Copyriht: J**^ ÜÇDAL NEŞRİYAT Bu cildin birinci kısmını Almanca

advertisement
Copyriht: J**^ ÜÇDAL NEŞRİYAT
Bu cildin birinci kısmını Almanca aslı ile
karşılaştırarak Fransızca'dan Vecdi BÜRÜN tercüme etmiş,
yayına Mümin ÇEVİK hazırlamıştır.
İkinci kısmını ise Almanca aslı ile karşılaştırarak
Fransızca'dan Refik ÖZDEK tercüme etmiş, yayına
Mümin ÇEVİK hazırlamıştır.
Çevik Matbaacılık Tel: 501 30 19
HAMMER
(Baron Joseph Von Hammer Purgstall)
BÜYÜK
OSMANLI TARİHİ
8
(ONBEŞİNCİ CİLT)
HİKMET NEŞRİYAT
SAN. VETİC.LTD.
Sümer Mah. 24. Sokak No: 13
Zeytinburnu - İSTANBUL
Tel: (0212) 415 22 41 - 415 22 42
Faks: (0212) 415 33 35
Sultan III. Osman
Osmanlı Askerî Teşkilâtı alâmetlerinden tuğlar.
ALTMIŞSEKİZİNCİ KİTAP
Villeneuve — Bonneval. — İsveç'le tedafüi ve taarruz!
(savunma ve saldırı) ittifakı anlaşması. — Fransa ve
Napoli ile ticaret anlaşması. — Mengli-Giray’ın ölümü.
— Sultan tarafından bir kütüphane tesisi. — İstanbul'da
ayaklanma. — Veziriazam'-ın azledilmesi. — İki
imparatorluk hükümetiyle yapılan barış anlaşmasının
uygulanmasında ortaya çıkan güçlükler. — Kont Ulefeld;
Türk elçisi Viya-na'da. ~ Tercüman Ghika’nın idam
edilmesi. — Avusturya ve Rusya ile anlaşma. — İran
elçilik heyeti. — Medine'ye gönderilen hediyeler. —
Göktaşları. — Romanzoff. — Fransa ve Napoli'de
elçilikler. —Moria'da kurbantaşı örtüsü. —r Türk Robinson Crusoe. — Yangınlar. — Veziriâzam'ın azledilmesi.
— Sultan tarafından bir imarethane kurulması. —
Düğün. — Nâdir Şâh Bağdad önünde. — Veziriazam
düştü. —- Bosna'da sınırlandırma. — Fransa, İsveç,
Polonya ve Rusya ile münasebetler. — Bonneval. —
Nâdir Şâh Musul'u boşuna kuşatıyor.— Teşrifat
Efendisi'nin başı tehlikede. — Râ-gıb’ın Kahire,
Kesriyeli'nin Erzurum valiliklerine atanmaları; serasker
İran üzerine yürüyor. — Kesriyeli'nin görevi. — Kars
kuşatmasının kalkması. — Hindistan elçilik heyeti. —
Aracılıkla alâkalı anlaşma, ~= Ferikler ve Bonneval. - Erivan savaşı; Yeğen Mehmed Paşanın ölümü. — Savaş
hazırlıkları ve elçilikler. — Şeyhülislâm Pirızâde'nin
azledilmesi. — Kızlarağası'nın ölümü. ™ Nazırlıkta
değişiklikler. — İnşâatlar. — Veziriazam Esseyyid
Hasan Paşa’nın düşmesi. — Bir hıristiyanlık
propagandacısının idamı. — Büyük tetkikçi. — İran
prensi. — Fransa'nın teşebbüsü. — Bonneval'in ölümü.
— Rusya ile barış anlaşmasının yenilenmesi. —- Avusturya barış anlaşması süresiz uzatıldı.
VİLLENEUVE
FRANSA'nın aracılığı ve teminatı altında gerçekleştirilen ve Bâb-ı Âlî'ye
üstün imkânlar kazandıran Belgrad Barışı, bu çifte açıdan, Osmanlı ve Fransız
diplomatik yıllıklarının kaydettiği en parlak olaylardan biridir. Fransa'nın
HAMMER
I
Osmanb İmparatorluğunun meseleleri üzerindeki tesiri, ne daha önce,
ne de bu olaydan sonra hiçbir zaman bu ölçüde kesin olmamıştır ve
M. de Vüleneuve'ün önemli görevi, Fransa'nın Türkiye ile diplomatik
münasebetleri tarihinin belirttiği en-unutulmaz olaydır. İngiltere yüz
yıl önce Polonya ile Bâb-ı Alt arasında bir barış andlaşmasının
gerçekleşmesinde ilk defa aracılık görevini üstlenmişse de, hıristiyan
devletler arasında Fransa, Avrupa'nın bir diğer devletiyle Osmanlı
İmparatorluğu arasında anlaşma maddelerinin insan haklarına uygun
bir şekilde uygulanmasına müdâhalede bulunan ve bunu teminat altına almış ilk devlet oluyordu. Olağanüstü elçi olarak parlak bir
unvana lâyık görülen Villeneuve, o dönemde çeşitli Avrupa hu
kûmetleri tarafından Bâb-ı Âlî ile girişilen bütün müzâkerelerin aynı
zamanda ruhu, vasisi ve rehberiydi.
BONNEVAL
Onun yanında, hıristiyan devletler karşısında Osmanlı İmparatorluğunun en faal memuru Bonneval yer alıyordu, Fransızlara
has cerbezeliği ve sözünü sakınmaması yüzünden, en ufak bir
tenkide bile tahammülü olmayan Veziriazam Yeğen Mehmed Paşa'yı
kızdırmış ve Kastamonu'ya sürgüne gönderilmişti. Paşa'nın
makamından ayrılmasından kısa bir süre sonra İstanbul'a çağırılmıştı.
Kızlarağası tarafından himaye edilmeyen açıksözîülüğünü ihtimâl
hayatiyle ödedi. Sürgüne emrindeki bombacıların ücretlerini almak
için sultana şamatalı bir şekilde başvurmalarını engellememesi sebeb olarak gösterilmişti; fakat gerçek sebeb, Veziriazam Yeğen
Paşa'nın ona karşı duyduğu kindi (1). Yeğen Mehmed Paşa'dan
sonraki Veziriazam döneminde devlet işlerinde yeniden görev aldı,
fakat her zaman aynı başarıyı gösteremedi. Bunun sebebi, Fransız
elçisi Villeneuve ile çatışmış olmasından ötürü ona plân ve
düşüncelerinin tatbikinde bir yardımcıdan çok bir engel gözüyle
bakmasıydi; yalnız siyasî menfaatleri birleştiğinde, çabuk ve emîn bir
netice elde etmeleri müşterek gayretlerinin mükâfatı oluyordu.
Bunun birkaç misâli olmakla beraber, bu açıklamaya dayanarak,
sadece birini, bütün kudretlerini birleştirdikleri İsveç müzâkerelerini
zikredebiliriz.
(1) S. Cont., f. 895.
OSMANLI TARİHİ
9
İSVEÇ'LE TEDAFÜİ VE TAARRUZÎ (SAVUNMA VE
SALDIRI) İTTİFAKI ANLAŞMASI
İsveçli nazırlar Hoepken ve Carlson, devletlerinin Rusya ile yaptığı
barış anlaşmasının imzalanmasını beklemeden, onu imza sırasında haberdâr
etmek üzere Bâb-ı Âlî ile bir savunma ve saldırı ittifakı anlaşması
gerçekleştirmek istiyorlardı. Veziriazam, Villeneuve'ün tesiriyle, İsveç'le
bir anlaşma imzalamağa hazırdı. Bununla beraber, İsveç murahhasının
ısrarlı müracaatlarına rağmen, haber İstanbul'a geldiği gün anlaşma imzalandı. Dokuz maddeden oluşan bu dostluk ve ticaret anlaşmasında yeni
bir müeyyide yer alıyor ve buna göre iki taraf, Rusya tarafından saldırıya
uğradıkları takdirde birbirlerine yardım taahhüdünde bulunuyorlardı (2)
(20 Ocak 1740).
FRANSA VE NAPOLİ İLE TİCARET ANLAŞMASI
Bu savunma ve saldırı ittifakı, Bâb-ı Âlî ile bir Avrupa devleti
arasında gerçekleştirilen ük anlaşmadır. Zira, Kanunî ile I. François
arasında yapıldığı ileri sürülen anlaşma, esasında sadece bir dostluk ve
ticaret anlaşması idi (3). Rus elçisi Vişni akof, tercümanı aracılığıyla bu
anlaşmanın Rusya üzerinde se beb olduğu hoşnutsuzluğu Veziriazam'a
bildirdi ve tamahkârlığı ile tanınan Reisefendi'ye anlaşmanın tasdikine mâni
olması için dörtyüz kese para gönderdi. Reisefendi, tercümana: «Her şeyi
sevdiğim kadar parayı da severim, fakat, muvafık olana saygı göstermek
gerek. Bu hususta Rusya'nın isteğini yerine getirebilmek için imkân
görmüyorum.» cevabım verdi. Rus elçisi, Fransız elçisi Villeneuve'e
hükümdarı adına yirmibeşbin ruble ve Saint-Andre nişanını verdi, fakat bu
cömertliğin Fransız politikasının değişmesi bakımından hiçbir tesiri
görülmedi. Rus elçisi Vişniyakof'a Rus Çariçesinin İmparatoriçe ünvaniyle
tanınması, şuurların tesbiti işinin bitirilmesi, büyük elçilikler teşrifat
meselelerinin ve İsveç'le yapılan ittifakın geri bırakılması hususlarını Bâb-ı
Âlî ile müzâkere etmek görevi verilmişti. Vil-leneuve, her ikisi de para
açgözlüsü olan Reisefendi ile Bâb-ı Âlî tercümanını Vişniyakof'un
rüşvetçiliğine karşı uyarmak gay(2) Laugier'ye bakınız, II, p, 383, anlaşma metni.
(3) Flassan hataya düşerek anlaşmanın tarihini 1535 olarak göstermektedir.
10
HAMMER
ret ini göstermekten geri kalmadı. Napoli elçileri Finochetti (Fi-noşetti) ve
Rumiti, altının cazibesi ve Bonneval'in gayretleri sayesinde Bâb-ı Âlî ile bir
dostluk anlaşması imzalamayı başardılar. Bu hareket Fransa ve deniz
devletleri tarafından iyi karşılanmadı. Napolili elçiler kendi imzalı anlaşma
metinlerini verip Türkçe metni alacakları sırada, ViUeneuve, Sultan’ın
kuzey Afrika beyliklerine karşı verdiği teminat ve dokunulmazlık belirten
maddeleri kaldırmak imkânını buldu. Yirmibir maddeden oluşan bu
anlaşmanın imzalı nüshaları Veziriazam tarafından tertiplenen muhteşem
bir huzura kabul töreninde taraflar arasında teati edildi (14 Nisan 1740 -17
Muharrem 1153). Fransız elçisi, yapılan birçok toplantıda Bâb-ı Âlî ile
Fransa arasındaki imtiyazların yenilenmesini müzâkere etti; İmtiyazlar Mısır savaşının yürürlüğünü durdurduğu ve yeniden bir barış anlaşmasına
dönüştürülen yirmidört maddelik kesin bir dostluk ve ticaret anlaşmasına
çevrildi; son barış anlaşması bugün de Osmanlı İmparatorluğu ile Fransa
arasındaki münasebetleri düzenlemektedir (30 Mayıs 1740 - 4 Rebrulevvel
1153).
MENGLt-GtRAY'JN ÖLÜMÜ
Kırım hanı Mengli-Giray Belgrad anlaşmasından kısa bir süre sonra
öldü ve yerine eski kalagay olan kardeşi Seüm-Giray geçti. Bu
münasebetle, şarkı söylemekdeki yetenekleri yüzünden kendisine Naat-ı
Damadı veya düğün şarkıcısı damadı lâkabı takılan ve evvelce Veziriazam
Yeğen Mehmed Paşa taralından devlet işlerinden uzaklaştırılmak istenen
maslahatgüzarı Mustafa Ağa resmî görevinden azledildi (4).
SULTAN TARAFINDAN BİR KÜTÜPHANE TESİSİ
Dışarıda barışın sağlanması Osmanlı İmparatorluğu içinde şenlikler ve
ziyafetlerle kutlandı. Veziriazam, Suitan'ı Bahariye yazlık sarayında
ağırladı; kendi sarayı birbiri peşi sıra çıkan iki yangında kül haline
geldiğinden saray yakınında bulunan eski veziriazamlar sarayına yerleşmek
zorunda kalmıştı. Sultan, Ayasofya Camii'nde, kendisi tarafından ve içinde
diğer nâ(4) Suphi, 70 ve 71. Yanlış olarak Rusya ile barış anlaşmasını ancak 1740
Şubatında imzalanmış gösteriyor. Oysa 28 Aralık 1739'da imzalanıp
teati edilmiştir.
OSMANLI TARİHİ
11
dir eserler arasında Halife Osman ve Halife Ali'nin kufi yazı ile
yazdıkları iki ve o dönemin nesih yazıda üstad Yakut'un üç eserinin
bulunduğu kütüphaneyi ziyaret etti.
İSTANBUL'DA AYAKLANMA
Kapdan-ı derya Süleyman Paşa tarafından yapımı tersaneye
emredilen filo, bir bölümü Kaptan Paşa’nın Sultan'dan izin aldığı
Sahil Köşkü, bir bölümü Beşiktaş'da Barbaros türbesi önünde, bir
bölümü de Yedikule hisarı önünde demirledikten sonra yelken açıp
harekete geçti (30 Nisan 1740 - 3 Safer 1153). Yine bu döneme
doğru erginlik çağına varan sultanlar evlendirildiler; Safiye sultan o
sırada İstanbul'da bulunan eski Cidde valisi Bekir Paşa; Saliha sultan
Belgrad valisi vezir Ali Paşa; Ayşe sultan Mora vergi müstahsili
Ahmed Paşa'ya nikâh edildiler. Bu vesileyle yapılan düğünler,
beklenmeyen bir halk ayaklanması yüzünden son derece sönük geçti.
Savaşın ve şiddetli kışın yükselmelerine yardımcı oldukları yiyecek
fiyatlarından şikâyetçi olan bir kalabalık, dükkânların çoğunu
yağmaladıktan sonra, kepenklerin kapatılmasını bağırarak eskiciler
ve kazancılar çarşısından dışarıya çıktı (6 Haziran 1740 - 11
Rebiul'evvel 1153). Kâğıthane tarafında bir gezintide bulunan
Veziriazam, maiyyetindeki adamlarını silahlandırdıktan sonra hemen
şehi-re döndü. Ycniçeriağası vezir Hasan, milise kayıtlı birkaç yüz
ameleyi alelacele silahlandırdı-, Sultanbayezid Camii önündeki
Yeniçeri karakolunun albayı, kaçışan Yeniçerilere fena halde çıkıştı.
Patırdı her ne kadar yatışürıldıysa da, Sultan’ın, çavuş-başıdan aldığı
bilgi üzerine ayaklanmanın belirtileri ortadayken kendisine şehirde
asayişin tamam olduğunu bildiren Veziri-âzam'a güveni kalmadı.
VEZİRİAZAMIN AZLEDİLMESİ
Şehirdeki asayiş durumunu düzelteceğinden ümidi kesen
Kızlarağasınm telkinleriyle, Mühr-i Hümâyûn Nişancı Ahmed
Paşa'ya verildi (23 Temmuz 1740 - 28 Rebiul'evvel 1153). Şehirde
asayişin yerinde olduğunu Veziriâzam'a yanlış olarak bildirdiği için,
eavuşbaşı görevinden alınarsk İran'dan gelen elçiye karşüayıcı olarak
gönderildi. Azledilen Veziriazam ise Padi-şah’ın damadı Bekir
Paşa’nın yerine Cidde valiliğine atandı; fa-
12
HAMMER
kat bundan vazgeçilerek Bâb-ı Âlî'ye çağırıldı ve Canee'ye kumandan
olarak gönderildi. Sultan’ın bir emirnâmesiyle, İstanbul'daki yedi askeri
birliğin (Yeniçeri, sipahi, silâhdar, topçu, top arabacısı, humbaracı)
ağalarına Veziriâzam’ın şehrin asayişine gereken dikkati göstermediği için
ceza olarak azledildi-ği, asayişe yeni Veziriâzam'la birlikte önem vermeleri
bildirildi. Böyle bir emirname o zamana kadar Osmanlı İmparatorluğunda
görülmüş değildi, fakat bu emirnameden itibaren bir gelenek halini aldı.
Böylece, bu emirnameler yoluyla Sultan, devletteki en önemli değişiklik
üzerine tab'asma bilgi vermiş oluyordu. Şurası da belirtmeğe değer ki,
Sultan'ın hatt-ı şerifi ülkenin valilerine, eyâlet eşrafına, ulemâya, divân
azalarına, bu konularda önemi olmayan halka değil de, sadece ve özellikle
İstanbul'da yerleşik durumda bulunan silahlı kuvvetlere gönderiliyordu.
Despotizmle idare edilen ülkelerde, eski Roma'da pretoriyen muhafızların
imparatora iktidar vermeleri gibi, ordu ve payitaht hükümdara iktidarı
vermektedir. Dediği dedik olan hükümdarın ancak kendi uydulariyle
ilişkileri vardır.
İKİ İMPARATORLUK HÜKÜMETİYLE YAPILAN BARIŞ
ANLAŞMASININ UYGULANMASINDA ORTAYA
ÇIKAN GÜÇLÜKLER
Yeni Veziriazam, Özi ve Nissa'nın alınmalarından sonra Kâhya
Osman'ın başının vurulmasına sebeb olan Cafer Paşa'-mn oğluydu. Eski
Cidde valisi Bekir Paşa'nın himayesiyle devlet hizmetine girmiş,
İmparatorluk müşiri rütbesine kadar ilerlemiş ve Baş Kapu-Ağası
(Başmâbeyinci) olmuştu. Rusya'ya karşı savaşın başlangıcında, özellikle
özi'nin takviyesi hususunda, kaymakamı olduğu Aydın'da Sarıoğlu ve
avenesinin ayaklanmasında büyük gayreti görülmüştü. Veziriâzamlığa
getirildiği sırada Kubbe vezirleri arasında bulunuyordu (5). Makama
getirilmesinden bir gün önce, İsveç kralı XII. Charles’ın anlaşma gereğince
geri kalan borcuna karşılık olmak üzere gönderilen İsveç savaş gemisi
İstanbul limanına girmişti. Bütün belir(5) Veziriazamların Biyografileri, Mehmed Said. Bu yazara göre yeni
Veziriazam çeşitli ilimlerde hayli yetkili bulunmaktadır. Fakat,
Avusturya İmparatorluk Arşivleri'nde bulunan bir rapora inanmak
gerekirse Veziriazam okuma-yazma bilmemektedir.
OSMANLI TARİHİ
13
tilerden altın karşılığında elde edilmiş olan yemi Veziriazam, geçmiş
anlaşmaya rağmen, Bâb-ı Âlî'nin bahis konusu savaş gemisini borç
ödeme karşılığı olarak kabul edemeyeceğini bildirdi (19 Temmuz).
Bununla beraber, Rus elçileri Cagnoni ve Vişniyakof, Çariçe'nin
irnparatoriçe unvanı almaması ve İsveç'le imzalanan ittifak
konularında bütün gayretlerine rağmen en ufak bir başarı elde
edemediler; bu konuda hoşnutsuzluklarını belirttiler. İran'a
gönderilen Türk elçisine sınırdan sonra bir Rus generali refakat
edeceğinden, elçiyle sınıra kadar gidecek olan Paşa’nın da eşit
rütbede yâni üç tuğlu olması talebinde bulundular ve bu talebleri
müsait karşılandı. Elçiyi Bender'e kadar götüren Paşa, onu şehirde
misafir ederek samur bir hil'at verdi. Elçilerin değişimi Dinyeper
doğusundaki Salia kıyılarında gerçekleştirildi; Özi civarı sınır tesbiti
işi komiserlere havale edildi ve esirler azar azar serbest bırakıldılar;
zira, İstanbul'daki son patırdıda halkın feveranı bu konuda ihtiyatlı
davranmak lüzumunu ortaya koymuştu. Bâb-ı Âlî'nin kont
Rumanzof-un olağanüstü elçi ve prens Repnin'le Nepluieffin sınır
belirlenmesi komiseri olarak atanmalarını öğrenmesi, Azak tahkimatının sökülmesindeki gecikmeden duyduğu endişeye son verdi.
Bâb-ı Âlî, Ali Paşa'yı Rumeli Beylerbeyliği pâyesiyle Viyana
elçiliğine atamış ve Paşa, düzenlenen gösterişli bir törenle güven
mektubunu almıştı. Avusturya'nın elçi tâyini işi, anlaşmanın
uygulanmasında çıkan çeşitli güçlükler yüzünden gecikmişti;
Avusturya hükümeti, aracı elçi vasıtasiyle anlaşmayı tatbikle görevli
Türk komiserlerin anlaşmaya aykırı taleblerde bulunmalarından
şikâyetçi oldu. Belgrad tahkimatının yıkılması durdurulmuştu; bunun
sebebi, Türklerin anlaşmayı ihlâl hareketleri Avusturya hükûmetinm
dokunulmazlıkla alâkalı taleb-lerine yol açmış olmasıydı. Bâb-ı Âlî,
Villeneuve'ün de ihtiyatlı aracüığmm eklenmesiyle Avusturya
hükümetini tatmin etmek için tartışma konusu olan Eski-Orsova'da
onbir köyü Avusturya'ya iade etmeğe karar verdi.
KONT ULEFELD; TÜRK ELÇİSİ VİYANA'DA
Avusturya elçisi Schmettau, Türklerin Orsova'nın üç veya dört
fersah üstündeki Mehadia vadisinde Czerna’nın sularını Bella’nın
mansabına ulaştırmak için kazdıkları kanal konusunda şikâyette
bulunması hususunda Villeneuve'e mektup yazdı;
14
HAMMER
kanal, anlaşma maddesinde belirtildiğinden hayli uzakta kazılmaktaydı;
Avusturya elçisi, Türkler Eski-Orsova'yı ellerinde tutmaktan ve kanalı
kazmaktan vazgeçtikleri takdirde kendilerinin de tazminat talebinde
bulunmaktan vazgeçeceklerini Fransız elçisi Villeneuve'e bildirmişti.
Villeneuve, Türk mühendislerinin Czerna’ınn yatağını tamamiyle
değiştirmek imkânına sahip bulunmadıkları ve kanalın nehir kıyısındaki
köylere vereceği zararı önleyemeyecekleri hususundaki beyanlarına
dayanarak konuyu Bâb-ı Âli'ye bildirdi. Bununla beraber Veziriazam Oğuz
Mehmed Paşa kanalın açılmasına fazlasiyle taraftar olduğundan, mesele
sınır tesbiti komiserlerine havale edildi. Komiserler sınıra hareket ettiler ve
Avusturya elçisi olarak atanan kont Ulefeld'e İstanbul'a gitmesi emri
verildi. Fakat Reisefendi BeJ-grad'ın Avusturyalılar tarafından
boşaltılmasından önce Türk elçisi gönderilmesini uygun bulmadı.
Bu olaylar cereyan ettiği sırada, Avusturya Başvekili kont Sinzendorf
Vüleneuve'ün aracılığıyla Bâb-ı Âlî'ye yeni bir teklifte bulundu; bu teklife
göre, Avusturya İmparatoru, Bâb-ı Âli, Drina ile Unna arasındaki bir
toprak bölümünü kendisine bırakmağa razı olduğu takdirde, Syrmi
(Zemun) sahrasını Osmanlılara vermeği taahhüd ediyordu; teklifte
belirtildiğine göre, bu bölüm Sırbistan'dan daha çok Esklavoni'ye aitti.
Fakat, Sch-mettau kendisine yazdığı mektupta bunu bildirmiş olduğundan,
meseleyi sınır tesbit komiserlerinin kararma bırakmanın daha doğru
olacağına hükmetti (6). Komiserler Avusturya komiseri feld-mareşal vekili
Guadagni ile yaptıkları toplantılarda, Osmanlı tarafı tatbiki imkânsız
olduğu halde Czerna’ınn yatağı(6) Kont Sinzendorf'un Villeneuve'e gönderdiği, Avusturya İmparatorluk
Arşivleri'nde bulunan 30 Mayıs 1740 tarihli mektup. «Türklerin Orsova karşısındaki tepeleri geri vermeği reddetmeleri barış anlaşmasının 5. maddesine doğrudan aykırıdır. Neipperg'in başlangıçtan
itibaren Türklerin Sava'dan en ufak toprak taleplerini ve Sırbistan'ın
ancak Tuna kavşağından başlayacağı yolundaki görüşlerini açıkça
reddetmekte çok haklı olduğu görülüyor. Esklavoni Sırbistan'dan
tamamiyle ayrıdır. Neipperg barış konferansında Syrmie (Zemun)'yi
Sırbistan'ın parçası olarak zikrettirdi ise yanılmıştır; Sava'nın berisindeki her yer Syrmie'dir, fakat, diğer taraftan, Sırbistan'ın bir
parçası Unna nehrine doğru girmektedir. Sabaz bu parçada bulunmaktadır ve bu parça Drina'da nihayet bulmaktadır. Neipperg'in
yetkisi olmadan verdiği bu bölüm üzerinde, bu şartlar altında İmparator da aksini ileri sürecek değildir.»
OSMANLI TARİHÎ
15
ıun değiştirilmesi hususunda ısrar ettiler; barış anlaşmasında Osmanlı
sımnnın bu dağların eteğinden başladığı belirtildiği halde, Eski-Orsova
karşısındaki tepelerin kendilerine teslimi hususunda da aynı ısrarı
tekrarlarlar; nihayet, Belgrad yakınındaki Velik Ostrova adasının, anlaşma
ile Avusturya'ya, bırakılmış olduğu halde, istedikleri toprak bölümüyle
birleştirilmesi hususundaki taleblerini inadla savundular; oysa bu ada
Sırbistan'dan ziyade Banat'a daha yakın düşmektedir. Villeneu-ve'ün
tavsiyesi üzerine Veziriazam, neticelendirilmesini hızlandırmak maksadiyle
Bosna ve Vidin valilerini sınırların belirlenmesi çalışmalarına nezâret
etmekle görevlendirdi. Temmuz ayında, son Avusturya elçisi kont
VVirmond'un damadı olan Avusturya elçisi kont Ulefeld kalabalık bir
maiyyetle İstanbul'a geldi (11 Temmuz 1740) (7). Elçinin karşılanması
beklendiği gibi olmaktan uzak kaldı. Elçilik alayını süslemek için kendilerinden binek atları göndermelerini istediği yabancı elçilerin her biri bir
mazeret ileri sürerek isteğini yerine getirmekten yan çizdiler. Fransız elçisi
İstanbul'a girdiğinde Villeneuve'ün ha'yli ilerisinde yer alan çavuşbaşı, kont
Ulefeld'in sağında yer aldı. Bu diplomat tarafından yapılan itirazlara ve
Bâb-ı Âlî tarafından evvelki elçi kont Wirmond'a uygulanan teşrifatın
tekrarlanacağı taahhüt edilmiş olmasına rağmen birşey değişmedi. Elçi,
çavuşbaşımn sağma geçmek istediğinde, çavuşbaşı gelip onun arkasında
yer aldı ve böylece çavuşbaşımn Fransız elçisinin önünde olması gibi,
elçinin çavuşbaşımn önünde yer alması durumu meydana geldi. Çavuşbaşı
elçi ile aynı masada yemeğe oturmak da istemedi. Bu can sıkıcı olaylar,
kont Ulefeld'e verilen ve yirmiiki maddeden oluşan talimatta önceden
hesaba
(7) Son görevi saray tercümanlığı olan elçilik kâtibi Heinrieh de Penk-ler;
tercümanlar: Selescoviz, Momars, Elias, Linski; oniki tercüman
yardımcısı, Baumeister, Preyner, Bianchi, Mandaller, Sachi, Echtinger, Greitter, Augustin, Mouska, Schmid, Selescoviz'in oğlu olan
Baumeister, rahip, elçilik kâtibi, oniki elçilik süvarisi, kont%Goes,
Saint Julien, Kotulinski, Brandeis, Hamilton, Hoheııfeld, Hardegg,
Bertold, Pereny, Beleredi, Wicques, L. Gramb; otuz uşak; oniki muhafız; oniki iç hizmetkâr; bir musiki takımı; oniki silâhşor; bir
veznedar; bir saatçi; bir istihkâm yüzbaşısı; teğmen Schade ve kâtip
Kempelen, ki bunların ikisi, biri Fransızca, diğeri Lâtince olarak
elçiliğin günlüğünü tutacaklardı (bu iki metin İmparatorluk Saray
Kütüphânesi'nde bulunmaktadır); bir doktor; bir seyis; iki arşivci ve
iki ulak.
16
HAMMER
katılıp yer almamıştı (8). Elçi Ulefeld, ayrıca, Fransa elçisi Villeheuve'ün
aracılığından başlayarak Neipperg'in anlaşmayı imzalamasına kadar geçen
olaylarla alâkalı sayısı yüzaltmışa varan gizli vesika hakkında da tâlîmat almıştı
(9). İstanbul'a getirdiği hediyeler, Sultan, Valide sultan, yedi Kubbe veziri,
Reisefendi ve Şeyhülislâm'a gönderilen gümüş vazolar, ayna ve tablo
çerçevelerinden oluşuyordu (NOT: 1).
Viyana'ya gönderilen Türk elçisi, bu şehire dokuzyüz yirmi-iki kişiden
,oluşan bir maiyyetle (10) geldi. Ayrıca, yüzotuzdo(8) 1 — Belgrad barış anlaşması konusunda; 2 — bunun tasdiki hususunda
elçiliğe verilen görev; 3 — elçiler mübadelesi için Schmettau tarafından tâyin
edilmiştir; 4 — güven mektubu; 5 — eğer Türk elçisinde Avusturya hükümeti
Başkanına verilmek üzere Sultan’ın mektubu yoksa, Avusturya elçisi de,
Veziriâzam'a sadece hükümet Başka-nınm mektubunu verecek, İmparatorun
mektubunu vermeyecektir: 6— eski elçi kont Wirmond'a uygulanan teşrifata
uyulacaktır; 7 — Zemlin'e kadar karadan, sonra deniz yoluyla gidilecektir; 8 —
anlaşmanın imzalı metinlerinin teatisi sırasında Fransız elçisine bahşedilen şerefleri
araştırmak; 9 — pelerinle huzura çıkmak emri; 10 — anlaşmanın XI. maddesinde
savaş esirleri hakkında yazılanlara uygun davranmak; 11 — Eoma katoiik ruhani
savunucusu olarak İmparatorun himayesindeki fransisken ve teslisci tarikatlarının
hukukunun korunması; 12 —- kuzey Afrika ve Dülsinelilere karşı güven elde
etmek; 13 — Belgrad Barış Anlaşmasında ticaret anlaşması yer almadığından
konsolosluk ve şehbenderlikler kurulmasına karşı çıkmak; 14 — sınırların
belirlenmesi meselesi; 15 — diğer devlet elçî-leriyle iyi münasebetler yürütmek;
16 — Osmanlı İmparatorluğuna bağlı prensliklerle onların casusları aracılığı ile
münasebetler kurmak; 17 — teb'aların şikâyetleri; 18 — Csaky, îlleshazy ve
Csai'nin sınırlardan uzaklaştırılmaları; 19 — ölüm hükmü hariç, elçinin ma-iyyeti
üzerinde adlî hükümler verme hakkı; 20 — hediyeler; 21 — her hususta bilgi
toplamak maksadiyle casuslar kullanmak; 22 —, geri tarafı elçinin iz'an ve
becerisine bırakılmıştır. (9) Avusturya İmparatorluk Arşivleri'nde bulunan bu
talimat otuziki sayfa kadar tutmaktadır. Bunlarla birlikte bulunan ytizaltmış parçanın altmışdokuzuncusu kont Neipperg'in tarihini ihtiva etmek-tedir. Bu Belgrad
barışı tarihi ve kont Seckendorf, Wallis ve Neip-perg tarafından işlenen hatalar,
Moser tarafından yayınlanan Belgrad bari£ anlaşmasında elçilere gönderilen
emirnamede yer alanlara esasda benzemektedir. (10) Maiyyetinde bulunan en
önemli görevliler şunlardı: Hazinedar; si-lahdâr; mühürdar; çuhadar; oda uşağı;
kahyâbey; divanefendi, elçilik kâtibi; çavuşbaşı; kapucular kâhyası,
başmâbeyinci; selâma-ğası; divân çavuşu; alay çavuşu; konakçıağa; zahiretciağa;
teymeli-
OSMANLI TARİHİ
17
kuz deve, yetmiş katır ve dokuzyüz at da eşya taşıyıcı ve binek olarak
getirilmişti. Türk elçisinin mübalâğalı talepleri oldu. önce, topçu generali
Schmettau, Belgrad seraskeri vezir Ali Paşa, sınırdaki Türk birlikleri
kumandanı Ali Paşa'nın hazır bulundukları mübadele sırasında, Türk elçisi
Sava nehri üzerinde bulunan gemiye binmek istemedi ve Schmettau, ısrarla
baskı yapmak zorunda kaldı (10 Haziran 1740). Viyana'ya varmadan önce
son konaklama yeri olan Schwechat'da, genellikle bütün Osmanlı
elçilerinden istenen, kendilerinden önceki elçilerin uydukları muameleye
riâyet gösterecekleri taahhüdünü verdiği halde, Viyana'ya giriş günü gelip
çatınca, kendisini merdiven önünde bekleyerek ikamet sarayına götürecek
olan saray mareşalinin ayağına kadar gitmeyi kabul etmedi; bu yüzden
Viyana'ya giriş gününü ertelemek zorunda kalındı (4 Ağustos 1740). Bu
işde aracı olduğu zannına kapıldığı Fransız elçisi Mirepoix'-nın
açıklamalarına bakarak nihayet taahhüdünü uygulamaya razı oldu; fakat
uygulamaya gelince yine reddetti. Günlük iaşe masrafı olarak kendisine
beşyüzaltmış kuruş verildi (11); bu günlük iaşe masrafı İstanbul'daki
Avusturya elçisinin aldığından yüzaltmış kuruş fazlaydı. Osmanlı elçisine
verilen günlük paraya odun ve yem masrafları dâhil değildi. Osmanlı
elçiliği, Viyana'da Site-Leopold'a yerleştirildi. Oniki han, yüzon dâire ve
yirmibir oda emrine verildi. Yolda elçiye saray tercümanı, saray
meclisinden bir komiser, saray idaresinden bir komiser ve bir mabeyinci
refakat etti. Elçinin İmparatorun huzuruna çıkmasına sıra gelince teşrifat
konusunda yeni bir güçlük ortaya çıktı: Elçi, İmparatorun üzerindeki
elbisenin eteğini öpmek ve güven mektubunu tahtın yanındaki masanın
üzerine bırakıp geri çekilmek istemedi; elçi, mektupları İmparatorun eline
vermekte ısrar etti. Artık huzura kabulün imkânsızlığına ve Bâb-ı
ağa, masraf ağası; odun emini; silâhşor, seyis; vekilharç; mirâhur; saraçbaşı;
serbanbaşı; akkianbaşı; tüfekçibaşı; seyislerbaşı; saka-başı; nalbandbaşı;
sancakcıbaşı, alemdar; mehterhanlar, din adamları; iskemleagası;
kaftanağası; kapucularbaşılar (mabeyinciler); kahveci; şerbetçi; helvacı;
berberbaşı; tütüncübaşı; lülecibaşı (çubukçu); mataracıbaşı; kapıcılar;
aşçılar; ekmekçibaşı. <11) Beşyüzaltmış kuruşun karşılığı altıyüzseksen
florindi; dolayısiyle kuruş bir florin ve oniki kreuzer ediyordu.
Hammcr Tarihi. C: VIII. F.: 2
18
HAMMER
Âlî'ye olayın bildirilmesine karar verilmişti ki, Fransız elçisinin
gönderdiği bir pusulanın kendisine okunması, Osmanlı elçisini,
kendisinden önceki meslekdaşlarının davranışlarına uymak
hususunda ikna etti. Bu arada imparatorluk meclisi de birkaç toplantı
yaparak teşrifat meselelerini karara bağladı (12). Elçi, muhteşem bir
saray arabasiyle İmparatorun huzuruna çıkmak üzere tercüman ve
saray komiserinin refakatinde elçilik binasından hareket etti (23
Ağustos 1740). Elçi, meclis salonunda İmparatorun huzuruna alındı.
Salona yalnız elçi, tercümanı ve maiyyetinden oniki seçkin görevli
alındı. Üzerinde İspanyol tarzı bir manto ve başında şapka bulunan
İmparator altın bir sâyebânın altında oturmuştu; arkasında muhafız
birliğinden ileri gelen subaylar, solunda İmparator-âdına tercümana
cevap veren Başvekil yardımcısı bulunuyordu. Türk elçisi vezir
olmadığı ve Rumeli Beylerbeyi payesinde bulunduğu halde, ehram
biçiminde kallavi ve etrafında vezirlere mahsus altın şerit bulunan bir
kavukla görülüyordu. Hediye olarak İmparatora eşya ve mücevherat
olarak sayılamayacak kadar çok hediye sundu. Bunların arasında
maroken çadırlardan, gümüş ve altın süs eşyasından Acem halılarına,
yine altın ve gümüşten at koşumlarına kadar her şey vardı. Bu
eşyaların çokluğu karşısında elçinin o kadar büyük bir deve ve katır
kervanını beraberinde getirmesinin sebebi anlaşılıyordu. Zümrüd,
yakut, inci ve sonsuz denilebilecek kadar bol altın parıltısı Avusturya
İmparatorluğu sarayını adeta sönükleştirmişti. Mücevherlerin
yamnda halı denince, Türk elçisi bunların yalnız bir nevinden elli
parça getirmişti. İstanbul imalathanelerinde dokunmuş altın işlemeli
kumaşlar parça olarak yüzlerceydi. Hediye edilen atlar da cins ve
renk olarak meraklıları âdeta büyülemişti. Elçinin sunduğu amberin
ağırlığının üçyüzelli miskal olduğunu söylemek bile hediyelerin
ihtişamı hakkında bir fikir verebilir. Türk elçisinin masrafı Avusturya
İmparatorluğuna yüzbin florine maloldu.
Sınırların belirlenmesiyle ilgili müzâkereler Fransız elçisinin
aracüığıyla devam etmekteydi ve İstanbul'daki Avusturya elçisi kont
Ulefeld, Türkler Eski-Orsova üzerindeki tepelerin ve
(12) Bu mecliste İmparatorluğun bütün yüksek rütbeli seçkinleri bulunuyorlardı.
OSMANLI TARİHİ
19
şehrin arazisiyle Belgrad önünde bulunan adanın kendilerine teslimi
hususunda ısrar ettiklerinden güç bir durumdaydı. Bu hususta Avusturya
elçisi kont Ulefeld, Bâb-ı Âlî'nin anlaşmanın maddeleri yerine kendi
arzularını geçerli saydığı itirazını ileri sürüyordu (13). Reisefendi, sınır
anlaşmasının bu üç maddenin ayrılarak gerçekleştirilmesini, bunların daha
sonra bir ek anlaşmayla çözümlenmesini istiyordu. İtirazının haklılığına
inanan Ulefeld bu görüş karşısında tutumunu değiştirmedi (14) (31 Ağustos
1740). Veziriâzam’ın bu hususdaki kesin görüşü şu şekilde belirdi: Sınır
tesbiti komiserleri, Sırbistan ve ihtilaflı olan adayı bir kenara bırakarak
Tuna'dan çalışmalarına başlayacaklar ve Orsova'ya sıra geldiğinde,
Czerna’nın yatağı ta-mamiyle değiştirilmemişse (Anlaşma değiştirilmesi
şartını getiriyordu) Eski-Orsova imparatoruna ait olacaktı. Czerna'nın
yatağının değiştirilmesi projesi, Osmanlı mühendislerinin ve Bâb-ı Âlî'nin
bütün siyasetinde sınırsız bir tesiri olan Reisefendi Mustafa'nın garib bir
teşebbüsleriydi. Bununla beraber, kanal açılması fikri Reisefendi'nin
değildi; bu düşünce son Veziriazam Oğuz Mehmed Paşa’nındı. Fakat,
Reisefendi, gerek Vezi-riâzam'a hoş görünmek, gerekse bu teşebbüse
ayrılan paranın bir kısmına konmak maksadiyle bu düşünceye hemen sahip
çıkmıştı.
Avusturya elçisi Ulefeld'in Reisefendi'ye verdiği ikibin duka ve büyük
bir elmas da onu pençesine alan rüşvet susuzluğunu doyuramadı. Kanal'ın
açıldığı İstanbul'da öğrenilince Bâb-ı Âli bunu Avrupa devletleri elçilerine
son derece önemli bir olay olarak bildirdi. Kendisinden önceki Veziriazam
tarafından neticesiz bir teşebbüs olarak başlatılan kanal işinin bir işe
yaramayacağına kaani olan yeni Veziriazam, bunun kendisine karşı
yenilmez bir kin beslediği Reisefendi'yi devirmeğe vesile olacağını
düşünerek devam edilmesine ses çıkarmadı. Veziriâ-zam'a böyle hareket
etmesi tavsiyesinde bulunanlardan biri, Kırım'da Kefe'deki karargâhın eski
imamı, sınır tesbiti işini çok dar ve son derece şahsî bir görüşle «Faydalı
Tedbirler» adlı
(13) Laugier, II, s. 175. «Ulefeld son derece doğru bir görüşe dayanıyordu.»
(14). I^augier, II, s. 177. «Göstereceği yumuşaklığın Türkleri daha gururlu
ve. isteklerinde daha inatçı olmalarına yarayacağını bilen elçi ilk
talebinde ısrar gösterdi.»
20
HAMMER
eserinde kısmen ele almış bulunan mevkufatçı yardımcısı ve sınır tesbiti
komiseri, eski bir müderristi (15).
Fs*
Bu olaylar sırasında İmparator VI. Charles'ın ölümünün kont Ulefeld
tarafından yürütülen müzâkereler üzerinde olumsuz tesiri görüldü.
Genellikle her saltanat değişmesinde Avusturya küçük elçileri elçi unvanı
alıyorlardı; fakat Ulefeld elçi unvanına zaten sahip bulunduğundan,
Macaristan ve Bohemya kraliçesinden sadece güven mektupları aldı. Fakat,
Bâb-ı Âlî onun elçilik unvanını taşıması konusunda güçlükler çıkardı. Bu
durumda, Bâb-ı Âlî güçlük çıkarmakla bir şey elde edemezdi. Güven
mektuplarını reddedemeyeceği gibi, huzura kabul hakkını da
reddedemezdi. Fakat maksadı, diğer Avrupa devletlerinin durumuna
bakarak davranışını tâyin etmek bakımından vakit kazanmaktı. Ulefeld, bu
konuda ve sınırların tesbiti konusunda Veziriâzam'la bir görüşme yaptı (13
Şubat 1741). Elçi, Orsova karşısında dil biçimindeki arazi ve Sırbistan
sınırının Drina nehri kıyılarına kadar gelmesi için seksene doksan genişliğinde bir arazi verdi. Bu hususta VI. Charles'ın ölümünden beri
hükümetinden herhangi bir talimat almamış olan Fransız el-çisiyle mutabık
kaldıktan sonra, Bâb-ı Âlî'ye bir ültimatom verdi. Ültimatomda, Czerna
kanalının açılışından başlayarak Eflâk'ı Banat'dan ayıran ve Orsova sınırını
belirleyen muvazi bir hat talebinde bulundu. Bu hat Eflâk'ı Banat'dan
ayıran ırmağa kadar uzanacak ve ayrıca Orsova sınırını da belirtmiş olacak,
Bosna sının Karlofça anlaşmasında belirlendiği şekilde kalacaktı.
Görevinin resmen tanınması konusunda, Ulefeld, güven mektuplarını
elçilik kâtibi Penkler'le Veziriâzam'a göndermek zorunda kaldı. Veziriazam
vesikaların alındığına dair elçiye (16) hitaben bir makbuz verdikten sonra,
İmparatorun son mektubuna Sultan'ın cevabının elçi Ali Paşa tarafmdan
Viyana'da
(15) Tedbirâtı Pesendide, VII. cildin doğrulayıcı açıklamalar veren kısımlarına bakınız. Burada bahsettiği diğer eserleri: Tebriz'de imamlığı sırasında (Hekimoğlu Ali Paşa idaresi dönemi), 1148'de (1735)
uğradığı felâketler; bu eser ünlü Şeyhülislâm Abdülaziz Efendi'nin
Sıhhatnâme'sinin bir taklididir, diğerleri Destiari tahdid-il hudud,
tsbâtul hukuk, Mevarid eemiyül mezâhib, yâni mezheplerin birleşmesini ele almaktadır.
(16) Laugier, II, s. 234 ve 237'de Ulefeld'in mektubuna ve Veziriâzam'ın
cevabına bakınız.
OSMANLI TARİHİ
21
doğrudan hükümete verileceğini bildirdi; elçi Ulefeld'e gelince, veda için
huzura kabul edileceği hususunda bilgi edinilmesini istedi. Elçi Ulefeld,
ihtilaflı dil biçimindeki araziyi Drina nehri kıyılarına kadar vermeğe razı
olarak Banat'la alâkalı talebleri-ni tekrarladı ve bunlar da kabul edilmediği
takdirde, başka hiçbir tâviz vermemekte kararlı olduğunu bildirdi.
Reisefendi'ye ve sadık yardımcısı Bâb-ı Âli tercümanına beslediği kinin
tesirinden hiçbir zaman kurtulamayan Veziriazam, her ikisini de mahvetmek için bu fırsatı kaçırmadi: Her ikisinin de açgözlülükleri ve Fransız
elçisinin sözünden çıkmamaları yüzünden müzâkereleri sürüncemede
bırakarak neticeye varılmasını engellediklerini ileri sürdü. Reisefendi
azledilerek hapse atıldı ve Kütahya'ya sürgüne gönderildi (5 Şubat 1741 19 Zilkade 1153).
TERCÜMAN GHIKA'NIN İDAM EDİLMESİ
Bâb-ı Âlî tercümanına gelince, 15 gün süren (17) bir tutukluluktan
sonra saray köşkü önünde idam edildi; Fransız ve Avusturya elçilerinin,
tercümanın
suçsuz
olduğu
yolundaki
müdâhaleleri
idamını
çabuklaştırmaktan başka bir şeye yaramadı. Rüşvetçi olduğu kadar
intikamcı da olan Bâb-ı Âlî tercümanı Ghika, Hollanda elçiliği birinci
tercümanı Karaca'yı mahvetmek için yemin etmiş ve azledilen patriki
evinde saklamıştı. İdam edilmesi bunlardan birini korkunç bir düşmandan
kurtarırken, patrikin de güvenliğini ortadan kaldırmıştı. îdâm edilen
Ghika'nın yerine Jean Gallimachi Bâb-ı Âlî tercümanlığına atandı.
Tercümanın idamının ertesi günü, ulemâ ileri gelenlerinin ve askeri birlik
komutanlarının katıldıkları bir büyük divân toplandı-, Avusturya
İmparatoru ile mutabık kalınarak kararlaştırılan sınırlar hakkındaki yeni
düzenleme okundu ve tasvib edildi. Prusya ordusunun Silezya üzerine
yürüdüğü haberi, Avusturya'yı, her ne kadar haksız da olsa Osmanlı taleblerine gözyummak zorunda bıraktı.
(\T) İmparatorluk Arşivi'nde Ulefeld, Fawkener ve Calceon'un raporlarına
bakınız. Bu raporlara ve Suphi'nin tarihinde laf taşımak ve rüşvetle
satın alınmakla suçlamasına (f. 187) rağmen, tercüman Ghika'nın
gerçek idam sebebi üzerindeki şüpheler ortadan kaldırılmış değildir.
22
HAMMER
AVUSTURYA VE RUSYA İLE ANLAŞMA
Yeni Reisefendi, împaratoriçenin içinde bulunduğu şaşkınlık ve
telâştan yararlanarak Unna'ya kadar uzanan toprak dilimi ve civardaki
araziden ayrı olarak Eski-Orsova’nın Türklere teslimi üzerinde ısrarla
durdu (2 Mart 1741). Bunun üzerine, dört maddelik bir anlaşma imzalandı;
bu anlaşmaya göre, Kar-lofça anlaşmasının getirdiği sınırlar Unna'ya kadar
yeniden geçerli sayılıyor; Tuna üzerindeki tarafsız ada Velik Ostrova yarı
yarıya paylaşılıyordu. Sava nehrindeki Bohemyenler ada-siyle Tuna'daki
Pavizza, Kızılova ve Hisarca adaları Türklerde kalıyordu (18).
Rusya, Bâb-ı Âlî'ye karşı, Osmanlı İmparatorluğu'nun Avusturya'nın
nüfuzunu kırmak için împaratoriçe Marie ThĞrese'in içinde bulunduğu
vahim durumdan yararlanmak için kullandığı diplomatik incelik sistemini
uyguladı (19). Prens Repnin, împaratoriçenin Çerkeş adası karşısında inşâ
etmeğe ek anlaşmanın III, maddesiyle hak kazandığı yeni kalenin çevresi
tamamlanıncaya kadar, Azak tahkimatının yıkılmasını erteledi. Peşinden de
kaleyi Çerkes'de değil, Azak'dan sekiz fersah mesafede inşâ etmek istedi;
yahut kale bu şehirden en çok dört fersah uzaklıkta yer alacaktı. Rus
elçileri Cagnoni ve Vişniyakof'un Reisefendi ile yaptıkları bir toplantıda,
Türkler, Ruslar tarafın-dan bahis konusu edilen esirlerin serbest
bırakılması, Rus Ça(18) Bu anlaşma (konvansiyon) için Laugier'de, II, s. 372'ye bakınız; yazar anlaşmanın tarihini yanlış olarak 5 Mayıs olarak vermektedir ki,
bunun 2 Mart olması gerekmektedir. Bu anlaşma Sistow andlaşmasınm II. maddesinde ve Suphi'de bütün olarak yer almaktadır. Ulefeld tarafından Türklere verilen tâvizler kendisinin hükümetinden
aldığı talimatın sınırlarını aşmaktadır ve kendisi de Filibe'den gönderdiği 19 Mayıs 1741 tarihli mektubunda iki hatasını açıklamaktadır; şöyle ki: Hırvatistan'a ait olan beş kasabadan oluşan idare
merkezini Esklavoni'ye tâbi gibi mütalea etmiş, Belgrad yakınındaki
Yıldızlıkale'ye gelince, bu kalenin nerede olduğu hakkmda bilgisi
olmamıştır; böylece, Belgrad anlaşması tarihi, esaslarının belirlenmesinden 2 Mart tarihli tamamlayıcı anlaşmaya kadar, müzakerecilerin ihmâl ve kabiliyetsizliklerini ortaya koymaktadır.
(19) «Rusya, Bâb-ı ÂİVye karşı bu devletin Avusturya'ya uyguladığı dolambaçlı yollar, savsaklama politikasını uyguluyor, Üzerinde mutabık kalınmış maddeleri uygulamayı reddederek müzâkereleri belirsiz
maddeler üzerine doğru çekiyordu.» Laugier, II, s. 180.
OSMANLI TARİHİ
23
riçesine împaratoriçe unvanının tanınması ve inşâ edilecek kalenin
yeri gibi meselelere cevap vermeden, Azak tahkimatının yıkılmasını
istemekle yetindiler (24 Kasım 1740).
Zâten Türk ve Rus tarafları, iki tarafın elçilerinin takibede-cekleri,
payitahta götürecek olan yollar üzerinde anlaşmaya varmışlardı.
Ayrıca, elçilerin bütün masraflarının karşılıklı olarak iki devlet
tarafından ödenmesi hususunda da anlaşmışlardı. Türk elçisi kendisi
için zarurî ihtiyaç maddesi saydığı eşyanın bir listesini düzenlemişti;
bunun temin edilmesi, yekûn olarak günde binaltıyüz rubleye
maloluyordu. Rus elçisi Ruman-zof'un istekleri daha da mübalâğalıydı
(20); zira, Rus elçisi, Türk elçisinin ihtiyaç listesini hicvetmek istemiş,
bu bakımdan düzenlediği listede ihtiyacı olarak her gün için şampanya,
Bergonya şarabı, Macar Tokay şarabı ve amber, san-sabır iksirlerine
yer vermişti. Elçinin iksirini yapılmasını istediği sarısabır çiçeği Bucak
bozkırlarında nadir bulunuyordu. Veziriazam, bu ilste karşısında kont
Ulefeld'e ait ihtiyaç listesini gözden geçirdi ve kont Rumanzof un
listesini, Rus elçisi ile Avusturya İmparatorluğu elçisi arasında bîr fark
bulunması gerektiğini belirtmek için, biraz indirimli olarak tasdik etti
(21). Rus Çariçesi Katerina’nın ölümü ve Rusya'da karışık durum, kont
Rumanzof u, Bâb-ı Âlî karşısında Avusturya elçisinin içinde
bulunduğu elverişsiz vaziyete soktu. Yeşilköy (San Stefano)'-den
ayrılmadan katıldığı kendisine ait teşrifatı düzenlemek maksadiyle
yapılan birkaç toplantıdan sonra, muhteşem bir törenle başkent
İstanbul'a girdi (28 Mart 1741). Politikasının başlıca âletleri olan
Reisefendi'nin azlinden ve Bâb-ı Âlî tercü-- maninin idam
edilmesinden sonra tesiri hayli azalan Fransız elçisi Villeneuve'e
gelince, yerine atanan marki de Castellane'-m gelişini sevinçle
karşıladı. Yeni elçiyle anlaşma içinde, Ruslar tarafından Azak
tahkimatının yıkılması v^ Dinyeper'in sağ kıyısının sınır olarak
kabulünde, Türkler tarafından Rus esirlerin serbest bırakılması
hususunda yeni barış anlaşmasının uy(20) Fransa'nın Saint-Petersbourg'daki elçisi Chetardie,49 Mart 1740 tarihinde
Rumanzof'un Türkiye elçiliğine atandığım Villeneuve'e bildiriyordu.
<21) Laugier, II, s. 2Q7, Ulefeld Osmanlı devletinden günlük masraf olar rak 60
kuruş aldığını söylüyor kf yanlış; bu rakam dörtyüz altmıştır. Rumanzof ise
dörtyüz kuruş alıyordu.' Ulefeld'in raporundan.
24
HAMMER
gulanmasına karşı çıkarılan engelleri ortadan kaldırmakla uğraştı. Bâb-ı Âli,
Rusya'ya imparatorluk unvanının tanınmasının sadece bir nezâket eseri
olacağını ve Azak tahkimatının yıkılmasıyla barışın uygulanmasının
teminat altına alınacağını ve imparatorluk unvanının tanınması için bunun
ilk şart olduğunu iddia ediyordu. Fransız elçisi Vüleneuve Rusya'nın
taleplerini destekledi; ülkesine hareketinden önce düzenlenen muhteşem
huzura kabul töreninde, Belgrad anlaşması için vermiş olduğu teminâtın
imzalı nüshasını sundu (16 Nisan 1741); buna Avusturya ile Bâb-ı Âli
arasında imzalanan 2 Mart tarihli ek anlaşmanın tem in atçılığını belirten
vesikayı da ekledi; o zamana kadar Marie-Therese'in Macaristan kraliçeliği
henüz tanınmamış olduğundan, bu vesikayı vermeği reddetmişti. Elçi kont
Rumanzof Reisefendi ile yaptığı bir görüşmede, Reisefen-di, Berda ve Mius
ırmaklarının mansaplan arası da dâhil olmak üzere, Meotide denizi kıyısı
iskân edilmemesi, Azak kalesi tahkimatının sökülmesi ve yeni kalenin
Azak'dan münasib bir mesafede inşâsı şartiyle imparatorluk payesinin
tamnmasına razı oldu. Nihayet, iki taraf arasında Azak tahkimatının
sökülmesi ve Çariçe Elisabethe Petrowna’nın Bâb-ı Âli'ce İmparatoriçe sıfatiyle tanınması hususlarında anlaşmaya varıldı. 2 Mart tarihli anlaşmadan
sonra Avusturya ve Osmanlı İmparatorlukla-n, Banat ve Sırbistan arasında
Sava ve Unna nehirleri boyunca, Transilvanya ve Eflâk arasında sınır
hatlarını, atanan komiserler vasıtasiyle ve yeni düzenlemelere giderek
belirlediler (22). İstanbul'da Reisefendi Ragıb'la kont Rumanzof arasında
yapılan özel bir anlaşma Rusya'nın menfaatlerini düzene koydu (7 Eylül
1741); bu anlaşma (konvansiyon) gereğince, Azak kalesi tahkimatının
yıkılması, bu kaleden otuz fersah mesafede yeni bir kalenin inşâsı,
Zaporoglar üzerinde Rusya'nın hâkimiyeti ve Çarların İmparator sıfatiyle
Bâb-ı Âlî tarafından tanınması kararlaştırıldı ve bu tanımaya kesinlik kaydı
eklendi. Böylece, Avusturya'dan daha çok Rusya’ınn çıkarma olan Belgrad
anlaşmasının özel anlaşmalarla (konvansiyonlarla) kabul
(22) Transilvanya sınırları 28 Haziran 1741'de belirlendi, Viyana İmparatorluk Arşivleri. Hermanstad'da bulunan bu sınırlamanın tarihçisi,
orgu kendisini hayrete düşüren bir kiliseyi tasvir etmektedir (VTL
cildin delillendirici parçalarına bakınız). Bu pasaj, Hormayr'ın tarihi
vesikalarında tercüme edilmiştir.
OSMANLİ TARİHİ
25
edilmesi ve yürürlüğe konması için iki yıllık bir zaman geçmesi lâzım
geldi. Hıristiyan devletlerden öğrendikleri diplomasi sanatı Osmanlılarda
gözle görülürcesine bir mükemmellik kazanmış ve bu sanat şimdi hıristiyan
devletler aleyhine bir silah olarak kullanılır hale getirilmişti (23). Zamanın
yüksek bir zekâ, adalet aşkı ve Avrupalı temsilcilere karşı takdirle dolu Veziriazamı, onlara ziyafetler verecek kadar yakınlığını ileri götürmüştü*,
kendisinden sonra gelen veziriazamlar, bu ziyafet.-leri istisnai olarak ve
yalnız elçiler için düzenler olmuşlardı (24). Evvelce İran, Avusturya ve
Rusya ile anlaşmalar imzalanması sırasında olağanüstü yetkili murahhas
olarak gördüğümüz Veziriazam gibi ileri zekâ sahibi Reisefendi Ragıb,
aynı zamanda sağlam eğitimi ve itidali ile de ünlüydü; ayrıca Veziriâzam'la
fevkalâde anlaşıyordu; zira selefi Reisefendi Mustafa gibi ne açgözlü, ne de
iş karıştırıcı değildi. Bu Reisefendi Mustafa, kendisinden, andlaşma
maddesinde belirtilen şekilde Czerna nen rinin yatağının değiştirilmesini
ihtar eden kont Ulefeld'e, ek anlaşmaların (konvansiyon) kendisine nehrin
döküldüğü yerlerin değil, ancak kaynağından başlanarak değiştirmek
ameliyesini yüklediğini bildiriyordu. Daha az aldatıcı görünen yenilgiler,
Türklere, onları Osmanlı İmparatorluğunun başkentinde sun'i bir şekilde
inşâ ettikleri diplomatik tiyatro sahnesinde kuklalar gibi oynatan İsveç,
Napoli elçileri ve Bonneval tarafından telkin edilmişlerdi (25). Bununla
beraber, bu yaban(23) Hollanda elçisi Calceon, 28 Ağustos 1740da Başvekili Fagel'e şunları
yazıyordu: «Efendim, beklenmedik anda ortaya müzâkereleri gizlice
yapılmış anlaşmaların çıktığını söylemekte haklısınız; anlaşma yapmak sanatının İstanbul'da en yüksek derecesine vardığı görülüyor;
bunların sadece hıristiyan devletlere yanıldıklarını anlatmak gibi bir
faydası var; tabiî buna anlaşmayı yapan hıristiyan devlet de dâhil.»
(24) 24 Kasım 1741'de Fawkener ve Röbinsona, 17 Kasım 1741'de Napoli
elçisi Finochetti'ye ve. İspanyol maslahatgüzarı Carpinstero'ya.
(25) Belgrad barışı üzerine Finochetti'nin 20 Ocak 1740 tarihli raporu:
<Vezire hangi şartlarla olursa olsun derhal barış yapılması emri
verildi. Bu emir, beş ulak gönderilmek suretiyle tekrarlandı. Buna
rağmen barış anlaşması ancak Belgrad'ın tesliminden sonra imzalandı ve bu husus öğrenildiğinde hayrete sebeb oldu. Çünkü Türkler
Belgrad'ı zaptedecek durumda değillerdi. Fransa elçisi İsveç'le
ittifaka karşı olmadığından, Bâb-ı Âlî kont Bonneval'in tavsiyelerinden yararlanarak ittifakı neticelendirmeyi başardı ve anlaşma
26
HAMMER
cılar, hükümetlerinin politikasına getirilen değişikliğin farkına varmayarak,
VI. Charles’ın ölümünden hemen sonra împarato-riçe Marie-Therese'e karşı
düşmanca manevralara giriştiklerinden bu konuda hükümetleri tarafından
uyarıldılar. Bonne-val tarafından Zürich ve Berne protestanlarım
yerleştirme projesi, Neufchâtel'deki Prusyalı yijksek maliyeci tarafından da
tatbikatta desteklendiği halde gerçekleşemedi (26).
İRAN ELÇİLİK HEYETİ
Veziriâzamlığı süresince Ahmed Paşa Avrupa devletleri temsilcileriyle
tam ahenk içinde bir münasebet sürdürdü ve onlara karşı son derece nâzik
davrandı. Aslında Nadir Şah’ın tehdid edici tavrı da Bâb-ı Âlî'nin böyle bir
politika takibetme-sini gerektiriyordu. Bütün kuvvetlerini Nâdir Şâh'a karşı
toplu bir halde bulundurmak için, Belgrad andlaşmasiyle eklerini acele
yürürlüğe koymak zorundaydı. Hatırlanacağı gibi, özel anlaşmalar
Avusturya ve Rusya ile yapılmıştı. Diyarbekir, Rak-ka, Halep, Adana ve
Anadolu valiliklerini geçtikten sonra Bel-grad'dan dört-beş bin kişilik bir
maiyyetle İstanbul'a gelen İran elçisinin şehre girişi, herkes hükümetin
savaş tasavvurlarının farkında olduğundan, büyük ölçüde bir intiba
edinilmesine vesile teşkil etti. Eski defteremini Halil, elçiyi karşüamak
üzere bir muhafız birliğinin başında Fenerbahçe'ye gönderilmişti; hareketi
sırasında kendisine yol boyunca elçinin sağında yer alması emri verilmişti;
fakat elçi buna hiçbir suretle razı olmadı. Bunun üzerine kendisini
muhafaza ile görevli komiser, elçiyi yemek yemek üzere tutmaları
gerekenden başka bir yoldan gitti; fakat elçi kendisine verilen yemekleri de
yemedi ve biraz ekmek ve yoğurt yemekle yetindi. Beş gün sonra (5 Mart
1741 -17 Zilhicce 1154), elçinin getirdiği filler sallar üzerinde Beşiktaş'a
geçirildiler ve elçinin kendisi Üsküdar'da göz kamaştırıcı bir karşılanmadan
sonra deniz yoluyla Eyüb'e gitti. Orada, maiyBelgrad'da barış esaslarını imzalayan Cagnoni'nin gelişine kadar gizli
tutuldu. Cagnoni şimdi hesabı kapamak ve S. Andre’nın emrini elmaslar
halinde Fransa elçisi Vileneuve'e sunmak üzere burada bulunuyor.» (2J>)
Müşterek adı verilen bir mektupta, Prusya kralının Neufçhatel'der ki
maliyecisi, Zürich ve Berne kantonları teb'aiarının Türkiye'de İskân
edilmeleri plânının bir kenara bırakıldığını bildiriyor.
OSMANLI TARİHİ
27
yetinde bulunan iki hanla, önceki yıldan itibaren Nâdir şah tarafından
Türkiye'ye gönderilmiş olan Oğuz Ali hanla birlikte gümrükler müdürünün
çiftliğine yerleştirildi (27). Eyub'de karaya çıkışı sırasında bütün çavuşların
ilerisinde bulunan ça-vuşbaşı tarafından karşılandı; karşılayıcıları arasmda
süvari Paşalarıyla geçit resmi kumandanları da bulunmaktaydı (11 Mart
1741-23 Zilhicce 1154) (28). Elçinin Veziriazam tarafından huzura
kabulünde, İmparatorluk tarihçisi Suphi Efendi gelip kendisini merdiven
başında karşıladı. Kendisine şeref hil'ati giydirileceği sırada, Veziriâzam'ın
huzurunda onun elinden bu seçkinlik belirleyici hediyeyi kabul
edemeyeceğini bildirdi. Bir yıldan beri İstanbul'da bulunan Oğuz Ali han,
iki han ve elçinin vak'anüvisine (tarihçisi) kakım ve samur kaftanlar giydirildi, daha alt görevlerde bulunanlara sâde kaftanlar ihsan edildi. Beş gün
sonra divana ve Sultan'ın huzuruna kabul olundu (30 Mart 1741 -12
Muharrem 1154) (29). Sarayın ana giriş kapısından itibaren divan salonu
istikametinde, sol tarafta yirmiden fazla binek atı sıralanmıştı. Bunlar
Sultan'ın atlarıydı ve bunların koşum takımlarındaki elmas ve diğer değerli
taşlar etrafı parıltılar içinde bırakıyordu-, yan taraflarındaki kalkanlar da
paha biçilmez taşlarla süslenmişti; örtüleri ve başlıkları incilerle işlenmişti;
dizginleri ve özengileri saf altındandı; bunların süvarileri üstüvane biçimi
kavuklar giymişlerdi.
Sultan'ın muhafızları, altın işlemeli miğferleri, altından dokunmuş
elbiseleri, rüzgârda dalgalanan pelerinleriyle, ellerinde
(27) Suphi, f. 190, 22 Zilhicce'nin bir cumartesi günü olduğunu söylüyor.
Oysa 22 Zilhicce cumaya rastlamaktadır. Avusturya elçisi de raporunda İran elçisinin bugün geldiğini belirtmektedir.
(28) 22 Nisan tarihli Penkler'in raporunda alay düzeni şu şekilde verilmektedir: 1 — Yeniçeriler; 2 — Otuz Tatar (ulak); 3 — Yirmidört
deli (gözüpekler, atlı muhafızlar); 4 — Seksen çavuş; ,5 — Otuz vezirağası (Veziriâzam'ın konak subayları); 6 r— 40 müteferrika; 7 —
Yirmidört gedikli zâim ( timar sahibi kâtip); 8 — Sipahi efendileri; 9
— Oniki Vezâretiuzmâ daireleri başkanları; 10 — Onsekiz mabeyinci;
11 — Defterdarlar; 12 — Otuz levend; 13 — Kapucular; 14 —
Yirmisekiz muhzir; 15 -■■->— Üç Yeniçeri albayı; 16 — Teşrifat feîsi ve
çavuş kâtipleri; 17 — Başmâbeyinci; 18 — Başkâhya;,19,—- Reİsefendi; 2Q — Veziriâzam'ın satırları; 21 — Veziriazam; 22 — Hizmetkârlarından yirmidördü; 23 — Han'ın ağaları; 24 — İmamlar; 25
— Bâb-l Âlî nazırları.
■<29) Suphi, s. 192.
28
HAMMER
okları ve mızrakları, daha uzakta duruyorlardı. Onların yanında Yeniçeriler,
timar ve zeamet sahipleri görülüyordu. Sağ tarafta onbin Yeniçeri ve
başlıklarının üzerinde balıkçılkuşu sor-guçlariyle seçilen elli albay yer
almıştı. Süvari Paşaları Saadet Kapısı (sarayın üçüncü kapısı, Bab-üs
Saade) önüne yerleştiril» mislerdi. Yeniçerilerin vezirağası da onların
yanındaydı; bu kapının sag tarafında samur hU'atier giymiş ve ellerinde
gümüş bastonlar bulunan elli mabeyinci duruyordu; nihayet divan salonunun kubbesi altında Veziriazam, Kaptan-Paşa ve defterdar, meratib
silsilesine uygun olarak sıralanmış divân Efendileri bulunuyordu.
Çavuşbaşı, güneş doğmadan önce elçiyi ikâmet yerinde görmeğe gitmişti.
Alay mehterhane yakınına vardığında sabah duası edildi; alay Büyük
Kapı'dan (Bâb-ı Hümâyun) içeri girince, onbin Yeniçeri, avlarını gözleyen
kartallar misâli, avluya dizilmiş pilav tabaklarına doğru seğirttiler; elçi
hayretler içinde kaldı. Elçi, İran modasına uygun olarak ancak dizlerine
kadar gelen samur bir kürk giymişti; başında derviş-lerinkine benzeyen bir
aun yüksekliğinde bir kavuk vardı ve sangı altın işlemeliydi. Kıyafetini
görenler gülüyorlardı; böyle bir elbise, ancak başkalarının giydiklerini
kıskananlarda bu duyguyu tahrik etmemek maksadiyle icâd edilmiş
olabilirdi. Veziriazam divan salonuna geçerken, çavuşlar Allah'ın onu
koruması duâsiyle selâm aldılar. Vezir rütbesinde olan elçiye, sair
zamanlarda Nişancı'nın işgal ettiği yer verildi. Divân bitince, elçi
Veziriâzam’ın masasında yemeğini yedi; diğer üç han ve elçilik müverrihi
(tezkireci) Kapdan-ı deryanın masasında ağırlandılar; maiyyetindeki diğer
kimseler ise defterdarın misafiri oldular.
Yemekten sonra huzura kabul salonunda Sultan yerini aldı ve
Veziriazam, iki kubbe veziri (Yeniçeriağası ve Kapdan-ı derya),
kendilerine böyle bir imtiyaz tanınmış-olan defterdar, Reisefendi ve ağalar
tahtın yanında her zamanki yerlerinde durdular. İran elçisi huzura alindi:
Fakat öylesine bir şaşkınlık içindeydi ki, ağzından sâdece «Şahım!»
kelimesinden başka bir söz çıkmadı. Bunun üzerine, itimâd
mektuplarını ve getirdiği hediyelerin listesini sunmakla yetindi (NOT:
2). Saadet Kapısı yanındaki çıkış yerine varınca, oradaki Yeniçerilerin
kalabalık olmaları yüzünden orada bir saatten fazla beklemek zorunda
kaldı. Hemen Sultan'ın kendisine hediye ettiği ata binen elçi,
OSMANLI TARİHİ
29
kalabalığın dağılması için birinci avluda, Darphane karşısında, yine uzun
zaman bekledi. Osmanlı sarayında huzura kabullerde uygulanan teşrifat,
elçi binikiyüz kişilik bir maiyyet ve dört-bin kişilik bir muhafız birliğiyle
geldiği için çok daha dikkatle uygulandı. Böylesine kalabalık bir maiyyetle
huzura kabul için saraya gelmek, o zamana kadar görülmemiş bir olaydı ve
o tarihten sonra da görülmeyecektir.
Kısa bir süre sonra, Veziriazam Kâğıthane yakınında elçi şerefine
parlak bir ziyafet tertipledi. Bu münasebetle, muhafızlarının, uşaklarının,
hanesi subaylarının tam mevcutlu olarak görünmelerine ihtimam gösterdi;
ziyafette altın ve porselen yemek takımları ile hizmet edildi; göz alıcı bir
ihtişam sergilendi. Oğuz han ve elçiye bağlı diğer iki han ve elçilik müverrihine kakım ve samur kürkünden hil'atler giydirildi (1 Mayıs 1741-14
Sefer 1154). Veziriâzam'ın elçi üzerinde bırakmak istediği ihtişam intibaı
tamamiyîe gerçekleştirildi (30). Elçinin özel görevinin konusunu oluşturan
Nâdir Şâh tarafından tesis edilen Câferiye mezhebinin tanınması hususu,
Kapdan-ı derya Paşa tarafından verilen ayrı bir ziyafette görüşüldü. Bu
ziyafette, ulemâdan başka sarayın birinci imamı Sâhib Efendi, İmparatorluk
karargâhı kadısı Es'ad Efendi, Anadolu Kadıaskerli-ğinden azledilmiş Naili
Efendi, İran'da evvelce Osmanlı İmparatorluğunu temsil eden eski elçi
Abdullah Efendi, İran elçisinin mihmandarı Halil Efendi ve Reisefendi
Râgıb hazır bulundu (29 Nisan 1741-12 Safer 1154). Toplantıda yeni
mezheb görüşülürken İran elçisinin talebine kesin olarak karşı çıkılmadı,
gerçek kanunun emrine uyulacağı bildirilmek suretiyle kendisine kaçamaklı
bir cevap verildi. Vezir Yeniçeriağası, Davudpa-şa'da verdiği bir ziyafette
elçiyi Kapdan-ı deryanın ziyâfetin-dekinden daha az bir ihtişamla
karşılamadı. Elçi barış müzâkereleri için gerekli yetkilerle donatılmış
olmadığından ve Nâdir Şâh’ın Sultan'a gönderdiği mesajdan barış mı yoksa
savaş mı istediği kesinlikle belirtilmemiş bulunduğundan, kendisinin
herhangi bir meseleye çözüm getirmeden memleketine gönderilmesinin
zorunlu olduğu kanaatine varıldı. Bu görevin yeri(30) Suphi, misafiri ve beraberindekileri memnun etmek üzere verilen bu
ziyafeti anlatırken şu Acemce beyti veriyor: Savaşlarda çelik,
ziyafetlerde mumum, Düşmanımın kaybı, misafirimin neşesiyim.
30
HAMMER
ne getirilmesi maliye tezkirecisi (31) zarif ve âlim Münif Efen-di'ye havale
edilerek yardımcılığına İstanbul gümrük müdürü Nazif Mustafa Efendi
verildi.
MEDİNE'YE GÖNDERİLEN HEDİYELER
Nâdir Şâh’ın, son barış anlaşmasının uygulanması sırasında beşinci
mezheb olarak Caferiliğin tamnması ve îran haccı-nın kabulü hususunda
birbirini takibeden talebleri Sultan’ın, iki kutsal şehrin, Mekke ve
Medine'nin hâmisi olarak, dinî duygularını coşturmuştu. Her ikisi de Hz.
Peygamber'in mezarını tezyin etmiş olan I. Ahmed ve IV. Murad
misâllerine uyarak, yıllık hediyeleri Mekke'ye götüren sûrre emini
vasıtasiyle Hz. Peygamberin türbesine pırlanta, yakut ve elmaslardan
oluşan bir avize dalı, bir de mücevherlerden oluşan bir güneş gönderdi.
Sûrre alayının yola çıkmasından kısa bir süre sonra, Kel -Ahmed Paşa
oğlu Ali Bey'le evlendirilen Heybetullah (32) Sultan’ın düğünü yapüdı.
Eski sarayın odun yarıcıları, eski bir âdete uyarak, örme sepetler veya
bardaklar içinde anahtar desteleriyle bir başdan bir başa şehri dolaştılar (10
Kasım 1740 - 20 Şaban 1153). Bu düğünü ve iki olağanüstü elçi Ulefeld ile
Rumanzof ve Fransa, İngiltere elçileriyle Hollanda ve Napoli
murahhaslarına verilen ziyafetleri Veziriazamla Yeniçeriağa-sı'nın Sultan
şerefine tertipledikleri ziyafetler takibetti. Aynı vakte doğru, diğerleri
arasında kaşıkçılar çarşısı yanındaki hamamın yakınında bulunan depoları
yakıp kül eden bir yangınla karşılaşıldı (1 Kasım 1740 - 11 Şaban 1153).
Bundan daha çok dehşet verici bir yangın Bâyezid Camii yakınmda başladı;
iki kola ayrılan yangının bir kolu cami karşısındaki kâğıtçılar çarşısını
sardı, diğer kolu ise, Divanyolu'na yakın bir mahalleyi kül haline getirdi,
gümüş çekiciler imalathanesi de bu tahribattan payını aldı (27 Aralık 1740 8 Şevval 1153). Sekiz gün sonra Ayasofya yamnda üçüncü bir yangınla
karşılaşıldı; ateşin tahribatı, ancak şehrin bu bölümündeki evlerin
yıkılmasiyle durdurulabildi (33).
(31) Maliye tezkerecisi..
(32) Suphi, s. 184, onun Sirke Osman Paşa'nın, dolayısiyle bir sultanın
kızı olduğunu bildiriyor.
(33) Suphi, s. 186, Kule Bostanı'ndaki bir üçüncü yangından bahsediyor.
OSMANLI TARİHİ
31
GÖKTAŞLARI
Aşağı yukarı aynı dönemde, Hezargrad'da olağanüstü bir hâdise
görüldü: Korkunç bir fırtına ve birbirini takibeden şimşekler ortasında, ateş
hâlindeki bir göktaşından iki büyük parça yere düştü; biri ondokuz, diğeri
iki okka ağırlığındaki bu gök cisimlerinin terkibi demirden oluşmaktaydı
(25 Ekim 1740 - 4 Şaban 1153). Veziriazam bu olayı Sultan'a bildirdi;
tabiat ve yıldızların durumunu yorumlayan Türk müneccimler, bu olayı, iki
kuzey hükümdarımn yakın ölümünün habercisi olarak yorumladılar.
Bunların söylediklerine göre, bu göktaşları Siyno-sür (Synosure) dörtgenini
oluşturan yıldızlardan gelmekteydi ve Doğu milletleri burcun bu bölümünü
bir tabut şeklinde görüyorlardı ve bu bölümün tamamlayıcısı olan üç yıldızı
cenaze alayının önündeki üç ağıtçı görünümünde yorumluyorlardı (34).
Gerçekten bu kehânet tamamiyle gerçekleşti; zira yukarıda sözü edilen
olaydan beş gün önce imparator Charles ve üç gün sonra imparatoriçe
Anne’ın ölmüş oldukları, aradan çok zaman geçmeden öğrenildi.
Göktaşlarının Osmanlı İmparatorluğunu durmadan tehdit eden meş'um
kuyruklu yıldız Nâdir Şâh'ın bulunduğu Doğu istikametine düşmesi, Bâb-ı
Âli'yi şüphesiz daha çok memnun etmiş olacaktı. Son barış anlaşmasının
tasdikini değil de, sadece beşinci mezhebin resmen tanınması talebiyle
gelen İran elçisi karşısında, Bâb-ı Âlî, kendisini bu hükümdara karşı savaş
hazırlıklarına girişmek zorunluluğu içinde görüyordu.
Bu hazırlık sebebiyle, evvelce Bender, sonra özi valisi olan Numan
Paşa seraskerliğe atandı ve Anadolu Beylerbeyliği makamına getirildi;
Anadolu eski Beylerbeyi Erzurum'a gönderildi. Çeteci-Paşa veya nişancı
birlikleri kumandanı Abdullah Paşa Van'da bırakıldı. Bu vesileyle Bâb-ı
Âlî, İran ve Macaristan savaşlarında serasker, daha sonra Nâdir Şâh
nezdinde Osmanlı elçisi olarak gördüğümüz Genç-Ali Paşa'yı idam etmek
fırsatını ele geçirdi, îçinde bulunulan şartlar, Bâb-ı Âlî'yi, onun, Orsova'da
Veziriâzam'a ihtiyacı olan yardımı yapmamakla işlediği hataları sükûtla
geçiştirmek zorunda bırakmış, fakat bunlar affedil<34) Benatou-naasch, yâni tabutun kızları; böylece Doğulular üç yıldızın
arabanın dümenini oluşturduğu, diğer dördünün ise tabutu temsil
ettiği kanaatindeydiler.
32
HAMMER
memişti; bununla beraber, kendisi hatalarını unuttuğundan ve İran'la
Osmanlı İmparatorluğu arasında bir savaş çıktığında kendisine kesin
ihtiyaç duyulacağına inandığından, Anadolu'da bir valilik verilmek
suretiyle hazırlanan tuzağa kolayca düştü. Valilik sıfatının kendisine
verdiği imkânla idamı için gelen mabeyincilere meydan okudu ve yeni
görev yerine gitmek üzere Edirne'ye kadar gelmeği de başardı. Oradan
Gelibolu'ya geçmeğe hazırlandığı sırada Bostancıbaşı onu kırk bostancı ile
kıskıvrak yakaladı ve böylece idam edildi.
ROMANZOFF
Özi kalesinin Münch tarafından zabtı sırasında Ruslara esir düşen ve
Rusya'ya götürülen Yahya Paşa, Rus elçisi Rumanzof ile birlikte vatanına
döndü; rüşvet vermek suretiyle Bursa sancağına atanmasını gerçekleştirdi.
Kont Romanzof'un İstanbul'a gelişi öylesine şa'şaalı olmuştu ki, Avusturya
elçisi kont Ulefeld ile Fransız elçisi ülkelerine dönmek için huzura kabul
edilmeleri için teşebbüste bulunmayı unutmuşlardı (35); bununla beraber,
İstanbul'a gelişinde şehre girerken Avusturya elçisine verilen borazanlarım
öttürmek izni Rus elçisine tanınmadı.
FRANSA VE NAPOLİ'DE ELÇİLİKLER
Avusturya elçisi ülkesine dönüşü münasebetiyle, Sultana, Leslie'nin
olağanüstü elçiliğinden beri süregelen âdete uyarak altı at koşulu bir
arabayı hediye olarak sundu. Rus elçisine gelince, o da zengin kürkler,
altın işlemeli kumaşlar, porselenler ve çaydan oluşan hediyeler takdim etti.
Bâb-ı Âlî, Fransa elçisi olarak, Sırbistan'da sınır belirleme komiserliği
görevini yerin© getiren, Fransa eski elçisi Mehmed Çelebi'nin oğlu
Mehmed Said Efendi'yi seçti; Napoli elçiliğine ise Hüseyin Bey uygun
görüldü ve yeni elçi, beraberinde ipek çadırlar, amber ve fildişinden oluşan
hediyelerle iki Napoli savaş gemisiyle bu ülkeye gitti. Fransa elçisi
Mehmed Said Efendi de XV. Lotus*ye hediye olarak atlar, çadırlar, kılıçlar
ve tüfekler sunmakla görevlendirildi.
U5) Fransız elçisi 25 Muharrem'do ( 1 2 N i s a n ) . Avusturya Hçisi isi» IH Nisan'da huzura
kabul edilme müsaanVsi aklılar. Suphi'ye, f |<if» ve Avusturya İmparatorluk
Arşivlerimin bulunan raporlara bakınız
OSMANLI TARİHÎ
33
MORIADA KURBANTAŞI ÖRTÜSÜ
Cedleri Birinci Ahmed ve Dördüncü Murad’ın kutsal Medine
şehrine karşı gösterdikleri cömertliğe uymayı vazife bilen Sultan,
hayır işlerini üçüncü kutsal şehire, Kudüs'e de yaymak istedi.
Üzerinde Hz. İbrahim'in oğlunu Allah'a kurban etmek istediği, Hz.
Peygamber'in Mi'rac gecesi oradan ışık ata bindiği; Cebrail'in indiği
ve Âdem ile Buda’nın Ceylan'da ve Hz. İbrahim'in Mekke'de olduğu
gibi hâlâ onun izini hakkedilmiş bir halde muhafaza eden Moria
kutsal kayasının eskiyen örtüsünü yeniledi. Kâbe'ninki gibi altın
sırmadan olan bu örtü, kutsal yeri havanın değişikliklerinden
koruduğundan daha çok, kâfir nazarlar (36) ve dinden uzak ellerin
temasından koruyordu. Sultan, ayrıca, bu kutsal mahallin vakfına iki
Kur'an da verdi. Bunların okunmasından çıkan ses, kutsal taşın
etrafında toplanıp ilâhiler okuyan meleklerin sesleriyle birleşecekti;
bu taş, kutsal taşların en kutsalıydı ve etrafında meleklerin toplanıp
ilâhîler okumaları yalnız bu taşa mahsus bir imtiyazdı. Ahmed"-in,
çok kudretli Reisefendi'nin inşaat müfettişi olarak İstanbul* dan
Mekke'ye gönderildiğini daha öncelerde söylemiştik. Vardığımız
dönemde, kısa bir süre önce görevinden azledilmiş bulunan
Reisefendi Mustafa ve defterdar Atıf Mekke ziyareti için müsâadeyi
aşan bir emir aldılar.
Bu kitabın başında gördüğümüz gibi', Bâb-ı Âli tercümanı
Alexandre Ghika, Reisefendi ile birlikte gözden düşmüştü. Tercümanın idam edilmesi Boğdan prensliğine getirilmiş olan kar deşi
Gregoire’ın makamını kaybetmesine sebeb oldu ve yeri Eflâk
hospodarı Constantin Maurocordato'ya verildi: Bu sonuncusu da, on
yıllık bir gözden düşmeden sonra, ikinci defa olarak göreve çağırılan
Michel Rakoviza'ya yerini bıraktı (13 Eylül J741-2 Receb 1154).
Bâb-ı Âlî İran savaşı hakkında kendisinin görüşlerini almak
istediğinden, Kırım hanı Selim-Giray İstanbul'a çağırıldı (4 Nisan
1740). Zira, sınır kumandanlarının gönderdikleri mektuplarla elçi
Münif Efendi'ninkiler arasında bir uygunluk vardı.
436) İsâbet-i ayn'ül-kemai. Suphi. t. 201.
Hammer Tarihi. C: VIII. F.: 3
34
HAMMER
Bunların bildirdiklerine göre, Nâdir Şah, Hindistan dönüşünde İsfahan'dan
geçmeksizin, Lezgizleri ve Dağıstan halklarını cezalandırmak üzere,
doğrudan, alelacele İran'ın kuzey sınırına yürümüştü.
Aynı zamana rastlayan iki adamın gelişi, yeni bir savaş korkusundan
kaynaklanan halk söylentilerini bir zaman için durdurdu, oyaladı. Bunlar,
iki maceraperestti ve İstanbul'a biri kara, diğeri deniz yoluyla gelmiş ve
payitahtın bütün dikkatini kendi üzerlerine çekmişlerdi; öyle ki,
Veziriazam bile bu hususun Sultan'a bildirilmesi gerektiğine inandı.
Bunlara gösterilen alâka, yalnız halkın değil, bizzat İmparatorluk müverrihi
nin de safdilliğini ortaya koyuyordu. Bu iki maceracıdan biri kendisini VI.
Charles'ın oğlu olarak tanıtıyordu,- bu prensle, si-lahdarmın (saray
mareşali?) kızı Helene'den bir rahibeler manastırında dünyaya geldiğini
iddia ediyordu. Söylediğine göre, Roma'da yüksek dinî makamların
nezâretinde ve seviyesi dola-yısiyle gösterilen ihtimam içinde
yetiştirilmişti; bazı keşişlerle yaptığı konuşmalarda, hıristiyan inancının
boşluğunu görmüş ve İslâm'ın gerçekleri ruhunu doldurmuştu;
Peygamberin dinine ve Bâb-ı Âlî'ye saygılarını bildirmek üzere Cezayir
yoluyla İstanbul'a gelmişti. Bâb-ı Âlî tercümanı onun doğumu üzerine
söylediklerinin gerçek olduğunu bildirmesi üzerine, bu maceracıya samur
bir hil'at giydirildi ve Reisefendi'nin konağında kendisine oturacak yer
verildi.
TÜRK ROBİNSON CRUSOE
Adı Hasan ve bir Osmanlı gemisinin (37) kaptanı olan ötekinin
maceraları Robinson Crusoe'ninkilerle bazı benzerlikler ortaya
koymaktaydı. Bir vazifeyle Kırım'a giden bu kaptan, dönüşte Karadeniz'e
misafirsevmez adını takdıran o korkunç fırtınalardan birine yakalanmış,
gemisi, Yılanlar adası (eski Leuce) civarında batmıştı. Burası, Tuna'nın
Sounna yakınında denize döküldüğü yerin yakınındadır. Adada, sayıları
yirmibeş olan kazazedeler, geminin enkaziyle kulübeler yaptılar ve bu ıssız
adada, tabiatla, tek gıdaları olan büyük balıklarla (38) bir ölüm-kalım
mücâdelesi yaşadılar. Bir gemi gelip onları buldu(37) Kancabaş.
(38) Ayıbalığı.
OSMANLI TARİHÎ
35
ğunda, yaşamak için diğer arkadaşlarını yediklerinden (39) sayıları dörde
inmişti. İstanbul'a geldiklerinde Hasan, omuz ve göğsündeki yara izlerini
gösterdi; söylediğine göre, bu yaraları dörtyüz okkalık bir köpek balığı ile
boğuştuğu sırada almıştı (40).
YANGINLAR
Zengin bir tüccara ait olan bir ölüm vak'ası, dikkatleri bu kurtuluştan
daha az tahrik etmedi; bu tüccarın mağazaları Kadırgalar limanındaydı;
burada bir yangın çıkmış ve adam yangının mağazalarını sardığını görünce
korkudan ölmüştü; ne var ki, adamın öldüğü anda yangın da sönmüş
bulunuyordu, yâni adamın malı kurtulmuş, canı gitmişti. Otuz gün önce (4
Aralık 1741 - 25 Ramazan 1154), başka bir yangın Ayasofya yakınında
patlak vermiş, Tüfekçiler kışlası, Ayasofya hamamı arkasındaki arslan
bakım yerleri ve nihayet Sultanahmed Camii yanında Kabasakal semti
olmak üzere üç koldan yayılmıştı. Tulumbacıları bizzat cesaretlendiren
Sultan ile Veziriâzam'ın hazır bulunmaları yangının tahribatını
durdurabilmişti. ,
Veziriazam İbrahim Paşa'nın oğlu Mehmed Paşa'nın eşi merhum
sultanın saray mutfağında çıkan bir yangın, Kâhya-bey'in (İçişleri nazırı)
mal düşkünü olmaması sayesinde sür'-atle söndürüldü; bu saray
Kâhyabey'in resmî çalışmalarına ve dâiresine ayrılmıştı. Kâhyabey,
bitişiğindeki evleri kurtarmak uğruna bu sarayın yanıp kül olmasına seyirci
kaldı. Şahsî menfaatini halk menfaatinin yanında ehemmiyetsiz sayması
mâ-nâsmdaki bu asîl davranış, Sultan tarafından yanan sarayın yerine
yenisi yaptırılmak suretiyle mükâfatlandırıldı.
VEZİRİAZAMIN AZLEDİLMESİ
Bu sırada, İran sınırından gelen haberler her gün daha endişe verici
olduğundan ve halkın homurdanması arttığından,
(39) Ez-zarurât tebeyecel mahzurât, yâni, zaruretin kanunu yoktur.
(40) Dörtyüz okka veya dokuzyüz libre. Suphi, bu olağanüstü hikâye
üzerine bir Arab meselini zikrediyor: İnne hazâ şey'ün ucâbün, yâni
acâib şey, ve saliket ibretun li uliut-ebsâr, yâni, feraset örneği;
Kur'an'dan şu âyeti alıyor: Tecrâ er-riyâhu bi mâ la teçehünne essefaiynu, yâni, rüzgâr gemilere göre, onların arzusunca esmez.
36
HAMMER
Sultan ve kendisi bakımından bir halk hareketinden korkan Kızlarağası bu
hususta Sultan'ı uyarmağa karar verdi: Bunun üzerine Veziriazam Elhac Ahmed Paşa görevinden azledildi ve Mühr-i Hümâyûn ikinci defa olarak
Hekimoğlu Ali Paşa'ya verilmek suretiyle kendisi Osmanlı
İmparatorluğunun en yüksek makamına çıkarıldı (7 Nisan 1742 - Safer
1155). Azli gözden düşmeye yol açmayan Veziriâzam’ın sarayı ve yüzelli
keseyi bulan serveti kendisinde kaldı. Ne var ki, Sultanın ona bıraktığını
alm yazısı elinden aidi: Zira kısa bir süre sonra, sarayı ve sahip olduğu her
şey bir yangın sırasında yanıp kül oldu.
s Yeni Veziriazam, âdet olduğu şekilde idare cihazını yeniledi (41). En
tesirli nazırlardan ikisi, Reisefendi ve defterdar Atıf Efendi, hac için
gittikleri Mekke'den dönüşlerinde, Âtıfi Efendi makamında alıkonuldu,
fakat kısa bir süre sonra öldü. Veziriâzam’ın, eski Veziriâzam’ın
hükümetin tek hâkimi olmak maksadiyle (42) birer birer yerlerinden
uzaklaştırdığı yedi kubbe vezirini de yeniden makamlarına oturtmak
niyetinde olduğu rivayeti ortalıkta dolaşıyordu. Bazı haklı idamlar, bu
yüksek makam sahibinin gerektiğinde âdil bir sertliği mizacının bilinen
yumuşaklığı ile bağdaştırmasını bildiğini isbatlamaktaydı. Bir korsan kendi
gemisinin serenine asılmak suretiyle idam edildi; Ostranica'lı hırsızlar,
İmparatorluk sarayı ve Aksaray önünde aynı âkibete uğratıldılar. Karlı
İli'nin zâlim mütesellimi, evvelce bir ayaklanmaya girerek rakibine karşı
meşru davranacak yerde onu sekbanlariyle öldürttüğü için İstanbul'a
getirtildi; adam uzun zaman cezasız kalmasının sürüp gideceği güveni
içinde geldi, fakat hakettiği cezaya çarptırılmaktan kurtulamadı.
Galata'daki Yunanlı meyhaneciler gemicilerle kavgaya tu(41) Üç nazırdan Çavuşbaşı ve Reisefendi'den sonra gelen önemli görevler şöyleydi: 1 — Ruznâmei büyük: 2 — Küçük, yâni küçük ve büyük
günlük: 3 — Muhasebei evvel: 4 — Anadolu muhasebesi: 5 — Cizye; 6 — Haremeyn, yâni Anadolu vergi dairesiyle iki kutsal şehir
vergi dâireleri; 7 — Dini vakıflar ve teftişçiler (mukabele); 8 —
Süvariler; 9 — Piyadeler: 10 — Defter eminleri: 11 — Nakitler dâiresi;
12 — Dökümhane; 13 — Şehir; 14 — Ordu deposu; 15 — Yeniçeri
kâtipleri ve geçit kumandanları: 16 — Sipahiler: 17 — Silahdar-lar;
18 — Ordu ambarları; 19 — Mevkuf atçılar: 20 — Maliye tezkerecisi.
Değişiklik bu dâirelerin başkanlarıyla alâkalıydı. Suphi. f. 214.
(42) Penkler'in Nisan sonu tarihli raporu.
OSMANLI TARİHİ
37
tuşmuş ve bunların birkaçını öldürmüş ve yaralamış olduklarından
idam sehpasını boylamakla cezalarını buldular.
SULTAN TARAFINDAN BİR
İMARETHANE KURULMASI
Ayasofya Camii'ne bir kütüphane vakfederek ruhları doyurmayı
düşünen Sultan, bununla yetinmeyerek, fakirleri vücutça da
doyurmak maksadiyle, aynı binanın karşısına bir aşhane yaptırdı ve
nâzırlarıyla birlikte burasını ziyaret etti. Bu ziyaret münasebetiyle
yerler çiçekli halılarla döşendi ve hatırlı misafirlerine tatlılar ikram
edildi; bu dinî vakfın idarecisi olan mimar (43) ve yapının başmda
bulunan müdür (44), bu vesileyle şeref hil'atleri giydirilmek suretiyle
mükâfatlandırıldılar (19 Ocak 1743 - 23 Zilkade 1155).
DÜĞÜN
Bir ay sonra, Adana valisi Yakub Paşa'ya nişanlı olan Âsi-ma
Sultan'ın, erginlik çağma ermesi gözönünde tutularak düğünü
yapıldı. Saraydan ikâmetine ayrılan Kadırga limanındaki saraya
kadar tertiplenen gelin alayı, âdete uygun olarak ka-rakullukçubaşı
ve şehir kâhyası, gözcü askerler, tâlim subayları (45) tarafından
başlatıldı, onları devlet ulakları, divân Efendileri (46), zeamet
kâtipleri (47) takibetti; onların arkasında topçular, silahdarlar,
subaylarıyla birlikte Yeniçeriler, süvari paşaları, kapucular ve
nihayet Bâb-ı Âlî nazırları takibediyor-lar, ikişer ikişer yürüyorlardı;
bunların hemen peşinden Maliye nâzın dâire müdürleriyle birlikte
ilerliyor; Kapdan-ı derya, Yeniçeriağası Paşa, istida dâiresi birinci ve
ikinci reisleri, Rei-sefendi, çavuşbaşı, arkasında gümüşlerle
süslenmiş üç hurma dalı taşman Veziriazam geliyordu; nihayet
hurma dalları ve gelinin teşhir edilen çeyizlerinin bulunduğu
sepetleri taşıyan yüzlerce kapıcı ve saray oduncusu ile alay son
bulacağı işaretini veriyor, fakat harem dâiresinin baş idarecisi olmak
sıfatiy(43)
(44)
(45)
(46)
(47)
Mimârağa.
Binaemini.
Serhengan.
Hocagân.
Gedikli zâim.
38
HAMMER
le alay Kızlarağası'nın geçişiyle kapanıyordu. Bu, sultanların düğünlerinde
olduğu gibi, onların cenaze alaylarında da Kızlarağası'nın yetkileri
bakımından bir riyaset etme meselesiydi. Kısa bir süre sonra, IV.
Mehmed'in kızı Hatice Sultan'ın vefatı dolayısıyla tertiplenen merasimde
de böyle oldu (7 Temmuz 1745 - 15 Cemâziyül'evvel 1146).
NÂDİR ŞAH BAĞDAD ÖNÜNDE
Bu sırada, Bâb-ı Âlî'nin Nâdir şahın dâvasını benimsediğinden şüphe
ettiği Bağdad valisi Ahmed Paşa’nın gönderdiği raporlar, giderek endişe
verici bir hâl alıyordu. Bu raporlardan anlaşıldığına göre, elçisine
gösterilen güvensizlikten şâh memnun değildi ve tam ticaret serbestliği,
sırası gelince Kabe örtüsünün kendisi tarafından gönderilmesi, kendisi
tarafından kurulan beşinci mezheb olan Caferiliğin tanınması ve Kabe'de
bunlara mahsus bir duâ yeri ayrılması talebinde bulunuyor, bunlar yerine
getirilmediği takdirde savaş ilân edeceğini bildiriyordu (48).
Raporlardan çıkan netice karşısında, levendlerin teçhizatı için
Erzurum ve Bağdad valilerine alelacele yarım milyon gönderildi. Kısa bir
süre sonra, vali Ahmed Paşa, Nezar Ali han ile Mirza Sakilin gelip
kendisine şahın Erzurum ve Diyarbekir üzerine yürüdüğünü ve kendi
rızasiyle teslim olmadığı takdirde Bağdad'ı zor kullanarak alacağını
bildirdiklerini Bâb-ı Âlî'ye yazdı. Bu haber üzerine olağanüstü meclis
toplandı ve savaşın zorunlu olduğu kararma varildi; Diyarbekir valisi Ali
Paşa İran'a karşı seraskerliğe atandı. Ali Paşa ile Bağdad valisi Ahmed Paşa arasındaki ölümüne düşmanlığa rağmen bu tedbirin kaçınılmaz
olduğunda birleşildi.
Kısa bir süre sonra Nâdir Şâh'ın Bağdad önünde göründüğü, şehrin
civarmı yakıp yıkarak çiftlikleri ele geçirdiği haber alındı. Bu haberler,
İstanbul'da Saraçlar çarşısında ayaklanmaya teşvik edici dedikodu ve
hoşnutsuzluklara sebeb oldu. Bu durumda vezir Yeniçeriağası, payitahtta
asayişi devam ettirecek ve
işsiz-güçsüzlerin
kahvehanelerde
toplanmasını önleyecek,
<48) Bu hususta, Ahmet Paşa’nın endşe uyandıran mektuplarından ve
Nâdir Şâh'ın Kabe üzerindeki iddialarından bahsetmeyen Suphi'nin
eserinden çok, teferruatı bilgi veren Penkler'in raporlarına bakınız.
OSMANLI TARİHÎ
39
tedbirleri iki katma çıkardı. Veziriâzam’ın bir kalyonun silahlandırılması işinde ihmâli görüldüğünü bildiren raporu üzerine
Kapdan-ı derya Mustafa Paşa azledildi ve yerine Mısır valisi Yahya
Paşa getirildi. Kaytakların prensi Usmaikhan'ın iki elçisi bu sırada
İstanbul'a gelerek ferahlatıcı haberler getirdiler; bu prensin geçen
ilkbaharda Nâdir Şâh’ın ordularına karşı kazandığı zaferler hakkında
Bâb-ı Âlî'ye bilgi verdiler. Bu zaferlerden ilki Amid vadisinde Lutf
Ali han ile Haydarbey'e, ikincisi Koerii vadisinde Atakhan, Mehmed
han ve savaşda hayatını kaybeden Celil hana karşı kazanılmıştı: Bu
zaferlerin ganimeti olarak kırkbin duka elde edilmişti.
Bununla beraber, bu haberlerin uyandırdığı sevinç, Nâdir Şâh’ın
Owar baskınının, Soghort ve Moha Abuk, Cuk kasabalarında sebep
olduğu yakıp yıkmanın öğrenilmesiyle, yerini üzüntüye bıraktı
(Ağustos 1743 - Receb 1156). Surkhai ile Nâdir arasındaki gizli
görüşmeler de endişeyi arttırdı. Ahmed han Usmai, kazandığı
zaferlere karşılık olarak bayrak, kaftan ve Kaytakların hanlığı
makamı verilmekle mükâfatlandırıldı.
Bağdad valisinin kâhyası Mehmed Ağa, valinin emriyle elçi
Nezarhan'la birlikte şahın karargâhına gitmişti. Şahın yeni taleblerini
getiren Mustafa hanla birlikte geri döndü. Şâh eski taleblerini
tekrarlıyor ve bunlar yerine getirilmediği takdirde, Musul ve
Kerkük'ü kuşatacağını tehdid olarak ileri sürüyordu. Bağdad valisi
Ahmed Paşa, bu durumda savaşa mâni olmak için Nâdir Şâh’ın
başveziri Maabir hana, beşinci mezheb güçlüğünü çözmek üzere
başda gelen şeriat âlimlerinden ikisinin tâyinini Bâb-ı Âlî'ye teklif
etmiş olduğunu bildirdi.
Bâb-ı Âlî, aynı dönemde, Rakka valiliğine, azledilmiş eski
Veziriazam Ahmed Paşa'yı, Süleyman Paşa’nın vefâtiyle boşalan
hac-emîrliği makamına da Hamid'li Esad Paşa'yı getirdi. Aynı
zamanda Nâdir Şahla yapılan barışdan beri muğlak bir durumda
bıraktığı kendisinin şâh Hüseyin'in oğlu olduğunu iddia eden İranlı
maceracı Safi meselesini de, debdebeli bir şekilde bu adamın İran
tahtının meşru vârisi olduğunu ilân etmekle halletti.
İmparatorluk müverrihi Subhi Mehmed Efendi, Sâfi'nin İran tahtı
üzerindeki iddialarını meşrulaştırmak maksadiyle bir muhtıra kaleme
aidi; böylece meşru taht iddiacısı durumuna gelen
40
HAMMER
Safi, törenler düzenlenerek Sultan'ın huzuruna çıkarıldı. Rei~
sefendi, onun adına Acemce düzenlenmiş tanıtma vesikaları kaleme
aldı; kendisine mihmandarlar ve emirlerini yerine getirecek yüksek
dereceli memurlar verildi; derfterdar da, tahsisatı konusunda çıkacak
buyruğu beklemesi emrini aldı (22 Ağustos 1743 - 2 Receb 1156).
VEZİRİAZAM DÜŞTÜ
Bu sırada Kerkük'ün, aynı zamanda Bağdad ve Basra'yı
muhasara altında tutan İranlıların eline geçtiği öğrenildi. Bu olaylar
sebebiyle ve halkın hoşnutsuzluğuna son vermek için Mühr-i
Hümâyûn ikinci defa olarak Hekimoğlu Ali Paşa'dan geri alındı (20
Eylül 1743 - 1 Şaban 1156).
Son Veziriâzamlığı görevi sırasında, Hekimoğlu Ali Paşa bu
görevde ilk bulunuşu sırasındakinden daha çok ciddî ve düşünceli bir
görüntü vermekle beraber (49), Bâb-ı Âlî nezdin-de bulunan Avrupa
devletleri elçilerle münasebetlere özel bir dikkat göstermekten geri
kalmadı. Kont Ulefeld'in İstanbul'dan ayrılmasından sonra
Avusturya elçiliği kâtibi Penkler elçi sıfa tiyle İstanbul'da kalmıştı;
bu sıfatla güven mektuplarını Sultan’ın kendisine sunmuştu. Evvelce
elçiler bu şerefe erememiş-lerdi. Güven mektubunu Veziriâzam'a
vermek zorunda idiler: Renningeı4 ve ondan sonra Kunitz, Hofmann,
Fleischman ve Dirling, kendi güven mektuplarını aracısız olarak
Sultan'a sunan ilk elçiler olmuşlardı. Bu münasebetle almayı
başardığı huzura kabul izninde, Penkler'e özel bir lütuf ta
bulunularak, on tercüman yardımcısı ve beş (dört yerine) kişiyle
hazır ola rak saygılarım sunması müsaadesi verildi. Fazla olarak,
kendisine, o güne kadar yalnız elçilere gösterilen muamele uygulanarak kaftan veya hermin kürkten bir hil'at yerine samur bir kürk
giydirildi. İsveç elçileri Hoepken ve Carlson, Penkler'in Avusturya
elçiliğine atanmasını, kendüerine elçiliğin birinci ter-cümaniyle
değil, üçüncü tercümaniyle bildirmesinden şikâyetçi oldular (5 Eylül
1742).
(49) Şimdi Veziriâzam'ı ilk görevdekinden çok ciddî, endişeli ve kederli
buluyorum. Hollandalı kâtip Rigo'nun Viyana'da kâtip Dort'a 21 Mart
1742'de gizlice gönderdiği mektup.
OSMANLI TARİHİ
41
BOSNA'DA SINIRLANDIRMA
Azledilen Veziriazam son savaş ve Belgrad barış anlaşmasının
imzalanması sırasında Bosna valisi olarak bu ülkenin çıkarlarım
hararetle sahiplenmişti ki, ikinci Veziriâzamlığı döneminde bu sınır
şehrinin taleplerine taraftarlık derecesinde yakınlık gösterdi; bu
sebeble, son anlaşmaya rağmen Bosna sınırlarının tesbiti işi dâima
muallâkta kalmıştı. Bosna yakınında Sava nehri kavşağından
başlayarak Eski-Novi'yi çevreleyen toprak parçasından vazgeçmeyi
düşünmediği halde Avusturya hükümeti, bu konuda elçi Ulefeld
tarafından işlenen hatayı açıklamamıştı ve Eski-Novi'de Unna
üzerinde yapılan köprünün yıkümasını taleb etmekle yetiniyordu. Bu
hususta verilen fermanlara uygun olarak köprü aşağı tarafta yapıldı;
Eski-Novi köprüsü yıkıldı. Fakat Coztanizza köprüsünün olduğu gibi
kalmasından telâşa kapüan Bosnalılar, kendileri Suhaniz, Sapliza,
Bivniak, büyük ve küçük Ottoka'yı ellerinde bulundurduklarından,
Avusturya birlikleri tarafından Ostorgha adasının işgaline karşı
çıktılar. Veziriazam son sözü Ostorgha'nın Bosna ve Suhaniz'in
Hırvatistan'a bağlanması hükmünü getirdi; bu sebeble de, kont
Wirmond'la aynı zamanda İstanbul'da bulunan Hırvatistan ban'ı
Batthyany doğuda sınırların tesbiti işiyle gö revlendirildi; sınır tesbitî
komiserleri Strugh yarımadasında buluştuklarında Suhaniz ve
Sumiza'ya sahip olmak konusunda birçok güçlükler ortaya çıktı ve
sonunda anlaşmaktan vazgeçtiler (11 Ağustos 1744 - 20
Cemaziyül'âhir 1156). Suhaniz Unna nehri adalarından biridir ve
Novi'nin üstünde yarım fersahlık mesafede bulunmaktadır-, Sumiza
bu addaki ırmakla Unna arasındaki Sirovaz arazisinin adıdır.
Hırvatlar bu araziyi Suhaniz'in bağlantısı olarak istiyorlar, Bosnalılar
ise, Sumiza arazisini Suhaniz'e tâbi olması bakımından
talebediyorlardı. Bu anlaşmazlık, ancak Veziriâzam’ın azlinden sonra
Reisefendi Ra-gıb'la Avusturya elçisi arasında düzenlenen bir
anlaşma ile yoluna konuldu (18 Ocak 1744 - 3 Zilhicce 1156); bu
anlaşmanın girişinde Hırvatlarla Bosnalüar arasında dil meselesiyle
alâkalı anlaşmazlığa açıklık kazandırıldı. Aynı zamanda, bu anlaşma,
gelecekte bu tür itirazların bertaraf edilmesini sağlamak üzere,
Avusturya sınırı içinde bırakılan Sirova arazisinin bundan böyle
Sumiza adını taşımayacağı belirtildi; tâviz olarak, Suhaniz adası ve
Strugh yarımadası, su dolu bir çukur vasıta-
42
HAMMER
siyle Hırvatistan'dan tamamiyle ayrılması şartiyle Bosnalılara bırakıldı.
Rus elçisi Vişniakoff Zaporog Kazaklarının anlaşma yoluyla
kendilerine bırakılan Şalin topraklarında karışıklıklar çıkarmalarından ve
Tatarların yüzaltı at ve yirmisekiz öküzle el koymalarından şikâyetçi
olduğundan, Sultan bu konuda bu türlü saldırılara girişmemesi emrini
vermek ve Bucak seraskerine aynı mânâda emirler göndermek suretiyle
kendisine her türlü teminatı vermiş bulundu (Ağustos 1743). Müteakib yıl,
Bâb-ı Âlî, tercümanı Jean Gallimachi vasıtasiyle sınırdaki Rus yığınağından endişe duyduğunu belirtince, elçi" Vişniakoff imparatorundan
almış olduğu emri bildirerek, hükümetinin barışı devam ettirmek arzusu
hususunda en hâlis teminatları verdi.
FRANSA, İSVEÇ, POLONYA VE RUSYA İLE
MÜNASEBETLER
Bâb-ı Âlî tarafından Rusya'ya karşı duyulan güvensizlik, Fransız elçisi
tarafından uyandırılmış ve devamlı olması hususunda gereken özen
gösterilmişti. Fransız elçisi Rusya ile İran şahı arasında bir anlaşma
imzalandığını Osmanlı hükümetine haber vermişti ve aynı elçi, Bâb-ı Âlî
nezdinde İsveç'in menfaatlerini destekliyordu.
Castellane, sarayın bazı dâirelerini görmek ayrıcalığını elde eden ilk
hıristiyan elçi oldu. Bu müsaade, Paris'deki son Türk elçi Said Mehmed'e
Versaille sarayının bazı dâirelerini görmek imkânı tanınması gözönünde
tutularak verilmişti. Elçinin saray dâirelerini ziyaretinden sonra Kızlarağası,
elçiye ve beraberinde bulunanlara üzerinde Sultan'ın tuğrası bulunan, ipek
kumaşlar içine konulmuş, 30 - 40 duka altını ve madalyalar verdi. Bu sırada
Osmanlı İmparatorluğunun Paris elçisi Said Mehmed, iki Fransız savaş
gemisiyle ve beraberinde kralın Sul-tan'a gönderdiği hediyelerle Türkiye'ye
dönüyordu; hediyeler arasında Veziriâzam'a gönderilenler de vardı.
Hediyeler altın işlemeli büyük ve küçük halılardan, altın yaldızlı çay ye
kahve takımlarından, inci kakmalı masa ve paha biçilmez vazolarla som
altın ve gümüş kaplardan, Lyon fabrikasında yapılmış altmış kanape
yastığından, yine sayılamayacak kadar çok altın ve gümüş sürahilerden
oluşuyordu; ayrıca yirmiiki de topçu gönderilmişti ki, bunlar Bonneval'in
bombacı birliklerine alın-
OSMANLI TARİHİ
43
dılar: Böylece Fransa, Türk topçusunun mükemmelleşmesine yardım
etmiş ilk Avrupa devleti oluyordu. Sultan, oda hizmetkârlarından
birini org çalmayı öğrenmesi için Paris'e göndermişti; elçi Mehmed
Said, İstanbul'da musiki dersi vermesi için bu genci beraberinde
getirmişti. Fakat bu sanat, babasının elçiliği sırasında Avrupa'dan
Osmanlı İmparatorluğuna getirdiği matbaa kadar hararetle
karşılanmadı. Türk matbaasının müdürü mühtedi İbrahim ve adı yine
İbrahim olan oğlu, Fransız elçisi tarafından İsveç lehinde kararlar
verilmesi ve Rusya'ya karşı teyakkuz hâlinde bulunulması için
gerekli haberlerin Bâb-ı Âlî'ye ulaştırılmasında kullanılıyorlardı.
Ayrıca, Fransız elçisi, Osmanlı İmparatorluğunun İsveç'e yardımda
bulunması hususunda Bâb-ı Âlî ile müzakereleri yürütüyordu (50).
Yukarıda adları geçen iki İbrahim, Fransız elçisi tarafından
Bonneval'-le birlikte çalıştırılıyorlardı. Rusya ile İsveç arasında barış
yapılınca, İsveç elçisi, yapılan anlaşmanın Rus elçisi Vişniakoff
tarafından ortaya atılan yorumuna karşı itirazda bulundu. Zira, bu
yoruma göre, İsveç Rusya'ya bağımlı bir devlet oluyordu; Rus elçisi,
bu yorumu yüzünden hükümeti tarafından şiddetle uyarıldı ve
kınandı.
Finochetti'nin yerine Napoli olağanüstü elçisi olarak şövalye
Majo atandı. Bu ülkenin hükümdarı tarafından Sultan'a, bu
hükümdara Veziriazam Ali Paşa tarafından gönderilen file mukabele
olarak, renkli camlarla şekiller takıldığı zaman bunları duvara
aksettiren, kutusu altın muhafazalı bir sihirli lamba gönderilmişti.
Polonya'ya gelince, bu ülke, Hekimoğlu Ali Paşa’nın ikinci
Veziriâzamlığı döneminde, kendisine üç meselenin halli görevini
vererek İstanbul'a, tercüman Giustiniani ile birlikte, elçi Benoe'yi
gönderdi; bahis konusu üç mesele şunlardı: Rusya ile Osmanlı
İmparatorluğu arasındaki son savaşta tam bir tarafsız tutum içinde
davranamayan Polonya'nın mazur görülmesi Bâb-ı Âlî'den rica
edilecekti; ikincisi, Tatarların saldırılarla Polonya'ya verdikleri zarar
için bir mikdar tazminat istenecekti; üçüncüsü, Polonya topraklarına
katılmak üzere Zaporog Kazaklarının arazisinden bir parçasının bu
ülkeye teslimini ger(50) Bâb-ı Âlî, İsveç'e yirmibeş kese tutarında yeni bir yardımda bulundu,
Penkler'in raporu.
44
HAMMER
çekleştirmeğe çalışacaktı. Bu elçilik, devlet ileri gelenleri arasındaki
fikir beraberliği yokluğunu ve elçinin ağızdan söyledikleriyle güven
mektubu arasındaki çelişki, Polonya devletinin meselelerini biraz
olsun bilen bütün diplomatları hayrete düşürmekten geri
kalmayacaktı. Elçi Benoe ve aşağı yukarı bütün maiyyeti Stanislas
Leczinski'nin çıkarlarına hizmet ediyorlardı-, öte yandan hükümet
tercümanı Giuztiniani ve diğer birkaç kişi kral III. Auguste'e
bağlıydılar. Potocki'nin özel kâtibi Paul Starynski, Polonya elçilik
sekreteri görevini yürütüyordu. Potocki, kullandığı aracı ile
Veziriâzam'a gönderdiği mektupta, elçi Benoe'nin, Bâb-ı Âlı ve
Ruslar tarafından paylaşılan Za-porog Kazakları arazisi
meselesinden, yâni kökü hayli geçmişte bulunan anlaşmazlığı düzene
koymaktan başka bir görevi olmadığını yazıyordu (51). Elçi Benoe,
Kırkkilise'den Eflâk prensine tercüman Marini aracılığıyla mektup
yazdı ve birkaç gün Makro Khori (Yedikule dışında) (52) 'de
dinlenmek istedi. Ocak ayının ilk günlerinde (8 Ocak 1743) İstanbul'a
vardı. Böylece ağızdan ileteceği mesajla güven mektuplarının
muhtevası arasındaki büyük çelişki ortaya çıkmış oldu. Polonya
elçisinin Bâb-ı Âlî'ye verdiği güven mektupları Czaslau savaşından
önce kaleme alınmışlardı ve değiştirilmeleri unutulduğundan
tamamiyle VII. Charles'ın lehindeydi. Bu sebeble Potocki, elçi
Benoe'ye yeni güven mektupları göndermekte acele etti. Bu
mektuplar elçinin eline vardığında, ilk mektuplar çoktan verilmişti.
Benoe, Veziriazam tarafından huzura kabulünde, Türk dilini yeterin-,
ce bilmediği bahanesiyle, kralın tercümanı Giustiniani'yi görevinden
uzaklaştırdı ve onun yerine tercüman Marini'den faydalandı.
Peşinden, Castellane, Carlson, Potocki ve Bonneval tarafından telkin
edilen düşünceleri, üçlü görevini desteklemek bakımından, açıkladı.
Veziriazam onu sonuna kadar dinledi ve şu cevabı verdi: «Bir karar
vermeyi düşünmeden önce, otuz-bin başın bir şapkaya sokulması
gereken bir ülke ile birlikte bir işe nasıl teşebbüs edilebilir?» Yeni
güven mektuplarının muhtevasına gelince, Osmanlı Hükümeti, Rus
ordusuna geçiş vermek suretiyle tarafsızlığı bozan Polonya'yı mazur
gördüğünü belirtmekle yetindi; daha sonraki görüşmelerin tarihini
tesbit etmek için, Polonya'dan geleceği bildirilen büyükelçilik heyeti(51) Domini Potocki'nin mektubu.
(52) Yazarın Makro Khori dediği kasaba şimdiki Bakırköy ilçesi (Ç.N.).
OSMANLI TARİHİ
45
ni bekleyecekti (5 Mart 1743). Bâb-ı Âlî'nin bu kararma uygun olarak
Giustiniani maslahatgüzar sıfatiyle İstanbul'da kaidi; elçi, kendi adamı,
casusu Lumaca (53)'yi istanbul'da bıraktı; onunla birlikte Avusturya Doğu
Kumpanyası müdürü tacir Hübsch'le (54) birlikte Viyana'da bulunan
Polonya kralının elçisi Bunau ile mektuplaşmalarını sürdürdüler.
Kiow Beyi ve Eflâk prensi Ghika ve İsveç elçisi Carlson, bütün
tesirlerini kullanarak, Prusya ile Osmanlı İmparatorluğu arasında dostluk
bağlarını kuvvetlendirmek isteyen kral İkinci Frederic'e yardım ediyorlardı.
İkinci Frederic, Eflâk prensinin bu makama getirildiğinde kendisini yazılı
olarak tebrik etmişti. Prens de, ona babasının ölümü dolayısıyla
tâziyetlerini ve tahta geçişinden ötürü de tebriklerini bildiren bir mektupla
karşılık vermişti (10 Ocak 1741).
BONNEVAL
Kısa bir süre sonra, Prusya generali Seewald, Kiow Beyi (Palatin) 'nin
hizmetine girdi: Başlıca görevi, oradan Prusya hükümetiyle gizli bir
haberleşmeyi devam ettirmekti. Eflâk prensi de, kendi tarafından, Marini
Pazegna'yı aynı maksatla Kiow'a gönderdi (24 Temmuz 1741). II. Frederic,
kendisine iyi temenni ve üzüntülerini bildirmiş olan Eflâk prensine
teşekkürlerini ve babasına Veziriazam tarafından gönderilen mektuptan
haberdâr bulunmadığını bildiren bir mektup yazdı: Oysa bu bir mazeretti,
zira cevapsız kalan mektubun alındığına dâir vesika Mareşal tarafından
imzalanmıştı ve Carlson'un elinde bulunuyordu (55). Prusyalı casusların
haberleşmelerini yerinde idare etmek üzere Yaş'a gönderilen Ghisen adında
bir şahıs, orada aniden öldü ve ortada ölümün zehirlenme sonucu meydana
geldiğine dâir bazı sebebler vardı (56). Böylece, Bonneval'in pe(53) Lumaca Perot, mesleği kuyumculuk olan bu kişi, saray için çalıştırılmak üzere beş bin duka altını ile Fransa'ya gönderildi. Lumaca,
Bunau'ya gönderdiği 30 Mayıs 1741 tarihli mektupta gizli servisde
çalışanların faaliyetleri hakkında bilgi veriyor.
(54) Hübsch, protestan, 1722'de İstanbul'a Şark Kumpanyasının temsilcisi
olarak geldi. Penkler Raporu.
(55) Carlson ve Eflâk prensinin birbirlerine gönderdikleri mektuplar
Avusturya İmparatorluk arşivlerinde bulunmaktadır.
(56) Carlson ve Bonneval, bu adamı Rusların zehirlediğini bildirdiler.
46
HAMMER
kiştirme ve güçlendirme gayretlerine rağmen, Prusya'nın Osmanlılarla temasları yeniden böylece kesilmiş oldu. Bonneval'e
gelince, projeleri bakımından tam bir başarısızlıkla karşı karşıya
kalıyordu. Bu projelerden biri İsveç'le yeni bir ittifak anlaşması
yapılması (57), diğeri protestan kolonileri kurulması (58), üçüncüsü
ise, bir mühendisler birliğinin ordu içinde yer almasıyla alâkalıydı.
Bu sonuncu proje münasebetiyle, yirmibeş yıl önce bir yabancı
mesâhacılar birliği kurulması hususunda (59) Fransız subayı
Rochefort tarafından Bâb-ı Âlî'ye sunulan plânı da canlandırıyordu.
Bu arada, Veziriâzam'a Avrupa devletlerinin durumu hakkında
(NOT: 3) muhtıralar, notlar takdim etmek suretiyle onun alâkasını
canlı tutmaya çalışıyordu. Bununla beraber, Bonneval, maceracı
Beaujeu'nün kral Theodore Neuhof'un memuru sıfatiyle Korsika
adasının Osmanlı devleti himayesine verilmesi vaitlerini
desteklemedi.
Çünkü Eflâk'da, daha önce, aynı vazifeyle görevlendirilmiş Hauer adında
birini içki içirerek ve türlü yollardan başdan çıkarmışlardı. Zâten II.
Frederic, kendisine karşı öldürmeyi veya zehirlemeyi hedef alan bir suikasd
rivayetini pek ciddiye almamıştı. Bu hususta, Fransa devlet nâzın Amelot
da Villeneuve'e şöyle yazıyordu: «Prusya kralı, Avusturya hükümetinin
kendisini öldürtmek için bir suikasd tertiplediğini iddia ediyor. İddiasına
göre, bu suikasd kendisi tarafından -tabiî, resmî görevlilerinin
yardımlarıyla- ortaya çıkarılmıştır. Bu suikasd tertibini bildirmek üzere
bütün Avrupa devletlerine yazılar gönderdi. Prusya kralı tarafından
gönderilen yazıların bir kopyasını mektubuma ekliyorum. Bundan da Berlin
ve Viyana hükümetlerinin bundan böyle barışmaz bir durum içinde
bulunacakları neticesini çıkarabilirsiniz.»
(57) İsveç kralıyla Osmanlı hükümeti arasında bir anlaşma teklifi.
(58) 1738 - 1739 yıllarında, bir protestan kolonisi kurulması hususunda
İsviçre'nin Zürich ve Berne kantonlarına teklifte bulunulmuştu. Taxelhofer
tarafından 19 Eylül 1743'de Bonneval'e Berne şehrinden gönderilen bir
mektupta bu kantonların bahis konusu kolonileri kabul etmelerinin mümkün
olmadığı ve doğuda bunların gerçekleşebileceği bildiriliyor, durumun
Prusya kralıyla diğer protestan hükümdarlara yazıldığı haber veriliyordu.
Avusturya, imparatorunun emrinde olan Orgeneral Taxelhofer, işlerin
yürütülmesinden duyduğu kırgınlıkla istifasını vermiş ve Bonneval'e
dostluk bağlarıyla bağlanmıştı. Bonneval, son durumu dikkate alarak bahis
konusu Protestanların Sultan'ın devletlerinde yerleştirilmeleri projesinin
akamete uğradığını, imkânsızlaştığını bildirdi.
(59) Osmanlı hükümeti emrinde yabancılardan oluşacak bir mühendisler
birliğinin orduda yer alması hususunda Rochefort tarafından verilen 1717
tarihli proje.
OSMANLI TARİHİ
47
NÂDİR ŞAH MUSUL'U BOŞUNA KUŞATIYOR
Yeni Veziriazam Esseyyid-Hasan Paşa basit bir yeniçeri olarak girdiği
ocakta bu teşkilâtın ağalığına yükselmiş ve Kızlar-ağası’nın güveniyle
İmparatorluğun en yüksek makamına getirilmişti. Kızlarağası onun
şahsında bu karışıklık döneminde devlet dümenini selâmetle tutacak ve
Nâdir Şâh'a karşı süregelen savaşı yürütebilecek kaabiliyeti gördüğü için bu
makama getirilmesinde ağırlığını koymuştu. Bağdad valisi Ahmed Paşa,
Nâdir Şâh'a karşı savaşı şiddetlendirmenin mümkün olup olmadığını
yoklaması ve bu hususta tam bir fikir edinmesi için kâhyası Mehmed
Ağa'yı İstanbul'a göndermiş, daha sonra da kâhyayı Nâdir Şâh'ın
ordugâhına bir barış yoklaması bahanesiyle yollamıştı. Asıl maksadı
Nâdir'in durumunu öğrenmekti. Mehmed Ağa, Şâh'ı Bağdad'a beş konak
mesafedeki Mendeli'de bulmuştu. Şâh, yirmibin İran askerinin başında
memleketin bütün hasadını yağmalamış durumdaydı. Daha sonra, kendisine
Halifeler Halifesi unvanı verilen ve yirmibin askerle Helle üzerine yürüyen
İran başkumandanı ile karşılaşmıştı. Başkuman dan, Mehmed Ağa’nın
Bağdad'a dönmesine müsaade etmişti. Bağdad Valisi Ahmed Paşa, kâhyası
Mehmed Ağa'yı ikinci defa Ker-kük'deki ordugâhında bulunan Nâdir Şâh'a
gönderdi. Nâdir Şâh yüzbiıı kişilik bir ordunun başında bulunuyordu. Dicle
ve Sab nehirleri üzerine iki köprü kurduktan ve bunların savunması için
palangalar yaptırdıktan sonra bütün hasadı yağmalamıştı. Bir tek buğday
tanesi bile bırakmamacasma uygulanan bu yağma yüzünden Bağdad'da
korkunç bir kıtlık ve açlık hüküm sürmekteydi (60). Nâdir Şâh, Mehmed
Ağa'yı, gayesinin savaş değil barış olduğu ve sadece beşinci mezhebin,
Câferiye'nin tanınması için silâhlanmış bulunduğu hususunda dostluk
teminatları vererek göndermişti.
Veziriazam Ali Paşa’nın azlinden sonra, Mehmed Ağa, bundan böyle
her türlü muhaberâtın, yazışmanın bir faydası olmayacağını kendisine
bildirmesi emriyle Ahmed Paşa'ya gönderildi; Abdullah bey, beşinci
mezhebin kanuna aykırı olduğunu bildirerek İran savaşını meşrulaştıran
fetvayı Musul valisi Hüseyin Paşa'ya götürmekle
görevlendirildi.
Büyük-Mirâhur
(60) Suphi, f. 223, Unun tagharı (İstanbul'da 20 kilo) yüzseksen kuruşa
yükseldi; pirincin tagharı ücyüz altmışa.
4S
HAMMER
Abdullah Bey, birliklerini kaldırması için Diyarbekir valisine
yirminin kuruş götürmek üzere payitahttan ayrıldı (61). Bâb-ı
Âli'nin olumsuz cevabını alır almaz, Nâdir Şah Musul'u muha
sara etmek üzere Kerkük'den ayrıldı ve bayraklarını bu şeh
rin doğusundaki
Jonas'ın mezarı üzerine dikti (13
Eylül 1743 - 24 Receb 1156). Şehrin etrafına yüzaltmış top ve
ikiyüzotuz havan topundan oluşan ondört batarya dizdi; bu
toplar ara vermeden kaleye ateş yağdırıyorlardı, ön taraf ye
rine arka tarafta patlatılan ondört lağım îran lağımcılarının
hayatlarına maloldu. Yedisi genel olmak üzere şehir üzerine
oniki taarruz yapıldı. Otuzbin askerden oluşan ve birliklerinin
başında bulunan Haleb valisi dikkate değer cesaret örnekleri
verdi. Otuz günlük bir muhasaradan sonra, otuzbin askerini
kaybeden Nâdir Şah Musul'u almaktan vazgeçti. Birlikleri ma
neviyât bakımından bitkin bir haldeydi ve bu durumda Bâb-ı
Âlî tarafından desteklenen ve İran tahtı üzerinde hak iddiasın
da bulunan Saffî Mirza’ınn Erzurum'dan Kars üzerine yürüdü
ğünü haber aldı (20 Ekim 1743 - 2 Ramazan 1156). Ric'at yürü
yüşü sırasında Senne boğazında Türklerin hücumuna uğradı
ve yenildi (62). Bu zaferi, emirlerinde yüzer bin kişilik ordular
bulunan ve iki taraftan hücuma geçen Musul ve Bağdad seras
kerleri kazanmışlardı; ayrıca düşmanı boğazın içinde takibetmişlerdi. Saray ve Tophane toplarının salvo atışlarıyla payitah
ta duyurulan zaferin şenliklerle kutlanmasından sonra, her ve
ziriazam değişikliğinde görüldüğü gibi idarede geniş ölçüde ata
malar, azil ve nakillerle karşılaşıldı (63). Yapılan değişiklikler
hayli önemli sayılabilirdi (64).
(61) Suphi, f. 233 ve 234. Mehdi, Abdullah'a efendi demekle hatâya düşüyor. Büyük-mirâhur, eğer bey değilse ağadır, ama efendi unvanı taşımaz.
(62) Suphi, 255, ayın 25'inin cumaya rastladığını söylüyor, cuma 24 olacak.
(63) Musul'un kurtuluş hikâyesi Temeşvarh Melek Efendi Tarihi'nde anlatılmaktadır.
(64) Reisefendi yerinde bırakıldı, deftereminliğine eski Reisefendi Mustafa Efendi getirildi; eski defterdar Yusuf nişancılığa atandı; ruzname-i evvelliğe Kesireli; eski defterdar Mehmed Bey muhasebe-i
evvelliğe; küçük ruznâmeye Abdulbâki Efendi getirildiler. Muhasebe
dairesine; Rumeli. Anadolu, Mekke, Medine vergi dairelerine; vakıflar reisliğine; sipahiler, piyadeler, silâhdar ve cebeci murakabeciliklerine (kontrol), tezkireci kâtip yardımcılığına ve beylikçiliğe
(Reisefendi Dâiresi) atamalar yapıldı. Son olarak da İmparatorluk
OSMANLI TARİHİ
49
Esirleri kurtarmadaki ihmaliyle Rusya'nın şikâyetine se-beb olan
Kırım hanı Selâmet-Giray azledildi ve hanlık makamı Kaplan-Giray'ın oğlu
Selim Giray'a ikinci defa olarak verildi (65). Sultan, hanlık fermaniyle
birlikte üç şeref nü'ati, ba-lıkçılkuşu tüyünden iki sorguç ve dörtbin duka
altını gönderdi; bunlar Şahinci İbrahim Ağa tarafından kendisine verildi.
Eski han Gelibolu yakınındaki küçük çiftliğinde oturmak müsaadesi aldı.
Dağistan'da, Nâdir Şâh buralarını işgali sırasında onun hâkimiyetini kabul
etmiş olan Kaytaklar, Koumouklar prensleri azledildiler ve GhaziKoumouklar hanlığı eski Şircan hanı So-urkhai'nin oğlu Mehmed Bey'e
verildi (66).
TEŞRİFAT EFENDİSİNİN BAŞI TEHLİKEDE
İşaret edilmeğe değer bir vak'a da teşrifat reisi Akif Mehmed
Efendi'nin gözden düşmesi oldu. Teşrifat reisi, bayram do-layısiyle
Sultan’ın eli öpülmesi merasiminde, Yeniçerilerden sonra gelmeleri
icâbeden tüfekçi, topçu ve topçu katarları reislerine önceki sırayı verdi.
Bunun derhal farkına varıldı ve Yeniçerilerin bir maraza çıkarmalarından
çekinen Sultan, teşrifat reisinin idam edilmesi emrini verdi. Veziriazam,
Reisefendi ve Yeniçeriağası şefaatçi olarak müdâhalede bulundular;
böylece idam cezası, Tenedos adasında sürgüne dönüştürüldü. Mesele bu
suretle örtbas edilmiş oldu. Şeker bayramından sonra, valilerin tâyinlerinin
ve Bâb-ı Âli'de yükselenlerin ilân edildiği dönemde Birinci Ahmed
zamanından beri âdet haline gelen iki ziyafet verildi: Bunların ilkini
Yeniçeriağası Veziriazam şerefine, ikincisini Veziriazam Sultan şerefine
hazırlıyordu. Bu iki ziyafet, aynı zamanda Ramazan ayının ilk yirmiüç
gecesi boyunca Veziriâzam'ın Bâb-ı Âlî nazırlarına, ondört sultan ca-miinin
ondört imamına, Şeyhülislâm'a, Kapdan-ı deryaya, Anadolu ve Rumeli
Kadıaskerlerine, müteakip oniki günde mollatarihçiliğine Suphi Mehmed Bey atandı. Bu liste, elçilerin raporlarına eklenen ilk liste oldu.
(65) Suphi, f. 236. Selâmet-Giray’ın hanlığı Siesrenzcewiez*de sükûtla geçiştirilmiştir.
<66) Mehdî Tarihi, I. VI, Fas. 7. Jones hatalı olarak Sourkhai yerine
Serkhai demektedir.
Hammer Tarihi. C: VIII. F.: 4
50
HAMMER
lara, müderrislere, sonra Yeniçeri kurmay heyetine, süvari, tüfekçi ve
topçu paşalarıyla nakliye paşasına, bütün dâire reislerine olduğu gibi
defterdara, Sancak-ı Şerif alemdarına, İmparatorluk Üzengi
Beylerine, eski nazır ve valilere verilen ziyafetleri sona erdiriyor,
onları taçlandırıyordu. Bu defa Sultan, Bâb-ı Âlî sarayında ağırlandı.
Çavuşların «Yaşa!» sadâları arasında Veziriâzam'ın yol göstericilik
ettiği, koltuğuna silahdar-la girdikleri Sultan, büyük salona alındı.
Medine'de şehir garnizonundan birçok asker, şehirde silah
kullanmanın yasak olduğunu unutarak mabedin içinde bile birbirlerine ateş edecek ve Sultan'ın mabede tazimlerini bildirmek üzere
en son gönderdiği mücevherli avize ve diğer eşyaya zarar verecek
kadar kendilerini unutmuşlardı. Kutsal mahal ve eşyaya karşı işlenen
bu suçun cezalandırılması işi şerife, kadıya ve Mekke şeyhine havale
edildi. Bu vesileyle Cidde valisinin yerine, evvelce bu görevi yirmi
yıl yürütmüş olan ve o sırada Mora'da vergi toplamakta bulunan
vezir Ebubekir Paşa atandı. Eski Mısır valisi ve daha sonra Kapdan-ı
deryalığa getirilen Yahya Paşa, Pîr-Mustafa Paşa ile yer değiştirerek
kale muhafızı göreviyle Belgrad'a gönderildi.
Mısır'da karışıklıklar başgöstermişti: Mısır hac kervanları
idarecisi Ömer Beğ, düşmanları tarafından Kahire'den kovulmuştu;
Osmanlı İmparatorluğunun son Fransa elçisi Said Meh-med, Bâb-ı
Âlî adına bu şehirde Osman Beğ'in elinden alınan malları geri almak,
üç mezheb mensupları arasmda vergileri hakkaniyetle bölüştürmek
ve İskenderiye limanında demirli bulunan imparatorluk gemileri
mürettebatını teftiş etmek gibi üçlü bir görevle Kahire'ye gönderildi.
Devlet hazinesini doldurmak için alınan tedbirler, İran'la savaşın
zorunlu hale getirdiği devletin mâlî gücünü arttırmak tedbirleri, Bâb-ı
Âlî'nin dikkatini Hekimoğlu Ali Paşa'nın Vezi-riâzamhğı
döneminden beri Retimo valisi olan eski Veziriazam Kabakulak
üzerine çekiyordu; on yıldır vali olan bu eski Veziriazam idam edildi
ve mallarına elkondu. Viyana elçiliğinden sonra Tersane amirliğine,
oradan da defterdarlık görevine getirilen Canip Ali öldü ve
mirasından beşyüz kese vergi alındı. Onun yerine seksenlik Sadullah,
çifte göreve birden getirildi; böylesi vergi bakımından elverişliydi ve
aynca yerine geçecek
OSMANLI TARİHÎ
51
kişi de fazla beklemeyecekti. Yahya Paşa'nın yerine, vezir vali olarak
Kâhyabey Mehmed Ağa atandı; Kos adasına sürülen Kaytaş Ali Paşa
dörtyüz kese vergi ödemek zorunda kaldı. Ça-vuşbaşı Siruzi'nin makamı
vergi sorumlusu Abdi Ağa'ya, ondan boşalan geliri bol makam da
Reisefendi Râgıb'ın kayın biraderi Mollacıkzâde Ali Ağa'ya uygun
görüldü.
RÂGIB'IN KAHİRE, KESRİYELİ'NİN ERZURUM
VALİLİKLERİNE ATANMALARI; SERASKER
İRAN ÜZERİNE YÜRÜYOR
Hollanda, Macar, Venedik dukalarının değerleri düşürüldü (67).,
Veziriazam tarafından memleketine dönüş izni münasebetiyle muhteşem
bir törenle huzura kabul edilen ve Sultan tarafından kendisine veda
mektubu verilmiş olan Hollanda elçisi Calcoen, ferman mahiyetindeki bu
mektupların raporunu boş yere taleb etti (4 Nisan 1744 - 20 Safer 1157).
Reisefendi sı-fatiyle bu kabul töreninde bulunmuş olan Râgıb kısa bir
zaman sonra Vezir-vali olarak Mısır'a atandı (68). Reisefendi makamı
görevleri, yeniden, İran ve Belgrad barış anlaşmalarına olağanüstü yetkili
murahhas olarak İmparatorluk adına katılmış olan, Mekke dönüşünde
matbaanın müdürlüğüne getirilen Elhac -Mustafa Efendi'ye verildi (24
Nisan 1744 - 11 Rebiul'evvel 1157). Reisefendi Ragıb’ın vezirliğe
yükseltilmesi ve İstanbul'dan uzaklaştırılmasının sebebi, kendisinin Bâb-ı
Âlî tarafından Nâdir Şâh'a karşı yakınlık beslediğinden şüphe edilen
Belgrad valisi Ahmed Paşa ile yakın dostluk münasebetleri sürdürmesiydi.
Eski bir yeniçeri olan, okuma ve yazma bilmeyen Veziriazam, bilgili
Reisefendi Râgıb’ın Sultan üzerindeki tesirini Sultan'ın gözdesi
Kesriyeli'ninkinden daha az kıskanmıyordu ve Kesri-yeli'yi karargâh
defterdarı olarak Erzurum'a göndererek saraydan uzaklaştırdı.
Bu
atamanın yapıldığı gün gidip, evvelce
(67) O zaman paralarının değerleriyle alâkalı birçok fetva, Müftü Abdülkerim Efendi'nin 1827 (1243) yılında basılan 2 ciltlik eserinde yer
almış bulunmaktadır. Bu eserde verilen bilgilerde Türk parasının
değerinin bu fetvalar uyarınca sürekli arttırıldığı görülmektedir.
(68) İzi, f. 5. Defteremini, İmparatorluk müverrihi, Ragıb’ın Samına (tesirli düşünce) unvâniyle Mısır valiliğine tâyini dolayısiyle esirlerini
böyle makamlara getiren Sultan'ın muazzam iktidarına dikkati çekiyor.
52
HAMMER
Kesriyeli'nin tekelinde bulunan yüksek iktidarı nihayet Sultan'-nı eline
geçmesi bakımından Kızlarağasını tebrik etti; böylece, kendi iktidarı
konusunda kıskanç olan Kızlarağasını tatmin etmiş oluyordu; zira ağa,
Kesriyeli'nin dostu olduğundan bu tedbirin gerçekleştirilmesinde hiçbir
suretle iştiraki yoktu; böylece atama meselesinden alınmamasını sağlamış
oluyordu.
Savaş harekâtını şahsen idare ettiği halde, Veziriâzam'ın
Kızlarağasınm kendisine Serasker - Veziriazam unvanını veren sonsuz
iktidarını elinden almasından korkan ve İmparatorluk sarayında idareyi
ellerinde bulunduran üç kişi, yâni, hareme ve hazîneye hükmeden iki
harem ağasiyle Avrupalı elçilerin kendisine «Sultan'ın kardinali» adını
taktıkları mağrur adam imam Piri Efendi, onun İstanbul'da kalmasını
kararlaştırdılar.
Bu sırada, İran savaşma ayrılan üç orduyu takviye etmek
gerektiğinden ve bütün dikkatler İran tahtı üzerinde iddiası bulunan
Saffî'nin gönderildiği Kars şehri üzerinde toplandığından, oraya acele
takviye birlikleri gönderilmesine karar verildi. Nâdir Şâh, üç ordu ile savaş
harekâtını sürdürüyordu. Bunlardan biri bir hanın kumandasmdaydı ve
Kars üzerine yürüdü; Nâdir'in oğlu Şahruh'un kumandasına verilmiş olan
ikinci ordu Erivan üzerine harekete geçti, bizzat Nâdir'in kumandasında
bulunan üçüncü ordu ise Tebriz yolunu tuttu. Seraskerlerin kumanda ettiği
üç Osmanlı ordusuna gelince, bunlar Kars, Diyar-bekir ve Bağdad üzerine
yürüdüler. Rakka valisi Hamalzâde Ahmed Paşa’ınn yeri, ilerlemiş yaşı
gözönünde tutularak, sondan bir önceki Veziriazam Ahmed ile değiştirildi
ve kendisine onbeşbin kuruş ihsanda bulunuldu. Vefat etmiş olan
Diyarbekir seraskeri Ali Paşa’ınn makamı, Haleb (69) valisi Hüseyin Paşa'ya verildi; bu vesileyle, ordusunun donatımında sarfedilmek üzere
onbeşbin kuruş gönderildi; Bağdad valisi Ahmed Paşa serasker olarak
atandı (Mart 1744 - Safer 1157). Musul muhafızlığına Abdülcelilzâde
Hüseyin Paşa atandı (o zamandan itibaren bu valilik veraset yoluyla bu
ailede kaldı) ve vezir Meh-med Paşa Aydm valiliğine getirildi. Eflâk
voyvodası Michel Ra(69) Safî Mirza lehinde Tripoli, Anadolu, Sivas, Rumeli, Kars valilerine
gönderilen Şubat 1744 tarihli fermanlar gibi, Rabiul'âhir (Haziran
ortası 1744) tarihli emir Avusturya İmparatorluk Kütüphanesi'ndedir.
OSMANLI TARİHİ
53
koviza, vergi toplamada haraççılık yaptığından, suçlu görülerek
cezalandırıldı (25 Mayıs 1744 - 15 Rebi'ulâhir 1157). Boynuzlu
hayvanlar (70) üzerinden kaldırılan verginin yeniden yürürlüğe
konmasından tatmin olmayan voyvoda, evvelce mevcut (71) dört
hayvan üzerine de çeyrek vergi koymuş, bu da azline yol açmış ve
yerine dördüncü defa olarak Costantin Maurocor-dato getirilmiş,
fakat voyvodalığı selefininki gibi üç yıl sürmüş, bu da kendisine
onikibin kese akçaya malolmuştu. Rakoviza Sakız adasına sürüldü.
Üç hafta önce, Kapdan-ı derya Ahmed Paşa kumandasındaki
Türk donanması, her zaman olduğu gibi, Akdeniz yönünde yelken
açmıştı (25 Nisan 1744 - 12 Rebiul'evvel 1157). O zamana kadar
Kapdan-ı derya Ahmed Paşa’nın sorumluluğuna bırakılan özi kalesi
yapı ve tamir işleri Rhodes beyi ile birlikte Özi valisine havale
edildi; bu münasebetle donanmaya bağlı bütün üçüncü saf gemiler
(72) Karadeniz'e gönderildi.
Veziriazam, İngiltere ile Fransa arasında bir savaş çıktığı
takdirde, Osmanlı hâkimiyeti altında, denizden tarafsızlığı gözetmek
prensibi üzerinde anlaşmak üzere deniz devletleri elçilerini
makamına davet etti, bu tedbir de Bonneval'den gelme bir fikirdi.
Yapılan anlaşmalara uygun olarak, deniz haritası üzerinde Sidra
körfezinden başlayarak Arta körfezine kadar bir çizgi çizildi ve bu
çizginin içinde görülmeleri bütün korsanlara yasaklandı; İngiliz
elçisine, Fransız, İngiliz, Hollanda ve Avusturya savaş gemilerinin
Osmanlı denizlerinde her türlü hasmane hareketlere girişmelerinin
yasaklandığı bir beyannameyle bildirildi. Bu tarafsızlık beyam, Bâbı Âlî'nin insan haklarına uygun olarak düzenlediği ilk resmî vesikadır
(73).
Şimdi Musul muhasarasını kaldırdıktan sonra Kerkük üzerine
çekilen Nâdir Şâh’ın yamna ve Bağdad valisi Ahmed Paşa ile
girişilen müzâkereler zamanına dönelim. Nâdir Şâh, uğradığı
mağlûbiyete rağmen ancak Ahmed Paşa ile müzâkerelerde
(70) Engel'in, s. 21, Eflâk Tarihi'ne bakınız.
(71) Sıpert. İzi, f. e.
(72) Penkler'in Kapdan-ı deryaya verilen emre çıkardığı kopyası İmparatorluk
arşivlerinde bulunmaktadır.
'73) Penkler'in Mayıs 1744 tarihli raporu.* Beyanname İmparatorluk ar
şivlerindedir ve 1 Receb 1157 (10 Ağustos 1744) tarihlidir.
~Mft
54
S^HHSHRİ
HAMMER
bulunacağını bildirmiş, Bâb-ı Âlî de tran hükümdarının bu isteğine
uymak zorunda kalmıştı. Bâb-ı Âlî Ahmed Paşa'ya- tam yetki
vesikalarını gönderirken, bunlara bir hil'atle yüz kese para tutan
hediyeyi de ekledi ve hepsi birden kâhyası aracılığıyla kendisine
teslim edildi. Bu sırada Ahmed Paşa’nın kâtibi, Nâdir Şâh'ın iki
elçisiyle müzâkerelere başlamıştı. Bu elçiler, şâh adına, Mekke'de
beşinci bir mescit kurulması hususunda ısrarda bulunmuşlardı;
ayrıca, şâh lehine olarak Hûveyze aşiretlerinin hükümranlığından
vazgeçilmesini, İran tahtı üzerinde hak iddiasında bulunan Sâfî'nin
sınır dışına çıkarılmasını, esirlerin serbest bırakılmalarını, Iran
hacılarının adam başına alınan toplam yirmibeş kuruş tutan vergiden
muaf tutulmalarını istiyorlardı. Ayrıca, Nâdir Şâh, Belh'li, Buharalı,
Kerbelâ ve Helle'li din ulemâsını toplamış ve bunlar Câferiye
mezhebini beşinci mezheb olarak ilân etmişlerdi. Bu vesileden
yararlanmak isteyen Nâdir Şâh, Türk ulemâsını kendi dâvasına
kazanmak maksadiyle, İranlı meslekdaşlarının, yetkili kadıların hükmünü onlara bildiren bir beyanname yayınlamıştı. Bizzat, JEbu
Hanife, şehid Ali ve Hüseyin hazretlerinin Necef ve Kerbelâ'da
bulunan mezarlarını ziyaret ettiği gibi, Kerbelâ camiinin kubbesinin
altın yaldız işlerini yaptırmış, geçtiği her yerde Ahmed Paşa
tarafından gönderilen elçiler tarafından karşılanarak kendisine saygı
gösterilmiştir.
Müteâkib baharda, Nâdir Şâh, beklediği barış haberlerini alacak
yerde Bâb-ı Âlî. tarafından yayınlanan bir uyarı bildirisiyle
karşılaştı. Bu vesikada İran tahtı üzerinde hak iddiasında bulunan
Safî Mirza'nın lehinde bir dil kullanılıyor ve İranın iyi ilişkiler
sürdürdüğü Dağıstan, Osmai ve Surkhai prensleriyle ittifak
anlaşması yapıldığından sözediyordu.
Bu olaylar cereyan ettiği sırada, Gürcistan'da ilerleyen Ahis-kah
Yusuf Paşa, Tahmuras han, Kakheti prensi ve Ali han tarafından tam
bir yenilgiye uğratıldı. Nâdir Şâh, Tahmuras hanı, kendisine Karthîi
valiliğini, oğlu Irakli'ye Kakheti valiliklerini vermek suretiyle
mükâfatlandırdı. Bu sonuncu eyalet yarım asır süresince Irakli'nin
idaresinde kaldı; kendisi ancak on-sekizinci asrın sonuna doğru öldü.
Bu, Kakheti'yi idare eden bu soydan prenslerin sonuncusudur (74).
(74) Mehdi Tarihi. Irakli adı bu tarihte Czeikli şeklinde değişmiştir. Irak-
OSMANU TARİHİ
oo
Nâdir Şâh'a gelince, kendisi, aynı adı taşıyan ve Iran tarafından
Osmanlı İmparatorluğunu savunan güçlü bir tahkimata sahib Kars şehri
üzerine yürüdü, Türk ordusunun en seçkin birlikleri de burada
bulunuyordu. Nâdir Şah, kaleden iki fersah mesafede bulunan güneydeki
bir tepenin zirvesinde karargâh kurdu. Orada beş gün süren bir savaş
sonunda düşmanı püskürttü (31 Mayıs 1744 - 18 Rebiul'âhir 1157). İki gün
sonra Nâdir Şâh, bir nehrin kenarında bulunan ve şehrin batısından birbuçuk fersah uzaklıkta, Erzurum yolu üzerindeki Künbed kasabası yakınma
yerleşti. Bu mevkie hâkim olunca, tuğla bir hisar inşa ederek Karslılarm
kullandıkları suyun akışım kesme teşebbüslerine girişti. Fakat, Osmanlı
seraskeri onun bu projeyi uygulamasına mâni oldu. Şâh'ın, vadiyi geçmek
için Kems-sur kasabası karşısındaki geçidi zorlama teşebbüsünü kolaylıkla
boşa çıkardı. Müfrezeler ve keşif kolları arasında hafif çarpışmalarla dolu
bir ay sonunda, Nâdir Şâh, Künbed kasabasının ötesindeki Feriköy'de
yerleştikten sonra, Kemssur ve Azad-köy kasabasında, hemen hemen
Osmanlı ordugâhının karşısında mevzilendi. Orada, oniki kola ayrılan
ordusunun kumandasını ele aidi; son derece kanlı cereyan eden savaş, sekiz
saat sürdü. İki han, iki paşa ve binlerce askerin cesedi savaş meydanında
kaldı (75) (24 Ağustos 1744 - 15 Receb 1157). Nâdir Şâh, sonu gelmeyen
barış teklifleriyle Türk seraskeri oyalamaya dayanan politikasını
uygulamaya koymaktan geri kalmadı. Bu teklifleri incelemesi hususunda
Bâb-ı Âlî tarafından hiçbir suretle göreviendirilmediği halde, ordudan
yükselen bıkkınlık homurdanmaları, hilebaz defterdar Kesriyeli'nin tesiri,
seraskeri bu teklifler üzerinde durmak zorunda bıraktı. Müzakereci olarak
(76) Kesriyeli'yi, Murteza Paşa ve Ali Efendi'yi seçti; bunlar Nâdir Şâh'ın
ordugâhına gittiler.
li 1798'de öldü. Kakheti krallarının şecereleri için Klaproth Seyahatnâmesi'nin ikinci bölümüne bakınız; tarihlerini de Kafkasya'nın
Tarihî, Coğrafî, Etnografik ve Politik Tablosu adını taşıyan eserinde
bulabilirsiniz.
(75) Mehdî tarihinde bu savaştan bahsedilmediği gibi, Nâdir Şâh üzerine
yazılmış çeşitli tarihlerde de ele a'ınmamaktadır. Savaş, kanlı hâtırası
olan Saint-Barthelemy günü cereyan etmiştir. İzi, f. 10. Mehdî Tarihi
(76) Abdurrahman Paşa ile Kesriyeli'nin müzâkerelere resmen memur
edildiklerini yanlış olarak yazmaktadır. Osmanlı ve İran müverrihleri
barış tekliflerinin geldiği tarafı karşı taraf olarak göstererek çelişkiye
düşmektedirler; bununla beraber
56
HAMMER
KESRİYELİ'NİN GÖREVİ
Sultan'ın eski gözdesi Kesriyeli, barışın acele imzalanması hususunda
Sultanla doğrudan, vasıtasız görüşmek gerektiğine Nâdir Şâh'ı inandırdı
veya şahın kendisi buna inanmak istedi; meselenin Veziriâzam'a veya
seraskere bırakılması işi uzatacaktı. Nâdir Şâh'ın ordugâhından çıkınca
seraskerin ordugâhına dönmesi gereken Kesriyeli, görevini o derece hiçe
saydı ki doğruca İstanbul'un yolunu tuttu. Ne var ki, yaptığı işin haberi
İstanbul'a Kesriyeli'den önce varmıştı ve yolda, seraskerin davranışını
tasvib ve Kesriyeli'nin hareketini kınayan Hatt-ı Şerifle karşılaştı. Hatt-ı
Şerifde Kesriyeli sadece aşırı derecede kınanmakla yakayı kurtaramıyor,
pâdişâh onu Samsun'da hapsedilmesi emrini vererek cezalandırıyordu (77).
KARS KUŞATMASININ KALKMASI
Bu olayı öğrenen Nâdir Şâh, Kars şehrinin muhasarasını daha da
şiddetlendirdi (13 Eylül 1744 - 5 Şaban 1157). Osmanlı kuvvetlerine
gelince, birlikler şu şekilde mevzilendirildi: Casus (78) dağındaki en
önemli mevkie Tırhala Beylerbeyi Murteza Paşa Yeniçerilerin dördüncü
ferik Paşasiyle yerleştirildi; demir tel imalathanesi burcuna ve Behrampaşa
Kapısı'na Trabzon valisi Selim Paşa, Ankara, Yenişehir, Niğde ve Kütahya
sancakları birlikleriyle; büyük mahallede cami önünde inşa edilmiş burca
Erzurum valisi Veli Paşa, diğer üç Paşa ile birlikte soldaki burca kadar
uzanan hat üzerinde; soldaki burca Niko-medi sancağı birlikleri ve oradan
su kenarına kadar milisler ve. Levendlerin (79) başında serasker Ahmed
Paşa-, Veli Paşa’nın sağ tarafındaki mahal de dahil olmak ve buna tahta
köprü de eklenmek üzere Mustafa Paşa mevzilendirildiler; ordugâh çavuşbaşısı az evvel sözü edilen caminin ilerisinde ve nehrin öteki yakasında
bulunan tepenin önüne yerleştirilen topçu kuvvetelçilik raporları tekliflerin Nâdir Şâh'dan geldiği ve Kesriyeli'nin
manevralarıyla belirli bir durum kazandığında birleşmektedirler.
(77) İzi, f. 10. Mehdî han, I -VI, Fas. 14, Kesriyeli yerine Kisreli, Ahiska
yerine Akhezke, Akhalkalek yerine Akhelkhük, Gence yerine Cang
vb. yazmaktadır.
(78) GözcÜtepe.
(79) Levend veya Divâne.
OSMANLI TARİHİ
57
lerine kumanda ediyordu ve tep*, ile nehrin altından akdığı bina ve civarı
Alâiye, Karahisar ve İçel sancakları tarafından tutuluyordu ve bu birlikler
etrafında yeni askere alınan Dalkılıçların bulunduğu mahal bayrakdar
Ahmed Paşa'ya verilmişti; Timurpaşa Burcu metrisleri üzerinde ve nehir
kıyısına kadar Yeniçeri birinci feriki Paşa bütün kuvvetleriyle mevzilenmişti; bu »burcun üzerinde ve kayalık arazinin çıkıntı yaptığı yerde, kapının
(80) yanında Karaman Beylerbeyi Abdullah Paşa, çetecibaşı "Paşası olarak,
Amasya sancak askerleri ve Yörük-lerle (81) mevzie girmişti; seraskere
gelince, kalenin ilerisinde kurulan çadırına gidecek yerde, tahta köprü
yakınındaki bir evde ordugâhını faaliyete geçirmişti. Nadir Şah, Künbed
kasabasından ayrılarak, siperler ve kulelerle çevrelediği şehre yaklaşmıştı.
Sahra toplarını Timurpaşa Burcu'nun batısındaki tepelerden daha önceden
ateş ettirmeğe başlamıştı; ertesi gün bir genel taarruz tasarlamıştı ki,
şafaktan önce İranlılar üstün Osmanlı kuvvetleri tarafından kuşatıldı, dokuz
sahra topuyla bütün ağırlıklarını (82) bırakarak kaçtılar (19 Eylül 1744 - 11
Şaban 1157). Üç hafta sonra şehre giden bir vadide mevzilenen İranlılar, 30
ilâ 40 kalibrelik onaltı büyük topla, pek büyük zarar vermemekle beraber
ateş etmeğe başladılar ve dayanılamaya-cak bir soğuk onları çekilmeğe
mecbur bırakıncaya kadar ateşi sürdürdüler (9 Ekim 1744 - 2 Ramazan
1157).
HİNDİSTAN ELÇİLİK HEYETİ
Kars muhasarası esnasında, İstanbul'a Hindistan şahı bü-yük-mogol
Nasireddin Mehmed'den bir elçi geldi. Bu elçi, Se-yîd Ataullah adında eski
bir Buhara'lı tacirdi ve evvelce İstanbul'da yirmiiki yü yaşamıştı. Mekke'de
hac farizasını da yerine getiren elçi, o dönemin Veziriazamı İbrahim'den
hükümdarına karşı sevgi dolu bir mektub almıştı.- Elçinin bu defa beraberinde getirdiği mektupta, sevimli kelimelerle ifade edilmiş protestolar yer
alıyordu-, fakat, Hindistan nazırlarından getirdiği mektuplarda Nâdir Şâh'ın
Hindistan istilâsının sebeb oldu(80) Seraskerin raporuna (İmparatorluk Arşivleri'nde) ve Mehdîfhan Tarihi'ne bakınız, I-VI, Fas. 14 (Almanca tercümesi, s. 385*, muhasaradan tek kelimeyle söz etmemektedir.
(81) Evlâd-ı fatihan: Fâtihlerin çocukları.
(82) Develer üzerindeki yükler.
nem7 ■
____________________________
58
HAMMER
ğu kötülükler hazin bir dille tasvir ediliyor ve İran tahtını gas-beden bu
adama karşı Osmanlı yardımı ve ittifakı rica yollu isteniyordu. Hindistan
elçisi muhteşem bir törenle huzura kabul edildi ve Bâb-ı Âlî, elçinin
getirdiği mesaja, onunla birlikte, elçi olarak, dörtyüz çağdaş Türk şâirinin
biyografilerini kaleme almış bulunan ilim adamı, maliye baş tezkirecisini
Hindistan'a gönderdi. Sultan, yazdığı cevapta, doğrudan bu ülkenin hükümdarına hitabetti; Veziriazam ise hükümdarın biri Nizâmülmülk, diğeri
Kamereddin adını taşıyan iki vezirine yazdı. Şeyhülislâm, Kızlarağası,
Yeniçeriağası da kendilerine, gönderilen mektuplara cevap verdiler; bu
mektuplarda müphem dostluk serzenişlerinde bulunmakla yetindiler (83).
Bu Hindistan elçiliğinin Bonneval'in birtakım tertiplerinin neticesi
olduğuna inanmak için bazı sebebler mevcuttur. Zira, bir hâtırat olarak
tutulan notlarda, Bâb-ı Âlî'nin bu sadık dostunun üç yıl önce Fransız
elçisine gönderdiği mektupta, büyük-mogol ile Sultan arasında Nâdir'Şâh'a
karşı bir ittifakın lüzumuna isbatm gayret izleri bulunmaktadır.
ARACILIKLA ALÂKALI ANLAŞMA
Viyana elçiliği eski kâtibi, daha sonra Niemirov* ve Belgrad barış
müzâkerelerinde olağanüstü yetkili murahhas olarak bulunmuş olan
Reisefendi Mustafa, aracılık ve garantiden söz edildiğini duyduğundan,
Bâb-ı Âlî'nin (84) aracılığını istemeğe davet etmek suretiyle Avrupa'da
savaşan devletleri barıştırmayı hedef alan bir proje oluşturmuştu. Bâb-ı
Âlî'nin hıristiyan devletlerin aracısı hüviyetinde ortaya çıkarmaktan başka
bir işe yaramayacak bu âkibeti meçhul plânı ilk tasvib etmeyen Bon-neval
oldu. Bonneval, aracının elinde silah olmadıkça savaşan taraflar arasına
girmesinin hiçbir tesiri olamayacağını biliyordu: Aracılığın bundan başka
türlüsü sadece gülünç olurdu; Bâb-ı
(83) Aynı eserde (İzi) Şâh'ın mektubuna bakınız ve Hindistan elçisine ve
Türk elçisi Salime verilen güven mektuplarında, f. 15, birincisinde
bir, ikincisinde iki düzine Arabca vecize bulunmaktadır. Diplomatik
raporlarda sonradan yapılması düşünülen savunma ve saldırı
ittifakından bahse rastlanmamaktadır. Salim'e verilen mektupta da
öyle.
(84) Utrecht Gazetesi bu aracılığın 27 Ocak ve 7 Şubatta yapılan iki
toplantıda kararlaştırıldığını bildirince, sırrı açıklayan yaşlı ve genç
İbrahimler bunu başlarını vererek ödediler.
OSMANLI TARİHİ
59
Âlî'nin elinde ne filolar, ne de ordular vardı. Bununla beraber, Bonneval
tarafından ileri sürülen görüşlere uyularak yapılan değişikliklerden sonra
bütün Avrupa devletlerine aracılıkla alâkalı bir tamim gönderildi; bu
hükümetlerden hiçbiri, plânın sahibi Reisefendi'ye karşı çıkmak, arayı
açmak istemediklerinden büyük bir kararsızlık içinde kaldılar.
Hükümetlerin verecekleri cevap beklendi ve sadece kaçamak yollu
cevaplar alındı (Mart 1745). Yalnız Venedik hükümeti arabuluculuğu kabul
etmeğe razı oldu (85). Fransa ile İngiltere arasında tarafsızlığı belirten
tamimde (sirküler) sayılan deniz devletleri arasına bile alınmayan Venedik,
ebedî dostluğu ileri sürerek itirazda bulunan ilk devlet oldu. Bu hususun
Bâb-ı Âlî'ye bildirilmesi görevi Eriz-zo'nun (86) halefi olan elçi Donado'ya
verildi. Fransa'nın cevabı evvelce alındığından ve Avusturya’nınki henüz
gelmediğinden, Reisefendi, bu ülkenin imparatoru I. François'ya
gönderilecek tahta çıkış tebrik mektuplarının gönderilmesini geri bıraktırdı.
Nihayet Avusturya'dan cevap geldi: Mektupta Avusturya'nın düşmanlarının
davranışından şikâyet ediliyor, bunlarla barış anlaşması yapmak niyetinden
dem vuruluyor, fakat teklif edilen aracılığın sözü bile geçmiyordu (Nisan
1745). Bunun üzerine sadece o sırada, İmparator I. François için duâ edildi.
Bu hükümdarın tahta çıkışını Bâb-ı Âlî'ye bildirmekle görevlendirilen
ve bu münasebetle murahhaslıktan elçiliğe terfi ettirilen Penkler, Sakızlı
fransiskenlerin kiliselerini tamir etmeleri hususunda gerekli fermanı almayı
başardı; böyle bir lu-tufta bulunulması kont VVirmond tarafından taleb
edildiği halde sürekli olarak reddedilmişti (87). Bu konudaki müzâkereler,
zannedildiği kadar kolay değildi; Osmanlılar Sakız adasını tekrar
fethettiklerinde, ada Rumları savaş sırasında yıkılan cizvit, fransisken ve
dominiken mâbedlerinin bu mezheblerin mensupları tarafından yeniden
yapılmalarını meneden bir Hatt-ı Şerif elde etmişlerdi. Penkler, sadece
ailesi için bir loca yaptıracağını ileri sürerek Beyoğlu'ndaki Trinitaires
(Teslisçiler kilisesi) kilisesinin büyütülmesi müsaadesini de aldı. Bu sırada
Syra'da yerleşmek isteyen cizvitlerin bu taleblerinin desteklenmesi ricalarını red etti. Bu sırada bütün Ermeniler için katolik mezhebi(85) İzi'nin eserinde, î. 21 - 25, mektubun tamamına bakınız. Tamimin
üçünün kopyası Penkler'in 5 Mart 1745 tarihli raporuna eklenmiştir.
(86) Penkler'in o tarihlerdeki raporu.
<87) 1 Muharrem 1157 (15 Şubat 1744); İmparatorluk Arşivi.
60
HAMMER
ne girmelerini meneden bir ferman çıkarıldı; aksine hareket edenler
gemilerde kürek veya idam cezasına çarptırılacaklardı. Usta' bir müzakereci
olan Penkler, kraliçe Maire-Therese ve onun dininden olanların dinî
menfaatlerini korumak hususunda saraydan iki kudretli adamı elde etmek
hünerini göstermişti. Bunlardan biri, vaktiyle İmparatoriçenin düşmanlarına
karşı onun tarafını tutmuş olan nüfuzu tartışümayacak kadar büyük
Kızlarağası, diğeri ise kendisini Sultan'ın kardinali olarak gören birinci
imam, ilim adamı Pîrîzâde idi. Penkler, Reisefendi'-nin dâire idarecisini
(88) ve hazinedarım (NOT: 4) da rüşvetle elde etmişti. Derin politikacı,
yorulmak bilmeyen ve muhaliflerinin en tehlikelisi Bonneval'e gelince,
yakınları olan Napoli elçiliği idarecisini, evlâtlığı Süleyman beyi ve
kendisine babası mühtedi İbrahim Müteferrika tarafından yapılan tercümelerin sırrını veren oğlu genç İbrahim'i başdan çıkarmak suretiyle onun
tesirini hemen hemen sıfıra indirmişti. Böylece, dinlerine ve
imparatorlarına ihanet etmiş olan bu iki mühtedi, yani din değiştirerek
İslâmiyeti kabul eden bu iki kişi, kendi oğulları tarafından ihanete uğramış
oluyorlardı.
PENKLER VE BONNEVAL
Rus elçisi Vişniakoff ateşi yükselip aniden öldüğünden, Penkler Rus
elçiliğinin işlerini de yeni elçi gelinceye kadar üzerine almış bulunuyordu.
Nihayet yeni elçi genç Nepluief görevine başlamak üzere İstanbul'a geldi
(Ağustos 1745).
Sarayın birinci imamı Pîrîzâde Avusturya hesabına çalışırken, büyük
kadı Esad Efendi de Prusya kralının çıkarları için çalışmayı can-ü gönülden
üstlenmişti. Esad Efendi, İsveç elçisi Carlson'a (Hoepken bir müddet önce
İsveç'e dönmüştü)* İsveç kralının yapmış olduğu gibi, Prusya kralının kız
kardeşinin İsveç tahtının vârisi ile evlendiğini Bâb-ı Âlî'ye resmen
bildirmeğe ikna etmesi telkininde bulunmuştu. Castellane gibi Carlson da
kolay düşünebilmesinden ve faaliyetlerinden ötürü kendisini gölgelediği
(89) halde, Bâb-ı Âlî'yi Kuzey'in protestan devlet(88) İç mehter.
'89) Bonneval Castellane'dan bahsederken: «Düzensizlikten kurtulmayı
bilmiyor; hiçbir görüşü söylemedi?) gibi bir fikri de üstlenmiyor.»
demektedir.
