tc marmara üniversitesi sosyal bilimler enstitüsü halkla ilişkiler ve

advertisement
SEVGİ KAVUT
KUŞAKLARARASI İLETİŞİM
FARKLILIKLARININ AİLE İÇİ
İLETİŞİME ETKİSİ
T.C
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIM ANABİLİM DALI
KİŞİLERARASI İLETİŞİM BİLİM DALI
HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIM
ANABİLİM DALI
KİŞİLERARASI İLETİŞİM BİLİM DALI
KUŞAKLARARASI İLETİŞİM FARKLILIKLARININ AİLE İÇİ İLETİŞİME
ETKİSİ
Yüksek Lisans Tezi
SEVGİ KAVUT
İstanbul, 2015
İSTANBUL 2015
i
ii
iii
T.C
MARMARA ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ
HALKLA İLİŞKİLER VE TANITIM ANABİLİM DALI
KİŞİLERARASI İLETİŞİM BİLİM DALI
KUŞAKLARARASI İLETİŞİM FARKLILIKLARININ AİLE İÇİ İLETİŞİME
ETKİSİ
Yüksek Lisans Tezi
SEVGİ KAVUT
Danışman: Doç. Dr. MAHMUT HAKKI AKIN
İstanbul, 2015
iv
v
Öz
Aile değerlerindeki değişimler, kültürel yozlaşma, sosyal çevre ve yaşanılan ortamın,
eğitim seviyesinin değişmesi aile bireyleri arasında iletişim farklılıklarının yaşanmasına
yol açmıştır. Bu gelişme, kuşaklar arası iletişim farklılıklarının aile içi iletişim sürecine
yansımasına neden olmuştur. Araştırmada kuşaklar arası iletişim farklılıklarının aile içi
iletişime olan etkileri ele alınmıştır. Bu amaçla nitel bir araştırma tekniği olan
derinlemesine mülakat yöntemi ile araştırma yapılmıştır. 5 farklı aileden 3 kuşak olmak
üzere toplam 15 kişi ile kuşaklar arası iletişim farklılıklarının aile içi iletişime olan
etkileri tartışılmıştır. Araştırma ile aile bireyleri arasında iletişim farklılıklarına yol açan
faktörler üzerinden kuşaklar arası iletişim farklılıklarının aile içi iletişime olan etkisini
ortaya koymak amaçlanmıştır.
Anahtar Kelimeler: Kuşaklararası İletişim, Aile içi İletişim, Kişilerarası İletişim,
İletişim Farklılıkları
vi
Abstract
Changes in family values, cultural degeneration, changed social, living environment and
different education levels caused communication differences between family
members.Result of these developments reflected intergenerational communication
differences
to
family
communication
process.Research
intergenerational
communication differences in the effects of family communication were discussed. To
this end, a qualitative research technique in-depth interviews are used. Effects of
intergenerational communication differences to a family is discussed with 15 persons
who from 5 different families and 3 different generations.It is intended to emphasize the
relationship between reasons that caused communication differences between family
members and effects of this on different generations in a family.
Keywords: Intergenerational Communication, Family Communication, Interpersonal
Communication, Communication Differences
vii
Önsöz
Günümüzde iletişim teknolojilerinin gelişmesi, aile değerleri ve yapısındaki değişimler,
kültür ve eğitim seviyesindeki farklılaşma vb. sebeplerle aile bireyleri arasındaki kuşak
farklılıkları iletişim süreçlerine daha fazla yansıyabilmektedir. Gerek aile içi iletişimde
gerek iş dünyasında yani hayatımızın her alanında kuşak çatışması geçmişten günümüze
olmuştur ve varlığını da sürdürmeye devam edecektir. Çünkü her kuşak farklı bakış
açısı, farklı zaman diliminde yaşaması, elde edilen imkânlar, teknolojik yenilikler ve
eğitim gibi pek çok nedene bağlı olarak farklı fikir yapısına sahip olacaktır. Ancak
kuşak çatışması farklı fikirlerin bir araya gelmesi ve böylelikle toplumun yararına
başarılı sonuçlar elde edilmesi gibi olumlu nedenlerle kullanıldığında sağlıklı bir sonuç
elde edilebilecektir.
Araştırmada kuşaklar arası iletişim farklılıklarının aile içi iletişime ve aile içi iletişim
sürecine olan etkileri ele alınmıştır. Araştırma ile aile bireyleri arasında iletişim
farklılıklarına yol açan faktörler üzerinden kuşaklar arası iletişim farklılıklarının aile içi
iletişime olan etkisini ortaya koymak amaçlanmıştır. Bu amaçla nitel bir araştırma
tekniği olan derinlemesine mülakat yöntemi ile araştırma yapılmıştır. 5 farklı aileden 3
kuşak olmak üzere toplam 15 kişi ile kuşaklar arası iletişim farklılıklarının aile içi
iletişime olan etkileri tartışılmıştır.
Bu tezin hazırlanmasında bilgisinden yararlandığım, yardımını ve desteğini hiçbir
zaman esirgemeyen değerli hocam Doç. Dr. Mahmut Hakkı Akın’a ve beni her zaman,
her konuda destekleyerek yanımda olan aileme sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
viii
İÇİNDEKİLER
Sayfa No.
TABLO LİSTESİ .......................................................................................................... xii
1.GİRİŞ ............................................................................................................................ 1
2. KİŞİLERARASI İLETİŞİM AÇISINDAN AİLE İÇİ İLETİŞİM
2.1.Kişilerarası İletişim ..................................................................................................... 3
2.1.1.Kişilerarası İletişimin Farkları ............................................................................... 6
2.2.Bir Toplumsal Kurum Olarak Aile ............................................................................. 7
2.2.1.Ailenin Tanımları .................................................................................................... 9
2.2.2.Ailenin Dönüşümü ................................................................................................ 12
2.2.3.Ailenin İşlevleri .................................................................................................... 15
2.2.4.Aile İçi İletişim ..................................................................................................... 20
2.2.5.Aile İçi İletişimin İlkeleri ..................................................................................... 23
2.2.5.1. Kendini Tanıma .......................................................................................... 23
2.2.5.2. Aile Bireylerini Tanıma.............................................................................. 23
2.2.5.3. Empati Kurma ............................................................................................ 24
2.2.5.4. Etkili Dinleme ............................................................................................ 25
2.2.5.5. Ben Dili Kullanma...................................................................................... 26
2.2.5.6. Biz Bilinci Oluşturma ................................................................................. 26
2.2.6.Aile ve Ailede Etkileşim ........................................................................................ 27
2.2.7.Aile İçi İletişimi Engelleyen Faktörler .................................................................. 32
2.2.7.1. Önyargı ....................................................................................................... 32
2.2.7.2. Zihin Okuma............................................................................................... 34
2.2.7.3. Savunucu İletişim ....................................................................................... 34
2.2.7.4. Tek Yönlü-Çift Yönlü İletişim ................................................................... 35
2.2.7.5. Denetleme ................................................................................................... 36
2.2.7.6. Tehdit Etme ................................................................................................ 36
2.2.7.7. Suçlama ...................................................................................................... 37
2.2.7.8. Özsaygı ve Özsaygı Eksikliği..................................................................... 38
2.2.7.9. Algıda Seçicilik .......................................................................................... 38
ix
2.2.7.10. Kişileştirme .............................................................................................. 39
2.2.7.11. Mantığa Bürünme ..................................................................................... 39
2.2.8.Aile İçi İletişimde Roller ....................................................................................... 40
2.2.8.1. Bireylerin Ortak Rolleri.............................................................................. 40
2.2.8.2. Çocuğu Yönlendirmede Ailenin Rolü ........................................................ 41
2.2.8.3. Annelik Rolü .............................................................................................. 42
2.2.8.4. Babalık Rolü ............................................................................................... 42
2.2.8.5. Çocuğun Rolü ............................................................................................. 43
3.KUŞAKLARARASI İLETİŞİM
3.Kuşaklararası İletişim .................................................................................................. 45
3.1.Kuşak ...................................................................................................................... 46
3.2.Kuşaklararası İletişim Bağlamında Gençlik ve Gençlik Kültürü ........................... 47
3.3.Kuşaklararası İletişim Bağlamında Yaşlılık Olgusu ............................................... 50
3.4.Yaşlılar ve Gençler Arasındaki İlişkiler ................................................................. 52
3.5.Kuşak Çatışması ..................................................................................................... 53
3.6.Kuşak Çatışmasının Nedenleri................................................................................ 56
3.7.Kuşak Çatışmasının Faydaları ................................................................................ 60
4. ARAŞTIRMANIN METODOLOJİSİ
4.Araştırmanın Metodolojisi ........................................................................................... 64
4.1.Araştırmanın Kapsamı .............................................................................................. 64
4.1.1.Araştırma Probleminin Tanımlanması ................................................................. 64
4.1.2.Araştırmanın Önemi ............................................................................................ 64
4.1.3.Araştırmanın Amacı ............................................................................................. 65
4.2. Araştırmanın Yöntemi ............................................................................................. 65
4.2.1.Nitel Araştırma .................................................................................................... 65
4.2.1.1.Nitel Araştırmanın Nicel Araştırmadan Farkı ................................................ 66
4.2.1.2.Fenomenolojik Yaklaşımla Nitel Araştırma ................................................... 66
4.2.2.Veri Toplama Tekniği .......................................................................................... 69
4.2.3.Verilerin Analizi .................................................................................................. 69
4.2.4.Örneklem ............................................................................................................. 69
x
5. ARAŞTIRMA BULGULARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
5.Bulgular ....................................................................................................................... 70
5.1.Kuşaklar İçin Ailenin Anlamı ve Hayatlarına Olan Etkileri ................................... 70
5.2.Kuşaklar Arasında Yaşanan İletişim Kopukluğunun Aile İçi İletişime Etkisi ....... 78
5.3.Kuşaklar Arasında Çatışmaya Yol Açan Faktörlerin Aile İçi İletişime Etkisi ....... 83
5.3.1. Aile Değerleri ................................................................................................ 87
5.3.2. Evlilik ............................................................................................................ 92
5.3.2. Aile İçi İletişimde Cinsiyet............................................................................ 96
5.4.Aile İçi İletişimi Arttırabilecek Değerler .............................................................. 102
5.5.Samimiyet Düzeyinin Aile İçi İletişime Etkisi ..................................................... 106
5.6.Samimiyetin Aile İçi İletişimdeki Yeri ................................................................. 109
5.7.Karşılıklı Beklentiler............................................................................................. 112
5.8.Aile İçi İlişkilerde Anne Babaya Düşen Sorumluluklar ....................................... 116
5.9.Farklı Kuşakların Sağlıklı Bir Aile İçi İletişim Kurabilmesinin Yolları .............. 122
6.SONUÇ .................................................................................................................... 127
EKLER ........................................................................................................................ 131
KAYNAKÇA ............................................................................................................... 133
xi
TABLO LİSTESİ
Sayfa No.
Tablo 1: Kuşaklar İçin Ailenin Anlamı ......................................................................... 77
Tablo 2: Kuşaklar Arasında Çatışmaya Yol Açan Faktörler ....................................... 101
Tablo 3: Aile İçi İletişimi Artırabilecek Değerler ........................................................ 105
Tablo 4: Aile İçi İlişkilerde Anne Babaya Düşen Sorumluluklar ................................ 121
Tablo 5: Farklı Kuşakların Sağlıklı Bir Aile İçi İletişim Kurabilmesinin Yolları ...... 126
xii
GİRİŞ
Sosyal, ekonomik, politik ve iletişim teknolojilerindeki gelişmelere paralel olarak
toplumumuzun sahip oldukları kültürün mevcut yapısı değişime uğramıştır. Aile içi
iletişimde kuşaklararasında yaşanan farklılıklar; anne ve babaların çocukları, dede ve
ninelerin
çocukları
ve
torunları
ile
iletişimlerini
etkilemeye
başlamıştır.
Kuşaklararasında yaşanan farklılıklar; iletişim teknolojilerini kullanım, hayat bakış ve
özellikle aile değerlerinde kendini açıkça göstermektedir.
Toplumumuzda iletişim problemleri veya farklılıkları denildiğinde akla ilk sıralarda
gelen farklılık, kuşaklar arasında yaşanan anlayış, hayata bakış ve tutum farklılıklarıdır.
Genç ve yaşlı kuşağın hayata bakışı, tutum ve davranışları ile aile değerlerine bakışları
arasındaki farklılıklar her iki taraf açısından sağlıklı iletişim kurulmasını engelleyen
iletişim sorunlarını meydana getirmektedir. Bireyler karşı tarafın penceresinden
bakabilmeyi öğrendiğinde yani empati kurabildiğinde kişilerin yaşları, eğitim düzeyi,
bulundukları sosyo-ekonomik çevre, zaman, yetişme tarzı, statü, bilgi vb. pek çok
sebebe bağlı sorunların minimum düzeye indirilebileceği gözlemlenmektedir. Bu
noktada kurulan ilişki Günümüzdeki kuşak çatışması olarak üzerinde durulan bu konu
kuşaklararası iletişimin aile boyutuyla irdelenmesi gerektiğini gözler önüne sermektedir.
Bu çalışmanın konusunu oluşturan “Kuşaklararası İletişim Farklılıklarının Aile İçi
İletişime Etkisi” aile içerisinde sağlıklı bir iletişimin kurulmasında tutum ve
davranışların önemini kapsadığından ötürü iletişim türleri arasında kişilerarası iletişim
tercih edilmiştir. Kişilerarası iletişim çatışmalarını etkileyebilen tutum ve davranışlar;
kişilerarası iletişimin ayrılmaz bir parçası olarak bilinmektedir.
Bu araştırmanın amacı, kuşaklar arası iletişim farklılıklarının giderilmesinde aile içi
iletişimin etkisinin belirlenmesidir. Kuşaklar arasında yaşanan iletişim farklılıklarına
bağlı olarak ortaya çıkan çatışmaların ve problemlerin giderilmesinde aile içerisinde
kurulacak sağlıklı ilişkilerin önem taşıdığını göstermek, bu doğrultuda kuşaklar
arasındaki iletişim farklılıklarının altında yatan sebebin iletişim eksikliği olduğunun
farkına varılmasına sağlamak ve aile içi iletişimin önemi konusunda topluma bir bilinç
kazandırmak
araştırmanın
amaçları
1
arasındadır.
Bu araştırmada, kuşaklar arasında yaşanan iletişim farklılıklarının aile içi iletişime olan
etkileri, derinlemesine mülakat yöntemi ile yarı yapılandırılmış görüşmeler sonucunda
elde edilen veriler çözümlenerek yapılan inceleme sonucunda değerlendirilmiştir.
Bu araştırma üç bölümden oluşmaktadır.
Birinci bölümde kişilerarası iletişim ve
toplumun çekirdeğini, özünü oluşturan aile kurumu, kişilerarası iletişim bağlamında aile
içi iletişimin rolü, aile içi iletişimin önemi konuları ile ilgili tanımlamalara yer
verilmiştir. İkinci bölümde kuşaklararası iletişim, kuşak kavramı, genç ve yaşlı kuşak
arasındaki iletişim süreci ve kuşak çatışması konularında çeşitli tanımlama ve
sınıflamalara değinilmiştir. İlk iki bölüm literatür taraması yoluyla ulaşılan
kaynaklardan faydalanılarak oluşturulmuştur.
Üçüncü bölümde, nitel araştırma yöntemlerinden en sık kullanılanı olan derinlemesine
mülakat (görüşme ) tekniği kullanılmıştır. Kuşaklar arası iletişim farklılıklarının aile
iletişime etkisi ile ilgili
5 aileden 3 farklı kuşak olmak üzere toplam 15 kişi ile
derinlemesine mülakatlar yapılmıştır. Araştırma kapsamında, kuşaklar arasında yaşanan
iletişim farklılıkları ve çatışmaların aile içi iletişime olan etkilerine ilişkin detaylı
bilgilere ulaşmak amacıyla yarı yapılandırılmış sorular aracılığıyla derinlemesine
mülakatlar yapılmıştır. Sessiz kayıt cihazı yardımıyla her bireyin görüşü alınıp,
çözümlemesi yapılmıştır. Alınan görüşlerle kuşaklar arası iletişim farklılıklarının aileye
ve aile bireylerinin iletişim süreçlerine olan etkisi analiz edilmiştir.
Nitel araştırma; gözlem, nitel görüşme ve doküman analizi gibi nitel veri toplama
yöntemlerinin kullanıldığı, algıların ve olayların doğal ortamda gerçekçi ve bütüncül bir
biçimde ortaya konmasına yönelik nitel bir sürecin izlendiği araştırma olarak
tanımlanabilir (Yıldırım ve Şimşek, 2013: 45).
Bu araştırmada kuşaklar arasında yaşanan iletişim farklılıklarının aile içi iletişime olan
etkisini analiz edebilmek için insanların bakış açıları, algıları, deneyimleri ve
duygularını ortaya koymada kullanılan görüşme yöntemine başvurulmuştur. Nitekim
derinlemesine betimleme, yorumlama, aktörlerin bakış açılarını anlama, çokluluk ve
farklılık arayışının önem arz ettiği araştırmalarda derinlemesine mülakat yönteminin
tercih edildiğinden söz edilebilmektedir.
2
2. KİŞİLERARASI İLETİŞİM AÇISINDAN AİLE İÇİ İLETİŞİM
2.1.KİŞİLERARASI İLETİŞİM
İletişim sürecinde kişilerarası iletişimden söz edebilmek için en az iki kişinin yani iki
tarafın bulunması gerekir. Kişilerarası iletişim, bu anlamda iki ve daha fazla kişi
arasında sözel (sözcükler, kelimeler vb) ve sözel olmayan (beden dili, duruş, yüz
ifadeleri, mikro ifadeler, kılık-kıyafet, sesin tonu, oturma biçimi vb) süreçleri içine alan
iletişim olarak adlandırılabilir.
İki kişi arasında, genellikle yüz yüze ilişki şeklinde gerçekleşen iletişim kişilerarası
iletişim olarak tanımlanır. Kişilerarası iletişim genellikle kendiliğinden ve teklifsizdir;
katılanlar birbirlerinden en üst derecede geri besleme alırlar. Roller görece esnektir,
çünkü taraflar nöbetleşe gönderici ve alıcı olarak edimde bulunurlar. Bu iletişim
bağlamı, ya fiziksel olarak aynı uzamı paylaşan iki kişinin ilişkisi biçiminde gerçekleşir
ya da farklı uzamlardaki iki kişi arasında mesaj alışverişi şeklinde gerçekleşir (Mutlu,
2012: 186). İki ve daha fazla kişi arasında gerçekleşen iletişim olarak da tanımlanabilen
kişilerarası iletişim, gönderici ve alıcı arasında yüz yüze meydana gelmektedir.
Genel bir tanımlamayla, kaynağını ve hedefini insanların oluşturduğu iletişimlere
“kişilerarası iletişim” adı verilir. Karşılıklı iletişimde bulunan kişiler, bilgi ve sembol
üreterek, bunları birbirlerine aktararak ve yorumlayarak iletişimi sürdürürler. Konu ile
ilgili bilimsel yayınlara baktığımızda, bu genel tanımlamanın yanı sıra, kişilerarası
iletişimin daha sınırlı tanımlandığını görürüz (Dökmen, 2011: 41).
Kişilerarası iletişim, kaynağını ve hedefini insanların oluşturduğu, iki ya da daha çok
kişi arasında gerçekleşen iletişimdir. Kişilerarası iletişim, kişilerin çeşitli niyetleri,
beklentileri ve belirli kurallar doğrultusunda gerçekleşmektedir. Kişilerarası ilişki
durumları formel ve informel olabilir. Kişilerarası iletişim, sosyal etkileşimler gibi
göreve ilişkin olarak iş etkileşimlerini de kapsamaktadır. Kişilerarası iletişim,
etkileşimin direkt olmasına dayanmakta, katılımcıların her biri kişisel olarak anlam
yaratmakta ve cevap vermektedir (Gürüz ve Eğinli, 2014: 27). Kişilerin hedefleri,
beklentileri, tutum ve davranışları doğrultusunda, iki veya daha fazla sayıda kişi
3
arasında gerçekleşen kişiler arası iletişim, her bireyin kendi görüşlerini ifade etmesine
ve anlam yaratmasına ortam sunabilmektedir.
Kişilerarası iletişim, sürekliliği olan bir iletişim biçimidir. Kişilerarası iletişim doğal bir
süreçtir. Bu kesintisiz iletişim biçimi, kişilerin kendi kendileriyle ve çevrelerinde
bulunan insanlarla başlayarak sahasını genişleten ve gittikçe karmaşıklaşan etkileşim
sürecinin en önemli yapıtaşıdır (Özerkan, 2001: 77). Doğal bir süreç olan kişilerarası
iletişim, iki ve daha fazla sayıda kişi arasında sözlü veya sözsüz gerçekleşebilen
sürekliliği olan bir yüz yüze iletişim yöntemi olarak tanımlanabilir.
Bir iletişimin “kişilerarası iletişim” sayılabilmesi için şu üç görüşün gerekliliğinden
bahsedilir:
1. Kişilerarası iletişime katılanlar, belli bir yakınlık içinde yüz yüze olmalıdır.
2. Katılımcılar arasında tek yönlü değil, karşılıklı mesaj alışverişi olmalıdır.
3. Söz konusu mesajlar, sözlü ve sözsüz nitelikte olmalıdır (Dirican, 2006: 20).
Kişilerarası iletişim bir bireyden diğerine iletişim, yüz yüze iletişim, iletişimin hem
biçiminin hem de içeriğinin bireylerin toplumsal rolleri ve ilişkileri kadar kişisel
özelliklerini de yansıtmasıdır (Hartley, 2014: 39). Kişilerarası iletişim, birbirlerine karşı
değişen rolleri ve ilişkileri olan iki insanı içerir (Hartley, 2014: 41). Kişilerarası iletişim
iki ve daha fazla kişi arasında yüz yüze kurulan bir iletişim biçimi olduğundan dolayı
bireylerin rolleri, tutum ve iletişim süreçleri kadar kişisel özelliklerini yansıtabilir.
Kişilerarası iletişim, bireylerin kişilik özellikleri, hayata bakışları ve sahip oldukları
değerlere bağlı olarak birbirlerine karşı değişen rolleri içermesinin yanında iki insan
arasında gerçekleşen çift yönlü, yüz yüze ve karşılıklı bir bilgi alışverişi sürecidir.
Etkili kişilerarası iletişim, mesajı alan kişinin mesajın anlamını, veren kişinin iletmek
istediği anlamda alması halinde gerçekleşmektedir. Dengeli ve sağlıklı iletişim
kurabilen bireylerin; duygusal güvenlik içinde oldukları, olayları, durumları gerektiği
biçimde yorumlayabildikleri ve çevrelerindeki insanlar kadar kendileriyle de olumlu
iletişimler kurdukları bilinmektedir (Erözkan, 2007: 60). Etkili bir kişilerarası iletişim
sürecinin gerçekleşebilmesi için bireylerin birbirlerini anlayabilmesi, empati kurması ve
etkin dinleme yaparak karşı tarafın görüşlerini iyi analiz edebilmesi gerekir.
4
Kişilerarası iletişimde mesajı verenin davranışı, mesajı alanın davranışından bağımsız
değildir. Hatta tüm iletişim durumlarında mesajı veren ile alan arasında çift yönlü
etkileşim söz konusudur. Konuşan ile dinleyen arasında mesaj alışverişi yaşanır ve
dinleyicilerden alınan geribildirimler konuşanda belli etkiler yapar. Aralarında konuşan
veya gözleri kapanan dinleyicilerin geribildirimleri olumsuz ve sıkıldıkları mesajını
verir. Alınan geribildirim, konuşanın duygu ve düşüncelerini etkiler ve davranışlarında
bazı değişiklikler yapmasına sebep olur. Dairesel mesaj alışverişi, iletişimi durağan
değil, dinamik bir süreç haline getirir. Kişi bu rolü üstlendiği bütün durumlarda iletişim
süreci içindeki diğer kişi ya da kişileri etkileme potansiyelini taşır (Doğan, 2013: 149).
Bir iletişimin kişilerarası iletişim sayılabilmesi için yüz yüze ve katılımcılar arasında
bir mesaj alışverişi sağlanarak yapılması gerekir. Nitekim günümüzde artan iletişim
teknolojileriyle birlikte iletişim çok çeşitli yollarla sağlansa da yüz yüze iletişim en
etkin iletişim biçimi olmayı sürdürmektedir. Kişileri başkalarından ayıran özellikler,
düşünceler, tutumlar belirlenecek bir bilgi alışverişi söz konusu olduğunda kişilerarası
iletişimin etkin rol oynadığından söz edilebilir.
Kişilerarası iletişimi etkileyen, kişilerarası iletişim çatışmalarının nedenleri biliş, duygu,
bilinçdışı, ihtiyaçlar, iletişim becerisi, kişisel faktörler, kültürel faktörler, roller, sosyal
ve fiziki çevre ve mesajın niteliği olarak sıralanabilir (Dökmen, 2011: 102). Bireylerin
duygu, düşünce ve davranışları kadar hayattan beklentileri, ihtiyaçları, bulundukları
sosyal çevre ve kişilerarası iletişim becerileri kişilerarası iletişim süreçlerini
etkileyebilir.
Kişilerarası iletişimde esas olan kişilerin birbiriyle aralarındaki mesafenin yakın,
ilişkilerin yüz yüze olmasıdır. Kişisel iletişimde karşılıklı iletişim ve geri besleme olayı
söz konusudur. Yani, mesaj iki yönlü iletilebilmektedir. Burada sözlü ve sözsüz mesaj
olmak üzere iki tür mesajdan söz edilebilir. Sözlü mesajlar kelimelerle, cümlelerle ifade
edilen mesajlardır. Sözsüz mesajlar ise el veya yüz ifadesi ile, yani mimiklerle, ifade
edilebilen mesajlardır.
Kişilerarası iletişimde kişisel etkinin önemli rolü vardır. Bazı kişilerin diğerlerine göre
mesajları yayma konusunda etkisi daha fazladır. Fikir liderleri denilen bu kişilerin
özelliklerini bilmek ve bu liderlerin, kişilerin davranışlarını nasıl etkileyeceğini
5
belirlemek önemlidir (Göknar, 2001:9). Kişilerarası iletişim ile ilgili yapılan pek çok
tanımlamadan yola çıkarak kişilerarası iletişimi, insanlar arasında sözlü veya sözsüz
mesajlar aracılığıyla, yüz yüze gerçekleşen bir bilgi alışverişi olarak tanımlamak
mümkündür.
2.1.1.Kişilerarası İletişimin Farkları
Kaynağını ve hedefini insanların oluşturduğu, sözlü veya sözsüz gerçekleşebilen bir
mesaj alışverişi olarak tanımlanan kişilerarası iletişim, diğer iletişim türlerinden belli
konularda farklılık göstermektedir. Yüz yüze kurulan bir iletişim biçimi olması
nedeniyle kaynak ve hedefin bir araya gelebilmesine olanak tanıyan kişilerarası iletişim,
kitle iletişiminden farklılık gösterebilmektedir.
Kişilerarası iletişim, kişilerin (kaynak ve hedef birimlerin) yüz yüze karşılıklı
konuştukları durumlarda olur. Kitle iletişiminde kaynak ve hedef birimler karşı karşıya
gelmezler; gazeteler, dergiler, film, radyo ve televizyon kitle iletişiminin kanallarını
oluştururlar ve bu kanallar aracılığıyla bir tek kaynak çok sayıda hedefe geniş bir alan
ve zaman içinde ulaşabilir.
Kişilerarası iletişim; geri iletim, iletişim ortamı, ulaşım sınırlaması ve etki yönlerinden
kitle iletişiminden farklılıklar gösterir (Cüceloğlu, 2005: 221).Kişilerarası iletişimin yüz
yüze olma özelliği onu kitle iletişiminden ayırır. Çünkü kitle iletişiminde bireyler karşı
karşıya gelmezler ve kitle iletişim araçları yoluyla aktarılmak istenen mesaj hedefe
gönderilir.
Kişilerarası iletişimin kitle iletişimi ile olan farklılıklarına değinmeden önce kitle
iletişiminin tanımının yapılması doğru olacaktır.
Birtakım bilgilerin, sembollerin, birtakım hedefler tarafından üretilmesi, geniş insan
topluluklarına iletilmesi ve bu insanlar tarafından yorumlanması sürecine “kitle
iletişim” adı verilir. Kitle iletişiminde kaynak ile hedef arasındaki kanallara ise “kitle
iletişim araçları” adı verilir. Kitle iletişim araçları radyo, televizyon, gazete, dergi vb.
yayınlardır.” (Dirican, 2006: 23).
6
Geri-iletim: Kişilerin yüz yüze yaptıkları konuşmalarda geri-iletim doğrudan ve anında
vardır. Karşıdakinin söylediklerinden, yüz ifadesinden, sesinin tonundan, bedenin
duruşundan, söylediklerimize nasıl bir tepkide bulunduğu anlaşılır. Ancak kitle
iletişiminde geri-iletim dolaylı ve gecikmeli olarak vardır; bazı durumlarda hiç yoktur.
Bir başka deyişle kişilerarası iletişimde çift yönlü olma zorunluluğu vardır, kitle
iletişiminde bu zorunluluk yoktur, sadece iletim olarak, tek yönlü olabilir.
İletişim ortamı: Kişilerarası iletişimde iletişim ortamı, yakın ilişkilerin ortaya
çıkabileceği özel, mahrem durumlardan, oldukça yapılaşmış resmi durumlara kadar
geniş bir yelpaze içinde değişiklik gösterebilir. Kitle iletişiminde ise, iletişim ortamı
yönünden bu kadar çeşitlilik yoktur; iletişim ancak yapılaşmış ve kuralları belirgin olan
biçimsel ortamlarda oluşabilir. Bu nedenle, yazar ya da televizyon sunucusu, evde
eşiyle konuşurken kelimeleri nasıl kullandığı konusunda pek titizlik göstermezken,
yazdığı yazıda ya da televizyondaki sunuş konuşmasında, dikkatli olmak zorunluluğu
duyar.
Ulaşım sınırlaması: Kişilerarası iletişimle ulaşılabilecek insanların sayısı sınırlı olduğu
halde, kitle iletişimiyle ulaşılabilenlerin sayısı hemen hemen sınırsızdır.
Etki: Yeni tutumların oluşmasında ya da eski tutumların değişmesinde yüz yüze yapılan
konuşmalar; bilgi aktarımının ağır bastığı eğitim kurumlarındaysa kitle iletişimi daha
etkili olur (Cüceloğlu, 2005: 221, 222). Bireylerin olaylara, içinde bulundukları rollere
ve değişen iletişim süreçlerine ilişkin tutumlarını incelerken kişilerarası iletişimin etki
işlevinin önem taşıdığından söz edilebilir.
Kişilerarası iletişimin kaynak ve hedefin görüşlerini bireysel olarak ifade edebilme,
anlam yaratabilme, yüz yüze iletişime olanak verebilme özelliği, onu kaynak ve hedefin
bir araya gelmesine olanak tanımayan kitle iletişiminden ayırabilmektedir.
2.2. BİR TOPLUMSAL KURUM OLARAK AİLE
Toplumun en küçük birimini oluşturan ve diğer tüm kurumları şekillendiren toplumsal
bir kurum olan aile, bireyin kişilik oluşumundan iletişim becerisine, hayata bakışından
yaşam tercihlerine kadar bireyin kültürünü etkileme rolüne sahiptir. Aile aynı zamanda
7
bireylerin kişilerarası iletişim becerilerini kazandığı bir okuldur. Nitekim bireyin tüm
ilişkileri aileden edindiği bilgi birikimine ve iletişim becerisine göre şekillenmektedir.
Birbirlerine kan bağı ile bağlı, aynı çatı altında yaşayan, birbirleriyle yüz yüze iletişim
kuran, kendi içlerinden rol ve sorumlulukları bulunan, toplumsal değer, norm ve ilkelere
göre yapısı şekillenen, sürekliliği olan ve toplumu oluşturan en küçük ve en temel birim
ailedir. İçinde bulunulan çevre, kültür, eğitim, sosyo-ekonomik statü vb. gibi nedenlerle
yapısal olarak farklılıklar gösterebilen aile, birincil ilişkileri olan anne, baba ve
çocuklardan oluşan, sosyalleşme sürecinin ilk öğrenildiği kurumdur. Aile diğer tüm
kurum ve sistemleri etkileyen bir kurumdur.
Aile, birbirleriyle yüz yüze ilişkileri olan, bir çatı altında yaşayan, rolleri ve ilişkileri
toplumsal değerler ve normlar tarafından belirlenen, grup olarak göreli bir sürekliliği
olan, toplumsal sistemin işlevsel dinamik bir alt sistemidir. Aile diğerleri gibi temel
gereksinimleri karşılayan evrensel, çok fonksiyonlu sosyal bir kurumdur. Bu özelliği ile
de tarihsel-toplumsal bir kimliğe sahiptir. Aynı zamanda aile, birincil ilişkiler içinde
olan anne-baba ve çocuklar ile bazen bunların yakın akrabalarından oluşan sosyal bir
gruptur (Bal, 2004: 61).
Aile; aynı kan, ırk ve atadan gelen şahısların bütünü; akrabalık ilişkisiyle birbirine
bağlanan fertlerin biraraya getirdiği topluluktur. Türkçe’de aile kavramıyla ilgili çeşitli
tanımlamalar yapılmıştır. Dar anlamda aile, akrabalık bağıyla bir araya gelen, aynı çatı
altında ise yaşayan kimseler için kullanılır. Geniş anlamda ise aile, evlilik, akrabalık
veya evlat edinme yoluyla birbirine bağlı olan kimselerin tümü için kullanılmaktadır.
Modern anlamda da aile; anne, baba ve çocuklardan kurulu topluluğa verilen addır.
Aile, samimi ve yüz yüze ilişkilerin sürdürüldüğü en küçük fakat en önemli sosyal
kurumdur. Bu sosyal kurum şekil olarak küçük olmasına rağmen, maliyet itibarıyla
önemlidir. Çünkü insanın başlıca karakter ve özellikleri burada şekillenmektedir.
Şahsiyetimizi oluşturan davranışları, bizimle diğer varlıklar arasındaki münasebetleri
aile kurumunda öğreniriz. Bu yüzden aile toplumun çekirdeği konumundadır (Dirican,
2006: 14).
8
Aile, nüfusu yenileme, milli kültürü taşıma, çocukları sosyalleştirme, ekonomik,
biyolojik ve psikolojik tatmin fonksiyonlarının yerine getirildiği bir müessesedir.
(Özmen, 2007: 6).Aile; aynı kan ve soydan gelen insanların oluşturduğu, yüz yüze ve
samimi ilişkilerin yaşandığı, değerler, kültür, dil, din, ırk, sosyalleşme ve toplumsal
normların ilk öğrenildiği kurumdur. Aileyi toplumun diğer tüm kurumlarından ayıran en
önemli özelliği samimi, içten ve yüz yüze ilişkilerin varlığıdır. İlk sosyalleşme sürecinin
gerçekleştiği, bireylerin karakterinin ve hayata bakışının şekillendiği ailenin, toplumun
özü olarak bireylerin tutumları ve kişilerarası iletişim becerilerini etkilediğine dikkat
çekilebilir.
2.2.1.Ailenin Tanımları
Toplumun temelini oluşturan aile hakkında sınırsız sayıda tanımlama yapılabilir. Aile,
aynı hane içerisinde yaşayan, evlilik bağı ile birbirine bağlanan karı-koca ve
çocuklardan oluşan, yüz yüze iletişimin gerçekleştiği bir kurumdur.
Aile, evlilik birliği içinde karı kocadan, başta çocuklar, gençler, kardeşler olmak üzere,
aralarında akrabalık, kan bağı bulunan, aynı soydan gelen insanların oluşturduğu en
küçük toplum birimi, kurumudur. Aile sözcüğü geniş anlamda, ortak amaç, beklenti,
değer, duygu, düşünce, ilke ve kural gibi öğeleri paylaşan insanlar için de kullanılır.
Aynı zamanda aile bir iletişim grubu oluşturur (Köknel, 2001: 138). Ailenin aynı
soydan gelen, birbirine kan bağı ile bağlı, ortak amaç, duygu ve beklentileri paylaşan,
toplumun özünü oluşturan, diğer tüm kurum ve yapıları şekillendiren, aynı zamanda
bireyin karakterinin şekillenmesine katkıda bulunan bir birim olduğu görülmektedir.
Aile, temel davranış özelliklerinin kazanıldığı ve üyelerinin birbirleriyle ilişki kurmayı
öğrendiği yerdir. İnsanoğlu ilk sosyal deneyimlerini aile içinde yaşar. Bireyin yaşamının
ilk yıllarında sevilme, okşanma, kucağa alınma, beslenme ve korunma gibi
gereksinimleri yeterince ve zamanında karşılanır ise, “temel güven duygusunun”
oluşumu için temel atılır (Tezel, 2004: 1).
Aile toplumsal normların ilk öğrenildiği yer olduğundan toplumun yapısının,
bütünlüğünün mayası, özüdür (Aslan, 2002: 32). Aile, toplumsal normların ilk
9
öğrenildiği kurum olmasından da kaynaklı olarak toplumun diğer tüm dinamiklerini
etkileyebilme ve yön verebilme özelliğini bünyesinde barındırabilmektedir.
Aile, bütün toplumlarda bulunan sosyal bir sistemdir. Toplumdaki sosyal değerlerin
kökleri aile içine doğru uzanır. Aile, insan hayatının her alanında gücünü gösteren
sosyal bir grup ve kurumdur (Özkan, 2004: 23).Toplumun temelini oluşturan aile,
bireyin iletişim kurma becerisi ve iletişim faaliyetlerini etkileyen, sosyalleşmenin ilk
adımının atıldığı bir sistem olarak görülmektedir.
İletişimin temelinin atıldığı aile, sosyalleşme sürecinin ilk adımı ve bireyi topluma
kazandıran ilk eğitim yuvasıdır. Aile, toplumun en küçük, birincil derecede iletişimin ve
etkileşimin olduğu en temel birimidir. Bu birim anne, baba ve çocuktan oluşmaktadır.
Ancak aile, birimindeki üye sayısı ne olursa olsun (tek ebeveynli, çekirdek, geniş, hiç
evlenmemiş vb. aile biçimlerinde olduğu gibi) ülkeden ülkeye, kültürden kültüre
farklılık gösterebilen, çok çeşitli birleşimleri olan bir kurumdur (Avşaroğlu, 2011: 284).
Toplumlara ve kültürlere göre değerleri ve ilişki biçimi değişen aile, birincil dereceli
iletişim ve etkileşimin gerçekleştiği bir kurum olarak tanımlanabilir.
Aile, toplumun varlığını ve devamını sağlayan, sosyalleşme süreci ile topluma yeni
bireyler yetiştiren, diğer toplumsal kurumların da ilk defa üyelerince içselleştirildiği
temel bir toplumsal kurumdur. Çünkü toplumun değerleri ve normları ailede
içselleştirilir (Akın ve Aydemir, 2007: 46). Toplumların sürekliliği için önem arz eden
ailenin, toplumsal normların, değerlerin ve kültürün içselleştirildiği, öğrenildiği bir
sistem olduğundan söz edilebilir.
İnsanlık tarihi boyunca var olan ve toplumların sürekliliğinin sağlanmasında çok büyük
rol oynayan kurumların başında aile kurumu gelmektedir. Toplumların bir arada
yaşamasını ve ilişkilerini yönlendiren, ayarlayan, manevi yönünü tamamlayan, neslin
devamını ve sosyalleşmesini sağlayan kurumlar süreklidir. Bu müesseselerin sürekliliği,
tarihin uzun dönemleri içinde nitelik, nicelik değiştirmeleri ve geliştirmeleri içine
almasındandır. Sosyal yapının temel taşlarından olan aile kurumu, sosyal tarihteki bütün
değişmelere ayak uydurabilmiş ve varlığını korumakta devam edegelmiş olan bir grup
ve müessesedir.
10
Aile olgusu tarih içerisinde bir toplumdan diğerine farklı anlamlar taşıyabilmekte ise de,
içinde neredeyse evrensel sayılabilecek bazı gelişimsel olayların yaşandığı sosyal bir
birimi ifade eder (Kara, 2006: 25).
Aile, atadan gelen tecrübelerin geliştirildiği ve yenilerinin eklenerek değerler silsilesi
şeklinde gelecek nesillere aktaran bir kurumdur. Sosyal sistem olan kültür ve
geleneklerle sosyal düzeni sağlama görevi yüklenir (Doğan, 2013: 277). Toplumdan
topluma, kültürden kültüre farklı anlamlar taşıyabilme özelliğine sahip olan aile, aynı
zamanda değerleri, rolleri ve sosyal düzeni sağlayabilir.
Aile, insan soyunu sürdürmek üzere iki farklı cins arasında kurulan, evlilik bağı ile
başlayan, birincil ilişkilere dayanan, bu arada cinsel ilişkilere meşruiyet kazandıran, soy
ve akrabalık düzeyleriyle toplumsal bir boyut taşıyan, soyut bir ilişkiler ağı olması
itibarıyla kültürel bir kurum; ama nesnel insanlardan oluşması itibarıyla fiili bir gruptur
(Sarı, 2013: 20).
Aile, toplumların çekirdeği ve özüdür. O en büyük gücünü, insan türünü üretmesinden
ve devam ettirmesinden alır. Aileyi güçlü kılan bir başka faktör de ekonomi, eğitim,
ahlak ve din gibi temel kurumların kaynağını oluşturmasıdır. Çocukların kişiliği ve
geleceği aile tarafından oluşturulur (Özkan, 2004: 31). Toplumun özünü oluşturan aile,
bireyin kişiliğini, hayata bakışını, tutum ve davranışlarını belirleyen; ekonomi, eğitim,
ahlak, din gibi kurumların yapılarını şekillendirmesine öncülük eden bir topluluk olarak
tanımlanabilmektedir.
Aile; barınmadan beslenmeye, dilden kültüre birbirine tam anlamıyla ortak hayat
ilişkileri ve uyumları olan her bakımdan birbirini tamamlayan bireylerin oluşturduğu
topluluktur (Doğan, 2013: 283). Ailenin barınma, beslenme gibi fizyolojik yani en
temel ihtiyaçların karşılandığı bir yapı olma özelliğinin yanında dilin, kültürün,
değerlerin, duygusal ve psikolojik ihtiyaçların tatmin edildiği ilk ortam olma özelliği,
ailenin önemini yansıtabilmektedir.
Aile her şeyden önce eşlerin duygusal ve cinsel ihtiyaçlarının yasal ve meşru yollardan
karşılandığı bir birliktir. Sevgi, bağlanma, korunma, güvenme, psikolojik destek gibi her
insanın en temel ihtiyaçları en iyi şekilde aile bünyesinde karşılanır. Gerek eşler arası,
11
gerekse ana baba ve çocuk arasındaki ilişkilerin duygusal yönden tatmin ediciliği, bir
yanda aile üyelerinin ruhsal sağlığı ve gelişimini güvence altına alırken, diğer yanda
ailenin birliği ve devamlılığı için çok güçlü bir dayanak oluşturur. Aile hayatının önemli
bir fonksiyonu da insandaki cinsi dürtü ve arzuları düzenleme, toplumsal inanç ve
değerlere uygun şekilde bunları belirli bir çerçeve içerisinde sınırlandırarak, tatminine
imkan vermedir. İnsan cinselliği, ancak sosyal ve moral değerler çerçevesinde eğitilip
işlevsel duruma geçirildiği zaman mutluluk vericidir. Bunun da en iyi ortamı aile
hayatıdır (Hökelekli, 2009: 175).
Aile ile ilgili yapılan bu tanımlamalardan yola çıkarak aileyi, sosyalleşme sürecinin
gerçekleştirildiği ilk ortam olarak ifade edebileceğimiz gibi, toplumsal normların,
değerlerin, kültürün, dilin öğrenildiği, birbirine kan bağıyla bağlı insanların oluşturduğu
toplumun en küçük ve aynı zamanda en temel yapı taşı olarak tanımlanabilir. Bireyin ilk
sosyalleştiği ve kişilerarası iletişim becerilerini kazandığı kurum olan aile içerisinde
kurulan sağlıklı ilişkiler bireyin ilerleyen yıllarda daha uyumlu ve başarılı iletişim
kurabilmesine katkıda bulunabilmektedir.
2.2.2.Ailenin Dönüşümü
İletişim teknolojilerinin yaygınlaşması, aile değerleri ve aile yapısındaki değişimler,
eğitim seviyesi, kültürün ve yaşanılan ortamın değişmesi gibi pek çok sebeple
günümüzde ailelerin bir dönüşüm sürecine girdiği görülebilmektedir. Toplumun en
küçük yapı taşı ve sosyalleşme sürecinin ilk adımının atıldığı, ilk eğitim yuvası olarak
tanımlanabilecek olan ailede modernleşmeyle birlikte yaşanan dönüşüme değinmeden
önce aile yapısının da irdelenmesi gerekir.
Türkiye’de üstlendiği ekonomik faaliyetlere ve katıldığı üretim faaliyetine göre üç tip
ailenin bulunduğu söylenebilir:
Köy Ailesi: Az gelişmiş ülkelerin aile tipi olan köy ailesi, birkaç kuşağı aynı çatı altında
tutan ve aile bireyleri arasında hiyerarşi olan bir aile çeşididir (Özkan, 2004: 38). Köy
ailesi, Türkiye’de daha çok Anadolu’da yoğunlaşabilmektedir.
Kent Ailesi: Bu aile tipi, sanayileşme ile ortaya çıkan sosyal değişme sonucunda
oluşmuştur. Şehir ailesinde bireyler ferdiyetçiliğe doğru adım atmışladır. Sanayileşme
12
ve şehirleşme ile birlikte şehir ailesinde artış olmuştur. Şehirleşme ile beraber sosyal
kurallar ve kalıplar gelişmiştir (Özkan, 2004: 38). Aile bireylerinin hepsi veya bazıları
ev dışında mal ve hizmet üreten yerlerde çalışarak aileye gelir sağlar (Üstün, 1994: 9).
Modernleşme sürecine bağlı gerçekleşen ve sanayileşme, iş gücünün büyük şehirlerde
sağlanabilmesi kent aile sayısını artıran etkenler olarak görülebilir.
Geçiş Ailesi: Köy ailesi ile şehir ailesi arasında kalan geçiş ailesinde, bir taraftan
geleneksel değerler ve inançlar sürdürülmeye çalışılır, diğer taraftan Batı stilinde
yaşama özlemi çekilir. Türkiye’de sanayileşme ve göçler sonucunda şehirlerimizin
etrafını saran aileler, geçiş ailesidir (Özkan, 2004: 39). Modernleşme ve göç süreci ile
yaşanan dönüşümün ardından sayısı giderek artan geçiş ailesinin, günümüz şehir
nüfusunun büyük bir bölümünü oluşturduğundan söz edebiliriz.
Ataerkillik ve Ataerkil Aile: Ailenin dönüşümü sürecinde ataerkil aile de büyük önem
taşımaktadır. Anaerkil aile yapısından ataerkil sürece geçilmesinde ekonomik
nedenlerin öne çıktığı görülmektedir. Ataerkillik, erkeklerarası sosyal ilişkileri
belirleyen maddi bir temeli olan hiyerarşik düşünce yapısı ile oluşmuş, “kadınlar
üzerinde egemenlik kurma biçimi” olarak adlandırılmaktadır. Çünkü bugünkü erkek
baskınlığı “baba kuralları” nın ötesindedir. Artık bu baskın olma; koca kuralları, erkek
patron kuralları, birçok sosyal kurumdaki yönetici erkek kuralları ve ekonomik, politik
kuralları da içermektedir. Walby’e göre; “ataerkil sistem tarafından yaratılan altı temel
ataerkil yapı vardır: Üretimdeki ataerkil tarz, ödemedeki ataerkil ilişkiler; yönetimdeki
ataerkil ilişkiler; din, medya, eğitim gibi kültürel kurumlardaki ataerkil ilişkiler”
Ataerkil ideolojinin etkisini Parsons’ın aile teorisinde de görmekteyiz. Parsons’ın aile
teorisi, kadınları kesinlikle aile yapısı içine yerleştirir ve onların işgücündeki rollerini
hesaba katmaz. Kadınların öncelikli görevi, ailedeki dengeyi korumaktır; ancak bu
şekilde toplumun her tarafında denge sağlanabilir(Arıkan, 1997:2). Erkeklerarası sosyal
ilişkilerde bir güç unsuru olarak da algılanabilen ataerkillik ve ataerkil aile yapısı evde
erkeğin sözünün geçtiği, kadının geri planda olduğu, erkek egemen bir aile içi iletişim
sürecini ifade etmektedir.
Hartman, ataerkilliği, maddi temeli olan ve erkeklerin kadınlar üzerinde tahakküm
kurmalarını sağlayan hiyerarşik ilişkiler ve erkek erkeğe dayanışmayı içeren toplumsal
13
ilişkiler dizisi olarak tanımlanmaktadır. Erkeklerin kadınları sömürdüğü, baskı
uygulayıp egemen olduğu toplumsal yapılar ve uygulamalar sistemi olan ataerkil
sistemde erkekler, hem ev içinde hem de ücretli işlerde kadınların üretkenliğini denetim
altında tutar. Bu sistemin getirdiği ilişkiler, kadınların evde ve çalışma yaşamında
ikincil konumuna sebep olmaktadır. Zira ataerkil sistem, toplum içinde gelişen sosyal
ilişkilerde erkeğe üstünlük tanır ve erkeği daha güçlü kılar (Özçatal, 2011: 25).Erkeği
kadından üstün tutan ataerkil toplum yapısı, kadını erkeğe bağımlı, erkeğin korumasına
ve bakımına muhtaç, ikincil planda bir konuma itmektedir. Kadınlar evde veya çalıştığı
işte üretkenliğini ortaya koyabilse de söz hakkı ve denetim erkeğin elinde olmaktadır.
