evliya çelebi seyahatnamesinde hac yollarının incelenmesi

advertisement
EVLİYA ÇELEBİ SEYAHATNAMESİNDE İNANÇ TURİZMİ
AÇISINDAN HAC ZİYARETİ
Prof. Dr. Sami KARACAN
Kocaeli Üniversitesi, İİBF, İşletme Bölümü Öğretim Üyesi
skaracan@kocaeli.edu.tr
Doç. Dr. Esin KARACAN
Kocaeli Üniversitesi, Adalet MYO Öğretim Üyesi
ekaracan@kocaeli.edu.tr
Yrd. Doç. Dr. Yüksel GÜNGÖR
Kocaeli Üniversitesi, Derbent MYO Öğretim Üyesi
yuksel.gungor@kocaeli.edu.tr
ÖZ
Evliya Çelebi’nin 17.yy’da gezdiği yerlerde gözlemlediği, toplumların yaşama düzenini ve
özelliklerini, kültürel yapısını ve tarihî olaylarını yansıtan 10 ciltlik Seyahatnâmesi, bir gezi
kitabıdır. Evliya Çelebi Seyahatnâmesinin dokuzuncu cildinde, daha önce Anadolu'nun gezip
görmediği Batı ve Güney Anadolu'yu gezdikten sonra Suriye ve Filistin üzerinden yıllarca
özlemini çektiği hac ibadetini yapmak üzere Hicaz'a gidişini, Mekke ve Medine'de
gerçekleştirilen hac ibadetinin bütün usul ve şartlarını anlatır.
Bu çalışmada Çelebi’nin ziyaret ettiği Kütahya, Uşak, Manisa, İzmir, Ödemiş, Tire, Aydın,
Muğla, Antalya, Karaman, Tarsus, Adana, Ayntab, Haleb, Şam, Sayda, Kudüs, Akka,
Medine, Mekke şehirlerinden konu sınırlaması olarak Hac yolculuğunu içeren Mekke ve
Medine gezisindeki izlenimleri ortaçağda önemli yer tutan Dini Turizm açısından ele
alınmıştır. 9. Kitap’ı Dankoff’a (2012) göre “Hac Yolculuğu” başlığı ile nitelendirmek yanlış
olmayacaktır.
Bu çalışma, birinci elden kaynak olan 9. Cildin Topkapı ve Süleymaniye el yazma nüshalarına
ilaveten 9. cildin Devlet Basımevi 1938 ilk baskısı gözden geçirilerek hazırlanmıştır. Diğer
taraftan Osmanlı Devletinde her yıl hac ziyareti öncesinde önemli bir yer tutan İstanbul’dan
padişahın gönderdiği Surre Alaylarının hac ziyaretinde bölgeye kattığı zenginliğe de
çalışmada yer verilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Evliya Çelebi, Seyahatname, Surre Alayları, Hac, Mekke, Medine.
I. GİRİŞ
Seyahatname’de geçen ve kendi ağzından ifadelere dayanan bilgilere göre Evliya Çelebi, 25
Mart 1611 tarihinde İstanbul Unkapanı’nda doğmuştur. Babası Derviş Mehmed Zillî sarayda
kuyumcubaşıydı. Evliya Çelebi'nin ailesi Kütahya'dan gelip İstanbul'un Unkapanı yöresine
yerleşmiştir. İlköğrenimini özel olarak gördükten sonra bir süre medresede okumuş ve musiki
ile ilgilenmiştir. Kuran'ı ezberleyerek "hafız" olmuştur. Enderun’a alınmış, dayısı Melek
Ahmed Paşa'nın aracılığıyla Sultan IV. Murad'ın hizmetine girmiştir (Şavk 2011).
Evliya Çelebi Seyahatname’nin girişinde seyahate duyduğu ilgiyi anlatırken bir gece
rüyasında İslam’ın peygamberi Hz. Muhammed'i gördüğünü, ondan "şefaat ya Resulallah"
diyerek şefaat isteyecek yerde, şaşırıp "seyahat ya Resulallah" dediğini, bunun üzerine Hz.
Peygamberin ona gönlünün uyarınca gezme, uzak ülkeleri görme imkanı verdiğini yazar.
Evliyâ Çelebi’nin bazı olayları anlatışı, standart Osmanlı tarihçileriyle de karşılaştırılabilir.
Nitekim, Evliyâ’nın, Melek Ahmed Paşa’nın vezir-i azamlıktan azledilişini anlatışı, dönemin
önemli tarihçisi Naimâ’nın anlatışıyla karşılaştırılabilir. Bunu yaptığımızda Evliyâ’nın,
1
insanlık dramını nasıl abarttığını, anlatıyı yerel diller kullanarak nasıl renklendirdiğini, savaş
betimlemesinde nasıl destan tarzına başvurduğunu ve anlatıyı başından sonuna kadar kişisel
havasıyla nasıl hafiflettiğini görebiliriz (Dankoff 1991). Eserin bu özelliğini göz önüne alarak
konular değerlendirilmeye çalışılmıştır.
Konumuz olan hac seyahatini Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nin 9. cildinde anlatır. Müstakil
ciltlerde anlattığı İstanbul ve Mısır’dan sonra Hac yolculuğunun anlatımı da neredeyse bir
cildi tutar. Evliya Çelebi bu yolculukta surre alayı hakkında bilgiler de verir. Çalışmamızda
her yıl geleneksel olarak hac öncesi Osmanlı padişahları tarafından gönderilen bu alayın
faaliyetlerine de yer verilmiştir.
II. TURİZM VE HAC TURİZMİNİN ORTAYA ÇIKIŞI - GÜNÜMÜZDEKİ ÖNEMİ
İnsanlar ilk çağlardan beri yiyecek bulma, korunma gibi bazı gereksinimlerini karşılamak için
hareket halindedirler. Bu yer değiştirme günümüz turizm anlayışıyla örtüşmese de turizm
hareketinin başlangıcı sayılabilir. İlkçağlarda meraktan dolayı seyahat eden ilk insanların
Heredot ve Pausanias olduğu bilinmektedir (Lanquar 1991). Bu çağda insanları turizme
yönelten sebeplerin başında din gelmektedir. Birçok insan kutsal saydıkları yerleri ziyaret
etmek için yer değiştirmiş, M.Ö 3000 yıllarında Sümerler Eski Mısır’a piramit ve tapınakları
görmek için gitmişlerdir. Roma ve Yunan döneminde ise, seyahatlerin spor, zevk, sağlık ve
ticari amaçlı olarak yapıldığı görülmektedir. M.Ö. 700’lü yıllarda olimpiyat oyunlarının
başlaması üzerine, farklı şehirlerden, oyunları izlemek ve oyunlara katılmak için seyahat
edenler olmuştur (Tunç ve Saç 1998).
