Bu kitap, Patates Baskı Ekibi tarafından tek kopya olarak, Beyazıt Devlet Kütüphanesi Görme Engelliler bölümünde kullanılmak üzere görmeyen okuyucuların yararlanabileceği hale dönüştürülmüştür. Bu çalışma Patates Baskı'nın söz konusu kamu hizmetine destek sağlamak amacı ile gönüllü olarak yürüttüğü bir faaliyettir. Tarih III Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri (1931-1941) PATATES BASKI , 11. Kat, Ana Hol, No- 1472 Okmeydanı 60270 İSTANBUL VE* (0212) 210 W 66 Far (0.212) 210 80 68 Bu kitabın yayın hakları Analiz Basım Yayın Tasarım Uygulama Ltd. Şti.nindir. Birinci Basım: 1932, Devlet Matbaası, İstanbul İkinci Basım: 1933, Devlet Matbaası, İstanbul Üçüncü Basım: Nisan 2001 Teknik Hazırlık: Analiz Basım Yayın Baskı: Sistem Ofset ISBN: 975-343-309-3 (Tk. No.) ISBN: 975-343-321-2 (3. cilt) KAYNAK YAYINLARI: 326 ANALİZ BASIM YAYIN TASARIM UYGULAMA LTD. ŞTİ. İstiklal Cad. 184/4 80070 Beyoğlu-İstanbul Tel: (0212) 252 21 56 - 252 21 99 Faks: (0212) 249 28 92 Kaynak Yayınla: rihinin Ana Hatlar laplarını da eski ve Türk Tarihinin ı tarihçiler tarafındaı Bu açıdan denebiliı rı için bir çerçeve s list Devrim dönem se Tarih kitapları b Lise Tarih kitap lışmalarındaki şefe: yılında, Afetinan'ır 23 Nisan 1930 güı türk'ün isteği üzeriı Türk Tarihi Heyeti lo bir metin hazırl; edildi. İlk hazırlana düzeltmeler ve ekle 1 Türk Tarihinin Ana l tanbul, Mayıs 1996. 2 Afetinan, Atatürk'ler 3 Atatürk'ün kendi eli) gün daktilo nüshalaı bir kısmının fotoko Atatürk'ün elyazılar kez 1986 yılı Mart a kez 2OOO'e Doğru ra 11-18 Temmuz 199: zide Aydınlık gazete Tarih kitapları üzeri lah, Kaynak Yayınlı SUNUŞ Kaynak Yayınları, Kemalist Devrim'in tarih tezlerini içeren Türk Tarihinin Ana Hatları adlı temel kitaptan1 sonra dört ciltlik lise Tarih kitaplarını da eski ve yeni kuşakların incelemesine sunuyor. Türk Tarihinin Ana Hatları, Kemalist Devrim'in önderleri ve seçkin tarihçiler tarafından incelenmek üzere, 1930 yılında yüz adet basılmıştı. Bu açıdan denebilir ki, devrimin öncülerine, kendi aralannda tartışmaları için bir çerçeve sunuyordu. Daha sonra Türk Tarih Kurumu'nun Kemalist Devrim döneminde yayımladığı kitaplar ve elinizdeki dört ciltlik lise Tarih kitapları bu temel metne dayandı. Lise Tarih kitaplarının üretilmesi süreci şöyle özetlenebilir: Tarih çalışmalarındaki seferberlik, 1929 yılında Atatürk tarafından başlatıldı. 1930 yılında, Afetinan'm deyişiyle "geniş bir tarih araştırmaları devri" açıldı. 23 Nisan 1930 günü Türk Ocaklan'nın VI. Kurultayı toplandı ve Atatürk'ün isteği üzerine Türk Tarihi Heyeti'nin oluşturulması kararlaştırıldı.2 Türk Tarihi Heyeti üyeleri 1930 yılında öncelikle Türk tarihi üzerine daktilo bir metin hazırladılar. Çalışmalara 1930 yılı yazında Yalova'da devam edildi. İlk hazırlanan daktilo metni inceleyen Atatürk, sayfalara kendi eliyle düzeltmeler ve ekler yazdı. Kimi zaman da yanında bulunanlara yazdırdı.3 1 Türk Tarihinin Ana Hatları, önsöz: Doğu Perinçek, ikinci basım, Kaynak Yayınları, İstanbul, Mayıs 1996. 2 Afetinan, Atatürk'ten Mektuplar, Tüık Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1981, s.10 vd. 3 Atatürk'ün kendi eliyle yazdığı veya yazdırdığı bu ekler ve düzeltmelerin yer aldığı özgün daktilo nüshalar, Anıtkabir Kütüphanesi'nde bulunmaktadır. Bu belgelerin önemli bir kısmının fotokopisi Aydınlık ve Kaynak Yayınlan Arşivi'nde de korunmaktadır. Atatürk'ün elyazılarmın veya yazdırdığı notların bulunduğu sayfalardan bazıları, ilk kez 1986 yılı Mart ayında Saçak dergisinin 26. sayısında yayımlandı. Bir kısmı ise, ilk kez 2OOO'e Doğru'mın 22 Şubat 1987 tarihli 8. sayısında gün ışığına çıktı. Daha sonra 11-18 Temmuz 1993 arasında "Atatürk'ün Elyazısıyla Allah ve Peygamber" başlıklı dizide Aydınlık gazetesi sayfalarında yer aldı. Atatürk'ün elyazılarmın fotokopyalan ve Tarih kitapları üzerindeki etkisi için bkz. Doğu Perinçek, Kemalist Devrim-2 Din ve Allah, Kaynak Yayınları, Eylül 1994, "Ekler" bölümü, s. 197. IV Böylece Türk Tarihinin Ana Hatları başlığıyla seçkinler için basılan kitap ortaya çıktı. Bu kitap, daha sonra yapılan tarih çalışmaları ve yayımlanan tarih kitapları için kılavuz işlevi gördü. İkinci önemli adım ise, 1931 yılında elinizde bulunan lise Tarih kitabının yayımlanmasıyla atılmıştır. O zaman lise dört yıl olduğu için dört cilt halinde basılan Tarih, büyük ölçüde Türk Tarihinin Ana Hatları kitabından yararlanılarak yazılmıştır ve Atatürk'ün yaptığı ekleri ve düzeltmeleri de içermektedir. Öte yandan yine 1931 yılında Türk Tarihinin Ana Hatları Methal Kısmı başlığıyla 87 sayfalık bir özet, 30 bin adet basılmıştır. Bu özet, Türk Tarihinin Ana Hatları 'nın çeşitli bölümlerinden alınan parçalardan derlenmiştir.4 Lise Tarih kitaplarının ilk basımı 1931-1932 ders yılına yetiştirilmişti. Yoğun tarih incelemelerinin 1929 yılında başladığı dikkate alınırsa, çalışmanın temposu, hayranlık verici hızdadır ve ancak devrimin yakıcı ihtiyaçlarıyla açıklanabilir. Kemalist önderlik, Cumhuriyet'i emanet edeceği genç kuşaklara, Cumhuriyet Devrimi'nin tarih görüşünü dört ciltlik Tarih kitabıyla özetlemiştir. Prof. Dr. Şerafettin Turan'ın söylediğine göre, lise gençliği 1931 yılından 1941'e kadar bu kitaplarla eğitilmiştir. Atatürk'ün ölümünden bir yıl sonra, 1939'da bu kitapların müfredattan kaldırılması karan alınmışsa da, yeni kitapların hazırlandığı 1941'e kadar bu kitaplar okutulmuştur. Bu nedenle lise Tarih kitaplarının, devrimci kuşakların ideolojisini belirleyen en temel metin olduğunu söylemek abartılı değildir. Her devrim, yönettiği topluma, kendi ideolojisini öncelikle tarih üzerinden verir. Çünkü, devrimin kendisi tarihin ürünüdür. Her devrim, tarihin içinde eskimiş olanı yıkarken, yeni toplumu yine tarihin içinde oluşan devrimci birikimle kurar. Devrim, aslında tarih yapmaktan, başka deyişle toplum kurmaktan başka bir şey değildir. O nedenle her devrim, hem yıktığı toplumsal-siyasal kuruluşu, hem de kurmak istediği toplumu, öncelikle tarih üzerinden açıklamak ve kavratmak durumundadır. Kemalist Devrim de bunu yapmıştır. Cumhuriyet'in lise tarih öğrenimi, dünya ve Türkiye tarihini açıklarken, Cumhuriyet Devrimi'nin dünya görüşünü de açıklamıştır. Bu nedenle Türk Tarihinin Ana Hatları olsun, lise Tarih kitapları olsun, Tarih öğ-4 Bu kitabın başlığı yanıltıcıdır. Çünkü kitap, Türk Tarihinin Ana Hatları kitabının "Methal Kısmı" (Giriş Bölümü) değil. Aslında kitabın başlığı, Türk Tarihine Methal (Türk Tarihine Giriş)'dir. Nitekim içindekiler bölümünün başındaki başlık böyle. renmekten önce, Kemalist Devrim'in ideolojisini incelemek isteyenler için, eşi bulunmayan kaynaklardır. Kemalist Devrim önderliğinin tarih çalışmaları ve tarih eğitimi, tek sözcükle devrim içindir. Bu amaç, hem Türk Tarihinin Ana Hatları adlı kılavuz kitabın, hem de lise Tarih kitabının başında açıkça ortaya konur. Elinizdeki kitapta yer alan önsözün ikinci ve üçüncü paragrafı aynen şöyledir: " l 000 yıldan fazla süren İslamlık-Hıristiyanhk davalarının doğurduğu düşmanlık duygusuyla tutucu tarihçiler bu davalarda asırlarca İslamlığın öncülüğünü yapan Türklerin tarihini kan ve ateş maceralarından ibaret göstermeye savaştılar. Türk ve İslam tarihçiler de Türklüğü ve Türk medeniyetini İslamlık ve İslam medeniyeti ile kaynaştırdılar; İslamlıktan önceki binlerce yıla ait devreleri unutturmayı Ümmetçilik siyasetinin icabı ve din gayreti vecibesi bildiler. Daha yakın zamanlarda, Osmanlı İmparatorluğu'na dahil bütün unsurlardan tek bir milliyet yaratmak hayalini güden Osmanlılık cereyanı da, Türk adının anılmaması, Milli Tarihin yalnız ihmal değil, hatta yazılmış olduğu sayfalardan kazınıp silinmesi yolunda üçüncü bir etken halinde diğerlerine eklendi. Bütün bu olumsuz cereyanlar, tabiî olarak, mektep programlan ve mektep kitapları üzerinde bile etkisini gösterdi ve Türklüğün, çadır, aşiret, at, silah ve savaş kavramlarıyla eşanlamlı tutulması geleneği mektep kitaplarımıza kadar girdi." Görüldüğü gibi, Cumhuriyet Devrimi önderliği, tarih çalışmalarına, Avrupamerkezci tarih tezlerine karşı ulusal-devrimci tarih teorisini inşa etmek için başlamıştır. Birinci çıkış noktası, Batı'nın Türk tarihine ilişkin görüşlerinin çürütül-mesidir. İkinci hareket noktası ise, birinciyle bağlantılı olarak, Cumhuriyet toplumunu ortaçağın ümmetçi tarih görüşünden arındırmaktır. Bilindiği gibi, 18. yüzyıldan sonra üretilen Avrupamerkezci tarih teorisi, insanlık tarihini, eski YunanRoma uygarlıkları ekseninde açıklamış ve uygarlık mirasım da Asyalı ve Ortadoğulu kaynaklarından kopararak, AvVI rupa'nın tekelinde göstermişti.5 Batı Avrupa dışındaki halklar, bu arada Türkler, uygarlık yaratan değil, uygarlıkları yağmalayan ikinci sınıf "barbar" ırklardan sayılmıştı. Bu halklar, ancak Avrupa'nın yönetimi altında uygarlaşabilirlerdi. Avrupamerkezcilik, emperyalizmin sömürgecilik siyasetini haklı göstermek için bilimdışı bir zeminde imal edilmişti. Kemalist Devrim önderliği, hem Kurtuluş Savaşı'yla ulusal devleti kurarken, hem de Cumhuriyet Devrimi'ni gerçekleştirirken, Avrupamerkez-ci safsatalarla göğüs göğüse geldi. Bu nedenle, emperyalizme karşı silahlı mücadele, daha sonra kültürel düzlemde devam etti. Tarih çalışmalarının ikinci cephesi, "din gayreti" içindeki ortaçağ güçlerine karşıydı. Cumhuriyet önderliğinin amacı, yıktıkları feodal Osmanlı devletinin ideolojisiyle hesaplaşmak ve topluma Cumhuriyet'in ideolojisini hâkim kılmaktı. Atatürk'ün Türk Tarihinin Ana Hatları'nm ilk daktilo taslağı üzerinde yaptığı düzeltme ve eklerin çoğunun dinlerin tarihi ve İslamiyet üzerine olması, bu açıdan çok doğaldı. O'nun önderliği sayesinde, lise Tarih kitabının II. cildinde, İslamiyetin dışından yazılmış bir İslam tarihi bulunmaktadır. Cumhuriyet'in liseli gençlere öğrettiği İslam, doğaüstü bir kuvvetin değil, fakat tarihsel-sosyolojik gelişmelerin ürünüdür. Zaten daha ilk cildin başında evrenin ve insanın yaratılışı teorisi çürütülmüş ve bu süreçler bütünüyle bilimsel verilerle açıklanmıştı. Selçuklu ve Osmanlı "feodal" devletleri ve toplumları da, II. ve III. ciltlerde, sınıf tahlilini esas alan bilimsel yöntemlerle anlatılmıştır. Lise Tarih kitabına göre, Selçuklu ve Osmanlı toplumları, sınıflı toplumlardır. Devlet, feodal hâkim sınıfın yönetimindedir. Osmanlı ordusu, özellikle yeniçeri birlikleri, Osmanlı sultanı ile hâkim zümresinin çıkarlarını korumaya memurdur. İslamiyet ise, aynı feodal hâkimiyet sisteminin ideolojik aracıdır.6 5 Avrupamerkezci tarih teorisinin dayandığı temellerin esaslı eleştirisi için bkz. Martin Bernal, KaraAtena, çev. Özcan Buze, Kaynak Yayınları, İstanbul, Haziran 1998. Yine bkz. Ellim ve Ütopya dergisinin "Avrupamerkezci Tarih Safsatası" başlıklı özel sayısı, sayı 21, Mart 1996. 6 Kemalist tarihçilik konusunda bkz. Doğu Perinçek, "Burjuva Liberal Tarihçilik ve Kemalizm", Saçak, sayı 30, Temmuz 1986, s.20 vd; Doğu Perinçek, "Kemalistlerin Osmanlı Toplumu Üzerine Sınıfsal Tahlili", Saçak, sayı 56, Eylül 1988, s.44 vd. Yine bkz. Doğu VII Lise Tarih kitapları, kuşkusuz Devrimci-Milliyetçi önyargıları da içermektedir; ayrıca 1930'lu yılların tarih bilgisiyle sınırlıdır. Ne var ki, bugünkü Milli Eğitim'in bu kitapları temel alan bir uygulamaya girişmesi, öğretim sisteminde devrim anlamına gelir. *** İ Lise Tarih kitabı, Sayın Kurtuluş Güran'ın dikkatli çalışmasıyla sadeleştirildi. Özgün metnin tarihsel havasının korunmasına dikkat edildi. Bu nedenle yalnız bugün bilinmeyen sözcükler değiştirildi. Cumhuriyet Devrimi'nin ilk kuşaklarının Tarih kitabı, yeni kuşaklara ilk yayımlandığı yazı karakteriyle, sayfa düzeniyle ve ciltle sunuluyor. O zamanın yoksul Türkiye'sinin devrimci eğitime verdiği önem, kitabın yalnız içeriğine değil, kâğıt, baskı ve cilt kalitesine de yansımıştı. Lise Tarih kitabını, devrimci gelenekten devrimci geleceği yaratma bilinciyle yayımlıyoruz. Doğu Perinçek 24 Eylül 2000 TARiH III YENİ VE YAKIN ZAMANLAR T. T. T. CEMİYETİ TARAFINDAN YAZILMIŞTIR C 6 renkli 3 karakalem tablo — 19 harita — 195 resim. im j 1933 İSTANBUL DEVLET MATBAASI Maarif Vekâleti Milli Talim ve Terbiye Dairesi'nin 26/7/1932 tarih ve 2427 numaralı emriyle ikinci defa olarak 10 000 nüsha basılmıştır* * Bu bilgi, kitabın 1933 yılında yapılan ikinci basımında yer almaktadır (Kaynak Yavınları'nın notu). v.s İLK BASIMIN ÖNSÖZÜ Son yıllara gelinceye kadar "Türk Tarihi" memleketimizde en az incelenmiş konulardan biri halindeydi. l 000 yıldan fazla süren İslamlık-Hıristiyanhk davalarının doğurduğu düşmanlık duygusuyla tutucu tarihçiler bu davalarda asırlarca İslamlığın öncülüğünü yapan Türklerin tarihini kan ve ateş maceralarından ibaret göstermeye savaştılar. Türk ve İslam tarihçiler de Türklüğü ve Türk medeniyetini İslamlık ve İslam medeniyeti ile kaynaştırdılar; İslamlıktan önceki binlerce yıla ait devreleri unutturmayı Ümmetçilik siyasetinin icabı ve din gayreti vecibesi bildiler. Daha yakın zamanlarda, Osmanlı İmpara-torluğu'na dahil bütün unsurlardan tek bir milliyet yaratmak hayalini güden Osmanlılık cereyanı da, Türk adının anılmaması, Milli Tarihin yalnız ihmal değil, hatta yazılmış olduğu sayfalardan kazınıp silinmesi yolunda üçüncü bir etken halinde diğerlerine eklendi. Bütün bu olumsuz cereyanlar, tabiî olarak, mektep programlan ve mektep kitapları üzerinde bile etkisini gösterdi ve Türklüğün, çadır, aşiret, at, silah ve savaş kavramlarıyla eşanlamlı tutulması geleneği mektep kitaplarımıza kadar girdi. Türk tarihinin, inkâr edilmiş ve unutturulmuş simasını ve mahiyetini, bütün gerçekliğiyle meydana çıkarabilmek için çalışmakta olan Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti bir kısım üyesini tarih öğretimindeki bu boşluğu doldurabilecek bir kitap hazırlamakla görevlendirdi. En yeni eserlere ve Anadolu, Mısır, Mezopotamya, Orta Asya, Kuzey Hint, Kuzey Çin ve Güney Sibir'de her gün daha ileri götürülmekte olan arkeolojik incelemelere dayanmakla beraber, konunun genişliği, zamanın darlığı yanında, önümüzdeki ders yılına yetiştirilmesi zaruretinin de zorXII TARİH laması sebebiyle, bu küçük eserin ihtiyacı tam ve mükemmel şekilde karşılayacağı iddia olunamaz. Noksanlar, ileride, yeni basılışlarda tamamlanacaktır. Kitabın içerdiği konular etrafında daha fazla bilgi edinmek isteyenler, aynı heyetin pek yakında bastırılmak üzere hazırladığı Umumi Türk Tarihinin Ana Hatları hakkındaki esere müracaat edebilirler. Cemiyet, dört kitap halinde hazırlamış olduğu bu küçük eseri, mekteplerde okutulmasını kabul eden Türkiye Cumhuriyeti Maarif Vekâleti'ne hediye etmiştir. İKİNCİ BASIMIN ÖNSÖZÜ Geçen ders yılı başında yayımlanmış olan "Tarih" serisi 1932-1933 ders yılı ihtiyacını karşılamak üzere tekrar basılmıştır. Bu basılışta üçüncü ciltte Batı tarihine dair eksik konular ve haritalarla resimler tamamlanmış, haritalar öğrenimde daha kullanışlı olmak üzere kitabın sonuna ve metin dışına alınmış, harita klişeleri daha itinalı bir şekilde tamamlanarak yeniden yaptırılmıştır. "Tarih" bu basılışıyla arzu ettiği mükemmeliyete bir adım daha yaklaşmış bulunuyordu. Yeni basılışlarında bunu daha ileriye vardırmaya çalışacaktır. TARİH İÇİNDEKİLER I- OSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞU 1-31 Osmanlı Türklerinin kökeni, s.l. - Osmanlıların ortaya çıktığı sırada Anadolu'nun durumu; Anadolu Selçukları ve Selçuk feodalitesi, s.l. -Osman Bey, s.2. - İlk devlet teşkilatı, para, ilk düzenli ordunun esası, toplumsal teşkilat, arazi paylaşımı, şehirlerin idaresi, s.4. - Osmanlıların ortaya çıktığı sırada Avrupa'nın durumu: Doğu, s.6. - Osmanlıların ortaya çıktığı sırada Avrupa'nın durumu: Merkez, s.9. Osmanlıların ortaya çıktığı sırada Avrupa'nın durumu: Batı, s. 12. - Avrupa'da değişiklik, s.16. Osmanlıların Avrupa'ya geçişi, s.18. - Balkanlar'da Bizans ve İslav hâkimiyetinin sonu ve İstanbul'un Osmanlılar tarafından tehdidi, s. 19. - Yeniçeri piyade ordusunun oluşturulması, s.22. -Anadolu Türk beyliklerinin birleştirilmesi, s.23. - Bizans'ı sıkıştırma, Haçlı saldırıları, s.26. - Aksak Timur'un Anadolu'yu istilası, s.27. -Osmanlı Devleti'nin tekrar kendisini toplaması, Çelebi Mehmet, s.28. - Haçlı saldırılarına karşı başarıyla karşı koyma: II. Murat, s.29. II- OSMANLI İMPARATORLUĞU 32-70 Fatih Sultan Mehmet: İstanbul'un fethi ve Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşu, s.32. İmparatorluğun iç teşkilatı: "Fatih Mehmet Kanunu", Müslüman olmayan tebaaya müsaadeler, s.34. Denizaşırı genişleme: Adriyatik ve Ege Denizi'nde savaşlar; Kırım hanlarının Osmanlı sultanlarını metbu tanıması, s.37. - İtalya ile kültürel ilişkiler, s.39. - II. Mehmet Roma İmparatoru, s.39. - Fatih devrine kadar ve Fatih devrinde Osmanlı-Türk kültürü, s.41. - Cem olayı ve başarısız savaşlar, s.44. - Osmanlı Devleti'nde ilk gericilik: II. Bayazıt, s.44. - Yavuz Selim: Asya'da ve Afrika'da Osmanlı fetihleri, s.45. - İslam halifeliği, s.47. - Kanunî Süleyman'ın Avrupa seferleri: Birinci Viyana Kuşatması, Macaristan'da Türk hakimiyeti, s.48. - Bağdat'ın zaptı, Kuzey Afrika'nın Osmanlı idaresi altına geçmesi: Barbaros Hayrettin, s.49. - Osmanh-Fran-sız ilişkileri, kapitülasyonların başlangıcı, s.49. - Moskof Çarlığı'nın Avrupa'daki Türk hanlıklarını imha etmesi ve Osmanlı Devleti aleyhindeki emelleri, s.51. Süleyman devrinde Osmanlı ülkesinin genişliği, nüfusu ve serveti, siyasî, idarî ve toplumsal teşkilatı; Sultan SûXVI leyman Kanunnamesi, s.52. - Kanunî devrinde Osmanlı kültürü, s.57. - Saray hayatında görkem; israf ve entrikalar; Osmanlı toplumsal tabakalarının hayatı; gerileme ve yıkılış tohumları, s.59. - Sokollu Mehmet Paşa idaresi: dış siyasette ve iç idarede durumu koruyabilmesi; Sokol-lu'nun Türk alemiyle alakadarlığı, s.63. - Yemen, Kıbrıs ve Tunus'un zaptı, Lehistan ve Fas'ın Osmanlı koruması altına girmesi, s.64. - İç karışıklıklar, savaşlarda bazı başarısızlıklar ve Jitvatorok Antlaşması, s.66. - 16. asırda Türk devletlerinin genel durumu, s.69. III- ON ALTINCI ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 71-113 A. On dördüncü asırdan itibaren Avrupa'nın Orta ve Yeniçağ tarihinin ana hatlarına genel bir bakış 71-74 B. On beşinci asrın ortalarına kadar Avrupa. gerilemesi, s.77. 74-79 Yüz Yıl Savaşı, s.74. - Batı kilisesinin C. On altıncı asır sonlarına kadar Avrupa'nın gelişimi 80-113 Askerî, bahrî, coğrafi ilerlemeler, s.80. - Büyük keşifler, s.82. - İktisadî gelişme: sömürgecilik, ticaret yollan, merkantilizm, s.86. - Fikrî gelişme: kağıt, matbaacılık, edebiyat ve ilimde Rönesans, s.93. - Fikrî gelişme ve güzel sanatlar, Rönesans, s.96. - Dinî gelişme ve Protestan reformasyonu, s.99. - Dinî gelişmenin diğer bir safhası, Katolik reformasyonu, s. 103. - Siyasî değişiklikler, s. 104. - Avrupa'da siyasî gelişmenin sonuçlan: milletlerarası mücedelelerden İtalya savaşları, s.110. - Avrupa'daki siyasî değişikliklerin diğer bir sonucu, İkinci Fi-lip'in siyasî ve dinî savaşlan, s. 111. - Siyasî gelişmenin İngiltere'de de sonucu: Elizabet'in siyasî ve dinî mücadeleleri, s. 112. - Fransa'da siyasî ve dini mücadeleler, s.113. IV- İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 114-187 A. Duraklama devri (1579-1682) Duraklama devrinin başlıca sebepleri, 114-124 Duraklama devri, s. 114. - s.114. - Duraklama devrinin başlıca siyasî olayları, s.115. - Durumu düzeltmek isteyenlerden IV. Murat, s. 118. - 17. asır ortalarında Osmanlı kültürü, 120. - İlk bütçe, s.121. - Durumu düzeltmek isteyenlerden Köprülüler, s. 121. B. On yedinci asırda Avrupa 124-139 XVII 1. On yedinci asır başında Avrupa'ya genel bir bakış 124-126 2. On yedinci asırda Avrupa devletlerinin iç gelişmeleri 127-135 17. asır devletlerinin genel vasıfları, s. 127. - Rusya, s. 127. - Lehistan, s.128. - İsveç, s.129. -Almanya, s.129. -Avusturya, s.130. İtalya, s. 130. - İsviçre ve Felemenk, s. 131. - İspanya, s. 131. - Fransa, s.132. -İngiltere, s.134. 3. On yedinci asırda devletler arasındaki mücadeleler 135-139 17. asır anlaşmazlıklarının nitelikleri, s. 135. - Habsburglarla Bur-bunların mücadelesi, Otuz Yıl Savaşları, s. 135. - Fransa'ya karşı mücadele ve ittifaklar, s. 137. C. Geri çekilme devri (1683-1792) 140-160 Büyük geri çekilme ve Karlofça Antlaşması (1683-1699), s. 140. - Rusya İmparatoru I. Petro'nun Osmanlılar aleyhinde hareketleri ve projeleri, s. 142. - Avusturya ve Rusya'nın 18. asırda Osmanlı Devleti'ni sıkıştırmaları; devletler rekabetinin Osmanlı Devleti'nin varlığını korumadaki etkileri, s.143. - Bazı Türk memleketlerinin Osmanlı ve Rusya Devleti arasında paylaşılması, s. 146. -18. asırda Fransa'nın Doğu siyaseti: Belgrad antlaşmaları ve kapitülasyonlar, s. 147. - Osmanlı kültürüne Avrupa medeniyetinin etkileri: ilk matbaa, kumaş imalathaneleri, Lale devri, rokoko üslubunun girmesi, edebiyatta çapkınlık, şüphecilik ve karamsarlık, s.147. - Osmanlılarda tarihçilik, s.151. - Toplumsal ve askerî teşkilatta, iktisadî hayatta ve idarede bozukluklar; karışıklıklar ve millî hareketler; malî sıkıntı ve buna karşı alınan önlemler, s. 152. -Rus savaşları, Avusturya'nın Ruslara yardımı, Kaynarca ve Yaş antlaşmaları, s. 157. - II. Katerina'nın Osmanlı Devleti'ni imha planlan; Hıristiyan tebaayı tahrik, s.158. - Kırım istilasının önemi; hilafet fikrinden Fransızların yararlanmak istemeleri, s. 159. D. On sekizinci asırda Avrupa 1. On sekizinci asırda Avrupa'ya genel bir bakış 160-187 160-161 18. asır devletlerinin genel vasıfları, s. 160. 2. On sekizinci asırda Avrupa devletleri 161-171 Rusya, s.161. - Lehistan, s.162. - İsveç, s.163. - Danimarka, s.163. -Almanya, s.163. - Prusya, s.164. Avusturya, s.164. - İtalya, s.165. -İsviçre, s.166. - Felemenk, s.166. - İspanya, s.167. - Portekiz, s.167. Fransa, s. 168. - İngiltere, s. 169. 3. On sekizinci asırda milletlerarası anlaşmazlıklar ve mücadeleler 171-186 XIX Antlaşması ve "Tanzimat Fermanı", s.244. - Tanzimat devri, s.247. -İngiltere'nin hilafet fikrinden yararlanması, s.249. - Avrupa medeniyetinin Müslüman Osmanlılara etkisi, s.250. - Müslüman Osmanlılar arasında muhalefet teşkilatı, s.252. - Kara ve deniz kuvvetlerinin artırılması, malî ve iktisadî sıkıntının çoğalması, s.253. - İç idarede bozuklukların devamı, Hıristiyan tebaanın yaşadığı vilayetlerde ayaklanmalar, Avrupa müdahalesinin şiddetlenmesi, s.253. - Yeni Osmanlılar hareketi ve Türklerde milliyet cereyanının başlangıcı, s.254. - İstanbul karışıklıkları, s.256. - İlk Osmanlı meşrutiyeti: 1876 Kanunu Esasisi, s.256. - Balkanlar'da İslavlık hareketi, Rusya'yla savaş, s.257. - Berlin Antlaşması: Osmanlı Devleti'nin parçalanması, s.259. D. 1848 ihtilalleri ve 1848'den sonra Avrupa 260-290 İhtilallerin sebepleri, s.260. - İhtilal olayları, s.263. - Fransa'da 1848 ihtilalleri, s.264. - Almanya'da 1848 ihtilalleri, s.265. - Avusturya'da ve Macaristan'da 1848 ihtilalleri, s.266. - İtalyan birliği, s.268. Alman birliği, s.270. - Fransa'yla savaş, s.272. - 19. asırda Rusya, s.273. - Milliyet hareketleri, s.273. - İhtilal ve fikir hareketleri, reformlar ve gericilik, s.274. - Reform hareketi, s.276. - 1848'den zamanımıza kadar Avusturya-Macaristan, s.277. - Almanya İmparatorluğu, anayasa, toplumsal reform, iktisadî ilerleme, s.278. - Toplumsal reform, s.278. - Almanya'da askerî tedbirler ve dış siyaset, s.279. - Fransa'da Üçüncü Cumhuriyet, s.279. - İktisadî siyaset ve toplumsal reform, s.281. -1850'den zamanımıza kadar İngiltere, s.281. - Seçim kanununun değişmesi, s.282. - İrlanda işleri, s.282. - İşçi hareketleri ve toplumsal reform, s.283. - 19. asırda İspanya ve ihtilaller, s.284. - İsviçre'nin gelişmesi ve teşkilatı, s.285. - Sömürge işleri, s.286. - Afrika'nın paylaşılması, s.287. - Asya'da Rus hâkimiyetinin genişlemesi, s.288. E. Meşrutiyet, gericilik ve dağılma devri 290-310 Sultan Hamit idaresi, s.290. Düyunu Umumiye idaresi, s.293. - Ermeni, Girit ve Makedonya meseleleri, s.294. - Abdülhamit devrinin siyasî fikriyatı ve Yeni Osmanlıların ikinci faaliyetleri, s.296. - Makedonya'da bulunan III. Ordu'nun meşrutiyet talebi; İkinci Meşrutiyet, Abdülha-mit'in tahttan indirilmesi, s.299. - Bulgar, Girit ve BosnaHersek meseleleri, İtalya'nın Trablusgarp'ı topraklarına katması ve Balkan Savaşı, s.301, - İkinci Meşrutiyet devrinde başlıca iç olaylar, s.302. - Türk milliyet fikri ve İttihat ve Terakki, s.303. - Dünya Savaşı, s.305. - Alman-, ya'nın Dünya Savaşı sırasında hilafet fikrinden yararlanmak arzusu, s.309. Sevr Antlaşması ve Osmanlı Devleti'nin son parçalanması, s.310. Osmanlı hükümdarlarının soy cetveli 311-312 Kronoloji cetveli Dizin XIX 313-320 321-350 Antlaşması ve "Tanzimat Fermanı", s.244. - Tanzimat devri, s.247. -İngiltere'nin hilafet fikrinden yararlanması, s.249. - Avrupa medeniyetinin Müslüman Osmanlılara etkisi, s.250. - Müslüman Osmanlılar arasında muhalefet teşkilatı, s.252. - Kara ve deniz kuvvetlerinin artırılması, malî ve iktisadî sıkıntının çoğalması, s.253. - İç idarede bozuklukların devamı, Hıristiyan tebaanın yaşadığı vilayetlerde ayaklanmalar, Avrupa müdahalesinin şiddetlenmesi, s.253. - Yeni Osmanlılar hareketi ve Türklerde milliyet cereyanının başlangıcı, s.254. - İstanbul karışıklıkları, s.256. - İlk Osmanlı meşrutiyeti: 1876 Kanunu Esasisi, s.256. - Balkanlar'da İslavlık hareketi, Rusya'yla savaş, s.257. - Berlin Antlaşması: Osmanlı Devleti'nin parçalanması, s.259. D. 1848 ihtilalleri ve 1848'den sonra Avrupa 260-290 İhtilallerin sebepleri, s.260. - İhtilal olayları, s.263. - Fransa'da 1848 ihtilalleri, s.264. - Almanya'da 1848 ihtilalleri, s.265. - Avusturya'da ve Macaristan'da 1848 ihtilalleri, s.266. - İtalyan birliği, s.268. Alman birliği, s.270. - Fransa'yla savaş, s.272. - 19. asırda Rusya, s.273. - Milliyet hareketleri, s.273. - İhtilal ve fikir hareketleri, reformlar ve gericilik, s.274. - Reform hareketi, s.276. - 1848'den zamanımıza kadar Avusturya-Macaristan, s.277. - Almanya İmparatorluğu, anayasa, toplumsal reform, iktisadî ilerleme, s.278. - Toplumsal reform, s.278. - Almanya'da askerî tedbirler ve dış siyaset, s.279. - Fransa'da Üçüncü Cumhuriyet, s.279. - İktisadî siyaset ve toplumsal reform, s.281. -1850'den zamanımıza kadar İngiltere, s.281. - Seçim kanununun değişmesi, s.282. - İrlanda işleri, s.282. - İşçi hareketleri ve toplumsal reform, s.283. -19. asırda İspanya ve ihtilaller, s.284. - İsviçre'nin gelişmesi ve teşkilatı, s.285. - Sömürge işleri, s.286. - Afrika'nın paylaşılması, s.287. - Asya'da Rus hâkimiyetinin genişlemesi, s.288. E. Meşrutiyet, gericilik ve dağılma devri 290-310 Sultan Hamit idaresi, s.290. Düyunu Umumiye idaresi, s.293. - Ermeni, Girit ve Makedonya meseleleri, s.294. - Abdülhamit devrinin siyasî fikriyatı ve Yeni Osmanlıların ikinci faaliyetleri, s.296. - Makedonya'da bulunan III. Ordu'nun meşrutiyet talebi; İkinci Meşrutiyet, Abdülha-mit'in tahttan indirilmesi, s.299. - Bulgar, Girit ve BosnaHersek meseleleri, İtalya'nın Trablusgarp'ı topraklarına katması ve Balkan Savaşı, s.301, - İkinci Meşrutiyet devrinde başlıca iç olaylar, s.302. - Türk milliyet fikri ve İttihat ve Terakki, s.303. - Dünya Savaşı, s.305. - Alman-, ya'nın Dünya Savaşı sırasında hilafet fikrinden yararlanmak arzusu, s.309. Sevr Antlaşması ve Osmanlı Devleti'nin son parçalanması, s.310. Osmanlı hükümdarlarının soy cetveli 311-312 Kronoloji cetveli Dizin ME HARİTALAR 1-13. asır ortasında Anadolu 2- Osman'ın ölümünde Osmanlı Devleti 313-320 321-350 3- Orhan devrinde Anadolu ve Balkanlar 4- 14. asırda Avrupa 5- Osmanlı İmparatorluğu'nun büyümesi 6- Keşifler haritası 7- 16. asırda Avrupa 8- 17. asırda Avrupa 9- Karlofça Antlaşması'ndan sonra Avrupa'da Osmanlı İmparatorluğu 10- 1699-1877 Avrupa'da Osmanlı İmparatorluğu 11- Doğu Avrupa ve Orta Asya'daki Türk memleketlerinin parçalanması 12- 18. ve 19. asırda Kuzey ve Güney Amerika devletleri 13- 18. asırda Avrupa 14- Napolyon zamanında Avrupa 15- Viyana Kongresi'nden sonra Avrupa 16- 19. asırda Avrupa 17- Berlin Antlaşması'na göre Avrupa'da Osmanlı İmparatorluğu 18- Umumî Harp'ten sonra Avrupa 19- Osmanlı İmparatorluğu'nun küçülmesi TABLOLAR I- Fatih Mehmet'in donanmayı karadan Halic'e indirmesi II- Kanunî Süleyman'ın Mohaç Zaferi III- Barboros Hayrettin Paşa'nın Preveze Deniz Savaşı IV. Türk çinisi V- Nizamıcedit askerlerinin III. Selim'in önünde yaptıkları ilk geçit töreni VI. Asakiri mansure kıtalarının Sultanahmet Meydanı'nda II. Mahmut tarafından teftişi Sayfa XXIX XXX XXXI XXXII XXXIII XXXIV I. Kanuni'nin zafer II. Piri Reis'in Atla: III. İkinci Viyana K XXI METİN DIŞI TABLOLAR I. Kanuni'nin zafer alayı II. Piri Reis'in Atlas Okyanusu ve Amerika sahilleri haritası III. İkinci Viyana Kuşatması RESİMLER OSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞU l- 1328'de Orhan Bey'in bastırdığı ilk Osmanlı paralan l- a) Bursa'da Orhan Bey'in yaptırdığı cami 1- b) Orhan Bey zamanında İznik'te yapılan imaret 2- Ortaçağın karakteristik şehirlerinden biri olan Nurenberg'in 15. asır sonundaki halini gösteren bir resim 3- Almanya'da Mosel Irmağı üzerinde sağlam Eltz Şatosu 4- Dante 5- Ressam Ciyotto 6- Paris'te Notrdam Kilisesi 7- Almanya'da Ulm şehrindeki katedral 8-1. Murat tarafından Bursa'da Çekirge'de yaptırılmış olan Hüdavendigâr Camii 9- Karaman Kalesi 10- Beyşehir'de Esrefoglu Süleyman Bey türbesi ve kütüphanesi 11- Karaman'da İbrahim Bey imareti 12- Karaman'da Nefise Sultan Hatuniye Medresesi kapısı 13- Söke kazasının Balat köyünde Menteşeoğullarından İlyas Bey tarafından yaptırılan camiin sanatlı mihrabı 14- Beyşehir'de Esrefoglu Camii'nin içine bir bakış 15- Söke kazasının Balat köyünde Menteşeoğullarından İlyas Bey Camii 16- Kuşadası kazasının Selçuk nahiyesinde: Aydınoğullanndan İsa Bey Camii'nin sanatlı pencerelerini gösteren bir yüzü 17- İstanbul Boğazı üzerinde Anadoluhisarı 18- Bursa'da Yıldırım Bayazıt tarafından yaptırılan Ulu Cami 19- Bursa'da Ulu Cami'nin içi 20- Mehmet Çelebi'nin Timur'u metbu tanıdığı devirde Bursa'da iki hükümdarın adına basılan sikke 21- Çelebi Mehmet tarafından Bursa'da inşa ettirilen Yeşil Cami'nin içi 22- Bursa'da Yeşil Cami içindeki hücrelerden biri Sayfa XXXV XXXVI XXXIX l 22 345566 99 10 10 11 11 12 12 13 13 14 15 XXII OSMANLI İMPARATORLUĞU: Sayfa 23- Fatih'in İstanbul Boğazı üzerinde inşa ettirdiği Rumelihisarı 16 24- Fatih Mehmet tarafından döktürülen tunç toplardan biri 17 25- İstanbul'un Bizans devrindeki durumunu gösteren bir plan 18 26- Fatih Mehmet II. 19 27- Heykeltraş Bertold Civanni tarafından II. Mehmet adına yapılmış tunç madalya 20 28- Fatih Mehmet'in kılıcı 20 29- İstanbul'da Fatih devrinde inşa edilen Çinili Köşk 21 30- Çinili Köşk'ün girişi 23 22 31-Kanunî Süleyman 32- Viyana'nın Türkler tarafından ilk kuşatılmasını gösteren bir minyatür 24 33- 17. asırda Budin'in Türkler idaresinde bulunduğu devirde yapılmış bir resmi 25 34- Budin şehrinin Osmanlı hâkimiyeti altında bulunduğu zamana ait bir resim 26 35- Sokollu Mehmet Paşa'nın Budin valiliği zamanında (1566-79) Peşte'de Türkler tarafından inşa edilmiş bir kaplıca 36- Budin'de Gülbaba Türbesi 26 27 37- Peç'te (Pecs) 1625 tarihinde Türkler tarafından yapılan ve bugün kilise olarak kullanılan cami 27 38- Eğri şehrinde Türkler zamanından kalma bir minare 28 39- Barbaros Hayrettin Paşa 28 40- 16. asırda Türk donanmasına mensup savaş gemilerinden biri 41- Bursa'da dokunmuş bir kumaş parçası 29 30 42- Kanuni Süleyman'ın karısı Hurrem Sultan'ın türbesinden alınmış işleme çevre 31 43- Anadolu'da yapılmış çini büyük cami kandili 44- Kanuni Süleyman'ın kılıcı 32 32 45- İstanbul'da Topkapı Sarayı'nda III. Murat'ın yatak odası 46- Rüstem Paşa Camii mihrabı 33 34 47- 1559'da İstanbul'a Beyoğlu sırtlarından bir bakış 48- Büyük Türk mimarı Sinan 35 36 49- Mimar Sinan'ın eserlerinden İstanbul'da Süleymaniye Camii 36 50- Mimar Sinan'ın eserlerinden Edirne'de Sultanselim Camii 37 51- Osmanlı İmparatorluğu devrinde Türk mimarisinin ilerleme ve gerileme safhaları 38-39 52- Şair Baki, Nef i ve Şeyhülislam Ebüssuut Efendiler 53- Şair Fuzuli 40 41 XXIII Sayfa 54- Osmanlı padişahlarına ait süslü ve mücevherli eşyalar 42 55- II. Bayazıt'ın süslü elbisesi ve elmaslı hançeri 43 56- Kanunî Süleyman'ın karısı Hurrem Sultan (Roksolan) 57- Sokollu Mehmet Paşa 45 44 58- Kanuni Süleyman Zigetvar Seferi'ne giderken 59- Bir yeniçeri zabiti 60- Bir yeniçeri 61- Tiryaki Hasan Paşa 45 46 46 47 62- 16. asırda yeniçeri kıyafetleri 47 16. ASRA KADAR AVRUPA: 63- Yüz Yıl Savaşı'na ait iki sahne 48 64- Yan Huss idama götürülürken 49 65- Ortaçağ şatolarından birinin topla tahribi 49 66- 15. asırda Almanya'da bir şehrin kuşatılması 49 67- Marko Polo 50 68- Vasko di Gama 50 69- Kristof Kolomb 50 70- Maya mimarî eserlerinden bir örnek: Yukatan'da Sayil Tapınak-Sarayı'nın ön yüzü 51 71- Mayaların yeni imparatorluk devrinden kalma bir tapınağın ön yüzünden bir kısım 51 72- Gusko şehrinde Santa Domingo Kilisesi 52 73- Teopanzolko'da Azteklerin piramit şeklindeki tapınakları 74- Şekspir 52 53 75- Leonardo da Vinci 53 76- Rafael Sanzio 53 77- Mikel Ancello 53 78- Roma'da San Piyetro Kilisesi 79- Martin Luter 54 54 80- Alman İmparatoru V. Karlos (Şarklken) 55 81- Fransa Kralı I. Fransuva 55 İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ: 82- Türklerin İkinci Viyana Kuşatması'ndan bir manzara 56 83- İstanbul Boğazı 57 84- İstanbul'da bir donanma eğlencesi 57 85- Şair Nefi 58 86- Koçi Bey 58 XXIV Sayfa 87- Kâtip Çelebi 58 88- İstanbul'da Topkapı Sarayı'nda Bağdat Köşkü 89- Bağdat Köşkü'nün içinden bir kısım 90- Bağdat Köşkü'nde çinilerle süslü bir duvar 59 60 61 91- Yeni Cami'de Türk çini ve mermer işçiliğinin güzelliklerini toplayan bir köşe 62 92- Rodos tabağı. 17. asır Anadolu mamullerinden 63 93- İstanbul mamullerinden sedefle işlenmiş sandukçe 94- Gördüs mamullerinden bir seccade 64 65 95- Anadolu mamullerinden halı seccade 66 96- Köprülü Mehmet Paşa 67 97- Köprülü Fazıl Ahmet Paşa 67 98- Merzifonlu Kara Mustafa Paşa 67 99- 17. asırda İstanbul 68 100- Çar I. Petro 69 69 101-Kardinal Rişliyö 102- XIV. Lui 69 103- Kromvvell 69 104- III. Ahmet 70 105- Sadrazam İbrahim Paşa 70 106- İbrahim Müteferrika'nın ilk bastığı eserlerden Kâtip Çelebi'nin "Tuhfetülkibar" adlı kitabındaki Akdeniz haritası 71 107- Naima Tarihi'nin son sayfası 72 108- "Batı Hint Tarihi" adlı Amerika hakkında basılan eserdeki resimlerden 72 109- İbrahim Müteferrika'nın bastığı Türkçe-Fransızca konuşma kitabından iki sayfa 73 110- 18. asırda Sâdabat'tan bir manzara 74 112- İstanbul'da III. Ahmet Çeşmesi 74 111-Şair Nedim 75 112- a) III. Ahmet devrinde Eyuplu Derviş Hasan adında bir Türk işçisi tarafından yapılmış yazı çekmecesi 76 113- Köçeklerin oyununu seyreden hükümdar 77 114-İstanbul'da Sultanahmet Camii 80 l B- İstanbul'da Yeni Cami 79 116İstanbul'da Nuruosmaniye Camii 80 117- İstanbul'da Lâleli Camii 80 118-Aynalı Kavak 81 119- İstanbul'da Alemdar Caddesi'nde I. Abdülhamit Çeşmesi 120- Bir yabancı elçinin arz odasında kabulü 121- Topkapı Sarayı sahilinde Yalı Köşkü XXV 81 82 82 Sayfa 122- Bir Türk asilzadesi 83 123- Zengin bir Türk genci 83 124- İbriktar ağası 84 125- Kızlar ağası 84 126- Bir sultan 85 85 127-Türk kızları 128- Tarihçi Naima Efendi 129- Yeniçeri ağası 86 86 130- Yeniçeri 87 86 131 - İsaac Newton 132- Galilee 87 133- Rene Descartes (Dekart) 87 135- Kant 136- Sebiller (Şiiler) 87 134-JohnLocke 88 88 137- Goethe (Göte) 88 138- Voltaire (Volter) 88 139- Montesquieu 89 140- Diderot 89 142- David Hume 143- George Washington 89 141-Jean Jacques Rousseau 89 90 144- Amerika Bağımsızlık Beyannamesinin ilanı 90 145- James Watt 91 147-Montgolfier kardeşler 91 146-Benjamin Franklin 91 148- Robert Fulton 91 149- İstanbul'da Halıcıoğlu'nda Hendesehane 92 150- III. Selim devrinde Osmanlı donanmasından bir gemi 92 151- Nizamıcedit askerinin İstanbul'da Levent Çiftliği civarındaki kışla ve talim meydanları 152- Hotin Kalesi ' 93 94 153- Navarin'de Osmanlı donanması 96 95 154-II. Mahmut 155- İstanbul'da Etmeydanı'nda II. Mahmut tarafından tahrip ettirilen yeniçeri kışlasının kapısı 96 156- Kavalah Mehmet Ali Paşa 97 157- Kahire'de Mehmet Ali Paşa Camii 97 158- Ankara'nın iki asır evvelki hali 98 159- Ankara'nin 90 sene evvelki durumunu gösteren bir plan 99 160- Fransız İhtilali'nde top oyunu salonunda yapılan yemin 100 r XXVI Sayfa 161- Robespierre 100 162- Napoleon Bonaparte 101 100 163-Viyana Kongresi 164- Mustafa Reşit Paşa 102 165- Âli Paşa 102 167- Paris Kongresi 102 166-Fuat Paşa 103 168- Paris Kongresi delegeleri grup halinde 104 169- İstanbul'da Empire mimarî üslubunda yapılmış II. Mahmut türbesi 170- İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı 104 105 171- İstanbul'da II. Mahmut zamanına kadar Osmanlı padişahlarının ikamet ettikleri Topkapı Sarayı 106 172- Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk resmî gazetesi olan Takvimi Vekayi'nin birinci nüshası 107 173- Türkiye'de yayımlanan özel ilk Türkçe gazetenin birinci nüshası 108 174- Ziya Paşa 109 175- Namık Kemal Bey 109 176- Şinasi Efendi 110 178-Mithat Paşa 109 177-Ahmet Vefik Paşa 110 179- İlk Osmanlı Mebusan Meclisi 180- Niybolu Kalesi ağzında Kilye Kalesi 113 183-Berlin Kongresi 115 185-Garibaldi 115 187-III. Napoleon 111 112 181 - Osmanlılar devrinde Tuna 112 182- Plevne savunmasından bir sahne 114 184- Kont Kavour 115 186- Bismarck 115 188- Erkânıharp Yüzbaşısı Mustafa Kemal Bey 116 189- Binbaşı Mustafa Kemal Bey Derne savaş cephesinde 117 190- Miralay Mustafa Kemal Bey Çanakkale siperlerinde 118 191- Anafartalar savaş alanının uzaktan görünüşü 119 192- Anafartalar Grubu Kumandanı Miralay Mustafa Kemal Bey Kireçtepe'de şehitler abidesi önünde 120 193- Anafartalar Grubu Kumandanı Miralay Mustafa Kemal Bey, erkânıharbiyesi ve maiyeti 121 194- İtilaf Devletlerinin işgali altında İstanbul: Osmanlı Mebusan Meclisi önünde İtilaf Devletleri donanması 122 195- Sevr Antlaşması'nın Osmanlı başdelegesi tarafından imzalanması 123 TABLOLAR Tarih III. S.XXIX DONANMAYI KARADAN HALİC'E İNDİRMESİ Dolmabahçe Sarayı resim galerisinden Tarih III. S.XXX II. KANUNÎ SÜLEYMAN'IN MOHAÇ ZAFERİ. "Hünername'den alınmış bir Türk minyatürü." Tarih III. S.XXXI III. BARBAROS HAYRETTİN PAŞA'NIN PREVEZE DENİZ SAVAŞI. Dolmabahçe Sarayı resim galerisinden. Tarih III. S.XXXII IV. TÜRK ÇİNİSİ. "16. ASIR." V. NIZAMICEDİT ASKERLERİNİN !„. SELİM'İN ÖNÜNDE YAPTIKLIKLARI İLK GEÇİT TÖRENİ Tarih III. S.XXXIV VI. ASAKİİRİ MANSURE KITALARINA SULTANAHMET MEYDANI'NDA II. MAHMUT TARAFINDAN TEFTİŞİ. Tarih III. S. XXXV Tarih III. S. XXXV I. KANUNÎ'NİN ZAFER ALAYI. Domeniko do Françeçi'nin tahta üstüne kazıdığı bir resim (Venedik 1565). Tarih III. S.XXXIX III. İKİNCİ VİYANA KUŞATMASI l. Sadrazam ve Edime Paşası, 2. Türkler ve müttefikler arasında savaş. 3. İmparatorun gezinti kasrı. 4. Viyana ormanı. 5. Türklerin kuvvetli mevzi aldıkları Leopold şehri, 6.6.6. Türk ordugâhının dış siperleri. 7.7. Tuna'nın diğer tarafında Türklerin yayılması. 8.8. Tuna'nın diğer tarafında Türk bataryaları. 9. Loraine dükünün ilk başarılı yarma hareketini yatığı tabya. 10. İmparatorun sarayı (Hofburg). 11. Üzerine düşmana karşı bir bataryanın kurulduğu büyük bir bina. 12. Sent Et-yen Kilisesi. 13.13.13.13.13. Kont Starihem-berg tarafından kurulan yeni bataryalar. 14. Tuna kolu. 15.15.15. Türklerin saldırısı. 16. Uçurulmuş bir lağım. 17.17.17.17. Şehrin en yakınında Türk havan bataryaları. 18.18. Tuna sahilinde Türk istihkâmları. 19.20. Türklerin ilerlemeleri. "Schottenbas-tei" üzerine son saldın. 21. Sadrazamın karargâhı. J ftRI «IMCCtMnc OSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞU OSMANLI TÜRKLE- Osmanlı Devleti'ni kuran ve sonradan Osmanlı adı-RİNİN KÖKENİ nı alan Türklerin nereden ve ne zaman Anadolu'ya geldikleri henüz ilmî bir şekilde tespit edilmiş değildir. Bu Türk aşiretinin de, bütün Türkler gibi Orta Asya'dan İran yoluyla batıya ilerleyerek, aşiret reisi Ertuğrul Bey'in emri altında Anadolu'ya gelip yerleşmiş olduğu rivayet edilmektedir. Osmanlı hükümdarlarının, Oğuz Han'a, kadar giden bir şecereleri varsa da bu sonradan uydurulmuş bir şeceredir. OSMANLILARIN ORTAYA ÇIKTIĞI SIRADA ANADOLUNUN DURUMU ANADOLU SELÇUKLARI VE SELÇUK FEODİLİTESİ Osmanlılar, tarih sahnesine çıktıkları zaman Anado- hı'nun büyük bir kısmında, Büyük Selçuk İmparatorluğunun Parçalanmasından doğmuş Anadolu Selçuklarının (başka tabirlerle, Konya veya Rum Selçuklarının) 12. hükümdarı olan /. Alâeddin Key- kubat Konya tahtında oturuyordu (1219-1236). Cengiz İmparatorluğu'nun bir parçası olan İlhanlılar Devleti ise, Anadolu'nun doğusuna hâkim olduğu gibi, Konya Selçuklan üzerinde de metbu-luk* iddiasındaydı. Anadolu'nun kuzeybatısında bir kısım arazi henüz Bizans İmparatorlu-ğu'na ait bulunuyordu (Harita. 1). Anadolu Selçuk saltanatı, bütün ortaçağ devletleri gibi feodal bir teşkilata sahipti: Selçuk sultanını metbu tanıyan ve kendi bölgelerinde kendi tebaalaANADOLU SEL*Metbu: Kendisine tabi olunan (Kaynak Yavınlan'nm notu). 2 TARİH rını hemen bağımsız idare eden birtakım beyler (ümera) vardı. Halk kısmen şehirlerde ve köylerde oturarak, sanat, ticaret ve ziraatla meşgul oluyor; kısmen de hayvancılıkla geçinerek yarı göçebe veya göçebe bir hayat sürüyordu. Bizans İmparatorluğu da, o devirde, feodal bir devlet şeklini almıştı: Osmanlı tarihçilerinin "tekfur" dedikleri adamlar, imparatoru metbu tanıyan bir tür feodal beylerdi. Tekfurların idareleri altında bulunan halka muameleleri, çoğunlukla kötü ve adaletsizdi. İmparator, bunların adaletsizliğinden ve zulmünden halkı kurtaracak kadar kuvvete sahip değildi. Anadolu'daki Selçuk ve Bizans feodalitesinin Batı feodalitesinden bazı farkları vardır; mesela Batı feodalitesinin arazi kanunu ve rütbeler zinciri burada aynen mevcut değildir; ve teorik olarak sultan ve imparatorun hak ve nüfuzu daha fazladır; hele Selçuk saltanatı, bir İslam devleti olduğundan, şeriatla ilgili bazı esaslar, Müslüman feodal beylerinin haklarını sınırlıyor ve arazi mülkiyetini halka tahsis ediyordu; feodal beylerin tebaası, serf (esir) değildi; ancak sultanın zayıflığı feodal beylerin kuvvetini ve bağımsız hareketlerini artırıyor ve bazen bunları tam bağımsızlığa kadar sevk ediyordu. OSMANBEY Ertuğrul Bey Anadolu'ya gelince, Konya Selçukları Sultanı Alâeddin Keykubat'tan, kendisine ve aşiretine uygun bir yer verilmesini istedi; Sultan da onlara Ankara'ya yakın Kara-cadağ dolaylarını verdi; bu suretle Ertuğrul, Konya sultanına tabi (vassal) bir bey olmuştu. Ertuğrul Bey Konya sultanının savaşlarında metbuuna (su-zerain) yardım ettiği gibi, Bizans İmparatorluğu'na ait Sultanönü bölgesiyle Söğüt kasabasını da zapt etmeyi başarmıştı. Kılıcının hakkı olan bu yerler sultan tarafından kendisine resmen de verildi; bu suretle Ertuğrul Bey, Anadolu Selçuk Devleti'nin Bizans sınırında bir uçbeyi oldu. I. Alâeddin Keykubat'ın oğlu //. Keyhusrev 1243 senesinde Anadolu'yu istila eden İlhanlıların koruması altına girmeyi kabul etmek zorunda kaldı. Bundan sonra Anadolu Selçuk Devleti belini doğrultamadı. İşte, Anadolu Selçuklarının bu düşkün ve karışık devrinde Ertuğrul Bey öldü ve yerine aşiret reisliğine 23 yaşındaki en küçük oğlu Osman Bey geçti (1281). Osman Bey'den itibaren, bu aşiret Osmanlı adını aldı ve kuruluşu OsOSMANLI DEVLETİNİN KURULUŞU 3 man Bey'e dayandırılan devlet de sonradan "Osmanlı Devleti" diye anıldı. Osmanlı Devleti'nin kuruluş senesi kesin olarak bilinmemektedir; tarihçilerin çoğu 1299 senesini kabul ederler. O sıralarda ///. Alâeddin Keykubat, Konya tahtında bir gölge gibi kuvvetsiz ve önemsiz oturuyordu. Eğer Osmanlı tarihçilerinin bahsettikleri tabii ve alem hikâyesi doğruysa, işte bu III. Alâeddin tarafından Osman Bey'e gönderilmiş olması gerekir.1 Osman Bey, civarındaki tekfurlarla bazen savaşarak, bazen onları birbirine düşürerek, idaresi altında bulunan memleketi epey genişletti. Başlıca Eskişehir civarındaki Karacahisarla inegöl, Bilecik ve Yarhisar'ı zapt etti (Harita. 2). Osman Bey'in nispeten az bir zamanda küçük memleketinin sınırını Bizans İmparatorluğu zararına genişletebilmesi, Türklere has cengâverlik ve kahramanlıktan başka, Bizans Devleti'nin o zamanlar yozlaşarak, artık vilayetlerinde hâkim olan tekfurların (feodal beylerin) merkezle sıkı irtibat ve kendi aralarında dayanışmanın olmamasıyla ve idareleri altında bulunan halkın güvenlik ve refahını sağlayamamalarıyla açıklanabilir. Gerçekten Anadolu vilayetlerindeki tekfurların adaletsiz idareleri, kanunsuz cezaları, keyfî ve ağır vergileri kasabalar halkını bezdirerek ve tekfurlar arasında süren kavgalar ticareti ihlal ederek halkın iktisadî hayatını çok sıkıntıya uğratmıştı. Osmanlı idaresi, yollarda güvensizliği, kasaba ve pazarlarda kanuna aykırı keyfî vergileri kaldırıyor; herkese kanun dairesinde can, ırz ve mal güvenliği sağlıyordu. En eski Osmanlı tarihçilerinden Aşık Paşazade bu hususa dair karakteristik bir olay nakleder: Germiyan'dan gelen bir adam, Karacahisar pazarının bacını (vergi) üzerine almak ister. Osman Bey bunu kanuna ve akla aykırı görerek reddeder ve Germiyanlıyı azarlayarak kovar. Osmanlı Beyliği'nin bu tarzda idaresi her taraftan Osmanlı l Osmanlı tarihçilerinin bahsettikleri geçerli olan tabii ve alem hikâyesi şudur: Sultan Alâeddin, Osman Bey'e Türkçe bir bağımsızlık fermanı ile bağımsızlık belirtisi olmak üzere bir tabii (davul) ve bir alem (sancak) göndermiştir; yani Osman Bey güya kendiliğinden değil, metbuunun fermanıyla bağımsızlık kazanmıştır. Bu bağımsızlık fermanının bir örneği Feridun Bey Münşeatında* yazılıysa da, gerçekliği sabit değildir. Osman Gazi'nin böyle bir fermana muhtaç olmayarak kendini bağımsız saydığına dair, Âşık Paşazade Tarihi'nde dikkat çekici bir hikâye de vardır (Âşık Paşazade Tarihi, İstanbul, 1913,s.l8). * Münşeat: Kaleme alınan şeyler; nesir yazılar; mektuplar (Kaynak Yayınları'nın notu). 4 TARİH memleketine adam gelmesine ve üzerlerine yürünen kasabaların kolaylıkla teslim olmalarına yaradı. İLK DEVLET TEŞKİLATI İLK DÜZENLİ ORDUNUN ESASI TOPLUMSAL TEŞKİLAT ARAZİ PAYLAŞIMI ŞEHİRLERİN İDARESİ Osman Bey'in öldüğü sıralarda (1326) oğlu Orhan Bey, Bizans'ın Anadolu'da en önemli şehirlerinden olan Bursa'yı zapt etti. Orayı başkent yaptı. Merke- bu büyük şehir olan Osmanlı Beyliği'nin munta. zam bir devlet halinde düzenlenmesine ihtiyaç du-yuldu. Orhan Bey, kardeşi Alâeddin'i kendisine vezir tayin etti; Alâeddin Paşa, zamanının en bilgili filozof âlimlerinden Candarlı Kara Halil'le, görüşerek devleti düzenleme görevini üzerine aldı. Orhan Bey, savaşla, askere kumanda etmekle meşgul oldu. Alâeddin, Orhan Bey adına ilk Osmanlı parasını bastırdı (1326) (Res. 1). İslam âleminde bir hükümdarın bağımsızlığı, hutbe'de adını zikrettirmesi ve kendi adına para bastırmasıyla belli olurdu; Osman Bey'in adı hutbede okunmuşsa da, onun adına para bastırılmamıştı. Orhan zamanında bu eksiklik tamamlandı; fakat gerçek bağımsızlık, askerî kuvvet ve idarî düzenle ortaya çıkabilirdi. Alâeddin, devletin ilk düzenli ordusunun esasını kurdu. Bu zamana kadar Osmanlı Beyliği'nin düzensiz atlı kuvveti vardı. Orhan zamanında oluşturulan düzenli askerler ise sırf Türklerden meydana gelen piyadelerden ibarettir. Bunlara yaya denildi. Böylece ilk düzenli askerî teşkilat yapıldığı gibi, mülkî idare de az çok düzenlendi. Beylere, memurlara, askerlere özel elbiseler tayin edildi. Osman Bey zamanında patriyarkafi bir aşiret halinden pek ileri gitmeyen Osmanlı toplumu, Bizans İmparatorluğu'nun başkentine yakın ve oldukça zengin kıtalarını ele geçirdikten sonra, çeşitli toplumsal sınıfların ihtiyaçlarını sağlayacak bir idare sistemi kurmak zorundaydı. O zamanların en önemli servet kaynağı toprak olduğundan, arazinin mülk edinilmesi meselesinin halledilmesi gerekiyordu; Bizans tekfurları şahsî çıkarlarını sağla1 Patriyarkal hayat, Tevrat'ın nitelediği şekilde, bir reis idaresi altında geçirilen sade kabile hayatıdır. OSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞU 5 mak için eski kanun ve âdetleri bozarak keyfî hareket ediyorlardı. Halbuki Osmanlı Beyliği, arazi rejimini düzenli bir usule bağladı. Arazi, has ve tımar adıyla iki sınıfa ayrıldı. Bundan başka Osmanlı arazi rejiminde daha o zamanlarda vakıf topraklarla, yurtluk ve ocaklık denilen topraklar da vardı. Haslar hükümdarın özel hazinesine, hükümdar çocuklarına ve emirlere, yani askere kumanda eden beylere ayrıldı. Tımar ise, savaşlarda yararlık gösterenlere veriliyordu. Has ve tımar usulü Selçuk devrinde ve daha eski Türk devletlerinde de mevcuttu. Türk arazi rejiminde toprak bizzat onu ekip biçenin mülkiyetinden alınmamıştır; has ve tımarda yaşayan halk hürdü, has ve tımar sahiplerinin esiri (serf) değildi. Kısacası has ve tımar, mülk ve çiftlik demek değildir; her has ve tımarın kapsadığı arazi halkın mutasarrıf* olduğu tarlalardı, sahipleri orada tarım yaparlar ürünlerini kendilerine alırlardı; ancak ürünlerin öşrünü (onda birini) ve arazinin alınıp satılmasında belirlenmiş olan harcını has ve tımara mutasarrıf olanlara verirlerdi. Bunlar bu çıkara karşılık hasılata göre, bir, iki veya daha fazla talimli ve silahlı süvari beslemekle sorumluydular. Bir savaş olunca has va tımar sahipleri maiyetindeki atlılarla beraber toplanıp, Osmanlı beyinin kumandası altında sefere giderlerdi. Bu sınıf askere tımarlı sipahisi denilirdi. Osmanlı ordusunun atlı vilayet askerini oluşturan bu kuvvet, devletin büyümesi oranında artmış ve çok işe yaramıştır.! Tımarlılar, bu suretle bir askerî kuvvet oluşturdukları gibi, gelirinden yararlandıkları bölgeleri idare etmekle de görevliydiler; kendi idareleri altında bulunan halkın refahı, çıkarlarına uygun geldiğinden, devletin gerileme devrine kadar halkı iyi idare etmiş oldukları görülüyor. Asıl arazi sahibi olan köylüler, iç köy teşkilatlarıyla kendilerini idare edip gidiyorlardı. Bu köylülerin Müslüman olup olmaması, ilk devirlerde hak ve çıkarlarının artıp eksilmesini pek etkilemiyordu. Şehirlerin idaresine gelince, Osman Bey ilk zapt ettiği Karacaşehir'e bir kadı tayin etti; yani halkın anlaşmazlıklarını çözecek tek hakimli bir mahke* Mutasarrıf: Kendinde kullanım hakkı olan, elinde bulunduran (Kaynak Yayınları'nın notu). l Arazi teşkilatı olgunlaştığı sırada hasla tımar arasında zeamet adıyla bir kademe daha oluşmuştu. Bunun hakkında daha ayrıntılı açıklama Kanunî Süleyman bahsinde görülecektir. ...... TARİH me kurdu; aynı zamanda şehrin düzen ve güvenliğini sağlamak için bir subaşı tayin etti. Hükümdarın tayin ettiği bu memur, bugünkü vali, şehremini ve polis müdürünün görevlerini kendinde toplamıştı. Osmanlı Devleti'nin ilk devirlerinde şehir işleri de böyle pek az memurla idare olunuyordu. Alâeddin Paşa ve Kara Halil, devletin düzenlenmesiyle uğraşırlarken bizzat Orhan Bey, babası zamanından kalma cengâver Türk beyleriyle birlikte memleketinin sınırlarını İstanbul'a doğru genişletmeye çalışıyordu. Aydos, izmit ve Hereke kalelerini, Gemlik kasabasını ve o zamanlar önemli bir sanayi merkezi olan iznik şehrini, kısacası Marmara kıyılarını, İstanbul'a pek yakın olan Kartal'a, kadar zapt ve istila etti. O sırada Türk Karesi Beyliği'ni de topraklarına kattı ki, bu suretle ileride görülecek Anadolu Türk beyliklerinin birleştirilmesi de başlamış oluyordu. Osmanlıların ortaya çıktığı Sırada Avrupa'nın Durumu Osmanlılar Bursa'yı ve Marmara kıyılarını zapt ederek, Maltepe ve Aydos'a kadar ilerleyerek, İstanbul'u doğudan ve güneyden kuşatmaya başladıkları zaman Avrupa'nın durumu nasıldı? (Harita. 3, 4.) Avrupa'nın güneydoğusunda, bir ayağını Balkan Yarımadası'na basmış, diğer ayağını Anadolu Yarımadası'nın kuzeybatısındaki küçük bir parçasına iliştirmiş, sallanarak duran bin yılık köhne Bizans İmparatorluğu vardı. Bu imparatorluk birkaç yüz seneden beri Anadolu tarafından Türklerin ve Müslümanların, Balkanlar tarafından da Türkler ve İslavların darbeleriyle çok zedelenmişti. 7. asırda Araplar (Müslümanlar) İstanbul'u kuşatmış ve bundan sonra da Anadolu içlerine birçok akın yapmışlardı; fakat Bizans İmparatorluğu Araplara karşı İstanbul'u ve Anadolu'yu başarıyla savunabilmişti; hatta 10. asırda karşı saldırıya geçerek, Kuzey Suriye ve Doğu Anadolu'ya kadar eski memleketlerini geri almayı bile başarmıştı. Bundan sonra asıl Türklerin saldırılan başladı ve Büyük Selçuklar bahsinde görüldüğü gibi Alp Aslan'ın kumandası altında Selçuk ordusu, Doğu Roma İmparatoru Romanus Diyogenis'i Malazgirt Meydan Savaşı'nda (26 Ağustos 1071) esir ederek bütün Anadolu'yu istila etti. Fakat Büyük Selçuk İmparatorluğu'nun parçalanması ve kısımlarından Anadolu Selçuk Sultanlığı'nın gitgide zayıflaması üzerine OSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞU 7 Bizans Rumları yine geniş bir nefes alabildiler. Anadolu Selçuk saltanatı yıkılacağı sıralarda Batı Anadolu'nun İstanbul'a en yakın bir bölgesinde Osmanlı Beyliği'nin ortaya çıkması ve Bizans idaresindeki şehir ve kaleleri zapt ederek başkentlerinin yanı başına kadar ilerlemesi, Doğu Ro-ma'mn hayat ve varlığına yeni ve eskilerinden daha korkunç bir tehlike oluşturdu. Bu taze baskıya karşı, Bizans'ın direnebilmesi şüpheli görünüyordu. Özellikle Bizans sarayının bitmez tükenmez taç ve taht kavgaları, Bizans halkının atasözü hükmüne geçmiş ahlakî bozuklukları, Bizans memurlarının yiyicilik ve kötü idareleri, vilayetlerde tekfurlar anarşisi, ahlakî anlamını tamamen kaybederek kuru biçim ve törenden ve ahmakça hurafelerden ibaret kalan Ortodoks mezhebi, nihayet bütün bu kargaşalıklar arasında iktisadî faaliyetin imkânsızlığı ve sonuç olarak halkın çok sıkıntılı bir duruma düşmesi, bu köhne vücudun ölümünün artık yakınlaştığına şüphe bırakmıyordu. Bu devletin dayandığı biricik kuvvet, uzun geçmişi ile İstanbul'un emsalsiz surlarından ibaret gibiydi. Balkan Yarımadası'nda Bizans İmparatorluğu'ndan başka bir imparatorluğun kırıntılarından birkaç parça ile Bulgar ve Sırp krallıkları vardı; Bizans tahtına oturan Paleologos hanedanına mensup prenslerin idare ettikleri eski Yunan'ın askerî bir kıymet ve önemi yoktu; Bizans'ı düşüren kuvvet, buraları da kolaylıkla zapt edebilecekti. Balkan Yarımadası'nın en eski sakinleri arasında Iraklar gibi Türkler önemli bir yer işgal etmişler ve sonradan da Hazar, Avar, Bulgar vesaire gibi Türk kabileleri buralara gelerek yerleşmişlerdi. 14. asır ortalarında Balkanlar'da asıl hâkim olanlar Sırplar ve Bulgarlardı. Bunlar Bizans'tan Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebini almış bulunuyorlardı. Bulgar Devleti, Orta İtil havzasından gelen Bulgar Türklerinin yerli Türk ve İslavlarla karışarak 7. asırda kurdukları bir devlettir; Balkan Yarımadası'nın özellikle doğu kısmına hâkim olmuştu. İlk teşkilatı tamamen Türk usulünde olan bu devletin hükümdarları önce han unvanını taşıyorlardı. Bizans misyonerlerinin etkisiyle Hıristiyanlığı kabul ettikten (9. asır) sonra, Bizans'ın siyasî ve idarî teşkilatını taklide kalkışmışlardı; dilleri de -bazı Türkçe kelimeler ve Türk dili kuralları korunmak üzereİslavlaşmış ve nihayet 8 TARİH bugün bildiğimiz Bulgar dili ortaya çıkmıştı. Birkaç defa Bizans'a saldırarak, vasileuslar'ı (Bizans imparatorlarını) ürküten Bulgar Devleti 10. asırda çok genişleyerek Balkanlar'ın büyük bir kısmını idaresi altına alabilmişti. Bulgarların batısında, İslavca konuşan Sırplar oturuyordu; Ortodoks mezhebini ve Bizans medeniyetini İstanbul'dan alan Sırplar, bir ara (13. asırda) komşuları zararına genişleyerek büyük bir Sırp Devleti kurabilmişlerdi. Tuna'nın kuzeyinde eski bir Roma sömürgesi olan bugünkü Romanya ile birtakım İslav kavimlerini de hüküm ve itaati altına almış olan Macar Türklerinin kurdukları Engürus Krallığı vardı. Romanya'nın bazı kısımları, yerli beyler idaresinde bulunuyordu; bazı kısımlarıysa Macar krallarına tabiydi. Engürus veya Macar Krallığı, eskiden Hunların Avrupa'da vatanı olan Tuna ve Tisa ovalarında, Arpatlar idaresi altında kurulmuş ve 9. asırda, o dolaylardaki İslav kabilelerini de hüküm ve idaresi altına alarak bunların bir kısmını Macarlaştırmıştır. Macarlar, millî dinlerini kaybederek Batı Roma'dan Katolik mezhebini almışlardı. Bu suretle Balkan Hıristiyanla-rından mezhepçe ayrılıyorlardı. Macarlar, aslında Türk olmakla beraber çeşitli kavimlerle devamlı temasları sonucunda dilleri karışık bir lehçe haline gelmişti. Asıl Hun-Ugurlar, Hungarlar, büyük araziye ve hükümete sahip bir aristokrasi oluşturuyorlardı; idarelerindeki halkın bir kısmı İslav-lıklarını koruduğu gibi, bazıları da Ortodoks mezhebinde bulunuyorlardı. Macar beylerinin, ta 13. asırdan kalma bir tür parlamentosu vardı ve asıl hâkimiyet bu parlamentonun yani Macar asilzadelerinin elindeydi. Millî bir kral hanedanı olanArpat sülalesi (10-14. asır) kesildikten sonra Macar beyleri krallarını adeta seçerlerdi. Macaristan'ın kuzeydoğusunda, İslav cinsinden ve Katolik mezhebinden olan Leh Krallığı vardı. Lehistan'nın doğu ve kuzeydoğusu, yani bugün Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği denilen siyasî sistemin idare ettiği eski Rusya memleketi, 12-14. asırlarda Türk Altınordu hanlarına tabiydi. Rus beyleri, hanın ta-bilerinden başka bir şey değildiler. Rusya'nın Avrupa kısmında bile halkın OSMANLI DEVLETİNİN KURULUŞU 9 çoğunluğu Türk cinsindendi; hâkim zümre Türklerdi. Rusya'da yaşayan İslav kabileleri başsızdı. 9. asırda ortaya çıkan Rus beyleri (Knyazlan) Hazar Türklerinin Rus kabilesindendir. Bunlardır ki ilk Rus Devleti'ni kurmuşlar ve adlarını bu devlete unvan bırakmışlardır. Osmanlıların Ortaya çıktığı sırada avrupanın durumu merkez Avrupa'nın merkez, güney ve batısına gelince, buramemleketlerden Almanya ve İtalya, on üçüncü doğru asır sonlarıyla on dördüncü asır başlangıcına : artık siyasî birlikten mahrum bir hale gelmiş bulu-nuyor. Buna karşılık, Fransa ve İngiltere birer krallık halindedir. Bununla beraber Yüz Yıl Savaşı adıyla tanınan mücadele henüz bitmemiştir ve her iki memleketi haraplığa doğru sürüklemektedir. İspanya da birliğini kurmak çabasına düşmüş, Müslüman hâkimiyetine karşı başarıyla mücadeleye girişmiştir. Ortaçağın sonlarından itibaren Avrupa'nın merkez ve batı memleketleri gittikçe önem kazanmaya başladıkları ve yeniçağ Avrupa'sını belirten fikir, sanat, din hareketleri, toplumsal ve siyasî değişiklikler daha çok bu alanda kendilerini gösterdikleri için bu memleketler hakkında biraz daha bilgi vermek faydalı olur: Ortaçağ tarihinde görüldüğü üzere Büyük Kari (Şarlman) İmparatorlu-ğu'nun, dokuzuncu asır ortalarında, Verdön paylaşımıyla parçalanması sonucunda kurulan devletlerin en kuvvetlisi, ilk zamanlarda Almanya'ydı. Memleketin derebeyliklere ayrılması, onuncu asırda Macarların akınları gibi yeni istilalar Almanya'yı bir ara zayıflattı. Fakat Büyük Otto, Macar-ları mağlup etti, derebeyleri itaat altına aldı. Memleketi genişletmeyi başardı ve Roma'ya giderek Büyük Kari gibi imparatorluk tacını papanın eliyle başına geçirdi, imparatorlar bir kat daha kuvvet ve nüfuz kazandılar sanıldı. Hıristiyanlık âleminin ruhanî reisi olan papa'mn imparatora taç giydirmesi ve, onu kutsaması, imparatorluğun Allah adına verilmesi ve doğrulanması anlamına alındığı için, imparatorluğa Otto'dan itibaren Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu denmiştir. İslam âleminde halifenin ta-vaifimülûke* sultanlık ve emîrlik rütbeleri vermesi de buna benzer. * Tavaifimülûk: Abbasi İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra İslam âleminde kurulan küçük devletler; Anadolu beylikleri (Kaynak Yayınlan'nın notu). 10 TARİH Eskiçağın sonlarında Avrupa'nın büyük bir kısmını sınırları içine alan ve din birliğine de sahip olan Batı Roma İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra bu siyasî ve dinî birliğin yeniden kurulması uzun müddet bir ülkü ve gelenek oluşturmuştu. Büyük Kari ilk defa bu ülküyü gerçekleştirir gibi olmuştu. Onuncu asırda Otto da aynı şeyi yapmak istiyordu. Halbuki eski Roma İmpa-ratorluğu'nda siyasî kudret ve nüfuz imparatorda toplanıyordu. Bağımsız teşkilatıyla bir papalık mevcut değildi. Batı Roma'nın yıkılışından ve siyasî nüfuzun erimesinden sonra ise Roma piskoposları yavaş yavaş bağımsızlık ve nüfuz kazandılar, seçimle o makama geldikleri için kendilerini bütün Hıristiyanlığın reisi saydılar; bu suretle papalık oluştu. Karolenj hanedanı hükümete geçmek için papaların yardımını gördüğü için karşılık olarak papalığa arazi, yani cismanî kuvvet sağladılar. Bu suretle papalar ruhanî ve cismanî kuvvet sahibi oldular. İşte bundan dolayı Kutsal Roma-Germen imparatorları, papaları kendilerine itaat eden ve yardımcı değil, karşılarında rakip gibi buldular. Bu yüzden hemen tamamı Germen olan imparatorlarla Latin olan veya kilise teşkilatı içinde Latinleşmiş bulunan ve Roma'da oturmak dolayısıyla İtalya'yı benimsemeye başlayan papalar arasında şiddetli bir mücadele başgöstermiştir. Her iki makamı işgal edenler Katolik Hıristiyan âlemine maddî ve manevî hâkimiyet iddiasındaydılar. Bu mücadeleden yararlanarak gerek Al-manya'daki, gerek İtalya'daki derebeyler ve şehirler imparatorlara ve papalara karşı adeta bağımsızlık kazandılar. Her iki memleket zaman zaman anarşi içinde kaldı. Bir taraftan da Avrupa feodalitesi, araziyi mülk edinmek dolayısıyla kuvvetli ve belirli haklara sahip bir müessese haline gelmiş, İslam-Türk feodalitesine göre büyük nüfuz kazanmıştı. Feodal beylikler ve biraz sonra görüleceği üzere Batı Avrupa'da kurulan millî krallıklar, imparatorun ve papanın nüfuzunu çok sınırlamıştı. Zaten imparatorların ve papaların seçimle gelmeleri ve seçimlerde entrikaların eksik olmaması, uzlaşmalara, mücadelelere ve sonuç olarak zayıflığa yol açıyordu. Bununla beraber önemli olaylar ve Hıristiyan âlemini korkutan hadiseler karşısında papanın ve kayser'in (imparatorun) nasihatleri ve emirleri bazen krallar ve beyler tarafından dinlenir, Haçlı seferlerinde olduğu gibi ortak Hıristiyan orduları oluşturulurdu. Görülüyor ki, Büyük Kari İmparatorluğu'nun parçalanmasından doğan OSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞU 11 ve ilk zamanlarda pek kuvvetli görünen Almanya olsun, ortaçağın en nüfuzlu makamlarından biri olan papalığın varlığına rağmen İtalya olsun birkaç asır içinde tam bir zayıflık içine düşmüş bulunuyor. İtalya siyaset itibariyle parçalanmış olmak ve zaman zaman iç savaşlara sahne olmakla beraber, özellikle Doğu memleketleriyle ticareti sayesinde önemli iktisadî faaliyetleri bir yerde toplamayı başarmıştı. Bu suretle ortaçağın sonlarına doğru bu memlekette büyük servetler toplanmış bulunuyordu. Sonuçta burada önemli bir fikir ve sanat hareketi doğdu. On dördüncü asır başlangıcında İtalya'da mevcut olan başlıca hükümetler şunlardı: Güneyde Anju hanedanı elinde bulunan Napoli Krallığı, Aragon hanedanına ait olan Sicilya. Bu iki hükümet evvelce Normanlarm kurduğu iki Sicilya hükümeti'ni oluşturuyordu. Merkezde papaya ait Kilise hükümeti vardı. Daha kuzeyde Floransa, Piza, Cenova, Milano, Venedik şehirleri bağımsız cumhuriyetler oluşturmaktaydı. Bunlar sanayi, ticaret ve bankacılık yüzünden zenginleşmişlerdi. Bu şehirler iktisadî faaliyet dolayısıyla aynı zamanda önemli siyasî faaliyet merkezleriydi. Bunların basma bazen irsî prenslerin de geldiği oluyordu. İtalya cumhuriyetleri içinde Cenova1 ve Venedik'in2 Doğu memleketl 1 Akdeniz'in, italya Yarımadası'nm kuzeybatısına düşen, kuzey sahillerinde kendi adını taşıyan büyük körfezin üzerinde Cenova şehrinde kurulmuştu (9. asır ortaları). Ceneviz Devleti'ne Cenova şehrinin zengin aileleri hâkimdi; bunlar bir tür cumhuriyet usulüyle devleti idare ediyorlardı. Bu cumhuriyet, kuvvetli ticaret filosuyla 13. asırdan itibaren özellikle Doğu ticaretinde önemli bir yer sahibi olmuştu. Akdeniz'in doğu havzasında ve Karadeniz'in kuzey ve güney sahillerinde tüccarlarına alışveriş yeri olmak üzere bazı noktalan ele geçirmişti. Osmanlı Devleti'nin kuruluşu sıralarında (14. asır) İstanbul'dan ancak Haliç'le ayrılmış Galata mevkii Cenevizlerin elindeydi. Aynı şekilde, Karadeniz'e kuzeyden ilerlemiş Kırım Yarımadası'nın doğu ve güneydoğu sahilleri de Cenevizlerin sömürgesi olmuştu. 2 Venedik, İtalya Yarımadası'nın doğusundaki Adriyatik Denizi'nin kuzey ucunda karaya yakın birkaç ada üzerinde kurulmuş bir şehirdir (5. asır). Venedik Devleti de Ceneviz Devleti gibi, şehrin zengin tüccar aileleri tarafından bir tür cumhuriyet usulüyle idare ediliyordu. Bu cumhuriyetin temeli de deniz ticaretiydi. Venedikliler Cenevizlilerden çok Akdeniz'in doğu havzasına önem verdiler; Doğu ticareti, 12 TARİH leriyle aralarında pek sıkı ilişkiler mevcuttu. Çünkü Asya ile Avrupa arasındaki deniz ticaretine hâkimdiler. Zengin bir tacir sınıfının elinde bulunan Venedik hükümeti Adriyatik ve Doğu Akdeniz sahillerinde gerçek bir sömürge imparatorluğu meydana getirmişti. Önemi daha az olmakla beraber Ceneviz cumhuriyeti de Karadeniz sahillerinde bazı ticaret limanlarına hâkimdi ve Venedik'le arasında rekabet eksik değildi. OSMANLILARIN ORTAYA ÇIKIŞI SIRASINDA AVRUPA'NIN DURUMU BATI İspanya'da ise sekizinci asırdan beri hâkim olan - lümanlar, on ikinci asırdan itibaren süratle geri çekilmeye başlamışlardı. İlk evvel kuzeyde Navar, Kastilya, leon ve Aragon gibi küçük krallıklar kurulmuştu. Aragon kralları Sicilya ve Sardınya yi da ele geçirerek önem kazandılar. On ikinci asırda Portekiz Krallığı da kuruldu. Müslümanların mağlubiyeti devam ediyordu. On dördüncü asrın başında Müslümanlar elinde İspanya'nın güneyinde yalnız Gırnata Hükümeti kalmıştı. Dokuzuncu asırda Büyük Kari İmparatorluğu'ndan ayrılan Fransa'da da Karolenj Hanedanı'na halef olan Kape Hanedanı kralları, on birinci asırda Fransa'nın diğer derebeylerine göre büyük bir kudrete sahip değildi. Bu hanedana mensup ilk kralların en büyük başarısı krallık tacını kendi aileleri elinde korumaktan ibaretti. Nüfuzlarını genişletmek için kuvvetli tebaalarına karşı giriştikleri mücadelelerde de başarıları pek sınırlıydı. Aksine, bazı tabileri kraldan daha geniş araziye sahip ve daha kuvvetliydi. Bu tabilerden Normandiya Dukası Giyom'un (William) İngiltere'yi istila etmeyi başardığı (1066) ve bu suretle İngiltere tahtını ele geçiren Haçlı seferlerinde Haçlıları taşımak ve Latin devletlerinin kuruluşuna yardım etmek sayesinde servet ve kuvvetlerini artırdılar; Venedik, Cenova'nm doğal rakibi oldu; Venedik, bu rekabette, Cenova'ya üstün gelerek (14. asır) ticaret filosunu ve ona destekleyen savaş filosunu ve sömürgelerini daha çok geliştirebildi ve Adriyatik'in doğu sahilleriyle Ege Denizi'nin, eski Yunanistan'ın deniz yollarının en önemli noktalarını ele geçirdi. Osmanlı Devleti'nin kuruluşu zamanlarında Venedik Cumhuriyeti, Ceneviz Cumhuriyeti'ne oranla daha kuvvetli ve nüfuzlu bir devletti. Osmanlı Devleti'nin Doğu'ya hâkim olması, bu tüccar cumhuriyetin nüfuzunu Akdeniz'in doğu havzasından silip süpürecek ve bir daha belini doğrultamayacak kadar şiddetli darbeler vuracaktır (16. ve 17. asırlar). OSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞU 13 Normandiya hanedanının Fransa hanedanı için tehlikeli bir rakip haline geldiği ortaçağ tarihinde görülmüştü. Bundan başka on birinci asırda bazı tabilerin Birinci Haçlı Seferi'nde olduğu gibi büyük seferlere katıldıkları da elbette unutulmamıştır. Fakat on ikinci asırda Fransa kralının arazisi yavaş yavaş büyümeye, nüfuzu da artmaya başlar. Bu hususta krallara en çok yardım eden kilisedir. Bu devirde evlenmeler ve miraslarla devletlerin genişleyip daraldığı görülmüştür. Böyle bir evlenme ve miras dolayısıyla Hami Plantacenet adlı bir Fransız derebeyi Fransa'nın hemen yarısına sahip olduğu halde İngiltere tahtına geçti ve on ikinci asrın ortalarına doğru Fransa krallarının en korkunç rakibi kesildi. Aynı asrın sonlarına doğru Üçüncü Haçlı Seferi'ne katılmış olan Filip Ogüst, Plantacenet hanedanına ve müttefiki olan imparatora karşı kuvvetle, hile ve entrika ile mücadele ederken bir taraftan da nüfuzunu bütün krallık dahilinde tanıtmaya çalışır. Bu devre doğru kuvvetlenmek yeteneğini gösteren şehir burjuvası da, derebeyliğe karşı kralı tutmaya başlar. On üçüncü asırda son Haçlı seferlerini açan ve Hıristiyan anlayışına göre en mükemmel bir hükümdar sayılan Sen Lui zamanında Fransız-İn-giliz rekabeti bir müddet için son bulur. Kape hanedanının son krallarından olan dördüncü Güzel F ilip'in (1285-1314) başlıca danışmanları, Roma hukukunu iyice inceleyerek yetişmiş ve mutlakiyet idaresine taraftar olan hukukçulardı. Burjuvazi içinden yetişmiş olan bu hukukçuların oyuna göre hareket eden kral, papaların üstünlük davasına karşı şiddetle mücadele etmiş, bazı dinî tarikatların da emlakine el koymuştur. Kralın bu hareketi eleştirilmiş, fakat sonuçta krallığın nüfuzu artmıştır. Kape hanedanı 1328'de son bulduğu zaman Fransa Krallığı, bütün Avrupa devletleri içinde, en düzenli ve kuvvetli devletlerden biri haline gelmişti. İngiltere'ye gelince; göç devrinde Angıllar ve Saksonlar tarafından istila edilmiş olan İngiltere'nin, aralarında üstünlük mücadelesi eksik olmayan, yedi ufak krallığa ayrılmış bulunduğu ve bunların Hıristiyanlığı kabul ettiği bilinmektedir. Dokuzuncu asırdan itibaren de İngiltere zaman zaman Norman ve Danuvaların akınlarına maruz kalmış, on birinci asrın 14 TARİH başlarında da Danimarka Kralı Büyük Knut'un hâkimiyeti altına girmiştir. Fakat öldüğünde İngiltereDanimarka İmparatorluğu parçalanmış, krallık gene Saksonlar eline geçmiştir. Normandiya Dukası William'ın istilasından sonra İngiltere'de yeni teşkilat yapıldı. Normanlara karşı savaşmış olan Saksonların arazisi ellerinden alındı. Küçük parçalar halinde Normanlara dağıtıldı. Bu arada kral da büyük araziye ve gelire sahip oldu. Burada Almanya ve Fransa'da olduğu gibi büyük derebeylikler yoktu. Bundan başka memleket kontluklara ayrılmıştı. Kral tarafından tayin edilen ve görevden alınan memurlar, burada arazi sahipleri üzerinde olduğu kadar, burjuva ve köylüler üzerinde de büyük nüfuza sahipti. Bu suretle on birinci asrın sonlarında İngiltere kralı, yalnız ve zengin değil, aynı zamanda en kuvvetli ve kendisine en çok itaat edilen hükümdarlardan biri bulunuyordu. Lakin İngiltere kralı aynı zamanda Normandiya dukası ve Fransa kralına tabiydi. Bu tebaanın metbuundan daha zengin ve kuvvetli olması, doğal olarak iki memleket arasında bir rekabet ve ortaçağın sonlarında bitmez tükenmez savaşlar doğurdu. William'ın ölümünden sonra İngiltere-Normandiya birliği bir ara tehlikeye düştü, fakat en sonra William'ın üçüncü oğlu, /. Hanri adıyla tahta geçmeyi ve İngiltere ile Normandiya birliğini korumayı başardı. Bu birliğin İngiltere için siyasî ve kültürel sonuçlan oldu: 1) İngiltere ile Fransa arasında çeşitli aralıklarla savaşlar açıldı. 2) Fransız dili ve âdetleri İngiltere'de yayıldı. Fransız dili on dördüncü asra kadar resmî dil olarak kullanıldı. Gerçi bu devirden sonra tekrar İngilizce millî dil oldu, fakat Fransızcadan da birçok kelime aldığı için Germen dilleri içinde İngilizce, Fransızcaya en çok yakınlık gösteren bir dil halini korudu. Plantacenet hanedanından II. Hanri'nin on ikinci asrın ortalarına doğru tahta geçmesi ve bazı reformlar yapması üzerine, İngiltere'de krallık nüfuzu bir kat daha artar. Fakat Fransa'yla başlayan rekabet mücadelesi, Plantacenet hanedanının nüfuz ve kuvvetinin kırılmasıyla sonuçlandı. On üçüncü asrın başında artık İnglitere'de kral, II. Hanri zamanındaki nüfuzunu kaybetmiş bulunuyor. Gerçekten Fransa'da kralın nüfuzu gittik- OSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞU 15 çe artarken İngiltere'de aristokrasi, ruhban ve burjuvazi sınıfları, kralın yetki ve kudretini sınırlamak için birleşiyordu. En eski zamanlardan beri bazı memleketlerde toplumsal sınıfların en kuvvetlisi hükümdarın yetkilerini sınırlamayı düşünmüş, bu yüzden hükümdarlarla mücadele eksik olmamıştır. Fakat çoğunlukla hükümdar kendisini kısıtlamak isteyen sınıfa karşı diğer bir sınıfa dayanarak karşı koymuştur. Fakat İngiltere'de çeşitli sınıfların bu hususta anlaşarak el ele vermesi, İngiltere'nin adalardan meydana gelerek nispeten dış tehlikelerden korunuyor olması ve nihayet İngilizlerin özel hayat şartlan meşrutiyet ha-reketi'nin burada daha hızlı gelişmesini sağlamış sayılabilir. 1215'te ayaklanan baronlar Yurtsuz Jan'a büyük fermanı (Magna C harta) kabul ettirdiler. Bu fermanla kilisenin, baronların ve şehirlerin eski hak ve hürriyetleri pekiştiriliyordu. Bundan başka artık keyfî tutuklamalar olmayacağı, ticaretin serbest olacağı, keyfî vergiler konulmayacağı, büyük bir meclisin oluşturulacağı ve bu suretle aritokratlara denetleme ve karşı koyma hakkının tanındığı belirtiliyordu. İngiltere meşrutiyetinin ilk belgesi olan bu fermanla oluşturulan bu feodal meclis, yeni fermanlar ve alışkanlıklarla gittikçe olgunlaşmış, ileride göreceğimiz gibi, zaman zaman yaşanan tepkilere ve bazı kuvvetli hükümdarların mutlakiyetçi eğilimlerine ve mücadelelerine rağmen, yetki ve nüfuzunu artırarak yavaş yavaş bir millet meclisi halini almaya başlamıştır. Gerçekten on üçüncü asırda hüküm süren İngiltere krallarından III. Hanri yabancıların nüfuzu altında kaldığı gibi başarısızlıkla sonuçlanan birtakım savaşlara da girişmiş bulunduğu için büyük hoşnutsuzluğa sebep olmuştu. Bundan dolayı parlamento adını almaya başlayan meclisi toplantıya davet ettiği zaman delegeler silahlı geldiler ve kendisini "Oksfort Fermanı"m kabul etmek zorunda bıraktılar (1258). Bu ferman büyük fermandan da ileri giderek hemen bütün yetki ve kuvveti aristokrasiye veriyordu. Bundan sonra toplanan parlamentoya aristokrasi ve ruhban temsilcilerinden başka küçük aristokratların ve ilk defa olarak şehir burjuvazisinin de temsilcilerinin çağrılması parlamentoya millî bir nitelik verir gibi oldu (1265). Gerçi III. Hanri bir 16 TARİH müddet sonra tekrar eski nüfuz ve kudretini kazandı; oğlu I. Edvard zamanında da kralın nüfuzu devam etti. Fakat parlamentonun düzenli toplantılara davet edilmesi ve bu meclisin onayı olmaksızın vergi konulmaması önemli bir alışkanlık olarak kaldı. . On dördüncü asrın başında Fransa ile ingiltere'yi kıyaslarsak birincisinde kralın gittikçe mutlakiyete doğru gittiğini, ikincisindeyse aksine kralın hak ve yetkilerinin sınırlanmasına doğru gidildiğini ve zaman zaman az çok etkili olmak üzere, parlamento gibi bir denetim müessesesinin meydana geldiğini görürüz. AVRUPA'DA On ikinci ve on üçüncü asırlarda Batı Avrupa'da top-DEGIŞIKLIK lunısal ve medenî durumu incelediğimiz zaman görüyoruz ki, ortaçağın son asırlarında Batı Avrupa toplumlarında da yavaş yavaş bir değişiklik belirmeye başlamıştır. Bu devirlere kadar derebeylerin hâkimiyeti halk üzerinde çok ağır bir yük oluşturmaktaydı. Köylerde ve şehirlerde çalışan halk, derebeyliğin aidat ve angarya gibi çeşitli adlarla birçok vergisine tabiydi. Özellikle köylü kitlesi toprağa bağlı sertler halinde, tamamen keyfe tabi olarak, bu yükün altında ezilmekteydi. Bundan başka savaş, haydutluk ve açlık, halkın bu kısmını daima dehşet içinde yaşatmaktaydı. Fakat Güney Avrupa'da İspanya ve İtalya'da Müslüman alemiyle yaşanan iktisadî, askerî temaslar, Haçlı seferlerinin yine Doğu ve Müslüman alemiyle sağladığı iktisadî, toplumsal ve ilmî ilişkiler, şehirlerde ve köylerde iktisadî, toplumsal ve ilmî bir hareket uyandırdı. Birçok köylü, büyük zahmetlerle serbestilerini elde etmeye başladı. On ikinci asırdan itibaren şehirlerin gelişmeye başladığını görüyoruz; Özellikle bazı şehirler genişliyor, zenginleşiyor, derebeylerden de -anlaşarak veya mücadele ederek- serbesti fermanları elde ediyorlar. Hatta bunlardan bazıları gerçek cumhuriyetler şeklini almakta ve feodal rejim içinde önemli bir mevki elde etmeyi başarmaktadır. Bu suretle on ikinci ve on üçüncü asırlarda Batı Avrupa'da medeniyet, Doğu ve İslam âlemine göre uzun bir gerilik devresinden sonra yeni bir canlanma göstermeye başlar. Özellikle iktisadî faaliyet itibariyle gerçek bir ilerlemeye şahit oluyoruz. Şehirlerde (Res. 2) esnaf, cemiyetler ve lonOSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞU 17 çalar etrafında toplanıyor, tüccarlar da siyasî kuvvetler oluşturacak bir tarzda şirketler meydana getiriyorlar. Büyük panayırlarda daha geniş alışverişlere imkân .doğuyor. Yangınlar ve salgın hastalıklar gibi çeşitli tehlikelere rağmen şehirler de, surlarının sağladığı güvenlik ve toplu hayatın kolaylaştırdığı şenlikler ve eğlenceler dolayısıyla gittikçe daha cazip olmaya başladılar. Süs ve debdebe, zevk merakı, aristokrasi sınıfında olduğu gibi zengin burjuvazide de gelişti. İktisadî faaliyet ve Müslüman alemiyle yaşanan medenî temas, fikir ve sanat faaliyetinin de uyanmasına sebep olmuştur. Öğrenmek merakıyla tutuşan öğrenciler, kurulan üniversite'lere dolmaya başlar. Avrupa'da bu devirdeki her yenilik gibi üniversite kurulması da ilk evvel İtalya ve Fransa'da, yani Müslüman alemiyle en çok temasta bulunan memleketlerde görülür. Gerçekten Haçlı seferleri sırasında ve on ikinci asır ortalarına doğru İtalya'da, Bulonya şehrinde papaz yetiştiren mekteplerde hukuk gibi laik dersler de okutulmaya başlanmış, bu suretle Müslüman memleketlerinde laik eğitim yapan medreseler gibi bir üniversite doğmuştur. Bundan sonra ilahiyat ve hukuk doktorları, bu devirde ortaçağın daha eski asırlarında şatodan şatoya (Res. 3) giderek şiirlerini dinleten turver (trouveres ve troubadoure) ismini alan şairler derecesinde rağbet kazanıyor. Şehirlerin halkı gittikçe daha büyük, daha güzel kiliseler inşa etmeye de çalışıyor. Bu medenî faaliyet on üçüncü asırda özellikle Güney ve Batı Avrupa'da göze çarpmaktadır. Bu devirde İtalya'da, özellikle Floransa'da önemli bir fikir ve sanat faaliyeti mevcuttur. On dördüncü asrın başlarında Dante (Res. 4) gibi ortaçağın en büyük bir şairinin, Ciyoto (Res. 5) gibi büyük bir ressamın yetişmesi bu gelişmenin derecesini gösterir. Fransa'da da Paris Üniversitesi bu devirde kurulmuştur. Fransız dil ve edebiyatı da önemli ilerlemeler sağlar. Gotik mimarî tarzı Fransa'dan (Res. 6) başka Merkezî (Res. 7) ve Kuzey Avrupa'ya da yayılır. Bununla beraber bu asırlardaki sanat hareketinin dinî ilhamlardan kuvvet aldığı ve henüz ortaçağa has bir nitelik taşıdığı da anılmaya değer. 18 TARİH OSMANLILARIN AVRUPA'YA GEÇİŞİ Genel durumu yukarıda açıklanan Avrupa devletle- rinin çoğunda resmî din Katolik mezhebiydi; Katolikler Bizans Rumlarının bağlı oldukları Ortodoks mezhebine düşmandılar. Haçlılar Kudüs'e sefer ederken bir ara İstanbul'u zapt ederek orada Katolik-Latin İmparatorluğu'tm da kurmuşlardı (4. Haçlı Seferi: 13. asır). Bizans İmparatorluğu'nün kesin gibi görülen yıkılışı, kendilerine bir tehlike oluşturmadıkça, Batı Katolik devletlerinin, özellikle imparator ve papanın hoşnutsuzluğunu çekmeyecekti. İstanbul Latinler eline geçince (1204), Bizans İmparatorluğu içinde, birkaç Grek devleti kurulmuştu: Anadolu'da İznik ve Trabzon imparatorlukları; Epir, Mora ve Tesalya'da birtakım despotluklar, aynı zamanda Bizans'ın Balkanlar'daki bazı batı eyaletleri de Venediklilerin eline geçmişti. İstanbul Latin İmparatorluğu çok kısa sürdü; 1261'de Paleologos hanedanından Mihal Cenevizlilerin yardımıyla İstanbul'u geri aldı ve Bizans'ı, Grek İmparatorluğu'nu canlandırdı; fakat imparatorluğun eski eyaletlerini tamamen kendisine itaat ettiremedi. Hemen pek küçülmüş olan Bizans İmparatorluğu'nda iç karışıklıklar, bu sırada İstanbul ve Roma kiliselerinin birleşip bileşmemeleri meselesi yüzünden çok arttı. Bu olaylar Bizans'ı büsbütün zayıflatmıştı. Bizans Vasileus'u (imparatoru) Kantakuzinus, Osmanlı Türklerinin Orhan Bey kumandasında başkentlerine pek yaklaştığım görünce, Osmanlı Beyi'yle barış imzalayıp siyasî manevralarla tehlikeyi atlamaktan başka çare kalmadığını açık gördü. Osmanlılarla Bizanslılar arasında 1333'te barış imzalandı ve hatta barışı kuvvetlendirmek için İmparator, kızı Teoda-ra'yı Orhan'a verip, Türk Beyi'ni damat edindi. Fakat bununla da tehlike tamamen savulmuş olmuyordu. Bu sefer İmparator Bizans'ın eski bir diplomasi tedbirine başvurdu: Eskiden beri vasileuslar, bir kavim devletlerini fazla tehdit edince onun üzerine diğer bir kavmi saldırtırlar ve onların boğuşmasından yararlanarak devletin hayatını bir müddet daha uzatmayı başarırlardı. Osmanlı Türkleri, doğudan ve güneyden İstanbul'u tehdit ettikleri sırada, batıdan ve kuzeyden Bulgar tehlikesi henüz ortadan kalkmamış, Sırp tehlikesi artmaya başlamıştı. İmparator, Osmanlı Türklerinin Rumeli'ye geçip Bulgarlar ve Sırplar üzerine yürümesi halinde, bir müdOSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞU 19 det daha İstanbul'un tehlikeyi atlatacağını sanıyordu. Çünkü Osmanlılar Sırp ve Bulgarlar'a çarpışırlarsa, bundan dolayı Sırp ve Bulgarlar zayıflayıp, Bal-kanlar'dan gelen tehlike azalacaktı; aynı zamanda Osmanlı Türklerinin hamlesi başka bir mecraya sevk edilerek, İstanbul'u Anadolu'dan sıkıştıran baskı da eksilmiş olacaktı. Bundan başka Rumeli'nin çetin arazisinde sağlam ve savaşçı kavimlerle çarpışan Osmanlılar da yorulup Bizans'ı bir müddet kendi halinde bırakmak zorunda kalacaklardı. İşte bütün bu hesaplarla, İmparator Kantakuzinus, damadı Orhan Bey'i Rumeli'ye geçmek için teşvik etti. Osmanlı Türkleri de esasen Rumeli'ye geçmek ve göz diktikleri İstanbul'u batı tarafından da kuşatmak siyasetini gütmekte olduklarından, İmparator'un teklifini hemen kabul ettiler. Osmanlılar denizi geçerken, Rumların bazı kolaylıklar göstermiş ve bazı yardımlarda bulunmuş olmaları muhtemeldir. Nihayet Orhan, oğlu Süleyman Paşa'yı bir miktar askerle Rumeli'ye sevk etti. Bunlar Çanakkale Boğazı'nı geçerek Gelibolu'yu zapt ettiler; bu suretle Osmanlı Türkleri Çanakkale yoluyla Avrupa'ya geçmiş oldular (1357). Bu geçiş ilk defa değildi. Süleyman Paşa bundan evvel de Kantakuzinus'un taht rakipleriyle çekişmesinde, üvey büyükbabasına yardım için Çanakkale Boğazı'nı geçerek Balkanlar'a kadar bir gezinti'yapmış ve birçok ganimet toplayarak dönmüştü; fakat bu sefer dönmemek üzere geçti. Gelibolu, Osmanlıların Bal-kanlar'da yaptıkları seri fetihlerin ve harekâtın deniz üssü oldu. Bizans Rumlarının Osmanlıları Rumeli'ye geçmeye teşviklerinden ümit ettikleri sonucun ise tam tersi meydana geldi: Osmanlı Türkleri, ileride göreceğimiz gibi, Balkan Yarımadası'nın önemli bir kısmını pek çabuk zapt etmeyi başararak, İstanbul'u doğudan ve güneyden olduğu gibi batıdan da tehdide başladılar. BALKANLAR'DA BİZANS VE İSLAV KAKİMİYETİNİN SONU VE İSTANBUL'UN OSMANLILAR TARAFINDAN TEHTİDİ Gelibolu'ya iyice yerleşen ve Anadolu'dan bir hayli yardımcı asker alarak kuvvetlenen Osmanlı müfrezesi pek çabuk Gelibolu Yarımadası'yla civarındaki şe-hirleri zapt etti. daha ilerleyip yayılmayı başardan bu kuvvetin kumandanı Süleyman Paşa öldü (1359). Babası da oğlundan sonra ancak iki ay kadar yaşadı. Asıl Balkan fetihleri Orhan Bey'in küçük oğlu Murat Bey'e kaldı. 20 TARİH Osmanlı tarihçilerinin Hüdavendigâr lakabını verdikleri (Res. 8) I. Murat Rumeli'yi zapt etmek için Candarh Kara Halil, Lala Şahin Paşa, Hacı İl Dey, Timurlaş Paşa ve Evrenos Bey gibi başlıca kumandanlarıyla beraber Gelibolu'ya geçti. Trakya'nın önemlice kasabaları zapt olunduktan sonra Bizans'ın Avrupa'da ikinci şehri sayılan Edirne ile Filibe de fethedildi. Bu suretle Balkan Yarımadası'nın doğusunda Osmanlı sınırı, bir taraftan İstanbul'a doğru ilerlediği gibi, kuzeyden de Balkan silsilelerine dayandı. Osmanlılar Edirne'yi, Rumeli'de başkent yaptılar. Türklerin Avrupa'ya geçerek az zamanda bu kadar genişlemeleri, Avrupa Hıristiyan devletlerini korkuttu. Sırplar, Ulahlar ve Macarlar, kendi sınırlarına yakınlaşmış Türkleri bir karşı saldırıyla Anadolu'ya atmak için hazırlandılar. Türk tehlikesi önünde mezhep kavgasını bir müddet unutmak lüzumunu duyan papa da bütün Hıristiyan devletlerini, Müslüman Türkler aleyhine bir Haçlı Seferi yapmaya teşvik etti. Fakat başka kavimlerin yardımı gelmeden Sırplar, Ulahlar ve Macarlar 60 000 kişilik bir orduyla ve Osmanlı sınırına doğru yürüdüler. Osmanlı ordusunun öncüsü olarak ilerleyen Hacı İl Bey kumandası altındaki 10 000 kişilik bir kuvvet, Edirne civarında ordugâh kurmuş olan bu müttefiklere geceleyin bir baskın yaparak, hemen hepsini kılıçtan geçirdi (1363). Bu savaşın meydana geldiği yere "Sırp Sındığı" adı verildi.1 Bu başarının ardından, Trakya'nın alınmamış kısımlanyla Sofya ve Niş zapt olundu. Sırp Kralı Osmanlı Beyi'nin metbuluğunu kabul etmek ve vergi vermek şartıyla ancak barış imzalayabildi. Daha evvel de söylendiği üzere, Osmanlı Türkleri Balkanlar'a geçmeden önce, Balkan Yarımadası, milattan evvel Trak ve milattan sonra Hun, Av ar ve Bulgar istila ve göçlerine sahne olmuştur; 10. asırdan itibaren de Doğu ve Güney Rusya'dan gelen çeşitli unvanlı Türkler de burayı işgal etmişti. Osmanlı Türklerinin Rumeli'yi görece kolay zapt ve uzun süre idare edebilmelerinde bunun da etkisi olmuştur. Sırp ve Bulgar krallıklarında feodal beylerin halka çok baskı yapması, oralarda Bogomil mezhebi denilen ve toplumsal eşitlik isteyen yeni bir l Meriç Ovası'nda, Edirne civarındadır. OSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞU 21 mezhebin ortaya çıkmasına ve yayılmasına sebep olmuştu. Beylerin kendi aralarında bitmez tükenmez kavgaları, Bizans'ın aralıksız entrikaları, Ortodoks Kilisesi'nin fakir halkı soyması, Balkanlar halkında genel hoşnutsuzluk doğurmuştu. Bu iktisadî durumdan dolayı, Anadolu'da iyi idareleriyle şöhret kazanan Osmanlı Türklerinin istilasına karşı halkın eski hükümetlerini çok heves ve gayretle savunmamış olduğu tahmin edilebilir. Rumeli'de bu ilk başarıların ardından, Rumeli Beylerbeyi Timurtaş Paşa, Orhan zamanında yapılan teşkilatı genişletmeye ve yeni zapt edilen memleketleri tımar, zeamet ve has olarak paylaştırmaya uğraşırken, Osmanlı Devleti'ne karşı Rumeli'deki Sırp Kralı ile Anadolu'daki Karaman Beyi arasında gizli bir ittifak yapılmıştı. Evvela Karaman Beyi savaş ilan etmiştir (Karaman Savaşları'ndan ileride bahsolunacaktır). Sonra Sırp kralı askerî harekâta başlayarak, Timurtaş Paşa'yı baskına uğratıp 15-20 bin kişilik Türk ordusunu bozdu (Ploşnik Olayı, 1387). Sırpların bu başarıları üzerine, Bulgar, Macar ve Ulah kavimleri Osmanlılar aleyhine Sırplarla bir ittifak yaptılar. Balkan Yarımadası'nın doğusunda Bulgar Kralı Şişman kumandası altında toplanan müttefikler ordusuyla batıda Sırp Kralı Lâzar kumandası altında toplanan müttefikler ordusu birleşmeden evvel aralarına girerek evvela daha zayıf olan Şişman ordusunu ezmek için Sadrazam Ali Paşa süratle Bulgaristan üzerine yürüdü. Bulgar ve müttefiklerini yenerek başkentleri olan Tırnova ile Şumnu'yu zapt etti (1388). Kral Şişman Niybolu civarında bir daha şansını denemeye kalkıştıysa da mağlup ve esir oldu. Türk hükümdarı bu esir krala iyi muamele etti ve şerefine uygun bir maaş tahsis etti. İlk hamlede Timurtaş Paşa'ya üstün gelen Kral Lâzar, müttefiki Kral Şiş-man'ın yenilip esir olması üzerine, artık Bulgarlarla birleşmek imkânı kalmadığını görerek üzerine yürüyen ve bizzat Murat Bey'in kumandası altında bulunan Osmanlı ana kuvvetleri önünde geri çekilmeye ve Arnavut beylerinin askerleriyle birleşmeye çalışıyordu; Osmanlı ordusu Sırp ve müttefikleri ordusunu Kosova Ovası'nda savaşmaya mecbur etti. Kosova Meydan Savaşı'nda müttefikler mağlup ve perişan oldular; Kral Lâzar yaralı olarak esir düştü; ordusunun Türk kılıcından kurtulan erleri karmakarışık kaçtı 22 TARİH (1389). Bu büyük zaferi kazanan I. Murat, Miloş adlı yaralı bir Sırp tarafından savaşın ertesi günü savaş meydanında şehit edildi. Kosova Savaşıyla Sırbistan'ın hayatına artık son verilmişti. Yirmi beş otuz sene kadar devam eden bu Rumeli seferleri sırasında, Bizans sınırı, Balkan Yarımadası tarafından adeta İstanbul surlarına kadar itilmiş, Bulgar ve Sırp krallıkları ise bağımsızlıklarını kaybetmişlerdi; yani Balkanlar'da Bizans ve İslav hâkimiyeti son bularak, bu kıta Osmanlı Türklerinin hükmü altına geçmişti. İstanbul'un zaptı da artık bir gün meselesi haline gelmişti. YENİÇERİ PİYADE ORDUSUNUN OLUŞTURULMASI Orhan Bey zamanında yaya adıyla Türklerden dü-zenli bir piyade askeri oluşturulmuş olduğu yukarıda söylenmişti.l Rumeli'ye geçildikten sonra, büyük istilalara hazırlanan Osmanlı Devleti, daha geniş askerî teşkilat yapmak lüzumunu duydu. Yine Candarlı Kara Halil'in aracılığıyla, Murat Bey zamanında, yeniçeriliğe başlangıç olmak üzere "devşirme" ve bunun ardından "yeniçeri"^ denilen daimî ve düzenli bir piyade ordusu oluşturuldu. Yeniçeriler, başlangıçta savaş esirlerinden ve bir müddet sonra Hıristiyan tebaa çocuklarından toplandı. Her sene Hıristiyan tebaadan belirli miktar çocuk alınıp Anadolu'daki Türk ailelerinin yanında İslam dini üzere eğitiliyor, sonra devşirme ocağı'na alınarak askerî eğitime tabi tutuluyor ve ihtiyaç oranında oradan yevmiye bir miktar maaş verilerek yeniçeri ocağı'na yazılıyordu. Yeniçeriler, kışlalarında otururlar ve askerlikten başka bir şeyle meşgul olmazlardı. İlk defa Gelibolu'da ancak l 000 çocuk devşirilmişti; yıldan miktarları arttı. Yeniçerilik için çocuk vermek yalnız Hıristiyanlara tahsis edilmişti. Hemen bütün halkı Türk veya Türk olmayan Hıristiyanlar-dan oluşan Rumeli'de miktarca az olan Müslüman Türk fatihlerinin böyle bir tedbire başvurmaları pek doğaldır. Nitekim bugünün fatih milletleri olan İngilizler, Fransızlar da buna benzer bir usul takip ederek yerli Hintlilerden, Cezayir ve Tunuslulardan, zencilerden asker devşiriyorlar ve hâ1 Sayfa 4. 2 Çeri, Türkçe asker demektir., Evvelce düzenlenen yaya askerine nispetle yeni bir askerdi. OSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞU 23 kimiyetlerinin korunmasında bundan yararlanıyorlar. Lakin Osmanlı Dev-leti'nde yeniçeri teşkilatı bugünün sömürge ordularından bir açıdan çok farklıydı. Yeniçeriliğe giren, devşirmelikten saraya alınan Hıristiyan çocuklar, gitgide en büyük makamlara kadar yükselebildiklerinden ve bunların vaziyeti yakınlarının durumu üzerinde çok iyi etkiler yaptığından, Hıristiyan halk, çocuklarını kendi rıza ve ricalarıyla devşirme ocağına vermeye başlamıştı. Yeniçeri ordusu, Osmanlı Devleti'nin daimî ve düzenli bir ordu teşkilatıdır; bu ordu, iki asırdan fazla bir süre dünyanın en mükemmel ve en kuvvetli bir piyade ordusu sayılmıştır. Roma'nın lejyonlarını andıran yeniçeri ocağına benzer bir askerî teşkilat, o zamanlar Avrupa'nın hiçbir tarafında mevcut değildi. Osmanlıların askerî teşkilatça diğer devletlere bu üstünlüğü, Balkanlar'da ve Orta Avrupa seferlerinde galebenin Osmanlılar tarafında kalmasını çok etkilemiştir. ANADOLU TÜRK BEYLİKLERİNİN BİRLEŞTİRİLMESİ Osmanlı Beyliği kurulduğu sıralarda Anadolu Sel-çuk Sultanlığı artık can çekişme devresine girmiş bulunuyordu; Osman Bey'in bağımsızlık ilanından dokuz-on sene sonra (1308) Büyük Selçuk İmparatorluğu'nün bu son parçası da kargaşalık ve başsızlık içinde tarih sahnesinden kayboldu. Feodal bir saltanat olan Anadolu Selçuk Devleti'nin yerine Anadolu'nun merkez ve batısında evvelce ona az çok tabi bulunan birçok beylik (Doğu tarihlerinin tabiriyle "Tevaaifimülûk") geçti. Selçuklarm varisi olan bu beyliklerin başlıcalan şunlardır1: 1) Konya'da Karamanoğullan, 2) Kütahya'da Germiyanoğullan, 3) Söğüt'te Osmanoğul-ları, 4) Sinop'ta Pervaneoğullan, 5) Karahisan Sahip'te Sahip Ataoğullan, 6) Balıkesir'de Karesioğulları, 7) Manisa'da Saruhanoğullan 8) İzmir'de Aydı-noğulları, 9) Milas'ta Menteşeoğulları 10) Beyşehir'de Eşref oğulları, 11) İğ-ridir ve Antalya'da Hamitoğullan, 12) Kastamonu'da Candaroğullan. Selçuk feodalitesi2 dediğimiz bu birçok devletçikten birisi olan Osmanoğulları Bey1 Bu beylikler zamanında Selçuk medeniyetinin bazı taraflarda, özellikle Karaman Bey-liği'nde devam ettiği ve geliştiği görülmektedir (Res. 9-16). 2 Bu beyliklere dair bir miktar ayrıntı II. ciltte vardır. 24 TARİH ligi başta öbürlerinden daha kuvvetli değildi. Anadolu Selçuk Sultanlığı'nın varisleri arasında en kuvvetlileri, Karaman ve Germiyan beylikleriydi. Fakat Osmanlı Beyliği'nin coğrafî konumu, gelişme ve genişlemesine daha uygundu. Önünde yıkılması kolay, eski ve küçük Bizans İmparatorluğu, yanı başında geçilmesi kolay Marmara Denizi ve boğazları, daha ileride zengin Hıristiyan memleketleri, fethedilmeye ve ganimet toplamaya elverişli alanlar vardı. Osmanlı beyleri, şimdiye kadar söylenildiği üzere, evvela kuzeybatıyı ve batıyı, yani Bizans vilayetleriyle Balkan memleketlerini zapt ve istila ederek beyliklerinin sınırını genişlettiler; tebaalarını artırdılar; fetihler, ganimet ve iyi idare sayesinde hem tebaayı zenginleştirdiler, hem hazinelerini doldurdular; kısacası her yönden kuvvetlerini artırdılar. I. Murat zamanında, Selçuk Sultanlığı varisleri arasında, Osmanlı Beyliği, diğer mirasçılarıyla kıyaslanamayacak derecede büyümüş ve kuvvetlenmiş bulunuyordu. Osmanlı Beyliği'nin kuvvetlenmesi, öbür Anadolu beylerinin elbette hoşuna gitmezdi. Osmanlı tarihleri, diğer Anadolu Türk beylerinin kıskançlıklarından, fesatçılıklarından bahsederler; bu görüş tarafsızca değildir. Osmanlı Beyliği, Bizans ve Balkan devletleri zararına kuvvetleniyordu; bu kuvvetin bir taraftan öbür beylerin aleyhlerine çevrilerek imhalarına sebep olabileceği hakkında işaretler de görünmeye başlamıştı. Daha Orhan Bey zamanında Karesi Beyliği Osmanlı Beyliği topraklarına katılmış olduğu gibi, Murat Bey, Rumeli fetihlerine başlamadan önce, Ankara Ka-lesi'ni Ahi'lerden^ alarak, beyliğinin arkasını, İç Anadolu'dan gelebilecek saldırılara karşı güvenli hale getirmişti. Rumeli'de ilk basanların ardından, l Anadolu'da Ahiler denilen ve iktisadî esaslara dayanan bir tür esnaf teşkilatı vardı. İlhanlı ve Selçuk feodal beylerin zulüm ve baskılarına karşı, Anadolu şehirlerinde sanayi ve ticaret sahiplerinin kendi çıkarlarını korumak için yaptıkları bu dayanışma teşkilatı, hükümdara ihtiyaç kalmaksızın kendi kendini idare edip gidiyordu. Bu açıdan cumhurî bir şekle sahipti. Ahiler teşkilatının bazı geleneklerinin kırıntıları Anadolu şehirlerinin esnafı arasında bugüne kadar devam edip gelmektedir. Ahilerin bağımsız olarak idare ettikleri şehirlerin en önemlisi Ankara Kalesi'ydi. Karamanlıların kışkırtmasıyla Ankara Ahileri Osmanlılar aleyhine bazı hareketlere girişmişlerse de, Osmanlı ordusuna direnemeyeceklerini anlayarak, Ankara'yı Murat Bey'e teslim etmişlerdi. Ankara Kalesi'nin stratejik önemi dolayısıyla burası ilk zamanlarda Osmanlılar tarafından Anadolu Beylerbeyi'nin karargâhı sayılmıştır. OSMANLI DEVLETİNİN KURULUŞU 25 Murat Bey'in büyük oğlu Bayazıt'a Germiyan beyinin kızını alıvermesiy-le çeyiz olarak Kütahya ve bazı Germiyan şehir ve köyleri Osmanlı Hü-kümeti'ne geçmişti. Yine o sıralarda, Karamanoğullarına karşı ilerisi düşünülerek alınan bir tedbir olmak üzere Hamiteli'nin önemli bir kısmı, Ha-mitoğullanndan zorla satın alınmıştı; Anadolu'da bu yayılmanın nerelere kadar gideceğini pekâlâ anlayan, kendini Anadolu Selçuk saltanatının asıl varisi sayan ve bu sıfatla başka Anadolu beyliklerini hüküm ve nüfuzu altına almaya çalışan Karamanoğlu Ali Bey (Sultan Alâeddin) Osmanoğlu Murat Bey'in Rumeli'de bulunmasından yararlanarak Osmanlılar aleyhine savaş açtı (1387). Murat'ın oğlu Bayazıt Bey'le Timurtaş Paşa, Karama-noğlu'nun askerlerini Konya Savaşı'nda bozdular. Ali Bey, Murat Bey'in kızı olan karısının şefaatiyle ancak canını kurtarabildi. Osmanlıların Anadolu. Selçuk feodal beyleriyle başlayan savaşları, nihayet bütün bu beyliklerin yavaş yavaş Osmanlı Beyliği'ne katılmasıyla son bulacaktır. Murat'ın yerine büyük oğlu Bayazıt Bey Osmanlı hükümdarı olunca (1389), Karamanoğlu'nun teşvikiyle toplanan Aydın, Saruhan, Menteşe ve Germiyan beylerinin düşmanca ittifaklarıyla karşılaştı. Osmanlılar, bu müttefik beyleri yenerek memleketlerini zapt ettiler ve kendi beyliklerine kattılar. Anadolu beylerinin bu ittifakıyla ilgili olarak Eflâkhlar da Rumeli'de Osmanlı memleketlerine sarkıntılık etmeye başladıklarından, Osmanlı Beyi Rumeli'ye geçmek zorunda kalmıştı. Bunu fırsat bilen Karamanoğlu Alâeddin Bey, Ankara'ya saldırdı ve Osmanlı Kumandanı Timurtaş Paşa'yı esir aldı. Yıldırım unvanı verilen Bayazıt Bey, süratle Rumeli'den Anadolu'ya geçerek, Karamanoğlu Alâeddin Bey'i Akçay Savaşı'nda esir etti; ve sonra öldürttü; Karaman Beyliği'nin önemli bir kısmım Konya da dahil olmak üzere Osmanlı Beyliği'ne kattı. Batı ve Merkezî Anadolu Türk beylikleri Osmanlı Devleti idaresi altında birleştirilmiş demekti. Bunun ardından, Osmanlıların Doğu Anadolu'ya yayılmaları başlar; Selçuk feodalitesinden sayılmayan Kadı Burha-neddin'in ölümünden sonra Tokat, Sivas ve Kayseri alındı; sonra Candaro26 TARİH ğullarından Kastamonu zapt edildi. Anadolu'da birleşmemiş Türk beylikleri artık az kalmıştı. Osmanlı ülkesinin Avrupa sınırlarında, bazı tehlikeler baş göstermese ve doğudan Aksak Timur istilası meydana gelmeseydi, Bayazıt zamanında Anadolu Türklüğünün tamamen birleştirilmiş bulunacağı çok muhtemeldi. BİZANS'I SIKIŞTIR- Osmanlılar, Bizans İmparatorluğu'nun Bosfor etrafı-MA, HAÇLI na sıkışmış ufak parçasını, doğu, güney ve batıdan SALDIRILARI kuşattıktan sonra, Doğu Roma imparatorları, Osmanlı Türk beylerinin elinde adeta bir oyuncak olmuşlardı; Murat Bey, İmparator Yuvanis Paleologos'u istediği gibi kullanıyordu. Murat ölünce, Yuvanisoğlu Andronikos Yıldırım Bayazıt'a başvurarak, babasının tahtına kendisini oturtursa, otuz bin altın vergi vereceğini vaat etti. Osmanlı Beyi, Andronikos'u imparator ilan ettirdi; biraz sonra Yuvanis, Bayazıt'a başvurarak, kendisini tekrar tahta geçirirse, otuz bin altın vergiden başka, Osmanlı ordularında hizmet etmek üzere, on bin asker de göndereceğini arz etti. Bu sefer Osmanlı Beyi, Andronikos'u indirip Yuvanis'i tekrar tahta çıkarttı; Osmanlılara teslim olmak istemeyen Alaşehir tekfurunu, Yuvanis'in Rum askerleriyle mağlup ettirerek şehri aldı. Bu olaylar, Osmanlıların artık Bizans Hükümeti'ne fiilen hâkim olduklarını göstermektedir. Yuvanis öldükten sonra, oğlu Manuel, Osmanlı Beyi'nin iznini almaksızın tahta oturmak gibi bir cüret gösterdiğinden, Yıldırım'ın bir ordusu İstanbul'u kuşatarak, bir müfrezesi de Makedonya'ya yürüyerek Selanik ve Yenişehir taraflarını Osmanlı ülkesine kattı. O sıralarda Bulgaristan da tamamen ülke topraklarına katıldı (1393). Osmanlı-Türklerinin az zamanda Balkan Yarımadası'nı hemen tamamen zapt ettikten başka Eflak memleketini tabiiyetleri altına almaları ve İstanbul'u şiddetle sıkıştırmaya kalkışmaları, Merkezî ve Batı Avrupa devletlerini endişeye düşürmüştü. Eflak'ta bir hak iddia eden ve memleketinin doğu ve güneyinden tehlikeye maruz kaldığını gören Macar Kralı Zigismunt, Papa'ya ve Merkezî ve Batı Hıristiyan devletlerine başvurdu. Papa, Müslüman Türkler aleyhine bir Haçlı Seferi hazırladı. Nihayet Kral Zigismunt kumandası altınOSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞU 27 da Macarlardan, Fransız şövalyelerinden, Almanlardan, Lehlerden ve daha başka Hıristiyan kavimlerden meydana gelen 60-70 bin kişilik büyük bir müttefikler ordusu Tuna'yı geçip Niybolu'yu kuşattığı sırada, Yıldırım Bayazıt, Osmanlı ordusuyla gelip yetişti. Osmanlı ordusunda Türklerden başka yeni Osmanlı tabiiyetine geçen Sırplar, Bulgarlar ve Romenler de vardı. Niybolu Meydan Savaşı'nda (1395) Haçlı müttefikler tamamen mağlup olup bozguna uğradılar. Bu savaşta Osmanlı ordusundaki Hıristiyan askerlerin sadakatle savaşmaları, az zamanda Osmanlı idaresine ne kadar ısınmış ve Osmanlı ordusunda hizmeti ne kadar benimsemiş olduklarına delildir. Macar kralı savaş meydanından zorlukla firar edebildi. Fransız şövalyelerinden bir kısmı esir düştü, aralarında Burgonya Dukası Kont do Növer, en yüksek aristokratlardan birtakım dükler ve kontlar vardı. Yıldırım bunlara alaylı nasihatler verip, bir hayli fidye aldıktan sonra hepsini salıverdi. Haçlıların saldırısı böyle büyük bir zaferle savuşturulduktan sonra, İstanbul'un kuşatılması şiddetlendirildi. Anadolu Hisarı (Res. 17) yapılıp Boğaz'ın ulaşımı güçleştirildi. Buna İstanbul'un ikinci kuşatılması denilmektedir. İmparator İstanbul'da bir Osmanlı mahkemesinin açılmasına ve bir de cami inşa edilip Bayazıt adına hutbe okunmasına razı olmak ve senelik belirli haracını vermek şartıyla güç bela başkentini kuşatmadan kurtarıp barış imzalayabildi. * Bayazıt Bey Niybolu zaferi üzerine, âdet olduğu gibi her tarafa zafer-nameler göndermişti. AKSAK TİMUR'UN ANADOLUYA ISTILASI Yıldırım Bayazıt'ın, İstanbul kuşatmasını kaldırıp Bizans hükümdarıyla barışa razı olmasının bir sebe- bi de o sırada Aksak Timur Bey'in Anadolu işlerine karışmaya başlamış olmasıdır. Timur Bey, Türkeli (Türkistan), İran, Irak, Hint ve Suriye'yi zapt ettikten sonra, Anadolu'fa memleketleri ellerinden alınan Türk beylerini yanına toplayarak, Bayazıt aleyhine yürüdü. Ankara yakınına geldi ve orada Bayazıt ordusuyla büyük bir savaş verdi (20 Temmuz 1402). Bir gün sa1 Bu sırada Osmanlı-Türk medeniyetinin yükseliş derecesini gösteren en mükemmel abide, Bursa'da yapılmış olan Ulu Cami'diı (Res. 18,19). 