Toplumun temelini oluşturan ailenin; iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmelerden,
kültürel değerlerdeki yozlaşma, kadınların iş hayatına katılımı, nüfus yapısındaki ve
eğitim düzeyindeki farklılıklar gibi nedenlerle değişime uğradığı görülmektedir.
Günümüz modern toplumunda tarım toplumunda olduğundan farklı olarak geniş ailenin
yerini çekirdek ailenin yani anne, baba ve çocuklardan oluşan ailenin aldığı
gözlemlenebilir.
Ailenin yapısındaki değişimin anne, baba ve çocuklar arasındaki iletişimi, değerleri,
dünya görüşlerini etkilemeye başladığı fark edilmektedir. Ailenin dönüşümü kuşaklar
arasındaki iletişim sürecinin zorlaşmasına ve kuşak çatışmalarının yaşanmasına yol
açabilir.
Aile yapısı yaşadığı her türlü değişime rağmen toplumlar için temel yapı taşı olmayı
sürdürmekte ve aileye ilişkin kültürel normlar ve değerler üretilmeye devam etmektedir.
Aile aynı zamanda bir yaşam tarzını ifade etmektedir ve bu yaşam tarzına ilişkin
pratikler yer almaktadır. Buna karşın ailede değişim ve dönüşüm günümüzde de devam
etmektedir. Parçalanmış aile ya da tek ebeveynli aile tipleri ile daha sık karşılaşılmakta
ve aile yapısı içinde üyeler arası bağların zayıfladığı tartışılmaktadır. Aile içi emeğin
yerini, bireyler çeşitlenen hizmetler sektörü sayesinde piyasadan temin edebilmekte,
ailenin sunduğu sosyal güvenliği çeşitli şirket ve kurumlar sağlamaktadır (Sarı, 2013:
25). Aile yapısında yaşanan dönüşümün aile bağlarının zayıflamasına, aile içerisinde
iletişim eksikliğine yol açtığı, bireyler ailedeki ihtiyaçlarını çeşitli kurum, kuruluş veya
şirketler aracılığıyla gidermeye çalıştığı gözlemlenmektedir.
14
Aile kurumuna tarihsel süreç içerisinde hemen hemen bütün toplumlar tarafından önem
verilmiştir. Fakat zaman içerisinde toplumsal yapının değişmesi, tarım toplumundan
endüstri toplumuna giden süreçte aile kurumunu da etkilemiştir. Aile bir sosyal kurum
olarak küçülmüş fakat kurumsal olarak güçlenmiştir. Tarım toplumlarında görülen geniş
aile biçimlerine pek rastlanmamaktadır. Modern toplumlarda aileyi etkileyen en önemli
faktör aile bireylerinin rolleridir. Bu roller kimi zaman olumlu kimi zamanda olumsuz
sonuçlar doğurabilmektedir. Kadınların; anne olma rolü, eş olma rolü, kendi anne
babasının çocuğu olma rolü ve işi. Erkeklerin ise; işi, kendi anne ve babasının çocuğu
olma rolü, baba olma rolü ve koca olma rolü vardır. Zaman zaman bu roller yerine
getirilirken aile içerisinde sorunlar yaşanabilir. Özellikle günümüz toplumlarında
kadınların ekonomik özgürlüğünü elde etmesine bağlı olarak aile içerisinde gelişen
tartışma ve konuşmalar adeta bir iktidar mücadelesine dönüşebilmektedir. Bu durum
aile içerisinde bireylerin birbirlerinden uzaklaşmasına ve dolayısıyla aile içi iletişim
kopukluklarının yaşanmasına neden olmaktadır (Yağbasan ve İmik, 2006: 229).
Aile yapısında yaşanan dönüşüm; aile değerleri, tutum ve davranışlar, aile içi ilişkiler,
kültür, gelenek ve görenekler vb. pek çok duruma ilişkin bakış açısını değiştirmiştir.
Modern toplumla birlikte artan çekirdek aile yapısı ve iletişim teknolojilerinin gelişimi
nedeniyle azalan aile içi iletişim bireylerin birbirinden uzaklaşmasına, aynı ortamda
oldukları zaman bile iletişim düzeylerinin azalmasına, farklılıkları ve hayat bakışları
nedeniyle iletişim kopuklukları yaşamalarına neden olabilmektedir.
2.2.3. Ailenin İşlevleri
Toplumun çekirdeğini oluşturan ve temel ihtiyaçların ilk karşılandığı kurum olan
ailenin sahip olduğu pek çok işlevi vardır. Aile sadece fiziksel değil aynı zamanda
sosyal, psikolojik, fizyolojik, ekonomik ihtiyaçların da şekillendiği ve giderildiği bir
sistem olarak görülmektedir.
Sosyalleşmenin temel araçlarından olan aile, bireylerin sık dokulu ilişkiler geliştirdiği
ve duygusal ilişkilerin yoğun olarak yaşandığı bir gruptur. Bu bağlamda ailenin
toplumda sahip olduğu temel işlevleri söz konusudur. Ailenin genel olarak, eşler
arasındaki psikolojik doyumun sağlanması, çocuğun sosyalleştirilmesi, biyolojik
15
anlamda üreme ve ailenin geçimini sağlamak için ekonomik işlevleri bulunmaktadır
(Baran, 2004: 37).
Aile, etkileşim üzerine kurulu bir sistem olduğundan sistemin yönleri ve boyutları bu
işlevi etkilemektedir. Aile kurumunun, toplum için gerekli olan diğer kurumlar gibi bazı
işlevleri vardır.
Biyo/Psişik İşlevleri; Alenin ve neslin devamını sağlamak. Bu durum için gereken
koşulları sağlamak ve yetişkin özellikler göstermek (Avşaroğlu, 2011: 285). Ailenin
varlığını koruyan, neslin devamını sağlayan biyolojik bir işlevi vardır.
Bu işlev, bireyin bir bebek olarak dünyaya gelmesinden itibaren korumasız ve aciz bir
yaratık olarak kendi erginliğine kavuşuncaya kadar geçen sürede bakım ve ilgiye
muhtaç oluşunda kendini gösterir. Bu işlev birey üzerinde özellikle bebeklik, çocukluk
ve ergenlik döneminde daha baskın bir ihtiyaç halini almaktadır. Ergenlik döneminin
ardından kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecek duruma gelen aile bireyinin aileden
beklentisi ve ailenin işlevlerine ilişkin ihtiyaçları daha farklı şekillenebilmektedir.
Bu şekilde yetişen çocukların biyolojik ihtiyaçları karşılansa bile kişilik gelişimlerinde
sorunlar çıkabiliyor. Aile içinde sevginin üst seviyede olması çocuğun duygusal
gelişimi açısından çok önemlidir. Çünkü çocuğun kişilik gelişimi ancak aile içinde
sorunsuz gerçekleşme imkanı bulabilir (Topçuoğlu, 2010: 26).Aile evlenme (nikah)
sözleşmesiyle iki cins arasında bir bağ oluşturmakta ve bu bağ yoluyla da toplumda
geçerli olan dini ve hukuki normların belirlediği çerçevede çocuk sahibi olmalarına
olanak vermektedir. Aile, cinsel tatminle birlikte biyolojik üremenin vuku bulduğu
yegane gruptur. Cinsel tatmin, çocuk sevgisi aile üyeleri arasındaki bağları
kuvvetlendirmekte ve psikolojik tatmin sağlamaktadır (Kara, 2006: 29). Ailenin biyopsişik işlevi neslin devamını sağlamakta, ailenin en temel ihtiyaçlarının giderilmesine
öncülük edebilmektedir. Ailenin biyo-psişik işlevi, bireylerin cinsel tatminini de meşru
kılmakta, çocuklarla aile bağlarının güçlenmesine katkıda bulunabilmektedir.
Ekonomik İşlevi; Ailenin finansal ihtiyaçları karşılama işlevi şüphesiz temel bir
işlevdir. Ailelerde bu işlevin yerine getirilmesinde üyelere düşen görevler zaman içinde
bazı değişiklikler göstermiştir. Geleneksel ailelerde, aile işlerinde çalışan kadın aileye
16
para getiren konumunda değildi. Fakat günümüz toplumlarında kadının çalışma
hayatında yer alması ile aileye para getiren olarak görev ve sorumluluklar üstlenmesi
aile içindeki rol paylaşımında ve otoritenin paylaşımında esaslı bir farklılaşmayı ortaya
çıkarmıştır (Topçuoğlu, 2010: 26).Gereksinimlerin karşılanması, ev içerisindeki mali
durumu ayarlamak, gelir ve gider durumuna göre kendi kimlik ve kişiliklerini
sürdürmektir. (Avşaroğlu, 2011: 285). Günümüzde ihtiyaçların, hayat beklentilerinin ve
tüketimin artması, yaşam koşullarının zorlaşması ailenin ekonomik taleplerinin
artmasına yol açabilmektedir.
Toplumsallaştırma ve Eğitim İşlevi; Bireyin içine doğduğu toplumsal yapının
normlarını, değerlerini, gelenek ve göreneklerini, kurallarını öğrenmesi ve çocuğun
sorunsuz bir birey olarak yetişmesini sağlaması açısından ailenin eğitim işlevi
önemlidir. Çocuğun ilk için sosyalleştiği toplumsal birim olarak aile bireyin kişilik
gelişimi için önemlidir. Böylece aile üyelerinin yetiştirilmesi ve sosyalleştirilmesi
sağlanır (Topçuoğlu, 2010: 27). Aile, bireyin ilk sosyalleştiği ve kişilerarası iletişim
becerilerini
kazanarak
ilk
eğitim
aldığı
kurum
olduğundan
ötürü
bireyi
toplumsallaştırma, toplumsal değerleri, normları ve kültürü öğretme misyonuna da sahip
olabilmektedir.
Toplumsallaşma, bir kimsenin içinde birtakım işlevleri olabileceği belirli bir toplum ya
da toplumsal grubun tarzlarını öğrenme sürecidir. Bu süreç doğuştan başlayarak tüm
yaşam boyunca süren uzun bir dönemi kapsar. Bu süreç aracılığıyla birey, bir kişilik
kazanmaktadır. Başka bir deyişle toplumsallaşma, belirli bir toplumun davranış
kalıplarını kişiliğine mal ederek o topluma ait bir birey durumuna geliş olayıdır (Kara,
2006: 31).
Koruyuculuk İşlevi; Aile, birim içi ve birim dışı üyelerini korumakla görevlidir.
Gelebilecek veya oluşabilecek her türlü maddi ve manevi zararlara karşı aile üyelerinin
güvenliğini sağlamaktır. (Avşaroğlu, 2011: 285).
Dini İşlevi; Bireyi toplumsal yaşama hazırlarken çocuğa aktarılanlar arasında dini
değerler de vardır. Söz konusu dini değerlerin çocuğa ilk olarak verildiği yer ailedir.
Hatta bu sırf bir dini bilgi verme değil, ritüellerin organize edildiği ve yerine getirildiği
yer olarak da ailenin önemli işlevinden bahsedilebilir.
17
Boş Zamanları Değerlendirme İşlevi; İnsan için dinlenme ve eğlenmenin gerçekleştiği
en önemli yer ailedir. Bu da bireye toplumsallaşma sürecinde aktarılır (Topçuoğlu,
2010: 27).
Psikolojik İşlev; Aile, üyelerinin birbirine karşı duygusal bir bağ geliştirmesini sağlar.
Eşler, çocuklar ve ailedeki diğer üyeler arasında sevgi bağının kurulması, güven ve
saygı duygusunun gelişimi, ailenin diğer görevlerinin gerçekleşmesine katkı
sağlamaktadır. (Avşaroğlu, 2011: 285). Aile, bireylerin temel ihtiyaçlarının (yeme-içme,
cinsellik, barınma, güvenlik, sevgi vb. karşılandığı dolayısıyla üyelerinin kendilerini
psikolojik olarak rahat hissettikleri sıcak bir ortamdır (Kara, 2006: 29). Bireyin temel
ihtiyaçları kadar önem arz eden duygusal ihtiyaçlarını ilk giderdiği, güven, sevgi, şefkat,
bağlılık ve birlik olmak duygularını ilk öğrendiği kurum olan aile bireyin psikolojik
gelişimini ciddi oranda etkileyebilmektedir.
Prestij Sağlama İşlevi; Üyelerin toplum içindeki statüleri, aileleri tarafından belirlenir.
Dolayısıyla sosyalleşme sürecinin de saygınlık kazandırma görevi ile birlikte
düşünülmesi gerekmektedir. Çocuğa itibar sağlamak için aile içinde toplumun
kurallarını, inançlarını, değerlerini, kişilerin davranış ve tutumlarını öğrenmesine
yardımcı olunmasıdır. (Avşaroğlu, 2011: 286). Günümüzde bireyin davranışları
üzerinde ailenin verdiği eğitimin etkili olduğu bilinmektedir. Ailenin eğitim seviyesi,
sosyo-ekonomik durumu, hayata bakış açısı bireyin prestij ve statü elde edebilme
sürecini etkileyebilmektedir.
Ailede bu işlevler bireylerin yaşam ve eylem alanlarının süreklilik sağlamasına
yardımcı olur. Evli bir çift ilk kez çocuk sahibi olduğu zaman, kadın annelik statüsünün
gereklerini, erkek ise babalık statüsünün gereklerini öğrenmeye başlar ( Baran, 2004:
37).
Ailede dört grup ihtiyacın karşılandığını çıkarabiliriz:
Maddi ihtiyaçlar: Bedenin ihtiyaçları; barınma, sağlık ve ekonomik ihtiyaçlar bu gruba
girer. Zayıf ailelerde bireyler, ihtiyaçlarından birini abartarak diğer ihtiyaçlara
körleşirler. Bu dengesizlik de onları güçsüzleştirir.
18
Sosyal ihtiyaçlar: Sevme, sevilme ve bir gruba ait olma gibi kalple ilişkili ihtiyaçlardır.
Sevgi ihtiyacı en güzel şekilde ailede karşılanır. Sağlıklı ailelerde bireyler arasında
gerçek sevgi hissedilir. Gerçek sevgide, karşılık beklenmeden birbirine destek verme ve
geliştirme esastır.
Zihinsel ihtiyaçlar: Sağlıklı ailelerde fertlerin bilme, öğrenme, anlama ve tartışma gibi
zihinsel ihtiyaçları en güzel şekilde karşılanır. Bu ailelerde, üyeler öğrendiklerini
birbirleriyle paylaşırlar.
Manevi ihtiyaçlar: Sağlıklı ailelerde, belli zamanlarda birlikte kutsal metinler okunur,
dua edilir ve meditasyon yapılır. Bireyler, ruhsal doyumun büyük kısmına ailede
ulaşırlar (Özkan, 2004: 24, 25). Ailenin maddi ihtiyaçların karşılanması kadar önemli
bir
diğer
işlevinin
bireyin
ruhsal
ve
psikolojik
olarak
hayata
daha
iyi
hazırlanabilmesinin temelinin atılmasını sağlayan manevi işlevi olduğundan söz
edilebilmektedir.
Ailenin işlevleri; ekonomik gereksinimleri karşılamak, çocukların eğitimlerini
planlayarak statü sağlamak, din ve değer eğitimi vermek, boş zaman etkinliklerini
düzenlemek, aile üyelerinin birbirlerini koruması ve karşılıklı sevgi ve saygı ortamı
sağlamak şeklinde sıralanabilir. Ailenin işlevlerini yerine getirmesinde birçok etmenden
söz edilebilir. Özellikle ailenin demografik, sosyal ve ekonomik nitelikleri ile yaşam
kalitesi, ailenin işlevlerini sağlıklı bir biçimde yerine getirmesinde önemli
konulardandır (Avşaroğlu, 2011: 286,287). Sağlıklı bir aile içi iletişim sürecinin
gerçekleşebilmesinde, ailenin işlevlerinin etkili olduğu görülebilir. Bireyin statü
kazanmak, boş zamanları değerlendirmek vb. isteklerinin yanında karşılıklı sevgi ve
saygı ortamında yaşama ihtiyacı aile içerisinde giderilebilir.
Aile ile ilgili olarak sosyologların genel görüşü, ailenin işlevlerinin, modernleşmeyle
birlikte diğer kurumlarla paylaşıldığı tespiti üzerinde birleşir. Aile kurumu, işlevlerinin
bir kısmını diğer toplumsal kurumlarla paylaşsa da, toplumun en önemli ve temel
kurumlarından birisi olma gibi özelliklerini kaybetmemiştir (Akın ve Aydemir, 2007:
46).
19
Ailenin iletişim sürecinde biyolojik, sosyolojik, psikolojik, ekonomik, boş zamanı
değerlendirme, prestij sağlama ve koruyuculuk gibi pek çok işlevi olduğu dile
getirilebilir. Ancak aile denildiğinde aile içi iletişim anlamında en önemli işlevinin
sosyalleşme ve bir bireyi topluma kazandırma işlevi olduğundan söz edilebilir. Aile
bireyin beslenme, barınma, korunma gibi temel ihtiyaçlarının yanında sevgi ihtiyacını
da
karşıladığı
bir
kurum
olarak
adlandırılabilmektedir.
Bireyin
topluma
kazandırılmasında en büyük katkıya sahip olan aile, modernleşme süreciyle birlikte
değerlerde eskiye oranla azalma olsa da önemini hala koruyabilmektedir. Bireyselleşme,
aile kavramının tanımının değişmesi, ataerkil aile yapısından çekirdek aileye dönüşüm
süreci ailede maddi ihtiyaçların öne çıkmasına, ekonomik beklentilerin yükselmesine
neden olabilmektedir. Kuşaklar arasında yaşanan çatışmaların temel sebeplerinden biri
olarak gösterilebilecek olan ekonomik ihtiyaçlar tüketimin artmasına da bağlı olarak
ailenin işlevleri arasında giderek artan bir öneme sahip olabilmektedir.
2.2.4.Aile İçi İletişim
Aile içi iletişim; anne, baba ve çocukların birbirleriyle olan iletişim faaliyetlerini
kapsamasının yanında aile bireyleri arasındaki rol dağılımı, iş bölümü, anne ve babanın,
çocukların konumunu içine alır. Bu nedenle aile içi iletişim denildiğinde akla sadece
eşler, çocuklar arasındaki iletişim değil, kuşaklar arası iletişim, kardeşler arasındaki
iletişim ve iletişim sürecinde yaşananların ilişkilerin devamına etkisi de akla
gelebilmektedir.
Aile içindeki bireylerin tüm varlığı bizzat iletişimin kendisini oluşturmakta ve aile içi
iletişim adını almaktadır. Çünkü sosyal bir organizasyon olan aile kendi içinde bir
yapılanma oluşturmakta ve ilişkiler bu yapılanmaya göre anlam kazanmaktadır. Eğer
kurduğumuz iletişim paylaşmacı, uzlaşmacı ve eşitlikçi bir durum alıyor ise aile içi
ilişkilerin demokratik olduğundan söz edilir (Baran, 2004: 34). Bu açıdan aile içi
iletişimin sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesinin ailenin tüm bireylerinin paylaşımcı,
uzlaşmacı ve hoşgörülü olabilmesine bağlı olduğu ifade edilebilir.
Aile içi ilişkiler, aile reisliği dediğimiz, ailede otorite örüntüsü ve karar verme
yetkisinin kimde olduğu; ailede rol dağılımının ve iş bölümünün (görev ve sorumluluk
paylaşımının) nasıl tanımlandığı; ailede kadının statüsü ve konumu, karı-koca
20
arasındaki ilişkilerin niteliği gibi yatay eksenli ilişkileri kapsadığı gibi, ailedeki çocuğun
sosyo-ekonomik değeri ve anne ve babanın ya da aile büyüklerinin kız-erkek
çocuklarıyla olan ilişkileri, aile içi dikey ilişkileri içeren bir kavramsallaştırmadır
(Taylan, 2009: 126).
Aile çocuğun sosyalleşmesi sürecinde sahip olduğu işlevler gereği temel normları,
değerleri, tutum ve davranışları aktarır. Bu bakımdan ilk sosyalleşme aracı ailedir.
Ailenin yaşam tarzı, tüketim alışkanlıkları, iletişim kurma ve dili kullanma biçimi ve
benzeri faktörler bireyin habitusunun oluşmasında etkili olan bir kavramdır (Baran,
2013: 8). Çocuğun sosyalleşmesi sürecinin ilk evresi aile içerisinde gerçekleştiğinden
ötürü çocuğun gelecekteki alışkanlıkları, tutumları, hayat tercihleri, tüketim
alışkanlıkları, kültüre ve aile değerlerine verdiği önem ve iletişim becerisi aileden
etkilenebilmektedir.
Sağlıklı aile düzeni, ailenin gereksinimlerini doğal olarak karşılar ve her aile üyesi, o
aileye ait olmaktan mutludur. Sağlıksız aile düzeninde gereksinmeler karşılanamaz ve
aile üyeleri, mutsuz ve doyumsuz oldukları halde, bu hastalıklı durumu devam
ettirebilmek için çaba gösterirler. Sağlıklı aile düzeninde aile üyelerinin hepsi görev ve
sorumluluklarını doğal olarak yerine getirirler; aralarında olumlu duygusal bağlar vardır
ve kişiler bağımsız oldukları halde, birbirlerine isteyerek ve zevkle yardım ederler.
Sağlıklı aile düzeni içinde, ana-baba da dahil, herkes duygusal ve bilinçlenme yönünden
sürekli bir gelişim içindedir. Aile, kendi üyelerini değerli bulur ve aile üyeleri benlik
değerlerini olumlu yönde geliştirir. Aile, toplumla ilişkisini dengelemiştir; ne toplumdan
kopar, ne de toplumun baskısına tümüyle boyun eğer. Kısacası; sağlıklı aile, insanların
psikososyal yönden olgunlaşmasını temin eden temel sosyal bağlamı oluşturur
(Cüceloğlu, 2005a: 58).
Aile içi iletişim denilince, eşler arası iletişim, ebeveyn-çocuk iletişimi, kardeşler arası
iletişim, kuşaklar arası (yetişkin-yaşlı) iletişim akla gelmektedir. Tüm bu iletişim
biçimlerinde bireylerin birbirlerini anlam kodları çerçevesinde anlamaları, hem rasyonel
hem de duygusal anlamda karşılıklılık esasına dayanan ilişkide bulunmaları, aile içi
rolleri işlevsel kılacak şekilde paylaşmaları ve bireysel alanlarının özerkliğinin hak ve
sorumluluklar bağlamında özgür bırakılması esas alınmalıdır (Baran, 2004: 34). Aile içi
21
iletişimde bireylerin birbirlerinin rol ve sorumluluklarını bilerek hareket etmesi,
birbirlerinin özel alanına saygı göstererek birbirini özgür bırakması, kısıtlamadan,
empati kurarak ilişkide bulunması özellikle kuşaklar arası iletişim sürecinde aile içi
iletişimin etkinliğini artırabilir.
Aile içi iletişim; aile üyelerinin birbirlerine sözel ve sözel olmayan davranışlarla
verdikleri tepkileri, mesajları kapsar. Bu iletişim doğru şekilde kurulduğunda bireyler
birbirlerinin duygu ve düşüncelerini daha kolay anlayabilirler. Bu nedenle, yeterli
iletişim becerisi sadece kendini ifade etmekten ibaret değildir, aynı zamanda muhatabın
söylenenlerini de dinleyerek anlamayı gerektirir (Doğan, 2013: 208). Aile içi iletişim
sadece bireylerin davranışlarını değil aynı zamanda belirli olay ve durumlara ilişkin
tepkilerini de kapsadığından bu süreçte empati ve dinleme becerileri etkin rol
oynayabilmektedir.
Aile içi iletişim veya çocukların ana-babayla, birbirleriyle, eşlerin birbirleriyle ve
çocuklarıyla olan iletişimi, çocukları anlamada, duygu ve düşüncelerini birbirlerine
aktarmada özel bir önem taşır. İletişim, insanların sizi tanımasına ve karşılıklı anlayış
oluşturmasına izin vermektir. Özellikle iletişim süreci aile içerisinde çocuklara karşı
takınılacak tutum açısından da büyük öneme sahiptir (Apaydın, 2001: 324).
Aile içerisinde bireylerin birbirlerini anlayabilmesi için hoşgörülü bir ortam ve
kullanılan ses tonu da son derece önemlidir. Çünkü kullanılan ses tonu kişinin
karakterini ve o an hissettiği duygularını birebir yansıtabilmekte ve dolayısıyla iletişim
sürecini olumlu veya olumsuz etkileyebilmektedir.
İnsanlar arasındaki farklı ilişkiler söz konusu olduğunda özellikle aileyi diğer ilişki
durumlarından ayıran en belirgin fark, aile üyeleri arasında her şeyden önce sevginin
egemen olmasıdır. Herhangi bir aile oluşurken, kadın ve erkeğin en temel beklentileri,
bu ortamda karşılıklı olarak sevgiyi bulmak, bir anlamda evlenmeden önce yaşadıkları
sevgiyi ailenin güvenli sınırları içinde koruyabilmektir (Kara, 2006: 44). Ailede
sevginin her şeyden üstün tutulabilmesi ve aile bireylerin birbirine duyduğu saygı ve
bağlılık aileyi diğer tüm kurumlardan ayırır. Sağlıklı bir aile içi iletişimin
sağlanabilmesi için karşılıklı sevgi ve saygının son derece önemli olduğu aile içi
iletişimde, ortak bir anlaşma noktası bulunarak, karşılıklı mesaj alışverişi ve kişilerarası
22
iletişim
becerileri ile iletişim
kurulmasının kritik
önemde olduğundan söz
edilebilmektedir.
2.2.5.Aile İçi İletişimin İlkeleri
Aile içi iletişim, bir kişilerarası iletişim sürecidir. Ancak aile içi iletişim, kişilerarası
iletişimden farklı olarak kişi içi iletişim sürecini de içine alan bir olgudur. Aile içi
iletişim sürecini belirleyen faktörler; kişinin rolleri, benliği, kendisiyle ve başkalarıyla
kurduğu ilişkiler ve ilişkilerdeki tutum ve davranışları, aile bireylerinin birbirlerine ve
kendilerine karşı sorumlulukları ve görev dağılımı, rolleri gibi etkenler olarak
sıralanabilir.
Etkili bir aile içi iletişimde bulunması gereken bazı ilke ve özellikler vardır. Bu ilke ve
özellikler sağlıklı bir aile içi iletişim süreci sağlanabilmesinin temelini oluşturur. Bu
nedenle sağlıklı, huzurlu, ideal bir aile ortamının oluşmasına zemin hazırlar.
2.2.5.1.Kendini Tanıma
Kişinin kendi kişilik özelliklerini, hangi olay ve durumlarda ne tepki vereceğini bilmesi
iletişim sürecini bu karakteristik özellik ve bilinçten yola çıkarak oluşturmasını
sağlayacağından dolayı önem taşır.
Freud’a göre insan id, ego ve süper ego olmak üzere üç katmanı barındırmaktadır. İd,
insanın eğitilmemiş duygularının ve içgüdülerinin olduğu alandır. Çocuk tamamen
kendi ihtiyaç ve içgüdülerinin peşine düşmüş vaziyettedir. Büyüyen çocuk kendinden
önce başkalarının farkına varır ve “sen” kavramı oluşur. “Sen” süper egodur, başkasıdır,
toplumdur. Bir başka canlının var olduğu gerçeği çocuğun “ ben” kavramını
keşfetmesini sağlayacaktır. “Ben” demek olan ego süper egonun keşfinden sonra
oluşmuştur. Bir başka deyişle “sen” varsa “ben” vardır, “sen” yoksa “ben” de yoktur
(Güven, 2013: 17). Aile içi ilişkilerde bireylerin birbirlerini anlayabilmesi için öncelikle
kendilerini çok iyi analiz edebilmesi ve tanıması gerekir. Kendini tanıyan bireylerin aile
içi ilişkilerde diğer aile üyelerinin ile daha sağlıklı iletişim kurabileceğinden söz
edilebilmektedir.
23
2.2.5.2.Aile Bireylerini Tanıma
Aile içi iletişim sürecinde her birey birbirine kan bağı ile bağlı, aynı evde yaşayan ve
birbirlerinin kişiliğini bilen kişiler olduğundan birbirlerini tanıdıkları düşünülebilir.
Ancak insanların birbirlerini tanımaları yüzeysel bir farkındalık olmayıp içinde
bulunulan zaman içerisinde duygu ve düşünceleri paylaşmak demektir (Güven, 2013:
19). Sağlıklı bir aile içi iletişimde bireylerin birbirlerinin duygu ve düşüncelerini
bilmesi ve birbirlerinin duygu ve düşüncelerine göre davranışlarını şekillendirmesi,
empati kurması önem taşır.
2.2.5.3.Empati Kurma
Kavram olarak empati Yunancadan Almancaya çevrilen, birisini hissetme anlamına
gelen “Einfuhlung” sözcüğünden çıkarılmıştır. Birisiyle duyguların paylaşılması o
insanın hissettiği gibi hissetmektir, kendi kimliğinizi kaybetmeksizin o insanın bakış
açısından onun yaşadığı yaşantıları yaşamaktır (Devito, 2010: 103). Bu anlamda empati
sadece bir an bile olsa kişinin karşısındaki kişinin hangi duygu yoğunluğu içinde
olduğunu anlayabilmek yani karşımızdaki kişinin hissettiği gibi hissedilmek olarak
algılanabilir.
Empati, üç temel öğeden oluşur. Kişinin kendisini karşıdakinin yerine koyması,
dünyaya onun penceresinden bakması ilk öğedir. Bu yüzeysel bir faaliyet değil,
fenomenolojik bir süreçtir. Bir insan hakkıyla anlamak onun varoluşsal alanına girmek,
onun dünyayı ve olayları algılama sahasında bulunmak demektir. İkinci olarak empati
kurulan kişinin hem düşüncelerini hem de duygularını anlamak gerekmektedir. Son öğe
ise bu duygu ve düşünceleri empati kurulan kişiye aktarmaktır (Güven, 2013: 23).
Empati, iletişim sırasında kişinin karşısındakinin duygu ve düşüncelerini anlayarak
duyarlı bir yaklaşım içinde olmasını sağlar. Empati kurarak dinleyen kişiler iyi bir
dinleyici olmalarının yanı sıra muhatabın dile getirmediği duyguları da sezebilir.
Konuşanın konuya bakış açısını daha açık görebilir ve daha çok faydalanırlar. Empatik
dinleyici, kendisini konuşmacı ile özdeşleştirir ve onun özelliklerini kendinde bulmaya,
vücut dilini çözümleyerek duygularını yaşayabilmeye çalışır (Doğan, 2013: 250).
24
Empati, başkalarının duygularını ve endişelerini anlayıp onların bakış açısından
bakmak; insanların görüşleri arasındaki farklılıklara değer vermek (Goleman, 2012:
389). Etkin iletişim sürecinin vazgeçilmezi olan empati, aile içi iletişimin başarısının
temel anahtarıdır. Bu anlamda birbirleriyle empati kurarak, iletişimlerini sürdüren
bireylerin aile içi iletişim süreçlerinin de daha sağlıklı olduğu gözlemlenebilir.
2.2.5.4.Etkili Dinleme
Aile içi iletişimde, dinleme ve anlama tüm ilişkilerin üzerine kurulduğu temel
düzlemdir. Mutlaka başarısı geribildirimle denetlenmeli ve dinlemenin, anlamaya
katkısı etkin sağlanmalıdır. Ailede dinleme her zaman “aktif dinleme” denilen, bilinçli
bir biçimde yapılmalı ve sürekli olarak geri bildirimlerle desteklenmelidir. Aktif
dinlemede dinleyen, konuşanın söylediklerini açarak geri iletir ve konuşan, dinleyenin
ne anladığını öğrenir. Bu geribildirim işlemi, dinleneni anlayabilmek için taraflar
arasında geçen konuşma sürecinin en önemli bir bileşenidir (Doğan, 2013: 256). Aile
içerisinde dinleme becerisi anlamanın ve anlaşabilmenin temelini oluşturduğundan
dolayı etkin rol oynamaktadır. Ancak aktif dinlemenin başarısının da konuşan ve
dinleyen arasındaki mesaj alışverişine ve geri bildirimlerine bağlı olduğu ifade
edilebilir.
En etkili beceri olan aktif dinlemede verilen sözel mesaj, aslında ana-babanın
mesajından oluşmaz. Sadece çocuğun bir önceki sözünü yansıtır ve tekrarıdır. Alıcı,
yani ebeveyn duyduğunu geri yansıtmakla, gerçekten gönderenin sözlerini duyduğunu
ve anladığını kanıtlar (Yavuzer, 2013: 130).
Etkili dinleme, konuşmacıdan alınan bilginin yalnızca anlaşılması ve özümsenmesi
değil aynı zamanda konuşmacıyı konuşması için cesaretlendirmek, teşvik etmek ve ilgi
gösterildiğinin açıkça sergilenmesi demektir. Dinleme hem bedensel iletişimi hem de
içsel düşünmeyi kapsayan bir davranış biçimidir. Etkili bir dinlemede katılma, takip
etme ve yansıtma becerilerinin uygun şekilde işlenmesi gerekir (Güven, 2013: 20).
Dinleme, göz ardı edilen bir kişiler arası iletişim becerisidir. Dinleyen kişinin pasif
konumda görülüyor olması bu şekilde algılanmasının nedeni olabilir.
25
Etkili bir dinleme ve etkili bir dinleyici olabilmek için gerekli olan kişisel nitelikler
vardır. Bunlar; koşulsuz kabul, içtenlik ve empatidir. İletişim sürecinde karşımızdaki
kişiyi olduğu gibi kabul ederek, içtenliğe ve empatik anlayışa dayalı bir yaklaşım içinde
olmak etkili bir dinleme için temel oluşturur (Cihangir, 2011b:109).
İletişimde etkin dinleme, sürece katılım gerektiren bir eylem olduğundan, iletinin
anlamını tam olarak kavrayabilmek için soru sorma, geribildirimde bulunma gibi
denetimleri gerektirir. İletişimde tarafların işbirliği yapmaları, etkin dinlemenin en
belirgin göstergesidir (Doğan, 2013: 250). İletişim sürecinin büyük bir kısmı
konuşmaktan çok dinleme ile gerçekleşir. Karşımızdaki insanları anlayabilmemizin ve
sağlıklı iletişim kurabilmemizin de ilk adımı dinlemeden geçmektedir.
Kişilerarası iletişim becerisi olarak dinleme hem bireyler ya da kurumlar arasında etkili
ve sağlıklı iletişimin kurulmasında yardımcı nitelikte hem de iletişim çatışmalarının
önlenmesinde kilit noktadadır. Önemi herkes tarafından bilinen ancak göz ardı edilen
dinleme becerileri iletişim sürecinin ve dolayısıyla başarının anahtarıdır.
Günlük yaşamda kişilerin birbirlerini açık bir şekilde anlayabilmesi, empati
kurabilmesi, iletişim çatışmalarının önlenmesi için etkin dinleme becerilerinin
kazandırılması gerekmektedir. Bireylere etkin dinleme becerileri kazandırılırsa, bunu
günlük yaşamlarına, aile yaşamları ve iş hayatları olmak üzere tüm yaşamlarına
uygulayabilirler. Bireyler iletişim sürecinde konuşmaya verdikleri özeni dinlemeye
gösterdikleri
takdirde,
dinleme
becerileri
sayesinde
iletişimin
niteliğini
artırabileceklerdir.
2.2.5.5.Ben Dili Kullanma
Ben-dili, kaynak tarafından beğenilmeyen, hoş karşılanmayan ve kabul edilmeyen
davranışların yine kaynak tarafından tanımlanması, bu davranışların kendisini somut
olarak nasıl etkilediğini ve ne tür duygular yaşattığını açıklayan, dürüst ve sorumlu bir
ifade kullanımıdır. Ben diliyle gönderilen mesaj sen-dilinin içerdiği olumsuz anlamı
barındırmaz (Güven, 2013: 24). Karşımızdaki insanı daha kolay anlayabilmemize
yardımcı olan ben dili ile kurulan iletişim, her iki tarafın görüşlerini açıkça ifade
edebilmesine, sıcak ve samimi ilişkilerin oluşturulabilmesine imkân tanır. Ben dilinin,
26
yargılayıcı olmayan, empatik bir söylemi olduğundan ötürü iletişim sürecini büyük
oranda kolaylaştırır.
2.2.5.6.Biz Bilinci Oluşturma
Sağlıklı bir aile içi iletişim ortamından söz edebilmek ailede birlik ve beraberlik
duygusunu her bireyin içselleştirmesi ile mümkün olabilmektedir. Ailede oluşan biz
bilinci çatışma ve tartışmaların en aza indirilerek, sağlıklı aile içi iletişim ortamının
oluşmasına zemin hazırlayabilir.
Aile yaşamında kalite olabilmesi için aile üyelerinin hem birey olarak güçlü hem de
ailenin üyesi olarak aile bütününe ait olması gerekir. Bağımsız olma ve ait olmanın
dengelenmesi ebeveyn çocuk ilişkisinde, karı-koca ilişkisinde aynı zamanda kardeşler
arası ilişkide son derece önemlidir (Güven, 2013: 26).
Ailede biz bilinci oluşmuşsa, o aile sağlıklıdır ve bu aileden yetişen çocuklar kendi
yaşamlarının her yönünde, kurdukları ailelerde, çalıştıkları şirketlerde, içinde
bulundukları sosyal gruplarda biz bilincini gerçekleştirebileceklerdir. Ailesi sağlıklı bir
yapıya sahip bir toplumun tümünün sağlıklı olması, sadece bir zaman meselesidir. Öte
yandan sen-ben anlayışı üzerine kurulmuş sağlıksız aile yapısı olan toplumlarda
bozukluk toplumun her yönünde kendini gösterecektir (Cüceloğlu, 2014: 115). Sağlıklı
bir ailenin varlığından söz edebilmenin temel kriterlerinden biri biz bilincinin aile
bireylerinin tümünde oluşabilmiş olmasından geçer. Sen-ben anlayışının yerini biz
anlayışı ve bütünlüğün aldığı ailede, etkili iletişim sürecinin izlendiği, tartışma
ortamından uzak, sağlıklı ilişkilerin var olduğu görülebilir. Kaliteli ve sağlıklı aile içi
iletişimin gerçekleşmesinde biz bilinci kilit rol oynar. Çünkü aile içerisinde sosyalleşme
sürecini başarıyla gerçekleştirebilmiş, biz kültürüne sahip birey, okul, iş yeri vb. pek
çok ortamda kendini daha rahat ifade edip, takım çalışması gibi biz bilincinin önem
taşıdığı çalışmalarda öne çıkabilir.
Biz bilinci içindeki ana baba, çocuklarının şu anda ve burada olan olayları olduğu gibi
algılamalarına ortam sağlar. Biz bilincinin hakim olduğu aile ortamı çocuğun kendine
özgü algılayış ve düşüncesini ifade etme olanağı sağlar. Biz bilinci içinde olan ailede,
çocuğun gerçekten hangi duygular içinde olduğuna önem verilir (Cüceloğlu, 2014:
27
135). Ailede kurulan iletişimin ve biz bilincinin başarısı bireyin gelecek dönemdeki
ilişkilerini de etkilediğinden söz edilebilmektedir.
2.2.6.Aile ve Ailede Etkileşim
Bireylerin ilk ve en önemli sosyal çevresi olan aile, kişinin sosyalleşme sürecinin en
rahat ve etkin gerçekleştirebileceği kurum olmalıdır. Aile bireylerinin birbirlerine
duyduğu karşılıklı sevgi, saygı, hoşgörü ve uzlaşmacı yaklaşım bireylerin aile
içerisindeki etkileşim düzeyinin başarısında kilit rol oynayabilmektedir.
Anne, baba ve çocukların yoğun bir iletişim ve etkileşim içinde oldukları; ortak kültürel
ve ahlaki değerlerin paylaşıldığı, aynı zamanda karşılıklı sevgi, saygı ve hoşgörü,
sadakat, inanç gibi ulvi değerlerin de kaynağını teşkil eden ailenin; kişiler için olduğu
kadar sosyal çevre ve ülkeler için de çok önemli bir yeri vardır (Odabaşı, 2010: 130).
Bir bireyin ilk ve en kaliteli sosyal çevresi ailesidir. Bir bireyin kendi sosyalitesini en
rahat sergileyebileceği yer de ‘aile içi’dir. Bireyin sosyalleşme süreci aile içinde başlar.
Zira bireyin maskesiz olduğu en somut alan aile içindedir. Birey burada
gerçekleştireceği tutum ve davranışları ile gerçek kimliğini sergilemektedir (Güneş,
2014: 47).
Ergenlikte aile ilişkileri, gencin fizik ve bilişsel gelişimi, sosyal çevresi, ana baba değer
ve beklentileri ile çocuğun gelişme ve davranışlarının bu beklentilere uyup uymaması
gibi birçok etmenden etkilenir. Çocuğun buluğa erken veya geç girmesinin de, aile
ilişkilerini etkilediği ve bu olayın sonuçlarının kız ve erkek çocukları için farklı olduğu
görülmüştür. (Hortaçsu, 2003: 114).
Aile, farklı toplumsal benlik sahibi insanların farklı rolleri icra ettiği bir kurumdur. Aile
içi ilişkiler, bu roller dolayısıyla gerçekleşmektedir. Bu durum ailenin bizatihi kendisini
bir sosyolojik süreç olarak yorumlamaya imkân tanımaktadır. Anne, baba ve çocuklar
kendi rollerini icra ederlerken birbirlerini de etkilemektedir. (Akın, 2014: 4). Aile
içerisinde her bireyin birbirlerinden farklı rol ve sorumlulukları olabilmektedir. Bu
rollerin ve rollerin gerektirdiği sorumlulukların bilincinde hareket edebilen anne, baba
ve çocukların aile içi iletişim becerilerinin daha sağlıklı olduğu görülebilir.
28
Anne-babalar etkili anne-baba eğitimi becerilerini öğrenerek, karşılıklı saygı ve sevgi
dolu bir ilişkiyi büyütmek ve dolayısıyla çocuklarının da anne-baba değerlerini kabul
etme ihtimalini yükseltmek için ellerinden gelen her şeyi yapacaklardır (Gordon, 2010:
298). Ailede sağlıklı iletişimin varlığı, aile üyelerinin birbirlerini anlamalarını sağlar ve
aralarında kuvvetli bir bağ oluşturur. Ayrıca çocuklara doğru iletişimi öğretir. Aile içi
sağlıklı iletişimin varlığı, ailenin diğer kişilerle ilişkilerini de olumlu yönde etkiler.
Bireycilik, bencillik, paylaşamama, öfke, yargılama, kötümserlik, yalnızlık duygusu
azalır. Böyle bir ailede karşıdakini anlamaya çalışma, birlikte karar verme, hatalara
karşı tolerans ve sevgi hakimdir. Sağlıklı iletişimin var olduğu ailelerde tek bir otoriter
güç olmaz. Bu güç uygun yer ve zamanda üyelerce paylaşılır. Sağlıklı iletişim kurabilen
ailelerde kriz ve stres ile baş etmek kolaylaşır (Tezel, 2004: 2). Bu anlamda ailede
sağlıklı iletişimin varlığı için tek bir otoritenin doğru olmadığını bilmek ve paylaşımcı,
eşitlikçi bakış açısına sahip olmak önem taşımaktadır. Aile içerisinde kurulan uzlaşmacı
ilişkiler aile içerisindeki sorunların bile üstesinden çok daha rahat gelinmesini
sağlayabilir.
Ana-baba, çocuğunun kişiliğine saygı duyan, benlik saygısı üstün kişiler olmalıdır ki,
çocuklarının benlik saygısı da üstün olabilsin. Ana-babalar, otonom (kendi kendini
yöneten) bireyler yetiştirebilmek için de aşırı koruyucu yaklaşımdan kaçınarak çocuğun
kendi kendini yöneten bir birey olmasına fırsat vermelidirler. Kısacası, ana-baba,
çocuğa sevgi veren, girişim yeteneğini ve özgüvenini kazanabilmesi için onu
destekleyen kişiler olmalıdırlar (Yavuzer, 2013: 69).
Toplumun en küçük birimi olan aile, sadece onu oluşturan bireylerin bir arada olması
değil aynı zamanda bireyleri bir arada tutabilecek toplumsal güçleri olan sosyal bir
kurumdur. Aile kurumunun hem kendi kimliği vardır hem de onu oluşturan bireylerin
var olmasını sağlar. Aile, yetişkin ve çocukların etkileşimde bulundukları, dolayısıyla
birbirlerini etkileyen bir birimdir. Aile, etkileşim üzerine kurulu bir sistem olduğundan
sistemin yönleri ve boyutları bu işlevi etkilemektedir. Aile kurumunun, toplum için
gerekli olan diğer kurumlar gibi bazı işlevleri vardır (Avşaroğlu, 2011: 285).
Anne- baba tarafından gösterilen sevgi, dengeli bakım ve beslenme, çocuğun temel
güven duygusunu pekiştirir ve bu yıllarda anne ve baba ile ilişkilerinde sıcak ve hoş
29
izlenimleri varsa, başkalarına karşı da benzer biçimde davranacaktır. Kısaca çocuk, aile
içinde kendine yapılan sosyal davranışları yansıtır. Çocuğun aile dışındaki ilişkileri de
olumsuzsa, bu ilişkilerinde reddedilmiş, itilmişse, bu tür sosyal ilişkileri tekrarlamak
istemeyecektir. Olumlu sosyal ilişkiler tekrar edilir. Mutlu sosyal deneyimler, çocuğun
sosyal deneyimlerini tekrarlamaya teşvik eder (Kulaksızoğlu, 2013: 83). Aile içerisinde
çocuğa nasıl davranıldığının da onun karakterinin oluşumunda son derece etkili
olduğundan söz edilebilir. Çünkü çocuk sosyalleşirken aile içerisinde kendisini biçilen
rolleri ve davranışları yansıtabilir. Çocuğun gelecekte sağlıklı ilişkiler kurabilmesi
öncelikle aile içi ilişkilerinden etkilenebilmektedir.
Toplumsalın temel dinamiklerinden ve bileşenlerinden en küçük grup olan aile, birey
sayısı ve işlevleri ile geçmişten günümüze değişerek her dönemde yeni bir form ve işlev
kazanmıştır. Fakat insanlık tarihinde başlangıçtan itibaren bir toplumsal yapı olarak
varlığını sürdürmüştür. Zamanla niceliğindeki değişikliklere rağmen temelde erkek,
kadın ve çocuklar bu yapının her şeklinde yer almıştır. Özellikle geleneksel toplumlarda
mevcudiyeti daha kalabalık bir grup olarak akrabalık ilişkilerinin daha yoğun ve
birliktelik arz ettiği bir yapı olmuştur. Modern toplumlara gelindiğinde üye sayısı ve
işlevsel özelliklerinde değişiklikler olmuş, çekirdek bir hal almış, fakat varlığını
sürdürmüştür. Bu birlikteliğin bir yönü ile toplumsalın devamı için gerekli olmasından
dolayı, ailede yaşanan çözülmeler veya yapı değişiklikleri kendini genel anlamda
toplumun değişiminde göstermiştir (Topçuoğlu, 2010: 25).
Günümüzde aile bir sistem olarak ele alınmaktadır. Aile içi ilişkilerden söz edildiğinde,
her bir aile üyesinin diğer bir aile üyesi ile kurduğu ilişkiler, her bir aile içi ilişkinin aile
üyeleri üzerindeki etkileri ve genel olarak aile bütünlüğü içindeki etkileşimler
kastedilmektedir. Örneğin; bir annenin eşiyle ilişkileriyle, çocuğu ile ilişkileri
birbirinden ayrı ama birbirini etkileyen yapılar oluşturur. Aynı şekilde bir çocuğun
annesi ile olan ilişkisi ile babasıyla kurduğu ilişki farklı dinamiklere sahiptir ama
birbirinden de etkilenmektedir (Cihangir, 2011a: 55).
Sağlıklı aile yapısında aile bireylerinin karşılıklı anlayışı, güveni, denetimi, desteği,
dayanışması ve paylaşımı söz konusudur. Aile bireyleri birbirlerinin yaşını, konumunu
dikkate alarak özerk ve özgür davranırlar. Aile bireyleri birbirlerini doğru, güzel, iyi,
30
olumlu davranmak için destekler, yüreklendirirler. Aile içinde ilgiye, sevgiye, saygıya,
hoşgörüye dayanan bir iletişim ortamı vardır. İyi bir aile ortamı içinde doğduğu andan
itibaren çocuğun kişiliğine saygı gösterilir. Çocuğa ve gence anlayış, ilgi, sevgi ve
hoşgörüyle yaklaşılır. Gelişmesine olanak sağlanır. Çocuk ve genç ailesiyle dayanışma
içinde olduğuna, onlardan destek ve yakınlık gördüğüne, duygularını, düşüncelerini,
sorunlarını onlarla paylaşacağına inanır. Davranışları bu inançla biçimlenir (Köknel,
2001: 158). Sağlıklı bir aile yapısında görülebilecek karşılıklı anlayış, hoşgörü ve
koşulsuz sevgi aile bireylerinin birbirlerini desteklemesine yardımcı olabilmektedir.
