Uploaded by toskariok

Semah Dergisi - Sayı 19 (Kasım-Aralık 2014)

advertisement
Yıl: 2 / Sayı: 19 / Kasım-Aralık 2014 Fiyat: 3€
Dar-ı Erkân
Yeni Bir Yaşam
15 Kasım 1937
Seyit Rıza ve arkadaşlarının anısına...
“Ben sizin yalan ve hilelerinizle baş edemedim,
bu bana dert oldu. Ama ben de sizin önünüzde diz
çökmedim, bu da size dert olsun.”
Semah
2014
İçindekiler
Semah’tan
Kobanê Alevi siyasetinin
Kürt ezberini bozdu................................................2
Sevgili Canlar,
Hepinizin de bildiği gibi, bölgemiz son yıllarda bir kan
deryasında yüzüyor. Yaşadığımız coğrafyayı dizayn etmek
isteyen egemenler, bölgemizde bir halklar ve inançlar boğazlaşmasına yol açmış bulunuyorlar.
Bir kez daha Kürt halkı egemenlerin besleyip, büyüttüğü
ve istikrarsızlığın baş yayıcısı olarak ortaya saldığı DAİŞ
canavarının ağzına atıldı. Rojava devrimi ile halklar boğazlaşmasına katılmayacağını söyleyen ve halkların,
inançların bir arada yaşayabileceğini özerk Rojava modeliyle ortaya koyan Kürt Özgürlük Hareketi hedef halindedir. Bugün tüm insanlığın başına bela olmaya aday hale
gelen DAİŞ çeteleri, bölgede bir üçüncü seçenek olarak
ortaya çıkan Rojava kanton yönetimleri ortadan kaldırılmak istenmektedir.
Kobanê bir insanlık direnişidir. Kobanê olağanüstü bir
mucizedir. İnsanlık adına neyimiz varsa Kobanê’dir. Fistanıyla sipere yatıp IŞİD canilerine karşı Kobanê’yi savunan kadınlar! “Burası bizim öz yurdumuz, öleceksek
burada ölürüz!” diyen yaşlılar! Kutsal dini duyguları kullanarak kudurmuşcasına halkımıza saldıran IŞİD canilerine teslim olmayacaklar. Kobanê 21. Yüzyıl şafağında
bunca çürümüşlük, kokuşmuşluk ve karanlık içinde insanlığa yol gösteren bir ışıktır. Bu ışık sönmeyecek.
Kobanê mazlum insanlığın Ortadoğu, Mezopotamya ve
Kürdistan’da yeniden doğuşu, ayağa kalkışı, kendine gelişi, zalim, kan emici barbarlığa karşı insan onurunun varlığıdır! İnsan onurunun bedeli ne olursa olsun onu
yaşatacağız!
Kobanê kadının binlerce yıldır süren vahşi esarete isyanıdır! Yaşamı insana zehir eden insanlaşmamış varlıklar Kobanê’de kadının eliyle ya insanlaşacak ya da yok olacak!
Kobanê kadının, çocuğun, toplumun bilcümle tarihten
gelen bozulmamış, katıksız insanlık kökünün kendisidir.
Kobanê altın harflerle tarihin sayfalarında yerini aldı. Ve
bizler Kobanê’ye şahitlik yaptığımız için gururluyuz.
Değerli canlar,
30 günü aşkın bir süredir Kürt halkı Kobanê’de tarihin
tanık olduğu en görkemli direnişi sergileyerek; DAİŞ çeteleri eliyle Kürt halkına diz çöktürmek isteyen tüm güçlerin heveslerini kursaklarında bırakmıştır. Elbette Kobanê
halkının tarihi direnişi yanında bir bütün olarak Kürt halkının ve bölgenin tüm devrimci-demokratik güçlerinin, batılı ilerici güçlerin ve ötekileştirilmiş tüm toplumsal
kesimlerin ortaklaştıra geliştirdiği “Kobanê direnişini sahiplenme” eylemleri de, Kobanê’de bir katliamın yaşanmasını önlemede etkili olmuştur.
Gerek Avrupa’da, gerekse ülkede başta Demokratik
Alevi Federasyonu olmak üzere, bir çok Alevi kurumu yapılan eylemlerde etkin katılım sağlamışlardır.
Böylesi tarihsel bir süreçte çıkacak olan yeni Semah sayımızda Kobanê Direnişine ilişkin çeşitli yorum ve değerlendirmelerin yanı sıra, bu sayımızın ana dosyası olarak
Kızılbaş Alevilik’te Dar Adaleti üzerine bir çok dosya,
araştırma inceleme içerikli yazılar bulacaksınız. Kızılbaş
Aleviliğin esaslarından birini oluşturan Dar kültürünü tarihsel kökleriyle ele alan araştırmalarla birlikte Alevi toplumunun güncel olarak yaşadığı sorunları da mercek altına
alan yazılara da rastlayacaksınız. Bu sayımızı da ilgiyle
okuyacağınızı umuyoruz.
Bir daha ki sayımızda yeniden buluşmak umuduyla
Hızır yar ve yardımcımız olsun...
AŞK ile...
Halil Dalkılıç
Alevi öğretisi ve süreğinde ADALET..............................6
Hüseyin Ozan
tikat Süreginde Antik Dar Kültü ya da yitip giden
Erkân-ı Dar-ı Mansur Dizgeleri ............................10
Erdoğan Yalgın
Dar hukuku anlayışında eş ve eşitlik..................22
Haşim Kutlu
Dar kültürü üzerine anılar.......................................28
Firaz Baran
Otantik Alevilikte dar-didar-adalet......................31
Süleyman Deprem
Kızılbaş-Alevilikte dar adaleti!.............................33
İrfan Dayıoğlu
Elewîtî û zimanê dayîkê........................................38
İsmail Göksungur
Serê Hezaran.........................................................40
Şahin Polat
Kararlı bir inanç ve öğreti topluluğu
Aleviler/Kızılbaşlar................................................41
Müslüm Doğan
Haberler.................................................................44
Semah Haber
Dünyayı çocuklara verelim Şiir............................40
Nazım Hikmet
KÜNYE:
Sahibi: Demokratik Alevi Federasyonu
(FEDA)
Yayın Kurulu: Haşim Kutlu, Erdoğan
Yalgın, İrfan Dayıoğlu, Rojda Yıldırım,
Danışma Kurulu: FEDA Yönetimi
ve FEDA Pirler Kurulu
1
1
Semah
2014
Kobanê Alevi siyasetinin
Kürt ezberini bozdu
HALİL DALKILIÇ
h.dalkilic@hotmail.de
O
rtadoğu bu gün insanlığın
bizzat kendi eseri olan
maddi ve moral çelişkilerinin tüm çıplaklığıyla yaşama damgasını
vurduğu
ve
doğal
özgünlüklerin çatıştırıcı bir siyaset
tarzıyla ölümcül sonuçlara yol açtığı bir arena durumunda. Egemenlerin
hakimiyet
savaşlarının
figüranı ve kurbanı olarak ölümlerden ölüm beğenme seçeneğiyle
karşı karşıya bırakılan mazlum
halklar ya Kürtler gibi bu ölümcül
kadere karşı büyük bir direniş halinde, ya büyük çoğunluğun yaşadığı gibi çaresizlik ruhiyetiyle bu
kadere karşı tepkisiz ya da gelişmeler karşısında korku içinde tutunacak bir dal, bir güç, bir kader ortağı
arar durumda.
Tarihte yaşadıkları zulümlerin yol
açtığı travmaların da etkisiyle bugüne kadar egemenlerle karşı karşıya gelmemeye çalışan Alevi,
Êzîdî, Kakayî ve Şebek gibi inanç
toplulukları, bu gün yeni katliamların korkusu sarmış durumda. Bu
toplulukların Irak Şam İslam Dev-
leti (IŞİD-DAİŞ) örgütü gibi hiç bir
insani ve toplumsal karşılığı olmayan vahşet yapılanmasının Irak ve
Suriye’deki katliamlarının direkt
hedefinde olmaları karşısında bu tedirginliği yaşamaları oldukça doğal.
Zira IŞİD’in Irak’ta Êzîdî, Şebek ve
Kakaî Kürtler, Şii Türkmen ve
Araplar ve Hıristiyan toplulukların
yanısıra Suriye’de de Nusayri Araplar ile her inançtan Kürtlere saldırıları bu korkunun yersiz olmadığını
oldukça çarpıcı bir şekilde gözler
önüne serdi, seriyor...
Tarihsel gelişmelere
müdahil olmak
Bu gelişmeler karşısında ortak bir
refleksleri olmamasına ve siyasal
bakışları birbirinden farklı olmasına
rağmen, Türkiye’deki Kürt, Türk ve
Arap Alevi topluluklardaki ruh halinin, önemli oranda bölge halklarına dayatılan ölümcül kadere razı
olmama yönünde olduğu tespitini
yapmak gerektiğini düşünüyorum.
Şüphesiz cılız da olsa bu gösterilen
tepkinin yalnızca IŞİD’e tepkiyle
sınırlı kalmayıp bölgedeki tüm sı-
2
nıfsal, sosyal ve siyasal sorunlara
karşı eşitlik, adalet ve özgürlük eksenli olması gerekir. Yani Alevilerin
yalnızca kendileri ve kendi inançlarıyla ilgili sorunlar karşısında değil
de, tüm insanlığı ilgilendiren sorunlara ilişkin tepki içinde olup etkide
bulunmaya çalışmaları kendilerinden beklenen duruştur. Ancak, yine
de IŞİD’e karşı kıpırdanmayı önemsemek gerekir.
Bu arada, Türkiye’de Aleviler
belki de 90 yıllık Cumhuriyet tarihinde ilk kez bizzat iktidarla restleşme cesaretini gösterebildikleri
bir süreci yaşıyor. Şüphesiz bu reflekste yaşanan bölgesel gelişmelerin de etkisiyle, artık bıçağın
kemiğe dayandığı gibi bir hissiyatın
gelişmeye başlamış olmasının da
payı var. Eğitimde zorunlu din derslerine karşı ‘boykot’ eğilimine giren
Aleviler, Kürt sorunu konusunda
hep genelleme hak retoriğine çakılıp kalarak Kürtçe anadilde eğitim
için bile somut bir ifade kullanmaktan çekinseler de, bu kez IŞİD’in
Kobanê’yi kuşatması karşısında
Kobanê üzerinden Kürtlerin özgürlük mücadelesiyle dayanışma ko-
Semah
nusunda seslerini ilk kez belirgin
olarak gür çıkarabildiler. 12 dergahtan Ankara’ya yürüyüş, Alevi örgüt
yönetimlerinin zaten bilinen kapsayıcı siyasetten uzaklığını; dar, polemikçi ve birbirini kolay ezen
siyasetsizliğini de bir kez daha ortaya koyması açısından not edilmeye değerdi.
Zorunlu Sünnileştirmeye karşı,
zorunlu Türkleştirmeye sessiz!..
Yeni eğitim yılının (2014-2015)
başlamsıyla bazı Alevi dernekleri
ve aileler okullarda okutulan zorunlu din dersi ile ilk ve ortaöğretimin İmam Hatipleştirilmesine karşı
bir ‘boykot’tan bahsetmeye başladı.
Bugüne kadar devletin herhangi bir
yaptırımına ve politikasına direkt
karşı çıkma cesaretini göstermeyen
Alevi örgütlerinin, ilk kez ‘boykot’
sesini yükseltmesi önemlidir. Bilindiği gibi, Adalet ve Kalkınma Partisi
(AKP)
hükümeti,
Cumhuriyet’in temel kimlik politikası olan Sünni-Türkleştirmeyi
belki de önceki iktidarlarla kıyaslanamayacak kadar oldukça ince ve
etkili tarzda yürürlüğe koymuş durumda. Devletin bürokrasi dili güya
İslamcılık adına Arapça kelimelerle
doldu. 4+4+4 sistemi ve artırılan
din dersleriyle ilk ve ortaöğretim
neredeyse tamamen İmam Hatipleştirildi. Ayrıca bu yıl TEOG uygulamasıyla bazı Alevi çocukları da
İmam Hatip okullarına zorunlu kaydedildi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin bu uygulamaların hak
ihlali olduğuna dair hükümlerine
rağmen AKP hükümeti ‘dindar ve
kindar’ nesiller yetiştirmekte kararlı
adımlara devam ediyor.
AKP’nin toplumsal etik değerlerden yoksun bu sahte bir dinci toplum yaratma çabasına karşı bazı
aileler ve genel olmasa da bazı
Alevi dernekleri çocukları zorunlu
din derslerine göndermeyeceklerini
kamuoyuna açıkladı. Zorunlu din
dersi dayatması ve İmam Hatipleştirmeye karşı Alevi örgütleri ise,
genel bir ‘boykot’ kararı almasa da,
sembolik olarak 12 farklı dergahtan
Ankara’ya doğru bir yürüyüş gerçekleştirdi. Bu çıkışlar sembolik de
olsa önemlidir.
Ancak Alevi örgütleri eğitim yoluyla asimilasyonu yalnızca din asimilasyonuna sıkıştışma tavrından
vazgeçmiyor. Bu tepkinin, mevcut
iktidarın dinci olmasıyla da ilgisi
şüphesiz vardır. Ancak genel Alevi
hareketi, Kürtçe konusundaki ür-
3
2014
Alevi örgütlenmesi, biraz da Kürt
karşıtı ittihatçı siyasal aklın etkisiyle
Kürt özgürlük mücadelesini tüm söylem ve pratiğine
rağmen hep Sünni
bir kampın içine
yerleştiren bir
yorum ve araya mesafe koyan bir eğilim içinde oldu.
Ancak Kobanê direşi, Alevi kitlelere
dayatılan bu ezberin
ne kadar karşılıksız
olduğunu çarpıcı bir
şekilde bir kez daha
gözler önüne serdi.
Semah
sına yansıdı. Bu görüntü, Alevi örgütlenmesindeki ciddi kafa karışıklığını ve dar polemikçi üslup ile
kendini konuşturma anlayışının
hala oldukça derin ve etkili olduğunu açıkça gözler önüne seriyor.
Bu durum, Alevi kitlelerin asimilasyoncu politikalara karşı bir tavır ortaya koyma eğilimine girdiği bu
süreçte, görünümü zayıflatıcı bir
etki yaratmaktadır.
Alevilerin gündemi,
Yaşanan bu durumu, Alevi topluörgütlerin gündemi...
lukların taleplerinden bağımsız, yal15 Eylül’de başlayan ve 12 nızca Alevi örgüt yönetimleri arası
Ekim’de Ankara’da bir mitingle özgün bir gündem ve yaklaşım olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır. Bu da Alevi örgüt ve dernek
yönetimlerinde Alevi toplulukların
hak talepleriyle alakası olmayan tali
Devlet Kürt
ve şahsi gündemlerin oldukça belirkimliği ve Kürtçe anagin olarak ön plana çıktığını göstermektedir. Örneğin, Alevi örgütleri
dil üzerindeki asimilasdidişmecilik yerine zorunlu din
yonda ısrar ederken Alevi
dersi, İmam Hatipleştirme ve
inancı üzerindeki asimilasyonanadilde eğitim konusunda
ortak bir boykot kararı alıp,
dan vazgeçmez. Türkleştirme poAlevi kitleleri buna motive etlitikalarını kendisine sorun
selerdi, daha demokratik, daha
yapmayan bir Alevi, inanç asimitoplumcu ve daha önemli bir
tavır sergilemiş olurlardı...
lasyonuna karşı olduğunu da
kekliğini sürdürüyor. Kürtçe anadil
üzerindeki asimilasyona tepkisizlik
Alevi örgütlerinin gerçekten asimilasyona karşı oldukları konusunda
bir samimiyet testiyle karşı karşıya
bırakıyor. Zorla Sünnileştirmeye
karşı olmak tek başına asimilasyonu
engellemeye yetmez. Tüm asimilasyoncu politika ve uygulamalara
karşı durmak gerekir. Devlet Kürt
kimliği ve Kürtçe anadil üzerindeki
asimilasyonda ısrar edip Alevi
inancı üzerindeki asimilasyondan
vazgeçmez. Böyle bir şey olacağını
düşünmek, ancak kendini kandırmaktır. Kürtçe anadilde eğitim talebiyle yapılan okul boykotu
karşısında sesini çıkarmayan Alevi
dernekleri, soyut bir asimilasyonla
meşguller demektir.
Alevi dernekleri
ve Kürtçe dili
2014
asimilasyoncu politikalarının hışmına uğrayan tüm etnik ve inanç
değerlerin korunup yaşatılması için
de gösterilmelidir. Asimilasyona
karşı durmak; hem zorunlu din
derslerine karşı olmakla inanca hem
de Kürtçe eğitim yasağına karşı olmakla dile yapılan zulme dur demektir.
Asimilasyon, toplum doğasına dayatılan ve sosyal dejenerasyona yol açan her türlü
zorbaca uygulamalardır ve
dile saldırı ise zorbalıkların en
acımasızıdır. Bu konuda Kürt
iddia edemez. Alevi dernekleriAleviler açısından durum daha
nin de Kürtçe anadilde eğitim
vahimdir. Kürt Aleviler, üyesi
oldukları Alevi derneklerinde
gibi en insani bir hakkın çiğKürtçe anadilde eğitimi ve
nenmesi karşısında sessiz
Kürtçe öğrenip konuşmayı teşvik
kalma gibi bir hakkı
etmelidirler. Kürtçe anadilde eğitimi ve devletin Türkleştirme poliolamaz.
tikalarını
kendisine
sorun
yapmayan bir Alevi, inanç asimilasyonuna karşı olduğunu da iddia
edemez. Dilin yok oluşuna sessiz sonlandırılan yürüyüş, her ne kadar
kalan, toplumsal doğasının yani IŞİD’in Kobanê’yi kuşatmasının
toplumsal hakikatinin yok olmasına gölgesinde gerçekleşse de, önemli
da göz yumuyor demektir. Böyle bir bir etkinlik olarak kayda geçti. Bazı
tutum yol’un muğlaşlaştırılması Alevi örgütlerinin yürüyüşe bir kaç
olarak algılanmalıdır. Yol’un ‘ken- gün kala kendini geri çekmesi ve
dini bil’ ve ‘ne ararsan kendinde bunu ikna edici argümanlar ortaya
ara’ düsturu bunun ifadesinden koymadan yapması eleştiriyi hak
başka bir şey değildir. Alevi dernek- etse de, katılımcı derneklerin teşhir
lerinin de Kürtçe anadilde eğitim ve linç edici üslubunu da onaylagibi en insani ve masum hak karşı- mak mümkün değil. Zaten yürüyüsında sessiz ve tepkisiz kalma gibi şün başlangıcında da birlik
görüntüsünü zedeleyen yaklaşımlabir hakları ve lüksü olamaz.
Bu tavır, şüphesiz devletin tekçi rın sergilendiğine ilişkin bilgiler ba-
4
Kobanê ve Kürt
Hareketi’ne bakıştaki ezber
Üç taraftan IŞİD ve kuzeyden
de Türk devleti tarafından kuşatılarak katliamla yüz yüze kalan Kürt
kenti Kobanê’deki halkın tarihi direnişine karşı Alevi örgütlerin tavrı
önemli bir dayanışma örneği olarak
kayda geçirilmelidir. Bilindiği gibi
siyasi olarak homojen olmayan ve
Kürt sorunu konusunda net bir tavır
sergileyemeyen Alevi örgütlenmesi,
biraz da Kürt karşıtı ittihatçı siyasal
aklın etkisiyle Kürt özgürlük mücadelesini tüm söylem ve pratiğine
rağmen hep Sünni bir kampın içine
yerleştiren bir yorum ve araya mesafe koyan bir eğilim içinde oldu.
Ancak Kobanê direşi, klasik Türkçü
Kemalist siyasetin Alevi örgütlenmesi üzeri Alevi topluluklara dayattığı bu ezberin ne kadar anlamsız ve
karşılıksız olduğunu oldukça çar-
Semah
2014
Kürt Özgürlük Hareketi, IŞİD zulmüne karşı direnişiyle Ortadoğu’daki
tüm etnik ve inanç grupları için özgürlükçü, demokratik ve laik bir geleceğin en etkili gücü ve güvencesi olduğunu pratiğiyle ispatladı. Bu nedenle
Alevi örgütlerinin Kobanê direnişine olan desteği gecikmiş ancak
önemli bir adım olarak değerlendirilmelidir.
pıcı bir şekilde bir kez daha gözler
önüne serdi.
IŞİD, Kobanê başta olmak üzere
Rojava’nın geneli ile Irak’ta Sünni
ve Müslüman Arap olmayan tüm
toplulukları katliamlardan geçirirken, buna karşı en büyük direnişi ve
açıktan tepkiyi Kürt Özgürlük Hareketi eksenli siyasal ve askeri yapılar gösterdi. Kürt Özgürlük
Hareketi eksenli Halk Savunma
Güçleri (HPG) ve Halk Savunma
Birlikleri (YPG) ile bunların kadın
askeri oluşumları (YJA-Star ve
YPJ) IŞİD vahşetine karşı Irak’ta
Êzîdî, Şebek ve Kakaî Kürtler, Şii
Türkmen ve Araplar ile Hıristiyan
toplulukların kurtarıcı ve savunma
gücü olduklarını görkemli pratikleriyle ortaya koydu. Bu direnişle,
Kürtler ve Kürt Özgürlük Hareketi
tüm dünyada dini ve etnik faşizm
korkusu yaşayan halkların sempatisini kazanırken, Ortadoğu’daki sorunların çözümünün de Kürt
Hareketi’nin ‘demokratik, ekolojik
ve kadın özgürlükçü’ paradigmasıyla mümkün olacağı fikri önemli
destek görmeye başladı. Yani Kürt
Özgürlük Hareketi, başta Aleviler
olmak üzere milliyetçi-ırkçı ve
dinci manipülasyonla zehirlenmiş
ve bu yönlü zulümlerden çok çekmiş tüm topluluklara, Ortadoğu’daki en etkili ve en örgütlü
demokratik, özgürlükçü ve laik hareket olduğunu bizzat pratiğiyle ispatlamış oldu. Özellikle Kürt
kadınının bu direnişteki görkemli
duruşu tüm Ortadoğu ve dünya kadınlarının her türden baskı ve zulme
karşı mücadelesinde tarihi bir örnek
5
5
olarak halkların hafızasına yerleşti.
Yüzbinlerce Êzîdî Kürdün Şengal’den kurtarılması ve son olarak
da Kobanê’deki direnişe karşı tüm
dünya kamuoyu saygı ve sempatisini ifade ederken, Türkiye’deki
tüm Alevi topluluklar da özgürlük,
eşitlik ve adil bir Türkiye ve Ortadoğu konusunda gerçek yol ve mücadele ortaklarının kim olduğu
konusunda netleşmiş oldu. Kürt Özgürlük Hareketi Ortadoğu’daki tüm
etnik ve inanç grupları için özgürlükçü, demokratik ve laik bir geleceğin mevcut durumda en etkili
seçeneği ve gücü olduğunu pratiğiyle ispatladı. Bu nedenle Alevi örgütlerinin Kobanê direnişine karşı
tavrı ve desteği de gecikmiş ancak
önemli bir adım olarak değerlendirilmelidir.
Semah
2014
Alevi öğretisi ve süreğinde
ADALET...
HÜSEYİN OZAN
huseyinozan1965@hotmail.com
İ
nanç sistemleri uzun bir tarihin
ürünü olup farklı kültürel katmanlardan oluşmakla beraber,
kendi içlerinde bütünlük arz ederler.
Kalıtılan düşünsel miras kimi tarihsel
aralıklarda ekonomik, sosyal, siyasal
gelişmeler bağlamında içerik değişikliğine uğratılabilir. Bu gelişmeler bağlamında adalet algı ve tarifi de değişir.
Bu durumu Sümer ve ardıllarının mitsel-dinsel sistemlerinde ve Tevrat geleneğinden bu güne izleyebilmekteyiz.
Kadim Soruların Cevapları
Olarak Dinsel Sistemler
Düşünme yetisine ulaşan insan, içine
doğduğu nesnel alemi anlama ve açıklama çabasına girmiş, varlığa ve yaşama dair içeriği gittikçe derinleşen,
kapsamı genişleyen sorular sormuştur.
Bu soruları varlıkla ilişkilenme biçimi
ve bilgi birikimine bağlı olarak erken
dönemlerde mitoslarla, sonrasında ise
daha kapsamlı ve sistematik bir akıl
olan dinsel düşüncelerle açıklamaya
çalışmıştır.
Bu sorular; dünyanın -sonrasında
kainatın-, canlı yaşamın, ilk insan çiftinin nasıl var olduğuna; buna yol
açan neden ya da kudrete dairdi. Bu
soruların cevapları farklı kozmogoni
algı ve çözümlemelerine yol açtığı
gibi, birey ve toplumların duygu ve
anlam dünyasını, bağlı olarak adalet
anlayışını da belirlemiştir. Buradan
hareketle kozmogoni algı ve çözümlemelerinin arkaik ve geleneksel toplumlarda insan insan ve insan doğa
ilişkilenmesinde temel bir role sahip
olduğu sonucuna ulaşabiliriz. Düşünsel formasyonla toplumsal formasyon
biri birine sıkıca bağlı olup söz konusu topluluğu karakterize eder.
İnanç iktidar Adalet
Mitsel, dinsel inançlar, başlangıçta
bir iktidar aracı olarak algılanmamış ve
kurgulanmamıştır. Vurgulandığı üzere
içine doğulan nesnel alemi anlama,
açıklama çabasıdırlar. Sorular ve cevaplar samimi olup tahakküm ve hegomonik ilişkileri meşrulaştırıcı bir içerik
ve kurguda değildirler. Zaten kentler
henüz belirmemiş, sınıflaşma gerçekleşmemiştir. Alevi düşünsel toplumsal
gerçekleşimine kaynaklık eden neolitik
alanlarda ise “Ana”nın esas olduğu
iradi komünal bir yaşam biçimi vardır.
Neolitik kültür alanlarında kentlerin belirmesiyle içte sınıflaşmaya
doğru bir evrilme gerçekleşmiş, ayrıca erkeğin/erkek tanrıların esas olduğu göçebe toplulukların istilasıyla
“Ana”ya dayanan düşünsel toplumsal
sistem tasfiye sürecine girmiştir.
Sümer şehir devletleri ve Akadlarla
gerçekleşen merkezileşme eğilimi,
hegomonik ilişkilerin belirip derinleştiği insan ve doğanın gittikçe kopuştuğu bir sürece işaret eder.
İktidarın belirip gittikçe güçlenmesi,
“Rızaya” dayanan “dişil komünal sistemin” bir bütün olarak tasfiyesi anlamına gelmektedir. Yol’un diliyle;
hükümdar ve hükmü “Rıza”nın yerine
“Takdir”i ikame edecek, insan-insan ve
insan-doğa ilişkilenmesinde “Rıza”ya
dayanan adalet algısı ve yaşamda ki
karşılığı da ayaklar altına alınacaktır.
İrani Halkların Neolitik
Mirası Olarak Alevilik
Alevi öğretisinde batıni bir algı ve
dille bir araya getirilen iki ayrı damar
6
gözlemekteyiz. Birincisi; erken neolitik dönemlerde ortaya çıkan ve “Ana”
odaklı olup Zerdüştiliğe doğru evrilen
kol. Fakat Zerdüştilik öncesi dönemden de -özellikle “Ana” kültünden- kalıtılan bir çok dinsel motif ve toplumsal
yaşamda ki karşılığı hala belirgin bir
şekilde Raa Haqi-Alevi süreğinde yaşatılmaktadır.
İkinci damar ise; Sümer, Akad, Babil
ve ardıllarıyla Mısır merkezli gelişen,
biribiriyle etkileşen, daha çok merkezi
uygarlık alanlarında gelişip Tevrat geleneğine yansıyarak Semavi dinlerde
somutlaşan koldur. Erken dönemin hegomonik algı içermeyen mitoslarının
Babil Enuma Eliş destanıyla ters yüz
edilme ve iktidar aracı kılınma sürecini
izleyebilmekteyiz. Bu durum, Semavi
dinler içinde geçerlidir. Çıkış aşamalarında birer itiraz hareketi, adalet arayışı
üiü
Neolitik kültür alanlarında kentlerin
belirmesiyle içte sınıflaşmaya doğru bir
evrilme gerçekleşmiş,
ayrıca erkeğin/erkek
tanrıların esas olduğu göçebe toplulukların istilasıyla
“Ana”ya dayanan düşünsel toplumsal sistem tasfiye sürecine
girmiştir.