Hac kelimesi İbranca’da ‘hag’ şeklindedir; bayram anlamına gelen bu kelime bir şeyin
etrafında dönmek, dolanmak manasındaki ‘hug’ kökünden türemiştir. Yine kelime olarak hac;
ziyaret etmek, yönelmek, gönülden istemek, kastetmek, anlamlarına da gelmektedir (Bayyiğit
1998). Hac belli bir zamana bağlı, toplu olarak yapılan düzenli hareketler bütünüdür.
Dünyanın pek çok yeri için bu örnekleri çoğaltmak mümkündür. Doğal olarak inanç, alınıp
satılan ve ticareti yapılan bir mal değildir. Ancak insanların inançlarının gereği olarak “hacı”
olmak, kutsal yerleri görmek, manevi tatmine ulaşmak için seyahat ettikleri de bir gerçektir
(Özgüç 2003). Genel olarak insanın Allah’a doğru seferidir. Âdemoğullarının yaratılış
efsanesinin sembolik bir göstergesidir.
Orta Çağ, Hıristiyanların hacı olmak için seyahat ettikleri bir dönemdir. İslamiyet’in de Hz.
Ömer devrinden sonra hızla yayılmasıyla, kutsal sayılan Mekke ve Medine gibi birçok
yerleşim merkezlerine de ziyaretler yapılmıştır. Orta Çağ’daki önemli gezginlerden birisi
Venedik’ten Çin’e kadar yolculuk yapan Marco Polo’dur. Marco Polo’nun yolculuğu merak
turizmine konu olmuştur. Vasco de Gama ve Evliya Çelebi de bu dönem gezginlerindendir
(Sezgin 1995).
Hac, kutsal mekânları ziyaret olayı; milli geliri arttıran, ödemeler dengesi açığının
kapanmasına katkı sağlayan ve ülkeler arasında döviz girdi çıktısı sağlayan özellikleri
taşıması bakımından da önemlidir. Ayrıca dini turizm; bilim, kültür, sanat ve estetik anlayışı
bakımından toplumların birbirinden etkilenmesi açısından da önem taşımaktadır (Armağan
1990).
Bugün yine, turizm hareketlerinde dinsel turizme doğru büyük bir yöneliş vardır. Gerek İslam,
gerek Hıristiyan dünyasında kutsal mahallerin ziyareti ön plana çıkmaktadır (Ziyaoğlu 1969).
İnsanlığın en yaygın kültür ve din fenomonolojilerinden biri olan hac; Buddhism, Hinduizm,
İslamiyet, Judaism ve Hıristiyanlık gibi önemli dinleri kapsar (Barber 1993). Bugün ise hac
geleneksel dini ve modern dünyevi bir seyahat olarak tanımlanabilir. İnanç turizmi,
2
günümüzde yaklaşık 300 milyon ziyaretçiye hizmet veren ve 18 milyar dolarlık bir bütçeye
sahip olan ve her geçen gün hızla büyüyen bir turizm koludur. Amerikan Seyahat Endüstrisi
Birliği’nin Raporuna göre, her 4 seyahatçiden biri dinsel ziyaretlerle ilgilenmektedir (Wright
2007; Güzel 2010). Wright, bu görüşünü bir kez de İstanbul 2010 İnanç Turizmi Zirvesi’nde
Dünya Dini Seyahat Birliği Başkanı olarak yaptığı konuşmada “inanç turizmini” gündeme
taşımıştır
(www.turizmtrend.com/...turizm/...turizmi/turizmin-devlesen-gucu-dinitu..,er.tarihi:2014). Günümüzde geldiği nokta itibarıyla Ülkemizdeki dini amaçlı turizm
destinasyonlarının bu pazardaki önemi artmış ve inanç turizmi açısından büyük bir pazar
ortaya çıkmıştır.
III. SEYAHATNAMEDE HAC ZİYARETİ
Evliya Çelebi’nin seyahatnamesinde anlattığı yerler arasında en ilginç ve renkli olan
kısımlardan bir tanesi de 9. ciltte yer alan Hac seyahatidir. Evliya Çelebi’nin 1082(1671)
yılının Zilhicce ayının ilk günlerinde bulunduğu Medine’de, kırk yılı aşkın seyahatlerinden
sonra Peygamberin şehrini ziyarete muvaffak olduğunu görmekteyiz. Bir başka anlatımla
Evliya Çelebi’nin seyahatlerinin asıl amacı öncelikle “eda-yı hac eylemek arzusuyla seyahate
talib u ragıb olup” (Çelebi 1998). Peygamberin kabrini ziyaret olmakla beraber bu arzusunu
değişik meşguliyetleri sebebiyle ancak 1082 (1671) yılında gerçekleştirebildiğini ifade etmek
yanlış olmayacaktır.
Evliya Çelebi’nin seyahate çıkmasının sebebi, kendi anlattıklarına göre 1630 Muharre-mi’nin
Aşure Gecesi, Ahî Çelebi Camii’inde cemaat arasında Hz. Peygamber’i görüp heyecanlanarak
“Şefaat ya Resulallah!” diyeceği yerde “Seyahat ya Resulallah!” demesidir. Hz. Peygamber
de onu hem şefaat hem de seyahatle müjdeler. Bu arada cemaat arasında bulunan Sa’d b. Ebu
Vakkas seyahatlerinde gördüğü yerleri yazmasını ister ve şöyle der: “Yürü! Ok ve yayla gaa
eyle. Sana müjde olsun. Bu mecliste ne kadar ruhla görüşüp ellerini öptünse hepsini ziaret
etmek nasip olacak. Dünya seyyahı ve insanların meşhuru olacaksın. Ama gezip tozduğun
memleketleri, kaleleri, şehirleri, acayip ve garip eserleri, her diyarda yapılan güzel şeyleri,
yiyecek ve içecekleri yazıp güzel bir eser meydana getir ve benim silahımla iş görüp dünya ve
ahirette manevi evladım ol. Tuz ekmek hakkını gözle. İyi dost ol. Kötülerle arkadaş olma…”
(Şavk 2011).
Evliya Çelebi ile ilgili biyografik eserlerde ve bazı çalışmalarda ifade edildiği üzere, Hac
ziyaretini Edirne’de Padişah ile buluşmalarından sonra kararlaştırmıştır. Bunu doğrulayıcı
olarak bu ifadelere Evliya Çelebi’nin gezisine de başlama sebebi hakkında manevi bir işaret
beklediği de eklenmiştir. Bu yaygın görüşe göre; Evliya Çelebi, Kadir gecesinde Eyüp Sultanı
ziyaret ettikten sonra evine gelmiş ve o gece rüyasında babası ve hocası Evliya Çelebi
Mehmet Efendi’yi görmüştür. Her ikisi de kendisine hacca gitmesini tavsiye etmişlerdir.