OSMANLI TARİHİ
61
lerine yaklaştırmakta, gayretlerini Bonneval'in çalışmalarıyla birleştirdi.
Carlson, Bâb-ı Âlî'ye, kendi dindaşları olan Protestanların katolikler gibi
taassub içinde'bulunmadıklarını anlatıyordu; katolikler ise, söylediğine
göre, Protestanları ve Türkleri kıt'adan atmak için bir savaş açmak
hususunda yemin etmişlerdi. Öte yandan, Bonneval, Bâb-ı Âlî'yi
Avusturya'ya karşı sertleştirmek ve Macaristan'da kargaşalıklar çıkarmak
hususunda büyük bir gayret sarfediyordu. Fakat gayretleri hiçbir netice
vermedi ve Toscan büyük dükünün İmparatorluk makamına gelmesi Majo,
Carlson ve Bonneval'in plânlarını hiçbir işe yaramaz hale getirdi.
Kars seraskeri eski Veziriazam Ahmed Paşa, gerek İmparatorluk
vak'anüvisinin iddia ettiği gibi hastalığı yüzünden geri alınmasını kendi
istemiş, gerekse elçilik raporlarında belirtildiği gibi eski imkânlarının
alışkanlığından kurtulamayarak Nâdir Şâh'a karşı savaşı daha şiddetli bir
biçimde yürütmek istemesinden kaynaklanmış olsun, bu şehrin
muhasarasının kaldırılmasından kısa bir süre sonra seraskerlikten
uzaklaştırıldı. Yerine yine eski veziriazamlardan Yeğen Mehmed Paşa getirildi. Öncü kuvvetlerin kumandanı Abdullah Paşa, terfi işareti olan üçüncü
tuğla birlikte, Ardelan hanı Ahmed'le işbirliği yaparak İran eyâletlerini
tahrib etmek emrini aldı. Bu harekât için kendisinin emrine oniki bin
Levend'le bunların ihtiyaçlarına sarfedilmek üzere binyediyüz kese para
verildi. Hazineden çekilen ellibin kuruş da Bağdad valisi Ahmed Paşa'ya
gönderildi. Yeğen Mehmed Paşa ordusu da Üsküdar, Yanina, Ohri, Perzerin, Dukagin, Delonia, Üsküb, Kırkkilise, Tırhala (90) sancakları
askerleriyle takviye edildi; tek kelimeyle Bâb-ı Âlî emrindeki bütün
Arnavutluk birlikleri bu takviye işine verildi (91). Sultan'ın huzuruna bizzat
çıkmak isteyen Ardelan hanına bu lütuf ta bulunuldu.
(90) Elçiliklerin raporlarına göre: «Asya'dan Aydın, Kütahya, Çangırı,
Karaman, Trabzon, Çıldır, Rumeli Paşaları masrafı kendilerinden ve
devletten olmak üzere beşyüz ilâ bin askerle; Avrupa yakasından iki
tuğlu onyedi Paşa masrafları kendilerinden ve devletten olmak üzere
beşyüz askerle, Bpsna'dan üçbin, Selânik'den üçbin, Rumeli'den
sekizbin timar ve zeamet askeri, üçbin Yörük, Nureddin (Kırım
hanlığında han ve kalagay'dan sonra üçüncü önemli makam sahibi)
ile birlikte onbin Tatar askeri.» Kasım 1745.
<91) İzi, f. 19, özel birliklerin rakamlarını da vermektedir.
62
HAMMER
Yeniçeriağası İbrahim'e üçüncü tuğla birlikte Erzurum valiliği
de verildi. Vefat eden Şeyhülislâm'ın yerine Sultan’ın birinci imamı
Pîrîzâde atandı (4 Mart 1745 - 30 Muharrem 1158). ölen
Şeyhülislâm, kırk yıl önce, saltanat değişikliğine sebeb olan bir
ayaklanma sırasında öldürülen ünlü Şeyhülislâm'ın oğluydu;
babasının öldürülmesi sırasında Rumeli Kadıaskerliği makamından
alınıp Bursa'ya sürülmüştü, yirmibeş yıl sürgünde kalmış ve şimdiki
Sultan’ın tahta çıkışında İstanbul'a getirilerek Şeyhülislâmlık
makamına atanmış, bu en yüksek dini makamda on yıl hizmet
vermişti. Son olarak Eyub yakınında bir Nakşibendî dergâhı kurmuş
ve Saraçlar çarşısı civarında bir çeşme yaptırmıştı.
Mühimmat anbarındaki yanan kurşun deposunun yerine bir
yenisi yaptırıldı ve ambar müfettişi Mollacıkzâde Ali Paşa ile
deponun kâtibi görevlerinden azledildiler. Rakka valisi Ha-mâvizâde
Ahmed Paşa da fazla vergi toplamak yüzünden görevinden
uzaklaştırıldı; fakat başmirâhur Abdullah Bey Haleb'-de azil emrini
Paşa'ya bildirdiğinde, eyâleti askeri bu emre uymayı reddetti ve
Ahmed Paşa, Abdullah Bey'e «Levendlerin âdetlerinin böyle
olduğunu» bildirerek özür diledi. Durumu öğrenen Sultan, âsî Paşa
için «Allah belâsını versin!» diyerek inkisarda bulundu. Paşa'nın kısa
bir süre sonra tabiî ölümle ölmesini bu bedduaların tesirine
bağladılar.
Kırkbin duka altını ve kırk hil'atle birlikte İran seferi ordusuna
katılması davetini alan Kırım hanı Selim-Giray, dört-bin askerle
birlikte deniz yoluyla Balıklava'dan ayrılmış, ters rüzgârların
yanaşmasına engel olduğu Giresun ve Ünye limanlarının içinde
beklemeye başlamıştı. Ayrıca onbin Tatar askeri iki koldan yürüyüşe
geçmişti. Bu iki koldan birine Kalağa (veli-ahd) Selim-Giray,
diğerine nureddin (başvezir) kumanda ediyordu. Bu birliklere Asya
eyâletleri boyunca ilerlerken iskemle çavuşu veya şehzade çavuşu
kılavuzluk edecekti. Büyükdere'-ye vardıklarında Giraylar Sultaniye
limanına gittiler. Orada Pâdişâh, Giraylara hediye olarak atlar ve
subaylarına dağıtılmak üzere ikiyüzkırlj; hil'at gönderdi (7 Nisan
1745 - 5 RebmT-evvel 1158)
Kısa zaman sonra İran hududundan sevindirici haberler alındı:
Mekri'nin İranlı kumandanı Mehmed-Kuli han ve kardeş-
OSMANLI TARİHİ
63
leri, ikibin aileyle bir kısmı Hoy'a, bir kısmı da Belbas'a olmak üzere hicret
etmişlerdi; Hoy hanı efşer Kasım-Kuli, Denbeli hanı Murteza-Kuli,
Mehmed-Tahir yedi (92) kürd aşiretiyle Van etrafında yerleşmişlerdi (22
Temmuz 1745 - 22 Cemaziyül'âhir). Selim-Giray, beraberindeki Tatar
askerleriyle Bayezid civarını düşmandan temizleyerek Ararat'ı (Ağrı) aşmış
ve Maku'yu. ele geçirmişti; nihayet Levendlere. kumanda eden Abdullah
Paşa Musul'daki genel karargâhından çıkarak düşman arazisinde bir akın
hareketine girişmiş, Soukbulak ve Serdeş'e kadar ilerlemişti. Bütün
camilerde bu ilk başarıların devamı için dualar edildi. Ne var ki, bu sevinci
üzüntüye dönüştüren haberlerin gelmesi fazla gecikmedi.
ERİVAN SAVAŞI, YEĞEN MEHMED PAŞANIN ÖLÜMÜ
Serasker Yeğen Mehmed Paşa- yüz binden fazla askerden oluşan
ordusuyla Muradtepe'den fazla uzak olmayan Kagha-verd yakınında,
Erivan'a altı fersah mesafede bulunan Nâdir Şâfe'ın siperli ordugâhına
saldırmak üzere İran topraklarında harekete geçmişti (93). Burası, oniki yıl
önce, eski Veziriazam Topal Osman Paşa'nın savaşı ve hayatını kaybettiği
yerdi; görüldüğü gibi burası eski veziriazam seraskerler için meş'um bir
savaş alanıydı. Ordusunun sayı üstünlüğüne güvenen Yeğen Mehmed Paşa,
Osmanlı tâbiyecilerinin «düşmanını ayağının tozuyla (94) mahvetmek»
vecizesine dayanarak İranlıları yeneceğini ümit ediyordu, öğle vaktine
kadar son derece kanlı cereyan eden savaşın kaderi belli olmamıştı ki,
onbeşbin Anadolu eyâlet askeri savaş meydanından kaçtı (95). İranlılarla
dört gün savaştıktan ve âsileri itaat altına aldıktan sonra serasker öldü ve
ölümünün mağlûb olmanın üzüntüsünden mi, yoksa
(92) Denbeli, Kere Sevenli, Akse Ehizrlü, Tolulü, Tabnaklü, Totoklü. İzi,
f. 26.
(93) Mehdî'ye göre onbin piyade, kırkbin süvari; Hanway*e göre, Fas.
XXXII, yüzbin. Çeteci Abdullah Paşa, Hanway'ın iddiasının aksine,
Köprülü ailesinden değildir.
(94) Bu konuda İtalyanca yazılmış bir rapor, Penkler'in raporuna eklenmiş
bulunmaktadır.
(95) Bu durumu bildiren ve savaşı anlatan üç rapordan biri Penkler'in
• raporuna eklenmiş bulunmaktadır.
64
HAMMER
bir âsi kurşunundan mı ileri geldiği bilinemedi (96) (14 Ağustos 1745 - 16
Receb 1158). Osmanlıların kaybı yirmi binden fazla oldu. Oniki yıl önce
olduğu gibi, Muradtepesi'nde eski Veziriazam serdara ve üstünlüğü
kendisini toz hâline getirmekle tehdid eden bir Osmanlı ordusuna galib
geldi. Merhum seraskerin yerine, son olarak Kars valiliği görevinde
bulunan eski Veziriazam Elhac Ahmed Paşa getirildi. Merhum seraskerin
uhdesinde bulunan Haleb valiliğine eski Veziriazam Hekimoğ-lu Ali Paşa
atandı ve bu münasebetle Hekimoğlu Bosna valiliğini bıraktı. Eşine pek
rastlanmayan derin bir bilgi adamı ve III. Ahmed döneminde Aynî'nin Arap
Tarihi'ni ve Kandemir'in İran Tarihi'ni Türkçeye çevirmiş olan ve böylece
Nevşehirli İbrahim Paşa’nın övülmeğe lâyık projesini gerçekleştiren
Kâhyabey (İçişleri Nâzın) Halil Efendi nazırlıktan alınarak vezir rütbesi de
verilmek suretiyle Karaman valiliğine getirildi (97); fakat kısa bir süre
sonra, Aydın valisi Yedekçi Mehmed Paşa’nın ölümü üzerine boşalan
makam vezir-vali Halil Paşa'ya verildi, Karaman valiliğine Çelik Mehmed
(98) Paşa atandı. Jurnal dairesi Reisi (99) Elhac Mustafa Efendi
Kâhyabeylik (veya İçişleri Nazırlığı) makamına tâyin edildi.
SAVAŞ HAZIRLIKLARI VE ELÇİLİKLER
Serasker Yeğen Mehmed Paşa’nın ölümünden hemen sonra Huzurhan, Nâdir Şâh adına serasker Elhac Ahmed Paşa'ya barış maksadiyle iki
kere müracaatta bulunarak yeni teklifler ileri sürdü; artık beşinci mezhebin
tanınmasını veya Mekke'de beşinci camide bir anıt dikilmesini değil,
Van'ın, Kürdistan’ın, Bağdad'ın, Basra'nın, Hz. Peygamberin yakınları olan
aziz şe-hidlerin mezarlarının bulunduğu Necef ile Kerbelâ’ınn İran'a
teslimini istiyordu. Bu mesaj, kabul edilmesi imkânsız olduğundan,
Osmanlı İmparatorluğunda sürdürülen yeni savaş hazırlıklarını
hızlandırmaktan başka bir şeye yaramadı.
(96) İzi, Paşa’nın ölümünün tabiî olduğunu söylüyor; fakat, İtalyanca
yazılmış birinci raporda bir âsi kurşunundan söz edilmektedir.
(97) İzi bu hususta, f. 32, daha önce f. 24'de geçen İran meselini zikrediyor ki, bu mesel «harekete geçmek ânı gelince kişi iç yüzünü ortaya koyar» şeklindedir.
(98) Mehdi tercümesi, f. VI, s. 16, bu adı değiştirerek Geteşi yapmaktadır.
(99) Ayn. Es., bu ada Çelik Paşa olarak rastlanıyor.
OSMANLI TARİHİ
65
Askerleri mükafatlandırma ve silahlanma işi için gerekli kırkbin
duka, kırk yeni şeref kaftaniyle birlikte Kırım hanına gönderildi.
Bahis konusu silahlanma, yakında başlayacak olan yeni sefer içindi.
Cengiz han sülâlesinden geldiklerini iddia eden ve Cenktay han adını
alan Dağistan prenslerinden biri, geçen yıl Dağistan halkının
Kumukların Şemhalı makamma getirilmişti. Halbuki bu makam, o
sırada Adil-Giray'ın oğlu Has-pulad hanın üzerinde bulunuyordu.
Bâb-ı Âlî birinci Cenktay hanlığının otoritesini sınırlandırmanın
kendi çıkarlarına daha uygun olduğuna inandığından Kumukların
Şemhalı, iki bin dukalık bir hediye ile ikincisine gönderdi; onun
kardeşi Saadet-Giray'ı da Dağıstan'da Kırım Şemhalliği makamına
atadı (2 Ağustos 1745 - 4 Receb 1158). Böylece, bu dönemde
Kafkasya'da altı hanlık Bâb-ı Âlî'ye tâbi bulunuyordu. Bunlar
Cenktay ve iki Kumuklar ve Dağistan'daki Kırım Kumuk hanlığından
başka, Usmaî, Kaytaklar ham, Surkaî, Gazikumuklar ve Şirvan hanı,
Ardelan hanı idi. Kars seraskerliğinde Yeğen Meh-med Paşa'nın
halefi olan Elhac Ahmed Paşa, bu görevinde, son olarak Bosna
valiliğinden Haleb valiliğine geçmiş olan Hekim-oğlu Ali Paşa'ya
yerini bıraktı. Hekimoğlu Ali Paşa aynca Anadolu Beylerbeyliği ve
Kars seraskerliğine de atanmıştı. Hekimoğlu, sefer masraftan olarak
seraskerle verilen onbeşbin kuruşu da aldı. İran seferine çıkan orduya
o zamana kadar bir tek asker vermemiş durumda bulunan Mısır
valisi, altı Kahire esnaf loncasının vermek zorunda olduğu mutad
kontenjanı oluşturan üçbin askeri göndermek emrini aidi; fakat, bu
asker yerine, Râgıb Paşa'nın üçbin süvarinin masraflarının
üstlenilmesi yolundaki ricası kabul edildi. Bin askerin
silahlandırılması ve masrafları her yıl ikiyüz keseye malolduğundan,
üçbin asker için bu rakam altıyüzyirmi kese tutuyor, üç yıl için
verilecek mikdar ikibin yüzaltmış keseye vanyordu. Râgıb Paşa,
Mısırdaki kanşıklıkları ileri sürerek, ısrarla affedilmesi ricasiyle ancak ikiyüz kese para gönderdi. Bu taleb, divânda büyük bir hayret
uyandırdı. Fakat, bu rahatsızlığın önüne geçmek kaabil değildi. Asya
ve Avrupa'daki valiler kendi birlikleri ve yeni toplanan Levendlerle
birlikte harekete geçmeğe davet edildi: Neticede, seraskerin
ordugâhına, birbirleri peşi sıra Asya tarafından Hüdavendigâr, Karasi,
Beyşehri, Akşehir, Karahisar, NiğHammcr Tarihi, C: VIII. E: 5
■■
66
HAMMER
de, Ankara, Sultanönü, Amasya, Çorum, içel, Alâiye, Kocaeli, Adana
ve Avrupa tarafından Skütari, Ohri, Valona, Delvino,. îlbasan,
Dukagin, Perzerin, Üsküb, Yanya, Selanik, Hersek, Klis, Svornik ve
Bosna olmak üzere ondört sancağın sancak Devleriyle birlikte,
birliklerinin başında geldikleri görüldü. Bunlar beraberlerinde üç
veya dörtyüz asker getirmişlerdi; bunlar özel birliklerini oluşturan
sayı idi ve beraberlerinde ayrıca, yeni askere alınan Levendleri de
getirmişlerdi. Bunların sayısı altmış veya seksenbin asker kadar
tutuyordu. Bu birliklere Sivas valisi Selim Paşa, Trabzon valisi Veli
Paşa, Karaman valisi Çelik Mehmed Paşa ve Erzurum valisi İbrahim
Paşa da gelip katıldılar; bu vezir-Paşalar bin veya binikiyüz mevcutlu
özel birlikleriyle gelmişlerdi; yüksek ücret ödenen sipahilerden
oluşan süvari birlikleriyle dört silahdar bölüğü de yerlerini almışlardı; nihayet Anadolu, Karaman, Sivas, Adana, Rakka, Erzurum, Haleb
ve Maraş zeamet sahiplerinin de gelişleri tamamlanmıştı. Anadolu
valilerine, aynı zamanda, Erivan'da firar etmek suretiyle utanç verici
yenilgiye sebep olan Levendleri aratıp buldurmaları ve subaylarının
rütbelerini kaldırarak kesik başlarım Bâb-ı Âli'ye göndermeleri emri
verildi. Yirmibeş yıldan beri valilik olmaktan çıkarılan ve geliri
Veziriâzam'a bırakılmış bulunan Kıbrıs, savunması ve kaleleri
gözönünde tutularak zeamet süvarisiyle birlikte valilik durumuna
getirildi ve eski düzenine kavuşturuldu. Bâb-ı Âlî üç tuğlu vezir
rütbesi vererek, meşhur kaçak Hasan Paşa’ınn oğlu büyük-mirâhur
Abdullah Bey'i Kıbrıs valiliğine getirdi. Haleb yakınındaki Azaz ve
Klis çiftliklerininki de dahil olmak üzere adanın, o zamana kadar
Veziriazam tarafından alman yirmiikibin kuruş tutan geliri de
kendisine verildi.
Bu hazırlıklar devam ederken, bu sıfatla evvelce İstanbul'a
gelmiş olan ve aylardan beri Bağdad'da bulunan İran elçisi Feth Ali
han Üsküdar'a geldi. Orada silah deposu ve mutbak müfettişleri
tarafından karşılandı, Ragıb Paşa sarayına yerleştirildi; divan
efendilerinden Nazif Mustafa, mihmandar sıfa-tiyle elçinin yamnda
görevlendirildi. İran prensinin tekliflerinin tam mevcutlu divânda
görüşülmesi bir Hatt-ı Şerifle emredildi (1 Şubat 1746 - 9 Muharrem
1159). Nihayet, divân toplantısında görüşülmek ve üzerlerinde
kararlar verilmesi bakımından Nâdir Şâh’ın elçiye verdiği itimad
mektubu ve bunlara ek-
OSMANLI TARİHÎ
«7
lenmiş elyazısiyle bir mektubu, ayrıca Veziriazam tarafından kabulü
sırasında elçinin ağızdan söyledikleri Türkçeye çevrildi. Nâdir Şâh, Mekke
kuşağı içinde beşinci âbidenin tesisinden vazgeçiyor ve Câferî
mezhebinden İranlıların, gelecekte, sünnî dört mezheb mensuplarına açık
camilere kabul edilmelerini istemekle yetiniyor; bununla beraber, kutsal
saydıkları mezarların bulunduğu Necef ve Kerbelâ’nın İran'a tesliminde
ısrar ediyordu; bu teslim talebine Azarbeycan, ve Irak eyaletlerinin tamamı
da dâhildi. Veziriâzam'dan başka Şeyhülislâm, Kapdan-ı derya ve yeni
vezir Kıbrıs valisinin de hazır bulunduğu divân, Nâdir Şâh beşinci mezhep
ve beşinci cami konusundaki iddialarından vazgeçmesi şartiyle barışın
yapılması hususunda dinî bakımdan hiçbir engel kalmayacağı, fakat
Osmanlı topraklarının hiçbir parçasının teslim edilemeyeceği, Nâdir Şâh bu
hususu kabul ettiği takdirde Osmanlı hükümetinin barışı sağlamlaştırmaktan geri kalmayacağı yolundaki kararını bildirdi (4 Şubat 1746 - 12
Muharrem 1159). Bir Osmanlı murahhasının, evvelce Hacı han ve Baki
hana refakat ettikleri gibi, Nâdir'in murahhasına refakat etmesi uygun
görüldü. Bu karardan sonra, İran elçisine mihmandar tâyin edilmiş olan
Nazif Efendi elcili ğe atandı ve bu münasebetle maliye tezkirecisi payesine
yükseltildi. Nâdir Şâh’ın mektubuna Sultan'ın cevabiyle Veziriazamım
Şahruh'unkine cevabi elçiye teslim edildi. Elçi Nazif Efendi, beraberindeki
Sultan'ın ve Nâdir Şâh'ın oğlu Şahruh Mirza'ya götürülecek Veziri âzam'ın
mektuplarından ayrı olarak Şeyhülislâm tarafından İran ulemâsı reisine
verilmek üzere bir mektubu da aldı. Elçinin götürdüğü mektuplarda, kesin
barış şartı olarak beşinci mezheb ve beşinci camiden vazgeçilmesinde
görüş birliği vardı. Bu barışın esası olarak Bâb-ı Âh\ IV. Murad döneminde
anlaşma ile iki imparatorluk arasında tesbit edilen sınırların geçerliliği
şartını ileri sürüyordu (190).
ŞEYHÜLİSLÂM PİRÎZÂDENİN AZLEDİLMESİ
İbn-i Haldun'un ünlü mütercimi Şeyhülislâm Pirizâde'nin İran
ulemâsı reisine yazdığı mektup, onun kaleminden çıkan
aOO) Bu raektublar İzi'nin eserinde bulunmaktadır, f 45-51; Ankara
sancakbeyi Veli Paşa*ya gönderilen ve Feth Ali'nin elçiliğiyle alâkalı teferruattan bahseden bir fermanın kopyası İmparatorluk Arşivi'ndedir.
s$mı
68
HAMMER
son mektup oldu. Zira, kısa bir süre sonra, zayıf olan sağlık durumunun
görevlerini yerine getirmesine elverişsizliği ileri sürülerek makamından
alindi; aslında saray partisi Pîrizâde'yi tutmaktan vazgeçmişti. Onun yerine
Sultan'ın doktoru Hayâtizâ-de Mehmed Emin getirildi. Sultan'ın doktoru ve
sarayın gök âlimi, dâima ulemâ arasından seçilmişlerdir ve bunlar Rumeli
Kadıaskerliği görevinde bulunduktan sonra İmparatorluğun en yüksek
şeriat makamına getirilmeğe elverişli sayılmışlardır. Bununla beraber bir
saray gök âliminin Şeyhülislâmlık makamına getirilmesi daha önce
görülmemiştir. Doğu tarihinde bunun tek misâli, Nasireddin Tusî'nin
vezirlik makamına atanmasıdır. O da Mengukhan’ın Mogollarını imdada
çağırmak suretiyle Bağdad halifesinin düşmesine sebeb olmuştur (5 Nisan
1746 - 13 Rebiul'evvel 1159).
Hayâtîzâde'nin tayiniyle boşalan Sultan doktorluğuna Mehmed Said
getirildi. Edirne molla topluluğundan gelen Mehmed Said eski İzmir
kadısıydı ve eski Şeyhülislâm hacce gittiğinde Mekke mollası payesine
çıkarılmıştı. Yeni Şeyhülislâm'ın ilk hareketi, Veziriazam ve diğer
vezirlerle birlikte tersaneye gidip bir savaş gemisinin denize indirilmesini
görmek oldu (7 Nisan 1746-15 Rebiul'evvel 1159), gemiye Deniz Fâtihi
adı verildi. Kendisini suçlayacak hiçbir hali olmadığı ve bilhassa İstanbul
limanı ağzında batan bir Mısır gemisinin tayfa ve malını tersane işçileri ve
salları kullanarak kurtarma başarısını gösterdiği halde Kapdan-ı derya
Mustafa Paşa emekliye çıkarıldı ve emeklilik bedeli karşılığı kendisine
Selanik sancağı arpalık olarak verildi (16 Nisan 1746 - 24 Rebiul'evvel
1159). Yerine Soğan-yemez lâkabiyle amlan, deniz ve gemicilik tecrübesi
olmayan Başmâbeyinci Mahmud getirildi.
KIZLARAĞASFNIN ÖLÜMÜ
Çok önemli bir değişiklik de, doksanaltı yaşındaki Kızlara-ğası
Beşir'in ölümü oldu (3 Temmuz 1746 - 13 Cemaziyül'evvel 1159);
Kızlarağası Beşir, ömrünün otuz yılı boyunca sarayda ve Osmanlı
İmparatorluğu'nda (101) sözü geçen kişi olarak hü(101) Penkler'in 4 Temmuz tarihli raporunda Kızlarağası'nın 3 Temmuz'-da
öldüğünü kaydetmesi, Resmî Ahmed'in Kızlarağası Tarihi tarafından
doğrulanmaktadır (XXXVII. biyografi).
OSMANLI TARİHİ
69
küm sürmüştü. Otuz kuruşa satın alman bu Habeş esir, yirmi milyon
onsekiz bin kese para bıraktı. İstanbul'da Ağa Camii'ni yaptırmış, Eyûb'de
bir tercüme okulu, bir ilkokul, bir çeşme, bir kütüphane yaptırmıştı;
Veziriâzam’ın konağı civarında yaptırdığı bir başka okulun yanma
gömüldü (102). Son zamanlarda nüzul isabet etmesi sebebiyle zayıf
düşmüştü ve Sultan da fis-tülden muztarip bulunduğundan, bu iki hastalıklı
insan arasında Veziriâzam’ın iktidarı alabildiğine bir gelişme gösterdi. Bunun için de Kızlarağası’nın ölümünün hemen peşinden aldığı ilk tedbir,
ağanm adamlarını saraydan uzaklaştırmak oldu. Beşir, ölüm yatağında
Sultan'a eski saraydan Nezir'i kendi yerine getirmesini vasiyet etmişti;
böylece gideceği mezarın derinliğinden yine saraydaki hâkimiyetini
sürdüreceğini ummuştu; fakat, iktidar çoktan Veziriâzam’ın eline geçmişti.
Ölen Kızlarağası’nın himaye ettiği Nezir ve Sultan’ın iki nedimi Kebabcı
Ali ve Yakub Ağa saraydan atılarak Kahire'ye sürüldüler; Kızlarağası’nın
görevleri, hadım ağalarının tâbi bulundukları ilerleme kurallarına uygun
olarak, hazinedara, ölenle aynı adı taşıyan Beşir'e verildi. Bu kişi, Resmî
Ahmed Efendi'nin Hamile-tul-kuberâ adlı özel eserinde yer verdiği
otuzsekiz hadımağası-nın sonuncusudur (103). Hat sanatında son derece
ileri olan, mükemmel ata binen bu sonuncu Beşir zekâ bakımından asla
kısır değildi ve zekâsını şiirle süslüyor ve ona eserler ithaf eden yazarların
zekâlarına da şeref veriyordu (104).
(102) Hadikatü'l-cevâmi (camiler bahçesi), yazan Hüseyin bin Elhac İsmail.
(103) Hamiletul-Kubera, Arapça Hamilet kelimesinden gelmektedir.
(104) Ahmed Resmî, Kızlarağalarının Biyografileri adlı eserini ona ithaf
etti ve bu ithafı yazarken de zenci ırkının fevkalâdeliği üzerine yazılmış olan îbn el Cusî'nin eserinden bahsetti; bu eserin adı Tenvir'ül gabeş fi fazl-is Habeş, yâni, karanlık gecede zencilerin ve
Habeşistanlıların fevkalâde meziyetlerini göstermeğe mahsus ışık;
yine bu eserde, zencileri teselli etmek için yedi fevkalâde şeyden
bahsetmektedir: Hindistan cevizinin kabuğu, miknatıs, mihenk taşı,
rastık taşı, misk, amber ve saber; ondört ünlü hadımdan da söz
etmektedir: Zülkarneyn (birinci İskender), Lokman bunların arasındadır; ünlü ulemâ arasında rastlananlar: Atta İbn Ebi, Habib İbn
Ebi Sabit, Bedis İbn Ebi Habib, Mahkul Şâmî; nihayet zenci şâirleri
sıralar: Antar İbn Şedâd, Nassib Ebu Mahcin, Ebu Dalama.
70
HAMMER
NAZIRLIKTA DEĞİŞİKLİKLER
Veziriazam, ölen Kızlarağası'nın adamı olan Kâhyabey (İçişleri
Nâzın)'den de kurtulmakda elini çabuk tuttu ve onu üç tuğlu
vezirliğe yükselterek Şam valiliğine atadı-, onun yerine Belgrad
anlaşmasından sonra Sırbistan'da sınır belirleme komiseri olarak
görev yapmış ve hâlen tersane müfettişliğinde bulunan Elhac
Mehmed'i getirdi. Mehmed Efendi, Veziriazam Yeniçeriağası iken
bu askeri teşkilâtın mâM işlerinin başındaydı ve onunla çok iyi bir
anlaşma düzeni kurmuştu, o zamandan beri de bu bağlılığı itinâ ile
sürdürmüştü; aydın ve bilgili olmakla beraber huysuz ve
intikamcıydı. On beş yıl boyunca defterdar mektubculuğu görevini
yürütmüş olan Behçet Efendi defterdar makamına lâyık görüldü.
Cebeciler kumandanlığı Ka-pucularbaşı Elhac Salih'e verildi; yerine
de Veziriâzam’ın damadı Abdi Ağa getirildi. Eski Kapucubaşı ise
Mekke su yollan ve su kemerlerinin tamiri işiyle görevlendirilerek
tamir masrafı kırkbin kuruş, yol masrafı olarak onbeşbin kuruşla
yola çı-kanldı.
İNŞAATLAR
Tüfekçi Paşası Mustafa Ağa'ya çok önemli bir görev verilmişti:
Mısır'a gidecek ve Abukır'la Maadia (105) arasında yıkılan bir şeddi
inşa edecekti. Bu yıkılma felâketinden sonra birçok köy ve kasaba
denizin istilâsı altında kalarak zarar görmüştü; Arakü yakınında Nil
sularını İskenderiye'ye taşıyan kanal dolayısiyle pirinç ekili yerler,
Fayum tepelerine kadar tarlalar da su altında kalmak tehdidi
altındaydı. Mısır valisi Ragıb Paşa, Mısır'ın kuzey yanının
muhafazasıyla alâkalı çalışma-ların büyük bir gayretle uygulanması
emrini aldı. Beyler ve Mısır birliklerinden üç tabur, ayn ayn
zamanlarda on fersah genişliğinde ve iki fersah yüksekliğinde bir
şeddin yapılması hususunda valilik katında ricada bulunmuşlardı; o
sırada denizin topraklan basmaması için ne türlü bir sed yapüması
hususunda görüş ayrılığı vardı. Ne olursa olsun, en iyisi olduğuna
hükmedilecek bir plânın uygulanması hususunda eski Tüfekçiler
Paşası’nın emrine bütün vasıtalar verilmişti. Çalışmaların kont(105) İzi, f, 28. MahudJa değil, Arap harfi «ayn»la Maadia'dır.
OSMANLI TARİHİ
71
rolü için yüzbaşı Çelikbâki ile albay Mahmud, maiyyetlerindeki idareciler,
taşkesiciler, marangozlar, kazıkçılar ve bu iş için zorunlu bütün araçlarla
birlikte Paşa’nın yardımcılığına verilmişlerdi.
İstanbul'da masrafı gerek devlet, gerekse Sultan tarafından
karşılanmak suretiyle oldukça fazla sayıda inşaat gerçekleştirildi. Maadia
şeddinin inşâsı işinden kazandığı güvenle top dökümhanesi yapımı işi de
topçu paşası Mustafa'ya havale edildi ve bugün de yerinde duran Tophane
onun eseri oldu. Tersanede ahşap bir depo yapıldı ve tamamiyle kurşunla
kaplandı (106). Boğaziçi'nin Avrupa yakasında Bizanslıların Dalgake-sen
ve Türklerin Boğazkesen (107) dedikleri yerde ahşap olarak yapılan Hafız
Kemaleddin Camii bir yangında harap olduğundan yerine kagir olarak
yeniden bir cami yapıldı. Boğaziçi'nin Asya kıyısı üzerinde Kanuni Sultan
Süleyman'ın Devlerte-pesi arkasında şehrin fethi hâtırasına yaptırdığı şato
eski haline getirildi, havuzlar, gül bahçeleri ve fıskiyelerle donatıldı. Aynı
zamana doğru, eski Amykos körfezinde kurulan Beykoz şehrinde yeni bir
çeşme yapıldı. Bu çeşmenin «kubbesinin yontulmuş bir elması andırdığı ve
kendisinden önce yapılanları geride bıraktığı» İmparatorluk tarihçisi İzi
tarafından söylenmektedir. Zamanın Abdurrazzak, Nevres ve İzi gibi üstün
zekâları bu yapıları, yazdıkları kitabelerle övmüşlerdir.
VEZİRİAZAM ESSEYYİD HASAN PAŞA'NIN
DÜŞMESİ
Bu çalışmalar sürüp giderken, Kızlarağasmın ölümü üzerinden fazla
zaman geçmeden, Veziriazam aniden makamından oldu (10 Ağustos 1746 22 Receb 1159). Böylece, Kızlarağasmın ölümü de, onun yerine gelene
karşı almış olduğu tedbirler de hiçbir suretle ona fayda getirmedi. Fazla
olarak, Veziriâzam'ın yeni Kızlarağasmın görevine başlamasından hemen
sonra yayınladığı bir Hatt-ı Şerifle Mekke ve Medine'deki dini vakıflar da
dahil olmak üzere her türlü iş için Kızlarağasma başvurul(106) İzi, f. 63, bu konuda Abdurrazzak Efendi'nin kaleminden çıkmış oniki
beyitlik bir kitabeden söz ediyor.
(107) İstanbul ve Boğaziçi, c. II, Ducas Boğazkesen'i başkesen olarak tercüme etmekle yanılmış, bunları birbirine karıştırmıştır.
HMH^^Bİ
72
HAMMER
masını yasaklaması yeni Kızlarağasının ruhuna kin tohumları
ekmekten başka bir netice vermemişti; aynı Hatt-ı Şerif, dinî vakıflar
için Kızlarağası'na değil, bu türlü işler için perşembeleri toplanacak
olan divâna başvurulmasını emrediyordu; bunlar yetmiyormuş gibi,
Kızlarağasını başka herhangi bir sebeble görmek isteyenlere önce
Veziriazam ve Şeyhülislâm'dan müsaade almak mecburiyeti de
getiriliyordu. Bu tedbirlere rağmen, başında yeni Kızlarağasının
bulunduğu saray partisi, Şeyhülis-lâm'ın yardımıyla Veziriâzam'ı
devirdi ve Kâhyabey makamında bulunan Elhac Mehmed Paşa'yı
İmparatorluğun en yüksek makamına çıkarmayı başardı. El-hac
Mehmed Paşa'nın lâkabı afyonkeşti ve bir Bektaşî dervişinin
oğluydu. İstanbullu Bektaşî dervişinin oğlu da dervişlikle cemiyet
hayatına katılmıştı. Son Rusya seferinde ordu kâtibi olmasını Kâhya
Osman'ın himayesine borçluydu ve harbin sonunda aynı himaye onu
mevku-fatçılığa veya defterdarlık mektupçuluğu makamına getirmişti; daha sonra Sırbistan sınırları belirleme komiseri, daha sonra
tersane amirliğine ve oradan da Kâhyabey (İçişleri Nazırlığı) (108)
makamlarına atlamıştı. Yeni Veziriâzam’ın son görevine, Yirmisekiz
Mehmed Çelebi'nin oğlu Mehmed Said Efendi geçti; Mehmed Said
İsveç ve Rusya'daki görevlerinden döndükten sonra Avusturya ile
Osmanlı İmparatorluğu arasındaki sınır düzenleme işine komiser
olarak verilmiş, son olarak elçi lik göreviyle Fransa'ya gitmişti.
Reisefendi makamı Mustafa'ya verildi. On yıl önce Viyana
elçiliğinde maslahatgüzar olarak bulunmuş; daha sonra olağanüstü
yetkili murahhas sıfatiyle Niemirow kongresine katılmış, Belgrad
barışını imzalayanlar arasında bulunmuştu. Kesinlikle gözden
düşmeyen eski Veziriazam Rodos'a gönderilerek uzaklaştırıldı, yeni
Veziriâzam'ın atanması bir Hatt-ı Şerifle İmparatorluğa duyuruldu.
Münhal bulunan Levazım Dâiresi amirliğine evvelce aynı makamda
görev yapmış olan Bekir Bey getirildi. Pruth barışını imzalayan ünlü
Veziriazam Baltacı Mehmed Paşa'nın oğlu Mustafa Bey, babasının
idamından sonra saraya alınmıştı ve on yıl boyunca
(108) «Evvelce kâhyabey (İçişleri Nâzın) görevinde bulunan ve son olarak
Veziriâzamlığa getirilen Hacı (8 Ağustos 1746) yetmişirideydi ve
hayatını sivil memuriyetlerde geçirmişti. Said Efendi Sava ve Bosna
sınırlarının düzenlenmesiyle meşgul bulunduğu sırada Banat
kıyısının-düzenlenmesiyle görevlendirilmiştik Castellane, 11 Ağustos 1746.
OSMANLI TARİHİ
73
Sultan'ın silahdarlığı görevinde bulunmuştu. Mustafa Bey üç tuğlu
Paşalığa yükseltilerek valilik göreviyle Mora'ya gönderildi ve hazine
kâhyası Ali Ağa süahdarlığa atandı. Yeni tâyinleri yapılanlar
Bostancıbaşı ve Kapucubaşına bildirildi ve hepsi de İmparatorluk
sathında görev yerlerine gittiler (109). Divânın başlıca görevleri,
Veziriazam, içişleri Nazırı ve Reisefen-dfden oluşan üç esas üyesinin
görüşlerine uygun olarak seçildi, böylece dışarıda görev yapacak
olan olağanüstü yetkili elçiler Avrupalı devlet adamlarıyla
münasebetleri sürdürmek üzere görev yerlerine doğru yola çıktılar.
Veziriâzam'ın değişmesi vesilesiyle karşılaşılan tek idam olayı, eski
Veziriâzam'ın postacılığım yapan bir Yahudinin idamı oldu; diğer üç
Yahudi, Ba-lat'da bir Seyyidi dövdükleri için ölüm cezasına
çarptırılmışlardı.
BİR HIRİSTİYANLIK PROPAGANDACISININ İDAMI
Dikkate değer bir idam olayı da Agram asıllı Bosnalı veya
Hırvat İbrahim'le alâkalı idi. Bu adam hıristiyan dini lehinde
propaganda yaparken suçüstü yakalanmış ve ancak Islâmiyeti kabul
etmek suretiyle canını kurtarabilmişti. İkamet yeri olan Kıbrıs'a
gidince, oradan Türkçe ve Lâtince yazdığı mektuplarla Veziriâzam'ı
bîzâr etti. Bu mektuplarda kendisinin dâim muzaffer Allanın
Peygamberi olarak tanıtıyor ve kendisinin yeniden dirilmiş
Muhammed Peygamber olduğunu iddia ediyordu; kendisine ilâhî bir
vazife verilmişti. Bu vazife, hıristiyanlık, Teslis ve İsa'nın mezhebi
hakkında hakikati bildirmekti. Şey(109) Mora valisi Ahmed Paşa Kane'ye gönderildi; Kane kumandanı Nu-man Paşa
Beigrad'a atandı, Belgrad valisi Yahya Paşa Rumeli Beylerbeyi oldu; o
sırada Rumeli Beylerbeyi olan eski Veziriazam Muhsinzâde Abdullah Paşa
emekliye ayrıldı; Cidde Sancakbeyi ve Mekke şeyhi Osman Paşa Sayda
valiliğine atandı; Sayda valisi ve eski Veziriâzam'ın damadı Osman Paşa
Kefe'ye gönderildi; Aydın vergi mültezimi Halil Paşa Trabzon'a geçti;
Trabzon'unki, Veli Paşa, onun yerine gitti; Adana valiliğine Diyarbekir'li
Çeteci Abdullah Paşa geldi; Adana valisi Çelebi Mehmed Paşa Karaman
valiliğine gitti; Karaman valisi Habeşistan'a atandı; Kane valisi Ahmed
Paşa Karlıili ve oradan da Negropont'a gönderildi; Köse Ali Paşa Kane'ye
atandı; Kars valisi Abdülcelilzâde Hüseyin Paşa Musul'a atandı; Musul
valisi Selim Paşa Sivas valiliğine atandı; Kan-diye valiliği Köprülü Ahmed
Paşa'ya verildi, v.b. İzi, t. 68.
issa^-
74
HMHMH
HAMMER
hülislâm, bu adamın deli olmadığına ve kanunun idamını emrettiği tehlikeli
bir kâfir olduğuna hükmetti (110).
Yeni Veziriazam’ın makamına oturduğu İstanbul'da tekrarlanan
ihtarların dağılmaları için tesirli olmadığı, isyancı Le-vendlerin kesik
başlarının gönderilmesiyle işaretlenmiş oldu. Bayezid Camii'nin
minarelerinden birinin dam kısmını yakmakla kalan birinci yangın, halk
arasında birtakım meselelerin söylenmesine yol açtı: Kelle sağ olunca
başlıksız kalmaz (111) (11 Ekim 1746 - 25 Ramazan 1159). Dokuz gün
sonra, Galata ve Balat'daki Yahudi mahallesinde aynı zamanda çıkan iki
yangınla karşılaşıldı; evler birbirine bitişik olduğundan hepsi birden alevler
tarafından yutuldu (20 Ekim 1746 - 4 Şevval 1159). Bayramdan sonra,
divân memurları arasında aziller ve tâyinler yapıldı; bunlar her zamanki
işlemlerdendi (112).
En önemli değişiklik, Sultan’ın merhum emirler reisi Ak Mahmud'un
oğlu (113) seksen yaşındaki Seyyid Mehmed el-Hü-seynf yi getirmek
üzere, altı aylık hizmeti peşinden, kendi doktoru da olan Şeyhülislâm'ı
azletmesiyle bu makamda görüldü (26 Ekim 1746-10 Şevval 1159).
Sultan’ın doktorluğundan Şeyhülislâmlığa getirilen Hayatîzâde Mehmed,
bu azli, azamet merakı ve gururuyla ihtirası yüzünden, kendisi âdeta davet
etmiş(110)
<ııi)
<112)
<113)
İzi, f. 58, bu konuda, kendilerini müslüman tanıtarak bütün Osmanlı
İmparatorluğunu dolaşan ve halkı hıristiyan yapmağa kalkışan
melun Frenkler için uzun bir tenkit bahsi yazmıştır. Kelle sağ olsun
cihanda bir külah eksik değil. İzi, f. 68. İşte îzi tarafından verilen
listede (tevcihât) yer alan divan görevlileri: (Nazırlar) Kâhyabey,
defterdar, Reisefendi, çavuşbaşı, nişancı, müsteşar, mektupçu
(Veziriazam dâiresinin kâtibi), tezkereci (Devlet Şûrası Reisi),
teşrifatçı, beylikçi (Veziriâzamlık makamı dâiresi âmiri), ikinci ve
üçüncü defterdar, divân, nakid, şehir, mut-bak, arpalık olmak ve
tersane de bulunmak üzere altı emînlik; Gelibolu, Selanik ve
İstanbul fırın, baruthane ve dökümhane müfettişleri; altı yeniçeri,
sipahi ve dört sınıf asker için yedi kâtip ve yirmiyedi devlet dâiresi
için âmir.
«Veziriazam tarafından fazlasiyle arzulanan Şeyhülislâmlık makamı
25 Ekim 174 6'd a gelip çattı. Şeyhülislâm, her işe burnunu sokması ve
haraç alma yüzünden kendisini iğrenç hâle sokmuştu. Bunun yerine
gelen Ak Mahmud (zade) merhametli olduğundan halktan saygı
görmektedir; Veziriâzam'ın tuttuğu Yahudiler hakkında soruşturma
açmakta tereddüt göstermemiştir; seksen yaşındadır.» Rigo'dan
Burman'a, 12 Kasım 1746.
OSMANLI TARİHİ
ıD
ti. Onun azledilmesi başlıca adalet makamı sahiplerinin de azledilerek
görevlerinden uzaklaştırılmalarına yol açtı: Bunların arasında Rumeli
Kadıaskeri ile Sultan’ın doktoru (114) da bulunuyordu.
BÜYÜK TETKÎKCİ
Ayıan valisi Veli Paşa, âsi Levendlerin baş sorguculuğuna (115)
atandı. Bu görevi de makamına uygun düşen olanca şiddetiyle yerine
getirdi; fakat rastladığı yerde Levendleri mahvetmekle yetinmedi; geçtiği
her yeri de harabeye çevirdi. Gümrük kasabasına geldi ve orada aniden
öldü. Osmanlı İmparatorluğu vak'anüvislerinin en müsamahacısı olan ve
tarihle alâkalı görüşlerinin hiçliğini hitabet oyunlarıyla gizlemeğe çalışan
izi bile ölümün fakirlerin bedduasından ileri geldiğini ve engizisyoncu-nun
zulmünden İmparatorluk tab'asmın ancak bu ölüm sayesinde
kurtulabildiğini kabul etmekten geri kalmamaktadır. Kurtarıcı şiddeti
Levendlerin gücünü kırmaya yetmeyen eski Veziriazam Hekimoğlu Ali
Paşa, bu konuda Sultan’ın eliyle yazılmış bir mektupla iltifatlarla
mükâfatlandırıldı ve hediye olarak kendisine atlar ve bir hil'at gönderildi.
Diğer bir Sultan mektubu da, Haleb, Hakka, Şam, Kudüs, Van, Kıbrıs,
Vidin ve Ben-der vezir-valilerine makamlarında bırakıldıklarını bildirdi.
Kap-dan-ı derya Soğanyemez Mahmud Paşa, donanmada soğan yiyenleri
cezaya çarptırmakla ün yapmıştı; bu yüzden bütün donanmada
hoşnutsuzluğa sebeb olduğundan yerine Başmirâhur Şehsuvarzâde Murteza
Bey atanarak Mitylen'e sürüldü (116) (28 Kasım 1746 - 14 Zilkade 1159).
Kısa bir süre sonra valiler arasında değişikliklerle karşılaşıldı ve Rumeli
Beylerbeyi Yah(114) Rumeli Kadıaskeri, (Şeyhülislâm İsmail Efendl'nin oğlu) Mehmed
Esad, nakîb Bulevizâde Mehmed Emin, Sultan’ın doktoru Said'in
yerine Halil Efendi geldi. İzi, f. 72.
(115) Hammer bu Paşa için «engizitör» sıfatını kullanmaktadır ve icraatına da uygun düşmektedir. (Ç.N.)
(116) İzi, f. 79. Eski Veziriazam Ahmed Paşa Haleb valiliğinden Kandiye'ye atandı; Kandiye valisi Köprülü Ahmed Paşa onun yerine
nakledildi; Rakka, onikibin kuruş geliriyle Kıbrıs'da vergi toplayıcı
olan Abdullah Paşa'ya verildi; ellibin kuruş geliriyle Kıbrıs aynı
unvanla Rakka valisi Pîr Murteza Paşa'ya verildi.
76
HAMMER
ya Paşa, Yeniçerilerin bir isyan hareketini başlattıkları Nissa'-ya gitmek ve
isyanı bastırmak emrini aldı (117).
IRAN PRENSİ
Bu olaylar cereyan ettiği sırada, İstanbul'da, İran elçisiyle birlikte
Nâdir Şâh'ın yanına gitmiş olan murahhas Nazif Efen-di'nin Kazvin'le
Tahran arasındaki Kerden ordugâhında bir barış anlaşması imzalamış
olduğuna dâir sevindirici haber alındı (4 Eylül 1746 - 17 Şaban 1159).
Nâdir Şâh Osmanlı murahhasını Hindistan'dan getirttiği tavuskuşu
şeklindeki bir taht üzerine oturmuş olarak huzuruna kabul etmişti; bu
münasebetle başında bir balıkçılkuşu tüyünden sorgucun süslediği elmasla
işlenmiş bir taç vardı; kollarında inci ve yakuttan bilezikler görülüyordu;
boynunda elmas bir kolye takılıydı; göğsünü elmas bir kalkan örtüyordu ve
belinde aynı taşların süslediği bir kemer yer almıştı. Tahtının önünde
birinci molla ve hepsinin elbiseleri altından dokunmuş, sarayında en yüksek
makam sahibi yedi kişi tahtının önünde sıralanmışlardı. Osmanlı murahhasının (118) devrin en büyük, en şevketlû, en azametlû, en mehâbetlû
hükümdarı Sultan Mahmud adına nutuk söylemesi ve itimad mektuplarını
vermesinden sonra Nâdir Şâh, İran nezâketinin kurallarına uygun olarak
murahhasa, zâtı şahanenin dimağının sıhhatli ve parlak olup olmadığım
sordu (NOT: 5). Sonra onu tahtına yaklaşmaya davet etti ve Sultan
Mahmud hakkında dostça sitemlerde bulundu-, sonra, sözü Caferi mezhebinin tanınmasına, Mekke'de beşinci bir âbide yükseltilmesine, itirazlı,
münazaalı topraklara ve hazînelere (119) getirerek, iki imparatorluk
arasında hüküm süren savaşın yerini samimi dostluğun alması hususundaki
arzusunu bildirdi (120). Osmanlı murahhası ile Mayarkhan ve başmolla
arasında yapılan beş toplantıdan sonra anlaşma imzalandı. Anlaşmada esas
(117)
(118)
(119)
(120)
Eski Veziriazam Muhsinzâde Abdullah Paşa Bender'e gönderildi;
Bender valisi olan oğlu aynı sıfatla Maraş'a atandı; Hekimoğlu Ali
Paşa üçüncü defa Bosna valiliğine getirildi; Bosna valisi Süleyman
Paşa Anadolu Beylerbeyliğine atandı. Hammer, yer yer murahhas
ve elçi anlamlarında kelimeler kullanmaktadır. Biz de buna uymayı
doğru bulduk. (Ç.N.) Mesheb-u mülkü mâl. Bigâneliği yekaleliğe.
OSMANLI TARİHİ
77
olarak IV. Murad'la imzalanan anlaşmada belirlenen sınırlara uyuluyordu;
ayrıca yeni olarak sadece üç madde bulunmaktaydı. Bunların birincisinde
İranlı hacıların Osmanh hacıları gibi Hac-Emîrinin himayesinden
yararlanacakları bildiriliyordu; ikinci maddeye göre iki hükümet karşılıklı
olarak kalıcı maslahatgüzarlar gönderecek ve bunları her üç yılda bir
değiştireceklerdi; üçüncü maddede ise iki tarafın savaş esirlerinin karşılıklı
olarak ülkelerine gönderilecekleri belirtiliyordu (16 Aralık 1746) (121).
Anlaşmanın imzalandığı İstanbul'da öğrenilir öğrenilmez, haber
muhteşem bir divân toplantısında yayınlandı. O andan itibaren Bâb-ı
Âlî'nin İran şahma göndereceği elçi üzerinde hazırlıklar başladı. Bu elçilik
görevi Kızlarağası Beşir'in ölümünden kısa bir süre sonra affedilerek
İstanbul'a gelmiş olan Kes-riyeli'ye verildi. Elçiliğinin haşmetli olmasını
arzu eden Sultan, elçiye Sivas valiliği görevini verdi ve Ruznâme Birinci
Dâiresi Başkanlığına atadı. İran'a girişinin göz kamaştırıcı olması için
Sivas, Karaman, Adana, Haleb, Maraş, Hakka, Erzurum ve Di-yarıbekir
valiliklerinden birkaç büyük zeamet ve oniki kişilik küçük timarlı birlikler
vermeleri istendi. Her zeamet sahibine bir kese para ve bir çadır gönderildi;
her timarlıya yüz kuruş ve bir çadır verildi. Böylece, hepsi birden elçiye
dörtyüz atlıdan oluşan bir maiyyet meydana getirdiler. Elçilerin
değiştirilmesi işiyle Bağdad Valisi Ahmed Paşa görevlendirildi. Nâdir Şâh,
elçi olarak seçtiği Mustafa hana halifeler halifesi ünvanmı verdi. Elçinin,
beraberinde Delhi tahtında olduğu gibi yakut ve incilerle süslenmiş bir taht,
son icâd altın dokuma birçok kumaş ve dört fil dizisiyle geldiğini öğrenen
Bâb-ı Âlî, Osmanh ihtişamını (122) göklere çıkaran Atalarsözünü
yalancı çıkar(121) Şahın mektubunun tamamının yer aldığı, İzi, f. 81'e bakınız ve
mektubun mühtiründe şu ibare bulunuyor: Bergüzidei Kaadir, der
cihanı bûd Nâdir, yâni, Nâdir bu dünyada Allah'ın seçtiğidir; 82.
sayfadaki veliahd prens Şahruh'un Veziriâzam'a gönderdiği mektuba bakınız, bu mektubun sonundaki mühürde şu ibare bulunmaktadır: Si nâmı Şahrûh çun mihr ez teyidi rebbanî nümüyün est firri
devleti assari cihanbâni, yâni, Allah'ın lûtfuyla İmparatorluğun şanı
ve dünya hâkimiyetinin vârisi Şahrûh adı güneşle aynı eşitlikte
parıldar; iki barış anlaşması için, f. 86'ya da bakınız; İran anlaşması,
f. 85; f. 86 - 91, görevi dolayısiyle Mustafa Efendi'nin Nazif
Efendi'ye gönderdiği fezleke.
<122)- Mal der Hindistan, akl der Frengistan, haşmet der âli Osman, yâni,
78
HAMMER
mamak için hiçbir şeyi ihmâl etmedi: Anadolu'da son derece güzel
doksan Türkmen atı buldurdu; İmparatorluğun en bilgin
müderrislerinden Numan Efendi'yi elçilik karargâhı kadısı sı-Catiyle
elçinin yanına verdi, dönemin en seçkin şâirlerinden Kırım asıllı
Rahmi'yi de elçilik müverrihi olarak atadı, parlaklık, ve
ihtişâmlariyle birbiriyle yarışan sayısız hediyeyi de götürülmek üzere
ayırdı (NOT: 6).
Hediyeler sayıca ve ihtişam bakımından Bâb-ı Âlî'nin o güne
kadar çeşitli Asya ve Avrupa hükümdarlarına göndermiş olduklarını
fersahlarca geride bırakıyordu. Pasarofça barışı münasebetiyle
gönderilen hediyelerin sayıca kırkdokuz olduğunu ve değerlerinin
Osmanlı İmparatorluğu elçilik heyetinin bütün masrafları da dâhil
olmak üzere yekûnun ikiyüzbin kuruş tuttuğunu görmüştük. Bu defa
hediyelerin sayısı altmışdokuzu buluyor ve değer olarak yediyüz
keseyi buluyordu. Elçinin maiyetindekilerin sayıları bine ulaşmıştı.
Hediyelerin hazine kâhyası tarafından Bâb-ı Âli sarayında
Veziriazam'a tahsis edilen dâireye taşıtılmasmdan birkaç gün sonra
ve orada teşhire açıldıkları sırada, Veziriazam, Şeyhülislâm, Kapdanı derya, aga paşa, elçi Kesriyeli, defterdar, defteremîni ve eyâletler
iki Ka dıaskeriyle hediyelerin listesini düzenlemek, kasalara
yerleştirmek ve bunları Devletin büyük mührüyle mühürlemek üzere
teşhir salonuna gittiler; bu muamele bitince hediyeler saraya taşındı
ve orada Osmanlı elçisine teslim edildi (20 Aralık 1746 -6 Zilhicce
1159). Kısa bir süre sonra gösterişli bir merasimle huzura kabul
edilen elçiye banş anlaşmasının tasdikli nüshası verildi ve beş güven
mektubuyla İstanbul'dan ayrıldı (19 Ocak 1747 - 6 Zilhicce 1159)
(123).
Aynı döneme doğru, o zamana kadar İstanbul'da görülmemiş
olan Kırım hanı Selim-Giray davet edilerek gelmesi payitaht için bir
bayram vesilesi oluşturdu. Payitahtın surları dışında atından inen
Selim-Giray, Demirkapı çiftliğinde Bâb-ı Âlî nez-dindeki
maslahatgüzarı tarafından karşılandı (4 Ocak 1747 -21 Zilhicce
1159). Ertesi gün, Veziriazam, Şeyhülislâm, vezirler, Kapdan-Paşa,
vezirler, Yeniçeriağası, çavuşlar, müteferrikalar,
hazîneler Hindistan'da, zekâ Frengistan'da, haşmet Osmanlı hanedanında. (123)
Perili bahri. İzi.
OSMANLI TARİHİ
79
divân Efendileri ve birliklerin ağaları refakatinde şehre gözalı-cı bir
alayla girdi. Kendisi için düzenlenen bir ziyafette kendisine bir hil'at
verildi; kendisiyle birlikte İstanbul'a gelen hazinedara ve Şirin Bey'e
de aynı şekilde tilki ve hermin kürkler giydirildi. Üç gün sonra
Suitan'ın huzuruna kabul edildi; kendisine samur bir hil'at giydirildi,
elmaslarla süslü kıymetli bir hançer, mücevherlerin zenginleştirdiği
bir saat, iki kese duka altını, içinde saray kokularının şişeler içinde
yer aldığı, beşbin kuruş değerinde bir altın kutuyla mükâfatlandırıldı.
Veziriazam, Şeyhülislâm ve Bâb-ı Âli nazırları, Suitan'ın verdiklerinden ayrı olarak Selim-Giray'a hediyeler sundular ve kendisine tekrar
bir kapanca giydirildi (2 Şubat 1747 - 20 Muharrem 1160). Daha
sonra Deniz Kanadı adı konulan bir savaş gemisinin denize indirilişi
merasiminde hazır bulundu. Nihayet gösterişli bir merasimle,
Veziriazam, bütün nazırlar ve Paşalar tarafmdan geçirilerek şehirden
çıktı. O gün Sultan, gittiği Aksaray'daki dörtyol ağzında (9 Şubat
1747 - 28 Muharrem 1160), yeni yaptırdığı bir çeşmenin bulunduğu
tepede Giray’ın alayının geçtiğini gördü. Sağa sola selâmlar vererek
alayın saflarını geçen Veziriazam gelip Selim-Giray'ın yanında yer
aldı. Kırım hanı, yol masrafı olarak Suitan'ın verdiği ikibin duka
altınını Veziriazamın elinden aldı. Veziriazam da kâhyası vasıtasiyle
Kırım hanına koşumlarının zenginliği göz kamaştıran bir at hediye
etti. Veziriazam, nazırlar ve Paşalar Kırım hanını şehrin kapısına
kadar geçirdiler ve hanın aynı zamanda maslahatgüzarlığı görevini
yürüten Reisefendi Demirkapı çiftliğine kadar kendisinin yanından
ayrılmadı.
İran tahtı üzerinde hak iddia eden ve son sefer sırasında
törenlerle uğurlanan şâh Hüseyin'in oğlu olduğunu ileri süren
İranlıya gelince, aynı döneme doğru bütün büyüklük ümitlerini
kaybetmiş bir halde geri döndü, İran'a karşı savaş açıldığında, bir
İran prensi için gerekli her şey emrine verilmişti: Kuvvetli bir ordu
ile sınırlara götürülmüştü; zira, Bâb-ı Âlî, onun, Nâdir şahın yerine
İran tahtına geçeceği ümidini besliyordu. Fakat, İran tahtının
gasbcısı Nâdir Şâh, zaferlerinin karşılığında Bâb-ı Âlî İran prensi
sıkı bir muhafaza altında önce Şarkî-Karahi-sar'a gönderildi; sonra,
kısmen açık ve büyük yolun yakınında
^^H
80
•■'•^2&’ın\
HAMMER
olan bu şehir güvenli bir hapishane görünümü vermediğinden
Samsun'a nakledildi. Ayni âkibet, önce Trabzon'a kapatılan, sonra
Tokat'a nakledilen ve bu iki şehrin birinden veya ötekinden kaçacağı
korkusuyla Sinop'a götürülen İran ham Mirza -Şam'ın da başına
geldi.
Bu olaylar arasında Yeniçeriağası İbrahim Aydın valiliğine
atandı ve bostancıbaşı emekliye çıkarıldı; yerlerini kanun gereği
rütbece hemen kendilerinden sonra gelenler aldı: İlkinin yerine
kulkâhyası geldi; ikincinin yeri ise, hasekiağa tarafından dolduruldu.
Diğer üç çok yüksek makam sahibinin de değiştirilmeleri uygun
görüldü: Bunlar Kâhyabey (İçişleri Nâzın), çavuşbaşı (saray
mareşali) ve defteremini idi. Eski sınır komiseri, İsveç, Rusya ve
Fransa elçisi Mehmed Said, Veziriâzam’ın kıskançlık duygularının
uyanmasına sebeb olduğundan eski görevi olan Maliye dâiresi
reisliğine iade edildi. Mehmed Said'in bulunduğu makamlar
çavuşbaşı Seyyid Abdi Ağa'ya verildi, onun görevi de Petervaradin
savaşında şehid düşen Veziriazam Çorlulu Ali Paşa'nın mühür
muhafızı Mustafa'ya verildi. Eski Şeyhülislâm Pirîzâde Mehmed
Efendi ile damadı Osman Molla'-nın hac farizasını ifâ edip
dönüşlerinde, arpalık olarak kendilerine verilen Gelibolu gelirinden
yararlanmaları hususunda bir ferman yayınlandı (16 Mart 1747 - 4
Rebiul'evvel 1160).
Geçen yıl olduğu gibi, bu yıl da İstanbul, yeniçağların en büyük
şâirlerinden birini kaybetmenin derin üzüntüsü içinde kalmıştı.
Geçen yıl, Beşiktaş Nakşibendî Tekkesi şeyhi Necarzâde diye anılan,
Semerkandlı şeyh Ebu Abdullah Seyyid Mehmed'in «Evliyalık
Hülâsası» (124) adlı eserinin mütercimi ve Hz. Peygamberin
fahriyesi olarak (125) dört ciltlik külliyatın yazan Mustafa Riza
Efendi altmışaltı yaşında vefat etmişti. 1160 Hicrî yılı içinde, büyük
evliyalık şöhretine sahip, şeyhlerin şeyhi (126) ve büyük babası I.
Ahmed saltanatı sırasında Mustafapaşa Tekkesi şeyhi olan şeyh
Nureddin, bütün mutasavvıf şeyhlerin birincisi Veys-al-Karanî'nin
türbesini ziyareti sırasında doksanüç yaşında dünyadan ayrıldı (19
Şubat 1747 - 8 Saf er 1160). Şeyh Nureddin o kadar saygı görüyordu
ki, Sultan sık sık kendisine
(124) Compendium de saintete. İzi, f. 52.
(125) Hz. Peygamberin övgüsü mânâsında. (Ç.N.)
(126) Şeyhi-şuyûh, İzi, f. 110. Aynı yerdeki biri Kadıasker Naili, diğeri
Eyyub suyolcusu Necib Efendi'nin hitabelerine bakınız.
OSMANLI TARİHİ
81
gidiyor ve hayr duasını alıyordu. Şeyhin cenaze namazını Şeyhülislâm
kıldırdı ve binlerce insanın ortasında Veziriazam elinde kürekle
gömülmesine yardımcı oldu. Şeyh, Çarşı yakınında, kudretine son olmayan
Kızlarağası Beşir'in mezarının yanma gömüldü. Kısa bir zaman sonra
oğullarından üçü de vefat etti: Dördüncü oğlu Kutbeddin, mânevi
üstünlüğünün mirasçısı olarak yukarıda adı geçen tekkede postnişîn (127)
görevini sürdürdü.
FRANSA'NIN TEŞEBBÜSÜ
İran'la yapılan anlaşmanın esasları müzâkere edildiği sırada, Fransız
elçisi Castellane ile Bonneval (NOT: 7) Fransa ile taarruzî ve tedafüi bir
ittifak anlaşması imzalaması hususunda Bâb-ı Âli üzerinde baskı
yapmaktan geri kalmamışlardı. Osmanlı Nazırları, Castellane’ın on
maddeden oluşan ittifak taslağının dinlenmesi ve tartışılmasına üç gizli
oturum ayırmışlardı. Bu on madde şöyleydi: Birinci madde: Bâb-ı Âlînin
olağanüstü yetkili murahhasları Avrupa'da barışın tesisi için toplanacak
kongrede hazır bulunacaklardır; madde iki: Fransa ve Bâb-ı Âlî, Toskan
büyük-dükünün tahttan feragat etmesi hususunda baskı yapmayı taahhüd
ederler; madde üç: Sultan Macaristan'daki fethettiği yerleri muhafaza
edecek; dördüncü madde: Büyük-dük tahttan feragat edinceye kadar savaş
devam edecektir; beşinci madde: Fransa kralı ile yapılan anlaşma onun
müttefikleri için de geçerli olacaktır; altıncı madde: Bu anlaşmaya dâhil
devletlerden hiçbiri Toskan büyük-dükü ve Macaristan kraliçesiyle (128)
ayrıca müzâkerelere girişemeyecektir. Dresde'de Marie-Therese ile Frederic
arasında anlaşma imzalandığı haberi bu müzâkerelerin kesilmesine yol açtı
ve Fransız elçisi Castellane’ın müteakib yıl müzâkereleri yeniden canlandırma yolunda sarfettiği gayretler, Kâhyabey Said Efendi, Şeyhülislâm
Hayatîzâde ve doktorun yardımlarına rağmen (her iki(127) Bilindiği gibi dervişler ve şeyhler halılar üzerine değil kuzu postu
üzerine otururlar.
(128) Proje Avusturya elçisi Penkler'in 3 Şubat 1746 tarihli raporuna eklenmiştir. Haberi almak Penkler'e dört kese paraya malolmuştur.
Hammer Tarihi, C: VIII. E: 6
82
HAMMER
si de Fransa'nın dostuydu) (129) netice vermedi: Gerçekte Meh-med Said,
mizaç olarak çekingen ve kararsız olduğundan üzerine hiçbir sorumluluk
yüklenmek cesaretini gösteremedi, Şeyhülislâm ise azledildi. Her ne kadar
açgözlü idiyse de, gözü pek olmayan Reisefendi, kendisinin başını
tehlikeye düşürebilecek böyle bir plâna yardımcı olmak istemedi; zâten
Bâb-ı Âlî Nazır? lan Fransa'nın Avusturya ile savaşa devam niyetinde
olmadığını ve böyle olunca Bâb-ı Âlî'nin bir başına tehlikeli bir savaşı
üstlenmiş olacağı kanaatini taşıyorlardı. Bonneval, kont Pod-wils'e yazması
için tsveç elçisi Carlson'un dönüşünden faydalandığı ve Bâb-ı Âlî'nin I.
Frederic'le (130) sürdürdüğü yazışmaları yeniden başlatmayı son derece
arzu ettiğini konta yazdırdığı hâlde, Osmanlı İmparatorluğu ile Prusya
arasındaki münasebetleri yeniden canlandırmayı başaramadı. İspanya ile
ittifak bu devlette Napoli engeli ile karşılaştı: Bu engel, aşılması imkânsız
olan Papa ile yapılmış haçlı seferleri anlaşmasıydı ve bu sayede İspanya her
yıl büyük rakamlara varan maddî çıkarlar elde ediyordu.
BONNEVAL'İN ÖLÜMÜ
Bonneval, Avusturya hükümetine karşı, alamamış olduğu yirmidörtbin beşyüz florinden kaynaklanan ve düşmanlık derecesine varmış
bir kin besliyordu; bu parayı, daha sonra Guastal-la savaşında ölen gayri
meşru oğlu Tour kontu için değil, babasından, yâni kendisinden kaçırılan
ikibin ciltlik bir kütüpha(129) «VTI. Charles'ın ölümünden sonra, Veziriazam Fransa elçisine tahtın
Avusturya hanedanı eline geçmesinden üzüntü duyacağını kesinlikle
haber verdirdi ve Bavyera’nın yakında Macaristan'la anlaşacağı
belirtileri üzerine, Veziriazam bundaki maksadın vakit geçirmeden
takibedilmesi hususunda Fransız hükümetine acele uyarı yazıları
gönderdi. Bu iki beyanı, Fransa hükümetinin Bâb-ı Âlî tanımadan
Toskan büyük-düklüğünün meşruluğunu tanımayacağı beyanı
takibetti.» Castellane’ın Bâb-ı Âlî Hatıratı, 29 Temmuz 1746'da
Bâb-ı Âlî'yi Macaristan sınırında gösterilerle bir oyalama hareketine
razı etmek hususunda gayretler bölümü.
(130) Prusya kralı Potsdam'dan kont Podwils'e yazdığı 22 Kasım 1746
tarihli mektubunda Türklerin savaş ilânının kendisini rahatsız
etmeyeceğini, bunun Türklerle Avusturyalılar arasında mütârekeden
önce, yâni 1748'den önce gerçekleşemeyeceği kanaatinde olduğunu
belirtiyor.
OSMANLI TARİHİ
83
nenin ve ondan kalan, ama kendisinden kaçırılan eşyalar için istiyordu
(131). Bonneval zaten hâlihazır durumundan da son derece gayri
memnundu; bu da kendisine yapılan ücret ödemelerindeki belirsizlikten
geliyordu; bu hususta Reisefendi de ona karşı müsait davranmamaktaydı;
çünkü onun birçok Avrupa devletlerince aylığa bağlanmış olduğunu
biliyordu (132). Bu durumda, Bonneval, gizlice Fransa'ya dönmeyi
tasarladı ve bu tasarısını gerçekleştirmek için, Castellane'ın yerine atananla
müzâkerelere girişti; Fransız elçisi ona, Dışişleri Nâzın Argenson adına,
Bâb-ı Âli'yi Avusturya'ya karşı silahlanmaya ikna etmek görevini verdi
(NOT: 8) ve Fransa'nın Napoli elçisi L'Hopital de ona aynı görev üzerinde
duran bir mektup gönderdi. Bonne-val'in Fransa'ya dönmesine müsaade
eden mektup, Peyssnol tarafından şifresi çözülmüş olarak kendisine verildi.
Fakat, Bonneval ertesi gün, ilerlemiş goutte (nikris) hastalığından, vasiyetnâmesiz, on kese borç bırakarak öldü (23 Mayıs 1747). Kendini
Bonneval'in gayri meşru oğlu olarak tanıtan kırkbeş yaşındaki mühtedi
Süleyman, bombacılar kumandanı olarak babalığının yerini aldı (Haziran
1747), aynı şekilde Macar mühtedisi İbrahim Müteferrika'nın oğlu İbrahim,
babasının ölümünden soır-ra, geçen yıl, İmparatorluk matbaasının
müdürlüğüne getirilmişti.
Bonneval, yeni İsveç elçisi Tessin'e, Carlson'un İstanbul'da kalmasını
sağlamak üzere başvurmuştu; bununla beraber, Cari-son geri çağırılarak
yerine önce maslahatgüzar, peşinden elçi olarak Celsing atandı (1745).
O sırada Türk devleti üzerine küçük bir eser yazmış olan Porter (133),
İngiltere'nin İstanbul elçisiydi. Yazdığı eser, aynı zamanda İstanbul'da
Venedik elçiliğinde kâtip olarak görev yapan Busineiio'nunkinden (134)
daha az önemli değildi. Aynı
(131) Bonneval bahis konusu tazminatı hiçbir zaman alamadı.
(132) Fransız elçisi Castellane Bonneval'e verilen şeref maaşının muntazam olmadığını söylüyor; Reisefendi ise Bonneval'in Sultan'dan,
Fransa ve iki-Sicilya'dan şeref aylığı aldığına işaret ederek: «Üç
ağzıyla yiyor» diyordu.
(133) Observation on the religion, law, government and manners of the
Turks. Lyon, 1768. (Türklerin dini, hukuku ve yaşayış tarzları üzerine müşahedeler).
(134) Pierre Businello, Osmanlıların hükümeti, âdet ve yaşayış tarzı üzerine rapor, Leipzig, 17SS.
iOTte^
84
HAMMER
dönemde Cizvit Borowski altı kişilik bir mâiyyetle gelerek, Polonya adına,
Tataristan'da temsilcilik ve Sira'da bir misafirhane tesisi talebinde bulundu.
Kendisine iyi muamele edildi ve bahis konusu ülkelere gitmesi hususunda
fermanlar verildi, tki yıl önce Veziriâzam'ın hetman Podocki'ye Rusya'nın
Ukrayna (135)'ya karşı silâhlanıp silâhlanmadığını sorduğu mektuptan bu
yana Bâb-ı Âlî'nin Polonya ile diplomatik bir ilişkisi olmamıştı.
RUSYA ÎLE BARIŞ ANLAŞMASININ
YENİLENMESİ
Kırım hanını İstanbul'a çağırarak ve yukarıda bahsettiğimiz şekilde
parlak bir törenle karşılayan Bâb-ı Âlî, kendi politikasının tesiri üzerinde
fikir alış verişinde bulunmuştu; Osmanlı İmparatorluğu İran'la barış
anlaşması imzalamıştı ve bu gösteri hareketiyle aynı menfaatler üzerinde
birleştikleri tesirini uyandırmak istemişti. Kırım hanı, Rusların Kabarta
halkını kendi hâkimiyetleri altına almak istemelerinden şikâyet etti, oysa
son anlaşmada halkın bağımsız olduğu beyanı bulunuyordu; Zaporoglar
için de durum aynıydı. Rus elçisi Nepluieff bu hususları hükümetine
bildirdi; fakat Kırım hanlığına bir konsolos atanması yolundaki teklifine,
Tatarların vahşi oldukları, Fransız konsolosuna çok kötü muamele ettikleri,
bu hususta bir karara varmadan önce hanın memleketine dönmesinin
beklenmesinin yerinde olacağı cevabı verildi. Nepluieff, iki ay sonra, barış
anlaşmasının ve son anlaşma ekinin yenilenmesi hususunda görüşmelerde
bulundu. Yenilenmeden maksat, sadece anlaşmada geçen prens İvan adı
yerine imparatoriçe Catherine (Kate-rina) adının yazümasını mümkün
kılmaktı. Zâten anlaşma sürekli olarak yapıldığından yenilenmeğe gerek
olmamakla beraber, Reisefendi bu şartlar içinde yeni bir menfaat kaynağı
gördü ve Rusya'nın isteğine can ve gönülden rıza gösterdi. Böylece, sürekli
barış anlaşması imparatoriçe adına düzenlenen bir anlaşmayla yenilendi (10
Nisan 1747 - 29 Rebiul'evvel 1160).
(135) Veziriazam Hasan Paşa'nın Polonyalı general Potocki'ye mektubu
(Şubat 1744).
OSMANLI TARİHİ
85
AVUSTURYA BARIŞ ANLAŞMASI
SÜRESİZ UZATILDI
Bâb-ı Âlî, İmparator I. François’nın tahta çıkmasından sonra
olağanüstü yetkili murahhas veya elçi olarak atanan baron de Penkler'in
(136) muhteşem bir törenle huzura kabul gününü önceden belirlemişti;
Penkler, İmparatorun tahta çıkışını bu kabulde resmen tebliğ etmiş olacaktı.
Fakat, Reisefendi, elçinin güven-mektubunda İmparatorun unvanları
arasında Kudüs kralı sıfatının geçmesi üzerinde durdu. Gerçekten de,
Kanunî Sultan Süleyman'ın saltanatı döneminde bu konudaki itirazlardan
sonra Bâb-ı Âli'ye gönderilen Avusturya resmî vesikalarından bu unvan
kaldırılmıştı. Reisefendi'ye göre, bu hususun bilmezlikten gelinmesi,
Osmanlı İmparatorluğu hükümetine karşı bir saygısızlıktı. Reisefendi,
evvelce memlekete sahib olduğu için Sultan, Macaristan kralı unvanım
kullandığı takdirde bunun uygun görülüp görülmeyeceğini baron de
Penkler'e sordu. Elçi, İmparatorun kullandığı unvanın Lorraine dükleri
tarafından kullanıldığı için fazla önemi olmadığını belirtmekle yetindi. Bütün itirazlarından bir netice çıkmadığından unvanı silmek zorunda kaldı.
Napoli kralları da güven mektuplarından aynı unvanı kaldırmak zorunda
kalmışlardı. Böylece, Penkler'in güven mektuplarındaki unvanlar
değiştirildi. Bu olayı İmparatorluk müverrihi (tarihçisi) muzafferâne bir eda
ile nakletmekte ve buradan sözü Belgrad (137) anlaşmasına getirerek,
Sultan Mah-mud'un ek anlaşmaya konulan bazı ifâdelerin çıkarılmağa zorlanması karşısında: «Cenab-ı Hak isterse, zamanı gelince onlar
(136) Penkler'in raporu. Müzâkereler ve neticesi için İzi Tarihi'ne, f. 160
ve 161, bakınız. Tarihi 1818'de yayınladığı ve İzi Tarihi İstanbul'da
otuzdört yıl önce yayınlandığı ve anlaşmanın metni Penkler'in 2
Ağustos 1747 raporunda ek olarak bulunduğu halde Schoel bu olaydan habersizdir; Türkçe metinden önce anlaşmaya getirilen değişikliğin sebeblerini izah için bir giriş bulunmaktadır. Rusça nüshada
bu giriş yoktur.
(137) Belgrad anlaşmasında bazı ifâdeler için Bâb-ı Âlî'ye yapılan baskılar sonunda bunların değiştirilmek zorunda kalınması Penkler'in
güven mektubuna karşı takınılan tavırla telâfi edilmiştir. İzi geniş
tarihî bilgisiyle Hudeybiye anlaşması sırasında Kureyşlilerin Hz.
Peygamber'i bazı kelimeleri değiştirmeye zorladıklarını, Peygamber'in de Saffeyn savaşında bunu ödeyeceklerini bilerek razı olduğunu anlatmaktadır.
.
86
HAMMER
bu yaptıklarını bize ödeyeceklerdir»
haklı olduğunu imâ etmektedir.
(138)
sözünü söylemekte
Penkler, huzura kabul merasimlerinden sonra, biri Toskan
büyük-dükü sıfatiyle bir dostluk anlaşması imzalanmasını başarmak,
diğeri Belgrad anlaşmasının müddetsiz olarak uzatılmasını hedef
alan ikili müzâkerelere girişti. Bu sürekli barış hususunda ilk fikir,
kendisini zenginleştirecek hâdise ve müzâkereleri harekete
getirmekte ve sonra bunları sadece altının yoluna koyabileceği
güçlüklerle kuşatmakta usta olan Reisefendi'-den geldi. Barış ve
dostluk anlaşmasiyle alâkalı müzâkerelerin cereyanı sırasında,
Reisefendi, kendisine Fransız elçisi Castel-lane ve Bonneval
tarafından telkin edilen bir itirazı ortaya attı: Varcki tarafından
yazılan Floransa tarihinde Come de Medicis, şövalyeleri Malta
şövalyeleri gibi Müslümanlara karşı açıkça savaş hâlinde bulunan
Saint-Etienne mezhebinin kurucusu olarak gösterilmişti; bu böyle
olunca, Bâb-ı Âlî ile Toskana arasında hiçbir dostluk mevcut
bulunamazdı. Avusturya elçisi Penkler, Reisefendi'ye zekîce bir
cevap verdi: Eğer eski düşmanlıklar ebedî olmuş olsaydı, Kur'an'da
«Bütün kâfirleri ölümle cezalandırınız.» yazdığına göre, Babı Âlî
hıristiyan devletlerle nasıl barış hâlinde yaşayabilir ve dostluk
münasebetlerini sürdürebilirdi? Her hükümdar, diye ekledi,
devletlerinin iyiliğini kendi vicdaniyle barıştırmayı hedef bilmelidir;
Bâb-ı Âlî'nin de aynı anlayış içinde olduğunu ümit etmek gerekir.
Bâb-ı Âlî tarafından diğer bir güçlük, «ebedî» kelimesiyle ifâde
edilen Belgrad barışının sürekliliğine karşı çıkarıldı. Ebedî sözünün
Kur'-an'a aykırılığı üzerinde duruluyordu; fakat, Bâb-ı Âlî Rusya ile
«ebedî» (139) bir anlaşma imzalamış olduğuna göre bu itiraz
fazlasiyle garipti, üstelik bu anlaşma, bahis konusu kelimeye
dokunulmadan daha son zamanlarda yenilenmişti. Reisefendi, sadece
«uzun müddet» (140) sözcüğünün kullanılmasını istiyordu; elçi,
bunlara karşı sürekli ve ebedî (141) kelimelerini tercih ediyordu.
Nihayet sürekli ve devamlı (142) kelimeleri üzerinde karar kılındı.
Fakat, Türkçe nüshada bu iki kelimeye şeri(138)
(139)
(140)
(141)
(142)
İnşallah vakti ile mukabele ve mükâfat olur.
Müebbede.
Memdûd, yâni uzun müddetli.
Dâim veya müebbed.
Dâim vü berkarar.
OSMANLI TARİHÎ
87
atin (143) müsaade ettiğince uzun müddet kelimesinin tercih edildiğini
belirten ek bir madde konuldu. Bütün bu güçlükler, Fransa'nın
menfaatlerinin savunucusu, fakat, Bâb-ı Âlî'yi Avusturya'ya karşı bir savaşa
kışkırtmağa gücü yetmediğinden hiç değilse bu iki devlet arasında dostça
ilişkileri engellemek isteyen Şeyhülislâm Hayâtizâde'nin başının altından
çıkıyordu. Ha-yâtizâde, Avusturya İmparatoruna verilen Kudüs kralı unvanına şiddetle karşı çıkanlar arasında yer almıştı. Bu jjeyhülis-lâm’ın ve
peşinden
seksenlik
Şeyhülislâm
Mahmudzâde
Zeynel-âbidin'in
azledilmelerinden sonra istediği gibi hareket etmekte serbest kalan
Reisefendi, imparatoriçenin anlaşmanın Avusturya'ya verilecek nüshasında
Almanya İmparatorluğunun tek vârisi olarak kalmasına razı oldu ve
anlaşmanın Türkiye nüshasında Sultan'ınkilere eklenen Kudüs unvanı
yakışıksız kaçacağı düşüncesiyle kaldırıldı. Nihayet, müddetsiz olarak
yenilenen için olduğu gibi, Toskana ile yapüan anlaşma için, her birine
üçbin duka altını verildi. Avusturya İmparatorluğu için ölümcül bir mânâ
taşıyan Belgrad barış anlaşması, imparatorluğa daha önce onbeşbin duka
altınına malolmuştu, büyük, değeri olan yüzük de bu rakama dâhil değildi.
Böylece, Fransız elçisi Castel-lane ve iki gün önce ölen Bonneval'e rağmen,
Bâb-ı Âlî Avusturya ve Toskana ile sürekli bir anlaşma imzaladı (25 Mayıs
1747). Yedi aylık bir süre içinde Osmanlı İmparatorluğu İran ile bir
anlaşma yapmış, Rusya ve Avusturya ile mevcut anlaşmaları da müddetsiz
olarak yenilemişti.
(143) Mesâg-ı şer-i olduğu veçhile müddet-i memdûde. îzi, f. 116.
ALTMIŞDOKUZUNCU KİTAP
Hırka-1 Şerif Dâiresi. — Veziriâzam'ın azli ve yerine
Seyyid Abdullah Paşa'nın atanması. — Nâdir Şâh’ın
ölümü. — Olağanüstü yetkili elçi Kesriye-li'nln İran'a
dönüşü. — Memlûklerin katliâmı. — Birçok valinin
atanması. — M. de Desalleurs. — Hattî Mustafa
murahhas olarak Viyana'da. — Evlenmeler, inşâatlar ve
kitabeler. — İstanbul ve Bağ-dad'da isyan. — İran ve
Napoli elçilikleri. — Kırım hanının ölümü. — Vezirlerin
atanma ve değiştirilmeleri. — Şeyhülislâm Esad, Nailî ve
Bıçakçılar imamının ölümleri. — Tabiat Olayları. —
Kesriyeli, Pirîzâde ve Reisefendi Mustafa'nın ölümü. —
Bedeviler arasında Abdulvehab tarafından gerçekleştirilen İslâmiyet'te reform hareketi. — Bu mezheb
adamının doktrini. — Arabistan'dan felâket haberleri. —
Bir para hazînesinin keşfi. — Eflâk Prensi, Şeyhülislâm
ve Veziriâzam'ın azilleri. — Yeniçeri-ağası sarayının ve
sarayda bir köşkün inşâatı. — Bir Hind elçisinin gelişi.
— İran olayları. — d'Aix-la-Chapelle barışı üzerine Bâbı Âlî'nin görüşü. — İstanbul'daki Avrupa devletleri
elçilerinin gayretleri. — Kışlalar, sayfiye köşkleri ve
kalelerin inşâsı. — İç karışıklıklar. — Deniz olayları. —
Veziriâzam'ın azli ve Kızlarağasının idamı. — Deprem
ve kasırga. — Yunanlıların ayaklanmaları. — Bâb-ı Alî
tercümanları ve voyvodaların değiştirilmesi — Fransız,
İsveç elçilerinin ve bir Danimarka murahhasının
gayretleri. — Venedik ve Kaguza. —- Polonya ile
muhâberât. — Yeni Sırbistan ve Kabarta'da
anlaşmazlıklar çıkması. — Gürcistan ve Irak olayları. —
Sultan'ın inşâatları ve ziyaretleri. — Galata Sarayı
kütüphanesinin açılması. — Deprem. — Birinci
Mahmud ve Şeyh Yusuf'un ölümü.
HIRKA-t ŞERİF DAİRESİ
TRAFDAKİ bütün devletlerle yenilenen banş anlaşmalarının
verdiği huzurla, Sultan Mahmud, kendisini başlıca zevki olan
inşaat işlerine tamanüyle adadı. Fakat ne yazık ki, son
zamanlarda akınlarından şikâyetçi olan Ruslarla ba-
E
OSMANLI TARİHİ
S9
nşı devam ettirmek nıaksadivle Kuban Tatarlarını zabt-ı rabt altında tutmak
için Açan adasında yaptırdığı bir yeni hisar istisna edilirse, yükselttiği
yapıların hemen hepsi göze çarpmayan veya faydasız şeyler oldu. Nimet ve
Nevres Efendi kafiyeli kitabelerinde Beşiktaş yazlık sarayının
tamamlanmasını kutladılar ve onu Doğu'nun en ünlü yedi sarayı arasında
saydılar: Bu saraylar Dicle üzerindeki Keyhusrev Nuşiravan (1), Medain'deki (2) Keyhusrev Perviz ve Oronte (3) üzerindeki eşi güzel Şirin'di ve
yeni yapıyı Arap hükümdarı Naaman'ın Irak'da (4) yaptırdığı diğer iki
sarayla Hahramout'da ve Yemen'de Hom-yar kral (5) ailesi tarafından
yüceltilen saraylarla da kıyasladılar. İmparatorluk müverrihi, sanatkârâne
nesrini, yeni tamir ettirilen Sinanpaşa Köşkü'ne yerleştirilen ve hazineden
ondört-bin dirhem gümüş çekilerek sırf bu mâdenden imâl edilen tahtı
başariyle övmek için kullandı; yazar bu tahtı gözalıcı bir us-lûbla överken,
onu eski İran hükümdarı Keykavus'un tavus (6) biçimindeki tahtından da
üstün gösterdi. Avrupa'da aşağı yukarı bilinmeyen ve Asya'da unutulan bu
hükümdarın adı böylece yeniden duyurulmuş oldu. Tarihin en yerinde
övgüîeriyle saraydaki kutsal emânetler salonunu tasvir etti. Sultan'ın yatak
odasının yanındaki odada, bu kutsal emânetlerden Hz. Peygamberin yeşil
renkli olan sancağı, kılıcı, yayı ve borda (7) denilen siyah kumaştan hırkası
imparatorluğun paha biçilmez kıymetleri olarak muhafaza ediliyorlardı.
Peygamberin sancağı İmparatorluğun bayrağı idi ve ordu savaşa giderken,
muhteşem bir merasimle birliklerin serdarı olan Veziriâzam'ın ellerine
teslim ediliyordu; sefer dönüşünde aynı törenle teslim almıyordu. Hz.
Peygamberin kılıcı tahta çıkan Sultanlar tarafından kuşanılıyordu ve kutsal
hırka (8), her yıl Ramazan ayının ortasında törenle ziyarete açılıyor, saray
subayları, büyükler ve Nazırlar tarafından ziyaret ediliyordu; Hz.
Peygamberin hırka(1)
(2)
(3)
(4)
(5)
(6)
(7)
(8)
Taki Kesra.
Taki Muşgu.
Kasrı Şirin.
Havernak ve Sedir.
Hadramut'daki Kasrı Muşeyed ve Sana'daki Gomedan.
Tahtı Tavus; Tahtı Keykavus.
Orada Ebubekir, Ömer ve Osman'ın ve Peygamberin diğer ashabının da kılıçları
görülmektedir.
Hırka-i şerife.
90
HAMMER
sının bir ucunun batırıldığı su kutsal sayılıyor, saray ileri gelenleriyle şehrin
eşrafına dağıtılıyordu. Sancak-ı Şerif ve hırka ayrı ayrı kırk bohçada
muhafaza ediliyor, gümüş bir kasada korunuyordu. Diğer eşyaların
muhafazasında kullanılmak üzere imâl edilecek kasa için Sultan'ın verdiği
altmışsekizbin dirhem gümüşten başka, dip duvarı ufuk mavisi olan Kutsal
Emânetler Dâiresi'nin bezenmesi için aynı mâdenden yirmi ve bir buna
yakın dirhem tutarında kullanım yapıldı. Müverrih bu vesileyle, bu
hırkanın, Hz. Peygamber'in, meşhur medhiyesinde: «Peygamber,
kıvılcımları her tarafa yayılan kılıçtır; bu, Allah'< m kınından bizzat çektiği
kılıçtır» beytini okuduğu sırada, şâir Kâab Bin Süheyr'e sırtından çıkarıp
verdiği hırkanın aynı olduğunu anlatan şehâdetleri zikrediyor.
Hz. Peygamber'in halefleri olan Halifeler ve Mısır Halifelerinin
halefleri durumundaki Osmanlı Sultanları, uzun zaman kendilerini şeriatini
dünyaya kabul ettirmek için kınlarından çekilmiş Allah'ın kılıcı olarak
görmüşlerdir; fakat, onsekizinci asrın başından beri III. Ahmed ve I.
Mahmud saltanatları döneminde, Bâb-ı Âlî'yi rahatsız eden ve nihayet bir
siyaset âleti olarak kullanılan Iran prensinin idamı için birçok vesile varken,
adetlerdeki bu değişiklik tesiriyle Bâb-ı Âlî onu Samsun'a göndermek ve
oradan da Kırım hanlarının sürgün yerleri olan Rodos'a naklettirmekle
yetindi. Eflak tab'asınm prens Jean Maurocordato'dan (9) şikâyetleri ayyuka
çıkınca Veziriazam onu azletti ve yerine böylece üçüncü defa hospodar
makamına çıkan Bâb-ı Âlî tercümanı Alexandre Ghika’nın kardeşi
Grögoire Ghika'yı atadı (24 Ağustos 1747 - 17 Şaban 1160). Ghika’nın düşüşünü, kısa bir süre sonra Veziriâzam’ınki takibetti.
(9) İzi, f. 128. Ana tarafından akraba olduklarından her ikisi de Scarlatzâde adını taşıyorlar.
OSMANLI TARİHİ
91
VEZİRİAZAMIN AZLİ VE YERİNE SEYYİDABDULLAH PAŞA'NIN ATANMASI
Esseyid-Mehmed, uzun yıllar boyunca İmparatorluğun en önemli
görevlerinde başarıyla hizmet görmüş, Belgrad anlaşmasından önceki
safhada, neticelendirilmesini hazırlayan müzâkerelerde kayda değer
rol oynamıştı; Veziriazam olarak idâresinin son dokuz ayı içinde
İran'la yapılan anlaşmayı yenilemiş veya yeniden kurmuş, Rusya ve
Avusturya ile İmparatorluk arasındaki anlaşmalara yenilemek
suretiyle sağlamlık kazandırmış, Toskana büyük-dükü ile bir dostluk
anlaşması imzalamıştı. Ne var ki, bütün bu hizmetler, gözden
düşmesine mâni olamadı. Bunu da, onu ulemâ sınıfına hücum ettiren
kavgacı ve kinci mizacı hızlandırdı. Afyon iptilâsı kendisine Tiryaki
lâkabı takılmasına yol açmıştı ve zâten halk görüşü açısından bir
rezaletti. Vezâretiuzmâ makamına Seyid Abdullah Paşa'nın
atandığını bildiren Hatt-ı Şerif, aynı zamanda azledilen Veziriâzam’ın ulemâya karşı takındığı tavrı şiddetle kınadı.
Yeni Veziriazam Seyyid Abdullah Paşa, Veziriazam Köprülü
Hüseyin Paşa'nın kâhyası Hasan Paşa’nın oğluydu. Çorlulu Ali
Paşa'nın Veziriâzamlığı döneminde Rumeli Beylerbeyi olan Hasan
Paşa Veziriâzamlık makamına atanmak üzere İstanbul'a çağırılmıştı;
rakibi olan Çorlulu durumu öğrenince onu Mısır'a gönderdi ve orada
idam edildi. Oğlu Seyid Abdullah, bu olaylar cereyan ettiği sırada
ancak büyük-mirâhur makamında bulunuyordu ve Aydm'da
başgösteren Sarıbeyoğlu isyanını bastırmıştı. Sırasiyle Kıbrıs, Rakka
ve Aydın valilik makamlarında bulunduktan sonra, İstanbul'a
çağırıldı ve kendisine Veziriâzamlık makamı verildi. Selefi .olan
Esseyid Mehmed Paşa Rodos adasına gönderildi; sürgüne
gönderilmesi, bir evvelki Şeyhülislâm, Tabib, Hayatîzâde'nin Şam'da
vefatına rastladı. Reisefendi Abdullah, dostu ve Niemirow barış
kongresinde birlikte çalıştığı gözden düşen Veziriâzam’ın kaderini
paylaştı. Bununla beraber, düşmesinin başlıca sebebleri Kâhyabey
(İçişleri Nâzın)'in kıskançlığı ve defterdar ile kavgası olarak
sayılabilir. Kendisini çocuklarına vasi tayin eden yaşlı Murteza’nın
serveti üzerinden ancak beşyüz kese ödemekle suçlanmıştı;
Murteza’nın kızım oğlu ile evlendirmişti. Yeni Veziriazam, eski
Reisefendi Abdullah'ı Kastamonu'ya sürgüne gönderdi. Bununla
beraber, talebi üze-
üÖSEtaB5
92
HAMMER
rine Edirne'de oturmasına izin verdi (10). Büyük değerde bir şâir olan
Abdullah Nailî, Devlet Dâiresi yazarlarının şefliğine atandı ve müverrih İzi
teşrifatçıbaşılığa yükseltildi.
Veziriazam Seyyid Abdullah Paşa, makamı ve nüfuzu fazla-siyle
dikkatimizi çekmiş olan Reisef endi 'den başka, bütün selefleri gibi,
dâiresinin birinci derecedeki memurlarını değiştirdi; Kâhyabey'i, çavuşbaşı,
Nişancı'yı, üç defterdarı, müsteşarı, beylikçiyi, mektupçu ve iki tezkireciyi,
altı mabeyinciyi (11) ve müfettişi, süvarilik dâiresinin (12) altı müfettiş
kâtibini, piyâ-delerinkileri (13), Hazîne Dâiresi baş idarecilerini (14) azletti;
ayrıca, İmparatorluk valilerinden onikisinin yerlerini değiştirdi.
Yeni Veziriâzam'ın ilk idâri tedbiri, bir emirname yayınlayarak, aksine
davranana sert cezalar koymak suretiyle, Beyoğlu ve Galata
meyhanelerinde şarap satışını yasaklamak oldu. «Hz. Peygamberin bütün
kötülüklerin anası (15) olarak bildirdiği» diyor İzi, «şarabın kızı (16) artık
açıkça görünemedi ve bu zamanın kadınlaşmış erkekleri (17), şarap dolu
kristal bardakları porselen kahve fincanlariyle değiştirmek (18) zorunda
kaldılar.» Kısa bir süre sonra, meyhane ve kabarelerin en fazla bulunduğu
İstanbul'un mahallesi Samatya'da yangın çıktığında, şâirler cinaslı dilleriyle
bu yangına boğazları kuruyan ve yanan şarap meraklılarının iç
çekmelerinden kıvılcımlandı-ğını, bu suretle alevlendiğini anlattılar (4
Kasım 1747 - 1 Zilkade 1160).
(10) Nümanzâde, Hoş Tavsiyeler'inde, Edirne'de Reisef endi Abdullah'la
yaptığı bir görüşmeyi naklediyor ve ondan Tavukçubaşı olarak bahsediyor.
(11) Hâzine, tersane, para, şehir, mutbak ve arpa.
(12) Sipâhilerinkini, silâhdarlarınkini, vb.
(13) Yeniçerilerin, cebecilerin, topçu ve toparabacıların.
(14) Tevcihat (atamalar) listesi, İzi, f. 140'da bulunmaktadır.
(15) Ummul habâis.
(16) Bint-til areb, Acemcesi: Dunteri rez.
(17) Surezai zeman.
(18) İzi'nin söylediğine göre, beş-altı mısralık tenkitler (tahmis ve tes-dis)
düzüyorlardı:
tHûmlar şikeste cam tehi yok mevcud-u mey,
Ettün esir kahvt bizi, hey zemane hey;*
OSMANLI TARİHİ
93
NADİR ŞAHIN ÖLÜMÜ
Başka mâhiyette bir yangın, İran sınırında patlamak üzere
olduğunun tehdid işaretlerini veriyordu. Kısa bir süre önce, Erij
van'da Nâdir şaha karşı başkaldırıldığı haberi alınmıştı; bir müddet
sonra da bu hükümdarın öldürüldüğü öğrenildi. Ker-manşahanlı Celi
hanın yeğeni ve Nâdir'in topçu birlikleri kumandanı Gurd Hüseyin
han ve İbrahim'in oğlu, İran şahının kardeşi Ali-Kuli han, ortadan
kaldırılacaklar listesinde kendilerinin de bulunduğunu öğrenince,
canlarını kurtarmak için müs-tebidi öldürmeğe karar verip üçbin kişi
topladılar. Bu maksatla Keşekcibaşı Kocabeğ ve Cezayircibaşı
Salihbeğ'le birleştiler; bunlar şahın muhafızları kumandanıydı. Nâdir
şâh Koçum üzerine ilerlemek üzere Horasan'da Meşhed'den
ayrılırken, üç oğlunu sıkı bir muhafaza altında bulundurduğu Kalat
kalesine göndermişti; bunlar, kısa bir zaman önce aslı esası olmayan
bir şüphe üzerine gözlerini oydurduğu Riza-Kuli Mirza, Nasrullah
Mirza ve şâhm veliahdı Şâhrûh Mirza, Riza-Kuli'nin oğlu ve
Tahmasip'in kızıydı. İstibdadından ve devlet dinine suikasdin-den,
halk ve mollalar üzerindeki baskısından artık şüphe edilmeyen
Nâdir'in eski şöhretinden eser kalmamıştı. İnancı yerinde olan bütün
şiîler için bir kin mevzuu hâline gelmişti. Oğuz-beğlerin ve
Afganlıların reisleriyle bir gece istişare ve müzâkerelerde
bulunmuştu. Tasarısı ortaya çıkmıştı. Nâdir'i durdurmak için, iki
muhafız kumandanı Kocabeğ'le Salihbeğ, görevlerinin verdiği
imtiyazdan yararlanarak geceyi dış muhafızlar arasında geçirdiler ve
Nâdir şahın uyuduğu çadıra girdiler. Sıkıştırılmış olduğunu gören
Nâdir kendisini cesaretle savundu, fakat Salihbeğ'in indirdiği bir kılıç
darbesi hayatına son verdi (19) (23 Haziran 1747 - 14
Cemaziyül'evvel 1160).
Nâdir şâhm öldürüldüğü gecenin sabahı korkunç bir kargaşalıkla
karşılaşıldı. Afganlı Ahmed han, Oğuzbeğlere ait bir birlikle îran
birliklerine hücum etti; fakat yenilgiye uğrayarak Kandahar'a kaçtı.
Nazar Ali han ordunun öfkesinin kurbanı oldu; Mayar han ve şeriat
makamının başı olan Mollabaşı çâreyi kaçmakta buldular. Nâdir
şahın mühür muhafızı, efendisinin cesedini Meşhed'e götürmek üzere
bir deveye koydu, fakat yolda rastladığı bir kısım Kürtler onu cesedi
bir çukura ata(19) İzi, f. 135.
94
HAMMER
rak üzerini toprakla örtmeğe zorladılar (20). Nâdir şâhm ölümü İstanbul'da,
Sultan'ın can düşmanlarından biri daha ortadan kalktığından Allah'ın bir
lütfü şeklinde yorumlanarak şenliğe vesile oldu. Osmanlı imparatorluğu
müverrihinin yorumuna göre, Almanya İmparatoru VI. Charles ve Rusya
împaratori-çesi Anne'dan sonra Halifeye karşı savaşa cür'et eden Nâdir de
Kur'an’ın: «İki hiçbir şey değil, üç (21) olması gerek.» hükmüne uygun
olarak dünyadan ayrılmıştı. Nâdir şâhm kaatillerin kılıç darbeleriyle can
verdiği gün, şaha Sultan'ın zengin hediyelerini götürmekle görevlendirilmiş
olan olağanüstü yetkili elçilik heyeti İran sınırını geçmişti.
Sırbistan'da sınırların belirlenmesinde komiser olarak görev yaptığını
gördüğümüz ve bu görevini (22) bir raporla gelecek nesillere intikal ettiren
elçilik karargâhı kadısı müderris Numan Efendi, birtakım işaretlerin
kehânetçe mânâlarına başvurarak, Sultan'ın hediyeleri arasında
mücevherlerle süslü bir kılıç bulunduğunu gözönünde tutup, Nâdir şâhm
kaçınılmaz bir kaderle kılıç darbeleriyle hayatını kaybedeceği neticesini
çıkarır. Bu vesileyle Niemirow kongresi kurbanı Kâhyabey Osman’ın,
Sultan imamı Pîrîzâde'nin ona kâğıttan sanatkârca oyulmuş bir makas
göndermesinden kısa bir süre sonra idam edilmiş olduğunu hatırlatır.
Yazar, bunun hemen peşinden, hükümdarların, devlet ileri gelenlerinin
düşüşlerini ve diğer felâketleri haber veren işaretler üzerinde durur. Tehdid
altındaki, yâni başına bir şeyler gelecek kişinin sarığının ve tuğun yere düşmesi gibi olaylar da bu kötü işaretler arasında yer almaktadır. Bunlardan en
az yedi işaret de Kesriyeli'nin elçilik görevinin iyi sonuçlanmayacağını
haber vermektedir.
OLAĞANÜSTÜ YETKİLİ ELÇİ KESRİYELİ'NİN
İRANA DÖNÜŞÜ
Nâdir şâhm öldürüldüğü haberi duyulunca, şâh Hüseyin'in oğlu
olduğunu iddia eden Sam Mirza (23), Azerbaycan'da taht
(20r Nâdir şâh üzerine yazılan tarihlerde bu olaydan bahsedilmemekte-dir.
(21) Eşşeyûn la yusennâ illa ve kad yusellis. tzi, f. 134.
(22) Hoş Tavsiyeler adlı eserinin üçüncü cildinde.
(23) Bu taht iddiacısının mühüründeki yazı Numan'da, f. 150'de bulun-
OSMANLI TARİHİ
95
üzerindeki hakkını ileri sürerek, takdisin ve İran krallarının mezar şehri
olan Erdebil'de kudretli hükümdar kılıcı kuşandı. Paşası İbrahim han,
Oğuzbeğ, Osmanlı elçisini ve taşıdığı zengin hediyeleri ele geçirip onları
hemen Tahran'a götürmek ümidiyle Hemedan etrafındaki memleketleri
geçti. Sam Mirza ve İbrahim han, her ikisi de pâhâ biçilmez hediyelere
sahip olmayı akıllarına koyduklarından, elçilik heyetini memleketin daha
fazla içerilerine çekmek maksadiyle Nâdir şahın ölümünün boş bir
rivayetten ibaret olduğunu anlatmağa çalıştılar. Fakat Türk heyetine gelen
mektupların tarihlerini mukayese eden ikinci elçi Receb Paşa, kâhya
defterdar ve kadı Numan Efendi gerçeği öğrenmeyi başardılar. Sonradan
gelen mektuplar onları doğrulamakta gecikmedi (24). Elçiyi geri dönmeğe
ikna eden kadı Numan Efendi, bu dönüş tedbirinin zarurî olduğunu bir
zabıtla tesbit etmeği yerinde buldu. Elçi Kesriyeli hududa vardı ve- Sina
üzerinden Bağdad'a yöneldi; zeâmetli bin süvarinin koruması sayesinde sağ
salim bu şehre ulaştı. Bu atlı birliği, Sultan'ın Nâdir'e gönderdiği
hediyelerin Kürdlerin, Oğuz-beğler ve Afşarların muhtemel saldırılarına
karşı savunulması için elçinin mâiyyetine verilmişti.
Nâdir şâhm öldüğünü bildiren tezkirenin gelmesinden beş gün sonra,
Sultan, payitahtta olağanüstü bir meclisi toplantıya çağırdı. Bu mecliste
olayların geüşmesi beklenerek İran sınırında "barışın devam ettirilmesi
uygun görüldü (25 Ağustos 1747 - 18 Şaban 1160).
Birkaç gün sonra, Bâb-ı Âlî, bu eyâleti iki ayrı (25) dönemde idare
etmiş olan Bağdad valisi Ahmed Paşa’ınn öldüğünü öğrendi. Ölümünden
önce âsi Kürd Selim hanı (26) itaat altına
maktadır ve şöyledir: Be men ez Gerdigâr ihlamest ismen es lutfi şiri
Hakk est. Yâni: İlham bana Allah'ın elinden geldi; Allah'ın aslanı
Ali'nin köpeği ben Sam adını aldım.
(24) Numan'da Nâdir'in ölümüyle alâkalı başka yazarlarmkinden daha çok
bilgi ve teferruat bulunmaktadır, yalnız 14 yazacağı yerde 12
Cemaziyülâhır yazmakla yanılmıştır. Bu elçiliğin raporu Numan'ın
eserinde hayli yer kaplamaktadır; 85, f. in-40 86'dan itibaren 161.
(25) İlk defasında onbir yıl, ikincisinde oniki yıl. Niebuhr'daki Bağdad
valileri listesine bakınız, n, p. 233. İzi, Paşa’ınn otuz yıl valilik ettiğini söylemek suretiyle yanılmaktadır.
(26) Numan'da Selim Han Tarihi'ne bakınız.
96
HAMMER
almıştı. Sultan, bu Paşa'nın yerine eski Veziriazam Ahmed Pa~ şa'yı
atadı. Aynı zamanda elçi Kesriyeli'yi Basra valiliğine getirdi. Sultan
Mahmud'un ikinci mirâhuru Mustafa Bey, şaha gönderilmiş olan
hediyeleri İstanbul'a getirmek ve ölen valinin mallarını müsadere
etmekle görevlendirildi. İkinci elçi Receb Paşa, defterdar Mustafa
Bey, karargâh kadısı Numan Efendi, müverrih Rahmi, Kesriyeli
elçilik heyetine bağlı olanların hepsi, aynı vesileyle İstanbul'a
dönmek emrini aldılar. Numan Efendi, o zamana kadar müderrisler
arasında işgal ettiğinden daha yüksek bir rütbeye geçti. Bu ilerleme
onu memnun etmedi; Şeyhül-islâm'a yakınarak, Sırbistan'da sınır
belirleme komisyonundaki ve Kesriyeli ile hizmetlerini, Sultan’ın
huzurunda iki kere hil'at giymiş olduğunu, bunların en azından
kendisinin Bağdad kadılığına tâyininde yeterli olması gerektiğini
anlattı. Bununla beraber, ancak uzun zaman sonra Süleymaniye'ye
bağlı sekizlerin müderrisliğini elde edebildi ve bu makamı aradan
uzun zaman geçmeden Manisa kadılığı ile değiştirdi. Daha önce birçok kere sözünü ettiğimiz eserini bu görevdeyken yazdı.
MEMLÛKLERİN KATLİÂMI
Nâdir şahın öldürüldüğü haberi İstanbul'a henüz ulaşmıştı ki,
Mısır valisi Ragıb Paşa'nın Memlûk beylerinin çıkardıkları isyanı
bastırdığı haberi geldi ve isyancıların kesik başları saray kapısının
önüne atıldı. I. Selim tarafından fethedildiğinden beri, Mısır'a Bâb-ı
Âlî tarafından Firavunlar ülkesi, Memlûkle-re de sömürmeleri için
bu zengin bölgeye zorla kabul ettirilmiş müstebidler gözüyle
bakılmıştır. Bu yüzden, bu ülkenin sahne olduğu cinayetlerden sık
sık bahsetmek imkânını bulduk. Mısır topraklarını Osmanlı kanına
bulayan Kaytaşbey isyanı üzerinden yirmi yıl geçmişti. O dönemden
beri Bâb-ı Âlî'nin gönderdiği bütün valiler, kendi çıkarlarına uygun
olduğuna dâir verdikleri hükme göre Memlûk beylerinin veya
İmparatorluk tarihçisinin deyişiyle Katamitlerin beylerinin az veya
çok kudretli esiri durumunda kalmaktan öteye gidememişlerdir.
İmtiyazlarını kolayca uygulayacak Paşaları vali olarak kabul etmeği
siyatleri hâline getirmişlerdi; daha geldikleri andan itibaren onları
yokluyor, ölçüp biçiyor ve tehlikeli olduğunu anladıkları takdirde
azledilmeleri için ellerinden geleni yapmaktan geri kalmıyorlardı.
Ragıb Paşa, Memlûk beylerine önce her istedik-
OSMANLI TARİHİ
97
lerini yaptırabilecekleri yumuşak mizaçlı bir kişi olarak görün-müştü.
Görünüşte kendisine bırakılan iktidarla yetinerek ve irâdelerine karşı
çıkmadan üç yıl boyunca onlarla mükemmel bir anlaşma içinde
yaşamıştı. Fakat, nihayet, İstanbul'dan almış olduğu Hattı Şerifi
uygulamaya koymanın zamanı geldiğine hükmetti; kendisine âsi
beylerin ortadan kaldırılmaları emrediliyordu. Ragıb Paşanın durumu
ciddiydi; Katamit (27) Mem-lûkler partisi çok kudretliydi; saflarında
şu beyler bulunuyordu: Şeyhül-Beled Uzun İbrahim, hac-emiri
(emir'ül-hac) Halil bey, Dimyat beyi Ali bey, Çolak Mehmed, hazine
dâiresi beyi Pu-lad Ömer bey, Bohaira kumandanı ve Küçük lâkablı
Ömer bey. Hac-emîrinin zalimliği ve gururu, Ragıb Paşa'ya uzun
zamandır düşündüğü darbeyi vurmak fırsatını verdi. İbrahim bey
Mağ-ribli bir taciri haksız yere idam edip mallarının üzerine oturduktan sonra, Ragıb Paşa kendisine yüzyirmi kese para ver-meği
üstlenmedikçe hac kafilelerinin idaresini ele almayacağını bildirince
halkı son derece öfkelendirdi. Sabrı taşırılan Ragıb Paşa resmi
olmayan bir çâreye başvurdu: Kendisine bağlı bir grup askeri pusucu
olarak görevlendirdi; bunlar beyleri divanda toplantı halindeyken
bastırıp öldüreceklerdi. Baskın kısmen başarılı oldu-. Dört bey,
defterdar, hazinedar, Dimyat ve Bohaira beyleri saldıranlar (28)
tarafından öldürüldü, fakat diğer üçü, şeyhül-Beled başlarında olduğu
halde cesaretleri sayesinde kurtuldu (10 Ağustos - 3 Şaban).
Bu öldürme olaylarından sonra, Ragıb Paşa, İstanbul'daki
benzeri kadar itibarlı olan Hz. Peygamberin Sancağı'nı alarak
Azablar Kapusu'na .gitti. Hac-emirliğine atadığı Bagicelilbeğ,
Yeniçeriler Kapusu yakınındaki Mahcar menzilini işgal etti. Kazdağı
çavuşu İbrahim Yeniçeriler Kapusu'na yerleştiği sırada, Ridvan
kâhyabey Sultanhasan ve Sebil-ul-Müminin mahallesine hâkim oldu.
Aynı gün, Ragıb Paşa, Kahire'nin yedi loncasının mensuplarını
Sultan'ın bayrağına yeniden sadakat yeminine davet etti.
(27)
(28)
İzi, f. 137-139.
İzi, f. 139. «Vali Ragıb Paşa, Bâb-ı Âlî'nin emirlerine uygun olarak, devlete
karşı itaatli davranmayan yirmibeş beyin Mısır'daki hâkimiyetlerini ortadan
kaldırmak üzere 1747 yılı 10 Ağustos Perşembe günü Kahire'de bir suikasd
tertipledi.» Penkler'in raportr.
Hammcr Tarihi, C: Vlll. E: 7
■m
98
HAMMER
Bu sırada, İbrahimbeğ ve Küçük Ömerbeğ altı bin Memlûk toplamış
ve Mısır'ın belli başlı işlerini Katamit beğleri arasında paylaşmışlardı.
Valinin tarafında ise yedi loncadan üç bin asker, eski Circe beyi
Mustafabeğ, Sefer beyi Halilbeğ ve Kahire defterdarı Abaza Mehmedbeğ
bulunuyordu. Ragıb Paşa, ücretlerinden ayrı olarak altıbin akçe mükâfat
vaadederek küçük ordusunun cesaretini tahrik ettikten sonra, SebilulMüminin mahallesindeki Memlûklerin üzerine yürüdü. Öğleden sonra saat
dörtte başlayan evden eve savaş, güneş batışından iki saat sonraya kadar
sürdü. Memlûk beylerinden dördü, Büyük îbrahimbeğ, Küçük ömerbeğ,
Süleymanbeğ ve Bohaira eski valisi Hamzabeğ, gece karanlığından
yararlanarak Yukarı Mısır'a kaçtılar. Ragıb Paşa, aynı akşam, o günün
başarısında başlıca hizmetleri geçen müteferrika albayını ve azablar ağasını
bey pâyesiyle mükâfatlandırdı. Yeniçeriağası, Kahire kara-kuUukçubaşı,
atlara binmek ve gece boyunca şehirde asayişi hâkim kılmak emri aldılar.
Cumaya rastlayan ertesi gün camileri açtılar ve vali Nil'in, şedde açılan bir
yarıkla sularının salıverilmesi şenliğinde, tabii her zamanki debdebe ve
gösterişten uzak bir şekilde, hazır bulundu.
BİRÇOK VALİNİN ATANMASI
Kesik Memlûk başlarının İstanbul'a gelişi, Toskana büyük-jdükünün
bu ülkeyle (29) yeni yaptığı dostluk anlaşması münasebetiyle Bâb-ı Âlî'ye
gönderdiği yüzbeş Müslümanın iki gemiyle İstanbul limanına girmesi kadar
sevinç uyandırdı. Bu Müslümanlar ikişer ikişer Sultan'ın huzuruna
çıkarıldılar ve Sultan bunlara beşbin kuruş ihsanda bulundu; Kızlarağası,
Veziriazam her birine bin kuruş hediye ettiler. Aynı mikdarda para, daha
sonraki günlerde Sultan'ın vezirliğe, sonra Mora vergi tahsilatı (mukassilik)
makamına atadığı Kâhyabey, Yeğen Ali tarafından da verildi. Kâhyabeyliğe
tersane âmiri Yusuf Efendi getirildi. Eski Mora mukassiliğinde bulunan
vezir silâhdâr Mustafa Bey Negrepont valiliğine atandı ve kendisine arpalık
olarak Karlı-ili sancakları verildi. Negropont valiliğinde selefi olan
Veziriazam Osman Paşa'nın oğlu Ahmed Pa(29) Gemiler 7 Aralık 1747'de İstanbul limanına demirlediler. Penkler'in
raporu.
OSMANLI TARİHİ
99
şa Aydm'a mukassiliğe atandı ve vilâyetin geliri kendisine bırakıldı; bu
husus, Sultan’ın elyazısiyle bildirildi. İmparatorluk müverrihi bu çeşitli
atamaları bildirdiği liste ile vali ve sancak kumandanlarının karşılıklı
durumlarına küçümsenmesi imkânsız bir ışık tutmaktadır. Sancağın gerçek
mâliki (musarrıf) vali unvanı verilen tek kişidir; Bâb-ı Âlî'nin bir subayına
bir sancak verilmişse ve bunu arpalık olarak almışsa ve bu işi bir başkasına
idare ettiriyorsa, vekiline mütesellim denilir. Sınırlarda kumandanlık ve
kalelerde muhafızlık görevlerinde bulunanlar arpalık denilen bu türlü
gelirlerden yararlanırlar; nihayet, Bâb-ı Âli bir sancağın vergi gelirlerinin
bütününü bir Pa-şa'ya bıraktığında, buna sahip olana muhassil, yâni
gelirlerini alan kişi, sahip olduğu gelir durumuna da «malikâne» adı verilir.
M. De DESALLEURS
Fransız elçisi Castellane'ın Bâb-ı Âli'yi Avusturya ile savaşa tahrik
etmekdeki bütün gayretlerine rağmen, bu devlet Avusturya ile devamlı bir
barış anlaşması imzaladı. Bu anlaşmanın imzalanmasından altı ay sonra,
Castellane'ın yerine M. Desalleurs Fransa'nın İstanbul elçiliğine atandı.
Sultan’ın lütfettiği huzura kabul töreni her zamanki ihtişam içinde cereyan
etti. Yirmidört çavuş, altı Yeniçeri, elçinin binek atlarını yularlarından
tutan altı seyis, silâhdâr ve sarayın kapucubaşısı, on çuhadar, onaltı uşak,
iki oda hizmetçisi, oniki tercüman, çavuşlar kâtibi ve mabeyincisi, elçilik
güven mektuplarını taşıyan elçilik kâtibi, elçinin önünde ilerliyorlardı. Elçi
altın sırmadan dokunmuş parıltılar içinde bir elbise ve gümüş sırmadan bir
yelek giymişti ve sekiz muhafız tarafından çevrelenmişti, sağında çavuşbaşı
ve solunda mihmandar yer almıştı; altmış Fransız tacirinin önünde yürüyen
baron de Tott alayın (30) sonunu kapatıyordu (21 Kasım 1747). Baron de
Tott Macar asıllıydı ve o sırada istihkâm subayı olarak Fransa kralının
hizmetinde bulunuyordu; evvelce, Veziriâzam’ın Fransa'nın aracılığını ka(30) Desalleurs'ün eşi, prenses Lubomirska, kontes Rutofsky'ye 21 Kasım 1747'de
gönderdiği mektup. Evvelki elçi Castellane'ın veda için huzura kabul
törenini teferruâtiyle İzi, f. 164. vermektedir. Chevrier raporunda elçi
Desalleurs'ü şöyle anlatıyor: «Duyarlı, az konuşan, düşünen ve doğrudan
konuya giren, sade görünüşlü.»
^HH^Hİ^HBİ^H
100
HAMMER
bul ettiğini bildiren mektubunu XV. Louis'ye götürmek üzere Fransa
elçisi Villeneuve tarafından görevlendirilmişti. O zamandan beri
Fransa devletinin hizmetinde kalmıştı. Fransa hükümeti onun
kaabiliyetine güven besliyordu ve fiilen Türklerle, Rodosto'ya
sürülen, başlarında Czaky ile Zay’ın bulunduğu Macarlarla
münasebetlerinde
kullanılmıştı.
Fakat,
Polonya
görevlisi
Zierzanofsky'nin, Rusya'nın Polonya içişlerine müdâhalede
bulunduğu ve hürriyetlerini engellediğinden şikâyet etmek üzere
Fransız elçisi Desalleurs'e başvurmasından beri teşebbüsleri artık
başarılı olamamıştı (1748). Fransız elçisi De-salleurs, üzerinde
hareket edeceği zemini derinlemesine yoklu-yormuşcasma uzun
zaman faaliyete geçmeden durdu. Nihayet Veziriâzam'a bir muhtıra
sunarak, Sultan'ı otuzbin mevcutlu bir Rus ordusunun Almanya
içinden Flandre'a girişini protesto etmesi hususunda yardımda
bulunmasını istedi. Fakat, Rus-, ların silâhlarını kendi sınırlarından
başka yerlere çevirdiğini görmekten memnunluk duyan Bâb-ı Âlî
sessiz kalmayı tercih etti. Hülâsa, bu dönemde Rusya ve
Avusturya'ya karşı son derece barışçı bir siyaseti benimsemiş
durumdaydı ve barışçılıkta o kadar ileri gitmişti ki, imparatoriçe
Anne ile Almanya imparatoru arasında yapılan son ittifak
anlaşmasında gizli bir ;rıaddenin bulunduğundan haberi bile
olmamıştı. O zamana kadar gizli kalan bu maddeyle iki hükümet,
Bâb-ı Âlî'nin taarruzu hâlinde, ona karşı aynı zamanda savaş ilân
etmeği ve ordularını savaş (31) için birleştirmeyi üstlenmişlerdi. Bâbı Âlî, Fransız elçisi Desalleurs'ün Rus birliklerinin Avusturya
devletleri topraklarında ilerleyişi konusunda birbiri peşi sıra verdiği
yedi muhtırayı büyük bir maharet göstererek cevapsız bırakmıştı;
Fransız elçisi Bâb-ı Âlî, Fransa. İsveç ve Prusya arasında bir ittifakın
müzâkerelerini gerçekleştirmek bakımından da başarılı olamamıştı;
bu anlaşma ile dört devlet Rusya'nın ihtiraslarına son vermeği, Rusya
(32) ve Avusturya hükümetleriyle ayrı anlaşma imzalamamayı
taahhüd edeceklerdi. Durum böyle iken, Bâb-ı Âlî, Fransa'nın, eski
Kapdan-ı derya, o sırada Rodos beyi olan Mustafa Paşa'nın
kadırgasını iade etmeleri için Malta şövalyeleri nezdinde
müdahalede bulun(31) Articulus secretissimus: Schoell'in yayınlanan kolleksiyonunda (11
Haziran 1746) anlaşmada gizli madde yok.
(32) Chevrier'nin raporuna ekli Penkler'in raporu.
OSMANLI TARİHİ
101
ması hususunda Fransız elçisi Desalîeurs'e başvurdu. Mustafa Paşa, I.
Mahmud'un Rodos'a sürdüğü bir evvelki Veziriazam El-hac Mehmed
Paşa'nın yeni hükümetini îçel kıyılarına çıkarmıştı. Mersin limanında
geminin kürek sıralarına bağlanan yüz-seksen hıristiyan, oniki Napolili
gemicinin yardımiyle zincirlerini kırmış; geminin yeni askere alınmış,
ayrıca sayıca da az tayfalariyle çarpıştıktan sonra kadırgaya hâkim
olmuşlardı. Yeni îçel valisinin ve Rodos kaptanının kaçakları yakalamaları
için Antalya, Fenike ve Mersin sahil muhafızlarına süratle haber
ulaştırmalarına ve kaçakları yakalama emri vermelerine rağmen, bunlar
engine açılmayı ve kadırgayı Malta'ya götürmeyi başarmışlardı (9 Ocak
1744 -10 Muharrem 1161). Fransız elçisi Desalleurs, hükümetine
şövalyeleri esir kadırgayı geri göndermeğe ikna etmesi için durumu
bildireceği vaadinde bulundu. Avusturya'nın İstanbul elçisi baron de
Penkler, son anlaşmanın imzalanmasından iki ay sonra imzalı nüshayı Bâbı Âlî'ye teslim etmiş, karşılık olarak Sultan'ın mührünü taşıyan nüshayı
almıştı (29 Temmuz). Veziriâzam'a, Reisefendi'ye, Veziriazam dâiresi
kâtibine, Bâb-ı Âlı tercümamna ve yardımcısı genç İbrahim'e verilecek
gümüş hediyelerin değeri beşbin duka tuttu; fakat Reisefendi'nin yalnız
kendisi için altıbin duka istediği dikkate alınırsa ve hele Bâb-ı Âli ile
yaptığı anlaşmanın Napoli'ye maliyeti olan yüzbin kuruştan ayrı olarak
tasdikli anlaşmaların teatisi esnasında Veziriâzam'a değeri onyedibin
beşyüz kuruş tahmin edilen bir yüzük hediye sunmak zorunda bırakılması
hatırlanırsa, beş bin duka önemli bir meblağ sayılmamak gerekir.
İstanbul'daki ikameti sırasında, Penkler, Bâb-ı Âlî'yi, Tos-kan büyükdükü ile Cezayir, Tunus, Trablus dayıları arasında bir ticaret anlaşmasının
müzâkereleri için Sungur (33) Ali Ağa'yı Afrika'ya göndermek hususunda
ikna etti. Beraberinde Avusturyalı tercüman Gaspar Momars ve Toskan
komiseri tp-politi bulunan Osmanlı murahhası önce Cezayir'e gitti; bahis
konusu ticaret anlaşmasını imzaladıktan sonra, oradan kendisini Tunus ve
oradan Trablus'a (34) geçmek üzere getirdiği Osmanlı donanmasına ait iki
hafif tekneyle yola çıktı.
(33) Müellif «Sougour» adını kullanıyor. (Ç.N.)
(34) Cezayir'le anlaşma 18 Ekim 1740'da, Tunus'la 18 Aralık 1740'da, Trablus'la 27 Ocak 1740'da imzalandı.
102
HAMMER
HATTÎ MUSTAFA MURAHHAS OLARAK
VİYANADA
Olağanüstü elçi sıfatiyle Avusturya elçisi Penkler ikamet ve
yiyecek masrafı olarak Bâb-ı Âlî'den kendisinden önceki elçilere
verilenden on kuruş fazla aidi; kendisinden öncekiler masraflarını
karşılamak üzere günde doksansekiz kuruşta kalmışlardı. Fazla
olarak, huzura kabul gününde sadece mabeyinci ve çavuşlar kâtibi
tarafından değil, fazla olarak iki mabeyinci daha kendisine refakat
etmişti. Penkler'in elçiliğine tam karşılık vermek isteyen Veziriazam,
Hattı Mustafa Efendi'yi Viyana elçiliğine atarken onu nişancı
rütbesine yükseltti. Görülüyor ki, Hattı Mustafa Efendi, Bâb-ı Âlî'nin
onaltı yıl önce altmışiki kişilik bir mâiyyetle Avusturya'ya
gönderdiği ve sadece ikinci defterdar unvanını taşıyan elçi
Mustafa'dan bir derece yüksekti. O dönemden beri düşük rütbeyle
Avusturya elçiliğine gönderilen Mustafa iki kere Reisefendi
makamında bulunmuş, bu sıfatla Belgrad anlaşmasını imzaladıktan
sonra, daha yakın bir zamanda bu anlaşmayı sürekli barış
anlaşmasına dönüştürmüştü.
Hattî Mustafa Efendi, elçiliğe atanmadan önce Mevkuf atçı
(Vergiler dâiresi başkanı) görevinde bulunuyordu; İmparatorluk
harekât dâiresinden çıkma bir esir kadınla evlenmiş, daha önce
Rusya sınırlarını belirleyen komisyonda çalışmıştı. İstanbul'dan yüz
kişiden oluşan bir mâiyyet (NOT: 1) ve değeri ikiyüzelli-üçyüz kese
para tutan (NOT: 2) hediyelerle Viyana'-ya hareket etti. Görevinin
başlıca hedefi, Almanya imparatoru olarak tahta çıkmış olması
dolayısiyle I. François'yı tebrik etmekti. İmparatora verilecek
hediyelerin sayısı, Pasarofça anlaşmasının imzası sırasında
olağanüstü elçinin kâtibi tarafından Viyana'ya götürülenden altı aded
daha azdı; fakat buna karşılık Hattî Mustafa Efendi, İmparatoriçeye
verilmek üzere yirmiiki hediye götürüyordu. Hattî Mustafa Efendi,
Almanya imparatoru I. François ve Macaristan ve Bohemya kraliçesi
Marie-Therese'e verilmek üzere hükümetinden güven mektupları da
almıştı. Bu çifte görevi değerlendirmek maksadiyie şahsı ve mâiyyeti
için iki kat günlük masraf ödenmesi talebinde bulundu. Avusturya
hükümeti, elçinin talebini yerinde bularak, kendisinden önceki
elçilerin almadıkları bir meblağı, günde on-
OSMANLI TARİHÎ
103
iki dukayı elçiye ödedi. Osmanlı elçisi, huzura kabul edilmeden önce,
imparator içe ve kraliçeye takdim edileceği gün teşrifata ve alayın
ilerleyişini düzenleyen kaidelere uyacağını yazı ile ta-ahhüd etmek,
mâiyyetindekilerin ve getirdiği hediyelerin listesini ve iki hükümdara
hitaben söyleyeceği nutukların kopyalarını vermek zorunda kaldı. Yine,
Rumlar, Yahudiler, dönmeler hâriç olmak üzere, elçinin bütün Müslüman
mâiyyetinin imparatorluk sarayına varılınca atlardan inmeleri, yalnız kendisinin elçilik kâtibi ve kâhyabey refakatinde atla ikinci avluya girebileceği,
silâhlarını teslim ettikten sonra kabul salonuna girdiğinde, salonun
ortasında ve tahta yaklaştığında âdet olan üç selâmı vermesi ve güven
mektuplariyle hediyeler listesini bu vesileyle tahtın yanına konulan
masanın üzerine bırakarak, yerine kadar geri geri gittikten sonra, hediyeleri
tahtın önüne koyması kararlaştırıldı; nihayet, elçi Hattı Mustafa Efendi,
Sul-tan’ın kapaniçesinin benzeri olan İmparatorun pelerinini öpmeği ve
İmparatoru üç kere selâmlayarak geri geri gidip salondan çıkmayı taahhüt
etti. Avusturya hükümeti tercümanı Schvvaheim, elçinin şehrin anıtları,
Schoenbrunn sarayını, hazîne dâiresini, kütüphaneyi ve tiyatroları
ziyaretinde, diğer meraka değer yerleri görmesinde refakatinde bulunmak
üzere mihmandarlığına atandı. Bu sayılan yerleri dolaştığı sırada elçiye
özellikle serinletici içecekler verilmesine itinâ gösterildi. Hafc tî
(Mevkufatçı) Mustafa Efendi, yazdığı bir rölasyonda (rapor) (35)
Viyana'daki elçilik görevini ayrıntılarıyla anlattı ve bu rapor, îzi'nin
Osmanlı Tarihi'nde ek olarak bulunmaktadır. Ayrıca, elçi Hattî Mustafa
Efendi'nin Viyana'ya gelişinde İmparator ve İmparatoriçe tarafından huzura
kabul edilişiyle, Viyana'dan ayrılırken veda için meclis başkanı, İmparator
ve İmparatoriçe tarafından huzura kabuliyle ilgili ayrıntılar Viyana
Gazetesi (36) ilâvesinde yayınlanmıştır. Yine bu gazetenin ilâvesinde,
Avusturya elçisinin İstanbul'da huzura kabul töreni, olağanüstü yetkili elçi
olarak veda için huzura kabul edildikten sonra olağan yetkili elçi göreviyle
İstanbul'da kalması da
(35) O dönemin dışişleri deyimi olarak kullanılan «relation» günümüzde
rapor olarak kullanıldığından biz de genellikle rapor kelimesini
kullandık. (Ç.N.)
(36) İzi, f. 190-196. 1825 yılı Arşivleri, No. 27 ve 28, yazan Hormayer.
Türk elçisinin veda resmi kabulü Viyana Gazetesi 16 Ekim 1748 ekinde; 19 Haziran 1748 No. 49 ve 1 Haziran No. 44 ekleri.
104
HAMMER
ayrıntılariyle yayınlanmıştır. Bu elçi, böyle bir unvanla Bâb-ı Âli'nin
güvenine lâyık ilk görevlidir-, zira, daha öncekilerin hepsi
olağanüstü elçi olmuşlar ve sürekli elçi görevini yürütmemiş-lerdir.
EVLENMELER, İNŞÂATLAR VE KİTABELER
Osmanlı İmparatoriuğu'nun bütün sınır komşulariyle barış
hâlinde bulunması, Sultan'a, son on yıllık savaşların zorunlu olarak
ara verdirdiği yapı işleriyle, düğünler ve şenlikleri uygulamaya,
koyması imkânını sağladı. Oysa, Üçüncü Ahmed'in saltanatı
döneminde, bütün bunlar günlük olaylardandı. Üçün cü Ahmed'in
kızı Zübeyde sultan, Pâdişâh Birinci Mahmud' un emri üzerine
Anadolu Beylerbeyi Süleyman Pasa ile nişanlandı (2 Ocak 1748 - 1
Muharrem 1161). Derhal nişanlı Paşanın dünürü ve temsilcisi tâyin
edildi ve nişanlı sultanın vekili Kız larağası oldu; Şeyhülislâm bu
birleşmeyi duâlariyle kutsallaş tirdi; Kızlarağası dinî kaidelere uygun
olarak çeyiz ve nişan hediyesini beyan etti. Bu hediyeler altmışbin
kuruş değerinde nâdir mücevherlerden ve yedibin beşyüz gümüş
sikkeden oluş maktaydı. Vezir Mustafa Paşa ve Üçüncü Ahmed'in
kızı Saliha sultanın kızları Fatma hanım, Rumeli Beylerbeyi Yahya
Paşa'nın kardeşi İbrahim Bey'le evlendirildi ve düğünleri üç ay sonra
mütevazi bir şekilde gerçekleştirildi. Sultan Zübeyde'ye gelince,
nişanlısı düğünün yapılmasından üç gün önce ölmüş olduğundan, bir
yıl sonra Vezir Numan Paşa ile evlendirildi (6 Ocak 1749 - 16
Muharrem 1162).
İSTANBUL VE BAĞDAD'DA İSYAN
Sultan bu dönemde birkaç yeni köşkten başka, Beşiktaş'da
büyük bir havuz, Boğaziçi'nin Avrupa yakasında eski bir cami-nin
yerine yenisini ve Dolmabahçe civarında son derece güzel görünüşlü
bir köşk yaptırdı. Kısa bir süre sonra, Sultan Birinci Mahmud,
Şeyhülislâm'in hazır bulunduğu bir törenle Bedes-tan yakınındaki
yeni inşâ edilecek bir caminin ilk temel taşını koydu; bu töreni, her
zaman olduğu gibi, kırk koyunun kurban edilmesi izledi.
İmparatorluk tarihçisi İzi, bu vesileyle, İmparatorluk Tarihi'nin boy
boy sayfalarını, bu çeşitli yapıların
OSMANLI TARİHİ
105
tarihini (37) gelecek nesillere intikal ettirmek maksadiyle, solgun
kitabelerle doldurdu. Aynı tarihçi bize Ramazan ayının sonunda, Bayram
havası içinde Veziriâzam'ın Dolmabahçe'de Sul-tan'a verdiği ziyafetin altı
büyük boy sayfa tutan bir tasvirini bıraktı; fakat kafiyeli, ağır bir düz
yazının zaman zaman garip bir şekilde şairane düzyazıya yerini verdiği bu
tasvir, uzunluğuna rağmen bize, elçilerin raporlarının (rölasyon) üç satırda
öğrettiği önemli şeyleri içermemektedir. Bahis konusu ziyafette
Veziriâzam'ın, makamını muhafaza maksadiyle, Sultan'a ne diye olarak
yirmibeşbin duka altını sunduğunu, saray subaylarına da oniki bin duka
altım dağıttığını öğreniyoruz (7 Ekim 1748 - 14 Şevval 1161). Böylece,
Esseyyid Abdullah Paşa, kısa süren bir para fedakârlığı yoluyla İstanbul'da
ortaya çıkan bir halk hareketinin sebeb olduğu, seleflerinden bir çoğunun
başına geldiği gibi, Veziriâzamlık mevkiini tehdid eden kasırganın yönünü
değiştirmişti. Geçen temmuz ayının 20'sinde. yersiz yurtsuz takımından
serseri bir Kürd kalabalığı, çıkaracakları kar gaşalıkta Bedestanı
yağmalama hayaliyle dükkânların yıkılacağı haykınşiyle payitahtın
sokaklarını dolaşmışlardı. Fakat, bu güruhun maksatları, Parmakkapı,
Bâyezid ve Mercan'da bu lunan muhafız birliklerini sür'atle harekete
geçiren Yeniçeri-ağası'nın gayretiyle boşa çıkarılmıştı-, Yeniçeri ağası,
muhafızlarla birlikte çarşıdaki dükkân sahiplerini haydutların üzerine
saldırtmış, birkaçı öldürülmüş, diğerlerini dağıtmıştı. Veziri âzam,
Şeyhülislâm’ın da muvafakatini alarak, Rum ve Ermenilerin hukuki
sorumluluktan uzak bir cesaretle bu kötülük erbabının üzerine varıp
öldürebileceklerini ilân ettirdi (38).
' Veziriazam Seyyid Abdullah Paşa bu isyancı güruhu, bu
(37) Burada, Osmanlı müverrihlerinin bir Sultanın saltanat dönemini tebarüz ettiren bazı olayları tarihçeler veya tarih düşürmek suretiyle
belirtme alışkanlıkları işaret edilmek istenmiştir. Arab. İran ve Türk
müverrihleri (tarihçileri) bu alışkanlığı «tarihî» sözüyle ifâde etmektedirler. Tarih, olayların beraberinde bunların tarihlerini tes-biti
ifâde eder. Oysa doğulu tarihçiler tarihin, zamanın akışı içinde
olayların oluş tarihlerinin kaydıyla görevli olduğuna aldırmazlar. Bu
dönemin millî tarihçileri, Suphi ve îzi'de görüldüğü gibi, düzyazı ve
kafiyeli nazım karışımı bir ifâde vasıtasiyle Sultan’ın döneminde
geçen olayları anlatırlar. Bunlardan ilki manâlı ve zevk sahibidir;
ikincisinde bu meziyetlere rastlanmamaktadır.
(38) İmparatorluk müverrihi bu meraka değer emirnameden bahsetmiyor.
HHHİ
106
HAMMKR
ayaktakımı kalabalığını dağıtmayı başardığı için bir hil'at giydirilmek
suretiyle mükâfatlandırıldı. Ayaklanmayı bastırmakta hizmetleri görülen
Sultanbâyezid, Mercan ve Parmakkapı muhafız birlikleri erleri, her birine
bin beşyüz kuruş verilerek mükâfatlandırıldılar. Ayrıca, gözcülere (39)
beşyüz; kargaşalığın ilk anlarında dükkânları yağma edilmiş olan tacirlere,
uğradıkları zararı karşılamaları maksadiyle ikibin beşyüz kuruş dağıtıldı.
Uzun zamandan beri Ermeniler ve Nikdeh'den İstanbul'a yerleşmek üzere
gelen Rumlar, şehirde yavaş yavaş çarşının sanki tek sahipleriymişler gibi
bir durum meydana getirmişlerdi; sırtlarında küfelerle bu adamların
oluşturduğu düzensizliğe, bir de mal yüklü gemilerin iskelelere gelişleriyle
ihtiyaç sahiplerinin kendilerine gerekli nesneleri birinci elden almak
imkânsızlığı eklendiğinden, Veziriazam bu yabancıları memleketlerine
dönmek zorunda bırakan bir emirname yayınladı.
İstanbul'dakinden daha tehlikeli bir başkaldırma Bağdad'da Yeniçeriler
arasında patlak vermişti; bu başkaldırma İstanbul'-dakiyle aynı zamana
rastlamıştı. Hükümetin ücretlerini ödemeği geriye bırakarak geciktirmesine
öfkelenen Yeniçeriler vali Elhac Ahmed Paşa'yı şehirden kovmuşlar,
Sultan'ı birikmiş ücretlerini ödemeğe ve kendilerinin seçtiği Kesriyeli
Paşa'nın valiliğini tasdike zorlamışlardı. Bâb-ı Âlî, Bağdad'dan atılan vali
Elhac Ahmed Paşa'ya arpalık ünvaniyle İçel sancağını vermek suretiyle
uğradığı zararı telâfi yoluna gitti; bu sancağın hâlihazır valisi bulunan eski
Veziriazam Tiryaki Mehmed Paşa Musul valiliğine geçti ve o sırada bu
eyâletin valisi olan, boşalan Basra sancağında Kesriyeli'nin halefi oldu.
Bağdad âsilerine karşı yumuşak davranması Bâb-ı Âlî'yi yeni güçlüklerle
karşı karşıya bıraktı; Kesriyeli'nin âsi Yeniçerilerin zorla kabul ettirmek
istedikleri valiliği tasdik edilir edilmez, Arabların emî-ri ve Elhac Ahmed
Paşa'nın selefi müteveffa Ahmed Paşa'nın kaymbabası, bu şehrin ve şehre
bağlı yerlerin torununun kocası Süleyman'a vali olarak verilmemesinden
duyduğu öfkeyle-gelip Bağdad'ı muhasara etti (40). Bağdad’ın imdadına
koşmak ve Nâdir şâhm evvelki muhasaralarında topçu kuvvetlerinin
(39) Salma kulu.
(40) Arap krallarından biri olan bu emîr, müteveffa Bağdad valisi Ahmed
Paşa'ya kızını verdikten başka, torununu da Paşa'nın kâhyası
OSMANLI TARİHİ
107
büyük ölçüde harabettiği tahkimatı yenilemek hususunda vali Kesriyeli'ye
yardımda bulunmak üzere Veziriazam tarafından Maraş valisine bütün
birlikleriyle Bağdad'a gitmesi emri verildi.
İRAN VE NAPOLİ ELÇİLİKLERİ
Nâdir şahın ölümüyle İran tahtı boş kalmış bulunuyordu. Ellerini
hükümdarlarının kanına bulaştırmış olan devlet ileri gelenleri, o sırada çok
büyük bir ordu ile Sistan'da bulunan şahın yeğeni Ali-Kuli hanı tahta
çıkarmayı uygun gördüler. Ali-Kuli han tahta geçer geçmez, cülusunu
Osmanlı Pâdişâhı'na bildirmek üzere Kermanşahan hanı Abdulkerim'i elçi
olarak İstanbul'a gönderdi.
Şahın elçisi Üsküdar'a vardığında, İmparatorluk mutbağı kâhyası
tarafından muhteşem bir ziyafete davet edildi ve ziyafetten sonra gemiyle
İstanbul yakasına geçildi.. Orada ikametgâhı olarak barut deposu yakınında
bir konağa yerleştirildi. Bir ay sonra Veziriazam ve Sultan tarafından
huzura kabul edildi. Veziriazam tarafından huzura kabul edileceği gün
Abdulke-rim han, elçilik mâiyyetinden elli kişi ve çavuşbaşına vekâlet eden
Sistowlu mabeyinci Ali'nin önlerinde yer aldığı elli çavuş ve Karakullukçu
Paşası, şehremininin koruyucularının refakatinde Bâb-ı Âlî'ye gitti (1 Mayıs
1748 - 3 Cemâziyül'evvel 1161). Sultan’ın huzuruna götürülen elçi,
Pâdişâh'a yeni Şâh’ın güven mektubunu, Veziriâzam'a da itimadeddevlet
(veziriazam), şahın ve mollabaşınm (şiî mezhebinin başı) kardeşleri
İbrahim Mirza'nın gönderdiği mektubu sundu. Altı ay süren İstanbul'daki
ikametinden sonra Veziriazam elçiyi son defa huzuruna kabul etti ve
kendisinin itimadeddevlet'e, Şeyhülislâm’ın mollaba-şıya ve Sultan'ın Şâh'a
(41) gönderdiği cevap mektuplarını kendisine verdi; uğurlarken hediye
olarak altmış kese para ihsanında bulundu. Bu üç mektupla Osmanlı devleti
Ali-Kuli hanı tahta çıkmasından ötürü tebrik ederken, Nâdir şâh döneminde
imzalanan barış anlaşmasının devamı arzusu hususunda da
. .. ■ Süleyman'la evlendirmişti; Paşa'nın vefatı üzerine valiliğin Süleyman'a verilmemesinden muğber olarak gelip Bağdad'ı muhasara etti. (41)
Şâh'ın mektubu İzi'de, f. 161'de bulunmaktadır.
jmm
IHHH HHHI
108
İî
HAMMER
teminât verdi. Âdil Şâh (adaletli) unvanını almış olan Ali-Kuli han
cömertçe davranışlarıyla Nâdir Şâh'ın onüç oğlu veya torununun
katledilmelerini unutturmaya çalıştığı sırada, kardeşi Mirza-İbrahim, bütün
gücüyle onu tahtan indirmekten başka bir şey düşünmüyordu. Kısa bir süre
sonra düşmanlığı açıkça bir isyan halinde patlak verdi ve bir yandan
Oğuzbeğlerin bir kısmı ve Afganlılar, bir yandan da Arslanhan'dan yardım
gören İbrahim, Sultaniye ile Sencan arasında uzanan vadide kardeşiyle taht
savaşına girişti. Talih İbrahim'e güldü ve hapse attırdığı kardeşinin
gözlerini oydurduktan sonra, bir başına kendisini İran hükümdarı ilân etti.
Fakat saltanat süresi sele-fininkinden de kısa oldu. Şâh unvanını aldıktan
kısa bir süre sonra, evvelce başlıca müttefiki olan Arslanhan'la aralarına
anlaşmazlık girdi. Her iki taraf da silâhlı mücâdeleye başvurdu. Arslanhan
Kazvinle Tebriz arasında meydana gelen çarpışmada tamamiyle mağlûb
oldu ve öldürüldü, kardeşi Sarikhan esir edilip Tebriz'de hayatına son
verildi. Bu olaylar üzerine, şâh Hüseyin'in kızı ve Riza-Kuli'nin oğlundan
dünyaya gelme, Nâdir Şâh'ın veliahd olarak ilân ettiği Şahrûh, Horasan'ın
Meş-hed şehrinde ortaya çıkarak taht için mücâdeleye başladı. Bunun
üzerine, Afganlı Abdalli aşireti reisi Ahmed Han'ın Kan-dahar
hükümdarlığının doğusunu gasbetmesi gibi, İran İmparator lugu'nun
batısında bulunan ülkelere zorla elkoymuş bulunan İbrahim, İstanbul'a iki
elçi göndermeği düşündü; İstanbul'a aynı zamanda gönderilecek olan iki
elçiden biri Nâdir Şâh'ı ölümünden önce bu görevle İstanbul'a gönderilmiş
olan Mustafa handı; Mustafa han o zamandan beri Bağdad'da tutuklu
bulunuyordu; diğeri, Mehdi han, kendi sırdaşlarından biriydi. Fakat, Bâb-ı
Âlî, tahtın iki hak iddia edeninden hangisinin üstün geleceğini
bilmediğinden ve tarafsızlığını korumak istediğinden elçilik heyetini kabul
etmiyor, bunun aksine bir tutumu, bir süre önce barış anlaşmasının
yenilenmiş olması kadar faydasız sayıyordu. Bununla beraber, Veziriazam,
iki elçiden her birine Sultan tarafından verilen kıymetli taşlarla süslü birer
saatle, birincisine ikibin duka, ikincisine bin duka altını gönderdi;
Bağdad'daki uzun ikametlerinin masraflarını da ödemek cömertliğini
gösterdi.
Bâb-ı Âlî, yeni Trablus dayısı Mehmed Paşa'nın elçisini, merhum
dayı İbrahini Paşa'nın akrabası olmasını da gözönün-de tutarak itinalı
bir şekilde karşıladı. Elçi İstanbul'a Sultan'ar
OSMANLI TARİHÎ
109
Veziriazam ve Şeyhülislâm'a, Kızlarağası'na gönderilen hediyeleri getiren
İsveç gemisiyle gelmişti. Trablus dayısının hediyeleri, tersanede hizmet
ettirmek üzere zindana gönderilen elli Frenk esirinden, elmas taşlarla süslü
bir iğne tutturucusu bulunan balıkçılkuşu tüyünden bir sorguçtan, mercan
teşbihlerden, kaplan ve aslan postlarından, canlı leoparlardan ve zenci
hadımlardan oluşuyordu. Sultan, himayesinde bulunan dayımn bu
hediyelerine İstanbul'da dökülmüş dört yeni top, diğer parça-lariyle birlikte
birkaç obüs topu, bin fersah uzunlukta toplar tutarında yelkenlik bez, bin
kental ağırlıkta gemi zinciri, aynı ağırlıkta ve aynı madenî vasıfta olmak
üzere gemi yapımında kullanılacak demir vermek suretiyle mukabelede
bulundu (21 Mart 1748 - 21 Rebiul'evvel 1161).
Hemen hiç aralıksız birbirini takibeden savaşlara rağmen, Osmanlı
donanması hiçbir zaman görülmemiş bir ölçüde gemi sayısı ve sağlamlığı
bakımından bir gelişme gösteriyordu. Sözünü ettiğimiz dönemde,
İstanbul'da Sultan’ın huzurunda ve devlet ileri gelenlerinin hazır
bulundukları bir törenle üç gü-verteli iki büyük savaş gemisi denize
indirildi; bunlardan birine Nasiribahrî, ötekine Nusretnumâ adları kondu.
Kapdan-ı derya Esseyid Mustafa Paşa, büyük-amiral makamında bırakıldı
ve Sultan, kendisine bir hil'at giydirmek suretiyle, donanmanın onun
kumandası altında kaydetmiş olduğu ilerlemeden duyduğu memnunluğu
Adalar denizindeki son gezisindeki mü-şâhadelerin ışığında belirtti.
Sultan'ın müşâhadeleri yerindeydi. Donanma gerçekten önemli bir
değerlilik noktasına ulaşmış durumdaydı. Osmanlı riyalası veya üçüncü
amiral gemisi, seferi sırasında, Napoli di Romania önlerinde iki Malta
skampa-viası (savaş gemisi) ile karşılaşmıştı. İki Malta savaş gemisi,
Damiat'da üç direkli bir kıyı koruma gemisini esir aldıktan sonra, avlarını
Goesterelik adası limanına götürmüşlerdi. İki Malta gemisi gece
karanlığından yararlanarak küçük Mis adası yakınındaki Karatova limanına
gelip sığındılar; fakat, İbrahim, bu bölgelerin muhafazasiyle görevli
Stankhio kapdanı, onları buldu. Son derece kanlı bir savaştan sonra, İbrahim
iki düşman gemisini zaptetti; sağ kalan ondokuz Maltalı ellerine esir düştü
ve bunlar esir olarak İstanbul zindanına gönderildi (5 Kasım - 14 Zilkaade).
Stankhio mevki kumandanı olan bu aynı kapdan, geçen yıl Değirmenlik
(Milo) adası sularında ünlü Mal-
HAMMER
ta korsanlarından Paulo adında birini esir etmiş ve gemisini bütün
mürettebatiyle birlikte İstanbul'a götürmüştü; Osmanlı donanması denize
açılmak üzere demir aldığı sırada bu Paulo,. birinci amiral gemisinin
serenlerinden birine asıldı.
KIRIM HANININ ÖLÜMÜ
Azledilen Kalagay (veliahd) Şahin-Giray'ın Polonya'ya ka-çışıyle
ortaya çıkan karışıklıklar ve 6nun Basarabya Bohemien-lerini Kırım için
tehdit oluşturan isyan ettirme teşebbüsleri, kendi isteğiyle ülkesine
dönmesiyle yatıştı. Kırım hanının Bâb-ı Âlî nezdinde şefaati üzerine,
Sultan, Şahin-Giray'ı Rodos adasına sürmekle yetindi; daha sonra Khios
adasına gidip yerleşmesine müsaade etti ve kardeşi Mahmud-Giray'ın
Cengiz Han'ın ahfadından alınan topraklardan olan Yanbolu'ya çekilmesi
iznini verdi. Beş ay sonra, Kırım hanı Selim-Giray istiska (hydro-pisi)
hastalığından öldü. Kaplan-Giray’ın oğlu olan Selim-Giray'-in boş kalmış
olan makamı, o sırada emekli olan Devlet-Gi-ray’ın oğlu, eski kalagay
Arslan-Giray'a verildi. Büyük-mirâhur Toprak Mehmed Bey, onu ilkhan ve
han makamına, yâni Cengiz Han ailesinin veraset yoluyla intikal eden
bütün zamanların makamına yükselten beratı kendisine götürmekle
görevlendirildi. Bâb-ı Âlî'nin her yeni Kırım hanına vermesi âdet olan bir
milyon akçadan başka, Tatarlar üzerindeki hâkimiyetini belirten altı alâmet
de iletildi. Bu alâmetler samur kürk, samur kalpak, elmas bir tutturucu
iğneyle süslü balıkçılkuşu tüyünden çift sorguç, kılıç, yay ve sadaktan
oluşuyordu. Sultan'dan götürülen bir Hatt-ı Şerif'de yeni Kırım hanından
saraya gelmesini başka bir zamana ertelemesi isteniyor ve gecikmeksizin
Kırım'a gitmesi bildiriliyordu; haseki veya bostancılar ikinci subayı, şeref
tahsisatından ayrı olarak, yol masrafı olarak bin duka altını verdi.
VEZİRLERİN ATANMA VE DEĞİŞTİRİLMELERİ
Vezir seviyesindeki bütün atamalar ve valiler arasında meydana gelen
değişiklikler I. Mahmud saltanatının bu döneminde bugüne kadar
görülmemiş bir yoğunluk ve genişlik göstermiştir ki, biz bunlardan ancak
çok önemli olanların üzerinde dura
OSMANLI TARİHİ
111
cağız. Basarabya ve Eflâk hospodarları, Gregoire Ghika ve Cons-tantin
Maurocordato, bu yıl içinde becayiş oldular, yâni biri diğerinin yerini
karşılıklı olarak aldılar. Daha önce üç defa Boğdan dukalık makamında
bulunmuş olan Ghika, ikinci defa Eflak prensi beratı aldı; Maurocordato
ise, dört kere Eflak prensliği makamında bulunduktan sonra üçüncü defa
Boğdan dukalığının başına geçmiş oldu (27 Temmuz 1748 - 1 Şaban 1161).
Saray hekimi Mehmed Said bu görevine tekrar başladı; kendisinden önceki
saray hekimi Ahmed, İstanbul kadılığı makamına yükseltilerek, yerini
kaybetmekten duyduğu üzüntü bakımından teselli edildi. Kıbrıs adası has
olarak Veziriâzam'a verildi. Anadolu Beylerbeyi vezir Mehmed ve
Karahisar sancakbeyi vezir Süleyman Paşa, Sultan'ın kesin emri üzerine
ancak arpalık olarak ellerinde bulundurdukları bu eyâletleri becayiş ettiler.
Kahire'de vali Ragıb Paşa, ortadan kaldırmayı düşündüğü Memlûk beyleri
partisi tarafından makamından uzaklaştırılmıştı. Bu zorbalık hareketi,
beylerin (42) arazilerine konulan vergilerin alınması ve İstanbul'a doğru
yola çıkarılması, MekkeVe tohumlar gönderme zamanı yaklaşmış olduğu
halde Bâb-ı Âlî (43) tara fından sükûtla geçiştirildi (44) (3 Eylül 1748 - 19
Ramazan 1161)
Birinci Mahmud, Mısır valiliğine o sırada İçel valisi olan eski
Veziriazam Ahmed Paşa'y1 atadı, onun yerine Retimo kumandanı Köse Ali
Paşa getirildi. Eski Mısır valisi Ragıb Paşa' ya gelince, Nişancı sıfatiyle
kubbe vezirleri arasına katılmak üzere İstanbul'a çağırıldı. Eski İçel valisi
Elhac Ahmed Paşa ile Kâhyabey veya İçişleri Nazırlığında bulunan Numân
Paşa'-ya vezirlik pâyesiyle Selanik ve Kavala sancakları arpalık parası
nâmiyle verildi (16 Aralık 1748 - 25 Zilhicce 1161). Bu sancaklara o
zamana kadar sahip olmuş bulunan eski Kapdan-ı derya Şehsuvarzâde
Mustafa Paşa Cane valiliğine gönderildi, bu valilikte bulunan Köprülüzâde
Ahmed Paşa ise yeni göre(42)
(43)
(44)
14 Temmuzda, Yeniçeri çavuşu İbrahim ve Arahların kâhyası Rid-van
elbirliğiyle «Paşa partisinin hiylesini ortaya çıkardılar. Kanlı bir savaş
sonunda Paşa taraftarı yedi tabur kaçmak zorunda bırakıldı, Paşa tutuklandı
ve emin bir yere götürüldü, kâhyası ölüm derecesinde yaralandı. M.
Chassiernin İstanbul'da Fransız tercümanı Dantan'a gönderdiği mektup.
Holvanı Kera.
Ghilat.
112
HAMMER
vine başlamak üzere Tirhala'ya hareket etti. Evvelki Bağdad valisinin
kâhyası ve âsi Arapların elde silâh Bâb-ı Âlî'den bu vilâyete vali yapmasını
istedikleri ve o sırada Adana sancağının başında bulunan Süleyman üç
tuğlu Paşa payesine yükseltildi; fakat, Bağdad'da alacaklılarına borcu olan
binsekizyüz kese parayı ödedikten ve vilâyet hazinesine olan kırksekizbin
kuruş zimmet borcundan aklandıktan sonra yeni valilik yeri olan Basra'ya
hareket edebildi. Bu arada, Bâb-ı Âlî, Kapucubaşı Abbaszâde Mehmed'i,
civardaki Arab kabileleri arasında Adana valiliğine atanan hâlihazırdaki
vali Abdülcelilzâde yüzünden çıkan karışıklıkları yatıştırmak maksadiyle
Basra'ya gönderdi. 'Bağdad'da Kesriyeli Ahmed Paşa Yeniçerileri
zaptedemediğin-den azledildi; oysa Kesriyeli, evvelki valinin kâhyası
Süleyman'la gizlice haberleşmekle suçlanan kendi kâhyasının başını Bâb-ı
Âlî'ye göndermek suretiyle canla başla görev yaptığının delilini de vermişti.
Sultan, onun yerine, Musul valiliğinde bulunan eski Veziriazam Tiryaki
Mehmed Paşa'yı atadı, Kesriyeli'-ye de yeni bir tâyine kadar sükûnetle
beklemesi tavsiyesinde bulundu. Musul valiliğine, Sultan’ın kendisine
malikâne olarak verdiği Aydm'a gitmeyi reddeden eski Rumeli Beylerbeyi
Yahya Paşa atandı; dolayısiyle Aydın vergi muhassilliği, malikâne
tasarrufu da eski Mısır valisi Ragıb Paşa'ya münâsip görüldü.
ŞEYHÜLİSLÂM ESAD, NAİLÎ VE BIÇAKÇILAR
İMAMININ ÖLÜMLERİ
Ragıb Paşa, eski Şeyhülislâm İsmail Efendi'nin oğlu ve eski
Şeyhülislâm Akmahmudzâde'nin halefi olan Şeyhülislâm Esad Efendi'nin
bütün bilgin ulemâ takımını gölgelemesi gibi, bütün vezirler arasında
zekâsı ve derin bilgisiyle dikkatleri üzerinde topluyordu (20 Temmuz - 24
Receb). Esad Efendi, Sihahul Cevahir (Mücevherlerin Delili) adlı çok
beğenilen, dilbilgisiyle ilgili bir eser bıraktı; ayrıca, dört ünlü medhiye
üzerine dört ve altı mısralık manzum şerh ve tenkit kıt'aları meydana getirdi: Bordet, Hemziyet, Damuatiyet, Mezariyet. Fazlasiyle takdir gören iki
kaside, bir Bülbünâme veya Ağustos Böceği, Tez-keret Hanendegân veya
Şarkıcıların Hâtıraları, bir Türkçe-Arab-ça-Farsça sözlük veya
Kelimelerden Seçme, İstanbul'da Lehce-tul Lugât adiyle basılan kitabı hep
onun kaleminden çıkmıştır;
OSMANLI TARİHÎ
113
bu arada birkaç Arabça ve Türkçe şiir de yazmıştır (45). gsad Efendi'nin
Şeyhülislâmlık makamına atanmasından dört ay önce, Dördüncü
Mehmed'in saltanatı döneminde bilgin İstanbul kadısı Mirza Mehmed'in
oğlu ve Birinci Mahmud'un saltanatı döneminin başlangıcında en yüksek
şeriat makamında bulunan Şeyhülislâm Mehmed Efendi'nin küçük kardeşi
yetmiş yaşındaki Rumeli Kadıaskeri ve en büyük Türk ilim adamlarından
Naili Ahmed Efendi öldü. Naili Ahmed Efendi, Arap tarihçisi İb-nül
Cüzzî'nin Hz. Peygamberin sülâlesinden inenler üzerine yazmış olduğu
Kitabülvifâk veya Seçilmiş Asaleti adlı eserini Türk-çeye çevirdi. Vassaf’ın
Acem dilinde tarihi üslûp şaheseri sayılan İran Tarihine ek olan ve bilgin
Reisefendi Ebubekir Şirva-nî'nin ölümü üzerine tamamlanmamış bir halde
kalan Arapça lügati tamamladı; ayrıca, mutasavvıf Arap şâiri, şeyh İbnül
(46) Arabi'nin eserinin tefsirini yaptı; Osmanlıların dinî talimatlarının
esasını oluşturan Birgelî'nin risalesini altmış nüsha olarak yazdırdı-,
bunların otuz nüshası Ayasofya ve diğerlerini müderrisler (profesör), iki
kürsü ve her birinde bu kutsal kitabı okuyacak otuz talebenin bulunacağı iki
okul kurduğu Sultan Mehmed (Fâtih) camilerine verdi. O dönemde
İstanbul'da yaşayan mutasavvıf şeyhlerin en büyüğü, Bıçakçılar İmamı
adıyla tanınan Abdullah Efendi, iki ay Önce ölmüştü (24 Ocak - 23
Muharrem). Cenazesinin götürüldüğü gün, cemâat, Kadılar Çeşmesi
meydanında, herkes tarafından terkedilmiş ve gece sıçanlar tarafından
yenmiş hasta bir yabancının karlar üzerinde sahipsiz duran cesediyle
karşılaştı. Bıçakçıların dindar loncası, Hz. Peygamber'in şu: «Yabancı bir
ülkede ölen, şehidlerin ölümüyle ölür.» (47) hadisine uygun bir muamele
anlayışı içinde ölüm duası okumak üzere durdu. Ceset, Anadolukavağı yakınındaki mezarlıkta imamın mezarının yanma gömüldü. Bir .süre sonra da
sesinin güzelliğiyle meşhur Sultan imamı Hafız Mustafa vefat etti. Vezirler
arasında yerine oğlunun atandığı Çıldır valisi İshak Paşa ve Diyarbekir
valisi, Avusturya ve Rus(45) Vasıf, s. 179, Esad’ın Şeyhülislâmlık makamına gelişini bir tarihçeyle kutladı.
(46) I ve II. cüddeki eserlerinin listesine bakınız. Nâilî'nin bu eseri El~
canib el garbi fi halli müşkilâti İbn'iil-Arabi. İzi, f. 160.
<47) Men mâte gariben fekad şehiden, İzi, f. 152.
Hammer Tarihi. C: VIII. F.: 8
114
HAMMER
ya'ya karşı son savaşta Azak kalesinin zaptında ve Krozka muharebesinde
temayüz eden eski Veziriazam Hasan Paşa'nın ölümleri karşısında bütün
imparatorluk üzüntü duydu. Hasan Pa-şa'dan boşalan valiliğe Musul valisi
Yahya Paşa atandı; Maraş valisi İbrahim Paşa onun yerini aldı, Kesriyeli
Ahmed Paşa'-ya gelince, o da İbrahim Paşa'nın yerine Maraş'a atandı.
TABİAT OLAYLARI
Onbeş günden az bir fasılayla Temmuz ve Ağustos aylarında iki kere
güneşin ve ayın (48) tutulması ilminücumcular (yıl-dızbilim) üzerinde
güneşin, ayın ve Merkür'ün terazi burcunda buluşmaları kadar bir tesir
uyandırmadı. Bu buluşmayı ele alarak kasırga ve sürekli yağmurlar
geleceği şeklinde bir kehânetin dayanağı yaptılar. Gerçekten de bir kasırga
ve onu takibe-den tufan misâli yağmurlar, Boğaziçi'nin güzel vadilerini suya boğdu ve Haliç üzerindeki köprüyü sel aldı (24 Eyüll 1148-1 Şevval
1161).
KESRİYELİ, PİRİZÂDE VE REİSEFENDİ
MUSTAFA'NIN ÖLÜMÜ
Müteakib yılın ilkbahar gündönümü fırtınaları bir evvelki sonbahar
gündönümü fırtınalarıyla şiddet bakımından eşitlik gösterdi. Bol kar yağdı
ve rüzgâr dev misâli ağaçları kökünden söktü, evlerin ve kulelerin
damlarını uçurdu. Tabiat unsurlarının bu şiddet hali, genellikle önemli
kişilerin ölüm işaretleri olarak yorumlandı. Gerçekten de, bu yıl, evvelki yıl
olduğu gibi, devletin en ileri saflarında ve âlimler zümresinden altı kişinin
mezarlarına konulmaları olayını yaşadı. Kendisi tarafından Kasımpaşa'da
yaptırılan Uşâkî mescidi hadiresinde yatan Kâh-yabey Yusuf'dan başka,
aynı makamda yerini alan Abdi Paşa; son görevi Bosna valiliği olan eski
Veziriazam Muhsinzâde Abdullah Paşa ve son olarak da İmparatorluk
müverrihinin âhi-rete intikal edenler arasına kaydetmiş olacağı Kesriyeli
lâkabını taşıyan Kastoria doğumlu vezir Ahmed Paşa kaybedilenler
cetvelinde yer almışlardı. Bu devlet adamı, Kesriyeli Ahmed,
(48) Güneş tutulması 25 Temmuz 1748*de (29 Receb 1161), ay tutulması
İse 9 Ağustos 1748 (14 Şaban 1161) tarihlerinde görüldü.
OSMANLI TARİHÎ
115
çok genç yaşda iken, Surre kafilesini Mekke'ye götürmekle görevlendirilen (49) bir akrabasının yanında kutsal şehre gitmişti; daha
sonra, şehrin su yollarının tamiri ve kudretli Kızlar-ağası Beşir'in,
Medine'de, Hz. Peygamber'in kabri yakınında temelini attırdığı bir
caminin yapımmı idare etmek üzere, îran elçisi Abdülbâki hanın
istanbul'a geldiği dönemde Mekke'ye gönderilmişti. Bu yapı işlerini
başarıyla idare etmiş olması, kendisine Devlet Kayıd İşleri Birinci
Dâiresi'nin başkanlığına tâyin edilmesi imkânım kazandırmıştı ve
tabiî bu imkâna Kızlarağa-sımn yüksek teveccühünü kazanmak da
eklenmişti. Bu olup bitenler Veziriâzam'ın kıskançlık damarlarını
kabarttığından, Kes-riyeli'yi defterdar olarak Erzurum ordugâhma
göndermek suretiyle sarayın gözü önünden uzaklaştırdı. îran Şahı'nın
barış tekliflerini serdâr Paşa'dan izin almaksızın İstanbul'a götürmek
istediğinden Samsun'da tutuklandı. İstanbul'a çağırıldığı dönemde
vezirliğe yükseltildi ve olağanüstü yetkili elçi olarak İran Şahı
nezdine gönderildi; sonra da Bağdad valiliğine atandı. Nihayet, yeni
atandığı Maraş valiliği görevine başlamak üzere hazırlandığı sırada
vefat etti (Mayıs 1749 - Cemâziyül'âhir 1162). Kesriyeli birçok vakıf
eserleri ve halk yararına gerçekleştirdiği yapılarla, adını, gelecek
nesillere intikal ettirmek bahtiyarlığına erişti; masraflarını kendi
cebinden karşılayarak Kuruçeşme Camii'ni yeniden inşa etti;
Kasımpaşa'da taş bir çeşme yaptırdı, Şeyh Murad dervişleri
tekkesini, Eyübsultan yakınında, Ni-şancılar'da dikkate değer bir
yapı üslûbuna sahip bu binayı genişletti ve doğum yeri Kastoria'da
pek çok vakıf eserler yaptırdı. Ölümü büyük kayıb sayılabilecek
şahsiyetlerden biri de Şeyhülislâm Pirîzâde idi. Devrinin en ünlü
Osmanlı âlimlerinden biri olan Pirîzâde, gençliğinde, şâir Tâhir ve
İshak-Hocası lâkabiyle anılan şâir Ahmed'den, talihin üstün bir
lutfûyla, ders almak imkânını bulmuştu; daha sonra, Veziriazam
Daltaban ve Rami Paşaların imamı oldu; nihayet bütün müderrislik
derecelerini geçerek Sultan imamı mertebesine yükseldi; bu
makamda bulunanlara, siyasi işlerdeki tesirleri dolayısiyle Sultan'ın
âlimi de deniliyordu. Pirîzâde de bütün gücüyle împaratoriçe MarieThârese zamanında Avusturya siyasetini destekliyordu. Birinci
Mahmud onu Şeyhülislâmlık görevlerinden uzaklaştırdığında,
(49) Saraydan kutsal şehre gönderilen hediyeleri taşıyan kafile veya
kervan. Surre yola çıkmadan İstanbul'da tören yapılırdı. (Ç.N.)