üiü
Semah
2014
Her yıl tarlalar sürüldüğünde, lokma ve
bir dizi ritüel ile toprağın Rızası alınmaktadır. Her Talip, yılda bir kez helal kazancından, alın teriyle elde ettiği rıskından
kurdun kuşun, börtü böceğin hakkı olarak niyaz yapar, onlar için çeşitli mekanlara bırakarak Rızalarını alır.
olarak gelişen bu dinler iktidarla buluşturularak, demokratik özlerinden saptırılmış, -en azından ortodoks
gelenekler özelinde- iktidar için araçsallaştırılmışlardır. Zerdüştiliğin başına
da aynı şeyin geldiğine dikkat çekelim.
Yahudilik daha dar alanlarda adeta
ulusal bir din olarak yaşarken, İsa’nın
çıkışıyla diğer halklara da açılmış,
Hıristiyanlığın Roma’nın resmi dini
olarak ilan edilmesiyle daha geniş
alanlara yayılmış, sonrasında aynı
düşünsel gelenek üzerinden İslami
çıkış gerçekleşmiştir.
Bu ikinci geleneğe/kola dair kısa
vurguyu bölgemizde son iki bin yılın
oldukça etkili düşünsel, siyasal, askeri
ve ekonomik gerçekliğine dikkat çekmek amacıyla yapıyoruz. Yahudilik
daha güneyde kalmakla beraber, Tevrat
üzerinden kalıttığı düşünsel mirasla
bütün bu çıkışlara düşünsel zemin hazırlayan gerçekliktir.
İrani geleneklere; özellikle Zerdüştiliğe, en ölümcül darbe Büyük İskender
eliyle yöneltilmiş, Roma’nın resmi dini
olmasıyla Hıristiyanlık ve ardından İslam’la İrani, Kürdistani neolitik gelenekler şiddetle bastırılmış, yerli
düşünsel toplumsal mirasların yerine
Tevrat geleneği dayatılarak pekiştirilmiştir. Düşünsel boyutta dayatılan bu
hegomonya, aynı zamanda, istilacının
ya da egemenin iktidarının pekiştirilmesi anlamına gelmektedir.
Diğer önemli bir nokta ise, neolitik
alanlarda ortaya çıkıp İran’ın Batısında
ki uygarlık alanlarını “Yok’tan Yaratılış”, Doğusunda ki uygarlık alanlarını
ise “Var’dan Doğuş” öğretileri üzerinden karakterize eden düşünsel gelişmelerin Aleviliğin kaynağını aldığı
İrani-Kürdistani alanlarda ortaya çıkmış olmasıdır. İran yaylası aynı zamanda bu iki düşünsel sistemin
ayrışma/kesişme/çatışma alanıdır.
Alevi toplumsallığını bu süreçler
bağlamında ele almamız gerekir. Raa
Haqi gerçekliğinde Semavi geleneğin
izlerine rağmen, baskın damar erken
neolitik kültürdür. Rızaya dayanan
adalet algı ve sisteminin kaynağı daha
eski olan bu zemindir.aqiHg
Alevi Kozmogonisi
ve Adalet İlişkisi
Buraya kadar sunduğumuz kısa aktarmalar tartıştığımız konunun uzun bir
tarihsel geçmişe sahip olduğunu ve ye-
7
şerip karakterize olduğu coğrafyanın
ciddi ekonomik, sosyal, siyasal ve düşünsel süreçler yaşadığını özetliyor
inancındayız.
Alevilik, bu tarihsel süreçlerin ürünü
ve sonucu olarak günümüze ulaşmıştır.
Bütünselliği içerisinde “adalet” anlayışını da barındıran Alevi Kozmogonisi
bir çok kültürel katmandan oluşmakla
beraber, günümüze, “Var’dan Doğuş”
ve “Varlık Birliği” formülasyonuyla
ulaşmıştır. Diğer önemli bir ayrıntı ise,
Raa Haqi kültürünün esasta, kent değil
kır toplumu gerçeği olduğudur. Yani
iktidarın kendini sınırsızca gerçekleştirdiği, dayattığı alanların dışında varlığını
koruyabilmiş,
kendini
yaşatabilmiştir. Bu yönüyle neolitik
kültürün günümüze ulaşan ender kollarındandır tesbiti yapılabilir.
Raa Haqi kozmogonisinde Tanrı,
insan ve evren bir bütündür. Tanrı, dışsal aşkın bir varlık değildir. Hak kavramı, batıni ve zahiriyle bu üçün
birliğini ifade eder. Ve ilk varlık, “Hu”
yani, “O”, “Kendisi” (Xo, Xu, Hu,
Xwe) olan, kainatın bütün bilgisini ve
ona dönüşecek potansiyeli içeren
“Var”, kendini kainat aynasında yansıtmıştır. İnsan ise, kainatın aynası ve
Semah
İktidarın belirip gittikçe
güçlenmesi, “Rızaya” dayanan “dişil komünal sistemin” bir bütün olarak
tasfiyesi anlamına gelmektedir. Yol’un diliyle;
hükümdar ve hükmü
“Rıza”nın yerine
“Takdir”i ikame edecek, insan-insan ve
insan-doğa ilişkilenmesinde “Rıza”ya
dayanan adalet algısı ve yaşamda ki
karşılığı da ayaklar altına
alınacaktır.
2014
“Adalet” anlayışının temelini de bu
kozmogoni algı ve açıklaması bağlamında aramamız gerekir.
İnsan ve diğer varlık arasında ki adalet, dolayısıyla ebedi barış “İkrar
İman” denilen, tam bir Aşk ve Rızalık
haliyle gerçekleşen sözleşmeye, süreğe
dayanır. Zira her şey, yine pirimizin
(Başköylü) ifadesiyle “Bir”e tabidir.
Hakk, bu birliğin ifadesidir. Adaleti ise
haliyle “kendisinden kendisinedir”.
Kendisinde mevcut olmayan hiç bir
şey zahirde beliremez, görünüş alanına
çıkamaz. Bu bağlamda, varlığın canlı
cansız her formu Hakk’ın hallerindendir, kutsalın kendisindendir. Hakk’ın
(Varlığında diyebiliriz) kendini bildiği
makam olarak insan, Rızayı bilince çıkarmak, Rızaya tabi olmak, cümle
insan ve varlıkla bu hakikat üzerinden
ilişkilenmek zorundadır. Rıza şehri de
bu şekilde vücut bulabilir, adalet gerçekleşebilir.
Nefs varlığın, dolayısıyla
Hakk’ın bir diğer gerçeğidir. Zira
nefs (geniş anlamıyla, canlı yaşamı kapsayan) olmaz ise
yaşam olamaz. Adaleti sağlamak, varlığın her zerresinde
işleyen bir hakikat olan Rızalığı bireysel ve toplumsal
yaşama hakim kılmak ise nefsi
Hakk’ın Emri Rızasına tabi kılmakla mümkündür. Zira bütün
kötülüklerin ve adaletsizliklerin nedeni “nefse tabi olmayla” ilgilidir. Nefs,
maddi alemin bir ger-
Hakk’ın kendini bildiği
makamdır.
Kutsalın; ilk potansiyelin
kendinden taşması, görünüş
alanına çıkması “Çar Anasır”
ile gerçekleşmiştir. “Var”ı bir
arada tutan ve yine kendisinden
kaynaklanan
hakikat
ise
“Aşk”tır. Pirimiz Başköylü
Hasan Efendi’nin ifadesiyle; Çar
anasır biri birine İkrar verip
İmanla bağlanır. Aralarında
kötü haller olmayıp tam bir “Rızalık” hali vardır. (Hakkın
Emri Rızası adıyla kitaplaştırılan yazmalarından). Kainatın
her zerresinde işleyen, Hakk’ın
gerçeği olan Aşk ve İkrar ile
vücut bulan “Rızalığın”, Hakk’ın
kendini bildiği boyut olan insan
gerçeğinde de bireysel ve toplumsal düzeyde karşılığını bulması gerekir. Bu Rızalık hali
sadece insandan insana değil;
aynı zamanda insandan
cümle varlığa yönelik gerçekleşmek zorundadır.
Raa Haqi gerçeğinde
8
Semah
çeği olmakla beraber, tabi olunduğunda kötülük yolu vücut bulur, cümle
fenalık ve adaletsizliklerin yolu açılır.
İnsan, Hakk’a İkrar verip Aşk ve aklı
buluşturduğu, bilgiyle donanıp Kemalini geliştirdiği oranda Rızaya tabi olur,
adaletsizliğe yol vermez.
Tanrı, kainat ve insan birliği algısına varan, İkrar İman olarak formüle
edilen bu Yol’un sahibi ise “Ana”dır.
O halde bu adalet algısı, kaynağını aldığı tarihsel zeminden de kaynaklı
olarak “Ana” adaletidir, dişil bir adalet algısıdır.
Toplumsal Yaşamda
Adaletin Gerçekleşimi
Raa Haqi toplumsallığında, bireysel
ve toplumsal yaşamın her anında Rızalığın esas alınması, yaşanmasıyla adaletin gerçekleşebileceği öngörülür.
Temel ibadet ritüeli olan Cemler,
aynı zamanda sorgu sual meydanıdır,
mahkemedir. Bir ihlal durumunda
ise, kişi bu meydanda Rızalık ve Razılığa tabi olur. Cem, Kırkların Cemi
olarak eşitlerin meclisidir. Orada herkes “Can”dır, erkek dişi yoktur.
Pir’in (Başköylü) belirttiği üzere,
Cem kapısı “Fatıma”nın kapısıdır. O
halde Rızayla gerçekleşen, cümle
Tanrı, kainat ve
insan birliği algısına
varan, İkrar İman
olarak formüle edilen
bu Yol’un sahibi ise
“Ana”dır. O halde bu
adalet algısı, kaynağını aldığı tarihsel zeminden de kaynaklı
olarak “Ana” adaletidir, dişil bir adalet
algısıdır.
üiü
insan ve varlığı kapsayan adaletin,
“Ana adaleti” olduğunu yineleyebiliriz. Cemaat tam bir Rızalıkla bir
arada olmalıdır ve pir dahi Rızalık
alarak divana oturabilir. Pir divanı
Hakk divanı olup, sorgu sual bu dünyadadır. Böylece adalet bu dünya da
sağlanır, öteki tarafa havale edilmez.
Talip, Cemlerde “Dara” durarak müşkilini hal eder. Mağdur edildiğine
inanan talip davasını meydana getirir,
tüm cemaat ile sorun çözüme kavuşturularak Rızalık hali sağlanır. Bunun
dışında kişi kendi isteğiyle meydanda
Dara durup, kimsenin bilmediği bir
suçunu ya da yanlışını dile getirebilir,
cemaat ve pir tarafından belirlenen
şekilde bu suç ya da eksiğini telafi
edip, zarar verdiği insanın veya varlığın rızasını alabilir.
Bunu dışında bir talip, -ki bu Yol’da
Rehber, Pir, Mürşit olsun herkes Taliptir- kendi kendine sürekli olarak özünü
Dara çekmelidir. Kişi kendi vicdanında
aklanamadığı sürece Rızaya tabi olmuş
sayılamaz. Hayır ihsan ederek, ibadet
ederek günahlar, suçlar, hatalar af olunamaz. Af, adaletsizliğin yolunu açar,
kötülüğe meydan verir.
Raa Haqi süreğinde, adalet, Rızaya
teslim olunarak sağlanır. Mutlak surette hak teslimine dayanır. Engin bir
konunun temel alanlarından olan
“adalet” meselesinin daha derinlikli
kavranabilmesi alan araştırmalarına
bağlıdır. Faydalı olabileceği inancıyla
adalet algısına dair bazı aktarılarla
noktalayalım.
Dersim Aşkirek köylülerinin aktarısından; Kurttan, kuştan, börtü böcekten Rızalık alınmasına dair: söz
konusu köylüler belirlenen yayla yerine varırlar. Adını belirtmeleriyle beraber anımsayamadığım bir yaşlı nine
yüksekçe bir taşın üstüne çıkar, Kırmancki olarak bildiği tüm hayvanların, börtü böceğin adını seslenir ve
“biz çoluk çocuk sahibiyiz. Bu yıl çocuklarımızın rıskı için burada konaklamak istiyoruz rızanız var mıdır?
Diye sorar. Bağlı olarak bir takım ritüeller yerine getirildikten sonra o yıl
orada konaklanır. Yine söz konusu
köylülerin belirttiğine göre, bu sorma
esnasında her hangi bir hayvanın iti-
9
2014
razı olduğuna inanılan bir olay olursa
orası mutlaka terk edilerek başka bir
mekanda konaklamak için Rızalık istenir, ritüeller tekrarlanır.
Dersim, Pulur ve muhtemelen Ziyaret köyünden bir Pirin anlatımından:
Cem tutulacak köye doğru bir kaç insanımız lokmalarıyla beraber yola
çıkar. Bir Ermeni köyü ya da kilisesinin yakınından geçerken, Keşişin köpeği yolculara havlar veya saldırır.
Guruptan biri hayvana taş ya da sopa
atar, yola devam ederler. Cem başlangıcında divandaki pir, “erenler sazımız düzen tutmuyor. Nedendir
acaba?” diye sorar. Yolcular düşünüp
başlarına gelen olayı hatırlar ve anlatırlar. Pir, onların köpeğin sahibinden
ve hayvandan Rızalık almaları gerektiğini söyler, bir niyazla yola düşer,
Keşişin mekanına varır, olayı anlatırlar. Niyazı lokma olarak sunar, bir
parça da hayvana vererek Rızalık alır,
Ceme öyle katılabilirler. Tv 10’da
paylaşılan bu aktarı daha değerli ayrıntılarla doluydu.
Dersim Merkez Putik köyünde, içme
suyu sorunu yüzünden komşu köyle
mahkemelik olmuş ve davayı kazanmış, suyu köye getirip evlerin içine
kadar tesisatlarla taşımışlardı. Birkaç
yıl eveli şahit olduğum olayda, bu köyden çok yaşlı bir nine “awa bé rızawa”,
yani rızasız sudur deyip itiraz ediyordu. Orta yaşlı bir arkadaş ise; yahu
evin içine kadar su getirmişiz iç işte!
Daha ne istiyorsun diye yarı alaylı
cevap veriyordu.
Her yıl tarlalar sürüldüğünde, lokma
ve bir dizi ritüel ile toprağın Rızası
alınmaktadır.
Her Talip, yılda bir kez helal kazancından, alın teriyle elde ettiği rıskından
kurdun kuşun, börtü böceğin hakkı
olarak niyaz yapar, onlar için çeşitli
mekanlara bırakarak Rızalarını alır.
Dersim’de, her yıl kışlık odun temini
için ormana gidildiğinde, ağaç kesmeden önce ormanın rızasını almak için
niyaz ve çılalarla bir dizi ritüel gerçekleştirilirmiş. Muhtemelen tamamen
unutulan ritüellerden biridir.
Son olarak kişi Hakk’a yürüdüğünde
topraktan aldığını toprağa iade ederek
toprağın rızasını almış olur.
Semah
2014
İtikat Süreginde Antik Dar Kültü ya da yitip giden
Erkân-ı Dar-ı Mansur Dizgeleri
ERDOĞAN YALGIN (Araştırmacı-yazar)
erdyalgin@hotmail.de
Özet
Bir toplumun teolojik dili, inançsal
sürecinin devamlılığı için oldukça
büyük bir öneme haizdir. Dönemsel
süreçleri içinde Mezopotamya halkları,
dilsel olarak elbette bir birilerinden etkilenmişlerdir. Dillerindeki özgün kelimeleri daha çok dinsel ve teknik
olanlarını yaşamlarının tüm alanlarında farklılaştırarak kullanagelmişlerdir. Kürtler, Mezopotamya‘nın en
kadim halklarından olup ve halen bile
aşiret formlarıyla toplumsal devinimler
geliştiren Arya (Hint-Avrupa) topluluklarından olan Medlerin devamıdır.
Kürtlerin kullandıkları dilin; ne denli
arkaik özellikleri olan dilsel bir kültüre
sahip oldukları, farklı alanlarda yapılan
araştırmalarla her geçen gün biraz daha
anlaşılmaktadır. Bunun ışığında, genel
perspektifi gözden kaçırmamak için
bazı hatırlatmalar yapmakta fayda var!
Kürt halkı içinde; umumiyetle Zerdüşti
kökenli, Yaresan/ batıni ekollerin son
formatları olan Réya Heqi İtikatı (Batıni Alevilik/ Kızılbaş), Ehl-i Haq,
Êzdai ve diğer bazı alt ekollerin toplumsal teolojik dili hep göz ardı edilmiştir. Kürtlerin dili, bölgedeki
eğemen devlet destekli, yapay olan
resmi dine dayalı aygıtları tarafından
planlı bir şekilde yok etme politikalarıyla karşı karşıya kalmıştır. Fakat ne
var ki yol erenleri, antik köklere sahip
olan bu inanç dizgelerini, kal u bela’dan beri özgün dilleriyle geliştirerek, yeni bir içeriğe kavuşturmuşlardır.
Bu süreç, geleneğin Kürtçe terminolojisiyle birlikte günümüze kadar getirmişlerdir. Hiç kuşku yok ki; Kürtler’e
ait bütün tarih bilimleri başta olmak
üzere, gelenek, görenek ve kültür mi-
rasları Kürtçe’nin derinliklerinde gizlidir. Ne var ki inanç topluluğu; son bir
asırdan beri, pejoratif isimler dışında,
“Alevi, Alevi Bektaşi, Anadolu Aleviligi“ ve benzeri tamlamalarla anılmıştır. Unutulmamalıdır ki; bu antik
künyeli, batıni zümrelerin bir bütün
olarak inançsal-ritüel dillerindeki çoğu
terimlerin, Kürtçe ve farklı lehçelerine
ait olduğu bilinmelidir. Fakat ne acıdır
ki bu gerçeklik, değişik yöntemlerle
manipüle edilerek, bu dile özgü tarihsel gerçeklik, öz sahiplerinden bile gizlenmiştir. Bu tekçi anlayışın dil
alanındaki katı dayatmaları artık günümüzde bir sır değildir. Bu sınırlı çalışmamızda, itikat sürecine ilişkin dini
kimlik kodları arasında yer alan, sadece dar fiiliyle terkib edilmiş bir çok
kavram arasında, sadece bazılarını
dikkati nazara getirdik! Çalışmamızda,
dar patentli kavramların etimolojik
ayrım kökenleriyle birlikte, ritüel dilindeki kutsiyet atfedilen versiyon biçimlerinin farklı format ve anlamlardaki
izini sürdük!
Bir Sözcük Olarak
“Dar“ Kavramı
Dil bilimsel açıdan konuyu ele alacak olursak; Türkçe’deki yalın haliyle
“ağaç“ sözcüğü, günümüz Kürtçesinde
“dar“ olarak bilinmektedir. Réya Heqi
itikatının teolojik dilinde dar ve dar patentli yan türevlerine tazim hislerle
bağlılık gösterilmektedir. Bilinmelidir
ki; orjinal dilsel kullanımı ve fonetik
yapısıyla dar sözcüğü, Türkçe bir sözcük değildir. Antik Arya uygarlıklarında (Medler, Haldiler (Urartu),
Gutiler (Kurti), Kassitler (Kardunya),
Hattiler (Hitit), Mitaniler, Hurriler,
Muşkiler, Palalar, Elamla (Hatamti)
Lulubiler, Sumerler vb.) (Mihotuli,
10
10
1992: 21, 23, 27,) dar > ağaç kutsiyeti
evrimselleşerek günümüze kadar gelmiştir. Hiç kuşku yok ki bu kültün,
daha çok Kürtlerin milli dini olan Yaresan (Rêya Heq, Ehl-i Heq, Êzidi) ve
benzeri dizgeleri içinde kıskançlıkla
yaşatılmıştır. Gaziantep’e(Dilok) 75
km uzaklıkta ve Suriye sınırındaki
güney ucunda bulunan Kargamış bölgesinde yapılan arkeolojik bulgular
arasında, kabartmalı kaya parçaları
elde edilmiştir. Bu kabartmalarda proto
Mazdaizm dönemine (M.Ö 8. yy lar)
ait, kanatlı güneş kursu altında, bir de
kutsanan hayat ağacı sembolizmi yer
almıştır. (Mihotuli, 1992: 35, 93) Kürtçe’deki dar sözcügünün antik dil izleri
sürüldüğünde, karşımıza Kürt folklörüne ait çok ilginç felsefik ve görsel
malzemeler çıkmaktadır.
Şimdi, Dar sözcügünün etimolojik
sinonimleri hakkında, bazı köksel bulguları ele alarak işe başlayalım! Kürtçe
Etimolojik Sözlüğünün yazarı, araştırmacı Ali Hüsein Kerim’in verdigi bilgiye göre; Kürtçe’deki dar kelimesinin
kökü, Proto-Hint-Avrupa (mö.70003000, e.y.) dilindeki “*deru, *doru,
*derwo ve *dâru“ sözcüğüne kadar
uzanmaktadır. Bununla birlikte; “dar“
sözcüğü; Hint-Aryan dilinde dàru,
Hitit dilinde daru, Avesta dilinde vana
(varasa), Hurri dilinde tâli, Luwi dilinde târu, Pehlevi dilinde dar (draxt),
Farsi dilinde drext olarak geçmektedir.“(Kerim, 2013: 46) Arapçaya da
geçen “Dâr“ sözcügü; Ev, yapı, yer,
yurt anlamında kullanılırken, Farsça’da Dâr sözcüğü, sahip, anlamında
sözcükler türeten fiil köküdür. Bununla
birlikte İslami terminolojide Dâr sözcügünde, bir çok yan kavram oluşturulmuştur. Örnegin Dâr-ül İslam>
İslam memleketi, Dâr-ül harp > Şe-
Semah
riat’ın uygulanmadığı yer, vs. Ayrıca
divan edebiyetında sıklıkla kullanılan
üç direkten meydana gelen dar sözcügü, sevgilinin saçlarıyla betimlendirilmiştir.Tasavvufi manada Kurmanci
(Kürtçe) ve Farsça’da “Dâr“ sözcügü,
Türkçedeki “darağacı“ kavramını türetmiştir.
Itikat sürecinin fiili planında dar ile
ilgili bir çok kavramsal terim tertip
edilmiştir. Dar-ı beka > ölümsüz varlık
alanı/ ruhlar alemi, Dar-ı dünya > geçici yurt, madde alemi gibi..! Nihayetinde “Dar-ı Mansur“ kavramıyla
zirveye ulaşarak, kullanım ve etkinlik
alanını kutsi değerlerle iyice derinleştirmişitir. Réya Heqi itikatının kollektif
zihniyetinde evliya ocaklarının temel
bellirleyenleri arasında yaratılan evliya
kültleri önemli bir yer tutmaktadır.
Onların maddi-manevi mekanlarının
(Ocak evi >Mala Ocexê, Bano Pilê, Ziyaru Ewliyayê, Dergahê Pilê) orta yerinde bulunan dam/ tavan direkleri/
sütunları mukaddesdir. Zira bu direğe
atfedilen en anlamlı mana, bu direğin
dar-ı mansur dar’ı/ dileği (Ustina dar-i
Mansur) olmasından kaynaklıdır. Bu
türden mekanlarda yanan ateşin olduğu ocak’tan sonra, en çok kutsanan
objelerinden birisi işte bu Ustin a Mansur (Mansur darı) dur. Bu direklere
aynı zamanda, Ustina Şeş > Kara direk
2014
derler. Bundaki maksadın, ileriki safhalarda da temas edeçegimiz gibi,
Erkân/ darik izdüşümüyle Mar a Reş >
Kara Yılan’a bir atıf yapılmaktadır.
Yine klasik tanımlarıyla Alevi, Alevi
Bektaşi, Anadolu Aleviliği ve benzeri
anlamları içinde ihtiva eden toplumsal
adlandırmaların inanç damarında,
Dar’la ilgili bir çok kuramsal akideler
önem arzetmektedir. Beşeri tahakküm
alanları arasında, inanç motifli öğretileri şu başlıklar sıralanmaktadır: Dar-ı
Hüseyin/Fatıma, Dar-ı Mansur, Dar-ı
Fazlı, Dar-ı, Dar-ı Nesimi. Bütün bu
kavram te’vil’lerinin haritaları çıktısında, dar ritüellerinin kendilerine özgü
timsali birer vücut dilleri de vardır.
Ayin-i Cem’de, Pir-i divan huzurunda
duran ocak mensubu Can, dar’a göre
kendi vücudunu şekle sokmaktadır.
Fakat bütün bunlardan azade Cem-i
Civat meydanında, yani canlar huzurunda ulu divanda, dar’a çekilen can;
sağ ayağının baş parmağını, sol ayağının baş parmağı üstüne koyar. Göbeginin üzerinde sağ elini, sol elinin
üstünde bağlar. Başını yere eğer ve
hakkındaki suçlamaları, bir kuzu gibi
dinler. Bütün bunların ayrı ayrı manası
vardır. Örnegin ayak parmaklarının
birleştirilmesi, Vahdet-i Vücud’a bir
yollamadır. Yani vücudun ruhla birlikte, bir bütün olarak fiziki birliğine
işaret etmektedir. Ellerinin göbekte birleştirilmesi, yola kabul edilirken takılan ve Zerdüşt’ten kaldığına inanılan
kutsal kemerin o anda olmayışından
ötürü, elleriyle/ kollarıyla kemerinin
vazifesini ifâ etmesi olayıdır. Başın öne
eğilmesi, hakkında verilecek karar karşısında boynunun kıldan ince, kılıçtan
keskin olduğunu meydana vücut diliyle anlatmasına delalet etmektedir.
Hülasa bu vücut dilleri, yukarıda adlarını zikrettigimiz dar adlarını aldıkları zat-ı şahanelerinin, son anlarının/
hallerinin üzerine setr/ örtü edilmiş tek
belirgin anlatım kompozisyonundan
başka bir şey değildir. Velhasıl-ı kelam;
Can’ın, dar’a durmasının bütünlük anlamı, yola verdiği ikrara, mensubu olduğu meydan-ı canlara ve dolayısıyla
Pirépiran’lara bir nevi teslimiyettir.
Düşünsel-dinsel
deneyimlerden
çıkan sonuç olarak şunları sıralıyabiliriz; İmam Hüseyin (626-680), Yezit
karşısında eğilmediği için başı kesildi.
Hurûfi haraketinin kurucusu, Fazlullah
Esterabâdî (Nâimî) (1339-1394), hançerlenerek, idam edildi. Zerdüşti kökenli Hallac-ı Mansur (858-922) “Enel
hak/ ben Allahım/ ben hak‘ım“ dediği
için işkenceyle idam edildi. Maktül
Nesimi adıylada anılan İmadeddin Nesimi (1369-1417), kuzu niyetine derisi
yüzülerek, idam edildi.
Itikat sürecinin fiili planında dar ile ilgili bir çok
kavramsal terim tertip edilmiştir. Dar-ı beka > ölümsüz varlık alanı/ ruhlar
alemi, Dar-ı dünya > geçici
yurt, madde alemi gibi..! Nihayetinde “Dar-ı Mansur“
kavramıyla zirveye ulaşarak, kullanım ve etkinlik
alanını kutsi değerlerle
iyice derinleştirmiştir.
11
11
Semah
Bütün bunlarla birlikte; Rêya Heqî
itikatının temel öğeleri arasında başat
bir yere sahip olan dar yöntemi, aslında
pek de uygulanmaz, zira bu fasıllar,
inancın en ağır muhakkeme olgusuna
işaret etmektedir. Ocağın Rêberleri,
Pirleri ve Pirêpîran/ mürşidleri, bağlılarını yani taliplerini bu aşamaya getirmeden önce eğitirler. Yolun kural ve
kaidelerini kendisine aşama aşama öğreterek, yola kabul ederler. Buradaki
temel düstur, şöyle terkip edilmiştir.
“Gelme gelme, dönme dönme, gelenin
malı, dönenin Can’ı, ateşten gömlek
giyebilirsen, demirden leblebi yiyebilirsen gel beri, ser ver sır verme!” benzeri son nefes-i ikrarı alınmıştır. Buna
ek olarak ittikat sürecinin kendi Kurmanci teolojik dilinde, dar’la alakalı
bazı tamlamalar dizgeleştirilmiştir.
Mesela;
Kişandin darê ‘çektiler dara’; kişandina darê ‘dara çekmek‘ Rawestîn, dawestîn darê > dara durmak, çekilmek,
çıkmak, kalkmak. Rawestin, dawestin
li divanê > divana durmak. Ji dar daxistin < dardan indirme erkanı/ töreni.