Aile içi iletişim ve etkileşimin boyutları gençlerde üç farklı kimlik oluşumunun
görülmesine neden olabilir.
1. Kendisine öğretilenlerle yetinmeyen, insanlara ve olaylara eleştirel bir gözle
bakabilen, “konuşmak, tartışmak, düşüncelerini söylemek, bu konuda konulan
sınırları tanımamak, karşısındakine saygılı ama boyun eğmeyen, araştırıcı,
gelişmelere açık
2. Kendisine öğretilenlerin yetersiz olduğunu anlayabilen, nedenlerini bir ölçüde
kavrayan, bunlara tepki duyan, ama bu tepkileri bir yere ulaştıramayarak “
kendine dönen, kendi değerine yönelen, toplumdan umudunu kesmiş,
kurtuluşunu birey ölçeğinde aramaya yönelen, tepkisini kuşku, güvensizlik,
aşağılamayla belirtmeyi seçen” gençler.
3. Kendisine öğretilenleri irdelemeyen, özgür düşünme yerine öğretileni kabul
etmeyi benimseyen, konuşmak ve tartışmak yerine gerek aile içinde, gerekse aile
dışında benimsediği düşünceleri “tartışmadan kabul eden, hiçbir tartışmaya
hoşgörüsü olmayan, kendi benimsedikleri dışındakilere kapalı, her şeye
güvensiz, katı davranışlı” gençler (Atabek, 1995: 156).
Gençlik çağının bedensel, ruhsal değişimi ve gelişimi toplumsallaşma süreci içinde olur.
Toplumsallaşma, gencin içinde yaşadığı toplumda durumunu, rolünü, yerini, görevini,
özgürlük ve özerklik sınırlarını, sorumluluğunu belirlemesi, kimliğini ve kişiliğini
kazanması sürecidir. Bu süreç gencin içinde yaşadığı ailenin, toplum yapısının ve
kültürün niteliklerine, özelliklerine göre genci etkiler. Başka bir deyişle, gençlik çağına
31
özgü bedensel, ruhsal değişim ve gelişim, içinde yaşadığı ailenin ve toplumun tepkisi,
toplumsallaşma sürecini etkiler (Köknel, 2001: 19).
Çocukluktan yetişkinliğe geçiş dönemi olarak nitelenen gençlik çağı, kendine özgü
yaşam tarzı, düşünme yapısı, dili kullanma ve iletişim kurma biçimi ile farklı bir
dönemidir. Söz konusu fizyolojik değişiklikler ve buna bağlı olarak gelişen toplumsal
değerlendirmeler gencin asi davranışlar, ani değişik hareketler ve kararsızlıklar
göstermesine yol açmaktadır. Fakat gencin aynı zamanda idealist, coşkulu, yaratıcı,
bağımsız davranma isteği, adaletsizliğe, eşitsizliğe ve haksızlığa tahammül edememe
gibi ahlaki gelişimle ilgili değerlere sahip olması, üretici, sağlıklı ve uyumlu birey olma
özelliklerini de taşıdığı anlamına gelmektedir (Baran, 2013: 10, 11).
Gençler için bu dönem çocukluk ve yetişkin birey arasında gidip gelindiği bir geçiş
dönemi olduğundan fiziksel ve duygusal olarak sancılı geçebilir. Bu dönemde aileden
çok arkadaşları ile paylaşımda bulunan birey, ailenin yaklaşımına göre ailesine daha
fazla bağlanabileceği gibi kısıtlama ile karşılaşırsa bağımsızlık, kendine güven ve coşku
duygusunun yüksek olduğu bir dönemde olduğundan aileden uzaklaşabilmektedir.
Bireyin çocukluktan başlayarak kurduğu sağlıklı ilişkiler geleceğini de etkileyebilir.
Çocuklukta aile içerisinde daha rahat sosyal ilişkileri olan bireylerin, sosyalleşme
süreçleri daha başarılı olabilir. Ailenin sosyalleşme sürecinin ilk öğrenildiği kurum
olması ve diğer tüm kurumları etkileyebilme özelliği, sağlıklı ve etkili iletişim sürecinin
gerçekleşmesinde ailenin anahtar rolünü gösterebilmektedir.
2.2.7.Aile İçi İletişimi Engelleyen Faktörler
Aile içerisinde zaman zaman bireyler, birbirlerini yanlış anlayabilmekte, iletişim
kopuklukları veya tartışmalar yaşayabilmektedir. Aile içi iletişimin etkili bir biçimde
sürdürülebilmesini engelleyen pek çok etkenin olduğu söylenebilir. Sağlıklı bir aile içi
iletişim sürecinin nasıl olacağının anlaşılması için aile içi iletişimi engelleyen faktörlere
değinmek faydalı olabilir.
32
2.2.7.1.Önyargı
Karşımızdaki insanın duygu ve düşüncelerini yeterli derecede anlayıp, öğrenmeden
kendi değer yargılarımız ve düşüncelerimize göre verdiğimiz kalıp yargılar olarak
tanımlanabilecek olan önyargılar, aile içi iletişimi engelleyen faktörlerin başında gelir.
Sosyal psikolojide daha çok “grupların farklı toplumsal ortamlara gösterdikleri kendini
koruma tepkisi” şeklinde daha çok sosyal yapı içindeki gruplar çerçevesinde kullanılan
bir kavramdır. Bununla birlikte önyargı, bir zihinsel sürecin davranış ve tutumlara
yansımış halidir (Güven, 2013: 31).Önyargılar, insanların birbirlerini algılarken ve
değerlendirirken başvurdukları kalıplaşmış ve genelleşmiş yargılardır. Önyargılar
kişinin başkalarından neler bekleyeceğini, başkalarına nasıl davranacağını, nasıl
yaklaşacağını belirleyebilir ve sınırlayabilir. Aile ortamındaki önyargılar kadının,
erkeğin ve çocuğun kişilik yapıları, rolleri ve değerleri ile ilgilidir. Önyargılar, aile içi
iletişimi olumsuz etkileyebilir. Aile içi iletişimde önyargılardan kaçınmak gerekir.
Duygu ve düşüncelerin uygun şekilde ifade edildiği ve paylaşıldığı ailelerde önyargıya
yer verilmez (Tezel, 2004: 5). Önyargıların temel nedeninin aile bireylerinin birbirlerini
yeterince dinlememesi ve anlamaya çalışmamasından kaynaklandığı düşünülebilir.
Önyargılar yaşamın bir parçasıdır. Farkında olmadan düşünce ve davranışlarda
önyargılar kullanılır. Çoğu kez önyargıların kendimizde var olduğunu kabul etmeyiz,
farkına varsak bile onların etkisini tümüyle ortadan kaldırmakta büyük zorluklarla
karşılarız. Önyargının iki temel öğesi vardır. 1. Bir grup ya da kişiye karşı olumsuz bir
duygu. 2. Kalıp yargı, bireyleri tanımadan onları bir grubun üyesi olarak yargılamak.
Önyargıda böylece hem duygusal hem de düşünsel öğeler bulunur. Bu iki öğenin etkisi
altında kişi ayırt edici davranışta (ayırım/ discrimination) bulunur (Cüceloğlu, 1996:
543).
Önyargı, iletişimi engeller. Daha konuşmadan, bilgi sahibi olmadan hüküm sahibi
olmuş bir insan, iletişim kuramaz. İletişim kurabilmek için önce peşin hükümlerden
kurtulmak gerekir. Peşin hükümlü insanlar, yeni bir hükme hazır olmadıkları için
konuşanı anlamaya çalışmazlar; hatta doğru düzgün dinleme ihtiyacı bile duymazlar
(Vakkasoğlu, 2008: 57).
33
Önyargılar duygusal ve heyecan yüklü, çoğu kez daha önceden edinilmiş, aynı zamanda
eleştirisiz benimsenmiş davranışsal tutumlardır. Önyargılar; bireyler, gruplar, ilişkiler
ve nesnelerle ilgili fikri, kanıyı ve tutumu da içerir. Önyargılar yalnız uluslar ya da
kültürlere karşı değil, aynı grubun diğer kısımlarına, altkültürlere ve aynı toplumdaki
azınlıklara karşı da oluşabilir. Önyargılar sosyalizasyon sürecinde öğrenilir. Ancak
önyargıların temel kaynağı ailedir. Dolayısıyla, önyargılar, kültürlerarası etkileşim
sonucunda değil, ondan önce oluşan yargılardır (Kartarı, 2014: 245-246). Önyargılar,
bireylerin birbirlerini tanımasının önündeki temel iletişim engellerinden biridir. Bir
insanı tam anlamıyla tanımadan, o kişi ile ilgili ilk izlenimimizden yola çıkarak hüküm
vermek, iletişim sürecinin olumsuz etkilenmesine neden olmakla kalmayıp, yanlış
anlaşılmalara ve belli durumlarda haksızlıklara yol açabilmektedir. Günümüzde hayatın
pek çok anında önce tartışıp, birbirlerine önyargılı davranıp ardından iyi anlaşan
insanlar görülebilmektedir.
2.2.7.2.Zihin Okuma
Sağlıklı iletişim kurulmasının önünde pek çok engel bulunabilmektedir. Bireylerin
birbirleri ile iletişiminde kurdukları cümleler veya ifadeleri diğer bireyin yanlış
anlaması veya kötü niyetle yorumlayabilmesi olarak tanımlanabilecek zihin okuma aile
içi iletişim sürecini engelleyebilmektedir.
Zihin okuma aile içi iletişimde son derece tehlikeli bir iletişim engelidir. Çünkü bir aile
üyesi hakkında tahminde bulunan diğer aile üyesi geri bildirim vermemektedir. Eğer
ortada bir yanlış anlama durumu varsa bunun düzeltilmesi ihtimali iletişim sekteye
uğradığı için oldukça güç hale gelir. Örneğin; kocası eşine annesinin yaptığı yemeklerin
çok güzel olduğunu söylediğinde kadın bu mesajı “senin yemeklerini beğenmiyorum”
şeklinde algılar ve bununla da yetinmeyip kocasına herhangi bir geri bildirim
vermeksizin tepki olarak yemek yapmayı bırakırsa bu tam anlamıyla zihin okuma olur
(Güven, 2013: 32).
Zihin okuma, karşıdan gelen iletinin, nasıl bir amaçla veya niyetle gönderilmiş
olduğunu bilme yanılgısıdır (Özer, 2002: 108). Karşımızdaki insanın ne düşündüğünü
anlamaya çalışmak ve doğru olduğundan emin olmadan belirli bir kanıya varmak
iletişim kopukluğuna neden olabilir.
34
2.2.7.3.Savunucu İletişim
İletişimde en başta gelen bozuk temellerden biri, savunuculuktur. Savunuculuk, bireyin
benlik bilincini koruma gereksinmesinden kaynaklanır. Savunucu durumda olan kişi,
zihin gücünü söz konusu edilen konudan çok, kendisini savunmaya harcar. Konudan söz
etmek yerine, karşısındakine nasıl göründüğünü düşünür. Karşıdakini nasıl alt
edeceğine, tartışmayı nasıl kazanacağına, nasıl baskın çıkacağına, karşısındaki sözlü
saldırıda bulunursa nasıl karşı koyacağına zihnini yorar. Bir kimse savunucu bir
biçimde konuşursa, dinleyici de kendiliğinden savunucu bir tutum uyanır. İletişimdeki
savunuculuk kendini sadece sözlü iletişimde değil, beden hareketlerinde, yüz
ifadelerinde ve sesin tonunda da gösterir (Cüceloğlu, 2005:154,155).
Aile içerisinde herhangi bir sorun yaşandığında kişilerin hatalarını anlamaması veya
karşısındaki insanı anlamaya çalışmadan ani tepki vermesi bireyin kendisini
savunmasına yol açabilir. Taraflardan birinin eleştirip, diğerinin kendisini savunmak
durumunda kaldığı bir süreçte sağlıklı bir iletişim mümkün olmayacaktır. Savunucu
iletişim, kendisini sözlerle gösterebileceği gibi, beden dili, jest ve mimikler, mikro
ifadeler vb. ile gösterebilir.
Yapılan araştırmalar, savunma özelliği arttıkça, iletişimdeki verimin düştüğünü,
savunma azaldıkça, mesajın anlamına ve yapısına daha da dikkat edilebildiğini
göstermiştir. Savunuculuk azaldıkça kaynak (konuşan) ve hedef (dinleyen) birimlerin
iletişimi bozacak türden yanlış algılamalardan uzaklaştıkları görülmüştür (Cüceloğlu,
2005: 155).
Kişilerarası doyurucu ilişkilerin ortaya çıkmasını engelleyen en önemli etken
savunuculuktur. Karşınızda nasıl konuşulduğu ve nasıl davranıldığı zaman savunucu
olduğunuz konusunda bilinçlenme kazanabilirseniz, bu tür davranışların karşınızdakini
de savunucu yapacağını kolayca anlamış olursunuz (Cüceloğlu, 2005: 164). Kişilerin
aile içerisinde etkili iletişim kurmalarının önündeki en büyük engel savunuculuktur.
Savunucu iletişimin olduğu bir ortamda yanlış anlamalar ve buna bağlı iletişim
çatışmaları görülebilir.
35
2.2.7.4.Tek Yönlü-Çift Yönlü İletişim
Ailede gerek eşler gerekse anne-baba ve çocuk arasındaki iletişim karşılıklı, yani iki
yönlü olmalıdır. Eşlerden birinin sürekli anlattığı ya da “direktif “ verdiği, diğerinin ise
sürekli dinlediği tek yönlü iletişim ortamı, dengesiz ve sağlıksız ilişkilere zemin
hazırlar. Ayrıca, çocuğun düşünce ve duygularını anne ve babası ile paylaşması, onlara
danışması için, ebeveynlerin çocukla diyalog halinde olması gerekir. İletişim tek yönlü
ise, yani anne baba daha çok konuşuyor, eleştiriyor, emir veriyor ve çocuk kendini ifade
etme becerisini geliştiremediği gibi onun hakkında gerçek bilgiler de edinilemez.
Günümüzde giderek karmaşıklaşan dünyada, birçok yeni durumla ve olayla karşılaşan
çocuğun merak ettiği konuları anne babasına sorabilmesi, ifade edebilmesi gerekir.
Böylece tehlikelerden korunabilir.
Aile içinde kurulması gereken iki yönlü iletişimin önkoşulu; iletişim için zaman
ayrılmasıdır. İletişim bir yandan televizyon seyrederek, gazete okuyarak ya da yemek
hazırlayarak değil, aile üyelerinin karşılıklı oturarak, birbirlerini dinleyerek kurulmalıdır
(Tezel, 2004: 3). İletişimin en temel kurallarından birinin çift yönlü olduğu bilinen bir
gerçekliktir. Sağlıklı iletişimin ancak alıcı ve verici arasındaki mesaj alışverişinin
karşılıklı olmasının ve kaynakların doğru alınmasından geçtiği görülebilmektedir.
2.2.7.5.Denetleme
Bireyler etkileşimlerinde duygu, düşünce veya davranışlarını yüzde yüz denetleme
gereğini hissederler. Denetlenmeden söylenilen söz, ifade edilen duygu ve heyecanlara
izin
verilmez;
kendiliğinden
ortaya
çıkan
davranışlar
kötüdür
ve
mutlaka
cezalandırılmalıdır. Denetleme kendiliğindenliği doğal olarak gelişen ve ifade edilen
duyguları öldürür. Sağlıksız ailenin en temel mekanizması denetlemedir. Böylece her
şeyin önceden kestirilebilir, kontrol altına alınabilir olduğu belirtilmek istenir. Bu tür
denetleme, aileye sağlıksız bir güven duygusu verir (Cüceloğlu, 2005a: 78).
Emretme-yönetme anne-babanın çocuğun psikolojisini hissetmediğini gösteren bir
durumdur. Genelde konuşmalarda çocuğu bir davranışa yöneltme söz konusudur. Bu
süreçte korku ve tehdit mevcuttur. Çocuk, korku ve mecburiyet duygusuyla annebabasının söylediği şeyi yapmak zorunda kalır; fakat aynı zamanda anne-baba
36
karşısında bir saygınlığı olmadığını hissettiği için onlara öfke, kin ve kırgınlık gibi
duygular besler. Bu duygularla büyüyen bir çocuk ilerleyen zamanlarda ailesinin
üzerinde yarattığı korku psikolojisini daha başka ortamlarda da hissetmeye devam eder
(Tunalı, 2011: 30). Aile içerisinde sağlıklı iletişim kurmanın yollarından birinin
çocuklara ihtiyaç duydukları güven ve sevgi duygusunu aşılamak olduğundan söz
edilebilir. Nitekim ebeveynlerin çocuğa yönelik emretme, denetleme veya her türlü
kısıtlamaya yönelik davranışlarının çocuğun özgüveninin kırılmasına yol açarak daha
öfkeli ve içe kapanık bir birey olabilmesine yol açabilmektedir.
2.2.7.6.Tehdit Etme
Özellikle çocuğun buluğ çağına geçiş dönemi ve sonrasında ailelerde sıkça yaşanan bir
sorundur.
Anne-baba
sosyal
yönden
asileşme
ihtiyacı
hisseden
çocuğun
davranışlarındaki değişimi sağlıklı gözlemleyemez. Bunun sonucunda çocuğu kontrol
altına almak için zaman zaman tehditlere başvurabilir. Çocukluk dönemi davranışlarıyla
ergenlik dönemi davranışları kıyaslanan genç, anne-babasının basit ama gerekli
isteklerini saçma bulabiliyor. Bu nedenle de söylenenleri çok fazla önemsemiyor.
Ayrıca kendini ispatlama ve birey olma çabası içerisinde olan bir çocuğun tehdit
yoluyla söylenenlerin tersini yapması da kaçınılmaz bir durumdur (Tunalı, 2011:
31).Tehdit etme aile içi iletişimde özellikle gençler ve yetişkinler arasında
yaşanabilmektedir. Genci kontrol altına almaya çalışan yetişkin birey tehdit ederek
sorunlarını çözebileceğini zannederken gencin daha fazla tepki verebilecek olma
ihtimalini aklından geçiremeyebiliyor. Anlaşma zemini oluşturabilmek için hiçbir
durumda ne gencin ne de yetişkin aile bireyinin tehdide başvurmamaları ve barışçıl
yolları izlemeleri önerilebilir.
2.2.7.7.Suçlama
Suçlama, olayları olduğu gibi kabul etmemenin bir sonucudur. Örneğin; matematik
dersinde, öğretmeni Kenan’ı tahtaya kaldırdı ve bir problem vererek çözmesini istedi.
Kenan çözüm sırasında en azından üç hata yaptı ve öğretmenin yardımıyla problemi
çözebildi. Sağlıklı ailede bu durum, Kenan’ın matematikle ilgili bazı konularda henüz
öğrenmesi gereken yeni kavramlar ve çözüm yolları olduğu algılayışına yol açacaktır.
Kişilerin yeni kavramlar ve çözüm yolları öğrenmesi, özellikle öğrenci oldukları
37
okullarda doğal bir durum olacağı için, kişi suçlanmayacak, yargılanmayacaktır
(Cüceloğlu, 2005a: 79).
Çocuğun kişilik kavramı, sürekli yargı ve eleştiriye maruz kalması sonucunda bu
eleştirilerin doğrultusunda şekil alır. Örneğin, sürekli olarak çocuğa tembel olduğu
eleştirisi yapılırsa çocuk otomatik olarak kişiliğini tembel bir insanın davranışlarına
göre yönlendirecektir; çünkü sürekli yapılan olumsuz eleştiriler, olumlu yerine olumsuz
davranışa yönelten gizli telkin özelliği taşımaya başlar. Çocuğun herhangi bir olumsuz
davranışı söz konusuysa bunu kişiliğine mal etmeden belirtmek gerekir. Yapılan eleştiri
çocuğun kişiliğine değil, yaptığı olumsuz davranışa yönelik olmalıdır (Tunalı, 2011:
32,33).
Bireyin suçlanması kendisiyle ilgili olayları olduğu gibi kabul etmemenin bir
sonucudur. Yapılan suçlamalar, her şeyin denetim altında tutulması ve yapılan her şeyin
mükemmel olmasını zorunlu hale getirir. Bu durum ise kişide kaygı ve utanç
duygularını ortaya çıkarır. Suçlayan açısından da “suçlama” olayı olgun bir davranış
şeklinden daha çok basit bir savunma biçimidir. Suçlama, tarafların bir acizlik ve
çıkmazın içinde olduklarının açık bir göstergesidir (Doğan, 2013: 320).
Her olayda kendini suçlamayı alışkanlık haline getiren insan devamlı “benim yüzümden
oldu”, “keşke böyle yapmasaydım” gibi cümleler kurar. Başka insanları suçlamayı
alışkanlık haline getiren insanlarda ise sorumluluktan kaçma ve bütün suçu başkasının
üzerine yıkarak kendini aklama eğilimi vardır. “Senin hatan”, “senin sorumluluğun”,
“senin yüzünden” gibi cümleleri fazla kullanırlar (Güven, 2013: 33).
Yargılama, suçlama ve eleştirme niyeti taşıyan iletiler, sadece o anda söz konusu olan
iletişimi kesmekle kalmaz, uzun dönemde olası iletişim girişimlerini de ortadan kaldırır.
Kişilerde bir yanda yetersizlik, öbür yanda karşı koyma duygularına vesile olur (Özer,
2002: 103).Yargılama veya suçlama gibi eleştiri içeren ifadeler ve iletişim biçimleri
ailede özellikle çocukların etkilenmesine neden olabilir. Sürekli suçlanan veya
yargılanan bir çocuk, aile içerisinde iletişim kuramadığından dolayı iletişim kurmakta
güçlük çekebilir, kendine güven duygusu zedelenebilir.
38
2.2.7.8.Özsaygı ve Özsaygı Eksikliği
Bireyin kendine özgü biri olarak kişiliğini değerli ve karşılaştığı sorunlarla başa
çıkabilecek yeterlilikte hissetmesi özsaygıdır. Değerlilik ve yeterlilik duygusu,
özsaygının temelini oluşturur. Bu duygulardan birinin eksik olması yaşama zevkini
azaltır ve sorunların çözümünde başarısız yapar. Değerlilik duygusu gelişmeyen birey
kendisini özgün hissetmez ve kendi değerinin farkında olamaz. Değerlilik ve yeterlilik
duyguları
yeterli
gelişmeyenler
kendilerini
başkalarıyla
kıyaslar,
onlar
gibi
olamadığında kendisini aşağılayarak hayatı kabusa çevirebilir (Doğan, 2013:
304).Özsaygı, kişinin kendini değerlendirmesi sonucunda ulaştığı, kendilik kavramını
onaylamasından doğan beğeni durumudur. Kişi kendinde yetersizlikler bulabildiği gibi,
kendini bütün olarak olumlu özellikleri ile de değerlendirebilir. Özsaygı, kendini
diğerleri ile ilişkiler bağlamında olduğundan aşağı ya da üstün görmeden, olduğu gibi
kabul etmeyi ve potansiyellerine güvenmeyi sağlayan olumlu bir ruh durumudur
(Erözkan, 2007: 64). Kişi herhangi bir problem yaşadığında üstesinden gelebileceğini
düşünüyorsa özsaygısının yüksek olduğundan söz edilebilir.
2.2.7.9.Algıda Seçicilik
Bazı mesajların veya mesajın belli bir bölümünün bilerek ya da bilmeyerek
algılanmamasıdır. Algı sürecini etkileyen fiziki ve psikolojik çeşitli durumlar olabilir.
Çevre, uyarıcılar, olaylar ya da nesnelerin bazıları dikkatten kaçabilir veya bazıları
üzerinde aşırı yoğunlaşma olabilir. Bunda daha önce yaşanan deneyimler, beklenti, ilgi,
ihtiyaç, önyargılar, inanç hatta rüyalar gibi her türlü iç duygular algılama düzeyini
etkileyebilir. Uyarıcının şiddeti, aşırı zıtlık, hareketlilik, süreklilik, tekrar ve alışılmışın
dışındaki çeşitli dış etmen ve uyarıcılar etkili olabilir. Kişi ihtiyaçlarına ya da dış
uyarıcılara seçim göre algıda seçim yoluna gidebilir (Doğan, 2013: 308).
Aile içi iletişimin en önemli engellerinden biri de eşlerin farklı kültürlerden gelmesi ve
uyuşma zorluğu yaşamalarıdır. Kültürel yapıları farklı toplumlardan gelen eşlerin bu
farkı yenmek için işin başında iş birliği yaparak bu eksikliği gidermeleri gerekir. Aksi
taktirde basit farklılıklar ilerleyen zaman içerisinde ciddi geçimsizlik sebeplerine
dönüşebilir. Eşlerin kültürel düzlemde, birbirlerini yanlış anlama şeklinde değil, olduğu
gibi kabul etme, anlamaya özen gösterme ve özel çaba içinde olmaları gerekir. Yani
39
aralarında kültürel üstünlük gibi bir düşüncenin belirmesi, önü alınamaz problemler
zincirinin, arkası kesilmeden devam etmesi anlamına gelir (Doğan, 2013: 285). Algıda
seçicilik aile bireylerinin birbirlerini pasif dinlemelerine ve dolayısıyla yeterince
anlayamamasına sebep olabilir. Her insanın ilgi düzeyi, değerleri, tutum ve davranışları
farklı olduğundan mesajları algılama biçimleri de değişkenlik gösterebilir.
2.2.7.10.Kişileştirme
İletişim sürecinin anlama aşamasını engelleyen en olumsuz eğilimlerden biri olan
kişileştirme, temelde gelen iletilerin gerisinde kişiliğe yönelik bir anlam arama çabasını
yansıtır (Özer, 2002: 104). İki birey arasında yaşanacak tartışma ve çatışmaların en
önemli sebeplerinden biri olarak gösterilebilecek kişileştirme, yanlış anlaşılmalara
sebep olabilmektedir.
2.2.7.11.Mantığa Bürünme
Mantığa bürünerek ileti gönderme, temelde kişiye davranışlarının ne olması veya
olmaması gerekliliğini hatırlatır, hataların altını çizer ve “her koyun kendi bacağından
asılır” mesajını verir. Bu tarz geri-iletiler, genelde karşı tarafta savunucu tutumları
kışkırtır. Kişinin kendini beceriksiz ve yetersiz hissetmesine vesile olur. Dinleme işlevi
ve dolayısıyla iletişim kesilir (Özer, 2002: 102). Savunma devreye girdiği anda iletişim
ve dinleme ortadan kalkacağından dolayı sağlıklı bir aile içi iletişim ortamının
varlığından söz edilemez.
Bu etkenlerin dışında aile içi iletişimi ve bilgi alışverişinin önemli engellerinden biri de,
evliliğin başında eşlerin birbirine yüksek donanımlı izlenimi uyandırma çabasıdır. Bu
endişe; bilgi takibinde olduğu ve eksikliklerinin anlaşılması korkusu, güvensizlik
duygusu ve bunların açığa çıkma gerilimine sebep olur. Açığının ortaya çıkma
gerginliği içinde olan kişiler sorumluluk atmaktan çekinir, eşiyle girişeceği amansız
rekabetle eksik bilgilendirmenin açığa çıkma korkusunu yenmeye çalışır (Doğan, 2013:
285).
Aile içi iletişimin sağlıklı ve etkili bir şekilde sürdürülmesini engelleyen pek çok etken
olabilir. Bu noktada kişilerin kişiler arası iletişim becerilerinden empati ve etkin
dinlemeye başvurmaları iletişim süreçlerini büyük oranda kolaylaştıracaktır. Çünkü aile
40
içi iletişimi engelleyen etkenlerin başında her iki tarafın birbirini anlamaması,
dinlemeye ve özellikle anlamaya çalışmadan yargılama yoluna gidebilmesi, karşı tarafı
suçlama ve eleştirme ile rahatlama, hatayı kendinde aramama ve önyargılı davranma
gibi davranışları yer alıyor. Aile içi iletişim sürecini kolaylaştırmak karşılıklı anlayış ve
hoşgörü ile sağlanabilir.
2.2.8. Aile İçi İletişimde Roller
Toplumun çekirdeğini oluşturan ailenin her bireyinin birbirleriyle sağlıklı iletişim
kurabilmesi için yerine getirmesi gereken birtakım sorumlulukları ve rolleri vardır. Bu
roller, kişinin bulunduğu konuma, kişiliğine, hayata bakışına, değer ve tutumlarına göre
farklı şekilde görülebilir. Aile içerisinde anne, babanın, çocukların farklı rolleri
olabileceği gibi bireylerin ortak rolleri de olabilmektedir.
2.2.8.1. Bireylerin Ortak Rolleri
Aile bireylerinin birbirlerine karşı bireysel ve ortak olmak üzere sorumlulukları
bulunmaktadır. Aile bireylerinin ortak kullandığı bir eşya konusunda paylaşımcı ve
anlayışlı olmak ortak rolleri olabileceği gibi eve giriş saatleri konusunda aile
büyüklerinin endişeleri, beklentileri ile gençlerin heyecanlarını ortak bir paydada
buluşturabilmek de bireylerin ortak rolleri olarak kabul edilmektedir.
Çocuklar açık bir teyp gibidir. İlk çağlarda teyp, anne-baba tarafından sevgiyle
doldurulmalıdır. Sonraki dönemlerinde çocuk sürekli teybi dinler. Bu yaşlarda annebaba çocuklarını ihmal ederlerse, o zaman çocukta “anne noksanlığı sendromu” veya “
baba noksanlığı sendromu” denilen hastalıklar oluşur. Bu hastalığa yakalanan çocuklar
hırsızlığa eğilimlidir. Ruhsal ve sosyal gelişmesi iyi olmadığı için davranış kusuru
gösterebilirler. Arkadaşlık ilişkileri, okul hayatı hep sorunlarla doludur (Çakmaklı,
2009: 31). Çocuklar anne babaların söylemlerine karşı son derece duyarlı olduğundan
çocukların yanında dikkatli konuşulmalı. Anne babası ile yeterli iletişimi kuramayan
çocuk, sevgi ve ilgi eksikliğinden dolayı içine kapanabilmektedir.
Çocuk, anne ve babanın kendileri için yaptığı fedakarlıkları, çektikleri zorlukları
hissetmelidir, ancak bu, başakakma şeklinde olmamalıdır. Çocuk, içinden çıkılmayan
hesaplamalara şahit olursa kendine güveni sarsılabilir (Çakmaklı, 2009: 32). Çocuğun
41
anne ve babayla kurduğu iletişimde dengeyi korumanın önemli olduğundan söz
edilebilir.
Ortak rollerin birisi de, çocuğun okul seçimi meselesidir. Anne-baba çocuklarının iyi bir
eğitim almasını sağlamalıdır. Günümüzde çeşitli eğitim modelleri vardır: Lisan
öğrenimine ağırlık veren okullar, bir meslek öğrenimini esas alan okullar ve özel
okullar. Aile kendi durumlarına, çocuğun yeteneklerine, aile bütçesine uygun bir okul
seçmelidir (Çakmaklı, 2009: 32). Okul, çocuğun kişiliğini, yeteneklerini, geleceğini
belirleyen en önemli kriterlerden biri olarak yaşamını, gelecek seçimlerini, dünya
görüşünü şekillendirebilir. Bu noktada ailelerin çocuklarını iyi tanıyıp, en doğru kararı
verebilmesinin önem taşıdığına değinilebilmektedir.
2.2.8.2. Çocuğu Yönlendirmede Ailenin Rolü
Çocuğu yaşamında ilk ve önemli rolü üstlenen ailenin çocuğun bireysel, sosyal ve
psikolojik gelişimi ve sağlıklı kararlar alabilmesi için yerine getirmesi gereken
sorumlulukları olabilmektedir.
Çocuğun yaşamında önemli rolü olan ilgiler, öğrenilmiş birer güdüdürler. Çocuk bir
şeyden yararlanacağını görünce, onunla ilgilenir, bu da öğrenmeyi güdüler. Gerçek
bilgiler, bireyin yaşamında bir ihtiyacı karşıladıkları için süreklidirler. Bu sebeple
ihtiyaç ne kadar güçlü olursa, ilgi de o derece güçlü ve uzun süreli olur. Çocuk, ilgilerle
birlikte dünyaya gelmez. O, bu ilgileri bazı deneyimler sonucu, öğrenme yoluyla
geliştirir. İlgilerin gelişiminde bireysel farklar önemli bir yer tutar. İlgilerle fizyolojik ve
zihinsel gelişme arasında bir paralellik görülür. Başka bir deyişle, normalden daha hızlı
veya daha yavaş gelişen çocuk, ilgileri açısından da, yaşıtlarına oranla farklılık gösterir.
Fizyolojik ve zihinsel gelişmelerle birlikte ilgiler de, yaşla değişir. Yeni ilgiler
geliştikçe de, çocukluk dönemindeki ilgiler değişikliğe uğrar ya da sınırlanır (Yavuzer,
2013: 155).
Çocuğun hayata bakışı, ilgileri edindiği bilgilere, arkadaşlık seçimlerine, aldığı eğitime,
kültür ve değerlere göre şekilleniyor olsa da bu etkenler arasında en fazla etkili olanın
aile ve aile içerisinde bireyler arasındaki iletişim düzeyi olduğundan söz
edilebilmektedir.
42
2.2.8.3. Annelik Rolü
Bireyin dünyaya geldiği andan itibaren en fazla ihtiyaç duyduğu, sevgi ve şefkat
duygularını öğrendiği, beslenme ve korunma ihtiyacını giderdiği ilk kişiler annelerdir.
Aileyi bir arada tutan, toparlayan, çocuklar ve baba arasındaki iletişimin sağlıklı yönde
ilerlemesinde en büyük zemini oluşturan, kısaca aile birliğini sağlayan bireyler
annelerdir. Dolayısıyla annenin ailenin temel taşı olduğundan, annelik rolünün ise
ailenin birlik ve bütünlüğü ile ilişkili olduğundan söz edilebilmektedir.
Biyo-psikososyal bir bütün olarak tanımlanan ailede, özellikle küçük modern ailede ve
büyük şehirde yaşayanların da psikolojik himaye gücü büyümekte, kadının aile
içerisinde fertlerini koruyucu ve toplayıcı rolüne ihtiyaç artmaktadır. Sanayileşmenin
insanlar üzerinde yarattığı tüm olumsuz koşullara rağmen, aile birliği halen varlığını
sürdürmektedir. Bunu başaran aile içerisinde kadındır, annedir. Kadın, anne, eş ailesini
bir arada tutar, değişen sosyal şartlara uyum gösterir (Kara, 2006: 46). Aileyi toplama,
birleştirme bir evi sıcak bir yuva haline getirme görevi kadına, anneye aittir. Bu nedenle
ailede kadının aileyi aile yapan temel taş olduğundan söz edilmektedir.
2.2.8.4. Babalık Rolü
Aile içerisinde kadının olduğu gibi erkeğin de birbirinden farklı rolleri vardır. Bir erkek
eşinin yanında koca, çocuğunun yanında baba, anne babasının yanında çocuk rollerine
göre davranış geliştirebilmektedir. Annenin aile içerisinde toparlayan, besleyen,
büyüten, şefkat gösteren, anlayışlı rolü bulunurken babanın koruyup, kollayan, anneye
göre daha otoriter ve daha soğuk bir rolü gözlemlenir. Özellikle ataerkil ailelerde ailede
baba ön plandayken, modern ailelerde anne ve baba eşit konumda davranıp, paylaşımcı
hareket edebilmektedir. Baba ve babanın aile içerisindeki rolüne ilişkin bakış açısı
toplum yapısına göre değişebilmektedir. Ataerkil ailede baba çocuklarına sevgisini
göstermeyen, otoriter, soğuk ve mesafeli bir yapıda iken modern ailede çocuğu ile
arkadaş gibi, sevgisini daha rahat ifade edebilen, anlayışlı ve hoşgörülü bir yapıda
olabilmektedir.
İyi baba olmak; sevgi, deneyim, sabır ve bilgilenme işidir. Babalık yaşantısı, eşinin
hamile olmasıyla başlar. Bu dönemde baba adayı, doğum öncesindeki gelişimi adım
43
adım eşiyle birlikte izler. Eşini gerginleştirecek ortamı oluşturmamaya özen gösterir
(Yavuzer, 2013: 18). Babanın her zaman anneye destek olan bir misyonunun varlığı
gözlemlenebilmektedir.
Günümüzde tam gün dışarıda çalışan kadın sayısının giderek artması, bebeğin
doğumundan kısa süre sonra çocuğun annenin çalışma hayatına dönmesi kadar, kadınerkek eşitliğinin özellikle gelişmiş ülkelerde yaygın biçimde benimsenmesi babaları
çocuğun yaşamında çok önemli bir yere getirmiştir. Bütünüyle ekonomik, kültürel ve
toplumsal değişim geçiren bütün ülkelerde, çocuğun duygusal gelişiminde geleneksel
kavramlara yeniden şekil vermesiyle babalar da çocuğun yaşamında çok daha büyük
etkinlik kazanmaktadır (Kara, 2006: 49).Kadın çalışan sayısının artmasına bağlı olarak
babanın aile içerisinde çocuk ile olan iletişiminde artış görülmektedir. Geleneksel aile
yapılarında anne sürekli evde ve çocukla ilgilenen, baba ise çalışan konumda
olduğundan çocuk baba eksikliği duyabilmekteyken, annenin de çalışmasıyla anne
kadar babaya da sorumluluk düşebilmektedir.
2.2.8.5. Çocuğun Rolü
Çocuğun aile içerisinde çocuk ve kardeş, abla veya abi olarak değişen rolleri olduğu
görülebilir. Çocuk değişen rollerine göre tutum ve davranışlarını değiştirebilmeyi aile
içerisinde öğrenmekte ve hayata hazırlanmaktadır. Çocuğun kişiliği aile içerisindeki
iletişiminden etkilenmekte, ilerleyen döneminde kuracağı sosyal ilişkiler ve tercihler bu
doğrultuda şekillenebilmektedir.
Çocuklar ve çocuklukla ilgili olarak Erikson, çocuklar üzerinde doğumdan olgunluğa
kadar süregelen klinik çalışmalarına dayanarak şunları söyler: “Çocukluk, insanı
insanlığa başlatan ilk sahne, kendimize özgü yeti ve eksikleri yavaş, fakat açık bir
şekilde geliştiren ve tamamlayan önemli bir ortamdır.” Erikson’a göre, çocuğun
öğrenmesi,
büyük
ölçüde
anne-babası
tarafından
ilgi,
sevgi
ve
fizyolojik
gereksinimlerinin karşılanmasına bağlıdır (Yavuzer, 2014: 30).Çocuğun gelişiminin
ailenin çocuğa olan ilgisi, sevgi ve hoşgörüsü ile doğru orantılı olduğu görülmektedir.
Çocuğun ilk sosyalleştiği ve birey olarak kendini ifade etmeye başladığı ilk ortam
ailedir. Bu nedenle ailenin çocuğun hayatını şekillendiren, geliştiren ve kişiliğinin
özünü oluşturan kurum olduğu gözlemlenmektedir.
44
3.KUŞAKLARARASI İLETİŞİM
3.Kuşaklararası İletişim
Genç ve yaşlı nesil arasında eğitim, kültür, cinsiyet, sosyo-ekonomik etmenler, yaşanan
dönem, iletişim teknolojilerinde yaşanan gelişmeler, değer yargıları, normlar ve aile
içerisinde rollerde yaşanan değişmelere bağlı olarak yaşanan anlaşmazlıkları içeren
kuşaklar arası iletişim, iki nesil arasında kuşak farkına bağlı olarak yaşanan iletişim
farklılıklarını ve buna bağlı iletişim kopuklukları ve sorunlarını içine alabilmektedir.
Kuşaklararası iletişim literatürü; çocuklar, gençler, yaşlılar ve genel kategoriler
arasındaki ara yaş kategorilerindeki bireylerin, kişilerarası iletişim dinamiklerini
inceleyen, aynı zamanda da kuşak farkı yüzünden bireysel ve kuramsal düzlemde ortaya
çıkan iletişim sorunları üzerinde gerçekleştirilen çalışmaları kapsamaktadır. Kamu
kurum ve kuruluşlarında, özel sektör kuruluşlarında ve sivil toplum örgütlerinde kuşak
farkı, aile içi iletişimde ve kurumların hem kendi çalışanlarıyla hem de kamularıyla olan
iletişiminde etkili bir faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle kuşak farkının
nedenlerini ve sonuçlarını analiz etmek, kuşakların kendi aralarında ve birbirleriyle
iletişim pratiklerindeki tutum ve davranışlarını anlamak önem taşımaktadır (Becerikli,
2013: 20).
Dünyada ve Türkiye’de yaşlı nüfusun giderek artması ve dolayısıyla bu nüfusun
karşılaştığı örgütsel ve gündelik yaşama dair sorunların da çoğalması, kuşaklararası
iletişim sorunlarını da beraberinde getirmektedir (Becerikli, 2013: 22).
Günümüzün gerek sosyal gerekse iş yaşamının inkâr edilemez gerçeği olan
elektronikleşme ve küresel pazar, davranışlara ve kuşaklar arasındaki farklara da
yansımaktadır (Uslu, Şahin ve Çam, 2012: 76).Kuşaklararası iletişim, toplum
ideolojisinin bir parçasıdır (Atabek, 1995: 156). Günümüzde modernleşme ve iletişim
teknolojilerinde
yaşanan
gelişmeler
de
kuşaklar
arasındaki
iletişim
sürecini
etkileyebilmekte ve kuşaklar arasındaki farkları artırabilmektedir.
Gençlerin kendi içindeki çatışmaların, ailelerine ve çevrelerine yansıyıp önceki kuşakla
çatışma şekline dönüşmesi kaçınılmazdır. Halk ve gençler arasında yaygın inanç, iki
45
kuşak arasında ciddi fikir ve tutum farklılıkları olduğu ve bu farkın meydana getirdiği
ayrılıkların da “kuşak çatışması” şeklinde ortaya çıktığıdır (Ünal, 2011: 97).
Gençler ve yaşlılar arasında yaşanan değer, tutum ve davranış farklılıkları iletişim
süreçlerini etkileyebilmektedir. Genç ve yaşlı kuşak arasında yaşanan iletişim
farklılıklarını giderilebilmesi için birlikte vakit geçirmeleri ve ortak bir paydada
buluşabilmeleri gerekir. İletişim sorunlarının çözülmesi ve kuşak çatışmasının en aza
indirilebilmesinde karşılıklı anlayış ve hoşgörü, empati ve etkin dinleme etkili olabilir.
3.1.Kuşak
Hemen hemen aynı zaman diliminde, aynı yıllarda doğmuş, aynı dönemin şartlarını
yaşayan kişilerin oluşturduğu kitle kuşak olarak tanımlanabilir. Günümüzde eğitim
seviyesinin, yaşanılan ortamın, zamanın değişmesi, aile değerleri ve kültüre yönelik
bakıştaki farklılıklara bağlı olarak kuşak kavramı
ve buna bağlı olarak kuşak
farklılıklardan daha fazla söz edilebilmektedir.
Kuşak sözcüğü TDK Büyük Türkçe Sözlüğü’nde “ Yaklaşık olarak aynı yıllarda
doğmuş, aynı çağın şartlarını, dolayısıyla birbirine benzer sıkıntıları, kaderleri
paylaşmış,
benzer
ödevlerle
yükümlü
olmuş
kişilerin
topluluğu
“
olarak
tanımlanmaktadır. Günümüzde kuşaklararası çatışma ya da kuşaklararası iletişim gibi
kavramlar çok çeşitli disiplinler açısından yeni bir çalışma haline gelmiştir (Becerikli,
2013a: 6).
Bir kuşak, bir toplumun yaklaşık olarak aynı zamanlarda doğan üyelerinden oluşan yaş
gruplarının bir biçimidir. Kuşak terimi, bir nesil ile öteki nesil arasında geçen dönem
için de kullanılır. Birbiri peşi sıra gelen kuşakların toplumsallaşmasındaki farklılıklarla
ilgili araştırmalarda, kuşaklar arası çatışma her şeyi kapsayan bir tema olarak kalmakla
birlikte, hem değerlerde hem davranışlardaki sürekliliğin veya süreksizliğin ölçüsü
konusunda bir anlaşmaya varılmış değildir. Her kuşak içinde, gerçeklikle ilgili birbiriyle
çatışan ve kısmen cinsiyet, etnik köken ve toplumsal sınıf gibi başka özelliklerden
kaynaklanan görüşler olabilir (Marshall, 1999: 439). Aynı dönemde doğan kişilerin
oluşturduğu topluluk veya grup olarak tanımlanabilen kuşak; yaş, yaşanılan zaman
dilimi, kültür ve değer farklılıkları, roller gibi pek çok faktörü içine alabilir.
46
Kuşak sözcüğü Sosyal Bilimler Ansiklopedisi’nde şöyle tanımlanmıştır: “Demografide
yaşamının bir dönemini beraber yaşamış ve bitirmiş fertler topluluğuna kuşak denilir”
(Lotfi, Kabiri ve Ghasemlou, 2013: 94).
Bir kuşak, bir toplumun yaklaşık olarak aynı zamanlarda doğan üyelerinden oluşan yaş
gruplarının bir biçimidir. Kuşak terimi, bir nesil ile öteki nesil arasında geçen dönem
için de kullanılır. Bir kuşak veya nesil, anne ve baba ile çocukları arasındaki yaş ve
yaşanılan zaman diliminin kültür farkını ifade etmektedir. Bu da yaklaşık olarak 25-30
yıllık bir zaman diliminden oluşmaktadır. Bir kuşaktakiler, aşağı yukarı aynı zaman
diliminde doğmuş ve aynı kültürel ortamda yaşamış olan insanlardır (Anıl, 2011: 17).
Gençlik döneminin hangi yaş grupları arasında olduğu yapılan araştırmalarda farklılık
göstermektedir. Milli Eğitim Gençlik ve Spor Başkanlığı’nca belirlenen genç yaş grubu
12-24 iken, Birleşmiş Milletler Örgütü, UNESCO ve Nüfus Bilim tarafından belirlenen
genç yaş grubu ise 15-25’dir. Birleşmiş Milletler Örgütü’nce yapılan tanıma göre genç
kuşak; 15 ile 25 yaş sınırı arasında eğitimlerini sürdüren, hayatını kazanmak için ücret
karşılığı çalışmayan ve ailesinden ayrı bir konutu bulunmayan kişidir.
Yaşlı kuşağın, hangi yaş kategorileri aralarında yer aldığı ve genç kuşaktan farklılaştığı
konusunda kesin olarak belirlenmiş bir yaş grubunun olduğu söylenemez. Ancak, yaşlı
kuşağın, genç kuşaktan ortalama 25-30 yıllık bir zaman dilimi öncesinde yaşayan kuşak
olduğu kabul edilmektedir (Anıl, 2011: 17,18).
Aynı dönemde yaşamış, aynı yaş aralığındaki bireylerin birbirlerini daha iyi anladıkları
ve daha sağlıklı ilişkilerin görüldüğü bilinmekle birlikte, aralarında en az 25 ila 30 yaş
fark bulunan genç ve yaşlı kuşağın da birbirlerini anlamaya çalıştıklarında,
farklılıklarının
en
aza
indirilerek,
benzerliklerden
yola
çıkılarak,
anlaşma
sağlayabilmesinin mümkün olacağından söz edilebilir.
3.2.Kuşaklararası İletişim Bağlamında Gençlik ve Gençlik Kültürü
Genç ve yaşlı kuşak arasında kültür, eğitim, dil, yaşanılan dönem ve yaşa bağlı olarak
yaşanan iletişim farklılıklarını ele alan kuşaklararası iletişimin sağlıklı bir şekilde
sürdürülebilmesi için gençliğin ve onların oluşturduğu kültür yapısı olarak ifade
edilebilecek gençlik kültürünün anlaşılması yarar sağlayabilir.
47
Gençlik sosyolojide biyolojik bakımdan genç olma durumunu yansıtmaktan ziyade,
atfedilmiş bir statü ya da toplumsal düzeyde kurgulanmış bir adlandırma olarak
düşünülen bir terimdir. Gençlik terimi üç şekilde kullanılır. Birincisi, çok genel bir
bakış açısıyla yaşam çevrimindeki bebekliğin ilk dönemlerinden yetişkinliğin eşiğindeki
gençliğe kadar olan evreleri kapsar. İkincisi, “teenager” olarak tanımlanan ve on ila
yirmi yaş arasındakiler üzerine yapılan araştırmaları ve ortaya atılan kuramları
tanımlamak için kullanılan bir tanımı içerir. Üçüncüsü ise sanayileşmiş toplumlarda
kentleşmenin beraberinde getirdiği duygusal ve toplumsal sorunları tanımlamak için
kullanılan bir kavramı ifade eder (Marshall, 1999: 264).
Gençlik dönemini, biyolojik bir temele dayanan ve toplumsal yapı içerisinde anlamlı
olarak kabul eden tanımların yanında, gençliği oluşturulmuş bir sosyal statü ve
kurgulanmış bir toplumsal adlandırma düzeyinde değerlendiren sosyolojik yaklaşımlar
da mevcuttur. (Yaman, 2013: 37).
