966/1 karar sayılı kararı ve aynı görüşün devamı niteliğinde 1982
Anayasası döneminde de verdiği 17/3/1986 gün ve 1985/20-1986/27 sayılı
kararında "dikkatsizlik, tedbirsizlik ve meslekte acemilik nedenleriyle verilen
zararlarda ancak şahsi kusurun söz konusu olacağı", "idarenin ajanı
durumundaki kişilerin şahsi kusurları yönünden kendilerine açılan tazminat
davalarının adli yargı yerinde görülmesi gerektiği" ilkesi benimsenmiştir.111
Yargı kararlarının, otuz gün içinde kamu görevlilerince yerine
getirilmemesi durumunda, idare aleyhine dava açılabileceği gibi, kararı yerine
getirmeyen kamu görevlisi aleyhine de tazminat davası açılabilir. Yargı
kararlarının uygulanmamasından dolayı kamu görevlileri sorumludurlar. Yargı
kararlarını kasten yerine getirmeyen kamu görevlileri, bu durumdan kişisel
olarak
sorumludurlar.
Yargı
kararlarını
uygulamamak
kişisel
kusur
sayıldığından, tazminat davası adli yargı mercilerinde açılacak ve haksız fiil
kuralları uygulanacaktır.112
İdari yargı yerlerince verilen yürütmenin durdurulması kararlarını
uygulamayan kamu görevlisi hakkında adli mahkemelerde tazminat davası
açılabilecektir. Açılan bu davalarda kişisel kusurun varlığının tespiti için idari
yargıda
konuyla
ilgili
olarak
iptal
kararının
verilmesinin
beklenip
beklenmeyeceği bir sorun olarak ortaya çıkabilir. Diğer bir ifadeyle, iptal
110
Tekinay, Akman, Burcuoğlu, Altop, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul; 1988 bası, s.
681.
111
Cüneyt Ozansoy, a.g.t., s.247 vd.
112
"Somut olayda, davacı tarafından alınan idari yargı kararlarının uygulanmadığı tartışmasızdır.
Tartışmalı olan yön davanın kamu kurumu olan belediye aleyhine mi, yoksa kararı uygulamayan
kamu görevlileri aleyhine mi yöneltileceği noktasında toplanmaktadır. Yukarıya alınan Anayasal ve
yasal düzenlemeler davanın idare aleyhine açılabileceği gibi, kamu görevlisi aleyhine de
açılabileceğini öngörmektedir. Davacı isterse, idari yargı yerinde kurum aleyhine de dava açabilir. "
(Yargıtay 4.Hukuk Dairesi, 9.6.1999 tarihli ve E.1999/3555; K.1999/5498 sayılı karar)
51
kararı
"bekletici
hükmedebilmek
sorun"
için,
sayılarak,
yürütülmesi
kamu
personelinin
durdurulan
idari
sorumluluğuna
kararın,
iptali
de
beklenecek midir? İdari yargı yerlerince verilen yürütmenin durdurulması
kararları, diğer kararlar gibi bir yargı kararı olduğundan sadece bu karara
uymamak sorumluluk için yeterlidir. Ayrıca, iptal kararının verilmesini
beklemeye gerek yoktur. Yapılan yargılama sonunda yürütülmesinin
durdurulmasına karar verilen idari işlemin hukuka uygun olduğu anlaşılsa ve
iptal kararı verilmese bile yürütmenin durdurulması kararını uygulamayan
kamu görevlisinin sorumluluğu ortadan kalkmaz ve yine yargı kararını
uygulamama sorumluluğu altına girmiş olur. Yargıtay ve Danıştay tarafından
bu yönde verilen kararlar 1979 yılından bu yana istikrarlı hale gelmiştir.
Yargı kararlarının uygulanmamasında mali sorumluluk - cezai
sorumluluk ayrımına da değinmek gerekir. Mali sorumluluğun, zarar görenin
zararının giderilmesi amacına yönelmesine karşın cezai sorumlulukta kişi
genellikle hürriyeti bağlayıcı bir müeyyide ile karşı karşıya kalmaktadır. Kamu
görevlilerinin görevleri sırasında veya görevleri dolayısıyla yaptıkları işlem ve
eylemlerinden doğan cezai sorumlulukları öteden beri idari makamların
muhakemeyi lüzum görmelerine ya da bir üst amirin iznine bağlı kılınmışken,
mali sorumluluk konusunda böyle bir engelleme ve sınırlama söz konusu
değildir. Mali sorumlulukla ilgili işlemler genel hükümlere göre serbestçe
yürütülmektedir. Dolayısıyla yargı kararını uygulamayan kamu görevlileri
aleyhinde tazminat davası açılması için üst amirden izin alınmasına gerek
yoktur.
Kamu görevlilerinin hukuksal yönden iki çeşit sorumluluğu vardır.
Bunlardan
biri
“yönetilenlere
karşı”
diğeri
“yönetime
karşı’’
olan
sorumluluklarıdır. 657 sayılı Kanunun 12 nci ve 13 üncü maddelerinin
uygulanmasını göstermek üzere, Bakanlar Kurulu 1983 yılında bir de
yönetmelik çıkarmıştır. Bu yönetmelik, memurların kişilere ve yönetime karşı
mali sorumluluklarını düzenlemektedir.
52
2- Kamu Görevlilerinin Kusura Dayalı Sorumlu Olduğu Hukuk Süjeleri
b) Yönetilenlere Karşı Sorumluluk
Devlet Memurları Kanununun 13 üncü maddesine göre “Kişiler, kamu
hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan ötürü, bu
görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava
açarlar. Kurumun genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı
saklıdır” Devlet Memurları Kanununun getirdiği sistem, hem memuru hem de
yönetilenleri koruyan bir sistemdir. Yönetilenler, karşılarında ödeme gücü
olan yönetimi bulmakta, memur ise yönetilenlerin dava açma tehdidinden
kısmen de olsa uzaklaşmaktadır.
Devlet Memurları Kanunu yürürlüğe girdikten sonra da eskiden olduğu
gibi, kamu görevlilerinin hizmetten ayrılabilen kişisel kusurlarından dolayı
açılan tazminat davalarına adliye mahkemelerinde bakılmıştır. Nitekim
Anayasa Mahkemesi de bir kararında, Devlet Memurları Kanununun 13 üncü
maddesini “personelin kişisel eylem ve kusurları ile verdikleri zararlardan
dolayı kişiler tarafından aleyhlerine Adliye Mahkemelerinde açılabilecek
tazminat davalarını önleyen ve kaldıran bir hüküm” olarak görmemiştir. Bu
görüş genel olarak, hem yargı yerlerince, hem de öğretide benimsenmiştir.
b) Yönetime Karşı Mali Sorumluluk
Memurların
yönetime
karşı
mali
sorumlulukları
vardır.
Devlet
Memurları Kanununun 12 nci maddesindeki düzenlemeye göre, memurların
yönetime karşı olan mali sorumlulukları aşağıdaki gibi özetlenebilir.
a) Devlet memurları kasıt, kusur, ihmal veya tedbirsizlikleri sonucu
yönetime karşı verdikleri zararlardan kişisel olarak sorumludurlar.
b) Memurun yönetime verdiği zarar “rayiç bedel” üzerinden hesap
edilir.
53
c) Zararın ödettirilmesi için genel kurallara göre memura karşı dava
açılır.
d) En alt derecedeki memurun brüt aylığının yarısını geçmeyen
zararlar, memurun kabul etmesi halinde, disiplin üstü veya disiplin kurulunun
kararına göre ilgili memurca ödenebilir.
Yönetimin
memura
karşı
olan
tazminat
isteklerini,
yönetimin
kendiliğinden yerine getirmesine yargı içtihatları müsaade etmemektedir.
Danıştay içtihadı birleştirme kararlarında da belirtildiği üzere, yönetimin bir
memurun maaşından kendiliğinden kesinti yapması mümkün değildir.
Yönetimin memurdan elde edemediği tazminat istekleri için, adliye
mahkemesine başvurması ve memura karşı tazminat davası açması
gerekmektedir. Adliye mahkemeleri de bu gibi hallerde haksız fiil esaslarını
uygulamaktadır.
Yönetimin memurdan tazminat istemesinin bir nedeni de, memurun
yönetilenlere
verdiği
zarardan
dolayı,
yönetimin
tazminata
mahkûm
edilmesidir. Bu gibi durumlarda, yönetim memura “rücu” edebilir. Memurun
kişisel kusurundan dolayı, yönetimin bireylere ödediği tazminatı, memurdan
geri alabilmesi için, memura karşı adalet mahkemelerinde dava açması
gerekir. Yönetim bu tür alacağını kendiliğinden alamaz; başka bir deyişle
memurun aylığından kesemez; kesebilmesi için yasalarla açıkça yetkili
kılınması gerekir. Bizim hukuk sistemimize göre, yönetim yasalarla yetkili
kılınmadıkça, hiç bir işlem ya da eylemde bulunamaz, kendi hakkını kendisi
alamaz.113
Kamu hizmetiyle ilgili zararlarda devlet birinci derecede sorumludur.
Anayasanın 129 uncu maddesinin beşinci fıkrasında; "Memurlar ve diğer
kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan
113
Cüneyt Ozansoy, a.g.t., s.250.
54
tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği
şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir." kuralı
getirilmiştir. Anayasanın bu hükmü tüm kamu personelini içermekte olup,
kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak, zarara uğrayan kişilerin
açacakları tazminat davalarında pasif husumeti düzenleyen usuli bir kural
niteliğindedir. 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun yukarıda açıklanan 13
üncü maddesi de aynı doğrultudadır. Bu bağlamda; anılan maddeler ile yasa
koyucunun, memur ve kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken, işledikleri
fiillerden dolayı haklı haksız yargı önüne çıkarılmalarını önlemek ve kamu
hizmetinin sürekli, eksiksiz görülmesini sağlamak, mağdur için de daha
güvenilir bir tazminat sorumlusu tespit etmek amacını güttüğü söylenebilir.
Ne var ki, personelin kişisel eylem ve davranışlarının idari eylem ve işlem
sayılmadığını da belirtmek gerekir. Anayasanın 125 inci maddesinin son
fıkrasında "İdare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle
yükümlüdür." denilmekte, yine Anayasanın 137 nci maddesinde "...konusu
suç olan emri yerine getiren kimsenin sorumluluktan kurtulamayacağı"
belirtilmektedir.
Görüldüğü üzere Anayasada kamu personelinin kanuna aykırı eylem
ve işlemlerinden şahsen sorumlu tutulacağı ilkesinin de ayrıca kabul edildiği
çok açıktır. Diğer yandan memur veya kamu görevlisinin tamamen kendi
iradesi ile kasten ya da yasalardaki açık hükümler dışına çıkarak ve bunlara
aykırı olarak suç sayılan eylemiyle verdiği zararlarda eylem ile kamu
görevinin yürütülmesi arasında objektif bir illiyet bağının varlığından söz
edilemez. Bu gibi hallerin 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 13 üncü
maddesinin hukuksal alanı dışında tutulduğunda şüphe olmamalıdır. Zira,
görevden kolayca ayrılabilen ve görev dışında kalan kusurlu eylem ile kamu
görevi arasındaki bağ kesilerek salt memurun ya da kamu görevlisinin kişisel
kusuru ile karşı karşıya kalınmaktadır.
Yukarda izah edildiği üzere kural olarak, kamu görevlisinin görev ve
yetkilerini kullandığı sırada doğan zararın giderilmesi istemiyle, görev
55
kusurunu kapsayan hizmet kusuru esasına dayanılarak, idari yargıda ve
ancak idare aleyhine dava açılabilecek; yargı yerince tazminle yükümlü
tutulması halinde idare, ilgili yasa kurallarının gösterdiği şekil ve şartlara
uygun olarak, sorumlu personeline rücu edebilecektir.114
İçtihatlarla kasıtlı davranışlarda tanınan seçimlik hak hariç, memurlar
ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan
doğan tazminat davaları, kendilerine ulaştırılmak kaydıyla ve kanunun
gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine tam yargı
davası yoluyla idari yargıda açılabilir. Kusur sorumluluğuna dayanan bu
uygulama yanında, idarenin kusursuz sorumluluk esasına göre sorumlu
tutulduğu haller de söz konusudur.
3- Kamu Görevlisine Rücu Sorunu
a) Rücu hakkında genel bilgi
Özel hukukta rücu hakkı, başkasına ait bir borcu yerine getiren kişinin
malvarlığında meydana gelen kaybı gidermeye yönelen tazminat niteliğinde
bir talep hakkı olarak tanımlanmaktadır.115 Yani genel olarak rücu, bir üçüncü
şahsa karşı yükümlülük altına girerek mal varlığında azalma meydana gelen
şahıs ile dahili ilişkisi bulunduğu yükümlülüğün gerçek sahibi olan şahıs
arasında bozulan mali dengenin yeniden tesisine yönelen bir haktır. O halde
rücu davası da başkasına ait bir borcu yerine getiren kişinin, bu borcun
karşılığının, borcun asıl sahibinden tazminat olarak alınması davasıdır.
114
115
Cüneyt Ozansoy, a.g.t., s.330 vd.
Ahmet Kılıçoğlu, Kanuni Halefiyet, Ankara; 1979, s.13.
56
Kamu görevlilerinin verdikleri zararları ödeme güçlerinin bulunmaması
nedeniyle karşılayamamaları, devletin ilgiliye dönmesi koşulu ile bu zararları
ödemesi fikrinin doğmasını sağlayan bir etkendir.116
İdarenin sorumluluğu alanında kamu görevlisinin kişisel kusurundan
kaynaklanan zarar – bu zararın tazmini için doğrudan kamu görevlisi hedef
alınır ve adli yargıda dava açılır – ile idarenin hedef alındığı ve idari yargıcın
idari yargının görev
alanına giren hizmet kusurundan kaynaklanan
sorumluluk arasında fark vardır. İdare öncelikle zararı tazmin eder ve fakat
daha sonra kusuru bulunan kamu görevlisinden, ödediği miktarın bir kısmını
kusuru oranında geri alır. Bu borcun ödenmesi sistemi, rücu davası yoluyla
gerçekleştirilir.117
İdarenin
sorumluluğunda
esas
olan,
hizmet
kusuru
nedeniyle
sorumluluktur. Ancak idarenin, kamu personelinin kusurundan kaynaklanan
zararlarda, söz konusu personelin kusurlu olduğu iddiasıyla tazmin
yükümlülüğünden kurtulması zararın muhatabı açısından büyük haksızlıklar
ve olumsuzluklar içermesi dolayısıyla, bu zararlardan da idarenin birinci
derecede sorumlu olacağı esası kabul edilmiştir.118
Kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken, kusurlu davranışları ile
sebep oldukları zararların idare tarafından tazmin edilmesinden sonra,
idarenin kusurlu kamu görevlisine rücuu da esas olarak özel hukuktaki rücu
hakkı ile aynı mahiyettedir. Ancak burada rücunun neticesi sadece idare ile
kamu görevlisi arasında bozulan mali dengenin yeniden tesisi değildir. Aynı
zamanda
devletin
bulunmaktadır.
Her
kamu
görevlisine
şeyden
önce
rücuunun
rücu,
kamu
başka
neticeleri
görevlisinin
de
kişisel
sorumluluğunun devam etmesine yol açmaktadır. Her ne kadar kamu
116
Zuhal Bereket Baş, “Görev Kusuru ve Rücu Sorunu”, Kamu Personeli Sorunları Konulu İdare
Hukuku Sempozyumu, Anadolu Üniversitesi Yayınları, Eskişehir; 2004, s.67.
117
E. Ethem Atay, “AB Ülkelerinde İdarenin Sorumluluğunun Temel İlkeleri”, Sorumluluk ve
Tazminat Hukuku Sempozyumunda Sunulan Tebliğ, Gazi Üniversitesi, Ankara; 2009.
118
E. Ethem Atay, İdare Hukuku, s.139.
57
görevlisinin kusurlu davranışı aslında idareye atfedilebilen kusurlu bir eylem
veya işlem niteliğinde ise de bu eylem ve işlemin doğumundaki kişisel kusuru
sebebiyle kamu görevlisinin de şahsen sorumlu tutulması gerekir. Zarar
görenin zararın bir an önce tazmini, kusurlu davranış kendisine atfedilen,
başka bir ifadeyle aynı zamanda kusurlu davranışın sahibi olan idare
tarafından yerine getirilirken; rücu müessesesi ile de zarara sebep olanın
zarardan sorumlu olması ilkesi gerçekleştirilmiş olmaktadır. Böylece hem
kamu görevlisine daha verimli çalışabileceği bir ortam sağlanmakta, hem de
kusurlu davranışından sorumlu olacağının bilincinde, keyfi ve hukuk dışı
davranışlarda bulunması önlenmiş olmaktadır.
Onar, idarenin kamu görevlisine rücu hakkının halefiyet esasından
kaynaklandığı görüşündedir.119 Yazara göre "hadisede memurun şahsına
atfolunabilecek bir kusur da mevcutsa bu takdirde idarenin memura istihlaf,
ikame ‘subrogation’ yoluyla rücu edilebileceği kabul edilmektedir. Bu gibi
durumlarda asıl borçlu idare ajanıdır. İdare üçüncü şahıs sıfatıyla, dışardan
bu borcu ödemiştir. Ancak en başta idare, kendisine tamamen yabancı olan
kişisel kusur ve davranış sebebiyle doğan zararları tazmin ediyor değil,
idarenin aslen sorumlu olduğu bir zarardır. Yani idare kendi kusurlu
davranışından sorumlu olmakla birlikte, idare ajanının sorumluluğunu üçüncü
şahsa karşı üstlenmemektedir. Dolayısıyla, rücu bakımından, zarara uğrayan
kimsenin yerine kaim olarak sorumlu idare ajanına karşı onun haklarını
kullandığı söylenemez. İdare ajanına karşı rücu sorunu devlet ile ajan
arasındaki dahili ilişki sonucunda ortaya çıkmaktadır.
Bilindiği üzere, idarenin hizmet kusuru ile ajanın kişisel kusuru yan
yana veya iç içe bulunabilmektedir. Bu gibi durumlarda, diğer bir ifadeyle
sorumluluğa neden olan zararın meydana gelmesine birden fazla eylemin
sebebiyet vermesi fakat bu eylemlerin bir kısmının hizmet kusuruna bir
kısmının da kişisel kusura yol açması halinde, zarara uğrayan kişi, bir sıra
119
S.Sami Onar, İdare Hukukunun Umumi Esasları, C. II, İstanbul; 1966, s.1209.
58
takibi zorunlu olmaksızın, dilerse hizmet kusuruna dayanarak idari yargı
yerinde idare aleyhine, dilerse de kişisel kusuruna dayanarak adli yargı
yerinde kamu görevlisi aleyhine tazminat davası açabilir. Hatta her ikisi
aleyhine de dava açması mümkündür.120 Zarar gören kişi yalnızca idare veya
yalnızca kamu görevlisi aleyhine dava açıp zararın tamamını bunların
birinden tazmin etmiş ise, zararı ödeyen taraf kusuru oranında diğer tarafa
rücu etmek hakkına sahiptir. Öte yandan, idare hukukunda bir zarar hem
kamu görevlisinin salt bireysel kusurundan hem de bir hizmet kusurundan
meydana geldiği takdirde, mağdurun idare ajanının bireysel kusuru nedeniyle
idare ajanı aleyhine tazminat davası açması pek sık karşılaşılmayan bir
durum olup, zarar gören kişi veya kişiler daha çok ödeme gücü daha fazla
olan idare aleyhine yargı yoluna başvurmaktadırlar.
Zarar doğuran bir işlem veya eylemde kamu görevlisinin salt bireysel
kusuru ile idarenin hizmet kusurunun iç içe girmesi durumunda ise, zarar
doğuran eylem tektir ve bu durumda zararı doğuran eylemin sebebi idareye
mi yoksa kamu görevlisine mi atfedilecektir. Bunun tespiti oldukça zordur.
Zarar doğuran eylem bir taraftan hizmet kusuru teşkil ederken diğer taraftan
kişisel
kusur
teşkil
etmektedir;
ancak
bu
kişisel
kusur
hizmetten
ayrılamamaktadır. Görev kusuru teşkil eden bu halde, zarar gören kişi ancak
idare aleyhine tazminat davası açabilecektir. Bir sonraki aşamada ise İdare
ödemek zorunda kaldığı tazminat için kusuru oranında zarardan sorumlu olan
kamu görevlisine karşı adli yargıda rücu davası açacaktır.
1960'lı
yıllarda
Uyuşmazlık
Mahkemesi,
idarenin
kusuru
sorumluluğunda kişisel kusur-hizmet kusuru ayrımı ve kişisel kusurda adli
yargının, hizmet kusurunda idari yargının görevli olduğu içtihadını devam
ettirdi.
Nitekim
Uyuşmazlık
Mahkemesi
bir
kararında;
Milli
Eğitim
Bakanlığı'nın lise ve ortaokul öğreniminin bir binada yapılmasına ilişkin isteği
üzerine, idarece, fenne aykırı olarak yapılmış olan lise bahçesindeki odun
120
S.Sami Onar, a.g.e., s. 1705-1706.
59
deposunun sınıf haline getirilip hizmete açılmasından sonra, burada ders
çalıştığı sırada duvarın yıkılması neticesi hayatını kaybeden öğrencinin anne
babasının açtığı davada,"...hizmetin yerine getirilmesi sırasında meydana
gelen zararın ödetilmesine ilişkin... olup, hizmet kusuruna dayanan ve
idareye karşı açılmış olan davanın Danıştay'da görülmesi... lise müdürüne
karşı açılan ve şahsi kusura dayanan davada ise özel hukuk alanını
ilgilendirmesi bakımından, adliye mahkemesi görevlidir."121 demiştir.