(Gemici 2011). Ancak gördüğü rüyada herhangi bir istikamet verilmemiştir kendisine. O
işareti de o gün evlerine gelen Sâ’ilî Çelebi adındaki arkadaşı ile alır (Yılmaz vd. 2011).
Nitekim bu vefakar dostu Evliya Çelebi’nin bu kararsız hâlini görünce kendisine Arabistan ve
Hindistan taraflarına gitmeyi ve ola ki yolda bir mürşidi kamile rastlayarak hakka yönelip
ahiret yolunun yolcuları olarak âlemi dolaşmayı teklif eder. “Evvel refîk sümme’t-tarîk”
sözünün fehvasınca samimi bir yoldaş bulduğunu düşünüp, sekiz hizmetli, üç samimi dost ve
on beş küheylan atla birlikte 21 Mayıs 1671’de Mekke’ye doğru yola çıkar. Evliya Çelebi
Kadir gecesindeki Rüyasını 27 Ramazan 1082 (7. Şubat 1671, Cumartesi) günü görmüş ve
ertesi günden itibaren bu hac gezisinin hazırlıklarına başlayarak yine aradan neredeyse 3 ay
11 gün geçtikten sonra yola 12 Muharrem (21Mayıs 1671, Perşembe) günü çıkabilmiştir.
Aslında Evliya Celebi daha önce Şam’a kadar Hac niyetiyle gelmekle beraber bu isteğini
gerçekleştiremeden geri dönmek zorunda kalmıştır (Gemici 2010).
3
Klasik hac yolları dışında bir güzergâh takip eden Evliyâ Çelebi, Bursa, Kütahya, Afyon,
Manisa, İzmir ve bazı Ege adalarını ziyaret ettikten sonra Aydın, Muğla, İstanköy, Rodos,
Antalya, Adana, Maraş, Ayıntab (Gaziantep) şehirlerini dolaşarak Hac kafilesinin toplanma
merkezi Şam'a gelir. Aslında bu gelişi onun Şam'ı üçüncü ziyaretidir. Bu arada şunu belirtmek
gerekir ki, Evliyâ Çelebi bazı şehir ve bölgeleri defaâtle gezmiştir. Her defasında bazı ekler ve
çıkarmalar yaptığı bilinmektedir. Bu konuda yetkin isim olan Prof. Dr. Robert Dankoff
konuyu ayrıntılarıyla şöyle açıklar: Seyahatname'nin bu kitabında der-kenarlar özellikle Şam
bölümünde bulunmaktadır. Bu da Evliya’nın 1648'de Şam'da iki kere konaklamasından dolayı
olup, orijinal tanımlamasını o zaman yazmış olup, 1672'de Hacca giderken şehre uğradığında
tanımını kitaba eklemiştir (Çelebi 2005). Bu yolculuk süresince birçok kez hayati tehlike
atlatır. Henüz daha İnegöl’ü geçip Zal Derbendine geldiklerinde eşkıyalarla karşılaşırlar ama
zekâsı sayesinde onlardan kurtulur. Sivrihisar’ı geçtikten sonra Kızılhisar’da Alman Boğaz’ı
denilen bölgede tüccarlara saldıran eşkıyalarla çatışırlar. Keza Kuyucak’ı geçtikten beş saat
sonra Dalkavak adlı mahalde haramilerle mücadele ederler. Bu ve benzeri birçok sıkıntılar
eşliğinde dahil olmak istediği kafileyi beklemek üzere Şam’a ulaşır. Burada on beş gün kadar
duraklayarak hac için gerekli hazırlıkları yapar. Bu sırada Vezir Hüseyin Paşa, Şam eyaletine
mutasarrıf olmuş ve buradaki hacıları Kâbe-i Şerif’e götürüp getirmeye memur edilmiştir.
Nitekim bu dönemde bazı bedevi eşkıyaların hacılara saldırdığı ve ciddi tehlikelere yol açtığı
bilinmektedir. Bu sebeple devlet, kalabalık bir heyetle hacıları kutsal topraklara
ulaştırmaktadır. Nitekim Şam’dan yola çıkan surre alayı içerisinde Şam eyaleti askerleri,
Emirü’l-Hac (Surre Emini) Harmuş Paşa askerleri ve Hüseyin Paşa’nın beş binin üzerindeki
düzenli birlikleri bulunuyordu. Evliya da Paşa tarafından çeşitli hediyelerle maiyete alındı. Bu
hazırlıklar neticesinde 31 Mart 1672 tarihinde Şam’dan kutsal topraklara doğru yola çıkıldı.
Müzeyrib Sahrasına gelindiğinde burada konaklanıldı. Zira bu bölge farklı yerlerden gelen
birçok hacı için toplanma noktasıydı. Müzeyrib Kalesi’nde 5-6 ay evvelden resmi erkan ve
maiyeti için erzak stokları yapılırdı. Burada bir müddet beklendi ve diğer hacıların da
toplanması sağlandı. Böylelikle devasa bir kalabalık toplanmış; Evliya’nın ifadesiyle kafilenin
boyu bir ucundan bir ucuna sekiz bin adımı geçer olmuştu. Çekilen onca sıkıntı Medine-i
Münevvere’nin dış mahallelerinin görülmesiyle unutulup gitmiştir. Hacılar bineklerinden inip
salâvatlar getirmeye başlamış, Efendimizin içerisinde bulunduğu Kubbe-i Hadra
göründüğünde ise feryad ü figan ortalığı kaplamıştır. Yorgunluktan iyice takatten düşen binek
hayvanlarına bir haller olup “develer pürmecal olup şimşek gibi gürleyerek, atlar kişneyerek
Medine’ye doğru sürat ettiler.” Evliyâ Çelebi, Seyahatnâme’sinde Mescid-i Nebevî’yi
ziyaretini anlatırken Allah Resûlü’nün mescidine ‘babü’s-selâm’ kapısından girdiğini şu
ifadelerle dile getirir : “Hazret-i Resûl-i Hudâ ve Muhammed Mustafâ ol rahmeten lil-âlemîn
câmi‘-i şerîfinin Bâb-ı Selâm'dan bu hakîr duhûl etdükde sâ’ir uşşâkları gibi ayak üzre
gitmeyüp balık gibi bu âsî yüzümü hâk-i izzetine süre süre bî-dest ü bî-pâ sürüne sürüne
giderdim” (Çelebi 2005). Bu kısımda Mescid-i Nebevi’nin yapılışını ve geçirdiği safahatı
hakkındaki menkıbeler ve bazı rivayetleri serdettikten sonra ölçülerini verir. Bununla
kalmayarak oradaki aydınlatma başta olmak üzere süslemeleri, döşemeleri, içindeki mihrap,
minber, kursu ve kapılarının sanatsal özelliklerini de dikkate alarak uzun uzadıya tavsif eder.