Yani hakka yürüyen bir can’ın yürüyüşünün üçüncü ve özellike de kırkıncı
gününde, sevenleri tarafından yapılan
yemekli ayin-i cem’in ruhsal adıdır.
Esas itibariyle; İttikat sürecinde adında
sıkça söz edilen dar, Halac-ı Mansur
adıyla anılan Dar-ı Mansur’ dur. Mansur’un bu sözü çok menşurdur:
“Mirac-ı merdan ser-i dilest“ yani
“Eerenlerin miracı baştan asılmaktır.
Ya da Mirac bizim darımızdır.“
sının da ağaçtan yapıldığından ProtoHint Avupa dilinde *deru-doru-,
dr(e)u- drou-, dreue-, drû- dayanıklı,
katı, ağaç odun ismi ile anılmış ve
bunun ardından deri > kapı ismi olarak
son şeklini almıştır” (Kerim, 2013:
173) bellirlemesinde bulunmaktadır.
Yaşam alanların tüm çeperlerine sirayet eden dar’dan elde edilen, Kurmanci dilinde kısaca; Mala Ocaxê diye
tanımlanan Ocak evlerinin, Xani,
Xewş’lerin ağaçtan yontularak yapılan
deri’ leri, yani dış kapıları da kutsanmaktadır. Bu türden mimari yapılar,
geçmiş asırlarda tasavvuf literatüründe
Dergeh/ Dergah > Yüce/ büyük kapı.
kutsal eşik, eğitim merkezi anlamlarında kullanılmıştır. Ocak pirlerinin
kurdukları Mala Ocaxé, yani mekanların bir diğer adlandırmaları Dergah’tır. Dergaha varıldığında eşik ve
kapı öpülerek, niyaz edilir. Dualarla bu
mekandan içeriye girilirdi. Kapının/
deri’nin öpülmesi, bir bakıma kutsanan
ağaca yüklenen derinlikli anlamların,
bu yolaktaki bir diğer devamcısıdır.
Aynı tinsel icara ve kursiyetle Êzdailer’de, Laleş’teki kutsal mekanlarının
kapılarını öperek saygıda bulunurlar.
Darik/dar ve Doğurganlık
İttikat sürecinde, dar kavramıyla
2014
bağlantılı olarak ele alınan bazı sözcüklerin etimolojik kodlarına kısaca
bakmaya devam edelim! Konu hakkında, yine doyurucu bilgi veren Ali
Hüsein Kerim’e başvuralım! Zira
Kerim, geleneksel kültürel açıdan unutulan orjin dildeki kavramsal alanları
dikkati nazara getirmektedir. Kürtçede
“beru“, meşe palamut ağacı olup, daha
çok ağaçlardan alınan ürüne denilirken, “ber“ ürün sözcügü olarak da kullanılmaktadır. Ayrıca hayvanların
doğurganlık süreçleri için de aynı sözcük dile getirirlir. Örneğin: “ber avét“
hamileliğini kaybetmek, cenini düşürmek maksadıyla kullanılır. Bununla
beraber Kürtçe’deki “dar“ ve “ter(r)“
sözcügü, aynı zamanda ağacın tazelik
ve esneklik durumunu da ifade eder.
Hurri dilindeki tâli, Kurmanci dilinde
dar ağaç ismiyle birlikte, “tîr“ ok,
“tîrik/ dirik“ ince, uzun ağaç vb. isimleri türemiştir. (Kerim, 2013: 46, 47)
Burada dikkat edilmesi gereken çok
önemli bir hususun altını çizmek isteriz! İtikat yolunda ve hatta bir bütün
olarak Kürt toplumunun farklı inançsal
katmanlarında eskiden beri yaşatılan
antik bir gelenek vardır. Alan araştırmalarımız neticesinde ulaştığımız bazı
sözlü tarih bilgilerini yeri gelmişken,
burada meraklısı için paylaşalım! Ama
önce biraz arka planı ayrıntılıyarak yol
Dar, Deri, Dergeh, Dergah
Sosyal hafızada ağacın bir mabut derecesinde tezahür edilmesi, doğa/
evren ve insan eksenli seyrinde hiç
kuşkusuz ki; vahdet-i vücud’a işaret etmektedir. Kelimenin etimolojik kökeninde Kurdi deri, kapı; dergeh, giriş
kapısı/ büyük kapı anlamlarına gelirken, Proto-Hint Avrupa dillerinde
kapı’nın karşılığı; dhuor, dhwer‘ dir.
Ali Hüseyin Kerim, “(...) evlerin kapı-
Mala Ocaxê, Ocak evlerinde, Xani’lerin yani kutsanan evlerin orta direği Ustinê/ dar a Mansur
12
Semah
2014
Ocağın Rêberleri, Pirleri ve Pirêpîran/ mürşidleri, bağlılarını yani taliplerini
bu aşamaya getirmeden önce eğitirler. Yolun kural ve kaidelerini kendisine
aşama aşama öğreterek, yola kabul ederler. Buradaki temel düstur, şöyle terkip edilmiştir. “Gelme gelme, dönme dönme, gelenin malı, dönenin Can’ı,
ateşten gömlek giyebilirsen, demirden leblebi yiyebilirsen gel beri, ser ver
sır verme!” benzeri son nefes-i ikrarı alınmıştır.
almaya çalışalım.
Dersim Helqa (xeleq) Ocakları (Dersim‘ de yaşlılar Kurmanci diliyle
konuştuklarında sıklıkla “Ocax é Helqan/ Helqa (xeleq) Ocaxları“ tabirini
kullanırlar. Bu adlandırma; İttikat sürecine bağlı ocaklarını tanımlayan,
döngüsel çark sisitemine verilen kavramsal bir adlandırmadır.) ünitelerinde, erken dönemde (10.11.yy)
Ebu’l Vefâ-i Kurdi’nin (925-1017)
okulunda eğitim ve İclas belgesi/ seceresiyle gelip Dersim’de, ocağını tüttürmüş Şıx Dilo Belincan’ın adına,
daha sonraları bağlıları tarafından, Şıx
Delil-i Berxêcan ocağı vücuda getirilmiştir. Sözünü ettiğimiz bu ocağın
kadim Rêber ailelerinden, Kurmanci
Mala Mistikê Hewê lakabıyla anılan
hanenin evlatlarından, Séy Xıdır Çetintaş’ın (1922-1993) konumuzla alakalı bir icraatından sözedeceğiz.
Böylece dar kültünün sadece Ayin-i
Cemlerde ikrar hukuku temelinde takdis edilmediğini, yol/ rê’nin farklı
ayinsel törenlerinde de kutsanarak
hayat bulduğunu göstermiş olacağız.
Bilindiği gibi geçmiş yıllarda bazı
kadınlarda, sıklıkla çocuk düşüklüğü
görülmekteydi. Elbetteki farklı halk
hekimligi yöntemleriyle, kadınlardaki
bu rahatsızlık giderilmeye çalışılmıştır.
Bu yöntemlerden birisi de toplumsal
tecrübeyle elde edilmiş ve tinsel alanda
kendisini göstermektedir. Tam da bu
noktada devreye giren Séy Xıdır Çetintaş, düşük yapan kadınlarda Tava/
Tewa çıkarırdı. Kurmanci dilinde ve
Dersim yerel literatüründe tewa, tava,
davé gibi farklı seslenişlerde dile getirilen bu sözcüğün; kadının sürekli peş
peşe çocuk düşürme haline denir. Kelimenin kökeni hakkında Ali Hüseyin
Kerim’in, bize verdiği kişisel cevap,
oldukça ilginç bir gerçegi gözler önüne
sermektedir. Şöyleki; Tewa, Kürtçe’de
tewandin ’bükmek‘ fiilinden türemiştir. Bir yönüyle, ağacın bükülerek çember haline getirilmesi için söylendiği
anlaşılmaktadır. Ama burada, tava sözcüğünün ayrı bir anlamını da çıkarmak
mümkündür. Muhtemelen Kürçe‘deki
davê ‘atıyor, düşürüyor‘ sözcüğünün
yumuşatılmış hali olabilir. Fakat dîrik/
tîrik’ın bükülmesi burada tewa
’büküm‘ fiili devreye girdiğinden hem
tava, hem de tewa birlikte kullanılıyorsa o zaman atım, düşürme durumunu bükmek, engellemek olayın
ortaya çıkmış olmaktadır.
Farklı kaynak kişilerden edindiğimiz
bilgiler ışığında konuyu kısaca şöyle
özetlemek mümkündür: Sıklıkla düşük
yapan kadınlar, eşleriyle birlikte Séy
Xıdır’a gelirler. Yada Séy Xıdır, söz
konusu eve özel davetle getirilir. Tava
seremonisi, bazı icra malzemeleriyle
birlikte şöyle gerçekleştirir. Düzgün bir
dirik/ tîrik böğürtlen ağacından uzun
ince bir dalı, dualar eşliğinde özenle
kesen Sêy Xıdır, bu dalı bükerek her
iki ucunu biribirine bağlar. Bu dala,
“Tewayê dirik“ denir. Evde yapılan
lokmalara, Séy Xıdır tarafından özel
hazırlanmış Gulbanglar verilir. Bu
dualara, “Gulbangê Tewa“ bu lokmalara da “loqme yê tewa, loqma yê dar,
loqma yê diriké“ adları verilir.
Sürekli düşük yapan kadın, dini ayin
sırasında gözlemci (şahidê heq) komşular eşliğinde, odanın ortasında yada
dışarıda sabah güneşine karşı ayakta
13
bekletilir. Gulbanglar eşliğinde çember
haline getirilen dirik’in dal‘ı, kadının
boynundan geçirilerek, ayaklarına
kadar yavaş yavaş getirilir. Ayaklarından çıkarılarak tekrar kadının başından
geçirilmek şartıyla bu ritüel, üç defa
böylece tekrarlanır. En sonunda çember, ayaklarından çıkarılmadan, hazırda bekletilen bir horoz kesilir.
Horoz’un boğazından akan kanından,
çember dal’ı, daha henüz kadının
ayaklarında yerde iken, iple bağlanan
bölümün üzerine bir kaç damla damlatılır. Sonrasından çember dal, kadının
ayaklarından çıkarılır ve işlem biter.
Bu törenden sonra kadının bir dahaki
hamilelik dönemi iyi geçer ve düşük
yapmadan çocuğunu dünyaya getirecegine inanılır. Bu dini törende, özellikle horozun kurban edilmesinin
nedeni, söz konusu bu törenin hakkın
şahitleri huzurunda Cebrail’e ayan olması ve onun aracılığıyla hakka haber
yollanması kast edilmektedir. Bir diğer
manası da; horoz’un erkek bir hayvan
olmasından ötürü, doğacak çocuğun da
erkek olması arzu edilmektedir. Çember dar/ dirik’e gelince; işte yukarıda
Ali Hüseyin Kerim’den aktardığımız
etimolojik alıntıda ifadesini bulan “ber
avét“ deyimiyle doğurgan olmayan kadınların, yine “ber“ doğurgan olmaları
dileği arzu edilmektedir. Aynı zmanda
doğacak çocuğun yaş iken, eğilmesi/
bükülmesine de yollama yapılan bu ritüelsel icrada, “tîrik/ dirik/ dar“ ağacının bir obje olarak kullanılmasıyla
karşı karşıya olduğumuzun en açık bir
ifadesidir. Yani buradaki dirik/ dar‘ın
(uzun ince düzgün ağaç dalı) sağlık ve
dolayısıyla doğurganlıktaki pozitiv yö-
Semah
nünün takdis edilerek, itikat süreğine
dahil edilmesi betimlenmiştir.
Öte yandan; Horozun kurban olarak
sunulması olayı çok eskilere dayanır.
Bu gelenek Hurrilerden kalmadır. Hurriler ve onlardan etkilenen Hititler belirledikleri her hangi bir kuşu seçtikten
sonra, düzenledikleri bir ayin ile
kuşun, söz konusu kişinin günâhlarını
kabul ettiğini düşünür ve kesip yaktıktan sonra yer altı tanrısına kurban ederlerdi. (Kerim, 2014: 175) Horozun
kurban edilmesi olayı aslında kötülüğü
yok etmek-bertaraf etmek amacını
taşır. Çocuk düşüren kadının günahkâr
ve Tanrı tarafından cezalandırıldığı düşüncesinden hareketle tewa olayı ve
bunu ortadan kaldırma biçimi olan
darik/ dirik ayini yapılır. Darik/ dirik
denilen ince ağacın çember haline getirilip kadının bedeni üzerinden geçirlmesi olayı da Hurrilerdeki hayat ağacı
inancından kaynaklanıyor. Dikkat edilirse horoz kesmek, ağaç ve gulbenk
üçlüsü ve ardından verilen lokma gibi
hepsi de Proto Kürtlerin ataları olan
antik Hurri geleneğidir.
Hiç kuşkusuz ki; Alevilerin Darik/
tîrik ayini, Huriler‘deki kuş kesmek,
alil (an) denilen ağıt veya ilahilerin
okunması ve kakari denilen ayin ekmeğinin hayat ağacı altına bırakılarak
tanrıya sunulmasının 5000 yıl sonraki
tezahürüdür. Bütün bu parametrelerde,
yine itikat yolunda yer alan Hewtémal
bahar bayramı, Kürtlerin eski hesap
dedikleri Rumî takvimle 17 Mart’ta
başlayark, 21 Mart Newroz’una kadar
kutlanır. Bu süre içinde, ağaçların yer
yüzüne secdeye geldiğine inanılır. Zira
yer altında narlanmış sıcak bir saç vardır. Bu saç, toprağı ısıtır. Yani modern
dilde Cemre, toprağa düşer. Köylüler
bu günlerde, umumiyetle ırmak kenarlarında ve ırmak sularından yıkanırlar.
Bir Pirin yönetiminde dirik ağacında
kesilen uzun ince dal kesilir. Halka yapılarak uçları bağlanır ve güneşe karşı
durularak, dualar eşliginde özellikle
çocuklar ve ergen gençlerde, tıpkı yukarıda tarif ettigimiz dinsel icra tatbik
edilir. Bundaki maksadın, çocukların
2014
ve ergen gençleri sağlıklı olmaları,
uzun bir ömrün içinde beden ve
ruh’un, güneş ile arasındaki olan gizemli bağın sağlanması arzu edilmektedir. Ayrıca ergen gençlerin
bahtlarının açılması hedeflenmektedir.
Kutsal Ocakta Yanan êzing/dar
Kürtçe ezing/ ézing/ hizim ‘odun‘
sözcüğüne en yakın olan Hurri dilindeki “çam, ağacı“ anlamına gelen
“azûyi“ ya da duman çıkaran anlamında kullanılan asuhi, ašuhi ’köknar‘
gibi sözcükler olduğu anlaşılıyor.
Fakat, “yakmak, parlamak, kül olma“
sözcüklerinin Proto-Hint-Avrupa dilindeki karşılığı olan âs, azd, azg(h) sözcükleri, Kurmanci lehçesindeki êzing
‘yakacak odun‘ isminin etimolojik
çıkış kaynağıdır. Zira odun yanar, yanarken parlar ve sonra kül olur. Hint
Aryan dilinde âsa-h: ‘kül, toz‘; Hititit
dilinde hasi/ haşi: ‘ocak‘; Latincede âra
‘kurban yeri‘ ve benzeri dillerdeki sinonimler, Kürtçedeki ezim/ ézing isim-
Bir çok bölgede ocak evliyalarının adıyla anılan kutsal ağaçlar /ziyaretler bulunmaktadır. Bu
ağaçların kıyısında olan su yatakları, dağ ve taşları da aynı kutsiyetle ele alınır. Bu mahaldeki
ağaçlara çeşitli renklerde çaputlar, ipler bağlanır ve dileler tutulur.
14
14
Semah
2014
Aynı zamanda doğacak çocuğun yaş iken eğilmesi/ bükülmesine de yollama yapılan bu ritüelsel icrada, “tîrik/ dirik/ dar“ ağacının bir obje olarak kullanılmasıyla karşı karşıya olduğumuzun en açık bir ifadesidir. Yani buradaki dirik/
dar‘ın (uzun ince düzgün ağaç dalı) sağlık ve dolayısıyla doğurganlıktaki pozitiv yönünün takdis edilerek, itikat süreğine dahil edilmesi betimlenmiştir.
leriyle aynıdır. (Kerim, 2013. 47, 48)
Türkçedeki odun, Kurmancideki ézing
ve dolayısıyla dar’a ilişkin bütün bu
kodexlerin, ittikat yolundaki ocak ve
ateş’le iç içe geçmiş derin felsefik açılımları bulunmaktadır. Hasılı, geçmiş
yıllara özgü, tarımsal ortak yaşam
alanlarındaki bazı süreçleri hatırlatarak
konumuzu biraz daha anlamlaştıralım.
Şöyleki;
Her toplumda olduğu gibi Dersim
Rêya Heqi itikatında da, elbette komşular arası bir çok husumet davaları olmuştur. Bunlar arasında sınır
terpetmek, adam öldürmek, kız kaçırmak, hırsızlık yapmak ve benzeri vakaaları saymak mümkündür. Bu
noktada ele alacağımız husus, hırsızlıkla alakalıdır. Otantik dönemin köylü
yaşantısında her türlü hırsızlığın olabileceği de muhakkaktır. Fakat bu türden
olgular içinde öylesine bir tabulu alanı
vardır ki; dokunanın yanacağına inanılır. Bu tabu, kutsal ocakta (haşa/haq)
yanan od, odun/ağaç, nâr anlamında
da felaffuz edilen dar/ézing’dir. Sözlü
anlatımlarda, istisnaları dışında hiç bir
hane mensubu bu yolakta, kendisine
ait olamayan bir ağacın odununu, izinsiz- hırsızlayıp da evine götürüp, ocağında yaktığına tesadüf edilmemiştir.
İşte yukarıda aktardığımız veriler ışığında, esas konumuza dönecek olursak; Yol evladı/Ewladé Ré olup da
yolun ince kurallarını bilen bir talip,
asla hanesinin kutsanan ocağında, kendisine ait olmayan bir odun/ dar parçasını yakmaz.
Çünkü; bu eylemiyle birlikte ailesinin soyunun kuruyacağına, ocağının
sönüp/ batacağına, Kür/kör ocax olacağına inanır. O ocakta yananın, par-
layanın ve kül olup tükenenin yine
kendisi olacağını iyi bilir. Benzer bir
yaklaşım olarak bu bağlamda, ziyaret
ağaçlarının kuruyan odunları da, kesinlikle eve sokulmaz ve ocakta yakılmaz. Bütün bu doneler, ağac/dar
ekseninde kodlanarak geliştirilmiş batıni felsefeyle içselleştirilmiş, birer
farklı takdis formatlarına işaret etmektedir. Unutulmamalıdır ki, Derwêş
Yunus (1238-1328), yıllarca bağlısı olduğu hanenin ocağına düzgün odunlar/êzingler/darlar taşımıştır. Zerdüşti
izlekten gelmiş ve farklı takkiyelerle
ittikat süreğinde gizlenmiş Ocak,
ocakta yanan odun/dar, bu odunun
ateşi ve hatta bu ateşin külü dahi kutsaldır. Bunlar dokunulmaz en kutsi
mabutlardandır. İtikat önderlerinin
kendi bağlılarını/ taliplerini, bilgi/
marfetlerinin ilahi ateşleriyle tutuştururlar. Kırkından sonra insan-i kamil
mertebesine ulaşan bir talip’e mecazi
bir dille darandin, talıb darandin kırım!
Talıb mın darandin bu! derler. Yada
Cem-i civat’ta cezbe içinde tewt/
zikr’e düşen talib için, hat eşqê >aşka
geldi, yada darandın bu > tutuştu!
Tamlamaları kullanılır.
Kutsal Ağaç/ Dar Kültü
Bir çok bölgede ocak evliyalarının
adıyla anılan kutsal ağaçlar /ziyaretler
bulunmaktadır. Bu ağaçların kıyısında
olan su yatakları, dağ ve taşları da aynı
kutsiyetle ele alınır. Bu mahaldeki
ağaçlara çeşitli renklerde çaputlar, ipler
bağlanır ve dileker tutulur. Kürtler arasında yaşatılan bu kültün, Aryan topluluklarından miras alınmıştır. Zira
ağacın ölümsüzlügüne, ruhta ve be15
15
dendeki yenilenmenin bir simgeselliğine inanan Arya halkı, hayat ağaçı tapınımını geliştirmiştir. Ağaç/ dar, açık
hava kült merkezlerinin en gözde objelerindendir. Yolun önderleri (Réberler) bu açık hava kültünün kutsanan
objesini, elleriyle yaptıkları mekanlara/
dergahlara taşımışlardır. Çalışmamızın
ilgili bölümlerinde deyindiğimiz gibi,
bu kutsal dar objesi, bazen de kutsanan
yılan < mar’la sitilize edilerek dergahlarda kapı > deri, asa> darik, direk >
ustın/ ustın a reş, odun > ezing ve benzeri malzemeleri inanç alanlarında yaşatmışlardır.
İşte bunlardan birisi de Elazığ’ın
Karakoçan ilçesine bağlı şimdiki
adıyla Üçbudak olan Delikan köyünde; “Şıx Delil-i Berxêcan ağacı“,
(Dar a Berxêcan) vardır. Anlatıma
göre Şıx Delil-i Berxêcan, seceresinde
yazılan 43 Kürt cemaatinden birisi
olan Cemaat u Delikan‘ı (Delikan aşireti) burada ziyaret eder. Cem-i civat’tan sonra, suyu olmayan bu köyde,
asasıyla su çıkarır ve oraya diktiği
asası, anında yeşerir. Bağlıları bu
ağaca; “Dar a Şıx Delil-i Berxêcan“,
çeşmeye de “Kaniya Şıx Delil-i Berxêcan“ adını vererek, köyün altındaki
bu alanı, asırlardan beri kutsarlar.
Sahada alan araştırmaları/çalışmaları
yapmak için Kasım 2010 yılında gittigimiz Delikan köyünde, var olan bu tarihsel kültik miraslarını yakınen
görmüş ve yaşlı köylülerle sohbetlerde
bulunmuştuk. Dara Berxêcan ‘Berxcan
ağacının’ kökü, 10 metre genişliginde
bir büyüklüge sahiptir. Toprak üzerinden biraz yükselen gövdesi hemen
ikiye ayrılmış, ikiz şeklinde yükselmiştir. Dalları kalın ve oldukça yaygın
Semah
olup, hem enine ve hem de boyuna
doğru gelişmiştir. Bazı dalları yere değerek, toprak üzerinde uzayarak tekrar
yukarıya doğru yükselmektedir. Dallarının kapladığı alan, tam 86 metrelik
bir oval biçimde kavis çizmektedir.
Özellikle yaz aylarında aileler gelip
burada kurbanlar kesip, Şıx Delilê Berxêcan’ı yad ederek anmaktadırlar. Bu
ağacın kuruyan dalları toplanıp, hemen
yanı başında üst üste yığın edilmişitir.
Bu kuruyan dallar, yakıt amaclı evlere
asla götürülüp yakılmamaktadır. (Yalgın, 2013a: 181-183)
İşte ittikat tarikinin Kurmanci dilinde kutsanan dar (ağaç) sinonimi
olan ezing de (odun) aynı kutsi değerlere mahzardır. Ağac’ın yani dar’ın
Kürt halkı içindeki kutsanan yeri, en
az M.Ö. 3 bin yıllık bir antik tarihe
sahip olan, Kürt coğrafyasında yaşayarak bir çok uygarlığa imza atan ve
dolayısıyla günümüzdeki bir çok Kürt
aşiretlerinin kökenini teşkil eden Hurrilerden bu yana, büyük bir öneme haizdir. Günümüzdeki Kürtlerle, antik
Hurri aşiretleri arasında aynı isimlerle, aynı kutsal alanlarda kullanım
şekliyle birlikte Dar’ın itikat yolunda
yaşatılması, İslami verilerle hafife alınarak değerlendirilmesi, hem İslami
kaidelere ve hem de tarihsel açıdan
itikat süreğine yapılacak en büyük bir
haksızlıktır. Ağacın/ dar’ın kutsallığı,
Rêya Heqi İttikatında, Ehl-i Haq’lar
de ve Êzdailerde hep aynı öznelere
işaret etmektedir.
Örneğin Êzidiliğin yaradılış mitolojisindeki aktarım, kutsal ağaç üzerinden şöyle betimlenmiştir. Kerim’in
verdiği bilgiler arasında şunlar yer almaktadır: “Dünya sular ile kaplıydı ve
tanrı, sırtında beyaz inciyi taşıyan
kuşun üzerine konup dinlenmesi için,
kökleri yerin dibine, dalları ise gökyüzüne doğru uzanan bir ağaç yarattı. Bu
ağacın adına “Dara Herheré“ denilir.
Ayrıca Tanrının yer yüzündeki temsilcisi Meleké Tawus’da, Tawus kuşu ile
sembolize edilir. “Dara Herheré“ sözcüğü analiz edildiğinde, Dar, ağaç, herheré sonsuzluk, bitmeyen anlamını
içerir.“ Ayrıca Kerim, sözkonusu “herheré“ sözcüğünun “Hurri“ adıyla olan
sinoniminine vurgu yaparak, Avesta’daki efsanevi koruyucu/ muhafız
Hara dağı arasında da bir ilişki kurar.
(Kerim, 2004: 31, 32) Zira bu dağda
iyileştirici ve ruhani niteliği olan ölümsüzlük ağacı veya bitkisi Haoma/
homa bulunmaktadır. (Avesta, 2013:
476) Çok enterasandır, zira İtikat yolunun bağlıları arasında yer alan özellikle
de Dımilki lehçesinde Homa, aynı zamanda Haq kavramı yerine de kullanılmaktadır. Êzdailerde ki Dara
Herheré tanımı, tıpkı Réya Heqi itikatında Dar é Heq/ Haq kavramıyla, aynı
anlam içeriğine sahip olduğu anlaşılmaktadır.
Karakoçan, Delikan Köyündeki “Dara Şıx Delil-i Berxêcan“
16
2014
Erkân, Tarix/ darik
İtikat tarikindeki Helqa ocaklarının
bağlıları, özellikle ocak evlerinde muhafaza edilen ve adına farklı sinonimle
tarix/tarıq veya darik dedikleri, dinsel
ayinlerde kullanılan yaklaşık 80 cm ya
da 1 metre uzunluğunda düzgün ağaçtan elde edilmiş mukaddes bir asa bulunmaktadır. Bu kutsal asa aynı
zamanda Dar a Erkân, Darik/Tarıxê
Erkân yada sadece Erkân tamlamalarıyla da bilinmektedir. Bir yönüyle
Erkân > rükn, direk/dar’ın çoğuludur.
Aynı zamanda ocak banilerinin devr-i
daim ettikleri ruhsal aşamalarına işaret
etmektedir. Diğer anlamıyla, ocak banilerinin Rêberlerinin toplumsal alanın
içsel hiyarerşisinde ortaya koydukları
yasa, kural ve ilkelerin ayinsel bütününe Erkân-ı Ré/ Raa da denilmektedir. Yine bu alanda da bir çok mefhum
deyimler türetilmiştir. Örneğin Erkânı Ré/ Raa> Yol erkân. Erkân-ı meydan
> kuralların görüldüğü meydan. Ketina
Erkânê > Erkâna girmek, Erkân-ı evliya > Pir, inancın/ itikatın direği,
Erkân-ı semê > Semah Erkânı. Bir de,
dinsel düşüncenin yörüngesindeki ehli kâmillerin dillendirdikleri “Erkâname” tabiri var ki; Dar veya
direknâme anlamına gelir ve bu tanım,
“Levh-i kelam” anlamında olup, inancın yazılı ya da sözlü kurallarını içeren
değişmez, vazgeçilmez, ilkeler bütününe işaret etmektedir. Doğal olarak;
Rêya Heqi itikatı ocaklarını, Bektaşi
ocaklarından aryırt etmek maksadıyla
literatürde; “Erkân ocakları/ Ocaxê
Erkân; Erkânlı ocaklar olarak da bilinmektedir.
Ağaç’tan olan bu mukaddes objeye
Kurmanci dilinde, “darık/ tarıx/ tarıq”
derlerken, Türkçe’de; asa/ deynek/
çubuk” denir. Topluluk üyeleri yeminlerinde, sıklıkla darıka vurgu yaparlar.