Uyuşmazlık Mahkemesinin bu tutumuna karşılık, doktrinin tesiriyle
Danıştay, meşhur Konuralp Kararı ile, gelişen Fransız sistemi doğrultusunda
bir karar verdi. Bir profesörün işten el çektirilmesi işlemi sebebiyle açılan
tazminat davasında idarenin "ağır hizmet kusuru" bulunduğunu belirterek onu
tazminata mahkum eden Danıştay Sekizinci Dairesi, kararın devamında
şöyle diyordu: "İptal edilen bu kararın ittihazındaki ağır hizmet kusurunun
husulüne Rektör ...'ın kişisel kusurunun da yüzde kırk nisbetinde tesiri
bulunduğu. olayın başlayış, akış ve kararın alınış ve uygulanış şekil ve
seyrinden anlaşılmasına binaen davalı idarenin tazminat miktarının yüzde
kırk nisbetinde rektörün şahsına rücu etmekte muhtar bulunmasına karar
verildi”. Sekizinci Daire bu görüşünü 10.11.1964 tarihli bir kararında da
sürdürdü.122
Bilindiği gibi 1965 tarihli Devlet Memurları Kanununun 13. maddesi
konuyla ilgili yasal düzenleme getirmiştir. Bu düzenleme ile birlikte
sorumluluk sistemi terk edilerek teminat sistemine geçilmiştir. Maddede,
personelin "kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak" üçüncü şahıslara
verdiği zararlar sebebiyle "bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil,
ilgili kurum aleyhine" dava açabileceği; ancak kurumun genel hükümlere göre
sorumlu personele rücu hakkının saklı olduğu hüküm altına alınmıştır. 13.
madde metninde rücu konusunda idareye takdir yetkisi tanınmışsa da,
121
29.04.1961, E 61/10, K 61/9, Uyuşmazlık Mahkemesi Kararları (Hukuk-Ceza) 1961-1987,
Derleyenler; İsmet Köker, İlhan Dinç, Ankara; 1988, s.45.
122
10.11.1964, E 63/9050, K 64/7824, s. 93-94.
60
gerekçede
personelin
"görevleri
dolayısıyla
idareye
vermiş
oldukları
zararlardan ötürü idareye karşı olan sorumluluğu devam etmektedir"
denilerek rücu konusunda idarenin takdir yetkisinin olmaması gerektiği ifade
edilmiştir.123
1982 Anayasasının m. 40/2 de, DMK 13. maddesinde yer alan
"kurumun genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkı saklıdır"
ifadesine benzer bir şekilde "Devletin, sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı
saklıdır"
hükmünü
benimsemiştir.
Böylece,
sorumlu
olan
ilgiliden
bahsedilerek birinci derecede devletin sorumlu olduğu zarar bakımından,
kamu görevlisinin kişisel sorumluluğunun da devam ettiği belirtilmiş; ancak bu
konuda idareye takdir yetkisi tanınmıştır. Buna karşılık kamu görevlilerinin
kusurları ile sebep oldukları zararlar için Anayasa ile getirilen yeni mali
sorumluluk sistemi bakımından genel bir hükmü ihtiva eden m. 129/5 de
"Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri
kusurlardan doğan tazminat davaları kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve
kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine
açılabilir" denilerek, rücu müessesesi, idarenin takdir yetkisinden çıkarılarak,
bağlı yetki haline getirilmiştir.
Rücu mekanizması, kamu görevlisinin kişisel sorumluluğu ile doğrudan
ilgilidir. Şayet bu mekanizma gereği gibi işletilebilirse, kanuni teminat
sisteminin kamu görevlilerinin hukuka aykırı davranışlarına pirim tanıması ve
hazinenin kamu görevlilerince dilediğince zarara uğratılması tehlikeleri
bertaraf edilmiş olacaktır. Bu sebeple mali sorumluluk hususunda genel
hüküm olan 129/5 hükmünü DMK m. 13'ten ayıran en önemli özellik belki de
rücu müessesesinin idarenin takdirinden çıkarıp, zorunlu hale getirilmesidir.
Böylece DMK m. 13'ten farklı olarak, 129/5 hükmü, kamu görevlisinin kişisel
sorumluluğunun tamamen kalkması ihtimalini bertaraf etmiş olmaktadır. Zira
idare, kişisel kusuru ile üçüncü şahıslara zarar veren kamu görevlisinin sebep
123
Bahtiyar Akyılmaz, “İdare Hukukunda Kamu Görevlisine Rücu Sorunu”, Prof.Dr.Fikret Eren’e
Armağan, Ankara; 2006, s.1049.
61
olduğu bu zararları tazmin etse bile, görevlinin, kişisel sorumluluğu tamamen
kalkmamış olmamakta, zorunlu rücu mekanizması ile zararı tazmin eden
idareye karşı devam etmektedir. DMK m. 13'ten farklı olarak getirilen bu
sistem, hem zarar görenlerin zararlarının en kısa zamanda ve tatmin edici
şekilde tazmin edememeleri tehlikesini ortadan kaldırmakta; hem de rücu
mekanizması ile kamu görevlilerinin kişisel sorumluluklarının devam
etmesine imkan tanıyarak, kamu görevlilerinin kişisel kusurlarından şahsen
sorumlu olmaları ilkesini devam ettirmekte; böylece, dengeli bir çözümü
benimsemektedir.
b) Görevli yargı yeri
Rücu müessesesi, uygulama açısından en çok tartışılan konulardan
biri olmuş ve bu konuda farklı görüşler ileri sürülmüştür.124 Bu tartışmalarda
üzerinde durulan en önemli sorun saklı tutulan rücu hakkının hangi ilkelere
göre
kullanılacağı;
başka
bir
ifade
ile
maddede
bahsedilen
genel
hükümlerden neyin anlaşılacağı ve rücu konusunda hangi yargı yerinin
görevli olacağıdır. Yazarların büyük çoğunluğu tarafından, rücu hakkının
kullanılmasında adli yargının görevli olduğu; genel hükümlerden kastın da
özel hukuk (Borçlar Kanunu) genel hükümleri olduğu ve haksız fiil
hükümlerine göre sorunun çözümlenmesi gerektiği kabul edilmektedir. Bu
görüşün savunulmasında, 12 ve 13 üncü maddelerde yer alan “genel
hükümler” ibaresinin; 12 nci maddenin gerekçesinin ve 12 nci maddenin
(2670 sayılı Kanun ile değişmeden önceki) ilk şekli olan “Devlet memurları
görevlerini dikkat ve itina ile yerine getirmek zorundadırlar. Görevleriyle ilgili
olarak idareye verdikleri zararlardan ötürü Borçlar Kanununun haksız fiil
esaslarına tabidirler”. hükmünün etkisi olmuştur. Kanun gerekçesinde,
“...Bilindiği gibi, Türkiye’de Fransa’daki durumdan farklı olarak, bu konuda
idare hukuku değil, özel hukuk uygulanmakta ve görev adli yargıya ait
sayılmaktadır. Başka bir deyimle, idare, ...rızayla elde edemediği tazminat
124
Haluk Tandoğan, Türk Mesuliyet Hukuku, Ankara; 1961, s.107-112.
62
iddiaları için adli mahkemelerde tazminat davası açmak zorundadır. Adli
mahkemeler, genel olarak bu gibi meselelerde Borçlar Kanununun 41 inci ve
müteakip maddelerindeki haksız fiil esaslarını uygulamaktadır...” ifadeleri yer
almaktadır.
Burada akla hemen şöyle bir soru gelmektedir: Kamu görevlisi dahi
olsa kural olarak gerçek kişiler aleyhine idari yargı yerinde dava
açılamayacağına göre rücu hakkı nasıl kullanılacaktır? Bilindiği üzere
Anayasa’nın 129/5 hükmü ile zorunlu rücu sistemi getirilmiştir. Bu nedenle
idare aleyhine açılacak tazminat davasında idari yargı yeri hem idarenin
sorumluluğuna hükmederken hem de varsa kamu görevlisinin kusurunu
tespit etmeli ve tazminat miktarının ne kadarından sorumlu olduğunu
belirtmelidir. Böylece bir taraftan zorunlu rücu sistemi işlerlik kazanacak,
diğer
taraftan
da
idarenin
veya
kamu
görevlisinin
kusurunun
ve
sorumluluğunun tespiti bu konuda uzmanlaşmış ve yetkili olan idari yargı
mercilerine yapılmış olacaktır. Rücu sorununu çözmeye idari yargı yerleri
yetkilidir ve bu sorunu kamu hukuku ilkelerine göre çözeceklerdir.125
Bizim hukukumuzda idare ile ajanı arasındaki ilişkide, ajanın ne
idareye doğrudan doğruya verdiği zararlarda ne de dolaylı olarak verdiği
zararlarda adliye mahkemelerinin görevli kılınması doğru sayılamaz. Çünkü,
13 üncü maddede “idare edilenlere karşı sorumluluk”ta zararı ödeyen
idarenin kusurlu devlet memuruna geri dönüşünün haksız fiil esaslarına göre
adli yargıda olacağı belirtilmemiştir. Bunu belirten 12 nci maddenin
gerekçesidir. Gerekçeler ise bağlayıcı değillerdir. Gerekçeye bağlanarak
elverişsiz bir çözümü benimsemek yerine, Kanunun engel olmadığı, ona
aykırı olmayan uygun çözümün benimsenerek kamu görevlilerinin sorumluluk
payının idari yargıda saptanması gereklidir.
125
Cüneyt Ozansoy, a.g.t., s.210.
63
c) Rücu halinde uygulanması gereken mevzuat
İdarenin kusurlu kamu görevlisine karşı rücu hakkını hangi yasal
esaslara göre kullanacağı konusunda görüş birliği bulunmamaktadır. Ancak
doktrin ve yargı mercilerinin genel eğilimi bu konuda BK 41 vd. hükümlerinin
uygulanacağıdır.126 Bu düşüncenin temelinde idarenin tazminat ödemek
zorunda kaldığı kamu görevlisinin kişisel kusurunun bulunduğu davranışının
haksız fiil niteliğinde olduğu yargısı yatmaktadır. Ancak haksız fiil, şahsi
kusur eşitliğini kabul etmek mümkün değildir. Her şeyden önce kişisel kusur
tamamen idare hukukuna özgü bir kusur çeşidi olup, kamu görevlisinin
görevi, yetkileri, hizmet araç-gereçleri ve resmi sıfatı ile ilgili olarak karşımıza
çıkan bir kusurdur. Kaldı ki rücuya konu olan kusurlu davranış, kamu
görevlisinin yetkilerini kullanırken, görevini yerine getirirken meydana gelen
bir davranıştır. Bu sebeple belli özelliklere sahip olan kamu görevlisinin böyle
bir davranışının, hizmetle, görevle, hizmet araç-gereçleri ile ve resmi sıfatıyla
doğrudan ya da dolaylı hiçbir ilgisi bulunmayan, normal vatandaş olarak
yaptığı kusurlu davranışları gibi, haksız fiil olarak nitelendirilmesi doğru
değildir. Kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlar
sebebiyle doğan zararları tazmin eden idarenin kusurlu görevliye rücu
konusunda haksız fiil esaslarının uygulanmasının imkânsızlığı, idare-kamu
görevlisi- zarar gören üçlüsünün ilişkileri göz önüne alındığında da ortaya
çıkmaktadır. Devletin zarar gören üçüncü şahsa karşı sorumlu olduğu kusurlu
davranışı, kendisine atıf ve izafe olunan bir davranıştır. Diğer bir ifadeyle,
kamu görevlisinin rücua konu olan kusurlu davranışı, idarenin idare hukuku
ilkelerine göre tazmin etmek zorunda kaldığı zarara yol açan davranıştır. O
halde idare hukuku ilkelerine göre tazmin edilen bir zarar sebebiyle zararı
tazmin eden idarenin, zarara sebep olan kamu görevlisine rücuunun da idare
hukuku ilkelerine göre olması gerekir. Zarar gören üçüncü şahıslara karşı
sorumlu tutulan idare, kamu görevlisine rücu ederken zarar görenin halefi
sıfatıyla değil kendi nam ve hesabına hareket etmektedir. İdareyle kamu
126
Fikret Eren, Borçlar Hukuku (Genel Hükümler), 1994, s.618.
64
görevlisi arasındaki dahili ilişki idare hukuku kurallarına tabidir. Rücu
ilişkisinin de bu kapsamda değerlendirilmeli; "esas kamu hukukuna ilişkinse
usulde kamu hukukuna tabi olmalıdır, kuralı uyarınca rücuda kamu hukuku
ilkeleri uygulanmalı; idari yargı denetimine tabi olmalıdır. Üçüncü şahsın
idare aleyhine açtığı tazminat davasında, kamu görevlisinin idarenin
sorumluluğuna yol açan bir kusurunun bulunup bulunmadığı, bulunuyorsa
sorumluluğunu gerektirir ölçüde ve yoğunlukta olup olmadığı, idare hukuku
kurallarına göre tayin ve tespit edilmektedir. İdari niteliği haiz olan kamu
görevlisinin kusurunun ve bunun ölçüsünün tespiti için rücu davasında,
haksız fiil hükümlerinin uygulanmak istenmesi ise hem son derece hatalıdır
hem de çelişkili bir tutum olur.127
Bu durumda, yukarıda yapılan açıklamalar ışığında, rücu sorununun
çözümünde özel hukuk hükümlerinin, yani Borçlar Kanununun ve haksız fiil
hükümlerinin uygulanması ne kamu hukuku, ne görev ilkeleri ve ne de idare
ile ajan arasındaki iç ilişkinin niteliği bakımından savunulabilir. Çünkü
memurların kişisel kusur ya da görev kusuru işlemeleri halinde idarenin zarar
görenlere ödediği tazminatı onlara rücu etmesi, “sadece yersiz ve gereksiz
olarak harcadığı parayı sorumlulardan geri almayı amaçlamayıp, aynı
zamanda bunları uyarma ve kınama niteliğinde bir yaptırım uygulamayı da
gerçekleştirmeye yönelir. Yani rücu davası, salt idarenin ödemiş olduğu
tazminatın geri alınması davası olmayıp, idare ile personeli arasındaki iç
ilişkiyi ve yükümleri belirleyen kurallar açısından, bu zarar doğurucu
davranışın “sorgulanması”nı da içermektedir.128
d) Rücuda kusur şartı
Genel olarak kabul edildiği üzere ise rücu, idari bir kararla değil, adli
yargıda açılacak bir eda davası ile gerçekleşir. Alman Anayasasında 34.
maddesinde rücu için kamu görevlisinin kastını veya ağır ihmalini aramış;
127
128
Bahtiyar Akyılmaz, a.g.m., s.1054.
Cüneyt Ozansoy, a.g.t., s.344.
65
hafif ihmal halinde rücu imkanı tanımamıştır. Aynı zamanda Devlet aleyhine
açılacak tazminat davasında olduğu gibi rücu bakımından da adli yargı yolu
açık tutulmuştur. Bizim Anayasamızın 40/2 ve 129/5. maddesinde ise böyle
bir sınırlama getirilmemiştir. Bir başka ifadeyle, rücu bakımından kusurlu
personel, sadece kasıt ve ağır ihmalinden değil; hafif ihmalinden de sorumlu
olacaktır.129 İdarenin kamu görevlisine rücuunun görevlinin ağır kusuru (kast
ve ağır ihmal) ile sınırlandırıp sınırlandırmayacağı sorunu DMK m. 13
döneminde de tartışılmıştır. Madde gerekçesindeki Fransız İdare Hukuku ile
Alman Devlet Memurları Kanunu örnek gösterilerek rücunun yargı içtihadı ile
ağır
kusur
halinde
mümkün
olması
dileği
geçmiş
dönemde
gerçekleşmemiştir.130
Kamu görevlisinin yetkilerini kullanırken sebep olduğu zararlardan,
zararlı sonucu doğuran kusurlu davranışın sahibi sıfatıyla, idarenin aslen
sorumlu olduğu dikkate alındığında kamu görevlisinin hafif ihmali ile sebep
olduğu zararlardan sadece devletin sorumlu olması gerekir. Zira günümüz
devletinde sayıları çoğalmış, teknik ve mali kapasite bakımından oldukça
gelişmiş ve risk faktörü artmış kamu hizmetlerini dikkate alacak olursak, buna
bağlı olarak altından kalkamayacağı büyük meblağlarda zarara sebep olma
riski çoğalmış kamu görevlisinin en hafif ihmalinden bile sorumlu tutmak
haksızlık olur. Bu sebeple bizde de Alman hukukundaki kuralın uygulanması
yerinde olurdu.131 Ancak şu andaki hukuki düzenlemeler karşısında bu dileğin
gerçekleşmesi mümkün değildir. Bu konuda ilgili hükümlerde değişiklik
yapmak yerine bu hükümlerde anılan eksiklikleri tamamlayacak yasal
düzenlemenin yapılması ve rücu usulünün bu düzenlemelerde ayrıntılı olarak
belirtilmesi doğru olur.
Rücu hakkının kullanılması ile ilgili diğer bir sorun, bu hakkın
kullanılmasının yalnızca kamu görevlisinin “ağır kusuru” bulunan hallerle
129
Hasan Tahsin Gökcan, Hukukumuzda Haksız Fiil Sorumluluğu ve Tazminat Davaları, Ankara;
2002, s.106.
130
Bahtiyar Akyılmaz, a.g.m., s.1056.
131
Fikret Eren, a.g.e., s.182.
66
sınırlı olup olmadığıdır. Bu konuda da değişik görüşler ileri sürülmüştür.
Yargıtay’a göre, sorumluluğu yalnız “ağır kusur”un varlığı ile sınırlı kılmak,
yasanın açık hükmünün bulunması halinde söz konusudur. Devlet memurları
hakkında ise böyle bir açık hüküm bulunmamaktadır.132
Öte yandan, idare personeline rücu ederken, onların sadece kişilere
karşı işledikleri haksız fiilden dolayı değil, görevlerini dikkat ve itina ile yerine
getirmemelerinden ötürü de sorumlulukları cihetine gitmektedir. Hal böyle
olunca, 13 üncü madde ile idareye tanınan rücu hakkının, personel aleyhine
Borçlar Kanununun 55 inci maddesi delaletiyle 41 inci maddede öngörülen
sorumluluktan daha geniş ve ağır bir durum yarattığını kabul etmek gerekir.
Nihai olarak Yargıtay uyuşmazlıklarda «kişiseI kusurun esasen,
varlığının
ispatlanmaması»
noktasına
dayanmak
gereğini
duyduğuna
nazaran, kamu personelinin görevlerini yerine getirirken, Adalet mahkemeleri
önünde kişisel sorumluluklarının da söz konusu edilmesi olasılığını saklı
tutmaktadır.133
e) Rücu usulü
İdare, kamu görevlisinin kişisel kusurunun yol açtığı zararlarda, hizmet
kusuru nedeniyle zarar görenin zararını ödedikten sonra, zararın kişisel
kusura ilişkin kısmı için, hatta hizmet kusuru doğrudan idare ajanının kişisel
kusuru olarak karşımıza çıkıyorsa, ödediği tazminatın tamamı için kamu
görevlisine rücu eder. Zarara neden olan davranış birden çok idare ajanının
davranışları olarak tezahür ederse idare olayda kişisel kusuru bulunan bütün
idare ajanlarına rücu eder. Bu gibi durumlarda, müteselsil sorumluluk söz
konusu olmayıp, her bir idare ajanı devlete karşı sadece zarara sebep olan
kendi kusuru oranında sorumlu olur. Zaten diğer türlü olması halinde, ortada
müteselsil sorumluluk olması halinde bir sonraki aşamada idare ajanları
birbirlerine rücu etmek zorunda kalabilir. Bu ise hem zaman kaybı hem de
132
133
4. HD., T. 14.11.1985, E. 1985/7369, K. 1985/9399 (YKD., C. 12, S. 4, Nisan 1986: s.510-511)
Hasan Tunç, Faruk Bilir, Anayasa Hukuku, Nobel Yayın Dağıtım, 3.Baskı, Ankara; 2005, s.35.
67
usul ekonomisi açısından tercih edilmeyen bir durumdur. Netice itibariyle
idare, ajanlarının idari faaliyetlerinin yürütülmesi esnasında işlemiş oldukları
kusurlardan dolayı ortaya çıkan birtakım zararları tazmin ile mükelleftir.
Bununla birlikte, ancak idarenin veya ajanın kusuru bulunup bulunmadığı
hususunu incelemeye idari yargı mercileri yetkilidir. O halde kamu
görevlisinin kusurlu davranışı nedeniyle Anayasa m. 40/2 ve 129/5 e göre
idare aleyhine açılan davada idari yargı mercii idarenin kusurunu ve
sorumluluğunu belirleyip, tazminata hükmederken kişisel kusuru bulunan
kamu görevlisinin kusurunu, bu kusurun zararın oluşumuna katkısını da
inceleyerek, idarenin kamu görevlisine rücu miktarını da belirlemelidir. İdare
de alacağı bir icrai kararla hükmü yerine getirmelidir. Ancak idarenin bu icrai
kararı alması doğrudan doğruya idare ajanının özlük ve parasal haklarından
kesinti yapması anlamına gelmez. Bu durumda, idare ödemiş olduğu
tazminatı idare ajanından yargı yoluyla ister.
İdarenin tazminat ödemesi halinde, kusuru bulunan kamu görevlisine
rücu etmesinin zorunlu olduğuna ilişkin bir Danıştay kararında Anayasanın
129 uncu maddesinin beşinci fıkrasındaki hükümden bahsedildikten sonra: “
… 657 sayılı Yasanın 13. maddesinde de kişilerin kamu hukukuna tabi
görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan ötürü, bu görevi yerine getiren
personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açacakları ve kurumun
genel hükümlere göre sorumlu personele rücu hakkının saklı olduğu
belirtilmiştir. Anayasanın 129 ve 657 sayılı Yasanın 13, maddesine göre,
idarenin kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken kusurlardan dolayı ödemek
zorunda kaldığı tazminatı yasal yollara başvurarak sorumluluğu saptanan
görevlilerden tahsil etmesi gerekmektedir. Hüküm olunan tazminatı ödeyecek
olan idarenin, sorumluluğu saptanan personele yasal yollar çerçevesinde
rücu etmesi Anayasal ve yasal bir zorunluluktur…” şeklinde karar
verilmiştir.134
134
Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulunun 28.1.2000 tarih ve E: 1998/442 K: 2000/126 sayılı
kararı.