Mescid-i Nebevî'deki Osmanlı imar faaliyetlerini özellikle kaydeder. III. Murad tarafından
gönderilen (1590) yaklaşık 7 m. yüksekliğindeki süsleme ve tezyinat bakımından bir şaheser
olan minber Hz. Peygamber'in mihrabının sağında ve minberinin yerinde durmaktadır.
Osmanlı selâtin camilerinde benzerleri görülen, üzerinde zarif altın tezyinatlı kubbenin yer
aldığı bu minber Mescid-i Nebevî’de günümüze ulaşan birkaç örnekten biridir. Hz.
Peygamber'in gece namazı kıldığı yerdeki ‘mihrâbü't-teheccüd’, bunun önünde ve Hücre-i
Saadet’in arkasında maksure içinde Hz. Fâtıma'nın mihrabı ile farklı mezhepler için ayrı ayrı
konulan musanna mihraplar vardır. Bunların en güzeli Kanunî Sultan Süleyman tarafından
beyaz ve siyah mermerden yaptırılarak tezyin edilen Hanefî mihrabıdır. Evliya Çelebi
4
Medine’deki medreselerin sayısını yüz on sekiz olarak verir ve bunların bir kısmının bilginler
ve mücâvirlerin ikâmetine ayrıldığını tasrih eder. Burada sadece medreseler değil,
Medine’deki sıbyan mektepleri, dârülkurra, dârülhadis, ribat, tekke ve zaviyelerin tümünün
kastedildiği anlaşılmaktadır. Davut Paşa ve Sokullu Mehmed Paşa adına iki adet hamam ile
Osmanlı sultanları ve valide sultanlar adına dört adet imaret vardır (Küçükaşçı 2011).
Çelebi tüm yolculukta olduğu gibi Medine’ye avdet ettiğinde, maiyetinde geldiği Sarı
Hüseyin Paşa'dan müsaade alarak Ravza-i Mutahhara'nın yolunu tutar. Bu arada her zaman
yaptığı gibi çevrede yer alan ibadet yerleri başta olmak üzere bağ, bahçe ve diğer yerleri
hızlıca kolaçan eder, temaşa ettiği bu yerlerle alakalı verileri eserine derceder. Ravza-i
Mutahhara’yı (‘Ravza-i Mutahhara’ temiz, tertemiz, pak bahçe anlamına gelir. Bu ifade “Hz.
Peygamber’in eviyle minberi arasının cennet bahçelerinden bir bahçe olduğunu bildiren
hadisine dayanır.” (Buhârî, Fadlü's-Salat. 6)). uzun uzun anlatır. Hatta Efendimizin naşının,
derviş kılığında camiye gelip günlerce burada kalan İspanyol papazlarınca nasıl çalınmaya
çalışıldığına dair bir olayı nakleder. Buna göre Papa İspanya’da yaptığı bir toplantıda
Müslümanlarla savaşarak başedemeyeceklerini, onlara zarar vermenin en iyi yolunun Hz.
Muhammed’in naşının çalınarak Avrupa’ya kaçırılması olacağını söyler. Böylece yirmi kişilik
bir ekip hazırlanarak Medine’ye gönderilir. Bunlardan on tanesi ulema kıyafetleriyle şeyhü’lhareme gelerek Harem-i Şerif’in bir köşesinde ibadet ve taat üzere kalmak istediklerini
bildirirler. Diğer onu da şehirde temizlik işleriyle meşgul olan kendi hallerinde insanlar olarak
görünür. Bu hal üzere asıl kimliklerini saklamayı başaran bu kişiler, geceleri kaldıkları yerin
zeminini kazarak Efendimizin kabrine giden büyük bir tünel meydana getirirler. Kabre bir
metre kadar kalmışken Halep Atabeyi Nureddin Zengi rüyasında Peygamber Efendimizi görür
ve onun daveti üzerine Medine’ye gelerek bu hainleri yakalar ve hepsini katleder (Çelebi
2011). Bu hadise tarihi gerçeklere birebir uymasa da, Evliya’nın menkıbeci ve mübalağalı
üslubuna uygun düşmektedir.
Buradan Cennetü’l-Baki’ye (Sözlükte "sonsuzluk bahçesi" anlamına gelen "Cennetü'l-Bakî";
Medine'de Mescid-i Nebevî'nin doğu tarafında bulunan mezarlığa verilen bir isimdir.) geçen
Evliya bu mekanı en ince ayrıntısına kadar anlatır. Buradaki bütün önemli sahabelerin ve
ehlibeytin hayatına kısaca yer verir. Hepsi için Yasin-i şerif okumayı ihmal etmez (Çelebi
2011).
Sonra, “inci gibi bembeyaz nurlu bir camidir” dediği Kuba Mescidine geçen Çelebi, ardından
Hz. Ali Camii’ni, sonradan Hz. Aişe Mescidini ziyaret eder. Bilahare Peygamber Efendimizin
elleriyle diktiği gökyüzüne baş çekmiş iki adet hurma ağacının bulunduğu Nahleteyn’i ziyaret
ederek bu ağaçların altında iki rekat namaz kılar. Ardından Uhut Savaşının yapıldığı bölge ve
tabii ki Hz. Hamza’nın kabri ziyaret edilir. Hz. Peygamber’in kabri ve aynı merkad icinde yer
alan Hz. Ebubekir ve Hz.Ömer’in mezarlarını anlatmakla kalmayarak buraların ziyaretindeki
adab ve usulden de bahseder. Hz peygamberin hayatından bazı kesitler Taberi tarihinin
Türkçe çevirisinden istifade edilerek yazılmıştır. Ziyaretlerde gösterilmesi gereken
hassasiyetlere burada da geniş yer verilir. Ziyaret esnasında okunması gereken dualar da
burada metin olarak verilir. Sonra sırasıyla Hz. Ebu Bekir’in kabri ve hakkındaki menkıbeler,
Hz. Cebrail’e ait olduğu iddia edilen bir makam, Hz. Fatıma’nın kabri, Hz. Ömer’in merkadi
ve menkıbesi ve nasıl ve neden vefat ettikleri hakkında bilgi verir. Suffa ashabı, Ravza-i
Mutahhara icinde hediyelerin saklandığı bir nevi hazine dairesini ve içindekileri hakkında
malumat çok önemlidir. Zira Evliya Çelebi’den başka hiçbir seyyahın görmesine izin
verilmeyen bu özel mekan hakkındaki bilgiler ilk defa Evliya Çelebi tarafından bizzat
görülerek kaleme alınmıştır (Çelebi 2005).