116
HAMMER
Mekke'ye giderek hac farizasını yerine getirme teşebbüsüne girişti; hac
dönüşünde birkaç zaman Gelibolu'da oturdu. Buradan Rodosto'ya gitti ve
orada dünya günleri tamam oldu (25 Haziran - 9 Receb). İncelemelerinin
konusunu oluşturan eserler üzerinde birkaç bin yorum ve müşâhade kaleme
almış olan Pirîzâde, Arapların Montesquieu'su denilen İbn Haldun'un «Mukaddemât» (50) adlı eserini Türk diline kazandırmak suretiyle adını
ebedîleştirdi.
Bu yıl içinde ölüm, yetmişinden fazla yaşda olan emirler reisi
Bolevîzâde Esseyid Mehmed Said'i de alıp götürdü. Sultan, merhuma halef
olmak üzere Kudüs kadılığı makamında bulunan Esseyid Mehmed Said'i
seçti ve kendisi İstanbul'a davet edildi. Mekke kadısı ve Anadolu'da
doğduğu yer olan Ka-zabad'ı işaret eden lâkabiyle Elhac Ahmed Kazabadî,
arkasında Dilbilgisinin Dört Mukaddimesi (Mukaddemat-ı Erbaa) ve daha
birçok eserle ikinci bir Şerhası ve ikinci bir İbn Hacr olmak şöhretlerini
bırakarak vefat etti. Fakat, bu devirde Osmanlı İmparatorluğu'nun
kaybından en fazla elem duyduğu Reis-efendi Elhac Mustafa'nın ölümü
oldu. Hicri 1100 yılında Kastamonu yakınındaki Goel'de doğan merhum,
Türkler, Araplar ve İranlılar arasında yaygın bulunan bir asrın başında
doğacaklar arasında aynı asrın olaylarına büyük ölçüde hâkim olacak
birinin mutlaka bulunduğu yolundaki inançların kuvvetlenmesine hizmet
etti. İstanbul'da tavukcubaşı veya pazarda kümes hayvanları başsatıcısı olan
birinin kızıyla evlendi; kayınpederi ölünce onun işinin devam ettiricisi
durumuna geçti ve bu işe devam ederken fazlasiyle ilgi duyduğu ilim ve
araştırmalara daha çok kendini verdi. Gecesini gündüzüne katması ve
sebatı sayesinde kısa zamanda döneminin ilim adamları arasında adı anılır
oldu ve Üçüncü Ahmed'in tahtını kaybetmesi sonucunu getiren ihtilâlden
sonra halefi Birinci Mahmud, onu ikinci defterdar payesine yükselterek,
tahta çıkışını Avusturya hükümetine bildirmekle görevlendirdi; böylece
olağanüstü yetkili murahhas durumunda bulunuyordu. Elhac Mustafa,
Viyana'da ikameti sırasında, Avrupa hükümetlerinin siyasetleri üzerinde
tam bir bilgi edinmek hususunda hiçbir fırsatı
(50) Frenkçesi «Prolâgomeno olan kelime, eser veya eserlerin içinde kullanılan terimlerin veya eserin açıklanması için yazılmış önsöz anlamına gelmektedir. (Ç.N.)
OSMANLI TARİHİ
117
kaçırmadi; zâten bu siyaset üzerinde o andan itibaren kendisi çok
büyük ölçüde tesir sahibi olacaktı. Avusturya'dan dönüşünde beylikçi
veya reis vekili olarak Babadağı ordugâhında Reisefendi İsmail'e
refakat etti. Birkaç zaman sonra Reisefendi makamına getirildi ve
olağanüstü yetkili murahhas olarak Ni-emirow Barış Kongresi'ne
gönderildi. Krozka savaşından sonra, Veziriazamla birlikte meşhur
Belgrad barış anlaşmasını imzaladı. Anlaşmada bazı ifâdelerin
Avusturya'nın ısrarlı talebleri üzerine değiştirilmesi ve bir yıl sonra
bir ek anlaşma imzalanması zorunluğu duyulması Sultan'ın Bâb-ı Âli
tercümanının başının vurulmasını emretmesine ve Reisefendi
Mustafa'nın görevlerinden azline sebeb oldu. Bu gözden düşme,
Tavukçu Mustafa'nın Mekke'ye gitme teşebbüsünde ağır bastı.
Reisefendi makamında yerini alan Ragıb Paşa vali olarak Mısır'a
gönderildiğinde, Tavukçu Mustafa ikinci defa olarak Osmanlı
İmparatorluğunun bu en etkili makamımn başına getirildi. Bu yeni
nezâreti sırasmda tahribatı bütün Avrupa'ya yayılan savaşa son
vermek hususunda Osmanlı devletinin aracılığını hıristiyan devletlere
teklif eden o oldu; yine onun tavsiyesi üzerine, Bâb-ı Âlî,
İstanbul'daki yabancı devlet elçilerine İngiltere ile Fransa arasındaki
savaşda Osmanlı denizlerinin tarafsızlığını bildiren birer muhtıra
verdi. Tavukçu Mustafa, İsveç, Napoli ve Toskan ile müzâkerelerde
bulunup bunlarla dostluk ve ticaret anlaşmaları imzaladı. Fransa ile
eski imtiyazlar anlaşmalarını yeniledi; Rusya ve Avusturya ile ebedî
(sürekli) barış anlaşmaları yapıp bunların yürürlüğe girmelerini
sağladı. Görevinden ikinci defa azledilince, Edirne'de kesin inzivaya
çekildi ve İstanbul'a ancak Devlet Ruznâme Birinci Dâiresi Reisi
olarak nadiren geldi. Birkaç ay sonra, Boğaziçi'nde Avrupa
yakasında Kiaiar mevkiinde bulunan yazlık köşkünde öldü (1 Eylül
1749 - 18 Ramazan 1162). Her şeyi kavrayıcı bir zekâya ve
olağanüstü bir hafızaya, son derece tabii ve zarif bir hitabet
kaabiliyetine sahipti. Dâima kendine hâkimdi ve hiçbir zaman ince
bir alay veya nüktenin ağırlığından hiçbir şey kaybettirmediği asîl bir
ciddiyetin temsilcisiydi. Bu tabiî üstünlüklere, iyi yetişmiş bütün
Osmanlıların sahip bulundukları mükemmel Türkçe, Arapça ve Farsça dil bilgisini de katmıştı. Nesir yazan ve şâir olarak ilim adamlarının toplantılarından hoşlanıyor, dillerini son derece pürüzsüz
konuşmasiyle Araplar üzerinde hayranlık uyandırıyordu. Sevimli ve
lutûfkârdı, gönüllerde yer almasını bildiği kadar ah-
118
HAMMER
makça gururun her türlüsünden de alabildiğine uzaktı. Fakat paraya karşı
son derece açgözlüydü. Yabancı devletlerle yaptığı müzâkereler vesilesiyle
zengin hediyeler elde etmişti. Pirizâ-de'nin söylediği gibi, gerçekten
Avrupa devletlerini aylığa bağlamış idiyse de, aldığı büyük meblağları
çömleğe koyup toprağa gömmüyor, lükse ve sefahate harcamıyor; fakat bu
paraları halka yararlı yapı işlerinde, hayr için oluşturulmuş vakıflar
kurmakta, Osmanlı medeniyetini hıristiyan parasiyle geliştirmek ve
savunmakta kullanıyordu. Bağdad'da bir cami ve bir medrese yaptırdı;
Kastamonu yakınındaki Goel ve Fervaç'da bir okul ve bir medrese kurdu;
İstanbul, Mekke ve Medine/ birçok çeşme ve okullarını ona borçludurlar:
Özellikle Mekke şehri, Reisefendi Mustafa'dan para olarak her yıl belirli
bir bağış almaktaydı (51).
BEDEVÎLER ARASINDA ABDULVEHHAB TARAFINDAN
GERÇEKLEŞTİRİLEN İSLÂMİYET'TE REFORM HAREKETİ
Hıristiyanlık çağının onsekizinci asrı yalnız Avrupa'da değil, Asya'da
da yeni reformlar filizlendirdi. Gerçekte, Osmanlı Im-paratorluğu'nun
siyasî müesseselerinde uygulanacak olan reformlar ancak bu asrın sonunda
gün ışığına çıktılar. Bununla beraber, hatta asrın ilk yarısı sona ermeden
önce, Hz. Peygam-ber'in vatanı ve İslâmiyetin beşiği olan Arabistan,
Bedevilerin yeni havarisi Abdulvehhab'ın yeni doktriniyle temasa geldi.
Ünlü Alman gezgini Niebuhr'un (52) Abdulvehhab'ı Avrupa'ya
tanıtmasından yirmi yıl önce Osmanlı tarihi, üzerinde fazla durmadan, bu
tarikatçıdan, onun hakdan sapıcı ve ihtilâlci doktrininden bahsediyordu.
Ancak ondokuzuneu asrın başlangıcında bir başka ünlü Alman gezgini
Burkhardt (53), Niebuhr'un bize bu tarikata dair aktardığı noksan bilgileri
düzeltti. Arabistan ve Suriye çöllerindeki uzun gezisi sırasında kılı kırk ya(51) Biyografisi İzi'de, s. 108 ve 109 ve Resmî'nin Reisefendiler Biyografileri'nde -LXV. olarak- bulunmaktadır. Damadı Bekir Efendi, mirasçısı olarak hapsedildi ve ancak ikiyüzelli kese tutarında para ödedikten sonra bırakıldı.
(52) Niebuhr, Description de L'Arabie (Arabistan'ın Tasviri), 1779, II, s.
206.
(53) Burkhardt, Notes on the Bedouins and Wahabis (Bedeviler ve Vafcâfctter Üzerine Notlar), Londra, 1830.
OSMANLI TARİHİ
119
raıı bir titizlikle tuttuğu günlüğü sayesinde, bu konuda Türk tarihçilerin
sürdürdüğü sessizlik bizi hiç hayıflandırmamakta-dır. Böylece, burada
Bedevilerin tarihî ve İslâmm reformcusu Abdulvehhab hakkında
vereceğimiz özette o bize rehberlik hizmetinde bulunacaktır.
Hürriyet çöllerde tam mânâsiyle yaygındır ve kurak Arabistan
ovalarının oğulları olan Bedeviler, geride kalan asırlara olduğu gibi,
günümüze de bu hürriyetin geleneklerinin, ilkel karakterinin; binlerce
yıldanberi değişmeden kalmış kötülük ve faziletlerinin mührünü taşırlar.
Aç, arzuların yiyip bitirdiği, yalancı, sun'i bütün bu münasebetleri, insandan
insana hile idare eder; bununla beraber, merd, cömerd, yumuşak mizaçlı ve
her türlü hayâlin üstünde misafirsever ve en zâlim düşmamna karşı sözüne
sadık olan Arap, Osmanlı karşısında birçok üstünlüğüyle seçkinleşir. Arap,
bütün bu iyi vasıflarına perhiz-kârlığı, kanaat etmeyi, hitabet kaabiliyetini,
ateşli ve şairane bir muhayyileyi de ekler, candan ve sirayet edici bir neş'eyi
de ekler. Şerefinin ve hareminin ateşli savunucusudur. Namusuna sürülen
lekeyi kanla temizler ve akrabalarının intikamını almak gerektiğinde kan
akıtmak için yanıp tutuşur (Ateşe karşı ateş; fakat utanç verici hareket asla!
İntikama karşı intikam; fakat şerefsizlik asla!) (54). Günümüzde de, kendi
şerefi ve kadınlarının şerefi için çarpışan Bedevinin savaş çığlığı budur. Bununla beraber, Bedevi, misafirsever olduğu kadar kan dökücü, asîl olduğu
kadar zâlimdir. Rivayetlerin, Hatim Tai'nin misa-firseverliği; merd ve
kararlı mızrakçı Maadi Kerb'in değeri; süvariler babası Antar'a izafe
ettikleri şairane tuluat kaabiliyeti üzerine anlattıklarının hepsi, günümüzde
sayısız örnekler tarafından doğrulanmaktadır. Akşam olunca, Bedeviler
hikâyeler dinlemek veya mehtapta açık havada şarkı söylemek üzere
toplanırlar (55). îki cinsiyetten de gençler gruplar hâlinde toplanırlar, birinci
şarkıcı tarafından söylenen ilk mısraı koro hâlinde tekrar ederler ve el
çırparak şarkıya katılırlar; yüzlerine de buna göre bir ifâde verirler. îki veya
üç genç kız, yüzleri örtülü olarak ve oynayarak gelenek veya hicabın
kendilerine adlarile hitâbdan menettiği delikanlılar korosunun önüne gelir(54) En-naar en-naar ve lâ el âr, et-thar et-thar ve lâ el âr!
(55) Musâmeret.
120
I
HAMMER
ler. Gece şarkısının (56) melodisi savaş meydanında söylenenin aynıdır
(57). Neşeli durumlarda kadınların «lu, lu» diye haykırışları, yalnız bu ses,
çölün büyülü sessizliğini bozar (58); aşiretten birinin ölümünde, ağıtçı
kadınların şikâyet çığlıkları orada hazır bulunan seyyahı titretir. Arabm ev
olarak sadece bir çadırı vardır; eşyası bir deve eyerinden, bir su tulumundan
ve üç ayaklı bir tencereden oluşur; giysi olarak bir gömlek ve çizgileri
yabaneşeğininkini andıran bir hırka (aba) ile yetinir. En büyük lüksü
silâhlarında görülür: Bunlar kılıç, miğfer, ok ve zırhtan oluşur; sadece
birkaç aşiret ateşli silâh kullanır. Deve sütü, ekmek, tereyağı, hurma ve çöl
mantanyla beslenir. Deve ve beş asîl cinsi olan at başlıca servetini teşkil
eder. Filozof Fisagoras'ın kutsal saydığı beş rakamı başlıca dini ve siyasi
müesseselerinde de bulunur. Dökülen kanın intikamım almak gayreti
beşinci kuşağa kadar intikal eder. Savunma ve boyun eğme hak ve fiilleri de
beş rakanüıdır; elin beş parmağı üstün hakkın işaretidir. Şeyh, yâni İhtiyar,
Aksakallı (sakalının renginden ötürü böyle denir), aşiretin reisi ve idarenin
başıdır; Akid, yâni savaş zamamnda aşiretin kumandanı, otoritesi ve
etkisiyle şeyhin kudretine karşı bir denge oluşturur; Kadı veya hâkim,
ihtilaflı meseleleri hükme bağlar, şeriata uygun hükümleri kutsaldır; Vassi,
yâni vasi veya patron, yalmz başkalarının menfaatlerini kollamak ve
çocukların terbiyeleriyle alâkalan-makla kalmaz, fakat zayıflar tarafından
kendilerini kuvvetliye karşı korumak için seçilmiştir; nihayet «dakhil» gelir
ki, bu da hayatının ve servetinin korunması için bir başkasının himayesine
sığınmış kimse demektir. Hırsızların ve eşkiyanm, kendilerini esir
tutanlardan gerek onlarla ekmek ve tuz yiyerek, gerekse giysilerine
dokunmak suretiyle kendilerini koruma hakkı elde etmelerine mâni olmak
için, bunları kazılmış bir çukurda muhafaza etmek âdettir; bununla beraber
eğer bir suçlu serbest bir kişinin yüzüne tükürmeyi başarırsa, ondan
kendisini himaye etmesini istemeğe hak kazanır ve yüzüne tükürülen kişi
hürriyetini elde etmesi hususunda ona yardımcı olmak zorundadır.
(56) Esâmir. Süvariler geliyor, oh Dieba; süvariler geliyor, hırsızlar (diebe); süvariler geliyor Dieba'dan, oh aşk!
(57) Hadu. s. 424. Ey ölüm, bizim üzerimizdeki kanununu ertele ki intikamımızı almış olalım. Sen çıplak başlı kuş, sen atmaca, sen akbaba,
İnsan etine açsanız savaşçı saflarına katılın.
(58) Burkhardt buna ctagraib» demektedir ki, genellikle «tehlil» denir.
OSMANLI TARİHİ
121
Hırsıza harami denir ve bu da Bedevilere dokunulması haram olarak
bildirilen leşe, kana ve domuza dokunmakla aynı mânâya gelir. Günde beş
vakit namaz kılmak, oruca ve kurban bayramı emirlerine uymak Bedevilere
evvelce emredilen ve Ab-dulvehhab’ın reformlarına kadar yerine getirilen
vecibelerdi.
BU MEZHEB ADAMININ DOKTRİNİ
Büyük Temim aşiretinin kollarından biri olan Vehhabî aşiretinden
çıkan ve adı «herşeyi düzenleyenin kulu» mânâsına gelen Abdulvehhab
İslâmiyetin Calvin'idir. Calvin'in hıristiyanlığı ilk saflığına götürmek
istemesi gibi (59), Abdulvehhab da, Hz,
(59) Calvin (Jean), asıl adı Cauvin (Noyon, Picardie 1509-Cenevre 1564). Babası
Noyon başpiskoposluğunda görevliydi. Calvin 1523'de Paris'e gitti ve orada
dilbilgisi, mantık, felsefe okudu. Daha sonra Orleans ve Bourges'da hukuk
tahsil etti. Ünlü dil bilgini Alciati Ciovan Paolo'-nun yanında çalışarak ondan
yararlandı; Yunanca ve İbrânice öğrendi. Luther'cilerle temas kurdu ve
Luther'ci oldu. Paris'e yerleşti. 1530-da filozof Senecca'nın eserini yorumladı
ve bu filozofun ekolu olan Stoacılıkla İncil arasındaki münasebetleri
araştırdı. Bu arada Bude ve Nicolas Cop gibi yenilik tarafdarlarıyla dostluk
kurdu. Fransa kralı Birinci Frariçois'ya ithaf ettiği Calvin'ciliği içine alan
«Hıristiyanlığın Dinî Öğretimi» adlı eserini yayınladı. Önce Lâtince olarak
yayınlanan kitabını daha sonra Fransızcaya çevirdi ve ilk baskısı 1536-da
Basel'de yayınlanan eser birkaç baskı yaptı. Bu eseriyle ünlü Fransız
yazarları arasına girdi. Âdem'in hatâsı yüzünden günahkâr sayılan insanoğlu
ile Tanrı arasında tek aracının İsa olduğunu söyledi: insanın yaptığı
iyiliklerle değil, ancak Tanrı'nın lûtfu ile temize çıkabileceğini ileri sürdü.
Tanrı'nın sevdiği kulları önceden seçtiğini ileri süren görüş bu kitaba
dayanır. Cenevre'de Belediye Mecli-si'nin karariyle kitabında belirttiği
görüşleri uygulamak imkânını buldu. Kitabında bahsi geçen dinî öğretimin
başında halkın seçim yoluyla görev verdiği rahipler bulunuyordu. Öğretim
grup toplantıları halinde yapılıyordu ve halk. öğretimin başında kendi seçtiği
kişiler bulunduğu için rağbet gösteriyordu. Luther'cilerin de gayretleriyle,
Calvin'in dini öğretim tarzı giderek yaygınlaşmak istidadı gösterdi. Böylece,
Calvin'in öğretim tarzı özellikle kuzey ve güneybatı Avrupa'da yaygınlaştı.
Kitabının yayınlanmasiyle Engizisyon'un uyguladığı takib büsbütün artmıştı.
Dinî öğretimin yaygınlaşması İse papaz kılıklı zebaniler elindeki bu işkence
müessesesini gazaba getirmekte gecikmedi. Ne var ki, Calvin en azından
ömrünün yarısını bu takip ve gazaptan kaçmakla geçirmiş ve korunma
usûllerini iyice geliştirmişti. Bunun için Engizisyon, nazarî suçlamalar
dışında ona bir şey yapamadı. Fakat, şehirden şehire seyahatte bile temkinli
dav-
w*
122
I
HAMMER
Peygamber'in emirlerini ilk saflığı ile yeniden tesis etmek ve
Müslümanlarda sönmüş olan sofuluğu yeniden alevlendirmek teşebbüsüne
kalkıştı. Uzun uzun şeriat incelemeleri ve uzak yolculuklar yaparak bu
teşebbüse hazırlanan Abdulvehhab, yeni mezhebinin akidelerini (dogma)
yayınlamak suretiyle reform hareketini başlattı. îslâmiyetin ana kaidelerine
o kadar az karşıydı ki, ne Mısır, ne de Suriyeli dinî hukuk âlimleri bu mezhebi mahkûm etmek cesaretini gösterdiler. Bu son derece tehlikeli, yenilik
getiricilik işine başladığı andan itibaren, aslında Anzesler aşiretinin bir
bölümünü oluşturan ve Vuldi Ali aşiretinin bir kolu olan Mesalih
aşiretinden Muhammed Ibn Suud'-dan destek gördü. O, herkesten evvel,
Dariye'de yeni mezhebi bağrına basan ilk kişi oldu. Abdulvehhab'ın kızıyla
evli olduğundan kayınpederinin mezhebinin taraftarlarını siyasî bir zümre
olarak kaynaştırdı, ve Vehhabîler hükümetini kurdu. Bunun neticesi olarak,
siyasî şef, dinî şefle birleşti; aslında işler mezhebin kurucusu Abdulvehhab
ile Muhammed İbn Suûd arasında taksim edilmişti ve Suûd'un oğlu Aziz ile
torunu Suûd, babalarının verdiği misâle uyarak, yeni mezhebi Arabistan'da
yaymaya, ellerinde kılıç, evvelce Peygamber'in yaptığı gibi, reformu kabul
etmeyenleri ortadan kaldırmaya devam ettiler.
Abdulvehhab, Hz. Peygamber'e abartmalı saygı öğretimi ve özellikle
halkın evliyalara gösterdiği ibâdet derecesindeki bağlılığa karşı şiddetli bir
mücâdele açtı (60). Bunların mezarları Abdulvehhab taraftarlarının
öfkelerinin hedef noktası haline geldi. Taraftarlar, bu öfkelerini Hz.
Muhammed ile torunlarının saygıdeğer mezarlarına varıncaya kadar sirayet
ettirmekten geri kalmadılar. Kur'an'da emredilen zekât ve sadakalar, israfı
yasaklayıcı hükümler, ispirtolu içkiler yasağı, kadılara emredilen dürüstlük
ve ilk Müslümanların seçkinliği olan cihad anlaranmak zorunluluğu hayli sıkıcı olduğundan, görüşlerini daha tesirli bir
şekilde yaymak için bu* seyahatleri kısıtlamak, sonunda büsbütün
vazgeçmek gerekti. Eğer bu kısıtlamalar ve sonunda vazgeçmeler olmasaydı,
savunduğu Luther'ciliği daha da yaygınlaştırmak imkânı bulacağı ve katolik
kilisesini daha fazla zayıf düşüreceği şüphesizdi. Ömrünün son yıllarını
eserini olgunlaştırma yolunda kullandı. Çok iyi bir öğrenim gördüğü için
uslûb ve düşünce yapısında bir sağlamlık göze çarpmaktadır. (Ç.N.) (60)
İslâm dininde görülen evliyalar, katolik kilisesinin azizlerine gösterilen
saygıyı görmüşlerdir ve bunlara birtakım mucizeler izafe edilmiştir.
Burkhardt, s. 280.
OSMANLI TARİHİ
123
yışına kadar her şey yeniden yorumlanmış, bunların boş ol
duklarına hükmedilmişti. Peygamberin bu ilk kanunlarının hi
çe sayılmasıyla birlikte, Abdulvehhab, Peygamber tarafından
mahkûm edilen bütün zevklere,
(61) şarap, tütün ve esrar gibi sarhoş edici maddelerin; nihayet teşbihin kullanılmasına şiddetle
karşı çıktı. Muhammed İbn Suûd, bütün Arabistan'da yeni mezhebin ruhanî
ve cismânî lideri oldu. Muhammed İbn Suûd, Mekke'nin ele geçirilmesi
sırasında yayınladığı Vehhabi ümühalinde, İslâmiyeti en basit unsurlariyle,
yeni dinin yapısının bir bölümü olarak gösterdi. Bütün kurtuluş ilmi üç
maddede toplanmaktadır: Allah bilgisi (62), dini ilkeler bilgisi, Peygamberin koyduğu ilkeler bilgisi. Her şeye kaadir, ibâdet edilmesi gereken
bir tek Allah vardır. Dinin ilkeleri de sayıca üçtür:
İslâmiyet, yâni Allah'ın irâdesine tam teslimiyet, imân ve hayırlı işler.
İslâmiyet beş maddeye bölünüyor: I. İmân bilgisi: Yalnız bir Allah vardır
ve O'nun Peygamberi Hz. Muhammed'-dir; II. Günde beş vakit namaz
kılmak; III. Toplam serveti
oranında emredilen zekâtı vermek; IV. Ramazan ayında oruca
saygılı olup edâ etmek; V. Hayatında bir kere Mekke'de hacca gitmek.
İman bilgisi, aşağıdaki altı imân maddesini içine almaktadır: I. Allah'a
imân; II. Meleklere imân; III. Kur'-an'a imân; IV. Peygamber'e imân; V.
Onun vasıflarına imân ve VI. Kıyamet gününe (rûz-u ceza) inanmak.
Hayırlı işler şu tek emirde toplanmaktadır: Onu görüyörmüşsün gibi Allah'a
ibâ(61) Hammer, birkaç sayfa önce fıtrî ve kisbî, yâni doğuştan gelme ve
sonradan kazanılan meziyetler, ahlâkî vasıflar ve savaşçılık konularında Türklerle Arapları kıyaslayıp Arapları Türklere kıyasla üstün
ve seçkin bir soy olarak gösterirken yaptığı hatâ gibi, burada da ahlâk
dışı zevkler konusunda Türkleri bunlara bilhassa tutkun göstermek
suçu işlemektedir. Bir kere Anadolu eyâletlerinde, yâni Türklerin
çoğunlukta olduğu yerlerde onlar ahlâkî sağlamlığa örnek bir hayat
sürmüşlerdir. Suçların en fazla görüldüğü İstanbul'da ise şehrin
kozmopolit nüfus yapısı Hammer tarafından gözardı edilmektedir. En
fazla suç işlenen IV. Murad'ın saltanatının ilk döneminde suçluların
çoğunluğunu özellikle Rum azınlık ve devşirme Yeniçeriler
oluşturmaktadır. Bu husus Karakullukçu defterlerinde belirtilmiştir.
(Ç.N.)
<62) Allah, bilgisinin tasavvuf ve ilahiyatta tam karşılığı «Mâarifetullah»dır. Çünkü bu deyimde «Allah'ı tanımak ve Allah'ı bilmektem ayrı
olarak, şartlarıyla birlikte bir Allah bilgisi ifâde edilmektedir. (Ç.N.)
124
HAMMER
det et. zira sen onu göremesen de, iyi bil ki o seni görür. Peygamber bilgisi yeni
mezhebin en önemli bölümünü oluşturmaktadır, çünkü bu bilgi Peygamber'i mevzu
olarak alan abartmak saygının kötüye kullanılmasını ortadan kaldırmaktadır. Bu
bilgi şöyle diyor: Abdullah'ın oğlu Muhammed, Peygamber, bir tek halka değil,
bütün halklara Allah tarafından gönderilmiş fâni bir insandır (ölümlü bir insandır).
Eğer seninki değilse, hiçbir din gerçek olarak mütalea edilemez; ondan sonra hiçbir
peygamber gelmeyecektir, zira o, peygamberler zincirinin son halkasını vücuda
getirdi. Bu doğmaların (doğme) hiçbirinde aslından sapmış bir ilke
görülmemektedir; aksine İslâmiyet, bu anlayış içinde aslındaki saflık, katkısızlık
içinde görülmektedir, Abdülvehhab'ın mezhebinin gayesi de buydu. Yazık ki,
İslâmiyet geçirmiş olduğu bu saflaştırma ameliyesine rağmen, o müsamahâsızlıkdan (63) ve taassubdan kurtulup bu engelleri aşamadı. Peygamberi
hak Peygamber olarak tanımak, her müslü-man için günde beş vakit namaz
mecburiyeti, zekât vermek, oruca riâyet etmek, hac için Mekke'ye gitmek, bunlar
Abdülvehhab'ın reformunda yer alan Kur'an'a, meleklere ve Peygam-ber'e inanmak
kadar esaslı dinî kaideler ve hikmetlerdir. Bu reform hareketi diğer bütün dinleri
reddeder; dini görevlerin yerine getirilmesinde görülen ihmâl şiddetle
cezalandırılır; Mu-hammed'in uyguladığı usûllere sâdık kalarak, başka dindeyken
İslâmı kabul edene tam teslimiyet veya çekilip gitme arasında seçim yapmayı
bırakır.
Abdülvehhab'ın mezhebi üzerine verilen bu hızlı açıklama (64), bu tarih
kitabının düşündüğü ölçü bakımından hede(63)
(64)
Bu görüş Hammer'e aittir ve İslâmda. İslâmın aslında müsamahasızlık
bulunduğu gibi bir zarının doğmasına yol açmaktadır. Oysa îslâmın aslında
müsamaha fazlasiyle mevcuttur ve Hadislerde de bu husus fazlasiyle
belirtilmiştir. îttihad ve Terakki Partisi kurucusu Ahmed Rıza Bey Paris'de
Fransızca olarak yayınladığı «İslâm'da Müsamaha» adlı kitapta bu konuyu
ele alarak, bütün dinler arasında îslâmın bu hususta benzersizliğini
işlemiştir. (Ç.N.)
Görülüyor ki, Hammer. Vehhabîlik üzerinde esaslı bilgilere sahib değildir
ve tslâmda reformun hıristiyanlıktakine benzer bir şekilde bahis konusu
olamayacağını düşünmemektedir. Hıristiyanlıkta reform, kelimenin
mânâsından anlaşılacağı gibi. bozulan esasların yeniden teşkiline girişilmesi
hareketidir. Çünkü papalar birtakım bid*-atler getirmek ve dine eklemek
suretiyle onu bozmuşlardır: Reformculara Protestan denmesinin sebebi de
budur, çünkü protestan iti-
OSMANLI TARİHİ
123
fine varmıştır. Şimdi bu dini ihtilâl haberinin sarayda, divânda ve payitaht
İstanbul'da uyandırdığı intibaı tasvir ve bu arada Arabistan'da patlak vermiş olan
fakat Bâb-ı Âli'yi gerçekten
raz eden mânâsına gelmektedir. İslâmda böyle bir şey yâni dinin aslına,
cevherine bid'atlerle eklemeler yapılmış olması bahis konusu değildir.
Yobazlar ve kendiliklerinden bid'atler getirmeğe kalkışanlar bütün dinlerde
görülür. İslâmm cevherinde bir bozulma, bir değiştirme görülmemiştir ki
reform ihtiyacı doğsun. Bu hususta incelemeler yapan ilahiyat âlimlerimiz
ve bu meseleler üzerinde duran mütefekkirlerimiz, Vehhabilik üzerinde
Hammer'inkinden çok başka ve daha esaslı görüşler oluşturmuşlardır.
Değerli mütefekkir ve tasavvufta derinlik sahibi merhum üstad Necip Fazıl
Kısakürek'in «Doğru Yolun Sapık Kolları» adlı (B.D. Yayınları, İstanbul.
1978) eserinden Vehhabilik bölümünü meselenin iyice aydınlanması bakımından buraya aktarmayı yerinde ve faydalı buluyoruz :
«Lenin nasıl Marks'ın tatbikçisi olduysa. İbn-i Abdülvehhab da asıl
tatbikçi amelesini Suudiler kolunda bularak İbn-i Teymiyye kafasını
maddeye nakşedici oldu.
Ancak İkinci Abdülhamid devrinde biraz nefes alır ve etrafı görür gibi
olan biricik İslâm devletinin zaafından ve onun sahte inkılâpçılar eliyle
yediği darbelerden de faydalanarak bugüne kadar geldiler.
Gitgide sulandırılan ve usta bir siyaset adamı olan evvelki Melik
devrinde pek dışa vurulmayan Vehhabilik, nihayet öğretim ve eğitim
plânına inhisar ettirilerek politika ve idare perdesinde pek göze çarptırılmaz
oldu.
En kısa ve özlü ifadeyle, nedir şu Vehhabilik ve ölçüleri nelerden
ibaret?
Vehhabilik, İbn-i Teymiyye bahsinde kullandığımız tabirle, bir nevi
İslâm materyalizmasıdır ve bu materyalizmanın son durağı Allah'ı
tanımamak olduğu halde bunlar tanıdıkları ve en doğru tanımanın kendi
mezheblerinde olduğu iddiasındadır. Ruha, ruha-niyete, onun ölüm sonrası
devam ve tasarrufuna inanmaksızın Allah'a nasıl inanılabilir veya Allah'a
inanıp da ruh nasıl inkâr edilebilir? Hem göze inan, hem de onun gördüğüne
inanma olur mu?
Sorarsanız «İnanıyoruz!» diyeceklerdir. Fakat zoraki bir inanıştan sonra
gizli bir inkâr içinde o inanıştan kurtulmaya çabaladıklarım teslim
etmeyeceklerdir. İnsanı öldükten sonra sıfıra ulaşmış kabul edenler, bütün iz
ve işaretlerini yeryüzünden silenler ve Allah Resulünü ziyareti bile günah
sayıcı bir anlayıştan gelenler, hangi tevil yoluna saparlarsa sapsınlar, öteleri,
ötelerin hikmetlerini kabul etmemek mevkiindedirler. Hendese davalarında
olduğu gibi, onların zahirde bu derece mübalâğalı görünmeyen ölçü
çizgilerini uzatacak olursanız teslim edeceksiniz ki, anlayışları, «semaların
ve arzın nuru» olduğunu bildiren Allah'ı, nurundan ayırmaya kalkmaktan
başka bir şey değildir.
126
HAMMER
fazla ciddi olmadığı için telâşa kaptırmayan birkaç başkaldırmayı anlatmak
kalıyor. Bu olaylar o sıralarda Sultan’ın Mekke'ye olağanüstü hediyeler
göndermiş olmasından kaynaklanan siyasî sebebleri hâtıra getireceklerdir.
ARABİSTAN'DAN FELÂKET HABERLERİ
Arabistan'daki karışıklıkları Bâb-ı Âlî'ye ilk haber veren Basra valisi
Süleyman Paşa oldu. Paşa, Kavarna'da Benî Lams-lar, Huveyze ve
Ahvaz'ın Muide aşireti ile birleşen Benî Mun-tefikleri, âsi çöl Araplarına
hücum ederek yenmiş olduğunu da bildirmişti; aralarında reisleri olan
Burhane ve oğlu Kelb Ali'nin de bulunduğu binden fazla âsiyi kılıçtan
geçirmişti; Basra civarını Arapların elinden kurtarmış, Basra körfezi
denizcilerini, özellikle Basra limanı tacirlerini konsanlıklarıyla dehşete
Ve bu ana nokta etrafında şu ölçüler :
Hiçbir inceliğine nüfuz etmeksizin sadece kitap ve sünnete bağlanmak iddiası ve «İcmâ» ve «kıyas» gibi iki hayatî vasıtanın kökünden iptali...
Kendilerinin bir «selefiye»cilik iddiasiyle Sahabîler yolunda gittikleri yalanı ve Vehhabîlik dışındakilerin küfürle suçlandırılması...
Birtakım hurafeler ve uydurmalarla bir arada Sünnet Ehli itikadınca makbul bazı esrar tecellilerinin teşbih çekmeye kadar şirk
sayılması...
Tasavvufun topyekun inkârı ve iç âleme kapıların tamamen kapalı tutulması...
Netice, uçurtmanın kafasını kesip kuyruğunu havada durdurmaya çalışmak derecesinde bir abes davranışıyla dış dünya ve dış şekillere mıhlanıp kabukta pas tutma ve özde çürümenin, son iki asır
boyunca - guyâ modern - dalâlet mektebi..
Bugün, biraz da kendilerinin hicap duymaya başladıkları bu
mektep, ruhundan uzak bulundukları mukaddes şeriatı anlamadan
tatbik etmekte bazı başarılar kaydediyorsa, bunu kendilerine ait bir
başarı değil, sadece nadan ellerde bile şeriate bağlı bir kıymet bilmek
gerekir.
Buhari ve Müslim gibi iki emin ve temiz kaynağın bir arada
rivayet ettikleri bir hadîs, Vehhabîliği ve onun vatanını belirtmiş
olmakla mucize çapındadır.
Allah'ın Resulü mübarek parmaklarını Necid istikametine döndürüp buyuruyorlar :
— Fitne, münafıklık, dinsizlik, karışıklık, bozgunculuk işte bu
yönden gelecektir.
Başka kıymet hükmüne ne hacet!». (Ç.N.)
OSMANLI TARİHİ
127
düşürmüş olan kaatil Kiabî'yi ortadan kaldırmıştı; nihayet devlete sadık
Devâsir aşiretinin yardımıyla korsanların ocağını söndürmüştü. Süleyman
Paşa'nın bu hususları bildirmesinden kısa bir süre sonra, Bağdad valisi eski
Veziriazam Mehmed Paşa, Araplar tarafından tahrik edilen bir çatışmanın
hemen peşinden Süleyman Paşa'nın, Araplardan oluşan kalabalık bir ordunun başında, Bağdad'ı muhasara ile tehdid ettiğini Bâb-ı Âlî'ye haber verdi.
Veziriazam Esseyyid Abdullah Paşa, Bağdad'ı kurtarmak için Kürd beyleri,
Diyarbekir, Musul, Haleb, Rakka, Ma-raş, Mardin valileri birlikleriyle
harekete geçmesi hususunda Sivas valisi Savelizâde'ye acele harekete
geçmesi emrini gönderdi. Serasker Paşa'nın harekete geçtiğini öğrenen
Süleyman Paşa, üzerine yüklenecek fırtınayı atlatmak için atik davranarak
Bâb-ı Âlî'ye, Sultan'a olan sarsılmaz bağlılığını ve açlık sebebiyle Basra'dan
ayrılmış olduğunu bildirdi. Süleyman Paşa’nın gerçek niyetlerini öğrenmek
isteyen Bâb-ı Âlî bunun tahkiki ve valiyi ayıran ihtilâfları ortadan
kaldırmak göreviyle bir İmparatorluk fermaniyle birlikte ikinci mirâhur
Mustafa Bey'i Paşa'ya gönderdi. Aynı zamanda Mekke şeyhi görevlerini de
yerine getiren Cidde valisine, Mısır valisi eski Veziriazam Ahmed Paşa'ya
ve kutsal şehir şerifine hitaben yazılmış fermanlar da ayrıca yola çıkarıldı.
Bu fermanlarda, valilere ve Mekke şerifi Mes'ud Ben Saad'a, «Necid'e bağlı
bir kasabada, Aiyine'de, İslâmiyetin esas ilkelerine hücum eden ve kendisini
reisi ilân ettiği dinsizlik mezhebini beşiğinde boğmaları için» aralarında
anlaşarak en tesirli çâreleri bulmaları tavsiye ediliyordu.
BİR PARA HAZİNESİNİN KEŞFİ
Bâb-ı Âlî'nin Arabistan'dan birbiri peşi sıra aldığı kötü haberleri, bir
hazînenin keşfedilmesi bir dereceye kadar telâfi etti. Evvelce kubbe
vezirliğinde bulunan Musul valisi Mehmed Paşa, Bâb-ı Âli'ye, birkaç işçi
toprakta çalıştıkları sırada içi altın para ile dolu iki vazo bulduklarını ve
eskiliklerinin Abbasiler dönemine kadar çıktığını, altın paraların üçbin
dörtyüzel-lidört adet olarak sayıldığını, tamamının dörtbin dokuzyüzyet-miş
dirhem çektiğini Bâb-ı Âli'ye bildirdi. Bildirilen altınların ağırlık olarak
değeri, o sırada para kuruna göre onbir dirhem bir duka altınına tekabül
ettiğinden dörtbin beşyüzyirmiüç du-
12S
HAMMER
ka altım miktarında'ydı. Bu hazîne devlet kasasına konuldu. Bu hazînenin
bulunması, ayrıca, I. Mahmud'un saltanatının Allah tarafından bilhassa
istendiği şeklinde bir umumî bâtıl itikadın yayılmasına yol açtı. Halkın sayı
olarak çok başka nisbetlerde büyüttüğü bu dörtbin birkaç yüz duka altını,
Arabistan'dan gelen üzücü haberlerin payitahtta meydana getirmiş olduğu
kötü tesiri bir zaman için unutturdu. Sultan, ihtişamının kudretiyle,
Abdülvehhab'ın mezhebi ile sarsılan ve eski dinle reform arasında tereddüt
geçirenleri vazife sınırları içinde tutmak mak-sadiyle I. ve IH. Ahmed, IV.
Murad ve IV. Mehmed örneklerine uyarak, Kutsal Ev Kabe'ye gönderilmiş
en zengin hediyeleri hatırlatan hediyeler sundu. Yeni mezheb dışa ait
ihtişamlara ne kadar düşmansa (65), Birinci Mahmud da elmasların ve
değerli mücevherlerin parıltısıyla mü’ıninlerin gözlerine hitabetme-ğe o
kadar ehemmiyet veriyor, böylece bütün mü’ıninlerin namazlarını kılarken
bakışlarını, yönünden ayırmadıkları Kutsal Ev Kabe'ye saygısının
büyüklüğünü ortaya koymuş oluyordu. Yeni Kabe örtüsünün
hazırlanmasına nezâret eden hazîne kâhyası, Kızlarağası ile birlikte bu dinî
hediyeyi ve yine Kabe'ye gönderilen mücevherleri Mekke'ye götürmekle
görevlendirildi. Sultan'ın iki saray adamıyla Kabe'ye gönderdiği
mücevherlerin canlı ışığı, göklerde bulunan ideal yakut kürsü (66) ile rekabet edecekti. Sultan'ın gönderdiği paha biçilmez taşlar «Canope'-unki gibi
ışığı parıldayan» altı köşeli ve benzeri iki taşla muhafaza edilen bir
yakuttan oluşuyordu ki, bu taşlardan birincisi altıyüzaltmışsekiz, ikincisi
yediyüzelliiki kırat ağırlığınday-dı. Eski bir mâdenden gelen bu üç zümrüd,
oniki büyük, otuz orta büyüklükte ve altmışaltı küçük elmasla
çerçevelenmişti; bu kıymetli taşlar demeti ondokuz büyük elmasın
parıldadığı; onüç sıra büyük inci, ki bunların tamamı sıralar hesabiyle üçyüzelli inciyi buluyor ve sıralar bir yakutla noktalanıyor, İmparatorluk
tarihçisine göre «hepsi birden, elmasların suyu ile canlandırılmış bir
çayırda uzanmış güneş misâli parıldayan bir göz oluşturuyordu».
(65) Bu görüşün aksine Vehhabîliğin esasa ait yeniliği de olmadığını
gördük. (Ç.N.)
(66) Metinde kürsü adı «tabernacle»'dır. Musa'ya gönderilen on emrin
içinde bulunduğu sandığın üzerine konduğu kürsüye benzetiliyor.
(Ç.N.)
OSMANLI TARİHİ
129
EFLAK PRENSİ, ŞEYHÜLİSLAM VE
VEZİRİAZAMIN AZİLLERİ
Birinci Mahmud, din ve ilimler mevzuunda gayretini İstanbul'da da
gösterdi: İkinci bir kütüphane ve Buharı tercümelerinin tefsiri için Fâtih
Sultan Mehmed Câmii'nde on kürsü oluşturdu; evvelce bu hayrı
Ayasofya'dan başlatmıştı. Osmanlı Salnameleri (67), aynı döneme doğru,
vezir rütbesinde bazı atamalar, birçok azil ve değişikliklerden
bahsetmektedir ve bunlar devletin yüksek makamlarında bulunanlarla
alâkalıdır. Bunlar arasında, Kâhyabeylik makamına yeni atanan Abdi Ağa
ile baş-mirâhur Toprak Mehmed Bey de üç tuğlu paşalığa yükseltilip
birincisine Tırhala, ikincisine Karaman sancağı görev yeri. olarak
gösterildi. Eflak voyvodası Constantin Maurocordato, Prensliğin Tuna ötesi
bölümünde yapılan değişikliklerden üzülerek kendisine verilen toprakları
idarede ihmâli görülmesi sebebiyle azledildi ve Tenedos adasına sürgüne
gönderildi; cezanın sebebi bu değildi; asıl sebeb, voyvodanın Ramazan
bayramı dolayı-siyle saray subaylarına yeterli şekilde bayram avansı
vermemesiydi (Ağustos 1749 Ramazan 1162). Boş kalan dukalık yeri, iki
kere Eflak, üç kere de Boğdan dukalık makamında bulunmuş olan ihtiyar
Michel Rakoviza’nın oğlu Constantin Rakovi-za'ya verildi. Bu değişiklikler
sık görülen işlerden olduğundan kamuoyunun dikkatini çekmedi. Bir ay
önce de bir ilim adamı olan Şeyhülislâm Esad Efendi azledilmişti. Esseyyid
Abdullah Paşa’nın tâyininden önce, bu hususda yayınlanan Hatt-ı Şerif-de
selefi Veziriazam Elhac Mehmed Paşa sınır kalelerine ihtiyaçlarının
gönderilmesinde ihmâli görülmekle suçlanmıştı; Abdullah Paşa’nın azli ise
idaresinin gevşekliği üzerine dayandırılmıştı.
Üçüncü Ahmed'in gözde Veziriazamdı Damâd İbrahim Pa
şa’nın divitdarlık (68) hizmetinde bulunduğu için bu lâkabla da
___*» _____ _^_
(67) Salnameler, yâni bugünkü deyimiyle yıllıklar, Osmanlı İmparatorluğu
döneminde devleti alâkalandıran olayların kronolojisi, resmi seyir
defteriydi. Bugün aynı geleneğin devam ettirilmemesi ciddî bir
noksanlığın işareti sayılmak gerekir. (Ç.N.)
468) Böyle hizmetlerden Veziriâzamlık makamına yükselenler, devlet idaresinde tecrübeye değer verildiğini göstermek bakımından dikkate
değer. (Ç.N.)
Hammer Tarihi, C: VIII. F.: 9
130
HAMMER
anılan yeni Veziriazam Mehmed Emin Paşa, onun nüfuzlu kâhyası
Mehmed'in kızıyla da evlenmişti. O zamandan beri önemli devlet işlerinde
bulunmuş, çeşitli Maliye işlerinin dâire başkanlıklarını yapmış, şehir
kâhyalığı ve tersane kâhyalığında bulunmuş, son olarak Abdi Paşa'nın
yerine dahiliye nazırlığına getirilmişti. Sultan onu bütün öteki nazırlarına
tercih ederek, İmparatorluk Mührü'nü kendisine verdi (3 Ocak 1750 - 23
Mu harrem 1163), Babası Aşçızâde Mehmed Paşa idi. Carlovviez barışını
takibeden yıl çıkan Arap isyanında, Basra ve Kavarna* da devlete büyük
hizmetleri görülmüştü. Mehmed Emin Paşa'nın atanması, Rumeli-kazaskeri
Mehmed Said Efendinin Esad Efendi'nin yerine Şeyhülislâmlığa
atanmasiyle aynı zamana rastladı,
YENİÇERİAĞASî SARAYININ VE SARAYDA BİR
KÖŞKÜN İNŞÂATI
Veziriâzam'ın azlinden on gün önce ay tutulacağı haber verilmiş (23
Aralık 1749 13 Muharrem 1162) ve tutulma olayı üç saat devam etmişti.
Bu olay dolayısiyle ileri sürülen nahoş kehânet, söylendiğine göre,
gerçekleşmişti: Doğulu teşbih anlayışı içinde, Veziriazam İmparatorluğun
ayı durumundaydı; împara torluğun güneşi Pâdişah'dan ışık aldığı kadar
parlardı, nitekim, ay tutulmuş ve Abdullah Paşa azledilerek makamından
uzaklaştırılmıştı. Bu olay bütün zihinleri meşgul ettiği sırada, beş gün sonra
güneş tutulunca, düşüncesi mâhiyeti bakımından bâtıl itikatlara eğilimli
olan halk, bu yeni olayla heyecanla meşgul oldu ve Sultan bakımından kötü
bir işaret saydı. Ünlü Arab mutasavvıfı Şeyh İbni Arabi'nin eserinden
alınan bir fasılın takviminde ay ve güneşin aynı zamanda tutulması
kehânetinden bahsettiği öğrenilince duyulan endişe büsbütün arttı. Polis payitahtta fiilî tedbirleri harekete geçirerek sükûneti muhafaza emrini aldı ve
yıldızların ebedî ve değişmez hareketlerini yorumlayarak kargaşalık ve
anarşi tohumları ekmek isteyen birçok müneccim boğduruldu. Saray
gökbilgininin, bundan böyle endişeye yol açan ay ve güneş tutulmalariyle
alâkalı haberler vermeleri de yasaklandı. Bununla beraber, dört hafta sonra,
halk bâtıl itikatları bakımından İstanbul'da patlak veren bir yangında yeni
bir gıda buldu ve herkes bu yangını evvelki kehânetin doğrulanması
şeklinde yorumladı (3 Şubat 1750 - 20
OSMANLI TARİHİ
131
Saf er 1163). Yangın. Ayazma Kapusu yakınındaki bir evde çıktı ve otuz
saat içinde altıbin aitıyüzaltmışyedi evle birlikte Yeniçerilerin meşhur
Ağakapusu'nu da kül hâline getirdi. Bu yangının bir karışıklığa sebeb
olmasından endişelenen Sultan, binanın yeniden yapımı için ocağa seksen
kese para (69) gönderdi. Yeniçerilerin Agakapusu, gerek hazineden gelen
paralar, gerekse nazırların masrafı bölüşmeleri sayesinde sür'atle yapıldı.
Usta bir tarih düşürücü olan Nimet Efendi, sarayın iç ve dış kapıları ile
çeşme ve fıskiyeli havuzun üzerine konan kırk kitabesinde Sultan'ın elinin
açıklığını ve «inşâ edilen yedi odanın (70) etraflarında hareket eden yedi
gezegene hayret ederek bakmalarını» övdü. On gün sonra meşum yangın
yeniden, bu defa Şeyhülislâm Said Efendinin evinden başladı ve açıkça
düşmanları ilân edilen yeniçerilerin sevinçli bakışları önünde, Şeyhülislâmın kıymetli nesi var nesi yoksa hepsi kül olup havalara savruldu. Bu
yangın, iki ay sonra Silâh Pazarı esnafını keder içinde bırakan yangın gibi
kin yüzünden girişilen bir kundaklama ile izah edildi. Bu yangının ilk
haberi alınır alınmaz, Sultan, Veziriâzam'la Yeniçenagası'na, yeteri kadar
birliklerle, çarşıya giden iki yolu işgal etmeleri emrini gönderdi; zira halkın,
içleri kırkbin insanı giydirebiîecek kadar tıka basa malla dolu mağazalara
hücum edip yağmalamasından korkuluyordu. Bu iki yüksek rütbeli devlet
adamı, payitahtta sükûneti sağlamak gayesiyle bu büyük yangından hiçbir
şey kaçırtmamasına bizzat nezâret ettiler. Yangından sonra Yeniçerilere
para dağıtıldı ve halkın mırıldanmasını yatıştırmak için, Veziriazam, böyle
hallerde şiddet kullandığı Gülce Mustafa dönemindeki vazifelerini
hatırladı-, gerçekten de çok şiddetli davranmıştı ve o zamandan beri lâkabı
Yangıncıağa olmuştu. Mevkii, kulkâhyası Esseyid Ahmed Ağa'ya verildi.
Bu üç yangının sebeb olduğu felâketin tamiri sırasında, Sultan, Tophane su
yolu şeddi ile saray duvarı içinde, Topkapu sarayı yakınındaki bir sarayın
yapım işlerini hiç eksilmeyen bir çalışma hızıyla devam ettirdi. Bu saray,
birkaç yıl önce yapılmış olan bir eğlence evinin arsası üzerinde yükseltildi,
bahis konusu evin adı «Mahmubiye (muhabbet) yeri» idi. Bu sed üzerine
hakkedilen kitabeler, şâiri Nimet Efendi'nin yazısından, Birinci Mahmud'un
bu yapısı
(69) Dörtbin kuruş.
(70) İzi, bu kitabeyi aynen almıştır, s. 217.
132
HAMMER
ile İki Boynuzlu İskender'in ve Hayat Suyu muhafızı Hızır'ın şanını silmek
istiyordu (71). Topkapı'da yaptırılan saray için Devlet Şûrası Dilekçe
Dâiresi Reisi Abdi Efendi'nin yazdığı ve büyük salonun bütün etrafını
kaplayan mavi zemin üzerine altın harflerle işlenmiş kitabede, duvarları
süsleyen aynaların ve üzerine çiçek şekilleri işlenmiş pencere kristallerinin
güzelliği tasvir edilmekte, bunların Senamar’ın eserlerinden üstün oldukları
ileri sürülmekte, böylece sarayın bu mimarın eseri olan Sidir ve Havernak
saraylarını aştığı anlatılmak istenmektedir.
BÎR HİND EUÇİSİNİN GELİŞİ
Bu aynı yıl içinde yeni bir üç güverteli savaş gemisi denize indirildi.
Bu gemiye de evvelki iki savaş gemisine olduğu gibi ihtişamlı bir ad,
«Büridez-zafer» adı kondu. Sultan Mahmud. selefi Üçüncü Ahmed'in
binalar yükseltmek ihtirasını tevarüs etmişti; fakat her şeyin üstünde
sevdiği, yabancı elçilerin kendisine sundukları hediyelerdi. Birkaç vakit
önce Avusturya Im-paratorluğu'nun gönderdiği hediyelerden (NOT: 3), her
biri bir sanat eseri olan bu hediyelerden başka, Tunus ve Cezayir dayı*
larının gönderdikleri tüfekler, tabancalar, arslan, kaplan, leopar kürkleri,
canlı leoparlar, mercan tespihler, halılar, hıristi-yan ve zenci hadım
esirlerden oluşan hediyelerden başka, bü-yük-mogol Nasreddin Mehmed
şâh ve nizamülmülkü (veziriazam), Sultan'a tebrik mektuplariyle birlikte
zengin hediyeler göndermişlerdi. Hindistan sınırına vardıkları gün ölen elçi
Trabzonlu (72) Salim'in kâtibi Yusuf, hediyeleri İstanbul'a götürmekle
görevlendirilmişti. Hediyeler arasmda balıkçılkuşu tüyünden yapılmış altm,
elmas ve yakutlarla süslü bir sorguç, kab-zesi ve kını paha biçilmez taşlarla
işlenmiş bir hançer, onbir parça altm işlemeli sarım için ince ipek, yine aym
kumaştan onbeş parça ipek kumaş, yine büyük sayıda Hind kumaşı ve şal,
nihayet gülyağlan dikkati çekiyordu (NOT: 4). Bu hediyeler eski bir
ittifakın bağlarını kuvvetlendirmek istemekten daha çok bir dostluk ve
hayırhahlık nişanesi olarak verilmişti: Zira, Nâdir Şâh’ın ölümünden beri,
İran anarşinin dehşeti içinde çalkalanıyordu ve bir yandan da yedi taht
iddiacısının avı hâline
(71) Çekup bu bent ile reddi şöhreti İskender vü Hızır.
<72) Çağdaş şâirler biyografisinin yazarıdır.
OSMANLI TARİHİ
133
gelmişti ve bunlar İran'ın terekesini çekişiyorlardı. İran bu durumda
bulunduğuna göre ne Sultan, ne Büyük-Mogol, aralarındaki ittifakın
kuvvetlendirilmesini düşünmüyorlardı.
İRAN OLAYLARI
Tahmas ve oğlu Heraklius, Nâdir'in saltanatı döneminde savaş
sanatmı öğrenmişlerdi. Biri Tiflis'in hâkimi, diğeri Kak-heti
prensiydi. Her ikisi de Gürcistan'a hâkim olmak, tamamiy-le ele
geçirmek için Covanşi ve Sariceli Penah aşiretlerinin hanı ile
mücâdele hâlinde bulunuyorlardı. Bakhili Mehmed han, Efşar,
Erivan'ı muhasara etmek üzere Kerni'den harekete geçti; fakat civar
ülkelerin hanları, Gürcistan prenslerini, Tahmas ve Heraklius'a
yardımları için başvurduklarından, yenildi ve Kerni'ye çekilmek
zorunda kaldı; burası da yağmaya uğrayınca, cesaretinden hiçbir şey
kaybetmeyen Bakhili Mehmed han Arpaçay üzerinden Şuregil'e
çekildi ve İmrelü aşiretiyle Taş-hanlar aşiretinin topraklarım tahrib
etti. Kardeşinin ölümünün intikamı peşinde koşan Rumiye hanı
Tebriz'i kuşatmakla meşgul bulunduğu sırada, Afganlı Razad han
Rumiye'yi işgal ile kendisini Ardelan ve Megri'nin hükümdarı ilân
ettirdi. İran'ın merkezinde, Nâdir Şâh’ın yeğeni ve Âdil şâh adını
alarak Abdulkerim'i elçi olarak İstanbul'a göndermiş olan Ali Kuluhan, Irak valisi olan kardeşi İbrahim han tarafından yenilgiye
uğratılmış ve gözleri uydurulmuştu. Fakat bu gasbın meyvelerini
uzun süre tadamadı: Nâdir Şâh’ın torunu ve onun tarafından
veliahtlığına atanmış olan Şahruh'un birlikleri tarafından yenilgiye
uğratıldı ve kardeşini esir olarak göndermiş olduğu Meşhed'de
öldürüldü. Güzelliği, tabiatımn yumuşaklığı ve insanseverliğiyle
halkı kendisine bağlamış olan Şahruh, genel karışıklıktan yararlanıp
genç prensi ortadan kaldırarak tahtı ele geçiren bir muhterisin
kurbanı oldu. Bahtsız şâh Hüseyin'in babası II. Süleyman'ın bir
kızının oğlu olan Seyid Mehmed, gayelerine varmak için "Şahruh'un
büyük babasının millî dine karşı bütün kini tevarüs edip benimsediği
dedikodusunu halk araşma yaymıştı. İddialarında mollalar tarafmdan
desteklenen Seyid Mehmed, birliklerini toplamaya vakit bulamadan
hükümdarına karşı hücuma geçerek onu esir edip gözlerini oy-durttu.
Fakat, iktidarı kısa süreli oldu. Şahruh'un başkumanda-
134
HAMMER
ru Yusuf han Can, ona karşı yürüdü; efendisinin intikamını almak
maksadiyle savaştı ve Seyid Mehmed'i yenerek öldürdü. Şahruh'u tekrar
tahta çıkardıktan sonra onun adına idareyi yü rüttü. Horasan halkı uzun
zamandan beri ikiye ayrılmıştı. Bun lardan biri Şahruh'u, bir kısmı ise, şah
Hüseyin'in bir kızından doğmuş olan İsmail Mirza'yı tutuyordu. Hepsinin de
gözü taht ta olan birçok şef, İsmail'e karşı ayaklandı; onunla taht kavgası
yapanlar arasında Salih han, Ali Kulu-han, Şahruh, Seyid Men-med, tsmail
Mirza, Salih ve adlarından daha aşağıda bahse deceğimiz birçokları vardı.
Durmadan büyüyen bu anarşi ortasında, Tebriz halkı, şe hirlerini
himâyesi altına alması ve kendisine bağlı ülkelerden biri sayması
hususunda ricada bulunmak üzere Bâb-ı Âlî'ye temsilciler gönderdiler.
Diğer taraftan, Nâdir Şâh döneminde İstanbul'da îran elçisi olarak bulunan
Mustafa han, Veziriazam a gönderdiği bir mektupta Hemedan, Kermanşah,
Isfahan ve Kaz-vin'i ele geçirmesinde yardıma olması talebinde bulundu.
Bu na karşılık, idareyi Bâb-ı Âli adina yürüteceğini, Bâb-ı Âli'ye bu
vilâyetlerin Şâh'a verdikleri vergiyi (73) ödeyeceğini vaade diyordu.
Barışçı sistemine sadık olan Bâb-ı Ali, bu iki teklifi yürürlükdeki
anlaşmaları bozmadan kabul edemeyeceği ceva bini verdi.
Aynı yıl içinde yer alan değişiklikler ve terfiler arasında Kapdan-ı
derya Şehsuvarzâde Mustafa Paşa'nın azliyle, yerine vezirlerin en zengin
ve en yaslısı olan Elhac Ebubekir Mustafa Paşa'nın citandığını belirtmek
gerekir; yeni Kapdan-ı derya kırk yıl önce Mısır valiliği makamında
bulunmuştu ve servetinin birmilyon kuruş (74) olduğu tahmin ediliyordu.
Şeyhülislâmın azliyle yerine Murteza Efendinin atanması, bu sonuncu
olay. Sultan'ın yeni atanan mevki sahibine bir mektup göndermesi, onu
memurlarını en lâyık olanlar arasından seçmeğe teşvik etmesi ve selefini
bunun aksine tutumundan ötürü kınaması bakımından burada üzerinde
fazlasiyle durulmağa değer. Bahis konusu mektup, Kur'an'dan yapılan bir
alıntı ile başlamakta ve
(73) Bu mektup ve buna verilen Veziriâzam'ın cevabı tzi'de, f. 128-129'da,
bulunmaktadır.
(74) Hochepied'den Viyana'da kâtip Dorde'ye gönderilen 4 Kasım 1750 tarihli mektup.
OSMANLI TARİHİ
135
alıntıda yüksek makam sahiplerinin, halk hizmetlerinde câhil ve karaktersiz
kişileri bilgili ve fikir bağımsızlığına sahip kişilere tercih ettikleri
anlatılmaktadır: «Söyle, bir şeyler bilenler hiçbir şey bilmeyenlere ezdirilir
mi?»
d'AIX-İa-CHAPELLE BARIŞI ÜZERİNE
BÂB-I ÂLİNİN GÖRÜŞÜ
Hollanda elçisi kont de Hochepied ve Venedik elçisi Venier'-in yerine
atanan Şövalye Lezze istisna edilirse, Rusya ile barış anlaşması yapıldığı
sırada Bâb-ı Âli tarafından itimada mazhar bulunmuş olan Avrupa
devletleri elçileri İstanbul'daki görevlerini hâlâ yürütüyorlardı. Lezze,
ayrılış izni için huzura kabulünde yapılması âdet olan törenle
itimâdnâmesini aldı ve kendisine kol ağızları geniş bir samur kürk
giydirildi. Fransa'yı Marie-Therese'in kocası François de Lorraine'i
Almanya imparatoru olarak tanımak ve Stuart'larm sonuncusunu sınır dışı
etmek zorunda bırakan Aix-la-Chapelle Barış Anlaşması, Avrupa kıtası
üzerinde barışı tesis etmişti: Fakat muharib devletlerin politikalarını
değiştirmemişti; bu sebeble elçileri Avrupa'da cereyan eden olayları, Bâb-ı
Âli'ye kendi hükümetlerinin lehindeymiş gibi göstermeğe devam ettiler.
Yukarıda Bâb-ı Âlî'nin bu devletlere arabulucu olmak teklifinde
bulunduğundan bahsetmiştik; bu teklif bütün Avrupa'ya barışı getirmek sere
fini düşünen Reisefendi Mustafa dan gelmişti; fakat teklifin her taraftan
reddedildiğini-gören Babı Âli, kâfirler arasındaki savaşın devamında teselli
buldu. Bu arada Müslümanların Hıris uyanlara karşı uyguladıkları
politikayı düşünce bakımından dayandırdıkları vecizeleri hatırlarken,
İmparatorluk tarihçisi de Aix-la-Chapelle Barış Anlaşması vesilesiyle bu
vecizeleri şöyle sıraladı: «Allah köpeğe domuzu yenecek kuvvet verdi (75);
bir kâfirin ölümü, İslâmiyet için bir kazançtır (76); kâfirler ancak bir tek ve
aynı halkı oluştururlar (77); Allah topunu birden ebedî lanete teslim etsin
(78).»
(75)
(76)
(77)
(78)
Sallatalahul-kebbe alel-hiaziri.
Beher taraf ki şevet küste soudl islam est.
El küfrün milletûn vahidetûn.
Demeruhum Allahu bil-hazâ vel-huzlûm.
136
HAMMER
İSTANBUL'DAKİ AVRUPA DEVLETLERİ
ELÇİLERİNİN GAYRETLERİ
Osmanlı âmme hukukunun bu prensiplerini iyi bildikleri halde
Fransız elçisi M. de Desalleurs ve İsveç elçisi Celsing, Prusya ile bir ittifak
anlaşması hususunda Bâb-ı Âli nezdinde musallat olma derecesinde ısrar
ettiler; bununla beraber başa ramadılar; Veziriazam bu konuda herhangi
bir müzakereye girişmek niyetinde olmadığını yazıyla kendilerine bildirdi
(79). Hıristiyan esirlerin bir isyan sonunda Megri umanından Mal-ta'ya
kaçırdıkları Osmanlı gemisinin iadesi konusunda Fran sa'nın Malta
şövalyeleri üstadı nezdinde giriştiği teşebbüs, Veziriâzam’ın kont de
Puisieux ye yazdığı mektuba verdiği zoraki bir teşekkür mektubundan
başka bir sonuç getirmedi. Fran sız elçisi Desalleurs'un hükümetinin
tekliflerini Bâb-ı Âli'ye (NOT: 5) kabul ettirmekte yardımları dokunacak
aracılar o dönemde Şeyhülislâm Esad Efendi ile Kızlarağasınm hazinedarı
oldu; her ikisi de o sırada saraydaki büyük itibârlarından yararlanıyorlardı.
Sultan'ın harem dâiresinde, Avusturya elçisi nin (80) raporuna inanılırsa,
Fransız elçisi Desalleurs'un karı sini sık ziyaret eden Kızlarağasınm gözdesi
birtakım işler çe virmekteydi ve tabiî bu gözde Kızlarağasınm hesabına, o
da bir büyüğün hesabına çalışıyor, böylece saraylararası gizli münasebetler
sürdürülüyordu; bu gizli münasebetlerin birtakım siyasî neticeler verdiği de
şüphesizdi. Nitekim, beraberinde XV Louis'nin Sultan'a yazdığı bir mektup
ve içi onikibin duka al tun tahmin edilen kıymetli taşlarla dolu bir küçük
kasa bulu nan Bellet adlı bir Fransız doktor İstanbul'a geldi ve yukarıda
sözü geçen gözde kadının aracılığıyla, önce Fransız elçisini işin içine
katmaksızın Bâb-ı Âlî, Fransa ve Prusya arasında bir ittifak yapmak üzere
müzâkerelere girişmeyi denedi; yalnız başına giriştiği bu teşebbüste başarılı
olamadı, elçiyle birlikte teşebbüsü tekrarladıysa da netice değişmedi.
Bunun üzerine Desalleurs ve İsveç elçisi Celsing, Bâb-ı Âlî'ye Hanovre
anlaşmasının kendisi bakımından taşıdığı tehlikeyi, Rusya'nın İsveç ve
bütün Kuzey Avrupa'yı kendi dev yapılı imparatorluğuna ilhak etmek
maksadı peşinde koştuğunu anlatmakla yetindiler;
(79) Penkler'in 5 Temmuz 1750 tarihli raporu.
(80) Bu mektubun kopyası, 9 Eylül 1749 tarihiyle Viyana arşivlerinde bulunmaktadır.
I
OSMANLI TARİHÎ
137
dolayısiyle Bâb-ı Âlîyi Avrupa'nın meselelerini kesin bir çözü me
bağlamak maksadiyie aracılığını teklif etmeğe çağırdılar. Bu arada İngiliz,
elçisiyle Avusturya elçisi, ortada başgöstermiş bir çatışma
bulunmadığından Sultan'ın aracılığının havada kalacağı görüşünü
savununca, Reisefendi. İsveç elçisine hükümdarını Rusya ile ayrı bir barış
anlaşması için ikna etmesi tavsiyesinde bulundu. Evvelki yıl, kont Tessin,
İsveç kraliyet prensinin evlendiğini bir not şeklinde Veziriazam'a bildirmiş,
o da, kendisinden önceki veziriazamların âdetlerine aykırı olarak, bir teşekkür mektubuyla karşılık vermişti.
İsveç elçisinden başka, Napoli elçisi kont Ludolf, hükümetlerinden
aldıkları emir gereği Fransız elçisiyle birlikte hareket etmek zorundaydılar.
Fransa elçisi Napoli ticareti lehinde ve Sultan'ın teminâtı altında Kuzey
Afrika devletleriyle bir ticaret anlaşmasını gerçekleştirmek hususunda
bütün nüfuzunu kullandı. Bu müzâkerelerin masrafı yarım milyon kuruş
tuttu, fakat bu mikdar aşın göründüğü halde, Kuzey Afrika korsan-larının
Napoli ticaret gemilerine saldırılarıyla her yıl sebeb oldukları zararın yine
de altında kaldı (Mart 1750). Bu son yıllarda Bâb-ı Âlî'nin Polonya ile
münasebetleri, kralın ülkesine iltica eden Kırım hanlığı veliahdı lehinde bir
şefaat mektubu göndermesinden ibaret kaldı (81).
Kazaklar hetmanı (prensi, şefi), Bucak Tatarları başkumandanının
Prusya kralı (82) ile ilişkiler kurmasını bir mektupla destekledi. Rusya, elçi
Nebluieff aracılığıyla, hükümdarının İsveç'i fethetmek tasavvuruyla alâkalı
olarak Fransız ve İsveç elçilerinin esasdan yoksun bulunduğunu, bununla
beraber Abo anlaşmasının 7. maddesi gereğince bu krallığın hükümet
şeklinin değişmesine hiçbir suretle müsaade edemeyeceğini bildirdi (83).
Kırım işlerine gelince, Kırım hanı Selim-Giray'ın
(81) III. Auguste'ün, Veziriazam'a gönderdiği 7 Haziran 1747 tarihli mektup.
(82) Kazaklar hetmanının, Bucak Tatarları başkumandanının Prusya
kralıyla ilişkiler kurmasını destekleyen mektubu: «Majestelerini süsleyen faziletlerin yüksek şöhreti, Bucak Seraskeri Sultan Kiarin Giray'ı ülkenizde bulunan bir Tatarı istemek üzere Mustafa Ağa'yı majestelerinize göndermek hususunda cesaretlendirdi.» Eylül 1750.
(83) Rus elçisi Nepluieffin Ağustos 1750 tarihli mektubu. Bâb-ı Âlî'nin
elçiye verdiği muhtıra Polonya meselesiyle İlgili olup 14 Mayıs 1750
tarihlidir.
133
HAMMER
İstanbul'da ikameti sırasında kendisine durumu anlatarak müdahalede
bulunmasını istemesi üzerine Veziriazam, Rus İmparatorluğu Başvekili
kont de Bestujef e, halkı ayaklandırmak üzere Kabarta ülkesine giren bir
Rus casusundan şikâyetini yazmıştı. Rus elçisi Nepluieff İstanbul'da öldü
ve Avusturya elçisi Penkler, Vişniyakof un ölümünde olduğu gibi
Rusya'nın işlerini yürütmekle ikinci defa görevlendirildi. Sultan'a hediyeler
getirmek üzere kısa bir süre önce gelmiş olan Cezayir ve Tunus murahhasları, Avusturya elçisi Penkler'le, Avusturya bayrağı taşıyan ve
Nieuport ve Ostend limanlarından çıkan gemilerin de geçen yıl Trieste,
Fiume, Boccari ve Zeng limanlarına ait gemilerin güvenliğini sağlamak
üzere Kuzey-Afrika ülkeleriyle Avusturya İmparatoru ve Toskan büyükdükü arasında imzalanmış bulunan anlaşmaya dahil edilmesi hususunda
yeni bir ek-anlaşma imzaladılar. Veziriazam bu konuda Cezayir, Tunus ve
Trablus dayı ve ocaklarına birer genelge gönderdi, onlar da bu defa Bâb-ı
Âli'nin kesin tenbihine boyun eğdiler ve işaret edilen limanları (84) evvelki
anlaşmanın şartları içine dâhil ettiler. Avusturya, Reisefendi'ye iki bin
duka, Sungur Ali (85) adlı komisere ve Kapdan-ı deryaya biner ve Bâb-ı
Âli tercüma m Callimaci'ye de beşyüz duka peşkeş sunarak bu hizmetin
minnettarlığını ödedi. Penkler'e, Doğu'nun çeşitli mevkilerine atanacak
konsolosları seçmek görevi verildi. Az zaman sonra, Trablus elçisi Hasan
Efendi, beraberinde ordu maliye nâzın veya Avrupalıların kanton'u karışığı
kullanılan ocak'ın defterdarı bulunduğu halde Viyana'ya çıkageldi. Hasan
Efendi, İmparatorun şahsına hediyeler getirmişti; bunların değerleri son
derece vasat olduğundan dayının niyetini anlamak kolaydı, bu bakımdan
elçisi bir hükümdara lâyık hediyelerle Afrika'ya dönmek zevkini tattı.
Bugüne kadar Hıristiyan devletlerin elçileri hiçbir zaman böylesine cömert
görülmemişlerdi, Bâb-ı Âli'nin verdiği tâvizlerin hepsi, karşılığı
hükümdarın hazinesinden çıkmak üzere Veziriâzam'a, Reisefendi'ye, Bâb-ı
Âlî tercümanına
(84) Bu madde Trablus'da 15 Eylül 1750'de imzalandı. Anlaşmaya defterdar, kâhya, liman kaptanı, sancak beyi ve Trablus Beylerbeyi de
imzalarını koydular.
<85) İzi, bu komiserin raporunun bir özetini vermektedir; bakınız: f. 190
ve 200. Bu olaya bazı seyahatnamelerde de temas edilmiş, böylece
yukarıda bahsedilen tâvizlerin bedel karşılığı elde edilmesi belirtilmek istenmiştir.
OSMANLI TARİHİ
139
ödenen büyük paralar karşılığında elde ediliyordu. Bir müddetten beri
Sultan tarafından verilen veya kendisinin gittiği ziyafetler dolayısiyle
yabancı devlet elçilerinin saraya çiçek buketleri veya şekerlemeler
göndermeleri âdeti almış yürümüştü. Böyle vesilelerde, her elçi diğer
meslekdaşlarmı gölgede bırakmak yarışına giriyordu. Bundan da
maksatları Sultan’ın övgülerine ve Kızlarağasınm en iyi ve en fazla
sanatkârca seçilmiş hediyeleri göndermesinden ötürü elçiye başvurarak
bildirdiği Sultan’ın takdirlerine lâyık olmaktı.
KIŞLALAR, SAYFİYE KÖŞKLERİ
VE KALELERİN İNŞÂSI
Sultan’ın veya Kızlarağasınm takdirleri İstanbul'da bulunan yabancı
elçiler tarafından bu kadar fazla istenmeğe değer görülüyorsa da,
Yeniçeriler tarafından beğenilmeye gelince işin rengi değişiyordu. Bu
hususlar okuyucularımıza her ne kadar lüzumsuz görünse de, bizi meşgul
eden ülkenin âdetlerini tanımak bakımından böyle örneklerin
anlatılmasında fayda bulunduğundan şüphe edilemez. I. Mahmud'un
debdebesini gösteren lütufkârlıkla bu Yeniçeri asker bölümünü
şereflendirmesi burada zikredilmeğe değer. Kanuni Sultan Süleyman
Yeniçeriler için yeni kışlalar yaptırırken bir de değişmez bir davranışı gelenekîeştirmişti. Şehzade Câmii'nin karşısındaki eski kışlaların önünden her
geçişinde, altmışbirinci alayın alay beyi kendisine bir tas şerbet sunuyor,
levazım subayı da aynı hareketi Kızlarağası için tekrarlıyordu; Sultan,
kendisine sunulan şerbet tasını duka altını ile doldurarak geri veriyordu.
Birinci Mahmud, ünlü ceddinin hâtırasının ihya edilmesi işini bir Hatt-ı
Şerifle emirname şeklinde düzenleyerek, bunu Yeniçerilerin Ağakapusu'nda toplanan kurmay heyetine muhteşem bir törenle götürecek devlet
büyüğü olarak Reisefendi'yi görevlendirdi. Bu emirnamede bildirildiğine
göre, Sultan’ın Agakapusu'ndan her geçişinde Yeniçeriler Paşası ona bir tas
şerbet getirecek ve bunu kendisine Ağa sunacaktı; Kızlarağası'na gelince,
yine emirnamede belirtildiğine göre, ona şerbeti üçüncü Paşa (zagarcıbaşı)
getirecek ve birinci Paşa sunacaktı. Bir diğer maddede, Veziriâ-zam'a,
şerbetin levazım Paşası tarafından getirileceği ve birinci Paşa tarafından
sunulacağı belirtiliyordu. Bütün çavuşlar ve Yeniçeri levazımcıları
Reisefendi'yi karşılamak üzere Süley-
i 40
HAMMER
maniye Camii'ne kadar gittiler. Ağakapusu'na gelince, bütün Yeniçeri
Paşaları kendisini karşılayıp divân salonuna götürdüler. Hatt-ı Şerifin
okunmasından sonra, birliğin imamı, Allah'ın iyiliklerinin Sultan’ın üzerine
olması niyâziyle her zamanki duasını okudu.
Sultan’ın Hatt-ı Şerifinin giriş bölümü Yeniçeriler için övgülerle
doludur ve yetmişaltı yıl sonra, bugün saltanatta bulunan hükümdarın bu
ocağın yıkılışını meşru göstermek için Yeniçerilere yönelttiği lanetleri iyice
anlamak için bahis konusu parçanın bir bölümünün buraya alınması yerinde
olacaktır. I. Mahmud'un Hatt-ı Şerifinin giriş bölümü şöyleydi: «Bâb-ı Âlî'nin Yeniçerileri, üzerinde Allah'ın yeryüzündeki gölgesi ve kul larının gözü
olanın takdisinin üzerinden eksik olmadığı imân ileri gelenlerinden oluşan
bir büyük birliği vücuda getirirler. Onun şerefini arttırmak için
gösterdiğimiz gayret ve ihtimamlar, bize fâni ve ebedî bir haz
sağlamaktadır. Subayları gibi bu askerî teşkilâtın sade erleri de bize
unutulmaz hizmetlerde bu lunmuşlardır ve savaşta olduğu gibi barışta da
gayret örneği olmuşlardır. Bu sebeble de onlar muhteşem
memnunluğumuzu hakketmişlerdir ve bunun derin bir hâtırasını muhafaza
ettiğimiz gibi, erişilmez teveccühlerimiz her gün onların itibâr ve kadirlerini
arttırmağa meyletmektedir (86)». Bundan kısa bir süre sonra, büyük bir
yangın neticesinde Ağa sarayını kaybetmek felâketine uğramış bulunan
Yeniçeriler, on saat içinde üçbin evi kül eden bir diğer yangının kışlalarının
büyük bir kısmını kapkara enkaz yığını hâline getirdiğini gördüler. O sırada
Yeniçeriler yüzseksendokuz odalı veya tabur olarak taksim edilmiş
bulunuyorlardı ki, bunlardan yüz cemâat veya lonca, altmışbiri bölüm
halinde bulunuyor, otuzdördü segban veya avcılardan, dördü okçu ve
solaklardan oluşuyordu. Bu doksandokuz odalıdan yalnız yirmialtısı eski
kışlalarla kalıyordu, geri kalanı yeni kışlalara yerleştirilmişti. Yeniçeri
birliklerinin hoşnutsuzluğuna, hattâ ortaya çıkabilecek ayaklanmalara mâni
olmak için yanan kışlaların yeniden inşâsı hususunda gerekli parayı acele
bulmak zorunluluğu vardı. Evvelki asrın son yıllarında çıkmış olan yan(86) Bu bölümün sadık tercümesi bu şekilde olduğu halde Muceah d'Ohsson, gerçeğe dikkat göstermeksizin karşımıza şu tercümeyi çıkarmıştır: «Eski başarılan, savaşçı ve dinî faziletleri ve saflarında kahraman
ve şehitler bulundurmakla, ilâhî takdislerle dolu v.b.»
OSMANLI TARİHİ
141
gınlarda yalnız otuzyedi odalı (87) alevler tarafından kül edilmişti; bu
mikdar, burada bahis konusu edilen 1751 yangınında enkaz yığını haline
gelen seksendokuz odalı sayısından daha düşüktü. Bu sayıca fazlalık sebebi
ve savaş gibi olaylar, yeniden inşâ edilmelerini beş yıl geri bırakmıştı. O
dönemde, her tabur bin-dokuzyüz otuzüç buçuk kuruş bahşiş almış, diğer
taburlara (cemâatler ve segbanlar) onbirbin altmışaltı buçuk kuruşun biri
verilmişti. Bu durumda Bâb-ı Âiî, bahşiş olarak, ikiyüzoniki kese sarf etmiş
oluyordu; fakat bu mikdarm yalnız yetmiş kesesi İmparatorluk hazînesinden
çıkmış, geri kalanı aralarında yardım kararı alan nazırlar tarafından
karşılanmıştı. Bu defa da masraflar aynı mikdar üzerinden hesap edildi;
fakat otuzbir cemâat, ve yüzyirmibir cemâat ve sekban koğuşu bulunduğundan masraflar dörtyüzkırkbir keseye yükseldi. Bununla beraber, Sultan, özel
bir lutûfla 1693'de her bölüğe verilen-yekûna, her bölük ikibin beşyüz kuruş
ve diğer cemâatler ikibin kuruş alabilecek şekilde, beşyüz altmışaltı buçuk
kuruş ilâve etti; böylece yekûn altıyüz seksendokuz keseye vardı.
Yeniçeriler kurmay heyeti, bu parayı gelip alması için İmparatorluk divânına davet edildi ve para, çavuşbaşının, Kapucularbaşı ve İmparatorluk
tarihçisinin huzurlarında sayılarak teslim edildi.
Para, Yeniçeriağası tarafından tamlığı belirtilince, kışlaların emredilen
yeniden yapımında sarfedilinceye kadar, Süley-maniye Câmii'nde
muhafaza altına alındı. Sultan Mahmud, cebeci kışlalarının inşâsının yeni
bir plân üzerine gerçekleştirilmeleri emrini verdi. Boğaziçi'nde, Küçüksu'da
her cephesi yüz-kırksekiz auns olan bir eğlence köşkü yaptırdı; ayrıca,
Boğaziçi'nde diğer özelliklerinden ayrı olarak kıyıda nefis koruları bulunan
Kandilli sarayını yeniden inşâ ettirdi.
Karışıklıklar çıkarması ihtimâli bulunan her şeye dikkat eden ve yeni
yapılar yükseltmek hususundaki zevkini tatminden geri kalmayan Birinci
Mahmud, gerçekten yararlı kişileri mükâfatlandırmaktan ve teşvik
etmekten geri kalmadı. Bu yoldaki davranışlarından olarak, Urkapı
sûrlarının tamiri ve Arbat hisarının savunmasını sağlaması, Asya kıtasına
geçirilecek birliklerin gemiye Kefe'den bindirilmesine şahsen nezâret
etmesin-den duyduğu memnuniyetin alâmeti olarak Kırım hanı Arslan(87) Odalı deyimi ayrıca sıfat olarak da kullanılmaktadır. (Ç.N.)
142
HAMMER
Giray "a bir hil'atle birlikte bin duka ve bir Hatt-ı Şerif gönderdi. Birinci
Mahmud, şehirde imzalanan Belgrad barış anlaşmasından hemen sonra
başlanan tahkimatın tamiri işinin bir an önce bitirilmesi için de aynı dikkat
ve alâkayı gösterdi. Bel-grad'dan İstanbul'a giden kapının üzerine
yerleştirilmiş bulunan ve konu olarak gelecek kuşaklara kurucusunun
zaferini ve bu kalenin zaptedilmezlik şöhretini azametli ifadelerle anlatan
kitabe, Belgrad'ı son olarak ele geçiren feld-mareşal La-udon tarafından
Viyana'ya götürüidü ve orada, murahhas sıfa-tiyle Karlofça (Carlovviez)
anlaşmasını imzalayan şehrin Türk valisinin mezar taşiyle birlikte,
Hadersdorf koruluğuna Laudon' un mezarı yanına konuldu. Böylece
yerleştirilen iki kitabe ile mezar taşı, Avusturya'nın zaferlerine ve
asırlardan beri Türkiye, Macaristan ve Avusturya'nın gayretlerinin
değişmez hedefi olan Belgrad'ın düşüşüne şahitlik etmektedirler (88).
İÇ KARIŞIKLIKLAR
Resmî tarihçiler ve kitabe yazarları, efendilerinden aldık* lan
görevlerine sadık olarak Sultan'ı yeni bir düzenin kurucusu olarak tasvir
ettikleri sırada iç ihtilâflar Osmanlı İmparatorlu-ğu'nu her taraftan
kuşatıyordu. Basra'da, Fırat filotillasının kaptan kumandanı isyan bayrağını
açmış ve Muntefik aşireti Arap-lariyle birleşmiş, şehrin civarını talan
ederek yakıp yıkmıştı. Valinin gayreti sayesinde, Menavi hisarına çekildi
ve burasını kısa bir süre muhasara ettikten sonra, küçük bir kayıkla Abuşehr'e (89) kaçtı. Fakat, Basra limanında demirli gemilerin kaptanları
tarafından yakalanarak Osmanlılara teslim edildi ve âsilere uygulanan
cezaya çarptırıldı (Ocak 1751 - Rebiül'evvel 1164).
Bosna'da Abdurrahman Efendi, kendisiyle birinci âyanlık payesi, yâni
eyâletin en nüfuzlu ve en zengin kişisine verilen paye için çekişen Derviş
Kaptan'la açıkça savaş halindeydi. Yazık ki bu anlaşmazlığa Yeniçeriler
karıştı ve müdâhaleleri her tarafta kan dökülmesine sebeb oldu. Ancak bu
eyâlete tarafları anlaştırmak ve karışıklıklara sebeb olanları şiddetli cezalara çarptırmakla görevlendirilen birçok komiserin gönderilmesinden
sonra, Bâb-ı Âlî sükûneti sağlayabildi.
(88) Bu iki mezar taşının yazılan, Les Mines d'Orient, C. V, S. 330'da
bulunmaktadır.
(89) Kilis, izi, f. 244.
OSMANLI TARİHÎ
143
Karaman'da, Kapdan-ı deryalık makamına atanan vali Toprak
Mehmed Paşa’ınn bu vilâyetten ayrılmasından ve valilik makamını teslim
alacak halefinin ağır davranmasından yararlanan bir levendi er bölükbaşısı
isyan bayrağını açmıştı. Kay seriye sancağmdaki İliç kasabasını
yağmalamakla yetinmeyen bu âsi, yirmialtı erkek, yirmidokuz kadın ve
kırküç çocuğun sığındıkları bir mağaranın girişinde büyük bir ateş
yaktırarak bu bedbahtları öldürttü.
Hessargrad (90) ve Rusçuk civarında Bala kaza dâiresine bağlı yedi
köy halkı kırsal bölgede her türlü haydutluk suçu işledikten sonra, silâh
kuşanmış olarak Rusçuk şehrini kuşatmağa kalkışacak kadar cür'etlerini
ileri götürmüşlerdi. Valinin sebatı sayesinde zarar veremeyecek hâle
getirildiler. Elebaşılardan yirmibeşi Silistre'de hapis yatmak cezasına
çarptırıldı, bunlardan bir kısmı aynı ceza ile Varna ve Yerköy'e gönderildi;
ötekiler memlekette sükûnu kollayacaklarına, yeni kargaşalıklar çıktığı
takdirde yüzotuzbin kuruş ödeyeceklerine dair bir ahidnâme imzaladılar.
Çoğu zaman kısmi başkaldırmaların sebebi olan kadıların rüşvet
taleblerinin önüne geçmek maksa-diyle Bâb-ı Âlî, Asya ve Avrupa
eyâletleri valilerine «adalet hakkında» adı verilen emirnameler göndererek,
komiserlerin, voyvoda ve idarecilerin ve vakıflar mütevellilerinin rüşvet
almalarını şiddetle yasakladı. Bunların hakları olan vergileri düzene sokan
Veziriazam, şahsen konulabilen (91) oniki kadar vergiyi de kaldırdı; zira bu
vergilerin arkasına gizlenerek rüşvet yolunu açık tutabiliyorlardı. Bu
emirlere rağmen, Simavlı Deli Ah-med, geçmişte olduğu gibi,
eşkıyalıklarıyla doğduğu memleketi zarara sokmakta devam etti. Fakat
sonunda, Hüdavendigâr ve Karasi sancakbeyi Elhac Mustafa
Karaosmanoğlu tarafından Alaşehir civarında Sacayak köyünde yakayı ele
verdi; yardakçılarından sekiziyle birlikte başı vuruldu (6 Eylül 1751 -15
Şevval 1164). Malatya civarında Alhassili aşiretinden Kalenderoğlu,
Birinci Ahmed döneminde adaşı meşhur Kalenderoğlu'na hazin bir şöhret
kazandırmış olan sahneleri tekrarlamak tehdidiyle
(90) İzi, Razgrad demektedir.
(91) İzi, f. 250, vergileri şöyle sıralıyor: 1. devr (kasa dairesi vergisi); 2.
kaftanbaha (kaftan üzerine vergi); 3. zahirebaha (yiyecek üzerine
vergi); 4. naaleha (at nalı üzerine vergi); 5. aaşarî; 6. yazıcı akçesi; 7.
sarrafiye; 8. seyahat vergisi v.b.
144
HAMMER
ortaya çıkıyordu. İmparatorluğun dört bir yanından gelen birkaç bin
kadar levendin başına geçen Kalenderoğlu, çarpışmak maksadiyle
Maraş valisi Rişvanzâde Süleyman Paşa’nın üzerine yürümek
cür'etini gösterdi. Paşa ile saflar oluşturarak savaştı da: Fakat yenilip
esir edildi, başı ve ordusunun ileri gelenlerinin başları vurularak Bâbı Âlî'nin eşiğinin önüne atıldı (26 Mart 1752 - 10 Cemaziyül'evvel
1165). Aydın valiliğini Rakka valiliğiyle değiştiren Ragıb Paşa,
kendisine rehberlik etmiş olan Kahire valiliğindeki Memlûk
beylerinin katliâmı siyasetini, bu meş'um siyaseti Suriye'de
uygulamaya koydu. Büyük Mullier aşiretinin isyâncıbaşı Beşar ve
özellikle Dökerli aşireti, uzun zamandır eşkiyalıklarıyla bölgeyi bizar
ediyorlardı. Kötülüğü kökünden kesmek isteyen Ragıb Paşa, Beşar'a
karşı mahsustan onun için iyi şeyler düşünen kişi olarak göründü;
fakat birçok görüşmeden sonra, hiç ummadığı bir anda onu tutuklayı
verdi, burada Türk müverrihinin ifâdesini kullanalım: «başı onun yolunu takibedecekîere ibret olması için, yerde kavun misâli yuvarlandı» (92) (Mayıs 1752 - Receb 1165). Aynı cezadan, Çorum
Kürtleriyle birleştikten sonra Amasya sancağında her türlü eş kiyalık
suçunu işleyerek memleketi ateş ve kan içinde bırakan birçok levend
şefleri de kurtulamadılar.
Arabistan bu iç kargaşalıklardan kurtulmuş değildi. Şerif
Mes'ud, eski Kabe örtüsünü Sultan'a hediye olarak gönderdikten
sonra ölmüş, Mekke şerifliği makamı küçük kardeşi Musa id'e
geçmişti. Bâb-ı Âlî, kutsal şehri ve hac kervanlarını çöl Arap-larınm
saldırılarından ve özellikle Mekke ile Medine arasında dolaşan
kalabalık Beni Harb aşiretine karşı koruması şartiyle onu makamında
bıraktı. Musaid'in bu makamda bırakılışı diğer şerifler tarafından iyi
karşılanmadı ve bunların Taif Araplarm-dan takviye alan reisleri
Mehmed Şerif, kutsal şehri kana boyamak ve silâhlı isyan çıkarmak
tehdidinde bulundu. Bâb-ı Âlî' nin emirleri ve Belgrad anlaşmasını
imzalayan eski Veziriazam Esseyid Mehmed Paşanın müdâhalesi
sayesinde bu kavga kan dökülmeksizin tatlıya bağlandı.
<92> Hindunanei meydanı ibret kılındı. İzi.
OSMANLI TARİHİ
145
DENİZ OLAYLARI
Deniz ticaretinin güvenliği bu kargaşalık döneminde, vilâyetlerin
sükûnetinden daha az bozulmuş durumda değildi. Donanma kapdanlarımn
uyanıklığına ve dikkatlerine rağmen birçok korsan Adalar denizinin
güvenliğini bozuyordu. Emeksiz Reis, Maina sularında, Bora (93) adasının
karşısında oniki kürek oturaklı büyük bir Malta kalyonunu (94) esir aldı;
îpsara üstüne vardıklarında Osmanlı kaptan, bir diğer Malta korsan (95)
gemisinin esirini elinden alma gayretleriyle karşılaştı. Dokuz topla
silâhlandırılmış ve onüç tayfası bulunan bir korsan şatı (96) Emeksiz'in
eline bu çatışmada geçti ve istanbul rotasında seyrederek, bayraklarla
donatılmış bir halde, avlariy-ie birlikte limana girdi (16 Nisan 1751 - 20
Cemaziyül'evvel 1164). Birkaç zaman sonra, bu Kapdan, Vetiloz (97)
limanında Mal-tali korsan Paulo'nun bir üç direkli, iki şatı ve yeni inşâ edilmiş bir kalyondan oluşan küçük filosuyla karşılaştı. Hemen hücuma geçti
ve gemilerinden birini yaktı; esir aldığı diğer üç gemi Kapdan Paşa'nın
İstanbul limanına girişini süsleyip renklendirdi (12 Kasım 1751 - 23
Zilhicce 1164). Emeksiz Kapdan'ın kumanda ettiği gemi üç güverteliydi,
beş yıl önce payitaht tersanesinden çıkmış ve Peribahrî (Deniz Kanadı) adı
konmuştu. Kapdan-ı deryanın dönüşünden iki ay sonra elli aun boyunda
yeni bir savaş gemisi denize indirildi ve Siveribahrî adı verildi. Bu olayın
hatırası dolayısiyle yazılan birçok tarihçe ve şiir arasında, zamanın en çok
beğenilen şâirlerinden biri olan Devlet Şûrası başyardımcısı Enis Nûman
medhiyesi İmparatorluk tarihinde yer almağa lâyık görüldü.
Ebubekir Paşa'nın halefi Kapdan-ı derya Toprak Mehmed Paşa'nın
raporu üzerine Bâb-ı Âlî'ye davet edildi ve kendisinden birkaç Venedik
gemisinin Lepanto limanına kadar takibet(93)
(94)
(95)
(96)
Şüphesiz Formik adaları olacak.
İzi diyor: Lânetli Malta korsanı, Masko.
Korsan Şahtusi; bu gemilere genellikle Şahtur denilmektedir.
Ele geçen bu teknenin sadece top taşımak ve gereğinde bunların kullanılmasına yarayan bir gemi olduğu şüphesizdir. Çünkü bu sayıda
tayfası olan bir korsan gemisi düşünülemez. (Ç.N.)
(97)
Vitulo(?).
Hammcr Tarihi, C: VIII. F.: 10
146
HAMMER
tikleri Trabluslu reisin Mina adlı gemisinin limandan güven içinde
ayrılması için Patras konsolosuna gerekli talimatı vermesi tenbih
edildi; Venedik Cumhuriyeti bu isteğin yerine getirilmesi için sür'atle
harekete geçmekten geri kalmadı.
Bu döneme doğru ölümler dolayısiyle gerçekleştirilen becayiş ve
terfilerden en çok hatırda kalabilecek olanları zikretmekle
yetineceğiz. Cidde valisi Elhac Osman Paşa vefat ettiğinden bir
zaman münhal kalan makamı, Mekke şerifinin raporu üzerine, fakat
sadece kaymakamlık pâyesiyle kâhya Mustafa'ya verildi. Kaymakam
pâyesiyle valiliğe getirilen kâhya Mustafa, Osman Paşa’ınn borçlu
kaldığı yüz altmış beş bin üç yüz otuz dört kuruşu hazîneye giriş
yaptırmakla görevlendirildi (13 Ocak 1751 - 15 Saf er 1164). Benzer
bir değişiklik, işlerini düzene koymağa vakit bulamadan vefat eden
vali Köse Ali Paşa’ınn valisi bulunduşu Karahisar'da da görüldü; Ali
Paşa’ınn zimmetindeki para yüzünden hazînenin zarara uğramaması
için mallarına el konuldu. Uzun askerlik meslek hayatında silâhdarağalığa karşı sipâhiağalığı makamını ondokuz kere değiştirmiş olan
mirialem Halil Ağa, birliklerinin ücretlerinden kendisine günde bin
üç yüz seksen akça gelir getirecek şekilde para çekmişti; doksan
yaşında ölünce serveti müsadere edildi ve uzun «ürede
gerçekleştirdiği ihtilas böylece tazmin edilmiş oldu (15 Şubat - 19
Rebiü'l-evvel). Eski Veziriazam ve Kesriyeli'nin azlinden sonra
Bağdad valiliğine getirilen JElhac Mehmed Paşa’ınn ölümü, bütün
servetinin ateş ve su tarafından mahvedilmesiyle aynı zamana
rastladı. İstanbul'daki konağı ve diğer bütün gayri menkulleri
yangınla kül oldu ve menkul servetini getiren gemi Çanakkale Boğazı
girişinde battı, kendisi de emekliye ayrıldığı Bağdad valiliğinden
İstanbul'a dönerken Retimo'da öldü. Böylece hayatı boyunca
açgözlülükle biriktirdiği servet mezarında kendisini takibetti (19
Ağustos - 27 Ramazan). Dönemin en ünlü şâirlerinden biri olan
Kırımlı Rahmi vebadan öldü. Evvelki Şeyhülislâm Akmahdud
Efendizâde Esseyid Zeynelâbidin El-Hüseynı Efendi'nin seksenbeş
yaşında ecelle karşılaştığını da burada zikredelim (20 Ekim - 30
Zilkade). Nihayet îkinci Mustafa'nın kızı ve saltanat makamındaki
hükümdarın kızkardeşi Ayşe sultan görünüşe bakılırsa zehirle öldü;
evvelce Kızlarağa-sı'nın mevkiinden düşmesine sebeb olan saray
entrikasında onun da parmağı vardı. Cenaze töreni hanedana mensup
pren-
OSMANLI TARİHİ
147
seslere uygulanan şekliyle yapıldı ve Validesultan Camii yakınında amcası
III. Ahmed ve büyükbabası IV. Mehmed'in yanına gömüldü.
VEZİRİAZAMIN AZLİ VE KIZLARAĞASI'NIN İDAMI
Bu dönemdeki devlet memurları arasındaki değişikliklerden ancak
birkaç kelimeyle söz edeceğiz. İlk elde, Yeniçeriağası Es-seyid Ahmed'in
vezirlik makamına terfii ve Sayda valiliğine atanmasi bütün kurmay
heyetinin yeniden ele geçirilmesine yol açtı. Silâhdarın değiştirilmesi, bu
defa, gözden düşme yüzünden değil, makam sahibinin hastalığı yüzünden
oldu. Sultan özel bir teveccüh göstererek üçyüz akça ile emekliliğine
müsaade ettiği gibi, saray tarafından iaşesinin temini emrini de verdi. Haleb
valisi bu eyâlet halkının şikâyeti üzerine azledildi. Toprak Mehmed Paşa
Kapdan-ı deryalık makamında ihtiyar ve fazlasiyle zengin Ebubekir
Paşa’nın yerini aidi; doksanına yaklaşan Ebubekir Paşa, ikinci defa
Mekke'ye hacca gitmek istiyordu (98). Cidde valiliğine atanması ise,
Yeniçeriağa-sı'nı Sayda valiliğine gönderip uzaklaştırdıktan sonra
defterdardan da kurtulan Veziriâzam'ın başının altından çıktı. Bunlara
karşılık, devlet işleri üzerindeki tesirleri son derece kıskanç olan selefi
Veziriâzam'ın alınganlığını tahrik etmiş olan dört kişiyi gereken yerlere
yerleştirdi. Bu dört kişi, Said, Behçet, Münif Efendi ve Nazif'di. Daha önce
Osmanlı İmparatorluğu'nu Fransa hükümeti nezdinde temsil etmiş, sonra
nişancılık, daha sonra iki defa İçişleri Nazırlığında (Kâhyabey) bulunmuş
olan Mehmed Said'e sürgün yeri olan Gelibolu'dan ayrılıp İstanbul'a gelmek
izni verildi. Şâir Mehmed Behçet, yersiz iftiralar sonunda hapse atılmıştı;
kendisi hürriyetine kavuşturulduktan birkaç zaman sonra İstanbul'a
çağırılmıştı. Serez'deki kısa mahpusluğu sırasında, Türk Ovide'i denmeğe
lâyık şiir gücüne sahip Mehmed Behçet, İstanbul'daki dostlarına bir gazel
gönderdi; bu gazelin birkaç kıt'ası Osmanlı İmparatorluğu tarihinde yer aldı.
Behçet'in basma gelen felâketlerin, yâni o iftiraların uy-durucusu kâhya
Memiş Efendi idi; ne var ki, kendisi de bu zaferinden uzun zaman
yararlanamadı; gözden düştü ve Tenedos adasına sürgüne gönderildi ve
ancak uzun zaman sonra İstan(98) Umre olacak. (Ç.N.)
148
HAMMER
bul'a gelebildi, divân teşrifatçısı makamını elde etti. Memiş'in
azlinden sonra, Veziriazam onun kâhyalık makamına ince bir zekâ
ve bilgi adamı olan ve devleti, İran Şahı Nâdir'in saltanatı döneminde
elçi sıfatiyle iki kere temsil etmiş bulunan Nazif Mustafa'yı atadı.
Birbiri peşi sıra patlak veren yangınlar, bahsettiğimiz başka
değişikliklerin korkusunu ortalığa yaydılar. Yanan kışlalarının
yeniden inşâsına yardımcı olmak üzere ücretlerinden zayıf bir oranda
yapılan kesinti yüzünden Yeniçerilerin duyduğu hoşnutsuzluk yeni
bir ayaklanma ve muhtemel bir isyan endişesinin doğmasına yol
açıyordu (99) (30 Haziran 1752 -17 Şaban 1165).
Böyle bir felâketi önlemek için, henüz yirmisekiz yaşında
bulunan adaşı ve selefi Beşir gibi harem ve Sultan üzerinde sınırsız
bir nüfuz sahibi olan yeni Kızlarağası Beşir, Veziriazam Emin
Mehmed Paşa'yı azlederek yerine Başmirâhur Mustafa Paşa'yı atadı.
Veziriazam Emin Mehmed Paşa'nın azlinin ve Retimo'ya hareketinin
ertesi günü, Sultan'ın bir Hatt-ı Şerifi, büyük divân hâlinde toplanmış
bulunan devlet ileri gelenlerine, Veziriâzam'ın azledilmek suretiyle,
Yeniçerilere ve Ağalarına karşı takındığı sert ve horlayıcı tavırdan
ötürü cezalandırılmış olduğunu bildiriyordu. Fakat, Emin Mehmed
Paşa'nın sürgüne gönderilmesi Yeniçerilerin homurdanmalarını
yatıştırdıysa da, Kızlarağası ve adamlarının hadlerini bilmezlikleri ve
hareketleriyle yüreklerinden yaraladıkları ulemâlar zümresi için aynı
netice elde edilmedi. Daha çok kısa bir müddet önce, genç Kızlarağası'nın çuhadarlarından biri, Üsküdar kadısının yüzüne kırbaçla
vurmak cür'etini göstermişti. Kadı bu durumu Bâb-ı Âlî'ye bildirerek
şikâyette bulunmuş, ancak kendisine zengin hediyeler verilmek
suretiyle öfkesinin yatıştınlması mümkün olabilmişti; fakat, bunun
hemen peşinden Kızlarağası'nın adamları kadı’nın evini bastılar ve
kendisini boğdular: Sonra da ortalığa, kadı'nın evinin gece yansı
çöktüğü, kendisinin de enkaz altında kalarak hayatım kaybetmiş
olduğu söylentisini yaydılar. Bu cinayet, henüz yatışmış olan ulemâ
zümresinin kinini büsbütün körükledi ve artık halkı ayaklandırarak
intikam almaktan başka bir şey düşünmediler. Şeyhülislâm, tahtı
kurtar--------- ^ ---------- • *
(99) ( Peükler'in raporu. İmparatorluk tarihçisi bu ücret kesintisini sükûtla geçiştiriyor.
OSMANLI TARİHİ
149
manın tek çâresi olarak Kızlarağası'nı saraydan uzaklaştırması
tavsiyesinde bulundu. Bütün saray Beşir'in emrinde olduğundan
ihtimâl bu tavsiyeden de haberi olmuştu.
Sultan, müstebid hükümdarların başlıca silâhı olan gizliliğe
sadık kalarak, tam bir anlaşma içinde bulunduğu nedim Beşir'i de
beraberine alıp Boğaz kıyısındaki yazlık köşklerinden birine gitti;
fakat karaya ayak basacağı anda, kayığı idare eden bostancıbaşıya
açığa doğru giderek Kızlarağası'nı Kız Ku-lesi'ne götürmesi emrini
verdi. Önce Sultan'ın niyeti onu Mısır'a sürgün etmekti, fakat bu
cezanın ulemâya yetersiz göründüğü kendisine bildirilince, idamım
emretti. Son derece kuvvetli olan genç zenci Beşir, ellerinde kılıçlar
bulunan uşakların üzerine saldırdıklarını görünce hançerine
başvurdu, fakat boşuna bir davranıştı. İmparatorluk harem dairesinin
genç kızlarının mu-hafazasiyle görevü zenci, sayı çokluğu karşısında
yenildi ve kılıç darbeleriyle can verdi. Akan kam ertesi gün patlak
verecek olan isyanı boğdu. Sultan, Kızlaragası ve gözdesi
Süleyman'ın vurulan başlarının, İmparatorluk sarayı girişinden önce
yer alan Alay Köşkü'nün mazgallarında sergilenmesine ihtimam
gösterdi. Böylece, her şey düzen içine girdi. Beşir'in serveti,
İstanbul'da bugün hâlâ adını taşıyan mektep ve medreseler açtığı ve
bunların bütün masraflarım kendi ödediği halde, elli milyon kuruş
olarak tesbit edildi. Beşir'in adamı olarak bilinen otuz uşak, haseki,
bostancıdan sonra sarayın birinci subayı, Sultan'ın hekiminin
kâhyası, ekmekcibaşı ve birkaç seyis Adalardenizi'n-deki adalara
sürgün edildiler. Sultan'ın teveccüh gösterdiği si-lâhdar ve saray
hekimi, gözdeleri olarak Beşir'in yerini almakta gecikmediler.
Efendisinin nüfuzuna güvenerek Üsküdar kadısının yüzüne kırbaç
vurmak suretiyle ve bu düşüncesizce, hayâsızca davranışiyle
Kızlarağası'yle birçok hadımagasmın ölümlerine sebeb olan çuhadar,
ulemâ zümresine karşı saygısızlığının cezasını, yirmi gün sonra
cellâdın kılıcıyla kafası uçu-rularak ödedi. Süleyman'ın kâtibi ve
idam edilen Kızlaragası'-* mn başgözdesi Mehmed, efendisinin gizli
hazînelerinin söyle-tilmesi ümidiyle işkenceye tâbi tutuldu. Sonra,
Kızlarağası’nın mâlî işlerine bakan adamiyle aynı yerde başı vuruldu.
Bu kadar kurbanı yeterli bulmayan halkın cezalandırma irâdesi, Sultan'ın ikinci imamının da sürgüne gönderilmesini istedi.
Kızlaragası Beşir'e gönderilmiş sayısız mektup ve ricânâ-
150
HAMMER
me arasında, bir yığın da kendisinden iş istemiş ve arzuları yerine
getirilmiş mevki hırsı sahibi kimselerin teşekkür mektubu bulundu.
Bunların arasında ele geçen merhum Reis-efendi Mustafa'nın damadı
Bekir Efendi'ye ait olanında, Reis-efendi makamına atanmak bahis
konusu ediliyor ve atamanın çıktığı gün seksen kese verileceği
bildiriliyordu. Bekir Efendi, vermeği üstlendiği bu meblağı hazîneye
ödemeğe mecbur tutuldu.
Kızlarağasının ölümü, azledilen Veziriâzam'ın durumunda da bir
değişikliğe yol açtı; önce Retimo'ya sürgüne gönderilen Emin
Mehmed Paşa, peşinden bu adanın kumandanlığına atandı. Bayram
günü Sultan, zihinlerdeki kaynaşmaya rağmen, kararlı bir tavırla
Sultanahmed Camii'ne gitti. Payitahtta kabul ettirilen bu cesurca
güvenin, her şeyin sükûnete dönüşmesinde büyük rolü oldu.
DEPREM VE KASIRGA
Onbeş gün önce son derece şiddetli bir deprem Hafsa şehrini
tamamiyle denilebilecek şekilde tahribetmiş ve Edirne'nin en büyük
camilerinde önemli hasara sebeb olmuştu (30 Temmuz 1752 - 18
Ramazan 1165). Bu, bâtıl itikadın büyük felâketlerin habercisi olarak
kehânette bulunduğu ilk tabiî âfet değildi; zira geçen yıl ve aynı bu
Ramazan ayında tufan derecesinde bir yağmurla karşılaşılmış,
İstanbul civarında, Haliç'de seller kabarmış ve Kasımpaşa'da
yüzaltmışbeş ev, altı resmî fırın ve değirmeni sular götürmüştü; aynı
tufan Üsküdar'da bir mezarlığı tahribetmiş, tabutları ve anıt
ihtişamında inşâ edilmiş küçüklü büyüklü türbeleri şiddetli akışıyla
denize sürüklemişti (15 Ağustos 1751 - 23 Ramazan 1164). İki ay
sonra şehrin üzerine abanmış, açıklık yerler kaim bir kar tabakasiyle
örtülmüş, yalnız Marmara'da erzak yüklü iki yüzden fazla gemi batmıştı. Gökbilimciler ve tarihçiler, yüz ay yılı önce ve tam aynı
zamanda bir kasırganın memlekete zarar vermiş olmasını olağanüstü bir hâdise olarak belirttiler.
YUNANLILARIN AYAKLANMALARI
Yeniçerilerin homurdanmalarından ve ulemânın hoşnutsuzluğundan kaynaklanan tahtı tehdit etmiş, Kızlarağası ve gözde-
OSMANLI TARİHİ
151
sinin idamiyle geçici olarak bertaraf edilmiş tehlikeler, Veziriazam Mustafa
Paşa'nın bilgisi ve ihtiyatlı davranişiyle tamamen uzaklaştırılmıştı. Böylece,
bayramın girişinde, sanki olağanüstü hiçbir olay cereyan etmemiş, hiçbir
şey hükümetin hareketine mâni olmamış gibi geleneğin ve dinin bütün
icâbları yerine getirildi. Sekiz gün sonra Sultan, Bayram namazı için muhteşem bir alayla Sultanahmed Camii'ne gitti, sarayda devlet ileri
gelenlerinin tebriklerini kabul etti; Yeniçeriağası, eski bir geleneği yerine
getirerek Veziriâzam'a Bayram esnasında bir ziyafet verdi; Veziriazam da
aynı geleneğe uyarak hükümdarını gözalıcı bir ziyafete davet edecekti (20
Ağustos 1752 - 9 Şevval 1165). Bu münasebetle yeni atanan saray
görevlilerinin ve görevlerinde bırakılanların listesi yayınlandı. Bu iki listede
(100), özellikle nazırların, müsteşarların, yüksek dâireler reislerinin,
müfettişlerin, kâhya ve çavuşların ve nihayet eyâlet valilerinin ve sancak
beylerinin adları yer alıyordu. Reisefendi Nailî, ça-vuşbaşı Bosnalı
Mehmed Ağa -ki Veziriazam bir süre önce bozulan asayişi tesis göreviyle
memleketine göndermişti -, üç defterdar görevlerinde bırakılıyorlardı;
Fransa elçisi Yirmisekiz Mehmed Çelebi'nin oğlu nişancı Mehmed Said
emekliliğe çıkarılan tek görevliydi ve ondan boşalan makama iki yıl önce
içişleri nazırlığını yürüten Memiş getiriliyordu. Viyana'da son Türk elçisi
Hattı Mustafa Vezaret-i uzma Dairesi Başmuhase-besi Reisi olarak
makamında bırakılıyor, daha sonra Viyana'ya elçi gidecek olan Resmî
Ahmed'e de Gelibolu barut imalathanesi müdürü olarak aynı muamele
uygulanıyordu. İmparatorluk tarihçisi (müverrihi) İzi, teşrifat nazırlığına
getiriliyordu. Eyâlet valileri ise, birkaç istisnası ile yerlerinde bırakıldılar.
Bu valiler arasında iki eski Veziriazam ile birçok eski Veziriazam oğlu
bulunmaktaydı: İki eski Veziriazam, Erzurum valiliği görevinde bulunan
Elhac ibrahim Paşa ile, Trabzon valisi Ali Paşa idi. Veziriazam oğulları ise
şu valilerdi: Bosna valisi Köprü-lüzâde Ahmed Paşa, Rumeli Beylerbeyi,
Nâdir Şâh'a karşı Ker-kük'de verdiği savaşta şehit düşen Osman Paşa'nın
oğlu Mehmed Paşa, daha sonra kendisi de Veziriazam olan Özi valisi
Muhsinzâde Mehmed Paşa, aynı terfileri kaydedecek olan hali<100) Bu iki tevcihât listesi' İzi'de, f. 245, bulunmaktadır. Bu iki listede, evvelkinde bulunmayan iki eminlik makamı görülmektedir:
«Emini kiaghadi enderun (iç vesikalar eminligi), emini kiaghadi binin (dış vesikalar emlnliği).
152
HAMMER
hazırdaki Rakka valisi Mehmed Ragıb Paşa. Bu atama ve te'-kitler
yapıldığı sırada Bâb-ı Âlî ve eyâletlerde hüküm sürmekte olan ve devamı
teminât altında görünen sükûnet, payitahtta Rumların ayaklanmalariyle
bozuldu. İçlerinden dörtbin kadarı düzensiz bir kalabalık hâlinde
patrikhaneye girdi ve dinlerinin başı olan patriki dinine bağlılığı ile tanınan
bir papazı Athos'a sürmesinden ötürü kınayarak kendisine hakarette bulundu. Kalabalık, Fenerli beyleri de bu tedbirin alınmasına se beb olmakla
suçlayarak evlerini yakmakla tehdit etti. Gürültüler kopararak patrikin
azledilmesini istediler; asayişin bu taraftan bozulabileceğinden şüphe
etmeyen ve mâni olmak veya daha doğuş ânında boğmak için hiçbir tedbir
almayan Veziri âzam, taleblerini yerine getirdi. Bununla beraber, şaşkınlığı
geçince, Patrikhane sarayı önündeki patırdıda elebaşılık edenlerden
birkaçını astırdı; böylece zâten Türklere karşı başkaldırmayı akıllarından
geçirmemiş olan ve sadece kendi din büyük lerine ve Fener beylerine karşı
ayaklanan payitaht Rumları arasında asayiş sağlandı.
BÂB-I ÂLÎ TERCÜMANLARI VE VOYVODALARIN
DEĞİŞTİRİLMESİ
Bu ayaklanmadan bir yıl önce, vergi geliri ihsan olarak hâlâ
veziriazamlara verilen Kıbrıs halkı, Veziriazam'ı kanuni nisbetten fazla
vergi istemekle suçlayarak Sultan'a şikâyet etmişler ve Bâb-ı Âlî tercümanı
Gallimachi ile patriki şâhid göstermişlerdi; bunu haber alan Veziriazam
Emin Mehmed Paşa her ikisini de tutuklattırdı. Önce her ikisini de idam
ettirmek istedi, fakat fikrini değiştirerek Bâb-ı Âli tercümanını Tenedos'a
sürgüne gönderdi, patriki de Athos tepesine göndererek bir manastıra
kapattırdı. Tercüman Gallimachi'nin görevi, Eflak prensinin oğlu ve yaşı
sadece yirmiüç olan Mathias Ghika'ya (101) verildi; Eflak prensliğinden
önce İsveç'in elçilik tercümanlığını yapan babası Lukaki, görevlerinde
damşman ve rehberlik ederek oğluna yardımcı oldu. Oğlunun Bâb-ı Âlî'ye
tercüman olarak atanması, Eflak prensine ikiyüz kese para vermesiyle gerçekleşebilmişti.
Fakat, bu politikanın meyvelerinden yararlanması mümkün
(101) Engel. Histoire de Valachie, s. 22; Sulzer, m. s. 385.
OSMANLI TARİHİ
153
olmadı, zira bir yıl sonra Bükreş'de öldü ve vebalılar için yaptırdığı
Saint-Pantaleon hastahanesinin manastırına gömüldü (102). Eflak
beyleri (boyard), Bâb-ı Âlî'nin kendilerine hospo-dar (prens,
voyvoda) olarak ölen prensin büyük oğlu Scarlat Ghika'yı ataması
talebinde bulunmak üzere, İstanbul'a bir heyet gönderdiler.
Murahhasların
Veziriâzam'a
sunmakla
görevlendirdikleri
ricânâmede, Eflak beyleri, ayrıca, Türklerin Eflak'-da yerleşmelerinin
yasaklanmasını diliyorlar ve ülkelerinin iyiliği için Bâb-ı Âlî'nin sık
sık prens değiştirmeğe son vermesini, özellikle her yıl prensliğin
tasdikinden vazgeçmesini temenni ediyorlardı. Murahhaslar daha
yolda iken ölen prensin ikinci oğlu Bâb-ı Âli tercümanı Mathias
Ghika'nın babasının yerine atandığını ve yerine göreve girdiği ihtiyar
Gallimachi'nin sürgünde bulunduğu Tenedos'dan derhal geri
çağırıldığını öğrendiler. Yeni Eflak prensi, kamuoyunu kendi
aleyhine çevirmekte gecikmedi. Babası, mevcut altı çeşit vergiye biri
bayram hediyesi, diğeri vergi tamamlayıcısı adiyle iki vergi
eklemişti. Bu yeni vergilerden memnun olmayan Mathias, Eflak
prensliği için kardeşini istemiş olan Eflak beylerinin murahhasları
hakkında büyük bir kinle takibata girişti. Eflak beylerinin (boyard)
İstanbul'a ulaşan tekrarladıkları şikâyetleri, fazla önemli olmadığı
halde, sonunda Bâb-ı Âlî'yi Bükreş'e tarafları barıştıracak bir komiser
göndermesi hususunda karara vardırdı. Komiser gelince, halk
hükümet binasında toplandı; beraberlerine Eflak beylerini ve
başpiskoposu alarak, prense karşı şikâyetlerini bildirmek üzere Türk
komiserin kaldığı binaya gittiler. Komiserin İstanbul'a gönderdiği
lâyiha (rapor) üzerine, prens Mathias Ghika, Boğdan prensi sıfatiyle
Yaş şehrine gitmek emrini aldı, o sırada Boğdan prensi olan
Constantin Rakoviza, aynı paye ile Eflak'a geçti. Bâb-ı Âli böylece
halkın şikâyetleri karşısında adaleti yerine getirmişti, fakat doğrudan
doğruya Sultan'a başvurmaktan çekinmeyen Eflak beyleri sürgün
cezasına çarptırıldılar.
Şehrin asayişini sağlamak maksadiyle İçişleri Nâzın (kâhyabey), Rum ve Ermeni patriklerine gönderdiği bir buyrultu ile,
İstanbul'da ikamet etmekte olan başpiskoposların sekiz günde bir
karşılıklı birbirlerinin ziyaretinde bulunmalarını sağlamaları emrini
verdi. İkinci bir buyrultu, kadıları, bü(102) Ghika'nın ölüm haberi İstanbul'a 7 Eylül'de ulaştı.
154
HAMMER
tün timar ve zeamet sahiplerini topraklarına göndermeğe mecbur tuttu;
nihayet üçüncü bir buyrultu, aksine hareketin ölüm cezası olduğunu
belirterek, on yıldan beri veziriazamların evlerine kapıcı ve saman
taşıyıcıları sıfatiyle girmiş olan bütün Rum ve Ermenilerin hepsinin
İstanbul'dan dışarı çıkarılmalarını emretti.
FRANSIZ, İSVEÇ ELÇİLERİNİN VE BİR DANİMARKA
MURAHHASININ GAYRETLERİ
Eflak ve Boğdan prensliklerini makam olarak elde etmek için yanıp
tutuşan bütün Fenerliler (103), Osmanlı hükümeti üzerinde o dönemde
rakipsiz bir nüfuzu bulunan Fransız elçisi Desalleurs'e başvurmağı âdet
hâline getirmişlerdi. Bunların başında Rodolphe Cantacuzene bulunuyordu
ve Fransız elçisine, Sultan kendisini Eflak prensliğiyle pâyelendirdiği
takdirde her yıl onbin duka vermekle kalmayacağını, ayrıca Banat ve Temeşvar’ın (104) mülkiyetini vermek taahhüdünde bulunuyordu. Bu vaidleri
alan Fransız elçisi, daha önce iki kere başarısızlığa uğramış bulunan Bâb-ı
Âlî, Fransa ve Prusya arasında bir ittifak oluşturmak projesini yeniden
gündeme getirdi ve gerçekleşmesi yolunda çalışmalarını artırdı. Bir süre
sonra, Bâb-ı Âlî'ye Fransa kralı XV. Louis tarafından yazılmış bir mektup
verdi. Fransa kralı, İsveç lehinde yazdığı bu mektupta (105), Rusya
saldırıda bulunduğu takdirde bu ülkeyi savunmak istediğini bildiriyordu.
Fransız elçisi Desalleurs, İsveçli Bakan Cel-sing'le işbirliği yaparak,
İstanbul'da Bâb-ı Âli ile Danimarka (106) arasında bir iyi dostluk anlaşması
yapılması hususunda gayret sarfeden Danimarkalı elçi Gaehler'in
çalışmalarını destekledi. Nihayet, Fransa elçisi Desalleurs, iki kere
parçalanmak tehlikesine mâruz kalmış bulunan Polonya'yı Ruslara karşı
savun(103) Osmanlı İmparatorluğunda Dışişlerinde, tercümanlık ve elçiliklerle
münasebetleri genellikle Fenerli Rumlar üstleniyorlardı. Bunların
Rum patrikhânesi ile de ilişkileri bulunduğundan kendilerine bu ad
takılmıştı. (Ç.N.)
(104) Rus elçisinin gizlice yaptığı bir konuşmadan aldığı bilgiye göre
Penkler'in 1752 tarihini taşıyan raporu.
(105) Fransa kralının 29 Eylül 1752 tarihli mektubu.
(106) Gaehler'in talebini desteklemek üzere Fransız elçisi tarafından 8
Aralık 1752 tarihinde verilen muhtıra. Viyana Arşivleri.
OSMANLI TARİHİ
155
mak maksadiyle Bâb-ı Âli ile Fransa arasında bir ittifakın gerçekleştirilmesi
teklifinde bulundu ve ittifaka karşılık Dantzig şehrinin Türkiye'ye
verileceğini İmâ etmekten geri kalmadı (1753). Veziriazam bu teklife
kaçamak bir cevap verdi ve elçiden bunu red mânâsında yorumlamaması
ricasında bulundu. İsveç elçisi Çelsing, Bâb-ı Âlî'ye bir notla İsveç kralı ve
Hesse-Cassel'in koruyucusu Birinci Frederic'in ölümünü ve prens Fre-deric
H'nin tahta çıktığını bildirdi; Veziriâzam'a yeni kral tarafından (107)
Sultan'a hitaben yazılmış bir mektup verdi; yeni kralın ülkesindeki hükümet
şeklinin değişmeyeceğine güvendiğini beyan etti. Bu beyan, öğrenildiğinde
Rusya'da memnunluk uyandırdı vo yeni hükümdarın niyetleri üzerinde
rahatlık duyuldu (17 Haziran 1751). Kısa bir süre sonra, İsveç Başvekili
Kont de Tessin, Rusya nezdinde Bâb-ı Âlî'nin İsveç lehinde giriştiği
teşebbüslerden ve Rusya'nın bir nota vererek İsveç krallığını Avrupa'nın
kuzeyinde barış bozgunculuğu (108) suçlamasından temize çıkarmasına
önayak olmasından ötürü Veziriâzam'a teşekkür etmişti. İsveç kabinesinde
Kont de Tessin'-in yerini Başvekil olarak Hoepken (109) aldı. Yeni
Başvekil, İstanbul'da elçi olarak uzun ikameti sırasında, ondört yıl önce,
Bâb-ı Âlî ile İsveç arasında bir dostluk anlaşmasının imzalanmasında
büyük gayreti görülmüştü (15 Nisan 1752). Hoepken de, Fransa elçisi
Desalleurs gibi, Bâb-ı Âli'nin sürekli elçi olarak tanımayı reddettiği
Danimarka elçisi Gaehler lehinde teşebbüslere geçmiş, fakat bunlardan bir
netice elde edememişti; fakat aynı neticeyi almak için çalışan halefi M. de
Celsing, Ve-ziriâzam’ın ağzından, Bâb-ı Âlî'nin hiçbir yabancı tesir olmaksızın bu meseleyi bizzat halletmek kararında bulunduğunu öğrenmişti.
Danimarka kralının yaveri olan M. de Gaehler, İstanbul'a (110) gelince,
Veziriâzam'a muhtevasında kendisini Danimarka'nın olağanüstü yetkili
elçisi olarak tanıttığı bir nota sundu; bu devlet, Osmanlı Devleti
himayesindeki Kuzey Af(107) İzi'de bu mektubun tercümesi, f. 148 ve 149, bulunmaktadır. 22
Mart (eski tarz) 6 Nisan 1752 tarihini taşımaktadır.
(108) İsveç Başvekili Tessin'in Sultan'a ve Veziriâzam'a mektubu. Türkçe
tercümesi Viyana arşivlerinde bulunmaktadır.
(109) İsveç Başvekilinin Veziriâzam'a mektubu. Kont Hoepken'in mektubu
15 Nisan 1752 tarihlidir.
(110) Başvekil kont Bermtoff'un bir mektubunu da getirerek 8 Haziran
1752'de İstanbul'a geldi.
156
HAMMER
rika devletleriyle dört yıl önce bir barış anlaşması imzalamıştı. Eski
gelenekleri sürdürmekte kıskanç bir dikkat gösteren Bâb-ı Âlî, bu notaya,
yabancı devlet elçilerinin veya murahhaslarının bu vasıflarını tanıtmak için
kendilerinin sınıra vardıklarında bunu bildirmeleri ve Sultan'ın gönderdiği
bir muhafız birliğiyle İstanbul'a geldikleri takdirde görev unvanlarının
tanınacağı cevabını verdi; zâten Osmanlı İmparatorluğu'nun ilk gelenlere
elçi vasfını tanımak âdeti de yoktu.
Koyu bir Müslüman olan Reisefendi Naili, bu vesileyle, Şeyhülislâm
Murtezâ Efendi'ye şeriatin kâfirlerle yeni ittifaklar yapmaya müsaade edip
etmediği sualini sordu. Şeyhülislâm'ın bir fetva şeklinde verdiği cevap
şöyleydi: «Hayır, Sultan'ın ve imparatorluğun üstünlüğüne yaraması
istisnâsiyle.»
O sırada İstanbul'da Napoli elçisi Kont Ludolf ile kâtibi ve entrikacı
Bonneval'in mahremi ve danışmanı Cenovalı Che-nevrier'nin bozuşup
ayrılmaları zihinleri fazlasiyle meşgul ediyordu. Bu kâtip, Fransız elçisinin
Bonneval'e yazdığı mektup hakkında Avusturya elçisine bilgi vermiş
olduğu ve daha birtakım entrikalarda parmağı bulunduğu anlaşılınca,
İstanbul'dan zorla gemiye bindirilerek İtalya'ya gönderildi (6 Haziran
1752).
On yıl önce, Bonneval'e, İsviçre kantonlarından birkaç bin protestan
hıristiyan getirtip bunların bir kısmını Osmanlı İmparatorluğu (111)
topraklarında koloniler halinde yerleştirmeyi hedef alan bir plânı vermiş
olan da bu aynı Cenovalı diplomattı.
VENEDİK VE RAGUZA
Raguza gemilerinin Venedik körfezinde seyrettiklerinde ödedikleri
rüsum, bir müddetten beri uygulandığı halde Venedik Cumhuriyetiyle
Raguza Cumhuriyeti arasında büyük anlaşmazlıklara yol açmamıştı.
Raguza Cumhuriyeti, Venedik Cumhuriyeti hakkında ileri süreceği
şikâyetleri
Veziriâzam'a
ulaştırmakla
Braccoli'yi
görevlendirdi.
Anlaşmazlığı sona erdirmekte acele eden Veziriazam, bu olay hakkında
bilgi edinmesi ve alâkalı
(111) Taxelhofer'in Berne'den (İsviçre) Bonneval'e 19 Eylül 1755 tarihli
mektubu.
OSMANLI TARÎHİ
157
tarafları (112) anlaşdırması hususunda Bosna valisine emir gönderdi.
Girişilen aracılığın nezâreti altında, Venedikli murahhas, Albay Giuseppe
Canobe, Raguzalı komiser Matteo Sorgo ile bir anlaşma imzaladı. Bu
anlaşmanın getirdiği bir taahhüt olarak Raguza Cumhuriyeti her üç yılda
bir, Adriyatik denizindeki kumandan amirale geçiş rüsumundan vazgeçen
Venedik'in zararının karşılığı olarak yirmi duka altını değerinde bir gümüş,
vazo vermeği kabul ediyordu. Kendi bakımından da, Venedik Cumhuriyeti,
Raguza gemilerinin Venedik körfezinde serbestçe seyretmeleri ve aynı
devletin inci avcılarının bu avı sürdürmelerine izin vermeği taahhüt etti.
Ayrıca, Venedik Cumhuriyeti gemi ve teb'asmın hangi şartlar içinde olursa
olsun Raguza ormanlarından odun kesmemeleri hakkında anlaşmaya
varildi; sonunda, iki cumhuriyetin yüzoniki yıl (113) önce Sussar adasında
imzalamış oldukları anlaşma yenilendi (6 Temmuz 1754 -15 Ramazan).
POLONYA İLE MUHABERÂT
Bâb-ı Âlî'nin bu dönemde Polonya ile münasebetleri, Veziriazamla
saltanat başkumandanı Potocki'nin birbirlerine gönderdikleri birkaç
mektupla sınırlı kaldı-, bu mektuplardan biri Polonyalı çobanların sürülerini
Eflak topraklarında otlatmala-rıyla alâkalıydı ve Potocki, Fransız elçisi M.
de Desalleurs'un (114), bu hususun bir mesele olmaması yolunda hayırhah
delâletlerini de taleb ediyordu. Diğer mektup, bir asırdan fazla zamandan
beri Eflak'da yerleşmiş ve orada çoğu zaman ağır eziyetlere (115) mâruz
kalmış bir azınlık topluluğunu konu almıştı. Bâb-ı Âlî'nin emri üzerine,
Boğdan prensi Constantin Ra-koviza, Potocki'ye, Veziriâzam'ın mevcut
anlaşmanın bütün mad(112) Venedik elçisi, bu vesileyle Sultan'ıı> fermanında geçen «Venedik
Cumhuriyeti teb'aları» ifâdesinin yerini «Venediklilerin teb'aları»
ifâdesinin alması talebinde bulundu. Bu taleb, Venedik aristokrasisinin bu dönemden itibaren Cumhuriyet kelimesinden dehşet
duyduklarının en iyi delilidir.
(113) 16 Ramazan 1167 tarihini taşıyan bu vesika Türkçe ve İtalyanca
olarak Viyana arşivlerinde bulunmaktadır. Ne Engel, Ragza Tarihi,
ne Martens bu vesikadan söz etmedikleri gibi 1592'de yapılan anlaşmayı da sükûtla geçiştirmektedirler.
(114) Potocki Hin Desalleurs'e mektubu, 25 Ocak 1751 tarihli.
(115) Potocki nin mektubu, 2 Ekim 1752 tarihli.
158
HAMMER
delerinin uygulanması talimatını vermiş olduğunu yazıyordu. Potocki aynı
zamanda, İstanbul ve Kırım'da bulundurduğu memurları vasıtasiyle
Czartorysky ailesini ve Polonya'nın hürriyetlerinin acımasız düşmanı olan
Rusya'yı suçluyordu. Kırım hanı Halim-Giray, Bâb-ı Âli adına, yabancı
devletlerin Polonya'nın hürriyetine kasteden tertiplerden şikâyet etmek
üzere, mahaline, Polonya diyet meclisine bir elçi gönderdi. Kırım Elçisi
Mahmud Ağa, kendilerinden bu konuda gerçek açıklamalar elde edemeden
Polonya krallığının yedi ileri geleniyle (magnat) müzâkerelerde bulundu
(116) (1 Mart 1751).
YENİ SIRBİSTAN VE KABARTADA
ANLAŞMAZLIKLAR ÇIKMASI
Avusturya elçisi Penkler, Bâb-ı Âli'den Boğdan ve Eflak prenslerine,
bundan böyle Avusturya'dan kaçak olarak bu ülkelere sığınacakların
iadelerini emreden bir ferman almayı başardı. Avusturya elçisi Bâb-ı
Âlî'den bu prensliklere giren Alman parası ve silâhları hakkında görüşü
belirten özel bir nota almış olduğu halde hiçbir değişiklik görülmedi, elçi
bu ithalâta müsaade eden bir ferman almayı başardı (17 Haziran 1752).
Aynı zamanda Avusturya (NOT: 6) elçisine ve İngiltere elçisi Por-ter'e
verilen notada, Veziriazam onların hakkaniyet, hakikat sevgileri ve
ferasetlerine hitabederek olayları değerlendirmelerini istedi ve biri Kiow ve
Özi arasında ve sınırlardan otuz fersah, diğeri Archangelsky'de ve
sınırlardan sadece onyedi fersah uzaklıkta iki yeni kale yapılmasının Rus
elçisi Obreskoff'un ileri sürdüğü gibi mevcut anlaşmaların ihlâli mânâsını
taşıyıp taşımadığını sordu; anlaşmalar ancak biri Rusya tarafından Çerkesk, diğeri Bâb-ı Âlî tarafından Kuban nehri üzerinde yapılacak iki
kalenin inşâsına izin veriyordu. Bâb-ı Âlî yeni Sırbistan'ın yeni bir ülke
olduğunu ve ne Rusya, ne de Polonya'ya ait olmadığını iddia ediyordu; Rus
elçisi bunun aksi görüşteydi; bununla beraber, Rus hükümeti başlanan kale
yapımı faali(116) Krallık büyük mareşali ekselansın sarayında Kırım hanının elçisi
Mahmud Ağa’nın katıldığı konferansta hazır bulunanlar: Cujavin
rahibi Dembocowski, Cracowie valisi Poniatowski, İmparatorluk
büyük-mareşali Bielinski, Başvekil Malachowskl, Litvanya Başvekili
kont Czartoriski, İmparatorluk Başvekil Yardımcısı Wodzicki, İmparatorluk mareşali Minsziek, 19 Ağustos 1754.
OSMANLI TARİHİ
159
yetlerini durdurttu. Bâb-ı Âlî ile Rusya arasındaki diğer anlaşmazlıklar Kabarta olaylarıyla alâkalı olarak ortaya çıktı. Ob-reskoff,
Vişniyakof'un yerine İstanbul hükümeti katında elçilik görevine
başlayınca bir nota vererek, hanın oğlu iki sultanın Rusları
Kabarta'dan kovmaya kalkışmakla anlaşmayı ihlâl etmiş
bulunduklarından şikâyetçi olmuştu; tarafların görevlendirdiği bir
komisyonun bu hâdise hakkında bilgi edinmesini ve Bâb-ı Âlî'nin iki
sultanı (Tatar şehzadesi) çağırmasını istemişti (Eylül 1751). Bâb-ı Âlı
Rusya'nın bu isteklerini yerine getirmek üzereydi ki, Tatarların hanı,
Rusların, o zamana kadar kendisine itaatli kalmış olan Abaza
Kesik'in altı aşiretini aleyhine çevirdiklerinden şikâyet etti. Obreskoff
bu suçlamaya verdiği ce-vabda, bahis konusu olaydan kesinlikle
haberi olmadığını, Pe-rekop'daki yağmadan meydana gelen tazminatı
düzenlemek üzere oluşturulan komisyonun Tatarların hatası
yüzünden beşinci toplantıdan sonra çalışmalarını durdurduğunu ileri
sürdü. Bununla beraber, han, Kabarta'daki Abaza Kesik aşiretleriyle
alâkalı şikâyetlerinde ısrar etti ve Bâb-ı Âlî, Kırım hanına, son barış
anlaşmasiyle tesbit edilmiş olan sınırların muhafazası hususunda
dikkatli davranması emrini verdi.
Bâb-ı Âli'nin Avrupa devletleriyle diplomatik münasebetleri ve
az kalsın yeni savaşlara yol açacak anlaşmazlıklarından kısaca
bahsettikten sonra, Iran sınırı üzerinde cereyan etmekte olan çok
önemli olaylara dönebiliriz. İran'daki saltanat fasılasının ortaya
çıkardığı hâdiselere sıkısıkıya bağlı bu olaylar hiçbir Avrupa ve tran
eserinde İmparatorluğun bu bölümündeki Osmanlı valilerinin
raporlarında ve İmparatorluk tarihçisi İzi'nin vekayinâmelerindeki
kadar tamlık ve bilgiyle ele alınmadığından, bu yazar, İran'ı ıztırab
içinde bırakan kargaşalıkların çizeceğimiz özet açıklamasında bize
rehberlik edecektir.
GÜRCİSTAN VE IRAK OLAYLARI
Rumiye'ye hâkim olan Afganlı Azad hanın Ahmed ve Musa adlı
Paşalarını Erivan üzerine yürüttüğünü yukarıda söylemiştik; fakat
bunlar Tahmuras ve Tiflis prensi tarafından mağlûbiyete uğratılınca,
Azad han imdadlarına koştu. Tahmuras Metrisköyü yakınında ona
saldırarak yendi, altı gün boyunca
160
HAMMER
takibetti ve Rumiye üzerine ric'ate zorladı. Azad hanın bu seferden
önce onikibin kişiden oluşan ordusu ancak üçte biri kadar kaldı (8
Mayıs 1751 - 12 Cemâziyül'evvel 1164). Daha önce, Azad handan
başka, yedi taht iddiacısının aralarında çekiştiklerini söylemiştik.
Dokuzuncu taht iddiacısı Hüseyin Mirza’nın şahsında mücâdele
sahnesine girdi. Hüseyin Mirza, şah Tahmasip'in oğlu olduğunu
söylüyor, Safevî hanedanı şehzadelerinin katliâmı döneminde
Rusya'ya kaçmış olduğunu iddia ediyordu. Hüseyin Mirza önce
Meşhed'de ve Kerbelâ'da ortaya çıktı ve orada, Nâdir Şâh'ın muhafız
birliği eski kumandanı Mehmed Rıza Han'la Nâdir Şâh'ın Hz. Ali'nin
türbesinin yeni başdan inşâsiy-le görevlendirdiği Mehdi han ve
nihayet Mirza İbrahim'le diğer birkaç devlet büyüğü gelip kendisine
Şâh Tahmasip'in gerçek oğlu olarak bi'at ettiler. Nâdir Şâh'ın
İstanbul'daki son elçisi ve o sırada Bağdad'dan ayrılmamış olan
Mustafa han da, Bâb-ı Âlî'ye taht iddiasındaki bu şehzadeyi
destekleyici bir mektup yazdı. Bu ihtiraslı eski elçi, Isfahan halkının
Osmanlı Sul-tanı'ndan eski şahlar ailesinden bir prensi İran tahtına
çıkarmasını rica eden arizalarını götüren Mirza Abdülmümin'i Bağdad'a aldıktan sonra kendisini, İran Irakı valiliği verilmek şar-tiyle,
Osmanlı teb'ası saymaları teklifinde bulunmuştu. Sınır üzerinde
barışın devamını canü gönülden arzulayan Veziriazam, evvelce
imzaladığı barış anlaşmasının İran'ın işlerine karışmasına müsait
olmadığını hana verdiği cevapta belirtti; aynı zamanda Bağdad valisi
Süleyman Paşa'ya, taht iddiasındaki prensin bu bölgelerden
uzaklaştırılması emrini verdi, bununla beraber, kendisine bin duka
altını hediye olarak verdirdi (7 Eylül 1751 - 16 Şevval 1164). Bu
barışçı siyaseti rehber edinerek ve İranlıların kendilerini tehlikede
sayacakları bir mevzuun ortaya çıkmaması için de, âsi bir Kürd
birliğini Kerkük'den Erde-bil'e giderek mağlûb eden Basra valisi
Süleyman Paşa'ya geri dönmesi emrini gönderdi. Bâb-ı Âlî,
kararlaştırdığı siyasete uygun davranarak, Azerbaycan halkının
gönderdiği ve Mirza Ab-dülmümin'inkine benzeyen bir ricânâmeye
yeni bir olumsuz cevap verdi. Eski Tebriz divan beyi Feth-Ali hanın
oğlu Rıza han da Tebriz, Rumiye, Karacadağ, Erdebil, Meragha,
Danbeli ve daha birçok bölgenin han ve ayanlarının imzalarını
taşıyan, Sultan'a aynı şekilde başvuran bir istirhamnâmeyi Erzurum
valisi Abdul Paşa'ya verdi. Abdul Paşa bu ricânâmeyi İstanbul'a
göndermekle yetindi. Evvelkilerde tekrarlanan taleblerle
OSMANLI TARİHİ
161
karşılaşan Veziriazam, tekliflerini kabul edememekten duyduğu üzüntüyü
belirtmekle cevabını bildirmiş oldu (117). Kesriyeli Ahmed Paşa’ınn Nâdir
Şâh'a götürmekle görevlendirildiği zengin hediyeler, yeni şahın tahta
çıkması vesilesiyle kendisine sunulmak ve böylece barışın
sağlamlaştırılmasında kullanılmak ümidiyle o zamana kadar Bağdad'da
bırakılmıştı. Fakat» îran tahtı üzerinde çekişenlerin sayıları fazla
olduğundan» bu ümit her geçen gün daha fazla kayboluyordu. Bu
bakımdan, Bağ-dad, Musul, Diyarıbekir, Sivas, Şehrzor, Malatya, Maraş
valilerine, Mardin, Bolu ve diğer voyvodalıklara, bu hediyelerin bir
eyâletten diğerine intikal ettirilmek suretiyle İstanbul'a kadar getirmeleri,
Kesriyeli Ahmed Paşa’ınn elçilik eşyalarından ayrı olarak bir listelerinin
yapılarak, İmparatorluk hazinesine nakledilmek üzere Birinci Mevkufât
Dâiresi'ne teslimi emredildi. Diğer iki fermanla Bağdad valisine ve sözünü
ettiğimiz hediyelerin muhafazası için Veziriazam tarafından seçilen
mirâhur Mahmud Ağaya, Nâdir Şâh'ın elçisi Mustafa hanın güvenliğine
gereken dikkatin gösterilmesi emri verildi. Mustafa hanın payitahta (118)
gelmek için tekrarladığı talepler, Bâb-ı Âlî'nin nihayet bu müsaadeyi
vermesiyle neticelenmişti. Mustafa han, İstanbul'a hareket etmek üzere'
iken, İsfahan'ı gasbetmiş durumda bulunan Send Kerim tarafından iki
oğlunun hapsettirilmiş olduğu; dostlarından ve taraftarlarından bin
kadarının, Kerim hanın üstün kuvvetleriyle çarpışmak üzere Musdek hanın
Peri müstahkem hisarına çekilmiş oldukları; nihayet iki hanın Loristan
kadılarıyla ve bazı askerî birliklerle ve yirmibeş eşrafla Kermanşahan'a
vardıklarını ve artık kendisiyle Hüseyin Mirza’nın gelmelerini bekledikleri
haberini aldı. Bu haberler Mustafa hanın ilk plânını değiştirmesine ve
olayların gelişmesini bekleme kararı vermesine sebeb oldu.
Bu sırada Bağdad valisine gelen yeni emirlerle, Mustafa
(117) İzi, f. 258, bir İngiliz bakanlık günlüğünün şiddetle tenkit etmesine
karşılık, bu müdahalede bulunmamak sistemini övmektedir.
U18) Bu fermanlar 1 Rebiül'âhir (17 Şubat) tarihini taşımakta ve Penk*
ler'in, içinde Veziriâzam'ın Bağdad'da Süleyman Ağa'ya gönderdiği
bir mektubun tercümesi de görülen raporlarına eklenmiş bulunmaktadır.
Hammer Tarihi, C: VIII. F.: 11
162
HAMMER
han ve Hüseyin Mirza’nın güvenliklerinin ihtimamla korunması bildirildi;
Bağdad valisine gönderilen bir Hatt-ı Şerifle İran sınırına, oradan silâhlı bir
kişinin geçmesine (119) imkân bırakmayacak bir dikkatin gösterilmesi emri
verildi; nihayet Nâdir Şâh için ayrılan hediyelerin İstanbul'a gönderilmesi
hakkındaki emirler ibtâl edildi. Sultan tarafından Bağdad valisine gönderilen Hatt-ı Şerifle, hediyeler müstakbel şâh için muhafaza edileceğinden
yalnız bunların Üstesinin İstanbul'a ulaştırılması emredildi. Nâdir Şâh'ın
elçisi Mustafa han, Bağdad'dan hareketinden önce, Bâb-ı Âlî'ye İran'daki
durum ve taht kavgası içinde olan kişiler hakkında ayrıntılı bir rapor
gönderdi. Afganlı Ahmed han Kandahar'a yerleşmiş ve Belucistan halkını
kendi dâvası lehine döndürmüştü. Kör ve hareket kaabiliyetinden yoksun
bulunan Şahrûh Mirza, Meşhed şehrini hâkimiyeti altında tutuyordu.
Irak'da (İran Irakı) İsmail Mirza adına, şâh Hüseyin'in kızından doğma ve
Bahtiyarı aşiretinin reisi yirmiüç (120) yaşındaki Alimerdan han hâkimiyeti
elinde tutuyordu. Alimerdan, kendi Paşası ve Send aşiretinin reisi Send
Kerim'e yenildikten sonra firar etmiş olduğundan, Kerim, genç prensin
yanma rakibini yerleştirmişti. Han unvanı taşıyan Huveyze, Loristan,
Şuster, Dizful ve Dorak valileri, makamlarını aileden intikal etmiş olarak
mutlak bir hâkimiyetle ellerinde bulunduruyorlardı. Kazvin âsi Lutislerin
ellerindeydi; Tahran, Mirza Ni-zam'a boyun eğmekteydi; Hemedan,
Karaoğuzlular Türkmen aşiretinin hakimiyetindeydi; nihayet Abd Ali han,
Nâdir Şâh’ın ölümünden hemen sonra Kermanşahan'ı ele geçirmiş ve oraya
vali olarak yerleşmişti. Rakian'a hâkim ve Azerbaycan'ı elinde tutan Azad
hana gelince, Gürcistan prensi Tahmuras'la sürekli savaş halindeydi. Süvari
birliğinin başında Erzencan ve Sul-taniyah'a karşı bir sefere girişen Paşası
Musa han, Engu-run'da hüküm süren Gurbistu hanın oğlu han Safî Yar
tarafından tam bir yenilgiye uğratıldı.
Tiflis'li Tahmuras ve oğlu Heraklius, Kakhetlerin prensleri
(119) 15 Receb 1165 (20 Mayıs 1752) tarihli Hatt-ı Şerifin tercümesine
bakınız; 30 Receb (13 Haziran) tarihli ve aynı mânâda bir diğeri
Penkler'in raporunda bulunmaktadır.
(120) «Onlardan sonra iki kral var, birinin adı İsmail Şâh, ondokuz yasında, Şâh Hüseyin'in kızının oğlu...» Ali Paşa’ınn Penkler'e mektubu, 1 Ekim 1751 tarihli mektup.
OSMANLI TARİHİ
163
olarak Gürcistan'da han Leşgi Seki ve Hacı Çelebi'ye (121) karşı
savaş halinde bulunuyorlardı. Özel kinlerini tatmin etmek için,
Karacadağlı han Leşgi, Genceli Kör Kâzım, Şâhverdi ve Covanşir
aşiretinin reisi Saruveli Penah Tahmuraş hanla birleştiler. Fakat, ordu
Berdaa'da Kur nehrinin taşmasından durduğunda, Tahmuraş,
kendisine candan bağlı olan han Leghisleri ordusuna şüpheli kişiler
durumunda gösterip onları tutuklattırdı. Birkaç gün sonra Gence
üzerine yürüyerek muhasara altına aldı. Hacı Çelebi, Tahmuras’ın
siyaset bakımından hiç de akıllıca olmayan bu davranışından
yararlanarak, altıbin askerin başmda Kur nehrini geçti, Üçtepeler
yakınında aniden Gru-zi ordusuna saldırdı, mağlûbiyete uğrattı ve
firara mecbur etti (Ağustos 1752 - Şevval 1165). Bu zaferden sonra,
diğerleri arasında, Gürcistan'ın Türkmen aşiretleri olan Timorciler ve
Ha-sanlular galibe itaatlerini bildirdiler. Aradan henüz bir ay geçmişti ki, Tahmuraş, Hacı Çelebi ile savaşmak üzere Tiflis, Kakhetiler, birkaç bin Çerkeş ve Gürcistan eyâletinden gelme birliklerden
meydana gelen bir ordunun başında göründü (4 Eylül 1752). Hacı
Çelebi ordusunu üç savaş birliğine ayırdı. Bunlardan birimcisi Tiflis
birlikleriydi, ikincisi Kakhetilerle, üçüncüsü Çerkeslerle savaşmak
emrini almışlardı. Cereyan eden savaşta Hacı Çelebi kesin bir
yenilgiye uğradı. Tahmuraş, o andan itibaren İran hükümdarı olarak
eski hanedandan taht iddiasında olan bir prensi kabul ettirmek
tehditlerini harekete geçirdi. Kendisine yardım eden birlikleri
memleketlerine gönderirken, yağmacılıkları ve yıkıcılıklarıyla bir
düşman ordusundan fazla memlekete zarar veren Çerkesler,
Kazakların Türkmen aşiretleri ve Bortşalular affedilmelerini
dilediler, Tahmuraş son sefer sırasında sebeb oldukları zarar ve
ziyanı tazmin etmeleri şartiyle onları affetti. Babası geçen yıl ölen
İmiret'in genç prensi, annesi ve iki amcası (122) tarafından
prensliğinden kovulduğundan beri, Ahiska'da Osmanlılardan
yardımına gelmeleri ricasında bulunuyordu. Heraklius, müteakip
ilkbaharın başlangıcında, Kazaklar ve Bortşaluların (123) şuurları yakınında Leghisleri yeniden mağlûbiyete uğrattı; diğer taraftan
Leghisler Ahiska civarını yağmaladılar ve esir ederek götüreni) İzi, f. 275. Heraklius yerine Elkere okunuyor.
(122) 4 Aralık 1752 tarihinde yazılmış mektup. Penkler'in raporu.
(123) Penkler'in aynı raporu.
164
HAMMER
dükleri oniki kadar kişiyi serbest bırakmalarını isteyen Paşa, yüzyirmi
pantalon, bir o kadar çizme ve yedi atı fidye olarak vermek zorunda kaldı.
Leghis reisleri arasında en kudretlisi olan Hacı Çelebi, Tahmuras ve oğlu
Heraklius'un hâkimiyeti altındaki toprakları, yaptığı akınlarla zarar vermeğe
devam etti. Bu akınları, kısa bir zaman önce İran Irak'ında İran tahtını
isteyecek kadar kudret kazanan Afganlı Azad hanla Şahmuras ve oğlu
Heraklius'un barışmalarına kadar sürdü. Bu yeni durum karşısmda, Hacı
Çelebi, kendini Gruzi prensine düşmanlarının düşmanı ve dostlarının dostu
olarak tanıttı (124). Afganlı Azad han gelecekteki büyüklüğünün binasını
inşâ ettiği sırada Güney İran'da başka olaylar cereyan etmekteydi.
Bahtiyarlı Alimerdan, yâni Loristan aşiretlerinin reisiyle Send aşiretinin
hanı Kerim, İsfahan'da şâh Hüseyin'in kızkardeşinin oğlu olan küçük prens
İsmail Mirza’nın İran hâkimiyeti için çekişiyorlardı. Akrabası olan
Loristan, Huveyze ve Şusteri kumandanlarının, Kermanşahan civarında
dolaşan Senghin ve Kelhur aşiretlerinin birlikleriyle kuvvetlerini arttıran
Alimerdan han Isfahan üzerine yürümeğe hazırdı. Kerim han, kardeşi
Mehmed'i birliklerinin seraskerliğine atadı ve onikibin askerle Alimerdan
hanla savaşmaya gönderdi. Kermanşahan yakınındaki Hacıâbâd kasabasına
gelince, Mehmed ağırlıklarını burada bıraktı ve yedibin kişiyle düşman
ordugâhına bir baskın yapmak üzere harekete geçti. Fakat orada öyle bir
karşılanış karşılandı ki, kendisi ve iki kardeşiyle birlikte altıbin askeri savaş
meydanında kaldı; geri kalanlar kaçıp canlarını kurtardılar. Zaferinden
mağrur Alimerdan, Kerim hanın İsfahan'la Hem edan arasında yaptırdığı ve
hazinelerini içine koyduğu tahkimli Peri hisarına karşı yürüdü; Peri hisarını
zaptetti. Fakat Send Kerim Neha-vend'de tutuşduklan bir savaşta, büyük bir
kısmı Alimerdan’ın saflarından kaçıp Kerim hanın sancakları altında
çarpışmağa gelen Loristan birliklerinin savaşın kaderini tâyin eden ihanetleri sayesinde hasmını yenilgiye uğrattı. Alimerdan ve İsmail han Bağdad'a
kaçtılar; orada vali Süleyman Paşa onları iyi karşıladı ve İran elçisi Mustafa
hanın evinde kendilerine yer ayırdı. Send Kerim, Peri müstahkem hisarını
geri aldı ve elçi Mustafa hanın Bağdad'daki evinde bunların sığındıklarını
öğrenince, elçinin mülklerinin bulunduğu sarayı yıkıp esir al(124) 4 Mart 1754 tarihli mektup.
OSMANLI TARİHÎ
165
dığı iki oğlunu İsfahan'a götürdü. Loristan kadısı ve iki han Bağdad'a gelip
bu üzücü haberi kendisine iletince, beraberine kendisini desteklemek
istediği taht üzerindeki iddia sahiplerin^-den prens Hüseyin Mirza'yı da
alarak alelacele İran'a hareket etti. Oğullarını kurtarmak ve Hüseyin Mirza
hakkındaki düşüncelerini gerçekleştirmek için Afganlı Azad hanı
Rumiye'den yardıma çağırdı. Azad han, Send Kerim'i Peri hisarı önünde
yendi ve kaleyi muhasaraya aldı (125). Send Kerim, Hazar denizi
kıyılarında yerleşmiş bulunan Kaçarların Türk aşireti reisi Mehmed
Hüseyin handan yardım ricasında bulunmak zorunda kaldı. Azad han
tarafından Kavin civarında yenilen Send Kerim, Isfahan ve Şiraz'ı terk edip
İran'ın yüksek ve münbit vadilerini, eteklerinden başlayarak Germasir veya
sıcak bölge denilen ve İran körfezine kadar uzanan çorak araziden ayıran
büyük dağ silsilesinde sığınacak bir yer aramağa mecbur oldu. Talihin
tersine dönmesinden ve askerlerinin kendisini ter-ketmelerinden o kadar
maneviyatı bozulmuştur ki, anlattıklarına göre, Germasir'e (çorak bölge)
hâkim sıra dağlardan birinin zirvesini oluşturan tepede bulunan Hişt
kasabası reisi Rus-tem han, kendisine dar Kenne geçidine girdiğinde Azad
hanın ordusunu yenmenin ne kadar kolay olacağını anlattığı sırada
Hindistan'a kaçmak üzeredir. Azad han, Hişt'e varmak için ordusunu Kenne
dar boğazından geçirmek zorundadır.
Kenne geçidi iki mil uzunluğundadır. Zirvenin etrafında dolanan yol
çoğu yerlerinde iki kadem genişliğindedir. Rustem han, bu yola hâkim olan
çıkıntılı tepelerin zirvesi üzerine askerlerini mevzilendirdi; bu sırada Send
Kerim de düşmanı alt vadide beklemekteydi. Azad hanın birlikleri boğaza
girince, dağlı savaşçılar öldürücü bir tüfek salvosu başlattılar. Kargaşalık
son haddini buldu ve kesin bir yenilgiye uğrayan Azad han, kısa bir süre
önce bir kaatilin hançer darbesi altında hayatını kaybeden Alimerdan han
gibi, Bağdad'a kaçmak zorunda kaldı. Orada ümit ettiği yardımı değil,
cömert bir himaye bulduğundan, Gürcistan prensi Heraklius'u kendi
dâvasına kazanmağa çalıştı, fakat başarılı olamadı. Daha sonra, bu gezginci
hayattan yorgun düştüğünden, gidip galibinin mürüvvetini diledi., Send
Kerim, onu tehlikeli bir düşmanken sadık bir dosta dönüştüren büyük bir
iyilikle karşıladı.
(125) Vasıf Tarihi, s. 21, İstanbul'da 1219 (1804)'da basıldı.
166
HAMMER
Azad hanın mağlûbiyetinden sonra Kerim hanın çarpışacağı
düşmanların en tehlikelisi bugün İran'da hüküm süren hanedanın
kurucusu olan Kaçarlar'ın reisi Mehmed Hüseyin handı. Nâdir Şâh'ın
ölümünden sonra İran tahtını ele geçirmek için aralarında çekişen
oniki şefin mücâdelesini tam anlamak bakımından, bu şeflerin bağlı
bulundukları aşiretler üzerine ve bu şeflerden bazılarının Safevîler
hanedanı saltanatı sırasında ki hâkim tesirlerine ve milletin bütününe
kendi hâkimiyetlerini kabul ettirme yolunda sarfettikleri gayretlere
bir göz atmak gerekmektedir. Şâh Hüseyin'in kızkardeşinden olma
veya böy-le oldukları iddiasında bulunan prensler, Şahruh Mirza,
İsmail Mirza, Hüseyin Mirza ve Safi Mirza, yalnız bunlar, taht üze
rindeki iddialarını Safevi ailesiyle akrabalıklarına dayandırabile-cek
durumda bulunuyorlardı; ötekiler sadece kudretli aşiretlerin reisleri
durumundaydılar. Kandahar'da Ahmed han ve Azerbaycan'da Azad
han, İran'da Safevîlerin hâkimiyetine son vermiş olan Afganlılar
aşiretine mensup bulunuyorlardı. Alimer-dan, Loristan'da Bahtiyarlar
aşiretinin reisiydi; Kerim han, Send Ali Kulihan aşiretine kumanda
ediyordu; Nâdir Şâh'ın diğer akrabaları Efşarlar aşiretindendi ve
Mehmed Hüseyin han Kaçarların başında bulunuyordu. Bu duruma
göre, Safevî ve Afganlılar reislerinin Efşar ve Kaçarların Türkmen
aşiretleriyle, Bahtiyar ve Sendlerin İran aşiretleriyle mücâdele
ettikleri görülüyor.
Kızlarağası Beşir'in ölümünden hemen sonra ve her yıl Şevval
ayının ilk günlerinde halka Sultan'ın ulemâ (126) görevleri, divan
(127) efendileri ve kubbe vezirleri (128) yönünden tercihlerini
bildirmek bakımından yayınlanan üç listede çoğunlukla eski
görevlilerin mevkilerinde kalmaları uygun görüldüğü halde, bazı
nâzırlıklardaki büyük değişiklikler daha sonra yapıldı. Bunların en
önemlisi Kâhya bey Mustafa Nazif Efendi'nin İran'a elçi olarak
gönderilip İstanbul'dan uzaklaştırılmasıydı. Daha önce, Nâdir Şâh
döneminde yine elçi olarak İran'a gönderilmişti ve beraberinde
İmparatorluk tarihçisi Râşid Efendi vardı; bu sefer yalnız gidiyordu.
Onun yerini tersane emini Mustafa Bey aldı ve tersane emînliğine
Reisefendi Mustafa'nın muh(126)
(127)
(128)
Tevcihâtı ilmiyye. İzi, f. 285. Vasıf, s. 11 ve 20.
Tevcihi divâniye.
Tevcihi Vüzerâ.
OSMANLI TARİHİ
167
teris ve zengin damadı Bekir Efendi getirildi. Merhum Kapdan-ı derya
Süleyman Paşa’ınn oğlu olan Kapdan-ı derya Mehmed üçüncü tuğu elde
etti. Rumeli ve Anadolu Kadıaskerleriyle İstanbul kadısı, aralarında
memuriyet değişimi (becayiş) yaptılar. Sultan'ın saraydan uzaklaştırdığı
hazîne dairesi kalemi reisi, vali olarak Tırhala'ya gönderildi, bu tâyinin
sebebi Veziri-azam’ın onu kendisine rakip olarak görmesiydi (129).
Orsova muhasarasında kahramanca mukavemet gösterdikten sonra, Belgrad
anlaşmasının hemen peşinden Veziriazam olarak Avusturya ile sınırları
düzenleyen ek anlaşmayı imzalamış olan eski Veziriazam Kör Ahmed Paşa
vefat ettiğinden, Sultan, ondan boşalan valiliğe Kahire valiöi eski
Veziriazam Abdullah Paşa'-yı, Mısır valiliğine de yine bir eski Veziriazam
olan Mehmed Paşa'yı atadı. Şeyhülislâm Esad Efendi (130) de kısa bir süre
sonra öldü (10 Ağustos 1753 - 10 Şevval 1166). Yukarıda sözünü ettiğimiz
ilmî eserlerden başka, vakıf olarak kurduğu medrese ve mektepler bıraktı;
müverrih Vasıf'a inanmak gerekirse, musiki bilgisinde Farâbî'nin yanında
yer alıyordu ve hitabet ilmi bilgini olarak da Veysi ve Nâbi Efendiler
düzeyindeydi.
SULTANİN İNŞÂATLARI VE ZİYARETLERİ
Veziriazam Mustafa Paşa o sırada, Eyûb (131) yakınındaki Otakçılar
köyünde bir Nakşibendî tekkesinin inşâsı işiyle meşguldü. Oraya şeyh
olarak, Suriye seyahatinden döndüğünden beri Galata'da barut deposu
arsası üzerinde bir cami yaptırmak üzere hükümetten bu iş için gerekli
parayı temin etmişti; bu şeyh, kurşun deposunun, Bizans'ın Araplar
tarafından yedi yıl süren muhasarası sırasında Benî Ummeiye tarafından
Bizans'-da yaptırılan ilk caminin (132) yerine yapıldığını keşfetmiş ol(129) Penkler ve Desalleurs onun Veziriâzamlık makamına getirileceği
kanaatindeydi.
(130) Şamahşeharî'nin Abdulmümin Asfahanî'nin Altın Yapraklar'ına
nazire olan Altın Kilerler adlı eserini manzum olarak tercüme etti.
(131) Vasıf, s. 15. Hüseyin Ayvansarayî'nin Camilerin Bahçesi adlı eserinde 39. Eyûb dinî binası.
(132) Bizanslılar bu mahasaranın gerçek olduğunu *abul ediyorlar, fakat
Vâsıfr muhasaranın şehrin Araplar tarafından zaptedildiğini söyleyecek kadar ileri gidiyor.
168
HAMMER
duğu iddiasındaydı. Bilindiği gibi, Arapların (133) bu şiddetli
muhasarasına Bizans dayanabilmişti.
GALATA SARAYI KÜTÜPHANESİNİN AÇILMASI
Bu aynı şeyh, Medine ve Mekke'yi kısa süre önceki ziyaretinde, bu
kutsal şehirlerin ilkinde, Hz. Peygamber'in babasının mezarını keşfetmişti.
Sultan'ın dindarlığının gayretiyle, ce-sedden kalanlar muhteşem bir tabuta
konmuş ve son derece pahalı bir örtüye sarılarak, Medine camiinde
mü’ıninlerin saygılarına muhatap kılınmıştı. Sultan Mahmud dinî
görevlerine dâima sadık kalmıştı. Ayasofya ve Fâtih camilerinde Buhâri
tefsirleri okuma kürsüleri kurmuştu ve okuyucuları ziyaretleriyle teşvik
etmeği bir görev saymıştı. Bununla beraber, dini görevlere bağlılığı, onu
dünya zevklerinden uzaklaştırıp vaz geçirmiyordu. Sultan, kendi gezintileri
için tersanede inşâ edilen muhteşem bir yatın denize indirilmesi töreninde
hazır bulundu; kısa bir süre sonra bir savaş gemisinin tezgâhlardan denize
indirilişinde her zaman tekrarlanan töreni şereflendirdi; denize indirilen
gemi üç güverteliydi ve «Anka-yı Bahr» adı du alar okunarak kondu.
Veziriazam ve diğer nazırlar çıplak ge minin Sultan'ın bakışlarını rahatsız
edeceğini düşündüklerinden içini rengârenk kumaşlarla süslemişler, alay
bayraklarıyla donatmışlardı. Sultan, huzurunda yeni yangın tulumbalarının
denemelerini yaptırdı ve .bunları maksada uygun buldu. Bunlar, bir taraftan
uzak çeşmelerden bile hortumları vasıtasiyle su alıp bir yandan da ateşe su
sıkmağa devam edebildiklerinden eskilerden üstündüler. Ayrıca,
hortumlarının elastikiyeti istenen yönde ve yanan evin girilemeyen
köşelerine su sıkmak imkânını sağlamaktaydı. Yangınların her
zamankinden daha sık görül düğü payitahtta bu türlü ilerlemeler
zorunluydu (134). Polisin teşkilât bakımından durumu parlak sayılmazdı.
Veziriazam pâ
(133) Camiler Bahçesi: Kurşunlu Mahzen Camii: bu cami, Galatadakilerin yedincisidir; Şeyh rüyasında kurşun mahzenini ve orada
gömülü müslüman muhasara şehitlerinin mezarlarını görmüştür.
(134) Bu yangınlardan biri Yenikapu Langa semtinde 9 Cemâziyül'evvel
1167 (4 Mart 1754); bir diğeri Ayakapu'da; bir diğeri aynı yılın 7
Ramazan (28 Haziran) ve üçüncüsü tbrahimpaşa Hamamı yakı
nında; dördüncüsü 5 Muharrem 1168'de (22 Ekim 1754) üzuncarşı'da çıktı.
OSMANLI TARİHİ
169
yitaht polisinin ıslâhını bizzat ele aldı. Çarşıdaki bir mağazanın damına
tırmanıp içeriye girmek için pencereyi kıran bir hırsız yakalanarak asıldı.
Veziriazam Mustafa Paşa'nın devletin asayiş ve refahını sağlamak yolunda
gösterdiği ihtimam, dahilî idarenin bütün diğer dallarına kadar uzandı.
Veziriazam tersaneyi, dökümhaneleri sık sık ziyaret ediyor, sırasıyla tezgâhları, fabrikaları birer birer teftişten geçiriyordu. Sultan tarafından Galata
Sarayı yanında yeni inşâ ettirilen kütüphane, eski saraydan alınan kitaplarla
zenginleştirilip süslendi. İmparatorluk eski sarayından bu kitapların
nakledileceği gün, Galata Sarayı ağası, bunları devralmak için bütün saray
baltacıları ve subaylarının başında, İmparatorluk eski Sarayı'na gitti.
İmparatorluk Silâhdârı, yeni kütüphanenin hocası, beyzadeler odasından üç
hoca Cprofesör), Kur'an okuyucuları imamı, Mekke ve Medine dinî
vakıfları müfettişleri, kütüphanenin idarecisi ve kâtibi, bütün beyzadelerle
otuz hoca yardımcısı, binanın büyük salonunda toplandılar ve Kur'an'dan
on âyet okundu; hazır bulunanlardan biri, Kur'an'ın birinci sûresini Beydâvi tefsirine göre izah etti. Bu vesileyle kütüphanenin sağında ve solunda
yaptırılan çeşmelerden, bu binaya sık gelenlerin her an cismâni ve zihni
susuzluklarını giderebilecekleri anlatılmak isteniyormuş gibi, su yerine
nefis bir şerbet aktı. Açılıştan altı gün sonra Sultan, Kur'an okunmasında
hazır bulunmak üzere kütüphaneye gitti.