68
Anayasanın 129 uncu maddesinin beşinci fıkrası karşısında idarenin
rücu hakkının bir takdir yetkisi değil bağlı yetki olduğu doktrinde de kabul
görmüştür.135
B. 5018 SAYILI KANUN İLE SAYIŞTAY KANUNU AÇISINDAN MALİ
SORUMLULUĞUN DEĞERLENDİRİLMESİ
1- Kavramsal Çerçeve
Mali sorumluluk literatürde sıkça kullanılmasına rağmen, yasalarda ve
ikincil mevzuatta tanımlanmamış ve kullanılmamıştır. Kamu görevlilerinin mali
sorumluluğuna ilişkin tanım içermemekle birlikte, geçen bölümlerde de
zikredilen Anayasa ve yasa metinlerinin bu bölümde tekrar hatırlatılmasında
fayda görülmektedir.
1982 Anayasasının, İdarenin sorumluluğunu hüküm altına alan 125
inci maddesinin ilk fıkrasında “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı
yargı yolu açıktır” hükmü yer almaktadır. Maddenin gerekçesinde yine
“İdarenin her türlü eylem ve işlemine karşı, bu eylem ve işlemlerden hakları
zıyaa uğrayan kimselerin yargı yoluna başvurmaları, yani yargı yolunun açık
olduğu” vurgulanmıştır. Maddenin son fıkrası ise şöyledir: “İdare kendi eylem
ve
işlemlerinden
doğan
zararı
ödemekle
yükümlüdür.”
Görev
ve
Sorumluluklar kenar başlıklı 129 uncu maddesinde ise; “memurlar ve diğer
kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan
tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği
şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir” denilmektedir.
Anayasanın 40 ıncı maddesinde de şu hüküm yer almaktadır. “kişinin, resmi
görevliler tarafından vaki haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna
göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı
saklıdır.”
135
E. Ethem Atay, İdare Hukuku, s.154.
69
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 12 ve 13 üncü maddelerinde
Anayasamızda yer alan düzenlemeye paralel hükümler getirilmiştir. 12 nci
madde hükmü şöyledir:
“Devlet memurları, görevlerini dikkat ve itina ile yerine getirmek ve
kendilerine teslim edilen devlet malını korumak ve her an hizmete hazır halde
bulundurmak için gerekli tedbirleri almak zorundadırlar.
Devlet memurlarının kasıt, kusur, ihmal ve tedbirsizliği sonucu idare
zarara uğratılmışsa, bu zararın ilgili memur tarafından rayiç bedel üzerinden
ödenmesi esastır”
Kanunun 13 üncü maddesi ise şöyledir:
“Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları
zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili
kurum aleyhine dava açarlar.”
Gerek Anayasanın 129 uncu maddesi gerekse 657 sayılı Kanunun
yukarıya alınan 12 ve 13 üncü maddeleri kamu personelinin sorumluluğu
konusundaki genel düzenleme olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yukarıda da belirtildiği gibi gerek özel hukukta gerekse kamu
hukukunda “mali sorumluluk” terim olarak tanımlanmadığı gibi telaffuz dahi
edilmemiştir. Ancak metni verilen madde hükümlerinde ortak özellik
sorumluluğun ortaya çıkması için; 1.Hukuka (kurallara) aykırılık, 2.Kusur,
3.Zarar, 4.İlliyet bağı şartlarının aranmasıdır.
Sorumluluk; “Mali sorumluluk” “Siyasi sorumluluk”, “İdari sorumluluk”
veya “Cezai sorumluluk” gibi tasniflere tabi tutulmaktadır. Kanaatimizce
(tanımlamadan
kaynaklanan
sıkıntı
nedeniyle)
kişinin
hukuka
aykırı
eyleminden (ya da eylemsizliğinden) ötürü devlete, kamuya veya üçüncü
70
kişilere verdiği zararın tazmin (bedelini ödeme) şekline göre bu ayrımı
yapmak mümkündür. Diğer bir ifade ile kişi verdiği zararın bedelini siyasi
olarak ödeyecekse “siyasi sorumluluk”, ceza kanunlarında öngörülen şekliyle
ödeyecekse “cezai sorumluluk”, maddi olarak ödeyecekse “mali sorumluluk”,
idari bir yaptırım olarak ödeyecekse de “idari sorumluluk” söz konusu
olacaktır.
Mali sorumluluk; kişinin idare adına yapmış olduğu veya yapması
gerektiği halde çekindiği eylemleri ile hazineye ya da başka bir kişiye verdiği
zararın kendisine ödettirilmesi sonucunu doğuran sorumluluk türü olarak
tanımlanabilir.
Mali sorumluluk, kişinin görevi gereği yaptığı idari işlem sonucu
üçüncü kişilere verdiği zararın maddi olarak ödettirilmesi sonucunu doğuran
sorumluluktur.
İdari işlemlerin mali boyutu başka bir deyişle mali işlemler özel olarak
5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununda düzenlenmiştir. Bu
nedenle “mali sorumluluk” ile ilgili incelemeler bu Kanun hükümlerine göre
yapılabilir.
Bu çalışmada esas olarak, 5018 sayılı Kanun kapsamındaki kamu
görevlilerinin mali sorumluluğu incelenmiş olmakla birlikte, kamu iktisadi
teşebbüslerinde çalışan personelin idareye karşı mali sorumluluğuna da
burada kısaca değinilmesi uygun olacaktır. Sermayesinin yarıdan fazlası
doğrudan doğruya veya dolaylı olarak Devlete ait olan kamu kuruluş ve
ortaklıklarının Türkiye Büyük
Denetleme
Kurulu denetim
Millet Meclisince denetlenmesi Yüksek
yetkisi
ve
raporları
üzerinden
gerçekleştirilmektedir.
KİT personelleri 399 sayılı KHK esaslarına göre hizmet görmektedirler.
Bu kararname mali sorumluluk konusunda hükümler getirmiş olduğundan bu
71
özel hükümlerin uygulanması gerekmektedir. Anılan KHK’nın 11 inci
maddesinin (a) bendinde, teşebbüs ve bağlı ortaklık personelinin idareye
verdikleri zararların özel hukuk hükümlerine göre, adli mahkemelerde dava
açılmak suretiyle alınabileceği hükme bağlanmıştır. Bu bağlamda söz konusu
zararların
idarece
maaştan
kesinti
suretiyle
tazmini
mümkün
görülmemektedir.
2- 5018 Sayılı Kanunda Mali Sorumluluk
Türkiye Cumhuriyetinin en uzun süre yürürlükte kalan yasalarından
olan ve kamu mali yönetiminin anayasası kabul edilen 1050 sayılı Muhasebei Umumiye Kanunu yerini, TBMM’de 10/12/2003 tarihinde kabul edilerek
24/12/2003 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan, 5018 sayılı Kamu Mali
Yönetimi ve Kontrol Kanununa bırakmıştır. 5018 sayılı Kanun denetim
alanında önemli düzenlemeleri de beraberinde getirmiştir. Bunlar kısaca
aşağıdaki şekilde sıralanabilir:
- Denetimin tanımının değişmesi,
- İç ve dış denetimin ayrılması,
- İç denetçilik kurumunun oluşturulması,
- Performans denetimi ve mali denetime geçilmesi,
- Sayıştay’ın ön denetiminin kalkması,
- Sayıştay denetiminin kapsamının genişletilmesi.
5018 sayılı yasaya göre denetim, iç denetim ve dış denetim olarak
ayrılmıştır.136 İç denetçiler tarafından yapılacak olan iç denetim, kamu
idaresinin çalışmalarına değer katmak ve geliştirmek için kaynakların
ekonomik
ve
verimlilik
esaslarına
göre
yönetilip
yönetilmediğini
değerlendirmek ve rehberlik yapmak amacıyla yapılan, bağımsız ve nesnel
güvence sağlayan danışmanlık faaliyetleri olarak tanımlanırken dış denetim
136
Bkz: Muharrem Serdar Kasap, “Kamu Yönetiminde İç Denetim ve Mali Saydamlık”,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, TODAİE, Ankara; 2004.
72
Sayıştay’a bırakılmıştır. İç denetim, üst yöneticinin teklifi üzerine Bakan
tarafından atanacak iç denetçiler tarafından gerçekleştirilecektir.137
5018 sayılı Kanun ile Sayıştay’ın vize ve tescil şeklinde yaptığı ön
denetim kaldırılmıştır. Kanun ile denetim alanında İç Denetim Koordinasyon
Kurulu ismiyle yeni bir kurul oluşturulmuştur. Maliye Bakanlığına bağlı olarak
çalışan İç Denetim Koordinasyon Kurulu, yasada şartları belirtilen yedi
üyeden oluşmaktadır.
Dış denetimin amacı, genel yönetim kapsamındaki idarelerin hesap
verme sorumluluğu çerçevesinde, yönetimin mali faaliyet, karar ve
işlemlerinin, kanunlara, kurumsal amaç, hedef ve planlara uygunluk
yönünden
incelenmesi
ve
sonuçların
TBMM’ne
raporlanması
olarak
tanımlanmıştır. Dış denetçiler genel kabul görmüş denetim standartlarını
dikkate alarak mali denetim, uygunluk denetimi ve performans denetimini
gerçekleştireceklerdir.138 5018 sayılı Kanuna göre;
Mali denetim: Kamu idaresi hesapları ve bunlara ilişkin belgeler esas
alınarak mali tabloların güvenilirliği ve doğruluğu,
Uygunluk denetimi: Kamu idarelerinin gelir, gider ve mallarına ilişkin
mali işlemlerin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygunluğu,
Performans denetimi: Kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli
olarak
kullanılıp
ölçülmesi
ve
kullanılmadığının
performans
belirlenmesi,
bakımından
faaliyet
sonuçlarının
değerlendirilmesi,
olarak
tanımlanmıştır.
137
Seyit Koçberber, “Türk Kamu Yönetiminde Denetim Etiği: Sayıştay Denetçileri Üzerinde Bir
Çalışma”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, TODAİE, Ankara; 2007, s.39.
138
Seyit Koçberber, a.g.t. , s.41.
73
5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu da, diğer
düzenlemelerde olduğu gibi “mali sorumluluk” tanımlaması getirmediği gibi bu
ifadeyi kullanmamıştır. Ancak bu Kanun idari iş ve işleyişin mali boyutunu
düzenlediği için düzenlemiş olduğu sorumluluğun da mali sorumluluk olduğu
söylenebilir. Zira Kanun 1 inci maddesinde amacını belirtirken;
“Bu Kanunun amacı, kalkınma planları ve programlarda yer alan
politika ve hedefler doğrultusunda kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve
verimli bir şekilde elde edilmesi ve kullanılmasını, hesap verebilirliği ve mali
saydamlığı sağlamak üzere, kamu mali yönetiminin yapısını ve işleyişini,
kamu bütçelerinin hazırlanmasını, uygulanmasını, tüm mali işlemlerin
muhasebeleştirilmesini, raporlanmasını ve mali kontrolü düzenlemektir”
demek suretiyle idari işlemlerin mali yönüne vurgu yapmaktadır.
3- Denetim Türleri ve Mali Sorumluluk
Konuyu ele alırken, teoride yer alan görüşlere değinilmeden önce ilgili
mevzuat hükümlerinin belirtilmesinde yarar görülmektedir. 5018 sayılı Kanun
mali iş ve işlemleri genel olarak üç boyutta ele almaktadır. Bunlar;
1. Kaynakların etkili, ekonomik ve verimli kullanılması,
2. Tüm mali işlemlerin raporlanması ve iç kontrol mekanizmasının
işletilmesi,
3. Hukuka uygunluktur.
Kanun, sorumlulukla ilgili temel maddesi olan “Hesap verme
sorumluluğu” başlıklı 8 inci maddesinde; “Her türlü kamu kaynağının elde
edilmesi ve kullanılmasında görevli ve yetkili olanlar, kaynakların etkili,
ekonomik,
verimli
ve
hukuka
uygun
olarak
elde
edilmesinden,
kullanılmasından, muhasebeleştirilmesinden, raporlanmasından ve kötüye
kullanılmaması için gerekli önlemlerin alınmasından sorumludur ve yetkili
kılınmış mercilere hesap vermek zorundadır.” ifadesi ile bu ayrımı açıkça
belirlemiştir.
74
Bakanların sorumluluğunu düzenleyen 10 uncu maddenin ikinci
fıkrası; “Bakanlar, kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli kullanılması
ile hukuki ve mali konularda Başbakana ve Türkiye Büyük Millet Meclisine
karşı sorumludurlar.” şeklindedir.
Üst yöneticilerin sorumluluğunu düzenleyen 11 inci madde; harcama
yetkililerinin
görev
ve
sorumluluğunu
düzenleyen
32
nci
madde;
gerçekleştirme görevlilerinin görev ve sorumluluğunu düzenleyen 33 üncü
madde hükümlerinden de anlaşılacağı üzere Kanun daha önce belirtildiği gibi
mali işlemlere; hukuka uygunluk, etkililik, ekonomiklik, verimlilik ve mali
işlemlerin raporlanması yönlerinden bakmaktadır.
Kanun buna paralel olarak denetimi de üç boyutta ele almıştır.
Özellikle dış denetimi düzenleyen ve bir yerde Sayıştay’ın görevlerini
belirleyen 68 inci maddenin ikinci fıkrasında; “Dış denetim, genel kabul
görmüş uluslararası denetim standartları dikkate alınarak;
a) Kamu idaresi hesapları ve bunlara ilişkin belgeler esas alınarak,
mali tabloların güvenilirliği ve doğruluğuna ilişkin mali denetimi ile kamu
idarelerinin gelir, gider ve mallarına ilişkin mali işlemlerinin kanunlara ve diğer
hukuki düzenlemelere uygun olup olmadığının tespiti,
b) Kamu kaynaklarının etkili, ekonomik ve verimli olarak kullanılıp
kullanılmadığının belirlenmesi, faaliyet sonuçlarının ölçülmesi ve performans
bakımından değerlendirilmesi,
suretiyle gerçekleştirilir.” ifadesi ile denetim türleri olarak, 1.Mali
denetim, 2.Uygunluk denetimi ve 3.Performans denetimini tanımlamıştır.
Buna paralel düzenleme, 25.2.2005 tarihinde Türkiye Büyük Millet
Meclisi Başkanlığına verilen 2/394 esas numaralı Sayıştay Kanunu
75
Teklifinde139 de yer almaktadır. Kanun Teklifinin “Tanımlar” başlıklı 2.
maddesinde denetim türleri tasnif edilerek
“c) Mali denetim: Kamu idarelerinin hesap ve işlemleri ile mali faaliyet,
mali yönetim ve kontrol sistemlerinin değerlendirme sonuçları esas alınarak
mali rapor ve tablolarının güvenilirliği ve doğruluğuna ilişkin denetimi,
d) Uygunluk denetimi: Kamu idarelerinin gelir, gider, malları ile hesap
ve işlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygunluğunun
incelenmesini içeren denetimi,
e) Performans denetimi: Hesap verme sorumluluğu çerçevesinde,
kamu idarelerinin iyi yönetim ilkeleri esas alınarak kaynaklarının ekonomik ve
verimli kullanımı ile faaliyetlerinin kurum hedeflerine ulaşmadaki etkililiğinin
değerlendirilmesini,” ifade edecek şekilde tanımlanmıştır.
Doktrinde özel sektör için de benzer tasnifler ve tanımlar yapılmıştır.140
Konusuna ve amacına göre denetim türleri;
1. Mali tabloların denetimi (Finansal denetim)
2. Uygunluk denetimi (Biçimsel denetim)
3. Faaliyet denetimi (Performans denetimi)
Mali tabloların denetimi, işletmenin mali tablolarının genel kabul
görmüş muhasebe ilkelerine ve yasal düzenlemelere uygun olarak
düzenlenip düzenlenmediği, işletmenin mali durumu ve faaliyet sonuçlarını
doğru ve samimi olarak yansıtıp yansıtmadığı konusunda bir görüşe ulaşmak
için yapılan bir çalışmadır. İç kontrol sisteminin işlerliğinin ölçülmesi de mali
denetimin konusu içindedir.
139
140
Ancak söz konusu Teklif, 22 nci Yasama Döneminde kanunlaşmayarak kadük olmuştur.
Ümit Gücenme; Muhasebe Denetimi, Aktüel, 2004; s.2.
76
Uygunluk denetimi, işletme faaliyetlerinin yasalara, hukuk kurallarına
ya da üst yönetim tarafından belirlenmiş işletme içi kurallara uygun olup
olmadığının tespiti için yapılan bir çalışmadır.
Faaliyet denetimi, işletmenin veya işletme içindeki bir bölümün belirli
bir dönemdeki faaliyetlerinin sistematik olarak gözden geçirilmesidir. Faaliyet
denetimi, işletme faaliyetlerinin verimliliğinin ölçülmesi amacıyla faaliyet
sonuçlarının verimlilik standartları ya da önceden belirlenmiş hedeflerle
karşılaştırılması suretiyle yapılır.
Yapılan tanımlar dikkatle incelendiğinde hem özel hukuk hem de kamu
hukuku anlamında “mali sorumluluk” doğurabilecek denetim türünün ancak
“uygunluk denetimi” olacağı söylenebilir. Zira mali denetim ve performans
denetimlerinde her zaman kamu zararından bahsetmek mümkün değildir,
objektif kriterlere dayandırmak oldukça zordur, kamu zararı olsa da
sorumlularının ve zarar miktarının belirlenmesi net olarak ifade edilemez.
Taslak halindeki Sayıştay Kanunu’nun “uygunluk denetimi” ve
“Sayıştay yargısı”na ilişkin tanımlamaları konuyu daha iyi aydınlatmaktadır.
“d) Uygunluk denetimi: Kamu idarelerinin gelir, gider, malları ile hesap
ve işlemlerinin kanunlara ve diğer hukuki düzenlemelere uygunluğunun
incelenmesini içeren denetimi,
….
f) Sayıştay yargısı: Kanunlarda belirlenen sorumluların hesap ve
işlemlerinin mevzuata uygun olup olmadığının yargılama yoluyla kesin hükme
bağlanmasını ve bununla ilgili kanun yollarını,”
Burada yeri gelmişken Sayıştay Kanunu teklifinden biraz daha detaylı
olarak bahsetmenin uygun olacağı kanaatindeyim. Türk kamu yönetiminin
denetim
sisteminde
son
dönemde
yapılması
öngörülen
önemli
77
düzenlemelerden
birisi
de
Sayıştay’ın
yeniden
yapılandırılmasıdır.141
Özellikle 5018 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesinden sonra 1050 sayılı
Muhasebe-i Umumiye Kanununa paralel hükümler içeren 832 sayılı Sayıştay
Kanununun değişmesi zorunlu hale gelmiştir. Bu amaçla hazırlanan metin 22
nci yasama döneminde kanun teklifi olarak verilmiştir. Ancak yasama
döneminin sona ermesi üzerine kadük olmuştur.
Sayıştay Kanunu Teklifinin öngördüğü temel düzenlemeler aşağıdaki
şekilde sıralanabilir:142
Denetimin amaç ve kapsamının değişmesi ve denetim alanının tüm
kamu idarelerini kapsayacak biçimde genişletilmesi: Bu yasa teklifi ile
Sayıştay daha önce denetlediği kurumlar dışında kamu iktisadi teşebbüsleri
ile özel kanunlarla kurulmuş bulunan kamu idarelerini denetleyebilecektir.
Ayrıca, kamu idareleri tarafından yapılan tüm kaynak aktarımları ve
kullanımları, kamu idare ve kurumlarının yurtiçi ve yurtdışından sağladığı
kaynakların ve fonların kullanımı, kamu hesapları, fonları, kaynakları ve
faaliyetleri, antlaşma veya sözleşme ile denetlenmesi öngörülen uluslararası
kuruluş ve örgütlerin hesap ve işlemlerinin Sayıştay denetiminin kapsamı
içine alınması öngörülmüştür.
AB normları ve uluslararası genel kabul görmüş denetim standartlarına
uygun bir denetim yaklaşımı öngörülmesi: Sayıştay yasası teklifi aynı
zamanda Türk Sayıştay’ını uluslararası genel kabul görmüş denetim
standartlarına uygun denetim yapar duruma getirecektir.
Yeni bir hesap verme sorumluluğu anlayışının benimsenmesi: 1050
sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanunundan kaynaklanan ve genel olarak
sayman
141
ve
tahakkuk
memurunu
sorumlu
tutan
klasik
sorumluluk
Bkz: Fahrettin Poyraz, “Sayıştay Denetimi ve Türk Sayıştayı: Sorunlar ve Yeni Yaklaşımlar”,
Kamu Yönetimi Lisans Üstü Uzmanlık Programı Tezi, TODAİE, Ankara; 2000, s.59-72.
142
Seyit Koçberber, a.g.t. , s.41-42.
78
anlayışından farklı olarak, kamu zararında payı olan tüm görevliler sorumlu
tutulabilecektir.
Sayıştay’ın teşkilat yapısının yetki ve görevlerine uygun olarak yeniden
oluşturulması: Yasa teklifi ile Sayıştay’ın teşkilat yapısının değişime uğraması
ve Sayıştay bünyesinde aşağıdaki makamlar ile kurulların oluşturulması
öngörülmüştür:
-
Denetim, planlama ve koordinasyon kurulu,
-
Rapor değerlendirme kurulu,
-
Başkan yardımcılığı,
-
Bölüm başkanlıkları,
-
Grup başkanlıkları.
Denetim sonuçlarının kamuoyuna duyurulması: Eski sistemde denetim
raporları hakkında kamuoyunu bilgilendirme zorunluluğu bulunmazken, teklif
ile raporlar TBMM’ne sunulmasının ardından kamuoyuna duyurulacaktır.
Denetimin
dış
görevlendirilebilmesi:
denetçilere
Sayıştay
Kanunu
yaptırılabilmesi
Teklifinin
ve
getirdiği
en
uzman
önemli
yeniliklerden birisi de Sayıştay’ın yerel yönetimler üzerindeki denetim
yetkisini görevlendireceği bağımsız denetçilere de yaptırabilecek olmasıdır.
Ayrıca
Sayıştay,
gerekli
gördüğü
durumlarda
dışarıdan
uzman
çalıştırabilecektir.