Örneğin bir ocak banisi olarak darê
Berxêcan, darê Kureşi, darê Bamasur,
darê Axucan ve benzeri kutsalların darik’ı ‘asası’ üzerine and içerler. Yine
genel kapsayıcı manada; darê Xızır,
darê Heq, darê Yimam Husên, darê
Semah
Mansur diye niyaz ederler. İtikat tarikinde bu idol, aynı zamanda inanılan
ocağın kutsal karekteristik ögeleri arasında Kiştim Mar (Başı yılan görünümündeki sihirli asa) Marê Reş ‘kara
yılan kültü yer almaktadır. “Mar”
Kürtçe’de “yılan” demektir. Yeri gelmişken, dar > ağaç kutsiyetiyle bütünleşen mar figürü tarıq, darik
paralelinde, kürek sapında da aynen
karşımıza çıkmaktadır. Arya uygarlığında özellikle de Hatamtilerde (Elamlar, M.Ö 3000-640) yılan kültü çok
belirgindir. Arya uygarlığına ait arkeoloji, tarih, kültür alanlarında yapılan
araştırmalarda elde edilen bulgular oldukça ilgi çekicidir. Doğu Aryan’da
(Sus, batı İran) bulunan bir Zigurat’ın
(Ziyaret) şapel’inden çıkan ve MÖ.
8.yy la ait, saplı bir yılan olan ve bir
bütün olarak yılana benzeyen kürek
(mar, mer) elde edilmiştir. Bu yılan
saplı kürek, Tanrı Nabu’nun (Xwebu)
Mar’ı olarak bilinmektedir. (Mihotuli, 1992: 60, 61, 93, 168) Burada
bir diğer önemli husus, yılan’ın Kürtçe’deki adı Mar, kürek’in ise Mer olmasıdır. Mér’in aynı zamanda
Türkçe’deki karşılığı ise erkek, yiğit
anlamına gelmektedir. Ağaç > Dar
patentinde elde edilen yan kültler arasında yılan > Mar, kürek < Mer, ve
erkek/ yigit > Mér sinonimleri itikat
tarikindeki Dergah/ ocak alanında
kutsiyetle sahiplenilmiştir.
Aynı zamanda, özellikle bazı Ermeni
2014
yazılı kaynaklarında (Natanyan,
2010:59; Şahbazyan, 2005: 20-33,
Kerim, 2010: 55-57; Mıhotuli, 1992:
180) Antik çağlarda Mar; Kürtlerin
(Gordyene, Korduk, Kurdik) toplumsal adına da işaret etmektedir. Konuyla
alakalı olarak Selahaddin Mıhotuli,
Mar sıfatının kahraman, savaşçı ve
Merd anlamı taşıdığını belirterek; Mitanniler dönemindeki asilzade ve yöneticilerine verilen “Mariyannu” adı ile
Mar’ın eş anlam taşıdığını ve bunun
günümüz Kürtçesinde de mer ve Mir
olarak kullanıldığını hatırlatmaktadır.
Yine ek olarak da Eski Arya Tanrısı
Mihri’nin (Mithra) isminin de bu sıfatla ilgili olduğunu belirtmektedir.
(Mıhotuli, 1992: 180)
Ali Hüseyin Kerim ise, konumuza
farklı bir boyut daha getirerek, Êzidi
Kürtlerin Meleké Tavus’a, tanrı anlamına da gelen Merik dediklerini hatırlatır. (Kerim, 2010: 57) Yılan, tıpkı
ağaç kutsiyetinde görüldüğü gibi,
Hurri inançlarında ölümsüzlüğün ve
tıp/ medizin alanında bir simgesel figür
olarak kullanılmıştır. Sümer krallarından Gudea (MÖ. 2275-2260) döneminde, tıp-eczacılık, sanat ve dinsel
alanda; yılan, hayat ağacı ve yumurta
birer mukaddes sembol olarak kullanılmıştır. Bu dönemde yılan, kral Gudea’nın ecza kasesinde iki yılanlı
amblemler bulunmaktadır. Örneğin bu
kase, Paris’te Louvre Müzesinde bu-
17
lunmaktadır. Hayat ağacı ve yılan
sembolizmiyle birlikte, yukarıda da
kısmen hatırlattığımız üzere yumurta/
hék, hak, he figürü de, yine itikat tarikinin yaradılış mitinde yerini almıştır.
Antik çağlardan beri Kürtlerin milli
dini olan Yaresan (Rêya Heq, Ehl-i
Heq, Êzidi) ve benzeri yapıları inancında ve izleğinde günümüzde dahi
siyah yılan/ Marê Reş’ler asla öldürülmez. Bunların zararsız olduklarına ve
hatta Mar a Reş’lerin, batın alemde itikat bağlılarıyla musahip/ ahret kardeşi/
bıra yé exreti olduğuna inanılır. Bununla birlikte bölge halklarında da mar
kutsanmaktadır. Mar, Ermenice’de
aziz, efendi, Süryanice’de evliya anlamına geldiğini hatırlatalım! Ocak bağlıları arasında, darik’ın korunduğu evin
bir ziyaret olması hasebiyle, oraya Kiştimê Evliya, Ziyarê Ewliya, Erkânê
Ewliya, Darikê Ewliya denir.
Rêya Heqi itikatında Kiştim Mar dedikleri bu darikın ‘asanın’ kökleri, taa
Sümerlerdeki (M.Ö. 4000-2000 arası)
Gılgameş efsanesine kadar dayanmaktadır. Orada ebedi gençliği/ ölümsüzlüğü sağlayan otu, Gılgameş, bir
yılan’a kaptırır. Yılan’ın kabuk değiştirerek gençleştiğini ve ölümsüzlüğünü
görür. İtikat tarikinde bu formasyona
don değiştirme> kıras büheri denir. Bu
dizge, inançın temel felsefesinde var
olan ruh göçü, yani bir reenkarnasyon‘
işaret etmektedir. Bu uzantıda, Hakka
yürüyen birinin ardından don değiştirdi, Devr-i daim oldu, Hakka yürüdü
Semah
tamlamaları türetilmiştir. Yılının kabuğu/ gömleği istisnasız bütün Kürtler
arasında bolluk ve beraketin sembolü
olarak saklanırdı. Yine Kurmanci dilinde Şahmaran (Yılanların Şahı) nezdinde
kutsadıkları
bu
kült,
Mezopotamya’dan bir çok kültürel
katmanlara akide kalıntısı olarak geçmiştir. (-Yılan’ın, Kürt geleneğindeki
Kadın ile alakalı olan kultik nüansları
hakkında, Rojda Yıldırım’ın Özgür
Politika (11 Eylül 2011 Pazar) gazetesindeki “Yılanlar ve Kadınlar“ adlı
makalesine ayrıca bakınız) Hiç kuşkusuz ki, ağaç neslinden elde edilen
darik/ tarıq; Réya Heqi ittikatının ritüellerinin olmazsa olmazları arasında
kullanılan kutsal, özdeksel bir araçtır.
Bu nesne, Ezidi/ Ezdai Kürtler için de
aynı kutsiyette telakki edilmektedir. Bu
inanç antik çağlardan günümüze kadar
gelmiş ve günümüzde bile halen Kürtler içinde takdis edilir. Dersim bölgesinde ise ittikat tarikinin Batıni
felsefesi içinde köklü bir objeye işaret
eden bu asa-yılan kültünün tarihsel
kökleri, yine bu bölgede MÖ. 6000’li
yıllara dayanmaktadır. Çemişgezek
(İşuwa) Pulur (Sakyol) da 1968-1970
yılları arasında, yapılan yeraltı kazılarında elde edilen arkeolojik bulgular
arasında, aynı oda katında bereket tanrıçası idolünün yanısıra, geniş ekin çukurları (Buğday/ un petekleri) kenarına
sokulmuş, boyu, 1,5 metreyi aşan bir
yılan iskeletine rastlanmıştır. Tahıl peteklerinin hemen yanında Yılan iskeletinin bulunması, bolluk ve beraketin
kalıtsan bir yönünü açığa vurmaktadır.
Rêya Heqi itikatında ona, tarıq/ tarıx/
darık derlerken, Arapçaya da bu dilsel
kanaldan geçtiği sanılan “Tarik” kavramıyla; Yol, Meslek, Tanrıya ulaşmak
için bir ulunun tuttuğu yol, Araç” manaları anlaşılmaktadır. Sırf bu cümle
içinde, Réya Heqi (Tanrının, doğru-dürüstlerin, gerçegin yolu! Sırat-ı müstakim: tek doğru yol) itikatında tarix/
darik’in, Arapçadaki tarik’le yani
yol’la nasıl da benzeşik, bir ittifak halinde oldukları anlaşılmaktadır. Bununla; Arapça literatürüne geçen
kavramların, ittikat süreğinde paralel
seyriyle birlikte, ezoteric içsel-mecazi
yüklemlerle kullanıldığı anlaşılmaktadır. Öyleki Tarıx/ Tarıq; Hakka giden
tarik/ Rê/ Riya/ Raa ‘nın en kutsanan
bir değeri olmaktadır. Hakkın yolunda
kutsanan ve inanç ritüellerinde bir icra
aracı olarak kullanılan darik’in tarihsel
geçmişi, bir anlamıyla Zerdüşt’e (MÖ.
628-551) kadar gider. Zerdüşti inancında adırgah ‘ateş tapınakları, ocaklarında’ bulunan ve adına Baresma
denilen bu düzgün asa hakkında Mehmet Korkmaz, şunları bellirtir: “Zerdüşt inancının ayinlerinin yapıldığı
zaman kullanılan bir deynegin adı.
Özel olarak hazırlanan bu deynek, törenin idare edilmesinde işe yaramasından ötürü kutsal olarak kabul
edilir...”(Korkmaz, 2011: 400)
Yine Zerdüşt’ün Mazda inancının
yazılı Avesta kitabında Baresma (düzgün çubuk, ağaç, odun) “dini törenlerde kullanılan nar ağacının ince
dalları” (Avesta, 2012: 476) olarak tarif
edilir. Dahası Avesta’nın muhtelif bölümlerinde kutsal olan Ateş, Su, Hava
ve Toprakla birlikte Baresma, diğer
kutsallarla birlikte hep anılır. (Avesta,
2012: 45) Öyle ki; Avesta’da, kötülük
ve kirliliğin vücut bulmuş hali olan yalancılık iblisine (druğ), bu kutsal değnekle vurulur. Avesta dilindeki Druj
(drux) ‘yalancı, yoldan çıkaran’, Kurmanci lehçesinde derew/ dirow; Kırmanci (Zazakî) lehçesinde ise zuri’dir.
Burada dikkat edilecek olursa,
Avesta’daki druj ile modern Kurmanci
lehçesinde derew/ daraw-in sözcüklerinin nasıl da yazım formatı ve içeriğiyle benzeşik kelimeler olduğu
anlaşılacaktır! Avesta’nın Visperad 2.
Bölümü sırf Baresman’a ayrılmış toplamda 11 ayrı başlık altında ele alınmıştır. Bunların her birinde “Bu
Baresman eşliginde..” diye başlayan,
ayinlerde yapılması gereken ritüeller
ve birlikte dillendirilmesi gereken dualardan söz edilmektedir. Örneğin “ ve
kutsallıkla yayılan senin Baresmanına
şükranla yaklaşmak istiyorm. (...) törensel ibadetlere ve Mazdacı dininin
18
18
2014
daimi görevlerine şükranla yaklaşmak
istiyorum” (Avesta, 2012: 165) diyerek
kutsanmaktadır.
Köksel isimler içinde Baresma/ Barsom adı, aynı zamanda ağaç’dan yani
dar’dan yapılan Baston adına bir referanstır. Zerdüştlük’te kutsanan ve dinsel ayinlerde kullanılan bu değnek,
Rêya Heqi itikatının geçmiş yıllarında
aynen kutsanarak, Civat’larda kullanılmaktaydı. Özellikle görgü cem-i civatlarında, başta yolu yürüten genç
kuşaklar ve insan-i kamil (40’ lı yaşlar)
mertebesine gelmiş hakikat ehli olanlar, kutsanan bu darik/ tarıq’ın altından
geçerlerdi. Haq’ın yolunda Pir’i, Mürşid’in eline aldığı tarıx’la/ darik ile, altında geçecek olan canın vücudunda
dualar eşliginde gezdirerek, onu eski
günahlarından (-yalan > druj, derew,
zuri) arındırıp, hür-i pak olarak geleceğe devir-daim ederdi. Rêya Heqi ittikatı evliyalarının elinde hiç
düşmeyen asa; civat’larda onun altında
geçmeden Rêber, Pir, Mürşit ve hatta
talip/ musahip bile olunamayacak
kadar takdise şayandır. Bu işlem; ketin
binê darik /tarıq > dar’ın/ tarıq’ın altından geçtik, manasıyla ifade edilirdi.
Buna mukabilen Tarıx, nedense Muhammed’in ya da Ali’nin elinde tasarlanmamış ve ilgili yazılı kaynaklarda
bu konuda yazılı veya sözlü hiç bir
bahis açılmamıştır. Zira İslamiyet teolojisi ve sosoyolojisi açısında bunun
mümkün olmadığı görülmektedir.
Fakat bununla birlikte, hatırlatmalıyız
ki; aynı baston/ asa; Ku’ran-ı Kerim’de
de yer almaktadır. Buna karşın; Bakara: 57, Ta-ha: 18, Neml: 10 Kasas:
31 vb ayetlerde, Musa’ya ait bir asa olduğundan sözedilmektedir. Yine Tevrat’ta da, Harrun’un asasından
sözedilmekte ve bu anlatım, Kur’an
ayetleriyle aynı bir paralellik arzetmektedir. Öte yandan tasavvuf ehlilerin nazarında, kökleri; Hakkın zat-ı
aleminde; (-yani arşı felek/ arşı rahman
/gök yüzünün sonsuzluk sınırında,
macro kozmos) bulunan Tuba ağacının
dalları, yer yüzü cennetini gölgeledigi
düşünülmektedir.
Semah
Darik-i Erkân Ocakları
(Réya Heqi İtikatı)
ve Peçeli Hacı Bektaş-i Ocakları
Antik Rêya Heq itikatı ile Osmanlının yeniden dizayn ettigi Bektaşi tarikatı arasındaki pistişi ritüeller bazında
en bellirgin ayırımsal özelligi Tarıx/
darık/ darik/ asa teşkil etmektedir.
Bundandır ki, Bektaşiler, 1900’ün ilk
çeyreğinde Dersim merkezli Rêya
Heqi ocaxzadelerde, ocaklarda var
olan bu kutsi objeyi, toplatıp yakmışlardır. Ocaxzadelere dayatılan bu davranış biçiminin asıl temelinde, Kürt
Rêya Heqi itikatı Evliyalarının, yukarıda zikr ettiğimiz şekliyle Zerdüşti gelenekten günümüze taşıdıkları ve
içtenlikle bu sembole olan bağlılıkları
yatmaktaydı. Örnegin Kazım Karabekir (1882-1948) “Kürt Meselesi” adlı
kitabında inceledigi Dersim Kürt aşiretlerinin inançsal kökenleri hakkında
verdigi bilgiler dahilinde, iman ve ittikatlı Seyyidlerin, Ali’nin değnegi ve
ziyaretgahları üzerine icra ettikleri dinsel ritüellerinden sözeder. (Karabekir,
1995: 87, 88)
Aslına bakılırsa meselenin mahiyetini şöyle açımlayabiliriz: Tarıq olgusu,
sürek açısından başlıbaşına ele alınması gereken en temel gerçekliklerden
birisi olarak karşımızda durmaktadır.
Lakin Dersim Kürt ocaklarını, benzeri
ocak ve süreklerden ayıran en bellirgin
objelerinden biri olan tarıq/ darik/ asa,
aynı zamanda topluluğun, Ehlibeyt süreğiyle (-El pençe) çelişen güçlü delillerinden birisidir. Tarik-i tarıq; Yolun/
gerçeğin asası/ çubuğu Rêya Heqi itikatında sadece Cem-i civatlarda değil,
aynı zamanda hak-hukuk alanında
komşular arasındaki anlaşmazlıklarda
da üzerine yemin edilerek sulh yapılmasını sağlayan bir kanun objesidir.
Bektaşilere göre asıl olan ağaç degil,
el-pençe dir. Çünkü el-pençe (avuç içi)
Ehlibeyt’in, özellikle de Ali’nin elidir.
Bu tamlamalarla kendi ellerini, Ehlibeytin eli yerine koyup, soylarının Ehlibeyit kanalından geldigini rötatif bir
manada dile getrimişlerdir. İnanç merkezinin tarihsel akışı içinde Bektaşilerin pençe, Dersim ocakzadelerinin ise
tarik/ tarıq/ darik süregine dahil oldukları bilinmektedir. İslami literatürde de
19
19
2014
varolan Pence-i Ali Aba kavramı, bir
bakıma Ehl-i beyt’i temsil eder. Bektaşilerin Cemi civatlarında Pir’in
eli/pençesi, Ehlibeyt’i temsil ederken,
Dersim Rêya Heqi ittikatında ise pençe
değil de, tarıq/ tarıx/ darik (asa) pirin
elinde bir mukaddes ve adalet aracı/
objesidir. Réya Heqi itikatındaki ağaç
kutsiyeti, bir yönüyle bu cenahta ele
alınmalıdır.
Darê/ Coyê Xizirî/
Hızırın Dar’ı/ Deyneği
Ittikat süreğinin inkişafı içinde
özellikle ocak Rêberleri Dar/ Ağaç
sembolizmine öylesine derin manalar atfederek, maddi ve manevi
yaşam alanlarında onu, elde ve dilde
düşürmeyip bütün kötülüklere hükmetme, bütün iyliklerin kapısını aralamada gizemli bir anahtar olarak
kullanmışlardır. Bu alanda vereceğimiz örnekte ise, Pirin elindeki darik’in adı, Kurmanci dilindeki Co,
Cov, Coleke dediğimiz, Türkçe karşılığı olan çubuk, sopa‘ dır. Kelimenin etimolojik kökeni hakkında Ali
Semah
Hüseyin Kerim kısaca şunları dile
getirmektedir:
Proto-Hit Avrupa dilinde uidhu, sözcügü Kürtçede Co/cov/ Coleke; sopa,
“iwa/ şiv/ şewt“. Esnek ve kısa çubuk
isimleri için sınırlı değişiklik temelinde
kullanılıyor. Buna göre Türkçe sopa,
değnek isimleri, Kürtçede şiv ‘sopa‘
Ço, çov ise ‘çubuk, değnek‘ benzer kelimeler olup, aynı zaman ve mekan koşullarında ağaç cinsinden türlere
verilen ad olarak telaffuz edilmiştir.
(Kerim, 2013: 46)
Her halukârda burada ilgi çekici
olan: Pir’in dilinde deruni dualarla,
elinde kutsanan darik’tir. Tekrar etmek
gerekirse, bu darik, Zerdüşti ayin ulularının elindeki kutsnan Baresma ağacı’dır. İslamiyet halkası içinde bulunan
kimileri için ibtidai bir tapınım arzeden bu görünümdür ve farklı zamanlarda pejoratif tanımlarla anılmıştır.
Mesela bu konuda; genç Cumhurriyetin resmi ideoloğu Hasan Reşit Tankut,
1935’de yaptığı alan araştırmaları sonucu “Zazalar Hakkında Sosyolojik
Tetkikler” adı altında elde ettiği verileri, tepeden bakan bir uslupla şöyle
dile getirmektedir:
“... Çünkü Yezidiler arasında ve
diğer bazı Aliyullahlar’da, bu değnek
yemini değneğin üzerinden atlamak
suretiyle yaptırılır. Dersim’de değnek
yemini şu şekilde yapılır...Seyit, değneği cemaatın ortasına atarak “Bu
Ali’nin değneğidir, and iç” diye emreder. Müddeialeyh (-hakkında dava açılan, suçlanan kişi, e.y) kabahatli ise
vaziyeti korkunçtur. Yalan yere yemin
edemez ve itirafa mecbur olur. Masum
ise değneği yerden kaparak öper. Ve
elini ensesinden dolaştırmak şartiyle
değneği boynunun üzerine kor. Hiç bir
Alevî’nin bu yemine hiyaneti tasavvur
edilmez. Zaten Seyit, her türlü itiraf
imkânları münselip olmadan bu yemine müracaat etmez. Değnek ortaya
atılınca yeminden istinkâf eden suçu
kabul etmiş demektir. O zaman ona
“duruşmadan vaz geçtim cezaya razıyım” demek düşer. Ve deyince mesele
kalmaz. Fakat duruşmadan vazgeç-
mekle beraber hükme kerhen razı olduğunu iddia ve “davam hak davası
olsun” sözünü sarfederse korkunç ve
tüyler ürpertici bir vaziyet tahaddüs
eder. O dakikada müddeialeyh müthiş
bir heyecanın, müddei mehabetli bir
korkunun ve bütün Cemaat uğursuz bir
endişenin zebunudur. Her üç taraf da
bu akibeti asla istemez ve dinlemezler.
Müddei bu şekilde bir itirafını temin
edeceği menfaattan ve tazminattan
ürker, haklı da olsa onlara el sürmekten
korkar. Çünkü hak davasında taraf teşkil etmek Alevî için hayat boyunca
süren bir azaptır. Müddeialeyh hak davasında ısrar ederse, müddei davasını
geri almasını rica eder. Bu ricayı dinleyenler tekrar eder, Jüri heyeti tekrar
eder. Bizzat Seyit yalvarır ve bütün oba
(-aşiret, ey) yalvarır. Duruşmanın hak
davasına kalması, yani dünyada görülmemesi bütün boyu (-aşireti, e.y) kötü
ve korkunç bir sıkıntı içinde bırakır ve
nihayet sulh çaresi bulunur. Davalınn
hak davası haline geçtiği pek nadirdir.
Görülüyor ki Seyidin riyaset ettiği ruhani cemaatlar ağaları korkutacak
kadar kuvvetli ve nafizdir. Çünkü onlar
ruhani, ağalar cismanidir.” (Tankut,
1935: 483)
Tankut’un darik/ Tarıq ile alakalı
verdigi bilgilerin kısmen doğru olduğu
bir gerçektir. 1930’lu yıllarda itikat süreğinde darik’in cemat/ mahkemelerinde şaşmaz bir mizan-ı adalet
tarazisine takabül ettiği bilinmektedir.
Zira Kurmanci darax sözcügünün
Türkçe karşılığının düzen anlamına
geldiği gibi, düzen’i yani darax’ı sağlayan kişinin de (-itikat önderleri) diğer
kişiler (-talip, bağlılar) karşısındaki yücelik ve güvenirlik derecesini ifade
eder. Bu bağlamda; daraz, darazandin,
darazin; hüküm,hüküm altına almak,
yargı, egemenlik, mahkeme, yargılama ve bir karara varmak gibi benzeri
adalet kavramlarını içinde ihtiva eder.
Ço ya Xızır > Xızır’ın cubuğu-asası.
Tarik-i Haq > Hakkın yolu, Hak/
hukuk/ adalet yolu, Haq’ın çubuğu/
asası. Yine Dar a Heq, dar a Xızıri,
dar’a yimam ısén bi, Ço ya heq, Çoy a
20
2014
itikat benzeri gibi adalet, hak ve hukuku kendisinde simgeleştiren darik/
tarıq/ tarıx muhakeme / sorgu/ sual
anında ortaya çıkarıldığında, ihtilaflı
tarflar arasındaki haksız kendiliğinden
sucunu itiraf eder, o ana kadar nefsinin
esiri olmaktan kurtulup, haka ve hukuka yüzünü döner. Böylece berdar >
asılmaktan (yani düşkün ilan edilmekten) kurtulur.
Görünen ve bilinen yönüyle; Osmanlının Mücahit Alaylarına katılan
Bektaşi dergahının istegi üzerine,
1914-18 lerden itibaren Sıvas’tan kalkıp, Dersim’e giden Axucan’lı Séy
Aziz (tahmini doğumu: 1870), yereldeki yardımcılarıyla birlikte Dersim
Kürt ocaklarına ait, darık’ları tek tek
kırıp yakmıştır. Tespit edebildigimiz
kadarıyla, kırılıp-yakılan darik’ler arasında en son 1918 lerde, Şıx Delil-i
Berxêcan ocağının “Ewliyayé Kiştimi
Pilvankan” dedikleri tarıx’ı kırılıp-yakılıp yok edilmiştir. Asıl itibariyle, Séy
Aziz’in Seyyidlik, Evlad-ı Resul, Ehlibeyt ve benzeri söylemler üzerinden
haraket ederek yeni bir anakronizm
geliştirmiştir. Dersim Kürt Réya Heqi
itikatı ocaklarının temel bir erkanı olan
tarıq/ darik’i, Bektaşilerin İstanbul
merkezli Şahkulu Sultan dergahı’nın
postinişinlerinden Mehmet Ali Hilmi
Dedeba (1842-1907), yedi kıtâlı bir nefesiyle çok ağır bir şekilde şu dizelerle
hicv eder:: “Sufi niçin taptın kuru değneğe/ Tapacak Pençe-i Âl-i Aba’dır/
Değneğe hebadır emek vermeğe/ Ehli Beyt pençesi derde devadır.” mısralarıyla başlayıp, nefesinin son
kıtâsının, son iki mısrasını “İkrar ile
iman yol pençededir / Çöpe erkân
demek büyük hatadır” diye bağlamaktadır.
Böylece ocaxzadeler nezdinde taktiksel bir yol tutmuş ve Dersim Kürt
ocaxzadelerini, yarı-gönüllülük temelinde buna ikna etmiştir. Ocaxzadeler
üzerinde bu söylemlerin etkili olduğu
anlaşılmaktadır. Bu tarihsel olaydan
sonra Dersim ocaklarında bir içsel kırılma meydana gelmiştir. Kandaş
Seyyidler topluluğundan erkanın-ı
Semah
darik’i terkedenlere, Purut yani
dönek denilmişitr. O günden sonra
ocak içinde kandaş olan Pirépiranlar,
Pirler ve Rêberler kendi aralarında kıyasıya büyük tartışmalar yaşamışlardır. Makamsal düzeyde yürütülen bu
içsel münakaşalar, zaman içinde Dersim ocakları, Mürşidlik babında kısmen de olsa zımnen Hacı Bektaşi Veli
Dergahına bağlanmıştır.
Ocaxzadeler üzerinde bu söylemlerin etkili olduğu anlaşılmaktadır. Bu tarihsel olaydan sonra Dersim
ocaklarında bir içsel kırılma meydana
gelmiştir. O günden sonra ocak içinde
kandaş olan Piripiranlar, Pirler ve Réberler kendi aralarında kıyasıya büyük
tartışmalar yaşamışlardır. Makamsal
düzeyde yürütülen bu içsel münakaşalar, zaman içinde Dersim ocakları,
Mürşidlik babında kısmen de olsa Hacı
Bektaşi Veli Dergahına bağlanmıştır.
Nitekim Berxêcan ocağının kendi
içindeki varolan tartışmalara yeni bir
boyut eklenmiştir. Bundan dolayı
Helqa ocaklarında artık darık’ın olmayışından ötürü, civatlar bile uzun aralıklara yayılarak ve bazen de sadece
sembolik olarak yapılmıştır. Bağlanan
civatlarda, darık’ın olmayışı talipler
üzerinde de bir burukluğun yaşanmasına ayrıca vesile olmuştur. O tarihten
itibaren, kimsenin tarix altında geçmediği, dolayısıyla yola kabul ritüellerinin askıya alındığı, ortak hafızalarda
halen yaşatılmaktadır. Velhasıl bu tarihten sonra Dersim ocakları, cem-i civatlarını, erkân/ darık üzeri yapamaz
olmuş ve bu aşamadan sonra içsel huzursuzlukar baş göstermiştir.
Sonuç Yerine; Dirok ‘tarih’
Umumi görüşe göre Türkçe bir sözcük olarak bilinen Tarih (History) kavramı, aslında Arapçanın Tevarih
fiilinden üretilmiştir. Arapça karşılığı;
İşe yaramaz diye bir kenara atılmış
nesne. Yine Farscada Tàrik, Karanlık
fiilinin karşılığıdır. Arapçadaki Tarih
kavramı, Kurmanci dilinde; Dirok,
Tarıx olarak yer edinmiştir. Bu te-
mayla: Di-, görmek anlamına geldigi
gibi Di’nin Dû- Dûv- Dûr- anlamına
gelen uzak sözcüğüyle eşanlamlı olması da muhtemeldir. Dir, aynı zamanda cevahir, elmas benzeri değerli
taş anlamında da kullanılmaktadır. Dirok’un ikinci sözcügü olan -rok, Kürtçe’de Ro-Roj türdeşi olup, Gün/
gündüz ve Güneş anlamlarında GünGünler kavramını içinde ihtiva ettigi
gibi, Rok’un, farklı bölgelere göre aynı
zamanda Yol anlamında kullanıldığı da
görülmektedir. Dirok’un son eki olan
–rok yada –ok, bölgelere göre konuşulan Kürtçede bazen çoğul eki olarak da
kullanılmaktadır. Müannens kelimelerle, eylemlilikler (masdarlar), sıfatlar
bununla çoğul şekle sokulmuştur. Yani,
bir nispet eki olarak kullanılmıştır.