Evliya Çelebi’nin Medine ziyareti de Seyahatname’de başlı başına ayrı bir bölümde genişçe
bir yer kaplar. Medine, Evliya Çelebi’nin ömrü boyunca görme özlemi çektiği şehirlerden
Hac ibadetinin merkezi olan Mekke istisna edilirse en önemlisidir. XVII. yüzyılda yapılan bu
5
gezideki anlatıda önemli ayrıntılar da gizlidir. Medine şehrinin ehemmiyeti konusunda Evliya
Çelebi’nin taşkın sevgisinin ipuçlarını, onun duasında görmek mümkündür;
“Es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ
Resûlallâh, es-salâtü ve’s-selâmü aleyke yâ
Habîballâh, es-salâtü ve’s-selâmü aleyke
yâ Seyyide’l-evvelîne ve’l-âhirîn ve selâmün
ale’l-mürselîn” deyü aşka dâ’ir bir şeydir ”
(Çelebi 2005)
Arnold Toynbee’nin Unaufhaltsam wachst die Stadt (Cities on the Move) çalışmada geçen bir
ifade Medine şehrinin niçin cazibe merkezi olduğunu ortaya koyar. “Yesrib eğer Peygamberin
şehri olmasaydı asla mukaddes bir kent olamazdı”. Zira Medine Hz. Peygamber’in başarılı
geçen nübüvvet görevinin ikinci döneminde hayatını geçirdiği ve (hayatının sonunda) meftun
olduğu yerdir (Toynbee 1971).
Medine üzerine diğer çarpıcı bir açıklamayı da meşhur şarkiyatçı Montgomery Watt
yapmaktadır. Kendisinin İslam Ansiklopedisi’nin ingilizce ikinci baskısı için kaleme aldığı
Medine maddesinde yer alan bir ifadeye bakılırsa, özellikle 1256 yılında meydana gelen
depremden XIX. yüzyıl’ın başına kadar olan evrede ciddi bir bilgi kopukluğundan
bahsetmektedir. Hâlbuki mesele onun tespitinin aksinedir. Ara dönemde kaleme alınmış olan
Semhudi ve Nablusi, Ayyaşi gibi diğer bazı seyyahların kaleme aldıkları çalışmalarda şehrin
durumunun değişik açılardan tavsif edildiği bilinen bir durumdur. Diğer taraftan Evliya
Çelebi’nin Seyahatnamesi’nin Medine kısmında yeni ve Medine’nin sosyo-ekonomik,
kültürel ve siyasi tarihine katkılar sağlayacak önemli detaylar yanı sıra kıymetli bilgilere de
rastlanılmaktadır (Gemici 2011).
Evliya Çelebi’nin Medine’yi anlattığı bölümde anlatılanların hepsinin çalışmaya taşınması
mümkün değildir. Son asırlarda yapılan değişikliklerden sonra tamamen farklılaşan
Medine’nin 17. y.y.’daki halini yazılı olarak canlı tasvirlerle aktaran önemli eserlerden biri
olan Seyahatnamenin kılavuzluğunda o dönemi incelemek ve bazı detayların ışığında yeni
verilere ulaşmak mümkündür. Özellikle Medine’ye doğru devam eden yolculuk sırasında
çekilen zorluklar ve hac ibadetini zamanında yapamama korkusu nedeniyle Evliya Çelebi ve
kafiledekilerin endişesi Medine’ye gelince kısmen dağılır. Kafileyi karşılayan Medine’liler
Paşaya ve beraberindekilere müjdeyi verirler.
Evliya Çelebi, Medine bölümünü diğer şehir tavsifleri şablonuna yakın betimlemelerle şu
başlıklar altında ele almıştır:
Menzil i Vâdî i İstikbâl ve Dâr ı Vedâ‘ kısmında şehrin girişinde Hacıların karşılandığı bir
mekan oluşunu ve buradan itibaren kafilelere eşlik edildiğini görürüz.
Der fasl ı ahvâl i ahâlî i Medîne kafileyi karşılamakta olan Medinelilerin durumlarından söz
etmektedir. Medine insanının halet-i ruhiyesini aksettiren satırlardır.
Sitâyiş i asâkir i Serdâr Sarı Hüseyin Paşa başlıklı bölümde de Sarı Hüseyin Paşa askerlerinin
giyim ve kuşamlarının yanı sıra Osmanlı ordusunun bir cüzü olan bu askeri birliğin mehter
eşliğinde yürüyüşü ve Paşanın karşılanmasına olan resmi ve halkın ilgisini detaylarıyla
aktarır.
Medîne i münevvere hâricinde olan ziyâretleri beyanındadır bölümünde sırasıyla Hz.
Osman’ın bahçesi, Kıbleteyn Camii, Hz. Peygamber’in ibadetlerini yerine getirdiği makamını,
menkıbeleriyle süsleyerek anlatır. Medine-i Münevvere’nin eski ismi olan Yesrib’i Hz.
Peygamber’in hayatıyla bütünleştirerek anlatmaya koyulur. Medine’yi anlatan değişik
rivayetlerden sonra artık Ravza-i Mutahhara’nın tavsifine başlar.
6
Seyahati esnasında Çelebi’yi etkileyen en büyük hadise ise 15 kişilik bir ekiple Ravza-i
Mutahhara içerisine girme bahtiyarlığına erişmesidir. Burada devlet erkânı ile birlikte
Efendimizin kabrinin temizlenmesi şerefine nail olmuştur. “Cumle ummet-i Muhammed’in
maksud ve matlubu olan Hazret-i Risalet-penah’ın ravza-i meh bıt-ı pur-envarı olan kabr-i
şerifi bu cami icindedir. Ve bu Medine kal’ası icre bundan gayri yerde cum’a kılınmamak ile
cemaat-i kesireye malikdir. Hususan huccac vaktinde secde edecek yer bulunmaz bir ulu
cami’dir kim ekalim-i seb’adaki İslam diyarı ola böyle bir cami’i ruhani yokdur. Cemi’i
muluk-i selef Hazret-i Risalet-penah ha tırıycun nev-beste ederek eyle musanna ve mu nak
kaş ve mücevher eylemişler kim guya cennetdir. Hakka ki yine cennetdir. Zira bu cami‘
hakkında hadis-i sahih ola “mā beyne kabrī ve minberī ravżatun min riyāżi’l-cenne”
buyurmuşlardır (Çelebi 2005).
Medine’deki ziyaretleri bitiren seyyahımız için artık Medine’den ayrılışının vakti gelmiştir.
Bundan sonra yine pek çok malumat verdikten sonra en son olarak veda ziyaretinden
bahseder. Bunun şartları ve nasıl olacağını şu şekilde tarif eder: “Elvedâ‘ yâ Resûlullâh!
Elvedâ’ deyüp gerü gerü gide, ve’s-selâm. Elhamdülillâh bu tertîb üzre kırk yıl arzû et diğim
efendim Hazret-i Risalet-penahı ziyaret edup bu uslub uzre ala-kadri’limkan evsaf-ı
şeriflerin tahrir u tesvid etdik. Haza min fazlı Rabbi (Çelebi 2005) Mekke’ye doğru yola
çıkar.
