ne katılması (1515-1517)

advertisement
DİYARBAKIR
VE
GÜNEYDOĞU
ANADOLU’NUN
OSMANLI
DEVLETİ’NE
KATILMASI
(1515-1517) VE SONUÇLARI
Kılıç, R. (2004).Diyarbakır ve Güneydoğu Anadolu’nun Osmanlı
Devleti’ne katılması. I. Uluslararası Oğuzlardan Osmanlıya
Diyarbakır Sempozyumu, (20-22 Mayıs 2004), Diyarbakır, ss.
575-589.
Prof.Dr Remzi Kılıç
Niğde Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi
Giriş
XVI. Yüzyıl başlarında, Osmanlı Devletinin başında Sultan I.
Selim (1512-1520) bulunmaktaydı. 23 Ağustos 1514de Çaldıranda
Safevî Şah İsmaili (1501-1524) mağlup ederek, önce Orta ve
Doğu Anadoluyu, sonra da Güneydoğu Anadoluyu 1515-1517
yıllarında Osmanlı Devletine katmayı başarmıştır. Diyarbakır
ve çevresinin Osmanlı-Türkleri tarafından hakimiyet altına
alınması, Sultan Selimin takip ettiği doğu siyasetinin bir
sonucudur. Sultan Selim, Anadoluyu tamamen hakimiyeti altına
almak ve Şiilik tehdidinden korumak istiyordu. Ayrıca,
Anadolunun her bakımdan birlik ve beraberliğini, güvenlik ve
asayişini sağlamak düşüncesinde olan Sultan Selim, Sünnî
anlayışı benimseyen Diyarbakır ve Güneydoğu Anadolu
çevresinin,
Safevî
Devleti
hakimiyetine
girmesini
istememiştir.
Bundan dolayı, Şah İsmaili Çaldıranda mağlup ettikten sonra
Tebrize girmiş, Akkoyunlu Devletinin Diyarbakırdan sonra
ikinci başkenti olan bu şehirde bir müddet kalmıştı. Sultan
Selim, Çaldıran seferinden sonra İstanbula hemen dönmeyerek,
kış mevsimini Amasyada geçirmiş ve ilkbaharda tekrar Doğu ve
Güneydoğu Anadoluya kuvvetler göndermişti. Sultan Selim,
Amasyadan Çaldıran seferinde yanında bulunan Şeyh Hüsamettin
oğlu İdris-i Bitlîsîyi, Urmiye Gölünden Malatyaya ve
Diyarbakıra kadar uzanan bölgeyi Şah İsmaile karşı, Osmanlı
Devletine bağlanmasını teşvik etmek için Doğu Anadoluya
yollamıştı .
Güneydoğu Anadolu, Akkoyunlu Türkmenleri elinden Safevîler
yönetimine geçmiş bulunuyordu. Diyarbakır başta olmak üzere
bölgenin nüfus çoğunluğu Türklerden oluşmaktaydı. Yüzyıllardan
beri kuşaktan kuşağa Türkler ile meskun olan bu bölgede
dağınık halde bulunan Sünnî Kürtler de vardı. Şah İsmail,
kendisini Akkoyunlu Türkmenlerinin vârisi sayarak bölge
üzerindeki emellerinden vaz geçmemişti. Hakimiyet ve
otoritesini göstermek için Güneydoğu Anadoludaki Kürt
beylerinin bir kısmını tutuklatarak varlıklarına son vermişti.
Stratejik önemi olan Diyarbakıra ise, Çaldıranda kendisi
uğruna savaşırken öldürülen Ustacalu Mehmedin kardeşi Kara
Hanı göndermişti. Sultan Selim, bu gelişmelerden kendisi gibi
rahatsız olan Sünnî Kürt beyleri ile Mevlanâ İdris-i Bitlîsî
marifetiyle temasa geçerek görüşmüş ve Diyarbakır ve Güneydoğu
Anadolunun Safevîler eline bırakılmayacağına karar vermiştir.
Diyarbakır şehrini kuşatmış olan Safevî valisi Kara Han
üzerine, Sultan Selim, İdris-i Bitlîsînin girişimleri, Kürt
beylerinin de katkıları ile Sivas Beylerbeyisi Şadi Paşayı ve
Erzincan Beylerbeyisi Akkoyunlu Bıyıklı Mehmed Paşayı
birlikleriyle göndermişti. Aslen Diyarbakırlı olan Yiğit
Ahmed, on aydır Safevî valisi Kara Han kuvvetlerine karşı
direnişe geçmiş olan Diyarbakır halkı ile el ele vermişti.
İdris-i Bitlîsî ve Kürt beyleri on bin gönüllü ile beraber
hareket ederek, Diyarbakırı kuştma altında tutan Kara Hana
karşı Bıyıklı Mehmedin ordusuna katılmışlardı. Osmanlı
kuvvetlerinin de gelmesiyle Diyarbakır 10 Eylül 1515de Urfa
kapısından
şehre
girilerek
Safevî
kuvvetlerinden
kurtarılmıştır.
4 Kasım 1515de yapılan divânda Diyarbakır Beylerbeyiliği
kurulmuş Kiğı, Çemişgezekten Urfa ve Sincara kadar olan
yerleri içine alan topraklar, Bıyıklı Mehmed Paşa idaresine
verilmiştir. Eski Amid sancak beyliği iptal edilerek,
Diyarbakıra yirmi üç pâre sancak bağlanmıştır. Şah İsmaile
bağlı kalan Kara Han, önce Mardin taraflarına çekilmiş, Mardin
civarında Koçhisar yakınında Dedekargın mevkiinde Osmanlı
kuvvetlerinin başında bulunan Bıyıklı Mehmed Paşa karşısında
bir kez daha savaşan Kara Han, mağlup edilmiştir.
Koçhisar veya Dedekargın savaşını müteakip Ergani, Sincar,
Çermik, Birecik, Rakka, Hasankeyf, Urfa, Siirt, Osmanlı
Devleti hakimiyetine girmişti. Ayrıca, Güneydoğu Anadoludaki
Rûşeni, Harirî, Sencârî, Cezirevî gibi bazı Arap ve Kürt
aşiretleri de bağlılıklarını bildirmişlerdir. Diyarbakır ve
Güneydoğu Anadolunun Osmanlı Devletine bağlanmasında emeği ve
hizmetleri geçen İdris-i Bitlîsî ve Bıyıklı Mehmed Paşaya,
Sultan Selim tarafından hilat, bahşiş ve kılıçlar verilmiştir.
Ayrıca Kürt beyleri için de yirmi beş yük akçe, beş yüz hilat,
on yedi sancak ihsan eylemiştir. Osmanlı kaynakları ve
araştırma eserler doğrultusunda Diyarbakır ve Güneydoğu
Anadolunun Osmanlı hakimiyetine girişini ve doğurduğu önemli
sonuçları açıklamak gerekir.
Çaldıran Savaşı Sonrası Doğudaki Gelişmeler:
Çaldıranda Sultan Selim, Safevî Ordusunu
top
ateşleri
sayesinde ağır bir mağlubiyete uğratmıştı. Şah İsmail kaçmış,
ancak kuvvetlerinin bir çoğu kılıçtan geçirilmişti.
Çaldıran’da iki gün kalan Sultan Selim oradan Kırım Hanına
Tebriz A’yânı’na, Doğu vilâyetleri halkına, Kürt Beyleri’ne,
Akkoyunlu Mirzâlar’a, Gürcistan Hâkimi’ne, Kürt beylerinden
Hizan Hâkimi’ne, Afşar Sevindik Han’a, Şark hâkimlerinden
gizli dostluk eden bir Beye, Oğlu Şehzâde Süleyman’a, Mısır
Sultanı’na, Eflak ve Boğdan’a ayrı ayrı Çaldıran fetihnâmeleri
göndermiştir . Bu fetihnâmelerden ikisini kısaca misal olması
bakımından burada belirtmek lazımdır.