4- Kurumsal Kodlama Sistemi ve Sorumluluk İlişkisi
5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu, mali sistemi
birbirini
takip
kurgulamaktadır.
eden
ve
birbirine
bağlı
üçayaklı
bir
model
olarak
Bunlar stratejik plan, plana uygun bütçe uygulaması ve
denetimdir. Mali sorumluluk bütçe uygulamasına ilişkin olduğu için mali
sorumluğu bütçe uygulamasında görevli olan personel üzerinde aramak daha
doğru olacaktır.
79
5018 sayılı Kanunun 7 nci maddesi görev, yetki ve sorumluluğun açık
olarak tanımlanmasının mali saydamlığın bir gereği olduğunu kabul etmiştir.
Yukarıda da belirtildiği gibi mali saydamlık hesap vermenin bir gereğidir.
Kanunun 13 üncü maddesinde;
“k) Bütçeler kurumsal, işlevsel ve ekonomik sonuçların görülmesini
sağlayacak şekilde Maliye Bakanlığınca uluslararası standartlara uygun
olarak belirlenen bir sınıflandırmaya tabi tutularak hazırlanır ve uygulanır.”
hükmü ile analitik bütçeye gönderme yapmış ve bu konuda düzenleme
yapma görev ve yetkisini Maliye Bakanlığına vermiştir.
Kanunun 13 üncü maddesinin verdiği yetki ile Maliye Bakanlığı
çalışmalara başlamıştır. Konu ile ilgili olarak “Analitik Bütçe Sınıflandırması –
Eğitim El Kitabı” yayımlanmıştır. Söz konusu kitap kurumsal sınıflandırmayı
şu şekilde özetlemektedir.
“Kurumsal sınıflandırma, siyasi ve idari sorumluluğun belirlenmesini ve
performans sorumlularının tespitini hedeflemektedir.
Aynı anayasal otoriteye tahsis edilen kaynakların aynı kodda yer
alması benimsenmiş olup, bütçe türleri itibariyle gruplandırma bunun
istisnasıdır.
Siyasi
ya
da
bürokratik
olarak
yönetim
yetkisi
kurumsal
143
sınıflandırmanın temel kriteri kabul edilmiştir.”
15.7.2006 gün ve 26229 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan “20072009 Dönemi Bütçe Çağrısı”nda analitik bütçe sınıflandırması açıklanmıştır.
Konumuzla yakından ilgili olması nedeniyle kurumsal kodlamaya ilişkin bazı
açıklamalar aşağıya aynen alınmıştır.
143
Maliye Bakanlığı Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü, Analitik Bütçe Sınıflandırması –
Eğitim El Kitabı, Ankara; 2004, s.12.
80
“2. KURUMSAL SINIFLANDIRMA
2.1. Genel Esaslar
Analitik Bütçe Sınıflandırmasının ilk bölümünü oluşturan kurumsal
sınıflandırmada, siyasi ya da bürokratik olarak yönetim yetkisi temel kriter
kabul edilmiştir. Kurumsal sınıflandırmayla siyasi ve idari sorumluluğun
belirlenmesi ve program sorumlularının tespiti hedeflenmektedir. Böyle bir
sorumluluk tespiti, beraberinde performans esaslı bütçeleme anlayışında
hedeflenen performanstan kimin sorumlu olacağının ortaya konulmasını da
mümkün kılacaktır.
Kurumsal sınıflandırmayla, değişik idarelerdeki aynı görev tanımlı
birimler arasında bir mukayese yapılabilmesi sağlanmış olacaktır.
Öte yandan 5018 Sayılı Kanunun 31 inci maddesinde yer alan
“bütçeyle ödenek tahsis edilen her bir harcama biriminin en üst yöneticisi
harcama yetkilisidir.” hükmü uyarınca kurumsal sınıflandırma yapısı,
harcama yetkilisinin tespitinde belirleyici olacaktır.
Kurumsal sınıflandırma, dört düzeyli bir kod yapısından oluşmaktadır.
Sınıflandırmanın birinci düzeyinde, bakanlıklar ve anayasal olarak eşdeğer
idareler ile bütçe türleri itibariyle bir sınıflandırma yer almaktadır. İkinci
düzeyde, birinci düzeyde tanımlanan yöneticilere karşı doğrudan sorumlu
birimler; üçüncü düzeyde, ana hizmet birimleri gibi ikinci düzeye bağlı olan ve
kurumsal politikanın uygulanmasından sorumlu olan birimler; dördüncü
düzeyde ise, destek ve lojistik birimler ile politikaları uygulayan ve hizmetten
yararlananlarla doğrudan muhatap olan birimler yer almaktadır. Dolayısıyla
üçüncü ve dördüncü düzeyde kurumların teşkilatına ilişkin mevzuatına ve
81
teşkilat şemasına uygun olarak sınıflandırılan idari birimler yer alacak ve bu
birimler harcama yetkilisinin belirlenmesinde esas alınacaktır.”
31.12.2005 tarih ve 26040 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan
“Harcama Yetkilileri Hakkında Genel Tebliğ” (Sıra no:1)’de de;
“Kurumsal sınıflandırmada dört düzeyli ve sekiz haneli bir kodlama
sistemi benimsenmiş olup, birinci düzeyde Cumhurbaşkanlığı, Türkiye Büyük
Millet Meclisi, yüksek yargı organları ile bakanlıklar ve bütçe türleri, ikinci
düzeyde birinci düzeyde tanımlanan yöneticilere karşı doğrudan sorumlu
birimler ile bütçe türleri kapsamında yer alan kurumlar, üçüncü düzeyde ana
hizmet birimleri gibi ikinci düzeye bağlı birimler, dördüncü düzeyde ise destek
ve lojistik birimler ile politika uygulayıcı birimler yer almaktadır.”şeklinde bir
açıklama yer almaktadır.
Özetle kurumsal kodlamanın üç şeyi amaçladığı söylenebilir;
1-Kaynak kullanımında sorumluların belirlenmesi,
2-Kaynak
kullanan birimlerin
dönemler
arası karşılaştırmasının
yapılması,
3-Aynı nitelikteki kurumların birbirleri ile karşılaştırılmasının yapılması.
Kanun dikkatle incelendiğinde bütçe uygulamasında bakan, üst
yönetici, harcama yetkilisi ve gerçekleştirme görevlilerinden oluşan dört esas,
ön mali kontrolde görevli olanlar ve muhasebe yetkilisinden oluşan iki
yardımcı görevlinin yer aldığını söylemek mümkündür.
Sayıştay Genel Kurulu da 14/6/2007 tarihli ve 5189/1 sayılı kararında
bütçe uygulama sürecinde görev alan ve mali sorumluluk açısından
değerlendirilmesi gereken kamu ajanları olarak Bakan, üst yönetici, harcama
yetkilileri ve gerçekleştirme görevlileri olmak üzere dört birimi ele almıştır.
Şimdi sıra ile bunların 5018 sayılı Kanuna göre mali sorumlulukları açısından
değerlendirmesini yapalım.
82
5- Görevliler ve Sorumlulukları
Yukarıdaki açıklamalarda sorumluluk türlerinin (siyasi, idari ve mali)
analitik bütçe kodlaması ile ilişkili olduğu belirtilmişti. Bu bölümde analitik
bütçe kodlaması da dikkate alınarak, bütçe uygulamasında görevli olan
bakan, üst yönetici ve harcama yetkilisi (ki bunlar analitik bütçe kurumsal
kodlamasında yer alır) ile gerçekleştirme görevlileri, mali kontrolle görevli
olanlar ve muhasebe yetkililerinin (ki bunlar analitik bütçe ekonomik
kodlamasında yer almaz) sorumlulukları incelenecektir.
a) Bakan
Analitik bütçe sınıflandırmasında bakanın yeri kurumsal kodlamanın
birinci düzeyidir. Bakanın sorumluluğu Kanunun 10 uncu maddesinde
düzenlenmiştir. Buna göre bakan, hükümet politikasının uygulanması ile
bakanlıklarının ve bakanlıklarına bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşların stratejik
planları ile bütçelerinin kalkınma planlarına, yıllık programlara uygun olarak
hazırlanması ve uygulanmasından, bu çerçevede diğer bakanlıklarla
koordinasyon ve işbirliğini sağlamaktan sorumludur. Yerel yönetimler için bu
sorumluluk İçişleri Bakanına aittir. İçişleri Bakanı yerel yönetimlerden gelen
idare faaliyet raporlarını birleştirerek değerlendirme raporu hazırlarlar.
Analitik bütçe sınıflandırması ve Kanunun 10 uncu maddesi ile diğer
maddeleri birlikte incelendiğinde bakanlara harcama sürecine müdahil olacak
bir görev ve yetki verilmediği, bu nedenle sorumluluklarının siyasi olduğu,
bakanlar harcama sürecinde yer alamayacağından Sayıştay yargısında mali
sorumluluklarına hükmedilemeyeceği söylenebilir.
Sayıştay Genel Kurulu da 14/6/2007 tarihli ve 5189/1 sayılı kararında
bakanların mali sorumluluğuna Sayıştay’ca hükmedilemeyeceği, ancak
Sayıştay yargılaması sırasında bakanın sorumluluğu ile ilgili bir hususa
83
rastlanması durumunda bu hususun ilgili mercilere bildirilmesinin mümkün
olacağı sonucuna varılmıştır.
Sayıştay Genel Kurulu kararının ilgili bölümü şu şekildedir: “5018 sayılı
Kanunun 10’uncu maddesinde, “Bakanlar hükümet politikasının uygulanması
ile bakanlıklarının ve bakanlıklarına bağlı, ilgili ve ilişkili kuruluşların stratejik
planları ile bütçelerinin kalkınma planlarına, yıllık programlara uygun olarak
hazırlanması ve uygulanmasından, bu çerçevede diğer bakanlıklarla
koordinasyon ve işbirliğini sağlamaktan sorumludur” denilmek suretiyle
bakanların sorumluluk esasları belirlenmiştir.
Ancak Sayıştay yargılaması sırasında bakanın sorumluluğu ile ilgili bir
hususa rastlanması durumunda bu hususun ilgili mercilere bildirilmesi
mümkün bulunmaktadır.”
5018 sayılı Kanunun 10 uncu maddesi bakanları kamu kaynaklarının
etkili, ekonomik ve verimli kullanılması konusunda Başbakana ve Türkiye
Büyük Millet Meclisine karşı sorumlu tutmakta iken anılan Kanunun 10 uncu
maddesinde 24.7.2008 tarihli ve 5793 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle
bakanların hukuki ve mali konularda da Başbakana ve Türkiye Büyük Millet
Meclisine karşı sorumlu oldukları hükme bağlanmıştır. Böylece Sayıştay
yargılamasında Bakanların mali sorumluluğuna hükmedilemeyeceği hususu
yasal güvenceye kavuşturulmuştur.
b) Üst Yönetici
Analitik bütçe sınıflandırması kurumsal kodlamada ikinci düzeyde yer
alan
üst
yöneticiler
Bakanlıklarda
Kanunun
müsteşar,
diğer
11
inci
kamu
maddesinde
idarelerinde
en
düzenlenmiştir.
üst
yönetici,
Belediyelerde başkan, il özel idarelerinde ise vali üst yöneticidir. Üst
yöneticiler;
84
-İdarelerinin stratejik planlarının ve bütçelerinin kalkınma planına, yıllık
programlara, kurumun stratejik plan ve performans hedefleri ile hizmet
gereklerine uygun olarak hazırlanması ve uygulanmasından,
-Sorumlulukları altındaki kaynakların etkili, ekonomik ve verimli şekilde
elde edilmesi ve kullanılmasından,
-Mali yönetim ve kontrol sisteminin işleyişinin gözetilmesi ve
izlenmesinden,
-5018 sayılı Kanunla verilen diğer görev ve sorumlulukların yerine
getirilmesinden sorumludur.
Üst yöneticiler harcama sürecine katılmazlar. Dolayısıyla mali
sorumluluğu
yoktur.
Sorumlulukları
Bakana
karşı
vesayet
denetimi
kapsamında idari niteliktedir.
Üst yöneticiler bu sorumluluğun gereklerini harcama yetkilileri, mali
hizmetler birimi yetkilisi ve iç denetçiler aracılığı ile yerine getirirler.
Genel olarak üst yöneticilerin idari sorumluluklarının bulunabileceği,
harcama sürecine katılmayacakları, bu nedenle Sayıştay yargısı bakımından
mali sorumluluklarının olmadığı görüşündeyiz. Ancak zaman zaman üst
yöneticilikle harcama yetkililiği iç içe girebilmektedir. Örneğin belediye
başkanları, Özel Kalem biriminin harcama yetkilisi olabilirler. Diğer bir örnek,
idari teşkilat yapısı müsait olmayan belediyelerde başkan üst yönetici
olmasının yanında harcama yetkisini de kullanır.
Bazı kanun ve yönetmelikler harcamalar konusunda doğrudan
doğruya üst yöneticilere yetki vermiş olabilir. Bu durumda her ne kadar üst
yöneticilere analitik bütçe kurumsal kodlamada ödenek tahsis edilmemiş olsa
da, bu tür ödemelerden sorumlu tutulmaları gerekir.
85
Sayıştay Genel Kurulu bu konuda;
“Üst yöneticiler işlerin gidişatından harcama yetkililerinin ve diğer
görevlilerin bilgilendirmeleri ve raporları ile bilgi sahibi olmaktadırlar. Bununla
birlikte üst yöneticilerin özel kanunlardan doğan Sayıştaya karşı mali
sorumlulukları
olabileceği
gibi,
münferit
bir
olayda
sorumluluklarına
hükmedilmeleri de gerekebilir. Bu husus, meselenin Sayıştay yargısında
görüşülmesi sırasında hükme bağlanacak bir konudur.
Dolayısıyla bu aşamada bir genelleme yaparak üst yöneticilerin,
işlemlerin hukuka uygun olarak yürütülmesinden sorumlu olacakları ya da
olmayacakları yönünde bir görüş belirtilmesi uygun bulunmamaktadır.”144
demek suretiyle net bir sorumluluk sınırı belirlemekten kaçınmıştır.
Örneğin belediye başkanlarının bu tür harcamaları 02-Özel Kalem
Müdürlüğü kurumsal kodlamasında yer alır. Eğer kurumsal kodlamaya sıkıca
bağlı kalırsak hiç yetkisi olmadığı halde özel kalem müdürlerine sorumluluk
yüklemiş oluruz. Bir örnek vermek gerekirse, belediye başkanlarının temsil
ağırlama harcamaları 02-Özel Kalem Müdürlüğü kurumsalında bütçelenir ve
harcanır. Görünürde harcama yetkilisi özel kalem müdürüdür. Ancak temsil
ağırlama giderlerinin ödenmesi konusunu ilgili yönetmelikler genellikle üst
yöneticilerin takdirine ve yetkisine bırakır. Bu nedenle sırf özel kalem
müdürlerinin bütçesinde ödenek bulunuyor diye temsil ağırlama giderlerinden
özel kalem müdürlerini sorumlu tutmak yerinde olmayacaktır. Kanaatimce,
temsil
ağırlama
giderlerinden
üst
yöneticinin
gerekmektedir.
144
Sayıştay Genel Kurulunun 14/6/2007 tarihli ve 5189/1 sayılı kararı.
sorumlu
tutulması
86
c) Harcama yetkilisi
Harcama yetkilisi, analitik bütçe sınıflandırması kurumsal kodlama üç
veya dördüncü düzeylerde yer almaktadır. Ödenek tahsis işlemi üç ve
dördüncü düzeylerde yapılır. 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol
Kanunu 3 üncü maddesinin (k) bendinde “Harcama birimi” olarak kamu idare
bütçesinde ödenek tahsis edilen ve harcama yetkisi bulunan birimi tarif
etmiştir. Bu birim amirleri harcama yetkilileridir ve Kanunun 11 inci maddesi
gereği üst yöneticilerin sorumluluğuna ortaktırlar. Kanun, 31 inci maddesinde
harcama yetkilisini düzenlemiştir. Buna göre bütçeyle ödenek tahsis edilen
her bir harcama biriminin en üst yöneticisi harcama yetkilisidir.
Harcama Yetkilileri Hakkında Genel Tebliğde bütçe türlerine göre
kimlerin harcama yetkilisi olacağı belirtilmiştir. Buna göre genel bütçeli
kuruluşların merkezlerinde genel müdür, taşra teşkilatlarında ödenek
göndermek suretiyle il ve ilçe müdürleri, belediye ve özel idarelerde kurumsal
kodlamanın üçüncü ve dördüncü düzeyinde yer alan birim amirleri harcama
yetkilisi olabilirler. Bu idarenin teşkilat yapısına göre değişebilecektir.
Ama her zaman harcama yetkilisini belirlemek bu kadar kolay
olmamaktadır. Örneğin teşkilat yapısı harcama birimlerini belirleyebilecek
düzeyde gelişmemiş olan belediyelerde, harcama yetkisi bizzat başkan ya da
başkanın görevlendireceği kişi veya kişiler tarafından yürütülür.
Harcama birimi oluşturulmuş ancak görevlendirilecek birim amiri
müdür bulunamamışsa yine bizzat başkan veya başkanın görevlendireceği
kişi veya kişiler tarafından harcama yetkisi kullanılır.
Bunu daha da pratik hale getirmek üzere İçişleri Bakanlığı Mahalli
İdareler Genel Müdürlüğünün 24.2.2006 tarihli genelgesinde nüfusu 10.000
ve daha aşağı olan ilçe ve ilk kademe belediyelerinde harcama yetkisinin
belediye başkanı tarafından yürütülmesi uygun görülmüştür. Bu husus genel
87
bir uygunluktur, zorunluluk değildir. Yani nüfusu 10.000 ve daha aşağı olduğu
halde personel ve teşkilat durumu uygunsa bu ilçe ve ilk kademe belediyeleri
için her bir birimin yöneticileri harcama yetkisini kullanabilir. Belediye
başkanlarının bu yerlerde harcama yetkilisi olması zorunlu değildir.
Bütçelerinde harcama birimleri sınıflandırılmayan kasaba (belde)
belediyelerinde harcama yetkisinin belediye başkanı tarafından yürütüleceği
zaten kurumsal kodlama gereğidir. Çünkü kurumsal kodlamada belediye
başkanları belde belediyelerinde kurumsal kodlamanın dördüncü düzeyinde
yer bulabilmektedirler. Oysa öyle belde belediyeleri vardır ki (örneğin
İstanbul’un bazı beldeleri) tüm teşkilatları oluşturulmuş ve personel yapısı da
yeterlidir. Bu belediyelerde kurumsal kodlamada beşinci düzey açılıp bu
birimlerin yöneticilerine harcama yetkisi görevleri verilmesi gerekmektedir. Bu
tür belediyelerde başkanın harcama yetkisini devretmesi daha doğru olur.
Harcama yetkilisi aynı zamanda ihale yetkilisidir. Bununla birlikte, mal
ve hizmet alımları ile yapım işlerinin ihale işlemlerine ilişkin olarak, ihale
yetkisiyle sınırlı olmak üzere harcama yetkilerini, üst yöneticiden onay almak
suretiyle,
idarenin
destek
hizmetlerini
yürüten
birim
yöneticilerine
devredebilir.
Öte yandan ayrı ayrı birimleri ilgilendiren harcamalarda, harcama
yetkililiği görevi uhdelerinde kalmak şartıyla ve harcama birimlerinin talebi ve
üst yöneticinin onayıyla harcama birimlerinin bazı mali işlemlerinin idarelerin
destek hizmetlerini yürüten birimler tarafından yerine getirilmesi de
mümkündür.
Birim amirleri bazen diğer birimlerin bütçeleri ile ilgili olarak
gerçekleştirme görevlisi olabilir. Mali hizmetler biriminin amiri kendi bütçesinin
harcama yetkilisidir. Ancak kendi biriminin harcamasına ilişkin ön mali kontrol
görevini (birim amirinin bu konudaki yetkisini) bir alt kademedeki görevliye
devretmesi uygun olur.
88
Teşkilat yapısı yeterli olmayan birimlerin harcama yetkisi üst yönetici
ya da görevlendireceği kişiler tarafından yerine getirilebilir.
Teşkilat yapısında üst yönetici ile harcama birimleri arasında yönetim
kademesi yer almak şartıyla, bütçeyle ödenek tahsis edilen harcama
birimlerinin harcama yetkisi harcama türleri itibarıyla kısmen veya tamamen;
merkezi yönetim kapsamındaki kamu idarelerinde Maliye Bakanlığının,
sosyal güvenlik kurumlarında ilgili bakanlığın, mahalli idarelerde ise İçişleri
Bakanlığının uygun görüşü ve üst yöneticinin onayı ile bir üst yönetim
kademesinde birleştirilebilir.
Uygun görüş talep yazılarında, harcama yetkisinin bir üst yönetim
kademesinde birleştirilme gerekçesine ayrıntılı olarak yer verilir. Öte yandan
üst yönetici ve yardımcılarına harcama yetkisinin birleştirilmesi suretiyle
harcama yetkisi verilemez.
Harcama yetkililerinin bütçe uygulamasında iki ana görevi vardır.
Birincisi harcama talimatını vermek, ikincisi ise muhasebe yetkilisine
ödemenin yapılması hususunda yazılı emir vermektir.
Harcama yetkilileri harcama talimatı verirken harcama talimatının;
bütçe ilke ve esaslarına, kanun, tüzük ve yönetmelikler ile diğer mevzuata
uygun olmasından sorumludur. 5018 sayılı Kanun gereği harcama
yetkililerinin sorumluluğunun, harcama talimatının içeriği ile sınırlı olduğu
düşünülmektedir.
Harcama
talimatı
verme,
mali
literatürde
taahhütte
bulunma
(yüklenmeye girişme) aşamasına tekabül eder. Bu nedenle Kanunun 32 nci
maddesini lafzen yorumlayarak, illa ki her bir harcama için ayrıca harcama
talimatı aramak yerinde olmadığı gibi işlemleri oldukça zorlaştırır. Harcama
talimatını ileride doğacak bütçe giderinin önceden kabul edildiğini ifade eden
89
belge olarak anlamak daha gerçekçi bir yaklaşım olur. Yani bir işçiyi veya
memuru istihdam etmek ileride personele mali haklarını ödemeyi kabul etmek
anlamındadır. Dolayısıyla bu tür ödemeler için ayrıca harcama talimatı
gerekmez. Bu meyanda Merkezi Yönetim Harcama Belgeleri Yönetmeliğinin
harcama talimatına ilişkin düzenlemeleri gayet makuldür.