Tüm sıkıntılara ve geç kalınacağı endişesine rağmen Evliya Çelebi’nin de içinde bulunduğu
surre alayı vaktinden evvel 9 Nisan 1672’de Mekke’ye ulaşır. Çelebi Mekke’de, Arafat’ta
yapılan surre geçişlerinin son derece gösterişli ve tarif edilemez güzellikte olduğunu söyler.
Onun ifade ettiğine göre Mekke sakinleri böyle bir Şerif alayının daha önce vaki olmadığını
ifade ederler.
Medine-Mekke arasındaki mesafe menzillerini konu alan kitaplarda 106 saat olarak belirtilmiş
olmakla beraber Evliya Çelebi verdiği saat hesapları 130- 140 saat civarındadır. Büyük bir
ihtimalle bu saat farkı kervanın kış veya yaz seferleri ve iklim ile ilgili şartlardan
kaynaklanmış olabilir. İkinci bir ihtimal Evliya Çelebi yine bu mesafeleri yuvarlak bir
hesaplama yaparak ifade etmiş olabilir. Bu süre bazen deve at katır süratleri ve kalabalık ve
kervana saldırılar durumunda normal sürenin üzerine çıkmaktadır. Sürre Alayının Mekke ve
Medine’de normal süre olarak toplam 19 gün kalması adettendi. Dönüş Medine’den olur ve
bu dönüşte de 3. gün hemen hareket edilirdi. “Mısır Huccacı Medine’de iki gün ancak oturup
zevk edemezler.” Hibri’nin Mesalik-i Memalik adlı eserindeki şu ifade bunu doğrular. “De’b-i
Kadim üzere 2 gün oturaktır, üçüncü gün kalkılır” sözü burada iki gün kalındığının kesin
delilidir (İlgurel 1975; Gemici 2011).
Evliya Çelebi bu fasılalardan sonra adeta bir ilmihal kitabı gibi Seyahatnamede haccın
farzları, vacipleri ve sünnetleri hakkında uzun uzun açıklamalar yapar. Hiç şüphesiz bu
konuları Seyahatnamesine geçirirken yazılı kaynaklardan faydalanmıştır. En ince ayrıntısına
kadar hangi makamda hangi duaların okunacağını tafsilatıyla anlatır. Bu sırada eşkıyaların
saldırıları ara ara devam etmektedir. Nitekim Mekke’ye doğru gelmekte olan Basra hacılarına
saldıran Taif bedevileri Müslüman askerlerin bölgeye intikaliyle kaçıp gitmişler ancak geride
on iki şehit ve kırk beş yaralı hacı bırakmışlardır. Şeytan taşlama vazifesinden sonra Mina’da
kurbanların kesildiğini ve insanların burada traş olduklarını anlatan Evliya, tarikat erbabının
bu kılları ayak altında bulundurmayıp saygıdan dolayı toprağa gömdüklerini anlatır. Yine dişi
kırılanların dişlerini kutsal topraklarda bir parçaları olması için burada toprağa gömdüklerini
ibretle anlatır.
İhramdan çıkılmasıyla bayram ile ilgili kutlamaların anlatımına geçilir. Mina sokakları pazar
hâline gelmiş olup bütün hacılar alışveriş ve bazı eğlencelerle meşgul olurlar. Burada vergi ve
gümrük uygulanmadığından değerli taşlar da dikkat çekecek kadar çoktur. Kutlamalar gündüz
7
gülbanklar çekilmesi, tüfeng atışları ile sürerken geceleri ise havai fişek gösterileri herkesi
heyecanlandırmaktadır.
Evliya Çelebi’nin hac arzusu pek çok samimi müslüman’ın hac ibadetini yerine getirmek ve
bu vesileyle mukaddes yerleri yani Mekke’de Kâbe ve Medine’de Hz. Muhammed’in kabrini
ziyaret isteğinden farklı değildir. Evliya Çelebi şanslı bir hacıdır. Onun şansı, bugünkü gibi
bir kotaya tâbi olmamasından değil, o yıllarda çoklukla cereyan eden hac kervanlarına yapılan
saldırılara uğramamasından ve Hac dönüşü Mısır yolunda kaybolan devesini bulmak için sağa
sola koşturup kervandan uzaklaştığında başına bir şey gelmeyip canını kurtarmasından
anlaşılabilir (Çelebi 2005).
Seyahatnamenin Mekke bölümünde anlatılan hacca gelen kadınların hac ibadeti esnasında
çektiği zorluklardan bahsettiği kısımlarda anlattığı feci vakalar dönemi anlama noktasında ışık
tutar (Gemici 2010).
IV. EVLİYA ÇELEBİ DÖNEMİ VE SONRASINDA HAC GÜZERGÂHI YOLLARI
Kutsal bölgelere çok büyük önem veren Osmanlı Devleti, bu önemi Hac ibadetinin yerine
getirilmesinde de göstermiştir. Aylarca süren yolculuğun güvenli bir şekilde tamamlanması
için tüm tedbirler alınmış, bununla birlikte Osmanlı döneminde hac kafilesi, Surre ile özdeş
bir hal almıştır. Osmanlı döneminde Mekke ve Medine ahalisine gönderilen hediyeler
anlamına gelen 'Surre' (Pakalın 1972) İstanbul'dan hac kafilesiyle birlikte yola çıkardı.
Hediyeleri taşıyan kafileye de 'Surre Alayı' denilirdi. Sürre Alayı'nın yola çıkışı bir protokol
devleti olan Osmanlı'da en önemli merasimlerden biriydi. Surre, Padişahların hac
mevsiminden önce, Recep ayında İstanbul’dan Mekke ve Medine’ye (Haremeyn’e), oranın en
ileri en yoksullarına varıncaya kadar dağıtılmak üzere, özel bir törenle ve alayla gönderdikleri
para, altın ve armağanlardır (Uzunçarşılı 1984).
Kutlu hac alayları İslam tarihinde oldukça eski olan bu gelenek Osmanlı Devleti'nde ilk defa
Çelebi Mehmet döneminde görülmeye başlandı (Aşık Paşazade 1332). Başkentten yola çıkan
ve kıymetli hediyeleri beraberinde götüren Surre Alayı, aylar öncesinden büyük özenle
hazırlanır ve törenlerle yola çıkardı.
İstanbul, Osmanlı Devleti'nin başkenti olduktan sonra Surre Alayı ve beraberindeki hacı
adaylarının Recep ayının 12. günü yola çıkmaları adet olmuştur. Eğer bu ayın 12. günü cuma
gününe rastlarsa çıkarılan bir tezkereyle alayın cumadan bir gün önce ya da bir gün sonra yola
çıkması sağlanırdı. Daha önceleri her sene Mısır'da dokunan Kâbe örtüsü de, 1798'de Mısır'ın
Napolyon Bonapart tarafından işgal edilmesinin ardından, İstanbul'da hazırlanarak Surre
Alayı ile birlikte gönderilmeye başlanmıştır.