Ergenin, davranışlarına rehberlik edecek değerleri kazanması ve sosyal yönden
sorumluluklarını öğrenmesi konusunda yardıma gereksinimi vardır. Bu gereksinimi
karşılayan ve ergenin yaşamında etkili olan toplumsal kurum, ailedir (Yavuzer, 2014:
287). Genç kuşak henüz öğrenme ve gelişme sürecinde olduğundan dolayı aile
büyükleri olarak orta ve yaşlı kuşağın belli konulardaki desteğine ve yol göstericiliğine
ihtiyaç duyabilir. Ailenin en önemli işlevlerinden biri olarak da bilinen aile desteğinin
gençlere verilme noktasında orta ve yaşlı kuşağın dikkatli olması gerektiğinden söz
edilebilir. Bu dönemde özgür bir birey olarak hayatını sürdürmek isteyen genç bir
yandan aileye ihtiyacı olduğunun farkında olmakla birlikte aileden bağımsız hareket
etmek isteyebilmektedir. Nitekim bireyin sorumluluk bilinci ve toplumsal değerleri
öğrendiği yegane kurum ailedir.
UNESCO’nun bir yayınında, üç ayrı gençlik tanımına yer verilmiştir. Birinci tanımda,
gençliğin “on beş-yirmi beş yaş grubu” olarak belirtilmesinin yanı sıra, gencin kişilik
yapısı da hesaba katılarak “Genç; öğrenim yapan, hayatını kazanmak için çalışmayan ve
kendine ait konutu bulunmayan kimsedir” veya “Genç; geniş bir hayal gücüne sahip
olan, cesaretin çekingenliğe ve macera isteğinin rahatlık duygusuna üstün geldiği
insandır” gibi tanımlara ihtiyaç duyulmuştur (Ünal, 2011: 28).
48
Kuşaklar arasındaki farklı duyuş ve düşünüş nedeniyle, anne baba ve ergen arasında,
yeterli düzeyde dostça bir ilişki kurulamamaktadır. Bunun sonucu olarak da,
davranışlarından dolayı kendisine çocuk muamelesi yapılan genç, yer yer isyan
etmektedir. Sosyal baskıyla oluşturulan güvensizlik ve şüphecilik duyguları yerine,
gence bir kişiliğe sahip olduğu hissettirilmeli, işinde ve sosyal yaşamında arzularını,
yetenek ve gereksinimlerine uygun bir biçimde gerçekleştirebilmesine yardım
edilmelidir (Yavuzer, 2014: 270).Hayata bakış, alınan eğitim, yaşanan dönem, kültür,
değer ve normlara, ailedeki rollere ilişkin bireylerin tutumlarında yaşanan değişim aile
içi iletişimde kuşaklar arasında iletişim kopukluklarının yaşanmasına sebep olabilir.
Sosyolojik yaklaşıma göre ergenlik dönemi en genel ifadesiyle hem kültürün hem de
toplumsal yapının tesiri altındadır. Dolayısıyla yetişkinliğe geçiş dönemi olarak telakki
edilen ergenlik döneminde gençlik, sosyalleşme sürecinin içerisine girmektedir.
Nitekim sosyoloji ergenlik dönemini yaşanan sosyalleşme sürecinde karşılaşılan
toplumsal zorlukları ve kişinin geçirmiş olduğu rol değişimleri bağlamında konu
edinmekte; kültürün ve toplumsal yapının ergen üzerindeki etkisini, yaşanan sorunları
incelemektedir (Yaman, 2013: 45). Ergenlik döneminde birey sosyalleşme sürecini
yaşarken belli fiziksel ve zihinsel değişimlere bağlı olarak, rol değişimleri
yaşayabilmekte ve toplumsal zorluklarla karşılaşabilmektedir.
İnsan, yaşamı boyunca sürekli bir gelişim ve değişim içindedir. Gençlik (ergenlik)
dönemi, gelişim sürecinin en önemli evresini oluşturur. Çocukluktan erişkinliğe geçiş
olan ergenlik dönemi, bireyde gözlenebilen sürekli ve süratli gelişimi kapsamaktadır
(Yavuzer, 2013: 244).
Yörükoğlu da gençlik dönemini, yaşanan değişimi bedensel, ruhsal ve cinsel
olgunlaşma süreci olarak tanımlamaktadır. Ona göre gençlik dönemi yalnızca
olumsuzlukların toplandığı bir zaman dilimi değil, aynı zamanda tutkunun, idealizmin,
sıkı arkadaşlıkların yeşerdiği; kendini ispat ve kendi kimliği ile toplumda var olma
mücadelesinin kıyasıya yaşandığı bir dönemdir (Yaman, 2013: 47). Gençlik dönemi,
gençlerin bedensel yapılarındaki değişim ve gelişimin yanında zihinsel ve ruhsal olarak
belirli bir olgunluğa, yeni bir kimlik yapısına büründükleri bir dönem olduğundan
dolayı olgunlaşmaya erişim dönemi veya olgunlaşma evresi olarak tanımlanabilir.
49
Gençlerle iletişim kurarken yorum ve değerlendirmelerden uzak olmak, onları
yargılamamak, etkili sözel olmayan davranışlar sergilemek önemlidir. Özellikle sözel
olmayan davranışlarımızla onu dinlediğimiz mesajını iletmek, gençler için önemli
görülmektedir. Aynı zamanda onları dinlerken sözel tepkiler vermek, sorular sormak da
onların kendilerini dinlediklerini hissetmelerini sağlar (Cihangir, 2011a: 84).
Kuşaklararası iletişim sürecinin etkili bir şekilde yürütülebilmesinde genç ve yaşlı
kuşağa yani her iki tarafa sorumluluklar düşmektedir. İletişim kurarken eleştiriden,
yorum ve değerlendirmeden uzak, aktif dinleme yöntemi, empati becerisi ve ben dili ile
konuşmak her iki tarafın birbirini anlamasını kolaylaştırabilir, mesaj alışverişinin daha
etkin olabilmesine katkı sağlayabilir.
3.3.Kuşaklararası İletişim Bağlamında Yaşlılık Olgusu
İnsan hayatının en zor dönemlerinden biri olan yaşlılık döneminde, bireylerin gerek iş
hayatından uzaklaşması, arkadaş sayısı ve buna bağlı sosyalleşme imkânının azalması,
psikolojik olarak daha hassas karakter yapısı sergilenmesi, saygı ve ilgi beklentisi
nedeniyle iletişim anlamında zorlukların yaşanabileceği bir dönem olduğundan söz
edilebilir.
Yaşlılık, insan hayatının zorunlu olarak geçirmek durumunda kaldığı ve önlenmesi /geri
gelmesi mümkün olmayan sosyolojik, psikolojik ve biyolojik bir süreçten ibarettir
(Sancaklı, 2006: 50).
Yaşlılık, tarihsel süreçler ve kültürlere göre farklılık gösteren bir olgudur. Yaşlılığa
farklı anlamlar yüklenmekle birlikte, bir sorun olarak görülmesi ve bu konuda
araştırmaların yapılması oldukça yenidir. Özellikle gelişmiş toplumlarda yaşlı nüfus
oranındaki artışları gösteren demografik çalışmaların yaygınlaşması, akademik ve
politik çevrelerde yaşlılara ilgiyi artırmıştır. Günümüzde yaşlılara sunulan informal ve
formal hizmetlerin artırılması , sosyal politikaların oluşturulması, yaşlılıkta yaşam
kalitesinin yükseltilmesi gibi konularda çaba sarf edilmektedir (İçli, 2008: 29).
Yapılan araştırmalar, gelecekte yaşlıların dünya nüfusundaki payının giderek artacağını,
saçları ağaran bir dünyada yaşayacağımızı ortaya koymaktadır. Dünya nüfusunun
50
yaşlanması sadece endüstrileşmiş ülkelerle sınırlı olmayıp, gelişmekte olan ülkelerde de
gerçekleşen bir süreç olarak karşımıza çıkmaktadır (Sancaklı, 2006: 50)
Kuşaklararası iletişim ve diyaloğun sürekli canlı tutulması, toplumsal yapının sağlam
tutulması açısından önemli bir husustur. Bu aynı zamanda kuşaklararası çatışmaların
ortaya çıkmamasını da sağlar (Sancaklı, 2006: 59). Bireyler yaşlandıkça çevrelerindeki
insan sayısı azalmaya başlar, duygusal ve fiziksel yapılarındaki değişme, emeklilik vb.
nedenlerle de yalnızlaşırlar. Gençlerin yaşlılarla sürekli iletişim halinde olması, onları
dinlemesi yaşlı kuşağın kendilerini iyi hissetmesine yardımcı olabileceği gibi gençleri
daha kolay anlamalarına da katkı sağlayabilecektir.
Yaşlılık kaçınılmaz ve geri dönülmez bir süreçtir. Çağımızda yaşam sürecinin bir
parçası olarak görülen yaşlanma, insanlarda zamana bağlı değişimleri içine alır. Yaşlılık
genel anlamda bireyin fiziksel ve bilişsel fonksiyonlarında bir gerileme, sağlığın,
gençlik ve güzelliğin, üretkenliğin, cinsel yaşamın, gelir düzeyinin, saygınlığın, rol ve
statünün, bağımsızlığın, arkadaşların, eş ve yakın ilişkinin, sosyal yaşantının ve sosyal
desteklerin azalması ve kaybı gibi döneme özgü pek çok sorunun yaşandığı bir kayıplar
dönemidir (Bahar, Bahar ve Savaş, 2009: 86).
Yaşlılık her insanın yaşayacağı doğal bir süreç olarak adlandırılabilir. Bu dönemde
çevredeki arkadaş sayısında gözlenen azalma, kişiliğin duygusallaşması, emeklilik ve
buna bağlı gelir düzeyi, sosyal statü ve sosyal ilişkilerde yaşanan azalma pek çok yaşlı
bireyin iletişim sürecini etkilemekte ve yaşanan sorunlar en çok aile içerisinde kendini
hissettirebilmektedir.Günümüzde yaşam kalitesinin yükselmesi, eğitim seviyesinin
artmasına bağlı olarak doğum oranlardaki belirgin azalma, evlilik yaşının ilerlemesi gibi
nedenler Türkiye’de de yaşlı nüfus artışını hızlandırmaktadır.
Yaşlılığın en önemli sorunu başkalarıyla, çevreyle, yakınlarla, toplumla kurulup
sürdürülen iletişimin kaybolmasıdır. Bu kayıp yaşlının çevresinde bulunan eşinin,
çocuklarının desteğinin, ilgisinin azalması ya da kişi tarafından bu şekilde
yorumlanması biçiminde soyut düzeyde olabileceği gibi, eşin ölümü, çocukların evden
ayrılması biçiminde somut düzeyde de olabilir (Bahar, Bahar ve Savaş, 2009: 87,88).
Yaşlılık döneminde çevredeki arkadaş ve akran sayısındaki azalma, emeklilik süreci
nedeniyle aktif iş hayatının olmaması kişinin çevreyle olan iletişiminin azalmasına veya
51
kaybolmasına sebep olabilir. Bu sorunu yaşayan yaşlı bireyin iletişim anlamında sağlıklı
bir ilişki sürdürebilmesi için aile bireylerinin ilgi göstermesi, empati kurması etkili
olabilecektir.
OECD, yaşlılığı “davranış ve ihtiyaçları değişen heterojen bir gruptan oluşan 65 yaş
üzerindeki insanlar” olarak ele almaktadır. Yaşlılık biyolojik, kronolojik, psikolojik ve
sosyal olmak üzere farklı alanlarda yorumlanmaktadır. Biyolojik yaşlılık, insan
organizmasındaki fonksiyonların azalması ve hücre kayıpları olarak tanımlanmaktadır.
Kronolojik yaş, doğumdan ölüme kadar geçirilen yaş evrelerini kategoriler halinde
değerlendirmektedir. Psikolojik yaş, kişinin hissettiği yaş olarak kabul edilmektedir.
Sosyal yaşlanma ise statü ve rol kayıplarıyla yaşamdan yavaşça geri çekilme, çevrenin
kişiyi yaşlı olarak değerlendirdiğinin algılanması ile anlam kazanmaktadır. Hızlı
toplumsal
değişme,
farklı
gelişmişlik
düzeyleri,
toplumlardaki
bireylerin
toplumsallaşma süreçlerini, yaşam deneyimlerini etkileyerek yaşlılığa ilişkin farklı
anlamların ortaya çıkmasına yol açmaktadır (İçli, 2008: 31).
Yaşlılık, büyük bir oranda kişinin yaşı ile bağlantılı olarak tanımlansa da gerçekte
kişinin psikolojik durumu yani kendisini nasıl hissettiği ve hayata bakışı, sosyalleşme
düzeyi ve toplumsal rollerdeki durumu, statüsü gibi pek çok etkenle birlikte gerçek
anlamına kavuşabilir.
3.4.Yaşlılar ve Gençler Arasındaki İlişkiler
Gençlere ve yaşlılara yönelik bakış açısı geleneksel ve modern toplumlarda farklılık
gösterebilmektedir. Geleneksel
toplumlarda
yaşlılarla ilgilenme ailenin temel
sorumlukları arasında iken modern toplum yapısıyla birlikte yaşanan aile değerlerindeki
çözülüm, çekirdek aile yapısı vb. etkenlerle yaşlıların huzur evlerine bırakılma
sayısında
artış
görülebilmektedir.
Huzurevlerine
bırakılan
yaşlılar,
giderek
yalnızlaşabilmekte, ailelerine özlem duymakta, akranları ile sosyalleşerek iletişim
kurmaya çabalayabilmektedir. Bu durum gençlerle olan iletişimlerinin de kopmasına
neden olabilmektedir.
Geleneksel toplumlarda yaşlı ana baba ile ilgilenme ailenin sorumluluğu olarak kabul
edilmektedir. Özellikle yetişkin çocukların bu rolü üstlenmesiyle de yetişkin çocuk en
52
önemli destek ve sosyal iletişim kaynağı olmaktadır. Çocukların yetişkin hale gelip
kendi ailelerini kurdukları dönemde de ana baba ve çocuklar arasındaki ilişkilerin
devam ettiği görülmektedir. Çocuklar bir yandan maddi sorunlarını çözmeye çalışırken,
diğer taraftan da yaşlı ana babaya bakma çabası içerisine girmektedirler. Çocukların ana
babalarının bakımını üstlenmeleri, yaşlılar tarafından en iyi destek olarak kabul
edilmekte ve bu destek yaşlıların huzurevlerine girişlerini erteleyerek aile dışından
yardım isteme gereğini ortadan kaldırmaktadır. Yapılan araştırmalar yaşlılık çağında
kuşaklar arası ilişki ve etkileşimlerde sevgi alışverişinin, yeni kurulan aile bağları ve
büyükanne/büyükbaba rolü ile yoğunlaştığını göstermektedir. Yaşlıların birikimlerinden
yararlanarak deneyimlerini paylaşmanın gençlerin yaşamında katkı sağladığı da
anlaşılmaktadır (İçli, 2008: 35).
Yaşlı ana babalarla çocukları arasındaki ilişkilerde yardım ve destek beklentisi tek
taraflı değildir. Yetişkin çocuklar ve ana babalar birbirlerine karşılıklı olarak yardım
etmektedirler. Yaşlıların çocuklarına yaptıkları yardımlarla, çocukların ana babalarına
yardımları benzerlik göstermektedir. Çocuklar yaşlı ana babalarına hastalık, yaşlılık ve
sakatlık durumlarında bakım sağlama, alışveriş, ev işleri gibi yardımlar sağlanarak
yaşlıların ekonomik durumlarına yardımcı olmaktadırlar. Yaşlı kuşaktan çocuklara ise
parasal yardımlar, çocuk bakımı ve yetişmesi, aile içi kültürel değerlerin özellikle
torunlara aktarılması gibi destekler söz konusudur (İçli, 2008: 35, 36). Yaşlılarla gençler
arasındaki iletişim sürecinde karşılıklı yardımlaşmalar söz konusudur. Yetişkin ve
çalışan bireyler, çocuklarına genellikle aile büyüklerine emanet etmekte, yaşlılar
modern toplumda torunlarının bakımını üstlenen, onlara sevgi ve şefkatlerini aktaran,
çocuklarına destek olan bir misyon sergilemektedirler.
Ana baba ile gençler arasında olumlu ilişki kurabilme çocukluğun ilk yıllarında çocuğun
ana babaya bağımlı olduğu yıllara uzanmaktaysa da bu dönemlerde sıcak bir ilişki
kuramayan yaşlı ana baba ve çocuklar arasında da ilerleyen yaşlarda karşılıklı sevgi ve
saygı bağları oluşabilmektedir. Bu durum yetişkin çocukların ana babalarının rollerine
benzer roller üstlenmeye başlamasıyla, belli bir olgunluğa ulaşmalarıyla ilişkili
görülmektedir. Yaşlı ana babalarla çocuklar arasındaki iletişimin sıklığı da yaşlıların
kendilerini iyi hissetmelerini sağlamaktadır (İçli, 2008: 37).Yaşlılar ve gençler
arasındaki ilişkinin sıklığı, birbirlerini anlamaya çalışma çabaları, dinleme becerileri,
53
saygı ve sevgi düzeyleri, aile içindeki roller ve sorumluluklarının bilinci aile içi iletişim
süreçlerini olumlu yönde etkileyebilir.
3.5.Kuşak Çatışması
Gençler ile anne, baba veya genel olarak aile büyükleri arasında yaşanan anlaşmazlık
veya uyuşmazlık olarak tanımlanabilen kuşak çatışmasının, aile bireyleri arasında
yaşanan tutum, değer ve davranış farklılıkları ile bu farklılıklardan doğan iletişim
sorunlarını kapsadığından söz edilebilir.
Kuşaklararası çatışma kavramı kuşaklararasındaki değer farklılıkları ve benzerlikleri
üzerinde durur. Farklı grup ve fertlerin arasındaki davranış farklılığı her zaman dikkat
çekici olmuştur (Lotfi, Kabiri ve Ghasemlou, 2013: 94). Kuşak çatışması gençlerle
anne, baba, aile arasında görüş farkından doğan anlaşmazlıktır. Bu sorun yabancı
kaynaklarda “generation gap” olarak adlandırılmıştır. Sözlük karşılığı kuşak açıklığı,
aralığı, ayrılığı olup, dilimizde kuşak çatışması olarak kullanılmaktadır. Bu sorunun
kaynağı, gencin kimlik arayışı olup, bu arayış içinde ailenin aktardıklarından başka,
farklı kültürlerin, altkültürlerin etkisi altında kişilik özellikleri edinmesidir. Gencin
kimlik arayışının ve toplumsallaşma sürecinin ürünü olan bu durum bütün toplumlarda
her zaman ortaya çıkması olası, doğal ve evrensel bir olgudur (Köknel, 2001: 163).
Ebeveyn-çocuk arasındaki sorunlu ilişkilerin farklı biçimlerinden söz edilebilirse de
bunlardan en önemlisi çatışmadır. Aslında kuşak çatışması sırf ailesel değil, genel bir
sosyal sorundur. Dolayısıyla da ebeveyn-çocuk çatışması toplumdaki genel kuşak
çatışmasının aile alanındaki kesiti, bir görünümüdür. Kuşak çatışması, genel çatışma
örüntüsü üstüne oturan olumsuz bir davranış biçimi, toplumda genç ve yetişkinlikler
arasında gerçekleşen bir iştir. Kuşak çatışması kısaca şöyle tanımlanabilir: Yetişkinlerin
gençleri bedensel olarak gelişmiş olmalarına rağmen sorumluluk ve inisayitif alacak
düzeyde bir ruhi-zihni yeterlilik ve tecrübeye sahip olmadıkları ve dolayısıyla da
yetişkinlerin fikir vermek, yol göstermek, davranış göstermek gibi yollarla işleyen bir
vesayetine ihtiyaçlarının olduğu, bu olmadığı takdirde yanlışlıklar yapabilecekleri
düşüncesi ile; gençlerin kendilerini bedensel olduğu kadar ruhi ve zihni yönden yeterli
oldukları, güncel gelişmeleri yetişkin kuşaktan daha iyi gözlemleyip daha sağlıklı karar
54
verebilecekleri, aksine yetişkin kuşağın bazı konularda yeterli olmadığı düşüncesi
arasında yaşanan çelişki ve çatışmadır (Aydın, 2013: 210, 211).
Kuşaklararası anlaşmazlığın kökeni kuşakların birbirlerini anlamak için gerekli çabayı
harcamamasıdır. Anneler ve özellikle babalar kendi dünyalarının görüşlerini,
davranışlarını, duygusal kalıplarını çocuklarında görmek istiyor, bunu bulamadıklarında
ise çocuklarını anlamaya çalışmak yerine onları eleştirmek, küçümsemek ya da
aşağılamak, baskı altın almak gibi yollara başvuruyorlar. Bu noktada gençlere düşen
görev onları anlamaya çalışmak, annesine babasına kendini anlatmak için çaba
harcamak (Atabek, 1991: 37). Kuşaklararası çatışmaların önüne geçilmesinde empati
kilit rol oynayabilir. Karşılıklı anlayış, hoşgörü ve ortak bir anlaşma noktasının
bulunması, kişilerarası iletişim becerileri ile mümkün olabilir. Bu noktada pasif bir
iletişim becerisi olarak algılanan dinleme ve özellikle aktif dinleme kuşak çatışmasının
en aza indirilmesine vesile olabilir.
Gençlerin büyük çoğunluğu bu iki aşırı uç arasında yer alırlar. Yani ne topluma sırt
çevirecek kadar kendilerini toplum dışına iterler ne de topluma açıktan başkaldıracak
kadar ileri giderler. Gençlik çağlarını erişkinlerle belli bir uzlaşmaya vararak
sonlandırırlar. Toplumda belli bir yer edinerek, belli bir amaca yönelerek gençlik
bunalımını atlatırlar. Gençlik coşkusunu, yenilikçiliğini, hakseverliğini koruyabilen
gençler verimli, üretken ve yaratıcı erişkinler olma yoluna giderler. Yetenekleri sınırlı,
olanakları dar olanlar ise daha alçak gönüllü işlerde çalışarak sade yurttaşlar
kalabalığına karışırlar. Sonuç ne olursa olsun her kuşak bir önceki kuşaktan değişik bir
yaşam anlayışı geliştirir. Değer yargılarıyla, inançlarıyla, görüşleriyle, zevkleriyle
önceki kuşaktan ayrılırlar.
Yetişkinlerin, yaşlı kuşakların gençlerden yakınması ve kuşaklararası çatışma, sürtüşme
yüzlerce, binlerce yıldan beri süregelen bir olgudur. İçinde yaşadığımız yüzyılın hızlı,
ekonomik, toplumsal ve teknolojik gelişmesini yaşayan toplumlarda bu çatışma daha
belirgin olarak görülmekte, hem gençleri, hem de erişkinleri olumsuz yönde
etkilemektedir. Kuşak çatışmasının temel nedeni, genç ve yetişkin kuşak arasındaki
iletişim
kopukluğundan,
yani
karşılıklı
olarak
gönderilen
iletilerin
çözülüp
anlaşılmamasından kaynaklanmaktadır (Köknel, 1986: 342). Gençler ve yetişkinler
55
arasındaki kuşak çatışmasının ve buna bağlı iletişim kopukluğunun giderilebilmesi her
iki tarafın ortak bir anlaşma zemini yakalayabilmesi, benzer olarak hoşlandıkları
aktivitelerde bulunup birlikte vakit geçirmesi ve en önemlisi empati kurabilmesine
bağlıdır.
Kuşakların birbirine karşıtlığı her çağda varolan bir olgudur ve böyle olması da
kaçınılmazdır. Bu karşıtlık kimi dönemlerde açık çatışmaya dönüşür ama çoğunlukla su
yüzüne çıkmadan gizliden gizliye sürer gider. Kuşakların karşıtlığı üzülecek değil
aslında sevinilecek bir olgudur. Gençlerin atılganlıkları, coşkuları hatta hayalcilikleri
gelişmelerin, yeniliklerin kaynağı ve itici gücüdür. Gençler toplumsal yaşamda, sanatta,
yazında, yeniliğin, değişikliğin ardından koşmasalardı ilerleme olmazdı. Bu nedenle
gençlerle yetişkinlerin karşıtlığını kaldırmak yararlı bir sonuç sağlamaz. Önemli olan
kuşak çatışmasını toplum yararına yaratıcı yolda kullanabilmektir. Gençlerin
coşkusuyla, yetişkinlerin bilgi ve deneyimlerini birleştirebilmektir. Bunun ilk koşulu ise
gençlere katılma olanağı vermek, gençlerle sağlıklı bir diyaloğa girmektir (Yörükoğlu,
1991:19). Gençlerin hayalleri, geleceğe yönelik istekleri ile orta ve yaşlı kuşağın bilgi
birikimi ve deneyimi yararlı amaçlar için bir araya getirildiğinde hem faydalı sonuçlar
alınabilir, hem de iletişim kopukluğundan ve birbirlerini yeterince anlamamalarından
kaynaklanan sorunları giderilebilecektir.
Kuşak çatışmaları genellikle genç yaş grubu üzerinde odaklanmaktadır. Çünkü gençlik
döneminde duygular yoğundur ve sürekli dalgalanma gösterirler. Gençler sevinçle,
üzüntü, sevgi
ile nefret
arasında gidip gelir. Ruhsal
tepkilerinde aşırılık,
davranışlarındaki çelişki bu döneme özgü bir bocalamanın belirtisidir. Gençler bir
yandan içinden gelen dürtülerini dizginlemeye çabalarken öte yandan çevresi ile
çatışmaya girebilir. İç dünyası ile dış dünya arasında dengeler kurmaya çalışır. Gençler,
kendine
özgü
yaşamak
istemekte,
bağımsızlığını
kazanmaya
çabalamaktadır
(www.psikoloji.com.tr, 2010).Kuşak çatışması, gençlerle yetişkinler arasındaki iletişim
kopukluğundan doğar. Bu nedenle kuşak çatışmasının olumsuz, sağlıksız boyutlara
erişmesini önlemek iyi bir iletişimle gerçekleşebilir. Bu iletişimi sağlıklı biçimde kurup
sürdürebilmek, önce erişkin ve yetişkin kuşağın görevidir (Köknel, 2001: 165). Kuşak
çatışmasının en önemli kaynağının
gençlik döneminde yaşanan duyguların
yoğunluğuna bağlı olarak bireylerin birbirlerini anlamaya çalışması, dinlememesi,
56
gençlerin saygısızlık yapabilmesi, yaşlı aile bireylerinin anlayışsızlığı olduğundan söz
edilebilmektedir. Kuşak çatışmaları genellikle iletişim kopukluğundan doğabilmektedir.
Yeterince birbirini anlamayan bireyler dinleme eksikliğinden kaynaklı olarak
birbirlerini yanlış anlayabilmekte, anlayışsız veya saygısız davranabilmektedir. Bu
durum
iletişim
süreçlerini
olumsuz
etkileyerek,
çatışmaları
beraberinde
getirebilmektedir.
Sonuç olarak kuşak çatışması her dönemde anne-baba ve çocuklar arasında yaşanan bir
olgudur. Bu noktada önemli olan hayata bakış, değer algıları gibi etkenleri dikkate
alarak her iki tarafın da birbirine saygı duyması ve empati kurarak, etkin dinleme
yöntemlerine başvurarak, farklılıklar arasındaki benzerlikleri ve farklılığın getirdiği
avantajları da göz önünde bulundurup, her iki tarafın da yeni benzerlikler yaratmak
istemesi ve etkili iletişim yöntemlerini kullanmasıdır.
3.6.Kuşak Çatışmasının Nedenleri
Genç ve yaşlı nesil arasında yaşanan uyuşmazlıkları içeren kuşak çatışmasının ve buna
bağlı iletişim sorunlarının çözülebilmesi için kuşaklar arası iletişim farklılıklarının ve
kuşak çatışmasının sebepleri incelenebilir.
Ailede çatışmanın yönetilebilmesi için altında yatan sebeplerin bilinmesi gerekir. En
genel şekliyle çatışmanın nedenleri; En genel şekliyle çatışmanın nedenleri; en basit
çıkarların çatışması, rutin işlerle ilgili, uzmanlık müdahaleleri ve sıradan kişisel
ilişkilerden kaynaklanabilir. Çatışmaların alanlarının sayısı arttıkça, çatışmalar hem
nicelik hem de nitelik olarak da büyür. Bu da daha sonra ortaya çıkacak çatışmalara
kaynaklık yapabilir. Asıl çözümü zorlaşan çatışmalar, geçmişle bağlantılı olan türler
olduğundan kaynaklandığı sebebin çözümüne de yönelmeye dikkat edilmesi gerekir.
Çatışmalar, taraflar olaya sağlıklı bakabildiği ölçüde çözülebilir ve çözümde her iki
tarafın da büyük rolü vardır (Doğan, 2013: 221).
Gençlerle anne baba arasında ortaya çıkan ve kuşak çatışmasına yol açan durumları,
olaylar şöyle sınıflandırılabilir:
Biçimsel olarak kuşak çatışması yaratan durumlar: Eve dönüş ve yemek saati, Çalışma,
eğlenme, gezme saati, giyinme ve süslenme biçimi, sözlü ve sözsüz iletişim biçimi,
57
müzik dinlerken ya da iş yaparken gürültü çıkarmak, arkadaş seçimi, arkadaş ilişkisi,
kız-erkek arkadaşlığı, büyüklere karşı saygı, ekonomik olanaklar, para sorunu.
İçerik olarak kuşak çatışması yaratan durumlar, olaylar: Özdeşleşme, özerklik,
sorumluluk süreçlerinden kaynaklanan düşünceler, hak ve görev kavramı, gelenek,
görenek, din anlayışı ve yorumu, geçerli değer yargıları, meslek seçimi, başarılı ve
saygın insanın tanımı, müzik türü, dergi, günlük gazete, kitap seçimi, dinlenen radyo,
izlenen televizyon, seçilen video kasetlerinin türü ve konusuna ilişkin görüşler, dünya
görüşü, yaşam felsefesi, toplumun, ülkenin, insanlığın geleceğine ilişkin görüşler,
ekonomik, ideolojik ve siyasal görüşler (Köknel, 1986: 344,345). Kuşak çatışmasına
günlük yaşamda sebep olabilecek pek çok neden olabilir. Bazen okuduğumuz bir kitap
veya gazete, bazen ekonomik, sosyal ve özellikle siyasi görüşümüz, meslek tercihimiz
hayata bakışımızı şekillendirirken kuşak çatışmasının da zeminini oluşturabilir.
İki kuşağın farklı biçimde sosyalleşmesi, kuşaklar arasında düşünce, inanç ve eylem
bakımından farklılık yaratmaktadır. Böylelikle, ana-babaların özümlediği sosyal ve
kültürel biçimler, çocukların öğrendikleriyle az da olsa farklılık göstermektedir. Yaş
ilerledikçe sosyalleşmenin azalması ya da topluma uyumda belirgin bir azalmanın
görülmesi, kuşaklar arası boşluğu artıran bir başka sebeptir (Yavuzer, 2013: 251).
Gençler ve yetişkinlerin sosyalleşme süreçleri farklılık gösterdiğinden dolayı kuşaklar
arasında yaşanabilecek çatışma veya boşluğun her iki tarafın da isteklerine uygun
sosyalleşme imkanları ile giderilmesinin faydalı olacağından söz edilebilmektedir.
Kuşaklar arası çatışmaya sebep olan diğer etkenlerin başında, büyümeyle yeni
olanaklar edinen ergenin kendini yetişkin olarak kabul ettirme çabası gelir. Ergen bu
yolla kişiliğini kabul ettirmeye çalışır. Çatışmaya sebep olan diğer bir etken,
çocuklarının yeni statülerine ana-babanın uyumda güçlüğe uğramalarıdır. Ana-babanın
sosyalleştirme kurumu niteliğindeki rehber rollerinden, çocuklarını kısmen kendileriyle
eşit statüde görmek şeklindeki rol değişimi bu zorluğu yaratmaktadır (Yavuzer, 2013:
252). Ergenlik döneminin ardından gençlerin aile içerisindeki rol değişimi yaşaması ve
büyüdüğünü, özgür olabileceğini düşünen tavrı ebeveynleri ile çatışmalara yol
açabilmektedir.
58
Kuşak çatışmasında en sık rastlanan sebepler; dinlenilen müziğin niteliği ve sesinin
yüksekliği, giyim-kuşam ve saçların biçimi, kullanılan takılar ve argolu konuşma
üslubudur. Esnekliği az olan ebeveynler, bu gibi sebeplerle kolayca çatışmaya girer ve
aralarındaki iletişimde kopmalara gidebilecek kadar işi ilerletirler (Ünal, 2011: 98).
Kuşak çatışmasının pek çok sebebi olabilir. Genç ve yaşlı birey arasında iletişim
kopukluğuna yol açan kuşak çatışması; kişilerin hayata bakışından üslubuna, giyimkuşam ve saç stilinden kullandığı takılara kadar pek çok nedenden kaynaklanabilir.
Ülkemizde kuşaklar arası çatışmayı konu alan araştırmalara göre ana-baba, bu dönemin
psikolojisinden habersiz olarak, egemen olma eğilimi göstermekte, ailede eğitimin
yalnızca büyüklerin nüfuzuna dayandığı gözlenmekte, ergenin arkadaş grubuyla anababasının ayrı düşünce ve görüşlere sahip oldukları anlaşılmaktadır (Yavuzer, 2013:
253). Kuşak çatışmasının giderilebilmesinde anne babanın anlayışlı ve hoşgörülü tavrı
etkili olabilir. Ebeveynlerin genç bireylere yönelik hükmedici tavrı sorunların
büyümesine ve çatışmaların artmasına yol açabilir. Bu noktada orta ve yaşlı kuşakların
gençleri anlamaya çalışarak yönlendirmede bulunmaları çatışmaları önleyerek, iletişim
süreçlerini kuvvetlendirebilecektir.
Esasında gençlerle anne babaları arasında, sosyal ve ahlaki konularda büyük ölçüde
uyum bulunmaktadır. Çünkü gençler, ahlaki değerlerini önemli ölçüde ailelerinden
almaktadırlar. Bu uyum, on altı-on dokuz yaşları arasında tam olarak ortaya
çıkmamakta, ancak yirmi yaşından sonra yavaş yavaş fark edilmektedir. Gençlerle
ebeveyn arasındaki çatışma sebeplerinden bir diğeri de, karşı cinsle ilgili ilişkilerdir.
Özellikle genç kızların aileleri, bu konuda zorlanmaktadır (Ünal, 2011: 98). Ailenin
bireyin sosyalleşmesine, karakterinin oluşumuna etki gibi katkılarının yanında ahlaki
değerleri ve toplumsal normları kazandırabilme niteliğine de sahip olduğu
görülebilmektedir.
Gençler, yetişkin kuşakları tutuculukları, katı kurallara bağlılıkları, otoriter davranışları,
hoşgörüsüz oluşları ve anlayışsızlıkları nedeniyle eleştirmektedirler. Genel olarak
ergenlerin, anne babalarıyla en önemli çatışma alanlarını, okul ve öğrenim sorunları,
siyasal konular, eve yardım, gece dışarı çıkma, belli saatlerde eve dönme ve evde
bulunmaya zorlanış, yetişkinlerin bir konuyu gereksiz yere uzatmaları, kardeşlerle
59
ilişkiler, beslenme, arkadaş seçme ve karşı cinsle arkadaşlık gibi konular
oluşturmaktadır (Yavuzer, 2014: 295). Gençler ve yetişkinler arasında çatışmaya yol
açan sebeplerin başında gençlerin gece dışarı çıkmak ve arkadaşlarına kalmak istemesi
geliyor. Aile büyükleri çocuklarını korumaya çalışırken, gençler daha özgür ve
bağımsız davranabilme ihtiyacı içerisinde olabiliyor. Bu durumda yetişkinlerin gençleri
anlamaya çalışması ve tolerans gösterebilmesi, gençlerin ise ailelerinin kararlarına saygı
duyması iletişim sorunlarını önleyebilecektir.
Gençler ve yetişkinler arasındaki yaş farkı, içinde bulunulan zaman dilimi vb. faktörler
toplumsal değerlere bakış açılarını etkileyebilmektedir. İletişim teknolojileri ile birlikte
ailenin çözülümü ve mahremiyet duygusunun azalması gibi etkenler bireylerin eskiye
oranla daha açık ve paylaşımcı olabilmelerine, aile içindeki temel değerlerin
sarsılmasına neden olabilmektedir. Dolayısıyla gençler, yetişkinleri tutucu, kaba, dar
görüşlü ve otoriter bulabilmekte iken yetişkinler gençlerin saygısız, sabırsız,
özgürlüğüne düşkün, sorumluluk bilincinden uzak olduğunu düşünebilmektedir.
Kuşaklar arası çatışmaları ortadan kaldırmak için, yetişkinlerle ergenler arasında
dengeli ve düzenli bir iletişim kurarak diyaloğu gerçekleştirmek ve ortak değerler
oluşturmak, en akılcı çözüm yolu olmaktadır (Yavuzer, 2013: 255).
Yetişkin toplum ile farklı değerlere sahip olma, başlı başına bir uyumsuzluk ve çatışma
nedenidir. Gençlik dönemi bir bakıma kimlik arama, kendini ispatlama, bağımsızlık
kazanma evresidir. Bu kimliğini kazanma çabası içindeki genç, yetişkinden arzu ettiği
güveni göremezse huzursuz olur (Kulaksızoğlu, 2013: 94). Genç ve yaşlı kuşak
arasındaki uyumsuzluklar gençlerin yetişkinlerden bağımsız ve özgürce hareket
edebilme, kendi kararlarını alabilme isteklerinin yanında toplumsal değer ve normlara
ilişkin bakış açılarından da kaynaklanabilir.
Ana-babanın kişisel deneyimleri ile çocukları arasında oluşan görüş ve düşünce farkları
giderek genç bireyin iç dünyasını etkilemeye ve onu bazı çatışmalara itmeye başlar.
Ana-baba ile ergen arasındaki diğer kırılma ve gerginlikler, kardeşler arası ilişkilerden,
akrabalarla olan ilişkilerden, ana-babanın kendi aralarındaki ilişkilerinden, parasal
konulardan, ev sorumluluklarından ve ergenin sosyal faaliyetlerinden kaynaklanabilir.
Aile içindeki ana-baba ve yaşlı aile üyeleri, gencin zihin dünyasında olup bitenleri
60
anlayacak durumda değillerse, ortam daha da çözülmez bir duruma dönüşebilir
(Yavuzer, 2013: 246).Kuşak çatışmalarının birçok sebebi olabilir. Özellikle ergenlik
dönemindeki gençler ile aileleri arasında sıkça yaşanan kuşak çatışmasında gençlere
olduğu kadar anne babalara da sağlıklı bir aile içi iletişim süreci gerçekleşmesinde
büyük görevler düşmektedir. Anne babaların, çocukların istekleri ve gençlerin kendi
bağımsızlık arayış süreçlerinde eleştirel yaklaşmadan, dinleyerek ve empati kurarak
yaklaşması iletişim sürecini kolaylaştırır. Gençler ise anne babalarının kendilerinin
iyiliğine söylediği sözleri veya davranışları kısıtlama ve yasak olarak görmemesi, aile
büyüklerinin sorumluluk ve endişe bilinciyle belli kararlar aldıklarını göz önünde
bulundurması gerekir. Sağlıklı ve etkin, kuşak çatışmasının minimum düzeye indiği aile
içi iletişim süreci için,
herkesin ortak dili konuşabileceği ortam ve zamanlar
yaratılmalı, böylelikle kuşak çatışmasından doğan anlaşmazlıklar ortak iletişim zemini
ile en alt seviyeye indirilmeli.
3.7.Kuşak Çatışmalarının Faydaları
Gençler ve yaşlılar arasında değer, tutum ve davranışlardaki farklılıklara bağlı olarak
yaşanan anlaşmazlık olan kuşak çatışması, gençlerin yaratıcılıklarını, hayallerini ve
atılganlıklarını gerçekleştirebilme olanağı sağlayabilir. Bu açıdan kuşak çatışmasının
topluma faydalı hale getirilebileceğinden söz edilebilir. Farklı bakış açıları ve farklı
kişilikler sağlıklı iletişim kurulduğunda bireyleri geliştirebilir, bireylerin yararına
olabilecek bir faktör haline gelebilir.
Bilimde, sanatta, yazı alemi ve sosyal hayatta birçok yenilik, eskiyi beğenmeyerek
başlamış ve gerçekleşmiştir. Bunu da genellikle genç kuşaklar başarmıştır (Ünal, 2011:
107).
Dolayısıyla kuşaklar arası çatışmanın, sağlıklı ve başarılı sonuçlar elde
edilmesine zemin hazırladığından söz edilebilir.
Ailenin kutsallığı, aile içinde olan her şeyin muhabbetle ve dostane olmasını gerektirir.
Hatta yapılan bir tartışma veya kavga bile olsa, bunların dostane olması ve mutlaka bir
şekilde ilişkileri güçlendirmeye yardımcı bir fırsat olarak değerlendirilmesi zorunludur
(Doğan, 2013: 241).
61
Gençlerden uzak durmayan, onların arasına karışan erişkinler, kendilerini yenileme
imkânı bulurlar; yaşlanmaları gecikir. G.B. Shaw’ın dediği gibi “Gençlerin yaşlılara
yapabileceği en büyük yardım, onları sürekli uyanık ve tetikte tutmaktır.” Erişkinlerin
gençlere göstereceği ilgi, sevgi ve anlayışlı yaklaşımla, kuşaklar arası çatışma
yumuşatılıp gençlerle barış içinde yaşanabilir. Esasında bilinmesi gereken kuşaklar arası
çatışma değil kuşaklar arası iletişim kopukluğunun varlığıdır. Çatışmalar iyi
iletişimlerle her zaman uzlaşmaya dönüştürülebilir. Böylece çatışma yerine buluşma
sağlanmış olur (Ünal, 2011: 105). Aile içerisinde gençler ve yetişkinler arasında her
zaman çatışmalar yaşanabilir. Aile içerisinde yaşanabilecek çatışmaların sebepleri
değişse de uzlaşma sürecinin her zaman etkili iletişim becerilerinden geçtiği
söylenebilir. Kuşaklar arasında yeterince dinlememek, anlamaya çalışmamak, hoşgörü
ve anlayıştan uzak davranmak, eleştirmek, suçlamak veya yargılamak gibi pek çok
nedenle yaşanabilecek iletişim kopukluklarına bağlı çatışmaların ancak kişilerarası
iletişim becerilerinin etkin bir biçimde kullanımı ile önlenebileceği dile getirilebilir.
Ailede zayıf bir noktanın güçlenmesi için çıkan istek dışı, dostça tartışma ve kavgalarda
taraflar doğrudan konuya odaklanmalıdır. Bu ilkenin aile kültürüne kazandırılması için
daima problemler, birbirini incitmeyecek bir şekilde ve yenileriyle üst üste eklenmeden
çözülmelidir. En sert tartışmaları dahi kişiselleştirmeden, sadece tartışılan konu
üzerinden sürdürmek problemin çözümü ve anlaşılırlığı üzerinde olumlu etkiler yapar.
Bu, karşı tarafın saldırı algılamasını ve direnç geliştirmesini engelleyerek dostça iletişim
kurmayı sağlar (Doğan, 2013: 242). Aile içi iletişimde yaşanan problemlerin özünün
neden kaynaklandığının tespiti sorunların çözüm sürecini kolaylaştırabilir.
Ailesiyle olan iletişimi, çocuğun dünyasında büyük önem taşır. Ana-baba ve çocuk
üçgeninde, ancak tarafların duygu ve düşüncelerini birbirlerini aktarmaları ve başarılı
bir diyalog kurabilmeleri halinde sorunlarına çözüm bulmaları mümkündür (Yavuzer,
2013: 121). Aile ile kurulan iletişim çocuğun güven duygusunun pekişmesine yardımcı
olabileceği gibi, problem çözme, anlama, empati kurabilme ve iletişim yeteneklerini de
etkileyebilir.
Gerek aile içi iletişimde gerek iş dünyasında yani hayatımızın her alanında kuşak
çatışması geçmişten günümüze olmuştur ve varlığını da sürdürmeye devam edecektir.
62
Çünkü her kuşak farklı bakış açısı, farklı zaman diliminde yaşama, elde edilen imkanlar,
teknolojik yenilikler ve eğitim gibi pek çok nedene bağlı olarak farklı fikir yapısına
sahip olacaktır. Ancak kuşak çatışması farklı fikirlerin bir araya gelmesi ve böylelikle
toplumun yararına başarılı sonuçlar elde edilmesi gibi olumlu nedenlerle kullanıldığında
sağlıklı bir sonuç elde edilebilecektir. Kuşak çatışmasını yok edebilmek veya en az
seviyeye indirebilmek için yetişkin kuşak gençlerin istek ve heyecanlarını anlamaya
çalışmalı, gençler ise aile büyüklerini dinlemeli ve onların görüşlerini alarak kendi
kararlarını vermeyi öğrenmeli.
İnsan
olarak
fizyolojik
ihtiyaçlarımızın
yanında,
psikolojik
olarak
tanımlandırabileceğimiz ihtiyacın iletişim olduğu, her insanın konuşmaya ve iletişim
kurmaya ihtiyaç duyduğu bilinen bir gerçektir. Aile içerisinde ortak alanları, aynı evi,
hatta aynı odayı paylaştığımız aile bireyleri ile aramızdaki bağları ancak sağlıklı bir
iletişim süreci ile sağlamlaştırabiliriz. Bu nedenle iletişimin ve özellikle aile içerisindeki
bireyler arasındaki iletişimin temel unsurunun karşılıklı bilgi alışverişi olduğu
unutulmamalıdır. Toplumumuzda genç kuşakların hayattan beklentileri ile yaşlıların
beklentileri farklılık göstermektedir. Bu durum aile içi iletişimlerine olumsuz
yansıyabilir. Gençler anne ve babaları ile büyükbaba veya büyükannelerinin kendilerini
rahat ve özgür bırakmasını, kendi kararlarını verebilmelerine izin vermelerini beklerken,
yaşlı bireyler gençlerin kendilerine saygı duymasını, hürmet göstermesini, her türlü
kararlarında kendilerine danışmalarını bekleyebilmektedir. Kuşaklar arasındaki tutum
ve anlayış ayrılıkları ortak bir anlaşma zeminine varılıp, her iki tarafın karşılıklı
beklentileri giderildiğinde, her iki tarafa da farklı bir bakış açısı ve değer algısı
katacağından dolayı olumlu sonuçlar elde edilebilecektir. İletişim kuran iki birey kuşak
farklılığını bir zenginlik olarak görmeye başladığında, birbirlerinin fikirlerini daha fazla
önemseyeceğinden
dolayı
birbirlerine
katacakları
yenilikler
ve
deneyimlerin
kazanılacağı umudu karşılıklı etkileşimi güçlendirebilecektir. Sonuç olarak iletişim
kuran her iki tarafa düşen sorumluluk; anlayış, hoşgörü, empati ve dinleme becerileri
ile birbirlerine yaklaşabilmeyi öğrenebilmek olmalıdır.
63
4.ARAŞTIRMANIN METODOLOJİSİ
4.1. Araştırmanın Kapsamı
4.1.1. Araştırma Probleminin Tanımlanması
Bu araştırmada, kuşaklar arasında yaşanan iletişim farklılıklarının aile içi iletişime olan
etkileri, derinlemesine mülakat yöntemi ile yarı yapılandırılmış görüşmeler sonucunda
elde edilen veriler çözümlenerek yapılan inceleme sonucunda değerlendirilmiştir. Bu
araştırmada, kuşaklar arasında yaşanan iletişim farklılıkları ve buna bağlı çatışmaların
aile içi iletişime ve aile içerisindeki bireylerin kişiler arası iletişim süreçlerine olan
etkileri problem alanını oluşturmaktadır.
Kuşaklararası iletişim farklılıklarının aile içi iletişime etkisi 9 ayrı başlık altında
incelenmiştir. Bu başlıklar; Ailenin tanımı ve hayatlarına olan etkileri, iletişim
kopukluğu, kuşak çatışmalarının nedenleri, aile içi iletişimi artırabilecek değerler,
samimiyetin aile içi iletişime etkisi, samimiyetin aile içi iletişimdeki yeri, anne babaya
düşen sorumluluklar, karşılıklı beklentiler, farklı kuşakların sağlıklı iletişim
kurabilmesinin yoları olarak belirlenmiştir. Bu başlıklara ilişkin üç kuşağın görüşleri
fenomenolojik yaklaşımla incelenmiştir.
Veriler betimsel analiz ile incelenerek
farklılıkların aile içi iletişime etkilerinin neler olduğu tespit edilmiştir. Sonuçlar elde
edilen veriler ışığında yorumlanmıştır.
4.1.2.Araştırmanın Önemi
İletişim teknolojilerinin yaygınlaşması, aile değerlerindeki değişmeler, eğitim
farklılıkları, yaşanılan ortamın değişmesi vb. sebeplere bağlı olarak kuşaklar arasındaki
iletişim farklılıkları ve buna bağlı çatışmaların arttığı gözlenmektedir. Aile içi iletişim
alanında yapılan çok sayıda araştırma bulunmakta ancak alanda yapılan çalışmalar
kuşaklar arasındaki iletişim farklılıkları ve çatışmaların aileye olan etkisine ilişkin soru
işaretlerini gidermek konusunda kısıtlı kalmaktadır.
Bireyin ilk iletişim kurduğu, sosyalleşme sürecinin ilk adımlarını attığı ve hayata
bakışının da temelini oluşturan aile içerisinde yaşanacak başarılı ve sağlıklı bir iletişim
ortamı kişiler arası iletişim becerilerine yansımaktadır. Sağlıklı bir ailede büyüyen
bireylerin ilerleyen yıllarda kişilerarası iletişim becerilerinin daha kuvvetli olduğu,
64
çatışma ve tartışmaya daha az meyilli oldukları bilinmektedir. Bu araştırmanın kuşaklar
arası iletişim farklılıklarının giderilmesinde ailenin ve ailede kurulan etkili iletişimin
oynadığı rolü göstermesi bakımından ışık tutacağı düşünülmektedir.