Bu
harcama
yetkililerinin
idari
sorumluluğu
yanında
mali
sorumluluğunun da olduğu anlamına gelir. Yani Sayıştay denetiminde bunlar
da sorumlu tutulacaktır.
Sayıştay Genel Kurulu da 14/6/2007 tarihli ve 5189/1 sayılı kararında
harcama
yetkililerinin,
harcama
talimatlarının
ve
buna
konu
olan
harcamaların bütçe ilke ve esaslarına, kanun, tüzük ve yönetmelikler ile diğer
mevzuata uygunluğundan sorumlu olduklarına oybirliğiyle karar vermiştir.
Sayıştay Genel Kurulu harcama yetkililerinin genel sorumluluğunu
kabul etmiştir. İleride de görüleceği üzere harcama sürecinin her bir
aşamasında yapılan kanunsuzluk, belge noksanlığı gibi konulardan harcama
yetkilileri sorumlu tutulmuştur. Kanun metnine bağlı kalındığında, harcama
yetkililerinin harcama talimatı içeriği ile sınırlı sorumlu olduğu kabul
edilmelidir. Diğer taraftan harcama yetkililerine Kanunun vermiş olduğu
pozisyon ve misyon göz önüne alındığında, harcama yetkilileri bütçeleri
yöneten, kaynakların etkin, ekonomik ve verimli kullanılmasından sorumlu bir
kişi olarak yaptıkları işlemlerin en ayrıntılı bir şekilde bütün mali mevzuatı
bilecek konumda sorumlu tutulmaları uygun değildir. Kanunun vermediği
sorumluluk yönetmelik veya diğer düzenleyici işlemlerle yükletilemeyeceği,
bu yönde yargı kararlarının bulunduğu da bir realitedir. Bütün bu gerekçelerle
harcama yetkililerinin sadece harcama talimatı içeriği ile sınırlı sorumlu
olduğu kabul edilmelidir. 145
145
İlkben Hakan Bekar, “Kamu Mali Yönetiminde Sorumlular ve Sorumlulukları”, Mali Kılavuz
Dergisi, Yıl:11, Sayı:43, Ocak-Mart 2009, s.105.
90
Harcama yetkililerinin ikinci görevi ise ödeme emri belgesini
imzalamaktır. Kanımca bu iki anlama gelir. Birinci anlamı, verilen harcama
talimatının gerçekleştirme görevlilerince talimata uygun şekilde yerine
getirildiğinin onanmasıdır. Bu ön mali kontrol gereği yapılan bir inceleme
niteliğindedir. Ödeme emri belgesinin imzalanmasının ikinci anlamı da
yapılan gider karşılığı paranın hak sahibine ödenmesi için muhasebe
yetkilisine emir vermektir. Sayıştay Genel Kurulu ödeme emri belgesini
imzalamasından dolayı harcama yetkilisini iç kontrol ve ön mali kontrole
ilişkin usul ve esasları belirleyen yönetmelik gereği sorumlu tutmuştur. 146
Kanaatimce buna katılmak mümkün değildir. Zira 5018 sayılı Kanunun
açık hükmü, harcama yetkililerini harcama talimatı ile sınırlı tutmuştur. İşin
doğası da bu yöndedir. Eğer ilgili yönetmelik gereği ön mali kontrol sürecinde
yer almasından dolayı harcama yetkililerini sorumlu tutmak lazımsa, ön mali
kontrol görevi yapan mali hizmetler biriminde görevli personeli de sorumlu
tutmak gerekir. Çünkü bunlar da mali kontrol sürecinin parçalarıdır. Aynı
yönetmeliğin 11 inci maddesi ön mali kontrol sürecinin bağlayıcı olmadığı ve
sorumlu
tutulamayacağını
düzenlemektedir.
Bu
nedenle
harcama
yetkililerinin mali kontrol sürecinde yer almasından dolayı sorumlu tutulması
doğru değildir. 147
(1) Harcama yetkisinin devri: Harcama yetkisi yardımcılara; yoksa
hiyerarşik olarak bir alt kademedeki yöneticilere devredilebilir. Ancak
harcama birimlerinde her zaman bir alt yöneticiye rastlamak mümkün olmaz.
Bu nedenle harcama yetkilisinin geçici görev, hastalık, izin gibi nedenlerle
görevinde bulunmadığı durumlarda, vekâleten yerine bakan kişi harcama
yetkisini kullanır. Bu kişi kendi biriminden bir memur olabileceği gibi diğer
birim amirlerinden birisi de olabilir.
146
147
Sayıştay Genel Kurulunun 14/6/2007 tarihli ve 5189/1 sayılı kararı.
İlkben Hakan Bekar, a.g.m., s.106.
91
Diğer bir devir işlemi ise açıkça sınırları yazılı olarak belirlenmek
suretiyle harcama yetkilisinin görevi başında bulunduğu halde harcama
yetkisini alt kademeden bir memura devretmesidir.
Harcama yetkisi ile muhasebe yetkisi aynı kişide birleşemeyeceğinden
mali hizmetler birim amiri muhasebe yetkisini kullanmak zorunda kalırsa, mali
hizmetler biriminin harcama yetkisi, üst yönetici veya belirleyeceği bir kişi
marifetiyle yürütülür. Muhasebe yetkisini uhdesinde tutan mali hizmetler birim
amirinin harcama yetkisini alt kademede birisine devretmesi uygun değildir.
Harcama yetkisi belirli konulara ilişkin olarak değişik birimlere özellikle destek
birimlerine devredilebilir.
Burada tartışma götürebilir bir konu da Harcama Yetkilileri Hakkında
Genel Tebliğ (Seri No: 2) 1-d maddesinde bulunan “Harcama yetkilileri, ilgili
mevzuatı uyarınca ihale usulleriyle yapılacak mal ve hizmet alımları ile yapım
işlerinde ihale işlemlerine ilişkin olarak, ihale yetkisiyle sınırlı olmak üzere
harcama yetkilerini, üst yöneticiden onay almak suretiyle, idarenin destek
hizmetlerini yürüten birim yöneticilerine devredebilir.” hükmüdür. Kanun 60
ıncı maddesinde de gerçekleştirme birimini düzenlerken, harcama yetkililiği
görevi uhdesinde kalmak şartıyla, harcama birimlerinin talebi ve üst
yöneticinin onayıyla ihaleli işlemlerin destek hizmetleri birimi marifetiyle
gerçekleştirilebileceğini ifade etmektedir. Kanımca böyle bir sınırlama
yapmak yerine tüm destek hizmetlerine görevleri ile ilgili konularda ödenekleri
devretmeden ihale yetkisinin verilmesinde bir sakınca olmaması gerekirken,
Kanun koyucu böyle düşünmemiştir. Dolayısıyla gerçekleştirme görevlilerine
harcama yetkisinin devri söz konusu olamaz.
Yetki devri, mali hizmet birimi ile muhasebe birimine bildirilir. Yetki
devrinde mali sorumluluktan kurtulan harcama yetkilisi, idari sorumluluktan
kurtulamaz. Diğer bir ifade ile idari sorumluluk devredilemez.
92
Sayıştay Genel Kurulu harcama talimatının kullanılmasından doğan
sorumluluğun, harcama yetkisinin devredildiği görevliye ait olması gerektiğine
karar vermiştir.148
(2) Harcama yetkisi kurul, komite veya komisyon marifetiyle
kullanılıyorsa: 5018 sayılı Kanunun 31 inci maddesinin üçüncü fıkrasında,
“Kanunların verdiği yetkiye istinaden yönetim kurulu, icra komitesi, komisyon
ve benzeri kurul veya komite kararıyla yapılan harcamalarda, harcama
yetkisinden doğan sorumluluk kurul, komite veya komisyona ait olur.”
denilmektedir.
Burada kurul, komite veya kurul şeklinde çalışan ve karar alan
organların idari yetkisinin olup olmadığı önem taşımaktadır. Kararlar bazen
sadece izin verme, yetki verme şeklinde olabilir. Sayıştay Genel Kurulu buna
dikkat çekerek;
“Kurul halinde görev yapan karar organlarının genellikle icra yetkileri
bulunmamaktadır. Ancak Savunma Sanayi Müsteşarlığında olduğu gibi bazı
kuruluşların karar organlarının icra yetkisi bulunmaktadır. Bu nedenle
Kanunun 31 inci maddesinin üçüncü fıkrasında sayılan yönetim kurulu, icra
komitesi, komisyon ve benzeri kurul veya komite kararıyla yapılan
harcamalarda, harcama yetkisinden doğan sorumluluk belirlenirken; kararın,
harcama talimatının unsurlarını taşıyıp taşımadığının ve kurul, komisyon
veya komitenin harcama sürecinde rol alıp almadığının belirlenmesi
gerekmektedir.
Bu durumda;
- Kanunların verdiği yetkiye istinaden yönetim kurulu, icra komitesi,
encümen gibi adlarla teşkil edilen yönetim organlarının kararı, harcama
talimatının taşıması gereken unsurları taşıyor ve kurul, komisyon, komite
148
İlkben Hakan Bekar, a.g.m., s.107.
93
harcama sürecinde yer alıyorsa, harcama yetkisinden doğan sorumluluğun
yönetim kurulu, icra komitesi, komisyon ve benzeri kurul, komite veya
komisyona ait olacağına,
- Yönetim kurulu, icra komitesi, encümen gibi adlarla teşkil edilen
yönetim organlarının kararı, harcama talimatının taşıması gereken unsurları
taşıyor, ancak kurul, komisyon, komite harcama sürecinde yer almıyorsa,
yönetim kurulu, icra komitesi, komisyon ve benzeri kurul veya komitenin
sadece harcama talimatının kanun, tüzük ve yönetmeliklere uygun
olmasından sorumlu olacağına,
- Yönetim kurulu, icra komitesi, encümen gibi adlarla teşkil edilen
yönetim organlarının kararı bir giderin yapılması için harcama yetkilisine izin
verme şeklinde düzenlenmiş ise, bu halde kurul, komisyon veya komitenin
harcamaya izin veren kararın kanun, tüzük ve yönetmeliğe uygun olmasıyla
sınırlı olarak sorumlu olacağına,
Çoğunlukla,” karar vermiştir.149
Bazen belediye meclisi veya encümenin vermiş olduğu kararlar da
kamu zararı ile sonuçlanmaktadır. Örneğin belediye çalışanlarına denge
tazminatı ya da diğer adlarla ek ödeme yapılmasına belediye meclisi karar
vermekte,
belediye
başkanı
ile
sendikalar
arasında
sözleşmeler
yapılmaktadır. Bu durumda da sırf personel giderlerine ilişkin ödenekler ilgili
harcama birimlerinde bulundu diye harcama yetkililerinin ve bordroları
düzenledi diye gerçekleştirme görevlilerinin sorumlu tutulmaları doğru
olmayacaktır. Kanaatimce bu şekilde doğan kamu zararının meclis üyeleri ve
belediye başkanına ödettirilmesi uygun olacaktır.
149
Sayıştay Genel Kurulunun 14/6/2007 tarihli ve 5189/1 sayılı kararı.
94
d) Gerçekleştirme Görevlileri
Gerçekleştirme görevlileri bir birim ifade etmediğinden analitik bütçe
sınıflandırması kurumsal kodlamada yer almamaktadır. Kanunun 32 nci ve
33 üncü maddelerinde gerçekleştirme görevlilerine ilişkin düzenleme yer
almaktadır. Gerçekleştirme görevlilerinin kim olacağı harcama talimatında
belirtilir. Destek hizmetleri birim amirleri veya destek hizmetlerinde çalışanlar,
diğer birimler için gerçekleştirme görevlisi olabilirler.
Gerçekleştirme görevlileri; işin yaptırılması, mal veya hizmetin
alınması, teslim almaya ilişkin işlemlerin yapılması, belgelendirilmesi ve
ödeme için gerekli belgelerin hazırlanması görevlerini yürütürler.
Kanun harcama birimini bir bütün olarak ele almıştır. Yani harcama,
hak sahibine ödeme hariç tüm aşamaları ile bütçelerinde ödenek tahsis
edilen
birim
tarafından
gerçekleştirilir.
Bu
nedenle
gerçekleştirme
görevlilerinin harcama birimi içinde bulunması temel ilkedir.
Gerçekleştirme görevlisi kurumsal kodlamada yer almamaktadır.
Gerçekleştirme görevi ekonomik kodlarla ilgilidir. Dolayısıyla ekonomik
kodlara göre uzmanlaşmış birimlere gerçekleştirme görevi verilmesi daha
uygun olabilir.
Gerçekleştirme harcama yetkilisi adına yapılmaktadır. Harcama
yetkilisinin hem mali hem de hukuki sorumluluğu vardır. Gerçekleştirme
görevinin bu sorumluluğu yerine getirecek nitelikte olması uygun olur. Bu
nedenle;
-Harcama yetkililerinin (özellikle ana hizmet birimleri) yapacakları
harcamalar kendi uzmanlık alanları ise gerçekleştirmeleri de kendilerinin
yapması daha isabetli olur. Örneğin fen işleri müdürlüğünün, asfalt işlemlerini
kendisinin yapması gerekir.
95
-Birimler, destek hizmetleri birimlerinin uzmanlık alanına giren
konularda destek hizmetleri sunan ilgili birimi gerçekleştirme görevlisi olarak
belirleyebilir. Örneğin bütün birimler personel ödemesine ilişkin olarak
personel müdürlüğünü gerçekleştirme görevlisi olarak üst yöneticinin onayı
ile belirleyebilir. Kanunun 60 ıncı maddesinin sondan dördüncü bendi bu
konuya açıklık getirmiştir. Buna göre, alım, satım, yapım, kiralama, kiraya
verme, bakım-onarım ve benzeri mali işlemlerden; idarenin tamamını
ilgilendirenler destek hizmetlerini yürüten birim, sadece harcama birimlerini
ilgilendirenler ise harcama birimleri tarafından gerçekleştirilir. Ancak harcama
yetkiliği görevi uhdesinde kalmak şartıyla, harcama birimlerinin talebi ve üst
yöneticini onayıyla bu işlemler destek hizmetlerini yürüten birim tarafından
yapılabilir.
Yukarıda da belirtildiği gibi gerçekleştirme görevi ekonomik kodlarla
ilgili olduğundan;
01 ve 02 kodlarının gerçekleştirme görevi personel müdürlüğü,
03.2.1 Kırtasiye ve büro malzemeleri alımı için satın alma müdürlüğü,
03.2.3 Enerji alımları için idari ve mali işler müdürlüğü,
03.3 Yolluklar için personel müdürlüğü veya idari ve mali işler
müdürlüğü,
03.5.2 Haberleşme giderleri için idari ve mali işler müdürlüğü,
03.6 Temsil ağırlama için yazı işleri müdürlüğü,
03.9 Tedavi ve cenaze giderleri için sağlık işleri müdürlüğü
gerçekleştirme görevlisi olarak üst yöneticinin onayı ile tayin ve tespit
edilebilir.
Bu şekilde alınacak onaylarda, ödeme emri belgesini düzenleme
görevinin harcama birimi veya destek hizmetleri biriminden hangisi tarafından
yürütüleceği hususu da belirtilecektir. Ödeme emri belgesini düzenleyecek
gerçekleştirme görevlisinin destek hizmetleri biriminden olması halinde, bu
görevli veya görevliler, destek hizmetleri birimi yöneticisi tarafından kendisi
96
veya
yardımcısı
veya
bunlara
hiyerarşik
olarak
en
yakın
yönetim
kademesinde bulunan kişi veya kişiler arasından belirlenecektir (Harcama
Yetkilileri Hakkında Genel Tebliğ - Seri No: 2).
Harcama Yetkilileri Hakkında Genel Tebliğ (Seri No: 2) 1-d maddesine
göre “harcama yetkilileri, ilgili mevzuatı uyarınca ihale usulleriyle yapılacak
mal ve hizmet alımları ile yapım işlerinde ihale işlemlerine ilişkin olarak, ihale
yetkisiyle sınırlı olmak üzere harcama yetkilerini, üst yöneticiden onay almak
suretiyle,
idarenin
destek
hizmetlerini
yürüten
birim
yöneticilerine
devredebilir.”
Gerçekleştirme görevlileri merkezi yönetim harcama belgelerinde
harcama türlerine göre ödeme emri belgesine eklenmesi gereken belgeleri
eklemek zorundadır. Ayrıca harcama talimatında yazılı hususu fiilen
gerçekleştirmek
Gerçekleştirme
veya
gerçekleştiğini
görevlileri
yapmış
kontrol
oldukları
etmek
bu
durumundadır.
işlemlerinden
dolayı
sorumludurlar.
Gerçekleştirme görevlileri harcama sürecinde yer aldıklarından
yaptıkları işlemlerden dolayı mali sorumlulukları vardır.
Sayıştay Genel Kurulu da Kanunun 33 üncü maddesini ele aldıktan
sonra; “Bu hüküm uyarınca, bir mali işlemi gerçekleştirmede görevli olanların
sorumluluğunun belirlenmesinde, gerçekleştirme işlemini yapan memurun,
yetkili ve görevli olması ve yapılan giderin de bu görevli tarafından
düzenlenip imzalanan belgeye dayanıyor olması zorunludur. Bir başka
deyişle, yukarıda anılan belge ve imza olmadan ödeme emri belgesinin
tamamlanmış
sayılmaması
gerekmektedir.
Aynı
şekilde,
belgeyi
düzenleyenin de gerçekleştirme konusunda yetkisinin bulunması ve harcama
97
talimatı ile veya sair surette amir tarafından görevlendirilmiş olması
gerekmektedir.” şeklinde karar vermiştir.150
5018 sayılı Kanunda yer almamasına rağmen ikincil mevzuat iki çeşit
gerçekleştirme görevlisinden bahsetmektedir. Bunlardan birincisi ödeme emri
belgesini imzalamakla yükümlüdür. İç Kontrol ve Ön Mali Kontrole İlişkin Usul
ve Esaslar hükmü gereği ödeme emri belgesini imzalamakla görevli
gerçekleştirme görevlisi harcama yetkilisine hiyerarşik olarak en yakın
kişidir.151 Harcama birimlerinde süreç kontrolü yapılarak her bir işlem daha
önceki işlemlerin kontrolünü içerecek şekilde tasarlanıp uygulanacak, mali
işlemlerin yürütülmesinde görev alanlar, yapacakları işlemden önceki
işlemleri de kontrol edeceklerinden hareketle Sayıştay Genel Kurulu ödeme
emri belgesini düzenlemek ve imzalamakla görevli olan gerçekleştirme
görevlisinin
harcama
yetkilisi
ile
birlikte
sorumlu
olacağı
ilkesini
benimsemiştir. Diğer gerçekleştirme görevlileri ise sadece kendi yaptıkları
işlemlerden sorumlu tutulacaklardır. Kararın ilgili bölümleri aşağıya aynen
alınmıştır.
“… bir mali işlemi gerçekleştirmede görevli olanların sorumluluğunun
belirlenmesinde, gerçekleştirme işlemini yapan memurun, yetkili ve görevli
olması ve yapılan giderin de bu görevli tarafından düzenlenip imzalanan
belgeye dayanıyor olması zorunludur. Bir başka deyişle, yukarıda anılan
belge ve imza olmadan ödeme emri belgesinin tamamlanmış sayılmaması
gerekmektedir. Aynı şekilde, belgeyi düzenleyenin de gerçekleştirme
konusunda yetkisinin bulunması ve harcama talimatı ile veya sair surette
amir tarafından görevlendirilmiş olması gerekmektedir.
150
Sayıştay Genel Kurulunun 14/6/2007 tarihli ve 5189/1 sayılı kararı.
Kanaatimce bu durum, 1050 sayılı Kanun mantalitesinin etkisi altında kalındığını göstermektedir.
5018 sayılı Kanunun genel anlayışı ile böyle bir düzenlemenin bağdaşmadığını düşünmekteyim.
Harcama yetkilisi kaynakların etkili, ekonomik ve verimli kullanılması yönünde kimi veya hangi
birimi gerçekleştirme ile görevlendireceği hususunda tek yetkili ve sorumlu olan kişidir.
151
98
Bu anlamda gerçekleştirme belgelerinin hazırlanması, taslak metinlerin
yazılması, temize çekilmesi, kaydedilmesi, bilgisayara giriş yapılması gibi
yardımcı hizmetlerin gerçekleştirme görevi kapsamında değerlendirilmesi
mümkün bulunmamaktadır.
…harcama yetkilileri, yardımcıları veya hiyerarşik olarak kendisine en
yakın üst kademe yöneticileri arasından bir veya daha fazla sayıda
gerçekleştirme
görevlisini
görevlendirecek,
ödeme
ödeme
emri
emri
belgesini
belgesi
düzenlemekle
düzenlemekle
görevlendirilen
gerçekleştirme görevlileri de, ödeme emri belgesi ve eki belgeler üzerinde ön
malî kontrol yapacaklardır. Bu nedenle ödeme emri belgesini düzenleyen
gerçekleştirme görevlisinin yaptığı işlemler nedeniyle sorumluluk üstlenmesi
tabiidir.
Ayrıca, harcama birimlerinde süreç kontrolü yapılarak her bir işlem
daha önceki işlemlerin kontrolünü içerecek şekilde tasarlanıp uygulanacak,
mali işlemlerin yürütülmesinde görev alanlar, yapacakları işlemden önceki
işlemleri de kontrol edeceklerdir. Bu bağlamda ödeme emri belgesini
düzenlemekle görevlendirilen gerçekleştirme görevlileri de, ödeme emri
belgesi ve eki belgeler üzerinde ön mali kontrol yaparak, ödeme emri belgesi
üzerine
“Kontrol
edilmiş
ve
uygun
görülmüştür”
şerhi
düşüp
imzalayacaklardır. Bu nedenle ödeme emri belgesini düzenleyen görevli,
gerçekleştirme belgelerinin ödeme emri belgesine doğru aktarılması yanında,
düzenlediği
belge
ile
birlikte
harcama
sürecindeki
diğer
belgelerin
doğruluğundan ve mevzuata uygunluğundan da sorumludur.