Galata Sarayı kütüphanesine bu ziyareti, Sultan'ın halk arasında
muhteşem görünüşlerinin sonuncusu oldu. Birinci Mah-mud, saltanatını,
biri Ayasofya, diğeri Valide Camilerine bağlı iki kütüphane kurmak
suretiyle başlatmış, bunlar onun saltanatının başlangıcının işareti olmuştu:
Saltanatını, beyzadeler Galata Sarayı kütüphanesini açmakla sona erdirdi.
D E P R E M
Bir süreden beri sağlık durumu ciddî bir şekilde bozulmuştu; bir yıl
içinde iki payitahtı, İstanbul ve Edirne'yi temellerinden sarsan iki deprem,
üzücü olayların habercileri şeklinde yorumlanmıştı. Geçen yılın Ekim
ayında son derece şiddetli bir deprem az kalsın Edirne'nin saray ve
camilerini yerle bir edecekti. Halihazır yılın 2 Eylülünü 3'üne bağlayan
gece, İstanbul'da ondört yersarsıntısıyla karşılaşıldı; şehir surlarından bir
170
HAMMER
bölümü, Yedikule adıyla anılan hisarın bir kulesi bu gece yıkıldı (135).
Payitahtın en güzel ve en eski iki camisinin, Aya-sofya ve Fâtih camilerinin
duvarlarında büyük çatlaklar meydana geldi, elli veya altmış kişi yıkılan
evlerinin altında kalarak hayatlarını kaybetti. Sultan, İslâm geleneğine
uygun olarak, camilerde topluca depremler, ay ve güneş tutulmaları gibi
olağanüstü hâdiseler sırasında okunan duaların okunması emrini verdi.
Zemini hâlâ sallanan çatlamış duvarları arasından depremle alâkalı ilâhî
sûreden okunan duanın göğe yükseldiği duyuldu: «Yer sıkıntıdan titrediği
ve kendisine sıkıntı veren yükü uzağa atmak istediğinde, insanlar kendi
kendilerine "Daha neye muhtacız?" diye sorduklarında, sarsıntılar onlara
cevap verir, vb.»
Fâtih Camii'nin çatlayan duvarları, Yedikule'den bir burcun ve şehrin
en eski yolunun yıkılması, Osmanlıların bâtıl itikatlara inanan zihinlerinde
ancak ilim alanında veya devlet ileri mevkilerinde bulunan bazı kişilerin
mevkilerinden düşmeleri veya ölümleri kehânetine yol açabilirdi.
Gerçekten de, Sultan-ahmed Camii Hafızı ve başimamı Yusuf Efendi'nin
depremden altı hafta sonra vefat etmesi, kehânet hususundaki genel inancı
kısmen doğrular göründü (14 Ekim 1754 - 26 Zilhicce 1167). Veziriazam
Çorlulu Ali Paşa'nın lalası olan Yusuf Efendi, Buhâri geleneği
kolleksiyonunun geniş bir tefsirine teşebbüs etmişti; yirmiyedi yıl süren
çalışmadan sonra eserini Sultan'a sunduğunda, Sultan tarafından bin duka
altını hediye edilmek suretiyle mükâfatlandırıldı ve büyük hacimli eseri,
Sultan Mahmud'un Fâtih Sultan Mehmed Câmii'nde kurduğu kütüphaneye
koyduruldu. Eserin kütüphaneye konulduğu gün, Birinci Mâhmud, Yusuf
Efendi'yi çağırttı ve huzurunda kendisine yeni bir hediye olarak altıbin
kuruş verdirdi. Bu çok kıymetli şerhten ayrı olarak, Yusuf Efendi Beydâvî
şerhi üzerine tefsirler yazdı ve Müslim gelenekleri kolleksiyonunun bütün
ilk yansını şerhetti; fazla olarak, Gelenek'den (136) alınmış birçok mevzu
üzerine yazılmış yirmi ilmî eser, birçok ilimler üzerine kaleme alınmış
(135) Penkler'in raporu 2 Eylül gece onbirde demektedir. Vasıf 15 Zilkade
1167 diyor; bu farkın zahirî olduğunu sanıyorum ve 15 Zil-kade'nin
2 Eylül'de güneş battıktan sonra başlamasından ileri gelmektedir.
(136) Hiyalî, Kara Davud, Edâb, Mirî ve Kazimir'in eserleri üzerine yorumlar.
OSMANU TARİHİ
171 •
yırmîyedi risale bıraktı; nihayet, Hilmi mahlasıyla (takma ad)
Türk ve Fars dilinde birçok dinî (137) şiir yazdı. Ömrünün alt
mış yılını hocalık, Sultan Camilerinde imamlık görevlerinde
doldurarak sekseniki yaşında vefat etti. Onu mezarında takibeden Sultan Mahmud'un iki ay sonraya rastlayan ölümü, dep
remden çıkarılan kehânetin doğrulanmasını tamamladı. Zaten
çok hasta olan
Mahmud, bu durumuna rağmen cuma namazını kılmak üzere camie gitmek istedi (13 Aralık 1754 - 27 Sefer 1168).
Gerektiğinde hükümdarı tutmak imtiyazına sahip si-lâhdâr ve diğer
Ağalarla Omuz veziri durumunda bulunan devlet ileri gelenleri tarafından
güçlükle ata bindirilip eyer üstünde tutularak (138) camie götürüldü.
Camiden dönüşünde, saraya girilen dış kapı altında son nefesini verdi.
İmparatorluk sarayının topları ve minarelere çıkarılan münâdiler kardeşi, II.
Mustafa'nın oğlu Üçüncü Osman'ın tahta çıktığını payitahta ilân ettiler.
BİRİNCİ MAHMUD VE ŞEYH YUSUF'UN ÖLÜMÜ
Bu adla tahta çıkan hükümdarların birincisi olan Sultan Mahmud'un
uzun saltanat dönemi (yirmi dört yıl sürmüştü), genellikle mutlu geçmişti.
Bu dönem, Osmanlı İmparatorluğu tarihinde Birinci Mahmud'un başında
bulunduğu idarî işlerdeki yumuşaklık ve Belgrad barış anlaşmasını
imzalamaktan kazandığı parlak başarı ile seçkin bir yer almaktadır.
Ayasofya, Fâtih, Valide Camii ve Galata Sarayı'nda kurduğu kütüphanelerle milletinin minnettarlığını kazandı. Saltanatı döneminde makama
gelen onaltı Veziriâzam'dan ilk onikisi, kendisine kudreti her şeye yetişen,
Pâdişâhı ve İmparatorluğu ortaksız yöneten seksenlik Kızlarağası Beşir
tarafından takdim edilmişti; diğer dördü genç Kızlarağası Beşir'in âletleri
idiler ve onun sonsuz kudretini kötüye kullanmanın cezasını Kızkulesi'nde
can vermek suretiyle çekmişlerdi. Bu verirler çokluğu arasında hepsinden
fazla, merd ve gözünü budaktan sakınmayan şövalye ruhlu, Kerkük'de
Nâdir Şâh'a karşı verdiği savaşda şehid düşen Topal Osman Paşa ile iki
defa Veziriazam olan ve İmparatorluğu nâdir rastlanan bir bilginlikle idare
eden Hekimoglu Ali
(137) İlahiyat, yâni ilâhî olanlar.
<138) Koltuk vezirleri. Bakınız: Osmanlı împaratorluğü'nun Teşkilât ve
İdaresi, c. II, s. 11 ve 61. Bunların sayıları sarayda oniki idi.
172
HAMMER
Paşa parlamışlardı: Bunların her ikisi de İmparatorluğun gerçek temel
sütunları idiler. Sultan Mahmud'un saltanatı döneminde, Dahiliye ve
Hariciye Nazırları, Avrupa hükümetleri nez-dinde görev yapan veya
Bonneval tarafından Avrupa olaylarının durumu hakkında aydınlatılan
kütün elçiler Bâb-ı Âlî'nin dış politikası üzerinde çok büyük ölçüde tesir
sahibi oldular. Bunların arasında son Avusturya ve Rusya ile sınırları
düzenleyen ve bir yıl boyunca Veziriazam sıfatiyle devleti idare etmiş olan
Mevkuf atçı Mehmed Paşa; Viyana elçisi ve bütün Avrupa'ya ıztırap veren
savaşa son vermek için Bâb-ı Âlî'nin aracılığını teklif etmiş olmasiyle
tanınan Mustafa Efendi; Rusya, Avusturya ve İran'la girişilen bütün
müzâkerelerin ruhu Mehmed Râgıb; önce Fransa krallığı katında elçi, sonra
İsveç ve Rusya'da elçilik görevini yürüten ve daha sonra Dahiliye
Nazırlığına getirilen Mehmed Said ve nihayet o sırada Reisefendi görevinde
bulunan Nailî Abdullah Efendi, bu büyük ölçüdeki tesiri yeterince temsil
ettiler. Bu saydıklarımızdan sondan üçü, yeni Pâ dişâh Üçüncü Osman
döneminde Veziriazam oldular. Sürekli makam değiştirmelerine rağmen, bu
devlet adamları, devletin en vahim çıkarları üzerinde, divan kararları
üzerinde, meşru bir tesir sahibi olarak seslerini duyurmaktan geri
kalmadılar. On lar tarafından idare edilen Bâb-ı Âlî, Avusturya ve Rusya ile
Belgrad barış anlaşmasını imzalamış ve Fransa ile bağları sağlayan
kapitülasyonları yenilemişti ve İsveç ile bir ittifak anlaşması
gerçekleştirmişti; Nâdir Şâh'la barış anlaşması, Napoli ve Toskan ile
dostluk anlaşmaları onların gayretleriyle mümkün olabilmişti. Birinci
Mahmud saltanatı Osmanlı diplomasisinin en parlak dönemidir: Bu dönem
birçok elçilikler oluşturulması, mesut sonuçlara götüren müzâkereler,
devlete sınır genişlemeleri kazandıran anlaşmalarla seçkinliğini
ebedîleştirmiştir. Sul-tan'ın halkının bilgisini arttırmak ve medeniyetini
hızlandırmak için sarfettiği gayretin şahidi dört yeni kütüphanedir ve bu
gayret tarihin haklı övgülerine lâyıktır. Birinci Mahmud'un saltanat
dönemini bu görüş açısından ele alan Avrupalı tarihçi, takdis edilmiş
anlamına gelen adına imâda bulunarak, kendi övgülerini, onun hâkimiyetini
hayırsever ve mutlu (139) olarak düşünen millî tarihçilerin övgüleriyle
birleştirecektir.
(139) Mahmud saad essuoud, yâni Mahmud yıldız, mesut yıldızlar arasında en mesut olanıdır.
YETMİŞİNCİ KlTAP
III. Osman'ın tahta çıkışı. —- Şeyhülislâm ve Veziriâzam'ın azli. — Hekimoğlu Ali Paşa'nın Vezâretiuzmâ makamına getirilmesi ve azliyle yerine
Nailî Abdullah Paşa'nın getirilmesi. —• Reisefendi*nin kabalığı. — İstanbul'da yangın. — Veziriazam
Nişancı Ali Paşa'nın idamı. — Mısır ve Ermenistan'da karışıklıklar. — Cezayir Beyi'nin öldürülmesi. — Avusturya, Rusya, Polonya ve İngiltere elçilikleri ve Prusya'dan bir murahhasın gelişi. — Nuri
Osmânî Camii. — Bir göktaşının görünmesi. — Veliyeddin'in kabalığı. — İki Veziriâzam'ın birbirini
takiben değişmesi. — Sultan Osman'ın ve ünlü kişilerin ölümü.
III. OSMAN'IN TAHTA ÇIKIŞI
ULTAN Üçüncü Osman'ın tahta çıkışı, benzeri olaylarda harekete
geçirilen bir ihtişamla gerçekleştirildi. Sarayın şehzadelere mahsus
dairesinde yanm asır kapalı kaldıktan sonra, tahta çıkmak için
mahpesinden alındı. Babası II. Mustafa'nın aym mahpesten çıkışım ihtilâl
çabuklaştırmıştı. Tabiat, vücut ve yüz yapısı bakımından Osman'a karşı
lutûfkâr davranmamıştı; yüzü etli ve kaba çizgiliydi; başı, boynu olmadığı
söylenebilecek durumda olduğundan, biri ötekinden daha yüksek olan
omuzları arasında hemen hemen kaybolup gitmişti ve bu şekil bozukluğunu
kardeşi I. Mahmud'la paylaşıyordu. Ciddi ve becerikli olmaktan uzak bir
mizaca sahipti, fakat kan dökücü değildi. Uzun süre dâiresinde kapalı
kalması ve dış hayata ait herşeyden uzak kalması ve faal hayata geç girişi,
mizacında asabîliği kökleştirmiş ve ona hükümdarlarda, yakın seleflerinin
yaptığı veya yapmak istediği herşeye karşı uygunsuz korunmalara
başvurma davramşını arttırmıştı. Kardeşinin yapmış olduklarım
beğenmemeğe ve onunkilere zıd zevk ve anla-
S
174
HAMMER
yısa sahip bulunduğunu göstermeğe hazır bir tavır içinde göründüğü halde,
hiçbir hususta hemen yeniliklere başvurmaktan sakındığından, bunun
delilini iki başlıca devlet adamını, Veziriazam ve Şeyhülislâm'ı yerlerinde
bırakmakla verdi. Tahta çıkışının beşinci günü, annesi (merhum Sultan
başka anadan doğmaydı), önüne ve arkasına iki at koşulmuş ve ilerisinde
yaşlı sultanın kâhyası ile Kızlarağası’nın yürüdükleri, muhafız birliği ve
saray hadımlarının etrafında ilerledikleri bir tahtırevan içinde eski saraydan
imparatorluk sarayına getirildi (1). Gelenek hâlinde uygulanan süreden dört
gün gecikilmiş olarak, saltanatının dokuzuncu (2) günü törenle kılıç
kuşanmak üzere, Osman, Eyûb Camii'ne gitti (19 Aralık 1754 -14
Rebiul'evvel 1168). Eyûb'a giderken camiin yanındaki yedinci Osmanlı
hükümdarının, yâni Fâtih Sultan Mehmed'in türbesini ve Osmanlı Pâdişâhlarının yirmidördüncüsü Birinci Mahmud'un kurduğu kütüphaneyi
ziyaret etti. Kendisine kütüphaneyi değerlendiren Birinci Mahmud'un
elyazısı Kur'an'ı gösterildi; on âyet okudu.
ŞEYHÜLİSLÂM VE VEZİRİAZAMIN AZLİ
Camiden saraya dönüşünde, cülus diye adlandırılan vergiden, yâni
kanuna göre, timar ve zeamet sahiplerinin gelirlerinden, devletin aylıklı
memurlarının maaşlarından yapılan kesintiden vazgeçtiğini bildiren bir
Hatt-ı Şerif kaleme aldı. Bu ver gi, o zamana kadar, Pâdişâhların tahta
çıkışlarında alınmıştı. Askere dağıtılan cülus bahşişi ikibin üçyüz
yetmişdört kese tuttu (3). Üçüncü Osman'ın tahta çıkışını kuzey sınırları
komşu devletlerinin hükümdarlarına bildirmek üzere elçiler görevlendirildi.
Mabeyinci ve eski hazinedar Zistovlu Mehmed Ağa Polonya'ya; eski
mühürdar ve daha sonra silâhdar kâhyası olan İzzet Ali Paşa, Derviş Ağa
ile birlikte Rusya hükümet merkezi Saint-Petersbourg'a hareket ettiler;
nihayet eski devlet şûrası ikinci reisi Halil Efendi haberi Viyana'ya
götürmekle görevlendirildi. Her üç elçiye de Sultan'ın sahavet eseri olarak,
hareketlerinden önce hü'atler verildi. Sultan Osman'ın hükümetinin
(1) Vasıf, s. 43. Kılıç kuşanmadan önce tahta çıkışının beşinci günü;
Andreossiy'nin (İstanbul ve Boğaziçi) ifade ettiği gibi 10'uncu veya
14'üncü günü değil,
(2) Muradca d'Ohsson, VII, s. 125.
(3) 1,197,000 kuruş. Vâsıf, s. 43.
OSMANLI TARİHİ
175
ilk icraatı, doğrudan doğruya Pâdişahdan gelen bir düşünceyle bir
buyrultu yayınlanarak bütün içkili eğlence yerlerinin kapatılması,
kadınların sokakta dolaşmalarının günlere bağlanması ve reayanın
kıyafetlerinin düzenlenmesi oldu. Bu tedbirlerden ilki, kabarelerden
haraç alan Yeniçeriağası, bostancıba-şı, topçubaşmm gelirlerini
azaltıyor, bu yüzden de homurdanmalara yol açıyordu. Pâdişah'ın
kendisine gezinti günleri olarak ayırdığı perşembe, cuma ve pazar
günlerinde kadınların sokağa çıkmalarını yasaklıyordu. Padişah,
yarım asır boyunca içinde yaşadığı yalnızlığın cezasını kadınlara
çektirmek, harem dâiresinin müstebitçe âdetlerini bütün şehire
yaymak istiyor gibiydi. Burada, Osmanlı sarayının doğu
müstebidliğinin garabetini ortaya koyan bir diğer âdeti üzerinde
durmak gerekir: Sultan harem dairesine gittiği vakit ayağında, altında
gümüş kabaralar çakılmış potinler vardır; bunun sebebi, adımlarının
koridorun Malta taşları üzerinde yankılar yapıp kadınlara ve
cariyelere uzaktan hükümdarın orada olduğunu bildirmek ve onlara
odalarına çekilme zamanını ihtar etmek içindir; zira Sultan’ın
beşyüzden fazla kadını ve cariyesi olduğundan, bunlar hep bir arada
bulunurlarken, biri istenmediği takdirde, bu hal Sultan için can sıkıcı
olur. Bu kadın ve cariyelerden hiçbiri, çağırılmadan hükümdarın
karşısına çıkmak cür'etini gösteremez; ne de cazibesiyle onu elde
etmeğe kalkışabilir. Reayanın giyinişi hususuna gelince, Sultan eski
düzenlemeleri yenilemekle yetindi. Sultan’ın kendisi tarafından
yazdırılan bu üç emir, yayınlandıktan sonra uzun süre yürürlükte
kalmadı. Zira İstanbul'da olduğu gibi, başka şehirlerde de,
emirnamelerden çoğunun ancak öğleden saat bire kadar devam
edeceğine dâir bir darb-ı mesel vardır (4). Şarap evvelce olduğu gibi
satıldı; yalnız daha fazla temkinli davranılıyordu. Kadınlar hiç kimse
tarafından azarlanıp incitilmeden, yasak denilen günlerde sokağa
çıkabildiler. Sultan da buyrultusuna aykırı giysiler kul-lanan reayaya
karşı aldırış etmedi. Sultan Osman, ağabeyisi Sultan Mahmud'un
teveccüh ve iltifatlarından yararlanmış olan şarkı söyleyicileri, musiki
erbabım, yakın nedimlerinin bir kısmını eski saraya göndererek, bir
kısmını da Mısır'a sürgüne göndermek suretiyle İmparatorluk
Sarayı'ndan uzaklaştırdı. Saray camii imamları arasında yaptığı
atamalar ve görevden al(4) Öğleden ikindiye.
176
HAMMER
malar, çok önemli bir değişiklikle karşılaşılacağı tahminlerine yol açtı; bu
da Şeyhülislâmın azledilmesi olayıyla doğrulandı. Beş hafta sonra bir
azledilme olayı da Veziriâzam’ın başına geldi; böylece Mustafa Paşa
devletin en önemli görevinden uzaklaştırıldı (16 Şubat 1755 - 4
Cemâziyül'evvel 1168). Şeyhülislâmlık makamına ulemânın en yaşlısı
durumunda bulunan seksenlik Vassaf Abdullah Efendi getirildi;
Veziriâzamlık da, üçüncü defa olarak, Kütahya valiliği makamında
bulunan, siyasetindeki devamlılık ve idaredeki kaabiliyetiyle bu makamın
en lâyık şahsına, Hekimoğlu Ali Paşa'ya verildi.
Bu kış esnasında soğuk o kadar şiddetli oldu ki, limanda denizin yüzü
buzla örtüldü; Defterdar iskelesinden Sütlüce'ye yürüyerek geçildi.
İstanbul'un fethinden beri böyle bir olayla ancak bir kere, İkinci Osman'ın
saltanatı döneminde karşılaşılmıştı. Bununla beraber, Bizans döneminde
Boğaz denizi birkaç kere donmuş ve Asya'dan Avrupa'ya buz üzerinde
yürümek suretiyle geçilmişti. Arcadius'un saltanatı sırasında, deniz yirmi
gün süreyle bu durumda kalmıştı (5); Constantin Cop-ronymos döneminde,
deniz buz dağcıklarını sürükleyip getirdi; on yıl sonra (6), deniz kıyıdan
yüz kadem ötesine kadar dondu; sonra buzlar çözülmeye başlayınca, buz
dağcıkları gelip şehrin kıyı surlarını sarstı. İmparator Romanus'un saltanatı
döneminde Türkler ilk defa Bizans eyâletlerini zaptettikleri sırada, Boğaziçi tekrar buzlarla örtüldü (7); nihayet, tarihin bize öğrettiği kadarıyla,
Bizans'ın himayesindeki devletlerin akınlardan korunması için İmparator
Ducas zamanında Osmanlılarla ilk ittifak anlaşması (8) yapıldığı sırada
deniz yedinci ve sonuncu kere olarak dondu.
HEKİMOĞLU ALİ PAŞAMIN VEZÂRETİUZMÂ
MAKAMINA GETİRİLMESİ VE AZLİYLE YERİNE
NAİLÎ ABDULLAH PAŞA'NIN GETİRİLMESİ
Yeni Veziriazam Hekimoğlu Ali Paşa, Mart ayının sonuna doğru
İstanbul'un karşısına, Üsküdar'a varmıştı; ilerlemiş ya(5)
(6)
(7)
(8)
Chronicon Paschale, s. 400.
703'de, Theophanes.
928 ve 934'de Simon Lagotheta.
1232'de Acropolita, 37. Niceph Greg, II, 5.
OSMANLI TARİHÎ
177
sına ve kışın şiddetli geçmesine rağmen, Trabzon'a kadar gitmiş ve orada
haseki kendisine Mührü Hümâyunu vermişti (27 Mart 1755 - 13
Cemâziyürâhir 1168), Bu vesileyle, kendisine güçlükle neticelendirilmiş
tarihçe beyitlerinden oluşan ve iktidara gelişini coşkunlukla öven bir yığın
şiir sunulmuştu; yazılan şiirlerden birkaçı, kendisinin iktidara dönüşünün
gelişine rastladığı baharın şerefine yazılmıştı (9).
Yeni Veziriazam tarafından yapılan değişiklikler içinde ilk önce,
zengin ve nüfuz sahibi gümrük reisi İshak’ın görev yer i n i n
değiştirilmesiyle yerine Karabağî Süleyman Paşa’ınn getirildiği Kapdan ı
derya Mehmed Paşa’ınn azlinden söz etmek gerekir. Diğer değişiklikler
devletin yüksek makam sahipleriyle eyâlet valileri arasında yapıldı. İstanbul
Kaymakamı Mustafa Paşa vali olarak Trabzon'a gönderildi; evvelki
Veziriazam’ın, kendisine Cidde valiliğini vererek İstanbul'dan
uzaklaştırdığı yaşlı ve zengin Ebubekir Paşa, karısı Safiye Sultan'ın hatırın
dan çok, sonsuz denebilecek zenginliği • sayesinde ve yaşma nürmeten
İstanbul'a çağırıldı. Saray tabibi Çelebi Mustafa, iç mesi için yemek
listesine yazdığı hoşaflar Sultan'a iyi görün memiş olduğu için gözden düştü
ve yerine ba.?ka bir tabib atan di. Önemsiz bir sebeb Baş-mirâhur Sâdık'ın
azline sebeb olmuştu: Müstebid hükümdarın atı, taşıdığı yükten
huysuzlana-rak yana doğru sıçrayıp, nerdeyse efendisini yere
düşürecek bir harekette bulunmuştu. Ulama (10), saray tabibinin yerine bir
dönmenin atanmasının sebeb olduğu hoşnutsuzluğu bildir mekte gecikmedi.
Baş-mirâhura gelince, farkına varan olmadı Veziriazam, Kahyâbey
(Dahiliye nâzın) olarak gerçekten büyük ilim sahibi Veliyeddin'i seçti.
Hocagânlar zümresinden çıkarak Suriye'de Saydâ Beylerbeyliğine
gönderilen eski defterdar Alîmi, iki tuğlu Paşalıktan vazgeçerek saraya daire
efendisi ola rak girdi. Sultan Osman, donanmanın Adalar denizine harekeli» Oğlu tarafından yazılan Ali Paşa Tarihi'nde bu şiirler 132'den 141'e kadar
dokuz sayfayı doldurmaktadır. İçlerinden en seçkinleri: Asım İsmail. Osman
Molla. Nimet. Tevfik, Re'fet. Kutbî, Fethi, Dânis. Râif. Esseyid Mehmed,
Servet Osman, Tabri, Emin, Ahmed Bey. (10) Hammer çoğul olan ulemâ
kelimesini ayrıca çoğul işaretleriyle ver inektedir. (Ç.N.)
Hammer Tarihi, C: VIII. F.: 12
178
HAMMER
tinden önce sahil köşküne gelip etek öpen ve sefer izni isteyen yeni
Kapdan-ı deryaya doksan kese ihsanda bulundu. Sultan, yeni inşâ
edilmiş ve donanım masraflarını kendisi ödediği kalyonla karşılaştığı
Malta şövalyeleri tarikatı bayrağını taşıyan üç gemiden birini batırıp
birini kaçmak zorunda bırakan ve esir eden Cafer Reis'e esir aldığı
gemiyi bağışladı ve onu bu suretle mükâfatlandırdı. Ölüm, altı ünlü
kişi tarafından doldurulan altı önemli mevkiin boş kalmasına sebeb
olmuştu. Vefat eden kişiler şunlardı: Son Dahiliye nâzın (Kâhyabey)
ve eski İran elçisi, Reisefendi Sarı Abdullah Efendi'nin yakın akrabası, Mesnevi yorumlayıcısı ve Bayramiye tarikatının şeyhlerinden
biri olan Nazif Efendi; Aynî'nin Arap Tarihini kısmen tercüme etmiş
olan Şeyhülislâm Karahalilzâde Mehmed Sâid; İmparatorluk
müverrihi ve teşrifat reisi, Vâsıf Efendi'nin hakkında şâir olduğu
kadar en iyi düzyazı yazarı hükmünü verdiği İzi Efendi; eski Dâhiliye
Nâzın, Maraş Beylerbeyi Abdullah Paşa; nihayet gazelleriyle ünlü ve
İmparatorluk müverrihinin, bir maliyeciyi oluşturan yüksek
kaabiliyetine övgülerle şahadet et tiği defterdar Serezli Behçet
Efendi. Bu sonuncunun makamı Hakim Efendi'ye verildi; İzi
Efendi'nin teşrifat reisi makamı, bu makamın eski sahibi ve bir
bayram tebriki vesilesiyle Sul-tan'a bağlılıklarım arzetmede
Yeniçerilerin önüne geçmek hatâsını işleyen ve bu yüzden de başını
kaybetmek tehlikesiyle karşılaşmış olan Akif Efendi'ye verildi. İzi
Efendi, daha sonra. İmparatorluk müverrihi sıfatını, III. Osman, III.
Mustafa ve I. Abdülhamid saltanatları dönemlerinin tarihini yazmış
olan En verî'ye bırakmış oldu. İstanbul'da basılan Vâsıf Tarihi'ne bu
eser özet olarak alınmıştır.
Geceleyin çıkan bir yangının peşinden azledilen Hekimoğ lu Ali
Paşa, kendisinin idaresine bırakılan işler hakkında daha yeni yeni
bilgi sahibi olmağa başlamıştı ve böylece Veziriazam-lığı elliüç gün
sürmüş demekti. Aslında, yangın, sadece bir vesileydi. Azlinin
gerçek sebebi, iktidara geldiği günden beri Sultan'ın gözdesi Silâhdaı
ile aralarında sürüp giden anlaşmazlıktı. Babasının biyografisini
yazan Hekimoğlu Ali Paşa’nın oğ lu Siaî, bu azilden bahsederken üç
sebeb göstermektedir; ne var ki, Osmanlılar, en çok bilgili olanları
bile, hükümdarın hareketlerini ve en tabiî hâdiseleri bile gözden
geçirirken görüş noktaları üzerinde tanıtıcı bilgi vermemeği tercih
etmektedir
OSMANLI TARİHÎ
179
ler. «Hekimoğlu Ali Paşa» diyor yazar, «azledildi, çünkü evvelâ eski
tanıdıkları, Bosnalılar onu durmadan taciz ediyorlardı; ikincisi, düşmanları
iftiralar atarak ondan Sultan'a söz ediyorlardı; nihayet, çünkü Mührü
Hümâyun'u aldığı gün yıldız falı yengeç burcunun tesiri altında
bulunuyordu ki o sırada ay üçüncü yarı kurs durumuna girmekteydi ve
bütün diğer gezegenler ona karşıydılar; çünkü kendisine Mührü
Hümâyun'un verildiği günün gecesi bir ay tutulması olayı ile karşılaşıldı ki
bu, veziriazamlar için kötü bir işarettir; çünkü onlar İmparatorluğun ayı,
Sultan ise güneşidir.»
Hekimoğlu Ali Paşa, azledilen veziriazamlara genellikle yapıldığı gibi
sarayın balıkhanesine götürülmedi, fakat derhal Kızkulesi'ne nakledildi;
karşılaştığı bu sert muamele ruhunu meş'um önsezilerle doldurmuş
olmalıydı; çünkü genç ve kudretli Kızlarağası Beşir orada feci bir akıbetle
canından olmuştu. Muhafazasına verildiği bostancı hasekisi, Ali Paşa'ya şu
»Vazife mazurdur» Arapça atasözünü (11) hatırlatarak çok hazin bir görevi
yerine getirmek zorunda olmasından ötürü kendisini affetmesini diledi. Ali
Paşa, hasekiye: «Ben çok iyiyim.» dedi, «başıma gelenlerden yakında
ölümle cezasını bulacak olan silâhdardan başka kimse suçlu değildir.»
Daha sonra, si-lâhdar başının vurulması cezasına çarptırılınca (12),
Hekimoğlu Ali Paşa'nın sözleri ermiş tarafından söylenmiş olmak değeri
kazandı. Bu arada, azledilen Ali Paşa, Kızkulesi'ne gönderildiğinin ertesi
günü affedildi ve Famagosta'ya sürgüne gönderildi. Sultan, Vezâret-i-uzmâ
yâni İmparatorluğun en yüksek iktidar makamına, gençliğinden beri bu
makamın dâiresinde görevli olarak çalışmış, Reisefendi Mustafa Tavukçu
emekli olduğunda boş kalan makama vekâlet etmiş, daha sonra teşrifat
dâiresinin başına atandığı zaman, tam bir karışıklığın hüküm sürdüğü eski
teşrifat kaidelerinde yeniliklere yen.vermiş bulunan Naili Abdullah Paşayı
getirdi (13). Sultan'ın tercihi Nailî Abdullah Paşa'yı en yüksek iktidar
makamına getirmeden Önce, Paşa birinci defterdar görevini yürütüyordu.
Bilgili, iyi yetişmiş bir kişi olan Naili, ülkesinin edebiyatında ustaydı ve
Nâdir Şâh'la yapılan müzâkerelerin anlatıldığı raporu İzi Efendi) Elmemûr maazur.
(12) Sinaî Tarihi, f. 142.
(13) Veziriazamların Biyografileri, yazan: Mehmed Said.
180
HAMMER
di tarafından İmparatorluk Tarihi/ne alındı; tamamiyle gerçekçi bir
anlayışla kaleme alınan bu raporda Paşa'nın yazarlık kaabiliyeti
görülmektedir. Bâb-ı Âli'nin İran tahtının bu mutlu gâsıpı ile yaptığı ilk
barıştan önceki müzâkerelerin anlatılışını, tarih, Râgıb Paşa'nın kalemine
borçludur.
Dâima olduğu gibi, Veziriazam değişikliğinden sonra, bir sürü atama
ve değişiklikle karşılaşıldı. Bunların en önemlisi, silâhdarın üç tuğlu vezir
rütbesine yükseltilmesiyle Sultan’ın mührünün muhafız kâtipliğine
atanması oldu; bu sıfatla divanda kubbe vezirleri arasında müzâkerelere
katılma hakkı da verilmişti. Sultan’ın gözdesi olmak durumu, ona geliri
arpalık olarak kendisine verilen Aydın vilâyeti valiliğini de asaleten kazandırdı. Şeyhülislâm Vassaf Abdullah Efendi, Eflak boyardları (beyleri)
tarafından Constantin Maurocordato'nun azledilen hospodarm tahtına
oturtulması yolunda tertiplenen entrikalara karıştığından azledilerek
makamı Damadzâde Feyzullah Efen-di'ye verildi. Fransız elçisi
Desalleurs'un şefaati, entrikacıların ağır cezalara çarptırılmalarını önledi;
Eflak boyardları ve Ma-urocordato Lemnos'a sürgün edildiler.
Başka mâhiyette çevrilen manevralar İstanbul Rum patrikhanesinde
bölünmelere, fikir ayrılıklarına yol açıyordu. Bunun sebebi, patrikin,
başpiskoposun görüşüne ayknı olarak, vaftizin tam geçerli olabilmesi için
yeni doğmuş çocuğun bütün vücuduyla vaftiz suyuna batırılması yolunda
bir görüş ileri sür-mesiydi (Haziran 1745). Bâb-ı Âlî, muhalif durumundaki
başpiskoposları kendi ruhâniyet bölgelerine göndermek suretiyle meseleyi
kestirip attı. Kırım hanı vefat ettiğinden yerine kalagay Halim-Giray, Sultan
tarafından atandı.
Veziriazam Naili Abdullah Paşa döneminde Üçüncü Osman eski
Otağcılar (halk, Otakçılar diyor) camiinin yeniden inşâsını emretti. Pâdişâh
bir gün Eyûb Sultan ziyaretine giderken bu camiin harap hâlini görmüş ve
yeniden inşâsı emrini vermişti. Ne var ki Nailî Paşa, bu inşaatın bitmiş
durumunu görecek kadar Veziriâzamlık makamında kalmadı. Tâyininden
doksanyedi gün sonra azledildi. Paşa'nın makamından düşmesi, aşağı
yukarı, eski Fransa elçisi Mehmed Said'in evvelce iki kere getirilmiş olduğu
Kâhyabeyliğe (Dâhiliye Nazırlığı) üçüncü defa atanmasiyle aynı zamana
rastladı. Nailî Abdullah Pa-
OSMANLI TARİHİ
181
şa’ınn düşmesinin sebebi, o sırada nişancı ve kubbe veziri olan silahdar
Ali'nin gözünü uzun zamandan beri İmparatorluğun en yüksek makamına
dikmiş olmasıydı (24 Ağustos 1755 - 16 Zilkade 1168)
REİSEFENDrNIN KABALIĞI
Aynı gün, dürüst, irtişa ve irtikâptan ateş görmüşcesine kaçınan, fakat
kaba görünüşlü ve kimseyle yakınlaşmayan Re-isefendi Abdi'nin
Çanakkale'ye sürgüne gönderilmesi emri verildi- Tarihçi Vâsıf, Reisefendi
Abdi'nin azlinden bahsettiği ra poruna eklediği değerlendirmede, Avrupa
yüksek sosyetesinin açık bir şekilde ayırıcı vasfını oluşturan'o uygunluk ve
politika nezâketinde Osmanlıların o zamana kadar kaydettikleri ilerlemeyi
de gözler önüne sermektedir; yazıda şöyle deniliyor: «Abdi, eski büyük
kayadan yontulmuş, insan topluluğundan kaçan ve iş münasebetlerinde
kaba davranışları olan bir kişiydi.» Abdi'nin hemen peşinden
Kızlarağası'nın azledilip Kahire'ye sü rülmesıyle karşılaşıldı. Azil ve
sürülme sebebi olarak görevlerini yerine getiremeyecek kadar yaşlılığı ileri
sürülen Kızlarağa-sının yerine, ikinci hadımağası hazinedar Ahmed atandı.
Üçüncü Osman kıyafet değiştirerek şehirde dolaşmaktan ve ayak
takımından kimselerin konuşmalarına katılmaktan hoşlanıyordu. Bu
dolaşmalarından birinde, bir gün Üsküdar yakınında bir ağaç topluluğu
altında azledilmiş yaşlı bir nâible (kadı yardımcısı) karşılaştı-, konuştuğu
kişinin kim olduğunun farkına varan ve Hekimoğlu Ali Paşa’nın dostu olan
adam, Sultan'ın affını kazanarak dostunu Famagosta'daki sürgünden
getirtmek bakımından bundan yararlandı. Nâib, Sultanla arasında geçen
konuşmayı Hekimoğlu Ali Paşa’nın oğlu ve biyografisinin yazarı Siai'ye
anlattı. Siaî, Nâib'e dersini o kadar iyi verdi ki, Üçüncü Osman'la
kararlaştırdıkları yerde buluştuklarında, Sul-tan'dan Hekimoğlu Ali
Paşa’nın geri getirilmesi müsaadesini elde etmekle kalmadı, bir kere vali
olarak bulunduğu Kahire'ye vali olarak tâyinini de yaptırdı. Sultan, bu
mesut mesajı Ali Paşa'ya götürmek üzere ikinci oğlu Galib Bey'i seçti.
Zaten Sultan Osman'ın devlet işleriyle bitip tükenmek bilmeyen alâkası
yollarda ve İstanbul civarında yaptığı gezintiler ve halkla konuşmaktan
ibaret kalıyordu. Son zamanlarda, Kur'an’ın yaz-
182
HAMMER
dığını hatırlatarak, kadınlara yalnız-kocalarının hoşuna gitmekle uğraşmak
düştüğünü ileri sürüp giyimde lüksü ve bundan böyle üstü dar, rengârenk
kumaşlardan elbise giyimini yasaklayan bir buyrultunun Sultan'dan çıktığı
doğruydu. Aynı buyrultu, vezir olmayan kimselere atlarına gümüş nal
taktırmayı, bu mâdenin elyafından dokunmuş husyelerle atların üzerini örtmeği yasaklıyordu.
İSTANBUL'DA YANGIN
Bayramın birinci gününü ikinci gününe bağlayan gece bir bakkal
dükkânından çıkan yangın, onaltı saatten daha az bir zamanda iki bine
yakın evi yakıp kül etti (12 Temmuz 1755 - 2 Şevval 1168). Tarihçi Vasıf
bu yangının ancak kısmî (14) olduğunu söylüyor; bu yangının verdiği
zarara bakarak şehirde üç ay sonra çıkan ve tarihçinin tam (*) diye
vasıflandırdığı yangının verdiği zararın nisbeti üzerinde bir fikir
edinilebilir. Otuz-altı saat boyunca yangın bütün istikametlerde yayıldı.
Bâb-ı Âli, Veziriazam sarayı ve Defterdar Kapusu'na kadar herşeyi yaktı.
Bu sarayların ve içinde mescitle ordunun çadırlarının bulunduğu
Mehterhâne'nin yeniden inşâsı çalışmalarına nezaret etmek üzere
müfettişler tâyin edildi.
VEZİRİAZAM NİŞANCI ALİ PAŞANIN İDAMI
Sultan, bir Hatt-ı Şerifle yangının yayılmasını önlemekte gösterdiği
gayretten ötürü Veziriâzam'a teşekkür etti. Bununla beraber, dört hafta
sonra azledildi ve sarayın orta kapısının altında boynu vuruldu. Aradan iki
saat geçmiş geçmemişdi ki, Sultan Osman, yalanlarla, rüşvet alarak
emirlerini uygulamayı ihmâl etmekle suçladığı gözdesini (15) feda etmiş
olmasından pişmanlık duydu. Nişancı Ali Paşa'nın doğumu karanlıktı, yâni
anası-babası pek belirli değildi; saraya alelade baltacı
(14) Cüz'i.
(*) Külli.
(15) Vâsıf şu Arabça vecizeyi zikrediyor : «Acele etme, ne yaparsan yap,
düşünerek yap; zirâ telâş insana pahalıya mâlolur. (Lâ teaceluni
liemri kunte tefaalehu ferrubemâ yuassir el insanu min acelin.)>
OSMANLI TARİHİ
183
(odun yarıcı) olarak girmiş, sesinin güzelliği sayesinde üçüncü oğlanlar
odasına müezzin olarak bağlanmıştı. Daha sonra Sul-tan'ın teveccühü onu
sırasiyle silâhdâr, vezir makamlarına yükseltti; iki Veziriâzam'ı devirdikten
sonra, Veziriazam olarak İmparatorluğun en yüksek yetki ve iktidarını
kullanmakla görevlendirilmişti. Üçüncü Osman, İmparatorluğun bu yüksek
makamına, ihtiraslı sabık gözdesinin halefi olarak, Mehmed Said Paşa'yı
seçti: Mehmed Said Paşa Paris'de Türkiye'yi elci olarak temsil etmiş olan
ve daha sonra kendisi de bu temsil görevini aynı ülkede vakarla sürdürmüş
olan bir devlet adamıydı. Fransa'da elçilik görevini başarıyla yürüten ve
kraldan bütün devlet adamlarına kadar Fransızların takdirlerini kazanan
Mehmed Said, memleketine döndüğünde Vezâret-i-uzmâ Dâiresi ve tersane
işlerinin başında bulunmuş, iki kere Kâhyabey (Dâhiliye Nazırlığı)
makamında görev yapmış, oradan da Sultan tarafından İmparatorluğun en
yüksek makamına atanmıştı. Kâhyabey makamı Mehmed Said Paşa'nın
Veziriâzamlığı ile boşalınca buraya Reisefendi Kâmil Ahmed, ondan
boşalan makama da Veziriazam kabinesinin mahrem kâtibi Hamza Hamid
getirildiler.
MISIR VE ERMENİSTAN'DA KARIŞIKLIKLAR
O sırada Mısır valiliği görevinde bulunan eski Veziriazam Hekimoğlu
Ali Paşa'nın durumu son derece güçtü. Uzun zamandan beri bu eyâletteki
beylerin kudreti o dereceye varmıştı ki, İstanbul'dan gönderilen valilere
hakaretle bakıyorlardı. Bu anarşi durumu, Bâb-ı Âlî'nin menfaatlerini vahim
bir şekilde baltalamaktaydı. Valilerin her yıl Bâb-ı Âlî'ye göndermekle
görevli oldukları vergi tahsilatında görüldüğü gibi, Mısır'ın yıldan yıla
Mekke halkma ve aşiretlere dağıtılmak üzere yola çıkardığı buğday
kervanlarının da arkası kesilmişti. Bütün bu Mısır beylerinin en kudretlisi
İbrahim Kâhya, geçen yıl ölmüştü (23 Kasım 1754); fakat, son nefesini
vermeden önce, Osman beyin Kahire'ye kaçışından sonra uzun zaman
Mekke'de sürgün hayatı yaşamış olan Abdurrahman Kazdağlı'yı kendisine
halef tayin ettiğini bildirmişti. Abdurrahman Kazdağlı, hükümetle alâkalı
işlere İbrahim Kâhya'nın bıraktığı yerden devam etmek için Ali bey, Circeli
Osman bey ve İbrahim Kâhya'nın sağ-
184
HAMMER
lığında Azabların (16) reisi olan Rıdvan'la birleşti. Rıdvan, Ab-durrahman
Kazdağlı'ya karşı isyan etti; fakat, dört saat süren bir çarpışmadan sonra
kesin bir yenilgiye uğradı ve taraftan dört beyle birlikte kaçmak zorunda
kaldı; diğer birçoklan zindana atıldı (16 Mayıs 1755). Hekimoğlu Ali Paşa,
valilik işlerini teslim almak üzere, bu olup bitenlerin peşinden Kahire'ye
geldi. Yirmi Memlûk beyi, yedi milis birliğinin başlan ve dört mezhebin
Müftüsü tarafından makamına lâyık bir ağırlıkla karşılandı. Yeni gelen
bütün Osmanlı valileri tarafmdan âdet gereğince imam Şafiî'nin kabrini
ziyaret etti. Valiliğinin ilk gününden itibaren iki kutsal şehrin aldığı
buğdayları Mekke ve Medine istikametinde yola çıkardı. Geciken Mısır
vergisinin istanbul'a gönderilmesi hususunda da aynı gayreti gösterdi ve
Kabe örtüsünü yeniletti.
Avusturya ve İran hududunda kargaşalıklar başgöstermiş-ti; bunların
en fazla tesirli oldukları şehirler Belgrad ve Erzurum'du. Belgrad valisi
Köprülü Ahmed Paşa, kendisine başkal-dıran Yeniçerilerden kurtulmak
için kaçmıştı. Erzurum valisi Abdullah Paşa ise civar yerleşim bölgelerinde
kargaşalıklar çıkaran birçok âsi elebaşılarla mücâdele halindeydi (17).
Bunlardan biri Muşlu Alâeddin'di; Mercimek hisarına çekilen bu âsi bir
müddetten beri, oradan kanun tanımazlığını yürütüyordu. Vali bu âsinin
üzerine yürüdü ve hisarı zaptederek yıktı. Malaz-girdli Nuh Bey'e karşı da
basan kazanarak iki hisarını yerle bir etti. Mahmudi'li Mihrab ile Haçari
Tatar han şiddetle üzerlerine gidilerek itaat altına alındılar. Abdullah Paşa,
Muş ve Bitlis halkına bir taahhüdnâme imzalattı. Buna göre, yeniden
ortaya çıktıklan takdirde halk bunları vilâyetlerinin dışına atacaktı; Bitlis'in
azledilmiş valisi Burhan hana da vilâyetlerinin kapılarını kapayacaklardı
(18). Bununla beraber Muşlu Alâed-din'in oğlu babasının yolunda
yürümeğe devam etti. Seferlerinin üssü ve yağmaladığı malların deposu
olarak kullanacağı, aynca üstün kuvvetler karşısında çekilmek üzere
Kheleres'de inşâ ettirdiği hisarla kendisini teminât altına aldıktan sonra,
(16) Penkler'in raporuna bağlı Alessandra'nın 2 Aralık 1754 tarihli mektubu.
(17) Zilhicce 1167 (Ekim 1754) tarihli Penkler'in raporu.
(18) Van halkının ricânâmesi; Cemaziyül'âhir 1167 tarihli bir fermana
ekli bulunmaktadır (Nisan 1754). Ayni kaynak.
OSMANLI TARİHİ
135
Tatuvan Çarçığhan'dan bin ilâ ikibin kuruş arasında vergi topladıktan başka
Ahlat ve Adilcuvaz civarını da yağmalıyordu.
CEZAYİR BEYİNİN ÖLDÜRÜLMESİ
Cezayir'de, itidâliyle tanınan yetmişlik Mehmed Paşa, birliklerine
aylıklarını dağıttığı sırada bir kaatilin hançer darbeleriyle öldü (11 Aralık
1754). Paşa'nın henüz hayat belirtileri gösterdiği farkedilince tüfek
atışlarıyla cansız hâle getirilmişti. Paşa'yı öldüren kaatil. kendisini Cezayir
dayısı ilân etmek niyetindeydi, fakat süvari Paşası Ali, kaatilin işini bitirdi
ve Mehmed Paşa'nın makamına getirildi. Bâb-ı Âli sipahi kumandanı Ali
Paşa'nın Cezayir halkı tarafından kendilerini idare etmek üzere valiliğe
seçildiğini öğrenince, valilik muamelesini alelacele tasdik etti.
AVUSTURYA, RUSYA, POLONYA VE İNGİLTERE
ELÇİLİKLERİ VE PRUSYA'DAN BİR MURAHHASIN
GELİŞİ
Üçüncü Osman'ın saltanatının ilk yılı boyunca, Bâb-ı Âlî' nin yeni
tahta çıkış olayını bildirmek için gönderdiği elçilere karşılık olarak, birbiri
peşi sıra, Avusturya, Rusya ve Polonya'dan elçiler geldiği görüldü.
Avusturya, Penklerin yerine sürekli elçi olarak gelen baron de
Schvvahheim aracılığıyla Bâb-ı Âlîye tebriklerini bildirdi. Avusturya elçisi,
gözalıcı bir törenle huzura kabul edildi ve Viyana hükümetinin içinde yeni
elçisinin Doğu dilleri bilgisini (19) övdüğü güven mektubunu sundu. O
zamana kadar, her saltanat değişikliğinde Avrupa devletleri elçilerinin yeni
Sultan'a hediyeler sunmak âdeti vardı. Avusturya elçisi, bu âdete (20)
uymadan sadece gelip tebriklerini sunan ilk Avrupa devleti elçisi oldu (17
Temmuz 1755 - 7 Şevval 1168). Avusturya elçisi, güven mektubunu
sunarken, selefi Penkler ve onaltıncı, onyedinci yüzyılda Muhteşem Sü(19) Doğu dilleri üzerinde gerçekten bir uzmandı.
(20) Gerçekte, Talman da 1731'de hediyeler getirmeden gelmişti; fakat o,
zengin hediyeler getiren Rus elçisi Şerbatoff ve Polonya elçisi Sieracowski gibi kabul edilmeyerek geri gönderilmişti. 5 Ocak 1755
tarihli Penkler'in raporu.
İS6
HAMMER
leyman ve IV. Murad saltanatları döneminde birçok büyük elçilerin
yaptıkları gibi Sultana Almanca değil, İtalyanca hitabetti. Viyana'ya selefi
Hattı Efendi gibi yüz kişilik mâiyyetle değil, sadece elli kişilik bir
mâiyyetle girmiş olan Türk elçisi Halil, kraliyet meclisi başkanı yerine
Avusturya hükümeti Baş vekilini ziyaret eden ilk Osmanlı elçisi oldu. Bu
olayı burada belirtmek yerinde olur; çünkü o andan itibaren Bâb-ı Âlî'nin
Avusturya ile münasebetleri son derece dostâne bir mâhiyet kazandı. Elçi
Schwahheim, biri Macaristan ve Bohemya kraliçesi sıfatiyle Marie-Therese,
diğeri İmparator ve Toskan büyük dükü Françis tarafından imzalanmış iki
güven mektubu getirdiğinden, Bâb-ı Âlî tercümanı kendisinden yüz yerine
ikiyüz duka altını hediye talebinde bulundu. 1754'de Viyana'da,
Schvvahheim'in müdürlüğünde genç yardımcılar ve tercümanlar yetiştirmek
maksadiyle kurulan Doğu Dilleri Akademisi'nden ilk iki öğrenci de göreve
başlamış oldu. Bunlar Jenîsch'le Thu-gut'du ve her ikisi de Doğu dilleri
uzmanları ve devlet adamlarınca (21) tanınmıştı.
Trablus'da, Avusturya elçisi Cosmo Conti, evvelce İmparatorun Ali
Paşa'nın selefi Ali Paşa ile imzalamış olduğu dostluk anlaşmasını bu dayı
(devlet naibi) ile yeniledi (22).
Bu tarihlere doğru, eski İran Şâh'ı Nâdir'in oğlu olduğunu iddia eden,
fakat bu yakınlığı, akrabalığı delilleriyle ortaya koyamayan onsekiz
yaşlarında bir İranlı veya Ermeni genç, Bel-grad'dan Zemlin'e (23) kaçtı.
Bâb-ı Âli, bu gencin şahsı hakkında herhangi bir şikâyette bulunmadan
Bosna'dan Hırvatistan'a hicret eden seksenbeş ailenin geri gönderilmesini
istedi. Viyana hükümeti bu talebi reddettiğinden, Bâb-ı Âlî tercümanı,
Avusturya'nın İstanbul elçisine, bu reddin mevcut anlaşmayı ihlâl eder
mâhiyette bulunduğunu ve bunun Rusların Yeni Sırbistan'da iki yeni kale
inşâ etmelerinden daha az üzüntü verici olmadığını bildirdi. Bâb-ı Âlî, bu
inşaattan, kısa bir süre ön(21) Schwahheim'in tercümanları Avusturya hükümeti tercümanlığına
atanan Selescovich'in yerine gelen Bianchi ve Testa idi. Tercüman
yardımcıları Monzka, Thugut ve Jenisch'di.
(22) Şevval 1168.
<23) Penkler, bu taht iddiasının sahte olduğunu göstermektedir. Bu İranlı
veya daha ziyâde bu Ermeni Semlin adındaydı ve Avusturya ordusunun en yaşlı albayı olarak birkaç yıl önce ölmüştü.
OSMANLI TARİHİ
187
ce Sultan Osman'ın cülus tebriki için İstanbul'a gelmiş bulunan olağanüstü
yetkili Rus elçisi prens Dolgoruki'ye şikâyette bulundu. Sultan Osman'ın
tahta çıkışını bildirmek üzere Rusya'nın payitahtı Saint-Petersburg'a gitmiş
olan Derviş Mehmed Efendi, dönüşünde, tarihçi Vâsıfm İmparatorluk
Tarihi'ne ek olarak aldığı elçiliğiyle alâkalı bir raporu Veziriâzam'a sundu.
Bu raporunda Türk elçi, evvelce Mehmed Çelebi'nin Fransa sarayı
hakkında anlattıkları gibi, Rusların âdetleri, saray baloları, sahne oyunları
ve operalar üzerinde uzun uzun durmaktadır. Sahne oyunlarından
bahsederken, Türk elçisi, bunları «düğün gecelerinde oynanan oyunlara»
benzetmektedir (24) ve «âşıklar tarafından bir arada bulunmak için icâd
edilmiş olduklarını, âşıkların aralarında buluşma sözü vermek için münâsip
bir zemin oluşturduğunu, seyredenlerin ancak üçte birinin bunun farkına
vardığını» yazmaktadır. Onu bilhassa hayrete düşüren, imparatoriçeyi
dansedenler arasında her istikamette hareket ederken büyük bir zarafet (25)
içinde görmesidir; bu konuda şu Arap vecizesini zikrediyor: İnsanlar
kendilerini zevklerine terk ederi er ve ayılar dağlarda dans ederler (26).
Polonya kralı, elçisi kont Munizek aracılığıyla Sultan'a tebriklerini
sunmuştu. Bu elçinin maiyyetinde, birkaç yıl önce İs : tanbul'da elçi
Benoe'ye refakat etmiş olan Komorowski bulunuyordu. O zamana kadar
Polonya kralları, tebriklerde, elçilerinden önce murahhaslar göndermeyi
gelenek hâline getirmişlerdi; Sultan Osman'ın tahta çıkması vesilesiyle
saray başkumandanı Branicki, makama tanınan imtiyaz dolayısiyle, albay
Malczewsky'yi Veziriâzam'a gönderdi ve böylece kralın elçisinden önce
davranmış oldu (NOT: 1). Albay Malczewsky'nin almış olduğu talimat,
Bâb-ı Âli'yi Polonya ile Saksonya arasındaki anlaşmazlık konusunda
aydınlatmak ve bu ülkede asayişin tesis edilmiş olduğuna ikna etmekti (21
Mayıs 1755). Ertesi gün İstanbul'a varmış bulunan Fransız elçisi M. de
Vergen-nes, payitahta girdi. Hükümetinden Polonya elçisiyle birlikte
hareket etme yolunda kesin emir almış olan Fransız elçisi, Bâb-ı Âlî'nin
nazırları tarafından birkaç ay önce İngiltere elçisi Porter'e karşı aşırı
kabalığından çekinilen ve İmparator(24) Leilet'ül nikâb, Vâsıf, f. 64.
(25) Bin naz ile kametine ihtizaz.
(26) En nasu fi havesennihim ved-dubbu yerkass fil cebel.
188
HAMMER
luk tarihçisinin şiddetle kınamaktan kendisini alamadığı Reis-efendi
Abdi'nin gösterdiği ihtimamla karşılandı (15 Ocak 1755). İngiliz elçisi
Porter'in huzura kabul edildiği gün, elçi Kral II. Georges'un Sultan'ı tebrik
eden (27) mektubunu kendisine verdiği sırada, Abdi, Sultan'ın mektubunu
elçinin alnına dayadı ve o anda Abdi'nin maiyyetinden bir adam, Sultan'ın
mektubunu öptürmek için elçinin avuçları içine aldığı başını zor kullanarak
eğmeğe çalışıyordu. İzin almak için Veziriâzam'ın huzuruna kabul edildiği
sırada ise, Abdi, elçinin oturması için konulan tabureyi, Veziriazam
otururken ayakta durması için uzağa çekdirtti (Temmuz 1755). Napoli
hükümeti maslahatgüzarı kont Ludolf elçiliğe yükseltilmiş ve cülus
dolayısiyle Sul-tan'a hükümdarının tebriklerini sunmakla görevlendirilmişti.
Veziriazamlar sık sık değiştirildiklerinden, Sultan'ın her yeni veziriazam
atamasında Avrupa devletleri elçileri Bâb-ı Âlî* ye gidip tebriklerini
sunmak zorunda kalıyorlardı. Venedik elçisi kont Ludolf, önce veya sonra
kabul edilme çekişmelerinden kurtulmak için meslekdaşları elçilerden on
gün sonra Bâb-ı Âli'ye gidiyor ve tebrik nezâketini yerine getiriyordu. Bu
imtiyaz, Napoli ile Osmanlı İmparatorluğu arasında ilk dostluk anlaşmasının imzası döneminde o zamanki elçi tarafından ikibin duka altını
karşılığında elde edilmişti. Bu dostluk anlaşmasına rağmen, Napoli devleti,
Kuzey Afrika'da bulunan Osmanlı koruması altındaki Berberi devletlerle
(28) savaşmaktan geri kala-mamaktaydı.
İsveç'in İstanbul elçisi M. de Celsing, İkinci Alphonse Fre deric'in
Sultan'ı cülusundan ötürü tebrik eden mektupları gelmeden önce,
Veziriâzam'a bir muhtıra sunarak, daha önce voyvoda Ghika, Carlson ve
Castellane tarafından girişilen teşeb büsün az başarılı olmasına rağmen,
İkinci Frederic'in Prusya maslahatgüzarı, Breslau'da ticaret danışmanı
Rexin vasıtasiyle Bâb-ı Âlî ile bir dostluk anlaşması hususundaki teklifini
destekledi (19 Mart 1755). Sultan'a Prusya kralının tebrik mektuplarını
getiren Rexin Breslau'da Hübsch ticaret evinde tüccar
(27) Penkler'in raporu. Sultan'ın cevabı İngilizce yazılmıştı ve Rebiü'l-âhir
1168 tarihliydi. Veziriâzam'ın İngilizce mektubunun kopyasında
Aralık 1754 tarihi görülmektedir.
(28) Dostluk anlaşması devam ederken bu çatışmalara Türkler de katılıyorlardı.
OSMANLI TARİHİ
189
çıraklığı yapmış, sonra bir Avusturya alayında (29) mülâzim olarak hizmet
etmişti. Prusya kralı Frederic, Rusya murahhası olarak Belgrad barış
anlaşmasını imzalayan Florentin Cagno-ni'nin tavsiyelerine uyarak, Türkiye
ile alâkalı her şeyde olduğu gibi bu barış teklifi meselesinde de ciddiyetle
harekete geçmişti; Cagnoni, elçi Vişniyakof'la birlikte görevli olarak İstanbul'a gönderilmişti, fakat Rus hükümetinden memnun olmadığından
Prusya hizmetine geçmişti (30). Bâb-ı Âlî ilk defa olarak, Prusya ile dostluk
münasebetlerine girmenin şeriata uygun olup olmadığını öğrenmek üzere
Şeyhülislâmlık makamına başvurdu. Şeyhülislâmlık makamının kararı
Prusya'nın lehinde olduğu halde, Reisefendi bir anlaşma yapılmasına karşı
çıktı; neticede Rexin, herhangi bir şey imzalayamadan, sadece Sultan'ın
kralın tebriklerine karşılık yazdığı kuru bir cevap mektubuyla dönmek
zorunda kaldı. Bununla beraber, Veziriazam, İsveç elçisine, her şeye kaadir
Allah'ın irâdesi o yolda ise, arada zâten iyi münasebetler bulunan Prusya
kralı ile bu münasebetlerin daha sağlamlaştırılması için Bâb-ı Âli'nin Sultan'ın saltanatında mesut bir oaşka yılı bekleyeceğini bir notla bildirdi (31).
NURİ OSMÂNÎ CÂMÜ
Veziriazam Mehmed Said Paşa’nın idâresinin ilk büyük hareketi,
Sultan Birinci Mahmud tarafından yedi yıl önce inşâsına başlanan ve
yaptıranın değil de, tahttaki Sultan'ın adını imâ ile Nuri Osmânî adı serilen
caminin tamamlanarak ibâdete açılması oldu. Bu adlandırma, saltanattaki
Sultan'ın ve Kur-an'ın sûrelerini bir araya toplayan, ayrıca Hz.
Muhammed'in iki kızıyla evli olduğu için iki nur sahibi lâkabiyle anılan
üçüncü halifenin adını hatırlattığı gibi, caminin içindeki aydınlığa da imâda
bulunmuş oluyordu. Nuri Osmânî Camii her cephesi yetmişaltı adım tutan
bir dörtgen oluşturmaktadır ve özelliği,
(29) Birkenfeld alayının sancakdârı; 1754'de Breslau'a döndü; 17 Martta
İstanbul'a geldi ve 11 Temmuzda deıiz yoluyla döndü.
(30) Kraldan yirmibin reichsthalers ücret aldı; o sırada altmışbir yaşındaydı. Schwachheim'in raporu.
(31) İnşallahu tealâ bundan böyle bir şerif sal-i meymenet ihtimali intizaren. Bu not ve Sultanın krala cevabı, Kraliyet Arşivleri'nde asıl
nüsha olarak bulunmaktadır.
190
HAMMER
aynı kuturda bir tek kubbeyle örtülü olmasıdır. Yâni bu kub benin yan
dayanak kubbeleri yoktur (32). Mermer ve cephe sütunlarının bulunmaması
inşâ edildiği dönemin durumu hakkında bir fikir vermekte ve bu
görünüşüyle diğer camilerden esaslı bir farklılık oluşturmaktadır. Kur'an'ın
«Yerin ve göğün ışığı Allah'dan sudur eyler» (33) âyeti kubbenin içine
yazılmıştır; aynı âyet Ayasofya'nın kubbe içini de süslemektedir. Sultan
Osman ilk defa bu camie cuma namazı için gittiği gün, camide vezirlerine,
Şeyhülislâm'a, büyük mollalara ve divân efendilerine hil'atler ihsan etti;
Veziriazam ile Kızlarağası birer samur kürkle Sultan'ın sahavetinden
yararlandılar; büyük şeyhler içi dışı hermin kürk kaplı hil'atler alıp dualar
ettiler; cami imamlarına ve diğer ulemâya, kürklerle süslenmiş hil'atler ih
sân edildi; daha aşağı rütbedeki bütün ulemâya keten cübbeler dağıtıldı;
nihayet Paşalar ve dâire reislerinin de kaftanlar ihsan edilmek suretiyle
gönülleri alındı (5 Aralık 1755 - ı Rebiül'evvel 1169). Müteakib cuma günü
Sultan Osman, batan bir Mısır gemisini yüzdürmeğe çalışan işçilere şevk
vermek üzere deniz kenarına gitmek üzere yol değiştirdi.
BİR GÖKTAŞININ GÖRÜNMESİ
Oniki gün sonra Noel bayramı arafesinde, gece yarısından sonra saat
ikide, gökte muazzam bir ateş küre görüldü ve yere yaklaşırken üç alev
girdabına dönüştü, sonra ateşli süâhmkine
(32)
(33)
Mimar M. Le Roiyı 1753 de İstanbul'da kaldığı sırada Sultan Birinci
Mahmud'un inşâ ettirmekte olduğu camie götürdüler; binayı yap makla
görevlendirilen Yunanlı mimarın binayı tamamiyle kapayacak olan
kubbenin inşâsında uyguladığı sâde ve kolay usûlü görünce hayret
duymaktan kendini alamadı. Caminin içini kaplayan ve dairevi olarak her
yönde hareket edebilen bir iskelenin ortasına yerleştirilen bir sırık,
kubbenin ayrı ayrı dâirelerini birbiri peşi sıra çiziyor ve kubbenin
inşâsına girecek her tuğlanın yerini belirliyor du. Bu usûlle kubbe yavaş
yavaş yükselerek şakulî çizgiye geldi ve anahtar görevini yapan bir taşla
kapatıldı. Guys, II, p. 2. Andreosi' nin Constantinople et Bosphore adlı
eserine de bakınız.
Yirmidördüncü sûrenin otuzaltıncı âyeti: «Göğün ve yerin ışığı Allah'dan
sudur eyler: ışığı duvardaki bir yuvada yanan ve üzeri fanusla örtülmüş bir
lâmba gibidir, fanus bir yıldız gibi parlar; lâmba ne Doğuda, ne Batı'da
yetişen kutsal bir ağacın yağıyla beslen mektedir. Allah, hoşlandığı
kişinin gözlerinde parıldar.»
OSMANLI TARİHİ
191
benzeyen bir patlama sesiyle kayboldu (24 Aralık 1755 - 20 Rebi ül'evvel
1169). Bu göktaşı zihinleri, henüz meşgul ettiği sırada, birçok yangın (34)
çıktı ve müneccimlerin olay üzerindeki şeamet yorumlarını doğruladı.
Müneccimler, memleketin en tanınmış kişilerinden birinin ölümünü haber
vermelerinde, kehânetleri bakımından son derece haklı çıktılar; gerçekten
de Aydınlı Osmanoğlu'nun kesik başı bir mızrağa takılmış olarak saray
kapısında teşhir edildi. Bâb-ı Âlî, evvelce Rusya'da elçilik görevinde
bulunan Derviş Efendi'yi, mallarını müsadere ve muazzam servetini
hazîneye intikâl ettirmekle görevlendirdi.
VELİYEDDİNİN KABALIĞI
Veziriazam Mehmed Said Paşa, kendisinden önceki Vezi-riâzam'ın
Gelibolu'ya sürdüğü Reisefendi Abdi ve Kâhyabey Yeğen Mehmed'i
İstanbul'a getirtti. Türkçede Yeğen kelimesi yaver mânâsına gelmektedir;
bu tarih içinde aynı lâkabı taşıyan vezir ve veziriazamlardan birçok kere söz
ettik. Mehmed bu lâkabı, kendisinden önce Kâhyabey makamında bulunan
Veli yeddin'in kaba bir şakasına borçluydu. Yeğen Mehmed'in hazîne kayıd
kâhyalığı (defteremîni) yaptığı dönemde, Veliyeddin bir gün ona adını
sordu. Defter Emînliği makamına kadar yük selmiş bir memurun adının
herhangi bir Nazır tarafından bilinmemesi imkânsız olduğundan, bu kaba
bir şakaydı. Yeğen ona adını söyledi; fakat nezaketsizlik alışkanlığına sâdık
kalan Veliyeddin, bu sefer de, tutup ne zamandan beri memuriyette
bulunduğunu sordu. Yeğen, bilgiççe olduğu kadar iğneleyici bir tarzda
cevap verdi: «Umumî Evet gününden beri, yâni Kur'an'da okuduğuna gere,
kâinatın efendisi olan Allah, dün yayı yaratmadan önce, bu suali daha sonra
bir vücuda sahip olacak bütün ruhlara sordu: 'Ben sizin Efendiniz değil
miyim?" (35) ve ruhlar hep birden cevap verdiler: 'Evet, evet!' (36).»,Dinî
ve felsefî bir mânâ dolu olan bu din geleneği, yaradılıştan önce, bir
anlaşmanın mevcut bulunduğunu ve bununla dün
Diğer yangınlar arasında biriyle 28 Rebiulevvel 1169 (1 Ocak 1756)
tarihinde karşılaşıldı.
(35) «Elest birabbiküm; rüzi elesl,» yâni ruhların itaat günü İran şâirlerinin
eserlerinde ve Hazif de. gazellerinde geçer,
(36) Beli! beli! Bu kelimenin Baali'nin kısaltılmışı olduğu -o Baal! (Efendi) görülüyor.
(34)
192
HAMMJER
yevi temaslardan uzak ve saf durumda bulunan ruhların, hâkim Efendi
Allah'a biat etmiş, itatlerini bildirmiş olduklarını belirtmektedir; yine bu
gelenek, mahlûkun hâlikine karşı itaatinin bu anlaşmaya dayalı olduğunu
ve insan irâdesi hürriyetinin aslında ilâhi irâdenin içinde bulunduğunu
anlatmaktadır. Veliyed-din: «Böylece,» diyor, «demek ki siz Genel Evet
gününden beri görevdesiniz? Bununla beraber bir yaverin (yâni Yeğen'in)
kendi efendisi olduğunu hiç kimseden duymadım. İhtimâl siz, 'Evet' diyen
ruhların kaydını tutmakla görevlisiniz.» Bir başka sefer, adını sormak için
Şeyhülislâm Pîrîzâde'nin oğluna hitabetti; Şeyhülislâm’ın oğlu adının
Osman olduğunu söyleyince, Veliyeddin, bu Osman adının «yılan» (37)
kelimesiyle bir benzerliği bulunduğunu belirtti. Hep aynı nezâketle bir gün
Baş-mirâhur Ali Paşa'dan mührünü göstermesi ricasında bulundu. Ali
Paşa'nın mührünü inceledikten sonra: «İyi, demek adınız Ali» diyerek
mührü geri verdi. Ali Paşa, hemen intikam almak maksadiyle onun
mührünü görmek istedi. Veliyeddin memnun bir hâlde mührünü çıkarıp
verdi, Ali Paşa mühre baktıktan sonra geri verirken: «Hayret! Demek
adınız Veliyeddin?» de meği ihmâl etmedi. İmparatorluk müverrihi Türk
nüktedanlığının bu örneklerim iğneleyici nükteler veya zekâ oyunları ola
rak değerlendirip eserinde yer verdiğinden burada uzun boylu ele
alınmalarını lüzumsuz sayıyoruz.
İKİ VEZİRİAZAMIN BİRBİRİNİ TAKİBEN
DEĞİŞMESİ
Sultan Üçüncü Osman'ın devlet idaresiyle alâkalı icraatının
veziriazamları değiştirmek ve kadınların lüks giyimlerine karşı buyrultular
yayınlamakla sınırlı olduğunu daha önce söylemek fırsatını bulmuştuk.
Saltanatının ilk yılından itibaren dört kere Veziriazam değiştirdi. Mehmed
Said Paşa, makamında en uzun süre kalan Veziriazam oldu; yeni vergiler
çıkarmak yüzünden azledildiğinde makamında altıncı ayım doldurmuş
bulunuyordu. Makamı, I. Mahmud'un sonuncu, Sultan Osman'ın
saltanatının ilk Veziriâzam'ı Mustafa Paşa'ya ikinci defa olarak verildi.
Mustafa Paşa, kudretli Kızlarağası Süleyman'ın gözden düşmesine de
sebeb olmuştu. Sultan'ın bir emri, bundan
(37) Alâ vezni saban (yılan). Vâsıf, f. 55.
OSMANLI TARİHİ
193
böyle, divan efendileri ve ordu büyüklerinin saraya tilki ve sincap kürkü
astarlı hil'atlerle gelmelerini yasaklıyor, ancak samur kürklü hil'atlerle
gelmelerini bildiriyordu.
Yeni Veziriazam, gözden düşmesinden beri işgal etmekte olduğu vergi
genel mültezimliği makamının bulunduğu Mora'-dan. atanması üzerinden
bir ay geçtiği sırada İstanbul'a geldi. Payitahta vardığı gün, âdet olan törenle
görevine başladı (3 Mayıs 1756 • 3 Şaban 1169». Saraydan çıkışında,
İmparatorluk tavlasından kendisi için getirtilmiş olan zengin koşumlu ata
binip, bütün vezirlerin refakatinde, oturmasına ayrılan saraya gitti.
Makamına oturması üzerinden üç hafta geçmişti ki, mahallelerinden
birinden çıkan yangın yüzünden İstanbul yeniden ateş tehlikesinin kucağına
düştü. Fakat, bu yangının verdiği zarar, dört hafta sonra çıkan ve şehri iki
bütün gün boyunca tahribeden yangınınkiyle kıyaslanınca az önemliydi.
İmparatorluk tarihçisinin şahadetine göre, bu yangın, Fâtih Sultan Men
medin İstanbul'u aldığından beri karşılaşılan yangınların en korkuncu, en
dehşet vericisiydi. Yangın, birçok defa olduğu gibi, Cibâli Kapusu dışındaki
Yahudi mahallesinden çıktı-, oradan şehre atladı ve onüç ayrı istikamette
yayılma kaydetti (6 Temmuz - 8 Şevval) (38). Felâketin ertesi günü, göz,
Unkapa nı'ndaki mağazalardan Süleymaniye'ye,- Vefa meydanından Şehzade Camii'ne ve eski Yeniçeri kışlalarına, Zeyrek'den Saraçlar ve Kasaplar
çarşısına, Sultanselim ve Sultanmehmed Camilerinden Ayakapu ve
Yenikapu'ya kadar, kara enkaz ve kül yığınlarından başka birşey
görmüyordu. Yanan evlerin sayısı sekiz bine yükseliyordu. Bunların
arasında beşyüzseksen değirmen ve fırın, yetmiş hamam ve bir han, ikiyüz
cami, bine yakın dükkân bulunuyordu. Zamanının en iyi bölümünü şehrin
yeniden inşâsına veren Veziriazam, bir yandan da, temeli Kap-dan-ı derya
tarafından atılmış olan Midilli adasının batı limanındaki hisar inşaatını
ihmâl etmiyordu. Gözetmesi ve çalışması sayesinde, beş dılılı muntazam bir
yapı olan hisar altı ay içinde tamamlandı (39).
(38) Tott, Hâtırat, I, s. 12. tarih düzeni gözetmeden bu yangım anlatıyor.
(39) Vâsıf, f. 82, İspanya elçiliğinden dönüşünde hisarı gördüğünü soy lüyor.
Hammcr Tarihi, C: VIII. F.: 13
194
HAMMER
Mustafa Paşa'nın iktidara dönüşü, her zaman görüldüğü gibi, yüksek
makam sahipleri arasında bazı değişikliklere yol açtı. Şeyhülislâm
Damatzâde Feyzullah Efendi, Beykoz'da Boğaz kıyısındaki yalısına
çekilmek üzere müsaade istedi ve yerine-7 Dürrizâde Mustafa Efendi atandı
(40). Eski Şeyhülislâm Pî-rîzâde'nin sarayda imam olan oğlu Rumeli
Kadıaskerliği payesini aidi; Anadolu Kadıaskerliğine Molla Osman
getirildi. Pîrî-zâde Osman bu seçkin makama lâyıktı, zira, millî tarih onu
bize hukuk ve fıkıh ilimlerinde ikinci Taftazânî ve hitabet ilminde ikinci
Bediî Hemeâânî olarak tanıtmaktadır. Saray bü-yük-mareşalliği, silâhdarlık
ve başmirâhurluk vezirlerin getirilebileceği makamlar iken, üç tuğlu
paşaların atanabilecekleri makamlar düzeyine çıkarıldı (41).
Çok önemli bir değişiklik Veziriazam Mustafa Paşa'nınki oldu (13
Aralık 1755 - 20 Rebiül'evvel 1170). Sultan, Mustafa Paşa'ya (42) halef
olarak eski Reisefendi, Rusya, Avusturya ve İran'la yapılan barış
anlaşmalarının başarılı müzakerecisi ve son görevi Mısır valiliği olan Râgıb
Mehmed Paşa'yı seçti. Ölüm gelip de Osmanlı İmparatorluğu'nu değişikliğe
bir türlü doymayan bir hükümdarın elinden kurtarmamış olsaydı, Râgıb
Paşa, çok muhtemeldir ki, Sultan Osman'ın kararsız mizacı yüzünden
makamında bir yıldan fazla kalamayacaktı. Râgıb' Paşa'nın beş yıl daha
devam eden idaresi devlet makinesine yeni bir ilerleyiş ve işleyiş
getirirken, Sultan'ın otoritesini de, belirli bir zaman için, içeride ve
dışarıda ön plâna çıkardı; bu idare dönemi
(40) Tott, s. 12, her zamanki mübalâğasiyle şöyle diyor: «Damatzâde ailesinden Murad Molla ki, bu aile İstanbul'un fethinden beri her nesilde
İmparatorluğa bir Şeyhülislâm vermiştir.» Damatzâde'nin adı Murad
değil Peyzullah'dır ve bu aile daha önce Damatzâde Ahmed'-den
başka Şeyhülislâm da vermiş değildir.
(41) Bunlar çavuşbaşı Abdurrahman Paşa; silâhdâr Mehmed Paşa, Bü-yükmirâhur Kall-Ahmed Paşa oğlu Ali Paşa.
(42) Hammer'in kısaca Mustafa Paşa dediği bu zat, Osmanlı kaynaklarında Köse Bâhîr Mustafa Paşa olarak anılmaktadır. Azline sebeb,
Şam valiliği ile hac-emîrliği makamı boşalınca kendisine rakip gördüğü, lâkabı Koca olan Râgıb Paşa'yı Pâdişah'a fazlasiyle methedip
bu işlere tâyin ettirmek istemesi ve Üçüncü Osman'ın da o kadar
muktedir bir veziri Şam valiliğinden çok Vezâret-i-uzmâ makamına
lâyık görmesidir. Böylece, Bahir Mustafa Paşa, kazdığı kuyuya
düşmüş demektir. (Ç.N.)
OSMANLI TARİHİ
195
Osmanlıların modern tarihinde açıklık ve bilgiye dayanışıyla seçkinlik
kazanır ve bu özellikleriyle payitahtta ve payitaht dışındaki eyâletlerde
asayişi sürdürmeği başarırken, bilgili ve açık siyaseti yabancı devletlere
karşı başarıyla korur, ilim ve edebiyata da korumacılığı yaymak suretiyle
seçkinliğini en yüksek noktaya çıkarır. Fakat, Osmanlı imparatorluğu
veziriazamlarının en bilgilisi ve tam devlet adamı adına lâyık Veziriazam
Râgıb Mehmed Paşa'nın (43) tarihini anlatmadan önce, Sultan Osman'dan
önce vefat eden yüksek makam sahiplerini bildirmemiz yerinde olacaktır.
SULTAN OSMAN'IN VE ÜNLÜ KİŞİLERİN ÖLÜMÜ
Sultan Osman'ın tahta çıkmasından üç ay önce ölüm, eski Özi valisi,
Belgrad barış anlaşmasının bir maddesine dayanılarak Rusya'daki esirliği
son bulan ve dönüşünde Tırhala (44) sancağına atanan Yahya Paşa'yı aldı.
Yaklaşık üç yıl süren Üçüncü Osman'ın saltanatı sırasında iki Kapdan-ı
derya da öldü; bunlardan biri sürgüne gönderildiği Retimo'da, diğeri ise sırasiyle Büyük-mirâhurluk, İran elçiliği, Belgrad valiliği, Kapdan-ı derya
makamlarım işgal ettikten sonra Ohri sancakbey-liğiyle payitahttan
uzaklaştırılmış ve orada hayatı son bulmuştu. Bunlardan ilki Toprak
Mehmed Paşa, diğeri Kara Mehmed Paşa oğlu Mustafa Paşa idi. Bir yıl
sonra, en güzel elyazması Kur'an-ı Kerim'ler (45) kaleminden çıkan,
Osmanlı yıllıklarm(43) Râgıb Paşa'nın Hammer tarafından gelmiş geçmiş Osmanlı İmpa
ratorluğu veziriazamlarından biri olarak gösterilmesi elbette yerin
de sayılabilir. Fakat, en değerlisi olduğu hükmü üzerinde düşünme
yi daha sonraya bırakarak, gerçekten seçkin bir Veziriazam olduğu
söylenebilir. İstanbullu olan Koca Râgıb Paşa, Defterhâne kâtiple
rinden Mehmed Şevki Efendi'nin oğludur. 1110/1698-1699 tarihinde
dünyaya gelmiş olduğuna göre 58-59 yaşlarında Veziriazam olmuş
demektir. Dîvan edebiyatının en önemli şahsiyetlerinden olan Râgıb
Paşa, Ruhî ve Nâbî gibi fikir ve felsefeyi şiir hâline getirmiş ve bir
çok beyitleriyle mısraları darbımesel hâline gelmiştir. Askerî du
rumun perişanlığını bildiği hâlde İslahat hareketlerine girişmemesi,
bu bakımdan, altı yıldan fazla süren sadâret müddeti gözönünde
tutulunca, tarihçiler tarafından büyük bir ihmâl eseri sayılmakta
dır. Mezarı Lâleli'deki kütüphanesinin bahçesindedir. (Ç.N.)
(44) Vâsıf, f. 61; ölümü 10 Zilhicce 1168 (17 Eylül 1755).
<45) Ayn. Es., s. 70; ölümü 15 Şaban 1169 (15 Mayıs 1756).
196
HAMMER
da çalışma aşkı ve dini emirlere riâyeti övülen, Kur'an'ın (46) birinci
süresini her ay yetmiş bin kere okuyan, hattat Mehmed Râsim vefat etti. Üç
ay sonra, İstanbul'un ilim adamları, Tatar hanına bağlılığını isbatlamak için
ünlü tarihçi Gazan Han'ın tarihini Farsça'dan Türkçe'ye çeviren Emirler
Reisi ve Nakibül-eşrâf Riza Efendi'yi son istirahatgâhma kadar götürdüler.
Ölüm saraya da girdi ve Sultan'ın biri erkek diğeri kız iki yeğeniy-le annesi
Rusya menşeli seksenlik Valide Şehsuvâr (47) sultanı aldı (27 Nisan 1756 27 Receb 1169). Müverrih Vâsıf, Valide Sul-tan'ı bize abdest almadan
ayağını yere basmayan ve her gece bin beş yüz kere Tevhid (48) sûresini
okuyan, dini emirlere riâyette örnek biri olarak göstermektedir. Yine Vâsıf,
onu genellikle kadınlar için sarfedilen övgü sözleriyle anlattıktan sonra,
Meryem gibi saf yürekli, Saba Melikesi gibi bilgili, Musa'nın kızkardeşi
Asiye gibi mütevazi olarak vasıflandırmakta, İslâmiyetin ermiş kadını
Rabia mertebesinde dinine bağlı olarak tasvir etmektedir. Öksüz ve
yetimlerin, fakir-fukaranın anası, III. Ahmed'in kızı Sultan Zübeyde'nüı
(49) ölümü, payitaht ta, İmparatorluğun ümitlerinin üzerinde toplandığı
Sultan'ın yeğeni Mahmed'in vefatından daha az teessür uyandırmadı (22
Aralık 1756 - 29 Rebiül'evvel 1169). Zehirlenerek öldüğü söylentisi
yayıldığından feci sonu genel alâkayı uyandırmaktan geri kalmamış,
babasının yanına gömülmek üzere tertiplenen cenaze törenine beşbin kişi
katılmıştır. Üçüncü Osman da aradan bir yıl geçmeden vefat etti.
Ölümünün tabiî olup olmadığını anlamak üzere cesedi Yeniçeri Paşaları
tarafından ziyaret edildikten sonra, Valide Camii'nde Veziriazam,
Şeyhülislâm, vezirler, Kapdan-ı derya, Anadolu ve Rumeli Kadıaskerleri,
Emirler Reisi ve İstanbul kadısının hazır bulundukları cenaze namazın(46) Vâsıf, s. 54: ölümü 1 Zilhicce 1169 (27 Ağustos 1756).
;47) Schwachheim'in raporu ölüm tarihini 26 Nisan olarak tesbit ediyor.
(48) Kur'an'ın ll'nci sûresi: «Bir Allah'dan başka Allah olmadığını söyle;
O bütün ebediyettir: O doğurmadı ve doğurulmadı, O'na hiç kimse
benzemez.» Bu sûre Tevhid ve İhlâs adını taşımaktadır.
(49) Hammer tarafından doğru olarak ölüm tarihi 6 Ramazan 1169 (4
Temmuz 1756) olarak gösterilen IlI'ncü Ahmed'in kızı, söylendiği
gibi büyük hayır eserleri bırakmıştır. Bunların çoğu günümüzde bakımsız bir hâlde bulunmaktadır. Fâtih, Aksaray gibi semtlerde yaptırdığı sıbyan mekteplerinden çoğu yol ve resmî inşaat sebebiyle
yıkılmış, ortadan kaldırılmıştır. Yine Üsküdar taraflarında yaptırdığı
çeşmeler de aynı akıbete uğramaktan kurtulamamışlardır. (Ç.N.)
OSMANLI TARİHİ
197
dan sonra kardeşi Mehmed Han'ın yanma gömüldü (50) (30 Ekim 1757
- 16 Saf er 1171).
Üçüncü Osman'ın vefâtiyle yerine tahta çıkan Sultan Mustafa, bu adla
tahta çıkanların üçüncüsüdür; Sultan Üçüncü Ahmed'in oğullarındandı ve
on ay önce ölen kardeşi Şehzade Mehmed'den sadece birkaç gün küçüktü.
Onun gibi, kırkbir yıl önce, Osmanlı İmparatorluğu'nun Temeşvar'ın bütün
Banat'ı kaybettiği, ordunun felâket içinde bulunduğu yılda dünyaya
gelmişti. Osman tarafından İmparatorluğun kuruluşundan beri, Mustafa
adı, Osmanlı tarihinde bir felâket mührü olarak görülmüştür. Yıldırım
Bâyezid'in bu addaki oğlu, babasının Timur'a esir düştüğü Ankara
savaşında kaybolmuştu; Birinci Mehmed ve İkinci Mehmed'le taht kavgası
yapan Düzmece Mustafa'nın esir Sultan'ın gerçek oğlu olup olmadığı hiçbir
zaman anlaşılamamış ve Bizans'ın elinde esir tutulan bu prens, Ulubad
savaşında yenilgiye uğradıktan sonra Edirne kalesi burçlarından birinde
asılmıştı (51). Küçük Asya'da âsi dervişlerin elebaşısı olan Börklüce
Mustafa, Şehzade Murad ve vezir Bâyezid Paşa tarafından Karaburun'da
yakalanıp bütün müridleri öldürüldükten sonra idam edildi. İkinci
Murad’ın onüç yaşındaki kardeşi Mustafa, evvelki üç Mustafa gibi taht
iddiasında bulundu; lalası İlyas tarafından kendisine ihanet edildiğinden
yakalandı ve İznik'te bir incir ağacına asılarak ortadan kaldırıldı. İkinci
Mehmed'in Karaman valisinin, babasının bu eyâletteki birliklerinin
kumandanı olan oğlu Mustafa, şüphe üzerine zehirlenmek suretiyle öldü.
Kanunî'nin büyük oğlu, veliahdı Şehzade Mustafa (52), Roxelane ve
damadının kinine kurban
(50) Üçüncü Osman üç yıla yakın saltanatı döneminde fazla Veziriazam
değiştirmek ve kadınların lüksden kaçınmalarım temin etmeğe vaktinin büyük bir kısmını vermekle beraber, devlet işleri, bilhassa yangınlardan sonra İstanbul'un imâriyle alâkalandığı da bir gerçektir.
Halka karşı şefkatli davrandığı müverrihlerce kabul edilir. Hattâ,
Mehmed Said Paşa'yı yeni vergi getirdiği için VeziriâzamUktan
uzaklaştırması bunun delili sayılabilir. (Ç.N.)
(51) Hammer bir isim hatâsı yaparak veya baskı hatâsı yüzünden Ulubad
savaşında Mustafa'nın II. Mehmed tarafından yakalanıp Edirne
kalesinde asıldığını söylemektedir. Olay İkinci Murad dönemindedir
ve Mustafa Ulubad'da değil Gelibolu'ya kaçtıktan sonra yakalanmış ve
asılmıştır. (Ç.N.)
(52) Kanunî'nin veliahdı Şehzade Mustafa, Hürrem, damadı ve kızı Mihrimâh tarafından Selim'in tahta çıkması yolunda çevrilen dolapların
/
198
HAMMER
giderek, Konya Ereğlisi'nde babasının önünde cellâdlara boğduruldu. İkinci
Selimin oğlu Mustafa, Kanunnâme'ye göre, III. Murad’ın tahta çıkışında,
cellâdlara boğdurulan beş kardeşinin kaderini paylaştı. Üçüncü Murad’ın
ondokuz oğlundan tek ümit bağladığı, babasının ölümü ardından asil
duygularla dolu bir mersiyede üzüntülerini belirttikten sonra mezarında babasını yalnız bırakmadı. Hepsinin de adı Mustafa olan sekiz şehzadenin
taht üzerinde hak iddia edicinin zor kullanarak hayatlarına son
vermelerinden sonra, Birinci Mustafa saraydaki hapishanesinden, akü
noksanı yüzünden tekrar oraya dönmek üzere çıktı. Zenta savaş
meydanından kaçtıktan ve o zamana kadar hiçbir Osmanlı Sultanı'nın
imzalamadığı utanç verici bir anlaşmayı, Karlofça barış anlaşmasını
imzaladıktan sonra, tahtından indirildi ve ömrünü saraydaki kafesinde
tamamladı. Nihayet Üçüncü Mustafa, bu addaki şehzadelerin onbirincisi ve
Osmanlı sultanlarının yirmialtmcısı olarak, gerçekte şiddet kullanılarak
kaybetmediği, fakat ünlü Veziriâzam'ı Ragıb Meh-med Paşa’nın
ölümünden itibaren gururla üzerinde kalmadığı tahta çıktı (53).
ONBEŞİNCİ CİLDİN SONU
kurbanı olmuştur. Şâir Taşlıcalı Yahya Bey, Mustafa için yazdığı
mersiyede Kanunî'yi suçlamaktan geri kalmamıştır. (Ç.N.) (53) Şahıslar
sayılınca yirmialtmcı, fakat, II. Mustafa ikinci defa tahta çıktığından,
saltanat sürme gözönünde tutulunca yirmiyedinci hükümdar.
NOTLAR ve AÇIKLAMALAR
ONBEŞİNCİ CİLD
Altmışsekizinci Kitap
<NOT: 1) Sultan için: Yaldızlı çerçeve içinde 76 pusluk iki boy
aynası; 12 gümüş avize; aynı mâdenden iki konsol; 2
soğutma tası, keza; 6 altm üzerine gümüş süslemeli
şişe; 6 gümüş çiçeklik; l gümüş tabak altı, masa için; 2
gümüş buhurdan; 2 altın üzerine gümüş işlemeli vazo
ve ibrik; 2 gümüş kahve cezvesi; 2 gümüş çok küçük
cezve, 1 altm üzerine gümüş işlemeli cezve; 2 gümüş
ocak ızgarası, bir gümüş güğüm; 1 gümüş reçel kabı; 2
altm konsol saati, keza; on oyun havası çalan bir saat;
dört oyun havası çalan bir diğer saat; 12 parça zengin
kumaş; 60 pus yüksekliğinde 2 ayna, cam çerçeveli;
birçok avize; 12 kollu avizeler, cam. - Sultan Hanım
için: Gümüş işli bir saat; aynı mâdenden bir kahve
masası; 2 gümüş çiçeklik; iki cezve, keza; 12 parça altın
üzerine gümüş işlemeli fincan ve aynı mâdenden bir
tepsi; 54 pus yüksekliğinde 2 ayna cam çerçeveleriyle. Veziriazam için: Altm üzerine gümüş işlemeli bir vazo
ve bir ibrik; gümüş soğutucu, buzluk; işlenmiş bir
gümüş fincan; altı gümüş tabak; gümüş bir çiçek sepeti,
iki gümüş cezve; iki küçük masa; iki büyük saat;
işlemeli bir konsol saati. - Nissa seraskeri için: 2 gümüş
şişe-, bir cezve, keza; bir diğer çok küçük cezve-, 6 gümüş tabak; işlemeli bir çay fincanı, gümüş işlemeli, iki
büyük duvar saati; iki cep saati. - Üçüncü vezir için: Bir
gümüş leğen ve gümüş ibrik; 4 tabak ve bir duvar saati.
- Dördüncü vezir için: Gümüş bir leğen ve bir ibrik; 2
tabak ve kâse, keza; bir
200
HAMMÜR.
duvar saati, beşinci vezir için aynı hediyeler. - Altıncı vezir
için: Gümüş bir leğen ve ibrik, 2 işle meli çay fincanı, 7
tabak ve kâse, siyah bir duvar saati. - Yedinci vezir için:
Gümüş bir leğen ve ibrik; iki işlemeli gümüş fincan; bir
tabak ve bir kâse; bir siyah duvar saati. Reisefendi için-.
Çek meceleri bulunan altın üzerine gümüş işlemeli bir yazı
masası; dört kollu gümüş avize; bir cezve ve işlemeli
muhafazası olan bir saat. - Şeyhülislâm için Kulpu altın
üzerine gümüş işlemeli gümüş bir sepet; bir tabak ve bir
kâse, altın üzerine gümüş işlemeli bir leğen ve ibrik; büyük
bir saat. - Bosna valisi Ali Paşa için: Bir tabak ve bir kâse,
altın yaldızlı; büyük bir saat; gümüş bir leğen ve ibrik. - Veri
lecek kişiler belirlenmeyen diğer hediyeler şu eşyadan
oluşmaktaydı.- Şekerleme koymak için gümüş bir kâse;
gümüş bir cezve,- iki komposto kâse si, keza; diğer iki küçük
tabak; iki buzluk, keza, altın yaldızlı bir leğen ve ibrik; bir
şekerlik ve ka sığı, keza; Paris'de imâl edilmiş iki çanak; iki
altın saat; onbeş gümüş saat, kö3t3kli veya kösteksiz; iki
gümüş çiçeklik, iki avize, diğer kollu iki avize.
(NOT: 2) îran elçisi tarafından getirilen hediyelerin listesi (*):
1 — Taşlarla süslü altın üzerine bahkçılkuşu tüyünden
bir sorguç; güller 105 elmasla çerçevelenmiş,- ortasında 12
büyük elmas parlamakta, 6 büyük elmas yarım ay
oluşturuyordu; 123 elmas hep bir den 46 miskal ağırlığında;
güllerin arasında 10 yakut ve 32 zümrüt göze çarpmaktaydı
ve değeri 150.000 İran kuruşuydu.
2 — Aîtın kabzalı bir hançer; kını kırmızı ka dife güller
oluşturan elmaslar, yakut ve zümrütlerle süslenmiş; alt
kısmında on sıra inci göze çarpıyor, her sırada 80 inci
bulunmakta. Bu incilerin değeri tahminen 43,468 kuruştu.
3 — Sırtında altın harflerle «Allah'ınkinden gayri
kudret yoktur» ibaresi okunan bir kılıç; kab(») Suphi'de f. 195'e batanız.
OSMANLI TARİHİ
201
zası bir altın top üzerine geçirilmiş çeliktendi, kını alt
kısmında elmaslar, yakut ve zümrütlerle süslen misti. Üst
kısmında yakutlar düğmeler oluşturmuştu ve altın bir toka
bu bölümü süslüyordu; bu toka dıştan küçük yakut ve
zümrütlerle, içten sadece yakutlardan oluşmuştu. Kabzanın
iki yanında, su işi son derece güzel iki büyük elmas
görünüyordu, geri kalan kısmı yakut ve elmastan meydana
gelmişti. Kının üst kısmında 12 gül görülüyordu; ortalarında
zümrütlerle çevrilmiş elmaslar parlıyordu; diğer dört gül
zümrüttendi ve yakutlarla çer çevelenmişti; ikisi tamamiyle
yakuttan işlenmişti, vb.
4 — Acem dilinde «perdele» denilen kılıç kayı şi; Türk
zevkine göre iki tarafı ince taşlarla süslen miş; üzerinde üç
gül seçiliyor, her birinin ortasında 7 elmas yer alıyor. Kılıç
kayışını takmak için üç kopça kullanılıyor ve bandlardan her
biri yeşil ipek kaplı ve bu kumaş altın ipliklerle tutturulmuş.
Düğüm yerinde elmaslardan oluşmuş 15 gül görülüyor ve
bunları ayrıca yakut ve zümrütler süslemekte. Paha biçilmez
nefasette taşlar, kılıç askısında ayrıca yer alıyor. Kılıcın
değeri yaklaşık 60,000 kuruş tu.
5 — îki nohud büyüklüğünde bir
elmasla süslü, 3 miskal 114
danks ağırlığında bir yüzük.
Değeri:
27,026 Krş.
6 — 4 miskal 4 danks ağırlığında
diğer bir yüzük. Değeri:
6,000 »
7 — Sekiz köşeli safir ve bir nohut büyüklüğünde, 3 miskal ağırlığında bir
yüzük. Değeri: 2,432 »
8 — Bir yüzük, 2 miskal 112 danks
ağırlığında. Değeri:
4,050
9 — Mavi safir, değirmi biçimde, 3
miskal ağırlığında ve yarım nohut büyüklüğünde.
Değeri t
1,192 » 10 — Diğer bir yüzük, 2 miskal 4
danks ağırlığında. Değeri:
2,026 »
202
HAMMER
11 — Dikdörtgen bir yakutla süslü
yüzük, 4 miskal ağırlığında.
Değeri:
20,000 »
12 — Değirmi bir yüzük, 4 miskal 2
danks ağırlığında. Değeri:
14,000 »
13 — Üzerinde «Oh! Kudretli Allah»
ibaresi yazılı zümrütle süslü
bir yüzük. Değeri:
550 »
14 — Sekiz köşeli altın ve beyaz
emaye bir kutu, 150 miskal
ağırlığında. Değeri:
950 »
15 — Altın örme ve dört büyük inciyle süslü bir kutu. Değeri:
600 *
16 — 57 parça zengin kumaş. Değeri:
4,275 »
Sorgucun, hançerin, kılıcın, kutula
rın, yüzüklerin ve diğer hediyelerin top
lam değeri:
286,530 »
Venedik elçisi Emmo da, raporuna (4 Nisan 1741
tarihli) kendi istihbaratı bakımından bir hediye listesi
eklemiş bulunmaktadır. Fakat, iki rapor kıyaslandığında elçi
Emmo'nun listesinde bazı eksikler görülmektedir.
Mücevheratta eksikler görülmesine karşılık, aynı raporda
kadın elbiseleri de hediyeler arasında yer almaktadır.
<NOT: 3) Burada verdiğimiz hâtırat, Bonneval'in siyasî hareketlerini, bu
konuda yazılmış sıhhati şüpheli hâ-tıratlardakinden ve prens
de Ligne tarafından yayınlananlardan daha iyi tanıtmaktadır.
Kont Bonneval'in, 1742 Haziranında Veziriazam Hekimoğlu
Ali Paşa'ya Gönderdiği Hâtırat «Altesinize halihazır Avrupa
işleri ve hıristiyan hükümdarların aşağı yukarı dünya
ölçüsünde, Almanya imparatoru VI. Charles konusunda
tutuşturdukları savaş hakkında yapacağım açıklamanın
gayesi bakımından ve bütün bu karışıklıkların se~ bebleri ve
hedeflerinin noksansız bir şekilde anlaşılması için bu asrın
başına ve İspanya kralı II.
OSMANLI TARİHİ
203
Charles'in ölümüne kadar gitmem kesinlikle zorunludur.
Bu kral, Almanya'da İmparator adiyle hüküm süren
gibi aynı Avusturya hânedânındandı ve tedavisi
imkânsız bir hastalığın pençesine düştüğünden, onun
yerine geçmek durumunda olanlar, hep birden
iddialarını açığa vurdular; Fransa kralı ve Almanya
imparatoru bunların önde gelenleriydi; ispanya kralı ile
aynı
hanedandan
olan
Almanya
imparatoru,
çocuklarından birinin II. Charles'ın vârisi ilân
edilmesinden hiçbir suretle şüpheye düşmüyordu;
Fransa kralı ve çocukları kan hakkı bakımından II.
Charles'ın en yakını durumunda bulunuyorlardı; zira, bu
krallık kızlara intikal ettiğinden, XIV. Louis'nin anası,
karısı gibi, biri II. Charles'ın babasının kardeşi, diğeri
ise onun kız kardeşiydi; bunlar, bu krallık üzerindeki
haklarını Fransa veliahdına ve onun çocuklarına bırakmışlardı; Fransa veliahdının üç çocuğu vardı: En
büyüğü şimdiki Fransa kralının babası olan dük de
Bourgogne'du, ikincisi dük d'Anjou idi ki hâlen İspanya
kralıdır, üçüncüsü ise arkasında vâris bırakmadan ölen
dük de Berry'dir. V.A. Fransa'da Dauphin (veliahd)
adının kralların büyük oğluna veya onların sülâlesinden
doğrudan haleflerine verildiğini benden daha iyi bilir.
En eski kanunlara göre, Fransa krallığının bütün
İspanya krallığı üzerindeki hakları itiraz götürmezdi,
fakat Avusturya ve Almanya hânedâm iki hanedan
arasında kendi lehlerine yapılmış birçok mukavele
bulunduğunu iddia ediyordu; bunlara dayanılarak veya
bu mukavelelerde, iki taraftan biri öldüğünde karşılıklı
olarak birbirlerine halef oluyorlar, tahta geçiyorlardı;
bununla beraber Avusturya hanedanı kendi haklarına
yanılmaz gözüyle bakıyordu. Bunda da başlıca sebeb,
İspanyolların Fransız milletine karşı besledikleri
yenilmez kindi; bu yüzden Fransa'ya karşı yaklaşık 200
yıl boyunca savaşmışlardı; bu müddete kısa barış ve
fasıla-
HAMMER
lar girmişti; bununla beraber, Avusturya hanedanının
beklentisinin aksine olarak, İspanya kralı II. Charles
ölümünün yaklaştığını hissedince, kendi halefi olarak,
dünyanın dört bir yanında bulunan devletlerin, prensliklerin,
düklüklerin ve diğer devletlerin başına geçmesi için Fransa
veliahdının ikinci oğlu Philippe'i, dük d'Anjou'yu davet etti;
bilindiği gibi, İspanya, hıristiyan kralların başında bulundukları devletlerin en büyük ve geniş olanıdır; yaklaşık 41
yaşında olan bu prens, İspanya'nın payitahtı Madrid'e
gidince, itirazsız kabul edildi ve bu tacın emrindeki bütün
devletlerin kralı olarak tanındı. Fransız hanedanına bu kudret
artışının gelmesi, öteki hıristiyan krallarını memnun
etmemekle beraber, o /sırada Almanya'da saltanat süren
İmparator Leopold üzerinde bir yıldırım tesiri yaptı; bu
hükümdarın iki oğlu vardı, büyüğünün adı Joseph, ikincisinin
adı Charles'dı, bunlar birbiri peşi sıra kendi veraset
ülkelerinde, Macaristan ve Avusturya'da tahta çıktılar;
imparator Leopold, İtalya'dakı İspanyol devletlerini, Milan
dukalığım ve iki kral lığı, Napoli ve Sicilya krallıklarını
zaptetmek üzere ordusunu derhal silâhlandırdı ve bu zaman
esnasında hıristiyan hükümetlerine temsilciler göndererek
onlara, Fransa altmış yıla yakın bir zamandan beri bütün
birleşmiş devletler karşısında zafer kazandığına göre, bu defa
İspanya da bu kudretli hanedanın eline geçtiğine göre, artık
bütün devletlerin sonunun geldiğini anlattı; bu teşebbüsünü
yazılar da göndererek destekledi; bu yazılarda, ispanya tahtı
üzerindeki haklarını isbat etmek iddiasm-daydı-, bu hakları
Fransızlar kolayca reddettiler. Fransa üç yıldan beri
İmparator ve müttefiklerine karşı savaşı sürdürüyordu;
Fransa'nın düşmanları İspanya'ya İspanya'nın içinden hücuma
geçmeğe karar verdiler. Bu yoldan hemen harekete geçildi ve
imparator Leopold'un küçük oğlu, Joseph'in küçük kardeşi
arşidük Charles, III. Charles adı altında İspanya kralı, II.
Charles'ın meşru halefi ilân edildi; fakat, imparator Leopold
ve imparatoriçe Madleine,
OSMANLI TARİHİ
205
onun görünüşte meşru bir unvanla hukukunu des teklemek
için, daha önceden Romenlerin kralı olan ve babasının
ölümünden sonra tahtın vârisi durumundaki arşidük Joseph'i
kardeşi lehine İspanya tahtı üzerindeki haklarından
vazgeçmeğe zorladılar; kardeşlerin birbirlerine karşı hiçbir
dostluk bağları bulunmadığından, bu meseleyi halletmek kolay olmadı, fakat nihayet, Joseph, babası imparatorun ve
müttefiklerinin ricaları karşısında boyun eğdi; bununla
beraber, önemli bir şart koşmayı da ihmâl etmedi: İspanya
tahtından feragat edişi yalnız kardeşinin şahsına bağlı
olacaktı; kendi erkek vârisleri ve bunların bulunmamaları ve
vârisleri kız olduğu takdirde Almanya ve Macaristan ve
bunlara bağlı devletler kendi kızlarına geçecek, İspanya tahtı
konusunda da kendi kızları Charles'in kızlarına tercih
edilecekti. İmparator babaları, iki kardeş arasındaki bu
anjaşmaya müsaade etti ve hemen tatbikine geçildi. İngilizler
ve Hollandalılar büyük bir ordu ile İspanya'ya nakledilmiş
olduklarından, İspanya kralı III. Charles (Fransa'nın düş
manı olan devletler ona bu unvanı vermişlerdi), önce
müttefiki Portekiz kralı ve sonra Catalogne tarafından kabul
gördü; bu eyâlet ve iki devlet, Ara-gon ve Valence, Portekiz
kralı Philippe'e karşı isyan ettiler, fakat eski Castille
devletleri denilenlerin hepsi ona sadık kalmışlardı-, fakat
Charles, kısa bir süre sonra Aragon ve Valence krallıklarını
kaybedince, kendisine yalnız Catalogne kaldı. Charles'in
İspanya'ya hareketinden yaklaşık iki yıl sonra, imparator
Leopold öldü ve yerine Romenlerin kralı olan büyük oğlu
Joseph geçti. İtalya'da Fransızların talihi tersine döndü: Yeni
kral ve müttefikleri tarafından fethedilmiş olduğundan
Napoli krallığını, Milan dukalığını terketmek zorunda
kaldılar; bunlar İspanya kralı III. Charles demlen arşidük
Charles'a krallığının birer parçası olarak teslim edildiler.
İspanyol Flandre’ındaki Limbourg dukalığı İngiliz ve
Hollandalılar tarafından fethedildiğin-den, III. Charles
buranın kralı olarak tanındı. Fa-
HAMMER
kat, bu da şartlı oldu: İki kardeş arasında yapılmış olan
mukavele yürüyecek, ve imparator Joseph, kendi
ordusu ve müttefikleri tarafından, Fransa hanedanı
tarafından zaptedilmiş ve kendileri tarafından geri
alınan
topraklardan
İspanya
krallığı
adına
vazgeçeceklerdi ve Charles yaşadığı müddetçe İspanya
kralı olarak kalacaktı, İspanya'dan çıkmak zorunda
kalsa da unvanı devam edecekti ve kardeşinin erkek
çocukları olduğu takdirde babalarının tahtına
çıkacaklardı. Yaklaşık onbir yıldan beri İmparator,
müttefikleri ve sözde kral Charles tarafından Fransa
krallığına karşı bu kanlı savaş sürüp gidiyordu;
imparator Joseph erkek evlâd bırakmaksızın öldüğünde,
bütün bu fetihlerden, Char-les'ın elinde sadece
Barcelone, Tarrgone şehirleriyle Catalogne'da birkaç
önemsiz mevki kalmış bulunuyordu. İmparator Joseph,
geride iki kız çocuk bırakmıştı; bunlardan biri,
sonradan, hâlen Polonya kralı olan Saksonya elektörü
ile evlendi-, ikinci kızı, yeni imparatorluk tacını giymiş
olan Bavyera elektörü ile bir izdivaç yaptı; bu sonuncu
damadm babası ve Kolonya elektörünün babası İspanya
kralı V. Philippe'in anasının, Fransa veliahdının karısının kardeşleri idiler, yalnız bunlar, bütün hıristi-yan
kralları arasında yeğenlerinin vârisi olarak ortaya
çıkmak cesaretini gösterdiler. Fakat, Alman-ya'daki
savaş, Fransa bakımından îtalya'daki gibi çok kötü
gitmiş değildi, bunlar elektörlük bölgelerini kaybedip
Fransa'ya çekilmek zorunda kaldılar. Bavyera
elektörünün altı veya yedi çocuğu, Avusturya
tarafından İtalya yakınında küçük bir şehirde mahpus
tutuldu ve kendilerine yaşamaları için küçük miktarda
bir tahsisat verildi.
İmparator Joseph'in ölümü, III. Charles'ı Almanya'ya dönmek ve kardeşinin yerine tahta geç mek
mücâdelesine başlamak zorunda bıraktı-, kısa bir süre
sonra bunu başardı ve ağabey isinin yerine imparator
tanınarak Frankfurt şehrinde taç giydi; bugün
İngiltere'de saltanat süren Hannover elektörünün
hanedanından bir prensesle evlendi: Ev-
OSMANLI TARİHİ
207
lenmeleri üzerinden her ne kadar üç sene geçmişse de
çocukları olmadığından, Catalan'ları kendi taraftarı
olarak muhafaza edebilmek için karısını İspanya'da
bıraktı. Charles’ın imparatorluk makamına oturması ve
evvelce kardeşinin kazanmış olduğu başarı, İngiltere'de
pek çok ileri gelen kişide korkuya sebeb oldu; bu kişiler
uzun savaşlardan olduğu kadar bunların yol açtığı
büyük masrafları karşılamaktan da bıkıp usanıyorlardı.
Almanya İmpa-ratorluğu'na bütün İspanya krallığı da
eklenince^ V. Charles döneminin geri geleceğinden
şüpheye düşüyorlardı. Bilindiği gibi, V. Charles,
Almanya imparatoru ve İspanya kralı idi. Bundan 220
yıl önce Osmanlıların İmparatoru Muhteşem Süleyman
ve Fransa kralı I. François, V. Charles’ın bütün hıristiyan dünyasını fethetmek ihtirasının karşısına
dikilmeselerdi, bu fetih rüyası gerçekleşmiş olacaktı. Bu
ittifak, V. Charles'a, Türklerin büyük bir askerî dehâ
göstererek fethettikleri, Macaristan'ın en büyük
bölümünü ve payitahtı Buda'yı kaybettirdi. Fransızlar
İtalya'da Milano'yu kaybettilerse de Almanya'nın
yakınında çok mühim eyâleti, Metz, To-ul ve Verdun'u
işgal ettiler ki, bu eyâletler, Almanya tarafındaki
sınırlarını örtüyordu; böylece, gerçeğin ta kendisi olarak
söylenebilir ki, bütün hıristiyan hükümdarlar
kurtuluşlarını
Osmanlı
İmparatoru
Muhteşem
Süleyman'a ve onun müttefiki Fransa kralı I. François'ya
borçludurlar; fakat, zamanımızın hâdiselerine gelmek
için siz Fehâmetlû efendimize şurasını arzedeceğim ki,
Fransa, aralarında ittifak anlaşması bulunan hıristiyan
hükümdarlara karşı onbir yıl boyunca sürdürdüğü savaş
dolayısiyle son derece tükenmiş durumda bulunuyordu,
Fransa'nın torunu İspanya da aynı durumdaydı;
İngiltere'de bulunan gizli ajanları, casusları vasıtasiyle
ve bu adada esir tutulan kendi generallerinden biri olan
mareşal Talartdan, İngiliz milletinin büyük bir kısmının
barış istediğini sevinerek öğrendi. Yaklaşık altmışdokuz
yıldan beri saltanat süren Fransızların imparatoru XIV.
Louis bu
HAMMER
durumdan faydalanmak için her vasıtayı kullanma yi ihmâl
etmeyerek teşebbüse geçti. Zaten XIV Louis idare
ilminde ve fırsatları değerlendirip dev letinin lehine neticeler
elde etmekte dünyada eşi bulunmaz denecek kadar ustaydı. O
sırada İngil tere tahtında bulunan kraliçe Anne'ın
nedimesi madmazel Masham'ı elde ederek hükümette deği
siklik yaptırdı. İngiltere hükümetinin yeni nazırlarından ikisi
fazlasiyle barış taraftarıydı. Böylece, bir taraftan barış
imkânını hazırlarken, Almanya imparatoru VI. Charles'ın
veraset yoluyla kullana bileceği İspanya'ya bağlı devletlerin
onunla birleş meleri imkânını da ortadan kaldırmış oluyordu.
Bütün bunlar olurken, İngiltere hükümetindeki, biraz önce
sözünü ettiğim iki nazır da İngiltere ile Fran sa arasında
barışı gerçekleştirmek konusunda el lerinden geleni
yapıyorlardı. Bu teşebbüsler İngil tere'nin müttefiklerini
rahatsız edecek ve kısa sürede onları İngiltere örneğine
uymak zorunda bira kaçaktı. Nitekim, İngiltere ordusu
Flandres'larda müttefiklerinin ordularından ayrılınca,
Fransızlar bunların üzerinde önemli sayılabilecek bir zafer
kazanmışlardı; bu zaferde Fransızlar, onların üç yıl da ele
geçirdikleri üç yeri, üç ayda geri almışlardı, bu durum,
İngiltere'nin müttefiklerinin yüreğine korku saldı: Böylece,
Fransa'nın altmış yıldır elin de bulundurduğu üstünlüğü
ortadan kaldıramayacaklarını birçok sebeblerden
anlamanın korkusu hepsini birden barışa zorladı. Almanya
imparatoru tek başına harbi sürdürmek istedi, fakat ilk mey
dan savaşında işlerin iyi gitmediğini gördü: Fran sa kralı,
onun imparatorluğunun yolunu kapayan iki kalesini, Landan
ile Fribourg'u zaptetti. İmparator, ancak, elkoyduğu ülkeleri
ve elektörlerin topraklarını sahiplerine iade etmek suretiyle
barış yapabildi. Bu elektörler arasında, evvelce bahsettiğim
Bavyera ve Cologne elektörleri vardı, ki bunlar amcaları olan
İspanya kralını taht üzerinde tutmak, saltanatını devam
ettirmek için herşeylerini feda etmişlerdi.
OSMANLI TARİHİ
209
İmparator, Bavyera elektörüne, ondan aldığı
eşyaları, gümüş takımlarını, mücevherleri de iade etmek
zorunda kaldığı gibi çocuklarının haklarını da kabul
etti. Diğer taraftan Fransa, İtalya'da Mi-lan dukalığı ile
Napoli krallığını geri verdi; üç-dört yıl sonra Sicilya
(Payitahtı Mesina olan) adası da Savoie dükü
zorlanmak suretiyle -ki orasını kral ünvaniyle almıştıve kendisinin Sardonya adasiyle yetinmesi sağlanarak
İmparatora verildi, nitekim bugün de kendisine
Sardonya kralı denilmektedir. İspanya kralı da,
imparatorun lehine olarak İspanyol Flandre’ından
feragat etti; çünkü burası ülkelerine yakın olduğundan
İngiliz ve Hollandalıların kıskançlık duygularını
uyandırıyor ve Fransa ile münasebetlerinde bir pürüz
noktası oluşturuyordu. Diğer taraftan, İspanya kralı,
Yeni Dünya (Amerika) ve büyük Philippines
adalarında, Çin ve Japon adalarındaki imparatorluğunu
muhafaza etti, bu da düşmanlarının iddia ettiklerinin
aksine İspanya'yı daha fazla birlik hâline getirdi; zira bu
saydığım yerlerden İspanya'ya altın, gümüş ve mücevher akıyor ve bunlar onun kudretini büyültüyordu.
Gerçekte İspanya kralı Fransa imparatorundan sonra
hıristiyan hükümdarların en kudretlisi ve gerçekten en
zenginiydi.
İspanya kralı V. Phiıippe ile Almanya imparatoru
VI. Charles arasındaki barış, Fransa ile aynı zamanda
gerçekleşmedi: Catalogne'u boşaltacaklarını vaadetmiş
olan Almanlar, aksine, âsileri gizlice kışkırtıyor, onlara
para yardımı, yiyecek ve savaş malzemesi
gönderiyordu; bu, İngiltere, Hollanda ve Fransa'ya
verdiği sözün tamamiyle aksine bir davranıştı. XIV.
Louis bu durum karşısında, torunu olan İspanya kralına
askerî yardımda bulunmak zorunda kaldı ve âsiler tenkil
edilmiş oldu; Almanya imparatoru VI. Charles’ın utanç
duyması gereken bu durum, hıristiyan ülkelerine dört
yıl boyunca derin
Hammer Tarihi, C: VIII. F.: 14
HAMMER
bir barış dönemi yaşamak imkânını sağladı. Fakat,
Sicilya'yı Savoie düküne ancak erkek vârisi olmadığı
takdirde bu ülkenin tekrar İspanya'ya döneceği şartiyle
vermiş olan İspanya imparatoru, bu krallığın Almanya
imparatoruna verilmek üzere müzakereler cereyan
ettiğini öğrenince, Sicilya'yı tekrar Napoli krallığı ile
birleştirmek maksadiyle Osmanlı Sultanı ile Almanların
savaşa tutuşmuş olmalarından yararlandı ve adayı
fethetmek maksadiyle harekete geçti. O sırada, ispanya
kralı Bâb-i Âlî'ye şövalye Boisimen adında bir elçi
gönderdi. Fakat, İstanbul'da bulunan Avrupa devletleri
elçilerinin çevirdikleri dolaplar yüzünden İspanyol elçisi
istanbul'da hiçbir netice elde edemeden kendi-, sine
dünyanın en güzel iltifatları yapılarak, Sultan'-ın veziri
ibrahim Paşa'dan alınan emirle onaltı kese para ihsam
da alarak, ispanya'ya dönmesi için Edirne'ye gönderildi.
Böylece, Bâb-ı Âlî, Sultan lehine son derece yararlı
bir'ittifak oluşturmak imkânını kaçırmış oldu. Büyük
Sultan böylece, hıristiyan kralların çıkarlarına göre
hareket edeceği yerde, kendi menfaatlerini elde etmek
için muazzam bir fırsat yakalamış olacaktı. Bununla
beraber, ispanya kralı, iki ay içinde aşağı yukarı adanın
tamamını işgal eden askerlerini karaya çıkardı. Aynı yıl
ispanya kralı bütün düşüncelerini gerçekleştirmiş
olacaktı. Fakat, Almanya imparatoru, Fransa ve
ingiltere ispanyollara karşı birleştiler, ispanya kralı,
imparator III. Ahmed'in kendisiyle ittifak anlaşması
yapacağına dair ihtiyar prens Rakotzi'nin vaadine
fazlasiyle bel bağladı. Bu vaad gerçekleşmedi, bu da
ispanyol birliklerinin Sicilya'yı terketmelerine sebeb
oldu.
Şurası muhakkak ki, Bâb-ı Âlî ispanya ile ittifak
etmiş olsaydı, Macaristan'da işleri kolaylıkla
yürütecekti, ingiltere ve Fransa Bâb-ı Âlî'nin müttefiki
ispanya'ya karşı herhangi bir harekette bulunmak
cür'etinden uzak kalacaklardı, ispanya ise, italya'da
kaybetmiş olduğu devletleri rahatça geri
OSMANLI TARİHİ
211
alacaktı. Bütün bunlar Almanların Belgrad'ı aldıkları yıl
içinde cereyan etti, kısa bir zaman sonra barış anlaşması
yapılmıştı ve İspanyol birlikleri Sicilya ve Sardonya'yı
boşalttıklarından bu adalardan ilki Almanlara kaldı,
ikincisi ise Savoie düküne teslim edildi ve hâlen onun
admı taşımaktadır. Bu olayların peşinden hıristiyan
devletler onüç yıl boyunca sürekli bir barış dönemi
yaşadılar-, bu, Saxe elek-törü ve Polonya kralı FredericAuguste'ün ölümüne kadar sürdü. Polonyalılar kralları
olarak Fransa'nın bugünkü kraliçesinin babası
Stanislaus Les-zinsky'i seçtiklerinden Ruslar buna karşı
çıktı ve Almanya imparatoru VI. Charles'ı, ölen kralın
oğlu, hâlen saltanat sürmekte olan kralı İspanya tahtına
oturtmak için savaşa soktular-, fakat bu hareketi Alman
imparatoruna, iki güzel krallığı, Sicilya ve Napoli'yi
Fransa ile birleşen İspanya'ya kaptırmasına maloldu,
Fransa ve müttefiklerine karşı iki veya üç savaş
kaybetmesine, ordusunun en tecrübeli subaylarım
muharebe meydanlarında bırakmasına maloldu-, bunlar
genellikle generaller,' yüksek rütbeli subaylardı;
imparatorun elinde çok küçük oranda yüksek rütbeli
subay kaldığından orduları ar-Uk harekete geçebilecek
durumda değildi. Barış anlaşması yapıldı ve Lorraine
dükü, kendi dukalığını îtalya'daki Toscane dukalığı ile
değiştirdi ye bu dukalığı Fransa'ya teslim etti-, Fransa
da dukalığın gelirini Polonya krallığını kaybetmesinin
tazminatı olarak kayd-ı hayat şartiyle kral Stanislau
Leszins-ky'e bıraktı. Bütün Milan dukalığı Almanya
imparatoruna geri verildi, ki bu dukalığı bu savaşta
kaybetmiş ve bütün italya'da elinde sadece Man-tooue
şehri kalmıştı ve bu şehir de İspanyollar tarafından
muhasara altındaydı ve barış anlaşmasının
imzalanması biraz daha gecikseydi, şehrin İspanyolların eline geçmesi artık sadece bir an meselesiydi.
İspanya sarayı bu durumdan pek memnun olmadı,
çünkü, Alman imparatoruna, Napoli ve Si-
HAMMER
cilya'nın, ki bu iki mühim yer İspanyolların kralının
oğlu înfant Don Carlos tarafından şahsen fethedilmişti,
kaybetmesinin tazminatı olarak Parme ve Plaisance
dukalıkları verilmişti; bu iki dukalık İspanya kralının
oğluna annesi tarafından intikal etmişti ve onun
sahipliği altındaydı ve Toscane büyük dukalığı da bu
durumdaydı ve Fransa'nın muvafakatiyle, kendi
dukalığı ile değiştiğinden Lorra-ine dükünün vârisi ilân
edilmiş durumunda bulunuyordu. Bu savaşda bütün
yağlı
parçayı
kapan,
müttefikleri
Almanya
imparatorunun zararına olarak Kuşlardı. Oysa
Almanya'yı Büyük Sultan'a karşı haksız teşebbüsleri
içine sürüklemeyi de başardılar. Hücuma geçip Assov'u
aldılar; yaklaşık beş yıl önce, Bâb-ı Âlî bu milletle bir
savaş beklemediği sırada, bu savaş hâlini ilân ettiler;
Bâb-ı Âlî yine hayret içinde kalarak Rusların Orkapı'yı
almış olduklarını ve büyük ordularının Kırım'da bulunduğunu, her tarafı ateş ve kan içinde bıraktığını öğrendi.
Bu istilâya karşı koyabilecek bir kuvveti acele toplamak
üzere harekete geçti. Viyana hükümeti önce
arabuluculuk teklif etti, fakat bunun samimi bir tarafı
yoktu: Sadece İtalya'da perişan olan ordularını derleyip
toparlaması için imparatora vakit kazandırmak
maksadiyle bu oyuna başvurulmuştu. Ve savaşın bu ilk
yılı boyunca, Türkler Ruslarla boğuşurken Viyana
hükümeti sadece Bâb-ı Âlî'nin nazırlarını aldatmağa
çalıştı. Bu nazırlar Almanya'nın İstanbul elçisi
Talman'ın nutuklarına gerektiğinden fazla önem
veriyorlardı; İstanbul'da uzun yıllar elçi olarak bulunan
Talman'ın söylediklerinin gerçekle alâkası bulunmadığı
hususunda Humbaracıbaşı Ahmed Paşa (Bonneval'in
kendisi) uyarmalarda bulundu, Majeste Sultan'ın
nâzırla-riyle konuşarak onlara Almanların kendilerini
aldattığını, Öosna'dan hücuma geçerek Ruslara yardım
etmek için ordularını düzenlemekle meşgul olduklarını
söyleyerek
uyardı;
Almanların
hazırlıklarını
tamamlayınca Bosna tarafından, Nice'den ve Eflak'dan
hücuma geçeceklerini teferruâtiyle an-
OSMANLI TARİHİ
213
lattı, üstelik bu anlattıkları o kadar az sırdı ki, hıristiyan devletler dört veya beş ay önce Bosna'da
Banyaluka'yı muhasaraya teşebbüs ettiklerinde bütün
bunları kendi gazetelerinde yayınlamışlardı. Haşmet
Paşa (Bonneval) aynı gazeteleri Türkçe ter-cümeleriyle
Babadağı'nda bulunan Veziriâzam’ın kâhyası Osman'a
gönderdi, fakat inatçılığı ve Tal-man hakkındaki müsbet
görüşleri ve yanında bulunan ortodoks dinindeki
Rumların tavsiyeleri devletin işine yarayacak her şeyi
tersine çevirdiğinden bütün uyarma zahmetleri boşa
gitti. Veziriazam, Re-isefendi ile Râgıb Efendi'yi
gönderdiği Niemirow kongresinde her şeyin yoluna
gireceği ümidiyle kendisini avuttu. Babadağ'dan
Veziriâzam’ın olağan-* üstü* yetkili olarak Niemirow
kongresine gönderdiği Reisefendi, elçi olarak hâlen
Paris'de bulunan Said Efendi'dir, Râgıb Efendi ise
Reisefendi makamında bulunuyor. Bunlar kongreye
gittiklerinde, Alman ve Moskov olağanüstü yetkili
murahhaslarının gülünç teklifleriyle karşüaşmışlardı ve
en müsait şekilde hücum edebilmek için Bâb-ı Âli ile
eğlendiklerinin farkma varmışlardı. Osman Kâhya kısa
bir süre sonra Moskovlarm Assow'u kuşatıp aldıklarım
ve Almanların seksenbin askerle Nice üzerine yürüdüğünü ve prens de Saxe-Hildebourghausen'in Alman
birliklerinden alınmış 25 bin düzenli askerle ve bütün
Hırvatistan, Esklavonie ve Macar milis kuvvetlerinin
toplamı altmışbin askere varan bir kuvvetle
Banyaluka'yı muhasara maksadiyle Bosna'ya girmek
üzere Sava nehrini geçmeğe hazırlandıklarını öğrendi.
Bu kadar kötü haberi hep birden alan Osman Kâhya
öylesine bir şaşkınlığa uğradı ki, âdeta koskoca
imparatorluğu içine sürüklediği tehlikeleri görüyor,
hiçbir çâre bulamıyordu ve bir müddet soıara, bu dâima
muzaffer imparatorluğun savunması için kötü tedbirler
almış olan küçük defterdar Halil Efendi gibi, hatalarını
başmı kaybetmek suretiyle ödedi. Kısa bir süre sonra
İstanbul'da Nice'ir* savunmasız teslim olduğu, buna
karşı-
HAMMER
lık Osmanlı ordusunun İsakçı köprüsü vasıtasiyle
Babadağı'ndan Kartal'a geçtiği öğrenildi, ki bu ikinci
haber bu kadar hastalık içinde son derece zayıf bir ilâç
sayılabilirdi.
Hükümetin bütün gücü Veziriazam Silâhdâr
Mehmed Paşa üzerinde otorite kurmuş olan Osman
Kâhya'nın elindeydi. Veziriazam iyi bir insandı, fakat
önemli hâdiseler üzerinde pek az bilgi sahibiydi; bu
bakımdan devletin birinci derecede önem taşıyan
işleriyle Osman Kâhya ile defterdar Halil Efendi
meşgul oluyorlardı; bunlar da hakkettikleri cezaya
çarptırılmışlardı. Silâhdâr Mehmed Paşa azledilerek
yerine Abdullah Paşa getirildi; Kaymakam Köprülü
Ahmed
Paşa
serasker
olarak
Sof
ya'ya
gönderildiğinden, yerine kendisine kâhya olarak hizmet
görmüş olan Yeğen Mehmed atandı. Ni-ce'in
zaptedildiği haberi, İstanbul'a, Alman ordusundan firar
etmiş olan iki Fransız askeri tarafından ulaştırılmıştı.
Bunları, gece gündüz demeden ko şarak haberi
İstanbul'a ulaştırmakla görevlendirmişlerdi. Yeğen
Mehmed Paşa, bu haberci Fransız askerlerini sorguya
çekip olup bitenleri öğrenmesi için Haşmet Paşa'yı
(Bonneval'i) çağırttı. Bunların sorgusundan öğrenildi ki,
Nice şehri, garnizonun hatâsı yüzünden en ufak bir
mukavemet bile göstermeden Almanların eline
geçmişti. Vezâret-i-uz-mâ makamı kaymakamı Yeğen
Paşa üzüntü içinde hareketsiz kaldı ve bu haberin etrafa
yayılmama-sim istedi, çeyrek saat kadar konuşmadan,
tam bir suskunluk içinde kaldı, gözlerinden yaşlar
dökülüyordu. Sonra Haşmet Paşa'ya, bu kadar tehlikeye
karşı nasıl çâre bulunabileceğini sordu; Sultan’ın elinde
o tarafta düşmanın karşısına çıkaracak ordu namma
hiçbir şey yoktu. Humbaracıbaşı Haşmet Paşa
(Bonneval), Kaymakam Yeğen Mehmed Pa-şa'nın
sualine şu cevabı verdi: Rumeli'de eli silâh tutan
herkesi, atlı ve yaya olarak serasker Köprülü Ahmed
Paşa'ya kat/lmak (iltihak etmek) üzere Sofya'ya doğru
harekete geçirmek gerekiyordu.
OSMANLI TARİHÎ
215
Aynı zamanda, bütün mollalara, kadılara, voyvodalara,
Sofya'ya gidecek insan ve hayvanların yiyecek
ihtiyaçlarını kendi bölgelerinden bulup taşıtmak emri
verilecekti; Haşmet Paşa, bu cevabı verdikten sonra
şunları söyledi: Nissa Rumeli'nin ortasında olduğundan,
zaptedilmiş olması fazlasiyle önemli sayılmazdı,
Almanlar oradan kolayca kovu-labilirdi; fakat Tuna
nehri üzerinde bulunan Vidin için aynı şey
söylenemezdi, burası Almanların eline geçtiği takdirde
bu olay muzaffer Osmanlı İmparatorluğu için öldürücü
olabilirdi, bunun için eli silâh tutan herkesi Sofya'daki
serasker Köprülü Ahmed Paşa’nın yanına göndermek
gerekiyordu; köyler ve kasabalarda bu insanları
besleyecek her şey ihtiyaçlarına tahsis edilmeliydi;
Vidin kalesi kumandanı Evliya Mehmed Paşa, emrinde
savunma için sağlam ve arzulu altıyüz asker
bulunduğunu kendisine yazmıştı.
Vezâret-i-uzmâ kaymakamı Yeğen Mehmed Paşa,
Haşmet Paşa’nın tavsiyelerini yerinde bulduğundan,
hemen Sultan’ın Hatt-ı Şerifleri kaleme alındı,
emirnameler hazırlandı ve bunları Rumeli'nin dört bir
tarafına götürecek olan ulaklar ertesi sabah yola
çıkarıldı. Ve bu derme çatma, toplama görüntüsü veren
Türk milis kuvvetleri, dük de Lor-raine'in kumanda
ettiği muntazam birliklerden oluşan seksen bin kişilik
ordusunu mağlûb etti ve bu savaş sırasında Köprülü
Ahmed Paşa Nice'i Almanların zaptetmesi kadar
kolaylıkla geri aldı. Bilhassa takviye birlikleri alan
Vidin kumandanı Evliya Mehmed Paşa, kendisini
teslim almağa gelen düşman ordusunu yendi; bu
kadarla da kalmayarak Tuna üzerindeki filolarının bir
kısmım yaktı.
Zâtı Âlinizin kudretli eh Bosna'da iken orada Paşa
olarak bulunuyordunuz ve prens de Saxe-Hildbourghausen'in kumanda ettiği Alman ordusu, inatçı
mukavemetine rağmen, Banyaluka kalesini muhasara
ediyordu ve kudretli eliniz düşman ordusunu ebediyen
Bosna'dan kovdu. Şurası doğru ki,
216
HAMMER
bu mağlûb kumandanın arta kalan kuvvetleri dük de
Lorraine'in ordusuyla birleşti ve onüç veya on dört kere
Banyaluka'ya saldırdı, fakat kaç kere saldırdıysa, o kadar
kere mağlûbiyete uğratıldı ve bu zaferler gösterdiğiniz
cesaret ve tedbirliliğin eserleriydi; başında bulunduğunuz
eyâleti zaptet mek için toplanmış ve yüz bin kişiden fazla
ola rak sefere başlamış olan bu saldırgan ordu, dük de
Lorraine ve kont de Seckendorf'un ayrılmalarından sonra
kumandanlığı ele alan feldmareşal kont de Philippe'in
Viyana'ya, gönderdiği listeye göre on-dokuzbin üçyüz kişiye
düşmüştü. Hiçbir suretle övü cülüğe düşmeden denilebilir ki,
Sultan, düşmanlarının kendisine karşı meydana
getirebildikleri en güzel orduyu mahvetmiş olmayı, muzaffer
İmparatorluğa karşı harekete geçirilen bu orduyu ortadan
kaldırmış bulunmayı, kendi değerine ve tedbiri el den
bırakmayışına borçludur.
İsveçliler Bâb-ı Âlî'nin tekliflerini müsait bir şekilde
karşılamış olduklarından beri, Moskoflar tarafından, gerek
ihanetlerle ve diğer gizli iğren-dirici yollara başvurulmak
suretiyle veya onlarla yapılan anlaşmaların uygulanmasını
reddederek ve bu tutumu İsveç kralının kendilerine teslim
etmiş olduğu «bledleri» (*) sırf paralan için sınır dışı etmeğe
kadar vardırarak dâima rahatsız edilmişler, güçlüklerle karşı
karşıya bırakılmışlardır. Moskof limanlarında İsveçli
tacirlere kötü muamele ediyorlar, bunu da onlara hiçbir şey
sattırmamaya kadar ileri vardırıyorlardı ve İsveç krallarının
ikamet ettikleri Stockholm'daki Rus elçisi bu yapılanları az
bulmuş ve memnun kalmamış olacak ki, ülkenin ileri gelen
beylerinden biriyle kralı ve hükümetini devirmeyi hedef alan
bir suikasd üzerinde anlaştı; Allah'dan ki, bu suikasdı, Bâb-ı
Alî katındaki İsveç elçisi Carlsohn'un bir akrabası ortaya
çıkardı. Zâtı Âlileri, bu kötülüklerin, yukarıda imâ ettiğim
gibi, çariçenin emriyle baron Sinclair'in ts(*) Hunlar döneminden kalma eski bir kavim. (Ç.N.)
OSMANLI TARİHİ
217
tanbul'dan isveç'e dönerken alçakça katledilmesiyle
alâkalı bulunduğunu anlamaktasınız ve bunların hepsi
birden tsveç milletini, kendisini bu gizli kötülükler ve
ihanetlerden açıkça kuvvet kullanarak savunmak
zorunda bırakmışlardır: Kötülüklerle dolu bir milletle
ikide birde ihanet edilen, uyulmayan bir barış
yaşamaktansa savaş halinde olmak daha az tehlikelidir.
Bu anlatışı İsveç savaşına kadar götürdükten sonra,
Fehâmetlû Efendimize, bu savaşın sebeble-rini,
Almanya imparatoru VI. Charles'a haleflik, mi-rasçılık
iddiasına kalkışan, silâhları elde kral ve prenslerin
birbirinden farklı çıkarlarını açıklamalıyım. Almanya
imparatoru VI. Charles, bütün hak ve sebeblere karşı,
bütün mülk ve devletinin veraset hakkını, büyük
kardeşinin kızlarını hesaba katmaksızın, büyük kızı
Marie-Therese'e ve bunun çocuğu olmadığından ikinci
kızma bırakmıştı. Söylemiş olduğum gibi, büyük kızı
Polonya kralı olan Saksonya elektörü, ikinci kızı
Bavyera elektörü ile evlenmiş olan imparator Joseph,
dört buçuk ay önce VI. Charles'ın yerine imparator
seçildi. Ne var ki, VI. Charles, mülkünü ve ülkesini
kızlarına bırakırken, bazı kral ve prenslerin haklı
çıkabilecekleri iddialarını dikkate almamıştı; zira,
bunların hükmettikleri ülke ve eyâletler, anayasaları
gereği kızlara intikal edememekte ve imparatorlukta
kendisine halef olacak şahsa intikal etmektedir-. İtalya'da bulunan Milan, Parme ve Plaisance dukalıklarının
durumu böyle olduğu gibi, genellikle asıl Avusturya
demlen Stirie, Carintie, Carniole ve Vingt Marc
(Windische Mark), ki bu sonuncusu Frioul'-un bir
bölümünü de içine almaktadır, Istrie, Mar-quisat de Çilli
ve Morlaquie - ki bu sonuncular Adriyatik körfezindedir
- durum bakımından İtalya'-dakilerden daha farklı
değildir. Bu son Avusturya hanedanı, şimdiki Rusya
kralının cedlerine ait olan zengin Silezya eyâletinin
büyük bir bölümünü de gasbetmiş bulunuyordu.
Böylece, müteveffa Alman-
HAMMER
ya imparatoru VI. Charles'ın halefi olmak iddiasındaki
başlıca şahıslar Bavyera imparatoru VII. Charles, aynı
zamanda Saksonya elektörü olan Polonya kralı ve
Prusya kralı, ki bunların hepsi de hükümdardır ve
devletleri Almanya'nın içindedir, bunlardan sonra da
İtalya'da kendisi veya çocukları için hak iddiasında
bulunan İspanya kralı gelmektedir.
Bavyera hanedanının saltanatın meşru vârisi olarak
tanınmasiyle torununu ispanya tahtı üzerinde tutmak
için XIV. Louis'nin sürdürdüğü savaş sırasında saltanat
hakları ve şerefinden her şeyi kaybetmiş olan imparator
VII. Charles'ın başına imparatorluk tacını giydirmekte
fazlasiyle yardımı kaydedilen Fransa kralı, VI.
Charles'ın dük de Lorraine'in karısı olan kızına karşı
oluşturulan bütün bu ittifakın başına getirildi; bununla
beraber, Fransa'nın sadece Bavyera elektörüne karş*
duyduğu minnettarlıkla değil, fakat kendisi için sekiz yıl
hapislerde yatmacasma ve çocuklarına varıncaya kadar
her şeyini feda etmiş olan bir prensin oğluna karşı
adaletli davranma yolunda hareket ettiğini göstermek
maksadiyle, Alteslerinizin gözleri önüne Charles'ın
kızlarına karşı Joseph'in kızlarının itiraz kabul etmez
haklarını koymam zarurîdir,- bundan sonra yeni
imparatorun imparator olmak sıfatiyle mâlik olabileceği
timâr, has ve zeametin mâhiyetine geçeceğim.
Zâtı Âlîleri, bundan kırkbir yıl önce ispanya
veraseti savaşı başladığı sırada, arşidük Joseph ve
arşidük Charles'ın babaları imparator Leopold'un, XIV.
Louis'nin torunu ve hâlen taht üzerinde bulunan V.
Philippe'le savaşarak tahtı ele geçirmek üzere ikinci
oğlunu göndermeğe karar verdiğini hatırlamak lûtîunda
bulunacaklardır, imparator Le-opold, çocuklarının
haklarının düzenleyicisi olarak onlara bir mukavele
veya anlaşma imzalattı, bu anlaşmaya göre, büyük oğlu
arşidük Joseph küçük kardeşi Charles ve onun erkek
çocukları lehine
OSMANLI TARİHİ
219
İspanya krallığı üzerindeki bütün haklarından feragat
ediyordu; bununla beraber, feragat şartlıydı ve şart
şuydu: Vâris olarak her iki kardeş de kız çocuklara
sahip oldukları takdirde, Joseph'in kızlarından en
büyüğü
yalnız
Almanya
ve
Bohemya
ve
Macaristan'daki ülkelerin değil, aynı zamanda İspanya
tahtının ve buna bağlı devlet ve ülkelerin de vârisi
olacaktı ve bu anlaşma İspanya tahtı için yapılan
savaşta Joseph ve Charles tarafından tatbike
konulduğunda, ana ve babanın tahtlarının normal
intikalini düzene koymak için meşru ve hukukî karar
vericiler olarak belirttikleri irâdeyi kendisinin tek taraflı
davranışıyla bozabileceğine inanan VI. Charles’ın bu
tutumu hem haksızlık, hem de akıl dışıydı. Bu
bakımdan Fransa kralının, amcası ve Joseph'in küçük
kızıyla evlenmiş olan Bav-yera elektörüne ve VII.
Charles'a ve dolayısiyle imparatorun büyük kızıyla
evlenmiş olan Saksonya elektörü Polonya kralına
yardımlarda bulunmasından daha haklı bir .şey
düşünülemez. Fransa kralının müttefiki olan Prusya
kralının Silezya üzerindeki iddialarını desteklerken de
daha az haklı değildir; çünkü selefleri, kendisinden
önceki krallar döneminde gaspedilmiş olan timar ve
zeametleri ta-leb etmektedir; amcası İspanya
imparatorunun İtalya ve bazı devletler üzerindeki
haklarına gelince, Fransa kralı, imparator ve
imparatorluğun
haklarını
desteklediği
kadar
İspanya'nınkileri de desteklemektedir ve Zâtı Âlinize şu
hususu, yâni zeametlerin mâhiyetini göstermem
yetmektedir ve dük de Lorraine'in karısı olan VI.
Charles'ın kızı ve küçük kardeşi, ne biri ne öteki
Avusturya
tahtı
üzerinde
hiçbir
talebde
bulunmadıklarına göre, bunların tam haklarını vermek
için sadece asaletlerine yaraşacak şekilde yaşamalarını
sağlamak hususunda gerekli tahsisatı vermek yetecektir.
Bundan yaklaşık binbeşyüz yıl önce, Almanya
aşağı yukarı onbeş yıl boyunca imparatorsuz kalmıştı;
Castilleli Alphons admdaki bir İspanya kralı
imparatorluğa seçilmiş, fakat hiçbir zaman ülke-
ısv>iNva znmm
HAMMER
sinden ayrılmak istememiş, İngiltere kralının kardeşi
Richard da hemen aynı zamanda imparatorluğa
seçilmiş, Almanya'ya kısa bir seyahat yapmış ve bütün
parasını harcadıktan sonra İngiltere'ye dönmüştü;
ülkenin başında bir şef bulunmayışının sebeb olduğu ve
bütün Almanya'yı pençesine alan kargaşalık, sonunda,
seçme yetkisine sahip bulunan prensleri bir araya
gelmek zorunda bıraktı, bir imparator seçmek üzere bir
araya gelmiş olan prensler aralarında anlaşamadılar;
tâyin işini, seçeceği kişiye saygılı davranacaklarına
yemin ederek Bav-yeralı düklerden biri olan AcımasızLouis'ye havale ettiler; bu dük, yeni imparatorun
cedlerinden biridir. Bu dük, ecdadına ait olan
Avusturya'daki zeametlerini, malikânelerini kendisine
iade ederek, adalet göstereceği ümidiyle Absbourg dükü
olan Rodolph'u seçti; fakat hiçbir suretle ummadığı bir
yüce makama, imparatorluğun başına geçen ve fakir bir
prens olan Rodolph, kendisini bu makama getiren
Acımasız-Louis'ye minnet borcunu unuttu ve
imparatorluk makamına oturduktan kısa bir süre sonra
Bohemya kralı Ottocar'la son Avusturya markisinin
mirası işini çekişmeğe koyuldu: Markinin kız kardeşiyle
evlenmiş olduğu için bütün varislik hakkını da elde
etmiş bulunduğunu iddia ediyordu ve bu yoldan
sağlanan gelirden de ondört veya onbeş yıl boyunca
yararlanmıştı; immarator olmadan önce çok fakir
durumda bulunan Rodolph, makamından yararlanarak
ailesini güçlendirmeğe çalışıyordu ve erkek çocuk
bırakmadan ölen zeamet sahiplerinin mülkleri, bu
mülkler Avusturya'ya ait olduğu takdirde İmparatora
dönüyor, o da istediği kişiye vermek durumuna
giriyordu; bu görüş Rodolph'un icadıydı. Tabiî, görüş
olmaktan çıkıyor ve kanun oluyordu. Ottocar, Bohemya
kralı, Avusturya'da kaybettiği bir savaşta öldürülünce,
onun Avusturya ile alâkalı devletlerinin tümünü, erkek
çocukları olmadığı takdirde son Avusturya dükünün
tasarrufuna geçeceği esası üzerinden, Asbourg kontu
olan oğlu Albert'e verdi.
13A!HflHWfD 3AI»IIQ1
OSMANLI TARİHİ
221
Albert'den Avusturya dükü adını almış olan VI.
Charles’ın ölümüne kadar dörtyüz yetmişbeş güneş yılı
geçmiştir ve bu zaman içinde erkekten erkeğe geçen bu
Absbourg hanedanı, Bavyera düklerinin itirazlarına
rağmen, bu ülkeleri dâima elinde tutmuştur; ve Rodolph
denilen ve imparator seçilen aynı Absbourg kontu
Avusturya hanedanının ilkidir, o ve oğlu I. Albert
Ottocar'ın eşinden ve ailesinden alınmış bu devletlerin
mülkiyetini ellerinde tutmak için dâima bunların kız
evlâda intikal ede-miyeceği iddiasına sırtlarını
dayamışlardır; inanıla-bilir ki, yeni İmparator, Bavyeralı
VII. Charles, Lor-raine düşesi ve Macaristan kraliçesi
Marie-Therese'i bu büyük dukalıklar ve ülkelerden
kovmak ve bunların mülkiyetini elinde tutmak
maksadiyle
hiç
şüphesiz
aynı
sebeblerden
yararlanacaktır; oysa bütün bu dukalık ve ülkeler, meşru
olarak Marie-Therese'-in cedlerine ait bulunuyordu.
Bohemya krallığına gelince, hukukî bakımdan
Joseph'in kızlarına ait bulunuyordu; böylece, Bavyera
elektörü kendisine ait olan ülkelerden önemli bir
kısmını Polonya kralı olan Saksonya elektörü-ne
vermek suretiyle buraların mülkiyetini elde ettiyse de,
bu verdiği yerlerden meselâ Tyrol Avusturya'nın eyâleti
olduğu halde, evvelce Bavyera hanedanına bağlı
bulunmuştu ve bu esasa dayanarak Bavyera elektörü
Tyrollilerden kendisini kral olarak tanımalarını evvelce
emir suretiyle istemişti ve onlar da bu emri güçlük
çekmeden yerine getireceklerdi.
Macaristan krallığı, Transilvanya prensliği gibi,
evvelce de varolan kendi krallarını seçmek hakkı
müessesesini oluşturmak üzere bu fırsattan yararlandı.
Gerçekte bu son prensler Bâb-ı Âlî tarafından tasdik
edildikten sonra Transilvanyalılar tarafından seçilmiş
sayılıyorlarsa da, tasdik muamelesi, sadece seçilen
kişinin Sultan'ın menfaatleri bakımından şüpheli
olmamasının tesbitinde gösterilen bir dikkatten ibaret
kalıyordu. Bâb-ı Âlî bu tutu-
HAMMER
munda haksız değildi; çünkü bunu gerektiren bir olay,
IV. Mehmed (Avcı) döneminde Transilvan-yalıların
prensleri olarak Kemeni'yi seçmelerinde görülmüştü.
Bu adam, Avusturya hanedanı taraftarıydı; Bâb-ı Âlî
Michel Apaffi'yi ona karşı çıkardı ve Apaffi, yapılan bir
savaşta, Osmanlıların yardımlarıyla Kemeni ve
Avusturyalıları yenilgiye uğrattı. Osmanlıların seçtiği
prens, bu memlekette hayatı boyunca hükümranlığım
sürdürdükten başka, elde ettiği haklı nüfuz sayesinde,
ölümünden sonra makamının oğluna geçmesi imkânını
da sağladı; fakat oğlu aptal bir prensti, Osmanlı
taraftarlığını bıraktı, Avusturyalıları tuttu ve imparator
Leopold'-un daveti üzerine Viyana'ya gitti, orada
tutuklandı ve o zamandan beri Transilvanya'nın
Almanların hâkimiyeti altında kalmasına böylece fırsat
vermiş oldu. Haşmet Paşa (Bonneval) Viyana'da bu
prensi tamdı, kendisi ve karısı için yaşamalarım temin
etmek üzere yıllık onaltı bin florin tahsisat veriyorlardı,
çok kötü şartlar içinde hayatlarım sürdürüyorlardı,
karısı ve kendi arkalarında çocuk bırakmadan öldüler.
Macaristan kraliçesinin krallığı içinde rahat
bırakıldığından fazlasiyle şüpheliyim; bunun sebebi,
elektör ve karısının Frankfurt'da imparator ve imparatoriçe tacını giymek üzere ülkelerinden uzaklaştıkları sırada Macar ordu birliklerinin Bavyera'-da
akıl almayacak vahşetlerin faili olmalarıdır. Ayrıntı
kabilinden bütün bu bilgi arzetmelerden sonra, siz
Fehâmetlû Veziriazam Efendimize esas üzerinde
durumu göstermeğe zaruri olarak kendimi görevli
saymaktayım ve hemen belirtmeliyim ki, Macaristan
krallığının hürriyetini ve eski imtiyazlarını geri alması
Eâb-ı Âlî'nin menfaatinedir ve tabiî krallığın, yâni
Macaristan’ın, Almanya taraf ında hiçbir ülkeyle
alâkası bulunmaksızın sadece kraliçe Marie-Therese'e
kalması şartı başta gelmektedir ki, bu da Bâb-ı Âlî'nin
menfaatinedir; Transil-vanya'ya
gelince,
BüyükSultan, Macaristan'daki
OSMANLI TARİHİ
223
durumun hemen peşinden bu memlekette çıkacak
anlaşmazlıklardan yararlanacak, bu anlaşmazlığı oraya
bir prens yerleştirmenin başlıca şartı sayacaktır ve
böylece Belgrad’ın yaşaması için zorunlu olan
Temeşvar'ı tekrar ele geçirecektir.
Alteslerinize, üzerinde İspanya'nın sahiplik hakkı
iddiasında bulunduğu Milan, Parme ve Plaisance
dukalıklarının mâhiyetleri hakkında açıklama yapmam
kalıyor. Beşyüz yıl var ki, bahis konusu bu dukalıklar
Almanya imparatorlarına tâbi bulunuyorlardı; fakat,
uzun zamandan beri bu krallar taraftarlarıyla papaların
taraftarları arasındaki ayrılık bütün İtalya'da tesirini
gösteriyordu: Bu taraftarlara Guelfler ve Guibelenler adı
verilmekteydi ve uzun zaman boyunca bu iki parti
arasında sadece katliâmlar ve sürgüne göndermeler
görüldü; papaların taraftarlarına Guelfler, imparatorların
taraftarlarına
Guibelenler
denilmekteydi.
Bu
kargaşalıklar ortasında bir imparator Milan'day-ken
şöyle bir hâdise cereyan etti: Guelflerin şefi ve bu
şehirde çok kudretli olan Touriani adındaki bir adam,
geceleyin imparatoru öldürmeğe karar verdi; imparator
sarayda hiçbir şeyden şüphelenmeden uykusunu
uyumaktaydı, eğer Guibelenle-rin şefi olan Visconti
taraftarlarını silâhlandırıp imparatorun imdâdma
koşmasaydı, Touriani hedefe ulaşmış olacaktı. Gece
yarısı bu iki taraf arasında kıyasıya bir çarpışma başladı;
fakat bu mücâdeleyi Visconti kazandığmdan,
Touriani'nin adamları memleketten bir daha geri
dönmemecesine kovuldular. İmparator, Visconti'yi,
Papa'nın taraf tarlarına karşı elinde bulundurmak için
Milan şehri dükü yaptı, şehir civarından da kendisine
arazi verdi. Zamanla yükselen Guibelenler, Visconti'lerin de yardımlarıyla Parme ve Plaisance'da aynı
gelişmeyi gösterdiler ve Viscontileri hükümdarlari
olarak tanıdılar, aynı zamanda Milan dukalığı ile
birleştiler. Diğer ülkelerin büyük bir kısmı, papaların
taraftarlarını kovmak için onlara yardımda
HAMMER
bulundular. Ve böylece Milan dukalığı muazzam denilebilecek bir ölçüde büyüdü, tabiî bu büyümede, kısa
bir zaman içinde gelişmede cesaretlerinin, elverişli
fırsatları
görüp
değerlendirmede
gösterdikleri
becerikliliğin rolü büyük oldu. Ayrıca, kendilerine
fazlasiyle sâdık kaldıklarından,. ihtiyaçları olduğunda
onlara derhal yardımda bulunuyorlardı. Visconti'ler
birçok nesiller boyunca Milan'da hüküm sürdüler, fakat
nihayet, bu Visconti'ler soyundan son dük meşru
çocuklar bırakmadan öldü; Valen-tine adında bir kız
kardeşi vardı ve bundan üçyüz sene önce Fransa
kralının kardeşi olan dük d'Orle-ans ile evlendi. Son
Visconti'nin ölümünden sonra, çocukları annelerinin
hukukuna dayanarak bu dukalık üzerinde hak
iddiasında bulundular; fakat Avusturya hanedanından
olan imparator Fre-deric, kız evlâtların Milan dukalığını
başka bir aileye intikal ettiremeyecekleri iddiasında
bulundu, erkek evlât da olmadığından bu devlet
imparatorun tasarrufuna dönmüş oluyordu. İmparator,
İmparatorluğun hakkını devam ettirmek için, bu dukalığı, son dükün ordularında general olan Sforze adında
bir kişiye verdi; bu kişi imparatorluğun bu tevcihini
değerlendirdi ve bu hükümranlığı çocuklarına itirazsız
intikal ettirdi; yaklaşık yüz sene sonra, Valentine
Visconti soyundan bir Orleans dükü XII. Louis
ünvaniyle Fransa tahtına çıkmayı başarınca Sforze'lere
hücum etti ve onları Milan dukalığından kovdu ve
hayatı boyunca bu zaferin getirdiği hükümranlığı
sürdürdü; fakat onun yerine geçen I. François, Almanya
imparatoru ve İspanya kralı V. Charles'a karşı büyük
savaşları devam ettirdi ve Birinci François Pavie
savaşında esir düşünce, V. Charles Milan dukalığını ve
ona tâbi devletleri zeamet veya malikâne olarak
Sforze'la-ra verdi. Daha sonra makamdaki son Sforze
vâris bırakmaksızın ölünce, dukalığı ve ona tâbi devletleri, Valentine Visconti ve mirasçılarının haklarına hiç
aldırış etmeden, dukalığı, kendisinin ölümünden sonra
İspanya imparatoru olan tek oğlu Philip-
OSMANLI TARİHİ
225
pe'e verdi. Hukuk yönünden Alman imparatorları dâima
bu zeametin kızlara intikal etmeyeceği görüşünde
olmuşlardır ve bu anlayış imparator Fre-deric'in
misâline uyarak V.» Charles tarafından da tasdik
edilmiştir.
Altesleri bu açıklama dolayısiyle görmüşlerdir ki,
Avusturya hanedanından gelen imparatorlar ve
Macaristan kraliçesinin cedleri, bu zeametin, yâni
Milan dukalığının kız evlâtlara intikal etmeyeceği
iddiasındadırlar; bundan şu netice çıkmaktadır ki,
Macaristan kraliçesinin bu hususta iddiada bulunacağı
herhangi bir hak mevcut değildir. Şimdiki imparator,
VII. Charles, selefleri Frederic ve V. Charles’ın yapmış
oldukları gibi, zeametin tasarrufunu veya tevcih
imkânını elinde bulundurmaktadır. Bu durumda, MarieTherese'i, yâni Macaristan kraliçesini bu ülkeden
kovmak üzere büyük askerî hazırlıklar yaptığı bir sırada
ve Avusturya imparatorlarının çıkardıkları kararnameler
de İspanya imparatorunu desteklemekte iken, bunlara
karşı Lorraine dükünün ve karısının yapabilecekleri
hiçbir şey yoktur. Daha kısacası, bir şey yapmağa
kalkıştıkları takdirde bu hiçbir suretle makul bir sebebe
dayanmayacaktır.
Bu muzaffer imparatorluğun sınırlarında bunlar
olup biterken, Haşmet Paşa, Sultan'a yapüabile-cek en
büyük hizmetin Osmanlı İmparatorluğu ile İsveç
krallığı arasında bir ittifak anlaşması yapmak olacağı
kanaatiyle, Zât-ı Âlîlerine ait olan bu projenin
gerçekleşmesi yolunda Bâb-ı Âlî nazırları nezdinde
telkinlerde bulunmaktan geri kalmamıştır. Haşmet Paşa
(Bonneval) Moskoflarm Osmanlı İmparatorluğu'na
saldırmak için büyük ölçüde hazırlığa giriştiğini ve
buna karşı tedbirin bahis konusu ittifak olduğunu
Osman Kâhya'ya (Sadâret Kethüdası) her rastladığında
anlatmış, fakat bütün bu nefes tüketmeler boşa
gitmiştir. Yine HaşHammer Tarihi, C: VIII. F.: 15
226
HAMMER
met Paşa, Bâb-ı Âlî ile İsveç'in birleşmesinin Mos-koflara
anlaşmaları ihlâl etmekten vazgeçirecek tek çâre olduğunu
bütün
açıklığıyla
anlatmaktan
geri
kalmamıştır.
Vazgeçirecek tek çârenin bu olduğunu arzediyorum; zira
Moskoflar, anlaşmaları ihlâl etmenin kendilerine İsveç gibi
merd bir düşman kazandıracağını görünce, duyacakları
korku, kötü niyetlerini bu imparatorluğa karşı tatbike koymaktan vazgeçirecektir. İsveç kralı ve meclisi her ne kadar
Zât-ı Devletlerinizin projelerini tatbike hazır bulunuyorlarsa
da, İstanbul'daki iki İsveç temsilcisi Zât-ı Âlînize karşı
büyük bir saygı besliyorlarsa da, burada sizin yokluğunuzda
meram anlatmak kaabil değil, daha doğrusu sorumlu olmaları gereken kişiler kendilerine anlatılanları dinlemekten
kaçınır gibi bir tavır içindeler.
Veziriazam Abdullah Paşa, Humbaracıbaşı Haşmet
Paşa'yı (Bonneval) yanına çağırmak için fazla vakit
geçirmedi. Beraber olduklarında da ona, Kartal'da
boğdurulan Osman Kâhya'nın evrakı arasın da kendisinin
birçok mektub ve muhtırasını bulmuş olduğunu söyledi.
Haşmet Paşa'yı yanında bulundurarak ondan yararlanmanın
zorunlu olduğuna hükmetmişti; fakat, Haşmet Paşa, Yeğen
Mehmed Paşa’nın emrine uygun bir şekilde, Sultan
Ahmed'in İsveç kralı XII. Charles'a verdiği borç
anlaşmasiyle ilgili işleri halletmeden önce İstanbul'dan
ayrılmadı. Ölen İsveç kralı, Sultan Ahmed'den, Bender ve
Dimetoka'da bulunduğu sırada nakit olarak borç almıştı. Bu
borcun ödenmesi için İsveç hükümeti para yerine karşılık
olarak değerli eşya teklif ediyordu (*). Mehmed Paşa
(Yeğen), o sıralarda Zât-ı Dev(*) Osmanlı kaynaklarında «Demir-baş» denilen İsveç kralı Onikinci
Charles, Rusya ile savaşda mağlûb olduktan sonra Türkiye'ye iltica etmişti. Hattâ Rusların Osmanlı ordusu karşısında aman dilediği ve Serdâr-ı Ekrem Baltacı Mehmed Paşa ile Rusya imparatoriçesi Kate-rina
arasında sevişme yollu asılsız söylentilerin çıkmasına vesile olan Pruth
seferinin açılması sebebi olarak İsveç kralı Charles'ı gösteren Türk
tarihçileri vardır. Bu husus tartışılabilirse de, 1710 yılının 10
Haziranında, 4 yıldır Veziriâzamlık makamında bulunan Çor-
OSMANLI TARİHİ
227
[etlerinizin İsveç'le ittifak projelerinize fazlasiyle mütemayil
görünüyor ve bunların uygulanmaya konulmalarını istiyordu ( *).
lulu Ali Paşa*nın azledilmesinde İsveç kralı XII. Charles'ın dahli olduğu, fakat
bunun maddi bir müdâhale olmadığı kesinlikle söylenebilir. Meselenin aslı şudur:
Osmanlı Türklerinin «Koca», «Deli» ve «Ak-bıyık» lâkaplarıyla eserlerine
aldıkları Rus çarı Birinci Pet-ro'nun kuzey ve güney politikaları büyük
çalkantılara yol açmıştır. Bunların birincisi Baltık denizine hâkim olmak, ikincisi
ise Karadeniz'e çıkmak hedeflerine dayanıyordu. Koca Petro'nun rakibi, cihangirlik hülyaları besleyen ve büyük bir asker olduğunda bütün tarihçilerin
birleştikleri. Osmanlı menbalarında adı «Demir-baş» lâ-kabiyle birlikte geçen
İsveç kralı XII. Charles'dı. Petro kuzey politikasını gerçekleştirmek için, buna
mâni olmağa çalışan «Demir-baş»a karşı Danimarka. Lehistan ve Saksonya ile
ittifak anlaşması imzaladı. XII. Charles, Rusya'nın müttefiklerini sırayla mağlûb
ederek, Baltık denizi kıyılarından başka Lehistan'a da hâkim oldu. Fakat, 27
Temmuz 1709'da 16 bin kişilik bir kuvvetle Petro'ya karşı giriştiği Poltava
muharebesini kaybetti ve müttefiki olan Kazak hetmanı Ma-zeppa ile beraber
Bender'e gelip Türkiye'ye iltica etmek zorunda kaldı. Demir-baş Charles'ın dokuz
sene süren bu uzun mücadelesinden Türkiye'nin hemen hiç yararlanmamış olması
üzülünmesi gereken bir olaydır. Özellikle 1708 olayları sırasında gördüğümüz
gibi. bu iki yabancı devlet arasındaki uzun mücadelede Demir-baş'ın tarafını
tutan bir siyaset takibettiği görülen Çorlulu Ali Paşa'nın Ve-ziriâzamlıktan
azledilmesi. Üçüncü Ahmed'in, zamanın genel politikasını kavrayamaması
bakımından, her halde lehine kaydedilecek bir nokta sayılmamak gerekir.
Nitekim Pruth seferi de, neticede Türkiye tarafından kazanılmış olsa da, bu
anlayışsızlığın bir neticesi olmak durumundadır ve devletin uğradığı zarar
hakkında bize bir fikir verebilir. Pruth seferinin sırf bu sebeble açılmış olduğu
ortada bir gerçektir. Rusların Türkiye'ye iltica etmiş bulunan İsveç kralıyla
askerlerini vurmak için Türk topraklarına tecavüz edip 48 saat içerilere kadar
ilerlemeleri, Kırım hududuna da sarkıntılığa başlamış bulunmaları, Osmanlı-Rus
barışma rağmen Azak denizinde bir Rus donanması kurmuş olmaları ve bilhassa
İstanbul'daki Moskof elçisi Tolstoi'nin Türk milletine sığınmış olan İsveç kralı
Onikin-si Charles'in hudud haricine atılması ve hetman Mazeppa'nın da derhal
Rusya'ya teslimini isteyecek kadar küstahlığı ileri götürmesi nihayet barışçı
Pâdişah'ın uyarısıyla neticelenmiş ve Üçüncü Ahmed'in huzurunda toplanan
fevkalâde bir mecliste Rus seferinin açılmasına karar verilmiştir. Bu toplantıdan
bir gün evvel de 360 savaş ve nakliye gemisinden oluşan büyük bir Osmanlı
donanması Azak denizindeki Rus donanmasının imhası ve Azak kalesinin kurtarılması ile görevlendirilerek Karadeniz'e açılmıştır. (Ç.N.) (*)
Çorlulu Ali
Paşa'nın Veziriazam olarak, Hekimoğlu Ali Paşa'nın Rus-
228
HAMMER
Veziriazam Abdullah Paşa, Kartal'a gelen Haşmet Paşa'yı
(Bonneval) son derece iyi karşıladı; ona Bâb-ı Âlî'ye gönderdiği
veya verdiği raporları eline geçtiğinde gördüğünü ve zamanın olayları
üzerindeki tavsiyelerinden faydalanmak üzere yanına getirttiğini
söyledi; iaşesi için dolgunca bir tahsisatla son derece güzel çadırlar
verdirdi. Çadırlar, Veziriâzam’ın ordugâhının yakmmdaydı. Veziriâzam’ın onu her kabul edişinde halinde gördüğü dürüstlük ve
gösterdiği itimâd, Haşmet Paşa'da İsveç'le ittifakın gerçekleşmesinin
yakın olduğu kanaatini uyandırdı. Veziriazam Abdullah Paşa, Haşmet
Paşa'ya bu işin başlamasından sonuna kadar geçirdiği safhalar
üzerinde teferruatlı bir muhtıra hazırlamasını emrettiği gibi, Zât-ı
Âlinizin Bâb-ı Âlî ile îsveç krallığı arasındaki dostluk bağmı kuvvetlendirmek hususunda sarfettiği gayretleri belirtmesini de istedi.
İstenilen muhtıra hazırlanınca, Veziriazam Abdullah Paşa, Zât-ı
Âlinizin Osmanlı devletiyle İsveç krallığı arasındaki dostluğa verdiğiniz ehemmiyeti büyük bir dikkat ve zevkle okudu ve bu kadar önemli
bir meselenin Kartal'da çözüme bağlanamayacağını söyledi. Özellikle
birleşmiş durumda bulunan Alman ve Moskof kuvvetlerini ayırmakta
faydalı olabileceği kanaatinde olduğunu belirtti, bu işi İstanbul'da
önemine uygun bir ciddiyetle ele alacaktı; İsveç elçisi de orada
olduğuna göre anlaşma onunla yapılacaktı; fakat İstanbul'a gelir
gelmez azledildi ve yerine Yeğen Mehmed Paya ile mücadele plânına
azledilmeyi göze alabilecek ölçüde taraftar olduğu anlaşılıyor. Demirbaş Charles, meseleler çıkmasına yol açan bir mülteci olarak 5 sene 2
ay Türkiye'de kaldı ve Üçüncü Ahmed'-den pek çok ihsanlar aldı.
Nihayet 1714 yılı 19 Eylülünde Dimeto-ka'dan yola çıkan İsveç
kralına 600 kişilik bir Türk müfrezesi koruma görevini yerine
getirmiştir. Böylece yola çıkan İsveç kralı, Ef-lâk'deki 2500 askerini
de alarak, Erdel üzerinden memleketine götürülmüştür. Böylece,
Türkiye'de bazı hareketlere yol açan ve Türkiye'nin Pruth seferini
düzenlemesine sebeb olan iltica olayı son bulmuş, Avrupa ve Osmanlı
tarihinin bir safhası kapanmıştır. Şurası muhakkak ki, Türkiye bu
olayı tam olarak değerlendirememiştir. (Ç.N.)