Aynı zamanda –ok eki, Kürtçe’de
isimden isim türetmek için de kullanılır. Örnegin, Dil-ok, Ser-ok, Dir-ok ve
benzeri! Bu dengesel ölçümlerle Tarih/
Dirok sözcüğünün Kurmancideki morfolojik açılmı, Geçmişte kalan uzak
günler, gidilip görülmesi gereken uzak
yerler, yürünmesi, keşfedilmesi gereken uzak yollar gibi anlamlarla ele
alınması pekala mümkündür. Güneş
altında olan hiç bir şey, yeni ve ilk değildir. Bir toplumun geçmiş tarihi, yazılmaz ve geleceğe yazı kanalıyla
aktarılmazsa, o toplumun yeni nesil bireyleri, egemen toplumların ucuz yemi
haline getirilir! Toplumda ruhsal bir yıkıma işaret eden bu acınası tablo, özellikle yeni nesil kuşaklar için,
dayanılmaz ve sarsıcı bir süreç olacağı
bilinmelidir. Bundan dolayıdır ki, sözlü
tarih araştırmalarıyla geçmiş asırların
izi sürülmeli ve elde edilen verilerin
tasnifi yapılarak, acilen dokümantasyon merkezleri oluşturulmalıdır.
Buraya kadar kıssadan-hisse kabilinde sıraladığımız, Rêya Heqi ittikatının kabülleri arasında yer alan dar >
ağaç kültünün tarihsel dayanaklarının
derinlikli kökenin, antik çağlara kadar
gittiğini kısmen de olsa göstermeye çalıştık. Rêya Heqi itikatının kendi orjinalitesinin temelinde, Kürtçe diline
21
2014
kaynaklık eden ve yine antik proto
Kürt aşiretleri konfederasyonunun
ortak bir adı olan Hurrilere uzandığı
anlaşılmaktadır. Bütün bu gerçekliklerin bir takım araştırmalar sonucunda
elde edilen bulgularla, günümüzde
daha bir netlik kazandığı artık görülmektedir. Asırlardan beri itikatın Piépiranları, baw u gal’lerinden miras
aldıkları bu antik inancı, en son kertede
takkiye amaçlı İslami kılıf altında yaşatmak zorunda kalmışlardır. Bu İslami kılıf aralandığında, inancın
İslamiyetle öznel bir ilişkisinin olmadığı açığa çakmaktadır. Zira Réya Heqi
itikatının dizgeleri içinde, yukarıdan
beri sıladığımız iç içe geçmiş kodexlerin, motiflerin, sebol ve bunların anlamlarının İslami kural ve kaideler
içinde izine rastlanılmaktadır. Ve fakat
bilinmektedir ki; bu inancın mensupları, dönemsel olarak Şer-i İslamın
Şeyhülislamları tarafından çıkarılan
fetvalarla, topluca katledilerek, dilsel
inançlarından koparılmıştır.
Kaynakca/ Bibliografya
Avesta/ Zerdüşt, (2012) Avesta yaynları, İst.
Karabakir, Kazım (1995) “Kürt Meselesi”, Yayına haz. Prof. Dr. Faruk Özerengin İstanbul,
Emre yay.
Kerim, Ali Hüseyin (2010) “Tarihte Balkan Yarımadasında Kürtler“Descriea CIP a Bibliotecii
Nationale a României
Kerim, A. Hüseyin, (2014) “Hurriler, Khurriler
Kürtler“ Kürt Bilim ve Araştırmalar Enstitüsü,
Hagen/ Almanya
Kerim, A. Hüseyin, (2013) “Kürtçe Etimolojik
Sözlügü/ karşılaştırmalı“ Kürt Bilim ve Araştırmalar Enstitüsü, Hagen/ Almanya
Korkmaz, Mehmet, (2011) “Mitoloji Sözlügü“
Alter yay. Ankara
Mihotuli, Selahaddin, (1992) “ Arya Uygarlıklarından Kürtlere“ Koral yay. İst.
Natanyan, Bagos, (2010) “Palu - Harput 1878/
Çarsancak, Çemişgezek, Çapakçur, Erzincan,
Hizan ve Civar Bölgeler“, Derlem yay. Ist. Haz.
A. Yarman
Şahbazyan, Hagop, (2005) “Kürt-Ermeni Tarihi“, Kalan yay. Ankara
Tankut, H. Raşit, (1935) “Doğu ve Güneydoğu
Bölgesi Üzerine Etno- Politik Bir İnceleme“ Kürdoloji belgeleri, Haz. M. Bayrak, 1994, Özge yay.
Ankara
Yalgın, Erdoğan (1013) “Cemal Abdal Ocağı/
Ocaxé Cemal Avdel“ Alevi Ocakları ve Örgütlenmeleri (Der) Haz. Erdal Gezik ve Mesut Özcan,
Kalan yayınları, Ankara
Semah
2014
Dar hukuku anlayışında
eş ve eşitlik
HAŞİM KUTLU
narina68@hotmail.com
“On dört yıl dolandım Pervane’likte
Sıtkı ismin buldum divanelikte
Sundular aşk meyin mestanelikte
Kırkların ceminde dara düş oldum”
(Sıtkı Baba)
A
“
levilikte Hukuk” konusuna girmeden, hoş görünüze sığınarak, her
vesileyle yaptığım gibi anlatımıma
zemin teşkil edecek olan, son derece
önemli gördüğüm bir kaç hususa değinmek istiyorum. Genel olarak dinlerin, özel olarak Aleviliğin, bu
bağlamda da Alevilikte hukuk konusunun, benim baktığım yerden anlaşılabilmesi
için
aktaracağım
hususlara değinmek zorunlu gözükmektedir.
Söz konusu hususlara geçmeden,
bütün bu konulara kapı aralayan, Aleviliğin ele alınışında kendi düşünsel
evrimimin üç önemli konağına değinmek istiyorum;
Birincisi; Alevilikte kadının yerine
ilişkin sorduğum soruyla ilgilidir.
1993 yılında, Sivas katliamının ön
günündeydi. Alevilik bütün zamanlarında olduğu gibi yine kadınından
vurulmuştu. Çocukluğumuzdan bu
yana dışımızdan bizi kuşatan ve baskılayan en köklü vurma biçimiydi bu
ve her yerde ve her zaman kimliğimizin saklanmasına neden olmaktaydı. Dostu da düşmanı da ne zaman
Alevilik-Kızılbaşlık söz konusu
edilse, bu topluluğu kadınıyla andı
öylede tanımladı. Etkilenip tepkilenmeden “neden” diye sordum. Bulduğum yanıtları Kızılbaş Kadın adlı
çalışmamda, öncelikle Alevi camiasına sonrada okurlara sundum. Bu
soruyu hala sormakta ve yanıtını hala
aramaktayım. Bulduğum yanıtlar Kızılbaş Kadın ikinci ciltte yer alacak.
İkincisi; günün Aleviliğinde bir seyirlik uygulamadan öteye gitmeyen
kimilerinin “Dar adaleti” kimilerinin
“Halk Mahkemesi” olarak ifade ettiği
Alevilikte hukuk konusuna dairdi.
Aleviliğin bir hukuku var mıydı ve
bu hukuk nasıl bir sisteme dayanıyordu? Bu sorulara ilişkin bulduğum
yanıtları, birinci basımı Kaldıraç yayınlarında, ikinci basımı 2005 yılında
Yurt yayınlarında yapılan, “Kızılbaş
Alevilikte Yol Erkan Meydan” adlı
çalışmamda yer aldı.
Sorduğum sorunun üçüncüsü ise
gerçekte din nedir nasıl ele alınmalıdır sorusuydu. Üç asırdır adeta kılasize olmuş haliyle Rasyonalizmin
tanımladığı gibi din, akıl dışı hürafalar yığını bir afyon paketi miydi? Ya
da, yer yer bir kültür olayı olarak
ifade edilse ve bu bağlamda ideolojik
bir üst yapı kurumu olarak tanımlanıp ortaya konulsa da rasyonalizmin
ufuk hattında kalan Marksist tanımlarla dini anlayabilir miydik? Bu sorunun yanıtını da 2006 yılından
itibaren hala aramaktayım.
Böylesi toplumsal konulara ilişkin
olarak, eğer doğru sorulara sahipseniz, mutlaka yanıtlarınızda olur. Sorunuz yoksa, yanıtınız da yoktur. Ben
soru sordum, tabi ki Alevi Yolunu
kavradığım, inandığım ve yaşadığım
ölçüde yanıtını da verdim. Ve yine
tabi ki, bu yanıtlar, benim yanıtlarımdı. Kimsenin katılması ve beni
doğrulaması da gerekmiyordu. Ama
aynı sorular, ilgili herkesin hala
önündedir ve herkesinde bir yanıtı
olmak lazım gelir. Susmak ya da yok
saymak doğru değildir.
22
22
Son sorunun bağlamından hareketle konuya girmek istiyorum. İster
tek tanrılı ister çok tanrılı olarak tanımlansın, kapitalizm öncesi tüm siyasal yapılar, tanrı ya da tanrılar
adına tanımlanıyordu. İman ve itikat
bu yapılanmaların ayrılmaz bir koşulu olarak, yapılanmalardan ayrı
değil onların içinde yer alan bir öğe
olarak ifade ediliyordu. Kapitalizm,
kendisinden önceki bu toplum ve
devlet süreklerinden farklı olarak
kendi üst yapısal formatında, siyasal
alan-özel alan ayrımı yaptı ve özel
olanı siyasal alana karıştırmadı. Siyasal alan adına ulus dedikleri toplumun iradesi adına dizayn edildi.
Kapitalist toplum öncesi yapılanmalarda ise irade tanrı ya da tanrılar adınaydı.Toplumun en örgütlü ifadesi
olarak devlet formatı içine, insaninsan, insan-toplum, toplum- devlet
ilişkileri bağlamında hangi disiplin
giriyor olursa olsun cümlesi tanrı ya
da tanrılar iradesine göre tanımlanıyordu. Kapitalist toplumda bir tekmil
üst yapısal organları ulus iradesi
adına düzenlediler. Onun dışında bir
varoluşa da izin vermediler. Özellikle
Fıransız devrimi ile birlikte, önceki
din/devlet yapılanmasını, bir başka
deyişle, kurum ve kuruluşlarıyla bir
tekmil siyasal yapılanmasını alanın
dışına kovdukları halde, bir zaman
sonra, kendilerinin tamamıyla iman
ve itikat konusuna indirgemeleri ve
sadece bu alanla sınırlı olarak toplumun gereksinmelerini karşılamak koşuluyla geri dönmelerine izin
verdiler.
Böylece anayasal düzenlemelerinde, “kişiye özel” olarak ifade edilen alan kapsamından anlaşılmak
üzere, eski dinlere yer vermiş oldular.
Semah
Bu halleriyle onlar, artık yeni toplumsal yapılanmasının bir bileşeniydiler.
Buraya kadar olan biten belki bir
ölçüde anlaşılırdır. Ancak anlaşılır olmayanlar var. Şöyle var; çok hızlı ve
çok genel bir anlatımla açıklamaya
çalıştıklarımdan da anlaşılacağı
üzere, hiç bir din, bu gün ele alındığının aksine, bir iman ve itikat konumuna indirgenemez ve öyle de ele
alınamaz. Ne ki, Kapitalist toplum
yapılanmasının bir ifadesi olarak ulus
devletler çağında, başından beri bu
ayrım yapıldı ve dinler, bir iman konusu olarak ifade edildi. Dahası, bu
yaklaşım bütün tarihsel evrelere uygulandı. Adeta bu gün kılasize olduğu biçimiyle, devlet ve toplum
tarihinin her evresinde dinler, sadece
bir iman ve itikat konusudurlar! Öylece de ele alınmışlardır. Devlet işlerine
karıştırılmamışlardır.
Bu
kavrayış düzeyine göre zaman zaman
dini siyasallaştıranlar olmuştur ve din
ile devlet işleri bu yüzden bozulmuştur!.İşte en temelde anlaşılır olmayan
da burasıdır..
Sadece bir iman konusu olarak ele
alınsa yine kapitalist toplumun gereksinmeleri açısından bu indirgemecilik, bir biçimde kabul edilebilirdi
ama din nedir sorusunu rasyonalizm
ve poztifizm, “akıl dışı hurafalar yığını”olarak yanıtlamıştır. Bu ise
bütün bir tarihselliğe, son derece
kaba bir sansür koymaktan başka bir
anlam ifade etmedi. Bu zeminden bir
adım öne çıkış yapan Marksist literatür de, kapitalizm öncesi dinleri en
fazla üst yapısal bağlamda bir ideolojik kurum olarak gördü. Analizde
ve kavrayışta rasyonalizmin ufuklarını aşamadı.
Yol kavramı, maddi ve manevi yaşamın ortaklık temelinde örgütlendirilmesinin
adıdıdır ya da genel ifadesidir. Sürek ise etnilere tekabül etmek üzere, Yol’ un
her bir etnik topluluk özgülüne göre gerçekleşmiş halidir.
23
23
2014
Semah
Başlı başına bir çalışmanın konusu
olan bu hususları daha fazla açmak
ve sizleri bununla meşgul edecek değilim elbet. Alevilikte hukuk gibi Aleviliğin kavranmasında en hassas ve
ayırt edici bir konuya, hukuk ve
ahlak konusuna girerken, bu girişe
yukarıda da belirttiğim gibi girmek
zorundaydım. Şimdi, bu meydana
Alevilikte hukuk konusunu getireceğim ama söze ‘Alevi İnancı’ diye
başlayacağım. İnanç dediğiniz insansal edinim, bilgi bilimine göre, “kişinin inanıyorum dediği her şeydir ve
kişiye özeldir”. Hal böyle olunca,
hemen anlaşılacağı üzere ister kapitalizm öncesi hukuk olsun, isterse kapitalist toplum hukuku olsun, inanç
kavramıyla açıklamaz. Çünkü inanç
her şeyden önce bir analiz kavramı
değildir. Ayrıca bir insanal edinim
olarak her ilişkinin içinde bir öğe olarak ya da boyut olarak yer alabilir
ama o ilişkinin ya da o disiplinin kendisini, örneğin bir hukuku ve onun
alanını açıklayamaz.
Özetle tekrarlayacak olursam; hiç
bir din sadece bir iman konusuna indirgenemez, öyle ele alınamaz. Her
dinin adına ifade edildiği bir ya da
daha çok kutsalı vardır. Bu bağlamda
kutsallık, ispatın değil imanın konusu
olarak dinlerin içinde yer alır ama
dinlerin tamamı, ait olduğu toplumun
bütün bir üst yapısal formatını tanımlar. Onun tamamıdır.
Yukarıdan beri açıklamaya çalıştığım bağlam ışığında Alevilikte
Hukuk ve ahlak konusuna gelince;
Alevilikte temel kurumsal yapının
Ocak sistemine dayandığı artık ilgili
herkesin bildiği bir durumdur.Tarihselliği itibariyle bizim coğrafyamızda
çekirdek toplum birimi Ocaktır ve
ocak, kandaşa dayanmaktadır. Literatürde bu “kılan” olarak geçmektedir. Çekirdek ocak, örgütlü toplum
özellikleri bakımından soy süreği
açısından çekirdeği oluşturuyordu ve
kutsaldı. Bu bakımdan sonraki kutsallıklar evriminde de çekirdek ocak
kutsalı, tekleşmiş ve tekelleşmiş tanrı
kutsallığının da temelini oluşturuyordu. Çekirdek kutsal, üç temel bileşenden oluşuyordu. Birincisi, ortak
beslenmedir. İkincisi, ortak barınmadır(ev-hane). Üçüncüsü ise “üreyim”
olarak da tanımlayabileceğimiz kendinin yeniden üretimi yani doğumdur.
24
24
2014
Kandaş hukukun temelini de bu üç
kutsal belirliyor, sevk ve idare diyordu ama bütün belirlemeler, kandaşın kendi alanıyla sınırlı olarak
gerçekleşiyordu. Açıktır ki, kandaş
ortaklık, kandaşın maddi ve manevi
ihtiyaçlarına göre anlam kazanıyor,
ihtiyacına göre ilkesi kandaşlar arası
yaşamın esas ilkesi olarak yaşam buluyordu.Kandaş hukukuna, bir başka
deyişle “Kutsal Ana” yasalarına içerik kazandıran da bu ilkeydi. Alevi
toplumu içinde, bir biçimde hala dillendirile gelen “Rıza Şehri” anlayışının dayandığı kadim kökler, işte
kaynağını kutsal kandaş ocağın “İhtiyacına Göre Yaşam” ilkesinden alır.
Tarihsel ve toplumsal olarak devlet
ve bu bağlamda egemenlikler süreğinde, büyük merkezileşmelere, imparatorluklara doğru evrilmeye
dönüştüğü bir süreçte, buna koşut bir
karşıt faktör olarak, ortaklık toplumu
yapılanması olarak kandaş Ocaklar
ve Kandaş Kardeşlik süreği de, önce
Ocaklar arası kardeşliğe ve Ocaklar
arası ortaklığa doğru evrilir. Sonra
da, bu zeminden hareketle Yol Kardeşliği’ne evrilir. “Yol bir sürek binbir” erkanınca bağıtlanan ve bu
temelde organize edilmiş “Yol Ortakığı”na evrilerek gelişir, dönüşür.
Yol kavramı, maddi ve manevi yaşamın ortaklık temelinde örgütlendirilmesinin adıdıdır ya da genel
ifadesidir. Sürek ise etnilere tekabül
etmek üzere, Yol’ un her bir etnik
topluluk özgülüne göre gerçekleşmiş
halidir. Denilebilir ki, M.Ö. 1200 yıllarından M.S. 600’ lü yıllara dek
ocaklar arası kardeşlik süreği, 600’ lü
yıllardan itibaren de Yol Kardeşlıği’ne doğru bir evrim süreği işler.M.S
12.yüzyıla gelindiğinde, Anadolu ve
Yukarı Mezopotamya’da hem örgütlülük bakımından ulaşılan düzey,
hem de oniki merkez ocaklar arasındaki organizasyon bakımından,
bütün zamanların en mükemmel olduğu bir konağa işaret eder.
Tabi ki, bu süreç doğrusal bir çizgi
izlemedi. İnişli çıkışlı ve eşitsiz gelişen
Semah
2014
Günün Aleviliğinde bir
seyirlik uygulamadan
öteye gitmeyen kimilerinin “Dar adaleti” kimile
rinin “Halk Mahkemesi”
olarak ifade ettiği Alevilikte hukuk konusuna
dairdi. Aleviliğin bir hukuku var mıydı ve bu
hukuk nasıl bir sisteme
dayanıyordu?
üiü
bir yol izleyerek, bu evrim konağına
ulaşırken, doruktan inişe geçişin de
başlangıç evresi oldu. 1240’lı yıllarda
yaşanan büyük katliam. talan, göçertme ve dağıtma olayı, tarihsel olarak söz konusu Ortaklık süreğinde, ilk
büyük kırılmaya da işaret etti böylece...
****
Genel olarak Aleviği, özel olarakta
Kızılbaş Aleviliği, egemen sistemler
dışı kılan, esasında temel yapıları arasında yeralan Adalet kurumudur. Dahası, esas ve öz olarak adalet
kurumudur.
Kızılbaş Alevilik, tarihsel geçmişinin bütün dönemlerinde, egemen
olan ve kendisini çevreleyen hukuk
ve adalet anlayışlarının dışında kalmıştır. İster köleci, ister feodal, ister
kapitalist olsun, tarihsel geçmişinde
süregelen özel mülk sistemleri ve sistem sahibi devletlerle, özellikle adalet dağıtan kurumlarıyla hiç barışık
olmamıştır. Devlet denilen organizasyon da dahil olmak üzere ona ait
bütün kurumları, özellikle de adalet
kurumunu, doğanın yasasına en aykırı bir kurum olarak görmüş ve dışlamıştır. Genel bir nitelemeyle bu
kurumlara ve onu vareden yasalara,”Nefs Yasaları” ya da “Nefs Kurumları” adını vermiştir. Sömürü ve
zulüm üzerine kurulmuş bir binanın
adalet ve vicdan binası olamıyacağını, Adalet ve vicdanın, ortaya konulan yaşam şartlarından ayrı
oluşamıyacağını, dolayısıyla sözkonusu yaşam şartlarının “İhtiyacına
Göre” erkanına uygun düzenlenmesiyle, hem hakkaniyete hem de rızalık vicdanına uygun düşen adaletin
gerçekleşeceğine inanmıştır.Yine bu
bağlamda adaleti ve vicdanı olmayan
kapılardan adalet dilenmemesi gerektiğini, Yol İkrarıyla Yol’a girmiş her
yol evledına, “Oniki Erkan”dan birisi
olarak meydan tenbihidir diye belirt25
25
miş ve bağıtlamıştır.
Bu farklılığa, ayrıntıda bir farklılık
gibi bakılamaz. Yol’a giriş koşulların başlangıcını, “İkrar” kavramıyla
karşılanan
söz
bağlamındaki
kural(erkan) oluşturur. Üyesi olmak
üzere topluma girişin, o toplumun
üyesi oluşunun en temel koşuludur
ikrar. Toplumun dışında bir varoluş
olmadığından ikrar, birey ile bireyi,
(bunu esas olarak bir can ile canlar
topluluğu olarak ifade etmek gerekir
ama can denildiğinde de insan süretinde can denmek istenmediği, in-
Semah
2014
Yol’un Aleviliğinde, ikarasız olarak yola girilmez, şimdilerde özde değil
sözde yapılan cemlerde, nasıl ki Dar olmak, seyirlik olmuş ise sözün geçtiği
her yerde ve düzeyde ikrarda, seyirlik olmuştur. “Eline beline diline” olarak ifade edilen ikrar sözü bir tekerleme gibidir.!.
sanda dahil doğadaki bir tekmil canlının kastedildiği bilinmelidir.) birey
ile toplumu, o toplum ile o toplumu
kuşatan her olgu arasındaki, sürdürülmesi istenen ilişkilerin tamamını
tayin eder ve düzenler. Bu yönüyle
bakıldığında bir tekmil hukukun ve
adaletinde muhtevasını verir.
Günün Aleviliğine bakılarak, bu
meydana sunduklarımın ne içeriğini
ne de anlamını kavramak mümkün
değildir. Burada ne söylemişsem
Yol’un Aleviliğinin yaşadığı geçmişe
dairdir. Yol’un Aleviliğinde, ikarasız
olarak yola girilmez, şimdilerde özde
değil sözde yapılan cemlerde, nasil ki
Dar olmak, seyirlik olmuş ise sözün
geçtiği her yerde ve düzeyde ikrarda,
seyirlik olmuştur. “Eline beline diline” olarak ifade edilen ikrar sözü bir
tekerleme gibidir.!. Oysa Yol’un Aleviliğinde İkrar, üçlü terkip halinde
dillendirilir ve yola girmiş olanı yaşamının her merhalesinde bağlar. Yıllık
sorgu- sualden(Görgü) geçen her can,
önce kendi kendisinin yargıcı olur ve
özünü, bu bağlamda Hak Meydanı’na
açar. Daha başında verdiği ikrar, dar
26
26
olduğunda ona yol gösterir. Ne demişti verdiği ikrarda; “doğru düşüneceğim, dogru söyleyeceğim, doğru ve
sağlam yapacağım. Elime, dilime ve
belime sahip çıkacağım Eşime(karıma ya da kocama değil eşime),
işime, aşıma sadık olacağım”.
İşte terkibi bu olan ikrar erkanı,
bir canı Hak ve Hakikat meydanına
çıktığında, önce kendisinin yargıcı
olur demiştik. Özüyle kendini dara
çektiğinde, aldığı eğitim ve terbiye
gereği o can bilir ki, vücudunun her
zerresi ondan davacıdır ve sorgular
Semah
onu. Örnek olsun, İkrarın ikinci terkibindeki “el” sahibine sorar;”Ey
sahip ben ki senin elinim. Ben de
çok marifet vardır. Ben yaparım da
yıkarım da. Hele dile gel, sen bana
bir yıl boyunca neler yaptırdın, neleri yaptın onardın, imar ettin, neleri
yakıp yıktın?”
Görüldüğü üzere, şimdilerde dillendirildiği gibi “çalma, yalan söyleme, harama uçkur çözme” gibi son
derece dar ve sıradan bir ifade değildir. Bir canın kendini sorgulaması
aynı zamanda meydanın kendini sorgulamasıdır. Kimse o meydan da başkasının yanlışı üzerinden kendini
doğrulayamaz. O meydan Hak meydanıdır, Hak ve Adalet Meydanı’dır.
O meydanda görülen, başka bir meydan da görülmez!.Hepsi yaşadığımız
bu dünya gerçekliği içindir.
Verilen ikararın isbatı, Müsahipli
olmaktır.Yol’a girişin başıdır, esasıdır. Yola girmek demek, Alevi topluluğunun Alevi olarak vatandaşı
olmaktır! Kadim Yol gerçeği açısından doğru kavram, “Müsahip” değildir ama şimdilerde bu kullanılıyor.
Doğru kavram, Türkçe olarak “Eş ve
Eşitlik Kardeşliği” dir. Kürtçe, Farsça
ve Zazaca karşılığı, “Bıraye Müsavi”dir. Ortaklık toplumuna üyelik,
daha başından eşleşerek ve eşitleşerek olunur. Başka türlü mümkün değildir. Bu noktada hiç bir yanlışlığa
meydan vermemek için, tarifi bile yapılmıştır ve şöyledir. “Hal ile halleşecek, sonra yarolup yarleşeceksin,
sonra yol ile yoldaş olacaksın. Hal ile
halleşmeyen, yar olup yarleşmeyen
Yol ile yoldaş olamaz”. Bu erkan
Yol’a girmenin ilk eşiğidir. Bu aşıldıktan sonra eşler bir araya gelir,
bacı-kardeş olmak için kendi aralarında, hal birliği, dil birliği, fikir birliği, gönül birliği ederler. Sonra da
Pirlerinin, Reyberlerinin ve ikararlı
diğer kardeşlerinin Meydanına çıkarlar. Orada gerçekleşecek ve bağıtlanacak olan Yol ile Yoldaşlık erkanına
göre onlar, “malı mala,canı cana katacak, bacı kardeş olarak dört baş bir
beden olacaklar”dır.
Hukuken bu gerçekleşme durumu;
özgürlüklerin sınırlanması değil birbirine katılarak daha geniş bir özgürlük alanının yaratılmasıdır. Eğer
deyim yerinde ise Modern Kapitalizmin en temel hukuk ilkesinin zıttıdır
bu kural. Detaya girmeden ifade edelim;”bir bireyin özgürlüğü bir başkasının özgürlüğünün başladığı yerde
biter” denilerek bağıtlanmıştır kural.
İlk algılanışta son derece olumlu bir
etki yaratıyor insanda. Devletli sürek
bağlamında, örneğin kilise hukukuyla kıyaslandığında, belki, görecel
olarak böyle bir rahatlama doğaldır
da. Ama birinin özgürlüğünün diğerininki ile sınırlandığı bir düzenlemde, bireyin ait olduğu toplumdan
ayrı bir varoluşa sahip olamıyacağına
göre, bireyin özgürlüğünden sözedilemez aslında. Birey ile toplum arasındaki ilişki bakımından bu daralan
hukuk ilkesini mantıksal sonucuna
kadar devam ettirdiğimizde,. “toplumun özgürlüğünün başladığı yerde
bireyin özgürlüğünün bittiği gerçeği
ile karşılaşmamız kaçınılmaz olur.