Yapılan bu açıklamalara göre, aslî bir gerçekleştirme belgesi olan
ödeme emri belgesini düzenleyen sıfatıyla imzalayan gerçekleştirme
görevlisinin, düzenlediği belge ile birlikte harcama sürecindeki diğer
99
belgelerin doğruluğundan ve mevzuata uygunluğundan harcama yetkilisi ile
birlikte sorumlu tutulması gerektiğine çoğunlukla,”152
Burada söz konusu karara katılmadığımı belirtmek isterim. Harcama
yetkilisinin ödeme emri belgesini imzalamasının iki anlamı olduğunu
düşünüyorum. Birincisi yapılan harcamanın ekli belgelerden anlaşıldığına
göre harcama talimatına uygun olduğunun onaylandığı, ikincisi de muhasebe
yetkilisine hak sahibine bedelin ödenmesi gerektiği emridir. Harcamanın
talimata uygun olduğu onanıyorsa ve harcama talimata uygunsa problem
yoktur. Harcama talimata uygun gerçekleşmemişse, harcama yetkilisinin ya
ödeme emri belgesini imzalamaması yani ödemeyi gerçekleştirmemesi, ya
da ödemeyi gerçekleştirip sorumlu gerçekleştirme görevlisi hakkında idari
veya cezai soruşturma açtırması gerekebilir. Bu ayrı bir tartışma konusudur.
Ancak kararda gerekçe olarak zikredilen ön mali kontrolün bir gereği olarak
harcama yetkilisinin sorumlu tutulması hem Kanun hem de yönetmeliğin
diğer hükümlerine aykırıdır. Zira ön mali kontrol niteliği gereği mali
sorumluluğu haiz değildir (Yönetmelik 11 inci madde). Eğer ön mali kontrol
gereği harcama yetkilisine sorumluluk tevcih edilecekse mantıken ön mali
kontrolden sorumlu mali hizmetler birimi personeline de sorumluluk
yüklenilmesi gerekmektedir. Oysa karar ön mali kontrol görevi ifa eden mali
hizmetler birimini sorumluluk kapsamı içerisine almamıştır.
Değerlendirilmesi gereken diğer bir husus da birlikte sorumluluk
(müşterek mesuliyet) durumudur. Birlikte sorumluluk ile sorumluluk üstlenme
(deruhte-i mesuliyet) yapışık ikizler gibidir. Biri varsa diğeri de vardır, biri
yoksa diğeri de yoktur. Bu iki kavram da 1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye
Kanununun literatüründe vardı. Oysa 5018 sayılı Kanun her ikisinden de
bahsetmemektedir. Harcama yetkilisinin vermiş olduğu harcama talimatında
yer alan hukuka aykırı bir durum için gerçekleştirme görevlilerinin verilen
görevi kanunlara aykırı olduğu gerekçesi ile yapmama, itiraz etme yetkisi
152
Sayıştay Genel Kurulunun 14/6/2007 tarihli ve 5189/1 sayılı kararı.
100
bulunmamaktadır. 5018 sayılı Kanun böyle bir düzenleme yapmamıştır. Zira
gerçekleştirme
görevlilerinin
görev,
yetki
ve
sorumlulukları
harcama
talimatında yer alan işlemi gerçekleştirmek ve harcama belgelerini ödeme
emri belgesine bağlamaktır. Dolayısıyla itiraz etme, yapmama şansı olmayan
gerçekleştirme görevlilerini harcama talimatından kaynaklanan hukuka aykırı
iş ve işlemlerden sorumlu tutmak kanaatimce uygun olmaz.
Olaya harcama yetkilileri açısında bakarsak; harcama yetkilileri
birimlerinin stratejik planını yapan, bütçesini hazırlayan ve yöneten, faaliyet
raporları düzenleyen ve bütün bunların hesabını veren, birimin en üst
yöneticisidir. Bu konumdaki bir yetkiliyi hukuki ayrıntılarla boğmak esasında
kaynakların ekonomik ve verimli kullanılmamasıdır. Bu insanların, örneğin fen
işleri müdürünün Harcırah Kanununu bilmesi, personel mevzuatına hakim
olması beklenemez. Bu mevzuata uzmanlık alanına göre gerçekleştirme
birimleri hakimdir.
Bu açıklamalar doğrultusunda sorumluluk tevcihi bu Kanuna göre
genel olarak ifadelendirilemeyecektir. Sorumluluk yönlendirilmesi her olayın
özellikli durumuna göre yetki ve görev sahibi kişilerin harcama sürecinde
yaptıkları işlemlerle kamu zararına sebebiyet verip vermedikleri araştırılmalı
ve ona göre sorumluluğu değerlendirilmelidir.
Yukarıda yapılan açıklamalar doğrultusunda hem harcama yetkilisinin
bu tür ayrıntılardan sorumlu tutulmasına, hem de birlikte sorumluluğa
katılmamız mümkün değildir.
e) Ön Mali Kontrolde Görevli Olanlar
Ön
mali
kontrol
5018
sayılı
Kanunun
58
inci
maddesinde
düzenlenmiştir.
“Madde 58 - (Değişik madde: 22/12/2005-5436 S.K./6.mad)
101
Ön malî kontrol, harcama birimlerinde işlemlerin gerçekleştirilmesi
aşamasında yapılan kontroller ile malî hizmetler birimi tarafından yapılan
kontrolleri kapsar.
Ön malî kontrol süreci, malî karar ve işlemlerin hazırlanması,
yüklenmeye
girişilmesi,
iş
ve
işlemlerin
gerçekleştirilmesi
ve
belgelendirilmesinden oluşur.
Kamu idarelerinde ön malî kontrol görevi, yönetim sorumluluğu
çerçevesinde yürütülür.
Harcama
birimlerinde
işlemlerin
gerçekleştirilmesi
aşamasında
yapılacak asgarî kontroller, malî hizmetler birimi tarafından ön malî kontrole
tâbi tutulacak malî karar ve işlemlerin usûl ve esasları ile ön malî kontrole
ilişkin standart ve yöntemler Maliye Bakanlığınca belirlenir. Kamu idareleri,
bu standart ve yöntemlere aykırı olmamak şartıyla bu konuda düzenleme
yapabilir.”
Kanun hükmüne istinaden Maliye Bakanlığında çıkarılan ve 31 Aralık
2005 gün ve 26040 (3.Mükerrer) sayılı Resmi Gazetede yayımlanan İç
Kontrol ve Ön Mali Kontrole İlişkin Usul ve Esasları düzenleyen yönetmeliğin
ilgili maddelerinde ve ön mali kontrolün niteliğini belirleyen 11 inci maddesi
gereği; ön mali kontrolün danışma ve önleyici niteliği haiz olması, mali karar
ve işlemlerin uygulanmasında bağlayıcı olmaması, mali karar ve işlemlere
uygun görüş verilmiş olmasının harcama yetkilisi ve gerçekleştirme
görevlilerinin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacak olması gibi hususlar göz
önüne alındığında ön mali kontrol görevi yerine getiren personelin mali
sorumluluğunun da olmadığı sonucuna varılır.
102
Nitekim Sayıştay Genel Kurulu da ön mali kontrol görevi yürütenlerin
sorumlulukları hususuna bu nedenle değinmemiştir.153
f) Muhasebe Yetkilisi
Kanun 61 inci maddesinde muhasebe hizmetinin tanımını yapmıştır.
Muhasebe hizmeti; gelirlerin ve alacakların tahsili, giderlerin hak sahiplerine
ödenmesi, para ve parayla ifade edilebilen değerler ile emanetlerin alınması,
saklanması, ilgililere verilmesi, gönderilmesi ve diğer tüm malî işlemlerin
kayıtlarının yapılması ve raporlanması işlemleridir. Muhasebe yetkilisi de bu
hizmetleri yürüten yetkilidir.
Muhasebe yetkilisinin Kanunda ve yönetmeliklerde kendisine verilen
idari görevlerin dışında, harcama sürecine katılması nedeniyle yapacağı bazı
işlemler vardır. Bu işlemler yine aynı maddede sayılmıştır. Buna göre
muhasebe yetkilileri ödeme aşamasında ödeme emri belgesi ve eki belgeler
üzerinde;
a) Yetkililerin imzasını,
b) Ödemeye ilişkin ilgili mevzuatında sayılan belgelerin tamam
olmasını,
c) Maddi hata bulunup bulunmadığını,
d) Hak sahibinin kimliğine ilişkin bilgileri,
kontrol etmekle yükümlüdür.
Muhasebe yetkilileri, ilgili mevzuatında düzenlenmiş belgeler dışında
belge arayamaz. Yukarıda sayılan konulara ilişkin hata veya eksiklik
bulunması halinde ödeme yapamaz. Belgesi eksik veya hatalı olan ödeme
emri belgeleri, düzeltilmek veya tamamlanmak üzere en geç bir iş günü
153
Sayıştay Genel Kurulunun 14/6/2007 tarihli ve 5189/1 sayılı kararı.
103
içinde gerekçeleriyle birlikte harcama yetkilisine yazılı olarak gönderilir.
Hataların düzeltilmesi veya eksikliklerin giderilmesi halinde ödeme işlemi
gerçekleştirilir.
(1) Yetkililerin imzası: Muhasebe yetkilileri ödeme emri belgesi ve eki
belgeler üzerinde yetkililerin imzalarının bulunup bulunmadığını kontrol
ederler. Ödeme emri belgesi üzerinde harcama yetkilisi ve gerçekleştirme
görevlilerinin imzaları bulunur. Burada çıkabilecek bazı tereddütlere Sayıştay
Genel Kurulu açıklık getirmiş154 ve bu kapsamda;
-Ödeme aşamasında, ödeme emri belgesi üzerinde harcama yetkilisi
ve gerçekleştirme görevlisinin imzaları olmakla birlikte, ödeme emri belgesi
eki belgeler üzerinde herhangi bir imza eksiği varsa muhasebe yetkilisinin,
ödeme emri belgesi üzerinde imzası bulunan harcama yetkilisi ve
gerçekleştirme görevlisiyle birlikte sorumlu tutulması,
-Ödeme emri belgesi üzerinde harcama yetkilisi veya gerçekleştirme
görevlisinden sadece birinin imzası varsa, muhasebe yetkilisinin, imzası
bulunan görevliyle birlikte sorumlu tutulması,
-Ödeme emri belgesi üzerinde harcama yetkilisi ve gerçekleştirme
görevlisinin imzaları yoksa muhasebe yetkilisinin, tek başına sorumlu
tutulması,
gerektiğine karar verilmiştir.
(2) Belgelerin tam olması: Muhasebe yetkilileri, ödeme emri eki
belgelerin, ödemesi yapılacak giderin çeşidine ve alım şekline göre Merkezi
Yönetim Harcama Belgeleri Yönetmeliğinde ve özel mevzuatında öngörülen
belgelerden olmasını ve bu belgelerin eksiksiz olarak ödeme emri belgesi
154
Sayıştay Genel Kurulunun 14/6/2007 tarihli ve 5189/1 sayılı kararı.
104
ekinde bağlanmasını kontrol etmekle sorumlu olup, belgelerin alınan mal
veya hizmet ya da iş bazında miktar veya ara toplam olarak bütçe tertiplerine
uygunluğunun kontrolünden ve doğruluğundan sorumlu değildir. Sayıştay
Genel Kurulu da ödemeye esas teşkil eden belgelerdeki noksanlıklardan
muhasebe yetkilisinin gerçekleştirme görevlileri ile birlikte sorumlu tutulacağı
yönünde karar vermiştir.155
(3) Maddi hata: Muhasebe yetkililerinin maddi hataya ilişkin
sorumlulukları, bir mali işlemin muhasebeleştirilmesine dayanak teşkil eden
karar, onay, sözleşme, hak ediş raporu, bordro, fatura, alındı ve benzeri
belgelerde, gelir, alacak, gider ya da borç tutarının tespit edilmesine esas
rakamların hiçbir farklı yoruma yer vermeyecek biçimde, bilerek veya
bilmeyerek
yanlış
seçilmesi,
oranların
yanlış
uygulanması,
aritmetik
işlemlerin yanlış yapılması ve muhasebeleştirmeye esas toplamlarının
muhasebeleştirme belgesinde ilgili hesaplara noksan veya fazla kaydedilmek
suretiyle yapılan yersiz ve fazla alma, verme, ödeme ve gönderilmesiyle
sınırlıdır. Teknik nitelikteki belgelerde, bu niteliğe ilişkin olarak yapılmış
maddi hatalardan bu belgeleri düzenleyen ve onaylayan gerçekleştirme
görevlileri sorumlu olup, muhasebe yetkililerinin bu belgelere ilişkin
sorumlulukları aritmetik işlemlerdeki yanlışlıklarla sınırlıdır. Sayıştay Genel
Kurulu, ödemeye esas teşkil etme niteliği bulunan, fakat gider evrakı
arasında yer almayan bir belge nedeniyle ortaya çıkan kamu zararı ile giderin
taahhüt ve tahakkuk aşamalarına ait olup çeşitli gerçekleştirme görevlilerinin
kendi
yasal
görevleri
çerçevesinde
düzenledikleri
ve
imzaladıkları
belgelerdeki açık ve kolayca görülebilen ve yorum gerektirmeyen maddi
hatalardan muhasebe yetkilisinin, harcama yetkilisi ve gerçekleştirme
görevlisiyle birlikte sorumlu tutulması gerektiğine, hatanın bariz olup
olmadığının Sayıştay yargı dairelerince tespit edilebileceğine karar vermiştir.
155
Sayıştay Genel Kurulunun 14/6/2007 tarihli ve 5189/1 sayılı kararı.
105
(4) Hak sahibinin kimliği: Merkezi Yönetim Harcama Belgeleri
Yönetmeliğinin 8 inci maddesinde ödemenin kimlere yapılacağı hususu
düzenlenmiştir. Ayrıca bu konuda Merkezi Yönetim Harcama Belgeleri
Hakkında Genel Tebliğ (2006-1) 7 nci maddede düzenleme yer almaktadır.
-Gerçek kişilerde alacaklıya veya vekiline, velisine, vasisine veya
mutemedine,
-Gerçek kişinin ölümü halinde varislere,
-Tüzel kişilerde ise kanuni temsilcilerine veya bunların tayin ettikleri
vekillere,
-Kayyım tayini gerektiren durumlarda kayyıma ödeme yapılır.
Vekile yapılacak ödemelerde; noterce düzenlenmiş vekaletname aslı
veya bunun noterce onaylanmış örneği, veliye ödeme yapılacaksa; veli ve
çocukların nüfus cüzdanlarının onaylı suretleri; mahkemece tayin edilmiş
velilere yapılacak ödemelerde ise mahkeme ilamı, vasilere yapılacak
ödemelerde, vasi tayinine ilişkin mahkeme ilamı, varislere yapılacak
ödemelerde veraset ilamı, kanuni temsilcilere yapılacak ödemelerde, noterce
onaylı imza sirküleri ile ilgilinin tahsiline yetkili olduğunu gösteren belge, eğer
bu kimseler birisine vekalet vermişse noterce düzenlenmiş vekaletname,
kayyımlara ödeme yapılacaksa kayyım tayinine ilişkin mahkeme ilamı, resmi
kurum ve kuruluşların alacaklarının tahsili için görevlendirilenlere alındı
karşılığı yapılacak ödemelerde, dairesince verilmiş ilgilinin tatbiki imzasını
içeren yetki belgesi, herhangi bir alacağı temellük eden kişilere yapılacak
ödemelerde, noterce onaylanmış alacak temlik namesi, kamu personeline
yapılan aylık, ücret ve düzenli olarak yapılan ödemelerde harcama
yetkililerince yazılı olarak görevlendirilen mutemetlere ödenmesinde mutemet
görevlendirme yazısı (Merkezi Yönetim Harcama Belgeleri Yönetmeliği;
örnek:5), kamu personelinin yolluk, tedavi gideri ve benzeri münferit
106
alacakları
ile
kamu
personeli
olmayan
kişilerin
hizmetleri
karşılığı
gerçekleşen yolluk, ders ücreti, huzur ücreti ve benzeri alacaklarının
mutemetlerine yapılacak ödemelerde her ödemeyle ilgili şahsi mutemet
dilekçesi (Merkezi Yönetim Harcama Belgeleri Yönetmeliği; örnek:6),
kimliğinin saklı kalmasını isteyen muhbirlere mutemetleri aracılığıyla
yapılacak ödemelerde, ilgili dairenin görevlendirme yazısı, alacakların hak
sahiplerinin
banka
hesaplarına
aktarılması
suretiyle
ödenmesinde,
alacaklının harcama birimince onaylanmış yazılı talebi, eğer düzenlenen
fatura üzerinde banka hesap numarası yer alıyorsa ayrıca talep yazısı
aranmaz.
Kanun her ne kadar ödeme emri belgesi dese de ön ödeme
niteliğindeki ödemeler için düzenlenen muhasebe işlem fişleri üzerinde de
aynı noktalardan inceleme yapılması gerektiği kanaatimdeyim.
Ödeme emirleri, muhasebe birimine geliş tarihinden itibaren, en geç
dört iş günü içinde incelenir. Uygun bulunursa muhasebeleştirilerek tutarları
hak sahiplerinin banka hesabına aktarılır. Eksik veya hatalı olan ödeme emri
belgesi ve eki belgeler, düzeltilmek veya tamamlanmak üzere en geç, hata
ve eksikliğin tespit edildiği günü izleyen iş günü içinde gerekçeleriyle birlikte
harcama
yetkilisine
yazılı
olarak
gönderilir.
Hata
veya
eksiklikleri
tamamlanarak tekrar muhasebe birimine verilenler, en geç iki iş günü sonuna
kadar incelenerek muhasebeleştirme ve ödeme işlemi gerçekleştirilir.
Sayıştay Genel Kurulu hak sahibi olmayan kişilere ödeme yapılması
nedeniyle ortaya çıkan kamu zararından doğrudan ve tek başına muhasebe
yetkilisinin sorumlu tutulması gerektiğine oybirliği ile karar vermiştir.156
(5) Muhasebe Yetkilisinin Gelir ve Alacakları Tahsil Görevi:
Sayıştay Genel Kurulu bu konuda; “Muhasebe Yetkililerinin Eğitimi, Sertifika
156
Sayıştay Genel Kurulunun 14/6/2007 tarihli ve 5189/1 sayılı kararı.
107
Verilmesi ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin 23 üncü
maddesinde, gelirleri ve alacakları ilgili mevzuatına göre tahsil etmek, yersiz
ve fazla tahsil edilenleri ilgililerine iade etmek ve bu işlemlere ilişkin kayıtları
usulüne uygun, saydam ve erişilebilir şekilde tutmak, mali rapor ve tabloları
her türlü müdahaleden bağımsız olarak düzenlemek muhasebe yetkilisinin
görevlerinden kabul edilmiş, aynı Yönetmeliğin 32 nci maddesinde de
idarelerce ilgili kanunlarına göre tarh ve tahakkuk ettirilerek tahsil edilebilir
hale gelmiş kamu gelir ve alacaklarının yükümlüleri ve sorumluları adına ilgili
hesaplara kaydedilerek tahsil edilmesinden muhasebe yetkilisinin sorumlu
olduğu açıkça ifade edilmiştir.
Açıklanan nedenlerle, idarelerce ilgili kanunlarına göre tarh ve
tahakkuk ettirilerek tahsil edilebilir hale gelmiş kamu gelir ve alacaklarının
takip ve tahsil edilmesinden muhasebe yetkilisinin tek başına sorumlu
olduğuna çoğunlukla,” şeklinde karar vermiştir.157
5018 sayılı Kanun ve bu Kanuna dayanılarak çıkartılan ikincil mevzuat
muhasebe birimini ve muhasebe yetkilisini tanımlarken; alacakların takibine
yönelik bir görev atfetmemektedir. Alacakların takibi mali hizmetler biriminin
veya alacağın kaynağı olan harcama biriminin görevleri arasındadır. Ancak
mali hizmetler birimi muhasebe işlemlerini de yürütüyorsa (ki belediyeler için
böyle olabilir) alacakların takip ve tahsili aynı birimde yani mali hizmetler
biriminde toplanmıştır. Mali hizmetler birim amiri muhasebe yetkilisi olarak
görevlendirilmişse bu durumda alacakların takibi ve tahsilinden sorumlu olur.
Muhasebe yetkililerinin alacakların takibinden sorumlu olacağı yönünde
yapılan genellemenin 5018 sayılı Kanun ve ikincil mevzuatı çerçevesinde
doğru olmadığını düşünmekteyim.
157
Sayıştay Genel Kurulunun 14/6/2007 tarihli ve 5189/1 sayılı kararı.
108
(6) Muhasebe Yetkililerinin Vergi Kesintilerinden Sorumluluğu:
Söz konusu Sayıştay Genel Kurul Kararında vergi tevkifatından kimin
sorumlu tutulacağı hususu tartışılmamış ve karara bağlanmamıştır.
5018 sayılı Kanunun 61 inci maddesi muhasebe hizmeti ve muhasebe
yetkilisinin yetki ve sorumlulukları hakkındadır. Hemen ifade etmeliyim ki,
“muhasebe yetkilisi” tabiri Kanunun genel düşüncesi dikkate alınırsa çok şık
durmamaktadır. Muhasebeden sorumlu kişilerin ciddi bir yetkilerinin olduğu
söylenemez. “Muhasebe yetkilisi” tabirinin de 1050 sayılı Kanundan kalan bir
kültür olduğu izlenimini uyandırmaktadır. “Muhasebe görevlisi” ifadesi işin
niteliğine daha uygun olurdu. Bahsi geçen Kanun maddesinde vergi
kesintilerinden muhasebe yetkililerinin sorumlu olduğuna ilişkin düzenleme
bulunmamaktadır. Yani vergi kesintilerinden 5018 sayılı Kanuna göre
muhasebe yetkililerini sorumlu tutmak mümkün değildir.
Ancak, konuya bir de vergi kanunları açısından bakmak gerekir.