28 TARİH bahtan akşama kadar süren bu savaşta Osmanlı ordusu yenildi. Yıldırım, oğlu Musa ve Mustafa'yla beraber, Timur'a esir düştü; Osmanlı ordusunda-ki Sırp askerleri de fedakârlıkla savaştılar; Timur ordusu Yıldmm'mkinden daha kuvvetliydi. Timur Bey, Batı Anadolu'yu da istila etti; Osmanlıların Anadolu'da başkenti olan Bursa'yı aldı: İzmir'i, Rodos şövalyelerinden kurtardı. Murat ve Bayazıt Beyler zamanında memleketleri Osmanlı Beyliği'ne eklenen Anadolu beylerinin çoğunu eski hükümetleri başına yeniden yerleştirdi. Bizans'ın Osmanlılara verdiği haracı kendisine istedi ve aldı.J Ankara Meydan Savaşı'ndan kaçıp kurtulan dört Osmanlı şehzadesi, Süleyman, Isa, Musa ve Mehmet birbirleriyle uyuşamayarak taht kavgasına giriştiler. Bayazıt'in büyük oğlu Süleyman Çelebi, Rumeli'ye geçip fırsattan yararlanarak Osmanlı memleketlerine saldırıya kalkışan Macar Kralı Zigismunt'u yendi. Rumeli'de kendisinin yerine geçen Musa Çelebi İstanbul'u kuşatmaya bile kalkışmıştı.2 Lakin daha diplomat olan küçük kardeşi Mehmet Çelebi Timur Bey'i metbu tanıdı (Res. 20). Bursa'ya gelerek babasının yerine geçti. Devletinin eski kuvvetini yeniden kazamncaya kadar Bizans İmparatorluğu'yla da iyi geçinmeyi tercih etti. OSMANLI DEVLETİ'NİN TEKRAR KENDİSİNİ TOPARLAMASI Ankara mağlubiyetinden sonra, Osmanlı Devleti parÇalanmış ve dağılmıştı: Karaman, Germiyan, Menteşe, Candaroğulları kendi beyliklerini canlandırdıkları gibi Osmanlı şehzadeleri de birbirleriyle boğazla- şıyorlardı. Bu iç savaşlar ve karışıklıklar on ıh yıl kadar sürdü, buna Osmanlı tarihçileri "Fetret Devri" derler. Nihayet Çelebi Mehmet, rakibi olan kardeşlerini birer birer ortadan kaldırarak, hâkimiyette birliği kurmayı başardı (1413) ve bu kavgalar sırasında Çelebi, Anadolu beylerinden bazılarını tekrar Osmanlı saltanatına itaat ettirmişti. Çelebi Mehmet, tek başına hükümdar olduktan sonra, beyliklerine tekrar kavuşmuş olan Karamanoğlu Mehmet Bey'in ve İzmir hâkimi Cüneyt 1 Timur Bey olayları ve Ankara Savaşı II. ciltte ayrıntılı olarak yazılmıştır. 2 Bu olay İstanbul'un Osmanlılar tarafından üçüncü kuşatılmasıdır. OSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞU 29 Bey'in müttefik kuvvetleriyle uğraşarak Konya'yı zapt ettiyse de, Karaman Beyliği'nin bazı kısımlarını Osmanlı memleketine katarak Konya'yı yine Karamanlılara bıraktı. Çankırı, Tosya ve Samsun'u aldı. Eflak işlerine karışan Macar Krallığı'na akıncılar gönderdi. Osmanlılar ilk defa Çelebi Mehmet zamanında Venediklileri Gelibolu önünde bir deniz savaşı yaptılarsa da başarılı olamadılar (1416). Çelebi Mehmet, Anadolu ve Rumeli'de büyük bir mesele çıkaran Sa-mavnalı Şeyh Bedrettin ve müritleriyle hayli uğraştıktan sonra, şeyhi yakalatıp Serez'de astırdı (1417). Çelebi Mehmet ölünce yerine geçen //. Murat'ın ilk hükümdarlık zamanı, Osmanlı tarihlerinin Düzmece Mustafa dedikleri adamın ortaya çıkardığı karışıklıklarla geçti. Ankara Savaşı'nda Bayazıt'ın oğullarından Mustafa Çelebi babasıyla beraber esir düşmüş ve Semerkant'a götürülmüştü. Bu Mustafa Çelebi, Sultan Mehmet zamanında memlekete dönerek saltanat iddiasında bulundu. Takip edilince Selanik'te Rumlara sığındı. II. Murat Rumların yardımıyla kendi aleyhine yürüyen amcasına karşı mücadele etmek zorunda kaldı. Bir hayli savaştan sonra nihayet Mustafa Çelebi esir edilip öldürüldü. Bu olay Ankara yenilgisinden doğan sarsıntının son dalgası olmuştu.! HARÇLI SALDIRINA KARŞI BAŞARIYLA BAŞARIYLA KOYMA : II MURAT Bizans İmparatorluğu, Bayazıt zamanındaki barış ve dostluğa rağmen, Osmanlıların sıkıntılı durumlarından daima, her suretle yararlanmaya çalışmış ve ni-hayet Mustafa Çelebi'yi de yeğeni II. Murat aleyhine sevk ederek, hayli savaşa ve karışıklığa sebep olmuştu. Bayazıt zamanında yarım kalan İstanbul'un zaptı işini artık bitirmek lazımdı. II. Murat kuvvetlice bir orduyla İstanbul'u kuşattı (1423). İmparator Manuel bu sefer de Çelebi Mehmet'in küçük oğlu Mustafa Çelebi'yi büyük kardeşi Murat aleyhine kaldırdı. Karaman ve Germiyanoğulları da Mustafa Çelebi'ye yardım ediyorlardı. Bunun üzerine Sultan Murat, İstanI Bursa'daki Yeşil Cami, Çelebi zamanındaki Türk mimarlığının bir örneğidir (Res. 21, 22). 30 TARİH bul'un kuşatmasını kaldırdı. Asi kardeşi ve onun müttefikleri aleyhine yürüdü. Osmanlı-Türkleri tarafından İstanbul'un dördüncü kuşatması da başarıyla bitmemiş oldu. Mustafa Çelebi İsyanı savaşla bastırıldıktan sonra, Timur istilasının ardından Anadolu'yu tekrar parçalayan Türk beyleri üzerine yürünerek Ka-ramanoğullarından başkası Osmanlı hâkimiyeti altına alındı; Karaman Beyi de Osmanlı sultanının metbuluğunu kabul etti. Bu suretle Anadolu'da Türk siyasî birliği yine sağlanarak Anadolu, Ankara Savaşı'ndan evvelki simasını tekrar aldı. Rumeli'de de Ankara Savaşı'ndan evvelki durumu geri kazanmak için, Sırbistan üzerine yürümek ve Macar Krallığı'yla savaşabilmek gerekmişti. İlkönce Sırbistan'ın kesin itaati sağlandı; Macaristan istila edildi. O sıralarda diğer bir Osmanlı ordusu Selanik ve Yanya'yı zapt etmişti. Sonraları Osmanlı ordusu Macarlar elinde bulunan Belgrad'ı fethedemediği gibi Erdel Voyvodası Hunyadi Yanus tarafından birkaç savaşta mağlup edilmiş olduğundan, Sultan Murat ile Macar Krallığı arasında Segedin Antlaşması imzalandı (12 Temmuz 1444). Antlaşmanın on sene devam edeceğine dair iki hükümdar Kur'an ve İncil üzerine ant içtiler; bu antlaşmaya göre Sırbistan ile Eflak, Macaristan'ın metbuluğu altına girmiş oluyordu. Bu olaylarla hayattan yorulmuş ve hükümdarlıktan bıkmış olan Sultan Murat, on dört yaşındaki oğlu Mehmet lehine saltanatı terk ederek Manisa'ya, çekildi. Fakat Hıristiyan âlemi derhal fırsattan yararlanmaya kalkıştı. Papanın elçisi Kardinal Çezarini, Hıristiyan olmayanlara verilen yeminin bozulmasının uygun olduğunu, Katolik Kilisesi adına söyleyerek, Macar Kralı Lâdislas'ı yeminini bozmaya, kazanılan başarıları takip etmeye teşvik etti. Türklere karşı birçok zaferiyle şöhret kazanarak "Eflak'ın Ak Şövalyesi" adını alan Erdel Voyvodası Hunyadi Yanus ile Macar kralı, Papa elçisi ve Eflak hâkimi kumandanları altında Macarlardan, Ulahlardan ve diğer bazı yardımcı kuvvetlerden meydana gelen büyükçe bir Haçlı ordusu Tuna Irmağı'nı geçti, Bulgaristan'a girip Varna'yı kuşattı. Bu tehlikeli durum karşısında Osmanlı devlet adamları ve kumandanları Murat'a başvurarak ordusunun başına geçmesini rica ettiler. Çünkü oğlu Mehmet henüz on dört yaşında bir çocuk olOSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞU 31 duğundan, orduda emrini yürütebilecek bir çağda değildi. II. Murat Osmanlı ordusunun kumandasını eline aldı; Varna civarında yapılan savaşta müttefikler mağlup oldular. Antlaşmayı bozduran Kardinal ile bozan Macar kralı öldürüldüler. Ak Şövalye de güçlükle kurtulabildi (Kasım, 1444). Bu zaferin ardından II. Murat Mo/-a'yı zapt ederek Osmanlı sınırını Balkan Yarımadasının güney ucuna kadar ilerletti. Ve bu sırada Osmanlı sarayından kaçıp Arnavutların başına geçen iskender Bey (Yorgi Kastriyo-tis), Osmanlı ordularını uğraştırmaya başladı. Sultan Murat'ın, İskender Bey aleyhine sevk ettiği askerler, ciddî bir sonuç alamadılar. Osmanlılar, bu Arnavut elebaşısıyla dağlık ve kayalık arazide uğraşıp dururken, Hunyadi Yanu, Varna'nın intikamını almak istedi; ve yeni bir Haçlı ordusuyla Tuna'yı geçip Sırbistan'a ilerledi. Osmanlı ve Hıristiyan orduları, yine Kosova Ovası'nda birbirleriyle çatıştılar; meydan savaşı üç gün sürdü; çok inatçı bir şekilde vuruşuldu; nihayet Türk ordusu yine galip gelerek, İkinci Kosova zaferi'ni de kazandı (17 Ekim 1448). Hıristiyan devletleri, Sultan II. Murat zamanında, Timur olayı sarsıntısından yeni çıkmış olan Osmanlı Devleti'ni zedelemek için, Türklere bir daha saldırmak tecrübesinde bulundularsa da, bütün girişimleri hüsranla son buldu. II. Murat Haçlı saldırılarına başarıyla karşı koyabildi. İkinci Kosova Savaşı, Osmanlı-Türklerinin Balkanlar'da birkaç asır sağlam olarak yerleşmelerini sağladı; 18. asra kadar, Tuna'yı geçip Osmanlılara saldıracak bir Hıristiyan kuvveti artık çıkmadı. II OSMANLI İMPARATORLUĞU FATİH SULTAN MEHMET: İSTANBUL'UN FETHİ VE OSMANLI İMPARATORLUĞUNUN KURULUŞU II. Murat Edirne civarında öldükten sonra II. Mehmet - tekrar tahta geldiği vakit artık reşit olmuştu (1451). Her şeyden evvel İstanbul'u almak istiyordu. Osman-- h ülkesi Anadolu'da ve Rumeli'de genişlemiş oldu-tundan, İstanbul, devletin tabiî başkenti gibiydi. At- tilâ zamanında Türkler istanbul'u fethetme girişiminde bulundukları gibi, bundan sonra Avar Türkleri ve Araplar da uğraşmışlar ve II. Mehmet'ten evvel gelen Osmanlı hükümdarları da birkaç tecrübede bulunmuşlardı. Mehmet, Boğaz'ı kapamak için vaktiyle Yıldırım Bayazıt tarafından yapılmış olan Anadoluhisarı karşısında Rumelihisarı'nı (Res. 23) yaptırdı; o vakte kadar görülmemiş toplar döktürdü (Res. 24). 1453 senesi Nisan'ında muazzam bir orduyla İstanbul'u kuşattı (Res. 25). İstanbul ile Galata arasında gerilmiş olan kuvvetli bir zincirle Halic'in kapatılmış olması, Osmanlıların saldırısını güçleştiriyordu. Sultan Mehmet, bu engeli kaldırmak için bugün Dolmabahçe denilen mevkiden karaya çektirdiği yetmiş gemiyi karadan aşırarak Halic'e indirdi (Renkli Res. I). Elli günlük kuşatmadan sonra, Topkapı tarafından bir gedik açılmış olduğundan, genel saldırı yapıldı. Kara tarafındaki İstanbul surlarını Cenevizler, Venediklilerle diğer Frenkler ve Rumlar savunuyorlardı. Saldırı sırasında bir kısım Türk askeri, kale dehlizlerinin birinden içeri girmiş ve düşmana arkadan saldırarak hücumun başarılı olmasına yardım etmiştir Bu suretle, cepheden ve, içeriden yapılan saldırı savesinde sehri saOSMANLI İMPARATORLUĞU 33 yunanlar kesin olarak mağlup edilmiş ve İstanbul zapt olunmuştu (29 Mayıs 1453). Türklerin İstanbul'u zapt etmeleri, l 000 :sene kadar sürmüş olan Doğu Roma imparatorluğunu ortadan kaldırmıştı. İstanbul'un o vakitler Türkler tarafından zaptı, dünya çapında bir olay oldu. Bu olay ortaçağın sonu olarak kabul edilmiş ve medeniyet ve insaniyet için yeni bir devrin başlamasında etkili olmuştur. İstanbul'un zaptıyla Rumeli ve Anadolu'daki Türk ülkeleri birleşmiş ve bu suretle Osmanlı Devleti kuvvetlenerek Avrupa'da ilerlemek kolaylaşmıştı. İstanbul'un Türkler tarafından fethi, aynı zamanda bütün Hıristiyan âleminin Osmanlılara karşı yenilgisi demekti. //. Mehmet İstanbul'u aldıktan sonra Belgrad dışında bütün Sırbistan'ı, Mora'yı, Eflak ve Buğdan, Bosna ve Hersek, Arnavutluk ülkelerini kesin olarak Osmanlı Devleti'ne kattı. Eflak ve Buğdan doğrudan doğruya merkeze katılmayıp Hıristiyan beylere idare ettirilmiştir. Sultan Mehmet Anadolu tarafında Karaman Devleti'ni, Candar (İsfendiyar)1 Beyliği'ni ve Trabzon Rum Imparatorluğu'nn zapt etti. Tercan civarında Otlukbeli Savaşı'nda, Ak-koyunlu ordusu mağlup edildi. Akkoyunlular Hükümdarı Uzun Hasan Bey, başkenti Tebriz'e çekilmek zorunda kaldı. Bu suretle II. Mehmet zamanında Tuna'ya kadar Rumeli'de yabancı bir idare kalmamıştı. Anadolu'daysa, genel olarak Fırat Irmağı ve Toroslar sınır oluşturuyordu. Avrupa'da Tuna ve Sava ırmaklarına, Asya'da Fırat ve Toroslar'a kadar yayılan memleketleri zapt edip çok genişleyen, iki kıtanın birleştiği yerde Doğu Roma imparatorlarının başkentini fethederek, bu iki parçayı birbirine birleştiren ve Karadeniz'in girişi ile Anadolu'nun kuzey sahillerindeki önemli ticaret iskelelerini ele geçirdiği gibi Asya içerlerinden Trabzon'a inen büyük ticaret yolunun son kısmına ve iskelesine sahip olan Osmanlı Devleti, artık gerçekten bir imparatorluk olmuştu. Bu devletin tebaası arasında birçok kavim yaşıyordu. Eskiden bağımsız olan Anadolu Selçukla-rmın, Bizans'ın, Bulgar, Sırp krallıklarının ülkeleri tamamen bu imparatorluğun içine girmişti. Doğu Roma İmparatorluğu orta ve son devirlerin1 Candaroğullannın beyliği, bu sırada hükümdarlarının adıyla ilgili olarak Isfendiyar Beyliği adını almış bulunuyordu. 34 TARİH de bu kadar geniş bir ülkeye sahip olamamıştı. İstanbul'u aldığından dolayı kendisine Fatih unvanı verilen II. Mehmet zamanında Osmanlı İmpar-torluğu tamamen kurulmuştur.Osmanlı Beyliği, ilk devrinde nihayet göçebe bir . iMPARATORLUĞUN İÇ TEŞKİLATI: FATİH MEHMET KANUNU MÜSLÜMAN OLMAYAN TEBAAYA MÜSAADELER teşkilatına sahip, ilkel bir toplumdu. Orhan Bey zamanında Bursa gibi büyük bir şehir ile birkaç kasaba zapt olunduğundan, daha mükemmel bir Devlet teşkilatı yapmak ihtiyacı doğmuştu. Orhan Bey den, Sultan II. Mehmet e kadar Osmanlı Devleti büyüye büyüye nihayet kudretli bir imparatorluk haline geldi: Anadolu ve Rumeli'de birçok memleket ve şehir Osmanlı idaresi altına geçti, bunlar arasında Konya ve Ankara gibi, Edirne ve Selanik gibi pek eski zamanlardan beri medeniyet merkezi olan şehirlerden başka, ortaçağın en medenî ve ileri iki büyük beldesinden birisi ve bin yıllık Doğu Roma'mn başkenti olan istanbul da (Kostantin şehri, Kostantinopolis) vardı. Devlet büyüyüp, devlet idaresinde eski sade teşkilatın ihtiyacı karşılayamadığı görüldükçe, Osmanlı Hükümeti, memleketin toplumsal ve idarî teşkilatını mükemmelleştirmek zorunda kalıyordu. Önce Orhan Bey zamanında, esası askerlik olmak üzere, bir hayli düzenleme yapıldı; fakat o da yeterli gelmedi; Rumeli'nin istilasından sonra I. Murat devrinde yeniden düzenlemeler yapıldı ve bu arada tımarların hizmet edebilecek evlada kalıtsal olarak geçmesi de kanun kabul edildi. Bütün bu düzenlemelerde, arazi rejimi, tımar ve zeamet meselesi, en önemli yeri işgal ediyordu. Zaten devletin askerî kuvveti yeniçeri ocağı'yla, tımar ve zeamet sahiplerinin vücuda getirdikleri sipahilerden meydana gelmekte olduğundan, arazi rejiminin askerlikle pek yakından ilgisi vardı. Görülüyor ki, İstanbul'un zaptına kadar devam eden devirde, Osmanlı Devleti'nin en çok önem verdiği mesele, mükemmel bir orduya sahip bulunmaktı. Yine I. Murat zamanında, Timurtaş Paşa'nın yardımıyla devşirme çocuklarından olmak üzere,"sipahi oğlanları bölükleri" adıyla düzenli bir süvari askeri de düzenlenmişti. Anadolu ve Rumeli'de çok genişlemiş Osmanlı memleketi, esas itibariyle zeamet ve tımar sahibi olan beyler tarafından idare olunuyordu. Bu OSMANLI İMPARATORLUĞU 35 beylerin başında Rumeli Beylerbeyi ve Anadolu Beylerbeyi unvanına sahip bir tür askerî kumandan ve genel valiler vardı. Anadolu'nun bazı kısımları şehzadelerin idaresi altındaydı. Davalarla ilgili işlere bakmak üzere kadılar, şehirlerde güvenliği, asayişi ve düzeni sağlamak için de subaşılar vardı. Kadıların en büyüğü, başta asker ve memurlar arasındaki davalara bakmak üzere tayin olunan kazasker'di. Sonradan Rumeli ve Anadolu'ya ayrı ayrı birer kazasker tayin edilerek Rumeli ve Anadolu kazaskerleri meydana çıktı. Padişaha danışman ve yardımcı olan vezirlerin sayısı da devletin büyümesi oranında arttı. Eskiden tek olan vezirin makamında bulunanlar veziriazam unvanını aldılar. Bunlarla beraber, II. Mehmet devrine kadar Osmanlı Devleti'nin esas teşkilatı dâima savaşçı bir ordunun kuvvetini ve başarısını sağlamaya yönelik kural ve kanunlardan meydana geliyordu denilebilir. İstanbul'un fethinden sonra, Fatih, Osmanlı İmparatorluğu'nu, kendisiyle çağdaş devletler gibi düzenlemeye kalkıştı; eski Türk geleneği ve İslam şeriatıyla gerçek ihtiyaçları ve zapt edilen memleketlerin eski teşkilatlarım göz önünde tutarak, zamanın âlim ve hukukçularıyla da danışarak devlet idaresinin önemli şubelerini düzenlettirdi. Frenk tarihçileri, Bizans tarihçilerinden naklen, Sultan Mehmet'in bir kanunname derlediğini bildirirler. Osmanlı tarihçilerinden yalnız Âli Efendi böyle bir kanunun varlığını yazmış, diğerleri Sultan Mehmet'in kanunundan hiç bahsetmemişlerdir. Son zamanlarda Viyana Kütüphane-si'nde bir kopyası bulunup yayımlanan "Kanunu Padişahı Sultan Mehmet ibni Murat Han" adlı belge, Bizanslı Rum tarihçilerinin bahsettikleri kanuna göre çok basit ve kısadır. Bu Kanunnamei PadişaMde, Bizans kanunlarında olduğu gibi, tören ve protokol meselesinin fazla yer işgal ettiği görülür. Sultan Mehmet Kanunu'nun siyasî ve ahlakî açılardan çok dikkat çekici olan maddesi şudur: "Ve her kimseye evladımdan saltanat nasip ola, kardeşlerini dünya nizamı için katletmesi uygundur; çoğu ulema da caiz görmüştür. Onunla etkili olalar." Gerçekten Doğu ve Batı devletlerinde hükümdarların kardeş veya oğullarının, taç ve taht davasıyla ayaklanmaları az olmamıştır. Osmanlı 36 TARİH Devleti'nin henüz bir buçuk asırlık hayatında bile bu tür olaylar olup geçmişti; hatta Yıldırım Bayazıt'ın tahta çıkacağı sıralarda kardeşi Yakup Çelebi öldürülmüştü; fakat böyle şiddetli ve gaddar hükmü içeren bir kanun maddesi derlenmemişti. Fatih'in kendisi ve kendisinden sonra bazı Osmanlı hükümdarları, kanunun bu maddesini uygulamışlardı. Sultan Mehmet, İstanbul'u zaptından sonra, şehrin Hıristiyan halkına yumuşaklıkla muamele etti. Her tarafa dağılan İstanbul Rumlarının şehre toplanmalarını buyurdu; din ve mezheplerinde tamamen hür olduklarını, mal ve mülklerine ilişilmeyeceğim ilan etti. Hele bütün Doğu Hıristiyanlarının ulusu sayılan İstanbul patriği'ne çok saygı gösterdi. Ortodoks Ki-lisesi'nin teşkilatına asla dokunmadı. Bir derecede ki, Türke düşman Hıristiyan tarihçilerinin de genellikle itiraf ettikleri gibi İstanbul Patrikli-ği'nin adeta devlet içinde bağımsız bir cemaat halinde bulunmasına izin verdi. Bu cemaatin, resmî tabirle Rum milleti'nin başında bulunan Patrik Efendi, Osmanlı vezirleriyle aynı derecede sayılıyordu. Kendisine yeniçerilerden bir muhafız müfrezesi verilmişti. Patrik, Rum milletinin yalnız dinî meselelerinde değil, hukukî ve cezaî işlerinde de merci olarak bırakılmıştı. Patrik'in başkanlığı altında bir millet meclisi vardı. Patrik'ten başka, Osmanlı vilayetlerinde onun kaymakamı gibi bulunan piskoposlar da aynı haklara sahipti. Bütün bu kilise adamları her tür vergiden muaftılar. Bizans asilzadalerinin büyük çiftlikleri devlet adına kamulaştırıldıysa da, Hıristiyan köylülerin topraklan kendilerine bırakılmıştı. Bu suretle Türkler, arazi işinde halkı koruyan bir usul takip ediyorlar demekti. Balkanlar'daki Hıristiyan köylüler, Türk idaresi altında, vasileus ve krallar zamanından çok daha mutlu ve müreffeh bir hayata kavuştular. Asla bağnaz olmayan ve çok iyi idare etmeyi bilen Türkler, köylülerin arazisine dokunmadılar, belki bu araziyi artırdılar. Hıristiyan tebaalarının köy teşkilatını bozmadılar. Genellikle toplumsal ve dinî müesseseleri olduğu gibi korudular. İleride görülecektir ki, Osmanlı Devleti zayıflayıp idare bozulduktan sonra, kuvvetli devirler için çok faydalı olmuş olan bu teşkilat, Osmanlı OSMANLI İMPARATORLUĞU 37 Devleti'nin devamlılığına kötü etkiler yapacaktır. Osmanlı Devleti'nden ayrılıp bağımsızlık kazanmak isteyen Hıristiyan milletleri, bu teşkilatta evvelden hazırlanmış devlet kadroları bulacaklardır. DENİZAŞIRI GENİŞLEME ADRİYATİK VE EGE DENİZİNDE SAVAŞLAR Osmanlı Devleti'nin Balkan Yarımadası'nın Bosna ve Arnavutluk taraflarında ve Boğazlar'da sağlam yerleş-Adriyatik Denizine çıkması ve Karadeniz ve iç Asya yollarına hâkim olması Venediklileri kor- kuttu. Bir bahaneyle Venedikliler Osmanlılara savaş ilan ettiler (1402). O zamanlar Akdeniz'e donanmasıy- la hakim ve Doğu ticaretinde en önemli mevkıye sahip ve çok zengin olan Venedik Cumhuriyeti karada kuvvetli değildi; bir devlet aleyhine savaşa girişince, son zamanın İngilizleri gibi, para dağıtarak etrafına bir sürü müttefik toplar ve kara savaşlarında onları kullanırdı. O vakitte Osmanlılar aleyhine İskender Bey, Napoli Krallığı, Papa, Uzun Hasan ve Karamanoğlu ile bir ittifak yapmıştı. Osmanlıların Venediklilerle bu savaşı karada ve denizde on altı yıl sürdü. Bu savaş sırasında genç Osmanlı donanması, Adriyatik, Karadeniz ve Ege Denizi'nde birkaç defa düşmanlarıyla cesurca boy ölçüştü. Artık Osmanlılar denizaşırı savaşlara da alışıyorlar demekti.' Osmanlıların yukarıda adı geçen Arnavutluk ve Karaman memleketlerini zapt ve Akkoyunlu ordusunu mağlup etmesi, işte bu Osmanlı Devleti'yle Venedik ve müttefikleri arasında yaşanan savaş sırasında meydana gelmiştir. Bu devirde Kırım Yarımadası, Kıpçak Türklerinden Kırım hanlarının idaresi altında bulunuyordu; Kırım hanları, Kırım Yarımadası'ndan başka, Karadeniz'in kuzey sahillerinde bir taraftan Kuban ve Çerkezistan'a, diğer taraftan Dobruca ve Tuna'ya kadar hüküm ve nüfuzlarını işletiyorlardı. Kırım Hanlığı da o zamanın çoğu devleti gibi feodal teşkilatlı bir devletti. Hanın yanında Mansur ve Şirin ailelerine ait m/rzalar (bey) gibi çok nüfuzlu beyler vardı; han bunların görüşünü almaksızın hemen hiçbir iş göremezdi. Kırım halkının Bundan sonra aralıklarla devam edecek olan Osmanlı-Venedik savaşları Osmanlı-Fran-sız dostluğunun bir etkeni olmuştur. 38 TARİH bir kısmı toprağa yerleşmiş çiftçilik ve bahçecilikle uğraşan ziraatçılardı; bir kısmı da göçebe hayat geçiren, iyi at ve hayvan yetiştiren aşiretlerdi. Kırım Yarımadası, Avrupa'nın en zengin ve güzel memleketlerinden biridir. Deniz yalıları, İstanbul'un adaları gibidir. Her tür ürünü bol, hele meyveleri çok nefistir. Anadolu'ya doğru uzanan ve Karadeniz'le Boğaz'a hâkim bulunan stratejik konumu, derin, korunaklı ve büyük Akyar (şimdi Sivastopol) Limanı'yla bir kat daha önem kazanmıştır. Yarımadanın güneydoğusundaki Kefe Limanı, Karadeniz'in kuzey sahilinde İran, Orta Asya ve Kıpçak dolaylarının en işlek ticaret iskelelerinden biriydi. Bu bölgelerin malları itil ve Hazar Denizi yoluyla buraya gelir ve buradan gemilerle dünyaya dağılırdı. O devrin en kuvvetli deniz ve sömürge milletlerinden olan Cenevizliler, Kırım'ın önemini hemen fark ederek sahillerine yanaşmışlar ve evvela Kırım hanıyla iyi geçinerek bazı sahil noktalarına yerleşmişlerdi. Bir defa karada sağlam tutunduktan sonra, 19. asırda İngilizlerin Hint'te yaptıkları gibi, içerilere ilerlemeye, hanlığın idaresine karışmaya, han ve hanzadeleri birbirine düşürmeye başlayarak, bütün yarımadada hüküm ve nüfuz sahibi olmuşlardı. 14. asır ortalarında, yani Fatih'in İstanbul'u aldığı sıralarda Kırım'ın durumu işte böyleydi. İstanbul'u fetheden Sultan Mehmet, Bizans hükümdarının tabii olan Cenevizlilerin Galata'sım ve Karadeniz sahilindeki Amasra'sını zapt etmişti; Fatih, tebaası Cenevizlilerin, başkente yakın bulunmak ve Karadeniz'de hâkim bir yer olmak itibariyle çok öneme sahip olan Kırım'ın sahibi bulunmalarına elbette izin veremezdi. Bundan başka Asya ticaretini tamamen Osmanlıların eline geçirmek için de yabancıların ayağını Karadeniz'den kesmek lazımdı. Kırım halkı Müslüman Türklerdi; ve Kınm'ın Osmanlı nüfuzu altına girmesi, ara sıra tabilik görevini iyi yapmama eğilimindeki Eflak ve Buğdan'ın doğudan kuşatılması demek olacaktı. Sultan Mehmet Cenevizlileri Kırım'dan çıkararak Kırım Hanlığı'm Osmanlı Devleti'ne bağlamak için 1474'te Veziriazam Gedik Ahmet Paşa'yı üç yüz kadar gemiyle Karadeniz'e çıkardı. Bu Osmanlı filosu Kırım sahilindeki Ceneviz kalelerinin hepsini zapt ederek, İtalyalı istilacıların hepsini kovdu. Kırım'ın büyükleri ve âlimleri Osmanlı sultanına dilekçe göndererek memleket işlerinin iyileştirilmesini dilediler. Fatih Mehmet, Ceneviz gemilerinin birinde OSMANLI İMPARATORLUĞU 39 esir iken kurtarılan hanzadelerden Minğli-Gerey'i Osmanlı sultanının tabii sıfatıyla Kırım Hanlığı'na tayin etti; bu suretle Kırım Hanlığı da, Osmanlı imparatorluğu' nün kısımlarından biri oldu (14751774). Bu deniz başarısından sonra, Osmanlı donanması bir taraftan Güney İtalya'ya, diğer taraftan Adalar Denizi'nin kilidi değerinde olan Rodos'un fethine gönderildi. Fakat bu girişimlerden olumlu bir sonuç alınamadı. İTALYA'YLA KÜLTÜREL iLİŞKİLER II.Mehmet İtalya'da Yenidendoğuş (Rönesans) hare- ketinin başladığı sırada Osmanlı tahtına geçmiş prenslerdendir; rivayete göre Yunanca ve Latince de biliyordu. Bizzat sultan ve paşalarından bazıları, İtalya güzel sanatlarıyla ilgilenmişlerdir. İtalyan Rönesans şairlerinden birkaçının Türk sultanına Latince kasideler sundukları, II. Mehmet'in Venedik Cumhuriyeti'nden kendi resmini yaptırmak ve sarayını süslemek üzere bir ressam istediği ve Centile Bellini'nin saraya gelip bir süre kaldığı ve istenilen resimleri yaptığı bilinmektedir. Fatih'in bu ressam tarafından yapılmış ünlü resmiyle (Res. 26), İtalyan heykeltraşları tarafından yapılmış at üzerinde ve büst halinde kabartma resimlerini içeren madalyalar (Res. 27) bugüne kadar korunmuştur. Zaten II. Mehmet zamanında Osmanlı hükümdarının sarayları resimlerle, yeni ve eski heykellerle bezenmişti. İtalyan Rönesansı artistleri bu Türk prensini, Rönesans Avrupa hükümdarlarından biri gibi sayarlardı. İstanbul ve Pontus'un (Trabzon İmparatorluğu memleketleri) Rum şairleri de; Osmanlı hükümdarına aynı gözle bakarak, Rumca şairane methiyeler yazmışlardır. II MEHMET ROMA İMPARATORLUĞU Fatih İstanbul'u zapt ettiği sıralarda Bizans Rumları, Katolik Roma'yla birleşip birleşmemek meselesi üzerine şiddetli bir ayrılık ve çekişme içindeydiler. İstanbul'un fethini kolaylaştıran bu iç ve dinî ayrılık ve kavgalar arasında, Roma ile birleşmek aleyhtarları "şehir üzerine Latin tiyarı^ hâkim olacağına, Türk sarığı hâkim olsun!" diye bağrışıyorlardı; nihayet Türk sangı hâkim olunca, Katolik düşmanı Rumlar Türk sultanını, Doğu Roma'nın. yalnız fiilî değil, hukukî hükümdarı ve imparatoru olarak kabul ettiler. Bizans tarihçilerinden l Tiyar; papanın başlığı. 40 TARİH Kritovolos, Fatih Mehmet'i, Doğu Roma imparatorlarının meşru halefi olarak tanıyor ve ona Rumca Vasileus (imparator) unvanını veriyordu. Zaten Doğu Roma tahtına çeşitli dillerle konuşan çeşitli ırktan hükümdarlar geçmişti. Bu zamandan itibaren Türk imparatorlar, Doğu Roma'yı idare edecekler demekti. Hatta bir kısım Rum vatanseverleri, çok zayıflayıp, pek aşağı derekelere düşen Doğu Roma İmparatorluğu'nün, taze ve kuvvetli Türk hâkimiyeti altında, eski şan ve şerefini tekrar kazanacağına ümit besliyorlardı. Osmanlı sultanı kendisi de Rumca y azılan fermanlarında Roma vilayetlerinin ve Anadolu'nun büyük meliki diye imza atıyordu ki, eski vasileuslarm kullandıkları unvanın aynıydı. Bizanslılar, Türk hâkimiyetini- bu şekilde özümsemeye çalışırken, Ortodoks mezhebinin düşmanı ola» Katolik Kilisesi'nin reisi, yani Papa da, Fatih Mehmet'i kendine çekmek hayalini -besliyordu. Osmanlılar aleyhine Haçlı seferleri hazırlayan Papa //. Piyus Fatih'e gönderilmek üzere uzun bir mektup yazmıştı. İsa'nın vekili, bu mektubunda, küçük bir şeyin yapılması şartıyla, Osmanlı sultanını "Rumların ve bütün Doğu'nun kayser ve imparatoru" olarak tanıyacağını bildiriyordu. Yapılacak küçük şey, sultanın Katolik vaftizini kabul etmesiydi. Papa öldüğü için mektup Fatih'e gönderilemedi. Gönderilseydi, zaten kılıcının hakkı olarak kazandığı bu mevki ve unvanı -şartsız bile olsa- Papa'dan almaya ihtiyacı olmadığından, bu mektubun yırtılıp atılacağı şüphesizdi. İstanbul'un fethi üzerine, Türklerin şöhreti Avrupa'nın her tarafına yayıldı. Türklerin ellerine geçen memleketleri çok adalet ve merhametle idare ettikleri, fukarayı zenginlerin zulüm ve baskısından kurtardıkları yayılmıştı; Türk tebaası olan kavimlerin refah ve mutluluğa erdikleri söyleniyordu. Bazı Almanlar, Türklerin Almanya'ya gelip memleketlerinde süregelen haksızlık ve adaletsizliğe engel olacakları ümidine bile düşmüşlerdi.' Hatta Fatih'in hemen çağdaşı olan, meşhur siyaset kuramcısı Makya-velli bile, Türk idaresinin o zamanlarda mevcut idarelerin hepsinden daha iyi olduğunu yazıyordu. l Nürenbergli Hans Rosenblut adlı bir yazar "Türkler hakkında" başlığıyla yazdığı bir tiyatro kitabında Türklerin adaletini, aristokratları cezalandırarak halka refah verdiklerini gösteriyordu. ... OSMANLI İMPARATORLUĞU 41 FATİH DEVRİNE KADAR VE FATİH DEVRİNDE OSMANLI TÜRK KÜLTÜRÜ osmanlı Beyliği'nin kuruluşu sıralarında, Anado-lu'nun Konya, Kayseri, Sivas, Amasya gibi önemli şehirlerinde Türk kültürü her yönden gelişmiş bir haldeydi (Res. 9-16) Anadolu'nun batısında ise Bursa, İznik gibi Bizans şehirleri de, Doğu Roma'nın bir derece yozlaşmış eski kültürünü koruyorlardı; kısacası, Osmanlı Beyliği, kültürel olarak hayli yüksek bir çevrede kuruldu; bu çeşitli kültür kaynaklarından gelen unsurlara Balkan Yarımadası'nın zaptından sonra başka kültür unsurları da eklendi. İstanbul'un zaptıyla, Türkler, o zaman Doğu Avrupa'nın en ileri bir kültür kaynağı olan bir şehrin içine girip yerleşmiş oldular. Fatih devrinde, biraz evvel söylediğimiz gibi İtalya Rönesansı da Türk kültürünü etkilemekten geri kalmadı. İşte bu türlü kaynaklardan çıkmış kültürel unsurların karışmasıyla bir Osmanh-Türk kültürü meydana geldi. Osmanlı-Türk kültürünün, çeşitli alanlardaki görünümlerinden bazılarını, bugüne kadar saklı kalan abide ve belgelerde görmek mümkündür: Bursa, Edirne ve İstanbul'da Osmanlıların inşa ettikleri, dinî ve laik binalar, belli başlı olarak Bursa'nın Yıldırım Bayazıt ve Çelebi Mehmet zamanında yapılan camileriyle (Res. 18, 19, 21, 22), Edirne'de Sultan Murat Camii, İstanbul'da Çinili Köşk (Res. 29, 30), Osmanlı mimarlığının bu devirden kalan ve Osmanlı-Türk kültürünün mühendislik mimarlık, çinicilik gibi sanayi şubelerinde ne kadar ilerlemiş olduğunu gösteren delillerdir. Rumeli'nin istilası, İstanbul'un fethi, çeşitli Avrupa kavimlerinden meydana gelen büyük orduların mağlup edilmesi gibi olaylar, askerlik teşkilatında, strateji ve taktik sanatlarında ve savaş teçhizat ve levazımatının hazırlama ve üretiminde Osmanlı-Türklerinin ne kadar ileri olduklarını gösterir. Savaş aletlerinin (Res. 28) hemen hepsini, -o zamanlar yeni icat edilmiş olan top da dahil olmak üzereOsmanlı-Türk sanatkârları yapıyorlardı. I. Murat zamanından itibaren, büyük fetihlerle zenginleşmiş Osmanlı toplumunun yüksek tabakaları, özellikle hükümdar ile paşa ve beyler, artık süslü ve debdebeli bir hayat geçirmeye başlamışlardı. Bu lüks hayatın araçları da, yine Osmanlı sanatkârlarının elinden ve tezgâhlarından çıkıyordu, yine genellikle halkın, özellikle askerin -yeniçeri ve sipahilerin42 TARİH elbiseleri tamamen Osmanlı şehirlerinin ürünüydü. Tarihçe sabit olan bu olgular, Osmanlı-Türklerinin sanayi, yani maddî kültür alanında yüksek bir seviyede bulunduklarını ifade eder. Osmanlı-Türklerinin bu devirde manevî kültür, yani edebiyat ve fikir alanında da ileri oldukları, elimizde bulunan belgelerle ve tarihin naklettiği bazı olaylarla sabittir. Bu devirde Osmanlıların eğitim ve öğretim işlerine fazla önem vermeye başladıkları görülür. Fatih'in yaptırdığı camiin yanında kurduğu medreselerde zamanın ihtiyacına göre din ve ilim işlerinde uzmanlık sahibi yüksek tahsil görmüş unsurlar yetiştirilmeye başlanır. Bu medreselerde kelam, fıkıh, hadis, tefsir gibi din dersleriyle birlikte mantık, matematik ve felsefe de okutulurdu. Özellikle bu medreselerin yüksek sınıflarını oluşturan şahın kısmında felsefe dersi önemli bir yer tutar ve bu derste fizik, astronomi, meteoroloji, madenler, botanik, zooloji, anatomi ve metafizik gibi önemli ve hayatî ilimler gösterilirdi. Osmanh-Türk edebiyatının, o zamanlar halk şair ve edipleri tarafından yaratılan bir türüyle Anadolu Selçuklarından beri devam edip gelen ve havas* edebiyatı denilen diğer bir türü vardı. Halk edebiyatı hazinesinin destan, koşma, varsağı ve türkü gibi manzum ve tarih, masal, atasözü ve bilmece gibi düzyazı biçimli yaratılan bugüne kadar dilimizde yaşar; bunlardan Yunus Emre (ölümü 1439, 1440) divanı, Bektaşi edebiyatı gibi bazıları toplanıp yazılmıştır. Halk edebiyatında, mertlik, kahramanlık sevgisiyle tabiata ve güzelliğe karşı derin bir aşk ve sevda nağmesi ve aynı zamanda vahdetivücuda** giden bir felsefe ve tavassuf düşüncesi göze çarpar. Osmanlı-Türklerinin havas edebiyatı, Türklerin de büyük etkisi bilinen İran edebiyatından, özellikle İran edebiyatını Anadolu Türk ruhunu katarak ifade eden Molla Hünkâroğlu'mm (Celâleddini Rumî) (1207-1278) büyük ve derin kitabından, "Mesnevi"sinden ilham almıştır. Molla Hünkâroğlu, kendisi Türk olduğu halde, ne yazıktır ki, Mesnevi gibi bir fikir abidesini ana diliyle yazmamıştır. Halk edebiyatı, Türk dilinin saflığım korumaya çalışmış ve yabancı kelimelerden, yabancı şiir usullerinden hayli sakınabilmiştir; havas edebiyatı denilen ve saraylarla * Havas: Kendilerini halktan ayrı ve üstün sayan, kendilerinde bir çeşit ayrıcalık gören kimseler, avam karşıtı (Kaynak Yayınları'nın notu). ** Vahdetivücut: Yaratılanla yaratanın bir oluşunu, tek kaynaktan geldiğini savunan tasavvuf görüşü (Kaynak Yayınları'nın notu). OSMANLI İMPARATORLUĞU 43 ulema ve emirlerin toplandığı yerlerde itibar bulan Osmanlı edebiyatı ise, Arapçanm ve daha çok Farsçanın mağlubu olmuştur. Anadolu Selçuk sultanlarının Konya saraylarında resmî dili Farsçaydı; Selçuk sultanları kendilerine efsanevî Acem şahlarının, Keyhusrev ve Keyku-bat'ların isimlerini takarlardı. Türk dilini koruma ve geliştirmeye uygun olmayan bu gelenek Osmanlı-Türk Devletı'nde de, bir dereceye kadar devam etmiştir. Gerçi Selçuk saltanatının parçalanmasında Konya'ya varis olan Kara-manoğullan, Selçuk sarayının kötü geleneğini kırarak, kendi saraylarında ve resmî ferman ve emirlerinde Türk dilini kullanmaya bağlamışlarsa da, havas edebiyatının cereyan tarzını değiştirememişlerdir. Celâleddini Rumî ve oğlu Sultan Velet, Selçuk Devleti'nin son günlerinde ve dağılmak zamanlarında yaşıyorlardı. Çevrenin başsız ve karışık durumu, bunların bir tür dünya işlerinden el çekmek olan dervişlik fikirlerinde etkili olmuş olsa gerektir. Zaten bir türlü anarşiden kurtulmayan İran'ın edebiyat ve fikriyatı da bu örnekleri vermekteydi. Osmanlı Beyliği'nin kuruluşu sırasında yaşayan Sultan Velet (1226-1312), havas edebiyatında Osmanlı Türkçesiyle ilk manzumeler yazan kişidir. Ondan sonra Aşık Paşa'mn (1271-1332) Türkçe "Garipname"si gelir. Âşık Paşa'dan bir süre sonra Anadolu'nun doğusunda Sivas Beyliği'nin hükümdarı olarak yaşayan Kadı Burhanettin (1344-1397) Türkçe manzum eserler yazmıştır. Nihayet Yıldırım'ın büyük oğlu Süleyman Çelebi'nin imamı olan Bursalı Süleyman Çelebi de bugüne kadar edebî ve dinî değerim koruyan meşhur "Mevlût" manzumesini yazmıştır. II. Murat zamanında, Gelibolu Yazıcızade Mehmet Efendi adlı bir şair "Muhammediye" unvanlı manzum, uzun bir eser yazmıştır. Yazıcızadenin dili halk edebiyatıyla havas edebiyatı arasında aracı bir şekil gösterir. Müziğinin ve kavramlarının, halkın gelenek ve anlayışına uygun olması, bu kitabın yalnız Osmanlı Türkleri arasında değil, bütün Türkler içinde çok yayılması sonucunu doğurmuştur; bugüne kadar Anadolu'da olduğu gibi Doğu ve Kuzey Türkleri arasında da Muhammediye kitabı şevk ve heyecanla okunmuştur. Anadolu'nun Osmanlı-Türk devrinde meydana çıkan halk ve havas edebiyatının seçkin sıfatları, kahramanlık, mertlik, aşk ve tasarruf 'tur denilebilir; edebiyatta tasavvuf, aşk ve sevda olarak ifade edilir: Tasavvuf, dünyayı 44 TARİH bırakıp, kaynak ve amaç olan Allah'a sonsuz bir aşk gibi gösterilir. Faal hayata uygun olmayan tasavvuf fikriyatı, bereket versin, Osmanlı Devleti'nin kurulup yayılma devrinde ne halka ne de halkı idare edenlere ciddî etkiler yapmamıştır. Fikrî kültürün hukuk alanında, Osmanlı Türkleri yalnız İslam şeriatıyla yetinmemişler, şeriata uygun olsun iddiasıyla, uygun olsun olmasın bir hayli kural ve kanunlar koymuşlardır. Devletin esas teşkilatına ve arazi rejimine ilişkin bu kurallarla, Fatih Sultan Mehmet'e dayandırılan kanunnameden yukarıda bahsolunmuştu. Dikkate değerdir ki, Fatih'in kanunnamesi, çok açık ve temiz bir Türkçeyle gayet sade yazılmıştır. CEM OLAYI VE BAŞARISIZ SAVAŞLAR - Fatih'ten sonra büyük oğlu II. Bayazıt tahta geçince, Fatih'in kanunnamesi gereğince öldürüleceğinden korkan kardeşi Cem, hem kendi hayatını hem de zayıflık ve yetersizliği bilinen Bayazıt'ın elinden Osmanlı tahtım kurtarmak için mücadeleye girişti. Mağlup olunca evvela Mısır'a, sonra Rodos şövalyeleri yanına kaçtı ve buradan Papa'nın eline düştü. Papa, Sultan Bayazıt'tan aldığı bir hayli para karşılığında Cem'i zehirledi ve şehzade bu zehirin etkisiyle Fransa'da öldü (1495). Hastalıktan öldüğünü söyleyenler de vardır. Cem olayı yatıştıktan sonra, II. Bayazıt Buğdan beyi, Mısır meliki ve Leh kralıyla savaşlar yaptıysa da, kendinden öncekiler zamanında da ol-" düğü gibi parlak başarılar kazanamadı. Mısır Savaşı genel olarak başarısız devam etmişse de Buğdan beyiyle yapılan savaş sonucunda Tuna ağzıyla Kırım arasındaki sahil ve oralardaki Kili ve Akkerman kaleleri zapt edildi (1484). Karada ve denizde dört sene süren Venedik Savaşı'nda, Papa'nın teşvikiyle hemen bütün Avrupa kavimlerinin Haçlılarından meydana gelen yardımcı kuvvetler Venediklilerin yardımına gelmiş olmasına rağmen, barış, Venedik Cumhuriyeti'nin Balkanlar Yarımadası'ndaki bütün sömürge ve iddialarından vazgeçmesi şartıyla Osmanlı Devleti lehine imzalandı (1502). OSMANLI DEVLETİNDE İLK GERİCİLİK: II.BEYAZIT Fatih devrinde Osmanlı Devleti'nin gözü batıya bakıyordu. Fatih son zamanlarında İtalya ve Rodos'u zapt etme girişiminde bulunmuştu. Osmanlı saray ve konaklarında bağnazlıktan uzak, serbest, sanat seven ve debdebeli bir OSMANLI İMPARATORLUĞU 45 hayat başlamıştı. Bayazıt zamanında siyaset ve hayatta bir tepki, bir gericilik görülmektedir. Osmanlı ordusunun, Mısır savaşlarında uğradığı başarısızlıklar, Bayazıt'ın hasta ve zayıf ruhunu etkileyerek, bu gericiliği desteklemiş olsa gerektir. O sıralarda şeyhülislamlığa tayin olunan Halepli bir hoca, "Molla Arap" ile Hatipzade bu afyon bağımlısı hükümdarı, zaten eğilimli olduğu sofuluk, dervişlik ve dinî bağnazlık yoluna sevk etmişlerdir. II. Bayazıt zamanında Tokatlı Lûtfi gibi serbest düşünen yüksek bir âlim, küfür* iftirasıyla idam edildi (1494, 1495). Sarayda bulunan yerli ve Avrupalı sanatkârlara yol verildi; levhalar, resimler, heykeller saraydan çıkarılıp, çarşı pazarda sattırıldı; Fatih zamanında ilişilmeyen Hıristiyan tapınaklarının çoğu camiye dönüştürüldü; manastırların çoğu tekkeye çevrildi, Doğu'dan gelme âlim ve şeyhlerin sarayda itibarı arttı. Onlar da Sultanı durmaksızın sofuluğa teşvik ettiler; ve kendisine Veli unvanını taktırdılar. O zamanlar çoğu memlekette olduğu gibi, Osmanlı memleketinde de topluma öncü olan saraydı; devletin büyükleri de, sultanı taklit ederek, hiç olmazsa görünürde sofu görünmeye çalıştılar. Kısacası II. Bayazıt zamanında, Osmanlı Devleti'nin kültür ve siyasetinde bir gericilik görülmektedir. II. Bayazıt, anlamsız bağnazlıklarına rağmen, İspanya'da son Müslüman devletinin, Gırnata Emirliği'nin yıkılışına seyirci kaldı. Bağnaz Katoliklerin saldırı ve baskılarına karşı Müslümanlara ciddî şekilde manevî ve maddî bir yardımda bulunamadı; İspanyollar aleyhine yapılacak harekete kızan Papa, elinde bulunan Cem'i tahliye eder diye korkuyordu. YAVUZ SELİM- ASYA'DA VE AFRİKADAOSMANLI FETİHLERİ O sıralarda bazı olaylar, siyaset alanında Doğu'ya önem vermeyi gerektirmişti: Fatih'in mağlup ettiği Uzun Hasan'ın memleketi Osmanlılarla İranlılar arasında paylaşıldığından, Osmanlı Devleti'yle İran memleketi komşu olmuştu. Osmanlı Devleti'nin çok kuvvetlenip Doğu Akdeniz'de adeta hâkim olması, Mısır sultanlarını Osmanlılar aleyhinde bazı hareketlere sevk ettiğinden, bu büyük Müslüman devletleriyle çarpışmak zorunluluğu doğmuştu. Bu sırada İran Azerbaycam'nda türemiş bir Türk şeyhinin oğlu İsmail Safevi, İran tahtına oturup kendini İran şahı tanıtmış ve Şii mezhebini dev* Küfür: Tanrı'nın varlığı ve birliği gibi dinin temellerinden sayılan inançları inkâr etme ve bu yolda söylenen söz (Kaynak Yayınları'nın notu). 46 TARİH letinin resmî mezhebi olarak kabul etmişti. O zamanlar mezhep meseleleri önemliydi. Şah İsmail, Anadolu Türkleri arasına da misyonerler göndererek Şiiliği yaymaya ve o suretle Osmanlı-Türk Devleti'nin birliğini parçalamaya çalışıyordu. II. Bayazıt'ın zayıf idaresi, İsmail'in girişimlerini kolaylaştırmıştı. Bayazıt'ın oğlu /. Selim Osmanlı hükümdarı olunca, Şah İsmail'le savaştı. Çaldıran'da gerçekleşen büyük bir savaşta (1514) İranlılar mağlup oldu; Doğu Anadolu'nun Fırat'tan Urmiye Gölü'ne kadar olan kısmı zapt edildi. Son Eyyubî hükümdarının ölümü üzerine, Mısır'da Aybey isminde bir Türk vezir hükümdar ilan edilmişti (1250). Aybey'le başlayan Mısır sultanlarına bütün tarihlerde Memlûkler (Kölemenler) saltanatı denilmekte ve bu sultanlar iki tabakaya ayrılarak birincilerine Türk kölemenleri, ikincilerine de Çerkez kölemenleri adı verilmektedir. Bu tarihin ikinci cildinde "Memlûkler Devleti"nden bahsedilirken açıklandığı gibi, bu tarif ve ayrım doğru değildir. Memlûk veya kölemen tabiri, bildiğimiz köle yerine kullanılmış olmadığı gibi, Çerkez kölemenleri denilen sultanların da çoğu, isimlerinden ve kullandıklarından anlaşıldığına göre Türktürler. İşte bu ikinci tabakanın birincisi Berkuk adlı bir kumandandır ki, 1382'de iktidar mevkiine geçmişti. Mısır zengin bir memlekettir. O vakit Mısır kıtasından başka Palestin ve Suriye de bu sultanlara tabiydi. Güney Afrika yolu henüz keşfedilme-diği için Mısır en önemli transit merkezlerindendi. Osmanlı-Mısır savaşlarının gerçek sebebi, Hicaz su yollarının tamiri için Fatih tarafından Mısır sultanına yapılan teklifin reddi veya Osmanlı ve Mısır devletleri arasında bulunan Dulkadır Beyliği (Maraş)1 işlerine Mısır'ın l Dulkadır Beyliği'nin kurucusu Karacabey'din. Maraş, Elbistan, Malatya taraflarında kurulmuş ve 1339'dan 1515'e kadar devam etmiştir. Yavuz Selim, son hükümdarları Alâüddevle'yi öldürterek, Mısır'ın koruması altında bulunan bu hükümetin arazisine sahip olmuştur. Bu sıralarda o dolaylarda, yani Adana ve etrafında Ramazana'gutları tarafından kurulmuş bir beylik daha vardı. Selçukluların uç muhafazasına bırakmış oldukları Yüreğirli bir Türkmen aşiretine mensup Ramazanoğulları ailesi, bu beyliği kurmuştu. Bunlar evvela Mısır Devleti'ne tabi olarak 1381'den itibaren beylik sürmüşler ve 1510'da Osmanlı tabiliğini kabul etmişlerdi. Ramazanoğulları bu tarihten sonra da Osmanlıların imtiyazlı valileri sıfatıyla 1608 senesine kadar bu dolayları idare etmeye devam etmişlerdir. OSMANLI İMPARATORLUĞU 47 karışması değildi. Bunlar ancak görünürdeki birer sebepti. Bunu, özellikle Yavuz Selim'in Çaldıran zaferinden sonra, bütün Müslüman memleketlerini Osmanlılar idaresi altına almak, Doğu'nun güney ticaret yollarını da ele geçirmek arzusunda ve dünyayı fethetme siyasetinde aramak gerekir. II. Bayazıt zamanında başarısızlıkla başlayan Mısır seferi, Yavuz Selim zamanında Suriye, Palestin ve Mısır'ın zaptı ve halifeliğin son Halife Mütevekkil Alâllah'tan Yavuz'a geçmesiyle son bulmuştur (1571). Yavuz, Mısır'dan sonra Safeviler'i ortadan kaldırmak ve Orta Asya'yı ve bütün Akdeniz havzasını idaresine alarak imparatorluğu daha çok genişletmek niyetindeydi. Hindistan'ı zapt etmeyi de düşündüğü rivayet olunmuştur. İSLAM HALİFELİĞİ Yavuz Selim'in Suriye, Mısır ve Hicaz'ın Osmanlı memleketleri topraklarına katılması sırasında kendine teslim ettirdiği İslam halifeliği, büyük Selçukların Bağdat'a hâkim oldukları zamandan beri (11. asır) yani beş asırdır İslam âleminde ciddî bir kıymet ve öneme sahip değildi. Hele kendisinin Abbasiler neslinden olduğunu iddia ederek Mısır'a sığınan bir Arabın, Mısır sultanları tarafından halife ilan edilip, ellerinde bir alet gibi kullanılmaya başlanmasından sonra kıymet ve önemi daha çok düşmüştü, Timur ve oğlu Şahruh bütün Ön Asya'ya hâkim ve Mısır'a metbu oldukları zaman, bazı İslam âlimleri, onlara da kendilerini İslam halifesi ilan etmelerini tavsiye etmişlerdi; fakat onlar bunu kabul etmeye gerek görmemişlerdi. İşte Yavuz Selim, bu paslanmış silahı, pazısının kuvveti sayesinde işe yarayacak bir hale getirmek ümidiyle eline almıştı. İslam âlemini istila ederek birleştirmekte, onu da kullanmak istiyordu; fakat ileride görülecektir ki, Osmanlı sultanları, hilâfet sıfatlarından ciddî bir fayda görememişlerdir. Aksine, Osmanlı hükümdarlarının sahip olduğu bu sıfat, Osmanlı Devleti'nin zamana göre gelişme ve ilerlemesine engel, tutuculuğa ve hatta gericiliğe bir ilk sebep olmuştur. Osmanlı Devleti'nin zayıfladığı 18 ve 19. asırlarda ise bazı Avrupa devletleri, Osmanlı sultanlarının halifelik sıfatından kendi hesaplarına yararlanmaya çalışmışlardır. 48 TARİH KANUNİ SÜLEYMAN'IN AVRUPA SEFERLERİ: BİRİNCİ VİYANA KUŞATMASI MACARİSTAN'DA TÜRK KUŞATMASI Kanunî Süleyman (Res. 31, Levha l), tahta geçer geç- mez, evvala Rodos'u ve Belgrat Belgrad'ı zapt etti (1521). Belgrad, Sırbistan m korunması için lazımdı. Rodos a da Doğu Akdeniz'in güvenliği için ihtiyaç vardı. 16. asrın ilk yarısında Roma-Germen İmparatoru Şallken (Charles Quint=Beşinci Karlos), Avrupa'da en kuvvetli hükümdardı. Bütün Almanya'nın imparatoru seçilen bu prens, İspanya ve İtalya'nın bir kısmına, Fransa'nın kuzeyinde ve doğusunda bazı arazilere ve Avusturya'nın da tamamına sahipti. Fransa ve Avusturya hanedanları mücadelesinde, Beşinci Karlos'a karşı zayıf kalan Fransa Kralı /. Fransuva Türkleri Macaristan aleyhine savaşa teşvik etti. Macar Kralı //. Layoş (Louis), Şarlken'in kız kardeşiyle evlenmiş ve kendi kızını da onun kardeşi Ferdinant'a vermişti. Macar Kralı Layoş'un erkek evladı olmadığından, Ferdinant kendini Macar tahtının da varisi sayıyordu. Layoş, Beşinci Karlos ve damadı Ferdinant'ın yardımlarına güvenerek Türklere düşmanlık ediyordu. İşte Fransuva, Türkleri Macarlara saldırt-makla, Alman imparatoruna karşı kendine bir müttefik bulmuştu. Fransuva ve Şarlken arasındaki savaşlar, Türklerin yardımı sayesinde Fransa'nın üstünlüğüyle sonuçlandı. Kanunî Süleyman, Macaristan'da Mohaç'ta (1526) büyük bir Macar ordusunu mahvettikten sonra (Renkli Res. II) Macaristan'ın başkenti olan Budin'i de zapt etti. Macar Krallığı'nı kendisine sadık olan Erdel Kralı Zapolya Yanoş'a verdi. Bir müddet sonra Ferdinant Budin'i zapt etmiş olduğundan bir daha sefer edilerek, Macar başkenti geri alındı ve Viyana kuşatıldı (1529) (Res. 32). Fakat hazırlık yeterli olmadığından kuşatma kaldırıldı. Ordu İstanbul'a döndükten sonra, Ferdinant tekrar Macaristan'a saldırdı. Bu sefer, Fransa Hükümeti'nin teşvikiyle doğrudan doğruya Şarlken'e savaş ilan edildi (1532). Avusturya'nın bazı eyaletleri dolaşılarak İstanbul'a dönüldü (Alman Seferi). Macaristan bundan sonra bir buçuk asırdan fazla Osmanlı idaresinde kaldı (Res. 33) (l 526-1699).' Osmanlıların Macaristan'da inşa ettikleri cami, han, hamam gibi medeniyet eserlerinin kalıntıları, birçok tahribata rağmen, bugüne kadar kalmıştır (Res. 37-38). OSMANLI İMPARATORLUĞU 49 BAĞDAT'IN ZAPTI KUZEY AFRİKA'NIN OSMANLI İDARESİ ALTINA GEÇMESİ BARBAROS HAYRETTİN PAŞA Türk ordularının Avusturya'da meşgul olmasından Türk ordularının Avusturya'da meşgul olmasından yararlanan İranlılar, Tebriz'i almışlar ve saldırıya geçmişlerdi (1533). İranlılar mağlup edildiği gibi, Bağdat da alındı (1535). Eceovalı1 Yakup adlı bir Türkün oğlu olan ve korsanlıkla Akdeniz'de büyük bir şöhret kazanan Hızır Reis (Barbaros Hayrettin)2 Alman imparatorunun Akdeniz'deki donanmasıyla yaptığı savaşlar sonucunda, Cezayir'de birçok kaleyi zapt etmişti. Kanunî Süleyman, Hayrettin'i (Res. 39) Kaptan Paşa (Büyük Amiral) tayin ederek Osmanlı donanmasını da (Res. 40) emrine verdi (1533). Hayrettin, Afrika'nın kuzeyini fethederek, Osmanlı İmparatorluğu'na kattı. Preveze Kalesi'ni kuşatan Cenevizli Andrea Dorya'nın donanması mağlup edildikten (1538) sonra (Renkli Res. III) bütün Akdeniz bir Türk gölü olmuştu. Osmanlı İmparatorluğu'nün en parlak devri olan bu zamanda Hindistan 'a da birkaç defa donanma gönderilmişse de olumlu bir sonuç alınmamıştır. OSMANLI-FRANSIZ İLİŞKİLERİ KAPİTİLASYONLARIN BAŞLANGIŞI Süleyman zamanında Fransa kralı bulunan I. Fran-- suva Kutsal Roma-Germen, yani Alman imparatoru seçilmek istiyordu. Hatta imparator seçilirse büyük bir Haçlı ordusu başında Turkler aleyhine yürüyeceğini de ilan edip duruyordu. Fransuva seçimlerde kazanamadı; üstelik rakibi Beşinci Karlos'un eline esir düştü (1525). Bunun üzerine Fransa kralıyla Osmanlı imparatoru, Habsburglar aleyhine uyuştular; bundan Fransızların "geleneksel siyaset" dedikleri, Türklerle dostluk siyaseti ortaya çıktı. Bu dostluk, 19. asrın sonlarına kadar bazı aralıklarla hemen dört asır devam etmiştir; fakat Fransızlar, Türk dostluğu siyasetinde ikiyüzlülükten ayrılmadılar. Fransuva'nın esareti üzerine annesi, Sultan Süleyman'a başvurarak yardım rica etmişti. Bu ricanın ertesi sene (1526), Osmanlılar, Mohaç zafe1 Bolayir civarında. 2 Avrupalıların bu kişiye verdikleri Barbarosa lakabı, büyük kardeşi Baba Oruç'un, Hızır Reis'e geçen unvanının bozulmuş şeklidir. 50 TARİH riyle başlayan büyük Nemçe Seferi'ne çıkmışlardı. Fakat aynı senede Fransa kralı, imparatorla Madrid Barışı'nı imzaladı. Barış antlaşmasının bir maddesinde kralın imparatorla birlikte Protestanlar ve Türkler aleyhine yürüyeceği yazılıydı! Her ne kadar Fransuva bu antlaşmasına sadık kalmadıysa da, Osmanlılar Viyana'yı kuşatırlarken (1529), imparatorla Kambre Barışı'nı imzalayarak, imparator ordularını serbest bıraktı; kuvveti artan imparatorluk orduları başka sebeplerin de eklenmesiyle kalenin Osmanlılar tarafından fethine engel olabildiler. Bununla beraber, 1535 senesinde, Osmanlı Sultanlığı'yla Fransa Krallığı arasında resmen bir ittifak yapılmıştır. Osmanlılar Fransız dostluğundan1 çok faydalanmadılar; fakat Fransızlar, Sultan Süleyman'ı Şarlken aleyhine kullandıktan başka ondan kendilerinin 7535 Kapitülasyonu dedikleri bir fermanı almayı da başardılar. Bu ferman sayesinde Fransızlar, Osmanlı memleketlerinin bütün limanlarında ticaret yapmak imtiyazını kazanıyorlardı; başka devletlerin gemileri, Osmanlı deniz ve limanlarında ancak Fransız bayrağı altında ticaret yapabileceklerdi. Fransız tebaası Katoliklere, mezheplerince ibadet hürriyeti sağlandıktan başka, Kudüs ve Beytüllahım (İsa'nın doğduğu farz olunan yer) kiliselerinin korunması hakkı da Fransız tebaasına veriliyordu. Yine Fransız konsoloslarının tebaalarını ilgilendiren bazı meselelerde yargı haklan tanınıyordu. Bu izinler, sonradan çok geniş yorumlanarak Fransa'nın Doğu ticaretini adeta tekeline alması ve Osmanlı tebaasından olan Katolik Hı-ristiyanları da adeta koruması altında bulundurması gibi bir şekle getirildi. Fransa'ya verilen izinler, Osmanlı Devleti zayıfladıkça başka başka Hıristiyan devletleri tarafından da talep ve elde edildi; böylece Osmanlı Devleti'nin dış ticareti ve memlekette bütün eşya ve şahıslar üzerinde tamamen hâkim olması gereken yargı hakkı kısıtlandı; bu ise bağımsızlığının bir kısmını kaybetmek demekti. lu l Macaristan ve Hırvatistan seferlerinde, imparatorluğun Fransa tarafından emin olmaması ve Venediklilere karşı Fransa deniz ticaretinin rekabete şevki birer fayda olarak düşünülebilir. OSMANLI İMPARATORLUĞU 51 MOSKOF ÇARLIĞI'NIN AVRUPA'DA Kİ TÜRK HANLIKLARINI İMHA ETMESİ VE OSMANLI DEVLETİ ALEHİNDEKİ EMELLER Sultan Süleyman zamanı Osmanlı Saltanatı'nın en - kuvvetli ve en parlak devirlerinden sayılır. Buna rağmen Fransızlara, şimdi söylendiği gibi, çok zararlı izinler verilmiştir. Yine bu devirde, sonradan Osmanlı Devletinin yıkılışına da en büyük etken olan Moskof Devletinin kuvvetlenmesine engel olunmadı. Moskof beyleri ve başka Rus prensleri 15. asrın ortalarına kadar, Cengiz Han'ın evlatlarından Kıpçak (Altınordu) hanlarına tabiydiler. Moskova Beyi ///. İvan (1462-1505) tabilikten çıktı. O sıralarda İstanbul Türkler tarafından fethedilmişti. Yeniden yeniye kuvvet kazanan Moskofları, Doğu işlerine yakından ilgili kılmak ve Moskof hükümdarını Katolikliğe çekmek için Papa aracılık ederek III. İvan'la son Bizans İmparatoru Kostantin'in yeğeni Sofya Paleologos'u evlendirdi. İvan bu Rum evliliği sebebiyle Doğu Roma Ortodoks İmparatorluğu'na güya bir veraset hakkı kazanmış oluyordu. III. İvan'm torunu Korkunç han (IV. İvan) bu davayı daha ileri götürerek taç giyme töreninde kendisine Çar1 unvanını verdirdi. Moskova'nın hukukçu ruhanileri de bu nokta üzerine birçok yazı yazarak Çar İvan'ı, Doğu Roma'nın imparatoru ilan ediyorlardı; işte bu Çar, büyükbabasının yolunda yürüyerek, evvelce tabiliğinden kurtulduğu Altınordu Hanlığı'nın kısımlarından olan Kazan ve Hacıtarhan (Astrahan) hanlıklarını istila etti (1552-1554); bu yolla Moskova Çarlığı, zengin ve medeni İtil (Volga) Havzası'na sahip olarak genişledi ve kuvvetlendi. Moskofların Volga Türk hanlıklarını istilası Sultan Süleyman devrine rastlıyordu. Bu Türk ve Müslüman ülkeleri Kırım Hanlığı aracılığıyla İstanbul'daki Osmanlı imparatorundan yardım istedilerse de olumlu bir sonuç çıkmadı. Halbuki Kuzey Türk hanlıklarını ortadan kaldırarak kuvveti artan Moskof Çarlığı, daha o zamanlar, Bizans'ın öcünü almayı ve İtil Havzası'ndan kovduğu gibi, Boğaz dolaylarından da Türk ve Müslüman hâkimiyetini kaldırmayı düşünüyordu. O zamandan kalan belgeler, Moskof çarlarının bu emellerini göstermektedir. l Çar, Roma imparatorlarına verilen çezar, kayser unvanının bozulmuş bir şeklidir. 52 TARİH SÜLEYMAN DEVLETİNDE OSMANLI ÜLKESİNİN GENİŞLİĞİ, NUFUSU VE SERVETİ SİYASİ SİYASİ İDARİ TOPLUMSAL TEŞKİLAT SULTAN SÜLEYMAN KANUNNAMESİ Osmanlı İmparatorluğu, Sultan Süleyman zamanında, en çok genişlemiş, en ziyade nüfuz, servet ve kuvvet sahibi olmuş, eski devrin siyasî, idarî ve toplumsal teşkilatınca en mükemmel bir dereceye gel-miştir.- O zamanlar Osmanlı Devleti'nin sının, kuzeyde bugünkü Ukrayna'nın enine olarak ortaların-dan geçer, bugünkü Romanya'nın ve Macaristan'ın kuzeyinden dolanarak Adriyatik Denizi'nin kuzeydoğusuna ulaşırdı. İmparatorluğun batı sınırı, Adriyatik Denizi ve Akdeniz'den geçerek Kuzey Afrika'da bugünkü Cezayir'le Fas arasındaki sınıra gelirdi. Güney sınırı, Cezayir, Tunus, Trablusgarp, Mısır ve Nubya imparatorluk içinde kalmak şartıyla Afrika içlerinden geçer, Kızıldeniz, Yemen, Hicaz, Suriye ve Irak'ı içine almak üzere İran sınırına ulaşırdı. Doğu sının Basra Körfezi'nden başlayarak bugünkü İran Azerbaycan!'mn bir kısmını Osmanlılara bırakır, sonra bir ara ile Karadeniz'in kuzeyine çıkardı (Harita 5). Bu devirde Osmanlı İmparatorluğu dünyanın en büyük devletlerinden biri ve Avrupa'nın en büyük devletiydi. İmparatorluğun yüzölçümü 6 milyon kilometrekare kadar, yani Avrupa'nın yansından fazlaydı. Bu geniş ülkede 60 milyondan fazla insan yaşıyordu, fakat imparatorluk halkı aynı cins ve dinden değildi: Türk, Arap vesaire gibi Müslümanlardan başka İslav, Rum, Ulah, Macar, Ermeni ve Yahudi gibi müslüman olmayan kitleler de pek çoktu. 60 milyon halkın 20 milyonu Müslüman olmayan ve 40 milyonu Müslüman olarak tahmin edilebilir. Türklerin kalabalık bulundukları kıta, imparatorluğun beşiği olan Anadolu'ydu. Roma İmparatorluğu'nda İtalya Yarımadası ne ise, Osmanlı İmparatorluğu'nda da Anadolu Yarımadası oydu. I. Süleyman zamanında, Osmanlı Devleti servet ve refahça da yüksek bir seviyeye ermişti. Yukarıda söylendiği gibi, imparatorluğun tebaası, o zamanın her tür sanayisine (Tablo IV, Res. 41-46) vâkıftı; memleket her türlü hayvan ve ürünü bol bol yetiştirir, ihtiyaçlar memleket içinden sağlanırdı. Karadeniz'in, Kızıldeniz'in ve Akdeniz'in doğu ve güney kısımlan Osmanlı tüccar ve denizcilerinin nüfuzları altındaydı. Osmanlı İmparatorluğu, dünOSMANLI İMPARATORLUĞU 53 yanın büyük ticaret yollarının üzerinde kurulmuştu. Gerek deniz ve gerek kara ticareti Osmanlılara çok yarar sağlıyordu.1 Bunlardan başka daima zaferle biten savaşlar, büyük bir servet kaynağı olmuştu. Sefere gidenler, para, insan vesaireden meydana gelen birçok ganimet malı yüklenerek geliyorlardı. Bu servet de memlekete dağılarak, ziraatı, sanayiyi ve ticareti geliştiriyor ve ilerletiyordu. Bu devirlerde Osmanlı Devleti'nin ticaret bilançosu henüz hesaplanmamışsa da ihracatın ithalattan fazla olduğuna şüphe edilemez; çünkü genellikle yabancılarla ticaret azdı ve dışarıdan pek az eşya (kürk, çuha, kadife ile Hint kumaşları, İran halıları gibi birkaç çeşit lüks eşya) alınıyor ve deniz ticaretinin büyük kısmı Osmanlı bayrağı taşıyan gemilerle yapılıyordu.2 Zaten 16. asırda Doğu'nun sanayi ve ziraatı Batı'dan üstündü. Memleketin iktisadî durumu böyle olunca, malî durum da tabiatıyla iyiydi. Devletin o zamanlardaki genel gelir ve giderini gösteren bütçesini tespit etmek pek güçse de, vilayetlerin bütün giderleri çıktıktan sonra devlet hazinesine giren gelirin miktarı 200 000 000 akça kadar tahmin edilmektedir.3 Süleyman'ın son günlerine kadar genel olarak bütçe açığı yoktu; ancak Sultan Süleyman, Zigetvar Seferi'ne giderken bütçe açığı görülmüş ve buna saraydaki altın ve gümüş kap kaçağın eritilip para haline getirilmesi suretiyle çare bulunmuştur. Süleyman'dan sonra genel olarak malî durumun bozulduğu anlaşılmaktadır. Osmanlı İmparatorluğu, birbirine bitişik, fakat tamamen homojen ol1 Süleyman'ın görkemli devrinde, Hint deniz ticareti de Osmanlı İmparatorluğu'nun tekeline geçmişti. Avrupa'da çok itibarlı olan Hint malları, Osmanlı İmparatorluğu arazisinden geçerek, Avrupa'ya gidiyordu. O sıralarda Portekizliler de Ümit Burnu yoluyla Hint ticaretini kendi ellerine geçirmeye uğraşıyorlardı. Bu rekabet, Osmanlılarla Portekizlilerin Hint ticaretine hâkim olmak uğrunda mücadeleleri sonucunu doğurdu: Biraz yukarıda bahsolunduğu gibi, Osmanlılar tarafından Hindistan'a birkaç defa donanma sevk edildi. Lakin bu seferlerden kesin sonuç alınamadığından, sonunda Portekizliler, Hint ticaretinden rakipsiz yararlanmayı başarmışlardır. 2 Osmanlılarda ticarî ve askerî gemicilik, coğrafyaya dair eserler yazılmasına ve harita çizmek sanatının ilerlemesine sebep olmuş ve bu devirde Piri Reis gibi kişiler yetişmiştir (Levha. II). 3 Bir akça, Osmanlı İmparatorluğu'nun son zamanlarındaki bir gümüş kuruş kadar gümüşü içeriyordu. r 54 TARİH mayan memleketlerden meydana geliyordu. Bunun içindir ki, Osmanlı memleketi denilmez, "Memaliki Osmaniye" yani Osmanlı memleketleri denilir. Bu memleketlerin idaresi de tekdüze değildi; bunlardan Rumeli ve Anadolu'daki çoğu yer eyaletlere ve sancaklara bölünerek eyaletler "beylerbeyi" yahut "mi-rimiran", sancaklar ise "sancakbeyi" veya "miriliva" denilen ve merkezden gönderilen memurlar tarafından idare edilirdi. Macaristan, "Budin ve Temes-var" eyaletlerine bölünmüştü. Akdeniz adalarıyla bazı sahil sancakları, Kaptan Eyaleti adıyla ayrıca bir eyalet oluşturuyor ve Kaptan Paşa, yani Büyük Amiral tarafından idare ediliyordu. Vaktiyle birer hükümet merkezi olan Bağdat, Mısır ve Budin (bugünkü Budapeşte) eyaletleri beylerbeylerinin hakları, diğerlerinden fazlaydı. Ban ocakları diye adlandırılan Cezayir, Tunus ve Trablusgarp'ın beylerbeyleri de bazı imtiyazlara sahipti. Mekke'de oturan ve Peygamberin neslinden gelen Hicaz şerifleri emîr (yani bey, prens) unvanını taşırlardı. Bunların d»bazı imtiyazları vardı; fakat Osmanlı sultanı, şerif ailesinden istediğine emîrlik rütbesi fermam göndererek onu Hicaz emirliğine tayin etmek hakkına sahipti. Kırım Hanlığı, Osmanlı sultanına tabi ve içişlerinde bağımsız bir devletti; han adına para kesilir ve hutbelerde sultandan sonra hanın da adı anılırdı. Bununla beraber İstanbul, bu hanların görevden alınması ve atanması hakkına sahipti. Erdel Krallığı da, Kırım Hanlığı gibi yarı bağımsız bir devletti; hâkiminin resmî lakabı Osmanlılarca kraldı; krallar yerli prensler arasından, halkın seçimiyle tayin olunur ve taç giyerdi; fakat Erdel kralı da Osmanlı imparatorunu metbu tanır; ve imparator emrettikçe askeriyle Osmanlı ordusuna katılmak zorunluluğunda bulunurdu. Eflak ve Buğdan beyliklerinin idaresi de Erdel Krallığı'na benzerdi. Yerli beylerden birisi bu memleketin hâkimliğine seçilirdi.1 Kısacası Osmanlıların o zamanlardaki memleket idaresi, her kıtanın özelliğine uygun bir şekilde düzenlenmişti; bugünkü büyük Britanya İm-paratorluğu'nun idare tarzını andırırdı. Süleyman'ın ölümünden bir asır kadar sonra bu beyliklere İstanbul'daki Fenerli Rum beylerinden devlete iyi hizmet etmiş adamlar tayin edilmeye başlandı. Bu beylerin emri altına ve Tuna kalelerine yeniçeri askeri gönderilerek, bu beyliklerin devletle bağı güçlendirildi. OSMANLI İMPARATORLUĞU 55 Çeşitli tarzda idare edilen bu memleketler, Osmanlı İmparatorluğu'nu oluşturuyordu. İmparatorluğun başında bulunan Osmanlı sultanına çeşitli unvanlar veriliyordu, bunlardan en çok kullanılanlar, sultan, han, hakan, padişah ve hünkârdır, fakat halife unvanı Süleyman ve halefleri tarafından pek az kullanılmıştır. İmparatorluğun idare merkezi İstanbul'du (Res. 47). İstanbul sarayında Kubbe altında kurulan ve divanıhümayun denilen ve veziri azamla vezirler, kazaskerler, İstanbul kadısı, yeniçeri ağası, nişancı ve defterdardan meydana gelen bir tür nazırlar meclisiydi. Devletin memurları mülkiye (idare memurları), ilmiye (adliye ve eğitim adamları), kalemiye (büro adamları) ve seyfiye (askerler) meslekleri denilen dört sınıfa bölünmüştü. Büro adamlarının en yüksek rütbeleri nişancılık ve defterdarlık'tı; nişancı, divanıhümayun emirlerinin yazılması işlerine bakar ve zapt edilen memleketlerin istatistiklerini yaptırırdı. Defterdar ise devletin gelir ve masraflarını kaydederdi ki, bugünün maliye vekili makamında demekti. Bir de divan üyelerinden olmayarak, divana gelen evrakı okuyan bir tür divan başkâtibi vardı ki, buna reisülküttap denilirdi. Reisülküttaplar 18. asırdan itibaren hariciye nazırı görevini yapmaya başlamışlardır. Eskiden devletin dışişlerine veziriazam bakar ve emri altında "divanıhümayun tercümanı" denilen Fenerli Rum beylerinden bir tercüman bulunurdu. Evvelce bahsedilen piyade ve süvari askerlerine tersane 'ocağı ve bostancı ocağı (saray ve bahçelerin muhafızı) ile yerli kulu ocakları (Bağdat, Mısır, Budin gibi önemli eyalet merkezlerindeki yeniçeri ve diğer askerî sınıflar) eklenerek askerî teşkilat çeşitlenmişti. Bu düzenli ve daimî askere kapıkulu deniliyordu. Kapıkulu askerine hassa ordusu diyebiliriz. Süleyman zamanında kapıkulunun miktarı 80 000'e ve devletin bütün askerî kuyvetleri de 300 000'e ulaşıyordu.1 Toplumsal teşkilata gelince, yukarıda açıklanan Osmanlı feodalitesi gelişerek devam ediyordu,. Has, zeamet ve tımar, arazi rejiminde ve mül1 Birinci defa Viyana'yı kuşatan Osmanlı ordusunun 1529'daki kuvveti şu şekilde tespit edilmiştir: 80 000 kapıkulu (bunların 40 000'i yeniçeriydi), 30 000 akıncı, 100 000 tımar ve zeamet sipahisi olmak üzere toplam 210 000 kişi ve 300 top. • ....... 56 TARİH kî idarede esastı; savaşlarda Osmanlı ordusunun en büyük kısmı bu teşkilatın verdiği süvarilerden meydana gelirdi. Has, zeamet ve tımardan başka, arazinin bir kısmı vakıftı; yani belirli gelirleri, cami, mektep, köprü, hastane, tımarhane, imaret vesaire gibi din, ilim ve hayır-işlerine tahsis edilen araziydi. Bu açıdan eğitim, diyanet, sağlık ve toplumsal yardım işlerine devlet bütçesinden para ayırmak ihtiyacı yoktu. Hizmet karşılığı olarak verilen maaş veya arazi, yani has, zeamet ve tımara genellikle dirlik deniliyordu.1 Vakıf arazi Allah'ın mülkü sayılır ve gelirinden bir miktarı vakfolundu-ğu mahalle mütevellileri* tarafından ayrılırdı. Fakat vakıf arazide oturan mutasarrıflar,** belirli miktar vergiyi vermek şartıyla o arazinin fiilen sahibiydiler. l Kanunî Süleyman zamanında olgunlaşmış olan arazi bölüşümü daha açık şekilde tarif edilebilir. Tımar; öşür hasılatı, yani senelik vergisi 3 bin akçadan 20 bin akçaya kadar olan dirliğe denirdi. 20 binden 100 bine kadar olanlara zeamet ve 100 binden yukarıya da has adı verilmişti. Tımar sahibi, ilk zamanlardaki teşkilatta, tımarının ilk l 000 akçası kendisine ait olmak üzere geri kalan her l 000 akçası için savaşa bir cebeli, yani silahlan mükemmel ve kendisi savaşacak güçte bir süvari getirmek zorundaydı; sonradan 3 000 akçada bir cebeli götürülmesi kararlaştırılmıştı. Tımar ile has arasında bulunan zeamet sahibi ise, hasılatının her 5 000 akçası için savaşa donanmış bir süvari götürmek zorundaydı. Zeamet, eyaletlerdeki hükümet ileri gelenlerine, kale dizdarlarına, kapıcıbaşüara, divanıhümayun hocalarına, defterdarlık ve defter eminliği kalem amirlerine verilirdi. Dirliğin en yükseği padişah, şehzade, vezir, beylerbeyi ve sancak beylerine has adıyla ayrılmıştı. Has sahipleri her 5 000 akçada bir cebeliyi savaşa götürürlerdi. Padişah ve vezir hasları mutemet kethüdalar vasıtasıyla idare edilirdi. Tımar sahipleri ve bütün cebeliler, tımarlanmn bulunduğu sancaktaki alaybeylerinin, onlar da sancakbeylerinin ve sancakbeyleri ise beylerbeylerin kumandası altında sefere giderlerdi. Bazı eyaletler tımar teşkilatına tabi tutulmayarak arazisi mülk olarak yerel beylere verilmişti. Bunlar savaş çıktığında maiyetleriyle sefere gitmek zorundaydılar. Bu teşkilat sayesinde savaştaki kayıplar ne kadar fazla olursa olsun, onların yerlerini doldurmak için elde yeterli er bulunabilirdi. Tımarlı sipahiler memleketin gerçek sipahileri olduklarından hükümetin emrine itaatle hizmet etmekten çekinmezlerdi. * Mütevelli: Bir vakfın idaresi kendisine verilmiş olan kimse (Kaynak Yayınlan'nın notu). ** Mutasarrıf: Kendinde kullanma hakkı ve yetkisi bulunan (Kaynak Yayınlan'nın notu). OSMANLI İMPARATORLUĞU 57 Tımar ve zeametin özel bir şekli olan yurtluk-ocaklık ise, sınır muha-fızlarıyla kale askerlerine verilirdi. Esnaf denilen sanayi ve ticaret erbabı, loncalar halinde örgütlenmişlerdi. Sanayi ve ticaretle ilgili meseleler loncalarda halledilirdi. Loncalar esnafın yalnız iktisadî meselelerine değil, hatta ailevî sıkıntılarına da yardım ederdi. Belirli loncalara üye esnafın dul ailesini, yetim çocuklarını korumak ve yardım etmek, loncanın görevlerindendi. Anadolu şehirlerinin bazılarında loncalar, eski Ahiler teşkilatıyla iç içe girmişti. Köylüler'm idaresi, köylüler tarafından seçilmiş muhtar ve kocabaşıla-nn (Hıristiyan köylerinin muhtarları) ve ihtiyar heyetlerinin elindeydi; hükümetin ve dirlik sahiplerinin köy idaresine müdahalesi pek azdı. Sultan Süleyman, Osmanlı tarihinde Kanunî diye meşhurdur; çünkü II. Mehmet zamanında yapılan kanunnameyi genişletip tamamlayarak derlemiştir. Sultan Süleyman Kanunnamesi esas teşkilattan bahsetmez. Bu kanunname vergilere, cezalara, tımarların ve diğer bazı askerî sınıfların teşkilatına, verasete, Hıristiyan tebaasının bazı yükümlülüklerine ve nihayet saraya odun taşımak usulüne ait kuralların bir araya getirilmesinden ibarettir. Genellikle cezalar pek ağır değildir: "Eğer bir kişi şarap içse kadı azarlayıp iki ağaç başına bir akça ceza alına." "Kız ve avrat çekip güçle nikâh ettirene zorla boşatıp nikâh edenin sakalını keseler ve sağlam bir dayak atalar." KANUNÎ DEVRİNDE OSMANLI KÜLTÜRÜ Hemen yarım asır kadar (1520-1566) devam eden Kanunî Süleyman zamanı, Osmanlı Türklerinin kültür itibariyle de en olgun bir devridir. Osmanlı kültürü, mimarî, hukuk (fıkıh), ilahiyat (kelâm), tıp, matematik, nakkaşlık ve edebiyatın en yüksek temsilcilerini bu asırda yetiştirmiştir. Kayserili Mimar Sinan'ın (Res. 48) yaptığı Süleymaniye (Res. 49) ve Sultan Selim (Edirne) (Res. 50) camileri, Osmanlı mimarisinin büyüklük, düzen ve görkem açısından şaheserleri sayılmaktadır. Zaten sultanlar adına yapılan camiler, Osmanlı tarihinin seyrini gösteren abideler gibidir; Bursa'nın I. Murat Camii'nden itibaren gittikçe büyüyen ve mimarî açıdan gittikçe mükemmelleşen camiler, imparatorluğun kuvvet ve genişliğinin ölçüsü sayılabilir (Res. 51); Süleymaniye ve Sultan Selim camileri bunlar II 58 TARİH arasında en üst noktayı gösterir; bundan itibaren Osmanlı mimarisi sadelik, sağlamlık, büyüklük ve görkem açısından düşmeye başlar. Fatih devrinde açılanlara ek olarak Süleymaniye Camii'nin etrafı da, o zamanki ilimlerin en yüksek derecelerini öğreten medreselerle çevrilmiştir. Burada İslam âleminin dinî, hukukî ve edebî ilimleriyle beraber matematik, hikmet (felsefe), heyet (kozmoğrafya) ve tıp eğitimi verilirdi. Bu medreselerin toplamı bugünün hukuk, edebiyat, felsefe, fen ve tıp fakültelerini içeren bir üniversite demekti. Süleyman asrının muktedir müderrisleri arasında sivrilen âlimlerin en çok şöhret kazananları Kemal Paşazade (İbni Kemal) ile Ebüssuut Efen-di'dir (Res. 52). Her ikisi şeyhülislamlık mertebesine yükselmişlerdir. Kemal Paşazade dinî ilimlerden başka felsefe ve tarihe dair eserler yazmış ve Türkçe, Farsça şiirler de söylemiştir. Dine uygun davranmasıyla meşhur Ebüssuut Efendi'nin, bağnazlıktan uzak ve her hususta hoşgörülü bir hali olduğunu Frenk tarihçileri yazarlar, içki içenlere çok şiddetli cezalar verilmesini talep etmişlerken, Şeyhülislam Ebüssuut, cezada şiddetin uygun olmadığını söyleyerek karşı koymuştu. Bu devirde matematiğe dair eser yazan Mirim Çelebi, Matrakçı Nasuh, Muvakkit Mustafa ve tıbba dair eser yazan Ahi Ahmet Çelebi gibi ilim adamları da yetişmişti. Kanunî devri minyatürcülüğü hakkında bir fikir vermek için, Süleyman'ın ölümünden on bir sene sonra (1577) süslenip bezenerek yazılmış olan "Hünername" (Tablo II ve Res. 32, 58) Kanunî devrinin bazı olaylarını tasvir etmesi itibariyle de kıymetlidir. Osmanlı-Türk edebiyatı, evvelce gördüğümüz iki yol üzerinde yürümüş ve halk edebiyatı çoğalmakla beraber, ilerleme ve olgunlaşma belirtisi göstermemiştir. Saray ve aydınların edebiyatı sayılan yazılı edebiyat ise, durmaksızın ilerlemiş ve mükemmelleşmiştir. Daha sonra "Enderun Edebiyatı" adı verilecek olan bu şiir ve nesirde bir taraftan Arapça ve Farsça kelimeler, özellikle İran fikri, İran rivayet ve efsaneleri artmış, fakat nazım ve nesir, kurallar ve inşa açısından pürüzsüz bir hale gelmiştir. Süleyman asrının en büyük resmî şairi Baki (Res. 52) sayılmaktadır, Ba-ki'nin büyük ve görkemli şiirleri, Kanunî Süleyman'ın muhteşem seferlerini hatırlatır ve Süleymaniye Camii'ni andırır. OSMANLI İMPARATORLUĞU 59 Padişahın ölümü üzerine yazdığı mersiye, Osmanlı Enderun edebiyatının gerçekten bir şaheseridir. Süleyman asrına yetişen, kendine özgü bir karaktere sahip, padişah ve vezirlerin saraylarında bulunmaktan çok, aşk ve sevdasının arkasında dolaşan ve eserleri halk edebiyatıyla aristokrat edebiyat arasında adeta birleştirici bir çizgi oluşturan çok büyük bir Türk şairi daha vardır: Fuzulî (Res. 53). Kalbi yanık bu şair, daima samimîdir; ve kalbinden gelen feryat ve yakınmaları, süslemeye gerek görmeden, olduğu gibi ifade ediyor; bundan bütün Türk âlemine yayılan ve hassas ruhlar tarafından derin bir zevkle okunup söylenen nefis eserler meydana geliyordu. Fuzulî, yalnız Osmanlı-Türklerinin değil, Osmanlı, Azerî hatta Kuzey Türklerinin bugüne kadar en ÇOK okuduğu bir şairdir. Türk lirikleri arasında birinci mevkiyi tutar. Hatta Osmanlı şairleri hakkında kıymetli bir kitap yazan İngiliz oryantalisti Mister Gip, Fuzulî'yi, bütün dünyanın en büyük lirik şairlerinden saymaktadır. Dikkat çekicidir ki, Süleyman asrında edebiyatçı ve şairler çok ağdalı ve sanatlı bir şekilde Türkçeyi Arapça ve Farsçaya feda ederek yazı yazmaya heves ettikleri halde kanun dili sade ve daha Türkçeydi. Süleyman'ın kanunu buna en bariz bir şahittir. Yukarıda bir iki hükmü nakledilmiş olan bu kanunnamenin dil örneği olarak da bir iki fıkrası aşağıya yazılmıştır: "Adam öldüren kimesneyi* öldürdüğü kimesnenin yerine öldüreler. Köy içinde veya mahalle içinde adam ölse veya kârban* basılıp hasaret* veya bir köy, iki köy veya üç dört pare köy arasında uğruluk* ve haramilik olsa, elbette edeni buldurup çıkaralar; şöyle ki bulmak imkân olmaya, cerimesini çekeler."1 SARAY HAYATINDA GÖRKEM İSRAF VE ENTRİKALAR OSMANLI TOPLUMSAL TABAKA LARININ HAYATI GERİLEME VE YIKILIŞ TOHUMLARI İmparatorluğun genişliği ve kuvveti artıp, padişahın ye büyük kumandanların ellerinde büyük servet toplanınca saray ve emir konaklarında görkem, sefahat ve israf da doğal olarak çoğaldı. Kanunî Süleyman asrı, Osmanlı saltanatının en debdebeli ve görkemli devridir. Frenk tarihçileri Kanunî Süleyman'a, Muh* Kimesne: Kimse; Kârban: Kervan; Hasaret: Zarar, ziyan; Uğruluk: Hırsızlık (Kaynak Yaymları'nın notu), l "Kanunnamei Âli Osman" s.l;"Tarih Encümeni Mecmuası", cüz: 15. 60 TARİH teşem (Magnifique) unvanını verirler. İstanbul sarayı, Bizans imparatorlarının, İran şahlarının ve Abbasî halifelerinin meşhur olan protokol, süs ve tantanasını toplamış gibiydi. Artık ilk Osmanlı beylerinin sade hayatı büsbütün unutulmuştu. Sarayda yüzlerce cariye, köle, içoğlanı, ak ve kara hadımağaları toplanmıştı. Padişah altın ve gümüş sahan ve tabaklarda yemek yer; mücevherlerle süslü kaplardan şarap, şurup ve kahve içerdi (Res. 54). Padişahın Bizans vasileusları gibi, çatmadan elbisesi, altın ve mücevherli hançer, kılıç ve topuzları, çok kıymetli derilerden kürkleri vardı (Res. 55). Ahırında en mükemmel Arap atları beslenirdi. Çeşitli cinsten av köpekleri, doğan ve şahinleri pek çoktu. Bütün bu hayvanlara bakan bir sürü hizmetçiden başka, doğan yetiştirmekle yükümlü köyler bile vardı. Sarayların, köşklerin bahçeleri nadide gül ve çiçeklerle bezenmişti. Padişahın kayıkları, Venedik Doçalanmn kayıklarına benzer, altın gibi yaldızlanmış çok kıymetli sanat eserleriydi. Bahçe muhafızlanyla kayıkçılar, bostancı ocağı adıyla adeta bir ordu oluştururlardı. Bu lüks, bu görkem, bu israf, elbette birçok fuzuli masrafı gerektiriyordu. Dünyanın her tarafından esir edilerek, ya savaş ganimeti olarak, yahut esir tüccarlarından satın alınmak yoluyla saraya toplanan en güzel Çerkez, Gürcü, Rus, Macar, Rum, İtalyan, Alman ve Fransız kızları, padişahın haremi humayun'unu oluştururlardı. Padişaha yaranmak, padişahtan bir çocuk edinerek, hasekiler sırasına yükselmek, sonra çocuklarını, ortaklarının çocuklarına tercih ettirip valide sultan olabilmek için, bu karışık nesilden gelme ve çoğunlukla işsiz vakit geçiren kadınlar arasında, hesaba sığmaz entrikalar yapılır ve bunların bazıları korkunç facialarla biterdi. Osmanlı toplumunun yüksek tabakasını oluşturan vezirler, beyler, büyük rütbeli din âlimleri ve memurlarla zengin tüccarlar, konaklarında hayat tarzlarını, saray'in usulüne uydurmaya yeltenirlerdi. Bu konaklar, adeta küçük saraylardı. Bunlarda da birçok cariye, hadımağası, muhafız ve uşak vardı. Küçük memurların ve esnafın bile cariyeleri ve köleleri bulunuyordu. İstanbul ve başka şehirlerin konak ve evleri, bahçeler içinde yapılmış büyük veya küçük ahşap köşklerdi. Bahçelere ve evin iç süslemelerine çok önem verilir; giyime, at eyerlerine ve silahlara çok para sarf edilirdi. OSMANLI İMPARATORLUĞU 61 Dirliklerinde yaşayan tımar ve zeamet sahiplerinin hayatında savaşa yarayan silahşorluk, binicilik, av vesaire gibi idmanlar önemli bir yer tutmakla beraber, servet ve refah arttıkça onlar da süse, israfa, sefahate alışıyorlardı. Kısacası, Kanunî Süleyman devrinde zirvesine eren Osmanlı saltanatında, başarı, servet ve refahtan doğan gerileme ve yıkılış belirtileri de görülmeye başlamıştı: Harem entrikaları, haremle ilgili bazı sadrazamların da müdahalesi, büyük şehzade Mustafa'nın ve en küçük şehzade Bayazıt'ın öldürülmesi sonucunu doğurmuştu. Süleyman ihtiyarladıkça saray kadınlarının nüfuzuna kapılır olmuştu. Örneğin Rus esirlerinden güzelliği ve zekâsı ile Süleyman'ı büyüleyen ve Şehzade B ay azıt ve Selim'in annesi olan Hurrem Sultan (Roksolan) (Res. 56), Padişah üzerinde en çok nüfuzlu olanlardandı. Türk padişahının pek sevgilisi olan bu Rus kadını, oğlu Ba-yazıt'ı tahta geçirebilmek için, büyük Şehzade Mustafa'yı öldürtmüştü. Cariyelerin devlet işlerine karışması, yüksek idarenin düzenini bozuyor; gittikçe artan israf ve sefahat masraflarını karşılayabilmek için, büyük ve küçük memurların rüşvet almaya başlamaları da, hakkı, adaleti ve idarenin düzenini daha fazla çığımdan çıkarıyordu. I. Bayazıt devrinde beliren rüşvetçilik, Süleyman zamanında artmıştı. Sadrazamlar belirli bir rüşvet karşılığında memuriyet bahşediyorlardı. Dairelerde rüşvetsiz iş çıkarmak, zorlaşmaya başlamıştı. Fuzulî'nin Kanunî Süleyman asrında yazılmış meşhur "Şikâyetname "sinde, devrin rüşvete düşkünlüğü ve muamelelerin bozukluğu, sonsuza kadar damgalanmışım Fuzulî evkaftan dokuz akçelik bir vazife (maaş) tayin ettirmek için, bir padişah fermanı alır, evkafa gider; evkaf yöneticisi tarafından kabul olunmaz; yöneticinin divanına ancak girebilir. Divandakilerle görüşmesini şöyle anlatıyor: "Selam verdim; rüşvet değildir diye almadılar! Hüküm gösterdim; faydasız diye mültefit olmadılar!.. (Fermanına önem verilmediğini görünce, Fuzuli tartışmaya girişiyor.) 'Hesaba alsalar bu sülûkünüzün (bu hareket tarzınızın) fesadı bulunur' dediler. 'Bu hesap kıyamette sorulur' dedim. 'Dünyada dahi hesap sorulur' dediler. 'Yalnız haberin işitmişiz; andan dahi bakımız (korkumuz) yoktur; kâtipleri razı eylemişizdir."1 62 TARİH Görülüyor ki rüşvet yaygınlaşmıştır, kontrol ise yok gibidir. Hurrem Sultan'ın cinayetlerine ortak olan damadı Sadrazam Hırvat Rüstem Paşa, beylerbeyliklerini pazarlıksız fiyatla satıyor ve padişahlara has olan arazinin aşarını* Yahudilere ve kötü şöhretli bazı kimselere pek yüksek tutar karşılığında toptan satıyordu. Bunlar da çok para kazanmak için o arazide yaşayan köylüyü eziyorlardı. Bu alışverişler sayesinde Rüstem Paşa kendisi de çok para toplamayı başarmıştı. Osmanlı Devleti'nin kurulduğu zamandan beri, Osmanlı bey ve sultanları, ordularının kumandanlarıydı; yeniçeri düzenine göre hassa askeri, ancak hükümdarın bizzat bulunduğu savaşlara katılmakla yükümlüydü. Kanunî Süleyman zamanında bu usul değiştirildi ve sonuç olarak padişahların seferlere gitmek zorunluluğu kalktı; Osmanlı hükümdarları, sarayın hareminde kapalı, atıl, şehvete düşkün ve yumuşatıcı bir hayat geçirir oldular; artık, orduları başında nadiren göründüler; eski sağlam, çevik ve savaşçı sultanların yerine, miskin, tembel, enerjisiz ve akılsız birtakım korkuluklar geçti. Kanunî Süleyman devrinde, işte böyle gerileme ve yıkılış tohumlan memleketin idaresine ve toplumsal hayatı alanına atılmış olmakla beraber, Süleyman'ın ne kendi gününde ve ne de ilk halefleri zamanında bu tohumlardan bazıları henüz yeşerip kötü dikenli fidanlarım meydana çıkarmamışlardı. Hâlâ Avrupa memleketleri halkının çoğu, Osmanlı idaresinin, dünya yüzünde en iyi idare olduğuna inanıyordu. Mesela, Kanunî Süleyman'ın çağdaşı olan, Hıristiyan âleminde Protestanlık mezhebini çıkaran Alman rahibi Luter gibi insanlığın rahatı ve kurtuluşu için fedakârca çalışmış pek büyük bir adam bile "Türkler gelip de Almanya'da adilane idarelerini acaba kurmazlar mı?" ümidini besliyordu: O zamanların Almanları, İstanbul'un fethi arifesinde Rumlar gibi, Alman imparatorunun ve Alman feodal beylerinin zalimce idareleri altında bulunmaktansa, Türklerin hükmü altına geçmek daha iyidir, diye düşünüyorlardı. Aşar: Ürünlerden alınan onda bir oranındaki vergiler (Kaynak Yayınları'nın notu). OSMANLI İMPARATORLUĞU 63 SOKOLLU MEHMET PAŞA İDARESİ: DIŞ SİYASETTE VE İÇ İDAREDE DURUMU KORUYABİLMESİ SOKULLUNUN TURK ALEMİYLE ALADARLIĞI İhtiyarlamış Sultan Süleyman'ın bazı hastalıklarla vücudu yıpranmış, sarayda olup bitenler ve şehzadeler kavgasıyla keyfi kaçmıştı. On iki, on üç yıldan beri sefere Çıkmamış, devlet işleriyle uğraşmaktan da Bir derece çekilmişti. Osmanlı Devleti'nin durumunu pek yakından takip eden İmparator Maksimilyen, durıımu uysun görerek, mevcut antlaşmanın bazı hükümlerim yapmamaya, örneğin belirlenmiş olan vergiyi vermemeye ve Erdel şehirlerine sarkıntılık etmeye başlamıştı. İşte bu sırada sadrazamlığa Osmanlı İmparatorluğu'nun vezirleri arasında en büyük şöhret kazanmış olanlardan Sokollu Mehmet Paşa (Res. 57) geçmiştir. Mehmet Paşa akıllı, iktidarlı, sözünü tutturur bir adamdı. Evvelce Rumeli beylerbeyliğinde ve kubbe vezirliği'nde bulunmuş olduğundan, Osmanlı Avrupası'nın durumunu ve Avrupa siyasetini iyi biliyordu; Padişahı Nemçe'ye (Avusturya) tekrar sefer açmaya ve bizzat sefere gitmeye teşvik etti (Res. 58). Savaş açıldı; bu sefer, Kanunî Süleyman'ın bizzat idare ettiği savaşların on üçüncüsiiydü. Osmanlı ordusu Zigetvar'ı zapt ettiği hengâmede, kırk altı yıldır hükümdarlık eden Süleyman 74 yaşındayken öldü (1566). Osmanlı tarihçilerinin Tavil Mehmet Paşa dedikleri Sokollu, Kanu-ni'nin son yıllarından itibaren 15 yıl sadrazamlık makamında kalarak, Süleyman'ın oğlu //. Selim ve onun oğlu ///. Murat -ki zayıf ve yetersiz adamlardı- zamanlarında, Kanunî devrinin düzenini iç idarede ve dış siyasette korumayı başardı. Sokollu idaresi devrinin genel Türk tarihi açısından en önemli olgusu, bu akıllı ve bilgili vezirin, adeta geleceği keşfederek, Türk âleminin, Osmanlı Devleti için ne kadar büyük bir öneme sahip olduğunu anlaması ve Moskof Çarlığı'nın Türkellerinde ilerlemesine engel olmak ve Türk alemiyle Osmanlı İmparatorluğu'nu bağlamak üzere ciddî bir tedbir almaya girişmesidir; gerçekten, II. Selim zamanında Ten (Don) ve İtil (Volga) ırmaklarının birbirine çok yaklaşmış dirsekleri arasında bir kanal açmak ve bu kanal yoluyla Osmanlı asker ve donanmasını Karadeniz'den kolayca Hazar Denizi'ne sevk ve bu suretle bir taraftan Osmanlı Padişahlığı'na rakip ve düşman İran Şahlığı'nı 64 TARİH kuzeyden tehdit edebilmek, diğer taraftan Orta Asya'ya doğru nüfuz yolunu açmakla beraber, İtil üzerinde bulunan Kazan ve Hacıîarhan (Astrahan) hanlıklarını zapt eden Moskof Çarlığı'nı o dolaylarda sıkıştırarak uzaklaştırmak emelindeydi. Bu projesini uygulattırmak üzere o tarafa mühendisler, ameleler, külünk, kazma, kürek gibi birçok alet ve edevat gönderdi; ve her duruma karşı 3 000 yeniçeriyle 20 000 kadar sipahi de sevk etti. İşe başlandı ve hatta üç ay kadar çalışılarak kanalın üçte biri kazıldı, fakat tamamlanamadı. Rivayetlere göre, Kırım Hanlığı, Osmanlıların bu girişimi tamamlanırsa, arkası kuşatılmış olacağından ürkerek, girişimin aleyhinde bulunmuştur. Osmanlıların en kuvvetli ve zorlu devirlerinde, imparatorluk dışında kalmış Türklerin kaderiyle ciddî bir şekilde meşgul olduklarını gösteren tek bir olay, işte şu Sökollu Mehmet Paşa'nın Don-Volga kanalı kazısı girişiminden ibarettir. Daha sonra Osmanlı Türklerinin fikir sahibi yazarları, bu ihmali eleştirmişlerdir. Örneğin Cevdet Paşa "Tarihi Cevdet"te şu görüşleri ileri sürer: "Macaristan ve Hırvatistan fetihleriyle uğraşmaktansa Kazan ve Ejderhan (Astarhan) eyaletlerinin zapt edilip korunması Devleti Aliyece daha faydalıydı; çünkü Kafkas, Ejderhan ve Kazan halkı ele alındığı takdirde yakınlık, hemdnslik ve çoğunda din ve mezhep birliği dolayısıyla hükümetin idaresindeki ülkelere dahil ve Osmanlı topraklarına katılmış olurlardı. O halde, gitgide Kırım da diğer devlet eyaletleri şekline girerdi; ve Ejderhan ve Kazan aracılığıyla Büyük Tataristan (o zamanın yanlış tabirlerindendir, Orta Asya ve Türkeli yerinde kullanılmıştır) taraflarında da Osmanlı Devleti'nin nüfuzu yürürlükte olurdu."1 Buna eklenebilir ki, o takdirde Osmanlı Devleti nüfusunun çoğunluğu da Türk unsurundan meydana gelmiş olurdu. YEMEN KIBRIS VE TUNUS'UN ZAPTI LEHİSTAN VE FAS'IN OSMANLI KORUMASI ALTINA ALINMASI - Kanunî Süleyman zamanında Hint seferine giden Hadım Süleyman Paşa, Yemen sahillerine yanaşmış iş ge-reği gibi takip olunamamıştı. ve orayı da zapta başlamıştı; lakin sonraları bu Hadım Süleyman Paşa'nın başladığı işi sonradan Habeşistan a doğru genişleten ve Habeşistan'in sahil kısımlarını Osmanlı Devleti'ne bağlayan, Özdemir Paşa olmuştur. KORUMASI ALTINA GİRMESİ l "Tertibi Cedit Tarihi Cevdet" c.l, s.241-242. OSMANLI İMPARATORLUĞU 65 Yemen'de çıkan birtakım karışıklıklar üzerine bunları bastırmakla görevlendirilen Habeş Beylerbeyi Özdemiroğlu Osman Paşa, 1568 senesinde bütün Yemen'i istila etti ve Osmanlı İmparatorluğu'na kattı. Yemen'in zaptını tamamlayan, Sinan Paşa olmuştur. Doğu Akdeniz'in bütün sahillerine hâkim olan Osmanlı Devleti'nin deniz yolları üzerinde, Anadolu'ya pek yakın büyük bir ada, Kıbrıs Adası henüz Venediklilerin elinde kalmıştı. Deniz yollarının güvende bulunması için buranın zaptı gerekiyordu. 1570'te deniz ve kara kuvvetlerinden meydana gelen bir sefer kuvveti, bir sene kadar uğraşarak Kıbrıs Adası'nı fethetmeyi başardı. Venedik Cumhuriyeti bu savaş sırasında, alışıldığı gibi, etrafında papa, İspanya ve bazı İtalya devletleriyle Malta şövalyelerinden meydana gelen bir müttefikler heyeti topladı. Müttefiklerin kuvvetli donanması, Don Juan'ın kumandası altına verilmişti. Bu genç amiral, İnebahîı Deniz Savaşı'nda Osmanlı donanmasını yendi (1571); fakat ertesi sene Sokollu'nun çabasıyla daha kuvvetli bir Osmanlı donanması hazırlanıp Akdeniz'e çıkarılabildiğinden, Venedikliler, Kıbrıs'ı Osmanlılara bırakmak ve üstüne 300 000 lira savaş tazminatı vermek şartıyla barış yapmaya razı oldular. İnebahtı yenilgisine rağmen, Osmanlı donanmasının bütün Akdeniz'e hâkimiyeti, Barbaros zamanında olduğu gibi devam etmekteydi. Bir ara Tunus kıtasına musallat olan İspanyolları, bu donanma oradan çıkardı. İspanyolların korumasını talep etmiş olan Tunus hükümdarını ve ailesini de tutup İstanbul'a gönderdi; ve Tunus memleketini Osmanlı İmparatorluğu'na kattı (1574). Bu suretle Kuzey Afrika, aralıksız bir şekilde Fas sınırına kadar Osmanlı memleketlerinden biri sayılıyordu. Fas ülkesi, bir İslam emirliğiydi. Bu sırada Portekizliler Fas üzerinde nüfuz ve hâkimiyet kurmak için, emîr ailesi arasına fesat ve ayrılık sokmakla meşguldüler. Hatta Portekiz Kralı Sebastiyan, emirlik adaylarından birini tutarak, kendi kumandası altında bir orduyla Fas'a girmişti. İkinci emîr adayı Aptülmelik, bu düşman istilasına karşı koyabilmek için Cezayir Beylerbeyi Ramazan Paşa'dan yardım istedi. Fas'a gönderilen Türk ordusu Portekiz ordusunu Vadiyüssebil Savaşı'nda mahvetti (1577); kral da öldürülenler arasındaydı. Türk ordusunun, bu kadar uzak yerlerde kazandığı bu büyük zafer, Portekiz Krallığı'nın gerilemesinde önemli bir etken olduğu gibi, Fas Emîrlir 66 TARİH ği'ni de Osmanlı İmparatorluğu'nun koruması altındaki devletler arasına geçirdi. Osmanlı hâkimiyeti böylece Akdeniz'in bütün güney sahillerine hâkim olduğu sıralarda Avrupa'nın en büyük devletlerinden Lehistan Krallığı da Osmanlı koruması altına alınmış gibiydi. Sokollu Mehmet Paşa, boş olan Lehistan krallığına, Osmanlı İmparatorluğu'nun adayı olan Erdel Kralı Batori Iştevan'ı seçtirmeyi başardı (1575). Sokollu'nun amacı, Lehistan'ı da Erdel Krallığı gibi Osmanlı İmparatorluğu'nun koruması altındaki devletler arasına katmaktı. Nemçe Hükümeti'ne gönderilen bir mektupta Osmanlı koruması altında bulunan Lehistan Kralı Batori'nin tebaasına Osmanlı tebaası gibi muamele edilmesi talep olunmuştur. Kral Batori, ölünceye kadar (1587) Türklerin korumasından faydalanmış ve Türkiye'yle bir ayrılık çıkarmamıştır. İÇ KARIŞIKLIKLAR BAZI BAŞARISIZLIKLAR VE JITVATOROK ANLAŞMASI Sokollu'nun bir deli tarafından hançerle vurulup öldürülmesinden (1579) sonra, Osmanlı Devle-ti'nin zayıflığı, malî, idarî ve askerî gerilemesi, ahlaki Bozukluğu artık göze çarpmaya başladı. Sokollu ölünce, yerme geçen paşalar arasında çekememezlikler çoğaldı. Sokollu zamanında başlayan İran Seferi uzayıp gittiğinden, devletin maliyesi bozuldu; çoğalmış askere (Res. 59, 60) maaş verebilmek güçleşti. Çare olmak üzere, sikkelerin alaşımında gümüş miktarı eksiltilip ucuz maden kısmı artırılarak, paranın resmî kıymeti korundu, fakat gerçek kıymeti düşürüldü. Bu yüzden maaşlılarla esnaf ve tüccar arasında kavgalar başladı. Ocaklılar (yani çeşitli asker ocaklarına mensup olanlar), bu sıkıntılı durumdan ve kendilerini iyi idare edebilecek sağlam bir el bulunmamasından dolayı ikide bir başkaldırıp patırdı çıkarmayı âdet edindiler; askerî disiplini bozan bu hareketleri, çoğunlukla cezasız kaldı. Kısacası askerin itaati, idaresi ve devletin düzeni bozuldu. Bu sırada yeniden yeniye seferler açıp, karışıklığı daha çok artırmak-tansa, barış ve sükûn içinde düzeni sağlamaya çalışmak gerekirken, II. Selim zamanında Yemen'i zapt ederek "Yemen Fatihi" unvanını kazanmış olan Koca Sinan Paşa'nın ısrarıyla divan büyüklerinin çoğunluğunun muOSMANLI İMPARATORLUĞU 67 halefetine rağmen, Avusturya'ya savaş ilan edildi; on beş yıl kadar süren uzun bir savaşa^ girildi (1591). Bu savaş sırasında Erdel beyi (prensi) ile Eflak ve Buğdan voyvodaları da (beyleri)2 metbuları padişaha karşı isyan ederek, Avusturyalılar tarafına geçtiler. Bu suretle savaşın alanı çok genişledi. Osmanlı ordusunun bazı başarısızlıklara uğradığı sırada ///. Murat'ın yerine gelen ///. Mehmet (1591) bizzat askerin başına geçmeye zorlanarak, Eğri (Erlau) Kalesi'ni zapt etmiş ve Haçova (Kerestez) Meydan Sava-şı'nı kazanmışsa da, kumandanlarının ısrarlarına rağmen başkente dönmekte acele ettiğinden bu başarının sonuçlarını tamamen elde edememiştir. Tiryaki Hasan Paşa'nm (Res. 61) meşhur Kanije savunması da önemli bir sonuç vermedi. Bu uzun Nemçe seferi, eski devirlerde olduğu gibi seri ve büyük başarılar elde edilmeksizin uzayıp dururken, Anadolu'da ihtilal çıktı ve İran Şahlığı da, Osmanlıların Macaristan'da meşgul bulunmalarından yararlanmak amacıyla, beş sene evvel kendi zararına imzaladığı antlaşmayı bozup, Osmanlı Devleti'ne savaş açtı (1603). Bu suretle Osmanlı orduları, birbirinden çok uzak Doğu ve Batı cephelerinde savaşmak zorunda kaldılar. Bu sıkışık duruma rağmen, Kırım Hanlığı süvarilerinin Buğdan ve Eflak'ı tamamen tahrip ve Erdel memleketini de çok sıkıştırmaları üzerine o sırada Erdel prensliğine seçilen Boçkay, Nemçeliler tarafını terk edip Osmanlılarla uyuştu; imparatorun orduları, bu üç yardımcı kuvveti kaybedince imparatorluk da barışa yanaşmak zorunda kaldı. Nihayet Budin ile Viyana arasında ve Tuna üzerinde bulunan Jitvaîorok ad1 Osmanlı tarihçileri buna "Uzun Nemçe Seferi" derler. 2 Voyvoda İslavca bir kelimedir; orduyu sevk ve idare eden anlamına gelir ki, Latince "Dux" (Fransızca Duc) ve Almanca "Heerzog" (Macarca Hersek) karşılığıdır. Bu ad, sonraları İslavlar arasında anlamı genişleyerek belirli bir bölgenin askerî, idarî ve adlî işlerine bakan büyük memurlarına verildiği gibi, bazen bir kabilenin reisine, beyine de voyvoda denilmiştir. Bu İslav kelimesi, güney İslavlarında Ruslarda ve Lehistan'da kullanılıyordu; Lehistan'ın mülkî taksimatı (idarî parçaları) "voyvodalık" namını taşıyordu. Bu terim, Osmanlı Türklerine Balkan İslavlarmdan geçmiştir. Eflak, Buğdan Voyvodaları, sultan tarafından atanmış beylerdi (prensler). Fakat Osmanlı idaresinde daha aşağı dereceden bazı mülkî taksimata "voyvodalık" ve oraların idare ve düzenini sağlamakla görevli olanlara "voyvoda" denildiği de olmuştur; "Galata Voyvodası" gibi. 68 TARİH lı yerde (Harita. 5), Osmanlı padişahlarının ve Osmanlılar tabirince "Nemçe krlalının" elçileri birleşip görüşerek on beş yıl sürmüş olan bu uzun savaşa son veren Jitvatorok Antlaşması'nı imzaladılar (1606). Osmanlılar bu uzun seferlerde hayli zorluklara ve bazı yenilgilere uğramakla beraber, başta düşmanın zapt ettiği yerleri geri almayı ve eski sınırlarını korumaktan başka Eğri, Kanije gibi bazı kaleleri ve onlara bağlı bölgeleri zapt etmeyi de başarmışlardı; bununla beraber, bu antlaşmaya imparatorla padişahın ilişkilerinde, eski barış antlaşmalarına oranla imparatorluk lehine bazı hükümler kaydetmek gerekmiştir. Nemçelilerin senelik olarak vermekte oldukları 30 000 altın vergi, işbu antlaşmayla belirlenmiş olmayan uygun hediyeler verilme tarzına konulmuştur. İmparator, padişaha tazminat olarak 200 000 kuruş veriyordu. Fakat bundan sonra Osmanlı protokolünde imparatora Nemçe kralı denilmeyip, kendisinin Avrupa'da taşıdığı resmî unvan, Roma Çasan unvanı kullanılacaktı.1 Artık Avrupa tarafında Osmanlıların pek yayılmayacaklarım gösteren bu antlaşmadan sonraki devir, daha sonraki Osmanlı tarihçileri tarafından "Duraklama Devri" adıyla anılır. Fakat duraklama gerilemenin başlangıcı demek olduğundan, bu devrin başından itibaren "imparatorluğun gerilemesi" tabirini kullanmak doğrudur. 14. asır başlarında ortaya çıkarak aralıksız genişleyen Osmanlı Devleti, 16. asır sonlarına kadar ilerlemekte devam etmiş, 17. asır başlarında duraklayarak gerilemeceğilimine girmiştir. l Osmanlı padişahları, Habsburg imparatorlarını padişah, yani imparator tanımıyorlardı. Fransa Kralı Fransuva imparatorluk tacını giymemiş olmakla beraber, dostu Sultan Süleyman tarafından ona "França Padişahı" yani imparatoru diye hitap ediliyordu. Resmen Roma-Germen Kayseri (imparator) unvanını taşıyan Beşinci Karlos'un (Şadken) kardeşi Ferdinand'ın elçilerine ise, bizzat Kanunî Süleyman "kendisinden başka Rum kayseri tanımadığını" açıkça ifade etmişti. Bu anlaşmayla Osmanlı padişahı, kendisinden başka bir Roma imparatoru, Roma çasarı tanımış oluyordu. Osmanlı tarihleri, Roma çasarından çok nemce tabirini kullanırlar. OSMANLI İMPARATORLUĞU 69 16. ASIRDA TÜRK DEVLETLERİNİN GENEL DURUMU Osmanlı İmparatorluğu'nun gelişmesinin son nokta-sında bulunduğu zaman, bütün Türklüğün de en aza-metli devresiydi. Gerçekten Osmanlı ordularının batıda Viyana'ya kadar ilerlemesinden bir müddet sonra, Timurlular saltanatı da Hint'in büyük bir kısmını zapt etmişti. Mohaç (1526) Savaşı'yla Orta Avrupa'ya giren Osmanlı Türkleri, bütün Orta Tuna dolaylarını elde ettikleri gibi, Panipat (1526) Savaşı'yla Hint'e giren Babür'ün ordusu da İndüs ve Ganj havzalarına ve bütün Orta Hint'e sahip olmuştu. Kuzey deyse o zamanlar Altınordu hanları, bütün Rusya'nın metbuuydu. Bu olaylara ve duruma dayanarak Fransız tarihçisi Driyo (Drieault) diyor ki: "16. asır, Türklerin büyük asrıdır. Adriyatik Denizi'nden Ganj'a ve Ben-gale Körfezi'ne, Rus steplerinden ve Türkeli'nden Arabistan'a ve Afrika'da Sahra kumluklarına kadar Türk kavmi kendisine Arap împaratorluğu'ndan da, Makedonya împaratorluğu'ndan da geniş bir imparatorluk kurdu." Gerçekten İslam tarihinde Türk devresinin gerek siyasî görkem ve askerî büyüklük, gerekse servet ve medenî parlaklık itibariyle en yüksek devresi 16. asırdır. O vakit Osmanlı tahtında Kanunî Süleyman, Hint tahtında Ekber Şah bulunuyordu. Lakin bu asırdan sonra Türklerin genişlemesi ve medeniyeti sekteye uğrayarak duraklamış ve 17. asırdan itibaren geri çekilme ve gerileme başlamıştır. Türklerde, genişleme hareketi durur durmaz, Hıristiyan Avrupalılar karşı saldırıya geçtiler; Türkleri amansız takibe koyuldular. Türk âleminin ilk gerilemesi Osmanlıların çok ilerlemiş cephesinde başlamadı. Daha kuzeyde ve daha güneyde bulunan Türk cepheleri baskıya dayanamadılar. Kuzeyde Altınordu Devleti, daha sonra güneyde Timurlular saltanatı sarsıldı, ilk büyük gerileme ve dağılma bugünkü Rusya'da yaşayan Türkler arasında meydana geldi. Hâkim olan Altınordu hanları, mahkûm mevkiine, mahkûm olan Rus beyleri hâkim mevkiine geçtiler. Moskof Çarlığı kuruldu. Bu çarlar -eski tabiriyle kaanlar- kendilerini Altınordu çarlarının1 varisi saydılar. l Ruslar Altınordu hanlarına çar ve kendi çarlarına da bazen kaan derlerdi. 70 TARİH ikinci önemli gerileme, Hint tarafında, yani Timurlular saltanatı cephesinde meydana geldi. Hıristiyan Avrupa dünyası, Türk-İslam âlemi'ni arkadan kuşatmak için Hint'e saldırı fikrini ta 15. asırda tasarlamıştı. 1492'de Amerika'yı keşfeden ve insanlığa, medeniyete hizmet amacıyla hareket ettiğini sandığımız KristofKolomb, batıdan giderek Hint'e ulaşmak ve bu şekilde Türk-İslam âlemini arkadan vurmak istiyordu. Hıristiyan Avrupa'nın, Türk âleminin kuzey ve güney cephelerinde başarılı bir şekilde ilerlediği zamanlarda bile merkezi oluşturan Osmanlı-Türkleri bir asır kadar direnebilmişler (17. asır); fakat sonra, daha ileride göreceğimiz gibi, onlar da geri çekilmeye zorlanmışlardır. I III ON ALTINCI ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA A. ON DÖRDÜNCÜ ASIRDAN İTİBAREN AVRUPA'NIN ORTA'VE YENİÇAĞ TARİHİNİN ANA HATLARINA GENEL BİR BAKIŞ On dördüncü, on beşinci ve on altıncı asırlar, ortaçağ'^ ait vasıfların gittikçe silindiği, buna karşılık da yeniçağa has vasıfların gittikçe kuvvetli olarak belirdiği bir geçiş devri oluştururlar. On altıncı asırdan sonradır ki, Avrupa'da ortaçağ âleminden başka bir âlem karşısında bulunuruz. Bilindiği üzere tarih, yalnız olayları sıralamakla kalmaz, bu olayların ne gibi haller ve şartlar içinde geçtiğini, her devrin müesseselerinin nelerden ibaret bulunduğunu da araştırır. Olayların şartlar ve müesseseler arasındaki gerçek yerini göstermekledir ki, görevini, insan cemiyetlerinin herhangi bir devirdeki gerçek levhasını yapmış olur. Ne kadar önemli görünürse görünsün bir olay, olaylar zinciri içinde ancak kısa bir zaman sürer, yerini diğer olaylara bırakır; fakat devrin hal ve şartlarını, müesseselerini değiştirebilecek etki ve anlamı birden belirmez. Bunun içindir ki, insan cemiyetlerinin hal, şart ve müesseseleri, ancak yavaş bir şekilde değişir ve bu değişikliklerin anlaşılması için az çok uzun bir devrin olaylar zincirini incelemek gerekir. 72 TARİH İşte böyle bir inceleme sonucunda anlıyoruz ki, 14, 15 ve 16. asırlar, ortaçağın sonunu, fakat aynı zamanda yeniçağın da başlangıcını oluştururlar. Gerçekten bu asırlarda bir taraftan Bizans, İslam, Hıristiyan ve derebeylik medeniyetleri devam eder, batıya doğru yayılmak isteyen Müslüman Türklerle Hıristiyan Balkanlı ve Avrupalılar arasında da Haçlı seferlerini andırır mücadeleler meydana gelir, diğer taraftan da pusula kullanmanın hazırladığı büyük coğrafî keşifler, kâğıdın yayılması ve matbaacılığın kurulması, savaşın tarzını değiştiren barutun tanınması, sanat zevkinin değişmesi, kilise suiistimallerine karşı mücadele ve mezhep devrimi, siyasî merkeziyet sonucu yeni devletlerin doğması gibi olaylarla da yeni bir devir, yani yeniçağ, özel vasıflarıyla gittikçe daha çok belirmeye başlar. Şu halde bu üç asırda iki tarih devrini ifade eden iki renk ve manzara yan yana devam eder. Bunlardan biri gittikçe anlamını ve kuvvetini kaybeder, diğeri gittikçe açıklık ve kuvvet kazanır. Demek oluyor ki, bazı tarihçilerce yapıldığı gibi, pek önemli olaylar olmakla beraber İstanbul'un Türkler tarafından fethedilmesi tarihi olan 1453 senesini veya Amerika'nın keşfedildiği 1492 tarihini ortaçağın sonu ve yeniçağın başlangıcı olarak kabul etmek, daha çok bir varsayımdır. Gerçekte ortaçağdan yeniçağa böyle bir olayla birdenbire değil, pek küçük değişikliklerle yavaş yavaş geçilmektedir. Yaptığımız açıklamalara göre ortaçağın en bariz vasıflarını 11. asırdan 14. asra kadar devam eden devirde bulmak mümkündür. Bu devirle, bir geçiş devresi oluşturan ve onu takip eden üç asırlık devri ve nihayet yeniçağın bariz vasıflarını taşıyan 17. ve 18. asırları, siyasî ve toplumsal, dinî ve fikrî, medenî ve iktisadî açılardan kıyaslarsak ortaçağla yeniçağın farkları bir kat daha anlaşılmış olur: l- Ortaçağın 11. asırdan 13. asır sonuna kadar devam eden devri; Avrupa'da derebeylik rejiminin -bazı yeni eğilimlere rağmen- henüz en kuvvetli ve hâkim olduğu bir devirdir. Bu devirde, Batı, Merkezî ve Güney Avrupa devlet ve memleketleri derebeylik şeklinde küçük parçalara ayrılmış bulunmaktadır. Kuvvetli siyasî merkezler yoktur. Takip eden geçiş 16. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 73 devresinde, derebeylik rejimi gerileme belirtileri gösterir. Nihayet daha sonraki asırlarda bu rejimin yerini mutlak hükümdarlık rejimine tabi devletler alır. 2-11. asırdan 13. asır sonuna kadar Batı Avrupa'da din ve Katolik kilisesi ile papalık, üstün bir rol oynamıştır. Haçlı seferleri de bunun bir delilidir. Takip eden devirde papalığın nüfuz ve kudreti zayıflar, Büyük Ayrılık denilen dinî karışıklıklarla Hıristiyanlığın birliği sarsılır. Daha sonra Reform hareketiyle kilisenin birliği yıkılır, dinî savaşların yerini millî ve siyasî denge savaşları almaya başlar. Medeniyet de dinin etkisinden az çok kurtulmak, laik bir niteliğe bürünmek eğilimini gösterir; matbaacılık, ilim ve kültürden çeşitli halk sınıflarının yararlanmasına yol açar, Rönesans dediğimiz fikir ve sanat hareketi eskiçağın putperestlik kaynaklarından kuvvet alarak dinî şekil ve niteliğini kaybeder. 3- Akdeniz, eskiçağda olduğu gibi ortaçağda da ticarî ve iktisadî hayatın önemli bir merkezi, çeşitli medeniyet cereyanlarının birbiriyle birleşip karıştığı bir alan olarak kalmıştı. Müslüman milletler, Bizanslılar burada Batılılarla buluşuyorlardı. Fakat 13. asırdan sonra artık bir Müslüman imparatorluğu kalmıyor. Biraz sonra İspanya'daki İslamların bir kısmı Afrika'ya atılıyor. Bizans İmparatorluğu da yıkılıyor. Bunlann yerini Asya'nın ortasından batıya doğru yeni akış yapan Türklerin kurdukları yeni devletler ve medeniyet alıyor. Asya ticaret yollarının sınır uçları da yeniden onların eline geçiyor. Fakat takip eden asırlarda büyük deniz keşifleri gerçekleşince iktisadî hayatın ağırlık merkezi batıya, Atlas Okyanusu'na geçer. Bu suretle Avrupa'nın denizaşırı memleketlerdeki gelişmesi başlar; ticaret, sanayi, başka bir genişlik alır; Avrupa burjuvazisi zenginleşerek kuvvetlenir ve 18. asırda bazı memleketlerde hâkim konuma geçer. Lakin iktisadî hayat faaliyetinin bu şekilde Batı'ya geçmesi, Doğu'nun da iktisadî geriliğinin ilk etkenlerinden biri olmaya başlar. Bu sebeple Batı Avrupa'nın gelişmesine, toplumsal, medenî, iktisadî ilerlemesine kıyasla Doğu daha bir müddet gerileme manzarası gösterir. Şu halde Batı Avrupa yeniçağa mahsus vasıflan alarak tamamen değişmiş bulunduğu zaman, doğuda ortaçağın izleri tamamen silinmiş değildir. 74 TARİH B. ON BEŞİNCİ ASRIN ORTALARINA KADAR AVRUPA 14. asrın başında kurulan Osmanlı Türk Devleti, yukarıdaki bahislerde görüldüğü gibi, bir buçuk asır içinde bir taraftan Anadolu'daki Türk beyliklerini birer birer zapt ederek Anadolu Türklüğünü birleştirmiş, diğer taraftan Balkan Yarımadası'nın Tuna memleketleri kısmıyla Trakya ve Makedonya'yı ele geçirmişti. Bu suretle ortaçağın en önemli merkezlerinden biri olan İstanbul'un surları içinde ancak barınabilen Bizans İmparatorluğu, Avrupa'nın diğer memleketlerinden ayrılmış oluyordu. Asya ve Avrupa kıtalarının el ele verdiği bir alanda Türkler böylece büyük bir devlet kurmaktayken Avrupa'nın diğer memleketlerinde durumun nelerden ibaret bulunduğunu incelemek yerindedir. Böyle bir inceleme, Hıristiyan Batı Avrupası ile Türk Doğu Avrupası'nın kıyaslanmasına yardımcı olarak Doğu'nün medeniyet itibariyle üstünlüğünü gösterecek Hıristiyan Avrupa'nın Bizans'ı ve Balkan Yarımadası'nı neden koruyamadığını açıklamış olacaktır. Gerçekten bu devirde Batı Avrupa'da ortaçağ sonlarının en kuvetli iki devleti olan Fransa ve İngiltere, Yüz Yıl Savaşı'mn felaketleri içinde yüzmekte, savaşın sonucu olmak üzere siyasî ve toplumsal karışıklıklarla tükenmekteyken ortaçağın en kuvvetli müessesesi olan Batı Kilisesi de dinî karışıklıklar içinde yuvarlanmaktaydı. Merkezî Avrupa'ya gelince, Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu'nun gerilemesi dolayısıyla siyasî birlikten tamamen mahrum kalmıştı. İtalya şehirleri de despot idareler altındaydı. Dinî buhran ile Yüz Yıl Savaşı ancak 15. asrın ortalarına doğru son bulur. Ve yeniçağ Avrupası belirmeye başlar. YÜZ YIL SAVAŞI Ortaçağda devletler, krallarının adeta şahsî malikânesi sayılır, alelade bir mülk gibi miras ve çeyiz tarzında şahıstan şahsa geçer diye kabul edilirdi. İşte bu suretle Kape hane16. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 75 darımın sönmesi üzerine Fransa tacı 1328'de Valva (Valois) Hanedanı'na geçmişti. Halbuki İngiltere kralı da, annesi dolayısıyla, Kape Hanedanı'na varis olmak davasındaydı. Fransa'yla İngiltere arasında çıkan ve 1337'den 1453 senesine kadar devam ederek Yüz Yıl Savaşı adını alan bu büyük mücadelenin sebeplerinden biri bu taç davasıdır. Bundan başka İngiltere kralları, Guyenne arazisine sahip oldukları için, Fransa krallarının tebaası sayılıyorlardı. Kral değiştikçe derebeylik usulünce saygıda bulunmak gerekiyordu. Halbuki İngiltere kralı tabi vaziyetinde bulunmayı kabul etmiyordu. Bununla beraber İngiltere kralı hemen savaş açmamıştı. Lakin bir müddet sonra bir miras meselesi yüzünden İngiltere'ye kaçan bir Fransız derebeyi, İngiltere kralını haklarını istemeye teşvik etti. Nihayet Fransa'ya tabi derebeylerden olan Flândr kontu ayaklanan tebaasına karşı kraldan yardım görünce dokudukları çuhalar için gereken yünü İngiltere'den satın almakta olan Flândr sanayi sahipleri de İngiltere'den yardım istediler. İşte bu şahsî ve iktisadî sebeplerdir ki, savaşın açılmasına sebep oldu. Çeşitli ateşkesler ve aralıklarla devam eden Yüz Yıl Savaşı, başlangıcında bir veraset savaşı olarak devam ederken, Fransızların iddiasına göre, Fransa'da millî bir bilincin uyanmasından dolayı millî bir savaş mahiyeti almıştır. Bu bilinç İngiliz istilasına bir tepki olarak doğmuştu. Fransa'da beş kralın zamanını işgal eden Yüz Yıl Savaşı, iki büyük safhaya ay-nlır: Her iki safha, Fransızların yenilgileriyle başlar, sonra her ikisi de Fransa'nın zaferiyle son bulur. Birinci safhada İngilizler, büyük başarılar kazanmışlar ve hemen bütün Batı Fransa'yı istila etmişlerdir. Bu arada büyük bir veba salgını (1348), savaşın ve yabancı istilasının tahribatını artırdı. Son bir yenilgi ve kralın esir düşmesi, Fransa'yı bir antlaşma yapmak zorunda bıraktı (1360). Fransa'nın hemen yarısı İngiltere'ye bırakıldı. Fakat biraz sonra savaş yeniden başladı. Savaşın bu ikinci safhasında Fransa, bir ara istila gören arazisini geri almışken Fransa Kralı VI. Sari çıldırdı, Fransızlar iki fırkaya ayrıldı, aralarında iç savaş başladı. Niybolu Savaşı'nda bulunarak esir düşen Korkusuz Jan (Kont do Never) babasının ölümünden sonra fırkasının başına 76 TARİH geçerek düşmanlarına karşı türlü cinayetler tertipledi, şiddetler gösterdi. Fransa, bu iç savaştan mustarip bulunduğu bir sırada İngilizler durumdan yararlanarak bir zafer kazandıktan sonra Luvar Nehri'nin kuzeyinde kalan bütün Fransa'yı istila ettiler. Düşmana karşı Fransızların yalnız bir kısmı savaşıyordu. Deli kralın oğlu bunlarla beraberdi. Fakat kraliçe diğer fırkadaydı. Bu sırada Burgonya Dukası Korkusuz Jan'ın öldürülmesi, fırkasını İngilizlerle anlaşıp birleşmeye sevk etti. Deli Kral'a imzalattırdıkları (1420) bir antlaşmaya göre İngiliz Kralı V. Hami Fransa kralının kızıyla evlenecek ve Fransa tahtına varis olacaktı. Fakat her iki kral birbiri ardından öldü. Bunun üzerine savaş yeniden başladı. Çünkü VI. Şarl'ın oğlu, VII. Sari adıyla krallığım ilan etmişti. Fransa bu sırada pek kötü bir haldeydi: Memleketin büyük bir kısmı harap olmuştu. Burgonya dükasıyla müttefik olan İngilizler, Fransa'nın kuzeyine hâkimdi. İngilizler bütün Fransa'yı ele geçirecekler gibi görünüyordu. Tam bu sırada gerçek hayatı birçok masalla karıştırılmış olan Jan Dark (Jeanne D'arc) adlı Lorenli bir köylü kız, dinî hislerle karışık bir vatanseverlik heyecanıyla ortaya çıktı. Etrafında toplananlarla kuşatma altında olan Orlean'ı kurtardı. Gerçi Jan Dark İngilizler tarafından ele geçirilerek yakıldı. Fakat Fransa'da bir tepki doğmuştu. Bundan yararlanan Sari, bir taraftan Burgonya dükasıyla bir antlaşma imzalayarak (1435) İngilizleri müttefiklerinden ayırdı, diğer taraftan askerî reformlarla daimî bir ordu kurarak Fransa'nın askerî üstünlüğünü sağladı. Nihayet iki büyük zafer elde ederek İngilizleri, Kale şehri dışında bütün Fransa topraklarından çıkarmayı başardı. Savaş fiilen sonuna ermiş bulunuyordu. Savaşın sonunda Fransa yalnız istiladan, İngiltere'nin sömürgesi olmaktan kurtulmamıştı. Aynı zamanda millî varlığını az çok duymuş, bir asırdan fazla süren felaketlerden sonra manen yeni bir Fransa meydana gelmişti. Yüz Yıl Savaşı'nın İngiltere üzerindeki etkisi de daha önemsiz değildir. Savaşın musibetleri, veba salgınının tahribatı, İngiltere'yi de perişan bir hale getirmiş, halkın ayaklanmasına sebep olmuştu. Gerçekten savaş, İngiltere'nin lehinde cereyan ettikçe, ganimet getirdiği müddetçe, İngiltere parlamentosu gereken ödeneği veriyordu. Durum değişince, Fransa'da ol16. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 77 düğü gibi, burada da parlamentoda, şehirlerde şikâyetler başladı. Halk sınıfları arasındaki denge bozuldu, toplumsal buhran şeklini aldı. 16. asrın sonlarında Avrupa'nın bazı memleketlerinde, Fransa, Flândr, İtalya ve Floransa' da zaten toplumsal bir buhranın belirtileri görünmeye başlamıştı. Bu memleketlerde fakir halk tabakaları zengin sınıflara karşı şikâyetçiydi. Fakat bunun en bariz örneğini İngiltere'de işçi ayaklanmasında görüyoruz (1381). Bu sırada krallığı işgal eden //. RiŞar bu ayaklanmayı şiddetle bastırmayı başardı. Fakat Fransa'daki savaştan kötü haberlerin gelmekte devam etmesi ve kralın da şahsen ölçüsüz ve katı oluşu, bu defa kral ile aristokrasi arasında bir mücadeleye sebep oldu. Kralın amcazadelerinden Lankastr Dukası Hanri, bundan yararlanarak Rişar'ı çekilmek zorunda bıraktı. IV. Hanri adını alan bu rakip, bu şekilde Lankastr hanedanı'ın krallığa getirmiş oluyordu. Bu hanedan zamanında savaşın ikinci safhası İngilizlerin lehinde bir şekil almışsa da sonuç İngiltere aleyhinde gerçekleşmiştir. Bu başarısızlık da etkisini göstermekte gecikmemiş, savaşın bitmesiyle beraber İngiltere'de İki Gül Savaşı adıyla bir iç mücadele başlamıştır. Gerçekten hanedanın diğer bir dalı olan York ailesi, Lankastr hanedanına karşı mevcut memnuniyetsizlikten yararlanarak krallığı ele geçirmek istiyordu. Mücadele otuz sene kadar sürdü. Her iki hanedan ile kendilerine taraftar olan büyük aristokratların önemli bir kısmı mahv ve harap oldu. Sonuçta Tudor hanedanı krallığa geldi. Yüz Yıl Savaşı, Manş Denizi'nin her iki sahilinin aynı devlet elinde kalamayacağını göstermiştir. Bu savaş ortaçağ rejimi olan derebeyliğin, disipline ve kurala değil, ferdî cesaret ve ustalığa dayanan ortaçağ savaş tarzının da iflasını göstermek itibariyle öneme sahiptir. BATI KİLİSESİNİN GERİLEMESİ 14. ve 15. asırlar, siyasî ve toplumsal alanda olduğu gibi dini alanda da birtakım buhranların ortaya çıkmasıyla dikkati çekerler. Bütün hükümdarlara karşı üstünlüğünü iddia eden papalık, 14. asrın başlarında Fransa kralı ile yaşanan mücadeleden sonra Fransa'da Avinyon şehrine nakledilmişti. Papaların bu şehirdeki ikameti (1309-1378) ile Büyük Ayrılık (1378-1417), Papa78 TARİH lığın nüfuzunu sarsmış ve kilisede önemli reform arzuları doğurmuştur. Gerçekten Avinyon'da oturan papalar çeşitli Hıristiyan memleketlerinden mümkün olduğu kadar fazla para çekmeye çalışıyorlar; bunları kilisenin idaresi ile saraylarının görkemine sarf ediyorlardı. Bazı hükümdarlar, bu devirde zaten az olan paranın, geniş ölçüde devletlerinin sınırları dışına çıktığını üzüntüyle görerek şikâyet etmekteydiler. Bundan başka papalık nüfuzunun sarsılması, ruhbanların ahlakında da gevşekliğe sebep olmuştu. Kutsal inançları alet ederek kazanç sağlamak da yeniden âdet olmuştu. Birçok dindar, kilisenin bu durumundan huzursuzdu. İşte bu rezaletler çeşitli memleketlerde bazı kimseleri suiistimallere karşı mücadeleye sevk etmiştir. Paris Üniversitesi bir reform hareketinin başına geçmek girişiminde bulundu. Sorbon doktorları genel bir ruhanî meclisin toplantıya davet edilmesini, suiistimallerin önüne geçilmesini istediler. İngiltere'de reform girişimleri daha cezrî oldu.. Oksford'da Wycliffe adlı âlim bir profesör, papanın nüfuzuna, memleket arazisinin üçte birine sahip olan ruhban sınıfının büyük zenginliğine, dünya işlerinden elini çekmiş olan papazların işsiz oturmasına, endüljans (günah afnameleri) satılmasına, figürlere karşı ayin yapılmasına ve azizlere tapılmasına itiraz ederek vaazlarda bulunmaya başladı. Bundan başka papalığa gönderilen yardımların, papazlara günah itiraf etmenin, papazların bekâr kalmasının ve daha birtakım inançların da aleyhinde bulundu. Kutsal kitabı herkesin anlayabilmesi için Ingilizceye çevirdi. 1384'te ölen Wycliffe'in vaazları, burjuvalar ve köylüler tarafından hoş görülüyordu. Geniş ilmi ve hayatının temizliği herkeste saygı uyandırmıştı. Prag Üniversitesi'nde profesör olan Yan Huş da (Res. 64) büyük ve faziletli bir âlimdi. O da Wycliffe'in fikirlerini kabul etmişti. O da aynı fikir etrafında vaaz ediyordu. Hemen bütün Bohemya, Yan Hus'un fikirlerini kabul ediyordu. Bunun üzerine papa kendisini aforoz etti. Bu sıralarda Aviyon'dan Roma'ya dönen papa ölmüştü. Kardinaller, Romalıların baskısıyla bir İtalyanı papa seçtiler. Fakat bu papa mağrur ve hâkim olduğu, suiistimallerin de önüne geçmek istediği için kardinallerin bir kısmı bir Fransızı öbür papaya karşı papa ilan etmekte tereddüt etme16. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 79 diler. Bu da Avinyon'da ikamet etmeyi uygun buldu. Bu şekilde Batı Kili-sesi'nin, biri Roma'da diğeri Avinyon'da olmak üzere iki reisi oluyor, kilisede bir ikilik ortaya çıkıyordu. Avrupa memleketleri de ikiye ayrıldı. Fransa, İskoçya, Napoli, İspanya, bir papayı, İngiltere, Almanya, İtalya ve Portekiz de diğer papayı tanıdılar. Buna Büyük Ayrılık dendi. Bu ayrılma, suiistimalleri artırmaktan başka bir şeye yaramadı. Roma ve Avinyon, kilise rütbelerinin satıldığı birer pazar oldu. Her şey satılıyordu. İki papanın taraftarları arasında rekabetler, kinler, tartışmalar son raddeyi buldu. Samimî olarak dindar olanlar bu suretle artan kilise rezaletlerine son verilmesini istiyorlardı; çeşitli girişimlerde bulunarak iki tarafı uzlaştırmak için ruhanî meclisler kurdurttular. Piza, Konstans, Bal ve Floransa şehirlerinde toplanan meclisler bu türdendir. Piza Meclisi yeni bir papanın meydana çıkmasına ve papaların üçleşmesine sebep olmaktan başka bir şeye yaramadı. Dört sene kadar devam eden Konstans Meclisi (1414) papaların ikisini görevden aldı. Diğeri feragat etti, yeni bir papa seçildi. Yah Hus'u da daha evvel kendisine güvence verildiği halde yakılmak suretiyle idama mahkûm etti. Hus'un taraftarları çoktu. Bohemya'da iç savaş çıktı, şiddetli bastırmalar oldu. Nihayet meclis, bu genel ruhanî meclislerin papadan üstün yetkileri olduğunu iddia edince papalık tarafından dağıtıldı. 1431'de toplanmaya davet edilen Bal Meclisi de bazı reformlar yapılmasını istediği için, papa tarafından Flo-ransa'ya nakledilmek istendi. Üyelerin bir kısmı buna itaat etmeyerek toplanmaya devam ettiler. Ayrılık, ancak 1449 tarihine doğru son bulabildi. Gerçi kilise bu tarihte birliğini tekrar sağlıyordu. Fakat bu ayrılık ve anlaşmazlıklar papalığın nüfuzunu tamamen sarsmıştı. Zaten teklif edilen reformlar da uygulama alanına geçememişti. Papa, yine kilisenin mutlak hâkimi kalıyor, suiistimaller devam ediyordu. Bu durumun Reform hareketini doğuracağı ileride görülecektir. Avrupa'daki istilalarına devam eden Türklere karşı yeni Haçlı seferleri düzenlemek girişimleri de tabiî bu kargaşalıklar arasında önemli sonuçlar vermemiştir. Niybolu Seferi, Fatih devrindeki Venedik Savaşı sırasında yapılan ittifaklar bu türdendir. 80 TARİH C. ON ALTINCI ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA'NIN GELİŞİMİ 15. asrın ortalarından 16. asrın sonlarına kadar Osmanlı İmparatorlu -ğu'nun en kudretli ve refahlı zamanını oluşturan bir buçuk asırlık devirde Avrupa'da ortaçağın son izleri yavaş yavaş silinir, büyük değişiklikler olur, ufuk genişler, yeni gelişme yollarında önemli adımlar atılır, dinî buhran gelişerek önemli sonuçlar verir. Özetle askerî, coğrafî, iktisadî, fikrî, dinî, siyasî alanlarda gelişmeler gerçekleşerek Avrupa'nın yeniçağı bariz vasıflarıyla başlar. Avrupa, bu zamana kadar devam eden Doğu'nun üstünlüğüne karşı mücadeleye hazırlanır. Bu gelişmeleri sırasıyla inceleyelim: ASKİ BAHRİ COĞRAFİ İLERLEMELER Bu devirde askerî, bahrî ve coğrafî alanlarda kesin bir gelişme göze çarpar A) Orta çağda kullanılan kullanılmaya Grek ateşi yerine evvala topçulukta başlayan barut geçer. B) Özellikle pusula sayesinde bu devrin gemileri büyük seferlere çıkmak imkânını bulur. C) Bir dizi keşifle Avrupa'ca yeni kıtalar ve memleketler tanınır, A) Bizanslılar beş asra yakın bir zaman, reçine, küherçile ve kükürtten meydana gelen bir maddeyi savaşta düşman gemilerini ve kuşatma aletlerini yakmak için kullanmışlardı. 13. asır başlangıcına doğru bu alaşımdaki reçine yerine kömür kullanılarak elde edilen barutun patlamasından yararlanmak ve mermi atmak fikri uyandı, top icat edildi. İlk evvel Orta Asya'da Cengiz ve Timur ordularının, daha sonra Mısır kölemenleri ve İspanya Müslümanlarının bir tür top kullandıkları bilinmektedir. Avrupa'ya güneyden ve İtalya yoluyla giren topun kullanılması 14. asırda süratle yayıldı. İlk zamanlarda taş veya kurşun gülleler atan toplar, bir de tehlikesizce kullanılamayan barut geliştirildi. İlk zamanlarda topçuluğun başlıca faydası, düşman atlarım korkutmaktan ibaretti. Fakat topların patlarken parçalanması ve topçuları imha etmesi gibi bir sakıncası vardı. Bundan başka topların bir yerden diğer bir yere nakli çok zordu. Bu iki sakıncaya karşı toplara evvela dört, daha sonra yalnız iki tekerlek takıldı. Nişan almak usulü de geliştirildi. 16. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 81 Topun icadı, mutlak hükümdarlığın, derebeylik rejiminin yerini almasının en önemli etkenlerinden biri olmuştur. Çünkü derebeylerin barındığı sağlam şatoların topla tahribi kolaylaşmıştı (Res. 65, 66). Bundan başka savaş ve savunma tarzlarında da değişikliklere sebep oldu. Topa direnmek için evvela kalelerin duvarları kalınlaştırıldı. 17. asırdan sonra da yüksek ve hâkim kalelerin yerini alçak ve yerle beraber inşa edilen kaleler aldı. Top en önemli bir silah mahiyetini kazandığı için 15. asırdan itibaren savaşların sonucu en çok topçu kuvvetine tabi olmaya başladı. B) Ortaçağda Avrupa'daki gemiciler sahilden u/aklaşmaya cesaret edemezler, yalnız sahil boyunca seyahat ederlerdi. Halbuki Güney Asya'nın mallarını denizden Akdeniz sahillerine getiren Müslüman gemiciler uzun zamandan beri Hint Okyanusu'nu kolaylıkla bir baştan öbür başa geçiyorlardı. İrtifa almak* ve coğrafî konumu tayin etmek için usturlap** aletini kullandıkları kesindir. Pusula kullanarak yön tayin etmekte de ustaydılar. Çin medeniyetini kuranların keşfettiği ve Müslümanların Avrupalılara tanıttığı bu alet de 12. asırdan itibaren Avrupa'da kullanılarak kapalı havalarda yön tayini mümkün oldu. Kristof Kolomb pusula ibresinin tam kuzeyi göstermediğini fark etmişti. Bu sapma daha sonra kesin olarak hesaplanabildi. Bununla beraber pusula, bir geminin deniz üzerinde bulunduğu noktayı tayin edemiyordu. Ancak 16. asırdan sonradır ki, Avrupalılar, Müslümanların çoktan beri bildikleri coğrafî konumu tayin etme usulünü öğrendiler. Gemi inşaatı da bu ilerlemelerle paralel yürüyordu. Müslümanlar, öteden beri Hint Okyanusu'nda açık denizlere mahsus gemiler kullanıyorlardı. Avrupa'da ise 15. asır sonlarına doğru karavela denilen gemiler, yüksek küpeşteleri, hafiflikleri ve süratleri, pek kullanışlı dört yelkenleriyle okyanuslarda seyahate elverişli bir hale gelmişlerdi. Manevra yapması daha güç olan kalyon ve nef denilen gemiler daha çok ağır nakliyat için elverişliydi. Başlarda yalnız kürekle hareket eden kadırgalar da sonraları yelkenle donatıldı. Fakat bunlar hep Akdeniz'de kullanıldı. * irtifa almak: Güneşin yüksekliğini ölçerek zamanı tayin etmek (Kaynak Yayınlarfnın notu). ** Usturlap: Gök cisimlerinin yükseltisini ölçmekte kullanılan araç (Kaynak Yayınla-rı'nın notu). 82 TARİH C) Avrupa'da gemicilik alanındaki ilerlemeler hep 12. asırdan yani Haçlılar sefer|erinden sonra başlamış olduğuna göre bu ilerlemeler üzerinde Doğu âleminin büyük bir etkisi olduğunu kabul etmek zorunludur. Bu ilerlemelerledir ki, 15. asırdan itibaren Avrupalıların eskiden tanıdığı dünya genişlemeye başlamıştır. 1486'dan evvel de Akdeniz'den başka birçok memleket bilinmekteydi. Roma İmparatorluğu'nun sonuna doğru kuzeyden Baltık Denizi'ne, İskoçya'ya, güneyden Büyük Sahra'ya, doğudan İndüs Nehri'ne ve belki de Cava Adası'na kadar gidilebiliyordu. 9. ve 10. asırlarda Norman-lar Groenland'a ve Kuzey Amerika'nın kuzeydoğu sahillerine gitmişler, bir taraftan da Rusya içlerine kadar sokulmuşlardı. Müslüman gemileri 9. asırdan 12. asra kadar Arabistan, İran, Malezya ve Çin'i tanımışlardı. 13. asırda papanın Cengiz'e gönderdiği elçiler Karakurum'a gitmişler, Markopolo da (Res. 67) Asya'yı batıdan doğuya kat ederek Çin'e gelmiş, Japonya, Çin Hindi, Molük Adaları hakkında bilgi alarak Hindistan yoluyla Avrupa'ya dönmüştü. Afrika'da Müslümanlar çoktan beri Zengibar, Madagaskar sahilleri, içeride de Nijer Nehri havzasına kadar Sudan'la ticaret yapıyorlardı. Bununla beraber Avrupalılar 14. asırda Afrika sahilleri boyunca güneye inmekten çekmiyorlardı. Çünkü sıcak bölgede suları kaynayan yerler bulunduğuna, deniz dibinde gemileri çeken mıknatıs taşlarının varlığına inanıyorlar, Güneşin etkisi altında da insanların zenci olmasından korkuyorlardı. Buna rağmen Portekizliler özellikle gemici adıyla tanınan Prens Han-ri'nin teşvikiyle çeşitli seferler düzenleyerek Afrika'nın evvelce Müsrüman-lar tarafından istila edilmiş ve Müslüman alemince tanınmış olan batı sahilleri boyunca gittikçe daha güneye doğru seyahatler yapmaya başlamışlardır. BÜYÜK KEŞİFLER Artık daha büyük keşifleje sıra gelmişti. Çeşitli sebepler gemicilerin ve denizci memleketlerin gayretini tahrik ediyordu: 1-15. asra doğru Avrupalılar biber, tarçın, zencefil, karanfil gibi baharatları çok kullanmaya başlamışlar ve Müslüman âleminin teması baharatları ve Doğu mallarım Avrupalılara tanıtmış, yemeklerine, şaraplarına başka bir çeşni kazandırmıştı, ipek, günlük ve altın da çok aranıyordu. İskenderiye'de özellikle günlük ve baharat, Hint limanlarında mal oldukları 16. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 83 fiyattan dört-beş misli fazlaya satılıyordu. Baharatın Doğu Hint adalarından, ipeğin de Çin'den geldiği biliniyordu. Bunları ya Müslümanlar güneyden deniz yoluyla veya Türkler Asya'nın ortasından kara yoluyla Akdeniz ve Karadeniz'e getiriyorlar, Venedik ve Ceneviz tacirlerine satıyorlardı. Altın memleketi hakkında pek belirsiz fikirler vardı. Fakat onu da Asya'nın doğusunda, mesela Japonya'da tasavvur ediyorlardı. Bu baharat ve altın memleketlerine Müslümanların aracılığı olmaksızın doğrudan doğruya denizden veya karadan gidilmesi ve bu malların yerinden alınması pek büyük kazançlar sağlayacaktı. Şu halde iktisadî bir sebep gemicileri teşvik etmekteydi. 2- Matbaacılığın icadı, Doğu ve Müslüman alemiyle savaş ve ticaret temasları dolayısıyla coğrafya bilgilerinin Avrupa'da da yayılmasına sebep olmuştu. Özellikle Batlamyos (Ptolemee) coğrafyası da tanınmış, yeryüzünün yuvarlaklığına birçok kimselerce inanılmıştı. Mademki yeryüzü yuvarlaktı, gemiler de okyanusları aşacak hale gelmişti, güneydoğudan veya doğrudan doğruya batıdan Hindistan'a gidilebilirdi. Üstelik yanlış bir hesap, Avrupa ile Doğu Asya'nın arasını gerçekten daha az gösteriyor, aradaki mesafe nispeten önemsiz sanılıyordu. Şu halde -doğru veya yanlış-bu devrin ilmî bilgileri kâşiflerin fikir ve iradeleri üzerinde büyük bir etki yapıyordu. Bu da keşifler'in fikrî ve manevî sebepleridir. 3- Bu sebeplere dinî bazı sebepler de eklemek gerekir. Habeşistan'da Hıristiyan bir devletin varlığından ve orada Rahip J an isminde birinin yaşadığından, ona kavuşmak gerektiğinden bahsolunuyordu. Bazıları doğuda cenneti bulmayı ümit ediyorlar, diğer bazıları da doğuda bulunacak vahşileri Hıristiyanlığa kazanmak görevinden dem vuruyorlardı. 4- Bundan başka İberik Yarımadası'nda mevcut Hıristiyan devletlerinden Portekiz hayli zaman evvel Müslümanlara karşı zafer kazanmış, faaliyetini yarımada dışına, denizlere ve denizlerin ötesine taşıracak hale gelmişti. İspanya da asrın sonlarına doğru birliğini sağlamayı başarmıştı. Yarımadada Müslümanlara karşı başarılı olan ve bir sıra. Haçlı seferleri'nden başka bir şey olmayan mücadeleyi Afrika'da ve Afrika ötesinde devam ettirmek, Müslüman Türk âlemini arkadan vurmak imkânını elde etmek de 16. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 85 nel vali olacak, ticarete ait davalarda hüküm vermek yetkisine sahip bulunacak, nihayet inci, kıymetli taşlar, altın, gümüş ve baharat gibi krala ait gelirlerin onda biri kendisine verilecekti. Kolomb, dört seyahat yaptı. Bunlardan birincisi üç gemiyle 3 Ağustos 1492'de Palos Limanı'ndan başladı. İki ay sonra Lukay veya Bahama adalarına, daha sonra Hatay (Cathay) sandığı Küba Adası'na, nihayet Sipan-gu (Cipangu) yani Japonya sandığı ve Espanyola adını verdiği Hayti (Haiti) Adası'na yanaştı. Takip eden üç seferinde de sırasıyla Antil Adaları'nın keşfini tamamladı. Güney Amerika sahiline, yani asıl kıtaya yanaştı, sonunda Orta Amerika sahilini takip ederek Panama kıstağına kadar geldi. İspanya'ya dönüşünde ümitsizlik ve mahrumiyet içinde öldü (1506). Kolomb, ölümüne kadar Asya'ya ulaştığı kanaatini korumuştu. Antil Adaları'na verilen Batı Hindistan ve yerliler için kullanılan Indiens ( Hintliler) adı bu kanaatten ileri gelir. Ancak 1507 tarihinde Amerigo Vespuci (Amerigo Vespucci) adlı Flo-ransalı gemicinin bir mektubundan sonradır ki, keşfedilen karaların yeni bir kıta oluşturduğu anlaşılmıştır. Amerika adı da bundan çıkar. Bu alandaki keşifler bundan sonra süratle birbirini takip etti. Balbua, ilk defa olarak Panama kıstağını aşarak Büyük Okyanusu gördü (1515). Nihayet İspanya hizmetinde bulunan Macellan (Magellan) adlı bir gemici de Macellan Boğazı'nı keşfederek (1520) Büyük Okyanus'a girdi, Filipin Adaları'na geldi. Kendisi orada yerlilerle bir çatışmada öldürüldüğü için dünyayı ilk defa dönmek işi arkadaşlarına kaldı (1522). Portekizlilerle İspanyolların güneyden aradıkları Hindistan yolunu, İngilizler, Fransızlar, Hollandalılar ve Ruslar kuzeyden aramışlardır. İngilizlerle Fransızların bütün çalışmalarına rağmen 16. asrın sonlarına kadar kuzeybatı yolu bulunmamıştı. Yalnız bu çalışma sonucunda Amerika'nın kuzeydoğu sahilleri tanınmıştır. Aynı şekilde İngilizler ve Hollandalılar tarafından aranılan kuzeydoğu yolu da çabucak keşfedilememiştir. 16. asrın sonlarında ancak Avrupa'nın kuzeyi tanınabilmişti. Özetlersek 16. asrın sonlarında Amerika'nın, Asya'nın bir yarımadası değil, ayrı bir kıta olduğu anlaşılmıştır. Fakat Avustralya'nın varlığı henüz 86 TARİH bilinmemektedir. Yalnız güneyde geniş bir kıtanın mevcut olması gerektiği farz olunuyordu. Artık baharat memleketi bulunmuştu. Fakat Eldorado denilen altın memleketi bilinmiyordu. İKTİSADÎ GELİŞME: SÖMÜRGECİ LİK TİCARET YOLLARI MERKANTİLİZMCoğrafî keşiflerin Avrupa için en önemli sonuçlann- dan biri, geniş ölçekte bir iktisadî gelişmedir. Gerçekten coğrafî keşifler, Avrupa kavimlerinin Doğuya hâkim Türkleri yenerek, bütün dünyanın servetlerini yalnız kendileri lehine sömürmesi sonucunu doğurmuştur. Avrupalılar ticarî amaçlarla çeşitli memleketlerde sömürgeler meydana getirdiler. Artık yeni ticaret yollarından bütün dünyanın mahsulleri, hazineleri Avrupa'ya akıyordu. Bunun sonucu da eski hayat şartlarının değişmesi olmuştur. Sömürgeciliğe ilk önce atılan milletler, keşiflerde büyük roller oynamış olan Portekizliler ve İspanyollardır. Daha sonra, Fransız, İngiliz ve Hollandalıların da bu alanda mevki tuttuktan görülür. Dünyanın henüz Avrupalılarca bilinmeyen kısımları olmakla beraber Papa XI. Aleksandr Portekizlilerle İspanyollar arasındaki anlaşmazlıklara set çekmek için 1493'te dünyayı bir meridyen hattıyla iki millet arasında paylaştırıvermişti (Harita. 6). Asor Adaları'nın 370 mil batısından geçen bu hattın doğusunda kalan memleketler (Afrika ve Asya) Portekizlilere, batısında kalan memleketler de (Amerika) İspanyollara ait olacaktı. Papalık bu suretle öteden beri iddia ettiği krallara üstünlük davasını ileri sürüyor, siyasî anlaşmazlıklarda da yüksek bir hakem mevkiine geçmek istiyordu. Papanın gözünde yalnız Hıristiyanlık âlemi ve onun hukuku vardı. Paylaşılmak istenilen memleketlerin diğer dinlere mensup sahipleri bulunması düşünülmek bile istenmiyordu. Paylaşılan bölgeler içinde Portekizliler, 16. asrın ilk çeyreğinde, Asya'nın Hint Okyanusu sahillerindeki memleketlerinde öteden beri ticaretle meşgul olan Müslüman kavimleri söküp atmaya çalışmışlardı. Bu hareket daha başta Doğu ticaretinden yararlanan Venediklilerle Mısır'daki Müslüman hükümdarların dikkatini çekti. Mısırlılar Venediklilerin de teşvikiyle Portekizlilere karşı bir müca16. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 87 dele açmak istediler. Fakat pek az sonra Mısır Osmanlıların eline geçti. Aşağıda görüleceği üzere Yavuz Selim'in Süveyş Kanalı'nı açmak tasavvurunda bulunması, işin önemini tamamen anladığını gösterir, bundan sonra Kanunî Süleyman zamanında çeşitli kumandanların idaresinde donanmalar sevk edilmiş, Hint'teki Türk devletleriyle el ele verilmek istenmiştir. Fakat buradaki bazı başarısızlıklardan ve Hint'teki Türk hükümetlerinin deniz işine kayıtsız kaldıkları anlaşıldıktan sonra Kanunî'nin Akdeniz ve Avrupa'daki seferlere daha çok önem vermesi, Güney Asya ticaret yollarıyla memleketlerinin Portekizliler elinde kalmasına ve Osmanlı İmpara-torluğu'nun bu ticaretin faydalarından mahrum bırakılmasına sebep oldu. Portekizliler, Hint'e gönderdikleri genel valilerden özellikle Albukerk'in (Albuquerque) gayretiyle Kızıl Deniz'den Çin'de Kanton'a kadar sahil boyunca ve bir de Sonda Adaları'nda büyük bir sömürge imparatorluğu kurmayı başarmışlardı. Afrika sahillerinde de kurdukları ticaret mevkileri sayesinde Atlas Okyanusu sahillerindeki topraklanyla Hint Okyanusu sahillerindeki sömürgelerinin irtibatını koruyorlardı. Bundan başka çizilen hatla kendilerine bırakılan bölge dışında olmakla beraber, haritaların sağlıksız olmasından yararlanarak Portekizler, Amerika'da Brezilya memleketini de sömürgeleri arasına almışlardı. Bu sömürgelerin en zenginleri Sonda Adaları'nda bulunanlardı. 16. asrın sonlarında Portekiz İspanya tabiiyetine geçtiği zaman bu sömürge ellerinden çıkmıştır. İspanyolların sömürgeleri, Filipin Adaları ayrı olmak üzere, tamamen Amerika'daydı. Bu sömürge Kuzey Amerika'da Hatras (Hatteras) Bur-nu'ndan -Brezilya ayrı olmak üzere- Macellan Boğazı'na kadar uzanıyordu. 1493'ten 1541 tarihine kadar Konkistador (Conquistadores) adıyla şöhret kazanan İspanyol istilacıları yerli halkı kendi keyiflerine göre mülk ediniyorlardı. Bu Konkistadorların en tanınmışları Meksika'yı, Peru'yu ve Şili'yi istila edenlerdir. Zapt edilen memleketlerde Meksika'da yaşayan Azteklerle (Azteques) Mayalar Peru'da hükümet kurmuş olan İnhalar (Incas) ilerlemiş bir medeniyete sahiptiler (Res. 70-73). Toprağı işlemesini, saraylar inşa et88 TARİH meşini, kumaşlar dokumasını ve boyamasını, bakırdan ve altından eşya imal etmesini biliyorlardı. Fakat birçok Tann'ya inanıyorlar ve bunlara insandan kurban kestikleri söyleniyordu. İstilacıların ateşli silahları, topları ve atları yerlilere dehşet veriyordu. Bunun için kendilerini savunamayarak mağlup oluyorlardı. İstilacılar, zavallıları vahşi köpeklerle avlıyorlar, kırmızı demirle vücutlarına damga vuruyorlar, korkunç bir tarzda işkence ediyorlardı. Fransa Kralı L Fransuva papanın keyfî taksimini kabul etmemiş, kapalı deniz prensibine karşı açık deniz prensibini savunarak keşfedilen memleketlerden yararlanmak istemişti. Fransızlar ilk evvel Brezilya'yla Florida'ya. yerleşmek istemişler, fakat başarısızlığa uğramışlardı. Sonda Adaları'ndan yararlanma arzusu da aynı şekilde sonuçsuz kaldı. Yalnız Kuzey Amerika'da şimdiki Kanada'nın doğusunda Yeni Fransa adıyla bir sömürge kurabilmişlerdir. Fransızların Kanunî Süleyman'la ittifak etmeleri yalnız Alman Habsburglara karşı değil, Venedikliler, İspanyollar ve belki de Portekizlilerle mücadele ve rekabette başarılı olmak içindi. Osmanlı İmparatorluğu'yla ittifak Fransa'ya dünyasiyasetinde büyük destek kazandırmıştı. ingilizler de 16. asrın sonlarında Yeni ingiltere'nin esasını atmışlardır. İlk meydana getirdikleri müesseseye Kraliçe Elizabet'e hoş görünmek için Vircinia adı verilmişti. Hollandalılara gelince, sömürge kurma ihtiyacını ancak 16. asrın sonlarına doğru hissetmişlerdir. Bu zamana kadar Portekizlilerden satın aldıkları eşya ve maddeleri aracı sıfatıyla nakletmek ve tekrar satmakla yetiniyorlardı. İspanya Kralı H. F ilip Portekiz'i idaresine aldıktan sonra 1594'te Hollandalılara bu memleketle ticaret yapmayı yasaklamak isteyince, onlar da kendi hesaplarına Cava ve Molük adalarına yerleşmeye karar verdiler. 17. asırda Hollandalılar bu suretle Portekizliler, İspanyollar ve İngilizler zararına dünyanın en zengin memleketlerinden biri olan Doğu Hint sömürgesini kurmayı başardılar ve bu zamana kadar korudular. Coğrafî keşiflerin ve sömürgeciliğin, nakliyat tarzını, ticaret yollarını, değiştokuş edilen eşya ve maddelerin nicelik ve niteliğini, ticaretin genel vasfını ve dünya servetini değiştirdiği de söylenmişti. Gerçekten 15. asır sonlarından itibaren kara nakliyatı azalmaya, buna karşılık deniz nakliyatı artmaya başlar. i 16. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 89 Ortaçağda kara nakliyatı at, katır ve devenin kuvvetinden yararlanılarak arabalarla veya hayvan sırtında yapılırdı. Koşum takımları ve hayvanların nallanma usulü geliştirilerek hayvanların kuvvetinden daha çok yararlanma imkânı bulunmuştur. Bununla beraber Asya ve Afrika'nın uzun kara yollarında bir kervan, binlerce insandan, yüzlerce deveden meydana geliyordu. Halbuki keşiflerden sonra Hindistan'dan mesela Lizbon'a gelen bir geminin yükü, en büyük bir kervanın nakledebildiğinden fazlaydı. Sahil nakliyatında kullanılan küçük gemiler de, uzun seferlerde kullanılan büyük gemilerin yükünün yüzde birini bile nakledemiyordu. Bu sebeplerle keşiflerden sonra Okyanus yolları, kara yollarına, hatta Akdeniz yollarına kıyasla büyük önem kazandı. Kara yolları çoğunlukla Türklerin ve genel olarak Müslümanların elindeydi. Bu yollardaki faaliyetin azalması, doğal olarak Türk ve Müslüman memleketlerinin zararına oldu. Deniz yollarında ise Türkler Avrupalılarla rekabet edemediler. Çünkü, özellikle çeşitli İtalya limanlarına mensup gemiciler Haçlı seferlerinden beri Doğu limanlarıyla iş yapıyorlar, işlerini bozmamak için de Doğu memleketlerinin hâkimlerine karşı pek uysal davranıyorlardı. Türkler de bu hususta kendilerine karşı çoğunlukla hoş görürçesine hareket etmişlerdir. Avrupalı gemiciler, bundan başka asırlardan beri yaptıkları deniz nakliyatında tecrübe sahibi ve bu işe yatkındılar. Orta Avrupa yollarının başlangıcım oluşturan limanlar da ellerindeydi. Şu halde Asya'nın Doğu limanlarına dökülen ticaret faaliyeti bir taraftan azalmıştı. Fakat diğer taraftan Türkler bu faaliyetten yararlanmak için deniz nakliyeciliğine ve dış ticarete yeterli önem vermemişlerdir. Bundan başka Osmanlı Türklerinin Güney Rusya'yı, Tuna memleketleriyle Macaristan'ı fethetmeleri de Avrupa yollarından bazılarının ve örneğin Tuna yolu ile Karadeniz sahillerini Baltık Denizi'yle Beyaz Deniz'e bağlayan yolların önemini azalttı. Çünkü bu yollara hâkim olanlar değişiyordu. Burada evvelce nakliyat yapanların yeni siyasî duruma uyum sağlamaları gerekiyordu. Fakat Türk istilası durmuş değildi. Yeni seferler, nakliyeci ve tacirleri ürkütüyordu. Diğer taraftan Kanunî'nin Fransızlara verdiği imtiyazlar da Doğu limanlarının faaliyetini önemli bir kısım itibariyle Akdeniz'in batı limanlarına bağlıyordu. 90 TARİH Bundan sonra Avrupa'nın kuzey denizleriyle Akdeniz arasındaki en işlek yolları, biraz batıya, yani merkezî ve Batı Avrupa'ya geçti. Bu suretle Dan-zig, Breslav, Viyana, Tiryeste, Venedik yolu, Hamburg, Elbe Nehri, Prag, Viyana yolu, Brem, Nürenberg, Augsbourg, Brenner Geçidi, İtalya yolu ve nihayet Flandre, Pikardiya, Şampanya, Liyon, Avinyon, Marsilya yolu en işleklerinden oldu. On beş kadar Avrupa şehrinde pek faal panayırlar kuruluyordu. Bunlar arasında Laypzik, Frankfurt, Jenev, Liyon özellikle anılmaya değer. Lakin asıl Okyanus yollarıdır ki, büyük ticareti başlıca üç yönden kendine çekiyordu: Bunlardan biri Batı Avrupa, Kap, Hindistan, Sonda Adaları, Çin ve Japonya, diğeri Lizbon-Brezilya, üçüncüsü de İspanya-Meksika veya İs-panya-Kolombiya ve Peru yollarıydı. Lizbon şehri Venedik ve Cenova'nın yerini almıştı. Marsilya, Osmanlı padişahının verdiği ticarî imtiyazları sayesinde ve Doğu ticaretini tekeline alarak gerilemeden bir derece kurtulmuştu. Buna karşılık Atlas Okyanusu limanlarının, özellikle Bordo ve Londra'nın serveti artıyordu. Anvers ve Amsterdam da az çok sarsılmıştı. Venedik, Mısır hükümeti ve Müslümanlarla anlaşarak Portekizlilere karşı direnmek ve mücadele etmek istedi. Ticaretinin sönmemesi için gerçek çarenin Süveyş kanalını açmak olduğunu anlamıştı. Bu fikirden birçok defa bahsedildi. Bu tasavvura, Mısır'ı fethettikten sonra, Hindistan'a sefer yapabilmek üzere Yavuz Selim de taraftar oldu. Bununla beraber yalnız Hindistan seferini kolaylaştıracak değil,-Hindistan ve Asya ticaretinin, Osmanlı İmparatorluğu içinden geçen yollarla devam etmesini sağlamak ve iktisadî faaliyetin tamamen Batı'ya geçmesini önleyebilecek olan bu tasavvurun hayata geçmesi kolay değildi. 16. asır içinde Panama Kanalı'nın da açılması söz konusu oldu. Bundan başka Volga ve Don nehirleri arasında bir kanal açılması da düşünüldü. Sokollu zamanında^ çalışmalara da başlandı, fakat mesafenin uzaklığından, Kırım hanlarının bu işin önemini kavramamasından dolayı bu girişim de sonuçsuz kaldı. Ticaretteki değişikliklerden biri de ticaret mallarında görülür. En çok nakledilen ve satılan mallar, sömürge ürünleri, altın ve esirlerdi. Sömürge ürün1 63. sayfaya bakınız. 16. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 91 lerinden bir kısmı Amerika'da yetişiyordu. Tütün, kakao ve vanilya bu türdendir. Şeker kamışı, kahve ve pamuk, Avrupalılar tarafından Amerika'da da yetiştirilmeye başlanmıştı. Buna karşılık mesela Brezilya, un, şarap ve dokuma ürünleri satın alıyordu. Portekizliler ve İspanyollar kendi memleketlerinde yetişen ürünlerin sömürgelerinde yetiştirilmesini şiddetle yasaklıyorlardı. Asya'da, İran halılarını ve atlarını; hindistancevizi, biber, tarçın ve afyonunu, kumaşlarını; Sonda Adaları hindistancevizi ve karanfillerini, kâfur ve kıymetli ağaçlarını; Çin, ipeğini, porselen ve bronz ürünlerini satıyordu. Bu mal ve ürünler çoğalıp yayıldı. Fiyatları düştü. 16. asırda Amerika ve Asya'da da alîm bulunmuş ve Avrupa'ya ithal edilmeye başlanmıştı. Ortaçağda Avrupa'da nadir olan bu kıymetli maden çoğaldı. Fakat Konkistadorlar, altın hırsıyla hep altın memleketini, Eldo-rado'yu aramakta devam ettiler. Yeni Dünya'da madenlerde çalışacak, toprakları işleyecek yeterli kol bulunmuyordu. Yerliler daha ilk zamanlardan itibaren vahşi bir şekilde imha edilmeye başlanmıştı. Bunların yerini almak üzere Afrika'dan zenci getirilmesi düşünüldü. Bu suretle Avrupa'da dahi 1525'ten itibaren zenci ticareti başlamış oldu. İspanyollarla Portekizlilerin Hıristiyanlığı yaymak davalarına karşı yerlilerle zencilere yapılan bu muameleler tam bir komedi oluşturuyordu. Bu şartlar altında ticaret büsbütün yeni vasıflar kazandı. Rekabet, müthiş ve vahşiceydi. Ticaret rekabeti dolayısıyla rakibin diri olarak gömüldüğü görülmüştür. Ürünleri ucuza mal etmek için yerliler ve zenciler hayvanlardan daha kötü şartlar altında çarpıştırılıyorlardı. Denizlerde haydutlar ve korsanlar eksik değildi. Ticaret gemilerini savaş gemileriyle korumak gerekiyordu. Bu da bir ferdin kendi vasıtalarıyla yapacağı şey değildi. Diğer taraftan sömürge sahibi olan devletler, altm'a, insan hayatından daha fazla önem veriyorlardı. Fazla altın elde etmek için devletler ticareti ya tekelleri altına aldılar veya bu hakkı şirketlere sattılar. Bu kumpanyaların gerçek ticaret ve savaş filoları vardı. Denizlerde, kaçakçılık, deniz haydutluğu ve korsanlık yüzünden sürekli bir savaş vardı. Sömürgeciliğin kuruluşundan ve ticaret tarzının değişmesinden iktisadî fikirlerin de etkilenmemesi mümkün değildi.Çalışma ortaçağda Al lah'ın emrettiği bir görev, herkesin tabi olacağı bir kural gibi kabul olunuyordu. Şu halde herkes uygun bir tarzda çalışarak yaşayabilmeliydi. Lon92 TARİH ca teşkilatı, örf ve âdetlerden hareketle, patronla ücretli işçinin, satanla satın alanın karşılıklı ve zıt çıkarlarını dengeliyordu. Emeğin haklı ve uygun bir ücreti, eşyanın da yine makul ve uygun bir fiyatı olması gerekeceği düşünülüyordu. Bu fikre göre hiç kimsenin yüksek kazançlar elde etmeye hakkı yoktu. Halbuki 15. asrın sonlarından itibaren bu sınırlı kazanç kuralı bırakılmıştır. Ortaçağ geleneklerinden kalma fikirler, hemen her hususta ve her tarafta köhne sayılmaya başlandığı ve her şeyde bu devrin öne sürdüğü sınır ve bağlar kaldırıldığı gibi, taşınır servetler için de mevcut fikirler ve sınırlar bertaraf edilmiştir. Bu suretle ticaret alanı ve kazancın sınırı genişlemiş, ticaret maddesi ve konusu sayılmayacak bir şey kalmamıştır. Buna merkantilizm ticaretçilik diyoruz. Her tarafta, birçok şehirde bankalar açıldı. Kâşifler, sömürge işleriyle meşgul olanlar, tacirler bu sayede muhtaç oldukları sermayeleri buluyorlardı. Girişim ve üstlenme fikri bu suretle yayıldı, kuvvetlendi. Deniz seferlerinin karşılaşabileceği tehlikelere karşı da tacirler, mallarını ilk olarak İtalya'da doğan deniz sigortasıyla güvence altına alabildiler. Daha 13. asırdan itibaren Doğu'da ve özellikle İlhanîlerin hâkimiyeti altındaki memleketlerde kullanılmaya başlayan senetin ve çekin kullanımı daha çok yayıldı. 16. asrın ilk yarısında Avrupa'ya Amerika'dan önemli miktarda kıymetli maden ithal edilmişti. Emlak sahipleri yanında yeni sınıf, sermayedar sınıfı kuvvetlendi. Altın ve gümüşün azlığı evvelce eşya fiyatlarının düşmesine sebep olmuştu. Kıymetli madenlerin bolluğu 16. asrın ikinci yarısında eşya fiyatlarını iki-üç misline çıkardı. Bununla beraber bu değişikliklerden ilk önce yararlanmayı başaran Portekizliler ve İspanyollar, emeğin ve üretimin verdiği gerçek serveti altınla karıştırmak, yani kıymetli madenleri asıl servet sanmak gafletinde bulundular. Sömürgelerinden gelen altına güvenerek tembelliğe düştüler, memleketlerindeki üretimi ihmal ettiler. Bundan dolayı bu memleketlerin iktisadî haraplığı gecikmedi. Sonuç olarak şunu görüyoruz: Avrupa, yüzölçümü itibariyle kıtaların en küçüğüydü; halbuki yeni zamanların başında gösterdiği girişim kabiliyeti ve çok çalışmasıyla kıtaların en önemlisi oldu. Diğer kıtalar Avrupa'nın birer sö16. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 93 mürgesi haline gelmeye başladı. Avrupa, ticaretiyle diğer memleketleri sö-mürüyor, oralardaki servetler kendisine geçiyordu. Bu suretle Avrupa gi-derek siyasî ve medenî bir üstünlüğe ulaştı. l FİKRÎ GELİŞME KAĞIT,MATBAACI LIK EDEBİYAT VE İLİMDE KONFERANS 14. asırdan 16. asır sonlarına kadar, Avrupalılar, yal- nız okyanusların ötesindeki yeni memleketleri keşif - le yetinmemişlerdir. Aynı devirde fikrî alanlarda da önemli ilerlemeler sağlamışlardır. Kağıdın Avrupa'da yayılması, hakkâklığın ilerlemesi ve matbaacılığın Avrupa'da tanınması, Avrupa'da edebî ve ilmî Rönesansın gelişmesine sebep olmuştur. Miladın ilk asırlarından beri Doğu ve Orta Asya memleketlerinde kâğıt imali usulü bilinmekteydi. Müslümanlar 8. asra doğru bu usulü Orta Asya'yla temas ettikten sonra öğrendiler. 14. asırdan itibaren de evvela Müslümanlarla komşu olan memleketlerden başlamak üzere Avrupa'da kâğıt üretimine başlandı. 12. asırda Güney Avrupa'nın birçok memleketinde kâğıt imalâthanelerine rastlanır. 14. asır, Avrupa'da kâğıdın tamamen yayıldığı bir devirdir. Kâğıdın bu devirde eski paçavralardan imal edilmesi, ucuza mal olmasına ve yayılmasına sebep olmuştur denebilir. Kâğıdın yayılması, hakkâklığın da gelişmesi sonucunu doğurmuştur. Doğu memleketlerinde eski zamanlardan beri oyma ve kabartma tarzında hakkâklık mevcuttu. Güney Avrupa'da ancak 11. asırdan itibaren kabartma hakkâklık da tanınmaya başlar. 14. asırda oyma veya kabartma kalıplarla kumaşlar üzerinde boyalı resimler yapmak âdettir. Yalnız bu usulün kâğıda uygulanması gerekliydi. Bu da aynı asrın ikinci yansında gerçekleşti. Matbaacılığın gerçek mucidi, bir metni hareketli harfler, özel bir mürekkep ve bir baskı kullanmak suretiyle, ilk evvel çoğaltmak yolunu bulandır. Bu mucidin nereli ve kim olduğunu henüz bilmiyoruz. Bu usul, uzun zaman zarfında ve kısım kısım olgunlaşmış olsa gerektir. Matbaacılığın Avrupa'da mucidi olarak tanınan Gütenberg (1400-1465) ise bu usulü yalnız geliştirmiştir. Para basan bir kuyumcu ailesine mensup olduğu ve ma94 TARİH denlerin özelliklerini bildiği için kâğıdı ezmeyecek ve yırtmayacak bir alaşım (kurşun ve antimuan) bulmuş, basma işini düzenleyerek basılan eserleri ucuza mal etmeyi başarmıştır. Bu icadın Avrupa'da, Rönesans'ın gelişimindeki yeri çok büyüktür. Ancak, 18. asırdan itibaren kullanılmaya başlayan Rönesans tabirini, edebiyatın ve sanatın gerçekten yeniden doğduğu veya dirildiği şeklinde anlamamak gerekir. Çünkü Avrupa'da bile ortaçağda da bir edebiyat ve sanat mevcuttur; bu tabir, Avrupa'da edebiyat ve sanatın yalnız yeni bir yöne döndüğünü gösterir. Gerçekten bu devirde kültür, daha laik ve dünyevî bir mahiyet almış, eski zamanların putperest edebiyatı, ortaçağın skolastik edebiyatına karşı gelmiştir. Grek ve Latin edebiyatını inceleyen aydınlar bu edebiyatta insanın düşünme gücünde değişmeyen her şeyi bulabilecekleri kanaatindeydiler. Bunlar kendilerini bu suretle eskilere daha yakın ve insan olmaya daha layık sayıyorlardı. Bundan dolayı 16. asrın ikinci yansında daha çok kuvvetlenen bu edebî ve ilmî harekete hümanizm (humanisme) denmiştir. Bu hareket ortaçağdaki Hıristiyan skolastik ilim ve edebiyatına tamamen zıttır. Avrupa için yeni olan hümanizm hareketi ve Rönesans anlayışı Doğu için yeni değildi. Abbasiler zamanında eski Yunan eserleri Arapçaya nakledilmeye başlandığı vakit Yunan filozoflarına karşı büyük bir tutkunluktan başka inanç meselelerinde de geniş bir anlayış uyanmıştı. Özellikle Halife Memun devrinde dinde serbestlik yönünde bir eğilim doğmuştu. Fakat bir müddet sonra Gazali ile bir tepki başlar. Osmanlılar da Fatih zamanında nispeten daha serbest düşünüyor, sanat zevki sınırını genişletmiş bulunuyordu. Halbuki Bayazıt zamanında bu açıdan da bir gericilik başlamıştı. Kanunî Süleyman zamanında ise özellikle Damat İbrahim Paşa'nın himayesiyle tekrar geniş bir sanat zevki oluşmuştu. 12. ve 13. asırlarda Fransız edebiyatı Avrupa'da üstün bir mevkiye sahiptir. Bundan sonra bu üstünlük, 17. asrın ortalarına kadar İtalya'ya ve özellikle Toskana'ya geçer. Latin ve Grek hümanizmi, bu devirde İtalya'da önemli bir fikrî hareketi meydana getirir. Eski klasik, yani Yunan ve Latin eserlerinin incelenmesi sayesinde ayrıntılar içinde kaybolmayarak bir ko16. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 95 nuya hâkim olmak, bir fikrî, düzenli ve tutarlı bir şekilde açıklamak usulü öğrenildi. Bu. usulün, millî edebiyatlara uygulanması sonucunda İtalyanca, Fransızca, İspanyolca ve İngilizcede güzel eserler meydana geldi. Bu suretle millî edebiyatlar, o sırada milletlerarası bir dil halinde olan Latincenin yerini aldı. 16. asırdan evvel de İtalyancada yazılmış edebî eserler vardır. Bunlar bu asırda yazılan ve İtalyan dilinin nesir ve şiirini yaratan eserleri ve yazarları hazırlamıştır. Nesir yazanlardan Makyavelli (Machiavel) ve Giçiyardini (Guichardin), şairlerden Ariost (Arioste) ve Taso (Le Tasse) pek meşhurdur. İtalya'da 14. asırda başlayan hümanizm hareketi diğer memleketlerde biraz daha.sonra, 15. asırda ve 16. asrın başlangıcında ortaya çıkmıştır. Almanya, İsviçre ve Hollanda memleketleri bu hareketin en verimli alanla-rmdandır. Roterdamlı Erasmus bu alandaki hümanistlerin en tanınmışıdır. Fransa'da da bu hareket büyük ürünler vermiştir. Asrın ilk yarısı içinde (1530'da) Kolej do Frans kurulmuş, Yunanca, İbranice gibi eski dillerin öğrenimi, felsefe, fen, tıp ve hukuk incelemeleri kolaylaştırılmıştır. Bu devirde Fransa'da hümanizmin en kuvvetli şahsiyeti Giyom Bude'dir. Asrın ikinci yarısında da önemli şair ve yazarlar yetişir. Aynı asır içinde İngiltere'de de bu hareket başlamış, evvela İtalyan, sonra Fransız edebiyatlarının etkisî altında kaldıktan sonra bir dâhinin, Şekspir'in (Shakespeare) (Res. 74) şahsiyetinde İngiliz Rönesansı gelişerek pek kıymetli eserler vermiştir. Bu devirde İspanya'da yetişen yazarlardan Servantes de anılmaya değer. Hümanizm, hafıza, hayal, kalp ve kısmen fikir üzerinde işlemişti. Matematik bu fikrî hareketi tamamlamıştır. Medeniyeti ve gelişmeyi sağlayan, ilimdir. İlim ise zincirleme bir sıra hükmün ürünüdür. Bu yargı ve hükümlerin her biri insanı yeni bir ilerlemeye sevk eder. İlimlerin ilki ve temeli olan matematik ve bunun çeşitli şubeleri, hesap, cebir ve astronomi bu devirde büyük ilerlemeler sağlamıştır. Polonyalı Kopernik (Copernic) Alman Kepler ve İtalyalı Galilee, İngiliz Newton'dan evvel astronomi alanında önemli keşiflerde bulunmuşlardır. Bu fikrî ilerlemeler ortaçağda Müslüman âleminin ilim ve fikir alanındaki hareketinin devamı sayılmalıdır. 96 TARİH Muhakeme ile beraber uygulanan gözlem ve deney metodu artık fikir alanının sınırlarını tamamen yıkmamışsa bile çok genişletmişti. Fakat Avrupa'da fikrî alandaki bu zaferin mücadelesiz elde edilmediğini hatırlatmak gerçkir. Avrupa'nın ve Hıristiyan âleminin skolastik metoduna tabi olan ilahiyatçıları, medresecileri ve papazları bu ilerlemelere karşı büyük direnişler göstermişler, ilim adamları gülünç olduğu kadar feci kovuşturmalara uğramışlardır. FİKRÎ GELİŞME VE GÜZEL SANATLAR Yukarıdaki bahiste de açıklandığı gibi 14. asırdan itibaren İtalya'da başlayıp diğer memleketlere de yayılan ve ilim ile edebiyat ve güzel sanatlarda büyük bir gelişmeden ibaret bulunan Rönesans hareketinin dikkate değer vasıflan vardır: Bir kere Avrupa'da ortaçağ ilim, edebiyat ve sanatı Hıristiyan dininden ilham alıyordu. Halbuki 1560 tarihine kadar asıl Rönesans dediğimiz devirde eski zamanların putperesttik gelenekleri ile Yunan ve Roma eserleri fikir ve konularıyla yeni sanat hareketine başka bir ideal kazandırmaya çalışmıştır. Rönesans sanatı bu suretle eski zamanlar sanatından bazı kural ve zevk özellikleri almıştır, fakat Hıristiyanlık etkileri de büsbütün silinmemiştir. İkinci olarak Yunan ve Roma'nın putperestlik hayat ve geleneğinin ve Müslüman filozof ve tabiplerinin etkisiyle ortaçağın ve Hıristiyanlığın sıkıcı ahlak ve âdetler çerçevesi gevşeyince hayat da başka türlü anlaşılmaya başlanmıştır. Ortaçağda daha çok manevî ve uhrevi hayata önem veriliyordu: İnsanlar bu zihniyetin etkisiyle maddî faaliyet ve hayat mücadelesi alanında başarılı olmaktan çok, ibadetle ihtiraslarım yatıştırmaya, emellerini sınırlamaya çalışıyorlardı. Halbuki Rönesans devrinde aksine, hayata ihtirasla bağlılık gösterilmiş, zevk ve neşe aranmış, şekil ve maddenin mükemmeliyet ve güzelliğine önem verilmiştir. Bu suretle maddî ve serbest bir hayat cereyanı başlamış, bu da sanat üzerinde büyük etkiler yapmıştı. İtalya'da başlayan Rönesans harekâtı, Fransa'ya ve kuzey memleketlerine de yayılmıştır; fakat bu memleketlerdeki eski sanat geleneklerini bertaraf edememiştir. Buralarda Gotik ve Flaman sanatları, İtalyan sanatının etkisiyle bo16. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 97 ğulmamış, yalnız gelişmiştir. İtalyan sanatı, kuzey memleketlerinde güzellik kavramını parlatmış, fakat bunların özelliğini oluşturan gerçeklik kavramını kaybettirmemiştir. Rönesans hareketinin sebep ve etkenleri çoktur: Avrupa'da hümanizm hareketi dolayısıyla eski dillerin öğreniminin kolaylaştırılması sayesinde eski zamanların Müslüman âlemi ile Doğu Roma İmparatorluğu'nun kısmen koruduğu ve naklettiği fikrî ürünleri sayesinde Yunan ve Roma hayatı daha iyi tanınmış, eski devirlere karşı tutkunluk artmıştır. Matbaacılığın Avrupa'da uygulanması, evvelce de görüldüğü üzere fikrî faaliyet alanını genişletmiştir. Asya ticareti ve özellikle Avrupalılar tarafından yeniden Amerika'nın ve Hindistan yolunun keşfi refah ve servet sağlamış, bazı hükümdarların ve zenginlerin usta sanatçılara eserler ve abideler, binalar yaptırması mümkün olmuştur. Meşen adı verilen bu sanat koruyucularının varlığı, sanat için doğal olarak çok teşvik edici bir hava yaratmıştır. Bunlardan başka kökü Doğu'da olan İspanya'daki Müslüman medeniyeti ile fikir ve sanat hareketi, Kuzey Afrika Müslümanlarının Sicilya ve İtalya ile sıkı temasları Güney ve Batı Avrupa'nın fikir ve sanat ufkunun genişlemesine yardım etmiştir: Endülüs medreselerinde öğrenim gören Hıristiyanlar vardı, Fransa'da Ibni Sina'nın tıpla ilgili eserleri okunuyordu. Güney İtalya ve Sicilya'da Müslümanlığın etkisiyle Avrupa'nın diğer memleketlerindeki bağnazlık hafiflemiş, dar zihniyet bir derece değişmeye başlamıştı. Şimdi sanat Rönesansı'nın başlıca safhalarını öğrenelim: Rönesans sanatının, Hıristiyan gotik sanatı yerine geçmesi evvela İtalya'da başlar, ardından diğer memleketlere de geçer. İtalya'da güzel sanatların çeşitli şubelerinde çalışılmış, çeşitli bölgelerde özelliklere sahip meslekler meydana gelmiştir. Bir tek İtalyan sanatı değil, çeşitli İtalyan mektepleri vardır. A) 15. asırda eski zamanlara ait modelleri ve tabiatı mermer üzerinde kopya etmek suretiyle başlayan heykeltraşlıkta Ghiberti, bronz heykel yapmakta Donatello önemli mevki sahibi olmuşlardır. Muazzam Musa heykelini yontmakla da Mikel Ancello (Michel-Ange) (1475-1564) hâkim bir mevki elde etmiştir. 98 TARİH 15. asır ile 16. asrın ilk yarısında yaşamış olan mimarlardan Bruneles-ki (Brunelleschi) eski Roma harabelerini inceleyerek gotik tarzının etkisinden kurtulmaya çalışmıştı. Bramante (1444-1514) ise gotik ile bağını büsbütün kesmeyi başarmıştır. Mikel Ancello Bramante'den sonra Rönesans mimarîsini geliştirmiştir. Bramante'nin inşasına başladığı, Mikel Ancello'nun da kısmen tamamladığı Roma'daki San Pietro Kilisesi, Rönesans mimarîsinin en güzel örneklerindendir (Res. 78). Katolik reformundan sonra Cizvit papazları kiliseleri daha cazip bir hale getirmek istediklerinden, yeni kiliseler inşa ettirmişlerdi. Bu suretle de 16. asrın ikinci yarısında Cizvit mimarî tarzı meydana çıkmıştır. Rönesans devrinde kiliselerden başka birçok saray da inşa olunmuştur. Ressamlığa gelince, üç büyük klasik ressamdan evvel yetişen ressamlar, seçtikleri konu, dekor ve kıyafetlerle resim sanatına putperestlik devrinin vasıflarını vermeye çalışmışlardır. Resmin üç büyük klasik sanatkârı sayılan Leonar-do da Vinci (1452-1519) (Res. 75), Raphael (1483-1520) (Res. 76) ve Mikel Ancello (Res. 77) ise Hıristiyanlığa ait fikirleri, putperestlik devrinin şekilleriyle ahenkli hale getirmeyi başarmışlardır. Bunlardan Vinci, yalnız vücutları değil, ruh hali ve anlamları da, Rafael ideal güzelliği ifade ve resmetmekle, Mikel Ancello da kutsal kitap denilen Tevrat ve İncil'in menkıbelerini tasvir etmekle şöhret kazanmışlardır. İtalya'daki çeşitli meslek sanatkârlarının bazı büyük eserlerine rağmen üç büyük klasik sanatkârdan sonra resimde nispî bir gerileme görülür. Bu devirde yetişen sanatkârların en meşhuru da Venedik mesleğine mensup Tisyen'dir (Titien). B) Rönesans sanat hareketi, İtalya dışındaki memleketlerin tamamında görülmediği gibi, bu hareketin görünümleri de her yerde aynı değildir. Mesela Fransa'da Rönesans, daha çok mimarîde ve bir dereceye kadar heykeltraşlık ve resimde görüldüğü halde, Almanya'da ve Hollanda'da hemen yalnız resimde eserler vermiştir. Rönesans mimarîsi Fransa'da dinî eserlerden yani kiliselerden çok, saray ve şato meydana getirmiştir. Bu devrin en tanınmış Fransız mimarı Piyer Les-ko'dur. Heykeltraşlık, Fransa'da başlangıçta İtalyan sanatının etkisini hisset16. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 99 misken sonralara doğru Fransız geleneğine dönmüş ve çok güzel eserler meydana getirmiştir. İngiltere'de heykeltraşlık hemen yalnız süsleme sanatında kullanılmıştır. Almanya'da İtalyan ressamlığı bu memleketin büyük ressamlarından Alber Dürer'in şahsiyetini pek etkilememiştir. Hollanda'da 16. asırda İtalyan ressamlığı ilerlemeye başlar, fakat sonra millî deha bu ilerlemeyi durdurur. Fransa'da ise İtalyan ressamlığı çeşitli ressamları az veya çok etkilemiştir. Özetle söylenebilir ki, İtalya Rönesans sanatı kuzey memleketlerinin realizmini boğamamış, yalnız bir dereceye kadar kural ve düzen altına girmesini sağlamıştır. DİNÎ GELİŞME VE PROTESTAN VE FERMASYONU 10. asırdan 14. asra kadar, Katolik Kilisesi zaman zaman görülen suiistimalleri kendi kendine düzeltmeyi başarmıştı. 14. ve 15. asırlarda ise bu hususta acizlik göstermiştir. Bundan dolayı 1520 tarihinden itibaren suiistimalleri bertaraf etmek için kilise ve papalık dışında bir dinî düzeltme hareketi başlamıştır ki, buna Reformasyon deniliyor. Bu hareket sonucunda Avrupa'nın dinî birliği kırılmış ve Hıristiyanların bir kısmı Katolik Kilise-si'nden ayrılarak Protestanlığı kabul etmiştir. Ortaçağda kilise, insanın tüm varlığını benimsemiş, vicdanına, bilincine, servetine ve hükümetine kendi damgasını vurmak istemişti. Bundan dolayıdır ki, Protestan Reformasyonunun sebepleri dinî, fikrî, iktisadî ve siyasî olmak üzere çeşitlidir. l- Kilise, toplum içinde daha etkili bir şekilde hareket edebilmek için toplumsal sınıflar arasına girmiş, bu suretle ruhban sınıfı da, toplumun etkisi altında kalarak onun âdetlerini almıştı. Ruhanî reislerin birçoğu laik derebeyler gibi, birçok papaz da günahkâr sayılan kimseler gibi yaşıyordu. Birçok kimse, bilerek bilmeyerek, kilise ile papazları birbirine karıştırıyor, birine ait kusuru diğerine atfediyordu. Bu sebeple kilisenin gerek reisi, yani papa, gerek üyeleri, yani papazlar itibariyle düzeltilmeye muhtaç olduğuna hükmolun-maktaydı. Bu düzeltme gereğine inananlardan biri olan Luter (Res. 79), bir 100 TARİH ara durumu anlamak ve anlatmak üzere Roma'ya kadar gelmiş, fakat bu seyahati kendisini sadece hayal kırıklığına uğratmıştı. Roma'da, hatta Papalık sarayında Rönesans'ın etkisiyle büsbütün başka bir hava vardı, mezhepsel reforma önem veren yoktu. Bundan başka kilise mensuplarının çoğu, kendilerine yakışmayacak bir hayat sürerken, Luter gibi düşünen ve samimî bir dindarlık içinde yaşayan birçok insan vardı. Bunlar kilisenin vaziyetinden dolayı elem ve ıstırap içindeydiler. Bu şartlar Reformasyon'un dinî sebeplerini oluşturur. 2- Güzide aydınlar, hümanistler, artık geniş bir düşünce ufkuna sahip bulunuyorlardı. Birçok papaz bile ilahiyatla yetinmeyerek, hatta onu ihmal ederek felsefe ve şiirle uğraşmayı tercih ediyordu. Ortaçağ, insan vücudunu kötülüğün kaynağı olarak kabul etmişti. Bu sebeple Hıristiyanlık, aklın rolünü sınırlamış, itaat fikrini aşılamaya çalışmıştı. Halbuki edebî ve ilmî Rönesans, bunun tamamen aksini yapıyordu. Tabiata dönerek, çıplak vücudu Tanrılaştırıyor, eleştiri fikrini geliştiriyor, kutsal kitabın Latince metnini kontrol etmeye imkân verecek olan Grek ve İbranî dillerini yayıyordu. Bundan başka keşifleri ve icatlarıyla insanlığın gururunu yükseltiyordu. Fikirlerdeki bu değişiklikler dinî inkılabın fikrî sebepleri sayılabilir. 3- İlk zamanlarında fakir halktan oluşan Hıristiyan kilisesi, zamanla büyük servetler ele geçirmişti. Almanya'da toprağın üçte biri, İsviçre'de kantonların büyük bir kısmı kiliseye aitti. 15. asrın sonlarından itibaren artan hayat pahalılığı içinde, rahip olmayan birçok kimse kilise emlakine hırs ve aç gözlülükle bakıyordu. Aristokratlar, kilisede yapılacak ilk reformun bu emlaki kiliseden almak olacağına hükmetmekteydiler. Çünkü yeni ilerlemeler, aristokratların servetini istikrarsız bir hale getirmişti. Fransa kralı, Fransa'daki kilise emlakini papa ile paylaşmıştı. İngiltere kralı da bu emlakten yararlanmak emelindeydi. Özetle kilise emlakine el konulması bütün toplumsal sınıfların iştahım kabartıyordu. Bunlar da iktisadî sebeplerdir. 4- Dinî inkılabın siyasî sebeplerine gelince, kilise emlaki, yeni zenginlere geçtiği gibi, siyasî kuvvetlerin dengesini bozacaktı. İmparator Maksi-milyan'ın Almanya'yı merkezîleştirmek planlarına karşı, Alman prensleri 16. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 101 kuvvetlerini artırmalıydılar. Protestanlık bu hususta kendilerine yardım edebilirdi. İmparator doğal olarak buna karşı mücadele edecekti. Fakat parçalanmış bir Almanya'da, bir taraftan Türklere, diğer taraftan Fransa'ya karşı mücadele zorunluluğu altında Reformasyon taraftarlarına karşı başarı elde edilebilir miydi? Mutlakiyetçi Fransa'da, Tudor hanedanının nüfuzlu idaresi altındaki İngiltere'de, hatta İsveç ve Danimarka'da hükümdarların iradesi, halkın iradesine yön verebilirdi. İsviçre'de ise her kanton, özerkliğe sahip olduğu için, istediği gibi karar verebilirdi. Nihayet Katolik dinine mensup iki hanedan, Habsburg ve Fransa hanedanları arasındaki savaş da Protestanlığın çıkarına hizmet etmiştir. Dinî ve fikrî sebeplerle çeşitli mezhepsel meseleler tartışılmaya başladı: Din ve imanın hüküm ve kuralları nereden çıkarılır, bunlar nasıl konulmuştur? Uhrevî selamet nasıl sağlanmalı? Bu hususta Allah'ın takdiri veya affı mı hâkimdir, yoksa bu selamet, insanın layık ve hakkı olması dolayısıyla mı bah-şolunacaktır? Nihayet yararlı işlerle bu selamet kazanılabilir mi? gibi meseleler bu türdendir. Doğal alarak sonuçta birtakım ayrılıklar meydana çıktı. Almanya'da Luîer (Luther) (1483-1546), Fransa'da Kalven (Calvin) (1509-1564), İsviçre'de de Zvingli (Zwingle), bu çeşitli meseleler hakkında az çok farklı fikir ve kanaatlerle ortaya çıkmışlar ve Reformasyon'un rehberi olmuşlardır. Saksonya'da doğan Luter, uzun ve derin bir mücadeleden sonra uhrevî selametin, yararlı işlerle değil, ancak imanla sağlanabileceğine inanmıştır. Bundan dolayı günahların satın alınabileceği sanısını veren endüljans (indulgense), afname satışı dolayısıyla papalığa karşı bir mücadele açtı ve papanın hata yapmaz olduğunu reddetti. İmparator Kari mücadeleye müdahale etti, iki tarafı uzlaştırmaya çalıştı, fakat Luter davasından vazgeçmedi. İmparatora karşı nüfuzlarını kuvvetlendirmek isteyen prenslerin bir kısmı zaten kendisini koruyorlardı. Luter'in papalıkla ilişkisinin kesilmesinden birtakım dinî, toplumsal ve siyasî sonuçlar çıktı: Evvela uzun tartışmalardan sonra Luter'in ve arkadaşlarının görüş ve kanaatleri bir şekil aldı. Avgusburg (Augsbourg) akaidnamesi* ' Akaidname: inançlar bildirisi (Kaynak Yayınları'nın notu). 102 TARİH meydana geldi, bu suretle Katoliklikten ayrı olmak üzere Luter Kilisesi kurulmuş oldu. İkinci olarak, Almanya'da esnaf, şövalyeler ve köylüler, kimi malların ortaklığı fikrini ileri sürerek, kimi yağmacılıkla zenginleşmek gibi çeşitli fikirlerle ayaklandılar. Nihayet Katolik kalmış olan İmparator Kari, Protestan adını alan ve ittifak eden prenslerle savaşmak zorunda kaldı. Çeşitli safhalar geçiren bu savaştan sonra Augsbourg Barışı (1555) imzalandı. Bu antlaşmayla Luter taraftan olan prensler, mezhepleri için serbesti elde etmeyi başardılar. Bununla beraber, bu antlaşma, Almanya'ya esaslı bir barış sağlayamadı. Antlaşmanın içerdiği şartlar, yeni kavgalara ve mücadelelere yol açıyordu. Bundan dolayı mezhep mücadeleleri devam etti. Protestanlar yabancı yardımına bile başvurmaktan çekinmediler. Aslen Fransız olan Kalven de, selametin imanla mümkün olduğunu kabul etmekle beraber, Luter'den ileri giderek imanın ilahî bir vergi olduğuna, Allah'ın takdiri ne ise değişmeyeceğine inanıyordu. Vaftiz ayini ile şarap ve ekmekle yapılan bir takdis töreninden ibaret olan kurban ayini dışındaki Hıristiyan ayinlerini reddediyordu. Papanın hata yapmaz bir ruhanî reis olduğunu kabul etmiyor, azizlerin heykel ve resimlerine tapmanın, ayinlerin protokolle ve sırmalı elbiselerle mutlaka papazlar tarafından yapılmasının doğru olmadığım söylüyordu. Kovuşturmaya uğradığı için bir ara Fransa'yı terk ederek İsviçre'de Geneve'yc yerleşti. Görüşü doğrultusunda örgütlendi. Luteryanizm, yani Luter mezhebi az zamanda Almanya'dan başka İsveç ve Danimarka hükümdarlarının kabulüyle İskandinavya memleketlerinde ve Ballık sahillerinde de yayıldı. Kalvinizm ise İsviçre'de, Fransa'da, Felemenk'te ve İskoçya'da mevki tuttu. Fransa'da Kalvinistlere Hügeno (Huguenot), İskoçya'dakilere de Presbiteryen adı verildi. İsviçre'de Kalven'den önce Zvingli, mezhebini yaymaya çalışmış, az çok başarılı da olmuştu. Protestanlık İngiltere'ye de sıçradı. Fakat buradaki Reformasyon hareketi, bir mezhep yenilikçisinin kanaat ve gayretiyle değil, Kral VIII. Han-n'nin şahsi ve siyasî sebepler yüzünden papa ile ilişkisini kesmesiyle başlamıştır. Anglikanizm adını alan İngiliz Protestanlığı, VIII. Hanri'nin halefleri zamanında çeşitli eğilimlerin etkisiyle ileri geri bazı safhalar geçirdikten sonra Kraliçe Elizabet zamanında kabul edilen kanunlarla güçlen1 6. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 103 mis ve kökleşmiştir. Anglikanizm, gerek inançlar, gerek teşkilat itibariyle Katolikliğe en yakın olan Protestanlık şubesidir. Protestanlık Reformasyonunun genel sonuçlarına gelince, dinî, fikrî, toplumsal, iktisadî ve siyasî olmak üzere türlü ve önemlidir: Dinî sonuç olmak üzere Katolik Kilisesi'nin parçalanmış olmasını gösterebiliriz. Yalnız papalığa bağlı kalan ve Katolik namını taşımakta devam edenler, papa etrafında yine birliklerini korumuşlardır. Buna karşılık çeşitli Protestan kiliseleri vücut bulmuştur. Reformasyonun rehberleri, fikir ve görüşlerini birleştirememişlerdir. Kalvinizm de ayrıca birtakım şubelere ayrıldı. Fikrî sonuç, serbest inceleme fikri ile eleştiri usullerinin kutsal kitaplara da az çok uygulanmasıdır. Grek ve İbrani dilleri vasıtasıyla dinî metinlerin de aydınlatılması isteniyordu. Kilise emlakine el konulmasından sonra kilisenin fakirleşmiş, bazı laiklerin de zenginleşmiş olması, iktisadî sonuçlardandır. Danimarka, Norveç, İsveç ve İngiltere'de krallar, Almanya'da prensler, İskoçya'da aristokratlar, İsviçre ve Felemenk'te burjuvalar bu sayede önemli servetler elde etmişlerdir. Siyasî en önemli sonuç da Beşinci Karlos'un (Res. 80) (Charles Quint) Almanya'da mutlakiyeti kurmaya, Avrupa'da üstünlük elde etmeye imkân bulamamasıdır. Bundan başka Reformasyon İsviçre'yi ikiye ayırmış, Fele-menk'in bağımsızlığını hazırlamıştır. İrlanda, Reformasyon sonucunda İngiltere'den daha çok uzaklaşmıştır. Buna karşılık Fransa'dan Protestanlığın atılması bu memleketin mutlakiyetle idare olunmasından ve evvelce kilise emlaki kral ile papa arasında paylaşılmış bulunduğu için kralın Protestanlıktan bir menfaat beklemesinden ve Kalvinizmin mutlakiyetten çok cumhuriyet rejimine daha uygun olmasından ileri gelir. Görülüyor ki, Protestanlık Reformasyonu ortaçağın emperyalizm ve teokrasisine kesin olarak son vermiştir. Fakat tam bir vicdan serbestisi ve hoşgörü sağlayamamıştır. DİNÎ GELİŞMENİN diğer bir safrası katolik reformasyonu Protestanlık, çeşitli memleketlerde, ilerlemeler sağlarken, Katolikliğe bağlı kalmış memleketleri korumak ve Protestanlığa direnmek için Katolik KiliseFORMASYONU sinde de karşı bir reform hareketine girişilmiştir. Katolik Reformasyonu daha erken olabilseydi, Protestanlık Reformasyonu belki de olmayacaktı. -.. 104 TARİH Katolik Reformasyonunda papalar, engizisyon, Trant (Trente) konsülü ve özellikle Cizvitler önemli birer rol oynamışlardır. Gerçekten 16. asrın ortalarına doğru papalık makamını işgal eden kimseler, kiliseyi sarmış olan hastalığın sebeplerini anlamış göründüler ve reformlara başladılar, bunlardan Poul (III. Paul) (1534-1549), bir taraftan tehlikeli sayılan kitapların bir fihristini yaptırdı, engizisyonu faaliyete geçirdi, diğer taraftan Cizvit teşkilatını kabul ve tasdik etmekle beraber Trant konsülünü de toplantıya davet etti. Pol'un başladığı reform işini halefleri de takip etmekten geri kalmadılar. Engizisyon mahkemesi, muhalifleri ve Katolikliği bırakmış olanları meydana çıkarmak, takip ve mahkûm etmekle yükümlüydü. Bu mahkemelerin, insanlığın yüzünü kızartacak mahiyette olan zulmü pek meşhurdur. Bu şiddetli kovuşturmaya rağmen engizisyon, konsülün yardımı olmaksızın önemli sonuçlar elde edememiştir. Çeşitli fasılalarla 1545'ten 1562'ye kadar devam eden Trant konsülü, imparatorla Fransa kralının rekabeti dolayısıyla bu memleketlerin ruhanî reisleri katılmadığı halde, büyük bir nüfuz kazanmıştır. İgnas do Loyola (Ignace de Loyola) adlı Bask-lı bir zabit tarafından askerî teşkilat tarzında kurulan Cizvit Cemiyeti kiliseyi ıslah işinde papaya diğer teşkilattan daha çok yardım etmiştir. İşte bu teşkilat sayesinde Katolik Kilisesi, Protestanlarca reddedilen inançları korumayı, eski suiistimalleri yapanları mahkûm etmeyi başarmıştır. Konsülün kararları bütün Katolik memleketleri tarafından kabul edilmemişti. Fransa kabul etmeyenlerdendi. Bununla beraber konsülde hâkim olan fikir yürüyebilmiştir. Bu suretle konsülü bir Katolik Rönesan-sı takip etmiş, Protestanlığın ilerlemesi de durmuştur. Bugünkü Roma Kilisesi Trant konsülünden sonra başlar diye kabul olunabilir. SİYASÎ Bundan evvelki fasılda gördüğümüz gibi, Avrupa'nın DEĞİŞİKLİKLER güneydoğusunda Osmanlı Türk Devleti büyük ilerlemeler göstererek ve çeşitli memleketleri toplayarak bir imparatorluk şeklini alır ve yeniçağın ilk devrinde Avrupa'nın en kudretli devletini oluştururken Avrupa'nın diğer kısımlarında da önemli değişiklikler meydana geliyordu (Harita. 7). Avrupa'nın doğu ve kuzey memleketleri, önemli ilerleme adımlal 16. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 105 n atmış olan Merkezî ve Batı Avrupa'ya göre medeniyetçe daha geri görünüyor, siyasî birliklerini de kuramamış bulunuyorlardı. Fakat 16. asırdan itibaren bunlarda da bazı ilerleme hamleleri ve yeni merkeziyetçi devletler kurma girişimleri görülmeye başlar. Bu memleketlerden Rusya'da özellikle 15. asırdan itibaren Moskova etrafında önemli bir merkezîleşme hareketi dikkati çeker. Moskova merkez olarak eski kutsal Kiyef şehri yerine geçer. Bu asrın ortalarına doğru Moskova prensleri çar ismini alırlar. 15. asrın ikinci yarısıyla 16. asrı dolduran üç hükümdardan, ///. Ivan ve oğlu Vasili zamanında Rusya, komşu prenslikler zararına genişleyerek bir devlet şeklini almıştır. Daha bu devirden itibaren iki istikamette denizlere doğru ilerleme hareketi belirir: III. İvan zamanında Ballık Denizi'ne doğru ilerlendi. Vasili ve oğlu Müthiş Ivan (IV. Ivan) Kazan ve Astragan hanlıklarını zapt ederek Hazar ve Azak denizlerine yaklaştı. Bundan başka Sibirya'ya doğru yürümek girişimleri de belirdi. Rusya bu genişleme ve merkezîleşme hareketleri içinde bir taraftan komşuları Litvanya ve Polonya'nın tehdidi, diğer taraftan da boyarların yani Rus beylerinin şiddetli muhalefeti gibi iki tehlike karşısında bulunuyordu. IV. İvan boyarların toptan öldürülmesini emrederek tehlikelerin birinden kurtulmak istedi. Fakat buna rağmen öldüğü zaman bu tehlike bertaraf edilmiş değildi. Bu yüzden Rusya 16. asrın sonlarında anarşi içinde kaldı. Nihayet boyarlardan Mihail Romanof adlı biri duruma hâkim olarak yeni bir hanedan kurdu. Bu hanedan üç asırdan fazla bir müddet (1613-1917) Rus tahtını işgal etti; Rusya çarlığı bunlar zamanında çok genişledi. Polonya ve Litvanya 16. asrın başında aynı hükümdarın idaresinde oldukları halde ayrı birer devlet oluşturuyorlardı. Asrın ikinci yarısında ortak düşmana, yani Moskoflarla, İsveçli ve Almanlara karşı savunma gereğinden bahsedilerek iki memleket birleşti. Merkezi Krakovi (Cracovie) oldu. İajelon hanedanı zamanında krallık tacı kalıtım yoluyla geçiyor gibiydi. Fakat bu hanedanın sönmesinden sonra krallar her defa yeniden seçilmeye başlandı; bu devlet, başında seçilmiş bir kral bulunan aristokrat 106 TARİH bir cumhuriyetti. Bu memlekette kraldan çok büyük beyler ve asiller hâkimdi. Memleketi idare eden meclis bunların elindeydi. Asıl Leh olmayıp Yahudi ve Alman tacirlerden meydana gelen burjuvazinin pek az önemi vardı. Halk kitlesinin ise mevkii hemen hiç yoktu. Kralların gerçek bir nüfuzu yoktu. Krallar, korunmasına yemin ettikleri kanuna göre her iki senede bir şeyim dedikleri meclisi toplamak zorundaydılar. Bu meclisin onayı olmaksızın hiçbir şey yapamazlardı. Kralın gerçekte kendisine bağlı memurları da yoktu. Çünkü memurlar ölene kadar olmak şartıyla tayin olunurdu. Krallık kuzeyde Baltık'a, güneyde Karadeniz'e kadar uzandığı halde donanmaya, istilaların büyük yolu üzerinde olduğu halde orduya sahip değildi. Jec pospolitoy denilen bu hükümetin şekli ne krallığa, ne cumhuriyete tamamen benzemiyordu. Özetle Polonya ve Litvanya, bütün komşuları merkeziyetçi devletler kurarken eski derebeylik geleneklerine bağlı kalmıştı. Bu durumu dolayısıyla komşuları bu memleketin içişlerine birçok defa karışmışlardır. Osmanlı İmparatorluğu, Kanunî Süleyman devrinden itibaren Polonya'yı bir müddet nüfuzu altında tutmuş ve siyasetine bağımlı yapmıştı. İsveç, Norveç, Danimarka, aynı ırka mensup oldukları halde aralarındaki komşuluk ve şahsî kıskançlıklarından dolayı uzun müddet tek bir devlet halinde birleşememişlerdi. Yalnız 14. asrın sonlarında Danimarka Kraliçesi Margarit, üç İskandinav krallığını "Kalmar Birliği" adıyla birleştirmeyi başardı. Bu birlik, İsveç'in Vaza ailesinin önayak olarak bağımsızlık kazanmasına kadar devam etti (1523). Bu hanedanın birinci kralı olan Güstav Vaza, kendisini krallığa seçmiş olan asillerle beraber Protestanlığı kabul etmiş ve kiliseye ait emlake el koymuş, memleketin ziraî ve madenî zenginliklerini geliştirmek, donanma ve bir daimî ordu meydana getirmek suretiyle kuvvetli bir devlet kurmayı başarmıştır. Bu devlet, Avrupa'nın kuzeyinde epey bir müddet üstün bir rol oynamıştır. Görülüyor ki, 16. asırda Polonya dışında Doğu ve Kuzey Avrupa memleketlerinde aristokrasi tamamıyla zapturapt altına alınmamış olmakla beraber merkeziyetçilik ve mutlakıyete doğru kuvvetli bir eğilim vardır. Yeni kurulan devletlerin soyutlanmış hali de gittikçe azalıyor. Bunların Merkezî ve Batı Avrupa siyasetinde zaman zaman rol oynadıkları görülecektir. 16. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 107 Merkezî Avrupa'da yeniçağın anlayış ve eğilimleri kuvvetle hissedilmiştir. Buradaki memleketlerden Almanya'da tek bir devlet yerine, dört yüzden fazla devlet vardı. Bununla beraber tamamına Kutsal Roma Germen İmparatorluğu adı verilen bu Almanyalarda da 16. asırda değişiklikler ve birlik oluşturulması için girişimler olmuştur. Bir taraftan da Almanya imparatorları daima yedi Alman prensi tarafından seçilmekle beraber pratikte Habsburg hanedanı bir imparatorluk hanedanı halini almıştı. Bu hanedandan gelen bazı hükümdarların ve özellikle Maksimilyan (1493-1519) ve Beşinci Karlos'un (1519-1556) şahsî kabiliyet ve eğilimleri de Almanya'yı birleştirme girişimlerinin sebeplerindendir. Nihayet Habsburg hanedanına ait malikâneler bu hanedana bir birliği mümkün kılacak kudret ve kaynakları veriyordu; gerçekten bazı evlilik ve miraslar Habsburg hanedanı elinde Almanya dışında Avusturya, Flandr, Burgonya, Bohemya ve Macaristan gibi memleketlerin toplanmasına sebep olmuştu. Bu birleşme sebeplerine karşılık Almanya'da imparatoru seçmek hakkına sahip olan prenslerle diğer prenslerin ve hatta şehirlerin birtakım hürriyet ve imtiyazları da vardı. Almanya'da, imparatordan çok nüfuz sahibi laik prensler, hanedanlar, şehirler ve bir kilise oligarşisi mevcuttu. Bunlar Almanya'nın bazı bölgelerinde siyasî gruplar oluşturuyordu. Re-formasyon ve onun sonucu olarak kilise emlakine el konulması da Almanya'yı eğilim ve çıkarlar itibariyle ayrı kısımlara ayırmıştı. Nihayet ortak çıkarlar Osmanlı padişahı ile Fransa kralının imparatora karşı ittifak yapmasına sebep olmuştu. Bütün bunlar Almanya'nın birliğine engel olan iç ve dış sebeplerdir. Bu sebepler dolayısıyladır ki, Almanya'yı birleştirmek ve bir mutlaki-yet kurmak için İmparator Maksimilyan ile Beşinci Karlos ve halefleri tarafından gerçekleşen çeşitli girişimler sonuçsuz kalmıştır. Almanya bu suretle çeşitli parçalardan meydana gelen bir konfederasyon şeklini korudu. Millî hayata oranla yerel ve bölgesel hayat üstün rol oynamakta devam etti. İtalya Yarımadası da Almanya gibi 16. asır içinde kırka yakın prenslik ve cumhuriyete ayrılmış bulunmaktadır. Almanya gibi İtalya da millî bir devlet oluşturmuyordu. Yalnız altı-yedi bölgede toplanan zümreler halin108 . TARİH de bulunuyorlardı. Yerel ihtiraslara muhalif olduğu için tek devlet oluşturulması projeleri bu devir İtalyanlarına bir cinayet gibi görünüyordu. İtalya'nın bu parçalanmış durumundan en çok Habsburg hanedanı yararlanıyordu. Gerçekten Milano arazisi, Sardinya, Napoli ve Sicilya krallıkları ya miras olarak veya İtalya savaşları münasebetiyle gerçekleşen mücadele sonucunda Beşinci Karlos'a ve daha sonra oğlu II. Filip'e geçmişti. Bunların her biri başka bir idare tarzına sahipti. Gerçekte İtalya'nın bu kısımları Habsburg hanedanı tarafından tamamen keyfî olarak idare ediliyor ve sömürülüyordu. Yalnız Savva-Piyemonte Dukalığı, Venedik ve Ceneviz Cumhuriyetleri, Toskana Büyük Dukalığı ile papalığa ait arazi yabancı hâkimiyetinden kurtulmuştu. İtalya'nın çeşitli kısımları pek farklı idare şekillerine sahipti. Habsburg hanedanı, görüldüğü üzere Almanya'da siyasî bir birlik vü- : cüda getirmemişse de bütün Almanya'yı kapsayan bir hanedan birliği sağlayabilmişti. Almanya dışındaysa İtalya ve Macaristan'ın bir kısmına, Bohemya'ya, Belçika'ya ve Franşkonte'ye hâkimdi. Buna karşılık Habsburg| lar, iki küçük memlekete mağlup olmuş, onlann serbest ve bağımsız birer cumhuriyet kurmalarını engelleyememişlerdi. Gerçekten halkı, Avrupa'nın en iyi askeri olmak şöhretini kazanmış olan İsviçre, Habsburg hanedanının keyfî idaresine karşı ayaklanmış ve evvela bazı kantonları kurtularak ayrı bir cumhuriyet kurmuştur. 15. asır içinde İsviçre konfederasyonuna giren kantonların sayısı on üçe çıkmıştır (1308-1513). Vaktiyle Burgonya dukalarının idaresinde bulunan Felemenk'in bir kısmı Fransa'ya geçmiş, Hollanda kısmı da Habsburglarm elinde kalmıştır. Bu kısımda Kalvinizmin yayılması üzerine Habsburglann bazı baskı tedbirleri alması, Hollandalıları ayaklanmaya sevk etmiş ve sonuçta Birleşik Eyaletler adıyla bir cumhuriyet kurulmuştur. Bu memleket uzun bir mücadeleden sonra bir ateşkesle (1609) fiilî bağımsızlığını Habsburglara tanıtmış, nihayet Vestefalya antlaşmalarıyla bağımsızlığını onaylattırmıştır. Bu iki cumhuriyetin kurulması yeni demokrasiler için bir başlangıç sayılabilir. 16. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 109 Batı Avrupa'ya gelince, burada merkeziyet ve mutlakıyetin en açık örneklerini görebiliriz: Bunlardan birisi İspanya'dır. İspanya'da 15. asrın ikinci yarısında hüküm süren ve birbiriyle evlenen iki hükümdar, yani Aragon Kralı Katolik Ferdinant ile Kastelya Kraliçesi İzabella araziye ait birliğin büyük kısmını sağlamışlardı. Gerçekten Gırnata'nın zaptı (1495) ile İspanya'da son Müslüman hükümetine son vermişler ve bir müddet sonra Fransa sınırlarındaki bazı arazileri de topraklarına katmışlardı. Yalnız Portekiz Devleti asrın sonlarına kadar bağımsızlığım korur (1580). Bundan sonra krallığın dinî ve siyasî birliği de elde edilmek istenmiştir. Müslümanlar ve Yahudiler zorla Hıristiyan yapıldıktan sonra kovulduktan başka, Protestanlar ve Katolikliği bırakanlar hakkında da kovuşturma yapılmıştır. Engizisyon yeniden faaliyete geçmiş, tüyler ürperten işkencelerle Hıristiyan olmayanlar veya şüphe altında kalanlar yakılmış, imha edilmiştir. Nihayet çeşitli bölgelerin imtiyazlarına karşı mücadele edildi, eyalet meclisleri demek olan Corteslcr hükümdarın nüfuz ve itaati altına alındı. Bu suretle arazi, din ve siyaset birliğini elde eden İspanya'nın Avrupa'da önemli bir rol oynayabileceği sanıldı. Halbuki İspanya'nın ziraatı, sanayi ve ticareti Müslüman ve Yahudilerin kovulması üzerine çok geriledi. Memleket yoksullaştı. Diğer taraftan İtalya ve Hollanda'daki arazisi ile Amerika sömürgeleri, İspanya'yı kendi sınırları dışına sürükledi, hükümdarları gibi İspanya da İspanyol kalamadı, altınları ve askerleri, dünya siyaseti için israf edildi. Şerefli bir siyasî hayat içinde tükenme ve gerileme kendisini göstermekte gecikmedi. Fransa'ya gelince, daha 15. asrın ikinci yarısından itibaren derebeyliğin yerini merkeziyetçi ve mutlak bir krallık almış, Fransa'nın birliği sağlanmıştır. Derebeyliğin son enkazı, XI. Lui, VIII. Sari ve XII. Lui zamanlarında birer suretle ortadan kaldırılmış ve İtalya Savaşları sonucunda elde edilen arazi, Fransa'nın mülkî birliğini tamamlamıştır. Bu devir zarfında merkez teşkilatı, vilayetler idaresinin düzenlenmesi, adliye ve ordu reformu kralın nüfuz ve kudretini artırdı. Adaletin sağlanması, vergi koymak ve savaşmak yetkileri gitgide kralda toplanıyordu. Fransa 16. asrın ikinci yarısında mezhep savaşlarıyla çok ağır tecrübeler geçirdiği halde birliğini korumayı başardı. 110 TARİH ingiltere'de de Tüdor hanedanının krallığa gelmesiyle beraber mutlakıyet eğilimi doğdu. VII. Hanri (1485-1509) ile iktidar mevkiine geçen Tüdor hanedanı bir asırdan fazla bir zaman İngiltere'yi idare etmiştir. Bu hanedana mensup olan hükümdarlar, özellikle VIII. Hanri ve Elizabet, hanedanlarını korumayı, parlamentoyu nüfuzları altına alarak adeta mutlakıyeti kurmayı, kilise emlakiyle zenginleşmeyi ve Roma Kilisesi'nden ayrılmayı, İskoçya ve İrlanda üzerinde İngiliz hâkimiyetini hazırlamayı ve kendi çıkarlarına Avrupa dengesini korumayı başarmışlardır. AVRUPA'DA SİYASÎ GELİŞMENİN SONUÇLARI: MİLLETLERARASI MÜCADELELERDEN İTALYA SAVAŞLARI mİLLETAvrupa yalnız devletlerin iç teşkifatları itibariyle değji; milletlerarası ilişkilerinde de yenileşiyordu. Devletlerden her biri, varlığını savunabilmek için çok kuvvetlenen ve genelin güvenliğini tehdit eden bazı hükümdarlara karşı ağır basmak ve bir denge kurmak için çareler düşünüyordu. Diplomasi faaliyeti arttı, bütün Avrupa devletlerini ilgilendirecek kombinezonlar düşünüldü. Ordularda piyade ve topçu kuvvetleri ilerledi, süvari kuvvetleri esas önemlerini bir derece kaybetti. Habsburg hanedanına mensup hükümdarlar bütün Avrupa üzerinde üstünlüklerini kabul ettirmek istiyorlardı. Bu tehdit ve tehlike karşısında Fransa, Türklerin desteğini kazanmak için Osmanlı padişahına sığındı, Avrupa'daki bazı küçük devletleri, Almanya'daki Protestanları kendi etrafına toplamaya çalıştı. Kendisini savunmak için Avrupa dengesini korumak davasında bulundu. Fransa'nın, İtalya'nın bazı kısımlarım ele geçirmek üzere açtığı İtalya Savaşları, Habsburgların da işe karışması üzerine bütün Avrupa'yı ilgilendiren bir mücadele mahiyetini kazandı. İtalya Savaşları'nın çeşitli safhalarının birincisinde (1494-1515) Şarl-ken (Beşinci Karlos) imparator olmasından evvel, Napoli Krallığı'm zapt etmeyi başarmış, XII. Lui ve I. Fransuva devirlerinde Milano Dükalığı'nı üç defa elde edebilmişti. Halbuki ikinci safhada Şarlken bütün Avrupa'yı tehdide başlamıştır. Şarlken, I. Fransuva'yı Pavi'de mağlup ve esir eder (1525), papanın düşmanlığını yenmek için Roma'yı yağmalar. Çeşitli devletler telaş ve endişeye düşerler. 1 6. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 111 Savaşın üçüncü safhasında I. Fransuva (Res. 81) Şarlken'e karşı Kanunî Süleyman ve Alman Protestanlarıyla ittifak eder. Şarlken Güney Fransa'da, Almanya, Macaristan ve Cezayir'de çeşitli yenilgilere uğrar; Macaristan'ı Türklere bırakmak zorunda kalır. Dördüncü safhada, yine Türklerin baskısı sonucunda, Şarlken Almanya'da Protestanlara karşı bir zafer kazanmakla beraber, onlarla Avgusburg Barışı'nı yapmak zorunda kalır. Fransa Kralı II. Hanri bugün önemli sağlam mevkiler oluşturan sınır üzerindeki bazı mevkileri zapt eder. Şarlken umutsuz bir halde imparatorluktan çekilir, memleket ve hükümetlerini kardeşi Ferdinant ile oğlu Filip'e verilmek üzere ikiye ayırır (1556). Bu savaşlar sonucunda Almanya'yla Fransa arasında imzalanan Kato Kambrezi Antlaşması'yla (1559) II. Hanri İtalya'yı bırakır. Fakat buna karşılık sınır üzerindeki kazançlarını korumayı başarır. AVRUPADA'Kİ SİYASİ DEĞİŞİKLİKLERİN DİĞER BİR SONUCU İKİNCİ-FLİP'İN SİYASİ VE DİNİ SAVAŞLARI 16. asrın ikinci yarısında din siyasete hâkimdir. Din birliğinin bazen iki farklı milleti birleştirdiği, buna karsak diri ayrılığının da bir milleti ikiye ayırdığı olmuştur. devirde ispanya Kralı II. FilipKatolikliğin, İngiltere Kraliçesi Elizabet de Protestanlığın koruyucu ve savunucuları durumundadır. Fransa da iki mezhebin çarpıştığı bir alan olmuştur. II. Filip siyasetini dine tabi tutuyor, Hıristiyan olmayanlarla Protestanlara karşı adeta Haçlı seferleri düzenliyordu. Bağnaz, fakat kendi kanaatine göre belirli bir maksada göre hareket eden Filip, babasından kalma memleketlere Portekiz'i de katmayı başarmıştı (1580). Bunlara birer suretle imparatorluğu, Fransa'yı, İngiltere'yi de eklemek istiyordu. Çok çalışkan olan Filip, kendisine yardım eden birtakım adamlar ve meclislerle hükümeti bizzat idare etmek emelindeydi. Bir taraftan İspanya içinde Protestanlara ve bir de Hıristiyanlığı ancak görünürde kabul etmiş olan Müslümanlara (Morisgue), diğer taraftan dışarıda Türklere ve bir de Hollanda, İskandinavya, Fransa ve İngiltere'deki Protestanlara karşı Haçlı seferlerini andırırcasına mücadeleler açmıştır. Türklerle yap112 TARİH tığı Lepant Savaşı'nda (1571) zafer kazanmış, fakat Türklerin yeni bir donanma hazırlamak hususunda gösterdikleri olağanüstü gayret karşısında bu zaferden hiçbir sonuç elde edememiştir. Diğer memleketlere karşı olan mücadelelerinde de mağlup olmuş, özellikle İngiltere'ye karşı sevk ettiği büyük do-nanma'sı kesin yenilgiye uğramıştır (1588). Sonuçta İspanya, kuvvet ve kudretten düşmüş, kaynaklan tükenerek fakirliğe uğramıştır. SİYASÎ GELİŞMENİN İNGİLTERE'DE SONUCU ALİZABET'İN SİYASİ VE DİNİ MİCADELELERİ II. Filip memleket ve hükümetlerinin genişliğine ve görünürdeki kudretine rağmen başarılı olamamış, Şiddetli yoksulluğa düşmüştü. Elizabet (1558-1603) ancak beş altı milyon tebaası olduğu halde Filip'in yenilgiye uğradığı yerlerde başarılı olmuştur. Elizabet, bencil, ikiyüzlü, fakat kusursuz bir akıl sahibiydi. Meziyetleri kadar, eksiklikleri de İngiliz milletinin ihtiyaçlarına uygun düşüyordu. Nazırlarını seçmekte isabet ediyordu. Saltanatı süresince, hemen parlamentosuz, yalnız özel meclisinin yardımıyla hükümetini idare etmiştir. Samimî bir inanca, dinî bir kanaate sahip değildi. Bununla beraber dinî siyaseti sonucunda Anglikan Kilisesi son ve kesin şeklini almıştır. Büyük projelere, mezhebî mücadelelere taraftar olmadığı halde takip ettiği siyaset dolayısıyla İskoçya'da, Fransa'da ve Felemenk'te II. Filip'e karşı Protestanlara yardım etmek konumunda bulunmuştur. Ingiliz-İspan-yol rekabeti, adeta eski İngiltere-Fransa rekabetinin yerine geçmişti. İskoçya Kraliçesi Mari Stuart, Elizabet'in tam bir zıddıdır. İngiltere tacını dava eden Mari Stuart, Elizabet aleyhindeki bütün girişimlerin, suikastların merkezini oluşturuyordu. Mari, İskoçya'da çıkan bir ayaklanma sonucunda İngiltere'ye sığınınca hapsedildi ve uzun müddet mahpus kaldıktan sonra hileli bir yargılama sonucunda idam edildi. Protestanlık İskoçya'nın İngiltere topraklarına katılması koşullarını hazırladı. İspanya donanmasının yenilgisinden sonra denizleri serbest bulan İngiltere, Elizabet'in takip ettiği siyasetle, Atlas Okyanusu sahillerinde önemli iktisadî gelişmelere sahne olmuştur. Bu sebeple Elizabet devri İngiltere'nin iktisadî alandaki büyük şöhretinin başlangıcını oluşturmaktadır. 16. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 113 FRANSA'DA siyasi ve dini mücadeleler Fransa, 16. asrın ikinci yarısında İspanya ile İngiltere ve Katoliklik ile Protestanlığın mücadele sahnesi olmuştur. Reformasyon, Fransa'da, 1534 tarihlerine kadar giderek gelişen bir mezhep durumundadır. Bundan sonra dinî inkılap hareketi, burada da bir kilise teşkilatı meydana getirir. Bu harekete karşı I. Fransuva'nm vaziyeti kararsız ve çekingendir, zaman zaman hoşgörü gösterir veya kovuşturma yapılmasına izin verir. II. Hanri devrinde bu kovuşturma daha devamlıdır. Protestanlık, nihayet 1559'dan sonra siyasî bir parti mahiyetini alır. Başlarında Giz ailesi olduğu halde Katoliklerle, reisleri Konde ve Kolinyi gibi önemli şahsiyetler olan Protestanlar karşı karşıyadır. Kral IX. Şarl'ın gerçekleşmesine izin verdiği Sain-Barthelemy katliamı (1572), her iki tarafın da kin ve düşmanlığını şiddetlendirir. Fransa'daki mezhep mücadelesinin son safhasında vicdan ve ayin hürriyetine doğru bazı adımlar atılır. Protestanlar, aralarında düzenli teşkilat yapmışlardı. Katolikler de başlarında Hanri do Giz olduğu halde bir ittifak yapmış bulunuyorlar ve II. Filip'ten yardım görüyorlardı. Bu sıralarda iki tarafı uzlaştırmak isteyen ve dinî sebeplerle değil, siyasî düşüncelerle hareket eden bir parti gittikçe önem kazanıyordu. Nihayet Protestanların reislerinden olan Hanri do Navar'ın III. Hanri'ye veliaht olması, iki taraj] fin anlaşacağı sanısını veriyordu. Fakat III. Hanri'nin öldürülmesinden sonra IV. Hanri adıyla tahta geçen Hanri do Navar Protestanlığı bıraktı, Katolikliğe döndü ve bu sayede tahtını korudu. Bununla beraber, vicdan ve ayin serbestisini kabul eden ve Protestanlara bazı hak ve imtiyazlar veren Nant Fermanı'nın (1598) yayımlanması Fransa'da din hoşgörürlüğü devresine girildiğini gösterdi. IV İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ A. DURAKLAMA DEVRİ (1579-1682)! DURAKLAMA DEVRİ Kanunî Süleyman zamanında, Osmanlı İmparatorlugenişleme ve gelişmesinin en yüksek ğu, her yönden derecesine ermişti; fakat yine o zamanda devletin toplumsal ve siyasî teşkilatında, idarî usullerinde ve genel olarak Osmanlı hayatında duraklama ve gerilemeyi hazırlayan sebepler de görünmeye başlanmıştı. Sokollu Mehmet Paşa, nüfuz ve itibarıyla, akıl ve dirayetiyle, bu sebeplerin çok etkili olmasını bir dereceye kadar engelleyebilmişti; fakat Tavil Mehmet Paşa öldürüldükten sonra bu sebeplerin etkisi arttı. Sokollu'nun ölümünden (1579), İkinci Viyana Kuşatması'na (1683) kadar geçen devir, bazı fetihler yapılmış olmasına rağmen, Osmanlı tarihinde Duraklama Devri sayılır. Görülüyor ki bu devir, 17. asrın son senelerine kadar sürmüştür. DURAKLAMA DEVRİNİN BAŞLICA SEBEBLERİ Osmanlı İmparatcrluğu'nun gerileme başlangıcı de- mek olan bu Duraklama Devri'ne girmesinin birçok sebebi vardır. Bunlardan başlıcaları şunlardır: l- Osmanlı Devleti Avrupa'da, Karadeniz ve Akdeniz sahillerine yayılmakla daha kuvvetli düşmanların karşısında kaldı. Bundan başka, Avrupa 16. asırdan itibaren büsbütün değişmeye başlamıştı. Ortaçağ derebeylikleri son bulmuş ve her yerde kuvvetli merkezî hükümetler kurulmuştu. Diğer taraftan Avrupa Rönesans ve dinî ıslahat (Reformasyon) sayesinde pek derin fikrî ve Bu devrin hükümdarları şunlardır: I. Ahmet, I. Mustafa, II. Osman, tekrar I. Mustafa, IV. Murat, I. İbrahim, IV. Mehmet. İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 115 ruhî inkılaplara girmişti. Yapılan icat ve keşifler de Avrupa âlemini maddeten ve iktisaden yükseltiyordu. Osmanlı âlemi ise, ilerleme sebebi olan bütün bu hareketlere yabancı kalmıştı, bunun için karşısına çıkan ve ilerlemekte olan düşmanlara sonsuza kadar üstün gelmesi mümkün olamazdı. Ortaçağda Akdeniz'den geçen ticaret yolu, Amerika'nın ve Umitburnu yolunun keşfiyle batıya ve dış denizlere geçmiş ve Osmanlı Devleti bu yolun dışında kalmıştı. 2- Osmanlı İmparatorluğu çok genişti, halkı homojen değildi. Osmanlı toplumunu oluşturan başka başka unsurlar arasında birliği tutan bazı sebepler, özellikle maddî ve iktisadî sebepler bulunsa bile ortak ve esaslı manevî bir bağ yoktu. 3- Devleti idare eden hanedan, hükümet ileri gelenleri, yeniçeriler, tımar ve zeamet sahipleri Kanunî Süleyman devrinden itibaren bozulmaya başlamıştı. Mutlakiyetle idare edilen Osmanlı Devleti'nde, hükümdarlar devlet işlerinin düzenleyicisi ve ordunun kumandanıydılar. II. Selim'den itibaren padişahlar -bir ikisi dışında— heves ve gayretle sefere çıkmamışlardır. Bundan sonra padişahlar ve şehzadeler tamamen saraya kapanmışlar ve ömürlerini kadınlar ve haremağaları arasında geçirmişlerdir. İdare başına getirilen devlet adamlarıysa yetenek ve başarılarıyla bu mevkiye gelmiş adamlar olmaktan çok, saray mensuplarıydılar. Kapıkulu askerleri de tamamen bozulmuş ve siyasete karışmışlardı, 4- Eskisi gibi savaş ganimetleri olmadığından, devlet mali sıkıntıya düşmüş ve rüşvetçilik artarak halk soyulmaya başlamıştır. DURAKLAMA DEVRİNİN BAŞLICA SİYASİ OLAYLARI Duraklama devri, iç ihtilaller, İran savaşları, Avus- turya ve Lehistan seferleri, Girit savaşları, saray kadınlarının entrikaları ve devlet işine müdahaleleri (kadınlar saltanatı) gibi olaylarla geçmişti. A) İç ihtilaller: Yeniçeri ocağı bozulmaya, tımar ve zeametler sarayın etkisiyle yetersiz kimselere verilmeye başladıktan sonra, Anadolu'da asayiş ve düzen azaldı. Kötü ve adaletsiz idare halkın ıstıraba düşmesine, bu da hükümete karşı itaatsizlik göstermesine sebep oldu. Yer yer halk ayaklanmaları meydana geldi. Celâli İsyanı denilen ve İstanbul sarayı aleyhinde yapılan bu ayaklanmalar, önceleri görünürde kolaylıkla bertaraf edile116 TARİH bilmişti. Fakat duraklama devrinde iç ihtilaller korkunç bir şekil almıştı. Bu ihtilallerin belli başlıları Karayazıcı, Canbulatoğlu, Kalenderoğlu, Abaza Mehmet Paşa, Vardar Ali Paşa isyanlarıdır. Bu iç isyanları bastırırken Kuyucu Murat Paşa'nın 100 000 kadar kişiyi öldürdüğü rivayet olunuyor. B) Iran savaşları: 1576'da, elli dört sene saltanattan sonra karısı tarafından zehirlenerek öldürülen Şah Tahmasp'ın ardından, İran altüst olmuş ve zayıflamıştı. Sokollu, savaş taraftarlığının önüne geçemedi; savaşa karar verildi (1577). Bir sene sonra (1578'de) başlayan bu savaş 12 yıl sürmüştür. İran seferi biraz yukarıda söylendiği gibi, devletin iç idaresince sıkıntı ve karışıklıkların doğma sebeplerinden birisi olmuşsa da, Asya'da Türk kavimlerinin bulunduğu bölgeler zapt olunarak Osmanlı İmparatorluğu'nun genişlemesine de hizmet etmiştir. Savaşın başlarında Osmanlı kumandanı Lala Mustafa Paşa, Çıldır Meydan Savaşı 'm kazanarak, İran'ın o zaman başkenti olan Tebriz'e girdi. Sonraları, savaş iki tarafın leh ve aleyhine bir hayli dalgalandıysa da, Özdemir oğlu Osman Paşa Gürcistan, Şirvan, Azerbaycan ve Dağıstan'ı zapt etmeyi başardı (Harita. 5). İmzalanan İstanbul Banşı'nda (1590), Tebriz ve Azerbaycan'ın bir kısmıyla, Şirvan, Luristan ve Gürcistan Osmanlı'da kaldı. Bu suretle Osmanlı sınırı doğuda Hazar Denizi'ne kadar dayanmıştı. Bundan sonra, Şah Abbas'm gayreti ve Avusturya Seferi'nde Osmanlıların bazı başarısızlıkları dolayısıyla, İran'a karşı elde edilen bu üstünlüğün ürünleri korunamadı. Şah Abbas, iki defada, İran'ın bütün kaybettiklerini geri aldı (1611-1618) ve dört sene sonra da Bağdat'ı zapt etti. Bu saldırının sebep olduğu savaş on yedi sene sürdü (1622-1639). Şah Abbas'm öldüğünde yerine geçen Şah Safi başarısızdı. IV. Murat'ın bizzat idare ettiği seferlerle, kaybedilen yerlerin önemli kısmı geri alındı. Kasrı Şirin Antlaşmasıyla (1639) Erivan ve Azerbaycan İran'a, Bağdat ve dolayları Osmanlılara kaldı. Bugün iran'la aramızda geçerli olan sınır, Kasrı Şirin Antlaşmasının çizdiği sınırdır. Yalnız şu farkla ki, İranlılara bırakılan Erivan ve Azerbaycan'ın bir kısmı Ruslara geçmiş bulunmaktadır. C) Avusturya seferleri: Jitvatorok Antlaşmasından (1606) sonra Avusturya'nın serbestlik kazanmış olan Erdel'e müdahalesi yüzünden tekrar bir saİMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 117 vaş çıktı (1663). Avusturyalıların çok güvendikleri Uyvar (Neuhausel) Kalesi zapt edildi. Avusturya idaresindeki Macaristan'da da ihtilal çıktığından, Avusturyalılar barış yapmayı kabul ettiler (Vaşvar Antlaşması, 1664). Bu barış antlaşmaları gerçekte birer ateşkesti. Avusturya idaresindeki Macarların ihtilal yapmaları ve Osmanlı Hükü-meti'nden yardım istemeleri, Avusturya ile tekrar savaşa sebep oldu (1682). Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın ısrarıyla yapılan bu savaş, kötü sonuçlarla son bulmuştur. Osmanlı Devleti'nin Avrupa'daki komşularına karşı üstünlüğünün sona erdiğini açıkça gösteren bu sefer, Avrupa'dan geri çekilişimizin başlangıcıdır. Kara Mustafa Paşa, 200 000 kişilik bir orduyla Viyana'yı kuşattı (1683) • ve Buğdan voyvodaları, Kırım hanı ve Erdel beyi (Levha IH, Res. 82). Eflak ordularıyla birlikte metbuları olan Osmanlı İmparatorluğu'nun ordusunda bulunuyorlardı. Osmanlıların bu ikinci Viyana kuşatması altmış gün sürdü. Roma-Germen imparatorunun, Almanya'nın her tarafından topladığı askerler ve bunlarla birleşen Leh Kralı J an Sobyeski'nin kumanda ettiği Leh ordusu Viyana'yı kurtarmak için koştular. Kara Mustafa Paşa'nın kuşatmayı askerî bir lüzumdan çok şahsî çıkar gözeterek uzatması, bu kuvvetlerin toplanmalarına ve gelmelerine vakit kazandırmıştır. Viyana'mn batısındaki Tuna köprülerini korumakla görevlendirilen Kırım süvarilerinin görevlerini iyi yapmamaları yüzünden, Jan Sobyeski kuvvetleri tarafından Osmanlı ordusu anî bir baskına uğradı ve çekilmek zorunda kaldı : (1683). Bu yenilgiden sonra Jan Sobyeski'nin teşvikiyle Osmanlı İmpara- torluğu'na karşı bir kutsal ittifak kuruldu. Avusturya, Lehistan, Venedik ve Rus devletleri bu ittifaka dahil oldular. Bu hareket, Avrupalıların Türk istilasına yönelik karşı saldırışıydı. D) Lehistan Seferleri: Buğdan ve Kırım'ın Osmanlı koruması altına geçmesi üzerine Lehistan ile komşu olmuştuk. Turla (Dinyester) Irmağı arada sınırdı. Lehistan'ın Buğdan işlerine karışması Lehistan'la savaşa sebep oldu. Lehliler Yaş şehri civarında mağlup oldular, Hotin Kalesi zapt olunamadığı için Leh kralının teklif ettiği barış kabul edildi (1620). Daha j sonra Lehistan'ın Ukrayna'daki Sarıkamış Kazaklarına saldırısı Lehisı tan'la ikinci defa savaşa sebep oldu (1672). 118 TARİH Podolya vilayeti ve Galiçya'daki Lemberg ve Lobrin zapt edildi. Podolya Türkiye'de kalmak ve Ukrayna da Türk himayesinde Kazaklara bırakılmak şartıyla barış yapıldı (Bııcaş Antlaşması, 1672). O sırada kral seçilen Sobyes-ki antlaşmada mevcut vergiyi vermek istemediğinden, savaş dört sene daha devam etti ve sonunda vergiden vazgeçilmek şartıyla barış yapıldı (1676). E) Girit Seferi: Hacca giden Kızlarağası Sümbül Ağa'nın Malta korsanları tarafından esir edilip eşyasının Girit'te satılması, 1645 senesinde, Girit Ada-sı'na bir ordu şevkine vesile oldu. Asıl sebep Doğu Akdeniz'de Osmanlı hâkimiyetinin tamamlanması meselesidir. Savaş yirmi beş sene sürdü. Girit Adası Venediklilerin elindeydi. Devletin içişleri bozulduğundan, ada az zamanda zapt ulunamadı. Venedikliler Girit dışında saldırıya geçerek Çanakkale Boğazı yakınındaki adaları zapt ettiler. Fransızlar, papa, Malta şövalyeleri ve İspanya, Venediklilere yardım için Girit'e asker göndermişlerdi. Buna rağmen Köprülü Fazıl Ahmet Paşa zamanında bütün ada zapt edildi (1669). F) Kadınlar saltanatı: Kanunî Süleyman'dan sonra padişahların şahsen kabiliyetsiz ve ahlaksız olmaları, saray entrikalarına ve saray kadınlarının hâkimiyetine yol açmıştır. Padişahların çocuk veya deli olmasından yararlanan anne veya kanları, saltanat sürmüşlerdir. Nüfuz kazanan saray kadınları, bütün atama ve tayinlerde etkili olmuş ve israflara yol açmışlardı. Bu suretle nüfuz kazanmış ve saltanat sürmüş olan saray kadınlarının başlıcaları Kanunî Süleyman'ın yukarıda adı geçen gözdesi Rus Hurrem Sultan ile III. Murat'ın karısı Venedikli Safiye (Bafo) ve özellikle I. Ahmet'in gözdesi Rum Kösem Sultan'Aı. Altı padişah devrini kavrayan Kösem, hâkimiyetini sürdürmek için oğlunu tahttan indirip idam etmekten ve torununu zehirletrneye teşebbüsten bile çekinmemiştir. DURUMU DÜZELT- ^• asrın ilk çeyreğinde Osmanlı sultanlarının tahtı, MEK İSTEYENLER- I. Ahmet ve II. Osman gibi henüz çocukluktan çıkma-DEN IV. MURAT miş gençlerle I. Mustafa gibi bir deli tarafından işgal edilmişti. Bunlar zamanında, iç karışıklıklar çok arttı. Başarılı savaşlar sırasında kendi kıymet ve önemini anlamış ve I. Süleyman devrinde disiplini bozulmaya başlamış olan yeniçeri ve sipahi ocakları devletin gerçek hâkimi kesildiler. İstedikleri adamları sadrazamlığa getirmek, savaşların sevk ve idare* j 4 İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 119 sine hâkim olmak, istemedikleri padişahı indirip, istediklerini çıkarmak gibi hareketleriyle devlet idaresinde bir başsızlık, bir anarşi yarattılar; hatta II. Osman'ı indirmekle de kalmayıp, öldürdüler. Yeniçerilerin bu ihtilali hareketlerinin leh veya aleyhine saray kadınlarının, haremağalarının, şeyhülislam ve ulemanın, bazı vezirlerin etkileri oluyordu. Devlet merkezi olan İstanbul'da böyle bir başsızlık hüküm sürerken, vilayetlerde de taraf taraf ayaklanmalar (örneğin Anadolu'da Celâli ayaklanmaları} meydana gelmişti. Deli Mustafa'nın ikinci defa tahta oturduğu zaman, Osmanlı Devleti'nin iç durumu artık büsbütün karışmıştı. Bu karışıklıklar sırasında, Mustafa tahttan indirilip yerine II. Osman'ın kardeşi IV. Murat geçirildi. Murat, padişah olduğu zaman (1623), henüz 12-13 yaşındaydı. Murat'ın çocukluğunda, İstanbul'un (Res. 83) ve bütün Osmanlı memleketlerinin anarşisi hiç eksilmedi; hatta yeniçeriler saraya girip Murat'ı da büyük kardeşi Osman gibi tahttan indirecek ve katledecek oldular; fakat başsızlıktan ve onun doğurduğu iktisadî sıkıntılardan halk bıkıp usanmış, devlet adamlarının çoğunluğu bu durumun önüne geçmek için padişahın etrafına toplanmıştı. 21 yaşına girmiş olan Murat (1632), bu durumdan yararlanarak öncellerinden Yavuz Selim'i andıran bir kararlılık ve şiddet gösterdi. Yeniçeri ve sipahileri birbirine musallat etti ve bazı vezirlerle, bazı sipahi ve yeniçeri ağa ve zabitlerini öldürttü. Sonra Anadolu'yu baştan başa kat ederek, anarşi devrinde, İranlılar eline geçen Kafkasya'nın, doğu vilayetlerinin ve Irak'ın geri alınması için büyük bir ordu başında bizzat yürüdü. Bu sefer sırasında, ordunun disiplinini sağlamak için son derece şiddet gösterdiği gibi, Anadolu'daki ihtilallerin elebaşılarını da yakalatıp öldürttü; nihayet Kafkasya'daki Revan (bugünkü Erivan) bölgesiyle, İran Azerbayca-m'nı İranlılardan geri almayı başardı; ikinci bir seferinde ise Bağdat'ı geri aldı. Bunun üzerinedir ki, Osmanlılarla İranlılar arasında, yukarıda anılan Kasrı Şirin Antlaşması (1639) imzalanmıştır. IV. Murat, I. Selim gibi çok şiddetli ve kan dökücü ve aynı zamanda II. Selim gibi de şaraba, kadına ve her tür zevk ve sefaya çok düşkün bir adamdı; 30 yaşında öldü (1640). Sultan Murat'ın ve etrafındakilerin şiddeti, sipahi ve yeniçerilerin disiplinini sağlamayı, memleketteki iç savaşları gidermeyi, her tür suiistimali eksiltmeyi; iç barış ve asayişi sağlayarak iktisadî durumu düzelmeyi ve bu suretle devlet gelirlerini 120 TARİH artırmayı hayliden hayliye başarmıştı; bunun sonucu olarak, Osmanlı Devleti, adeta Süleyman devrindeki parlaklığı tekrar kazanır gibi oldu (Res. 84). 17 ASIRORTALARINDA OSMANLI KÜLTÜRÜ Osmanlı şairlerinin hiciv ve kaside söylemekte birincisi sayılan Nefi (Res. 85) ile Osmanlı Devleti'nin duraklama ve gerilemesini araştırarak IV. Murat'a kıymetli bir rapor sunan siyasisetnüvis Koçi Bey zamanının aydınlarındandı. Sultan Murat'ın şeyhülislamlarından Yahya Efendi, âlim, şüpheci bir filozof ve şairdi. Zamanının hemen bütün ilimlerine aşina sayılan Kâtip Çelebi de (Hacı Halife) (Res. 87) bu devrin âlimlerindendir. Kâtip Çelebi, aşina olduğu ilimlerden bazılarını Hollandalı bir dönmeden öğrenmişti; yani artık bu devirde Doğunun Batı ilimlerinden yararlanması zorunluluğu doğmuştu. Genel olarak Osmanlı kültürünün değişmesinde IV. Murat devri bir basamak oluşturur. Osmanlı kültürü özelliğini henüz yitirmemiş-tir; Süleyman devrindeki büyüklük ve görkem korunmakla beraber, daha yaratı kuvvetini kaybetmemiştir. Nef i'de Baki'nin ciddiyet ve görkemi yoksa da, cesur ve hicivci zekâsı bu eksikliği doldurmaktadır. İkinci bir Sinan çıkıp, ikinci bir Selimiye'yi yaratamamışsa da, "Bağdat Köşkü" (Res. 88-90) gibi, Osmanlı mimarisinin dindışı abideleri arasında en nefislerinden olan bir güzelliği yaratacak sanatkârlar henüz vardı. Bağdat Köşkü, klasik Osmanlı-Türk mimarisinin, Osmanlı-Türk çinicilik ve ağaç işçiliğinin asalet, sadelik ve özelliğini asla kaybetmemiş bir abidesi sayılabilir.1 Yalnız bu devirde medrese teşkilat ve öğretiminde bir gerilik görülür. Kanunî Süleyman devrinde iyileştirilip genişletilerek zamanın ihtiyaçlarına uygun birer yüksek tahsil müessesesi haline getirilen medreseler, gerilemeye yüz tutmuş; tıp, felsefe, matematik ve tabiat gibi ilimler üzerine yeterli bilgi ve yetkinlikle ders verenler hemen yok denilecek derecede azalmıştı.2 * Siyasetnüvis: Siyasi olayları yazan kişi (Kaynak Yayınlan'nın notu). 