OSMANLI TARİHİ
229
şa getirildi. Haşmet Paşa, Yeğen Paşa'yı Kartal'a
gitmeden önce İsveç işleri bakımından iyice hazırladığından, Zât-ı Âlinizin projesinin başarı kazanacağından hiç şüphesi kalmadı; proje, bu şartlar içinde
herhalde Yeğen Mehmed Paşa’nın Veziri-âzamlığı
döneminde gerçekleşecekti. îsveç kralının ittifaka davet
için yazdığı ve Zât-ı Âlinizin aslını görebileceği mektup
Reisefendi'de bulunmaktadır; bundan memnun olmayan
Veziriazam, Haşmet Pa-şa'ya, İsveç kralına Bâb-ı
Âlî'nin bahis konusu ittifakı gerçekleştirmeye hazır
olduğunu bildiren bir mektup yazması emrini verdi;
Haşmet Paşa’nın yazdığı mektup kendisine Bâb-ı Âlî
tarafından dikte edildi ve başı vurulan tercüman Gikka,
bu mektubun ne bir kelime eksik, ne bir kelime fazla bir
tercümesini yaptı. Majeste İsveç kralı İstanbul'a
güvendiği bir murahhas gönderdi. Fakat kısa bir süre
sonra, Veziriazam, Bâb-ı Âlî ile Almanlar ve Moskoflar
arasında arabuluculuk rolüne fazlasiyle önem veren ve
bu hususta hayli para kazanacağı ümidinde olan Fransız
elçisi Villeneuve'ün telkinleriyle kanaat değiştirdi. Bu
konuda Belgrad'da kont de Neipperg ile neler
görüşülmüş olduğunu Zât-ı Âliniz herkesten daha iyi
bilirsiniz. Bu bakımdan, olup bitenleri ona sıralamamda
hemen hiçbir fayda yoktu. Bununla beraber, Belgrad'da
Bâb-ı Âlî ile Almanlar arasında her ne kadar barış
imzalanmış bulunuyorsa da, iki İsveç murahhası uzun
zamandan beri Sultan'la İsveç arasında ittifak
imzalamak
hususunda
tam
yetkiye
sahib
bulunuyorlardı; bu iki murahhas, Fransız elçisi
Villeneuve'den son derece dikkatlice gizlendiler,
bununla beraber projeyi takibetmekten geri kalmadılar;
bahis konusu ittifak, Moskofların kötü niyetinin Bâb-ı
Âlî'yi onlara savaş açmak zorunda bırakacağı ümidi
içinde imzalandı. Gerçekten de ancak İsveçliler
muhasamata başladıktan sonra, Rusların büyük elçisi
Ro-manzoff, birinci anlaşma uygulanmadığından yoni
bir anlaşma yapmak emrini hükümetinden aidi; bilindiği
gibi ilk anlaşma iki seneye yakın bir zaman
HAMMER
tatbik edilmemiş, Belgrad anlaşmasından ve Nice ek
anlaşmasından dört ay sonra yıkılacağı vaade -dildiği
halde Assaw kalesi olduğu gibi kalmıştı. Bu durumda
birinci anlaşma tamamiyle hükümsüz kalmış demekti.
Zât-ı Âliniz, îsveç kralının Yeğen Meh med Paşa'dan
bir mektup almış olduğunu biliyorsunuz; kralın denizde
ve karada silâhlanma işine büyük ölçüde önem
verdiğini, kralın Bâb-ı Âli'ye tam yetkiyle gönderdiği
murahhasın
Stockholm'e
döndüğü
sırada
öldürüldüğünü, Bâb-ı Âli'nin verdiği cevabın
çalındığını, barışdan beri îsveç hudu duna birçok birlik
göndermiş olduğunu ve İsveç'in bir oldu-bittiyle
karşılaşmamak için büyük gayret sarfettiğini, böyle
kuşku içinde yaşamaktansa İsveç'in bir savaşı tercih
edeceğini de biliyorsunuz. Haşmet Paşa (Bonneval),
Veziriazam Yeğen Mehmed Paşa nezdinde elinden
geldiğince saygılı davranarak Rusya ile barışa
muhalefette bulundu: ona yazdığı yazıları hatırlatarak,
kendisine İsveç kralına yazdırdıklarını hatırlatarak
muhalefetini sürdürdü; fakat, Fransız elçisi Haşmet
Paşa'nın sür-güne gönderilmesi için çalıştı ve bu yolda
bir emir çıkarttırmayı da başardı: Haşmet Paşa
Kastambo! kalesine sürgüne gönderildi; bütün gelirini
ve Zâtı Âlinizin himayesiyle Sultan’ın bahşetmiş
olduğu bü tün lütuf lan kendisinden aldılar; bütün suçu,
İsveç'in bu muzaffer Osmanlı İmparatorluğunu Mos
kofların kötü niyetlerine karşı korumakta yardımcı
olduğunu hatırlatmaktan ibaretti; aynca İran'ın beslediği
kötü niyetlerin tesirsiz kalmasında yardım cı olduğunu
da hatırlatıyordu. Bu da bir gerçekti Zira, Nâdir Şâh,
Moskofların İsveç'le meşgul bulunduklarını görürken,
Bâb-* Âlî'ye karşı hücuma geçmek cür'etini
gösteremeyecekti. Moskoflarla İran Şahı Nâdir arasında
bir anlaşma olduğu bilinmektedir. Ve Nâdir'in Hind
seferinden dönüşünde Osmanlı İmparatorluğu'na
birlikte saldırma yolunda bir karar almışlardır; fakat ne
biri ne de diğeri, Moskofların Bâb-ı Âli'nin müttefiki
İsveç'in hücumuna uğramasını beklemiyorlardı; İsveç'in
davra-
OSMANLI TARİHİ
231
nişi, onların Büyük Sultan'a karşı birlikte harekete
geçmelerini imkânsızlaştırdi; çariçe, Belgrad anlaşması
ve Nice ek anlaşmasının kötü niyetlerinin önüne dikilen
bütün engelleri yıktığına inanmıştı ve Belgrad
barışından sonra Bâb-ı Âlî ile İsveç arasında anlaşma
olmayacağı kanaatindeydi; İsveç'le anlaşma haberini
alınca, çariçe, Nâdir Şâh'la düşündükleri her şeyin bir
anda tamamiyle tesirsiz kaldığını çaresizlik içinde
anladı.
Haşmet Paşa'ya gelince, sürgün yeri olan Kastambol'da (Kastamonu olacak) yaklaşık altı ay kaldı.
Vezir kitaplarını, evrakım aldırdı ve evi günlerce
yağmaya açık kaldı; etrafı, yakınları evi terkettiklerinden, değerli olan nesi varsa yağmacılar tarafından götürüldü, herşeyini kaybetti, oğlu Süleyman
Bey de aynı zamanda sürgüne gönderildiğinden
İstanbul'da ona ait herhangi bir değeri savunacak
kimsesi kalmadı; ve o zamandan beri kendisine ancak
Gümrük'ten aldığı aylık ve peşinden de Sırmakeşhâne'den gelen sekiz kese parası azar azar geri
verildi. Oysa, Büyük Sultan'la İki Sicilya'nın kralı
arasında gerçekleştirdiği anlaşma için harcadıklarını
soran olmadı. Zât-ı Âliniz takdir buyururlar ki, dâima
sadakatla çalışanlar her zaman iyi muamele
görmedikleri gibi en iyi şekilde mükâfatlandırılmadan
da uzak kalmışlardır.»
Bonneval'in bütün teşebbüslerini Avusturya elçisine açıklayan Cenovalı Chenier'nin aşağıdaki
mektubunda, 1917'de Rochefort tarafından hazırla-nan
bir istihkâmcılar birliği kurulması hakkında dikkate
değer ayrıntılı bilgiler bulunmaktadır:
«Not defterimi ve ona iliştirilmiş bulunan pusulanızı aldım. Bu pusulada, Osmanlı İmparatorlu-ğu'na
olağanüstü bir istihkâmcı-mühendisler birliği temin
edilmesi ve bir yabancılar kolonisi kurulması hakkında
hazırlanan proje üzerinde bilgi verecek kimseye
sunulacak para veya minnettarlık için düşüncemi
soruyor ve projenin tesirsiz kalması yo-
HAMMER
lunda gerekli çareleri göstermem talebinde bulunuyor
ve benden bu konu üzerinde görüşmek üzere bir gizli
gece buluşması istiyorsunuz. Kanaatim şu ki, üstlerimi
şüpheye düşürmemek, kendimi tenli-keye atmamak ve
sizi hizmetlerimden mahrum bırakmamak ve yararlı
olarak hizmete devam etmem bakımından, en iyisi
esrarengiz olmayı bir kenara bırakmaktır; gece sizde
olduğumu bilmeleri, tasavvur edilebilecek haksızlıkları
bana yapmalarına faz-lasiyle yetecektir. Yabancı
elçilerin burada olup bitenleri öğrenmek için ne kadar
gayret sarfettik-Jerini biliyorum ve kimlerin kimin
evine girip çıktığını ne kadar kolaylıkla öğrendiklerini
de biliyorum; hem de gece gündüz bu öğrenme işinin
pe şindeler. Bu bakımdan, izin verin de size hiçbir za
man gece vakti gelmiyeyim, daha ziyade gündüz ve bir
kere yaptığım ve size de bildirmek şerefine eriştiğim
gibi gündüz geleyim. Bu bakımdan sizi ve kendimi
tehlikeye atmadan, yukarıda söylediğim gibi, gündüz
kısa buluşma ve konuşmalarla meseleyi bir çözüme
bağlayabiliriz. Böylece konuya girebiliriz, fakat daha
önce ancak beni ilgilendiren bazı düşünceler üzerinde
durmama müsaade buyurunuz. Benim size taahhüdüm
yalnız
Bonneval'-in
imparatorunuz
hakkında
söylediklerini,
yâni
imparatorunuzun
menfaati
aleyhindeki
faaliyetlerini
bildirmekle
sınırlı
bulunmaktadır. Size karşı taahhüdümün doğrudan
doğruya şartı da bu. Bunun di şında ne olursa olsun,
cereyan eden olayları size bildirmekle mükellef
değilim; bunun için de sizden üç aylık avans olarak yüz
seksen İtalyan altını (fındık altını) almış bulunuyorum,
Mösyö. Bu meblağı aîmak suretiyle, size sadakatle
hizmet etmek ve bütün öğrendiklerimi size bildirmek
taahhüdüne
girmiş
bulunuyorum.
Şüphesiz,
öğrendiklerim size faydalı olacak ve işinize yarayacak
hususlardır. Bu prensip çerçevesinde ve namuskâr (!)
bir kişi olarak davranacağımdan tamamiyle emin olabilirsiniz. Daha açık olmam için faaliyet alanımı şöyle
belirlemeliyim: Size bildirdiğim Türklere ya-
OSMANLI TARİHİ
233
bancılar için koloniler sağlamak ve en iyi mühendislerden oluşan bir istihkâm birliği oluşturmak projesi
Bonneval'den çıkmış bir düşünce değildir, bu proje
Bonneval'den daha önceye bağlıdır, doğrudan doğruya
onunla alâkalı değildir, fakat tesadüfen, bu proje o
olmadan bir neticeye vardırı-lamazdi; ümit ederim ki bu
bildirdiğim husus sizinle benim aramdaki anlaşmayı
zedeleyebilecek bir ehemmiyete sahip değildir.
Hükümdarınızın menfaati bakımından, bu verdiğim
bilginin unutulması dahi gerekir. Bu bakımdan
sadakatimi daha da sağlamlaştırmak ve gayretimi
arttırmak hususunda mümkün olanı esirgemeyeceğinizi
ümit ediyorum. Bahis konusu projeye dair konuşmak
için şunları söylemekle şeref kazanmış olacağım:
Yaklaşık yirmi-yedi sene önce birkaç Fransız
protestanı, Büyük Sultan'ın hükümranlığı altındaki
ülkelere yerleşmek ve oraya mezhep kardeşlerini
çekmek düşüncesiyle meşgul oldular. Bunun iki sebebi
vardı: Birincisi, katoliklerin hâkim oldukları ülkelerde
sürekli olarak takibata ve eziyete mâruz bulunmaları,
özellik le Roma katolikierinin hâkim oldukları yerlerde
bu işaret edilen insanlık dışı muameleler haddini aşan
bir derecedeydi; ikinci sebeb, Türklerin kendi ülkelerindeki insanlara kendi mezheb ve inançlarında ibâdet
hürriyeti tanımaları, bu hususdaki müsamahalarının
hemen bütün
medeni
dünyada bilinmesiydi.
Protestanlar işte bu hususları gözönünde tutarak, 1717
yılı sonunda aralarından temsilciler ayırarak İstanbul'a
gönderdiler. Bu gönderilenler arasında, protestan olmuş
ve şartlar gereği Rochefort adım almış bir topçu
yüzbaşısı bulunuyordu ve bu yüzbaşı üstün kaabiliyetli
bir mühendisti; 1718 yılma rastlayan dönüşünde
kendisiyle tanışmak imkânını buldum. Takibettiği gizli
plânı saklamakta ustalık gösteremediği gibi talihi de
yaver gitmedi, marki Bonnac tarafından plânı, şövalye
de Boisi-men'kiyle birlikte aynı zamanda boşa çıkarıldı;
şövalye de Boisimen İspanya hükümeti tarafından İspanya kralı ile Bâb-ı Âlî arasında gizli bir anlaş-
HAMMER
mayı sonuçlandırmak üzere gönderilmişti, becerikli
Bonnac bu iki yabancının hiçbir netice alamadan geri
dönmelerine sebeb oldu. Fakat Rochefort, Sadâret
Kaymakamı İbrahim Paşa ile -ki arası çok geçmeden
Veziriazam]ığa yükseldi- ayrı ayrı zamanlarda toplantı
yapmak imkânını elde etti. Yine bu Rochefort,
projesinden Bâb-ı Âli'nin diğer kudretli kişilerine de
imâ yollu bahis açmıştı; onlara protestanlarm inanç ve
ibâdetlerinde Türklerin hoşlarına gitmeyecek bir husus
bulunmadığını anlatmıştı, protestanlar da tıpkı
müslümanlar gibi hiçbir tasvire tapınmıyorlardı, Azizler
ve Meryem Ana tasvirleri onlar için ibâdet konusu
değildi; bu tasvirleri hiçbir zaman kiliselerinde teşhir
etmiyorlardı ve Allahlarma tam bir sadakatla bağlı
bulunuyorlardı. Büyük Sultan onları ülkesine yerleştirmekle sanatları, ilmi ve giyim eşyası üretme sanatını da
ülkesine almış olacaktı, ki bu gelenler kısa zamanda yün
ve ipek dokuma işinde büyük ölçüde imâlata
geçeceklerdi ve böylece bunların yaptıkları, yabancı
tacirlerin imparatorluğun her tarafına sokup yaydıkları
ve Osmanlı teb'asmm zararına sattıkları eşyanın yerini
alacaktı-, Büyük Sul-tan’ın teb'asmm bundan büyük
istifâdesi olacaktı. Bu imâl edilenler ve üretilenler
imparatorluğun her tarafında peşin para ile satılarak
ticaret dengesi devletin lehine gelişme göstereceği gibi,
yerli sanayi gelişecek, Türkler bu imalât sanatlarında
ilerleyecek, devletin parası başka ülkelerin kasalarına
akmayacaktı; bunlara karşılık, sadece kendilerine vicdan
hürriyetlerine dokunulmadan yaşayabilecekleri yerler
gösterilmeliydi. Bu verilecek yerlerde hı-ristiyan
ülkelerinde görülen fabrikaların hepsi mevcut olacaktı.
Büyük Sultan bunlara Eflâk ve Buğdan'da huzur içinde
yaşayabilecekleri yerler gösterebilirdi, buralarda
müslüman teb'anın şüphesini asla uyandırmadan
yaşayabileceklerdi. Rochefort bütün bu anlattıklarına bir
usta mühendisler birliği kurmak projesini ilâve etti.
Bahis konusu birlik, usta mühendis ve istihkâmcılar
birliği gibi pro-
OSMANLI TARİHİ
235
testanlardan oluşacaktı. Bunlar bir mektep vücuda
getireceklerdi ve genç Türkler kalelere hücum etmek ve
onları savunmak sanatını kolayca öğreneceklerdi, kaleleri
takviye etmek sanatını da kısa zamanda öğrenecekler ve
Yeniçeri ortaları bu hususta ileri bilgiye kavuşacakları gibi,
diğer askerî birlikler de yeter sayıda usta mühendis ve
istihkâm-cıyı kendi bünyelerine katabileceklerdi. Rochefort,
bu protestan kolonileri için güvenlik yerine geçecek,
Sultan’ın ve teb'asının yararına bir imtiyaz modelini de Bâb-ı
Âlî'ye sundu. Bütün bunlar, Bâb-ı Âlî'nin kudretli
şahsiyetleri üzerinde büyük bir tesirin uyanmasına sebeb
oldu. Bu yabancının söylediklerinden hiç de farklı
olmayanlarını, bilhassa Petervaradin savaşında şehid düşen
Veziriazam Si-lâhdar Ali Paşa divan toplantılarında açıktan
açığa söylemişti. Ali Paşa her türlü eşya imalâthanelerinin
kurulmasını ve Batılı tacirlerin Doğu'da dolaşmalarının
menedilmesini kesinlikle istiyordu. Evvelki yazımda da
belirttiğim gibi, Rochefort'un başarı kazanmasına iki şey
engel oldu: Birincisi Fransız elçisinin, onun sırrını anlayarak
baltalaması; ikincisi, o sırada Almanların yılgınlığa
uğrattıkları Türklerin bu teşebbüsün başlarına yeni gaileler
açmasından çekinmeleri. Bununla beraber bu teşebbüsün
protestanlara bazı iyilikleri de oldu. Marki de Bonnac bu
hâdiseyi hükümetine götürdü ve müzâkerelerin sonunda, bu
görüşmeler Fransa'da 1724 Nisan'ında çıkarılan benzeri
emirnamelerin neşrini engelledi.
Rochefort'un dönüşü ve teşebbüsünün başarı
kazanamamış olması Romen katolik devletlere tâbi olan
protestanlarda yeis ve fütura yol açmadı; Büyük Sultan’ın
ülkesinde yerleşmek için münasip ânı kollamak bakımından
İstanbul'da bazı haberleşme merkezleriyle münasebet ve
faaliyetlerini sürdürmekten geri kalmadılar. Size şurasını
tereddütsüz söyleyebilirim ki, Napoli'ye hareket ettiğim
1740 Haziranının 11. günü ve o günden sonra başlayan
HAMMER
çeşitli alâkalarım ve bu arada İki Sicilya kralı tarafından
İstanbul elçiliği şansölyeliğine atanmam müstesna, yâni
bu olaylara kadar, protestanların başarısı için doğrudan
ve dolaylı gayret sarfettim, projelerinin gerçekleşmesi
için uğraştım. Fakat kral tarafından sözünü ettiğim
elçilikdeki göreve atanınca, Protestanları projelerinde
başarılı kılmak için ne doğrudan, ne de dolaylı bir
çalışma içine girdim. Buna rağmen ricaları eksik
olmadı; ricalarına ümitlerini ne azaltan, ne de çoğaltan
cevaplar vermekle yetindim. Sonra ticaretimin çökmesi,
hazin durumum ve özellikle Majeste Macaristan
kraliçesinin menfaatleri bakımından netice verecek bir
şekilde size hizmet etmem, beni tam aksi yöne çekti;
değişmez bir şekilde dürüst adam karakterini sürdüreceğim, size her şeyde ve her yerde sadık kalacağım:
Tabiî, ilk şartlarımızda olduğu gibi, benden efendim
kralın menfaatlerine ters düşen herhangi bir şey
istemeyeceksiniz. Müsaade ederseniz, Bonneval hakkında size faydalı olabileceğine karar vereceğim
hususları aktaracağım. Bunu yaparken de mümkün
olduğu kadar sadakatle hareket edeceğimden emin
olabilirsiniz. Şurasını da arzedeyim ki, hükümetim ve
buradaki elçisi bana, çalışma ve kaabiliyetlerim-den
memnun oldukları yolunda yorumlayacağım birtakım
işaretler veriyorlar ve bilhassa Doğu'da ticaretlerinin
gelişmesinde son derece yararlı olduğumu söylemekten
geri kalmıyorlar. Bense, bağlı olarak yaşamak ve ölmek
istediğim dinim sebebiyle kendimi mesleğimde dâima
sallantılı görüyorum. Şurası gerçek ki, birçok defa
inancımın sadakatime engel olmadığım söylemek
suretiyle beni teselli etmeKten geri kalmadılar ve
bilhassa şerefim ve namuskârlığım üzerinde tam bir
güven besliyorlar; fakat bu husus, mesleğimde
bilemeyeceğim, önceden kestiremeyeceğim bir
değişiklik olmasından korkmama engel olmuyor; ve
gerçekten de bir pro-testanın, özellikle bir Cenovalmm,
tki Sicilya Krallığının elçiliğinde kançılar olması
dikkate değer bir hâdise sayılmak gerekir. Dinime ait
dâvaları
OSMANLI TARİHİ
237
terkedebileceğimi düşünebileceğinizi burada ele almak
istemiyorum, tabiî memnun olmadığım takdirde
Doğu'da yerleşmeği düşünmekten onları vazgeçireceğimi üstleniyorum; bu suçlamalar üzerinde
kendimi savunmağa çalışmayacağım, sadece elimden
geldiğince kendilerine hizmet ettiğimi söyleyeceğim.
Sefaletim beni yaşamaya zorlayarak iktidarımı tesbit
ettiğinden, önüme çıkan ilk vasıtaya dört elle
sarılıyorum; çünkü daha iyi, seçeceğim bir davranışta
bulunamam, bu da beni insan nev'inde başka bir topluma
faydalı olmaya götürebilir ve bu da ilâhî hikmetçe
desteklenmiş ve korunmuş demektir, bu mânâda telâkki
edilmek gerekir. Doğu'da yerleşmeleri konusunda
hizmeti bırakarak Protestanların eziyet görmelerine rıza
gösteremem. Allah da bundan hoşnûd olmaz. Böyle
düşününce, hangisi olursa olsun bir mezhebin eza-cefâ
görmesine yardımcı olmak durumunda bulunmak tas-vib
edilemez. Meseleyi kısa kesmek için şu kadarını
söyleyeyim ki, Protestanların dâvasına hizmet etme
yolunda, Büyük Sultan her bakımdan tercihe şayan
görülmektedir. Şartlar da bu hususta yardımcıdır; Büyük
Sultan son olarak Sicilya'dan alınan makine ve diğer
eşyaya dikkate değer bir alâka göstermektedir; ayrıca
Osmanlılarda mevcud bulunmayan bütün pratik
neticeleri görülen ilimlere rağbet etmektedirler ve
nazırlarının ve Bon-neval'in hafızalarını uyandırmasını
gün be gün beklemekteyim, ki bu da Protestanların
malûm projelerine hizmet etmek demektir ve hiç
şüphesiz projenin tatbike konulmasmda bana
başvuracaklardır. Ben de onları geçerli sebebler ileri
sürerek ve her türlü bahaneler bularak oyalama yoluna
gideceğim, bunun da mânâsı projenin uygulana-maması
demektir. Yâni, yine hıristiyanlığm eserleri olan ticarî
eşyanın Doğu'da yer almasının önüne geçilemeyecektir.
Bunu kendi varlığımı korumak arzusuyla söylemiyorum;
şu husus doğru ki, hayata pek az bağlılık
göstermekteyim ve ölenleri mutlu bulmaktayım ve sizi
temin ederim ki kendi
HAMMER
kendimi mahvetme yoluna gitmiyorum ve bunun benim
elimde olduğu emrinin verilmediğini din bana öğretiyor
ve ayrıca, varlığımın, sorumlusu bulunduğum ilâhî
hikmetin deposu olduğunu da öğretiyor. Bütün bu
söylediklerimle, Mösyö, görüyorsunuz, bu projeye mâni
olabilirim ve işte son pusulanızda benden istediğinizi bu
suretle yerine getirebilirim. Diğer talebiniz bana
lütfedeceğiniz hususa bağlı, bu da sizin düşünmeniz
gereken bir mesele; fakat beni memnun edecek olanı
benim bildirmemi istiyorsanız, bunu size açıkça
bildirmekten şeref duyacağım, bu da hayatim boyunca
bana verdiğiniz yüz seksen İtalyan altınını her üç ayda
bir vermeğe devam etmenizdir, ben de gizliliğe azâmi
dikkat göstererek, sadakatten ayrılmadan Majesteleri
Macaristan kraliçesine hizmete devamdan geri
kalmayacağım. Sizin bana her üç ayda bir
lütfedeceğiniz yüz seksen İtalyan altınından ayrı olarak,
derhal hediye olarak beş yüz İtalyan altını vermeniz son
derece makbule geçecektir. Bu beş yüz İtalyan altınını,
bir koşum takımı ve sizinle buluşmak için kullanacağım
iki atın satın alınmasında kullanacağım. Zira,
tahminime göre, yazın sayfiyede bulunduğunuz sırada
size bildireceğim çok önemli hususlar olacaktır. Fazla
olarak, bu para bir koşum takımı ve iki at satın almak
için gerekli olduğu gibi, beni rahatsız eden birkaç alacaklıyı da sakinleştirmekte kullanacağım. Hizmetlerimin mâhiyeti üzerinde dikkatle duracağınızı ümit
ediyorum. Mükâfatlandırma fiyatımı, özellikle böyle
sadakatle hizmete hiç de mecbur olmadığımı düşündüğünüzde fazla bulmayacaksınız; hizmetlerimin değerinin ehemmiyet derecesini de takdirlerinize bırakıyorum. Ayrıca, size protestan mühendislerin İstanbul'da yerleştirilecekleri yerlerin ve imtiyazların birer
kopyasını getirmeğe çalışacağım; bunlar, ülkenin
nüfuzlu ve kudretli bir adamının elinde-, protestan
mühendislerin İstanbul'da yerleştirilecekleri mahallerin
projelerinin kopyasiyle, Protestanların koloni olarak
kendilerine verilecek yerlerin projelerinin
OSMANLI TARİHİ
239
kopyasının son derece önemli olduklarını takdir edersiniz; bu
kopyalar Bonneval'de de, bende de yok. Fakat zamanla ve
tedbirlerle bunlara sahip olarak kopyalarını size vermeği
ümit ediyorum. Adamım olan delikanlı ile onda hiç şüphe
uyandırmadan münasebette bulunmanız fevkalâde yerinde.
Onun kanaliyle ve hiçbir şeyin farkında olmadan size her
şeyi bildireceğim. Şu hususu şeref duyarak, vb.»
(NOT: 4) Kesedar: Avusturya elçisi Penkler'in gizli harcamaları yılda 4 ilâ
5,000 duka tutuyordu. Penkler'in bıraktığı bir hesap
pusulasında 1744 yılında para kurları hakkında ayrıntılı bilgi
bulunmaktadır; bu hesaplara göre, 2,763 kuruş 20 para
karşılığı olarak 921 duka 40 akçaya tekabül etmektedir; 1743
yılında 6,088 kuruş 24 para, 2,029 duka 1 kuruş 24 paraya
eşitti; 1744 yılında 2,230 kuruş 30 para, 740 duka 1 kuruş 30
paraya tekabül ediyordu; 1745 yılında 11,025 kuruş 34 para,
3,675 duka 34 para değerindeydi; 1741 yılında, Penkler
dukayı 3 kuruş olarak hesap ediyordu. Bu hesaba göre, 1741
yılında hükümeti için harcadığı 11,362 kuruş 21 para, 3.787
duka 1 kuruşa tekabül ediyordu ve bir sonraki yıl harcadığı
7,318 kuruş, 2,493 buçuk duka karşılığıydı.
(NOT: 5) Price, grammer'inde (Londra 1825), dimaghi Suma çaghest
kelimelerini how do you do (nasılsınız?) kelimeleriyle
tercüme ediyor. Morier'nin seyahat raporunda anlattığına
göre, Hacı Baba ve diğer seyyahlar bu kelimelerin
«Dimağınız veya burnunuz büyük mü?» demek istediğini
ileri sürüyorlar. Fakat, Vehbî'nin lügat kitabı üzerine
Hayatî'nin yazdığı yorumdan çag kelimesinin çagatay dilinde
zaman mânâsına geldiğini ve bu tâbirde çağ’ın zamanla
alâkası olduğunu ve tâbirin böylece Başed dima-get, yâni
dimağın salatanın zamanı gibi olsun, kısacası onun gibi taze
ve hoş olsun mânâsına geldiğini öğreniyoruz. Avrupalı
Farsça uzmanlarının pek
240
(NOT: 6)
HAMMER
az bildikleri bu yorum, şâirlerden alınmış misâllerle ve
çeşitli açıklamalarla destekleniyor.
İzi'nin kaydettiği hediye listesi, f. 95:
1. Ortasında göze çarpan bir zümrüdün bulunduğu balıkçılkuşu tüyünden bir sorguç; üst kısmında
etrafı yirmi büyük ve yüz otuzsekiz küçük elmasla
çevrelenmiş bir yakut görülüyor; takma kısmı altın
küçük zincirler şeklinde, muhafaza olarak da altın
elyafından dokunmuş bir keseyle, tahminen değeri:
30,000 Krş.
2. Kumlu deri kaplı bir kutu içine yerleştirilmiş
altın kınlı bir kılıç; kılıcın kabzası ve km, doğu
mâdenlerinden elde edilmiş üç büyük ve 439 orta
büyüklükte elmasla süslenmiş. Kemerdeki güller ve
altmış kordonu ikiyüz elmasla süslenmiş; tokası ve
omuz askısı altın, hepsi birden altın elyafından
dokunmuş ve kadifeden bir keseye yerleştirilmiş,
tahminen değeri:
60,000
3. Astarı beyaz İstanbul kumaşmdan bir samur
kürk; altı düğmesi otuzaltı büyük elmastan oluşuyor ve
bunlara orta büyüklükte yedi yüz on tanesi eklenmiş.
Bu hediyeyle birlikte oniki inci gerdanlık ve kolluk,
Avrupa'nın nadide kumaşlarından yapılmış bir eyer
kaşı, bunların tümünün değeri :
30,000
4. Altın bir hançer; kabzasının topçuğunda etrafı
zümrütlerle çevrili bir saat bulunmaktaydı; kabzanın
üzerinde üç büyük zümrüd, oniki büyük ve
yüzyirmidört küçük elmas görünmekteydi, en uç-da
büyük bir zümrüt yer almıştı, taşların yuvaları altındı;
hançer, 'Sultan Selim' denilen biçimdeydi ve altın bir
zincirden tutulan inci, yakut ve elmasların yer aldığı
altm elyaftan dokunmuş bir kese içinde sunulmuştur.
Yaklaşık değeri: 20,000
5. Yeşil kadifeyle kaplı bir ok kılıfı; altın süslemeleri üzerinde üç iri ve dörtyüz yetmişsekiz orta
büyüklükte ve küçük yakut görülüyordu, bunlara
OSMANLI TAKİHI
241
küçük püskül halinde bir yakut topluluğu da ek
lenmişti; yetmiş altın, yuvarlak yüzkırk elmas, otuzbeş zümrüd ve otuzbeş yakutla süslenmişti; yeşil
kadife üzerine tutturulan bağlarda ikiyüzotuz orta
ve küçük elmas ve ondört zümrüt, otuzdokuz yakut
parıldamaktaydı; ellisekiz bağ üzerinde yüzonaltı
elmas, yirmidokuz zümrüt ve yirmidokuz yakut yer
almıştı; alt kısmında oniki elmas göze çarpıyordu;
oklar için sekiz kutu gök yakutla süslenmişti. Otuz
küçük zincir altındandı ve üç askı yirmibir elmasla
süslenmişti, kemerde ise süs olarak bir zümrüt gül
yer almıştı ve bunu beş elmasla beş yakut zengin
leştiriyordu; elli raptedici iğne üzerinde yüzelli el
mas bulunuyordu ve hepsi birden erguvan rengi bir
kutuya konmuştu. Yaklaşık değeri:
30,000
6. Zengin İstanbul kumaşından, beş yakut,
yüzyirmi zümrütle, inci ye altınla süslenerek zenginleştirilmiş bir yastık, yaklaşık değeri: 2,000
7. Altın yaldızlı ve iki ucu dört elmasla süslenmiş bir yay. Değeri tahminen :
100
8. Uzun kısmı balenden ve uçları çelik, altın
kakmayla süslü bir paket ok -.
50
9. Beyaz ipekten, altuı işlemeli bir boyun bağı :
100
10. Bir büyük ve yüziki orta ve küçük elmasla
süslü» erguvan rengi bir kutuya konulmuş altın bir
kemer. Değeri:
25,000
11. Misk ve amberle dolu ayrı bir bölümlü bir kutu
ve kapağında bulunan bir saat içinden yirmi-dört elmas
ve dıştan üç büyük ve doksanüç daha küçük elmasla
süslenmiş, ayrıca köşeleri altın üzerine
oyma
resimlerle zenginleştirilmiş. Değeri:
6,000
12. Yetmişaltı elmasla dairevî şekilde süslenmiş
Hammer Tarihi, C: VIII. F.: 16
HAMMER
ve bir gök yakutun parıldadığı, on yakutun yer al
dığı bir vazo. Değeri:
3,000
13. Kadranı oniki elmasla, içeriden yine beş el
masla, dışarıdan orta büyüklükte bir elmas ve seksensekiz küçük elmasla süslü bir çalar saat. Altın
zinciri yüzdört elmasla süslenmiş, kurma anahtarı
ayrıca allı elmasla zenginleştirilmiş. Değeri:
6,000
14. Ortasında büyük bir elmas ve bütün etrafında ayrıca
altmış daha küçük elmas bulunan ve beş yakut, iki zümrüt ve
iki elmasla süslü bir çalar saat. Ayrıca bir iri incinin içinden
çıkan bir altın zincir bu süslere zenginlik katmakta. Yaklaşık
değeri: 4,000
15. Kutusuyla birlikte, orta ve küçük elli elmasla süslü
bir saat; altın zinciri oniki elmas ve üç yakutla ve bir
zümrütle gözalıcı hale getirilmiş. Değeri, yaklaşık:
3,000
16. Orta bölümünde orta büyüklükte iki ve daha küçük
altı yakut ve yirmiiki elmasla süslü saplı bir gözlük; zinciri
sekiz elmasla süslenmişti. Zincirine sekiz elmas oturtulmuş.
Altın sırma ile sanatkârca işlenmiş bir torba içinde. Değeri
yaklaşık :
1,000
17. Çerçevesi altın, saplı bir gözlük. îki tarafı altmış
elmasla süslenmiş ve altın sap dantelâ gibi işlenmiş. Değeri
yaklaşık:
1,000
18. İçinde iki gümüş saplı gözlük bulunan sedef
kakmalı bir kutu. Değeri yaklaşık:
50
19. Zümrütlerle süslü bir teleskop; iki ucu altın
ve altmışsekiz elmasla süslü. Değeri yaklaşık:
1,500
20. Otuzsekiz elmas ve yüzsekiz zümrüt ve otuz^
sekiz yakutla süslü bir teleskop. Değeri yaklaşık:
1,500
21. Üst kısmı bir taraftan bir yakut, bir taraf-
OSMANLI TARİHİ
243
tg,n bir gök yakutla süslü altın kakmalı bir teles
kop; uzunluğu boyunca oniki yakut ve bir elmas,
bir gök yakut görülüyor; çevre halkasında elliiki
elmas yer almış. Değeri yaklaşık :
1,000
22. Üst kısmı yüzkırksekiz elmas, otuz gök yakut, altı
zümrütle süslü, iki halkasında kırkdört gök yakut bulunan,
üst kısmı dantel şeklinde altınla işlenmiş bir teleskop. Değeri
yaklaşık: 1,000
23. Beş geçmeli bir teleskop; üst kısmı sedef; geçmeler
altın. Değeri yaklaşık:
300
24. Geçmeleri altın, üst kısmı bağa bir teleskop.
Değeri: 250
25. Dört geçmeli, üst kısmı altın kakmalı bağa, ağız
tarafları altın bir teleskop. Değeri yaklaşık:
150
26. Üst kısmı resimle süslenmiş bir teleskop. Değeri:
150
27. Üstü bir altın işlemeyle örtülü, iki altın kulpu
bulunan bir kutu. Değeri yaklaşık : 5,000
28. İstanbul'da imâl edilmiş, yetmişsekiz orta
büyüklükte ve küçük elmasla süslü, altı dılı'lı namlusu olan
bir tüfek; horoza bağlı zincir, zümrütlerle bezenmiş; altından
olan horozun üzerinde mücevherler görülmekte; değeri
yaklaşık: 15,500
29. Demir ve çelik kısmı gibi dipçik tarafı da sedef ve
altın kakmalı; altı dılı'lı namlu mercan ve gümüşle süslü.
Değeri: 300
30. Altı dılı'lı namlusu ve dipçiği yekpare gümüş;
demir ve çelik kısımları kakma altın ve gümüş; daha
evvelkisi gibi İstanbul yapımı. Değeri yaklaşık;
600
31. Altı dılı'lı namlusu olan bir tüfek; yeşil yuvalar
içinde altın kakmalı, mercan ve inciyle bezeli. Değeri
yaklaşık i
600
32. Kundağı bağa ve altınla bezeli, demir ve
244
HAMMER
çelik kısımları altın ve gümüş kakmalı bir diğer
tüfek. Değeri yaklaşık:
600
33. Cezayir tarzında bir tüfek; kundağı siyah
renkli, altın ve gümüş kakmalı. Değeri yaklaşık:
600
34. Kundağı abanoz ağacından bir çift tabanca,
kabzası bir zümrütle bezeli; namlularda yetmiş elmas,
yedi zümrüt ve yedi yakut görülüyor. Demir ve çelik
kısımları altın kakmalı; mavi kadifeden kınları ve iki
büyük elmasla süslenmiş, dört orta büyüklükde elmas
ve kırkiki zümrüt ve altmışiki gök yakut ve ikiyüzdört
küçük elmas yine süsleme işinde yer almış. Hepsi bir
muhafaza içinde. Değeri yaklaşık:
12,500
35. Orta kısmı bir büyük yakut ve etrafında orta
büyüklükte dört ve daha küçük yakut ve iki zümrüt ve
yirmialtı küçük elmasla. bezenmiş bir at sorgucu.
Değeri yaklaşık:
2,000
36. Başlığı büyük bir zümrüt, orta büyüklükte iki
yakut, kırksekiz elmas ve yakuttan iki gül ve beleni
ikiyüzyetmişdört elmas, zincir halkaları yüz-onbeş,
hamutu yetmişsekiz elmas, koşum göğüslüğü bir iri
elmas ve üçyüzyetmişbir orta ve küçük elmas, üç göğüs
kayışı beşyüzelli orta ve küçük elmasla süslü bir koşum
takımı: 70,000
37. Bir burun tokacı, suyu fevkalâde bir zümrüt ve
iki diğer zümrüt, dokuz gök yakut, yedi orta ve
seksendokuz küçük elmasla süslü; taşların sıralanışı bir
renk düzeni oluşturuyor:
3,500
38. Baş tarafında bir yakut, üç gök mavisi gök
yakut; elle tutulan kısmında ve diğer bölümlerinde
yirmiüç yakut ve gök yakut görülen, üç ve yüzon-bir
elmasla süslü kumandan asası. Değeri yaklaşık :
6,000
39. Altın yaldızlı, orta büyüklükte sekiz, yet
mişiki daha küçük zümrüt, yüzotuz elmas ve yüzyetmişiki yakut ve gök yakutla süslü özengiler. Değeri
yaklaşık:
2,500
OSMANLITARİHİ
40. Ön tarafı altı dılı'lı bir zümrüt ve etrafında
yetmişbir elmas ve yetmişüç yakut ve gök yakutla
bezeli, erguvan rengi kadifeden bir eyer. Arka kıs
mında her biri kırksekiz elmas, otuzdokuz zümrüt
ve kırkiki gök yakuttan oluşan üç büyük gül; or
ta büyüklükdeki sekiz gül kırksekiz elmas, sekiz
gçktaşı, ve iki çok küçük gûl iki zümrüt ve oniki
gök yakuttan oluşmakta. Değeri yaklaşık : 4,000
41. Yetmişiki yakut, altıyüzdört zümrütle bezeli
ve incilerle işlemeli, gümüş saçaklarla süslü porta
kal rengi bir astarı bulunan menekşe rengi kadife
bir haşa (at örtüsü). Değeri yaklaşık :
10,000
42. Erguvan rengi ve altm sırma işlemeli sarı
saten astarlı bir eyer yastığı. Değeri
yaklaşık:
1,000
43. Sırma işlemeli mavi kadifeden
bir eyer örtüsü:
50
44. Kenarlarında altınla işlenmiş güller
görülen ter kurulama bezi. Değeri
yaklaşık:
50
45. Altın işlemeli erguvan rengi bir
eyer örtüsü
50
46. Gümüş bir yular:
100
47. Gümüz bir dizgin:
50
48. Bir dizgin ve bir kolan:
100
49. Viyana mâmulâtı zengin kumaşlar :
2,000
50. Venedik mâmulâtı zengin kumaşlar :
2,500
51. Yine Venedik mâmulâtı zengin
kumaşlar:
800
52. istanbul mâmulâtı zengin kumaşlar :
1,200
53. İstanbul mâmulâtı kumaşlar:
1,200
54. İstanbul mâmulâtı yeni Taraklı
kumaşlar
1,200
245
246
HAMMER
55. Rengârenk zengin dokumak kumaşlar :
56. Altın dokuma birçok kumaş:
57. Şal ve sof birçok kumaş:
58. Diğer pek çok sof kumaş :
59. istanbul'da yapılmış altı çift yastık:
60. Bursa'da imâl edilmiş diğer altı
çift yastık:
61. Frenk kadifesinden oniki çift
yastık .62. Yirmi parça Suriye kumaşı:
63. On adet Khios halısı:
64. Uşak Türkmenleri tarafından
dokunmuş on halı:
65. Çok güzel bir samur kürk :
66. Ayrı renklerde birçok parça kumaş:
67.
Erguvan rengi dört parça kumaş.68. Dört parça ayrı renklerde kumaş :
69. Seksen Türkmen atı:
700
1,200
600
700
300
300
1,000
3,000
400
500
4,250
394
890
254
254
Yekûn 386,402
Bu vesileyle Türkçe sözlüğü zenginleştirmeğe
yarayacak bazı kelimeler veriyoruz: Kum kakma,
Senberekli, Bağhum, Şirmâhî altun soğa, Pafte,
Tirdeste, Koküs tahta, Basma döğme, Pervânekemân,
Çenberli, Ağızlık, İğenlik, Kor kulih, Tokciridli, Tapkur, Balçik, Elvan, Putedri, Taraklı, Elvan pisto,
Katifekinlü, Eyer haşası.
(NOT: 7)
Argenson, Bonneval'e Ağustos tarihli mektubunda
yazıyor:
«Mektuplarınızı, hâtırat ve projeleri aldım; iki
imparatorluğun karşılıklı çıkarları bakımından bundan
daha iyisi düşünülemez ve bunları Majeste'ye
OSMANLI TARİHİ
247
arzettim, son derece memnun oldu; size güveni arttığı
gibi, sizi bu yolda hizmet edebilecek güvenli kişiler
arasına kattı. Sür'atle harekete geçiniz ve Macaristan
smırı üzerinde bir oyalama hareketine girişmeği
unutmayınız, yapabileceğiniz ve yapmak istediğiniz
şeyi bana bildiriniz. M. de Castellane'nın yerini tutunuz
ve onsuz hiçbir şey bildirmeyiniz; bana alelade yoldan
yazınız ve ikinci nüshaları bana Napoli ve M. de
L'Hopital kanaliyle yazınız.»
Bonneval, Penkler'in ajanı (casusu) Cenovalı
Chenevrier tarafından yazılmış şifreli bir mektuba
cevap veriyor: «Bâb-ı Âlî'yi Macaristan smırında
oyalama hareketine girişmesi hususunda taahhüde
sokmak bakımından elimden birşey gelmeyeceği gibi,
aslında böyle bir harekete teşebbüs de etmemeliyim; bu
hususta ilk imâ ve teşebbüslerde bulunmak elçiye düşen
bir iştir. Elçinin kaabiliyetlerinin yalnız entrikaya ve
çıkar sağlayıcı işlere dönük, bunlara eğilimli olması bir
bahtsızlık ve felâkettir. Bu durum size evvelce işaret
ettiğim hususlarda ne kadar haklı olduğumu
isbatlamaktadır; yâni burada Fransa'nın dehâ sahibi bir
elçiye sahip bulunmasının her iki imparatorluğa da
büyük yararı olacaktır, bu elçi bilhassa büyük bir savaş
adamı, usta bir politikacı ve usta bir müzakereci,
gerektiğinde pekgözlü ve cömerd olacaktır. Zaten
Sultan ve nazırları, Macaristan kraliçesini üzecek
herhangi bir hâdisenin çıkmasından çekinmeye ve son
anlaşmalardan hiçbir şey çıkarmamaya tamamiyle karar
vermiş görünüyorlar. Bu da hıristiyan âleminde işlerin
Osmanlı imparatorluğu bakımından lehde bir gidişe yer
verdiği için çok iyi. Bâb-ı Âli'nin dikkati İranlılara karşı
savaş üzerinde kesafet kazandığı için de iyi.»
Desalleurs, 23 Aralık 1746'da Paris'den Bonneval'e
yazıyor:
«Marki d'Argenson, sizin Türkleri Macaristan'a
karşı bir oyalama harekâtına girişmeğe ikna etmenizi
size yazmam hususunda bana bilhassa emir verdi.
Macaristan kraliçesinin bütün İtalya'nın hâ-
248
HAMMER
kimi durumunda kalması Türklerin menfaatine değildir.
Birliklerini oradan çevirmesi, bir zorlama ile de olsa,
kendi devletlerinin savunulması bakımından bir
tehlikeyi bertaraf etmek anlamına gele çektir. Kral,
Lyon'da bir ordu toplattırdı ki, bu ordu düşmanlarını
pişman edebilecektir. Bununla be raber, Majeste kral,
eski devletlerini Avusturya'ya bırakan bir barış
anlaşması imzalamak zorunda kalacaktır, bu anlaşma
daha muazzam bir toprak parçasını da Türklere
bırakacaktır.
Bu
bakımdan
Türklerin
kendi
menfaatlerini düşünerek silâhlan malan yerinde
olacaktır. Düşmanın gücünü azaltmadıkları takdirde,
gelecekte bir denge kurulması kolay olmayacaktır. Eğer
bu sebeblere hediyeler eklemek de gerekiyorsa, size,
vaadetmek hususunda serbest olduğunuzu söylemek
emrini
almış
bulunuyorum,
vaadleriniz
desteklenecektir; büyük rakamlar vaadetmemek her
halde yerinde olacaktır: Me selâ, yüz bin ekü; elinizden
geldiği takdirde daha azını vaadedebilirsiniz. Bu hususu
Castellane'a bil dirmek iyiliğinde bulunursunuz ve en
uygun hal şeklini seçeceğiniz de muhakkaktır. O bu
konuda talimat alacaktır; fakat aziz Paşam (*), size çok
beğeneceğiniz bir kararı bildirmek hususunda emir
almış bulunuyorum: Kral, böyle bir hizmet yerine
getirildikten sonra ve siz memleketinize gelmek istediğiniz takdirde, şu karardadır ki, asıl efendinizin
kollarına atılacak -ki zaten bunu bekliyorsunuz -,
gönlünüzün beklediği kabulü bulacak ve yalnız bununla
kalmayarak size ömrünüzün geri kalan kısmını
gönlünüzce ve seçkin bir tarzda geçirmek imkânını da
verecek, bunun için tam bir huzur ve rahatlık
sağlayacaktır. Size arzularınıza uygun bir sözü
ulaştırmak imkânını bulmaktan ötürü sevinç
duyuyorum. Şartlar şu anda bir anlaşma imzalamak
imkânını vermemektedir, buna rağmen kral, barış
anlaşmasını Türklerden önce yapacak
(*) Burada Bonneval'in Türkiye'de Paşa rütbesi verilerek Haşmet adım
almış olduğunu bildiğinden kendisine böyle hitabediyor. (Ç.N.)
OSMANLI TARİHİ
249
ve böylece, onların kendisinin hakkını yediklerin den
üzülmelerine mâni olacak yeterince imkân kalacaktır. Zaten,
size tekrarlıyorum ki, M. de Castel İane mektubumla alâkalı
emirler almış olacaktır. Size yazdıklarımı ona da
bildireceğim, bunu size kral tarafından te'yid edecektir.
Aziz kont buraya geçti, sizden ve dostumuz dan ne
kadar bahsettiğimizi Allah bilir. Size saygılarımı bildirir,
dostumuzu tevazu ile selâmlarım.»
(NOT: 8)
Castellane'dan Argenson Nâzın Puissieux'ye 23 Mart 1747
tarihli mektup:
«Mösyö, geçen ayın 27'sinde size yazmakla şeref
duyduğum mektuptan beri, Venedik yoluyla, bana
göndermekle şereflendirdiğiniz 30 Kasım, 9 ve 26
Aralık tarihli siyasî işlere dâir yazıların ikinci
nüshalarını ve bana bahis konusu kişi için gönder
diğiniz özel mektubu aldım; bunları bana 1 Şubat tarihli
ve bu ayın 20'sinde varan mektupla ulaştıran kont
Montaigu oldu. İkinci nüshalarını1 aldı ğımdan
bahsettiğim yazıların asıllarını, burada Marsilya'dan
uzun zamandan beri beklediğimiz iki gemiden birinde
olduğunu tahmin ediyorum. Size, Mösyö, iki hâdiseyi
bildirmek suretiyle cevap vermiş olmaktan şeref
duyacağım; bu iki hâdise, evvelki raporlarım burada
fazlasiyle güvendiğiniz iki şahsiyetin görüşlerinizin
başarısını anlamaktan uzak kaldıklarına dâir sizi
önceden ikna edememiş-se, sizin bakımınızdan daha
fazla şaşırtıcı olacaktır. Said Efendi ile kont
Bonneval'den bahsediyorum. Bunlardan ilki Sadâret
Kâhyahğı'ndan uzaklaştırıldı ve görevi Çavuşbaşı'na
verildi. İkincisi ise, nükseden goute (damla illeti)
hastalığına bağlanan öldürücü bir uyuşukluk içinde.
Veziriâzam'ın bir süreden beri Said Efendi'yi
İstanbul'dan uzaklaştırmağa çalıştığını büiyordum. Bu
ayın 15'inde azledilmiştir. Azil muamelesi bu ayın
15'inde gerçekleşti. Kendisine üç tuğlu Paşalık verilip
kötü bir vilâyete gönderilmemiş olmasını bir lutûf
saydı.
HAMMER
Eğer böyle bir durum başına gelmiş olsaydı, Kâh-yahk
görevini sürdürdüğü kısa dönemde biriktirdiği serveti
çabucak elden çıkarmış olacaktı. Maliye teşkilâtında
evvelce çalışmış olduğu işe girdi. İstanbul'da
kaldığından, entrikalar yoluyla daha mühim bir mevkie
yükselmesi
imkânsız
olmayacaktır.
Böylece,
düşündüğümü size söylemenin görevim olduğuna
inanıyorum. Mösyö, 12 Eylül tarihli mektubumda da
temas etmiştim, Veziriâzam’ın 29 Ağustos'da sayfiyede
bana lütfettiği kabulde Said Efendi bulunmuyordu;
Veziriazam Bâb-ı Âlî'de bulunmadığı sırada orada olup
ona vekâlet etmek zorundaydı, bu da, ilâve edeyim ki,
onu çok rahatlattı; bu vesileyle dilimizde sık vaki olan
bir belirsizliğe yer verdim, bu da size Veziriâzam'dan
bahsettiğimi düşündürdü; oysa, söylediklerim Said
Efendi ile alâkalıydı. Ben, Said Efendi'nin o toplantıda
bulunmamaktan ne kadar memnunluk duyduğunu
söylemek istemiştim; çünkü çekingen, kararsız ve
sadece kendisiyle meşgul olduğunu ve kendi kaderi
üzerinde düşündüğünü, az lutûfkâr olduğunu bilirim ve
Fransa elçiliğine tâyin edildiğinde Veziriâzam’ın
huzurunda
kendisine
söylediklerimi
Fransızca
bilgisinden şüpheye düşecekleri korkusuyla tercüme
ettiğine şâhid olmuştum, ayrıca dillerini konuştuğu
kimselere karşı sadık olmadığı zannını uyandırmak
korkusunun da bu davranışında rolü olmuştu; bir
konuşma sırasında düşüncelerini ifâde etmek
bakımından
güçlükle
karşılaşmayacağını
düşünüyordum, yalnız, Fransa'ya karşı fazla gayretkeş
veya nankör görünmekten kızarıp bozaracağı
muhakkaktı, kendisine göre bu her iki görüntü de
herhalde hoş değildi: Onun düşünce tarzına göre
birincisi tehlikeli, ikincisi yüzkızartıcıydı. Mösyö, Said
Efendi'nin Fransa'ya karşı minnettarlığından en ufak bir
şüphe
duyulmasından
hayrete
düşmüş
göründüğünüzden, size bu hususta birkaç olay anlatmak
zorunluluğunu duyuyorum. Bunlardan birincisi şu: Said
Efendi Paris'de gösteriş ve keyfi uğurunda kralın
kendisine lütfettiği paralan mahvettik-
OSMANLI TARİHİ
251
ten sonra, memleketine buraya gelirken olduğu gibi
fakir döneceğini hesaba katarak, kendisine oldukça
yüklü bir para bulma hayâline kapıldı-, bir mül-tezimlik
beratı alabildiği takdirde kendisine yüklü bir para
verileceği vaadini aldı, bu iş için elal-tından çalıştı,
fakat isteği reddedildi. Bu lütfün reddedilmesi,
Fransa'ya karşı duyduğu kinin ilk sebebi oldu. İkincisi,
tasarruflarının Marsilya'da har vurulup harman
savurulmasıdır; kendisi parasızlığını kendisine ihtiyacı
nisbetinde tahsisat verilmemesiyle izah etmekteyse de
bundan daha büyük bir haksızlık olamaz. Kendisi
elçilikten ancak birkaç öte-beri ve sekizbin kuruş
götürdüğünü söylüyorsa da, bu paradan başka, kralın
kendisine hediye etmiş olduğu pahalı elmas da vardı-,
fakat bu pahalı elmas, Kızlarağası tarafından
kendisinden alındı. Sarayda Kızlarağası’nın, bu
başhadımm, tercüman Laria ile yaptıkları toplantıda,
tercüman, Said Efendi'ye karşı gösterilen eliaçıklığı
dünyanın en iyi niyetiyle açıklamıştı; bu açıklama, Kızlarağası tarafından Said Efendi'nin soyulmasının
masum sebebi oldu. Bu da üçüncü kin konusudur. Bu
olaylar, Said Efendi'nin güvenini kazanmış kişiler
tarafından sürekli olarak bana anlatıldı ve diğerleri
arasında sonuncusu kont de Bonne-val tarafından
doğrulandı. Said Efendi'yi dostumuz olmaktan uzak
sayarak, onu Fransa'nın kendisine yaptığı iyilikleri
unutmuş bir kişi sayabilirsiniz-Fransa'dan döndüğünden
beri kendisine gösterdiğim dikkate bakmayarak,
aldırmayarak bize karşı fazlasiyle kırılmış durumda.
Bunun için, Mösyö, Sadâret Kâhyalığı'na tâyin
edilmesinden ötürü memnunluk duymaktan tamamiyle
uzağım; ben 1743 müzâkerelerinde onun maskesini
düşürmüş, onun en azından bize bir faydası
dokunamayacağını bildirmiştim; zira çekingenliğinden
başka bir de Fransa'ya karşı duyduğu kinin de
gözönünde tutulması gerekir, bunu da size etraflı bir
şekilde açıklamış bulunuyorum. Peşin hükümlü olmak
bakımından Said Efendi'nin Bonneval'i (Haşmet Paşa)
taklit et-
HAMMER
tiği açıkça ortada, bu da bizim görüşlerimize sü rekli
engel oluşturmuştur. Şu tedbirlerden bahsetmek
istiyorum ki, Fransa Türkleri savaşa ille sokmak
istemiyor, bunu ancak ondan kurtulma yolunda
destekliyor ve maksadı da kendi hasına barış yaparak
onları feda etmek veya feda etmek suretiyle barış
yapmak. 1734'de Said Efendi ve Bonneval bizim
Polonya işlerimize girdiler, Marki de Viile-neuve'ün
müzâkerelerdeki başarılarının neticesiz kalmasına sebeb
oldular, Fransa bu yüzden Ryswick barış anlaşmasında
güçlüklerle karşılaştı. En bek-lenmiyeni, Fransızların
savaşa devam edeceklerine dair Bâb-ı Âlî'ye karşı yazılı
taahhütte bulunmasını istediler. Türkler bu okuldan
bizlere güvenme-meyi öğrendiler. Said Efendi kendi
prensiplerini ter-ketmiş durumda; bu bakımdan kont
Bonneval de, o da kararlarında ısrarlı, sabit olamıyorlar.
Bu işaret ettiğim hususu, Mösyö, siz de müşahâde etmiş
olmalısınız. Bâb-ı Âli ile ittifak zorunluluğunun
kaçınılmaz olduğu görüşünü ileri süren kendileri, ama
bunun üzerinde herhangi bir geliştirme gay reti
göstermeyerek meseleyi uyutmak veya unutturmak
isteyenler de yine kendileri. Bu hususu göz-önünde
tuttuğumdan, bütün bu şartları yakından öğrenmiş
olmanm verdiği bilgiyle, 10 Nisan 1745 tarihli
muhtıramda size şu esas görüşü bildirmek lüzumunu
duydum: Bâb-ı Âlî komşulariyle arasını bozmak
istememektedir ve bir kargaşahk çıktığında, silâh
kullanarak değil, şartlardan yararlanarak Avusturya
hükümetinden bazı yararlar elde etmeyi bunda da
müzâkereleri kullanmayı hedef alıyor. Gerçekten de
gördünüz, Mösyö, Bâb-ı Âlî kendisine verdiğimiz
fikirlerin, davranış tarzlarının hiçbirini uygulamadı,
sadece Viyana hükümetinin tercümanına verilecek
cevabı geciktirdi ve bu arada Toskan devletleriyle Bâb-ı
Âlî arasındaki barışa bağlı bulunduğu fikrini devam
ettirdi. Böylece Türkler barışçı sistemlerini yine
yürütmüş, Büyük Sul-tan’ın tab'asının deniz ticaretini
tehdit eden korsanların sayısını azaltmış oldular. Şüphe
etmiyorum
OSMANLI TARİHİ
253
ki, Mösyö, Viyana hükümeti Banat tarafında en ufak bir
fedakârlığa razı olduğu takdirde, Bâb-ı Âli 1739
anlaşmasının yenilenmesini ve yürürlükte kalmasını
isteyecektir. Bütün bunları, İran barışı hakkında
edindiğimiz bilgiler ve haberlerle birlikte size bildirdim
ve gerçekten de gördüğünüz gibi, bu barış anlaşması
Bâb-ı Âlî'nin sisteminde hiçbir değişiklik meydana
getirmeksizin imzalanmıştır. Bütün bunların neticesi şu
oldu ki, Bonneval'in ümitlerinizi sizi gücendirmeden
beslemeğe devam etmeniz için ileri sürdüğü eğlendirici
bahaneler kısa kesildi ve köşeye sıkıştırılınca da
Bonneval açık ve gerçeklere uygun olarak konuşnîak
zorunda kaldı. Bu teferruat, Mösyö, herhalde Said Ef
endi'ye güvenmeniz hususunda size yapılan telkinlere
karşı duyacağınız teessüfleri azaltmayacaktır, tabiî bu
görüş kont Bonneval için de olduğu gibi geçerlidir; bu
arada kont Bonneval'in yakın ölümü, sizi tees-süfleriniz
bakımından belki teselli yerine geçecektir.
İki ay var ki, kont Bonneval midesinde ve göğsündeki kan hücumunun vücuda getirdiği şişkinlikten
muztarib ve bunu kendisinde bulunan damla illetiyle
izah ediyorlar. Geçen yıl bu hastalık yüzünden çektiği
ızdıraptan kurtulmak için zaçyağı içerek intiharı
düşünmüştü. O zamandan beri hastalığı gözle görülür
şekilde arttı. Artık sıcak suya bastırılmış bal ile
uygulanan tedavi de kâr etmiyor. Doktorların tavsiyeleri
hilâfına, bu sıcak bala kuvvetli içkileri de ekledi. Böyle
akü almadık bir tedavi uygulaması yüzünden sık sık
baygınlıklar geçinneğe başladı. Bu baygınlıklara
doktorlar bir felcin habercileri nazariyle bakıyorlar.
Onbeş gün kadar var ki, yata/şa mıhlanmış durumda.
Ayın 17'sinden beri yatağında uyuklama vaziyetinde hareketsiz yatıyor. Birkaç gür önce görüştüğüm doktor,
beni hastanın durumunun iyiye gittiği hususunda temin
etti; söylediğine göre, aşırı derecede endişelenilecek bir
durum bahis konusu değil. Size şu noktayı belirteyim
ki, mektupları bana Bon-
HAMMER
neval vasıtasiyle ulaştırmak istediğiniz takdirde, bir
kopyasını da aynı tarihte bana göndermek lut-fûnda
bulununuz. Çünkü, ben bu kopyayı, bir aksilik çıktığı
takdirde, aslını ben yazmış gibi gösteririm ve sizin
sırrınızın ortaya çıkması da böylece önlenmiş olur.
Çünkü mektuplarda birtakım tenkitler var; Türklerin
eline geçtiği takdirde, bu tenkitlerin tarafımdan
yapıldığına inanılması kolaydır. Ayrıca, Bonneval'i,
durumunu gözönünde tutarak kralın hizmetinde
bulunmuyor sayabilirsiniz; böyle olunca, benim
talimata ihtiyacımı takdir buyurursunuz; aksi takdirde
eli kolu bağlı bir durumda kalmam bahis konusudur. Bu
ayın 21'inde, Bon-neval'inkine yakın olan Napoli elçilik
konağına akşamı geçirmek üzere, gittim ve elçi de
Majo'ya, mahrem bir şekilde, Bonneval'e sıhhî durumu
ile ilgilendiğim haber verilip bu yolda teselli bulmadan
öldüğü takdirde çok üzüleceğimi bildirdim. Elçiye
benimle gelmemesini rica ederek, tanınmadan bir
ziyarette bulunacağımı söyledim; yani bu konuda bana
vermiş olduğunuz talimata tamamiyle uygun
davrandım. Zaten, tamamiyle tebdil vaziyette kendisini
ziyaret edeceğim hususunda Bonneval'e haber
göndermiştim. Oğlu Süleyman Bey, Bonneval'-in
odasına mümkün olduğu kadar az gürültü çıkararak
girmem hususunda gereken tedbirleri almıştı. Saat
sekizde ışıksız ve beraberimde Peyssonnel'den gayri
kimse bulunmadan oraya gittim. Kontu bir zekâ
uyanıklığı ve aydınlığı içinde buldum; şartlara uygun
olarak candan bir konuşmadan sonra mektubunuzu
verdim; büyük bir halsizlik içinde bulunduğundan sarfı
açmakta güçlük çekti; zarfı açınca, mektubu okuması
için Peyssonnel'e verdi; kâğıt düz açılınca mektubun
şifreli olduğu anlaşıldı. Pekala, dedi kont, şifreyi
Peysonnel'e çözdüre-bilirsiniz; kendisine, bu şifrenin
anahtarının yalnız kendisinde bulunduğu cevabını
verdim. Kont: Öyleyse, dedi, yarın sekreterim Paul'ü
çağırtırım, Süleyman Bey ona mektubun şifresini
çözdürecektir ve ben size mektubun aslıyla kopyasını
göndereceğim.
OSMANLI TARtHÎ
255
Bütün bunlar buraya kadar çok iyiydi, kendisinden
gitme müsaadesi aldım. Çıkarken, Peyssonnel'i, hastanınkine bitişik odada bazı yabancılarla oturup eğlenen
Süleyman Bey'e gönderdim: Kendisine konta bir mektub
verdiğimi, bu mektubu yastığının altında bulacağını,
şifresini çözdürüp bana bildireceği, bunun çok önemli
olduğu yolunda haber saldım. Bu tedbir zaruriydi; zira
kont birkaç zaman sonra şiddetli bir damla illeti
bunalımı içine girdi, kesin bir hareketsizlik ve dalgınlık
haliyle yatıp kaldı. Bir kaşıkla ağzına verilenden başka
hiçbir gıda almıyor ve artık konuşmuyordu. Mektubun
şifresinin çözülmesi ve muhtevası bakımından, Mösyö,
Süleyman Bey ile Paul'ün sır saklamalarına teslim olmuş
durumdaydım. Süleyman Bey yaklaşık kırkbeş
yaşlarında Milanlı bir dönmeydi, parlak olmaktan ziyade
sağlam bir zekâsı vardı-, zâten, menfaatlerine, terfiine
dikkat gösteriyor, bunun için de çok çalışıyor, mutedil
görünüşü ve davranışla-rmdaki topluma uyuşla takdir
kazanıyordu. Burada dostlar ve koruyucular kazanmak
yolunda kont Bonnevall ile münasebetlerinden
yararlandı; yıllardan beri, kont Bonneval adına,
humbaracıbaşı görevini yürütüyor ve babalığından ayrı
bir evde yaşıyor, Venedikli bir dönmenin tek kızıyla
evliliğini sürdürüyor. Süleyman Beyin göze çarpıcı
büyük bir kaabiliyeti yok, tanıdığı kişiler de, yâni
dostluk çevresi de çok geniş değil, fakat babasımn
görüşmelerini ve Bâb-ı Âlî'deki temaslarım biliyor ve bu
bakımdan hayli tanıdığı da var, bunlara babalığından
mesaj götürüp getirmiş durumda-, bu bakımdan
Beyoğlu'nda Avrupa ahvâline dâir haberler toplayabilecek bir kişi durumunu rahatlıkla devam ettirebilir,
yâni, babalığı kont Bonneval'in yerini aşağı yukarı
tutabileceğine inandırıcı bir durumu var. Yâni, şimdiki
durumda kendisiyle anlaşılabilecek, tabiî bir kanal
durumunda ve benim gizliliği bozmamak bakımından
şahsen yürütemeyeceğini teşebbüslerde bana yardımcı
olabilecek bir kişi durumunda; Kont Bonneval'in evrakı
günlerden beri onun
HAMMER
elinde bulunduğuna ve bunları emin yerde tuttuğuna
göre kendisine karşı çekingen davranmanın da bir
mânâsı yok. Bunun yapılması da zarurî idi, zira
Peyssonnel, rahatsızlığından beri Bonneval'i günde
iki kere evinde ziyaret ediyordu, kontun defterlerinin ve
birtakım kayıtlarla dolu haritalarının bir kanepe
üzerinde ve herkesin alabileceği durumda
bulunduklarına Süleyman Bey'in dikkatini çekti. Bu
uyarıdan itibaren Süleyman Bey, baba lığına ait eline
ne geçtiyse toplayıp emin bir yere koydu. Onları nereye
naklettiğini kesinlikle bilmiyorum, fakat Napoli elçiliği
kançıları Chevrier, evrakların en önemlilerinin
kendisinde bulunduğunu dün akşam söyledi. Cenovalı
olan bu kançıları, kötü bir hâtıra dolayısiyle
hatırlayacaksınız, Mösyö; bundan yedi-sekiz yıl önce,
İsviçre'de Fransız politikası aleyhinde bazı haberler
yaymış ve hükümet bu haberlerin Protestanları
aleyhimize isyan etti recek mâhiyette olduklarına
hükmederek, M. de Villeneuve'e onu kötü bir ruh gibi
ortadan yoket mesi hususunda mükerrer emirler
verilmişti; M Finochetti onu Napoli işlerine
karıştırdığında, ora ya bir seyahat yaptı ve istenen
projeleri sağladı, zira böyle işlerde mahareti gözden
uzak tutulma yacak derecededir. Bu işine mükâfat
olarak kendi si Napoli elçiliği kançılarlığı mevkiine
getirildi, ken dişinin ihtiyacı olan güler yüzü ve iyi
muameleyi kont Bonneval'in evinde bulduğundan ona
fazlasiy le bağlandı. Süleyman Bey, bahis konusu
şifresi çö zülecek mektubu ayın 12. günü akşamı ona
verdi, bunu Paul'den öğrendim; ayın 22. günü
sabahı Chevrier'yi göndererek Paul'ü çağırttım, önce
bana hatâlar bulunduğu için mektubun bir kısmının şifresini çözmenin mümkün olmadığını söyledi; bu nunla
beraber, kont Bonneval kendine geldiğinde onun da
hatırlamalarıyla hatalı şifrenin çözüleni leceği ümidinde
olduğunu bildirdi. Tabiî, mesele krala hizmetle alâkalı
olduğundan Süleyman Bey'in izninin alınması
gerektiğini de sözlerine ekledi. Bu söylediklerini temin
etmiş olacak ki, dün akşam
OSMANLI TARİHÎ.
257
bana, yazıma eklenmiş olarak bulacağınız özeti getirdi.
Bu mektubun gerektirdiği düşüncelere girmeden
önce, şifresi çözülen kısmı okuduktan sonra, M.
Peyssonnel'i, bu irtibat hizmetinden teşekkürlerimi
sunması ve Bonneval hakkında üzüntülerim olduğunu,
fakat bu mektubun bunları daha da arttırdığını bildirmesi
için Süleyman Bey'in evine gönderdim; bunlara ilâve
olarak, ilerlemesine yardımcı olmak hususunda vesileler
bulmak istediğimi, Fransa menfaatlerine uygun olan bu
ihtimam ve himmetlerini devam ettirmek niyetindeyse,
Bâb-ı Âlî'nin güvenini iyi kullanmak hususunda bu
mektubun kendisine bir fikir verebileceğini, kararının
beni mutlu edeceğini söylemesini de istedim. Bu iltifattan çok duygulanan Süleyman Bey, Peyssonnel'e, bu
mektub şifresi işinin hayli yorucu olmasından ötürü
kendisini mazur görmemi dilediğini ve kont iyileştiği
takdirde endişelenilecek bir husus kalmayacağını,
kontun Said Efendi'ye müzâkereler konusunda fazla
güvenmesinden ötürü Reisefendi'yi ihmâl ettiğini,
dostlarından olmadığını, bunun için kendi görevi olan
humbaracıbaşılığa karşı iyi niyetli olmasını sağlamak
üzere bu sabah kendisini ziyaret ettiğini, zâten
başkalarının işine karışmaktan hoşlanmadığını, bununla
beraber Fransa'nın kendisinden isteyeceği her şeyi yerine
getireceğini söyledi. Peyssonnel, kendisine hâdiselere
uzak kalmanın sağlam bir kararın delili olduğunu
bildirdi ve bunun istisnaları olmağa değer bulunduğunu
ilâve etti: Böylece, Süleyman ikna edilmekte, kendisiyle
mutabık kalınmasında güçlük göstermedi. Şimdi,
Mösyö, mektuplarınız vasıtasiyle bana ulaştırmakla şeref
verdiğiniz talimat üzerinde düşünmek kalıyor: 1.
Evvelce Türklerin oyalama harekâtında bulunmalarım,
yâni gösteriler yapmalarım istiyordunuz, şimdi ise,
ellerine silâhlarını alarak Macaristan kraliçesinin
İtalya'yı zaptetmesine mâHammer Tarihi, C: VIII. E: 17
HAMMER
ni olmaları talebinde bulunuyorsunuz; bu noktanın ne
kadar nâzik olduğunu ve gerçekleştirilmesinin ne kadar
çok teşebbüs ve görüşmeye bağlı bulunduğunu takdir
buyurursunuz. Süleyman Bey kont Bonneval'in yapması
gerekenleri üstlendiği takdirde bu teşebbüsler dolaylı
cereyan edecek demektir; bunların gizli kalıp
kalmayacaklarına gelince, Kont Bonneval'in bu işi
üstlenmesi dolayısiyle gerekli bütün teferruatı size
bildirdiğime göre, karar vermek de size düşer. Bana
gelince, 29 Ağustos'da Veziriazamla yaptığım ve
tarafınızdan tasvib gören görüşme çerçevesinde hareket
edeceğim. 2. Ümit edersiniz ki, Türkler kendi çıkarlarını
fazlalık olarak belirttiği ölçüde sizinle görüş birliğine
varırlar. Bugün bu sebebe yâni çıkar sebebine bir de
hediyeleri katacağınızı vaadediyorsunuz. Hediyelerden
maksadınızın para vermek olduğu meydanda ve bunu da
miktar olarak yüz bin ekü olarak belirtiyorsunuz. Sizden
şurasını hatırlamanızı rica ederim ki, Mösyö, kont
Bonneval ile görüştüğümüzde, Fransa'nın, Türkiye'nin
girişeceği oyalama harekâtı masraflarının yarısını
ödeyebileceğini imâ etmiştiniz ve bu da Bâb-ı Âlî'nin
pek hoşuna gitmemişti. Bugün durumun daha meseleli
olduğunu hatırlatmak isterim, çünkü Reisefendi, yâni
Hariciye nâ-zırıyla karşı karşıya kalacağız demektir ve
1945 muhtırasında size çizdiğim portresine bakılarak hüküm vermek gerekirse, bu zat, söylediğiniz rakamın
daha fazlasını temin edebilecek bir karakter yapısına
sahiptir. Fakat, meselenin para ile ilgili yönünün hemen
her şeyi halledebileceğini sanmayalım; Reisefendi, her
şeyden
fazla,
bu
davramşında
Osmanlı
İmparatorluğu'nun menfaatini açıkça, elle -tutulurcasma
görmek isteyecektir ve en az bunun kadar önemlisi de,
bütün
olup
bitecekler
karşısında
Osmanlı
İmparatorluğu'nun başının ağrımasına hiçbir suretle
müsaade edilmeyeceğinin teminâtım arayacaktır.
Bunlardan emin olduktan, bu yönlerden tamamiyle
teminât altına alındıktan sonra da sıra kendi şahsî
çıkarının tatminine gele-
OSMANLI TARİHİ
259
çektir. Yâni bunlardan ne birini, ne ötekini feda etmesi
diye bir şey mevcut değildir. îşte benim Re-isef endi ile
ilgili düşünce ve in'tibâlarnn bunlardan ibarettir. 3. Bu
iki düşünce bir üçüncüsünü akla getirmektedir. Bu da
son talimatlarınızın, görüşlerinizin başarısında başlıca
engeli ortadan kaldırmamaktadır. Bu da Bâb-ı Âlî'nin,
terkedilmek
ihtimâlini
gözönünde
tutmaktan
kaynaklanan tereddüdüdür. 4. Son raporlarımda
Reisefendi'nin, Bâb-ı Âlî'nin hareketsiz kalmasının
suçunu bizim iki hatamıza bağladığını gördünüz,
Mösyö.
Bunlardan
biri,
Büyük-Sultan'ın
arabuluculuğunu kabul etmemiş olmamız; diğeri, Prusya
kralının bir ittifak hususundaki yaklaşmalarına hiçbir
suretle cevap verilmemiş olması. Dolayısiyle, Bâb-ı
Âlî'nin savaş ilânı sebebini Macaristan kraliçesinin bu
arabuluculuğu reddetmiş olmasına dayandırabileceği
hususunda Reisefendi'yi ikna etmek güç olacaktır;
ayrıca bizim, Rusya imparatoriçesini, yalmz onu tek arabulucu olarak tanıdığımız hususunda, Rus hükümeti
nezdindeki teşebbüslerimiz de iyice haber alınmış ve
öğrenilmiş durumda. Bâb-ı Âli'nin Prusya ile ittifakı
meselesine gelince, ne sizin yazılarınızda, ne de kont
BonnevaFinkilerde, Bâb-ı Âlî'nin teşebbüslerinden
ötürü mâruz kaldığı kırıcı davranışların tedavi ve telâfisi
hususunda herhangi bir tavsiye ile karşılaşmaktayım.
Reisefendi ve Bâb-ı Âlî, bu durumda kendisini küçük
düşürülmüş saymakta ve pek tabiî olarak bir kin
duymaktadır. Bahis konusu , kinin çok kuvvetli olması
düşünülebilir. Zira, Reisefendi, son defa görüşümde,
İbrahim'in, üzüntüsünden ve utancından ölmüş
olduğunu söyleyecek kadar ileri gitti; çünkü bu
müzâkerelerin kesin bir başarı ile neticeleneceği
konusunda Bâb-ı Âli'ye teminât vermiş bulunuyordu.
Son düşüncem şu ki, Mösyö, talimatlarınız herhalde
Avusturya elçisiyle yapılan görüşmeler sona erdiğinde
gelecektir; bu arada Avusturya elçisi Penkler'le esirlerin
salıverilmesi üzerinde bir liste de hazırlanmış bulunmaktadır. Bu esirler, Livurn'daki kadırgalarda
■PBİ
260
HAMMER
bulunan kürek esirlerine karşılık hürriyetlerini elde
edeceklerdir. Bu konuda Reisefendi müsait bir görünüş
vermektedir. Ben, zindana atılmış olan cizvitlerin,
hürriyetlerine kavuşacak kişilerin listelerinde yer
almalarına çalışıyorum. Reisefendi de bu konuda M.
Fonton'a gelecek olan yeni postayı beklediğini söyledi.
Görünüşe bakılırsa, Bâb-ı Âlî Avusturya hükümetinin
ültimatomuna gereken karşılığı verecek ve elçi
Penkler'le yapılan müzâkereler, Bâb-ı Âlî'nin geri
çekilmesini imkânsız kılacak kadar ilerlemiş olacak.
Burada Malta şövalyeler tarikatı için keşfetmiş
olduğum hususu Venedik elçisi Bocag'a haber vermekte
bilhassa ihtimam gösterdim; fakat, kont Bon-neval'in
muhtırasında geçen hususu elçiye bildirmeği lüzumsuz
saydım: Muhtırada geçen olay, Mal-talıların BüyükSultan'ın iki gemisini batırdıkları rivayetiydi; zâten bu
da doğrulanmış bir söylenti değildi. Bu olay, öyle
görünüyor ki, gözden kaçmış olmalı.»
Sonsuz saygılarımla, vb.
Castellane
Altmışdokuzuncu Kitap
(NOT: 1) Elçi Hattî Mustafa Efendi'nin maiyyetinde bulunanların
listesi:
Kâhya (majordome) veya vekil; divân-efendisi
veya elçilik kâtibi, hazinedar; Kapucular kâhyası veya
Başmabeyinci; mühürdar; elçilik imâmı; hazîne kâtibi;
iç çuhadar veya iç dâireler odaları hizmetkârı; kilerci;
kahveci; yemek masası örtüsünü koymakla görevli
sofracı; tütüncü, içilecek tütünleri muhafaza eden kişi;
buhurdanci; mahramacı veya mendiller muhafızı;
şamdancı; ibrikdâr; çamaşırcı; tahtrevan muhafızı;
seccadeci; müezzin; hazinedar yamağı; kahveci yamağı;
berberbaşi; baş-çuhadar veya oda hizmetkârları şefi;
ikinci çuha-
OSMANLI TARİHİ
261
dâr; üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı çuhadar;
başçavuş veya birinci çavuş; çuhadarlar ve uşaklar;
konakçı veya karargâh kumandanı; miri ahûr veya
birinci seyis; arpa emini; ahu* kâhyası veya ahır
müfettişi; saraçbaşı veya ahır birinci hizmetkârı;
yedekçibaşi; saraçlar veya seyisler; nal-bandbaşi;
Sultan'ın tavlasmdan üç eski seyis; mehterbaşı veya
mescidin birinci müfettişi; mehter kâhyası veya
mescidin ikinci müfettişi; vekilharç veya yiyeceklerin
resmî kontrolcüsü; aşçıbaşı; akkiam-lar veya çadır
kurucular; arabacılar; kürkçüler; tercümanlar; terzi;
ekmekçibaşi; alış-veriş görevlileri; saraydâr veya hâne
müfettişi; seyisler ve ahır uşakları; mehterhane veya
mescid idarecisi.
(NOT: 2) Burada, Hattî Mustafa Efendi'nin elçi olarak Avusturya
imparatoruna götürdüğü hediyelerin hanedan gizli
arşivlerinde bulunan Üstesini veriyoruz:
1. Kabza düğmesinde bir gök yakut bulunan,
kabzası kırkbeş elmas ve onbeş yakutla bezeli, kabzanın
alt tarafında yirmidört elmas ve üç yakut bulunan;
tablası yüzdört elmas ve oniki yakut süslü; ağız
tarafında kırküç elmas ve iki yakut bulunan bir meç;
kutusu erguvan rengi ve dört altın ve inci dizilerinden
püsküllü; 2. Bahkçılkuşu tüyünden üçlü bir sorguç;
sorgucun ortasında dörtgen şeklinde bir zümrüd
görülüyor, üç sıra laal yakutla çevrelenmiş ve bu
sıralarda sekiz büyük ve yet-mişdokuz orta ve küçük
elmas yer almıştı, bunların üzerinde rengârenk,
minekârî biniş göze çarpıyordu; sorguç sarı renkli,
zengin bir kumaşla kaplı bir muhafaza içindeydi; 3.
Tam bir koşum takımı (raht), çeşitli kısımları olarak,
alınlık ve başlık, göğüslük beşyüzkırkbir elmasla
bezeli; sinebendde ise büyük bir elmasla beşyüzkırkdört
küçük elmas görülüyor; 4. Altından bir at burunluğu;
yeşil, beyaz ve pembe minekârî işlenmiş ve ortalarında
bir yakut bulunan kırkiki küçük ve orta elmasla süslü
üzengiler; 5. îki tarafı yüzyetmişaltı elmas, yüz yakut ve
sekiz zümrütle süslü üzengiler; 6. Ek yerleri som
262
HAMMER
gümüş bir at başlığı; 7. Bir kolan (tapkur), ek yerleri aynı
mâdenden; 8. Yüzkırkiki elmas ve yüz taraflarında ayrıca
ondört zümrütle ve bunların üzerine oturtulduğu yeşil, beyaz
ve pembe minekâri zemin ile işlenmiş bir kılıç; 9. Ön tarafı,
etrafı sekiz elmasla çevrelenmiş bir elmasla, bir yakut ve
minekâri işle süslü; arka yüzünde bir yakut ve sekiz elmas,
bir gök yakut görülen, örtüsü erguvan rengi ve işlemeli bir
eyer; 10. Yüzonbeş zümrüd ve elmasla bezeli, sarı saten
astarı bulunan menekşe rengi bir eyer örtüsü; 11. Altınla
işlenmiş yeşil astarlı erguvan rengi bir haşa (yapuk); 12. Eyer
altına konmak üzere altın sırmayla işlenmiş üç gülü bulunan
haşa (teğelti); 13. Gümüşten üç suluk zinciri; 14. Aynı
madenden bir yular; 15. Bir at dişliği (marbend), aynı
madenden; 16. Aynı madenden bir yalak (satal); 17. Aym
madenden iki köstek; 18. Aynı madenden bir kuşak; 19. îğne
işi bir kis-bet; 20. Yine iki ayrı kisbet; 21. İşlemeli at dizliği;
22. Yine çiçekli ve erguvan rengi at dizliği; 23. Gümüş
elyafından dokunmuş bir kisbet; 24. İşlemeli ve çiçekli bir
Hind kumaşı; 25. Altın çizgili bir Hind kumaşı (telli çiçekli);
26. Yeşil ve kırmızı çizgili bir kumaş; 27. Yeşil ve kırmızı
çiçekli bir kumaş (telli şalbend potdâri); 28. Yeşil çizgili bir
kumaş; 29. Gümüş çiçekli bir Şam kumaşı; 30. Kırmızı ve
yeşil çizgili bir beldar kumaş; 31. Altın çizgili, erguvan rengi
taraklı bir kumaş; 32. İstanbul mâmulâtı bir kumaş; 33.
Fıstıkiçi renginde bir kumaş; 34. Taraklı Şahamethâne
cinsinden bir kumaş; 35. Dört parça zengin İran kumaşı
(diba); 36. Çiçekli, İstanbul işi dört parça kumaş; 37. Diadiba
cinsinden dört denk kıymetli kumaş; 38. Çok ince dört parça
sof kumaş; 39. Altın çizgili, çok ince muslin kumaş (üç
parça); 40. Uşak Türkmenleri tarafından dokunmuş bir
seccade hah; 41. Bir Acem halısı (Kalice); 42. Kuzey Afrika
Berberîlerininki tarzında üç pelerin (ihram); 43. Bir kab
gülyağı.
Bu listeden sonra kraliçeye verilen hediyelerin
OSMANLI TARİHİ
263
yazılı bulunduğu liste ki, bunda yirmiiki parça gö
rülüyor.
3) İzi, f. 205, İmparator ve İmparatoriçenin karşılık olarak
Sultan ve Veziriâzam'a gönderdikleri hediyelerin
listesini veriyor. Sultan'a ait listede ondört,
Veziriâzam’ınkinde otuzdört parça hediye yer alıyor.
4) İzi, f. 224, Nasreddin Mehmed şâh ve Veziriâzam'ı
tarafından Sultan'a gönderilen hediyelerin listesini
veriyor. Hediyelerin sayısı listede otuzdört görülmektedir.
5) Viyana'da Başvekâlet evrak dâiresinde, Desalleurs'-den
Puissieux'ye gönderilmiş bir yığın rapor ve talimat
bulunmaktadır. İşte bunlardan bazılarında bulunan
tâlimatdan pasajlar. - Desalleurs'den Pu-issieux'ye, 23
Kasım 1748: «Burada önem verilecek mesele, İsveç'i
korumak, Polonya'yı terketmemek, Rusya'nın geniş
projelerini durdurmak, burada eski itibârı yeniden
oluşturmak; bunlar, gözden kaçırmamam gerektiğini
emrettiğiniz dört hedef.» - Desalleurs'den Puissieux'ye,
27 Aralık 1740: «Çekingenlik, kendilerinin (Türkler) iyi
niyet dedikleri şeyin gerçek kaynağı bu.» Desalleurs'den Puissieux'ye, 15 Nisan 1749: «Bâb-ı Âlî
ile bir dostluk anlaşması yapmak bakmandan güçlükler,
elverişlilikler ve sıkıntılar hakkında size ayrıntılı bir
bilgi vermekle şeref duyarım. Burada böyle bir sade ve
ayrıntısız bir anlaşma için örnek yok, Türkler ise
âdetlere, teamüllere sonsuz denebilecek şekilde
bağlıdırlar. Topal Osman Paşa'nın Fransa'ya karşı bir
temayülü vardı, esaretten kurtuluşunu Malta'ya, bir
Fransı-za borçluydu; Râgıb, tabiî olarak Fransa'dan
yanaydı; Esad Efendi açıkça İsveç'i tutmaktadır, ki bunların her üçü de barış komiseridir. Belgrad barış
anlaşmasından beri olaylar hayli değişti: Bâb-ı Âlî'nin
arabuluculuğunun Fransa tarafından sözde reddedilmesi, Avusturya ve Rusya ile ebedî barış anlaşması, İran savaşının sebeb olduğu tükenme, nihayet
Büyük-Sultan'ın kendi özel çıkarı veya Ve-
HAMMER
zâret-i-uzmâ makamının saraya boyun eğmesi, sevilmeyen her İmparatorluğun iç zaruretleri, BüyükSultan'ı tahtı ürerinde tutmak ve umumi bir isyana mâni
olmak için barışçı bir sistemin uygulanmasını zorunlu
kılıyor; ben İsveç'e mâlî yardım yapılmasını teşvik
etmekteyim.» - Desalleurs'den yazı, 15 Nisan 1749i
«Polonya'ya gelince, Polonyalıların gevşekliği, Rusların
parası ve arabulucuların unutkanlığıyla Belgrad
anlaşmasının Karlofça barış anlaşmasını mahvettiğinden
bu yana, Bâb-ı Âlî'nin bu krallığın işlerine karışmak için
artık bahanesi yok, illâ ki böyle bir şeye lüzum hâsıl
olmasın; Bakanlık bunu bana açıkça anlattı.»
Desalleurs'den Puissieux'ye, 15 Ağustos 1749:
«Mevkilerinde az süre kalan ve belirli işlere bakan nazır
durumundaki vezirlerle iyi ilişkiler yürütmek yeterli
değil, önceden dostlar edinmek ve onları mesele
üzerinde iyice aydınlatmak gerek, Veziriazam'in her
değişmesinde al başdan dercesine işe başlamamak için
bu şart.» - Desalleurs'den Puissjeux'ye, 18 Ocak 1749:
«Celcing hâlâ maslahatgüzar olduğundan, İsveç'i
İstanbul'da bir elçi bulundurmağa zorlamak veya ikna
etmek gerek.» - Desalleurs'den Puissieux'ye, 3 Şubat
1749: «Kırım hanını ve nazırını bizim çıkarlarımızdan
ya na olmaları bakımıudan elde etmek için hiçbir fedâkârlıktan çekinmedim.» - Desalleurs'den Puissieux'ye, 7 Aralık 1749: «Maltada esir bulunan kalyonun
Paşasının annesi bir imkânını bulup Büyük -Sultan'a
oğlunun serbest bıraktırılması için, Türklere göre, son
derece dokunaklı bir ricânâme sunmuş, Büyük-Sultan
Hazretleri de bahis konusu ricâ-nâmeyi bana
göndertmiş.» - Puissieux'den Blondel'e, 22 Şubat 1750:
«Rusya Nystadt anlaşmasının VII. maddesini
canlandırmaya ve bu maddeye, 1721 yılında konulduğu
zihniyetin tamamiyle zıddı bir yorum kazandırmaya
çalışıyor.» - Puissieux'den Blondel'e, 29 Mart 1750:
«Ruslar 1743'de bunu Abo anlaşmasına sokmak
istediler; fakat, İsveçliler razı olmayınca vazgeçtiler.
Bestuscheffin patavatsızlığı ve kötü niyetiyle bulunduğu
istem üzerine, çok
OSMANLI TARİHİ
265
güç durumda, İsveç'le yapılan ek anlaşmaya sokuldu.
İngiltere'nin bu hususdaki görüşü, İsveç'in şeref ve
bağımsızlığına kasteden bir taahhüde Rusya lehine
girişmeyeceği yolundadır; İsveç bunu ancak Avusturya,
İngiltere ve Fransa hükümetleriyle birlikte kabul
edebilir. Fakat İsveçliler böyle bir projenin varolmamış
sayılmasını tercih ediyorlar; gerçekten de hakları var,
çünkü böyle bir projeyi bir millete teklif etmek bile
onun şerefine ve bağımsızlığına suikasd tertiplemekten
başka bir mânâya alınamaz.»
(NOT: 61 Bu dönemde tercüman yardımcılarının sayısı altıya
indirildi ve bunlar şu kişilerdi: Testa, Mandel-ler,
Geitter, Beaumeister oğlu, Moneska ve Augus-ti.
Tercüman Seleskovich, hükümet tercümanlığı görevinden Viyana'da baron de Schwachheim'in yerine
atandı; adı geçen baron ise elçi olarak Penkler'in yerine
geçti. Beaumeister, Peterwardin anlaşmasın da
tercüman olarak görev yaptı. Seleskovich'in Vi-yana'ya
gelmesiyle Testa tercümanlığa atandı: Bu makamı
ondan önce Momars ve Bianchi işgal etmişlerdi.
Hermanstadt'da tercümanlık görevinde bulunan Volde
174£*'de öldü. Avusturya'nın İstanbul elçisi olarak
devletine hizmet eden Penkler, 1 Temmuz 1753 tarihini
taşıyan İmparatora hitaben yazdığı bir mektupta,
tercümanların eğitim ve öğretimleri konusundaki
düşüncelerini ayrıntılı olarak ortaya koydu.
Yetmişinci Kitap
(NOT: 1)
M. Malcewski'ye Talimat:
1. Her vesileden yararlanarak Polonyalıların
vatanlarına ne kadar bağlı bulunduklarını ve Bâb-ı
Âlî'nin Polonya'da sükûn ve asayişin devamına gösterdiği dikkate minnet duyduklarını belirtmekten geri
kalmayacaktır. İç ayrılıklarla Cumhuriyet'in şimdi
geçici olarak yatıştırılan son şartlardan, bu
HAMMER
ayrılma ve bölünmelerin mâhiyeti kendisince bilindiğinden, aynı zamanda bunların çözüm çârelerinin de
yabancısı olmadığından, fırsat çıktığında bunları
ayrıntılı bir şekilde anlatmak üzere hafızasında bir
düzene sokacaktır.
2. Bâb-ı Âlî tarafından bu yolda yürütülen teşebbüslerin, komşu bir devletin Polonya'da rahatsızlıklara sebeb olan niyetlerini boşa çıkardığını konuşmalarında vurgulamaktan geri kalmayacaktır.
Özellikle, Polonya'da cereyan eden iç bölünmeler sırasında, ülkenin sükûnuna zıt olan niyetlerini tatbike
koymasından endişe duyulduğunu da ihsas etmekten
geri kalmayacaktır.
3. Evvelki maddede geçen hususları belirtirken,
bilgili, fakat mutedil bir davranış içinde bulunmaya
itinâ gösterecektir; Bâb-ı Âlî'nin bahis konusu devlete
karşı uyguladığı ve devam ettirdiği sistemin farkında
olduğunu vereceği misâllerle ortaya koymaya,
belirtmeğe çalışmaktan geri kalmayacaktır.
4. Polonya'ya gelen Kırım elçisinin davranışları
hakkında hiçbir şey anlatmamağa itinâ gösterecektir;
daha ziyade bu Kırım elçisinin davranışları hükümdar
veya hükümetinden aldığı talimat çerçevesinde cereyan
ettiğinden, Polonya'daki ikâmetinin sonuna doğru
niyetleri son derece şüpheli kişilerle irtibat
kurduğundan ve yola çıktıktan sonra da yüz fersaha
yakm bir dönüş yaparak hiçbir zorunluluk olmadığı
halde Jassy'den geçmiş olmasından imâ yollu olsun
bahsetmemekte dikkatli davranacaktır.
5. Bu vesileyle, Eflâk hospodar prensin murahhası
L^onardy'nin meselelerin çözümüne hiçbir kolaylık
getirmeyen davranışından ve efendisi prensin gelecekte
daha anlayışlı ve daha az şüpheli kişiler göndermesinin
temenni edildiğini imâ yoluyle açıklayacaktır.
6. özel bir itinâ göstermeden büyük-generalin
OSMANLI TARİHt
267
Polonya'da gördüğü itibâr ve saygıdan, kendisim halkın
iyiliğine adamasından ve Bâb-ı Âlî'ye karşı beslediği
dostluktan bahsedecektir.
7. Gerek huzura kabullerde, gerekse Osmanlı
nazırına anlatacağı hususlarda ve nihayet gerekse
Polonya'nın menfaatlerine karşı duygularının samimîliğine kanaat getirdikten sonra temas kurmağa
çalışacağı Bâb-ı Âli birinci tercümanı ile yapacağı özel
konuşmalarda, kendisine verilen talimata uygun
davranacaktır.
8. Fransa'nın Bâb-ı Âli nezdinde bulunan olağanüstü yetkili elçisi Şövalye de Vergennes'e tam bir
güveni olacaktır; yerine atanan Fransız elçisi gelinceye
kadar Fransız elçisi kont Desalleurs, Osmanlı nazırına
ulaştırmak istediği hususlar için kullanacağı vasıtalar
konusunda kendisini aydınlatacak, görevinin başarısına
mâni olmak isteyenlerin tuzaklarına karşı kendisini
emniyet altında bulunduracaktır.
9. Görevinin sınırlı olduğu bildirildiğinden,
İstanbul'da görevinin tamamlanması nisbetinde kalabileceğini Osmanlı nazıra anlatacaktır; büyükgenerale dâima durumunu bildirecektir.
10. Büyük-generalin dikkatine değer hususları
Cozim yoluyla Bassa adresiyle ve hareketi sırasında
kendisine verilen şifre tablosuna uygun olarak
bildirecektir.
11. özellikle Bâb-ı Âlî bahis konusu olduğunda, her
elçi, çok bilgince hareket etmek, soğukkanlı, çok ağzı
sıkı ve çok tedbirli davranmak yolundaki vecizeyi
gözönünden ayırmamak zorundadır. Umumî yerlerde
ketum ve düşünceli, tarafsız bir hava içinde olduğunu
belirten bir görünüm verecektir. Başkalarının teşebbüs
ve sözleri üzerinde düşünüp onları inceleyecek,
gerçekten
ayrıldığı
intibaını
hiçbir
suretle
vermeyecektir.
12. Hiçbir istisnada bulunmaksızın İstanbul'da-
HAMMER
ki yabancı devlet elçilerinin hepsiyle temasda bulunabilir ve bulunmalıdır; fakat, bunların herbiri-ne
karşı ihtiyatlı davranmak gerektiğini hatırdan
çıkarmamalıdır ve münasebetlerini bu yolda yürü
tmelidir.
13. Güvenini çekmek için, Polonya işleri üzerinde
en ufak bir bahis açmaksızın, ehemmiyetsiz
toplantılarda Hübsch'le konuşabilecek, İstanbul'da
bulunmasının sadece teşrifat meselesiyle ilgili ve
devletin büyük generallerinin yararlandıkları imtiyazlarla alâkalı bulunduğunu anlatmakla yetinecektir.
14. Görevi üzerinde tecessüs gösterecek olan bütün
elçilere karşı da aynı şekilde davranacak ve o yolda bir
dil kullanacaktır.
15. İstanbul'da bulunduğu takdirde genç Linchon'la ahbablık tazeleyebilecek ve kendisine verebilmek iktidarında olduğu açıklamaları elde edecek,
fakat netice olarak bunlardan herhangi bir proje veya
teşebbüs için harekete geçmeyi düşünmeyecektir.
16. Tahsisatı yıllık bin duka olarak tesbit edilip
bunun yarısını hareketinden önce aldığından, geri kalan
yarısı İstanbul'a varışında kendisine ödenmiş olacaktır.
17. Talimat ve diğer bilgiler, ancak Büyük-general'den gerekli yazıları alacak ve kendisine aynı
şekildeki yazıları gönderecek olan Şövalye de Vergennes'e bildirilmelidir.
Dubno, Mart 1755
İmza:
Kont Branicki
Sultan III. Mustafa
^^H
Topkapı Sarayındaki Büyük Kabul odası.
«*wf*\ ****» '^TOrC-îilPki'
a
Peygamberimiz ve halifelere ait yay ve kılıçlar.
£
i
i
!
■
9HHBBHİBB
LV«*Tft»Aj
O)
11
^^^^H
l^^»3B ^^«^
• Jj; ^^K^B8Jw
sdm^Hİr
'JHF
^^^^H
^•H
•
üt*
*
P»-
^f
■
«3
>
Nadir Şah tarafından 1. Mahmud'a h
1
£
■,
ediye
edi
fl^B
^0
*i
a
1
1
^T
HHHHHHHHHHRH
M
IssHHBBBPİ
HAMMER
(Baron Joseph Von Hammer Purgstall)
BÜYÜK
OSMANLI TARİHİ
8
(ONALTINCI CİLT)
YETMİŞBİRİNCİ KİTAP
m. Mustafa'nın tahta çıkışı. — Danimarka ile anlaşma. —
Prusya'nın dostluk anlaşması teklifi. — Şeyhülislâm ve
Kaptan Paşa'nın azilleri; Dar-üs-saade Ağası'nin idamı.
— Râgıp Paşa'nın padişahın kız kardeşiyle evlenmesi. —
Sürgün edilenlerin İstanbul'a dönüşleri. -— Bazı elçüerin
dönüşü. — Ali Hekimzâde'nin ölümü. — Hac seferlerinde
güvenliğin sağlanması için alınan tedbirler. — Abdullah
Nailî Paşa'nın ölümü. — Hibetullah Sul-tan’ın doğumu. —
Kırım Hanı'nın, Boğdan ve Eflâk voyvodalarının, Bâb-ı
Âli tercümanının ve Reisefendi'-nin azil ve
değiştirilmeleri. — İlmî bir inceleme- -— İzmit'te bir
kanal inşaatı için çalışmalar. — Sultan Mustafa'nın
güvenlik teşkilâtı. — Arabistan ve Mısır'da asayişin
sağlanması. — Şam'da bir caminin tamiri ve İstanbul'da
yeni bir cami yapılması. — Defterdar Halimi Paşa ve
Şeyhülislâm Asım Efendi'nin ölümleri. -— İmar hareketleri.
— Askerî talim ve manevralar. — Bazı meşhur âlimlerin
ölümleri. — İranlıların Bossuet'si sayılan Vessaf Efendi.
— İçeride karışıklık. — Kürk sefası ve afyonkeşler. —
Prusya ile dostluk anlaşması. — Prenseslerin doğumu. —
Meşhur adamların ölümü. — Şeyhülislâm ve Kaptan
Paşa'nın iki defa değiştirilmeleri. — Râgıp Paşa'nın ölümü.
— Onsekizinci yüzyıl Osmanlı edebiyatına toplu bakış. —
Osmanlı Devleti'nin son ünlü sadrazamının yönetimi.
m. MUSTAFA'NIN TAHTA ÇIKIŞI
ÇÜNCÜ Mustafa'nın hükümdar olarak yaptığı ilk ve tek hayırlı
iş, hiç şüphesiz, Râgıp Paşa'yı sadrazamlığa getirmiş olmasıdır.
Tahta çıkar çıkmaz bir hattı hümâyûn ile, yeni hakkedilmiş
sadaret mührünü Râgıp Paşa'ya göndermiş, ondan, bugüne kadar
olduğu gibi bundan böyle de devlet işlerini yürütmesini istemişti.
Her padişahın tahta çıkısında dört yeni mührü hümâyûn
yaptırılırdı. Bunlardan kare şeklinde olanı padişahın özel müh-
Ü
280
HAMMER
rü olarak kendisinde kalır, daire şeklinde olan diğer üç mühürden biri
sadrazama, ikincisi harem-i hümâyûnun hazinedarı olan kadın
görevliye, sonuncusu da has odabaşısma verilirdi (1).
Geleneklere göre, sultan tahta çıktıktan bir gün sonra, sabahleyin
sadrazam ona çiçek ve meyve dolu elli porselen tabak ve vazo
gönderir, böylece hükümdarını tebrik etmiş olurdu. Aynı gün öğlene
doğru, sultan kendi eliyle yazılmış bir hattı şerifi sadrazama
gönderirdi. Ulemânın dışında bütün vezirler Bâb-ı Âli divanında
toplanır, görevlinin (kapıcılar kethüdasının), bir kumaşa sarılı olarak
ve başının üzerinde tutarak getireceği hattı şerifi beklerlerdi. Hattı
şerif gelince, başta sadrazam olmak üzere bütün vezirler salonun
ortasına kadar ilerler, sadrazam hattı şerifi alıp öper, başının üzerine
götürür ve Reisefendi'ye (Reis-ül Küttab'a) verirdi. Reisefendi de
padişahm teveccüh ve itimadını bildiren hattı şerifi oradaki-lere
okurdu.
Okunma işi bittikten sonra sadrazam hattı şerifi getiren ve etek
öpen haberciye, yani Kapıcılar Kethüdası'na, bir samur kürk
giydirirdi. Bundan sonra divanda bulunanların tebriklerini kabul
eder, daha sonra da dağılırlardı. Sadrazam dairesine geçer, padişahın
teveccüh ve itimatlarına şükranlarını sunmak için hazırlanırdı.
Vazifeyi en derin ve şükran duygularıyla kabul ettiğini bildiren
cevabî mesajı götürecek olan kethüdaya armağan olarak birkaç yüz
duka altınından başka çok değerli bir elbise (kaftan) da verirdi.
III. Mustafa tahta çıkışından dokuz gün sonra, Hz. Peygamber'in kılıcını kuşanmak için Eyüp Sultan Camii'ne gitti. Kılıç
alayı, her zaman olduğu gibi bu defa da çok muhteşemdi.
Merasim gereği o gün, idarenin her kesiminden yüksek rütbeli
memurlar saraym birinci avlusunda toplanmışlardı. En önde zaptiye
teşkilâtmdan yüksek rütbeli iki görevli, onların ardından çavuşlar ve
müteferrikalar, ulufeliler ve gedikliler yürüyor, yol açıyorlardı.
Onların peşinden de sipahi paşaları,
(1) M.d'Ohsson, Osmanlı İmparatorluğu Tablosu, VII, s. 120.
OSMANLİTARİHİ
2S1
mabeynciler, büyük ulemâdan olanlar, şeyhler, seyidler ya da Peygamber
soyundan olanlar, divan azaları ve odabaşıları, üç defterdar, nişancı,
Reisefendi, serasker, iki kazasker, vezirler ve nihayet yanyana olmak
üzere sadrazamla şeyhülislâm geliyordu. Onların ardından yedekte
yürütülen, eyer ve dizginleri çok süslü otuziki at geliyordu ki
bunların onikisinin eyerlerinde murassa kalkanlar asılıydı.
Sultanın etrafını peykler ve solaklar çeviriyordu. Peyklerin
başmda pırıl pırıl parlayan miğferler, solakların başında ise
harikulade güzel kuştüyü sorguçlar vardı. Padişahın bindiği atın sol
üzengisini büyük imrahor (emir-ü ahır), sağ üzengisini başmabeyinci
tutuyordu. İkinci imrahor sol dizgini tutuyor, sağ dizgini tutan
sancaktar ise bir eliyle sancak-ı şerifi taşıyordu. Padişah atının
yanmda bunlardan başka has ahır teşkilâtından dokuz kişi daha vardı
ki bunlar imrahorlar, sek-banbaşılar, mabeynciler ve sakabaşı'ndan
oluşuyordu.
Padişah attan inerken yanındaki onbir görevlinin yerini,
padişahın koluna girmek ve onu öylece götürmek imtiyazma sahip
diğer altı görevli aldı ki bunlar da silâhdar, tülbenddar, ibrikdar,
rikâbdar ve berberbaşmdan meydana geliyordu. Onları da yeniçeri
ağası ile bostancıbaşı takip ediyordu. Aynı imtiyaza başmabeyinci ile
iki imrahor da sahiptiler. Yeniçeri ağası padişahın attan inmesine
yardım ederken sadrazam ve dar-üs-saade ağası da koltuğundan
tutuyorlardı.
Padişahın ardmdan gelen iki enderunlunun ellerinde çok zengin
işlemeli iki yastık vardı ve üzerlerinde hükümdarın iki sangı
bulunuyordu. Sarıklar padişahın hâkim olduğu dünyanın iki
bölgesini, iki denizini ve korumakla görevli olduğu iki kutsal şehri,
yani Mekke ve Medine'yi temsil ediyordu. Sultanı halkı selâmlamak
zahmetinden kurtarmak için, sarıkları taşıyanlar, bunları durmadan
sağa sola indirip kaldırıyorlardı. Enderundan bir genç, padişah ata
binerken ayağının altına koymak için bir tabure, bir diğeri de aptes
almada kullanılacak bir ibrik taşıyordu. Hazinedar ise, yol boyunca
biriken kalabalığa avuç avuç para saçıyordu.
Cülus alayı, yeniçerilerin oluşturduğu iki sıranın arasından
geçerken, padişah onları selâmladı. Sivil halka gösterilmeyen bu
hareket yeniçeriler için bir şerefti. Yeniçeriler pa-
282
HAMMER
dişahın selâmına, başlarını sol omuzlarına eğerek karşılık verdiler.
Böylece, en ufak bir işaretle başlarını kılıç altına uzatmaya hazır
olduklarını anlatmış oluyorlardı.
Padişah, yeniçerilerin eski kışlalarının önüne gelince durdu.
Burada, 60. ortanın ağası tarafından sunulan bir tas şerbeti içti ve
sonra şerbet tasını, o mutlu günün hatırasına, altın doldurarak iade
etti. Yeniçeri ağası üç kurban kesti.
Yoluna devam eden III. Mustafa, Fatih'in yaptırdığı caminin
yanma gelince, buradaki türbeyi ziyaret etti, dua okudu. Bundan
sonra, Hz. Peygamber'in sancaktarı olan Hz. Eyüb'ün türbesinde de
bir dua okudu.
Eyüp Camii'nde, şeyhülislâm, padişaha Hz. Peygamber'in
kılıcını kuşattı. Bu tören sırasında şeyhülislâmın yanmda şeriflerin
reisi yani nakıyb'ül eşraf da hazır bulunuyordu. Bu sırada cami
avlusunda elli koyun kurban edildi. Ulema, «Allah yüzünü ak,
kılıcını muzaffer eylesin» diye dua etti.
IH. Mustafa tahta çıktığını bildirerek bazı yüksek unvanlardan
ve tekkelerden alman berat vergilerini (cülûsiye vergisi de denirdi)
yanya indirdiğini ilân etti. Hükümdarların her tahta çıkışlarında berat
sahipleri bunları yenilemek (ve tabii yeni vergi vermek) zorunda idi.
Aksi halde beratları geri alınırdı.
Padişahlar tahta çıkışlarında, gerek «eşkinci» denen ve sefere
katılan yeniçerilere, gerekse «mütekaidin» ya da «oturak» denilen ve
artık sefere katılmayan ama yedek olarak tutulan emeklilere cülus
bahşişi verirlerdi. IH. Mustafa bu bahşişi veren padişahların
sonuncusu oldu. Ondan sonra tahta çıkanlar, isyanların ana kaynağı
haline gelen bu eski usule son verebildiler.
Sultan, tahta çıktığını birer hattı hümâyûnla hıristiyan âleıninin
bütün hükümdarlarına bildirdi. Olayı birer özel elçi göndermek
suretiyle bildirmek tenezzülünde bulunduğu devletler ise sadece
Lehistan, Prusya ve Avusturya oldu. Hükümdarın cülusunu Lehistan
(Polonya) kiralı Frâderic Auguste ni'e (Frederik Ogüst III) bildirmek
için Varşova'ya giden sefir Mehmet Paşa idi. Rusya imparatoriçesi
Elisabeth Petrovna'-ya elçi olarak Çavuşlar Kâtibi Osman Efendi
gönderildi. EL Os-
OSMANLI TARİHÎ
283
man'ın vefatını ve III. Mustafa’nın cülusunu İmparator I. Fran-çois'e
(Fransuva) bildirmek için Viyana'ya gönderilen elçi ise Küçük Evkaf
Kethüdası Giritli Resmî Ahmed Efendi idi.
Bu üç elçiden bizim için en dikkate değer olanı Resmî Ahmed
Efendi'dir. Onun büyük bir tarihçi ve devrin en önemli devlet
adamlarından biri olduğunu daha sonra göreceğiz. Rum asıllı olan
Giritli Resmî Ahmed Efendi, ihtida etmiş olmasına rağmen anadilini
unutmamıştı. Ahmed Efendi, reis-ül küttap Tavukçubaşı Mustafa
Efendi'nin kızı ile evlendi. Reisefendi'-nin kız kardeşi de
zenginliğiyle meşhur Bekir Efendi ile evliydi. Bu zat, Dar-üs-saade
Ağası Beşir Paşa'ya, tavassutu ile Reisefendiliğe getirildiği takdirde
önemli mikdarda para vereceğini vaadetmişti. Dar-üs-saade ağasmm
(kızlarağası) ölümünden sonra Bekir Efendi, bu vazifeye atanmamış
olmasına rağmen, yazılı olarak vaadettiği parayı hazineye ödemek
zorunda bırakıldı. Bekir Efendi vezir rütbesine (paşalığa) çok daha
sonra terfi ettirildi.
Avusturya ve Rusya sarayları, III. Mustafa'nın fevkalâde
elçilerine, ancak daha evvel Sultan II. Osman'ın tahta çıkışını tebrik
için gönderdikleri elçilerine yeni itimadnâmeler göndermek suretiyle
cevap vermiş oldular. Bu elçiler o zamandan beri İstanbul'dan
ayrılmamışlardı. Avusturya'nın elçisi Baron de Schwachheim (Baron
do Şvahhaym), Rusya'nın elçisi ise Kont Mnicek idi.
Bu iki saray, İstanbul'a fevkalâde elçilerini ancak iki yıl sonra
gönderdiler. Napoli ve İsveç saraylarının sultana gönderdikleri
tebriknâmelerini de, bu devletlerin elçileri olan Kont Ludolf ve Kont
Celsing getirdiler. Fransa, İngiltere ve Venedik saraylarının
tebriknâmelerini bu ülkelerin İstanbul'daki daimi elçileri Vergennes
(Verjen), Porter ve Foscari takdim ettiler.
DANİMARKA ÎLE ANLAŞMA
Danimarka elçisi De Gahler, Osmanlı başkentinde üç yıl
kaldıktan sonra nihayet Bâb-ı Âli ile bir dostluk, ticaret ve gemilerin
serbestçe dolaşımı ile ilgili bir anlaşma imzalanmasını sağlayabildi.
284
HAMMER
Bu elçi, Osmanlı sultanına kendi hükümdarının tebriknâmesinden başka, Baltık kıyılarından kalkan ve Kont Lutzov'un
kumanda ettiği iki gemiye yüklenmiş değerli hediyeleri de takdim
etmişti. Fakat, fevkalade elçi unvanma rağmen, sadrazam tarafından
kabul edildiği zaman, kendisine samur kürk yerine sadece bir kaftan
giydirildi. Çünkü II. Osman zamanmda yaymlanan tören
kıyafetleriyle ilgili talimatname hâlâ yürürlükteydi.
Gahler'in uzun süren müzakereler
kullandığı nüfuzlu kişi, Anadolu kadısı ve
Molla'dan başkası değildi. Zenginliğiyle
damadı, çok faal ve nüfuzlu olan bu şahsın
karşılığında sağlamış bulunuyordu.
sırasmda aracı olarak
Sultan'ın imamı Osman
ünlü Bekir Efen-di'nin
desteğini, yüz kese para
Danimarka elçisiyle müzakereler devam ederken, Molla Osman'ın verdiği ziyafetlerden birinde, diğer ünlü davetlilerin arasında,
Macar dönmesi ve İstanbul'da kurulan ilk matbaanın müdürü İbrahim
(Müteferrika) ile, o tarihten oniki yıl önce ölmüş bulunan Kont de
Bonneval (paşa)’ın (2) kendi çocuğu ya da evlâtlığı olan Milanolu
Süleyman Bey de vardı. Bu iki şahsiyet, Bâb-ı Âli ile Avrupalı elçiler
arasmdaki
münasebetlerde
büyük
çaba
gösteriyorlardı.
Schvvachheim'ın İstanbul'da özellikle meşgul olduğu işler arasında,
ön sırada, padişahın Cezayir Beyi'ne (Dayısı'na) bir ferman
göndererek Avusturya konsülü Kersch'in kurtarılmasını temine
çalışmak geliyordu. Cezayir birlikleri Tunus'a yaptıkları bir baskın
sırasmda Kersch'i esir alıp götürmüşlerdi.
Sadrazamın başçuhadarı bu iş için özel görevli olarak Cezayir
Dayısı'na gönderildi. Sultan Osman'ın ölümünden kısa bir süre sonra,
hoşnutsuz Macarlarm reisi olan Csaki de Rodos'ta ölmüştü. Onun
yerini alan Kont Coloniz'in ağabeyi Baron de Zaı (Badon do Zai) de
onüç ay sonra ölünce, hoşnutsuz Macarların başına Transilvanyalı
(Erdelli) Mikics geçti. Csaki'nin ölümünden birkaç ay önce, o zaman
Fransa kiralının ordusunda
(2) Asıl adı Comte Claude Alexandre de Bonneval (1675-1747) olan Humbaracı
Ahmed Paşa, Fransız asillerinden idi, fakat Avusturya ordusunda mareşal
olmuştu. 1729'da Osmanlı ordusuna sığındı, islâmiyeti kabul ederek Ahmed
adını aldı. Osmanlı ordusunda önemli hizmetleri görüldü ve beylerbeyi'liğine
terfi ettirilerek paşa unvanı verildi. (Çevirenin notu)
OSMANLI TARİHÎ
285
general olarak görev yapan Macar Tott da ölmüştü ki, onun oğlu
meşhur «Hatırat» in müellifi Baron de Tott'tur.
Avusturya ile Fransa arasında Mayıs 1756'da ittifak gerçekleşince, İstanbul'da bulunan Avrupalı elçiler arasmda değişiklikler
olmaya başladı. Bundan sekiz ay sonra, 16 Ocak 1757'de, İngiltere
ile Prusya arasmda tedafüi ve tecavüzî (savunma ve saldırma) amaçlı
bir ittifak kurulunca değişiklikler tamamlandı.
ingiliz elçilerinin kötü niyetli tahrikleri ve elçilerin itibarını
sarsmak için gösterdikleri çaba karşısında Bâb-ı Ali dikkatli
davranıyordu. Fakat Porter Bâb-ı Ali'yi Avusturya ve Fransa'ya karşı
tahrik etmekten geri kalmadı. Bu tahriklerinde daha çok Sadrazam
Koca Râgıp Paşa’nın hekimbaşısı olan Rum ts-pilanti'den
yararlanıyordu.
isveç sefiri, hükümdarının Fransa ile yaptığı ittifaka sadık
kalacagmı, fakat, Prusya kiralı II. Frederik akrabası olmasma rağmen
bu hükümdara karşı yapılacak bir savaşta tam tarafsız hareket
edeceğini ve 21 Mart 1757 Vestfalya Anlaşması'na da sadık
kalacağını bildirdi. Bundan iki ay kadar önce, 8 Ocak 1757'de, Rus
elçisi Obreskov Bâb-ı Âli'ye bir nota vererek, hükümdarı Elizabeth
Petrovna'nın Lehistan ve Avusturya'ya yardım maksadiyle ordusunu
harekete geçireceğini, Lehistan'ın da rızası ile bu ordunun
Cumhuriyet'in kuzey eyâletlerine geçeceğini söylüyordu. Sadrazam
bu notaya verdiği cevapta hiçbir itirazı olmadığını bildirdi.
Bir yıl sonra Bâb-ı Âli Obreskov'un bazı şikâyetlerine de cevap
verdi. Obreskov'un hükümdarı adma yaptığı şikâyete göre, Kırım
Hanı Halim Giray'a, itaatsiz Nogay Tatarlarını cezalandırması için
Bâb-ı Âli taraf ından emir verilmişti ye ona'yardımcı olarak Azak,
Bender, Hotin ve Sofya paşaları da gönderilmişti.
PRUSYA'NIN DOSTLUK ANLAŞMASI
TEKIİFÎ
Râgıp Paşa reis-ül küttap iken, Prusya Bâb-ı Âli'ye ilk dostluk
anlaşması teklifini yapmıştı, fakat Bâb-ı Âli bazı bahanelerle buna
yanaşmamıştı. Şimdi sadrazam olan Râgıp Paşa boy-
286
HAMMER
le bir ittifakı en çok isteyenlerden biri idi. Avusturya konuyu
müzakere için temsilci olarak Hauden'i İzmir'e gönderdi. Hau-den
daha çok Rexin ismiyle tanınıyordu. O sırada yine Prusya adına
görüşmeler için gelen Varennes de Türkiye'de idi, fakat Hauden Bâbı Âli ile ittifak kurmak için tam yetkiliydi (3). Ayrıca, hükümdarı
Frederik H'den Sultan Mustafa'nın tahta çıkışını tebrik eden bir de
mektup getirmişti.
Sadrazamın ittifak arzusuna rağmen Hauden'e kesin bir cevap
verilemedi ve İstanbul'a gelmesine de ancak çok gizli tutulmak
kaydiyle müsaade edildi. Fransa elçisi Verjen ile Avusturya elçisi
Şvahaym, Hauden'in izini boş yere aradılar. Fakat bir gün, Hauden'in
Saksonyalı uşağı, kendisine kötü muamele eden efendisinden
intikam almak için, bulunduğu yeri Fransız ve Avusturya elçilerine
bildirdi. Bu uşak, efendisinin kendisini, sırrını ifşa eder korkusuyla
zehirlemek istediğini de iddia ediyordu (4).
Avusturyalı tercüman öğrendikleri sırrı Râgıp Paşa'ya söylediği
zaman, sadrazam bunu son derece soğukkanlılıkla karşıladı ve doğru
olmadığını söyledi. Uzun süren reis-ül küttap-lığı zamanmda ve
Mısır valisi olarak Kahire'de bulunduğu yıllarda, renk vermemeyi,
düşüncesini belli etmemeyi çok iyi öğrenmişti. Zaten Mısır'daki
taşkın ve yaygaracı Memlûk beylerinin oyunlarını bozabilmek için
gizlilik, serinkanlılık ve yap-macılık, bütün vali paşalar için bir
zaruret haline gelmişti.
Râgıp Paşa, yabancıların, tercüme ettirilen berat ya da himaye
mektuplarını ele geçirmek için her türlü harcamayı yaptıklarına,
tercümanların da bu belgeleri reayaya satmayı alışkanlık haline
getirdikleri meselesine dikkatle eğildi. Bu maksatla Reisef endi'ye
bir buyrultu göndererek bu olayların tekrarlanmaması için gerekli
tedbirlerin alınmasını istedi (5).
Sadrazam bir yıl sonra başka bir buyrultu çıkararak Avrupalıların reayadan kızlarla evlenmelerini ve gayrimenkul
edinmelerini tekrar yasakladı. Bu yasaklar mevcut anlaşma(3) Tam yetki belgesinin Türkçe'den İtalyanca'ya yapılan tercümesi (15 Cemazielevvel 1170 (1757) tarihini taşıyor.
(4) Bu uşağın mektubu Schwachheim'ın mektubuna ilişikti.
(5) Sadrazamın 19 Rebiülahır 1172 (20 Aralık 1758) tarihli bu buyrultusu da
Schwachheim'in raporuna ekliydi.
OSMANLI TARİHÎ
287
lara aykın idi. Galata voyvodasına gönderilen bir emirnamede ise,
reayadan kız alan Avrupalıların ve Avrupalılarla evlenmiş reayanın
birer listesi isteniyordu.
ŞEYHÜLİSLÂM VE KAPTAN PAŞA'NIN AZİLLERİ;
DAR-ÜS-SAADE AĞASFNIN İDAMI
Râgıp Paşa'nın sadareti, Sultan Osman’ın ölümünden ve El.
Mustafa'nın cülusundan on ay kadar önce başlamıştır. Bu yüzden,
Râgıp Paşa'nın zamanına ait değişiklikleri ve olayları özetlemek için
biraz geriye gitmemiz gerekiyor.
Râgıp Paşa, devlet idaresini ele almasından az sonra, son
yangmda harap olan acemioğlan kışîalarmm yeniden inşasını
emretmişti. Bu sırada Defterdar Ahmet Efendi'yi görevden alarak,
onun yerine sürgünden çağırdığı Halimi Efendi'yi geçirmişti.
Şeyhülislâm Dürrizâde Mustafa Efendi de görevden alınmış, onun
yerine bu makama yaşlı Damatzâde Feyzullah Efendi ikinci defa
getirilmişti (28 Cemaziülevvel 1170 - 18 Şubat 1757). Sadaret
kaymakamı Ali Paşa Cidde'ye gönderildi. Râgıp Paşa, Mısır
valiliğinden azledilen eski sadrazamlardan Hekim-zâde Ali Paşa'ya
olan saygısından dolayı, Anadolu'nun istediği şehrine yerleşmesi
iznini verdi. Onun yerine Mısır valiliğine Sadettin Paşa getirilmişti.
Reisefendi Avni ise yerini, uzun zamandır bu makamda gözü olan
ünlü zengin ve Reis Mustafa Efendi'nin damadı Ebubekir Efendi'ye
bırakmak zorunda kaldı. Ebubekir Efendi bu maksatla türlü
entrikalar çevirmekten ve bol para harcamaktan geri kalmamıştı (21
Recep - 11 Nisan).
Râgıp Paşa'nın Sultan Osman devrindeki sadareti sırasında
yapılan başlıca değişiklikler işte bunlardı. Çok ihtiyatlı bir insan olan
Râgıp Paşa, padişahın zaaflarını, yenilik taraftarı ve sabırsız oluşunu,
Dar-üs-saade Ağası Ebü Kofun çok tesiri altında kaldığını biliyor,
ama Ebû Kofla nasıl başedebileceğini bilemiyordu.
Sultan Osman'ın hastalığının son günlerinde artık onun hayatından ümidini kesen Dar-üs-saade Ağası, sadrazamlığa Kel
Ahmed Paşa'nın oğlu Ali Paşa'yı getirmek istiyordu. Râgıp Paşa, çok
önemli bir konuda fikri almmak bahanesiyle, gerçekte ise elinden
sadaret mührünü almak maksadiyle saraya davet
28>
HAMMER
edilmişti. Fakat tedbirli davranan Râgıp Paşa bu tuzaktan kurtulmasını bildi. Dar-üs-saade Ağası’nın yazıcısı ibrahim Efendi,
sadrazama gizlice bir tezkere göndererek kendisini bekleyen
tehlikeyi, padişahın sabaha çıkamayacak kadar ağır hasta olduğunu
bildirmişti. Bunun üzerine Râgıp Paşa kıyafet değiştirerek ve yalnız
olarak saraymdan ayrılmıştı. Râgıp Paşa'yı saraya götürecek olan
baltacılar kethüdası da ancak onun hareketinden sonra Paşakapısı'na
ulaşabilmişti. Buna çok içerleyen Dar-üs-saade Ağası da kethüdaya,
sadrazamı bulunması ihtimali olan her yerde aramasını ve mutlaka
saraya getirme* sini emretmişti.
Kethüda bütün şehri aradığı halde sadrazamı bulamamıştı.
Geceleyin padişahın ölüm haberini alan Râgıp Paşa tekrar
Paşakapısı'na dönmüş, azilden kurtulmuş ve yeni padişah da onu
görevinde bırakmıştı.
Bu olaydan sekiz gün sonra Dar-üs-saade Ağası Ebû Kof Ahmed
Efendi görevden almdı ve onun yerine bu makam, sultanın çok
güvendiği sır kâtibi Beşir Efendi'ye tevcih olundu. Yeni Dar-üssaade Ağası, mevkufatçı unvanıyla yazıcı İbrahim Efendi'yi de
saraydan uzaklaştırdı. Selefinin entrikalarını öğrenen Beşir Efendi,
Râgıp Paşa'nın adamı olsa da, saray sırlarını ifşa eden bir yazıcıya
güvenemezdi.
Peşkircibaşı Hamza Ağa silahdarlığa getirildi. Azledilen Dar-üssaade ağasının sadrazamlığa getirmek istediği Kaptan-ı Derya Ali
Paşa ise mevkiini kaybetmekle kalmadı, bütün malvarlığı müsadere
edilerek îstanköy'e sürüldü. Bundan başka ça-vuşbaşı, bostancıbaşı,
başmabeyinci ve birçok vezir azledildi (29 Sefer 1171 -12 Kasım
1757).
ölen padişahın güvenini kazanmış, kudretiyle mağrur eski Darüs-saade Ağası Ebû Kof kellesini kurtaramadı. Ebû Kof daha önce,
hacı kafileleri ile sûrrenin güvenliğinden sorumlu Hac Emiri Esad
Paşa'yı da bu görevden aldırmış, hac emirliğine ve cerdecibaşılığına
hiç kimsenin tanımadığı iki adamını getirmişti. Fakat hacı kafilesi,
Maan'ın otuz fersah yakınında, önceki Hac Emiri'nden (Esad
Paşa'dan) intikam almak isteyen Beni-Harb adlı Arap kabilesinin
saldırısına uğradı ve yağmalandı.
Üçüncü Osman'ın ölümünden bir ay önce meydana gelen bu
olayı, Ebû Kof Ahmed Efendi padişahtan saklamıştı. Fakat
ÖSMANLT TARİHÎ
289
bir süre sonra haber bütün İstanbul'da duyuldu. Hz. Peygam-ber'in
doğum gününde, Şam'dan gelmeleri ve Hacı kafilesinin Mekke'ye
ulaştığını bildirmeleri beklenen müjdeciler görün-meyince, halk
arasında hoşnutsuzluk ve mırıldanmalar başlamıştı. Bunun üzerine,
gürültüyü yatıştırmak isteyen yeni padişah III. Mustafa Dar-üs-saade
Ağası'nı idam ettirdi. Ebû Kofun kesik başı bir kazığa geçirilmiş ve
üzerine de şu yazı yazılmıştı: «Müslüman hacıların felâketine sebep
olanların mükâfatı işte budur!».
Bu idam, padişahın topladığı ve ulemâdan önde gelenlerin,
şeyhülislâmın, Rumeli Kazaskeri Mehmed Salih Efendi, Anadolu
Kazaskeri Asım İsmail Efendi ile bunların seleflerinin, İstanbul
kadısının, nakıyb'ül eşrafın ve asker paşalarm katıldığı bir mecliste
bir fetva ile meşrulaştırüdı. Padişah mecliste bulunanlara hac
emirliğine Çeteci Abdullah Paşa'yı tayin ettiğini açıkladı ve
Reisefendi de tayinle ilgili yazıyı okudu. Bundan sonra padişah
konuşmasına şöyle devam etti:
•— Haremeyn-i Şerefeyn'deki durumların çok üzücü olduğunu
biliyorum... Bunların bana Allah tarafından emanet edilmiş
olduklarını da biliyorum. Allah'ın emaneti olan haremeyn-i korumak
için gerekirse şu parmagımdaki yüzüğü bile paraya çevirir ve bu
maksatla harcarını».
Bu sözlerden hemen sonra okunan bir hattı şerifle, iki kut-sal
şehrin, yani Mekke ve Medine'nin hizmetlerine ait vakıf gelir
kaynaklarınm (mukataalarının) tetkiki ve yeniden düzenlenmesi
emredildi.
Uzun zamandan beri buralarda büyük bir karışıklık ve
idaresizlik hüküm sürüyor, mültezimlikler rüşvet karşılığında ya da
ilgisizlik yüzünden baltacılara, çuhadarlara ya da sarayın diğer
memurlarına veriliyordu. Sadrazam, bundan böyle, devletin diğer
mültezimlikleri gibi Haremeyn mukataalarının da peşin para ile
satılmasını ve sıkı denetim altında tutulmasını emretti.
Ebû Kof Ahmed Efendi'nin idamından sonra onun himaye ettiği
Türkmenlerin ağası da idam edildi. Türkmenlerin ağası bir deve
sürücüsü iken alınıp bu iş için yetiştirilmiş, fakat yetHammer Tarihi, C: VIII. E: 19
290
HAMMER
kişini kötüye kullanarak idaresi altında bulunanlara her türlü
sıkıntıyı yaşatmıştı.
Daha sonra eski Hac Emîri Esad Paşa’nın idamına da karar
verildi. Esad Paşa, intikam hırsıyla, hacı kafilesini soymaları için
Arapları bizzat tahrik etmiş olmakla suçlanıyordu.
Dar-üs-saade Ağası’nın ölümünden sonra, Râgıp Paşa'nın> yeni
padişah ile arasını açacak ve icraatını engelleyecek kimse kalmamıştı.
Mevkiini böylece sağlamlaştıran sadrazam, her şeyin hüküm ve
iradesi altında cereyan ettiği intibaını yeriyordu.
ölen padişahın aldığı son idarî tedbirlerden biri, kadınların, çok
önemli bir sebep olmadıkça evlerinden çıkmalarının, sırf kendilerini
göstermek ve ayıp sayılacak dedikodulara sebep vermemeleri için
halk arasında gezmelerinin yasaklanmış olmasıydı. Bunun sonucu
olarak da mahalle imamlarına, islâmî disipline uyulması, yani
kadınların evde oturmalarının sağlanması emredilmişti.
Yeni hükümdarın ilk yaptığı işlerden biri de reâyânm çok lüks
giyinmesi yasağını yenilemek oldu. Bu maksatla Rum ve Ermeni
patrikleriyle musevilerin hahambaşısı, çavuşbaşmın huzuruna davet
edildiler. Onlardan, dindaşlarının islâmî esaslara uygun olarak, lüks
ve şatafatlı elbise giymelerini kesinlikle önlemeleri istendi.
Bunun dışında III. Mustafa çok insanî, yumuşak, iyiliksever ve
cömert davrandı. Hükümdarlığının daha ilk günlerinde Reis-ül
Küttab'a, Avrupalı elçilerin hükümdarları adına kendisini tebrik için.
geldiklerinde sunacakları en güzel armağanın, müslüman köleleri
azad etmeleri olacağını bildirmesini istedi. Ayrıca, borcunu
ödeyemedikleri için tutuklu bulunanların serbest bırakılmalarına
karşılık olarak, onların bütün borçlarını karşılayan bir bağışta
bulundu.
Padişah, tersaneyi ziyaret ettikten sonra da cömert bir davranışta
bulundu: Sadrazama yirmi bin (altın) kuruş göndererek, bunun
donanma kaptanlarına, bahriyenin diğer işçi ve memurlarına
dağıtılmasını istedi. Bundan bir süre sonra da Hısn-ül Bahir (Deniz
Kalesi) adlı büyük bir geminin denize indirilmesinde hazır bulunarak
merasimi şereflendirdi.
OSM ANI.r TAKİMİ
291
III. Mustafa çok hareketli bir insandı. Sık sık at üzerinde veya
saltanat kayığında görünüyor, bir gün kalabalık ve muhteşem
maiyetiyle şehirde, bir başka gün kıyafet değiştirerek sokaklarda
dolaşıyordu. Daha sonra Derya kaptanlığına getirilen Rumeli
valisinin karısı olan yeğeni Hanımsultan'a çok büyük bir şefkat ve
ilgi gösteriyordu. Bu prensesin güzelliğine, zekâsına o kadar
hayrandı ki, bir gün bile onu ziyaret etmeden duramıyordu. Yeğeni
olan prenses de bu durumu, bazı devlet işlerinde müessir olmak için
istismar etmekten geri kalmıyordu. Karısı bir zamanlar Sultan
Mahmud'un sarayında cariye olan zengin Bekir Efendi'nin reis-ül
küttaplığa getirilmesi işte bu prenses sayesinde olmuştur.
Fakat, havadan gelen suya gider derler. Bekir Efendi için de
böyle oldu. Reisefendiliğe gelmesi için çevrilen entrikalarda
karısının da parmağı vardı. Bir gün saraya davet edilen karısı,
kocasının Sultan Mahmud devrinde haksız olarak ele geçirdiği çok
değerli bazı eşyayı nereye sakladığını bilemeyince veya söylemek
istemeyince, Bekir Efendi bu mevkiden uzaklaştırıldı (8 Kasım
1757).
Birkaç ay sonra Bekir Efendi'nin yerine Hacı Abdi Efendi
getirildi. İnatçı, kıskanç bir insan olan Abdi Efendi, kendi fikrinden
başkasına önem vermiyor, fikrini kabul etmeyenlere karşı çok kaba
davranmaktan çekinmiyordu. Bu davranışları yüzünden, III.
Mustafa'nın tahta çıkışından bir süre sonra, yerini sadaret
mektupçusu Mehmed Emin Efendi'ye bırakmak zorunda kalmıştır.
Mehmed Emin Efendi, imparatorluğun vakanüvisine göre,
icraatı ile karanlıkları ay ışığından daha iyi aydınlatan ve nasihatleri
kadere hükmeden bir insandı (6).
RÂGIP PAŞA'NIN PADİŞAHIN KIZ KARDEŞİYLE
EVLENMESİ
Reis-ül küttab Abdi Efendi'nin azlinden altı gün sonra Damatzâde Feyzullah Efendi de şeyhülislâmlıktan ikinci defa azledildi ve
yerine Salih Mehmed Efendi getirildi (20 Ocak 1758 (6) Ezher min el-kamer, emze miri el-kader. Vâsıf, s. 108.
292
HAMMER
10 Cemâzielevvel 1171). Mehmed Efendi bu makamda onyedi ay kaldı.
Salih Mehmed. Efendi makamına oturduğu gün padişah
kendisine teamüle uyarak bir kürk giydirdi ve takımları çok değerli
olan bir de at hediye etti. Geleneğe göre, şeyhülislâm bu ata binerken
hayvanın gemini sadaret kethüdası tutuyordu.
Padişah, Zeynep Sultan’ın kocası olan ve «Sinek» lâkabı ile
anılan Küçük Mustafa'yı İstanbul'a getirtti. Küçük Mustafa son onbeş
yıldan beri Asya'daki eyâletlerin hemen hemen hepsinde vali olarak
görev yapmıştı. Padişah'la olan akrabalığı yüzünden kendisine
nişancı ve vezir unvanları verildi.
Üçüncü Mustafa bundan sonra kırküç yaşındaki kız kardeşi Ayşe
Sultan'ı, Tırhala Sancak Beyi Vezir Silahdar Mehmed Paşa ile
evlendirdi. Çeyiz olarak da sadece beş bin duka altını verdi. Bu
mikdar Kanunî Süleyman zamanında sultanlar için verilen çeyizin
yirmide biri, IV. Murad'ın Melek Ah-med Paşa ile evlendirdiği
Kâhya Sultan için verdiği çeyizin ise kırksekizde biri idi. IV.
Murad'ın verdiği bu çeyizin tutarı iki yüz kırk bin duka altını idi ve
bu Mısır'ın bir yıllık gelirine eşitti.
Üçüncü Mustafa, Ayşe Sultanla aynı yaşta olan öteki kız kardeşi
Saliha Sultan'ı da, imtiyazlı kılmak istediği Sadrazam Râgıp Paşa ile
evlendirdi. Saliha Sultan, uzun zaman Saint-Petersburg'ta esir tutulan
eski özi valisinin dul karısıydı (31 Mart 1758 - 21 Receb 1171).
Nişan töreni Saliha Sultan'ın Eyüp yakınındaki sarayında,
şeyhülislâm huzurunda yapıldı. Bu törende Saliha Sultan'ı Dar-üssaade Ağası, Râgıp Paşa'yı da sadaret kethüdası temsil ettiler.
Ertesi gün sadrazam, Kapıcılar Kethüdası'nı nişanlısına
göndererek hatırını sordu ve ona altı adet kapaklı gümüş tabak, bir
gümüş sini, bir kâse şeker, otuz kâse süt ve elli kâse meyve gönderdi.
Onbeş gün sonra Saliha Sultan araba ile ve hadımların refakatinde
sadrazamın sarayına gitti. Dul olduğu için muzıka ve şatafatlı tören
alayı yoktu. Harem avlusunun kapışma gelince, Râgıp Paşa
nişanlısına 'hoş geldiniz* diye iltifatlarını sunduktan sonra derhal
bekleme salonuna geçti.
OSMANLI TARİHİ
293
Akşam olup güneş batmca dar-üs-saade ağası geldi ve yine
geleneğe uyarak nişanlıyı alıp müstakbel kocasının ellerine teslim
etti. Saray âdetlerine göre prenses ilk karşılaşmada pek mağrur
davranır, daha doğrusu öyle görünür, kocasmm yüzüne bile
bakmazdı. Kısa süren sessiz duruştan sonra birden kalkar ve sözde
hiç memnun değilmiş gibi, iç odaya doğru ilerlerdi. Hadımlar bu
durumdan yararlanıp damadm terliğini çıkarır ve eşiğin önüne
bırakırlardı. Bu merasime çok önem verilirdi, çünkü bu, damadın
hareme sahip olduğu ve buraya ancak onun girebileceği anlamına
gelirdi. Bundan sonra hadımlar hemen çekilir, damad, sofada şeref
koltuğunda oturan nişanlısının yanma yalnız girerdi. Gelinin önünde
diz çöker, ellerini göğsünde kavuşturur, nişanlısı konuşuncaya kadar
öylece sessiz beklerdi. Gelin nihayet konuşunca şöyle derdi:
— Bana su getir!
O zaman damad sürahiyi getirip diz çöker ve ondan tülünü
açmak lûtfunda bulunmasmı isterdi.
Gelinin yüzünü örten tül çiçeklerle ve parlak mücevherlerle süslü
olurdu. Yedi sıra örülmüş saçlarında da altın ve inciler bulunurdu.
Gelin, getirilen suyu yudumlar yudumla-maz, hizmetçiler iki tabak
getirirlerdi. Bu tabaklarm birinde iki kızarmış; güvercin, diğerinde
nöbet şekeri bulunurdu. Hizmetçiler bunları odanın ortasına kurulan
alçak sofraya yerleştirdikten sonra çekilirler ve damad gelinden, çok
kibar sözlerle yemeği lütfen tadmasını rica ederdi. Gelin ise yine gururla ve tenezzül etmiyormuş gibi «Hayır, istemiyorum» cevabını
verirdi. O zaman damad, güzel gelini razı etmek için başka çarelere
başvururdu: Hadımları çağırır ve hadımlar çok değerli armağanları
getirip gelinin ayakları dibine bırakırlardı. Harikulade güzel ve
değerli armağanlar karşısında nihayet yumuşayan gelin, yine saray
'töresine göre, damadm koluna girip kendisini sofraya oturtmasına
müsaade ederdi, önce damad gelinin ağzına kızarmış güvercinden bir
parça, gelin de damadın ağzına bir nöbet şekeri verirdi. Bu tadımdan
hemen sonra sofra kalkardı. Gelinsultan sofradaki yerine kurulur,
hadımlar çekilir ve yeni evliler bir saat kadar başbaşa kalırlardı. Bu
sûre içinde birbirlerine aücak nezaket cümleleriyle hitap etmeleri
usuldendi. Bundan sonra damad salona
294
IIAMMEK
geçer, orada vezirlerin, saray ve devlet erkânının tebriklerini kabul
ederdi.
Tekrar hareme geçen damad, bu defa orada prenseslerin
tebriklerini kabul ederdi. Bundan sonra bütün gece çalgılar çalınır,
oyunlar oynanır, gölge oyunları seyredilir ve konuklar eğlendirilirdi.
Nihayet gelin yorulduğunu bildirir, uyumak istediğini söylerdi.
Bunun üzerine bütün davetliler dağılırdı.
Az sonra başhizmetçi bîr hadımla birlikte gelip, gelinin
yatağında istirahat ettiğini damada bildirirdi. Bunun üzerine damad,
kimseye görünmeden gelinsul tanın dairesine girer, onu rahatsız
etmemek için sessizce soyunur, sonra yatağa yanaşıp diz çöker,
gelinin ayağına usulca dokunarak hafifçe öperdi. Gelin itiraz
etmezse daha ileri gider ve nihayet ona sahip olurdu.
Ertesi gün damad, sarayın bazı ileri gelenleri ve kethüdalarla
"birlikte hamama giderdi. Buna «paça günü» denirdi. Çünkü
hamamdan dönünce kendisine bir tabak paça çorbası sunulurdu.
Üçüncü gün padişah damadına ya da kayınbiraderine bir gürz
gönderirdi ki bu, prenses kendisine hâlâ kocalık hakkı tanımıyorsa,
buna izin vermiyorsa, onu bununla öldürebileceği anlamına
geliyordu. Tabii, Osmanlı soyundan bir gelinin kocasına teslim
olmadığı için öldürüldüğü görülmüş değildir. Zaten altmışlık Râgıp
Paşa ile dul sultanın evlenmelerinde, yukarıda anlattığımız geleneğe
bütün ayrıntıları ile uyulduğunu sanmıyoruz.
Râgıp Paşa’nın haremeyn mukataalarını düzene sokmak için
aldığı tedbirlerin sonucu çok müsbet oldu. İmparatorluk için tahsil
edilen vergi bin kese gümüş mikdarında artmıştı. Sultan Mustafa bu
hizmetine karşılık Râgıp Pasa'yı altın sırmalı bir kaftan ve bir samur
kürkle taltif etti ki III. Ahmed'den bu yana böyle bir ayrıcalık
görülmemişti ve hiçbir sadrazam ve saray damadı bu iltifata mazhar
olmamıştı.
OSMANLI TARİHİ
295
SÜRGÜN EDİLENLERİN İSTANBUL'A DÖNÜŞLERİ
Râgıp Mehmet Paşa'nın sadareti sırasında yüksek rütbeli birçok
memura, sürgün edildikleri yerden ayrılıp İstanbul'a gelmelerine izin
verildi. Bunların arasında sabık reis-ül küt-tap Abdi Efendi, eski
defterdar Halimi Efendi, Kâhya Veliyüd-din Efendi de vardı.
Bunların ilki Bursa'ya, ikincisi Gelibolu'ya, üçüncüsü de Girit'e
sürülmüştü. Râgıp Paşa, vezirler ve devletin diğer yüksek memurları
arasında da bazı değişiklikler yaptı.
Sultan birçok defa yazlık saraymın bulunduğu Karaağaç'ı,
Büyükdere kemerlerini ve Belgrad'ı ziyaret etti. Edirne'deki sarayın
tamiri ile bizzat meşgul oldu. Beş yıl önce hem İstanbul'da hem
Edirne'de büyük hasara yol açan depremde bu saray da yıkılmıştı.
Eski kâhya Yusuf ve Ahmed Efendiler bu tamir işiyle
görevlendirildiler. Padişah onlara masrafları karşılamak için elli bin
kuruş tahsis etti, ayrıca emirlerine iki bin işçi verdi. Bu olağanüstü
masraf kısmen Galata sarayında yapılan tasarrufla karşılandı. Bu
sarayda, yılda altı veya sekiz yüz kese gümüşe mal olan baltacılar
koğuşu kaldırıldı ve bunlar eski sarayın baltacıları arasına karıştırıldı
(7).
Üçüncü Mustafa'nın saltanatı sırasında yeni sikkeler (zo-lote)
(NOT: 1) bastırıldı. Bu tür para basılması daha çok sultan
hanımlardan birinin hamile olduğunun anlaşılması üzerine olurdu.
III. Ahmed, hamileliğini bildiren haremdeki her kadın için sikke
bastırmış, ama o zamandan beri bu âdet bırakılmıştı. III. Mustafa'nın
bastırdığı sikkelerin değeri, III. Ah-med'in bastırdığı sikkelere göre
birkaç para daha düşüktü.
Uzun zamandan beri Anadolu eyâletlerinde soygunlar artmıştı ve
haydutların cüreti ticareti sık sık felce uğratıyordu. Râgıp Paşa'nın
sadareti sırasında Sivas Valisi Feyzullah Paşa birkaç bin levendle
harekete geçerek, Erzurum ve Çorum dolaylarını kasıp kavuran
haydutların kökünü kazıdı. Sultan Mustafa bu başarısından dolayı
Feyzullah Paşa'ya üçüncü tuğu göndererek terfi ettirdi. Sadrazamın
dileğiyle Sadaret Kethüdası Ahıskalı Mehmet Efendi ile Ahır Emiri
(imrahor) Hüseyin Ağa'-ya da tuğ gönderildi. Râgıp Paşa Rakka
valisi iken Hüseyin Ağa
(7) SchwachheinVın Ocak 1750 tarihli raporundan.
296
HAMMER
da aynı sıfatla Mardin'de bulunuyordu. Hakka ve Roha (Urfa) '-daki
yönetim ve durumları çok iyi bildiği için Hakka beylerbeyliğine
atandı. Hakka valisini halk istememişti.
BAZI ELÇİLERİN DÖNÜŞÜ
Bâb-ı Âli'nin Üçüncü Mustafa'nın cülusunu bildirmek üzere
Viyana ve Varşova'ya elçi olarak gönderdiği Ahmet Resmî Efendi ve
Mehmed Ağa İstanbul'a döndüler.
Resmî Ahmed Efendi'nin sadrazama sunduğu rapor, Avusturya
ve Prusya hükümetlerinin politikalarını Osmanlıların nasıl
değerlendirdiklerini, Viyanalıların örf ve âdetlerine nasıl bir gözle
baktıklarını bildirmesi bakımından önemlidir. Bu konu «Viyana'ya
Dair Tespitler» başlığı altında anlatılıyor.
Resmî Ahmed Efendi'nin seyahatnamesinde Calamberg Dağı'ndan «Alaman Dağı», Viyana Deresi'nden «Vidin» diye söz
ediliyor ve Prater (sarayı ve parkı) ise çiftlik gibi bir malikâne
telâkki ediliyor. Sonra da şunlar anlatılıyor:
«...Büyük adamlar ya da zenginler, sabahları ancak saat sekizde
ya da onda kalkıyor, öğle üzeri kahvaltı yaptıktan sonra öğleden
sonra bir kere daha yemek yiyorlar. Arabalarla geziye çıkıyor, sonra
opera veya tiyatroya gidiyorlar. Buralardan çıkıp, önlerini aydınlatan
meşalecilerin peşinden sosyete toplantılarına gidiyor ve bir gece
yemeği ile günlerini bitirmiş oluyorlar. Gece gündüz eğlence, oyun
ve havaiyyatla geçen toplantılardan başka bir şey düşünmeden
yaşamaları, Bran-denburg elektörünün saldırılarını püskürtecek
hazırlığı yapmaktan ve ciddî tedbirler almaktan nasıl korktuklarmı
izah etmeye yeter».
Resmî Ahmed Efendi'nin müşahedelerinde bazı hatalar olmasına
rağmen, evvelce gönderilen ve imparatorluk tarihinde önemli yerleri
olan elçilerin raporları ile karşılaştırıldığı zaman, onun, ziyaret ettiği
ülkeyi çok iyi tanıdığını söyleyebiliriz. Buna örnek olarak da, Vasvar
Anlaşması’nın onayı için Viyana'ya gelen Türk elçisinin, Alman
împaratoru'nun başlıca gelir kaynaklarından birisinin, başkente gelen
her yaya ve
OSMANLI TARİHİ
297
arabadan alınan vergiler olduğunu işaret etmesini gösterebiliriz (8).
HEKİMZÂDE ALİ PAŞANIN ÖLÜMÜ
Üçüncü Mustafa'nın saltanatının ilk yılındaki en önemli olay,
Hekimzâde Ali Paşa’nın ölümüdür C14 Ağustos 1758 -9 Zilhicce
1171). Bu devlet adamı üç defa sadrazamlık yaptı. Tebriz valisi iken,
kendi emrindeki kuvvetlerle yeniden fethettiği bu eski tran
başkentinde bir cami yaptırarak, şehre damgasını vurmuştu. Daha
sonra, imparatorlukta edindiği ilk mevkiin hatırasına, kendi parasıyla
İstanbul'da da bir cami yaptırmıştı. Halen onun adını taşıyan bu cami
Altı Mermer Sü-tun'un yanındadır (bu sütunlar Davutpaşa'da idi,
şimdi yok) ve mezarı da orada bulunmaktadır.
Hekimzâde Ali Paşa, Hz. Peygamber'in Mekke'den Medine'ye
hicret ettiği gün olan 15 Şaban'da, bu olaydan tam bin-yüz yıl sonra
dünyaya gelmişti. Bu mutlu bir tesadüftü ve asrın başında doğan her
insanın, çağın olaylarına tesir edecek büyük bir adam olacağına
inanılırdı (9). Hekimzâde'nin doğumu, kutsal berat gecesine de
rastlıyordu. Bu gecede iki melek insanlarm sevap ve günahlarını
kaydeder ve Cebrail, bu kayıtları Yüce Allah'ın katma ulaştırır.
Halkın bu inanışı, onun devlet işlerindeki büyük nüfuzunu çok iyi
izah eder.
Hekimzâde Ali Paşa bu özelliğinden çok iyi istifade etti. Kan
akıtmasını sevmeyen, yoksulları koruyan cömert bir insandı. Sade bir
hayat yaşardı. Çok okumuştu. Edebiyatı sever, şiir yazardı.
Şiirlerinde «Ali» mahlasını kullanır ve bu isimle tanınırdı. Taviz
vermezdi. Doğruluk ve ciddiyetten ayrılmadı ve bu özelliğini her
görevde, Tebriz, Kahire, Bosna valiliklerinde ve sadrazamlığında her
zaman korudu.
Bosna seferinde Prens Hildbourghansen'i mağlup etmiş,
(Avusturyalılarla) yapılan Belgrad Anlaşması'nda Türk heyetinin
başkanı olmuş ve başarı göstermişti. Bu anlaşmayı anlatan
imparatorluk vakanüvisi, Ali Paşa'dan söz ederken çok
(8) Râşit Tarihi, I., s. 231. Tercümesi Hormayer Arşivleri'nde.
(9) Türkler için 12. asrın başı 1101 yılı değil, 1100 yılıdır.
298
IIAMMKtt
meşhur olan şu Arap vecizesini hatırlatıyor: «Ali'den büyük
kahraman, zülfikardan üstün kılıç yok» (10).
Kan akıtmasını sevmeyen bu devlet adamı ölümünden birkaç ay
önce son kethüdasını idam ettirdi. Böylece, sadaretten üçüncü defa
azline hainliği ve iftiralarıyla sebep olan Veli-yüddin Efendi'den
intikam almış oldu.
Girit'te sürgünde iken Râgıp Paşa tarafından çağrılan Veliyüddin Efendi, Anadolu valisi bulunan Hekimzâde Ali Paşa'-nın
kaldığı Kütahya'ya gönderildi. Orada eski mevkiini almayı ümid
ediyordu. Kütahya'ya dört fersah mesafede, çok güzel bir vadi olan
Ektimtaş'taki Pireliköy'e gelince, eski efendisi Ali Paşa'ya kaba bir
üslûpla ve uygunsuz kelimelerle yazılmış bir haber göndererek,
ağalarından onaltısmı idam ettirmedikçe bir adım öteye
gitmeyeceğini bildirdi.
Ali Paşa'nın, her yerde kendisini istediği gibi idare ettiğini
söyleyen ve haddini bilmeyen bu adama öfkesi iyice arttı. Muhafızı
olan delibaşısma derhal Veliyüddin'i bulup kellesini uçurmasını
emretti ve bu emir yerine getirildi.
Hekimzâde, bütün âsilerin kelleleri gibi, Veliyüddin'in kesik
başını da Bâb-ı Âli'ye gönderdi. Vakanüvis Vâsıf'a göre onun bu
hareketi kendisine yakıştınlamadı ve ayıplandı, fakat onun oğlu olan
ve tarihçi olan Siyai'e göre ise olay herkesçe yerinde bir hareket
olarak görüldü. Bu hükümlerden birincisinin daha tarafsız,
ikincisinin ise idam edilen kethüdanın kabalığından şikâyet edene ait
olduğunu dikkate alırsak aradaki zıdlığı daha iyi anlarız (11).
(10) La fetta illa Ali, la seyfun İlla Zülfikar, Vâsıf, s- 134.
(11) Siayi'e göre Veliyüddin'in uygunsuz konuşmalar yapması çok iyi olmuştur,
çünkü onu idama bu konuşmaları götürmüştür. Bu konu ile ilgili olarak şu
Arap vecizesini tekrarlıyor : «Aptallar olmasaydı dünya mahvolurdu», ismail
Siayi babasının biografisini, onun ölümü üzerine Mustakimzâ-de, Salahi
Abdi, Naim Efendi, Hayri Beğ, Hilmi, Abdülkerim ve Esseyid Hakim'in tarih
düşüren beyitlerini tekrarlayarak bitiriyor. Babasının faziletlerini anlattıktan
sonra, dedesi Nuh Efendi'nin yazdığı tıp takviminin bir suretini veriyor. Bu
takvim, kan alma, iç sürdürme için en uygun günleri bildirmektedir. Şöyle
diyor: İnsanın canı her gün bir azadan öbür azaya geçer. Canın bulunduğu
azadan kan almamaya dikkat edilmelidir. Can ayın ilk gününde topuklarda
bulunur, ikinci gün ayak bileğinde, üçüncü gün baldırlarda, dördüncü gün
kalçalarda v.s.
OSMANLI TARİHİ
299
Ali Paşa yazdığı vasiyetnamede iki küçük çocuğunun ilk fırsatta
sünnet edilmelerini istiyor, her müslüman erkek çocuğu için şart olan bu
merasimde kendisinin bulunamayacağını bildiriyordu.
Râgıp Paşa, vasiyetnamedeki dileğin yerine getirilmesi işiyle bizzat
meşgul oldu. Kendi oğullarının sünnet düğününde, Ali Paşa'nın Hasan Beğ
ve Süleyman Beğ adlı çocuklarını, Kethüda Derviş Mehmed Efendi'nin
oğlunu ve idam edilen eski silâhdar Ali Paşa'nın oğlunu da sünnet ettirdi (9
Ekim 1758 6 Sefer 1172).
HAC SEFERLERİNDE GÜVENLİĞİN SAĞLANMASI İÇİN
ALINAN TEDBİRLER
Bu sırada, hac kafilesinin Arap haydutların yeni bir saldırısına
uğradığı fakat hacıların bu saldırıdan kurtulmaya muvaffak oldukları haberi
duyuldu. Cidde yakınında ve Medine dolaylarında kafilenin öncülüğünü
yapan Çetecibaşı Abdullah Paşa, Beni Harb kabilesi şeyhi Seyid bin
Madhiad'ın, ileride bir yerde kervana pusu kurduğu haberini almış, kan
akmasını önlemek için şeyhe bir mektup yazarak saldırıdan vazgeçmeye
davet etmiş. Fakat şeyh buna yanaşmamış ve çarpışmışlar. Bu çarpışma
Araplara pahalıya mal olmuş. Kabile reisi Seyid Bin Madhiad ve iki oğlu
öldürülmüş, geriye kalanlar dağılıp kaçmışlar.
Haberi duyan Bâb-ı Âli, Beni Harb kabilesinin başına eski şeyhin
amcası Heza'yı getirmiş. Bu da usulden olan bahşişi alarak, bundan sonra
hac kafilesine asla saldırmayacağına yemin etmiş.
Bu anlaşma Mekke'de büyük bir sevinçle karşılandı ve dört mezhebin
müftüleri bir araya gelerek bir fetva çıkardılar. Buna göre Cuma
hutbelerinde Sultan’ın adı zikredilirken başına 'Gazi* unvanı da
eklenecekti.
Beni Harb kabilesinin hacı kafilesine yaptığı saldırıda yenilmiş olması,
Beni Sahar kabilesinin şeyhi Karadan Faiz'in, Şeyh Beni Unayze
vasıtasiyle Cercecibaşı Abdurrahman Pa-şa'dan haraç istemelerine engel
olmamıştı. Bunlar, bir yıl ön-
300
HAMMER
ceki soygun yüzünden hu haraçtan mahrum kaldıklarını da
söylüyorlardı. Abdurrahman Paşa ne kadar alttan aldıysa Araplar da
o kadar uzlaşmaz bir tavır takındılar ve şiddet hareketlerini arttırdılar.
Bir uzlaşmanın imkânsız olduğunu gören paşa, asker kuvvetine
başvurmaktan başka çare bulamadı. «Tabut Kurusu» denilen ovada
âsilere saldırdı ve yarım saat içinde darmadağın etti. Harekâtı
tamamlayan Hac Emîri Abdullah Paşa, Beni Sahar, Beni Unayze ve
Beni Benhan kabilelerinin en tehlikeli kişilerini tutuklamayı da ihmal
etmemişti. Vazifeleri kendi bölgelerinde hacıları korumak olan bu
aşiretlerin asıl kendileri hacılara zarar veriyordu. Bundan sonra üç
kabile reisinin kelleleri İstanbul'a gönderildi.
Şam ve Trablus valiliklerine, hazineden, hacı kafilesinin
ihtiyaçlarını karşılamaya yetecek kadar para gönderildi. Hacı
kafilesinin korunması görevi onlara verilmişti, Şam valisi Hac Emîri,
Trablus valisi ise çetecibaşı olacaktı.
Sadrazam Râgıp Paşa, saraydaki baltacıların hacı kervanına su
temini işini nasıl ihmal ettiklerini bildiğinden, bir emirle onları bu
görevden aldı ve bu işi bostancı hasekilerine verdi.
ABDULLAH NAİLÎ PAŞA'NIN ÖLÜMÜ
Son hacı kafilesinde eski reis-ül küttap, vezir-i âzam ve şair
Abdullah Nailî Paşa da bulunuyordu. Fakat, son arzusu Kabe'yi tavaf
etmek olan Paşa, muradına erememiş, Cidde yakınında ölmüştü.
Vakanüvis Vâsıf Efendi bu ölümden söz ederken, onun, bir belagat
şaheseri olan «İran Tarihi»ni çok iyi bildiğini, ilmî araştırmalara
düşkünlüğünü, Reisefendiliği sırasında bu konulara çok önem
verdiğini övgü ile anlatır. Yarım asır sonra Vâsıf, tarihinde şunları
söyleyecektir:
«Edebiyat
kültürü
bütün
Osmanlı
İmparatorluğunda öylesine ihmal edilmişti ki, tarih, belagat ve
diğer ilimlerle meşgul olmak Türk vezirleri için övünülecek,
takdir edilecek bir özellik değil de ayıplanacak bir iş gibi
görünüyordu.»
Abdullah Nailî Paşa’nın ölüm haberi İstanbul'a, Musul'un iyi
yürekli ve cesur valisi Abdülcelilzâde Hasan Paşa’nın ölüm
OSMANLI TARİHİ
301
haberiyle aynı zamanda ulaştı. Hasan Paşa bu şehri İran ordusuna
karşı cesaret ve maharetle savunmuş, İran hükümdarı Nâdirşah, kale
hendeklerini dolduran pek çok ölü bırakarak çekilmek zorunda
kalmıştı. Sultan da onun bu hizmetine karşılık Musul valiliğini bu
aile için babadan oğula geçecek bir unvan haline getirmiş ve bu
yüzden onun yerine oğlu Mehmed Emin Paşa geçmişti.
HİBETULLAH SULTANIN DOĞUMU
Fakat, büyük bir idareci ve kahraman bir kumandan olan Hasan
Paşa'nın ölümü ile duyulan üzüntü, Hibetullah Sultan'-ın doğum
haberi ve şenliği ile unutuluverdi (14 Mart 1758 -15 Recep 1172).
III. Mustafa'nın bu ilk çocuğunun dünyaya gelişini kutlamak için
İstanbul'da tam yedi gün şenlik yapıldı, fener alayları düzenlendi ve
geceleri bütün şehir aydınlatıldı. Genel olarak böyle büyük
kutlamalar erkek çocukların doğumunda yapılırdı. Prensesin
doğumundan bir ay önce asker ocaklarına, esnafa ve bütün meslek
gruplarına, padişahın yeni doğacak çocuğuna lâyık fevkalâde
kutlama hazırlığı yapmaları için haber verilmişti.
Doğumun gerçekleştiği haber alınır alınmaz, harikulade bir
şekilde aydınlanan şehir muazzam bir şenlik alanına dönmüş,
müslümanlar ağırbaşlılıklarını kısa bir süre bırakıp coş-muşlardı. Her
taraftan bu mutlu olayı anlatan, yücelten şiirler, tarih düşüren
binlerce beyit getirildi saraya.
Hibetullah Sultan'ın doğumunun yedinci günü, sadaret kethüdası
vezir, bütün diğer vezirler adına, padişaha, kıymetli taşlarla süslü bir
altın beşik hediye etti. Sarayın dört salonu ve köşkler, İncili Köşk,
Kıyı Köşkü, Topkapı Köşkü ve sa-sarayın bahçesi bezek
kordonlarıyla, bayraklarla ve renk renk kumaşlarla donatıldı. Büyük
kapıya bakan terasın üzerinde altın sırmalı kumaşlardan yapılmış
çadırlar görünüyordu. Birinci kapı ile ikinci kapı arasında parlak
ışıklar saçan dört yüz meşale vardı.
302
HAMMKK
İmparatorluğun bütün eyâletlerine gönderilen habercilerle bu
mutlu olayın kutlanması, kutlamalara bütün halkın katılması
istenmişti. Senlik gecelerinde büyük kalabalıklar şehrin cadde ve
sokaklarını dolduruyor, İstanbul, çevredeki yüksek yerlerden ve
minarelerden bir ışık denizi gibi görünüyordu.
Bu vesile ile şehir nüfusunun arttığı, yeni yeni buğday ve un
mağazalarının açıldığı da müşahede ediliyordu. Bundan kırk yıl önce
İstanbul şehrinin günlük tüketimi sekiz bin ki^ lo buğdaydan ibaretti.
III. Ahmed devrinin sonlarına doğru şehir akına uğramış, tersanenin
yanında yedi-sekiz buğday mağazası daha açılmıştı. Fakat bunlar da
kâfi gelmemiş, III. Mustafa, yüz bin kilo buğday alacak kadar büyük
üç yeni depo daha yaptırmıştı.
Üçüncü Mustafa, ağabeyi Sultan Osman'ın israfı önleme
tedbirlerini aynen uyguluyordu. Lüks ve şatafatlı giyinmeyi,
kadınların halka açık her yerde görünmelerini yasaklamış, Sultan
Osman'ın bu maksatla çıkardığı emirnameleri tekrarlamıştı. Bu
yasaklara uyulup uyulmadığını anlamak için, İstanbul sokaklarında
ve kenar mahallelerde sık sık dolaşırdı.
Hükümdarın bu gezilerinin hemen hemen hepsinde, Çorumlu bir
alaybeyi karşısına çıkar olmuştu. Suiistimalinden dolayı azledildiği
göreve tekrar getirilmesi için yalvarıp dururdu. Bu yüzsüzlükten ve
rahatsız edilmekten bıkan padişah, bu inatçı adamın ve politikaya
fazla karıştığı anlaşılan oğlu Kadri'nin kellelerinin uçurulmasını
emrediverdi (12).
Padişah kıyafetle ilgili buyruğuna uyulup uyulmadığını bizzat
kontrol etmeyi, uymayanların kellesini uçurmayı büyük bir idarecilik
saya dursun, öte yandan Râgıp Mehmed Paşa, idarede ve eyâlet
valileri arasında önemli değişiklikler yapmaktaydı.
(12) Padişah bu arada bir kâhyanın idamını da emretmişti
(Vâsıf, s- 158).
OSMANLI TARİHİ
30M
KIRIM HANI'NIN, BOĞDAN VE EFLÂK VOYVODALARININ,
BÂB-I ÂLİ TERCÜMANININ VE REİSEFENDİ'NİN
AZİL VE DEĞİŞTİRİLMELERİ
Kırım Hanı Halim Giray, Nogaylardan oluşan ye Boğdan' in bir
kısmında talan hareketinde bulunan birliğe engel olamadığı, gerektiği
kadar sert davranmadığı, yeterli ceza ver-mediği için azledildi. Bâb-ı
Âli onun yerine, Rodos'ta sürgünde bulunan eski Han Arslan Giray'ı
getirmek istedi. Fakat Ars-lan Giray han olmayı istemediği, Nogaylar
da hanlığa onun kardeşi Kırım Giray’ın getirilmesini istedikleri için,
sadrazam Kırım Giray’ın han olmasını kabul etti. Fakat yeni Han'ın
Boğ-dan'da Nogay Tatarlarının sebep olduğu zararı karşılamasını da
şart koştu.
Râgıp Paşa, Eflâk ve Boğdan voyvodalarını da değiştirdi.
Nicolas Maurocordato, Eflâk prensliğine beşinci defa getirilmişti. Bu prens, halkın hoşnutsuzluğunu gidermek ve onları
yatıştırmak için, selefinin koyduğu aylık bir vergiyi kaldırdı, böylece,
nüfusa göre olan bu verginin kalkmasiyle nüfus sayısı da artıverdi.
Oysa son sayıma göre nüfus otuz beş bin aileden ibaret görünüyordu.
Voyvoda, her kazada, kaza âmirinin yanma vergi kontrolörü sıfatiyle
bir boyar verdi. Fakat voyvoda, bu kurnaz tedbirin meyvasmı
toplamaya fırsat bulamadan azledilip Yedikule zindanlarını boyladı.
Daha sonra, idamla tehdit edildiği için, üç yüz kese gümüş vermek
suretiyle zindandan kurtuldu ama Midilli'ye sürüldü.
Voyvodadan evvel onun mektuplaştığı saray hekimi Arif Efendi
de azledilmişti. Padişah, başkent caddelerinde sık sık yaptığı
gezilerinden birinde, «kalaraş»lardan, yani Eflâk voyvodasının
postacılarından biriyle karşılaştı. Postacı, İstanbul'dan ayrılıp
Bükreş'e gitmek üzere idi. Padişah onu durdurup posta çantasmı
kontrol etti. Çantada birçok acele mektuptan başka, bir de kendi
hekiminin \oyvodaya yazdığı bir mektup vardı. Hekimbaşı bu
mektubunda Eflâk Prensinden bir armağan istiyor ve maaşmm
azlığından şikâyet ediyordu. Padişah bu hekimi derhal azletti ve
yerine Rafii Efendi'yi getirdi.
Maurocordato'nuri yerine getirilen Eflâk voyvodası, Scar-latto
Ghika idi. Bâb-ı Âli tercümanlarından olan ihtiyar Galli-
304
HAMMKIt
machi de yerini Georges Ghika'ya bırakmak zorunda kaldı. Böylece
Eflâk-Boğdan yönetiminin dizginleri ele alınmış oluyordu (7
Ağustos 1758).
Ghika, İstanbul anlaşmasına uyularak azil ve idam edilen eski
tercümanın oğlu, yeni voyvoda Scarlatto Ghika’nın da yeğeni idi.
Saray tercümanlığını çok isteyen Râgıp Paşa'-nın hekimi tpsylanti,
lâyık olduğu halde bu göreve getirilmedi.
Sadrazamın o yıllarda çok büyük bir otoritesi vardı. Sultanın
merkezde oturan diğer üç damadına, eyâlet valiliği görevlerine
dönmelerini emretti. Bu damadlar, Kütahya Valisi Muh-sihzade,
Halep Valisi Sinek Mustafa Paşa ve Manastır Valisi Silahdar
Mehmet Paşa idiler. Râgıp Paşa, İstanbul'da kalan bu damadları
kıskandığını gizliyemiyordu.
Silahdar Mehmed Paşa, eşinin padişah ile olan akrabalığından
yararlanarak İstanbul'da kalışını iki ay uzatabilmişti.
Bu sırada III. Mustafa, ablası Ayşe Sultan’ın kızı olan çok
sevdiği yeğeni Rakiye Hanım'ı, Mekke ve Medine Evkaf veziri
Lalizâde Nuri Beğ ile evlendirdi. Bu evlilikten yararlanan Nuri Beğ,
devlet erkânı arasmda her yıl yapılan değiştirmeler sırasında, Abdi
Efendi'nin uhdesinde bulunan Reis-ül Küt-taplık görevini istedi.