193 sayılı Gelir Vergisi Kanunu 94 üncü maddesinin ilk fıkrasında;
“Kamu idare ve müesseseleri, ...aşağıdaki bentlerde sayılan ödemeleri
(avans olarak ödenenler dahil) nakden veya hesaben yaptıkları sırada,
istihkak
sahiplerinin
gelir
vergilerine
mahsuben
tevkifat
yapmaya
mecburdurlar.”
213 sayılı Vergi Usul Kanunu 11 inci maddesinin ilk fıkrasında;
“Yaptıkları veya yapacakları ödemelerden vergi kesmeye mecbur olanlar,
verginin tam olarak kesilip ödenmesinden ve bununla ilgili diğer ödevleri
yerine getirmekten sorumludurlar.”
3065 sayılı Katma Değer Vergisi Kanunu 9 uncu maddesinde;
“1.Mükellefin Türkiye içinde ikametgahının, işyerinin, kanuni merkezi ve iş
merkezinin bulunmaması hallerinde ve gerekli görülen diğer hallerde Maliye
Bakanlığı, vergi alacağının emniyet altına alınması amacıyla, vergiye tabi
109
işlemlere taraf olanları verginin ödenmesinden sorumlu tutabilir.” hükümleri
yer almaktadır. Diğer vergi kanunlarında da kamu idarelerini vergi kesintisi
yapmakla sorumlu tutan düzenlemeler bulunmaktadır.
Bu işlemleri kamu idareleri adına idarelerin genel işleyişleri dikkate
alınırsa muhasebe hizmetlerini yürüten birimin yapması gerektiği sonucuna
varılabilir. Bu nedenle 5018 sayılı Kanuna dayalı olarak muhasebe birimine
vergi kesintisinden dolayı sorumluluk yüklenemese de vergi kanunları
açısından değerlendirildiğinde kamu idarelerinin vergisel sorumluluğunun
kesinti ve kesilen vergilerin ilgili maliye birimine gönderilmesinden muhasebe
biriminin sorumlu olduğu düşüncesindeyim.
6- Harcama Sürecine Göre Sorumluluk
5018
sayılı
Kanuna
göre
harcama
süreci
şu
aşamalardan
oluşmaktadır:
a- Harcama talimatı.
b- Harcama belgelerinin temini.
c- Ödeme emri belgesinin düzenlenmesi.
d- Ödeme emri belgesinin imzalanması.
e- Hak sahibine ödenmesi.
Örnek olarak personel giderlerini inceleyelim.
(01 Personel Giderleri ve 02 Sosyal Güv. Kurumlarına Devlet Primi
Giderleri)
a) Harcama talimatı: Bu iki ekonomik koddan yapılacak harcamalar
için genel olarak harcama talimatı gerekmemektedir. Sadece ödül ve
ikramiyeler gibi münferiden yapılacak ödemeler için harcama talimatı
gerekmektedir. Bu nedenle sadece harcama talimatını gerektiren hususlarda
harcama yetkilisi sorumlu olacaktır.
110
b) Harcama belgelerinin temini: Merkezi Yönetim Harcama Belgeleri
Yönetmeliğinin 9-19 uncu maddelerinde personel giderleri için gerekli
harcama belgeleri düzenlenmiştir. Buna göre bu belgeleri düzenleyen her bir
görevli ayrı ayrı düzenlediklerinin doğruluğundan ve yapılan harcamanın
hukuka uygunluğundan sorumludur.
Örneğin; 01-1-1-01 Temel Maaşlar için örnek:8 maaş bordrosunun,
ödeme emri belgesine eklenmesi gerekir. Maaş bordrosunu düzenleyen
gerçekleştirme
görevlisi
bordro
üzerindeki
hatalardan
ve
hukuka
uygunsuzluktan sorumludur.
c) Ödeme emri belgesinin düzenlenmesi: Harcama yetkilisine en yakın
kişi ödeme emri belgesini düzenlemek ve kendisine ait olan kısmı “kontrol
edilmiş ve uygun görülmüştür” şerhini düşerek imzalamakla yükümlüdür. Bu
nedenle ödeme emri belgesi ve eki belgeler üzerindeki hatalardan, eki
belgeleri düzenlemekle yükümlü gerçekleştirme görevlileri ile birlikte sorumlu
olacaktır.
d) Ödeme emri belgesinin imzalanması: Kurumsal kodlamada üçüncü
veya dördüncü düzeyde yer alan harcama yetkilileri (yetki devredilmişse
yetkiyi devralan, vekâlet verilmişse vekâlet alan) ödeme emri belgesini ekleri
ile birlikte inceleyerek (ön mali kontrol gereği) imzalamak zorundadırlar. Bu
imzanın iki anlama geldiği söylenebilir; birincisi yapılan harcamanın, verilen
harcama talimatına uygun bir şekilde gerçekleştiğini onaylamak, ikincisi de
muhasebe yetkilisine tahakkuk eden giderin hak sahibine ödenmesi
hususunda emir vermektir. Bu nedenle harcama yetkilileri, ödeme emri
belgesini düzenlemekle görevli gerçekleştirme görevlileri ile birlikte varsa eki
belgeleri düzenleyen görevlilerle birlikte sorumludurlar.
e) Hak sahibine ödenmesi: Ödemenin kimlere yapılacağı Merkezi
Yönetim
Harcama
Belgeleri
Yönetmeliğinin
8
inci
maddesinde
düzenlenmiştir. Bu kişilere ödeme yapma görev ve yetkisi muhasebe
111
yetkilisine aittir. Muhasebe yetkilisi ödeme emri ve eki belgeler üzerinde 5018
sayılı Kanuna göre gerekli incelemeleri yapar ve ödemeyi gerçekleştirir.
Muhasebe yetkilisi yetkisi içerisindeki konulardan varsa diğer sorumlularla
birlikte sorumludur.
Diğer bir örnek olarak mal ve hizmet alımlarında sorumluluk ise:
a) Harcama talimatının verilmesi: İhale yetkilisi aynı zamanda harcama
yetkilisi olduğundan ihale onay belgesi harcama talimatı yerine geçmektedir.
Bu nedenle ihale onay belgesini düzenleyen kişi harcama yetkilisi olarak
sorumludur.
b) Harcama belgelerinin temini: İhale onay belgesi verildikten sonra
ihalenin yapılması, ihale komisyonunun görevidir. İhale komisyonu görevi ile
ilgili olarak kamu zararına sebebiyet verirse bundan sorumludur. İhale karara
bağlandıktan sonra, ihale konusu mal ve hizmeti teslim almakla görevli
olanlar da gerçekleştirme görevlileridir. Bunlarda hem mal ve hizmetin
harcama talimatı ve mevzuata uygun olarak teslim edilmesinden hem de
buna ilişkin ispatlayıcı belgeleri derlemekten sorumludurlar.
c) Ödeme emri belgesinin düzenlenmesi: Harcama yetkilisine en yakın
kişi olan ödeme emri belgesini düzenlemekle görevli gerçekleştirme görevlisi,
ödeme emri ve eki belgelerdeki hatalardan belgeleri düzenleyenlerle birlikte
sorumludur.
d) Ödeme emri belgesinin imzalanması: Harcama yetkilisi ödeme emri
belgesini
imzalar,
bundan
dolayı
yukarıdaki
açıklamalar
gereği,
gerçekleştirme görevlileri ile birlikte sorumluluğa dâhil edilirler.
e) Hak sahibine ödenmesi: Muhasebe yetkilisi hak sahibini araştırarak
ödemeyi yapar. Muhasebe yetkilisi yetkisi içerisindeki konulardan varsa diğer
sorumlularla birlikte sorumlu tutulacaktır.
112
C. KAMU ZARARLARININ TAHSİLİ
5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununun 71 inci
maddesinde, kamu zararı; “mevzuata aykırı karar, işlem, eylem veya ihmal
sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunması”
şeklinde tanımlanmış; kontrol, denetim, inceleme, kesin hükme bağlama
veya yargılama sonucunda tespit edilen kamu zararının, zararın oluştuğu
tarihten itibaren ilgili mevzuatına göre hesaplanacak faiziyle birlikte ilgililerden
tahsil edilmesi ve tahsile ilişkin usul ve esasların Maliye Bakanlığının teklifi
üzerine Bakanlar Kurulu tarafından çıkarılacak yönetmelikle belirlenmesi
hükme bağlanmıştır.
Söz konusu maddenin ilk halinde geçen “ilgililerden” kavramının kamu
zararının oluşmasından sorumlu olan kamu görevlilerinin yanında kamu
zararını oluşturan yersiz veya fazla ödemenin yapıldığı gerçek ve tüzel kişileri
(ahiz) kapsayıp kapsamadığı hususunda kanunda bir açıklık bulunmamakta
idi. 5018 sayılı Kanunun genel sistematiği içerisinde, mevzuata aykırı karar,
işlem, eylem veya ihmal sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya
eksilmeye neden olan kamu görevlilerinin sorumluluklarının düzenlendiği, bu
nedenle 71 inci maddede geçen “ilgililerden” kavramının kamu görevlileri
olarak değerlendirildiği, Yönetmeliğe göre kamu zararına neden olan
sorumluların neden oldukları kamu zararını ödedikten sonra genel hükümlere
göre ahize rücu edebilecekleri değerlendirilmekte idi. 25/4/2007 tarihli ve
5628 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle, kamu görevlilerinin yanı sıra diğer
gerçek ve tüzel kişilerin de neden oldukları zararlardan sorumlu olduğu
konusuna açıklık getirilmiştir.
27/9/2006 tarihli ve 2006/11058 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile kabul
edilerek yürürlüğe konulan ve düzenleyici ve denetleyici kurumlar hariç olmak
üzere, genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinde tespit edilen kamu
zararlarından doğan alacakları kapsayan “Kamu Zararlarının Tahsiline İlişkin
113
Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik” ile kamu zararının tespitinde
aşağıdaki hususların esas alınması öngörülmüştür.
a) Yapılan iş, alınan mal veya hizmet karşılığı olarak ilgili mevzuatında
belirtilen ya da mevzuatında öngörülen karar, onay, sözleşme ve benzeri
belgelerde belirlenen tutardan fazla ödeme yapılması,
b) İlgili mevzuatında öngörülen haller dışında, iş yaptırılmadan, mal
veya hizmet alınmadan önce ödeme yapılması,
c) Transfer niteliğindeki giderlerde, fazla veya yersiz ödemede
bulunulması,
ç) İlgili mevzuatı gereğince görevlendirilen komisyon veya kişilerce
rayiç bedelinden daha yüksek fiyatla iş yaptırılması, mal veya hizmet
alınması,
d) Kamu idarelerine ait malların kiraya verilmesi, tahsisi, yönetimi,
kullanımı ve elden çıkarılması işlemlerinin mevzuata uygun bir şekilde
yapılmaması,
e) Görevlilere teslim edilen taşınırların zarara uğraması,
f) İdare gelirlerinin tarh, tahakkuk veya tahsil işlemlerinin mevzuata
uygun bir şekilde yapılmaması,
g) Kamu idaresinin yükümlülüklerinin mevzuatına uygun bir şekilde
yerine getirilmemesi nedeniyle kamu idaresine faiz, tazminat, gecikme
zammı, para cezası gibi ek malî külfet getirilmesi,
ğ) Mevzuatında öngörülmediği halde ödeme yapılması.
114
Ayrıca anılan Yönetmelikte kamu zararından doğan alacakların
tespitine, muhasebe kayıtlarına alınmasına, tebliği ve takibine ve kamu
zararından doğan alacağın güvence altına alınmasına ilişkin de ayrıntılı
düzenlemelere yer verilmiş olup, bazıları şunlardır.
a) Mevzuata aykırı karar, işlem, eylem veya ihmal sonucunda kamu
kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunmasıyla doğan kamu
zararının, kontrol, denetim veya inceleme ve Sayıştay’ca kesin hükme
bağlama ile adli, idari veya askeri yargılama sonucunda düzenlenen yazı,
tutanak, rapor ve ilamlarla tespit edilmesi.
b) Kamu zararına ilişkin tespitlerin, zararın oluşmasına sebep olan
kamu görevlisinden tahsilini sağlamak üzere sorumlulara ve mirası
reddetmemiş mirasçılarının bilinen adreslerine tebliğ edilmesi.
c) İcra ve İflas Kanununda ihtiyati haciz için öngörülen şartların varlığı
ve kamu idaresince de gerekli görülmesi halinde, kamu zararı konusunda
mahkeme kararı veya Sayıştay ilamı tebliğ edilinceye kadar, kamu alacağını
güvence altına almak amacıyla alacaklı kamu idaresince sorumlunun mal,
hak ve alacakları üzerine ihtiyati haciz konulması için yetkili mahkemeden
karar alınmasının istenmesi.
d) Kamu zararından doğan alacakların, sorumlulardan, zararın
oluştuğu tarihten itibaren ilgili mevzuatına göre hesaplanacak faiziyle birlikte;
rızaen ve sulh yoluyla ödenmek, Borçlar Kanunu hükümlerine göre takas
yapılmak ile İcra ve İflas Kanunu hükümleri uygulanmak suretiyle tahsil
edilmesi.
e) Sayıştay ve mahkeme ilamları ile hüküm altına alınan hallerde
sorumluların rızaen ve sulhen ödemeyi kabul etmemesi durumunda, genel
hükümlere göre takibat yapılmak ve dava açılmak üzere gerekli belgelerin o
yerdeki muhakemat müdürlüğü veya hazine avukatlığına gönderileceği;
115
yapılan icra takibatı neticesinde sorumlunun mal varlığı bulunamadığından
alacağın tahsil edilememesi halinde, kamu idaresince sorumlunun nüfusa
kayıtlı olduğu ve ikamet ettiği yerlerdeki tapu, banka, vergi dairesi, trafik
şubesi ve mahalle muhtarlığından mal varlığı araştırması yaptırılması;
yapılan araştırmalar sonucunda herhangi bir mal varlığı tespit edilememesi
halinde, genel bütçe kapsamındaki kamu idarelerinde 4353 sayılı Kanun
hükümlerine
göre,
kapsamdaki
diğer
kamu
idarelerinde
ise
özel
mevzuatlarındaki hükümlere göre yetkili merciden takipten vazgeçme onayı
alınması.
Sayıştay ilamları sadece kamu görevlileri açısından kesin hüküm
niteliğinde
olduğundan
kamu
kaynaklarının
kullanılmasından
doğan
sorumluluğun tespiti ve uygulanmasında bazı sorunlar yaşanmaktadır.
Sayıştay tarafından incelenen hesaplar üzerine, kamu zararı oluştuğu
düşünülen konularda sorumlu kamu görevlilerine, gerekçeli olarak sorgu
tebliğ edilmekte ve alınan savunmalar, Sayıştay Kanununda yer alan usullere
göre yargılama sürecine dahil edilerek, sorumlu kamu görevlileri bakımından
kesin hüküm tesis edilmektedir.
Ancak bu hüküm söz konusu kamu zararında kendisine ödeme
yapılmış olanlar (ahiz) açısından hukuki olarak kesin uygulanabilir bir niteliğe
sahip
değildir.
Sayıştayca
tespit
edilen
kamu
zararının
ahizlerden
alınabilmesi için Yönetmelikte öngörülen yollara başvurmak gerekmektedir.
Ahizin rızaen ödemeyi kabul etmemesi halinde, ancak genel mahkemeler
aracılığıyla konunun yeniden bir yargısal sürece taşınması gerekmektedir.
Sayıştay yargılaması ile verilen kararların iki açıdan sorunlara yol
açtığı düşünülmektedir. Birincisi, karardan etkilenecek olan ahizin savunması
alınmadan yalnızca kamu görevlisinin savunması alınarak karar verilmesi,
iddia-savunma dengesini yeterince sağlayamadığından sağlıklı bir yargılama
yapılmasını en azından zorlaştırmaktadır. Ahiz, savunması alınmadan verilen
bir karardan doğrudan etkilenebilmektedir ki bu hususu hukuk devleti ilkesi ile
bağdaştırmak zordur.
116
Bir diğer husus, Sayıştayca mevzuata aykırı bulunan ve kamu zararı
olarak hükme bağlanan bir konu hakkında genel mahkemelerde ahiz
aleyhine açılacak davada, mahkeme tarafından Sayıştay kararının aksi
yönde karar verilebilmektedir. Kamu görevlileri bakımından kamu zararı
olarak kesin hükme bağlanan bir konunun, mahkemece hukuka uygun
bulunması, iradeleri birbiriyle çelişen ama her ikisi de tarafları bakımından
kesin hüküm niteliğinde olan bir durumla karşı karşıya bırakabilmektedir.
117
SONUÇ
Kamu
görevlilerinin
mali
sorumluluğu
Anayasa’da
ve
muhtelif
kanunlarda düzenlenmiştir. Temel düzenleme 657 sayılı Devlet Memurları
Kanununda yapılmıştır. Çoğu eserde kamu görevlilerinin mali sorumluluğu
başlığı altında 657 sayılı Kanun hükümleri incelenmiştir.1 İdare hukukçuları
her nedense, mali sorumluluk kavramını incelerken 1050 sayılı Muhasebe-i
umumiye Kanunu, 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu ve 832
sayılı Sayıştay Kanununda düzenlenen mali sorumluluk hükümlerini göz ardı
etmişlerdir. Bu çalışmada mali sorumluluk kavramı Anayasa ve 657 sayılı
Kanun çerçevesinde de açıklanmakla birlikte, esas olarak Sayıştayca tespit
edilen sorumluluk incelenmiştir.
Kamu görevlileri görevlerini yaparken kamu hizmetlerinin önceden
belirlenmiş ilke ve kurallarına ya da kamu görevliliği statüsünden doğan
yükümlülüklere uymamak suretiyle gerek özel kişilere gerek idareye zarar
verebilirler. Verilen zararın niteliğine göre mali sorumluluk konusundaki süreç
de farklılaşmaktadır.2
Kamu görevlileri idareye iki şekilde zarar verebilir. Bunlardan ilki,
yaptığı bir işlem veya eylem nedeniyle devlet malına ya da başka bir şekilde
devlete doğrudan doğruya verdiği zarardır. (Bu zararlardan kaynaklanan
sorumluluk, 5018 sayılı Kanun ile “Kamu Zararlarının Tahsiline İlişkin Usul ve
Esaslar Hakkında Yönetmelik” çerçevesinde ayrıntılarıyla incelenmiştir.)
İkincisi ise, işlem ve eylemleri sonucu kamu hizmetinden faydalananlara ya
da üçüncü kişilere verdiği zararlardır. Bu tür zararlar, idare tarafından verilmiş
zararlar
kabul
edilmekte
ve
tazmini
hususunda
husumet
idareye
yöneltilmektedir. Ancak son tahlilde idarenin eylem ve işlemleri idare
ajanlarının tutum ve davranışları sonucunda meydana geldiğinden sorumlu
1
Bkz: Lütfi Duran, Türk Kamu Personelinin Mali Sorumluluğu, Sevinç Matbaası, Ankara: 1974;
Tayfun Akgüner, Kamu Personel Yönetimi, Der Yayınları, İstanbul: 1988.
2
İsmail Hakkı Sayın, Kamu personelinin Mali Sorumluluğu, yay. y. Ankara: 2000, s.74.
118
personele idarenin rücu hakkı bulunmaktadır. (Bu tür sorumluluk da
malvarlığıyla sorumluluk çeşidi olduğundan, bu çalışma kapsamında kısaca
incelenmiş olmakla birlikte, hukuki sorumluluk başlığı altında ayrı bir tez
konusu olarak değerlendirilmiştir.)
Kamu görevlilerinin mali sorumluluğu konusunda hüküm vazeden kimi
yasalarda kusurlu sorumluluk ilkesinin dışına çıkılmıştır. Tezin muhtelif
kısımlarında genişçe üzerinde durulduğu üzere Sayıştay Kanunu ve Kamu
Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu hükümlerine göre sorumlulukları Sayıştay
tarafından tespit edilen kamu görevlileri, görevleriyle ilgili olarak her ne
surette olursa olsun mevzuata aykırı yapılan ödemelerden kusurları olmasa
da sorumlu tutulmaktadır. Diğer bir ifadeyle fazla ve yersiz ödemeler hiçbir
şekilde hizmet kusuru ya da görev kusuru kapsamında değerlendirilerek
devlet bütçesinden karşılanmaz. Bu kişiler, idarenin takdir hakkı olan
alanlarda bile hazinenin menfaatini ön plana çıkararak takdir haklarını buna
göre kullanmak zorundadırlar. Bu kamu görevlileri açısından 657 sayılı
Kanunun 12 ve 13 üncü maddelerinde diğer kamu personeli için getirilen
teminatlar hükümsüzdür. Zira 657 sayılı Kanun hükümleri genel, 5018 ve 832
sayılı Kanun hükümleri özel niteliktedir.
1050 sayılı Muhasebe-i Umumiye Kanununda sorumlular; ita amiri,
tahakkuk memuru, sayman ve Kanunun 22 nci maddesinde belirtilen
görevliler olarak sayılmıştı. 5018 sayılı Kanun ile kamu mali yönetiminde
yetki-sorumluluk dengesi yeniden kurulmuştur. Kanunda siyasal açıdan
bakanların, idari açıdan üst yöneticilerin hesap verme sorumlulukları
belirtilmiştir.
Harcama
gerçekleştirme
sürecindeki
görevlileri
ve
sorumlular
muhasebe
ise;
harcama
yetkilisidir.
yetkilisi,
Kanunla
eski
uygulamadaki tahakkuk memuru ve saymanın mali sorumluluğu yanında ita
119
amirleri (harcama yetkilileri) ve gerçekleştirme görevlileri de mali sorumluluk
kapsamına dahil edilmiştir.3
Kanunun 31 inci maddesinde “Bütçeyle ödenek tahsis edilen her bir
harcama biriminin en üst yöneticisi harcama yetkilisidir.” denilmek suretiyle,
harcama yetkilisi tanımlanmıştır. Harcama yetkilisi 1050 sayılı Kanunun “ita
amiri”ne karşılık gelen bir unsurdur. Ancak aktörleri açısından radikal bir
farklılık vardır. Bilindiği üzere ita amirliği yetkisi siyasal bir kişi olan “bakan”
tarafından kullanılmaktaydı. Bakan gerekli gördüğü durumlarda yetkilerini
emri altındaki yöneticilere devretmekteydi. 5018 sayılı Kanun ile bu yetki
bakandan alınmış, bütçeyle ödenek tahsis edilen birimin en üst yöneticisine
(genel müdürlere) devredilmiştir.