Kürt beylerine yazılan Çaldıran fetihnâmesidir: Emirlerin
iftiharlısı büyükleri Allah’ın esirgeyiciliğini kazanan doğu
memleketleri beyleri, ikbâliniz devamlı ve sonunuz hayırlı
olsun. Diğer Kürt aşiret ve kabile reisleri, temiz askerleri
ve bu illerin kethüdaları ve erleri… Bu fermanım size ulaşınca
her birinize mâlum olsun ki, iş bu 23 Ağustos 1514 Çarşamba
günü öğle vaktine yakın Erdebiloğlu İsmail, dinsiz ve âyini
fesatlı olan karşıma çıktı. Allah’ın yardımı ile göz açıp
kapayıncaya kadar mağlup oldu ve kaçtı. Ne tarafa kaçtığı da
bilinmedi. Şimdi temiz inançlarınız ve bağlılığınızla saadet
kapıma olan sadakatinizin ortaya konma fırsatını kaçırmamanız
için cihan değerindeki uyulması vâcip olan fermanımı gönderip
buyurdum ki, bu fermanım hanginize, nerede ulaşırsa suretini
hemen kâğıtlara yazıp bir birinize ulaştırınız. Kızılbaş
tarafına giden Erdebiloğlu’nun nerede olduğunu kaç yerde
fenalıklar ettiğini tafsilâtı ile yazınız ki, bir çok nimet ve
ikramlarıma hak kazanasınız. Receb 920/Ağustos sonu 1514 .
Şehzâde Süleyman’a yazılan Çaldıran fetihnâmesidir: Pek
kıymetli saadetli evlâdım… Bu fermanım sana ulaşınca malum
olsun ki, Erdebiloğlu müfsit, zındık, küfrü ve fesadı kendince
usûl etmiş, Allah kullarına kötülük etmeyi, memleketler
yıkmayı kendince iftihar saydığından, buna karşı mahzunlara
yardım, mazlumları koruyarak, dinimizin merasimlerini
yaşatmak, şeriatı baki kılmak ve güçlendirmek için Allah’a
tevekkül ederek…Tazı gibi atlara binmiş ve düşman avlayan
askerlerimle onu tepelemek üzere doğuya yürümüştüm. Deniz’den
geçildiği günlerde hükm-i şerif gönderip: “İslamiyet perdesini
yıkmak istediğin söylentisi her yerde işitilip, şeyhler ve
âlimler senin küfrüne hükmederek katline ferman verdiler. Bu
bakımdan pis vücudunu zaferlerimin hançeri ile ortadan silmek
padişahlığımın borcu, hatta vacip olmuştur. Fakat kılıcımı
kullanmadan evvel sana İslamiyeti teklif ediyorum… Eğer
şimdiye kadar yaptığın kötülüklere içten bir pişmanlıkla Sünnî
ve Müslüman olursan ve bundan evvel atımın ayağının bastığı
yerleri, Osmanlı mülkü olarak bilirsen benim devletimden
yardım ve şefkatten başka bir şey görmezsin… Eğer kötü
ahlakını değiştirmeyip, kötülüklerinde ısrar edersen, Allah’ın
emri ile halen iradende olan memleketi ordum işgal ettiği
zaman er isen meydana çıkarsın. Böylece Allahın iradesi ne ise
ortaya gelir” diye buyurmuştum.
Uğur ve ikbâl ile Azerbaycan’a yürüdüm… Nihayet eski
zamanlarda Acem sultanlarının pâyitahtı olan Tebriz önünde
döğüşmek üzere 2 Receb/23 Ağustos öğleye yakın Çaldıran
sahrasına gelindi. Askerimize karşı koymaya kendisinde kudret
olmadığını anlayarak, bütün askerini baştan ayağa kadar
zırhlara gark edip sağ kola Ustalacaluoğlu Mehmed’i kumandan
tayin edip, geri kalan askerle de kendisi sol kola gelip savaş
başladı.
Anadolu Beylerbeyisi Sinan Paşa göz açıp kapayıncaya kadar,
Ustacaoğlu’nun saflarını dağıtıp, Ustacaoğlu Mehmed’in de
başını aldılar… Her iki taraftan uzun müddet çatışmalar,
çekişmeler olup bir çok beyler öldüler veya yaralandılar.
Rumeli Beylerbeyisi Hasan Paşa yaralanınca, o koldaki garipler
ve ulufeciler yardıma gönderildi. Yeniçeri kullarım da top
tüfenk ve oklarla devlet ve din düşmanına taarruz ettiler. Bu
durum karşısında düşmanlar firar ettiler. Askerlerim gidip
sancaklarını ters çevirip, kumandanlarını hapsedip hepsini ok
ve kılıçlarına hedef ettiler. Kendisinin yaralandığı muhakkak
olup, şimdi Tebriz cihetine yürünmektedir. İnşaallah yakında
fetih tamamen nasip olur. İşte bu da Allahın hediyesidir…
Gerekir ki, oraya varıp size mülâki olmakla şereflenince Allah
u Teala’ya bu lütuf ve hediyesinden dolayı hudutsuz hamd ve
şükürler edip şenlikler yaptırasın. Receb’in başı 920/25
Ağustos 1514 .
Sultan Selimin Çaldıran Zaferi ile ne İran’ın fethi
gerçekleşmiş, ne de Safevî varlığı ve Şia Mezhebi ortadan
kaldırılabilmişti. Fakat, daha mühim ve kıymetli olan şu
netice elde edilmiştir ki Sultan Selim Çaldıran zaferiyle,
Doğu Anadolu ile Batı Anadolu’yu ayrılmaz bir şekilde
birleştirerek anayurdumuz olan Anadolu’nun Selçuklulardan
sonra bozulan birliğini ebedi surette temin etmiştir. Siyasi
haritamızın bugünkü şekli, işte o gün dökülen Türk şehit
kanlarıyla çizilmiştir. Çaldıran zaferiyle Anadolu artık
asırlarca doğudan gelecek tehlikelerden korunmuştur
diyebiliriz.
Sultan Selim’in Tebriz’e Girişi ve Amasyaya Dönüşü:
Çaldıran’dan yola çıkan Sultan Selim, Osmanlı Ordusu ile 25
Ağustos 1514’de Cuma günü Tebriz’e doğru hareket etmişti.
Bundan sonra Hoy sahrasına gelen Sultan Selim, Vezir
Dukaginoğlu Ahmed Paşa, Rumeli Defterdârı Pîri Mehmed Çelebi,
Sekbanbaşı Balyemez Osman Ağa ve daha önceleri Akkoyunlu
divânında mevkî sahibi olan büyük tarihçi İdris-i Bitlîsî’den
oluşan bir heyeti, dört yüz yeniçeri ile Helvacıoğlu Hüseyin
Bey’in idaresinde bulunan Tebriz’e, hem korumak hem de kendi
gelişine hazırlatmak ve Şah İsmailin hazinesine, mallarına el
koymak için önden 29 Ağustos’ta göndermişti .
Helvacıoğlu Hüseyin, Sultan Selim’in gelişini duymuş ve Şah
İsmail’in geri kalan kıymetli mallarını alarak çoktan Tebriz
şehrini terk etmişti. Bunun üzerine harekete geçen Sultan
Selim, önce Ahtahane’ye sonra da Kuşçu Çemeni’ne geldiğinde,
Şiiler tarafında döğüşen bazı beyleri ve Yedi Çeşme Çayırı’nda
daha Şah Kulu hadisesinde aleyhte olan Kürt Haliti
öldürtmüştür.
Tebriz’in Surhab Köprüsü (Acısu) yakınına geldiğinde,
Tebriz’in a’yân ve eşrâfı tarafından karşılanan Sultan Selim,
şehre emân vermiş, büyük bir sevgi seli içerisinde bu
menzilden Tebriz’e kadar yerlere serilmiş kıymetli Acem
halıları üzerinden geçerek, merasimle şehre 16 Receb 920/6
Eylül 1514 Cuma günü girmiştir .
Sultan Selim, atlas kumaşlar üzerinde Tebriz’e girerken atının
ayağına altınlar saçılmıştır. Sultan Selim’i karşılayanlar
arasında, Timur Han’ın torunu Hüseyin Baykaraoğlu Mirzâ
Bedi’üz-zaman, biri Farsça diğeri Çağatayca iki kaside takdim
eden Muhammed Hafız-ı İsfahânî ve oğlu Hasan Can gibi önemli
kimseler de bulunmaktaydı. Bunlarla beraber çoğu Şah İsmail’in
Horasan’dan Tebriz’e naklettiği Türk asıllı bin kadar
sanatkârı da Sultan Selim Tebriz’den İstanbul’a nakletmiştir .