4.1.3.Araştırmanın Amacı
Bu araştırmanın amacı, kuşaklar arası iletişim farklılıklarının giderilmesinde aile içi
iletişimin etkisinin belirlenmesidir. Kuşaklar arasında yaşanan iletişim farklılıklarına
bağlı olarak ortaya çıkan çatışmaların ve problemlerin giderilmesinde aile içerisinde
kurulacak sağlıklı ilişkilerin önem taşıdığını göstermek, bu doğrultuda kuşaklar
arasındaki iletişim farklılıklarının altında yatan sebebin iletişim eksikliği olduğunun
farkına varılmasına sağlamak ve aile içi iletişimin önemi konusunda topluma bir bilinç
kazandırmak araştırmanın amaçları arasındadır.
4.2.Araştırmanın Yöntemi
Araştırmanın kuramsal ve saha olmak üzere 2 aşaması bulunmaktadır. Bu doğrultuda ilk
aşamasında literatür taraması yapılmış. Kuşaklararası iletişim farklılıklarının aile içi
iletişime etkisi aile, aile içi iletişim, kişilerarası iletişim, kuşaklararası iletişim
kavramları tanımlanarak açıklanmıştır. Araştırmanın ikinci aşamasında nitel araştırma
yöntemi kullanılmıştır. Nitel araştırma yöntemi ile yapılan araştırmada derinlemesine
mülakat tekniğinden yararlanılmıştır. Derinlemesine mülakat tekniği kullanılarak
katılımcılar ile daha ayrıntılı ve derinlemesine görüşler alınmış. Dolayısıyla
kuşaklararası iletişim farklılıklarının aile içi iletişime etkisine ilişkin daha detaylı
bilgiler edinilebilmiştir. Nitel araştırma yönteminin tercih edilmesinin katkısı; araştırma
grubu olarak daha az sayıda kişi ile daha fazla görüşme mesaisi harcamak suretiyle
konunun detayına inebilmek imkanı sunmasıdır.
4.2.1. Nitel Araştırma
Bu araştırmada, nitel araştırma yöntemi kullanılmıştır. Nitel araştırma; gözlem, görüşme
ve doküman analizi gibi nitel veri toplama yöntemlerinin kullanıldığı, algıların ve
olayların doğal ortamda gerçekçi ve bütüncül bir biçimde ortaya konmasına yönelik
nitel bir sürecin izlendiği araştırma olarak tanımlanabilir.
Başka bir deyişle nitel
araştırma, kuram oluşturmayı temel alan bir anlayışla sosyal olguları bağlı bulundukları
65
çevre içerisinde araştırmayı ve anlamayı ön plana alan bir yaklaşımdır (Yıldırım ve
Şimşek, 2013: 45).
4.2.1.1. Nitel Araştırmanın Nicel Araştırmadan Farkı
Nitel araştırmada toplanan veriler nicel araştırmada olduğu gibi sayılara indirgenemez.
Her ne kadar nitel yöntemlerle toplanan veriler üzerinde bazı sayısal analizler yapmak
mümkün ise de, nitel araştırmada temel amaç sayılar yoluyla sonuçlara ulaşmak
değildir. Asıl amaç, araştırılan konu ile ilgili okuyucuya betimsel ve gerçekçi bir resim
sunmaktır. Bunun için de toplanan verilerin ayrıntılı ve derinlemesine olması ve
araştırmaya konu olan bireylerin görüş ve deneyimlerinin mümkün olduğu ölçüde
doğrudan sunulması önemlidir. Gerek görüşmeler, gerekse
gözlem ve dokümanlar
yoluyla elde edilen verilerin ayrıntılı ve derinlemesine olması, araştırma sonucunda
ulaşılan verilerin geçerlik ve güvenirliğine ilişkin önemli bir göstergedir. Bu tür veriler,
nicel araştırmada toplanan sayısal verilerin istatistiksel testlere temel oluşturması gibi,
daha sonra yapılacak içerik analizlerine temel oluşturur. Aynı zamanda veri toplama
sürecinde elde edilen alıntılar da, görüşülen veya gözlenen bireylerin görüş ve
deneyimlerinin
doğrudan
okuyucuya
sunulması
bakımından
önemlidir.
Nitel
araştırmada nicelden farklı olarak gerçeklik oluşturulur. Asıl olan çalışılan durumdur.
Değişkenler karmaşık ve iç içe geçmiştir ve bunlar arasındaki ilişkileri ölçmek zordur.
Araştırmacı olay ve olguları yakından izler, katılımcı bir tavır geliştirir (Yıldırım ve
Şimşek, 2013: 54).
4.2.1.2. Fenomenolojik Yaklaşımla Nitel Araştırma
Nitel araştırma yönteminin kullanıldığı bu araştırmanın deseninde olgubilim
(fenomenoloji) deseni kullanılmıştır. Fenomenoloji deseni farkında olduğumuz ancak
derinlemesine ve ayrıntılı bir anlayışa sahip olmadığımız olgulara odaklanmaktadır
(Yıldırım ve Şimşek, 2013: 78). Bu araştırmada kuşaklararası iletişim farklılıklarının
aile içi iletişime etkisine ilişkin olgular üzerinde durulmuştur.
Nitel veri analizi konusunda en sık karşılaşılan analiz türlerinden birini fenomenolojik
analiz oluşturmaktadır. Fenomenolojik analiz, ağırlıklı olarak varoluşçu psikoloji
içerisinde gelişme gösteren bir yaklaşım olup, insanların çevrelerinde olup biten olayları
66
nasıl değerlendirdiklerini anlamaya çalışan bir analiz türüdür. Fenomenolojik analiz;
araştırmacı ile katılımcılar arasında dinamik bir etkileşim sürecinin yaşandığı bir analiz
türü olarak dikkat çekmektedir. Fenomenolojik analiz; insanın bilişsel, duygusal ve
bedensel durumlarını bütüncül perspektiften incelemektedir. Fenomenolojik analizin en
önemli varsayımı, dil ile insanın duygu ve düşünceleri arasında sıkı bir bağ olduğu
yönündedir. Fenomenolojik analizi uygulayan araştırmacı uygulamada, kişilerin
söylediklerine dayalı olarak onların duygu ve düşüncelerini anlamaya ve yorumlamaya
çalışmaktadır (Özdemir, 2010: 334).
Yoruma dayalı fenomenolojik analiz Jonathan A. Smith tarafından psikoloji içerisinde
geliştirilmiş bir yöntemdir. Amacı, üzerinde çalışılan olguyu, bu olguyu birinci
dereceden deneyimleyen kişilerin gözünden anlamaktır. Bu bağlamda, tamamen
bireysel algı ve anlatılar üzerine odaklanmakta, deneyimi “içerdekinin” perspektifinden
araştırmaya çalışmaktadır. Smith yöntemin idiografik, tümevarımsal ve mevcut ana
akım psikolojik bilgiyi sürekli sorgulayan bir duruşu olduğunu öne sürmüştür (Tanyaş,
2014: 30,31).
Fenomenolojik yaklaşımın temelinde şey’le ilgili araştırma-soruşturma vardır ve bu
yönüyle varlık alanını değerlendirirken doğal yaklaşımın ötesinde derinlemesine bir
yaklaşım geliştirmenin gerekliliğine vurgu yapmaktadır. Yaklaşım ana gaye olarak
yaşadığımız toplumsal hayatı gözlemlemek ve açıklamaktan ziyade, anlamak ve
yorumlamak suretiyle sosyal durumların izahının mümkün olabileceğini kabul
etmektedir (Yaman, 2013: 104). Fenomenoloji şey’lerin içinde var olan gizli öz’ün
bilgisine ulaşmaya çalışan bir yöntemdir. İnceleme konusu, doğrudan nesnel realite
olmayıp insanın bu realite ile ilişkiye girerken kullandığı bilinç sürecidir. Bu sürecin
doğal bilimler ile aynı yöntem kullanılarak kavranabilmesi kesinlikle mümkün değildir
ve bu sürece ilişkin bilgiler tüm benzer durumlar için yasalar halinde de genellenemez.
Fenomenolojide zaman ve mekânda var olan ve bütün insanlar için gerçek olan nesnel
bir dış dünyanın mevcudiyeti görüşü, ayrıntılı bir sorgulama ve incelemeye tabi
tutulmaktadır. Fenomenoloji, dış dünyanın bir bilinç ürünü olduğunu ve insanın bilinç
tarafından yaratılan bir dünyada yaşadığı varsayımına dayanmaktadır. (Acar, 2014: 33).
67
Fenomenolojik yaklaşım en temelde bizden hayatımız boyunca öğrenmiş olduğumuz
toplumsal ve bireysel ön kabulleri mümkün olduğunca kontrol altına alarak, en azından
yürütülecek araştırma boyunca araştırılan toplumsal gruba dair bir kavrayış hatta
duyumsayış
geliştirebilmemizi
istemektedir.
Ancak
bu
sayede
tarihin
ve
yaşanmışlıkların üzerimizde biriktirmiş olduğu algılardan bir nebze de olsa
ayrışabilecek, araştırılan toplumsal grubun özsel algılarına dair sahici bir anlayış
geliştirebileceğimiz varsayılmaktadır(Yaman, 2013: 108). Nitekim bu araştırmada 15
kişiden oluşan katılımcılarla yapılan yarı yapılandırılmış derinlemesine görüşmeler
sonucunda katılımcıların algılarından yola çıkarak bir gerçeklik ve anlayış
oluşturulmaya çalışılmıştır.
Fenomenolojik yöntemde temel amaç, fenomenleri, kendilerini gösterdikleri biçimiyle
yani verildikleri gibi incelemektir. Bu bağlamda fenomenologun görevi ise deneyim
verilerini olduğu gibi betimlemek, analiz etmek ve yorumlamaktır. Diğer bir deyişle
fenomenolojinin amacı, insanın içinde yaşadığı dünyayı anlamak ve anlamlandırmaktır
(Acar, 2014: 34).
Fenomenolojik açıdan gerçeğin aslında bir düzenlilik olmayıp sözkonusu gerçek ancak
öznel olarak bilinebilir. Fenomenolojik tavırla araştırmaya başlayan araştırmacı
ayıklamacı bir yöntemle olay değil, öz bilgisi elde etmeye çalışır. Hiçbir tez, denence
geliştirmeksizin ve herhangi bir sayıltıya dayanmaksızın araştırma yapar. Belirli bir
durum ve ortamda yer alan insanların etkileşimlerini ve olayların anlamını keşfetmeye
çalışır. Fenomenolojik bakış açısına sahip araştırmacı, nesnel gerçeğin sürekli değişme
özelliği gösterdiği sayıtlısına bağlı olarak bu gerçeğin araştırılmasının, genelleyici
sonuçlar üretemeyeceğini kabul eder. Bu bakış açısından gerçek, belirli bir durum,
zaman ve mekanla sınırlı olup ancak belirli bir yöntemle keşfedilebilir. Böylece gerçek,
göreceli
ve
bireysel
algılarla
sınırlı
görülmektedir.
Genelleme
bir
amaç
görülmemektedir. Gerçeğin araştırılması, bireylerin algıları üzerinde yoğunlaşmakta,
belirli bir durumda bireylerin nasıl davrandığı belirlenmeye çalışılmaktadır (Şişman,
1998: 410).
Bu araştırmada da bireylerin algıları üzerinden kuşaklararası iletişim
farklılıklarının aile içi etkileri gerçeği araştırılmaktadır.
68
4.2.2. Veri Toplama Tekniği
Veri toplama tekniği olarak derinlemesine mülakat (görüşme ) tekniği kullanılmıştır. 5
aileden 3 kuşak olmak üzere toplam 15 kişi ile derinlemesine mülakatlar yapılmıştır.
Derinlemesine mülakatlarda sorular önceden hazırlanmıştır. Görüşmelerde ses kayıt
cihazı kullanılmıştır. Araştırma kapsamında, kuşaklar arasında yaşanan iletişim
farklılıkları ve çatışmaların aile içi iletişime olan etkilerine ilişkin detaylı bilgilere
ulaşmak amacıyla yarı yapılandırılmış sorular aracılığıyla derinlemesine mülakatlar
yapılmıştır. 12 adet olarak hazırlanmış derinlemesine mülakat soru formuna göre
yapılan görüşmelerde görüşmenin akışına göre konuya ilişkin daha detaylı sorular
sorulabilmiştir.
4.2.3.Verilerin Analizi
Veriler, betimsel analiz ile incelenmiştir. 5 farklı aileden 3 kuşak olmak üzere toplam 15
kişi ile yarı yapılandırılmış mülakat formu aracılığıyla yapılan derinlemesine
mülakatlarda katılımcı görüşleri ses kayıt cihazı ile kaydedilmiştir. Ses kayıt cihazı ile
elde edilen veriler betimsel analiz ile çözümlenerek değerlendirilmiştir.
4.2.4. Örneklem
Örnekleme olarak amaçlı örnekleme yöntemlerinden biri olan maksimum çeşitlilik
örneklemesi kullanılmıştır. Maksimum çeşitlilik örneklemesindeki amaç, göreli olarak
küçük bir örneklem oluşturmak ve bu örnekleme taraf olabilecek bireylerin çeşitliliğini
maksimum derecede yansıtmaktır (Yıldırım ve Şimşek, 2013: 136). Örneklem alanı
olarak İstanbul ilinde yaşayan sosyal, kültürel ve ekonomik düzeyleri birbirinden
farklılık gösteren 5 ailenin seçilmesi, maksimum çeşitlilik örneklemini yansıtmaktadır.
Toplam 15 katılımcı ile 12 soru çerçevesinde yarı yapılandırılmış görüşmeler
yapılmıştır.
69
5.ARAŞTIRMA BULGULARININ DEĞERLENDİRİLMESİ
5.Bulgular
Araştırma kapsamında yapılan derinlemesine görüşmeler neticesinde aile içi iletişim ve
kuşaklar arası iletişim ile ilgili pek çok tanımlama ve yaklaşım biçimine ulaşılmıştır.
Aile içi iletişim, kuşaklar arası iletişim ve aile değerlerine bakış anlamında yapılan
tanımlamalar; eğitim durumuna, ortama, yaşanılan çevreye, yaşa, sosyo-ekonomik
kültüre, çağa, karaktere, bireylerin birbirlerine yaklaşım tarzlarına göre farklılıklar
göstermektedir.
5.1.Kuşaklar İçin Ailenin Anlamı ve Hayatlarına Olan Etkileri
Bu bölümde genç, orta yaşlı ve yaşlı olmak üzere üç farklı kuşağın aileye ilişkin bakış
açıları, aileyi hayatlarına kattığı olumlu ya da olumsuz durumlara ve etkilere göre nasıl
anlamlandırdıkları değerlendirilmiştir. Bu anlamda farklı kuşaklar için ailenin anlamı ve
hayata ilişkin belirli fikirleri edinmelerinde ailelerin yaptığı yönlendirmenin, hayata
ilişkin edindikleri belirli fikirlerin aileye ilişkin bakış açılarında ne derece etkili
olduğunun izi sürülmüştür.
“Aile her şeyden önemli. Çünkü tüm hayatını onlar şekillendiriyor. Onların
varlığı olmadan kendini iyi hissedemiyorsun. Onların kurallarına uyarak
hayatımızı devam ettiriyoruz. Onların yokluğunda sanki bir tarafım eksik gibi
oluyor. Yokluğuna dayanamıyorsun. Mesela bir karar alırken ailenin
düşüncesine de ihtiyaç duyuyorum. Aileme danışıyorum. Danışmak gerekiyor.
Aile olmadan olmuyor” (Tuğba, 20, Üniversite Öğrencisi).
Tuğba Hanım’ın aileye ilişkin tanımlamasında ailenin bir bireyin, bir gencin hayatının
şekillenmesine katkı sağlama, danışma, yönlendirme, doğruyu gösterme misyonunun
öne çıktığı gözlenmiştir. Aile; genci yönlendiren, şekillendiren, kararlarını etkileyen,
mutluluk hissi veren bir kurum olarak tanımlanmıştır.
“Benim için aile bir insanın hayatında olması gereken en önemli şeydir.
Herkesin mutlaka bir ailesi olması gerekir. İnsanı hayatı boyunca yalnız
bırakmayacak tek şey, tek varlıktır. İnsanın tek dayanağıdır. Aile olmazsa
olmazımdır. Ailemin olması hayatımı baştan sona etkiliyor. Bir sıkıntım
70
olduğunda ailem yanımdaysa onu daha çabuk aşarım. Ama ailem olmadığında
kolay kolay bir şeyin üstesinden gelemem. Ailem yanımdayken daha başarılı,
daha mutlu, daha huzurlu, daha güçlü olurum”(Yasemin, 25, Üniversite
Mezunu).
Yasemin Hanım’ın yapmış olduğu aile tanımlaması ailenin bir insanın hayatındaki
olmazsa olmazlardan biri olduğuna ve kişinin hayatını bebeklikten başlayarak yaşlılık
sürecine kadar her aşamasında, her anında etkilediğine işaret etmektedir. Nitekim
ailenin varlığının bir insanı daha başarılı, daha güçlü ve daha mutlu yapacağına dair
belirttiği ifadeler ailenin önemini açıklar niteliktedir. Ailenin insanın hayatının her
aşamasında yer alıyor olma, birlik duygusunu aşılayabilme, sosyalleşme sürecinin
öğrenildiği ilk kurum olma, bireyin karar alma ve kararlarını sonuçlandırma noktasında
etki gücüne ve yönlendirebilme işlevine sahip olma özellikleri, ailenin gençler üzerinde
etkili olduğu sonucunu vermektedir.
“Bana göre aile anne, baba ve çocuklardan oluşur. Ailem bana huzur ve
mutluluk veriyor. Dışarıdan eve geldiğimde mutluluğumu hissediyorum. Aile;
annem, babam ve kardeşlerimle yaşadığım her şeydir. Ya da hissettiğim bütün
duyguların toplamı ailedir. Herkes o mutluluğu farklı tarif eder. O mutluluğun
sebebi ailedir. Ben ailemde ne gördüysem onları yapıyorum. Aile bence kişinin
karakterini, hayatını şekillendiriyor. Ailemi dışarıdaki insanlarla kıyasladığımda
doğrusunu yaptıklarını görüyorum. Ailemin ahlaki değerler olsun, başkalarına
davranış vb. bana katkıda bulunduklarını düşünüyorum. Sevgilerini de
fazlasıyla veriyorlar. Ailem her türlü mutluluğu veya problemi annemle de
babamla da konuşabileceğimi öğreten bir kurum” (Betül, 20, Üniversite
Öğrencisi).
Betül Hanım’ın aileye ilişkin tanımlamasında mutluluk, huzur, iyilik, kişisel
gelişim, ahlaki değerler, sevgi, empati, dinleme becerileri, eğitim, öğrenim
kavramları dikkat çekmiştir. Ailenin bireyin mutluluk ve huzuru için önem arz
ettiği sonucu çıkarılmıştır.
“Seçemediğin halde hayatının sonuna kadar yanında olmak zorunda olduğun
insanlar topluluğudur. Sonuçta seçme hakkın olmadığı için yapacak bir şey yok.
Kendi ailem için bana olumlu etkileri oldu. Muhafazakâr orta sınıf bir ailede
71
büyüdüğüm için sahiplenme duygusu var. Yalnızlık hiç çekmedim. Ne kadar
çekirdek aile içerisinde yaşasak da anneannem, babaannem, dayımlar, amcamlar
sürekli iç içeyiz. Yalnızlık çekmedim. Paylaşma hat safhada. Başım sıkıştığında
yardıma koşacak çok insan var. Güçlü bir aile olgusu var. Olumsuz tarafı çok
fazla kalabalık olunca çok fazla özel hayat da kalmıyor. Kendine ait özel alan
daralmış oluyor. Onlar olmasaydı yalnız hissederdim. Ben aile kavramını
kullanırken çekirdek ailemden bahsetmiyorum. Dayım, amcam, anneannem,
babaannem vb. de dahil. Bizde öyle bir yapı var” (Fatih, 26, Yüksek Lisans
Öğrencisi).
Fatih Bey’in aileye ilişkin tanımlamasında sahiplenme duygusu, birlik ve beraberlik,
güçlü bir aile yapılanması, sevgi kavramları öne çıkmıştır. Fatih Bey’in tanımlamasında
diğerlerinden farklı olarak seçemediğin halde bir arada yaşamak zorunda olduğun
insanlar topluluğu ifadesi dikkat çekmiştir. Ailenin mutluluk veren, yalnızlık hissini
ortadan kaldıran, birlik ve beraberlik duygusunu aşılayan bir kurum olduğu sonucu
çıkarılmıştır.
Aile, hayatta sahip olabileceğimiz en kutsal değerdir (Merve, 24, Yüksek Lisans
Öğrencisi).
Merve Hanım’ın aileye ilişkin tanımlamasında ailenin birey üzerindeki duygusal,
psikolojik ve ruhsal önemi üzerinde durulmuştur. Aile bireyin sahip olduğu tüm
değerlerin üzerinde ayrı bir merciye yerleştirilerek kutsallığı üzerinden tanımlanmıştır.
Bu doğrultuda ailenin bireyin mahrem alanında yer aldığından söz edilebilir.
Gençlerin aileye ilişkin tanımlamalarında ailenin bir insanın hayatında olması gereken
en önemli değer olduğu sonucu çıkarılmıştır. Gençlere göre aile; bir insanın daha mutlu,
daha başarılı olmasını sağlayabilmekte, kişiye sevgi, bağlılık, birlik ve beraberlik gibi
pek çok duyguyu da kazandırabilmektedir. Elde edilen verilere göre; ailenin bireyin ilk
sosyalleştiği ve kişiliğini kazandığı ortam olmasından kaynaklı olarak gençlerin
kişiliğini, hayatını şekillendiren ve gençleri hayata hazırlayan bir kurum olduğu sonucu
çıkarılmıştır. Gençlerin görüşlerine görüşlerinden yola çıkarak ailenin bir insanın
hayatının kilit noktalarındaki biri olduğu, kişinin mutluluğu veya mutsuzluğunda,
başarısı
veya
başarısızlığında
doğrudan
çıkarılabilmektedir.
72
etki
gücüne
sahip
olduğu
sonucu
“Ailede bir bağlılık var. Aile sevgi demektir. Aile birbirine bağlı bireylerden
oluşan bir topluluk bana göre. Aile içerisinde çocuklar, anne ve baba,
büyükanne, büyükbabalar var. Hayatımızda büyüklerimiz olduğu zaman ben
kendimi daha özgür hissettiğim oluyor. Mesela aileler gittiği zaman gençlikte
yalnız hissetmişimdir. Anne ve babanın varlığı özellikle annenin varlığı bana
kendimi güvende hissettiriyor her zaman bugün bile bu böyle. Çocuklarımın
yeri çok başka” (Sebahat, 54, Ev Hanımı).
Sebahat Hanım’ın aileye ilişkin tanımlamasında bağlılık ve sevgi sözcükleri dikkat
çekmiştir. Birbirine kan bağı ile bağlı bireylerden oluşan bir topluluk olarak
tanımlanmıştır. Sebahat Hanım’ın aileye ilişkin tanımlamasında ailenin bir insanı özgür,
mutlu ve güvende hissettiren, yalnızlık duygusunu en aza indirerek birlik ve beraberlik
duygusunu aşılayan bir yapı olarak algılandığı sonucu çıkarılmıştır.
“Benim için en önemli şey ailedir. Yani yaşama sebebim aile. Aile olumlu da
olsa olumsuz da olsa parçam. Olumsuz taraflarını illaki bir tarafa bırakman
lazım. Artısıyla eksisiyle her şey olabiliyor. Yeri geliyor çok üzüldüğün yerler
oluyor. Yeri geliyor çok mutlu olduğun yerler oluyor. Ailede kan bağı olduğu
için kırgınlıkları bir tarafa bırakmak daha kolay oluyor. Bir yabancıyla kötü bir
şey yaşasan pek ala silip atarsın. Ama ailedeki sevgi bağlıyor” (Şehri, 47, İşçi).
Şehri Hanım’ın aile ile ilgili tanımlamasında mutluluk, sevgi bağı, kan bağı, birlik,
beraberlik, paylaşım kavramları dikkat çekmiştir. Aile bireyleri arasındaki sevgi ve
bağlılığın önemi vurgulanmıştır.
“Aile; anne, baba ve çocuklardan oluşan bir topluluk. Ailenin bir arada olması
güzel bir şey. Çocuğun oluyor. Mutlu oluyorsun. Aile olunca daha sorumluluk
sahibi oluyorsun. Kendini daha çok geliştiriyorsun. Yaşadıkların seni daha çok
olgunlaştırıyor” (Selda, 48, Ev Hanımı).
Selda Hanım’ın aile ile ilgili tanımlamasında mutluluk, sorumluluk bilinci, kişisel
gelişim ve olgunlaşma kavramlarının öne çıktığı gözlenmiştir.
Çocuğun varlığının
mutluluk sebebi olarak algılandığı ve ailede önem arz ettiği gözlemlenmiştir.
“Benim için aile çok önemli. Çocuklarım ailem. Onlar her şeyim. Eşim
olmadığı için çocuklarım çok kıymetli. Aile her şeyden önde gelir. İnsanın
73
olmazsa olmazıdır. Ailem olmasaydı kendimi çok yalnız hissederdim. Ailenin
varlığı bir mutluluk sebebi”(Hacer, 47, Ev Hanımı).
Hacer Hanım’ın aile ile ilgili tanımlamasında ailenin kişiyi yalnızlık ve mutsuzluktan
kurtaran, hayatını anlamlandıran ve baştan sona şekillendiren, çocuklarla birlikte değeri
artan ve büyüyen, bireyleri bir arada tutan, birleştiren ve en önemlisi de mutlu eden bir
neden olarak tanımlandığı görülmüştür.
“Çocukların ön planda olduğu anne baba ve çocuklardan oluşan topluluk.” ( Cevat, 55, Emekli).
Orta yaşlı kuşağın aile ile ilgili tanımlamalarına bakıldığında gençlerle farklılık
gösterdiği görülmektedir. Orta yaşlı kuşak mensuplarının aileyi vazgeçilmezi, yaşam
kaynağı, mutluluk sebebi olarak gördüğü gözlemlenmektedir. Çocuk ve eş kavramları
gençlerde yer almazken orta yaşlı kuşak için aile tanımında çocuk ve eş kavramının
baskın olduğu görülmektedir. Tüm bireylerin verdiği cevaplar dikkate alındığında orta
yaşlı kuşak için aile denildiğinde ilk akla gelen kişi veya kavramın çocuklar ve onların
mutluluğu olduğu görülmektedir. Elde edilen verilere göre;
yaşın, evliliğin, çocuk
sahibi olmanın verdiği sorumluluklardan dolayı bu kuşağın aile kurmayı birlik ve
beraberlik, olgunlaşma süreci olarak tanımlayabildiği gözlemlenmektedir. Orta yaşlı
kuşağın hayatını ailesine göre şekillendirdiğinden, hayatlarının belli sıkıntılarını
aşmalarındaki en önemli sebep ve mutluluk kaynağı olarak gördüklerinden söz
edilebilir.
“Benim için aile mutluluk demektir. Aile içerisinde dönem dönem
olumsuzluklar yaşansa da genel olarak iyilik fazla olduğundan mutlu bir aile
ortamı var” (Sakine, 82, Ev Hanımı).
“Aile bir geçim tablosudur. Belli bir yaşa gelen bireylerin istediği kız veya
erkekle evlendiği, çoluk çocuk sahibi olduğu bir kurumdur. Böylelikle geçim
tablosu devam eder. Belli dönemlerde ailede geçimsizlikler olabiliyor. Aile
olmazsa insan yalnız, tek başına ve mutsuz olur. Ailen olursa çoğalırsın ve
mutluluğun da çoğalır” (Ali, 79, Emekli).
“Aile hayatımızda önemli bir yere sahip. Torunlarım var. Çocuklarım var.
Yalnızım. Eşim vefat etti. Torunlarım ve çocuklarımla onlarla vakit
geçiriyorum, onlarla mutlu oluyorum. Ailem onlar. Eğer ailem olmasaydı tabiî
74
ki kendimi çok yalnız hissederdim. Onların yokluğu çok büyük bir kayıp olur
benim için” (İnci, 69, Ev Hanımı).
“Aile bence birlik demek. Çocuğunu yetiştirmek. Anne, baba olabilmektir. Evi
idare edebilmektir. Ailenin varlığı güzel bir şey. Çocuklarımdan, torunlarımdan
iyi şeyler duymak beni mutlu ediyor. Beraber olmadığımız zamanlarda bile
yakınız birbirimize. Ailemin bir sıkıntısı, derdi olsa çok üzülürüm. Ailem
olmasa kendimi çok yalnız hissederdim. Şimdi beyim köye gitti, gelecek. Evde
tek kaldım. Ailemin varlığı iyi bir şey. Onlarla birlikte olmak, kahvaltı yapmak,
sohbet etmek mutluluk veriyor” (Fatma, 69, Ev Hanımı).
“Aile kişinin hayatı boyunca gerçek anlamda sahip olabileceği tek gerçek
hazinedir. Günümüzde ekonomik değerlerin öne çıkması,bireyselliği öne
çıkarmakta.Bu ise aile kavramının sorgulanmasını beraberinde getirmekte. Bu
konuda kırsalda yaşanan aile kavramı ile kentlerde yaşanan aile kavramı bir
değildir. Kırsalda değişim, kentlerde olduğu hızla ortaya çıkmamakta.Ekonomik
nedenlerle büyük kentlere göç eden ailelerde de bir süre değişime direniş
olmakta, ancak bu süreç fazla uzun sürmemekte.” (Ali, 72, Emekli).
Elde edilen verilere göre 3 kuşağın aile ve ailenin hayatlarına olan etkilerine ilişkin
görüşlerinde anlamlı bir farklılık olduğu görülmüştür. Yaşlı kuşağın aileye ve ailenin
hayatlarına olan etkilerine ilişkin görüşleri incelendiğinde genç kuşak ile farklılık
gösterdiği gözlemlenmiştir. Orta yaşlı kuşak ile
benzerlik gösterdiği görülmüştür.
Yaşlı kuşak ve orta yaşlı kuşağın aileye ilişkin tanımlamasındaki benzerlikler arasında
ailenin geçmiş ve günümüzdeki tanımı, değişim, bireysellik, ekonomik değerler, aile
kavramının ve yapısının dönüşümü kavramlarının yer aldığı gözlemlenmiştir. Elde
edilen verilere göre yaşlı kuşak aileyi mutluluk sebebi, birlik, beraberlik, hayatlarının en
önemli varlığı, hazinesi olarak tanımlamaktadır. Bunun yanında yaşlı kuşak, geçmiş
döneme kıyasla günümüzde aile kavramının sorgulandığını, bireyselliğin ve ekonomik
değerlerin önem kazandığını düşünmektedir. Yaşlı kuşağın genç ve orta yaşlı kuşaktan
farklı olarak torun kavramına aile tanımı içerisinde vurguladığı görülmüştür. Yaşlanan
insanlar giderek tek başlarına ve yalnız kaldıkları, çevrelerindeki insan sayısı da
zamanla azaldığı için ailenin varlığının mutluluk, yokluğunun da yalnızlık hissine yol
açtığı gözlemlenmiştir. Genç kuşağın görüşlerine göre aile; hayatlarını şekillendiren,
75
yön veren, anlamlı kılan, bağlılık duygusunu kazandıran ve daha güçlü hissettiren bir
konumda tanımlanırken, orta yaşlı kuşağa göre; aile bireye sorumluluk bilincini
kazandırarak, olgunlaştıran ve güçlendiren bir yapı iken yaşlı kuşağa göre; aile mutluluk
veren ve yalnızlık duygusunu azaltan bir topluluk olarak tanımlanmıştır. Aile ile ilgili
tanımlamalarda 3 kuşağın da aileyi mutluluk kavramı ile tanımlaması benzerlik
göstermektedir.
76
Tablo 1- Kuşaklar İçin Ailenin Anlamı ve Hayatlarına Olan Etkileri
Yaş
Öğrenim
Düzeyi
Aileye İlişkin Kodlar
1. Aile Genç
20
Üniversite
Mutluluk, Danışma,
Yönlendirme
Orta
1. Aile Yaşlı
54
İlkokul
Sevgi, Bağlılık, Güven
1. Aile Yaşlı
82
İlkokul
Mutluluk
2. Aile Genç
25
Üniversite
Mutluluk, Bağlılık, Güç
Aile
Kuşak
2.Aile
Orta
Yaşlı
47
İlkokul
Sevgi, Mutluluk
2.Aile
Yaşlı
79
İlkokul
Mutluluk, Bağlılık, Birlik ve
beraberlik
3.Aile
Genç
20
Üniversite
Mutluluk, Kişisel Gelişim,
Huzur, Sevgi, Ahlaki Değer
3.Aile
Orta
Yaşlı
48
İlkokul
Mutluluk, Sorumluluk, Kişisel
Gelişim
3.Aile
Yaşlı
69
İlkokul
Mutluluk
4. Aile Genç
26
Yüksek Lisans
Mutluluk, Birlik ve beraberlik,
Sevgi
Orta
4. Aile Yaşlı
47
İlkokul
Mutluluk, Bağlılık
4. Aile Yaşlı
69
İlkokul
Mutluluk, Birlik, Paylaşım
5. Aile Genç
24
Yüksek Lisans
Mutluluk, Bağlılık, Değer
Orta
5. Aile Yaşlı
55
Üniversite
Mutluluk, Sevgi
5. Aile Yaşlı
72
Üniversite
Mutluluk, Değer
77
Benzerlikler
Farklılıklar
Mutluluk
Güven,
Bağlılık,
Danışma ve
Yönlendirme
Mutluluk ve
Bağlılık
Güç
Mutluluk ve
Kişisel Gelişim
Huzur,
Ahlaki
Değer
Mutluluk, Birlik
ve Beraberlik
Sevgi
Mutluluk ve
Değer
Bağlılık
5.2.Kuşaklar Arasında Yaşanan İletişim Kopukluğunun Aile İçi İletişime Etkisi
Bu bölümde kuşaklar arasında yaşanan iletişim kopukluklarının aile ilişkilerine ve aile
içi iletişim süreçlerine yansımaları değerlendirilmiştir. Bu anlamda kuşakların
birbirleriyle kurdukları ilişkilerdeki iletişim kopukluğunun sebeplerine ve kaynaklarına
değinilerek, aile içi iletişime etkisinin izi sürülmüştür.
Kuşaklar arasında yaş, eğitim düzeyi, yaşanan dönem ve ortamın farklılığı, kültürel ve
toplumsal yapıdaki değişmeler, ebeveynlerin bakış açısındaki değişimler, iletişim
teknolojileri ve kişilik gibi pek çok nedenle çatışmalar, iletişim farklılıkları ve buna
bağlı iletişim kopuklukları yaşanabilmektedir. Elde edilen veriler incelendiğinde
kuşaklar arasında iletişim kopukluğuna bağlı olarak çatışmaların yaşanabildiği
görülmektedir.
“Ailemizde her birey birbirinin ne demek istediğini aslında tam olarak
anlamıyor. İletişim kopukluğu var. Dinlememe var. Kendini ifade edememe, o
anda dinlememe var. Mesela ben çok sinirlenirim. O anda dinlemem. Dinlesem
aslında her şey düzelecek. Ama o an dinlemediğim için iletişimi koparıyoruz.
Bu da kötü sonuçlara yol açıyor. Belli tartışma dönemleri dışında genel olarak
duygu ve düşüncelerimi ifade edebildiğimi düşünüyorum” (Tuğba, 20,
Üniversite Öğrencisi).
Tuğba Hanım’ın görüşleri ailelerinde iletişim kopukluğu ve dinleme eksikliğine bağlı
bir iletişim probleminin varlığını ortaya koymaktadır. Sorunların nasıl çözülebileceğinin
de bilincinde olan Tuğba Hanım’ın genel olarak ailesine duygu ve düşüncelerini ifade
edebilen, sağlıklı bir iletişim ortamı için iletişim eksikliğinin giderilmesi gerektiğinin
farkında olan bir bakış açısı içerisinde olduğu görülebilmektedir.
“Baştan sona sağlıklı bir iletişim ortamından bahsedemeyiz. Sorunların
başlangıcı iletişim eksikliği. Eğer bir ailede iletişim eksikliği varsa sorun vardır.
İletişim eksikliği olduğu sürece sorunlar çözülebilecekse bile çözülemez. Aile
içerisinde iletişimsizlik insanın sosyal hayatına göre daha fazla. Çünkü insanlar
aile içerisinde dışarıda olduğu gibi davranmıyor. Aile içerisinde herkes biraz
daha kendi kabuğuna çekilir. Duygularını çok fazla ifade etmez. Bence iletişim
daha azdır. Ev içinde iletişimde saygı çok önemli. Saygısızlık olduğunda
78
iletişim bozulur. Genelde insanlar aile içi iletişimi çok fazla kullanmıyor. Bizim
ailede de geçerli. Daha sağlıklı iletişim kursak her şey daha çabuk çözülür. Aile
içi iletişim çok sağlıklı değil” (Yasemin, 25, Üniversite Mezunu).
Yasemin Hanım’ın ailesi ile olan iletişimine yönelik görüşlerinin Tuğba Hanım’ın
görüşleri ile benzerlik gösterdiği görülmüştür. Elde edilen verilere göre; ailedeki en
büyük eksiklik iletişim eksikliği olarak dikkat çekmiştir.
İletişim eksikliğinin
giderilerek sağlıklı bir iletişim ortamı kurulabilmesinde saygının öncelikli olduğu,
karşılıklı anlayış ve hoşgörü içerisinde etkin dinleme becerilerinin etkin rol oynadığı
sonucu çıkarılmıştır.
“Annem, babam apaçık her şeyi rahatlıkla söylüyor. Ama gençlere geldiğinde
belli şeyleri söyleyemediği durumlar oluyor. Bazı şeyleri saygıdan ötürü
açamıyoruz. Ya da çok önemli bir şey değildir. Ama söyleyemediğimiz bir
şeyler ablamda da, bende de, kardeşimde de oluyor. Büyükler biraz daha rahat
bu konuda. Anne, baba belki sadece maddi konularda belli şeyleri dile
getiremeyebilir. Ben rahatlıkla kendimi ifade edebiliyorum. Ama ifade
edemediğim zamanlar da oluyor. İfade edemediklerim çok da önemli olmuyor.
Ben kendim halletmeye çalışıyorum. Sağlıklı bir iletişim ortamı var” (Betül, 20,
Üniversite Öğrencisi).
Betül Hanım’ın aile bireyleri arasında kurulan iletişime yönelik görüşlerinden elde
edilen verilere göre; aile büyüklerinin kendini daha rahat ifade ettiği, gençlerin saygıdan
ötürü belli sorunlarını paylaşmaktan çekindiği geleneksel bir aile yapılanmasının var
olduğu sonucu çıkarılmıştır.
Belli çekingenliklerin aşılmasının, saygı çerçevesi
içerisinde aile bireylerinin her konuyu rahatlıkla konuşabilmesi ve birbirlerini
dinlemesinin aile içerisinde her bireyin duygu ve düşüncelerini rahatça ifade edebildiği
bir iletişim ortamına zemin hazırlayacağından söz edilebilmektedir.
“Bizim gizli saklımız yok. Çok rahat bir şekilde her şeyi konuşabiliyoruz. Biz
hep beraberdik. Babamı çok küçükken kaybettik. Annem, Şeyda, ben genelde
evdeyiz. Erkek kardeşim 4 yıldır Yalova’da. Babaannem genelde eve geç
gelme, geç gitme vb. karışır. Ama bu konuda da orta noktayı buluyoruz “ (Fatih,
26, Yüksek Lisans Öğrencisi).
79
Fatih Bey’in aile bireyleri ile olan iletişim sürecine yönelik görüşlerinden elde edilen
verilere göre;
ailede eve geç girme vb. konularda belli iletişim kopukluklarının
yaşanabildiği ancak küçük sorunların aile içerisinde ortak bir noktayı bularak, karşılıklı
anlayış içerisinde ve birbirilerini kırmadan çözümlenebileceği sonucu çıkarılmıştır.
“Elbette ki her bireyin kendini rahatlıkla ifade edebileceği bir ortam var. Benim
için kendimi en rahat ifade edebildiğim ortam ailem.” (Merve, 24, Yüksek
Lisans Öğrencisi).
Elde edilen verilerden gençlerin aile ile kurulan iletişime yönelik görüşlerinin aileleriyle
sorunlarını rahatça paylaşabildikleri ancak belli durumlarda iletişim eksikliği,
dinlememe veya saygısızlığa bağlı olarak problemlerin dönem dönem yaşanabileceği
yönünde olduğu sonucu çıkarılmıştır. Gençlerin aile ile ilgili görüşlerinden elde edilen
verilere göre geleneksel ve modern olmak üzere aile yapılanmalarında farklılıklar
olduğu gözlemlenmiştir. Alınan görüşlerden yola çıkarak ailede genel olarak sağlıklı
bir iletişim ortamının varlığı için bireylerin birbirlerini dinlediği, ailenin bir arada
konuşabildiği zamanların oluşturulması gerektiğinden söz edilebilir. Sonuç olarak aile
bireylerinin birbiriyle sağlıklı iletişim kurabilmesi için birbirlerini anlaması, empati
kurması, dinleme becerilerini geliştirmesi, saygılı olması ve bu sayede iletişim
eksikliklerinin giderilmesi gerekmektedir. Saygı çerçevesinde dinleme ve empati
becerileri
ile
etkin
iletişim
kurulduğunda
sağlıklı
bir
aile
içi
iletişimin
kurulabileceğinden söz edilebilmektedir.
“Birbirimizi çok severiz ama her ailede olduğu gibi zaman zaman tartışmalar
oluyor. Özellikle çocuklar arasında olabiliyor. Genelde mutlu bir aileyiz. İnsan
ne isterse kendisi yapıyor. İyi anlaşmak isterseniz anlaşıyorsunuz. İyi iletişim
kurmak için biraz kendinden de vermen gerekiyor. Bizim evde her birey duygu
ve düşüncesini rahatlıkla ifade edebilir. Sağlıklı bir iletişim ortamı var. Bende
annemden hoşgörü ve anlayış gördüğüm için çocuklarıma bu şekilde
davranıyorum. Annem beni anlayan bir kişiydi. Şimdi zaman farklı, ortam,
yaşam farklı” (Sebahat, 54, Ev Hanımı).
“Bizde bir şeyler konuşulurken o kavgaya dönüşüyor. Birbirimizi dinlemeyi
bilmiyoruz. Herkes benim dediğim doğru, ben haklıyım olarak görüyor.
Herkesin kendine göre haklı. Önce benim dediğim diyor. Alttan alan yok.
80
Bence ailemizde çok da sağlıklı bir iletişim ortamından söz edilemez” (Şehri,
47, İşçi).
“Çocuklarımızla bir sorun olduğu zaman bana veya eşime söylediklerinde
beraber halledebiliyoruz. Birbirimize sıkıntımız veya bir ihtiyacımız olduğunda
rahatça söyleyebiliyoruz. Özellikle çocuklarda herhangi bir çekinme olmuyor.
Açıkça söyleyebiliyorlar”(Selda, 48, Ev Hanımı).
“Bizde otoriter bir aile yok. Çocuklar istediklerini paylaşırlar. İstemediklerini
paylaşmazlar. Ben elimden geldiği kadar dinlemeye, anlamaya çalışırım. Tabiki
herkesin düşüncesi de farklıdır. Herkesin farklı bir karakteri var. Herkesi olduğu
gibi kabul etmek zorundayız. Çocuklarım bir derdi olduğunda bana anlatmaya
çekinmezler. Rahatça anlatabilirler. Söylemedikleri bazı şeyler olabilir. Ben
üzülmeyeyim diye söylemiyor olabilirler. Çünkü bazı şeylerini sonradan
duyarım. Ama genelde söylerler. Ben baskı yapmam. Mutlu bir anları
olduğunda da hemen söylerler. Annem, babam da çok yaşlı olmadıkları için
anlaşmak kolay oluyor” (Hacer, 47, Ev Hanımı).
“Ailemizde herkes fikrini özgürce söyleyebilir. Duygu ve düşüncelerini rahatça
dile getirebilir.” (Cevat, 55, Emekli).
Orta yaşlı kuşağın ailedeki bireyler arasında yaşanan iletişim için belirttiği görüşler de
kendi içinde aile yapılanmasına göre farklılık gösterebilmektedir. Şehri Hanım,
çocukları
ile
iletişim
kurarken
birden
konuşmanın
dinlememe
ve
iletişim
kopukluğundan kaynaklı olarak tartışmaya dönüşebildiğini belirtirken, Selda Hanım
çocuklarının kendisine her konuyu rahatlıkla dile getirebildiğini, aralarında bir sorun
olmadığını ifade edebilmektedir. Cevat Bey ise ailede her bireyin görüşlerini özgürce
dile getirebileceğini belirtmiştir. Orta kuşağın aile bireyleri arasındaki iletişim sürecine
ilişkin görüşlerindeki farklılık geleneksel ve modern aile yapısının birey üzerindeki
etkisini yansıtmaktadır. Nitekim geleneksel aile yapılarında belli konuları konuşmaktan
çekinilirken,
modern
aile
yapılanmasında
bireyler
görüşlerini
rahatça
ifade
edebilmektedir. Elde edilen verilere göre orta yaşlı kuşağın kuşaklar arasında yaşanan
iletişim kopukluğunun aile içi iletişime etkisinin en aza indirebilmesine ilişkin
önerilerinin dinleme becerilerinin geliştirilmesi, karşılıklı anlayışın varlığı ve belli
81
çekinme durumlarının ortadan kalkarak rahat bir konuşma ortamının sağlanması olarak
sıralandığı görülmüştür.
“Aile içerisinde sağlıklı bir iletişim var. Herkes duygu ve düşüncelerini ifade
edebilir. Aile bireyleri olarak aramıza kötülük girmez, birbirimizle hep iyi
geçiniriz” (Sakine, 82, Ev Hanımı).
“Ailenizle geçimsiz olursanız etrafındaki, çevrenizdeki insanlar, komşularınız
birleştirmeye çalışırlar. Büyük bir geçimsizlik olursa boşanma davasına kadar
gider. Ancak bizim ailede böyle bir durum yok. Birbirimizi sever ve anlamaya
çalışırız. Arada problemler olduğunda genelde alttan almayı, anlayışlı olmayı
tercih ederim. Her şeyi konuşabiliyoruz. Her akşam bir arada akşam
yemeklerini yer, biraraya gelir, konuşuruz” (Ali, 79, Emekli).
“Kızım, torunum ve ben evde üç kişi yaşıyoruz. Aile içerisinde hiçbir
sorunumuz yok. Torunum bir sıkıntısı olduğunda gelir bana anlatır. Ben onu
cevaplarım, ona dert ortağı olurum. Kızımla da öyle. Çocuklarımın bir sıkıntısı
olursa bana rahatlıkla anlatabilir. Torunum şu an ergenlik çağında ama
konuşabiliyoruz” (İnci, 69, Ev Hanımı).
“Bir şey olduğunda birbirimizle anlaşarak, konuşarak dile getirebiliyoruz.
Bazen biraz çekinme durumu oluyor. Eskiden aldığımız değerlerden ötürü belli
konularda birbirimize açılamadığımız da oluyor. Ama torunlarım da çocuklarım
da benimle rahatlıkla konuşabiliyor” (Fatma, 69, Ev Hanımı).
“Günümüzde aile bireyleri arasında özellikle büyük kentlerde giderek ciddi
boyutlara tırmanan bir iletişimsizlikten söz etmek mümkündür. Özellikle görsel
medyanın günümüzde ulaştığı boyut aile fertleri arasında iletişimi olumsuz
yönde etkilemektedir. Aile bireylerinin duygu ve düşüncelerini rahatlıkla ifade
edebileceği
bir
iletişim
ortamından
söz
etmek
pek
mümkün
gözükmemekte.”(Ali, 72, Emekli).
Elde edilen verilere göre kuşaklar arasında yaşanan iletişim kopukluklarının aile içi
iletişime etkisine ilişkin yaşlı kuşağın görüşlerinin farklılık gösterdiğinden söz
edilebilmektedir. Yaşlı kuşağın görüşlerinden elde edilen verilere göre aile içi iletişim
sürecine yönelik iki farklı sonuç çıkarılmıştır. İlkinin ailede büyük bir problem
yaşanmadığı
ve
ufak
tefek
yaşanan
82
sorunların
da
konuşarak,
anlaşarak
giderilebileceğine ilişkin olduğu görülmüştür. İkincisinin ise özellikle büyük şehirlerde
aile bireyleri arasında giderek artan bir iletişimsizliğin yaşandığı, iletişim kopukluğunun
her geçen gün arttığına yönelik olduğu gözlenmiştir. Yaşlı kuşaktan elde edilen
verilerdeki farklılık aile yapılanması ve kültürün bireyin hayata bakışı üzerindeki
etkisini göstermektedir. Bu doğrultuda aile içerisinde bireylerin birbirine kendini ifade
etme, dinleme, empati kurabilme imkanı olduğunda, verilen mesajlar ben dili ile
aktarıldığında, anlaşabilmek için ortak noktalara yoğunlaşıldığında ailede sağlıklı bir
iletişim ortamının kurulmasının mümkün olduğu gözlenmektedir. Elde edilen veriler
ışığında kuşaklar arasında yaşanan iletişim kopuklukları ile aile içi iletişimin sağlıklı
ilerleyebilmesi arasında anlamlı bir ilişki olduğundan söz edilebilmektedir. 3 kuşaktan
elde edilen verilere göre kuşaklar arasında yaşanan iletişim kopukluğunun altında yatan
sebeplerin dinleme eksikliği, saygısızlık, karşılıklı anlayış ve hoşgörünün olmaması, her
bireyin tartışma anında kendini haklı gören yaklaşımı vb. olduğu sonucu
çıkarılabilmektedir. Sağlıklı bir aile içi iletişim ortamı oluşturulabilmesinde ve iletişim
kopukluklarının giderilebilmesinde dinleme becerileri, empati, hoşgörü, anlayış ve saygı
faktörlerinin etkili olacağı gözlemlenebilmektedir.