Gerçekleştirme görevlileri; harcama talimatı üzerine işin yaptırılması,
mal veya hizmetin alınması, teslim almaya ilişkin işlemlerin yapılması,
belgelendirilmesi ve ödeme için gerekli belgelerin hazırlanması görevlerini
yürütürler.
Kanunda
gerçekleştirme
görevlileri
tanımlanmamış
ancak;
bunların kimler olabileceğinin harcama yetkilisi tarafından verilecek harcama
talimatlarında belirtileceği hükme bağlanmıştır.
Kanunda muhasebe hizmeti tanımlanmış ve muhasebe yetkilisinin bu
hizmetlerin yapılmasından ve muhasebe kayıtlarının usulüne uygun, saydam
ve erişilebilir şekilde tutulmasından sorumlu olduğu belirtilmiştir. Muhasebe
yetkililerinin 1050 sayılı Kanunda yer alan kusursuz sorumluluğu, 5018 sayılı
Kanun ile ödeme aşamasında, ödeme emri belgesi ve eki belgeler üzerinde,
yetkililerin imzasını, ödemeye ilişkin ilgili mevzuatında sayılan belgelerin
tamam olmasını, maddi hata bulunup bulunmadığını, hak sahibinin kimliğine
ilişkin bilgileri kontrol etmekle sınırlandırılmıştır.4
3
Hakan Kara, “Türk Kamu Mali Yönetimi Reformu ve Mali Saydamlık”, Yayımlanmamış Yüksek
Lisans Tezi, TODAİE, Ankara: 2007, s. 83.
4
Hakan Kara, a.g.t., s. 84.
120
Kamu görevlilerinin mali sorumluluğunu, idari işlemler sonucu doğacak
zararın
maddi
olarak
ödenmesini
gerektiren
bir
sorumluluk
olarak
tanımlayabiliriz. Mali sorumluluğun özel olarak 5018 sayılı Kanunla
düzenlendiğini, Sayıştay denetçilerinin yapacakları “uygunluk denetimi”
sonucu düzenleyecekleri raporların Sayıştay dairelerince yargılanması
sonucu ortaya çıkacağını söyleyebiliriz.
5018 sayılı Kanuna göre harcama sürecinde görev alan personelin
sorumluluklarını tespit etmek teknik bir husus olup, genelleme yapmak
oldukça sakıncalıdır. Olayın seyrine, kanuna aykırılık veya hazine zararının
nedenlerine göre Kanun ve yönetmeliklere göre ve ileride oluşacak yargı
kararları muvacehesinde sorumluları ve sorumlulukları değerlendirmek daha
doğru olacaktır.
Sayıştay yargısında, sorumlu kamu görevlileri yaptıkları yersiz
ödemeden ortaklaşa ve zincirleme olarak sorumlu olup, Sayıştayca verilen
kararlar Sayıştay Kanununda öngörülen kanun yolları tüketildiğinde kesin
hüküm niteliğindedir. Hakkında tazmin hükmü verilmiş sorumlular, fazla
ödemenin yapıldığı kişilere ancak genel hükümlere göre, sebepsiz
zenginleşmeye dayalı olarak rücu edebilmektedir.
Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunun, 22.12.1973 tarih ve 1969/8
– 1973/14 sayılı kararına göre; idarenin kendi ihmali ve bilgi azlığı gibi
nedenlerden kaynaklanan idari işlemlere dayanılarak yapılan fazla ve yersiz
ödemelerin (örneğin; bir memura, memurun bilgisi dışında idarece fazla ve
yersiz maaş, ücret, tazminat... ödenmesi gibi) ödemenin yapıldığı tarihten
başlamak üzere mutlaka altmış günlük dava açma süresi içinde geri
istenmesi gerekmektedir. Bu sürenin aşımı halinde yapılabilecek bir yaptırım
bulunmamaktadır.
Bu durumda örneğin kendisine mevzuata aykırı şekilde ödeme yapılan
kamu görevlisi yalnızca dava açma süresindeki ödemelerden sorumlu iken,
121
aynı konuda Sayıştayca sorumluluğuna karar verilen kamu görevlileri dava
açma süresi ile bağlı olmaksızın tüm ödemelerden sorumlu tutulmaktadır.
Aynı şekilde Sayıştayca tazmin hükmü verilen bir konuda, sorumlu
kamu görevlisi ya da idare tarafından ahiz aleyhine genel mahkemede açılan
bir davada, mahkemece Sayıştay kararının aksi yönde bir karar verilerek,
Sayıştayın yersiz ödeme olarak kesin hükme bağladığı bir hususun hukuka
uygun olduğuna karar verilebilmektedir.
Görüldüğü üzere Sayıştay kararları kendilerine fazla ödeme yapılan
kişiler yönünden çoğu zaman infaz edilebilir nitelikte değildir. Devlet
bütçesinin harcanmasından doğabilecek mali risklerin, tabi olduğu hukuki
statü gereği başka iş yapma yasağı olan ve maaşı dışında bir geliri
bulunmayan kamu görevlilerinden tahsil edilebilmesini öngören bir sistem
gerçekçi de değildir.
Başta üst yöneticiler olmak üzere, kamu kaynağının kullanılmasında
ve gelirlerinin tahakkuk ve tahsilinde yetki kullanan kamu görevlilerinin,
oldukça karmaşık olan ve mahkemelerin hakkında farklı kararlar verdiği mali
mevzuata ilişkin işlemlerde, iyi niyetli olarak yaptıkları işlemlerden bile tüm
mal varlıklarıyla sorumlu olmasını öngören sistem kamu görevlilerine
sağlanan haklarla dengeli ve hakkaniyetli değildir.
5018 sayılı Kanun ve bu Kanunun 71 inci maddesine dayanılarak
yürürlüğe konulan Kamu Zararlarının Tahsiline İlişkin Usul ve Esaslar
Hakkında Yönetmelikte öngörülen sorumluluk sistemi kamu görevlilerinin
imza atmakta çekingen davranmalarına yol açacak ve bu husus idareyi
önemli ölçüde yavaşlatabilecektir.
Bu nedenlerle, devlet bütçesinden ödeme yapılmasını ya da gelir
tahakkuk ve tahsilini gerektiren işlemlerde, ilgili tüm tarafların Sayıştay
yargılamasına dahil edilerek, Sayıştayca kesin hükme bağlanan tazmin
122
kararlarında yersiz ödemenin tahsili için, kamu görevlilerinin sorumluluğu
saklı kalmak kaydıyla, öncelikle kendisine fazla ödeme yapılmış olan bir
başka ifadeyle sebepsiz zenginleşen ahize gidilmesinin daha uygun olacağı
düşünülmektedir.
Devlet bütçesi ile iş yapanların fiil ve davranışlarından doğan
sorumluluğa katlanmaları, örneğin ilgili mevzuat gereği kullanması gereken
malzeme yerine yetersiz malzeme kullanılmasından kaynaklanan kamu
zararından sorumlu olmaları, hukuk devleti olmanın da bir gereğidir.
Kanaatimce Anayasadaki Sayıştayla ilgili hükümler, ahizin de
savunmasının alınarak Sayıştay yargılamasına dahil edilmesi için yasal
düzenleme yapılmasına elverişlidir. Böylece sorumlu kamu görevlileri
açısından kesin hüküm niteliğinde olan Sayıştay kararları, sorumluluğun
niteliğine bağlı olarak ahizler bakımından da kesin ve infaz edilebilir bir
niteliğe kavuşmuş olacaktır.
Sayıştay Kanununda yapılacak değişiklikle sorumluluk maddelerinin
ahizleri
de
kapsayacak
şekilde
yeniden
düzenlenmesinin,
Sayıştay
kararlarının etkinliğini artıracağı ve devlet bütçesinin kullanılmasından
doğacak riskleri bertaraf edeceği değerlendirilmektedir.
123
KAYNAKÇA
AKILLIOĞLU, Tekin; “Düşünce ve Anlatım Özgürlüğü ve Kamu Görevlileri”,
İnsan Hakları ve Kamu Görevlileri, TODAİE yay., Ankara;1992 , s.20-33.
AKGÜNER, Tayfun; Kamu Personel Yönetimi, Der Yayınları, İstanbul;
1988.
AKYILMAZ, Bahtiyar;
İdare Hukukunda Kamu Görevlisine Rücu Sorunu,
Prof.Dr.Fikret Eren’e Armağan, Ankara; 2006.
AKYILMAZ, Bahtiyar; “Anayasal Esaslar Çerçevesinde Kamu Personeli
Disiplin Hukuku ve Uygulamadaki Sorunlar”, Kamu Personeli Sorunları
Konulu İdare Hukuku Sempozyumu, Anadolu Üniv. Yayınları, Eskişehir;
2004, s.31-49.
Analitik Bütçe Sınıflandırması – Eğitim El Kitabı, Maliye Bakanlığı Bütçe
ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü, Mayıs 2004.
ARICA, Mehmet Nadir; Memur Suçları ve Soruşturma, İlksan Matbaası,
Ankara; 2000.
ARTUK, Emin; “Suç Genel Teorisi”, Ceza Hukuku El Kitabı, Beta Bas.Yay.
A.Ş. İstanbul.
ATAY, E. Ethem; İdare Hukuku, C.II, Gazi Kitabevi, Ankara; 2006.
ATAY, E.Ethem, ODABAŞI, Hasan, GÖKCAN, Hasan Tahsin; İdarenin
Sorumluluğu ve Tazminat Davaları, Seçkin Kitabevi, Ankara; 2003.
124
ATAY, E. Ethem; “AB Ülkelerinde İdarenin Sorumluluğunun Temel İlkeleri”,
Sorumluluk ve Tazminat Hukuku Sempozyumunda Sunulan Tebliğ, Gazi
Üniversitesi, Ankara; 2009.
AYBAY, Aydın; Borçlar Hukuku Dersleri, Beta Basım Yayım, Dokuzuncu
Bası, İstanbul; 1984.
BAŞ, Hasan; “İntibak İşlemlerinde Sorumluluk Sorunu”, Sayıştay Mali
Hukuk, S.11, s.8-18.
BAŞ, Zuhal Bereket; “Görev Kusuru ve Rücu Sorunu”, Kamu Personeli
Sorunları Konulu İdare Hukuku Sempozyumu, Anadolu Üniversitesi
Yayınları, Eskişehir; 2004, s.67-110.
BAŞKÖY, Sabri; “Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunla İlgili Bazı
Öneriler”, Türk İdare Dergisi, s.398, 1993, s.213-216.
BEKAR,
İlkben
Hakan;
“Kamu
Mali
Yönetiminde
Sorumlular
ve
Sorumlulukları”, Mali Kılavuz Dergisi, Yıl:11, Sayı:43, Ocak-Mart 2009,
s.102-112.
BENGÜ, Cemil Halit; “Ceza Tatbikatında Memur”, Siyasi İlimler Mecmuası,
S.158, 1944, s.119-128.
ÇAĞLAYAN, Muhtar; “Ceza Tatbikat ve Takibatında Memur, Memur Sıfatının
Ceza Hukuku ile Olan Münasebeti”, İdare Dergisi, S.259, 1959, s.39-72.
ÇETİN, Erol; Ceza Hukukunda ve Özel Yasalarda Memur, Memurlar ve
Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanma Usulü ve Memur Suçları, Seçkin
Yayınevi, Ankara; 2003.
125
DEVELLİOĞLU, Ferit; Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, 15.Baskı,
Ankara;1998.
DURAN, Lütfi; Türk Kamu Personelinin Mali Sorumluluğu, Sevinç
Matbaası, Ankara; 1974.
DURAN, Lütfi; “Anayasa Mahkemesine Göre Türkiye’nin Hukuk Düzeni”,
Amme İdaresi Dergisi, C.19, S.2, Haziran 1986, s.3-28.
DURAN, Lütfi; “Anayasanın 128 ve 129.Maddeleri Yönünden Kamu
Görevlileri ve Bakanların Durumu ile İlgili Yorum”, Anayasa Yargısı, Ankara;
1984, s.201–212.
ERDOĞDU, Ahmet; “Memur Kavramında Yenilik”, Danıştay Dergisi, S.4,
1972, s.8-22.
EREM, Faruk; Türk Ceza Hukuku, Özel Hükümler, C.III, Ankara; 1985,
Altıncı Bölüme Ek Bölüm, Seçkin Kitabevi, Ankara; 1985.
EREN, Fikret; Borçlar Hukuku (Genel Hükümler), Tıpkı 7. Baskı, Beta
Yay., İstanbul; 2001.
EREN, Fikret; Borçlar Hukuku, Genel Hükümler, C.2, Savaş Yayınları, 2.
Bası, Ankara; 1988.
ERMAN, Sahir; “Ceza Tatbikat ve Takibatında Memur”, Siyasal Bilgiler
Okulu Dergisi, C.11, S.3-4, İstanbul; 1947, s.235-276.
EVİRGEN, Mehmet; “Hakediş Ödemelerinde Sorumluluk”, T.C.Sayıştay
Hakediş Denetim Semineri, Ankara; 1990.
126
GİRİTLİ, İsmet, BİLGEN, Pertev, AKGÜNER, Tayfun; İdare Hukuku, Der
Yayınları, İstanbul; 2001.
GÖKCAN, Hasan Tahsin; Hukukumuzda Haksız Fiil Sorumluluğu ve
Tazminat Davaları, Ankara; 2002.
GÖKCAN, Hasan Tahsin, Kaymaz, Seydi; Ceza Hukukumuzda Memur ve
Memurlara Karşı İşlenen Suçlar, Ankara; 2004.
GÖZÜBÜYÜK, Şeref; Yönetsel Yargı, 12.Bası, Turhan Kitabevi, Ankara;
1998.
GÖZÜBÜYÜK, Şeref, KİLİ, Suna; Türk Anayasa Metinleri “Sened-i
İttifaktan Günümüze”, İş Bankası Kültür Yayınları, No:269, Ankara; 1985.
GÖZÜBÜYÜK, Ahmet Şeref, TAN, Turgut; İdare Hukuku, C.1, Turhan
Kitabevi, Ankara; 1998.
GÖZÜBÜYÜK, Şeref, AKILLIOĞLU, Tekin; Yönetim Hukuku, Turhan
Kitabevi, Ankara; 1992.
GÜCENME, Ümit; Muhasebe Denetimi; Aktüel, 2004.
GÜLMEZ, Mesut; “Sözleşmeli Personel, Anayasa ve Uluslararası Kurallar”,
Amme İdaresi Dergisi, C.21, S.4, Aralık 1988, s.25-44.
GÜRAN, Sait; “Anayasanın 128 ve 129. Maddeleri Yönünden Kamu
Görevlileri, Bakanların Durumu”, Anayasa Yargısı, Ankara; 1984, s.191-200.
GÜNDAY, Metin; İdare Hukuku, 4. Baskı, İmaj Yayıncılık, Ankara;1999.
127
İNAN, Atilla; “Sayıştay Yargılamasında Sorumluluk”, Sayıştay Mali Hukuk,
S.52, s.8-21.
KANLIGÖZ, Cihan; “1982 Anayasasına Göre Kamu Görevlisi Kavramının
Anlam ve Kapsamı”, AÜHFD, S.3–4, 1993, s.169-197.
KARA, Hakan; “Türk Kamu Mali Yönetimi Reformu ve Mali Saydamlık”,
Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, TODAİE, Ankara; 2007.
KARAHASAN, Mustafa Reşit; Sorumluluk Hukuku, Beta Bas. Dağ., Ankara;
1996.
KASAP, Muharrem Serdar; “Kamu Yönetiminde İç Denetim ve Mali
Saydamlık”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, TODAİE, Ankara; 2004.
KEYMAN, Selahattin; “Memurin Muhakematı Kanunu”, AÜHFD, C.19, S.1-4,
1962, s.173-200.
KILIÇOĞLU, Ahmet; Kanuni Halefiyet, Ankara; 1979.
KOÇBERBER, Seyit; “Türk Kamu Yönetiminde Denetim Etiği: Sayıştay
Denetçileri Üzerinde Bir Çalışma”, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi,
TODAİE, Ankara; 2007.
MALKOÇ, İsmail; Açıklamalı Yeni Türk Ceza Kanunu, 1. Cilt, Adil
Basımevi, Ankara; 2005.
MUMCU, Uğur; “Türk Hukukunda Memurun Yargılanması”, AÜHFD, C.XXIII.,
S.1-4, 1971, s.133-182.
ONAR, Sıddık Sami; İdare Hukukunun Umumi Esasları, C.II, C.III, İsmail
Akgün Matbaa ve Kitapçılık Müessesesi, İstanbul; 1966.
128
OZANSOY, Cüneyt, “Tarihsel ve Kuramsal Açıdan İdarenin Kusurdan Doğan
Sorumluluğu”, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara; 1989.
ÖZGENÇ, İzzet; Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi (Genel Hükümler), 3. Bası,
Ankara; 2006.
PINAR, İbrahim; Açıklamalı 4483 Sayılı Memurlar ve Diğer Kamu
Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun, Ankara; 2000.
POYRAZ, Fahrettin; “Sayıştay Denetimi ve Türk Sayıştayı: Sorunlar ve Yeni
Yaklaşımlar”, Kamu Yönetimi Lisans Üstü Uzmanlık Programı Tezi, TODAİE,
Ankara; 2000.
SAYIN, İsmail Hakkı; Kamu personelinin Mali Sorumluluğu, yay. y.
Ankara; 2000.
SELÇUK, Sami; Memur Yargılaması Hakkında, TÜSİAD Yayınları, Yayın
No:209, İstanbul; 1997.
SELÇUK, Sami; “İdare ve Ceza Hukuklarında Memur Kavramı”, Yargıtay
Dergisi, S.1-2, 1997, s.21-45.
ŞEKERCİOĞLU, Metin; Ceza Hukukunda Memur Kavramı, İstanbul; 1974.
ŞEN, Ersan; Yeni Türk Ceza Kanunu Yorumu, 1. Cilt, İstanbul; 2006.
TANDOĞAN, Haluk; Türk Mes’uliyet Hukuku, Ankara; 1961.
TEKİNAY, Akman, BURCUOĞLU, Altop; Borçlar Hukuku Genel Hükümler,
İstanbul; 1988.
129
TOROSLU, Nevzat; Ceza Hukuku, Savaş Yayınları, Ankara; 1988.
TUNÇ, Hasan, BİLİR, Faruk; Anayasa Hukuku, Nobel Yayın Dağıtım,
3.Baskı, Ankara; 2005.
Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, C.II, İstanbul; 1992.
Türk Hukuk Lûgatı, 4. Baskı, Başbakanlık Basımevi, Ankara; 1998.
YARSUVAT, Duygun; “Devlet İdaresi Aleyhine Cürümler”, İÜHFM, C.XXIX,
S.1-4, 1964, s.655-690.
YILMAZ, Ejder; Hukuk Sözlüğü, Seçkin Kitabevi, Ankara; 1985.
YILMAZ, Zekeriya; Yeni Türk Ceza Kanunu, Ankara; 2004.
130
ÖZET
KARAKÖSE Mesut Emre. 1982 Anayasası Çerçevesinde Kamu
Görevlilerinin Mali Sorumluluğu, Yüksek Lisans Tezi, Ankara, 2009.
Bu tez, 1982 Anayasası ile diğer ilgili mevzuatta yer alan
düzenlemelerden
görevlilerinin
mali
ve
doktrindeki
sorumluluğuna
tartışmalardan
ilişkin
yola
bugüne
çıkılarak
kadar
kamu
süregelmiş
uygulamanın sistematik bir biçimde değerlendirilmesi ve mali sorumluluğun
nerede başladığının ve kapsamının incelenerek tartışılmasını amaçlamıştır.
Kamu görevlilerinin görevlerini yerine getirirken kamu kaynaklarının
etkin ve verimli kullanılmasının, hizmetin sunumunda kamu görevlisine çizilen
sınırların aşılması durumunda doğması muhtemel hukuksal sorunlarla
karşılaşıldığı hallerde sorumluluk alanlarının belirlenmesinin Anayasada
belirtilen “Hukuk Devleti” ilkesi çerçevesinde değerlendirildiğinde önemli
olduğu ortadadır.
Tezde konu iki bölüme ayrılarak bir sistematik dâhilinde incelenmeye
çalışılmıştır.
Tezin birinci bölümünde, sorumluluk ve kamu görevlisi
kavramlarına ilişkin genel bilgilere yer verilmekte, ikinci bölümde ise kamu
görevlilerinin sorumluluğunu ortaya koyan ve sınırlarını çizen temel faktörler
ele alınarak, sorumluluğu belirleyen pozitif kaynaklar incelenmektedir. Sonuç
kısmında kamu görevlilerinin mali sorumluluğunun, Türk hukukundaki yeri
konusunda da genel bir değerlendirme yapılarak bu alanda yaşanan
problemlerin çözümüne yönelik önerilerde bulunulmuştur.
Anahtar Sözcükler
1. Kamu görevlisi
2. Sorumluluk
3. Mali sorumluluk
4. Rücu
5. Sayıştay
131
ABSTRACT
KARAKÖSE Mesut Emre. The Financial Responsibility of Public
Officials Within The Framework of 1982 Constitution, Master’s Thesis,
Ankara, 2009.
In this thesis, it is intended to discuss and investigate how the financial
responsibilities of public officials begin and the scop of this responsibility by
doing a research on 1982 constitution and other legislation as well as
doctrine.
While public officials perform their duties, the use of public resources
efficiently and effectively is important. Moreover, if the public officials
exceeds his responsibilities identification of these limits in the legislation due
to the rule of law as stated in the contitution.
The subject is analysed in two parts. In the first part terms of
responsibility and public official are in general, whereas in the second part
sources which determine the responsibilities of public officials by taking into
account the core factors that identify and design boundaries of the
responsibilities of them. In the last part, financial responsibilities of public
officials in Turkish law is assessed and some suggestions are made.
Key Words
1. Public official
2. Responsibility
3. Financial responsibility
4. Recourse
5. Court of Auditors
Download