Devam ediyorum. Toplumun örgütlü bir ifadesi olarak devletle toplum arasındaki ilişkide ise, Devletin
özgürlüğünün başladığı yerde de toplumun özgürlüğü bitiyor ve gerçek
özgür olan da, devlet olarak karşımız
çıkıyor.Yaşadığımız somut gerçeklik
ise bundan başka bir şey değildir. Bu
nedenledir ki, özgürlük talebiyle
meydan tutanlar, devletin özgürlük
alanına saldırarak işe başlarlar. İşte
bundandır ki cümle devletler ve o
devletlere sahip olanlar, tarih boyunca, Alevilik gibi ortaklık yapılanmalarına başından beri düşmandırlar.
Başından yok sayılmalarına sebep
suçlarının esası ve özü budur.
Yolun başında, “Eşitlik Kardeşliği”nin bu şekilde bağıtlanması, aynı
zamanda cinsler arası ilişkiyi de tayin
eder. Cinsler arası ilişki “Eş” ve
“Eşitliğe” dayanır. Literatürde buna,
“İki Başlı Evlilik” denir. Şimdilerde
tek eşli evlilik olarak dillendirilen
27
2014
İşte terkibi bu olan
ikrar erkanı, bir canı
Hak ve Hakikat meydanına çıktığında, önce
kendisinin yargıcı olur
demiştik. Özüyle kendini dara çektiğinde,
aldığı eğitim ve terbiye
gereği o can bilir ki,
vücudunun her zerresi
ondan davacıdır ve
sorgular onu.
ilişkinin temeli ve doğru tanımı
budur. Tek eşli evlilik deyimi, kadını
örter erkeği öne çıkarır. İki başlı evlilikte, kadın kendi haklarıyla erkek
kendi haklarıyla bir araya gelirler,
Haklarını ve özgürlüklerini birbirlerine katarak eşleşirler. Bu nedenledir
ki Müsahip Meydanının(cemi) diğer
adı, “Eş Meydanı”dır.Birleşmenin bu
hukuk esasına göre gerçekleşmesi,
olası bir ayrılığın da nasıl olabileceğine kapı açar. Uygulama, aynı esaslar çerçevesinde gerçekleşir
Sonuç olarak, genel çerçevesini
verdiğim bu yapılanmaya ikrar ve
müsahiplik noktasından baktığımızda, açıkca görüleceği üzere bu
toplumda erk yoktur. Astlık ve üstlük
yoktur. HER CAN O MEYDANDA
EŞTİR, EŞİTTİR. Makam ya da aynı
anlamda Post’dan sözedildiği yerde
de, varmış gibi görülen şey, belirttiğim anlamda bir astlığa ya da üstlüğe
değil, yetkinliğe dayanan ve temelinde sevgi olan bir saygınlığın anlam
kazanmasından başka bir şey değildir. Yol terminolojisine göre Ariflik
ya da Bilgelik, bu bağlamda marifet
sahibi olarak sevk ve idare etmeye,
bilmeye ve bilgeliğe duyulan saygıya
dayanır. Çünkü meydan, emir meydanı değil, “Rıza Maydanı”dır.
Semah
2014
Dar kültürü üzerine anılar
“Horasan’lıydı.
Kürd’tü. Onu Kızılbaş
ve Kürd olduğu için astılar.” Şimdi düşünüyorum da ünlü Kürdleri ya
Arap, ya Fars, ya da
Türk olarak tanıtıyorlar.
Hallac’ı Mansur’u Fars
olarak tanıttıkları gibi...
Ayrıca ne hikmetse biri
dışında bütün kitapları
da kayıp. Nedense Kızılbaşların yazdığı kitaplar hep kayboluyor.
FİRAZ BARAN
firazbaran6@hotmail.com
Ç
ocukken yaşlıları dinlemeyi
severdim. Bugün araştırmacıların derlediği birçok konuyu ben dinleyerek ve yaşayarak
büyüdüm. Bu açıdan şanslıyım.
Bu yazıda dar kültürü üzerine Pazarcık’ta anlatılanları aktaracağım...
Hemen popüler bir konuyla giriş yapayım.
Hüseyin Doğan’ın
Dara Kaldırılması Olayı
Her ailenin bir piri vardır. Bizim ailenin pirleri de Şixraş Ocağı’ndandır.
Bu ocak Ağuçan Ocağı’na bağlıdır ve
Pazarcık’taki önemli ocaklardandır.
Adı beytlerde de geçer:
Daste gûlî minî raş o
Mi da çinî faş ba faş o
Yo core ma bige
Ocoxe Şixraş o
Bu ocağın olduğu köyün adı da Şixraşon’dır ve Sinan Cemgil’in şehid
edildiği İnekli (Türk) köyüne 2 km
mesafededir. Bilinmesi için yazayım:
O dönem Şixraşonlular şehidlere sahip
çıkmıştır ve yasını da tutmuşlardır.
Hüseyin Doğan işte bu Şixraşon
köyünde yargılanıyor. Bu meşhur bir
hikayedir.
1938’de Doğu Dersim’deki aşiretlerin teslim olmasını sağlıyor. İşgalci devlete hizmet ediyor. O
aşiretlerin önemli bir kısmı Türk
devleti tarafından katlediliyor.
Bunun üzerine Adıyaman ve Pazarcık’taki Ağuçan Ocağı’na bağlı pirler bir toplantı yapıyor ve Hüseyin
Doğan’ı dara kaldırıyor.
O toplantıda Hüseyin Doğan babalıktan (mürşidlik) oybirliğiyle atılıyor
ve evinin önüne siyah taş konulmasına
karar veriliyor ve kovuluyor. Bunun
anlamı şu: Kimse ona selam vermeyecek. Ona selam veren düşkün sayılacak. Bir nevi hem kadroluktan atılıyor,
hem de toplum dışı yapılıyor.
Aynı toplantıda babalık görevi Adıyaman Bulam köyündeki Gozal Dede
gilin ailesine veriliyor.
28
28
Babasının rolünü bugün oğlu İzzettin Doğan oynuyor. O nedenle örgütlü
olmamız ve yaptırım gücüne sahip olmamız lazım. Yani dardan inmeyen bir
adam (Hüseyin Doğan) milletvekilliği
yaptı, Malatya halkı destek verdi.
Devlete hizmet eden İzzettin de bizi
Türk ve Müslüman yapmak için her
şeyi yapıyor ama yine de destek görüyor. Bunlar yanlıştır.
Mansur’un Darı
Üzerine Anlatılanlar
KILOV yapan insanlara halac denir.
KILOV’lar, çoban pardesüsü ve evlere
halı niyetine sermek için yapılırdı.
KILOV kuzu yünüyle yapılırdı. Uzun,
kalın ve yumuşaktır. Ünlü şair Mansur
çok iyi bir halac olduğu için adı Hallac-ı Mansur olarak kalıyor. Yani Halacçı Mansur anlamında. (ı-i takısı
mensubiyet içerir.)
Bizim yöremize gelen pirler, aşiqlar
onun adını ağzına aldıkları zaman ciddileşir ve çocuklara tane tane tanıtır-
Semah
lardı. Hayatım boyunca unutmadığım
bilgi şuydu:
“Horasan’lıydı. Kürd’tü. Onu Kızılbaş ve Kürd olduğu için astılar.”
Şimdi düşünüyorum da ünlü Kürdleri ya Arap, ya Fars, ya da Türk olarak
tanıtıyorlar. Hallac’ı Mansur’u Fars
olarak tanıttıkları gibi... Ayrıca ne hikmetse biri dışında bütün kitapları da
kayıp. Nedense Kızılbaşların yazdığı
kitaplar hep kayboluyor. Papirus kitaplardan kaybolmayanlarsa “günümüz
insanları anlasın diye sadeleştirdik”
denilerek Kürdçeden Türkçeye veya
Farsçaya çevriliyor.
Tekrardan pir ve aşiqlara dönersek...
Soru sorarlardı: “Gözlü müsün?”
“Özün Mansur’un darında mı?”
Gözden, bilgeliği kastederlerdi.
Mansur’un darı sözü de doğruluk yemini anlamına gelirdi.
Babam 15 yaşındayken Halep’e kaçakçılığa gidiyor. Yolda hayalinde
Mansur’un mezarını görüyor. Yol boyunca hep mezarı hayalinde görüyor.
Köye ulaşınca üç gün kendine gelemiyor. 65 yaşındayken bana o günü anlatırken dili titriyordu.
Yine cemlerde de pirler dua okurken
her zaman ama her zaman mutlaka
“özüm Mansur’un darında” sözünü yinelerlerdi.
Halaclarla İlişkin
Halaclar sadece kilov yapmaz.
2014
Halam Aşê Qumêş de bir halactı.
Koyun ve kuzu yünüyle sayısız eşya
yapardı.
Örneğin gora (uzun çorap), kurik
(kısa çorap) yapardı.
Yine kilim niyetine yere serilen
polos yapardı. Onların nakışları olmazdı, düz ve uzun çizgileri olurdu.
Onun dışında yaptığı ev eşyaları
şunlardı:
Çol: Çuval
Parda: Özel olarak Ster için yapılırdı. Yatakların konulduğu yere ster
denilirdi. Parda, sterdeki yatakların
üzerini örterdi.
Bolîfe Risî: Yünlü yastıklar.
Haqîw: Heybe
Hayrê Mor: Hayrê Mor’dan erkek
Pazarcık Alevileri itikatli insanlardır. Hangi köyden olursa olsun, bir pir veya ermiş geldiği
zaman bütün köy yanına giderdi. Pirin veya ermişin sözü tanrı kelamı gibiydi. Hele ki cem olduğu zaman bu saygı daha da artardı. Dara kaldırma büyükten küçüğe bütün suçları kapsardı.
29
29
Semah
2014
Şimdi geriye dönüp baktığımda rızalık kurumu
da dar kültürü de bize
çok uzak. Yoksa biz köylerimizden çıkıp dağıldık
da biz mi uzaklaştık?
hep düşük yapar veya çocuklar henüz
bebekken yaşamını yitirirler. Bunun
üzerine Bollo dara kalkmayı kabul
eder. Pirler gelir toplantı yapar. Bollo
kararı kabul eder. Bollo’nun sırtına
siyah bir taş koyarlar, boynuna da ip
bağlarlar. Yaya Kosîklon köyüne götürürler. Gelini kaçırdığı eve giderler.
Aileden pirlerin huzurunda özür diler,
onlar da affeder ve rızalık alındıktan
sonra dönerler. Bu olaydan sonra Bollo’nun doğan çocuklarının hepsi yaşadı ve büyüdüler.
Pir ve Ermişler Tanrı Gibiydi
şalvarı yapılırdı.
Ayrıca yorgan, yastık ve döşeklerin
içine de zaten yün konurdu.
İşte Hallac-ı Mansur, özellikle kilovları yaparken sürekli şiirler-beytler
okurmuş. Hem önceden yazdıklarını,
hem de irticalen...
Komedyen Bollo
Evli Kadınla Kaçınca
20. yüzyılda Pazarcık’tan geçen en
komik insanlardan biri Bollo’dur. Şehidleri, komedyenleri, ocakları ve sanatçılarıyla
ünlü
Maxsiyon
köyündendir. Kürdçe yasak olmasaydı eminim Kürdistan çapında ünlü
biri olurdu.
Bir düğünde yemek masasında
Bollo yine insanların garip halleri üzerine şakalar yaparken herkes kahkahalarla gülmüştü. Bollo’yu sonra
yaşlılara sorduğumda bana darda kaldığı yıllarını anlatmışlardı.
Olay şöyle gelişiyor: Bugünün
behrinde yaklaşık 60 yıl önce Bollo
evlidir. Kendi köylüsü olan bir kızı
komşu köy Kosîklon’dan bir gençle
evlendiriyorlar. Kız gönülsüzdür.
Bollo gider kızla kaçar. Bunun üzerine Malatya’lı olan Pir Cücük İsmail
ve Pazarcıklı olan Pir Mistkî Şekir
Bollo’yu dara kaldırmak için çağırırlar. Bollo gitmez. Onlar da Bollo’ya
cemlere katılmama cezası verir.
Gel zaman git zaman, Bollo’nun eşi
30
Pirler veya ermişler geçmişte tanrı
veya tanrıça gibiydi. Onlar bizim için
kutsaldı.
Pazarcık Alevileri itikatli insanlardır. Hangi köyden olursa olsun, bir
pir veya ermiş geldiği zaman bütün
köy yanına giderdi. Pirin veya ermişin sözü tanrı kelamı gibiydi. Hele ki
cem olduğu zaman bu saygı daha da
artardı. Dara kaldırma büyükten küçüğe bütün suçları kapsardı. İnsan öldürme ve evlilerin birbiriyle kaçması
kesin ceza sebebi olurdu. Biri suç işlediği zaman varsa müsahibi o da
otomatikmen yargılanırdı. „Sizi birbirinizi gözetleyesiniz diye müsahip
yaptık“ derlerdi.
Rızalık ile darın birbirine karıştırılırdığı da olurdu. Bu nedenle bazı cem
toplantıları pirlerin teorik sohbetleri ve
talipleri ikna gayreti ile geçerdi.
Şimdi geriye dönüp baktığımda rızalık kurumu da dar kültürü de bize
çok uzak. Yoksa biz köylerimizden
çıkıp dağıldık da biz mi uzaklaştık?
Semah
2014
Otantik Alevilikte dar-didar-adalet
SÜLEYMAN DEPREM
Suleymandeprem@gmail.com
T
üm semavi dinler, var olan
her şeyi, mistik ilahi güçlerin emri ile yaratılmış kabul
ederler. Tüm toplumsal, Sosyal ve
doğal yaşamı, evrimsel değişimin ve
bilimin dışında bu ilahi savlarla ifade
etmeyi kural olarak dayatırlar. Uymayanlar, günah, cehennem, öbür
dünyada azap ve bu dünyada o kurallarla yetkilendirilmiş kişilerin cezalandırmalarıyla tehdit ederler.
Varlığı tartışılmayan “O”na teslimiyeti dayatırlar. “O”nun değil, onun
adına yazılan kuralları toplumsal yaşama dayatırlar ve teslimiyete zorlarlar. Bu kurallar değiştirilemez ve
tartışılamaz.
Neolitik dönemden bu yana Aleviler “IŞIK TAİFESİ” veya “IŞIK İNSANLARI” olarak anılırdı. Son 3 yüz
yıllık bir süredir “ALEVİ-KIZILBAŞ” olarak adlandırılmaktadırlar.
Osmanlı döneminde Işık insanları,
İslam fetvacıları tarafından katliama
maruz bırakıldıkları için bu isimle
anılmaya başlamışlardır.
İslam’ın asimilasyon politikasıni,
Zerdüştiler tümden reddettikleri için
kesin imhaya tabi tutulduklarından
dağların doruklarına çekilmişler. Işık
taifesi açıktan İslam’ı ret etmeyerek,
“takkiye” uygulayarak, kabul etmiş
gibi davranıp yine de kendi yaşam biçimlerini gizli yürütmüşlerdir Yinede
imha ve asimilasyon baskısından kurtulamamışlardır. Alevi Kızılbaş isimlerini bu dönemde kullanmaya
başlamışlardır. Kur’an ı Batıni yo-
Neolitik dönemden bu yana
Aleviler “Işık Taifesi” veya
“Işık İnsanları” olarak anılırdı. Son 3 yüz yıllık bir süredir “Alevi-Kızlbaş” olarak
adlandırılmaktadırlar. Osmanlı döneminde Işık insanları, İslam fetvacıları
tarafından katliama maruz
bırakıldıkları için bu isimle
anılmaya başlamışlardır.
31
31
rumla izah etmeye çalışarak kendi ilkeleriyle uyumlu yanlarını yaşamlarına uygulamışlardır. Yine de katliam
fetvalarından günümüze kadar kurtulamamışlardır. Zerdüştilerin bir kısmı
yaşam ilkelerinin uyumluluğu dolayısıyla Alevileşerek varlıklarını günümüze kadar sürdürmüşlerdir.
Işık insanları (Alevi-Kızılbaşlar),
doğal yaşamın, evrendeki ilk patlamayla(Bing-Beng) oluşan sistemle
başladığını savunurlar. Doğal yaşam
kaynağı olan güneş sistemini ve top-
Semah
2014
öldüren, zina yapan ve benzeri yüz
kızartıcı eylemde bulunanlara uygulanır. Düşkün ilan edilen kişiye herhangi bir zor ya da eza işkence,
hapis gibi yaptırımlar uygulanmaz.
Ancak toplumdan tamamen dışlanır.
Yemeği yenmez. Düğünü veya cenazesine gidilmez. Ortak toplumsal
yaşama veya ceme alınmaz. Zaten
bu yaptırım ölmeden ölmek gibidir.
Bireyin işlediği her olumsuzluktan
“MUSAHİP” i de sorumludur.
Bunun için musahipler birbirlerinin
tüm yaşamından sorumludurlar.
Zaten Alevilikte BİR’lik vardır. Bireylik yoktur. Otantik çağdan bu yana
Alevilerin toplumsal iç asayiş örgütleri yoktur. Rızalık şehrinde herkes
birbirinden sorumludur. Bir otokontrol sistemi vardır.
yekun evreni “HAK” olarak tarif
ederler. Tüm canlıları bu “HAK” ın
bir parçası ve yer yüzündeki tezahürü
olarak görürler. “HAK” ın kendisine
“ALİ” derler. Kamil insanı da HAK
ve ALİ'ye en yakın “CAN” olarak değerlendirirler. “EN EL HAK” felsefesinin özü budur.
Otantik Alevilikte Dat(adalet)
Nedir Dar(yargı) Nedir?
Aleviler CEM'lerde sadece ibadet
yapmazlar. Tüm toplumsal, ekonomik ve sosyal sorunlarını bu cemlerde çözerler.
zalı olan var mı? Diye sorulur. Varsa
onlar barıştırılmadan cem başlamaz.
Çünkü cem “BİR”lik meydanıdır.
İkilik kabul edilmez. Ceme katılan
hiç kimsenin rütbesi ve kariyeri yoktur. Buna pirler de tabiidir. Pirler YolErkan temsilcileridir. Herkes eşit
haklara sahiptir. Cemde bulunmayan
ve hakkında konuşulan CAN'da (ki
bu can bir hayvan yada bir bitki de
olabilir) bu eşit haklara sahiptir.
Yargı konusu gündeme getirilir.
Pirler huzurunda Tarafların ve şahitlerin görüşleri alınır. Karar aşamasında yine tüm canların önerisi alınır.
Kabul edilen ortak karar PİR tarafından açıklanır.
PAYLAŞIM
Otantik Alevilikte özel mülkiyet
yoktur. Rızalık şehrinde, her şey herkesin ortak malıdır. Sadece savunma
araçları ve silahlar toplumu korumak
için bireye zimmetli mülkiyettir. (bakınız: Karmatiler ve Alamut Kalesinde Yaşam) Ortak üretim ve ortak
tüketim esastır. CEM'lerde bu şöyle
sembolize edilir. Herkes ceme,
evinde hazırladığı “LOKMA” sı ile
gelir. Orada herkes kendi getirdiğini
değil, arzu ettiğini yer.
Konusuna göre CEM'ler
şöyle adlandırılır:
DAR (Yargı)
CEZA :
Dar sözü Hallac-ı Mansur'dan kalmadır. Hallac-ı Mansur DAR'ı
“Kamil insanın tevhid kapısı” yani
“HAK” la buluşma, Hak'la Hak olma
kapısı olarak niteler. Ucunda ölüm
olsa doğru bildiğini inkar etmeyeceği
yerdir. Yol ehli kişi darda doğruları
söyleme ikrarını yola girerken vermiştir. Cem başlamadan tüm katılanlar, ki bunların hepsi musahipli
olup ikrar verenlerden oluşur. Önce
Pir tarafından aralarında küs veya ni-
Kızılbaş Alevi cemlerinde verilen
cezalar, klasik devlet kurumlarının
verdiği cezalar gibi incitici ve tahkir
edici değildir. Yine toplum yararına
bir yaptırım uygulaması olarak ilan
edilir. Örneğin; mağdura yardım,
köy bütçesine katkı, cem erkanına
hizmet gibi. Ancak eğer tesbit edilen hata yada suçun niteliği bağışlanmayacak kadar ağır ise, kişi
“DÜŞKÜN” ilan edilir. Bu insan
32
Görgü Cemi: Yılda bir yapılır.
Tüm sorunların çözümü bu cemde
sağlanır.
İkrar Cemi: Eğitimden geçenlerin
yola girmesi için yapılır.
Musahip Cemi: Müsahip ikrarı verenlerin yol kardeşliği onay cemidir.
Birlik cemi: Toplumsal kaynaşmayı ve dayanışmayı geliştirmek
için yapılır.
Muhabbet Cemi: Özel günlerde
topluca sohbet ve muhabbet niteliğinde yapılır.
Semah
2014
Kızılbaş-Alevilikte dar adaleti!
Kızılbaş inancında Terim olarak Hallâc-ı Mansûr’un idam edildiği veya asıldığı ağaç
direk anlamında dârağacını temsilen kullanılır. Alevilik’te talibin kendisini halkın ve
hakkın adaletine teslim ettiği meydanda ikrar verdiği yerin adıdır aynı zamanda.
İRFAN DAYIOĞLU
irfandayioglu@hotmail.fr
Pir Sultan’ım yeryüzünde
Var mıdır noksan sözümde
Eksiğim kendi özümde
Dar’ına durmaya geldim
A
levilik
MezopotamyaAnadolu kökenli kendine
özgü bir inançtır. Alevi
inancı merkezine insanı alan ve insanın yaşadığı dünyada eşit, özgür, iyi,
mutlu, kendisi ile barışık, doğa ile
dost, sevgi dolu, kardeşlik duygularıyla, dayanışma hisleriyle donanmış
bir toplumsal inançtır. Alevi inancında üstün sınıf, üstün ırk, üstün
insan, üstün cins yoktur.
Alevilik bir doğal din, bir
doğa dinidir. Doğa ile insanın çatışmasını değil
uyumunu arzular. İnsan
ile hakkın birliğinden kalkar, giderek bütün evrenin
birlikteliğini
amaçlar. Ya-
şamı insan için çekilmez bir ceza olarak değil insana sunulmuş bir armağan olarak algılar. Alevilik yaşanılan
hayatta başta tanrı korkusu olmak
üzere tüm korkuları aşmak demektir.
Bırakalım insanın bir başka insana
kulluğunu, insanın tanrıya kulluğunu
da kabul etmez. Aleviliğin yüzü yaşama dönüktür. Aleviliğin yüzünde
her zaman bir gülümseme vardır. Alevinin yüreğinde ise aşk ve sevgi vardır.
Alevilikte hukuk sistemi
Hukuk; toplumsal yaşamı düzenleyen, maddi yaptırımı olan kurallar
bütünü olarak tanımlanır. Toplumsal
yaşamı düzenleyen başka kurallar
da vardır, ahlak kuralları gibi,
din kuralları gibi. Hukuk bu
kurallardan"yaptırım" unsuru ile ayrılır. Alevilik
tek başına sadece dini
ritü-
33
elleri olan bir inanç değil, aynı zamanda bir toplumsal yaşam projesidir. Toplumsal yaşamın sürmesi için
mutlaka ihlal edildiği zaman, kuralı
ihlal eden kişiye maddi bir yaptırımın
uygulanması gerekliliği ileri sürülür.
Bundan dolayı nerede bir insan topluluğu yaşıyorsa orada hukuk vardır.
Kadın eksenli komünal topluluktan ataerkil topluma geçişle birlikte
toplumda sınıflaşmalarda ortaya
çıkmaya başlamış, toplumdaki insanların üretenler ve üretmeyenler
olarak çıkarları büsbütün farklılaşınca devletler ortaya çıkmış ve rızalığa dayalı ortak yaşamın yerini,
zorunlu birlikteliğin sonucu olarak
ortaya çıkan devlet kuralları almıştır. Devlet o toplumsal birlikteliğin
dışında, ona yabancı bir güçtür.
Devletin maddi yaptırıma bağlanmış kuralları hukuk olarak varlığını
sürdürür.
Oysa köklerini sınıfsal ayrışmanın oluşmadığı anaerkil toplumsal
sistemden alan Kızılbaşlıkta toplumun kendisi tarafından konulup,
yine bizzat toplulukça yaptırıma
bağlanan kurallar vardır ki bu kuralları devlet erkinin kurallarından
ayırmak için "hukuk olmayan
hukuk kuralları" olarak adlandırmak yerinde olur. İşte Alevilere
özgü hukuk sisteminin ve hukuk
kurallarının özelliği, niteliği bu şekildedir. Burada kuralı koyan ve
yaptırımı uygulayan bizzat topluluğun kendisidir. Roma hukukundan
kalan "nerede bir toplum varsa
orada hukuk vardır" kuralı özgür,
bağımsız ve merkezi otoriteyi reddeden ve kendi varlığını kendi iradesiyle varkılan Alevi toplumu için
de geçerli olmuştur.
Semah
Alevi Hukukunun Kökeni
Alevilerin içinde yaşadıkları devletlerin kurallarının varlığına karşın,
ayrı bir hukuk sistemi yaratmaları
nasıl ve neden gerçekleşebilmiştir?
Daha açıkça soracak olursak Alevilerin ayrı bağımsız, özgün bir hukuk
sistemi yaratmış olmalarının nedeni
nedir? Bu sistemi ortaya çıkaran ve
yaşatan koşullar nelerdir?
Alevilik öğretisi içinde yaşadıkları İslam coğrafyasında "sapkın bir
inanç" olarak nitelenmiş ve mensuplarının katledilmeleri için, en
yüksek İslam dini temsilcileri Şeyhülislamlar eliyle haklarında birçok fetva verilmiştir.
İslam’ın dinsel anlayışı olan şeriata göre "Aleviler kafir ve mülhiddirler".
Onlar
namaz
kılmıyarak, oruç tutmayarak,
hacca gitmeyerek, şarap içerek,
inançlarını kadınlı erkekli cem
toplantılarında saz çalıp semah dönerek yerine getirdikleri için şeriat
hükümlerini açıkca çiğnemektedirler. Bu nedenle şeriata uymayan,
"dinden sapan" bu topluluğun dağıtılması ve yeryüzünden silinmesi şeriatın
emirleri
gereğidir.
Coğrafyamızda egemen inanç olan
Emevi kökenli İslama göre Aleviler
öyle insanlardır ki bunların durumu
şeriat nazarında Hıristiyanlardan
daha kötüdür. Bir Hıristiyanın tövbe
edip Müslümanlığa geçmesi mümkün iken Alevilerin tövbesi dahi
kabul olunmaz.
15-16 yüzyıldan itibaren ise Osmanlı devleti Alevilere yönelik olarak sistemli bir baskı ve kıyım
politikası izlemiştir. Osmanlı resmi
tarih yazıcıları olan Vakanüvislerin
eserleri dahi göstermektedir ki Alevilere uygulanan zulüm Engizisyon işkencelerini aratacak ölçüdedir. (Bu
konuda ayrıntılı bilgi için bkz. Ali
Yıldırım, Osmanlı Engizisyonu, Ankara 1996)
Bölgemiz tarihsel gelişmelerini incelediğimizde görülecektir ki Alevi-
ler; Alevilere özgü ayrı, varolan devlet hukukunun dışında ve bütünüyle
ona yabancı bir hukuk sistemi yaratarak yaşamlarını devam ettirmişlerdir. Dışlanmışlık karşısına merkezi
otoritenin hukuk sistemini dışlayarak
birbirinden bağımsız çok farklı yerelliklerde de olsa içerikleri büyük ölçüde birbirine benzeyen bir hukuk
sistemi ortaya çıkmışlardır.
Toplumlar kendisini varetmek
Pirin çerağ gibi
doğru durması, fitil gibi
yanması, yağ gibi erimesi,
nur gibi ışık vermesi”
gerekir. Pirin günahı olmaz
gibi bir düşünce olamaz.
Talibin işlediği suç bir
günah sayılır.
için birçok kural geliştirmiştir. Bu
kurallar kuşkusuz onlarca yıllık deniyimlerin sonucu olarak adeta imbikten süzülerek ortaya çıkmıştır.
Bunlar rastgele konulmuş değil,
sağlam esaslı kurallardır.
Alevilikteki kuralların esasınıamacını toplumun bir bütün olarak
sağlıklı bir biçimde kendisini varetmesi, tehlikelerden, çürüme-çözülme ve aşınmalardan uzak
tutulması oluşturur.
Alevilikte Dar Meydanı
Dâr, Farsça ve Kürtçe’de ağaç anlamındadır. Kızılbaş inancında
Terim olarak Hallâc-ı Mansûr’un
idam edildiği veya asıldığı ağaç
direk anlamında dârağacını temsilen
34
2014
kullanılır. Alevilik’te talibin kendisini halkın ve hakkın adaletine teslim ettiği meydanda ikrar verdiği
yerin adıdır aynı zamanda. Can’ın
can feda etmek üzere meydanda
ikrar verdiği yerin adıdır.