1 Bu devirde Bağdat Köşkü'nde görülen nefis eserlerden başka Osmanlı-Türk güzel sanatlarındaki özel zevk ve ustalığı gösteren başka eserler de kalmıştır (Res. 91-95). 2 Kâtip Çelebi yaşadığı devirdeki bu geriliği şöyle anlatmaktadır: "Osmanlı Devleti öncülerinden merhum Sultan Süleyman Han zamanına gelince, hikmet İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ İLK BÜTÇE 121 IV. Murat ölünce yerine geçen zevke düşkün, deli ve kan dökücü ibrahim'in saltanat devriyle (1640-1648), o boğdurulduktan sonra yedi yaşında bir çocukken tahta çıkan IV. Mehmet'in ilk zamanlan, IV. Murat'tan önceki devreye çok benziyordu: Başsızlık, hükü-metsizlik, kargaşalık başkent ve eyaletlerde yine meydana çıkmıştı. Özellikle IV. Mehmet'in çocukluk zamanında devletin mali işleri, askere ve memurlara maaş verilemeyecek derecede bozulmuştu. Bu sıralarda Tarboncu Ahmet Paşa adlı bir sadrazam 1652'de Osmanlı Devleti'nin düzenli ve ayrıntılı bir bütçesini düzenlemeye kalkıştı. Bu bütçeye göre, o zamanda yani 17. asrın tam ortasında devletin 24 bin yük akçe geliri ve 25 bin 200 yük akçe de gideri görünüyor. 100 bin akçeye bir yük denildiğine ve o zamanlar bir akçe, imparatorluğun son devirlerindeki bir gümüş kuruşa, yani altın liranın yüzde l'ine aşağı yukarı karşılık geldiğine göre, Osmanlı bütçesinin gelirleri 24 milyon altın lirayı, giderleri 25 buçuk milyon altın lirayı bulmuş ve bütçe açığı 1,5 milyona kadar çıkmış demekti ki, Kanunî Süleyman devrinde tahmin olunan bütçenin yaklaşık 12 misliydi. Bu artma, Süleyman zamanında yerlerinde kalan vergi gelirlerinin merkeze alınması, bazı vergilerin artması, tımar ve zeamet arazisinin satılması ve bazı memuriyetlerin de para karşılığı verilmekte olmasıyla ortaya çıkmıştı.1 DURUMU DÜZELTMEK İSTEYENLER DEN KÖPRÜLÜLER Az aralarla birbirini takip eden birçok sadrazam iç karışıklıkları bitirmeyi ve Girit Savaşı'nı iyi bir şekilde sona erdinmeyi bir türlü başaramıyorlardı. Niile şeriat ilimlerini bir araya toplayan araştırmacılar meşhurdular. Ebülfetih Sultan Mehmet Han sekiz medreseyi inşa edip "kanun üzere meşgul oluna" deyu vakfiyesinde kayit ve Haşiyei tecrit ve Şerhi mevakif derslerini tayin eylemişti. Sonra gelenler bu felsefedir deyu kaldırıp Hidaye ve Ekmel dersleri okumayı makul gördü. Yalnız ona iktisar makul olmamakla, ne Felsefiyat ve ne Hidaye ve Ekmel kaldı. Bununla Rum'da ilim alanına kesat gelip ehli tükenmeye yakın olmakla bazı kenarda yer yer kanun üzere meşgul olan ilk talipler Rum'a gelip büyük tafra satar oldu. Onları görüp asrımızda bazı yetenekliler, hikmet talibi olup sıradanlar dahi görüşme ve ders esnasında yetenek sahibi talebeye Sokrat Eflatun'u özendirdiği gibi eşya ilmi hakikatleri tahsiline özendirip bu risalede dahi vasiyet ve cümlesine nasihat için birkaç rnad-de belirttim ve anlattım." (Mizanülhak fi ihtiyarülehak, Kâtip Çelebi, Tasviriefkâr tabı, Hc. 1280,8.8-9.) Tarhoncunun Bütçe Lâyihası, zamanımıza kadar gelip yetişmiştir. Bu layihayı düzenle122 TARİH hayet Venedikliler, Akdeniz Boğazı'nı kapatarak, Osmanlı'nın başkentini adeta yarım bir abluka altına aldıkları ve iç buhranlar pek had bir devreye girdiği sıralarda Köprülü Mehmet Paşa (Res. 96) adlı 75 yaşında ihtiyar bir vezir, 1656'da sadrazamlık makamına getirildi. Bu seneden itibaren Osmanlı tarihinde "Köprülüler Devri" denilen bir devir açıldı. Bu devirde sadrazamlığa geçen Köprülü ailesine mensup paşalardan Mehmet Paşa ve oğlu Fazıl Ahmet Pasa (Res. 97) ile damadı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa (Res. 98) ve Fazıl Mustafa Paşa en çok şöhret kazanmışlardır. Köprülü Mehmet Paşa, devletin en sağlam dayanağı olan orduyu, çok şiddetli uygulamalarla disiplin altına aldı; karşı gelmek isteyenlerden dört bin kişiyi öldürterek cesetlerini denize attırdı. Hükümet idaresini karıştırmak, yiyicilik yapmak, rüşvet almak gibi fenalıkları görülen adamların en yüksek derecede bulunanlarını da hatır ve gönüle bakmaksızın merhametsizce cezalandırdı. İhtiyar vezirin doğruluğa dayanan şiddeti, az zamanda devletin dizginlerini tamamen ve bağımsız olarak ele alabilmesini sağladı ve aynı zamanda israfları ve fazla masrafları eksilterek devlet hazinesini sıkıntıdan kurtardı. Artık gemiler ve asker hazırlayıp Çanakkale Boğazı'm tehdit eden Venediklilere karşı yürünebilirdi, yüründü; Boğaz önündeki Bozcaada ve Limni'yi geri alarak, Boğaz'ı tehditten ve İstanbul'u (Res. 99) ablukadan kurtardı. Köprülü Mehmet, bu suretle yakın tehlikeyi def ettikten sonra, Erdel, Eflak, Buğdan taraflarında bazı başarılar kazandı. Anadolu'da başkaldıran Abaza Hasan Paşa ayaklanmasını olağanüstü bir şiddetle bastırdı. Sekiz sene içinde dış baskıyı kaldırmayı ve iç karışıklıkları yok etmeyi başararak, 83 yaşında öldü. Osmanlı devletçiliği açısından, Köprülü Mehmet Paşa, büyük iş görmüş bir adam sayılır; Osmanlı tarihçileri Köprülü'ye, adaşı Sokol-lu kadar kıymet ve önem verirler; lakin son derece kan dökücü olduğunu da itiraf ederler. İstanbul'da ve taşrada 30 bin kadar memleket evladını idam ettirmişti ki, sadrazamlığının her ayına 500 nüfus isabet etmektedir. Bu öldürülenler arasında Anadolu halkından hiç günahsız adamlar da az değildi. yen Tarhoncu Ahmet Paşa, devlet idaresinin iyileştirilmesini her şeyin önünde tutan, uzlaşmacılık ve ikiyüzlülük bilmez, doğru özlü, doğru sözlü bir adam olduğundan, ötekinin berikinin şahsî çıkarlarına dokunacak şekilde reform ve düzenlemelere kalkışmış ve bundan dolayı zamanının büyükleri arasında birçok düşman kazanmıştı. İşte bu düşmanları sonunda galip gelerek sadakat ve istikametinin mükâfatı olmak üzere, kendisini sadrazamlıktan almış ve öldürtmüşlerdir. İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 123 Mehmet Paşa ölünce, yerine kendi tavsiyesiyle oğlu Fazıl Ahmet Pasa getirildi (1662). Köprülü Ahmet Paşa, babası gibi yalnız tecrübe mekte-binde bilgi edinmiş ihtiyar bir adam olmayıp, zamanına göre âlim denilecek derecede öğrenim görmüş 27 yaşında bir gençti. Fazıl Ahmet Paşa, babası gibi şiddetli ve kan dökücü değildi; fakat siyasette yetkinliği, idarede düzenliliği ve savaşta ustalığıyla babasını aratmamıştır; hele medenî işlerle ilgisi babasından çok fazlaydı. Yukarıda Avusturya ve Leh savaşlarından bahsolunurken anılan Vaşvar ve Bucaş antlaşmaları, Ahmet Paşa zamanında yapıldı. Vaşvar'ın hükümleri Jitvatorok'tan farklı değildi. Görülüyor ki Köprülüler devrinde dahi Merkezî Avrupa'da Osmanlı sının ko-runabilmiştir. Girit'in zaptı da onun zamanında Kandiye'nin fethiyle tamamlanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu, içeride çok kargaşa ve karışıklıklara uğramakla beraber, 17. asnn ikinci yarısı başlarında bile sınırlarını koruyabilecek ve hatta az da olsa genişletebilecek bir kudret ve hayatiyet gösterebilmekteydi. Köprülüoğlu 15,5 sene sadrazamlık yaptı. Ona gelinceye değin, bu kadar uzun müddet sadrazamlıkta kalabilen hiçbir vezir olmamıştır. Avcı lakabıyla meşhur Sultan IV. Mehmet Köprülülere tamamen güvenmiş ve devlet işlerini onlara bırakarak kendisini büsbütün avcılığa vermişti. Köprülü Ahmet Paşa, 40 yaşında öldü (1676). Böyle genç yaşında ölmesinin sebebini, tarihçiler, fazla içki içmiş olmasına atfederler. Köprülü Ahmet Paşa'nın yerine, Köprülü Mehmet Paşa'nın damadı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa geçti. Kara Mustafa da Fazıl Ahmet gibi birinci Köprülü'nün dairesinde yetişmişti. Fakat kaynatasının ve kayınbiraderinin iktidar ve yeteneğine tamamen sahip olamadığını, İkinci Viyana Kuşatması'nda mağlup olmakla göstermiştir: Osmanlılar İkinci Viyana Kuşatması'nda (1683) başarılı olamayarak geri çekildikten sonra artık Merkezî Avrupa'ya bir daha saldıramamışlar, durmaksızın gerilemek, geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Fazıl Ahmet Paşa'nın ölümüne kadar, imparatorluğun gerilemesi bir duraklama gösterir. Kanunî Süleyman devrindeki durum şöyle böyle, hiç olmazsa dışarıya karşı korunur. Fakat 1683'ten sonra gerileme devrinin geri çekilme faslı 124 TARİH başlar: Bu tarihten itibaren Osmanlılar, özellikle Avrupa'da tarihî bir geri çekilişte bulunurlar ve bu geri çekilmenin başlamasıyla Hıristiyan Avrupalıların Müslüman Türkleri Asya'ya atmak emeli'nm ifadesi demek olan "Doğu Meselesi" henüz adı verilmeksizin söz konusu olur. B. ON YEDİNCİ ASIRDA AVRUPA /. ON YEDİNCİ ASIR B AŞINDA AVRUPA'YA GENEL BİR BAKIŞ 16. asrın sürekli savaşlarından sonra Avrupa bir barış devri geçirecek samlabilirdi. Öyle bir devir görülmedi. Mücadelelerin devamı için önemli sebepler vardı: Siyasî ihtiraslar tatmin olunmamış, dini anlaşmazlıklar da bertaraf edilememişti. 17. asrın mücadele ve savaşlarını anlayabilmek için ilk önce Avrupa'nın bu asrın başındaki manzarasını, genel vasıflarını incelemek gerekir. Bu devirde Avrupa'nın doğusunda üç büyük devlet vardır: Osmanlı İmparatorluğu, Lehistan ve Rusya. Osmanlı Imparatorluğu'mm Akdeniz'in doğu kısmının ve Karadeniz'in çevrelerini kapladığı, Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının birbirine yaklaşan kısımlarında yayılmış bulunduğu bilinmektedir. Ana direği Türk, halkının çoğu Müslüman olan bu devlet, yalnız Avrupa'da bütün Balkan Ya-rımadası'nı ve Macaristan'ın büyük kısmını doğrudan doğruya idaresi altında tutuyor, Eflak, Buğdan, Transilvanya ile Kırım Hanlığı'nı imtiyazlı tabiiyetinde bulunduruyordu. Lehistan, bugünkü Lehistan'dan çok genişti. 14. asrın sonlarına doğru birleşmiş iki devletten, asıl Lehistan ile Litvanya'dan meydana gelmişti. Bu devlet fetihlerle bugünkü Rusya'nın da bazı kısımlarını, Küçük Rusya'yı ve Ukrayna ile Beyaz Rusya'nın bir kısmını ele geçirmişti. Bundan başka Lehliler, B al tık Denizi'nde Riga Körfezi sahillerine yerleşmişlerdi, Kurlant ve Prusya dukaları da tebaalarıydı. Rusya, Karadeniz ile Baltık Denizi sahillerine inemiyor, ovalarında kapalı kalmış bulunuyordu. Buna karşı Hazar Denizi'ne kadar bütün Volga havzasındaki Türk hanlıklarını ele geçirmiş; Urallar'm ötesinde, SibirİMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 125 ya'da genişlemeye başlamıştı. Bununla beraber Rusya bu devirde Roma-nof hanedanının hükümete geçmesiyle sonuçlanan bir anarşi içindedir. Lehistan halkının önemli kısmı Katolik; Ruslar, Ortodokstu. Kuzey Avrupa'da her ikisi de Protestanlığı kabul etmiş olmakla beraber birbirine rakip olan İsveç ve Danimarka mevcuttu. Kralları, Holişta-yınlı Alman prenslerinden olan Danimarka, Yutlant Yarımadası'yla Danin, marka adalarından başka İsveç'in güneyine, bütün Norveç'e ve İzlanda'ya hâkimdi. Vaza hanedanına mensup faal kralların idaresinde bulunan İsveç, arazisini daha çok genişletmeye bakıyordu. İsveçliler, Baltık Denizi'nin karşı sahilindeki Finlandiya'yı ve Estonya'yı ele geçirmişler, Lehistan'ın tabiiyetindeki diğer sahillere de göz koymuşlardı. Merkezî Avrupa son derece parçalanmıştı. Siyasi ayrılıklardan başka dini ayrılıklar Avrupa'nın bu kısmını siyasî ve dinî mücadelelere sahne yapmıştı. Almanya dahil olmak üzere bu alanın büyük bir kısmı Kutsal Roma Germen İmparatorluğu çerçevesi içindeydi. Bu imparatorluk, tamamı bağımsızlık davasında bulunan çeşitli boy ve genişlikte üç yüz kadar hükümetten meydana gelen bir konfederasyondan başka bir şey değildi. İmparatorluğun en önemli devleti, hükümdarları Habsburg hanedanından olan Avusturya'ydı. Bu hanedan 15. asırdan beri imparatorluk ve 16. asırdan beri de Bohemya taçlarını ele geçirmişti. Macaristan'ın ancak küçük bir kısmı elinde olduğu halde Macar tacına da sahip olmak davasındaydı. Habsburg hanedanına ait araziden başka Alpler arasında iki küçük devlet daha vardı: Biri on üç kantondan meydana gelen bir birleşik heyet olan İsviçre, diğeri Fransa ile İtalya arasındaki Alpler'in iki tarafını işgal eden Savua Dukalığı. Bu dukalık Piyemonte'yi ele geçirerek Kuzey İtalya'da genişlemeye çalışıyordu. .Güney Avrupa'da İtalya Yarımadası'yla İspanya'ya gelince: bu iki memleketin kaderi kısmen ortaktı. Çünkü İspanya Habsburglan, Savua Dukalığı ile Venedik Cumhuriyeti dışında bütün İtalya'nın gerçek hâkimi konumunda bulunmaktadır. Milano arazisiyle Napoli Krallığı doğrudan doğruya onlara aittir. 126 TARİH Servet ve şöhretini geçmişine borçlu olan Venedik Cumhuriyeti ise bu devirde Avrupa'da ancak ikinci derecede rol oynayabilecek bir haldedir. Bütün İberik Yarımadası 'm işgal eden ispanya, görünüşteki parlaklığına rağmen, gerçek bir gerileme içindedir. Fransa'ya karşı mağlup olmuş, mezhepleri ve hürriyetleri için ayaklanmış olan Hollandalıların fiilî bağımsızlığını bir ateşkesle kabul etmek zorunda kalmıştı. Bununla beraber İspanya'nın Avrupa'da üstün ve hâkim olmak davası bitmiş değildir. Bu hususta İspanya Habsburglarının siyaseti, Avusturya Habsburglarmın si-. yasetinden ayrılmıyor. Aynı hanedanın bu iki kolunun ihtirasları bütün Avrupa ve özellikle Fransa için büyük bir tehlike oluşturmaktadır. Avrupa'nın batısında İspanya'dan başka Fransa ve İngiltere ve bir de İs-koçya ve Felemenk gibi iki küçük devlet vardır. Fransa, bu .devirde içeride sükûna kavuşmuş, dışarıda da kuvvetli tanınmış bir devlettir. Fransa sınırlarının ötesindeki arazi, ya İspanya veya Avusturya Habsburglarının hâkimiyet veya nüfuzu altındadır. Habsburg-lar, Avrupa'da başka devletlere üstün gelmek istedikleri takdirde bu durum, Fransa için büyük bir tehlike oluşturabilirdi. İrlanda'yı da kendisine bağlamış olan İngiltere, Elizabet'ten sonra krallığa gelen Stuart hanedanının idaresi altında eski önemini kaybediyor. İç idare itibariyle bu hanedan hükümdarlarının yaptıkları hatalar, bu memleketi iç mücadelelere sevk ettiği için dış siyaset itibariyle adeta siliniyor. İngiltere kralı, İskoçya'nın da kralıdır. Fakat iki devletin şahsi birliği, İskoçya'yı da İngiltere'deki iç karışıklıklara sürüklemekten başka bir şeye yaramamıştır. Nihayet İspanya boyunduğundan yeni kurtulmuş olan Birleşik eyaletler, yani Felemenk, arazisinin küçüklüğüne rağmen 17. asırda büyük bir rol oynamaya hazırlanmaktadır. Devletlerin açıklanan bu siyasi durumları sonucunda 17. asırda Kuzey ve Doğu Avrupa'da silahlı anlaşmazlıklar eksilmemiş, Merkezî ve Batı Avrupa'da da 16. asırda olduğu gibi Habsburglar yani Avusturya ve İspanya ile Fransa arasında üstünlük davası ve rekabet yüzünden yeniden geniş bir mücadele açılmıştır. T İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 127 2. ON YEDİNCİ ASIRDA AVRUPA DEVLETLERİNİN İÇ GELİŞMELERİ 17 ASIR DEVLET- devletlerin genel Vasıfları 17.asırda Avrupa, yeni bazı vasıflar gösterir: Bir kere isviçre kantonları konfederasyonu ile Felemenk bağım- sız ve yeni birer devlet olarak tanınıyor, Rusya da, şimdiye kadar bir Asya devleti olarak kabul olunurken şimdi Avrupa devletleri ailesine karışıyor, bu suretle Avrupa devletlerinin sayısı çoğalmış oluyordu. İkinci olarak, mutlakıyet rejimi büyük ilerlemeler sağlıyor, ortaçağın en yaygın rejimi olan derebeylik ancak Almanya ile Lehistan gibi bazı memleketlerde -o da az çok değişmiş bir şekilde- varlığını koruyor. Mutlakıyet, evvelce Osmanlı İmparatorluğu ve İspanya gibi bazı memleketlerde kurulmuştu. Bu asırda diğer memleketlerde de ve özellikle Fransa ile Rusya'da gelişiyor. Bununla beraber bu rejim bir taraftan da bazı memleketlerde şiddetli direnişlerle karşılaşıyor ve burjuvazi, varlığını hissettirmeye başlıyor. Hürriyet rejimine gidecek olan hareket 17. asırda başlıyor denebilir. Şimdi bu vasıflara göre Avrupa'nın doğusundan başlayarak çeşitli devletlerin gelişmesini kısaca gözden geçirelim (Harita. 8). 16. asrın sonlarında IV. İvan'dan sonra Rürik hanedanı çarları son bulmuş, Rus çarlarını Boyarlar yani Rus beyleri içlerinden seçmeye kalkmışlardı. Bu yüzden uyanan rekabetler büyük bir anarşiye sebep oldu. Bundan yararlanan Lehliler Moskova'ya kadar sokuldular. Fakat bir tepki sonucunda yabancılar kovuldu ve bir patriğin oğlu olan Mihail Romanof çarlığa seçildi (1613). Romanofha-nedanının, iktidar mevkiine geçmesiyle Rusya'da karışıklık devri son bulur, önemli bir gelişme devresi başlar. Bu hanedandan I. Aleksi zamanında gizli zabıta teşkilatı vücuda getirildi, askerî kuvvetler artırıldı. Din, hükümeti destekleyecek bir alet gibi kullanıldı. Ayaklanmalar bastırıldı. Gerçek bir mutlakıyet kuruldu. Fakat bir taraftan da Batılılaşmanın zorunluluğu anlaşılmıştı. Rusya'ya yabancı tacirler çağrıldı. Hazar Denizi'nde bir ticaret filosu meydana getirildi. Avrupa'nın çeşitli merkezlerine elçi heyetleri gönderildi. Kadınlar, kapalı ve dünya işlerinden uzaklaşmış vaziyet128 TARİH lerinden çıkarılmak, güzel sanatlara yer verilmek istendi. Bu suretle Rusya Avrupalılaşmak yolunda ilk adımlarını atmaya başlar. İlerici olan bu gelişme hareketi asrın sonlarında /. Petro'nun (Res, 100) çarlığa gelmesiyle kesin bir mahiyet alacaktır. LEHİSTAN Tabiî sınırlardan mahrum bulunan bu memleket, çeşitli bölgelerden meydana geliyordu. Halkından Lehliler Katolik, Almanlar Luteryen, Ruslar Ortodokstu. Bundan dolayı coğrafî, siyasî, millî ve dinî bir birlik göstermiyordu. Bundan başka Lehistan toplumu dengeye sahip değildi. Birkaç büyük şehirdeki sanat ve ticaret, siyasî hayatta hiçbir hissesi olmayan Alman ve Yahudilerin elindeydi. Şu halde halkın diğer iki sınıfına yani köylüler ve aristokratlara karşı bir denge sağlayacak millî bir burjuvazi yoktu. Halkın en büyük kitlesini oluşturan köylüler, ortaçağın serfleri gibi toprağa bağlıydı. Vergi yükü bu sınıfın omzunda olduğu halde kanunun korumasından yararlandığı yoktu. Felaket ve sefaletlerinden sorumlu gördükleri efendilerine yani aristokratlara karşı nefret duygusu içinde ve her an ayaklanmaya hazırdı. Toprakların sahibi olan zadegan, bütün hak ve imtiyazlara sahipti. Ortaçağda asiller eşit sayıldığı halde bu memlekette aristokrasi ayrı üç sınıf halindeydi. Hükümet teşkilatı da kuvvetli bir hükümetin kurulmasına uygun değildi. 16. asrın sonlarından itibaren seçilerek devletin başına getirilen krallara aristokratların kabul ettirdikleri bir sözleşme (Pacla Conventa), onları hemen her türlü yetkiden mahrum bırakmıştı. Kralın Lehistan'da ve Lit-vanya'da ölene kadar kalmak şartıyla tayin edilmiş ve yalnız Seyim'e (millet meclisine) karşı sorumlu olan nazırları vardı. Şeyim ise karar vermek kabiliyetinden mahrum gibiydi. Üyelerden yalnız birisinin bile muhalif olması, Liberum veto'sunu kullanması, her kararı durdurmaya yeterli gelirdi. Devletin ne yeterli parası ve ne de düzenli ordusu vardı. Arada bazı faal krallar tahta geçmişse de siyasî ve toplumsal bünyenin kararsızlığı dolayısıyla anarşi son bulmamıştır. İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 129 İSVEÇ Vaza hanedanı, İsveç'in bağımsızlığını kazanmak için aristokrasiyle el ele vermek zorunda kalmış, onların nüfuz ve imtiyazlarını kabul etmişti. 17. asrın birinci yarısında krallık, özellikle Güstav Adolf zamanında Luteryanizmin savunulması için Avrupa savaşlarına karışarak büyük başarılar elde etti. Bu kral, aristokrasiye karşı da uzun bir mücadeleye girişti. Bu suretle Güstav Adolf ve kızı Kristin mutlak bir nüfuz kazandı. Gerçi XI. Karl'ın çocukluğu zamanında aristokrasi yeniden kuvvetlenmişse de asrın sonlarına doğru bu kral bir hükümet darbesiyle bütün hükümet kuvvetlerini elinde topladı. Savaşlardan ve iç mücadelelerden zayıflamış olan İsveç'e yeniden toplanmak için barış elde edebildi. ALMANYA 17. asırda Kutsal Roma Germen İmparatorluğu'nu oluşturan üç yüzden fazla devletin bağımsızlık fikri daha çok gelişiyor. Vicdan serbestisi de sınırını daha çok genişletiyor. Devletlerin başındaki prensler, bağımsızlıklarını korumak için yabancılarla bile ittifak yapmaktan çekinmeyecek bir zihniyettedir. Almanya, başında bir korkuluktan başka bir şey olmayan imparator tarafından değil, bir prensler oligarşisi tarafından idare olunuyor. İmparatorluk artık bir isimden başka bir şey değildir. Memleket de Otuz Yıl Savaşı sonucunda büyük haraplık ve sefalete uğramış, her türlü fikrî hareket de durmuştur. Almanya hükümetleri arasında bu devirde hiçbir millî bağın izi görünmüyor, hiç kimse ortak vatan düşünmüyor. Her prens kendi çıkarlarını her şeyin üstünde tutuyor. Bazıları merkeziyetçiliği geliştirerek nüfuzlarını artırmaya çalışıyorlar. Sonuçta bazı yeni ve kuvvetli hükümetlerin esası kurulmuş oluyor. Gerçekten 18. asırda kuvvetli bir devlet olarak göreceğimiz Prusya'nın gelişimi 17. asırda hazırlanmıştır. Başında Hohenzolern hanedanı bulunan Prusya'nın ilk çekirdeği, İslav-ları durdurmak için kurulan Brandeburg askerî sınır vilayetidir. Buna daha sonra Prusya Dukalığı gibi bazı ayrı arazi parçaları eklendi. 17. asrın ortalarında Brandeburg ve Purusya'nın başındaki prens, Almanya imparatorunu seçmek hakkına sahip bulunuyorsa da gerçek bir kudret ve nüfuza sahip değildi. Arazisi fakir, nüfusu da azdı. Fakat Hohenzolern hanedanı 130 TARİH ve özellikle Büyük Elektör adını alan Frederik Vilhelm (1640-1688) nüfusu çoğaltmak, iktisadî faaliyeti artırmak, kuvvetli bir ordu meydana getirmek ve memleketin idaresini merkezileştirmek suretiyle bu fakir ve parça parça olan memleketten kuvvetli bir devlet meydana getirdi. Frederik Vil-helm'den sonra gelen I. Frederik (1688-1713) ortalama bir kabiliyette olmakla beraber, unvanını, Prusya Kralı gibi şöhret ve nüfuz kazandıran bir unvana çevirmeyi başardı. Bu suretle 17. asırdaki Hohenzolern prensleri, realist siyasetleriyle Prusya'ya parlak bir gelecek hazırlamış oldular. AVUSTURYA Avusturya'ya gelince, orta Tuna bölgesinde yoğun ve geniş bir alana hâkim olan Avusturya, Almanya İmparatorluğu tacına da sahip bulunan Habsburgların elindeydi. Avusturya, yukarı ve aşağı Avusturya ve Alp memleketleri ile Bohemya, Moravya ve Siliz-ya'dan ve Macaristan'ın bir kısmıyla Hırvatistan'dan meydana geliyordu. Bu memleketler ne din, ne dil ve ne de çıkar itibariyle asla homojen değildi. Öyle olduğu halde Habsburg hanedanı, Katolik mezhebini bütün bu memleketlerde hâkim kılmak, millî imtiyazları bertaraf ederek kontrolsüz ve kalıtsal bir kudret elde etmek, yani merkeziyet ve mutlakıyet kurmak gibi büyük siyasî emeller peşindeydi. Otuz Yıl Savaşı'mn patlamasına sebep olan Çeklerin ayaklanması üzerine Habsburglar, Bohemya'da emellerine ulaşmışlarsa da Macaristan'da tam bir başarısızlığa uğramışlardır. Macarların Avusturyalılara karşı mücadelesini Osmanlı İmparatorluğu'nun daima himaye etmiş olduğu ve bazen de bunun için savaşı göze aldırdığı yukarıda görülmüştür. Osmanlı tarihinde adlan geçen Tökeli ve damadı Rakoçi bu mücadelenin en tanınmış simalarıdır. Karlofça Antlaşması'yla Osmanlı İmparatorluğu'nun Macaristan'dan geri çekilmesinden sonra Macarlar Avusturyalılara itaate razı olmuşlarsa da millî ve eski hürriyet ve imtiyazlarım da korumuşlardır. İTALYA İtalya, 17. asırda da parçalanmış ve birlikten mahrum bir halde kalmaktadır. Kimi bağımsız kimi de İspanyolların idaresinde bulunan zayıf hükümetlerin baskıcı idaresi altında ayaklanmalar eksik değildir. İtalya her yönden gerileme manzarası göstermektedir. İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 131 Venedik ve Ceneviz Cumhuriyetleri şerefli mazileriyle kıyaslanamayacak bir durumdadır. Venedik, bu asırda Doğu Akdeniz'deki sömürgelerini kaybeder. Kilise hükümetlerinde akrabayı kayırma siyaseti ve halkın sefaleti son derecededir. Dukalıklar arasında Savua, bu asırda bazı ilerlemeler sağlar. İspanya sömürgesi durumunda bulunan memleketlerin yabancı hâkimiyeti altındaki durumları da çok elimdir. Özetle Merkezî ve Güney Avrupa'da Brandeburg ve Savua dışındaki diğer memleketlerde ne pek önemli bir kuvvet ne de sağlam teşkilat vardır. Aşağıda Avrupa'nın bu kısmında 17. asırda da mücadelelerin devam ettiğini göreceğiz. İSVİÇREVEFELEMENK Avrupa'nın ortasındaki İsviçre ile Kuzey Denizi sagösterirler. hilindeki Felemenk, başka bir manzara Bunlar cumhuriyet usulüyle idare olunuyorlarsa da henüz birer demokrasi haline gelememişlerdir. İdareleri burjuva aristokrasisi elindedir. isviçre dış siyaseti itibariyle daima tarafsızlığını koruyor, fakat Avrupa'nın çeşitli memleketlerine ücretli asker veriyor. İçerideyse siyasî, iktisadî ve dinî ayrılıklar, zaman zaman karışıklıklara sebebiyet vermektedir. Felemenk'in 17. asırda iç tarihinde, Stathouderleı ile Cumhuriyetçiler arasındaki mücadeleler dikkati çeker. Statuderlik, ilk önce seçilerek iş başına gelen bir valilik durumundayken, İspanyollara karşı olan mücadelede önemini ve nüfuzunu artırdı, kalıtsal bir nitelik aldı. Statuderler artık Oranj (Orange) hanedanından seçiliyordu. Statuderler 17. asrın ortalarına kadar memleketin hâkimi oldular. Bundan sonra cumhuriyetçi burjuvalar hükümet başına geçtiler. Asrın sonlarında Fransızların istilası üzerine nüfuz tekrar Oranj hanedanına geçti. Bu mücadelelere rağmen Hollandalılar, deniz ticareti ve sömürgecilik sayesinde büyük bir iktisadî refaha kavuştular. Sanatçılar ile tacirler edebiyat ve güzel sanatlara ilgisiz kalmadıkları için Felemenk'te filozof Spi-noza ve ressam Rembrandt gibi meşhur adamlar yetişti. İSPANYA İspanya, 17. asırda siyaset itibariyle ikinci derecede devletler arasına girer. Halbuki İspanya'nın edebiyat ve sanat itibariyle en parlak devri bu asra rastlamaktadır. 132 TARİH 17. asırda İspanya'yı idare eden krallarla hükümet adamlarının yetersizliği, hükümet ve idaredeki düzensizlik ve karışıklığın önüne geçecek çarelerin bulunmasına engel olmuştur. Yorulmadan büyük kazançlar isteyen İspanyolların önemli bir kısmı memuriyet düşkünü olmuştu. Halkın beşte biri memurdu. Memurlar zenginleşmek için halkı çeşitli tarzda eziyorlardı. Halk, genel olarak ilgisiz ve âtıldı. Gerilemenin sebeplerinden biri de buydu. Toplumsal sınıflardan ruhban heyetinin önemli bir kısmı bir tembel yatağı haline gelen manastırlarda yaşıyordu. Aristokratların ufak bir kısmı geniş malikâne ve servetlere sahip olduğu halde diğer büyük kısmı mağrur, fakat yoksul ve tembeldi. Aristokrat sınıfı ile halk arasında bir orta sınıf yoktu, çünkü sanat ve ticaret mahvolmuştu. Asıl halk, kazancı az olan esnafla birtakım kaçakçılardan, hırsızlardan ve dilencilerden meydana geliyordu. Memleketin tabiî servetlerinden yararlanılmıyordu. İktisadî gerileme son dereceyi bulmuştu. Bundan da yabancılar yararlanıyordu. Buna karşı edebiyat ve güzel sanatlar en parlak devrini yaşıyordu. Tiyatro, roman ve tarih alanında yazı yazan bazı yazarların ve mesela Ser-vantes'in eserleri İspanya dışında da takdir edilmiştir. İspanyol ressamlarından Velasques ve Murillo Avrupa'nın en büyük sanatkârlarından sayılır. Bununla beraber fikrî ürünler itibariyle İspanya'nın bu parlaklığı geçiciydi. 1680'den sonra uyuşukluk, fikrî alana da yayılır. m FRANSA IV. Hanri'nin ölümünden sonra krallığın kudreti hayli sarsılmıştı. XIII. Lui henüz çocuktu. Anası Mari'nin naipliği devrinde asiller ve Protestanların tahrikleri, hükümeti idare edenlerin yetersizlik ve entrikacılığı hükümetin itibarını büsbütün bozmuştu. Toplanmaya davet edilen Etats generam, hükümetin bu kötü durumunu düzeltme çaresini bulamamıştı. 1624 tarihinde Kardinal Rişliyö'nün (Res. 101) belirli bir programla hükümetin başına gelmesi üzerine durum değişti. Rişliyö, Nant Fermanı'yla Protestanlara verilmiş olan ve hükümet içinde bir tür hükümetin kurulmasıyla sonuçlanan imtiyazları kaldırmak için Protestanlara karşı şiddetli bir mücadeleye girişti. Şiddet göstererek, gereğinde idam cezalan vererek aristokratların itaatini sağladı. Hükümet İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 133 teşkilatını merkezileştirdi. Ordu ve donanmayı düzeltti. Dış ticareti geliştirmek, sömürge kurmak suretiyle genel refahı artırmaya çalıştı. Rişliyö'den birkaç ay sonra XIII. Lui öldüğü zaman (1643), Fransa'da mutlakıyet kurulmuş, fakat her türlü kötü ihtimallere karşı dayanacak hale gelmemişti. XIV. Lui'nin çocukluğu da XIII. Lui'ninki gibi zorluklar içinde geçmiştir. Rişliyö'nün halefi olan İtalyan Kardinal Mazarin'ın malî siyasetini sebep gösteren Paris parlamentosu1 ve daha sonra prensler ve aristokratlar Fronde (sapan)2 adıyla tanınan ayaklanmaları düzenlemişlerdir. Krala karşı değil, yabancı nazıra karşı düzenlenen ve idare edilen bu ayaklanmaların sonucu, sefaletin artması ve mutlakiyetin bir kat daha güçlenmesidir. Fransa'da toplum bu devirde yine çeşitli sınıflara ayrılmış bulunmakla beraber gittikçe disiplin altına girmektedir. Hemen bütün sınıflar, kralın lütuf ve yakınlığını kazanmak için can atıyordu. Edebiyat ve sanat bile bazı teşkilat ve kurallara tabi tutuluyor; mutlakiyetin etkisinden uzak kalamıyor. Bir lügat meydana getirmek, çağdaş yazarların eserleri hakkında bir hüküm vermek üzere "Fransa Akademisi" kuruluyor. Bu devirde üç büyük yazar yetişmiştir: Paskal, Descartes, Corneille, Bazı yabancı etkilere rağmen güzel sanatlar millî bir vasıf taşımaktadır. Özetle, bu devirde birlik, kural, düzen ve itaat, her şeyde kendisini gösterir. XIV. Lui'ye dayandırılan "Devlet benden ibarettir" sözüyle Fransa'da siyasî mutlakiyet en ilerlemiş şeklini almış bulunuyor. 1661'den 1713 tarihine kadar yarım asırdan fazla bir zaman XIV. Lui Fransa'yı merkeziyet ve mutlakiyetle idare etmiştir. Vilayetlerin çeşitli teşkilatlarına ait hürriyetler ve imtiyazlar kaldırılmıştır. 1 Bu devirdeki parlamento, kralın fermanlarını kaydetme görevine de sahip olan yüksek bir mahkemedir. 2 Krallığın ve sarayın nüfuz ve kudretine karşı parlamentonun ve aristokratların ayaklanması, o sırada Paris'teki çocukların sapanla taş atmalarına engel olmak isteyen polise karşı direnişe benzetilmiş ve bu ayaklanmalara "Frond" adı verilmiştir. 134 TARİH Lui'nin en tanınmış nazırı Colbert'in çalışmalarıyla Fransa'nın maliyesi iyileştirilmiştir. Ziraat korunuyor, sanayi, teşkilat ve kurallara tabi tutuluyor, şirketler kurmak ve bir ticaret filosu inşa etmek suretiyle ticaret geliştiriliyordu. Mutlakiyet, ordu ve din işlerinde de kendisini hissettirmiştir. XIV. Lui devri, görünürdeki bütün parlaklığına rağmen genel sefalet içinde son bulmuştur. Fransız İhtilali'ni bu hükümet tarzı hazırlamıştır denebilir. İNGİLTERE Tüdor Hanedanı'ndan sonra 17. asrın başında hükümete geçen Stuart Hanedanı'mn ilk kralları /. Ceymis ve /. Çaıis Anglikanizme mensup ve fikren mutlakiyetçiydiler. Tüdorlar da mutlakiyete eğilimli olmakla beraber idareleri memlekete yararlı olduğu için halkça tahammül edilebilir görülmüştü. Stuartların yetersizlik ve beceriksiz-liğiyle beraber mutlakiyete fiilî bir durumun ötesinde hukukî bir geçerlilik kazandırmak istemeleriyse iki ihtilalin gerçekleşmesine sebebiyet verdi. I. Çarls memleketi parlamentosuz, yalnız nazırlarının yardımıyla idare etmeye kalktı. Kralın yüksek ve dinî hususlarda keyfî idaresini kendi hukukuna ve bazı halk sınıflarının eğilimlerine aykırı bulan parlamento, Çarls'a karşı mücadele açtı. Senelerce devam eden savaşlardan sonra, kral esir edilerek idam olundu. Krala karşı mücadeleyi idare eden Kromvel (Res. 103), kendi düşüncesine göre bir cumhuriyet idaresi kurdu (1653). Ordu, Lord Protector (Koruyucu Lord) adıyla Kromvel'i işbaşına geçirdi. Kromvel, ölümüne kadar (1658) memleketin mutlak hâkimi olmuştur. Hollandalıları, İspanyolları mağlup eden, seyrüsefer* nizamnamesini yayımlayarak ve sömürge siyasetine önem vererek İngiliz ticaretinin gelişmesinin koşullarını hazırlayan Kromvel, Elizabet zamanında olduğu gibi İngiltere'ye dışarıda büyük bir itibar kazandırdı. Kromvel'in ölümünden sonra, oğlu babasının kabiliyet ve idaresine sahip olmadığı için memleketi aynı tarzda idarede devam etmek istemedi. Anarşiye engel olmak için tekrar Stuart hanedanı devletin başına çağrıldı. //. Çarls bir müddet durumu idare edebilmişse de, halefi //. Ceymis'in hataları, Katolikliği kabul ile beraber İngiltere'yi de Katolikleştirmeye kalkışması, milleti yeniden Stuartların aleyhinde birleştirdi. Ceymis kaçtı. Oranj hanedanından Vilyem İngiltere'ye çağrıldı, Hukuk Beyannamesi'ni kabul edince krallığa geSeyrisefer: Trafik (Kaynak Yayınları'nın notu). İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 135 çirildi (1688). Eski fermanlar, kanunlar ve âdetleri tamamlayan bu beyannameyle İngiltere'de meşrutiyet tamamen kurulmuş sayılabilir. İngiltere, bundan sonra sağladığı ticarî gelişmeyle giderek Hollandalılarla Fransızların yerine geçmiştir. İngiltere, bu asırda ilim ve edebiyat itibariyle de önemli ilerlemeler sağlamıştır. Newton, Locke ve Milton bu devrin önemli ilim ve edebiyat adamlarıdır. Görülüyor ki 17. asır, İngiltere tarihi için büyük bir öneme sahiptir. İngiltere'nin servet ve gelişiminin iki önemli temeli, parlamentarizm rejimi ile deniz ticareti, bu asırda atılmış bulunuyor. 3. ON YEDİNCİ ASIRDA DEVLETLER ARASINDAKİ MÜCADELELER 17 ASIR ANLAŞMAZLARININ NİTRLİKLEERİ 16- asırdaki yenilgilerine rağmen Habsburglar, 17. asırda da Avrupa'da üstünlük davasından vazgeçme- dikleri için, kendilerine karşı özellikle Fransa'nın kışkırtmasıyla diğer devletler tarafından ittifaklar yapılmıştır. Vestefalya ve Pirene antlaşmaları Habsburglann üstünlük davasına son verir. Fakat aynı antlaşmalar, Fransa'ya büyük çıkarlar sağlamıştı. Öyle ki, XIV. Lui bütün Avrupa'yı kendi idaresine itaat ettirmek emeline düştü. Bundan dolayı bu defa da Avrupa dengesini korumak üzere Fransa aleyhinde ittifaklar yapılmaya başlanmıştır. Fransa'ya karşı açılan mücadeleyi sevk ve idare eden, İngiltere ile yeni Hollanda'dır. Bundan başka Doğu Avrupa'da şimdiye kadar tanınmış en kuvvetli devletler, Türkiye, Lehistan ve İsveç, zayıflamış ve gerilemişlerdi. Bununla beraber bu devletler yerlerini korumak istemektedirler. Bu savunma arzusuyla bunların zararına genişlemek isteyen Avusturya ve Rusya gibi devletlerin ihtirasları, yeni mücadelelere yol açmaktadır. Bu asırda milletlerarası mücadelelerde yine Avrupa dengesi prensibi ortaya sürülmektedir. HABSBURGLARLA BURBUNLARIN MÜCADELESİ OTUZ YIL SAVAŞI Merkezî Avrupa'da din meselesi, 17. asrın ilk yarısında da hemen bütün Avrupa'nın müdahalesiyle sonuçlanan müthiş bir mücadeleye sebep olmuştur. V. Kral zamanındaki mücadelelerden sonra imzalanan Avgusburg Barışı (1555) Katoliklerle Alman Protestanları arasında "hal- 136 TARİH kın, hükümdarlarının dinine girmesi" esasına dayalı bir çözüm şekli bulmuş, lakin her iki taraf da bundan memnun olmamıştı. Ufak bir sebep iki tarafı yeniden mücadeleye sevk edebilirdi. Habsburglardan Avusturya Arşidükası Ferdinant, Bohemya ile Macaristan'a kral seçildikten sonra, 1618'de //. Ferdinant adıyla Almanya imparatoru da olunca Katolikliği bütün tebaasına kabul ettirmeye kalkıştı. Gerçekte Ferdinant Alman prenslerinin bağımsızlığını bir tarafa atarak Almanya'da siyasî ve idarî bir birlik sağlamak, Habsburg hanedanı için kalıtsal bir imparatorluk meydana getirmek istiyordu. İşte bu ihtiras ve emeller savaşın başlamasına sebep oldu. Akrabasından olan İspanya kralları, Ferdinant'ın doğal müttefikiydi. Bunlara karşı Almanya'daki Protestan prensleri, daha sonra Danimarka ve İsveç kralları ve en sonra Fransa, Fer-dinant'a şiddetle muhalefet ettiler. Zayıf ve parçalanmış bir Almanya, doğal olarak Fransa'nın daha çok işine geliyordu. Bunu, 17. asrın birinci yarısında Fransa'yı idare eden iki meşhur başvekil, Kardinal Rişliyö ile Kardinal Mazaren pek iyi anladılar ve başlayan savaşta Habsburgların düşmanlarına evvela yardım ettiler, sonra da doğrudan doğruya savaşa karıştılar. Savaş, evvela Ferdinant'la Bohemya'daki Protestan tebaası arasında ve bir iç mücadele şeklinde başlamıştı, fakat çabucak dairesini genişletti; Alman prenslerinden Kalvinist olan Palatina kontu, daha sonra Danimarka ve İsveç kralları, en sonra İspanyollar ve Fransızlar karıştı, bir Avrupa savaşı şeklini aldı. Kardinal Rişliyö 1635 tarihlerine doğru iç muhalefetlerden kurtulduğu için, İsveç, Felemenk ve Alman prensleriyle ittifak yapmış, bütün kuvvetiyle savaşa girmişti. Mazaren aynı siyasette devam etti. Birtakım başarılardan sonra Fransızların zapt ettikleri Alsas, Artuva ve Rusiyon gibi kıymetli araziler, en sonunda 1648'de Vestefalya ve 1659'da Pirene antlaşmalarıyla kendilerine terk edildi. Bundan başka bu iki antlaşma Avrupa'nın büyük bir kısmının kaderini Fransa ile müttefikleri lehinde düzenliyordu: Bütün Alman prenslerinin dinî ve siyasî bağımsızlığı kabul ve tasdik edilmek suretiyle mezhep savaşlarına son veriliyor, Habsburgların da emelleri tam bir iflasa uğruyordu. Fransa'nın müttefikleri olan İsveç ile Brandeburg da Almanya'da önemli araziler elde ediyorlarl İ İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 137 di. Ballık Denizi adeta bir İsveç gölü olmaya, Brandeburg da Almanya ovasını işgale hazırlanmış oluyordu. Bundan başka Felemenk'in bağımsızlığı kesin olarak tasdik olundu. Buna karşılık Almanya'da anarşinin devamı, Avusturya ve İspanya Habsburglarını zayıflatıyordu. Avrupa'da üstünlük, bundan sonra Fransa'ya geçmiştir diyebiliriz. Avrupa dengesi, bundan sonra Fransa'ya karşt savunulacaktı. FRANSA'YA KARSI MÜCADELE VE İTTİFAKLARI 1661'de Kardinal Mazaren öldüğü zaman XIV. Lui, kendisinin bizzat kendisine başvekil olacağını söylemisti. Gerçekten bu tarihten itibaren ölümüne kadar XIV. Lui başvekil tayin etmeyerek ve yalnız bazı nazır, müşavir ve kumandanların yardımıyla hükümetin bütün işlerini şahsen takip ve idare etmiştir. Bu müddet zarfında her iş için herkesi dinlemiş, fakat son kararı daima kendisi vermiştir. Yeniçağda mutlakıyetin daha ileri bir örneğini başka yerde görmek mümkün değildir. Bu idare tarzı Fransa için görünüşte çok parlak, fakat gerçekte çok felaketli olmuştur. Çünkü şan ve şeref peşinde koşan ve iradesiyle ihtirasları için sınır tanımayan XIV. Lui Fransa'da mutlak hâkim olmakla yetinmek istememiş bütün Avrupa'da üstünlüğünü kabul ettirmek ve bu arada Fransa Krallığı'nın da sınırlarını genişletmek siyasetini gütmüştür. Bu siyasetin sonucu olmak üzere XIV. Lui şahsî hükümetinin elli dört senesinden otuz senesini gittikçe daha uzun ve Fransa'yı haraplığa sürükleyen savaşlarla geçirmiştir. Daha ilk zamanlarda birtakım protokol meseleleri münasebetiyle XIV. Lui İngiltere, İspanya ve papaya karşı öncelik ve şeref üstünlüğü davasında bulundu ve bu davasını kabul ettirdi. XIV. Lui bu davasını haklı göstermek için Hıristiyanlığın savunucusu tutumunu takınıyor, Müslümanlara karşı Haçlı seferleri düzenlemek ve idare etmek emelinde bulunduğunu ilan ediyordu. Venediklileri Türklere karşı savunmak için Kandiye'ye iki defa asker gönderdi. Köprülü Fazıl Ahmet Paşa'ya. karşı Sengotar'da savaşan Avusturyalılara da altı bin askerle yardım etti. Avusturyalılar kabul etseydi otuz bin asker gönderecekti. XIV. Lui'nin üstünlük emelleri, Avrupa'yı kana bulamakta gecikmedi: Lui, Pirene Antlaşması üzerine İspanya kralının kızıyla evlenmişti: İspanya kralı 138 TARİH ölünce karısının vaktiyle ödenmeyen çeyiz parasını ileri sürerek İspanya'ya ait arazinin bir kısmını miras olarak istedi ve İspanya'ya karşı savaş açtı. Miras Savaşı adını alan bu savaş sırasında Fransa'nın eğilimlerinden ürken Hollanda ve İngiltere İspanya ile ittifak yaptı. Buna rağmen sonuçta imzalanan Ekslaşapel Antlaşması'yla (1668) Lui, Flandr arazisini ele geçirmeyi başardı. Bundan sonra XIV. Lui aleyhinde yapılan ittifakı düzenlemiş bulunmaları ve Kalvinist ve cumhuriyetçi olmaları dolayısıyla düşman olduğu Hollandalılara karşı tertibat almak istedi. Diplomasi yoluyla Felemenk'! müttefiklerinden ayırdı. Üzerlerine saldırınca Felemenkliler, memleketlerini su altında bırakarak pek güzel savundular. Gözleri açılan diğer devletler de Fransa aleyhine büyük bir ittifak yaptılar. Fransızlar, bu ittifaka karşı gerçi bazı askerî başarılar kazandılar, fakat malî sıkıntı ve Fransa'da yer yer ayaklanmalar, Lui'yi barış yapmak zorunda bıraktı. Bununla beraber sonuçta imzalanan Nimeg Antlaşması'yla. (1678) Fransa, İspanya'dan Franş Konte'yi alarak kendi topraklarına kattı. Bu kolay başarılar üzerine Fransa'da XIV. Lui'ye "Büyük" unvanı verildi. Kudretinin en yüksek derecesine çıkan Lui'nin ihtirası, cesareti ve gururu artmıştı. Artık hükümet adamlarının en ufak bir itirazına tahammül edemiyor, dalkavukluk edenleri dinlemeyi tercih ediyordu. Barış devam ettiği halde topraklarına yeni araziler katmak için bahaneler aradı, tahriklerde, müdahalelerde bulundu; papayla bozuştu. Nihayet Nant Fermanı'nı kaldırdı (1685), Protestanlara şiddet gösterdi. Osmanlı İmparatorluğu'nu bile tahrike kalkıştı. Bu saldırgan siyaset karşısında bir taraftan Almanya imparatoru, İspanya, İsveç, Alman prenslerinin çoğu ve Savua Dukası, Avgusburg ittifakını yaptılar (1686). Bu ittifaka bir müddet sonra Felemenk ve İngiltere de girdi. İttifakın en önemli unsuru İngiltere tahtına geçmiş olan ///. Vilyem'di. Bu defa başlayan (1689) savaş, siyasî mutlakıyet ile dinî hoşgörüsüzlüğe karşı açılmış bir prensip mücadelesiydi. Artık XIV. Lui devrinin parlak zamanı geçmişti. Lui yeni fetihler için değil, kazanılanı korumak için dokuz sene kadar çarpıştı ve Fransa'nın da, müttefiklerin de kuvvetleri tükenecek hale geldi. Türklerle Avusturyalılar aranırdaki savaş da devam ediyordu. Her iki taraf barışı istiyordu. Risvik İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 139 (Ryswick) Antlaşması yapıldı (1697). Bu antlaşmayla Lui, savaş sırasında fethettiği yerleri geri vermek, III. Vilyem'in de İngiltere krallığım tanımak ve daha ılımlı bir siyasete dönmek zorunda kaldı. Bununla beraber beş sene sonra, 1702'de XIV. Lui, son bir defa daha bütün Avrupa'yı ayaklandırmıştır. Çünkü İspanya Habsburglarmın sonuncusu olan II. Sari memleketinin paylaşılmasına meydan vermemek için ölmeden evvel bir vasiyetname hazırlamış ve birinci derecede XIV. Lui'nin torunlarından birini varis göstermişti, Lui de bunu kabul etmişti, ispanya Mirası Savaşı adını alan bu son savaşın ilk sebebi budur. XIV. Lui, V. Filip adıyla İspanya tahtına geçen torunu, Fransa tahtı üzerindeki haklarını koruduğu için günün birinde iki devlet birleşerek Avrupa dengesi bozulacak diyerek İngilizlerle Hollandalılar, Avusturya Habsburglarına katıldılar ve yeniden büyük bir ittifak yaptılar. İspanya, bu defa Fransa'nın müttefikiydi. Fakat bu müttefik zayıf olduğu ve savunulması gerektiği için Fransız kuvvetlerinin dağılmasına sebep oluyordu. Fransa'nın eski yetkin kumandanları kalmamıştı. Aksine, müttefiklerin usta kumandanları vardı. Bu sebeplerle Fransa 1709 tarihine kadar ağır yenilgilere uğradı, büyük gayretlerle son birkaç basan elde edemeden barış yapamadı. İspanya Mirası Savaşı'na son veren ve 17. asırdaki Vestefalya antlaşmalarına denk bir öneme sahip olan Ütreht (1713) ve Raştat (1714) antlaşmalarıyla Fransa, Avrupa'da kayıplara uğramadı; XIV. Lui devrinin kazançları korundu. Kayıpları Kuzey Amerika'da Kanada'nm doğu sahilini oluşturan Akadi (Acadie) ile TerreNeuve Adası'ndan ibaret kaldı. Fransa'nın kayıpları az olmasına karşılık, bütün düşmanları -özellikle İspanya- zararına genişliyor ve kuvvetleniyordu. Avusturya, Felemenk, Milan Dukalığı, Sardinya ve Napoli'yi, Savua dukası da kral unvanıyla beraber Sicilya'yı aldı. Brandeburg elektörü de kral unvanını alıyordu. İngiltere'ye gelince, sömürge ve ticaret siyasetine önem verdiği için Kana-da'daki Fransız sömürgeleri ile Akdeniz'in anahtarı olan Cebelitarık mevkii ve Minorka Adası'yla ve bir de İspanyol sömürgelerinde bazı ticaret imtiyazlarıyla yetindi. Özetle, şan ve şeref içinde başlayan XIV. Lui devri, bu savaşlar sonucunda ümitsizlik ve sefalet içinde bitiyordu. 140 TARİH C. GERİ ÇEKİLME DEVRİ (1683-1792)! BÜYÜK GERİ ÇEKİLME VE KARLOFÇA ANLAŞMASI 1683-1699 İkinci Viyana Kuşatması'nı (1683) başarısızlığa uğratan en önemli darbe, Osmanlılara, Avusturyalılar tarafından değil, İslav Lehliler tarafından vurulmuştu; Sobyeski, ordusuyla, Viyana'yı kuşatanları arkadan baskına uğratmış olmasaydı, Kara Mustafa Pa-şa'nın kazanması, Roma Çasarlığı'nın başkentlerinden biri olan ve Kanunî Süleyman ordularını geri çekilmek zorunda bırakan bu büyük şehri, Viyana'yı zapt etmesi pek muhtemeldi. Sobyeski, Lehliler için sonuçlan pek de hayırlı olmayan bu hareketi yaparken, Lehistan'ın doğusunda bulunan Moskova Çarlığı, çarlık tahtına geçirilen (1613) Romanof hanedanının gayretiyle hayli kuvvetlenmiş ve önem kazanmış bulunuyordu. Romanof hanedanından gelen çarlar, artık Avrupa devletleriyle siyasî ilişkilere de girişiyorlardı. Osmanlılar Viyana önünden geri çekilirken de, Moskova carlan tahtına henüz bir çocuk olan /. Petro geçmiş bulunuyordu.2 Viyana bozgunluğunun ardından, Osmanlı Devleti aleyhine Avusturya, Venedik, Lehistan ve Moskof Devletleri "Kutsal İttifak" adını verdikleri bir ittifak yapmışlardı; Osmanlı İmparatorluğu aralıksız geri çekilmek üzere bu müttefiklerle on beş sene uğraştı. Her müttefik devlet, bir taraftan Osmanlı İmparatorluğu'na saldırdığından, Türk ordusu aynı zamanda bunlara karşılık vermek için parçalanmak zorunda kalıyordu. Avusturyalılar Macaristan'da, Venedikliler karaya asker çıkararak Mo-ra'da ve Bosna'da ilerlemekteydiler. Moskoflar Kırım'a, Lehliler Podol-ya'ya saldırdılar. Avusturyalılar, az zamanda Budin'i ve bütün Macaristan'ı zapt ederek Tuna'nın güneyine kadar ilerlediler (1689). Venedikliler de bütün Mora'yı, Atina'yı, hatta Dalmaçya ve Bosna'da bazı yerleri işgal ettiler. Avusturyalılar bütün Sırbistan'ı aldıktan başka Sofya'yı ve dolayısıy1 Bu devrin padişahları şunlardır: IV. Mehmet, II. Süleyman, II. Ahmet, II. Mustafa, III. Ahmet, I. Mahmut, III. Osman, II. Mustafa, I. Abdülhamit. 2 Petro, 1672'de doğmuş ve 1682'de kız kardeşinin vesayeti altında olarak çar ilan edilmiştir. İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 141 la bütün Balkanlar'ı tehdit ediyorlardı. Bu yenilgilerin etkisiyle tahttan indirilen Avcı Mehmet'in yerine geçen //. Süleyman liderliğinde Edirne'de toplanan divan, Köprülü Mehmet Paşa'nın oğlu Fazıl Mustafa Paşa'nm. sadrazamlığa getirilmesini tavsiyeden başka bir şey yapamadı. Sadrazamlığa geçen Fazıl Mustafa Paşa'nın (1689) ilk işi memlekette adlî, malî ve genel reformlara girişmek oldu. Bu suretle halkın kalbini kazandıktan sonra orduyu düzenledi ve müttefiklere karşı saldırıya geçti. Köprülüoğlu, bütün Sırbistan'ı kurtardı (1690). Mora'da Venediklilere, Kırım'da Ruslara karşı da bazı başarılar elde edildi. Fakat, Köprülü'nün Salankamen Meydan Savaşı sırasında (1691), ordusunun bozgunluk belirtileri göstermesi üzerine, buna engel olmak için, bir süvari kolu başında bizzat hücuma kalkarak, alnına isabet eden kurşunla şehit düşmesi, o meydan savaşım Osmanlılara kaybettirdikten başka bütün kayıpların geri alınması ümidini de kırdı.1 Avusturya'yla savaş halinde bulunan Fransa'nın beraberce savaşa devam teklifi reddedilerek Karlofça Antlaşması imzalandı (1699) (Harita. 9). Bu antlaşmaya göre, yirmi beş senelik bir ateşkes yapılıyor ve Temeş-var vilayeti dışında olmak üzere2 Erdel ve Macaristan Avusturya'ya; Mora ve Dalmaçya Venedik'e, Podolya ve Ukrayna Lehistan'a, Azak Kalesi de Rusya'ya terk olundu. Bu antlaşma, Osmanlı imparatorluğu'nü ilk defa paylaşmak emeliyle yapılan milletlerarası bir ittifakın sonucu olması itibariyle pek önemlidir. Karlofça Antlaşması'ndan sonra, bir müddet devam eden geri alma giri- 1 Fazıl Mustafa Paşa, Köprülü Mehmet Paşa'nın ikinci oğludur. Osmanlı Devleti'nin en sıkıntılı zamanlarından birinde sadrazamlık makamına gelmişti. Bazı başarılar ve geri almalarla iç ve dış durumları hayli iyileştirmeyi başardı. Ölümünden bir müddet sonra, yine Köprülü ailesinden Mehmet Paşa'nın kardeşinin oğlu Hüseyin Paşa (amcazade) sadrazam tayin edildi. İyi bir nam bırakan bu zat Köprülü ailesinden gelen sadrazamların sonuncusudur. Durumu düzeltmek için barıştan başka çare görmemiş olduğundan Karlofça Ateşkesi bunun zamanında imzalanmıştır. 2 Bu vilayeti Topal Cafer Paşa adlı gayretli bir kumandan başarıyla savunarak Avusturyalıların zapt ve işgaline engel olabilmişti. 142 TARİH simleri, aşağıda görüleceği gibi genel olarak başarılı olmamış ve aksine her savaş, kaybedilenleri kazandıracak yerde, yeni kayıplara sebep olmuştur.1 RUSYA İMPARATORU 1. PETRONUN OSMANLILAR ALEYHÇNDE HAREKETLERİ VE PROJELERİ Karlofça Antlaşması yapıldığı zaman, Moskof Çarı I. Petro kız kardeşinin, anasının ve Moskof asilzadelerinin vesayet ve müdahalelerinden kurtulup, hükümetin idaresini eline almış bulunuyordu. Antlaşmanın yapılmasından dört sene evvel Kutsal İttifak'a dahil olarak, Osmanlı İmparatorluğu'nun Azak Kalesi'ni kuşatmış, fakat zapt edemeyerek dönmüştü (1695); 1696'da, yeni hazırlıklarla tekrar kuşatmaya başlamış ve bu sefer kaleyi zapt etmiştir; müttefiklerin galibiyetini tespit eden Karlofça Antlaşması, Azak Kalesi'ni Moskof Çarlığı'na veriyordu. Petro, Romanof hanedanından gelen Moskof çarlarının en meşhurudur: Petro'ya kadar, Altınordu Türk hanlarının ve Bizans imparatorlarının teşkilat ve protokolüyle idare olunan Moskof Devleti'ni, bu çar, Avrupa usulünde düzenlemek ve idare etmek istemiş ve Yeniçerilere benzeyen Strelits askerini büyük bir şiddetle imha edip, yerine Avrupa usulünde alaylar kurmuş ve bunları Avrupa savaş sanatına uygun bir tarzda eğitip donatmıştır; Petro ilk defa olarak Rus donanmasını kurmuştur. Bunlardan başka, eski Moskof âdetlerini, eski Moskof kılık ve kıyafetlerini de zorla değiştirerek yalnız devlet idaresini değil, halkın yaşam tarzını da değiştirmeye çalışmıştır; Petro, halkın dinî müesseselerinde, eğitim usullerinde (ilk laik mektepler o zaman açılmıştır) ve toplumsal teşkilatında dahi hayli değişiklik yapmayı başarmıştır. Petro, Osmanlıların Azak Kalesi'ni zapt etmekle, o zamana kadar Osmanlıların pek de önem vermedikleri Moskoflar, imparatorluğun bir kalesini aldıktan başka "Sultanın bakire kızı sayılan" Karadeniz'e de el uzatmış oluyorlardı. Petro, Karadeniz'e çıktıktan sonra, Baltık Denizi'ne de çıkmak için Leh kralıyla ittifakını yenileyerek, 18. asrın ilk senesinden itibaren, İsveçlilerle hayli uzun süren savaşlara başlamıştır. O zamanlar İsveç Kralı, Osmanlıların "Demirbaş" dedikleri XII. Bununla beraber, Türkler Macaristan'ı ve özellikle Budin'i (Res. 33-36) bir türlü unutmamışlardır: "Aldı Nemçe bizim nazlı Budin'i..." nakaratlı destan, yanık bir besteyle bugüne kadar halk arasında söylenir durur. İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 143 Karl'dı. Savaşın ilk devresinde İsveçliler galip vaziyette bulunmuşlarsa da, Deli Petro'nun delice şiddeti ve çok akıllıca takip fikri sayesinde, nihayet üstünlük Moskoflar tarafına geçmiş ve 1703 senesinde Petro, yeni aldığı arazide ve Ballık Denizi'nin Fin Körfezi sahilinde Petersburg şehrini inşaya başlamıştır. Bu şehir tamamen Batı usulünde inşa ediliyordu; şehrin adı bile Almancaydı. Petro'dan itibaren Moskof Devletinin Petersburg devresi başlar ve artık Moskof veya Rus çarları "Rusya İmparatoru" unvanını taşırlar. Birinci İmparator, I. Petro'dur. Petro, imparatorluğu ilan olunduğu zaman basılan madalyaya "Petro, Grek imparatoru" diye yazdırarak, kendisinin eski Doğu Roma, yani Bizans imparatorlarına halef olduğunu ima etmek istemiştir. Zaten Moskof çarlarının, III. İvan'dan beri böyle bir iddiada bulundukları evvelce görülmüştü. Bu iddianın ne derecelerde Osmanlı İmparatorluğu aleyhine yönelmiş olduğu meydandadır. Bazı tarih kitaplarında, Petro'nun bir vasiyetnamesinden bahsolunur; bunun uydurma olduğu kesin olmakla beraber, içeriği Petro ve haleflerinin emel ve hareketlerine uygundur. Bu vasiyetnamede Rusya'nın gelecekteki siyasetinin ne olması gerekeceğinden bahsolunarak, Karadeniz'in, Boğazlar'ın, Doğu Anadolu'nun ve İran'ın zaptıyla Akdeniz'e ve Hint Okyanusu'na çıkılması, Osmanlı memleketleriyle Hint'in zaptı ve Rumeli'nin istilasında Avusturyalıların kuvvetinden de yararlanılması tavsiye edilmiştir. AVUSTURYA VE rusyanın 18. asırda osmanlı devletini'ni sıkıştırmaları; Devletler rekabe tini osmanlı Devletinin varlığını korumadaki etkileri Petro'nun vasiyetnamesi uydurma olmakla beraber, 18. asırda Avusturya'nın, Ruslarla birlikte Osmanlı A Devleti'ni sıkıştırmış olduğu kesindir. Asırlardan beri Osmanlı İmparatorluğuy'la çarpışıp gelen Nemçe Ça- - sarlığı Karlofça Antlaşması ndan sonra, Tuna yi da geçerek Balkanlar'ı hüküm ve idaresi altına almayı emel - edinmişti. Fakat Rusya İmparatoru Petro ve halefleri - de Karadeniz'e çıkıp, Buğdan ve Eflak taraflarından geçerek istanbul a ilerlemeyi tasarlamışlardı. Nemçe çasarlarıyla Rusya çarları, bu dolaylarda birbirine rakip demekti. Bu rakipler bazen ayrı hareket ettiler, bazen de kazandıklarını aralarında paylaşmak üzere uyuştular ve her iki durumda Osmanlı Devleti'ni iki taraftan sıkıştırdılar. 144 TARİH Lakin bu sırada Fransa-Avusturya ve İsveç-Rusya kavgaları ile İngiltere, Hollanda ve Prusya'nın Fransa, Avusturya ve Rusya'yla daima uyuşmayan çıkarlarının çarpışması, nihayet Fransa'nın Doğu ticaretinde sahip olduğu konumun Rusya ve Avusturya'nın güneye ilerlemesiyle bozulacağından korkması, Habsburg ve Romanoflarm Osmanlı İmparatorluğu'ndan pek büyük parçalar kopararak "Doğu Meselesi"ni sırf kendi çıkarlarına uygun bir tarzda halletmelerine engel oldu; oldu ama, Osmanlı Devleti'nin yavaş yavaş ve durmaksızın önemli kayıplara uğrayarak gerilemesinin önünü alamadı. 18. asırdan itibaren Osmanlı Imparatorluğu'nun varlığını koruyabilmesi, yalnız kendi iç kuvveti sayesinde değil, büyük Avrupa devletlerinin birbirine zıt çıkarlarının çarpışması, yani tanınmış tabirle "devletler rekabeti"nin etkisiyle mümkün olabilmiştir. Karlofça Antlaşması'm takip eden senelerde Osmanlı Devleti bir müddet dış baskılardan masun kalabildi; çünkü Avusturya ve Rusya'nın başka meşguliyetleri vardı. Bu sıralarda İspanya tahtı veraseti meselesinden (1701-1713) dolayı Batı Avrupa ve özellikle Avusturya batıda meşguldü. Rusya da, Baltık eyaletlerinin zaptı için İsveç'le savaş halindeydi. Rusya'nın gittikçe kuvvetlenerek Osmanlı İmparatorluğu için büyük tehlike oluşturmakta olduğu Osmanlılarca dikkate alınmadı; yapmakta olduğu reformların kıymet ve önemi gözden kaçırıldı. Bu zamanlarda Türkiye'nin doğal müttefiki olan İsveç'in yalnız kalarak ezilmesine izin verildiği gibi, en zorlu zamanında Avusturya'ya da ilişilmedi. Halbuki bir müddet sonra serbest kalan Rusya ve Avusturya, Osmanlı İmparatorluğu'na tekrar saldırmakta bir an gecikmediler. Rusların sınırlara saldırısı ve Türkiye'ye sığınan İsveç Kralı Demirbaş Kaıfın ısrarları üzerine Rusya'ya savaş ilan edildi (1711). Üstün kuvvetlerle büyük Petro, Prut bataklıklarında tamamen sarıldı. Petro'nun karısı Katerina'mn entrikaları sayesinde Ruslar büyük bir felaketten kurtuldular. Petro en ağır şartlarla barışa razıyken Osmanlı ordusu kumandanı Baltacı Mehmet Paşa, hafif şartlarla barış yaptı (Prut Antlaşması, 1711))- Rus ordusu kurtulmuştu. Avusturya ise, İspanya Mirası Savaşı'ndan sonra Avrupa'nın en kuvvet1 Bu antlaşmayla Petro, Azak Kalesi'ni geri veriyordu. İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 145 H devleti olmuştu. Prut başarısından sonra, göze kestirilen Venedik'e savaş ilan edilmiş (1715) ve bütün Mora kıtası geri alınmıştı. Avusturya buna seyirci kalmak istemediğinden o da savaşa girdi (1716). Savaş, Osmanlıların yenilgisiyle sonuçlandı.1 1718'de imzalanan Pasarofca Barış Antlaşması'ylâ Banat kıtası, Eflak'ın batı, Sırbistan ve Bosna'nın kuzey kısımları Avusturyalılara verildi. Mora bize kaldı (Harita. 10). Bu suretle Avusturya'nın, limanın güneyine geçmesi, gelecekteki istilaları kolaylaştıracaktı. Pasarofca Antlaşmasından sonra sadrazamlığa Nevşehirli Damat İbrahim Paşa geçmişti (1718). On iki sene süren sadrazamlığında memleketi imara ve iktisaden yükseltmeye çalıştı. İbrahim Paşa, Rusya ve Avusturya'yla savaştan kaçınıyordu. Bununla beraber İbrahim Paşa memleketi ciddi şekilde ilerleme yoluna sokamamış ve devletin servetini imar adına köşklere, saraylara ve bahçelerde lale eğlencelerine sarf etmiştir. İbrahim Paşa devri Osmanlı tarihinde bu sebeple "Lale Devri" diye anılır (1720-1730). Bununla beraber bu devirde, Avrupa'dan üç asır sonra, Müteferrika ibrahim Efendi tarafından ilk matbaa açılmış ve az bir müddet sonra da 7a-lova'da bir kâğıt fabrikası kurulmuştur. Bu matbaanın açılması için 1726'da ferman yayımlanmış ve ilk basılan kitap da 31 Ocak 1729'da yayımlanmıştır. Bu sıralarda faydalı bazı kitaplar da tercüme ettirilmiştir. İbrahim Paşa dışarıdaki bir başarıyla konumunu güçlendirmek için İran'a saldırarak (1722) batı kısmını almışsa da, Safevî hanedanının yerine geçen Türk Afşar kabilesinden Nadir Şah tekrar buraları geri almıştır. Özel hayatı ve israfı dolayısıyla İbrahim Paşa'mn itibarı halkın gözünde pek düşüktü. Bu Paşa bütün akrabalarını ve mensuplarını yüksek mevkilere yerleştirmişti; birtakım yetersiz kimselerin sırf sadrazama bağlılığı dolayısıyla layık olmadıkları mevkilere geçmiş bulunmaları da halkı kızdırıyordu. Patrona Halil'in başına topladığı halk isyan etti. Damat İbrahim Paşa idam edildi (1730). Geçici bir süre için devlet idaresine hâkim olan Patrona Halil ve arkadaşları da sonradan idam olundular. l Venediklileri mağlup eden Sadrazam Ali Paşa. Avusturyalılarla yaptığı Petervaradin Meydan Savaşı'nda asker safları arasında kurşunla vurulup şehit olduğundan, savaş kaybedilmiş ("17181 ve Avusturyalılara Banat kıtası ve Balkanlar yolu açılmıştır. 146 TARİH Rusya, bundan sonra Doğu politikasında Avusturya ile tamamen müttefik olarak hareket etmiştir. 1736, 1768 ve 1787 seferlerinden birincisinde ve üçüncüsünde Avusturya Ruslarla beraber savaştı. İkinci seferde Rusya yalnızdı. Birinci savaşın ardından Belgrad'da yapılan antlaşmalarla (1739) Kuzey Sırbistan, Belgrad ve Kuzey Bosna geri alındı. Azak Kalesi Ruslarla kalmakla beraber, Rusların Karadeniz'de ticarî ve askerî donanmaları olmayacaktı (Harita. 10). Bu antlaşmanın müddeti yirmi yedi seneydi. Gerçekten, bu müddet zarfında barış devam etti. Avrupa bu sıralarda kanlı savaşlarla meşgul olduğu halde, Osmanlı Devleti sıkı bir tarafsızlığı korumuştu. BAZI TÜRK MEMLEKETLERİNİN OSMANLI VE RUSYA DEVLETİ ARASINDA PAYLAŞILMASI Damat İbrahim Paşa'nın İran Seferi'ni açmasına bir sebep, Rusya İmparatoru L Petro'nun Hazar Denizi civarındaki Türk memleketlerini ve Müslümanların DA PAYLAŞILMASI yaşadığı Dağıstan kıtasını zapt ederek İran'a doğru ilerlemesiydi. O zamanlar, İran anarşi içinde bulunuyordu. Ruslar, İran'ı istila ederek Osmanlı Devleti'nin doğu sınırını kuşatırlarsa, Asya'daki Osmanlı memleketlerini de zapt etmeleri kolaylaşırdı. Kırım'dan gelen haberler, bu hususlar hakkında sadrazamın dikkatini çekiyordu. İlk devirde Kafkas Dağları'nın güneyine doğru ilerleyerek İran'a tabi Gürcüstan'a giren Osmanlı ordusu, Osmanlı tabiiyetini kabul eden Dağıstanlılardan birisini, Şirvan Han'ı atamıştı. Bu sırada Ruslar da Derbent ve Baku'yu almış bulunuyorlardı. Osmanlı ve Rus orduları birbirine yakınlaşmış olduklarından, arada çatışma ve savaş ihtimali pek yakındı. Çarın talebiyle Fransa'nın İstanbul elçisi aracılık yaparak Osmanlı ve Rusya İmparatorlukları arasında, İran'a tabi Güneydoğu Kafkasya'nın paylaşımı kararlaştırıldı. Derbent ve Baku kaleleriyle Dağıstan'ın birtakım yerleri Ruslara kalacak, Şirvan Hanlığı, Osmanlı padişahının tabisi bulunacaktı. Bu uzlaşma o zamanlar bile Osmanlılar arasında memnuniyetsizliğe sebep olmuştu; "Sünnî Müslümanlar Moskoflara terk olundu" diye epey dedikodu çıkmıştı. Nevşehirli İbrahim Paşa'nın, Petro ile bu uyuşması, Kafkasya'da yaşayan bir kısım Azerî Türkün ve Türk kalesinin Rusya'ya terki ve Derbent, Baku dağ geçidinin, yani Anadolu yolunun Ruslara açılması demekti (1724). İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 147 18. ASIRDA FRANSA'NIN DOĞU SİYASETİ BELGRAD ANTLAŞMALSRI _ Karlofça Antlaşması'yla biten büyük savaşta, bütün Hıristiyan âlemi Papa'nın da yardım çağrısı ve teşvi-kiyle imparator etrafında Türkler aleyhine toplan- nuştı. Bu müttefikler heyetine yukarıda söylendiği gibi "Kutsal İttifak" adı verilmişti; Türkler aleyhine yürüyen ordu, tam bir Haçlı ordusuydu. Habsburgların rakibi olan Fransızlar bile imparatora yardımcı asker göndermişlerdi. O sırada Fransa tahtında, kendilerinin "Büyük Kral" dedikleri XIV. Lui bulunuyordu. Osmanlıların Merkezî Avrupa'dan çıkarılmasına savaşta yardım etmiş olan Fransa, Avusturya'nın Pasarofça Antlaşması'yla Tuna'yı aşıp Balkanlar'da ilerlemek ve Rusya'nın da Karadeniz'e çıkmak yoluna girdiğini görünce, geleneksel Doğu siyasetine, yani Osmanlılarla dostluk siyasetine dönmek zorunluluğunu hissetti; çünkü bir taraftan Avusturya'nın, diğer taraftan Rusya'nın Osmanlı Devleti'ne üstün gelerek Doğu'ya hâkim olmaları, Fransa'nın 16. asırdan, Kanunî Süleyman devrinden beri, Doğu'da iktisaden sahip olduğu seçkin konumunu bozacaktı. Bunun içindir ki, Fransa, Belgrad Antlaşmaları yapılırken Osmanlı Devleti'ne siyasî yardımda bulundu. Bu devirde, Fransa'nın Doğu'yla ticareti çok genişlemişti. Fransa'nın bu hareket tarzı, iktisadî çıkarlarını savunmak içindi. Fransa bu aracılığının mükâfatı olarak, evvelce aldığı kapitülasyonları yenileyerek ve hükümlerini genişleterek ebedileştirdi (1740). Diğer hükümetler de, Fransızlara verilen bu izinleri aldıklarından, kapitülasyonlar daha sonraları devletin iktisadî ve malî hayatında gerçek bir engel oluşturdu. Türk milleti, siyasî esaretten olduğu gibi, bu iktisadî ve malî esaretten de ancak Lozan'da kurtuldu. OSMANLI KÜLTÜRÜNE AVRUPA MEDENİYETİNİN ETKİLERİ İLK MATBAA KUMAŞ İMALETHANELERİ LALE DEVRİROKOKO USLUBUNUN GİRMESİ EDEBİYATTA ÇAPKINLIK ŞÜPHECİLİK VE KARAMSARLIK 18. asırda, yani imparatorluğun gerileme devresinin geri çekilme kısmında, Osmanlı-Türklerinin kendilerine has (original) kültürünün de zayıflayarak, artık Avrupa medeniyeti etkisi altına girmeye başladığı görülür. Bu etkiler, yaratı kuvvetinin eksildiğini göstermek itibariyle, zayıflamayı ifade eder. Lakin 17. asrın başlarından itibaren genel olarak Doğu medeniyetini hayli geride bırakarak ilerlemiş olan Batı'nın medeniyetinden -isterse taklit suretiyle olsun- yararlanmakta çabukluk göstermemek.Osmanlı Devletinin 148 TARİH daha çok kuvvetten düşmesi sonucunu doğuracaktı. İmparatorluğun kuzey komşusu olan Moskova Çarlığı, 18. asır başında Doğu medeniyetinden sıyrılarak Batı medeniyet havzasına girmek için çok uğraşmış ve bundan da yararlanmıştı; kuvvetli bir Rusya İmparatorluğu kurulmuştu. ///. Ahmet'in (Res. 104) damadı ve sevgili sadrazamı Nevşehirli İbrahim Paşa (Res. 105) Nemçe çasarı ve Fransa kralı saraylarına gidip gelen elçilerin hikayeleriyle Batı medeniyetinin, özellikle zevk, süs ve gösterişle ilgili kısımlarına vurulmuş ve aynı zamanda o medeniyetin ciddî yönlerine de kıymet verebilmiş, zeki ve zevke düşkün bir adamdı. Osmanlılar arasında Avrupa ilimlerinin, Avrupa sanayiinin, Avrupa usulü eğlencelerin yayılmasına çalışmıştır. Avrupa'da 15. asır ortalarında basımcılık sanatı uygulanarak, kitapların kolaylıkla artırılmasına ve bu suretle ilimlerin ve marifetlerin çok dağıtılmasına imkân doğmuştu. İbrahim Paşa'nın koruması altındaki Macarlı bir Türk, İbrahim Müteferrika Ağa, 1729'da kendi evinde bir matbaa kurmak iznini aldı. Ulema ve özellikle ellerinden medarı maişetleri eksilecek olan hattat ve müstensihler* matbaa aleyhinde bazı itirazlarda bulundularsa da, çıkarılan bir fetva ile bir hattı hümayun** meseleyi az çok halletti. "Darüt-tabaatülâmire" adlı bir matbaa açılarak bir hayli kitap basıldı ki, ilk basılan kitap bir Türk tarafından yazılan Arap lügat kitabının Türkçeye tercümesidir. "Vankulu" adlı bu kitaptan l 000 nüsha basılmıştır. Basılan kitapların çoğu tarih ve coğrafyaya aitti; bunlardan birisi "Tarihî Timur Gürgân"dır. Bu kitapların çok itinayla, dizgici hatası bırakılmaksızın, nefis bir şekilde basılmış oldukları, bugüne kadar ele geçirilebilen nüshalarından anlaşılmaktadır (Res. 106-109). İbrahim Paşa, matbaa açtırdıktan başka şurada burada tezgâhlar ve kumaş imalathaneleri yaptırtarak mahvolmak üzere bulunan iç sanayiin canlandırılması için de hayli çalıştı. İstanbul'da yeniçerilerden seçme bir itfaiye bölüğü kurdurdu. Lakin olumlu hizmetleri bunlarla sınırlı gibi kaldı. Savaştan kaçınarak ve iç idarede bazı tedbirlerle tasarruf ederek biriktirdiği paranın çoğunu gösterişe, zevk ve sefaya sarf etmiştir. Elçilikle Fransa'ya gönderilmiş olan Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet * Mustensih: Yazıların suretini çıkaran kimse (Kaynak Yayınları'nın notu). ** Hattı hümayun: Padişahların herhangi bir iş için bizzat yazdıkları yazılar (Kaynak YaİMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 149 Efendi ve oğlu Sait Mehmet Efendi, Versay saray ve köşklerinin, bahçe ve havuzlarının süs ve görkemini, orada geçirilen hayatın şaşaa ve zevklerini söyleyip bitiremiyorlardı. İbrahim Paşa ve onun telkini altında kaynatası III. Ahmet, Boğaziçi'nin bazı kısımlarıyla Kâğıthane Deresi civarını, Versay'a benzetmek üzere imara kalkıştılar; o zamanın devlet adamları ve zenginleri de onlara uydular. Sadabât (Res. 110), Nevbünyat ve Bağuferah gibi Farsça adlar takılan köşk ve yalılarda, sadrazam kendisi, paşalar ve dalkavukları, kışın helva sohbetleri ve baharda lale eğlenceleri düzenleyerek vakit geçirirlerdi. Şair Nedim (Res. 111) gibi şairler de efendilerine methiyeler, teşrifiyeler, yeni kasır, köşkler ve çeşmeler (Res. 112) hakkında tarih ve kasideler yazıp bu eğlencelere edebî bir çeşni de katarlardı. İbrahim Paşa'nın açtığı bu sefalı zamanlara, Osmanlı tarihinde "Lale Devri" adı verilmiştir. Çünkü lale soğanı dikmek ve aralarına geceleyin çırağlar (mumlar) yakıp donatmak çok moda olmuş ve lale soğanının fiyatı da son derece yükselmiştir. Lale Devri'nin zevk ve sefasının Batıdan esinlenmiş olduğu tarihlerde kayıtlı olmakla beraber bu eğlencelerin renk ve edası Doğu'cay di: Lale tam bir Doğu çiçeği olduktan başka, eğlencede esas, lalelikler arasına serilmiş Doğu hakları üstüne kurulan içki meclisinde, güzel sakiler rakı ve şarap dağıtırken, müzik fasılları dinlemek ve bazı kadınların yaşmakları* arasına uzaktan küçük fındık altınları fırlatmaktan ibaret gibiydi. Şüphesiz çengi ve köçek de oynatırlardı (Res. 113.). Fakat Versay'ın koruları arasındaki çifte çifte gezintiler ve çok edalı mönüe dansları yoktu. j Osmanlı mimarisi artık asaletini kaybetmeye başlamıştı.1 Süleymani* Yaşmak: Başla birlikte yüzü, ağzı kapatan örtü (Kaynak Yayınları'nın notu). l Osmanlı kültürünün bu suretle Avrupa kültürüne karşı, her alanda yenilerek gerilemekte olduğu bir zamanda bile, çok eski, halkın en derin tabakalarına kadar girmiş Türk medeniliğinin Avrupa'ya üstünlüğünü gösteren bazı önemli olaylar bilinmektedir. Mesela 18. asır başlarında Avrupa halkı çiçek aşısından tamamen habersizken, Türklerin köylerinde bile bu aşı başarıyla uygulanarak birçok çocuk ölümden, körlükten kurtuluyordu. Osmanlı padişahının yanında İngiltere'nin elçisi olan zatın karısı, Lady Mary Montegü, Edirne'den l Nisan 1717 tarihinde Londra'ya yazdığı mektupta, çiçek aşısına dair gözlemlerini anlatmaktadır. Ve mektubunun bir yerinde "eğer gelirlerinden bir kısmını feda ederek insaniyete yardım edecek kadar fazilet sahibi olduklarını bilseydim, bizim doktorların bazılarına yazmayı ihmal etmezdim. Eğer yaşar ve geri gelirsem, onlarla mücadele etmeye kendimde cesaret bulacağım..." diyor. İngiltere elçisinin eşi Madam Montegü bu mektubunu Londra'ya gönderdikten seksen sene kadar sonra İngiliz doktorlarından Cenner çiçek aşısını keşfetmiştir. 150 TARİH ye, Sultanahmet (Res. 114) ve Yeni Cami'yi (Res. 115) yapan büyük Türk sanatkârları (Sinan, Mehmet, Kasım, Davut, Dalgıç Ahmet, Mustafa Ağalar) yerine Rum Simon ve Komyanos kalfalar geçmiş, Batı'nın zevksiz rokoko üslubunu Türk üslubuna karıştırarak Nuruosmaniye Camii (Res. 116) (I. Mahmut zamanında başlanmış ve III. Osman zamanında 1755'te yapılıp bitmiştir) gibi Osmanlı mimarisinin gerilemesini gösteren eserler meydana getirmişlerdir. 18. asrın ortalarından itibaren, rokoko üslubu, camilere (Res. 117), köşklere (Res. 118), çeşmelere (Res. 119), özetle her tarafa girmiş ve II. Mahmut zamanına kadar devam ederek, yerini Fransa'nın imparatorluk üslubu'na terk etmiştir.1 Osmanlı İmparatorluğu'nun zafer ve gerçek ihtişam devrinde, Osmanlı resmî edebiyatının, Enderun edebiyatının temsilcisi Şair Baki'ydi. İlk gerileme belirtilerinin inceleme ve eleştirisiyle durumun iyileştirilmesi çareleri aranırken, Koçi Bey meşhur risalesini yazdığı sıralarda, eski kudret ve düzeni özleyen Nefi de zehirli oklarıyla yukarıyı ve aşağıyı yaralayıp duruyordu. Gerileme, bütün Osmanlıların yüreğini yakıp yüzünü kızartacak bir geri çekilme ve bozgunlukla III. Ahmet devrini sona erdirdiği zaman, sefer ve savaştan yorulmuş Osmanlı yüksek sınıfı, bozgunluk ve utancını, zevkusafa içinde unutmak maksadıyla Nevşehirli İbrahim Paşa gibi bir üstadın idaresi altında Lale Devri'nin sefahat hayatına dalmıştı. Bu zamanın ruh halini, en mükemmel olarak Nedim dile getirdi. Onun şuh ve çapkın şiirleri, Lale Devri'nin bugüne kadar gelen sedaları gibidir. İbrahim Paşa'nın parçalanıp Sadabâd'ın tahrip edildiği sıralarda, Şair Nedim de ihtilalcilerin elinden kaçıp kurtulmak için damdan dama atlarken düşüp ölmüştür. Nedim'den sonra Osmanlı Devleti'nin gerilemesi daha tehlikeli bir şekil alınca, Osmanlı toplumunun en bilinçli sınıfında, böyle zevk ve sefa ile kendini unutmak imkânları da kalmamış ve Osmanlı edebiyatı, Koca Ra-gıp Paşa devrinden itibaren (18. asrın ikinci yarısı başları) şüphecilik ve karamsarlık yolunda felsefeye dalmıştır. Koca Ragıp Paşa ve takipçileri1 18. asırda İstanbul'a gelen Frenk ressamları, Osmanlı toplumsal hayatını, İstanbul tiplerini ve bazı törenleri gösteren resimler yapmışlardır. Bugüne kadar mevcut olan bu resimler, o zamanı canlandırmaya hizmet eder (Res. 120-127). İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 151 nin felsefe eğilimli edebiyatından sonra, 18. asrın da sonlarında Şeyh Galip (1757-1798) ile Osmanlı şiiri, Selçuk Devleti'nin son günlerinde olduğu gibi tasavvufa fazla gömüldü. Osmanlı toplumunun gittikçe aşağılaşmasından elem duyan güzide ruhlar, çapkınlık ve karamsarlıkla da kendilerini artık avutamadıklarından, nihayet tasavvufun dipsiz derinliklerinde boğulmak istemiş olacaklardır. Zaten Anadolu Selçuk İmparatorluğu'nun dağılması zamanında yetişen büyük düşünür ve şair Mevlâna Celâled-din'in Mesnevi'si, Şeyh Galip'in fikir ve ilham kaynağıydı: Galip Dede bir Mevlevî şeyhidir. Bununla beraber Osmanlı kültürünün en çok gelişen mimarî ve edebiyatından, edebiyatıdır ki, asalet ve hususiyetini uzun müddet, ta dağılma devrine kadar koruyabilmiştir. OSMANLILARDA TARİHÇİLİK Osmanlı Türkleri arasında bir hayli tarihçi yetişmiş- tir. Bunların çoğu olayları, doğru veya yanlış nakleden olay yazıcılarıdır. Bunlardan en eskileri, olayları sadelik ve saflıkla naklederler. Hatta idealize etmek istedikleri zaman bile, saflıklarından dolayı, gerçek olayları, tarihçilerin abartma veya yalanlarından ayırmak o kadar zor olmaz; Âşık Paşazade bunlardandır. Osmanlılar, kültürce ilerledikten sonra tarihçiler, ağdalı ve muğlak yazmaya heves etmişlerdir; hele okuyanların öğrenmemesi istenilen olayları, daha çok terimlere boğarak gerçekten anlaşılmaz bir hale getirmişlerdir. Hoca Sadeddin Efendi'nın "Tacüttevarih" adlı eseri -ki Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan I. Selim'in ölümüne kadar olan olayları yazar- ağdalı ve düzenli Osmanlı tarihlerinin en meşhurlarından sayılır. III. Mehmet'in hocası ve şeyhülislamı olan bu adam, Osmanlı tarihinin ilk devrelerine dair yakın zamanlara kadar itibarlı sayılan şemayı kurmuştur. Tarih eleştirisine dair zamanımızda ortaya konulan usuller, bu şemanın bazı yanlış veya yalan noktalarını bir dereceye kadar gösterdi. Tacüttevarih'ten sonra düzenli bir sırayla hayli ayrıntılı yazılmış tarihî eserlerden bütün Osmanlı tarihini, 19. asır ortalarına kadar takip etmek mümkündür. Osmanlı hükümdarları, olayları kaydetmek için vak'anüvis-lik adıyla bir özel memurluk da meydana getirmişlerdi. Bu birbirine bağlı tarihlerin yazarlarının çoğu resmî vak'anüvislerdendir.* * Vak'anüvis: Osmanlı Devleti'nde zamanın olaylarını tespit etmek ve yazmakla görevli devlet tarihçisi (Kaynak Yayınları'nın notu). 152 TARİH hı Osmanlı tarihçileri arasında en çok dikkat çeken sima, tarihçi Mustafa Na-inıa Efendi'dir (Ren. 128). Halep Türklerinden olan bu zat, 17. asrın ikinci yarısında doğmuş ve 1715'te ölmüştür. Naima Efendi, 16. asrın son senelerinden başlayarak, 17. asrın ortalarına kadar olup geçen olayları nakleder. Kitabının ibareleri sadedir; olayları iyi anlamıştır ve iyi anlatır; onları canlandırmak kudretini gösterir. Olaylar zincirini açıklamaya çalışır; dikkate layık noktalar üzerine bazen genel görüşler ileri sürer; bundan dolayı olayların ortaya çıkmasına sebep olan hususları bir derece eleştirmiş dahi olur. Kısacası "Naima Tarihi", zamanımızda kullanılan tarih yazmak usullerine epey yakınlaşmıştır. Bugüne kadar yararlanılarak okunan eserlerdendir. TOPLUMSAL VE ASKETİ TEŞKİLATTA İKTİSADİ HAYATTA VE İDARE DE BOZUKLUKLAR KARIŞIKLILIK VE MİLLİ HAREKETLER ; MALİ SIKINTI VE BUNA KARŞI ALINAN ÖNLEMLER En mükemmel şekli Kanunî devrinde görülen Osmanii toplumsal teşkilatının o devirden itibaren gitsöylenmişti. Arazinin hükümdar hanedanına, büyük kumandan ve devlet adamlarına, nihayet bilfiil askerlikte yararlık gösterenlere dağıtılması esasına dayalı bir tür Osmanlı feodalitesi demek olan tımar ve-zeamet usulü; iki asır zarfında, usul ve kanuna uymazlıklarla ve para hırsından doğan suiistimallerle tamamen bozulup karmakarışık bir hale gelmişti. Eyalet askerlerini yetiştiren ve onları iyi şekilde idare eden bu arazi rejiminin bozulması, devletin temelini sarsmıştı. Osmanlı Devleti'nin dayandığı ikinci kuvvetli müessese de düzenli ordusu, yani yeniçeri (Res. 129,130) ve sipahi ocaklarıydı. Yeniçerilerin ve kapıkulu sipahilerinin düzenleri de Kanunî devrinden sonra bozulmaya başladı: Devşirme çocuklarından başka birtakım serseriler de yeniçeriliğe girmeye yol buldular. Yeniçerilerin evlenmelerine, barış zamanında birer sanatla meşgul olmalarına izin verildi. Bu evli barklı ve sanat sahibi adamlar, artık kışlalarda durmaksızın talim görüp savaşa hazırlanan düzenli ordunun erleri değillerdi; bunlar kendi evlerinde iş ve güçleriyle uğraşan şehir halkı oldular; ancak savaş zamanında iyi kötü toplanarak sefere sevk olunabiliyorlardı; yani bir tür halk askeri (milis) İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 153 halini almışlardı. Askerin düzeninde böyle bir gedik açılması, Osmanlı Devleti'nin en sağlam kalesi olan askerî kuvvetini zayıflatmıştı. 17. ve 18. asırlarda savaştan çok siyasetle meşgul olan bu askerî müesseselerde artık disiplinden eser bile kalmamıştı. Saray kadınlarının, vezirlerin ve ulema sınıfının bol para vererek şahsî veya zümrevî çıkarlarına alet ettikleri sipahi ve yeniçeriler, şiddet ve cüretlerini ve geleneksel cesaretlerini düşmana karşı yapılan savaşlarda değil, siyasî ve iç çekişmelerde sarf ediyorlardı. Bir ara sipahi ve yeniçeri ocakları arasına giren rekabet ve nifak, daimî Osmanlı ordusunun bu iki büyük kısmını birbiriyle çarpış-ürmıştı. Evvela başkalarına alet olan bu askerler, daha sonra sırf kendi çıkar ve hesaplarına da hareket eder olmuşlardı. Osmanlı ordusunun Kanunî devrindeki donanımı, dünyanın en mükemmeli sayılırdı. Fakat savaş sanayii, Avrupa'da gittikçe ilerlemişken, Osmanlı memleketlerinde yerinde sayarak eski halinde kalmıştı: Süleyman zamanında atılan mermer gülleler, 18. asır sonlarında bile kullanılıyordu; top dökmek, tüfek ve kılıç yapmak gibi savaş sanayii de ilerlemek şöyle dursun, gerilemişti. Strateji ve taktik usulleri, savaşlardaki tecrübelerle Avrupa'da adeta bir ilim halinde derlenmişti; Osmanlılar arasındaysa hep eski usuller devam ediyordu. Avrupa'da ilim ve tecrübe sahibi general ve kumandanlar belirli bir öğrenimle yetiştirilirken, Osmanlı orduları, tesadüfen vezir olan kimselerin kumandası altına verilirdi. Bir vezir, hem siyaset ve idarede reis, yani sadrazam olabildiği gibi, savaşta da başkumandan oluveriyordu. Hele bahriyece Avrupa donanmalarıyla Osmanlı donanmasının arasındaki fark, Osmanlılar zararına pek büyümüştü. Bir zamanlar, bütün Akdeniz'e hâkim olan Osmanlı donanması, 18. asır sonlarına doğru, Karadeniz ve Adalar Denizi'nde limanları savunmaktan âciz bir derekeye inmişti. Avrupa'da yapılan yüksek bordalı büyük gemiler, Osmanlı tersanelerinde yapılamıyordu; bunların planlarını ilim dairesinde çizecek uzmanlar bile yoktu. Donanmaları idare edecek, ilim ve tecrübe sahibi kaptanlar kalmamıştı. 18. asır sonlarına doğru Osmanlı kaptanlarının, en basit coğrafî bilgilerden bile habersiz oldukları, bazı şahitlerin rivayetleriyle tespit olunmuştur. Bu eksiklikler, askerî yenilgilerin sürüp gitmesiyle belirginleşmiş olduğundan, asrın sonlarına doğru, kara ve deniz kuvvetlerinin iyileştirilmesi, 154 TARİH uzman topçu kıtaları oluşturulması, savaş levazımının usulü dairesinde imali ve yeni usulde gemiler inşası gibi bazı girişimlerde bulunulmuş ve bunların hazırlanması Avrupa'dan gelme bazı serserilere verilmişti. Bu girişimlerden ciddî bir sonuç alınamadı. Bütün bu olaylar, Osmanlı toplumunun artık kendiliğinden, yabancılara muhtaç olmaksızın, kendi askerî ihtiyaçlarını sağlayabilecek buluşlarda bulunamamış olduğunu, yani kendi iç kuvvetiyle bu alanda ve bunları hazırlayan ilim ve sanayi alanında gelişememiş olduğunu göstermektedir; yani Avrupa'nın medenî ilerlemesi, bu hususta Osmanlıları geride bırakıp, kendine muhtaç bir hale getirmiş demektir. Osmanlı toplumunun iktisadi alanda da ilerleyememiş olduğu, 16. asırda ve 17. asır başlarında görülen sanayi alanındaki gelişme derecesinin yük-selmeyip aksine düşmesiyle anlaşılabilir: Damat İbrahim Paşa yok olma durumundaki bazı sanayii, mesela çiniciliği canlandırmaya çalışmak zorunluluğunu duymuştu; kâğıt fabrikası gibi bazı imalathaneler de yaptırmıştı. Çoğunluğu iyi sonuçlanmayan ve aralıksız süren birçok savaş, doğal olarak ticarette güvenliği kaldırmıştı. Savaşlardan başka, eyalet idarelerindeki düzensizlik, ziraatla uğraşanların devamlı ve güvenli çalışmalarına engel olarak Rumeli ve Anadolu çiftçilerinin eski refahını eksiltmişti. Anadolu'nun bitip tükenmek bilmeyen ayaklanmaları, idarede düzensizlik ve adaletsizlikle beraber, çiftçinin iktisadî sıkıntısının delilidir. Gerek saltanat merkezinde, gerek eyaletlerde idarî düzen ve idarî ahlak pek bozulmuştu. Para ve hançer her şeyi almaya, her şeyi yaptırmaya, her iddiada bulunmaya yetiyordu; hukukî müesseselerin kıymeti hemen hiç kalmamıştı. Parası çok olan veya bir kısım yeniçeri ve sipahinin hançer ve kılıçlarına dayanan, yahut vilayetlerde maiyetine önemlice bir kuvvet toplayan adamlar, hediye ve rüşvet vererek veya korkutarak en yüksek makamlara, hatta sadrazamlık ve şeyhülislamlık mevkilerine geçebiliyorlardı. Eyalet hâkimlikleri parayla alınırdı. Parasına veya kuvvetine güvenen eyalet hâkimi, kendisini saltanat merkezine hiç bağlı saymayarak bağımsız olarak hareket etmeye cüret ederdi. Kafasını kesip yerine daha itaatkâr birini geçirmek için İstanbul'dan görderilen gizli memurlar, daha yerlerine varmadan, haklarında idam hükmü verilen kimseler tarafından haber alınarak, yolda İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 155 öldürülürdü. Bu suretle uzak eyaletlerin, mesela Bağdat, Yemen ve Mısır'ın hâkimleri adeta bağımsız birer hükümdar gibi hareket ederlerdi. Padişahlar hediye alırdı. Padişahlar yanındakilerin rüşvet ve yiyiciliklerine engel olabilecek bir kudret göstermezlerdi. Böyle bir heyet içinde Tarhon-cu Ahmet Paşa gibi doğrulukla iş görmek isteyenler ezilip mahvedilirdi. Siyasî cezalar son derece şiddetliydi. Doğru veya yanlış bir siyasî suç yüklenen adam, isterse sadrazam olsun, padişahın emriyle derhal katledile-bilirdi. Devletin önemli memuriyetlerini kapmak için, devlet adamı sayılan kişiler arasında müthiş rekabetler, entrikalar vardı; bunlar birbiri aleyhine yalanlardan, iftiralardan asla çekinmezlerdi. Yani siyasî ahlak çok bozuktu. Üç ay evvel sadrazamlık makamına büyük bir gösteriş ve görkemle geçen adamın, üç ay sonra kesik başının sarayın avlusunda teşhir edilmesi sıradan durumlardandı. Buna rağmen sadrazamlar, vezirler ve diğer büyük memurlar, haklı olarak cezalandırılmalarını gerektirecek hareketlerden bile çekinmezlerdi. Yarını emin görmeyen bu adamlar, bugünkü konumlarından azamî ölçüde yararlanmaya uğraşırlar ve bazen kendilerine rakip olabilecek kimselerin hepsini ortadan kaldırmaya kadar giderlerdi. Mesela Köprülü Mehmet Paşa, belli başlı paşaların tamamını idam ettirmiştir. Böyle bir idarenin halkı hoşnutsuz bırakmaması ve sonuç olarak birçok karışıklık ve kargaşalıklar doğurmaması mümkün değildir. Bu kargaşalıklar, kısmen eyaletlerde, kısmen başkentte olmuştur ve başkent kargaşalıkları, çoğunlukla yeniçeri ve sipahilerin, hükümetin idaresini beğenmeyerek, sadrazam ve diğer vezirlerin öldürülmesini talep etmeleri tarzında gerçekleşmiştir. Bazen iş vezirlerle de kalmaz, bizzat padişahın tahttan indirilme-siyle ve nadiren de katliyle (H. Osman, L İbrahim gibi) sonuçlanırdı. Bu askerî ayaklanmalarda İstanbul halkının çoğunlukla karışmayıp tarafsız kaldığı görülür. Bazılarında İstanbul halkının fakir kısmı, yeniçerilerin harekâtına katılır. Bunun en bariz örneği, Patrona Halil Ayaklanması'dır. Patrona Halil Ayaklanması, İstanbul fukarasının, Lale Devri'nin zevk düşkünlerine karşı bir ihtilali gibi görünmektedir. Bir hamam hademesi olan Patrona Halil ve etrafına toplananlar, yeniçeri ve sipahilerin ağa ve zabitleri değil, fakir esnaftan olan neferleridir. Osmanlı tarihlerinin yazdığına göre İstanbul'un bütün "haşaratı", yani işsiz, güçsüz, serseri ve aç, çıplak kısımları bunlara katıldı. Cemaatleri büyüyüp kuvvetlenince, yine 156 TARİH üst tabakadan sayılmayan bazı kimseleri başlarına geçirdiler; mesela Saraç Mehmet adlı birini yeniçeri ağası ve müderrislerden Deli İbrahim adlı diğer birini de İstanbul kadısı olarak atadılar. İhtilalin hedefi, Damat İbrahim Paşa ile ona uyan şeyhülislam ve bazı büyük devlet adamlarıydı. Bunları İran bozgunluklarına sebep olmakla ve padişahın sefere gitmesine engel olup İstanbul'da zevk ve sefa hayatı geçirmekle ve fakir halkı soymakla suçluyorlardı. İhtilalciler başarılı olunca, yani sadrazam ve arkadaşları öldürülüp, padişah tahttan indirilince, yeni padişah Sultan L Mahmut, huzuruna giren Patrona Halil'den ne istediğini sordu. Halil ise, halka çok ağır gelen ve Kâğıthane köşklerinin yapılması için İstanbul halkından alınan malikâne vergisinin kaldırılmasını istemekle yetindi. İstanbul'un fakir halkının Kâğıthane köşklerine düşmanlığı çok şiddetliydi. İstanbul Kadısı Deli İbrahim, bu köşklerin yakılması için fetva çıkardı. Padişah ancak yıkılmasına izin verdi. İstanbul'da ne kadar "haşarat" varsa oraya üşüştüler; devlet adamlarına ait olan ve altı yedi seneden beri inşa olunup etrafı güzel bağ ve bahçelerle süslü, yüz yirmiyi aşkın köşkü üç günde yıktılar! Bu suretle zevk düşkünü İbrahim Paşa'dan bir daha hınçlarını aldılar! Bu barbarca hareketler, toplumsal isyanların bütün özelliklerini göstermektedir. Dikkate değerdir ki, bu ihtilalciler, Damat İbrahim Paşa devrinde zevk ve sefahat için yapılan köşklere bu kadar düşmanlık gösterdikleri halde, ilim ve öğretime hizmet için başlayan işlere, mesela matbaacılığa hiçbir zarar dokundurmadılar: İbrahim Müteferrika'nın basmahanesine ilişen olmadı; yeni padişah I. Mahmut zamanında kitap bastırılmaya devam edildi. Bu da gösteriyor ki, ihtilal bağnazlıktan çok iktisadî sebeplerin etkisiyle gerçekleşmiştir. Osmanlı Devleti'nin gerileme devresinde toplumsal ihtilaller eksik olmadığı gibi, milli ihtilallerin de başlangıcı görünmektedir: Mesela I. Pet-ro Osmanlı Devleti'yle savaşırken, Rumeli'nin çeşitli taraflarına tahrikçiler göndererek, Hıristiyan tebaayı metbu devletleri aleyhine ve din adına ayaklanmaya davet etmiştir. Petro'nun halefleri, bu siyasî taktiği tekrarlayarak Osmanlı tebaası Hıristiyanları evvela din ve daha sonra milliyet adına kışkırtmaktan geri kalmayacaklar ve bundan Osmanlı Hükümeti aleyhine birçok semereler toplayacaklardır. İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 157 Osmanlı Devleti'nin malî sıkıntısı, 18. asır sonlarına doğru daha çok artmıştı. Çünkü artık muzaffer seferlerin ganimeti, yabancı devletlerin vergileri ve zengin bazı eyalet ve beyliklerin gelirleri gelmez olmuş ve bunca savaşla ve kötü idarelerle .iktisadî refahı bozulan diğer tebaanın da yergi verme gücü azalmıştı. Bunun üzerine masrafın kısılmasına çalışılıyor, halkta tasarrufu amaçlayan bazı fermanlar çıkarılıyor ve aynı zamanda masrafı karşılamak üzere mallara el konulması ve tağşişi sikke (paradaki kıymetli maddenin ek-siltilmesi) gibi öteden beri yürürlükte olan tedbirler uygulanıyor, fakat yine masraf açığı kapatılamıyordu. Sikkenin tağşişinde o kadar ileri gidilmişti ki, o zamanlar Osmanlı hizmetinde bulunan yabancılardan Baron de Ton hatıratında belki abartılı olarak şöyle yazar: "Osmanlı memleketinde kalpazanlar bile halk yararına hizmet ediyorlar; nasıl bir alaşım kullanırlarsa kullansınlar, yaptıkları para mutlaka Darphanei Amire sikkelerinden daha kıymetlidir." RUS SAVAŞLARI AVUSTURYA'NIN RUSLARA YARDIMI KAYNARCA VE YAŞ ANLAŞMALARI yan savaş karada, ismail Kalesi civarında Türk ordu- sunun yenilgisi ve Çeşme civarında Türk donanması-nın imhasıyla sonuçlandı. 1774'te imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım bağımsız oldu (Harita. 10). Özü (Dinyeper) ile Aksu (Buğ) ırmakları arasındaki arazi Ruslara verildi. Araziyle ilgili bu hükümlerden daha ağır olmak üzere Ruslar Karadeniz'de donanma bulundurmak hakkını aldılar ve dolambaçlı ifadelerle Türkiye'deki bütün Ortodoksların koruyucusu konumuna geçtiler. Rusların Hıristiyan tebaanın bir kısmım korumaları altına alma girişimleri, Fransızların 1740 kapitülasyonlarından esinlenmiştir. Savaşa katılmamasına mükâfat olarak Bukovina da Avusturya'ya verildi. Rusya Lehistan'ı paylaştıktan sonra Kırım'ı da işgal etmiş ve topraklarına katmıştı (1783). Katerina'nın Kırım'da ve Güney Rusya'da yaptığı gösteriler üzerine Rusya'ya tekrar savaş açıldı (1787). Antlaşmaları gereğince, Avusturya da Rusya'yla beraber hareket etti. Ruslar, Karadeniz sahillerinde bazı kaleleri ve Avusturyalılar da Belgrad'ı zapt ettiler. İsveç'in, Türkiye'nin müttefiki sıfatıyla Ruslara saldırısı ve Lehlilerin de ihtilal yaparak harekete geçmeleri Rusların ve Avusturyalıların istilalarını durdurdu. Avusturyalılarla Zistovi Antlaşması (1791) 158 TARİH yapıldı. Fransız İhtilali'mn başlaması dikkatleri Batı'ya çektiğinden bu savaş, Osmanlı İmparatorluğu için hemen kayıpsız denecek bir tarzda bitmiş ve Ruslarla da bir sene sonra Yaş Antlaşması (1792) yapılmıştır. II KATFRİNA'NIN osmanlı devletinin imha planları hiristiyan hiristiyan Tebaayı 18. asır başında I- Petro Rusya imparatoruydu; asrın sonlarına doğru II. Katerina asıl imparator olan ko-casını öldürtüp, çarlar tahtına geçti (1763-1796). Petro'nun izince giderek iç idarede bir hayli reform yapan ve Lehistan'la Osmanlı Devleti aleyhindeki savaşlarında büyük başarılar kazanan bu Alman karısına da Ruslar Pet-ro'ya verdikleri Büyük unvanını takmışlardır. Katerina Lehistan'ı Prusya ve Avusturya ile uyuşup paylaştırdı; bu suretle Leh Krallığı bir müddet için ortadan kalktı. Aynı işlemi, Osmanlı Devleti üzerine de uygulamak, Osmanlı İmparatorluğu'nun hayatına son vermek Katerina'nın emeliydi. Bu suretle, Rusya Akdeniz'e ve Hint denizlerine çıkabilecekti. Osmanlılarla yaptığı birinci savaşta (1768-1774) Karadeniz'e çıktıktan sonra, ikinci savaşa (1787-1791) başlamadan önce, Nemçe Çasarı //. İozefle 1781'de meşhur Grek Projesi'ni hazırladı. Bu projeye göre Osmanlı memleketinin Avrupa'da bulunan bir parçası Rusya ve Avusturya arasında bölünüyor, diğer bir parçası da, Rusya'nın koruması altında, eski Bizans İmparatorluğu'nun canlandırılması suretiyle yine Rusya eline geçiyordu. Bizans papazları, I. Petro zamanından beri Rusya'nın bütün Hıristiyan tebaayı Osmanlı saltanatı tabiiyetinden kurtaracağı fikirlerini, Ortodoks reaya* arasında yaymaktaydılar; Rusya çarlarını Ortodoksluğun kurtarıcısı gibi göstererek Osmanlı ülkesinde yaşayan bütün Ortodoksları Rus çarlarına fikren ve hissen bağlıyorlardı. II. Katerina'nın Türk savaşları zamanında, bu propaganda daha büyük ölçekte yapıldı. Mora, Adalar ve Rumeli'nin bazı taraflarında reayanın ayaklanmaları da görüldü. I. Petro zamanında ekilen fesat tohumları artık filizlenmeye başlamıştı. Kaynarca Antlaşması, Ruslar tarafından, Rusya'yı Hıristiyan tebaanın koruyucusu gibi tanıyor şeklinde yorumlanınca, çarların reaya üzerinde etki ve nüfuzları daha çok arttı; Ruslara güvenerek reayanın metbu hükümetleri aleyhine hareketleri de o oranda çoğaldı. * Reaya: Tanzimat'tan önce Osmanlı İmparatorluğu'nun Müslüman olmayan uvruklan İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 159 KIRIM İSTİLASININ ÖNEMİ HİLAFET FİKRİNDEN FRANSIZLARIN yaralanmak istemeleri İki Rus savaşı arasında Kaynarca Antlaşması'mn bağımsız devlet olarak tanıdığı Kırım Hanlım Rusva tarafından istila edilmiş ve bu haksız hareketi Osmanii Devleti de onaylayıp kabul etmek zorunda kalmıştı (1783). Osmanlı İmparatorluğu'na dahil, tabi devletlerden bir Türk hanlığının, Rusya'nın etkisiyle evvela bağımsız tanınması, birkaç sene sonra da Rusya'nın bir vilayeti haline geçmesi, Osmanlılara ağır geldi. O zamana kadar bu önemde Müslüman ve Türk bir kıta imparatorluktan koparılmış değildi. Bundan başka Kırım'ın Ruslar tarafından istilası, Azak Denizi'nin tamamen Rusya eline geçmesi, Karadeniz'in kuzey ve doğu kıyılarının kısmen Rusya'ya tabi olması, Anadolu'yu, Boğazlar'ı ve başkenti yakından tehdit edebilecek olan Kırım Yarımada-sı'nın mükemmel limanlarıyla korkunç bir düşmanın elinde tehlikeli bir silah olarak kalması demekti. İstanbul kamuoyu, Kırım'ın terki üzerine çok bulanmıştı. Devleti idare edenler bu kaybın önemini takdir ediyorlardı, halk da heyecandaydı; bu etkiler altında İkinci Rus Savaşı başlamıştı (1787). Bu savaşta büyük kayıplara uğranılmadı; fakat Kırım da geri alınamadı. Rusya'nın Karadeniz'e çıkması ve birinci savaş sırasında Avrupa'yı dolanarak gelen bir Rus donanmasının Adalar Denizi'nde Osmanlı donanmasını yakması (Çeşme Savaşı), Yakındoğu'nun artık her taraftan Rus kuvvetlerinin tehdidi altında bulunduğunu göstererek, Fransa ve İngiltere gibi Doğu'da iktisadî ve siyasî çıkarları bulunan Batı Avrupa devletlerini hayli telaşa düşürdü. İngilizler, başlangıçta Ruslara eğilimliyken onlar da nihayet tehlikenin önemini anladılar ve Osmanlı tarafına eğilim gösterir oldular. Kaynarca Antlaşması'mn ardından, Fransızlar, Kırım'ın Osmanlı sultanlarına olan bağının büsbütün kesilmemesi için, I. Selim zamanında Osmanlı padişahlarına geçen İslam hilafeti kuvvetinden yararlanılmasına çalıştılar. Yavuz Selim'den sonra, Osmanlı padişahları İslam halifesi olduklarını adeta unutmuşlardı. Kılıçlarının iyi bilenmiş, barutlarının kuru, toplarının düşman toplarına üstün, askerlerinin düşman askerlerinden daha iyi talimli ve disiplinli olduğu zamanlar, bu gibi aletlere zaten ihtiyaç yoktu. Kanunî 160 TARİH Süleyman ve halefleri, İslam halifesi olmaktan çok Roma imparatoru olmak iddiasındaydılar. Aralıksız yenilgi ve kayıplarla geri çekilen Osmanlı Devleti, bir Türk ve Müslüman memleketini elinden kaçırdıktan sonradır ki, yabancıların, özellikle Fransızların teşvikiyle halifelik sıfatından bir fayda çıkarmak ümidine düştü. Osmanlılar, II. Katerina ile ilk savaşlarını kaybettikleri sırada, İstanbul'daki İsveç elçiliğinin tercümanı olan Hassonoğlu Muratcan adlı bir Ermeni (Muradja d'Hosson), esaslarını eski Arapça kitaplardan alarak ve bunları Batı usulüyle düzenleyerek bir halifelik teorisi ortaya çıkarmıştır. Kaynarca Antlaşması'nın ardından, bu teoriye dayanarak, Aynalı Kavak Antlaşmasıyla (1779) Kırım'ın bazı şer'i işlerinin İstanbul'a bağlanması kararlaştırılmıştı; lakin gerçek kuvvet önünde bu gibi teorilerin ciddî bir önemi olamayacağından, dört sene sonra Osmanlı Devleti 1783 Antlaşması'yla. Kırım'ın Rusya topraklarına katılmasını kabul etti ve halifelik teorisinden doğan bütün haklarından da vazgeçmek zorunda kaldı. D. ON SEKİZİNCİ ASIRDA AVRUPA /. ON SEKİZİNCİ ASIRDA AVRUPA'YA GENEL BİR BAKIŞ 18. ASIR DEVLET- lerinin genel vasıfları 17. asırda üstünlük ve hâkimiyet davasında bulunan kuvvetli devletlere karşı açılan denge savaşları, mücadele eden devletlerin tamamını az çok zayıflatmıştı. Özellikle 18. asrın başında gerçekleşen ispanya Mirası Savaşı Fransa'yı çok zedelemişti. Doğu Avrupa'da da İsveç'in genişlemek arzusundan doğan Kuzey Savaşı, Avrupa'nın kuzeyindeki bu kuvvetli devleti çok yorduğu gibi, Katolik olmayan komşularına karşı giriştiği savaşlar da Lehistan'ı tamamıyla kuvvetten düşürmeye sebep olmuştu. Osmanlı İmpartor-luğu'nun Karlofça Antlaşması'yla Avrupa'da büyük bir gerilemeye katlandığı evvelce görülmüştür. Özetle 18. asır başında Avrupa'nın doğusunda 17. asrın en kuvvetli üç devleti (Osmanlı, İsveç ve Leh devletleri) gerileme içinde görülmektedir. Bu gerileme bütün asır içinde devam eder: LeİMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 161 histan tamamen yıkılır; Osmanlı ve İsveç devletleri zayıf düşer. Bu devletlerin zararına olarak gelişen Rusya, Prusya ve Avusturya devletleriyse Avrupa siyasetinde önemli roller oynamaya adaydırlar. Batı Avrupa devletlerine gelince, sömürge siyasetine verilen önem sayesinde yeni gelişme imkânları bulurlar. 17. asır savaşlarının doğurduğu felaketler, bu asrın hâkim hükümet şekli olan mutlakıyetin, en iyi idare tarzı olmadığı fikrini doğurmuştur. Bundan dolayı bazı memleketlerde hükümdarlar, siyasî kudretlerini feda etmeksizin, toplumsal, mülkî ve iktisadî reformlar yapmayı kendi çıkarları için zorunlu görüyorlar, bu suretle aydın mutlakıyetleri ortaya çıkar. Bu idare tarzının yer bulması, mutlakiyetin zayıflığını gösterir. Zaten 16. asırdan beri gerçekleşen fikrî ve iktisadî gelişmeler, burjuvazi sınıfının hükümete katılımını hazırlamıştı; asrın sonlarında kuvvetlenmeye başlayan parlamentarizm ve demokrasi hareketleri bir sonraki asırda devam edecektir. 2. ON SEKİZİNCİ ASIRDA AVRUPA DEVLETLERİ Rusya'nın 17. asırda Avrupalılaşmak için bazı gayretler gösterdiği evvelce görülmüştü. Bununla beraber 1689 tarihinde /. Petro tahta çıktığı zaman Rusya, tamamen Avrupaî olan hiçbir şeye sahip değildi. Ahlak, kıyafet, âdetler, zevkler, özetle her şey karışmış, medeniyeti evvelce taşıdığı Doğu vasıflarını, saflığını kaybetmişti. Bundan başka Rusya, Batı devletleriyle serbestçe temas ve ilişkide bulunamıyordu; çünkü Türk arazisi onu Karadeniz'den, İsveç eyaletleri Baltık'tan, Lehistan da Merkezî Avrupa'dan ayırıyordu. Bu üç engel içinden denizlere ve Merkezî Avrupa'ya "pencere açmak" zorundaydı. İşte Rus çarlarının 18. asır içinde başarmaya çalıştıkları işler, Ruslan Avru-palılaştırmak, Rusya'yı denizlere kadar genişleterek Batı Avrupa ile daha kolay ilişkide bulunacak bir hale getirmek olmuştur. I. Petro (1685-1725) şiddetli bir despotlukla memleketinin medenî gelişimini çabuklaştırmak ve tebaasını, Hollanda, Almanya veya Fransa'da gördüğü insanlara benzetmek için birçok emirnameler çıkardı, şiddetler gösterdi. Fakat yalnız 162 TARİH görünümünü ve yüksek tabakalarını biraz değiştirebildi. Petro'nun başladığı işe, kendisinden sonra gelenlerden Elizabeta bir dereceye kadar ve biraz sonra //. Katerina (1763-1796) oldukça faaliyetle devam etti. Medenî ve toplumsal bir değişiklik sağlamak için sarf edilen gayretler tam bir başarı sağlayamamışsa da, Rusya'yı büyütmek için takip edilen dış siyasetin çok önemli sonuçlar verdiği aşağıda görülecektir. Avrupa'nın doğusundaki devletlerin hemen tamamı gerileme içinde yuvarlanırken Rusya'nın büyük gelişmeler kazanması ve soyutlanmış konumundan kurtularak Avrupa siyasetinde önemli bir rol oynamaya başlaması, 18. asrın en önemli olaylarından biri sayılmak lazım gelir. LEHİSTAN Lehistan'ın gerilemesi 18. asırda hızlanır, asrın sonlarına doğru bu devlet haritadan tamamen silinir. Lehistan'ın felaketi, memleket içinde anarşiyi devam ettiren hükümet rejiminin bir sonucudur. Gerçekten Lehistan'ın idare tarzı, kral öldükçe hırslı komşuların Lehistan'ın içişlerine karışmasına çok uygundu. Bu sebeple memleket, 18. asırda birbiri ardından Saksonlarm, İsveçlilerin ve Rusların boyunduruğu altında kaldı. Daha 17. asrın sonlarında Saksonya Elektörü Avgust, Lehistan kralı seçilmişti. Bu yabancı kral, Lehistan'ı bir sömürgeymiş gibi idare etti. Bundan dolayı Avgust, Danimarka ve Rusya'yla ittifak yaparak İsveç'e karşı savaşa girdiği zaman Lehliler tarafından yardım görmedi. Lehistan, İsveç Kralı XII. Sari tarafından istila edildi. Sari mağlup olunca Lehistan'a seçtirmiş olduğu kral, tahtını koruyamadı. Saksonlar, Rusların da yardımıyla tekrar memlekete geldiler. Bu devirde özellikle 1764 tarihinden sonra Lehistan Rusya'nın gerçek koruması altına girmiştir. Lehliler, gerçi bu devirde idare tarzını değiştirmeye, kuvvetli bir hükümet yaratmaya çalıştılar, fakat başarılı olamadılar. Girişim pek geç kalmıştı. Komşu devletler, her zaman müdahalelerine yol açan hükümet tarzının değşimesine izin vermemek için anlaşmışlardı. Komşu üç devletin, yani Rusya, Prusya ve Avusturya'nın zayıflık ve anarşi içinde kalan Lehistan'ı ne şekilde paylaştıkları aşağıda açıklanacaktır. İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 163 X1. Şarl'ın elde ettiği uzun bir barıştan sonra krallı-ğa geçen XII. Şarl'ın Rusya ve Lehistan'a karşı giriştiği savaşlar İsveç'i insan ve para itibariyle büyük ölçüde zayıflatmış, memleketini, Türkiye'ye sığınmış bulunduğu sırada bile mutlakiyetle idare etmek isteyen Şarl'ın nüfuzunu sarsmıştı. Bu sebeple Şarl'ın ölümü üzerine aristokratlar yeniden hükümete karışmaya başlamışlardı. Çıkar peşinde koşan bencillik, vatanseverlik hislerini gevşetmiş, fırkalar bir taraftan Rusya'nın, diğer taraftan Fransa'nın yardımına dayanmaya başlamıştı. İsveç o kadar zayıflamıştı ki, komşu devletler paylaşmak için projeler hazırlamaya koyulmuşlardı. III. Güstav'ın tahta çıkması (1771) ve halka dayanarak kuvvetli bir hükümet yaratması memleketi bir müddet için kurtardı. Güstav'ın idaresi bir aydın mutlakiyetçiliğiydi. Zamanında önemli ilerlemeler oldu. Fakat hazinenin dayanamayacağı kadar büyük masraflar, İsveç maliyesini sarsmakta gecikmedi. Bundan yararlanmak isteyen aristokratlar yine ayaklandı. Kral katledildi (1792). Bunun üzerine İsveç yeniden zayıfladı. Öyle ki, Fransız İhtilali başlayıp da Batı ve Merkezî Avrupa'da-ki savaşlar İsveç'in komşularını işgal etmeseydi, belki de yeniden paylaşılma tehlikesine uğrayacaktı. GANİMARKA Danimarka da, 18. asırda Otuz Yıl Savaşı'na ve İsveçe karşı açılan mücadeleye katılmakla zayıflamıştı. 18. asırda uzun bir barış devresinden yararlanarak içeride bazı reformlar yapmayı başarmıştır. Bu hususta Danimarka krallarının hizmetine giren bazı yabancılar ve özellikle Almanlar önemli rol oynamışlardır. 