Tebriz’in Sahib-abâd mahallesinde bulunan ve mavi altın sarısı
çinilerle süslü olan Uzun Hasan Camiini cephânelik iken
temizletip düzenleterek, Hulefây-ı Râşidin ile Ashab-ı
Kiram’ın isimlerini ve kendi adını hutbe de okutan Sultan
Selim, sonunda bir dua ederek cemaatta amin demiştir. Şah
İsmailin Akkoyunlular’dan ve Şeybanî Han’dan ele geçirdiği
kıymetli hazinelere el konulmuştur. Bununla birlikte bir kısım
fillerle, Şah’ın Akkoyunlu Türkmenlerinden Yakub Bey ve Timur
torunlarından Ebu Said’den gasbettiği emanetler İstanbul’a
sevk edilmiştir .
Sultan Selim, Tebrizde iken kendi adına para bastırıp, Ehl-i
Sünnet üzere hutbeler okutup, Şiilik Mezhebi adetleri
terkedilip, Hz. Muhammedin dininin ibadet tarzı yenilenmiştir
. Tebrizde kaldığı sürece Sultan Selim, her şeyi Ehl-i Sünnet
inancına uygun bir hale koymaya çalışmıştır. Kış mevsimi
yaklaşırken Sultan Selimin niyeti kışı Tebriz’de geçirmek,
baharda tekrar Şah İsmail ve Safevîlere karşı mücadeleye
girişmekti. Fakat “a’yân bâ-husus sipâh ve yeniçeriyân” bu
fıkir de değillerdi. Kızılbaş-Şiilerin meskûn olduğu bu
bölgede, vezirlerin ve yeniçerilerin de kalmak istemediğini
anlayan Sultan Selim, Tebriz’i 25 Receb 920/15 Eylül 1514’de
terkederek Nahçıvan yoluyla Karabağ’a çekilmek zorunda
kalmıştır .
Tebriz’de bir takım icraatlar yapan ve bir çok yeri ziyaret
eden, bu arada Heşt-i Behişt Sarayını da gezen Sultan Selim,
Kış mevsimini Tebriz’de geçirip, on beş yıldan beri birçok
Türk hanlığını yıkan, pek çok masum insanı katleden Şah
İsmail’e ve onun kurduğu Şii-Safevî hanedanlığına son vermek
istiyordu. Fakat zahire ve yiyecek sıkıntısı, Kış mevsiminin
yaklaşması, devlet erkânının ve askerlerin dönüş arzusu,
“seferim Hind’e Sind’e olacaktır, Doğu ile Batı Türk-İslam
alemini birleştirmek istiyorum” diye düşünen büyük insanı zor
durumda bırakmıştı. Bunun üzerine Karabağ’da kışlamak üzere
Tebriz’den hareket etmiştir . Nahçıvan yoluyla Karabağ’a
gitmeyi arzulayan Padişah: “Karabağ ili Acem şahlarının
kışlağıdır. Beylerin ağırlıklarını, çevrelerini beslemeye
dayanıklıdır komşu illerinden dahi azık getirilebilir, burada
kışlamayı düşünmekteyiz” diye buyurmuştur .
Kış mevsiminin bu eski İlhanlı merkezinde geçirileceğini
anlayan devlet ricâli ve Osmanlı Ordusu Merend’den Aras nehri
kıyılarına gelindiği bir sırada, yeniçerileri isyana teşvik
ettiler. Aras nehri taşkın olduğu halde geçerken bir hayli
insan boğulmuş ve hayvan telef olmuştu. Yeniçeriler Anadolu’ya
dönmek istediklerini, Karabağ’da kışlamak istemediklerini,
padişahın etrafını sararak parça parça olmuş elbiselerini
mızraklarına takarak bağırmışlar, hatta Sultan Selim’in
çadırına kurşun atarak tepkilerini belirtmişlerdir .
Sultan Selim, bu isyanın arkasındaki teşvikçilerin, Veziriâzâm ile vezirler, kadıasker Ca’fer Çelebi, Yeniçeri ağası
İskender Paşa ve Sekbânbaşı Balyemez Osman Paşa olduklarını
anlamış, ama sessizce bu asî ruhlu devşirme ordusunun tavrını
beğenmediği halde Kars-Erzurum yoluyla Amasya’ya dönmeye karar
vermek zorunda kalmıştır . Askeri isyana teşvik edenleri
cezalandırmaktan geri kalmayan Sultan Selim, Revan şehrini
yağmaladıktan sonra, vezir Mustafa Paşayı atının eğerini
kestirmek suretiyle azletmiş ve yerine defterdar Pîri Paşayı
vezir tayin etmiştir. Peşinden Nahçıvanda iken, askerin bazı
evleri yağmalamalarını vesile sayıp, Siz askeri muhafaza da
ihmal gösterdiniz diyerek, Vezir-i azâm Hersek-zâde ile ikinci
vezir Dukagin-zâde Ahmed beyleri çadırlarını başlarına
yıktırarak azletmiştir .
Anadoluya dönmek için yeniçeriler adetâ hep bir ağızdan
“Didiler ey pâdişah-ı cem nişân
Kılıcın olsun düşmana ateş saçan
İran ki baştan sona dek viranedir
Anda kışlak eylemek efsanedir”.
Bu sözlerin orduda büyük küçük herkesin fıkrini yansıttığını
anlayan Sultan Selim dönüşe mecbur olmuştur .
Bu arada ordunun erzak ve saman sıkıntısı ile karşılaştığı
görülmektedir. Gürcistan hâkiminden istenilen erzak gelmeyince
Gürcü toprakları yağmalanmaya başlanmıştı ki, Gürcü Mirza
Çabuk’un adamları İspir Kalesinin anahtarlarını ve ordunun
zahire ve hayvanların saman ihtiyacını Çoban Köprüsü’nde
getirmişler ve sıkıntı kısmen giderilmiştir. Fakat, Sultan
Selim yine de zeametli süvarilerine izin vermek zorunda
kalmıştır . 20 Eylül 1514’de Aras nehri geçilip, Kesikkünbed’e
konulup 21 Eylül’de Nahçıvan şehri yakınında konaklanıp,
halkının Kızılbaşlığından dolayı yağma edilmiştir. 22 Eylül’de
Karabağ yakınına konulup, Sederek’ten geçilerek Çukur-sa’ad
(Revan) civarına konulmuştur. 28-29 Eylül’de Üçkilise geçilip,
5 Ekim’de Karsın Şuregel Suyu (Arpaçayı) geçilip Gökçedağ
yakınına konulmuştur .
Yeni vezir olan Pîri Paşa, zahire sıkıntısını gidermek için,
Bayburt taraflarına gönderilip, Ramazanın birinci günü 20 Ekim
1514de Çin-ağılı mevkiine konulmuştur. Orduy-ı Humâyûn
Erzurum’da iken Bayburt’un fetih haberi gelmiştir. Otağ-ı
Humâyûn Bayburt’a geldiğinde kaleler fetheden güçlü beyler
Padişah’a Bayburt Kalesinin anahtarlarını sundular . Bayburt
Kalesi ile beraber Kiğı Kalesinin de anahtarları
getirilmiştir. 24 Ekim’de Bayburt tevabiinden Danişmend-kenti
civarına konulup Başmirahur Bıyıklı Mehmed Beye, Bayburt’un
fethinde gösterdiği yiğitlikten dolayı Trabzon, Bayburt,
Şebinkarahisar, Erzincan ve Canik sancakları, Erzincan
valiliğine bağlı olarak verilmiş ve Mehmed Bey buralara Serdar
olmuştur. Azledilen Hersek-zâde’nin yerine, Rumeli
Beylerbeyisi olan Hadım Sinan Paşa Vezir-iazâm tayin
edilmiştir . Böylece 1514teki Çaldıran Seferi sonunda, Osmanlı
Ordusunun, Nahçıvan ile Revan çevresini vurduğunu görüyoruz.