Alevi toplumunun her türlü hukuksal sorunları; şikâyet, sorgulama, yargılama ve cezalandırma,
aklama, ikrar verme veya yola
girme, musahip tutma, kurban yada
adaklarını yerine getirme, yıllık
görgü ve sorgulardan geçme vb. hep
Dar olayı içindedir.
Yapılan Cem’lerdeki ikrar verme,
görgü-sorgu yapma, musahip tutma,
mahkeme olma, kurban veya adaklar sunma ve dardan indirme hep
Dar’a kalkılarak yapılır. Çok çeşitli hizmetler için Dar’lar kurulabilir. Alevilikte kanlı kurban
yok- tur. Canlı kurban vardır. Bu
kurban ikrar veren talibin yani
Can’nın kendisini özüyle sözüyle
ve verdiği ikrarla Yol’a yani Hakikat kapısına kurban etme manasındadır.
Hüseyin Dâr’ı, Fatıma Dâr’ı, Mansur Dâr’ı , Nesimi Dâr’ı, Fazlı(Fazlullah) Dâr’ı. Bu Dâr’lardaki duruş
biçimleride ayrı ayrıdır. Hüseyin
Dâr’ı ve Fatıma Dâr-ı’nın duruşları
aynıdır. Yani sağ ayak baş parmağı,
sol ayak baş parmağı üstüne konulur.
Ellerde sağ el, sol el üstüne kapatılır
ve göbek üstünde tutulur. Bu genel
bir duruştur. Bu Dâr’ın nasıl olduğu
ile şu hikaye anlatılır: Birgün Peygamber, kızı Fatıma ve damadı Ali ve
torunlarıyla otururlar iken, Peygamber kızı Fatıma’dan içmek için su
ister. Bu sırada çok çevik olan Hüseyin hızlı davranır su getirmeye gider,
ama yolda ayağı bir yere çarpar ve
sol ayak parmağı kanar. Suyu getirdiğinde, Peygamberin önünde elpençe divan durur. Ama parmağının
kanını veya yarasını göstermemek
için diğer ayağını onun üstünü kapatmak için koyar. Bu duruşun da ordan
kaldığı üzerine rivayet edilir. Hüseyin
belki anasının vereceği suyu, kendisi
Semah
getirdiği için, annesi gibi Peygamberin huzurunda durmuş olmasına izafeten bu duruşuna Fatıma Dâr’ı veya
duruşu denilmektedir.
Yüzüstü yere kapanma duruşuyla
temsil edilen Fazlullahi Hurûfî gibi
yol uğruna başı boyundan kestirmeyi
göze alma Fazlî (Fazlullah) Dâr-ı olarak ifade edilir.
Nesîmî gibi yol uğruna gerekirse
derisinin yüzülmesini göze almadır.
Bu anlayış diz üstü duruşuyla oturarak yapılır.
Hallâc-ı Mansûr gibi yol uğruna
ölümü göze alma, asılmaya hazır
olma demektir. Mansur Dâr’ı duruşu; sağ ayak baş parmağı, sol ayak
baş parmağı üstüne konulur. Ellerde
sağ el, sol el üstüne çapraz olarak
göğüs üstünde tutulur. Baş asılı gibi
yana yatırılır.
Alevilikte yargılama süreçleri dar
meydanında gerçekleşir. Dar-ı Mansur olarak da adlandırılır. Dar meydanı Alevi canın kendisin tümüyle
topluma teslim ettiği yerdir. Dara
çekme, dara çekilme, dara durma bu
teslim ve karar anını ifade eder.
İşte ikrar vererek yola girmek is-
teyen canların dara durmaları ve tüm
canların onlar hakkında rızalığınıolurlarını almaları bu sürecin başlangıcıdır.
Alevilikte Suçun Unsurları
Alevi hukukunda toplumun "varlığını, birliğini, dirliğini" tehlikeyezora sokacak, zaafa uğratacak,
rencide edecek, incitecek her türlü
fiil suç olarak nitelenmiştir. Suç kavramını ceza hukukunun anladığı anlamda almak doğru olmaz. Burada
suç ile kasdedilen doğru-uygunyerinde olmayan fiildir. Dolayısıyla
özel hukuk-kamu hukuku türünden
bir ayrım sözkonusu değildir.Yani
uygunsuz davranışlar bireye ve topluma karşı işlenmiş diye ayrılmaz.
Her türlü uygunsuz fiilin-suçun tüm
toplumun menfaatine yöneldiği düşünülür. Yani bir canın bir başka
cana zarar vermesi halinde zarar
gören canın zararı giderilmekle birlikte, fail tüm diğer canların da razılığını almak zorundadır.
Uygunsuz davranışı-suçu kimin işlediği ve kime karşı işlendiği de uy35
35
2014
gulanacak yaptırımlar açısından
önem taşımaktadır.
Alevilikte suçun kime yönelik olarak işlendiğinin de ayrı bir önemi vardır. Şöyle ki bir suç hem Alevi olan
bir insana hem de Alevi olmayan bir
insana karşı işlenilebilinir. Bu durumda suç işleyen kişiye verilecek
olan ceza sözkonusu suçun pasif sujesinin kimliğine göre değişir.
Yolda olmayan düşkün meydanında yargılanamaz. Fakat yol mensubu yolda olmayana karşı bir suç
işlemişse o cem meydanında görülür.
Suçun pasif sujesi Alevi olmayan
bir kimse olursa verilecek ceza daha
da ağırlaştırılır. Yani pasif sujenin
Alevi olmaması bir ağırlaştırıcı nedendir.
Bu yaklaşımın nedenini anlamak
zor değildir. Çünkü bir yabancıya
karşı suç işlenilmesi durumunda
toplum dış bir tehlikeyle yüzyüze
gelmektedir. Varlık ve birlik için dış
tehlike yaratmak öyle kolay mazur
görülebilecek bir davranış değildir
ve dolayısıyla daha ağır yaptırıma
tabi tutulur.
Uygunsuz davranışta bulunanın ya
Semah
da suç işleyenin kimliği de ağırlaştırıcı bir neden olarak değerlendirilir.
Bu daha çok topluma önderlik eden
kişilerin sözgelimi pirin-mürşidin bir
uygunsuz davranışı sözkonusu olduğunda gündeme gelir.
"Pirin çerağ gibi doğru durması,
fitil gibi yanması, yağ gibi erimesi,
nur gibi ışık vermesi” gerekir.
Pirin günahı olmaz gibi bir düşünce
olamaz. Talibin işlediği suç bir günah
sayılır. Ama pir ve rehberin işlediği
bir günah beş günah yazılır. Çünkü
pir ocakzadedir. Yol öğretmenidir.
Pir-Rehber talibe doğru yolu göstermekle yükümlüdür. Onun talibe iyi
örnek olması gerekir. Sürekli kendisini eğitmesi gerekir.
Bir pirin eşinden ayrılması, başka
kadına kuşak çözmesi yada livta
yapması büyük günahtır. Bunu
yapan pirin derdine derman olmaz.
O, yol düşkünüdür. Böyle bir pirin
yüzüne bakılmaz, ocağına gidilmez.
Ve hiç bir şekilde ocağın eşiğinden
içeri sokulmaz, konuk edilmez.
Onun ayağının bastığı toprakta kırk
yıl bet bereket olmaz. Böyle bir
pirin yanına varılmaz.
Alevilikte cem bir yargı kurumudur. Ayrıca her yıl her alevi can görgü
ceminde dar meydanına çıkıp tüm
toplumun önünde bir yıllık davranışlarının hesabını verir. Bu durumda da
o can yine tüm diğer canların kendisi
hakkında rızalığını alma yoluna gider.
Hakkında herhangi bir şikayet olan
her can da sözkonusu şikayet konusunda dara çekilir. Cemlerde hizmeti
yürüten hizmet sahipleri de daha hizmete başlarken dara dururlar ve hizmetlerine öyle başlarlar.
Alevilikte Alevi öğretisinin, Alevi
erkanın gerekleri cem adı verilen
36
2014
büyük toplantılarda yerine getirilir.
Alevi inancı bireysel tapınmayı kabul
etmez. Yaşlı genç, kadın erkek tüm o
yerelde bulunan canların katılımı ile
cemler düzenlenir.
Alevilerde cem toplumun varlık
merkezi işlevi görür. Orada topluma
ilişkin, insana ilişkin, hayata ilişkin
her şey, her türlü sorun, her konu konuşulup tartışılır.
Tüm insanlar eşit birer üye olarak
bu mecliste yerlerini alıyorlar. Sanıldığının aksine cemin inançsal işlevi
toplumsal işlevinin yanında çok
küçük bir bölümünü oluşturur. Alevi
öğretisinin bütününde olduğu gibi
cemde de yaşamsal-dünyasal faaliyetler yargılanır, sorgulunır, karara
bağlanır.
Alevi hukuku yaptırımlarını cemlerde işletir. O nedenledir ki alevilikte
cem bir yargı kurumudur.
Alevi toplumunda her türlü gündelik davranış Alevi hukukunun konusunu oluşturur. İnanç, ahlak ve hukuk
kuralları diye bir ayrım sözkonusu değildir. Yapılması ve kaçınılması gereken her davranış bir hukuk kuralıdır.
İkrar vererek yola girmekle birlikte
topluluk o candan davranışlarının bilincinde olan bir olgun insan olarak
toplumsal yaşantıyı zora sokacak her
türlü davranıştan kaçınmasını isteme
hakkına sahip olur. Yine o candan
toplumsal yaşantıyı kolaylaştıracak
davranışlarda bulunmayı isteme hakkını da elde etmiş olur. Yani ikrar
veren can salt olumsuz davranışlardan kaçınmakla yetinmeyecek topluma ve diğer canlara karşı
yardımlaşma, paylaşma gibi olumlu
davranışlar içinde de bulunacaktır.
Belli bir yaşa gelen, olgunluğa eriştiği düşünülen her Alevi can ikrar vererek yola girer. Zaten aklının ermeye
başlamasıyla birlikte Aleviliğin toplumsal kurallarını, inceliklerini ana
dilini öğrenir gibi kendiliğinden başta
muhabbet cemlerinde olmak üzere
pratik içinde öğrenmiştir.
Ancak her Alevi canın ayrıca cemde
ikar vermesi, dara durması, pir diva-
Semah
2014
İkrar vererek yola girmekle birlikte topluluk o candan davranışlarının bilincinde
olan bir olgun insan olarak toplumsal yaşantıyı zora sokacak her türlü davranıştan
kaçınmasını isteme hakkına sahip olur. Yine o candan toplumsal yaşantıyı kolaylaştıracak davranışlarda bulunmayı isteme hakkını da elde etmiş olur.
üiü
nında görülmesi ve böylece olgunluğunu tüm cem erenlerinin tanıklığında
kanıtlaması gerekir. Görülme, ikrar
verme bir bakıma olgunluk sınavıdır.
İyiyi kötüden ayırt edebilme yeteneğinin varlığının saptanmasıdır. Bu anlamıyla kişinin yaptıklarının hesabını
verebileceğinin, yani bir hukuk öznesi
olduğunun tesbitidir.
Alevilikte Dar Adaleti
Tabii Cem’de DAR’A durması için
kişinin Alevilik içinde kalacağını ve
büyük hata ettiğine çevresini inandırması gerekecektir. Uzun uğraşlar ile
kişi düşkünlük sonrası tekrar Alevilik
içine alınır.
İşlenen bazı suçlarda ise Alevi
inancı artık devre dışıdır, işlevsizdir,
yapacağı fazla bir şey yoktur. Yapabileceği tek şey, tekrarının olmaması
için toplumu uyarmaktır. Bu suçların başında Alevilere karşı kendi
inancı dışındaki mercilerle işbirliği
yapmak vardır.
Örneğin muhbirlik, ajanlık bunların
başında gelir. Ajanlık Aleviliğin kesinlikle kabul etmediği bir durumdur.
Bir Alevinin birini Kadı divanına şikayet etmesi ile Kadı divanının oluşturduğu sistemle işbirliği yapması
aynı değildir.
Alevilik toplumsal rızalığa dayalı
kendi oluşturduğu Dar Divanı dururken, davaların başka yerlerde görülmesini kesinlikle kabul etmez ve bu
tür davranışta bulunan kişiyi Dar Divanına davet etmez. Zaten ajanlık,
muhbirlik
yapan
kişi
artık
adaleti Alevi Dar Meydanın da değil
onun zıddı olan Kadı divanı ve onun
uzantılarında aramış ise artık ona
Alevi denilmez.
Tarihinin tüm dönemlerinde Dar
adaletini uygulamış olan Alevilik şüphesiz bu uygulamaları Osmanlı’nın
Hilafeti getirmesi sonrası daha sıkı
uygulamaya soktu. Her ne şart altında
bulunursa bulunsun Alevilik kendi
sorunlarına kendi içinde çözüm arayan bir inanç biçimidir. Bir Alevi davalarını kendi içinde çözmenin
ötesinde yabancı bir ülke temsilcileri
ve ajanları ile benzeri iş birliği yapmış
ise 2 defa Alevilikten çıkmıştır. Onun
artık ne bu dünyada, ne öteki dünyada
Alevi inancı içinde yeri yoktur.
O artık bir düşkün de değildir.
Çünkü düşkünlük Alevilik içinde
belli bir süre için yaptırım biçimidir.
Kadı divanı veya yabancı ülke ajanları ile işbirliği yapan kişi tıpkı Hızır
Paşa örneğindeki gibi Alevilikten bir
daha içine dönmemek üzere uzaklaştırılmıştır. Onun davası beşeri (dünyevi) olan Hakk divanında çözülmez.
Alevi inancı, toplumu Rızalık üzerine kurulmuştur. Alevi inancına inanmak, bu inanç mensupları ile birlikte
yaşamak yani Alevi olmakta bir Rızalık işidir.
Şehirleşen Alevilik ve Dar Adaleti
Alevilerin köyden kente göçleri
kendi mahkemeleri olan Hakk Divanı
kararlarının uygulanma koşullarını giderek zorlaştırdı. Kaldı ki artık Aleviler sadece kendi inançlarından olan
insanlarla komşuluk etmiyorlar. İş,
eğitim, askerlik, evlilikler, arkadaşlıklar, siyaset, sosyal yaşam gibi alanlarda toplum ve inançlar iç içe
yaşamaktadır. Birinin inanç andeksli
hukukuna bir diğeri uymaz. O zaman
da bu hukuku uygulamanın koşulları
giderek zayıflar ve hem dejenere
olma hem de kaybolma tehlikesi ile
karşılaşır. Halbuki Alevilerin kırsal
37
kesimde yaşadığı dönemde önemli
davalarda bir takım kararlar alma ve
bunu uygulama koşulları vardı. Bu
koşullar göç nedeni ile giderek yok
olmaktadır.
Bir başka neden de, Aleviliğin şehirleşmesi ve devletin uyguladığı asimilasyon politikası sonucu Alevilik
özünden boşaltılmakta, özden uzaklaşılarak tek başına biçimsel inanç ritüelleri Alevilik olarak algılanıp,
Aleviliğin özünü oluşturan, ikrar
verme, musahip olma, Hakk divanında Dar’a durma gibi uygulamalar
biçimselleştirilmektedir. Bir kapalı
toplum inancı olan Alevilik, bugünün
sınıflı toplumlarında artık her alanda
kendi iç hukukunu uygulama şansına
sahip değildir. Ancak her şeye karşın
Aleviler nerede olurlarsa olsunlar ve
hangi toplum gerçekliği içinde yaşarlarsa yaşasınlar yine de Alevileri birbirine bağlayan etik değerlerini,
Aleviler içi hesap sorma, hesap verme
işleyişini yaşatabilirler.
Bunun için Alevilerin artık eskinin
Ocak-Dergah örgütlenmesi yerini alacak Alevi öğretisinin öğretildiği, pratik olarak uygulandığı, Dergahlarını
-Akademilerini kurarak çağdaş bilgi
ile donanmış kendi inanç önderlerini
yetiştirmeli ve Dergahlarda Dar Meydanı kurarak yıllık hesap verme-alma
amaçlı görgü cemlerini yapmalı, yola
girmenin olmazsa olmazı musahiplik
kurumunu yeniden oluşturmalıdır.
Alevilerin bugün en önemli sorunu kent yaşamına özgü yeni düzenlemelere
gitmektir.
Bu
düzenlemelerin en önemli yanı da
birlikte yaşama hukukunu içeren
Hakk divanını günün koşullarına
uyarlayarak işlevsel hale getirmekten geçer.
Semah
2014
Elewîtî û zimanê dayîkê
İSMAİL GÖKSUNGUR
roni.is@hotmail.fr
C
ivaka elewî yên kurd, ji salên
1960î û vir ve, di nav guherîn û veguherînên mêzin de
dijîn. Sedema van guherîn û veguherînên sereke; ew e ku ev civak li bajarên
di navbera sînorên Kurdistan û Tirkîyê
de dijîn. Di van salên navborî de, kapîtalîzma tirk berê ket wan bajaran, civakê kişand nav pergala xwe, hinek
derfetên aborî, perwerde û polîtîk pêşkêşî wan kirin. Bi vî awayî, xwestin
kurdên elewî ji cewhera xwe dûr bixin.
Pişt re jî, li ser vê civatê, bi şêweyekî
giran, helandin û pişaftineke girîng dan
meşandin.
Ji bo ku gelên bindest heyîna xwe ji
tinebûnê biparêzin, ziman çeka yekemîn a herî girîng e. Gelên ku qîymetê
nadin zimanê xwe û wî bikarnaynin,
ber bi tine bûnê ve rû bi rû dimînin û ji
netewbûnê jî derdikevîn.
Mixabin ev rewş, hêj jî ji alîyê me
kurdan ve tam nehatîye fêmkirin. Îro
em dixwazin netewa demokratîk ava
bikin. Di vê qadê de; ziman û wêje cihêkî girîng digirin. Divê ev jîyana nû
ya xweserîya demokratîk, bi ziman û
wêjeyê bê ava kirin. Em wek Gelê
Kurd, nikarin bi ziman û wêjeyeke bîyanî netewa demokratîk ava bikin. Ti
ziman û wêjayên din jî nikarin cihê
ziman û Wêjeya Kurdî tije bikin.
Dema ku straneke, vegotineke û peyveke kurdî, bi zimanê kurdî werin
gotin tiştek e, lê, bi zimanekî bîyanî
bên gotin jî tiştekî din e. Ti caran
heman wetayî nadin.
Her zarok bi zimanê dayîka xwe tê
dinê. Dayîk bi kîjan zimanî biaxêve,
ew ziman bi awayekî genetîk, wek hin
nexweşî û xisletên din, derbasî gîyana
zarokan dibe. Ev dibe zimanê zikmakî
yê wî/wê zarokî/ê. Piştre zarok fêrî
kîjan zimanî dibe bila bibe, ev jî dibe
zimanekî bîyanî.
38
38
Semah
2014
Ji bo ku gelên bindest
heyîna xwe ji tinebûnê
biparêzin, ziman çeka
yekemîn a herî girîng e.
Gelên ku qîymetê nadin
zimanê xwe û wî bikarnaynin, ber bi tine bûnê ve
rû bi rû dimînin û ji netewbûnê jî derdikevîn.
üiü
Li Kurdistanê, zarokên kurdan heta
6 û 7 salî, di malbatên xwe de bi zimanê kurdî diaxivin. Heta wê demê ji
xwe re cîhaneke diafirînin. Ji wan
salan şûnde diçin dibistanên tirkan hînî
zimanê tirkî dibin. Ango, ji cîhana xwe
derbasî cîhaneke nû û bîyanî dibin ku
ev jî li ser derûnîya zarokan bandoreke
neyînî-xetere çêdike.
Dewleta Tirk, ji avakirina komara
xwe heta îro, destketîyên Gelê Kurd
yên wek, nasname, ziman, wêje û çand
xistîye nav helandin û tinekirinê. Dîsa
heta vê demê, her tim xwest ku bi polîtîkayên qirkirina fîzîkî biserkeve lê,
têkoşîna Tevgera Azadîyê, pêşî li vê
girt. Îro, carekî din dixwaze bi polîtîkayên entegre û pişaftinê bigihîje armancên xwe.
Ji bo ku zimanekî bixwaze bijî; çar
rêbazên sereke hene. Ya yekemîn; divê
dayîk di mala xwe de, bi zarokên xwe
re bi zimanê xwe biaxive, ya duyemîn;
divê sedî sed perwerde bi zimanê dayîkê be, ya sêyemîn; divê ev ziman, di
danûstandina bazirganîyê de, di her têkilîyên sûk û kuçeyan de bê bikaranîn;
ya çarêmîn; divê ev ziman, li her qadên
dewletê, sazî û polîtîkayên wî de, bi
awayekî fermî bê bikaranîn. Îro, li
Kurdistanê zimanê zikmakî qedexe ye.
Dewleta Tirk giringîya vê yekê baş dizane. Di vî warî de, ji me bêhtir li ser
mijarê radiweste. Ger qedexeya li ser
ziman ji holê rabe, wê di demeke kin
de vejîna nirxên netewî, yên wek nasname, wêje, çand û daxwaza azadîyê,
bi awayekî jêneveger û şoreşeke hişmendî-zihnî pêş bikeve. Dîsa neyarên
Gelê Kurd, baştir dizanin ku wateya
kurd û Kurdistan, di zimanê dayîkê de
weşartîye.
Mijara zimanî kurdî, di çareserîya
pirsgirêka kurd de jî, cihêkî girîng digire. Dewleta Tirk, di hevdîtinên çareserkirina pirsgirêka kurd de, herî zêde
ji alîyê ziman de tund û dijberîya xwe
nîşan dide. Mijara ziman, di vî warî
de pirsgirêka herî bi nîqaş û dijwar e.
Dema ku mijara zimanê kurdî tê rojevê, rayedarên tirk di cih de radibin
ser pîyan, qirîneke dikin û dibêjin;
"Na! Ev qet nabe, zimanê kurdî nabe
zimanê fermî û perwerdê, em vê yekê
ti caran napejirînin." Ev helwesta dewletê, ji avakirina komarê û vir de
(1923) berdewam dike.
Ji bo pişaftina zarokan, li bajar û
gundên kurdan gelek dibistan hatin
avakirin. Xwestin bi destê dewletê li
ser hebûna kurdan, qirkirin û kok qelandinê pêk bînin. Ji alîyekî ve înkar
û qirkirin pêk tînin, ji alîyê din ve jî nirxên Gelê Kurd talan dikirin, dibirin
Tirkîyê û wek nirxên xwe yên çandî
nîşan didan. Ji bo Dewleta Tirk, kurd,
dîrok û ziman; ti caran nejîyane.
Dewlet, kesên herî nijadperest, netewperest, bi navê mamosteyan dişînin gund û bajarên kurdan. Navê wan
mamoste ne lê, ya rast ew dijminê zarokên kurdan in. Him civak piçûk dibînin, him jî ji bo zarokên wan zûtirîn
bikin tirk, bi awayekî hovane li dijî
39
39
zarokan tevdigerin. Zarokên kurd
dixin nav trawmayên giran. Di heman
demê de jî, ji dewletê re sîxurî dikin.
Mixabin, li gund û bajarên kurdan her
dem beşeke bijarte, hevkar û noker
hene. Ew derdoran jî, dibin dostên
wan mamosteyan û piştevanîyeke
mezin didin wan a.
Qadeke din ya ji bo piçûk xistin,
mesqere û tinekirina civaka kurd jî,
leşkerîya arteşa tirk e. Bi rastî jî ev der,
ji bo ciwanên kurd, warekî şewatê ye.
Bi gotina "kuro"; di serî de lêdanên
tund, piçûk xistin, her cure heqaret û êş
didin wan a. Di domandina leşkerîya
tirk de, armanca dewletê; afirandina
kesayetên tirsonek, jixwe bêbawer, bi
pergalê re bibe yek û nokerîyê bike. Di
vir de jî, dîsa nemaz e ziman dîyarker
e. Ji ber ku piranîya kurdên leşker, nikarin xwe bi zimanê tirkî baş îfade
bikin. Ev jî dibe sedema mijarên wan
buyerên nav borî û zerarên mêzin pêk
tînin. Tirkan ji leşkerîyê re dibêjin;
"Ocaxa Pêxemberan e!" Lê, rastî jî ev
ocax ji bo kurdan dojeh e, tinekirina
kesayetî û koletîya wan e. Dagirkeran,
di du sazîyên xwe yên wek leşkerî û dibistanan de, her tim xwestine ku kesayeta kurd xelas bikin û teslîm bigirin.
Li hemberî vê rewşê, mijara zimanê zikmakî, di serî de gelê elewî
kurd-kizilbaş, dibe peywirekî netewî
ji bo hemû kurdan. Dîsa, di serî de sazîyên polîtîk, sivîl û bi taybetî sîyasetmedarên kurd, divê giranîyê bidin
zimanê kurdî!
Semah
SERÊ HEZARAN
ŞAHİN POLAT
balipolat@yahoo.com
K
oyanê Dêrsimî de vîndî
bîyo şîyo la verî usulê estbîyo: Serê hezaran!
Merdim ke heqê xo de raşt bî, der û
cîranan de haşt, nanê xo rê hewl, karê
xo de çust bî, kewt binê bara raye,
emegê ê merdimî helal beno. Cem û
cemat de qisaya xo rê wayîr bî, Heq
tey yeno comerdîye, dîyar û zîyarî tey
benê heval. Rizq, xeyr û bereketê ey
benê rehma Heqî, ser o varenê. Araqê
çareyî, nanê sifreyê ê merdimî daîm
benê. Meymanî keyeyê ey ra kemî
nêbenê, dizd û bêarî ci ra dûrî şonê!
Xizir tengasîye de ci rê beno heval.
Merdimo hewl heqa kesî xo de,
heqa xo kî kesî de nêverdano. Peyê
kesî de kesî nêbirneno. Merdimî ke
raya xo kerde raya Heqî, Oyo corên
tey yeno comerdîye, locina ey ra
war keno û bereketê Xelîl Îbrahîmî
kewno koçika ê merdimî; Xizir
şewa rojeyê Xizirî de dest nano ardê
qawuta ey ser.
Cenîya ê merdimî ke nan pewt,
nana peyine kena heqa pising û kutikî. Mîraz kena mîyanê ardan, mîr
ke qedîya, legana ardan nêşuwena.
Ancî ebi ardan kena pak û ardê ke
pê pak kerdê kena kemeran ser ke
teyr û tûrî biwerê. Hîn heqa kesî xo
de nêverdana. Çim û nezerê kesî tey
nêmaneno.
Pey de Heq ke ama comerdîye malmelalê xo roj bi roje zêdîyeno. şîwane
û êrxatê xo kêber ra kemî nêbenê. Her
serre qurbanan kenê, pars û çiralix
40
40
2014
vila kenê; veyve û kewranîyan de xelatan benê, xeyrê merdan danê.
La key ke hezar ra zêde mal û melal
ame kewt gêwa malî, a tawe heqa
çiman ra dot, heqa na dînî û yê xoza
ey ser o manena! Qilancike ra bigê
heta hêlîyê, marî ra bigê heta milawinî, teyr û tûrê dinya, feqîr û fiqareyî, dew û dugelan de çimê sêwîyan,
yê beg û bezirganan ey de maneno.
Ebe des qurbanan, loqme û çiralixan
nêşikîno bine ra vejîyo.
Hard û asmên ey ra miradînê. Xofê
zîyaran, çimê vergan, zerrîya neyaran
tey manena. Çike verê kêberê to de
mal û milk ra dot çîyode bîn yeno
pêser: heqa dînan. Hezar malê to
kewtî kamca uca talan keno, awika
dereyan ancîna, vaş nêruwîno, yew
keyeyî rê hende mal neheqî ya.
Çimsîyayînî mebo!
Coka malî roşenê!
Qurbanan kenê…
Hezar ra ke zêde bî, yan jû yan hîrê,
yan panc, hewt, des û dide... mal weçînena, dormeyê hezaran de fetelnena, xemelnena û bena xoza de
caverdana yena ke heqa vergan,
wayîran, herd û asmênî to de memano. Serê hezaran dana ke hezaran
rareynê:
To ke nêda
Dizdî to ra tirenê
Bêdîn û bêîmanî nekelînê to
Vergê yabanî malê to qir kenê
Awe verê malê to ra ancîna
Vaş nêruwîno
Va nêweşîye ano
Dîyar û zîyaran de qurbana to nêvêrena
Axir ke nêbî talan-terîs bena
Ne warê to maneno ne kî dîyare to!