17. asırda Merkezî Avrupa'da başlamış olan gelişme hareketi, 18. asırda da devam etmektedir. Almanya, siyaset itibariyle birliğe doğru yürümekten henüz uzaktır. Almanya gene çeşitli hükümetlere ayrılmış bulunmaktadır. Fakat hiç olmazsa asrın ikinci yarısında prenslerin çoğu, aydın mutlakiyetçiliği taraftarları gibi halkın refahı ve manen yükselmesiyle ilgilenmeye çalışmaktadır. "Hükümdar halk içindir, halk hükümdar için değil" esası bu devirde Almanya'da genel olarak kabul edilmiş gibidir. Diğer taraftan Almanya'da önemli bir fikrî 164 TARİH hareket başlamıştır. Almanya'nın çeşitli üniversitelerinde 18. asır yazarlarını anlayacak bir aydın burjuva zümresi yetişmektedir. Bu devirde bir taraftan Alman edebiyatı yabancı etkilerden kurtulmaya çalışıyor, diğer taraftan Alman milletinin de medeniyet ve ilerleme yolunda büyük bir rolü olması gerektiği aşılanıyor. Asrın sonlarında gerek dil, gerek fikir itibariyle tamamen milli bir Alman edebiyatı meydana gelmiş bulunuyor. Filozof Kant (Res. 135), Şair Şekiller (Res. 136) ve Goethe (Res. 137) gibi büyük yazarların yazmaya başladıkları eserler bütün Almanlar tarafından okunup anlaşılmaktadır. PRUSYA Alman memleketleri içinde en büyük ilerlemeyi Prusya'da görüyoruz. Prusya'ya krallık unvanını kazandıran I. Frederik'ten sonra Prusya tahtına geçen ve Çavuş Kral adını alan I. Frederik Vilhelm (1713-1740) cimri, haşin ve çoğunlukla sarhoş olmakla beraber kuvvetli bir idare kurmuş, oğluna disiplinli bir ordu ve zengin bir hazine bırakmıştır. Devletin çıkarlarını her şeyden üstün tutan //. Frederik (1740-1786), babasının bu hazırlıklarına dayanarak büyük bir faaliyet göstermiş, memleketine önemli araziler kazandırmıştır: İlk önce Fransa'nın yardımıyla Avusturya'dan Silezya'yı aldı. Bu araziyi geri vermek zorunda bırakılmak istendiği zaman hemen yalnız başına büyük bir direniş gösterdi. Daha sonra Lehistan'dan bir miktar arazi zapt ederek arazisinin birliğini elde etti. Frederik, savaştan sonra memleketinin iktisadî gelişimine önem verdi. Prusyalıların "Büyük" lakabını verdikleri Frederik öldüğü zaman Prusya, teşkilatı düzenli, zenginleşmiş, Avrupa siyasetinde sözü birinci derecede geçer bir devlet haline gelmişti. AVUSTURYA Avusturya da, 18. asırda az çok merkezileşmek suretiyle bir gelişme göstermiştir. Avusturya, Karlofça ve Ut-reht anlaşmalarının ertesinde arazisinin genişliğiyle Avrupa'nın görünüşte en kuvvetli devletiydi. Almanya İmparatorluğu tacına da sahip olan IV. Sari Pa-sarofça Antlaşması'yla (1718) bir ara Balkan Yarımadası'na da hâkim olacak gibi göründüyse de, Belgrad Antlaşmasıyla. (1739) Türkler onu tekrar Tu-na'nın ötesine attılar. Bununla beraber Habsburglar, gene miras olarak kendiİMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 165 lerine geçen asıl Avusturya memleketlerinden başka Bohemya, Silizya ve Macaristan'a, Felemenk ile İtalya memleketlerinin önemli bir kısmına sahip kalıyorlardı. Gerçekte Avusturya'nın son kazançları, bu devleti oluşturan milletlerin miktarını artırmıştı. Eskiden beri bağımsız krallıklar oluşturan ve doğal olarak çeşitli emeller besleyen cins cins milletlerden meydana gelen karışık bir devleti idare etmek için, bu milletlerin iç teşkilatına önem vermek gerekirdi. Halbuki IV. Sari, kızı Maıya Tereza'nın kendisinden sonra imparatorluğa geçmesini her şeyden üstün tutarak ona göre bir aile siyaseti gütmeye başladı. Bu maksadım elde etmek için kuvvetli bir ordu hazırlayacağına, ilgililerin ve devletlerin rızasını elde etmek üzere maddî ve siyasî fedakârlıklara katlandı. Halbuki ölünce yerine geçen Marya Tereza (1740-1780), ordusuz ve parasız bir halde büyük güçlükler karşısında kaldı, ağır bozgunluklara uğradı. Bununla beraber cesareti, kusursuz aklı ve tercübelerden yararlanmak kabiliyeti göstermesi sayesinde, bu kadın, tacını kurtarabildi, memleketinde ihtiyatlı reformlar yaptı, düşmanlarının ve tebaasının saygı ve sevgisini kazanmayı başardı. Oğlu II. Josef (1780-1790) daha ileri giderek, çeşitli milletlere hoş görünecek davranışlarda bulunmak ve onlara izinler vermek suretiyle değil, hepsine karşı aynı kökten reformları uygulayarak devletim merkezileştirmek istedi. Erken ölmesi ve bazı başarısızlıkları, eserini yarıda bıraktı. Asrın sonlarında kuvvetli bir orduya ve zengin kaynaklara sahip, hanedana bağlı kuvvetli bir Avusturya Devleti mevcut görünmektedir. Fakat bir Avusturya milleti oluşmuş değildi. İTALYA İtalya, 17. asırda olduğu gibi, 18. asırda da birlik fi- kir ve amacını gerçekleştirebilmiş değildir. Bir İtalya değil, birçok İtalyan devleti vardır. Bunlardan Venedik, Cenova ve Kilise devletleri gibi bazı devletlerde atalet ve hareketsizlik hâkimdir. Bunların sınırları değişmez. Buna karşı Savua Dukası 1713'te, kral unvanım ve Sardinya Adası'nı elde etmeyi, Piyemonte'nin sınırını doğuya doğru genişletmeyi başarır. İlk iki Sardinya kralı, Avrupa'nın diğer aydın mutlaki-yetçisi hükümdarları gibi bazı reformlar yapmaya kalkışır. Fakat asrın sonlarında tepki gecikmemiştir, iki Sicilya Krallığı denilen devlette de ay- 166 TARİH nı şekilde geçici reform girişimleri olmuştur. Toskana ve Milan gibi bazı bölgelerde reformlar daha devamlı sonuçlar vermiştir. Özet olarak denebilir ki, 18. asırda İtalya'da çoğunlukla aristokrat ve rahipler, eski batıl fikirlere bağlı bulunmaktadırlar. Halk ise cahildir. Hemen hiçbir yerde esaslı bir burjuvazi yoktur. Çeşitli bölgeler de soyutlanmış haldedir. İSVİÇRE 18. asırda İsviçre'nin idaresi sınırlı ailelerden mey-dana gelen aristokrat bir burjuvazinin elindedir. Siyasî haklar alarak idareye katılmak isteyen küçük burjuvazinin çeşitli şehirlerde zaman zaman görülen ayaklanmaları şiddetle bastırılmıştır. Bu asırda İsviçre'nin siyasî manzarası diğer memleketlerinkinden farklıdır: Kantonlar birleşmeye ve merkezileşmeye değil, infidatçılığa (merkezkaça, bağımsızlığa, ayrılığa) eğilimlidir. Fakat idareyi elinde tutan aristokrat burjuvazi, diğer memleketlerdeki aydın mutlakiyetçiliği taraftarlarının yaptığı gibi memleketin iktisadî refahını sağlamaya çalıştı. Sanayi ilerledi. Sonuçta ortaya çıkan refah, İsviçrelilerin, hayatlarını kazanmak için ücretli asker olarak memleket dışına çıkmalarına gerek bırakmadı. Bir taraftan da halkın okuma yazma bilenleri artmış, fikrî ilerleyiş devam etmiştir. Bu şartlar içinde asrın sonlarına doğru küçük burjuvazi, hükümeti denetleyecek bir kabiliyet kazanmış, ağır basmaya başlayarak evvelce silahla sağlayamadığı haklan elde edecek hale gelmiştir. isi FELEMENK XIV. Lui'ye karşı giriştikleri- mücadeleler, Felemenklileri haraplığa sürüklemişti. Utreht Antlaşma-sı'nın ertesinde Felemenk, borca batmış bir haldeydi. Hükümetin başında bulunan ve sınırlı miktarda zengin burjuvalardan meydana gelen oligarşi de kuvvetli bir hükümet teşkilatı meydana getiremiyordu. Bunun için tekrar dış mücadeleler başgösterdi. Asrın ortalarına doğru statuderlik tekrar iade edildi. Fakat gene Oranj hanedanından olan statuderler, 17. asırdaki-ler gibi kuvvetli şahsiyetler değildi. Bu sebeple cumhuriyetçi burjuvalar, statuderlerin mutlakiyetçi eğilimlerine karşı, kuvvetli bir muhalefet fırkası kurmakta güçlük çekmediler. Fransa'yla da anlaşarak ağır basar oldular. Buna karşı statuder olan V. Vilyem'in daveti üzerine Prusya müdahale ve Felemenk'i istila etti (1787). Cumhuriyetçilerin projeleri altüst oldu. İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 167 Felemenk 18. asırda siyasî alanda olduğu gibi iktisadî alanda da gerilemeye başlamıştır. İngilizlerle rekabet ve mücadelede başarılı olamadıkları için servetlerini, yavaş yavaş denizcilik ve ticaretten çekerek çeşitli Avrupa memleketlerine borç vermek suretiyle artırmaya koyuldular. Bu suretle kazanılan paralar daha israfil bir hayat sürmeye sarf edilir oldu. Siyasî meselelere kayıtsız kalındı, karakterler zayıfladı. Felemenk, siyasî ve iktisadî alandaki girişim kabiliyetini kaybederek İngiltere'nin bir uydusu konumuna düştü. Bu uyuşukluk Fransız İhtilali'ne ve yabancı istilasına uğrayıncaya kadar devam etti. İspanya, Utreht Antlaşması'yla, İberik Yarımadası'nda- ki arazisi ile Amerika'daki sömürgelerinden ibaret kalmıştı. Bu zamana kadar Felemenk ile İtalya'daki arazisini savunmak için yaptığı fedakârlıklarla tükenen İspanya, bundan sonra bütün çabasını memleketin iç gelişmesine sarf etmek imkânını bulabildi. Bundan dolayı, 18. asır, İspanya için yaralarını sarmak devresi sayılabilir. Asrın başında tahta geçen Burbon Hanedanı, İspanya'ya gerçi dehalar vermemiştir, fakat bu hanedan hükümdarları, hiç olmazsa, memlçketin hayrına çalışan nazırları, çabalarında serbest bırakmayı bilmişlerdir. Bu sayede İspanya, bazı reformlar yapmayı başararak, geçici bir zaman için olsun, az çok canlılık göstermiş, gerilemesi durur gibi olmuştur. Gerçekten krallara bağlı olan bazı yetkin nazırlar, İspanya'da da Fransız hükümet teşkilatına benzer teşkilat yapmışlar, ordu ve donanmayı iyileştirmeyi başarmışlardır. Bundan başka aydın bir mutlakiyetçi olan III. Sari (1759-1788) zamanında ziraat, sanayi ve ticaret alanında önemli ilerlemeler sağlanmış, kilise, devletin nüfuzu altına alınmış, Cizvitler kovularak onların elinde bulunan eğitim hükümetçe idare edilmeye başlamıştır. İspanya asrın sonlarında tekrar kötü bir idareye düşmekle beraber, asrın başındaki İspanya ile asrın sonundaki İspanya arasında yine önemli bir fark mevcuttur. II. Filip zamanında İspanya'yla birleşen (1580) Portekiz, 1640'ta ayaklanmış ve Fransa'nın yardımıyla tekrar bağımsızlığını kazanmayı başarmıştı (1667). Hükümet 18. asrın ortaları168 TARİH na kadar mutlakiyetle idare edildi. Papazlar hükümet üzerinde etkili, aristokratlar da hemen hemen bağımsızdı. Portekiz, iktisaden de İngiltere'nin bir sömürgesi haline gelmişti. Uyuşukluk bir asra yakın bir zaman devam etti. Asrın ortalarına doğru kralın güveniyle hükümet başına getirilen Marki de Pombal yirmi yedi sene kadar bir zaman memleketi terör esasına dayalı bir diktatörlükle idare etti. İngiliz nüfuzuna karşı mücadeleye çalıştı. Portekiz, az çok canlanmış oldu. FRANSA XIV. Lui'den sonra sırasıyla krallığa gelen XV. ve XVI. Lui'ler zamanında Fransa'nın gerilemesi, hele 1740 tarihinden itibaren büsbütün göze çarpacak bir şekil almıştır. XV. Lui, tahta çıkışında ancak beş yaşında olduğu için Fransa, bir müddet, kral naibi olarak Filip Dorlean tarafından idare edildi. Bu devirde XIV. Lui'nin hükümet tarzına karşı bir tepki oldu. Fakat sonra tekrar eski rejime dönüldü. Naiplik devrinden sonra bir ara Kardinal Fleury'nin barışsever siyaseti, tasarruflu ve ihtiyatlı malî idaresi sayesinde Fransa kendisini bir dereceye kadar toplamışsa da Kardinal'ın ölmesinden sonra (1743) işler tekrar çığandan çıkmış, bir türlü kuvvetli bir hükümet kurulamamıştır. XV. Lui tembel ve bencildi. İlk zamanlarda halk tarafından çok sevilirken sonra herkesin nefretini kazandı. Madam do Pompadur gibi gözdelerin itibarına sınır yoktu. Devletin iç ve dış siyaseti onların heveslerine tabiydi. Devletin gelirleri yağmalanıyor, saray, vergi gelirlerinin üçte birini yutuyordu. Malî sıkıntıya çare bulmak girişimleri iflas ediyor, vergiler gittikçe artırıldığı halde bütçe açığı kapatılamıyordu. Yüksek halk sınıfları yalnız zevkini düşünüyor, hükümet gittikçe burjuvaların ve halkın güvenini kaybediyordu. Aslında bir mahkemeden başka bir şey olmayan parlamento, kralın fermanlarını kaydetmek görevine sahip olmasından yararlanarak krala karşı bazı tavsiyelerde bulunmak, bir tür muhalefet yapmak istediği zaman halk, parlamento tarafını tuttu. Kahvelerde, salonlarda gittikçe önem kazanan muhalif bir hava esiyordu. Suiistimallere karşı yürümek isteyen nazırların girişimleriyse sonuçsuz kalıyordu. XV. Lui öldüğü zaman krallığın nüfuzu hiçe inmiş, krallık ile halk arasında derin bir uçurum açılmıştı. İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 169 Şahsı itibariyle kötü ahlaklı olmayan yeni kral XVI. Lui'den, ilk zamanlarda halk çok şey ümit etmişti. Ne çare ki iradesi çok zayıftı. İlk zamanlarda işbaşına getirdiği değerli nazırları ve mesela esaslı malî, iktisadî ve hatta siyasî reformlar yapmak isteyen Turgot'yu arkalayamadı; imtiyazlı sınıfların ve kraliçenin baskısına karşı onu yerinde tutamadı. Kraliçe Mari-Antıtvanet'm (Mari Antoinette) ve saray halkının tuttuğu kimselerin malî idaresi ise iflasla sonuçlandı. Bu acz içinde yeni tedbirler bulmak ümidiyle Etats-generaııx'un (Halk Sınıfları Meclisi) toplantıya çağrılması gerekti. Bu suretle hükümete yardıma davet edilen halk ise ih-tilal'le karşılık verdi. Yapılan bu açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, Fransa, 17. asırda Avrupa'da sahip olduğu siyasî üstünlüğü 18. asırda kaybetmiş bulunmaktadır. Fakat buna karşılık bu asırda Fransa, bir fikir ve sanat üstünlüğü kazanmıştır. Fransız dili Avrupa'nın hemen her tarafında aydınlar tarafından konuşulmaktadır. Fransız edebiyatı, bu asırda mücadeleci bir vasfa sahiptir. Eski rejimin dayandığı esaslara saldırıyor, hürriyet ve eşitliği savunmaya çalışıyor. Voltaire (Res. 138), Montesquieu (Res. 139) ve ansiklope-distlerle (Res. 140) Turgut ve Rousseau (Res. 141) gibi yazarlarda Fran-sa'daki fikrî hareketin mutlakiyetçi hürriyetperverlik, demokratlık ve iktisatçılık gibi çeşitli safhalarını görüyoruz. Sanatta da resmî himaye yerine serbesti ve çeşitlilik geçiyor. Yavaş yavaş burjuvazinin fikir ve hisleri ifade edilmeye başlıyor. ingiltere 18. asırda İngiltere'nin içerideki en önemli gelişimini, parlamenîarizmin kesin şeklini alması ve önemli iktisadî ilerlemeler göstermesi oluşturur. Protestan olduğu ve kadın tarafından Stuart hanedanına mensup bulunduğu için krallığa çağrılan Ha-novre hanedanının ilk iki kralı (1714-1760), aynı zamanda Hanovra elek-törüydüler. İngilizce bilmedikleri için, İngilizleri kendi kendilerine hükümeti idare etmek üzere serbest bırakmışlardı. Bu suretle İngiltere'de nazırların ortak ve birbirine bağlı sorumluluk ve dayanışması, bunların, meclislerin çoğunluğu içinden seçilmeleri, parlamentodan çıkan kanunların 170 TARİH kral tarafından onaylanması zorunluluğu gibi parlamenter hükümetlere mahsus kurallar bir görenek olarak yerleşmeye başladı. Bu rejim, hükümet kuvvetlerinin birbirinden ayrılması esasına dayanıyordu. Bununla beraber bu devirdeki İngiltere hükümeti demokrat bir idare değildi: Whigs (hürriyetperverler) ve Tories (muhafazakârlar) adını alan siyasî fırkaların her ikisi de yüksek ve zengin sınıfların birer kısmını temsil ediyordu. Mebuslar, emlak ve arazi sahibi aristokrasi sınıfına veya ticaret ve sanatla zenginleşen yüksek burjuvaziye mensup az miktarda aileler içinden seçiliyordu. Bütün vatandaşlar seçme hakkına sahip değildi. Fakat hükümeti ellerinde tutmak imtiyazına fiilen sahip olan bu aristokratlar ve burjuvalar iktidar mevkiinde hangi fırka bulunursa bulunsun İngiliz siyasetinin takip ve sebat fikriyle idare edilmesini sağlıyorlardı. Bu sayede dış siyasette büyük başarılar kazanılmıştır, elde edilen siyasî ve iktisadî çıkarlardan bütün İngiltere halkı doğrudan doğruya veya dolaylı olarak yararlandığı için hükümetler, bu millî siyasetlerinde daima halkın desteğini elde etmişlerdir. 18. asırda İngiltere'nin üstünlüğü, bu siyaset yüzündendir. 1760 tarihine kadar iktidar mevkiinde kalan Vig Fırkası'na mensup Val-pol, takip ettiği barış siyaseti ve memleketine sağladığı iktisadî gelişmeyle, Wilyam Pitt de özellikle İngiltere'nin rakiplerini ezmek için giriştiği savaşlarla şöhret kazanmışlardır. 1760'ta krallığa gelen III. Corc (1760-1820), yalnız saltanat sürmek değil, hükümet işlerinde de nüfuz ve yetki sahibi olmak istediği için bir buhran çıktı. Kamuoyunun direnişi ve Amerika asilerine karşı uğranılan yenilgiler, hükümdarın yetki ve nüfuz davalarını yıktı ve bütün yetkileri, iktidar mevkiine geçen Vilyam Pit'e bıraktı. 18. asırda İngiltere'deki diğer önemli gelişmenin iktisadî olduğu söylenmişti. Bu asra kadar bir ziraat memleketi olan İngiltere, kuvvetini daha çok sanayi ve ticarete ayırmaya başladı. Fabrikalar, aile imalathaneleri yerine geçiyor, İngiliz sanayii, yalnız İngiltere'deki tüketim için değil, bütün yabancı memleketler için çalışıyordu. Ticaret, Fransa'dan zapt edilen sömürgelerde yeni çıkış kapıları buldu. İngiltere bu asırda dünya ticaretinin en önemli kısmını kendi eline almayı başardı. İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 171 İngiltere, bu asırda, fikir hayatı itibariyle de önemli bir mevki kazanmıştır. Romancıları, tarihçileri ve hele Hobs, Lök (Res. 134), Yum (Res. 142) gibi siyaset filozofları, Fransız yazarlarına örnek olmuşlardır. Pratik fikirlerden ilham alan âlimleri önemli pratik icatlarda bulunmuşlardır. Büyük artistleri de eksik değildir. 3. ON SEKİZİNCİ ASIRDA MİLLETLERARASI ANLAŞMAZLIKLAR VE MÜCADELELER 18. ASIR ANLAŞMAZLIK VE MESELELERİ 18. asırda dış siyaset, 17. asır siyasetine göre daha çok muğlak bir nitelik kazanmıştır. 17. asırda ya Habsburglar ve Burbonlar gibi Avrupa'da üstünlük davasında bulunan hanedanlara karşı bir denge sağlamak veya Doğu Avrupa'da nispeten geri kalmış olan memleketlere karşı arazi zaptı için savaşılıyordu. 18. asırdaysa durum hayli değişmiş bulunuyor: 1- Rusya ve Prusya gibi yeni iki kuvvetli devlet Avrupa devletleri arasına geçmiştir. Artık Avrupa meselelerinde bunların da emel, ihtiras ve çıkarlarının hesaba katılması gerekiyordu. 2- 18. asır anlaşmazlıkları da -eskiden olduğu gibi- komşularının zararına genişlemek isteyen devletlerin yeni arazi elde etmek ihtiraslarından doğmaktadır. Fakat Utreht Antlaşması'yla Avrupa'da genel dengeye dayanan bir siyasî durum oluşturulmuştu. Şimdi bir devletin, 17. asırda olduğu gibi, yalnız kendi kudretine dayanarak arazi zapt etmesi kolay değildi. Birtakım ittifaklar yaparak amaca ulaşmak lazımdı. Bundan dolayı 18. asırda devletler arasındaki diplomatik görüşme ve ilişkiler genişlemiş, içinden çıkılmaz karışık bir niteliğe bürünmüştür. 3- Siyasî anlaşmazlıkların alanı 18. asırda artık yalnız Avrupa'dan ibaret değildir. Deniz ticareti ve sömürgecilik bir kat daha genişlemişti. Bu sebeple, özellikle deniz ticareti ve sömürgecilikle ilgisi olan memleketler arasındaki anlaşmazlıklar, denizlerle denizaşırı memleketleri, daha doğrusu bütün dünyayı dairesine almaktadır. 4- Bu şartların ve vasıfların sonucu olmak üzere, siyasî düzen Ve durumların, askerî hesapların daha geniş alanlarda ve bazen bütün dünya 172 TARİH üzerinde düşünülmesi gerekmektedir. Çünkü savaşan devletler artmıştır, savaş alanları genişlemiştir. Bundan dolayı 18. asırda başarılar kazanılması ve siyasî durumların değiştirilmesi eskisine göre daha çok güçleşmiştir. 18. asrın başlıca meseleleri ve anlaşmazlıkları, asrın ilk yarısını dolduran miras meseleleri ve savaşlarıyla, Türkiye, İsveç ve Lehistan etrafındaki ihtiraslardan doğan Doğu Meselesi ve savaşları, bir de sömürge meselelerinden ve savaşlarından ibarettir. Bunları sırasıyla gözden geçirelim. MİRAS SAVAŞLARI VE 7 YIL SAVAŞLARI 18. asırda yarım asır kadar bir devir (1713-1763) zarfında Avrupa devletlerini çeşitli fasılalarla ateşe salan savaşlara, kökenlerine dayanarak Miras Savaşları denir. İlk miras meseleleri Fransa, İngiltere ve İtalya'yı ilgilendirir. Daha sonra Lehistan mirası en nihayet Avusturya mirası meseleleri gelir. Utreht ve Raştat antlaşmaları (1713 ve 1714), ancak geçici bir barış sağlamıştı. Ne Avusturya imparatoru İspanya tacından, ne de İspanya Kralı V. Filip, XV. Lui öldüğü takdirde Fransa tacından vazgeçmişlerdi. Bundan başka, İspanya kralının İtalyan olan ikinci karısı, miras iddialarıyla çocuklarına İtalya'da tahtlar sağlamak istiyordu. Nihayet İngiltere'de de krallığı işgal eden Hanovre hanedanına karşı Stuart hanedanına mensup bir taç davacısı vardı. Utreht Antlaşması'nın hükümlerini korumak isteyen Fransa ve İngiltere bir ittifak yaptılar. Felemenk'in de katılımıyla bir üçlü ittifak meydana geldi (1717). İmparator VI. Kari da, Osmanlı İmparatorluğu'na karşı savaşmakla meşgul olduğu için, bu ittifakın esaslarını kabul ederek İspanya tacından vazgeçmek zorunda kaldı. Bu şartlar içinde İspanya'nın İtalya'ya saldırması üzerine mağlup edilmesi güç olmadı. Utreht Antlaşmaları güçlendirildi. Fransa'da Kardinal Flöri, İngiltere'de de Valpol bir barış siyaseti takip ettikleri için bu miras meselelerinin daha büyük savaşlara yol açmasına meydan verilmedi. Avrupa'da genel barış sağlanmış gibi görünüyordu. 1733'te Lehistan Kralı II. Avgust'un ölümüyle Lehistan Mirası Meselesi çıktı. Lehistan'a yeni bir kral seçilmesi gerekiyordu. Adayları, ölen kraİMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 173 lın oğlu III. Avgust ile XV. Lui'nin kayınpederi Stanislas Lehçinskiydi. Stanislas seçildi, fakat Avusturya ile Rusya müdahale etti. Bu da Fransa ve İspanya ile Avusturya arasında bir savaş açılmasına sebep oldu. İtalya'da cereyan eden savaşlar sonucunda mağlup olan Avusturya, Viyana Antlaş-ması'yla (1738) İki Sicilya Krallığı'nı İspanya kralının oğluna, Loren'i de Lehistan tacından vazgeçmesi şartıyla Stanislas'a bıraktı. 1740 tarihinde birbiri ardından Prusya kralıyla Avusturya imparatoru öldü. Avusturya tahtına geçen Marya Tereza, haklarını koruyabilmek için paraya ve kuvvetli bir orduya sahip değildi. Bu sebeple Saksonya ve Bav-yera elektörleri, kanlan adına Avusturya'ya karşı hak iddiasına kalkıştılar. Bu durumdan yararlanmak isteyen yeni Prusya Kralı II. Frederik de Silezya'yı işgal etti. Avusturya'yı parçalamak için Fransa, İspanya, Prusya, Bavyera ve Saksonya arasında bir ittifak yapıldı. Avusturya'nın durumu ümitsiz gibi görünürken Marya Tereza'nın cesaret, ustalık ve faaliyetiyle şartlar değişti; bağımsızlıklarının onaylanması karşılığında Macarlar, önemli bir orduyla imparatoriçenin yardımına koştular. Silezya'nın kendisine terk edilmesi karşılığında II. Frederik de ittifaktan çekildi. Nihayet İngiltere'de barış siyasetine taraftar olan Valpol yerine Fransa'ya düşman olan bir kabinenin işbaşına geçmesi üzerine Avusturya'ya yardıma karar verildi. Marya Tereza, bazı başarılar elde edince diğer müttefikler de birer birer çekildi, Avusturya'ya karşı Fransa hemen yalnız başına kaldı. Bu defa savaş Belçika alanına kaymıştı. Fransız orduları başarılar elde ettiler. Avusturya ve İngiltere barış isteyecek hale geldiler. Fakat Fransa, askerî durumundan yararlanamadı. Savaştan evvelki durum esas olmak üzere Eks La Şapel Barışı (1748) imzalandı. Prusya, Silezya'yı korudu. Bu barış antlaşmasına rağmen diplomasi faaliyeti durmadı. Sekiz sene zarfında yeni tertipler düşünüldü. Çünkü Avusturya, Silezya'yı geri almak istiyordu, İngiltere de sömürgelerini genişletmekle beraber krallarına ait olan Hanovra'yı koruma çarelerini arıyordu. İngiltere bunun için Fransa'ya karşı bir deniz savaşma girmeyi düşünüyordu. XV. Lui'nin müttefiki olan II. Frederik'e karşı Hanovra'yı korumak için İngiltere, Rusya ile bir antlaş174 TARİH ma yaptı. Kendisini İngiltere, Rusya ve Avusturya arasında yapılan bir ittifakın tehdidi altında gören Frederik, İngiltere'ye başvurarak Almanya için tarafsızlığını teklif ve Almanya topraklarına yapılacak yabancı istilasını beraberce defetmeyi taahhüt eden bir antlaşma imzaladı. Bu antlaşma evvelce yapılmış ittifakların tamamen altüst olması sonucunu doğuruyordu. Avusturya, İngiltere'nin ihanetine karşı Prusya'dan ihanet gören Fransa'ya başvurdu. İki eski düşman ile Rusya el ele verdiler. Bu suretle Fransa, 1756'da açılan ve Yedi Yıl Savaşı adını alan mücadeleye gittikçe daha çok ilgili oldu. Fransızların kendi çıkarları ve sömürge mücadelesi ihmale uğradı. Bir taraftan II. Frederik'in askerî dehası ve İngiltere'nin mücadeledeki faaliyeti, diğer taraftan Rusya Çariçesi Elizabeta'mn ölümüyle Fransız ve Avusturya kumandanlarının hataları, kara savaşının bütün yükünü üzerine almış olan Frederik'i kurtardı. Bütün savaşçılar kuvvetten düşmüş olduğu için Paris ve Hubertsbourg antlaşmaları imzalandı (1763). Bunlardan birincisiyle Fransa sömürgeleri ingiltere'ye geçiyor, ikincisiyle de Avrupa'da savaştan evvelki statüko korunuyor, Silezya kesin olarak Prusya'da kalıyordu. Bu savaş sonucunda Prusya, Almanya'da birinci derecede bir mevki kazanmış oldu. DOĞUAVRUPA'NIN DURUMU Avrupa'nın doğusunda bulunan ve geçen asrın üç kuvdevletini oluşturan, isveç, Lehistan ve Türkiye, 18. asırda üç tehlikeli düşmanla karşı karşıyadır: Av-rupa'daki üstünlük davasından vazgeçen ve doğuya doğru ilerlemeye başlayan Avusturya, birinci derecede askerî bir kuvvete sahip olan ve çeşitli parçalarını ayıran Lehistan arazisini ele geçirmek isteyen Prusya, nihayet batıya doğru pencereler açmak emelinde bulunan I. Petro ve II. Katerina'nın çabalarıyla büyük ilerleme hamleleri yapan Rusya. Yükselen ve gerileyen bu devletlerin karşılaşmasından doğan durum, 18. asırda yeni bir aşamaya varmış, Lehistan haritadan silinmiş, İsveç eski sınırlarına çekilerek ikinci derece bir devlet haline inmiş, Osmanlı İmparatorluğu da adım adım geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bunlardan İsveç, Kral XI. Şarl'ın açtığı uzun barış devresinde kendisini iyiden iyiye toplamışken 1697'de krallığa gelen XII. Şarl'la yeniden çok İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 175 tehlikeli maceralara atılmıştır. Cesur bir asker olan, fakat memleketin gerçek çıkarlarını pek az anlayan Sari, büyük ihtiyatsızlıklarla hareket etmiş, memleketinin felaketine sebep olmuştur. Genç bir kralın tahta geçmesi, Danimarka, Saksonya ve Lehistan ile Rusya'nın ihtiraslarını kamçılamış, bunları bir ittifak yapmaya sevk etmiştir (1700). Saksonya elektörü ve daha sonra Lehistan kralı olan II. Avgust kendisini askerî başarılara muhtaç görüyordu. Danimarka, İsveç'in genişlemesi dolayısıyla Norveç'i kaybetmekten korkuyordu. Rusya Çarı Petro ise Baltık Denizi'ne inmek istiyordu. Bu ittifak üzerine açılan İkinci Kuzey Savaşı, yirmi sene kadar devam etmiştir (1700-1720). XII. Sari ilk önce büyük başarılar kazandı; Danimarka'yı barışa zorladı, Petro'yu Narva Savaşı'nda bozguna uğrattı. Fakat bu başarının sonuçlarını almak için en kuvvetli ve tehlikeli düşmanı olan Petro'yu takip edeceğine, Lehistan ve Saksonya üzerine yürüdü. II. Av-gust'u da mağlup etti ve Lehistan'a Stanislas Lehçinski'yi kral yaptı. Fakat bu suretle Petro'ya zaman kazandırmış oldu. Petro, ordusunu yeniden düzenleyerek Baltık sahillerine indi. Sari, 1708'de tekrar savaşa başladığı zaman, Ukrayna Kazakları batmanı ile birleşmek üzere ihtiyatsızca Kiyef e doğru güneye sarktı. Çok zorlu bir kış geçirdikten sonra üstün Rus kuvvetlerine karşı Poltava önünde mağlup oldu. Ordusu dağıldı, kendisi Türk topraklarına sığınmak zorunda kaldı. Türkiye'de kaldığı beş sene içinde düşmanları İsveç'e üşüştüler, fethettiği yerleri geri aldılar, memleketine döndükten bir müddet sonra Norveç'e karşı yaptığı bir seferde öldü. Yerine geçen kız kardeşi çeşitli antlaşmalarla İngiltere kralı olan Hanovra elektörüne, Prusya kralına, Danimarka'ya birer kısım arazi bırakarak, Rusya'ya da Niştat Antlaşması'yla Baltık sahillerini terk ederek barış yapmak zorunda kaldı. İsveç artık ikinci derecede bir devlet haline inmişti. LEHİSTAN'IN PAYLAŞILMASI Lehistan'ın 18. asrın ikinci yarısındaki acıklı sonunu hazırlayan hataları ve komşularının devletler hukukunu ayaklar altına alan ve yalnız kuvvetlerine dayanan ihtirasları, tarihin ibret alınacak bir sayfasını oluşturur. 176 TARİH Lehistan 18. asrın birinci yarısında da anarşiye engel olacak tarzda teşkilatında değişiklik yapmayı başaramamış, daima yabancı müdahalesine müsait bir manzara göstermekte devam etmişti. Saksonya hanedanının krallığa gelmesinden (1697) beri Lehistan, Rusya'nın koruması altına girmiş sayılabilir. Asrın başından beri batıya doğru genişlemeye çalışan Rusya, II. Katerina zamanında son adımı atarak Lehistan'ı kendisine katmak için fırsat bekliyordu, lakin Prusya Kralı II. Frederik de Brandeburg ile Doğu Prusya'yı birleştirebil-mek için arada bulunan Lehistan vilayetlerini ele geçirmeyi düşünüyordu. Her iki taraf, Yedi Yıl Savaşı sırasında, birbirlerinin kuvvetini denemişlerdi. Bundan dolayı karşılıklı olarak anlaşmadan ihtiraslarını tatmin edemeyeceklerini de görüyorlardı. Lehistan Kralı III. Avgust'un ölümü (1763) üzerine yeni bir kral seçmek gerektiği zaman Katerina ile Frederik, Lehistan'da anarşinin devamı ve kendilerinin icabında müdahalesi sonucunu vermek üzere Lehistan anayasasının korunması esası üzerine anlaşarak bir antlaşma imzaladılar (1764). Katerina'nın Stanislas Poniatowski adlı bir gözdesi Rus ordularının tehdidiyle kral seçtirildi. Varşova'daki Rus elçisi Lehistan'ın gerçek hâkimi kesildi. Buna karşı Leh vatanseverleri bir fırka kurarak mücadeleye giriştiler. Yardım istemeleri üzerine, zaten Rusya'nın gittikçe tehditkâr bir konuma gelmesinden endişe duyan Osmanlı imparatorluğu Rusya'ya savaş açtı. Fransa da para yardımında bulundu. Fakat bunların hiçbiri etkili olamadı. Leh vatanseverleri mağlup olarak memleketlerini terk etmek zorunda kaldılar. Osmanlı Devleti de yenilgiden yenilgiye uğruyordu. Rusya, duruma tamamen hâkim bir hale gelmiş bulunduğundan, II. Frederik bir denge sağlanması için Avusturya'ya başvurdu. Avusturya, Galiçya'nın bir kısmını işgal edince, Rusya, iki kuvvetli komşusuyla bozuşmamak için Lehistan'ın bir kısmının üç komşu arasında paylaşılmasına razı oldu. Sen Petersburg Antlaşması'yla (1772) Rusya'nın Divina ve Dinyeper nehirlerinin doğusunda kalan Beyaz Rusya'yı, Avusturya'nın Doğu Galiçya'yı, Prusya'nın da Lehistan Prusyası'nı alması kararlaştırıldı. Lehistan Meclisi, Rus süngülerinin tehdidi altında bu paylaşımı kabul etmek zorunda kaldı. Bu birinci paylaşımdan sonra Katerina, Prusya ve Avusturya'yla rekabetten çekindiği ve bir taraftan da Osmanlı İmparatorluğu'yla yeni mücaİMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 177 delelere girmiş bulunduğu için yirmi sene kadar bir müddet Lehistan'ı kendi haline bıraktı.- Lehliler, kendilerini tehdit eden tehlikeyi artık anlamış bulundukları için bu müddet içinde ordularını ve anayasalarını iyileştirmeye çalıştılar. Fakat pek geç kalmışlardı. Katerina, Osmanlı Devle-ti'yle Yaş Antlaşması'nı imzalayarak (1792) serbest kaldıktan sonra, Prusya ile Avusturya'nın Fransa işleriyle meşgul olmalarından da yararlanarak Leh reformcularını Fransız ihtilalcileri gibi tehlikeli bir unsur olarak ilan etti ve bu bahaneyle Litvanya'ya asker sevk etti. Prusya Kralı II. Frederik Vilhelm, evvelce Lehistan'ın reformlarını teşvik etmişken Lehlilere yardım edeceğine o da yeni bir paylaşımdan yararlanmak üzere Lehistan'ın batı taraflarını istilaya koyuldu. Lehliler mağlup oldu. İmzalanan ikinci bir paylaşım antlaşması'yla (1793) Rusya, Litvanya'nın büyük bir kısmını, Prusya da Danzik bölgesiyle Pozen dolaylarını aldı. Lehistan, artık küçük bir parçadan ibaret kalmıştı, o da Rus işgali altındaydı. Buna rağmen Leh vatanseverleri, şerefli bir surette ölmek üzere olsun, başta Kosciuszko olmak üzere Ruslar üzerine atıldılar, onları Varşova'dan kovmayı başardılar, fakat Avusturya ve Prusya da müdahale etti. Lehliler mağlup edildi. Rusya, yalnız Avusturya'yla anlaşarak nihaî, paylaşımı yapmak istedi. Fakat Prusya bu sırada batıda Fransa'yla barış yaptığı için ağır bastı, bu suretle üçüncü ve son paylaşım da yine üç komşu arasında gerçekleşti. Lehistan'ın doğu kısmı Rusya'nın, batı kısmı Prusya'nın, Galiçya da Avusturya'nın hissesine isabet ediyor; Lehistan, ancak Dünya Savaşı'ndan sonra tekrar dirilmek üzere son nefesini vermiş oluyordu (1795). İsveç'i İskandinavya Yarımadası'na atan, diğer komşularıyla birlikte Lehistan'ı ortadan kaldırmayı başaran Rusya, Avusturya'yla birkaç defa el ele vererek Osmanlı Devleti'ni de aynı akıbete uğratmak istemişse de kesin bir sonuç alamamıştır. Osmanlı Devleti 18. asırda hayatını kurtarmak için Rusya ve Avusturya'ya karşı beş savaş yapmak zorunda kalmıştır. Prut (1711), Pasarofça (1718), Belgrad (1739), Kaynarca (1774), Yaş (1792) antlaşmalarıyla biten bu savaşların çeşitli safhaları yukarıda görüldüğü için, burada tekrar edilmeyecektir. 178 TARİH Yalnız yukarıda verilen bilgilerin Osmanlı Devleti'nin bu asırda tamamen paylaşımına engel olan direnişinin kısmen başlayan askerî reformlardan, kısmen de çeşitli Avrupa devletleri arasındaki çıkar anlaşmazlıkları dolayısıyla zaman zaman Türkiye'ye gösterilen siyasî desteklerden ve bir de Rusya ve Avusturya'nın Lehistan paylaşımı gibi çeşitli Avrupa meseleleriyle meşgul olmalarından ileri geldiğini gösterdiği hatırlanmalıdır. SÖMÜRGE MESELELERİ 18. asırda Avrupa'daki anlaşmazlık ve savaşlar, sömürgelere de sıçramaktan gen kalmamıştır. Yeni zamanların başında önemli keşifler yapan Portekiz ve İspanyollardan sonra Felemenkliler, Fransız ve İngilizler de önemli sömürgeler edinmişlerdi. Portekizliler yalnız sahillerde sağlam ticaret yerleri kurmuşlardı. Diğerleri ise kıtaların içine sokulmuşlar, önemli iskân sömürgeleri kurmuşlardı: İspanyol Amerikası, Antiller, Kanada, Yeni İngiltere, Hindistan gibi. Meksika'da, Şili'de, Arjantin ve Brezilya'da birleşip yerlilerle karışan İspanyol ve Portekizlilerin miktarı bu asırda iki milyondan eksik değildir. İspanyol ve Portekiz sömürgelerinde 18. asır zarfında önemli bir değişiklik olmadı. Yine bu asrın ortalarına doğru Kanada'da yerleşmiş ve sömürge kurmuş yüz bine yakın Fransız yaşıyordu. Kuzey Amerika'da Alegani Dağları'yla Atlas Okyanusu arasında yaşayan İngilizler de bir milyon kadardı. Bu sömürgelerle anavatanların ilişkilerini, kurulmuş olan tekel şirketleri idare ediyor, büyük ve çabuk kazançlar elde etmek hırsıyla yerlilere ve sömürgecilere karşı hatalı ve zalimce usuller takip edilmekle beraber, Avrupa ile sömürgelerin ticareti inanılmaz derecede artıyordu. Kakao, çay, kahve ve şeker gibi evvelce zevk ve lüks malları sayılan sömürge ürünleri artık zorunlu ihtiyaçlardan sayılmaya başlamıştı. Sömürgelerin gittikçe artan önemini herkesten evvel İngilizler anladılar. Fransızlar, 17. asırda sömürge siyasetine oldukça önem vermiş ve birtakım sömürgeler elde etmişlerken, 18. asırdaki Fransız siyaset adamları, hatta Volter gibi bazı büyük yazarlar bu siyaseti küçümsemişlerdir. Bunun sonucu, Fransız sömürge imparatorluğunun İngiltere'ye geçmesiİMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 179 dir. 18. asırda deniz ticaretine ve sömürge siyasetine gittikçe daha büyük önem veren İngilizlerin, Avrupa savaşlarından yararlanarak Fransızların elindeki sömürgeleri birer birer ele geçirmeye çalıştıktan evvelce görülmüştü. Avrupa siyasetinin sömürgelerdeki bu yansımasını Kuzey Amerika ile Hindistan'da uzun mücadeleler şeklinde görüyoruz. İngilizlerin Kuzey Amerika'da Atlas Okyanusu sahili boyunca, 17. asırda kurulmuş olan on üç ufak sömürgesine 1732'de"Corciya adıyla yeni bir sömürge daha eklenmişti. Hür beyazlar ve köle zencilerin yaşadığı bu sömürgelerin her biri ayrı birer hükümete sahipti. Çoğunlukla ziraatla geçinen halk, ilk önce siyasî bir birlik yapmayı asla düşünmüyorlardı. Fakat 17. asrın başında kurulan ve Kolber zamanında teşkilatlandırılan Fransız sömürgeleri, Kanada'dan itibaren batıya ve güneye doğru yayılarak sahildeki İngiliz sömürgelerini saracak hale gelince İngiliz sömürgelerinde ortak bir savunma fikri doğmaya başladı, bir taraftan da İngiltere hükümeti Avrupa savaşlarından yararlanarak Fransız sömürgelerini ele geçirmeye-çalıştı. İspanya Mirası Savaşı sırasında İngilizlerin Fransız sömürgelerine saldırısı bir basan sağlamamıştı. Fakat banş yapmak isteyen XIV. Lui Utreht Antlaşması'yla Kanada'nın kapılarını yani Ternöv (TerreNeuve) ile Akadi veya Yeni İskoçya'yı, Hutson Körfezi arazisini İngiltere'ye terk etti. Avusturya Mirası Savaşı sırasında da İngilizler, Fransızların bazı mevkilerini elde etmişlerse de Eks La Şapel Antlaşması bunları tekrar Fransa'ya geri kazandırdı. Lakin bu antlaşma, iki sömürgenin sınırlarını kesin olarak tespit etmemişti. Bu sebeple Misisipi Havzası'na doğru doğal bir yol oluşturan Ohayo Vadisi'ni ele geçirmek üzere her iki taraf girişimlerde bulundu. Yedi Yıl Savaşı başlamadan Amerika'da sömürgeler mücadelesi başlamış oldu. Bu defaki mücadele kesin'sonuçlar verdi. Önemli savaşlardan sonra Kanada İngilizler tarafından istila edildi. İngiliz-Fransız sömürge mücadelesinin diğer bir safhası Hindistan'a.^ cereyan eder: Evvelce görüldüğü üzere 16. ve 17. asırlarda Hindistan, Türk Gürgânî saltanatının (Büyük Moğol Devleti'nin) elindeydi. Fakat 18. asrın 180 TARİH başında Hükümdar Evrenkzip'in ölümünden (1707) sonra, ikinci ciltte görüldüğü gibi, Babür İmparatorluğu gerçek bir gerileme devresine girdi, uzun mücadelelerden sonra parçalandı, çeşitli derebeylikler bağımsızlık kazandı. Bu zayıflıktan Avrupalılar yararlandılar, evvelce kurulmuş olan İngiliz ve Fransız ticaret şirketleri, siyasî roller oynamaya başladılar. Bunlardan İngiltere Kraliçesi Elizabet tarafından 1599 tarihinde kurulmuş olan İngiliz Doğu Hint Kumpanyası, sahilde Madras, Bombay ve Kalküta gibi iskeleleri birer suretle elde etmiş olmakla beraber, daha çok ticarî kazanç arıyoçdu. Rişliyö zamanından beri Hint Okyanusu sahillerinde ticaret müesseseleri kurmaya başlayan Fransız Kumpanyası da 17. asrın sonlarında Hint sahillerinde yerli prenslerin birinden satın alınan arazide Pondişeri Limanı'nı kurmuş ve güçlendirmişti. 18. asrın başında Pondişeri kırk bin nüfuslu bir şehir olmuş, birkaç ticaret limanı daha kurulmuştu. İspanya Mirası Savaşı zamanında Fransız Kumpanyası zayıflamışken, Babür İmparatorluğu'nun gerilemesinden yararlanarak yerli prenslerin mücadelelerine karışmaya başlamış, yeni ticaret yerleri kurmayı başarmıştır. Büyük bir hissedarın oğlu olan Dupleix'in 1730 tarihlerinde evvela Şandernagor şehrine vali ve daha sonra Hindistan sömürgelerine genel vali tayin olunması, İngiliz ve Fransız kumpanyalarının ilişkilerinde yeni bir devir açmış oldu. Birbirine yakın olan bazı İngiliz ve Fransız limanları arasında o zamana kadar yalnız ticarî bir rekabet vardı. Düpleks, yerlilerden kuvvetlice bir ordu vücuda getirdikten ve yerliler arasında nüfuzunu artırdıktan sonra yavaş yavaş memleketin içerisine sokulmak ve daha sonra da İngilizleri Hindistan'dan büsbütün kovmak siyasetini izlemeye başladı. Düpleks, Avusturya Mirası Savaşı sırasında tarafsız kalmayı reddederek İngiliz kumpanyasının en önemli merkezi olan Madras'ı elde etmeyi başardı. Fakat Eks La Şapel Antlaşması, Fransızların savaş sırasında Kanada'da Sen Loran Nehri ağzında kaybettikleri bir adaya karşılık Madras'ı İngiltere'ye geri verdi. Bununla beraber Düpleks, barış devresinde yerli hükümdarların çekişmelerinden yararlanarak memleket içerisine sokulmak siyasetine devam ederek Dekan Yaylası'nı istila etti. Düpleks'in askerî kuvvetten çok yerli hükümdarları birbirine düşürmek hususundaki ustalığı az bir zaman zarfında otuz milİMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 181 yon kadar nüfusa sahip ve Fransa'nın iki misli büyüklüğünde bir araziyi Fransız kumpanyasının nüfuz ve tabiiyeti altına almıştı. İngiliz kumpanyasının, Fransız başarılarını durdurmak hususundaki çabası Düpleks'e az çok zorluk yarattığı için Avrupa'dan destek kuvvetleri istedi. Fransa Hükümeti ve kumpanyanın Fransa'daki idare meclisi, Düpleks'in başarıları derecesini bilmiyor, bir savaş çıkmasından çekiniyordu. Bu sebeple Düpleks geri çağrıldı (1754). Az zaman sonra başlayan Yedi Yıl Savaşı sırasındaysa, Fransız kumpanyası ilk evvel hareketsiz dururken İngiliz kumpanyası, Düpleks'in nifak sokmak ve müdahale etmek siyasetini takip ederek Bengale'yi işgal etmeyi başardı. Bundan sonra Fransızlarla mücadeleye başladı. Mücadeleyi idare etmek üzere Fransa'nın gönderdiği kumandan, Hindistan'ın durumunu bilmediği için kısa bir zaman zarfında tam bir yenilgiye uğradı. Nihayet, Yedi Yıl Savaşı'na son veren Paris Antlaşması hem Amerika'daki hem Hindistan'daki mücadeleyi kesin olarak İngilizlerin lehinde halletti. Paris Antlaşması'na göre Fransa, eski sömürgeleri olan beş şehir (Pon-dişeri, Yanaon, Şandernagor, Karikal ve Mahe) dışında olmak ve asker bulundurmamak üzere Hindistan'a ait bütün haklarından vazgeçiyor, Amerika'da Ohayo Vadisi'ni, Misisipi'nin sol sahilini ve bütün Kanada'yı, Antil adalarının birçoğunu ve Afrika'da Senegal'ı İngiltere'ye terk ediyordu. Yapılan açıklamalardan anlaşılıyor ki, 18. asrın ortalarına kadar sömürgeler itibariyle Fransa üstün bir konuma sahipti. Fransız hükümetinin acemiliği ve hataları, Fransız milletinin kayıtsızlığı yüzünden İngiltere asrın ikinci yarısı başında üstünlük kazanıyor ve kısa bir zaman içinde dünyanın en büyük deniz ve sömürge imparatorluğunu meydana getirmeyi başarıyor. AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLEERİ'NİN KURULUŞU- İngilizlerle Fransızlar arasındaki sömürge mücadeleşinden pek az sonra İngiltere ile Amerika'daki sö- mürgelerinin bir kısmı arasında büyük bir anlaşmazlık çıkmış ve pek çabuk vahamet kazanmıştır. Amerika sömürgeleri, Fransızlarla mücadele sırasında ortak bir savunma hissiyle çarpışmışlar, eski birlik karşıtı ruh ve eğilime karşı, birliğin oluşturduğu kuvveti kavramışlardı. Bu değişikliği anlamayan İngiltere siyaset adamları eskiden olduğu gibi hareket etmekte devam ederek bu sömürgeleri anavatan çıkarına istedikleri gibi sömürebilecekleri sanısında 182 TARİH bulundular. Amerikalıları yalnız İngiltere'yle ticaret yapmak zorunda bırakan seyrüsefer kanunlarını korudular, onların sanayiyle uğraşmalarına engel oldular. Londra Parlamentosu, ithalat ve ihracat üzerine gümrük vergisi koydu. Amerikalılar, bütün bunlara katlandılar. Fakat İngiltere, doğrudan doğruya bazı vergiler de koymaya kalkıştığı zaman direnişe geçtiler. Anavatan ile sömürgeleri arasındaki anlaşmazlık uzun zaman sürdü. Bunu iki devreye ayırmak mümkündür: Anlaşmazlığın 1775 tarihine kadar devam eden ilk on senesi, prensipler üzerine tartışmalar yürütülen hukukî bir safha oluşturur. Bundan sonra iki taraf arasında ilişkiler kesilir, anlaşmazlığın çözümü silahlara bırakılır. Birinci devrenin uzaması her iki memlekette fikirlerde ittifak bulunmamasından ileri gelir. Amerika'da azınlık oluşturan birtakım yazar ve avukatlar, İngiltere'de de kralla muhafazakâr nazırları kesin harekete taraftardı. Her iki tarafta halkın büyük kısmı ise savaşı istemiyordu. Fakat anavatan parlamentosunun sömürgeler için vergi konulması yetki ve haklarına sahip olduğu prensibinde ısrar edilmesi ve Boston şehrine asker gönderilmesi, Bostonluların milis teşkilatı yaparak direnişe geçmelerine sebep oldu. Bir "Genel Kurtuluş Komitesi" oluşturuldu, bütün sömürgeler katılmaya çağrıldı. Sömürgelerin delegelerinden meydana gelen bir kongre Filadelfiya'da toplandı (1774) ve bir hukuk beyannamesi yayımladı. Vaşington (Res. 143) askerî kuvvetlere başkumandan tayin edildi. Ertesi sene de Bağımsızlık Beyannamesi kabul (Res. 144) ve ilan olundu (1776). Sekiz sene devam eden (1775-1783) bağımsızlık mücadelesinin ilk üç senelik safhası yalnız İngiltere ile sömürgesi arasında cereyan eder. Halbuki Amerika asilerini ikiye ayırmak üzere askerî hareketler yapan bir İngiliz ordusunun Saratoga mevkiinde mağlup edilmesi, kuşatılması ve esir alınması büyük yankılar yaptı, eski yenilgilerin acısını çıkarmak isteyen ve savaşın başından beri gizlice asilere yardım eden Fransa açıktan açığa Amerikalılarla ittifak yaparak savaşa girdi, arkadan sırasıyla İspanya ve Felemenk de savaşa müdahale etti. Aynı zamanda Amerika'da, Antiller'de, Hindistan'da ve Kanada'da devam eden savaş çoğunlukla İngiltere için uygun olmayan bir şekil almıştı. Özellikle Amerika'da bir İngiliz ordusunun Yorktown mevkiinde teslim olmak zorunda kalması, Amerika'daki askerî İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 183 hareketlere kesin bir sonuç vermiş oldu. Büyük bir borç altında kalan ingiltere barış istedi. Amerika delegeleri, talimatlarının tersine İngiltere'yle ayrı bir barış imzaladılar, Fransa ile İspanya'yı barış için daha bir müddet görüşmek zorunda bıraktılar. İmzalanan Ver say Antlaşması (1783), Amerika Birleşik Devletleri'mn batı sınırı Misisipi olmak üzere bağımsızlığını onaylıyor, İspanya ile Fransa'ya da Paris Antlaşması'yla veya bu savaş sırasında kaybettikleri bazı sömürge ve adaları geri veriyor, Utreht Antlaşması'yla Dünkerk Limam'nı güçlendirmek hakkından mahrum bırakılmış olan Fransa bu bağdan kurtuluyordu. Versay Antlaşması, görüldüğü üzere, Fransa'ya arazi itibariyle ancak kısmen küçük çıkarlar sağlamıştır. Fakat manen az çok tatmin etmiştir. Bununla beraber Amerika Savaşı'nın Fransa'ya yüklediği borç ve Amerika Bağımsızlık Beyannamesi'nin yaptığı etki, Fransız İhtilalini çabuklaştırmıştır; denebilir. Amerika Birleşik Devletleri, bağımsızlıklarının ardından siyasî, malî ve iktisadî önemli buhranlar geçirmiştir. Biri anayasanın, her cumhuriyetin siyasî ve idarî bağımsızlığı esasına göre yapılmasını isteyen Antifede-ralistler fırkası, diğeri kuvvetli bir merkeze dayanan bir hükümet yapmak isteyen Federalistler fırkası olmak üzere iki fırka kurulmuştu.1 Bunları uzlaştırmak lazımdı. Bundan başka savaşın bıraktığı borçları ortadan kaldırmak gerekiyordu. , Bu iki işin başarılması için çok çalışıldı. Özellikle cumhurbaşkanı ola- [ rak seçilen Vaşington bütün nüfuzunu kullandı, nihayet iki fırka uzlaştırı-larak hükümet kuvvetlerinin birbirinden ayrılması esasına dayanan bir anayasa yapılabildi (1787). AVRUPA DIŞINDAKİ DİĞER DEVLET VE MEMLEKETLER Avrupa milletleri, her gün biraz daha ilerlemekte, faaliyetlerini genişletmekteyken, Avrupa dışındaki memleketler çeşitli manzaralar göstermektedir: En yakın komşumuz olan iran'da. Safevi Hanedanı bu memleketi 15. asır sonlarından beri idare ediyordu. 18. asır başında İran zayıflamıştır. Afgan kabilelerinden birinin reisi, bütün İran'ı zapt etmeye kalkıştı. İran anarşi için1 Bu partiler sonradan adlarını değiştirerek Antifedaralistler, Demokrat ve Fedaralistler, Cumhuriyetçi Parti namını almışlardır ki, bugüne kadar bu adlarıyla devam ederler. 184 TARİH de kaldı. Bu sırada kuzey savaşını bitirerek Niştad Antlaşması'nı yapmış olan Rusya Çarı Petro, Hazar Denizi'nin batı ve güney sahillerini istila etmeye kalkıştığı için Osmanlı Devleti de harekete geçmişti. Sonuçta Hazar sahillerinin iki devlet arasında paylaşılması esasını kabul eden bir antlaşmanın imzalandığı evvelce görülmüştü. Lakin bu sırada Afsarlardan Nadir adlı bir Türkmen, Safevî Hanedanı adına faaliyete geçerek İran'ı ele geçirdi (1729). Afşar sülalesi Safevilerin yerini aldı. Nadir, Osmanlı Dev-leti'nin Rusya ve Avusturya'yla meşgul olduğu sıralarda Afganistan, Bülü-cistan ve Hindistan'a kadar seferler yaparak nüfuzunu artırdı. Nadir'in emirlerinden biri tarafından öldürülmesi (1747) üzerine İran yeniden anarşi içinde kaldı, Afganistan ayrılarak ayrı bir hükümet kurdu. Karışıklık bir müddet devam ettikten sonra yine Türkmenlerden Kaçar aşiretinin reisi, İran'da iktidar mevkiine geçti (1786). Halkının çoğunluğu Türk ve bir kısmı Müslüman dinine girmiş olan Si-bir'e (Sibirya) 16. asırdan itibaren Ruslar musallat olmaya başlamışlardı. Si-bir'de ve Kazak steplerinde birtakım küçük Türk hanlıklarıyla kabilesel idareler vardı. Havası çok soğuk olduğundan halkı az olan Kuzey Sibir'i Ruslar, 17. asırda işgal ettiler. Fakat Sibir'in güneyine düşen Kazak memleketi ile Türkistan'a karşı Rusların hareketi 18. asırda başlar (Harita. 11). O zaman Türkistan'da belli başlıları Buhara ve Hive hanlıkları olan birkaç Türk devleti vardı. Bu Türk ve Müslüman ülkeleri, o zaman kültür ve sanayice Ruslardan geri değildi. Ancak aralarında çekişme ve savaş eksik olmadığından, maddî kuvvetçe Ruslardan zayıftılar. Bu ülkelerin başka memleketlerle ilişkileri yok derecesindeydi; hatta Osmanlı İmparatorlu-ğu'yla bile ciddî bir bağ kuramamışlardı. I. Petro ve II. Katerina bu dağınık Türk devletlerini ele geçirmek girişiminde bulundular; fakat önemli sonuçlar elde edemediler. Ancak Kazaklara, Katerina sözde hâkimiyetini kabul ettirebildi. Kafkasya'ya gelince, Kafkas Dağları'nın içinde kendi kendilerini idare eden birçok Müslüman kabile ve köy, güneyinde ise kısmen Osmanlı Sultanlığı'na, kısmen İran Şahlığı'na tabilik gösteren Türk hanlıkları vardı. Astrahan'ın zaptından sonra, Ruslar Kafkasya'ya doğru biraz yayılmışlarsa da asıl dağlar dolaylarına kadar ilerleyememişlerdi. 18. asırdaki girişimleri de ciddî bir sonuç vermedi. İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 185 Gerek Türkistan'da, gerekse Kafkasya'da Rusların ilerleyip Türk kavimlerini idareleri altına alabilmeleri ancak 19. asırda gerçekleşmiştir. Çin, binlerce seneden beri hareketsizdi. Bu memlekette yeni hiçbir şey yapılmamış, mevcut müesseseler değiştirilmemiş, geleneklere uymak, en büyük fazilet sayılmıştı. 17. asır ortalarından beri Mançu hanedanı Çin'e hâkimdi. Tibet, Çin Türkeli ve Moğolya Çin topraklarına katılmıştı. Dışarının tehdidine maruz bulunmayan ve barış içinde yaşayan bu memlekette göreli bir refah vardı. İç ticaret hayli faaldi. Mimarlık, fildişinden ve tunçtan heykel vesair güzel eşya yapmak, porselencilik gibi bazı sanatlar büyük bir şöhret kazanmıştı. Avrupalılar Çin porselenlerini evlerinde bulundurmakla iftihar ederlerdi. Japonya'ya gelince derebeylik teşkilatına tabi bir devletti. Mikado adını taşıyan Japon İmparatoru'nun gerçek bir kudret ve yetkisi yoktu. Bütün nüfuz, Şogon denilen kalıtsal saray nazırlarına ait bulunuyordu. Bunlar, kuvvetlerini, miktarı birkaç yüze çıkan derebeylerden alıyorlardı. Japon medeniyetinin esası Çin medeniyeti olmakla beraber, güzel sanatlar, coğrafî şartlar dolayısıyla, Japonya'ya has bazı vasıflar kazanmıştı. Japonların karakteri de Çinlilerinkinden farklıydı; kavgadan zevk alırlardı. Gerek Çin, gerekse Japonya, 16. asırdan beri Hıristiyan misyonerlerin faaliyetine sahne olmuşlardı. 18. asırda yabancı etkilerden ürken bu memleketler kapılarını dışarıya kapadılar. Yalnız Kanton ve Nagazaki gibi sınırlı birkaç liman vasıtasıyla yabancılarla ticarî ilişkide bulunuyorlardı. Orta ve Güney Amerika, 18. asırda İspanyollarla Portekizliler lehine tekelci bir sömürünün kurbanıdır. Bu memleketleri idare edenler, gelişme sağlamak için hiçbir şey yapmadıkları halde, yetkilerini suiistimal etmek-! te bulundukları ve Birleşik Devletler'in ayaklanması da bir örnek oluşturI düğü için bu sömürgelerin halkı genel bir memnuniyetsizlik içindeydi. i Bunların ayaklanması 19. asırda olacaktır. * Asya'nın, Amerika'nın, Avustralya'nın, Cava Adası dışında Sonda l Adaları'nın iç tarafları 18. asırda henüz layıkıyla tanınmış değildir. As- 186 TARİH ya'nın ve Amerika'nın kuzey sahilleri de henüz baştan başa keşfedilememiştir. Geniş kutup bölgeleri de doğal olarak hiç bilinmiyordu. 4. AVRUPA'DA FİKİRLERDE, SANAYİ VE İKTİSATTA DEĞİŞİKLİK 17. asır Avrupa'sında bilgi ve edebiyat yalnız fikrî yorgunluğu giderecek bir meşguliyet sayılırdı. Yazarlar, insan ruhunu soyut olarak incelemekteydiler. 18. asır Avrupa'sında ise insanın çevresi üzerindeki etkisi, çevrenin de insan üzerindeki karşı etkileri ele alınıp incelenmeye başlandı. Edebiyatta da pratik ve toplumsal gayeler arandı. Kendilerine filozof adı verilen bu asrın şair ve yazarları hak adına mutlakıyete, sınıf eşitsizliğine ve dinî hoşgörüsüzlüğe karşı şiddetli bir mücadele açmışlardır. Mut-lakiyetin ve imtiyazlı toplumsal sınıfların her yerde inkâr edilemeyecek derecede olan suiistimalleri filozofların eleştirilerine hak veriyor, İngiltere ve Amerika Birleşik Devletleri'nde görülen nispeten serbest ve demokratlığa eğilimli hükümet örnekleri ortaya sürülen görüşlerin uygulanabilir olduğunu gösteriyordu. Bu yeni fikirler yalnız aydın zümreyle sınırlı kalmadı. İlkönce kitaplarda ve özel toplantılarda incelenip tartışılan meseleler, bir müddet sonra daha geniş bir alanda halka geçmiştir. Bazı memleketlerde giderek bir "kamuoyu" oluşmaya başladı. Matbuat ve mitingler, kamuoyunun ifade araçları oldu ve genel meselelerde etkisini göstermeye başladı. Asrın ortalarına doğru Avrupa'da gazete yayımı hayli genelleşmiştir. Halk siyasî meselelerle artık ilgili görünür. ilim ve fende de büyük değişiklikler görülmüştür: 17. asırda matematik, astronomi, fizik ve tıp esaslı ilerlemeler kaydetmişti. Bu asırda ilimle uğraşanlar eserlerini eskiden olduğu gibi Latince değil, millî dillerle yazmaya başladıkları için daha çok kimseler yararlanabiliyordu. Salonlarda yalnız edebiyat üzerine değil, felsefe ve diğer ilimler üzerine de konuşuluyordu; bu durum 18. asırda devam eder. Gerçi bu asır 17. asır kadar büyük âlimler (Res. 131-134) yetiştirmedi. Fakat bu asrın âlimleri, evvelkilerden farklı olarak pratik alanda icatlarda bulunmaya çalışmaktadırlar: İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 187 İngiliz Ceymis Watt (Res. 145) buharlı makineyi, Amerikalı Franklin (Res. 146) paratoneri, Fransız Mon golf iye kardeşler (Res. 147) ilk hava seyahat aracını, İngiliz Folton (Res. 148) ilk buharlı gemiyi icat ediyorlar. Bu icatlar, 19. asırda daha geniş ölçekte devam edecektir. Diğer taraftan sömürgeciliğin gelişmesi, ticarete genişlik vermiş, bu da sanayide üretimi artırmak lüzumunu hissettirmiştir. Sınaî üretimin artırılması da sanayiin hem makineleşmesine, hem de teşkilatının değişmesine sebep olmuştur. Eski aile sanayii ve küçük imalathaneler yerine büyük fabrikalar kuruldu, işçilerin miktarı birdenbire çoğaldı; büyük üretim başladı. Yeni meseleler çıktı: Patron ve işçinin ilişkileri, grevler vesaire gibi. Önce sanayi esnaf teşkilatına; ticaret, içeride bile katmerli gümrüklere ta-biydi. Bu asırda adı yeni işitilmeye başlayan iktisat ilminin mensupları, iktisatçılar, üretim, sermaye ve emek meselelerini incelemeye, ziraat kaynaklarıyla sanayii ve ticaret kaynaklarını kıyaslamaya çalışıyorlar, serbesti usulüne taraftar olarak iktisat ilminin kanunlarını anlamaya ve ifadeye başlıyorlar. Yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere, 18. asrın ilerlemeleri, 19. asra büsbütün farklı vasıflar taşıyan bir âlem hazırlamaktadır. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI (1792-1919)1 A. REFORMLAR DEVRİ III SELİM'İN AVRUPA TARZINDA ASKER DÜZENLEME GİRİŞİMLERİ İmparatorluğun gerilemesi açıklanırken, buna sebep olarak, bütün devlet teşkilatının ve hele devletin dü- zenli askeri olan, sınırları savunması ve içeride mer-kezi hükümetin (sultanın) otoritesini kuvvetleriyle sağlayarak düzeni koruması gereken sipahi ve yeniçeri ocaklarının ne derecelerde bozulmuş ve Osmanlı donanmasının ne kadar aşağı bir derekeye düşmüş olduğu söylenmişti. Son devirlerde genel olarak memleket idaresindeki olumsuzlukların, Osmanlılarca ilim, sanayi ve iktisat alanlarında keşif ve yaratı kudreti gösterilmeyerek, Osmanlıların Avrupa kavimlerinden her açıdan geri kalmış olmalarının, Osmanlı kara ve deniz kuvvetlerinin zayıflamasına büyük etkisi olduğu da kaydedilmişti. Doğunun Müslüman kavimleri, 16. asırda medeniyetçe batıya üstün olduklarından, l Bu devrin padişahları: III. Selim, IV. Mustafa, II. Mahmut, Abdülmecit, Abdülâziz, V. Murat, II. Abdülhamit, V. Mehmet (Reşat), VI. Mehmet (Vahdeddin). III. Selim 1789'da tahta geçmiş ve memleketi Avusturyalılar ve Ruslarla savaş halinde bulmuştu. Hükümdarlığının ilk seneleri Avusturyalılarla ve Ruslarla barış yapmak için sarf olunan faaliyetlerle geçti ve 1791'de Avusturyalılarla Ziştov ve 1792'de Ruslarla Yaş Antlaşması'm imzaladıktan sonra memlekette tasarladığı reformlara başlamak imkânını buldu. Bu sebeple ıslahat devrinin başlangıcı olarak 1792 tarihi kabul olunmuştur. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 189 17. asırdan itibaren medeniyette üstünlüğün batıya geçtiğini kabul ve itiraf etmiyorlardı. Bununla beraber, 17. asır sonlarının ve 18. asır başlarının yenilgi ve geri çekilmeleri, Osmanlı idarecilerini nihayet batının, hiç olmazsa, askerî işlerde kendilerinden ileri gitmiş olduğunu itiraf etmek zorunda bıraktı. Bunun üzerine 18. asrın ortalarından itibaren Osmanlı Devleti'nin dostu sayılan Fransızlardan askerlik sanatı öğrenmek doğrultusunda bazı eğilimler doğdu. Ta I. Mahmut ve III. Mustafa zamanlarında Avrupa usulüyle topçu müfrezeleri düzenlemek, mühendishane ve bahriye mektepleri açmak gibi bazı yenilik girişimlerinde bulunuldu. Fakat araya giren Rus savaşları, bu girişimlerin çok ürün vermesine engel olmuştu. Bu Rus savaşlarından da yenilgilere uğrayıp memleket kaybetmekten başka sonuçlar çıkmadı. Avrupa medeniyeti havzasına, ancak bir asır evvel giren Moskoflar bile, bir zamanlar en medenî sayılan batı kavimlerini yenip Avrupa'nın ta merkezine kadar ilerlemeyi başaran Osmanlı ordularını mağlup ve perişan edebilmişlerdi. Bütün bu fiilî deliller, Osmanlı ordusunun Avrupa usulüyle düzenlenmesi zorunluluğunu, Osmanlı hükümdarlarıyla memleketinin hayrını samimi isteyen aklı başında devlet adamlarına kabul ettirdi. ///. Selim (1789-1808) zamanında ordu ve donanmanın ciddî bir şekilde, Avrupa askerî sanayi ve teşkilatına göre düzenlenmesine girişildi; İsveç ve Fransa'dan mühendisler getirtildi. Evvelce kurulmuş olan bahriye ve hendesehane (topçu ve istihkâm) mektepleri (Res. 149) canlandırılarak, Fransız zabitlerinin idareleri altına konuldu. Matematik ve savaş sanatıyla ilgili bir hayli Fransızca kitap Türk-çeye tercüme edilip bastırıldı.' Bu mekteplerde Fransızca okutulmaya başlandı. 400 cildi aşkın seçme Fransız eseri -ki aralarında 18. asrın ana kitaplarından sayılan "Ansiklopedi" de vardı- getirtilip bu mekteplerin kütüphanelerinde öğretmen ve öğrencilerin yararlanmasına sunuldu. Teorik askerî ve medenî bilgilerin yayılması maksadıyla bu gibi girişimlerde bulunulduktan başka, Fransız bahriye mühendisleri tarafından, III. Selim tahta çıkmadan evvel ve I. Abdülhamit'in son senelerinde mühendishane öğretmenlerinden bir Fransız ile Fransız gemi kaptanlarından bir zatın yazdıkları kara ve deniz savaşı usullerine dair iki kitap Türkçe olarak İstanbul Fransa Elçiliği Matba-ası'nda basılıp yayımlanmıştır (1788-1789). 190 TARİH Fransa'nın Tulon Tersanesi'nde geçerli olan usule göre Osmanlı tersanelerinde gemiler inşa edildi (Res. 150); Tophanei Amire'de Fransız ordusunca kabul edilen Griboval sisteminde toplar döküldü; Rus modeline göre de havanlar imal edildi. Baron de Tott'un kumbaracıları, 600'den 3 000'e çıkarıldı. O ara, Fransız İhtilali, krallığı devirip cumhuriyet ilan etmiş olduğundan, Fransız Cumhuriyeti'nin Osmanlı padişahına gönderdiği elçi -ki bir generaldi- İstanbul'a birçok mühendis, öğretmen zabit ve topçu ustasıyla geldi; beraberinde toplar da getirdi. Bu Fransız öğretmenlerin gözetimi altında 800 kişilik bir topçu müfrezesiyle bir süvari kıtası ve bir piyade taburu oluşturuldu. Bunlar tamamen Avrupa usulünde düzenleniyor, donatılıyor ve eğitiliyorlardı; bunlara "Nizamı Cedit askeri" adı verilmişti (1796). 20. asır başlarında, Büyük Savaş arifesinde İstanbul'a gönderilen Alman askerî heyetini (Liman von Sanders heyeti) andıran bu Fransız elçi heyeti gösteriyor ki, o zamanlar Fransa Hükümeti, Rusya'nın doğuda genişlemesinden pek korkmuştu. Evvelce diplomatik araçlarla yaptığı bazı yardımları, bu sefer böyle fiilî yardımlarla daha ciddileştirmek istiyordu. Fakat Fransız İhtilali hükümetlerinin Doğu siyasetlerinde uyum ve düzen görülmez: Bir taraftan Osmanlı Devleti'nin askerî kuvvetini desteklemeye çalışan Fransa Cumhuriyeti, diğer taraftan da bir generalini Mısır'ı işgal etmekle görevlendirmiştir. GENERAL BONAPART'IN MISIR SEFERİ Mısır, 1517'den beri hukuken Osmanlı Devleti'nin bir eyaleti idiyse de, fiilen orada eski Memlûkler kalıntıla- rının nüfuzu devam ediyordu. Osmanlı İmpartorluğu zayıflayınca, çoğu uzak eyalet gibi burası da hemen bağımsız şekilde kendi kendini idareye başlamıştı. Vaktiyle bir tür askerî aristokrasi oluşturan Mem-lûklerin kalıntıları kalmıştı; bunlara mensup bazı beyler, hüküm ve idareyi ellerine almışlardı. Osmanlı İmparatorluğu bazen bunların cezalandırılmasıyla uğraşır, bazen de bunları düzenli vergi göndermek şartıyla o eyaletin hâkimi tanırdı. İşte böyle bir konumda bulunan Mısır'a, güya eyaletin Türk saltanatına bağlılığını güçlendirmek iddiasıyla, günün birinde Fransız Cumhuriyeti'nin meşhur generallerinden Napolyon Bonapart askerle çıktı (1798). Bu hareketin bir garipliği de, Fransız Cumhuriyeti'ne karşı Avrupa devletlerinin çoİMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 191 günlüğü düşmanlık ilan ettikleri halde, Osmanlı İmparatorluğu eski Fransız dostluğunu sürdürmüş ve cumhuriyeti hemen onaylamış ve hatta cumhuriyetle bir de ittifak yapmıştı. Osmanlı Devleti'nin müttefiki olan Fransa ise, bir Osmanlı eyaletini askerle ve savaşla işgale kalkışmış demekti! Fransız Cumhuriyeti'nin devletlerarası hukukla uzlaştırılması mümkün olmayan bu hareketine sebep, bazı Fransız devlet adamlarının, kumandanlarının ve özellikle General Bonapart'ın artık Osmanlı Devleti'nin kalıcılığını yitirdiğine kanaat getirerek, pek yakın bir gelecekte gerçekleşmesi kesin olan paylaşılmasında, kendilerine evvelden bir hisse almak ve aynı zamanda 6-7 yıldan beri Fransızların Avrupa'da başa çıkamadıkları- İngilizlerle Hindistan'da dövüşmek için Hint yolunu ele geçirmek emeliydi. Bonapart'ın Mısır'ı istilası üzerine, Osmanlı-Fransız ittifakı bozuldu ve Osmanlı İmparatorluğu Fransızlarla savaş halinde bulunan İngiliz ve Ruslarla ittifak yaparak, Fransa aleyhine savaşa başladı. Bonapart Mısır'ı zapt ettikten sonra Palestin'e geçmişti. Maksadı doğrudan doğruya Türkleri tamamen mağlup etmek ve Suriye üzerinden Hindistan yolunu açmaktı. Fakat Türkler Bonapart'ı Akkâ'da. geri çekilmek zorunda bıraktılar; bundan sonra Bonapart Fransa'ya kaçtı. MALÎ SIKINTIYA KARŞI TEDBİRLER ARAŞTIRIMASI Yukarıda bir iki defa bahsi geçen malî sıkıntı III. Se-lim devrinde eksilmiş değildi; Rus savaşları bu sıkıntiyi artırmıştı. III. Selim devrinin devlet adanılan, bozuk bir maliyeyle iyi bir idare ve düzenli bir ordu yapılamayacağını anlıyor-lardı. Bunun içindir ki III. Selim tahta çıkınca, tebaasından devletin iyileştirilmesi hakkında fikir ve görüş sordu. Din adamlarından, devlet adamlarından ve kumandanlarından bazıları birer layiha* sundular. Çoğu layihada askerî kuvvetin yeniden düzenlenmesi hususuna en çok önem verilmiş olmakla beraber, malî, idarî, toplumsal ve iktisadî meselelerden de biraz bahsedilmiştir. Bu lahiyalardan bazıları yayımlanmamış olarak bugün de mevcuttur; bazılarının içeriğini Osmanlı tarihlerinden anlamak mümkündür.1 * Layiha: Herhangi bir konuda bir görüş ve düşünceyi bildiren yazı (Kaynak Yayınlan'nın notu). l Böyle halktan layiha talep etmek, halkın fikir ve emellerini öğrenmek demekti. Padişah, ihtimal ki Fransız İhtilali'nin başlangıcındaki Cahiers'lerden esinlenmişti. Bu layihaların tahlillerini Cevdet Paşa, tarihinde eksik olarak nakleder. "Tertibi Cedit Tarihi Cevdet C VI s-4-44 192 TARİH O zaman âlimlerinin ticaret dengesine, ihracattan fazla ithalatın zararlı olduğuna, memlekette mevcut madenlerin işletilmesine, hele ihtiyaçtan sayılmayan süs (lüks) eşyası ithalatının yasaklanmasına, sikkelerin değerinin düşürülmesinden hazineye bile fayda değil zarar geldiğine ve halkın israftan çekinmesi lüzumuna1 dair görüşleri dikkate değerdir. Bir memlekette ticaret dengesinin memleket zararına bozulması durumunda, maliyenin düzelmesinin imkânsız olduğunu ve maliye düzelmedikçe de ordu ve idarenin düzenlenmesinin mümkün olamayacağını lahiya sahiplerinin çoğu tamamıyla kavramış görünüyorlar. Bu lahiyalar incelenmiş ve reform girişiminde bulunulurken bazı görüşler dikkate alınmıştır. Bu lahiyaların iktisadî ve malî meseleler hakkındaki görüşlerinden hiçbirisi hayata geçmemiş olsa gerektir. Osmanlı Hükümeti malî sıkıntısını gidermek için evvela Felemenk'ten, sonra ispanya'dan borç almak istemiş, başaramayınca yine klasik tedbirlerine başvurmuştur; yani altın, gümüş kapkacağı saraydan ve konaklardan çıkartıp para kestirmiş ve sikkelerin değerinin düşürülmesinde devam etmiştir. Osmanlı iktisadî teşkilatında önemli bir yer tutan gedik usulü III. Selim zamanında kaldırıldı; tüccar ve esnaf gediklerinin ticaret serbestisine engel olduğu ve bundan dolayı ticaretin gelişmesine engel olduğu düşünülmüştü. 18. asrın ortalarından beri Avrupa'da ticaret ve sanayiin devlet tarafından düzenlenmiş olmasına karşı açılan bir cereyanın nihayet Osmanlı memleketine de sıçradığı sanılabilir. Gedik, iktisadî teşkilatta tekel, imtiyaz manalarına gelir ve gedikli tabiri de imtiyazlı anlamını ifade eder. Gediklerin kaldırılmasına değin Osmanlılarda sanayi ve ticaretle uğraşanlar belirli ve sınırlıydı; kesin lüzum olmadıkça ne dükkân açılabilir, ne de kimse sanata girer ve usta çıkabilirdi. Herhangi bir sanatta gedik, yani açık olursa veya ihtiyaç üzerine gedik açmak gerekirse, ancak hükümetin izniyle o sanata adam alınır veya dük1 Halkın israftan çekinmesine, altın, gümüş eşya ve mücevher kullanmamasına dair, Osmanlı Devleti'nin gerileme devrinde çeşitli fermanlar çıkmışsa da, hiçbirisi uzun müddet uygulanamamıştır. III. Selim'e layiha verenlerden Tatarcık Abdullah Efendi, hemen yalnızca Rusya'dan gelen kıymetli kürklerin, tamamen gereksiz-oldukları halde, pek çok kullanılarak, büyük miktarda altının memleketten çıkmasına ve bu "suretle ticarî dengenin bozulduğuna dair haklı görüşler ileri sürer. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 193 kân ve imalathane açılabilirdi. Mesela, IV. Mehmet zamanında Yeni Ca-mi'ye ait bir hizmete karşılık, İstanbul'a gelen şekerin toptan satılması hakkı, Mısır Çarşısı esnafına verilmiş ve bu bir gedik sayılmıştı. İşte bu gedikler III. Selim zamanında kaldırılarak sanayi ve ticaret, serbesti ve rekabete bırakılmıştır.1 ULEMA VE YENİÇERİ GERİCİLİĞİ: III SELİM'İN KATLİ III Selim'in yeniçeri ve diğer asker ocaklarım ciddî bir şekilde düzenleme girişimi, (Tablo V, Res. 151) o ocak zabitan ve erlerinin, İstanbul halkından yüksek ve orta tabakaların ve vilayetlerde zorbalık edip de mekezî hükümetin emirlerine itaat etmek istemeyen ayan ve voyvodaların çıkarlarına dokunuyordu. Disiplin ve kontrolden bağımsız, halkı istedikleri gibi rencide etmeye uygun zorba hayatı geçirip dururken, sıkı bir disiplin altında, yalnız kendi görevleriyle meşgul olmaya zorlanacak olan ocaklı nefer ve zabitlerin girecekleri bu yeni hayat elbette hoşlarına gitmiyordu. Fakat zarar yalnız ocaklılarla sınırlı kalmayacaktı; maddeten zarara uğramış olanlar arasında devlet ricali denilen yüksek memurlar ve özellikle din adamları da vardı; çünkü yeniçerilerin ve diğer ocaklıların maaş defterlerinde kayıtlı olan miktarları, gerçek mevcutlarına oranla çok fazla olduğundan ulufe (maaş) senetleri adeta bir şirketin hisse senetleri gibi piyasada alınıp satılan kıymetli evraktan sayılırdı: devlet ileri gelenleri, din adanılan ve İstanbul halkının bir kısmı bunları satın alarak kendilerine belirli bir gelir sağlarlardı; yeniçeri ağa, zabit ve hatta erleri ile ölmüş yeniçerilerin mirasçıları bile bunlardan bir miktarına sahipti. Eğer asker ocakları düzenlenirse, bu gibi suiistimallerinin önü alınacağından ulufeleri geçim kapısı edinen gelir sahiplerinin tamamı zarara uğrayacaktı. "Nizamı Cedit" adını alan askerin levazım ve teçhizatı kısmen dışarıdan getirildiği için eski askere levazım ve teçhizat hazırlayan esnafın da -ki bir kısmı yine yeniçerilerdi- kârları eksilecekti. i Sanayi ve ticarete ait bu gediklerden başka bir de vakfa ait ev, dükkân, çeşme gedikleri de vardı. Bu imtiyazlar, hükümet tarafından bir hizmete karşılık verilir veya parayla satın alınırdı; gedik babadan evlada geçerdi. Sahiplerinin adları defterde kayıtlıydı; gedik hakkı sahiplerinden kolaylıkla alınmazdı; yani gedik hakkı bir tür mülkiyet hakkı verirdi. 194 TARİH İstanbul toplumunun malî işlerinde büyük rol oynayan Fenerli Rumlarla Yahudiler, ulufe alışverişi gibi suiistimalden doğan bütün malî spekülasyonların eksilmesine aleyhtardılar. İktisadî olan bu esaslardan başka, yeniçeri ve diğer ocakların son zamanlardaki dağılma ve düşüşüne rağmen, geçmişten kalma şeref haleleri halk gözünde büsbütün sönmüş değildi. Bir zamanlar dünyanın en kuvvetli askerî milleti sayılan Osmanlı Türklerinin, evvelce mağlup ettikleri Müslüman olmayan Batı kavimlerinden askerî usul ve düzenler öğrenmek, askerlerini Frenk öğretmenleri tarafından eğittirmek, gururlarına dokunuyordu. Şeriatın o zamanki anlaşılışına göre, Müslüman olmayanların elbise ve usullerini taklit etmek, onlara benzemeye çalışmak dinde bağnaz olanların öfkesine sebep oluyordu. Evvelce de görüldüğü üzere imparatorluğun eyaletlerinde merkezî hükümetin etki ve nüfuzu azalmış ve her tarafta "ayan" ve "voyvoda" denilen birtakım hükümet memurluğundan azma veya yerinde türeme bir tür feodal beyler meydana çıkmıştı. Osmanlı ordusu disiplin altına alınıp merkezî hükümet kuvvet kazanırsa, eyaletlerde de reformlar yapılıp bu türedi beylerin keyfî ve zalimane hareketlerinin önüne geçileceği kesindi. Bundan dolayı, "ayan" ve "voyvoda"lar da sürekli olarak serkeşliklerini artırıyor ve Nizamı Cedit askerinin oluşturulmasına engel olmaya çalışıyorlardı. İşte esası iktisadî ve idarî olan bu etkenler, fikrî ve manevî sebeplerle örtülerek, askerî reform aleyhine propaganda başladı. Frenk icadı olan Nizamı Cedit taraftarları kâfir sayılıyordu. Dedikodu çoğalınca, hükümet tarafından reformların gerekliliğini şer'i delillerle ispat eden bir risale yazdırılıp dağıtıldıysa da etkisi çok olmadı. Bu karışık durum yetmiyormuş gibi, o sırada Osmanlı İmparatorluğu, Rusya Çarlığı'yla savaş halinde bulunuyordu. Rusya İmparatoru /. Alek-sandr (1801-1825), Fransa İhtilali'nin birçok değişimlerden sonra doğurduğu /. Napolyon İmparatorluğu'yla 1805'te savaşa girmişti. General Na-polyon Bonapart'ın Mısır'a saldırısıyla bozulmuş Osmanlı-Fransız ittifakı, Bonapart'ın Fransız imparatoru ilan edilmesinin (1804) ardından, bu kurnaz generalin, ustaca siyasetiyle tekrar yenilenmişti. Fransa'yla savaş İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 195 halinde bulunan Rusya, Osmanlı Devleti'nin müttefiki Fransızlara yardım için savaşa girmesi ihtimalinin önünü almak üzere, Osmanlı ülkesinden sayılan Hotin (Res. 152) ve Bender kalelerini zapt etmişti. Bunun üzerine Osmanlı Hükümeti de Ruslara savaş ilan etmişti (1807). İngilizler, Rusların müttefiki olduklarından, bir donanmaları aynı senede (1807), Çanakkale Boğazı'nı geçerek İstanbul önlerine geldi. Zorla Osmanlı saltanatını İngiliz-Rus ittifakı tarafına çevirmek istedi. O zaman Na-polyon'un İstanbul'daki elçisi olan General Sebastiyani'nin etkisine kapılan padişah ve devlet adamları, Fransız ittifakından ayrılmadı. İstanbul etrafına Fransız mühendislerinin de yardımıyla hendekler kazdırılıp toplar konuldu; İngiliz donanması bir sonuç elde etmeksizin çekilip gitti. Yine bu senelerde (1805), daha sonra Osmanlı Devleti'nin başına büyük bir dert açacak olan Kavalalı Mehmet Ali Ağa Mısır valilerini çeşitli bahanelerle kaçırarak iktidarı eline aldığından, padişah kendisine Mısır valiliği beratını* göndermişti. Rusya Savaşı'ndan dolayı, Osmanlı ordusu Tuna boyuna gitmiş bulunuyordu. Reform taraftarı olan sadrazam usul gereğince ordu başında bulunduğundan, İstanbul'da işbaşında Sadrazam Kaymakamı Köse Musa Paşa ile Şeyhülislam Topal Ataullah Efendi kalmıştı. Bunların her ikisi, görünüşte askerî reformun taraftan görünmekle beraber, gerçekte aleyhtardılar. Bunların teşvikiyle Karadeniz Boğazı kalelerinin yamakları (topçuları), içlerinden Kabakçıoğlu adlı birisinin kumandası altında, reformlar aleyhine ayaklandılar; ayaklanma bütün asker ocaklarına sıçradı. Yukarıda açıklanan sebeplerden dolayı İstanbul halkının önemli bir kısmı da ihtilalcilere katıldı. Nihayet ihtilalciler başarılı oldu: III. Selim tahttan indirilip yerine amcazadesi IV. Mustafa geçirildi. "Nizamı Cedit" lağvedildi; "Nizamı Cedit" kıyafetinde görülen bazı zavallılar öldürüldü; reform taraftarları öteye beriye kaçıştılar (1808). Bu kaçan reformcuların bazıları, kendisi yeniçeri yamaklığından ilerlemiş olmakla beraber, askerî reformun taraftarlığını yapan Rusçuk Ayanı * Berat: Osmanlı'da bir göreve atanan, nişan veya ayrıcalık verilen kimseler için çıkarılan padişah buyruğu (Kaynak Yaymları'nın notu). 196 TARİH T Alemdar Mustafa Paşa'nın yanında toplandılar. Alemdar, okuma yazması yoktuysa da sağduyu sahibi ve çok cesur bir adamdı; Rusya'yla savaşta hayli yararlığı görülmüştü. Yanına toplanan reform taraftarları, Alemdar'ı 10 000 kadar Rumeli askeriyle Rusçuk'tan istanbul üzerine yürüttüler. 20. asır başlarında Selanik'ten gelen Hareket Ordusu'nun hareketine benzer bu girişim başta başarılı oldu: Gericilik taraftarları ezildi; Köse Musa Paşa ve arkadaşları öldürüldü; Topal Ataullah Efendi'yle hempaları olan kazaskerler sürüldü; Alemdar Mustafa Paşa sadrazam oldu. Alemdar saraya saldırdığı sırada IV. Mustafa, III. Selim'i öldürtmüştü. Rusçuk Yaranı denilen reformcular işbaşına geçtiler; IV. Mustafa'yı tahttan indirip, henüz 24 yaşında bulunan //. Mahmut'u tahta çıkardılar (1808). Alemdar ve Rusçuk Yaranı işbaşında pek az tutunabildiler. Bir yeniçeri isyanı çıktı; Alemdar ve taraftarlarından bir kısmı öldürüldü; yeniçeri taraftarları tekrar üstün gelmişler demekti.1 Bir müddet sonra II. Mahmut "Sekbanı Cedit" namıyla "Nizamı Cedit"i canlandırmak istedi ve bu girişim üzerine yeniçeriler bir daha ayaklandılar. Durumunu tehlikeli gören Mahmut, kardeşi IV. Mustafa'yı öldürttü (1808). Kabakçıoğlu'nun ayaklanmasında halkı en çok kışkırtan, din adamları sınıfıydı', ayaklanmayı, şeyhülislam ile sadrazam kaymakamı idare ettiler. Yenilik aleyhindeki bu hareket, Patrona Halil İhtilali gibi bir halk ayaklanması sayılamaz; bu hareket, eski teşkilatın bozulmasından zarara uğrayacak ocakların, bir kısım devlet adamlarının ve ulufe yiyenlerin dini siyasete alet ederek gerçekleştirdikleri bir din adamları ve yeniçeri gericiliği niteliğindedir. Alemdarın sadrazamlığında yapılan bir iş dikkat çekicidir: Merkezî hükümetin emirlerini dinlemeyerek, kendi dairelerini hemen bağımsız idare etmekte ve bazen savaşa katılmaları için gönderilen emirleri bile dinlememekte olan taşra ayanını, Alemdar Mustafa Paşa İstanbul'a çağırttı, merkezî hükümetin emrine itaat edecekleri, her tarafta askerin yalnız hükümet adına alınacağı, vergilerin ancak hükümet adına toplanacağı hususlarında görüşülerek, merkezî hükümetle ayan birlikte bir ittifak senedi imzaladılar. Bununla merkezî hükümetin kuvvetlenmesi, vilayetlerde feodalitenin daha çok gelişmemesi amaçlanıyordu. Fakat ittifak senedinin hükümetle ayan arasında görüşülerek kararlaştırılması ve II. Mahmut'un bizzat senede imza atması, padişahın mutlak idaresini sınırlar bir mahiyetteydi. Bu ittifaktan pratik sonuçlar çok çıkmadığından, II. Mahmut zamanında sivrilen ayan şiddetli tedbirlerle ortadan kaldırıldı. Dolayısıyla "ittifak senedi"nin hukukî bir önem ve kıymeti kalmadı. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 197 Avrupa'da, Rönesans devrinden (15. asır) beri, bağnazlık bir dereceye kadar yıkıldığından, toplumsal ve siyasî hayat, pozitif ilimler üzerine kurulmaya çalışılıyordu; Avrupa yıldan yıla ilim ve sanat alanlarında ilerliyordu. Halbuki Osmanlı ülkesinde 19. asrın başlarında bile cehalet ve bağnazlık her türlü yeniliğe ve ilerlemeye böyle kanlı engeller çıkarıyordu. Bu durum, tabiatıyla Müslüman Osmanlı toplumsal ve siyasî hayatının gerilemesine sebep oluyordu. MÜSLÜMAN OLMAYAN TEBAANIN HOŞNUTSUZLUKLARI Osmanlılar Anadolu ve Rumeli'deki Bizans İmparator- luğu'nun, Bulgar ve Sırp krallıklarının memleketlerini zapt ve istila ettikten sonra, oralarda yaşayan köy ve kasaba halkının fatih Türklere genellikle sadakat gösterdikleri evvelce söylenmişti. Çünkü Osmanlı idaresi, bu imparatorluk ve krallıklardaki feodal rejimlerden daha çok adalet ve refah sağlıyordu. Hatta Alman feodal beylerinin idarelerinden çok ıstırap çeken Merkezî Avrupa kavimlerinin bile kurtarıcı Türklerin yolunu gözledikleri de kaydolunmuştu. Osmanlıların fetih devirlerinde Müslüman olmayan tebaa refah içindeydi. Bizans'ın zayıf ve gaddar idaresinin yerini, tımar ve zeamet sahiplerinin düzenli ve hayırsever hâkimlikleri almıştı. İstanbul'un eski Ortodoks Kilisesi bile, Türk adaletinden korkarak, Bizans devrindeki zalim soygunculuğuna devam edemiyordu. Muzaffer seferlerden toplanan ganimet, genel tebaanın iktisadî faaliyetini körüklüyor ve ganimet içinde yüzen Türk beyleri vergi hususunda idareleri altındaki halka baskı yapmaya ihtiyaç duymuyorlardı. Savaşlar Macaristan'ın kuzey sınırlarının ötesinde, Avusturya ve Lehistan arazisinde gerçekleşmekte olduğundan, Tuna'nın güneyinde kalan arazi ve halk savaş felaketlerinden tamamen masun bulunuyordu. Kara ve deniz zaferlerinden kazanılan servet İstanbul'da toplandığından, merkezî hükümet de halktan çok vergi almaya gerek görmüyordu; aksine, başkentin başka yollarla kazanılan bu serveti halkın sanayi ve ticaretçe gelişmesine hizmet ediyordu. Lakin bu durum, nihayet büyük geri çekilişin sonlarına, 17. asrın sonlarına kadar devam edebildi. Başarısız savaşlar, gelirlerin eksilmesi oranında giderleri artırmıştı. Tımar, zeamet ve has sahipleri, savaştan kazanamadıklarını halktan çıkarmak zorunda kaldılar. Yenilgileri takip eden başkent ihtilalleri, merkezî hükümetin kuvvetini azalttı; padişahın Müslüman 198 TARİH olmayan tebaa gözünde artık eski şeref ve itibarı kalmadı. Tuna boylarına kadar gelen savaş bölgesi, Balkan Yarımadası'nda savaş sıkıntılarını gittikçe artan bir şekilde hissettirdi. Hele eyalet paşalarının kendi aralarındaki mücadele ve savaşları, tarlaların çiğnenip, ürünlerin yağmalanması, kasabaların basılıp evlerin tahrip olunması halkın büsbütün harap ve perişan olması sonucunu doğurmuştu. Rum patrikhanesi, Osmanlı Hükümeti zayıfladıkça, Hıristiyan tebaa üzerinde nüfuz ve zorbalığını artırdı. Bulgar ve Sırpların yaşadığı memleketlere, Eflak ve Buğdan beyliklerine gönderilen Rum papazları, Bulgar, Sırp ve Ulahların milliyetlerini, dillerini sıkmaya, servetlerini imhaya başladılar. Hele 17. asır ortalarından itibaren, Eflak ve Buğdan voyvodalıklarına (beyliklerine) Fenerli Rum beylerinin tayin edilmesi bu iki memleket halkının zulüm ve zorbalığa uğramalarına sebep oldu. Artık Osmanlı halkı, Osmanlı idaresinden hoşnutsuzluk göstermeye başlamışlardı. Tam bu sırada, özellikle Rusya'nın, Osmanlı Hükümeti aleyhine tahriklere girişen memurları da Rumeli'nin her tarafına yayıldılar. Ve Rusya çarını Hıristiyanlığın, özellikle Müslümanlar idaresi altında bulunan Ortodoksluğun kurtarıcısı gibi göstermeye çalıştılar. Osmanlı hükümetine dayanarak rüşvet, yiyicilik ve zulümde hükümet memurlarına taş çıkaran Rum papazları, Müslüman olmayan tebaayı hem Osmanlı Hükümeti'nden soğutuyorlar; hem de Rusya Çarlığı'nın propagandacılığını yapıyorlardı. Hele Fenerli Rum beyleri, Osmanlı Devleti'nin başına en büyük bela kesilmişlerdi. Fener Patrihanesi etrafına toplanan bu Bizans döküntüleri, patrikhanenin servetinden yararlanarak gayrimeşru yollarla çok para toplamış, ırk ve nesilleri karmakarışık bir güruhtu. Zekâ ve bilgileri sayesinde divanıhümayun tercümanlığı ve nihayet Eflak, Buğdan beylikleri gibi çok önemli mevkileri elde ettikten başka, devlet adamlarının harcamalarını da bazı Yahudilerle birlikte adeta tekellerine almışlardı. Divanıhümayun tercümanlığı, devletin diplotik ilişkilerini hemen hemen bunların eline bıraktığından, çeşitli devletlerden rüşvet alıp iş görmelerine iyi bir vesile oluşturmuştu; donanma tercümanlığı, Kaptan Paşa idaresi altında bulunan ve Rumların yaşadığı Cezayiri Bahrisefit eyaleti memurluklarının satılması da tercüman beylere önemli bir gelir kaynağı olmuştu. Nihayet sadrazam ve diğer paşalarla yüksek dereceli din adamlarının harcamaları da, içeriİMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 199 deki memurlara ve kadılıklara gönderilecek adamların bunlardan borç alıp, büyüklere rüşvet vermelerinde aracılıklarını kaçınılmaz bir hale getirmişti; bu da iyi bir kazanç kapısı olduğu gibi, Osmanlı memurlarına ve kadılarına, yani mahkemelerine istediklerini yaptırmak kudretini de onlara vermişti. Biraz abartılı olarak denilebilir ki, 18. asırda Rum Patrikhanesi ile Fenerli beyler, bütün Osmanlı idaresini kontrol etmek ve bu idarede sözlerini geçirmek iktidarını elde etmişlerdi. Yeniçeri ulufelerinin alınıp satılmasında, maaşların kırdırılmasında, Fenerli sarrafların rolleri önemliydi; bu açıdan yeniçeri ocaklarının iyileştirilmesine dair gerçekleşen girişimlerin başarılı olmaması için yapılan gürültü ve ihtilallerde Fenerlilerin fesatlıkları az değildi. Kısacası Osmanlı toplumunda ve Osmanlı Hükümeti'nde gayrimeşru bütün malî muamelelerin bankacılığını, patrikhane sermayesini de işleten, işte bu Fenerliler yapıyor ve dolayısıyla bu muamelelerin devam ve gelişmesine uygun koşulların sürmesine doğal olarak taraftar bulunuyor ve idarenin düzelmesini ellerinden geldiği kadar engelliyorlardı. Osmanlı idaresinin kanunsuz ve düzensiz, bozuk ve karışık devamı müddetince, iktisadî ve malî çıkarları ortak olan patrikhane ve Fenerliler, Osmanlı Devleti'nin korunmasına ve varlığının devamına taraftardılar. Fakat idare düzene girecek veya Osmanlı Devleti'nin varlığını sürdürmesi artık imkânsız hale gelecek olursa, imparatorluğun bir an evvel batmasına çalışacak olanlar da yine onlar olacaktı. Gerçekte pek aşağı ve bayağı maddî çıkarlar sağlamak maksadıyla yapılan bütün bu muameleleri, ihtimal ki, Bizans İmparatorluğu'nu imha eden Osmanlı Saltanatı'ndan intikam almak, Doğu Roma İmparatorluğu'nu canlandırmak gibi idealist bir ikiyüzlülükle de süslüyorlardı. Kısacası, 18. asır sonlarında patrikhane papazlarıyla Fenerli beylerden başka, Müslüman olmayan tebaanın çoğu, Osmanlı Hükümet ve idaresinden hoşnutsuz bir duruma gelmişlerdi. Maddî çıkardan başka Tanrısı olmayan patrikhane ile Fenerli beyler güruhu ise, pek çabuk cephe değiştirerek, devlete ihanet edebilecek bir yaratılıştaydılar. SIRP VE YUNAN İHTİLALİ Şimdi açıklandığı gibi, durumundan memnun olma- yan gayrimüslim tebaa arasında, Rus propagandasından başka, 19. asır başlarında millî hürriyet, millî bağımsızlık, millî bir200 TARİH lik, millî düşmanlık hisleri de uyandı; Osmanlı idaresi altında iftihar ve sevinç içinde yaşarken, anlamına o kadar dikkat etmeyerek söyledikleri millî destanlar, millî şarkılar, millî hikâyeler, ıstırap günlerinde geçmişi özlemle hatırlamaya, eski bağımsızlık günlerini, olduklarından başka türlü renklerle bezeyerek, serbest ve mutlu kabul etmeye yol açtı. Avrupa'da, Rusya'da dolaşan bazı tüccarlar, tesadüfen oralara gidip öğrenim gören bazı gençler, geçmişe özlemi artırmaya çalışıyorlardı. Hele 1789 Fransız İhtilali'nin ortaya attığı, hürriyet ve eşitlik, milliyet ve bağımsızlık idealleri de, şehirlerde yaşayan ve Avrupa ile ticarî ilişkilerde bulunan Hıristiyan tebaanın kulağına geldi; ve onlar tarafından yavaş yavaş başka Hıristiyan halklara da yayıldı. Müslüman Osmanlılar, Fransa İhtilali'ne dair hiçbir açık fikir edinmedikleri zamanlarda bile, Galata'nın, Fener'in, Bükreş'in ve Adalar Denizi'nin Avrupa'yla ilişkide bulunan Rumları, bu olayın mahiyetini az çok öğrenmiş bulunuyorlardı. Bununla beraber, Hıristiyan halkın ilk ihtilali Rumlar arasında çıkmadı; metbuları aleyhine ilk ayaklanan Sırplar olmuştur. Suplardan bazıları, memleketlerinde duramadıkça Avusturya idaresine geçmiş olan Macaristan'a firar ederlerdi; ve bunların içinden Avusturya ordularında küçük zabitlik ederek, az çok savaş usullerini öğrenenler de vardı. Avusturyalıların Rusya'yla birlikte Osmanlılarla savaşattıkları sırada (1787), Avusturya ordusunda bulunmuş Kara Yorgi adlı bir adam, 1803 senesinde, etrafına topladığı bazı köylülerle beraber Osmanlı idaresi aleyhine ayaklandı. Ve bir hayli paşayı bir müddet uğraştırdı. Sıkışınca Osmanlılarla savaş halinde bulunan Rusya İmparatoru Aleksandr'a sığındı; Aleksandr ona generallik rütbesi verdi. Fakat Osmanlı ve Rus İmparatorlukları arasında 1807'de başlayan Rus Savaşı'na, 1812 Bükreş Antlaşma-sı'yla son verildiği zaman, Rusya çarı antlaşmanın bir maddesine Sırp ihtilalcilerini padişahın şefkat ve merhametine terk ettiğini yazdırmaktan başka bir yardımda bulunamadı. Rus Savaşı bitip de Osmanlı askeri serbest kalınca bu ilk Sırp ihtilali şiddetle bastırıldı. Sırpların elinde bulunan l Beş sene süren 1807-1812 Savaşı'na son veren bu antlaşma gereğince Ruslar Besarab-ya kıtasını topraklarına katarak sınırlarını Prut Nehri'ne kadar ilerletiyorlar ve Anadolu tarafından da lehlerine sınır değişikliği yaptırıyorlardı. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 201 silahlar tamamen toplandı. Bununla beraber bu ilk millî ayaklanma semeresiz kalmayacak ve bu bastırmadan 13 sene sonra, Kara Yorgi'nin rakibi Miloş, Osmanlılar aleyhine isyan bayrağı kaldıracaktır (1825). Kolaylıkla bertaraf edilen ilk Sırp ayaklanmasından sonra Osmanlı tarihlerinin "Mora İsyanı" dedikleri Yunan İhtilali başlamıştır. 18. asrın sonlarına doğru Yunanistan'ın Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılıp bağımsız ve hür olması için çalışan bazı Rumlar vardı. Örneğin Tesalyalı Rigaz adlı bir şair, İstanbul ve Balkanlar'da yaşayan bütün Ortodoksları Rum kabul ederek, elbirliğiyle eski Bizans'ın canlandırılması, Müslüman Türklerin Asya'ya kovulması için, şiirleriyle ve bazı elçiliklere verdiği layihalarıyla uğraşıp duruyordu. "Ne vakte kadar, ey yiğitler! diye başlayan bir şiiri bütün Hıristiyan tebaayı ayaklanmaya teşvik eden heyecanlı bir eserdir ki, ihtilalciler bunu adeta Fransızların Marseyyezi gibi ezberleyip söylerlerdi. 19. asrın başlarında bazı Rum gençleri Etniki Heterya adlı gizli bir cemiyet kurdular. Buna girenler, cemiyetin başkanlığında Arhe (Baş) diye andıkları Rusya Çarı /. Aleksandr'm bulunduğunu sanıyorlardı. Osmanlı ülkesinin her tarafında bu cemiyetin adamları dolaşıp şubeler kuruyor ve Hıristiyanları isyana teşvik ediyorlardı. Heterya'nın İstanbul'da bir merkez komitesi vardı ve yalnız İstanbul'da 17 000'i aşkın üyesi olduğu söyleniyordu (1818). Eski Eflak Voyvodası Fenerli Ipsilanti Bey'in oğlu Aleksandr adlı bir genç -ki Heterya'nın reislerinden ve Rusya Çarı Aleksandr'm yaverlerindendi- Osmanlı ordusunun Tepedelenli Ali Paşa İsyanı'nı bastırmakla meşgul olmasından yararlanarak, Yunan bağımsızlığının ilanı dakikasının geldiğini sanarak Besarabya'dan Buğdan'a girdi ve şatafatlı bir beyanname yayımlayarak bütün Rumları ayaklanmaya davet etti (1821). Fakat Fenerlilerden çok canı yanmış olan Ulahlar kımıldamadılar; Osmanlı askeri, çoğunluğu zengin Rum ailelerine mensup olup Rusya'da okuyan gençlerden meydana gelen İpsilanti müfrezesini pek çabuk ezdi ve Heterya'nın reisi Avusturya'ya kaçtı; orada Avusturya Hükümeti tarafından tıkıldığı hapishanede öldü. Bununla beraber bu hareket, büsbütün etkisiz kalmadı. Bir müddet sonra Mor anın dağlık arazisinde zaten hükümete bağlı olmayan ve kısmen haydutlukla yaşayan dağlılarla Yunan adalan'nm deniz korsanlığına alışkın gemicileri de isyan bayrağını kaldırdılar; adaların zengin Rum tüccar202 TARİH lan bir hayli bağışta bulundular. Bu tüccarlardan 500 000 franga kadar yardım yapanlar oldu. Başlarına bazı papazlar ve piskoposlar da geçti (1821). Bu ayaklanma, İpsilanti'nin hareketine oranla çok ciddî ve önemliydi. Derhal o dolaylara kuvvetler sevk edildi. Fakat isyan ateşi çabuk söndürülmedi. Savaş karada ve denizde 5-6 sene sürdü. Tepedelenli mağlup edilip sığındığı Yanya Kalesi zapt olunduktan sonra, boş kalan asker Mora'ya sevk edilmekle beraber, ihtilalcilerin bastırılması mümkün olamıyordu. Nihayet hükümet, gücünü başarılarıyla ispat eden Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'mn yardımını istedi; o da oğlu ibrahim Paşa'yı kuvvetli bir donanma ve müfrezeyle gönderdi. İngiltere, Fransa, Almanya gibi Avrupa memleketlerinin orta ve yüksek mekteplerinde öteden beri eski Yunan dili ve edebiyatı öğretilirdi. Eski Yunan'ın hayatı süslenip bezenerek, olduğundan daha medenî ve parlak gösterilirdi. Eski Yunan filozof, şair, hatip ve tarihçileri okutulup yorumlanır ve eski Yunan savaşlarının abartılı hikâyeleri gerçek gibi öğretilirdi. Kısacası okuryazar Batılıların çoğu, eski Yunan'ın dostu ve hürmetkarıydı. 19. asır başında kendilerine Yunanlı veya Rum diyenlerin Yunan ve Roma'yla ilişkisi aynı memleketlerde yaşamaktan ibaretken, Türklere ve Müslümanlara düşmanlıkla dolu Hıristiyan Batılılar, bu ihtilalci Rumları Eflatun ve Amtoların, Homer ve Demosten'lerin soyu, Osmanlıları ise barbar kalıntıları gibi gösterdiler ve bütün Batı ve Merkezî Avrupa'da ihtilalciler lehine heyecanlı bir yakınlık ve sevgi cereyanı doğdu; her tarafta Helinoslan sevenler (philhelenes) cemiyetleri kuruldu; papazlardan, şairlerden, politikacılardan, askerlerden, bağnaz veya ukala kadınlardan, serserilerden birçok adam bu cemiyetlere dahil oldu; bir hayli de para yardımı toplandı. Hatta İngilizlerin büyük şairi Bayrın (Byron) kendi memleketinde oturamayacak kadar münasebetsizliklerde bulunduktan sonra Yunanlıları kurtarmak için Yunanistan'a gidip ihtilalciler arasına girdi. Fransızların meşhur şairi Viktor Hügo, Yunanlıları övüp, Türklere iftira ederek birtakım şiirler yazdı. Bazı serseri İngiliz ve Fransız zabitleri de ihtilalcilere karıştılar. Kısacası bütün Avrupa'nın bazı toplumsal tabakalarını, bir Yunan dostluğudur sardı. Bu fikir cereyanının Avrupa devlet adamlarına da az çok etkisi oldu. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 203 Etniki Heterya'nın amacı, İstanbul başta olmak üzere bütün Osmanlı Hı-ristiyanlarmı ayaklandırmak olduğundan, İstanbul'un yakılması, sarayın kuşatılması ve devlet adamlarının öldürülmesi gibi dehşetli olayların çıkarılması için hazırlıklarda bulunulmuştu ve bu hareketlerin uygulanmasına bizzat Rum patriği efendi ile metropolitleri de katılacaktı. Fakat yine Fenerli Rum beylerinden birisi, bütün bu hazırlıkları Osmanlı Hükümeti'ne haber verdi. Doğaldır ki hükümet de şiddetle hareket ederek patriği ve suikast girişiminde bulunan metropolitleri yakalatıp resmî elbiseleriyle Patrikhane kilisesi kapısına astırdı. Bu olay, Hıristiyan alemindeki heyecanı bir derece daha artırdı. İşte bu suretle dallanıp budaklanan Yunan İhtilali'nin asıl merkezi olan Mora ve Adalar'da, Osmanlı ve Mısır askeri çok uğraştıktan sonra, nihayet Misolongi ve Atina'yı zapt ederek ihtilal yangınını söndürür gibi oldu (1826). Lakin bir müddet sonra, işe Fransa, İngiltere ve Rusya devletleri müdahale ettiler: Osmanlı ve Mısır donanmalarını Navarin'de yaktılar (1827) (Res. 153). Osmanlı ve Mısır askerlerini Mora'dan çekilmeye zorladılar. Ve bir Fransız ordusu Mora'yı işgal altına aldı. O ara, Bükreş Antlaşması'ndan beri, Osmanlı İmparatorluğu'yla Rusya Çarlığı arasında anlaşmazlığa sebep olan bazı meseleler, Rusya'nın savaş ilan etmesi sonucunu doğurdu. Ruslar, Anadolu ve Rumeli'de ilerlediler. Mağlu-ben imzalanan Edirne Antla§ması'yla (1829) Osmanlı Devleti Kafkasya'da Çerkezistan dolaylarını Rusya'ya terk etmek ve Yunanistan'ın bağımsızlığını tanımak zorunda bırakıldı; yine bu antlaşmayla Eflak ve Buğdan beyliklerinde özerkliğin genişlemesine ve tekrar ihtilal çıkaran Sırbistan'ın özerkliğe sahip bir beylik halinde kuruluşuna da devlet razı oldu (Harita. 10). Yunan İhtilali'nin başlarında, Rusya, Fransa ve İngiltere devletleri ihtilalcilere eğilimli değilken, sonradan ihtilalciler lehine adeta birbirleriyle yarışmışlardır. Bunun sebebi şuydu: İngiltere ve Fransa Osmanlı Devleti'nin gittikçe zayıfladığını, Rusların Yakındoğu'yu istila ederek Akdeniz'e çıkmaları ihtimalinin arttığını görüyor ve bunun için Ruslara karşı Akdeniz'de kendilerine bağlı ve minnettar bir Yunan devletinin kurulmasını istiyorlardı. Ruslar ise Yunanistan'ın Rus yardımıyla bağımsızlık kazanarak, Rusya'ya minnettar kalmasına ve Rusya'nın Akdeniz'de bir dayanağı olmasına çalışıyorlardı. Eflak ve Buğdan'ın özerkliklerinin artması, Sırbistan'ın özerlik ve Yunanistan'ın bağımsızlık kazanması gösteriyordu ki, artık Osmanlı Devle204 TARİH ti'nin Avusturya ve Rusya devletleri tarafından paylaşılması yerine, Hıristiyan Osmanlı tebaasının bağımsızlıklarını elde ederek Osmanlı İmparatorluğu'nü parçalamaları devri başlamıştır. Gerçekten 19. asrın ilk çeyreğinden itibaren Osmanlı Devleti komşularına yer terk etmekten çok, kendi tebaasının ayrılıp çıkması suretiyle parçalanacaktır. YENİÇERİLERİN KALDIRILMASI FEODAL BEYLERİN İMHASI DİN ADAMLARI NUFUSUN KIRILMASI SULTAN DESPOTLUĞUNUN ARTMASI 1828-1829 Rusya Savaşı, Osmanlı ordusunun en za yıf bir zamanına rastlamıştı: O sıralarda yeniçeri ocağı kaldırılmış, yeni askerî teşkilat henüz iyice kurulamamıştı. III. Selim zamanında başlanan askerî reform, girişim-cilerin tam bir başarısızlığıyla son bulmuştu. eski askeri teşkilat ve eski idari usullerle çilerinin tam bir başarısızlığıyla son bulmuştu; fakat Osmanlı . imparatorlugu nün yaşayamayacağına, devleti idare edenlerin hemen hepsi kanaat getirmişlerdi: Yeniçerilerin kaldırılıp, Avrupa usulünde bir ordu oluşturulması, eyaletlerde eski ve bozulmuş feodal rejim yerine merkezden idare olunabilecek bir usulün konulması, eyaletlerdeki paşaların kuvvet ve nüfuzları kırılıp keyfî hareketlerinin önü alınması ve bunun için de merkezî hükümetin kuvvetlendirilmesi gerekiyordu. Merkezî hükümetin kuvvetlenebilmesi için, padişaha tamamen bağlı bir askerî kuvvetin oluşturulması ve padişahın arzu ve buyruklarına manevî silahıyla karşı gelebilen ve hatta isterse padişahı devirmeye bile muktedir olan din adamları nüfuzunun kırılması gerekiyordu. İşte //. Mahmut (Res. 154) bazı danışmanlarının ve büyük bir ihtimal bazı Avrupalıların da tavsiyesiyle böyle büyük bir girişimde bulundu. Kanlı bir sokak kavgasının ardından Etmeydanı'ndaki yeniçeri kışlasının (Res. 155) topla tahribi ve birçok yeniçerilerin katil ve idamı sonucunda beş asırlık bu asker ocağı ortadan kaldırıldı.^ l Osmanlı tarihçileri, yeniçerilerin imhası olayına "Vak'ai Hayriye" diye bir isim takmışlardır. İstanbul'da gerek çarpışılarak, gerekse sonradan yakalanıp asılarak öldürülen yeniçerilerin miktarını da bu tarihçiler nihayet 800 kişiden ibaret olmak üzere kaydederler. Yabancı tarihçilerse, öldürülenleri 10 000 hatta 20 000'e kadar çıkarırlar. İstanbul'dan kaçan belli başlı yeniçeriler taşralarda öldürülmüş ve taşralardaki yeniçeri ocakları da söndürülmüştür. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 205 Yeniçeri ocağı, Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşunda en önemli bir etken olmuştu; konulmuş kanunlara uymazlık ve giderek iyileştirilmesine gayretsizlik yüzünden bozularak imparatorluğun gerileme ve yıkılışında da, kuruluşunda olduğu kadar aksi bir etki yapmıştı. Yeniçeri ocağı kaldırılınca, "Asakiri Mansurei Muhammediye" (Tablo VI) namıyla yeniden asker toplanmaya başlandı. Bu yeni askerin toplanması ve düzenlenmesi henüz tamamlanmamışken, 1828-1829 Rus Savaşı da başlamıştı. Yeniçeri ocağının Bektaşilikle bir ilgisi vardı; ocak kaldırılınca, Bektaşi tekkeleri de kapatılıp, İstanbul'daki Bektaşiler taşralara sürüldü. Yeniçerilerin imhası, İstanbul'da merkezî hükümetin bağımsız ve serbest hareketine engel bir kuvvetin ortadan kalkması demekti. Merkezî hükümetin emir ve yasaklarına taşralarda da itaat edilmesi için kendi havasında yürüyen eyalet paşalarının da yola getirilmesi lazımdı. Gerçek o ki, imparatorluğun eyalet idareleri, Kanunî Süleyman devrinden beri birçok dönüşümler geçirerek, nihayet 19. asır başlarında merkezle hemen bağsız, bir sürü adeta bağımsız paşalıklar oluşmuştu. Bu paşalıkların başında bulunan kimselerin bazıları merkezden gönderilme memurlar, bazıları ise yerinde türeme adamlardı. Memur olanları bile yerlerine iyi yerleşip nüfuzlarını artırınca merkezi unuturlardı. Yerinden yetişmelerse, kuvvet ve ustalıklanyla, hükümdardan bulundukları kıtanın idaresini kendilerine bıraktırdıktan sonra, yine kendi arzularına göre bağımsız olarak hareket ederlerdi. Bunların en meşhurları, Pazvantoğlu, Tepedelenli Ali Paşa, Ka-valalı Mehmet Ali Paşa, Bağdat Kölemen paşaları ve garp ocakları (Trablus, Tunus, Cezayir) bey ve dayılarıdır. III. Selim zamanında türeyen Pazvantoğlu, esasen Vidin Kalesi'nde bir topçu eriyken, etrafına adam toplayıp Vidin valisini kovmuş ve aleyhine gönderilen hükümet askerlerini yenmişti. Bunun üzerine merkezî hükümet kendisine vezirlik ve Vidin valiliğini verdi; Pazvantoğlu Osman Paşa oldu; ve idaresi altına giren memleketi genişleterek, Bulgaristan'la Sırbistan'ın bir kısmını içine alan, adeta bağımsız bir hükümet kurdu. Tepedelenli Ali Paşa, hükümet tarafından atanmış Yanya valisiydi. Gittikçe hüküm ve idaresi altındaki kıtayı genişletti, Yanya, Manastır, Sela206 TARİH nik ve Yenişehir dolaylarında birçok çiftliğe sahip olarak çok zenginleşti. Oğullarına, hatta torununa paşalık verdirdi. Merkezî hükümetin emirlerinden istediklerini uygular, istemediklerine hiç kulak aşmazdı. Bu da Makedonya ve Yunanistan'ın bir kısmıyla bütün Epir'in hemen bağımsız bir hükümdarıydı. Kavalalı Mehmet Ali Paşa'ya. (Res. 156, 157) gelince, bu adam, Bona-part'ın Mısır'ı istilası üzerine sevk edilen askerler arasında bulunmuş küçük bir müfreze kumandanıydı. Mehmet Ali Ağa, zekâ ve iktidarı sayesinde, az zaman sonra Mısır'daki başıbozuk askerinin başı oldu. Yukarıda söylendiği gibi, Mısır Valisi Hüsrev ve Hurşit Paşaları Mısır'dan çıkarttı ve kendisine vezirlikle Mısır valiliğini verdirdi. Henüz Mısır'da kalıntıları kalan Kölemenlerin nüfuz ve iktidarını kırdı. Fakat kendisi de merkeze karşı pek serbest hareket etmeye başladı. Bundan kuşkulanan İstanbul, Mehmet Ali Paşa'yı Selanik ve Kavala sancaklarına memur etmek istediyse de başarılı olamadı. Mehmet Ali, genellikle padişaha bağlı görünüyor ve Mısır vilayetini cidden iyi idare ediyordu; lakin Mehmet Ali idaresinde Mısır vilayeti de hemen hemen bağımsız olmuştu. İşte bunların ve bunlara benzeyen Bağdat'taki Kölemen valisiyle, Trablus, Tunus ve Cezayir bey ve dayılarının ve diğer birtakım bey ve paşaların itaat altına alınıp Osmanlı İmpartorluğu'nda mevcut idarî feodal rejimin büsbütün kaldırılması, eyaletlerin merkezî hükümete sıkı sıkı bağlanması ve bu suretle Osmanlı ülkesinin dağılmasının önüne geçilmesi için de hayli uğraşıldı. Pazvantoğlu kendiliğinden ölüp gitti. Tepede-lenli üzerine asker sevk edildi. İhtiyar paşa bir buçuk sene kadar direndikten sonra teslim oldu; başını kestiler. Kavalalı Mehmet Ali Paşa ise, devletin başına pek büyük bir mesele açtı ki, biraz sonra anılacaktır. Cezayir'i merkeze bağlamak1 mümkün olamadan Fransızlar zapt ve istila ettiler (1830); Tunus Beyliği şöyle böyle itaat altına alındı; Trablusgarp kıtasıyla Irak bölgesi ise birer vilayet halinde merkeze sıkıca bağlandı. l Bazı tarihlerin bahsettikleri yelpaze meselesinin, bu işte ciddî bir etkisi yoktur; öteden beri bu zengin ve komşu kıtayı zapt etmek isteyen Fransa, o sıralarda siyasî durumu uygun görmüş, hiçbir hakkı yokken kuvvetine güvenip işgal etmiştir. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 207 Bunlara oranla ikinci derecede olup Rumeli ve Anadolu'da serkeşlik eden bazı bey ve paşaların da kimi katledildi, kimi de itaat altına alındı. Kısacası vilayetlerin merkeze olan bağlılıkları hayli sağlamlaştırıldı. Din adamlarının çoğunluğu, dünyanın genel durumundan habersizdiler; asrın ihtiyaçlarını iyice anlayamıyorlardı. İçlerinde geniş bilgiye ve bakışa sahip bazı adamlar bulunmakla beraber, çoğu dar fikirli ve bağnazdı. Askerin Avrupa usulünde düzenlenmesine, Avrupa'da icat edilmiş yararlı bazı araç ve müesseselerin kabulüne itiraz ederlerdi. Mesela matbaanın ve karantinanın Osmanlı memleketinde kurulması ve uygulanması için hayli uğraşmak ve ayrıca fetvalar çıkartmak zorunluluğu doğmuştu. İçlerinden en büyüğü sayılan Müftü enam yani şeyhülislam fetva verdiği halde bile itirazları yine eksilmez ve bazen bu itirazlar söz halinden çıkıp ihtilal benzeri hareketler haline geçerdi. III. Selim'in askerî reformu aleyhindeki ayaklanmayı en çok bir şeyhülislam hazırlamış ve idare etmişti. Din adamları heyetinin elinde dehşetli bir silah vardı: Fetva. Fetva'yla her şeye engel olabilirlerdi; vezirleri, sadrazamları, hatta padişahları görevden alabilir, tahttan indirebilir ve katlettirebilirlerdi. Din adamları, merkezî hükümetin bağımsız ve serbest idaresinde kuvvetli bir engeldi. II. Mahmut din adamlarıyla da uğraşmış ve nüfuzlarını kırmaya hayli çalışmışsa da tamamen başarılı olamamıştır. Gerileme devrinin Osmanlı padişahları bazen pek keyfî ve delice hareket etmekle beraber gerçekte mutlak ve despot bir hükümdar değildiler. Hükümdarın bağımsız hareketini sınırlayan, ulema, yeniçeri ve eyalet paşaları vardı. Osmanlı devlet teşkilatı, 18. asır Avrupa'sında kurulan merkezî bürokratik ve mutlak hükümetler teşkilatına benzemiyordu. Osmanlı hükümdarının her emrini tam bir itaatle uygulayacak disiplinli bir ordusu, arzu ve emeli dairesinde hareket edecek düzenli memurları, merkezin emirleri dışında bir pratiğe girişemeyen vilayet valileri yoktu. Hükümdar, her hususta kanunun ölçütü değildi; her emri kanun mahiyetinde kabul • olunmuyordu; emir ve fermanlarının, iş ve hareketlerinin şeriata uygun olması lazımdı ve bunu kontrol etmek yetkisine de din adamları heyeti sahipti. Din adamları heyeti, padişahın buyruk ve uygulamalarını şeriata aykırı görünce, tahttan indirilmesi fetvasını derhal verebilirdi; ve bu fetvanın gereğini uygulattırmak için de askerî kuvveti kullanabilirdi. Bundan 208 TARİH başka hükümdarın emir ve yasakları İstanbul surlarından pek de uzağa gidemiyordu; çünkü taşraları idare eden paşaların her biri aşağı yukarı birer küçük hükümdar gibiydi. Gerçi imparatorluğun kurulma devrinde, saltanat süren padişahların şahsî kudret ve itibarları, söz ve işlerine karşı, ne din adamlarının, ne yeniçerilerin, ne de vilayet beylerinin muhalefet ve itirazlarına çoğunlukla imkân bırakmamıştı; fakat gerileme devrinde hükümdarların hareketlerinde bağımsızlık eksilmiş ve ancak Köprülüler gibi bazı muktedir vezirler, merkezin otoritesini koruyabilmişlerdir. İşte bu olgulara dayanarak, Osmanlı İmparatorluğu'nun gerileme devrinde, düzenli bir mutlakiyetle idare olunmadığı, keyfî, karışık ve anarşik bir şekilde bulunduğu sonucuna varılır. II. Mahmut düzenli ve bağlı bir asker düzenleyerek, eyalet paşalarını merkezin emrine itaat ettirerek, din adamlarının nüfuzunu kırarak ve Av-rupakârî bir idare kurmaya başlayarak, Osmanlı Devleti'ni merkezî, bürokratik ve mutlak bir devlet şekline getirmeye çalışmıştır. Mahmut ile Osmanlı Saltanatı'nda aç çok düzenli bir mutlakiyet rejimi başlamıştır. Mutlakiyetle despotluğun ayrım çizgisini bulmak zor olduğundan, II. Mahmut'un reformları, hükümdarın despotluğunu artırmıştır denebilir. MISIR'DA MEHMET Bir başıbozuk müfrezesi kumandanlığıyla Mısır'a ALİ İSYANI gidip, nihayet Mısır valiliğine kadar yükselen Kava-lalı Mehmet Ali Paşa bir iki yıl içinde eyaletin idaresini yoluna koyup, Kölemen kalıntılarını imha ederek, rakipsiz ve hemen bağımsız bir şekilde Mısır'a hâkim olmuştu. III. Selim zamanında Orta Arabistan taraflarında ortaya çıkan yeni bir İslam mezhebinin reisi Mehmet ibni Abdülvehhap adlı bir adam, kuvvet kazanarak Mekke ve Medine'yi ve bütün Hicaz bölgesini zapt ve istila ederek o tarafların da merkezî hükümetle bağını kesmişti. Bu karışıklığa, mezhep reisinin babasıyla ilişkili olarak Vehhabî hareketi denildi. Her tarafta meşgul olan Osmanlı orduları Arabistan karışık-lığıyla uğraşmaya imkân bulamadıklarından, iş uzayıp gitmişti. Mehmet Ali Paşa, Mısır'da kuvvetlenince, Vehhabî hareketinin bastırılması ve Hicaz'ın Vehhabilerden kurtarılıp merkeze bağlanması görevi padişah taraİMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 209 fından ona verildi. Mehmet Ali görevini başarıyla yerine getirince, gerek Mısır'da gerek İstanbul'da daha çok nüfuz kazanmış oldu. Mehmet Ali, Mısır'ın ziraat ve sanatça ilerlemesine çalışarak refah ve bayındırlığını artırmış, şeker ve kumaş fabrikaları kurmuş olduğu gibi, Avrupa'dan, özellikle Fransa'dan getirttiği öğretmen ve mühendislerin yardımıyla mükemmel bir ordu ve kuvvetli bir donanma oluşturmayı da başarmıştı. Osmanlı Devleti'nin İstanbul'da başladığı askerî reform işini, Mehmet Ali Mısır'da daha fazla sürat ve kolaylıkla ilerletiyordu. Mehmet Ali'nin iyi idaresi Mısır'ın gelirlerini çok artırmıştı.' Vehhabî olayını gideren Mısır paşasına, Mora İsyanı'nın bastırılmasında yardım görevi de yüklendi. Mehmet Ali'nin oğlu ve ordusunun yetenekli ve muktedir kumandam olan İbrahim Paşa Mora'da da çok başarılı bir şekilde savaştı. Bu ana kadar metbu padişah ile tabi paşanın arası iyiydi; fakat Rusya Savaşı'na katılması için emir verildiği halde asker göndermeyip yalnız para sunması ve daha evvelce İbrahim Paşa'nın Mora'dan izinsiz olarak askerini çekmesi, arayı bozdu; İstanbul'daki paşalardan bazıları da Mehmet Ali'yi çekemiyorlar ve durmaksızın padişaha çekiştiriyorlardı. Mehmet Ali de 30 000 kadar düzenli askere ve 15-20 büyük savaş gemisine sahip olduğundan, kuvvetine güvenerek, Hicaz'la Mora'da yaptığı hizmetlere mükâfat olmak üzere padişahtan Suriye eyaletlerinin kendi idaresine verilmesini istiyordu. Bu arzusunu hayata geçirmek üzere 1831'de İbrahim Paşa'yı ordu ve donanma ile Suriye'ye gönderip Akkâ'yı zapt etti. İstanbul'dan gelen emirleri dinlemeyerek istediği gibi hareket etmeye başladı. Bunun üzerine "Fermanlı" oldu; yani idamına padişahın hüküm ve buyruğu çıktı. Hemen bağımsız ve çok kuvvetli olan bir valinin kolaylıkla tutulup cezalandırılması mümkün olmadığından, üzerine bir ordu gönderildi; bu suretle metbu padişah ile tabi paşa arasında savaş başladı. Mısır ordusu, Osmanlı ordusunu Halep, Konya (1831) savaşlarında mağlup edip dağıtarak, Kütahya'ya kadar geldi. Mısır ordusunun öncü süvarileri Kocaeli Yarımadası'na bile girmişlerdi. Osmanlı İmparatorluğunun başkenti tehlikede demekti. Başta, yalnız Suriye'nin kendi idaresine verilmesini taleple işe başlaMehmet Ali'nin Mısır valisi olduğu zaman Mısır'ın gelirleri ancak 3 000 keseden ibaretken Mehmet Ali'nin son günlerinde 400 000 keseyi bulmuştur (bir kese 500 kuruştur). 