Ayrıca, Şuregel-Kars, Pasinler, Erzurum çevresindeki Sevindik
Hanın Türkmen Beyliği topraklarına dokunmadıları, Gürci
Atabeklerinden İspir’i aldıkları, Safevîlerden Doğubayezit,
Erzincan, Bayburt, Tercan, Kiğı kalelerini ve mülhakatını ele
geçirdikleri görülmektedir .
Sultan Selim, Niksar’da Ramazan Bayramını idrak edip, 6 Şevval
920/24 Kasım 1514’de Amasya şehrine kışı geçirmek, ertesi
bahar harekâta buradan devam etmek maksadıyla, ordunun top ve
cephanesini Şarki Karahisar’da (Şebinkarahisar) bırakmış,
askerin de Ankara’da kışlamasını emretmiştir. Kapıkulu
askeriyle kışın bastırması üzerine kış hazırlığı yapılıp,
Amasya’da kalınırken, Ayas Ağa Tebriz’den gelenler ve
yeniçeriler ile İstanbul’a gönderilmiştir .
Amasya’da Çaldıran seferinde kahramanlığı ve büyük hizmetleri
görülen Şehsuvaroğlu Ali Beye Pâdişah Selim, Dulkadırlu
Vilayetini uygun görüp, şimdilik durumun darlığı sebebiyle
Kayseri Sancakbeyliği verilmiştir. Dulkadırlu ve Bozok
yöresinin fethi göreviyle çok kıymetli bahşişlerle sancağına
gönderilip, Bozok Sancakbeyi Dulkadıroğlu Süleyman’ı da mağlup
edince, Bozok’ta Şehsuvaroğlu Ali Beye verilmiştir . Bu arada
Şah İsmail, Osmanlı Padişahı’nın Amasya’da kışlamakta
olduğunu, İlkbahar da tekrar İran üzerine yürüyeceğini haber
almıştır. Amasya’da kışlayan Sultan Selim’e ikinci defa İran
üzerine yürümesini önlemek, özür dileyip geçmiş kusurlarının
bağışlanmasını dilemek ve gözdesi Taclı Hatun’u geri almak
düşüncesiyle Tebriz ulemâsından Seyyid Abdu’1-Vehhab’ın
başkanlığında, Kadı İshak, Mevlana Şükrullah Mugâni ve Şeyh
Haydar’ın halifelerinden Hamza’dan oluşan bir elçilik heyetini
göndermiştir .
Şah İsmail gelen heyetle yolladığı mektupta kısaca yapılan
savaştan pişman olduğunu, sulh istediğini ve Çaldıranda alınan
Taclı Hatunun geri verilmesini istemekteydi . Sultan Selim bu
taleplerin hiç birini kabul etmeyerek, dört elçiden Kadı İshak
ile Seyyid Abdu’1-Vehhab’ı Amasya’dan İstanbul’a gönderip
Rumeli-Hisarında ve Hamza Halife ile Molla Şükrullah’ı da
Dimetoka zindanında hapse attırmıştır .
Bu arada Kürt Hacı Rüstem’in oğlu Pir Hüseyin Bey, Şah
İsmail’den Osmanlı tarafına ilticâ etmiş ve babasının
hükmettiği yerler kendisine verilmiştir . Amasya’da iken
Sultan Selim, Dukaginoğlu Ahmed Paşa’yı yeniden vezirliğe
getirmişti. Yeniçeriler İlkbaharda tekrar sefer olacağını
duymuşlar, hâlâ zahire ve yiyecek sıkıntıları bitmemişti ki,
Amasya’da isyan ederek Sultan Selim’in hocası Halimi
Çelebi’nin ve vezir Pîri Paşa’nın çadırlarını yağmaladılar.
Bunun üzerine olayı tahkik ettiren Sultan Selim, Dukağinoğlu
Ahmed’i suçlu bularak azledip bizzat hançerleyip başını
kestirmiştir (1 Mart 1515) .
Kemah Kalesi ve Dulkadırlu Beyliği’nin Osmanlı Ülkesine
Katılması:
Sultan Selim’in en çok üzerinde durduğu husus, İran üzerine
yeniden yürümekti. Kemah Kalesine sığınmış olan TürkmenKızılbaşlar, Osmanlı topraklarına durmadan tecavüz ettikleri
için, kışı Amasya’da geçirmekte olan Padişaha Kemah Kalesi
Kızılbaşların elinde bulundukça Bayburt, Erzincan gibi şehir
ve çevre kasabaların güvenliğini sağlamak mümkün olamaz,
dediler. Bunun üzerine zaten Doğu Anadolu’da hâkimiyet kurmayı
lüzumlu sayan Padişah, Kemah Kalesinin kuşatılmasını Bıyıklı
Mehmed Paşa’ya emretmiştir .
Sultan Selim, 19 Nisan 1515’de Amasya’dan Kemah’a doğru
hareket etmiş Karlıgöl, Karaçayır, Sivas, Merzifon, Elmalı
üzerinden Kemah Kalesine gelmiştir. Gayet müstahkem olan Kemah
Kalesi, Varsaklu Mehmed Bey, tarafından savunulmaktaydı. 19
Mayıs 1515’de Padişahın da iştirakıyla umumî bir hücumla
ikindi vakti Kale teslim alınmıştır. Şii-Türkmen müdafîler
kılıçtan geçirilip, kadınları ve çocukları esir alınıp,
muhafızlığına Karaçinoğlu Ahmed Bey tayin edilmiştir . Kemah
Kalesinin alınması Erzincan, Bayburt ve Doğu Anadolu’nun
hakimiyet altına alınması açısından hakikaten önemli bir
hâdisedir.
Sultan Selim, Anadolu’nun birlik ve bütünlüğünü sağlamak
amacıyla, Kemah Kalesinin fethinden sonra Sivas’a dönmüştür.
Vezir-ia’zâm Hadım Sinan Paşa’yı on beş bin askerle
Şehsuvaroğlu Ali Bey kılavuzluğunda, Dulkadırlu Alauddevle
Bozkurt Bey üzerine göndermiştir. Alauddevle Bey, Osmanlılara
muhalif hareket etmekteydi. Sultan Selim İrana giderken,
Çaldıran savaşına iştirak etmemiş, zahire vs. yardımında
bulunmamıştı. Hatta, Kemahın fethi sırasında bir Osmanlı
kervanını vurmuş, belki daha önemlisi, Memlûklu hükümdarı
Kansu Gavri’ye müracaat ile yardım ve himayesini talep
etmiştir .
Alauddevle Bey, tehlikenin gelip çattığını görünce haremini,
hazinelerini vs. Turna Dağı (Nurhak) tepesine çıkararak,
Dulkadırlu arazisine hâkim boğazları tutmuştur. Sultan Selim,
Elbistan önlerinde İncesu kenarına karargâhını kurmuş, bu
arada Sinan Paşa, Göksun ovasını geçerek, yirmi bin kişilik
Dulkadırlu Türkmen ordusuyla karşılaşmıştır. Şehsuvaroğlu Ali
Beyin Alauddevle Bey’in askerlerine “Merhum babamın ekmeğini
yiyenler, sancağımın altına gelsinler” çağrısı etkili olup,
Alauddevle Bey’in askerleri arasında dağılma meydana
getirmiştir.
12 Haziran 1515’de Göksun yakınlarında Turna Dağı eteklerinde
yapılan savaşta doksan yaşındaki Alauddevle Bey, dört oğlu ile
beraber giriştiği mücadele de öldürülmüştür . Alauddevle Beyin
kesik başı bir fetihnâme ile Mısır Sultanı Kansu Gavri’ye
gönderilmiştir. Dulkadırlu memleketi Maraş ve Elbistan başta
olmak üzere bir sancak itibar edilerek Şehsuvaroğlu Ali Beye
verilmiştir. Böylece Keşfî’nin “Türkistan Diyârı” dediği
Türkmenlerin yurdu ve askerleri Sultan Selim’in emrine
girmişti. Sultan Selim adına burada kendi adına hutbe okutup,
para bastırmıştır .