Osmanlı’da Surre Alayın izlediği sağ kol, Üsküdar-Eskişehir-Akşehir-Konya-AdanaAntakya-Haleb-Şam üzerinden, orta kol, Üsküdar-Gebze-İznik-Sapanca-Geyve-HendekAyaş-Düzce-Bolu-Hacıhamza-Merzifon-Amasya-Turhal-Tokat-Sivas-Malatya-DiyarbakırŞam üzerinden, sol kol ise, Üsküdar-Merzifon'a kadar orta yolu takip Karahisar-BayburtTercan-Erzurum ve Kars üzerinden kutsal topraklara ulaşırdı. Surre Alayı'nın güzergâhı aynı
zamanda hac kafilesinin güzergâhıydı.
Evliya Çelebi İstanbul’dan, sonra Afyon’a kadar normal güzergâh üzerinde yol alır. Ancak
buradan sonra daha önce gezmediği Batı Anadolu, Akdeniz sahilleri tarafına döner. Nitekim
Afyon’dan sonra Uşak, Simav, Akhisar Manisa, İzmir, Çeşme istikametinden Sakız Adası’na
oradan Bodrum, Aydın, Nazilli, Muğla, Antalya, Silifke, Adana, Halep üzerinden Şam’a
ulaşır. Buradan Surre Alayı ile birlikte Hac görevini ifa etmek üzere Medine ve Mekke’ye
8
ulaşır. Bu yolculuğun İstanbul’dan Şam’a kadar olan güzergâhını 9 ayda tamamlar. 15 günlük
Şam konaklamasının ardından 20 Şevval 1081’de Sürre kafilesiyle birlikten hareket etmiştir.
Medine’ye 30 Zilkade (10 Nisan 1671) Mekke’ye ise ancak 7 Zilhicce 1081 (17 Nisan 1671)
günü ulaşılabilmiştir. Bilindiği üzere Hac ibadetinin olmazsa olmaz şartlarından olan Arife
gününde Arafat’ta Vakfe Zilhicce’nin dokuzunda olmaktadır. Bu hesaba göre iki gün önce
Mekke’ye erişilmiş olması gerçekten onun ne kadar talihli birisi olduğunu da gösterir.
Bu çalışmada konumuz gereği, Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi IX. Cildi içinde yer alan
Mekke ve Medine’deki izlenimlerini paylaştık. Evliya Çelebi’nin gösterdiği güzergâhtaki açık
ve eksik menzil adlarına gelince, bu seyahatnamelerin nüsha farkları gözetilerek tertiplenip
bastırılmamış olmasına veya Çelebi’nin tuttuğu notların kaybolarak yazma nüshalarında da
açık bırakılmış olduğuna hükmedilebilir (Ergin 2013).
V. SONUÇ
Şimdi uçakla birkaç saatte alınan yollar o zamanlar oldukça uzun sürerdi. Örneğin katır ve
deveyle yol alan hacı adayları o zamanlar, Şam-Medine arasını 247 saatte, Medine-Mekke
arasını 106 saatte alıyorlardı. Gün olarak ise Şam-Mekke arası 61 gün sürüyordu.
Recep ayının 12. günü İstanbul'dan yola çıkan ve değişik yol güzergahlarını izleyen hacı
kafileleri yolda kendilerine eklenen hacı adaylarıyla birlikte genelde Ramazan ayının
20'sinden itibaren Şam'da toplanmaya başlardı. Değişik yerlerden gelen hacı adayları burada
toplanır ve Ramazan Bayramı bu şehirde geçirilirdi.
Hac kafilesi Mevlid Kandilinde yani Rabiulevvel ayının 12'sinde İstanbul'a geri dönmüş
olurdu. Sultanahmed Camii'nde gerçekleşen mevlid merasiminde padişah ve devlet ileri
gelenlerine Mekke'den gönderilen hurma ikram edilir, haccın sağ salim gerçekleştiğine dair
gönderilen berat okunurdu. Hacı evlerinde ise hacı tehniyeleri haftalar, hatta aylar boyu
devam ederdi.
1864 yılına kadar kara yolundan katır, at ve develerle yola çıkan Sürre Alayı, bu tarihten 1908
yılında Hicaz Demiryolu hizmete girene kadar vapurla gönderildi. Yolun kısalması nedeniyle
Şaban ayının 15’nde İstanbul'dan kalkan vapur Beyrut'a giderdi. Hacı adayları buradan yine
Şam'a geçerek bir araya gelirdi.
Osmanlı döneminde, İstanbul dışında iki yerden daha Hac Kafilesi yola çıkmaktaydı. Kuzey
Afrika Müslümanlarının katıldığı kafile “Mısır Kafilesi” adını taşırdı. Bu kafile de Kahire'den
yola çıkardı. Irak, İran ve Asyalı Müslümanları hacca taşıyan kafile Bağdat'tan yola çıkardı ve
adına “Irak Kafilesi” denilirdi.
İstanbul'dan yola çıkan hacılar 54 yerde konaklardı. Şam'da toplanan kafileler, burada 'ağır
kervanlar' ve 'hafif kervanlar' olmak üzere iki kısma ayrılırdı. Hediyeleri taşıyan Surre Alayı,
ağır kervanlar arasında yer alırdı. Ağır kervanlar kışın gündüz yol alıp, geceleri dinlenirdi.
Yaz mevsiminde ise öğleden sonra saat 5'te yola çıkılır, sabah güneş doğduktan iki saat sonra
mola verilirdi.
Aralarda kesintiye uğrasa da Hac kafilesiyle Surre gönderilmesi geleneği 1915 yılına kadar
devam ettirildi. Hatta Osmanlı Devleti, Mekke Emiri'nin isyan etmesine karşın 1916 yılında
güç şartlar altında Medine'ye hediyeler gönderdi. Bunu takip eden 1917-18 yıllarında ancak
Şam'a kadar ulaşabilen hediyeler, 1919'dan sonra yollanamaz olmuştur.