210 TARİH yan Mehmet Ali'nin, bu başarılar üzerine hırs ve emeli artıp genişlemişti. Zaten zayıflayan ve yeni teşkilattan dolayı bir kısım halkının sevgisini kaybeden Osmanlı hanedanı yerine, kendi ailesini geçirerek, bütün Osmanlı ülkesine sahip ve hâkim olmayı tasarlamaya başlamıştı. Anadolu tarafından gelen bu büyük tehlike önünde, II. Mahmut hanedanını ve imparatorluğunu, bir valisinin saldırısından kurtarmak maksadıyla, daha tehlikeli bir tedbire başvurdu: Rusya Çan L Nikola tarafından teklif edilen yardımı kabul etti. Rusya'nın bir donanması, İstanbul Boğa-zı'na girip Anadolu sahilinde bulunan Hünkâr İskelesi limanına 15 000 kişilik bir kuvvet çıkardı. Sultan Mahmut, bu tedbirin ne kadar tehlikeli olduğunu kavramıştı; "Denize düşen yılana sarılır" dediği rivayet olunur, Rusya'yı bu yardıma sevk eden sebeplerden birisi, Osmanlı Devleti'nin bu çok sıkışık zamanından yararlanarak, İstanbul ve Boğazlar'a hâkim olmak amacı, diğer birisi de Fransızlara dayanarak Osmanlı İmparatorluğu'nu ele geçirip kuvvetlendirmek isteyen Mehmet Ali Paşa'nın Rusya çıkarlarının karşısında olan bu emeline engel olmak arzusuydu. Rus donanma ve askerinin İstanbul Boğazı'nda bulunduğunu gören Avrupa devletleri, özellikle Avusturya, İngiltere ve Fransa çok telaşa düştüler; Türkiye hakkında fikir ve emelleri I. Petro ve II. Katerina'nın aynı olan I. Ni-kola'nın bir defa Boğaz'a ve İstanbul'a yerleştikten sonra, artık orayı terk etmeyip, Akdeniz yolunu Rusya ihtiraslarına açacağından korktular; Sultan Mahmut ile Mehmet Ali Paşa arasında çıkan kavgaya müdahale ettiler. MAHMUT'UN RUSYA HİMAYESİ ALTINA GİRMESİ VE AVRUPA DEVLETLERİNİN OSMANLI İMPARATORLUĞU'NU ORTAK HİMAYELERİ ALTINA ALMALARI Avrupa devletlerinin İbrahim Paşa ordusunu durdur- maları ve Rusya'yı kendi başına müdahaleden sakınmaya davet etmeleri üzerine, Rusya askeri ve donanması İstanbul civarından çekilip gitti. Fakat gi- derayak, Rus kumandanı, sultanla bir antlaşma yap- Hünkâr iskelesi Antlaşması (1833) denilen bu belgeyle Osmanlı İmparatorluğu, bir dereceye kadar Rusya Devleti'nin koruması altına girmiş oluyordu; Osmanlı Hükümeti Rusya'nın arzusuna göre Boğazlar'ı açıp kapamayı taahhüt ediyordu. Bu durum, Rusya'nın doğuda nüfuz ve tahakkümünün çok artması ve Avusturya ile Batı Avrupa devletlerinin çıkar ve nüfuzunun kiİMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 211 rılması demekti. Buna engel olmak için Avusturya, İngiltere ve Fransa diplomatları çok uğraştılar. Fakat İngiltere ile Fransa'nın Mısır meselesinde çıkarları uygun olmadığından iş uzadı. Gerçi Avrupa devletlerinin siyasî müdahaleleri üzerine İbrahim Paşa Batı ve Orta Anadolu'yu boşaltarak Toros sıradağlarının güneyine çekilmiş, fakat orada askerini artırarak, Gölek Boğazı'nı güçlendirmişti. Çerkez Hafız Paşa adlı hurafelere inanan, cahil bir kumandanın idaresi altında bulunan Osmanlı ordusu, Prusyalı Teğmen Moltke gibi savaş sanatı uzmanlarının fikir ve görüşlerinden çok falcıların saçmalarına dayanarak hareket ettiğinden, Halep civarında Nizip Meydan Savaşını kaybetti (1839). Askerî açıdan İstanbul yolu Mısır ordusuna yine açılmış demekti. Nizip Savaşı sırasında II. Mahmut ölmüş ve yerine oğlu Abdülmecit geçmişti. Osmanlı Devleti'nin kendi kuvvetiyle Mehmet Ali'ye karşı duramayacağını gören ve Rusya'nın Osmanlı Saltanatı üzerinde hâkim bir konuma gelmesi ihtimalinden ürken Avusturya, İngiltere ve Fransa devletleri nihayet Rusya'yı da razı ederek Osmanlı Hüküme-ti'ne ortak bir nota verdiler (1839). Bu notada Osmanlı Devleti çıkarlarının kendileri tarafından savunulacağını beyan ve Babıâli'yi kafasına göre hareket etmekten sakınmaya davet ettiler. Avusturya Başvekili Prens Meternih'in kaleminden çıkmış olan bu nota, Abdülmecit tarafından kabul edildi. Osmanlı Devleti çıkarlarının savunulması Avrupa'nın eline bırakıldı. Bu önemli notanın kabulüyle Osmanlı Devleti Hünkâr İskelesi Antlaşması'ndan ve Rusya'nın yalnız müdahalesinden kurtuluyor; fakat bütün Avrupa devletlerinin ortak müdahalelerine maruz kalıyordu. 1839'dan itibaren başlayan bu ortak müdahale, bu müdahalede bulunanlar arasında bazı mücadele ve savaşlar çıkmasına, bazı fasılalara ve bir hayli değişime uğramasına rağmen, Osmanlı Devleti zararına olmak üzere, imparatorluğun ortadan kalkmasına kadar devam etmişse de, Meşruti-yet'in ilanıyla (1876) bunun önüne geçilmek istenmiştir. l O zamanlar Osmanlı ordusunda öğretmen sıfatıyla bulunan Teğmen Moltke'yle birlikte daha birçok Prusyalı zabit öğretmen mevcuttu. Bunlardan birisi tarafından o devirde yapılan ve Ankara'nın (Res. 158) 90 sene evvelki konumunu gösteren bir kroki mevcuttur (Res. 159). Moltke, daha sonra Prusya'nın Danimarka, Avusturya ve Fransa üzerine kazandığı büyük zaferlerde, erkânı harbiye reisliği, yani fiilen başkumandanlık yapan meşhur Feltmarşal Graf fon Moltke'dir. 212 TARİH B. 19. ASIRDA BATI VE MERKEZÎ AVRUPA 1789 senesinden zamanımıza kadar devam eden devreyi bazı tarihçiler yakınçağ tarihi adıyla ayırmışlardır. Bunun çeşitli sebepleri vardır: 18. asrın sonlarına doğru dünyanın medenî sayılan kısımlarında insanların ferdî ve toplumsal hayatlarında önemli değişiklikler olmuştur. Bu değişiklikler evvela İngiltere'yle Fransa'da başlamıştır, sonra da dünyanın diğer yerlerine yayılmıştır. Fransız Devrimi'nden önce gelen İngiliz İhtilali başka memleketlere yayılması itibariyle o kadar büyük bir öneme sahip olmadığı için Fransız Devrimi bu devreye başlangıç olarak kabul olunur. Bu devirde toplumsal faaliyetler arasında en çok dikkati çeken yönler birkaç tür altında toplanabilir. SİYASÎ 19. ve 20. asırlarda birçok ihtilal olmuştur. Bu ihti- HAREKETLER lallerin hemen hepsi 18. asır sonunda gerçekleşen Fransız İhtilali'nin takip ettiği istikametlere yöneliktir. Bu ihtilallerle yapılmak istenilen şeylerden biri o zamanın devlet teşkilatını yeni birtakım ihtiyaçlara göre değiştirmektir. Despotluk adı verilen ve bütün devlet kuvvetlerini hükümdarın keyif ve iradesinde toplayan devlet sistemi yerine halk idaresini koymak, hürriyeti sağlamaktır. Diğeri, o zamana kadar çeşitli sınıflara ayrılmış olan cemiyeti sınıfsız bir hale getirmektir. 19. asırdan evvel hemen her tarafta cemiyet, asilzadelik, rahiplik, orta sınıf, aşağı sınıf isimleri verilen dört sınıfa ayrılmıştır. Bu sınıflar arasında hak ve görev itibariyle birlik yoktur. İşte Fransız İhtilali'nin ve onu takip eden ihtilallerin gayelerinden biri de sınıflar arasındaki bu eşitsizliği kaldırmak, halkın cümlesini hak ve görev itibariyle eşit bir hale getirmektir. Özetlenerek denilebilir ki, bu siyasî hareketlerin hedefi hürriyet ve eşitliği sağlamaktır. İmtiyazlı sınıfların bu yolda bir değişmeye kendiliklerinden razı olmayacakları doğaldır. Bunun için hürriyet ve eşitliğe erişmek isteyenlerle evvelkiler arasında zorunlu olarak kavga çıkacaktır. Bu mücadeleler sonucunda bazı yerlerde mevcut kanunlar dahilinde ve meşru bir şekilde devlet teşkilatı değiştirilmiştir. Bu hareketlere reform adı verilir. Bazı yerİ İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 213 lerde ise mevcut müesseselerin zorla değiştirildiği görülür; bu yoldaki hareketlere ihtilal denilir. İngiltere'de birinci şekil, Fransa'da ise ikinci şekil galip gelmiştir. MİLLÎ HAREKETLER Yakınçağın ana hatlarından biri de millî hareketler- dir. Millî hareketler, dil, yahut fikir ve his itibariyle bir olan ve kendilerine millet adı verilen birtakım insan kütlelerinin, hürriyetlerini ve birliklerini, gelişmeleri için gerekli olan hayatî şartlan sağlamak için yaptıkları mücadelelerdir. Avrupa kavimlerinden bazıları, 19. asra, parçalanmış veya devlet teşkilatı itibariyle diğer kavimlere tabi bir halde girmişlerdir. Bu kavimler 19. ve 20. asırlarda bütün gayretlerini mahkûmiyetten kurtulmak ve birleşip bir devlet kurmak için sarf edeceklerdir. Bağımsızlık kazanacak kadar kuvvetli olmadıkları zaman özerkliklerini elde^etmeye uğraşacaklardır. TOPLUMSAL VE İKTİSADİ HAREKETLER 19- asırda en çok dikkatimizi çeken olaylardan biri de toplumsal hareketlerdir. Bu hareketlerin hedefi cemiyetin bünyesini değiştirmektir, toplumu yeni baştan düzenlemektir. Sosyalizm cereyanları, daha eski zamanlarda da mevcut bulunmasına rağmen, en çok bu asırda canlamıştır. Bu devirde toplumsal hareketlerin geçmişe oranla çok daha önemli bir mahiyet alması, 18. asırdan itibaren sınaî ve ticarî müesseselerin geçirmekte bulunduğu büyük değişikliklerle gayet yakından ilgilidir. Bu değişikliğe sanayi devrimi adı da verilmiştir. 18. asrın ortalarına kadar hemen her tarafta çalışma ve üretim, birtakım kanunlarla sınırlanmış, belirli birtakım müesseselere bırakılmıştı. Buhar'la işleyen fabrikalar ortaya çıkınca durum değişir. Çalışmada ve üretimde serbesti felsefesi rağbet bulur. Sermaye ile işçinin karşılıklı ilişkileri değişir, el işinin yerini fabrika işi almaya başlar. Bir taraftan eski sermaye sahiplerinden farklı büyük sermaye sahipleri meydana çıkar, diğer taraftan çalışması sermayedara ve fabrikaya bağlı bulunan yeni bir işçi sınıfı oluşur. El tezgâhları yerine buhar kuvvetiyle işleyen ve çok miktarda üretim yapan fabrikalar ortaya çıkınca sermayedarlar satışı artırmak için çareler aramaya başlar. Buharın nakliye vasıtalarına uygulanması ticarete yeni bir mahiyet verir. Hammad214 TARİH de ve yeni çıkış kapıları sağlanması, günlük siyasetin en önemli meselelerinden biri halini alır; sömürge işlerine eskiden daha fazla önem verilir ve bu işler, milletler arasındaki ilişkilerin belkemiğini oluşturmaya başlar. Şimdiye kadar yaptığımız açıklamaları özetleyerek diyebiliriz ki, yakınçağ tarihinin ana hatlarını siyasî, millî, toplumsal ve iktisadî hareketler oluşturur. 18 ASRIN SONUNA DOĞRU AVRUPANIN SİYASİ VE TOPLUMSAL 18 asır sonlarına doğru Avrupa'nın siyasî (Harita. 13), toplumsal ve iktisadî durumunda ortak birtakım noktalar vardır. Şarlman İmparatorluğu'nun düşü- şünden sonra Avrupa'da devletler parçalanır ve gittikçe küçülerek feodalite adı verilen bir devlet sistemi vücut bulur; şehir hayatı canlanır. Hemen her tarafta sınıf esasına dayanan ve bugünkü millet meclislerinin atalarını oluşturan birtakım meclisler meydana gelir: İspanya'da Kortezler, İngiltere'de Parlamento ve Fransa'da Etajenero gibi. Aralarında birtakım farklar bulunmasına rağmen bu müesseselerin ortak vasfı birer danışma meclisi olmalarıdır. Bir taraftan feodalite usulü ve danışma meclisleri devam ederken diğer taraftan krallıklar gittikçe daha çok büyüyen bir nüfuz ve önem kazanır ve kralların kuvvetleri arttıkça meclislerin kuvveti eksilir; bu suretle kurulan despotluk 18. asrın sonlarına kadar Avrupa'nın çoğu memleketinde hâkim bir durumda bulunur. Bu sisteme göre, hükümdar kudretini ilahî bir kaynaktan alır, devletin bütün yetkilerini şahsında görür, buyruğu kanundur, imtiyazlı sınıflara dayanarak devlet işlerini idare eder. Bu mutlakî devlette toplum imtiyazlı birtakım sınıflara ayrılmıştır: asilzadeler ve ruhban sınıfı imtiyazlıdır; orta sınıfın da kendine göre bazı hakları vardır; fakat milletin çoğunluğunu oluşturan dördüncü sınıfın hürriyeti ve hakkı yoktur. 18. ASIR FELSEFESİ 17. asırda filozoflar tarihi birtakım etkenlerin eseri olan ve despotluk ile sınıf imtiyazı üzerine kurulmuş bulunan eski düzene ve onun dayanaklarına hürmet etmiş, siyasî, toplumsal ve iktisadî meseleler üzerinde tartışmaktan kaçınmıştılar. Halbuki 18. asrın akılcılık denilen felsefesi eski düzenin esaslarına şiddetle saldırdı ve İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 215 onların yerine hürriyet ve eşitlik prensiplerinin koyulmasını teklif etti. İnsanın doğal haklan teorisi ortaya atıldı. 17. asırda uzun savaşlar Avrupa'da toplumsal düzeni sarsmıştı. Bu asrın sonundan itibaren filozoflar toplumun düzenini düzeltmek için birtakım yeni prensipler teklif etmeye başladılar. Bu düşünürlerden bir kısmı İngiltere'yi göz önünde bulundurarak meşrutiyet idaresini tavsiye ediyorlardı. Halkçılar ise saltanata hiçbir şekilde güvenmiyor ve ancak millî hâkimiyete dayalı bir halk hükümetinin toplum düzenini yeniden sağlayabileceğini söylüyorlardı. İktisatçı denilen diğer birtakım filozoflar da siyasî meseleleri bir tarafa bırakarak ziraî, sınaî ve ticarî hürriyetin toplumdaki düzen bozukluğunu ortadan kaldıracak başlıca bir etken olduğunu iddia ettiler. :jj|| 18. asır filozofları arasında millî hâkimiyeti en iyi belirten Rousseau, insanın haklarını hürriyet ve eşitlik, milletin en birinci ve doğal hakkını hâkimiyet olarak tespit etmiştir. Ona göre hürriyet, ferdin yalnız kendi tarafından veya kendi adına yapılmış olan kanuna itaat etmesidir; eşitlik ferdin kanun önünde eşit olmasıdır. Hükümet kuvvetinin temeli millî hâkimiyettir; bütün milletin iradesidir. Kanunu uygulayacak kuvvetin de millî hâkimiyetten doğmuş olması lazımdır. Bu itibarla Rousseau'yu eski çağlarda bile mevcut olan halk hükümeti ve cumhuriyet sistemini yeni çağda en iyi belirtmiş olan bir düşünür olarak kabul etmek lazımdır. 18. asırdaki despot hükümdarlardan bazıları bu felsefenin etkisi altında kaldılar, kendi makamlarının kuvvetine dayanarak toplumsal teşkilatı değiştirmeye, reformlar yapmaya giriştiler; Prusya kralı Frederik gibi. Bu reform hareketi devamlı olmadı, Fransa Kralı XVI. Lui gibi despotlar başladıkları işi yarıda bıraktılar, hükümdar değişimleri de bu hususta etken oldu. Diğer taraftan reformlardan maddî çıkarları zarar gören asilzadeler ile -özellikle Katolik devletlerderuhban sınıfı doğal olarak reformlara düşman oldular. Halk tabakası henüz cahildi. Yeni fikirleri anlayacak bir kültür derecesine erememişti; fakat maddi ıstırap bu kitleyi reform hareketine yaklaştırıyordu. Yalnız orta sınıf, reformları ve bağımsızlığına kavuşan Amerikalıların yayımladığı ve sonraları Fransızların taklit ettiği İnsan Hakları Beyannamesi'ni büyük bir önemle karşıladı. Bununla beraber bu reform 216 TARİH hareketleri sonuçsuz kaldığı yerlerde bile bütün bütün sonuçsuz değildir. Suiistimallere karşı isyan ve geçmişe hürmetsizlik, bu fikrî ve toplumsal hareketin her şeye rağmen geriye kalan sonuçlarıdır ve bu unsurlar hürriyet için ihtilali hazırlayacaktır. 1789 FRANSIZ İHTİLALİ Yakınçağ tarihi Fransız İhtilali'yle başlar. Bu önemli olayın diğer bu tür büyük devrimler gibi iki türlü Önemi vardır. Birisi Fransa için sahip olduğu önemi, diğeri bütün Avrupa hatta dünya üzerinde yaptığı etki. Gerek Fransa'da gerek Fransa dışında o zamana kadar devam eden toplumsal düzenin sürmesinde çıkarı olanlar ve bu çıkarlarının tehlikeye düşeceğini sananlar ihtilale karşı koyacaklardır; diğer bir kısım insanlar memleketlerinin ve mensup bulundukları zümrelerin çıkarını sağlayacağını tahmin ederek ihtilali iyi karşılamış ve bunu insanlık tarihinin gelişimi için önemli bir aşama olarak kabul etmişlerdir. Fransız İhtilali'nin yakın sebepleri: Fransız İhtilali'nin sebeplerini, ihtilalden önceki devirdeki siyasî, toplumsal, iktisadî ve fikrî durumda aramak gerekir. Bu ihtilali hazırlayan maddî ve fikrî şartlar, diğer Avrupa memleketlerinde de hemen aynen mevcuttu. Bunun içindir ki, Fransız İhtilali Avrupa'da kolaylıkla yayılmıştır. Maddî sebepler: Fransa'da ihtilale kadar devam eden idare tarzına Eski Düzen (L'anciene Regime) adı verilmiştir. Bu devrin ifade ettiği teşkilatın önemli noktalan şunlardır: l- Siyasî alanda despotluk. 2- Toplumsal alanda sınıf imtiyazlan. Siyaset alanında despotluk, hükümdarın bir kayıtla sınırlanmaksızın memleketi istediği gibi idare edebilmesidir. Sınıf imtiyazlan, memleketin halkı arasında eşitlik bulunmaması demektir. Halkın bir kısmının diğerine oranla imtiyazlı olması demektir. Dolayısıyla eski devir veya Eski Düzen tabirleri despotça idare edilen ve imtiyazlılara dayanan bir toplumu ifade eder. Bu toplum uzun bir tarih devresinin eseridir; hükümdarlar ile imtiyazlılar haklarını tarihî sebeplerin ürünü sayar ve meşru bulur. Manevî sebepler: 18. asırda ortaya atılan felsefî fikirler, tarihî haklara doğal hakları tercih etti; doğal hakların başında hürriyet ve eşitlik geliyordu. Eski devirde sınıflar arasında eşitsizlikler vardı; insanın eşitlik denilen İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 217 doğal hakkını ihlal eden ve cemiyetin büyük kısmını küçük bir zümrenin lehine olarak sıkıntıya sokan bu duruma son vermek arzusu, yeni fikirlerin doğal bir sonucuydu. Aynı şekilde despotluk doğal bir hak olan hürriyetin yokluğunu ifade eder; dolayısıyla doğal hakların korunmasını arzulayan bir cemiyette despotluğun yerini hürriyet alacaktır. Fransız İhtilali'nin ilk günlerinde Amerika'yı taklit ederek yayımlanan İnsan Hakları Beyannamesi orada olduğu gibi hürriyet ve eşitliği doğal haklardan saymıştır ve bu hakların doğal bir sonucu olarak hâkimiyetin millete ait olduğunu kabul etmiştir; bu itibarla siyaset ve idarenin düzenlenmesi milletin hakkıdır. Fransız İhtilali bu hakların elde edilmesi için uğraştığı gibi, bütün 19. asır süresince ortaya çıkan diğer ihtilallerin de hedefi hürriyet ve eşitliği sağlamak veya tamamlamak, sınıf imtiyazlarını kaldırmak ve hükümdarın despotluğunu kırmak olmuştur. Eski Düzende, eski devirde mevcut anayasa (constituti-ons) millet ile devletin ilişkilerini doğal haklara göre düzenlemiyordu; 18. asrın sonunda toplumu sarsan buhrandan Eski Düzeni sorumlu tutanlar, halkın doğal haklarını elde etmek için gereken araç ve tedbirleri aradılar ve bunları bir kanun halinde tespit ettiler ve bu kanuna da Anayasa adını verdiler. Bu itibarla anayasayla idare edilen bir devlet yahut meşrutî bir devlet denildiği zaman despotlukla idare olunmayan bir devlet akla gelir; bu şekil vaktiyle yalnız İngiltere'de vardı. Fransa İhtilali'nden sonra Avrupa'da, hemen bütün devletler meşrutî idareyi kabul edeceklerdir. Özetle Eski Düzene göre bütün kuvvetler hükümdarın şahsında, onun keyfî despotluğunda toplanmıştır. Toplum imtiyazlı sınıflardan meydana gelmektedir; papazlar ve asilzadeler birçok imtiyaza sahiptir. Sivil yönetimler her vilayete göre değişir, uyumlu değildir. İmtiyazlılar milletin toplumsal ve iktisadî çıkarları aleyhine olarak çıkarlarını artırmak ve kuvvetlendirmekle meşguldür. Onların bu hareketine karşı orta sınıf memleketin ticarî ve sınaî çıkarlarını ileri sürerek şikâyet etmektedir. İşçiler sefalet içindedir; köylüler daha sıkıntılı ve perişan bir haldedir. Kıtlık seneleri bu ıstırabı bir kat daha artırmıştır. Böyle bir çevrede hürriyet, eşitlik, millî hâkimiyet gibi doğal haklan savunan filozoflar büyük bir etki yaptı. Bu fikirler giderek imtiyazlı ve orta sınıflar arasında yayıldı; Amerika'nın bağımsızlığı hürriyet taraftarlarının inancını ve cesaretini artırdı. 218 TARİH Amerika Savaşı'na katılan Fransa'da, savaş masrafları malî bir buhran doğurdu. Hükümet yeni vergiler koymak istediği zaman yerel meclisler, parlamentolar buna karşı geldiler; nihayet malî reformları ve yeni vergileri kabul ettirmek için Etats generaux denilen umumî meclis toplanmaya davet edildi; halk, mebuslarını seçerken onlara açık talimat verdi; despotluğun kaldırılmasını, kralın haklarının sınırlanmasını istedi; bu meclis toplandıktan sonra hükümdarla meclis arasındaki görüş farkı derhal göze çarptı; hükümdar geriye dönmek ve meclisi dağıtmak isterken, meclis de milî hâkimiyeti sağlamak ve mutlakıyeti sınırlamak için sonuna kadar çalışmaya yemin etti (Res. 160) ve bu mücadelede, millet, hükümdara galip geldi. FRANSIZ İHTİLALİ'NİN ÇEŞİTLİ DEVİRLERİ: MEŞRUTİ HÜKÜMDARLIK DEVRİ ileri ve geri adımlarla 1804 tarihine kadar de- - vam eder; sonra gericilik kuvvetlenir; 1815 tarihine kadar Fransa'da imparatorluk hâkim olur. ihtilal başlangıçta ılımlı oldu Meşrutî hükümdarlık şeklinde bir anayasa yapıldı. 1791 tarihli olan bu anayasa, evvelden her tarafta mevcut olup zaman geçtikçe İngiltere dışındaki memleketlerin çoğunda ortadan kalkmış olan millet meclisini ortaya çıkarıyordu. Kanun yapmak, vergi koymak ve hükümeti daimî bir denetim altında bulundurmak, bu meclisin başlıca yetkilerini oluşturuyordu. Hürriyet ve eşitliğe muhalif olan bütün müesseseler kaldırıldı. Esaret, ay anlık, sınıf farkları kalmadı. Bütün millet için yalnız bir sınıf kabul edilmiştir. O da vatandaş sı-nıfı'du:. Söz, yazı ve vicdan hürriyeti, kanunun belirlediği sınırlar dahilinde bütün vatandaşlar için bir haktır. Mülkiyet ve emek, derebeylik devrinin mirası olan sınırlamalardan kurtarılmıştır. İmtiyazlıların köylü ve rençber üzerindeki hakları kaldırılmıştır. Millî bir ruhanî teşkilat meydana getirilmiştir. İnsan Hakları Beyannamesi'nin ve millî hâkimiyet kavramının meşrutî bir hükümdarlıkla elde edilebileceğini sanan Fransız ihtilalcileri, meşrutiyetin hükümdarı ihanetten, mutlakiyetin geri getirilmesi için içeride ayrılıklar çıkarmaktan ve gereğinde bu amaca ulaşmak için düşmanla el ele vermekten alıkoyamayacağını tecrübeyle gördüler ve 1792 tarihinde cumhuriyeti ilan ettiler. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 219 CUMHURİYET Cumhuriyet, Fransa'da imtiyazlılar ile hükümdar ai-DEVRİ yabancı devletlerin saldırısına rağ- leşinin ihanetine, men millî birliği, sınırların güvenliğim ve bağımsızlığı sağladı; 1793'te yabancı devletlerle birlik olduğu meydana çıkan kral idam edildi. Aynı sene cumhuriyet esaslarına göre yeni bir anayasa düzenlenmişse de memleketin geçirdiği olağanüstü buhran karşısında uygulanması ertelendi ve memleket iki sene müddetle meclis üyeleri arasından seçilmiş olan Genel Güvenlik I Komitesi tarafından ve olağanüstü tedbirlerle idare edildi (Res. 161). | 1795'te durum iyileşmişti. Düşmanlar sınır dışına atılmış, bazılarıyla galip f sıfatıyla barışlar yapılmıştı. Fakat üç sene süren bu büyük ve şiddetli ham- le ve onun gereği olan köklü ve özellikle mülkiyeti sınırlayıcı ve tehdit edici tedbirler halka yorgunluk verdi. İmtiyazlılardan alınıp halka satılan arazi üzerinde görece refah içinde olan bir köylü tabakası oluşmuştu; şehirlerde burjuvalar zengin olmuştu. Vatandaşların çoğunluğu zorunluluk zamanlarının meşru kıldığı olağanüstü tedbirlerin artık Fransa rahata kavuştuktan sonra devam ettirilmesine taraftar görünmüyorlardı. Böyle düşünenler millet meclisinde çoğunluğu oluşturdu. 1795 senesinde görece muhafazakâr anayasa yapıldı ve Direktuvar adı verilen yeni bir hükü- bir ruhla yeni bir met şekli meydana çıktı. Direktuvar idaresi zamanında millî hâkimiyet, cumhuriyet devrine oranla sınırlanmıştır; devlet işlerini denetlemek hakkı servetle kısıtlanmistir; bu devrin anayasası, orta sınıf halkı, milletin kaderine hâkim duru-ma getirmiştir. Çeşitli devlet kuvvetleri arasındaki kopukluk ve bu kuvvetler arasında ortaya çıkacak anlaşmazlıkların çözümü için kuvvetli bir makamın bulunmaması, isyanlar ve anlaşmazlıkların silah kuvvetiyle çözülmesine yol açacaktır. Sivil yönetimlerde merkeziyet usulü yerine ademi merkeziyet usulünün koyulması memlekette anarşiyi doğurmuştur. Fırkalar, aralarındaki anlaşmazlıkları çözmek için orduyu siyasete karıştırmışlardır. Sürekli parasızlık ve acz içinde nüfuzu her gün biraz daha kırılan bu hükümetin de ömrü uzun olmadı. KONSÜLÜK Zenginler, orta sınıf ve birtakım köylüler her şeyden evvel kuvvetli bir hükümet istiyorlardı. Mevcut duruma göre ancak ordunun veya ona dayanan bir hükümetin içeride sükûİMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 221 îhtilali'ne karşı besledikleri hisler değişmiş, anlaşmazlıklar çıkmış, uzun savaşlar yaşanmıştı. AVRUPA-FRANSA SAVAŞLARI Diplomatlar evvela Fransa İhtilali'nden memnun ol- muşlardı; fakat ihtilal fikirlerinin bütün Avrupa'ya yayılması ve her tarafta eski düzen aleyhine kuvvetli bir cereyanın başlaması hükümdarları ve hükümetleri harekete geçirdi. İhtilal ilerledikçe ve özellikle 14 Temmuz 1789 tarihinde ihtilalciler tarafından Bastil (Bastille) Hapishanesi'nin zaptından sonra imtiyazlılar kendilerini bekleyen akıbeti gördüler; 4 Ağustos gecesinde derebeylik imtiyazlarından kendi arzularıyla vazgeçmelerine rağmen bu kadarlık bir fedakârlıkla ihtilali tatmin edemeyeceklerini anladılar. Direnişe başladılar. İhtilal, artan bir kuvvetle bu direnişi kırdı ve imtiyazlılar akın akın memleketten kaçtı. Göçenler, gittikleri yerlerde ihtilalin mahiyetini anlatıyor, bunun, bütün eski devirde yaşayan memleketler için büyük bir tehlike olduğunu söylüyor, hükümdarları Fransa aleyhine savaşa teşvik ediyorlardı. Diğer taraftan Fransa sınırlan içinde bulunduğu halde Papa'ya ait bulunan bazı yerlerde halk, Fransa'ya katılma kararını vermişti. O zamana kadar bir memleketin halkının kaderi ve tabiiyeti antlaşmalara dayalı haklarla belirlenirdi; halbuki şimdi bu yerlerin halkı, İnsan Hakları Beyannamesi'nin ortaya koyduğu prensiplere uyarak ve hürriyet ve millî hâkimiyet haklarını kullanarak eski efendilerini terk ediyorlar ve Fransız camiasına katılıyorlardı. Papa'nın başına gelen, yarın diğer devletlerin de başına gelebilirdi. Bu olay da diplomatları düşündürdü. Yukarıda saydığımız anlaşmazlık sebeplerine, hukukî ve siyasî mahiyette diğer bir sebep daha eklemek lazımdı. 1648 tarihli Vestefalya Ant-laşması'yla Alsaş ve Loren kıtaları Fransa topraklarına katılmıştı. Bu kıtalarda hak sahibi olan derebeyler ve prensler Fransa hükümdarına tabi oldular. Fakat bunlardan bazılarının Ren Nehri'nin sağ sahilinde kalan yerler üzerinde hâkimiyetleri devam ediyordu ve bu itibarla da Germanya imparatoruna tabiydiler. 4 Ağustos gecesi Fransız meclisinde derebeylik hakları kaldırıldığı zaman bu beyler çıkarlarını bozan bu karara karşı geldiler ve haklarının savunulması için imparatorun müdahalesini istediler. 222 TARİH Avrupa'nın resmî makamları böylece Fransa aleyhine harekete geçmek üzereyken, ihtilal fikirlerini Avrupa'ya yaymak, eski müesseseleri yıkmak ve milletlerin hâkimiyetini sağlayarak despotların gizli düşmanlığına son vermek için ihtilalci Fransızlar da savaş istiyorlardı. Böylece 1792 senesinde Avusturya imparatoruna karşı savaş ilan edildi. İhtilal savaşları çok kısa bir ara dışında 1814 tarihine kadar sürmüştür. Avrupa devletleri ihtilalci Fransa'yı mağlup etmek için birçok ittifak yapmış ve bu savaşlar Avrupa'nın siyasî ve toplumsal durumunda önemli değişimlere sebep olmuştur. BİRİNCİ İTTİFAK Fransız İhtilali yüzünden eski düzenin bozulmamasını ve Avrupa'nın siyasî durumunda ihtilal hukukuna dayalı değişiklikler olmamasını isteyen Avrupa hükümdarları ve hükümetleriyle Fransa arasında yirmi sene kadar devam eden mücadelenin çeşitli safhaları vardır. Bu mücadelenin geçici barış devrelerinde Avrupa'nın siyasî sınırlarında ve milletlerin kaderinde esaslı değişmeler olmuştur (Harita. 14). 1792 tarihinde Fransa Avusturya hükümdarına savaş ilan etti. O zamanlar Almanya'daki büyük küçük devletlerin hepsi Kutsal Roma Germen İmparatorluğu denilen bir oluşumun üyeleriydiler. Bu oluşumun reisi Avusturya hükümdarıydı; Prusya ile Avusturya arasında savunma ve saldırı amaçlı ittifak vardı. Bu itibarla Avusturya'ya savaş ilan eden Fransa doğal olarak bu üç devletin karşılık vermesini davet etmiş oluyordu; gerileme halinde bulunan Lehistan'ı Prusya ile Avusturya'nın batıda meşgul olmalarından yararlanarak kendi topraklarına katmak isteyen Rusya, Fransa aleyhine duygularını belli etmekle beraber ittifaka girmedi. Fransızların Savua (Savoie) ve Niş üzerine saldırıları bu yerlerin sahibi olan Piyemonte hükümetinin de Fransa aleyhine olan bir ittifaka girmesini doğal hale getirdi. Fransa'nın ihtilal yüzünden zayıf düşeceğini tahmin eden İngiltere başta tarafsız kalmıştı. İhtilal orduları müttefikleri mağlup ederek Almanya'ya ve Belçika'ya girdikleri zaman Fransa'nın gittikçe kuvvetlendiği anlaşıldı. Belçika'nın kuvvetli bir devlet elinde bulunmamasını kendi güvenliği için değişmez bir ilke kabul eden İngiltere buraya Fransızların yerleştiğini görünce savaşa karar verdi ve birçok Avrupa devletiİMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 223 ni de beraberinde sürükledi. Fransa kralının idamı savaşın ilanına ancak görünürde bir vesile olmuştur. 1793 tarihinde tam şeklini alan birinci ittifak 1797 tarihine kadar devam eder. İhtilal aleyhine birleşmiş olan devletlerin savaşa verdikleri önem ve bu yüzden sağlamak istedikleri çıkarlar arasında birlik yoktu. Özellikle Rusya'nın Lehistan'a saldırması, Prusya'yı Batı'dan çok Doğu işleriyle meşgul olmaya sevk ediyordu. Bu anlaşmazlık bir ara Fransa içinde savaşan müttefiklerin yavaş yavaş buralardan çekilmeleri ve mağlup olmaları sonucunu doğurdu. 5 Nisan 1795 tarihinde müttefiklerden Prusya ittifaktan ayrıldı ve barış yaptı. Ren dolaylarındaki memleketlerini Fransa'ya verdi. Ren'in sol sahilinde arazisi bulunan diğer Alman prensleri de topraklarını Fransa'ya terk edeceklerdi. Böylece Ren Nehri Almanya'yla Fransa arasında sınır oluyordu. Aynı sene zarfında İspanya, Portekiz, Toskana ve Napoli hükümetleri de ittifaktan ayrılıp Fransa'yla barış yaptılar. 16 Mayıs 1795 tarihinde Hollanda'yla yapılan barış, başlıca Flandr eyaletini Fransa'ya kattı. Avusturyalılardan zapt edilen Belçika, Fransız meclisinin bir kararıyla Fransa topraklarına katıldı. Böylece İnsan Haklan Beyannamesi'nin ilanından beri henüz sene geçmeden ihtilalin, milletlerin doğal haklarına dair ortaya attığı hürriyet ve millî hâkimiyet prensipleri, yerlerini eski zamandan kalma fetih ve diplomasi prensiplerine terk ediyordu; bu değişiklik milletlerin gözünden kaçmayacaktır; savaşlar devam ettikçe milletlerin ihtilalci Fransa'ya karşı evvelce besledikleri sevgi her gün biraz daha azalacak ve nihayet sonsuz bir düşmanlığa yerini terk edecektir. Kara savaşlarında Avusturyalılar yalnız kaldılar; özellikle İtalya'da büyük yenilgilere uğradılar. Nihayet bu devlet de barışa razı oldu. Aynı zamanda Almanya imparatoru sıfatıyla 1797 tarihinde Kampo-Formio Antlaşması'nı imzaladı. Bu antlaşmayla Belçika ve Ren sahillerindeki Avusturya topraklarını Fransa'ya verdi; İtalya'nın kuzeyinde Lombardiya kıtasını terk etti. Burada Fransa'yla müttefik bir cumhuriyet kurdu. Bağımsız Venedik Cumhuriyeti Fransa'yla paylaşıldı. Yunan denizindeki Yedi Ada Fransızlara verildi. Bu paylaşım yapılırken de halkın arzusu dikkate alınmadı. Kuvvet, istila ve fetih siyaseti doğal haklara galip geldi. 224 TARİH İngiltere yalnız kalmıştı. Avrupa'nın yarısını ya doğrudan doğruya topraklarına katan veya müttefik cumhuriyetlerle işgal eden ve artık bütün kuvvetini İngiltere'ye karşı kullanmak isteyen Fransa, çok şöhret kazanmış bir kumandan olan Bonapart'ı İngiltere sömürgelerine saldırı hazırlamak için Mısır'a bir orduyla gönderecektir. Türkiye tarihi kısmında görüldüğü gibi, Bona-part ve istilacı Fransa ilk büyük yenilgiye Türkler tarafından uğratılacaktır. Sonuç: Birinci ittifakın sonunda Belçika ile Ren Nehri'nin sol sahillerindeki yerler Fransa'ya geçmiştir. Hollanda'da, İsviçre'de ve İtalya'nın kuzeyinde Fransa'yla müttefik cumhuriyetler kurulmuştur. Fakat gerek Fransa'yla barış yapan devletler, gerek Fransa'yla ittifak yapan cumhuriyetler halkı bu durumdan, Fransızların sürekli olarak başlarını ağrıtmasından, doğal haklarını inkâr ve iktisadî durumlarını perişan etmesinden kesinlikle memnun değildir. İKİNCİ İTTİFAK VE AVRUPA Bonapart'ın ve büyük bir Fransız ordusunun doğuda mahsur ve gittikçe perişan bir duruma düşmesi intikam gününü bekleyenleri İngiltere'nin teşvikiyle yeniden birleştirdi. Türkiye, Avusturya ve İngiltere ittifak yaptılar (1799). Mısır'a giderken Fransızlar tarafından zapt edilen Malta'daki şövalyelerin reisi olan Rusya imparatoru da bu ittifaka girdi. ^Evvela müttefikler bütün cephelerde galip geldiler. Fransa sınırlarına dayandılar. Avusturya İtalya'ya hâkim olmak istiyordu. Ruslar bunu kabul etmiyorlardı; anlaşmazlık çıktı, Fransa bundan yararlanarak Rusları ve Avusturyalıları mağlup etti. Rusya, müttefiklerinden ayrıldı. İngiltere'ye karşı tarafsızlar birliğini kurdu. Avusturyalılar da 9 Şubat 1801 tarihinde Luneville Antlaşması'nı yaptılar. Bu antlaşma araziyle ilgili hükümleri itibariyle evvelki antlaşmadan çok farklı değildir. Ren Nehri'nin sol sahilinde ve Belçika'da Fransa'nın hâkimiyeti bir kere daha tespit edilmiştir. Avusturya, Fransa'yla müttefikti ve onun adeta uzantısından ibaret olan Kuzey İtalya'daki Cisalpin, Ligurien, İsviçre, Batavya cumhuriyetlerini onaylamıştı. Türkiye hükümetiyle de eski durumun yeniden sağlanması esasına dayanarak 1802 tarihli Paris Antlaşmasıyla barış yapıldı. Nihayet İngiltere de 1802 tarihli Amiens Antlaşması 'yla barışa razı oldu. İngiltere, Fransa, İspanya ve Hollanda sömürgelerinin önemli bir kısmını geri ver- İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 225 di. Malta'nın şövalyelere ve Mısır'ın Türkiye'ye geri verilmesi, Hollanda ile Piyemonte kıtalarının Fransızlar tarafından boşaltılması kararlaştı; fakat Belçika'nın ve Ren'in sol sahillerinin Fransa'ya aidiyeti meselesinden bahsolunmadı. ÜÇÜNCÜ VE DÖRDÜNCÜ İTTİFAK İngilizlerle Fransızlar barış şartlarını uygulamadılar: Fransızların istila siyaseti Avrupa ıçin gittikçe zararı artan bir tehlike halini alıyordu. 1802 senesinde Piye-mont Devleti'yle İtalya'nın diğer bazı kısımları Fransa topraklarına katıldı. Merkezî ve Kuzey İtalya'da kurulan İtalya Cumhuriyeti'ne Bonaparte reis seçildi. Bu suretle Avrupa dengesinin bozulması üzerine, İngiltere yeniden Fransa'ya ve onun müttefiki olan İspanya'ya savaş açtı, Avusturya ile Rusya devletleri de İngiltere'yle ittifak ettiler; fakat Avusturyalılar kısa bir savaştan sonra 1805'te Presburg Antlaşması'nı imzaladılar. Avusturyalılar Venedik'ten almış oldukları yerleri geri verdiler ve İmparator Napolyon'un İtalya'da aldıklarını onaylayıp, Tyrol dolaylarını Bavyera'ya terk ettiler; Würtemberg ve Bade dukalıkları da büyüdü. Bavyera ile Würtemberg krallık ve Bade büyük dukalık unvanını aldı. Bir müddet sonra Fransızlar Napoli Krallığı'm da istila ettiler; Bonaparte'nin kardeşi oraya kral oldu. Ba-tavya (Hollanda) cumhuriyeti krallığa dönüştürülerek Bonaparte'nin diğer bir kardeşine verildi. Almanya'nın paylaşılması da ilerlemişti. İngilizlere ait olan Hanovra işgal edilerek tarafsızlığı karşılığında Prusya'ya vaat edilmiştir. Almanya'nın batı ve güney taraflarındaki devletler Germanya İmparatorluğu camiasından ayrılarak Fransa nüfuzuna tabi yeni bir devlet olan Ren Konfederasyonu'nü meydana getirmişlerdir (1806). Rusya ve İngiltere'yle savaş devam ediyordu. Bir ara Fransa Hanov-ra'yı geri verip bu devletle barış yapmak istedi. Bunu haber alan ve Ren Konfederasyonu'nun kurulmasını hoş görmeyen Rusya da Fransa aleyhine savaşan devletlerle birleşti. İsveç'le Saksonya da bunlar arasına girdi. Fakat sonuç yine müttefiklerin aleyhine oldu; 1807 tarihinde Prusya barış yaptı. Ren ile Elbe nehirleri arasındaki memleketlerini Fransa'nın 1804 senesinde General Bonaparte, I. Napoleon adıyla Fransızlar imparatoru tanınmıştır. 226 TARİH emrine, birçok yeri de Saksonya ile yeniden kurulacak olan Varşova Dü-kalığı'na terk etti. Limanlarını İngiliz gemilerine kapadı. Savaş tazminatı ödeninceye kadar Prusya istihkâmlarının'1 Fransa tarafından işgaline razı oldu; böylece Prusya çok küçülmüş bir devlet halini aldı. Rusya'yla savaş devam ederken, Fransızlar, Osmanlı Devleti'nin ittifakını ve bu devletin Rusya aleyhine savaşa girmesini sağlamışlardır. Fakat 1807 tarihinde Fransızlar Osmanlı Devleti'ni düşünmeden Ruslarla Tilsit Barışı'nı yaptılar; Ruslar Prusya'nın zararına olarak Varşova Dükalığı'nın canlandırılmasını kabul ettiler ve Bonaparte'nin kardeşlerinin Avrupa'nın çeşitli diyarla-rındaki icralıklarını onayladılar; ayrıca İngiltere'ye karşı Fransa'yla ortak bir cephe kurulmasına ve yedi Yunan adasını Fransızlara terk etmeye razı oldular; iki devletin ittifakı da görüşüldü. 1808 tarihli Erfurt Görüşmesi'yle bu ittifak gerçekleşti. Avrupa bu iki devlet arasında paylaşılıyordu. Karadaki devletlerin hemen tamamıyla karşılıklı barış yapıldı. Yalnız İngiltere savaşa devam ediyordu. Bu savaş daha çok denizler ve sömürgeler üzerinde oluyor, iktisadî ve ticarî bir mahiyet gösteriyordu. 1806'da İngiltere, Fransa ile müttefiklerinin sahillerinin abluka altında bulunduğunu ilan etmişti. Fransızlar da aynı sene zarfında İngiliz mamullerinin Fransa ile müttefik bulunan devletlere sokulmasını yasakladılar. Bu iktisadî savaş, Avrupa memleketlerinde büyük bir sıkıntıya sebep oldu. Millî hislerinin saldırıya uğramasından dolayı canları sıkılan Avrupa milletlerinin Fransa'ya karşı olan düşmanlığı bu maddî sebepler yüzünden bir kat daha arttı. Bundan sonra Avusturyalılar 1809 tarihinde yeniden şanslarını denediler; fakat mağlup olarak 1809 tarihli Viyana Ant-laşması'm imzaladılar. Avusturya bir kere daha parçalandı; Dalmaçya ve İllir-ya dolaylan bir Fransız vilayeti oldu. Fransızlar Balkanlar'a da ayak bastılar. AVRUPA'NIN FRANSAYA KARŞI SALDIRIYA GEÇMESİ 19. asrın başında ihtilal fikirleri süratle ortaya yayılmış-tı bu fikirleri hürriyet ve millî hâkimiyet fikirlerini temsil eden Fransızlar her yerde çok iyi karşılanmışlardi; fakat zaman geçtikçe milletler Fransızların hürriyet savunuculuğunun istilayı örtmek için kullanılan bir siyasî tedbir olduğunu gördüler. İşgal orduları hiçbir yerde millî hâkimiyet, * İstihkâm: Düşman saldırısını durdurmak, düşmana karşı savunma yapmak amacıyla düzenlenmiş yer (Kaynak Yayınları'nın notu). İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 227 hürriyet bırakmadı. Halkın parasını aldı; istila gören memleketlerin şaheserleri Fransa'ya taşındı. Bu doğrultudaki hareketler gün geçtikçe arttı. İspanya'nın hâkimiyetine de el uzatıldı. Fransa doğrudan doğruya veya dolaylı olarak Osmanlı ve Rusya imparatorluklarından başka hemen bütün kara Avrupa'ya hâkim oldu (Harita. 14). Fakat milletlerin sevgisi Fransızlara değil, ihtilalin savunduğu fikirlerey-di. Bu fikirler zamanla kuvvetlendi. Almanya ve İtalya gibi siyaseten parçalanmış bir halde yaşayan milletler, aynı ıstıraplar karşısında birbirlerine yaklaştılar; despotluğa ve istilaya karşı millî haklarını savunmaya hazırlandılar. Avrupa hükümdarları kamuoyundaki bu değişiklikliği gördükleri zaman Fransa aleyhine açılacak mücadele için milliyet hissinden yararlanmaya karar verdiler. Beyannamelerinde millî haklara büyük yer ayırdılar. Rusya-Fransa ittifakı devam edemezdi. Çünkü samimî değildi. Adeta bir ateşkese benziyordu. Fransa'nın Rus sınırlarında büyük bir Lehistan hükümeti kurmak için sarf ettiği gayret, Türkiye aleyhindeki Rus çıkarlarının desteklenmesi hususunda gösterdiği ağırlık ve güçlük, istilayı yeni memleketlere yaymak için yaptığı gayret ve İngiltere aleyhindeki iktisadî mücadelenin Rusya'da hayat ve geçim üzerindeki olumsuz etkisi, Rusya ile Fransa'nın arasını açtı. 1813 senesinde Rusya'ya karşı yapılan saldırı, Fransızların yenilgisiyle sonuçlandı. Müttefik ve tarafsız bütün devletler Rusya ve İngiltere'yle birleştiler. Nihayet 1814 senesinde Napolyon kesin yenilgiyi kabul ederek saltanattan çekildi. Meşrutî idareyi kabul eden Burbon hanedanı Fransa'ya iade olundu. Savaşanlar Fransa'yla barış yaptı. Fransa 1792 sınırlarına döndürüldü. Avrupa'nın 25 senedir durmaksızın değişmiş olan siyasî haritasının düzenlenmesi işi kalıyordu. Fransa'ya karşı düşüncelerinde birlik olan müttefikler, yani İngiltere, Prusya, Avusturya ve Rusya Avrupa'da sağlanacak çıkarlar hususunda henüz uzlaşmamışlardı. Bu işi halletmek için Viyana da bir kongrenin toplanması kararlaştı. VİYANA KONGRESİ Osmanlı Devleti dışında bütün Avrupa devletleri bu kongreye delege gönderdiler. Bu kalabalık heyet görünüşü kurtarmak için toplanmıştı. Gerçekte Avrupa'yı ilgilendiren önemli meseleler müttefiklerle Fransa delegeleri tara228 TARİH fından görüşüldü ve kararlara bağlandı. Yalnız ispanya, Portekiz ve İsveç delegeleri ancak kendilerini ilgilendiren meselelerde bu görüşmelere katıldı. Diğer delegeler adeta seyirci kaldılar. Almanya ile Lehistan'ı ilgilendiren işler görüşülürken müttefikler arasındaki çıkar anlaşmazlığı şiddetlendi. Ruslar Lehistan'ı, Prusyalılar Saksonya'yı almak istiyorlardı. Avrupa dengesinin bu suretle bozulmasına Avusturya, İngiltere ve Fransa devletleri razı olmadılar. İki taraf arasında savaş ihtimalleri kuvvetlendi. Fakat o ara Napolyon'un sürgünden Fransa'ya dönerek hükümeti elde etmesi üzerine bu anlaşmazlıklar unutuldu. Yeniden Fransa'ya karşı savaş başladı. Waterloo Savaşı kesin zaferi müttefiklere verdi. Napolyon sürüldü; Fransa da tazminat vermeyi ve 1790 senesi sınırlarına çekilmeyi kabul etti. Napolyon olayı müttefikleri birbirine yaklaştırdı; karşılıklı fedakârlıklara mecbur etti. Avrupa işlerine dair ortak kararlar verilmesi kolaylaştı. 9 Haziran 1815 tarihinde Viyana Kongresi bitti. Lehistan; Rusya, Prusya ve Avusturya arasında paylaşıldı. Saksonya Krallığı'nın yarısı Prusya'ya verildi (Harita. 15). Bu devlet ihtilal devrinde çeşitli antlaşmalarla çeşitli devletlere terk ettiği yerleri yeniden aldı. Hanovra bağımsız bir krallık oldu. İhtilalin ortaya çıkışından evvel Germanya İmparatorluğu dahilinde mevcut 300'ü aşkın cismanî ve ruhanî devlet ortadan kalktı. Ve bunların arazisi 34 devlet ile dört serbest şehir arasında paylaşıldı. Eski Germanya İmparatorluğu ortadan kaldırılarak Germanya Konfederasyonu denilen yeni bir devlet kuruldu. Üyeleri hukuken birbirine eşit olan bu devlet, Almanya'nın dış ve iç güvenliğini sağlayacaktı. Bu devletin idaresi Frankfurt şehrinde Avusturya'nın başkanlığı altında toplanan bir meclis tarafından sağlanacaktı. Özellikle İngiltere'nin arzusu üzerine ve Fransa'nın kuzeye doğru saldırılarını durdurmak maksadıyla Hollanda ile Belçika birleştirilerek bir devlet oluşturuldu. İsviçre bağımsız ve birleşik bir devlet oldu; bu devletin daimî tarafsızlığına karar verildi. İtalya'da pek az değişiklikle ihtilalden evvelki siyasî duruma dönüldü. Venedik ve Lombardiya kıtaları Avusturya idaresine verildi. Piyemonte İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 229 Devleti Cenevre'yi topraklarına katarak büyüdü. İki Sicilya, Toskana, Mo-dena, Parme, Plezans dukalıkları eski hükümdarlarının idaresinde yeniden kuruldu. Papanın cismanî hükümeti geri verildi. Tuna'da seyrüseferi denetlemek ve düzenlemek için milletlerarası bir komisyon kuruldu ve zenci esir ticareti yasaklandı. AVRUPA'DA RESTORASYON METERNİH SİSTEMİ VE KUTSAL İTTİFAK - Viyana Kongresi'nde (Res. 163) Avrupa için verilen - kararlar milletlerin arzusuna uygun olmadı. İhtilal zamanında Avrupa'ya dağılan hürriyet ve milliyet fi- kirlerine evvela Fransa tecavüz etmişti; 1813 savaşları sırasında müttefik hükümdarlar milletlerin haklarına uyacaklarını vaat ettikleri halde Viyana Kongresi'nde verdikleri sözü unuttular ve dünyanın haritasını, milletlerin kaderini, milletlerin arzusuna göre değil, hükümdarların çıkarına ve eskiden beri bu gibi işlerde dayanak olarak kullanılan denge ve tavizler gibi prensiplere uygun bir şekilde düzelttiler; despotluk ve gericilik her tarafta hâkim oldu. Fakat milletler de gerçeği gördüler. Hükümdarların zorlanmadıkça milletlere hürriyet vermeyeceklerini, millî hâkimiyeti-asla kabul etmeyeceklerini anladılar; Napolyon'un despotluğunu ve istilasını kırmak için sarf ettikleri gayreti, bundan sonra hemen her tarafta hükümdarların despotluğunu ve onların arzusuna göre yapılmış olan müesseleri ve antlaşmaları ortadan kaldırmak için kullanmak kararını verdiler. 19. asır bu yolda mücadelelerle geçti ve nihayet hemen her tarafta milletlerin hâkimiyeti bir gerçek oldu. Avrupa devletleri arasında gericiliği en çok kayıran ve bunu bir siyasî sistem haline koyan Avusturya Devleti'yle bu devletin başvekili Meternih (Res. 164) gericiliğin temsilcisi gibi sayılır. Çeşitli milletlerden meydana gelen bir yamalı bohçaya benzeyen Avusturya tarafından milliyet kavramının tehlikeli görülmesi doğaldı. 1815'te ihtilal mağlup olmuştur; fakat ihtilal zamanında Avrupa'yı kaplayan fikirler yaşıyordu. Bu fikirlerin yeni ihtilaller doğurması ve yer yer hükümdarların halk hamleleri karşısında mağlup olması çok mümkündü. İşte Meternih dört büyük devletin müttefiki bulunduğu bir zamanda bu ihtimale karşı bir tedbir almayı düşündü ve ihtilale karşı hükümdarların 230 TARİH sigortası diyebileceğimiz, Kutsal İttifak'ı hazırladı. Bu ittifaka göre her nerede ihtilal olursa, her nerede hükümdar halka hürriyet verirse müttefikler müdahale edecek, bu işe engel olacaktı. 1815'ten 1830 tarihine kadar Avrupa Kutsal İttifak prensipleri dahilinde idare edilmiştir. Restorasyon denilen bu devirde İngiltere ve kısmen Fransa dışında hemen her tarafta hâkim olan rejim mutlakıyettir. Bu devirde Avrupa'nın her tarafında hürriyetçilerle gericiler arasında mücadeleler vardır. Bu mücadeleler İngiltere ve Fransa gibi memleketlerde mevcut hürriyetlerin korunması veya genişlemesi için olmuştur. ingiltere'de Katoliklerin mebus ve memur olmasını yasaklayan hükümler kaldırıldı, işçilere cemiyetler kurma hakkı verildi. Ticaret ve sanayiin gelişmesi üzerine kuvvetleri artan burjuva sınıfının etkisi altında millî hâkimiyeti asilzadeler hâkimiyeti şekline sokan eski seçim kanunu 1832 tarihinde değişti. Vasat derecede servet ve kazanç sahibi olan birçok şehirliyle köylüler seçme hakkına sahip oldu. İşçilerin de katılmış olduğu bu reform hareketi daha çok orta sınıfın lehine olarak sonuçlandı; bu tarihten sonra İngiltere'nin siyasî bünyesi orta sınıflar lehine olarak değişmeye devam edecektir. Fransa'da gericiler ihtilalden beri olup biten şeyleri olmamış gibi farz ederek devleti ve toplumu ihtilalden evvelki duruma geri döndürmek istediler. Fakat halkın ve aydınların direnişi karşısında hükümdarlar buna cesaret edemediler; ılımlı unsurlar duruma hâkim oldu. Barış, savaşın yorgunluklarını ve zararlarını giderirken, sanayi ve ticaret gelişmeye başladı. Fikirlere sükûn geldi. Fakat 1830 tarihinde krallık basın hürriyeti, seçim şartları gibi esas haklan değiştirmek, keyfî bir idare kurmak istediği zaman halk ihtilal ederek hükümeti devirdi, devlet bir daha yeni bir şekle girdi. Avrupa'nın diğer taraflarında özellikle İtalya ile Almanya'da, hürriyet hareketleri daha kuvvetli olmuştur. İhtilal devrinin karışık günlerinde millî çıkarlarını savunmak için bir arada çalışmış ve birlik olmanın nimetini tatmış olan insanlar, hürriyetsizliğe ve hükümdarların çıkarı için bölünmüş bir halde ve iktisaden düşkün, siyaseten zayıf bir şekilde yaşamaya razı olmuyorlardı. Taraf taraf hareketler gerçekleşti. Gizli cemiyetler kuİMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 231 ruldu, üniversiteler ve gençlik bu hareketlerin en doğal çevresi oldu. İhtilaller çıktı. Müttefikler Genel Savaş'tan sonra Avrupa'da gördü-ğümüz gibi barış işlerini düzenlemek ve ortak bir karara bağlamak, hürriyet hareketlerini bastırmak için birçok kongre yaptılar. Bunlardan birincisi 1818 tarihli Ekslaşapel (Aix-la-Chapelle) Kong-resi'dir. Fransa tazminatı vaktinden evvel tamamen ödediği için, devletler bu kongrede başlıca Fransa'daki askerlerini çekmek kararını verdiler; Avrupa'nın genel selameti adına ihtilal aleyhindeki görüşlerini pekiştirdiler. 1819 tarihli Karlesbat ve 1820 tarihli Viyana kongreleriyle Almanya'da hürriyet ve milliyet taraftan profesörlerin görevden alınması ve müfettişler tarafından üniversitelerin ve talebe cemiyetlerinin denetlenmesi, dergi ve gazetelerin sansüre tabi tutulması, toplumsal düzene aykırı sayılan hareketleri daimî bir surette takip için bir komisyon kurulması kararlaştırıldı. Germanya Konfederasyonu'nun teşkilatı tamamlandı. Halkın devlet işlerini kısmen olsun denetlemesine izin vermiş olan Bavyera, Vürtemberg gibi Alman prenslerinden yerel meclisleri dağıtmaları istenildi. Hürriyetperverlerden bir kısmı sürüldü. 1820 tarihli Troppav ve Laybah kongrelerinde gericilik namına diğer devletlerin içişlerine müdahale kararlaştırıldı. İtalya devletlerinden İki Sicilya hükümdarı çok gerici bir adamdı. İhtilal zamanında yapıldı diye sokak fenerlerini bile söktürmüştü. Bu siyasetin aksi etkisi çok geçmeden görüldü. İhtilal çıktı ve hükümdar meşrutiyeti kabul etmek zorunda kaldı. Piyemonte'de çıkan bir ihtilal de meşrutiyeti sağlamıştı. Her iki memlekette hükümdarlar bu değişimi kabul etmiş ve anayasa üzerine yemin etmiş oldukları halde müttefiklerin müdahalesini istemekten çekinmediler. Müttefikler bu işleri düzeltmek için Avusturya'yı görevlendirdiler; kuvvetli bir ordu Napoli'de ve Piyemonte'de ihtilalcileri mağlup ederek mutlaki-yet rejimini geri getirdi; 1815'ten itibaren Piyemonte dışında İtalya'nın bir kısmını doğrudan doğruya işgal ve diğer kısımlarını dolaylı olarak idare eden Avusturya'nın bu olaylardan sonra nüfuzu bir kat daha arttı. 1822 ta232 TARİH rihli Verone Kongresi İspanya ihtilalcilerine karşı tebdir düşünmek için toplanmıştı. İspanya kralı 1814'te anayasayı kaldırmıştı. Mutlakıyet 1820 tarihine kadar devam etti. İspanya'nın Amerika'daki sömürgelerinin isyanı iktisadî bir buhran doğurmuş, maaşların verilmesi güçleşmişti. Bu sebepler genel memnuniyetsizliği artırdı. 1820 tarihinde mutlakiyet devrilerek meşrutî bir idare kuruldu. Fakat iki sene geçmeden müttefikler buraya da müdahale ettiler. İhtilalcilere karşı Fransa asker yolladı; mutlakiyet galip geldi. Restorasyon devrinde Amerika'daki İspanyol sömürgeleri ile Osmanlı İmparatorluğu tebaasından olan Yunanlıların isyanları gerçekleşti. Bu isyanların birincisine İngiltere ile Birleşik Kuzey Amerika Devletleri'nin muhalefeti yüzünden müdahale yapılmadı. İhtilalci sömürgeler bağımsız devletler kurdu. İkincisinde ise kutsal ittifak prensiplerine aykırı olarak ve Avusturya'nın muhalefetine rağmen asiler hükümdara karşı yardım gördü. Osmanlı tarihi kısmında görüldüğü gibi, 1829 tarihli Edirne Antlaşması'yla bağımsız bir Yunanistan Devleti kuruldu. Bu hareket Avrupa'nın Türklere karşı devam eden haksızlıklarının yeni bir görünümüdür. 1830-1848'DE AVRUNIN DURUMU Bütün bu baskılar karşısında hürriyetçilerin cesareti kırılmıyordu. Doğu meselesi ve Yunan İhtilali yüzünden Rusya ile Avusturya'nın aralarının açılması despotların kuvvetini kırmıştı. Birinci ihtilal Fransa'da oldu; Restorasyon Hükümeti'nin kralın şahsî idaresini kuvvetlendirmek için seçim usulünü değiştirmeye, basın hürriyetini sınırlamaya girişmesi üzerine çıkan ihtilal, hükümeti devirdi. Milletin iradesiyle Fransızların hükümdarı unvanını takınarak Lui Filip (Louis Phi-lippe) kral oldu; millet temsilcileri tarafından kabul olunan yeni Anayasa seçim hakkını, siyasî haklan, şahsî hürriyetleri bir derece genişletti. Bu ihtilal orta sınıf halkın hâkimiyetini en yüksek dereceye çıkarmıştı. Fakat halkın büyük bir çoğunluğu henüz siyasî hayatın dışında bulunuyordu. İlköğrenimin genelleşmesi, ulaşım araçlarının çoğalması ve ucuzlaması, gazetelerin yaygınlaşması sayesinde yavaş yavaş halk tabakası aydınlandı. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 233 Millî hâkimiyetin tam olmasını ve bunun için de seçim hakkının para farkı gözetilmeyerek bütün vatandaşlara verilmesini istedi. İçeride ihtilali son bulmuş sayan, reformdan kaçan ve dışarıda çekingen bir siyaset takip eden hükümete karşı cumhuriyetçiler, toplumsal reform isteyenler birleştiler. Hükümetin inadı, 1848 İhtilali'ni hazırladı. Fransa'dan sonra Belçika'da, isyan çıktı. 1815'te Belçika Hollanda'ya bağlanmıştı. Halbuki, dil, din ve iktisadî çıkar itibariyle arada önemli farklar vardı. Hollandalıların bu hakları saymadığını gören Belçikalılar ayrılmak istediler. Bu arzuları 1831 tarihli Londra Konferansı'nda kabul edildi. Belçika bağımsız bir meşrutî krallık oldu. Hollanda hükümeti de bu durumu bir müddet sonra kabul etti. Belçika'nın tarafsızlığı büyük devletler tarafından taahhüt olundu. Almanya ve İtalya'da, da ihtilal hareketleri ortaya çıktı. Frankfurt şehrinde isyan çıktı. İtalya'nın birçok yerinde halk, hükümdarları anayasa yapmak için zorladı. Razı olmayan hükümdarları memleketten çıkardı. Fakat gerek Almanya'da gerek İtalya'da Avusturya'nın müdahalesi bu hareketleri sonuçsuz bıraktırmış ve mutlakiyetin hâkimiyeti bir müddet daha devam etmiştir. Hürriyetin Avusturya'nın müdahalesi yüzünden sonuçsuz kaldığını görenler, bütün düşmanlıklarını Avusturya aleyhine çevirmiş ve böylece bu devletin İtalya ve Almanya'daki hâkim durumu gittikçe bozulmuştur. Prusya durumdan yararlandı. Almanya da Avusturya'nın yerini almaya çalıştı. 1833 tarihinde gümrük birliği'ni yaparak Alman Birliği'nin esasını kurdu. Yalnız birkaç Alman devleti bu birlik dışında kalmıştır. Lehistan 1815 tarihinden itibaren bir tür yerel özerklikten yararlanıyor ve iki senede bir toplanan Diyet adlı meclisi içişleri üzerinde oldukça faal bir denetimde bulunuyordu. Rusya 1825 tarihinden sonra bu idareyi bozdu, bağımsızlık hislerini büyük bir sadakatle koruyan Lehliler 1830 tarihinde isyan ettiler; fakat üstünlük Ruslarda kaldı; özerklik kaldırıldı ve Lehlilere karşı bir tür Ruslaştırma siyaseti başladı. Hürriyet hareketleri, İspanya ve Portekiz devletlerinde de miras meseleleriyle karışarak üstünlük kazandılar. Her iki memlekette ortaya çıkan l 234 TARİH miras anlaşmazlıklarında hürriyet tarafını tutan ve memleketlerine anayasa vermeyi kabul eden hükümdarlar halkın sevgisini kazandılar; halk da bu vesileyle 1834 tarihinde meşrutiyet idaresini kurdu. İngiltere'de hürriyet hareketleri, toplumsal taleplerle birleşerek önemli birtakım reformlara sebep oldu. Orada halk bazı reformlar arasında seçimlerde genel oy usulünün uygulanmasını, oyların gizli olarak verilmesini, fakirlerin de kendilerinden milletvekili çıkarabilmelerine imkân vermek için milletvekillerine ödenek verilmesini istiyordu. Sonradan bütün dünyada hürriyetperverler bu taleplere katılmıştır. Fabrika sahipleriyle işçiler, buğdaydan alınan gümrük vergisinin kaldırılmasını istediler. Birkaç sene iyi ürün alınamaması bu cereyana kuvvet verdi. 1846 senesinde bu vergi kaldırıldı. Yabancı rekabetinden korkmayacak kadar kuvvetli bir hale gelmiş olan fabrika sahipleri hammaddeleri ucuz alabilmek için gümrüklerin aleyhinde bulundular; 1848'den sonra gümrük vergileri azar azar kaldırıldı; ilk defa olarak iktisadî serbesti usulü İngiltere'de hâkim oldu. Fakat İngiltere ziraatı bu işten çok zarar görmüştür. SANAYİ DEVRİMİ; MAKİNA İCATLARI BUHAR MAKİNASI BÜYÜK SERMAYELERİN VE BÜYÜK SANAYİNİN OLUŞMASI SOSYALİZİM CEREYANLARI 18. asrın sonlarından 1848'e kadar devam eden ta-, rih devresinde iktisadî fikirler de değişti; çalışmada ve üretimde serbesti, işbölümü, rekabet fikirleri es- düzenin iktisadı sistemini bozdu. Esnaf heyetleri , kaldırıldı, iktisadî hürriyet taraftarları, gümrüklerin - de kaldırılmasını istiyorlardı; sanayii kuvvetli olduğu için bunu çıkarına uygun bulan İngiltere, gümrük vergilerini kaldırdı. Fakat sanayisi İngiltere derecesinde kuvvetli olmayan memleketler korumacılık siyasetine sadık kaldılar. Zamanımıza kadar durum bu şekilde devam ederken, Amerika ve Almanya'nın rekabetinden telaşa düşen İngiltere de koruma siyasetine eğilim gösterdi. Buhar kuvvetinin sanayiye uygulanması, buharla işleyen makinelerin çoğalması, az zamanda çok mal yapan fabrikaların kurulması, sanayi ve ticaret âleminde yeni birtakım cereyanlar uyandırdı. Motor kullanmak alışkanlığı İngiltere'den sonra Avrupa'ya da geçti ve özellikle yün ve paİMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 235 muk dokuma tezgâhlarında büyük bir revaç buldu. Sanayide odun yerine madenkömürü kullanılmaya başladı. Kâğıtçılık ile kimyevî sanatlar ilerledi. Havagazı aydınlanma aracı olarak kullanıldı. Üretimde makine kullanımı eşyanın fiyatlarını ucuzlattı. Fakat fazla üretim sonucu genel servet artmıştı. Doğal olarak elverişli yerlerde kurulan fabrikalar eski tezgâhlara benzemiyordu; eskiden olduğu gibi evlerinde veya dükkânlarında kendi aletleriyle çalışan işçiye iş dağıtılmıyor, işçiler fabrika binasında toplanıyor ve fabrika sahibinin aletleriyle çalışarak gündelik alıyorlardı. 1848'den evvel küçük sanayi daha çok olmakla beraber yavaş yavaş yerini büyük sanayiye terk ediyordu. Her tarafta birçok yol ve kanalın yapılması, şimendiferlerin ve buhar kuvvetiyle işleyen gemilerin (vapurların) genel nakliyatta kullanılması, içerideki ve milletlerarası üretimin, ticaretin çoğalmasına sebep oldu. İşçi ihtiyacı, köylülerden bir kısmını şehirlerde topladı, ticaret gittikçe milletlerarası bir mahiyet aldı. Büyük sanayi ile milletlerarası ticaretin gelişmesi her tarafta az çok ge-neJ serveti artırdı Esya fiyatlarındaki ucuzluk genel hayat seviyesini yük-sdtti; fakat aynı zamanda sınıf mücadelerine de yol açıldı. Büyük sanayii kurabilmek için büyük sermayeler lazımdı. Ferdin serveti bu işe yetişmezdi. Bunun için büyük sanayi anonim şirketlere dayanıyordu. Bu şirketler hisse ve tahviller çıkardılar, halk bunları satın aldı, şirketlerde büyük sermayeler toplandı; işçi üretim için emek kuvvetini sağlıyordu. İşçinin durumu kötü, gündelikler azdı. Devlet henüz işçinin medenî ve toplumsal haklarını sağlayacak tedbirler almamıştı. Yavaş yavaş işçiyle sermaye arasındaki ilişkiler gerginleşti; sosyalizm cereyanlan işçiler arasında kolaylıkla rağbet gördü. Sosyalizm fikirleri, serbesti taraftarları olan iktisatçılara karşı ortaya atılmıştır. Serbesti taraftarları ferdî mülkiyet ve rekabet serbestisi sistemini doğal haklara uygun ve üretimin gelişmesine yardım eden biricik sistem olarak tavsiye ediyorlardı. Buna karşı sosyalistler, üretim araçlarının toplumun ortak malı sayılmasını ve herkesin kendi kabiliyetine, meydana koyduğu işe veya bir işi yapmak için sarf ettiği zamana göre üretimden 236 TARİH pay almasını tavsiye ettiler. Bu amaca ulaşmak için sosyalistlerden bir kısmı genel oy usulünün uygulanmasını istiyor ve bu suretle işbaşına gelecek halk çoğunluğunun kendi çıkarına uygun kanunlar yapmasıyla toplumsal devrimin yapılabileceğini söylüyorlardı. Diğer bir kısım ise kuvvet ve zor kullanılmasını, ihtilali tavsiye etti. Şimdiye kadar yapılan açıklamalar sanayi devrimiyle sosyalizm cereyanları arasındaki ilişkiyi gösterir. C. MÜDAHALE DEVRİ1 DOĞU MESELESİ Merkezî ve Batı Avrupa devletlerinin Sultan Mahmut-Mehmet Alı kavgasına müdahale ve aracılıkları, Avrupa devletleri arasında uzun uzadıya diplomatik görüşmeleri gerektirdi; bu sırada Yakındoğu'yla ilgili siyasî işlere "Doğu meselesi" denilmesi âdet oldu. Doğu meselesi, tarihçiler ve siyasî yazarlar tarafından çeşitli tarzlarda tarif edilmiştir. Bunun en basit tarifi şudur: 18. asırdan beri Avusturya ve Rusya devletleri Osmanlı İmparatorluğu'nu istila etmeye ve Hıristiyan tebaayı ayaklandırmaya çalışıyorlardı; o sırada Fransa Krallığı'ysa Osmanlı ülkesinin iktisaden sömürülmesi faaliyetini kendi tekeline almak için uğraşıyordu; Rusya ve Avusturya'nın bu baskısı ve Fransa'nın bu sömürü faaliyeti, Fransa İhtilali devrinde zorunlu olarak gevşemiştir. 19. asır başında Osmanlı Devleti, siyasî ve iktisadî bağımsızlığını ve memleketinin büyük bir kısmını henüz koruyordu; fakat kendine çekidüzen verip askerlik, idare ve maliye hususlarında bir türlü kuvvetlenmiyordu; çok ge- 1 Bu fasla evvelce "Himaye devri" demiştik; bu fiilî durumun ifadesiydi. Hukukî açıdan koruma, koruyucu devletle korunan devlet arasında, bu hususa dair bir antlaşmanın imzalanmasıyla var olur. Osmanlı Devleti'yle Avrupa devletleri arasında böyle bir antlaşma yoktur. Lakin korumanın en önemli unsuru olan koruyucu devlet tarafından korunan devletin iç ve dış işlerine müdahale ve korunan devlet bağımsızlığının sınırlanması, Avrupa devletlerinin Osmanlı Devleti'yle ilişkisinde fiilen vahidir; Osmanlı Devleti de bunu kabul etmiştir. Hayat ve tarihte asıl fiilî durumlardır ki, gerçeği ifade eder. Dolayısıyla Osmanlı Devleti'nde, bir "koruma devri"nin fiilen varlığı reddolunarnaz. Ancak korumadan olumlu bir anlam da çıkabileceğini düşünerek "müdahale"yi tercih ettik. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 237 nişleyip kuvvetini artıran Rusya ise bundan yararlanarak imparatorluğun bağımsızlık ve bütünlüğünü tehdit ediyordu. Rusya'nın bu tehdidi altında, Osmanlı Devleti'nin, Lehistan gibi ortadan kalkmak ihtimalleri vardı; bütün Avrupa devletleri gözünde bu önemli bir meseleydi; "Doğu meselesi" denilen mesele, işte budur. Mehmet Ali Paşa'nın ayaklanıp Osmanlı ordularını yenerek, imparatorluğun başkentini bile tehdit etmesi, Rusya'ya iyi bir fırsat vermişti; Rusya, Osmanlı Devleti'ni adeta koruması altına almıştı. Rusya, bu yolda başarıyla ilerleyecek olursa, Yakındoğu, Rusya nüfuz ve hâkimiyeti altına gireceğinden, diğer Avrupa devletlerinin Osmanlı ülkesinde iktisadî ve siyasî çıkar ve nüfuzlarına zarar gelecekti; yani Doğu meselesi yalnız Rusya lehine çözülmüş olacaktı. İşte buna engel olmak içindir ki, iktisat ve siyasetçe Doğu'yla alakadar Avusturya, Fransa ve İngiltere ile 17. asır sonlarından beri kuvvetlenip, Doğu işlerine önem veren Prusya, bu çözüm tarzının aleyhinde bulundular. Nihayet Rusya'yı da kendi başına hareketten sakınmaya ve kendileriyle beraber yürümeye mecbur kıldılar; yani Doğu meselesini hepsinin çıkarlarına uygun bir şekilde beraberce çözmeye Rusya'yı razı ettiler ve bu uzlaşmadan yukarıda bahsi geçen 1839 notası meydana çıktı: Osmanlı Devleti beş büyük Avrupa devletinin ortak koruma ve müdahaleleri altına düşmüş oldu. GU'NDAN AYRILMASI MISIR'IN OSMANLI Beş büyük devlet, Babıâliye* 1839 notasını birlikte İMPARATORLU- vermekte uyuşmuşlardıysa da, Mısır meselesinin çözümüne bakışları aynı değildi; içlerinden birisi, Fransa, Mehmet Ali'nin kazanmasını çok istiyordu, diğerleri ve özellikle İngiltere ve Rusya, Mehmet Ali'nin Mısır valiliğinden bile düşürülmesine taraftardı. Hatta bu mesele, Avrupa'da Fransa ile diğer devletler arasında bir savaş çıkması ihtimalini bile doğurmuştu. Avrupa devletlerinin bazdan; özellikle Fransa ile Fransa'ya karşı İngiltere ve Prusya savaşa hazır1II. Mahmut'un son zamanlarında Avrupa usulüyle bazı nezaretler kurulmuş ve nazırların tamamına ve oturdukları daireye "Babıâli" adı verilmiştir. "Babıâli" gitgide heyeti vekile, kabine, hükümet ve hatta Osmanlı Devleti anlamlarında kullanılan bir terim olmuştur. 238 TARİH lanırken, Osmanlı kara kuvvetleriyle İngiliz donanması birlikte Mehmet Ali aleyhine harekette bulunarak, asi Mısır valisini mağlup etmişlerdi. Mehmet Ali Paşa İskenderiye'yi bombardıman eden İngiliz amiraliyle bir antlaşma yapmak zorunda kaldı (1840). Bu antlaşmayla yalnız Mısır eyaleti valiliğinde kalmayı kabul etti. Babıâli daha ileri gidip Mehmet Ali'yi görevinden alarak yerine bir başkasını vali tayin etmek istediyse de, müttefik, daha doğrusu koruyucu devletler, buna izin vermediler. Nihayet Sultan Abdülmecit müttefiklerin arzusu doğrultusunda bir ferman çıkardı (1841); bu fermanla Mısır valiliğini, kalıtsal olarak ve devlet hazinesine senelik olarak toptan 80 000 kese akçe vergi vermek şartıyla Mehmet Ali Paşa'ya verdi. Evvelce Mehmet Ali'ye ve oğlu İbrahim'e verilen eyalet ve sancaklar (Girit, Adana, Suriye ve Cidde) geri alındı. Bu suretle Mısır meselesi, Mısır'ın fiilen Osmanlı Devleti'nden ayrılmasıyla son buldu. Üstesine Avrupa devletlerinin, arabuluculuk yapmak bahanesiyle Osmanlı İm-paratorluğu'nu ortak korumaları altına almalarına ve içişlerine müdahale etmelerine yol açıldı. Mehmet Ali isyanı yüzünden çıkan bu uzun buhranın Osmanlı Devleti'ne az çok faydalı bir yönü varsa, o da Rusya'nın Do-ğu'da çok ilerlemesinden korkan büyük devletlerin emelleri doğrultusunda Boğazlar Sözlemesi'nin Londra'da imzalanmasıdır (1841). Bu sözleşme hükümleriyle, İstanbul ve Çanakkale Boğazlan'nın bütün devletlerin savaş gemilerine kapalı olması kararlaştırılmıştır. Rusya'nın da imzaladığı bu sözleşmeyle Hünkâr İskelesi Antlaşması (1838) iptal edilmiş oluyordu. Artık Osmanlı Devleti Rusya'nın iradesine göre Boğazlar'ı açıp kapamak zorunluluğundan kurtulmuştu. Kara veya Akdeniz'den Boğazlar'ın zorlanması, bütün devletleri ilgilendiren bir mesele halini alacak demektir. Mısır meselesinin bu son safhasında en çok kazanan, İngilizler olmuştur. İstanbul ve Boğazlar'ı Rusya'ya, Mısır ve Suriye'yi Fransa'ya kapayarak, Hindistan'la Pers Körfezi yollarını kendilerine açık bıraktırmayı başardılar. Bu tarihten itibaren İngilizlerin Yakındoğu'da, özellikle İstanbul'da nüfuzları pek arttı. Osmanlı Devleti'ni korumaları altına alan, yani bu devletin içişlerine hep müdahale eden devletlerin başında İngiltere bulunuyor demekti. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 239 GÜLHANE HATTI HATTI HÜMAYUN HIRISTIYAN TEBAA HAKLARININ GENİŞLETİLMESİ Rusya'nın 18. asır sonlarından beri Osmanlı aleyhine - kullandığı silahlardan birisi, Hıristiyan tebaanın mağduriyet ve mazlumiyetlerini diline dolamaktı. Gerçekten Rumeli'de bulunan Ortodoks tebaa yukarıda açıklandığı gibi, hem bozuk Osmanlı idaresinden, hem de Fener Patrikhanesi ve papazlarının insafsızca soygunculuklarından sıkıntı çekiyordu. Bu uygun zemin üzerinde Rusya'nın kurtarıcılık propagandasının ve Batı'dan gelen hürriyet, eşitlik, milliyet ve bağımsızlık ideallerinin ektiği tohumlar çabuk yetişiyordu. Sırp ve Yunan ihtüalleriyle Bulgarlar arasında baş-gösteren hareketler bunun delilidir. Osmanlı Devleti'nin Rusya hükmü altına geçmemesi veya dağılıp parçalanmaması çıkarları gereği' olan devletler, yani İngiltere, Avusturya ve Fransa, Osmanlı Hıristiyan tebaasının daha adilâne idaresini sağlamak suretiyle, onların Rusya'nın etkilerinden kurtarılmasına Osmanlı Devlet adamlarını yönlendiriyor ve teşvik ediyorlardı. Mısır meselesi sırasında bu teşvikler daha çok arttı. Artık Osmanlı İmparatorluğu'nun bir tür koruyucusu haline gelen bu devletler, tavsiyelerinde daha çok ısrara hak kazanmışlardı. Birçok sene elçilik göreviyle İngiltere ve Fransa'da bulunup İstanbul'a dönen Mustafa Reşit Paşa (Res. 164), Osmanlı Devleti'nin kalıcılığını, geleneklere ve şeriata dayanan, örf ve âdet halinde geçerli olan, fakat zamanla ve birçok suiistimallerle berbat bir hale gelen Osmanlı anayasasının temelinden değiştirilmesinde görerek "Gülhane Hattı Hümayunu"* denilen bir beratı, 1839 senesinde büyük tören ve debdebeyle okudu. Sultan Abdülmecit namına bizzat Reşit Paşa'nın kaleme aldığı bu Hat, yeni anayasanın prensiplerim içeriyordu; başlıcalan şunlardı: 1) Müslüman olan veya olmayan bütün tebaanın kanun karşısında eşitliği; 2) Müslüman olan veya olmayan bütün tebaanın can, ırz, namus ve malının korunması; 3) Yargılamaların açıklığı, yargısız idamın yasaklanması, idamla cezalandırılanların mallarına el konulmaması; 4) Vergilerin düzenli bir şekilde ve mükelleflerin malî güçlerine göre belirlenmesi; 5) Bütün memurların maaşlı olması ve rüşvetin şiddetli kanunlarla yasaklanması. Gülhane Hattı'yla ilan edilen bu esaslar üzerine gerekli kanunların hazırlanması da o hattın emirleri arasındaydı. Bizzat Padişah, konulacak ka* Hattı hümayun: Padişahların çeşitli işler için bizzat yazdıkları yazılar (Kaynak Yayın-ları'mn notu). 240 TARİH nunlara muhalif hareket etmeyeceğine yemin edecekti. Bu hattın içeriği bütün halka ilan olunacaktı. İstanbul'da bulunan elcilere de "sonsuza kadar kalacağına şahit" olmaları için resmen bildirilecekti. Gülhane Haiti'nin en önemli maddesi Müslüman olan ve olmayan tebaanın kanun karşısında eşil kabul edilmesidir ki, Osmanlı Devleli teşki-lalının eski esaslarına tamamen muhalifti; Osmanlı kanunlarına ve örf ve âdetine göre Müslüman tebaanın Müslüman olmayanlara üstünlüğü vardı. Gülhane Hattı'nda vaal edilen eşitliğin sağlanması çok zorluk çıkaracaktır; bu önemli esasın ciddî şekilde uygulanamaması, Avrupa devletlerinin sürekli şikâyel ve müdahaleleri sonucunu doğuracaklır. Halim yabancı elçilere resmen bildirilmesi de bu müdahalelere adeta bir hak verdi-receklir. Avrupa devletlerinin, Mısır meselesinden dolayı Osmanlı dış siyaseli-ne müdahaleleriyle ilgili olan "Gülhane Halli Hümayunu", Osmanlı İmpa-ralorluğu'nda Hıristiyan tebaa haklarının artırılmasına ve genişletilmesine doğru atılan ilk önemli adımdır. RUSYA İSTİLA SİYASETİYLE AVRUPA SÖMÜRÜ SİYASETİNİN OSMANLI MEMLEKETİ ÇERPIŞMASI l8. asırda Osmanlı ülkesini istila tehdidi altında bulun- duran, Rusya ve Avusturya devletleriydi. İktisaden en çok sömürense Fransa Devleli'ydi. Belgrad Antlaşmaları imzalandığı zaman (1740) Fransa kendisine iyi bir ticaret kapısı olan Osmanlı İmparalorluğu'nu siyasî yollarla savunmaya çalışmış ve bu hizmetinin mükâfatı olarak da iktisadî sömürüsünü artırıp güçlendirmeye hizmet eden maddeler ekleyerek kapitülasyonları genişletmiş ve güçlendirmişti. 18. asrın sonlarına doğru, Ruslar, Osmanlı Devleti'ni sıkıştırmak yolunda, Avusturyalıları hayli geride bırakmışlardı. Fransa Devleti, Osmanlı Sul-tanlığı'nı özellikle Rusya'ya karşı desteklemeye çalıştı; İsveçliler de Rusya tehlikesine maruz bulunduklarından, Fransa'ya yardım etmişlerdi. Lehistan'ın paylaşılmasıyla Rusya'ya komşu olan Prusya Devleti de, komşusunun çok kuvvetlenmesinden korkarak, Osmanlı Devleti'ne biraz yardımda bulunmuştu. İngiltere'ye gelince, öteden beri Rusya'yla iyi alışveriş yapan bu memleket, Çarlar Hükümeli'yle iyi ilişkilerini sürdürmeye çok önem veriyordu; faİMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 241 kat 18. asırda Rusların Yakındoğu'yu ve Yakındoğu vasıtasıyla Hindistan yollarını ve asıl Hindistan'ı tehdit edebilecek korkunç bir kuvvet oluşturduğunu görerek, eski siyasetini değiştirdi; o da Osmanlı Devleti'nin Rusya'ya karşı korunmasını, dış siyasetinde bir prensip olarak kabul etti. Evvelce Rusya'yla birlikte Osmanlı ülkesini parçalamaya çalışan Avusturya Devleti de, Rusya'nın kendinden çok fazla başarıları üzerine (Katerina ve Aleksandr savaşları) Osmanlı Devleti tarafına meyletti. 18. asırda Fransa'nın Liyon kumaş tezgâhlarında dokunan kadife ile yine Fransa'nın kuzeyinde yapılan iyi çuhalar ve başka bazı süs eşyası, Osmanlı ülkelerinde ve özellikle İstanbul'da iyi bir çıkış kapısı buluyordu. Osmanlı ülkesinin ham eşyası Fransız bayrağı taşıyan gemilerle Fransa'ya ve bütün Avrupa'ya naklediliyordu. Marsilya limanı ve şehri, en çok Doğu ticaretiyle zenginleşmiş ve büyümüştü. Fransız dostluğunun temel taşı ve Fransa'nın Osmanlı memleketlerini istilalardan korumak istemesinin asıl sebebi işte bu ticari alışverişti. 18. asır sonlarına doğru buharın keşfedilmesi ve sanayiye uygulanması, İngiltere ve Fransa gibi sanayice en çok ilerlemiş memleketlerde buharlı fabrika sanayisini ortaya çıkararak zanaat mamullerinin çabuk, bol ve ucuz imaline yol açmıştı. Bu mamullerin imaline gerekli ham eşyanın sağlanması için geniş alanlara ve mamullerin satılıp fabrikaların para kazanabilmeleri için de büyük çıkış kapılarına ihtiyaç doğmuştu. Bu açıdan, buhardan yararlanmayı bilmeyen ve sanayice geride kalan geniş Osmanlı İmparatorluğu, bu sanayi devletlerinin hayat ve gelişmeleri için muhtaç oldukları bir kıta haline gelmişti. Bunun içindir ki, Fransa ve İngiltere ve bunların ardından sanayileşen Avusturya ve Prusya, Osmanlı memleketlerinin, Osmanlı Hükümeti idaresi altında kalarak, kendilerine hammadde hazırlayan ve kendilerinin mamullerini satın alan bir ticaret alanı, bir sömürü bölgesi halinde yaşamasını çıkarlarına uygun buluyorlardı. Fransa, Osmanlı Hükü-meti'nin kalıcılığı imkânından umudunu kesince, aynı alanı koruyucusu olduğu Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa'nın idaresi altına geçirterek, sömürüsünü1 sürdürüp güçlendirmek ve rakiplerini bu alandan uzaklaştırmak istemişti; fakat görüldüğü gibi başarılı olamamıştı. Mehmet Ali Mısır ve Suriye'de hâkim olunca, buralardaki limanlan Fransa'nın etkisiyle İngiliz mallarına kapatmıştı. 242 TARİH Avrupa devletlerinin bu iktisadî sömürü siyasetlerine en tehlikeli darbeyi vurabilecek devlet, Osmanlı memleketlerini istila ederek bu kıtayı Avrupa devletlerinin iktisadî sömürülerine kapayabilecek olan Rusya İm-paratorluğu'ydu. Onun içindir ki, Hünkâr İskelesi Antlaşması, bütün Avrupa devletlerini çok ürkütmüştü. Fransa da yalnız Mehmet Ali'ye dayanarak bütün Avrupa devletlerine karşı çıkamayacağını anladığından, Rusya'nın istilasına engel olmak üzere, o devletlerle uyuşmuştu. Avrupa devletleri tarafından Osmanlı Devleti'nin ortak koruma altına alınmasından ve Osmanlı idaresinde bazı reformlar yapılmasının Babıâli'ye tavsiye edilmesinden maksat şuydu: Rusya istilasına engel olmak ve ticarî işlerde kendilerine en iyi yardımcı olabilecek Müslüman olmayan tebaanın haklarını artırmak; bu yolla o devletler Osmanlı ülkesinde iktisadî sömürülerini sürdürmeyi ve hatta güçlendirmeyi başaracaklardı. Bütün bu olgu ve fikirlerden anlaşılır ki, 19. asrın ilk çeyreğinden itibaren Rusya istila siyasetiyle Avrupa sömürü siyaseti, Osmanlı ülkesi üzerinde çarpışmaya başlamıştır. Buharlı sanayinin ve buharlı nakil araçlarının gelişmesi, nihayet büyük sermayenin Avrupa merkezlerinde birikmesi, bu çarpışmayı seneler geçtikçe şiddetlendirmiştir. AVRUPA ZANAAT ve sermayesinin yerli zanaat ve sermayeyi yutmaya başlaması 18. asırda Osmanlı memleketlerinde küçük zanaat, küçük ve hatta büyük deniz ticareti henüz vardı. Gerçi 17. asırdan beri sanayi ve ticaret hemen heman ilerlememiş ve deniz ticareti de bir dereceye kadar Rum tebaanın eline geçmişti. Buharın Doğu'da değil, Batı'da icat edilip imal ve ulaşım sanayisine uygulanması, Do-ğu'nun el sanayisiyle yelkenli ulaşım araçlarına tehlikeli bir darbe oldu. Çabuk, çok kolay ve ucuz imal edilen buharlı imalathanelerin mamulleri, Osmanlı memleketinin insan eliyle ağır ağır, az miktarda ve daha güç ve pahalı yapılan mamulleri karşısında muzafferce rekabet ederek Osmanlı çarşı ve pazarlarında yerli eşyanın yerini almaya başladı; Avrupa ile taşımacılıkta buharlı gemiler, sonraları demiryolları, Osmanlı yelken gemilerinin ve deve kervanlarının işlerini eksiltti. Osmanlı Devleti'nin gümrüklerini istediği gibi düzenleyerek yerli sanayii korumasına ve bu yolla get İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 243 üşürmesine, kapitülasyonların hükümleri engel oluyordu. Yani kapitülasyonlarla devletin eli ayağı bağlanmış ve halkın iktisadî faaliyetlerine engeller konmuştu. Ferdî ve millî sermayenin kaynağı, ziraatla beraber sanayi ve ticaret olduğundan, Osmanlıların ferdî sermayeleri ve devletin millî sermayesi bu yüzden de eksilmeye yüz tuttu. Kısacası Avrupa zanaat ve sermayesi, yerli zanaat ve sermayeyi yutmaya başladı. Zaten Avrupa devletlerinin koruma ve müdahalelerindeki en önemli gaye de buydu; yani Osmanlı ülkesini kolaylıkla sömürebilmekti. OSMANLI-AVRUPA ticaret dengesinin osmanlı zararına dönmesi 19. asır başlarında Avrupa sanayi ve sermayesinin Osmanlı sanayi ve sermayesini kemirmeye başla- masından itibaren Osmanlı-Avrupa ticaret dengesi de U'sınanıl zararına bozuldu. 16. ve 17. asırlarda az- Osmanlı memleketlerinin Avrupa'yla ticaretleri di; 18. asırda bile Avrupa'dan ancak yünlü ve ipekli kıymetli kumaşlarla Rusya'dan kürk ithal ediliyordu. Doğu'dan, yani İran, Türkistan ve Hint'ten gelen mallar da o kadar çok değildi. Halkın ve hükümetin, özellikle ordunun muhtaç olduğu her şey memleket dahilinde hazırlanmakta ve imal edilmekteydi. Bu açıdan ticaret dengesinde açık yoktu. Hatta, 19. asrın ortalarına kadar Osmanlı memleketlerinden çıkarılan malların miktarı, yaptığı ithalattan fazlaydı. Dengedeki açıklık bundan sonradır. Yukarıda gösterilen çeşitli sebeplerden dolayı, devletin maliyesi 16. asırdan sonra gittikçe bozulmuş olmakla beraber, uygun olan veya olmayan bazı tedbirlerle (sikkelerin değerinin düşürülmesi, mallara el konulması, gümüş ve altın kapkacağın eritilip sikke basılması ve hatta içeride küçük borçlanmalar) şöyle böyle idare edilip gidiyordu. 19. asrın arifesinde Felemenk ve İspanya'dan borç alma girişimlerinde bulunulmuştuysa da, bir ürün alınmamıştı. Buna rağmen devletin idaresi yine mümkün olabilmişti. Fakat 19. asrın ortalarından sonra ticaret dengesinde kendini gösterip, gittikçe büyüyen açık, halta ve devleti günden güne fakirleştirdi. Artık yalnız vergilerle ve klasik olan malî kombinezonlarla devletin malî idaresi, imkânsız hale geldi. Devlet hazinesinin fakirleşmesinde, asırlardır devam eden kötü idarenin büyük payı vardıysa da, 19. asır ortalarına doğru büsbütün sıkıntılı bir 244 TARİH hale gelmesinin önemli bir sebebi Avrupa tarzında ordu kurmak ihtiyacı olmuştur. Avrupa tarzında büyük bir ordu çok masraf gerektiriyordu ve asker teçhizatıyla ilgili eşyanın bir kısmının Avrupa'dan getirtilmesi zorunluluğu vardı; çünkü yerli askerî sanayi, diğer zanaatlardan ileri olmakla beraber, Avrupa sanayisine oranla yine geri kalmıştı. Aşağıda bahsoluna-cak Kırım Seferi'nin arifesinde (1850), Avrupa'dan büyük borç alma girişiminde bulunulduysa da, bir müddet sonra vazgeçildi. Fakat ordunun tamamen donatılması ve savaşın yapılması için yeterli para yoktu. İngiltere ve Fransa borç vermeye hazırdılar. 1854'te ilk defa dışarıdan borç alındı. Avrupa sermayedarlarının Osmanlı Devleti'ne yüksekçe bir faizle ödünç para vermeleri de çıkarları gereğiydi; çünkü biriken sermayenin ölü kalmaması, işletilmesi, yani belirli bir işe sarf edilip veya borç verilip kâr veya faiz getirmesi lazımdır. Osmanlı Devleti'nin Avrupa bankerlerinden alacağı ödünç para, alacaklılara belirli bir faiz sağladıktan başka, o paranın bir kısmı askerî teçhizat fabrikalarına verilmiş siparişlerin ödenmesine ayrılarak, yine Avrupa'ya ve aynı bankerlerin hissedar oldukları fabrikalara döneceğinden, kâr yoluyla da alacaklıların sermayesini artıracaktı. Görülen şudur ki, 19. asır ortalarında, Osmanlı-Avrupa ticaret dengesi tamamen bozuldu; yine 19. asır ortalarında, Osmanlı Hükümeti, Avrupa bankerlerinden ilk kez borç aldı. Bu borçlanmaların Osmanlı İmparatorlu-ğu'nun başına ne büyük bir bela olduğu ileride görülecektir. kırım seferi paris antlaşması ve tanzimat Fermanı Mısır meselesinin bilinen şekilde çözülmesiyle İstanbul ve Boğazlar'ın kendisine kapanmış ve Yakın- doğu'nun istilasının engellenmiş olmasından hiddet- li bulunan Rusya imparatoru /. Nikola Osmanlı Dev- leti'nin bir dereceye kadar kendine çekidüzen vererek eski anarşik durumu düzeltmeye çalışmasından da hoşnut değildi. Avrupa devletlerinin, iktisat alanında Osmanlı memleketlerini istedikleri gibi sömürmeye kalkışmaları ve hele İngiltere'nin Mısır olayında gösterdiği fiilî yardımlar dolayısıyla Osmanlı Hükümeti nezdinde bir dediği iki olmaz derecesinde etkili ve İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 245 hâkim olması, Rusya'nın çıkarlarına uygun gelmiyordu. Çar Nikola, başarılı bir darbeyle Boğazlar'a ve İstanbul'a sahip olmak ve bazı Avrupa devletlerine de hisse çıkararak, Osmanlı İmparatorluğumun hayatına son ver-mek emelindeydi. Çar, 19. asrın ikinci yarısının ilk senelerini bu emelinin gerçekleşmesine uygun buluyordu; çünkü 1848 İhtilali'yle çalkalanmış olan Avrupa'da kendi devletini en kuvvetli buluyordu. Akrabası olan Prusya kralıyla pek dosttu; 1849'da Macaristan'ı ezerek Avusturya İmparator-luğu'nun varlığını ve birliğini kurtardığı için, Avusturya imparatorunu kendisine minnettar ve dost sanıyordu; bir hayli keşmekeşten sonra nihayet ///. Napolyon'un idaresi altına geçmiş olan Fransa'ya o kadar önem vermiyordu; İngiltere'yle de, ona bazı çıkarlar sağlamak suretiyle uzlaşmak ümidindeydi. Siyasî durumu kendine uygun bulan Çar, Karadağ'da başgösteren bir hareketi ve Kudüs'ün Hıristiyanlarca kutsal sayılan bazı kiliselerinin bazı hizmetlerini paylaşamamaktan doğan Katolik ve Ortodoks papazları kavgasını bahane ederek, Babıâli'den bazı taleplerde bulunmaya kalkıştı; 1853 senesi başlarında Prens Menşikof adlı bir nazırını olağanüstü yetkilerle istediklerini almak için İstanbul'a gönderdi. Çok gürültü ve debdebeyle gelen bu elçi, Babıâli'yi ürküterek, Çar'ı bütün Ortodoks Osmanlı tebaasının koruyucusu tanıtmak ve bu suretle Rusya için, dost veya koruyucu devletler arasında istisnaî bir konum yaratmak istedi. İngiltere ve Fransa'ya dayanan Babıâli, Menşikof un tekliflerini reddetti. Elçisi İstanbul'da bu görüşmelerle meşgulken, Çan Nikola kendisi Peters-burg'da "Hasta adam" dediği Osmanlı Devleti'nin paylaşımı için İngiliz elçi-siyle konuşuyordu. İstanbul'da Menşikof a ret cevabı verdiren İngiltere, Pe-tersburg'da da Çar'ın arzusu doğrultusunda yürümedi. Bunun üzerine Ruslar, Prut sınırına saldırarak fiilen düşmanca harekete başlayınca, Osmanlı Devleti de Rusya'ya savaş ilan etti (1853). Tuna dolaylarında genç Osmanlı ordusu hayli başarıyla savaşıp dururken, Ruslar Sinop'a gelip Osmanlı donanmasını yaktılar. Rusya, Osmanlı ordu ve donanmasını mağlup edecek olursa, Do-ğu'da konum, nüfuz ve iktisadî çıkarlarının zarar göreceğinden korkan İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti ile saldın ve savunma amaçlı bir ittifak antlaşması yaparak (1854) ordu ve donanmalarını İstanbul'a gönderdiler ve 246 TARİH Rusya'ya savaş ilan ettiler. Müttefiklerin donanması Sivastopol'ü topa tuttuğu gibi, önemli bir kuvveti de Kırım'a çıktı. Sivastopol etrafında yoğunlaşan bu savaşa Kırım Savaşı adı verilmiştir. Birçok kanlı savaştan sonra Sivastopol düştü (1855). Sivastopol'ün düşüşünden evvel Sardinya (Piye-monte) Krallığı da ittifaka girmişti. Avusturya İmparatorluğu ittifaka dahil olmamakla beraber, Rusya'ya karşı dostça bir tutum almamıştı. Sivastopol'ün düşüşünden sonra Rusya barışa yanaştı.' Avrupa usulüyle düzenlenen ve eğitilen Türk askerleri, Tuna yalılarında, Kırım'da ve Kafkas'ta çok iyi savaşmışlardı. Türklerin Silislre ve Kars savunmaları Kırım'da Gözleve Savaşı iftihara layık askerî hareketlerdendir. Kırım Savaşı'nın sona ermesi üzerine Osmanlı, İngiltere, Fransa, Avusturya, Sardinya, Rusya ve Prusya devletlerinin delegeleri Paris'te toplandılar. Paris Antlaşması denilen barış antlaşması 1856'da imzalandı (Res. 167,168). Paris Antlaşması'nın en önemli maddeleri şunlardır: 1) Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı imza koyan devletlerin ortak kefaletleri altına alınıyor ve Osmanlı Devleti Avrupa genel haklarından pay sahibi kılınarak Avrupa devletleri siyasî heyetine kabul olunuyordu; 2) Osmanlı Devleti ile imza koyan devletler arasında bir anlaşmazlık çıkarsa, zor kuvveti kullanımından evvel başka devletlerin aracılığına başvurulması kararlaştırılıyordu; 3) Bu izinlere karşılık Osmanlı Devleti'nin reformlara devamı ve Hıristiyan tebaa haklarını daha iyi koruyacağı vaadi de, dolambaçlı tabirlerle antlaşmaya girmişti; 4) Boğazlar Sözleşmesi güçlendirildikten başka, Osmanlı Devleti'nin ve Rusya'nın Karadeniz'de tersane inşa etmeleri ve donanma bulundurmaları yasaklanıyordu. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı'na kadar az çok zedelenmekle beraber yürürlükte olan bu antlaşmayla da Rusya'nın istilasının önüne geçilmiş, İngiltere ve Fransa'nın Osmanlı İmparatorluğu'nda seçkin konumları ve dolayısıyla iktisadî sömürüleri sağlanmıştı. Zaten Karadeniz'de Osmanlı Devleti'nin tersane ve donanması olmadığından, antlaşmanın Karadeniz maddesi, Rusların Sivastopol ve diğer tersanelerini yeniden inşa etmelerine ve Karadeniz'de do1 Savaş sırasında Nikola ölmüş, yerine oğlu //. Aleksandr geçmiştir. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 247 nanma bulundurmalarına ve dolayısıyla İstanbul ve Boğazlarla bütün Osmanlı memleketlerine baskı yapmalarına engel olmak içindi. Hıristiyan tebaanın hakları meselesine, hem Rusya'ya Osmanlı ülkesi dahilinde bir dayanak noktası bırakmamak, hem de kendi iksitadî faaliyetlerinin kolaylaştırılmasına yarayan unsurları kuvvetlendirmek için önem verilmişti. Paris Antlaşması'nın imzalanmasından birkaç gün evvel "Tanzimat Fermanı" denilen 1856 Islahat Hattı Hümayunu da yayımlandı. Güya padişahın kendiliğinden yayımladığı bu hat, gerçekte İngiltere, Fransa ve Avusturya tarafından ilan ettirilmişti. Paris Antlaşması'nın bir maddesinde Hattı Hümayun'dan bahsolundu ve Osmanlı Devleti bununla da vaat edilen reformların uygulanması zorunluluğunda bırakılmak istenildi. Gülhane Hattı Hümayunu'nun genişletilmiş ve güçlendirilmişi mahiyetinde olan bu Fermanı Hümayun'la da padişah birçok şey vaat ediyordu: Bu belgede esas olarak bütün din ve mezheplerin hürriyeti (mesela bir Müslüman Hıristiyanlığa geçerse, kimse bir şey diyemeyecekti), Müslüman olan ve olmayan bütün tebaanın eşitliği (Müslümanlar gibi Hıristiyan ve Yahudiler de mülkî ve askerî her mektebe girebilecekler, her mevkiye çıkabileceklerdi), Müslüman olmayanların resmî evrakta veya halk arasında dinlerinden dolayı aşağılanmaması (eskiden resmî evrakta bile Müslüman olmayanlardan bahsolunurken onları hakaretli sıfatlarla nitelemek âdeti vardı) gibi Hıristiyan ve Yahudilerin lehine birtakım hükümlerle beraber vergilerin daha adilce konulup dağıtılması, idare, maliye ve öğrenim işlerinin iyileştirilmesine dair birçok emir vardı. TANZİMAT DEVRİ Osmanlı İmparatorluğumda, Gülhane Hattı'yla başlayıp Islahat Fermanı'yla devam eden ve gelişen devreye "Tanzimat Devri" denilmiştir. II. Mahmut'un yeniçerileri kaldırıp askerî ve mülkî idareyi yeni bir kalıba sokmak için uğraşması, Tanzimat Devri'nin açılmasına imkân vermişti. Osmanlı Saltanatı'nı, başta Mehmet Ali Paşa'nın, sonra Çar Nikola'nın saldırılarından bir dereceye kadar koruyan Avrupa büyük devletleri, Osmanlı yöneticilerini genel olarak devletin idaresini düzeltmeye, özellikle Hıristiyan tebaa haklarını artırmaya zorlamışlardı. Zaten Osmanlı Hükümeti'nin başında bulunanlar da, imparatorluğun bütünlüğü korunarak yaşayabilmesi için, Hıristiyanlara da Müs248 TARİH lümanlar derecesinde haklar vermek suretiyle, onları Osmanlı camiasına bağlamaktan başka çare göremiyorlardı. Hukukça Müslümanlara eşit olan Hıristiyanların, artık Osmanlı İmparatorluğu'ndan ayrılmak emeline kapılmayacaklarım sanıyor ve ümit ediyorlardı. Tanzimat Devri, dinleri ne olursa olsun, hak ve çıkarları aynı olan sultan tebaasından bir millet (Osmanlı milleti) oluşturmak emel ve hayalindeydi. Tanzimat Devri, ilk Osmanlı Meşnttiyeti'nin ilanına (1877) kadar devam etmiştir ve bu devrede, özellikle Mustafa Reşit, Ali (Res. 165) ve Fuat (Res. 166) Paşaların faaliyeti çok olmuştur. Tanzimat Devri'nde, Osmanlı Devleti'nin idare şekli, Avrupa devletlerinin idare tarzlarına hayli benzetildi. Dahiliye, hariciye, adliye, öğrenim ve diğer nazırlıklar meydana getirildi; başlarında merkezden atanmış ve merkeze tabi valiler bulunan eyaletler oluşturuldu. Avrupa başkentlerine daimî elçiler gönderilerek devletlerle aralıksız diplomatik ilişkilere girişildi. Asker, Avrupa usulüyle düzenlendi ve eğitildi; Avrupa modeline göre mahkemeler yapıldı. Mülkî, askerî ve adlî birçok kanun konuldu; medreseler teşkilatı yerinde bırakılmakla beraber yeni usulde mektepler açılmaya başlandı, ilâ... Lakin Hıristiyanların ve Yahudilerin Müslümanlarla gerçekten eşit haklara sahip olarak, eşit muamele görmesinin sağlanması mümkün olamadı: Genellikle halkın fikir ve bakışını çabuk değiştirmek kolay değildir; üstelik Hıristiyanların 19. asır başlarından beri, Osmanlı Devleti'ne karşı sürüp gelen ayaklanma ve isyanlarından doğan güceniklik ve güvensizlik, Müslümanların onları samimi bir vatandaş olarak kabul etmesine engel oluyordu; Yunan İhtilali olalı henüz çok zaman geçmiş değildi. Sonra Tanzimat'ın asıl Avrupa Hıristiyan devletlerinin ısrarıyla yapılmakta olduğunu da Müslümanlar anlıyor ve hissediyorlardı. Öteden beri düşman saydıkları Hıristiyan devletlerinin ısrar ve hatta baskılarıyla yapılan işlere, doğal olarak iyi gözle bakmıyorlardı. Hükümet memurları da, nihayet Müslüman-Osmanlılardı. Bunların da Hıristiyanlara bakışı, halkın bakışından çok farklı değildi; hattı hümayunlara, padişah fermanlarına, yeni konulan kanunlara rağmen, Tanzimat esaslarının samimiyetle uygulanmasına pek çalışmıyorlardı. Dinî ve millî hisleri gittikçe artan Hıristiyan kavimlere gelince, onlar da, hele Rumeli'de bulunan Sırplar, Bulgarlar, Müslüman-Osmanlılarla kaynaşıp bir OsİMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 249 manii milleti yaratmaya hiç eğilimli değildiler; en kuvvetli Hıristiyan ve İslav devleti olan Rusya'nın yardımıyla Yunan Devleti gibi bağımsız olmak sevdasındaydılar. Kısacası bunların ve bunlara benzer diğer birtakım sebeplerin etkisi altında "Tanzimat" başarısızlığa uğradı. Devletin dış görünümü hayli Avrupalılaşmakla beraber, halkın ruh ve bakışları pek değişmedi. İNCİLTFRE'NİN HİLAFET FİKRİNDEN YARARLANMASI - Kırım Savaşı'nda ve Paris Antlaşması'nda Osmanlı Devleti'ne yardım eden ve sultanın has dostu ve müttefiki olan devletlerin başında İngiltere geliyordu. İngiltere bu durumdan, yalnız Osmanlı memleketlerindeki değil, bütün dünya üzerindeki çıkarlarının sağlanması için yararlanmada doğal olarak kusur etmiyordu. İngiltere'nin idaresi altında bulunan memleketlerde, esas olarak Hindistan'da pek çok Müslüman vardı. Bu Müslümanlar üzerinde hâkimiyetini güçlendirmek için, en büyük Müslüman devletinin dost ve koruyucusu sıfatını takınmakta çıkarı açıktı. Hindistan'da Timuroğullanndan Babür'ün kurduğu Hint-Türk İmparatorluğu zayıflaya zayıflaya nihayet bir İngiliz ticaret kumpanyasının tabi-si derekesine düşmüştü; Timurluların son padişahı Bahadır Şah, İngiliz Hint kumpanyasının bir gündelikçisi olmuştu. Lakin 1857 senesinde İngiliz kumpanyasının yerlilerinden topladığı bir tür süvari askeri olan sipahiler isyan ettiler; kumpanyanın insafsızca sömürüsünden çok sıkılan halkın bir kısmı da asi süvarilere katıldı. Asiler Timurluların başkenti olan Delhi'yi zapt edip, Bahadır Şah'ı evinden çıkarıp iktidar makamına getirmek istediler. Bu sırada İngiltere'nin durumu hayli sıkışıktı; Kraliçe Vik-torya dostu Sultan Abdülmecit'in halifelik sıfatından yararlanmaya kalkıştı; Abdülmecit halife sıfatıyla Hint Müslümanlarına bir beyanname gönderdi; İngiliz Devleti'ne itaat ve hürmet etmeleri, ona karşı her türlü hareketten sakınmaları tavsiyesinde bulundu (1857). Halifelikten 18. asır sonlarında, Fransızlar yararlanmak istemişlerdi; 19. asır ortalarında İngilizler, Osmanlı sultanının bu sıfatını bir Türk Dev-leti'nin büsbütün mahvını ve Hint Müslümanlarının mahkûmiyette devamını sağlamak yolunda kullandılar. 250 TARİH AVRUPA MEDENİYETİNİN MÜSLÜMAN OSMANLILARA ETKİSİ Avrupa medeniyetinin Doğu medeniyetine üstünlügünden dolayı, Osmanlı Devleti'nin askerî ve sivil idaresinde önemli değişiklikler yapmak zorunda kaldığına ve Müslüman olmayan Osmanlı tebaasının hürriyet, milliyet ve bağımsızlık fikir ve hareketlerinde de Avrupa medeniyetinin etkisi olduğuna dair bilgi verilmişti. Avrupa medeniyetinin Müslüman-Osmanlılar toplumuna da, özellikle 19. asrın ilk çeyreğinden itibaren önemli etkileri olduğu kesindir. Bu etkiler, başta Osmanlı Müslüman toplumunun İstanbul'da bulunan üst tabakalarına, saraya, paşalara, zengin adamlara dokundu: Düşünüş tarzı, yaşam tarzı bir hayli değişti. Bu değişiklik, özellikle Kırım Seferi'nden sonra fazlalaştı. Batı dillerinde, özellikle Fransızca yazılan kitaplar okunmaya ve tercüme edilmeye başlandı.1 Osmanlı aydınlarının ilim ve bilgi kaynakları Türkçe, Arapça ve Farsça kitaplarla sınırlı kalmaktan kurtuldu. Elbiseler, ev eşyası, yeme içme maddeleri ve usulleri, zevk ve eğlence araçlan da bir derece değişime uğradı. Osmanlı-Müslüman toplumundaki değişiklikler, maddî ve manevî alanda olumlu ve olumsuz sonuçlar doğurdu; maddî alandaki olumlu sonuçlar, demiryollarının ve buharlı gemilerin (vapurların) işletilmeye başlaması, buharlı matbaacılık, evlerde daha hür yaşayış tarzları, alafranga döşemecilik gibi şeylerdi; olumsuz sonuçlarsa daha çoktu: Yabancı memleketlerin fabrika mamullerinden olan mallan daha çok revaç bularak millet servetinin daha fazla dışarıya çıkmasına sebep oldu. Mesken inşa ve döşenmesinde, giyinmekte, yemekte ve özellikle içmekte alafrangalık, yabancı malzemesinin, yabancı mobilyaların, yabancı kumaşlarının, yabancı şarap ve şampanyalarının bütünüyle ithaline; alafranga zevk ve sefa ise, Frenkler tarafından Beyoğlu ve Galata gibi Hıristiyan ve yabancıların çok bulunduğu semtlerde, lokanta, otel, baloz, kafeşantan benzeri eğlence yerlerinin açılmasına ve buralarda paraların israfına yol açtı. Saray ve konakların zevk ve sefasında alafranga çeşnisi arttı; bu da zaten müsrif olan Os1 Daha evvelce yapılan tercümeler; askerliğe ve denizciliğe mahsus gibiydi ve çok sınırlıydı. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 251 manii padişah, paşa ve beylerinin daha fazla israflarına sebep oldu. Eğlence yerlerinin sahip ve oyuncuları da çoğunlukla yabancılar olduğundan millî servetin dışarıya akmasına bir yol daha açılmış oldu. Abdülmecit devrinde sarayın israf ve sefahati son dereceyi bulmuştu. Yabancılardan kolaylıkla alınan borçların bir kısmı, devletin ciddî ihtiyaçlarına değil, padişahın saraylar ve köşkler inşasına, düğün ve eğlenceler yapmasına sarf ediliyordu. Bu borçların faizlerini ödemek gerektiğinden, devletin malî durumu gittikçe sıkışıyordu. Osmanlı toplumunda yüksek tabakaların israfları, büyük memurların yalnız meşru maaşlarıyla geçinmelerini imkânsız kılıyordu; bu açıdan hat ve fermanlarda şiddetle yasaklanması emredilen rüşvet ve yiyicilik giderilmek şöyle dursun, azaltılamı-yordu bile; idarede, adliyede yiyicilik, rüşvet ve başka suiistimaller, Tanzimat'ın bütün vaatlerine rağmen, eskisi gibi devam edip gidiyordu. Avrupa etkisinin manevî alandaki sonuçları, genel olarak daha faydalı olmuştur. Avrupa'nın çok ilerlettiği pozitif ilimleri (matematik, fen, koz-moğrafya gibi), siyasî ve toplumsal fikirleri, dinîve felsefî anlayışları, yavaş yavaş Müslüman-Osmanlılar arasında da dağılmaya başladı. Bununla dinî bağnazlık bir derece yumuşamaya yüz tuttu. Siyasî ve toplumsal bozukluklar hakkında düşünenler yetişti. Pozitif ilimler alanında âlim denilebilecek adamlar bile ortaya çıktı. Fakat Osmanlı kültürü, bu yeni etkiler altında kaldığı zaman, kendinin asalet ve şahsiyetini hakkıyla koruyamadı. Yüksek tabakaların kültüründe en önemli yer tutan mimarlık ve edebiyat, Avrupa modellerini esircesine taklide kapıldı. Mimarlık, I. Süleyman ve IV. Murat devrinin asil örneklerini unuttu; Fransız Empire (Res. 169), İtalyan Rönesans ve Klasik Yunan tarzının iyi olmayan taklitlerini yaptı, bazen de bunlara bir Doğu çeşnisi karıştırmak arzusuyla daha kötü sentezler meydana getirdi (Res. 170). Osmanlı padişahlarının öteden beri ikamet ettikleri Topkapı Sarayı'na (Res. 171) asırların verdiği emsalsiz tarihî simanın bile kıymeti takdir olunamayarak, o bütünün ahengini bozan "Mecidiye Kasrı" gibi zevksiz binalar yapıldı. Edebiyata gelince, her kavmin edebiyat hazinesi olan halk yaratılarına öteden beri kıymet vermeyi bilmeyen Osmanlı edebiyatı, Acem taklitçiliğinden Avrupa taklitçiliğine geçti. 