Dulkadırlu Eyaletinden Acem diyarında alınan ganimet kadar
kıymetli mücevherler ve bol miktarda para ele geçmiştir.
Sultan Selim, her askere elde ettiği ganimet hariç biner akçe
ihsan buyurmuştu. Kayseri’ye gelindiğinde Sultan Selim,
askerlere memleketine dönüş için izin verip, kendisi
adamlarıyla birlikte Göksun, Sarız ve Kayseri üzerinden
İstanbul’a yönelmiştir .
Sultan Selim, İstanbul’a vardıktan sonra, evvela Çaldıran
Seferi sırasında meydana gelen başkaldırmalarda devlet
erkanından kimlerin parmağı olduğunu meydana çıkarmak için
tahkikat açtırdı. Netice de Vezir İskender Paşa, Sekbanbaşı
Balyemez Osman Ağa, Kadıasker Cafer Çelebi suçlu bulunarak
katledilmişlerdir . Bu arada Sultan Selim’in İstanbul’a dönmüş
olduğunu duyan, Şah İsmail, Hüseyin Bey ve Behram Ağa’dan
oluşan bir sefaret (elçilik) heyeti daha göndermiş, bunlarda
evvelki gelen Safevî heyetinin akibetine düçâr olmuşlardır .
Diyarbakır ve Güneydoğu
Katılması: (1515-1517)
Anadolunun
Osmanlı
Devleti’ne
Sıradağlar üzerinde kendi başlarına buyruk dolaşmakta olan
Kürt beyleri, ayrı ayrı hareket etmekte Kelime-i Tevhid’den
başka hiçbir konuda anlaşamayarak sürekli biçimde biri
birileriyle çatışmayı huy edinmişlerdi. Bulundukları yerler,
Safevî-Türkmen yönetiminde olan Tebriz, Diyarbakır ve Bağdat
arasında idi. Anlaşmazlık yüzünden aralarında dayanışma
bulunmadığından, Safevîlere direnmeye güçleri yetmemiş ve
ister-istemez onlara yani Şah İsmail’e baş eğmişlerdi .
Güney Doğu Anadolu Akkoyunlu Türkmenlerinden, Safevîlerin
eline geçmişti. Nüfusun ekseriyeti Türk idi. Bir miktar da
Kürt var idiyse de İranlı yoktu. Osmanlı kaynaklarında yanlış
bir adlandırma ile “Kürdistan” denilen saha Urmiye Gölü’nden
Fırat boylarına kadar uzanan yerler olarak gösterilir. Oysa
Kürdistan bugünkü İran topraklarında kalan Bağdatın kuzey
doğusudur. Ardelan, Luristan toprakları ve Urmiye Gölünün
doğusunda kalan yerlerdir. Yüzyıllardan beri nesilden nesile
Türkler ile meskun olan Güneydoğu Anadolu bölgesinde dağınık
halde Sünnî olan Kürtler de vardı .
Çaldıran Zaferi ve Osmanlı Ordusu’nun Tebriz’e kadar
ilerlemesi gerçi İran’da Safevî Devleti’nin kudret ve nüfuzunu
sarsmıştı. Fakat Osmanlılar çekilir-çekilmez İran’ın
kuzeyinden Şah İsmail, hemen Tebriz’e dönerek hakimiyet ve
otoriteyi yeniden kurmuştu. Ancak yanlış bir tavırla Güneydoğu
Anadolu’daki Kürt beylerinden bir kısmını tutuklatarak
beyliklerine son vermiş, buralarda kendi adına para bastırmak
ve hutbe okutmakla Kürt beylerinin tepkisine yol açmıştı .
Stratejik önemi olan Diyarbakır şehrine hakim olmak isteyen
Şah İsmail, Sultan Selim’in İstanbul’a döndüğünü işitince,
Çaldıran seferinde maktul düşen Ustacaluoğlu Mehmed’in kardeşi
Kara Han’ı Diyarbakırı muhasaraya göndermiş ve tekrar
zaptettirmiştir . Sultan Selim, Acem diyarına fethe giderken,
bazı Kürt beyleri huzuruna gelerek Safevîlerin kendilerine
musallat olduklarından şikayet etmişlerdi. Sultan Selim’de
Azerbaycan’dan dönerken, Kürt beylerinin gönüllerini kazanarak
onlara mektuplar yazmıştı. Kendisi de Kürt asıllı olan ve
Kürtler arasında büyük bir nüfuzu bulunan değerli âlim ve
tarihçi İdris-i Bitlîsîyi (ö.1521) Diyarbakır ve havalisinin
barış yoluyla fethi için Kürt beylerine göndermişti .
İdris-i Bitlîsî önce Urmiye havalisine giderek, öteden beri
Şah İsmaile karşı Osmanlı Devletiden yana olan Emir Sârimin
oğulları ile temasa geçmiş ve onları Safevîlere karşı
topraklarının ve hudutlarının korunmasında iknaya muvaffak
olmuştur. Ayrıca Soran (Savran) hakimi Emir Seyyid Bey ve
Babanlar ile görüşen Bitlîsî, Beradost emirlerinden Yusuf
İskender ve Sultan Ahmedin de Osmanlıların safına katılmasını
sağlayarak, civardaki Kürt kabilelerinin uzlaşmasını
başarmıştır. Daha sonra İmadiye ve Cizre taraflarına giderek,
İmadiye hâkimleri Emir Seyfeddin ve oğlu Sultan Hüseyin ile
Cizre hâkimi Şah Ali Beyin Sultan Selime biatlerini
gerçekleştirmiştir.
Bu başarılarından sonra İdris-i Bitlîsînin Hizan ve Bitlise
gittiği, bu havalideki beyleri Osmanlılara bağladığı ve onun
tahrikleri ve çabaları neticesinde de Osmanlı ve Safevî
taraftarı Kürtler arasında büyük bir mücadele meydana geldiği
ve bunun Osmanlı Devletine bağlı olanlar lehine sonuçlandığı,
Cizre ve Musul arasındaki sahayı da, ayrıca yağma ve tahrip
ettirdiği anlaşılmaktadır. Yine İdris-i Bitlîsînin gayretleri
ile içlerinde Melik Halil Eyyubî, Bitlis hâkimi Emir
Şerefeddin, Hizan hâkimi Emir Davud, Sason hâkimi Ali Bey,
Namran hâkimi Abdal Bey ve Kürt ümerâsından toplam yirmi beş
kişi Diyarbakır dolaylarını Safevîlerden temizlemek için
Osmanlı Devleti hizmetine girmeyi kabul ettiler ve Muş
sahrasında toplanarak faaliyete geçmişlerdir. Ayrıca yine
İdris-i Bitlîsînin tahrikleri ile Diyarbakır ahalisi de
Şehirdeki Safevîlerin bir kısmını katlederek bir kısmını da
sur dışına kovarak Sultan Selime biatlerini bildrdiler,
kendisinden yardım isteğinde bulundular .
Şeyh Hüsameddin Ali-oğlu İdris-i Bitlîsî, Kürtlerin örf, adet
ve geleneklerini çok iyi bilen ve onlar arasında itibarlı bir
kimse olduğu için yaptığı çalışmalar neticesini vermişti. Çok
kısa zamanda Kürt beylerini Güneydoğu Anadolu’da iknâ ederek
Sünnî olan Osmanlı Devletine bağlamayı başarmıştı . Bölgede
bulunan Kürtlerin yüz yıllardır Türklere bağlı ve sadık
kalmalarının en önemli sebebi Sünnî-Müslüman olmalarıdır.
Şah İsmail, Çaldıran savaşında ölen Ustacaluoğlu Mehmed Hanın
kardeşi Kara Hanı, Urfa hâkimi olan Durmuş Bey ile birlikte
Diyarbakırı muhasara ve zapta memur etmişti. Mardin, Hısn-ı
Keyfa, Harput ve Erganide bulunan Şah İsmaile mensup
kuvvetlere de Kara Hana katılmaları emri verilmişti. Kara Han
beş bin kişilik bir kuvvetle gelip Diyarbakırı kuşatma altına
almıştı. Diyarbakır halkı da İdris-i Bitlîsî aracılığı ile
Sultan Selime haber göndererek kendisinden yardım
istemişlerdi. Bu maksatla aslen Diyarbakırlı olan Yiğit Ahmed,
Amasyadan öncü kuvvet olarak gelmiş ve bu şahsiyet kuşatma
hattını yararak şehre girmeye muvaffak olmuştu. Diyarbakır
halkı ile Kara Hanın kuvvetlerine karşı müdafa savaşı
veriyordu.