İnatçı ama çok dindar olan Abdi Efendi, makamını genç sultanın
kocasına bırakması için, başdef-terdarlığa getirildi. Fakat Râgıp Paşa
padişahın desteğiyle reisefendi olan bir kişiyi istemediği için, bu
makama alelacele eski reisefendi Mehmet Emin'i tayin etti. Bu
tayinin padişah tarafından onaylanacağını sandığı için de, Mehmed
Emin Efendi'ye hemen göreve başlamasını bildirdi. Fakat padişah
tayin yazısını geri çevirerek bu makama Nuri Beğ'in getirilmesinde
ısrar etti.
Râgıp Paşa hemen boyun eğmedi. Kendisiyle padişah arasında
birkaç mektup teatisinden sonra, padişah da sadrazamına boyun
eğmek istemediği ama yeğeninin kocasının da reis-efendilik için
biraz hafif kalacağmı bildiğinden, bu konudaki raporu Râgıp Paşa'ya
iade ederek şunları yazdı: *Eğer Nuri Beğ'in Reisefendi olmaması
gerekiyorsa, Mehmed Emin de olmayacaktır. Reisefendilige bu
ikisinden başkasını bul».
OSMANLITARİHİ
305
Padişahın bu iradesi karşısında, sadrazam, Bâb-ı Âli'ye çağırmış
olduğu Mehmed Emin Efendi'ye yeni bir emirname yazarak ilk emri iptal
etti. Reisefendiliğe de (Reis-ül Küttap-lığa da) Dilâver Ağa-zâde Ömer
Efendi'yi getirdi.
Vezir-i âzamların hayat hikâyelerini yazan tezkireci Ömer Efendi'nin
bu makama getirilmesi evvelce de birkaç kere söz konusu edilmişti. Fakat
ancak şimdi gerçekleşen tayinden sonra makamında kırk gün kalabildi.
Hastalanarak ölmüştü. Râ-gıp Paşa onun yerine bu defa Amedci
Abdullah Efendi'yi getirdi.
Rakiye Sultan’ın nikâh düğünü ile Padişah III. Mustafa'nın
henüz dört aylık kızı Hibetullah Sultan’ın Silahdar Ham-za Paşa ile
nişan törenleri aynı zamanda kutlandı. Hamza Paşa kısa bir süre önce
Padişah'tan lütuf görmüş, üç tuğlu paşa olarak vezarete yükselmiş ve
kendisine has olarak Mora verilmişti (11 Haziran 1759 -15 Şevval
1172).
Törene riyaset eden Şeyhülislâm Salih Efendi, bundan onbeş
gün sonra azledildi. Şeyhülislâmlık, âlim bir kişi olan Asım İsmail
Efendi'ye tevcih olundu. Asım İsmail Efendi, eski kazasker
Veliyüddin Efendi'yi sürgünde bulunduğu Bursa'dan çağırmakta
acele etti. İyi yürekli ve uzlaşmacı bir insan olan Veliyüddin Efendi
ile, isim benzerliği olan ve kabalığı ile dillere düşmüş Veliyüddin
Ağa arasmda çok fark vardır (26 Haziran -1 Zilkade).
İLMÎ BİR İNCELEME
ilim adamlarını, özellikle fıkıh âlimlerini çok himaye eden
Sultan Mustafa, o Ramazan ayında, ulemâdan beşinin katıldığı bir
meclise riyaset ediyordu. Bunlar, Fetva Arşivi Kethüdası Ebu Bekir
Efendi, Saray Hocası Hamidî Mehmed Efendi, Şeyhülislâmlık
müfettişi îdris Efendi ve müderris Muzellif Efendi ile İsmail
Efendiler idi. Kur'an’ın: «Ey iman edenler, adalet tevziinde sebat
ediniz...» mealindeki âyetin yorumu üzerinde tartışıyorlardı.
Müderris Muzellif ve îdris Efendilerin yorumları padişahı pek tatmin
etmiş, mecliste bulunan diğerleri taHammer Tarihi, C: VIII. F.: 20
306
HAMMER
rafından da övgü ile karşılanmışlardı. Padişah, müderrislerden
herbirine yüzer duka altını hediye etti.
İZMÎT'TE BİR KANAL İNŞAATI İÇİN ÇALIŞMALAR
Sadrazam Râgıp Paşa, padişahı yukarıda sözünü ettiğimiz
'türden işlerle, ya da Edirne sarayının tamiri gibi işlerle meşgul
etmesini biliyor ve böylece hükümet işlerinde dizginleri elinden
bırakmıyordu. Fakat, Edirne saray mm tamir işi artık bitmiş, bu işle
görevlendirilen Kethüda Yusuf Ağa, kısa bir süre önce İstanbul'a
dönmüştü.
Şimdi sadrazamın padişaha daha başka meşgaleler, daha başka
heyecanlar bulması gerekiyordu. Çünkü padişah boş durursa ara
sıra yerdiği idam kararlarını arttırabilirdi.
Eflâk voyvodasının diplomatlarından biri olan Drako, Tarabya'daki
evlerinden ikisini kundakladıkları iddiasiyle Türk asıllı iki kadın
kölesini kırbaçlatmıştı. Bunu duyan III. Mustafa, onu Fener'deki
evinden yakalatıp getirtmiş ve mahkemesi yapılmadan idamına
hükmetmişti.
Râgıp Paşa hükümdarın bu tür davranışlarını önlemek için, çok
tartışılan ve sonra hep ertelenen eski bir tasarıyı gündeme getirdi. Bu,
İzmit körfezi ile Karadeniz'i birleştirmek tasarısı idi."Gerçekleşmesi
halinde muazzam yararı olacak bu birleştirme tasarısı Osmanlı
İmparatorluğu'nun kurulmasından önce de birçok defa ele alınmış,
fakat başarılamamıştı. Bu tasarıyı iki defa Bitinya, kırallan, bir defa
imparator (Roma imparatoru) Traja, onlardan sonra da üç Osmanlı
sultanı ele almıştı. Kanunî Sultan Süleyman zamanında ünlü mimar
Koca Sinan, Rum Gürz'e, Sabanca gölü ile İzmit körfezi arasmda
kalan bütün arazinin tesviyesi için ölçüm yaptırmıştı. III. Mu-rad
zamanında vezir-i âzam Sinan Paşa bu maksatla üç bin işçi
bulunmasını emretmiş, tesviye çalışmaları üç gün sürmüş, sonra
sultan bir emirle çalışmaları durdurmuştu. Hükümdarın işi durdurma
gerekçesi şu idi: «Açılan yol için kesilen ağaçlar İstanbul için
gereklidir ve bundan sonra da gerekecektir».
OSMANLI TARİHİ
307
III. Murad'ın orman kesimini önlemek için durdurduğu çalışmaları,
bundan yüz yıl kadar önce IV. Mehmed ele almış, bu iş için
Hindioğlu adını taşıyan birini görevlendirmişti. Fakat onun raporuna
göre aşılması imkânsız gür ormanlar işi güçleştiriyordu. Bir kanal
yapılabilse bile, bu birçok köyün, çiftliğin, mer'anın sular altında
kalmasına sebep olacaktı. Onun için tasarıdan vazgeçilmişti.
Şimdi de Râgıp Paşa defalarca teşebbüs edilen ve sonra bırakılan
«İzmit körfezini bir kanalla Sabanca gölüne birleştirme» işini tekrar
ele alıyordu. Kanalın gerçekleştirilmesi halinde, İstanbul'un odun
ihtiyacının daha kolay temin edileceği, Sabanca gölünün kıyısına
yapılacak bir tersanenin büyük yarar sağlayacağı, bunun gemi
inşaatına olduğu gibi ticaret için de çok yararlı olacağı konusunda
padişahı ikna etmesi zor olmadı. Sarayın mimarbaşısı ve müneccimi,
bu gibi işlerde becerikli oluşlarıyla tanınan mimar Çavuş ve mimar
Süleyman, iki suyolcu ile su kethüdası ve su işleri inşaatları müfettişi, inceleme ve ölçüm için mahalline gönderildi.
İncelemelerini yaparak İstanbul'a dönen bu uzmanlar, Sabanca
gölü ile İzmit körfezi arasında yirmi iki bin aunluk (1 aun — 120
cm.) bir kanalın yapılmasına hiçbir ciddî engel bulunmadığını,
çünkü arazinin fazla engebeli olmadığını bildirdiler.
Sadrazamı bu rapor tatmin etmişti. Hemen harekete geçerek,
reis-ül küttap, sadaret kethüdası, cebecibaşı ve mühendis Giritli
Ahmed Efendi'den oluşan bir heyeti derhal iş mahalline gönderdi:
Padişah işi onaylamış ve bu maksatla altı bin kese gümüş tahsis
etmişti.
İngiliz ve Fransız elçileri padişahın bu harika fikrini teşvik
etmekte ve desteklemekte birbirleriyle yarış ediyorlardı. İngiliz elçisi
Porter, Pline'in aynı konuda bir mektubunu Türkçe'ye tercüme
ettirdi. Fransız elçisi Vergennes ise, damadı olan Baron de Tott'u
(Baron dö Tot) Türk mühendislerine yardımcı olarak gönderdi.
Baron de Tott, meşhur *Hatırat (Memoires) 'ında, yer ölçüsü
yapacak olan Giritli Ahmed Efendi'nin geometri bilgisiyle alay eder.
Ölçüm için normal tesviye âleti yerine küçük bir
308
HAMMER
bakır tabladan (13) yararlanmaya çalıştığını ama bunu da daha önce
hiç kullanmadığının anlaşıldığını söyler. Hele coğrafyayı hiç
bilmediğini, çünkü onun Sakarya nehri ile İznik gölünü
birleştirmekten söz ettiğini, oysa konunun Sabanca gölü ile îzmit
körfezini bir kanalla birleştirmek olduğunu belirtir (14).
Reis-ül küttap ve sadaret kethüdası ile cebecibaşı ve ölçüm
mühendisi Giritli Ahmed Efendi işe (15) başlar başlamaz, çalışmaları
durdurmak zorunda kaldılar. Çünkü yeri kazmaya başladıkları zaman
bol su ile karşılaşmışlardı. Yağış mevsimi de yakın olduğu için
bölgedeki tarlalara zarar verecekleri anlaşılıyordu. Bu durumu bir
raporla sadrazama bildirdiler ve onun cevabı gelinceye kadar
beklemeye karar verdiler (Ağustos 1759 - Zilhicce 1172).
Bu engeller önemli değildi ve görevlilerin beceriksizliğini
gösteriyordu. Bu yüzden, gerçekleşmesi halinde memlekete yeni bir
zenginlik kaynağı sağlayacak olan tasarı ertelendi.
Böylece, Bitinya kıralları, imparator Trajan, Kanunî Sultan
Süleyman, III. Murad, IV. Mehmed ve III. Mustafa tarafından ele
alman proje bir daha terkediliyordu (16).
(13) Andressoy, pek mükemmel olan eserinde, Bizanslılar tarafından icad edilen
bu âletin faydasını ispatlıyor.
(14) Tott, Hatırat s. 97'de, bunun için Sakarya nehrini İznik şehrine bağlamak
gerektiğini söyler. Langles ise ‘ınillî Kütüphanenin Elyazması Eserler İçin
Notlar ve Açıklamalar' kitabının V. cilt, 668. sayfasında, İznik'i İzmit'le
karıştırarak büyük bir kelime hatası yapar.
(15) Asıl mesele îzmit körfezi ile Karadeniz'i birleştirmek olduğundan, Sakarya
nehrini İznik golüyle değil, Sabanca golüyle birleştirmek gerekiyordu.
(16) Hammer de, daha önce Karadeniz'in îzmit (Nicomedie) körfezi ile, burada ise
İznik (Nicee) ile birleştirileceğini söylerken, Baron de Tott gibi, isimleri
karıştırıyor. (Ç. N.)
OSMANU TARİHİ
309
SULTAN MUSTAFA'NIN GÜVENLİK TEŞKİLÂTI
Sultan Mustafa, yukarıdaki tasarıdan vazgeçildiği için il gisi
saptırılamaymca, İstanbul cadde ve sokaklarındaki gizli gezilerine
tekrar başladı. Akıl almaz kılıklara girerek, sabahtan akşama kadar
şehirde dolaşıyordu.
Bu gezilerinden birinde, çok erken saatlerde, sarayın büyük
kapışma geldi. Burada, kapıyı beklemekle görevli kırk nöbetçiden
hiç birini göremeyince hiddete kapıldı ve kendisini takip eden
bostancılardan birini, cebecibaşmı (cebeci paşasmı) alıp getirmesi
için yakındaki cebeciler kışlasına gönderdi. Az sonra geri gelen
bostancı, cebeci paşasmm da, yardımcısının da henüz gelmediklerini
haber verdi. Bunun üzerine büsbütün hiddetlenen sultan, cebehânede
bulunan karakullukçulara, nöbeti terkeden bütün görevlileri
tutuklayıp Bâb-ı Ali'ye getirmelerini emretti. Bu tutuklular hemen
Yedikule zindanlarına gönderildiler. Cebecibaşı ve yardımcısı da
azledildiler.
Başka bir zamanda, Sultan Mahmud (?) tebdili kıyafetle saray
mutfağının önünden geçerken, yırtık - pırtık giyimli biriyle
karşılaşmıştı. Canı sıkkındı, çünkü, yaverlerinden biri, verdiği tımarı
çok küçük ve değersiz olduğu için kabul etmemişti. O hiddetli
haliyle perişan kılıklı hizmetliyi sorguya çekti : «Sen kimsin, burada
ne zamandan beri çalışıyorsun?» dedi. Adam aşçı olduğunu, saraya
Sultan III. Ahmed zamanmda girdiğini söyleyince, hiç düşünmeden,
reddedilen tımarı ona ve-riverdi.
ARABİSTAN VE MISIR'DA
ASAYİŞİN SAĞLANMASI
Padişah III. Mustafa şehir polisliği yaparak ve tebasmı keyfince
yöneterek vakit geçirirken, sadrazam Râgıp Paşa Mekke şerifini
değiştirmişti. Hacı kafilelerinin güvenliğini sağlamak ve ihtiyaçlarmı
karşılamakla görevli çetecibaşını ve cer-cecibaşını (paşalarmı) da
azle hazırlanıyordu. Yedi yıldan beri şerif olan Musaid Bin Said ile
Mısır Hacc emîri Memlûk beyi Hüseyin Keşkeş'in arası açıktı.
Bunlar Haremeyn yakınında ni-
310
HAMMER
hayet birbirlerine girdiler. Bu saygısızlığa fena halde sinirlenen
Mısır Beğleri, Musaid Bin Said'in azlini istediler.
Bâb-ı Âli konuya eğildi. Çeteci Abdullah Paşaya ernir verilerek,
Musaid Bin Said'in yerine, kardeşi Cafer'i getirmesini istedi.
Cercecibaşılığa da Çelik Mehmed Paşa getirildi. Çelik Mehmed
Paşa'ya Aydın mültezimliği de verilerek geliri arttırıldı. Ondan, Hac
Emirini ve çetecibaşmı desteklemesi de istendi.
Fakat bu yeni düzenleme pek uzun devam etmedi. Çünkü
azledilen şerifin Mekke'de taraftarları çoktu, ayrıca dört mezhebin
dört müftüsü onu destekliyordu. Şikâyetlerini Bağdat yoluyla
İstanbul'a bildirdi. Kendisine haksızlık yapıldığını, Mısır
kafilesinden sorumlu reisin yaptıklarını anlattı ve onu itham etti.
Musaid Bin Said'in mektupları üzerine Bâb-ı Âli'de divan-ı
hümâyûn iki defa toplandı ve sonunda Musaid Bin Said tekrar eski
makamına, Çelik Mehmed Paşa cercecibaşılıktan hacc emirliğine
getirildiler. Hama ve Humus sancaklarının mütesellimi (geçici
yöneticisi) de cercecibaşı oldu. Çeteci Abdullah Paşa ise Diyarbekir
valiliğine atandı. Bu eyâletin eski valisi Halep'e nakledildi. Halep
valiliğini ona, otuzaltı bin kuruşluk bir tazminat karşılığında Mustafa
Paşa bırakıyordu.
Mısır eyâleti üç yıldan beri devlete ödemesi gereken vergileri
taksitle, azar azar ve düzensiz bir şekilde ödemekteydi. Bundan
başka, Memlûk beylerinin kendi aralarındaki çatışmalar yüzünden,
Mısır'ın her yıl Mekke'ye göndermek zorunda olduğu kırksekiz bin
erdeb (17) buğdayın gönderilmesi de çok defa gecikerek oluyordu.
Sadrazam bu kargaşalığı kökünden düzeltmek için ulemâdan
Abbas Efendi ile emir-üi ahırını Kahire'ye gönderdi. Padişahın
imzasını taşıyan bir hattı şerifle bunların yetkileri arttırılmıştı.
Başlıca görevleri vergilerin İstanbul'a, buğdayın da Mekke'ye
zamanında ve eksiksiz gönderilmesini sağlamak idi.
(17) 1 erdeb Mısır'da 120 okka, Hicaz'da 100 okka idi. İstanbul'da ise 9 kileye, yani 225
kiloya eşit tutulurdu (Çevirenin notu).
OSMANLI TARİHİ
311
Ayrıca vadesi geçmiş vergilerin ve kethüda Rıdvan Hetvanîden kalan
paranın ödenmesi işini halledeceklerdi.
Yüksek rütbeli bu Osmanlı temsilcileri Kahire'ye gelince, Vali
Mustafa Paşa’nın aracılığı ile evvelâ, Mısır'ın önde gelen şeyh
ailelerinden Bekri ailesinin şeyhlerine ve Ezher medresesinin
ulemâsına başvurdular. Teşebbüsleri çok başarılı oldu. Ezher
ulemâsı, Mekke'ye gönderilmesi gereken üç yüz seksen kese
tahsisatın geciktirilmeden gönderileceğine dair teminat verdi. Ayrıca
iki yüz erdeblik buğdayın Bekri ailesi ve Ezher Camii tarafmdan
temin edileceğini, Kethüda Rıdvan Hetvanî'nin gecikmiş doksan bin
kese vergisiyle, son iki yıldan beri gönderilmeyen malların da
gönderileceğini bildirdiler. Bundan başka, gelecek yıl devletin
ihtiyacı olan yeteri kadar pirinci, iki bin kental (iki yüz ton) halat,
yüz kental sicim ve on kental tel göndermeyi de taahhüt ediyorlardı.
Görevlerini böylece başarılı bir şekilde yapan Bâb-ı Âli temsilcileri İstanbul'a döndüler. Şeyhlerin ve Mısır ulemâsının taahhüt
ettikleri malların İskenderiye limanma sevkedildiği haberini verdiler
(18 Kasım 1759 - 27 Rebiülevvel 1173).
ŞAM'DA BİR CAMİNİN TAMİRİ VE
İSTANBUL'DA YENİ BİR CAMİ YAPILMASI
O yıllarda Suriye'de çok şiddetli bir deprem meydana geldi. Pek
çok tarihî eser bulunan bu eyâlette, Şam ve Sayda'da, birçok bina
harap oldu, bu arada Beni Ümeyye Camii'nin beyaz mermerden olan
minaresi yıkıldı.
Depremden hasar gören yapıların tamiri işi, Fazlı Paşa’nın oğlu
Mustafa Bey'e verildi ve Mustafa Paşa tamir işinde harcanmak üzere
elli bin kuruşla (1 kuruş yarım duka altınına eşit) yola çıktı. Ayrıca
Sayda'da hasar gören yapıların tamiri için on bin kuruş gönderildi.
istanbul'da padişah her zamanki gibi daha çok imar işleriyle
meşgul oluyordu. Lâleli Çeşmesi'nin yanında yeni bir caminin
temelini attı (31 Mart 1760 - 13 Şaban 1173). Bu caminin Sultan
Selim'in yaptırdığı cami modelinde olmasını istiyordu.
312
HAMMKR
DEFTERDAR HALİMİ PAŞA VE
ŞEYHÜLİSLÂM ASIM EFENDİ'NİN ÖLÜMLERİ
Aynı yıl devlet ricalinin iki meşhur adamı öldü: Biri idam
edilerek, diğeri tabii ölümle can verdiler.
İdam edilen Defterdar Halimi Mustafa Efendi üç defa başdefterdar olmuş ve üç defa sürgüne gönderilmişti. Haraç ve borç
aldığı ve borcunu ödemediği yolunda pek çok şikâyetler olunca,
cellada teslim edildi.
ölen ikinci meşhur, Şeyhülislâm İsmail Asım Efendi idi. Birinci
sınıf âlim olarak ün yapan îsmail Asım Efendi'nin bir divanı, edebî
derlemesi ve bir tarihi vardır (18). Vakanüvis Vâsıf onun binlerce
eser topladığını, bunları okuyup not aldığını bizzat gördüğünü
söylüyor. Bu vakanüvisin, sorumluluğu kendisine ait olan iddiasına
göre, îsmail Asım Efendi'nin şiirleri, şiirin sekizinci hârikası idi ve
Kabe duvarına asılan diğer yedi hârikanın yanında yer almaya
lâyıktı. O bir bediüz-zamandı ve nesir yazan olarak Harizmi
ayarındaydı. Üslûbun-daki saflık ve zerafet ile, ancak Vessaf ve
Hoca-yı Cihan (NOT: 2) ile karşılaştırılabilirdi.
İMAR HAREKETLERİ
Ailelerde, çocuklar bir önceki değil, ondan önceki nesile,
torunlar babalarından çok dedelerine benzer. Daha önce de
gördüğümüz gibi Sultan Osman, selefinin bütün eğilimlerinin aksine
bir yol tutmuştu. Sultan Mustafa ise I. Mahmud'un izinden gitmeye
çalışıyordu. Tıpkı onun gibi ihtişamdan hoşlanıyor, yine onun gibi,
imkânları kısıtlı olmasına rağmen, imar işlerine önem veriyordu.
I. Mahmud, ceddi I. Ahmed ve IV. Mehmed'i örnek alarak, Hz.
Peygamber'in türbesini zarif ve değerli mücevherlerle süslemişti. III.
Mustafa da onu örnek alarak, altı köşeli ve dört
(18) Şeyhülislâm Çelebizâde Asım İsmail Efendi, âlim, şair ve tarihçi idi. Bir
divanı vardır. Raşit Tarihi'ne ek yazmış, özel mektuplarını ‘ınünşeat' adı
altında derlemiş, Aynî'nin 'İkd-ül Cuman' adlı Arapça tarihini ve Hoca
Gıyaseddin Nakkaş'ın 'Acaib-ül Letaif'ini, 'Hıtay Seyahatnamesi' adı ile
Türkçe'ye çevirmiştir (Çevirenin notu).
OSMANLI TARİHİ
313
yüz kıratlık bir zümrüdü aynı maksatla saray hazinesinden alıp
Medine'ye göndermiş, bu kutsal şehrin şeyhi ve kadısı da bu
mücevheri türbenin içine asmışlardı.
Üçüncü Mustafa Mekke sakinlerinin ve hacıların rahat
etmelerine de çok önem verirdi. Emir-ül Ahır Mustafa Ağa'ya,
Yembuu'dan Mekke'ye su getiren kanal ve kemerin tamir edilmesi ve
temizlenmesi görevini vermişti.
İstanbul'da temelini attığı caminin inşaatı ile yakından meşgul
oldu. Bu camide kullanılmış olan cilâlı beş mermer sütun nadir
güzelliktedir. Bu sütunlardan üçü, Çatladı Kapısı'-nm yanmda
bulunan ve Bukolion zamanına ait eski bir Bizans sarayının
harabeleri arasında bulunmuştu. Diğer ikisi de Üsküdar'da Sultan
Bayezid'in yaptırdığı bir caminin yakınından getirilmişti.
Üsküdar'da, Ayazma yakınında, Mihrimah Sultan'ın yaptırdığı
Validesultan Camii vardı. Aynı yerde, yine Osmanlı soyundan ve
yine Mihrimah adlı prenses tarafından bir cami daha yaptırılmıştı. Bu
prenses Kanuni Süleyman'ın kızı ve Ve-zir-i Âzam Rüstem Paşa’ınn
eşi idi. Eser bittiği zaman buna pek çok kişi tarih düşürdü ki
bunlardan biri Osmanlı tarihine geçmiştir. Çünkü bunu yazan vezir-i
âzam idi.
ASKERİ TALİM VE MANEVRALAR
Râgıp Paşanın akıllı yönetiminde hiçbir şey ihmal edilmiyordu
ve sadrazam, padişahın atla gezmeyi sevmesinden bile yönetim için
istifade etmesini biliyordu. Gerek askerin silâh kullanma maharetini
arttırmak için, gerek milletin savaşçı ruhunu uyanık tutmak için ve
gerekse ona askerlik sanatını sevdirmek için, padişahın ata binme
merakını bir talim ve manevraya dönüştürebiliyordu: Harikulade
güzel bir yazlık saray olan Sâdâbad’ın yakınında, lağımcılara yer
kazdırıp sözde mayın döşetiyor, sultanın huzurunda askerler sık sık
savaş hüneri gösteriyor ve bütün eyâletlere fermanlar gönderilerek,
sipahi tımarlarında da aynı talim ve manevraların yapılması
isteniyordu.
Böyle bir çalışma ve tedbir gerekliydi. Çünkü, uzun süren barış
devresinde askerler kılıç kullanma, mızrak fırlatma ve
314
HAMMETC
ok atma maharetlerini yitirmekteydiler. Oysa okçuluğun iyi
öğrenilmesini müslümanlardan Hz. Muhammed de istemişti.
Râgıp Paşa emirler verip savaş gösterileri düzenlerken,
padişahın savaş fikirlerini de uyanık tutmak istiyor ve bu gösterilere
onu özellikle davet ediyordu. Genellikle III. Mustafa, sadrazamının
fikrini almadan bir şey yapmazdı.
Sadrazamın diğer edebî eserleri arasında bulunan ve padişaha
yazdığı kırkdokuz ârizadan oluşan bir koleksiyon, Osmanlılarda, bu
tür yazışmalar için en güzel örneklerden biri olarak kabul edilir.
Bunlar bize, sadrazamın hangi hallerde, hangi vesilelerle hükümdara
yazmak gereği duyduğunu, ne gibi önemli işlerde onun kararma
başvurduğunu ya da merasimlere onu nasıl davet ettiğini de
göstermektedir. Bunların gerçek anlamını verebilmek için bazı
açıklamalar yapmamız gerekiyor:
Bu koleksiyonların yarısını devletin önemli işleriyle ilgili
raporlar oluşturuyor. Meselâ barış anlaşmaları, savaş ilânları, elçiler,
eyâlet valiliklerine yapılan tayinler v.b. Diğer yarısı da bayram ve
merasimlerle ilgilidir: Sadrazamın hükümdarı filan veya falan saraya
davet etmesi, mutlu bir geziyi iltifatını bildirme vesilesi sayması, bir
hediyenin kabulünü istemesi, padişahın kan aldırması veya doktora
muayene olması vesilesiyle sağlık durumunu sorması, hükümdarının
ramazanını, kurban ya da ramazan bayramını tebrik etmesiyle ilgili
yazılar.
Bu mektupların bir kısmında ise, sadrazam padişaha, yeni bir
top dökülmesinde, yeni bir geminin denize indirilmesinde
Tophane'yi veya tersaneyi ziyaret etme tenezzülünde bulunduğu için
teşekkür ediyor. Bazıları da ilkbaharın gelmiş olması dolayısiyle
yazılan tebriklerdir.
Okuyuculardan özür dileyerek, Râgıp Paşa'nın Nevruz günü,
yani bahar bayramı dolayısiyle sultana yazdığı mektubun baş tarafını
buraya alacak ve o tumturaklı üslûp hakkında bir fikir vermeye
çalışacağız. (*)
( *) Tabii "yalnız konuyu arzedişi hakkında bir fikir verecek, Paşa'nın yazı üslûbunu veremeyecektir. (Ç. N.)
OSMANLI TARİHİ
315
«...Hiç kimsenin hayalinde canlandıramayacağı Kadir-i Mutlak
Yüce Allah'ın iradesiyle başlayan bahar, kışın şiddetli
soğuğundan kurtulan bahçe ve ağaçları yeniden yeşilliklerle
kaplıyor; karanlıkları alev gibi delen, iyilikler saçan nurunu,
bütün imparatorluğa yayıyor ve dünyaya hükmeden Şevketlû
hükümdarımın yolunu aydınlatıyor, taçlı parlak alnının ışıltısını
en yüksek dereceye çıkarıyor!... Her şeye gücü yeten Cenab-ı
Hak, Şevket-meablarınm ebediyen yardımcısı olsun ve onu
ihtişamının nuru ile kuşatsın!..
Şevketlû sultanım tebasmın işlerini en iyi şekilde görsün ve
halkının kuvvetlerini en yüksek gayeye ulaştırsın diye, onun
bütün günlerini yaz dönencesi altında tutsun. Yeryüzündeki
gölgesi olan şevketmeablarını daima korusun! Halifeliklerinin
devamı ile şevketlû efendimizin dünyadaki umutlarının
hasadını arttırsın!
Ulu efendimizin yüce hükümdarlığı ilkbahar günleri gibi iyilik
versin; ihtişam ve iyilikte nevruz bayramını aşsın diye, şan,
şeref ve saadet çiçeklerine yeni bir parlaklık, yeni bir canlılık
versin... Amin...» (19).
BAZI MEŞHUR ÂLİMLERİN ÖLÜMLERİ
O günlerde bir güneş tutulması olmuş ve I. Mahmud
döneminde olduğu gibi tutulma olayı iki saat sürmüştü. Bu
(19) Sadrazam Râgıp Paşa hükümdara bu mektupları şu vesilelerle yazmıştı : 1 —
Padişahın kış sarayından yaz sarayı Mahbubiye'ye geçişinde; 2, 3 — Topkapı
yakınında olan bu saraydan Boğaziçi'ndeki Beylerbeyi sarayına, buradan da
Eyüp'teki sarayına geçişinde: 4 — Ramazanın 25. gecesinde sultana sunduğu
hediyelerin kabulü için; 5 — Ramazanın 28. günü, Leyle-i Kadir
münasebetiyle; 6 — Ramazan bayramı dolayısiyie; 7 — Kurban Baymamı
dolayısiyie; 8 — Nevruz münasebeti dolayısiyie; 9 — İkinci nevruzda
(yukarıda bir bölümünü tercüme ettiğimiz mektup); 10 — Sultanın bir kan
aldırması vesilesiyle; 11 — Sultanın rahatsızlığı vesilesiyle; 12 ve 13 —
Halvete çekilmesi dolayısiyie; 14 — Bir rahatsızlık dolayısiyie; 15 — Sultanın
Tophane'yi ziyareti münasebetiyle; 16, 18 — Tuhfet-ül Mülük (Sul tanın
bağışı dolayısiyie); Feyzi Hüdâ ve Mansure adlı gemilerin denize indirilmesi
vesilesiyle; 19 — Hac kafilesiyle ilgili olarak; 20, 21 — Sultanı davet için...»
316
HAMMBR
olay bazı saçma söylentilere ve birçok kötü yorumlara sebep oldu (25
Mayıs 1760 - 9 Şevval 1173). Bunun üzerine vaizlere bir emirname
çıkararak, onlardan» bu saçma söylentilerin asılsızlığını halka ispat
etmelerini istedi. İmparatorluk vakanü-visi de, Kur'an'a ve Hadis'e
dayanarak, manasız söylentiler için şu açıklamayı yapmıştı:
«Hz Peygamberin oğlu İbrahim'in öldüğü gün de güneş
tutulmuş, bunu bu ölümle ilgili göre halka Hz. Muhammed şunları
söylemişti: Güneş ve Ay Allah'ın iki harikasıdır, bunlar bir insanın
ölmesiyle tutulmazlar» (20).
Halkın, meşhur devlet adamlarının gerek tabii ölümle, gerek
idam edilerek siyaset sahnelerinden ayrılmaları ile güneş tutulması
arasında bir bağlantı kurması çok görülürdü. Defterdar Halim
Paşa'nın yakın dostu Abdurrahman Bey'in idamı ile Kırım Kalgayı
(veliahdi)’nın tabii ölümü de güneş tutulmasıyla ilgili görülmüştü,
ölen Kalgay’ın yerine kalgaylığa, Kuban seraskeri Bahtiyarzâde
Saadet Giray getirildi, bu seraskerlik ise Han'ın küçük kardeşine
verildi.
Yine bu sıralarda, şiirleri ve birçok ilmî eseri bulunan Şeyh
Abdullah Kaşgarî İstanbul'da, Saray'ın eski hocası ve Mekke kadısı
Akkermanlı Mehmed Efendi de Kudüs'te vefat ettiler. Tarihçi Vâsıf
bu âlimi (İranlı Muriddin Muhammed bin) Cür-cani ile bir tutar.
Felsefe ilmi bakımından da (yine İranlı) Teftazânî (NOT: 3) ile
kıyaslar. Teftazânî Kazakhan ve Bey-davî'nin Kuran tefsirlerine şerh
yazmıştı.
Diyarbakır Valisi Çeteci Abdullah Paşa da vefat etti ve vaktiyle
soyguncu Arap aşiretlerinden koruduğu hacıların hayır dualarını aldı,
Abdullah Paşa, siyasî unvanının yanısıra büyük bir hattat ve edip
olarak da tanınır. Onun, Tertibi Zi-ba (Süsleme Düzeni) adlı bir eseri
vardır. Onu, meşhur Firari Hasan Paşa'nın oğlu eski vezir-i âzam
Seyid Abdullah Paşa'nın ölümü takip etti. Firari Hasan Paşa, Padişah
III. Ahmed'-in ıslahat hareketlerinde başlıca rolü oynayanlardan biri
idi ve nüfuzlu Dar-üs-saade Ağası Elhac Beşir Ağa’nın himayesiyle
sadrazamlığa getirilmişti.
(20) İnn eş şemse vel kamer ayetan min ayetillahi la yunkesifan li mauti aha-din. Vâsıf, s.
184.
OSMANLI TARİHÎ
317
Sadrazam Râgıp Paşa, Çeteci Abdullah Paşa’nın yerine o
günlerde Mutfak Kethüdası olan eski reis-ül küt tap Bekir Efen-di'yi
getirdi. Eskiden Reisefendi ve Sadaret Kethüdası olmakla böbürlenen
ünlü zengin Bekir Efendi, artık kendisine önem verilmediğinden,
divanda rahatsız edici bir fazlalıkmış gibi bulunmaktan şikâyet
etmeye başlamıştı. Râgıp Paşa da ona hak verir gibi görünüyordu.
Onun için ona Reisefendi'ye bağlı olmayacağı bir eyâlet valiliğini
tavsiye etmiş ve Abdullah Pa-şa'nın ölüm haberini bildirmişti. Daha
sonra da onun Halep Valiliğine tayin kararını Sultan'ın onayına
sunmuş, Bekir Efendi de bu görevi kabul ederek ve üç tuğlu paşa
unvanını da alarak Haleb'e hareket etmişti.
Bekir Efendi'den (yeni paşa) boşalan Matbah-ı Âmire kethüdalığma İbrahim Efendi getirildi ki, o da selefi gibi daha önce
sadaret kethüdalığmda bulunmuştu.
Meşhur Şeyhülislâm Vessaf Efendi de, ad benzerlikleri olan
Çeteci Abdullah Paşa ve Abdullah Seyid Paşa'dan az sonra öldü (4
Haziran 1760 -1 Zilkade 1174).
Evvelce, Caferi mezhebinin hak olan diğer dört mezhep gibi
tasdik edilip edilmemesiyle ilgili uyuşmazlığın halli için Nadirşah'a
gönderilen elçi Mustafa Paşa'nın yanında Vessaf Efendi de vardı.
Vessaf Efendi bu vesile ile İran’ın birçok eyâletini gezip görmüştü.
İsfahan, Kandahar ve Semerkand'da uzun süre kalmış, İstanbul'a
döndükten sonra şiirlerinde Vessaf mahlasını kullanmaya başlamıştı.
Vessaf, ünlü İran tarihçisinin adı idi. Yorulmak bilmeyen bu âlim, bir
asır kadar süren uzun ömründe çok sayıda eseri şerhleriyle
zenginleştirmiş, Unvan-ı Şeref adlı bir belagat kitabı da yazmıştı.
Behçetnâme (Neşe ve Güzellikler) adlı bir eseri de vardır. Bunlardan
başka tasavvufla ilgili bir kitabı, hattatlıktaki ustalığını gösteren tâlîk
yazıları bulunmaktadır. Vessaf Efendi ünlü şeyhülislâm Kara Halil
Efendi'nin talebesi idi. Kara Halil Efendi'nin oğlu Abdür-rahim
Molla, halen şeyhülislâm olan Veliyüddin Efendi'nin oğlu Mustafa
Raşid, eski vezir-i âzamlardan Rami Paşa’nın oğlu olan ve şair olarak
'Nailî' mahlasını kullanan Mustafa Bey de bir yıl sonra öldüler
(Ağustos 1761 - Muharrem 1175).
313
H.AMMER
İRANLILARIN BOSSUETSİ SAYILAN
VESSAF EFENDİ
Bunlardan az sonra ikinci defterdar Salih Efendi de vefat etti. O da
derin bilgi sahibiydi. Hitabetteki ustalığından dolayı Vâsıf onu, Arap
klâsiklerinin en iyi müellifleri olan Harirî ve Râgıp İsfahanî'nin modeli
Bedii Harnadanî ile bir tutar.
Salih Efendi masallardan, fıkralardan, nüktelerden, vecizelerden, şiir
ve nesir yazılardan oluşan zengin bir koleksiyon bırakmıştır. O, yazma
sanatına, İran'ın belagat şaheseri olan Ves-saf tarihini kopya ederek
başlamıştı. Arapların Montesquieu (Monteskiyö)'sü olan İbni Haldun'un
açıklamaları, İran'ın Bos-suet'si olan Vessaf'ın Tarihi, o devirde en meşhur
İran ve Arap şaheserleriydi. Osmanlı İmparatorluğu'nun birçok nâzın ve
yazarı, bu iki eseri inceleyerek üslûplarını geliştirmiş ve siyasetle ilgili
temel bilgileri almışlardı.
İbni Haldun'un açıklamalarını Türkçe'ye Şeyhülislâm Pirî-zâde
tercüme etmiştir. Vessaf’ın tarihi de Nazmizâde tarafından bu esere
eklenen bir lügatle daha kolay anlaşılır hale getirilmiştir. Bir âlim olan
İranlı Reisefendi E'bû Bekir'in ve Nai-lî'nin yorumlarıyla bu kolaylık daha
da arttırılmıştır,
Râgıp Paşa henüz Reis-ül küttap olduğu devirde, selefi Av-ni Efendi
ile, Vessaf’ın bütün eserini okumuşlardı. Defterdar Salih Efendi onu birkaç
defa kopya etmiş ve kendisine şiirleri için bir mahlas arayan Abdullah
Efendi de Gazan Han'ın öv-gücüsünün adından yani Vessaf'tan (ya da
Vassaf'tan) iyisini bulamamıştı.
İÇERİDE KARIŞIKLIK
Kuruluşundan beri hiçbir zaman tam bir sükûnet içinde bulunmamış
İmparatorluğun içinde o günlerde meydana gelen karışıklıklar, daha önceki
ve sonraki durumlarla karşılaştırılamayacak kadar çoktu. Çıldır'da ve
Bosna'da, hattâ donanma içinde ayaklanmalar, itaatsizlikler patlak verdi.
Ahıska sancağının veraset yoluyla sahibi bulunan Çıldır valisi Elhac
Ahmed Paşa, Lezgilerle anlaştığı için azledilmiş-
OSMANLI TARİHÎ
319
ti. Onun yerine tayin edilen İbrahim Paşa Diyarbakır'dan Çıl-dır'a
gelinceye kadar Ahmed Paşa kaçtı. Ama onu takibe gönderilen
mabeynci Abdül Mehmed Paşa, yakalayıp başını vurdurdu. İstanbul'a
gönderilen kellesi saray önlerinde teşhir edildi.
Elhac Ahmed Paşa'nın Akhisar'da yedi yılda yaptırdığı cami
harikulade güzeldir. Anadolu'da en güzel kütüphanelerden birini
yaptıran da odur. Bu kütüphanenin en önemli eserlerini oluşturan çok
değerli ve nadir üç yüz elli el yazmasını Ruslar alıp götürdüler. Bu
eserler halen Saint-Petersburg (bugünkü Leningrad) müzesindedir
(21).
Eski Hac kafilesi cercecibaşısı Abdurrahman Paşa'nın Karaman
valisi iken isyanı bir esrar perdesiyle örtülüdür. Konya halkı Bâb-ı
Âli'ye defalarca şikâyet mektubu göndererek bu valinin alınmasını
ısrarla istemişti. Bunun üzerine Râgıp Paşa da onu azletmişti. Bu
valiyi İstanbul'a dönmeye razı etmek için bir mabeynci gönderildi.
Fakat vali, İstanbul'a dönmeye razı olmak şöyle dursun, mabeynciyi
tutuklatmış, alelacele topladığı serseri grubundan oluşan askerlerle
İstanbul üzerine yürüyüşe geçmişti. Bolu'ya gelince Bâb-ı Âli'den bir
mektup aldı ve bunun üzerine gerisin geriye, doğum yeri olan Karaman'a döndü. Orada sakin bir hayat sürdü.
Vakanüvis Vâsıf'a göre Abdurrahman Paşa'nın bu hareketi,
sadrazamla birlikte düzenledikleri bir oyun, bir muvazaa idi. Böylece
sadrazam hükümdarı korkutacak, ona her dediğini yaptıracaktı.
Validen Bolu'ya kadar yürümesini, oradan Karaman'a dönüp
beklemesini istemiş, kısa bir süre sonra onu yine makamına iade
edeceğini söylemişti.
Bu izahat doğru kabul edilemezse de, büsbütün uydurma da
olmayabilir. Fakat bunu böyle yazan yalnız Vâsıftır ve olayı tarihine
böyle geçirmekten korkmamıştır. Belki o, doğruluk(21) Vâsıf, bu cami ve kütüphanenin inşaatından söz etmiyor. Tiflis Gazetesi"
nüshalarından birinde bundan söz ediyor ama, Ahmed Paşa'nın ölüm tari hini
hicrî 1176 olarak gösteriyor. Doğrusu 1172'dir. Bu yanlışlık, Londra'da çıkan
'Litterary Gazette' ile 'Bulletin des sciences historiques (Ağustos 1830)' de
yanlışlıklara sebep oluyor ve bu kaynaklar, kütüphanedeki bazı eserlerin
isimlerini de yanlış veriyorlar. Bu konuda Fraiin'in 1829'da Saînt-Petersburg'da yayınlanan makalelerine bakılmalıdır. No. 138. 139. 140.
320
HAMMEİİ
tan ayrılmayan bir vakanüvis olarak, Osmanlı sadrazamlarının
devleti nasıl idare ettiklerini de göstermek istemiştir, öte yandan
Abdurrahman Paşa gerçekten göreve yeniden alınmış ve üç tuğlu
paşa unvanını da muhafaza etmiştir.
Bosna valisi Mehmed Paşa ise, bu eyâlet halkının onun
zorbalığından ve adaletsizliğinden ısrarla şikâyet etmesi üzerine
azledildi. Sadrazam onu azletmekle kalmadı, üç tuğlu paşa unvanını
da kaldırdı.
Bir önemli isyan olayı da donanmada görüldü: Kadırgalara
bağlanan hıristiyan esirler isyan etmiş, oniki yıl önce benzer bir
olayda olduğu gibi, donanmaya epeyce zarar verdir-mişlerdi. Bir
Cuma günü, donanma İstanköy (bugün Yunanistan'a ait olan Kos
adası) açıklarında demir atmış beklerken, Kaptan-ı Derya ve
yardımcısı olan paşa namaz kılmak için karaya çıkmışlardı. Onların
yokluğundan yararlanan esir hıris-tiyanlar nöbetçileri öldürmüş,
amiral gemisini ele geçirmiş, bütün yelkenleri fora ederek Malta
adasına kaçmışlardı.
Bu geminin sancağı padişaha Mekke şerifi tarafından hediye
edilmişti. Dört köşesinde ilk dört halifenin adları, ortasında Hz.
Ali'nin kılıcı Zülfikâr’ın resmi vardı. Çevresinde de güzel bir hatla
Zafer âyeti yer alıyordu.
Derya Kaptanı'nın gemisindeki işte bu sancak Malta limanında
birkaç gün dalgalandı. Gemi ancak Fransız elçisi Ver-gennes
(Verjen)'in aracılığı ile iade edildi. Vergennes bu işte, selefi olan
Fransız elçisi Desalleurs gibi hareket etmişti.
Padişah bu olaya o kadar hiddetlendi ki, görevlerinde ihmalleri
görülen Derya Kaptanı ve kaptan beyi hemen tutuklatıp cellada
teslim etti. Sonra da kesik başlarını sarayın önündeki meydana attırdı
(9 Aralık 1760 - 1 Cemaziülevvel 1174).
KÜRK SEFASI VE AFYONKEŞLER
Üçüncü Mustafa, yasaklara uymayıp lüks elbise giyenler için
idam fermanı çıkarmaya devam ediyordu. O günlerde yeni bir
emirname ile hanedandan olmayanlara vaşak ve ka-kum kürk
giymelerini yasakladı. Buna uymayanların meydan dayağına
çekileceklerini de ilân etti.
OSMANLITARİHİ
321
Yasaklanmış kürkleri evinden uzaklaştırmak suretiyle bu emre ilk
uyan Sadrazam Râgıp Paşa oldu. Böyle ayrıntılarla uğraşmaya
devam eden padişah, bir süreden beri Venedik'ten ithal edilen ve
zenginlerin tercih ettikleri kumaşlar için de yasak koydu. Çünkü ileri
gelenler, İstanbul'da dokunan kumaşlar yerine bunları armağan
etmeğe başlamışlardı.
O günlerde kıymetli lüks kürkler giymek ve esrar kullanmak
idareciler arasında da bir tutku halini almış ve tiryakilik tehlikeli
boyutlara ulaşmıştı. Bir gün, âlim bir zat olan Ak-kermanî, bir kahve
içmek ve biraz esrar çekmek için, Bektaşi dervişi olan dostlarmdan
birini ziyarete gitti. Bektaşi ona, bu zararlı alışkanlığından dolayı hac
farizasını yerine getirmeden bu dünyayı terkedeceğini söyledi ve bu
kehanet doğru çıktı.
Defterdarlık memurlarından ve Mehmedpaşa Camii'nin mütevellisi olan Raci Bey de esrarkeş idi. Padişah bu camiye Cuma
namazı için geldiğinde, önünde buhurdanlığı tutmak görevi ona aitti.
«Fakat* diyor Vâsıf, «aşırı derecede esrar kullanması onu bir Öklid
çizgisi kadar inceltmişti, sesi de kurbağa vıraklaması gibi çıkıyordu.
Duyu organları bir mumyanın organları kadar cansızdı ve vücudu
sanki bir şeffaf iskeletten ibaretti».
İşte bu zat, bir gün camide padişaha yol gösterirken, birden
kuvveti kesilmiş, yere düşüp bayılmıştı. Padişah da ona acıyarak,
isteğinin yerine getirilmesini emretmiş ve memuriyete girmek arzusu
yerine getirilerek cebeciler teftiş amirliğine tayin edilmişti. Böylece
Raci Bey, esrar sayesinde divan ağalarının seviyesine çıkmış
bulunuyordu. Fakat, hakketmediği bu terfi, onun esrar tiryakiliğini
arttırmaktan başka bir işe yaramadı.
Süleymaniye Camii'nin yakınında geniş bir meydan vardır ki
buraya «Tiryakiler Pazarı* ya da «Esrarkeşler Pazarı» derler. Her
akşam, güneş batarken, esrar ve banotu çekenler buraya üşüşürlerdi.
Buradaki insanların hemen hemen hepsi soluk benizli, ince boyunlu,
gözleri fersiz ve titrek yürüyüştü idi. Adım atmasını unutmuş
gibiydiler ve mezardan çıkmış
Hammcr Tarihi, C: VIII. F.: 21
322
HAMMBR
hortlaklara benziyorlardı. Bu adamlar, bir bardak soğuk su ile
haplarmı yutmak için ahşap dehlizdeki bir sofaya otururlardı. En
güçlüleri zeytin tanesi büyüklüğündeki bu haplardan dört tanesini
yutabilirdi. Bir saatten daha kısa bir süre içinde hepsi afyonun
etkisine' girer, kendilerinden geçerlerdi. Daha doğrusu her biri hayal
ettiği âlemde yaşamaya başlardı. Alevlerden geçer, dalgalar üzerinde
yürür, mutluluklar denizinde yüzerlerdi. Gökyüzü onlara tamamen
açıktı. Vaadedilen cennete ulaşır, buradaki mutluluğu paylaşırlardı.
Her yerde inci köşkler çıkardı karşılarına, her tarafta billur gibi
berrak kaynaklar görürlerdi. Dolgun göğüslü, kara gözlü, vücutları
sedef gibi beyaz, albenili huriler tarifsiz zevkleri yaşamaya davet
eden bakışlarıyla onların duyularını uyandırırlardı.
Dağdaki İhtiyar*ın müridlerine vaadettiği cennet de bundan
başkası değildi (22). Şeyh, önce biraz afyon vererek mü-ridlerinin
cesaretlerini arttırır, sonra onları hayatlarını hiçe sayar hale getirirdi.
Homeros'un sözünü ettiği nepenthes de bundan başka bir şey olmasa
gerek (23).
PRUSYA İLE DOSTLUK ANLAŞMASI
Râgıp Paşa'nın sadaretinin sonlarma yaklaştığımız için, iş başına
geldiği günlerde olduğu gibi, şimdi de Bâb-ı Âli'nin Av(22) Hammer'in «Dağdaki İhtiyar» dediği kişi, Haşhaşîler tarikatını kuran
Şeyh-ül Cebel (Dağın Şeyhi) Hasan Sabbah'tır. 1090 yılında bir baskınla
Kazven yakınındaki Alâmut Kalesi'ni ele geçiren Hasan Sabbah, düşman
larını, haşhaşla sarhoş ettiği adamlarına öldürtürdü. Haşhaşla, uysal ve ha
yatını hiçe sayarak verilen görevi yapmaya hazır duruma getirilen fedai
ler pek çok cinayet işlediler. 1092'de Melikşah'ın veziri Nizam-ûl Mülk böy
le öldürülmüştü. Selçuklular bu kaleyi ele geçiremediler. Alâmut Kalesi'nin zaptı ve şeyhlerinin öldürülmesi ancak Hûlagû zamanında, 1256 yılında
oldu.
Fransızlar Haşhaşîlere «hachischen-haşişen» derlerdi. Fransızca «katil»
anlamındaki «assasin-asasen» kelimesi de buradan gelir. Haşhaşîler Halep'teki Selçuk Beyi Rıdvan'ın yardımı ile Suriye'ye de geçmişlerdi. Buradaki
Haşhaşîlerin hâkimiyetine de 1277'de Baybars son verdi. (Çevirenin notu)
(23) «Nepenthes», eski kayıtlara göre, usaresi ağrıları dindiren ve üzüntüyü unut
turan bir bitkidir. Mısır'da yetişirdi- Râşid Tarihi'ne göre bu «banotu»dur.
Nepenthes'in çoğulu «Kopt-kıptî» şeklinde söylenir. Homeros'un tlyada'sında
nepenthes, korkusuz Apolloh'un bir lâkabıdır. (Çevirenin notu)
OSMANLİ TARİHE
323
rupa devletleri karşısındaki durumunu ve onlarla münasebetlerini bir
kere daha anlatmamız gerekiyor.
Râgıp Paşa politikasının son döneminde alınan en önemli
tedbirlerden biri de şu idi: Prusya ile imzalanan dostluk anlaşması.
Bu anlaşma Bâb-ı Âli politikasında önemli değişikliklere sebep
olmamıştır, ama, Râgıp Paşa daha uzun ömürlü olsaydı, büyük
değişikliğin kaçınılmaz olacağı anlaşılıyordu. Prusya'nın Bâb-ı Âli
ile ittifak kurmak teşebbüsleri otuz yıldan beri başarısızlıkla
sonuçlanıyordu. Bu açıdan bakılınca, nihayet gerçekleşen bu
anlaşmadan dolayı, Râgıp Paşa'nın Osmanlı devlet adamları arasında
yüksek bir mevkii olduğu ve yepyeni yolların açılmasını sağladığı
inkâr edilemez.
Gerçekten de, vakitsiz ölümü engellemeseydi, Râgıp Paşa bu
dostluk anlaşmasını bir tedafüi ve tecavüz! (savunma ve saldırma)
amaçlı ittifak haline dönüştürmekte gecikmeyecekti. Böyle bir
ittifakı II. Frederik bütün gayretiyle gerçekleştirmeye çalışıyor,
İngiltere ise Bâb-ı Âli'yi var gücüyle tahrik ederek Avusturya'ya
savaş açılmasını istiyordu. Ancak, sadrazamın ölümüyle, o güne
kadar
gerçekleşemeyen
büyük
projeler
Avusturya'yı
endişelendirmeye başladı.
Daha çok De Rexin (Dö Rekzen) adıyla tanınan Hauden,
Silezya'nın Hirschberg şehrinde doğmuştu. Önce tüccar Hüsch'-ün
yanında çırak olarak çalışmış, sonra Avusturya ordusunda sancaktar
ve nihayet Prusya ordusunda teğmen olarak görev yapmıştı. II.
Frederik, Sultan Osman'ın tahta çıkışını kutlamak için işte bu
Rekzen'i elçi olarak İstanbul'a göndermiş ve ona, Bâb-ı Âli ile bir
dostluk anlaşması yapması için tam yetki vermişti. Fakat, daha
yukarıda da söylediğimiz gibi, Rekzen bu teşebbüslerinde başarılı
olamayarak Berlin'e dönmüştü.
Frederik, Rekzen'i İstanbul'a ikinci defa gönderdi ve bu sefer
görevini başardı. Gizlilik içinde yürütülen ve Fransa ile Avusturya
elçilerinin ancak bir kısmına vâkıf oldukları müzakerelerden sonra,
Rekzen, Prusya adma Bâb-ı Âli ile sekiz maddelik bir dostluk
anlaşmasını gerçekleştirdi (29 Mart 1761 -22 Şaban 1174).
Bu anlaşmanın muhtevası Bâb-ı Âli'nin daha önce Napoli, İsveç,
Danimarka ile yaptığı ticaret anlaşmalarından pek farklı değildi,
özetle ticaret serbestliğini belirtiyor, gümrük
324
HAMMER
hakkını yüzde üç olarak tespit ediyor, Osmanlı İmparatorlu-ğundaki
Prusyalı elçi ve konsolosların hak ve imtiyazlarını belirtiyor, Prusya
tebasmm yargılanma hakkı onlara veriliyordu: Fakat, müslümanlarla
Prusyalılar arasmda dört bin kuruşu aşan dâvalar İstanbul'da
görülecekti. Silahlı olarak yakalanmaları ve Bâb-ı Âli'nin savaşta
olduğu yabancı birliklerle temas halinde bulunmaları hali dışmda,
Prusya tebalıların serbest olacakları, bu anlaşmanın 6. maddesiyle
sağlanıyordu. Son bir madde ile, fayda mülâhaza edildiği takdirde iki
tarafın müzakereleri yeniden başlatabilecekleri zikrediliyordu (24).
Dö Rekzen tam yetkili Prusya elçisi olarak bu anlaşmayı
imzaladıktan sonra, huzura kabul edilerek, anlaşmanın- padişah
tarafından onaylanan nüshasını aldı. Fevkalâde elçi sıfa-tıyle de, dört
ay sonra II. Frederik'in onayını da taşıyan nüshasını getirdi (27
Temmuz 1761).
Rekzen, misyonunda başarılı olması için, Prusya'nın müttefiki
olan İngiltere'nin İstanbul elçisi Porter'in gayretli desteğinden başka,
tercüman Ghika'nın kayınpederi Giacomo Riso'-nun, sadrazamın
hekimi İpsilanti'nin, defterdarı Ali Ağa'nın, Boğdan voyvodasının
habercisi Drako'nun saray nezdindeki nüfuz ve aracılıklarından da
yararlanmıştı. Bu Drako daha sonra, yukarıda da söylediğimiz gibi,
evini kundakladıkları id-diasiyle iki müslüman köleye eziyet ettiği
için, bu kölelerin suçlulukları ispat edilmiş olmasına rağmen, idam
edilmişti, öte yandan Ali Ağa, mevki ve yardım isteyenlere karşı
fazlaca yardım ettiği için Kıbrıs'a sürüldü. Dö Rekzen'in kendi
sarayından aldığı seksen bin kuruşluk tahsisatın bir bölümünü bu
aracılara vermiş olması pek muhtemeldir.
öte yandan Rusya elçisi Obreskov ve Avusturya'nın ortaelçisi,
Bâb-ı Âli-Prusya anlaşmasının karşılıklı olarak onaylanmasını
engellemek ve iptal ettirmeye çalışmak için, kendi saraylarından
yüzer bin duka altm istediler. Fakat Viyana ve Petersburg'ta bunun
bir yarar sağlayıp sağlamayacağına karar verilinceye kadar,
anlaşmanın onaylanmış nüshaları teati edilmişti. Bu, Türklerin
onayladığı nüshayı Berlin'e götür(24) Türklerin 22 Şaban tarihli bu anlaşması Viyana arşivlerinde bulunmaktadır.
22 Şaban, 29 Mart'a rastlıyor. Demek ki Martens'in verdiği 22 Mart tarihi
yanlıştır. Bu belgenin İtalyanca nüshası da Berlin arşivlerindedir.
OSMANLI TARİHİ
325
mekle görevli Prusyalı kuryenin öldürülmesi yüzünden meydana
gelen gecikmeye rağmen olmuştu. Prusyalı kuryeyi, Ay-dos'a
varlıklarında, ona refakat eden bir yeniçeri öldürmüştü. Derhal
yakalanan yeniçeri, kendisine Rekzen tarafmdan vaa-dedilen dokuz
yüz kuruşu kuryenin vermediğini, bu yüzden çıkan kavga yüzünden
onu öldürdüğünü iddia etti.
Rus sarayının fevkalâde elçisi Prens Schachowsky (Şa-hovski),
hükümdarının III. Mustafa'nın tahta çıkışını kutlayan mektubunu,
İstanbul'a ancak bir yıl sonra getirdi. Sadrazam tarafından kabul
edilen elçi prens, Türk elçisi Osman Efendi'-nin, sultanin
itimadnâmesini imparatoriçeye kendi eliyle vermesine müsaade
edilmediği için küstah ve kaba hareketlerde bulunduğunu, bu
davranışıyla bütün sarayı çılgına çevirdiğini söyledi.
Polonya sarayı İstanbul'a fransisken (Françesko tarikatine
mensup) Thomas Morewicki'yi göndermişti. Bu görevli Fransız elçi
Vergennes, Venedik maslahatgüzarı Foscari, elçi Schwachheim ve
Napoli görevlisi Ludolf ile karşüaşacaktı. Görevi, Bâb-ı Âli'den,
Kudüs'te hıristiyanlara ait kutsal yerlerin katoliklere verilmesini
istemekti. Fakat kısa bir süre önce Padişah bir hattı şerif ile bu yerleri
Yunanlılara vermişti. Onun için Verj en ve meslekdaşları bu
teşebbüsten hiçbir sonuç alınamayacağına hükmettiler. Zaten onların
din işlerine karışmaları da zordu. O günlerde Fransa'nın himayesinde
bulunan Cizvit, Dominiken ve Kapüsen tarikatlerine bağlı katolik
kiliselerine pek hoş bakmıyorlardı. Fransız elçisi, Limni'de sürgünde
bulunan Boğdan Prensi Rakoviza’nın çevirdiği dolaplara, entrikalara
karışan tüccar Linchon'un öldürülmesiyle ilgili olarak tazminat
taleplerine olumlu bir karşılık alamaSiıştı. Ona bu adamın Fransız
olduğu için değil, Boğdan boyarının tespit ettiği entrikalarından
dolayı idam edildiği cevabı verilmişti (14 Mart 1760).
Bununla beraber hıristiyan esirlerin bir ayaklanma sonunda
Malta'ya kaçırdıkları Derya Kaptanı’nın gemisini İstanbul'a iade
etmeleri, yukarıda da söylediğimiz gibi, Vergennes'in* aracılığı ve
isteğiyle olmuştu.
Aynı yılın sonların doğru İngiliz elçisi Porter, III. Georges
(Jorj)'un tahta çıkışını bildiren tebliği ve yeni itimatnamesini
326
HAMM&H
Bâb-ı Âli'ye sundu (24 Aralık 1760). Napoli elçisi Ludolf ise İspanya
kiralının iki mektubunu da getirdi. Napoli'den Mad-rit'e döndüğünü
ilân eden kıral, Napoli ile imzalanan dostluk anlaşmasını tasvip
ediyor ve Bâb-ı Âli'den İspanya ile de böyle bir anlaşma yapılmasını
istiyordu. Fakat Ludolf'un bu konudaki teşebbüsleri sonuçsuz kaldı.
Avusturya elçisi Schvvachheim da Bâb-ı Âli nezdindeki teşebbüslerinden bir sonuç alamadı. Onun asıl vazifesi Prusya elçisinin
misyonunu engellemekti. Bununla beraber Bâb-ı Âli'den, Erdel
sığırtmaçlarının sığırlarını yaz boyunca verimli Eflâk meralarında
otlatmalarına müsaade eden bir ferman alabildi (25).
Schvvachheim, Rekzen'in Bâb-ı Âli île imzalanan anlaşmayı bir
tedafüî ve tecavüzı (savunma ve saldırma amaçlı) ittifaka
dönüştürme müzakerelerinde epeyce mesafe alındığını bilmiyordu.
Avusturya için çok tehlikeli olan bu tasarıyı, Schwach-heim'ın yerine
ortaelçi tayin edilen Penkler bulup çıkardı. Ama bu, Râgıp Paşa'nın
ölümünden sonra oldu.
PRENSESLERİN DOĞUMU
İkinci kızı Şahsultan’ın dünyaya gelişiyle çok sevinen III.
Mustafa’nın mutluluğu, bir erkek çocuğu olunca daha da arttı. Bu
çocuk Gürcü bir cariyeden doğmuştu (24 Aralık 1761 -27
Cemaziülevvel 1175).
Bu olayın lâyıkı ile kutlanması için bütün İstanbul aydınlatıldı,
yedi gece şehir bir ışık denizi halini aldı. Bundan sonra üç gece de
limanda (Haliç'te) binlerce fenerle süslü gemilerin suya vuran
ışıklan, İstanbullulara en güzel manzarayı sunmuş
(25) Schvvachheim, Viyana'ya hareket etmeden önce, Milanolu Bernardo Nobili
De Grocinal'i de hapisten kurtarmıştı (15 Kasım 1761). Olympia Maria Sanetti isimli Romalı bir kadından da birçok mektuplar almıştı. Sadrazam Râgıp
Paşa'nın kardeşi olduğunu iddia eden bu kadın, Schvvachheim'dan kendisine
ve iki kızına yardım etmesini istiyordu. Avusturyalı tercüman Gaspar Momar
1761 yılının sonlarına doğru öldü. Bianchi ve Testa İstanbul'da kaldılar.
Thugut Essek ve Jeniadi tercümanı sıfatiyle Petervvardia (YaradınVe geçti.
OSMANLI TARİHİ
327
oldular. Bu vesile ile her taraftan tarih düşürülmüş mısralar geldi ve
pek çok mahkûm serbest bırakıldı. Fakat bu şenliklerden az sonra,
henüz beşikteyken nişanlanan büyük kızı Hibe-tullah Sultan'ın
ölümü ile, sultanın sevinci üzüntüye dönüştü. Devletin bazı
meşhurlarının ölümü de bunu ve umumi üzüntüyü arttırdı.
MEŞHUR ADAMLARIN ÖLÜMÜ
Önce, Yirmisekiz Mehmet Çelebi'nin oğlu olan Said Meh-med
Efendi vefat etti. Fransa ve îsveç'te elçi olarak bulunmuş, nişancı,
defter emini, kethüda ve nihayet sadrazam olmuştu. Beş ay sonra
sadrazamlıktan azledilmiş, önce Konya, sonra Kahire ve nihayet
Adana valiliklerine getirilmişti. En çok sevdiği ilim dalı olan tıpla
ilgili ve çok değerli bir eseri vardır (Ekim 1761 - Rebiülevvel 1175).
Şeyhülislâm Ebülhayr Ahmed Efendi'nin oğlu Damadzâde
Feyzullah Efendi de aynı dönemde öldü. Damadzâde Feyzullah
Efendi iki defa şeyhülislâm olmuştu. Babası gibi o da Bursa'-da
doğmuştur. Türbesi Sütlüce'dedir. Osmanlı kayıtlarında onun büyük
bir musikî âlimi olduğu söylenir.
Şair Nevres'in admdan daha önce de söz etmiştik. Onun tarih
düşüren mısraları I. Mahmud devrinde yapılan birçok eseri
süslemektedir. Nevres'in divanı o çağın en güzel eserlerinden biri
sayılır. Hikmet Efendi gibi o da hicivlerinde aşırı gittiği için
İstanbul'dan sürüldü ve az sonra da üzüntüsünden öldü.
Yine aynı dönemde Bağdat Valisi Süleyman Paşa da altmışaltı
yaşında iken öldü. Aslen Ahmed Paşa'nın Memlûk beyi idi ve
Nadirşah'a karşı yapılan savaşta büyük yararlılık göstermişti.
Efendisinin ölümü üzerine kendisini Bağdat valisi ilân etti. Bâb-ı Âli
bu görevi Mehmed Paşa'ya vermiş ise de, bazı Kürt ve Arap
aşiretlerinin desteği ile, padişaha vali olarak tayinini kabul ettirdi.
Onun zorla elde ettiği valiliği onaylayan hattı hümâyunun hemen
hemen tamamı Vâsıf tarihinde bulunmaktadır ve çok görülen bu
zorunlu tayinlerde kullanılan üslûp için güzel bir örnek sayılabilir.
Bu hattı hümâyun, Bâb-ı
328
KAMMKH
Âli'nin kararına aykırı olarak eyâlet idaresini zorla ele geçiren
Paşa'nın, daima sadık kalacağı taahhüdünde bulunduğu için Padişah
tarafından affedildiğini, kendisine lütuf yolunun tekrar açıldığını
belirtmektedir.
Süleyman Paşa cesur, cömert bir adamdı. Düşmanlarına korku
salmıştı. Her zaman başarılı olan gece harekâtından dolayı Araplar
ona «Mızrak Babası» ve «Gecelerin Belâsı» lâkaplarını takmışlardı.
Aynı yıl, meşhur reis-ül küttap Tavukçubaşı'nın damadı Vali
Bekir Paşa da Kahire'de öldü. Daha evvel, Bekir Efendi'-nin Matbahı Âmire Emini iken Halep Valiliğine nasıl getirildiğini anlatmıştık.
Bekir Paşa şöhretini çok zengin oluşuna borçluydu. Reis-ül küttaplığı
ve sadaret kethüdalığmı satın almıştı. Kaympederinih ölümünde çok
büyük vergi alınmış olmasma rağmen serveti yine muazzamdı.
Öldüğü zaman evinde bin kese altm buldular ki, bu yarım milyon
altın kuruş ediyordu. Bu muazzam servet ona kayınpederi Mustafa
Tavukçu Efendi'den miras kalmıştı. Çok genç olduğu bir sırada,
Viyana'ya elçi olarak giden Tavukçubaşı'na tütün muhafızı olarak
refakat etmişti. Cirit atmada çok hünerli idi ve hedefe hiç şaşmadan
isabet ettirmekle ün yapmıştı. İmparator Charles VTnın sarayındaki
asilzadelerin imparatora hünerlerini göstermek için düzenledikleri bir
cirit oyununa genç Bekir de katılmıştı. Bir ara, bindiği at anî bir
hareket yapmca Bekir'in dengesi bozulmuştu. Ama, tam düşeceği
sırada, eyerden yukarı doğru sıçramış ve yere, ayakları üstüne,
dimdik inmişti. Sonra, beden hareketinde gösterdiği kıvraklığı bu
defa zekâ kıvraklığı göstererek devam ettirmiş, seçkin kalabalığa ve
imparatora bir gösteri olsun diye bunu isteyerek yapmış gibi
görünmüştü. İmparatorun yanında bulunan Türk elçisi de, işin aksini
bilmesine rağmen, genç Bekir'in beden ve zekâ kıvraklığını takdirle
karşılamış ve Övmüştü, imparator da gösteriye hayran kalmıştı. Vakanüvis bu olayı kaydederken, gösterinin yalnız binicilik bakımından
değil, diplomatlık bakımından da bir örnek olduğunu söylemektedir.
Bekir Paşa’nın ölümünü, yukarıda da adından söz ettiğimiz zeki
ve kültürlü bir kişi olan Hikmet Efendi'nin babası Ab-bas Efendi ile,
Ahır Emiri Mustafa Efendi'nin ölümleri takip
OSMANLI TARİHİ
329
etti. Mustafa Efendi, Mekke'nin su kemerlerini ve kanallarını tamir
ettirmekle görevlendirilmişti.
Baltacı Mehmed Paşa'nın oğlu, Pruth anlaşmasını imzalayan eski
silahdar Mustafa Paşa, Dimetoka'da öldü. Gözden düşerek üç tuğlu
paşa unvanını kaybetmiş ve buraya sürülmüştü.
Bu büyük adamların tabii ölümleri, surre emininin (yani hac
zamanında Mekke ve Medine'ye padişah tarafından yollanan para ve
diğer armağanları götüren alayın sorumlusu) idamından daha geniş
yankı uyandırdı. Surre emini, mağazaları teftişle görevli olduğu
sırada haraç ve rüşvet aldığı iddia-siyle idam edilmişti.
Yine o günlerde, bir kadın, elbiselerine sarılı olarak esir
pazarının kapısında asıldı. Suçu, onun da efendisi olan esir tüccarının
çocuklarını intikam almak için öldürmüş olmasıydı. Bu olay heyecan
ve üzüntü uyandırmadı.
Bütün bu ölüm ya da idam olayları, Prenses Şahsultan'ın
doğumu ile Mihrimah Sultan'ın doğumları arasında geçen on-sekiz
aylık zaman içinde olmuştu. Mihrimah Sultan'ın doğumu
münasebetiyle şehir beş gece aydınlatıldı.
ŞEYHÜLİSLÂM VE KAPTAN PAŞA'NIN İKİ
DEFA DEĞİŞTİRİLMELERİ
İmparatorluğun yüksek mevkilerinde bulunan devlet adamları
arasmdaki azilleri ve değişmeleri de anlatmamız gerekiyor. Bunlarm
listesi her yıl Ramazan bayramının ilk günlerinde yayınlanır.
Değişikliklerin en önemlileri, sadaret kethüda-lığında, reis-ül
küttaplıkta, şeyhülislâmlık ve kaptan paşalıkta meydana gelenlerdir.
Sadaret kethüdalığına beşinci defa getirilen Hamza Ha-mid
Efendi, Râgıp Paşa'nın büyük destek ve himayesine rağmen azledildi.
Bu azil Râgıp Paşa'nın rızası hilafına yapılmıştı ve saraydan çok
nüfuzlu birinin tesiriyle olduğu için Râgıp Paşa da direnemedi. Onun
yerine «Şatırzâde» lâkabı ile tanınan eski reisefendilerden Kâşif
Mehmed (Emin) Efendi geti-
330
HAMMER
rildi. Bu terfi, hiyerarşide alt kademede bulunanların bir üst dereceye
kaydırılmalarına sebep oldu. Bunun sonucu olarak da Recai Elhac
Mehmed Efendi Reisefendiliğe geldi, tezkire-i sani tezkire-i evvel
oldu. Sadrazamın divan kâtibi tezkirecili-ğe, bu kâtibin muavini
başkâtipliğe yükseldi. Şeyhülislâm Âsim Efendi aynı zamanda
meşhur bir tarihçi idi ve daha çok Çele-bizâde ismiyle tanınırdı. Bu
şeyhülislâm ölünce, Râgıp Paşa onun yerine Veliyüddin Efendi'nin
getirilmesini hükümdara teklif etti (5 Eylül 1761 - 5 Sefer 1175).
Fakat kısa bir süre sonra, Veliyüddin Efendi'nin çok hırçın tabiatlı
oluşu yüzünden, bu görev eski Rumeli kadısı Bekirzâde Ahmed
Efendi'ye verildi.
Sadrazam, padişah nezdindeki nüfuzunu sarsmamak için, yüksek
mevkie yapılan tayinlerde onun fikrine göre hareket ederdi. Bu
yüzden, Padişahı da hoşnut etmek için. Hasan Pa-şa'ya Özi valiliğini
teklif etti. Fakat Hasan Paşa'nın, uhdesinde bulunan derya
kaptanlığından vazgeçmesi şartını koştu.
Hasan Paşa bu yeni düzenlemeden memnun kalmayınca, ona
devlet hazinesinden «yol masrafı» olarak elli bin kuruş (yirmi beş bin
altın) vermeyi de vaadetti. Fakat Hasan Paşa bunu da kabul
etmeyince, padişah onun vezirler listesinden çıkarılmasını emretti ve
Girit'e sürdü. Ondan boşalan Kaptan-ı Deryalığa Kethüda Mehmed
Paşa getirildi, ama o da bu makamda pek az kaldı ve sonra Mısır
valiliğine tayin edildi. Bu defa Kaptan-ı Deryalık Küçük Mustafa
Paşa'ya verildi.
Sadrazam, önceki Sadaret Kethüdası Hamza Efendi'nin azledilmesindeki haksızlığı telâfi etmek için onu önce eski ve artık pek
geçerliliği kalmayan Nişancı (Tuğracı) Bekir Bey'in yerine tayin etti,
ama az sonra üç tuğlu paşa rütbesiyle Selanik Valisi yaptı.
Belgrad Valisi ve vezir Ali Paşa'nın oğlu Abdi Paşa'nın devlete
yaptığı çok yararlı hizmetler, Râgıp Paşa gibi bir sadrazam tarafından
görmezlikten gelinemezdi. Abdi Paşa Belgrad Kalesi'ndeki
yamakların isyanını kendi dirayetiyle bastırdığı için padişahın da
teveccühüne mazhar olmuştu. Sadrazam ise onu vezirlerin üstün
başarısını simgeleyen altın kaftanla taltif etmişti. Abdi Paşa Belgrad
valisi olarak kalırsa âsiler intikam almak amacıyla yeniden
ayaklanabilirler düşüncesiyle,
OSMANLI TARİHİ
331
onu aynı sıfatla Silistre'ye nakletti (23 Temmuz 1762 * 1 Muharrem
1176).
Belgrad Valiliğine, o sırada Kaptan-ı Derya bulunan Vezir
Mehmed Paşa getirildi. Bu uygulama ise Dar-üs-saade Ağası
Mehmed Efendi'nin bazı entrikalar çevirmesine sebep oldu. Dar-üssaade Ağası Mehmed Efendi şehzade Selim'in doğduğunu
müjdelediği zaman Mehmed Paşa kendisine on kese para ile bir
vaşak kürk hediye etmişti, oysa aynı haberin müjdesi olarak
sadrazam kendisine kırk kese para ile şahane bir samur kürk vermişti.
Vezir Mehmed Paşa'nın kendisini küçük gördüğü, istiskal ettiği
düşüncesiyle, onu azlettirmek için çalışıp dur» du,
RÂGIP PAŞA'NIN ÖLÜMÜ
O günlerde meydana gelen bir güneş tutulması tam onbeş dakika
sürdü ve bu olay, iki gün önce İstanbul'u kasıp kavuran bir kasırga
kadar halkı korkuttu. Kasırga sırasında Sultanba-yezid Camii'nin bir
minaresine yıldırım düşmüş ama bir zarar vermemişti (26). Bundan
bir sene evvel de buna benzer bir fırtına olmuş, yıldırım Lâleli'deki
Validesultan Camii'nin minarelerini yıkmıştı (27). Bu olay,
Sadrazam Râgıp Paşa’nın kurduğu kütüphanenin bizzat onun
tarafından temele ilk taşın konduğu güne rastlıyordu.
Sadrazam Râgıp Paşa'nın kurduğu kütüphane ve medresenin
yapımı onsekiz ayda tamamlanmıştı ve sadrazam, sarayında o güne
kadar biriktirdiği bütün kitapları buraya nak-letmişti. Yeni
kütüphanenin müdür ve kâtibi ile medresenin müderrisini paşa bizzat
tayin etmişti. Medresede kırk genç parasız öğrenim görecekti. Ayrıca
kütüphaneye güzel bir çeşme yaptırmıştı ki, vakanüvis bu olayı
anlatırken çeşme için «ilme susamışların susuzluğunu giderecek»
cümlesini kullanmıştır.
İstanbul'daki kütüphanelerin hiç biri Râgıbpaşa Kütüphanesi
kadar güzel süslenmemiştir. Bu yapının tavanından sar(26) Vâsıf Tarihi'nde bu olayın tarihi 29 Rebiülevvel 1176 olarak gösteriliyor ki
milâdî 18 Ekim 1762'ye rastlar.
(27) 12 Muharrem 1175. yuni 13 Ağustos 1701 tarihinde.
332
HAMMER
kan avizeler ve avize sütunları birer sembol gibidir- Bunların bazı
yerlerinde din ve ahlâkla ilgili vecizeler yer alır. Bu vecizelerden biri
şudur: «Ameller onlardaki niyete göre değerlendirilir.» Orta kısımda
ise şöyle deniyor: «Bana doğru yolu yalnız Allah gösterir.» Üçüncü
hat ise bir besmele-i şeriftir. Duvarlarda, Peygamber'e yazdığı kaside
(Kaside-i Bürde) ile ünlü Busîrî'ye ait altın yaldızlı mısralar yer alır.
Bir müslü-man kütüphanesinde görülebilecek en güzel süslemeler
bunlardır.
Bu eserin yapımı tam olarak bitmeden, kubbesi yıkıldı. Bu
kazayı, kütüphaneyi yaptıranın geleceği için fena bir işaret sayanlar
oldu. Râgıp Paşa bu olaydan kırk gün sonra öldüğüne göre kehanetin
doğru çıktığı söylenebilir.
Râgıp Paşa altmışbeş yaşmda öldü. Türbesi kendi yaptırdığı
kütüphanenin yarımdadır. Bu türbenin ve çeşmenin yanında
yakınlarının kabirleri de yer alır. Onun ve yakınlarının kabirleri
yaldızlı parmaklıklarla ve bu parmaklıklar da güzel hatlarla süslüdür.
Mezarların bulunduğu yerde mermer saksılar da vardır ki, bu
saksılarda güzel kokulu bitkiler bulunur. Saksılar müs-lümanlar için
«semavî kokular saçan kutsal çanaklar»dır (28).
ONSEKİZİNCİ YÜZYIL OSMANLI EDEBİYATINA
TOPLU BAKIŞ
Râgıp Paşa'nın türbesinden Osmanlı edebiyatma bir göz atalım.
Bu devrin edebî eserleri çoktur ama maalesef çok önemli
değildir. Bu devrin başlıca fakîhlerinden, tarihçilerinden ve şairlerinden, onlarm âlimler âlemine girişlerinden veya ölümlerinden
yeri geldikçe söz etmiştik. Şimdi, Karlofça ve Kaynar(28) Constantinople et le Bosphore (İstanbul ve Boğaziçi) C I, s. 400. Râgıp
Paşa'nın kabrindeki hat şudur: «Her şeye gücü veren Hüvel-baki Allah adıyla.
Bu güzel eserin müellifi ve bu güzel tesislerin bânîsi Sadrazam Râgıp
Paşa'dır. Müminler onu Rahim ve Rahman olan Allah'a tevdi etmişlerdir.
Cennet kokulanyla kuşatılan ruhuna fatiha!»
OSMANLI TARİHİ
333
ca barışları arasında kalan süredeki ilim ve kültür hareketlerinin bir
özetini vermemiz gerekiyor.
Bu dönemde, daha önceki dönemlerde olduğu gibi, din ve hukuk
ilmiyle ilgili eserler, hem sayı hem önem bakımından diğer eserlere
göre çok daha fazladır. Fakat müsîümanlar için çok önemli olan
şeyler Avrupa edebiyatı için pek önemli değildir. Hz. Peygamber'in
hayatı, misyonu, Kuran-ı Kerim'in tefsirleri, îslâm ilmihalleri ve
tasavvuf konularında ananevi ve dogmatik temel eserler, (Avrupalı)
tarihçi için ikinci derecede ilgi çekicidir. Aynı sebepten dolayı fıkıh
eserleri de pek önemli sayılmaz. Çünkü bunlar, muhteva itibariyle
müslüman-ların sivil hayatlarıyla ilgilidir. Bu eserlerin en
Önemlilerini fetva koleksiyonları ve içtihatlar (sukûk) oluşturur.
Bunların da en önemlileri, yaklaşık on bin fetva derleyen
Şeyhülislâm Abdurrahim Efendi (29) ile Şeyhülislâm Dürzizâde
Esseyid Mehmed Arif Efendi'dir. Dürzizâde'nin derlemesi Fetvaların
Sonucu (30) adını taşır ve bin sekiz yüz fetvadan oluşur (31).
Bunlardan sonra Şeyhülislâm Ali Efendi'nin derlemesi gelir ki,
bunda da beş bin dört yüz fetva vardır (NOT: 4). Sonra Ataullah
Mehmed Efendi (32), Fetva Arşivleri kethüdası Fıkhı Mehmed
Efendi (33), Kadı Vessaf Abdullah Efendi (34)'yi sayabiliriz.
Hacibzâde Mustafa Efendi (35) ile Lâlizâde Efendi (36) de şeriat
ilâmları ve tabirleriyle ilgili eserleri (sukûk-ları), Baldırzâde
Efendi'yi örnek alarak düzenlemişlerdir. Bu örnekler kadılara bir
kural gösteriyor, «inşatlar ise hazine kethüdalarına ve eyâlet
valilerine örnek oluyordu.
Sadrazam Rami ve Râgıp Paşaların, Şair Nâbi ve Defterdar Arif
Efendi'nin daha önce de sözünü ettiğimiz eserlerinden
İstanbul'da hicrî 1243 (m. 1828) yılında iki cild halinde yayınlanmıştır.
Netice't-ül Fetâvi.
İstanbul'da h. 1237 (m. 1821) yılında yayınlandı.
Fetava-yı Ankaravî. Ölümü 1098 (m. 1686).
Fetava-yı Ataullah Mehmed Efendi, ölümü 1127 (1715).
Fetava-yı Vessaf Abdullah Efendi, ölümü 1174 (1760).
Buda't-ül Hükkam. yani Mehmed Hacibzâde tarafından yazılmış şeriat
ilâmları örnekleri. 1081 (m. 1680) yılında bitirilmiştir.
(36) Biri Melce ül Hükkâm fi muin il kudât, diğeri Subdet üs sukûk (şeriat hüccetlerinden seçmeler) adını taşır. Lâlizâde 1175 (1761)'de öldü.
(29)
(30)
(31)
(32)
(33)
(34)
(35)
334
HAMMEH
başka, divan kethüdası Hayatizâde'nin (37) Kenz-ül inşâ adıyla
yayınlanan eserini, Molla Ahmet Taib Osmanzâde'nin, Şeyh Murad
(38) adıyla tanınan Hacı Çelebi'nin ve Refia’nın münşeatlarını (güzel
nesir örneklerini) sayabiliriz.
Bu eserlerin yanısıra, çok beğenilen Arap filozoflarından yapılan
tercümeler de vardır. Bunlar için örnek olarak Harirî ve Hadmanî'nin
bazı eserlerini, İbni Seydûn'un Sülvan-ül Mutaa (îtaat Edenlerin
Kalb Huzuru)’ın (NOT: 5), Sultan İkinci Meh-med (Fatih)'in
müneccimi (astronomu) tarafından (Arapça) yazılmış Ubeyd
Sakanî'nin Mükteleri'ni, Şeyhülislâm Seyid Fey-zullah Efendi'nin
Ravza't-ül Hatib tercümesini, îshak Hoca'nın tercümesi olan
Zemahşeri'yi gösterebiliriz.
Taib Osmanzâde (39) ve Şeyhülislâm Seyid Feyzullah Efendi
(40) mizah derlemeleri yapmışlardır. İkisi de idam edildiler. Edirneli
Derviş Hasan, Şair Kudsî ile Şair Nâbi ve Molla Hanefî Efendi
atasözleri (NOT; 6) de derlemişlerdir.
Râzi Abdüllâtif Efendi bir masal ve nükte derlemesini yeniçeri
isyanında ölen İbrahim Paşa'ya ithaf etmişti. Taib Ah-med Efendi'nin
aynı vezire yazdığı eser ise Gece Sohbetlerinde Sultan
Nasihatlerinin Meyvesi admı taşıyordu (41). Buna benzer bir eser
de Nes»yih-il melik adıyla Şeyhülislâm Feyzullah Efendi (NOT: 7)
tarafından yazılmıştır. Şeyhülislâm Esad Efendi'nin yazdığı eserin
adı Medayih-i Bülegâ'dır. Şeyhülislâm Ves-saf Abdullah
Efendi'nin yazdığı Unvan-ı Şerif adlı eserde insanın hayvanlardan
üstünlüğü anlatılır.
Adından daha önce de söz ettiğimiz Osmanzâde Efendi ise
meşhur Arap eserini İnsanlığın incelenmesinde rehber ya da
İnsanlığa övgü (42) adıyla tercüme etmiştir. Yine onun Hükümdarlara Nasihat (Hükümdarlara doğru yolu gösteren Nasihatler) adlı
bir kitabı daha vardır.
Bunların en değerlilerinden biri, hiç şüphesiz Râgıp Paşa'nın
Sefine-t-ül Ulûm yani İlim Gemisi adlı eseridir. Bu, Ölümünden
(37)
(38)
(39)
(40)
(41)
(42)
Hayatizâde'nin ölümü 1175 (1761).
Şeyh Murad’ın ölümü 1145 (1732).
Cemi-ül Letâif.
Sultan ÜI. Mustafa'ya 1085 (1672)'de sunulan Letâif.
Semer-ül işmar fi nesayih-il melik.
Muhsin-ül edeb fi tercüme't-i min hac sülük il el edeb.
OSMANLI TÂRİHİ
335
bu yana çok geçmemiş olmasına rağmen Osmanlı kütüphanelerinin
en'çok aranan eserlerinden biri olmuştur.
Bu devirde lisan üzerine çalışmalar, Arapça'nın sentaks
kurallarını öğreten başlıca eserlerin tercüme ve açıklamalarından
ibaret kalmıştır (NOT: 8). îran belagat ve grameri ise (NOT: 9) pek
az müellifin dikkatini çekmiştir. Türkçe - Farsça lügatlerin en
önemlileri Ferhang Şuuri (43), Kesin Delil (44), Kelimelerin
Söylenişi (45) adlı eserler, Şahidî'nin ve Vehbi'nin lügatleri ile
Abdülkadir Bin Ömer Bağdadî'nin Şehnâme'si, He-zarfen Ahmed
Efendi'nin Tıp Kitabı gibi eserlerin bir kısmı bu dönemde, bir kısmı
da bundan önceki dönemde yayınlanmıştır.
Astronomi, aritmetik ve mantık konularında yazılan kitaplar da
hem azdır, hem de önemli değildir. Tıp konusunda bir kısmı tercüme,
bir kısmı derleme olmak üzere bir düzine kadar kitap yazılmıştır.
Bu devirde birer divan bırakmış şairler ise Çelebizâde Asım (46),
Nâbi, Râsim (47), Râgıp, Nevres, Nazmizâde (48), Sub-hi (49), Talip
(50) ve Nakşî'dir (51). Diğer bazıları da îran tasavvuf şairleri Saib,
Urfı ve Şevket'ten (NOT: 10) tercüme ve yorum yapmışlardır.
Yirmisekiz Mehmed Çelebi ise îran şairi Nakşibendî Mir Mehmed
Eşrefin divanını yayınlamıştır.
Bürde gibi ve E, N, L gibi harflerden çıkarılmış en ünlü kasidelerin yorum ve açıklamaları yapılmıştır ama, en çok vezir-i âzam
Köprülüzâde'nin Şeyhülislâm Feyzullah Efendi için yazdığı kaside
yorumlanmıştır (NOT: 11),
Vahdetnâme (52), Esbabnâme (53), Sergüzeştnâme (54),
(43)
(44)
(45)
(46)
(47)
(48)
(49)
(50)
(51)
(52)
(53)
(54)
İstanbul'da 1155 (1742) yılında yayınlandı,
Bürhan-ı kafi. 1241 (1799)'de yayınlandı.
Lehce't-ül Lügat, 1210 (1795) *da yayınlandı.
Şeyhülislâm İsmail Âsim Efendi. 1170'de öldü.
Râsim Efendi. Ölümü 1167 (1753).
Nazmizâde Murteza. Ölümü 1133 (1720).
Subhi. Ölümü 1101 (1689).
Talib. Ölümü 1115 (1703).
Nakşı. m. Mustafa'nın sır kâtibi. Ölümü 1178 (1764).
Vahdetnâme. îshak Hoca, ölümü 1180 (1766).
Esbabnâme (Atlar için), Süleyman Daniş. Ölümü 1162 (1748)..
Sergüzeştnâme, Bursa Müderrisi. Ölümü 1143 (1730).
336
HAMMER
Bülbülnâme (55), Baasnâme (56), Serinâme (57), Firuznâme (58),
Pendnâme (59) gibi didaktik şiirler yazılmış, Farsça'dan Nasihatnâme
(60)'nin beş tercümesi yapılmıştır. Gül-sad berg, Hz. Peygamber'e
bir övgüdür. Âşıkların Sırdaşı ise aşk maceralarını anlatır.
Şair Nâbi, Vehbi ve Remzi, Nasihatnâme'yi şiir halinde yazdılar.
Bunlardan, Osmanlı tarihçilerinden ve Mirkand, Kan-demir, Ibn-ül
Cüzi, Ibn-ül Aynı, tbni Haldun ve Îbni Halikan tarihlerinin
tercümelerini anlatırken de söz etmiştik.
Bu devirde bazı biyografi ve topografi eserleri de yayınlandı,
örnek olarak şairlerin, şeyhülislâmların, vezirlerin, kaptan paşaların,
hattatların, musikişinasların (NOT: 12) biyografilerini (tezkirelerini)
sayabiliriz. Hac seferi vesilesiyle yazılan seyahatnamelerde de
Mekke, Medine, Şam, Kudüs ve Tebriz (NOT: 13) tanıtılmıştır.
Çeşitli bazı konular da «Külliyat» başlığı altmda toplanmıştır. Bunlar
arasmda Şair Nâbi ve Vehbi, nâsir Osmanzâde Taib, Alâaddin Sabit
ve Şeyh İsmail Hakkı Efendi yer alır. Eşref Abdurrahman Efendi ise
İlim Kaynakları başlığını taşıyan bir kitapla Milletlerin Tabakaları
Hakkında Hikmetler Tezkiresi (61) adlı bir eser yazmış ve bunda
Arap, Fars ve Türk milletlerini anlatmıştır. Bu eser, bu milletlerin
edebiyat tarihleri için olduğu kadar Osmanlı bibliyografyası için de
önemli bir kaynaktır.
Elhac İbrahim Hanif Efendi'nin oğlu tarafından yazüan Yeni
Eser (62) adlı tezkire, Hacı Kalfa'nın yazdığı büyük eserin bir
devamıdır. İbran imzâde Hanif'in tezkiresinde, Hacı Kalfa'nın
ölümünden sonra yazılan beş yüz kadar esere yer verilir. Osmanlı
edebiyatının bu abidevî eseri, meşhur sadrazam Râgıp Paşa’nın
öldüğü yılda tamamlandı.
Bülbülnâme. Şeyhülislâm Esad Efendi. Ölümü 1163 (1749).
Ba'snâme, Şeyhülislâm Vessaf Efendi. Ölümü 1166 (1752).
Serinâme. Eşref.
Firuznâme, Rami Efendi. Ölümü 1136 (1723).
Pendnâme.
Hammer «Gül sad bergı diyor, «Nasihatnâme» olsa gerek «Enis-ül Uşak»
diyor, «Gül Sad berg. olsa gerek. (Ç. N.)
(61) Tezkiret-ül Hikem fi Tabakat-ül Ümem.
(62) Eser i Nev.
(55)
(56)
(57)
(58)
(59)
(60)
OSMANLI TARİHİ
337
OSMANLI DEVLETİ'NİN SON ÜNLÜ
SADRAZAMININ YÖNETİMİ
Osmanlı împaratorluğu'nun en kudretli devlet adamlarından biri
olan Râgıp Paşa, 18. asrın 63. yılında öldü. 63 sayısı insan ömrünün
en önemli dönemlerinden birini oluşturur ve altı asırdan beri de
Osmanlı tarihinin çok önemli olayları 63'lü yıllara rastlar.
Türkler daha sonra «Tataristan Dobrucası» denilen bölgeye ilk
defa toplu halde 1263 yılında geldiler. Ondördüncü yüzyılda
Macarlarla yapılan meşhur Sırpsmdığı savaşı 1363 yılında oldu.
Onbeşinci yüzyılda, 1463'te Bosna'yı işgal ettikten ve kiralını
öldürdükten sonra Hexamilon (Korint) berzahmı geçip Mora'ya
girdiler. 1563 yılında Osmanlı kayıtlarına göre sel baskınlarının en
korkuncu meydana geldi ve İstanbul civarındaki bütün köprüleri
yıktı ve Kanunî Süleyman'ın hayatını tehlikeye soktu. Kanunî bu
olaydan üç yıl sonra Zigetvar önlerinde öldü. Onyedinci yüzyılın 63.
yılında Türkler Macaristan'ı bir defa daha işgal ettiler. Nihayet 1763
yılında Râgıp Paşa vefat etti.
Sadrazam Râgıp Paşa Sokollu ve Köprülülerin şan ve şöhretine
ulaşamamıştır ama, hayatma bir göz atacak olursak onun da hemen
hemen onlar kadar büyük olduğunu görürüz. Çünkü Râgıp Paşa, o
güne kadar Osmanlı Imparatorluğu'nu idare etmiş iki yüz kadar
vezir-i âzam içinde «en âlim» kişi olmakla kalmıyor, bu
imparatorluğun son büyük veziri, adına lâyık son vezir-i âzami
sıfatmı da hakkediyor. îşte bundan dolayıdır ki imparatorluğun
vakanüvisi ve sadrazam tezkirelerini yazanlar ona Sultan-ı Şuara-yı
Rum (63) ve Sadr-ül Vüzera (vezirlerin başı) (64) unvanını
vermişlerdir.
Defterhâne kâtiplerinden birinin oğlu olan Râgıp Paşa, îran
seferi sırasında, yirmibeş yaşında iken önce Tiflis sonra
(63) Sultanı Şuara-yı Rum. Cavit Ahmed Bey tarafından yazılmasına devam
edilen ve Râgıp Paşa ile başlayıp Yusuf Ziya ile biten tezkireye bakınız.
Yusuf Ziya'nın idaresinde Bonapart tarafından işgal edilen Mısır tekrar
Osmanlı hâkimiyetine geçmişti.
(64) Sadr-ül vüzera. Vâsıf, s. 223".
Hammer Tarihi, C: VIII. E: 22
338
HAMMER
Revan'da, alınan toprakların deftere kaydı işi için vali mektupçusu
oldu ve burada, ordu seraskerlerinin yanmda defterdarlık, sonra reisül küttaplık görevlerinde bulundu. Onun bilgisini ve idarecilikteki
kabiliyetin, tam olarak anlayan ve takdir edenlerin başmda Tebriz
seraskeri Hekimzâde Ali Paşa ile Bağdat seraskeri Ahmed Paşa gelir.
Bu. paşalar onu candan desteklediler ve teşvik ettiler. Ahmed Paşa,
Râgıp Paşa'ya, kendisi için yazdığı bir kasideye armağan olarak
yirmi bin kuruş verdi.
Yedi yıl sonra İstanbul'a dönen Râgıp Paşa mâliye tezkıreciliğine getirildi. Burada sadrazam mektupçuluğuna tayin edilerek
iran'la yapılan barış görüşmelerine katıldı. Daha sonra
Niemirow'deki müzakereleri ve bunun sonucu olan meşhur Belgrad
anlaşmasında da bulundu. Bu görevlerde gösterdiği başarılardan
dolayı reis-ül küttaplığa tayin edildi. Reis-ül küt-taplıktan alındıktan
sonra sırasiyle Kahire, Aydın ve Halep valiliği yaptı. Nihayet Halep
valiliğinden sadrazamlığa getirildi ve bu görevde (ölümüne kadar)
altı yıl kaldı.
Halep valiliği sırasında bu şehire bir köprü ve yeni bir kale
yaptırdı. Sadrazam olarak istanbul'da bir kütüphane, bir mektep,
kendi parasiyle bir çeşme ve birçok bina yaptırdı. Yazılı eserleri
Kanunî Sultan Süleyman'ın sadrazamı Lûtfi Paşa'-nın eserlerinden
daha azdır ama, gerek işlediği konulara vâkıf olması ve bu
konulardaki derinlik, gerekse üslûp bakımından daha üstündür ve asıl
kalıcı eserleri de yaptırdığı binalar değil bunlardır.
Râgıp Paşa'nın Iran klâsiklerinden de iki tercümesi vardır ki
bunlardan biri Mirkand'ın (65) «Cihan Tarihi», diğeri de büyük âlim
sadrazam Abdürrezzak’ın (66) «Tatar Tarihi» '-dir. Fakat bu
tercümeler tamamlanmamıştır. Zaten bu işe üslûbunu geliştirmek
için başladığı da söylenmektedir. Veysi'-nin eserini örnek alarak Hz.
Peygamber'in zaferlerini anlatan bir tarih kitabı yazma işine de Ali
Hekimzâde'nin teşvikle-riyle girişmiştir. Maalesef bu eser de
tamamlanamamıştır.
Yukarıda da her vesile ile belirttiğimiz gibi, Nâdirşah ile
(65) Ravza't-üs Sefa (Sefa Bahçesi) adlı eser.
(06) Matla-üs Sa'deyn ve Mecmua-ül Bahreyn (İki uğurlu yıldızın doğduğu ve
iki denizin birleştiği yer) adlı Farsça yazdığı eser.
OSMANLITARİHİ
339
yapılan anlaşmanın müzakereleri (67), hükümdara sunduğu telhisler
(özetler) (68) ve Belgrad'ın fethi ile ilgili (69) tarih kitapları da vardır.
Divanının baş tarafında, Bağdat valisine sunulan yüz beyitlik bir
kaside ile (70), Şeyhülislâm Esad ve Asım Efendiler için yazılmış
kasideler, Vezir-i âzam Ali He-kimzâde'nin çadırı ve camii,
Belgrad'ın fethi ve Hibetullah Sultan ile Şahsultan'ın doğumları için
tarih düşüren beyitleri bulunmaktadır. Ünlü İran şairleri Şevket ve
Saib ile, ünlü Türk şairi Nâbi'nin gazellerini en güzel ve en yüksek
seviyede bir felsefi görüşle açıklar (NOT: 14).
Râgıp Paşa'nın şaheseri hiç şüphesiz Sefinet-ül Ulûm adlı
eseridir. Bu eser, Arapça'dan yapılan nesir ve şiir seçmelerinden
oluşur (71). Bu eserden söz eden tarihçi Vâsıf şöyle diyor: «Bu
gerçek bir edebiyat gemisidir. Arap dilinin tükenmez hazinesinden
alınan altın külçelerle yüklüdür.»
Râgıp Paşa bütün bu eserleriyle, klâsik ve çağının modern bir
müellifi olarak, tarihçi Vâsıf'ın onu göklere çıkaran övgüsüne lâyık
bulunmaktadır. Tarihçi Vâsıf onu, keskin- görüş ve muhakemesi ile,
İbni Ayaş ile bir tutar. Düz yazıları ve mısraları ile onu ikinci bir Ebu
Nuvas olarak görür. Tarih kitabındaki üslûbu ile Veysi ayarında,
tezkirelerinde ise Nergisi ayarında olduğunu söyler. Yine tarihçiye
göre o, filozof olarak ikinci bir Eflâtun ya da ikinci bir Aristo'dur.
Osmanlıların gözünde o bir İnsan-ı kâmil'dir.
Avrupalı tarihçi, bu övgünün hakkedilmesi sorumluluğunu Türk
tarihçisine bırakarak, Râgıp Paşa'yı mükemmel bir devlet adamı
olarak görmek ve bununla yetinmek zorundadır. Fakat insan olarak
pek mükemmel değildir ve gerçeğe olan sevgisini yitirmiştir. Sadece
görünüşte samimidir, aslında riyakârdır. Bu gerçekten çok bilgili
olan ve kendi değerini
(67)
(68)
(69)
(70)
Tahkik et Tevfik.
Telhisat (Özetlemeler).
Fethiye i Belgrad.
Sefinet-ül Râgıp. Bu çok değerli eserin nüshaları yalnız İstanbul ve Viyana
kütüphanelerinde bulunmaktadır.
(71) Bu eser için Râgıp Paşa'ya verilen armağan 20 bin kuruştur. Bu, 10 bin duka
altını demektir. Avrupa'da hiçbir yayınevi hiçbir esere bu kadar yüksek telif
hakkı ödememiştir.
340
HAMMER
bilen devlet adamı, idarenin dizginlerini tam olarak eline alabilmiştir.
Şunu da belirtmek gerekir ki, Râgıp Paşa bir numaralı temsilcisi
olduğu milletinin menfaat ve itibarını korumak, bu bakımdan
hedefine ulaşmak için, mümkün olan her çareye başvururdu, iran'la
yapılan barış müzakerelerini anlatan tarih kitabı, diplomatik üslûp
için örnek gösterilebilir. Bu üslûp o kadar rahat, aynı zamanda o
kadar ustalıklıdır ki, Osmanlı diplomatik lisanmı bilenlerin
hayranlığını haklı olarak kazanır.
Râgıp Paşa ince zekâlılığını ve becerikliliğini yalnız diplomatlık
mesleğinde değil, sadrazamlığında da göstermiştir. Prusya ile dostluk
anlaşmasmı sadrazam sifatiyle imzalamıştır ve bu devletle tedafüi ve
tecavüzî bir anlaşma yapmayı da yine sadrazamlığı zamanında teklif
etmiştir. Avusturya ile barışm bozulmasma da hiç şüphesiz Prusya
ile olan bu anlaşma sebep olmuştur. Prusya ile tedafüi ve tecavüzî
amaçlı bir anlaşmanın gerçekleşmesine Râgıp Paşa’nın ölümü engel
oldu ve bu da Avusturya'nın çok işine yaradı.
Belgrad anlaşmasmm süreli olmaktan çıkarılıp sürekli bir barış
haline dönüştürülmesi teklifini, bu barışı bozma niyetinde olduğu
için, teamüle aykırı olarak reddetmiştir ve bu da İstanbul'daki
Avrupalı elçiler arasında söylentilere yol açmıştır. Bu söylentilere
göre, Avusturya ile yapılan yirmiyedi yıl süreli bu anlaşmanın süresi
dolmak üzereydi ve yenilenmeyecekti.
Râgıp Paşa’nın, Avusturya aleyhine Prusya ile yapmak istediği
ittifak projesi, onun ölümüyle gerçekleşemedi. Belki Râgıp Paşa
yaşasaydı da gerçekleşmeyecekti. Çünkü Sultan III. Mustafa
Avusturya ile barış taraftarıydı. Sultan'ın arzusu hilâfına bu ittifakı
kurmak istemesi azline sebep olabilirdi.
Sebep ve sonuç ne olursa olsun şurası muhakkak ki, Râgıp Paşa
II. Frederik'in projelerini .benimsemişti. Fakat, Frede-rik gibi o da
bir edib ve şair idi ama, onun gibi bir asker değildi. Bu bakımdan,
Osmanlıların anlayışına göre o, mükemmel bir sadrazam
sayılamazdı. Mükemmel olabilmesi için, kılıcını da kalemi kadar
ustalıkla kullanabilmesi gerekirdi.
OSMANLI TARİHİ
341
İlim ve edebiyattaki üstünlüğü ile Osmanlı sadrazamları arasmda
en ön sırada yer alan Râgıp Paşa, âlim ve şairlerin en büyük
koruyucusu olmuş, her fırsatta onları teşvik etmiş ve
ödüllendirmiştir. Şunu da belirtmeliyiz ki âlimler, şairler ve hattatlar
arasında terfi ettireceği, teşvik edeceği ve mükâfatlandıracağı
kişileri, kamuoyunu temsil eden basmdaki övgülere veya eserlerin
kendisine ithaf edilmiş olmasma göre değil, gerçek değerlerine göre
bizzat tespit ederdi. Çünkü o bu konularda en doğru hükmü
vereceğine (haklı olarak) inanıyordu ve sanatkârları milletin en
güzel, en değerli süsleri olarak görüyordu.
Râgıp Paşa Osmanlı împaratorluğu'nun en başarılı sadrazamı ve
insan olarak en kusursuz olanı değildir ama, her zaman en büyük
devlet adamlarmdan biri olarak kalacaktır ve «büyük» sıfatına lâyık
vezirlerin (şu güne kadar) sonuncusu görünmektedir.
YETMİŞÎKİNCİ KİTAP
Hâmid İlanıza Paşanın altı ay sinen sadrazamlığı- —Aziller ve yeni tayinler. — Bahir Mustafa Paşa sadrazam
oluyor. — Ölenler, «Kâmil» ve «Sinek» Paşalar. — Kaptan Paşa ve Sadrazam, Padişah'a damat oluyorlar. —
Bağdat, Yanya ve Kıbrıs olayları. — Selim Giray Kırım
Hanı oluyor. - Gürcistan'da karışıklık. — Sadrazamın azli
ve idamı. — Avrupa ile ilişkiler, Prusya ve Polonya elçiîeri.
— Rusya, Avusturya ve Toskana elçileri. — Muh-sinzâde
Mehmed Paşa iktidarı devralıyor, — Bir şehzade doğuyor.
— Şehzadenin ilk dersi. — Padişah huzurunda ilmi tartışma.
- Büyük deprem. — Kıbrıs olayları. — Gürcistan'da iç
savaş. — Mısır'da Ali Paşa olayı. — Arabistan'da
karışıklık. Su bendi (baraj) inşaatı, — Donanma denize
açılıyor. — Divan toplantıları. — Meşhurların ölümü. —
Kırım Hanı'nın ve Şeyhülislâmın azilleri- - Büyük
yangın. — Mısır'da karışıklık. —- Medine'de gerginlik. —
Gürcistan ve Karadağ olayları. — Padişah yönetimi ele
alıyor. Şahsultan'ın nişanlanması. — Önemli kişiler
ölüyor. — Saray hekimi Ghobis. — Bâb-ı Ali ile Fransa
ve Rusya elçileri arasında nota teatisi. — Sadrazam
azlediliyor. — Yeni Sadrazam: Hamza Paşa. — Rusya'ya
savaş ilânı. —: Kırım Hanı, Sadrazam, Şey-hülislâm,
Kaptan Paşa ve Bâb-ı Âli tercümanı değiştiriliyor. —
Asker toplanıyor. — Bazı Avrupa devletleri Bâb-ı Âli'ye
nota veriyor. — Sancak ı şerif açılıyor.
HÂMİD HAMZA PAŞA'NIN ALTI AY SÜREN
SADRAZAMLIĞI
ÂMİD Hamza Paşa, Niğde sancağına bağlı Develihisar
kazasından gelmiş bir tüccarın oğludur. Otuz üç yıl önce, Râgıp
Mehmed Paşa sadaret mektupçusu iken, sadaret mektubî
kalemine onun başyardımcısı olarak girmiş ve bu görevde on yıl
kalmıştır. Râgıp Paşa reis-ül küttap olunca, ondan boşalan sadaret
mektupçuluğuna getirilmiş, on yıl da bu görevde kaldıktan sonra
reis-ül küttap olmuştur. Sonraki yıllar-
H
OSMANLI TARİHİ
343
da üç defa sadaret kethüdalığına getirilmiş ve bu arada def-ter-emini,
ruznâmeci, çavuşbaşı, nişancı ya da tuğracı (tevkiî) olarak görev
yapmıştır. Daha sonra vezirliğe terfi etmiş ve kendisine Selanik
sancağı has olarak verilmiştir.
Hamza Hâmid Paşa, hâmisi Râgıp Paşa'nın sadareti sırasında
onun güvenini kazanmış olmasının bütün nimetlerine kavuşmuştur.
Râgıp Paşa'nın ona olan güveni, kabiliyetinden ziyade uzun
idarecilik yıllarında gösterdiği sadakatten ileri geliyordu. Râgıp Paşa
hastalanınca, sadaret kaymakamı olarak ona vekâlet etti. Paşa
ölünce, böyle durumlarda her zaman olduğu gibi, bir hattı
hümâyûnla sadaret mührü kendisine verildi.
Râgıp Paşa'nın sadrazamlığı sırasında hazine geliri altmış bin
keseye ulaşmıştı. Bu paraya padişah yararına el konduktan kısa bir
süre sonra, o zaman Matbah-ı Âmire müfettişi ve Râgıp Paşa'nın
gözde kethüdası Acem Ali (Efendi) idam edildi. Prusya ile yapılan
anlaşmada onun gayretli aracılığı da olmuş ve II. Frederik ona
mükâfat olarak yarım milyon vermişti. İdamına, Kıbrıs'ta vergi
tahsildarı olarak bulunduğu sırada zimmetine para geçirmiş olması
sebep gösterildi. Suiistimalde onunla işbirliği yapmış olan sarrafı da
idamdan kurtulamadı (1).
Koca Râgıp Paşa Sultan III. Osman'ın sadrazamı iken, Üçüncü
Mustafa'nın sadrazamı olarak bu göreve devam etmişti. Hâmid
Hamza Paşa'ya ise bu makam miras kalmış gibiydi ve Râgıp Paşa'nın
ona her zaman güvenmiş olmasının sonucu olarak verilmişti. Az
sonra, nitelikleri bakımmdan bu makama pek lâyık olmadığı
anlaşıldı. İkinci adam olarak fevkalâde idi ama, devletin birinci
derecede sorumlusu olacak nitelikte değildi. Bundan dolayı, selefinin
altı yıl kaldığı sadrazamlıkta o ancak altı ay kalabilecekti.
Hâmid Hamza Paşa ile birlikte, görev süreleri kısa süren
sadrazamlar birbirlerini takip ettiler. Üçüncü Mustafa'nın bundan
sonra on yıl süren saltanat döneminde yedi sadrazam değişti.
<l) Vâsıf, f. 224'de, bu zatıfı adının «Kazir» olduğunu söylüyor.
344
HAMMKR
AZİLLER VE YENİ TAYİNLER
Ramazan aylarında İstanbul'daki ulemâdan başlıcaları Sul-tan'ın
huzurunda ilmî konuları görüşür, tartışırlardı. Râgıp Pa-şa'nın
ölümünden bir ay kadar sonra yapılan böyle bir münazarada, bu
ulemâdan Tatar Efendi nammda biri, Abdülmümin adındaki bir
meslekdaşma hakaret etti ve bu yüzden Bozcaada'ya sürüldü. Divanı Hümâyun hocalarından Abdülkerim Efendi de buna benzer bir ceza
gördü. Bu hoca, ele geçirdiği bir mirası gerçekten hakedip
hakketmediğini araştırmamıştı. Hakketmediği anlaşılınca Kıbrıs'a
sürüldü.
Ramazan Bayramı'ndan sonra padişahın görev değişikliklerini,
divan kaldılıklarına ve askerî makamlara yapılan tayinleri
onayladığını bildiren listeler yayınlandı.
Bu çeşitli görevler şu dört kategoriye ayrılıyordu: Eyâletler,
Menasıb-ı ilmiyye, Menasıb-ı Kalemiyye, Menasıb-ı Seyfiye.
Divanda yapılan değişiklikler arasında en Önemlisi, (Hacı) Abdi
Efendi'nin başdefterdarlığa tayini oldu. Reisefendi iken sertliği ve
kabalığı ile tanınmıştı. Onun yerini tersane kethüdası Rakım
Mehmed Efendi, Rakım Mehmed Efendi'nin yerini ise mabeyn-i
hümâyun müşiri Monlakçızâde Ali Ağa almıştı. Eski reis-ül küttap
Recai Mehmed Efendi de Monlakçı-zâde'nin halefi oldu.
Boğaziçi'nin Asya yakasında Amykos (bugünkü Beykoz)
körfezinde bulunan încirköy'deki kahvehaneler tamamen yıkıldı.
Çünkü burası fahişelerin ve sefihlerin toplandığı pis bir eğlence yeri
haline gelmişti.
Bu sırada bir buyrultu ile paralardaki altın ayarını düşürenlere,
kalpazanlara, ağır ceza verileceği de ilân edilmişti. Uzun süreden
beri dukaların ayarları bozulmuş, hakiki ağırlıklarını yitirmiş
bulunuyorlardı (2).
(2) Vâsıf s. 228'de, Tott ise I. s. 134'de, o zamanki para birimlerini şöyle bildiriyorlar: 1 kuruş 3 liraya; zolota, iki lira beş meteliğe; 1 para 6 mangıra; 1
gümüş veya seri mahbub 9 liraya eşitti. Bu gümüş para, Avrupa ile yapılan
ticarette değerinden yüzde 20 eksiğine muamele görüyordu.
OSMANLI TARİHİ
:Lj£
Hamza Hâmid Paşa’nın sadareti sırasında işte bu polisiye tedbir
ve tebliğlerden ve bazı yangınlardan başka, tarihî denecek önemli
olaylar olmadı (3).
BAHİR MUSTAFA PAŞA SADRAZAM OLUYOR
Hâmid Hamza Paşa azledilince sadrazamlığa Bahir Mustafa
Paşa getirildi. Bahir Mustafa Paşa da daha önce iki defa sadrazamlık
yapmıştı. İkinci sadrazamlığı Bâgıp Paşa'dan hemen önceki döneme
rastlar. Yani Râgıp Paşa onun yerine gelmişti (2 Ekim 1763 - 24
Bebiülevvel 1177).
Azledilen Hamza Hâmid Paşa'ya gelince, mallarına el konmadı
ve padişahın lûtfu ile Kandiye (Girit) valiliğine tayin edildi. Daha
sonra da Selanik muhassılı oldu. Bundan sonra Hanya
mutasarrıflığına ve tekrar Girit valiliğine getirildi. Son olarak vali
sıfatiyle Cidde sancağına gönderildi ve sadrazamlıktan azlinden altı
yıl sonra, hac sırasında Mekke'de öldü. Kabri burada, yabancılar
mezarhğındadır.
Tezkireci Cavid Efendi onun sadrazamlığı için şunları yazar:
«Onun sadrazamlığı sırasmda iyi veya kötü olarak hiçbir şey olmadı.
Böyle olduğu için de onun sadaretinde devlet yararına hiçbir sonuç
alınamadı, fakat Allah'ın kulları da ondan bir kötülük görmediler.*
Bir Osmanlı sadrazamı için verilen bu hüküm bir övgü değildir.
Yeni sadrazamın aldığı ilk tedbirler alışılmışın dışında idi. Daha
çok zulüm ve yolsuzluk yapan valilerle uğraştı, soygunları ve
isyanları önlemeye çalıştı.
Derya Kaptanı Süleyman Paşa, donanma personelinin dizginlerini elinde tutamayacak kadar yaşlı idi, ama bu kusurunun
dışında iyi bir vezirdi. Derya kaptanlığından emekliye sev-kedilerek
Rodos'a gönderildi ve burada kendisine uygun bir yer verildi. Onun
yerine Küçük Mehmed Paşa getirildi. Derya kaptanının kethüdası da
azledildi ve sonra yolsuzluklarının
(3) 8 Zilhicce 1176 (21 Mayıs 178S); Muharremin son günü 1177 (10 Ağustos 1763);
Vâsıf, s. 126-127.
346
HAMMEH
cezasını gördü. Bu kâhyaya adaları korsanlardan temizleme görevi
verilmişti. Fakat, korsanları yok edeceği yerde, ada sakinlerini ağır
vergilere bağlayarak mallarına el koymaya başladı. Hakkında
şikâyetler artınca Bâb-ı Âli işe el koydu ve araştırma sonunda
suçluluğu anlaşılınca idam edildi.
Sadaret kethüdası Kâşif Mehmed Efendi de azledildi, yerine
Recâi Mehmed Efendi atandı. Eski sadrazam İvaz Paşa'-nm oğlu Ali
Bey çuhadarbaşılığa, eski defterdar Abdi Efendi ikinci defa reis-ül
küttaphğa getirildi. Onun adaşı olan eski Bağdat Valisi Abdi
Paşa'nın, yeniçeri yamaklarına karşı aşırı sertliğinden dolayı «üç
tuğlu paşa» unvanı alınmış bulunuyordu. Bu unvan iade edildi.
Sadrazam Bahir Mustafa Paşa, son defa vali olarak bulunduğu
Halep'ten İstanbul'a dönerken Adana'ya uğramış, burada, eski Çeteci
Abdullah Paşa'nın kâhyası Beylerbeyi Salih Pa-şa'ya rastlamıştı. Ona,
hac kafilesinin güvenliğini sağlamakla görevli olduğu günlerde
kahramanlıklarından övgü ile sözedil-diğini, ama şimdi adının
duyulmadığına hayret ettiğini söylemiş, Salih Ağa da ona Farsça bir
kıt'a okuyarak cevap vermişti. Bu mısralar daha çok görev
verilmeyip atıl bırakılan kabiliyetler için söylenmektedir ve anlamı
aşağı yukarı şöyledir.-«Çok iyi su verilmiş mükemmel bir kılıcım,
ama beni alelade bir balta gibi kullanıyorlar» (4).
Sadrazam, seleflerinin ihmalini, ona üç tuğlu paşa unvanı ile
Cidde valiliğini vererek telâfi etti.
Emir-i Ahûr (imrahor) Ahmed Efendi de üç tuğlu paşa unvanı
ile Selanik valisi oldu. Aynı lütuf İbrahim Halil Beğ ile eski
sadrazam İvaz Paşa'nın oğlu Çavuşbaşı Ali Bey'e de gösterildi.
Arapların 'lezzet kaçıran' ya da 'tadını bozan' (5) dedikle(4) Serapa cevhercin çûn tîg-ı der kef-i gîtî
Zi men kâr ne-âyîd harba-i nâ-merd-râ mencin.
yani:
Ben, çok iyi su verilmiş bir kılıç gibi baştan ayağa bir cevherim,
Fakat elimden bir şey gelmiyor, çünkü nâmerdin elinde alelade bir balta
gibi kullanılıyorum.
(5) Harib-ül lezzet.
OSMANLI TARİHİ
347
ri bu yenilikçinin yaptığı diğer değişiklikler ölümler sebebiyle oldu.
ÖLENLER. «KÂMİL» VE «SİNEK» PAŞALAR
Kırım Hanı’ınn annesi hacdan dönerken «Âsi Hurma» denilen
yerde öldü. Osmanlı Devleti'nin en seçkin ve Sopa Salan, Kâmil
lâkapları ile tanınan vezirlerinden biri olan Ahmed Paşa ise Girit'in
Kandiye şehrinde vefat etti.
Ahmed Paşa çok güçlü, dev yapılı idi. Bu görünüşüne karşılık
çok zeki, nazik ve nüfuz kabiliyeti olan bir insandı ve bu haliyle
bütün fizyonomistleri, yani insanın karakterini yüzünden okuyanları
şaşırtıyordu. Çabuk kızan bir insan olduğu için ona Sopa Salan
demişlerdi. Oysa hiç sopa kullanmamıştı ve tek silâhı dili idi.
Aslında iyiliksever, barışçı bir insandı. Henüz bir oda yazıcısı olduğu
günden beri bir cübbe, bir seccade ve bir teşbih ile yetiniyor, bütün
gecelerini namaz kılarak, dua oku yarak geçiriyordu. Sultan Osman
zamanında reis-üi küttap-lık tevcih edildiği zaman, Ahmed Paşa,
kendisine «sopa salan» dendiğini ima ederek, «Kusuru olmayan bir
insanın
dedikoducuların
iğneli
sözlerinden,
iftira
ve
yakıştırmalarından kurtulması mümkün müdür?» demişti. O
zamandan beri de ona ikinci lâkap olarak kâmil yani kusursuz insan
demeye başlamışlardı.
Zeyneb Sultan'ın kocası seksenlik vezir Nişancı Küçük Mustafa
Paşa'nın lâkabı ise Sinek idi. Bu lâkap ona, alık görünüşlü ve zayıf
olmasından dolayı verilmişti. «Sinek öldü» (6) sözü ile ölümüne tarih
düşürülmüştür.
KAPTAN PAŞA VE SADRAZAM, PADİŞAHA
DAMAD OLUYORLAR
Mihrimah Sultan da üç yaşında ölmüş ve Lâleli Camii yanında,
ablası Hibetullah Sultanın yanma gömülmüştü. Bu ca(6) €Sinek Öldü» (Mâte'z zübâbu) kelimelerinde ebced hesabına göre harflerin
değerleri şöyledir : M = 40, A = 1, T = 400, A = 1, L = 30, Z F 700, B = 2, A
= 1, B = 2. Toplam: 1177 (M. 1763). Burada, yazıda var olan fakat telâffuz
edilmeyen 1 harfinin değeri de hesaba katılmıştır.
348
HAMMER
minin yapımı o günlerde tamamlanmış ve büyük bir merasimle
açılışı yapılmıştı. Caminin yapımı için harcanan para iki milyon
kuruştan fazla idi. Padişah, masrafın bir kısmını karşılamak
maksadiyle, hayatta kalan ve o tarihte henüz dört yaşında olan
Şahsultan'ı sadrazamla nişanladı. Râgıp Paşa'nın dul eşi Saliha
Sultan'ı da Derya Kaptanı Mehmed Paşa ile evlendirdi.
Sadrazam, kendisine verilen 'damad namzedliği' şerefine karşılık
çeyiz olarak nişanlısına, dört sepete doldurduğu kırk bin kuruş,
ayrıca kumaş alınması için yüzyirmi bin kuruş, ev eşyaları için yirmi
bin kuruş gönderdi.
Padişah, ölen ve hayatta olan iki kızı için Cigalazâde (Cağaloğlu) sarayının yanında iki saray yaptırmış ve bu sarayların inşaatı
da o günlerde tamamlanmıştı. Cigala ailesinin adı bu sarayla devam
ediyor. Tıpkı, Köprülü Sarayı'nın Bender Valisi Köprülü Ahmed
Paşa'nın adını yaşatması gibi.
Sadrazamın nişan törenini, oğullarının sünnet töreni takip etti.
BAĞDAD, YAN i A VE KIBRIS OLAYLARI
Sadrazam Bahir Mustafa Paşa, Yanya Beylerbeyi Süleyman
Paşa'ya da acımasız davrandı. Ona, baskı ve şiddet hareketlerine son
vermesi için birkaç defa yazmıştı, fakat emrine uyulmadığı için onu
idam ettirdi. "
Çaparzâde Ahmed Paşa'ya, Anadolu yollarında soygun yapan bir
levendler çetesine karşı harekete geçmesi emredildi ve bu haydutların
yüzaltmışı kılıçtan geçirildi. Geriye kalanlar Karaman'a sığındılar.
Karaman Valisi Abdi Paşa daha önce Belgrad'da^ yamakların
isyanını bastırmıştı. Ondan, Karaman'a kaçan haydutları tenkil etmesi
istendi. Evvelce Belgrad'da ayaklanan yamakları örnek alan
Bağdat'taki yamaklar da, müteveffa sadrazam Râgıp Paşa'nın adamı
olan Bağdat valisine karşı ayaklanmışlardı.
Son vali Süleyman Paşa'nın kethüdası Ömer Ağa'nın kışkırttığı
yamaklar yeni valiyi şehirden kovmuşlardı, Ali Paşa
OSMANLI TARİHİ
349
da bir hayli altın sarfederek ve vaadlerde bulunarak şehre tekrar
girebilmişti. Fakat, iyi yüreklilik maskesini çabuk çıkardığı için, az
sonra bütün garnizon ayağa kalkmış ve Ömer'i vezirliğe getirmek
için yamaklar (askerler) oybirliğiyle karar almışlardı. Bu karardan
sonra «Silâh başına! Silâh basma!» naraları bütün şehirde yankılandı.
Toplar dış tabyalara çekilerek vali konağına çevrildi. Vali karşı
koyamayacağını anlayınca konağı terkedip başka bir eve saklandı ve
orada birkaç gün kaldı. Ama âsiler onu buldular ve katlettiler.
Bundan sonra âsiler toplantı salonunda (7) bir araya gelerek
durumu müzakere ettiler. Burada birçok fikirler arasında Bağdad'ın
İranlılara teslimi fikri bile ileri sürüldü. Nihayet, Bâb-ı Âli'ye bir
dilekçe yazarak, kendilerine lütuf ta bulunulmasını, Ömer Ağa'nın
vali tayin edilmesini istediler. Savunmayı ve asayişi sağlayabilecek
kişinin, ancak burasını iyi bilen bir vali tarafından mümkün olacağını
söylediler.
Bu talep kurallara karşı idi. Ama zaruret karşısında padişah razı
oldu ve Ömer Ağa Bağdat valisi tayin edildi.
Eski Yanya valisi İsmail Paşa, halkın ısrarlı şikâyeti üzerine
azledilmiş, üç tuğlu paşa unvanı alınmıştı. Fakat daha sonra tekrar
görevine iade edilince, Valona (Avlonya) halkına adetâ savaş
açmıştı. Çıkan bir çatışmada bir kurşun isabetiyle öldü.
Egina (Aigina) adasında da dört sarraf idam edildi. Bu adanın
emîri, çıkan bir ayaklanmada öldürülmüştü. Emîrin ailesi katil olarak
dört kişiyi teşhis etmiş bulunuyordu (1 Eylül 1763.22 Sefer 1177).
Osmanlı kayıtlarında o dönemde daha başka büyük adamların
öldüğü de yazılıdır.
Reis-ül küttap Abdi Efendi, sarayda, Üzengi Ağası'nın yanında
kahve içerken beyin kanamasından (inmesinden) öldü. Onun yerine
sadaret kaymakamı Mehmed Emin Efendi tayin edildi. Mehmed
Emin Efendi'nin görevi de, Berlin'den elçilik görevini tamamlayarak
dönen Ahmed Resmî Efendi'ye veril(7) Dar-ün nedve.
350
HAMMER
di. Daha sonra Ahmed Resmî Efendi hakkmda ayrıntılı bilgi
vereceğiz.
Otuz yıl kadar önce bir yeniçeri ayaklanmasında ölen eski
sadrazam İbrahim Paşa’nın mühürdarı iken, önce defterdar sonra
reis-ül küttap olan müteveffa Abdi Efendi, bu görevlerde hem isim
hem servet yapmıştı. Ama işadamı olarak yaptığı isim hiç de iyi
değildi. Yazılı ve sözlü taahhüdlerini yerine getirmeyen, çok zengin
olmasına rağmen cimri, doymak bilmez bir adamdı.
Defterdarlıktan reis-ül küttaplığa atanan Mehmed Emin
Efendi'nin yerine Avni Efendi getirilmişti, ki bu tayin uğursuz
Çarşamba'ya rastlıyordu (çarşamba günleri uğursuz sayılırdı, ayın
son çarşambası ise en uğursuz gündü).
Sultan eşleri olan vezirler, yani Rumeli Beylerbeyi Muh-sinzâde
Mehmed Paşa ile Anadolu Beylerbeyi Silâhdar Mehmed Paşa, o
sırada İstanbul'da bulunuyorlardı. Padişah onlara görevlerinin başına
dönmelerini emretti.
Yine o günlerde, sarayın ve sadaretin en becerikli yöneticilerinden biri olan eski kahvecibaşı Nakşi Mustafa Ağa vefat etti.
Çalışkan, nazik ve cömert bir insandı.
Tabii ölümle ölen diğer bir ünlü de Mısır Valisi Ahmed Paşa idi.
Onun yerine Derya Kaptanı Hasan Paşa geldi.
Üçüncü Mustafa'nın kardeşi Şehzade Numan’ın henüz kırk
yaşında iken ölmesi büyük üzüntü yarattı (9 Ocak 1764 - 5 Recep
1177).
SELİM GİRAY KIRIM HANI OLUYOR
Bâb-ı Âli'ye Nogaylar tarafından empoze edilen (8) Kırım Hanı
Kırım Giray (9) azledildi ve Sakız Adası'nda sürgünde
(8) Siestrzencewiz, «Kırım Adası Kırallığı Tarihi» adlı eserinin 410. sayfasında
söz ediyor. Fakat Kleeman, Siestrzencewiz'in bildirdiği yerden hiç söz etmiyor. 1764'de hüküm süren Maksud Giray hakkında da bir şey bilmiyor.
Tott ise ‘ınaksud' ismini Selim Giray'a değil, Arslan Giray'a bağlıyor.
(9) Siestrzencewiz Kırım Giray'ı yanlış olarak Kerim Giray şeklinde veriyor.
OSMANLI TARİHİ
351
bulunan Selim Giray İstanbul'a çağrılarak Han olması ve Kırım'ın
idaresini tekrar ele alması istendi (10).
Bâb-ı Âli her yıl Kırım'a askerî harcamalar için elli bin kuruş
gönderirdi. Bu para geciktiği için Kırım Giray bütün adayı ayağa
kaldırmıştı. Bundan başka, Nogaylardan, azledilecek olursa kendisini
desteklemelerini istemişti. Bu yüzden azledildi ve Rodos'a sürüldü.
Han azledilince, Bâb-ı Âli'de onun himaye ettiği mabeynci Abdi
Efendi de tutuklandı, Yedikule zindanına atıldı ve bir süre sonra
idam edildi. Çünkü İsakçı'da mağazaları teftiş ederken halka ağır
baskı yapmıştı.
öte yandan Kıbrıs'ta da ayaklanma oldu ve adanın mu-hassılı Çil
Osman öldürüldü. Bâb-ı Âli bu olayı, yeni düzen kuruluncaya kadar
görmezlikten geldi. Vakanüvis Vâsıf a göre, cezaları başka bir zaman
verilmek üzere olay kaydedildi (11). O sırada Bâb-ı Âli Gürcistan'da
yoğunlaşan karışıklıklarla meşguldü.
GÜRCİSTAN'DA KARIŞIKLIK
O günlerde, yukarıda da söylediğimiz gibi, Gürcistan'daki
karışıklık had safhaya gelmişti ve birkaç yıl sonra Rusya ile
yapılacak savaşın sebeplerinden birini de bu karışıklık teşkil
edecekti. Bâb-ı Âli'yi çok meşgul eden bu olayların çıkış sebebi de
tam olarak tesbit edilememiştir.
Gürcülerin bir bölümünü oluşturan ve Türklerin «Açık-başlar»
dedikleri îmerler, Bâb-ı Âli'ye her yıl üç yüz kese vergi verecek ve
sayısını Ahıska Paşası'nın ya da Çı'dır Valisi'nin tespit edeceği
mikdarda esir göndereceklerdi. Bir süreden beri îmerler, dinlerine
aykırı olduğu gerekçesiyle esir göndermekten vazgeçmişlerdi.
Devletin vakanüvisine göre onları bu şekilde kışkırtanlar Ruslardı.
Merkezi Ahıska olan Çıldır eyâletinin son valisi Hacı Ah-med
Paşa bu şehirde Ayasofya modelinde iki cami yaptırmış
(10) Siestrzencewiz, bu hanın Maksud Giray olduğunu söylüyor, oysa Vâsıf s.
264'de Selim Giray olduğunu yazıyor.
(11) Vâsıf, s. 265'te «Vaktiyle gûşmal veya tedipleri zimmeti devlete deyn kaydolundu» diyor.
352
HAMMICR
ve Ahıska Kütüphanesfni kurmuştu. Daha önce de, söylediğimiz
gibi, bu kütüphaneye ait eserlerin yarısı bugün Saint-Pe-tersburg
(bugünkü Leningrad) müzesinde bulunuyor.
Hacı Ahmed Paşa, Açıkbaşlar'ın üzerine yürümüş, Lezgi-lerin
de yardımı ile onları vergilerini vermeye mecbur etmişti (1758).
Açıkbaşların prensi (Hanı) olan Salomon, alınacak vergiyi,
Tokat ve Bağdat karargâhlarına gönderilecek asker sayısını tespit
için müzakerelerde bulunmak üzere Ahıska'ya gelmişti. Prense, önce
hükümdarlara lâyık bir kabul gösterildi. Anlaşmalar bittikten ve
imzalandıktan sonra, prens, Ahıska paşası kethüdasının emrinde olan
üç bin Türk askerinin refakatinde memleketine gönderildi. Yolda,
Açıkbaşlar'ın prensi tebasına haberler uçurarak Türklerin kendisine
fena muamele ettiklerini bildirdi ve intikam alınması yolunda emirler
verdi. Bunun üzerine Açıkbaşlar (İmerler) prenslerine refakat eden
Türk birliğine bir gece baskını düzenlediler ve kethüdayı yakalayıp
bir kayalıktan aşağıya attılar.
İşte bu olay Ahmed Paşa’nın azline ve az sonra da bizzat
mabeynci Abdal tarafından uygulanan idam kararının verilmesine
sebep oldu.
Ahmed Paşa’nın yerine tayin edilen İbrahim Paşa, Bâb-ı Âli'den
aldığı talimata uyarak, Açıkbaşlar prensleri arasındaki taht
kavgasmdan yararlanmasını bildi. Prens Salomon'a baş-kaldıran
küçük kardeşinden yana olarak onu silah kuvvetiyle destekledi
(Kasım 1762). Yine bu vesileyle, onüç bin askerden oluşan bir
birlikle, Açıkbaş Hanlığı ülkesine (İmiretti Prensli-ği'ne) yürüdü.
Düzenli birlik, Açıkbaşlar'la yapılan savaşı kısa zamanda kazandı.
Birliği oluşturan yeniçeriler, levendler ve Kürtler arasında
uyuşmazlık çıkmasaydı, bütün o bölgeler kolayca hâkimiyet altına
alınacaktı. Ama, bir kısmı içeriye doğru ilerleyerek yağma hareketine
girişmek, bir kısmı da İmiret-ti'yi Bâb-ı Âli'ye tâbi kılmakla
yetinmek istiyordu. Yağma mak-sadiyle birlikten firar eden
Kürtlerden sekiz yüz kadarı karla kaplı derin çukurlarda ve
uçurumlarda öldüler. Bu şartlar altoda Ahıska'ya çekilmek zorunda
kalan İbrahim Paşa durumu bir raporla Bâb-ı Âli'ye bildirdi.
İbrahim Paşa’nın yerine Hasan Paşa Çıldır valisi ve aynı
zamanda Gürcistan seferi için serasker olarak tayin edildi.
OSMANLI TARİHİ
353
SADRAZAMIN AZLİ VE İDAMI
Mustafa Paşa'nın birbuçuk yıl kadar süren sadareti sırasında,
imparatorluğun her tarafında karışıklıklar ve ayaklanmalar artmıştı.
Bu durum onun azline sebep oldu. Sadaret mührü kendisinden
alınarak (30 Mart 1765 - 7 Şevval 1178), Rumeli Beylerbeyi
Muhsinzâde Mehmed Paşa'ya gönderildi.
Muhsinzâde İstanbul'a gelinceye kadar, Zeynep Sultan'ın kocası
olan Damad Mehmed Paşa sadaret kaymakamlığına getirilmiş ve ona
vekâlet etmiştir.
Yeni sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa, İstanbul'dan, onu
kıskanan selefi tarafından uzaklaştırılmıştı. Bir ay kadar sonra
başkente döndü. O geldikten sonra da mabeynci Kelleci Osman, bir
haseki ile birlikte Midilli'ye gönderildi. Vazifesi, sadareti sırasında
pek çok kelle uçuran Mustafa Paşa'nın kellesini getirmekti (Mustafa
Paşa azlinden sonra Midilli'ye sürülmüştü) .
Râgıp Paşa'dan dul kalan (ve sonra Kaptan-ı Derya Mehmed
Paşa ile evlendirilen) Saliha Sultan'ın kocasını, Mustafa Paşa,
nüfuzundan çekindiği için İstanbul'dan uzaklaştırmıştı. Vakanüvis
Vâsıf'a göre, Mustafa Paşa'nın idamma müessir olan odur. Hemen
idam edilmeyişine de halkın «Üç defa sadrazamlık yapan bir insanın
başı vurulamaz» şeklinde mırıldanması olmuştu. Sultan Osman'ın
ölümünden sonra üç saatlik kısa bir sürede, devletin tek hâkimi de o
olmuştu. Fakat yine Vâsıf'a göre, onun idamına, hazineden
zimmetine para geçirerek temin ettiği büyük serveti, samimi
olmayışı, padişah yönetimle ilgili bilgiler istediği zaman, ona doğru
haber vermemesi sebep olmuştur. Sadrazamların hayatlarını yazan
Tezkireci Ca-yid Efendi ise, olayı bir vecize ile özetleyerek, 'öldüren
öldürülür' diyor. Onun siyasî ihaneti için verilen cezayı da, bahtsız
Cem'i kardeşi Bayezid'in intikamı için teslim eden Mustafa Paşa'ya
verilen ceza ile bir tutuyor.
Bu benzetme, İstanbul'da bulunan elçiler arasmda korkunç
söylentilere yol açtı. Söylentilere göre, Şehzade Numan, sadrazamın
telkini ile Padişah Üçüncü Mustafa tarafmdan, tahta sahip çıkmak
isteyeceği endişesiyle öldürtülmüştü. Eğer durum
Hammer Tarihi. C: VIII. E: 23
354
MAMMER
böyleyse, Sadrazam Mustafa Bahir Paşa, ljahtsız Cemi zehirleyen
Kethüda Mustafa ile bir tutulabilirdi. Çünkü o da onun gibi hanedan
kanından olana ihanet etmişti ve yine onun gibi cellad eliyle hayatına
son verilmişti.
Bu iddiaların aslı olmadığını kabul etsek bile şunu söyleyebiliriz
ki, sanki Mustafa ismi hem sadrazamlara, hem padişahlara uğursuz
geliyordu. Devletin tarihini yazan vakanüvise göre, o güne kadar bu
ismi taşıyan on sadrazam ve o kadar da padişah veya tahtta gözü olan
şehzade vardı. Bu on sadrazamın yedisi idam edildi. Bunların
birincisi Cem'i zehirleyen Hoca Mustafa, ikincisi aptallığı yüzünden
idam edilen Lefkeli Mustafa, üçüncüsü Sultan İbrahim zamanında
sadrazam olari Kara Mustafa'dır. Dördüncüsü yine Kara Mustafa
admı taşır, IV. Mehmed zamanında Viyana'yı kuşatan sadrazamdır.
Boğularak öldürülmüştü. Aynı adı taşıyan beşincisi, IV. Mehmed'-in
devrilmesinde başlıca rolü oynamıştı, çünkü değersiz bakır paraları
basıp imparatorluğun her tarafına yayan odur. Altıncısı Köprülüzâde
Mustafa Paşa'dır ve Salankamen savaşmda ölmüştür. Yedincisi
saflığı ile meşhurdur (12). Belgrad onun yüzünden kaybedildi.
Sekizincisi meşhur Daltaban Mustafa Paşa, dokuzuncusu bu
bölümde sözünü ettiğimiz Bahir Mustafa Paşa'dır. Hepsi
öldürülmüştür. Onuncusu da Alemdar Mustafa Paşa'dır ki, çağımızda
yaşadığı için (yani bu kitabın yazıldığı çağda yaşadığı için) onun acı
akıbeti henüz hatıralardan silinmemiştir.
Üç defa sadrazamlık yapmış Bahir Mustafa Paşa'nın kesik başı,
onun Eyüp'te Nakşibendî dervişleri için yaptırdığı tekkenin
mezarlığına gömülmüştür.
Bahir Paşa'nın zamanımıza kalan bazı şiirleri, Hatırat'ı ve
padişaha yazılmış manzum arîzalan vardır (13).
(12) Tezkireci Osmanzâde, onun için «Gayet sâdedil ve umur-u sadarette racil»
(yani çok basit ve sadaret işlerinde bilgisiz) diyor.
(13) Sadaret tezkirecisi Cavid, Bahir Mustafa Paşa'nın sadaretinin son günlerinde,
padişaha yazdığı manzum arızasına örnek olarak aşağıdaki dörtlüğü
gösteriyor:
Sipihre gönderelüm nail-i bülendimizi
Cihande bildürelim bari kendimizi Bu
nazm ile varillimi hak-i pay-ı devletine Çok
oldu görmeyeli Bahir, Efendimizi.
OSMANLI TARİHÎ
355
AVRUPA ÎLE İLİŞKİLER, PRUSYA
VE POLONYA ELÇİLERİ
Şimdi, Râgıp Paşa’nın ölümünden sonra Bâb-ı Ali'nin takip
ettiği dış politika ile Hamza Hâmid ve Bahir Mustafa Paşaların
sadrazamlıkları sırasında Avrupa devletleriyle olan münasebetlere
bir göz atalım.
Râgıp Paşa, hastalığı sırasında divanda kendisini temsil etmek
görevini, daha ehil vezirler bulunmasına rağmen, Hamza Hâmid
Paşa'ya vermişti. Çünkü onu kendisi yetiştirmiş ve o da Râgıp
Paşa’nın siyasi doktrinlerini benimsemişti, Hamza Hâmid Paşa, altı
aylık vekilliği sırasında Râgıp Paşa’nın izinden hiç ayrılmadı,
Râgıp Paşa’nın ölümünden altı ay önce, 14 Ekim 1764'de: onun
Prusya ile yapmayı düşündüğü tedafüi ve tecavüzî (sa-vunma ve
saldırma) amaçlı tasarı, şeyhülislâmın lehte gayretlerine rağmen,
divan-ı hümâyunda reddedildi (14 Ekim, dört yıl önce Frederik H'nin
Avusturyalı general Daun'a mağlup olduğu Hochkirchen savaşının
yıldönümü idi, Bu günün uğursuzluğu, daha sonra kaybedilen ve
Prusya'yı çökerten İena savaşının kaybedildiği günden daha az
değildi).
Tasarının divanda reddedilmesinden sonra Râgıp Paşa,
Prusya’nın tam yetkili temsilcisi Rexin'e bir nota göndererek, savaşa
sebep olacak bu anlaşmayı kabul etmediğini bildirdi (14).
Râgıp Paşa’nın ölümünden sonra Hamza Hâmid Paşa'nın dış
ilişkilerle ilgili olarak yaptığı ilk iş, Berlin'e bir elçi göndermek oldu.
Bu elçi, fevkalâde bir misyonla gelen Rexin'in tekliflerine bir cevap
götürecek, onun kiralı adına padişaha sunduğu hediyelere, padişahın
verdiği hediyelerle karşılık verecekti (9 Mart 1764),
Türk elçisinin II. Frederik'e sunacağı hediyeler arasında kıymetli
taşlarla süslü bir sorguç, bir hançer, tabancalar, bir mücevher kutusu,
bir tütün tabakası, bir lazür kâse, altın kaplamalı kristal bir çay
takımı, pul bezemeli kutusu içinde bü(14) Penkler ve öbreskov'un raporlarından.
356
HAMMEft
yük bir çalar saat, yirmi beş librelik altın çubuklarla kaplı bir
çekmece, her biri onbeş aun boyunda (1 aun = 120 cm.) çok değerli
oniki parça kumaş, her birinin uzunluğu yine aynı olan değişken
renkli, saçakları yeni bir şekilde işlenmiş oniki parça kadife kumaş
vardı (NOT: 1). Bütün bu armağanların para olarak tutarı ise yirmi
bin kuruş idi (yani on bin altın).
Berlin'e ortaelçi sıfatiyle gidecek temsilci, daha evvel Vi-yana'ya
da elçi olarak gittiğini bildiğimiz Anadolu Muhasebecisi Ahmed
Resmî Efendi idi. Bu vesile ile Ahmed Resmî Efen-di'ye «nişancı*
unvanı verildi ve padişahın huzurunda kendisine bir kaftan giydirildi.
Temsil ettiği devletin şanına yakışır ihtişamda görünmesi için gerekli
eşya da hazine-i hümâyundan temin edildi. Bu eşyalar arasmda
kıymetli taşlarla süslü bir hançer de vardı ki, yalnız bunun değeri
yedi bin beş yüz kuruş idi.
Ahmed Resmî Efendi'ye verilen itimadnâmede, II. Frede-rik'e
«Prusya kiralı, Roma Imparatoru'nun mabeyncisi, ve Hersek ve
Prenç ve Silezya'nın dukası...» şeklinde hitap ediliyordu.
Elçiye oniki maddelik bir talimat verilmişti ki şu hususlarla
ilgiliydi: Polonya'dan geçerken Polonya hükümetine Bâb-ı Âli
tarafından daima himaye göreceklerinin teyidi, merasimle ilgili
hiçbir şeye itiraz etmemesi, maiyetindekilerin düzenli ve disiplinli
davranmaları, götürdüğü itimadnâmeleri ve sunacağı armağanların
listesini resmen kabulü sırasmda vermesi; Polonya kiralı öldüğü
takdirde alınacak tedbirler üzerinde Prusya hükümeti ile bir
anlaşmaya varması, Bâb-ı Âli'nin Rus ve Avusturya devletlerinin bu
ülkenin iç işlerine müdahale etmelerini asla istemediğinin
bildirilmesi; tedafüi ve tecavüzî bir ittifak tekliflerinde Bâb-ı Âli'ye
güvenmelerinin bildirilmesi; Sultan'ıh, Prusya ile Rusya arasında
imzalanan anlaşmayı Türkiye çıkarlarına aykırı görmediğinin
anlatılması.
Osmanlı elçisi görevini tamamlar tamamlamaz dönecek, günü
gününe tuttuğu ayrıntılı notlarla bir rapor hazırlayacaktı.
Ahmed Resmi, talimatnamenin özellikle bu son bölümünü en iyi
şekilde uygulamış, vazifesini yapmıştır. Vâsıf'ın yazdığı
OSMANLİ TARİHİ
357
tarih kitabmda onun raporuna oniki formalık yer verilmiş bulunuyor
(her biri dört büyük sayfa, yani kırk sekiz sayfa). Bugüne kadar
Osmanlı elçilerinin yazdığı en hacimli rapor hiç şüphesiz budur (15).
Frederik Il'nin olağanüstü savaşçı faaliyetini ve ordusunun
manevralarını anlatan bölüm, doğru olsa bile pek güzel değildir.
Viyana'da ilk elçiliği sırasında Viyana halkının sosyal hayat ve
eğlenceye düşkünlüğünü anlatan ayrıntılar için de aynı şeyi
söyleyebiliriz.
Rexin'e gelince, ona Prusyalı Delon müşavir olarak, Peter-son
ise sekreter olarak verilmişti. Râgıp Paşa'nın ölümünden sonra en iyi,
en faal iki ajanını kaybetti. Bunlardan birincisi sadrazamın kethüdası
Acem Ali Efendi, diğeri de Mollazâde Osman Efendi idi. Acem Ali
idam edilmiş, Mollazâde Osman Efendi ise İstanbul'dan sürülmüştü.
Prusya kiralının Kırım Hanı nezdindeki temsilcisi Bos-camp'a
hizmetlerine karşılık yarım milyon verilmiş, yani bu mikdara satın
alınmıştı ve Prusya'nın çıkarları için gayret ediyordu. Fakat Kırım
Hanı'nı kızdırdığı için bu görevden ayrılmış ve Polonyalıların
hizmetine girmişti (1764).
Rexin, imzalanan dostluk anlaşmasının sekizinci maddesine
dayanarak, bunu tedafüi ve tecavüz! bir anlaşma haline dönüştürmek
ve onbir maddeye çıkarmak için çok çalıştı (NOT: 2). Bu gayretleri
Penkler ve Vergennes tarafmdan engelleniyordu (16) ve Frederik'in
Bâb-ı Âli'ye kabul ettirmek istediği proje dördüncü defa başarısızlığa
uğruyordu.
Rusya, Rexin'in bazı sözlerini devleti için büyük hakaret sayarak, bu diplomatın geri çağrılmasını Prusya'dan istedi. Bunun
üzerine Prusya'nın İstanbul elçiliğine majör Zegelin tayin edildi.
Ahmed Resmî Efendi Berlin yolunda iken ve Polonya'dan
geçerken Kıral Auguste III öldü. Bu olayı Polonya'nın prima(15) Bu rapor, bu kitabın yazan tarafından «Resmî Ahmed Efendi'nin 1757 Viyana
ve 1763 Berlin Elçilik Notları» adlı kitabında yayınlanmıştır.
(16) Padişah, Rexin'in müracaatına yazdığı hattı şerifte, «Şeyhülislâm Efendi'ye
gitsin ve baksın» diyordu.
2
358
HAMMER
sı VVladislas Alexandre Ponian de Lubna Lubienski iki resmî
mektupla padişaha ve sadrazama bildirdi (5 Ekim 1763).
Bu durumda, Prusya, ve Rusya'nın Polonya işlerine karışmalarına karşı çıkan grubun (partinin) şefi olan Başkomutan
Branicki, kendisine sadrazamla doğrudan doğruya haberleşmeye izin
veren eski bir haktan yararlanmak istedi: Albay Stankewicz'i tam
yetkili elçi sıfatiyle Bâb-ı Âli'ye gönderdi (17). Ayrı bir mektupla da
sadrazam oluşundan dolayı Mustafa Pa-şa'yı tebrik etti (18).
Sadrazam, Polonya primasının mektubuna cevap vererek,
kendisine kıral Auguste IH'ün ölümünü bildirdiği için iltifatlı
sözlerle teşekkür etti ve ona padişahın, Polonya'nın hürriyetlerine,
bağımsızlığına saygı duyulmasını istediğini, başka sarayların bu
ülkenin içişlerine müdahale etmesinden kaygı duyduğunu bildirdi
(19).
Mustafa Paşa, Branicki'ye, Osmanlı elçisi Resmi Ahmed
Efendi'ye gösterilen iyi kabulden dolayı da teşekkür ediyordu (20).
Başka bir mektupla Branicki'nin, sadrazam oluşundan dolayı
kendisini tebrik etmesine, iltifatlarına, gösterdiği dostluğa ve
özellikle onun Karlofça anlaşmasmda hiçbir değişiklik olmayacağına
dair verdiği söze teşekkür etti. Böyle bir mektup elçi Stankiewicz'e
daha önce de verilmişti ama o daha çok elçinin, Poniatowski
(Ponyatovski)'nin seçilmesiyle ilgili taleplerine cevap mahiyetinde
idi. Bu mektup geri alındı ve Poniatowski'nin seçilmesiyle ilgili
pasaj çıkartılarak tekrar verildi (NOT: 3).
Öte yandan Rusya'nın gönderdiği elçi ile Prusya'nın daimi elçisi,
Bâb-ı Âli'ye birlikte yazdıkları bir muhtıra verdiler.
(17) Litterae Joannis Comitis Branicki Castellani Cracoviensis, supremi exercituum Polonarum ducis, ad Serenissimum vesiriurrj. Varşova, 22 Kasım 1763.
(18) Mektubun mahiyeti Lâtince olarak uzun uzun anlatılıyor.
(19) Sadrazam Mustafa Paşa'nın Polonya Kırallığı primasına yazdığı mektubun
tercümesi Viyana arşivindedir. Bu mektupta şu pasaja dikkat çekiliyor:
«îrade-i şahanemiz . odur ki, Polonya Cumhuriyeti hakkı olan imtiyaz ve
hürriyetlerine sahip olsun. Komşu ülkelerin sarayları bu hakların tamamına
saygı duysunlar ve asla onun hürriyetleri aleyhinde hareket etmesinler.»
(20) Sadrazam Mustafa Paşa'nın saray başkomutanına yazdığı mektubun tercümesidir.
OSMANLİ TARİHİ
359
Bu muhtırada, Polonya kiralının serbestçe seçilmesini istediklerini,
Fransa ve Avusturya'nın her türlü müdahalelerine karşı olacaklarını
bildiriyorlardı.
Fakat Varşova'ya doğru ilerleyen Rus birlikleri yaklaşınca,
Graudenz diyeti (meclisi) dağıldı. Bu durum, Polonyalı (Le-histanlı)
vatanseverlerin Osmanlı împaratorluğu'ndan yardım istemelerine
sebep oldu. Polonya'nın başlıca liderlerinden on-dördünün imzalarını
taşıyan bir dilekçe ve bu dilekçe ile birlikte Branicki'nin bir mektubu
İstanbul'a gönderildi (NOT: 4). Buna, elçi Stankiewicz de bir
muhtıra ekledi. Muhtırada, Polonya'nın Rusya'ya bağımlı hale (21)
düşme tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğu ve padişahın bu olaya
yakın ilgi göstermesi isteniyordu.
Branicki'nin temsilcisi, Bâb-ı Âli'ye daha evvel sunduğu bir
muhtırada, Rusya ve Prusya elçilerinin çevirdikleri entrikaları,
bunlarm Osmanlı İmparatorluğu için tehlike teşkil ettiklerini
bildirmişti (22).
Bu uyarı karşısında ve ondört Varşovalı vatanseverin imzaladığı
mektuptan birkaç gün sonra, Bâb-ı Âli, Prusya ve Rus(21) 16 Mayıs 1764 tarihli muhtıra. Bâb-ı Âli, Rus taraftarlarının meclisi, seçimi
ve tahtı denetimleri altına almak ve böylece vatanseverlerin direnişlerine
rağmen bütün kanunları ve kırallığm esasını değiştirmek istediklerini
bilmiyor değillerdi.
(22) Muhtıranın mahiyeti şudur: «...Prusya kiralı bu oyunlarına, şimdi bir gruptan
yana olmak tehlikesini de ilâve etmiş bulunuyor. Bu grup ya da parti, uzun
zamandır Ruslara bağlı bir aileden oluşuyor. Şu son günlerde sınırlarımızı
kuşatan birliklerden kuvvet alarak cür'etini arttırmış bulunuyor ve temel
kanunlarımıza aykırı olarak şiddetle hareket ediyor. Vaadlerine rağmen Rusya
da bu kanunlarımıza saygı göstermiyor. Son savaştan beri Polonya'da kalan
Rus birliklerinin çekilmesini defalarca istediğimiz halde, bunları çekmiyor.
Mazeret olarak da (silah ve gıda) anbarlarının korunmasını ileri sürüyor. Son
olarak Polonya Senatosu'na, Rus ordusunun Cumhuriyet topraklarını
terketmeyeceği bildirildi (Senato, Polonya'da sebepsiz yere bulundurulmayan
bu depoların korunacağını başkomutan vasıtasiy-le bildirmişti). Belli ki böyle
bir hareket, ülkenin bölünmezliği ilkesi ile bağdaşmıyor ve esas olarak
Polonya halkının boyunduruk altına alınmasını, kiralın yabancıların
emellerine hizmet eden bir kişi olmasını amaçlıyor. Böyle bir kıral,
anlaşmalarına sadık devletimize zararlı olacak hareketlere karşı gelmek için,
rahatını bozmayacak kadar kendi başına buyruk olacaktır ve devletimiz içi n
uygun değildir.
360
HAMMER
ya elçilerine, Fransız sefirine ve Avusturya ortaelçisine birer nota
vererek, Rus birliklerinin Polonya'ya girmesini protesto etmişti
(NOT: 5).
Aynı protesto notası Polonya elçiliği aracılığı ile Polonya
ordusu başkomutanına da gönderildi (23). Branicki bu notaya verdiği
cevapta, gösterilen ilgiye teşekkür ediyor, ama bunun, orduları
Varşova'yı abluka altında (24) tutan Ruslara menfi bit tesir
yapmasından endişe duyduğunu da belirtiyordu.
Bâb-ı Âli, Prusya ve Rusya elçilerinden ters yönde etkileniyordu. Zaten Polonya kiralının serbestçe seçilmesini desteklemek
için bir savaşa girecek değildi. Sadrazamın imzasiyle Polonya
vatanseverlerinin liderlerine bir mektup yazıldı. Güzel fikirleri, akıllı
görüşleri ihtiva eden bu mektupta, siviller arasında bölünmeyi ve
uyuşmazlıkları önlemeyi sağlayamazlarsa Polonya tahtının bir
yabancıya kalacağından endişe duyulduğu belirtiliyordu (NOT: 6).
Fransız sefirinin verdiği muhtıra, Rus birliklerinin Polonya'ya
girmelerini mevcut anlaşmaların açıkça ihlâli sayan Bâb-ı Âli
deklarasyonuna bir cevap teşkil ediyordu. Bâb-ı Âli buna, önceki
deklarasyonuna uygun bir cevap verdi. Fakat bu konuda yapılan
görüşmede, cevaba şu zıd görüşleri de ilâve etti: Bugüne kadar
yabancı birlikler Polonya topraklarına hep girmiş ve Polonya
cumhuriyeti karşı koymamıştır. Karlofça anlaşmasında da bugünkü
durum karşısında uygulanacak bir madde yoktur. Onun için bunu bir
müzakere konusu yapmak Bâb-ı Âli için onurlu bir tutum olmaz
(25).
Kont Vergennes bir mektupla Branicki'ye Bâb-ı Âli'nin şüpheli
tutumunu, birliklerini kendi sınırlarını savunmak için Özi
(23) Sadrazam Mustafa Paşa'nın Branicki'ye yazdığı mektubun tercümesi tarihsizdir. Ciuliani tarafından tercüme edilmiştir. Viyana Arşivi.
(24) Bu deklarasyonun Lâtince tercümesi dipnot olarak veriliyor. (Ç. N.)
(25) Çok muhterem dostumuz Fransız sefirine muhtıra (m£moire supreme):
«Apaçık görünen bir olay için delil aramak faydasızdır. Yabancı birlikler
Polonya topraklarına her zaman girmiş ve dostumuz olan bu Cumhuriyet, bu
birliklere karşı koymadığı gibi onları isteyerek kabul etmiş ve bunu bir
konukseverlik olarak göstermiştir. Bâb-ı Âli bu durumu dikkate alırsa, müdahalesi, dostumuz Polonya cumhuriyetinin hürriyet ve haklarına saygısız-
OSMANLI TARİH?
(Dinyeper) ve Turla
anlattı (NOT: 7).
(Dinyester)
361
nehirleri boyunda topladığını
Bu durumda, Bâb-ı Âlinin Polonya'ya yeni kıral seçilen Stanislas
Poniatowski'nin temsilcisini kabul edeceği anlaşılıyordu.
Gerçekten, Prusya'nın eski Kırım konsolosu Boscamp kısa bir
süre sonra geldi. Poniatowski onunla gönderdiği mektupta, kıral
seçildiğini Bâb-ı Âli'ye bildiriyordu. Sadrazam, Prusya ve Rusya
elçilerinin konuşmalarına kulak verdikten sonra, Stankiewicz'in
temsilcisine İstanbul'dan ayrılmasını tavsiye etti. Çünkü Bâb-ı Âli,
sınırda İstanbul'a gelmek için izin bekleyen ve yeni kiralın elçisi olan
Alexandroviç'i kabul etmeye karar vermişti, öte yandan Kırım Hanı
da yeni elçiye geçişin serbest olduğunu bildirmişti (26).
Arzusu hilâfına İstanbul'dan uzaklaştırılan Stankieviç, başkomutana verilmek üzere sadrazamdan bir de mektup aldı. Nazik
cümlelerle yazılan bu mektupta, Stankieviç'in kendi isteğiyle işinden
affedildiğini bildiriyor ve başkomutandan son seçimle ilgili olayları
Bâb-ı Âli'ye bildirmesini rica ediyordu (27) (Ağustos 1765).
Stankieviç'in hareketinden sonra, Aleksandroviç Osmanlı
lık olur. Bundan başka, Karlofça anlaşmasında, bu durumda alınacak tavrı
gösteren bir madde yoktur, onun için Bâb-ı Âli'nin olayı müzakere ve pazarlık
konusu yapması, dikkat ve ihtimam göstermesi yakışık almaz. Bâb-ı Ali... v.s.,
v.s.» (Viyana Arşivi).
(26) Aleksandroviç'in bir kabul vesilesiyle Boğdan Prensi'nden aldığı madalya için
Avusturya İmparatorluk Arşivi'ne bkz. «Boğdan Prensi Gregor Ghika'-nın
Polonya kiralı majestelerinin fevkalâde temsilcisi Ekselans Aleksandro* viç'e.
Bâb-ı Âli'ye giderken verdiği madalya...» 20 Mart 1766.
(27> Eski dostluğumuza, lütufkârlığınıza ve tam anlamıyla bir centilmen oluşunuza
güvenerek ve seyahati için gereken şeyleri temin ederek, kendisine dönüş izni
verdik- Dostumuz Cumhuriyet hükümetine yazdığımız, seçim ve hürriyet
hususlarıyla ilgili mektubumuza da henüz cevap almamış bulunuyoruz. Onun
için, bu hususların nasıl bir çözüme bağlandığını kesin olarak bilemiyoruz.
Dostumuz Cumhuriyet'in söz konusu mektuplara cevap vererek, olayların
gerçek yönleriyle anlatılmasını rica ediyoruz...»
(Sadrazamın Polonya başkomutanına yazdığı ve Albay Stankieviç'e 17
Temmuz 1765 günü verilen mektubun bir tercümesi.)
362
HAMMER
topraklarına kabul edildi, ama bu, Bâb-ı Âli'nin Poniatowski'yi
Polonya kiralı olarak tanıdığı anlamına gelmiyordu. Böylece Bâb-ı
ÂÜ Fransız sefiri ve Avusturya ortaelçisine de dolaylı bir teminat
vermiş oluyordu.
Yarım bir tedbir olan bu eski sistem aslında Osmanlı politikasının esası idi ve daha önce Kıral Auguste'ün (Ogüst'ün) elçisi
olan Stadniçki'yi de, tıpkı böyle, efendisini henüz resmen tanımadan
kabul etmişti (28).
Aleksandroviç Boğdan sınırında bir yıldan fazla bekledikten
sonra, nihayet, Prusya ve Rusya'nın da tahrikleriyle, Bâb-ı Âli,
Poniatowski'nin kıralhğmı tanımaya karar vermiş ve özel elçisinin
İstanbul'a gelmesine müsaade etmişti. Bu unvanla imparatorluğa
komşu üç devletin, yani Avusturya, Rusya ve Polonya'nın elçilerine
tanman ayrıcalıktan Polonya'nın yeni elçisi de yararlanmıştı. Elçi
İstanbul'a gelince, emrine, kendisinin ve maiyetinin kalabileceği bir
lojman, bir şeref muhafızı ve ev ihtiyacını karşılamaya yetecek kadar
para verildi. Para tahsisatı, Rus ve Avusturya elçilerine verilenden
bir kat fazla, yani günde iki yüz yirmi beş kuruş idi (29). Bu mikdar
eski bir
(28) 18 tarihli bu mektubumla, Babı Âli'nin bana bir gün evvel yazdığı mektubu
aldığımı bildirmekten şeref duyarım. Bâb-ı ÂU Polonya'da yapılan seçimi
tanıyıp tanımamak hususunda bir karar almadığını, açık ve ayrıntılı olarak,
hiçbir şüpheye mahal kalmayacak şekilde ifade etmektedir. Bununla beraber
yeni bir gelişme var. Umarım bu, daha kesin bir karar olacaktır ki normal
olarak bu hükümette pek görülmez. Sanırım bu görüşme, yine aynı 18. gün,
Padişah'ın huzurunda yapılan bir toplantıda alınmıştır: Elçilik sekreteri dün,
bana gösterdiği güven için Reisefendi'ye teşekkür etmek üzere Bâb-ı Âli'ye
gitmişti. Reisefendi nezaket cümlelerinden sonra, çok acele ve bir çeşit kaygı
duyarak, sekretere benim, Aleksandroviç'in buraya gelmesi için verilen izni
Poniatowski'yi Polonya kiralı kabul ettikleri şeklinde anlamamamı,
tanımalarının da şimdilik sözkonusu olmadığını bilmemi istemiş. Harp
halinde bulundukları bir devletin elçisini bile dinlemek gerekirken, uzun
zamandır sınırda bekleyen Polonya'nın yeni elçisini daha fazla bekletmenin
doğru olmadığını, kiralı tanıyıp tanımamaya ancak onu dinledikten sonra
karar verileceğini bildirmiş. Efendim, ben şunu anlamıyorum: Bir hükümdarın
hükümdarlığı tanınmazsa, onun adına görev yapan elçi nasıl kabul edilir?
Fakat Bâb-ı Âli bu tür örnekler vermekten hoşlandığı için, belki de bu, kıral
Ogüst HTün tahta çıkışında uyguladıkları usulün bir tekrarıdır.
(Vergennes'in 20 Temmuz 1765 tarihli mektubu.)
(29) İmparatorluk elçisi Penkler'e verilen günlük tahsisat önce 90, sonra 108 kuruş
idi.
OSMANLİ TARİHÎ
363
kanuna göre tespit ediliyordu ve Polonya elçilerinin maiyetle-ri de
Rus ve Avusturya elçilerinin maiyetlerine göre çok daha kalabalık
olabiliyordu.
Fakat, Polonya'ya Bâb-ı Âli'nin istemediği bir kıral empoze
edildiği için, onun özel elçisi de biraz soğuk karşılanmıştı. Padişah'ın
huzuruna kabul edildikten ve ilk resmî görüşme yapıldıktan sonra,
sadrazam Aleksandroviç'in tahsisatını kıstı. Böylece bir an önce
dönmesi istenmiş oluyordu. Zaten Stankie-viç'e gösterilen
muamelenin kendisine gösterilemeyeceği, buna dikkat etmesi
gerektiği münasip bir şekilde söylenmişti. Huzura kabul edilişinde
maiyetinin kılıç takmasma müsaade edildi. Oysa İstanbul'a gelişinde
buna izin verilmemişti. Fakat İstanbul'da kaldığı süre yararlanmak
üzere yaptırdığı altı kü-rekli bir yatı kullanmasına Bostancı Ali Paşa
müsaade etmedi. Fakat diğer elçilerin böyle birer yatları vardı.
Boscamps'a gelince, Bâb-ı Âli onun İstanbul'da diplomat
sıfatıyla kalmasına müsaade etmedi, çünkü Kırım'da konsolos olarak
bulunduğu sırada entrikaları ile Kırım Hanı'nı nasıl kızdırdığı henüz
unutulmamıştı.
RUSYA, AVUSTURYA VE TOSKANA ELÇİLERİ
Rusya İmparatoru III. Petro, tahta çıkışını Bâb-ı Âli'ye bildirmek
için Prens Daşkov'u özel elçi olarak göndermişti. Fakat Prens
Daşkov henüz Türkiye smırlarma ulaşmamıştı ki, bu defa Katerina
tahta çıkmış ve imparatoriçe olduğunu Bâb-ı Âli'ye bildirme görevini
Dolgoruçki'ye vermişti.
Padişah, tebriklerini imparatoriçeye sundu. Bu iş için seçilen elçi
Derviş Osman Efendi idi. On yıl önce III. Osman'ın cülusunu
bildirmek için Saint-Petersburg'a yine o gitmişti.
III. Petro, Avusturya ittifakından ayrılıp Prusya'ya yaklaşınca,
Bâb-ı Âli ile anlaşma müzakerelerini kolaylaştırmış oluyordu. Fakat
onun ve Râgıp Paşa’nın ölümü bu teşebbüsün süresiz olarak
ertelenmesine sebep oldu.
III. Petro, Bâb-ı Âli'ye, muhtemelen II. Frederik'in telkiniyle,
Tameşvar beyliğini işgal etmesini tavsiye etmişti (6 Mayıs
364
HAMMKR
1767). Râgıp Paşa, Prusya ile Rusya arasında ittifak imzalandığını
öğrenince, bu politikanın sağlıksız olduğunu bir tek kelime ile,
«çıkışsız» demek suretiyle belirtmişti. Bu onun açık ve ileri görüşlü
olduğunu, kendi döneminde Osmanlı politikasının ne kadar akıllı
yürütüldüğünü göstermeye yeter.
Rexin'in halefi Zegelin, Prusya ile Rusya arasındaki dostluğun
Osmanlı împaratorluğu'nu endişelendirecek kadar sıkı olmadığını
Bâb-ı Âli'ye anlatmaya çalıştı. Sonra, Rus elçisi Ob-reskov ile,
Polonyalı vatanseverler aleyhinde ard arda muhtıralar verdiler. Bu
muhtıraların birinde, siyasi meselelerin halli için çoğunluğun reyine
uymanın Polonya'nın ana yapısına, anayasasına aykırı olacağını,
bunları yok edecek bir yeniliğe yol açacağını ispat etmeye
çalışıyordu. Aynı zamanda Zegelin, Macaristan'da ve Viyana'da imâl
edilen Polonya'daki kışlalar ve çeklerle ilgili yalan haberlere Bâb-ı
Âli'nin dikkatini çekiyor, bunların Osmanlı devletine yönelik bir
harbin hazırlığı niteliğinde olduğunu iddia ediyordu. Bir yandan da,
Fransa elçisinin Bâb-ı Âli'ye ulaştırdığı haberler üzerinde şüphe
uyandırmaya çalışmaktan geri kalmıyordu.