5.3. Kuşaklar Arasında Çatışmaya Yol Açan Faktörlerin Aile İçi İletişime Etkisi
Bu bölümde eğitim, hayata bakış, yaş, dönem vb. birçok açıdan farklı olan aile
bireylerinin, aralarında yaşanan sorunları ortaya çıkarmak hedeflenmiştir. Kuşaklar
arasında çatışmaya yol açan faktörlere değinilerek çatışmaların en aza indirilmesi için
problemin kaynakları öğrenilmek istenmiştir.
“Zaman zaman çatışmalar oluyor. Çok asileşince çatışmalar oluyor. Genelde
birbirimizi anlıyoruz. İletişim kopukluğu çok fazla olmuyor. İletişim
problemlerini daha çok 2. Kuşak olarak anne ve babamla yaşıyorum.
Anneannem eskiden çok karışırdı. Şimdi karışmıyor. Eskiden okuldan geç
gelişimize bile üzülürdü. Ama ortam değiştikçe anneannem de adapte
oldu”(Tuğba, 20, Üniversite Öğrencisi).
Tuğba Hanım’ın görüşüne göre kuşaklar arasında yaşanan çatışmaların aile içi iletişime
yansıdığından söz edilebilmektedir. İletişim kopukluğuna bağlı olarak kuşaklar arasında
83
çatışmaların yaşanabildiği ve bu çatışmaların daha çok 2. Kuşak ile olduğu
görülebilmektedir.
“Tabiki yaşanıyor. Çünkü insanlar birbirini anlayamıyor. Hoşgörüsüz
davranıyor. Bazen saygısızlık olabiliyor. Bazen insanlar birbirine sevgisini
gösteremiyor. Bu da kapalı bir toplum yapısında yetişmemizden kaynaklanıyor.
Bazı değerler sevgiden, saygıdan önemli olabiliyor” (Yasemin, 25, Üniversite
Mezunu).
Yasemin Hanım’ın görüşlerinden elde edilen verilere göre;
aile içerisinde sağlıklı
iletişim için anahtar kavramın empati olduğu gözlemlenmiştir. Aile içerisindeki iletişim
problemlerinin giderilmesinde rol oynayan diğer faktörler olarak saygı, sevgi, karşılıklı
anlayış ve hoşgörü öne çıkmıştır.
“Yaşanmaz mı yaşanır. Daha çok maddi olarak yaşanıyor. Ama üstesinden
gelinmeyecek bir durum değil. Manevi olarak baktığımızda çok duygusal bir
aileyiz. Duygusal olunca çatışmalar da en aza iniyor. Çatışma daha az oluyor ve
daha kolay geçiyor. Günlük işlerden dolayı çatışma oluyor. Gerçek duygulara
indiğimde herhangi bir kin, hırs, kapris vb. herhangi bir çatışmamız yok. Bizde
çok fazla bağlılık olduğu için çok bir problemimiz olmuyor. Bizde aile
içerisinde sorun yok. Sadece dışarıdan yansıyanlar sorun oluyor. Mesela maddi
bir sorun olur, eve yansır. Ablamın evliliğinde bir şey olur, bize yansır. Benim
okulumda notlarım düşer vb. o zaman sorun olur” (Betül, 20, Üniversite
Öğrencisi).
Betül Hanım’ın ailede yaşanan iletişim problemlerine ilişkin görüşlerinden çatışma
ortamının giderilmesinde birlik ve bağlılık, sevgi değerlerinin rol oynadığı sonucu
çıkarılmıştır. Aile içerisinde dışarıdan kaynaklı problemlerin çatışmalara yol açabilecek
faktörler arasında yer aldığı gözlemlenmektedir.
“Biz birbirimize çok fazla müdahale eden tipler değiliz. Ortak bir mutabakat
sağlama şansımız zaten yok. Ama birbirimizi kısıtlayıcı bir yapımız da yok.
Mesela ben geç gelsem veya Şeyda geç gelse annem karışmaz. Sadece nereye
gittiğimizi, ne zaman geleceğimizi bilmek ister. Çok aşırı müdahaleci bir ailem
yok. Ama annemle ittifak olduğumuz konular azdır. Çünkü onun bakışı ile
benim bakışım farklı. Ama aramızda iletişimsizlik yok. Yalan hiç yok. Ben bir
84
arkadaşımla gidiyorsam annem bilir o arkadaşımla gittiğimi. O konuda şeffaflık
var. Onaylamadığımı bir şey yaparsam kızar, bağırır. Ama anlaşıp çözeriz.
Tartışıyoruz ama kırıcı bir şekilde değil. Ne kadar karşıt fikirlerimiz olsa da orta
yolu bulmak zorundayız” (Fatih, 26, Yüksek Lisans Öğrencisi).
“Aile içerisinde iletişim ile ilgili bir problemimiz yok” (Merve, 24, Yüksek
Lisans Öğrencisi).
Genç kuşağın görüşlerinden elde edilen verilere göre kuşaklar arasında çatışmaya yol
açan faktörlerin aile içi iletişimi etkilediğinden söz edilebilmektedir. Elde edilen
verilere göre iletişim kopukluğu, dinleme eksikliği, görüş farklılıkları ve saygısızlık
faktörlerinin kuşaklar arasında çatışmaya yol açan faktörler arasında yer aldığı
gözlemlenmiştir. Aile bireyleri arasında iletişim kopukluğu, dinleme eksikliği, görüş
farklılıkları ve saygısızlık nedeniyle yaşanan çatışmaların ortak bir anlaşma zemini
bulunarak
çözümlenebildiği
görülebilmektedir.
Kuşaklar
arasında
çatışmaların
yaşanması doğal bir sonuç olarak görülebilmektedir. Bu noktada yapılması gerekenin
farklılıklara rağmen birbirini anlayabilmek, karşılıklı anlayış, hoşgörü ve saygı
çerçevesinde iletişim kurabilmekten geçtiği sonucu çıkarılabilmektedir.
“Yaşanıyor tabi. Eskiden büyükler varken küçükler konuşmazdı. Şimdi öyle
değil. Büyük konuşurdu. Küçük saygı ile otururdu. Aileden izinsiz gezmeye
gitmek yoktu. Benim çocuklarım da pek dışarı çıkan bir çocuk değil. Dışarı
çıkarken sorarlar ve giderler” (Sebahat, 54, Ev Hanımı).
“Biz aile olarak küçüklükten beri sorunlu yaşadık. Bu yüzden iletişim
problemleri, çatışmalar zaman zaman olabiliyor. Bir tarafta annem, babam diğer
tarafta çocuklarım arasında kaldım. Bir şeyleri görmemezlikten geldim. Alttan
aldım. Annem, babam köyde yetişmiş insanlar. Kuşak farkı var. Böyle olunca
çocuklar hırpalanıyor. Ben arada kalıyorum”(Şehri, 47, İşçi).
“Dönem dönem tabiî ki oluyor. Herkesin görüşü farklı farklı olduğu için zıt
olduğu zamanlarda oluyor. Çocuklarımızın bakış açısı farklı. Bizim büyük
olarak farklı olduğu için çatışma oluyor. Olmuyor değil. Maddi sıkıntılardan
dolayı da olabiliyor. İş-meslek seçimi konusunda da olabiliyor. Eğitim
konusunda da oluyor. Mesela kızım üniversite 3.sınıfta bölüm değiştirmek
85
istiyor. Biz de bitirip ardından başka bir bölüm okuyabileceğini söylüyoruz”
(Selda, 48, Ev Hanımı).
“Büyük problemler yaşamadık. Ama küçük tartışmalar oluyor. Ufak tefek
günlük tartışmalar olur. Küskünlük olmaz. Evden kimse gitmez. Oturup
konuşuruz. Aramızda büyük bir sorun hiç olmadı. Ben elimden geldiğince
sorunları çözmeye çalışırım. Çocuklarım çok sorumsuz olmadıkları için büyük
problemler de olmuyor. Çocukların gittikleri yerler, gezdikleri yerler de bellidir.
Bana haber verdikleri sürece sorun yaşamayız” (Hacer, 47, Ev Hanımı).
“Ailemizde iletişim problemleri yaşanmıyor.” (Cevat, 55, Emekli).
Aile bireyleri arasında yaşanan problemlere ilişkin görüşler değerlendirildiğinde
problemlerin ve sorunların çok büyük sebeplere bağlı olmamakla birlikte ailede iletişim
problemlerinin yaşandığı gözlenmektedir. Orta yaşlı kuşağın görüşleri dikkate
alındığında aile bireyleri arasında yaşanan çatışmaların birbirini anlamama, dinlememe,
empati kuramama, saygı eksikliği, maddi sıkıntılar, küçük sorunların iletişim
kopukluğundan kaynaklı olarak büyümesi, hayata bakış, görüş farklılıkları gibi genel
olarak iletişim eksikliğine ve kurulmaya çalışılan iletişimdeki hatalara bağlı olduğu
gözlemlenmektedir. Elde edilen veriler ışığında kuşaklar arasında çatışmaya yol açan
faktörlerin başında iletişim eksikliğinin geldiği ve kuşaklar arasında çatışmaya yol açan
faktörlerin sağlıklı aile içi iletişim süreci kurulabilmesini zedelediği sonucu
çıkarılmıştır. Bu doğrultuda kuşaklar arasında çatışmaya yol açan faktörler ile aile içi
iletişimin başarısı arasında yakın bir ilişki olduğundan söz edilebilmektedir.
“Birbirimize karşı her zaman saygı ve sevgimiz olduğundan dolayı iletişim
problemi yaşamadık. Saygı ve sevgi olmazsa zaten iyilik de olmaz” (Sakine, 82,
Ev Hanımı).
“İletişim problemlerinin nedeni para sıkıntısı olabiliyor. Ya da araya biri
girdiğinde çıkabiliyor. Herhangi bir tanıdık, arkadaş, komşu bile bazen arayı
bozabiliyor. Torunlar dediklerini yapmadığımda aksilik çıkarıyor. Gönlünü
etmeye, alttan almaya, beklentisini karşılamaya çalışırım. Onu memnun etmek
için hediye alırım” (Ali, 79, Emekli).
86
“Ailemizde çok fazla olmamakla birlikte belli konularda yaşanıyor. Mesela
torunumun bölüm, alan tercihinde biz sayısal okumasını istiyoruz. Torunum eşit
ağırlık istiyor gibi belli sebepler olabiliyor. Biz önce doktor olsun vb. sağlam
mesleği olsun düşüncesindeydik. İlerisi için iş problemi yaşamasın istedik. Ama
artık kendisine bıraktık” (İnci, 69, Ev Hanımı).
“Mesela bir torunum bu sene üniversite sınavına girdi. Onun düşünceleri daha
farklı. Gençlerin düşüncesi bizimki gibi değil. Bazen onların düşünceleri bana
yanlış gelebiliyor. Biz gençlere yardımcı olmak zorundayız. Gençler okuduğu,
yaşadığı hayatı kendisi tabi daha iyi bilir. Benim çocuklarımla, torunlarımla
çatıştığım bir durum hiç yok. Eve geç geldikleri durumlarda ben kızmam. Ama
babası veya dedesi torunlara kızabiliyor. Bu sorun biraz var. Büyükler tabi
gençlere bir yere kadar karışabiliyor” (Fatma, 69, Ev Hanımı).
“Günümüzde aile bireyleri arasında iletişim problemlerinin yaşandığını
söyleyebiliriz.Çekirdek aile giderek parçalanmakta. Bu konuda çok ciddi bir
algı yönetimi söz konusu. Bunun en önemli nedeni kanımca bireyin giderek
yalnızlaşmasıdır.” (Ali, 72, Emekli).
Kuşaklar arasında çatışmaya yol açan faktörlerin aile içi iletişime etkisine ilişkin elde
edilen verilere göre yaşlı kuşağın görüşleri farklılık göstermektedir. Aile içerisinde hiç
iletişim problemi ve sıkıntının yaşanmadığını, her zaman saygı ve sevgi çerçevesinde
ilişkilerin yürüdüğünü belirtenler olduğu gibi,
üniversite sınavları, meslek tercihi,
maddi sıkıntılar, eve geç gelme, birbirine fazla vakit ayıramama vb. nedenler ötürü
kuşak çatışmalarının yaşandığını belirten görüşler de olabilmektedir. Elde edilen
verilere göre kuşaklar arasında çatışmaya yol açan faktörlerde yaşlı kuşağın genç ve orta
yaşlı kuşaktan farklı görüşleri olduğu görülebilmektedir. Genç ve orta yaşlı kuşağın
görüşlerinde yer almayan eve geç gelme, birbirine fazla vakit ayıramama, meslek tercihi
ve üniversite sınavları gibi sebeplerin kuşaklar arasında çatışmaya yol açan faktörler
arasında gösterildiği gözlemlenebilmektedir.
5.3.1.Aile Değerleri
Bu bölümde günümüzde iletişim teknolojileri, internet, yaş, cinsiyet, gelenek ve
göreneklerdeki yozlaşma ve yaşanan dönem vb. sebeplerle aile değerlerinde yaşanan
87
dönüşümün kuşaklar arasında iletişim farklılıklarına sebep olup olmadığını ortaya
çıkarmak amaçlanmıştır.
“Gençler olarak benzer bir bakış açısı var. Ailemize çok değer veriyoruz. Aile
ile hiçbir şey bir tutulamaz. Anneannem ile biraz çatışabilir. Ancak annem ile
aile değerlerine bakışımız aynı”(Tuğba, 20, Üniversite Öğrencisi).
Tuğba Hanım’ın görüşü aile değerlerine bakış anlamında kuşaklar arasında herhangi bir
farklılık olmadığına yönelik olmuştur. 3.kuşak ile farklı olsa bile 2. Kuşak yani anne ve
baba konumunda orta yaşlı kesim ile gençler arasında problemlerin yaşanmadığı
düşünülmektedir.
“Mesela benim dünyaya bakışım ile anne ve anneannem, dedem arasında
farklılıklar var. Ben bir şey söylediğimde annem daha farklı, dedem daha farklı
anlıyor. Bu farklılıklar yetişme tarzından, dünyaya bakış açısından, aldığımız
eğitim, ortamdan, sosyal çevremizden, karakterimizden kaynaklanıyor”
(Yasemin, 25, Üniversite Mezunu).
Yasemin Hanım’ın görüşü ise Tuğba Hanım’dan farklı olarak ailede 3 kuşağın da
birbirinden farklı düşündüğüne yöneliktir. Kuşaklar arasındaki iletişim farklılıklarının
aile bireylerinin yetişme tarzı, dünyaya bakış açıları, aldıkları eğitim, sosyal çevre ve
kişilik yapısı faktörleri gibi pek çok parametreye göre farklılık gösterebileceği
düşünülmektedir.
“Çok var. Mesela anneannem yaşlı ve yalnız kaldığı için hep ilgi, alaka istiyor.
Görmediğinde küsüyor, darılıyor. Sonra onun gönlünü almaya çalışıyoruz.
Annem anneanneme göre belli konularda daha açık ve hoşgörülü. Yaştan ve
görülen çevreden kaynaklanan bir farklılık var. Anneannem sıkı bir çevre,
annem biraz daha rahat, bende ise çok daha rahat bir çevre gibi farklılık var.
Ailem sıkı ama beni her konuda rahat bıraktılar. Ailem muhafazakardır. Annem,
babam beni rahat bıraktı. Ama bir yandan da eve geç gelme vb. konuda doğru
olanı söylüyorlar. Geç gelme, güvenemiyorsun vb. Ya da kızım derslerine çalış.
İyi bir geleceğin olsun diyerek doğru olanı aşılıyorlar. Kişinin kendi fikirleri de
önemli Anneannem sıkı bir çevreden geliyor. Ama şu anki fikirlerine bakıyoruz.
Geniş düşünüyor. Annem de anneannem de zamana ayak uydurabildikleri için
aramızda çok fazla çatışma olmuyor. Bizde saygı gösterdiğimiz için çatışmalar
88
da çok azalıyor. Bence kişinin kendisine ve kendisini eğitmesine göre de çok
değişiyor” (Betül, 20, Üniversite Öğrencisi).
Betül Hanım’ın görüşü 3. kuşağın aile değerlerine bakış açılarının benzerlik veya
farklılığında kişilerin hayata bakış açılarının ve kendilerini geliştirmelerinin etkili
olacağına yöneliktir. Aile bireyleri ile yaşadığı süreçten söz eden Betül Hanım, aile
büyüklerinin gençlere anlayışlı davrandığı sürece kuşaklar arasında aile değerlerine
yönelik bir iletişim farklılığının azalacağı düşüncesindedir.
“Annem ve anneannem gitmemeni istiyorsam gitmemelisin düşüncesinde. Biz
yeni jenerasyon olara kardeşim, kuzenlerim vb. ne yapmak istiyorsak özgür,
bireysel tercihlerimizi yapmak istiyoruz. Farklılık olması çok normal. Annemle
20 küsür yaş, bir 20 küsür yaş anneannemi düşünürsek normal bir kırılma.
Eğitim düzeylerimiz farklı. Hayata bakış yerlerimiz farklı. Hayat tecrübelerimiz
farklı. Tüketim noktasında farklıyız. Annem, anneannem daha tutumludur. Ama
yeni jenerasyon daha rahat. Birikim yapmaktansa biraz daha harcayalım
noktasında. Çünkü onlardan çocukların geleceği düşüncesi var. Bizde de daha
çok kendi hayatımız düşüncesi var. Bekarız onun da etkisi var. Ekonomik
olarak düzey gittikçe yukarı çıktığı için farklıyız. Anneannemler daha kötü
şartlarda yaşamışlar ekonomik anlamda. Annemle babamın ekonomik durumu
çok daha iyi. Benimki muhtemelen onlarınkinden biraz daha iyi olacak. Bizim
jenerasyon bencil. Önceki kuşaklar daha fedakar” (Fatih, 26, Yüksek Lisans
Öğrencisi).
Aile değerlerine bakış anlamında kuşaklar arasında farklılıkların bulunduğunu ve bu
farklılıkların normal olduğunu düşünen Fatih Bey’in, daha önceki kuşaklar ile yaşanan
farklılıklarda hayata bakış, hayat tecrübeleri, eğitim düzeyi faktörlerine dikkat çektiği
görülmektedir.
“Bazı durumlarda olabiliyor bence uç boyutta bir farklılığımız yok” (Merve, 24,
Yüksek Lisans Öğrencisi).
Genç kuşaktan elde edilen verilere göre kuşaklar arasında aile değerlerine bakış
anlamında farklılıklar olduğu görülebilmektedir. Elde edilen verilere göre kuşaklar
arasında aile değerlerine bakış anlamında yaşanan farklılıkların hayata bakış, hayat
tecrübeleri, yaş, eğitim seviyesi, sosyal çevre ve karakter kaynaklı olduğundan söz
89
edilebilmektedir. Kuşaklar arasında yaşanan farklılıkların ise hoşgörü, anlayış ve saygı
değerlerinin varlığı ile giderilebileceği sonucu çıkarılmıştır.
“Annemle aramızda kuşak farkı olmasına rağmen kültüre çok yakın. Bende
ondan yola çıkarak anlayışlı olabiliyorum. Çocuklarım, ben ve annem olarak
düşündüğüm 3 kuşak olarak aynı düşüncedeyiz. Ama bu her ailede böyle
olmayabilir. Çocuklarla çatıştığım nokta gezmeye dışarı çıktıkları zaman
olabiliyor. Belli kurallar var. En mutlu ailede bile belli sorunlar olur” (Sebahat,
54, Ev Hanımı).
“Çok fark var. Ben kendi annemlere bakıyorum çok çok geride. Kendime
bakıyorum ben de kızlardan çok çok gerideyim. Bu sefer ister istemez çatışma
oluyor. Eskilerde kız evladı başını kapatsın, evde otursun zihniyeti var.
Okumadım. Sebebi kız olmam. Okusaydım farklı olurdu. Kız çocuğu evlensin,
çoluğuna, çocuğuna baksın anlayışı doğru değil. Kız için hayat bu. Aslında hiç
öyle değil. Ezilmemesi için erkekten önce kızın okuması lazım. Ben 29 yaşında
işe girdim. 2 çocuğumu evde bıraktım. Ben onların büyüdüklerini görmedim
diyebilirim. Çalışıyorum. Geç saatte eve geliyorum. Çocuklarımla çok fazla
paylaşımım olma imkanı bile olmuyor” (Şehri, 47, İşçi).
“Benim zamanıma göre bayağı bir farklılık var. Ben genç kızken bizim arkadaş
çevremiz bu kadar yoktu. Bu kadar rahat dışarı çıkamazdık. Şimdiki çağda ben
kızlarımı gönderiyorum. Okuma yönünden de o zamana göre farklılık var.
Benim zamanımda okuma o kadar fazla yoktu. Eğitime şimdiki kadar önem
verilmiyordu. Şimdi çoğaldı. Ben çocuklarımın daha serbest, daha rahat
büyümeleri için tolerans tanıyorum” (Selda, 48, Ev Hanımı).
“Ben ortaokul mezunuyum. Annem sonradan okuma yazma öğrendi.
Çocuklarım okudular. Tabiî ki çok fark var aramızda. Teknoloji geliştiği için
onların fikirleri, anlayışları bizimkinden farklı. Çok bir uçurum yok. Çok
istekleri olan bir insan olmadığım için çok bir sorun olmuyor. Çok tutucu bir
aile değiliz” (Hacer, 47, Ev Hanımı).
“Yeni
kuşaklar
bizim
aileden
gördüğümüz
karşılamıyorlar.” (Cevat, 55, Emekli).
90
gelenekleri
bazen
hoş
Orta yaşlı kuşağın görüşlerinden elde edilen verilere göre gençlerden farklı olarak belli
deneyimlere ve geçmişe sahip olan orta yaşlı kuşağın
aile değerlerine ilişkin
açıklamalarda geçmiş ve bugünü kıyaslayıp, bugün aile değerlerindeki azalmaya dikkat
çektiği görülmektedir. Alınan görüşler incelendiğinde aile yapılarına bağlı olarak aile
değerlerine bakış anlamında kuşaklar arasında farklılık olup olmadığının da değişkenlik
gösterdiği görülmektedir. Aile değerlerine bakış anlamında kuşaklar arasında yaşanan
farklılıkların teknolojinin gelişimi, eğitim seviyesi, dönem farkı, yaşanan ortam,
yetiştirilme tarzları, aile değerleri ve buna bağlı kurallardaki esneme, daha anlayışlı ve
hoşgörülü, modern aile yapılanması vb. faktörlerden kaynaklı olduğu gözlemlenmiştir.
“Aile değerlerine eskisi kadar önem verilmiyor. Gençlerin beklentileri farklı.
Daha rahat ve özgür olmak istiyorlar. Bir arada yaşamak aileyi birbirine
bağlıyor. Biz 3 kuşak bir arada yaşıyoruz. Ben babamdan da, eşimden de eziyet
görmedim. Bu nedenle çocuklarıma ve torunlarıma karşı anlayışlı olabiliyorum”
(Sakine, 82, Ev Hanımı).
“Gençler bizim kadar aile değerlerine bağlı değil. Kültürde değişim var.
Eskiden bu kadar rahat ve özgür hareket edilemezdi. Eve torunlarım geç
geldiğinde üzülürüm. Bana göre geç saatte dışarıda durmak ters bir durum”
(Ali, 79, Emekli).
“Mesela torunum Beyza bugün arkadaşlarımla sinemaya gidebilir miyim? Diye
izin alıp istediği gibi gezebiliyor. Ben onun gittiği yeri bildiğim sürece istediği
yere gidebilir. Çocuklarıma karşı anlayışlıyım. Bu yüzden arasında problem
olmaz. Tabi ben herkese güvenemiyorum. Her arkadaşı ile gidemez. Ama
bildiğimiz güvendiğimiz kişilerle görüşebilir. Gece eve geç gelse rahatsız
olurum. Eskiden böyle şeyler yoktu. Benim kızlarım da pek bir yere gidemezdi.
Ama şu an dönem farklı. Bir yere gideceksek beraber giderdik” (İnci, 69, Ev
Hanımı).
“Benim çocuklarımın görmediklerini torunlarım daha fazla görüyor. Şimdi
zaman eskisi gibi değil. İstediklerini daha rahat yapıyorlar, Sinemaya vb. dışarı
çıkıyorlar. İstedikleri yemekleri yiyorlar. Her şeyi daha rahat yapıyorlar. Bizim
devrimizde böyle yoktu. Mesela eskiden istediğimiz kişiyle evlenemezdik.
Ailemizin kararı ile evlenirdik. Ben eşimle arkadaştım. Büyüklerim böyle bir
91
karar verdi. Ben şok oldum. Şimdi öyle değil. Gençler kendileri karar
veriyorlar. Biz büyükleri olarak yol göstersek de bir yere kadar. Biz onların
seçimlerine karışamayız. Şimdi gençler pek karışılmasını istemiyor. Biz
büyüklerimiz bir şey söylediğinde susar, dinlerdik. Gençlerin görüşü şimdi daha
başka oluyor” (Fatma, 69, Ev Hanımı).
“Geçmişte aile değerleri yaşamın tam ortasındaydı. Kollektif bir yaşam anlayışı
egemendi. Günümüzde bu değerler halen varlığını büyük ölçüde sürdürse bile
geçmişte olduğu kadar önemli değil.” (Ali, 72, Emekli).
Aile değerlerine bakış anlamında kuşaklar arasında iletişim farklılıklarının yaşanıp
yaşanmadığına dair sorulan soruya ilişkin yaşlı kuşağın görüşleri benzerlik
göstermektedir. Yaşlı kuşağın görüşlerine göre; gençlerin aile değerlerine bakışı
kendilerininki ile farklılık gösterebilmektedir. Yaşanan dönem, alınan eğitim, çevre
koşulları vb. nedenlere bağlı olarak günümüzde daha rahat, daha hoşgörülü olunduğu
düşüncesinin hakim olduğu gözlemlenmektedir. Yaşlı kuşağın görüşlerinden elde edilen
verilerden eskiden yanlış sayılan veya aile değerleri nedeniyle kabul edilmeyen pek çok
olayın bugün hoşgörü ile karşılanabildiği, aile değerlerinin günümüzde halen
geçerliliğini korusa da eskisi kadar önemsenmediği sonucu çıkarılmıştır.
5.3.2.Evlilik
Bu bölümde evlilik kararı ve evlilik sürecinde ailenin görüşünün bireyler üzerindeki
etkisi ve aile içi iletişim sürecine yansımaları değerlendirilmek istenmiştir. Bireylerin
evlilik ile ilgili görüşleri alınarak ailelerinin yaptıkları yönlendirme, karşı çıkış veya
desteklerin aile içi iletişim sürecine etkisinin ortaya çıkarılması amaçlanmıştır.
“Ailenin görüşü önemli. Çünkü evliliği tek kişi yapmıyoruz. Aileler de
birbiriyle evlenmiş oluyor. Onların da birbiriyle iyi anlaşması gerekiyor.
Ailenin görüşünü almadan evlenmeyi doğru bulmuyorum. Eğer sevdiğim
kişiden vazgeçemiyorsam ortak bir yol bulmaya çalışırım” (Tuğba, 20,
Üniversite Öğrencisi).
“Önemli. Sonuçta belli dönemlerde evlendiğimiz kişinin ailesiyle bir araya
gelmemiz gerekiyor. Ben ailelerin evlendiğine de inanıyorum. Eğer
evleneceğim kişiye karşı olsalardı. İki kere düşünmek zorunda kalırdım. Mutsuz
92
ve huzursuz olurdum. Onların da kabul etmesi çok önemli. İstemeselerdi bunda
kararım karşımdaki kişiye de bağlı olurdu. Ona ne kadar güveniyorum, onda ne
kadar gelecek görüyorum, onu ne kadar istiyorum bunlara tam anlamıyla dört
dörtlük güveniyorsam sonra onu ailemin de anlayacağını düşünürdüm. Daha
sonra her şeyin daha iyi olacağını düşünerek tercihimde ısrar ederdim. Ama
ailemin düşüncelerini de önemserdim. Soru işaretlerini çözmeye yardımcı
olurdum. Beni anlamalarını sağlardım” (Yasemin, 25, Üniversite Mezunu).
“Önemli. Bana göre kişiye bağlı. Gerçekler ve doğrulara göre seçim yapan bir
insan bence ailesine de söz bırakmaz. Ben seçtiğim kişiyi mümkün olduğu
kadar doğru seçerdim. Aileme uygun olmayan birini seçtiysem aralarını
bulmaya çalışırdım. Yine de onaylamıyorlarsa ailemin saygı göstermesini
isterdim. Ailemin biraz daha olumlu yaklaşmasını isterdim” (Betül, 20,
Üniversite Öğrencisi).
“Önemli. Ama ilk kriter değil. İlk 5 kriter içerisinde yer alır. Ailede bir
bütünlüğümüz, devamlılığımız var. Seçtiğim insanı ailemin de kabul etmesini
isterim. Onların onaylamasını isterim. Tek koşul değil. Daha öncelikli
koşullarım var. Bu aşamayı geçtikten sonra ailem onaylamasa da yine de
evlenirim. Hayatımı devam ettireceğim kadını seçme hakkı bana ait. Kişisel bir
alan. Ama onaylarsa çok mutlu olurum. Ama ben insan ilişkilerinin çok sert
olduğunu düşünmüyorum. Çok samimi davranmazlar ama beraber gidip
gelmeyi, bir şeyleri paylaşmayı engel olacağını sanmıyorum” (Fatih, 26,
Yüksek Lisans Öğrencisi).
“Ailemin görüşleri benim için önemlidir.” (Merve, 24, Yüksek Lisans
Öğrencisi).
Gençlerin görüşlerinden elde edilen veriler incelendiğinde gençlerin evlilik sürecinde
ailenin görüşüne önem verdiği gözlemlenmiştir. Ancak ailenin görüşünün evlilik
kararında tek öncelik olmadığı sonucu dikkat çekmiştir. Gençlerin çoğunun ailenin
görüşü olumlu yönde olmasa bile evlilik kararında karşılarındaki kişiye gerçekten
inandıkları, güvendikleri ve doğru kişi olduklarını düşündükleri anda ailelerini bir tarafa
atmadan orta yolu bulmaya çalışarak kendi kararlarını verecekleri sonucu çıkarılmıştır.
93
“Evlilikte ailenin kararı önemli. Mesela ben kızım evlenirken ailesine dikkat
ettim. Her ailenin farklı beklentileri olabilir. Belli temel değerleri sağlamışsa
aile evlilik sürecine rahat onay verir. Belli bir çizgiyi sağlarsa çocuğa bırakılır”
(Sebahat, 54, Ev Hanımı).
“Aileler birbiriyle uyum sağlamıyorsa o evlilik zaten yürümez. Hayat iki kişinin
hayatı olmuyor. Aileler de güzel anlaşıyorsa o evlilik güzel gider. Aileler
anlaşmıyorsa sıkıntı yaratıyorsa zaten bir şekilde o evlilik zedeleniyor. Aileler
de evleniyor” (Şehri, 47, İşçi).
“Ailenin görüşü alınmalı. Evlenirken anne, babaya da sorulmalı. Eğer
çocuklarım istemediğim biriyle evlenmek isterlerse vazgeçirmeye çalışırım.
Yönlendiririm. Ama çocuğumu kaybedeceksem bir yere kadar müdahale
ederim. Bu durumda yaşayacak bir şeyleri var derim” (Selda, 48, Ev Hanımı).
“Çocuklarımın üçü de evlenmedi. Kendilerinin karar vermesini isterim. Kendi
istedikleri kişilerle evlenmelerini isterim. Bana danışmaları da beni memnun
eder. Türk ve Müslüman bir aile ile evlenmelerini isterim. Ama gene de karar
kendilerinin. Çok karışmam.
İstemediğim kişilerle
evlenirlerse
doğru
olmadığını söylerim. Ama dinlemezlerse kendi kararları. Çok baskı yapamam.
Onaylamadığımı söylerim”(Hacer, 47, Ev Hanımı).
“Evlilik sürecinde aile görüşü önemli. Aile kendi davranışlarıyla gençlere örnek
olmalı.” (Cevat, 55, Emekli).
Orta yaşlı kuşağın görüşlerine göre evlilik sürecinde ailenin kararları, bakış açısı ve
yönlendirmesi etkili olabilmektedir. Ailenin onayı olmadan yapılan evliliklerin çok da
sağlıklı olamayacağı, ilerleyen dönemde sorunların yaşanabileceği, evlenen bireylerin
birbirlerine aile yapıları ve kültür anlamında da uyum sağlamasının evliliğin ve
birlikteliğin sağlam olabilmesinde önemli rol oynadığı sonucu çıkarılabilmektedir.
“Evlenme aşamasında öncelikle ailenin görüşü alınmalı. Aileler birbirini
tanımalı. Ailenin onaylamadığı biriyle evlenmek doğru değil. Ailenin çocuğu
sevmesi gerekir. Erkeğin ailesi de kızın ailesi de birbirini sevecek. Yoksa evlilik
olmaz. Eğer aileyi saymazlarsa kendileri kaybederler. Hem anne hem babadan
madur olurlar”(Sakine, 82, Ev Hanımı).
94
“Evlenirken anne baba görüşü önemli. Anne, babanın görüşü evlilik kararını
etkiler. Aile onaylamazsa geçimsizlik olur. Evlenince aileler de evleniyor”(Ali,
79, Emekli).
“Şu zamanda herkes kendi kararını kendisi veriyor. Ama ailenin görüşü
alınmalı. Anne babaya kızını vermek düşüyor. Eski zamanla, şimdiki çok
değişti. Ama tabi hak veriyoruz. Benim veya babalarının zoruyla bir evlilik
yapmalarını istemem. Onaylamadığım biriyle evlenmek isteselerdi herhalde
istemeye istemeye de olsa yine izin verirdim. Biliyorum ki o seviyor, kararını
vermiş. Şimdi bu durumda ne diyebilirim. Kızım bu yanlıştır der.
Yönlendirirdim. Ama dinlemiyorsa hoşgörülü olurdum. O zaman kızım evlen
yaşa gör derdim” (İnci, 69, Ev Hanımı).
“Bir yuva kurmak bizim geleneğimiz. Bir aile kuracağımız zaman iki taraf da
birbirine uygun olmalı. Gençler birbirini sevmeli. Büyükler de onlara yardımcı
olmalı. Evlilik kararında ailenin görüşü önemli. İki genç birbirini sevdi. O bizim
aileye uygun değil. Çocuğumun evlenmesine taraftar olmam. Bir torunum
evlenip gitti. Ama şimdi gözyaşları buhar olup akıyor. Ben istemem.
Onaylamam. Engellemeye çalışırım. Uğraşırım. Çocuğumun, torunumun acı
çekmesini istemem” (Fatma, 69, Ev Hanımı).
“Evlilik sürecinde ailenin görüşü kişinin ailesiyle olan geçmiş ilişkilerine ve
sonrasında kişinin kendi özdeğerlerinin ne şekilde oluştuğuna bağlı. Kimilerine
göre bu konu çok önem taşırken, kimilerine göre o kadar da önemli değildir.”
(Ali, 72, Emekli).
Yaşlı kuşağın görüşlerine göre evlilik sürecinde ailenin görüşünün önem arz ettiği
gözlemlenebilmektedir. Yaşadıkları deneyimlere, ortama, yetişme tarzlarına göre belli
noktalarda görüşlerde farklılıklar olabilmekle birlikte evlilik sürecinde ailenin görüşüne
önem verildiği görülebilmektedir. Ailenin onayı olmadan evliliğin genel olarak yaşlı
kuşak tarafından hoş karşılanmadığından söz edilebilir. Evlilik kararı konusunda genç
ve yaşlı kuşağın görüşleri incelendiğinde evlilik sürecinin kuşaklar arası iletişim
farklılığına yol açabilecek faktörler arasında yer aldığı gözlemlenebilmektedir.
Üç kuşağın görüşleri değerlendirildiğinde genç, orta yaşlı ve yaşlı kuşağın evlilik
konusundaki görüşlerinde farklılıklar gözlemlenmiştir. Genç kuşağın evlilik sürecinde
95
özgürlük ve bireysel karar sürecine önem verdiği görülürken, orta yaşlı kuşağın anlayış,
hoşgörü, saygı ve aile değerleri kavramlarına dikkat çektiği gözlemlenmiştir. Yaşlı
kuşağın aile değerlerine öncelik verdiği gözlemlenmiştir. Bu doğrultuda, evlilik
kararının kuşaklar arasında çatışmaya yol açan en önemli faktör olduğu dile
getirilebilmektedir.
5.3.3. Aile İçi İletişimde Cinsiyet
Bu bölümde aile içerisinde kızlar ve erkekler arasında cinsiyete bağlı rol farklılıkları
olup olmadığı öğrenilmek istenmiştir. Bu doğrultuda kızların ve erkeklerin ailedeki
rollerinin nasıl olması gerektiğinin tartışılması amaçlanmıştır.
“Hayır düşünmüyorum. Babamla konuştuğum bir konuyu annemle de rahatça
konuşabiliyorum. Erkek ve kıza karşı farklı davranış olmamalı. Dışarıya çıkma
vb. her konuda eşit olmalılar. Ayrım yapılmamalı”(Tuğba, 20, Üniversite
Öğrencisi).
“Kız-erkek
ayrımı
kesinlikle
var.
Bir
kızla,
erkeği
kesinlikle
aynı
yetiştirmiyorlar. Geleneksel bir ailede bu böyledir. Bir erkeğe daha rahat
davranırlar. Bir kıza daha baskıcı olurlar. Erkeğe daha fazla tolerans gösterirler.
Ama kızın o kadar hakkı yoktur. Kız her şeyi yapamaz. Yaşlılar koruma iç
güdüsü ile bunu yapıyor. Tabi her şey koruma iç güdüsü de değil. Biraz da
yetiştirilme tarzının etkisi var. Bir erkeğin ailedeki rolü daha fazla sorumluluk.
Aslında kadının aileyi bir arada tutan kişi olarak daha fazla sorumluluğu var.
Erkek ve kadın bir aileyi tamamlayan iki unsur. Ailenin bu iki temel taşı
olmadan aile olmaz. Bir aileyi bir arada tutan en önemli şey kadındır. Ama
erkeğin dışarıdaki sorumluluklarını yerine getirmesi gerekiyor. Anne, baba ve
çocuklar masanın üçayağı gibidir. Bir tanesi kırılırsa ailede sorunlar başlar. Tam
olamazlar, bir şey eksiktir” (Yasemin, 25, Üniversite Mezunu).
Yasemin Hanım’ın aile içi iletişime ilişkin görüşlerinde ailede kız ve erkeklere farklı
muamele edildiğinden söz edilerek, cinsiyet ayrımcılığı kavramı üzerinde durulmuştur.
Erkeğe daha fazla tolerans tanınırken, kızların kısıtlandırıldığı, kızlara daha korumacı
yaklaşıldığı görüşüne dikkat çekilmiştir.
96
“Var. Benim erkek kardeşim yok. Yeğenim var. Muhafazakar bir aile olduğu
için dinen, ahlaken belli değerlere dikkat ediliyor. Ama artık eve giriş vb. kız ve
erkek arasında çok bir fark yok. Kadınlar da çok geç giriyor. Kız ve erkek
rolleri de anne, babaya bağlı. Bir kadın eve geç girmemeli. Ama erkek de geç
girmemeli. İyi bir aile eğitimi alındığı sürece bir kızın da erkeğin de
üsteleneceği rolleri bilmesi gerekiyor. Birini fazla sıkıp, birini rahat bırakmak
doğru değil. Bence kız da erkek de ahlak kurallarını bilmeli. Erkek biraz daha
rahat. Ama aile değerlerine uygun davranması ve ailesine saygılı olması gerekir.
Gece geç geldiğinde erkeğe de tepki verilirse o da saygılı olacaktır. Ben bir
öğrenciyim. Çocuğum, genç kızım ve aynı zamanda ablayım, teyzeyim gibi
farklı rollerim var”(Betül, 20, Üniversite Öğrencisi).
Betül Hanım’ın aile içi iletişime ilişkin görüşlerinde ailede cinsiyete bağlı rol farklılığı
olmadığı, cinsiyet eşitliği kavramı üzerinde durulmuştur. Aile değerlerine kızların da
erkeklerin de aynı oranda saygılı davranması gerektiği görüşünün ön plana çıktığı
gözlemlenmiştir.
“Maalesef var. Yavaş yavaş yıkmaya çalışıyoruz. Ama olmuyor. Annemle
anneannemin, dedemin ilişkisi daha farklı. Kız kardeşimin bizimle ilişkisi çok
daha farklı. Hem onun durduğu nokta açısından, hem ona bakış açımızdan
farklı. Bence herkes olması gerektiği gibi olmalı. Kimse cinsiyetinden dolayı bir
yerde kalmak zorunda kalmamalı. Erkek daha sessiz, sakin olaylara
karışmayacak bir yapıda da olabilir. Kadın da ona biçilmiş rolden farklı olarak
daha agresif ve daha katı olabilir. Bu kişisel bir durum” (Fatih, 26, Yüksek
Lisans Öğrencisi).
“Hayır düşünmüyorum neden böyle bir eşitsizlik olsun ki hepimiz eşitiz.”
(Merve, 24, Yüksek Lisans Öğrencisi).
Gençlerin aile içi iletişimde cinsiyete ilişkin görüşlerinden elde edilen verilere göre
kızlar ve erkekler arasında aile içerisinde cinsiyete bağlı rol farklılıkları olduğu
görülebilmektedir. Elde edilen veriler ışığında eve geç gelme vb. konularda kızlara daha
baskıcı davranılırken erkeklere daha hoşgörülü ve toleranslı olunduğundan söz
edilebilmektedir. Çatışmaların minimum düzeye indirildiği sağlıklı bir aile içi iletişim
97
ortamının sağlanabilmesi için aile içerisinde cinsiyet ayrımcılığının olmaması gerektiği
sonucu çıkarılabilmektedir.
“Benim dönemimde bir farklılık vardı. Ama şu an bir farklılık yok. Biz bile
ağabeylerimize daha bir değer verirdik. Benim 3 kızım var. Oğlum olsa onlara
da aynı değeri verirdim. Ama gece sokakta sabaha kadar bir kız duramaz. Bir
erkek durabilir. Yine de arada bir farklılık var” (Sebahat, 54, Ev Hanımı).
“Kız ve erkeklerde farklılık var. Erkek evladı her şeyi yapabilir. Üstündür bakış
açısı var. Ayrımcı olunmamalı. Eşit olmalı. Bir kadın ve bir erkek örneğin aynı
maaşı alabilir. Aynı şeyi yapabilir. Ama kızları okutup onlarla destek
vermezsek erkek gider, okumuştur, alır. Kadın okumamıştır. Asgari ücretle
çalışır. Erkek daha az yorulur. Kadın bu sefer daha çok yorulur, daha az
kazanır” (Şehri, 47, İşçi).
“Tabi kızların daha kısıtlı oluyor. Dolayısıyla belli farklar var. Erkek çocuğum
yok. Ama erkeklerin daha serbest olduklarını düşünüyorum. Erkek eve geç
geldiğinde bir kıza verilen tepki verilmiyor. Bu kadar endişe duyulmuyor”
(Selda, 48, Ev Hanımı).
“Ben ayrım yapmıyorum. Ama çocuklarım kızıma daha farklı davrandığımı
düşünebiliyor. Kızıma kendi ayakları üstünde dursun diye diğerlerinden daha
fazla destek veriyorum. Ben hep eşit tutmaya çalışıyorum. Her şeyi yaşabilirler.
Ama asla kendilerine laf getirmeyecek şekilde. Çok baskıcı bir anne değilim.
İkisine de davranışlarım aynı olur. İkisinin de rolleri aynıdır. Ama dışarıda
olduğunda kızımı daha çok merak ederim. Ona karşı daha korumacı olurum”
(Hacer, 47, Ev Hanımı).
“Bana göre ailede cinsiyete bağlı bir rol farklılığı yok.Eşit olmalıdır.” (Cevat,
55, Emekli).
Aile içi iletişimde cinsiyete ilişkin orta yaşlı kuşağın görüşleri incelendiğinde aileler
arasında farklılıklar görülmüştür. Kız ve erkek arasında ayrım olmadığı düşüncesinde
olan aileler olduğu gibi, erkeklere daha fazla tolerans tanındığı, kızlara daha korumacı
yaklaşıldığı
düşüncesinde
olan
aile
yapıları
da
görülebilmektedir.
Aile
yapılanmasındaki farklılıklara bağlı olarak orta yaşlı kuşağın görüşlerinde cinsiyet
ayrımcılığı ve cinsiyet eşitliği kavramları bir arada yer almıştır. Elde edilen verilerden
98
yola çıkarak genel olarak aile içerisinde kız ve erkeklere yönelik ayrımın giderek
azaldığı ancak hala devam etmekte olduğu gözlemlenmiştir. Ataerkil ve geleneksel
toplum yapısının da getirdiği etkiyle kızlara daha korumacı, erkeklere karşı biraz daha
anlayışlı davranıldığı sonucu çıkarılmıştır.
“Erkek ve kız çocuk arasında ayrım olmaz. Ama erkek belli saatlerde daha rahat
dışarı çıkabilir. Bir kız bu kadar rahat çıkamaz. Mesela bir kız gece yarısına
kadar dışarıda duramaz. Ama erkek durabilir. Eskiden kızlar dışarı çıkamazdı.
Sinemaya vb. gezmeye gidemezdi. Şimdi çok rahat çıkabiliyorlar” (Sakine, 82,
Ev Hanımı).
“Farklılık var. Bir kızın yaptığını bir erkek yapamaz. Bir kız çocuğu gece geç
saatte dışarıda gezdiğinde peşine biri takılabilir, başına her şey gelebilir. Kız
çocuğunun bu yüzden daha fazla koruyup kollanması gerekir. Ama erkeğe
herhangi bir şey olmaz. En kötüsü birisi ile kavga edip karakola düşer. Ama
kızın dışarıda olması çok sakat “(Ali, 79, Emekli).
“Eskiden farklılık vardı. Ama şu an yok. Bir erkeğin yaptığını bir kız çocuğu da
yapabilir. Günümüzde kızlar da her işin altından kalkabiliyor. Çalışabiliyor,
sosyal hayata girebiliyor. Kızların pek farkı kalmadı erkeklerden” (İnci, 69, Ev
Hanımı).
“Sevgi anlamında ikisi arasında hiç fark yok. Kızı sadece biraz daha fazla
koruruz. Ona sevgimiz daha çok olur. Çünkü oğlan burada. Kız bir gün evlenip
gidecek. Bizim kuşakta oğlan daha öndeydi. Şimdi bu devirde aynı. Bir fark
kalmadı “(Fatma, 69, Ev Hanımı).
“İçinde bulunduğumuz toplumun kadına bakış açısı ne yazık ki sağlıklı
olmaktan çok uzak. Bu nedenle ailelerde cinsiyete bağlı rol farklılıkları vardır.
Bence aile içinde kız ve erkeklerin rolleri arasında bir fark olmamalı ve eşit
bireyler olarak davranmalıdırlar.” (Ali, 72, Emekli).
Elde edilen verilere göre aile içi iletişimde cinsiyete dair yaşlı kuşağın görüşlerinin
farklılık gösterdiği görülmüştür. Yaşlı kuşağın görüşlerinden cinsiyet ayrımcılığı ve
cinsiyet eşitliği kavramları üzerinden 2 farklı sonuç çıkarılmıştır. Kız ve erkekler
arasında eskiden bir ayrım olsa da günümüzde var olmadığı görüşünün yanında kız ve
erkeklere farklı davranıldığı, kızlara daha korumacı yaklaşılıp, erkeklere daha fazla
99
tolerans tanındığı görüşü elde edilmiştir. Aile içi iletişimde cinsiyete ilişkin görüşler
incelendiğinde aile içerisinde kız ve erkekler arasında cinsiyet ayrımı yapıldığı
görülebilmektedir. Nitekim erkeklere eve geç gelme vb. konularda daha toleranslı ve
rahat davranılırken kızlara daha korumacı ve baskıcı bir yaklaşım sergileniyor olması
aile içerisinde cinsiyete bağlı rol farklılıklarının günümüzde giderek azalmakla birlikte
devam ettiğini göstermektedir.