Sultan Selim, Kara Han’a karşı kuşatılan Diyarbakır şehrinin
hâlâ direnmekte olduğunu İdris-i Bitlîsîden öğrenmişti. 16
Şaban 921/25 Eylül 1515 günü Edirne’de bulunan Padişah’a
Safevîlerin on ay’dan beri kuşattığı Diyarbakır şehri
yardımına 19 Receb 921/29 Ağustos 1515 günü gönderilen hükme
göre Sivas (Rûm) Beylerbeyisi Şâdi Paşa’nın Amasya’dan çıkarak
yürüdüğü, ayrıca Erzincan Beylerbeyisi Bıyıklı Mehmed Bey’inde
o tarafa doğru gittiği haberi geldi. Elli bin nüfuslu
Diyarbakır şehri Kara Han’a ve Safevî Ordusuna on ayı aşkın
bir zamandır dayanıyordu.
Sultan Selim tarafından, Sivas Beylerbeyisi Şâdi Paşanın beş
sancak beyi ile Bıyklı Mehmed Paşaya katılması emredilmişti.
Bu arada İdris-i Bitlîsî de Doğu Anadoluda bulunan birçok Kürt
ümerasını Diyarbakırın imdadına koşmak üzere ayaklandırdı.
Bunlar arasında Palu hâkimi Cemşit Bey ve Çemişgezek hâkimi de
vardı. Hepsi Kiğı sancağında birleşerek, önce Çapakçuru
(Bingöl) Safevîler elinden kurtarıp Diyarbakır önlerine
gelmişlerdi. Osmanlı Ordusu da şehir yakınında Kara Köprü
mevkiine toplanmıştı. Şâdi Paşa da burada kendilerine
katılmıştı. 10 Eylül 1515’de askerler ve o yöreden olan
Türkmen asıllı Yiğit Ahmed idaresindeki gönüllüler, Urfa
kapısından şehre girmişlerdir. 20 Eylül’de Bıyıklı Mehmed’in
kuvvetleri de şehre girerek, şehir muhasaradan kurtarılmış ve
Diyarbakır surları ve burçları üzerine zafer bayrakları
çekilmiştir . Kara Han ise, bir miktar askerle çoktan
kuşatmayı kaldırarak Mardin taraflarına çekilmişti.
Bu hengame öncesinde İdris-i Bitlîsî yapmış olduğu yoğun çaba
sonucu Bitlis, İmadiye, Hasankeyf, Sason, Aşti, Ermi, Savran,
Hizan, Siirt gibi yerlerin hâkimlerinden yirmi beş adet Kürt
Beyini Sultan Selim’e bağlı hale getirmişti. Bu Kürt beyleri,
Sultan Selim ile birlikte, mal ve canlarını fedâ etmeye, ahdi
yemin ederek bağlılıklarını bildirmişlerdi .
İdris-i Bitlîsî ve Kürt beyleri on bin gönüllü ile hareket
ederek, Diyarbakırı muhasara eden Kara Han’a karşı Bıyıklı
Mehmed’in ordusuna katılmışlardı . 27 Ramazan 921/4 Kasım 1515
tarihinde yapılan divânda, Diyarbakır Beylerbeyiliği Kiğı,
Çemişgezek’ten Urfa ve Sincar’a kadar olan yerleri içine alan
vilayet toprakları Bıyıklı Mehmed Bey’e verilip, eski Amid
Sancakbeyliği mahlûl oldu (iptal edildi) ve Diyarbakır’dan
yirmi üç pâre sancak verildi . Kürt beylerinin Safevîlere
karşı hareketleri sonucu, Padişah Selim bunlara, itaatları
karşılığında beyliklerine ait olan toprakları tanıyan
beraatlar göndermiştir .
Diyarbakırın Yiğit Ahmed ve Bıyıklı Mehmed Bey’in ordusuyla
ele geçirilmesinden sonra Ustacalu Kara Han, Mardin tarafına
kaçmıştır. Diyarbakır’dan Mardin’e firar eden Kara Han, takip
edilerek Sincar’a geçtiği öğrenilmişti. Mevlânâ İdris-i
Bitlîsî Mardin’e gelerek halka nasihat eyleyip kaleyi teslim
almış ve boyun eğmeyenler gizlice kaçmışlardır. Osmanlı
askerleri Mardin’e girmiş, sonra kışlamak üzere Diyarbakır’a
geri çekilmişlerdi. Bunu haber alan, Kara Han tekrar Mardin’e
gelerek durumu Şah İsmail’e bildirmiştir .
Bu arada Şadi Paşa: “Bana padişahımızın fermanı ancak Amid’e
kadardı” diyerek, askerini toplayıp Sivas’a doğru yönelmiştir.
Bunun üzerine İdris-i Bitlîsî ile Bıyıklı Mehmed Paşa da
Pâdişah’tan tekrar yardım istemiştir. Sultan Selim, Karaman
Beylerbeyisi Husrev Paşa’yı yirmi bin kadar askerle
Diyarbakır-Mardin taraflarına yardımcı göndermişti. Harput
Kalesini yolda iken üç gün muhasaradan sonra almışlardı.
Bu sırada Kara Han, Şah İsmail’den gelen taze kuvvetler ile
Mardin Kalesini tahkim etmişti. Husrev Paşa Fırat nehrini
geçti ve Bıyıklı Mehmed’in ordusu ile birleşti. Kara Han’da
Safevî askerini Pîr mevkiindeki Türkmen aşiretleriyle
birleştirmek için ilerlemişti. Mardin civarında Koçhisar
yakınında Dede-kargın mevkiinde iki ordu karşılaştı . 15-20
Mayıs 1516da yapılan çok şiddetli çarpışmalar sonucunda Kara
Han, kurşunla yaralanarak öldü ve başı kesildi. On binden
ziyade Kızılbaş-Türkmen öldürüldü ve kaçabilenler kaçmışlardı.
Bölge tamamen -Mardin Kalesi hariç- Osmanlı topraklarına
katılmıştır .
Koçhisar ya da Dede-kargın zaferinin tesiri çok büyük
olmuştur. Savaşı müteakip, Ergani, Sincar, Çermik, Birecik,
Rakka, Hasankeyf, Urfa, Siirt kapılarını Türk ordularına
açmışlardır. Ayrıca Güneydoğu Anadolu’daki, Rûşeni, Hariri,
Sencarî, Cezirevî gibi bazı Arap ve Kürt aşiretleri de Osmanlı
kuvvetlerinin itaatı altına alınmıştır .
Mardin Kalesi kumandanı olan Ustacaluoğlu Kara Han’ın kardeşi
Süleyman Kale’yi teslim etmemişti. Bir yıl kadar sonra Sultan
Selim, Arap diyarının fethinden dönerken, Bıyıklı Mehmed’i
Mardin Kalesi’nin fethi için gönderdi. Bıyıklı Mehmed Paşa,
bir miktar askerle varıp şehri zorla alarak, Ustacalu Süleyman
Beyi öldürmüş, bölgeyi Safevî-Kızılbaşlardan Nisan 1517de
temizlemiştir . Mardin Kalesi Mayıs 1516dan başlayarak Nisan
1517 tarihine kadar Safevîler ile Osmanlılar arasında hayli el
değiştirmiş ve çok kanlı çarpışmalara sahne olmuştu.
Mardin Kalesinin ele geçirilmesi ile mesele nihayete
ermemişti. Safevîlerin elinde kalan Hısn-ı Keyfa Kalesi de
Bitlis hâkimi Şeref Bey, Sason hâkimi Mehmed Bey, Hizan hâkimi
Davud Bey, Melik Halil Bey ve diğer Kürt ümerası ile birlikte
İdris-i Bitlîsînin aracılığı ile sulhen teslim olmuştur.