O günlerde, Viyana'ya çağrılan Baron de Penkler'in yerine gelen
Brognard ise sadrazama teminat vermek için elinden geleni
yapmaktaydı.
Râgıp Paşa Prusya lehine Avusturyalılarla bozuşmayı düşündüğü için, Belgrad anlaşmasının sürekli bir anlaşmaya dönüştürülmesine engeller çıkarıyordu. Râgıp Paşa'nın ölümünden
sonra bu engeller ve güçlükler ortadan kalkmıştı. Belgrad
anlaşmasının yenilenmesi hususu Divan-ı Humâyun'da henüz bir
zaruret olarak görünmemişti ama, İmparator II. Jozef'in tahta çıkışını
bildirmek için gelen Brognard'ın itimadnâmesi-ne ve getirdiği
mektuplara verilen cevapta, padişah anlaşma için «müebbede» (30),
yani sonsuz süreli deyimini kullanmıştı. Bundan başka Penkler,
hareketinden önce Pera'da (bugünkü Beyoğlu)
yanıp yıkılan
Triniter Kilisesi'nin yeniden yapıl(30) Osmanlıca'da müebbede kelimesi, sadece bir nokta ilâve edildiği takdirde
müeyyede şeklinde okunur ki bunun da anlamı «kuvvetlendirilmiş, yardım
görmüş, zorlayan...» demektir. Türkçe metinde bu kelime her iki şekilde
okunacak gibi yazılmıştı.
OSMANLI TARİHİ
365
ması için bir de ferman almıştı ve bu vesile ile mâbed daha da
büyütülecekti (31).
Kendi metropolitenleri tarafından yargılanmayı reddeden bazı
Yunan tüccarları Viyana'ya yerleşmişlerdi. Onlara karşı eski Et
Pazarı'nda bir kilise yapılmasına karar verilince (Viya-na'da)
kararlarından vazgeçtiler. Bu müsaadeyi Vinaya'da elçi olarak
bulunduğu sırada Maurocordato almıştı (32). Fakat bu kilise ancak
otuzaltı yıl sonra metropoliten Moiz tarafından bitirilebilmişti (33).
Penkler, padişahtan, Sakız adasındaki katolikler lehine de bir
ferman almıştı ki bu, adadaki (ortodoks) Grekler tarafından sert bir
tepki ile karşılandı ve ada halk) arasındaki ikiliği nefrete dönüştürdü,
(34).
İmparator Jozef, Üçüncü Osman tahta çıkınca ona hiçbir hediye
göndermedi. Bunu da, insan hakları ilkesi gibi bir sebebe bağlıyordu.
Aslında nice zamandan beri Türklerle olan ilişkilerinde gözden kaçan
bir husus vardı. Bu da hükümdarların birbirine eşit davranmaları
gerekirken, Türk hükümdarlar o güne kadar onların kıralları tahta
çıkarken hediye göndermemiş, ama kendilerine gönderilmişti.
İmparator Jozef'in bu konudaki kararı, imparatorluk şansölyesinin raporuna bir çıkma halinde kendi el yazısıyla ilâve
edilmişti ve bu, kendi temsilcilerinin Bâb-ı Âli karşısında nasıl bir
tutum alacaklarını açıkça belli ediyordu. Bu kararla ve hükümdarlığı
sırasında yaptığı konuşmalarla Avusturya'nın takip ettiği politikaya
yeni bir yol açmış oluyordu.
Hükümdarlara hediye götürülmesinden yana olan Penkler, bu
hediyeyi götürene daha fazla iltifat edileceğini düşünüyordu.
Herhalde, bir ortaelçi olmasma rağmen, ikinci defa merasimle kabul
edilmiş, fevkalâde elçilere olduğu gibi kendisine de şeref muhafızı ve
tahsisat verilmiş olmasından çok memnun kalmıştı (Ağustos 1766).
Penkler'in padişaha hitaben yaptığı konuşma İtalyanca idi. Onun
yerine ortaelçi olan Brognard
(31)
(32)
(33)
(34)
1 Aralık 1762 (Avusturya İmparatorluk Arşivi'nden).
Buna, Privilegium Leopoldinum deniyordu.
1762'de. Penkler'in 1762 yılında yazdığı rapordan.
10 Eylül 1762. Sakız Adası için alman fermanların kopyası yazıya ekliydi.
366
HAMMER
İtalyanca konuşmuştu. Selefi gibi İstanbul'da o da merasimle
karşılandı. Kendisine kırk çavuş, yüzaltmış yeniçeri, her biri yaya
olarak dört at süren yabancı misyon şeflerinin yardımcıları refakat
ettiler (35) (24 Mayıs 1766).
Zegelüı de aynı şekilde karşılanmayı ve ikameti süresince
tahsisat verilmesini arzu ediyordu ama bu şeref ona verilmedi.
Brognard ona, kabulü sırasında itimadnâmesiyle birlikte, Arşidük
Leopold'un Toskana Grandükü sıfatiyle teslim ettiği mektupları da
sunması talimatını vermişti. Fakat bu mektupların kopyaları teamüle
göre Türk hükümetine daha önce verilmiş bulunuyordu.
Bâb-ı Âli, İmparatoriçe'ye aynı zamanda Toskana Gran-düşesi'
unvanı verilmesinden, grandükün ölümünden sonra Toskana'nın
tekrar Avusturya'ya bağlanacağının bildirilmesinden memnun
kalmamış, buna gücenmişti (NOT: 8). Bunun için ortaelçiye verilen
muhtırada sebebi anlatılarak itimadnâ-mesi ve mektupları kabul
edilmedi (3.6).
Bu muhtırada, Toskana ile yapılan ilk anlaşmanın, impa-ratoriçe
ile, Romalıların imparatoru olan kocası ile yapıldığı, Bâb-ı Âli'nin
Toskana ile doğrudan doğruya hiçbir münasebeti olmadığı, sunulan
iki mektup arasında da çelişki olduğu, im-paratoriçe ile oğlunun aynı
anda Toskana hükümdarı olamayacakları söyl eniyordu.
Bâb-ı Âli'nin bu itirazına Brognard'in verdiği cevapta şu bilgiler
yer alıyordu: Toskana grandüşesliği, İmparator Frari-çois tarafnidan
oğlu arşidük Leopold'a bırakılmıştır, fakat gran-dük unvanı da bu
sebepten başka birine bırakılmayacaktır.
Dört ay süren müzakerelerden ve açıklamalardan sonra,
imparatoriçe ve grandükle ilgili mektupların, bu hükümdarların
elçileri olan Kaunitz Prensi ve Botta markisi tarafından, resmi
kabulle sadrazama sunulması konusunda anlaşmaya varıldı (8 Kasım
1766).
(35) O zaman elçilik ataşesi olarak bulunan gençler Zahner, Sommerer, Adamı;
tercümanlar ise Bihn, Testa Biatteki idi. Türkçe bilen diğer gençler Klezl,
Racher ve Mouscha idi ki bunlar 1762'de tercüman olarak tayin edildiler
(Klezl Vafadin'e, Racher ise Thugut'un yerine Essek'e).
(36) Bu muhtıra. Brognard’ın 12 Ağustos 1763 tarihli raporuna eklidir.
OSMANLITARİHİ
367
Padişah imparatoriçeye, sadrazam ise Prens Kaunitz'e cevap verdiler.
Botta markisine cevap verilmedi. Bâb-ı Âli'nin görüş alanına giren Toskana
ile ilgili anlaşmanın yenilenmesi, Brognard'ın padişahın huzurunda
okuduğu bir nutukla sessizce geçiştirildi.
Üçüncü Mustafa'nın saltanatının bu döneminde, Bâb-ı Âli
tercümanları ile Avrupalı elçiler arasında aracılığı her zaman,
istanbul'da ilk basımevini kuran İbrahim Müteferrika'nın oğlu
İbrahim Efendi yapıyordu. Bâb-ı Âli tercümanı Ghika, Boğdan
voyvodasının sarayına verildiği için, onun yerine Hollandalı
Karaca'nın oğlu aynı sıfatla tayin edildi (Haziran 1766).
• Bu sırada, İngiltere'nin İstanbul elçisi Granville'in yerine lord
Murray geldi (13 Ağustos 1766). Danimarka elçisi Gahler de geri
çağrılmış, görev De Horn'a kalmıştı. Napoli elçisi Lu-dolf, Bâb-ı Âli
ile İspanya arasında bir dostluk anlaşması kurulması için çabalarını
sürdürüyordu. Venedik maslahatgüzarı Correr yerini Ruzzini'ye
bıraktı. O günlerde Hollanda elçisi Dedem idi.
İstanbul'a bu dönemde elçi gönderen ilk müslüman hükümdar
Tunus sultanı oldu. Tunus sultanı daha çok hacı ka-filesiyle ilgili
meseleleri görüşüyordu. Bundan kısa bir süre sonra Kandahar
(Afganistan) sultanı Ahmed Şah da bir elçi ile uzun bir mektup
gönderdi. Yüz seksen satırlık bu mektupla Afgan hükümdarı, daha
evvel Nâdir Şah’ın da istediği gibi, Mekke'de, Kandaharlı sünni
hacılar için bir cami yaptırılmasını istiyordu. Daha sonra, Karadeniz
kıyısındaki Lezgi hanlığından, hanın oğlu padişaha saygılarını
sunmak için geldi.
O günlerde, her taraftan, Bâb-ı Âli'den bir atıfet alabilmek için
gelen maceracılar çoktu. Biz bunların en meşhurları olan ikisinden
söz edeceğiz. Bunlardan biri Stuart'ların sonuncusu idi ve İngiltere
tahtında hak iddia ediyordu. Belgrad'a geçmiş ve burada müslüman
olarak ölmüştü, İkincisi, Fransız asıllı Pierre Robert de BassenK,ond
idi. Önce Portekiz sarayının hizmetine girmiş, burada istihkâm
albaylığına terfi etmiş ve son ra, vatandaşı Bonneval'in izinden
gitmek istemişti. Ama onun kadar ünlü ve kabiliyetli olmadığı için
bu teşebbüsünde başarılı olamadı. Bonneval ile tek ortak yanı, onun
gibi ihtida etmiş, yani müslümanlığı seçmiş olmasıydı.
368
HAMMER
MUHSİNZÂDE MEHMED PAŞA
İKTİDARI DEVRALIYOR
Yeni sadrazam İstanbul'a Bahir Mustafa Paşa'nın idamından tam
bir ay sonra geldi. Bu yeni sadrazam (Muhsinzâde Mehmed Paşa),
eski sadrazamlardan Muhsinzâde Abdullah Pa-1 şa'nın oğlu idi.
Abdullah Paşa yirmiyedi yıl önce (1737-1150) Ruslarla yapılan
Kartal savaşında Bender seraskerliğine getirilmiş, savaştan sonra
sadrazam olmuştu. Fakat dört ay sonra sadrazamlıktan azledilmiş ve
Cidde'de vali bulunduğu sırada ölmüştü.
Yeni sadrazam mesleğe kapıcı olarak başlamış, babasının
sadrazamlığı sırasında kapıcılar kethüdası olmuştu. Dokuz yıl sonra
Maraş valisi oldu. Bunu takip eden onsekiz yılda, onse-kiz Avrupa
ve Asya eyâletinde valilik, beylerbeyliği yaptı (37).
Osmanlı devletinin padişahlıktan sonra en yüksek makamı olan
sadrazamlığa ilk gelişinde üç yıl görev yaptı. Sonra üç yıl
uzaklaştırıldı. İkinci defa sadrazam olduğu zaman yine üç yıl görev
yaptı. Bu sırada, Osmanlı devleti ile Rusya arasındaki savaşı
Kaynarca barışı ile sona erdirdi.
Muhsinzâde Mehmed Paşa'nın ilk ve ikinci sadaret yılları,
Osmanlı İmparatorluğu'nu acı durumlara düşüren çok talihsiz
dönemler oldu. Birinci sadaret döneminde Gürcistan, Mısır ve
Arabistan'da karışıklıklar meydana geldi. İkinci dönemde Rusya ile
savaşa girildi ve bu savaştan Ruslar galip çıktı.
Muhsinzâde Mehmed Paşa'nın tayininden sonra Bâb-ı Âli ile
Rusya'nın İstanbul elçisi arasında açıklama istemek için yapılan ilk
görüşmeler, Kırım Hanı Selim Giray’ın şikâyetleri üzerine olçiu.
Selim Giray Rusların Kabartay'da kaleler, müs(37) 1. 1159 (1746)'da Maraş Valiliği, 2. Aynı yılda Bender seraskeri, 3. 1160
(1747) tekrar Marav? valiliği, 4. Aynı yıl Adana ve Anadolu'da eşkiya takibiyle görevlendirildi. 5. 1162 (1748)'de Hotin valiliği, 6. 1163 (1749) Özi
valiliği, 7. 1164 (1750) tekrar Özi valiliği, 8. 1166 (1752) İnebahtı muhafızlığı, 9. 1167 (1753) Eğriboz muhafızlığı, 10. 1171 (1755) Rumeli Beylerbeyliği, 11. 1171 (1757) Halep Valiliği (Esma Sultan'la Halep valisi iken
evlendi), 12. Aynı yıl Diyarbakır valiliği, 13. Aynı yıl Anadolu Beylerbeyliği, 14. 1172 (1758) Bosna valiliği, 15. 1174 (1760) Hersek Valiliği, 16.
1177 (1763) Rumeli Beylerbeyliği, 17. 1176 (1762) tekrar Bosna valiliği, 18.
1177 (1763) tekrar Rumeli Beylerbeyliği. (Sadrazamların Hayatı - Cavid)
OSMANLITARİHİ
369
tahkem mevkiler yapmakta olduklarını Bâb-ı Âli'ye bildirmişti. Sadrazam
bu konuyu görüşmek için kendisini İstanbul'a davet etti (38).
Selim Giray İstanbul'da, ancak en yüksek derecede olanlar için yapılan
muhteşem bir merasimle karşılandı (25 Haziran 1765 - 6 Muharrem 1179).
İkametine Reisefendi'nin evi tahsis edildi. Zaten Kırım Hanlarının Bâb-ı
Âli ile olan işlerini halletmekle görevli olan da o idi.
Davut Paşa, Selim Giray'ın şerefine çok muhteşem bir ziyafet verdi.
Bu vesile ile hana ve iki oğluna birer at, birer samur kürk hediye edildi.
Şirinbeğlere ve mirzalara da kakum kürk giydirildi. Padişah ise kendisini
Bahariye Sarayı'nda kabul etti ve burada ona yalnız padişahların giydiği bir
kapanca, ayrıca kıymetli taşlarla süslü bir kılıç, incilerle süslü bir sadak ve
on bin duka altmı hediye etti (39).
Fakat Kırım Hanı, kendisine gösterilen saygı ve itibar ne kadar yüksek
olursa olsun, durumdan memnun olmuyordu. Çünkü Bâb-ı Âli'nin takip
ettiği siyaset, Rusya ile kendisi arasındaki uyuşmazlığı önlemeye yönelikti.
Polonya kiralının seçiminde de aynı zihniyetle hareket edildiği için sonuç
Osmanlıların aleyhine olmuştu.
Kırım Hanı'na Fransa elçisi de çok güzel Lyon kumaşları ve
harikulade güzel bir çift tabanca hediye etti (40) (9 Nisan 1765-17 Şevval
1178).
(38) Vergennes'in 20 Temmuz 1765 tarihli mektubu: «...Yalnız şunu biliyorum ki
hükümdar, Kabartay konusunda Rus elçisinden izahat istedi. Rusların burada
anlaşmalara aykırı olarak yaptıkları işleri incelemek için bir heyet gönderilmesi
söz konusu».
(39) Bu elbisenin arka tarafı, altın yaldızlı kumaştandır ve üzeri siyah samur
kürkle süslüdür.
(40) Vergennes'in 20 Temmuz 1765 tarihli mektubundan: «...Kırım Hanı'na her
gelişinde âdet olan hediye verme işini yeri-e getirdim ve çok iyi oldu. Buradaki ikameti sırasında böyle bir nezaket göstermemek mümkün değildi.
Ona iki yün ceket, iki parça kıymetli Lyon kumaşı, çok ince ve ustalıfcla
yapılmış iki güzel tabanca hediye ettim. Bu tabancalar normal olarak iki bin
eküdür ama ben sadece iki yüz kırk ekü ödedim. Rastgeldi. Bunlara, çok
değerli olmayan bazı şeyler de ilâve ettim. Maiyetinden ileri gelenlere yün,
saten ve diba kumaşlar ve bazı ucuz şeyler verdim. Daha sonra bunları
ayrıntılı olarak yazmaktan şeref duyacağım, efendim...».
Hammer Tkrihi, O VIII. E: 24
370
HAMMER
Muhsinzâde Mehmed Paşa'nın sadaretinin ilk günlerinde bir
idam ve birkaç yangın gibi bazı üzücü olaylar oldu.
Başkente gelişinden on gün sonra ilk yangın Tophane semtinde
çıktı. Ondan bir gün sonra, Kanunî Süleyman'ın bedbaht oğlu
Cihangir'in admı taşıyan caminin yakınında ikinci bir yangm oldu.
Her iki yangın on-oniki gün devam etti. Tophane'deki Derviş Kadri
Tekkesi ile Galata'daki Mevlevi Tekkesi bu yangınlarda kül oldular.
Bonneval'in kemikleri Galata'daki Mevlevi Tekkesi'nde idi. Bu iki
tekkeyi padişah kendi para-siyle yeniden yaptırdı.
Yeni sadrazam halka adaletini görtermek için, Anadolu
eyâletlerinin tanınmış valilerinden biri olan Çaparzâde Ah-med
Paşa'nın başmı vurdurdu ve saray kapısının önüne attırdı. Bu vali için
şikâyetler pek çoktu. Sadrazam aynı zamanda hakşinas olduğunu,
doğruları sevdiğini göstermek için, gözden düşen, üç tuğlu paşa
unvanı alınıp Dimetoka'ya sürülen Silah-dar Hamza Paşa'yı, itibar ve
rütbesini iade ederek Selanik valiliğine getirdi.
Reis-ül küttap Mehmed Emin Efendi, güzel konuşması ve
zerafeti ile meşhurdu. Vâsıf ona bu niteliklerinden dolayı «ikinci
Merkür» der (41).
Mehmed Emin Efendi üç tuğlu paşa unvanı ile nişancı oldu.
Ayrıca Mora kendisine arpalık olarak verildi.
Eski yeniçeri başkâtibi Hamamizâde Ömer Efendi divan
vezirliğine getirildi. Vakanüvisin deyimiyle «Vezirler zincirinin inci
halkalarından biri oldu» (42).
öte yandan Eflâk prensinin maslahatgüzarı Rum Stavraki,
birtakım entrikalar çevirdiği ve Bâb-ı Âli'nin sırlarını açıkladığı için
hapse atıldı, birkaç gün sonra oradan alınıp Boğaziçi kıyısındaki
evinin önüne kurulan darağacma götürüldü.
Daha yukarıda sözünü ettiğimiz Cidde Valisi Salih Paşa ve hac
emîri Vezir Mekkizâde Hüseyin Paşa vazifede karşılaştıkları
güçlüklerin kurbanı oldular. Biri, Mekke ve Medine'mi) Vâsıf, s. 270: Reis-ül küttap uttarid nisab.
(42) Silk-ul laali vüzerayi uzan "
^,;
OSMANLI TARİHÎ
371
de Arap eşkiyaları sindirdikten ve halkın güvenliğini sağladıktan
sonra, birçok hacmm da ölümüne sebep olan Mekke iklimine
dayanamayarak hastalandı ve öldü. Diğeri, yani Mekki-zâde Hüseyin
Paşa da, Gazze'de oturuyor, Ben-Sahar (43) ve Kadaniye aşiretleriyle
sık sık çatışıyordu. Bu çatışmalardan birinde bir okla vurularak
öldürüldü.
Tarih yazmaya Arabistan'daki karışıklıklardan itibaren başlayan
tarihçi Hakim Efendi, cebeciler başkethüdası oldu. Kapıcılar
kethüdası Akif Efendi ise nişancılığa terfi etti ve yerine Vahdeti
Ebubekir Efendi (44) getirildi.
BİR ŞEHZADE DOĞUYOR
Padişah Üçüncü Mustafa, daha evvel bir erkek çocuğunun
(şehzade Selim) ve bir kızının (Şahsultan) doğumu ile baba olmak
sevincini tadmıştı. Bir yıl içinde Beyhan adı verilen bir kız çocuğu
ile ikinci bir erkek çocuğu daha dünyaya geldi. Bunlardan ilkinin
(Beyhan Sultan’ın) doğumu, âdet olduğu üzre, bütün şehir
aydınlatılarak ve saray salonları bayraklarla süslenerek kutlandı (14
Ocak 1766 - 2 Şaban 1179). İkinci çocuğun doğumu ise sadece top
atışlarıyla duyuruldu ve devlet erkânına, yani sadrazama,
şeyhülislâma, derya kaptanına, nişancı-başına, Rumeli ve Anadolu
kazaskerlerine, nakiyb'ül eşrafa ve yeniçeri ağasma, saraya gelip
padişahı tebrik ettikleri için samur kürkler hediye edildi.
(43) Burhard, 'Arabistan Seyahatnâmesi'nde, Ben - Sahar aşiretinden 'Beni Sa-hir'
diye söz eder.
(44) Vâsıf, s. 280 : «Bu tarihçi burada 'Tekmile' başlığı altında hiç yeri olmadığı
halde, Hakim Efendi'nin tarihi yanında kendi tarihini övüyor ve o andan
itibaren ondan çok az, özet halinde söz ediyor. Osmanlı tarihinde va-kanüvis
îzi'nin yazıları 1166 (1752)'da kesilir; bu boşluk, anlattığım şu devre kadar
devam eder ve bundan sonra Hakim Efendi yazmaya başlar. Bu boşluğu
doldurma görevi, m. Selim tarafından Vâsıf'a verilmiştir. Vâsıf da bu görevi
Hakim, Çeşmizâde ve Musazâde efendilerin tarihlerinden yararlanarak yerine
getirmiştir.
372
HAMMER
ŞEHZADENİN İLK DERSİ
Yukarıda saydığımız erkân aynı zamanda divan-ı hümâyunun
merasim meclisinin çekirdeğini oluşturur. Beş yaşma basan Osmanlı
tahtının veliahdı Şehzade Selim'in eğitimi de bu törenle başlamış
bulunuyordu. Bu maksatla İncili Köşk'ün önüne büyük bir çadır
kuruldu. Sultan bu çadıra gelir gelmez, vezirler ve ulemâ, şehzadenin
tebrik kapısından çıkışında ona refakat etmek için üçüncü avluya
geçtiler. Şehzade, kapı açılınca, dar-üs-saade ağası ve hazinedarm
arasında göründü ve erkânı selâmladı. Bunun üzerine Rumeli ve
Anadolu kazaskerleri, nakiyb'ül eşraf ve iki imam yanma gelip elini
öptüler. Çünkü ulemânın önde gelenleri olmak sıfatiyle, şehzadeye
ilk dersi verecek olanlar onlardı.
Şehzade incili Köşk'ün yanmdaki çadıra gelince, sadrazam onu
meclisin arasına almak için öne doğru ilerledi. Şehzade gelince,
padişahm bir işaretiyle, şeyhülislâm ve sadrazam iki yanma
oturdular. Şeyhülislâm, «Bismillahirrahmanirrahim» demek suretiyle
ilk dersi başlatmış oldu. Şehzade onun elini öpmek isteyince,
şeyhülislâm çocuğu hafifçe kucaklamak suretiyle engel oldu ve onu
omuzundan öptü (24 Ekim 1766 - Ce-maziülevvel 1180).
PADİŞAH HUZURUNDA
İLMÎ TARTIŞMA
Şehzadeye merasimle ilk dersin verilmesinden dört ay sonra,
Ramazan aymda, padişahın huzurunda büyük bir fakihler ilmî
meclisi toplandı ve bu toplantıya yüzyirmialtı müderris ve molla
katıldı. Onsekiz celse devam eden bu büyük toplantıda, özellikle
Kur'an-ı Kerim'in ikinci sûresi üzerinde duruldu. Kutsal Kitab'ın
üzerinde en çok durulan ve müslümanlar için en koruyucu dualardan
biri kabul edilen âyet, Kürsi âyeti, Bakara sûresinin 255. âyetidir
(45).
(45} Batfara sûresinin 255. âyeti. Meali : «Allah ki O'ndan başka tapılacak ilâh
yoktur. Diridir ve zatı ile kaimdir. Onu uyuklama ve uyku tutmaz. Göklerde ve
yerde olan her şey O'na aittir. İzni olmaksızın O'nun nezdinde şefaat edecek
yoktur. Yarattıklarının önünde ve arkasında olanı (gelecekle-
OSMANLI TARİHİ
373
Bu sûrenin ilk bölümlerinde münafıkların hali üslûp bakımından
da şairânedir ve meali şöyledir: «Münafıkların hali, ateş yakan bir
adamın haline benzer, ateş çevresini aydınlatınca Allah Tealâ
nurlarmı giderir, onları karanlıklar içinde, göz gözü görmez bir
durumda bırakır; sağır, dilsiz ve kördürler. Onlar geri dönemezler.
Yahut, gökten yağmur bekleyen adamın haline benzer, öyle ki
semada karanlıklar, gökgürültüsu ve şimşekler var. Yıldırımla ölüm
korkusundan parmaklarını kulaklarına tıkıyorlar. Allah o kâfirleri
çepçevre kuşatmıştır» (46).
îşte bu son âyetler, büyük Arap şairi Lebid'in, bunların ve bütün
Kur'an’ın Allah kelâmı ve Hz. Muhammed'in Allah resulü olduğunu
kabul ederek, Kabe duvarına asılan ve yedi büyük şiirden biri olan
kendi şiirini indirmesine sebep olmuştur.
Bu âyetler, Kürsi (Bakara 255), Allah'ın Bir'liği (47), Tufan
(48), Zilzâl (deprem) (49) ve Kâria (kıyamet) âyetleri gibi, dini
heyecanı en yüksek derecede duyuran âyetlerdir.
Zilzal (deprem) sûresi şu âyetlerle başlar: «Yer, şiddetli
sarsıntısı ile sarsıldığında, içindeki ağırlıklarını çıkardığın-dia...»
(50).
rini ve geçmişlerini) bilir. İnsanlar O'nun ilmine, ancak müsaade ettiği kadar
nüfuz edebilirler. Kürsüsü, gökleri ve yeri kaplar. Gökleri ve yeri korumak
O'na güç gelmez. 0, pek yüce ve çok büyüktür».
(46) Bakara sûresinin 17, 18 ve 19. âyetleri.
(47) Allah Bir'dir. Allah Samed'dir. Doğmamış, doğurmamıştır. Hiçbir şey O'na
denk değildir. (îhlâs)
(48) Allah'ın emri duyuldu : «Ey arz, suyunu em; ey gök, yağmurunu kes!». Su
çekildi, iş tamam oldu ve gemi Cudi dağı üzerinde karaya oturdu. O zaman
«Zalimler Allah'ın rahmetinden uzak olsun!» diye nida edildi.
(49) Kıyamet. Kıyamet nedir? Sen onu kendi kendine anladın mı? O günde ki
insanlar dağılmış çekirge gibi birbirlerine girerler. Dağlar atılmış pamuk gibi
olur. Tartıları ağır gelenler, razı olduğu hayatı yaşar, safa içindedir. Tartıları
hafif gelenlerin yeri ise cehennem! Cehennem nedir? Kızmış, köpürmüş bir ateş.
(Karia sûresi).
(50) Zilzâl sûresinin 1. ve 2. âyetleri.
374
HAMMÎSH.
BÜYÜK DEPREM
O günlerde meydana gelen korkunç bir deprem, Zilzâl süresindeki tarifi hatırlatıyordu. İstanbul büyük hasar görmüştü (51)
(22 Nisan 1766 - 13 Zilhicce 1179).
Kurban bayramının üçüncü günü meydana gelen bu depremde en
çok hasar gören yapılardan biri Fatih Camii idi ve bu olay, batıl
inancı olan kimseleri çok etkilemişti. Deprem kötü yorumlara yol
açtı ve halk, Kurban bayramının üçüncü günü meydana gelen bu
olayda, Allah'a, koç yerine İstanbul'un sur ve saraylarının kurban
edildiğini söylemeye başladı. Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa'da
ancak İstanbul'un fethinden sonra sağlam bir şekilde yerleştiğini,
Fatih tarafından yaptırılan caminin yıkılmasının imparatorluğun da
yıkılacağına işaret sayılacağını söyleyenler oldu (52).
Depremin sebep olduğu hasar yirmi iki bin kese olarak hesaplandı ki bu, onbir milyon kuruş eder. Bu para muazzam olmasına
rağmen, cimri olmaktan ziyade tutumlu olan padişah, halkı da tatmin
etmek için, masraftan çekinmedi ve zarar gören bütün yapıların
onarılmasına karar verildi.
Fatih Sultan Mehmed Camii'nin vakıf gelirleri caminin onarımı
için yeterli değildi. Yeterli para hazine yardımı ile tamamlandı.
Tamir işi için Haşim Ali Efendi görevlendirilmişti. Ondan başka yedi
kâhyaya pazar binalarının, şehir surlarının, baruthanenin, saraçlar
çarşısının, hümâyun sarayının, yeniçeriler kışlasının ve Tophane'nin
tamir işleri verildi.
Fatih Camii'nden başka Sultanselim Camii, Süleymaniye ve
Şehzade camileri, Sultan Osman Camii, yapımı henüz tamamlanmış
Validesultan Çeşmesi ve Ayasofya Camii de tamir gördüler.
Bunlardan bazılarının kubbeleri, bazılarının da sadece minareleri
hasar görmüştü. Diğer bazıları da tamamen yıkılmıştı.
(51) Burada deprem tarihi Türk ve Avrupa takvimlerine göre bir gün farkediyor. 13
Zilhicce 23 Nisan'a rastlıyor, ama 13 Zilhicce 23 Nisanın gün batınımdan başlatılıyor
ve deprem gün batışından yarım saat sonra olmuştu. Vâsıf, s. 275.
(52) O deprem olayında imparatorluğun yıkılacağı gibi bir kehanette bulunulmamıştı.
Fakat ortaelçi Penkler, bu söylentinin o deprem sırasında ortaya atıldığını söylüyor.
OSMANLI TARİHİ
375
Çevrede büyük hasar gören yerler arasında Büyük ve Küçük
Çekmece, Burgaz, Çorlu ve Karıştıran kazaları vardı. Kısaca, hemen
hemen her tarafta duvarlar ve camiler yıkılmış, şom ağızlılar bu olayı
ordunun ve imparatorluğun yakında yıkılacağına yormuşlardı.
Fakat, şom ağızlıların kötü yorumu ile bağlantılı olmasa da,
Muhsinzâde'nin sadrazamlığının ilk yıllarında meydana gelen iki
yangın ve bir depremden iki yıl sonra, kötü yorumu doğrularcasına,
Rusya ile savaş başlayacaktı. Altı yıl sonra Muhsinzâde'nin ikinci
sadrazamlığı döneminde bu savaş büyük bir felâketle sonuçlandı.
Gürcistan'da, Kıbrıs'ta, Arabistan'da ve Mısır'da patlak veren
ayaklanmalar da sanki şom ağızlıların kehanetini tamamlıyordu.
KIBRIS OLAYLARI
Kıbrıs'ta, Girne muhafızı Halil Paşa, ada muhassılı Çil Osman'a
başkaldırmıştı. Onu yatıştırmak için gönderilen yeni mu-hassıl
Süleyman Ağa'yı da Halil Paşa Lefkoşe'de kuşatma altında tuttu
(Haziran 1766).
Emrine iki firkateyn ve iki küçük kadırga verilen Cafer Bey ile
Tekke Beylerbeyi Kör Ahmed Paşa'ya, ayaklanmayı bastırıp âsileri
cezalandırmaları emredilmişti. Fakat, Cafer Bey'in deniz erleri adaya
âsilerden daha fazla zarar verdiler ve buradaki Türkler, Rumlar ve
Frenklere dehşet saldılar.
Kör Ahmed Paşa’nın oniki gemi ve Tekke birliklerinden temin
ettiği askerlerle adaya yaklaştığını gören Halil Paşa, Lefkoşe
kuşatmasını kaldırarak Değirmenlik'e çekildi ve burada çıkarma
yapan paşanın hücumunu bekledi. Bu hücum oldu ve çatışmada Halil
Paşa öldürüldü. Onun ve başlıca suç ortaklarının başları vurularak
istanbul'a gönderildi. Bu başarı, Kör Ahmed Paşa’nın üç tuğlu paşa
unvanını almasına sebep oldu (Ağustos başlan).
O günlerde İstanbul limanında bir yangın çıktı. Kaptan Çunkar,
Galata ve Yenibahçe kapısı arasmda demir atmış, fakat geceleyin
gemisini terketmişti. Bu ihmalin sonucu, gemide çıkan yangın Cib
Ali (Cibali) rıhtımı yakınında (Haliç'te) ba-
376
HAMMEK
zı Yahudi evlerini tutuşturdu. Gemiyi oradan uzaklaştırmak
istedikleri zaman, yangm Kaptan Paşa köşküne de sıçradı. Bunun
üzerine Tosun Mehmed Paşa derya kaptanlığından azledildi ve
yerine Rumeli Beylerbeyi Melek Mehmed Paşa tayin edildi (Ağustos
1766 - Rebiülevvel 1180).
Bundan bir süre sonra başka bir yangın, Aydınoğlu Tekkesi ile
Kaptanpaşa Medresesi arasında kalan evleri yakıp kül etti. Yangın,
buradan da saray kapısına kadar geldi (23 Ocak 1767 - 23 Şaban
1180).
GÜRCİSTAN'DA İÇ SAVAŞ
Gürcistan eyâletinde başlatılan iç savaş, devlet için yangınlara
göre çok daha büyük zararlara yol açıyordu. Çıldır Valisi Hasan
Paşa, Goril üzerine yürürken, geçit vermek istemeyen Bori kalesinin
sakinlerini tutuklamış, bir kısmını da kılıçtan geçirmişti. Daha sonra
Gürcü prenslerinden Dadyan'ı askere gerekli hububatı temin
edebilmek için rehine almıştı. Ayrıca Sianço kalesini de ele
geçirmiş, muhafız kumandan olarak buraya Prens Salomon'un
yeğeni Tahmuras'ı getirmişti. Salomon ise kaçıp Rusların
himayesine girmiş bulunuyordu (1765).
Hasan Paşa, Mingreli'de kışlamasını tam olarak bitirmeden,
daha baharın ilk günlerinde, Salomon'un son kalesi olan Sovir'e
doğru yürüdü. Yirmi beş gün süren bir kuşatmadan sonra kale teslim
oldu. Bâb-ı Âli'nin talimatı üzerine bu kale Tahmuras'ın emrine
verildi. Kutais'te Gürcistan'ın ileri gelenleri toplandı ve yapılan
anlaşmayı imzalayarak Tahmuras’ın tebası olmayı kabul ettiler.
Hasan Paşa da kalenin anahtarlarını Tahmtıras'a teslim etti (1766).
Canik muhassılı Ali Bey Kutais'te bırakıldı. Emrindeki garnizonda Canik'ten ve Erzurum'dan getirilen dört bin milis vardı.
Bundan sonra serasker Ahıska'ya döndü ve idare, eski vali Çelik
îbrahim Paşa'ya üç tuğlu paşa unvanıyla verildi.
OSMANLI TARİHİ
377
MISIRDA ALİ PAŞA OLAYI
Mısır'da şeyh-ül beled'ler, yani Kahire'nin yönetimini ellerinde tutan
en nüfuzlu Memlûk beyleri, uzun zamandan beri Osmanlı valilerine cephe
almış bulunuyorlardı. Bâb-ı Âli, Mısır valisi Halil Bey'i azlederek onun
yerine Abaza Ali Paşa'yı getirmişti.
« önce silahdar olan ve müteveffa kethüda İbrahim Paşa'nın himayesini
gören Ali Paşa, Râgıp Paşa'nın sadareti sırasmda Dimyat'a (Mısır'da)
kaçmıştı. Düşmanı Çerkeş İbrahim'in katili olarak aranıyordu. Çerkeş
İbrahim'i Suriye'de, Akkâ muhafızı Şeyh Tahir'in yanında iken öldürmüştü.
Ali Paşa Kahire'ye döndüğü zaman, bazı dostlarının yardımı ile tekrar
şeyh-ül beled oldu. Bundan yararlanarak Osmanlı valisi Hamza Paşa'dan,
diğer Memlûk beylerinden biri ve kendisinin düşmanı olan Hüseyin Keşkeş
Bey'in azledilmesini istedi. Hüseyin Keşkeş o sırada, Yukarı Mısır'da, Salih
Bey adındaki başka bir Memlûk beyi ile savaş halindeydi (53).
Vali Hamza Paşa, Ali Paşa'nın isteğini yerine getirmediği gibi,
Hüseyin Keşkeş'e gizlice bir mektup göndererek, daha önce kendisi için
çıkartılmış bir fermanı dikkate almadan Kahire'ye gelmesini istedi. Bu,
Mısır valilerinin her zaman uyguladıkları ve bütün idare ilmini de özetleyen
bir vecizeye dayanıyordu: «Böl ve hükmet!» (54) (1766).
Hüseyin Bey Kahire'ye döndü ve evvelce el konmuş mallarını da geri
istedi. Öte yandan Salih Bey ve diğer beyler, İbrahim Kâşiften yana olan ve
hepsi de Ali Bey'i düşman ilân eden onbeş Memlûk beyi ile birleşerek, iki
bin kişilik bir kuvvetle şehre girdiler. Burada önce ihtida etmiş bir Napolili
ile Hüseyin Keşkeş'i zehirlemek istediler ama başaramadılar (NOT:
(53) O devirde Mısır'ın idaresi sadece görünüşte Osmanlı valisinin elindeydi. Gerçekte
ülkeyi Memlûk beyleri yönetiyordu- Vali yüksek memuriyetleri bu nüfuzlu beylere
(aile ve gruplara) bir denge gözeterek dağıtmaya çalışırdı. Beyler birbiriyle
geçinemez, yüksek mevkiler ve çeşitli menfaatler için devamlı çatışma halinde
bulunurlar, istedikleri olmazsa valiye, yani Bâb-ı Âli'ye başkaldırılardı (Çevirenin
notu).
(54) 4 Mart 1766 tarihli Lettera di Alessandria, Penkler'in 2 Haziran tarihii raporuna
ekliydi.
HAMMEL
378
9). Ali Paşa kendisine karşı birleşenlerin kuvveti karşısında
direnemedi. Hazinesini ve sekiz uşağını alarak Kubbet-ül Ze-heb
(Altın Kubbe) adındaki bir köye çekildi. Fakat iki bin kişilik kuvvet
bu köyü kuşattı. Ali Paşa hayatını kurtarabilmek için üçbin altıyüz
kese para ödemek zorunda kaldı. İddiaya göre bu para, onun üç yılda
toplayıp vermediği bir vergi idi (55). Ali Paşa'nın otuz milyon kuruş
tahmin edilen malvarlığına da el konuldu. Bundan sonra Ali Paşa,
evvelce olduğu gibi tekrar Suriye'ye giderek Şeyh Tahir'e iltica etti
(56).
Böylece, Ali Paşa'ya karşı bir zafer kazanan Hüseyin Keş-keş,
Memlûklerden Hasan Bey'i öldürttü, birkaçını da Cidde'ye sürdü
(57).
Bu olaylar üzerine Hamza Paşa Mısır valiliğinden alındı ve
yerine Rakım Mehmed Paşa tayin edildi. Yeni vali, evvelce altı
madde ile tespit edilmiş, Eşeriye ve Bekriye ailelerinin şeyhleri
tarafmdan da imzalanmış bir vergi anlaşmasmı uygulayacak, Mekke
ve Medine'ye verilmesi gereken buğdayın gönderilmesini de temin
edecekti.
ARABİSTAN'DA KARIŞIKLIK
Bir süreden beri Medine'de de sükûnet bozulmuş, huzur
kaçmıştı. Beni Ali ve Beni Safer, birbirlerinin can düşmanı olan
aşiretlerdi ve bu da halkın ikiye bölünmesine sebep olmuştu. Beni
Ali grubundan olanlar, öteki grubun, yakmdaki geniş hurma
bahçelerinin yer aldığı bölgeye gelmesini, Beni Safer grubundan
olanlar da ötekilerin şehir içinde üst makamları almalarını
istemiyorlardı. Bu anlaşmazlık bölgedeki diğer Arapları da çok
rahatsız ediyordu. Mekke şerifi Musaid ile Cidde valisi, iki grup
arasındaki uyuşmazlığı gidermek için epeyce
gayret sarfettiler. Hanefî mezhebinin müftüsü ise Şafii mez•
(55) O tarihlerde yıllık vergi tutarı olan bin iki yüz% kesenin tutarı, altı yüz bin
kuruş ediyordu ve orada bir kuruş bir duka altınına eşitti. * '(56) Alessandria'nın 19
Nisan 1766 tarihli mektubunda Ali Paşa'nın Gazze'de öldürüldüğü yazılıydı ama bu
doğru değildi.
(57) Vâsıf, s. 287'de anlatıyor. Volney ve Savary ise bu olaylarla ilgili bir şey
yazmıyorlar.
OSMANLI TARİHİ
379
hebinin müftüsü, dört yüz kişiden oluşan bir heyetle Medine'ye gidip,
bu kan kavgasma bir son vermek, çalman hayvanları tazmin ettirmek
için çalıştılar. Bu çalışmalar sonunda Medine ile hurma bahçeleri
arasında ulaşım sağlandı ve kutsal şehir sükûnete kavuştu.
Fakat kısa bir süre sonra, Araplar Medine'de huzuru tekrar
bozdular ve şikâyetler çoğaldı. Bunun üzerine, Mekke şerifi ile Cidde
valisine barış ve asayişin sağlanması için yeni bir emir verildi. Bu
olaylarda Medine sakinleri hiçbir suçlarının olmadığını ispatladılar.
Zaten herhangi bir Arabm Medine çarşısında ve ana caddesinde
silahlı olarak dolaşması yasaklanmıştı. Bu yasağa devam edildi.
SU BENDİ (BARAJ) İNŞAATI
Daha önce de sözünü ettiğimiz korkunç deprem, yalnız cami ve
surları yıkmamış, İstanbul'un su ihtiyacını karşılayan bendlerin, su
yollarının ve sarnıçların da hasar görmesine sebep olmuştu. Bunlar
tamir edildi ve kısaca «Ayvaz» denilen İvazeddin Vâdisi'nde, eski
bendin bir fersah yakınında yeni bir bend yapıldı. Fakat bu, eski
bendde biriken suyun akışını sadece bir çubuk kalınlığında arttırdı
(58).
Yeni su kemerinin henüz yarısı bittiği bir sırada padişah teftişe
geldi ve çalışmalardan memnun kalarak işin yürütülmesinden
sorumlu Yenişehirli Çavuşbaşı Osman Efendi'ye on-bin kuruş
mükâfat verdi.
Aynı günlerde harap olan Mekke su kemerlerinin tamiri işi de
Feyzullah Efendi'ye verilmişti. Bu kemerler Hunayn kaynağının
suyunu Arafat dağına getiriyordu. Tamir için gereken
(58) Vâsıf. s. 278.
Andreossi'nin «İstanbul ve Boğaziçi» adlı ve 1828'de yayınlanan eserinin 411.
sayfasında, bu konuda şöyle deniyor: «Belgrad su yollarının, İvaz bendinin ve
bunlara bağlı su kemerlerinin, Muhteşem Süleyman (Kanunî) tarafından
yaptırıldığı söylenir.» Oysa bu su kemerleri ve Burgaz bendi tâ Andronic zamanında yapılmıştır, fakat Kanunî zamanında tamir edilmişlerdir. İvaz kemerlerinin yapılması ise m. Mustafa zamanına rastlar. Vâsıf in tarihinde bu
husus açıkça belirtilmiştir.
380
HAMMER
masraf sekiz bin kuruştu ve para Mısır'dan alman vergilerden
düşülmek suretiyle temin edildi. Bu vesileyle hacılar «Devletin işleri
su gibi hiçbir engelle karşılaşmadan yürüsün» şeklinde dua ettiler
(59).
DONANMA DENİZE AÇILIYOR
Padişah, donanma ile ilgili çalışmaları da yakından takip
ediyordu. «Mesken-i Gazi» adlı savaş gemisinin denize indirilmesi
vesilesiyle düzenlenen merasimde hazır bulundu (6 Nisan 1767 - 7
Zilkade 1180). Bu olaydan ondört gün evvel derya kaptanlığına
getirilen Mehmed Paşa, Râgıp Paşa'dan dul kalan padişahın kız
kardeşiyle evlenmişti, yani padişahm kayınbiraderi idi. Padişah ona
«Melek» lâkabmı vermişti. Bundan bir ay sonra ve Kurban
bayramından beş gün evvel, donanma limandan çıktı (4 Mayıs 1769 5 Zilhicce 1180). Bir yıl önce donanma merasimle denize açılmak
üzere iken, buna o büyük deprem engel olmuştu.
Kaptan Paşa sahil köşkünde padişahm elini öptükten ve
kendisine kürk giydirildikten sonra, Dolmabahçe yakınmda ve
Barbaros'un türbesi önünde demir atarak burada birkaç gün
donanmanın toplanmasını bekledi. Bundan sonra iki gün de Yedikule
açıklarında vakit geçirdi. Oradan yıllık turunu yapmak üzere Adalar
Denizi'ne (Ege'ye) doğru yelken açtı. Adaları korsanlardan
temizleyecek, biriken vergileri de toplayacaktı.
Kıbrıs'a doğru yoluna devam ederken, Maltalı korsanlara ait üç
geminin bu ada açıklarında görüldüğü haberini aldı. Cafer Bey'in
kumandasındaki gemi bunlardan birini Kerpe açıklarında yakaladı.
Gemi ele geçirilip, yirmidokuz korsan ve onlara kumanda eden
Maltalı şövalye esir alındı. İkinci korsan gemisini Koron üssünün
kumandanı İbrahim Bey takip etti ve Mayna açıklarında yakaladı. İki
saat süren çatışmadan sonra bu gemi batırıldı ama, korsanlar karaya
çıkıp kaçabildiler.
Bir Rus korsan gemisi, Lazkiye açıklarında içinde yirmi-dört
müslüman bulunan ve şahtur denilen bir gemiyi yakala(59) Meşar-i umuru devlet, vareste-i has haşa ki Kudret. Vasıf, s- 298.
OSMANLI TARİHİ
381
mış, Malta'ya doğru götürüyordu. Onu, Girit'teki donanmanın
kumandanı El-Hac Hüseyin Paşa yakaladı. Borda bordaya gelerek
çarpıştılar ve galip gelen Hüseyin Paşa korsan gemisini
İskenderiye'ye götürdü. Mısır valisi onu bir hilât giydirerek taltif etti.
DİVAN TOPLANTILARI
Üçüncü Mustafa, çok yararlı olan bir geleneğe bundan böyle de
uyulmasını, divan toplantılarının haftada en az bir defa yapılmasını
istedi. Kubbealtı toplantıları, vezirler İstanbul'da pek bulunamadıkları
için uzun zamandan beri yapılamıyordu. Ancak asker maaşlarının
dağıtılması vesilesiyle (üç ayda bir) veya büyük kabul veya
merasimler için bir araya gelebiliyor-lardı. Bu toplantılarda devlet
işleri görüşülemiyor, sadece birbirlerini görmüş ve halkın dikkatini
çekmiş oluyorlardı. Son divan toplantısı, Fas Sultanı Mulay Abdullah
Bin İsmail'in elçisini kabul vesilesiyle yapılmıştı. Bundan beş yıl
önce de, Râ-gıp Paşa’nın sadrazamlığı sırasında, Fas sultanı bir elçi
ve bu elçi ile padişaha değerli kılıçlar, mücevherler, süslü eyer takımları göndermişti.
O zamanki Fas elçisinin talebi, gemi yapımında gerekli
malzemenin temini idi. Râgıp Paşa bu isteği derhal karşılamıştı. Bu
defa gelen elçi ise, Üçüncü Mustafa'nın Fas Sultanı'-na yazdığı bir
mektubun cevabını getiriyordu. Padişah, sultandan, adamlarının ele
geçirdiği Sirakuzalılara ait gemileri iade etmesini istemişti. Bu vesile
ile Fas elçisi, padişaha, sultanın gönderdiği safkan dört Arap atı ile,
yakutlarla bezenmiş bir eyer takımı hediye etmişti.
MEŞHURLARIN ÖLÜMÜ
O yılın Ramazan bayrammdan sonra yüksek mevkilerdeki yeni
tayinler ve değişiklikler ilân edildi. Devlet ricalinden ölenlerin sayısı
da az değildi.
Kars valisi Mehmed Paşa'yı Karslılar istemediler ve ayaklanarak
silahlı direnişe geçtiler. Kendilerine yumuşak davra-
38S
HAMMER
nılmca cüretlerini daha da arttırdılar. Kalabalık arasından fırlatılan
bir taş valinin dalağının üzerine isabet etti ve ölümüne sebep oldu.
Şehrin Aksakalları (sözleri geçen yaşlıları) ve nüfuzlu kişileri
ayaklanmaları güçlükle yatıştırdılar ve sükûnet sağlandı. Asayişin
korunması ve kargaşalığa sebep olanların cezalandırılması işi, Van
valisi Sarızâde Mehmed Paşa'ya verildi (60).
Aydın sancağı da Kars'takine benzer bir ayaklanmaya sahne
oldu. Eğridirli Yılanlı Musa Efendi, Aydın muhassüı Vezir
Abdurrahman Paşa'ya karşı isyan bayrağım kaldırmış, Ab-durrahman
Paşa da Eğridir kalesine sığınmıştı.Sonra buradan da kovulmuş ve
Ermenek'e kaçmıştı, Burada kendisine Şeyh Efendi arka çıktı,
Abdurrahman Paşa, Yılanlı Musa'yı, bir daha Eğridir'de
görünmemesi şartiyle affetti. Fakat az sonra İsparta yolunda vefat
edince, Yılanlı Musa Eğridir'e döndü.
Aynı dönemde eski Şeyhülislâm Ebubekirzâde Ahmed
Efendi'nin ölümü de büyük üzüntüye sebep oldu. Alim olduğu kadar
konuksever olan bu büyük insan, sofrasmı da, bilgisini de
başkalarıyla paylaşmaktan her zaman memnun olurdu (3 Temmuz
1767 « 5 Saf er 1181).
Yine o günlerde eski İstanbul Kadısı ve meşhur Naili Efendi'nin
oğlu, gece gündüz kendisini tarih araştırmalarına veren Hamid
Mehmed Efendi de öldü (13 Mart 1767 - 12 Şevval 1180).
KIRIM HANININ VE ŞEYHÜLİSLÂMIN
AZİLLERİ
Bundan yedi hafta sonra Kırım Hanı Selim Giray azledildi ve
yerine Arslan Giray getirildi. Arslan Giray oniki yıl kadar önce, Bâbı Âli'nin rızası olmadığı halde hanlıktan düşürülmüş, Rodos'a
sürülmüştü (3 Mayıs 1767).- Fakat tahtına oturmak için henüz
Bahçesaray'a gelmeden, kendisine refakat eden mabeynci ile
Kavşan'da bulunduğu sırada vefat etti, Bu defa, aynı aileden olan
Maksud Giray, Kırım. Hanı oldu.
(60) Bunları anlatan tarihçi Vâsıf olayların görgü tanığıdır. Çünkü o sırada Kars'ta vergi muhassılı olarak bulunuyordu.
OSMANLI TARİHİ
383
Selim Giray'ın azlini Şeyhülislâm Dürrizâde'nin azli takip
etmişti. Bu şeyhülislâm, Râgıp Paşa’nın savaştan yana olan fikirlerine karşı idi ve bu yüzden Rusya'dan yana görülüyordu. Oysa
onun halefi olan Veliyüddin Efendi ise, tıpkı Maksud Giray gibi,
Rusya ile harp edilmesinin ateşli bir taraftarı idi (23 Nisan 1767 - 24
Zilkade 1180).
BÜYÜK YANGIN
Bu sırada Pera (bugünkü Beyoğlu) semtinde çıkan bir yangını,
felâket yorumcuları yine büyük bir harbin habercisi saydılar. Bu
yangmda Rusya, Napoli, Hollanda sefarethanele-riyle yirmisekiz ev
ve bir fransisken kilisesi yanıp kül olmuştu (27 Ekim 1767 « 3
Cemazieleyvel 1181).
Bundan beş yıl önce, Râgıp Paşa’nın ölümüne yakın günlerde
de, onun Belgrad anlaşmasını bozup Prusya ile ittifak kurarak
Avusturya'ya savaş açmayı düşündüğü sırada bir yangın olmuş,
Triniter Kilisesi yanmıştı. Halk bunu da savaşa işaret saymıştı.
Bu defa Pera'da çıkan yangmda Fransız sefarethanesi kül
olmaktan, o sırada İstanbul limanında demir atmış bulunan Fransız
gemilerinden yardıma gelen denizcilerin gayreti ile kurtulmuştu.
MISIR'DA KARIŞIKLIK
O güne kadar hiçbir Avrupalı tarihçinin adından söz etmediği,
Osmanlı tarihçisi Vâsıf Efendi'nin ise Bulutkapan lâkabını taktığı
Abaza Ali Paşa’nın Gazze'ye kaçışından bu yana bir yıl geçmişti.
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, Bulutkapan Ali Paşa'yı Mısır'dan
sürüp çıkaran, ona karşı olan Memlûk beylerinin başı Hüseyin
Keşkeş idi. Yeni Mısır valisi Rakım Mehmed Paşa, eyâletin iç
işleriyle ilgili özel kanunu tekrar yürürlüğe koydu. Ama sükûnet
uzun sürmedi ve Bulutkapan Abaza Ali Paşa Gazze'den gelerek
yukarı Mısır'a yerleşti. Burada Mağriblilerden, Fellâhlardan ve çöl
Araplarmdan oluşan bir ordu meydana getirdi. Bu ordu ile bütün
Mısır'ı tehdit edi-
384
HAMMER
yordu. Tam bu sırada Kahire'de üç vezir bir araya gelmiş bulunmaktaydı. Bunlar eski vali Hamza Paşa, yeni vali Rakım Mehmed
Paşa ve Mısır hacılarının emîri olan eski Cidde valisi Ahmed Paşa
idi. Üçü de Osmanlı Devleti'nin temsilcisi oldukları için,
Memlûklerin birbirine muarız ve hasım olan her iki grubu tarafından
hem istenmiyor, hem de bunlardan korkuluyordu. En büyük iki
Memlûk partisinin beyleri, Hüseyin Keşkeş ile Bulutkapan Ali idi.
Hüseyin Keşkeş Kahire'ye hâkimdi. Ocaklılarla, yani yerli
askerlerden oluşan yedi birlikle ittifak halindeydi. îyi kabul
görmediği düşüncesiyle yeni valiyi istememeye ve eyâleti yeni
karışıklıklarla tehdit etmeye başlamıştı. Fakat durumu, Bâb-ı Âli'nin
menfaatlerini çok iyi koruyan ve meseleleri çok iyi bilen Rakım
Mehmed Paşa'ya saygılı olmaya onu mecbur ediyordu.
Evvelce istanbul'da kethüda olan İzi Ahmed, güçlükle de olsa,
Hüseyin Keşkeş ve taraftarlarının endişelerini giderdi. îzi Ahmed
Kahire yakınlarındaki Adiliye'de karargâh kuran Hüseyin Keşkeş'i
Kahire'ye ve bu şehre hâkim bir noktada bulunan kaleye götürdü (12
Ekim 1767).
Fakat Hüseyin Keşkeş bu görevi yerine getirir getirmez, Memlûk
süvarilerinden oluşan kalabalık bir birliğin başında, kendisini takip
eden diğer beş Memlûk beyi ile birlikte, Bulutkapan Ali Paşa ile
karşılaşmak için harekete geçti. Bulutkapan Ali Paşa’nın ordusu
Yukarı Mısır'da, Kahire'ye dört gün uzaklıkta idi. Salih Bey'le ittifak
kurmuş ve ordularını birleştirmişlerdi.
Hüseyin Keşkeş, öncü kuvvetlerin kumandanlığını Kethüda
Mumcu Ali'ye verdi ve onu düşman mevzilerini keşif için ileriye
gönderdi. Fakat Mumcu Ali'nin öncü birliği pusuya düşürüldü ve
kılıçtan geçirildi. Nihayet iki ordu, Kahire'ye iki günlük mesafede bir
yerde karşılaştılar. Bu savaşta Hüseyin Keşkeş yenildi. Bütün
karargâh ve topçu birliği Bulutkapan'ın eline geçti (20 Ekim 1767)
(61).
(61) Lettera di Ali Paşa, 27 Ekim. Bu mektup, Brognard’ın 29 Aralık 1767 tarihli
raporuna ekli idi.
OSMANLİ TARİHİ
385
Bundan sonra Kahire, Bulutkapan'la müzakere için harekete
geçti. Davet edilen Bulutkapan'a, şehre ancak sekiz bin kişilik bir
kuvvetle girebileceği, bütün orduyu getiremeyeceği bildirildi.
Bulutkapan Ali Bey (Paşa) iki gün sonra, üç yıldan beri
sürgünde bulunan ve gözden düşmüş bütün diğer beylere haberciler
gönderdi ve müttefiki Salih Bey'le birlikte, gösterişli bir şekilde
Kahire'ye girdi (22 Ekim 1767).
Vali Mehmed Rakım Paşa'nın huzuruna çıkarak bağlılığını
bildirdi ve saygılarını sundu. Vali de onu şeyh-ül beled (yani şehirler
şeyhi, valiye bağlı en yüksek memur) ilân etti ve bunun simgesi
olarak da değerli bir kürk giydirdi.
Memlûk Beyi Ali Paşa'nın iktidarı işte böyle başladı. Onun
valiye, yani Bâb-ı Âli'ye bağlılığı sadece zahiri idi. Bu sözde
bağlılığın delili olsun diye ve Bâb-ı Âli'ye ödenecek vergi olarak,
alelacele bin beşyüz kese para topladı.
Fakat, tâbilik maskesini çabuk çıkardı ve bir yıl sonra kendi
adına para bastırmaya başladı (1768). O sırada başka gaileleri olan
Bâb-ı Âli buna müdahale edebilecek durumda değildi. Sadece valiyi
değiştirmekle yetindi. Rakım Mehmed Paşa, en önemli eyâletlerden
biri olan Mısır'ı yönetemeyecek kadar yaşlı idi. Onun yerine Rakka
valisi Dividdar Mehmed Paşa tayin edildi.
MEDİNE'DE GERGİNLİK
Medine'de şehri savunmada önemi büyük olan İki kapının
kapanması (62), şehirlilerle çevredeki Araplar arasmda gerginliği
iyice arttırmıştı. Bu tedbiri gerekli görerek uygulayan Kebab Salih'in
ölümü ve taraftarlarından bazılarının iki grup arasındaki anlaşmaya
rağmen idam edilmeleri, şehir sokaklarında sık sık silâhlı çatışmalara
sebep oluyordu, işte şimdi burada da sükûnet sağlanmış
görünüyordu.
Bu kutsal şehirde asayişi sağlamakla görevlendirilecek el(62) Kapatılan Kapılar: Gaza Kapısı ve Fetih Kapısı. Vâsıf, s. 506.
Hammer Tkrihi, C: VIII. E: 25
386
IÎAMMER
li özel muhafız ayrıldı. Bunlar için gerekli iki bin dukalık tahsisatı da
Bâb-ı Âli onayladı.
GÜRCİSTAN VE KARADAĞ OLAYLARI
Öte yandan, imparatorluğun kuzey-doğu ve güney-doğu sınırlarında (Gürcistan ve Karadağ) eyâletlerin durumu, güney
sınırlarındaki durumdan daha iyi değildi. Ahıska valisi İbrahim Paşa
bu şehirden kovulunca, Bâb-ı Âli onun yerine Trabzonlu Numan
Paşa'yı tayin etmişti. Numan Paşa çok sayıda askerle âsilerin üzerine
yürüdü, meydana gelen iki çarpışmada onları tepeledi ve idareye
hâkim oldu. Aynı zamanda daha çok Çıldır Valisi olarak tanman
Ahıska valisinin kethüdası, Görü Prensi Salomon'u takibe koyuldu.
Bağdadcık (yani küçük Bağdad) denilen kalede kamp kurduğu
zaman, âsi prens Salo-mon buraya gelerek özür diledi ve bütün
kabahati eski Çıldır valisi Ahmed Paşa'ya yükledi. Ahmed Paşa’nın
Ahıska'da bir cami ve bir kütüphane yaptırdığını daha önce
söylemiştik.
Prens Salomon bundan böyle Bâb-ı Âli'nin bütün emirlerine
uyacağma, Rusya'nın tahriki ile Gürcüleri ayartan bir Rum keşişini
(63) de teslim edeceğine, Soveyra kalesini yıkacağına veya burasını
bir Osmanlı garnizonu haline getireceğine, esir satışlarına da karşı
çıkmayacağma söz verdi. Bu teklifler Bâb-ı Âli'ye bildirildi ve Bâb-ı
Âli kabul etti: Soveyra kalesi yıkıldı, Rum keşiş Hısn-ı Keyf kalesine
hapsedildi ve Salo-mon'a tekrar Gürcistan Prensi (Açıkbaşlar Hanı)
unvanı verildi.
Küçük - Etienne (Küçük Etyen) adında diğer bir keşiş ise, yine
Rusların yararına olarak Avrupa'da faaliyet göstermiş, Karadağ
halkını ayaklandırmıştı. Bu keşiş peygamber olduğunu, ilham ve
emirleri doğrudan doğruya Allah'tan aldığını iddia ediyor, yakında
Rus ordusunun geleceğini, Karadağ'da hükümdarlık kurulacağını,
Niksig'den Sentari'ye (64) kadar olan yerlere hâkim olacağmı
söylüyordu. O sırada Bosna valisi olan eski silahdar Mehmed Paşa
ile Rumeli valisi Mehmed
(63) Vâsıf, s. 315'te, Rum keşişin adını Katalkoz (?) olarak bildiriyor.
(64) Bosna valisine ait raporun tercümesi, Brognard'ın 1 Ekim 1766 tarihli raporuna eklidir.
OSMANLİ TARİH!
387
Paşa, tımar askerleriyle bu keşişin üzerine yürüdüler; çıkan
çatışmalarda onu yendiler ama, dağlık bölgenin ortasında Cet-tinge
kalesine hücum edemediler. Keşiş bu kaleye sığınmıştı. Daha önce
bu kaleyi Bosna valisi Köprülüzâde Numan Paşa da ele
geçirememişti (65).
Bosna valisinin Bâb-ı Âli'ye yazdığı raporlarda Küçük Et-yen'e
karşı sağlanan başarılar, Osmanlıların Banyaluka'da (66) Almanlara
karşı kazandığı zaferden daha önemli gösteriliyordu. Türklerin bu
zaferi, Avusturyalılara karşı yapılan son savaşta Ali Hekimzâde
tarafından kazanılmıştı.
PADİŞAH YÖNETİMİ ELE ALIYOR
Padişahın sevgili kız kardeşiyle evli bulunan sadrazam
Muhsinzâde Mehmed Paşa, bu mevkide ancak karısının desteğiyle ve
padişaha mutlak itaati ile kalabiliyordu. Üçüncü Mustafa, Râgıp
Paşa'nuı ölümünden beri devlet işlerini'bizzat yürütmekteydi. IV.
Murad'dan bu yana, devletin bütün işleriyle bizzat meşgul olan başka
padişah yoktu.
En nüfuzlu dar-üs-saade ağası olan ve haremde her istediğini
yaptıran Bekir Efendi'nin idamı, bu ağaların saraydaki
hâkimiyetlerine son vermişti. Râgıp Paşa altı yıl boyunca devlet
dizginlerini elinde tutmuş, hem Üçüncü Osman'ın saltanatının son
yıllarında, hem Üçüncü Mustafa'nın padişahlığının ilk yıllarında,
devleti tam bir denetim ve hâkimiyetle yönetmişti. Ama onun
ölümünden sonra yerine gelenler aynı kudreti gösterememiş, padişah
devlet işlerini bizzat yürütmek zorunda kal--mıştı. Zaten bunu da
istiyordu. Bahir Mustafa Paşa biraz kendi bildiğine hareket etmek
istemişti ama, bu tutumu hayatına mal olmuştu .
Muhsinzâde Mehmed Paşa ise, devleti Rusya ile savaşa sürükleyen güçlükler ve bunalımlar arasında, hayatını ancak karısının
tesiriyle ve padişaha mutlak itaatiyle kurtarabilmişti.
(65) Brognard'ın 1 Ekim 1766 tarihli raporundan. Vâsıf s. 311'de, bu olaydan çok
sathi olarak söz ediyor.
(66) Vila'nın (Paris, 1821'de yayınlanan) Karadağ'a yaptığı tarihî ve siyasî gezilerini anlatan seyahatnamesinde bu konu ile ilgili tek kelime yok.
388
HAMMER
O dönemde, bir sultanla evlenmek suretiyle sarayla akrabalık
kurmak, itibar ve siyasî nüfuz bakımından, eski dönemlere göre çok
daha önemliydi ve Üçüncü Mustafa'ya yaranmanın bir yolu da bu idi.
Aksi halde sadrazamları azil, sürgün ya da ölüm cezası bekliyordu.
Padişahın üç kayınbiraderinin kubbealtı vezirleri olarak
İstanbul'da oturmalarını engelleyen, onları valisi bulundukları
eyâletlere göndermek suretiyle uzaklaştırabilen yalnız Râ-gıp Paşa
olmuştu. Râgıp Paşa kendi akrabalarına da aynı şekilde davranmıştı.
Böyle yapmakla damad vezirlerin eşleri olan sultanlar tarafından da
bir kötülük görmemişti. Fakat, Sadrazam Bahir Mustafa Paşa Saliha
Sultan’ın kocası olan Kap-tan-ı Deryâ'yı azledip bir valiliğe tayin
edince, Saliha Sultan'-ın hışmına uğramaktan kurtulamadı. Azlinin
ve daha sonra idam edilmesinin sebepleri arasında Saliha Sultan’ın
tesirleri de vardı.
ŞAHSULTAN'IN NİŞANLANMASI
Bundan önceki bölümlerde de gördüğümüz gibi, Üçüncü
Mustafa sultanları evlendirmekten hoşlanırdı. Çok sevdiği yeğeni
Hanım Sultan'ı evlendirmekle kalmamış, kendi kızlarını da daha
beşikte iken nişanlamıştır. Kızı Hibetullah Sultan daha erginlik
çağma ulaşmadan vefat etti. Öbür kızı Şahsultan'ı Sadrazam Hamza
Paşa ile nişanlamıştı. Hamza Paşa sadrazamlıktan azledilince,
sırasiyle Kandiye valisi, Mora muhas-sılı, Mısır ve Arabistan valisi
oldu. Hac farizasını yerine getirmek için gittiği Mekke'de öldü (67),
Şu anlatmakta olduğumuz günlerde ise hayatta olan iki kızından
büyük olanını, yani Şahsultan'ı, nişancıbaşılığa terfi eden vezir
Mehmed Emin Paşa ile nişanlamak istedi. Şah-sultan henüz
dokuzuncu yaşına basıyordu. İslâm Şeriati kızlar için bu yaşı erginlik
çağına ulaşmış kabul ediyordu. Nişan, hıristiyan takvimine göre yılın
ilk gününe rastlayan bir cuma günü yapıldı ve nişanlılar birbirlerine
nişan yağlığı ile nişan armağanları gönderdiler (1 Ocak 1768 - 10
Şaban 1181).
(67) 1183 (1769)'de. Cavid'in Sadrazamlar tezkiresinden.
OSMANLI TARİHİ
389
Nişan hediyesi, teamüle uygun olarak önce Bâb-ı Âli'ye, oradan
da saraya gönderilirdi. Hediyelerin listesini alan dar-üs-saade ağası
bunu nişanlı sultana ulaştırdı, öte yandan nişan yağlığı dar-üs-saade
ağası tarafından sadaret kethüdasına, onun tarafından da müstakbel
damada verildi.
Damadın nişanlısına gönderdiği hediyeler geleneğe uygun olarak
şunlardan meydana geliyordu: Bir elmas yüzük, en değerli bir çift
zümrüt küpe, elmas zümrüt ve incilerle süslü bir tül, yine incili ve
zümrüt düğmeli iki iğne, elmaslı bir çift bilezik, elmaslı bir kemer,
bir ayna, yakut ve incilerle süslü bir merasim mantosu, incili-yakutlu
terlikler, bir çift incili-yakut-lu ayakkabı, İstanbul'da imâl edilmiş
çok değerli üç parça kumaş ve nihayet çiçek ve şekerleme dolu
vazolar, kâseler...
Bu hediyelerin sayısı 7 (yedi)'den fazla idi; Doğulu kadın için
«7» sayısı uğurlu kabul edilir. Çünkü bu sayı müslüman-ların
inanışına göre meleklerin hareket halinde bulundukları yedi küreyi
(yedi kat gökyüzünü) simgeler. Bunu da, tac, yüzük, kolye, küpe,
bilezik, halhal veya uzun konçlu ince ayakkabı ve bel kemeri ile
ifade ederler. Fakat yukarıda da gördüğümüz gibi, nişanlı sultana
gönderilen hediyeler arasında bunlardan başka tül, terlik, ayakkabı
gibi armağanlar da vardı.
Çok eskiden, Doğu'da, bu hediyeler o kadar değerli olurmuş ki,
meselâ İran veya Mısır kraliçelerine hediye edilen yalnız tül, kemer
ve terlikler bütün şehirlerin bir yıllık gelirleri ile temin edilirmiş.
Yukarıda saydığımız yedi hediyeye, şal, kumaş, terlik, ayakkabı,
meyve, çiçek ve şeker ilâvesiyle, damadın nişanlısına gönderdiği
hediye sayısı yedi sayısının iki katma (bazen üç katına, ama hep 7
sayısının katları gözetilerek) çıkarılmış oluyor. Müstakbel gelin de
müstakbel damada, nişan mendiline (o zamanki deyimi ile nişan
yağlığına) sarılmış bir kumaş gönderir. Padişahın eşlerinden birine
lûtufta bulunmak istediği zaman sözde ayakları dibine bir mendil
atması hikâyesi, işte bu nişan mendili gönderme âdetinden
çıkarılmıştır.
Vezir Mehmed Emin Paşa nişan vesilesiyle gelinden başka
şehzade Selim'e, şehzade Mehmed'e, Şahsultan’ın küçüğü olan
Beyhan Sultan'a da çiçek, meyve ve şeker göndermişti.
390
HAMMER
Bu nişan olayından beş ay sonra Hatice Sultan dünyaya geldi (24 Mayıs
1768 - 7 Muharrem 1182).
Padişahın iki imrahoru üç ay ara ile saraydan ayrılıp üç tuğlu paşalar
sırasına girdiler. Bunlardan biri, eski çetecibaşı yardımcısı Hüseyin Ağa
idi. Önce Karaman valiliğine, sonra da Anadolu Beylerbeyliğine tayin
edildi. İkincisi ve Hüseyin Ağa’nın halefi, Hotin muhafızlığına getirildi ve
kendisine Bo-zok ve Yarıya sancakları has olarak verildi (68). Bundan bir
süre sonra da Yeğen Hüseyin Paşa Bender muhafızı oldu.
ÖNEMLİ KİŞİLER ÖLÜYOR
Sadrazama gelince, kendi başına verdiği tek emir, başkentte yeni
hamamların yapılmasını yasaklamak oldu. Çünkü o günlerde istanbul odun
ve su sıkıntısı çekmeye başlamıştı.
Üçüncü Mustafa devlet işlerini gittikçe kendi ellerine alıyor, sık sık ve
gizlice Bâb-ı Âli'ye geliyor, burada sadrazam, sadaret kethüdası ve reis-ül
küttapla gizli toplantılar yapıyordu. Bir sabah bu toplantılardan birinden
çıkarken, Kâhyabey (sadaret kethüdası) orada vebadan (?) öldü. Padişah
buna çok üzüldü, ölenin çok zengin mirası kendisine kaldığı halde, «Kâh»
ya’nın ömrünü biraz uzatabilene bu mirasın iki katını verirdim» dedi.
Kethüda Kâşif Efendi'nin tutkusu para biriktirmekti ve cimriliği ile
tanınıyordu. Ölümü devlet için büyük kayıp oldu, çünkü ondan daha
çalışkan bir memur yoktu. İki defa reis-ül küttap, sonra defterdar ve defter
emini, ikinci defa sadaret kethüdası olmuştu. Bütün bu görevlerde herkeste
bulunmayan bir liyakat, bir beceriklilik göstermiştir. Fakat o kadar cimri idi
ki, fakire bir paralık sadaka verdiği görülmemişti.
Aynı günlerde defterdar Avni Efendi de vefat etti. Bu iki ölüm,
idarede değişikliklere sebep oldu. Reis-ül küttap Hama-mizâde Ömer
Efendi Sadaret kethüdalığına (yani dış işlere bakan reisefendilikten iç işlere
bakan sadrazam yardımcılığına), Çavuşbaşı Osman Efendi reisefendilige
getirildi. Abdüllâ-tif Bey ise ikinci defa mabeyn-i hümâyun müşirliğine
tayin olundu.
(68) Vâsıf, s. 311: 1182 yılının Sefer ayında.
OSMANLI TARİHİ
391
Prenses Şahsultan'ın nişan gününde defterdarlık kethüdası ihtiyar
Ebubekir Efendi de öldü (1 Ocak 1758 - 16 Şaban 1181). Bâb-ı
Âli'nin en saygı gören, Üçüncü Mustafa'nın en tecrübeli
idarecilerinden biriydi. Kırk yıl önce III. Ahmed zamanında
hasodabaşı olmuştu. On üç defa nişancı, sekiz defa yeniçeri kâtibi,
yedi defa divan kethüdası olmuştu.
Muhsinzâde Ahmed Efendi bir makam sahibi değildi ama,
tarihçiler onun ölümünden, sadrazamın akrabası ve Cidde'de vali
iken ölen Muhsinzâde Mehmed Paşa’nın oğlu olduğu için
bahsediyorlar.
Dar-üs-saade ağasının ölümü başkentte geniş yankılar uyandırdı.
Buna da sebep, dar-üs-saade ağasının devlet işlerinde çok etkili bir
kişi olması değil, hekiminin cehaleti yüzünden ölmüş olmasıydı (3
Haziran 1768 - 17 Muharrem 1182). Hekimi ona, «Altmış»* lâkabı
ile tanınan ve en ünlü müderrislerden biri olan Giritli İmam İbrahim
Efendi tarafından tavsiye edilmişti. Yanlış tedavi yapmasına çok
kızan padişah, hekimi sorguya çekerek dar-üs-saade ağasına ne tür
bir ilâç verdiğini, hekimliği nerede öğrendiğini sormuştu. Bu
sorgudan anlaşılmıştı ki, sözde hekimin beratı (diploması) yoktu.
Zaten o günlerde İstanbul'da diplomasız şarlatan eczacılara da çok
rastlanıyordu.
Padişahın sorgulamasından sonra İmam İbrahim Efendi
müderrisler listesinden çıkarıldı, himaye ettiği sözde hekimle birlikte
İstanbul'dan sürüldü. Aynı ceza, Bâb-ı Âli tercümanı Karaca'nın
akrabası olan Mano ismindeki başka bir hekime de verildi. Mano,
hekimlik yapamayacak kadar ihuyarlamıştı ve artık hekimlikten
ziyade tercümanlık yapıyordu.
Bu çeşit felâketlerin tekrarlanmaması için, padişah bir emr-ü
hümâyunla «Bundan böyle herhangi bir kişi diploması ve hekimlik
ruhsatı olmadan bu işle uğraşır ve başkalaannın hayatıyla oynarsa,
kendi hayatından olacaktır!» dedi.
Padişah hekimlik işine böylece el koymuştu. Tabii kendisi tıpla
meşgul olmuyordu. Fakat onun emriyle Hekim Subhi Efendi ve saray
tercümanı Herbert, işbirliği yaparak, Boerhave'-nin aforizmalarını
tercüme etmeye başladılar.
Dar-üs-saade ağasının ölümünden üç gün sonra, Sadrazam
İbrahim Paşa’nın oğlu Genç Mehmed Paşa vefat etti «5 Hazi-
392
H.AMMEK
ran 1768 - 20 Muharrem 1182). Genç Mehmed, daha babası hayatta
iken vezir rütbesini almıştı. Fakat sara hastalığına yakalandığı için
Beşiktaş'taki yazlık evine çekilmiş, orada hayatının kırk yılını,
babasının kurduğu hayır vakıflarını yöneterek geçirmişti. «Genç»
lâkabı, üç tuğlu paşa unvanını çok genç yaşta aldığı için verilmişti ve
bu lâkabı yarım asır, mezara girinceye kadar taşımıştı (69).
O günlerde ölen diğer bir ünlü de padişahın hekimbaşısı
Kâtipzâde Mehmed Refii Efendi oldu ve onun yerine Mehmed Emin
Efendi getirildi. Mehmed Emin, Süleymaniye müderrislerinden biri
ve buradaki Tıp okulunun en seçkin, en tecrübeli ilim adamı idi.
SARAY HEKİMİ GHOBİS
Padişah'ın hekimbaşılığı gelenek olarak ancak ulemâdan birine
verilirdi. Fakat uzun süreden beri, bir hekimin müderris oluşu iyi bir
hekim olduğuna delil sayılmıyordu. Onun için, sarayda ve haremde
padişah Frenk hekimlerini tercih eder olmuştu. Frenklerin doktor
olarak saraya girmeleri, Avrupalı elçilerin onları çok defa ajan, aracı
ya da casus olarak kullanmalarına fırsat veriyordu. Meselâ, Sultan
Mustafa'nın hekimi Napolili Caro, o günlerde Napoli'ye tamamen
siyasî (tabii bu amacını gizleyerek) bir seyahat yapmıştı. Penkler'jn
bazı tavsiye mektuplarını da götürdüğü için orada eşsiz bir karşılama
ve itibar görmüştü.
Caro'nun yerini daha sonra Alman Ghobis aldı. Bu hekim,
haremdeki kadınlardan bazısının ayak ağrılarını geçirmiş ve
padişahın büyük güvenini kazanmıştı. Şahsultan'ın nişanından üç
gün ence, Ghobis, haremde, Sultan'ın yanında bulunuyordu. Padişah
birdenbire hiddete kapılmış, Rusya'yı aşağılayan, tahkir eden sözler
söylemeye başlamıştı. Padişah, Alman hekime, «Gürcistan'da ve
Polonya'da yaptıkları için bu devlete savaş ilân edeceğim, Rus
altınlarına dayanamayıp beni
(69) Vâsıf bu konudaki ayrıntılı bilgiyi Çeşmizâde ve Muhsinzâde tarihlerinden aldığını
söylüyor.
OSMANLI TARİHİ
393
engelleyen ulemâdan tefessüh etmiş bazı kişiler olmasaydı, bunu
çoktan yapacaktım!» dedi.
Padişah'ın Rus altınları ile baştan çıktıklarını söylediği ulemânın
başında, kısa bir süre azledilmiş bulunan Şeyhülislâm Dürrizâde
Efendi bulunuyordu.
Padişah, hekime hitaben yaptığı konuşmayı şöyle bitirdi:
«Umarım Avusturya Rusya'nın müttefiki olmadığına göre bu tasarıyı
uygulamama karşı çıkmaz, zaten bu devlet tarafından tehdit edilen
Polonya benden, ordularımı gönderip hürriyetlerini kurtarmamı
istiyor.»
Bu konuşma, o güne kadar gizli tutulan Bâb-ı Âli'nin harp
kararının bir açıklaması idi. Oysa şimdiye kadar yapılan konuşmalar,
böyle bir hüküm verdirmeyecek kadar kapalı, tedbirliydi.
Alman hekim, bu konuşmanın gerçek anlamı üzerinde bir
yanılgıya düşüp düşmediğini anlamak için, Padişah'ın favorilerinden
biri olan cüce Mustafa ile de bir konuşma yapmış ve yanlış
anlamadığını, Devlet'in gerçek niyetinin Ruslara savaş açmak
olduğunu öğrenmişti.
Gerçekten, görünürde hiçbir sebep yokken, Mehterhâne-i
Hayme'nin başağası, yani seıerlerde kurulan hümâyun çadırlarının
başsorumlusu, Paşa Kapısı'na çağrıldı ve sadrazam kendisine
çadırların durumunu sordu. Sonra da, yakında Şehzade Selim'in
sünnet edileceğini, bu maksatla çadırlara ihtiyaç olacağını, birkaç
yüz çadırın hazır hale getirilmesini emretti.
Hekimbaşı Ghpbis, sarayda şehzade Selim'in sünnet düğününün
söz konusu olmadığını öğrenince, padişahın harp hazırlığını
başlattığından şüphesi kalmadı. Bu bilgiyi Hekim Ghobis'ten alan
Avusturya elçisi Brognard da, Sultan Mustafa'nın Rusya ile savaşa
karar verdiğini öğrenen ilk elçi oldu. Fakat birçok müzakere, yeni
projeler ve diplomatik nota teatileri ile vakit geçecek, savaş ancak
dokuz ay sonra başlayabilecekti.
394
HA MM EII
BÂB-J ÂLİ İLE FRANSA VE RUSYA ELÇİLERİ
ARASINDA NOTA TEATİSİ
Rusya ile savaş tohumları o yılın başında, Rus birliklerinin Polonya'ya
girmesine sebep olan anlaşmadan sonra ekilmiş ve yukarıda da
gördüğümüz gibi, padişah, savaş kararını hekim Ghobise açıkça
duyurmuştu (NOT: 10).
Rus birliklerinin Polonya'ya girmesini Bâb-ı Âli derhal protesto etmiş,
Osmanlı Devleti'nin itirazlarına karşılık Rus elçisi, hükümetinin Polonya
işlerine, Polonyalıların tehdit edilen hürriyetlerini korumak, onları
desteklemek için karıştığını iddia etmişti. Bâb-ı ÂH tercümanı vasıtasiyle
kendisinden Rus ordusunun Varşova'ya girişi hakkında açıklama istendiği
zaman, elçi, yazılı olarak verdiği cevapta, bu olay hakkında hiçbir bilgisi
olmadığını, bu hareketin herhalde yeminli anlaşma hükümlerine uyulmadığı
için yapılmış olabileceğini söyledi. Bu «ri1f»şnn Fransa'nın tesiriyle
olmuştu.
RHS elçisi Obreskov ikinci cevabında, Bar Konfederasyo-r>î (;i.'Uiya
ile Prusya'nın tekliflerini kabul etmeyen Polonyalı vataLUicverleriû,
Katolik Lehlerin, Rusları anavatanlarından çıkarmak ve hain saydıkları
kiralı kovmak için Pranski IBra-niçkil'nin. başkomutanlığında kurdukları
direniş teşkilâtı)'nun bir serseriler topluluğu olduğunu söylüyor, Osmanlılar
ve Kırımlılar katolikleri desteklerken, Rusya ve Prusya'nın Dissiden'-leri
(yani katolik olmayan azınlıkları), desteklememesi karşısında dünyanın ne
diyeceğini soruyordu. Sonra da meselenin sadece 'dinî' olduğunu iddia
ediyordu.
Osmanlı vezirlerinin Prusya ve Rusya elçilerini çağırarak yaptıkları ilk
toplantıda, Polonya (Lehistan) meselesi masaya getirildi. Kendilerine hesap
sorulması karşısında Rusya ve Prusya elçileri, hükümetlerini savundular ve
kuvvet kullanarak Polonyalıların hak ve hürriyetlerini çiğnedikleri ithamını
reddettiler (Mart 1767).
Fakat, kısa bir süre sonra, Rus birlikleriyle konfederasyon (direniş)
kuvvetleri arasında çarpışma oldu ve bunun sonunda, konfederasyonu
destekleyen Prens Raçul (Radivvil) kaçıp Boğdan'a (yani Osmanlılara)
sığınmak zorunda kaldı. Bu da Bâb-ı Âli'nin kızgınlığını arttırdı.
OSMANLI I UUin
İ95
Öte yandan, Huşların Yem Sırbistan (Sırb-ı Cedid Nou-velle
Servie) da bir kale kurmaları, tahkimat yapmaları yeni bir şikâyet
konusu idi. Osmanlı toprağı olan Kabartay (Gürcistan'da) sınırını
ihlâl etmiş olmaları, Boğdanlıları kışkırtmaları ve Karadağlıları
ayaklandırmaları da savaşı kızıştıran olaylardı.
Rus elçisi kendi hükümetini haklı çıkarmak için verdiği bir
muhtırada, Orel'de müstahkem mevki değil sadece bir karantina
kurulduğunu, yerinin de Turla (Dınyester) nehrinin berisinde, Özrye
seksen, Bender'e elli fersah mesafede bulunduğunu söylüyordu.
Kabartay sınırının ihlâli meselesinin de gerçek sınırın
bilinmemesinden kaynaklandığını, bu sınırın batıda Osmanlılara ait
Besienfden başlayıp, doğuda Terek ırmağına dökülen Krupa deresine
kadar uzandığını, Kabartay topraklarının bu küçük derenin ötesine
geçmediğini izah etmeye çalışıyordu. Mozdok'taki Rus garnizonunun
ise bölgedeki haydutluklara, soygunlara son verdirmek için
kurulduğunu ve İranlı tüccarların kaçakçılık ve hırsızlıklarını
önlemeye çalışacağını iddia ediyordu. Terek ırmağı boyunca küçük
çapta bazı tahkimatın da Kabartay topraklarında olmadığını bildiriyordu.
Rusya'nın Gürcülere yardımı konusunda ise, Obreskov,
Gürcistan'ın coğrafî durumunun ve buradaki küçük kalenin savunma
için yeterli olduğuna dikkat çekiyor ve Rusya'nın yardımına
ihtiyaçları olmayacağını, Rus sarayının kendine tabi olan halkların
iyiliğinden başka bir şey düşünmediğini, Bâb-ı Âli ile bir savaş
yapmak emelinden de çok uzak bulunduğunu anlatıyordu. Bu
iddialarından
başka,
Obreskov,
Kırım'da
yeniden
Rus
konsolosluğunun açılmasına müsaade edilmesini istiyordu.
Bâb-ı Âli, Kırım'da konsolosluk açma müsaadesini ancak
Orel'deki tahkimatın kaldırılması şar tiyle verebileceğini bildirdiği
zaman da, buna cevap verebilecek yetkisi bulunmadığını söyledi.
Altı Rus papazının Boğdanda Rusya lehine birtakım entrikalar
çevirmesi ve halkı kışkırtması olayına da Obreskov, konuyu
hükümetine bildireceği şeklinde bir cevap verdi.
396
HAMMER
Fakat, Rus hükümetinin bu konuda verdiği cevap Bâb-ı Âli'yi
büsbütün kızdırdı. Bu cevapta, yönetime karşı çıkan Boğ-danlılarm
Rusya'ya
firar
edenlerden
ibaret
olmadığı,
Osmanlı
împaratorluğu'nun her tarafında ağır vergilerden, vali veya prenslerin
baskısından kurtulmak isteyenlerin bulunduğu söyleniyordu.
Savaşa karar veren padişahın bu kararını hekimi Ghobis'e
söylediği zaman Rusya ile münasebetler işte bu merkezdeydi.
Bundan sonraki olaylar ve teati edilen notalar, Osmanlı devleti ile
Rusya arasındaki uyuşmazlığın savaşa dönüşmesini hızlandırmaktan
başka bir şeye yaramadı.
Obreskov, Rusya'nın ayaklandırdığı Karadağlılara yaptığı
yardımı, Boğdanhları kışkırtmasını ve Rus birliklerinin Varşova'ya
girmelerini hep bilmezlikten gelerek, hükümetinden tamamlayıcı
bilgi almak bahanesiyle bu konulardaki cevapları mütemadiyen
geciktiriyordu. Onun hınk deyicisi olan Prusya elçisi de aynı şekilde
hareket etmekteydi.
Bu konuda teati edilen notaların incelenmesinden, o günlerde
Osmanlı diplomatlarının ne kadar saf, bilgisiz; Prusya ve Rusya
diplomatlarının ise ne kadar kurnaz ve düzenbaz olduklarını
anlıyoruz. Bâb-ı Âli, hemen her zaman, tercümanını Rus elçisine
göndererek Polonya'da Rusların şiddet hareketleri hakkında açıklama
istiyor ve Obreskov her seferinde ya bunları bilmediğini, ya da
bunların anlaşmalar uyarınca Polonyalıların hak ve hürriyetlerini
korumak için alınan tedbirler olduğunu söylüyordu.
Prusya elçisinden sorulan sorular ve alman cevaplar daha da
gülünçtü. Meselâ, Bâb-ı Âli Malta’nın Silezya'da malları
bulunduğunu dikkate alarak ve bunun Prusya tarafından bir baskı
unsuru olarak kullanılabileceğini düşünerek, Maltalıla-rın
Rakuza'dan aldıkları gemileri iade etmeleri için aracı olmalarını, bu
suretle dostluklarını ispatlamalarını ve ileride Frederik Il'nin
müslüman gemilerinin serbest dolaşmalarını garanti etmesini; ya da,
Zegelin'in İngiltere elçisinden, II. Geor-ges (Jorj)'un Fas'a gönderdiği
ajanın görevinin ne olduğunu öğrenmesini, elçiyi bu açıklamayı
yapmaya razı etmesini istiyordu (Mayıs 1768). Bazen, Sakız
Adası'nda bir Rumdan zorla alınan altınlara karşılık eşit mikdarda
Saksonya altını öden-
OSMANLI TARİHİ
397
medikçe elçi olarak mevcut haklarının sınırlanacağını söylüyor,
bazen de Karadağ'daki âsilere Prusyalı subayların yardımından
şikâyet ediyordu.
Prusya elçisi bütün bunlardan habersiz görünüyor, Reisefendi'nin saflığından yararlanarak, ona, Macaristan'da asker
yığılmasiyle ilgili bir sürü hikâye anlatıyor, Bâb-ı Âli de bu defa
Avusturya elçisinden Klosterneuburg'ta denize indirilen bir firkateyn
hakkında soru soruyordu.
Bir Rus subayı casusluk suçundan Yaş şehrinde idam edilmişti.
Obreskov, bu idamın kendisine haber verilmeden infaz edilmiş
olmasından şikâyet ediyor, Reisefendi de buna cevap olarak,
tutuklanan bir Rus tüccarının üzerinde bulunan mektuptan, Rus
asillerinin Boğdan boyarlarını isyana davet ettiklerinin anlaşıldığını
bildiriyordu. Obreskov, her zaman yaptığı gibi bu konuda hiçbir
bilgisi olmadığını iddia ediyor, ama hükümeti adına, isyan edenlerin
her tarafta uğradıkları hak-sızliğa ve baskıya maruz kalanlar
olduğunu iğneli bir şekilde anlatıyordu.
Bar Konfederasyonunun şefi Branicki (Pranski)'den ard arda
gelen mektuplar (70) Bâb-ı Âli'nin hoşnutsuzluğunu arttırdı. Bu
konfederasyondan Polonyalı beş asilin oluşturduğu bir heyet (71),
Hotin valisine başvurarak, Aleksandroviç tarafından temsil
edilmeyen Cumhuriyet'in durumu hakkında bilgi verdiler, geniş
açıklamalarda bulundular (NOT: 11).
Konfederasyon, sadrazama Viyana, Paris, Berlin, Dresden,
Madrid ve diğer Avrupa saraylarına gönderilmek üzere itimad-nâme
verdikleri elçilerin adlarını ve bunların hareket ettiklerini bildirdi.
Rusların Polonya'nın Biala (Bialystok) ve Sulaç (Suwal-ki)
şehirlerini işgal etmesi, Bâb-ı Âli için yeni bir kırgınlık ve kızgınlık
sebebi oldu. Bâb-ı Âli, Prusya elçisine, Polonya'nın komşusu olarak,
Kırım ordusunu bu devletin yardımına gön(70) Sadrazama yazılan 8 Mart ve 1 Mayıs tarihli mektuplar, Hotin valisine yazılan 7 Ağustos 1768 tarihli mektup.
(71) Beş kişilik heyet: Albay DomboroskL Konfederasyon mareşali Graczinski, Albay Alexandre Groholsky, Stanislas Graizky, Stanistes Zoborovsky. (4 Temmuz
ve 12 Ağustos 1768.)
398
HAMMRR
dermek zorunda kalacağını bildirdi (19 Haziran 1768). Bu konuda
Rus elçisi ise, eğer Kırım Hanı Polonya üzerine yürüme emri alırsa,
bunun bir savaş ilânı sayılacağını ve hemen memleketine dönme
hazırlığına başlayacağını söyledi.
Kırım ordusu ile Ruslar arasında Balta'da çatışma başlayınca,
şeyhülislâm bir fetva ile savaş meşrulaştırdı. Fakat başlangıçta bu
fetva gizli tutuldu, çünkü karar isteksiz alınmıştı, ama bunu Kazasker
Osman Molla ısrarla istemişti.
İşte böylece, padişahın uzun zamandan beri istediği savaşa
resmen karar verilmiş bulunuyordu. Fakat savaşın resmen ilânına
kadar altı hafta daha geçti.
SADRAZAM AZLEDİLİYOR
Tasarılar tartışılır ve harp hazırlıkları devam ederken, birdenbire
Muhsinzâde Mehmed Paşa sadrazamlıktan azledili-verdi. Hem de bu
azil rikâb gününde, yani eski bir geleneğe göre askere ulufenin
dağıtılmasından iki gün sonra vezirlerin padişaha teşekkür için
rikâbdarın (üzengi ağasının) odasmda toplandıkları gün oldu (7
Ağustos 1768 - 23 Rebiülevvel 1182).
Azlin sebebi, sadrazamlığın muarızları tarafından, onun
yavaşlığı ve korkaklığı olarak gösterildi. Devletin içinde bulunduğu
güçlükleri göğüsleyecek ve padişahın aldığı kararları başarı ile
uygulayacak bir kabiliyette olmadığı söylendi.
Muhsinzâde'nin ikinci sadrazamlığı sırasında vakanüvis Vâsıf
Efendi'ye bizzat söylediğine göre, Şumnu'da kış karargâhında
bulundukları sırada, sadrazam padişaha, savaş ilân etmeden önce
sınırlarda bütün tedbirlerin tamamlanmasında, düşmanın smırları
savunmasız bulmamasında ısrar etmiş, ama bu tavsiyeleri bir an önce
savaş ilân etmek isteyen padişahın hoşuna gitmemiştir. Ona göre,
azlinin asıl sebebi budur.
Vâsıfın, sadrazamın ağzından dinleyerek yazdığı azil sebebi,
elçilerin raporlarındaki görüşlere de uygun düşüyor. Bu raporlara
göre, savaş ilânında inat eden padişah, prensipte sadrazammdan
memnundu. Fakat, son divan toplantısında, Muhsinzâde ulema
tarafını tutarak padişahı Edirne seyahatin-
OSMANLI TARÎHt
399
den caydırmak istemişti (çünkü padişahın Edirne'ye gitmesi, savaş
seferini başlatması demekti) (28 Ağustos 1768).
Sadrazam, azlinden sonra Bozcaada'ya sürüldü. Sürgün yerine
giderken hayatmı da kaybedeceğinden korkmuştu. Çünkü ona refakat
eden mabeynci, daha önce Midilli'ye sürülen ve orada idam edilen
Bahir Mustafa Paşa'ya da refakat etmişti.
YENİ SADRAZAM: HAMZA PAŞA
Muhsinzâde'nin yerine sadrazamlığa Aydın valisi Hamza Paşa
getirildi. Eski silahdar Hamza Paşa en güçlü çağmda idi. Çünkü kırk
yaşına henüz basmış bulunuyordu. Niğde sancağının Karahisar
kazasından zengin bir tüccarın oğlu idi. Saraya onbeş yaşmda tatlıcı
olarak girmişti. Sonra kendi yolunu kendisi açmış, Enderun'un çeşitli
odalarmda hizmet görerek ilerlemişti. On yıl önce, yani Sultan III.
Mustafa tahta çıkınca, silahdarlığa yükselmiş ve Hibetullah Sultanla
nişanlanmıştı. Daha sonra vezirliğe yükselmiş ve Mora muhassıh
olmuştu. Bundan sonraki on yılda ise on ayrı yerde idarecilik yapmıştı (72).
Sadrazamlığa tayininden onbeş gün sonra (73) İstanbul'a gelmiş,
usule uyularak saray tercümanı kendisini Üsküdar'da karşılamış,
sonra da şeyhülislâmın refakatinde padişahın huzuruna çıkmıştı.
Buradan çıkarken kendisine zengin takımlı bir at hediye edilmişti (22
Eylül 1768 - 10 Cemaziülevvel 1182).
Hamza Paşa'nın sadarete gelişi şatafatlı ve masraflı olmuştur
(74).
(72) 1 -1172 (1758)'de Mora muhassıh. 2 . 1173 (1759)'de Rumeli vahşi. 3 - Aynı yü
Özi muhafızlığı, 4-1176 (1762)'da Vidin muhafızlığı, 5-Aynı yıl tekrar Özi
muhafızlığı, 6-Aynı yıl Hotin muhafızlığı (Bundan sonra üç tuğlu vezir
unvanı alınmış ve azledilerek Dimetoka'ya sürülmüştür. Fakat bir süre sonra
—yani Bahir Mustafa Paşa'nın azlinden sonra— rütbesi ve görevi iade
edilmiştir.), 7 - Selanik valiliği, 8 - Mısır valiliği, 9 - Halep valiliği, 10 - Aydın valiliği.
(73) Vâsıf'a göre geliş tarihi 22 Eylül, yani 10 Cemaziülevveldir ki elçilik raporlarında da aynı tarih belirtiliyor. Vâsıf, s. 216.
(74) Vâsıf bunu şu Farsça beyitle ifade ediyor:
Hıfz-ı devlet der perişan kerden-i sim-ö zer est
Medd-i ihsan rişte-i şirâze-i in defter est Yani: İktidarı ele geçirmek
için altın ve gümüş dağıt, yaptığın iyilikler hayatının kitabını oluşturacaktır.
400
HAMMER
Yeni sadrâzam ilk iş olarak reis-ül küttap Osman Efendi'-yi
azletti ve onun yerine Recâi Efendi'yi getirdi. Recai Efendi bu
görevde altı yıl önce de bulunmuştu. O zamandan beri sadaret
kethüdası, başdefterdar ve son olarak da tersane emini olarak görev
yapmıştı.
Yeni sadrazamın tayinini bildiren hattı şerifte, selefinin azline,
devletin en önemli işlerine (savaş konusu ile ilgili işlere) fazla
ihtimam göstermediği, memuriyetleri kendi adamlarına verdiği ve
bunların da emniyeti kötüye kullandıkları belirtiliyordu.
RUSYA'YA SAVAŞ İLÂNI
Rusya'ya savaş açılıp açılmaması meselesi divanda tartışıldı (4
Ekim 1768). Rusya'nın asker sevkederek Polonya (Lehistan)
topraklarını işgal ettiği, bu ülkenin bağımsızlığını kaldırdığı ve
düzeni değiştirdiği, 'disiden'lere (yani katolik olmayan azınlıklara)
hücum edildiği, yağmalandığı; Rusların. kaçanları Osmanlı
topraklarına kadar takip ettikleri, hattâ (Türk kasabası) Balta'ya
girerek han ailesine ait saraylardan birinin yakılıp yağmalandığı
olaylar görüşüldü.
Bütün bunlar bansın bozulduğunu gösteriyordu ve Rusya'ya
savaş açılmasına oybirliğiyle karar verilmesine sebep sayıldı.
Fakat, iktidara gelen yeni sadrazam henüz Rus elçisi ile
görüşmemişti. Onun için elçi Obreskov'un çağrılmasına, bu durumda
barış halinin ancak bir şartla devam edebileceğinin bildirilmesine de
karar verildi. Şart şu idi: Rusya, müttefikleri olan dört devletin, yani
Danimarka, Prusya, İngiltere ve İsveç'in de kefil olmalarıyla,
Polonya kiralının seçimi ve bu ülkedeki mezhep ayrılıklarını bahane
ederek, herhangi bir müdahalede bulunmayacağına dair teminat
verecektir; Polonya'dan birliklerini çekecek, Polonyalıların hak ve
hürriyetlerine tecavüz etmeyecektir.
Bu şart dar) reddedilirse, savaşın kaçınılmaz olduğu Rus elçisine
bildirilecektir.
OSMANLITARİHÎ
401
Obreskov, Eylül ayının sonlarına doğru kendi hükümetinden bazı
talimat almış ve sadrazamdan gizli bir görüşme talep etmiş bulunuyordu.
Sekiz gün sonra, gizli olmayan bir toplantıya kabul edildi. Elçi Bâb-ı
Ali'deki bu toplantıya bütün maiyeti ile birlikte geldi. Bu vesile ile yeni
sadrazamı da tebrik edecekti.
Obreskov yabancılara mahsus bekleme salonunda yarım saat
bekletildikten sonra, bütün vezirlerin toplanmış bulunduğu divan odasma
alındı (6 Ekim 1768) (75).
Sadrazam, elçiyi ayakta değil, sofada ayağını uzatıp oturarak, yani
aşağılayarak karşıladı. Az sonra da elçinin nutkunu yarıda kesip,
konferansa gerek olmadığını, Reisefendi'den gerekli bilgileri aldığını
söyledi. Bunu söylerken de göğsünden bir kâğıt çıkarıp elçiye
gösterdi. Obreskov'un dört yıl önce yazdığı bu kâğıtta Polonya'daki
Rus asker sayısının yedi bine indirileceği yazılıydı, oysa şimdi
burada otuz bin Rus askeri vardı (76). Obreskov da bunun yirmibeş
bin (77) olduğunu itiraf etti. Bunun üzerine sadrazam ona, «Hain!
Yalancı!» diye bağırdı ve şöyle devam etti: «Sadakatsizliğini,
güvenilir kişi olmadığını itiraf etmiş olmuyor musun! Size ait
olmayan bir ülkede askerlerinizin yaptığı zulümden Allah ve insanlar
huzurunda hicab duymuyor musun? Toplarınız Kırım Hanı'nın
saraylarından birini tahrip etmedi mi!»
Bundan sonra, Obreskov'dan divanda alman kararı imzalaması
istendi. Elçi bunun için yeterli yetkiye sahip olmadığını söyleyerek
imza etmeyince, savaş ilân edildi.
Elçi buna şöyle cevap verdi: «Rusya savaş istemiyor ama,
açıklanan bu karara, bütün gücü ile karşı koyacaktır». Bâb-ı Âli
tercümanı da bunu şöyle tercüme etti: «Rusya'nın dostluğu
değişmemiştir, ama harb isteniyorsa o başka». Elçi, söylediği(75) Sadrazamın Obreskov'u kabul ettiği tarih 6 Ekim 1768 idi. Brognard'ın raporunda ise 13 Ekim 1768 olarak bildiriliyor.
(76) Vâsıf, s. 518'de, Obreskov'un kabul edildiği tarihi, Cumartesi 26 Cemaziülevvel olarak göstermekle yanılgıya düşüyor. 26 Cemaziülevvel Cumartesiye, yani
8 Ekime rastlıyor ama, olay 6 Ekime rastlayan Perşembe günü olmuştu.
(77) Vâsıf'a göre asker sayısı 27.000 idi.
H«mmer Tarihi, C: VIII. F.: 26
402
HAMMER
ni üç defa tekrar ederek, Bâb-ı Âli tercümanı tarafından tam olarak
tercümesinde ısrar etmiş, ama bu isteği olmamış, o da ısrardan
vazgeçmiştir.
Rus elçisi tekrar yabancılar odasına götürüldükten sonra,
sadrazam, padişaha sunulmak üzere, Reisefendi'ye durumu bildiren
bir rapor yazdırmıştır. Bundan sonra Bâb-ı Âli tercümanı Rus
elçisinin yanma gelerek kararı imzalatmak için ısrar etmiş, ama
netice alamamıştır.
Padişahın cevabı, saraydan Bâb-ı Âli'ye öğleden sonra saat üçte
geldi. Bundan hemen sonra, müşir ağa, Rus elçisinin muhafızları
olan yeniçerileri geri gönderdi. Artık elçi ile o ilgilenecekti.
Obreskov'un maiyetine ait atlar da elçiliğe gönderildi ve kendilerine
yeni bir emre kadar gözaltında olacakları söylendi. Bundan sonra
Bâb-ı Âli tercümanı ve divan kethüdası vasıtasiyle Obreskov'a
padişahın emrini tebliğ ettiler. Buna göre Rus elçisi ye baştercümanı
Yedikule'de hapsedileceklerdi.
Obreskov, bu tedbiri kabul ettiğini ve o andan itibaren resmi
görevini bıraktığını bildirdi. Bundan sonra da maiyetinden birkaç
kişinin daha kendisiyle bulunmasma izin verilmesini istedi. Yanma
iki tercümanını, sekreterini ve yedi hizmetçisini alabileceği
söylenerek, bunlar da onunla birlikte Yedikule'ye gönderildi (NOT:
12).
KIRIM HANI, SADRAZAM, ŞEYHÜLİSLÂM» KAPTAN PAŞA
VE BÂB'I ÂLİ TERCÜMANI DEĞİŞTİRİLİYOR
Savaş ilânından sekiz gün sonra, devletin içinde bulunduğu
durum bakımından çok önemli bir değişiklik meydana geldi. Bu,
Kırım Hanı'nın değiştirilmesiydi. Padişah, ilân edilen savaşta daha
enerjik bir harekât için buna gerek görmüştü. Maksud Giray
emekliye ayrıldı ve Fındıklı (Kırım'da) çiftliğine çekildi.
Maksud Giray'ın yerine han olarak, Ruslarm çok korktuğu Kırım
Giray getirildi. Kırım Giray ikinci, defa han oluyordu. Kendisine
alâmet olarak kılıç, kılıç kemeri ve omuzluğu,
OSMANLI TARİHİ'
403
yay ve sadak, bir kalpak, bir sorguç, kıymetli ve güzel takımı ile iki
at verildi (78).
Sadrazam, yeni Kırım Hanı'na, yukarıda sayılanlardan başka ve
yine padişah adına, bir ayrıcalık olarak, kırk bin du-ka altını tutarında
para, bir onur simgesi olarak da, kırk Karadağlı âsinin kafalarını
göndermişti. Bunlar Bâb-ı Âli'ye onun padişah tarafından kabul
edildiği gün (18 Ekim 1768) Bosna valisi tarafından ulaştırılmış,
sarayda gösterilmişti. Bosna valisi Mehmed Paşa, bunlara,
Karadağlıların ortaklaşa yazdığı bir mektubu da ilâve etmişti. Bu
mektupta, âsilerin başlarını gönderen Karadağlılar, padişaha
bağlılıklarını teyid ediyor; tahrikçi Etienne ve Vasili'yi, tekrar
ortalıkta görünmeye cüret ettikleri takdirde, yakalayıp Bâb-ı Âli'ye
teslim edeceklerine dair Hz. Peygamber'in mezarı ve Hz. İsa'nın kanı
üzerine yemin ederek, kendilerinin yeniden Osmanlı devletinin sadık
tebası olarak kabul edilmelerini istiyorlardı.
Yeni sadrazamın azline birinci derecede sebep, yeni Kırım Hanı
idi. Tayininden sadece altı hafta sonra azledilen sadrazam
Gelibolu'ya sürüldü ve üç yıl sonra orada öldü. Sınırsız derecede
cömert olmaktan başka bir şöhreti yoktu.
Hamza Paşa’ınn sadareti o kadar kısa sürmüştü ki, azle-dildiği
zaman, Avrupalı elçilerden biri, Napoli elçisi, henüz onu tebrik
edecek vakit bulamamıştı.
Hamza Paşa'nın müsrifliği, çok tutumlu olmakla da tanınan
padişahın hiç hoşuna gitmemişti. Sadrazam, Mısır'daki
kargaşalıklarda da pek başarılı olamamıştı. Kırım Hanı’ınn onun
hakkındaki görüşleri de Padişah'ın görüşleri gibiydi. Fakat azlini
bildiren hattı şerifte bu sebepler hiç zikredilmemiş, sadece sağlık
durumunun bozulmuş olduğu söylenmişti.
Hamza Paşa'dan sonra sadrazamlığa Yağlıkçızâde Mehmed
Emin Paşa getirildi: Yirmidört yıl önce babası ile birlikte Hindistan'a
gitmiş, dönüşünden altı yıl sonra devlet hizmetine girmiş ve mülazım
olarak işe başlamıştı. Sonra sırasiyle sadaret kaleminde mektupçu
yardımcısı, mektupçu, reis-ül küttap, ni(78) Vâsıf, s. 319: Azledilen hanın ismini burada Maksud, daha ileride Mesud olarak bildiriyor
(Doğrusu Maksud'dur. fÇ.NJ).
404
HAMMER
şancı, sadaret kaymakamı ve Aydın valisi olmuştu. Aydın valisi iken
Şahsultan'la nişanlanmış ve Halep valisi tayin edilmişti. Daha sonra
yine nişancı ve kaymakam, nihayet, selefleri Muhsinzâde ve Hamza
Paşalar gibi, sarayın damadı oluşu onu sadrazamlığa kadar
yükseltmiş bulunuyordu (20 Ekim 1768 - 8 Cemaziülahır 1182).
Mehmed Emin Paşa'nın tayini, şeyhülislâm, talik yazının usta bir
hattatı, en çok kitap bulunduran Bayezid Camii Kü-tüphanesi'nin
kurucusu olan Veliyüddin Efendi'nin ölümünün beş gün öncesine
rastlar. Şeyhülislâm Efendi'nin oğlu Mehmed Emin Efendi, Vâsıf in
vakanüvisliği sırasmda ulemânın en kıdemlisi idi ve Bayezid
kütüphanesini, kendi parasiyle ve büyük harcamalarla temin ettiği,
satın alamadıklarını kopya ettirdiği kitaplarla zenginleştirmişti.
İslâmlığın en büyük makamı olan şeyhülislâmlık, eski şeyhülislâmlardan derin bilgisiyle ünlü Pirizâde'nin oğlu Osman
Molla'ya tevdi edildi (25 Ekim 1768 - 13 Cemazielahır 1182).
Sultan Mustafa'nın ulemâ arasında en çok takdir ettiği âlim,
Osman Molla idi. Çünkü o, Rusya ile harbedilmesinden yana
olduğunu açıkça ve ısrarla söylemişti. Yeni Şeyhülislâm'-ın ilk işi
İstanbul kadılığına Abdullah Efendi'yi getirmek oldu.
O sırada Eflâk'in genç prensi Alexandre Ghika azledildi ve onun
azli de Kırım Hanı’nın tesiriyle oldu. Kırım Hanı, Ar-deş manastırı
başpapazının bir Rus albayı ile birlikte Rusya'ya taraftar toplamaya
çalıştıklarını haber vermişti. Alexandre Ghika'nın yerine Bâb-ı
Âli'nin eski tercümanı Gregoire Ghika getirildi. Evvelce
Maurocordato Callimachi ve îpsilanti gibi hekim olan Bâb-ı Âli'nin
ihtiyar tercümanı Karaca, seksen yaşma basmca ölmüştü. Ondan
sonra, dokuz yıl evvel İstanbul'da idam edilen Yanakhi'nin akrabası
ve Karaca'nın selefi olan Souzo da öldü.
Rusya'ya savaş ilân edildiği gün, İstanbul matbaasını kuran
Macar asıllı İbrahim (Müteferrika)'in oğlu İbrahim Efendi, yirmibeş
yıldan beri yapmakta olduğu tercümanlık görevinden uzaklaştırıldı.
Onun azline sebep, Obreskov ile gizli ilişki kurmuş olmasıydı.
Her sadrazamın işbaşına gelişinde olduğu gibi bu defa da bazı
yeni tayinler ve değişmeler oldu. Defterdar Sârim Efen-
OSMANLI TARİHÎ
405
di, tarihçi Vâsıf in deyimi ile «malî işlere baktığı için bekçi köpeği
gibi durmadan hırıldamak ve avlamak zorunda olduğunu sanması
yüzünden» azledildi. Onun yerine Çavuşbaşı Atıf-zâde Ömer Efendi
getirildi. Atıfzâde'nin babası defterdar, divan şairi olarak ve münşeatı
ile isim yapmıştı (79).
Çavuşbaşılığa Yesrî Ahmed Efendi getirildi. Sadarette görevli
mektupçübaşı yardımcıları ile beylikçi (reis-ül küttabın yardımcısı)
de değiştirildiler.
Adalardan henüz dönen Derya Kaptanı Mehmed Paşa sadaret
kaymakamı (îstanbul Kaymakamı) oldu ve kendisine Mora
muhassıllığı da verildi. Osman Paşa'nın oğlu İbrahim Paşa da iki
tuğlu paşa unvanı ile derya kaptanlığına getirildi.
ASKER TOPLANIYOR
Sefer kararı verildikten sonra hazırlıklar artmış, büyük bir
faaliyet başlamıştı. Savaş ilân edilir edilmez sadrazam, imparatorluğun her tarafına, valilere, alaybeylerine yazılan iki-yüz
fermanı göndererek, Mart ayında Edirne'de toplanmalarını, padişahın
da orada sancak-ı şerifle bizzat bulunacağını duyurdu (80). Zeamet
ve tımar sahiplerinden başka, Yörükler, Evlâd-ı Fatihan ve gönüllüler
Rumeli'ye çağrıldılar. Ondört yeniçeri koğuşuna, dört topçu ve iki
toparabacı koğuşuna, derhal Polonya sınırına hareket etmeleri emri
verildi. Ayrıca, Rumeli'ye altı bin kese gümüş para yollandı. Yüz elli
adet onluk, elli adet büyük ve elli tane ele ağır kale topu, Karadeniz'e
sev-kedilmek üzere Tophane'ye taşındı ve sadrazam da buraya gelerek hazırlıkları teftiş etti (4-5 Aralık 1768).
Asya yakasından dört bin sipahi Üsküdar'a gelip, oradan Boğaz'ı
geçti.
Boğdan'da kırk bin kişi silah altma alınmış, erzak taşınmada
kullanmak için yedi bin yedi yüz yetmişiki katır gemilere
bindirilmişti.
(79) tMünşeat-ı Defterdar Atıf Efendi» isimli derlememe bakınız.
(80) Bu fermanın tercümesi ve TÜrkçesinin kopyası Brognard'ın 2 Kasım tarihli
raporuyla, Avusturya İmparatorluk Arşivi'nde bulunmaktadır.
406
HAMMER
Tersanede yeni inşa edilmiş iki savaş gemisi denize indirildi.
Birinin adı Zafer, diğerinin adı Fetih idi. Bu isimler gemilere, en
azından görünüş bakımından, uygun düşüyordu.
Savaş giderlerini karşılamak için defterdarın emrine ye-dibuçuk
milyon kuruş tahsis edildi. Ayrıca kasapbaşına, harekât için et
hayvanı temin etmek üzere yarım milyon kuruş verildi. Kırım
Hanı'na da üç milyon kuruş gönderildi (31 Ekim 1768).
Bâb-ı Âli'nin savaşla ilgili beyannâmesi Avrupa devletlerinin
elçilerine ulaştırıldı (NOT: 13). Sadrazam da, Polonya'daki Bar
konfederasyonundan gelen birçok mektuba nihayet cevap vermeye
başladı (NOT: 14). Bu cevap, konfederasyon şeflerinden diğer
üçünün mektuplarına da karşılık oluyordu. Bunlardan biri Kiov valisi
Potocki'den (81), ikincisi Dankoviç'ten gönderilmiş olup Potocki,
Kracsinski ve Antuan Rulan (82) tarafından padişaha ve sadrazama
hitaben yazılmış, üçüncüsü de konfederasyonun mareşali Potocki'den
gelen mektuplardı (83).
Bu şefler, mektuplarında, Rusya'nın Polonyalıların hürriyetlerine tecavüz ettiklerini ve Bâb-ı Âli'nin emrine girmeye hazır
olduklarını bildiriyor, kendilerine bir elçi yollanmasını da
istiyorlardı.
Sadrazam, Bâb-ı Âli tercümanının verdiği rapora göre (84)
Potocki'nin mektubuna cevap veriyor (85), fakat senatörün bir elçi
gönderilmesi teklifini kabul etmiyor, çünkü ordunun zaten
Polonya'ya doğru yola çıktığını söylüyordu. Fakat konfederasyonun,
Bender, Hotin ya da Isakçı'ya temsilci göndermesine hiçbir engel
olmadığım bildiriyordu. Bu arada konfederasyonun, Hotin valisine
ve Kırım Hanı'na, onları ilgilendirecek haberler ulaştırmasını da
istiyordu.
Potocki ve Kracsinski de, Polonyalıların dâvasına sadrazamın
dikkatini çekmek ve harekâtı çabuklaştırmak için ben*
7 Receb (17 Kasım). Brognard’ın 16 Aralık 1768 tarihli raporuna bkz.
14 Receb (24 Kasım). Brognard’ın 3 Ocak 1769 tarihli raporuna bkz.
14 Receb (24 Kasım). Brognard’ın 17 Ocak 1769 tarihli raporuna bkz.
Bâb-ı Âli tercümanının şifreli tercümesi, Brognard’ın 5 Ocak 1769 tarihli raporuna
eklidir.
(86) Sadrazamın cevabının tercümesi Brognard’ın 16 Aralık 1768 tarihli raporuna ilişiktir.
(81)
(82)
(83)
(84)
OSMANLI TARİHİ
407
zer mektuplar yazmışlardı (86). Hattâ ona temsilci olarak Podoroski'yi de göndermişlerdi (87). Fakat sadrazam hep itiraz ettiği
için, Bâb-ı Âli'ye tekrar yazarak, aslında asıl görevi Rusların üzerine
yürümek olan Kırım Hanı'na, konfederasyona yardım için Polonya
topraklarına yürümesi emrinin verilmesini de rica ediyorlardı (88).
O sırada Osmanlı devleti Avusturya ile barışı muhafaza etmeyi,
bu devletin Rusya ile ittifak kurmasını önlemeyi amaçlıyordu. Çünkü
o günlerde, Rusya, Prusya, Avusturya ve İngiltere'den oluşacak bir
dörtlü ittifakın kurulması söz konusu idi. Bu konuda alarma geçen
Bâb-ı Âli, tercümanı vasıtasiyle Avusturya elçisinden hükümetinin
niyetini anlamaya çalıştı. Bir yandan da Avusturya'nın Silezya'yı
yeniden ele geçirmesi, Saksonya elektörünün Polonya tahtına
oturması için her türlü imkânı kullanarak yardım edeceğini
bildiriyordu (89).
Avusturya elçisi bir muhtıra ile Bâb-ı Âli'ye teşekkür etmiş,
fakat anlaşmalarla Silezya'yı Prusya'ya bıraktıklarını, Pa-niatowski'yi
de Polonya kiralı tanıdıklarını, bu anlaşmaya bağlı oldukları için
padişahın iyi niyetinden yararlanamayacaklarını (NOT: 15), zaten bu
konuda Viyana hükümetinden tali^ mat alması gerektiğini
bildirmişti.
Böylece başlayan temas üzerine, Sadrazam Mehmed Emin Paşa,
Prens Kaunitz'e çok dostâne bir üslup ile yazdığı mektupta Bâb-ı
Âli'nin Rusya'ya savaş ilânını açıklayan beyannamesindeki
gerekçeleri tekrarlayarak, Almanya (Avusturya) imparatorunun
Macaristan tahtının vârisi sıfatiyle tâ Nuşir-van zamanından beri
imparator lâkabını kullanmaya lâyık tek hükümdar olduğunu, Rusya
çariçesinin de hakkı olmayan böyle bir lâkabı edinmeye çalıştığını
anlatıyordu (90).
Bu mektup, Brognard’ın 16 Aralık 1769 tarihli raporuna ekliydi.
İtimadnâmeler Brognard*ın 16 Mart 1769 tarihli raporuna ekliydi.
Bu müşahedeler Brognard’ın 17 Şubat 1769 tarihli raporuna ekliydi.
Bâb-ı Âli tercümanının bu konuda Brognard'a verdiği muhtıra, onun 3 Haziran 1768
tarihli raporuna ekliydi.
(90) Mektubun bu konu ile ilgili Türkçe bölümü şöyle idi: «...Nemçe devleti ze-mân-ı
kadîmden berii devlet dimeğile mevsûf ve muteber idtiğü ma'rûf oldu-, ğuıia
binâen, İmparator lâkabı devlet-i meşârunileyhe seza ve olvecfaite dn-vel-i saire
beyninde mümtaz olmağa ahrâ iken mukaddema li-maslahatin Mos-kov
çariçesine imparator lâkabı telkib olunub madde-i irs u zatı olmak za’ıni(86)
(87)
(88)
(89)
408
HAMMEB
BAZI AVRUPA DEVl£TLERİ
BÂB-I ÂLÎTE NOTA VERİYOR
Sadrazam Mehmed Emin Paşa, reis-ül kütfcap Recai Efendi ve
Bâb-ı Âli tercümanı Souzzo, işte böyle, Prusya aleyhine fikirler ileri
sürerek, Rusya çarlarının imparator lâkabını taşımaya hakları
olmadığını söyleyerek, Avusturya'yı elde etmek, ona yaranmak ve
politikasını padişahın lehine yönlendirmek istiyorlardı.
Fakat, bu hareketleriyle hiç bağdaşmayan bir tutum ya da
tutarsızlıkla, Avusturya ile Osmanlı Devleti arasında yirmibir yıl
önce imzalanmış bir anlaşmanın sürekli bir barış anlaşması haline
dönüştürülmesine hiç yanaşmıyorlardı. Oysa, şimdi savaş ilân
ettikleri Rusya ile daha önce yapılmış barış anlaşması «ebedî» olarak
ilân edilmişti. Avusturya imparatorluğu elçileri de Osmanlı
devletiyle Avusturya arasında imzalanan ve Râgıp Paşa'nın uzatmak
istemediği anlaşmanın, Rusya ile yapılan anlaşma gibi, sonsuz süreli
olmasmı istemeye devam etmişlerdi.
Bâb-ı Âli diğer konularda Avusturya ile çok iyi geçinmeye
çalışıyor, Bosna (91) ve Belgrad (92) valilerine fermanlar
göndererek Viyana sarayının haklı isteklerine karşı çıkılmamasını,
sınırlardaki bazı uyuşmazlıklara son verilmesini istile lâf-ı mezkuru kuvveden fiile getürmek niyetiyle bir kaç seneden bern enva ı
desâisi irfikâb ve memaliki lehe itate-i dest-î tagaUub eyledüğünden ma'da,..».
Bu yazının orijinali Avusturya İmparatorluk arşivindedir. Mektuba vurulan
mühürde birbirinden ayrı dört dua bulunuyor; Allah'a inanırım ve Allah
dileklerimi kabul eder; Allah'tan başka kuvvet ve kudret yoktur; Yolumu Allah
gösterir; İşlerimde, sıkıntılarımda Allah'a sığınırım. Mührün ortasında söyle bir
vecize var:
Li- Muhammedin yercu'l emâne Muhammedu müterecciyen feyza'l-emîmu, emine.
Yani: Muhammed, Muhammed'den şefaat diliyor, Emin, Emin'den yardım istiyor.
(Adı Emin olan (kişi), Peygamber Muhammed'den şefaat diliyor; adı İsmin olan (kişi),
sıfatı Emin olan Peygamber'den yardım İstiyor). Mektubu yazan yazıcının adı, El-hac
Muhammed Emin îdi. (91) Bosna ve Vidin valilerine gönderilen Şevval 1182 ÇŞubat
1768) tarihli ferman,
Penkler'jn 15 Mart 1769 tarihli raporuna ekliydi. (82) Belgrad valisine
gönderilen fermanlar 1178 (1764), 1182 (1769) tarihlidir.
OSMANLI TARİHÎ
409
yordu. Bunlardan başka, son yangında harap olan fransisken
kilisesinin yeniden inşasına da müsaade ediyordu (93). Bunu
kolaylaştırmak için Reisefendi, Avusturya elçisine, yangından zarar
gören birkaç evin yeniden yapılması için müsaade istemelerini,
bunlara kilisenin onarımı eklendiği takdirde yeniden inşa kanununa
aykırı olmasına rağmen izin alınabileceğini tavsiye mahiyetinde
söylüyordu. Bu durumlar karşısında Avusturya elçisi Polonya
meselelerinde
tam
tarafsız
davranıyor,
kendisine
Bar
Konfederasyonu şefleri tarafından gönderilen mektuplara cevap
vermiyordu (94).
Bu konfederasyon, Jaques Magnecki adlı bir temsilciyi gizlice
İstanbul'a göndermişti. Fakat bazı kabadayılıkları ve böbürlenmeleri
yüzünden, faydasından çok zararı dokundu. Sonunda, Hotin muhafızı
Halil Paşa'yı açgözlülükle suçlaması azledilmesine sebep oldu.
Diğer Avrupa devletleri arasında Osmanlı Devleti ile iyi
ilişkilerini sürdürenlerden biri Venedik Cumhuriyeti idi. Naip
Giustiniani, Bâb-ı Âli'ye gönderdiği bir mektupta, Osmanlı Devleti
ile iyi ilişkilerini sürdürmek istediklerini bildirmişti (95). Aynı
mealde bir teminat mektubu Hollanda Hükümeti adma, elçi Dedel'in
ölümünden sonra akredite edilen maslahatgüzar VVeiker tarafından
(96), Danimarka Hükümeti adma da elçi Goessel tarafından
verilmişti. Bâb-ı Âli, Goessel'in temsilciliğini, itimadnâmesini
getirinceye kadar kabul etmemişti. îsveç
(93) Penkler'in elde ettiği ve halen Avusturya İmparatorluk Arşivi'nde bulunan
Sakız Adası'ndaki Cizvitler ve Triniterler ile, Pera'da Fransiskenler hakkındaki fermanlara bakınız: 1. 1 Muharrem 1157 (15 Şubat 1744), 2. Cemazielahır 1178 (Aralık 1764), 3. Ramazan 1179 (Şubat 1766). Bunda Jesuites'lere *Cizvit' adı veriliyordu ki, bu, 'İsevî' adından farklı idi. Daha evvelki anlaşmalarda
İsevî kelimesi yanlış anlaşılarak 'Cizvit' şeklinde tercüme edilmişti. 4. 1
Muharrem 1182 (18 Mayıs 1768). Bu, Pera fransiskenlerinin 1072 (1661)'de
elde ettikleri ve 1112 (1700)*de, daha sonra da 1118 (1706)'de yenilenen ilk berattan farklı bir şey değildi.
(94)"Bu mektuplardan ikisi Avusturya İmparatorluk arşivlerindedir ve bunlarda
Avusturya'nın yardımı istenmektedir. Biri 28 Haziran 1768, diğeri 22 Ocak
1769 tarihlerini taşıyor.
(95) Türkçeden tercüme edüen bu belge, Brognard’ın 1 Aralık 1768 tarihli raporuna
ekliydi.
(96) lümadnâmelerin tercümesi Brognard’ın 17 Mart 1769 tarihli raporuna eklidir.
410
HAiMMER
temsilcisi Celsing (97) ise, gerek İsveç'le kurulan ittifakın devamı, gerekse
Avusturya, Fransa, İngiltere ve Rusya tarafından kurulacak ittifaka girme
konusunda müsbet bir tavır almadı. Bu ittifakı Bâb-ı Âli de hiç
istemiyordu.
Fransa'nın o zamanki İstanbul elçisi Saint-Priest şövalyesi idi. Daha
önceki elçi Desalleurs gibi o da günlük onsekiz kuruş ve dokuz para
tahsisat alıyordu (98).
Fransa kiralının ordusunda topçu generali ve kendisiyle aynı adı
taşıyan âsi bir Macar'ın oğlu olan Baron dö Tott, Kırım Hanı nezdinde
Fransız temsilcisi olarak buraya gönderildi. Burada, yakında başlayacak
harekât için, mümkün olduğu kadar yardımcı olmaya çalışacaktı.
O dönemde Bâb-ı Âli'nin Mısır'daki otoritesi çok zayıftı. Şeyh-ül
Beled Halil Bey'in ve Yeniçeriağası Mehmed Çavuş'un Kahire'de oturan
Fransız tüccarlarına yaptıkları baskı ve uyguladıkları ceza için Fransa
elçisine hiçbir tazminat ödenememişti. O sırada, Fransız tüccarlarından üçü,
Kahire çevresinde eğlence için tüfek atışı yapmış ve bundan dolayı otuz üç
bin ekü para cezasına çarptırılmışlardı (NOT: 16).
Daha yukarıda da anlattığımız gibi, Halil Bey, Hüseyin Keşkeş'in
müttefiki idi. Ali Bey tarafından Kahire'den sürülünce, adamları ile birlikte
Gazze'ye kaçmıştı. Fakat bir süre sonra, ilkbaharda, büyük bir kuvvet
toplayarak geri dönmüş, Dimyat şehrini yirmi bin ekü vergi vermeye
mecbur etmişti. Ali Bey onunla Mansuriye'de yaptığı ilk çarpışmada
yenilmiş; fakat daha sonra galip gelmiş, âsilerin başlarını keserek İstan(97) Cclsing'in notasına cevap olarak Bâb-ı Âli'nin verdiği muhtıranın tercümesi
Brognard'ın 17 Şubat 1769 tarihli raporuna eklidir(98) Fransız elçisinin 17 Temmuz tarihli itimadnâmesi Brognard'ın 1 Aralık 1768
tarihli raporuna eklidir. Bu itimadnâmede padişaha hitap eden şöyle bir pasaj
var : «... Bizim kendilerine başlıca tavsiyemiz, İyi ilişkileri, eski dostluğa ve
bunun mey vasi olması gereken karşılıklı güveni sürdürmektir. Bu sonuca
varmak için tuttuğumuz yol da, her vesile ile Zat-ı Âlilerine değişmeyen saygımın
ifade ediyor, imparatorluğunuzun refah ve yüceliğini kendimiz için de yararlı
görüyoruz... Zat-ı Âlilerinin ömrünü artırması, hayatının refah ve mutluluk
içinde geçmesi için Allah'a dua ediyoruz...>. Sadrazama yazılan mektupta ise
şöyle deniyordu: «Size tevdi edilen iktidar ile, bilgeliğiniz, ileri görüşlülüğünüz
sayesinde eski dostluğun devam edeceğine, 1740'ta yenilenen ve arttırılan
kapitülasyonların zedelenmeyeceğine, tcbalarımıztn bunun mey-vasını
toplayacağına inanıyor ve bununla övünüyoruz...».
OSMANLITARİHİ
411
bul'a göndermişti (NOT: 17). Bugüne kadar yayınlanan tarihlerde, AH
Bey'le ilgili bu silahlı çatışmalar hep unutulmuştur.
İngiltere elçisi Lord Murray, hükümdarından iki mektup almıştı.
Bunlardan biri padişaha yazılmıştı ve arabuluculuk teklif ediyordu. İkinci
mektup sadrazama yazılmıştı ve sadrazam bu mevkie geldiği için tebrik
ediliyordu (99). İngiltere sarayı bu mektupların resmi törenle verilmesini
istemişti ama bu mümkün olmadı. Çünkü padişah, bundan böyle yabancı el-
çilerle, ancak yeni itimadnâmeleri kabul etmek ya da onlara bir olayı
bildirmek için görüşebileceğini söylemişti. Onun için İngiliz elçisi bu
mektupları sadrazama teslim etti. Sadrazamın ve padişahın bu
mektuplara verdikleri cevaplarda, Rusya ile ilgili şikâyetlerini
tekrarlıyor, bir savaş yapmadan bu konuda başka devletlerin ileri
sürecekleri başka çözümleri kabul etmeyeceklerini bildiriyorlardı.
Elçi bu konuda yazdığı bir nota ile, İngiltere'nin Osmanlı
devletine karşı Rusya ile ittifak kurma tekliflerini her zaman
reddettiğini, bunun hükümeti tarafından padişaha duyduğu saygının
ve iyi niyetinin bir göstergesi olduğunu söyledi (100).
İngiliz hükümeti reddedilmeyi bu şekilde cevapladıktan
sonra Bâb-ı Âliye yeni bir nota verdi. Bununla, halen Yediku-' le'de
tutuklu bulunan Obreskov'un serbest bırakılması isteni yordu.
Rusya'ya savaş ilânından az önce, Prusya elçisi, hükümdarının
kesin emriyle Bâb-ı Âli'ye bir nota vermişti. Bu notada, Osmanlı
Devleti ile Rusya arasında çıkabilecek bir savaşın önlenmesi
isteniyordu (101). Prusya elçisi bundan sonra iki nö( 99) Bu iki mektubun tercümesi Brognard'ın 16 Ocak 1769 tarihli raporuna eklidir,
(100) Hammer burada dipnot olarak bu notanın İtalyanca metnini veriyor. (Ç.N.)
(101) Majesteleri aşağıda imzası bulunan bana, Bâb-ı Âli'den, hem Osmanlı Devle-ti*nin,
hem Rusya'nın giriştiği büyük hazırlıklar hakkında bilgi istediler, Kanh bir savaşı
haber veren bu hazırlıklar majestelerini endişelendiriyor. Çünkü bunun sonuçlan her
iki imparatorluğun tebaları için felâket getirecektir. Za feri hangi taraf kazanırsa
kazansın, birinin ızdırabı diğerinden az olmayacaktır. Majesteleri bana, iki tarafın
arasını bulmak görevi verilirse buna zevkle yapacağını ve bu vesile ile her iki
imparatorluğun mutluluğuna ne kadar önem verdiğini göstereceğini, böyle bir
durumda sonucun, majesteleri gibi gerçek ve samimî bir dostun sayesinde alınacağını
Bâb-ı Âli'ye bildirmemi buyurdular...
412
HAMMER
ta daha verdi ve Prusya'nın arabuluculuk teklifini bildirdi (102).
Ayrıca Obreskov'un serbest bırakılmasını istedi (103). Fakat bu da
bir fayda sağlamadı.
öte yandan Obreskov da sadrazama bir mektup yazarak, onsekiz
yıl iyi ve dürüst bir şekilde hizmet gördükten sonra onsekiz adamı ile
birlikte Yedikule'ye hapsedilmesinin korkunç olduğunu söyledi.
Ayrıca hapishanenin dar, loş ve rutubetli olduğunu, zaten iyi olmayan
sağlık durumunun burada büsbütün bozulacağını bildirdi. Daha sonra
gönderdiği yarı resmî bir nota ile, hükümetinin kendisine yolladığı
kırk iki bin rublenin Türk parasına çevrilmesini talep etti. Üçüncü
mektubun-de ise, ikinci mektubundaki talebinin yerine getirilmiş
olmasından dolayı Bâb-ı Âli'ye teşekkür ediyordu.
Prusya ve îngiltere tercümanlarına, Obreskov'un serbest
bırakılmasiyle ilgili taleplerin reddedildiğini bildiren Bâb-ı Âli
tercümanı onlara şu Arap atasözünü de söylemişti: ı«Her şeyin bir
vakti vardır ve her iş saatinde yapılmalıdır» (104).
Bâb-ı Âli tercümanı, diğer tercümanların Rusya'nın savaşı
önlemekten başka bir şey yapmadığını, bu niyette olduğu için de
Prusya ve İngiltere'ye arabuluculuk teklif ettiğini söylediklerini Bâb-ı
Âli'ye bildirdi. Bu savaşın tamamen Fransız elçisinin kışkırtmasiyle
olduğu iddiasını da ilâve etti. Ona göre Fransa Kırım Hanı ile gizli
görüşmeler yapıyor, Han'ın aracısı (temsilcisi) Fransız konsolosunun
eşiyle sık sık görüşüyor, Fransız konsolosu da Kırım'a Fransız
tercümanlar gönderilmesi husu-unda Han ile mutabakata varmış
bulunuyordu.
(102) Prusya kiralı majestelerinin aşağıda imzası bulanan elçisi olarak, dün boraya
gelen karyeden hükümdarımın bir mektubuna aldığımı Bâb-ı Âli'ye bildirmekten
şeref duyarım. 9 Kasım tarihli bu mektupta majesteleri, mektup eline geçtiği
zaman Osmanlı Devleti ile Rusya arasında bansın bozulmuş olduğunu, bu
haberin kendisini çok üzdüğünü Bâb-ı Âli'ye bildirmemi buyurdular. Bununla
beraber, majesteleri bu vesile ile samimi dostluğunu ispat etmek istiyor. İki
imparatorluk arasında anlaşmazlığı giderebilirse mutlu olacağını bildiriyor.
(103) Majesteleri, kendisiyle Bâb-ı Âli arasındaki samimî dostluğa güvenerek, adı
geçen elçinin serbest bırakılması, bütün maiyeti ile sağ salim olarak memleketine
gönderilmesi hususundaki talebi reddedilmezse bundan sevinç ve gurur
duyacaklarını bildirmemi buyuruyorlar.
(104) El-Umurû merhunetun li-vaktiha. Tercümesi Brognard'ın 3 Mart 176ft tarihli
raporuna eklidir.
OSMANLI TARİHÎ
413
SANCAK-I ŞERİF AÇILIYOR
Ocak ayının sonlarından itibaren sarayda tuğlar dikilmişti (27
Ocak 1769). Yirmibeş gün sonra çeşitli birlikler merasimle yürüyüşe
geçti (20 Mart 1769 - 12 Zilkade 1182), Altı gün sonra Sancak-ı Şerif
çekildi ki bu, müslümanları en yüksek derecede coşturuyordu.
O akşam, Avusturya elçisi Brognard, üç genç tercümanı (105),
üç genç yardımcısı (106), seyisi, sekreteri, uşağı, kendisinin ve
tercümanı Testa'nın eşleri, dört kızı ve iki oda hizmetçisi ile, Topkapı
önünde, Tekke Mahallesi'ndeki bir eve gitti. Burada ordunun geçişini
görecekti. Fakat eve henüz gelmişti ki, mahalle imamı onları buradan
çıkardı, imam, mahalle halkının kâfirleri aralarında görmek
istemediğini söylüyordu. Evin önünde biriken kalabalık da onlara
küfrediyor, tehdit savuruyordu. Askere benzeyen (ama asker
olmayan) bir genç, elinde yalınkılıç, göğsünde tabanca ile, onları
mezarlığın yanından dış kapıya doğru götürdü. Elçi buraya
maiyetinin ancak yarısiyle gelebilmişti. Diğer yarısı Pera'ya
sığındılar. Brognard o geceyi Topkapı yakınında bir Ermeni'nin
evinde geçirdi. Burada yeniçeri kethüdasının gönderdiği bir salma
çuhadar (yani polis görevlisi) sayesinde endişeden kurtuldu. Fakat akşam olunca Pera'ya döneceği ya da, güvenlik durumu gerektiriyorsa,
Bâb-ı Âli'nin göndereceği görevlilerin koruması altında evden
çıkmadan oturacağı yerde (107), hem Brognard hem de maiyeti, bir
berber dükkânının önündeki parmaklıkların arkasına geçtiler. Çünkü
askerin geçişini görmek için'.can atıyorlardı ve burası da bunun için
elverişliydi. Üstelik güvenliğini sağlamak için, iki yeniçeri ve birkaç
yamak da bulunuyordu yanlarında. Ne var ki halk onları görmüştü.
Daha çok kadınlardan ve çocuklardan oluşan bir kalabalık, onlara
doğru hareket ederek bağırmaya başladı. Bu sırada asker geçidi
(105) Tercümanlar: Bianohi, Testa, Berbert
(106) Yardımcıları: Zechncr, Summerer, Adami.
(107) Vâsıf ve Ahmed Resmî Efendi, burada, bizce tarih konusunda yanılıyorlar.
Olayın bir gün öncesine rastlayan 17 Zilkade (26 Mart) tarihi veriliyor. Ahmed
Resmî Efendi'nin eserinde ise Zilkade yerine Sefer denmiştir. Buna dikkat
etmeyen Diez ise yanlışlığı görmemiştir. 18 Zilkade 26 Mart'a değil, 27 Mart'a
rastlıyor.
414
HAMMER
de başlamış bulunuyordu. Yeşil sarıklı, sözde Hz. Peygamber'-in
soyundan olduklarını iddia eden emirler, hamallar ve serseri takımı
arasında bağrışmalar, koşuşmalar çoğaldı. «Gâvurlar! Vurun! Yoksa
kıyamet gününde yüzünüz kara çıkar!» diyorlardı. Dinî taassupla
coşmuşlardı. Bu taassup zaptedilmez bir hal aldı.
Az sonra, yalnız Avusturya elçisinin bulunduğu eve değil, o
caddede hıristiyanlara ait bütün evlere ve dükkânlara hücum edildi.
Dükkânlar yağmalandı. Söylentilere göre yüzden fazla insan
öldürüldü, yüzlercesi yaralandı (108). Çılgın bir kalabalık elçinin
bulunduğu evi kuşattı. Camları, kapıları kırdı. Silahları olmadığı için
demir parmaklıkları elleriyle kırmaya çalıştılar. Kapısı kırılan evlere
giriliyor, içerdeki kadın ve erkekler yumruk ve sopalarla dışarı
çıkarılıyordu. Kadınların tülleri, bilezikleri üzerlerinden alınıp saçları
çekiliyordu.
Yeniçeriler ve onları takviye için gönderilen diğer askerler,
tedbirsiz yabancıları bulundukları yerden güçlükle, alıp bir
Ermeni'nin evine götürdüler ve oradan ancak ertesi gün ve büyük bir
koruma altında Pera'ya ulaştırdılar.
Sancak-ı Şerif, aklı başında her Türk'ün kınadığı o müessif olay
günü açılmıştı. Müneccimler ve bizzat Ahmed Resmi Efendi bu
olayı bir uğursuzluk, bir felâket haberi saydılar. Çünkü olay, yengeç
burcunun Ay ve Satürn ile aynı hizada bulunduğu zamana
rastlıyordu ve bu da uğursuzluk sayılıyordu.
Üçüncü Mustafa gibi ilmi seven ve bilen bir hükümdarın böyle
bir yıldız falına, bu kehanete inanmasına ve bunun tesiri altında
kalmış olmasına inanılamaz. Hatırlardadır ki, bu hükümdar Ahmed
Resmî Efendi'yi özel elçi olarak Berlin'e gönderdiği zaman, Prusya
kiralından üç müneccim göndermesini de istemişti. Kıral Frederik de
ona, ordusundaki yeniliği göstermiş, böylece, iyi talim gören bir
ordunun ve dolu bir hazinenin, yıldız ilminden çok daha yararlı ve
önemli olduğunu anlatmak istemişti (109).
(108) Brognard’ın raporuna göre ölü sayısı 150'ye, yaralı sayısı 1000'e çıkmıştı.
(109) Diez, s. 16'da şuna dikkat ediyor: «Bu müneccimler herhalde şifai olarak istenmişti. Çünkü Ahmed Resmî Efendi'ye verilen oniki maddelik talimatnamede müneccim isteğiyle ilgili hiçbir şey yok.
OSMANLI TARİHİ
415
Yukarıda anlattığımız o hiç beklenmedik müessif olaydan sonra,
Brognard sadrazama veda ziyaretinde bulundu. Bu görüşmede başına
gelenlerden hiç söz etmedi ve hakkı olduğu halde gördüğü hakaret
için bir tazminat istemedi. Fakat Brog-nard'ın veda nutkundan sonra
sadrazam ona nihayet müeb-bed (sonsuz süreli) barıştan söz etti ki,
Brognard'a göre bu kelimeyi telaffuz ederken sanki ona bir vücut
vermek istemişti.
Üç gün sonra ve Brognard’ın hareketinde biraz önce, sadrazam
ona bir mektup verdi ki bu, Prens Kaunitz'in mektubuna ve Belgrad
anlaşmasını yenilerken sürekli veya müebbed kelimesinden ne
kastedildiğine dair sorularma bir cevaptı. Sadrazam açıklamasında
daim ve müebbed deyimlerini kullanarak, barışı sonsuza kadar
uzatmayı kastettiğini bildiriyordu (110).
Bâb-ı Âli'yi, Osmanlı Devleti ile Avusturya arasındaki anlaşmanın sürekli olmasına razı etmek için, daha ciddî ve başka bir
diplomatik gerekçe bulunması gerekmişti. Elçi, uğradığı hakareti hiç
hatırlatmadığı gibi, geçmişi tamamen unutmuş göründü ve Bâb-ı
Âli'nin özür dileyerek gönderdiği armağanları geri çevirmedi. Bu
armağanlar, kendisi için verilen iki bin kuruş değerinde bir samur
kürkle, karısı için verilen yine iki bin kuruş değerinde süs takısı idi.
Bâb-ı Âli'nin bu iltifatı, herhalde o müessif olay konusunda
susmasını temin etmek içindi. Kendisine yapılan hakarete tepki
göstermemesi karşısında ona «bir azize lâyık olgun hareket» gibi
sözlerle iltifat edilerek teselli edilmeye çalışıldı.
Fakat Prens Kaunitz, saray yazıcısı Thugut'un kalemiyle,
Brognard'ı bu şekilde hareket edişinden ve özellikle hükümetinin
gönderdiği ama gizli kalması gereken siyasî düşünce muhtırasının
orijinalini vermiş olmasından dolayı sert bir şekilde azarladı..
Bundan sonra Brognard’ın diplomatik kariyerinde şansı dönmüş,
başarılı olamamıştı. Kısa bir süre sonra ölünce, onun yerine elçi
olarak İstanbul'a Thugut gönderildi.
(110) Avusturya İmparatorluk Arşiv Dairesi'nde, Brognard’ın Nisan ayındaki raporuna ilişik tercümede, daim veya müebbed deniyor.. Bununla beraber Bâb-ı
Âli tercümanı bunu pax perpetua şeklinde değil. pax continua şeklinde tercüme etmişti.
416
HAMMER
Şunu da hemen söyleyelim ki, Bâb-ı Âli'nin yabancılarla
ilişkilerinde Brognard'ın gördüğü hakaret gibi bir olaya hiç
rastlanmaz. Bu tarihi yazarken bazen tercümanların dövüldüğünü ve
asıldıklarını, elçilerin de dövülüp hapsedildiklerini gördük. Ama
halkın ve askerin, Osmanlıların elçiler konusundaki bir prensiplerini
bu derece açıkça ihlâl ettiklerini hiç görmedik. Bu Osmanlı ilkesi
şudur: Elçiye zeval yok!
Bu kuralm çiğnenmesi (Hammer'e göre), müslüman fanatizminin, sancak-ı şerifin görünmesiyle kabarıp taşmasından ileri
gelmiştir. Fakat bu, maalesef, Avrupalı diplomatlara ve eşlerine halk
tarafından yapılan kötü muamelenin sonuncusu olmamıştır.
Zamanımızda ingiliz elçisinin eşi Lady Elgin ve Rus elçisinin eşi
Madam Tomara, Süleymaniye Camii'ni görmek istedikleri zaman
maruz kaldıkları tecavüz, Brognard ve maiyetinin uğradığı saldırıdan
daha önemsiz bir olay değildi. Bu defa, maruz kaldıkları hakaretin
tazminatı olarak bu hanımlara kürk, şal, elmas gibi kıymetli
eşyalardan oluşan hediyeler verilmiş, onlar da bu hediyeleri
memnuniyetle kabul etmişlerdir.
Sancak-ı Şerifin açıldığı günde böyle müessif bir olayın
meydana gelmesi, o zamanın politikacı ve müneccimleri için, yengeç
burcunun Satürn ile Mars veya Ay hizasında bulunduğu zamana
rastlamasından dolayı, kötü işaret olarak yorumlanmıştı. Bu kehanet,
olayı takip eden savaşla ve savaşm Osmanlı Devleti'ni yıkıma
götürmesiyle doğrulanmış oldu.
YETMİŞÜÇÜNCÜ KİTAP
Kırım Giray'ın Rusya seferi ve ölümü. — Hotin'de Türklerin başarısı. — Sadrazam ve Potoçki Hantepesi'nde. —
Sadrazamın, Boğdan voyvodasının ve Babı Âli tercümanının idamları. — Ölenler ve yeni tayinler. — Moldovancı'nırı sadareti. — Hotin'in düşmesi. — Moldovancı'nın azli
ve Halil Paşa'nın sadrazam oluşu. — Şeyhülislâm'ın ölümü.
— Mora isyanı. —- Çeşme'de Osmanlı donanmasının
yakılması. — linini Kuşatması- — Kartal Savaşı. — İsmail ve Kilya'nın düşmesi. — Yarım tedbirler. — Bender
ve İbrail'in düşmesi. — Sadrazam ve Kurun Hanı'nın azilleri. — Avusturya ve Prusya'nın arabuluculuk teşebbüsleri. — Padişah Avusturya'ya Polonya'nın paylaşılmasını
teklif ediyor.— Konfederasyon lehine yeni bir bildiri.— Kış
karargâhı ve yeniden silahlanma. ~ Kırım da elden gidiyor. — Basiretsiz Osman Efendi. — Sadrazam azlediliyor ve Muhsinzâde ikinci defa sadrazam oluyor. — Karargâh Şumnu'da. — Maksud Giray Kırım Hanı oluyor. —
Reis-ül Küttap Abdürrezzak Efendi. — Avusturya ve Prusya'nın ateşkes için gayretleri. — Karada ve denizde ateşkes. -— Avusturya elçisi Thugut ve Şeyh Yasinci tam yetkili murahhas oluyorlar. — Fokşan Kongresi. — Vâsıf
Efendi ateşkesin uzamasını sağlıyor. — Bükreş Kongresi
de dağılıyor. -— Salıib Giray, Ali Bey ve Şeyh Tahir. —
Yeni sefer için silahlanma. — Rusçuk ve Karasu savaşları.
— Ruslar Silistre ve Varna'dan çekiliyor. — Kaynarca
Savaşı. — Üçüncü Mustafa'nın ölümü. — I. Abdülhamid'in tahta çıkışı. — I. Abdülhamid'in güçsüzlüğü. —■ Kabinede
değişiklik. — Kont Pulavski. — Pazarcık ve Kozluca'da
bozgun. — Kaynarca barışı. — Kaynarca barışı ile ilgili
düşünceler.
KIRIM GİRAYIN RUSYA
SEFERİ VE ÖLÜMÜ
ULTAN Üçüncü Mustafa, iki yıldan beri tasarladığı 'Rusya ile
savaş' kararını, vaktinden en az altı ay önce ilân etmişti.
Sınırlarda gerekli savunma tedbirlerinin tam olarak alınmasına
kadar kararın ertelenmesini tavsiye eden
S
Hammcr Tarihi, C: VIII. F.: 27
418
HAMMER
sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa ise bu görüşünden dolayı
azledilmişti.
Osmanlı Devleti'nin otuz yıl önce Avusturya ve Rusya'ya açtığı
savaşta hedefe tam olarak ulaşılamamıştı ve yirmi yıl sonra sebebin
'acele karar vermek' olduğu söylenmişti. Şimdi de acele bir kararla
savaş sonbaharda ilân edilmiş bulunuyordu. Oysa Osmanlı
ordusunda alışılmış durumlara göre bu savaş ilkbahardan önce
başlayamazdı.
Bu acele kararı yalnız vakanüvis Vâsıf değil, Resmî Ahmed
Efendi de haklı olarak hatalı görmüş ve kınamıştır. Resmî Ahmed
Efendi'nin bu savaşı anlatan Hülâsa tül itibar (1) adlı eseri, biraz
heyecanlı yazılmış olmakla beraber bu konuda daha güvenilir bir
kaynaktır.
Savaştan başka bir şey düşünmeyen padişahın bu erken kararı,
sabırsız Bar Konfederasyonumu ve askerleri ganimet için
sabırsızlanan Kırım hanını memnun etmiş, Kırım Türklerine,
Balta'da yakılan han sarayının intikamını almak için Yeni Sırbistan'a
saldırma fırsatı vermiştir.
Kırım Hanı, şubat sonlarında (23 Şubat 1769 - 15 Ramazan 1182)
yüz bin askerle Balta'dan hareket etti. Bug (Aksu) nehrini geçtikten
sonra Tugul'da ordusunu üçe ayırdı: Otuz bin kişilik birlik,
nureddinin (ikinci veliahtin) emrinde Donek'e yürüdü (2). Kalgayın
(birinci veliahdin) emrine verilen ikinci) Resmi Ahmet Efendi'nin bu savaşı
anlatan Iiülâsatü'i itibar adü eserini tercüme eden Diez (Berlin 1813)'in bu kitaba
verdiği isim mânâyı tam olarak karşılamıyor. Buradaki düşünceler birçok
bakımdan Volney'in «Türk Savaşları Üzerine Düşünceler» adlı eserine çağrışım
yapmaktadır. Bunların bazıları Diez, bazıları da Peyssonel tarafından
yorumlanmıştır. Fakat bu yazarların herbiri meseleye Osmanlı açısından
bakmaktadırlar. Bununla beraber Peyssonel'in düşünceleri, incelemeleri, Diez'e
göre çok daha doğrudur. Diez, Resmî Ahmet Efendi'nin kırılan gururunun yankısı
olan iğneli sözlerini, hicivlerini, tam gerçek olarak kabul ediyor, bu müellifin Rum
asıllı olduğunu dikkate almıyor. Rumları ve Rusları Türklerin en büyük düşmanı
görüyor, aynı acılıkta konuştuğu Polonyalılar ve Kırımlılar ise, ona göre, Osmanlı
İmparatorluğu için en korkulacak dostlardır. (2) Bizzat Han'ın raporundan alınan bu
bilgi, Tott'un «Memoires - Hatırat»'ında verdiği bilgiden daha doğrudur. Tott (s.
128'de), nureddinin emrinde kırk bin, kalgayın emrinde altmış bin, Han'ın emrinde
ise yüz binden fazla asker olduğunu yazıyor ki, ona göre bu seferde Kırım ordusu
iki yüz bin kişiden fazla oluyor.
OSMANLI TARİHİ
419
ci birlik, özi nehrinin sol kıyısını takip ederek tâ Orel yakınlarına
kadar ilerledi. Üçüncü birliğe bizzat kumanda eden han, Yediseven
aşiretleri ve Bucak Tatarları ile Yeni Sırbistan'a saldırdı. Han'ın bu
birliği yetmişbeş-seksen fersah kadar ilerleyerek, çember içine aldığı
bölgeyi karşı durulmaz bir sel gibi yıkıp geçti ve yağmaladı.
Bu akında binlerce insan kılıçtan geçirildi (3), bir o kadarı da esir
alındı. Yüz kadar köy ve kasaba yıkıldı, anbarlar ateşe verildi. Üç
yeni kalenin, yani Mikelgrod, Arkangelgrod ve Elizabetgrod
kalelerinin köyleri yıkılıp yağmalandı (NOT: i).
Kırım Hanı, tam ondört gün, Rusya'nın güney eyâletlerinde her
yönde akın yaptı ve Donek'in kıyısındaki îsum'un varoşlarına kadar
ilerledi. Balta'dan hareketinden tam bir ay sonra (4) Kavşan'a ulaştı.
Bu harekât başlamak üzere iken, Lezgi hükümdarının kardeşi
olan bir prensle karşılaşmış ve bu prens ona otuz bin kişilik bir
kuvvetle yardım teklif etmişti' (17 Şubat 1769 - 10 Şevval 1182). Bu
yardıma karşılık olarak da, padişah tarafından kabul edildiği gün,
yani sadrazamın cepheye hareketinden ondört gün önce,
kuvvetleriyle Rusları sürüp çıkaracağı bölgenin kendisine
bırakılmasını istemişti (5).
Tott, Kırım Türklerinin hiçbir seferini bu harekât kadar ayrıntılı
anlatmamıştır. Çünkü Tott bu harekâtta bir general olarak Han'ın
maiyetinde bulunmuş, onun çektiği zahmetlere
(3) Osmanlı tarihçilerinin notlarına göre de sayılar farklıdır ve onlar da Tott gibi,
ordu sayısını iki yüz bin olarak gösterirler- Oysa bizzat Kırım Hanı’nın
raporunda asker sayısı bunun yarısı kadar gösterilir, yani yüz bin kişiden
ibarettir. Bu rapora ve Vâsıf a göre (s. 315) Kırımlılar on bin kadar düşman
öldürmüş, yedi bin esir almışlardır. Kendi kayıpları ise kırk-elli kişiyi geçmemektedir 1
(4) Kırım Hanı'nın yazdığı raporun kopyası Avusturya İmparatorluk Arşivi'ndedir. Almancaya tercüme edilmiş nüshası Brognard’ın 17 Mart 1769 tarihli raporuna eklidir ve 3 Zilkade 1182 (11 Mart 1769) tarihini taşımaktadır. 1784*de
Neuchatel'de basılan ve 1788'de Viyana'da tercümesi yayınlanan Essais de
geographie, de politiçue et d'histoire adlı eserde, bu harekâtla ilgili olarak
Tott'tan sadece iki satır alınmıştır.
(5) Brognard’ın 17 Mart tarihli raporu: 11 Mart'ta sadrazam, 14 Mart'ta ise padişah tarafından kabul edildi.
420
HAMMER,
ve yorgunluklara ortak olmuş, sofrasmda oturmuş ve onun gibi
giyinmiştir. Yiyeceği, Tatarların başlıca besini olan eyer altmda
sıkıştırılmış et, kısrak sütünden mayalanmış bir içki (kımız), füme at
eti, havyar, buturga vs.dir. Fakat, bir misafir olduğu için «Tokay'ın
sıvı altını» denilen içkiyi içiyor, beyaz Laponya ayısının postundan
yapılmış ve Sibirya sincabmm postu ile kaplanmış bir kürk giyiyor
ve Han'ın «Tatar yurdu» demekten hoşlandığı bir seyyar çadırda
yatıp kalkıyordu.
Han'ın çadırı içerden kırmızı kumaşla kaplıydı ve altmış kişi
alabiliyordu. Onun çevresinde kurulan daha küçük oniki çadırda
hanedana mensup subaylar kalıyordu. Bu onüç çadır çepçevre, beş
ayak yüksekliğinde bir duvarla korunuyordu. Han, toprak bir
tümsekten etrafa şöyle bir göz atınca bütün ordusunu görebiliyordu,
Ordu yirmi alaya bölünmüştü. Han'ın çadırı ortadaydı. Onun
önünde her biri dört yüz süvariden oluşan kırk tabur vardı, süvariler
dörderlik iki sıra halinde idiler. Her taburun başmda yirmi sancak
vardı. Han'ın büyük sancağı (6) ile iki yeşil sancak arasında ve
onlarla beraber İnat Kazakları'nın sancağı dalgalanıyordu. Bu
kazaklar Büyyk Petro (Deli Pet-ro) zamanında, Kazak İgnas’ın
başkanlığında, Rus împarator-luğu'ndan ayrılıp Kırım Hanı'nın
hizmetine girmişlerdi ve o zamandan beri de bunlara 'İnat Kazakları'
deniyordu. 'İnat' ya da 'îğnat', dikkafah, âsi, inatçı demektir.
İnat Kazaklarının tesiriyle Zaporog Kazakları da boyunduruktan
kurtulmak için Elizabet (7) kalesinin kumandanına başkaldırmalardı.
Kırım Türkleri bu sefer sırasında elde ettikleri ganimetleri
korumak ve gözetlemekte inanılmaz kabiliyetlerini gösterdiler.
Hemen hemen her askere, ganimet olarak yarım düzine esir, iki
düzine sığır, beş-altı düzine koyun düşüyordu. Eyer kayışma basılan
torbalara çocuklar konmuştu ve bunların yalnız başlan görünüyordu.
Bir genç kız süvarinin önüne, annesi
(6) Tott (s. 140'ta), Han'ın büyük sancağının Hz. Muhammed'e ait Saneak-ı Şerif
olduğunu söylemekle yanılıyor.
(7) Tott, II, s. 144. Elizabet Kalesi «Türklerin II. Katerina Devrinde îlk Savaşları» adlı tarih kitabında «Elisavedgrod» şeklinde ifade ediliyor (Gazette de
' Saint-Petersburg, f. XVI, s. 4).
OSMANLI TARİHİ
421
arkasına geçiyor, baba ile oğul elle götürülen atlara bindiriliyor,
sığırlar ve koyunlar da en önde gidiyordu. Yorulmak bilmeyen bir
göz bütün ganimeti gözlüyor ve hiçbir şeyi gözden kaybetmiyordu.
Orduda sert,bir disiplin hüküm sürüyordu. Bir haç resmiyle alay
eden, hakaret sayılacak hareketlerde bulunan Nogay-lara, bu
hareketin yapıldığı kilisenin önünde yüzer sopa vurulmuştu (8).
izinsiz olarak bir Polonya köyünü yağmalayanlar da atlarının
kuyruğuna bağlanmış, ölünceye kadar sürüklenmişlerdi.
Kırım Giray, bu seferden dönüşünden bir ay sonra öldü. Onu,
Eflâk voyvodasının casusu olan Rum hekim Siropulo ze-hirlemişti.
Tott, han'ı bu hekime karşı uyarmıştı ama gayreti sonuç vermemişti.
Artık ölümün iyice yaklaştığını anlayan Han, musiki çalınmasını
emretti ve ilâhiler içinde uykuya dalar gibi ruhunu teslim etti.
Sadrazam, Han'ın ölüm haberini, İstanbul'dan sonra ikinci
konaklama yeri olan Silivri'de aldı. Şirinbeğlerın ve mirzaların
isteğiyle, Selâmet Giray’ın oğlu Devlet Giray Kırım Hanı ilân edildi.
Fakat bu güçsüz bir handı.
HOTİN'DE TÜRKLERİN BAŞARISI
împaratoriçe Katerina, sonbaharda ilân edilen savaşı ilkbaharda
gereği gibi karşılayabilmek için kış boyunca hazırlanmıştı.
Podolya'da, dokuz bini Kazak olmak üzere altmış bin kişilik bir ordu
kuruldu, Aleksandr Mihayloviç Galiçin'in emrine verildi. İkinci ordu
on bin Kazak ve yirmi bin Kalmuk'tan oluşuyordu ve Petro
Aleksandroviç Romanzov'un emrine verilmişti. Bunların görevi, özi
(Dinyeper) nehrinden Azak denizine kadar olan Rus sınırlarını,
savunmak, Azak ve Tagan-ruk kalelerini inşa etmekti. Bu kaleler
Prut ve Belgrad anlaşmalarına göre yıkılmış bulunuyordu. On-onbir
bin kişiden olu'(8) Tott'un, Han'ın ağzından söylediği «Tatarlar güzel sanatlara ve peygamberlere saygı göstermesini öğrenmelidir» sözü aslında kendisine aittir.
422
HAMMER
şan üçüncü bir ordu ise Vaymarn in kumandasına verilmişti ve
Polonya Konfederasyonunu denetim altında tutacaktı.
General Medem, Zarizin'den Kabartay ve Kuban'a doğru ilerledi.
General Totleben, Erzurum ve Trabzon'a hücum etmek için Tiflis'e
hareket etti. Ona, tekrar Ruslara katılan Karteli, Mingreli, Goril ve
tmiretti Gürcü prensleri de emirlerindeki kuvvetlerle yardımcı
olacaklardı, öte yandan Karadağlı» lara para, silâh, cephane ve subay
göndererek, Osmanlılara karşı savaşa girmeleri istendi.
Böylece, Osmanlı Devleti'ne, ezici Rus kuvvetleriyle kuzeyden,
doğudan ve batıdan saldıracaklardı
Osmanlı sadrazamı İstanbul'dan Tuna kıyısına hareket etmişti ve
henüz yolda idi. Bu sırada Prens Galiçin, Hotin'i kuşatmak üzere
Turla (Dinyeper) nehrini geçti. Hotin'i koruyan kuvvetlerin
kumandanı Çeteci Yeğen Hasan (9), Selanik mutasarrıfı Ahıskalı
Hasan Paşa yirmi bin kişilik bir kuvvetle yardımına yetişmeseydi,
belki kaleyi bırakmak zorunda kalacaktı.
Rumların paskalya bayramına rastlayan Pazar günü (10) öğleden
sonra general Olitz hücuma geçti. Fakat bir başarı sağlayamadı.
Çünkü şimdi kaleyi koruyan Çeteci Hasan Paşa değil, Osmanlı
kuvvetlerine kumanda eden Kahraman Paşa idi (19 Nisan - 30 Nisan
1769).
Hotin kalesinin yamakları (11) isyan edip birinci paşayı
öldürmüşler, kumandan olarak ikincisini seçmişlerdi. Ona, ba(9) Diez, Hasan'ın, hac kafilesinin öncü kuvvetlerinin kumandanı meşhur Çeteci
Abdullah Paşa'nın yardımcısı olduğunu bilmediği için (s. 108), 'Çeteci" kelimesini yanlış olarak 'yeğen' (beau-frere) şeklinde tercüme ediyor.
(Hammer de 'yeğen' kelimesini 'yardımcı* kelimesi ile karıştırıyor.
Çevirenin notu)
(10) Saint - Petersburg jurnaline göre bu tarih 19 Nisan değil. 9 Nisan'dır.
(11) 'Yamak' kelimesi 'el işçisi' anlamına gelir, fakat 'haydamak' kelimesinden
türediği söyleniyor ki, onun da mânâsı 'akıncı, çapulcu, haydut' demektir.
(Aslında «yamak, kelimesinin Osmanlı devlet teşkilatındaki anlamı, yeniçeri, topçu ve humbaracı ocaklarındaki asker adaylarıdır. Bunlar sınır kalelerini bekler ve fethedilen yerler kendilerine yurtluk olarak verilirdi. Ç, N=)
OSMANLI TARİHÎ
423
şanlarından ve yavuzluğundan dolayı «kahraman» diyorlardı (12).
Bâb-ı Âli, Çeteci Yeğen Hasan Paşa'nın yerine Ahıskalı Hasan
Paşa'yı tayin etmişti. Fakat, kaledekilerin desteğine güvenen
Kahraman Paşa, vezirlik unvanı ile birlikte kumandanlığa kendisinin
getirilmesini istedi. Cüretinin cezası uygun bir zamanda verilmek
üzere bu isteği yerine getirildi.
I
Galiçin, Hotin'e saldırmasından üç gün sonra mağlup olarak geri
çekildi ve tekrar Kalus'a döndü. Prens Porosorovski ise, Anadolulu
birkaç bin süvari ile yardıma gelen Tekke mutasarrıfı Abaza
(Mehmed) Paşa'yı (13) Pruth'un gerisine süregelmişti. Ayrıca bir
mikdar esir almış, elli deve ile bazı yük arabalarını, birkaç sancak ve
çok sayıda silah ele geçirmişti. Bir Kazak albayı ve bir ataman, o
kargaşalıkta, paşanın kumandanlık simgesi olan gümüş asayı da
alabilmişlerdi (24 Nisan - 5 Mayıs 1769).
Galiçin'in Hotin'de başarı sağlayamaması, yenilip Turla' nın
ötesine çekilmesi, İstanbul'da büyük sevinç yarattı ve bu vesile ile
padişaha gazi unvanı verildi. Bütün eyaletlerdeki imamlara
emirnameler gönderilerek, Cuma hutbelerinde padişahın adına 'gazi'
sıfatının ilâve edilmesi istendi. Bu kelime, bütün müslümanları
kâfirlere karşı savaşa davet eden bir mânayı da taşır, fakat yaygın
mânası ile o, «imânın zaferini temin eden muzaffer hükümdar»
demektir. Oysa bütün hükümdarların mühründe 'daima muzaffer'
ibaresi de vardır. Bu, unvanın tabii bir sıfatı telâkki edilir. Batılıların
'semper Augus' tus* deyimine karşılıktır.
Sadrazam Edirne'de iken, ölen Kırım Ham'nın kethüdası Ömer
Besim Efendi resmî yazılarında bazı uygunuz cümleler kullandığı
için bir hayli- sıkıntı vermiş, onun için de Bosna'dan Bihacz'a
sürülmüştü. Üzerlerinde zehir bulunan karargâhtaki
(12) Buturlin'in yazılarında ve 1755*te Petersburg'ta yayınlanan «Türkiye ile Rusya Arasında Savaş, 1769 Harekâtı» adlı eserde, ona, «Kahraman* yerine «Karaman» demekle yanılgıya düşüyorlar. O, Karaman valisi değil, Selanik valisi
idi ve adı da Hasan'dı- «Kahraman» sıfatı ona şeref unvanı olarak verilmişti.
(13) Yukarıda, 12 numaralı dipnotunda belirttiğimiz kitapta, yanlış olarak 'Abaza'
yerine 'Abazi' deniyor
424
•HAMMBtt
üç doktor da, Rusya hesabına ileri gelenleri zehirleme amacı güttükleri
anlaşıldığından idam edilmişlerdi.
Sadrazamın teftiş ettiği düzenli birliklerde onbin yeniçeri, bin üçyüz
cebeci, bir o kadar topçu ve sekiz yüz nakliyeci asker vardı (14).