Evliya Çelebinin katıldığı hac yolculuğu ile her yıl geleneksel olarak düzenlenen Surre
Alayları ile gidilen hac yolculuğu süreleri açısından Nehcet’ül-menzâil müellifinin anlatışına
göre, Surre Emini ile karadan giden hacı namzetleri Receb ayının 25. günü İstanbul’dan
9
kalkar ve takriben Rebi’ül-ahir’in birinci günü Üsküdar’a dönerlerdi. Bu suretle Hacca gidiş
geliş 265 gün sürerdi. İstanbul’dan Mekke’ye kadar muayyen yerlerde konaklayarak Şam,
Mekke ve Medine’deki konaklama müddetleri de bu yeküne dâhildir. Yavuz Sultan Selim’in
Hicaz’ı himayesine aldığı tarihten Türklerin Hicaz kıtasını terk ettikleri tarihe kadar geçen
400 küsur sene içinde milyonlarca lirayı ayaklarına kadar götürüp kendilerine verdikleri hâlde
yol üzerindeki bedevi Araplar, yine bu dindar ve fedakâr Türklere Nasrani yani Hıristiyan
derler ve yolculuk esnasında onları nerede yalnız bulurlarsa kemerindeki altınlarını almak için
cenbiye ile vücudunu delip, hacıların parasını almaktan çekinmezlerdi. Kur’an’ı Kerim’in
a’rap (Bedevîler inkâr ve münafıklıkta şehirlilerden daha şiddetli; Allah’ın, Resulüne indirdiği
hükümleri tanımamaya daha yatkındırlar. Allah her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir.
Tövbe Suresi 97) dediği bu bedevi Araplar hakkındaki ağır hükme bakılırsa İslam dininin bile
bunları yola getirememiş olduğu anlaşılır (Ergin 2013).
KAYNAKLAR
Armağan, A.Latif. (1990). Osmanlı Zamanında Hac Yolu ve Menziller, (Basılmamış Yüksek
Lisans Tezi), İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Turizm Ana Bilim
Dalı, s.14.
Aşık Paşazade.(1332). Tevârîh-i Âl-i Osman, , İstanbul: Matbaa-i Amire, s.196.
Barber, R. (1993). Pilgrimages, London: The Boydell Press, s.1-2.
Bayyiğit, Mehmet. (1998). Sosyo – Kültürel Yönleriyle Hac Olayı, Ankara: Türk Diyanet
Vakfı Yayınları, s.27.
Buhari Hadisleri, (Tecrid-i Sarih Tercümesi, IV, 268).
Çelebi, Evliyâ. (1998). Evliyâ Çelebi Seyâhatnamesi Cilt.II, (Yayına Haz.: Zekeriya Kurşun,
Seyit Ali Kahraman, Yücel Dağlı) İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, s.3.
Çelebi, Evliyâ. (2005). Evliyâ Çelebi Seyâhatnamesi Cilt.IX, Topkapı Sarayı Kütüphanesi
Bağdat 306, Süleymaniye Kütüphanesi Pertev Paşa 462, Süleymaniye Kütüphanesi Hacı Beşir
Ağa 452 numaralı yazmaların mukayeseli transkripsiyonu-dizini, (Yayına Haz.: Yücel Dağlı,
Seyit Ali Kahraman, Robert Dankoff), İstanbul.
Çelebi, Evliyâ. (2005). Evliyâ Çelebi Seyâhatnamesi Cilt.IX (Yayına Haz.: Yücel Dağlı,
Seyit Ali Kahraman, Robert Dankoff), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, s.325, 337-338, 799800.
Çelebi, Evliya. (2011). Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Cilt IX,içinde “Hz. Peygamber’in
Na’şının Kaçırılması Teşebbüsü Anlatısı”, Evliya Çelebi Konuşmaları/Yazılar, (Yayına Haz.:
Nurettin Gemici), İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, s.202-221.
Dankoff, Robert. (1991). The Intimate Life of an Ottoman Statesman: Melek Ahmed Paşa
(1588-1662) as portrayed in Evliya Çelebi’s Book of Travels (Seyahat-name), Albany, New
York: State University of New York Press, s.12-15.
Dankoff, Robert. (2012). Dîvân’dan Seyahatnâme’ye (Yayına Haz.: Nuran Tezcan),
İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, s.44-55.
Ergin, Osman, Nuri.(2013). Türkiye’de Hanlar, Kervansaraylar, Oteller ve Çeşitli
Barınma Yerleri, (Yayına Haz.: Müslüm Yılmaz), İstanbul: Marmara Belediyeler Birliği
Yayını, s.30-31.
10
Gemici, Nurettin. (2010). “Evliya Çelebi Seyahatnamesinde Hz. Peygamber ve Medine”,
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, s.14-15, 22, 245-266.
Gemici, Nurettin.(2011). “Evliya Çelebi Medine’de”, Pamukkale Üniversitesi Sosyal
Bilimler Dergisi, Özel Sayı:10, s.55-66.
Güzel, F. Ö. ( 2010). “Turistik Ürün Çeşitlendirmesi Kapsamında Yeni Bir Dinamik: İnanç
Turizmi”, Süleyman Demirel Üniversitesi Vizyoner Dergisi, 2 (2), s.87-100.
İlgürel, M. (1975). “Şer’iyye Sicillerinin Toplu Kataloğuna Doğru” Tarih Dergisi, Sayı:2829), İst. Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi Yayınları, s.111- 128.
Küçükaşçı, Mustafa. (2011). Evliya Çelebi'nin Medine'si, sonpeygamber.info/evliya-celebinin-medine-si.
Lanquar, R. (1991). Turizm – Seyahat Sosyolojisi, ( Çev. Gülsen Öztunalı Kayır), İstanbul:
İletişim Yayınları, s.7.
Özgüç, N. (2003). Turizm Cografyası, İstanbul: Çantay Kitapevi, s.84.
Pakalın, Zeki, M. (1972). Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü,Cilt.III, İstanbul:
MEB Yayınları, s.280.
Sezgin, O. M. (1995). Genel Turizm, Ankara: Tutibay Yayınları, s.19.
Şavk, Ülkü Çelik. (2011). Sorularla Evliya Çelebi, (İnsanlık tarihine yön veren 20 kişiden
biri), Ankara: Hacettepe Üniversitesi Basımevi, s.1-13.
Toynbee, A. (1971). Unaufhaltsam Wachst die Stadt (Cities on the Move), Stuttgart: Aus
dem Englischenvon Liselotte Mickel, s.131-133.
Tunç, A., F.Saç. (1998). Genel Turizm Gelişimi- Geleceği, Ankara: Detay Yayıncılık, s.11.
Uzunçarşılı, İ, Hakkı. (1984). Mekke-i Mükerreme Emirleri, Ankara: Türk Tarih Kurumu
Yayınları, s.35.
Wright, K. (2007). Religious Tourism, Leısure Group Travel Special Edition, November2007, s.8-16.
www.turizmtrend.com/...turizm/...turizmi/turizmin-devlesen-gucu-dini-tu...er.tarihi:2014.
Yılmaz, Berktaş, Asiye Yıldırım, Zeynep Süslü. (2011). Evliya Çelebi Seyahatnamesi Hac
Kitabı, İstanbul: Yeditepe Yayınları, s.492.
Ziyaoğlu, R. (1969). Allah’a Giden Yollar ve Kutsal Mahaller Turizmi, İstanbul: Kitaş
Yayınları, s.6-7.
11
Download