Burası tekrar Melik Halil Eyyubîye verilmiştir. Bundan sonra
Savur, Urfa ve Çermik kaleleri de alınmıştır .
Güneydoğu Anadolu’nun Osmanlı Devletine bağlanmasında en çok
emeği geçen Bıyıklı Mehmed Paşa ile İdris-i Bitlîsî’ye Sultan
Selim, hilat, bahşiş ve kılıçlar hediye etmiştir. Ayrıca Kürt
beyleri için yirmi beş yük akçe, beş yüz hil’at ve on yedi
sancak ihsan buyurmuşlardır . Yavuz Sultan Selim takip ettiği
ince bir siyasetle, Mevlânâ İdris-i Bitlîsî’nin önderliğinde
Doğu ve Güneydoğu illerinde oturan “Kürt-baba” veya BabaKürtlerin aşiret reislerine iyi muamele etmiştir. Onları
İranîlik ve Şiiliğe karşı kuvvetli bulundurmak için, soyca
Türk olan bu aşiretlere ve beylere Kürt adını vererek, onlara
geniş hak ve yetkiler vermiştir .
Sonuç:
Sultan Selim’in Diyarbakır ve Güneydoğu Anadolu siyaseti
başarıya ulaşmış gözükmektedir. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki
teshir harekâtı sonucu Diyarbakır ve havalisi itaat altına
alınmıştır. Nusaybin ve Urfa dahil olduğu halde Irak-ı Arab’ın
kuzey kısmı ve Musul, Osmanlı Devletine dahil olmuştur.
Güney’de ise Bağdat’a doğru ve Mısır Memluklarının hükümettiği
yerlerden Tarsus, Adana, Antakya, Halep Osmanlı Devleti’nin
hedefi altına alınmıştır .
Nihayet 1516’da Mercidâbık’ta yapılan savaşta Mısır Sultanı
Kansu Gavri öldürülerek, ordusu mağlup edilmiş ve Mısır
Memlûklularının elinde olan Malatya, Divriği, Darende,
Behisni, Gerger, Birecik, Kahta, Ayıntâb (Antep), Şam, Halep,
Antakya, Hama, Humus gibi önemli şehirler ve kaleler Osmanlı
Devleti topraklarına katılmıştır .
Mısır Seferinden sonra Şam’da kışlayan Sultan Selim, Halep’e
geldiği sırada, 15 Şubat 1518’de Pazartesi günü Şah İsmail
tarafından Saru-Şeyh adlı bir İran elçisi, barış anlaşması
ricasıyla Sultan Selim’e kıymetli hediyeler getirmiştir. Bu
elçi Mısırın fethinden dolayı Sultan Selim’e Şah İsmailden bir
de tebriknâme getirmişti. Safevîlerin başkenti olan Tebriz,
İran’da kalmak ve Türkiye lehine bir hudut tashihi yapılmak
şartıyla barış istemiştir.
Sultan Selim ise, tamamen İran topraklarını zaptederek Safevî
Devleti hâkimiyetine ve Şiilik Mezhebine son vermek
istediğinden barış teklifı sonuçsuz kalmıştır. Safevî elçisi
Saru-Şeyh Yedi Kule zindanına gönderilip hapsedilmiştir . 19
Mayıs 1518’de Vezir-ia’zâm Pîri Mehmed Paşa’yı Kuzey Irak
üzerine gönderen Sultan Selim, kendisi de İran Şah’ının işini
bitirmek niyetiyle Fırat nehri kıyılarına gelmiştir. Oraya
vardığında
kesinlikle
Osmanlı Ordusu doğuya bir adım bile atmayı
reddedince, yeniçerilerin bu olumsuz tavrı
karşısında Sultan Selim, İstanbul’a dönmek zorunda kalmıştır
.1518 yılı itibari ile Diyarbakır Eyaleti Amid, Mardin,
Sincar, Berriyecik, Ruha (Urfa), Siverek, Çermik, Ergani,
Harput, Arapkir, Kiğı ve Çemişgezek olmak üzere on iki
sancaktan oluşmaktaydı.
Sultan Selim, Anadolu’nun birliğini sağlamış, Osmanlı
Devleti’nin Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu sınırlarını
aleyhte değişmeyecek şekilde genişletmiştir. Anadolu’daki
Osmanlı topraklarını Çoruh boyunda Yusufeli, Fırat nehri
başında Erzurum, Aras başında Karayazı, Murat Suyu boyunda
Hınıs ile Muş, Dicle nehri boyunda Pervâri, Zaho ve Musul’a
varıncaya kadar genişletmiştir. Bu çizginin batısındaki İspir,
Tercan, Kiğı, Bingöl, Kulp, Bitlis, Hizan, Siirt, Cizre,
Şırnak, Te’1-Afer ve Sincar bölgeleri Osmanlı ülkeleri
hudutları içerisine alınmıştır .
Sultan Selim, Anadolu’nun birliğini sağlamada Akkoyunlu
beylerinden de yararlanmış, bunlara Doğu Anadolu’da dirlikler
vermiştir. Bu sayede, Kuzey Irak, Musul, Kerkük, Erbil
vilayetleri Türkiye’ye katılmıştır. Sultan Selim, Safevîler ve
Memluklardan şimdi ki Adana, Gaziantep, Hatay, Urfa,
Diyarbakır, Mardin, Siirt, Muş, Bingöl, Bitlis, Tunceli,
Erzincan vilayetlerini aldığı gibi Dulkadırlu Beyliğini de Maraş ve Elbistan havalisi- doğrudan doğruya Türkiye’ye ilhak
etmeyi başarmıştır .
Sultan Selim, Osmanlı ülkelerine kattığı Anadolu topraklarını,
ilelebet Şii-İran tehlikesinden ve Fars kültüründen korumak
istiyordu. İran’a ikinci bir büyük sefer yaparak Safevîleri
ortadan kaldırmayı düşünen Sultan Selim, “İbrişim yasağı”
olarak bilinen İpek ticaretinde İran’a boykot kararı almıştır.
İran’daki Safevî Devleti ile her türlü iktisadî ilişkileri
yasaklamış, Antep konağından valilere tamim göndererek, yasağa
uymayan tüccarların mallarının müsaderesini istemiştir. Ayrıca
İran’a silah ve demir ihracı da yasak edilmiştir .
Fakat, Şah İsmail’de Şiilik davasından vazgeçmiyordu. Yaptığı
barış teklifleri hep göstermelik olarak kaldımıştır. Şii
Mezhebi propagandasını, Safevî Devletinin Anadolu’da nüfuzunun
artması için çok sinsi bir şekilde sürdümeye çalışıyordu. Şah
İsmail, kendisini Anadolu’ya karşı harekattan alıkoyan iki
hususu şöyle belirtiyordu Anadolu halkının çoğu atalarının
müridleri idi, diğeri de gazâ ile tanınmış olan Osmanlı
hanedânına eskiden beri duyduğu derin sevgi idi . Bu
sebeplerden dolayı Anadoluyu tahrip ve işgal etmek
istemiyordu.
Buna rağmen Şah İsmail’in asıl hedefi İran, Horasan ve bütün
Türkistan’ı ve Doğu Anadolu’daki Kızılbaş-Türkmenleri
birleştirip, Caferî Mezhebine, Şiilik ve eski Türk akidesine
dayanan büyük bir hükümet kurmak, Arapların Türklük üzerindeki
manevî baskısını ve diğer dört mezhebi ortadan kaldırmaktı.
Sultan Selim ise Ehl-i Sünnet ve bu mezhepler üzerinde kurulan
Din yolunda bütün Müslümanları birleştirip, onların başı ve
Peygamber vekili olmak için uğraşıyordu. İslamiyeti fetih yolu
ile Avrupa Kıtasına yaymaya çalışıyordu ve bunun içinde Roma
İmparatorluğu ile Abbasi Devletinin hükmettiği bütün ülkeleri
idaresi altına almak, Dünyanın bu yarısında Pâdişah, Sultan ya
da Halife olmak istiyordu. Bunu yapmak içinde kendine göre,
ilk önce İslam Dinine aykırı giden Alevilik ve Şiiliği
kaldırmak gerektiğine inanıyordu .