252 TARİH Gerçi bu biçim değiştirmede Osmanlı Türk edebiyat dili bir derece sade-leştirilmişse de yapaylıktan bir türlü kurtulamamıştır.1 Katışık bir Doğu müziği olan Osmanlı müziği Batı'dan görece daha az etkilenmiştir. Fakat onun yanında İstanbul, Selanik, İzmir gibi sahil şehirlerinde, baloz ve kafeşantanlar vasıtasıyla, Batı'nın, özellikle Fransa ve İtalya'nın hafif ve adi müziği de bir yer almaya başladı!.. Genellikle Batı'nın sanat eserleri, köklerinin araştırılması yoluyla ciddî bir şekilde incelenmediğinden, Osmanlıların yaratıları çoğunlukla mevcut örneklerin basit bir taklidinden ibaret kalıyordu. müslüman osmanlılar arasında muhalefet teşkilatı Reform vaatlerine rağmen, Abdülmecit zamanında kötü idarenin, suiistimallerin önünün alınmaması, saray israf ve sefahatinin artması, orta ve aşağı sınıf istanbul halkının iktisadî hayatında doğan darlık, halk arasında hoşnutsuzluğa sebep oluyordu. Batı'nın bazı toplumsal ve siyasî fikirlerine aşina olan birkaç aydın asker ve sivil memurla yeniliklerden hoşlanmayan bazı şeyh ve hocalar birleşip bir muhalefet teşkilatı yaptılar; bir an evvel iktidara geçmek hevesinde bulunan Veliaht Abdülaziz Efendi de bunlara dolaylı yardımda bulundu (1860). Amaçları, Abdülme-cit'i indirip, Abdülaziz'i tahta çıkarmaktı. Amacı itibariyle eski yeniçeri ayaklanmalarını andıran bu hareket, bir sonuç elde edemeden, başta yürüyenlerinin yakalanmasıyla kapatıldı. Tutulanlar Kuleli Kışlası'nda yargılandığından, bu harekete "Kuleli Olayı" adı verilmiştir. Tutulanların bazıları idama mahkûm edilmişse de, idam olunmamışlardır. Harekete katılan aydınların, Osmanlı İmparatorluğu'nda meşrutî bir idare kurulmasını istedikleri de sanılıyor. Buna göre, Müslüman-Osmanlılar arasında meşrutî idare talebi, bu olayla başlamış oluyor. l Türkçe gazetecilik II. Mahmut zamanında resmî "Takvimi Vekayi" ile başlamıştı (Res. 172). Tanzimat devrinde resmî ve gayri resmî gazeteler, resimli ve resimsiz dergilerde yayımlandı. İleride adı geçecek olan Şinasî Efendi, ilk defa iyi bir gayri resmî gazete çıkardı. "Tasviri Efkâr" adlı bu gazete, gittikçe ilerleyip gelişerek, İstanbul Türkleri arasında belirli bir fikir cereyanı yaratmayı başarmıştır (Res. 173). İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 253 KARA VE DENİZ kuvvetlerinin artırılması mali ve iktisadi Kuleli Olayı'ndan birkaç ay sonra Abdülmecit öl- müş ve yerine kardeşi Abdülaziz padişah olmuştu 1861- Abdulazız saltanatının ilk zamanlarında, kara ve deniz kuvvetlerinin artırılmasına çok çalışıldı; gerçekten yeni Osmanlı ordusu, her devlet için önemle dikkate alınacak bir kuvvet oldu; savaş halinde 200-300 bin kadar düzenli asker çıkarabilecekti. İngiltere'de imal ettirilen yeni usul zırhlı gemilerle, Osmanlı Devleti o zamanın en kuvvetli denizci devletlerinden biri haline getirildi. Bu, şüphesiz olumlu bir işti; fakat ordunun teçhizatı ve hatta kısmen le-vazımatı Avrupa'dan satın alınıyor, savaş gemileri yabancı tersanelerinde inşa ettiriliyordu. Ve bunların satın alınması ve imalinde padişahın yakınlarıyla nazırları yiyicilikten de geri durmuyorlardı. Halbuki bu büyük masrafları karşılayacak kadar gelir mevcut olmadığından, Avrupa bankalarından ve hatta yerli sarraflardan durmaksızın borç alınıyordu. Borç alma işlemlerinden, bu işlemi yapanlar bir hayli para kazanıyorlardı. Abdülaziz, veliaht iken büyük kardeşi Abdülmecit'in israf ve sefahatini eleştirir dururdu. Kendisi hükümdar olunca, saray ve paşaların israf ve sefahatleri daha da arttı; Avrupa'dan alınan borç paraların önemli bir kısmı, gereksiz inşaat ve sefahat yolunda israf edildi. Devletin malî dengesi büsbütün bozuldu; iş bir dereceye geldi ki, artık Osmanlı Hükümeti, borçlarının faizlerini bile ödemekte zorlanıyordu. Bu devrin büyük borçlanmaları, savaş gemileriyle askerî teçhizat (top, tüfek vesaire) siparişleri ve genel olarak Avrupa fabrika mamullerinin yerli sanayii çok zedelemesi, Osmanlı İmparatorluğu'nun ticaret dengesini artık düzeltilemeyecek bir derecede bozdu. İÇ İDAREDE BOZUKLUKLARIN DEVAMI HİRİSTİYANN TEBAANIN YAŞADI VİLATETLERDE AYAKLANMALAR AVRUPA MÜDAHAFerman üstüne ferman, kanun üstüne kanun çıkarılıp dururken, istanbul da ve özellikle vilayetlerde idare - bir türlü düzelemiyor; kötü idare ve suiistimaller as-la eksilmiyordu. Aralarında milliyet fikirleri gün geçtikçe daha çok yayılan, Hıristiyan devletlerinin kendilerini ne derecelerde koruduklarını görüp bilen ve o devletlerin, özellikle Rusya'nın aralıksız propaganda254 TARİH sıyla kışkırtılan Hıristiyan tebaanın kötü idareyi, baskı ve zulmü bahane ederek şikâyet, ayaklanma gibi hareketleri sürüp gidiyordu. Girit'te, Sırbistan'da, Karadağ'da, Hersek'îe, Bosna'da, nihayet Bulgaristan da ayaklanmalar gerçekleşti. Girit ayaklanmasından evvel, Rusya ve Fransa tarafından korunan Eflak ve Buğdan halkı, bu iki memleketin bir beylik halinde birleştirilmesi girişiminde bulundular ve nihayet başarılı olarak Hohenzolern hanedanından bir Prusya teğmenini kendilerine prens seçtiler (1866). Her ayaklanmayla beraber, ayaklananlara taraftar olan Avrupa devletleri de Babıâli'yi sıkıştırmak için ayaklanırlardı. Abdülmecit devrinde Avrupa devletlerinin müdahaleleriyle sonuçlanan önemli bazı olaylar başlamıştır: Cidde'As, konsolosları öldürüldüğünden dolayı, İngiliz ve Fransız donanmaları Cidde şehir ve limanını bombardıman ettiler (l 858). Suriye'de Dürzülerle Katolik Maruniler birbirlerine girerek boğaz-laştıklarmdan ve Müslümanlar da seyirci kalamayıp kavgaya karıştıklarından, Katolik koruyucusu görünmek isteyen ve Suriye'ye öteden beri göz diken Fransa, derhal Beyrut'a bir asker fırkası çıkarıp Şam'a yürümek ve oralara yerleşmek hevesini göstermişti. İngilizlerin rekabeti ve Osmanlı Hüküme-ti'nin bizzat Hariciye Nazın Fuat Paşa'yı Suriye'ye gönderip pek şiddetli uygulamalara kalkışması (kusurlu sayılan bir Osmanlı mareşali bile idam ettirilmiştir), Fransa fırkasının nihayet çekilip gitmesini sağlayabildi; fakat Maru-nilerin yaşadığı Cebelilübnan'a. da idarî özerklik verildi (1861). Sırbistan'ın özerkliği genişletildi. Sırbistan kalelerinde kalan Osmanlı askeri çekildi; Girit'e bir tür özerklik verildi; Karadağ'da birçok kanlı savaş yapıldı; fakat sükûn sağlanamadı. Hersek Bosna ayaklanması genişleyip Bulgarların da ihtilal yaptıkları sırada, İstanbul'da karışıklıklar oldu. YENİ OSMANLILAR hareketi ve türklerde milliyet cereyanın Başlanğıcı Avrupa medeniyeti fikirlerinin Müslüman Osmanlı aydınlan arasında az çok yayılması üzerine, Osmanlı yüksek memurlannın Fransızca kitap okumaya heves eden bazı yetenekli ve yetişmiş çocuklan, devlet idaresinin ingiltere ve Fransa da olduğu gibi meşrutî bir şekle konulması halinde imparatorluğun kötü idareden, malî sıkıntıdan, Müslüman olmayan tebaa isyanlanndan, kısacası bütün hasta-lıklanndan kurtulacağına safça inanıyorlardı. Hürriyet ve eşitlik esasları İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 255 kabul olunur ve bir meclisi mebusan kurulursa, Rum Rumluğunu, Bulgar Bulgarlığını, Sırp Sırplılığını unutup Osmanlı olacak sanıyorlardı. Hürriyet ve meşrutiyetin etkisiyle suiistimaller, dinî ve millî nefret ve mücadeleler, hepsi ortadan kalkıp mükemmel idare olunan, mutlu ve refah içinde bir "Osmanlı milleti" oluşur ve Meclisi Mebusan kontrolü altında hükümet mekanizması çok düzenli işler ümidinde bulunuyorlardı. Bu gençlerin çoğu idealist ve bir kısmı şairdi (Ziya [Res. 174] ve Namık Kemal [Res. 175] Beyler gibi); fakat iktisadî, malî ve idarî meseleler hakkında ciddî bilgileri yoktu. Hele milliyet esaslarını asla anlayamamışlardı. Bunların safça arzu ve emellerinden bazı hırslı ve entrikacı devlet adamları yararlanmaya kalkıştılar. İlkönce edebiyat alanında başlayan bu hürriyetçilik ve meşrutiyetçilik cereyanı, siyasî ve hatta pratik alana geçerek gizli bir teşkilat meydana getirdi (1865). Avrupa'nın o zamanki gizli oluşumlarını taklit eden bu cemiyet, bir darbeyle Sadrazam Âli Paşa'yı devirip Abdülaziz'i meşrutiyete yemin ettirmek hazırlığında bulunduysa da, bir şey yapamadı. İçlerinden birkaçı (başlıcaları Ziya ve Namık Kemal Beylerdir) Avrupa'ya kaçıp, "Yeni Osmanlılar Cemiyeti" namıyla hürriyetçi ve meşrutiyetçi gazeteler çıkardılar. Bu, Müslüman Osmanlıların ilk defa Avrupa'da bir muhalefet grubu yapmalarıydı (1867). Yeni Osmanlıların faaliyetinden hemen bir ürün alınmamışsa da, hürriyet ve meşrutiyet fikri, özellikle şiir ve edebiyat, biraz da siyasî yayınlar aracılığıyla, İstanbul, İzmir ve Selanik gibi aydın çevrelerde, okuryazar Osmanlıların arasında hayli dağıldı. Bu sıralarda yeni Osmanlı fikriyatına denk olarak, fakat ona oranla çok zayıf ve cılız bir halde, bir de Türk milliyetçiliği fikri, ilim ve edebiyat alanında kendini göstermeye başladı. Yeni Osmanlıların en yetenekli ve faal üyesi olan Namık Kemal'in üstat kabul ettiği İbrahim Şinasi Efendi (Res. 176) evvelce Fransa'da uzunca müddet kalmış olduğundan, Avrupa'nın fikrî ve siyasî esaslarını daha iyi anlayabilmiş bir adamdı. Şinasi, Osmanlı dilinin sadeleştirilmesi için çalışırken, Türkün halk dili hazinesinden yararlanmak gereğini de kavramıştı. Bu suretle dil alanında ortaya çıkan Türkçülük, Ahmet Vefik Efendi (Res. 177) gibi âlim sayılan kimselerin 256 TARİH kavmî ve tarihî incelemeleriyle emeklemeye başladı. Bu dilsel ve ilmî Türkçülüğün gelişmesi, doğal olarak Türk milliyetçiliğini doğuracaktı. . İSTANBUL KARIŞIKLIKLARI Bosna-Hersek İhtilali'ne eklenen Bulgar ayaklanması, Bulgaristan'ın İstanbul'a yakınlığından ve "Bulgarlar İstanbul'u yakacaklarmış" gibi haberlerin yayılmasından dolayı başkentte çok endişe ve telaşa sebep olmuştu. O zamanın sadrazamı olan Mahmut Nedim Paşa, Rusya'ya fazla yüz vermesiyle halkın nefretini kazanmış bir adamdı. Düşmanı ve rakibi Mahmut Nedim Paşa'yı düşürüp sadrazam olmak isteyen Mithat Paşa (Res. 178), yeni Osmanlıların fikir ve programlarım kabul etmişti; Veliaht Murat Efendi de amcasını indirip bir an evvel tahta çıkmak emelindeydi. Mahmut Nedim zamanında Rusya nüfuzu, sarayda ve Babıâli'de çok artmış olduğundan İngiliz siyaseti de liberal Yeni Osmanlıları ve bunların adeta başkanlıklarına geçen Mithat Paşa'yı tutuyordu. Bu çeşitli sebeplerin etkisiyle İstanbul medreselerindeki softalar Mahmut Nedim ve şeyhülislam aleyhine ayaklandılar; bir kısım halk softalara katıldı. Bu hareket de yeniçeri ayaklanmalarını andırır; fakat "Softalar Ayaklanması" denilen bu olay sırasında kan dökülmedi. Mahmut Nedim ve arkasından Ab-dülâziz yuvarlandılar: Tahta V. Murat geçti (1876). Mithat Paşa da devlet şûrası reisi oldu. II. Abdülhamit zamanında Birinci Meşrutiyet'in ilanında da sadrazam oldu. İLK OSMANLI MEŞRUDİYETİ 1876 KANUNİ ESASİSİ Mithat Paşa hem sadrazam olmak, hem de Yem Osmanlıların programı gereğince Osmanlı Devletine meşrutî bir idare bahşetmek emelindeydi. Fakat kabine arkadaşları meşrutiyetin o kadar hararetli taraftarı değildiler. Zaten zayıf iradeli ve pek asabi olan V. Murat olağandışı koşullar içinde tahta çıkarken, aklını büsbütün oynatmıştı. Mithat Paşa, Murat'ı da tahttan indirterek, meşrutiyet ilan edeceğine söz veren //. Ab-dülhamit'i tahta çıkardı (1876). Abdülhamit, başta sözünü tutarak, Mithat Paşa'nın hazırladığı Kanunu Esasi'yi, hükümdarın kuvvetini artıracak şekilde değiştirdikten sonra, 23 Aralık 1876'da törenle ilan ettirip ilk Osmanlı Mebusan Meclisini toplattı (Res. 179). İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 257 BALKANLAR'DA İSLAVLIK HAREKETİ RUSYAY SAVAŞ Kmm Savaşı'ndan yenilgiyle çıkan Rusya İmparator-- luğu, Paris Antlaşması'nın Karadeniz ve Boğazlar'a dair hükümleriyle güneye doğru yürümekten, yani Os- manii memleketlerim istiladan men edilmişti. Lakin Kmm Savaşı'ndan sonra, Almanya-Fransa Savaşı çıkmış (1870-1871) Fransa yenilmiş ve Paris Antlaşması'nın zamini* olan devletlerden Osmanlı İmparatorluğu'nun toprak bütünlüğüne, iktisadî çıkarlarından dolayı en çok taraftar olan bu devletin iktidar ve nüfuzu kırılmıştı; yani her antlaşma gibi Paris Antlaşması'nın da geçerli kalabilmesi için aslî şart olan kuvvetler dengesi, Osmanlı Devleti aleyhine bozulmuştu. Rusya, bu fırsattan derhal yararlanarak, Paris Antlaşması'nın Karadeniz'de savaş gemisi ve askerî tersane bulun-durulmamasını bildiren maddelerini resmen iptal ettirdi (1871). Artık serbest kalan Rusya, Osmanlılar aleyhindeki hareketine yeniden başlayabilmek için, Karadeniz'de kuvvetli bir donanma hazırlamaya başladı. Aynı zamanda, eski Hıristiyanlık propagandasına, yeni ırkî kardeşlik, İslavlık propagandasını da ekleyerek, Balkanlar'da çoğunluğu oluşturan Sırp, Karadağlı gibi gerçek İs-lavları ve esasen Türk olmalarına rağmen Rusların propagandasıyla kendilerini İslav sayan Boşnak ve Bulgarları, Osmanlı hükümeti aleyhine kışkırtmaya koyuldu. Bunların çıkarlarını sağlamak yolunda Rusya'nın İstanbul Elçisi General İgnatiyef, Babıâli'ye yönelik aralıksız aldatma ve baskı girişiminde bulundu. Hatta, Bulgarların Fener Patrikliği'nden ayrı bağımsız bir başpapazlık oluşturmalarına da Babıâli'nin iznini aldı. Zaten millî hisleri artmış, millî fikirleri hayli gelişmiş olan Balkan İs-lavları, Rusya'daki islav Birliği komitelerinin kışkırtmaları, fikrî ve malî yardımlarıyla bir genel ihtilale hazırlarken, Rusya'nın çok kurnaz elçisi de İstanbul'da padişahı ve hükümet adamlarını kandırmak ve uyutmakla meşguldü. İgnatiyef, İstanbul'daki elçilerin en nüfuzlusu olmuştu. Fransa'da ///. Napolyon İmparatorluğu düştüğünden beri, Fransa'nın nüfuzu pek eksilmişti; İngiltere ise Doğu işlerinde tek başına Rusya'ya karşı çıkabilecek bir güce sahip değildi. Almanya'nın başına geçen Prusya ile Almanya'dan atılan Avusturya, Rusya'nın müttefiki olmuşlardı. Kısacası Doğu meydanında Rusya yine tek kalmıştı. ' Zamin: Tazmin eden, kefil olan (Kaynak Yayınları'nın notu). 258 TARİH Siyasî durumun böyle kendi lehine dönmesinden yararlanan Rusya Hükümeti, evvela Hersek ve Bosnalıları, sonra Bulgarları ayaklandırıp, Osmanlı Devleti'ni bir hayli uğraştırdıktan sonra, Sırp ve Karadağ beyliklerini de Osmanlılar üzerine saldırttı. Abdülâziz devrinde iyi hazırlanmış olan ordu Sırbistan'ı birkaç hafta içinde tamamen ezdi; Karadağlıları da hayli zedeledi; Hersek-Bosna ayaklanmasını bastırdı; Bulgar ihtilalcilerini lüzumundan fazla bir şiddetle cezalandırdı. Bunun üzerine Rusya kendisi harekete geçti; savaş ilanına bile lüzum görmeksizin sınırı aşarak (1877 ilkbaharı) Tuna yalılarında Osmanlı ordusuna çattı.1 Aylardan beri devam eden kavgalarla yorulmuş olmakla beraber, Türk cevherini taşıyan ve miktarı yaklaşık 230 bini bulan Osmanlı ordusu,2 Rusya'nın asla ümit etmediği şiddetli bir direniş gösterdi. Rus ordusu miktarca Osmanlı ordusuna üstün olduğu3 gibi, Memleketeyn (Eflak Buğdan) Beyi de metbuu aleyhine Çar'la ittifak ederek 20 000 kişilik ordusunu Ruslara eklemişti. Adetçe üstünlüklerine rağmen Rusya'nın büyük kuvvetleri Pilevne'nin çarçabuk kazılan toprak siperleri önünde, beş ay kadar durmak zorunda kaldılar (Harita. 17). Pilevne savunmasıyla (Res. 182) savaş sanatında bir devrim yapan Osman Paşa, Rusya'nın meşhur kumandanlarını püskürttü ve hassa kolordusu da dahil olmak üzere, hesapsız güzide askerlerini Pilevne önünde toprağa gömdü. Kafkasya taraflarında da Osmanlı ordusu hayli başarılı savaşlar verdi (Zivin ve Erzurum). Fakat nihayet, savaşın son devresinde, Saray ve Babıâli, yeterli bir metanet göstermediklerinden Ruslarla Ayastefanos Barışı, sonra bütün Avrupa büyük devletleriyle Berlin Antlaşması imzalandı (13 Temmuz 1878). 1 Tuna ağzında ve yalılarında o vaktin icaplarına göre sağlam sayılabilecek Silistre, Rusçuk, Niybolu gibi birçok Osmanlı askerî mevkisi vardı (Res. 180, 181). 2 Osmanlı Hükümeti, 500 000 kişiyi seferber ettiyse de bunun bir kısmı Sup, Karadağ, Bos-na-Hersek ve Yunan sınırlarına terk edildiğinden Rus ordusu karşısında ancak 226 000 insan ve 360 top bulundurulabilmişti. 3 Ruslar 564 000 kişi seferber etti; bunun 454 binini ve 1020 topu cepheye sevk etti. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 259 BERLİN ANTLAŞMASI: OSMANLI DEVLETİNİN PARÇALANMASI Osmanh-Rus Savaşı (1877-1878) sırasında, Avrupa devletleri genel olarak tarafsız kalmışlarsa da İngiİ- tere'yle Macaristan Osmanlı'ya, Almanya İmparator- lugu ise Rusya ya yakınlık ve eğilim göstermişlerdir. Savaşın sonunda savaşan iki devlet arasında imzalanan Ayastefanos Ant-laşması'yla Rusya, Sırp ve Karadağ devletlerini büyüttükten başka, Bal-kanlar'da çok geniş bir Bulgaristan Beyliği de kurdurarak Osmanlı İmparatorluğu'nün Avrupa kıtasındaki arazisini pek küçültmüştü (Harita. 17). Bütün bu İslav devletleri gerçekte Rusya'nın Balkanlar'a konmuş birer ileri karakolları değerinde olacağından, Ayastefanos Antlaşması'yla Çarlar İmparatorluğu Akdeniz'e doğru muzafferce büyük bir adım atmış ve İstanbul ve Boğazlar'ı batıdan kuşatmış oluyor; Anadolu tarafından da Batum, Kars ve Bay azıt bölgelerini topraklarına katarak Iskenderon ve Basra'ya doğru ilerliyordu. İngiltere bu durumdan çok kuşkulandı; Avusturya-Macaristan da, müttefiki olmasına rağmen Balkanlar'da rakibi olan Rusya'nın bu kadar ilerlemesini çekemiyordu. Nihayet Almanya'nın aracılığıyla Berlin'de bir Kong-re yapılıp (Res. 183), barış şartlarının tekrar görüşülmesine Rusya'yı razı ettiler ve bu kongrede Berlin Antlaşması denilen belge Avrupa'nın bütün büyük devletleri tarafından imzalandı. Berlin Antlaşması, Paris Antlaşmasının y erini alıyordu. Bu antlaşmayla Osmanlı Devleti yine parçalanıyordu. Sırbistan ve Karadağ büyüyerek bağımsız birer devlet oldular; ikiye bölünmüş olmakla beraber hayli geniş bir Bulgaristan kuruldu. Bulgaristan prensi, padişahın tabısı olacak ve Bulgaristan'ın Doğu Rumeli denilen bir kısmı Osmanlı Dev-leti'nin seçkin bir eyaletini oluşturacaktı. (Berlin Antlaşması'nın Doğu Rumeli'ye ait hükmüne ancak birkaç sene uyuldu: İmtiyazlı Doğu Rumeli vilayetinin merkezi olan Filibe şehrinde Bulgarlar ayaklanarak, Osmanlı valisini yakalayıp vilayet sının dışına çıkardılar ve vilayetin Bulgaristan topraklarına katıldığını ilan ettiler [1885]. Ve o seneden itibaren, Bulgaristan Beyliği Balkanlar'ın kuzey ve güneyine yayılmış büyücek bir devlet haline geldi) (Harita. 17). Basarabya, Batum, Kars ve Ardahan'ı Rusya kendi topraklarına kattı. Osmanlı Devleti'ne 60 milyon altın lira kadar da savaş tazmi260 TARİH natı yükletildi. Ancak Avrupa devletleri, para meselesinde işlerini pek sağlam tutmayı sevdiklerinden, Osmanlı'nın Rusya'ya karşı taahhüt ettiği bu borcun, başka Osmanlı borçlarına nazaran özel bir öncelik ve üstünlüğe sahip olmayacağına dair bir kayıt eklemeyi de asla ihmal etmediler. Avustur-yaMacaristan Devleti, savaştan evvel Rusya'yla yaptığı bir anlaşmaya dayanarak, Almanya'nın da siyasî yardımıyla Berlin Antlaşması gereğince Bosna-Hersek eyaletini askerî işgali altına aldı (Harita. 17). İngiltere Devleti ise, Rusların Anadolu'da ilerlemeleri durumunda Osmanlı ülkesini savunacağına dair, Osmanlı Devleti'yle bir antlaşma yaptı ve güya o dolaylarda bir dayanak noktası olmak üzere Kıbrıs'ı işgal etti. Kısacası, Berlin Ant-laşması'yla Osmanlı İmparatorluğu büyük bir ölçekte parçalanmış oluyordu. Fransa da bu yağmadan hissesiz kalmamak için, İngiltere ve Almanya'yla uyuşarak Tunus'u zapt etti (1881). İngilizler, Kıbrıs'la yetinmediler; Mısır'ı da askerî işgalleri altına aldılar (1882) (Harita. 19). Berlin Antlaşması'nda, Hıristiyan tebaanın korunacağına, Makedonya'da ve bir miktar Hıristiyan halkı bulunan Doğu Anadolu vilayetlerinde reformlar yapılacağına dair birkaç madde vardı. Bu maddeler, elçilerin yine aralıksız müdahale ve baskıları ve bu maddelerden yararlanma emelinde olan Makedonyalı Sırp, Bulgar ve Rumlarla Ermenilerin art arda gelen ayaklanma ve hareketleriyle sonuçlandı. D. 1848 İHTİLALLERİ VE 1848'DEN SONRA AVRUPA İHTİLALLERİN SEBEPLERİ 1848 senesinde Avrupa kıtasının birçok yerinde birtakım ihtilaller oldu. Bu ihtilalleri hazırlayan sebepler nelerdir? 1789 Fransa İhtilali'nin hukukî, siyasî ve toplumsal ilkelerinin hürriyet, eşitlik ve kardeşlik olduğunu görmüştük. 1815 senesinde gericilik galip gelmiş olmadığı gibi, milletler ihtilalin ortaya attığı fikirleri bir gerçek haline koymak için çalışmaya devam ettiler; nihayet 1830 senelerinde gericilik hemen her tarafta mağlup edildi; hürriyet prensibi hâkim olmaya başladı; İngiltere, Fransa gibi devletlerde üçüncü sınıfın yüksek tabakasını oluşturan burjuvalar işbaşına geçtiler. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 261 Hürriyetperverler toplumsal hayatla ilgili meselelerin tamamını hürriyet ilkesine göre çözmek istiyorlardı; devletin iktisadî işlere müdahalesine taraftar değildiler. Sanayinin gelişmesiyle sayıları artan işçiler ile köylüler hürriyet adına yapılan ihtilalin kendi maddî durumlarında bir değişiklik yapmadığını görüyorlardı; hürriyetle idare olunan memleketlerde servetin seçimlere katılmak için bir dayanak kabul edilmesi, toplumsal eşitliği isteyen kimseleri hürriyetperverlerden ayırdı; hürriyetle idare olunan ve sanayide ileri olan İngiltere ve Fransa gibi memleketlerde bu ayrılık gittikçe arttı. Toplumda halkın bütün fertlerinin hukukça tamamen eşit olmalarını ve devletin idaresine katılmalarını savunan halkçılık cereyanı kuvvetlendi. Fransa'da halkçılar, halkın tamamının servet sınırlamasına tabi olmayarak milletvekillerinin seçilmesine katılımını, öğrenimin parasız olmasını, can ve mal vergilerinde eşitliği, çoğunluğun çıkarına olarak devlet görevlerinin çoğaltılmasını, fakirlerin devlet tarafından korunmasını, devletin müdahalesiyle toplum fertleri arasındaki eşitsizliğin bir dereceye kadar azaltılmasını istiyorlardı. Kısacası, demokratlar yani halkçılar halkın tamamı tarafından doğrudan doğruya gizli bir surette ve tek oyla seçtiği mebuslardan meydana gelen tek bir meclisin memleketi idare etmesini talep ediyor, halk cumhuriyetine doğru gidiyorlardı. Bu hareket, İngiltere'de "Şartçılık hareken" adını almıştır; 1832 senesinde seçim kanunu iyileştirilip orta sınıfların oy miktarı çoğaldıktan sonra da halkın önem verdiği hayatî işlerin, sermayeli sınıflar tarafından yüzüstü bırakılmış olması, halkı umutsuzluğa düşürdü. 1) Seçimlerde genel oy usulünün uygulanmasını, 2) Parlamentonun her sene seçilmesini, 3) Oyların gizli verilmesini, 4) Seçmenler üzerindeki vergi sınırlamasının kaldırılmasını, 5) Milletvekillerine görevlerini yaptıkları müddetçe ödenek verilmesini, 6) Seçmenlerin miktarları belirlenmiş olmak üzere seçim dairelerinin ayrılmasını isteyenler çoğaldı. Bu talepler milyonlarca imza taşıyan dilekçelerle Millet Meclisi'ne bildirildi. Bu hareketlerde işçiler önemli bir rol oynamıştı. 1815'ten 1848 senesine kadar geçen zamanda Almanya ve İtalya'da da halkçılık hareketleri görüldü. Gericilik ve tutuculuk, demokratlara karşı kovuşturmaya başlamıştı. Almanya'da Halkçılar demokratça bir meşrutiyetle 262 TARİH idare olunmak üzere, bütün Alman devletlerinin bir imparatorluk halinde birleştirilmesini istiyorlardı. İtalya Halkçıları ise Avusturya'nın İtalya'dan çekilmesini ve birçok devlete ayrılmış olan İtalya milletinin bir tek devlet tarafından idare edilmesini ve bu devlette halkın idaresinin hâkim olmasını talep ediyorlardı. Her iki memlekette bu gayeleri güden "Genç Almanya" ve "Genç İtalya" cemiyetleri kurulmuştu. Lehliler, İsveçliler ve İspanyollar da aynı tarzda gizli cemiyetler kurmuşlardı. 1848 tarihine yaklaşıldığı zaman Avrupa devletlerinin bir kısmında, siyasî halkçılık cereyanına toplumsal halkçılık ve sosyalizm cereyanları karıştı. Sosyalizm ilkelerini hatırlatan fikirler daha Fransız İhtilali zamanında ortaya atılmıştır. Halkta eşitliğin tamam olması için insanların servetçe de eşit olması istenilmiştir. 1815'te tutuculuk ve gericilik hemen her tarafta galip gelmiş olmakla beraber sosyalizm fikirleri devam etti; büyük sanayinin gelişmesi, işçilerin miktarım artırmıştı. Bir kısım düşünürler, sermayedarlarda, işçilerin çıkarları arasında ayrılık bulunduğunu, siyasi hürriyete rağmen iktisadî esaretin devam ettiğini ve millî servetin artmasına rağmen işçilerin refaha kavuşmadığını iddia ediyor, toplumsal eşitlik adına üretim araçlarına ortak olarak el konulmasını, üretimde ferdî idarelerin yerine toplumsal idarelerin konulmasını ve iktisadî hayatın belirli bir plan dairesinde düzenlenmesini istiyorlardı. Demokrasi ve sosyalizm cereyanlarının halk arasında yayılması, 1848 İh-tilali'ni hazırlayan sebeplerden birisidir. Bu sebeplerin ikincisi, millî hareketlerdir. Millî hareketleri siyasî ve kültürel olarak ikiye ayırmak mümkündür. Siyasî mahiyette olan millî hareketler, milletlerin bağımsızlık veya birliği sağlamak için sarf ettikleri gayrettir. Kültürel mahiyette olan millî hareketler, milletlerin medeniyetlerini, siyasî haklarını, tarihlerinin en eski kaynaklarından araştırmaya başlamaları ve dillerini milletin manevî ve maddî ihtiyaçlarım ifade edebilecek temiz ve saf bir millî dil haline getirmek için çalışmalarıdır. İncelediğimiz devirde özellikle Germen ve İslav âleminde bu hareketler büyük bir yer tutmuş ve milletlerin gerek birleşme, gerek yayılma hareketlerinde büyük bir rol oynamıştır. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 263 Milliyet, millî hâkimiyet fikirleri Fransız İhtilali zamanında siyasî bir ilke, insanî bir hak olarak tanınmıştır; fakat fiiliyatta ihtilal Fransa'sı dahi buna uymamıştır. 1814'te ihtilal mağlup olduğu zaman millî hâkimiyet taraftarları ümide düştüler. Fakat Avrupa'nın haritasını yeniden çizmek için Viyana'da toplanan siyasiler de millî unsuru ihmal ederek yalnız devletlerin çıkarını göz önünde bulundurdular. Milletler buna razı olmadı; haklarını takip etti; tarih ve dilbilim âlimleri, bu haklan ve onların sınırını belirlemeye uğraştı. Germen, İslav, İtalyan muhitinde milliyet için eskisinden farklı bir anlayış ortaya çıktı. Bu anlayışa göre millet, fertlerinin arzu ve iradesine tabi bir heyet değildir; aksine arzu ve iradeden bağımsız, tarihî olgulardan doğmuş bir gerçekliktir. Milliyet birliğinin açık ve en kuvvetli göstergesi dil ve ırktır. Bu.anlayış milliyet hareketlerine yeni bir yön vermiş ve bu hareket her gün biraz daha güçlenerek 1848 İhtilali'nin ortaya çıkışında pek önemli bir etken olmuştur. İHTİLAL OLAYLARI 1848 senesi başlarında Güney İtalya'da Napoli Krallığı nda ihtilal çıktı. Kral, anayasa ile hürriyet vermek zorunda kaldı. Hürriyetçilerin bu zaferi bütün yarımadada büyük bir heyecan uyandırdı. Diğer İtalyan hükümdarları da anayasa ilan etmek zorunda kaldılar. Bir kısmı da korkularından kaçtılar; memleketlerini ihtilalcilere bıraktılar. Yalnız Avusturyalılar idareleri altında bulunan Lom-bardiya'da halkın bu arzusunu dinlemediler. Ne zaman ki Viyana'da ihtilal çıktığı duyuldu, İtalya'daki Avusturya tebaaları da ihtilal yaptılar. Venedik'te ve Milan'da ihtilalciler galip geldi. Hürriyet hareketi şeklinde başlayan İtalyan ihtilalleri çok geçmeden milliyetçi ve halkçı eğilimlerini açığa vurdular. İtalya'nın çeşitli hükümetlere parçalanmış olması, memleketin bir kısmının Avusturya'nın elinde bulunması İtalyalılara ağır geliyordu. Hükümdarlardan bir kısmı halkçılık hareketinin saltanatlarını tehdit eden eğilimlerini ancak vatanî hislerin tatminine çalışmak suretiyle denetleyebileceklerini anladılar; Piyemonte Hû264 TARİH kûmdan Sari Alber bunlar arasındaydı. Lombardiya'yı kurtarmak için Avusturya'ya savaş ilan etti. Bütün İtalya onu takip etti. Başlangıçta galip geldi; fakat bir an için hürriyet fikirlerine güleryüz gösteren Papa'mn millî davaya ihanet ederek askerlerini geri çekmesi üzerine, İtalyanlar mağlup oldu (Temmuz, 1848). Bu yenilgiyi hükümdarların ihanetine atfeden vatanperverler, millî davanın ancak cumhuriyetle savunulabileceği kanaatine vardılar. Venedik'te, Ro-ma'da, Toskana'da cumhuriyetler kuruldu. Bu hareket Piyemonte'ye de yayılıyordu. Bu ihtimali önlemek için Piyemonte hükümdarı yeniden savaşa girişti; fakat Mart 1849 tarihinde yeniden kesin bir yenilgiye uğradı. Avusturya ordusu İtalya'ya girdi. Cumhuriyetler ortadan kaldırıldı, Papa ve firarî hükümdarlar eski devletlerinin başına geçti. Hürriyet ve milliyet taraftarları ağır cezalarla cezalandırıldı. İhtilal sonuçsuz kaldı. Lakin halkçılar ve milliyetçiler bundan etkilenmediler ve millî davaya olan sevgileri devam etti. Yalnız bu yenilgi İtalyanların hareket usullerinde bir değişiklik yaptı. O zamana kadar sırıf İtalyan kuvvetleriyle Avusturya'yı İtalya'dan çıkarmanın mümkün olacağı kanaati hâkimdi. Cumhuriyetçi olmayanlar italya birliğinin hangi hükümdarın idaresi altında yapılabileceğine henüz karar vermemişti. Fakat Avusturya'nın baskısına rağmen Piyemonte hükümdarlarının anayasayı koruması, bu hükümetin millî orduların bir bayrağı gibi kabul edilmesine sebep oldu. Milliyet hareketinin zaferini elde etmek için mutlaka bir yabancı devletin Avusturya'ya karşı ittifakının sağlanması kanaati zihinlere yerleşti. FRANSA'DA 1848 İHTİLALLERİ 1848 senesi Şubat'ında Fransa'da halkçı ve eşitlikçi partiler kısa bir mücadeleden sonra kraliyeti devirdiler. Cumhuriyetçilerden meydana gelen bir geçici hükümet kuruldu. Bu hükümet siyasî alanda basın ve toplantı hürriyetiyle, seçimlerde genel oy usulünü kabul etti; işçi kitlelerine gösterileri karşısında millî atölyeler (iş evleri) açtı. Çalışmak isteyenlere devletin iş bulması bir görev sayıldı. İhtilalin ilk günlerinde genel bir memnuniyet havası esiyordu. Fakat uygulamalar başlayınca cumhuriyetçilerle sosyalistlerin arası açıldı. KuİMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 265 rucu meclis için yapılan seçimlerde cumhuriyetçiler kazandılar. Sosyalistlerin baskısıyla açılan millî atölyeler iyi işlemedi; parasızlık ve bir taraftan da vilayetlerde sosyalizm fikrinin uyandırdığı güvensizlik hisleri hükümeti bu imalathaneleri kapamaya sevk etti. Maddî durumlarının iyileşmesi için ihtilale karışmış olan işçiler, bu sefer hükümete karşı geldiler; fakat bu isyan bastırıldı. Aynı zamanda eşitlikçiliğe yönelik bir karşı hareket görüldü; sosyalizm fikirlerini tatmin için alınan kararlar bozuldu. Bunun üzerine işçiler hükümetten yüz çevirdiler. Komünistlik tehlikesini yakından görmüş olan burjuvalarla köylüler de hükümeti komünistlikle suçladılar. Kiliseye dayanan bir saltanat idaresini istemeye başladılar. Cumhurbaşkanlığına seçilen Louis Napolyon, cumhuriyetçiler ve sosyalistler arasındaki bozukluktan ve halkın siyasî eğitiminin henüz ilerlememiş olmasından yararlandı, kışkırtmalara başladı. Görevinin uzatılmasının onaylanmayacağını gördüğü zaman cumhuriyeti kaldırdı ve Fransa'da ikinci defa imparatorluğu kurdu. ALMANYA 1848 İHTİLALLERİ Despot hükümdarların Almanya'da bastırılmış sandıklan milliyet ve halkçılık fikirleri, 1840 senesinde tarihçilerin ve edebiyatçıların etkisiyle yeni bir gelişme devresine girmişti. Bu tarihte Mısır meselesi yüzünden çıkan anlaşmazlıkta Fransa yalnız kalmış, intikam almak için Almanya'yı tehdide başlamıştı. Alman milliyetçiliğinin oluşumunda daima uyarıcı görevini görmüş olan bu tehdit, milliyetçileri yeniden harekete geçirdi. Milliyetçiler Almanya'nın parçalanmış bir halde bulunmasını, millî güvenlik ve gelişme için tehlikeli buluyorlardı. Bir kısım milliyetçiler cumhurî bir idareyle bütün Almanya'yı birleştirmeyi tavsiye ediyordu. Diğerleriyse 1835 tarihinde Alman Konfederasyonu'na dahil memleketlerin birçoğunun dahil olduğu, gümrük birliğini yapan ve kuvvetli bir orduya sahip bulunan Prusya'nın başkanlığı altında birleşik bir Almanya'nın kurulabileceğini umuyorlardı. 1848 senesi Mart'ında Alman Konfederasyonu'na dahil güney devletlerinin yasama meclisleri üyelerinden bir kısmı, Frankfurt şehrinde toplanarak genel oyla seçilmiş bir millet meclisi yapmaya karar verdiler. Hükümdarlar bu karara karşı gelmeye cesaret edemedilef. Seçimler başladı. 266 TARİH Bu suretle kurulan millet meclisi, devletler meclisini kaldırdı ve anayasa yapılıncaya kadar konfederasyon işlerinin bir vekil hükümet tarafından idaresine karar verdi. Bir Avusturya prensi bu oluşumun başına geçirildi. Frankfurt'ta toplanan meclis, anayasa işini kolaylıkla halletti. Belçika Anayasası model olarak alındı. Genel oyla seçilmiş iki meclisten meydana gelen bir parlamento kurulması kararlaştırıldı. Yeni Alman Imparatorluğu'nun hangi devletleri kapsayacağını belirlemek zamanı gelince mebuslar ikiye ayrıldılar. Çoğunluk Avusturya'nın Almanların yaşadığı sınırlarıyla bu birliğe girmesini ve bu devletin tabiiyetinde bulunan diğer milletlere mensup unsurlarla Avusturya Devleti arasında yalnız bir hükümdar ortaklığı bağının bırakılmasını istiyordu. Avusturya bu teklifi reddetti. Bunun üzerine vatanperverler Avusturya'yı dışarıda bırakmak zorunda kaldılar. Yeni devletin tacını Prusya kralına teklif ettiler. Prusya Devleti'nin bir asırdan beri beklediği ve istediği şey -Almanya'da birincilik mevkiinin kazanılması konusu- gerçekleşmek üzere bulunuyordu. Fakat bir taraftan Rusya ve Avusturya'nın tehdidi, diğer taraftan bu tacın kendisine Alman prensleri tarafından değil, yalnız Alman milleti tarafından teklif edilmesi, Prusya kralını bu teklifi redde sevk etti. Bu durum karşısında Alman devletleri mebuslarını geri çağırdılar. Hürriyet ve birlik fikirlerine sadık kalan ve hükümetlerinin davetini kabul etmeyen küçük bir kısım, Almanya'nın çeşitli kısımlarında direndi. İhtilaller çıktı. Fakat askerî kuvvet kolaylıkla bu ihtilalleri bastırdı. Nihayet 1850 tarihinde 1848'deki sınırlarıyla Germen Konfederasyonu önceki durumunda bırakıldı. Böylece millî birlik, hürriyet ve cumhuriyet hareketi sonuçsuz kaldı. AVUSTURYA'DA VE MACARİSTANCA 1848 İHTİLALERİ Avusturya İmparatorluğu ırk, dil ve dinleri birbirine benzemeyen birtakım kavimlerden meydana geliyor-du Milliyet fikirleri Almanya ve İtalya'da birlik lehinde ortaya çıkarken Avusturya'da ve Macaristan'da aksine devletin parçalanması ihtimallerini kuvvetlendiriyordu. İmparatorluk içindeki çeşitli unsurlar hakkında uygulanan idare bir değildi. Aralarında bir imparatorun İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 267 tebaası olmaktan başka bir bağ bulunmayan bu çeşitli kavimler hürriyetin eksikliğinden, millî haklara saygı gösterilmemesinden, toplumsal hayatta eski düzenin devamından şikâyetçiydiler. Çoğunluklan asilzadelerden meydana gelen yerel meclislerinin kararları temenni mahiyetindeydi. Kitaplar, gazeteler sansüre tabiydi. Devletin resmî dini Katoliklikti. Diğer dinlere karşı ancak hoşgörü gösterilirdi. Devleti oluşturan unsurlardan Almanlar arasında hürriyet cereyanları ve İslavlarla Macarlar ve diğer Alman olmayan kavimler arasında özerkliği ve bağımsızlığı ifade eden milliyet cereyanları kuvvet bulmuştu. Kendilerini ancak hükümdarın aynı şahıs olması bağıyla bu binaya bağlı gören Macarlar, kanunların Macarca yazılmasını, devlet dairelerinde Macarca kullanılmasını, öğrenimin Macarca yapılmasını sağlamayı başarmışlardı. Hürriyet ve milliyet cereyanlarının etkisiyle nihayet 1848 senesi Mart ayında Viyana'da bir ihtilal oldu. Mutlakıyet kaldırıldı. Genel oy usulüyle seçilen bir millet meclisi devletin idaresini eline aldı. Macarların katılmadıkları bu mecliste İslavlar çoğunluğu oluşturuyordu. Asilzadelik imtiyazları kaldırıldı. Avusturya için yeni bir devir başlamıştı. Viyana İhtilali bir müddet sonra Macaristan ve Bohemya'ya yayıldı. Macarlar bir millî meclis ve bir millî hükümet kurulmasını istediler. Ma-carcayı Macaristan'da yaşayan bütün kavimler için zorunlu bir dil olarak kabul ettiler. İmparatorluk bu dileklere razı oldu. Fakat İslavlar isyan etti. Bohamya'da Çekler, Çek ve Alman dilleri için eşitlik hakkını, bütün İs-lavlan temsil edecek bir kurucu meclisin toplanmasını istiyorlardı. Prag'dan yapılan davete bütün Avusturya İslavları katıldı. Toplantısı az süren bu kongre Panislavizm (İslav birliği) fikirlerinin kuvvetlenmesine yardım etti. İtalya'dan başlayarak Avusturya'nın ilgili olduğu bütün memleketlerde ortaya çıkan ihtilaller karşısında mutlakiyet bir an için yumuşak davranmıştı. Fakat İtalya ve Almanya'da ihtilal yenilmeye yüz tutunca, gericilik, Avusturya ve Macaristan dahilinde de saldırıya geçti; devleti oluşturan unsurlar arasında millî haklar yüzünden çıkan kavgalar, bu saldırının galip gelmesini kolaylaştırdı. Sınırları üzerinde hürriyet hareketlerinin galip gelmesini hoş görmeyen Rusya imparatorunun askerî yardımıyla bir kat 268 TARİH daha kuvvet bulan mutlakiyet, her yerde ihtilali mağlup ederek Avusturya İmparatorluğu'nu eski sınırları ve şekliyle yeniden kurmayı başardı. Meclisler dağıtıldı. Macar meclisi kaldırıldı; Almanca resmî dil ilan edildi, yalnız toplumsal alanda yapılmış olan reformlara dokunulmadı. Bu durum 1859 tarihine kadar devam etti. İTALJYA BİRLİĞİ 1848 ihtilalleri sonuçsuz kalmıştı. İtalya çeşitli devletlerden meydana gelen bir topluluk halindeydi. Bu topluluğa dahil olan devletler arasında ortak bir siyaset, ortak bir hareket hattı yoktu. Avusturya ordusunun ve çeşitli İtalya hükümdarlarının ihtilalcilere karşı izledikleri baskı siyasetine rağmen hürriyet, milliyet ve demokrasi fikirleri kuvvetini kaybetmemişti. Bu devreden itibaren halkın ilgisi Pi-yemonte Devletinde toplanıyordu. Bu devirden sonra İtalya siyasetini idare edenler, İtalya birliğinin ve özellikle İtalya'nın, Avusturya'nın istilasından kurtulmasını sağlamak için mutlaka bir yabancı devletin yardımına lüzum olduğunu anlamıştılar. İtalya birliğinde en önemli rolü oynayan Kavur (Res. 184) bu kanaatteydi. Kavur çeşitli partiler arasında birlik sağladı. Birtakım iktisadî ve askerî reformlarla Piyemonte Hükümeti'nin durumunu kuvvetlendirmeye çalıştı. 1851 tarihinde Fransa'da imparatorluğu ilan eden III. Napolyon'un İtalya ihtilalcileriyle ilişkide bulunması, Avusturya ve Fransa siyasetleri arasında öteden beri mevcut olan rekabet, dış yardımın Fransa'dan kolaylıkla sağlanabileceğini ümit ettirdi. Bu ittifakı kolaylaştırmak için, 1854 senesinde Kırım Savaşı ortaya çıktığı zaman Piyemonte Hükümeti, doğrudan doğruya ilgili olmadığı bu anlaşmazlığa Fransa ve İngiltere'yle ortak oldu. 1856 tarihli Paris Antlaşması'na İtalyanların bütün ısrarına rağmen İtalya için bir şey eklemek mümkün olamamıştı. Bunun üzerine ihtilalciler harekete geçtiler. İhanetle suçladıkları Fransa imparatoruna karşı bombalar atıldı. Nihayet Piyemonte Devleti'yle Fransa arasında Avusturya'ya karşı yapılacak ortak hareket için görüşmeler başladı. İki tarafça geleceğin İtalya'sının bir konfederasyon kurması, Lombardiya ve Venedik kıtalarının Piyemonte'ye verilmesi ve Savva kıtasının Fransa topraklarına katılması kararlaştırıldı. Piyemonte Hükümeti'nin askerî hazırlıkları Avusturya'nın dikkatinden kaçmıyorİMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 269 du. Nihayet anlaşmazlık bir savaşa kadar gitti. Fransızlar İtalya lehine savaşa katıldılar. Avusturya mağlup oldu; fakat savaşın ortasında Piyemonte'yi bir tarafta bırakan Fransa, Avusturya'yla bir ateşkes yaptı. Venedik Avusturya'da bırakıldı. Lombardiya Piyemonte Devleti'ne verilmek üzere Fransa'ya terk edildi (Temmuz 1859). Bir müddet sonra Zürih şehrinde bu esaslar dahilinde bir barış yapıldı. İtalyanların arzusuna hiç uymayan bu barış, Piyemonte'de ve İtalya'nın diğer yerlerinde beğenilmedi. Fransa'nın İtalya'daki millî hareketlerin savaş sırasındaki gelişiminden çekinerek ve Papalık Hükümeti'nin dağılmasından endişe duyarak ihtilali durdurmak için tutmuş olduğu bu yol, İtalyanları gücendirmişti. Halk bu hislerini açığa vurmakta gecikmedi. Taraf taraf ihtilaller oldu. Toskana, Parma, Modena ile Papa'nın arazisinde ihtilal galip geldi. Hükümdarlar memleketlerinden kaçtılar. Zürih Antlaşması'nda verilmiş olan karara rağmen Merkezî İtalya'daki devletçiklerin millî arzuya uyarak Piyemonte Devleti'yle birleşmesini nihayet Fransa kabul etmek zorunda kaldı. Niş ve Savva kıtalarının Fransa topraklarına katılması, iki memleket arasında uzun müddet devam eden bir gerginliğin esasını oluşturdu (Nisan 1860). İtalyanların bir tek devlete tabi olmak ve millî hâkimiyetlerini demokrasi prensiplerine göre kurmak hakkındaki arzuları gittikçe kuvvetleniyordu. Bu arzuların örneklerinden biri Garibaldi (Res. 185) adlı bir milliyetçi elebaşının idaresinde Sicilya'ya karşı başlayan savaştır. Kolaylıkla galip gelen Garibaldi kuvvetlerinin kurdukları geçici hükümetler ve bir müddet sonra başkenti olan Roma şehri Fransız askerî tarafından korunmasına rağmen Papa'nın eyaletlerinden bir kısmı, Piyemonte ile birleşmek kararını verdi. Böylece mahiyeti değişen Piyemonte Krallığı her taraftan gelen mebuslarla İtalya meselesini görüşerek İtalya Krallı-ğı'nın kurulmasını kabul etti ve Roma'nın başkent olmasını uygun buldu. İtalyan milletinin birliği tamamlamak için vermiş olduğu karar, yine Fransa'nın muhalefetiyle sonuçsuz kaldı. 1862 senesinde Garibaldi kuvvetleri tarafından işgal edilmiş olmasına rağmen, Fransa'nın müdahalesiyle, Roma Papa'ya geri verildi. 1864 tarihli bir sözleşmeyle İtalya Devleti Papa'nın bağımsızlığına uymayı taahhüt etti. Yeni İtalya Devleti merkezini Floransa'ya nakletti. 1866 270 TARİH tarihinde Avusturya ile Prusya arasında ortaya çıkan savaşa İtalya Devleti de girdi. Avusturya'nın yenilgisi üzerine Venedik İtalya topraklarına katıldı. Roma dışında bütün İtalya bir devlet halinde birliğini elde etmiş olduğu bir zamanda, yalnız Roma Fransa'nın koruması altında bu camianın dışında kalmıştı. 1870 Almanya-Fransa savaşından sonra İtalyanlar Ro-ma'yı işgal ettiler. Böylece italya birliği tamamlandı. ALMAN BİRLİĞİ Almanya'da 1848 İhtilali'nin sonuçsuz kalmış olmasına rağmen Germanya Konfederasyonu'nun iyileştirilmesini ve birleşik, demokratik bir devlet kurulmasını arzu edenlerin sayısı gittikçe arttı. Bu devirden itibaren Almanya'da büyük sanayinin gelişmeye başlaması, gümrük birliğinin faydalarını yakından gören ve büyük sanayinin başında bulunan orta sınıfın, birlik hareketine olan bağlılığım kuvvetlendirdi. 18. asırdan beri Almanya'da birincilik mevkiini ele almak için gizli ve açık bir surette mücadele eden iki devletten Prusya bu hareketten yararlanarak Alman birliğini kendi başkanlığı altında gerçekleştirmeye çalışıyordu. 1831 tarihinde bu devletin girişimiyle başlayan gümrük birliği hareketi Kuzey Almanya devletlerini siyaset itibariyle de Prusya'nın etrafına toplamıştı. Almanya'da birlik ve hürriyet hareketlerinden en çok çekinenler, özellikle Güney Alman devletlerinin hükümdarları ile bu zümreyi siyaset itibariyle idare eden Avusturya'ydı. Almanya'da hürriyet ve birleşme hareketi taraftarları ve bunların başında bulunan Prusya, Avusturya'yı mağlup etmeden bu gayeyi elde etmenin mümkün olamayacağını anlıyordu. Alman birliğinin en önemli şahsiyeti olan Bismark da bu kanaatteydi. Bu kanaat bir siyasî ilke halini aldıktan sonra Prusya bir taraftan askerî tedbirlerle ordusunun kuvvetini artırmak için çalıştı. Bir taraftan da zamanı yaklaşan bu savaş ortaya çıktığı vakit komşu olan Rusya ve Fransa devletlerinin amaca ulaşılmasına engel olacak şekilde bu işe karışmalarını engelleyecek siyasî tedbirlere girişildi. Hazırlıkların bittiği bir zamanda ortaya çıkan Danimarka Savaşı, Avusturya'yı Almanya'dan dışarı atmak için Bismark'ın beklediği fırsatı sağladı. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 271 Danimarka Hükümeti, 1848 tarihinde bir anayasa ilan ederek özel birtakım idarelere tabi bulunan memleketin çeşitli kısımlarını, bir çeşit idare altında toplamak istemişti. Bu girişime halkının çoğunluğu Almanlardan ibaret olan ve Germanya Konfederasyonu'na dahil bulunan Holştayin Dukalığı itiraz etti. Şikâyetçiler Germanya Konfederasyonu'na başvurdular. Anlaşmazlık büyüdü. Konfederasyon savaşa karar verdi; Hanovra ve Prusya orduları Danimarka'yı işgal etti. Fakat İngiltere ve Fransa'nın müdahalesi üzerine, 1852 tarihli Londra Sözleşmesi'yle anlaşmazlığa geçici bir şekilde son verildi. 1863 tarihinde Danimarka'nın Şlezvig kıtalarını da kapsayan bir anayasası yerel meclisler tarafından kabul edilerek kesinlik kazandığı zaman Almanlar yeniden itiraz ettiler. Germanya devletleri meclisi tarafından verilen müdahale kararı üzerine Prusya ve Avusturya orduları Danimarka'yı tamamen işgal altına aldılar. 1864 tarihli Viyana Antlaşması'yla Danimarka Devleti Şlezvig ve Holştayin eyaletini Prusya ve Avusturya devletlerine terk etti. Uzun görüşmelerden sonra 1865 tarihli bir sözleşmeyle Holştayin Avusturya'nın ve Şlezvig Prusya'nın idaresine geçti. Bu yüzden yakında bir savaş çıkacağını tahmin eden Bismark, Fransa'nın tarafsızlığını ve İtalya'nın da üç sene müddetle ittifakını elde etmişti. 1866 tarihinde Avusturya Devleti, Prusya'yla ortak idare ettikleri Danimarka eyaletinin özerkliğe sahip bir devlet halinde Alman Konfederasyonu'na girmesini teklif edince Prusya savaşı tercih etti. Kısa bir mücadeleden sonra mağlup olan Avusturya 1866 tarihli Prag Antlaşması'yla Almanya'dan çekildi; Prusya'nın başkanlığında kurulan Kuzey Almanya Konfederasyonu'nu ve Venedik'in İtalya topraklarına katılmasını tanıdı. Güney Almanya devletlerinin de bağımsız bir konfederasyon kurmalarına izin veriliyordu. Almanya Savaşı'nın uzun süreceğini ve bu yüzden Almanya'nın zayıf düşeceğini tahmin eden ve bu maksatla tarafsız kalan Fransa, umduğunun çıkmadığını görünce, Ren Nehri'nin sol sahilini almak arzusunda bulundu. Bu teklif duyulduğu zaman Almanya'da Fransa düşmanlığı bir kat daha arttı. 1866'dan sonra Kuzey Almanya Konfederasyonu derhal kuruldu. Prusya'nın hâkimiyeti altında bulunan hükümetlerin siyasî temsilcilerinden 272 TARİH meydana gelen bir birlik meclisi ve genel oy usulüyle seçilmiş bir millet meclisi marifetiyle ortak işlerin idaresine koyuldu. Prusya bu birlik dışında kalan devletlerle de Fransa'ya karşı savunma amaçlı ittifaklar yaptı. Bu ara, güney devletleri de gümrük birliğine girmiş ve iktisadî alanda Alman birliği tamamlanmış bulunuyordu. FRANSA'YLA SAVAŞ Vestefalya antlaşmalarından beri doğu sınırlarının güvenliği için Almanya'nın zayıf veya parçalanmış bir halde kalmasına çalışmış olan Fransa, Almanya'daki birlik hareketinden hoşlanmadı. İmparatorluğun halk gözünde küçük düştüğünü gören çoğunluk partisi, zaferle biteceğini tahmin ettiği bir savaşla hükümetin mevkiini kuvvetlendirmek istiyordu. Bu yüzden bir savaş çıkacağını tahmin eden Prusya Hükümeti ise askerî ve iktisadî tedbirlerle kuvvetini artırıyor, Güney Almanya devletlerini birliğe sokmak için Fransa tehdidinden yararlanıyordu. İspanya İhtilali iki tarafın beklediği fırsatı verdi. 1868 tarihinde İspanya'da bir cumhuriyet hareketi olmuş, krallık düşürülerek geçici bir hükümet kurulmuştu. Bu hükümet iki sene kadar yaşadı. Daha sonra muhafazakârlık galip geldi. Yeniden bir kral arayan İspanyollar, Prusya hükümdar ailesine mensup bir prense başvurdular; iki taraf anlaştı. Bu haber Fransa'da duyulduğu zaman hükümetin canı sıkıldi. Prusya hükümdarının bu işe razı olmaması istenildi. Bununla da ye- tinilmeyerek ileride de böyle bir şeyi yapmayacağına dair güvence talep edildi. Bu teklif reddolununca Fransızlar savaşa başladılar. Bu savaş Fransa'nın yenilmesiyle bitti. 1871 Mayıs'ında Frankfurt Antlaşması imzalanıyor ve Alsas kıtası tamamen, Loren kıtası kısmen Almanya'ya terk ediliyordu. Bismark'ın tahmin ettiği gibi, Fransız tehdidi karşısında 1870 senesinde Güney Almanya devletleri de Alman Federasyonu'na girdiler. 1871 senesi Ocak'ında hükümdarların ve millet meclisinin onayıyla Alman İmparatorluğu canlandırıldı. Böylece Alman Birliği tamamlandı. İmparatorluk 1876 tarihinde kurulmuş olan Kuzey Almanya Konfederasyonu'nun anayasasını pek az değişiklikle korudu. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 273 19. Asırda Rusya Rusya 19. asırda hâlâ mutlakiyetle idare edilen bir devlettir. Millet sınıfları ayrılmıştır. Asilzadeler ve papazlar toplumsal birtakım imtiyazlara sahip olmakla beraber, hükümdarlığın bu sınıflar üzerinde nüfuz ve hâkimiyeti kesin bir surette mevcuttur. Üçüncü sınıfa mensup halk, köylüler araziye bağlı bir esir konumundadır. Şehirlerde küçük esnaf ve işçilerden meydana gelen ufak bir kitle vardır. Dış siyasetinin, Lehistan'ın paylaşımından sonra, özellikle doğuya ve güneye doğru ilerlemek için hamleler yaptığını görüyoruz. Güneye doğru ilerleme hareketi Osmanlı Devleti'ne karşıdır. Özellikle 1774 tarihli Kaynarca Antlaşması'ndan sonra Hıristiyan azınlıkların koruyucusu sıfatını takınan Rusya, 19. asırda Osmanlı Devleti aleyhindeki siyasetini bu çerçeve dahilinde yapmıştır. Rusya'nın nehirler aracılığıyla nakliyata en uygun sahili Karadeniz ve Hazar denizlerindedir. Rus Devleti Boğazlar işine büyük bir önem verir, Osmanlı Devleti'yle ilişkilerinde bu yönü daima göz önünde bulundurur; Rusya Boğazlar'da hâkimiyetini uzun zaman savaşlar yaparak sağlamaya çalışmış ve kısa bir zaman içinde, İstanbul Hükümeti'nin Mısır İsyanı zamanında geçirdiği korkudan yararlanarak, dostluk ve ittifak suretiyle Boğazlar'ın kendisine açık ve diğer devletlere kapalı olmasını sağlamaya çalışmıştı. Rusya'nın Balkanlar'da ve Asya'da izlediği istila ve nüfuz siyaseti, İngiltere ve Avusturya devletlerinin canını sıkmış, Doğu işlerinde bu devletleri Rusya aleyhine çevirmiştir. MİLLİYET HAREKETLERİ Rusya İmparatorluğu, ırk, dil ve din itibariyle birbi- rinden farklı ve çeşitli tarihlerde Rusya topraklarına katılmış çeşitli milletlerden meydana gelir ve milletler arasında Türk cinsinden olanları pek çoktur. Bu milletlerden yalnız kuzeyde Finlandiya ve batıda Lehistan için özerkliği hatırlatan özel birtakım idareler vardır. Ruslar Balkanlar'da milliyet hareketlerini teşvik ettikleri halde kendi memleketlerinde milliyetlerin özelliklerini korumalarına razı olmuyorlardı. Bu unsurları Ruslaştırmaya çalışıyorlardı. Bu siyaset özellikle Lehistan'da iki defa ihtilale sebep oldu. 1815'te anayasa verilmiş ve bir meclis aracılığıyla yerel işlerinin idaresi kabul edilmiş olan Lehistan'da Çarlık, 1826'dan sonra özerkliği kaldırmaya ve hürriyetperverleri baskı altına alL 274 TARİH maya çalıştı; bu baskı karşısında özellikle halkçıların idaresi altında büyük bir ihtilal çıktı. Ruslar uzun bir savaştan sonra galip geldiler. Anayasa kaldırıldı. Lehliler 1861 tarihinde bir kere daha ayaklandılar. Anayasanın geri verilmesini istediler. İstedikleri verilmeyince silaha sarıldılar. Orduları olmadığı için çete savaşları yaptılar. Avrupa'dan yardım umdular; fakat bu ümitleri boşa çıktı. Hatta Prusya Hükümeti Rusya'yı memnun etmek için bu devletle Lehlilere karşı bir anlaşma yaptı; ihtilal bastırıldı. Bu tarihlerde Ruslar arasında da milliyet cereyanları ve İslav birliği hareketi kuvvetlenmişti. Çeşitli milliyetlere karşı yalnız Çarlık değil, Rus milliyeti taraftarları da şiddetli tedbirler alınmasını istiyordu. Son Leh ihtilaline Leh asilzadeleriyle papazları da karışmıştı. Asilzadelerin ve Lehlerin mensup oldukları Katolik kiliselerinin mallarından bir kısmı köylülere verildi; Lehistan'da büyük arazi üzerine ağır vergiler kondu. Birtakım manastırlar kapatıldı. Asilzadelerin ve kilisenin köylüye yüklemiş olduğu angaryalar kaldırıldı. Lehistan'ın bazı yerlerine Rus göçmenleri yerleştirildi; Leh milliyet hissinin devamında en büyük etken olan Leh dilinin kullanılması yasaklandı. Toplumsal mahiyette olan reformlardan Leh köylüsünün kazancı büyüktü. İktisadî alanda büyük bir gelişme başladı. Büyük sanayide, fabrikalarda büyük bir işçi kitlesi toplandı; ve bütün tedbirlere rağmen devam eden milliyet fikirlerine, toplumsal reform, hürriyet ve halk hâkimiyeti isteyen bir cereyan eklendi. Ruslaştırma siyasetinin kapsamı, III. Aleksandr zamanında bütün Rus olmayan milletleri içine alacak şekilde genişletildi. Türk milleti de Ruslaş-tırılmak istendi. Türk mektep ve medreselerinde zorla Rusça okutmak em-rolundu. Türkçe yayın ve Türkçe kitapların satılması sınırlandı; Türkiye'den Türkçe kitapların getirilmesi yasaklandı. Despotluğun haklarını vermediğini gören Rus olmayan milletler, haklarının ihtilalle elde edilebileceğini gördüler; Rus ihtilalcileriyle birleştiler. İHTİLAL VE FİKİR HAREKETLERİ REFORMLAR VE GERİCİLİK - 18. asır hürriyet fikirleri, ihtilal savaşları sırasın-da Rusya'ya da yayılmıştı. Zabitler arasında meşrutiyet isteyenler vardı. 1816 tarihinde mutlakiyeti kaldırıp meşrutî bir hükümdarlık kurmak isteyenler gizli bir cemiİMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 275 yet kurdular. Cumhuriyet isteyenler de ayrıca toplandılar. 1825 tarihinde askerî bir hareket hazırladılar. Fakat bir şey çıkaramadılar. I. Nikola zamanında hürriyet ve milliyet hareketleri, fikir işleri geniş bir baskıya tabi tutuldu. 1848 İhtilali'nden sonra bu baskı bir kat daha arttı. Fakat bütün tedbirlere rağmen reform isteyen Rus aydınlanyla milliyetçilerinin sayısı gittikçe çoğalıyordu. Bunlardan bir kısmı Rusya'nın eski idare şeklini canlandırmak, bir kısmı Batı'da olduğu gibi millî hâkimiyete dayanan bir rejim kurmak, diğer bir kısmı da millî haklarını elde etmek istiyorlardı. Kırım yenilgisi reform hareketini kuvvetlendirdi. Bu tarihten sonra II. Aleksandr zamanında despotluğun şiddeti biraz eksildi; toplumsal ve idarî bazı reformlar yapıldı; fakat bu yarım tedbirlerin uyandırdığı memnuniyet uzun sürmedi. İmparator, meşrutî bir idare kurulması hakkındaki başvuruları reddetti (1865). Hükümdarların rızasıyla Rusya'nın idaresini değiştirmenin mümkün olmayacağı anlaşılıyordu. Bunun üzerine Rusya'daki idareyi beğenmeyen ve bütün müesseselerin köklü bir şekilde ve şiddetli tedbirlerle değiştirilmesini isteyenler çoğaldılar ve harekete geçtiler. Aynı zamanda toprağın köylüler tarafından ortak şekilde kullanılmasını öneren bir sosyalizm hareketi de başlıyordu. Bu devrede Rusya'da büyük sanayi başlamış, işçilerin sayısı artmış bulunuyordu. Despotluğun kaldırılmasını, siyasî hürriyetler verilmesini isteyenler, tatlılıkla işin yürümeyeceğini görünce şiddete başvurdular. II. Nikola zamanında Mançuri bozgunundan sonra, milliyet ve hürriyet hareketleri geniş bir hamle yaptı. Fakat devrimciler arasında geçimsizlik çıktı. Bir kısmı siyasî hürriyet elde edilmesini yeterli görüyordu, başka bir kısmı milletlerin millî haklarını istiyordu; işçilerin dahil bulunduğu başka bir kısım ise devrimin toplumsal olmasında ısrar ediyordu. İhtilal bastırıldı, fakat hükümet birtakım reformlar yapmak zorunda kaldı. "Duma" denilen bir meclisin toplantıya çağrılması, toplanma, birleşme, basın hürriyetlerinin geri verilmesi bu reformların başlıca esaslarını oluşturuyordu. Duma toplandı; fakat mebuslar muhalefet ettikçe dağıtıldı; hatta seçim hakkı kesildi. Bundan Rusya'daki Türkler çok zarar gördü; 40'tan fazla mebusları J2'ye indi. 276 TARİH Hükümetin meclis üzerindeki hâkimiyeti, çeşitli hürriyetleri emirnamelerle kaldırması veya sınırlaması, 1906 tarihinde her köylünün toprak üzerinde ayrı ayrı mülkiyetini kuran kanunun pratikte iyi sonuçlar vermeyişi, köylülerle işçilerin ve bazı milliyetlerin birliği, görünürdeki sessizliğe rağmen yeni bir hareketin, sosyal ve federal bir cumhuriyeti isteyen bir hareketin yaklaştığını haber veriyordu. Bu hareket 1917 senesinde gerçekleşti. Çarlık kaldırıldı ve sosyalist bir cumhuriyet kuruldu; hatta Rusya'nın adı bile kaldırıldı. REFORM HAREKETİ 18- asrın sonlarından itibaren Rusya'da bir reform hareketi dikkati çeker. Devleti çağdaş medenî devletlerin kuvveti derecesine getirmek için evvela despotluk tarafından atılmış olan reform adımlarının sevk ve idaresi, 19. asırda yavaş yavaş milletlere geçmiştir. Milletlerin en büyük kısmını oluşturan köylüler adeta esir konumun-daydılar. Evvela imparator ve hanedanının arazisine tabi olan serflere hürriyet verildi; bazı sertlerin efendilerinden hürriyet hakkını satın almalarına hükümet izin verdi; nihayet bu gibi köylülerin ektikleri toprağa sahip olmaları kabul edildi. Daha sonra 1861'de bütün serflere hürriyet verildi; artık beyler köylüyü satamayacak, angarya isteyemeyecekti. Her köylü oturduğu kulübeyle onun etrafındaki toprağa sahip oldu. Arazinin bir kısmı beylerden alınıp köylülerin ortak mülkiyetine verildi. Köylü bu malın parasını taksitle ödeyecekti. Toprağın para karşılığında verilmiş olması köylünün hoşuna gitmedi. Öğrenimi noksan, araçları eksik olan köylüler bu topraklan layıkıyla işletip taksitlerini veremedi. Diğer taraftan eskisi gibi bedava işçi bulamayan beyler de topraklarını tamamen işletemedi. Toprağını kısmen orta sınıf halka satmaya başladı. Arazi meselesinin bütün gerekleriyle birlikte ve köklü bir şekilde halledilmesi, köylülerin, arazinin bedelsiz olarak paylaşımını vaat eden sosy'alist partilere yaklaşmasını sağladı. Diğer taraftan 1864 tarihinde İngiltere'deki vilayet meclislerini hatırlatan ve üyeleri seçimle belirlenen genel meclisler kuruldu. Ortaöğrenim müesseselerinin ve üniversitelerin sayısı arttı. Suçlan ve cezaları tayin eden bir kanun yapıldı. Hakimlerin görevden alınamaz olması, ceza işlerine jüri heyetleri tarafından bakılması, mahkemelerin açık olması kabul İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 277 edildi. Fakat mutlakiyetin hâkim olduğu bir devirde bu müesseselerin yaşayacağına ve gelişeceğine güvenilmiyordu. III. Aleksandr zamanındaki gericilik hareketi bu güvensizliğin boş yere olmadığını ispatladı. 1848'DEN ZAMANI MIZA KADAR AVUSTURYA MACARİSTAN 1848 ihtilallerinden Avusturya Devleti'nin sınırları ve idare şekli itibariyle eskisinden farksız bir halde kurtulduğunu görmüştük. Bu hal İtalya savaşlarına kadar devam etti (1859). Bu savaşlarda mağlup olan Avusturya 1867 tarihine kadar gericilik ve hürriyet arasında bocaladı. Nihayet 1867'de mutlakiyet terk edilerek ikilikli (düalist) bir devlet şekli ve Avusturya'da meşrutiyet kabul edildi. Bu şekle göre Habsburglar Devleti Avusturya-Macaristan İmparatorluğu adını alıyor ve bir kişi aynı zamanda iki kısma da hükümdar oluyor; fakat Avusturya ve Macaristan'ın idareleri birbirinden hemen tamamıyla ayrılıyordu. Bu şekil, Umumî Harp'ten* sonra bu devletin parçalandığı tarihe kadar devam etti. Avusturya'da meşrutiyet ilanına karar verilmeden evvel bir müddet için devletin üçüzlü bir sistemle idaresi yolu tutulmuştu; fakat Almanlarla Ma-carların muhalefeti üzerine bundan vazgeçvazgeçilerek ikilikli şekil tercih edildi. böylece imparatorluk içinde Almanlar ve Macarlar, İslavlara karşı cephe almış oluyorlardı. 1867'den sonra Macaristan'da tam bağımsızlık eğilimleri gittikçe gelişti. Avusturya'da ise hükümdar, meşrutiyetin zayıf taraflarından yararlanarak iradesini kısmen millet meclisine hâkim kılmayı başardı. Avusturya'da ve Macaristan'da Alman ve Macar olmayan milletler, özellikle İslav milletleri pek çoktu. Her iki hükümetin iç siyasetinde bu milletlerin mücadelelerinden çıkan meseleler en önemli yeri işgal ediyordu; her ne kadar bu yüzden yeni ihtilaller çıkmamışsa da iç karışıklıklar da eksik olmamıştır. Özellikle Bohemya'da Çekler, Macaristan'a bağımsızlık verildiği halde kendilerinin bundan mahrum bırakılmış olmalarını çekemiyorlardı. Burada İslavlığın geçmişinden kuvvet alan ve millî hakları aramak ve savunmakla uğraşan önemli bir cereyan vardı. Macarlar 1868 tarihinde Hırvatların özerkliğini tanıdılar, bütün çabalarını doğuda ve güneyde komşu : Umumî Harp: Birinci Dünya Savaşı (Kaynak Yayınlan'nın notu). 278 TARİH devletlerin kışkırtmasıyla faaliyete geçmiş olan Transilvanyalılarla Sırpların özümlenmesine ayırdılar. Almanya üzerindeki iddialarından vazgeçen Habsburglar İmparatorluğu son zamanlarda siyasî ve iktisadî cepheden Balkanlar'a hâkim olmak, Doğu meselesini bu alanda kendi lehine çözmek için çalıştı. Bu yol tutulduktan sonra ortak İslav tehdidi karşısında Alman ve Avusturya-Macaris-tan devletleri kolaylıkla ittifak ettiler. Umumî Harbin sonuna kadar durum bu şekilde devam etti, merkezî devletlerin yenilgisinden sonra Avusturya-Macaristan paylaşıldı. ALMANYA İMPARATORLUĞU ANAYASA TOPLUMSAL REFORM İKTİSADİ İLERLEME 1871'de kabul edilen anayasa, 1867 tarihli konfede-rasyon anayasasının aynıydı. Yalnız konfederasyon reisliği kaldırılmış, onun yerine imparatorluk kurulmuştu. Kalıtsal olan bu imparatorluk Prusya kralına verildi. 26 devletten meydana gelen imparatorluk meşrutî bir şekilde idare ediliyordu. Yürütme kuvveti imparatora verilmişti, yasama kuvveti iki meclis arasında paylaşılmıştı: Üyeleri devletler tarafından tayin edilen Birlik Meclisi (Bundesrath); genel oyla seçilmiş mebuslardan meydana gelen Millet Meclisi (Reichstag). Dış ilişkilerin, ordu, ticaret, gümrük, ulaşım, nakliyat, para basımı, posta telgraf ve adliye işlerinin idaresi imparatorluk hükümetine bırakılmış, bunların dışında kalan işler, öğrenim, din, iç vergi işleri yerel devletlere terk edilmişti. İmparatorluğun masrafları gümrüklerin ve dolaylı vergilerin geliriyle kapatılacaktı. Meşrutiyetin kabul edilmiş olmasına rağmen, Alman Devleti'nin idaresinde milletin iradesinden çok imparatorun iradesi hâkimdi. İmparator tarafından tayin edilen başvekil ve diğer nazırlar yalnız hükümdara karşı sorumluydu. TOPLUMSAL REFORM İmparatorluk kurulduktan sonra Almanya'da büyük sanayi gelişmeye başladı, işçilerin miktarı arttı. Sos- yalizm cereyanları kuvvetlendi. Alman birliğinin oluşturulmasında milletten sonra en büyük rolü oynayan Başvekil Bismark (Res. 186), sosyalizmi tehlikeli buluyor ve bir taraftan şiddetli tedbirler alırken diğer taraftan iş' İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 279 çilerin durumunu iyileştirecek kanunlar hazırlıyordu. Bu kanunlar hastalığa, kazaya karşı işçilerin sigorta edilmesini, ihtiyar ve sakat işçilere emeklilik ücreti verilmesini sağlıyordu. Bir taraftan bu kanunlar, diğer taraftan askerî hazırlıklar imparatorluk gelirlerinin çoğalmasını gerektiriyordu. Alman İmparatorluğu iktisadî gelişmeye büyük bir önem verdi. İlmî incelemelerle esasları kurulan millî iktisat ve sanayi hareketinin gelişebilmesi için İngiltere ve Fransa gibi nispeten daha ilerlemiş olan devletlere karşı millî iktisadiyatın korunmasına karar verildi. Aynı zamanda milletlerarası alışverişi düzenlemek için devletlerle ticaret antlaşmaları yapıldı. Böylece devletin iktisadî işlere müdahalesini prensip olarak kabul eden devlet, ispirto, tütün ve daha bazı eşya üzerine tekel koydu. Başlangıçta korumacılık, sanayinin gelişmesini göz önünde bulundurmak suretiyle yapılmıştı. 1900 tarihine doğru Alman sanayisi çok ileri bir hale geldiği için sınaî korumacılık hafiflemiş ve ziraî korumacılığa daha çok önem verilmiştir. ALMANYA'DA ASKERİ TEDBİRLER VE DIŞ SİYASET Birliğini sağlayan Almanya, Avrupa'nın en kuvvetli devletlerinden biri olmuştu; siyasî alandaki bu değişi- nün komşu devletler tarafından iyi görülmediğini anlayan Almanya bir taraftan siyasî araçlara başvurarak, 1882 tarihinde Avusturya ve bir müddet sonra İtalya'yla ittifak ederek konumunu kuvvetlendirdiği gibi, diğer taraftan ordunun yeni ihtiyaçlarına göre hazırlanmasına büyük önem verdi. Askerî masraflar yedi senelik ödenek kanunlarıyla tespit edildi. 1900 tarihlerine doğru deniz kuvvetlerini artırmak için başlayan çaba, kısa bir zamanda Avrupa'nın en kuvvetli donanmalarından birini Almanya'ya kazandırdı. Sanayinin gelişmesi üzerine sömürge âleminde yer tutmak isteyen ve bu maksatla donanmasına büyük önem veren Almanya'nın denizlerle ilgili askerî hazırlıkları, İngiltere'yi kuşkulandırdı; İngiltere, Rusya ve Fransa arasında Üçlü Anlaşma denilen bir uyuşma oldu. Böylece Umumî Harp'ten evvel Avrupa devletleri karşılıklı iki cepheye ayrıldı. FRANSA'DA ÜÇÜNCÜ CUHHURİYET 1851 senesinde zorla cumhuriyeti kaldırıp yerine imparatorluğu geçiren, ilk zamanlarda papazlara dayanarak gericilik yolunu tutan, bir müddet sonra hürriyetperverlik tasla280 TARİH yan, iç bozgunluğu dış siyasetin başarılarıyla örtmeye çalışan III. Napol-yon (Res. 187) Alman Fransız Savaşı sırasında düşürülmüş, imparatorluğun yerini bir millî hükümet almıştı. Bu hükümet, Almanya'yla barış işini bitirdikten sonra devletin kesin şeklini tespite koyuldu. Muhafazakârlar krallık rejimini canlandırmaya çabaladılarsa da bu çaba boşa çıktı. 1875 Anayasası hükümet şeklini cumhuriyet olarak tespit etti. Üçüncü Cumhuriyet denilen bu idare zamanımıza kadar devam etmiştir. Bariz vasıfları itibariyle üç kısma ayırabileceğimiz bu hükümet devresinin ilk zamanlarında ilköğrenimin zorunluluğunu sağlayan kanunlar yapıldı. 1877 senesinde papazların saltanat taraftarlarıyla birleşerek cumhuriyeti devirmek istemeleri üzerine cumhuriyetçiler saldırıya geçtiler; Cizvitler gibi tarikata mensup papazların hükümetten izin almadan öğrenimde bulunmalarını bir kanunla yasakladılar; Ayan Meclisi bu kanunu reddedince hükümet tarikatları Fransa'dan çıkardı, manastırları kapadı, mekteplerden dini öğretimi kaldırdı, ilköğrenim parasız oldu, ruhanilerin mektepleri denetlemelerine son verildi. Cumhuriyeti kuvvetlendirmek için alınan tedbirlere Ayan Meclisi'nin muhafazakâr bir ruhla hareket ederek karşı gelmesi üzerine, 1884 tarihinde anayasa değiştirildi, mansup âyanlıkları* kaldırıldı. Cumhuriyetçilerden bir kısmı gelir üzerine çoğalan bir vergi konmasını, din ve devlet işlerinin ayrılmasını, büyük iksitadî işlerin devlet tarafından yapılmasını istiyorlardı. Bu eğilimler, özellikle toplumsal reform talepleri, çoğunluğun hoşuna gitmedi. Cumhuriyetçiler ikiye ayrıldı; ve bu yüzden mecliste kendi başına çoğunluk sağlayamayacak duruma düştü. 1889'dan 1899'a kadar geçen senelerde ılımlı cumhuriyetçiler ve o tarihten sonra Umumî Harbe kadar müfritler (radikaller) işbaşında kaldılar. Ilımlılar zamanında hükümet işi oluruna bırakmak yolunu tuttu. Sosyalizm cereyanının kuvvetlendiğini ve radikallerin bu zümreyle iyi geçindiğini gören ılımlılar saltanattan daha tehlikeli buldukları sosyalizme engel olmak için sağ cenah partilerine meylettiler; böylece ayrılık tamamlandı. Üçüncü devrede durum değişti. İktidara gelen radikaller papazlara karşı mücadeleye devam etti, ruhanî cemiyetlerin öğretim faaliyetinde bulunMansup âyanlıkları: Ayan memurlukları (Kaynak Yaymlan'nın notu). l İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 281 ması mutlak şekilde yasaklandı. Bu yüzden papalıkla anlaşmazlık çıktı ve nihayet dünya ve din işleri ayrıldı (1905). İKTİSADÎ SİYASET VE TOPLUMSAL REFORM Alman sanayisinin gelişmesini yakından takip eden ve durumları güçleşen sanayici ve ziraatçıların baskısı karşısında hükümet serbesti siyasetini bırakarak korumacılık usulünü takibe başladı (1892). Sanayi ve ziraat bundan büyük yararlar sağladı. Üçüncü Cumhuriyet devrinde yapılan reformlardan birini de geçinmek için çalışmaya muhtaç olan sınıfların kaderini iyileştirmek için yapılmış olan kanunlar oluşturur; fakat bu eksik kanunların uygulanması ve bir çalışma bakanlığının kurulması toplumsal dava ve talepleri susturamamıştır. 1850'DEN ZAMANIMIZA KADAR İNGİLTERE - Ticaret ve sanayi itibariyle başka devletlere üstünlüğü- nü koruyan İngiltere bu devirde eskisine oranla daha çok halkçı bir idareye kavuşmuştur. Memleketin siyasi eğilimlerini ifade eden partilere bu devirde üçüncü bir parti, İşçi Partisi eklenmiş ve memleketin iç siyaseti bu yüzden birtakım değişmelere uğramıştır. Bu devirde iç siyasetin başlıca iki meselesi Seçim Kanunu'nün değiştirilmesi ve İrlanda özerkliği işleridir. 19. asrın sonlarına doğru da iktisadî sebeplerden doğmuş olan bir mesele, toplumsal reform işi günün en önemli meselesi olmuştur. Dış siyaset itibariyle, ayrı bir fasılda inceleyeceğimiz sömürgeler ve büyük sanayinin pazarlar ve çıkış kapıları elde etmek işlerine verilen önem devam etmiş, bu yüzden Rusya, Fransa devletleriyle ciddi anlaşmazlıklar çıkmış ve nihayet Almanya'nın ticaret ve sanayi âleminde, denizler trafiğinde korkunç bir rakip konumuna yükselmiş olması, İngiltere Devleti'ni Rusya ve Fransa'yla olan anlaşmazlıkları kesin veya geçici şekillerde birtakım anlaşmalara ve nihayet bu devletlerle birlikte Üçlü İttifak'a karşı Üçlü Anlaşmayı kurmaya sevk etmiştir. 19. asrın birinci yarısında gördüğümüz reform faaliyeti, 1848'den 1867 senesine kadar bir durgunluk geçirmiştir. İktisadî eğilimler itibariyle serbest ticaret sistemini tercih eden ingiltere, çeşitli devletlerle bu esasa göre ticaret antlaşmaları yapmıştır. İç siyasetteki durgunluğa karşılık dış si282 TARİH yaset büyük faaliyet göstermiş ve bu doğrultuda Osmanlı Devleti'yle birlikte Rusya'ya karşı Kırım Savaşı'na girmiştir. SEÇİM KANUNUNUN DEĞİŞMESİ Seçim kanununun değişmesi için İngiltere'nin her tara-ında kuvvetli halk gösterileri oluyordu. İstenilen şey, seçim hakkının servetle sınırlı olmayan millî bir hak haline getirilmesiydi. 1867 tarihinde yapılan reformlarla seçmek ve seçilmek için kanunun kabul ettiği servet oranı indirilmiştir. Amaca tamamıyla ulaşmış olmasına rağmen, bu kanun özellikle işçilerin seçimlere katılmasına imkân vermiş, daha sonra oyların gizli olarak verilmesi kabul edilince asilzadelerin seçim üzerindeki etkisi eksilmiş ve bu değişimler siyasî partilerin nüfuz ve kuvvetine büyük etkiler yapmıştır. 1884 senesinde ileriye doğru bir adım daha atıldı. Ev sahibi oldukları vergi defterlerinde kayıtlı bulunanlarla senede en az 10 lira kira veren bütün erkek vatandaşlara seçim hakkı verildi. Kadınlar, ancak 1907 tarihinde belediye seçimlerine katılmak hakkını kazandılar. Bunun için bu kanunlar da millî hâkimiyetin kayıtsız ve şartsız bir şekilde elde edilmesini sağlamıyordu. Genel oy usulü lehinde mücadeleye devam edildi. Fakat bu şekilde seçilenlerin sayısı eskisine oranla çok artmış, İngiltere demokrat bir memleket halini almaya başlamıştır. İRLANDA İŞLERİ Çoğunluğu Katolik mezhebinde olan İrlandalılar, 19. asrın birinci yansında demokratların yardımıyla Katolik dini aleyhindeki kanunların kaldırılmasını sağlamışlardı. Fakat İngilizlerin elinde bulunan İrlanda topraklarının köylüye dağıtılması ve siyasi özerklik davaları henüz halledilmemişti. Kendi toprağı üzerinde kiracı konumunda bulunan İrlanda köylüsünün durumu kötüydü. Ziraatı koruyan kanunların kaldırılması ziraatçı olan İrlandalıları bir kat daha sıkıntıya düşürmüştü. İngiliz hâkimiyeti altında bulundukça işlerin düzelmeyeceğini gören halk özerklik ve bağımsızlık lehinde gösterilere başladı; gizli cemiyetler kuruldu. Bunun üzerine İngiltere Hükümeti siyasî dilekleri bastırmak için iktisadî ve toplumsal dilekleri kabul etme eğilimine girdi. İrlanda'da din ve devlet işleri ayrıldı. Resmî kilisenin arazisinden bir kısmı İrlanda kiliselerine verildi. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 283 İkinci bir kanun mal sahibinin köylüyü toprağından kovmak hakkını sınırladı. Fakat bununla iş bitmedi; köylüler arazinin mülkiyetini istemekte devam ettiler; kanlı mücadeleler oldu. Nihayet 1903 tarihinde köylüye toprağını satın almak hakkı verildi. Böylece göreli bir sükûn doğdu. İktisadî mücadele ikinci safhaya girdi; fakat siyasî mücadele devam etti. İngiliz parlamentosundaki İrlanda mebusları, iktidardaki partilerin çoğunluk için kendilerine muhtaç bulunmalarından yararlanarak millî davalarını gerçekleştirmeye çalıştılar. İstenilen şey, eskiden olduğu gibi ayrı bir hükümete ve millet meclisine sahip bir irlanda Devleti kurmak ve bu devleti şahsî bir birlik bağıyla İngiltere'ye bağlı bulundurmaktı. Nihayet 1892 tarihinde Avam Kamarası bu dilekleri kabul etti. Fakat Lortlar bu işe razı olmadılar; bu yüzden çıkan anlaşmazlık Lortlar Kamarası'nın yetkilerinin sımrlanmasıyla son buldu ve 1921 tarihinde İrlanda, özerkliğine sahip bir devlet halinde kuruldu. İŞÇİ HAREKETLERİ VE TOPLUMSAL REFORM İngiltere'de büyük sanayiin çok gelişmesi, maddî re-fanın artması ve büyük sermayelerin sınırlı ellerde toplanması, işçi hareketlerine sebep olmuştur. İktisadî gelişme hareketindeki konumlarının önemini kavrayan işçilerin evvela cemiyetler kurmalarına izin verildi; bu cemiyetlerin amacı ortak yardımla işçiler için emekliliği, kazaya karşı sigortayı elde etmekti. 1889'da bir işçi partisi kuruldu ve sosyalizm fikirleri yayılmaya başladı. Bu hareketlerin başında bulunanlar bir taraftan arazinin millîleştirilme-sini istiyorlardı. Hükümet bu eğilimler karşısında araziden bir kısmını asilzadelerden satın alarak köylülere dağıttı. Diğer taraftan da çocukların çalışmasını düzenleyen, maden ocaklarında çalışma saatini sekize indiren, hastalığa, kazaya ve işsizliğe karşı işçileri sigortalayan kanunlar yapıldı. Nihayet çeşitli devletlerin millî sanayii korumaları ve Amerika ile Almanya'nın başarılı şekilde rekabeti üzerine iktisadî serbesti usulü terk edilerek, korumacılık usulü kabul olundu. 284 TARİH 19. asırda ispanya ve ihtilaler 19. asrm ilk kısmında İspanya mutlakiyetle idare olunan bir krallıktır, idareye hâkim olan unsurlar hükümdarın gazeteleriyle ruhanilerdir. Basın işleri, kitapların incelenmesi, evlenme işleri kilise tarafından yapılır. Ortaçağdan kalma Cizvit teşkilatı ve engizisyon mahkemeleri hâlâ faaliyetlerine devam etmektedir. Büyük şehirlerdeki aydınlarla bağımsızlık savaşlarına katılmış olan zabitler bu durumdan memnun değildir. Onların kışkırtmalarıyla 1820 senesinde ihtilal çıkmış, meşrutiyet ilan olunmuş, fakat Kutsal İttifak'm kararıyla yapılan Fransız müdahalesi, bu hareketi sonuçsuz bırakmış ve mut-lakiyet 1833 senesine kadar devam etmiştir. . Bu tarihte miras meselesi yüzünden hanedan arasında çıkan anlaşmazlıkta, gericiler taht davası eden Don Karlos tarafını tutmuş, hükümdar kraliçe hürriyetperverlere dayanmış ve kamuoyunu kazanmak için 1834 tarihinde anayasa ilan etmiştir; fakat iktidara sağlam yerleştikten sonra gericiliği teşvik etmekte o da tedreddüt göstermemiştir. İspanya'da iç kavgalar, 1870 tarihine kadar devam etti. Bu müddet zarfında iktidar mevkiini işgal eden muhafazakârlar ve hürriyetperverler, birkaç defa anayasayı arzularına göre değiştirdiler; birçok askerî ayaklanma gerçekleşti. Nihayet 1868 senesinde kuvvetli bir isyan, saltanatı devirdi ve cumhuriyet ilan edildi. Fakat gericiler galip geldiler, 1870'te krallık yeniden kuruldu. 1876 tarihinde, yeni bir anayasa ilan edildi. Memleket işlerinde milletin denetimi biraz daha genişledi. Ancak kilisenin dünya işleri üzerindeki nüfuzu hâlâ devam ediyor ve bu durum orduda ve gittikçe miktarı çoğalmaya başlayan işçiler arasında memnuniyetsizlik uyardırı-yordu. Asrın sonlarına doğru iktidara gelen hürriyetperverler birtakım reformlar yapmayı başardılar. Cezaî işler için jüri usulü, basın ve toplantı hürriyetleri ve nihayet seçimlerde genel oy usulü kabul olundu. XIII. Al-fons'un idaresi zamanında biraz daha ileri gidilerek devletin iktisadî işlere ve patronlarla işçiler arasındaki ilişkilere müdahalesi kanunlarla tespit edildi. Kazaya karşı işçiler sigortalandı. Fakat alınan tedbirlerin yetersizliği ve iktisadî buhran yüzünden memnuniyetsizlik devam etti. Göçler başladı. Katalonya gibi birtakım vilayetlerde özerklik hareketleri görüldü. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 285 Bütün reform girişimlerine rağmen Umumî Harp'ten sonra bile hükümdarın ve kilisenin hükümet işleri üzerindeki nüfuz ve müdahalesi devam ediyordu. 1898 senesinde Amerika'yla başlayan savaşta Küba ve Filipin adalarını terk etmek zorunda kalması, İspanya'yı yakın yerlerde sömürge bulmaya sevk etmiştir; Afrika'da komşusu olan Fas'ın bir kısmını işgal etti (19. asır sonları). Büyük Harp'te tarafsız kalarak para kazanmasına rağmen, iktisadî durum gittikçe bozulmuş, İspanya'da nihayet halkçılık ve cumhuriyet hareketi galip gelerek, 1931 tarihinde tekrar cumhuriyet ilan edilmiştir. İSVİÇRE'NİN GELİŞMESİ VE TEŞKİLATI İsviçre millî hâkimiyet prensibini iyi uygulamayı başaran memleketlerden biridir. 1815 tarihli teşkilata göre, İsviçre 22 kantondan meydana gelen ve masuniyet ve tarafsızlığı devletler tarafından sağlanmış bir birleşik heyetti. Dil ve din itibariyle birbirinden farklı milliyetlerin yaşadığı bu kantonların her birisi özerk bir devlet oluşturuyor ve konfederasyon, bir dış saldırıya karşı yapılmış bir ittifaka benziyordu. Birleşik heyetle ilgili işler, her hüküketin bir siyasî temsilcisinden ibaret olan bir meclisçe görülüyordu. Elçi göndermek ve kabul etmek hakkı merkezî idareye verilmişti. Merkezî idareye oranla yerel hükümetlerin yetkileri genişti. 19. asırda birlik hükümetiyle yerel hükümetlerin karşılıklı ilişkileri değişti; merkezî hükümet kuvvetlendi, yerellik hisleri zayıf düştü ve İsviçre birleşik bir devlet halini aldı. Diğer taraftan hürriyet ve halkçılık hareketi durmaksızın gelişti. 1830 tarihinde ortaya çıkan birtakım ihtilaller kantonlardan birçoğunu hürriyeti tatmin edici bir şekilde anayasalarını değiştirmek zorunda bıraktı. Hürriyetperverlerin ve halkçıların baskısı karşısında genel oy usulü, bir dereceli seçim, bütün vatandaşların medenî ve siyasî haklar itibariyle eşitliği, basın ve din hürriyetleri kabul edildi. 1848 tarihinde kantonlar arasında ortaya çıkan bir savaştan sonra yeni bir anayasa kabul edildi. Bu kanun eskiden yerel hükümetlere ait olan yetkilerden birçoğunu birlik hükümetine veriyordu. Yeni teşkilata göre parla286 TARİH mento, milletvekillerinden meydana gelen bir meclis ile birliğe dahil olan devletlerin ikişer delegesinden meydana gelen bir birlik meclisini kapsıyor. Yedi kişiden meydana gelen icra heyeti ile birlik mahkemesi üyeleri millet meclisi tarafından seçilir. Bazı kanunların uygulamaya konabilmesi ve anayasanın değiştirilmesi için "milletin doğrudan doğruya oyunu almak" şarttır. Dış işlerin, posta, gümrük idaresi, para basımı ve ölçü işlerinin düzenlenmesi ve idaresi birlik hükümetine bırakılmıştır. 1874 tarihinde din ve dünya işleri ayrılmak suretiyle anayasa bir kere daha değiştirildi. Bu kanuna göre öğrenim işleri eskisi gibi yerel hükümetler tarafından idare edilecektir; fakat öğrenim zorunlu ve devlet mekteplerinde parasız olmuş ve mekteplerin ruhaniler tarafından denetlenmesine son verilmiştir. Bu yeni rejimin dikkate layık olan noktalarından birisi yerel ve merkezî hükümetler tarafından yapılan kanunların, milletin oyu alındıktan sonra kanun niteliğini kazanmasıdır; diğeri de vatandaşlardan bir kısmı tarafından gerçekleşen talep üzerine hükümetin kanun hazırlayarak milletin onayına sunmak zorunda olmasıdır. Son zamanlarda İsviçre'de de sosyalizm cereyanları kuvvet bulmuş, devletin iktisadî işlere müdahalesi kabul edilmiş ve bir tür devletçilik hükümetin iktisadî programının esasını oluşturmuştur. SÖMÜRGE İŞLERİ 16. asırdan beri Avrupa devletleri, siyasî ve iktisadî hırslarla Avrupa'dan başka birtakım memleketlerde sömürgeler kurdular. Büyük sömürge sahibi devletler, İspanya, Portekiz, Hollanda, İngiltere ve Fransa'ydı. Sömürge meselesi etrafında yaşanan mücadeleler -İngiltere denizler üzerinde hâkimiyet kurduktan sonra-, İngiltere'nin bu alanda diğer devletlere üstünlüğünü sağladı. Sınaî ve ticarî işlerde İngiltere'nin diğer Avrupa devletlerine oranla daha ileride bulunması, bu memleketin sömürgelere diğer devletlerden daha çok önem vermesine sebep olmuştu. Gerçekten sömürgeler sayesinde Avrupa devletleri kendi mamul eşyalarını istedikleri fiyatla sömürgelerde satıyor, sömürgelerin hammaddelerini istedikleri fiyata satın alıyor ve bu ithalat ve ihracat İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 287 işi hemen daima sömürgeye sahip olan devletin bayrağını taşıyan gemiler tarafından yapılıyordu. 19. asırda bütün Avrupa devletlerinde iktisadî ve sınaî devrim başladı, yani buharla işleyen fabrikalarda çok ve ucuz eşya imal eder oldular; bu eşyaya pazar sağlamak, fabrikalara ucuzca hammaddeler bulmak, millî sermayenin iktisadî gelişmesi geri kalmış olan memleketlerde birçok ticarî ve sınaî işleri yapıp bu yüzden kazanç sağlamaya imkân vermek için birçok devlet sömürge işine eskiden fazla önem verdiler; ilmen, iktisaden geri kalmış olan milletlerin elindeki memleketlere'yayılmaya başladılar. Bu yayılma işi, evvela kapalı bir surette ve dostluk ve yardımcılık şeklinde yapıldı; fakat sonraları, maksatlarını açığa vuran istilacı devletler, yerel idareler yerine kendi hâkimiyetlerini kurdular. Avrupa'da sanayi ilerledikçe sömürgelerin önemi arttı; sömürge olabilecek memleketlerse gittikçe eksildi. Bu yüzden Avrupa devletleri arasında rekabet ve kavgalar çıktı; sömürge meselesi dünya siyasetinin en önemli maddelerinden birini oluşturdu. 19. asırda siyaset ve iktisat açısından dünyanın çeşitli kıtalarına hâkim olmak, imparatorluklar kurmak için en çok faaliyet gösteren devletler İngiltere ve Fransa'dır. Daha sonra bunlara Rusya ve Almanya devletleri de katılmıştır. AFRİKA'NIN PAYLAŞILMASI Kuzey Amerika'da, Avustralya'da sömürgeleri bulu- nan İngiltere, 19. asırda Asya'da bir taraftan Hindistan üzerinde resmî bir surette hâkimiyet kuruyor, bu hâkimiyeti doğuda Birmanya'ya, kuzeyde Tibet'e, batıda Bülücistan ve Afganistan'a doğru genişletmek için uğraşıyor; diğer taraftan da Afrika'nın çeşitli parçalarına yerleşmeye çalışıyordu. Bu devamlı mücadele sonucunda İngilizler 1886 senesinden itibaren Batı Sudan ve Nijer bölgelerine, 1890 tarihinde Doğu Afrika'da Zengibar bölgesine yerleştiler; 1815'ten beri sahip oldukları Kap sömürgesine, 1902 tarihinde Transval ve Oranj kıtalarını eklediler. Süveyş Kanalının açılmasından (1869) sonra, İngiltere Mısır'a yerleşmek için fırsat bekliyordu. Bir taraftan Osmanlı Devleti'nin kuvvetsizliği, 288 TARİH diğer taraftan Mısır Hıdivliği'nin kısa bir zamanda Mısır maliyesini iflasa sürüklemesi işi kolaylaştırdı. Bir isyandan yararlanarak, 1882 tarihinde İngiltere Mısır'ı işgal etti. 1898 tarihinde bu işgal Mısır Sudan'ına kadar genişletildi. Halbuki bütün bu kıtalar resmen Osmanlı İmparatorluğu parçalarından sayılıyordu. Fransızların Afrika'ya yayılması, 1830 tarihinde, Osmanlı ülkelerinden Cezayir'in işgaliyle başladı. 1857 senesinde bu işgali tamamlayan Fransızlar, 1881 tarihinde koruma altına alma yoluyla yine Osmanlı İmparatorlu-ğu'na tabi Tunus'u ve ardından Fas'ın büyük bir kısmını kendilerine sömürge yaptılar. Aynı zamanda Batı Sudan dolaylarını, Senegal kıtasını, Kongo'nun bir kısmını ve diğer birçok yeri de topraklarına katarak Afrika'da kendilerine büyük bir hâkimiyet ve nüfus alanı yarattılar. Almanlar da birliklerini ve sınaî gelişmelerini sağladıktan sonra Afrika'nın doğusunda ve güneybatısında geniş ve zengin sömürgeler aldılar. İtalyanlar Afrika'nın kuzeydoğusuna yerleştiler. 1911 senesinde Osmanlı Devleti'nden Trablus ve Bingazi'yi aldılar. İspanyollar Fas'ın bir kısmını elde ettiler. Kongo'nun büyük bir kısmı Belçika'ya verildi. Afrika'nın paylaşımı işi kolay olmadı. Bu yüzden İngiltere'yle Fransa arasında ortaya çıkan anlaşmazlık bir ara savaşa kadar varmak eğilimini gösteriyordu. Nihayet 1905 tarihinde İngiltere ve Fransa arasında yapılan genel bir anlaşma üzerine Mısır'da İngilizlerin, Fas'ta Fransızların hâkimiyeti kararlaştırıldı. Fas'ın işgali üzerine Almanya ve Fransa arasında çıkan mücadele 1905'ten 1911 tarihine kadar sürdü; Trablus'un işgali Osmanlı Devle-ti'yle İtalya arasında Osmanlılar için talihsiz bir savaşa sebep oldu. ASYA'DA RUS HAKİMİYETİNİN GENİŞLEMESİ Ruslar 1830 tarihinde koruma altına almak ve istila suretiyle Kafkasya'ya girdiler; 1864 senesine kadar devam eden bir mücadeleden sonra halkının çoğu Türk olan bütün Kafkasya'ya hâkim oldular. Daha sonra Türklüğün beşiği Türkistan'a karşı saldırıya geçtiler. 1845 senesinden 1888 senesine kadar devam eden savaşlardan sonra Türkistan'ı istila ederek Afganistan sınırına kadar geldiler; Hint yollarına hâkim oldular. Öbür taraftan Sihir'deki Rus nüfuzu Asya'nın doğu sahillerine kadar uzatılmış, Amur ve Mançuri İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 289 dolaylarında sömürgeler kurulmuş ve buralar bir demiryoluyla merkeze bağlanmıştı (1901). Rus istilası sırasında Sibir ve Türkistan kıtalarında yaşayan halkın çoğunluğu Türk ve Müslümandı. 1889 tarihinden itibaren Rusya, İran'ı da etkili bir şekilde koruması altına almış, memleketin ticarî ve iktisadî işlerini idare etmeye başlamıştı. Rusların Uzakdoğu'ya doğru ileri hareketi Japonya'nın direnişiyle karşılaştı. 1905 tarihli Rus-Japon Savaşı'ndan sonra Ruslar bu alandaki Japonya hâkimiyetini onaylamak zorunda kaldılar; İran'a doğru genişleme siyaseti İngiltere'nin karşı harekete geçmesine sebep oldu; Afganistan ve İran'da uzun zamanlar bu iki devletin siyaseti çarpıştı; ve hâlâ çarpışmaktadır. Fakat Almanya 'nın karada ve denizler üzerindeki büyük gelişmesi, Alman sermayesinin Osmanlı İmparatorluğu dahilinde bâzı ikitsadî işlere girişmesi, Bağdat hattını inşa ve bu hattı Basra'ya ve doğu sınırına doğru genişletme girişimleri, İkinci Balkan Savaşı'ndan sonra Osmanlı Devle-ti'nin paylaşımına ait fikirleri yeniden canlandırdı ve Rusya'yla İngiltere arasındaki bütün anlaşmazlıkların çözümünü kolaylaştırdı; 7907 tarihli bir anlaşmayla bu iki devlet İran'ı Kuzey ve Güney olmak üzere Rus ve İngiliz nüfuz bölgelerine ayırdılar; Asya'da tarafların o tarihe kadar sağlamış oldukları çıkarları karşılıklı olarak onayladılar; şimdilik bu alanda yeni bir harekette bulunmayarak bütün çabalarını AlmanAvusturya ittifakına karşı kullanmayı kabul ettiler. Fransa ise evvelce Rusya'yla ittifak yapmış bulunuyordu. Böylece İngiltere, Fransa ve Rusya arasındaki sömürge meselelerinden doğan anlaşmazlık nihaî olarak çözülmüş ve Üçlü İttifak'a (Almanya, Avusturya ve İtalya) karşı Üçlü Anlaşma (İngiltere, Fransa ve Rusya) kurulmuştur. Umumî Harp'ten sonra Üçlü Anlaşma devletleriyle onlara katılan İtalya ve Kuzey Amerika devletleri Osmanlı Devleti'nin paylaşımına ait planlarını hayata geçirmek ve bu münasebetle Türk milletinin kutsal haklarına saldırmak istediler. Fakat Türk milleti, ileride göreceğimiz gibi, Büyük Reisi Ulu Gazi Hazretleri'nin idaresinde büyük bir bağımsızlık hamlesiyle saldırıyı püskürttü; anavatan üzerinde millî hâkimiyet esasına dayanan ve çağdaş bir milletin her türlü siyasî, iktisadî, askerî, kültürel ve diğer haklarına sahip bir türk Cumhuriyeti kurdu Bağnazlık ve cehaletten milli duygula290 TARİH nn yoksulluğundan yararlanarak nüfuz alanlarını dünyanın dört tarafına yaymış olan sömürge devletleri arasındaki rekabetler, böylece bir müddet için yatıştırılmış olmakla beraber, sömürge meselesi nihaî olarak çözülmüş değildir. Millî hislerin gelişmesi karşısında, Avrupalıların yaşadığı sömürgelere, Kana-da'ya, Avustralya'ya, Güney Afrika'ya özerklik vermek zorunda kalan İngiltere ile diğer sömürge devletleri, bugün her tarafta, millî ve iktisadî çıkarlarının ayak altına alınmasına artık tahammül edemeyen yerli halkın yerel özerklik hareketleriyle karşılaşmaktadırlar. E. MEŞRUTİYET, GERİCİLİK VE DAĞILMA DEVRİ SULTAN HAMİT İDARESİ İlkönce meşrutiyetle ve Meclisi Mebusan'la başlaidaresi, pek çabuk gerici bir ma- yan Sultan Hamit hiyet aldı; meclisi dağıttı, anayasayı unutturdu. Hatta anayasanın ilanında gayret ve inat gösteren Mithat Paşa'yı, adilane olduğu çok şüpheli, olağanüstü bir mahkemeyle Abdülâziz'in katledilmesi olayına karışmış1 saydırarak Taif Zindam'na attırdı. Abdülhamit'in gericiliğine, Rus Savaşı iyi bir vesile oluşturdu. Savaş kargaşalığı, yenilgi ıstırapları arasında, anayasayı2 ve Meclisi Mebusan'ı düşünecek çok adam yoktu. İlk Osmanlı Meclisi Mebusanı, önce görevini kötü yapmamıştı; mebuslar işi pek ciddi tuttular. Uzun ve incelemeli nutuklarla nazırları hayli hırpalıyorlardı. Nazırlar bu sıkı kontrolden pek memnun kalmıyorlarsa da görevlerine özen göstermek zorunluluğunu duyuyorlardı. Sonraları iş karıştı; bazı mebuslar sarayla ilişkiye giriştiler; bazıları nazırlarla, genel çıkarlardan çok şahsî çıkarlarını sağlayan şekilde uzlaşmalar yaptılar. Bu durum meclisin normal çalışmasına engel oldu. Müs\ Abdülâziz tahttan indirilmesinden birkaç gün sonra kol damarları kesilmek suretiyle ölmüştü. Buna bazıları intihar, bazıları katil dediler; mesele bugüne kadar tamamen aydınlanmış değildir. Abdülhamit, Mithat Paşa'yı ve daha bazı kimseleri bu katil olayına karışmış diye Yıldız'da kurulan bir mahkemede mahkûm ettirmiştir. 2 İlk Osmanlı anayasası, Fransa ve Belçika anayasalarından yararlanmak yoluyla birkaç kişi tarafından oluşturulmuştu; bu kanun meclisi mebusanın görüşmesine sunulmamış, milletin onayına kavuşmamıştı. Osmanlı Devleti'nin özellikleri dikkate alınmaksızın bütün anayasalarda bulunan hükümleri içeriyordu. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 291 liiman olmayan mebuslar, imparatorluğun genel çıkarlarına, kavmî çıkarlarım feda edemiyordu. Savaşın ilanı sıralarında meclis, siyasî ve özellikle malî durumu gereği gibi dikkate almadan, heyecanlı bir hamiyet* göstermeye kalkıştı; savaşın gerçekleşmesini bu suretle hızlandırmıştı. II. Abdülhamit anayasayı resmen kaldırmadı; fakat hükümlerini de asla uygulamadı. Tanzimat Devri'nin ve Avrupa devletleri resmi kefaletinin Osmanlı bütünlüğünü koruyamadığı, son savaşla ispatlanmıştı. Müslüman olmayanlara vaat edilen eşitlik, ne pratikte hakkıyla uygulanabilmiş, ne de ümit edildiği gibi Müslüman olmayanları Osmanlı birliğine girmeye meylettirebilmişti. Tanzimatın en yüksek merhalesi olan anayasa ve Meşrutiyet'in ilanı, o sırada Bosna-Hersek ve Bulgaristan Hıristiyanlarının haklarını genişletmek amacıyla İstanbul'da toplanan konferans (1876) üyelerine hiçbir ciddi etki yapmadı. Zaten Hıristiyanların bir kısmı artık Osmanlı idaresinden ayrılmışlardı. Yapılan girişimlerin başarılı olmaması işbaşında bulunanları, Tanzimat ve Meşrutiyet aleyhine meylettiriyordu; bu bir gericilik demekti. Fakat Abdülhamit gericiliğinin asıl sebebi, gerek kendisinin, gerekse işbaşında bulunan devlet adamlarının, beylerin ve efendilerin mutlak idareye karşı geleneksel bağlılıkları tve kontrolden hoşlanmayan tabiatları olmuştur. Dünyanın her tarafında ve her zaman hâkimiyeti elde tutan zümreler, mutlak idareyi elden kaçırmak istemezler; ancak halk arasında doğan karşı kuvvetlerdir ki, onları uzlaşmaya zorlar. Savaştan yorgun ve bitkin çıkan Osmanlı toplumu içinde padişahın mutlakiyeti idaresine karşı koyabilecek oluşmuş bir kuvvet yoktu. Siyasî eğitimleri daha ilerlemiş olan Hıristiyan tebaa ise, genel bir reformdan çok, kendi kavimlerinin yaşadığı bölgelerde, özel reformlar yaptırarak bir an evvel imparatorluktan ayrılmaya çalışıyorlardı. Avrupa devletleri de onlara yardım ediyordu. Abdülhamit devrinin iç siyaseti, geniş ve düzenli bir hafiye** teşkilatıyla tebaanın her hareketini gözetleyerek siyasî olaylara imkân vermemek esasına dayanıyordu. Hıristiyan tebaa Avrupa devletlerinden koruma ve yardım gördükleri için Müslüman tebaadan daha az bir baskıya maruzdu; buna karşı Müslümanların en doğal hürriyetleri bile sınırlanmıştı. Evlen: Hamiyet: Millî onur ve haysiyet (Kaynak Yayınları'nın notu). :* Hafiye: Gizli polis (Kaynak Yayınları'nın notu). 292 TARİH me ve sünnet düğünleri gibi en masum toplantılara bile hafiyeler girerlerdi. Nazırlar bile kendi aralarında özel olarak görüşüp konuşmazlardı. Hafiyeler jurnal* vermedikçe maaş ve bağışa hak kazanamayacaklarından, bir sürü yalan ve iftira uydururlar, Yıldız'a arz ederlerdi. Bu jurnalların verdiği bilgilerle haklarında şüpheye düşülen şahıslar, açık yargılanmak şöyle dursun, iyice inceleme bile yapılmaksızın, uzak vilayetlere, mesela Yemen'c, Fizan'a, Trablus'a sürülürdü. Bu hafiye idaresi, büyücek şehirler halkını daimî korku içinde bulunduruyordu. Söz ve yazı hürriyeti hiç kalmamıştı. Bazen en doğal bir söze akla gelmedik anlamlar verilir, söyleyenin başı belaya uğratılırdı. Pozitif ve soyut ilimlere dair eserlerle aşk ve sevgiye ilişkin şiir ve hikâyelerden başka bir şey yazılamazdı. Resmî ve gayri resmî bir hayli gazete vardı. Lakin gazetelerin hepsi padişahın bağışlarıyla yaşar ve mevcut idareyi övmekten başka siyasetle ilgili yazılar yayımlayamazlardı. Basın sıkı bir sansür altındaydı. Bazen sansürcünün hoşlanmadığı bir makale, bir fıkra, hatta bir kelimeden bin anlam çıkarılarak, yazarın, gazete sahibinin ve hatta sansürcünün ceza gördüğü olurdu. Sansürcünün kendisi de çoğunlukla hafiyeydi; yalnız resmî görevini yapmakla kalmaz, yazarların fikrî eğilimlerini jurnallemeyi bir "kulluk görevi" bilirdi. Abdülhamit, selefi Abdülâziz'in başına gelenlerden ibret alarak, İstanbul'un fikrî hareketlerini çok dikkatle takibe koyulmuştu. Şahsî dokunulmazlığını korumak için Beşiktaş Sarayı'nı bırakıp Yıldız Köşkü'ne çekilmiş ve etrafına bir fırka asker muhafız tayin etmişti. Bu devrin dış siyasetinde esas, Avrupa devletlerinin Osmanlı ülkesindeki iktisadî çıkarlarını azamî ölçüde sağlayarak siyasî statükoyu korumaya çalışmaktı. Onun için yabancıların maden işletmek, demiryolu ve rıhtım inşa etmek, banka şubesi açmak, havagazıyla aydınlatma yapmak vesaire gibi iktisadî girişimlere dair istedikleri imtiyazlar kolaylıkla verilirdi. Bu açıdan en önemli malî ve iktisadî işler, yabancı sermayedarların ellerine geçiyordu. Bu imtiyaz meselelerinde saray ve devlet adamları, bunların akrabaları, mensupları ve yabancı elçi, tercüman ve kâtipleri rüşvet, komisyon ve kâr payı almak suretiyle bir hayli para kazanıyorlardı. Jurnal: ihbar yazısı (Kaynak Yayınlan'nın notu). İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 293 19. asır başlarından beri durmaksızın gerileyen millî sanayi, Abdülhamit zamanında mahvolmak derecesine geldi; mamul eşyanın hemen hepsi Osmanlı tüketicilerine artık Avrupa fabrikalarından geliyordu. Ticarette Müslüman Osmanlıların payı pek az kalmıştı. Ziraî üretimlere bile yabancıların el attıkları görülüyordu; tütün isi tamamen yabancıların kontrolü altına geçmişti. Yıldız Sarayı, Abdülmecit ve Abdülâziz zamanlarına oranla daha az müsrif ve daha az zevk düşkünüydü. O devirlerde olduğu kadar borçlanmalar yapılmadı, yapılanlar da o derece çarçur edilmedi. Fakat çok fakir düşen halkın, 1877 Savaşı'ndan sonra malî kudreti büsbütün kırılmış, vergi verme gücü pek azalmıştı. Bu açıdan malî dengenin sağlanması, düzenli bir bütçe yapılması ve hele böyle bir bütçenin uygulanması zordu. Bütçe açığı, maaş sahiplerinin maaşlarının "ödenmeksizin biriktirilmesi" ve devletin Müslüman tebaadan olan alacaklılarına borçlarının verilmemesi veya geciktirilmesi yoluyla kapatılmaya çalışılıyordu. Bu idareimaslahata* bin entrika karışıyordu. Kayınlanlar, yahut yeterli rüşvet verebilenler haklarını alabiliyorlar, hakkına ve devletin adaletine güvenenler eli boş kalıyorlardı. İstanbul'da ve vilayetlerde Yıldız'a mensup olanlar hem maaşlarını oldukça düzenli alırlar, hem de çabuk yükselirlerdi. Hele saray muhafızı olan fırka zabitan ve erleri düzenli maaş aldıkları gibi, sürekli olarak "padişah bahşişleri"yle de "ödüllendilirlerdi". Halbuki diğer memurların, asker ve zabitlerin senede dört-beş aylıkları "ödenmeden birikirdi". DÜYUNU UMUMİYE İDARESİ Son Osmanlı-Rus Savaşı'ndan evvel Osmanlı Devle -ti'nin borcu 300 milyon Osmanlı altın lirasına yaklaşmıştı. Abdülâziz'in son zamanlarında bu büyük borcun faizini bile tamamen ödemek mümkün olamadığından, faiz miktarının yüzde 50 indirimle ödeneceği ilan olunarak, büyük bir çoğunluğu yabancı (Fransız, İngiliz vesaire) olan alacaklıların devlete düşmanlığı kazanılmıştı. Bu zorunlu fakat siyasî olmayan hareket, zaten son senelerin siyasî olayları dolayısıyla Osmanlılara taraftar olmayan Batı Avrupa kamuoyunu büsbütün Osmanlı Devleti aleyhine çevirmişti. Berlin Kongresi'nde, Osmanlı hazinesinden alacaklı olan yabancıların, yani Osmanlı tahvilâtı (borç senetleri) sahiple1 İdareimaslahat: Bir işi, gerektiği gibi değil de, günün şartlarına göre yapma; işi oluruna bırakma (Kaynak Yayınları'nın notu). 294 TARİH rinin zarardan korunması için uzun uzadıya görüşmeler cereyan etmiştir. Bu görüşmelerden çıkan sonuçlar üzerine Avrupa devletleri Babıâli'ye bazı tavsiyelerde bulundular; Babıâli'yle aralarında bir hayli haberleşme ve görüşme oldu. Nihayet 1882 senesinde, Osmanlı Hükümeti "Düyunu Umumiye İdaresi" denilen bir müessesenin kurulmasına rıza göstermek zorunda kaldı. "Düyunu Umumiye İdaresi" yabancı alacaklıların birkaç vekiliyle Osmanlı alacaklıların bir vekilinden meydana gelen bir meclisin idaresi altında birçok memurdan oluştu. Bütçesi Osmanlı nezaretlerinden daha kabarık olan bu muazzam müessese, Osmanlı Hükümeti'ni karıştırmayarak devlet gelirlerinin önemli bir kısmını (pul, içki, tuz, ipek, balık ve av vergisiyle seçkin vilayetlerin sabit vergilerini) doğrudan doğruya tahsil ediyor ve bu gelirlerle devletin borçlarını faiz ve anaparalarıyla ödemeye uğraşıyordu. Düyunu Umumiye İdaresi, alacaklıların Osmanlı Hükümeti'ne güvensizliklerini gösteren ve hükümeti kısmen iflas etmiş sayarak vesayeti altına alan bir müessese demekti. Yukarıda sayılan devlet vergilerini toplamak için, Düyunu Umumiye'nin vilayetlerde de teşkilatı vardı. Kısacası Düyunu Umumiye İdaresi'nin kurulmasıyla devlet içinde devletin resmî dairelerinden bağımsız ve imtiyazlı bir oluşum meydana gelmiş ve devletin bütün gelirlerini toplamakta tam bağımsızlığı eksilmiş oluyordu. ERMENİ GİRİT VE MEKODANYA MESELELERİ Osmanlı Devleti, Berlin Antlaşması'nda Ermenilerin yaşadığı vilayetlerde reform yapmayı üstlenmişti. Ermenilerden bazıları oralarda yapılan reformları yeterli görmediler. Bağımsız bir hükümet kurma emeline kapıldılar ve 1888'den itibaren ihtilalci komiteler kurarak, Muş dolaylarında ihtilal çıkardılar (1895). Hatta İstanbul'da bile bombalarla bazı dairelere saldırdılar (1896). Abdülhamit Hükümeti bu hareketleri şiddetle bastırdı ve Avrupa devletlerinin müdahalelerini de zararsızca bertaraf edebildi.Çünkü Ermenilerin millî hareketlerini kendi çıkarlarına da aykırı gören Rusya, bu meselede Babıâli'ye siyasî yardımda bulunmuştu.1 l Rusya'nın idaresi altında bir hayli Ermeni vardı. Onların bazıları Rus ihtilal cemiyetlerine girerek çarlık rejimi aleyhine hareket ediyorlardı; bazıları da o vasıtayla Rusya'da özerk veya bağımsız bir Ermeni devleti kurmaya çalışıyorlardı. Osmanlı ülkesine girip ihtilal çıkaran Ermenilerin bir kısmı Rusya'dan gelmişti. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 295 Müslüman olan ve olmayan halkının hemen hepsi Rumca konuşan Girit Adası'mn Hıristiyan unsuru, 1866'da Osmanlı idaresi aleyhine isyan çıkardı; bu isyan uzun ve çetin askerî hareketleri gerektirmişti. Nihayet o zamanın sadrazamı Âli Paşa bizzat adaya gitti; Girit Rumlarına bir tür imtiyazlı idare vererek isyanı yatıştırmıştı. Fakat adanın Müslüman ve Hıristiyan unsurlan arasındaki nefret ve kavga da devam edip duruyordu. 1890'a doğru karışıklıklar arttı. 1897'de Yunanistan'dan bir müfreze gelip Girit'in Yunanistan'a katıldığını ilan etti.1 Buna karşı Osmanlı İmparatorluğu da 18 Nisan 1897'de Yunanistan'a savaş ilan etti. Bir ay kadar süren bu küçük savaşta, Ethem Paşa'nın kumanda ettiği Osmanlı ordusu Dömeke Meydan Savaşı'nda Yunan ordusunu ezerek, Atina'ya doğru ilerlemeye başlayınca, Avrupa devletleri müdahale ettiler. Kazanılan zafer bu müdahaleden dolayı Osmanlılara pek az bir çıkar sağladı; savaşın bütün kazancı önemsiz bir sınır düzeltimiyle 4 milyon lira kadar savaş tazminatından ibaretti. Mağlup Yunanlılar ise Girit'in özerkliğini ve Girit'e genel vali olarak kral hanedanına mensup bir prensin tayinini kazandılar. Babıâli, Berlin Antlaşması'nın bir maddesiyle, Osmanlı İmparatorlu-ğu'nda kalan Rumeli vilayetlerinde, Girit Adası teşkilatına benzer bazı düzenlemeler yapacağını taahhüt etmişti. Bulgarlar, Sırplar ve Rumlar, ırktaşlarının yaşadığı Rumeli'de, özellikle Makedonya vilayetlerinde çeteler kurarak, oraların asayişini bozup, Berlin Antlaşması'nın bu maddesine dayanarak yabancı devletlerin müdahalelerini çekmeye ve sonuç olarak buraları kendi memleketlerine katmaya çalışıyorlardı. 1895'ten itibaren Makedonya'da çete faaliyetleri artmıştı; Avrupa devletleri arasında birçok görüşme oldu. Babıâli valilerin üstünde bir yetkiyle Hüseyin Hilmi Paşa'yı genel müfettiş olarak gönderdi; ve yabancı zabitlerin idaresi altında Müslüman olan ve olmayanlardan meydana gelen bir jandarma teşkilatı yaptı. Bu reformları yeterli görmeyen Avrupa devletleri, kendileri tarafından tayin edilen mülkî memurları ve malî müfettişleri de Babıâli'ye tehditle kabul ettirdiler (1905). Fakat çetelerin boğuşmaları devam ediyordu. Nihayet 1908'de Rusya imparatoruyla İngiliz kralının Re] Bu sırada Osmanlı-Yunan savaşına engel olmak için İngiltere, Fransa, Rusya ve italya, Girit'e donanma sevk etmişlerse de, bu müdahaleden bir sonuç çıkmamıştır. 296 TARİH val görüşmesi üzerine Babıâli'ye bildirilen program, Makedonya'dan Osmanlı idaresinin tamamen kalkması mahiyetindeydi. ABDÜLHAMİT DEVRİNİN SİYASİ FİKİRLERİ VE YENİ OSMANLAILARIN İKİNCİ FAALİYETİ Osmanlı devlet adamları ve aydınlarına göre Tanzimat Devri'nin esas fikri, Müslüman olan ve olmayan tebaaya hukuki eşitlik ve refah sağlayarak, butun Osmanlı tebaasını bir milletin fertleri gibi birbirleriyle kaynaştırmaktı; bu takdirde tebaa yabancı devletlerin korumasını istemeye gerek duymayarak, imparatorluktan ayrılıp özerk veya bağımsız devletler kurma emelinden vazgeçecekti. Olgular, bu emeli gerçekleştiremedi; yani Tanzimat başarılı olmadı. Yeni Osmanlılar bu başarısızlığı, hükümetin halk tarafından kontrolsüz idaresine yorarak hürriyet ve meşrutiyet talebinde bulunmuşlardı; fakat ilan edilen anayasa ve toplanan Meclisi Mebusan da dağılmaya engel olamamıştı: Rus Savaşı sırasında Hıristiyan tebaa Osmanlılık idealine bağlılığını pek az gösterdi. İlk meşrutiyet devrindedir ki, Osmanlı memleketleri en büyük bir paylaşıma uğradı. Hürriyet ve meşrutiyet fikrinin en hararetli taraftarları bile bu olaylardan sonra inançları sarsılarak, kararsızlığa uğramışlardı. İlk Yeni Osmanlıların amaçlarında bazı belirsizlikler vardı. İçlerinden bazıları İslam dinine, Müslüman tebaaya, hatta bütün dünya Müslümanlarına çok önem vererek, Osmanlılık fikrine karşı gelen görüşlerde bulunuyorlardı. Osmanlılık idealinin meşrutiyet rejimiyle de gerçekleştirilmesine imkân bulunmadığı olaylarla görülünce, İslamlık ve Müslümanlar birliği fikrine daha çok sarılındı. Ziya Paşa ve Namık Kemal, İstanbul'a döndükten, özellikle meşrutiyet tecrübesi başarısızlığa uğradıktan sonra, Müslüman olan ve olmayan tebaanın eşitliğine dayalı bir meşrutiyetle imparatorluğu korumaktan çok İslam halifeliğine sahip Osmanlı padişahlığının, bütün dünya Müslümanları kuvvetine dayanarak memleketi koruması hayaline saptılar. Bu fikir, Abdülhamit ve danışmanları tarafından işlendi. Ve hatta uygulanmak istendi. Abdülhamit, içeride ve dışarıda Müslümanlığa fazla önem verir göründü. Lakin çok dağınık, maddî ve manevî medeniyet itibariyle Hıristiyan Avrupa kavimlerinden geri kalmış ve hemen hepsi o kavimlere mahkûm İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 297 olmuş Müslümanların, Osmanlı İmparatorluğu'nun kalıcılığını sağlamakta ciddî bir yardımları olamazdı. Başta Fransızların, sonra İngilizlerin sömürmeye çalıştıkları halifelik fikri, Abdülhamit tarafından Osmanlı Devleti çıkarına kullanılmak istenildiyse de, Avrupa devletlerinin düşmanlığını ve içeride Müslüman olmayan tebaanın ayrılmak arzularını güçlendirmekten başka bir şeye yaramadı. Abdülhamit devrinin keyfî, başarısız, şerefsiz ve sıkıcı idaresi Osmanlı Müslümanlarının bir kısım genç aydınlarını muhalefete sevk etmiştir. Bunlar da Yeni Osmanlılar -ikinci bir tabirle Genç Türkler- namını aldılar. Hafiye ve polislerin gözetim ve takiplerine rağmen içeride biraz örgütlenmeyi ve yabancı memleketlerde serbest ve eleştirel gazeteler çıkarmayı başardılar; 1897'ye doğru, bu hareket hayli ciddiyet kazandı. Osmanlı Hükümeti, bunlarla epey uğraştı; bazen yumuşaklıkla, bazen şiddetle bunların ortadan kalkmasına çok çalıştı; fakat tamamıyla başarılı olmadı. Ermeni olayları, Girit ve Makedonya isyanları, maliyenin bozukluğu, özellikle maaşların düzenli çıkmaması, idarî bozukluklar, suiistimaller, kayırmalar vesaire Abdülhamit idaresine karşı Genç Türklerin eline çok keskin eleştiri ve saldırı silahları veriyordu. Bir ara Paris'te bulunan Genç Türklerin bir kısmı Ermeni ihtilal komiteleriyle uyuşarak, Batı devletlerinin müdahalesini talebe kadar vardılarsa da, diğer bir kısım Ermenilerle anlaşmayı ve müdahale talebini reddetmişti; bundan dolayı Avrupa'daki Genç Türkler ikiye ayrılmışlardı (1900). Avrupa'da bulunan ve propagandadan başka bir şey yapmak ellerinden gelmeyen Genç Türklerin programı Mithat Paşa Anayasası'm canlandırmakla özetlenebilirdi. Son çağ Avrupa tarihini iyi incelemeyen ve dikkatle takip etmeyen Genç Türkler, bu kanunun uygulanmasından ciddî bir fayda çıkmamış olmasını, padişahın despotluğu yeniden kurmak fikrine yoruyorlardı ve değişik unsurların karışımı olan Osmanlı tebaasının 20. asır başlarında bile kaynaşıp bir millet oluşturması hayaline hâlâ kapılıyorlardı. Yeni Osmanlıların Ermenilerle anlaşmaya ve yabancı devletlerin müdahalesini talebe muhalif olan kısmı "Terakki ve ittihat Cemiyeti" adını almıştı. 298 TARİH Paris'te bulunan ve üç beş kişiden ibaret olan bu "Terakki ve İttihat Ce-miyeti"nin memleket içinde ciddî hiçbir etkisi yoktu. 12 Ocak 1905'te öğrenimini tamamlayan Erkânı Harbiye Yüzbaşısı Mustafa Kemal Bey (Res. 188), mevcut idareyi, daha mektepteyken eleştirerek, Abdülhamit'in dikkat ve düşmanlığını çekmişti. Mektepten çıktığı gün tutuklanıp günlerce Yıldız'da ve Abdülhamit'in işitebileceği bir durumda sorguya çekildikten ve aylarca tutukluluktan sonra Suriye ordusuna sürülmüştü. Orada fikrine uygun arkadaşlar buldu ve Ekim 1906'da Şam'da idarenin değişmesini hedefleyen gizli bir cemiyet kurdu; bu cemiyete "Vatan ve Hürriyet Cemiyeti" adını verdi. Cemiyetin faaliyetini Rumeli'ye de yaymak için, Mısır ve Yunanistan yoluyla gizlice Selanik'e gitti; orada cemiyetin bir şubesini açtı. Bu şube Selanik'te "Vatan ve Hürriyet Cemiyeti" adıyla tanındı. Mustafa Kemal Bey'in Selanik'ten tekrar Suriye'ye dönmeye mecbur edilmesinden sonra, tanınmış olduğu sanılan bir unvandan yararlanmak amacıyla, Paris'ten gelen birinin teşviki üzerine bu isim yerine "Terakki ve İttihat" unvanının kullanılması Selanik'te tercih edildi. Bu cemiyetin Suriye'nin bazı yerlerinde, Beyrut ve özellikle Yafa ve Kudüs gibi şehirlerde daha çok askerler arasında şekillenmesi sağlandıktan sonra Mustafa Kemal Bey, kolağası olarak tekrar Makedonya'ya gelmiş ve merkezi Selanik'te bulunan Üçüncü Ordu Müşiriyeti Erkânı Harbiyesi'ne dahil olarak cemiyet içinde faaliyet göstermek fırsatını bulmuştur. Bu faaliyet Meşrutiyet'in ilanına kadar ve ondan sonra da bir müddet devam etmiştir. Mektepli aydın zabitler, erkânı harbiye zabitleri bu cemiyete giriyorlardı. Özel durumu yukarıda anılan Makedonya'da toplanmış ordunun, genç ve aydın zabitleri arasında cemiyete dahil olanlar çoktu. Daha sonraları cemiyetin isminde sözcüklerin yeri değiştirilerek Meşrutiyet'in ilanı sıralarında "İttihat ve Terakki Komitesi" unvanı yaygınlaştı. İttihat ve Terakki Komitesi'nin oluşmasında imparatorluğun genel durumu ve Makedonya'nın özel durumu önemli birer etken olmuştur. Makedonya'nın Yıldız casuslarından bir dereceye kadar masun idaresi de bu teşkilatın bir derece serbest gelişme ve faaliyetine uygun bir çevre oluşturuyordu. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 299 MAKEDONYA'DA BULUNAN III. ORDUNUN MEŞRUDİYET Reval görüşmesinde Rusya ve İngiltere hükümdarçı- lan arasında Osmanlı idaresinin Makedonya'dan karılmasına kararlaştılınca, Makedonya'da İttihat ve Terakki Komitesi merkez ve şubeleri açıktan açığa isyan ederek, Yıldız'a ve Babıâli'ye telgraflar yağ- dırdılar ve 1876 Anayasası'nın yürürlüğe konulmasını, yani meşrudiyeti idarenin uygulanmasını talep ettiler. Bu harekete direnemeyeceğini anlayan Sultan Hamit, aldatıcı bir zihniyet ve maksatla, resmen kaldırılmamış olan anayasanın uygulanacağını vaat ve ilan etmek zorunda kaldı (23 Temmuz 1908); Meclisi Mebu-san toplandı, bu suretle Osmanlı İmparatorluğu'nda İkinci Meşrutiyet devresi başladı. İlk defa Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'ni kuran ve yukarıda söylediğimiz gibi Selanik'e geldikten sonra bilfiil Terakki ve İttihat içinde çalışan Mustafa Kemal Bey, memlekette büyük ve radikal bir değişikliğin gerekliliğine inanıyordu. O, varmak istediği hedefi daha o zaman tayin etmişti. Bunun için her şeyden evvel Meşrutiyet inkılabını yapmış olan ordunun aslî görevine dönerek yakın tehlikelere maruz bulunan vatanın savunulmasına hazırlanması ve başka -özellikle siyasî- hiçbir şeyle uğraşmaması fikrini ortaya koydu ve bunun savunucusu oldu. Fakat kendisinin fikir ve kanaatleri İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin başka reislerinin fikir ve kanaatleriy-le uyuşmadı. Mustafa Kemal Bey'e muhalif ve karşı olanlar diyorlardı ki, "İttihat ve Terakki'nin esas temeli ordudur; Mustafa Kemal Bey cemiyeti bu temelden mahrum ederek yıkmak istiyor". Mustafa Kemal de diyordu ki, "inkılabı yapan oluşumun esası ordudur; fakat bundan sonra devleti idare etmekte ve vatanı korumakta temel olması lazım gelen, doğrudan doğruya devleti belirli siyaset dairesinde idare edebilecek unsurlardır. Bu unsurlar ordu mensupları ve özellikle ordunun bütün kademeleri arasında tartışma kabul eder bir sıfat ve mahiyet alamaz ve almamalıdır. Yoksa idarede düzen, orduda disiplin, memlekette sükûn sağlamanın imkânı bulunmaz." Mustafa Kemal'in bu görüşte ısrarını gerektiren diğer bir yön de vardı ve o da şudur: Gerçekten herhangi bir kahramanlık eseri göstermiş olan herhangi bir zabit, devlet idaresinde, vasıfları ne olursa olsun, her300 TARİH hangi bir devlet adamını kendinden küçük görüyordu. Bunun, memlekette ve orduda anarşiyi ifade ettiğinde esasen şüphe etmemek doğaldı. Halbuki Reval görüşmesi sonucunu bertaraf edecek olan tedbir, elbette bu anarşinin bir komite çıkarı adına devlet otoritesini kıracak şekilde sürdürülmesi olamazdı. Bu yolda birçok mücadeleden sonra Mustafa Kemal, artık anlamsız bir mahiyet alan ve sonu gelmeyen ve gelmeyecek olan günlük politika cereyanlarından çekilerek asıl felaketlere karşı her türlü çare ve tedbirin esası olan Türk ordusu içinde asker olarak kalmayı tercih etti. Askerin siyasetten ayrılmasının gerçek lüzumuna karşı olanlar, bunda isabetsizliklerini görmek için çok beklemediler. Gerçekten, İstanbul'da meşrutiyet muhafızı diye, meşrutiyet timsali Meclisi Mebusan etrafında bırakılan, hatta Rumelili kıtalar, halifenin bağnazlık aleti olmakta gecikmediler. Derhal din adına, hürriyetperverleri İstanbul'da boğazlamaya başladılar (13 Nisan 1909). İstanbul'da kanlı bir facia oldu. "31 Mart Olayı"1 denilen bu kanlı olay üzerine Selanik'te bazı zabitler arasında bir duyarlılık başladı. O tarihte Makedonya Ordusu kumandanı, Bağdatlı Mahmut Şevket Paşa'ydı. Gerek Mahmut Şevket Paşa ve gerek diğer kumandanlarda hiçbir girişim fikri görülmüyordu. Selanik'te Redif Fırkası Erkânı Harbi olan Mustafa Kemal Bey, bu fırkanın kumandanı Hüsnü Paşa adlı bir zatı, Mahmut Şevket Paşa'nın yanına gidip onu faaliyete geçirmeye teşvik etti. Aynı zamanda kendisi de ordu Erkânı Harbiyesine gitti ve oradaki reisleri İstanbul'a bir kuvvet sevk ederek isyanı bastırmak gereğine ikna etti; kendisi gidecek olan kuvvetin Erkânı Harp reisliğini üstlendi. Gidecek olan kuvvetlerin kadrosunu tespit ederek onun hazırlığına başladı. Bu kuvvete Hüsnü Paşa'nın kumanda etmesini rica etti. Bizzat Mahmut Şevket Paşa'yla da görüşerek görüşlerini kabul ettirdi. Edirne'den bir fırka kadar kuvvetin Makedonya kuvvetiyle birleşmek üzere harekete geçirilmesi için Edirne kumandanlanyla da haberleşilerek o da sağlandı. Bu suretle "Hareket Ordusu" adını alan kuvvet Hüsnü Paşa'nın kumandası altında İstanbul surlarına dayandı. Bundan sonradır ki, Mahmut Şevket Paşa İstanAylarm eski hesabına göre 13 Nisan, 31 Mart'a rastlıyordu. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 301 bul üzerine hareketin başarıyla gerçekleştiğini görerek, kendisi de Selanik'ten kalkıp Hareket Ordusu'na katıldı. Hareket Ordusu Meşrutiyet'e karşı ayaklananları mağlup ederek, İstanbul'u gencilerden temizledi; bu olayda ilgisi tespit edilen //. Abdülhamit'i de tahttan indirip yerine V. Mehmet'i geçirtti. BULGAR, GİRİT VE BOSNA HERSEK MESELELERİ İTALYANIN TRABLUSGARP'I TOPRAKLARINA KATMASI VE BALKAN SAVAŞI Osmanlı Devleti'nde meşrutî idarenin kararlaştınl- masıyla beraber, Giritliler Yunanistan'a katılmak is- tediler. Bulgaristan Doğu Rumeli'yi, şekle ait bazı hususiyetlerini de kaldırarak, tamamen kendisine bağladı ve bağımsız krallığını ilan etti. Avusturya- Macaristan İmparatorluğu hukuken yalnız askerî iş- gali altında bulunup, fiilen bir vilayeti hükmüne geçen Bosna ve Hersek'i resmen topraklarına kattı (1908). Berlin Antlaşması imzalanırken Osmanlı İmparatorluğu'ndan bir şey koparmamış olan İtalya, öteden beri Trablusgarp'ı istila etmek emelindey-di (Harita. 19). Abdülhamit zamanında birkaç defa buraya asker çıkaracağından korkulmuştu. Osmanlı Devleti'nin buhranını o da fırsat bilerek Trablusgarp'a bir donanmayla bir ordu sevk etti ve orayı işgale girişti (1911). Trablusgarp'taki Osmanlı askerî fırkası zayıftıysa da, İstanbul'dan muktedir bir hayli genç erkânı harp zabiti giderek Trablus, Bingazi ve Derne'de savunmayı düzenleyip idare ettiler. Binbaşı Mustafa Kemal Bey de (Res. 189) takma ad kullanarak (gazete muhabiri Şerif Bey belgesiyle) Mısır üzerinden Afrika'ya girdi ve Derne kuvvetlen kumandanlığını üstlendi. İtalya, Trablus'un sahil şehirlerini, donanma toplarının sayesinde zapt ederek koruyabiliyorduysa da içerilere doğru ilerleyemiyordu. Osmanlı Meşrutiyet Hükümeti Trablusgarp meselesiyle meşgulken, imparatorluk aleyhine Balkan İttifakı yapıldı. Bulgaristan, Sırbistan, Karadağ ve Yunan devletleri Osmanlı Devleti aleyhine uyuşmuşlardı; amaçlan Osmanlı hâkimiyetini Avrupa'dan atarak, Balkanlar'daki Osmanlı vilayetlerini aralarında paylaşmaktı. Bu yeni durumun ortaya çıkması üzerine Osmanlı Hükümeti İtalya'yla Uşi Antlaşması'nı (15 Ekim 1912) imzalayıp Trablus'u terk etmekten başka çare bulamadı. 302 TARİH Balkanlı müttefiklerle Osmanlı Devleti arasında açılan savaş, başta Osmanlı ordularının yenilgisiyle son buldu; Bulgarlar Çatalca hattına kadar ilerlemişlerdi (Kasım 1912).1 Bingazi'de bulunan Binbaşı Mustafa Kemal Bey, vatanın uğradığı bu felaketlerin ancak bir kısmını haber alabildi ve derhal Avrupa yoluyla Romanya üzerinden İstanbul'a geldi. Zaten Afrika'da yapılacak bir şey kalmamıştı. Durumu işittiğinden daha kötü buldu; bununla beraber savaşan orduda hizmet istedi. Akdeniz Boğazı Mürettep kuvvetinin Harekât Şubesi Müdürlüğü'ne tayin ettiler. Osmanlı'dan kalan Rumeli vilayetlerinin paylaşımında müttefikler uyuşamadılar, Bulgarlarla Sırplar ve Yunanlılar arasında bir savaş açıldı. Bundan yararlanan Osmanlı ordusu, ilerleyip Edirne'yi geri aldı. Edirne üzerine ileri harekette, Bulayır Kolordusunu, Erkânıharbiye Reisi sıfatıyla düzenleyen ve idare eden Binbaşı Mustafa Kemal Bey'di. Edirne'ye ilk giren kıta, bu kolordunun süvari tugayıydı. Mustafa Kemal Bey, Mürettep Kuvvetin Erkânıharbiye Reisi iken, Çanakkale Boğazının savunulması şartlarını incelemeye de fırsat bulmuştu. Dünya Savaşı'nda büyük başarılar elde ettiği zaman bu incelemelerin faydası olacaktır. Nihayet Doğu Trakya Osmanlı Devletinde kalmak ve başka Rumeli vilayetleri Balkanlılara terk edilmek üzere barış yapıldı (1913 ve 1914 İstanbul ve Atina Antlaşmaları). İKİNCİ MEŞRUDİYET DEVRİNDE BAŞLICA İÇ OLAYLAR Anayasa ilan olunup meşrutî idare kararlaştmlınca, Bu kadar dış sorunlara rağmen meşrutiyet hükümeti bazı reformlar yapmak girişiminde bulundu. Anaya- sayı, padişahın haklarını azaltacak ve halkın haklarını artıracak şekilde değiştirdi. Öğrenim işlerine önem verdi; Avrupa'ya çokça öğrenci gönderdi; medreselerin düzenlenmesine çalıştı. Malî ve adlî reformlar için Avrupalı uzmanlar aldı. Fakat ciddî bir iş yapamadı. Hele malî siyasetinde, bir süredir sakınmaya çalışılan borçlanmayla geçinBalkan Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin scierber ordusu 598 000 ve müttefik Balkan-lar'ın seferber orduları toplamı 568 000'di. Osmanlı ordusu kötü idare edilmek yüzünden sayıca ve manevî kuvvetçe üstünlüğüne rağmen mağlup olmuştur. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 303 mek usulünü ele alarak, zaten tahammül olunmaz bir dereceye gelen faiz yükünü daha çok ağırlaştırıyordu. Meşrutiyet devrinin iç siyasetinde en çok göze çarpan olaylar Mebusan Meclisi'nde ve toplumsal çevrede pek had bir şekil almış olan fırka kavgalarıdır. Esası Türk-Osmanlılardan meydana gelen ittihat ve Terakki Fırkası, Türk olmayan Müslümanlarla Müslüman olmayanları fazla içeren İtilaf ve Hürriyet Fırkası'yla ve Rum, Ermeni, Arap, Arnavut millî fırkala-nyla durmaksızın çarpıştı. Bu mücadelelere ordu da müdahale ettiriliyordu. Bu suretle ordunun siyasete karışması gibi çok zararlı bir çığır açılmıştı. Kavimler arasındaki kavgalar, meclis duvarlarının dışına çıkarak, Arnavut, Ermeni, Arap ve hatta Kürt meseleleri ortaya çıktı. İttihat ve Terakki hükümeti Arnavutlar ve Ermenilere karşı asker şevkine lüzum gördü; Ermeni ayaklanmalarını çok şiddetle bastırdı. Arapların bağımsızlık ve müdahale talep eden reisleri de cezalandırıldı. Fakat bu meseleler de tamamen çözülemedi. Görülüyor ki, imparatorlukta ikinci defa meşrutiyetin ilanıyla bütün tebaaya siyasî haklar verilmiş olmasına rağmen, çeşitli kavimlerin uyuşup kaynaşarak bir Osmanlı milleti oluşturmaya çalışmaları şöyle dursun, aradaki kavga ve nefretler artmış ve meşrutiyet devrine kadar millî iddiaları az olan Türk olmayan Müslümanlar da milliyete dayanan bağımsızlık davasına girişmişler ve hatta fiilî hareketlere bile geçmişlerdi (1912). TÜRK MİLLİYET FİKRİ VE İTTİHAT VE TERAKKİ İkinci Meşrutiyetin ilanında etken olan İttihat ve Terakki Komitesi, bütün bu olaylardan ve özellikle Balkan Savaşı'ndan sonra Osmanlı tebaası olan Müslüman olan ve olmayan kavimlerin Osmanlılık camiası içinde uyuşup yaşamasının imkânsızlığını nihayet kavrayabildi. Gerçi Abdülhamit saltanatının son zamanlarına doğru, bu imkânsızlığı görüp gösteren ve Osmanlı Devleti'nin esas unsuru olan Türklüğe önem verilmesi gerektiğini söyleyen bazı kimseler yok değildi. Fakat Mithat Paşa Anayasası'nm her hastalığı tedavi eden bir ilaç olduğuna inanılan o zamanlarda, bu seslere hiç de aldıran yoktu. Abdülhamit, İslamları birleştirmek hayaline dalmış olduğundan siyasî değil, edebî ve ilmî alanlarda bile 304 TARİH Türklükten ve Türkçülükten bahsedenlerden nefret ederdi; Türk tarihine, Türk dilbilimine ait konuların bile yazılıp yayımlanmasını yasaklamıştı. Balkan bozgunluğundan ve bir ara müttefikleri olan Ermeni komitelerinin fazla taleplerde bulunup silaha da başvurmalarından, nihayet Arnavut, Arap ve Kürt gibi Müslüman kavimlerin bile millî davalar peşine düşmelerinden sonra, İttihat ve Terakki Cemiyeti, Türkçülük fikrine de kulak asmaya başladı. Hatta kendi içinden bazı kimseleri bu teorinin işlenmesiyle görevlendirdi. Fakat Türkçülük idealini ciddî ve açık bir şekilde benimsemekten ürktü. Hâlâ Türk olmayan Müslümanlarla uyuşmak ümit ve ha-yalindeydi. Osmanlılık idealinin gerçekleşemediğini birçok kayıpla gördükten sonra, Sultan Hamit'in İslam siyasetine başvurdu. Mesela halife dediği V. Mehmet'i, Arnavutlar arasına götürüp bazı dinî törenlerle Arnavutları avlamak istedi, fakat bir şey elde edemedi. İslam siyasetine doğru böyle yalpalar yaparken, Osmanlılık siyasetini de büsbütün inkâr etmiyordu; İttihat ve Terakki Cemiyeti'ni idare eden merkez meclislerinde imparatorluğun düşüşüne kadar Araplar, Rumlar, Ermeniler ve Ulahlar üyelikte bulundular. Kısacası İttihat ve Terakki esassız bir oportünizm (idareimaslahat) siyasetine kapılarak yönünü kesin bir şekilde tayin edemedi. Kavimleri idarede böyle bocalayan İttihat ve Terakki hükümetleri din siyasetine de açıklık kazandırmak kudretini gösteremedi; bir taraftan laik denilebilecek bazı girişimlerde bulunurken, diğer taraftan bazı halk tabakalarının dinî bağnazlığım okşayan uygulamalardan da geri durmuyordu. Ara sıra kadınların tuvaletlerine, şehir kılıklarına dair emirler çıkarır dururdu! Şeyhülislamın nazırlar arasında sadrazamı takip eden pek yüksek bir mevkii vardı; medreselerin bazı reformlarla güçlendirilmesi tasarlanmıştı. Yasama yetkisi Mebusan Meclisi'nde olmakla beraber, halâ fetvalara bir kıymet verilmekteydi. Kısacası bu meselede de "idareimaslahat" esastı. Bilgi ve tecrübe eksikliğinden, Osmanlı memleketleriyle Avrupa'nın durumu ve dünyanın gelişme cereyanları konusundaki bilgisizlikten doğan bu kararsızlık, İttihat ve Terakki'nin ciddî bir iş görmesine engeldi. Hele iktisadî ve malî meselelerde, sırf ampirik (ilme dayanmayan, pratik) çözüm yollan aranarak, iktisadî ve malî durum, Abdülhamit zamanından İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 305 daha kötü bir hale getirilmişti. İşte bu ve buna benzer sebeplerledir ki, imparatorluğun İkinci Meşrutiyet devri de, ciddî bir ürün bırakmadan, tarihe karışıp gidecektir. DÜNYA SAVAŞI Meşrutiyet'in ilanının ardından, Osmanlı Devleti'nin devletlerarası alandaki durumu birdenbire değişmişti. Abdülhamit'in son zamanlarda çok meylettiği Alman siyasetinin İstanbul'da etki ve nüfuzu eksilmiş, Genç Türkler, İngiltere ve Fransa'ya heyecanlı yakınlık göstermeye başlamış olduklarından, İngilizler de İttihat ve Terakki'ye başlangıçta biraz güleryüz gösterdiler; ve hatta Reval programının uygulanmasını ertelediler. Fakat durum pek çabuk değişti. İttihat ve Terakki Cemiyeti, Almanlarla dostlaştı. Balkan Savaşı'nda Balkanlıları Anlaşma Devletleri, yani İngiltere, Fransa ve Rusya tutuyordu; Osmanlılara ise Üçlü İttifak'ın temeli olan Almanya'yla Avusturya yakınlık ve güleryüz gösteriyordu. Balkan Savaşı (1912) iki sene sonra patlayacak Dünya Savaşının adeta öncü çarpışması gibi bir şey oldu. Çok geçmeden, Üçlü İttifakla (Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya) Üçlü Anlaşma (Fransa, Rusya ve İngiltere) arasında savaş açıldı (Temmuz 1914). Savaşın ilanı sırasında İtalya tarafsızlığını bildirerek Müttefiklerden ayrıldığı gibi, bir müddet sonra da Üçlü Anlaşma'yla ittifak yaptı. Almanya'ya askerî sözleşmeyle bağlı bulunan Romanya Krallığı da İtalya'yı taklit etti. Osmanlı İmparatorluğu, Almanya'yla bir ittifak-name imzalayarak savaşa dahil oldu (Kasım 1914). Büyük Savaş'a başlanacağı sırada Osmanlı ordusu henüz Balkan Sa-vaşı'nın yorgunluklarından dinlenmemiş ve getirilen Alman Reform He-yeti'yle (Liman von Sandres Heyeti) birlikte çizilen geniş reform programını tamamen uygulamaya vakit bulamamıştı. Ancak kumandanlar gençleştirilmiş ve askerî bilgi müesseseleri Alman öğretmenlerle kuvvetlendirilmişti. Büyük Savaş'ın başlarında, Osmanlı Hükümeti, bütün Avrupa'ya yayılacak olan bu savaşa coğrafî ve siyasî konumundan dolayı seyirci kalamayacağını düşünerek Ağustos 1914'te seferberlik ilan etmişti. Dört ordu halinde seferber edilen Osmanlı kuvvetlerinden, I. ve II. Orduların başkent 306 TARİH ile Trakya ve Boğazlar bölgesine III. Ordu'nun Kafkas ve İran sınırlarına, IV. Ordu'nun Mısır sınırına karşı toplanması kararlaştırılmıştı. Osmanlı ordularının insan kaynakları yeterliydiyse de hayvan ve malzemece eksikleri vardı. Seferberlik başlangıcında 640 000 kadar insanla 228 000 kadar hayvan toplanmıştı, ordunun l 247 seyyar topu ve 520 kale topu vardı. Donanmaya gelince, Osmanlı donanması çok zayıftı. İngiltere ve Fransa'ya yeni ısmarlanan büyük ve küçük gemiler, savaş çıkınca o devletler tarafından zapt edilmişti. Savaşın başlarında Çanakkale Boğa/ı'ndan geçip Marmara'ya sığınan Almanların "Göben" ve "Breslau" zırhlıları devletçe satın alındıysa da, yine Karadeniz'de bile Osmanlı deniz hâkimiyeti sağlanamamıştı. Bu duruma göre, savaşa girmekte acele etmek doğru değildi; o sıralarda Sofya'da Ataşemiliter olan Kaymakam Mustafa Kemal Bey, savaşın seyrini büyük bir ilgiyle takip ediyor ve gereken kişilere acele etmemeleri tavsiyesinde bulunuyordu. Fakat 1914 senesi Ekim'i sonlarında Müttefiklerin doğu ve batı cephelerindeki durumları kötüleşmişti. Almanlar her ne olursa olsun, Osmanlı ordusunu savaşa sokarak, bozuk durumlarını düzeltmek istiyorlardı. "Göben" kumandanı olup Osmanlı hizmetine giren Alman amirali, Alman Islah Heyeti ve kendisini bunların nüfuzuna kaptırmış olan Osmanlı Harbiye Nazırı Enver Paşa, bir an evvel savaşa girmek taraftarıydılar. Ruslar da Büyük Savaş'tan yararlanarak uygun bir zamanda İstanbul civarına asker çıkararak, Boğazlar'ı elde etmek, bu suretle tarihî amaçlarına ulaşmak emelinde bulunuyorlardı. Karadeniz'de Rus ve Osmanlı donanmaları arasında çıkan bir olay (29 Ekim 1914). Osmanlı Rus ordularını fiilen savaşa sokmuş oldu. Osmanlı çıkarları açısından, savaş uygun bir zamanda başlamış değildi. Mustafa Kemal Bey, raporlarıyla bu önemli tarihî noktayı tespit etmiştir. Anlaşma Devletlerinin Amerika Birleşik Devletleri'yle daha birtakım büyük küçük devletleri ittifakına almasından dolayı dünyanın hemen her tarafında, karada, denizde ve havada birçok savaş ve çarpışmayla sonuçlanan bu büyük savaş dört sene kadar sürdü; ve Dünya Savaşı adını aldı. İMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 307 Dünya Savaşı'nda, Üçlü Anlaşma dahil Rusya, Romanya ve Sırbistan orduları mağlup düşerek saf dışı kaldılarsa da, nihayet Üçlü İttifak mağlup oldu. Almanya'nın müttefiki bulunan Osmanlı Devleti Çanakkale Bo-ğazı'nı, dünyayı hayrete düşüren bir fedakârlıkla savunarak dünyanın en büyük donanmaları olan İngiliz ve Fransız filolarını Boğaz'dan sokmadığı gibi, karadan saldıran İngiliz, Avustralya, Yeni Zelanda ve Fransa ordularım da bozguna uğratarak denize attı (1915). Savaşın ta başlangıcında Sofya Ataşemiliteri Kaymakam Mustafa Kemal Bey, Başkumandanlıktan faal bir görev istemişti. O zamanlar kabul cevabı verilmemişti. Nihayet Tekirdağ'da kurulacak, olmayan bir tümene kumandan tayin ettiler; Mustafa Kemal, orada bir ay içinde güzide bir tümen hazırladı: 19. Tümen. Bir müddet sonra bu fırkaya daha bir kısım kuvvet ekleyerek Seddülbahir, Anburnu, Anafartalar ve Ece Limanı'nı içine alan Maydos bölgesinin savunulması görevini ona verdiler; sonra biraz geriye çektiler. Lakin Anlaşma Devletleri Gelibolu Yarımadası'na kuvvetler çıkar-dıklan zaman (13 Nisan 1915) Mustafa Kemal kendi inisiyatifiyle derhal Anburnu bölgesine yetişerek saldırdı ve düşmanı sahilde hareketsiz hale getirdi. Yarımadanın tahliyesine kadar düşmanın ilerlemek için yaptığı birçok saldırı, şiddetli hücumlar hep sonuçsuzluğa mahkûm kaldı, düşman kuvvetleri, yapışıp kaldıkları Anburnu'nun yalçın yamaçlarından ileriye bir adım bile atamadılar. Türk cephesini yandan, Anafartalar'dan çevirmek için çıkan yüz bin kişilik Kiçner Ordusu da karşısında Mustafa Kemal'i buldu. Anafartalar Kumandanı Miralay Mustafa Kemal Bey, 26, 27, 28 Ağustos günleri Suvla Limanı istikametinde, Conkbayın'nda ve Kocatepe'de yaptığı şanlı saldırılarla Kiçner ordusunu da mağlup etti (Res. 190-193) ve ordumuzun durumunu bir kere daha tehlikeden kurtardı. Conkbayın Savaşı'nda bir mermi parçası ta kalbinin üzerine gelmişken cebindeki saatinin parçalanmasıyla hayatı kurtulmuştu: Türkün talihi onu korumuştu. Türk ordusunun Gelibolu Yarımadası'nda dünyanın en düzenli ve mükemmel ordulanna karşı gösterdiği kahramanca direniş ve onlan geri çekilmek zorunda bırakarak kazandığı büyük zafer Türk erinin ve Türk milletinin doğuştan olan fedakârlığını ve yüksek karakterini en iyi anlayan ve ondan yararlanmasını bilen Mustafa Kemal'in eşsiz dehası sayesinde olmuştur. 308 TARİH Mustafa Kemal Çanakkale savunmasıyla imparatorluğun başkentini istiladan kurtardı. Rusya'nın yenilgi ve ihtilaline gerçek etken oldu; Boğazlar yoluyla müttefikleriyle birleşemeyen Rusya, bundan sonra askerinin çokluğuna rağmen teçhizatsızlıktan geri çekilmeye başlamış ve nihayet tamamen bozguna uğramıştı. Bu iki yenilgidir ki, Rusya'da komünist ihtilalini doğurdu. Çanakkale Boğazı'nı kurtaran Mustafa Kemal, doğu cephesinde Rusların zapt etmiş olduğu Bitlis'i ve Muş'u, Rusları mağlup ederek geri aldı ve onların bu istikametlerden Anadolu içlerine yürümelerini engelledi ve mirlivalığa terfi edildi. Erzurum cephesinde bulunan ordu, bizzat Enver Paşa'nın kumandasında tedbirsizce sevk ve idare yüzünden mağlup ve perişan olmuştu. Aynı şekilde Süveyş Kanalı'nı geçerek Mısır'a girmek hayaliyle hareket eden Cemal Paşa ordusu da büyük yenilgiye uğradı. Bu iki kumandanın (Enver ve Cemal Paşalar) sebep olduğu felaketler sonuna kadar telafi olunamadı. Bununla beraber Osmanlı ordularının temelini oluşturan Türk milleti dört sene süren Dünya Savaşı'nın çeşitli cephelerinde muktedir kumandanlar idaresi altında bulundukça, dünyaya hayret veren bir direniş ve kudret gösterdi. Yalnız anavatanda değil, Galiçya, Romanya gibi uzak cephelerde de müttefiklerinin yardımına koştu. Türkler oralarda kanlarını akıtarak mertliklerinin gereğini yaptılar. Osmanlı Genel Karargâhı, Almanların emri altında gibiydi; Osmanlı ordusunun önemli kuvvetleri dışarıda ve uzak cephelerde kurban edildi; Almanlar yalnız kendi amaç ve emellerinin gerçekleşmesine baktılar ve anavatanımızın savunulmasını zayıflattılar. Kanal ve Sarıkamış faciaları da Alman amacına hizmet eden büyük hatalardandır. Bu hatalara rağmen, Osmanlı ordusu bütün cephelerde kahramanca çarpışmıştır. Çanakkale Boğazı harikalarından başka, Irak'ın kızgın çöllerinde, her türlü savaş aracının yoksulluğu içinde uğraşan 3 000 kadar silahlı Türk, 12 000 kişilik bir İngiliz kuvvetini Kûtülema-re'de esir aldı. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti, 4 milyona yakın askeri seferber ederek bunun hemen bir buçuk milyonunu cephelerde bulundurabilmişti. Yani Türk tarihinin en büyük ve düzenli ordularından birini çıkarmıştı. SaİMPARATORLUĞUN DAĞILMASI VE YIKILIŞI 309 vaş sırasında Osmanlıların kayıpları bir buçuk milyonu bulmuştur.1 Osmanlı tarihinin şimdiye kadar bahsolunan olayları iyice düşünülürse, bu başarının olağanüstülüğü anlaşılır ve Türk milletinin ne kadar hayret verici bir yaşam gücüne sahip olduğu iftiharla görülür. Bu yaşam gücünün kaynağı, Türk milletinin 120 asırlık tarihî varlığıdır. ATMANYA'NIN DÜNYA SAVAŞI SIRASINDA HİLAFET FİKRİNDEN YAARARLANMAK ARZUSU Almanya Devleti Büyük Savaş sırasında, müttefiki olan sultanın halifelik sıfatından yararlanmak arzu- sunda bulundu: Halife adına birtakım fetva ve beyan- nameler yazdırıp, çeşitli Müslüman dillerine tercüme ettirerek, bütün dünya Müslümanlarına dağıttırdı. Müslümanların çoğu, Anlaşma Devletlerinin tebaası olduğundan, bu manevî silahla onları metbu devletlerinin aleyhine çevirmek, savaşa katılmalarını engellemek ve hatta ayaklanma ve ihtilallere teşvik etmek istiyordu. Fetva ve beyannamelere pek kulak asan bulunmadı. İngiliz ve Fransıza tabi Hint, Cezayir, Tunus ve diğer Müslüman memleketlerinin ulema denilen adamları hâkimlerinin emriyle, derhal bu fetva ve beyannameleri iptal edecek aynı değerde bir sürü fetva, beyanname ve risale de kendileri yazıp yayımladılar. Hint'in, Cezayir'in ve Tunus'un Müslüman askerleri hiçbir dinî ıstırap duymadan, halifenin memleketlerine ve ordularına saldırdılar. Hatta Osmanlı'ya doğrudan doğruya tabi olan Müslümanlar, özellikle Araplar, halifeliğe ihanetle düşmanlarının tarafına geçip Osmanlılar aleyhine savaşa katıldılar. Bunların başında peygamber sülalesinden geldiğini iddia eden Mekke Şerifi ve oğulları da vardı!.. Bu olgu, pek açık ve kesin olarak gösterdi ki, halifelik fikrinin bütün Müslümanlar hayatında artık bir kıymet ve önemi kalmamıştır; öteden beri Osmanlı Devleti'nin ciddi bir işine yaramayan bu silah, artık terk edilmesi gereken boş ve zararlı bir ağırlıktan ibarettir. SEVR ANTLAŞMASI VE OSMANLI DEVLETİNİN SON PARÇALANMASI Büyük Savaş'a son veren antlaşmalar Paris civarında yapıldı. Anlaşma Devletleriyle Osmanlı sultanının delegeleri arasındaki antlaşma, Paris'e pek yakın Sevr kasabasında görüşülüp imzalandı (10 Ağustos 1920). l Osmanlı ordusuna karşı Ruslar 350 000, ingilizler 750 000, Fransızlar 150 000 kişi, yani bütün Anlaşma Devletleri l 250 000 kişi sevk etmişlerdir. 310 TARİH Sevr Antlaşmasından önce Mondros Ateşkesi yapılmıştı (30 Ekim 1918); bu ateşkesle Anlaşma Devletlerinin İstanbul'u işgal etmelerine (Res. 194) ve Osmanlı ülkesinin önemli askerî noktalarım tutmalarına, Sultan Hükümeti izin vermişti. Bu ateşkes hükümlerini derhal uygulayarak Osmanlı memleketlerini ve askerlerini emri altında bulundurduklarını sanan Anlaşma Devletleri Sevr Antlaşması'nı Osmanlı delegelerine istedikleri gibi dikte ettiler (Res. 195). Bu antlaşma gereğince Osmanlı Devleti, İstanbul ve civarındaki köyler ve Anadolu'nun bir kısmıyla sınırlı kalıyordu (Harita. 19); Boğazlar açılmış ve bir Avrupa komisyonunun kontrolü altına konulmuştu; İzmir şehri ve bölgesi Yunanlılara bahşedilmiş, "Kürdisîan" adı takılan birkaç Türk vilayetine özerklik verilmişti. Doğu Trakya ve bütün adalar da Yunanlılara bırakılmıştı; serbest ve bağımsız bir "Ermenistan" kurulmuştu; Irak, Hicaz, Mısır ve Kıbrıs'ı İngilizler; Suriye ve Tunus'u Fransızlar; Trablusgarp'ı, 12 Ada denilen Rodos ve diğer adaları İtalyanlar tamamen benimsemişlerdi. Bu suretle paylaşılan (Harita. 19) memleketlerinden Osmanlı Devleti'ne kalan küçük parça da tamamen bağımsız değildi; silahtan arındırılmış ve devletlerin malî kontrolü altına alınmıştı. Kısacası bu antlaşmayı imzalayan Sultan VI. Mehmet (Vahdettin), Osmanlı Devleti'nin bağımsız bir devlet olarak artık ortadan kalktığını kabul etmiş oluyordu. Bu antlaşmayla Osmanlı İmparatorluğu resmen değilse de gerçekte yıkılmıştı. Bereket versin ki, Osmanlı sultanının imzasına, bu memleketin hâkimi ve esas unsuru olan Türk milleti hiçbir kıymet vermiyordu; Sevr'e delegeler gönderen sultanın "Türkiye" üzerinde hiçbir hüküm ve nüfuzu yoktu. Bunun içindir ki, "Osmanlı İmparatorluğu" yıkıldığı halde Türk milleti ve "Türkiye Devleti" yaşamıştır ve onu yaşatan, vaktiyle imparatorluğu istilalardan kurtarmaya çalışmış olan Gazi Mustafa Kemal'dir. Bunun nasıl olduğu da Türkiye Cumhuriyeti tarihinde görülecektir. OSMANOGULLARI HÜKÜMDARLARININ SALTANAT MÜDDETLERİNİ DE GÖSTEREN SOY CETVELİ 1. 1. OSMAN (1299-1326) I 2. 1. Orhan (1326-1359) I 3. 1. Murat (1359-1389) I 4. 1. Bayazıt (1389-1402) Emir Süleyman Musa Çelebi (1403-1410) (1410-1413) ı Çelebi Mustafa Çelebi (1419-1422) (Tek başına 1413-1421) I 6. H. Murat (l.cidefa 1421-1444) (2.ci defa 1444-1451) I 7. Fatih Mehmet II (l.cidefa 1444) (2.ci defa 1451-1481 I 8. II. Bayazıt (1481-1512) I 9.1. Selim (1512-1520) 312 9.1. Selim (1512-1520) I 10.1. Süleyman (1520-1566) 5. 1. Mehmet îsa (1403-1413) l 11.11. Selim (1566-1574) I 12. III. Murat (1574-1595) I 13. III. Mehmet (1595-1603) l_______ 14.1. Ahmet (1603-1617) 15.1. Mustafa (l.ci defa 1617-1618) (2.ci def a 1622-1623) 16. II. Osman (1618-1622) l 17. IV. Murat (1623-1640) 21. II. Ahmet (1691-1695) J__ l ı 19. IV. Mehmet 20. II. Süleyman (1648-1687) (1687-1691) l 21.1. Ahmet (1774-1789) l 22. H. Mustafa (1695-1703) 23. III. Ahmet (1703-1730) l 24.1. Mahmut (1730-1754) 25. III. Osman (1754-1757) 26. III. Mustafa (1757-1774) 27.1. Abdülhamit (1774-1789) ______l______ 28. III. Selim (1789-1807) 29. IV. Mustafa (1807-1808) 30. II. Mahmut (1808-1839) l r 31.1. Abdülmecit (1839-1861) l 32.1. Abdülmecit (1861-1876) l l 33. V. Murat 34. H. Abdülhamit 1876 l (1876-1909) l 35. V. Mehmet 36. VI. Mehmet (1909-1918) Vahdettin (1918-1922) KRONOLOJİ CETVELİ OSMANLI DEVLETİ TARİHİNDE ANILAN BAŞLICA OLAYLARIN GERÇEKLEŞME TARİHLERİ 1071 Malazgirt Meydan Savaşı (26 Ağustos). 1243 İlhanlıların Anadolu'yu istilası. 1250 Mısır'da Türk beyleri idaresinin başlaması. 1281 Osman Bey'in aşiret reisi olması. 1299 Bağımsız Osmanlı Devleti'nin kuruluşu. 1308 Selçuk İmparatorluğu'nun tarih sahnesinden kayboluşu. 1312 Türk şairi Sultan Veled'in ölümü. 1326 Osman Bey'in ölümü ve Bursa'nın Osmanlılar tarafından zaptı. 1328 Orhan Bey adına ilk Osmanlı parasının basılması. - Yunus Emre'nin yaşadığı devir. 1332 Âşık Paşa'nın ölümü. 1333 Osmanlılarla Bizanslılar arasında ilk defa barış yapılması. 1337 Yüz Yıl Savaşı'nın başlaması (sonu 1453). 1356 Osmanlı Türklerinin Çanakkale yoluyla Avrupa'ya geçişi. 1359 edilmesi. Süleyman Paşa'nın ölümü. - Ankara'nın Osmanlılar tarafından elde 1360 Yeniçeri ocağının kurulması. 1363 Hacı İl Bey kumandasındaki Osmanlı kuvvetinin "Sırp Sındığı" adı verilen yerde savaşı ve galip gelmesi. 1387 Sırp kralının Timurtaş Paşa'yı baskına uğratması (Ploşnik Olayı). Karamanoğlu Ali Bey'in (Sultan Alâeddin) Osmanlılar aleyhine savaş açması. 1388 Şumnu'yu zapt etmesi. Sadrazam Ali Paşa'nın Bulgar ve müttefiklerini yenerek Tırnova ve 314 1389 1393 1395 1402 1413 1416 1417 1423 1426 1444 1449 1450 1451 1453 1459 1461 1462 1463 1467 1473 1474 1485 1492 1499 1501 TARİH Kosova Meydan Savaşı'nda müttefiklerin yenilgisi ve I. Murat'ın Miloş adlı bir Sırp tarafından şehit edilmesi. - Bayazıt Bey'in Osmanlı hükümdarı olması. Bulgaristan'ın tamamen Osmanlı topraklarına katılması. Niybolu Meydan Savaşı. Ankara yakınında Timur ve Bayazıt arasında savaş (20 Temmuz). Çelebi Mehmet'in hâkimiyette birliği sağlamayı başarması. Çelebi Mehmet zamanında Gelibolu önünde Venediklilerle deniz savaşı. Samavnalı Şeyh Bedrettin'in asılması. II. Murat'ın İstanbul'u kuşatması. Kırım Hanlığı'nın kurulması. Sultan Murat ile Macar Krallığı arasında Segedin Antlaşması. - Macarların antlaşmayı bozması ve Varna civarında savaş. İkinci Kosova Meydan Savaşı (17 Ekim). İki Gül Savaşı'nın başlangıcı. - Avrupa'da matbaacılığın başlaması. II. Mehmet'in ikinci defa tahta çıkması. II. Mehmet'in Rumelihisarı'm yaptırması ve toplar döktürmesi. - İstanbul'un fethi (29 Mayıs). Sırbistan'ın Osmanlı Devleti topraklarına katılması. Mora'nın ve Trabzon'un zaptı. Eflak ve Buğdan'ın koruma altına alınması. Bosna'nın zaptı. Konya'nın zaptı, Karaman Devleti'nin yıkılışı. Anadolu Türklüğünün tamamen birleşmesi. Otlukbeli Savaşı. Kırım'ın koruma altına alınması. İlk Osmanlı-Mısır Savaşı. Kristof Kolomb tarafından Amerika'nın keşfi (12 Ekim). - Gırnata'nın İspanyollar tarafından zaptıyla İspanya'da son Müslüman hükümetine son verilmesi. İsviçre'nin bağımsız cumhuriyet oluşu. Şah İsmail'in Safevî Devleti'ni kurması. KRONOLOJİ CETVELİ 315 1512 1514 1517 1519 1520 1521 1522 1525 1526 1529 1532 1534 1535 1538 1541 1546 1552 1554 1556 1556 1560 1564 1565 1566 1569 1571 1572 L Selim'in tahta çıkışı. Çaldıran Meydan Savaşı. Mısır'ın fethi, Hicaz'ın Osmanlı'ya katılması. V. Karlos'ım Almanya'da imparatorluğa seçilmesi. Kanunî Süleyman'ın tahta çıkışı. Belgrad'ın zaptı. Rodos'un zaptı. I. Fransuva'nın İtalya'da Pavi Savaşı'nda V. Karlos'a esir düşmesi. - Babür'ün Hint'e girmesi, Hint'te Türk-Moğol İmparatorluğu'nün kurulması. Mohaç Meydan Savaşı ve Macar Kralı Layoş'un ölümü. Birinci Viyana Kuşatması. Kanunî'nin Alman seferi. Bağdat'ın fethi, Basra'nın Osmanlı'ya katılması. Kanunî'nin Fransa'ya ilk kapitülasyon fermanını vermesi. Barbaros'un Preveze Savaşı. - Hindistan'da Dev Adası'nın Osmanlı donanması tarafından kuşatılması. - Yemen'in fethi. Macaristan'ın Osmanlı İmparatorluğu topraklarına kesin olarak katılması. Martin Luter'in ölümü. Moskof Çarı Korkunç İvan'ın Kazan Türk Hanlığı'nı zaptı. - Pasav Antlaşması. Korkunç İvan'ın Hacıtarhan Hanlığı'nı zaptı. V. Karlos'un hükümdarlıktan çekilmesi, Avusturya'da İmparator Ferdinant'ın ve İspanya'da II. Filip'in tahta çıkışları. İngiltere'de Elizabet'in tahta geçmesi. Mezhep savaşlarının başlaması. İmparator Ferdinant'ın ölümü ve II. Maksimilyan'ın tahta çıkışı. Sokollu Mehmet Paşa'nın sadrazamlığa geçmesi. Kanunî'nin ölmesi ve İkinci Selim'in tahta çıkması. Don ve Volga ırmakları arasında kanal açılması girişimi. Kıbrıs'ın zaptı ve İnebahtı Savaşı. Fransa'da Sen Bartelmi olayı (24 Ağustos). 316 1575 1577 1579 1590 1593 1596 1598 1606 1618 1620 1622 1623 1638 1639 1642 1643 1645 1648 1651 1652 1656 1661 1663 1664 1669 1672 1676 1682 1683 1688 TARİH Tunus'un fethi. - II. Selim'in ölmesi. - III. Murat'ın tahta çıkışı. Vadiyüssebil Savaşı, Fas'ın Osmanlı koruması altına girmesi. - İran'la uzun bir savaşın başlangıcı. Sokollu'nun ölümü. İran'la Ferhat Paşa Barışı'nın yapılması. Avusturya'yla yeni bir savaşın başlaması. III. Mehmet'in tahta çıkışı, Haçova Meydan Savaşı. Fransa'da Nant Fermanı'nın ilanı. Avusturya ile Jitvatorok Antlaşması. Almanya'da Otuz Yıl Savaşı'nın başlaması. Lehistan'la savaş ve Hotin Antlaşması. Bağdat'ın İranlılar tarafından zaptı. Dördüncü Murat'ın tahta çıkışı. Japonya'nın yabancılara kapılarını kapaması (tekrar açış 1865). İran'la Kasrı Şirin Antlaşması. Kardinal Rişliyö'nün ölmesi ve yerine Kardinal Mazaren'in geçmesi. XIV. Lui'nin Fransa tahtına geçmesi (ölümü 1715). ~ Venedıklile'rle~Girif Savaşı'nın başlaması. IV. Mehmet'in (Avcı) tahta çıkışı. - İngiltere'de Kromvel'in iktidarı ele alması (ölümü 1658). - Vestefalya Antlaşması. Kösem Sultanın ölümü. Tarhoncu Ahmet Paşa'nın sadrazamlığı. Köprülü Mehmet Paşa'nın sadrazamlığa geçmesi. Köprülü Mehmet Paşa'nın ölümü ve sadrazamlığa oğlu Fazıl Ahmet Paşa'nın geçmesi. Fazıl Ahmet Paşa'nın Avusturya seferi. Avusturya ile Vaşvar Antlaşması. Kandiya'nın zaptı, Venediklilerle Girit Savaşı'nın sonu. Lehistan'la ikinci savaş ve Bucaş Antlaşması. Fazıl Ahmet Paşa'nın ölümü, sadrazamlığa Merzifonlu Mustafa Paşa'nın geçmesi. Uzun Nemçe seferinin başlaması. İkinci Viyana Kuşatması. İngiltere'de Giyom Doranj'ın kral olması ve hukuk beyannamesinin kabulü. KRONOLOJİ CETVELİ 1689 317 Köprülü Fazıl Mustafa Paşa'nın sadrazamlığa geçmesi. - I. Petro'nun Rusya'da çar olması. 1691 II. Ahmet'in tahta çıkışı, Fazıl Mustafa Paşa'nın ölümü. 1699 Karlofça Antlaşması. 1702 İspanya Miras Savaşı'nın başlaması (sonu 1714). 1703 III. Ahmet'in tahta çıkışı. 1709 I. Petro'yla Demirbaş Şarl'ın Poltava Savaşı. 1711 Ruslarla Prut Savaşı ve Antlaşması. 1714 bitmesi. Raştat ve Ütreht Antlaşmalarının yapılmasıyla İspanya Miras Savaşı'nın 1715 Osmanlı-Venedik Savaşı. - Tarihçi Naima'nın ölümü. 1716 Avusturya'nın Osmanlı-Venedik Savaşı'na müdahalesi. 1718 Pasarofça Antlaşması. - Damat İbrahim Paşa'nın sadrazamlığa geçmesi. 1721 Niştat Antlaşması ve Baltık eyaletlerinin Rusya'ya geçmesi. 1722 İbrahim Paşa'nın İran'a savaş açtırması. 1724 Paşa'nın bazı Türk memleketlerini Ruslarla paylaşması. 1728 İlk matbaa açılması. 1730 İstanbul'da isyan çıkması, İbrahim Paşa'nın katli, III. Ahmet'in tahtan indirilmesi ve I. Mahmut'un tahta çıkışı. 1736 İran ile barış. - Osmanlı Devleti ile Rusya ve Avusturya arasında savaşın başlaması. İbrahim 1739 Belgrad Antlaşmaları. 1740 Kapitülasyonların ebedileştirilmesi hakkında Fransa'yla antlaşma yapılması. 1755 Yedi Yıl Savaşı'nın başlaması (sonu 1763). 1763 Koca Ragıp Paşa'nın sadrazamlığa geçmesi. 1763 II. Katerina'nın Rusya'da çariçe ilan edilmesi. — Paris Antlaşması, Fransa'nın Kanada'yı İngiltere'ye terki. 1768 1770 Çeşme Deniz Savaşı. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması. 1776 Amerika Cumhuriyetleri Birliği'nin bağımsızlık ilan etmesi (ihtilalin başlaması 1774). l 318 1783 1787 1789 1791 1792 1795 1797 1798 1804 1806 1808 1812 1814 1815 1821 1824 1826 1827 1828 1829 1830 1832 1833 TARİH Kırım'ın Rusya topraklarına katılması. - Versay Antlaşması, Kuzey Amerika Birleşik Devletleri bağımsızlığının onaylanması. Rusya'yla savaş başlaması. Osmanlı Devleti ile Rusya ve Avusturya arasında savaş başlaması. III. Selim'in tahta çıkışı. - Fransa'da Büyük ihtilalin başlaması. Ziştov Antlaşması. Yaş Antlaşması. - Fransa'da birinci cumhuriyetin ilanı. Fransa'da Direktuvar. Kampo-Formiyo Antlaşması. Fransızların Mısır'ı işgali. Sırpların isyanı. - Napolyon'un Fransa'da imparator ilan edilmesi. Osmanlılarla Rusya arasında savaş başlaması. - II. Fransuva'nın Avusturya imparatoru unvanını alarak "Kutsal Roma-Germen İmparatoru" unvanından vazgeçmesi ve bu suretle Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu'nun sona ermesi. II. Mahmut'un tahta çıkması, Alemdarın sadrazamlığı. Bükreş Antlaşması. - Napolyon'un Moskova'dan geri çekilmesi. Napolyon'un imparatorluktan feragati, Fransa'da XVIII. Lui'nun kral olması. - Viyana Kongresi. Waterloo Savaşı. - Viyana Antlaşması. Mora isyanı. Dünyada ilk defa olarak İngiltere'de şimendiferin işleme si. Yeniçeri ocağının kaldırılması (Vak'ai Hayriye). Navarin Savaşı. Rusya ile savaşın başlaması. - Türkmençay Antlaşması (Rusya-İran arasında). Edirne Antlaşması ve Yunan bağımsızlığı. Cezayir'in Fransızlar tarafından işgali. Kavalalı Mehmet Ali Paşa'nın isyanı. Hünkâr İskelesi Antlaşması. KRONOLOJİ CETVELİ 319 1839 1840 1841 1848 1852 1853 1854 1855 1856 1857 1858 1960 1861 1867 1869 1870 1871 1875 1876 1877 1878 1880 1881 1882 1885 1896 1897 Nezip Savaşı. - Abdülmecit'in tahta çıkışı. - Avrupa büyük devletlerinin Osmanlı İmparatorluğu'nü ortak korumaları altına almaları, Gülhane Hattı (Tanzimatı Hayriye). Mısır hakkında Londra Sözleşmesi'nin yapılması. Boğazlar Antlaşması. Avrupa'da millî ve demokratik ihtilaller. - Fransa'da ikinci cumhuriyetin ilanı. III. Napolyon'un imparatorluğu. Kırım Savaşı'nın başlaması. İlk dış borç antlaşmasının yapılması. Sivastopol'ün düşüşü. Paris Antlaşması, Isfahat Fermanı'nın ilanı. Hindistan'da sipahi isyanı. - İngiltere'nin, Hint bağımsızlığı aleyhine halifelikten yararlanmaya kalkışması. Reşit Paşa'nın ölümü. Müslüman Osmanlılar arasında ilk muhalefet teşkilatı. Eflak ve Buğdan'ın birleşmesi. - İtalya Krallığı'mn ilanı. - Amerika'da Ayrılık Savaşı'nın başlaması. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun kuruluşu. Fuat Paşa'nın ölümü. III. Napolyon'un düşüşü. - Fransa ile Prusya ve müttefikleri arasında savaş. Âli Paşa'nın ölümü. - Almanya İmparatorluğu'nun ilanı. - Frankfurt Antlaşması. Hersek ve Bosna'da isyan. - Fransa'da üçüncü cumhuriyetin ilanı. Bulgaristan'da isyan, Abdülâziz'in tahtan indirilmesi, V. Murat'ın saltanatı, II. Abdülhamit tahta çıkışı. İlk Osmanlı anayasasının ilanı. Rusya'yla savaş. Ayastafanos ve Berlin Antlaşmaları. Mithat Paşa'nın zindana atılması. Tunus'un Fransızlar tarafından işgali. Mısır'ın İngilizler tarafından işgali. Doğu Rumeli'nin Bulgaristan'a katılması. Ermeni ihtilalleri. Yunan Savaşı. - Girit'in Osmanlı Devleti'nden ayrılması. 320 1905 1908 1909 1911 1912 1913 1914 1914 1915 1917 1918 1920 TARİH Mustafa Kemal Bey'in "Vatan ve Hürriyet Cemiyeti" ni kurması (Ekim). - Makedonya ihtilallerinin çok şiddetlenmesi. İkinci Meşrutiyet'in ilanı. 31 Mart Olayı, II. Abdülhamit'in tahtan indirilmesi. İtalya'yla savaş. Türk olmayan Müslümanların millî bağımsızlık davalan. - Türklerde milliyet fikrinin kuvvetlenmesi. - Uşi Antlaşması, Balkan Savaşı. İstanbul ve Atina Antlaşmaları, Balkanlar'ın Osmanlı Devleti'nden ayrılması. Umumî Harbin başlaması. Osmanlı Devleti'nin Büyük Harbe girmesi (29 Ekim). Mustafa Kemal Bey'in Çanakkale Boğazı'nda muzaffer savaşları (Arıburnu, Nisan; Suvla, Ağustos). Rusya'da siyasî ve toplumsal ihtilallerin başlaması. Amerika Birleşik Devletleri'nin Umumî Harbe girmesi. Brest-Litovsk Antlaşması. - Mondros Ateşkesi (30 Ekim). İstanbul'un müttefikler tarafından işgal olunması (16 Mart). - Sevr Antlaşması (10 Ağustos). - Osmanlı İmparatorluğu'nün yıkılışı. DİZİN Ali Efendi, 35 Âli Paşa, 248,255,295 Âşık Paşa, 43 Âşık Paşazade, 3, 151 Abaza Hasan Paşa, 122 Abaza Mehmet Paşa, 116 Abbasiler, 47, 60, 94 Abdülaziz, 188, 252, 253, 256, 258, 290-293 Abdülhamit L, 140, 189 Abdülhamit II., 188, 256, 290, 291294,296-299,301,303-305 Abdülmecit, 188, 211, 238, 239, 249, 251-254 Adalar, 38, 158, 203, 310 Adalar Denizi, 39, 153, 159, 200 Adana, 46, 238 Adriyatik Denizi, 11, 12, 37, 52, 69 Aforoz, 78 Afganistan, 183, 184, 287, 288 Afrika, 49, 69, 73, 82-84, 86, 87, 89, 91, 124, 181, 287, 288, 301, 302 Af şarlar, 184 Ahi Ahmet Çelebi, 58 Ahiler, 24, 57 Ahmet L, 114, 118 Ahmet İL, 140 Ahmet III., 140, 148, 149, 150 Ahmet Paşa (Fazıl), 122, 123 Ahmet Vefik Efendi (Paşa), 255 Ak Şövalye; 31 Akadi (Acadie), 139, 179 Akçay, 25 Akdeniz, 11,12, 37,47,49,52,65,66, 73, 81-84, 87, 89, 90, 114, 115, 122, 124, 139, 143, 153, 158, 203, 210, 238, 259, 302 Akkâ, 191 Akkerman, 44 Akkoyunlu, 33, 37 Aksak Timur, 26, 27, 28, 30, 31,47, 80 Aksu (Buğ), 157 Akyar, 38 Alâeddin Bey (Karamanoğlu), 25 Alâeddin L Keykubat, l, 2 Alâeddin III. Keykubat, 3 Alâeddin Paşa, 4, 6 Alâüddevle, 46 Alman-Fransız Savaşı (1870), 280 Alman İmparatorluğu, 130, 164, 266, 272,279 322 TARİH Alman birliği, 278 Alman Reform Heyeti, 305, 306 Alman Konfederasyonu, 107, 125, 263 266, 272 Almanya, 9-11, 14, 26, 40, 62, 79, 95, 98-102, 105, 107, 110, 111, 117, 125, 127-129, 136-138, 161, 163, 164, 174, 202, 222, 223, 225, 227, 228, 230, 231, 233, 234, 257, 259, 260, 261, 265-267, 270-272, 277-281, 283, 287, 288, 289, 307, 309 Alaşehir, 26 Alber Dürer, 99 Albukerk (Albuquerque), 87 Alegani, 178 Aleksandr L, 194, 200, 201, 241 Aleksandr II., 246, 275 Aleksandr III., 274, 277 Aleksi L, 127 Alem, 3 Alemdar Mustafa Paşa, 195, 196 Alfons XIII., 284 Ali Bey (Karamanoğlu), 25 Ali Paşa (1386-1404), 21 Ali. Paşa (1713-1715), 145 Alp Aslan, 6 Alpler, 125, 130 Alsas, 136, 221, 272 Altınordu, 8, 51,69, 142 Amasra, 38 Amasya, 41 Amcazade Hüseyin Paşa, 141 Amerigo Vespuci (Amerigo Vespucci), 85 Amerika, 70, 72, 84-86, 91, 92, 97, 115, 167,170,179,181-183,185, 215, 218, 232, 234, 283, 285 Amerika Birleşik Devletleri, 181, 183, 185, 186, 232, 306 Amerika sömürgeleri, 109 Amerika'nın bağımsızlığı, 183, 217 Âmiens Antlaşması, 224 Amsterdam, 90 Amur, 288 Anadolu, 1-4, 6, 7, 18.-30, 32-34, 4043,46,52, 54,57,65,67,74,115,119, 123, 143, 146, 154, 159, 197, 200, 203,207,211,259,260,308,310 Anadolu Beylerbeyi, 24, 35 Anadolu Celâli ayaklanmaları, 119 Anadolu kazaskeri, 35 Anadolu Selçukları, l, 2, 6, 7, 23, 25, 33,42,43, 151 Anadolu Türk Beylikleri, 6, 23 Anadoluhisan, 27, 32 Anafartalar, 307 Andrea Dorya, 49 Angıllar, 13 Anglikanizm, 102, 103, 112, 134 Anju Hanedanı, 11 Ankara, 2, 24, 25, 27, 28, 34, 211 Ankara Meydan Savaşı, 28, 29, 30 Ansiklopedistler, 169 Antalya, 23 Antifederalistler, 183, Antil Adalan, 85, 178, 181, 182 Anvers, 90 Aptülmelik, 65 Arabistan, 69, 82, 208 Aragon, 12, 109 Aragon Hanedanı, 11 Arap İmparatorluğu, 69 Arap meselesi, 303 Araplar, 6, 32, 52, 303, 304, 309 Arazi rejimi, 2, 4, 5, 34, 44, 56, 152 Ardahan, 259 Arhe, 201 Arıburnu, 307 DİZİN 323 Ariost (Arioste), 95 Aristo, 202 Arjantin, 178 Armada, 112 Arnavutlar, 31,303, 304 Arnavutluk, 33, 37 Arpatlar, 8 Artuva, 136 Asakiri Mansurei Muhammediye, 205 Askerî ayaklanmalar, 155, 284 Asor Adaları, 86 Astrahan (Ejderhan, Hacıtarhan), 51, 64, 105, 184 Asya, 12, 33, 37, 38,45, 73, 74, 81-87, 89, 90, 91, 97, 116, 124,73, 287, 288 Asya ticaret yollan, 73 Atina, 140, 203, 295 Atina Antlaşması, 302 Atlas Okyanusu, 73, 87, 90, 112, 178, 179 Attilâ, 32 Augsbourg, 90 Augsbourg Barışı, 101, 102, 111, 135 Avam Kamarası, 283 Avar, 7,20, 32 Avcı Mehmet, 114, 121, 123,141, 193 Avgusbourg İttifakı, 138 Avgust II., 162, 172, 175 AvgustlII., 173, 176 Avinyon, 77, 78, 79, 90 Avrupa, 6, 8-10, 12, 13, 16-20, 23, 26, 33, 38, 40, 41, 44, 45, 47, 48, 51, 52, 63,66,68-74, 79-87, 89, 90-94, 96, 97, 99, 103-107, 109, 110, 111, 114, 115, 117,123-129, 131, 135, 137, 139, 140, 144,145,147, 149, 153, 154, 158-167, 171,172,174, 178-181, 183, 185, 186, 188-192, 197, 200, 202, 204, 207-217, 220-223, 225-231, 234, 236-238, 240248, 250, 251, 253-255, 259, 260, 262, 263,.274, 279, 286, 287, 290-295, 297, 301,302,304,305,307,310 Avustralya, 85, 185, 287, 290-, 307 Avusturya, 48,49, 63,67,115,-117,123, 125, 126, 130, 135-138, 140, 141, 143147, 157, 158, 161, 162, 164, 165, 172174, 176-179, 184, 188, 197, 200, 201, 204, 210, 211, 222, 223-229, 231, 233, 236, 237, 239-241, 245-247, 257, 262264, 266-271, 273, 274, 279, 289, 305 Avusturya Habsburglan, 126, 137, 139 Avusturya-Macaristan, 259, 260, 277, 278, 301 Avusturya Mirası Savaşı, 180 Aybey, 46 Aydın Beyleri, 23, 25 Aydın burjuva, 164 Aydın mutlakiyetçilik, 161, 163, 165167 Aydos, 6 Aynalı Kavak Antlaşması, 160 , Azak, 105, 141, 142, 146, 159 Azerbaycan, 116 Azerî Türkler, 59, 146 Aztekler (Azteques), 87 B Baba Oruç, 49 Babıâli, 211, 237, 238, 242, 245, 254, 256-258, 294, 295, 299 Babür, 69, 249 Babür İmparatorluğu, 180 Bade, 225 Bafo, 118 Bağdat, 47, 49, 54, 55, 116, 119, 120, 155, 205, 206 Bağdat Hattı, 289 324 TARİH Bağımsızlık Beyannamesi (Amerika), 182 Bağımsızlık fermanı, 3. Bağımsızlık ilanı (Osmanlı), 23 Bağımsızlık mücadelesi (Amerika), 182 Bağuferah, 149 Bahadır Şah, 249 Bahriye Mektebi, 189 Baki, 58, 120, 150 Baku, 146 Bal, 79 Balbua, 85 Balıkesir, 23 Balkan Savaşı, 302-305 Balkan İslavları, 67 Balkan İttifakı, 301 Balkanlar, 6-8,18-24,26,31, 36,37,41, 44,72,74,124,140,145,147,164,198, 201, 226, 257, 259, 273, 278, 302 Baltacı Mehmet Paşa, 144 Ballık Denizi, 82, 89, 102, 105, 106, 124, 125, 137, 142.-144, 161, 175 Banat, 145 Barbaros Hayrettin, 49, 65 Baron de Tott, 157, 190 Bartelmi Diyas, 84 Barut, 80 Basra, 52, 259, 289 Bastil, 221 Başkent kargaşalıkları, 155 Batavya, 224, 225 Batı Kilisesi, 74, 77, 79 Batı Ocakları, 54, 205 Batı Roma, 8, 10 Batı Sudan, 287, 288 Batlamyos Coğrafyası, 83 Batori, 66 Batum, 259 Bavyera, 173,225,231 Bayazıt (şehir), 259 BayazıtL, 25-29, 61 Bayazıt II., 45, 46, 94 Bayrın, 202 Belçika, 108, 173, 222-225, 228, 233, 288, 290 Belgrad, 30, 33, 48, 146, 157 Belgrad Antlaşması, 147, 164, 177, 240 Bender, 195 Bengale, 69, 181 Berkuk, 46 Berlin, 259 Berlin Kongresi, 293 Berlin Antlaşması, 258-260, 294, 295, 301 Besarabya, 200, 201, 259 Beşiktaş Sarayı, 292 Beşinci Karlos (Charles Quint), 48-50, 68, 101-103, 107, 108, 110, 111, 135 Beyaz Deniz; 89 Beyaz Rusya, 124 Beyoğlu, 250 Beyrut, 254, 298 Beyşehir, 23 Beytüllahım, 50 Bilecik, 3 Bingazi, 288, 301, 302 1535 Kapitülasyonu, 50 1839 Notası, 237 1848 İhtilali, 233, 260, 264-266, 268, 270, 275, 277 1876 Kanunu Esasisi, 256 1783 Antlaşması, 160 Birleşik eyaletler, 108, 126 Birinci ittifak, 222-224 Birinci Meşrutiyet, 256, 296 Birinci Viyana Kuşatması, 48 Birlik Meclisi (Bundesrath), 278 Bismark, 270-272, 278 ' Bitlis, 308 DİZİN 325 Bizans (İmparatorluğu), 1-4, 6-8, 18-22, 24,26, 28, 29, 33, 35, 38-41, 51, 60, 7274, 80,142,143, 158, 197-199, 201 Boçkay, 67 Bogomil mezhebi, 20 Boğazlar, 24, 37, 143, 159, 210, 238, 244-247, 257, 259, 273, 305, 308, 310 Boğazlar Sözleşmesi, 238 Bohemya, 79, 107, 108, 125, 130, 165, 267, 277 Bolayir, 49, 302 Bombay, 180 Bonapart, 190, 191, 194, 195, 206, 220, 224-229 Borç, 253, 302 Bordo, 90 Bosfor, 26, 38,51 Bosna, 33, 37, 140, 145, 146, 254, 256, 258 Bosna-Hersek, 258, 260, 291, 301 Bostancı ocağı, 55, 60 Boston, 182 Boyarlar, 105 Bozcaada, 122 Bramante, 98 Brandeburg, 129, 131, 136, 137, 176 Brandeburg Elektörü, 139 Brem, 90 Bremer, 90 Breslav, 90, 306 Brezilya, 87, 88,90, 91, 178 Bruneleski (Brunelleschi), 98 Bucaş Antlaşması, 118, 123 Budapeşte, 54 Budin, 48, 54, 55, 68, 140, 142 Buhara, 184 Buğdan, 33, 38, 44, 54, 67, 117, 124, 143,198,201,203,254,258 Bukovina, 157 Bulgar Krallığı, 7, 20, 22, 33 Bulgar ayaklanması, 256 Bulgarlar, 7, 8, 18-21, 27, 197, 198, 239, 248, 254, 255, 257-260, 295, 302 Bulgaristan, 8, 21, 26, 30, 205, 254, 256,^259,301 Bulonya, 17 Bundesrath, 278 Burbonlar, 135, 167, 171, 227 Burgonya, 27, 76, 107, 108 Bursa, 4, 6, 27, 28, 34, 41,57 Bursalı Süleyman Çelebi, 43 Bükreş, 200 Bükreş Antlaşması, 200, 203 Bülücistan, 184, 287 Büyük Amiral, 49 Büyük Armada, 112 Büyük Ayrılık, 73, 78, 79 Büyük Britanya İmparatorluğu, 54 Büyük deniz keşifleri, 73 Büyük Elektör, 130 Büyük Ferman (Magna Charta), 15 Büyük geri çekiliş, 140 Büyük Kari İmparatorluğu, 10, 12, 214 Büyük Kari (Şarlman), 9, 10 Büyük keşifler, 82 Büyük Kral (XIV. Lui), 147 Büyük Moğol Devleti, 179 Büyük Nemçe Seferi, 50 Büyük Okyanus, 85 Büyük Savaş, 177,190, 231, 277,278, 280, 285, 286, 289, 302, 305, 309 Büyük Selçuk İmparatorluğu, l, 6, 23, 47 Büyük Tataristan, 64 Büyük ticaret yollan, 52 Canbulatoğlu, 116 Candarlı Kara Halil, 4, 20, 22 Candaroğulları, 23, 25, 28, 33 DİZİN 327 Danimarka, 14, 101-103, 106, 125, 136,162,163,175,211,270,271 Dante, 17 Danuvalar, 14 Darüttabaatülâmire, 148 Darphanei Âmire, 157 Davut (Mimar), 150 Dayılar, 206 Defterdar, 55 Defter eminliği, 56 Dekan, 180 Delhi, 249 Deli Mustafa, 119, 143, 156 Deli Petro, 140, 142-144, 146, 156, 158,161,162,174, 175,210 Demirbaş Kari, 142, 144 Demokratlar, 261 Demosten, 202 Derbent, 146 Derbent-Bakû dağ geçidi, 146 Derebeylik, 2, 9, 10, 13, 14, 15, 16, 72, 73, 75, 77, 81, 109, 114, 127, 194, 196,206, 214, 221 Derne, 301 Dervişlik, 43 Descartes, 133 Devşirme, 22, 23, 152 Dinî reform, 113, 114 Dinî savaşlar, 73 Dinyeper, 176 Dinyester, 117 Direktuar, 219 Dirlik, 56, 57, 61 Divanıhümayun, 55, 67 Divanıhümayun hocaları, 56 Divanıhümayun tercümanlığı, 198 Divina, 176 Diyet, 233 Dobruca, 37 Doca, 60 Doğu Akdeniz, 12, 45, 48, 65, 118, 131 Doğu Hint Adaları, 83 Doğu Hint Kumpanyası, 180 Doğu Hint sömürgesi, 88 Doğu Meselesi, 51, 144, 172, 232, 236, 237, 273, 278 Doğu Roma, 6, 7, 26, 33, 34, 40, 41, 51,97, 143, 199 Doğu Rumeli, 259, 301 Doğu ticareti, 11, 12, 144 Doğu Trakya, 302, 310 Dolmabahçe, 32 Don, 63, 90 Don Juan, 65 Don Karlos, 284 Don-Volga kanalı, 64 Donanma tercümanlığı, 198 Donatello, 97 Dorlean (Kardinal), 168 Dömeke Meydan Savaşı, 295 Dördüncü ittifak, 225 Driyo (Drieaut), 69 Dulkadır Beyliği, 46 Duma, 275 Dupleix (Düpleks), 180, 181 Duraklama Devri, 68, 114, 115 Dünkerk, 183 Dünya Savaşı, 177, 190, 231, 277, 278, 280, 285, 286, 289, 302, 305-309 Dürzüler, 254 Düyunu Umumiye, 294 Düzmece Mustafa, 29 E Ebüssuut Efendi, 58 Ece Limanı, 307 Eceova, 49 328 TARİH Edebî Rönesans, 93, 100 Edirne, 20, 32, 34, 41, 57, 141, 149, 300, 302 Edirne Antlaşması, 203, 232 Eflak, 25, 26, 29, 30, 33, 38, 54, 67, 117, 124, 143, 145, 198, 201, 203, 254, 258 Eflak'ın Ak Şövalyesi, 30 Eflatun, 121,202 Ege Denizi, 12, 37 Eğri, 67, 68 Ejderhan (Astrahan, Hacıtarhan), 51, 64, 105, 184 Ekber Şah, 69 Ekmel, 121 Ekslaşapel Kongresi, 231 Ekslaşapel Antlaşması, 138, 173, 179, 180 Elbe, 90, 225 Elbüstan, 46 Eldorado, 86, 91 Elizabet, 88, 102, 110, 111, 112, 126, 134, 162, 174, 180 Enderun edebiyatı, 58, 150 Endüljans (indulgense), 78, 101 Endülüs, 97 Engizisyon, 104, 109, 284 Engürus Krallığı, 8 Enver Paşa, 306, 308 Epir, 18, 206 Erasmus, 95 Erdel, 30, 48, 54, 63, 66, 67, 116, 117, 141 Erfurt Görüşmesi, 226 Erivan, 116, 119 Erlau, 67 Ermeniler, 52, 260,294,297, 303, 304 Ermenistan, 310 Ertuğrul Bey, l, 2 Erzurum, 258, 308 Eskiçağ, 10, 73, 97 Eski Düzen, 216, 217, 220, 222, 267 Eski Fransız dostluğu, 191 Eskişehir, 3 Eski Yunan, 7, 202 Espanyola, 85 Estonya, 125 Eşref oğulları, 23 Etats generaux (Eta jenero), 132, 169, 214,218 Ethem Paşa, 295 Etmeydanı, 204 Etniki Heterya, 201, 203 Evrenkzip, 180 Evrenos Bey, 20 Eyyubiler, 46 Fas, 52, 64-66, 285 Fatih, 30, 32-36, 38-42, 44-46, 58, 79, 94 Fatih Mehmet Kanunu, 34 Fazıl Ahmet Paşa, 122, 123 Fazıl Mustafa Paşa, 122, 141 Federalistler, 183 Felemenk, 102, 103, 108, 112, 126, 127, 131, 136-139, 165-167,172,178, 182, 192, 243 Feltmarşal Graf fon Moltke, 211 Fener, 200 Fenerliler, 54, 55, 194, 196, 199, 201, 203 Fener Patrikliği, 198, 199, 257 Feodalite, 2,9,10,13-16,72,73,75,77, 81, 109, 114, 127, 194, 196, 206, 214 DİZİN 329 Ferdinant II., 48, 68, 111, 136 Feridun Bey Münşeatı, 3 Fermanlı, 209 Fetret Devri, 28 Fetvalar, 207, 304, 309 Fırat, 46 Fırtınalar Burnu, 84 Filadelfiya, 182 Filibe, 20, 259 Filip II., 88, 108, 111-113, 167 FilipV., 172 Filip Dorlean, 168 Filip Ogüst, 13 Filipin Adaları, 85, 87, 285 Fin Körfezi, 143 Finlandiya, 125, 273 Fizan, 292 Flandr, 75, 77, 90, 107, 223 Floransa, 11, 17,79,85,270 Florida, 88 Flöri (Fleury, kardinal), 168, 172 Folton, 187 França Padişahı, 68 Frankfurt, 90, 228, 233, 265, 266 Frankfurt Antlaşması, 272 Franklin, 187 Fransa, 9, 12-17, 44, 48, 50, 68, 74, 76, 77, 79, 86, 88, 94-102, 109-113, 126,127,132,133,135-139,141, 144, 147,148, 150, 159, 160-163, 167-170, 172,173, 176, 177,181-183,189-191, 202,203, 206, 209-212,214-216,218220,222-233,236, 237, 239-242,244247, 251, 252, 254, 255, 257, 260, 261,263,265,268-272,279,281,286, 287, 289, 290, 293, 305-307 Fransa Akademisi, 133 Fransız İhtilali, 134, 158, 163, 167, 169, 190,191,194, 200, 212,216-218, 221-223, 229, 230, 236, 260, 263 Fransız ticaret şirketi, 180, 181 Fransızlar, 22, 50, 51, 60, 75, 76, 85, 88, 89, 118, 131, 135, 136, 138, 147, 157, 159, 160, 174, 178, 179, 181, 189, 191, 195, 201, 202, 206, 210, 215,220,222-227,232,249,269,288, 297, 309, 310 Fransuva L, 48-50, 68, 88, 110, 111, 113 Franş Konte, 108, 138 Fronde Ayaklanması, 133 Frederikl., 130, 164 Frederik II., 164, 173, 174, 176, 215 Frederik Vilhelm (Büyük Elektör), 130 Frederik Vilhelm L, 164 Frederik Vilhelm II., 177 Fuat Paşa, 248, 254 Fuzuli, 59, 61 G Galata, 11,32,38,67,200,250 Galiçya, 118, 176, 177,308 Galilee, 95 Galip Dede, 151 Ganj, 69 Garibaldi, 269 Garipname, 43 Gazali, 94 Gazi, 289, 298-302, 310Gedik Ahmet Paşa, 38 Gedik usulü, 192, 193 Geleneksel siyaset, 49 Gelibolu, 19,20,22,29,307 Gemici (Prens Hanri), 82 Gemlik, 6 Genç Almanya, 262 DİZİN 331 Halk Sınıfları Meclisi (Eta jenero), 169 Hamburg, 90 Hamiteli, 25 Hamitoğullan, 23, 25 Hanovra, 169,173, 175,225, 228, 271 Hanovra hanedanı, 169, 172 Hanri I, 14 Hami II., 111, 113 Hanri III., 113 Hanri IV., 77, 113, 132 Hanri V., 76 Hanri VII., 110 Hanri VIII., 102, 110 Hanri do Giz, 113 Hanri do Navar, 113 Hanri Plantacenet, 13 Hans Rosenblut, 40 Hareket Ordusu, 196, 300, 301 Harem, 60, 61 Has, 5, 56, 62, 197 Hassonoğlu Muratcan, 160 Hasta Adam, 245 Haşiyei tecrit, 121 Hatay, 85 Hatipzade, 45 Hatras (Hatteras), 87 Hayrettin (Barbaros), 49, 65 Hayti, 85 Hazar Denizi, 7, 38,63,116,124,127, 146, 184, 273 Hazar Türkleri, 9 Helinoslan sevenler, 202 Helva sohbetleri, 149 Hendesehane, 189 Hereke, 6 Hersek, 33, 254, 256, 258 Hıristiyanlık, 7, 9, 30, 33, 72-74, 86, 91, 96, 98, 100, 124 Hırvat Rüstem Paşa, 62 Hırvatistan, 50, 64, 130 Hırvatlar, 277 Hızır Reis, 49 Hicaz, 46, 47, 52, 54, 208, 209, 310 Hidaye, 121 Hikmet, 58, 121 Hilafet, 47, 159, 249, 297, 309 Hilafet teorisi, 160 Himaye devri, 236 Hindistan, 22, 27, 38, 47, 49, 53, 69, 70, 82-85, 87, 89, 90, 143, 178-182, 184, 191, 238, 241, 243, 249, 287 Hindistan yolu, 82, 85, 97, 191, 241, 288 Hint Okyanusu, 81, 84, 86, 87, 143, 158, 180 Hint Seferi, 64 Hint-Türk İmparatorluğu, 249 Hive, 184 Hobs, 171 Hoca Sadeddin Efendi, 151 Ho'henzolern hanedanı, 129, 130, 254 Hollanda, 85, 86, 88, 95, 98, 99, 108, 109, 111, 120, 126, 131, 134, 135, 138, 139, 144, 161, 223-225, 228, 233, 286 Holş.tayın, 125, 271 Homer, 202 Hotin, 117, 195 Hubertsbourg Antlaşması, 174 Hukuk Beyannamesi, 134 Hun-Ugurlar, 8 Hungarlar, 8 Hunlar, 8, 20 Hunyadi Yanus, 30 Hurrem Sultan, 61, 62, 118 Hurşit Paşa, 206 * Hutbe, 4 Hutson Körfezi, 179 Hüdavendigâr, 20 332 TARİH Hügeno (Huguenot), 102 Hümanistler, 100 Hümanizm (Humanism), 94, 95, 97 Hünername, 58 Hünkâr İskelesi, 210 Hünkâr İskelesi Antlaşması, 210, 211, 238, 242 Hüseyin Hilmi Paşa, 295 Hüseyin Paşa (Amcazade), 141 Hüsnü Paşa, 300 Hüsrev Paşa, 206 I Islahat Devri, 188 Islahat Hattı Hümayunu, 247 Irak, 27,52, 206, 310 İajelon Hanedanı, 105 İberik Yarımadası, 83, 126, 167 İbni Kemal, 58 İbni Sina, 97 İbrahim L, 114, 121, 155 İbrahim Paşa (Mısırlı), 202, 209, 211, 238 İbrahim Paşa (Nevşehirli), 145, 146, 148-150, 154, 156 İbrahim Müteferrika Ağa, 145, 148, 156 İbrahim Şinasi Efendi, 252, 255 İcatlar, 115 İgnas do Loyola (İgnace de Loyola), 104 İğridir, 23 İhtilal savaşları, 222 İki Gül Savaşı, 77 İkilikli (düalist), 277 İkinci Balkan Savaşı, 289 İkinci İmparatorluk, 265 İkinci ittifak, 224 İkinci Kuzey Savaşı, 175 İkinci Meşrutiyet, 299, 303, 305 İkinci Viyana Kuşatması, 123, 140 İki Sicilya, 11, 165, 173, 229, 231 İktisadî serbesti usulü, 234, 283 İlhanlılar, 1,2,24,92 İlk bütçe, 121 İlk devlet teşkilatı, 4 İlk dış borçlanma, 243, 244 İlk düzenli ordu, 4 İlk matbaa, 145, 147, 148 İlk meşrutiyet, 256, 296 İlk Osmanlı anayasası, 290 İlk Osmanlı Meclisi Mebusam, 290 İlk Osmanlı Meşrutiyeti, 256 İlk Osmanlı parası, 4 İlk Rus devleti, 9 İllirya, 226 İlmî Rönesans, 93, 100 İlmiye mesleği, 55 İmparatorluk üslubu, 150 İmtiyazlı sınıflar, 217 İncil, 30, 98 İndiens, 85 İndüs, 82, 69 İnebahtı, 65 İnegöl, 3 İngiliz-Fransız sömürge mücadelesi, 179 İngiliz-Hint kumpanyası, 180, 181, 249 İngiliz İhtilali, 212 İngiliz-İspanyol rekabeti, 112 İngilizler, 15, 22, 37, 38, 75-77, 85, 86, 88, 139, 159, 167, 169, 170, 178, 179, 191, 195, 202, 225, 226, 238, DİZİN 333 239, 249, 254, 256, 282, 283, 287, 288,293,296,297,305,309,310 İngiliz Protestanlığı, 102 İngiliz Rönesansı, 95 İngiliz-Rus ittifakı, 195 İngiltere, 9, 12-16, 74, 75, 77-79, 95, 99, 100-103, 110-113, 121, 134, 135, 137-139, 144, 149, 159, 168-170, 172175,178,179,181-183, 186, 202, 203, 210-212, 214, 215, 217, 218, 222, 224-228, 230, 232, 234, 237-241, 244247,249, 253, 254, 257, 259-261, 268, 271, 273, 276, 279, 280, 282, 283, 286-290, 295, 299, 305, 306 İngiltere-Danimarka İmparatorluğu, 14 İngiltere-Fransa rekabeti, 112 İngiltere-Normandiya Birliği, 14 İngiltere'de meşrutiyet, 15, 135 İnkalar (Incas), 87 İnsan Hakları Beyannamesi, 182, 215, 21,7,218,221,223 İozeflI., 158, 165 İpsilanti, 201, 202 İpsilanti müfrezesi, 201 İran, l, 27, 38, 42, 43, 45, 49, 52, 53, 58, 60, 63, 66, 67, 82, 91, 115, 116, 119, 143, 145, 146, 156, 183, 184, 243, 289, 306 İran Azerbaycanı, 45, 52, 119 İrlanda, 103, 110, 126,281-283 İsa, 28 İsfendiyar Beyliği, 33 İskandinavya, 102, 111, 177 İskender Bey, 31, 37 İskenderiye, 82, 238 İskenderon, 259 İskoçya, 79, 82, 12, 103, 110, 112, 126 İslam âlemi, 9, 47, 58 İslam halifeliği, 47, 159, 160, 296 İslam-Türk feodalitesi, 10 İslav Birliği, 257, 267 İslavlar, 8, 19, 22, 52, 67, 249, 262, 263, 267, 277 İsmail Kalesi, 157 İsmail Safevî, 45 İspanya, 9, 12, 16, 45, 48, 65, 73, 79, 83, 85, 87, 88, 90, 95, 97, 109, 111-113,.118, 125-127, 131, 132, 136-139, 167, 172, 173, 182, 183, 192, 214, 223-228, 232, 233, 243, 272, 284-286 İspanya Habsburgları, 125, 126, 137, 139 İspanya İhtilali, 272 İspanya Müslümanları, 80 İspanya Mirası Savaşı, 139, 144, 160, 179, 180 İspanyol Amerikası, 178 İspanyollar, 45, 65, 85-88, 91, 92, 130-132, 134, 136, 178, 185, 262, 272, 288 İstanbul, 6-8, 11, 18-20, 22, 24, 26, 28-30, 32-36, 38-41, 48, 51, 54, 55, 60, 62, 65, 72, 74, 119, 122, 143, 146, 148, 150, 154-156, 159, 160, 190, '193-195, 197, 201, 204-206, 208-210, 238, 240, 241, 244, 245, 247, 250, 252-255, 259, 273, 290, 292-294, 296, 300-302,305,306,310 İstanbul Antlaşması (1913), 302 İstanbul Barışı (1590), 116 İstanbul Boğazı, 210, 238 İstanbul Kadısı, 55 İstanbul karışıklıkları, 256 İstanbul Kilisesi, 18 İstanbul Konferansı, 291 İstanbul Latin İmparatorluğu, 18 İstanbul Patrikliği, 36 334 TARİH İstanbul Rumları, 36 İstanbul sarayı, 60, 115 İsveç, 101-103, 106, 125, 129, 135, 136, 138, 142, 144, 157, 160, 161, 163,172,174, 175, 177,189, 225, 228 İsveçliler, 105, 125, 142, 143, 162, 240, 262 İsviçre, 95, 100-103, 125, 127, 131, 166, 224, 228, 285, 286 İşçi Ayaklanması (13 81), 77 İşçi Partisi, 281,283 İştevan, 66 İtalya, 9, 10, 11, 16,17, 38, 39, 44,48, 52, 60, 65, 77, 79, 80, 89, 90, 92, 94, 96-99, 107, 108, 109, 110, 125, 130, 165,166,167,172,173,223-225,227, 228,230,231,233,252,262-264, 266, 267-271, 279, 288, 289, 295, 301, 305 İtalya savaşları, 109, 110 İtalya birliği, 264, 268, 270 İtalyan Rönesansı, 39, 41, 96, 98, 99, 251 İtil, 7, 38, 51, 63, 64 İtilaf Devletleri, 305, 307, 309, 310 İtilaf ve Hürriyet Fırkası, 303 İttifak (Osmanh-Fransız), 50 İttifak senedi, 196 İttihat ve Terakki, 298, 299, 303-305 İvanIII.,51, 105, 143 İvanlV, 105, 127 İzabella, 84, 109 İzlanda, 125 İzmir, 23, 28, 252, 255, 310 İzmit, 6 İznik, 6, 41 İznik İmparatorluğu, 18 Jan Dark (Jeanne D'arc), 76 Jan Sobyeski, 117, 118, 140 Japonya, 82, 83, 85, 90, 185, 289Jec Jec Pospolitoy, 106 Jenev, 90 Jitvatorok, 68 Jitvatorok Antlaşması, 66, 68, 116, 123 K Kabakçıoğlu, 195, 196 Kaçar aşireti, 184 Kadırgalar, 81 Kadı, 5, 35 Kadı Burhaneddin, 25, 43 Kadınlar Saltanatı, 115, 118 Kâğıt, 93 Kâğıthane, 149, 156 Kafkas Dağlan, 146, 184 Kafkasya, 64,119,146,184,185,203, 246, 258, 288 Kale, 76 Kale dizdarı, 56 Kalemiye mesleği, 55 Kalenderoğlu, 116 Kaliküt, 84 Kalküta, 180 Kalmar Birliği, 106 Kalven (Calvin), 101, 102 Kalvinizm, 102, 103, 108, 136, 138 Kalyon, 81 Kambre Barışı, 50 Kampo-Formio Antlaşması, 223 Kanada, 88, 139, 178-182, 290 Kanal faciası, 308 Kandiye, 123 Kanije, 67, 68 DİZİN 335 Kant, 164 Kantakuzinus, 18, 19 Kanton, 87,185 Kanunname, 35, 44 Kanunname! Âli Osman, 59 Kanunî Süleyman, 5, 48, 49, 52-59, 61-64, 68, 69, 87-89, 94, 106, 111, 114,115,118,120,121,140,147,152, 153,205,251 Kanunu Padişahı Sultan Mehmet ibni Murat Han, 35 Kap, 90, 287 Kapalı deniz prensibi, 88 Kape Hanedanı, 12, 13,75 Kapıcıbaşı, 56 Kapıkulu, 55, 115, 159 Kapitülasyonlar, 49, 50, 147, 157, 240,243 Kaptan Eyaleti, 54 Kaptan Paşa, 49, 198 Karacabey, 46 Karacadağ, 2 Karacaşehir, 5 Karadağ, 245, 254, 257-259, 301 Karadeniz, 11, 12, 33, 37, 38, 52, 63, 89,106, 114, 124, 142, 143, 146, 153, 157-159, 161, 195, 238, 146, 257, 273-Kara Halil, 6 Karahisar, 3 Karahisan Sahip, 23 Karakurum, 82 Karaman Beyi, 21,30, 37 Karaman Beyliği, 23, 24, 29, 33, 37 Karamanoğlu Ali Bey, 25 Karamanoğlu Mehmet Bey, 28 Karamanlılar, 24, 29 Kara Mustafa Paşa, 117,122, 123, 140 Karasi Beyliği, 6, 24 Karasioğullan, 23,.25, 28-30, 43 Karavela, 81 Karayazıcı, 116 Kara yolu, 83 Kara Yorgi, 200, 201 Kardinal Çezarini, 30 Kardinal Dorlean, 168 Kardinal Flöri (Fleury), 168, 172 Kardinal Mazaren, 136, 137 Kardinal Rişliyö, 132, 133, 136, 180 Kari V., 48,49, 68, 101-103,107, 108, 110, 135 Kari VI., 172 Kari XI., 129 Kari XII., 143 Karlesbat Kongresi, 231 Karlofça Antlaşması, 130, 140-144, 147, 160, 164 Karikal, 181 Karolenj Hanedanı, 10, 12 Kars, 246, 259 Kartal, 6 Kasım (Mimar), 150 Kasn Şirin Antlaşması, 116, 119 Kastamonu, 23, 25, 26 Kastilya, 12, 84, 109 Katalonya, 284 Katerina (Petro'nun karısı), 144 Katerina II., 157, 158, 160, 162, 174, 176, 184, 210, 241 Kâtip Çelebi (Hacı halife), 120, 121 Kato Kambrezi Antlaşması, 111 Katolik Ferdinant, 109 Katolik-Latin İmparatorluğu, 18 Katoliklik, 8, 10, 18, 30, 40, 45, 50, 51, 73, 99, 101-104, 111, 113, 125, 128, 130, 134, 136, 160, 245, 254, 267, 274, 282 Katolik reformu, 98, 103 Katolik Roma, 39 336 TARİH Katolik Rönesansı, 104 Kavala, 206 Kavalah MehmeFAli (Ağa, Paşa), 195, 202,205, 206, 208-211,236, 237, 241,242,247 Kavur, 268 Kaynarca, 157 Kaynarca Antlaşması, 157-160, 177, 273 Kayser, 10, 51 Kayseri, 25, 41 Kazak stepleri, 184 Kazaklar, 184 Kazan, 51,64, 105 Kazasker, 35, 55 Kefe, 38 Kemal Paşazade, 58 Kepler, 95 Kerestez, 67 Keşifler, 80, 83, 84, 86, 89, 115, 178 Kıbrıs, 64, 65, 260, 310 Kıpçak, 37, 38, 51 Kırım, 11, 37-39, 44, 51, 64, 67, 90, 117, 124, 140, 141, 146, 157, 159, 160, 224, 246 Kırım Savaşı, 244, 246, 249, 250, 257, 268, 275, 282 Kızıldeniz, 52, 87 Kızlarağası Sümbül Ağa, 118 Kiçner Ordusu, 307 Kili, 44 Kilise," 10, 13, 15, 99, 100, 103, 107, 167, 265, 284, 285 Kilise Devleti, 11, 131, 165 Kiyef, 105, 175 Knut (Danimarka Kralı), 14 Knyazlar, 9 Kocabaşı, 57 Kocaeli, 209 Koca Ragıp Paşa, 150 Koca Sinan Paşa, 65, 66 Kocatepe, 307 Koçi Bey, 120, 150 Kolber, 179 Kolej do Frans, 95 Kolinyi, 113 Kolomb, 70, 81,84, 85 Kolombiya, 90 Komünist ihtilali, 308 Komünistlik, 265 Komyanos Kalfa (Mimar), 150 Konak, 60 Konde, 113 Konfederasyon (İsviçre), 127 Kongo,288 Konkistador (Conquistadores), 87, 91 Konstans, 79 Konsüllük, 219, 220 Kont do Növer (Never), 27, 75 Konya? 1-3, 23, 25, 28, 34, 41, 43 Konya Savaşı, 209 Kopernik (Copernic), 95 Korkunç İvan IV., 51 Korkusuz Jan, 75, 76 Kortezler, 214 Korumacılık usulü, 234, 281, 283 Koruyucu devletler, 238 Koruyucu Lord, 134 Kosciuszko, 177 Kosova, 21, 31 Kosova Meydan Savaşı, 21, 22 Kostantin, 51 Kostantin şehri-Kostantinopolis, 34 Kölemenler, 46, 206, 208 Köprülü Fazıl Ahmet Paşa, 118, 123, 137 Köprülüler, 118,122,123,137,141,208 Köprülü Mehmet Paşa, 122, 123, 141, 155 DİZİN 337 Köse Musa Paşa, 195, 196 Kösem Sultan, 118 Krakovi (Cracovie), 105 Kraliçe Viktorya, 249 Kristin, 129 KristofKolomb, 70, 81,84, 85 Kritovolos, 39 Kromvel, 134 Kuban, 37 Kubbe altı, 55 Kubbe Vezirliği, 63 Kudüs, 18, 50, 245, 298 Kuleli, 252 Kuleli Olayı, 252, 253 Kuran, 30 Kurlant, 124 Kutsal İttifak, 117, 140, 142, 147, 229, 230, 232, 284 Kutsal Kitap, 98, 100, 103 Kutsal Roma-Germen İmparatorluğu, 9, 10, 49, 74, 107, 125, 129, 222 Kutup bölgeleri, 186 Kuyucu Murat Paşa, 116 Kûtülemare, 308 Kuzey Afrika, 49, 52, 97 Kuzey Almanya Konfederasyonu, 271, 272 Kuzey Amerika, 82, 87, 88, 139, 178, 179, 287, 289 Kuzey Avrupa, 17, 106, 126 Kuzeybatı yolu, 84, 85 Kuzeydoğu yolu, 84, 85 Kuzey Denizi, 131 Kuzey İtalya, 125 Kuzey memleketleri, 96, 97, 105 Kuzey Sibir, 181 Kuzey Suriye, 6 Kuzey Türk Hanlıkları, 51, 59 Küba, 85, 285 Küçük Kaynarca Antlaşması, 157160, 177, 273 Küçük Rusya, 124 Kürdistan, 310 Kürt meselesi, 303, 304 Kütahya, 23, 25, 209 Lâdislas, 30 Lady Mary Montegü, 149 Laik eğitim, 17 Lala Mustafa Paşa, 116 Lala Şahin Paşa, 20 Lale Devri, 145, 147, 149, 150, 155 L'anciene Regime, 216 Lankastr, 77 Latin hümanizmi, 94 Latin tiyarı, 39 Laybah Kongresi, 231 Layoş II., 48 Laypzik, 90 Lazar (Sırp Kralı), 21 Leh İhtilali, 274 Lehistan, 8, 64, 66, 67, 115, 117, 124, 125, 127, 128, 135, 140-142, 157, 158, 160-162, 164, 172-178, 197, 222, 223, 227, 228, 233, 237, 240, 273, 274 Leh Krallığı, 8, 158 Lehliler, 27, 44, 117, 123, 124, 127, 128, 157, 162, 177,233,262, 274 Lejiyon, 23 Lemberg, 118 Leon, 12 Leonardo da Vinci, 98 Lepant Savaşı, 112 Liberum veto, 128 Ligurien, 224 Liman von Sanders, 190, 305 338 TARİH Limni, 122 Lıtvanya, 105, 106, 124, 128, 177 Liyon. 90, 241 Lizbon, 84, 89, 90 Lobrin, 118 Lok(Locke), 135, 171 Lombardiya, 223, 228, 263, 264, 268, 269 Lonca teşkilatı, 57, 92 Londra, 90, 149, 182, 238 Londra Konferansı, 233 Londra Sözleşmesi, 271 Lord Protector, 134 Loren, 76, 173,221,272 Lortlar Kamarası, 283 Louis Napolyon, 265 Lozan, 147 Lui Filip, 232 Lui XI., 109 Lui XII., 109, 110 Lui XIII., 132, 133 Lui XIV., 134, 135, 137-139, 147, 166, 168, 179 Lui XV, 168, 172, 173 Lui XVI., 168, 169, 215 Lukay, 85 Luneville Antlaşması, 224 Luristan, 116 Luter, 62, 99, 101, 102 Luter Kilisesi, 102 Luteryanizm, 102, 128, 129 Luvar, 76 M Macaristan, 30, 48, 50, 52, 54, 64, 67, 89, 107, 108, 111, 117, 124, 125, 130, 136,140-142, 165, 197,200,245,259, 266, 267, 277 Macar Krallığı. 8, 29, 30 Macarlar, 8, 9, 20, 21, 26, 30, 48, 52, 60, 117, 130, 173,267,277 Macellan (Magellan), 85 Macellan Boğazı, 85, 87 Madagaskar, 82 Madam do Pompadur, 168 Madras, 180 Madrit Barışı, 50 Mahe, 181 Mahmut L, 150, 189 Mahmut II., 150, 188, 196, 204, 207, 208,210,211,237,247,252 Mahmut Nedim Paşa, 256 Mahmut Şevket Paşa, 300 Makedonya, 26, 69, 74, 206, 260, 294297, 299, 300 Maksimilyan, 63, 100, 107 Makyavelli (Machiavel), 40, 95 Malatya, 46 Malazgirt, 6 Malezya, 82 Malikâne vergisi, 156 Mallara el konulması, 157 Malta, 224 Malta korsanları, 118 Malta şövalyeleri, 65, 118 Maltepe, 6 Manastır, 206 Mançu hanedanı, 185 Mançuri, 275, 288 Manisa, 23, 30 Mansur ailesi, 37 Manş Denizi, 77 Manuel, 26, 29 Maraş, 46 DİZİN 339 Margarit, 106 Mari (XIII. Lui'nin annesi), 132 Mari Antuvanet, 169 Mari Stuart, 112 Marki de Pombal, 168 Markopolo, 82 Marmara, 6, 306 Marmara Denizi, 24 Marseyyez, 201 Marsilya, 90, 241 Maruniler, 254 Marya Tereza. 165, 173 Matbaacılık, 72, 73, 83, 93, 97, 156 Matrakçı Nasuh, 58 Mayalar, 87 Maydos, 307 Mazaren (Kardinal), 133, 136, 137 Mebusan Meclisi, 256, 303, 304 Mecidiye Kasrı, 251 Meclisi Mebusan, 255, 290, 296, 299, 300 Medine, 208 Medreseler, 17, 42, 58, 120, 248, 256, 274, 302, 304 Mehmet (Karamanoğlu), 28 Mehmet (Mimar), 150 Mehmet Ali (Kavalalı), 195, 202, 205, 206, 208-211, 236, 237, 241, 242, 247 Mehmet II., 30, 32-36, 38-42, 45, 46, 57, 58, 79, 94 Mehmet III., 67, 151 Mehmet IV., 114, 121, 123, 141, 193 Mehmet V., 188,301,304 Mehmet VI., 188,310 Mehmet Çelebi, 28, 29, 41 Mehmet ibni Abdülvehhap, 208 Mehmet Paşa (Köprülü), 123, 141 Mehmet Paşa (Sokollu), 63 Mekke, 54, 208 Mekke Şerifi, 309 Meksika, 87, 90, 178 Memleketeyn, 258 Memlûkler, 46, 190 Memun, 94 Menşikof, 245 Menleşeoğulları, 23, 25, 28 Meriç, 20 Merkantilizm, 86, 92 Merzifonhı Kara Mustafa Paşa, 117, 122, 123, 140 Meşen, 97 Mesnevi, 42, 151 Meşihat, 154 Meşrutiyet devri, 303 Meşrutî hükümdarlık devri, 218 Meternih, 211,229 Mevlâna Celâleddin, 151 Mevlût, 43 Mezhep devrimi, 72 Mezhep savaşları, 109 Mezhepsel reform, 100 Mısır, 45-47, 52, 54, 55, 80, 86, 87, 90, 155, 190, 191, 194, 195, 203, 206, 208, 209, 211, 224, 225, 237-241, 244, 260, 265, 273, 287, 288, 298, 301 Mihail Romanof, 105 Mihal, 18 Mikado, 185 Mikel Ancello (Michel-Ange), 97, 98 Milan Dukalığı, 139 Milano (Milan), 11, 108, 125, 166, 263 Milano Dukalığı, 110 Milas, 23 Millet Meclisi (Reichstag), 278 Miloş, 22 Miloş, 201 Milton, 135 340 TARİH Mimar Sinan, 57, 120, 150 Minorka, 139 Minyatürcülük, 58 Miras Savaşı, 138 Miras Savaşları, 75, 172 Mirim Çelebi, 58 Mirza (Bey), 37 Misisipi, 179, 183 Misolongi, 203 Misler Gip, 59 Mithat Paşa, 256, 290, 297, 303 Mizanülhak fi ihtiyarülehak, 121 Modena, 269 Moğolya, 185 Mohaç, 48, 50, 69 Molla Arap, 45 Molla Hünkâroğlu, 42 Moltke, 211 Molük Adaları, 82, 88 Mondros Ateşkesi, 310 Mongolfiye kardeşler, 187 Montesquieu, 169 Mora, 18, 31, 33, 140, 141, 145, 158, 201-203, 209 Moravya, 130 Morisque, 111 Moskof Çarlığı, 51, 63, 64, 69, 140, 142, 143, 148 Moskoflar, 51, 105, 140, 142, 143, 146, 189 Moskova, 105, 127 Göç Devri, 13 Muhammediye, 43 Muhteşem (Kanunî), 59 Muradja d'Hosson, 160 Murat L, 19,21,22,24,34,41,57 Murat II., 29-32, 43 Murat III., 63, 67, 118 Murat IV., 114, 1.16, 119-121, 251 Murat V., 188,256 Murat Bey, 22, 24-26, 28 Murillo, 131 Musa Çelebi, 28 Mustafa!., 114, 118 Mustafa II., 140 Mustafa III., 189 Mustafa IV., 188., 195, 196 Mustafa Ağa (Mimar), 150 Mustafa Çelebi, 28-30 Mustafa Kemal, 298-302, 306-308 Mustafa Naima Efendi, 152 Mustafa Reşit Paşa, 239, 248 Muş, 294, 308 Mutlakiyet, 16, 127, 133, 134, 137, 161, 186,208,230 Muvakkit Mustafa, 58 Müdahale devri, 236 Müftü enam, 207 Mühendishane, 189 Mülkiye mesleği, 55 Müslüman âlemi, 16, 17, 72, 73, 8183, 96, 97, 124, 296 Müteferrika İbrahim Efendi, 145, 148, 156 Mütevekkil Alâllah, 47 Müttefikler, 306 N Nadir Şah, 145, 184 Nagazaki, 185 Naima Efendi, 152 Naima Tarihi, 152 Namık Kemal, 255,296 Nant Fermanı, 113, 132, 138 Napoli, 79, 139,223,231 DİZİN 341 Napoli Krallığı, 11, 37, 108, 110, 125, 225, 263 Napoleon L, 191, 191, 194, 195, 206, 220, 224-229 Napoleon III., 245, 257, 268, 280 Narva Savaşı, 175 Natal, 84 Navar, 12, 203 Nedim, 149, 150 Nef, 81 Nefi, 120, 150 Nemçe, 63, 66-68, 143, 148, 158 Neuhausel, 117 Nevbünyat, 149 Nevşehirli Damat İbrahim Paşa, 145, 146, 148, 150, 154, 156 Newton, 95, 135 Nijer, 82, 287 Nikola L, 210, 244, 246, 275 Nikola II., 275 Nimeg Antlaşması, 138 Niş, 222, 269 Niş, 20 Nişancı, 55 Niştat Antlaşması, 184 Niybolu, 21,27, 258 Niybolu Meydan Savaşı, 27, 75, 79 Nizamı Cedit, 190, 193-196 Nizip Meydan Savaşı, 211 Normandiya, 12, 14 Normandiya Hanedanı, 13 Normanlar, 11, 13, 14,82 Norveç, 103, 106, 125, 175 Nubya, 52 Nuruosmaniye, 150 Nürenberg, 40, 90 Nyu Englend, 178 O Ocaklık, 5, 57 Oğuz Han, l Ohayo, 179, 181 Oksfort, 78 Öksfort Fermanı, 15 Okyanus yolları, 89, 90 19. Fırka, 307 12 Ada, 310 Oranj, 287 Oranj Hanedanı, 131, 134, 166 Orhan Bey, 4, 6, 18, 19, 22, 24, 34 Orlean, 76 Orta Amerika, 85, 185 Orta Asya, l, 38, 47, 64, 80, 93 Orta Arabistan, 208 Ortaçağ, l, 9, 11, 13, 14, 16, 17, 33, 34, 71-74, 77, 80, 81, 91, 92, 94-96, 99, 100, 103, 114, 115, 127, 128, 284 Ortak koruma, 210, 237, 238, 242 Ortak müdahale, 211,237 Ortodoks Kilisesi, 7, 8, 21, 36, 40, 158, 197, 198,201 Ortodoksluk kurtarıcısı, 158 Osman Bey, 2-5, 23 Osman II., 114, 118, 119, 155 Osman III., 150 Osman Paşa, 258 Osmanlı, l, 2, 116, 123, 203, 225, 246, 260, 302 Osmanlı âlemi, 115 Osmanlı-Avrupa ticaret dergesi, 243, 244 Osmanlı Avrupası, 63 Osmanlı Beyi, 5 Osmanlı beyleri, 24, 62 342 TARİH Osmanlı Beyliği, 3-5, 7, 23-25, 28, 34, 41,43 Osmanlı Devleti, l, 3, 4, 6, 11, 22, 23, 25,27-29, 31, 33-38,43-47,49, 50-55, 62-68, 74, 104, 114, 115, 117-121, 140, 141, 143, 146, 147, 150, 152, 153. 156-161, 171, 177, 178, 184, 189-192, 195, 197-200, 203, 204, 207-211, 227, 236-251, 253, 254, 256-260, 273, 282, 287, 288-291, 293-297, 299, 301-304 Osmanlı-Fransız dostluğu, 37, 49, 114 Osmanlı İmparatorluğu, 28, 32, 34, 35, 39, 49-55, 59, 61, 63, 65, 66, 69, 80, 87, 88, 90, 106, 114-117, 123, 124, 127, 138, 140-144, 146, 150, 158-160, 172, 174, 176, 184, 190, 191, 194, 195, 199, 201, 203-206, 208-211, 227, 232, 236-241, 244-248, 252, 253, 257, 259, 260, 288, 289, 295, 297, 299, 301 Osmanlı kültürü, 57, 147, 149, 151, 251 Osmanlılar, 6, 18, 19, 21, 23-26, 28, 29, 32, 33, 37, 38, 40-42, 45, 47, 48, 50, 52-54, 64, 65, 67-69, 87, 94, 116, 119, 123, 124, 140, 142, 144-148, 150, 151,153, 154, 158-160, 188, 192, 197, 200, 201, 238, 243, 252, 257, 258, 288, 293, 295, 296, 303, 304 Osmanlıların Avrupa'ya geçişi, 18 Osmanlı milleti, 248, 249, 255, 303 Osmanlı mimarisi, 41, 57, 58, 120, 149, 150 Osmanlı müziği, 252 Osmanh-Rus Savaşı, 259, 293 Osmanlı Türkleri, l, 18-20, 22, 26, 30, 31, 41-44, 57, 59, 64, 67, 69, 70, 89, 147, 194 Osmanlı ülkesi, 25, 26, 32, 52, 158, 195, 197, 210, 236, 237, 240-243, 247, 260,288,292,294,310 Osmanlı-Venedik savaşları, 37 Osmanlı-Yunan Savaşı, 295 Osmanoğulları, l, 23 Otlukbeli, 33 Otto, 9, 10 31 Mart Olayı, 300 Otuz Yıl Savaşı, 129, 130, 135, 163 Ön Asya, 47 Öşür, 5 Özdemir Paşa, 64 Özdemiroğlu Osman Paşa, 65, 116 Pacta Conventa, 128 Padişah fermanı, 61 Palatina, 136 Paleologos, 7, 51 Paleologos hanedanı, 18 Palestin, 46, 47, 191 Palos, 85 Panama, 85, 90 Panipat, 69 Panislavizm, 367 Papa, 9, 11, 18, 20, 26, 30, 37, 40, 44, 45, 51, 65, 78, 82, 86, 88, 89, 99, 100, 102, 104, 118, 137, 138, 174,269 PapaAleksandrXL, 86 Papaların üçleşmesi, 79 Papalık, 10, 11, 13, 73, 77-79, 86, 99, 100, 101, 103, 104, 108,281 Papalık Hükümeti, 229, 269 Papanın bağımsızlığı, 269 Para bastırmak, 4 Paris, 78, 133, 246, 297, 298, 309 Paris Antlaşması, 133, 174, 181, 183, 224, 244, 246, 247, 249, 257, 268 DİZİN Paris Üniversitesi, 17 Parlamenlarizm, 135, 161, 169 Parlamento, 8, 15, 16, 110, 134, 168, 169,182,214,229,261,266,283 Parme, 229, 269 Pasarofça Antlaşması, 145, 147, 164, 177 Paskal, 133 Patrik Efendi, 36 Patrikhane, 199, 203 Patrona Halil, 145, 146, 155, 156, 196 Pavi, 110 Pazvantoğlu Osman Paşa, 205, 206 Pers Körfezi, 238 Peru, 87, 90 Pervaneoğulları, 23 Petersburg, 143, 245 Petervaradin, 145 Petro L, 140, 142-144, 146, 156, 158, 161, 162, 174, 175,210 Petro'nun Vasiyetnamesi, 143 Philhelenes, 202 Pikardiya, 90 Pilevne, 258 Pirene Antlaşması, 135-137 Piri Reis, 53 Pıyemonte, 125, 165, 222, 225, 228, 231, 246, 264, 268, 269 Pıyer Lesko, 98 Piyus II., 40 Piza, 11,79 Plantacent hanedanı, 14 Plezans, 229 Ploşnik Olayı, 21 Podolya, 118, 140, 141 Pol (Paul) III., 104 Polonya, 95, 105, 106 Poltava, 175 Pondişeri, 180, 181 Pontus, 39 Portekiz, 12, 65, 77, 79, 83, 84. 88, 109, 112, 167, 168, 178, 223, 228, 233, 286 Portekizliler, 53, 65, 82, 84-88, 90-92 Pozen, 177 Prag, 78, 90, 267 Prag Antlaşması, 271 Prens Hanri (Gemici), 82 Prensler oligarşisi, 129 Prens Menşikof, 245 Presbiteryen, 102 Presburg Antlaşması, 225 Preveze, 49 Protestanlık, 50, 62, 99, 101-103, 106, 111-113, 125, 132 Protestan Reformasyonu, 99, 103, 104 Prusya, 124, 129, 130, 144, 158, 161, 162, 164,166, 171,173-177,211, 215, 222, 223, 225, 226, 228, 233, 237, 241, 245, 254, 257, 265, 266, 270, 271,272,274,278 Prusya Dukalığı, 129 Prut, 144, 145, 200, 245 Prut Antlaşması, 144, 177 Ptolemee, 83 Pusula, 80, 81 Putperestlik, 73 Rahip Jan, 83 Rakoçi, 130 Ramazanoğulları, 46 Ramazan Paşa, 65 Raphael, 98 Raştat Antlaşması, 139, 172 Reformasyon, 73, 79, 99, 100-103, 107, 113, 115 344 TARİH Reichstag, 278 Reisülküttap, 55 Ren, 221,223-225,271 Ren Konfederasyonu, 225 Restorasyon, 229, 230, 232 Reşat, 188, 301, 304 Revan, 119 Reval Görüşmesi, 295, 296, 299, 300 Reval Programı, 305 Riga Körfezi, 124 Risvik (Ryswick) Antlaşması, 138 Rişar İL, 77 Rişliyö (Kardinal), 132, 133, 136, 180 Rodos, 39, 44, 48, 310 Rodos şövalyeleri, 28, 44 Rokoko üslubu, 147, 150 Roksolan, 61 Roma, 8-10, 23, 39, 51, 52, 68, 78, 79, 82, 96, 97, 100, 110, 140, 160, 202, 264, 269, 270, 302 Roma Çasan, 68 Roma-Germen İmparatoru, 117 Roma-Germen Kayseri, 68 Roma Kilisesi, 18, 104, 110 Romanof hanedanı, 125, 127, 140, 142, 144 Romanus Diyogenis, 6 Romanya, 8, 52, 302, 305, 307, 308 Romenler, 27 Roterdam, 95 Rousseau, 169, 215 Rönesans, 39, 73, 94, 96, 97, 98, 100, 114, 197 Rumeli, 18-20, 22, 25, 28-30, 32-34, 41, 54, 143, 154, 156, 158, 196-198, 203, 207, 239, 248, 295, 300, 302 Rumeli Beylerbeyi, 35, 63 Rumeli Kazaskeri, 35 Rumelihisarı, 32 Rum kayseri, 68 Rumlar, 32, 36, 39, 52, 60, 62, 121, 198,200-202,,242,255,260, 295, 303, 304 Rum Patrikhanesi, 198,199, 257 Rum Selçuklan, l, 2, 6, 7, 23, 25, 33, 42, 43, 150 Rusçuk, 196, 258 Rusçuk Yaranı, 196 Rus istilası, 289 Rusiyon, 136 Rus-Japon Savaşı, 289 Ruslar, 9, 60, 69, 85, 116, 117, 141, 143, 146, 151, 156, 158, 159, 161, 162, 177, 184, 185, 188, 191, 195, 226, 228, 233, 240, 245, 258, 274, 288, 289, 308, 309 Ruslaştırma, 273, 274 Rusya, 8, 9, 20, 69, 82, 105, 124, 125, 127, 128, 135, 141, 143, 144, 146, 147, 148, 157-163, 171, 173-178, 184, 190,192, 194-196, 198, 200, 201, 203, 204, 209, 210, 222-228,232, 236-247, 249, 253, 254, 256-260, 266, 267, 270, 273-276, 281, 282,287, 289, 294-296, 299 Rusya'daki Türkler, 275 Rusya-Fransa ittifakı, 227 Rusya istila siyaseti, 240, 242 Rürik hanedanı, 127 Rüstem Paşa, 62 Rüşvet, 61, 62, 115, 122, 154, 155, 198, 199,239,251,292,293 Sadabât, 149, 150 Safevî hanedanı, 47, 145, 183, 184 Sahip Ataoğulları, 23 DİZİN 345 Sain-Barthelemy, 113 Sait Mehmet Efendi, 148 Saksonlar, 13, 14, 162 Saksonya, 101, 162, 173, 175, 176, 225, 228 Salankamen, 141 Samavnalı Şeyh Bedrettin, 29 Samsun, 29 Sanat Rönesansı, 97 Sanayi devrimi, 213, 234 San Pietro Kilisesi, 98 Sapan Ayaklanması, 133 Saraç Mehmet, 156 Saratoga, 182 Saray kadınları, 115, 118, 119, 152, 153 Sardinya, 12, 108, 139, 165, 246 Sarıkamış faciası, 308 Sarıkamış Kazakları, 117 Saruhanoğulları, 23, 25 Sava, 33 Savua, 131, 138, 139, 165, 222, 268, 269 Savva-Piyemonte Dukalığı, 108, 125 Schiller, 164 Sebastiyan, 65 Seçkin vilayetler, 294 Seddülbahir, 307 Sefih İbrahim Paşa (Nevşehirli), 145, 146, 148, 150, 154, 156 Segedin Antlaşması, 30 Sekbanı Cedit, 196 Sekiz Medrese, 121 Selanik, 26, 29, 30, 34, 196, 206,. 252, 298-301 Selçuklular, l, 2, 5, 6, 23-25, 43, 46, 151 Selim L, 45-47, 87, 90, 119, 151, 159 Selim II., 63, 66, 115, 119 Selim III, 188, 189, 191-193, 195, 196, 204, 205, 207, 208 Selimiye, 120 Semerkant, 29 Senegal, 181, 288 Sengotar, 137 Sen Loran, 180 Sen Lui, 13 Sen Petersburg Antlaşması, 176 Serbesti mesleği, 213, 281 Serez, 29 Serf (esir), 2, 5, 16, 128,276 Servantes, 95, 132 Seyfiye mesleği, 55 Şeyim, 106, 128 Sınaî korumacılık, 279 Sırbistan, 7, 8, 20, 22, 30, 31, 33, 48, 140, 141, 146, 203, 205, 254, 258, 259, 301 Sırp askerleri, 28 Sırp İhtilali, 199, 200, 201, 239 Sırplar, 7, 8, 18-21, 27, 197, 198, 200, 248, 257, 258, 260, 278, 295, 302 Sırp Sındığı, 20 Sivas, 25, 41 Sivas Beyliği, 43 Sivastopol, 38, 246 Sibirya, 105, 124, 184, 288, 289 Sicilya, 12, 97, 139, 269 Sicilya Krallığı, 108 Sikke değerinin düşürülmesi, 157, 243 Silezya, 130, 164, 165, 173 Silistre, 246, 258 Simon Kalfa (Mimar), 150 Sinan (Mimar), 57, 120, 150 Sinan Paşa, 65, 66 Sinop, 23, 245 Sipahi ocağı, 34, 42, 118, 152, 153, 188, 249 346 TARİH Sipahi oğlanları bölükleri, 34 Sipangu, 85 Sobyeski, 117, 118, 140 Softalar ayaklanması, 256 Sofya, 20, 51, 140,306,307 Sokollu Mehmet Paşa, 63-66, 90, 114, 116 Sokrat, 121 Sonda Adaları, 87, 88, 90, 91, 185 Sorbon, 78 Sosyalizm, 213, 233, 235, 236, 262, 265, 275, 278, 280, 283, 286 Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, 8 Söğüt, 2, 23 Sömürgecilik, 86, 88, ,91, 131, 134, 171,286,287,289,290 Spinoza, 131 Stanislas Lehçinski, 173, 175 Stanislas Poniatovvski, 176 Stathauder, 131, 166 Strelits askeri, 142 Stuart hanedanı, 126, 134, 169, 172 Subaşı, 6, 35 Sudan, 82 Sultanahmet, 150 Sultan Alâettin (Karamanoğlu Ali Bey), 25 Sultan Mehmet Kanunu, 35 Sultan Süleyman Kanunnamesi, 52, 57,59 Sultan Velet, 43 Sultanın bakire kızı, 142 Sultanönü, 2 Suriye, 27, 46, 47, 52, 191, 209, 238, 241,254,298,310 Suvla, 307 Süleyman L, 5, 48, 49, 52-59, 61-64, 68, 69, 87-89, 94, 106, 111, 114, 115, 118, 120, 121, 140, 147, 152, 153, 160,205,251 Süleyman II., 141 Süleyman Çelebi, 28 Süleymaniye, 57, 58, 150 Süleyman Paşa, 19 Süveyş Kanalı, 87, 90, 287, 308 ŞahAbbas, 116 Şah İsmail, 46 Şahruh, 47 Şah Safi, 116 Şah Tahmasp, 116 Şair Nedim, 149, 150 Şam, 254, 298 Şampanya, 90 Şandernagor, 180, 181 Sari II., 139 Sari III., 167 Sari VI., 75, 76, 164, 165 Sari VII, 76 Sari VIII., 109 Sari IX., 113 Sari XI, 174 Sari XII, 163, 175 Sari Alber, 264 Şadken, 48-50, 68,101-103,107,108, 110, 111, 135 Şarlman İmparatorluğu, 10, 12, 214 Ş artçılık hareketi, 261 Şato, 17, 81 Şehzade Bayazıt, 61 Şehzade Mustafa, 61 Şehzade Selim, 61 Şekspir (Shakespeare), 95 DİZİN 347 Şerhi mevakif, 121 Şerif Bey (Mustafa Kemal), 301 Şeyh Galip, 151 Şiî mezhebi, 45 Şikâyetname, 61 Şili, 87, 178 Şinası Efendi, 252, 255 Şirin ailesi, 37 Şirvan, 116, 146 Şişman (Bulgar Kralı), 21 Şlezvıg, 271 Şogon, 185 Şumnu, 21 Tabii, 3 Tacüttevarih, 151 Taif, 290 Takvimi Vekayi, 252 Tanzimat Devri, 247-249, 251, 291, 296 Tanzimat Fermanı, 244, 247 Tarhoncu Ahmet Paşa, 121, 122, 155 Tarihi Cevdet, 64, 191 Tarihi Timur Gürgân, 148 Taso (Le Tasse), 95 Tasviri Efkâr, 121,252 Tatarcık Abdullah Efendi, 192 Tavil Mehmet Paşa, 63, 114 Tebriz, 33, 49, 116 Tekfurlar, 2, 3, 4, 7 Tekirdağ, 307 Temeşvar, 54, 141 Ten, 63 Teodora, 18 Tepedelenlı Ali Paşa, 201, 202, 205, 206 Terakki ve İttihat Cemiyeti, 297, 298 Tercan, 33 Ternöv (Terre-Neuve), 139, 179 Tersane Ocağı, 55 Tertibi Cedit Tarihi Cevdet, 64 Tesalya, 18 Tesalyalı Rigaz, 201 Tevaifimülük, 9, 23 Tevrat, 4, 98 Tımar, 5, 34, 55, 56-57, 61, 115, 121, 152, 197 Tımarlı sipahisi, 5 Tırnova, 21 Tibet, 185, 287 Tilsit Barışı, 226 Timur, 26-28, 30, 31,47, 80 Timurlular, 69, 70, 249 Timuroğulları, 249 Timurtaş Paşa, 20, 25, 34 Tiryaki Hasan Paşa, 67 Tiryeste, 90 Tisa, 8 Tisyen (Titien), 98 Tokat, 25 Tokatlı Lûtfi, 45 Topal Ataullah Efendi, 195, 196 Topal Cafer Paşa, 141 Tophanei Âmire, 190 Topkapı, 32 Topkapı Sarayı, 251 Topun icadı, 81 Tories, 170 Toroslar, 33, 211 Toskana, 94, 166, 229, 233, 264, 269 Toskana Büyük Dukalığı, 108 Tosya, 29 Tökeli, 130 Trablusgarp, 52, 54, 205, 206, 288, 292, 301 Trabzon. 33 348 TARİH Trabzon Rum İmparatorluğu, 18, 33, 39 Iraklar, 7, 20 Trakya, 20, 74, 306 Transilvanya, 124 Transilvanyalılar, 278 Transval, 287 Trant (Trente) konsülü, 104 Troppav Kongresi, 231 Troubadoure, 17 Truver (Trouveres), 17 Tulon, 190 Tuna, 8, 27, 30, 33, 37, 44, 54, 64, 68, 69, 74, 89, 117, 130, 143, 145, 147, 164, 195,197, 198, 229, 245,246,258 Tuna yolu, 89 Tunus, 22, 52, 54, 65, 205, 206, 260, 288, 309, 310 Turgot, 169 Turla, 117 Tüdor hanedanı, 77, 101, 110, 134 Türk, 52 Türk Afşar kabilesi, 145 Türk arazi rejimi, 5 Türkeli, 27, 63, 64 Türk gölü, 49 Türk Gürgânî Saltanatı, 179 Türkistan, 27, 184, 185, 243, 288, 289 Türkiye, 66, 118, 135, 144, 157, 163, 172, 174, 175, 178, 210, 224, 225, 227, 274, 310 Türk Kölemenleri, 46 Türklerin büyük asrı, §9 Türk milliyetçiliği fikri, 255, 303, 304 Türk sangı, 39 Türk üslubu, 150 Tyrol, 225 U Ukrayna, 52, 117, 118, 124, 141, 175 Ulahlar, 20, 21, 30, 52, 198, 201, 304 Ulu Cami, 27 Ulu Gazi, 289 Ulufe, 193, 199 Umumî Harp, 177, 190, 231, 277, 278, 280, 285, 286, 289, 302 Urallar, 124 Urmiye Gölü, 46 Uşi Antlaşması, 301 Utraht Antlaşması, 139,164, 166, 167, 171, 172, 179, 183 Uyvar, 117 Uzakdoğu, 289 Uzun Hasan, 33, 37, 45 Uzun Nemçe Seferi, 67 Ü Üçlü Anlaşma, 279, 289, 305 Üçlü İttifak, 281, 305, 307 Üçüncü Cumhuriyet, 279-281 Üçüncü ittifak, 225 Ümit Burnu, 53, 115 Vadiyüssebil, 65 Vahdettin, 188, 310 Vak'ai Hayriye, 204 Vak'anüvislik, 151 Vakıf, 5, 56, 193 Valide Sultan, 60 Valpol, 170, 172, 173 Valva (Valois) hanedanı, 75 DİZİN 349 Vankulu, 148 Vardar Ali Paşa, 116 Varna, 30, 31 Varşova, 176, 177 Varşova Dukalığı, 226 Vasili, 105 Vasileus, 8, 18, 40 Vasko da Gama (Vasco da Gama), 84 Vaşington, 182, 183 Vaşvar, 123 Vaşvar Antlaşması, 117, 123 Vatan ve Hürriyet Cemiyeti, 298, 299 Vaza, 106 Vaza hanedanı, 125, 129 Vehhabî hareketi, 208, 209 Velasques, 132 Veli (Bayazıt), 45 Venedik, 11, 12, 44, 60, 79, 90, 117, 131, 140, 141, 145, 165, 225, 228, 263, 264, 268-271 Venedik Cumhuriyeti, 11, 12, 37, 39, 44,65,108, 125, 126, 131,223 Venedikliler, 18, 29, 32, 37, 44, 50, 65, 86,88, 118, 122, 137, 140, 141, 145 Venedikli Safiye, 118 Verdön paylaşımı, 9 Verone Kongresi, 232 Versay, 148, 149 Versay Antlaşması, 183 Vestefalya antlaşmaları, 108, 135, 136, 139,221,272 Vidin, 205 Viktor Hügo, 202 Viktorya, 249 Vilayet askeri, 5 Vilyem III., 138, 139 Vilyem V., 166 Vircinia, 88 Viyana, 48, 50, 55, 68, 69, 90, 114, 117, 140,263,267 Viyana Antlaşması, 173, 226, 271 Viyana İhtilali, 267 Viyana Kongresi, 227-229, 231 Viyana Kütüphanesi, 35 Volga, 51,63, 90, 124 Volga Türk hanlıkları, 51 Volter (Voltaire), 169, 178 Voyvoda, 67, 194 W Waterloo, 228 Whigs, 170 Wicliffe, 78 William, 14, 134 Wilyam Pitt, 170 Würtemberg, 225, 231 Yafa, 298 Yahya Efendi, 120 Yakındoğu, 203, 236-238, 241, 244 Yakup, 49 Yakup Çelebi, 36 Yalova, 145 Yanaon, 181 Yan Huş, 78, 79 Yanya, 30, 202, 205, 306 Yarhisar, 3 Yaş, 117, 157 Yaş Antlaşması, 158, 177, 188 Yavuz Selim, 45-47, 87, 90, 119, 151, 159 Yaya, 4, 22 Yazıcızade Mehmet Efendi, 43 350 TARİH Yedi Ada, 223, 226 Yedi Yıl Savaşı, 172, 174, 176, 179, 181 Yelpaze Meselesi, 206 Yemen, 52, 64-66, 155 Yemen Fatihi, 66 Yeni Cami, 150, 193 Yeniçağ, 9, 71-74, 80, 92, 104, 107, 137, 178 Yeniçeri ağası, 55 Yeniçeri ayaklanmaları, 252, 256 Yeniçeri ocağı, 22, 23, 34, 42, 115, 118, 152, 153, 188, 193, 194, 199, 204, 205, 247 Yeniçerilerin kaldırılması, 204 Yenidendoğuş, 39 Yenidünya, 91 Yeni Fransa, 88 Yeni İngiltere, 88 Yeni İskoçya, 179 Yeni Osmanlılar, 254-256, 296, 297 Yenişehir, 26, 206 Yeni usulde mektepler, 248 Yeni Zelanda, 307 Yerlikulu ocakları, 55 Yeşil Cami, 29 Yıldırım Bayazıt, 25-28, 32, 36,41,43 Yıldız Sarayı, 290, 292, 293, 298, 299 Yirmi Sekiz Çelebi Mehmet Efendi, 148 Yorgi Kastriyotis, 31 York ailesi, 77 Yorktown, 183 Yum, 171 Yunan bağımsızlığı, 201 Yunan İhtilali, 199, 201, 203, 232, 239, 248 Yunanistan, 96, 97, 202, 203, 206, 232, 249, 258, 295, 298, 301 Yunanlılar, 94, 202, 232, 295, 302 Yunus Emre, 42 Yurtlant, 125 Yurtluk, 5, 57 Yurtsuz Jan, 15 Yuvanisoğlu Andronikos, 26 Yuvanis Paleologos, 26 Yüreğirli, 46 Yüz Yıl Savaşı, 9, 74-77 Zadegan, 15 Zapolya Yanoş, 48 Zeamet, 5, 34, 55-57, 61, 115, 121, 152, 197 Zenci esir ticareti, 91, 229 Zengibar, 82, 287 Zigetvar, 53, 63 Zigismunt, 26, 28 Ziraî korumacılık, 279 Ziştovi Antlaşması, 157, 188 Zivin, 258 Ziya Paşa, 255, 296 Zürih Antlaşması, 269 Zvingli (Zwingle), 101, 102 RESİMLER OSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞU Yazısı: Orhan Halledallahü Mülkehu Yazısı: Orhan Halledallahü Mülkehu Üstünde tarihi ve basıldığı yer işaret edilmemiş olan beş akçelik gümüş sikke. Ağırlığı l dirhem 13 3/4 kırat. Çapı 22 milimetre. Yazısı: Orhan Halledallahü Mülkehu a Ali Yazısı: Lâilâheillallah Muhammed Resulullah Ömer Üstünde basıldığı yer ve tarih bulunmayan tek akçelik sikke. Ağırlığı 5 3/4 kırat, çapı 19 milimetre. 1. 1328'DE ORHAN BEY'İN BASTIRDIĞI İLK OSMANLI PARALARI. istanbul Arkeoloji Müzesi koleksiyonlarından. OSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞU l a. BURSA'DA ORHAN BEYİN YAPTIRDIĞI CAMİ. B.Fo. B.FO. l b. ORHAN BEY ZAMANINDA İZNİK'TE YAPILAN İMARET. OSMANLI DEVLETİNİN KURULUŞU OSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞU 3. ALMANYA'DA MOSEL IRMAĞI ÜZERİNDE KORUNAKLI ELTZ ŞATOSU. En iyi korunmuş 12. asır şatolarından biridir. ŞATOLARIN İÇERİDEN SAVUNULMASI İÇİN YAPILMIŞ MAZGALLI BİR PUSU YERİ. ASMA KÖPRÜLÜ BİR ŞATO KAPISI Şatonun dışarıyla irtibatı kesilmek istendiği zaman etrafındaki su ile dolu büyük hendeğin üstündeki bu köprü yukarı kaldırıldı. OSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞU ı 6. PARİSTE NORTDAM KİLİSESİ. (1163 -1230). B. Po. B. Fo. 7. ALMANYA'DA ULM ŞEHRİNDEKİ KATEDRAL (1377). 8.1. MURAT TARAFINDAN BURSA'DA ÇEKİRGEDE YAPTIRILMIŞ OLAN HÜDAVENDİGÂR CAMİİ. OSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞU B. Fo. 9. KARAMAN KALESİ. B. Fo. 10. BEYŞEHİR'DE EŞREFOGLU SÜLEYMAN BEY TÜRBESİ VE KÜTÜPHANESİ. OSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞU . Fo. 13. SÖKE KAZASININ BALAT KÖYÜNDE MENTE-ŞEOĞULLARINDAN İLYAS BEY TARAFINDAN YAPTIRILAN CAMİİN SANATLI MİHRABI. S 14. BEYŞEHİR'DE EŞREFOĞLU CAMİİ'NİN İÇİNE BİR BAKIŞ. OSMANLI DEVLETİNİN KURULUŞU 11 B. Fo. 15. SÖKE KAZASININ BALAT KÖYÜNDE MENTEŞEOĞULLARINDAN İLYAS BEY CAMİİ. 16. KUŞADASI KAZASININ SELÇUK NAHİYESİNDE: AYDINOGULLARINDAN İSA BEY CAMİİ'NİN SANATLI PENCERELERİNİ GÖSTERİR BİR YÜZÜ. 12 B.Fo. OSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞU 17. İSTANBUL BOĞAZI ÜZERİNDE ANADOLUHİSARI. B.FO. 18. BURSA'DA YILDIRIM BAYAZIT TARAFINDAN YAPTIRILAN ULU CAMİ. OSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞU 13 19. BURSA'DA ULU CAMİİ'NİN İÇİ B. Fo. Yazısı: 1. Lâilâhe illallah 2. Muhammedün Resuliillah 3. Durihe Bursa 806 (1403) Yazısı: 1. Demirhan Gürgân. 2. Mehmet bin Bayezit Han 3. Hailede Mülkehıı Gümüştür. Ağırlığı 5 1/2, kırat, çapı 15 milimetre 20. MEHMET ÇELEBİ'NİN TİMUR'U METBU TANIDIĞI DEVİRDE BURSA'DA İKİ HÜKÜMDARIN ADINA BASILAN SİKKE. istanbul Arkeoloji Müzesi koleksiyonlarından. 14 OSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞU B.Fo. 21. ÇELEBİ MEHMET TARAFINDAN BURSA'DA İNŞA ETTİRİLEN YEŞİL CAMİİ'NİN İÇİ. OSMANLI DEVLETİ'NİN KURULUŞU 15 B. Fo. 22. BURSA'DA YEŞİL CAMİ İÇİNDEKİ HÜCRELERDEN BİRİ. B. Fo. 23. FATİH'İN İSTANBUL BOĞAZI ÜZERİNDE İNŞA ETTİRDİĞİ RUMELİHİSARI. OSMANLI İMPARATORLUĞU 17 05 'S Z U. §"8 18 OSMANLI İMPARATORLUĞU 25. İSTANBUL'UN BİZANS DEVRİNDEKİ DURUMUNU GÖSTEREN BİR PLAN. OSMANLI İMPARATORLUĞU 19 26. FATİH MEHMET II. Ressam Bellini'nin tablosundan. 20 OSMANLI İMPARATORLUĞU Yüzü: Tersi: 27. HEYKELTRAŞ BERTOLD CİVANNİ TARAFINDAN II. MEHMET ADINA OYULMUŞ TUNÇ MADALYA. B.Fo. 28. FATİH MEHMET'İN KILICI. Topkapı Sarayı silah koleksiyonlarından. OSMANLI İMPARATORLUĞU 21 22 OSMANLI İMPARATORLUĞU 30. ÇİNİLİ KÖŞK'ÜN GİRİŞİ Mozaik usulünde yapılman: B. Fo. OSMANLI İMPARATORLUĞU 23 31. KANUNÎ SÜLEYMAN Melchior Lorich'in bakır üzerine kazıdığı bir resim. OSMANLI İMPARATORLUĞU 25 26 OSMANLI İMPARATORLUĞU 34. BUDİN ŞEHRİNİN OSMANLI HÂKİMİYETİ ALTINDA BULUNDUĞU ZAMANA AİT BİR RESİM. B. Fo. 35. SOKOLLU MEHMET PAŞA'NIN BUDİN VALİLİĞİ ZAMANINDA (1566 -1579) PEŞTE'DE TÜRKLER TARAFINDAN İNŞA EDİLMİŞ BİR KAPLICA. OSMANLI İMPARATORLUĞU 27 36. BUDİN'DE GÜLBABA TÜRBESİ (1543 -1548). 37. PEÇ'TE (PECS) 1625 TARİHİNDE TÜRKLER TARAFINDAN YAPILAN VE BUGÜN KİLİSE OLARAK KULLANILAN CAMİ. 28 OSMANLI İMPARATORLUĞU OSMANLI İMPARATORLUĞU 29 î •< 30 OSMANLI İMPARATORLUĞU 41. BURSA'DA DOKUNMUŞ BİR KUMAŞ PARÇASI. 16. ASIR. Topkapı Sarayı Müzesi Hazne Dairesi'ndedir. OSMANLI İMPARATORLUĞU 31 B. Fo. 42. KANUNÎ SÜLEYMAN'IN KARISI HURREM SULTANIN TÜRBESİNDEN ALINMIŞ İŞLEME ÇEVRE. 16. ASIR. istanbul Evkaf Müzesi'ndedir. 32 OSMANLI İMPARATORLUĞU 43. ANADOLU'DA YAPILMIŞ ÇİNİ BÜYÜK . CAMİ KANDİLİ. 16. ASIR. İstanbul Arkeoloji Müzesi'ndedir. 44. KANUNÎ SÜLEYMAN'IN KILICI. 16. ASIR. Topkapı Sarayı Müzesi silah koleksiyonlarından. OSMANLI İMPARATORLUĞU 33 34 OSMANLI İMPARATORLUĞU OSMANLI İMPARATORLUĞU 35 36 OSMANLI İMPARATORLUĞU 50. MİMAR SİNAN'IN ESERLERİNDEN EDİRNE'DE SULTANSELİM CAMİİ. w 38 OSMANLI İMPARATORLUĞU 51. OSM ANLI İMPARATORLUĞU TÜRK MİMARİSİNİN İLERLEME VE GERİLEME SAFHALARI: I. Bursa'da Hüdavendigâr (1360), II. Bursa'da Ulu Cami (1394), III. İstanbul'da Bayazıt (1506), IV. İstanbul'da Süleymaniye (l557), V. Edirne'de Selimiye (1574), B. Fo B. Fo. OSMANLI İMPARATORLUĞU 39 B. Fo. I. İstanbul'da Sultanahmet (1617), II. İstanbul'da Yenicami (1664), III. İstanbul'da Nuruosmaniye (1756), IV. İstanbul'da Lâleli (7764;, V. İstanbul'da Aksaray Valide Camii (1871). Tarihler camilerin yapıldığı seneleri gösterir. 40 OSMANLI İMPARATORLUĞU 52. ŞAİR BAKİ, NEF'İ VE ŞEYHÜLİSLAM EBÜSSUUT EFENDİLER. / OSMANLI İMPARATORLUĞU 41 53. ŞAİR FUZULİ. Bu iki resim İstanbul'da Fatih'te Millet Kütüphanesi'nde mevcut II. Selim zamanında yazılmış ve resimleri tamamen renkli yapılmış Aşık Çelebi tezkeresinden alınmış minyatürlerdir. 42 OSMANLI İMPARATORLUĞU a) Kesme billurdan mücevherli şerbet fincanları. Mücevherli kahve takımı. c) Elmaslı ve zümrüttü altın şarap takımı. Şah İsmail'e ait bu takım Çaldıran Savaşı ganimetlerindendir. 54. OSMANU PADİŞAHLARINA AİT SÜSLÜ VE MÜCEVHERLİ EŞYALAR. Topkapı Sarayı Müzesi'ndedir. OSMANLI İMPARATORLUĞU 43 44 OSMANLI İMPARATORLUĞU W JO O oo OSMANLI İMPARATORLUĞU 45 58. KANUNÎ SÜLEYMAN ZİGETVAR SEFERİ'NE GİDERKEN. Hünername'den. 46 OSMANLI İMPARATORLUĞU OSMANLI İMPARATORLUĞU 47 61. TİRYAKİ HASAN PAŞA. 62. 16. ASIRDA YENİÇERİ KIYAFETLERİ. 48 16. AŞIRA KADAR AVRUPA 63. YÜZ YIL SAVAŞI'NA AİT İKİ SAHNE. "The Chronicles ofFroissart" adlı 15. asırda yazılmış eserdeki el yapması resimlerden. 16. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 49 64. YAN HUSS İDAMA GÖTÜRÜLÜRKEN. Konsil tarafından mahkûm edildikten sonra, Huss Konstans kumandanına teslim edilmiş ve diri diri yakılmıştır. Bu resimde kendisinin cellatlar tarafından götürüldüğü ve başına üzerine şeytan resimleriyle "bu adam imanını kaybetmiştir" ibaresi yazılı bir külah geçirilmiş olduğu görülmektedir. 65. ORTAÇAĞ ŞATOLARINDAN BİRİNİN TOPLA TAHRİBİ. 66. 15. ASIRDA ALMANYA'DA BİR ŞEHRİN KUŞATILMASI. Breslav Kütüphane si'nde bulunan bir yazma kitaptan alınmış bir minyatür. 50 16. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 67. MARKO POLO (1254-1323). 68. VASKO Dİ GAMA (1469-1524). 69. KRİSTOF KOLOMB (1451-1506). 16. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 51 70. MAYA MİMARÎ ESERLERİNDEN BİR ÖRNEK. YUKATAN'DA SAYİL TAPINAK- SARAYI'NIN ÖN YÜZÜ. 71. MAYALARIN YENİ İMPARATORLUK DEVRİNDEN (MS 1000-1200) KALMA BİR TAPINAĞIN ÖN YÜZÜNDEN BİR KISIM. 52 16. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 72. GUSKO ŞEHRİNDE SANTA DOMİNGO KİLİSESİ. Bu kilisenin resimde görülen esas duvarları İnhalar zamanındaki güneş tapınağının duvarlarıdır. 73. TEOPANZOLKO'DA AZTEKLERİN PİRAMİT ŞEKLİNDEKİ TAPINAKLARI. 16. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 53 74. ŞEKSPİR (1564-1616). 75.RAFAELSANZİO (1483-1521). 76. LEONARDO DA VİNCİ (7452-7579). 77. MİKELANCELLO. (1475-1564). 54 16. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 16. ASIR SONLARINA KADAR AVRUPA 55 82. TÜRKLERİN İKİNCİ VİYANA KUŞATMASINDAN BİR MANZARA (1683). Romenn de Hoghe tarafından yapılmıştır. İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 57 83. İSTANBUL BOĞAZI (1632). "George Sandys' Travels" adlı eserden. 84. İSTANBUL'DA BİR DONANMA EĞLENCESİ (1632). "George Sandys' Travels" adlı eserden. 58 İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 59 60 İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 61 90. BAĞDAT KÖŞKÜ'NDE ÇİNİLERLE SÜSLÜ BİR DUVAR. 91. YENİ CAMİ'DE TÜRK ÇİNİ VE MERMER İŞÇİLİĞİNİN GÜZELLİKLERİNİ TOPLAYAN Bİ BÎR KÖŞE. İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 92. RODOS TABAĞI. 17. ASIR ANADOLU MAMULLERİNDEN. İstanbul Arkeoloji Müzesi'ndedir. 64 İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 93. İSTANBUL MAMULLERİNDEN SEDEFLE İŞLENMİŞ SANDUKÇE (1616). istanbul Arkeoloji Müzesi'ndedir. İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 65 94. GÖRDÜS MAMULLERİNDEN BİR SECCADE. 17. ASIR. istanbul Evkaf Müzesi'ndedir. 66 İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ B. Fo, 95. ANADOLU MAMULLERİNDEN HALI SECCADE. 17. ASIR istanbul Çinili Köşk Müzesi'tidedir. İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 67 68 İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 69 100. ÇAR I. PETRO (1672-1725). 101. KARDİNAL RİŞLİYÖ (1585-1642). 102. XIV. LUİ (1683-1715). 103. KROMWELL (1599-1658). 70 İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 71 72 İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 73 74 İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 75 76 B. Fo. 112a. III. AHMET DEVRİNDE EYUPLU DERVİŞ HASAN ADINDA BİR TÜRK İŞÇİSİ TARAFINDAN YAPILMIŞ YAZI ÇEKMECESİ. istanbul Arkeoloji Müzesi Türk ve islam Eserleri kısmındadır. İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 77 113. KÖÇEKLERİN OYUNUNU SEYREDEN HÜKÜMDAR. 18 ASIR BAŞLARI Topkapı Sarayı Müzesi içinde IH. Ahmet Kütüphanesinde bulunan ve III. Ahmet zamanında yazılmış ve resimlen tamamen renkli yapılmış Surnamei Vehbi adlı eserdeki minyatürlerden. 78 İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 79 115. İSTANBUL'DA YENİCAMİ. B. Fo. 80 İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 116. İSTANBUL'DA NURUOSMANİYE CAMİİ. 117. İSTANBUL'DA LALELİ CAMİİ. İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 81 118. AYNALI KAVAK. Choiseul Gouffier'nin eserinden. 119. İSTANBUL'DA ALEMDAR CADDESI'NDE I. ABDÜLHAMİT ÇEŞMESİ (yapılısı 1777). 82 İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 120. BİR YABANCI ELÇİNİN ARZ ODASINDA KABULÜ. Bern Müzesinden. 121. TOPKAPI SARAYI SAHİLİNDE YALI KÖŞKÜ. Donanmalar sefere çıktığı vakit Kaptan Paşa burada padişah tarafından kabul olunurdu. İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 83 84 İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 85 86 İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 128. TARİHÇİ NAİMA EFENDİ (7652-77/5). j 129. YENİÇERİ AĞASI. 18. ASIR: 130, YENİÇERİ. 18. ASIR. İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 87 131.ISAACNEWTON (1642-1727). 132. GAL1LEE (1564-1642). 133. RENE DESCARTES (DEKART) (7596-7650). 134. JOHN LOCKE (1632-1704). İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 135. KANT (1724-1804). 136. SCHILLER (ŞİLLER) (1759-1805). 137. GOETHE (GÖTE) (1749-1832). 138. VOLTAIRE (VOLTER) (1694-1778). İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 89 139. MONTESQUIEU (MONTESKİYÖ) (1689-1755). 140. DIDEROT (1713-1784). 141. JEAN-JACQUES ROUSSEAU (RUSO) (1712-1778). 142. DAVID HUME (1711-1776). 90 İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 143. GEORGE WASHİNGTON (1732-1799). 144. AMERİKA BAĞIMSIZLIK BEYANNAMESİ'NİN İLANI (4 Temmuz 1776). İMPARATORLUĞUN GERİLEMESİ 91 145. JAMES WAT (1736-1819). 146. BENJAMIN FRANKLİN (1706-1790). 147. MONTGOLFIER KARDEŞLER. Sağda Etienne (1745-1799), solda Joseph-Michel (1740-1810). 148. ROBERT FULTON (1765-1815). 92 İMPARATORLUĞUN YIKILIŞI 149. İSTANBUL'DA HALICIOĞLU'NDA HENDESEHANE. 150. III. SELİM DEVRİNDE OSMANLI DONANMASINDAN BİR GEMİ Çavuşoğht Mustafa Reis tarafından Sinop'ta inşa olunmuştur. İMPARATORLUĞUN YIKILIŞI 93 94 İMPARATORLUĞUN YIKILIŞI İMPARATORLUĞUN YIKILIŞI 95 96 İMPARATORLUĞUN YIKILIŞI 154. H. MAHMUT (1784-1839). TAHRİP İMPARATORLUĞUN YIKILIŞI 97 98 İMPARATORLUĞUN YIKILIŞI İMPARATORLUĞUN YIKILIŞI 99 159. ANKARA'NIN 90 SENE EVVELKİ DURUMUNU GÖSTEREN BİR PLAN. 100 İMPARATORLUĞUN YIKILIŞI 160. FRANSIZ İHTİLALİNDE TOP OYUNU SALONUNDA YAPILAN YEMİN (20 Haziran 1789). 161.ROBESPIERRE (1758-1794). 162. NAPOLEON BONAPARTE (1769-1821). İMPARATORLUĞUN YIKILIŞI 101 102 İMPARATORLUĞUN YIKILIŞI 164. MUSTAFA REŞİT PAŞA (1802-1858). 165. ÂLİ PAŞA (1815-1871). 166. FUAT PAS A (1814-1869).