100
Tablo 2- Kuşaklar Arasında Çatışmaya Yol Açan Faktörler
Aile
Kuşak
1. Aile Genç
Yaş
Öğrenim
Düzeyi
20
Üniversite
Orta
1. Aile Yaşlı
54
İlkokul
1. Aile Yaşlı
82
İlkokul
2. Aile Genç
25
Üniversite
2.Aile
Orta
Yaşlı
47
İlkokul
2.Aile
Yaşlı
79
İlkokul
3.Aile
Genç
20
Üniversite
3.Aile
Orta
Yaşlı
48
İlkokul
3.Aile
Yaşlı
69
İlkokul
4. Aile Genç
26
Yüksek
Lisans
Kuşaklar Arasında
Çatışmaya Yol Açan
Faktörler
İletişim kopukluğu,
dinlememe, kendini ifade
edememe, eğitim düzeyi, yaş,
kişilik
Hoşgörü eksikliği, yaşanılan
ortamın değişmesi, aile
değerleri, eğitim, kişilik,
evlilik, saygısızlık, eve geç
gelme
Aile değerleri,kültürün
değişmesi, saygısızlık,
bireyselleşme
İletişim eksikliği, saygısızlık,
empati kurmamak,
anlayışsızlık,
Dinlememe, saygısızlık,
anlayışsızlık, eğitim
Aile değerleri, kültürün
değişimi, eve geç gelme,
maddiyat, anlayışlı olmamak
Hoşgörü ve anlayış eksikliği,
maddiyat, evlilik, eğitim,
meslek tercihi
Anlayış eksikliği, maddiyat,
meslek tercihi, eğitim, aile
değerleri
Meslek tercih, eğitim, hayata
bakış açısı, eve geç gelme,
cinsiyet, dönem farkı
Orta
4. Aile Yaşlı
47
İlkokul
Yaş, eğitim, hayata bakış
açısı, bencillik, bireyselleşme
Aile değerleri, cinsiyet,
evlilik, teknolojinin gelişimi,
hayata bakış açısı
4. Aile Yaşlı
69
İlkokul
Aile değerleri, hayata bakış
açısı, zaman, evlilik
5. Aile Genç
24
Yüksek
Lisans
Eğitim düzeyi, yaş, yaşanılan
dönem, hayata bakış açısı
Orta
5. Aile Yaşlı
55
Üniversite
5. Aile Yaşlı
72
Üniversite
Aile değerleri, gelenekler
Aile yapısının dönüşümü, aile
değerleri, bireyselleşme,
iletişim kopukluğu
101
Benzerlikler
Farklılıklar
İletişim
kopukluğu,
saygısızlık, aile
değerleri,
kişilik, eğitim
Dinlememe,
bireyselleşme
İletişim
kopukluğu,
saygısızlık,
anlayışsızlık
Aile değerleri,
eve geç
gelme,
maddiyat
Anlayışsızlık,
meslek tercihi,
eğitim,
maddiyat
Aile
değerleri,eve
geç gelme,
dönem farkı,
cinsiyet
Aile değerleri,
evlilik, hayata
bakış açısı
Bireyselleşme,
eğitim, yaş
Aile değerleri
Aile yapısının
dönüşümü,
bireyselleşme,
iletişim
kopukluğu
5.4.Aile İçi İletişimi Arttırabilecek Değerler
Bu bölümde aile içerisinde sağlıklı bir iletişim ortamı kurulması için gerekli olan
değerlerin ortaya çıkarılması amaçlanmıştır. Bir ailenin varlığı ve aile içerisinde sağlıklı
bir iletişim ortamının sürdürülebilirliği için ailede olması gereken değerlerin izi
sürülmüştür.
“Bir kere her şeyin başında saygı geliyor. Sevgi, hoşgörü ve anlayış olmalı.
Zaten hepsi birbirine bağlı. Anlayış kişisel olarak vazgeçilmez değerim. Empati
kurarak karşıdaki insanın nasıl düşündüğünü anlayabilmek önemli bence”
(Tuğba, 20, Üniversite Öğrencisi).
“Hoşgörü en başta. Birbirini anlamaya çalışmak, empati, saygı, sevgi, birbirine
açık olmak, güven. Bir ailede sevgi ve saygı mutlaka olmalı. En önemlisi saygı
ve sevgi”(Yasemin, 25, Üniversite Mezunu).
“Eskiden teknoloji olmadığı için daha fazla aile içi iletişim varmış. Teknoloji
bence bütün değerleri yok etmiş durumda. Büyüklere karşı saygının eskisi kadar
olduğunu düşünmüyorum. Saygı olmalı. Anlayış, birbirini alttan alma ve empati
olmalı. Sevgi de olması gerekiyor. Güven de olmalı”(Betül, 20, Üniversite
Öğrencisi).
“Samimiyet. Çünkü yalan bir yerden sonra insanların birbirine güvenini kırar.
Bir yalan başka yalanları doğurur. Güven olduğu zaman konuşulacak şeylerin
sayısı da artıyor. Hem o zaman güvenle birlikte gelen paylaşımın güzelliği de
oluyor. Bu beraberinde birçok kapıyı da açmış oluyor. Güvenden, açık olmaktan
ve samimiyetten yanayım” (Fatih, 26, Yüksek Lisans Öğrencisi).
“Saygı, anlayış ve hoşgörü içinde her bireyin özgürce fikirlerini paylaşabileceği
bir ortam oluşturmak.” (Merve, 24, Yüksek Lisans Öğrencisi).
Gençlerin görüşlerinden elde edilen verilere göre aile içi iletişimi artıracak
değerlerin başında saygının geldiği gözlemlenmiştir. Anlayış, birbirini anlama,
empati, hoşgörü, sevgi, güven ve samimiyetin öne çıkan değerler olarak
sıralandığı görülebilmektedir. Aile içi iletişim için öncelikle saygı, sevgi ve
güvenin olması gerektiği görülebilmektedir. Nitekim samimiyet ve güven
olmadığında ilişkiler zedelenebilmektedir. Saygının veya sevginin yetersiz
102
olduğu durumlarda ise kavga ve çatışma ortamları oluşması, küçük sorunların
karşılıklı dinleme ve saygı olmadığı için büyümesi gibi durumlar söz konusu
olabilmektedir.
“Ailede her bireyin farklı bir kişilik ve mizaç yapısı var. Bir ailede saygı ve
sevgi olmadan olmaz. Hoşgörü ve anlayış olmalı. Ancak bu hoşgörü ve anlayış
tek taraflı olmamalı. Tek taraflı olduğunda susmak oluyor. Bir ailede evi
yöneten kişi evle ilgili kuralları çok iyi koymalı” (Sebahat, 54, Ev Hanımı).
“Birbirimizi dinlemeyi, anlamayı öğrenmeliyiz. Empati önemli. Saygı olmalı.
Karşımızdaki insanın yaşadıklarını da anlamaya çalışsak, dinlesek sorun
kalmaz. Geçmişte yaşanmışları bir kenara bırakıp geleceğe, önümüze
bakmalıyız” (Şehri, 47, İşçi).
“Karşılıklı anlayış, sevgi, karşılıklı birbirini dinleme, anlama, empati. Aileyi
saygı, sevgi ve anlayış bir arada tutuyor” (Selda, 48, Ev Hanımı).
“Birlikte konuşmak, anlaşabilmek, fikirlerimiz bir olmasa da konuşmak,
konuşabilmek. Bir şeyleri paylaşabilmek. Sevincimizi, üzüntümüzü birlikte
paylaşabilmek. Ne olursa olsun birlikte karara varabilmek, birlikte olabilmek.
Fikirler ne kadar farklı olursa olsun konuşabilmek, yeri geldiğinde susmak.
Anlayışlı olabilmektir” (Hacer, 47, Ev Hanımı).
“Aile bireylerinin birlikte geçirdikleri zamanlar ve kısaca sosyal faaliyetlerdir.”
(Cevat, 55, Emekli).
Orta kuşağın aile içi iletişimi artırabilecek değerlere ilişkin görüşlerinden elde edilen
veriler sonucunda aile içi iletişimi artırabilecek değerler arasında saygı ve ardından
sevginin baskın rol oynadığı görülmüştür. Empati, dinleme, karşılıklı anlayış, hoşgörü,
paylaşımcı olabilmek, birlik ve beraberlik duygusu gibi öğelerin de aile içi iletişimi
artırabilecek değerler arasında sıralandığı gözlemlenmiştir.
“Ailede en başta mutluluk olmalı. Sevgi, saygı olmalı. Birbirine bağlı
bireyler olmalı” (Sakine, 82, Ev Hanımı).
“Ailede sevgi şart. Saygı ve anlayış da olmalı. En önemlisi birbirine karşı
saygıdır. Güven de önemli” (Ali, 79, Emekli).
103
“Küçüklerin büyüklere saygısı, gençler düşünsünler ben de haklıyım ama
anneannem de haklı diye. O daha tecrübelidir diyebilmeliler. Saygı en
başta. Sevgi, bizim onlara karşı anlayışlı olmamız lazım. Oların da bizim
tecrübelerimizden yararlanması, hak vermesi lazım” (İnci, 69, Ev
Hanımı).
“Sevgi, karşılıklı anlayış olmalı. Saygı göstermek gerekiyor. Her şeye
sevgiyle yaklaşmak önemli. Tatlı bir güler yüz, ikram olmalı” (Fatma,
69, Ev Hanımı).
“Bugünden geleceğe bakarak söylenebilir ki aile içi iletişimi arttırabilecek en
önemli değer bir arada daha çok zaman geçirmek ve anılar biriktirmek olabilir.
Ancak bunun giderek zorlaştığını söylemek hatalı olmayacak kanısındayım.
Belirleyici faktör ne yazık ki öncelikle ekonomik değerler olmakta.” (Ali, 72,
Emekli).
Elde edilen verilere göre yaşlı kuşağın aile içi iletişimi arttırabilecek değerlere ilişkin
görüşlerinin genç ve orta yaşlı kuşak bireyler ile benzerlik gösterdiğinden söz
edilebilmektedir. Bu doğrultuda saygı ve sevginin aile içi iletişimi arttırabilecek
değerler arasında öncelikli rol oynadığı sonucu çıkarılmıştır. Güven, karşılıklı anlayış,
birlik ve beraberlik, hoşgörü değerlerinin de aile içi iletişimi arttırabilecek değerler
arasında sıralandığı gözlemlenmiştir.
Sonuç olarak üç kuşağın görüşleri incelendiğinde aile içi iletişimi artıracak değerlerin
başında saygı ve sevginin yer aldığı gözlemlenmiştir. Saygı, sevgi, hoşgörü, anlayış,
güven, samimiyet, dinleme, empati becerisi aile içi iletişimi artırabilecekler değerler
arasında sıralanmıştır.
104
Tablo 3- Aile İçi İletişimi Artırabilecek Değerler
Aile
Kuşak
1. Aile Genç
Yaş
Öğrenim
Düzeyi
Aile İçi İletişimi
Artırabilecek Değerler
20
Üniversite
Saygı, Sevgi, Hoşgörü,
Anlayış,
Orta
1. Aile Yaşlı
54
İlkokul
Saygı, Sevgi, Hoşgörü,
Anlayış,
1. Aile Yaşlı
82
İlkokul
Saygı, Sevgi
2. Aile Genç
25
Üniversite
Hoşgörü, Empati, Saygı, Sevgi,
Güven
2.Aile
Orta
Yaşlı
47
İlkokul
Saygı, Empati, Dinlemek
2.Aile
Yaşlı
79
İlkokul
Sevgi, Saygı, Anlayış, Güven
3.Aile
Genç
20
Üniversite
Saygı, Anlayış, Sevgi, Empati
3.Aile
Orta
Yaşlı
48
İlkokul
Anlayış, Saygı, Sevgi, Dinleme
3.Aile
Yaşlı
69
İlkokul
Saygı, Sevgi
4. Aile Genç
26
Yüksek Lisans
Saygı, Samimiyet, Güven
Orta
4. Aile Yaşlı
47
İlkokul
Anlayış, Hoşgörü, Empati
4. Aile Yaşlı
69
İlkokul
Sevgi, Saygı, Anlayış
5. Aile Genç
24
Yüksek Lisans
Saygı, Anlayış, Hoşgörü
Orta
5. Aile Yaşlı
55
Üniversite
Birlikte geçirilen zamanlar,
Sosyal faaliyetler
5. Aile Yaşlı
72
Üniversite
Birlikte geçirilen zamanlar,
anılar
105
Benzerlikler
Farklılıklar
Saygı ve Sevgi
Hoşgörü ve
Anlayış
Saygı,Sevgi ve
Empati
Hoşgörü,
Güven ve
Dinlemek
Saygı, Sevgi ve
Anlayış
Empati ve
Dinleme
Saygı ve
Anlayış
Güven,
Samimiyet
ve Empati
Birlikte
geçirilen
zamanlar
Saygı,
Anlayış ve
Hoşgörü
5.5.Samimiyet Düzeyinin Aile İçi İletişime Etkisi
Bu bölümde aile bireyleri arasındaki ilişkilerde ve aile bireylerinin kişiler arası iletişim
süreçlerinde samimiyet düzeyinin aileye ve aile içi iletişime olan etkisi gözlemlenmek
istenmiştir.
“İlk başta anneme anlatmadığım bir şeyi ablama anlatabilirim. Ama daha sonra
annemle de paylaşıyorum. Ablalarım arasında da bir ablam çok yoğun olduğu
için diğer ile daha fazla şey paylaşabiliyorum. Okuldan veya işten yorgun gelip
birbirimizle
konuşamadığımız,
birbirimizi
dinleyemediğimiz
zamanlar
olabiliyor” (Tuğba, 20, Üniversite Öğrencisi).
“Yakın olduğum kişiye daha açık olurum. Daha rahat konuşurum. Her şeyimi
daha rahat anlatırım. Aile içerisinde bile olsa beni anlamayan bir insanla
konuşamam. İletişim kuramam. Kendimi anlatamam. O bana kendisini
anlatamaz. Böyle olduğu zaman sevgi de azalır. İnsan yakın olduğu insanı daha
fazla sever ve sayar”(Yasemin, 25, Üniversite Mezunu).
“Samimiyet olduğunda daha rahat hareket ederim. Kendimi daha iyi
anlatabilirim. Samimiyet olduğu sürece derdini daha çok açarsın. Bir sıkıntın
veya mutluluğun olduğunda daha kolay paylaşırım. Anlatırım. Ailem de buna
çözüm bulur. Samimiyet iletişim kurma sürecimi etkiliyor ve artırıyor.
Bağlılığım daha fazla artabiliyor. Yabancı birine güvenip anlatamadığım pek
çok şeyi anlatabilirim. Samimiyet ne kadar fazlaysa iletişim de o kadar fazla
oluyor” (Betül, 20, Üniversite Öğrencisi).
“Aile deyince aklıma gelen en önemli noktalardan bir tanesi güven. Ben
anneme karşı samimi ve güven verici bir yapı içerisinde durmazsam her zaman
benim hakkımda başka şeyler düşünecek. Bu sefer benim olmadığım bir biçim
biçmiş olacak. Benim olmadığım biri gibi düşünecek. Bu da hastalıklı bir yere
doğru gider. Olmadığınız bir şey gibi gözükmek veya olmadığınız bir şey gibi
tasavvur edilmek. Ben ona karşıyım Samimiysem eğer birbirimizden
beklediğimiz şeyler daha net olur. Karşılıklı ödevler, beklentiler daha açık olur.
Bu sefer de birbirimize karşı daha az kırılmış oluruz. Birbirimizden ne
beklediğimiz belli olur. Eğer beni kafanızda doğru bir yere koyamıyorsanız bu
beraberinde çatışmayı getirir. İsterim ki hayatımdaki insanlar beni doğru bir
106
yere koysunlar. Benden bekledikleri ile yaptıklarım çatışmasın. Mesela ben
kardeşime ne yapıp yapılmaması gerektiğini tahmin ederim. Neye kızacağını, ne
beklemem gerektiğini bilirim. Biz açığız. Birbirimizden gizli saklımız yok”
(Fatih, 26, Yüksek Lisans Öğrencisi).
“Saygı, sevgi ve hoşgörü olduğunda samimiyet beraberinde anlayışı da
getiriyor.” (Merve, 24, Yüksek Lisans Öğrencisi).
Gençlerin aile bireyleri arasındaki ilişkilerin samimiyet düzeyinin kişiler arası iletişim
süreçlerine etkilerine ilişkin görüşlerinden elde edilen veriler sonucunda samimiyet ve
iletişim düzeyi arasında yakın bir ilişki olduğu gözlemlenmiştir. Elde edilen veriler
ışığında aile bireylerinin birbirlerine samimi davranma oranı ile birbirlerine açık
olabilme, paylaşımlarını daha rahat yapabilme ve fikirlerini daha rahat dile
getirebilmeleri arasında anlamlı bir ilişki olduğu sonucu çıkarılmıştır.
“Aile bireyleri arasında birinin diğeri ile daha samimi olup öbürü ile soğuk
olması kıskançlığa yol açabiliyor. Kuşaklar arasındaki iletişimizde ben annemle
farklı, çocuğumla farklı konuşuyorum. Annem de aynı şekilde torunları ile
farklı benimle farklı konuşuyor” (Sebahat, 54, Ev Hanımı).
“Bir aile bireyi seni anlıyor, daha rahat dinliyor, senin üzüldüğün haklı olduğun
yerleri biliyor, sana destek veriyor. Diğeri de sürekli karşında duruyor. Her
fırsatta her şeyde seni suçluyor. Bu sefer sevgin azalmıyor. Sevgi azalsa zaten
her şey biter. İllaki kırılıyorsun, kopuyorsun, uzaklaşıyorsun. Bir kenara
çekiyorsun kendini” (Şehri, 47, İşçi).
“Mesela büyük kızım daha serbesttir. Her şeyini daha rahat paylaşır. Daha
açıktır. Ama diğer çocuklarımda rahatça anlatabilir. Samimiyet düzeyi daha
rahat ve açık olabilmeyi sağlıyor. Büyük kızım Merve daha serbest anlatır.
Ortanca kızım Betül daha çekingendir. Karakterlerinden de kaynaklanabiliyor.
Ama benden hiçbir şeylerini saklamazlar” (Selda, 48, Ev Hanımı).
“Aile bireylerimin hepsi ile konuşurum. Annemle de, babamla da, kardeşlerimle
de. Ama en rahat çocuklarımla konuşurum. Onlara kendimi daha rahat
anlatırım. Her şeyimi öncelikle onlar bilir. Bir sorunum olduğunda önce
çocuklarımla konuşurum. Ailemizde bir baskı yok. Her şeyi rahatça
107
konuşabiliriz. Kendileri ne istiyorlarsa ben hep saygı duyarım”(Hacer, 47, Ev
Hanımı).
“Bütün bireyler kendi sorumluluklarını bilmeli.” (Cevat, 55, Emekli).
Aile bireyleri arasındaki ilişkilerin samimiyet düzeyinin kişiler arası iletişim süreçlerine
etkilerinin sorgulandığı bu bölümde orta kuşağın görüşlerinden elde edilen verilerden
samimiyet düzeyi arttıkça aile bireylerinin kişiler arası iletişim becerilerinin geliştiği,
birbirlerine daha açık ve paylaşımcı davranabildikleri görülmüştür. Aile bireylerinin
birbirleriyle samimi ilişkiler kurabilmesinde empatinin anahtar
rol oynadığı
gözlemlenmiştir.
“Ayrım yapmasak da belli yakınlıklar kıskançlıklara yol açabiliyor. Belli
torunlar daha fazla sevgi gösterince bende onlara karşı daha fazla sevgi
gösteriyorum. Sevgimi kazanmış oluyorlar. Çocukların uzaklığı, farklı şehirde
yaşaması da iletişim sürecini etkiliyor” (Sakine, 82, Ev Hanımı).
“Uzun zaman görüşemediğimiz zaman özlem oluyor. Daha yakında olan kişi ile
daha fazla konuşabiliyoruz, derdimizi anlatabiliyoruz. Oğlum uzakta, Bir oğlu,
bir kızı oldu. Bir aydır görüşemedik, özlüyoruz. Biri ile daha yakın olduğumda
kıskançlık da oluyor” (Ali, 79, Emekli).
“Bizde bu tür durumlarda kıskançlık olmuyor. Sema kızım 8 yaşında yetim
kaldı. Diğer çocuklarıma göre daha fazla ilgi gösterdiğimde çocuklar o da onun
hakkıdır diyebiliyor. Öyle bir sorunumuz olmuyor. Çocuklarım benden uzakta
olduğunda özlüyorum” (İnci, 69, Ev Hanımı).
“Daha iyi, daha samimi olduğumuzda sorunlarımızı çözebilmemiz daha kolay.
Tabi bu da karşıdaki kişiye ve onun karakterine bağlı. İyi bir şey yaptım
zannediyorsun ama karşıdaki insan öyle anlamayabilir. Anladıktan sonra iyilik
olur. Bu samimiyeti devam ettirmeliyiz. Birlik olmak önemli. Mesela benim
eşimle hiçbir sorunum yok. Ama ben onun istemediklerini yapsam onunla
huzurum olmaz. Karşıdaki kişiyi anlayıp, nelere kızabileceğini bildiğim zaman
çok rahat anlaşabiliriz” (Fatma, 69, Ev Hanımı).
“Sevgi olmazsa samimiyet olmaz. Aile bireyleri arasında paylaşımın azalması
ilişkilerin samimiyetini doğrudan etkilemekte.” (Ali, 72, Emekli).
108
Aile bireyleri arasındaki ilişkilerin samimiyet düzeyinin kişiler arası iletişim süreçlerine
olan etkileri ile ilgili yaşlı kuşağın görüşlerinden elde edilen veriler sonucunda ailede
samimiyet düzeyinin sorunların daha kolay aşılabilmesini sağlayan faktör olarak
algılandığı görülmüştür. Nitekim samimiyet düzeyleri ile kişilerin iletişim düzeyleri
arasında anlamlı bir ilişki olduğu bilinmektedir. Samimiyet düzeyinin yüksek olduğu
ilişkilerde birbirini anlama, dinleme, kişisel tepkilerin farkında olma, birbirini tanıma
imkânının arttığı, sorunların veya kuşak çatışmasından kaynaklanan fikir ayrılıklarının
azaldığı gözlemlenmiştir.
5.6. Samimiyetin Aile İçi İletişimdeki Yeri
Bu bölümde kuşaklar arasındaki iletişim farklılıklarının azaltılmasında samimiyetin
etkisi sorgulanarak, samimiyetin aile içi iletişimde nasıl bir role sahip olduğunu ortaya
çıkarmak amaçlanmıştır.
“Kuşaklar arasında iletişim farklılığı var. Örneğin, anneannemin görüşlerini bir
on yıllık dönemde baz alırsak çok değişti. Ortam şartları, televizyon vb. iletişim
kanalları da süreci etkiliyor. Mesela eskiden görücü usülü evliliğe sıcak bakan
bir aile yapımız vardı. Şimdi önce tanışıp sonra evlenmeyi daha doğru
buluyorlar. Bu hep ortamın şekillenmesi ile ilgili. Çok gezmeyi ailem hiçbir
zaman doğru bulmaz. Anlayış ve empati olursa karşımızdaki insan gibi
düşünmeye başlarsak kuşaklar arası iletişim farklılıkları azalır” (Tuğba, 20,
Üniversite Öğrencisi).
“Daha samimi olursak birbirimizi daha iyi anlama fırsatımız olur. Samimi
olmazsak birbirimizi daha zor anlarız. Yani bir sorunum var ve karşımdakine
bunu anlatamıyorsam beni anlayamaz. Konuşamaz, iletişim kuramayız.
Kuşaklar arası iletişim farklılıklarının en aza indirilmesinin yolu karşılıklı
konuşabilmek ve iletişim kurabilmekten geçiyor. Birbirimizi anlarsak
aramızdaki sorunlar azalır” (Yasemin, 25, Üniversite Mezunu).
“Yine her şey saygıda bitiyor. Farklılıklar yaştan, kişinin görüşünden,
bakışından veya aile eğitiminden çıkıyor. İnsan kendini eğittiği sürece bakış
açısı da zaten genişliyor. Genişlediği sürece arada yaş farkı olsun olmasın saygı
duyması öğreniyor insan. Saygı duyduğumuz sürece başka fikirlere de açık
109
oluyoruz. Samimi olunduğunda da daha sıcak ve saygılı yaklaşılabiliniyor.
Daha fazla dinleyebiliyoruz” (Betül, 20, Üniversite Öğrencisi).
“Belli kalıpları değiştirmek çok zor. İnsanlar onun üzerine hayatlarını
kurmuşlar. 50 sene geçmiş. Belki daha fazla. Bu yapıyı değiştirmek gerçekten
imkansız. Ama samimi olduğunuzu karşı taraf bildiğinde size saygı duyar.
Yalan üzerine kurulu bir ilişki bir yerde patlayacağı için daha ciddi çekişmelere
ve kavgaya dönüşebilir. Ama samimi olursanız alabileceğiniz maksimum tepki
o anda aldığınız tepkidir. Yalanla kurulan ilişkide anı kurtarırsınız. Ama
ilerleyen süreçte sıkıntılar olur. Dürüstlük ve samimiyet varsa fikirleri
değiştirmez. Ama çocuğum bana yalan söylemiyordur diye bilir. Seçemediğin
insanlarla berabersin. Onların hayatını dönüştüremezsin. Ama senin hayatını da
dönüştürmemelerine izin vermemelisin. Benim dinlediğim müzik hiçbir zaman
annemle bir olmayacak. Benim okuduğum kitapları da sevmeyecek. Ama benim
dinlediğim müziğe saygı gösterecek. Ama keyifle dinlemeyecek. Farklılıklar
var olmaya devam edecek ama saygı çerçevesinde bir anlaşma sağlanacak. Göz
yumulmuş veya kabullenilmiş olacak”(Fatih, 26, Yüksek Lisans Öğrencisi).
“Karşılıklı olarak birbirimizi dinleyebileceğimiz ve anlamaya çalışacağımız bir
ortam oluşturmalıyız.” (Merve, 24, Yüksek Lisans Öğrencisi).
Gençlerin aile bireyleri arasındaki iletişim farklılıklarının giderilmesinde samimiyetin
işlevine ilişkin görüşlerinden elde edilen verilerden gençlerin yaşlıların belli kalıp
yargılarını yıkmasını istedikleri, empati ve saygı çerçevesinde kurulacak samimi
ilişkilerin kuşaklar arasındaki iletişim farklılıklarının azaltılmasında etkin rol oynadığı
sonucu çıkarılmıştır.
Nitekim
samimiyet
düzeyinin kişiler
arasında
yaşanan
problemlerin daha kısa sürede çözülmesine katkı sağladığından, daha rahat ve sıcak bir
iletişim ortamına zemin hazırlayarak, kişiler arasında yanlış anlama, dinlememe vb.
sebeplere
bağlı
olarak
yaşanabilecek
iletişim
kopukluklarının
giderilmesini
sağladığından söz edilebilmektedir.
“Büyüklerin bir otoritesi var. Ama çocuklar da özgür olmak istiyor. Bu ikisini
dengelemek için hoşgörü ve anlayış gerekiyor. Birbirini anlayabilmek önemli.
Eşim, ben ve çocuklarım olarak ailemiz çok özgür ve rahat bir aile. İstediğimizi
yaşayabiliriz. Babaları benden daha rahat bir insan. Ama benim annemin yani
bir sonraki kuşağın kuralları vardır. Çocuğa yansıdığı zaman arada kalmalar
110
oluyor. Ama bir süre sonra bunları aşıyorsun. Sorunlar çözülüyor. Çocuğu araya
sokmamak için ben kendimi ortaya atıyorum. Çünkü çocuğa yönelik bir tepki
olursa çocuk yıpranır. Bizim evde aktarma yok. Annemin belli kurallarını ben
çocuklara aktarmıyorum. Evdeki tüm problemler bende çözülüyor” (Sebahat,
54, Ev Hanımı).
“İki taraf da birbirini anlamaya çalışmıyor. Mesela büyüklerin hoş
karşılamadığı bir şeyde siz idare edin. Onlar yaşlıdır dediğimizde gençler alttan
almıyor. Karşılıklı anlayış ve hoşgörü olursa çatışmalar azalır. İletişim
farklılıkları giderilir. Tabi insanların yapısını da değiştiremezsiniz. İnsanları
olduğu gibi kabul edince bira daha kolay oluyor” (Şehri, 47, İşçi).
“Büyük kızım daha olgun olduğu için onunla daha rahat iletişim kurabiliyorum.
Samimi ve yakın olduğum kişinin belli hatalarını affetmem daha kolay oluyor,
kavga sonrasında barışma süreci daha kısa. Ama genel olarak çocuklarıma eşit
uzaklıktayım” (Selda, 48, Ev Hanımı).
“Arada bir tarafın kendi dediğini yaptırmaya çalıştığı zamanlar oluyor. Büyük
olmasa da küçük istekler oluyor. Bazen hoş karşılamak gerekiyor. Böyle
durumlarda ben çok diretmiyorum. Ben çok diretince çocuklar ben
üzülmeyeyim diye geri adım atıyor. Ortak bir anlaşma noktası buluyoruz. Çok
çatışmaya girmiyoruz. Yeri geliyor ben fedakarlık ediyorum. Yeri geliyor onlar
fedakârlık ediyor” (Hacer, 47, Ev Hanımı).
“Yıllardır bu böyle gelmiş böyle gidecektir. ancak gençlerimizi dinlemeliyiz
fikirlerine değer vermeliyiz.” (Cevat, 55, Emekli).
Orta kuşağın görüşlerinden elde edilen veriler sonucunda kuşaklar arasındaki iletişim
farklılıklarının azaltılmasında aile bireyleri arasındaki iletişimin samimiyet düzeyinin
etkili bir faktör olduğu gözlemlenmiştir. İlişkilerdeki samimiyet düzeyinin daha rahat
iletişim kurulmasını ve ortak bir anlaşma zemini oluşturulabilmesini sağlayarak, iletişim
farklılıklarına bağlı problemlerin en aza indirilebilmesine katkıda bulunduğu
görülmüştür.
“Kusursuz insan yoktur. Bu yüzden belli hatalara karşı sabırlı ve hoşgörülü
davranmak gerekiyor. Hataları direkt yüze çarpmak doğru bir davranış olmuyor.
Böyle davranınca ilişkiler de güzel gidiyor” (Sakine, 82, Ev Hanımı).
111
“Karşılıklı anlayış olduğunda ve iyi davranıldığında herhangi bir problem
çıkmıyor. Farklılıkları hissettirmeye çalışıyorum. İki çocuğum veya torunum
biraraya geldiğinde aynı davranırım” (Ali, 79, Emekli).
“Aralarında ayrım yapmadan her insanın yaradılışına göre, olduğu gibi
kabullenip davranırım. Çocuklarım ya da torunlarım asileştiğinde ben genelde
susarım, alttan alırım. Büyüklere sabır düşüyor. Yoksa diğer türlü huy, ahlak
çok bozuluyor” (İnci, 69, Ev Hanımı).
“Karşılıklı birbirimizin isteklerini yerine getirmeliyiz. Ama gençlerin her
istediğini yapmak da doğru olmuyor, yoldan çıkmak gibi oluyor. Gençlerin bizi
dinlemesi lazım. Biz ne hep benimki ne de hep onunki demememiz lazım.
Gençlerin öğrenmesi gereken şeyler var. Cahil ve tecrübesizler. Sorunlar
konuşarak, anlaşarak çözülebilir” (Fatma, 69, Ev Hanımı).
“Çok önemli bir işleve sahiptir,ancak kuşaklar arasındaki farklılıklar
günümüzde geçmişe oranla çok daha derinleşmiştir.” (Ali, 72, Emekli).
Kuşaklar arası iletişim farklılıklarının azaltılmasında aile bireyleri arasındaki iletişimin
samimiyetine ilişkin
yaşlı kuşağın görüşlerinden elde edilen veriler sonucunda
kuşaklar arası iletişim farklılıklarının azaltılabilmesi için karşılıklı anlayış ve hoşgörü
değerlerinin önem arz ettiği gözlemlenmiştir. Elde edilen verilerden samimiyetin ve
yakın ilişkilerin
kuşaklar arası iletişim farklılıklarının azaltılabileceği sonucu
çıkarılmıştır. Bu noktada, gençlerin yaşlıları dinleyerek yaşlı kuşağın görüş, deneyim,
kültürel miras ve tecrübelerinden yararlanmasının yanında yaşlıların gençleri daha rahat
ve özgür bırakarak anlayışlı davranmasının sorunların giderilmesinde kilit rol
oynayacağı sonucu elde edilmiştir.
5.7.Karşılıklı Beklentiler
Bu bölümde kuşakların iletişim süreçlerinde birbirlerinden beklentileri sorgulanarak,
kuşaklar arası çatışmaların ve farklılıkların en aza indirildiği sağlıklı bir iletişim
kurabilmeleri için yapılabileceklerin değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
“Benden çok bir şey beklemesin düşüncesi var. Mesela her zaman yanlarında
olamam. Benim de bir hayatım var. Okulum var. Yorgun oluyorum,
gelemiyorum. Ailem hizmet bekliyor. Ama ben bazen çok yorgun olabiliyorum.
112
Onların beklentilerini genelde karşılayamıyorum” (Tuğba, 20, Üniversite
Öğrencisi).
“Beklentim çağa biraz daha ayak uydurabilmeleri. Daha fazla bizim gibi
olabilseler. Kendi başlarına daha fazla şey yapabilmeleri. Yaşadıkları çağa daha
rahat ayak uydurabilmeliler. Mesela biz benim yaşımdakiler gördükleri,
bildikleri ile 20 sene yaşamaya devam etmemeli. Eski kuşaklar da bu var. Çağa
ayak uydurmakta zorlanıyorlar. Ben onların yaşadıkları çağa daha fazla ayak
uyduran bir insan olmalarını isterdim. Bizim kullandığımız bir telefonu
kullanabilsinler” (Yasemin, 25, Üniversite Mezunu).
“Benim ailemle çok çatıştığım bir nokta da olmadı. Bu yüzden ailemden çok
aşırı bir beklentim de olmuyor. Yeterince anlayışlı ve sevgi dolu yaklaşıyorlar.
Ailem her türlü beklentimi karşılıyor”(Betül, 20, Üniversite Öğrencisi).
“Ben her zaman yaşlı insanların kültürel miraslarına saygı duymuşumdur.
Çünkü çok şey öğrendim. Eğitim bir şekilde elde edilebilir bir konu. Zamanla
eğitim bir şekilde hallediliyor. Açık kapanabiliyor. Daha iyi eğitim alınabiliyor.
Ama tecrübe satın alınamıyor. Çünkü herkesin yaşadığı farklı bir tecrübe var.
Ben yaşlılardan en çok bu konuda yararlanıyorum. En çok o konuda yardım
bekliyorum. Yaşanmış insan ilişkilerinin bir benzeri daha yaşanmayabilir. Ama
benim için o tecrübeden yararlanmak özel. Eğer kişi kendini kusursuz olarak
görüyorsa yapacak bir şey yok. O zaman herkes kusurlu. O zaman ben
kusurluysam o zaman başkalarının da kusurları olabilir. Mesele o kusurları
görüp birbirimizi daha ileriye götürebilmek. Çatışarak geriye değil de
birbirimizin eksiklerini tamamlayarak olmalı. Mesela ben x yemeğini
seviyorum. Annem bana bunu yapabilir. Bu bir kayıp değil. Sadece onun
istediğini yaptığımda değil. Onun istemediğini yaptığımda da o deneyimini,
hayat anlayışını, hayata bakışını katmalı” (Fatih, 26, Yüksek Lisans Öğrencisi).
“Genel olarak birbirimizden beklentimiz saygı ve sevgi.” (Merve, 24, Yüksek
Lisans Öğrencisi).
Elde edilen veriler sonucunda gençlerin yaşlı aile bireylerinden beklentilerinin
birbirinden farklılık gösterdiği sonucu elde edilmiştir. Ailesinden beklentisi olmayan
gençler görülebilmekle birlikte yaşlı aile bireylerinin çağa ayak uyduramadıklarını
düşünen gençler de gözlenmiştir. Gençlerin yaşlı aile bireylerinden beklentileri geçmiş
113
deneyimlerini, kültürel miraslarını, ben daha iyi bilirim düşüncesi olmadan
aktarabilmeleri, gençlere belli konularda daha özgür davranmaları, gençlerin her zaman
yanlarında olamayacaklarını kabul etmeleri ve onların özel hayatlarına saygılı
davranmaları olarak sıralanmıştır.
“Yaşlılar gençlerden sevgi bekliyorlar. Torunlarını çok özlüyorlar. Sevmek ve
sevilmek istiyorlar. Çocuklara karşı bir özlem var. Gençlerse büyüklerden daha
saygılı, hayatlarına karışmayan bir büyük olmasını istiyorlar. Şimdi gençlerin
çok beklentileri var. Gençlik çok değişti. Çocuklarımdan memnunum ama yine
de gençlik çok saygılı, duyarlı olabilir. Yine de aynı değil. Benim anneme
davranışım ile çocuklarımın bana davranışı arasında fark var. Yakınlık onu her
şekilde düşünmektir”(Sebahat, 54, Ev Hanımı).
“Ben huzur bekliyorum. Yaşlıların eski günler muhabbetini dinlemekten
sıkılıyorum. Çocuklarımdan beklentim evde huzurlu, mutlu yaşamamız.
Birbirimize her şeyimizi anlatabilelim. Birlikte hayatı paylaşalım. Sohbet
edelim” (Şehri, 47, İşçi).
“Çocuklarımdan beklentim kendilerini güzel yetiştirmeleri. Okumaları, eğitim
almaları ve başarılı olmaları. Sevgi ve saygıda zaten kusurları yok. Kendi
istikballerini kurtarmalarını istiyorum. Anne babamdan beklentim o dönemde
daha bir sıkıydı her şey. Daha sıkı yetiştiriliyorduk. Daha kapalı
yetiştiriliyorduk. Ailemin benim daha serbest yetiştirmesini isterdim” (Selda,
48, Ev Hanımı).
“Annem, babam bu saatten sonra değişmez. Biz konuşuyoruz ve bir sorun
yaşamıyoruz. Çocuklarımın kendi sevdikleri işleri yapıp, kendi ayakları üstünde
durmasını bekliyorum. Benim onlardan başka hiçbir beklentim yok” (Hacer, 47,
Ev Hanımı).
“Karşılıklı olarak beklentimiz saygı ve sevgi.” (Cevat, 55, Emekli).
Elde edilen veriler sonucunda orta yaşlı kuşağın ailelerinde yaşlı kuşaktan beklentileri
olmadığı, beklentilerinin gençlere yönelik olduğu görülmüştür.Orta yaşlı kuşağın
beklentilerinin genç kuşak üzerinde yoğunlaştığı ve beklentilerinin genç kuşağın kendi
geleceklerine ve mutluluklarına ilişkin olduğu gözlenmiştir.
114
“Gençlerden sevgi ve saygı bekliyoruz. Saygı gösterilmediğinde belli bir yaşa
geldim ve bana artık saygı duyulmuyor diyerek üzülebilirim. Kıymet görmüyor
gibi oluyoruz. Gençlerden hatır ve hürmet bekliyorum. Torunlarım hizmette
kusur etmiyorlar. Hatırlı davranıyorlar. Torunlarımın, çocuklarımın itibar
göstermesi, arayıp sorması hoşuma gidiyor. Çok mutlu oluyorum” (Sakine, 82,
Ev Hanımı).
“Benim bu yaştan sonra onlardan beklentim hürmet ve saygı göstermeleri.
Torunlarımın iyi davranmasını istiyorum. Herhangi bir şey istediğimde onu
yapmalarını istiyorum” (Ali, 79, Emekli).
“Bana daha saygılı, daha düşkün olmalarını isterim. Daha fazla ziyaret edilmek
isterim. Gönlümün hoş tutulmasını isterim. Kendimi yalnız hissetmemek
isterim. Evlatlarım var. Bana geliyor, gidiyor. Benimle iletişimleri güzel. Beni
sayıp seviyorlar diye düşünmem gerekir. Gençler şimdi anlamaz. İnsan
yaşlanınca, yalnız kalınca, eşini kaybedince daha bir duygusallaşıyor. Daha çok
aranmak, hatırının sorulmasını istiyorsun” (İnci, 69, Ev Hanımı).
“Gençlerden beklentim hepsinin okulunu bitirmesi, hayırlı bir yuva kurmaları.
Geleceğimizi sürdürmeleri. Gençlerin iyi ve mutlu olmasını istiyorum.
Geleceklerini biraz düşünsünler. Onlar şimdi tam olamazlar. Cahil. Bizi
üzmesinler. Boşluğa sapmasınlar. Büyüklerine saygılı olmalarını istiyorum.
Tabiki tam anlamıyla olamayabilir” (Fatma, 69, Ev Hanımı).
“Bence gerek yaşlı aile bireyleri ve gerekse gençlerin iletişim süreçlerinde
birbirlerinden bekledikleri en önemli değerler sevgi ve saygıdır.Her iki tarafta
karşılıklı olarak bu beklenti içindedir.” (Ali, 72, Emekli).
Yaşlı kuşağın gençlerden beklentisine ilişkin görüşlerden elde edilen veriler soncuunda
yaşlı kuşağın gençlerden beklentisinin hürmet, saygı ve sevgi odaklı olduğu
görülmüştür. Yaşlı kuşağın görüşleri doğrultusunda kuşak farklılıklarının azaltılmasında
gençlerin yaşlılara saygılı davranmasının etkili olacağı gözlemlenmiştir. Orta yaşlı ve
yaşlı kuşağın gençlerden beklentilerinde benzerlikler görülmüştür. Nitekim orta yaşlı ve
yaşlı kuşağın gençlerden beklentileri değerlendirildiğinde gençlerin eğitimi, geleceği,
daha huzurlu ve mutlu yaşamaları kavramları öne çıkmıştır. Gençlerin yaşlı aile
115
bireylerinden beklentilerinde ise özgürlük, saygı, hoşgörü ve anlayış değerleri üzerinde
durulmuştur.
5.8.Aile İçi İlişkilerde Anne Babaya Düşen Sorumluluklar
Bu bölümde aile içi ilişkilerde anne ve babaya düşen görev ve sorumluluklara ilişkin
bakış açılarını değerlendirmek ve iyi bir anne, baba profilinin nasıl olması gerektiğini
ortaya çıkarmak amaçlanmıştır.
“Baba yöneten taraf, otorite olduğu için belli durumlarda anne babanın vereceği
tepkileri ölçebilmeli. Sorunları babaya aktarırken anne köprü olabilmeli.
Aslında iki kişiden biri köprü görevi görmeli. Baba arkadaş gibi olmalı. Ama
otoritesi de olmalı. Baba ile çocuk arasında bir çizgi olmalı. Anneye göre
babayla daha fazla mesafe olmalı. Anne bir nebze daha yakın oluyor. Baba
sevgisini de kesinlikle göstermeli. Ancak evde otoriteyi de sağlamalı” (Tuğba,
20, Üniversite Öğrencisi).
“Annenin aileyi bir arada tutması, ev içerisindeki sorumluluklarını yerine
getirmesi gerekir. Hem eşini hem çocuklarını anlamaya çalışması, destek olması
gerekir. Babanın da dışarıdaki sorumluluklarını yerine getirmesi gerekir. Güven
vermesi gerekir. Sürekli çocuklarının ve eşinin arkasında olmalı, onları koruyup
kollayabilmeli. Baba konumundaki kişinin güçlü olması gerekir. Bir babanın bir
anneye göre daha güçlü, daha fazla sorumluluk alan bir kişi olması gerekir”
(Yasemin, 25, Üniversite Mezunu).
“Bence anne, baba yaşın da verdiği tecrübelerini çocuklarına aktarmalı. Onların
tecrübelerinden yararlanabiliriz. Bir zamanlar çünkü onlar da bizim
yaşımızdaydı. Anne, baba yol gösterici olmalı. Evde bir tartışma veya sorun
olduğunda yapıcı olabilmeli. Problemleri çözebilmeliler” (Betül, 20, Üniversite
Öğrencisi).
“Toplum içerisinde dürüst ve namuslu insan olarak anılmak benim için önemli.
Annem, babam için kötü bir şey söylense üzülürüm. Ortalama bir eğitim alma
hakkını çocuğuna anne, baba sağlayabilmeli. Bana zaman ayırıp, beni ben
olduğum için sevmeleri. Bana zaman ayırmaları. Bu önemli bir olgu. Ben buna
sahip oldum. Birçok insan buna sahip değil. Ben hiçbir zaman kapıyı anahtarla
açmadım. Yemeğimi annem hazırladı. Benim en güzel zamanlarım annemle
116
geçti. Bir kıza aşık olduğumda da annemle beraberdim. Canım sıkıldığında da.
Asgari geçim de bir şekilde sağlanmalı. Sonuçta karnın doymadan sevgi de bir
yerde eksik kalır. Ocakta bir yemek pişmeli ki onu paylaşasın. Pişmiyorsa o bir
sıkıntı. Ekonomik durum asgari seviyede olmalı. Baba olduğumda da dürüst bir
insan olarak bilinmek isterim. Çocuğuma eğitim imkanları sunabilecek durumda
olmalıyım. Aynı şekilde eşime de. Bir de çocuğumun bana açık olmasını, onu
yönlendirebilecek bir bilgi birikimine sahip olmayı isterim. Arkadaşım x bana
şunu yaptı ben ona ne yapmalıyımdan tut hangi okula gitmeliyime kadar
çocuğuma karşı doyurucu, onu yönlendirici olgunluğa sahip olmayı çok
isterim”(Fatih, 26, Yüksek Lisans Öğrencisi).
“Saygı, anlayış ve hoşgörü içinde her bireyin özgürce fikirlerini paylaşabileceği
bir ortam oluşturmak.” (Merve, 24, Yüksek Lisans Öğrencisi).
Elde edilen veriler sonucunda gençlerin anne ve baba profillerine ilişkin
tanımlamalarının benzerlik gösterdiği gözlemlenmiştir. Anne ve babanın sorumlulukları
arasında çocuklarına iyi bir gelecek vermek, onları okutup eğitmek, deneyimlerini
aktarmak, yol göstermek sıralanmıştır. Elde edilen veriler sonucunda, annenin her
zaman çocuğa babaya oranla bir adım daha yakın ve arkadaş gibi olması gerektiği,
babanın ise evin geçimini sağlayan, otorite konumda olması gerektiği sonucu elde
edilmiştir. Bu doğrultuda annenin şefkat,
babanın ise otorite kavramı ile
ilişkilendirildiğinden söz edilebilmektedir.
“Sevgiyle çocuklarına yaklaşmalılar. Çocukları ne derse desin ona kızmamalı.
Çocuklarına yanlışlarını söylemeli. Ama çocuğu yanlış yaptı diye dövmek,
kızmak doğru değil. Çocuk yanlışını anlarsa bir daha yapmaz. Nasıl yaklaşıldığı
çok önemli. Çocuğa şefkat gösterilmeli. Bazen benim de çocuklara kızdığım
oluyor. Ama sevgi dolu bir anne olmak çocuklarınızla arkadaş olmanızı
sağlıyor. Belli şeyleri babaya yansıtmam. Ama ben üzülürüm. Bazen arkadaş
gibi anne olmasaydım diyorum” (Sebahat, 54, Ev Hanımı).
“Bir baba çocuklarına sahip çıkmayı bilmeli. Onların geleceği ile ilgili her şeyi
daha doğmadan önce hazırlamalı. Maddi, manevi elinden ne geliyorsa yapmalı.
Koruyabilmeli. Anne için de aynısı geçerli. Anne sevgisini ve saygısını vermeli.
Anne arkadaş gibi olabilmeli. Anne babaya göre daha yakın, daha arkadaş gibi
olmalı. Ben anneyim diye her zaman benim dediğim olacak dememeli.
117
Çocuğuyla
paylaşımda
bulunmalı.
Çocuğunun
derdini,
sıkıntısını
paylaşabileceği bir arkadaş olabilmeli” (Şehri, 47, İşçi).
“Çocuğunu iyi yetiştirmek. Onlara sadece maddi olarak değil manevi olarak da
destek vermek. Benim çocuklarımdan isteğim onların bana açılmaları, bana her
şeylerini anlatmaları” (Selda, 48, Ev Hanımı).
“Bence babadan çok anne sorumlu. Çünkü anne evde olup çocuklara bakıyor.
Çocuğa bakmak, büyütmek, yeri geldiğinde korumak, yeri geldiğinde hayatı
öğretmek. Çocukların kendi ayakları üstünde durması, iyi bir birey olarak
yetişmesi, toplumda düzgün bir birey olabilmesi önemli. Aynı şeyler baba için
de geçerli. Çocukların dürüst ve iyi olması çok önemli. Çocuklarımın çok iyi bir
kariyerden önce dürüst ve iyi bir insan olmalarını isterim. Benim için çok
yüksek biri olup da riyakâr, yalancı olmaları önemli değil. Dürüst ve kendine
yetecek bireyler olmaları benim için kafi” (Hacer, 47, Ev Hanımı).
“Anne ve babanın temel sorumlulukları fedakârlık ve hoşgörü her zaman
destek.” (Cevat, 55, Emekli).
Elde edilen veriler sonucunda ailede anne ve babaya düşen sorumluluklar ile ilgili orta
yaşlı kuşağın görüşlerinin benzerlik gösterdiği görülmüştür.
Anne ve babanın
çocuklarına sahip sıkmak, onları eğitmek, sadece maddi olarak değil manevi olarak da
yanlarında olmak, çocukların kendileriyle rahatça iletişim kurabilmelerini sağlamak,
anlayışlı ve hoşgörülü olmak, aile değerlerini ve toplumsal yapıyı öğretmek, topluma
dürüst ve faydalı bireyler yetiştirmek sorumluluklarına sahip olmaları gerektiği
sonuçları elde edilmiştir.