Türk-İslam Dünyası için Şii-Safevî Devletini bir tehlike
olarak gören ve bu tehlikeyi Çaldıran’da durduran Sultan
Selim, Safevî Devletini tamamen ortadan kaldırmak düşüncesi
ile yeni bir İran seferi için hazırlıklara başlamıştı . Bu
arada zaferden zafere koşan Şii-Safevî hükümdarı Şah İsmail,
Çaldıran mağlubiyetinden sonra, derin bir manevî çöküntü ile
artık günlerini Erdebil ve Tebriz’de yakın dostlarıyla içki
içerek geçirmeye başlamıştı. Diğer taraftan Sultan Selim’in
İran üzerine yeni bir seferini önlemek gayesiyle devamlı barış
için elçiler göndermiş, hem de kumandanları Doğu Anadolu ve
Güneydoğu Anadoluda Osmanlı kuvvetlerine karşı devamlı
mukavemette bulunmuştur .
Sonuç olarak Şiilik anlayışı bugünkü gibi, yalnız İranın
içinde kalmaya mahkum olmuştur. Anadolu coğrafyası SafevîKızılbaş tehlikesinden kurtarılmış, Safevîlerin gücü iyice
zayıflamıştır . Öte yandan Sultan Selim, İran için ikinci
sefere hazırlanırken, Bozok eşkıyasından Celâl adlı bir
Türkmenin, Tokat civarında bir mağarada barınırken Mehdîlik
iddiası ile yanına yirmi bin kişi toplayarak isyan ettiği
haberi gelmiştir. Bunun üzerine Sultan Selim, derhal Ferhat
Paşa ile Şehsuvaroğlu Ali Beyi isyanı bastırmak için
görevlendirmiştir. Tehlike büyümeden Şehsuvaroğlu Ali Bey,
askeriyle gelerek henüz Ferhat Paşa’da yetişmeden eşkıya Celâl
ve yandaşlarına ağır bir darbe vurmuş ve birçoğu kılıçtan
geçirilmiştir . Böylece Sultan Selim zamanında, Osmanlı
Devleti bütün Anadolu ve Güneydoğu Anadoluda hâkimiyeti,
birlik ve beraberliği, huzur ve barışı kalıcı olarak
sağlamıştır.
KAYNAKÇA
AHMED RASİM Resimli Haritalı Osmanlı Tarihi, I-IV, 1. Baskı,
Şems Matbaası, İstanbul, 1326-1328 h.
ALTUNDAĞ, Şinasi Selim I, İslam Ansiklopedisi, X, M.E.
Basımevi, İstanbul, 1966, (ss. 423-434).
ASRAR, N. Ahmet Kanuni Sultan Süleyman ve İslam Alemi, 2.
Baskı, Hilal Yayınları, İstanbul, ?.
BABINGER, Franz Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri, Çev.
Coşkun Üçok, 3. Baskı, K.B. Yayınları, Ankara, 1992.
CELÂLZÂDE, Koca Nişancı Mustafa Çelebi Selim-nâme, (Meâsir-i
Selim Hânî), Haz. Ahmet Uğur-Mustafa Çuhadar, 1. Baskı, K. B.
Yayınları, Ankara, 1990.
DANİŞMEND, İsmail Hami İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, IIV, Türkiye Yayınevi, İstanbul, 1946-1948.
FERİDÛN, Ahmed Bey Münşeatus-Selâtin, I-II, 2. Baskı,
İstanbul, 1274-1275 h.
FIRAT, Mehmet Şerif Doğu İlleri ve Varto Tarihi, 5. Baskı,
T.K.A.E. Yayınları, 1983.
GÖYÜNÇ, Nejat Kanunî Devri Başlarında Güneydoğu Anadolu,
Kanunî Armağanı, T.T.K. Basımevi, Ankara, 1975, (ss. 61-74).
___________ XVI. Yüzyılda Mardin Sancağı, T.T.K. Basımevi,
Ankara, 1991.
GRAMMONT, Jean-Louis Becque Osmanlı İmparatorluğu Doruğu
Olaylar (1512-1606), Osmanlı İmparatorluğu Tarihi, Çev. Server
Tanilli, 1. Baskı, Say Yayınları, İstanbul, 1992, (ss.
171-194).
HAYDAR Çelebi Haydar Çelebi Rûznâmesi, Haz. Yavuz Senemoğlu,
Tercüman, 1001 Temel Eser, İstanbul, ?.
HEZARFEN, Hüseyin b. Cafer Tenkihut Tevârih-i Mulûk, Türkçe
Yazma, Esad Efendi Kitaplığı, Nr. 2239, Süleymaniye Ktb.,
İstanbul, 1083 h.
HOCA SAADEDDİN Efendi Tâcüt-Tevârih, I-II, İstanbul, 1279-1280
h.
_____________ Tâcüt-Tevârih, Haz. İsmet Parmaksızoğlu, I-IV,
3. Baskı, K.B. Yayınları, Ankara, 1992.
KARAÇELEBİ-ZÂDE, Abdul-Aziz Târih-i Ravzatul-Ebrâr, Bulak
Matbaası, Kahire, Hüsrev Paşa Kitaplığı, Nr. 397, Süleymaniye
Ktb., İstanbul, 1238 h.
KIRZIOĞLU, M. Fahrettin Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi
(1451-1590), T.T.K. Basımevi, Ankara, 1993.
KONUKÇU, Enver Selçuklulardan Cumhuriyete Erzurum, Y.Ö.K.
Matbaası, Ankara, 1992.
MİROĞLU, İsmet Yavuz Selim Devri, Doğuştan Günümüze Büyük
İslam Tarihi, X, Çağ Yayınları, İstanbul, 1989, (ss.281-312).
MUSTAFA NURİ Paşa Netayicul-Vukûat, I-II, İstanbul, 1327 h.
MÜNECCİMBAŞI, Ahmed b. Lütfullah Sahâifu’l-Ahbâr fi Vekây-i
ül-Âsâr, I-III, Terc. Nedim Ahmed, Hacı Mahmud Kitaplığı, Nr.
4741, Süleymaniye Ktb., İstanbul, 1285 h.
_______________ Sahâifu’l-Ahbâr, I-III, Terc. İsmail Erünsal,
Tercüman, 1001 Temel Eser, İstanbul, ?.
NİŞANCI, MEHMED Târih-i Nişancı Mehmed, İzmirli İsmail Hakkı
Kitaplığı, Nr. 2375, Süleymaniye Ktb., İstanbul, 1290 h.
SARAY, Mehmet Türk-İran Münasebetlerinde Şiiliğin Rolü,
T.K.A.E. Yayınları, Ankara, 1990.
SOLAKZÂDE, Mehmed Hemdemî Solakzâde Tarihi, Mahmud Bey
Matbâsı, İstanbul, 1279 h.
SÜHEYLÎ, Ahmed b. Hemdem Tarih-î Şâhî, (Tarih-i Süheylî),
Müellif Hattı, Türkçe Yazma, Fatih Kitaplığı, Nr. 4356,
Süleymaniye Ktb., İstanbul, ?.
SÜMER, Faruk Safevî Devletinin Kuruluşu ve Gelişmesinde
Anadolu Türklerinin Rolü, T.T.K. Basımevi, Ankara, 1992.
TANSEL, Selahattin Yavuz
Basımevi, Ankara, 1969.
Sultan
Selim,
1.
Baskı,
M.E.
TEKİNDAĞ, M. Şehabettin Yeni Kaynak ve Vesikaların Işığı
Altında Yavuz Sultan Selim’in İran Seferi, Tarih Dergisi, S.
22, XVII, İstanbul, 1968, (ss. 49-78).
____________ Fatihden III. Murada Kadar Osmanlı Tarihi
(1451-1574), Basılmamış Ders Notları, İstanbul, 1977.
UĞUR, Ahmet Yavuz Sultan Selim, 1. Baskı, E.Ü. Yayınları,
Kayseri, 1989.
UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı Osmanlı Tarihi, I-VIII, 5.Baskı,
T.T.K. Basımevi, Ankara, 1988.
YİNANÇ, Refet Dulkadıroğulları, İ.A., IX, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, İstanbul, 1994, (ss. 553-557).
Download