Nêbeno ke ti camêrdan re mirtibînî
bikerê, nêbeno ke miqisirînî bikerê.
Coka serê hezaran bide. Bide ke dil
û goşê to rehet bê...
Nêdana ke to zana: îqbal de ala!...
To dî derd kewto donê mircolikan
û cuwînê to ra peşew û perroj genimê
to anceno beno!...
Ma kam çi zano, kamî rê çi çitur
aseno?
Semah
2014
Kararlı bir inanç ve öğreti topluluğu
Aleviler/Kızılbaşlar
MÜSLÜM DOĞAN
muslumdogan59@gamil.com
A
levilik ; tarih boyunca ekonomik ve siyasi ortaklığa
ruhsal formasyonun da eklenmesi sonucu oluşmuş, ideal insana
ulaşma çabasını ve kaygısını taşıyan,
kararlı bir insan topluluğu olarak
ifade edilebilir.Bu topluluğun esas
özelliği; kendini kültür ve inanç ortaklığında dile getiren bir tür ruhsal
biçimlenme ortaklığıdır. Bu biçimlenmenin ulaştığı düzey ise zahir ile batinin birlikte algılandığı süreçtir.
Başka bir deyişle zahir ile batinin birlikte algılandığı bir tür manyetik kuzeydir buradaki şekillenme.
İslam öncesi yapısı ve geçirmiş olduğu süreçlere rağmen İslam’la olan
ilişkisi neden bu kadar güncel tutulmaya çalışılmaktadır? Kısaca;
Bir devlet dini olarak Müslümanlık;
geniş ve ayrıntılı bir hukuk sistemi
olarak tartışmasız kesin, değişmez
kurallar topluluğu ve de sonuçta da
bir devlet olma çabasıdır. Diğer dinlerden tek ayrılan kısmı da devlet
olma kaygısıdır.
Müslümanlık temel amaç olarak ta
başta dinsel ve sınıfsal bir devlet örgütünü kurmak konusunda önüne görevler koymuştur. İslam devleti ilk
kez Peygamber Muhammed tarafından bir kent devleti olarak Medine’de
kurulmuştur. Müslümanlığın kurduğu
devlet baştan itibaren tartışılır hale
gelmesiyle birlikte ilk dört halife dönemi de dahil olmak üzere tüm süreçler bir iktidar savaşına neden
olmuştur.
Asr-ı saadet olarak bilinen ve
islam’ın tartışmasız egemen olduğu
dönemin hemen sonrasındaki bu
dönem, İslam karşıtı İslam görünümlü insanların ilk kez karşı örgütlenmeye kalkıştıkları dönemdir.
Ancak İslam’ın egemen olduğu coğ-
İnsanların yaşam felsefesine dönüşen Alevilik; geçirdiği tüm süreçlerde kararlılık ve
kültür ortaklığıyla sağlamlaşmış, bu ruhi şekillenmesinde İslam’a
karşı korunma amaçlı
takiyye politikası ile İslam’i motiflerle bezenmekten de tam olarak
kurtulamamıştır.
41
41
rafya da İslam’a karşı olmak zor olduğundan yaşam ile eş anlamlı olması nedeniyle bir tür korunma aracı
olan takiyye taktik silahı olarak
islam’a karşı savaşta yerini almıştır.
Peki takiyye nedir?Takiyye ; “ zor
karşısında inanı yadsıma…Sözcük
anlamında gizlemek (Kitman) demektir
…koruma anlamındaki
Arapça vikaye teriminden türemiştir,
kökeninde korku (havf) ve sakıntı (ihtiyat) anlamlarını da içerir.”
Takiye ; alınacak yolda kural haline
gelmiş, korunma amacına yönelik
olarak geliştirilen ve Anadolu Aleviliğinin günümüze kadar şekillenmesinde esas rol oynayan ruhi
şekillenmede ki en önemli etkendir.
Takiye ilk kez Aleviler anlamında
yada ön Aleviler/Rafiziler tarafından
İslam’ın ilk kurulduğu yıllardan itibaren İslam devletine karşı bir korunma
silahı olarak kullanılmıştır.
Günümüz adı ile Alevilik ; her ta-
Semah
rihi kesitte farklı isimlerle tanımlanmış olsa da tüm süreçlerdeki en
özgün adı Kızılbaşlıktır. İlkel topluluk
düzeni nasıl ki insanlık tarihinin ilk
evrensel evresi ise ön Alevilik olarak
adlandırdığımız süreçte Aleviliğin ilk
evrelerini de dikkate aldığımızda ; en
kapsayıcı ve özgün haliyle ; Kızılbaşlık/Sersor olarak tanımlamak doğru
olacaktır.
Meşhur Türkolog Irene Melikoff
Alevi sözcüğü için " Bilimsel açıdan
bu sözcük yanlıştır. Alevilerin tarihteki adı Kızılbaş’tır.” demektedir .
Ayrıca aynı yazar etimolojik yanlışlığa da dikkat çekerek ; " Uzun bir
zaman bu cemaat dışı insanların
(heterodoxes) belli bir adları olmadı.
Küçültücü olduğu ölçüde cemaat dışılık ifade eden Rafizi Zındık Mülhid
(Tanrı
tanımaz
dinsiz
güvenilmez) adları ile anıldılar.Ya
da daha çok tarihi Safavi taraftarlığının adı olan Kızılbaş sözcüğü ile
ifade edildiler.Ve bu onların kendilerinin de kullandıkları adları oldu…
Türkiye’de günümüzde Ali’ye bağlılıkları dolaysıyla onlara “Alevi”
denmektedir. Oysa etimolojik anlamıyla bir Alevi’nin soyca Ali’ye
bağlı olması gerekir.” demektedir.
Burada Kızılbaşlık kavramının Safaviler’e bağlamak zamanlama anlamında yanlıştır. Selçukluların devlet
olmasında yada devletin kurumsallaşmasına neden olan Nizamülmülk Siyasetname
adlı
eserinde
;
“Bahsettiğimiz bu köpeklerin her birinin macerası büyük bir kitap gerektirir. Batiniler zaman zaman isyan
etmişler her zamanda kendilerine
başka bir isim ve başka bir lakap vermişler her şehir onlara başka bir ad
vermiştir. Mısır ve Halep’te İsmaili ;
Bağdat Maünnehir ve Gazneyn’de
Karmati ; Küfe’de Mubareki ;
Basra’da ravendi Berkai Beri Halefi
ve Batini ; Gürgan’da Kırmızı Bayraklı ;Şam’da muniza ; Mağrip’te
Saidi ; Lahsa ve Bahreyn’de Cennabi
; İsfahan’da Batini derler. Onlar ise
kendilerine Talimi derler. Maksatları
her zaman Halkı doğru yoldan çıkararak Müslümanlığı ortadan kaldırmak olmuştur.”
“ Kızılbaşlık gerek geçmişteki gerekse şu günkü haliyle bir İslam heterodoksisidir…İslam heterodoksisi
demenin doğru olduğu düşüncesindeyiz.” Ön Alevilik/Rafizilik/Kızılbaşlık ile ilgili tanımlamada ortak nokta
farklı dinden ve inançtan insanların
42
42
2014
İslam’a karşı bir araya gelerek oluşturdukları bir tür kültür ortaklığında
yaşam bulan “İslam’ı kökten veya
kısmen reddeden” anlayışın manifestosu olarak sosyo-dinsel devrimciler
olarakda tanımlayabiliriz.
Ruhi şekillenme kavramı Marksistler tarafından daha çok uluslaşma süreci ile ulusun ulus olmasında
olmazsa olmazı olarak kullanılan bir
sözcük olmasına rağmen bin yıllardır
sosyo-dinsel devrimci (Ön Aleviler)
olarak tanımlanacak bu kararlı insan
topluluğu için de olmazsa olmaz olarak ele alınabilir.
Farklı uluslardan ve milliyetlerden
insanları inanç ortaklığına götürecek
kültür birikimini sağlayacak yegane
süreç ruhsal şekillenme sürecidir. Bu
süreç en az beş bin yıllık bir sürecin
ürünüdür. Ancak tüm bu şekillenmelerin sonuca ulaştığı süreç İslam’ın
egemenliği ile birlikte ortaya çıkan
manyetik kuzeyin belirlendiği karşı
duruşun açıkça ortaya konduğu
zaman aralığıdır.
İslam’ın devlet ideolojisi olarak
yoğun baskısı ve halkları zorla Müslümanlaştırma baskı ve sömürge politikası halkların karşı duruşları ile
karşılaşmıştır. Ancak büyük bir güç
olarak doğan İslam’a karşı halklar ;
çoğu kez takiyye yapmaya itse de
(korunma amaçlı) başkaldırıları da bir
gelenek halini almıştır. Nizamülmülk
“onların arzuları İslam’ı yok etmekten ibarettir. Halkı kendi yanlarına
çekmek için önce kendilerini doğru
gösteriyorlar.” der. Yine Nizamülmülk “Kafirler bunlara nispeten Müslümanlara daha merhametlilerdir...
Onlar saman altında su yürütenlerdir... Bu kafirler halkı mal-mülk yıkmaya tahrik ediyorlar yardıma
muhtaç olanların varını yoğunu alıyorlar ve öyle gösteriyorlar ki güya
bu onlar için fazla imiş.” “Yapmış oldukları takiyye ile toplumculuklarını
ifade etmektedir.”
Kızılbaşlar ; Kuran ve İslam dini
hakkında şüphe uyandıracak sorgulamaya olanak veren savlar ortaya ata-
Semah
2014
Kent ilişkileri içerisinde sınıfsal sorunları nedeniyle, süreçlerden etkin olarak çıkamayan yetmez kişilik sorunları ile karşı karşıya olan bireylerin, "gerçek İslami
kurallar bizdedir, gerçek Müslümanlar Alevilerdir" gibi ruhsal şekillenmesinde
sorun olanlar, Alevilere tamamen yabancı İslam Hukukunu dayatma çabaları yalnızca cahilliklerine verilerek savuşturulmamalıdır.
üiü
rak içsel ve dışsal anlam kabuk ile çekirdek ilişkilerini esas alan Tanrının
“hem vardır hem yoktur görür görmez vb.” insanla ilişkilendirilmesinden dolayı tespitler yaparak ideolojik
ve toplumsal alt yapılarının oluşmasına neden olurlarken korunma
amaçlı takiyenin yanında ruhsal şekillenmeleri de bu arada netleşmiştir.
Diyalektik anlamdaki bu toplumsal
alt yapının gelişim süreci yüzyıllara
sarih ruhi şekillenmesi ile bir sıçrama
noktası olarak (Ali taraftarlığı Ehlibeyt tutkusu) Kızılbaşlık olarak tarihte yerini almıştır.
İslam’ın yeşil bayrağına karşılık
“Kızıl bayrakları beyaz gömlekliler”
olarak ilk karşı duruşlarında takkiye
politikalarını da terk etmeye başlamışlardır. Babek’i hareketi İslam karşıtı olarak, özgür birleşik toplum
yaratma çabasıyla, islam’ın kamucu
olmayan devlet modeline de alternatif
olarak ilk örneklerdendir.
Anadolu’da bugünki özgün haliyle
farklı uluslardan ve milliyetlerden insanların yaşam felsefesine dönüşen
Alevilik; geçirdiği tüm süreçlerde kararlılık ve kültür ortaklığıyla sağlamlaşmış bu ruhi şekillenmesinde
İslam’a karşı korunma amaçlı takiyye
politikası ile İslam’i motiflerle bezenmekten de tam olarak kurtulamamıştır. Dört Halife döneminde başlayan
Ali yandaşlığı Ehli-beyt sevgisi felsefenin zırhına dönüşmüştür. Bu koruyucu zırh artık çıkarılamayacak
şekilde yaşamsal bir organa dönüşmüştür. Alevi aydın hareketinin tazyiki
ile birlikte yazılan eserlerinde etkilerinin düzeyi bunu göstermektedir.
Ancak tartışmalar daha uzunca bir
süre devam edecektir.
Ruhi şekillenmenin yarattığı kararlı
özgün Alevi/Kızılbaş kültürü bir ileri
sürece aktarılmasında günümüzde
sorun yaşamaktadır.Takiyye süreci
artık bitmiştir. Ancak geleceğe ilişkin
bu kararlı topluluğun projelerinin ortaya konması gerekmektedir. Kent
ilişkileri içerisindeki Alevilik özgün
haliyle korunmasında Alevi aydınlarına büyük görev ve sorumluluklar
yüklemektedir. Bu sorumluluk ve
görev bilinci Alevi derneklerinde geliştirilebilinir.
Bu anlamda örgütlülüklerin önemi
tekrardan ön plana çıkmaktadır.Alevi
derneklerinde görev alacak insanların
yetkin gelişmeye açık toplumsal gelişmemize uygun özgün halimizi korumadaki hassasiyetinin denenmiş
olması gerekmektedir. Alevi/Kızılbaş
örgütlülüğünün günümüz yaşanılan
sürecindeki olumsuzlukları olumluğa
dönüştürme kaygısı Alevi aydınlarında maalesef siyasi gelecek ve grup
anlayışını aşamamaktadır. Çok
önemli örgütlülükler hiçbir formasyona sahip olmayan üretmeyen üretim süreçlerinde yer almayan insanlar
tarafından yönetilmektedir. Alevi/Kızılbaşların her sürece ilişkin tarihi ve
felsefi alana ilişkin yetkin kadroların
geleceğe doğru bilgi aktarımında
görev alacak kişileri özenle seçmesi
gerekmektedir.
Bu sürecin önemi yeni bir ruhsal
şekillenmenin başlangıç süreci olmasıdır. Kararlı kültür ve inanç topluluğu bu yeni sürece hazırlanmalıdır.
Bu ise doğru seçilmiş kadrolarla
mümkün olacaktır.
Bu kadrolar çağdaş demokrat, bil43
43
gili dedeler bilim insanları Alevi/Kızılbaş aydınları, üzerini küllerin örttüğü ocakların yeniden ateşlenmesi
ile olacaktır.
Takiyye sürecini atlatıldığı yada tamamen kurtulunduğu bu süreçte Aleviliği bilinmezliğe sürükleyen, onu
anlaşılmaz kılan çabalara karşıda ayrıca karşı duruş örgütlenmelidir.
Örnekler vererek konuyu biraz
daha anlaşır hale getirelim.
-Alevilik konusunu derin felsefi
süreçlere götürme, bilinemezciliği
zorlama, bu konuyla ilgili olarak sözlük ve benzeri yayınlar. ( Konu öyle
tarihi kesitlere götürülüyor ki Antik
felsefenin nedeni ve yaratıcısı oluyor
Alevilik. Hızını alamayan bazı yazarlar işi Romalılara kadar götürebilmektedirler. )
-Kent ilişkileri içerisinde sınıfsal
sorunları nedeniyle, süreçlerden
etkin olarak çıkamayan yetmez kişilik sorunları ile karşı karşıya olan
bireylerin, "gerçek İslami kurallar
bizdedir, gerçek Müslümanlar Alevilerdir" gibi ruhsal şekillenmesinde
sorun olanlar, Alevilere tamamen yabancı İslam Hukukunu dayatma çabaları
yalnızca
cahilliklerine
verilerek savuşturulmamalıdır. Bu
Konuda da karşı tezler bilim insanı
titizliliğiyle ortaya konmalıdır.
Ruhsal Formasyonun ve şekillenmenin beş bin yıllık yolculuğunda
özgür birleşik ve demokratik toplum
yaratma kaygısı dışında kaygısı olmayan bu kararlı kültür ve inanç
topluluğunun yeni yolculuğunda
özgün halinin geleceğe taşınmasında Alevi örgütlerine büyük
görev düşmektedir.
Semah
2014
FEDA Kobanê sınırında
I
ŞİD çetelerine karşı olağanüstü bir direniş segileyerek şimdiden tüm insanlığa mal olan Kobanê’yle dayanışma amacıyla birçok heyet Kobanê
sınırına gitti. Bu heyetlerden biride Avrupa Barış ve Demokrasi Meclisi bileşenlerinden oluşan heyet oldu. Heyette DİDİF, ATİF, AveG-Kon, Nor Zartonk,
Mezopotamya yeniden Değişim Partisi ve Ezidi federasyonu ve FEDA olmak üzere kurum temsilcilerinden
oluştu. FEDA adına heytte bulunan Eşbaşkan Ali Köylüce çeşitli temaslarda bulundu. Heyet üç günlük temaslarıyla birlikte her koşulda Kobanê’nin yanında
olacaklarına dikkat çektiler.
Şengal ve Kobanê için dayanışma etkinliği
03.10.2014 tarihinde, Giessen'nin Wetzlar bölgesinde "Kobanê ve Şengal ile Dayanışma
gecesi"düzenlendi. FEDA Giessen komitesinin de
düzenleyicisi olduğu gecede ATİF ve NAV-DEM
adına yapılan konuşmalarda Kobanê ve Şengal’de
ki son durum hakkında değerlendirmelerde bulunuldu. Çeşitli konuşmaların yapıldığı gece de,
Ankara'dan gelen Atakan kardeşler, Wetzlar
ABF'nin gençlik grubu, Grup Bahok ve Mikail
Aslan birer dinleti sundular. Wetzlar FEDA, Wetzlar Demokratik Kürt Toplum Merkezi üyesi
kadınlar, Wetzlar Alevi Derneği üyesi kadınlar ve
Wetzlar Demokratik İnsiyatifi üyesi kadınların
evlerinde yaptıkları yemekler standlarda destek
amaçlı satışa sunuldu. Gecede toplam 6445 euro
yardım toplandı.
GIESSEN
44
44
Semah
2014
Şengal insanlığın onurudur
Dortmund Alevi Kültür Merkezi
Dakme'nin öncülüğünüde yapılan
Panel, halkın yoğun katılımı ile gerçekleştirildi. Panelist olarak Avrupa
Ezidiler Birliği Federasyonu temsilcisi Nedim Erkiş, FEDA temsilcisi
Mehmet Sürmeli ve Dortmund Halk
meclisi Eş başkanının katılım sağla-
arkasındaki dünya güçlerinin ve iç
ihaneti yürüten KDP hükümetine sitemlerini dile getirdi. Erkiş bunun
asla unutulmayacak bir katliam ve
ihanet olduğunu söyledi. Söze devam
eden Mehmet Sürmeli İŞİD'in oluşumunu ve arkasındaki güçlerin kim olduklarına yönelik tespitlerde bulundu.
Söze devam eden Dortmund halk
meclisi eşbaşkanı Medeni Kılıç ise
Kürtlerin onuru olan Şengal'in onurunun kırılmak istendiğini ve buna sessiz kalınmaması gerektiğine vurgu
yaptı. IŞİD'in aslında İslam dışı kapitalist güçlerin yarattığı insanlık dışı
bir terör örgütü olduğunu ve asıl
Dortmund/DAKME
dığı Panel, moderasyonluğunu
DAKME yönetiminden Ayten Kılıç'ın, halkı selamlaması ve bir dakikalık saygı duruşu ile başladı.
Akabinde panelistlere söz verildi.
Sözü alan Erkiş Şengal'deki güncel
durum ve gelişmeler hakkında bilgi
aktardı. Ezidi halkının onuruna bir
saldırının olduğunu belirten Erkiş, Alevilerin ve diğer katliama maruz
kalan inanç kesimlerinin bizleri iyi
anlamaları gerektiğine vurgu yaptı.
Şengal dağlarında katliamdan kurtulan insanların kurtarıcıları olan HPG,
YPG, YJA-Star gerillalarının bölgedeki önemine değindi. Bu katliamın
Maddi anlamda Katar olmak üzere ve
lojistik anlamda Türkiye olmak üzere
dünyanın çeşitli Kapitalist ülkelerinin
eseri olan IŞİD'in, Şengal'de tehlikeli
oluşundan ötürü, ileriye dönük bakıldığında, başta Dersim olmak üzere
tüm Aleviler için önlemi alınmazsa,
tehlikeli olacağına vurgu yaptı. Bu
katliamın geçmiş dönemlerdeki katliamlardan farkı olmadığını belirten
Sürmeli, Dersim katliamı örneğine
değindi. Alevilerin birlik olup bu katliamlara karşı güçlü bir duruş sergileyip Ezidi halkımızı sahiplenme
konusunda önemli bir rol oynamaları
gerektiğini söyledi.
45
amaçlarının İslam adı altında Kürdistan topraklarının zenginliklerini ele
geçirip orada yaşayan Ezidi kardeşlerimizi göçe mecbur kılmak olduğunu
belirtti. Bu tür katliamların biz Kürtleri korkutamayacağını söyleyen
Kılıç, tüm Kürdistan halkının birlik
ve beraberlik çercevesi içinde Şengal
ve Şengal'deki değerlerimizi korumaya çağırdı. Panel soru ve yanıtlarla
devam etti. Gerçekleştirilen panelde
halktan Şengal için maddi yardımın
yanı sıra, bir minibüs dolusu yatak ve
giyecek yardımı toplandı. Sanatçı
Kirvem Erdal'in seslendirdiği bir kaç
ağıt ile panel sona erdi.
Semah
2014
Kobané için Kızılbaş Aleviler ayakta
Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) çetelerinin saldırı
hedefinde olan Kürtler, özellikle son bir aydan beri
bütün dünyada ayaktalar. Her gün ve her an bulundukları merkezlerde sokağa çıkan Kürtler, İŞİD ve
arkasındaki karanlık güçlere karşı seslerini yükseltmekteler. Almanya’nın Hagen kentinde Dergahlaşma çalışmalarına hız veren Kızılbaş Aleviler
(İtikaté Réya Heqi), IŞİD çetelerine karşı yapılan
tüm etkinlikler içinde yer almaktadırlar. Hagen ve
çevresindeki Kızılbaş Aleviler, IŞİD’in ve arkasındaki Irkcı-faşist devletlerin gizli planlarının hedefinde, Kürdistan ve Anadolu’daki Kürt-Türk
Kızılbaş Alevilerin’de olduğunu düşünmekte ve
bundan dolayı tüm Kızılbaş Alevileri birlik- beraberlik saflarında yer almaya davet etmektedirler.
HAGEN
Kobanê için açlık grevi
IŞİD çetelerinin yoğun saldırısı altında bulunan Kobanê için Avrupa'nin birçok merkezinde yüzlerce insan
açlık grevine girdi. Demokratik Alevi Federasyonu
bütün açlık grevlerine aktif olarak katılım gösterdi.
Bunlardan biride Fransa'nin Strasbourg kentinde Avrupa Parlamentosu önünde gerçekleştrilen beş günlük
grevdi.
Kürtlerin,
Asurilerin,
Ezidilerin,
Ermenilerin, Türklerin, Sol demokrat örgütlerin, halklar
ve inançların birlikte başladıkları greve FEDA eşbaşkanı Ali Köylüce, Pir Sultan Abdal Kültür Dernekleri
eski başkanı Kemal Bülbül, Semah Dergisi yayınkurulu
üyesi yazar Haşim Kutlu ve Fransa FEDA yönetimi
aktif olarak katılım sağladılar. "Günümüzün Kerbelası
Kobanedir" diyen Alevi canlar "heryer Kobane, Heryer
direniştir" sloganını ortaya koyarak herkesi aktif olarak
katılmaya çağırdılar.
46
Semah
2014
Hagen’deki Aleviler
Dergahlaşma Kararı Aldı
Almanya’nın Hagen
kentinde yaşayan Aleviler, 12.10.2014 tarihinde
bir araya geldiler. Daha
önce aralarında oluşturdukları bir
komisyonla örgütlenme çalışmalarını yürüten Aleviler, geniş bir katılımla yaptıkları toplantı sonucunda
Dergahlaşma kararı aldılar. Toplantıya FEDA temsilcisi Rojda Yıldırım, Araştırmacı Yazar Erdoğan
Yalgın ve komisyon sözcülerinden
Nesim Doğan örgütlenme ve Alevileri bekleyen tehlikeler hakkında
sunumlar yaparak, katılımcıları bilgilendirdiler. Çeşitli sorunların tartışıldığı bu platformda, katılımcılar
tarafından getirilen lokmalar pay
edilip, dostluk ve birliktelik için
niyet ve görüşler dile getirildi. Toplantıda çıkan ortak karar doğrultusunda, Hagen ve çevresini de içine
alacak bir örgütlenme ağının oluşturulması ve kısa bir sürede, Alevi
Kültür Dergahı adı altında fiziki
mekan sorununun çözülmesiyle,
faaliyetlerde bulunulması kararına
varıldı. Temel çalışmaları arasında
Alevilik (Réya Heqi İtikatı) eğitimiyle birlikte, bir kütüphane ve dokümantasyon- arşiv bölümünün
oluşturulması hedeflendi. Bununla
birlikte inancın tarihsel, sosyal-kültürel ve teolojik bir bütün olarak top-
lumsal değerlerinin eğitim-ögretim
seanslarıyla devamlılığının sağlanması, okul çağındaki öğrencilere ek
ders kurslarının verilmesi, Bezm-i
muhabbet cemlerinin yaşatılması,
belli günlerde var olan inanç törenlerinin yerine getirilmesi, siyasi süreçler
hakkında panel ve seminerler tertip
edilmesi ve benzeri faaliyetlerin yaşatılması kararları alındı.
Festivalde renkli sahneler
22. Kürt Kültür Festivalinde Demokratik Alevi Federasyonunun açtığı ştand büyük ilgiyle karşılandı. Avrupa'nın
dört bir yanından gelen canların buluşma noktası olan çadır,
renkli sahnelere şahit oldu. sohbetlerin, teorik tartışmaların
yanısıra hummalı Alevilik tartışmalarının da yapılması şaşırtıcı değildi. Alevilikle ilgili kitaplar ve Seyit Rızaların
Sakine Cansızların fotoğraflarının olduğu tişirtler yoğun
ilgi gördü. Canlar bir sonraki festival de buluşmak umuduyla coşkuyla katılımlarını sağladılar.
47
47
Semah
2014
Dünyayı verelim çocuklara
Dünyayı verelim çocuklara
hiç değilse bir günlüğüne
allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar
oynasınlar türküler söyliyerek yıldızların arasında
dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim
sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler
Nazım Hikmet
48
48
Mareş’e birneke!
19-26 Kanûn 1978
SEMAH DERGİSİ ABONELİK FORMU
Ad/Soyad
Adres
E-mail
Tel
Banka
Konto
BLZ
:
:
:
:
:
:
:
Temsilcilikler:
- ALMANYA
- Düsseldorf: Ayten Arslaner
- Berlin: Ana Fatma Dergahı
- Dortmund: DAKME
- Köln: Ali Bildik
- Bonn: Pir Veli Doğan
- Hamburg: Hak-Evi Dergahı
- Mainz: Gülsüm Sevim
- Bremen: Dr. Yaşar
- Bielefeld: İsmail Eren
- AVUSTURYA: Hediye İmanlı
- FRANSA: Bemal Özdemir
- İNGİLTERE: Cihan Aşkın, Halil Mısır
- İSVİÇRE: Neslihan Kılıç
- BELÇİKA: Doğan Erdoğan
Formu doldurduktan sonra aşağıdaki adrese gönderiniz
Adres: Semah Dergisi- Immermanstr. 29
44147 Dortmund
İletişim:
Tel: +49 177 838 94 14
E-mail: semaherenleri@hotmail.fr
www.alevi-kizilbas.com
Banka: Federation der Demokratischen Aleviten e.V
Konto Nr: 1007028655
IBAN: DE 35 3005 0110 1007 0286 55
BIC: DUSSDEDDXXX
Kobanê’nin Dağ Yürekli Çocuklarına
Dağ yürekli dost gülüşlü
Seni nasıl kaleme alsam bilmem ki?
Şair olup şiirlere mi dizsem?
Yazar olup romanlara mı döksem?
Dağ yüreklim…
Yoksa arkadaşça, yoldaşça
oturup anılarını mı yazsam?
Nasıl dile getireyim seni gül yüzlüm
Bilmem ki
O dağ yüreğini mi?
O dost gülüşünü mü?
Savaşımındaki o coşkunluğu mu?
Nasıl anlatsam seni güneş yüzlüm?
Bilmem ki
Sen yüreklerde kutsal değer
Değerle gelişen direniş abidesi
Sen halkın günlünde
Eserleşen Kobanede
Sen cana can katan
Onur abidesi
Nasıl anlatsam seni dost gülüşlüm
Bilmem ki
Download