“Çocuklarını kırmamalılar. Hoşgörülü ve anlayışlı olmalılar. Çünkü büyük ve
olgun olan taraf anne ve babadır. Anne baba elinden geldiği kadar sabırlı
olmalı”(Sakine, 82, Ev Hanımı).
“Anne ve baba çocuklarına iyi davranmalı. Çocuğa nasıl davranılırsa o da size
öyle davranır. Alay edip küçümsenirse dinlemez, çeker gider. Bu yüzden
hoşgörülü olmalılar. Bir baba evini geçindirmek zorunda. Dışarıdan ne lazımsa
eve baba sağlamalı”(Ali, 79, Emekli).
118
“Anne ev işleriyle ve çocuklarıyla meşgul olmalı. Baba dışarıda çalışıp, onların
ihtiyaçlarını karşılaması lazım. Anne evde evlatlarını büyütmekle, onları terbiye
etmekle, onlara bakmakla meşgul olmalı. Onlara hoşgörülü davranarak annelik
vazifesini yapması lazım. Anne daha bir düşkün oluyor evlatlarına. Anne
devamlı çocuklarla beraber. Bakıyorum çalışan da olsa anne yine daha düşkün.
Baba o kadar olmuyor. Öyle de olması lazım. Çocuk anneyi daha çok özlüyor”
(İnci, 69, Ev Hanımı).
“Çocuklarını yetiştirmek, okutmak. Çocuğun ileride kötü bir alışkanlığı
olmaması için eğitmek. Çocuğu yönlendirmek, takip etmek. Cahil zamanında,
ergenlik döneminde onlarla ilgilenmek. Çocuğu yuvaya kazandırmak öyle kolay
değil. İstanbul gibi bir ortamda hiç kolay değil. Kötü yola düşebilir, yanlış
yapabilir. Çocuğunu korumaları, yetiştirmeleri gerekir. Eve gelmediğinde
çocuğunu merak etmesi, sorumluluklarını bilmesi gerekir”(Fatma, 69, Ev
Hanımı).
“Anne ve babaya düşen en önemli sorumluluk aile içi ilişkilerde sevgi ve
saygıyı öne çıkarmak, ailenin diğer fertlerinin de bu değerleri içselleştirmelerini
sağlamaktır.” (Ali, 72, Emekli).
Yaşlı kuşağın görüşlerinden elde edilen veriler incelendiğinde aile içi ilişkilerde anne
babaya düşen sorumlulukların çocuklarına sadece maddi değil manevi olarak da destek
olmak, hoşgörülü ve anlayışlı olmak, çocukları en iyi şekilde yetiştirip büyütmek,
eğitimlerini sağlamak olarak sıralandığı görülmüştür. Aile içi iletişimin başarısında
önemli rol oynayan iki faktör olan anne ve babanın çocuklarına iyi davranmaları, iyi bir
eğitim vermeleri, hoşgörülü, paylaşımcı olmalarının çocukların hayata hazırlanma
süreçlerini etkileyen faktörler olarak öne çıktığından söz edilebilmektedir.
3 kuşağın görüşleri değerlendirildiğinde anne ve babaya düşen sorumluluklar
konusunda benzerlikler görülmüştür. Bu doğrultuda anne ve babaya düşen
sorumluluklara ilişkin ortak görüşler; çocuklarına iyi bir gelecek vermek, eğitmek,
yönlendirmek, yol göstermek, maddi değil manevi olarak da yanlarında olmak, anlayışlı
ve hoşgörülü olmak olarak sıralanmıştır. Orta yaşlı ve yaşlı kuşağın genç kuşaktan farklı
119
olarak anne ve baba sorumluluklarına ilişkin görüşlerinde topluma dürüst ve faydalı
bireyler yetiştirmek, aile değerleri ve toplumsal yapıyı öğretmek ifadeleri yer almıştır.
120
Tablo 4- Aile İçi İlişkilerde Anne Babaya Düşen Sorumluluklar
Aile
Kuşak
1. Aile Genç
Yaş
Öğrenim
Düzeyi
20
Üniversite
Orta
1. Aile Yaşlı
54
İlkokul
1. Aile Yaşlı
82
İlkokul
2. Aile Genç
25
Üniversite
Aile İçi İlişkilerde Anne
Babaya Düşen Sorumluluklar Benzerlikler
Çocuklarıyla arkadaş olmak,
otoriteyi sağlamak
Sevgiyle ve şefkatle
çocuklarına bakmak, Arkadaş
olabilmek, yol göstermek
Orta
2.Aile Yaşlı
47
İlkokul
2.Aile Yaşlı
79
İlkokul
Üniversite
Tecrübelerini paylaşmak, yol
göstermek, sorunları çözmek,
hayatı kolaylaştırmak
Çocuklarını iyi yetiştirmek,
destek olmak, açık olabilmek
20
Orta
3.Aile Yaşlı
48
İlkokul
3.Aile Yaşlı
69
İlkokul
4. Aile Genç
26
Yüksek
Lisans
Otorite,
hoşgörülü,
anlayışlı ve
sabırlı olmak
Hoşgörülü ve anlayışlı olmak,
sabırlı olmak
Aileyi bir arada tutmak, güven
vermek, sorumluluklarını
bilmek
Çocuklarına sahip çıkmak,
geleceklerini bugünden
planlamak, sevgi ve güven
vermek, anlayış göstermek
Hoşgörülü olmak,
sorumluluklarını yerine
getirmek
3.Aile Genç
Arkadaş
olabilmek, yol
göstermek
Farklılıklar
Orta
4. Aile Yaşlı
47
İlkokul
4. Aile Yaşlı
69
İlkokul
5. Aile Genç
24
Yüksek
Lisans
Hoşgörülü olmak, çocuklarını
büyütmek
Eğitmek, zaman ayırmak,
ekonomik ihtiyaçları sağlamak,
anlayışlı olmak
Çocuklarına bakmak,
büyütmek, dürüst bireyler
yetiştirmek
Çocuklarını büyütmek,
okutmak, yönlendirmek,
sorumluluklarını bilmek
Saygı, anlayış ve hoşgörü
içinde bireylerin fikirlerini
rahatça ifade edebilmesini
sağlamak
Orta
5. Aile Yaşlı
55
Üniversite
Fedakarlık, hoşgörü ve her
zaman destek
5. Aile Yaşlı
72
Üniversite
Saygı ve sevgiyi öne çıkarmak,
bu değerleri içselleştirmek
121
Sorumluluklarını
yerine getirmek,
Güven vermek
anlayış
göstermek
Çocuklarını
yetiştirmek,
hoşgörülü
olmak, destek
olmak
Hayatı
kolaylaştırmak
Çocuklarını
yetiştirmek,
eğitmek
Zaman
ayırmak
Saygı, anlayış ve
sevgi içinde
birarada
yaşamak
Fedakarlık
5.9. Farklı Kuşakların Sağlıklı Bir Aile İçi İletişim Kurabilmesinin Yolları
Bu bölümde kuşaklar arasında pek çok sebebe bağlı olarak yaşanan iletişim farklılıkları
ve çatışmaların en aza indirilebilmesi ve sağlıklı bir aile içi iletişim ortamı
kurulabilmesi için birbirlerine yaklaşımlarının nasıl olması gerektiğine ilişkin sonuca
varabilmek amaçlanmıştır.
“Birbirimizi dinlememiz gerekiyor. Mesela ben bir olayı anlattığımda ailem
direkt öfkelenmemeli. Dinlemeli sonra değerlendirmeli. Arada saygı olduğu
zaman pek bir iletişim problemi yaşanmıyor. Sağlıklı bir iletişim ortamı söz
konusu oluyor. Saygı, sevgi, hoşgörü, anlayış ve empati olmalı” (Tuğba, 20,
Üniversite Öğrencisi).
“İletişim eksikliği en başta olmak üzere yetişme tarzı, diğer kuşakların çağa
ayak uyduramaması çatışmalara yol açıyor. Bu eksiklikler çatışmalara ve
kavgalara sebep olur. Sağlıklı bir aile ortamı için en başta hoşgörülü olunmalı.
Karşılıklı anlayış olursa her şey daha kolay olur. Ailede her şey karşılıklıdır.
Mesela bir çocuğun ailesine karşı tavrını suçlamadan önce ailesini suçlamak,
sorgulamak gerekir. Çünkü sorun kesinlikle tek taraflı değildir. Mutlaka karşı
tarafın yanlış bir davranışı vardır. Sevgi ve saygı olmalı. Öncelikle de saygı
olmalı”(Yasemin, 25, Üniversite Mezunu).
“Sevgi önemli. Sağlıklı bir iletişimin en etkili yolu bence güzel bir sözdür ya da
gülümsemektir. Karşı tarafa verilen içten bir mutluluktur. Mesela babam eve
girdiği zaman güzel bir sözle girdiği zaman oradaki iletişim daha sağlıklı
oluyor. Babamın mutsuz gelmesi de tüm ailemizi mutsuz edebilir. Sıkıntım
olduğu zaman bile birbirimize çok fazla yansıtmazsak, birbirimizi kırmazsak,
işte, okulda vb. yaşanan sıkıntılar eve taşımazsak anlaşmak çok daha kolay
olur” (Betül, 20, Üniversite Öğrencisi).
“Dürüst ve açık olmak önemli. Onları da anlamak lazım. Sadece kendini
düşünmek değil. Karşı tarafı da anlamak gerekiyor. Onları sahip olduğu kültürel
mirası, yaşadıkları toplumsal yapıyı bilmek, onların eğitim durumlarını göz
önünde bulundurmak, onlar için değerlerin ne ifade ettiğini bilmek. Bir şeyin
benim için ne ifade ettiğinden ziyade benim annem ya da babam tarafından ya
da dedem tarafından nasıl anlamlandırıldığı da önemli. Bu da dönüp dolaşıp
122
samimiyet ve güvene geliyor. Size güveniyorlarsa, samimiyseniz bir yerden
sonra kabulleniyorlar. Önyargılı olmamak gerekiyor. Mesela bizim ailede saç
uzatan insan yoktu. İlk saç uzatan bendim. İlk zamanlar çok sert karşıladılar.
Ama o kültüre yönelik olarak peygamberin de saçı uzundu vb. dediğinizde bir
ortak yol bulunuyor. Bir şeyi istediğimde bakarım. O benim için ne kadar
değerli. Annemi kaybetmek kadar değerli değilse alttan alırım. Tam tersi onlar
da alır. Bu bir ortak zemin” (Fatih, 26, Yüksek Lisans Öğrencisi).
“Anlamaya çalışmalıyız birbirimizi sevgi ve saygı ile.” (Merve, 24, Yüksek
Lisans Öğrencisi).
Elde edilen veriler sonucunda gençlerin farklı kuşakların birbirleriyle sağlıklı iletişim
kurabilmesi için izlemesi gereken yollar ve yaklaşımlar konusundaki görüşlerinin
benzerlik gösterdiği gözlemlenmiştir. Gençlerin görüşlerinden elde edilen verilerden
kuşaklar arasında sağlıklı bir iletişim kurulabilmesi için ilişkide saygı, sevgi, karşılıklı
anlayış, birbirlerine dürüst, samimi ve açık olabilmek, önyargılı olmamak ve güven
değerlerine tüm bireylerin sahip olması gerektiği sonucu çıkarılmıştır.
“Birbirlerine sevgi ile yaklaşmalılar. Ben mutluluğun önemine inanıyorum.
Gençlerin büyüklerine karşı saygılı olması gerekiyor. Bir büyüğümüzü
kaybettiğimiz zaman değerini anlıyoruz” (Sebahat, 54, Ev Hanımı).
“Farklı kuşakların birbirini anlayamamasının sebebi iletişim kopukluğu. Bir
kuşak öncesi daha sıkı bir hayat yaşıyor. Daha geleneksel ve kapalı yaşamış.
Her şey günah, yanlış, ayıp olarak görülüyor. Bir kuşak sonrası onların biraz
aşmış oluyor. Diğerinin görüşü ona ters geliyor. Benden sonraki kuşağa da
benimkiler ters geliyor. Çünkü benim kuşağım da gençlere göre daha bastırılmış
olarak büyümüş oluyor. Aslında Türk toplumunda bir kısıtlama var. İnsanlar
kısıtlandıkça yanlış yapıyorlar. Kısıtlandığı zaman yanlışa daha kolay gidiyor.
Karşınızdaki insana güvenip, hoşgörülü davrandığınızda sorunlar çözülüyor.
Saygı ve güven sağlıklı aile içi iletişim en önemli iki kriter. Önyargılı olmadan
konuşulmalı. Karşımızdakini dinlemeyi bilmeliyiz” (Şehri, 47, İşçi).
“Ben duygusal olduğum için olaylara daha duygusal yaklaşıyorum. Herhangi
bir sıkıntılarında onların üzülmemelerini istiyorum. Eski nesil yeni nesle ayak
uydurmaya çalışmalı. Yok bizim zamanımızda böyleydi vb. dememeleri
123
gerekir. Gençleri yönlendirmeye çalışırsak daha zıt giderler. Büyüklerin daha
anlayışlı olmaları lazım bence. Ama iyiyi, doğruyu da anlatmamız gerekiyor.
Gençler de büyüklerine saygılı olmalı, dinlemeli. Eski neslin biraz daha açık
olması lazım. Kalıplaşmış fikirleri, önyargıları var bence” (Selda, 48, Ev
Hanımı).
“Fikir ayrılıkları olduğunda ben çocuklarıma uyum sağlıyorum. Ben onların
fikirlerini dinlemeliyim. Çocuklarımla konuşuyorum. Bazen onlardan farklı
fikirler öğreniyorum. Gerekirse ben onları dinliyorum. Gerekirse de onlar beni
dinlemeli. Biz her şeyi birbirimizle paylaşırız. Sorunlarımızı kendi içimizde
konuşur, paylaşır ve çözeriz. Ailede yeri gelir alttan alırım. Yeri gelir ağırlığımı
koyarım. Birbirimize idare ediyoruz. Çocuklarımla çok bir kuşak farkı
yaşamıyorum” (Hacer, 47, Ev Hanımı).
“Her bireyin kendine has bir fikri vardır önemli olan ortak noktada buluşmak.
Saygı ve sevginin olduğu her yerde çözüm vardır.” (Cevat, 55, Emekli).
Orta yaşlı kuşağın görüşlerinden elde edilen veriler incelendiğinde farklı kuşakların
birbirleriyle sağlıklı iletişim kurabilmeleri için saygı çerçevesi içerisinde birbirlerine
anlayışlı ve hoşgörülü davranmaları, önyargılı olmamaları, empati kurabilmeleri, yeni
ve farklı fikirlere açık olabilmeleri, sevgi göstermeleri ve güven vermeleri gerektiği
sonucu çıkarılmıştır. Kuşaklar arasında yaşanan çatışmaların ve iletişim farklılıklarının
sebepleri arasında iletişim kopukluğu, birbirini anlamama, önyargılı davranma
kavramları dikkat çekmiştir.
“Farklı kuşaklarla sağlıklı bir iletişim için sabırlı olunmalı. Hoşgörülü
davranılmazsa daha kötü olur. Büyüklerin gençlere akıl vermesi gerekir.
Gençlerin de büyüklere danışabilmesi önemli”(Sakine, 82, Ev Hanımı).
“Çocuğunuza iyi davranırsanız aranız iyi olur. Onlar da büyüklerine hürmet
göstermeliler. Mesela ben torunumdan bir kahve yapmasını istediğimde
yapması gerekir. Torunlarım da saygılıdır. Hürmet ederler. Karşılıklı anlayış ve
sevgi olduğu sürece anlaşılmayacak bir durum yok” (Ali, 79, Emekli).
“Birbirine karşı saygı, hoşgörü olması gerekir. Daha hürmetli olayım diye
düşünmesi lazım. Karşılıklı birbirimizi dinlememiz lazım. Saygı da önemli.
Onların benim fikirlerime saygı göstermesi lazım. Benim de onların fikirlerine
124
saygı göstermem lazım. Karşılıklı anlayış ve saygı olursa aile düzeni olur “(İnci,
69, Ev Hanımı).
“Birbirimize iyi davranmak, anlayış göstermek önemli. Ortamı ve arayı bulmak
lazım. Sen ona yardımcı olursun. O sana saygılı davranır. Karşılıklı anlayış
olursa anlaşılır. Ben kendi yaşadıklarımı gelinimin yaşamasını istemem. Kendi
hayatlarını kendileri yaşamalılar. Gençler bizi tam dinleyemez. Biz de onları
tam dinleyemeyiz. Ama biz onların hatalarının hepsini görmeyeceğiz. Onlar
bize bir adım atarsa biz onlara üç-dört adım yaklaşırız. Onlar bu çağın insanları.
Bizim devrimiz bu devre uymaz. Bizim zamanımızda elektrik bile yoktu. Biz
hiçbir şey bilmezdik. Eğitim hiç yoktu” (Fatma, 69, Ev Hanımı).
“Sevgi ve saygı temelli bir yaklaşım.” (Ali, 72, Emekli).
Farklı kuşakların sağlıklı bir aile içi iletişim için birbirlerine yaklaşımlarının nasıl
olması gerektiğine ilişkin yaşlı kuşağın görüşlerinden elde edilen veriler sonucunda her
kuşaktan bireyin diğerine karşılıklı anlayış ve empati içerisinde yaklaşması, dinlemesi,
saygılı olması, samimi davranması, gençlerin yaşlılara hürmet göstermesi gerektiği
sonuçları elde edilmiştir.
3 kuşağın görüşlerinden elde edilen veriler incelendiğinde kuşaklar arasında sağlıklı bir
iletişim ortamı kurulabilmesi için iletişim kopukluklarının giderilmesi, dinleme
becerilerinin geliştirilmesi, empati, hoşgörü, küçük hataların büyütülmemesi, hürmet,
sevgi ve saygı faktörlerinin izlenmesi gereken yollar olarak öne çıktığı görülmüştür. 3
kuşak arasında sağlıklı bir iletişim ortamı kurulması için saygı ve sevgi temelli bir aile
ortamının gerektiği sonucu elde edilmiştir. Yaşlıların gençlerin özgürlük isteğine,
gençlerin ise yaşlıların hürmet beklentisine empati ile yaklaşması sorunların
giderilmesinde etkili olabilecektir.
125
Tablo 5- Farklı Kuşakların Sağlıklı Bir Aile İçi İletişim Kurabilmesinin Yolları
Aile
Kuşak
1. Aile Genç
Yaş
Öğrenim
Düzeyi
Kuşakların Sağlıklı İletişim
Kurabilmesinin Yolları
20
Üniversite
Dinleme, saygı, hoşgörü,
anlayış ve empati
Orta
1. Aile Yaşlı
54
İlkokul
Sevgi, saygı
1. Aile Yaşlı
82
İlkokul
Sabır, hoşgörü, yol göstermek
2. Aile Genç
25
Üniversite
İletişim, hoşgörü, karşılıklı
anlayış, saygı, sevgi
2.Aile
Orta
Yaşlı
47
İlkokul
İletişim, güven, hoşgörü, saygı,
önyargılı olmamak
2.Aile
Yaşlı
79
İlkokul
Saygı, sevgi, anlayış
3.Aile
Genç
20
Üniversite
Sevgi, güzel sözler, mutluluk
3.Aile
Orta
Yaşlı
48
İlkokul
Saygı, dinleme, önyargılı
olmamak, açık olabilmek
3.Aile
Yaşlı
69
İlkokul
4. Aile Genç
26
Yüksek Lisans
Saygı, hoşgörü
Dürüst ve açık olmak,
samimiyet, güven, anlayış,
önyargılı olmamak, ortak
noktalar
Orta
4. Aile Yaşlı
47
İlkokul
Dinleme, anlayış, iletişim,
ortak anlaşma zemini
4. Aile Yaşlı
69
İlkokul
Anlayış, ortak anlaşma zemini,
saygı
5. Aile Genç
24
Yüksek Lisans
Sevgi, saygı ve anlayışlı olmak
Orta
5. Aile Yaşlı
55
Üniversite
Saygı, sevgi, ortak anlaşma
zemini
5. Aile Yaşlı
72
Üniversite
Saygı ve sevgi temelli yaklaşım
126
Benzerlikler
Farklılıklar
Saygı, hoşgörü
Dinleme,
sabır
İletişim, saygı,
hoşgörü,
anlayış, sevgi
Güven,
önyargılı
olmamak
Saygı, hoşgörü
Güzel
sözler,
sevgi,
dinleme
Anlayış, ortak
anlaşma zemini,
Dürüst ve
açık olmak,
önyargılı
olmamak,
saygı
Saygı ve sevgi
Ortak
anlaşma
zemini,
anlayışlı
olmak
6.SONUÇ
Kuşaklar
arası
iletişim
farklılıklarının
aile
içi
iletişime
olan
etkisinin
değerlendirilmesinin amaçlandığı bu araştırmada derinlemesine mülakat yöntemiyle
yapılan görüşmeler sonucunda kuşaklar arası iletişim farklılıklarının aile içi iletişime
olumlu ve olumsuz yönlerde etki ettiği sonucuna varılmıştır. Araştırmaya göre genç,
orta yaşlı ve yaşlı kuşağın aileye ilişkin tanımlarında ve ailenin hayatlarına olan
etkilerine ilişkin algılarında farklılıklar gözlemlenmiştir. Genç kuşağın aileyi bireyin
hayatını şekillendiren, anlam kazandıran, birlik, beraberlik ve bağlılık duygusu aşılayan
bir kurum olarak tanımladığı görülmüştür. Orta yaşlı kuşağın aileye ilişkin
tanımlamasında sorumluluk bilinci, olgunlaşma, güçlenme kavramları öne çıkmıştır.
Yaşlı kuşağın aileye ilişkin tanımlamasında ise mutluluk, yalnızlık hissinden kurtulma,
beraberlik kavramları üzerinde durulmuştur. TÜİK Aile yapısı araştırmasına göre
Türkiye’deki bireylerin % 12,6’sı ailelerini çok mutlu, %65.1’i mutlu, %20.1’i orta
düzeyde mutlu, %1.8’i mutsuz, %0.4’ü ise çok mutsuz gördüklerini belirtmiştir (TÜİK,
2006: 17). 3 kuşağın görüşleri incelendiğinde aileyi mutluluk kavramı ile
ilişkilendirdikleri görülmüştür.
Araştırma sonucunda kuşaklar arasında yaşanan iletişim kopukluğunun aile içi iletişim
sürecini zedelediği görülmüştür. İletişim kopukluğunun aile bireyleri arasında yani
kuşaklar arasında farklılıklara yol açan faktörlerin başında yer aldığı gözlemlenmiştir.
İletişim kopukluğunun sebeplerine ilişkin 3 kuşağın görüşlerinde benzerlikler
gözlenmiştir. Kuşaklar arasında yaşanan iletişim kopukluğunun sebepleri saygısızlık,
dinlememe, hoşgörüsüzlük, her bireyin kendi görüşünü haklı görmesi olarak
sıralanmıştır. İletişim kopukluklarını giderebilecek ve sağlıklı bir iletişim ortamına
zemin hazırlayabilecek faktörler ise empati, aktif dinleme, dinleme becerileri, hoşgörü,
karşılıklı anlayış ve saygı olarak ifade edilmiştir. TÜİK Aile yapısı araştırmasına göre
Türkiye’deki bireylerin % 12.2’si toplumda aile ilişkilerinin değişmediğini, % 22.9’u
iyiye gittiğini, % 55.5’i kötüye gittiğini düşünmektedir. (TÜİK, 2006: 17). Bu durum
aile içi ilişkilerin giderek toplumda kötüye gittiğini açıklayabilmektedir.
Araştırma sonucunda kuşaklar arasında çatışmaya yol açan faktörlerin aile içi iletişim
sürecini olumsuz yönde etkilediği görülmüştür. Kuşaklar arasında çatışmaya yol açan
127
faktörlerin aile değerleri, evlilik süreci ve kararı, eve geç gelme, meslek tercihleri,
saygısızlık, hoşgörüsüzlük, cinsiyet ayrımcılığı, dinleme ve iletişim eksikliği olarak
sıralandığı görülmüştür. Kuşaklar arasında çatışmaya yol açan faktörlerin başında
iletişim kopukluğunun geldiği gözlemlenmiştir. Kuşaklar arasında yaşanan iletişim
kopukluğuna bağlı çatışmaların saygı ve sevgi değerleri ile giderilebileceği sonucuna
varılmıştır.
Kuşaklar arasında çatışmaya yol açan ve görüş farklılıklarının yaşandığı bir diğer
faktörün evlilik kararı olduğu görülmüştür. Evlilik süreci ve evlilik kararı konusunda
genç, orta yaşlı ve yaşlı kuşağın görüşlerinin farklılık gösterdiği gözlemlenmiştir.
Araştırma sonucunda genç kuşağın evlilik konusunda aile kararından önce kendi
görüşüne öncelik verdiği, orta yaşlı ve yaşlı kuşağın aile görüşü ve aile kararına öncelik
verdiği gözlemlenmiştir.
TÜİK Aile yapısı araştırmasına göre kadınların yapmış
oldukları evliliklerin % 36.2’sinde evlilik, görücü usulüyle ve ailesinin kararıyla,
erkeklerin yapmış oldukları evliliklerin %35.2’sinde evlilik, bireyin kendi seçimi ve
ailesinin onayıyla gerçekleşmiştir (TÜİK, 2006: 6).
Araştırma sonucunda aile değerlerinin kuşaklar arasında çatışmaya yol açtığı
görülmüştür. Kuşaklar arasında aile değerlerine yönelik farklılıkların eğitim, sosyal
çevre, hayata bakış, tecrübe, yaş, ve kişilik kaynaklı olduğu sonucuna varılmıştır. Aile
değerlerine ilişkin görüşlerde geleneksel ve modern aile yapılanmasındaki farklılıklara
bağlı olarak değişkenlikler görülmüştür. Aile yapılanmalarındaki farklılıklara bağlı
olarak görüşlerde de farklılıklar gözlenmiştir. Genç kuşağın aile değerlerine daha esnek
ve özgür yaklaştığı, aile değerlerini hayatının merkezine almadığı görülürken, orta yaşlı
kuşağın kültürel değişme ve yaşamın koşullarına göre aile değerlerine önem verdiği
ancak bulunduğu koşullara da rahat uyum sağladığı görülmüştür. Yaşlı kuşağın ise aile
değerlerini hayatlarının merkezine aldığı, geçmiş ve bugünü sorguladıklarında aile
değerlerinde azalmaya dikkat çektikleri gözlemlenmiştir.
Araştırma sonucunda kuşaklar arasında aile içi iletişimde cinsiyetin çatışmaya yol açan
faktörler arasında yer aldığı görülmüştür. Cinsiyet olgusunun azalmakla birlikte devam
ettiği sonucu çıkarılmıştır. Kızlara karşı daha korumacı yaklaşılırken, eve geç gelme vb.
konularda erkeklere daha toleranslı davranıldığı gözlemlenmiştir. Aileler arasındaki
128
kültürel ve sosyoekonomik farklılıklara bağlı olarak görüşlerde de farklılıklar
gözlemlenmiştir. Cinsiyet ayrımcılığı ve cinsiyet eşitliği kavramları üzerinde
durulmuştur.
Elde edilen veriler sonucunda kuşakların aile içi iletişimi artırabilecek değerlere ilişkin
görüşlerinde benzerlikler gözlemlenmiştir. Saygının aile içi iletişimi artıracak değerlerin
başında yer aldığı sonucuna varılmıştır. Saygının ardından sevgi, hoşgörü, anlayış,
güven, samimiyet, dinleme ve empati değerlerinin geldiği görülmüştür.
Araştırma sonucunda kuşaklar arasındaki iletişim farklılıklarının azaltılmasında aile
bireyleri arasındaki iletişimin samimiyet düzeyinin etkin rol oynadığı görülmüştür.
Nitekim aile bireylerinin birbirlerine olan samimiyet düzeyinin iletişim süreçleri ile
ilişkili olduğu gözlemlenmiştir. Samimiyet düzeyinin kişiler arasında yaşanan
problemlerin daha kısa sürede çözülmesine katkı sağlayıp, daha rahat ve sıcak bir
iletişim ortamına zemin hazırlayarak, kişiler arasında yanlış anlama, dinlememe vb.
sebeplere bağlı olarak yaşanabilecek iletişim kopukluklarının giderilmesini sağladığı
gözlenmiştir.
Sonuç olarak, ilişkilerdeki samimiyet düzeyinin daha rahat iletişim
kurulmasını ve ortak bir anlaşma zemini oluşturulabilmesini sağlayarak, iletişim
farklılıklarına bağlı problemlerin en aza indirilebilmesine katkıda bulunduğundan söz
edilebilmektedir.
Araştırma sonucunda aile bireylerinin birbirlerinden beklentilerinde genç, orta ve yaşlı
kuşak arasında farklılıklar olduğu gözlemlenmiştir. Genç kuşağın yaşlı aile
bireylerinden beklentileri arasında yaşlıların geçmiş deneyimlerini ve kültürel
miraslarını aktarabilmeleri, gençlere özgür davranmaları, gençlerin özel hayatlarına
saygı göstermeleri ve yalnız kalma ihtiyaçlarına anlayışlı olmaları dikkat çekmiştir.
Gençlerin diğer kuşaklardan beklentilerinde özgürlük, saygı ve hoşgörü kavramları öne
çıkmıştır. Orta yaşlı kuşağın beklentilerinin ise genç kuşak odaklı olduğu görülmüştür.
Orta kuşağın yaşlı kuşaktan beklentisinin olmadığı, genç kuşaktan beklentilerinin ise
gençlerin gelecekleri, mutlulukları ve kariyerleri odaklı olduğu görülmüştür. Yaşlı
kuşağın diğer kuşaklardan beklentilerinde hürmet, saygı ve sevgi kavramları öne
çıkmıştır. TÜİK Aile yapısı araştırmasına göre 18-25 yaş arasında olup anne-babaları ile
aynı evde yaşayanların aileleri ile yaşadıkları en önemli sorun harcama ve tüketim
129
alışkanlıklarıdır. Kılık-kıyafet konusunda aileleri ile sorun yaşadıklarını belirtenlerin
oranı % 22.3’tür (TÜİK, 2006: 11). 18-25 yaş grubunda çocuğu olup çocuklarıyla aynı
evde yaşayan anne babalardan arkadaş seçiminde çocuklarıyla sorun yaşadıklarını
belirtenlerin oranı % 30.5’dir. Yaşadıkları diğer sorunlar % 16.4 ile aile içi ilişkiler,
%15.9 okul ve meslek seçimi, %14.6 evlilik ve aile hayatına bakış, %14.3 geleneklere
bağlılık olarak sıralanmıştır (TÜİK, 2006: 12).
Elde edilen veriler sonucunda genç, orta ve yaşlı kuşağın anne ve babaya düşen
sorumluluklara ilişkin görüşlerinde benzerlikler görülmüştür. Bu doğrultuda anne ve
babaya düşen sorumluluklara ilişkin ortak görüşlerde eğitim, çocukların geleceği,
bakımı, mutluluğu, anlayış ve hoşgörü kavramları öne çıkmıştır. Anneye ilişkin
tanımlamalarda şefkat, sevgi ve anlayış kavramları öne çıkarken; babaya ilişkin
tanımlamalarda otorite, güven ve sevgi kavramları üzerinde durulmuştur. Orta yaşlı ve
yaşlı kuşağın genç kuşaktan farklı olarak anne ve baba sorumluluklarına ilişkin
görüşlerinde topluma dürüst ve faydalı bireyler yetiştirmek, aile değerleri ve toplumsal
yapıyı öğretmek tanımlamaları dikkat çekmiştir.
Araştırma sonucunda kuşaklar arası iletişim farklılıklarının aile içi iletişim sürecini
olumlu ve olumsuz yönlerde etkilediği görülmüştür. Kuşaklar arası iletişim
farklılıklarının farklı fikirlerle yeni bakışları kazandırabildiği gibi, farklılıkların
giderilmediğinde ve ortak bir anlaşma zemini olmadığında çatışmaları beraberinde
getirebildiği gözlemlenmiştir. İletişim farklılıklarına rağmen anlaşma sağlayabilmenin
yollarının saygı, hoşgörü, empati, samimiyet ve dinleme becerileri olarak öne çıktığı
görülmüştür. Araştırma sonucuna göre farklı kuşakların sağlıklı bir aile içi iletişim için
birbirlerine yaklaşımlarında izlemesi gereken yolların her kuşaktan bireyin diğerine
karşılıklı anlayış ve empati içerisinde yaklaşması, dinleme becerileri, saygı, sevgi,
samimiyet, gençlerin yaşlılara hürmet göstermesi, hoşgörülü ve anlayış davranması
olarak sıralandığı görülmüştür. Sonuç olarak üç kuşağın görüşlerinden elde edilen
veriler sonucunda kuşaklar arasında sağlıklı bir iletişim ortamı kurulabilmesi için
iletişim kopukluklarının giderilmesi, dinleme becerilerinin geliştirilmesi, empati,
hoşgörü, küçük hataların büyütülmemesi, hürmet, güven, samimiyet, sevgi ve saygı
faktörlerinin izlenmesi gereken yollar olarak öne çıktığı gözlemlenmiştir. Aile içi
iletişim sürecinde sevgi ve saygının kilit rol oynadığı sonucu çıkarılmıştır.
130
EK: DERİNLEMESİNE MÜLAKAT SORU FORMU
Sayın Cevaplayıcı,
Bu çalışma; Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Halkla İlişkiler ve Tanıtım
Ana Bilim Dalı Yüksek Lisans Öğrencisi Sevgi Kavut tarafından, Doç. Dr. Mahmut
Hakkı Akın danışmanlığında yürütülen, “ Kuşaklararası İletişim Farklılıklarının Aile İçi
İletişime Etkisi” isimli tez çalışmasında kullanılmak üzere hazırlanmıştır. Bu
görüşmeden elde edilecek veriler sadece bu çalışmada kullanılacaktır.
Sevgi Kavut / Marmara Üniversitesi / sevgikavutt@gmail.com
1.Sizin için aile ne demektir? Hayatınıza olan etkilerini dikkate alarak nasıl
tanımlayabilirsiniz?
2.Ailenizdeki bireyler arasında yaşanan iletişim için genel olarak ne söyleyebilirsiniz?
Ailenin her bireyinin duygu ve düşüncelerini rahatlıkla ifade edebildiği, sağlıklı bir
iletişim ortamından söz edilebilir mi?
3.Aile bireyleri arasında iletişim problemleri yaşanıyor mu? Varsa nedenleri hakkında
görüşleriniz nelerdir?
4.Aile değerlerine bakış anlamında kuşaklar arasında ne gibi iletişim farklılıkları
olduğundan söz edebilirsiniz?
5.Aile içi iletişimde cinsiyete bağlı rol farklılıkları olduğunu düşünüyor musunuz? Kız
ve erkeklerin ailedeki rolleri sizce nasıl olmalı?
6.Aile içi iletişimi arttırabilecek değerler sizce nelerdir?
7.Aile bireyleri arasındaki ilişkilerin samimiyet düzeyi kişilerarası iletişim süreçlerini
sizce nasıl etkiliyor?
8.Kuşaklar arası iletişim farklılıklarının azaltılmasında aile bireyleri arasındaki
iletişimin samimiyeti sizce nasıl bir işleve sahiptir?
9.Yaşlı aile bireyleri ile gençlerin iletişim süreçlerinde birbirlerinden beklentileri genel
olarak nelerdir?
131
10.Aile içi ilişkilerde anne babaya düşen sorumluluklar sizce neler olmalı?
11.Evlilik sürecinde ailenin görüşü sizin için ne ifade ediyor?
12.Farklı kuşakların sağlıklı bir aile içi iletişim için birbirlerine yaklaşımları sizce nasıl
olmalı?
132
KAYNAKÇA
Acar, H. (2014). Fenomenolojik Yaklaşım Bağlamında Ortak Bilgi Stokları, Tipleştirme ve
Ortak Kabuller Yoluyla PKK Terör Örgütünden Ayrılan Kadınlar Üzerine Bir İnceleme.
Yüksek Lisans Tezi. Ankara: Kara Harp Okulu Savunma Bilimleri Enstitüsü Güvenlik
Bilimleri Anabilim Dalı.
Akın, M. (2014). “Ailede Etkileşim ve Toplumsal Benlik” .Medeniyet Vakfı Aile Sempozyumu.
17-18 Mayıs 2014. Ankara.
Akın, M. Ve Aydemir, M. (2007). “Üniversitede Okuyan Kız Öğrencilerin Cinsiyet Rolü
Tutumları Bağlamında Aile ve Evlilik Kurumlarına Bakışları”. Selçuk Üniversitesi FenEdebiyat Fakültesi Edebiyat Dergisi, 18, 43-60.
Anıl, H. (2011). Kültürel Değişme Açısından Kuşaklararası Çatışma. Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi. Isparta: Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyoloji
Anabilim Dalı.
Apaydın, H. (2001). “Aile İçi İletişimin Çocuğun Dinsel Gelişimine Etkisi”. Ondokuz Mayıs
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, ISSN: 1300-3003, 12-13, 319-337.
Arıkan, G. (1997). “Ataerkillik Kavramıyla İlgili Sosyolojik Tartışmalar”. Hacettepe
Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi. 14, 1-2, 1-24.
Aslan, K. (2002). “Değişen Toplumda Aile ve Çocuk Eğitiminde Sorunlar”. Ege Üniversitesi
Eğitim Fakültesi Dergisi, 1,2, 25-33.
Atabek, E. (1991).Gençlik Duvarları Yıkıyor. 7.Basım. Altın Kitap: İstanbul.
Atabek, E. (1995). Kuşatılmış Gençlik. 15. Basım. Altın Kitap: İstanbul.
Avşaroğlu, S. (2011). “Aile İçi İlişkiler ve İletişim” , Kişilerarası İlişkiler ve Etkili İletişim. A.
Kaya(drl.). İstanbul: Pegem Akademi Yayınları.
133
Aydın, M. (2013). “Ailede Çocuk ve Ebeveynle İlişkisi”, Sistematik Aile Sosyolojisi. M.
Aydın.(drl.). Çizgi Kitabevi: Konya
Bahar, G., Bahar, A. ve Savaş, H. (2009). “Yaşlılık ve Yaşlılara Sunulan Sosyal Hizmetler”.
Fırat Sağlık Hizmetleri Dergisi, 4, 12, 86-98.
Bal, H. (2004). İletişim Sosyolojisi. Süleyman Demirel Üniversitesi. Basımevi: Isparta.
Baran, A. (2004). “Türkiye’de Aile İçi İletişim ve İlişkiler Üzerine Bir Model Denemesi.”
Hacettepe Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü. ISSN 1305-5992.1, 31-41.
Baran, A. (2013). Genç ve Gençlik: Sosyolojik Bakış. Gençlik Araştırmaları Dergisi, ISSN:
2147-8473.
Başaran, İ. (2011). Ana Babanın Eğitimi El Kitabı. Remzi Kitabevi: İstanbul.
Becerikli, Yıldırım Sema (2013). “Kuşaklararası İletişim Açısından Yeni İletişim
Teknolojilerinin Kullanımı: İleri Yaş Grubu Üzerine Bir Değerlendirme”. İstanbul
Üniversitesi İletişim Fakültesi Dergisi, 2013/1, 44, 19-31
Becerikli, Yıldırım Sema (2013a). “Kuşaklararası İletişim Farklılığı: Bilim Teknoloji ve Yenilik
Haberleri Üzerinden Bir Odak Grup Çalışması”. Selçuk Üniversitesi İletişim Fakültesi
Dergisi, 2013a, 8,1, 5-18.
Cihangir, Z. (2011). Kişilerarası İletişimde Dinleme Becerisi. Ankara: Nobel Yayıncılık
Cihangir, Z. (2011a). Kişilerarası İletişimde Dinleme Becerisi. Ankara: Nobel Yayıncılık
Cihangir, Z. (2011b). “Kişilerarası İlişkiler ve Dinleme”, Kişilerarası İlişkiler ve Etkili İletişim.
A. Kaya(drl.). İstanbul: Pegem Akademi Yayınları
Cüceloğlu, D. (1996). İnsan ve Davranışı. 6.Basım. Remzi Kitabevi: İstanbul.
Cüceloğlu, D. (2005). Yeniden İnsan İnsana. 34.Basım. Remzi Kitabevi: İstanbul.
134
Cüceloğlu, D. (2005a). İçimizdeki Çocuk. 36. Basım. Remzi Kitabevi: İstanbul.
Cüceloğlu, D. (2014). İçimizdeki Biz. 49.Baskı. Remzi Kitabevi: İstanbul.
Çakmaklı, K. (2009). Anne Baba ve Eş Olmak. 3.Baskı. Yağmur Yayınevi: İstanbul.
Devito, J. (2010). Kişilerarası İletişim. S.,Vural. (çev.).Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
Yayını: Ankara.
Dirican, N. (2006). Hz. Peygamber ve Aile İçi İletişim. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi.
Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri
Anabilim Dalı Din Eğitimi Bilim Dalı
Doğan, C. (2013). Ailede İletişim Sanatı. Kalbi Kitaplar: İstanbul.
Dökmen, Üstün (2011).Sanatta ve Günlük Yaşamda İletişim Çatışmaları ve Empati. 45.basım.
Remzi Kitabevi: İstanbul
Erözkan, A. (2007). “Üniversite Öğrencilerinin İletişim Becerilerini Etkileyen Faktörler”,
Muğla Üniversitesi Eğitim Bilimleri Dergisi, 26, 59-72.
Goleman, D. (2012). Duygusal Zeka. 35. Baskı. Varlık Yayınları: İstanbul.
Gordon, T. (2010). Etkili Anne- Baba Eğitiminde Uygulamalar. 2.Baskı. Profil Yayıncılık:
İstanbul.
Göknar, H. (2001). Pazarlamada Kişilerarası İletişim ve Kitle İletişimi. Yayınlanmamış Yüksek
Lisans Tezi. Kayseri: Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü
Güneş, A. (2014). Çocuk Eğitiminde Pozitif İletişim. 35.Baskı. Nesil Yayın Grubu: İstanbul.
Gürüz, D. ve Eğinli, A. (2014). Kişilerarası İletişim. 4. Basım. Nobel Yayınevi: Ankara
135
Güven, A. (2013). Çocukta Benlik Gelişiminde Aile İçi İletişimin Rolü: İslam Dini Açısından
Bir İnceleme. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi SBE
Halkla İlişkiler ve Tanıtım Anabilim Dalı Kişilerarası İletişim Bilim Dalı
Hartley, P. (2014). Kişilerarası İletişim. 2. Baskı. İmge Kitabevi: Ankara.
Hortaçsu, N. (2003). İnsan İlişkileri. 3. Baskı. İmge Kitabevi: Ankara.
Hökelekli, H. (2009). Çocuk, Genç, Aile Psikolojisi ve Din. Dem Yayınları: İstanbul.
İçli, G. (2008). “Yaşlılar ve Yetişkin Çocuklar”. Pamukkale Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi
Sosyoloji Bölümü. Yaşlı Sorunları Araştırma Dergisi. 1, 29-38.
Kara, G. (2006). Halkla İlişkiler Fonksiyonunun Aile İçi İletişim Olgusuna Katkısı.
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü İletişim Bilimleri Anabilim Dalı Halkla İlişkiler Bilim Dalı
Kara, G. (2006). Halkla İlişkiler Fonksiyonunun Aile İçi İletişim Olgusuna Katkısı.
Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. İstanbul: Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü
Kartarı, A. (2014). Kültür, Farklılık ve İletişim. İletişim Yayınları: İstanbul.
Kaya, K. Ve Tuna, M. (2010). “Popüler Kültürün İlköğretim Çağındaki Çocukların Aile İçi
İlişkileri Üzerindeki Etkisi”. Süleyman Demirel Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Sosyal Bilimler Dergisi, 21, 237-256.
Köknel, Ö. (1986). İnsanı Anlamak. Altın Kitap: İstanbul.
Köknel, Ö. (2001). Kimliğini Arayan Gençliğimiz. Altın Kitap: İstanbul.
Kulaksızoğlu, A. (2013). Ergenlik Psikolojisi. 15. Basım. Remzi Kitabevi: İstanbul.
136
Lotfi, A., Kabiri, S. ve Ghasemlou, H. (2013). “Değerler Değişimi ve Kuşaklararası Çatışma:
İran Khoy Kenti Örneği”. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi.
14(2). 93-113.
Marshall, G. (1999). Sosyoloji Sözlüğü. O. Akınhay ve D. Kömürcü (çev.). Bilim ve Sanat
Yayınları: Ankara.
Mendras, H. (2008). Sosyolojinin İlkeleri. İletişim Yayınları: İstanbul.
Mutlu, E. (2012). İletişim Sözlüğü. 6. Basım. Sofos Yayınları. Ankara.
Odabaşı, H. (2010). 360 Derece İletişim. 2.baskı. İstanbul: Babıali Kültür Yayıncılığı
Özçatal, E. (2011).”Ataerkillik, Toplumsal Cinsiyet ve Kadının Çalışma Yaşamına Katılımı”.
Çankırı Karatekin Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi. 1,1, 21-39.
Özdemir, M. (2010). Nitel Veri Analizi: Sosyal Bilimlerd Yöntembilim Sorunsalı Üzerine Bir
Çalışma. Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. 11,1, 323-343.
Özer, K. (2002). İletişimsizlik Becerisi. 3. Basım. Sistem Yayıncılık: İstanbul.
Özerkan, Ş. (2001). Medya, Dil ve İletişim. Martı Yayınevi: İstanbul.
Özkan, Z. (2004). NLP Teknikleriyle Aile İçi İletişim. Hayat Yayıncılık: İstanbul.
Özmen, F. (2007). Algılanan Aile İçi İletişim Biçimlerinin Ergenlerin Benlik Saygısına Etkisi ve
Bir Uygulama Örneği. Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi. Eskişehir: Anadolu
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İletişim Bilimleri Anabilim Dalı İletişim Bilim
Dalı
Sancaklı, S. (2006). “Hadislerde Yaşlılık Olgusunun Değerlendirilişi”. Cumhuriyet Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, 1, 49-71.
137
Sarı, Ö. (2013). “Aile Kurumu ve Ailenin Tanımı” , Sistematik Aile Sosyolojisi. M. Aydın. (drl).
Çizgi Kitabevi: Konya
Şişman, M. (1998). “Eğitim Yönetiminde Kuram ve Araştırmada Alternatif Paradigma ve
Yaklaşımlar”. VII. Ulusal Eğitim Bilimleri Kongresi. Konya: Selçuk Üniversitesi, 395422.
Tanyaş, B. “Nitel Araştırma Yöntemlerine Giriş: Genel İlkeler ve Psikolojideki Uygulamaları”.
Okan Üniversitesi Psikoloji Bölümü. Eleştirel Psikoloji Bülteni.5, 25-38.
Taylan, H. (2009). “Türkiye’de Köy Ailesinde Aile İçi İlişkiler”. Selçuk Üniversitesi Edebiyat
Fakültesi Dergisi, 22, 117-138.
Tezel, A. (2004). “Aile İçi İletişim”. Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, ISSN:1303-5134.
Topçuoğlu, A. (2010).”Türkiye’de Aile Değerleri Araştırması”, Birinci Basım. Manas Medya:
Ankara.
Tunalı, M. (2011). Başarıya Götüren Anne-Baba. 2.Baskı. Mihenk Kitap: İstanbul.
TÜİK (2006). Aile Yapısı Araştırması. Ankara.
Uslu, T., D. Şahin ve D. Çam. (2012). “Yaş ve Kuşak Farklılıklarına Göre İnternet ve Bilgi
Teknolojileri Kullanımının Düzeyi, Yarattığı Tekno-Politik Stres ve Sonuçları”. Bilgi
Ekonomisi ve Yönetimi Dergisi, 7,1, 76-93.
Ünal, İ. (2011). Gençlerle İletişim. Nesil Yayınları: İstanbul.
Üstün, E. (1994).8-11 Yaşlarındaki Çocukların Psikososyal Açıdan Potansiyellerinin Çocuk-Aile
Gözüyle İncelenmesi ve Kuşaklar Arası Çocuk Yetiştirmeye Ait İnançların
Karşılaştırılması. Yayınlanmamış Doktora Tezi. Ankara: Hacettepe Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstütüsü
Vakkasoğlu, V. (2008). Ailede Sevgi İletişimi. 12.Baskı. Nesil Yayınları: İstanbul.
138
Yağbasan, M. ve İmik, N. (2006). “Öğretmenlerin Aile İçi İletişimi” (Malatya İli Örneği). Fırat
Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 16, 2, 227-245.
Yaman, Ö. (2013). Apaçi Gençlik. Açılım Kitap: İstanbul.
Yavuzer, H. (2013). Ana-Baba ve Çocuk. 24.Basım. Remzi Kitabevi: İstanbul.
Yavuzer, H. (2014). Çocuk Psikolojisi. 37.Basım. Remzi Kitabevi: İstanbul.
Yıldırım. A. ve Şimşek, H. (2013). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri. 9. Baskı.
Seçkin Yayıncılık: İstanbul
Yörükoğlu, A. (1991). “Gençlik ve Yetişkinler; Kuşaklar Çatışması”, Aile Yazıları 3, Ankara:
T.C. B. A.A.K. Yay., İletişim.
İnternet Kaynakları
Aile İçindeki Kuşak Çatışması. http://www.psikoloji.com.tr/aile/aile-ici-iletisim/aile-icindekikusak-catismasi-1181.html (23.08.2010).
139
Download