Edirne'deki mola sırasında, yeniçeri yazıcısı ve eski va-kanüvis
Mehmed Subhi Efendi vefat etti. Mehmed Subhi, İÜ. Ahmed'in
hükümdarlığı ve İbrahim Paşanın sadrazamlığı sırasında
vakanüvislik yapan Halil Fehmi Efendinin oğludur. Halil Fehmi,
istanbul'da yayınlanan bir ciltlik eserinde, selefleri Sami ve Şakir
Efendilerin tarih notlarını bir araya toplamıştı. Vâsıf da, Hâkim,
Çeşmizâde ve Murteza'nın tarihlerini derlemiştir. İstanbul ve
Kahire'de iki cilt halinde yayınlanan Vâsıf -m eserinin ilk
bölümünde, Husya savaşından Kaynarca barışına kadar geçen olaylar
anlatılır. Bu bölüm, Osmanlı Devleti vakanüvisi Enverî (15)
tarafından da özetlenmişti.
Mayıs başlarında sadrazam karargâhını Babadağ'dan îsakçı'-ya
nakletti. Burada yirmi gün kalarak ihtiyaç duyulan savaş
malzemelerini tamamlamaya çalıştı. Strateji konusunda hiç tecrübesi
bulunmayan sadrazam, yani serdar-ı ekrem, nihayet ordunun ileri
gelenlerini bir savaş meclisi halinde topladı ve onlara şöyle dedi:
«Orduyu hangi noktaya sevkedelim? Benim seferle ülfetim (savaş
tecrübem) yoktur. Harekâtın nasıl olacağını, devletimizin yararına en
uygun hareketin^ ne olacağını siz tespit edeceksiniz.
Düşündüklerinizi hiç tereddüt etmeden söyleyin ve beni aydınlatın!»
Onun bu bilgisizliği ve itirafı orada bulunanları şaşkma çevirdi.
Hayâl kırıklığı içinde herkes birbirinin yüzüne baktı. Nihayet
Başmuhasebeci Şehdî Osman Efendi söz alarak uzun bir konuşma
yaptı. Bu konuşmanın özeti şu idi: «Düşmanın Hotin saldırısı
başarısızlıkla sonuçlandığına göre, yakında Ben-der tarafında
görünmesi ihtimali daha fazladır».
Sadrazam «Yeter!» diye onun konuşmasını kesti ve herke(14) Vâsıf, c. II, s. 6.
(15) Enverî. Bu eserin XIII. cildinde tamamlayıcı bilgiler vardır. Vâsıf (C. I,. s.
367 ve C II, s. 3'te) onun özetinden söz ederken, anektodları ve resmî yazıları
unuttuğunu söyleyerek kendisini methediyor. Avrupalı tarihçiler onun
düşüncesine uymak zorunda değiller.
OSMANLI TARİHt
425
sin konuşacağmı söyledi. Bazıları Hotin'e, Özi ve Bender'e doğru
hareket edilmesine taraftar olduklarını, bir hücum halinde buralarda
daha başarılı karşı konulacağını söylediler. Bazıları da her şeyden
önce Tuna'yı geçmelerini, sonra da duruma göre hareket edilmesini
tavsiye ettiler.
Sadrazam da bu sonuncu görüşe katıldı. Bâb-ı Âli tercümanı da
ona Hotin'e gidiş gelişte tercih edilecek güzergâhı gösteren bir
muhtıra vermiş bulunuyordu (16).
SADRAZAM VE POTOÇKİ
HANTEPESİ'NDE
Ordu, nehir gemileriyle îsakçı karşısında kurulan bir köprüden
geçerek Tuna'yı aştı ve Kartal'a (Larga'ya) geldi. Dört gün sonra da
Hantepesi'nde (17) karargâh kurdu (1 Haziran 1769 - 26 Muharrem
1183).
Hantepesi'nin eski adı Ryabaya-Moghila idi. Türkçe ismini, Dördüncü Mehmed'in Kamaniçe seferinde buradaki yüksek tepeye
karargâhmı kurmasından alır. Pruth'un kıyısında Yaş şehrine beş,
Hotin'e onbeş fersah (1 fersah = yaklaşık 5 km) uzaklıktadır.
Dördüncü Mehmed bu tepenin iki tarafını kazdırarak depo
yaptırmıştı.
Ordu Hantepesi'nde iken, Polonya Konfederasyonu elçisi olarak
gelen Potoçki sadrazamı ziyaret etti. Potoçki Kırım hanına sığınmıştı
ve o sırada Bender'de oturuyordu. Sadrazamın geldiğini öğrenince
hemen ziyaret etmiş ve merasimle karşılanmıştı. Sonra da, kabul
edildiği divanda, Polonya’nın hürriyeti ve bu hürriyeti korumak için
harekete geçen sadrazama teşekkür için bir konuşma yapmıştı (18).
Sadrazam da ona uzun ve Vâsıf’ın çok tuhaf bulduğu bir konuşma ile
cevap verdi. Bu
(16) Bâb-ı Âli'ye hitaben yazılmış buna benzer bir muhtıra Brognard’ın 1 Aralık
1768 tarihli raporuna eklidir. Bu yazı Pruth ile Dinyester (Turla) arasında yürünmesini, sonra Yaş ve Falcı'dan geçilmesini tavsiye ediyor. Pruth kıyısını
takip eden birinci yolda her tarafta bataklık, göl bulunduğunu, on fersah daha
kısa olan ikinci yolda ise bunların bulunmadığını bildiriyor.
(17) Vâsıf, II, s. 10. Resmî Efendi'ye göre ise 27 Muharrem.
(18) Güftar-ı garaib-i nigâr. (Vâsıf, II, s. 11).
426
HAMMER
konuşmasında, konfederasyonu, ihmalinden ve dizginleri düşmana
bırakmış olmasından dolayı suçlamış (19), şöyle demişti: «...Bana
gelince, ben, vazifemi müdrikim. Ne şimdi, ne yarın, ne yaz, ne kış,
düşmanı bulunabileceği her yerde takip etmekten ve onu muzaffer
kılıcımla yok etmekten vazgeçmeyeceğim. Ben, dünya dengesini
elinde tutan, dünya hâkimi şev-ketlû hükümdarımın damadıyım, oğlu
da sayılırım. Onun serdarıyım ve bir başka o'yıım. Ben bu seferimde
İkinci İskender olacağım. Hareketim şimşekten daha hızlıdır.
Dostluğunuz samimi ve kesin ise, devletinize bildiriniz ki bütün
Polonyalılar ve seçilmiş olanlar, asla düşmana boyun eğmesin. Sana
gelince, Polonya seraskeri tayin edilen Rumeli Beylerbeyi Mehmed
Paşa'yı Turla’nın (Dinyester'in) ötesine kadar takip etmeye hazır ol!»
Sadrazam tekrar topladığı danışma meclisine aynı ihtiyatsızlıkla
Bender'e gitmenin uygun olup olmayacağını sordu. Erzak kıtlığı ve
her türlü haşarat orduyu çok rahatsız ediyordu. Resmî Ahmed
Efendi'ye göre Bender'e gidilmesine asıl bu durum sebep oldu.
Toplanan mecliste sadrazam, «Sen ne dersin defterdar?» diye sordu
defterdara. O da, «Bize erzak gerektiğini düşünüyorum» diye cevap
verdi. Yiyecek temin etmekle görevli Tahir Ağa (20) birkaç yüz
arabalık arpa tedarik etmişti. Bender'e doğru yürüyüşe geçildi ve
Yassıtepe'de karargâh kuruldu (9 Haziran 1769 - 4 Saf er 1183).
Burada da yiyecek az, haşarat ve özellikle sığır sineği ise
Hantepesi'ndeki kadar çoktu. Açlık sıkıntısı çekmeye başlayan
askerler her an isyan edecek durumda idiler. Bu yetmiyormuş gibi
sadrazam hastaydı ve hekimler her gün ölümünü bekliyorlardı.
Yüzlerdeki karamsarlığı gören sadrazam Mehmed Emin •Paşa, onları
yatıştırmak için, «Korkmayın, benim adım Emin'dir (21) (yani
müjdeler getiren Cebrail'in adıdır), padişahımızın parlak yıldızı onu
terketmeyecektir» diyordu.
(19) Düşmenin inân-ı azimetini irhâ (Vâsıf, fl", s. 11).
(20) «Tahir» kelimesinin anlamı «temiz, saf»tır. Resmi Efendi ona «Tahir ı*a tahir» yani
«temiz olmayan Tahir» diyor.
(21) «Ben mübşirim». Sadrazamın kendi admm mânâsı ile ilgili olarak yaptığı bu kelime
oyununu Diez anlamadığı için onu yanlış yorumluyor- «Mübşir»in mânâsı «iyi haber
veren, müjde veren* demektir. Sadrazam «ben mübşirim» derken, «hükümdara ancak
mutlu, sevindirici haber verebilirim» demek istiyor.
OSMANLI TARİM
427
Rusya'ya bağlı kalan Polonya'nın üzerine yürümek ve bu ülkeyi
artık dost değil düşman telâkki etmek kararı, dörtlü bir fetva ile
onaylandı ve bu fetva Alttnıçok (22) lâkabı ile de tanınan kadı
Abdullah Efendi tarafından okundu. Böylece Polonya topraklarına
girmek ve halkını hâkimiyet altma almak kararı meşrulaştırıldı. Plân,
Potoçki'ye ve karargâhta bulunan yabancı devletlerin diplomatlarına
da bildirildi.
Potoçki, memleketine ihanet eden hainlerle çarpışmayı kabul
ederek, konfederasyon adına, altmış bin kişiye yetecek zahireyi temin
edeceğine söz verdi. Meclis dağıldıktan sonra Potoçki başka bir yazı
daha sundu ama bunun okunmasına, konusu bakımından o anda gerek
yoktu ve başka bir zamana bırakıldı.
Meclisin dağılmasından sonra, babası tarafından Anbarlar
Muhafızı yapılan Kırım Hanı'nın oğlu Kaplan Girayzâde'ye samur
kürk giydirildi, yukarıda sözünü ettiğimiz fetvaları okuyan kadı da
Anadolu kazaskeri oldu.
Bâb-ı Âli'nin Polonya seferi için yayınladığı beyanname, İstanbul'da bulunan bütün yabancı elçilere dağıtıldı (NOT: 2). Bender
defterdarı Ahmed Paşa, orduya yeterli erzakı temin edemediği için
görevden almdı ve hapsedildi (23). Osmanlı Devle-ti'nın en seçkin
vezirlerinden biri olan ve Anadolu'da birçok karışıklığı yatıştıran
Sarızâde Mehmed Paşa, Bender muhafızı iken ölmüştü. Onun yerine
Kel Ahmed Paşa'nın oğlu El-hac Ali Paşa tâyin edildi.
Sadrazam, o sırada Kavşan'da bulunan Kırım Hanı'nı, Boğ-dan'a
serasker olacak kumandanı tespit için görüşmek üzere çağırdı (19
Temmuz 1769 - 5 Rebiülevvel 1183).
Bütün bunlar olurken, Rusların Turla'yi (Dinyester'i) tekrar
geçtikleri ve Bukovina ormanını dolandıkları öğrenildi. Daha Önce
feldmareşal Münç de ormanı dolaşıp Zernoviç yoluyla Hotin'e gelmiş
ve burasını kuşatmıştı, şimdi aynı yol takip edilmiş oluyordu.
(22) Tam olarak «AUıncık»tır (Vâsıf, II, s. 56).
(23) Her gün yüz yirmi beş kilo (?) arpa (rakamın bir sıfırı unutulmuş olsa gerek),
altı bin dokuz yüz çuval un, dört yüz bin kilo peksimet (Vâsıf, II, s. 17).
428
HAMMER
Sadrazamın kethüdası Fevzi Süleyman Efendi Kavşan'daki
Kırım hanına gönderildi ve ondan Hotin'e yardım etmesi istendi.
Han, Yeni Sırbistan'daki Elizabetgrod'a, nureddin (yani kalgaydan
sonra gelen ikinci veliaht) ise Hotin'e yürüyecekti. Han, Hantepesi
yakınındaki depoların savunmasının kendisine bırakılmasını ve
Rusların herhangi bir saldırısına karşı Yaş şehrinin korunmasını
isteyerek kethüdayı geri gönderdi. Kendisi de Hotin'e gitmek üzere
Kavşan'dan ayrıldı.
Hotin kumandanlığı «başbuğ» unvanı ile Moldovancı Ali Paşa'ya
verildi. Sadrazam ona beş bin duka altını ile hakkeden askere
dağıtılmak üzere nişanlar da göndermişti. On bin kuruş da Abaza
Mehmed Paşa'ya göndermiş, Moldovancı'dan olduğu gibi ondan da
bütün harekâtı Han'la birlikte yürütmesini istemişti. Abaza Mehmed
Paşa Bender muhafızlığına, Kel Ahmed Paşa’nın oğlu ise Yeni
Sırbistan seraskerliğine getirildi ve kendisine onbin kuruş verildi.
Sadrazam bu görev taksiminden sonra tekrar Hantepesi'ne çekildi.
Türk süvari birliği Rus süvarisinin toplu gelişini kazıklı engeller
kurarak dağıtmak istedi ama bundan pek sonuç alınamadı, öte yandan
Hân, yirmibeş bin kişilik ordusu ile Prens Prosorovski'nin
kuvvetlerine saldırdı. Fakat onun saldırısı da ancak Hotin
kuşatmasını kaldırtacak kadar etkili olabildi (26 Temmuz 1769 - 22
Rebiülevvel 1183). Bu sırada Hotin başbuğu Moldovancı Mehmed
Paşa, Maraş Beylerbeyi Abaza Mehmed Paşa ve Canikli Ali Bey,
otuz bin kişilik .bir kuvvetle Han'ın ordusuna katıldılar.
Prens Galiçin, Prens Prosorovski ve General Rennenkamp'-m
kumandasmda genel bir saldırıya geçmek için bütün kuvvetlerini
müstahkem mevkiinde topladı. Serasker de karargâhını
Prosorovski'nin terkettiği yere kurduğu için olup bitenleri takip
edebiliyordu (26 Temmuz - 13 Ağustos 1769). Kuvvetlerini toplayan
Galiçin savaşa savaşa geri çekildi (13 Ağustos 1769).
Sadrazamın Hantepesi'ne ulaştığı gün, Hotin muhafızı Kahraman
Paşa da saygılarını sunmak için buraya geldi. îyi bir kabul
göreceğini, Rusların mağlup olarak çekilmesinin yaratacağı
iyimserlik havasının, Hotin muhafızlığını ve vezir rütbesini nasıl bir
emrivaki ile aldığını unutturacağını sanıyordu. Fakat öyle olmadı.
Sadrazamın subayları tarafından sımsıkı ya-
OSMANLI TARİHİ
429
kalandı. Efendisini kurtarmak isteyen paşanın imrahoru tabancasını
çekerek saldıranlardan peşkirciba&ını öldürdü. Ama subaylar onu da
sımsıkı yakaladılar ve binlerce hançer darbesiyle ikisini de
öldürdüler.
Kahraman Paşa'nın mallarına el koyması için gönderilen görevli
bu işi yaparken, her taraftan öldürülen paşanın zulmü-ne
uğrayanların şikâyetleri duyuldu. Bunlar paralarının ve mallarının
zorla alındığını söylüyorlardı. Sadrazam zorla alman mal ve paraların
iadesini emretti ve bu emir yerine getirildi.
SADRAZAMIN, BOĞDAN VOYVODASININ VE
BÂB-I ÂLİ TERCÜMANININ İDAMLARI
Ali Hekimzâde'nin sadrazamlığı sırasında Enderun çuhadarı
olan, Sivas'ta âsî ve eşkiyanm sindirilmesinde önemli rol oynayan
Abaza Mehmed Paşa, üç tuğlu vezir rütbesiyle Hotin seraskeri tâyin
edildi. Hümâyun imrahoru Mustafa Bey, karargâha verilmek üzere
getirdiği parayı teslim ettikten sonra sadaret kethüdası tâyin
edildiğini gösteren emr-i hümâyunu gösterdi. Ahıska'da bir
kütüphane ve bir cami yaptıran meşhur Ah-med Paşa'nın oğlu ve
Hotin muhafızı Ahıskalı Hasan Paşa, Rusların şehri son kuşatması
sırasında bir gülle isabetiyle ölmüştü. Çelik Paşa'nın hazinedarı Ali
Paşa'nın kumandasındaki kuvvetler Kanlı Köprü mevkiinde bir Rus
hafif süvari müfrezesini kılıçtan geçirerek Hasan Paşa'nın intikamını
almıştı. Şimdi, Kırım Hanı'nın, serasker Mehmed Paşa'nın, Başbuğ
Moldovancı'-nın, Abaza Mehmed Paşa ve Canikli Ali Bey'in birleşen
kuvvetleri Rusları bozguna uğratmış, Hotini kurtarmışlardı. Ama
bunlar ve diğer paşalar İstanbul'a sadrazamın kabiliyetsizliği-ni,
Hotin'in kurtarılmasında en büyük payı olan Moldovancı Ali Paşa'yı
kıskanıp istiskal ettiğini bildirmişlerdi. Ayrıca, bugüne kadar elde
edilen başarının az oluşundan, Ruslara satılmış Bâb-ı Âli tercümanını
ve eski Boğdan voyvodası Galimaki*-yi de sorumlu tutuyorlardı.
Bunların ihanetleri anlaşılınca kafaları vuruldu.
Bu sırada padişahın ikinci imrahoru ve Kel Ahmed Paşa'nın oğlu
Fevzi Bey karargâha geldi. Üzerinde vezirin azledildi-ğini ve
Dimetoka'ya sürülmesini bildiren bir emr-i hümâyun
430
HÂMMEB
vardı. Fevzi Bey, yazıcısının ve başimrahorun refakatinde, Kâhyabey'in (Sadaret kethüdasının) çadırına indi; sadrazama emri okudu.
Bunun üzerine sadrazam Dimetoka'ya sürülmek üzere Edirne'ye
götürüldü ve orada idam edildi (12 Ağustos 1769 - 9
Rebiülevvelll83).
Sadrazamın kesik başı bir gümüş tepsiye konarak sarayın
önünde teşhir edildi. Kesik başın üzerinde şöyle bir yazı bulunuyordu: «Bu baş, kibri yüzünden düşmana saldırmayan, gidip
gelmelerle vakit kaybeden, ordunun yiyeceklerini çalan, Ho-tin
önünde, ihtiyacı olduğu halde Kırım Hanı’nın yardımını reddeden,
başı vurulmuş Bâb-ı Âli tercümanına aşırı derecede iti-mad eden ve
lâyık olduğu cezaya çarptırılan, eski sadrazam Mehmed Emin
Paşa'nın başıdır.» (24) /
Boğdan voyvodasının kesik başı, cesedinin yanma ve ayakları
araşma konmuştu; üzerinde şu yazı vardı:
«Bu baş, iaşe temini için gönderilen yüz kese parayı zimmetine
geçiren ve devlete ihanet eden Boğdan voyvodası Gligo-ri
Kalimaki'nin başıdır».
Bâb-ı Âli tercümanının kesik başı cesedinin arkasına konmuştu
ve yanında şunlar yazılı idi:
«Bu lâşe-i habis, tercüman ve reâyâ Nikola Drako'ya aittir,
Boğdan voyvodası ile gizli tertipler kurduğu ve ihanet ettiği için
kesilmiştir».
Uzun zamandan beri hiçbir idam olayı sadrazamın, voyvodanın
ve Bâb-ı Âli tercümanının idamları kadar halkı heyecanlandırmamıştı. Bu heyecanı korkunç şekilde arttıran yukarıda
naklettiğimiz yazılar olmuştur.
Sadrazam Mehmed Emin Paşa, sadrazamların hayatını anlatan
tezkirelerde de, Osmanlı Devleti Tarihi'nde de, «Hülâsa* tül itibar»
adlı eserde olduğu kadar acı bir şekilde kınanmamış,
aşağıianmamıştır. Devletin vakanüvisleri ve yabancı elçiie(24) Diez, Mehmed Emin Paşa'nın Leipzig Kütüphanesi'nde bir benzeri bulunan
tılsımlı bir gömleği olduğunu da yazıyor. Bu gömleklerden ikisinin üzerindeki
yazılar edebiyat yıllıklarında ve Osmanlıların I. Viyana kuşatmasının üçüncü
jübilesinde yayınlanmıştı. Ferari, Notizie istoriche, s. 116'da Varadin savaşında ele geçirilen böyle bir gömleği tarif ediyor.
^■■i
OSMANLİ TARİHİ
431
rin raporları da onun savaş sanatında tamamen tecrübesiz olduğunu,
savaşın başında kendisine teslim edilen yirmibeş milyon kuruş gibi
muazzam bir parayı, ihtiyaçların karşılanması için gereken yerlere
göndereceğine, kendine ait on milyon kuruşla birlikte kasalarda
saklamak gibi affedilmez bir hata işlediğini yazmaktadırlar.
Emin Mehmed Paşa’ınn muazzam serveti ona babası Yusuf
Efendi'den kalmıştı. Babası ile beş defa Mekke ve Hindistan'a
seyahat etmişti (25). Hindistan seyahati Osmanlı elçisi Salih
Efendi'njn ölümünden sonra olmuş (26), Hint hükümdar ve
temsilcilerinin Türk padişahına verdikleri cevabı o getirmiş, bu
vesileyle oğluna devlet kapısmda bir iş temin etmişti. Çok güzel bir
hat ve çok güzel bir üslûpla yazılan dilekçesi işe alınmasını
kolaylaştırmıştı. Prenses Şahsultan'la evlenmesi de zor olmamıştı
ama, bunun sebebi daha çok son derece yakışıklı ol-maşıydı. Onun
Hayalin Gül Bahçesi (27) adlı eseri hem nesir, hem şiir yazmadaki
üstün kabiliyetini göstermeye yeter. Hayat hikâyesini yazan tezkireci
Cavit, onu, tarihte yalnız gelip gitmeleri, idarenin bir parçası gibi
devlet hizmetine girmeleri ve ayrılmaları yazılan sıradan vezirlerin
çok üstünde tutar.
Padişaha damad olacak kadar onun güvenini kazanan Mehmed
Emin Paşa, savaş konusunda bilgisizliğinin ve paraya düş(25) Vâsıf, işe para karışınca ilmî araştırmaların unutulduğunu anlatan bir Arap
vecizesini tekrarlıyor: «İnsanın aklı maddi zenginliklere takılınca kârdan
başka bir şey düşünmez. >
Daha yukarıda işe şu vecizeyi söylüyor :
îzâ lem yekun avııu min'allahi li'1-fetâ Fe
evvelıt mâ yecenna'llahn içtihâdehu
Yani :
Bir gence Allah yardım etmezse,
Kendi kuvveti ancak yıkımına sebep olur.
Bilgisiyle ilgili olarak da şöyle diyor :
El-ilmu li'n-nefsi nurun, testedilli bihî Ale'lhakaiki misle nnr'jl-ayni.
Yani:
tlim, aklı gerçeğe götüren bir rehberdir. O,
göz nuru gibi etrafı aydınlatır.
(26) Orengabad'da öldü (Vâsıf, II, s- 45).
(27) Ash : Gülşen-i Hayâl.
432
HAMMER
künlüğünün kurbanı olmuştur. Zaten savaş konusunda bilgisizliğini
kendisi de kabul ediyordu. Bu kusurunu savaş meclisinde apaçık
itiraf etmekle kalmamış, bütün başarısız sadrazamların akibetine
uğramadan, birkaç defa bu makamdan ayrılmayı, yerine başkasının
tâyin edilmesini istemişti (28).
ÖLENLER VE YENİ TÂYİNLER
O yıl ölen meşhurlar üstesine, ölümü kanlı olmayan masum bir
meşhuru da ilâve etmeliyiz. Bu, Mihrimah Sultan'dır. O zaman henüz
onyedi yaşındaydı ve çiçek hastalığına yakalanmıştı. Bu hastalık
yirmi yıl kadar önce yine saraydan çıkmıştı ama, oradan İngiltere'ye
geçmiş ve bütün Avrupa'ya yayılmıştı. Bu güzel lâleyi, Lâleli Camii
yakınındaki mezarlıkta toprağa verdiler (21 Şubat 1769),
Su işleri müfettişi Altıncık (29) Mehmed Ağa'nın oğlu olan ve
Anadolu kazaskerliğine daha yeni tâyin edilen Abdullah Efendi de o
günlerde öldü. Nesir ve nâzım yazılarıyla ve büyük bir ilim adamı
olarak isim yapmıştı. Beydavî'nin Kur'an tefsirine şerh yazmış, Abdi
(30) mahlasmı taşıyan birçok şiir bırakmıştır. İstanbul'a gönderilen
bir rapora göre, ölümüne ordu hekimi Ahmed Efendi'nin cahilliği
sebep olmuştur. Ahmed Efendi hemen görevden almdı ve yerine
başkası tâyin edildi (31). ölen kazaskerin yerine ise şair ve müderris
defter emîni Süleyman Bey getirildi. Bunun ölümü de, yeni
sadrazamm sa(28) Vâsıf bu konuyu anlatırken Arapça bir mısraı tekrarlıyor ki, bu, Horace'ın
mısraı ile tamamen aynı anlamı taşıyor :
Horace : Mors et fugaeem persequitur viram.
Arapça mısra :
Ve men îem yemut bi's-seyfi, mâte bi gayrini
Tenevvetil-esbâbu ve'l mavin vâhidun.
Yani: Kılıçla ölmeyen başka bir şekilde ölür, ölüm
birdir ama ölüm çeşidi pek çoktur.
(29) Altıncık, Küçük altın demektir; fakat halk dilinde «Altını çok» şeklini almıştır. Benim zamanımda, Fransa'nın Bağdad Konsolosluğu'nda görevli Mali
voire (Malivuar)'a da Türkler hep «Malı var», yani rengin diyorlardı.
(30) Vâsıf, c. IX, s. 37'de Hotin zaferine tarih düşüren mısraını tekrarlıyor.
(31) Gurkzâde Hasan Efendi tâyin edildi. Vâsıf, H, s- 49.
OSMANLI TARİHÎ
433
daret mektupçusu Fevzi Süleyman Efendi'yi azlettiği güne rastlar.
Süleyman Bey, tıpkı ünlü Arap şairi Caiz gibi, iğneleyici bir
üslûp kullanırdı. Birçok gazeli vardır ki bunlardan biri, devletin
vakanüvisine göre, kafiye zarureti için en güç kelimelerin bulunup
kullanılmış olmasıyla ünlüdür (32).
Varadin savaşında ölen Sadrazam Çorlulu Ali Paşa'nın arkadaşı
ünlü Kel Ahmed Paşa'nın oğlu olan Bender muhafızı Kel
Ahmedzâde El-Hac Ali Paşa da o günlerde vefat etti. Sarayda
yetişmiş, Üçüncü Osman zamanında imrahor olmuştu. Üçüncü
Mustafa ise onu çok sevdiği yeğeni Nurhanım Sultan'-la
evlendirmişti. Rumeli valisi iken gözden düşerek Istanko'ya
sürülmüş, daha sonra tçel ve nihayet Cidde valiliklerinde bulunmuştur.
Cidde valisi iken, Mekke şerifi ile aralarmda çıkan bir anlaşmazlık yüzünden, padişahın izni olmadan çekilmişti. Oradan
Adana'ya, Aydm'a tâyin edilmiş, Andolu'da firari ve âsî levend-leri
ortadan kaldırmış veya sindirmişti. Sadrazam Bahir Mustafa Paşa
onu Diyarbekir'e göndermiş, buradan Halep valiliğine getirilmiş ve
sonra İçel'e geçmişti. Sivas valisi bulunduğu sırada Rusya'ya savaş
ilân edilince Yeni Sırbistan'a serasker tâyin edilmiş, sonra Bender
muhafızı olmuştu. Çok yakışıklı, zeki, âlim, dürüst ve cömert bir
insandı. Yönetici olarak bulunduğu her yerde dürüstlüğü ve
hakseverliği ile ün yapmıştı. Onun şatafatlı maiyetine bütün
meslekdaşları gıpta ederdi. Devlet vakanüvisi Vâsıf üç yıl onun
yanında çalışmış, birlikte sık sık îranlı Urfî'nin Farsça, Hariri'nin
Arapça şiirlerini okumuşlardı. Bu da onun tran ve Arap şaheserlerini
okuyup anladığını gösteriyordu.
Kel Ahmedzâde Ali Paşa'nın naşı, Bender'de, vezirler mezarlığına gömüldü.
(32) Gazeli şöyle başlıyor :
Hûm etti kamettim ol cin-ebm gösterişcikler Itab
eyler yüzünden vechi ihsana glrişcikler.
Yani:
Mağrur kadınların cilveleri belimi büktü,
Beni böyle gören asık suratlı kadınlar dalkavuklukla itham ediyor.
Hammer Tarihi. C: VIII. F.: 28
434
HAMMER
MOLDOVANCFNIN SADARETİ
Emin Mehmed Paşa'dan sonra sadrazamlığa Moldovancı Ali
Paşa getirildi. Avrupalı tarihçiler bugüne kadar Moldovancı lâkabını
‘ınoldavyalı, Boğdanlı' şeklinde anlamışlardır. Eski ve yeni paşalar,
daha çok savaştıkları ve zafer kazandıkları bölgenin adıyla anılırlar.
Moldovancı veya Moldovanî ismi de gerçekten Moldovya ile
ilgilidir, fakat buradaki anlamı «Moldov-yalı esirler tüccarı»
demektir. Ona Üçüncü Osman zamanmda verilen bu lâkap pek şerefli
sayılmaz. Üçüncü Osman zamanında henüz bostancı iken, büyük
yollarda soygun yapan haydutların peşine gönderilmişti. Bu seferde
Moldavyalı fahişe kadınları ve çocuklarını sattığı için ona, orada
kadın tüccarlarma verilen ‘ınoldovancı' lâkabını takmışlardı. Basit bir
bostancı iken karakullukçuluğa ve bostancıbaşılığa yükselmişti. Daha
sonra vezir, Rumeli valisi ve aynı zamanda Aydın muhassılı oldu.
Ali Paşa, selefi tarafmdan Boğdan Başbuğu tâyin edildiği zaman
durumu işte böyleydi. Hotin'de başarılı olunca, Mehmed Emin
Paşa'nın yerine sadrazamlığa getirildi.
Prens Galiçin'in Turla nehrinin ötesine çekilmesi ordunun
cesaretini daha da arttırmıştı. Bundan yararlanmak isteyen
Moldovancı, Hotin surları dibinde karargâh kuran orduyu Podolya'ya kadar ilerletmek istedi ve bu amaçla kale toplarının
korunması altında Turla (Dinyester) üzerine bir köprü yaptırdı, öbür
tarafa geçen dört bin kişilik Türk askeri Galiçin ordusunun
hücumuna uğraymca çekilmek zorunda kaldı (23 Ağustos - 2 Eylül
1769).
Ruslar köprüyü yıkmak teşebbüsünde başarılı olamadılar.
Köprünün üzerine geceleyin bir sandık barut, onun üzerine de bir
yığın tutuşturucu koymuşlardı. Barutu.tutuşturup köprüyü
uçuracaklardı. Fakat cesur ve kararlı bir grup Türk askeri, barut
sandığmı oradan çekip uzaklaştırdılar. Bu askerlere birer başarı
nişanı verildi.
HOTİNİN DÜŞMESİ
Yedi gün sonra, sadrazam, Hantepesi'nden gelen takviye
kuvvetlerle seksen bin kişiye yükselen ordusunun büyük kıs-
m^^^^^M
OSMANLI TARİHÎ
^^^■■■■■H
435
mini köprüden geçirdi ve beş koldan Ruslara hücum etti. Ruslar,
Türklerin Anadolu, Diyarbekir ve Rumeli paşalarının kumandasında
üç koldan, Kırım Hanı'nın Kamaniçe yönünden, sadrazamın da
orman tarafmdan saldırıya geçtiklerini gördüler.
îlk saldırıda Türkler sekiz yüz düşman askerini öldürdü, dört
Tabya, altı töp, mühimmat dolu iki sandık ele geçirdiler. Fakat Hotin
üzerine ve Moldovancı'nın birliklerine karşı hücuma geçen Rus
generali Türk kuvvetlerini püskürtebildi (9 Eylül 1769 - 8
Cemazielevvel 1183).
Sadrazam, oniki bin dalkılıç (33) askeriyle (34) veya cesur
fedailerle (35), üçüncü defa nehri geçti. Fakat geceleyin kabaran
nehrin dalgaları köprüyü yıktı (17 Eylül 1769 - 16 Cemazielevvel
1883).
Osmanlı askerleri köprünün yıkılması yüzünden yardım
alamayınca bozguna uğradılar. Bazıları düşman kılıcıyla, bazıları da
dalgalarda boğularak can verdiler. Bir kısmı dağılmış, çok az bir
kısmı da yüzerek beri tarafa geçebilmişti. Devlet va-kanüvisi bu
olayı şöyle özetliyor: «Birçok imansız cehennem ateşinde yanarken,
gerçek iman sahiplerinin bir kısmı da şe-hadet şerbetini içtiler».
Şehitler arasında yeniçeri kul kâhyası ile turnacıbaşı da bulunuyordu.
Bu bozgun Hotin karargâhında paniğe yol açtı. Bir avuç insanla
kaldığını gören Abaza Paşa da çekilmeye mecbur oldu.
(33) Vâsıf, E, s. 39. Buturlin Rusların kaybını açıklamıyor, Türklerin kaybını ise
üç bin kişi olarak gösteriyor (Essais de Geographie, s. 177'de, bu harekâtla
ilgili bir bölüm var). Caussin de Perceval'in, 1822'de Paris'te yayınlanan
«Türklerin Ruslarla Savaşı Hakkında Bilgiler» adlı eserinde, Vâsıf tarafından
bildirilen hemen hemen bütün tarihler yanlış alınmış. Meselâ 54. sayfada, 8
Cemazielevvel 9 Eylül olarak aktarılması gerekirken 28 Ağustos denilmiş; s.
55'te 16 Cemazielevvel 17 Eylül olması gerekirken 5 Eylül denmiş; s. 58'de 20
Cemazielevvel (21 Eylül) 9 Eylül olarak gösterilmiş; s. 61'de, 2 Ekim olması
gereken 1 Cemazielahır 20 Eylül, s. 65'te 9 Kasım olması gereken 10 Receb
24 Eylül ve s. 72'de 12 Aralık olması gereken 13 Şaban, 1 Aralık olarak
gösterilmiş.
(34) Vâsıf, II, s. 39. Buturlin ise «dokuz bin dalkılıç» diyor ve üç bin eksik gösteriyor. Burada Balkan deyimini de Rus bataryalarının işgal ettiği yüksek
tepeler için kullanıyor.
(35) «Dalkılıç», dal gibi ince kılıç, çok kullanışlı kılıç, demektir. Tabanı ince olana da «daltaban» (yani çok yürüdüğü için aşınıp incelmiş taban) diyorlar.
436
MAMMER
Bunun üzerine Ruslar Hotini işgal ettiler
Cemazielevvel 1183) (36),
(18 Eylül 1769 - 17
Osmanlı Devleti'nin Polonya tarafından en kuzeyde bulunan
kalesine Rusların girişinden iki gün sonra, sadrazam, geriye doğru
çekilmeye devam eden ordusunu takip etmek zorunda kaldı ve
Hantepesi'nin yolunu tuttu (37) (21 Eylül 1769 -20 Cemazielevvel
1183).
îdam edilen önceki sadrazamla aynı adı taşıyan îmrahor
Mehmed Emin Paşa, Hantepesi'ne Kırım hanı ve sadrazamla aynı
zamanda geldi. Yanında, Turla nehrinin ilk iki geçilişi sırasında
yararlılık gösterenlere dağıtılmak üzere bazı ödüller getiriyordu.
Sadrazam, eski karargâhına gelişinden bir gün sonra bir savaş
meclisi topladı. Bu toplantıda Kırım Hanı Hotinln düşmesini karşı
gelinmez bir kader olarak nitelendirdi ki sadrazam da bu görüşü
paylaştı.
Boğdan'ı korumakla görevli olan ve o sırada Soroka'da bulunan
Abaza Mehmed Paşa'ya bin kişilik bir takviye gönderildi. Moghila
(Kartal) çayının korunması Bender kolağasma, îsakçı'ya sevkedilen
topçu parkının korunması ise Anadolu valisi Feyzullah Paşa'ya
verildi. Karamanbeylerbeyi de kuvvetlerini Abaza Paşa’nın
kuvvetleriyle birleştirecek ve Boğdan'ı savunacaktı. Abaza Paşa ve
Eflâk voyvodasına, düşmanla gizli tertiplere giren bütün reâyânm
tespit ve cezalandırma görevi de verildi (2 Eylül 1769 - 1
Cemazielevvel 1183).
Bundan sonra sadrazam îsakçı'ya hareket etti. Askerin maaşmı
dağıtmak ve top bataryalarmm nakline nezaret etmek için dört gün
Lopoşta'da kaldı. Canik muhassılı Ali Beyi, birlikleriyle birlikte
Pruth kıyısında bıraktı. Ali Bey burada Boğdan ordusundan kaçanları
durduracaktı. Yiyecek kıtlığı ve soğukların artması yüzünden
Boğdan ordusu kalabalık gruplar halinde Tuna kıyılarına çekiliyordu.
(36) Bu tarih Resmî Ahmet Efendi tarafından yanlış verilmiştir. «27 Cemazielevvel değil, 17 Cemazielevvel olması gerekir». Diez, Rus bültenlerindeki tarihlerle karşılaştırma yapsaydı bunu farkederdi. Ama o yalnız Türk belgelerine
bakmıştır.
(37) «1773'te Rusya ile Türkiye Savaşı» adlı eser. 18 Eylül'de yapılan savaşın plânı
burada 156. sayfada, Hotin savasının plânı ise 165. sayfadadır.
OSMANLI TARİHÎ
437
Ordu îsakçı'ya perişan, darmadağın bir durumda geldi. Son
bozgunda hataları büyük olan Rumeli ve Anadolu valilerinin tuğları
alındı. Böylece asker ve halk arasındaki homurdanmalar biraz
yatıştırıldı ama, Yaş ve Kalas şehrinde Ruslar karşısında serasker
Mehmed Paşa ve hazinedar Ali Paşa'ya üç tuğlu paşa unvanı verildiği
öğrenilince tekrar hoşnutsuzluk başladı.
Öte yandan, Rus ordusunda Galiç'in de azledilmiş ve yerine Rus
ordularının başkumandanı olarak Romanzov getirilmişti. Ona Yaş
şehrinde imparatoriçe adına 'boyar'lık unvanı (yani asalet unvanı) da
verildi. Bu unvanlar, Ermenistan'da, Grozni'de, Çerkezistan'da,
Kabartay'da ve Küçük Abaza'da başarı kazanan general Totleben ile
general Medem'e de (38) tevcih edilmişti.
General Stoffeln'in gönderdiği albay Fabris, Kalas'ta Boğ-dan
voyvodası Konstantin Mavrokordato (Maurocordato)'yu esir aldı ve
voyvoda bir süre sonra Yaş şehrinde öldü. Ardiş başrahibinin
rehberlik yaptığı ve general rütbesine yükselen Karasin, sadece dört
yüz askerle voyvoda Greguar Ghika'nın bulunduğu yere gitti, tki gün
saklanan Greguar Ghika sonra yakalandı ve hapsedildi. Ruslar şehri
yağmaladılar, burada bulunan bütün Türkleri katlettiler. Karasin'e
rehberlik eden baş-rahip şehre, boynunda bir Rus madalyası, iki
elinde iki tabanca ile girdi. Bundan az sonra da bütün Bükreş,
Rusların «İleri! İleri!» (39) naralanyla yankılandı.
MOLDOVANCFNIN AZLİ VE HALİL
PAŞA'NIN SADRAZAM OLUŞU
Bu olaylar karşısında şeyhülislâm bir fetva yayınlayarak,
düşmanla işbirliği yapan bütün Boğdanlı ve Eflâklilerin idamlarının,
mallarına el konmasmın, kadın ve çocuklarının da esir
(38) «Rusya, Polonya ve Osmanlı Devleti Arasında Bugünkü Savaş» adlı eser
(Frankfurt ve Leipzig, 1771. Otuzuncu bölüm, 4, V, s. 65).
(39) Stupay! Stupay! (Eflâk Tarihi, Engel, ü, s. 29).
438
HAMMER
alınmalarının hak olduğunu ilân etti (40). Osmanlı vakanüvisi-nin
söylediğine göre bu fetva, Eflâkli ve Boğdanlılarin Ruslarla daha sıkı
işbirliği yapmalarından başka bir işe yaramamıştır. Boğdanlılar
prensliğin alâmetlerini Ruslara vermişler, im-paratoriçeye sadakat
yemini etmişler, Saint-Petersburg'a (Rus başkentine) temsilciler
göndermişlerdir. General Bauer ise ülkenin yeni bir kadastrosunu
yapmıştır (41).
Sadrazam, kışlamak üzere İsakçı'dan ayrılıp Babadağ'a gitti.
Burada, Kelpaşazâde Ali Paşa’nın ölümünden sonra, sadaret
kethüdası yazıcı îbrahimpaşazâde Mustafa Bey Bender valisi tayin
edildi (9 Kasım 1769 - 10 Receb 1183). Sadaret kethüdalı-ğına da,
çok iyi tanıdığımız Resmî Ahmet Efendi getirildi (21 Kasım 1769 22 Receb 1183).
tsakçı'da erzak temini ile görevli Dağıstanlı Ali Bey, sadrazamın
îsmail şehrinden hareket ettirdiği Işkodrah Mustafa Bey
kuvvetlerinin yardımı ile, karşılaştığı Rus kuvvetleriyle yaptığı bir
çarpışmada, îbrail muhafızı Abdi Paşa’nın yardım kuvvetleri
yetişmeden galip geldi ve Rus konvoyunu dağıttı. Abdi Bey Kalas
yakınlarında düşmanla savaşırken, Ali Bey şehre girdi. Ruslar
kaçmak zorunda kaldılar, fakat kaçarken şehri yaktılar. Bu başarıdan
dolayı Abdi Paşa Boğdan seraskeri tayin edildi. Kendisine yirmibeş
bin kuruşla, emrindeki subay ve erlere dağıtılmak üzere çok sayıda
yararlılık nişanı gönderildi. Kethüdası beylerbeyliğine, yazıcısı ise
divan-ı hümâyun hocalığına terfi ettirildi.
Fakat, sadrazam Moldovancı Ali Paşa bu makama gelişinden
dört ay sonra azledildi (12 Aralık 1769 - 13 Şaban 1183).
Moldovancı Ali Paşa'dan sonra sadrazamlığa Halil Paşa getirildi. Yeni sadrazam Halil Paşa, Belgrad anlaşmasmı imzalayan
sadrazam ivaz Mehmed Paşa’nın oğludur ve bu meşhur an(40) Vâsıf, n, s. 50. Thugut'un raporunda tarih olarak 4 Aralık 1769 görülüyor.
Prens Kaunitz, Thugut'un böyle bir fetva çıkarıldığını bildiren ilk haberine
inanmamıştı. Thugut ikinci bir raporla bunu doğruladı. Bu fetvayı vakanüvis
Vâsıf da belirtiyor- Ayrıca Dürrizâde'nin H. 1237'de İstanbul'da yayınlanan
fetvalar külliyatında Polonya'ya karşı çıkarılan bu fetva da yer alıyor ve
bunda Poniatowski'den cKıral-ı bed faal» diye söz ediliyor.
(41) «Engel, Eflâk Tarihi, II, s. 30» ve «Eflâk Savaşı Tarihi, s. 71». Fetvalar,
müteakip bölümde, s. 74'dç.
OSMANLI TARİHÎ
439
laşmadan oniki yıl önce dünyaya gelmiştir. îş tecrübesi, askerlik kabiliyeti
ve önemli sayılacak hiçbir özelliği yoktu. Babasının nüfuzu ve padişahın
lûtfu ile saray hizmetine girmiş, önce ikinci imrahor, sonra birinci imrahor,
çavuşbaşı, sadaret kethüdası vekili olmuştur. Rumeli valisi ve Hotin
seraskeri iken selefi Mol-dovancı tarafından Hotin'den alınmış (42),
Filibe'de oturmağa memur edilmişti.
Halil Paşa'nın sadrazamlığa gelişi ile, yüksek dereceli memurlar
arasında birçok değişiklik oldu. Bunların en önemlilerinden biri sadaret
kethüdası Resmî Ahmet Efendi'nin azlidir ki, bu görevde henüz altı
haftadan beri bulunuyordu. Diğer iki önemli olay ise Kırım Hanı Devlet
Giray ile Çavuşbaşı Yesrî Ahmet Efendi'nin azilleridir.
Devlet Giray Han, hanlık tahtma geldiğinden beri, gerek
mücevherlerle süslü silahlar olarak, gerekse para olarak, altı bin kese, yani
üç milyon kuruş almıştı. Bunca büyük ödüllere rağmen kendisinden
beklenen hizmeti verememişti. Turla nehrinin taşması sırasında yalnız onun
kumandasındaki askerlerin geçişi için yardım edilmiş, diğerlerine yardım
edilemediği için boğularak ölmüşlerdi. Daha sonra Moldovancı çekilmek
zorunda kalınca da, han, Boğdan ve Eflâk'in Ruslar tarafından istilâsına
karşı koyamamış, yardım edememişti. Onun bu başarısızlığını ve
davranışını öğrenen padişah, hanlık makamma Selim Giray'ın oğlu Kaplan
Giray'ı getirdi. Kaplan Giray hanların askerî merkezi olan Bucak
bölgesindeki Kavşan'a gönderilirken, Devlet Giray da Kıbrıs'ta oturmağa
memur edildi (2 Mart 1770 -5 Zilkade 1183).
Boğdan’ın yeni seraskeri Abdi Paşa, Rus kuvvetlerinin Fok-şan'da
toplandığını, oradan Kumla, îsmail, îbrail ve Yergöğü'nü tehdit ettiklerini
öğrenmişti. Onun için Rusçuk âyânmdan Çelebi Süleymanağa ile (43)
birlikte Bükreş'e doğru yürüdü. Fak-şan yakmlarma gelince orduya hitaben
bir konuşma yaparak,
(42) Cavit Bey Tezkiresi. Vâsıf, onun tayini ile ilgili olarak Hayri ve Enverî'nin
tarih düşürdüklerini söylüyor.
(43) 'Savaş Tarihi' s. 77'de bu âyân, üç tuğlu ve Rusçuklu başka bir. paşa olarak
gösteriliyor (birlik onaltı bin kişiden oluşuyordu ve Rusçuklu Çelebi Paşa'nın
kumandasında idi).
440
HAMMER
düşmanı esir almayı ve baş vurmayı düşünmeden, her şeyden önce
onu mağlup etmek gerektiğini, ganimetin ancak bundan sonra
düşünüleceğini söyledi (44). Bundan sonra Yergöğü'nü savunmak
için geriye döndü, fakat bu mevkiin yakmmda general Stoffeln'in
kumandasmdaki düşman kuvvetlerinin hücumuna uğradı ve mağlup
olarak üç bin kişi kayıp verdi. Ruslar Yergöğü'nü ateşe verdiler ve
Stoffeln Bükreş'e girdi (27 Şubat 1770).
Boğdan papazlarının ihaneti yüzünden Oltu ırmağı kıyısındaki
Slatina ile Küçük Eflâk'in başkenti sayılan Krayova şehirleri de
düştü. Vidin valisi Mehmed Paşa ile birlikte hareket eden han
burasını koruyamamıştı.
Bütün bu çarpışmalar kış sırasında, yeni sadrazamın kışlamak
için tuğlarını Babadağ'da dikmesinden önce oluyordu (45) (1 Nisan
1770 - 5 Zilkade 1183).
Sadrazam, yirmidört gün sonra kuvvetlerini Babadağ kanalının
batı kıyısına nakledebildi. Sadaret kethüdası ve karargâh paşası (46),
karargâh olarak burasını seçmişlerdi.
Buradan, kamerî takvime göre yılın ilk gününde (47) îsak-çı'ya
hareket edildi (27 Nisan 1770 -1 Muharrem 1184).
ŞEYHÜLİSLÂMIN ÖLÜMÜ
O dönemde devletin önemli mevkilerinde yapılan başlıca
değişiklikler şunlar oldu: Yeniçeriağası Süleyman Paşa azledildi.
Süleyman Paşa'ya, îbrail'e bin yeniçeri göndermesi emredilmişti;
oysa o sadece üçyüz yeniçeri toplayabilmiş, gerekli sayıyı
Babadağ'dan çok sayıda sivil toplayarak temin etmek istemişti. Onun
yerine eskiden de yeniçeri ağalığı yapmış olan Aydın valisi
Kapıkıran Mehmed Paşa tayin edildi ve serasker sı-fatiyle Kırım'a
gitme emri verildi.
(44) Vel ganimet, bedel hezimet. Vâsıf, II, s. 63.
(45) Vâsıf bu olayın tarihini 6 Zilhicce (Pazar, 2 Nisan) olarak gösteriyor ki yanlıştır. 5 Zilhicce olması gerekiyor.
(46) Karargâh Paşası: Konakçı Paşa.
(47) Vâsıf burada (II, s. 77'de) Babadağ'ın Hacı Kalfa tarafından tercüme edilmiş
ve Enverî tarihinden alınmış topografik bir haritasını da veriyor.
OSMANLI TARİHİ
441
Derya Kaptanı İbrahim Paşa sancakbeyi sıfatiyle doğum yeri
olan Karaköprü (Negropont) 'ye gönderildi (26 Nisan 1770 -30
Zilhicce 1183). Çok önemli olan derya kaptanlığına ise meşhur
Canım Hoca'nın torunu Hüsameddin Paşa getirildi. Canım Hoca, elli
yıl kadar önce derya kaptanı olarak Mora'nın fethin^ de çok önemli
bir rol oynamıştı. Yeni derya kaptanı da bir an önce bu yarımadaya
gitme emri aldı.
İlim adamları arasmda (48) Kazasker Paşmakçızâde ve Şeyhülislâm Pîrîzâde Osman Efendi'nin ölümlerinden sonra geniş ölçüde
tayinler gerçekleşti. Osman Efendi, meşhur ilim ve siyaset adamı
Pîrîzâde'nin oğlu idi. Gerek şeyhülislâm, gerek siyaset adamı olarak
o da babasının izinden ve ona lâyık bir başarı göstererek ilerledi.
Nesir ve manzum yazıda usta idi, özellikle hitabet ve inceleme
yazılarıyla ün yapmıştı. Şiirlerinde «Sa-hib» mahlasını kullanırdı.
Birçok gazel ve kasidesi vardır. Zamanının büyük kısmını devrin en
büyük âlimleriyle konuşarak, tartışarak geçirirdi. Bu büyük âlimler
arasmda Kişi Abdullah Molla ile, yüz kadar dinî, edebî ve ilmî esere
zeyl ve açıklama yazan Gelenbevî'yi sayabiliriz (49). Siyasî
faaliyetine gelince, son savaşın ilânında onun tesiri de büyük
olmuştur.
Savaş devam ederken meydana gelen durumlar karşısında,
yukarıda sözünü ettiğimiz iki fetvayı veren de Osman Efen-di'dir. Bu
fetvalarda Polonya, Boğdan ve Eflâk halkma askerî kanunlara göre
dâvranılacağı, canları ve malları alınabileceği, köle edilebilecekleri
yazılıydı. Her zaman savaş yanlısı olduğu için meslekdaşları ve
ulemâ tarafından kınanmıştır. Ulemâ, onun sağlığında bile, verdiği
fetvaların tarihe utanç verici olarak geçeceğini söylemiştir.
Şeyhülislâmın taassubundan ziyade ihtirasından, siyasî sistem
anlayışından ileri geliyordu bu tutumu. Ayni sistem, Birinci Selim ve
Dördüncü Murad zamanında da gö(48) Menasıb-ı ilmiye (Vâsıf, II, s. 74).
(49) Hammer buradaki dipnotunda Gelenbevî'nin ölümünden sonra yayınlanan
mantık ve metafizikle ilgili eserlerinden, Mir Ebul Feth Esseyid'iri «Mirtezhib» diye anılan eseri için zeyl ve şerhlerinden söz ediyor ama, onun logaritma ve trigonometri konularında yazdığı önemli eserleri söylemiyor. «Burhan» adlı bir mantık kitabı bulunan Gelenbevî'nin, trigonometrinin üçgen çizimlerine uygulanmasını anlatan «Kitabu'l merasid» ve logaritmayı ve logaritma cedvellerini anlatan «Cedavilti'l Ensab» adlı kitapları da vardır (Ç. N.).
HAMMER
442
rülmüştü ve tebanın boğazlanması ile selâmete ulaşılacağı zannedilmişti.
Fakat bu tutum ve sözünü ettiğimiz fetvalar Rusya'da, Boğ-dan
ve Eflâk'te kini arttırmaktan başka bir işe yaramadı. Bereket versin,
benzer fetvalar bundan sonraki dönemde hiç verilmedi. Şeyhülislâm
ölünce, «Sultanın şeytan suflörü öldü» anlamına gelen bir tarih
düşürüldü (50). Onun ölüm tarihini belirten mısra, bütün
müslümanların düşüncelerine tercüman olan meslekdaşlarının
hükümlerini belli ediyordu (51).
ölen şeyhülislâmın yerine eski şeyhülislâmlardan Mirza Mustafa
Efendi'nin oğlu Mirzazâde Seyyid Mehmed Said Efendi tayin edildi
ki, bu zat daha önce üç defa Anadolu kazaskeri olmuştu (2 Mayıs
1770 - 6 Muharrem 1184).
Reâyâ düşmanlığı yapan şeyhülislâmın ölümü ilim ve kanun
adamlarmı ne kadar rahatlatmışsa, sadrazam da kardeşi Ali Bey'in
ölümüne o kadar üzülmüş ve ağlamıştır. Defterdarlık çavuşu, tımar
müfettişi ve silahdar ağalığı görevlerinde bulunan Ali Bey,
ölümünden önce karargâhta sipahiler ağası olarak bulunuyordu.
Onun yerine Kâtipzâde Ahmet Ağa tayin edildi.
Ayni günlerde ordu kadısı Bahayî Veli Efendi vefat etti. Şeyhler,
Halveti dervişi Hafız Mustafa'yı onun yerini alması için Babadağ'a
gönderdiler. Bu tayinle, bu din büyüğünün, askerin maneviyatını
yükseltici bir rol oynayacağı da düşünülmüştü.
Evliya Saltuk Dede'nin yedi yerde mezarı vardı ama, en çok
önem verileni Babadağ'daki idi. «Baba» adıyla anılıyor, bir
(50) Ölüm tarihini bildiren kelimeler «Mate'l hannas»tır. Ebced hesabına göre
1183 yılını veriyor. Hannas, Kur'an-ı Kerim'in son suresinde, kötü cin ve şeytan için kullanılan sıfatlardan biridir.
(51) Vâsıf burada, onun meslekdaşlarına cölüleri rahat bırakınız» vecizesini unutturacak kadar kötülük yaptığını anlatmak istiyor. O vecize şudur :
Lâ tesubbu'l-emvâte fe-innehum
Kad efadfaum mâ kaddcmû.
Yani:
c Ölülere küfretmeyiniz, çünkü onlar yaptıkları kötülüğün
cezasını çekmişlerdir».
OSMANLI TARİHİ
443
ermiş olarak saygı görüyor, ondan medet umuluyordu. Fakat
Osmanlı vakanüvisinin onunla ilgili olarak bir asır önce anlattığı
efsane artık unutulmuş, etkisini yitirmiş bulunuyordu. Sal-tuk Dede,
onikinci yüzyılın altmışüçüncü yılında yüz bin Selçuklu Türkü ile
buraya gelmiş ve bu bölgeye Dobruca Tataris-tanı denmişti. Evliya
Saltuk Dede, müridlerine, vücudunun parçalarını altı-yedi tabuta
koyarak, birbirlerinden uzak kafir şehirlerine gömülmesini vasiyet
etmişti. Müslümanlar, onun fâni vücudunun gömülü olduğu yerleri
dua etmek için ziyaretgâh haline getirmiş, böylece buralarm İslâm
imparatorluğunun toprakları haline gelmesini hazırlamışlardı.
Yaygın inanca göre Saltuk Dede'nin mezarının bulunduğu yerler
şunlardır: Trakya, Daçya, Bulgaristan, Moesie, Panonya, Sarmatya
ve kuzeyde uzak bir yer (tabii, Türkler tarafından bütün bu yerler
Saltuk Dede adıyla anılıyordu). İlk altı bölge, Sezarların
imparatorluklarına aitti ve gerçekten müslüman Tüı * ülkeleri haline
geldi. Fakat yedinci makamın bulunduğu Posen, son savaşın ilânına,
şeyhülislâmın Polonya ve Boğdan'la ilgili fetvalarına rağmen,
Türkler tarafından ele geçirilemedi.
MORA İSYANI
Türk şeyhülislâmı Boğdan ve Eflâk hakkında fetvalar çıkarırken,
Rusya da Mayna Rumlarını isyana teşvik etmeye başladı. Papaz
kılığına giren Rus casusları, Manyotların (Manyalı-larm) lideri olan
Panayotti Benaki ile, bölgedeki halkı Türk idaresine karşı
ayaklandırdılar ve Manyotİular Rusya'dan himaye istediler. Buraya
gelen Rus heyetinde Mora ordusuna kumanda edecek olan Kont
Orlov, Rumelili Jorj Papasoğlu, Angeli Ada-mopulo (52) ve
Toskanalı Jan Platino vardı. Bunlar, o zaman Kalamata'da olan
Mavrus Mikali'ye (Mavros Mihali) bir altın madalya ve bir subaylık
brövesi verdiler. Bir Rus müfrezesinin ve donanmasının yakında
Manyotlara yardım için geleceğini de vaadettiler (1769).
Oniki saf gemisi, oniki firkateyn ve çok sayıda küçük gemiden
oluşan bir Rus filosu, savaş birinci yılını doldururken, Kronş(52) Burada, Orlov'un Piza'dan, Trieste'de bulunan Adamopulo'ya, 1769 sonlarında
yazdığı mektubun İtalyanca metni yer alıyor (Ç. N.).
444
HAMMER
tad'dan adalara doğru hareket etti. Filo kumandanı Amiral Spi-ritov idi.
Bu haber İstanbul'da geniş yankı uyandırdı, ama vezirler ve diğer ileri
gelenler buna inanmak istemediler. Baltık Deni-zi'ndeki Kronştad ile
Akdeniz arasında böyle bir ulaşımı mümkün görmüyorlardı. Gerçekten bu
görüşte oldukları şüphe ile karşılanmışsa da, bu, vakanüvis tarafından da
itiraz kabul etmez şekilde doğrulanıyor (53).
İstanbul'da Rus donanmasının Akdeniz'e indiği kesin olarak
öğrenilince, Bâb-ı Âli, tercüman vasıtasiyle Venedik hükümetine başvurdu
ve Rus donanmasmın Baltık'tan kalkıp Adri-atik'ten geçerek Akdeniz'e
girmesine müsaade ettiği için sitemde bulundu.
Eski sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa o sırada Napoli yakınlarında
üslenen kuvvetlerin kumandanı bulunuyordu. Kendisine bir hattı
hümâyunla Mora’nın savunması için birliklerini toplaması emri verildi ve
gerekli harcamalar için elli bin kuruş gönderildi. Dukagin mütesellimi
Hüdaverdizâde Ahmet Bey, masrafı kendisi karşılayarak bir birlik
kurmuştu. O da beylerbeyi sıfatiyle, înebahtı muhafızı Vezir Mustafa
Paşa’nın emrine verildi.
Amiral Spiritof, altmış toplu dört savaş gemisi, mühimmat ve gemi
yapımı için kullanılacak malzeme dolu bir büyük, iki küçük firkateyn ile,
Şubat sonunda Mora'da kıyıya yanaştı. Getirilen malzemelerle, Rus
askerlerine yiyecek naklinde kullanılmak üzere dört yeni gemi yapıldı.
Kont Teodor Orlov ise beş yüz askerle karaya çıktı. Bunlar,
silahlandırılmış elli bin Manyotu (54) disiplin altmda tutmaya
(53) Vâsıf, II, s. 70'de şöyle diyor :
«...Rical-ü kibar bu keyfiyeti mugalataya hami ve ademi tasdik ile Petroburg'dan Akdeniz'e Moskovlunun donanma ihracını bir veçhile mütalâalarına tatbik edemeyüb...H
Buna benzer bir olaya 1800 yılında ben de şahit oldum : Sadrazam Yusuf
Ziya Paşa, ingiliz takviye kuvvetlerinin Hindistan'dan kalkıp Kızıl Deniz
yoluyla gelebileceklerini kabul etmiyor, imkânsız görüyordu. O toplantıda
kendisine tercümanlık yaptığım Sir Sidney Smith, haritaları açarak, Hint
Okyanusu'nu Kızıl Deniz ile birleştiren bir boğaz bulunduğunu anlatmak için
çok ter dökmüştü.
(54) Vâsıf (II, s. 72'de) bu sayının 60.000 olduğunu söylüyor.
OSMANLI TARİHİ
445
yeter değildi. Silahlandırılmış Rumlar Rus subaylarının kumandası
altmda Mizistre'ya saldırdılar ve şehir halkını vahşice katlettiler:
Dörtyüz Türk boğazlandı, henüz meme emen çocuklar minarelerden
aşağıya atılıp öldürüldü.
Teodor Orlov Koron'u kuşattı, fakat kuvveti yetmediği için sonra
bundan vazgeçti. Kardeşi Aleksi Orlov ise Navarin'de bir müfrezeyi
karaya çıkarmış ve bu kuvvetleri Patras'a göndermişti. Fakat bunlar
Kastil'den Patras'ın yardımına gelen kuvvetler karşısında yenilip
kaçtılar. Buradaki Manyotlar öldürüldü.
Ruslar bundan sonra, ayaklanmış onbeş bin Rum askeriyle
Tripoliçe'ye yürüdüler. Zafer kazanacaklarından çok emin olan
Rumlar, karılarını da getirmişlerdi ve bu kadınlar sırtlarında boş
çuval taşıyorlardı. Türkleri yenecek, mallarını yağmalayacak ve bu
çuvallara doldurup götüreceklerdi. Fakat burada ayandan, Tırhalalı
Nimetzâde, Larissalı Müderris Osman Bey, Çatalcalı Ali Ağa ve
îzdin beyzadesi alelacele birkaç bin insan topladılar. Serasker bunları
Trablus müteselliminin emrine verdi ve kendisi de birliklerini alıp
yardıma koştu (19 Nisan 1770 - 23 Zilhicce 1183).
Rumlar ağır bir mağlubiyete uğradılar (55) ve oraya pek uzak
olmayan bir yerde (Mizistre'de) yaptıkları katliamın karşılığını
aldılar. Şehirdeki Rumlar öldürüldü. Patras'ta da buna benzer olaylar
oldu. Kaleyi ele geçiren dörtyüz levend, âsileri kılıçtan geçirdiler.
Kadınlar ve çocuklar ise esir alındı.
öte yandan, Prens Dolgoruçki ve Mavro Hannibal'ın kumandasındaki kuvvetler Navarin kalesine saldırmışlardı. Dolgoruçki,
Leontari ile Arkadya'yı da işgal etmiş bulunuyordu. Karşı
koyamayacak kadar az kuvveti olan Navarin, anlaşma ile kale
kapılarını açtı. Anlaşmaya göre, Türk garnizonunun hayatı bağışlanıyordu. Bu anlaşmayı Fransız konsolosu da tanık olarak
imzalamıştı. Fakat, Manyotlar anlaşmaya uymadılar, Türkleri
katlederek şehri yaktılar (21 Nisan 1770).
Kısa bir süre sonra Aleksi Orlov, Türk hakimiyetindeki bütün
Rumlara hitap eden bir beyanname yayınladı. Bununla on(55) «Essais de Geographie» adlı kitaba göre savaş 8 Nisan'da olmuştu. Onun için Vâsıf'ın
tarihinde 23 Zilhicce olarak gösterilen günün 13 Zilhicce olması gerekir. Çünkü 23
Zilhicce Pazartesi'ne rastlıyor.
446
HAMMEtt
lan Boğdan ve Eflâk'teki savaşlardan haberdar ediyor, onları,
dindaşları olarak, din ve hürriyetleri için savaşmaya çağırıyordu (56)
(8 Mayıs 1770).
Orlov, Koron ve Modon'u da kuşattı. Fakat İstanbul'un fethinin
yıldönümüne rastlayan gün Modon kurtarıldı. Ruslar gemilerine
binip uzaklaştılar. Böylece serasker Mora'yı kurtarmış oluyordu (57).
ÇEŞME'DE OSMANLI DONANMASININ
YAKILMASI
Mora zaferinden dolayı başkentte fener alayı yapılmadı ve şehir
meşalelerle aydınlatılmadı ama, Çeşme'de Türk donanması yakıldı.
Dokuz kalyon ve yedi firkateynden oluşan ve üçe ayrılan Rus
donanmasına Spiritof, Aleksi Orlov ve Elfinston kumanda
ediyorlardı. Osmanlı donanmasmda iki korvet, onbeş kalyon, beş
şebek ve sekiz küçük kadırga vardı. Donanmaya derya kaptanı
Hüsameddin Paşa ile Cezayirli Hasan Paşa kumanda ediyorlardı.
Rus donanması saldırdı. Rus amirali Spiritof'un gemisiyle
Cezayirli Hasan Paşa’nın gemisi karşılıklı atışa başladılar ve ikisi de
aynı anda ateş aldı. Amiral Spiritof ve Teodor Orlov şa-. lupalara
binip henüz uzaklaşmışlardı ki, Rus amiral gemisi büyük bir patlama
ve üzerinde bulunan yedi yüz askerle sulara gömüldü. Derya Kaptanı
Hüsameddin Paşa, Cezayirli Hasan Paşa ve onlarla birlikte bazı
askerler, yanmakta olan gemiden atlayıp yüzerek kurtulmuşlardı.
Yelkenci Bekir, atlamaya fırsat bulamadan gemiden yukarıya
fırlamıştı, fakat tam infilak anmda amiral gemisinin serenlerinden
birine tutunmuş, kurtulmuştu (5 Temmuz 1770 - 11 Rebiülevvel
1183). Bu gemici tam otuz yıl sonra, Rodos'ta, kaptan olarak
bulunduğu gemide, o savaşın özelliklerini amiral Sidney Smith'e ve
bu kitabın yazarına bizzat anlatmıştır.
(56) Bu beyanname için «L'histoire de la presente guerre» VI, s. 75*e bakınız.
Orada, Buğdan'da harekete geçirilen ordunun 600 bin kişi olduğu söyleniyor.
(57) Fâtih-i Mora (Mora Fâtihi) olmuştu.
OSMANLI TARİHÎ
447
Ertesi gün Ruslar, Çeşme limanmdaki Türk donanmasını yaktılar. Bu
başarı Kont Orlov'a «Çeşmeskiy» lâkabının verilmesine sebep oldu. Ayrıca
Katerina onun için Çarkoselo'da bir zafer anıtı yaptırdı.
Deniz savaşları yıllıklarında bugün bile meşhur olan Çeşme Deniz
Savaşı, eski Salamin deniz savaşmda, Yunanlıların Pers donanmasını
yaktıkları yerde, Romen Emilius Regilius'un An-tiokos donanmasını
bozguna uğrattığı Myonesus'un (bugünkü Çıfıtkale'nin) yakmmda
olmuştur. Türk donanmasının İnebah-tı mağlubiyetinden sonra uğradığı en
büyük deniz savaşı mağlubiyeti budur. Bu iki bozgunun ortak yanı ise,
Osmanlı İmparatorluğu tarihinde çok acı bir dönemi başlatmış olmalarıdır.
Bu iki olay, bu iki döneme açılan yolu aydmlatan fenerlerdir, tnebahtı
savaşı, Sultan Süleyman ve II. Selim döneminde, Osmanlı
împaratorluğu'nun ihtişamının sonunu belirler. Çeşme'deki donanmanın
yakılması ise müessif Kaynarca anlaşmasının habercisi olmuştur.
Çeşme'de donanmanın yakılmasından üç ay önce İstanbul'da, biri
Kasımpaşa'da, diğeri Topkapı'da olmak üzere iki büyük yangm daha
meydana gelmişti. Birincisinde, orduya ait eyerlerin bulunduğu bir bina
tamamen yandı (1 Mart 1770). İkincisinde ise beşyüz kadar ev tamamen
kül oldu (13 Nisan 1770). Çok daha büyük olan üçüncü bir yangm,
padişahın kız kardeşine ait bir sarayın yakmmda başlamış ve bin ikiyüz ev
yanmıştı.
İstanbul'da, Çeşme'de donanmanın yandığı haber alınır almmaz, bunu
daha büyük bir felâketin habercisi olarak yorumladılar. Daha evvelki
yangmları da Çeşme bozgununa işaret saydılar.
Çeşme yangını gerçekten korkutucu oldu. Olaydan üç gün sonra
İzmir'de halk sokaklara döküldü, Rumlar ve Avrupalılar arasmda ayrım
gözetilmeden sekiz yüz kişi öldürüldü (58).
Tabii derya kaptanı da azledildi ve onun yerine ihtiyar Cafer Paşa
getirildi.
(58) cL'histoire de la guerre presente» adlı eserde bu sayı ancak beş yüz olarak
gösteriliyor. Fakat Thugut raporunda sekiz yüzden fazla insanın öldürüldüğünü yazıyor.
448
HAMMER,
İstanbul halkı, Türk donanmasının yok edilmesinden sonra, Rus
donanmasının şehri kuşatmasından korkmaya başlamıştı. Bunun
üzerine Sadrazam Moldovancı Ali Paşa ile Fransız albay Tott acele
Çanakkale'ye gönderildiler. Vazifeleri, boğaz gerisinde savunmayı
hazırlamaktı. Tott'a yardımcı olarak, derya ikinci kaptanı Hasan
Paşa’nın kardeşini ve onun gibi ünlü Canım Hoca’nın oğlu Mustafa
Bey'i verdiler.
Kaptan-ı Derya Hüsameddin Paşa, gerek donanmasını kaybetmiş, gerek gözden düşerek azledilmiş olmanın üzüntüsüyle, az
sonra öldü. Halk, daha çok azledildiğine üzüldüğünü söylüyordu.
Padişah onun oğlu Abdullah'ı da kadırga kumandanlığına tayin etti.
LİMNİ KUŞATMASI
Derya Kaptanlığından hemen sonra gelen deniz paşası, yani
ikinci derya kaptanı, Çeşme'de kahramanca çarpışan Cezayirli Hasan
Paşa oldu.
Moldovancı Çanakkale'de surları beyaza boyatmakla işe başladı.
Böylece düşmana yeni tamir edilmiş intibaını vermek istiyordu.
Albay Tott daha faydalı bir çalışmaya girişti: İkisi Avrupa, ikisi de
Asya yakasmda olmak üzere dört batarya, yani top atışı yapılabilecek
korunaklı yerler yaptırmaya başladı. Boğazı geçmeye kalkışacak
gemiler iki kıyıdan yapılan top atışlarına hedef olacaklardı (59).
Rusların dokuz gemi ile Çanakkale'ye yaptıkları ilk hücum
başarısız kaldı (60). Fakat yiyecek dolu yirmi Türk gemisi, boğazı
kapamak için Bozcaada yakınında üslenen Elfinston'un eline geçti.
öte yandan Kont Orlov Limni'yi kuşatmış bulunuyordu. Kuşatmadan altmış gün sonra buradaki garnizon teslimi kabul etti.
Sekiz maddeden oluşan teslim anlaşması imzalanmış, uy(59) Tott, II, s. 259'da 'iki ateş arasında' anlamına pointe de barbiers et moulins
diyor.
(60) Osmanlı Devleti ile Rusya arasındaki savaş alanı. Hamburg 1771, forma II, s,
7.
OSMANLITARİHÎ
449
gulanması için teminat olarak altı rehine teslim edilmişti ki, Cezayirli
Hasan Paşa, yirmiüç gemiden oluşan donanmasiyle linini kıyısına yanaştı
ve kuşatma altmda bulunanların yardımına yetişti. Vaktiyle
Kamilio'nun Roma kapılarında söylediği gibi, kendisinin rızası
alınmadan yapılan teslim anlaşmasını tanımadığım bildirdi.
Bundan birkaç gün sonra, İmroz adasının limanı Modon önünde
kanlı bir deniz savaşı oldu. iki donanmanın kumandanları
yayınladıkları bildirilerde zafer kazandıklarını söylüyorlardı (61),
fakat daha sonra bu çarpışmada galip gelen taraf m Osmanlılar
olduğu kesinlikle anlaşıldı. Rus donanmasının kumandanı, Hasan
Paşa’nın daha önce talep ettiği altı rehineyi de iade ederek, yelken
açıp oradan uzaklaştı (24 Ekim 1770) (62).
KARTAL SAVAŞI
Şimdi deniz savaşlarını burada bırakıp, Boğdan'daki kara
savaşlarına dönelim.
Mayısın ilk günlerinde Kırım hanı, İsmail kalesinin muhafızı
Abaza Paşa, Çorum sancakbeyi Seyyid Hasan Paşa ve Ka-pıcıbaşı
Dağıstanlı Ali Paşa ile birlikte, Pruth nehrinin ötesine geçmek üzere
Kişenev'e gitti (Mayıs 1770 - Muharrem 1184). Hantepesi'nde,
Boğdan seraskeri Abdi Paşa da Kırım hanına katıldı. Nehrin yakınma
geldiler fakat bütün geçitlerin düşman bataryaları tarafından
savunulduğunu gördüler. Kaplan Giray kendisine bir geçit ararken,
Ruslar Falcı geçidinden Pruth'u aştılar. Romanzov hemen hücuma
geçti ve Hantepesi'nin karşısında ve Küçük Kalmasu deresinin
arkâsmda mevzilenen Türk kuvvetlerini bozguna uğrattı (28 Haziran
1770).
Bu bozgunu öğrenen sadrazam, daha çok Yeniçeriağası Kapıkıran Mehmed Paşa’nın tavsiyesiyle Vidin'den ayrılmış, Tu(61) Bu konuda bkz: «Histoire de la pr&ente guerre», X, s. 13. Vâsıf, II, s- 118.
(62) «L'Histoire de la presente guerre» adlı kitabın Rumca, Almanca ve İtalyanca
nüshaları arasında hiç fark yok, fakat Türkçe «Cezayirli Hasan Paşa Tarihi»
bu olayı, Büyük Amiral Barbaros'un savaşı gibi karışık ve dağınık anlatıyor.
Hammer Tarihi, C: VIII. F.: 29
450
HAMMER
na'yı geçerek îsakçı'ya varmıştı. Yeniçeriağası Kartal'dan (Larga'dan) ayrılıp göl kıyısında ilerlediği sırada, hanın ve ona yardıma
giden Abdi Paşa'nın birlikleri bozulmuş, çekiliyorlardı. Bunların
kaçışı yeniçeriağasmın birliğini de bozdu ve ilerlemelerine engel
oldu. Bunun üzerine üçüne de birer mektup yazan sadrazam onları
korkaklıkla suçladı (63).
iyi görüşlü ve gerçekten liyakatli olan kul kethüdası, bu durumda ileri gitmektense Kartal'a çekilip siperleri pekiştirmeyi tavsiye
etti. Fakat bu tavsiyesinden dolayı azledildi (64). Sadrazam bu
görüşün aksine hareket ederek Tuna'yı aşmıştı. Kadı Nimetullah
Efendi, kethüda Seyyid İbrahim, defterdar İsmet İsmail, reis-ül
küttap Recai Mehmed, çavuşbaşı İbrahim Arap-gir, defter emîni Veli
Efendi, ruznâmeci Resmî ve muhasebeci Yesui Ahmet Efendiler,
mektupçu İbrahim ve Mustafa Efendiler, sadaret mektupçusu El-hac
Abdürrezzak, beylikçi Mustafa, sadaret kethüdası yazıcısı Seyyid
Mehmed, teşrifatçı Vahdeti Ebubekir Efendi sadrazamla beraber
idiler. Sadrazamm emrinde otuz bin kişilik bir kuvvet bulunuyordu
(65) (26 Temmuz 1770 - 3 Rebiülahır 1183).
Ertesi gün toplanan savaş meclisinde düşmanm üzerine doğru
ilerleme karan alındı, öncü kuvvetlere serasker Abdi Paşa, sağ
kanada Abaza Paşa, sol kanada Adanalı Hasan Paşa kumanda
edecekti. Her tarafta hazırlıklar başladı ve kethüda İbrahim Efendi
gece çalışmalarına meşalelerin ışığı altmda nezaret etti ki bu da onun
«meşaleci» lakabıyla anılmasına sebep oldu (66).
Şimdi Kont Romanzov'un önünde sadrazam, arkasmda Kırım
hanımn kuvvetleri vardı. Kırım hanmm kuvvetleri yüz bin kişiyi
buluyordu, sadrazamm emrinde toplananlar ise daha çoktu.
(63) Vâsıf, E, s. 87 ve 88'de, disiplin ve taktik zaruretin ne olduğunu da anlatıyor.
(64) Vâsıf, E. s. 90'da, konu ile ilgili olarak birkaç Arap atasözünü söylüyor ki bizce
en dikkat çekici olanı şudur :
İzâ lem tekun fî menzili'l-mer'i hurretun Dâat mesâJJhti aleyhi. Yani:
«Eğer insan fikirlerinde hür değilse, işleri yitik demektir».
(65) Vâsıf, n, s. 91. Fakat Buturlin Türk ordusunun sayısmı elli bin kişi olarak
gösteriyor.
(66) Meşaleci: Vâsıf. s. 91.
OSMANLI TARİHÎ
451
Rus generalleri Bauer, Plemjanikof ve Bruce'in emrinde olan üç
tümen Türklere saldırdı ve Türk mevzilerini zaptetmeye başladılar.
Bu arada yüzkırk top, çok mikdarda mal ve mühimmat ele
geçirmişlerdi. Oysa Tuna'yı geçerken subaylara, yürüyüşü
kolaylaştırmak için ağırlıklarm azaltılması emredilmişti (1 Ağustos
1770).
Geçmişte, Birinci Selim (Yavuz), vakanüvis Kemal Paşazâde'ye, Memlûk sultanı Gavri'nin ordusunun altın kuşamlı, pırıl pırıl
olduğuna, kendi ordusunun ise demirden başka bir şeyi
bulunmadığına üzüldüğünü söylediği zaman, tarihçi ona, altının
demir için bir av, bir kurban olduğunu, yalnız demiri olanları tahrik
edeceğini, daha uyanık ve hareketli tutacağını söylemiş, teselli
etmişti. îşte bu görüş, yukarıda sözünü ettiğimiz son savaşta da
doğrulanıyordu.
Sabahleyin saat dokuz buçukta savaşı kazanan taraf belli
olmuştu: Ruslar bin kişi, Türkler de bunun iki katı kayıp vermişlerdi.
Ayrıca birçok değerli eşya, bu arada yararlılık göstereceklere
dağıtılmak üzere getirilen iki kasa dolusu şeref madalyası, düşmanın
eline geçmişti. Bu nişanların her birinde altı gümüş tüy vardı ki, artık
bunlar onları ele geçiren Rus subaylarının şapkalarını süslüyordu.
Rusların Kagul Savaşı, Türklerin ise Kartal Bozgunu dedikleri
bu savaş, 1 Ağustosta olmuştu ki bu, Actium, Saint-Gothard ve
Abukır savaşlarının yıldönümüne rastlar.
Kartal bozgunundan sonra sadrazam savaş meclisini acele
topladı. Bu toplantıda bazıları Tuna'nın gerisine çekilme fikrini ileri
sürdüler. Diğer bazıları ise, nehri geçmenin, Zenta savaşındaki
duruma düşmek olacağını söylediler (67) ve gerçekten de öyle oldu.
(67) Vâsıf, n. s. 96. Resmî Ahmet Efendi ise «Hülâsatü'l îtibar» adlı eserinde bu savaşı
Saint-Gothard ve Zenta savaşları ile karşılaştırıyor ki bunların ikisi de nehri,
karşısında düşman bulunan noktadan geçmek istendiği için kaybedilmişti
(Diez'in tercümesi, s. 147).
452
HAMMER
İSMAİL VE KİLYA'NIN DÜŞMESİ
Sadrazam, hareketini ordudan gizleyerek, karanlıktan yararlanıp
İsakçı yakınından nehri geçti. Abdi ve Abaza paşalarla, reis-ül küttap
ve mektupçubaşı, otuz bin kişilik bir kuvvetle İsmail şehrine doğru
çekildiler. Kırım Hanı İsmail'i savunmayı, buradaki kadm ve
çocukları Kilya ve Akkerman'a, evvelce Ruslar tarafında iken kaçıp
Osmanlılara katılan Yedisan Tatarlarının ailelerini de sadakatlerinin
mükâfatı olarak Tuna ötesine göndermeye çalışacağını söyledi.
İsmail'i savunmak için tahkimat yapan Han'a elli bin kilo
peksimet ve on bin kuruş gönderildi. Fakat birkaç gün sonra
sadrazama bir haber geldi. İsmail'den çekilen birlikler Tuna'yı
geçmek için izin istiyorlardı. Yeterince gemi ve kayık olmadığı için
bu mümkün değildi (68).
Romanzov, general Repnin'in kumandasında onbeş bin kişilik bir
kuvvetle İsmail'i kuşattı (69). Buradaki sivil ve asker yirmi bin Türk
Kilya'ya doğru çekilmeye başladı (26 Temmuz -6 Ağustos 1770).
Az sonra, konuşmaktan başka bir şey yapmayan yeniçeri-ağası
ile nakliye işlerinden sorumlu paşa işten alındı. Anadolu
muhasebecisi ise Rusların tehdit ettiği Tulça'ya, tahkimat işlerini
yürütmek ve oradaki halkı yatıştırmak için gönderildi (70) (13
Ağustos 1770 -- 20 Rebiülahır 1184).
Bu olaylar olurken Kırım'dan sevindirici bir haber geldi: Kırım
seraskeri silahdar İbrahim Paşa, Yenice Boğazı ile Çun-kar'ın
savunmasmı üstlenen Kırım nureddini (ikinci veliahti) ile birlikte,
Urkapı'ya saldıran Rusları bozguna uğratarak püskürtmüşlerdi. Fakat
az sonra bu sevincin yerini üzüntü aldı. Çünkü İsakçı köprüsünün sel
suları ile yıkıldığı (71), Kilya’nın ise düştüğü öğrenilmişti (6 Eylül
1770 - 15 Cemazielevvel 1184).
(68) Vâsıf, II, s. 98'de «üstü açık» denilen nakliye sallarının bulunmadığını söylüyor. Abaza Paşa nehri «cırnak» denilen (s. 99) bir gemi ile geçmiştir.
(69) Vâsıf, n, s. 97. Buturlin'e göre onüç piyade taburu, iki hafif süvari müfrezesi,
üç süvari alayı ve bir kazak alayı.
(70) Vâsıf, s. 100. Fakat 20 Rebiülevvel bu tarihçinin dediği gibi Pazar'a değil,
Pazartesi'ne rastlıyor.
(71) Vâsıf, E, s. 102'de, vakanüvis Enverî'yi Du konuda yazdığı tarihe başmuhasebe kayıtlarını kelimesi kelimesine almakla itham ediyor.
OSMANLI TARİHÎ
453
Kilya'nın savunması beylerbeyi Mustafa Paşa'ya verilmiş ve
kendisine yetmişbeş bin kuruş gönderilmişti. Mustafa Paşa, on gün
süren muhasaradan sonra şehri general Pepnin'e teslim etmişti (72) (1
Eylül 1770). Mustafa Paşa'dan Kilya savunması için verilen onbeş
kese para almdı ve Abdi Paşa'ya verildi. Aynı maksatla ona daha
önce de önemli bir mikdar verilmişti.
YARIM TEDBİRLER
Tekrar toplanan savaş meclisinde sadrazam, bozgunların gerçek
sebeplerinin ne olduğu ve telâfisi için ne yapılabileceği sorusunu attı
ortaya. Bazıları firar edenlerin cezalandırılmasını ve maaşlarının
kısılmasını teklif ettiler. Bu tedbirin fayda yerine zarar vereceği daha
önce anlaşılmıştı. Kerç savaşmda böyle bir ceza uygulayan
Cigalizâde (Cağaloğlu), Asya'da bir isyana sebep olmuştu. Ondan
çok daha önce Haçlıları yenen meşhur kahraman Selâhaddin
Eyyubî'nin de Akkâ'da firar edenleri, ellerinden tımarlarını almak
suretiyle cezalandırdığı da doğruydu (73).
Diğer bazıları son bozgunun bütün suçunu levendlere, Türkmenlere ve yeni toplanmış gönüllülere yüklediler. îlk kaçanlar daima
bu acemi gönüllüler oluyordu. Bu görüşte olanlar, düzenli ve usta
askerlere, kaçmayanlara, çok para verilerek diğerlerinin
imrendirilmesini tavsiye ettiler. Daha sonra özi ve Akker-man
kaleleri ile Tuna ağızlarının savunulması üzerinde duruldu ve bunu
herkes onayladı. Fakat, mecliste bu savunmayı üzerine alacak
gönüllü olup olmadığı sorulunca hiç istekli çıkmadı. Bunun üzerine
bu görev Gedikli Eyyubî Ahmed'e (74) verildi ve bu maksatla
kendisine sadece yarım kese para tahsis edildi.
Gedikli Eyyubî Ahmet iki gün sonra karargâha gelerek, savunulacak ırmak ağızlarının büyük kum yığınları ile dolduğu072) Vâsıf, n, s. 104. Buturlin ise (Saint-Petersburg jurnali, İ XVI, s. 27*de yine
Vâsıf'a atfen) Kilya'nın alınmasını 2 Eylül (11 Cemazielevvel) olarak gösteriyor.
(73) İbn-ül Esir. Bu konuda bkz. Naymond, Arap Tarihçilerinden Haçlı Savaşlarıyla ÜgiM Seçmeler. 1629, s. 314.
(74) 'Kerdenine talik' deniyor.
454
HAMMER
nu ve tabya kurmaya imkân vermediğini bildirdi. Bu durum
karşısında ona, kış birlikleri gelinceye kadar Tuna ağzına yalan
palankalara çekilmesi emredildi. Kış birlikleri o sırada Tul-ça'da
bulunan Abdi Paşa’nın emrindeydi.
Bu sırada Ruslar altı bin kişilik bir kuvvetle özi kalesine baskın
yaptılar. Fakat Kırım hanı, Kartal ve ismail'den kaçanları toplayarak
oluşturduğu bir kuvvetle bu saldırıyı püskürttü.
Osmanlı karargâhmda hüküm süren kargaşa ve disiplinsizliğe
karşı ne sadrazam ciddî bir tedbir alabiliyordu ne de padişah. Bunlar
işi yarım tedbirlerle idare etmeye çalışıyorlardı ki bu da
güçsüzlüklerinin işaretiydi. Askerden şikâyetçi değillermiş gibi
görünüyor, hakkedilmeyen ödüller dağıtıyor ve böylece son
felâketleri kaçınılmaz hale getirmiş bulunuyorlardı. îsak-çı'da
sadrazam son Kartal savcında yaralanan askerlere on-bin kuruşluk
ödül dağıttı ki, defter emini Resmi Ahmet Paşa bunu önemle
kaydeder (75).
Bu teşviklere rağmen ordunun safları gittikçe seyrekleşiyor-du.
Kartal dolayında çoğunluğu Kürtlerden oluşan Diyarbekir birlikleri
dağılmış, kaçıp evlerine dönmüşlerdi. Sadrazam, kış birlikleri
yetişinceye kadar tamamen askersiz kalmasm diye, Rumeli'deki her
makama bir hattı şerif gönderilerek, eli silah tutan herkesin İsakçı'ya
sevkedilmesi emri verilmişti. Aynı zamanda o sırada muhasebe
müfettişi bulunan eski sadaret kethüdası Ahmet İzzet Efendi,
padişahın bir beyannâmesini ve ordunun ihtiyaçlarına harcanmak
üzere bin keselik bir parayı karargâha götürdü. Ahmet İzzet Efendi
padişahın güvenini kazanmıştı ama, bu güveni asla kendi çıkarı için
değil, arkadaşlarının mağduriyetini hafifletmek için kullanıyordu.
Onun götürdüğü beyannameyi, sadaret mektupçusu Abdürrezzak
Efendi, toplanan ordu erkânı huzurunda okudu. Vakanüvisin dediğine göre bu, onların kaygılarını, üzüntülerini gidermeye ve cesaretlerini arttırmaya pek yeterli olmadı (76).
(75) Vâsıf, n, s. 107'de şu vecizeyi kaydediyor:
Bedâ bi-devâin musriin fi şifahi
Derâhimun beysin li'1-cnruhi merâbimon Yani: Çabuk
tedavinin bir yolu, kızıl yaralar üzerine konan beyaz (gümüş) paralardır.
(76) Şifaun lil knlub, devann lfl kurob (Gönülleri tedavi, ağrıları dindirir).
OSMANLI TARİHÎ
455
îsakçı'daki anbarlan teftişle görevli Dağıstanlı Ali Ağa, İsmail'deki talihsiz savaş sırasında, bazı vezir ve emirleri kurtararak
yararlılık göstermişti. Bu başarısından dolayı ona üç tuğlu paşa ve
Isakçı veziri unvanı verildi. Tuna kıyılarını işgal ederek buradaki
anbarlan o koruyacaktı. Rumeli valisi ve eski îsak-çı seraskeri Abdi
Paşa Maçin'i savunması ile, îçel sancağı mu-hassılı vezir Abaza Paşa
ise Hırsova’ınn savunması ile görevlendirildi.
Bu sırada sadrazamın kıskandığı Silistre vahşi Sarım İbrahim
Paşa anjine yakalanarak vefat etti (77).
BENDER VE İBRAİLİN DÜŞMESİ
Bir yanda bu olaylar cereyan ederken, öte yanda, Kont Pa-nin,
Temmuz sonundan beri kuşatma altmda tuttuğu Bender kalesini işgal
etti. Bu kaleyi savunan Türkler inatla, cesaretle karşı koyuyor ve
Panin bir başarı sağlayamıyordu. Fakat ne yazık ki kalede veba
salgını görüldü ve kahraman serasker vezir Meh-med Paşa vebadan
öldü (78). Onun yerini alan Abdülcelil Pa-şa'nın oğlu Mehmed Emin
Paşa da o menhus salgın yüzünden askerin her gün azalması
karşısmda çaresiz kalıyordu. Nihayet Ruslar, iki ay süren
kuşatmadan sonra, general Elemten ve general Rennekamp’ın
kumandasında karanlık bir gecede yapılan baskın sonunda kaleyi ele
geçirdiler (27 Eylül 1770). Ama bu pek kolay olmadı.
Rus ordusunda, kazandıklan basanlardan dolayı Musin Puşkin
ve Kamenskov sivrilmiş durumdaydılar. Protasson da Bender'in sol
kapışma (İstanbul Kapısı) bir şaşırtma saldınsı düzenlemiş, sonra
bunu gerçek bir hücuma dönüştürmüştü. Panin ise her zaman en
tehlikeli yerde, piyadenin başında bulunuyor ve ilk saldıran
oluyordu. Saldın on saat sürdü, iki taraf da olanca gücünü kullandı.
Ruslar bu saldın sırasında çok kayıp vermişlerdi. Bunun intikamını
almak için kadm ve çocuklan katlettiler, evleri yakıp yağmaladılar.
Bazı aile reisleri, düşma(77) Vâsıf, II. s. 110'da, 'anjin* için 'ihtihak* deyimini kullanıyor.
(78) Vasıf, II, s. 112. «Tableau de la güme presenle» adlı eserde yaygın kanaatin
kendisini zehirleyerek intihar ettiği yazılıdır.
456
HAMMER
nın üzerine atılmadan önce, çoluk çocuğunu düşmana köle olmasınlar diye kendileri öldürdüler. Fakat şehir kalabalıktı. Vebaya,
kılıçtan geçirmeye ve evleriyle birlikte yakılmalarına rağmen, beş bin
beş yüz kişi sağ kalabilmişti. Onları esir alıp götürdüler. Bunların
arasında serasker Mehmed Emin Paşa ile iki tuğlu iki paşa da
bulunuyordu. Ruslar üç yüz elli top, otuz bin gülle ve yirmi bin
librelik barut da ele geçirmişlerdi. Fakat bu zafer onlara çok pahalıya
mal olmuştu. O kadar çok asker kaybetmişlerdi ki, tarihçi Vasıf a
göre, Rus çariçesi general Panin'e «bu kadar ölü vermektense şehri
almamak daha iyi olurdu» demiştir.
Yine Vâsıf'a göre, hayatta kalanlar Turla'nın (Dinyester'in) öbür
tarafına, Yedisan aşiretine mensup olanlar ise Bug nehrinin ötesine,
özi'ye götürülmüşlerdi. Bunları Kırım Tatarlarından ayrı tutuyor, kan
karışımı bakımından kendilerine yakın ve dost görüyorlardı.
Bender'in düşmesinden sonra, Ruslar İsmail şehrinden sadrazamın karargâhına bir temsilci gönderdiler. Bu temsilcinin yanma
Bender defterdarı Tabib Efendi ile (79) defterdar emini Pirî Efendi
de verilmişti. Bunların niçin geldiklerini anlamak maksadiyle
yanlarına Anadolu muhasebecisi Nazif Efendi gönderildi. Pîrî Efendi
sözde ölen seraskerle ilgili işleri görüşecekti, fakat onları getiren Rus
albay, mareşal Romanzov'dan bir mektup getiriyordu. Bu mektupta
barış anlaşması teklif ediliyor, fakat bu anlaşmanın yapılmasına
hiçbir yabancı devletin karıştırılmaması isteniyordu (16 Eylül 1770 25 Cemazielevvel 1184).
Padişah sadrazama barış görüşmesi için yetki vermemişti. Onun
için sadrazam, generalin getirdiği mektubu (80) istanbul'a gönderdi
ve Rus generaline de, Bâb-ı Âli'nin Romanzov'a yazılı olarak cevap
vereceğini söyledi (81).
Mesud Giray, Devlet Giray’ın hanlığı zamanında Eflâk içine bir
akın düzenlemeyi teklif etmiş ama han buna izin verme(79) tTableau de la prösente guerre» de, tabib kelimesi yanlış olarak tanib şeklinde yazılmış.
(80) îvan Petro (Vâsıf, II, s. 115).
(81) Vâsıf, (II, s. 114'de) Arap tarihinden alınmış örnekleri de anlatıyor ki buna
göre, nıüslömanlar savaş sırasında kâfirlerin barış tekliflerini dinlemelidirler.
OSMANLI TARİHİ
457
misti. O dönemde bu teklifini Kaplan Giray'a da yaptı. Fakat az sonra
gelen bir hattı hümâyun ona, Tuna'nın berisindeki Yedi-san
Tatarlarıyla Bükreş üzerine yürümesini emrediyordu.
Tuna'nın sol yakasında iki önemli mevki olan îsmail ve Kilya'nın zaptından sonra şimdi Ruslara îbraü'i ele geçirmek kalıyordu.
Bu şehir Tuna ve Siret kıstağında, Maçin'in karşısında idi. Sadaret
mektupçusu Abdürrezzak Efendi'nin gayretiyle burası çok iyi
korunmuştu. Ruslar İbrail'i Ekimin ilk günlerinde kuşattılar (1 Ekim
1770 -16 Cemazielahır 1184).
Kale muhafızı Canikli Süleyman Paşa, barikat kurulmamış tek
nokta olan Su Kapısı'ndan birkaç çıkış hareketi yaparak başarılı
sonuçlar elde etti. Bu çıkışlarda kesilen düşman başlarını ve alınan
esirleri oğlu vasıtasiyle sadrazamın karargâhına gönderdi.
öte yandan Maçin muhafızı Vezir Abdi Paşa da kaleye takviye
kuvvetleri sokabilmişti. Fakat bir süre sonra, tıpkı Bender seraskeri
gibi, tbrail seraskeri de vebadan öldü. Bunun üzerine îsakçı seraskeri
Ali Paşa yardım için acele îbrail'e gönderildi.
Su Kapısı'nı ele geçiren düşman, Maçin'in karşısmda kurulan iki
yeni tabyadan yapılan topçu ateşiyle bir hayli hırpalanmıştı. Yine o
taraftan yaptıkları çok şiddetli bir hücum sırasında ağır kayıplar
vererek çekilmişlerdi. Fakat bu başarüara ve Abdürrezzak Efendi'nin
tahkimat çalışmalarına rağmen, şehir onsekiz gün sonra kapılarını
açmak zorunda kaldı. Abdürrezzak Efendi Tuna hattının acıklı
durumunu ve sadece üç bin savaşan askerinin kaldığını İstanbul'a da
bildirmişti.
SADRAZAM VE KIRIM HANI'NIN AZİLLERİ
Osmanlılar, Turla kıyısındaki Akkerman ve Bender'i, Tuna
kıyısındaki îsmail, Kilya ve îbraü'i kaybetmekle, bu harekâtı
mağlubiyetle bitirmiş oluyorlardı. Sadrazamın elinde pek az kuvvet
kalmıştı. Onlar da îsakçı'da büyük bir yiyecek sıkıntısı içinde idiler.
Onun için, elinde kalan bu kuvvetle kış karargâhı Babadağ'a hareket
etmeye karar verdi (22 Kasım ,1770 - 3 Şaban 1184). îsakçı'daki
anbarları korumakla görevli Dağıstanlı
458
HAMMER
Ali Paşa'ya da yüz bin kuruş gönderdi (25 Kasım 1770 - 6 Şaban
1184).
Sadrazam Babadağ'daki karargâh yerine gelince, bu kasabada ve
çevresindeki dokuz çeşmenin onarıldığını, sularının aktığını görüp
memnun oldu. Bu çeşmeler otuz yıl kadar önce matbah-ı âmire emini
Halil Efendi tarafından yaptırılmış, zamanla kurumuş veya suları
azalmıştı. Şimdi bu çeşmeler, emir yerine getirilerek ve bu iş için
ayrılan bin kuruş harcanarak onarılmış ve yeterli su akıtır durumda
idiler (82). Tabii bu durum, onun bunca insan ve kale kaybetmiş
olmsismm üzüntüsünü giderecek değildi.
Babadağ'a inişlerinin ikinci günü, Silistre muhafızı Abaza Paşa,
padişahın emriyle azledildi ve üç tuğlu paşa unvanı alınarak
Köstendir e sürüldü. Çünkü kendisine yeni levendler (yeni asker)
toplamak için verilen paradan altı yüz keseden fazlasını, devletin
başka bir ihtiyacı için de harcamayarak saklamıştı. Yeniçeriağası
Mehmed Paşa da kabiliyetsiz görüldü ve onun yerine Edirne
yeniçeriağası Süleyman Paşa tayin edildi.
öte yandan Kırım Hanı Kaplan Giray da başarılı olamamıştı.
Üstelik, gelecek harekât için kendisine kırk güne kadar bin kese para
verilmezse han unvanını bırakacağmı söylüyordu. Buna canı sıkılan
padişah ne yapılabileceğini yeni görev verilmiş vezir Osman
Efendi'ye sordu. O da budalaca bir tavsiyede bulunarak bundan
kolay ne var, demiş ve hemen kâğıt-kaîem alarak, hana, Kefe'nin
gelirinden bin kese tahsis edilmesini yazmıştı. Fakat az sonra Kefe
gelirinin onyedi keseden ibaret olduğu, onun da Kalgay'a tahsis
edildiği haberi geldi. Bu durum düşüncesiz müşavirin gözden
düşmesine, hanın da azline sebep oldu.
Üçüncü Mustafa, Kaplan Giray'ın yerine han olarak Selim
Giray'ı getirdi. Selim Giray daha önce de han olmuştu. Bundan sonra
başka azil ve tayinler de oldu. Sadaret kethüdası Seyyid Mehmed
Efendi görevden alındı, yerine, daha önce de adından söz ettiğimiz
îzzet Mehmed Efendi getirildi.
(82) Bu kitabın yazarı 1806'da Babadağ'a gittiği zaman dokuz çeşmenin tekrar
kuruduğunu görmüştür.
OSMANLI TARİHÎ
459
Padişah nihayet sadrazamı da azletti (4 Aralık 1770 - 15 Şaban
1184). Fakat, paşalık unvanını almayarak onu Filibe'de oturmaya
memur etti.
İvazpaşazâde Halil Paşa'nın yerine, Bosna valisi Silahdar
Mehmed Paşa sadrazam oldu.
AVUSTURYA VE PRUSYA'NIN
ARABULUCULUK TEŞEBBÜSLERİ
Yukarıda sözünü ettiğimiz Romanzov'un barış teklif eden
mektubuna padişahın ne cevap verdiğini bildirmeden önce, o sırada
İstanbul'da cereyan eden arabuluculukla ilgili diplomatik görüşmeler
hakkmçJa^bilgŞ vermek istiyoruz. Bu konuda yapılan yazışmaları
fterü&ngî Mr rapordan daha ilgi çekici buluyoruz. Bunlar önce,
Avrupa saraylarının çoğunun çıkarları sözko-nusu olduğu için
önemliydi. Hepsi arabuluculuk yapmak istiyor ama Rusya inatla ve
başarı ile bu teklifleri reddediyordu. Arabuluculuk yapmak isteyenler
arasmda iki ünlü hükümdarın faaliyeti, yani Frederik II ile Jozef
H'nin gayretleri özellikle dikkat çekicidir. Çünkü bunlardan birinin
ülkesi olan Avusturya, Bâb-ı Âli ile gizli bir yardım anlaşması
yapmışlardı. Bu anlaşma, bu ülkenin iki ünlü diplomatı olan Prens
Kaunitz (Kaniç) ile Baron
de Thugut'un
gayretleriyle
gerçekleşmişti.
Yukarıda da söylediğimiz gibi, İngiltere ve Prusya, işe Fransa ve
Avusturya'nın da karışmasından korkarak, savaş çıkar çıkmaz
arabuluculuk teklif etmişler, bu iki sarayın niyetlerinin şüpheli
olduğunu göstermeye çalışmışlardı. Yedikule'de tutuklu bulunan elçi
Obreskov'un serbest bırakılmasını istemişler, Mehmed Emin Paşa
harekâtı başlatmadan bu konuda tekrar tekrar nota vermişler (83),
fakat hiçbir olumlu sonuç alamamışlardı
(83) Bâb-ı Âli'nin verdiği cevaplardan, Obreskov meselesinde sonuç almak için
en uygun zamanın sadrazamın başkentten ayrılmasından sonra olacağını
düşünmüşlerdi. Sadrazamın hareket günü yaklaştığı için fırsata kaçırmak istemediler. Bâb-ı Âli'nin gerçek dostlarının taleplerini reddetmeyeceği kanaatinde idiler (Zegelin'in Hatıratı, Nisan 1769).
460
HAMMER
(Ağustos 1769). Frederik ve Jozef, Neustadt'da ikinci defa buluşup
görüştükten sonra arabuluculuk meselesini ciddi olarak tekrar ele
almayı düşündüler. Prusya kiralı, Rusya'yı barışa razı edecek en iyi
çare ve yolların neler olabileceğini Prens Kau-nitz'le uzun uzun
görüştü.
Frederik ve Jozef arabuluculuk teklifinde mutabık idiler. Fakat
bunu henüz uygulama safhasına geçirecek durumda değillerdi.
İstanbul'daki elçilerine bu yolda talimat veriyor, bekliyorlardı.
Nihayet iki hükümdar Bâb-ı Âli'ye birlikte arabuluculuk teklifinde
bulunmaya karar verdiler. Bu işin takipçileri, Prusya elçisi Zegelin
ile Avusturya elçisi Brognard'ın yerine önce maslahatgüzar sonra
ortaelçi tayin edilen Thugut (Tugut) olacaktı.
Avusturya kiralı Jozef'in seyahati ve Prusya kiralı Frederik ile
buluşması padişahın ilgisini çekmiş ve kuşkulandırmıştı, öte yandan,
Resmî Ahmet Efendi'nin (84) Prusya elçisi olarak yazdığı
raporlardan, Frederik'in girişken ve savaşçı zihniyetini daha iyi
tanıyordu. Resmî Ahmet Efendi'nin raporlarına göre Berlinliler, Hz.
Muhammed'in peygamberliğini inkâr etmiyor, uygun bir durum
olursa, müslümanlığı kabul edeceklerini söylüyorlardı (85).
Alman (Avusturya) İmparatoru Jozef'in âdetleri ve tasarıları
konusunda ise Bâb-ı Âli'nin elinde Bağdat valisi tarafından
hazırlanan rapordan başka bir şey yoktu. Bu rapor da Osmanlı tarih
belgeleri araşma karışmış ve bunun bir Türk raporu olduğu inkâr
edilmeye çalışılmıştı.
Bu raporda şunlar söyleniyordu:
«...Avusturya (Almanya) imparatoru karaciğerinden ve dalağından rahatsızdır. Bu hastalık yüzünden idarenin dizginlerini
bırakmış, üzüntüsünü gizlemek için Venedik, Prusya ve Macaristan'a
seyahatler yapmaktadır. Annesi olan imparatorîçe de bu durumu
kabul etmektedir. Çok hareketli olan oğlunun üzüntülerini tabii
bulmakta, durmadan yer değiştirmek ihtiyacının
(84) Türk elçisi Resmî Ahmet Efendi'nin raporları (Berlin ve Settin, 1809, s. 94).
(85) Vâsıf, I, s. 250: «Nübüvveti Muhammediyeyi inkâr etmeyüp, müslümau
olurnz demekten âr etmezler»
OSMANLI TARİHÎ
461
fizikî rahatsızlıktan ileri geldiğini düşünmekte, kendisinin de bu
seyahatleri ızdırabını giderecek bir çare olarak gördüğünü ve
seyahate teşvik ettiğini söylemektedir. Nihayet, Polonya sınırına
yakın Avusturya eyâletlerinin durumu dikkate alınarak, Avusturya
kuvvetlerini Polonya sınırına yığmıştır...»
PADİŞAH AVUSTURYA'YA POLONYA'NIN
PAYLAŞILMASINI TEKLİF EDİYOR
Padişah, takip edeceği politikayı, Bağdat valisinin raporunda
belirtildiği duruma, yani Avusturya imparatorunun kararsız
durumunun değişmediğini ve kuvvetlerini Polonya sınırında toplamış
olduğunu esas kabul ederek hazırladı. Bunu» sonunda da, -o güne
kadar hiç hissettirilmemiş şaşırtıcı bir teklif-» te bulundu.
Thugut ve Zegelin, Viyana ve Berlin'den aldıkları talimata uygun
olarak, ama tek tek, Bâb-ı Âli'ye hükümdarlarının arabuluculuğunu
teklif ettikten sonra, reis-ül kü'ttap İsmail Raif Efendi, bir gece
gizlice Thugut'la bir görüşme yaptı ve elçinin teklifine apayrı bir
teklifle cevap verdi. Bu, Bâb-ı Âli'nin daha önce de öne sürdüğü,
Avusturya'nın Silezya'yı geri almasına yardım teklifi idi. Bunun
anlamı, Avusturya ile Bâb-ı Âli arasında, Rusya'ya karşı sıkı bir
ittifak kurmaktı. Ama, daha önce Prusya aleyhine kurulması
düşünülen bu ittifak şimdi Polonya'nın aleyhine olacaktı. «Eğer
Ruslar Polonya'dan çıkartırlarsa» diyordu Reisefendi, «Avusturya
İmparatorluğu dilediği gibi hareket edebilir, dilerse Polonya tahtına
kendi istediği bir kiralı oturtur, dilerse bu ülkeyi Osmanlı Devleti ile
paylaşabilir (86).»
Polonya'nın Osmanlı Devleti ile Avusturya İmparatorluğu
arasında paylaşılması teklifi, Prusya Prensi Henri'nin SaintPetersbourg'a gidişinden on ay öncesine rastlıyordu. Oysa, iki yıl
sonra kararlaştırılacak olan Polonya'nın paylaştırılmasiyle ilgili
anlaşmanın ilk tasarısı, Pruâya prensinin Rusya başkentine yaptığı
işte o seyahat sırasında hazırlanmıştı.
(86) Burada Thugut'un 24 Mart 1770 tarihli raporu kelimesi kelimesine tekrarlanıyor.
462
HAMMER
Böylece Bâb-ı Âli Polonya Konfederasyonu'nu bırakmış bulunuyor,
Şeyhülislâm bir fetva çıkararak Polonyalıların kanlarının
akıtılmasına ve mallarına el konmasına izin vermiş bulunuyordu.
Polonya'nın tam olarak paylaşılmasını düşünen, bu paylaşmayı
kısmî olarak gerçekleştirmek isteyen imparatoriçe Kateri-na ile
Frederik H'den önce, Bâb-ı Âli, daha doğrusu Üçüncü Mustafa
olmuştur. Üçüncü Mustafa hemen hemen her zaman, siyasî
kararlarda öncü olmak ve ayrı hareket etmek istiyordu.
Bâb-ı ÂÜ, Polonya'yı Avusturya ile paylaşmayı umuyordu.
Daha önce İran'ın paylaşılması konusunda da Rusya ile böyle bir
anlaşma yapmıştı. Fakat bu parçalama politikası, gelecekte
komşuları tarafından onun için de istenecekti.
Thugut, Bâb-ı Âli'nin teklifine, bu kadar geniş kapsamlı bir
projenin uygulanması için zamanm uygun olmadığını söyleyerek
cevap verdi. Zaten böyle bir plânın uygulanmasının yeniden çok kan
akıtmaya yol açacağını, oysa teklif edilen arabu-lucukta amacm, çok
can kaybma yol açmış bulunan ve devam etmekte olan savaşı sona
erdirmek olduğunu söyledi. Viyana hükümetinin cevabı da elçiyi
doğruluyordu. Onun için, Thugut ve Zegelin, sadaret
kaymakammdan arabuluculuk tekliflerinin kabul edildiğini bildiren
bir mektup almaya gayret ettiler. Yine birlikte hareket ederek,
İngilizlere ve Ruslara satılmış olan, İngiltere'den başka her devletin
arabuluculuğuna karşı çıkan Bâb-ı ÂH tercümanı Nikola Karaca'yı
da yola getirdiler.
Reisefendi ve o sırada nişancı olan selefi Osman Efendi, Thugut
ve Zegelin'le yaptıkları gizli gece görüşmelerinde, sadaret
kaymakamının kendilerine diledikleri mektubu vereceğini
vaadettiler, ama bunun için, iki diplomatın Bâb-ı Âli'ye bu konuda
yazılı bir nota vermelerini de şart koştular. Zegelin bu şartı hemen
kabul etti. Fakat Thugut uzun zaman tereddüt gösterdi, ama sonunda
o da Bâb-ı Âli'nin bu şartını kabul ettiğini bildirdi. Uzun zaman
diretirse, arabuluculuk teklifi kabul edilmediği için çügına dönen
İngiliz elçisi Murray'ın bu teklifinin dikkate alınabileceğini
düşünmüştü.
Bâb-ı Âli poütikası yazılı nota isteğinden vazgeçemezdi.
Kaymakamın Kaunitz ve Finkenstein'a hitaben yazacağı mek-
mmmmmmmmm
OSMANLI TARİHÎ
^^fl^^^HHI^HH
463
tup bu notaya dayandırılacaktı. Mektupta, Prusya ve Avusturya
elçilerinin Bâb-ı Âli'ye yaptıkları arabuluculuk teklifinin kabul
edildiği yazılıydı (87). Eğer Türk donanması yakılmamış olsaydı,
Bâb-ı Âli böyle bir mektubu belki hiç vermeyecekti.
Bender'in düşmesinden sonra, Romanzov'un yukarıda sözünü
ettiğimiz barış teklifi Bâb-ı Âli'ye geldiği zaman, nişancı ile Prusya
ve Avusturya elçileri arasında gece görüşmeleri devam etmiş, Bâb-ı
Âli, Prusya ve Avusturya'nın arabuluculuk tekliflerini kesin olarak
kabul ettiğini bildiren cevabını yazmış, Rusya bu iki devletin
arabuluculuğunu kabul ettiği takdirde Obreskov'un serbest
bırakılacağını da kabul etmişti (NOT: 3). Bu cevabm verilmesi,
olağanüstü bir divan toplantısında, şeyhülislâmın fetvasına da
dayandırılarak kabulleştirilmişti.
Arabuluculuk meselesi, Bâb-ı Âli, Prusya ve Avusturya arasında
böylece bir karara bağlanırken, İngiliz elçisi, Prusya ve Avusturya
elçilerinin itibarlarım sarsmak için her türlü siyasî iftira yağdırıyor,
Bâb-ı Âli'ye de Obreskov'un serbest bırakılma-sıyle ilgili olarak nota
üstüne nota veriyordu. Rusların Hotin'-den hareketlerinden sonra
(Haziran 1770), Murray Bâb-ı Âli'ye yeni bir arabuluculuk plânı
sundu. Dalkavukça sunulan formüller Reisefendi'nin o kadar canını
sıkmıştı ki, İngiliz elçisine verdiği cevabı elçi Thugut'a da bildirdi.
Bu, Thugut için beklenmedik bir güven gösterisi idi ama, ayni
zamanda, Bâb-ı Âli ile yapüacak uzlaşma müzakerelerinde, başarıyı
asla dalkavuklukta aramamak gerektiğini anlatmış, onu uyarmış
bulunuyordu.
Reisefendi'nin İngiliz elçisine verdiği cevapta özetle şunlar yer
alıyordu: «İngiltere'nin Rus savaş donanmasında görev alan gemileri
varken böyle bir teklif yapması çok tuhaf! Korkarız ki bu teklif
düşmanın niyetini gizleyen bir maskeden başka bir şey değildir. Bâbı Âli onun hangi dâvaya hizmet ettiğini anlayabilmesi için, İngiltere
asıl niyetini apaçık söylemelidir.»
Alçakça ve pohpohlanmaya dayanan bir sistemle Reisefen-di'yi
kandırmaya çalışan İngiliz elçisine, hakettiği işte bu sert cevap
verilmişti.
(87) Kaymakamın Avusturya İmparatorluk Arşivi'nde bulunan mektubunun tercümesi Thugut'un 15 Ağustos 1770 tarihli raporuna eklidir.
464
HAMMER
Avusturya'ya Polonya'nın paylaşılmasını teklif eden padişah, öte
yandan da Fransa'ya bir ittifak teklif ediyordu. Fransa da Bâb-ı Âli'ye
oniki veya onbeş savaş gemisini emrine verebileceğini söylüyor,
bunun için yılda üç-dört milyonluk bir yardım istiyordu. Ayni
zamanda, İspanya ile bir dostluk anlaşması imzalanırsa, bu devletin
de yardım edebileceğini bildiriyordu.
Bâb-ı Âli, deniz ittifakı şeklinde sunulan bu anlaşma plânını
benimsemedi ve bu konuda Thugut'un fikrine de başvurdu. Fakat
yine de sadaret kaymakamı Dük Choiseul (Şuazöl)'e yazarak, ondan
onbeş savaş gemisi, yeterince barut ve topçu istedi. Karşılığını para
olarak ödeyeceğini bildirdi. Fransız elçisi Saint-Priest bunu uygun
gördü ve hükümeti nezdinde var gücüyle destek vaadetti.
Bu büyük siyasi çıkar müzakereleri devam ederken, çok daha
önemsiz olan Fransız tercüman ve tüccarlarmm durumu geri plâna
atılmıştı. O günlerde Sayda'da yüzer sopa vurulan iki Fransız
tercümanına, uğradıkları mağduriyet için hiçbir şey yapılmamıştı.
Yalnız Fransız hükümeti onlara ömür boyu beş-yüz lira maaş
bağlamak suretiyle tazminat vermiş oldu (88). Türk hükümeti bu
konuda bir tazminat vermedi ama, Türk mallarını taşıdığı için
Rusların saldırısına uğrayacak Fransız gemileri için de tazminat
vaadinde bulunmadı.
Reisefendi, Türklerin para desteğiyle kurulacak bir deniz ittifakı
teklifinden Avusturya elçisi Thugut'u da haberdar etmiş, Thugut bunu
Prens Kaunitz'e bildirmişti. Prens Kaunitz'de • Bâb-ı Âli ile benzer bir
ittifak kurma fikri bundan sonra doğmuş veya bu fikir olgunlaşmıştı
(89).
(88) Volney'in «Considerations sur la guerre actuelle des Turcs> ve Peyssonel'in
«Consid&rations» adh incelemesi. Amsterdam, 1788, s. 165. Volney'in düşünceleri ve Peyssonel'in incelemesi, yarım asırdan beri Bâb-ı Ali hakkında yazılmış en iyi eserlerdir. Aslında Volney'in 1787 savaşı ve ondan sonra meydana gelen Türk-Rus savaşlarında tahminleri doğru çıkmadı. Ama bazı iddiaları ve tarifleri doğru idi ve Peyssonel'in görüşleri ile çelişiyordu.
(89) Bâb-ı Âli'nin önce onsekiz bin kese akçe teklif ettiği muhtıranın tercümesi
Thugut'un 17 Nisan 1771 tarihli raporuna ekliydi. Aslı da Avusturya İmparatorluk Arşivi'ndedir.
OSMANLI TARİHİ
465
Bu teklif, eski Reisefendi (90) ve şimdiki nişancı ile, şimdiki
Reisefendi ve Thugut arasmda yapılan gizli gece görüşmelerinde
tartışıldı. Nihayet teklif, beş maddelik bir konvansiyon haline
dönüştü. Bu anlaşma, sözünü ettiğimiz nişancı ve Reisefendi ile, elçi
Thugut, Anadolu Kazaskeri ve sadaret kaymakamı arasında olmuştu
(6 Temmuz 1771). Bu konvansiyondaki bazı tedbirler padişahın hattı
şerifi ile yürürlüğe konacaktı. Bundan ü£ gün sonra konvansiyon
imzalandı ve padişahın saraylarından biri olan Çırağan Yalısı'nda
taraflar arasmda teati edildi (NOT: 4).
Bu anlaşmaya göre, Osmanlı Devleti, Avusturya'ya bir yıl içinde
yirmi bin kese para verecekti ki bu, kuruşun o zamanki değerine göre
onbir milyon iki yüz elli bin florin demekti (91). Ayrıca Küçük Eflâk
Avusturya'ya bırakılacak, Avusturya hükümetini o güne kadar
yükümlü olduğu ağır vergilerden muaf tutacak, onu korsan
saldırılarından koruyacaktı, öte yandan Avusturya împaratorluğu'nun
Ruslarla yapacağı anlaşmada, şart olarak, Rusların eline geçmiş
Osmanlılara ait yerlerin yine Osmanlılara iade edilmesi istenecek,
sağlanacaktı. Bundan başka, Polonyalıların bağımsızlığı da
desteklenecekti (NOT: 5).
Bu konvansiyon, kaymakam ve Prens Kaunitz arasmda teati
edilen mektuplarla da teyid edildi (92). Thugut, maslahatgüzar iken
ortaelçi unvanını aldı (93) (15 Ağustos 1771).
(90) Avusturya elçisine verilen bilgilere göre ilk tasarı, onar bin kişiden oluşacak
iki ordu kurmak idi. Bunların yıllık harcamaları elli milyon olacaktı, ayrıca
olağanüstü harcamalar da otuzdört milyon olarak hesaplanmıştı (Prens Kaunitz'in Talimatı, 17 Ocak 1771. İmparatorluk Arşivi).
(91) Bir kuruş, bir florin yedi krevzer düşmüş, yani değerinden yüzde yirmibeş
kaybetmişti. 1743-1752 yıllan arasmda sefaret muhasebelerinden alınan bazı
rakamlar, o tarihlerde 1 kuruşun, 1 florin ve 50 krevzer ettiğini göstermektedir.
(92) 1775'te Bukovina Konvansiyonu'ndan sonra kaymakamın mektubu geri gönderildi. Bu konvansiyon, henüz verilmemiş yardım bakiyesini ve Küçük Eflâk'in almamayışmı telâfi için bir formül getiriyordu.
(93) 1 Temmuz 1771 tarihli alındı mektupları. 1770'te Avusturya sefaretinde personelle ilgili bazı olaylar oldu: Baştercüman Bianki ve otuz yıldır başyardımcı olarak çalışan Roboli, ayni yıl içinde öldüler. Üçüncü tercüman Bihn
saray tercümanı olarak atandı. Tameşvar tercümanı Jenisch saray sekreteri
sıfatı ile ataşe oldu, onun yerine Tameşvar tercümanlığına memurların en
genci olan Zechner Thalhofen getirildi.
Hammcr Tarihi. C: VIII. F.: 30
466
ÜAMKIl
Avusturya elçisi Thugut sözünü ettiğimiz yardım anlaşmasını
gerçekleştirdikten sonra, Prusya ile birlikte arabuluculuk teklifi
yapmaktan vazgeçmişti (NOT: 6). Bu yeni anlaşmanın konusuna,
sırrına vâkıf olamayan Prusya elçisi, daha başka projelerin de ortaya
atılmış olmasmdan şüpheleniyordu ve verilen söze sadık
kalınmasında ısrar ediyordu. Bâb-ı Âli'ye, Rusların savaş başlarken
Prusya'dan arabuluculuk istediklerini de açıklıyordu (NOT: 7). Hatta,
Rusya varılacak anlaşmaya sadık kalmazsa, Bâb-ı Âli'nin haklarını
korumak için kiralının silaha sarılacağını, bu hususta Avusturya
İmparatoru ile birlikte hareket edeceklerini de bildiriyordu.
Kampanyanın açılışında (Nisan 1771) sadrazamın son bir
yazısını alan Rus sarayı, bütün arabuluculuk tekliflerini reddetmiş ve
Obreskov'un serbest bırakılmasını istemişti. Bu, Rusya'nın ileri
sürdüğü ilk şart olduğu için, elçi Thugut da, gizli anlaşma ile ilgili
müzakereler devam ederken, bu şartın kabulünde ısrar etmişti. Bunun
sonucu olarak da Rus elçisi Obreskov serbest bırakıldı ve Dimetoka
yoluyla Belgrad'a gönderildi (94). Daha kısa yoldan giderse Osmanlı
ordusunun hatlarından geçmesi gerekirdi, bu ise ordunun hoşuna
gitmeyebilirdi (3 Mayıs 1771).
Kampanyanın sonunda, şimdi Reisefendi olan ve daha önce
Ruslara esir düşen Vâsıf Efendi İstanbul'a geldiğinde, imparatoriçenin bir mektubunu da getirmişti. Fakat mektupta imparatoriçenin imzası yoktu. İmparatoriçe bu mektupta Osmanlı
devletine aracısız bir barış anlaşması teklif ediyordu: Barış müzakerelerinde Osmanlı Devleti ile Rusya araşma nifak tohumları
eken düşmanların, savaşın uzamasmdan doğrudan doğruya yarar
sağlayacaklarını, iki devletin barış yaparak kazanacakları avantajlara
bunların engel olmaya çalışacaklarını söylüyordu.
Sadrazamın bu mektubun kenarına el yazısiyle yazdığı nota göre
(95), imparatoriçe mektubun Fransızların eline geçmesinden endişe
duyduğu için ne mühür basmıştı ne de imzala(94) Obreskov'un Thugut'a yazdığı teşekkür mektubu, Thugut'un raporuna ekliydi.
(95) Bu yazının tercümesi, Thugut'un 17 Aralık tarihli raporuna ekliydi. Orijinali
Avusturya İmparatorluk Arşivi'ndedir.
OSMANLI TARİHÎ
467
mıştı. Savaşı kışkırtanın Fransa olduğunu ve bu devletin buna,
Rusya'yı kızdıracak bir anlam verebileceğini söylemişti (96).
Fakat daha o zaman Rusya, Avusturya'ya şifahi olarak, Kırım'ı
aşacağmı, Boğdan ve Eflâk'te bağımsız bir hükümdarı tahta çıkarmak
niyetinde olduğunu (97) bildirmişti (Eylül 1771).
Prusya, Avusturya'ya Polonya topraklarından bir kısmını,
özellikle Pomerelya bölgesini istediğini bildirdi ve onu ayni miktarda
bir bölgeyi almaya davet etti (98). Ayni dönemde Rusya, Osmanlı
Devleti'nin paylaşılmasiyle ilgili bir projeyi el altından Viyana
hükümetine bildiriyor, Boğdan ve Eflâk'in Rusya'ya bağlanacağını,
Avusturya'nın da kendisine Bosna ve Dal-maçya verildiği takdirde
herhalde bunu reddetmeyeceğini söylüyordu.
KONFEDERASYON LEHİNE
YENİ BİR BİLDİRİ
Bâb-ı Âli Avusturya'ya Polonya'nın paylaşılmasını kabul
ettirmeye çalışırken, konfederasyonun temsilcileri Potocki ve
Krasinski sadrazamla görüşmek üzere Hantepesi'ne gelmiş ve burada
epeyce istiskal edilmişlerdi (99). Bu temsilcilerin burada zarurî
ihtiyaçları da karşılanmadığı için, Fransız elçisi Bâb-ı Âli'ye bir
muhtıra yazarak konfederasyon temsilcilerine yardım edilmesini
istemiş ve Fransa'nın kendisi de bunlara ayda altı bin dukalık bir
yardım yapmaya karar vermişti. Fransız elçisi Saint-Priest ayni
zamanda Polonya aleyhine çıkarılan bir beyannamenin
değiştirilmesini, kelimelerin yumuşatılmasını da istemişti. Fransız
elçisi ayrıca, Şeyhülislâm'ın Lipkan Tatarları için bir fetva çıkararak,
bunların Rusya'ya karşı Polonya'daki konfederasyonla işbirliği
yapmak suretiyle hareket etmelerine izin verilmesini de talep etmişti.
(96) Vasıf, n, s. 177: Françe devleti yedine geçüp teşnö ve ihlâl edecekleri milahazasına binaen.
(97) Prens Galiçin'in şifahî notu. Nisan 1771.
(98) Prens Kaunitz'in 4 Ekim 1771'de Thugut'a verdiği talimat.
(99) Avusturya tercümanı Bianki'nin Hantepesi'nde 10 Temmuz 1789*da yazılan
raporu, Thugut'uıi 18 Aralık 1769 tarihli raporuna ekliydi.
468
HAMMER
Bu muhtıra sonunda Bâb-ı Âli gerçekten yumuşak kelimelerin
kullanıldığı bir beyanname hazırlamış, evvelki davranışın bütün
suçunu ve sorumluluğunu, padişahın emriyle idam edilen sadrazamın
üzerine atmıştı (3 Mayıs 1771) (NOT: 8).
Bu beyanname Polonya asillerinden Lasoçki'ye verildi. Lasoçki, konfederasyonun diğer bir temsilcisi olan Morosoviçki ile
birlikte, Bâb-ı Âli'ye o sırada Polonya'nın içinde bulunduğu acıklı
durumu açıklamıştı. Yıl sonunda Potoçki ve Krasinski, sadaret
kaymakamından bir mektubu konfederasyon şeflerine, diğer bir
mektubu da Litvanya hatmanma (Litvanya Prensi'-ne) (100)
götürdüler (29 Ekim 1771 - 20 Receb 1185).
Diğer devletlerin İstanbul'daki elçilerine gelince, bunlar arasında
da bazı değişikliklerin olduğunu söylemekle yetineceğiz:
Maslahatgüzar Giustiniani'nin yerine Venier getirildi. Danimarka
elçisi Goesen dört yıl sonra huzura nihayet kabul edildi. Bu gecikme,
elçinin Maliano adındaki bir Yahudi ile olan dâvasmdan ileri
geliyordu. O günlerde Hollanda maslahatgüzarı Veiller de Bâb-ı
Âli'ye arabuluculuk teklif etti.
KIŞ KARARGÂHI VE
YENİDEN SİLAHLANMA
Altmışiki yaşmdaki yeni sadrazam Silahdar Mehmed Paşa,
donanma kaptanlarından birinin oğlu idi. Genç yaşta saray hizmetine
girmiş, terfi ederek sırasiyle peşkircibaşılığa, rikâbdar-lığa,
çuhadarlığa ve silahdarlığa yükselmişti. Üçüncü Mustafa'nın tahta
çıkışından az önce Ayşe Sultan'la evlenmiş, sonra vezir olmuş,
Silistre, özi, Rumeli, Anadolu, Sivas, Kütahya, Selanik, Maraş ve
Bosna valiliklerinde bulunmuştu. Karadağ'da isyanı bastırınca ordu
karargâhına gitmiş ve padişah kendisini sadrazamlığa tayin etmişti.
Yeni sadrazam, Kırım Hanı ile birlikte yaptığı ilk savaş
meclisinde, kış mevsimini Pazarcık yerine Babadağ'da geçirmeye
karar vermişti (24 Aralık 1770 - 6 Ramazan 1184).
Kırım Hanı, karargâhını Babadağ'ın iki fersah (yaklaşık 10 km)
yakınındaki Kambur köyünde kurdu. Kendisine İstan(100) Bu iki yazının tercümesi Thugut'un 18 Kasım 1771 tarihli raporuna ekliydi.
OSMANLITARİHİ
469
bul'da verilen altı ya da yedi yüz akçeden başka, masraflar için, ordu
hazinesinden her gün yedi kese akçe alıyordu.
Sadaret mektupçusu Abdürrezzak Efendi, Bâb-ı Âli'nin çalışkan ve
sadık bir memuru idi. Bu memur karargâha gelmiş, iki de hattı hümâyun
getirmişti. Bunlarda topların kalibre ayarının yapılması, sipahiler
arasında bozulan düzen ve disiplinin yeniden kurulması isteniyordu.
Bu hattı hümâyunlar paşaların ve üç yüksek memurun katıldığı
divanda okunmuştu. Üç büyük memur, büyük-ruznâmeci,
başmuhasebeci ve Anadolu muhasebecisi idiler. Toplantıya
katılanların hepsi, vatan savunmasında sadakat ve cesaretle
çalışacaklarını tekrarladılar.
Tuna, Sbuna ve Portic nehirlerinin ağızlarını savunacak bin
yeniçerinin taşınmaları için kırk gemi tahsis edildi. Serasker tarafından Eflâk prensliğini savunması görevi verilen ve bugüne kadar
Krayevo'da, sadakatinde şüphe ettirecek hiçbir hareketi görülmeyen
Manolaki'ye de takviye birlikleri sevkedildi. Vi-din muhafızı vezir
Mehmed Paşa'ya onbeş bin kese, oradaki tahkimatın bitirilmesi için
defterdara on bin kese akçe gönderildi.
Eski sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa son harekâtta
Mora'daki Rum ayaklanmasını bastırmıştı. Ona, Vidin'e gitmesi
emredildi. Topçu paşası da İstanbul'a çağrılarak, ondan ve Baron
Tott'tan, top ve gülle çaplarının yeniden ayarlanması, top
kundaklarının sağlamlıklarını yitirmeden nasıl daha hafif
yapılabilecekleri konusunda fikirleri alındı.
Arabacıbaşı, sekiz yüz askerin kullandığı yeni topları sadrazamın
bulunduğu yere getirdi ve bundan dolayı kendisine bir kaftan
giydirildi. Bu toplardan kalibresi yüz dirhem olan on tanesi, sancak-ı
şerifin de dalgalandığı çadırın yanında denendi.
Yeni harekât için karargâhta bu hazırlıklar devam ederken,
İstanbul'da padişahm kardeşi Şehzade Bayezid beyin kanamasından
vefat etti. Bu olay, veliahtların ölümlerinde sık sık görülen
zehirlenme ihtimalini akla getirdi ve yaygın söylentilere yol açtı.
ölen. şehzadeyi padişahm çok kıskanması bu söylentileri daha da
arttırıyor veya doğrular görünüyordu (101). Padi(101) Modern (19. yy başlarında) bir Rum yazan zehirlendiğini iddia ediyor.
470
HAMMER
şah, bir süre önce sarayda bir bostancı görmüştü. Bu bostancı,
padişahtan izin almadan dışanda olup bitenler hakkında şehzadeye
bilgi vermek için gelmişti. Kardeşini çok kıskandığı ve ondan
şüphelendiği için, derhal bostancının 'başını vurdurmuş-tu (24 Ocak
1771).
Bu sırada, Eflâk seraskeri Silahdar Mehmed Paşa, Yergö-ğü'nde
ayaklanan yeniçeriler tarafından kılıçla öldürülmüştü. Hotin'den
çekilmesi, çok sert davranması, kendisine duyulan kini arttırmıştı.
Yergöğü ve karargâh ağalan koşup yardımına gittiler ama onlar da
öldürüldüler. Daha sonra karargâh Şum-nu'ya nakledilince,
Yeniçeriağası Süleyman Bey âsilerin eleba-şılarını aramış,
yakaladıklarını bir kuyuya attırmıştı. Bundan dolayı da adı Kuyucu
kaldı. Çok daha evvel zalimliği ile ünlü bir vezire de bu lâkap
verilmişti.
Uzun zamandan beri, Osmanlı ordu teşkilâtmdaki eski kuvvetli
bağ ve dayanışma artık yoktu. îki bin kişilik düzenli bir sipahi birliği
kurmakla ve asker toplamakla görevli berat sahipleri (102), düzenli
orduya yazılmak için ancak iki yüz kişi bulabiliyorlardı. Oysa
levendler için, yani gönüllü acemiler için yüksek ücret ödeniyordu.
Ama artık Osmanlı tebası muvazzaf sipahi olmak istemiyordu. Asker
toplamayı güçleştiren sebeplerden biri de, hazinenin yararına olarak,
Türk parasında bir devalüasyona gidilmesi idi. Altın paradaki altının
değeri artmadığı halde nominal değerinin yükselmesi, yani gerçek
değerinin düşmesi şeklinde olmuştu bu devalüasyon. En çok tutulan
mah-bub dukasının değeri (103) yüzon aspre'den 120 aspre'ye, fındık
dukası yüzellibeş aspre'den yüzaltmjş aspre'ye çıkmıştı. Karargâha
altın paralan yeni birimlere göre saymak için gelen görevliler, orduya
ait kasalarda çok miktarda altın bulacaklarını sanıyorlardı. Fakat ölçü
ve tartı ağası onlarm geleceğini önceden öğrendiği için altınlan elden
çıkarmış, ancak birkaç dukalık altın bırakmıştı. Altın paranın fiyatını
arttırmakla elde edilecek kâr bu yüzden pek sağlanamamış, aradaki
açığı kapatmak için karargâha dört yüz kese daha para gönderilmişti
(22 Şubat 1771 - 7 Zilkade 1184).
(102) Vâsıf, n, s. 157: Ruus.
(103) Ser mahbub.
OSMANLITARİHİ
471
Sadrazam, Yergöğü'nde yeniçeriler tarafından kat1 edilen padişahın
damadı Silahdar Mehmed Paşa’nın yerine kethüda-smı gönderdi ve bu
vesile ile ona üç tuğlu paşa payesi verildi. Kethüdanın yerine ise Resmî
Ahmet Efendi getirildi. Daha evvel de sözünü ettiğimiz gibi, Resmî Ahmet
Efendi bu savaştaki olayları özetleyen bir eserin müellifidir. O bu makama
ikinci defa geliyordu.
Bu sırada silahdarlar ağası ile başteşrifatçı azledildiler. Teşrifatçılığa
devletin vakanüvi'si Enverî tayin edildi.
Vakanüvislikle teşrifatçılığın bir kişiye verilmesi oldukça güçlük
çıkarıyordu. Teşrifatçılık, vakanüvisin kaydedeceği önemli noktalardan
biriydi. «Teşrifat» deyimi ile bazen, padişahın teamüle uyarak sadrazam
ve ordudaki diğer paşalara, maaşların ödenmesinden sonra
gönderilen hediyeler de kastedilirdi. Padişah bu hediyeleri onlara,
askerin maaşını kusursuz dağıttıkları için vermiş olurdu. Bu defa bu
hediyeleri karargâha padişahın kaymbiraderi götürdü. Onu da
kethüda ile çavuşbaşı karşıladılar. Sadrazam kendisine gönderilen
hattı şerif ile değerli taşlarla süslü bir hançeri ondan teslim aldı.
Bükreş'in ileri karakolu sayılan Yergöğü'ne Ulahlar Giur-gevo,
Ruslar ise Şurşa derler. Son harekâtta Ruslar burasını zaptetmiş,
sonra terketmek zorunda kalmışlardı. Daha sonra yeniçeri
ayaklanmasının burasının işgalini kolaylaştıracağını düşündüler ve
general Olitz'e Yergöğü'nü zaptetme emri verildi.
Burasını, eski kethüda, yeni serasker îzzet Mehmed Paşa’nın
kumandasında yedi bin kişilik bir kuvvet koruyordu. Bir hücumla
siperler bozuldu ve kale teslim oldu. öte yandan general Weissman,
yedi bin yüz elli kişilik bir kuvvetle, Tulça'nın bir fersah yakınında
bulunan ve Değirmen Boğazı (104) denilen yere saldırdı (1 Mart
1771 - 14 Zilkade 1184). Burasının savunması Beylerbeyi
Firaşelizâde Mehmed Paşa ile Samsuncubaşı Halil Ağa'ya tevdi
edilmişti. Çarpışmada «üç yüz imansız cehenneme, iki yüz gerçek
müslüman ise şehitlik simgesi olan pembe kaftanlara sarılarak
Cennet'e gittiler», sonra da kale kapıları düşmana açıldı (4 Nisan
1771 -18 Zilhicce 1184).
(104) Değirmen Boğazı: Vâsıf, H, s. 154-
472
HAMMER
General VVeissman bundan sonra bin altıyüz adamı ile îsakçı'ya yürüdü. Bu şehirdeki anbarları yaktı, kaleyi zaptetti ve patlayıcı
madde kullanarak yıktı. Bundan sonra da îsmail kalesine doğru
hareket etti (25 Nisan 1771 - 10 Muharrem 1185).
Yergöğü ve Tulça düşmanın eline geçmiş, îsakçı'daki anbar-lar
yakılmıştı. Sadrazam harekete bile geçecek zaman bulamamıştı.
Çünkü Babadağ'daki tuğlar ancak Nisan sonlarında diki-lebilmişti
(27 Nisan 1771 - 12 Muharrem 1185). Birliklerin parası da karargâha
yerleşmelerinden birkaç gün evvel, başmabeyn-ci Salih Ağa'nın
getirdiği beş yüz kese sayesinde verilebilmişti. Salih Ağa, teşrifat
denilen hediyelerle üç tane de hattı hümâyun getirmiş bulunuyordu.
Bu yazılariyle padişah, Yergöğü ve Tulça’nın kaybı ile yeniçeri
isyanından duyduğu üzüntü ve hoşnutsuzluğu bildirmekteydi.
Sadrazam, orduda disiplini tam olarak sağlamak için, sert bir
emirname çıkararak disiplinsizliğe sebep olanları ordudan kovdu.
Bunlar daha çok sevimli yüzlü gençlerdi. Bu tedbir divanda bir
skandala yol açtı ki vakanüvis bunu «çok garip hikâyeler anlatıldı»
şeklinde ifade ediyor (105). Bunu böyle bir adam söylediği için, o
dönemde yeniçerilerde ahlâkm ne kadar bozulduğunu ve Osmanlı
ordusunda disiplin diye bir şeyin kalmadığını bundan da anlıyoruz.
Sadrazamın yeni harekâtında ilk teşebbüsü çok başarılı oldu.
Oniki bin kişilik bir kuvvetle Yergöğü kalesine yürüdü. Prens Repnin
Turna'dan buradaki Rus kuvvetlerinin yardımına gelinceye kadar
kaleyi zaptetti (14 Nisan 1771 - 28 Zilhicce 1184) (106). Garnizonu
buradan kaldırıp, beş gün önce Rusları bozdukları ama işgal
edemedikleri bir kaleye götürdüler. General "VVeissman, yedi tabur
ve altı büyük topla Tulça şehrine hücum etmişti. Burasını o zaman
sekiz bin kişi koruyordu. Tulça'ya üç fersah uzaklıkta da Beştepe
denilen yüksek bir mevki vardı ve burada yüz kadar Don Kazağı
oturuyordu. Bu kazaklar Osmanlı devletine tâbi idiler. Ruslar hücum
ederek onları dağıtmış, Tulça'daki topları işlemez hale getirerek
Kazakların evlerine çekilmişlerdi. O zaman Ruslara karşı sağlanan
bu üstünlüğe rağmen sadrazam bundan pek yararlanamamıştı. Pek
gayretli ve
(105) Kıssa-yı garibe. Vâsıf, H, s. 154.
(106) Vakanüvis bu olayı ayrıntılı olarak anlatıyor, s, 156-159-
vmmmmmm
■Hİ^BHI
OSMANLI TARİHİ
473
yorulmak bilmeyen Yeniçeriağası Süleyman Bey, çevrede teftiş
yaparak kaçakları toplamaya çalıştı ama sonuç alamadı.
Sadrazam Karadeniz'deki bütün limanlara emirler gönderdi.
Gemilerden karaya çıkan herkesin tutuklanmasını, yalnız kethüdanın
izin belgesini taşıyanların serbest bırakılmasını istedi. Faka't liman
memurları arasında da disiplin kalmamış, onlar da tefessüh
etmişlerdi. Onun için emrin bir faydası olmadı. Bu olaylar yüzünden
turnacıbaşı görevden alınarak Platamona kalesine hapsedildi.
Eski sadrazam ve yeni Vidin muhafızı Muhsinzâde Mehmed
Paşa, bir yıl önce Mora isyanını bastırdığı zaman gösterdiği akıllı
hareket ve kararlılıkla Tuna'ya doğru ilerledi. Tuna'yı geçtikten sonra
Kalafat'ta karargâh kurdu. Ama burada da fazla vakit geçirmeden
önce Krayevo'ya, sonra Kale'ye ilerledi.
öte yandan general Essen, Ruslardan ve Boğdanlılardan oluşan
yirmi iki bin kişilik bir kuvvetle Yergöğü'ne saldırıya geçti.
Karargâhını bu şehre hâkim durumda olan Bağlartepesi'-ne
kurmuştu. Türkler hücumu başarıyla püskürttüler ve Ruslar beşyüz
ölü verdiler. Binlercesi de yaralandı. Türkler ayrıca yedi top ve
mühimmat dolu üç arabayı ele geçirdiler.
Serasker Muhsinzâde'nin kuvvetleri, Silistre Valisi Hasan
Paşa'nın, Kaymakam Ahmet Paşa'nın kumandasında gönderdiği
yardımcı kuvvetlerle takviye edilmişti. Otuz bin kişilik bir ordu da
Niğbolu'dan gelmişti. Fakat maalesef bu kuvvetler sadece
süvarilerden oluşuyordu. Oysa, Bükreş'e yapılacak saldırıda çok
sayıda piyadeye ihtiyaç vardı. Süvari birliği Yergöğü'-nde hiçbir şey
yapamadan piyadelerin gelmesini beklerken sabırsızlanmaya,
homurdanmaya başladı. Karargâh kumandanına şikâyetlerini
bildirdiler. Karargâh ağası onlara, «Hemen hemen hepiniz
süvarisiniz, bizim piyadeye ihtiyacımız var, atlarınızdan
vazgeçerseniz derhal düşman karşısına çıkarız» dedi. Ama askerler
buna razı olmadılar. Fakat, durmadan savaşmak istediklerini
tekrarladıkları için serasker Muhsinzâde bu isteklerine boyun eğdi.
Muhsinzâde, süvari birliğini, serasker İzzet Paşa ve El-Hac
Ahmet Paşa kumandasında Bükreş'e doğru harekete geçirdi. Fakat,
kumandanlar arasındaki fikir ayrılığı ve piyadelerin bulunmayışı
yüzünden şehri zaptedemediler. Thımbovitça kıyıla-
■
474
HAMMER
rında bozguna uğrayarak, general Gudoviç tarafından Yergö-ğü'ne
kadar sürüldüler (107) (30 Ekim 1771).
Türklerin bu harekâttaki kaybı birkaç bin insan ve onbeş top
oldu. öte yandan general Miloradoviç, Macin'de yedi bin kişilik Türk
birliğini, General VVeissman (Vaysman) ise Tulça'-da iki bin kişilik
başka bir birliği bozguna uğrattı.
Böylece Tuna harekâtı başarısızlıkla son bulmuş oluyordu.
KIRIM DA ELDEN GİDİYOR
Fakat Türkler için asıl kayıp Kırım cephesinde oldu. Çünkü
oradaki savaşlardan sonra Kırım Hanlığı Osmanlı Devleti'-nden
kopmuş olacaktı.
Selim Giray Han, Babadağ karargâhından ayrılıp ayrılmama
hususunda epeyce düşünmüştü. Sonunda, paşalar meclisinde, orada
kalmasının yararsız olduğuna karar verildi. Bunun üzerine Selim
Giray, Kırım'a dönmeye ve Ruslar tarafından tehdit edilen
Orkapı'daki kuvvetlere yardıma koşmaya karar verdi.
Selim Giray deniz yoluyla önce Bahçesaray'a gitti. Burası eski
hanlarm, yani atalarının başkenti idi. Fakat daha yol yorgunluğunu
üzerinden atmadan, Prens Dolgoruçki'nin kumandasındaki otuz bin
kişilik Rus kuvveti Orkapı önlerinde görünü-verdi (108). Altmış bin
kişilik Nogay kuvveti de Ruslara katılmıştı.
Bu haber Selim Giray'ı gevşeklikten sıyırdı, ama, geç kalmıştı.
Elli bin Kırımlı ve yedi bin Anadolulu askerden oluşan bir ordu ile,
Orkapı kıstağına doğru yürüyüşe geçti. Fakat hatları yarıldı ve oniki
bin ölü vererek çekilmek zorunda kaldı. Daha sonra Prens
Prosorovski kumandasındaki Rus tümenini Suvaş'a sürmeye çalıştı
ama yine bozguna uğradı ve Orkapı düştü.
Ruslar Orkapı'yı kuşatma altında tutarken, onbin kişilik başka
bir kuvvetle de Taman kalesine saldırmış ve bu kaleyi al(107) Vâsıf, s. 184 ve Buturlin Tarihi s. 135.
£108) Vâsıf, s. 167
OSMANLI TARİHİ
475
mışlardı. Burası Kırım'ı Asya'dan ayıran boğazın girişinde çok
önemli bir yerdi ve Azak Denizi'ni kapalı tutuyordu. Selim Giray,
düşmanın iki ayrı istikametten ülkesine girmekte olduğunu görerek
çılgına dönmüştü. Rusların Kefe'ye doğru ilerlediğini öğrenince,
Orkapı'nın altı fersah yakınında bulunan Tuz-la'daki karargâhını geri
çekerek Bahçesaray'ın yolunu tuttu. Ama buraya geldiği zaman
hemen hemen yalnız kalmıştı. Üzüntüsünden ne yapacağını
bilemiyor, düşünemiyordu. Ruslar Bahçesaray'ın surlarına yaklaşınca
buradan Karadağ'a geçti. Ailesinden bazıları da bu dağa
çekilmişlerdi. Az sonra, düşman eline düşmek korkusu ile oradan da
ayrıldı ye birkaç adamıyla bir gemiye atlayarak İstanbul'a geldi.
Onun bu kaçışı Kırımlıların son ümidini de yitirmelerine sebep
oldu. Ülkede büyük bir kargaşa hüküm sürüyor, halk gemilerle
Anadolu kıyılarına kaçmaya başlamış bulunuyordu (109).
İstanbul'dan Kırım'a yardım kuvveti getiren Abaza Paşa o derece
basiretini kaybetmişti ki, getirdiği yardım kuvvetlerini karaya
çıkarmadan gerisin geriye Sinop'a döndü. Bu ihanetinden dolayı başı
uçuruldu. Bu cezayı hakketmişti.
Öte yandan Kırım Seraskeri İbrahim Paşa, Karasu kıyısında
mevzilenen garnizonunu harekete geçirerek, Rusların şiddetli
saldırısı altında bulunan Kefe'nin yardımma koştu ama, orada çok acı
bir haberle karşılaştı: Kırımlılar, işgal kuvvetleri kumandanı Prens
Dolgoruçki'ye boyun eğmişler ve Dolgoruçki onlara, imparatoriçe
adına bağımsızlık vaadederek sadakat yemini yaptırmıştı.
Artık Kırım Rusya'nın hakimiyetindeydi ve Dolgoruçki muzaffer bir kumandan olarak sırasiyle Kefe, Kerç ve Yenikale'ye
girmişti (13 Temmuz 1771).
Az sonra Gözleve ve Sudak da düştü. Son bir çarpışmada serasker İbrahim Paşa da mağlup oldu ve esir edilerek Saint-Petersburg'a götürüldü. Ediğe ve Yedisan Türkleri bir yıl evvel Rus
hâkimiyetini tanımış, fakat daha sonra bir kısmı kaçarak ayrılmıştı.
Ama onların kopmaları Rusların süratli bir zafer
(109) «Theatre de la guerre actuelle», s. 188.
476
HAMMER
kazanmalarına sebep oldu. Daha sonra İstanbul'a sığınmış kırk-sekiz
millet temsilcisi ve Selim Giray'ın iki oğlu da Saint-Peters-bourg'a
geçerek, bağımsızlık vaadeden II. Katerina'ya sadakat yemini
etmişlerdi. Bu arada Dolgoruçki onların gelmelerini ve
imparatoriçenin talimatını beklerken, alelacele, Şirinbeylerden Şahin
Giray'ı Kırım Hanı ilân ederek tahta çıkarmıştı (110). Galip Rus
kumandanının bu uygulamasından sonra Cengiz Han soyundan olan
hanlar artık Osmanlı Prensi unvanmı taşıyamayacaktı ve Rusya,
Kırım'a bağımsızlık vaadetmekle, kendi çıkarı için isabetli bir karar
vermiş bulunuyordu (111).
öte yanda, Kırım'ın özi ve Kılburnu kalelerinin düşman
tarafmdan zaptı, yarımadanın zaptı kadar kolay olmadı. Özi'-nin
kahraman muhafızı hazinedar Vezir Ali Paşa, kuşatmayı sürdüren
düşmanı, kaçar gibi yaparak surların dibine kadar çekmiş, sonra da
çok şiddetli bir top ateşine tutarak onlara büyük kayıp verdirmiş ve
Ruslar kuşatmayı kaldırmak zorunda kalmışlardı. Kılburnu muhafızı
Abdullah Paşa da ayni başarıyı göstererek Rusları püskürtmüştü (31
Ağustos 1771 - 20 Cemazi-elevvel 1185).
Varna'da bulunan sadrazam, bu başarısından dolayı Özi
muhafızına on bin duka mükâfat vermiş, ihtiyaçlarını karşılaması için
de üç yüz elli kese akçe göndermişti. Kılburun'u başarıyla savunan
Abdullah Paşa'yı da üç bin duka altını ile ödüllendirmişti.
BASİRETSİZ OSMAN EFENDİ
Kırım Hanı İstanbul'a gelince, Büyükdere'de Murad Efen-di'nin
evine indi. Padişah, daha önce de vezirlerden biri olarak adı geçen,
Thugut ve Zegelin ile yapılan müzakerelere katılan nişancı Osman
Efendi'yi, Kırım meselesi hakkında tam bir bilgi almak için Han'a
gönderdi.
(110)' cTheatre de la guerre actuelle», II, s. 193. Sietrzencewiz'in «Histoire de la
Tauride»nde 'Sahib* ismi, 'Sahim' şeklini almış. (111) Türkçe'de
'serbestiyet' hürriyet anlamına gelir. Diez (s. 97'de) bu deyimin
yalnız o günlerde söylendiğini yazıyor. Türkçe'de 'bağımsızlık' anlamını (Independance anlamını) veren kelime 'istiklâl'dir. «Vekâlet-i Mutlaka» deyimi
ile ‘ınutlak hâkimiyet' anlatılmış olur;
^^^H^H
OSMANU TARİHÎ
■i
477
Osman Efendi akıl bakımından zayıftı, ama o kendini çok iyi bir
hatip, çok iyi bir diplomat sanıyordu. Oysa, anlaşılmaz uzun
cümleleri gibi, fikirleri de pek karışıktı. Herhalde Allah, yıkılmasını
istediği bir devletin hükümdarına böyle müşavirler verir, bu aptallara
hükümdarın güvenini kazandırırdı (112).
Han ve onu himaye eden Osman Efendi, Kırım'ın düşman
tarafından işgalini «sadece kaderin bir oyunu» (113) şeklinde izah
ettiler.
Han'ın gelişinden az sonra, Yenikale'nin hain kumandanı Abaza
Paşa'nın kesik başı da, padişahın adaletinin bir delili olarak saraya
getirildi ve orduya ibret olsun diye teşhir edildi, öte yandan padişah,
kahramanca çarpışmasına rağmen Ruslara esir düşmekten
kurtulamayan Diyarbekir valisi Abdülcelilzâ-de Mehmed Paşa'yaulaştırılmak üzere, giyecek ve bir mikdar para gönderdi. Bu suretle
onu teselli etmek istiyordu (114).
Osman Efendi, padişaha Kırım Hanı’nın akıbetinden dolayı
üzüntüsünü biraz olsun hafifletecek bir haber de vermişti ki bu,
Volga kıyısındaki Ayuka'da Kalmuklarm ayaklanmış olmalarıydı.
Bunlar Senbar'da Jeyk suyunu aşmış, kuvvete başvurarak,
Karakalpak'ların yaşadığı bölgeden geçen yolda ilerleyerek,
kendilerine yeni bir yer arıyorlardı.
O sırada înat Kazaklarından yirmi temsilci ile Yedisan boyundan
bir mirza İstanbul'a geldiler ve padişahtan, Baht Gi-ray'ın Kıpçak
Türklerine Han olmasını istediler. Bu, padişaha gelecek için biraz
ümit verdi. Kırım hanlığı Osmanlı hâkimiyetinden çıkarken, şimdi
Padişah, Kıpçak steplerine, Kuban, Kabar-tay, Çerkeş, Lezgi,
Kalmuk, Kaytak ve bütün Dağıstanlılara hükmedecek yeni bir han
tayinini hayal ediyordu.
(112) Vâsıf ve Resmî Ahmet Efendi onun hakkındaki hükümlerinde Thugufla birleşiyorlar. Resmî Ahmet Efendi şöyle diyor: «Fenn-i mugalata ve muhaverede nadir-ül vücud ashabı laklaka ve şakşakan çenesine mağrur bir zat-ı na
mesud..» Vâsıf ise (s. 167) onun, seferin başlamasından önce sadrazama sahte kahraman edasiyle yazdığı mektuplarla alay ediyor. Kendisini Han'ın
hâmisi gibi gösterdiği bir mektupta şöyle bir cümle var: «Taraku taraku İd
han rezil!- (Yer açın, yer açın, han geliyor!)- Osman Efendi ile alay edenler,
onun bu sözünü kendisine yönelterek şu şekle sokmuşlardır: «Fara-ku
faraku, kelle rezid» (Dağılm, dağılın, düşman geliyor!).
(113) Şive-i kader. Vâsıf, II, s. 169.
(114) Thugufun raporuna göre yirmi üç bin iki yüz kırk dört kuruş,
■
478
HAMMER
Çıldır valisi Süleyman Paşa, damadının aracılığı ile, Gürcistan
kiralı Herakliüs ile temasa geçti. Herakliüs Osmanlılardan
ayrıldığına pişman görünüyor, tekrar onun hâkimiyetini kabul
etmekte gecikmeyeceğini söylüyor, daha doğrusu bu intibaı vermek
istiyordu.
Suriye tarafında ise olaylar Osmanlı Devleti lehine bir gelişme
gösteriyordu. Memlûklerin güçlü beylerinden Ali Bey, Suriye'nin
büyük bir bölümünü işgal etmişti ama, çok güvendiği kayınbiraderi
Ebuzeheb'in ihanetine uğramış, Şam'dan Kahi-re'ye kaçmak zorunda
kalmıştı (115). Şam valisi Osman Paşa, böyle tehlikeli bir adamın
kaçmasını önleyemediği, onu yakalaması kolay olduğu halde ihmal
gösterdiği için azledildi. Onun yerine eski Hotin vahşi Vezir Numan
Paşa tayin edildi.
SADRAZAM AZLEDİLİYOR VE MUHSİNZÂDE İKİNCİ
DEFA SADRAZAM OLUYOR
îşte bu sıralarda, sadaret mektupçusu yiğit insan Abdür-rezzak
Efendi ile Vâsıf Efendi (116) birlikte İstanbul'a geldiler. Vâsıf
Efendi, daha önce de söylediğimiz gibi, Ruslara esir düştükten sonra,
imparatoriçeden bir barış teklifi getirmişti ama bu teklifte
imparatoriçenin imzası yoktu.
Divana davet edilen Abdürrezzak Efendi, cesaretle, ordunun ne
halde olduğunu, birliklerin kaçışmı hiç saklamadan, gerçekleri
olduğu gibi anlatmaya başladı. Fakat, Osman Efendi birden sözünü
keserek, onu, padişaha saygılarını sunmayı unutmakla itham etti.
Ayni akşam, padişah, Abdürrezzak Efendi'yi huzuruna çağırarak
ona şöyle dedi:
«...Efendi, bu sabah olacağını söylediğin şeyler oldu, o sefiller İstanbul'a doğru kaçıyorlar. Şimdi» işi düzeltmek için sana
göre ne yapılması gerektiğini de söyle».
Kaçanlar, Rusların Tulça'yı almalarından sonra, sadrazamın
Babadağ'dan Hacıpazaroğlu'na çekmek istediği birliklerdi,
(115) Volney, AH Beğ Tarihi risalesi, bölüm VII.
(116) Vâsıf burada kendisi için 'felâketzede' deyimini kullanıyor. Bu, Osmanlılarda kullanılan 4fakir-ü hakir' deyiminden daha iyidir.
OSMANLI TARİHÎ
479
oradan da Edirne'deki kış karargâhına geçmeyi düşünüyordu. Fakat
Hacıpazaroğlu'nda halk ve gönüllüler sadrazamın niyetini anlamış,
itiraz ederek söylenmeye başlamışlardı. Bunlar, paşaların toplandığı
evin önüne geldiler. Ellerinde tüfek ve kılıçlarla ve hışımla,
toplantının yapıldığı salona daldılar, sadrazama şöye bağırdılar:
«Kırım'ı düşmana teslim ettin, şimdi de buralarını mı, bizim ülkemizi
mi teslim edeceksin?»
Padişah işte bu olayı haber almıştı ve Abdürrez-sak Efen-di'ye
bu durumda ne yapılması gerektiğini soruyordu. Abdür-rezzak
Efendi,
sadrazama,
Hacıpazaroğlu'ndan
ayrılmamasının
emredilmesini tavsiye etti. Üçüncü Mustafa da bu tavsiyeye uydu.
Serasker Abdi Paşa'ya bir emir göndererek kuvvetlerini Karasu'ya
geçirmesini, Dağıstanlı Ali Paşa'ya gönderdiği emirle de Köstence'ye
geçmesini istedi.
Ayni gün, uzun zamandır ihmalkârlığı ve kabiliyetsizliği
anlaşılan eski silahdar Sadrazam Mehmed Paşa'yı da azletti (117) (11
Aralık 1771 - 4 Ramazan 1185).
Yeni sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa idi ve bu mevkie
ikinci defa getiriliyordu. Birinci sadrazamlığı sırasında, Rusya'ya
savaş ilânının, hazırlıkların tam olarak bitirilmesine kadar
ertelenmesini tavsiye etmiş ve bu yüzden azledilmişti. Şimdi tehlikeli
bir duruma giren işleri düzeltmek için padişah yine onu seçmiş
bulunuyordu. Uzak 'görüşlü olması, Mora ayaklanmasını bastırması
ve orada asayişi yeniden kurması onun itibarını arttırmıştı. Onun
itirazına rağmen ilân edilen bu savaştan yine ve ancak onun yönetimi
ile daha az zararlı çıkılabilirdi.
Muhsinzâde ikinci sadrazamlığında işe, bazı yararlı reformlara el
atarak başladı. Her şeyden önce, bozulan askerî disiplini yeniden
kurmak gerektiğini düşündü. Soygun ve suiistimalleri en sert şekilde
cezalandırdı. Babadağ karargâhını basan Ruslar karşısında utanç
verecek şekilde kaçan subayları idam ettirdi (118).
(117) Vâsıf, II, s. 186'da, Silahdar Mehmed Paşa'nın azli dolayısiyle kendi kanaatini de belirterek tarihten hatırlatmalar yapıyor- Değerini daha önce ispat etmiş bir kumandanın herhangi bir çarpışmada yenilmiş olmasını, azli için yeterli sebep saymıyor. Eski devirde Frankların Gotlara yedi defa yenildiklerini ye yedi ordu kaybettiklerini, ama Frank kiralının başkumandanı yine
değiştirmediğim, bu sebat sonunda tecrübe edinmiş kumandanın savaşın sekizinci yılında kesin bir zafer kazandığım söylüyor.
(118) Vâsıf, C. n, s. 190 ve Thugufun 16 Ocak 1772 tarihli raporu.
480
HAMMER
Vâsıf Efendi, esaretten kurtulduktan kısa bir süre sonra
Rusçuk'tan Şumnu'ya geçerek Muhsinzâde'yi tebrik etti. Muhsinzâde onun yüksek kültürlü, zarif ve akıcı bir üslûp sahibi
olduğunu çok iyi biliyordu. Onu divan-ı hümâyun hocalığına tayin
etti. Bu tayinle ilgili beratı verirken, usule göre «seni hoca tayin
ettik» demesi gerekirken, böyle dememiş, «seni yazar olarak tayin
ettik» demiştir (119). Böylece, şimdi hoca-yı cihan denen ve divan
efendisi olan hocalarm, başlangıçta sadece birer yazar, ama usta
yazar olduklarını da hatırlatmış oluyordu. Hocalık, elçilik gibi
görevleri yapanlara rical, idare işlerini yürüten yüksek memurlara ise
genel olarak vezir denirdi. Birincilerin çok geniş kültürlü, büyük
âlim olmaları, ikincilerin ise devlet yükünü taşıyacak güçte olmaları,
diğer bir deyişle devlet hamalı olmaları gerekirdi ve öyle anılırlardı.
KARARGÂH ŞUMNU'DA
Muhsinzâde, onbeş gün içinde, Osmanpazarı, Şumnu (120),
Selva ve Eskicuma dolaylarından onbin kişilik yeni bir kuvvet
topladı. Bunları Tuna boylarına yerleştirdi. Ordu saflarını sıklaştırmak gereğini duyduğu için de Hacıpazaroğlu'nda bulunan
karargâhı Şumnu'ya nakletmeye karar verdi. Birinci derecede önem
verdiği husus, birliklerin iaşesini temin etmek oldu. Bu maksatla
Şumnu ayanına, yiyecek satın alması için yirmibeş bin kuruş
gönderdi. Bundan sonra Bosnalılardan oluşan ve kendi yanında
bulunan bin kişilik bir kuvveti, Rusçuk seraskeri İzzet Mehmed
Paşa'nın emrine verdi. Daha sonra Karasu'ya gelmesi emredilen Abdi
Paşa'ya da, emrindeki tümenle Hacıpazaroğlu'nda (Hacıoğlu Pazarı)
kalmasını emretti. Böylece bu şehir halkının kuşku ve hiddetlerini de
yatıştırmış oluyordu. Kendisi de Şumnu'ya hareket etti (19 Aralık
1771 - 12 Ramazan 1185).
Genel olarak «Sumla» adıyla anılan Şumnu şehri, denize uzanan
Hemus dağının orta yerlerinde, yüksek bir tepenin eteğinde
bulunduğu için önemli ve bu konumu ile meşhurdur. Bu(119) Vâsıf, C. II, s. 188'e göre cümle aynen şöyledir: 'Seni ketebeden ettük*
(120) Bu şehrin asıl adı Şumna'dır. Fakat bazı eski haritalarda ve gazetelerde yanlış olarak Eski-Şumla şeklinde yazılmaktadır.
■HMHHHİ
OSMANLI TARİHÎ
481
rası Balkanların savunması için en önemli mevki sayılıyordu. Bu
şehir tâ ondördüncü yüzyılın başmda Hayreddin Cendere-li'nin oğlu
vezir-i âzam Ali Ağa tarafından işgal edilmişti. Fakat bu işgal kuvvet
zoruyla değil, bu şehir halkı ile yapılan bir anlaşma ile olmuştu
(121). Onyedinci yüzyılda Kethüda Halil Bey, eski surları
genişleterek şehri büyütmüş ve buraya bir cami yaptırmıştı (122).
Zamanımızda, önce Kaptan-ı Derya, sonra sadrazam olan Cezayirli
Hasan Paşa da buraya bir cami yaptırmıştır. Cezayirli Hasan Paşa'nın
türbesi, Şumnu'nun başlıca âbidelerinden biridir (123).
Muhsinzâde Şumnu'ya gelişinden az sonra, son harekâtta
tamamen harap olan karargâhın görevlilerine, ikramiye kabilinden
yetmiş bin kuruş dağıttı.
MAKSUD GİRAY KIRIM HANI OLUYOR
Kırım'ın Ruslar tarafmdan işgal edilmesinden sonra «Han»
unvanı sadece isim olarak, itibarî olarak vardı. Fakat .yine de Bâb-ı
Âü, Tuna'nın berisinde kalan Kırım Tatarlarına bir baş tayin etmeyi
gerekli gördü. Kırım Türkleri 'Han' olarak Kırım Giray'ın oğlu Baht
Giray'ı tercih ediyorlardı. Fakat padişah, hanlığa Maksud Giray'ı,
kalgaylığa Baht Giray'ı (124), nured-dinliğe ise Mehmed Giray'ı
getirdi.
Yeni Han, Şumnu'ya giderek sadrazamı ziyaret etti. Sadrazam
onu her zaman olduğu gibi törenle karşıladı ve ona onbeş
(121) Hicrî 789, milâdî 1387 yılında.
(122) Hicrî 1059 fa.1649). Bkz: Hacı Kalfa, Rumeli, s. 36.
(123) Şehrin, Weimar Coğrafya Enstitüsü tarafmdan yayınlanan plânında (t. 27,
No. 55'te) cCezayirli Hasan Paşa Tekkesi» adıyla bu âbide de yer alıyor. Bu
haritada, coğrafya yıllıklarından ve Valsh'tan alınarak aynen verilen tarifler
en iyisidir. Fakat «Le dictionnaire üniversel de geographie = Evrensel
Coğrafya Sözlüğü» adlı eserde önemli bir tarih hatası ile, Sadrazam Ali
Cenderen' I. Murad'ın sadrazamı değil de II. Murad'ın sadrazamı olarak, bu
şehrin fethini ise yine yanlış olarak 1385 yerine 1442 şeklinde göstermektedir. 1442'de sadrazam olan Ali Paşa değil, Halil Paşa idi.
(124) Ferran'ın «Polonya'ran Üç Defa Paylaşılması» adlı tarih kitabında BulchtGiray şeklinde yazılan ismin aslında Baht-Giray olması gerekir. Bu yazar ve
«Histoire de la Cherosenes taurique = Kırım Tarihi»ni yazan Siestrenzce-wiz,
Maksud-Giray'ın han oluşunu da bilmiyordu.
Hammer Tarihi, C: VIII. E: 31
482
HAMMER
bin kuruş armağan etti. Maksud Giray az sonra onbin Kırım Türkünü
toplayarak bir birlik kurdu. Fakat bunlara her ay otuzbeş bin kuruş
ödendiği halde, bazıları birlikten ayrılıp şurada burada soygun
yapmaya başladılar.
REİS-ÜL KÜTTAP ABDÜRREZZAK EFENOİ
Reis-ül Küttap Mehmed Recai Efendi ihtiyar ve hasta olduğu
için, uzun zamandan beri görevini tam olarak yapamıyordu. Onun
için emekliye sevkedildi ve yerine Abdürrezzak Efendi tayin edildi.
Abdürrezzak Efendi bilgili olduğu kadar yiğit, açık sözlü, sadık ve
çalışkan bir insandı. Karargâhtan birkaç defa çok önemli görevlerle
başkente gitmiş, padişahla görüşmüştü. Son gidişinde, padişaha, hiç
çekinmeden ordunun acıklı durumunu olduğu gibi açıklamıştı.
Meşhur reis-ül küttaplardan Mustafa Efendi'nin oğlu idi. Mustafa
Efendi, Râgıp Paşa gibi sadaret mektupçusu iken Belgrad barışını
imzalamış yetkililerden biri olmuştu. Râgıp Paşa'nın sadrazamlığı
sırasında, Kethüda Kâşif Mehmed Efendi, meslekdaşının oğlu
Abdürrezzak'ı tez-kireci olarak teklif ettiği zaman Râgıp Paşa şu
cevabı vermişti: «Babasına karşı dostluk vecibelerimi yerine
getirmem gerektiğini unutmuş değilim. Himaye ettiğiniz bu gencin
çok kabiliyetli ve çalışkan olduğunu da biliyorum. Fakat, boyu-bosu
çok küçük. İnsanların en az yarısı buna önem verirler. Bu durumu ile
bir otorite sağlayamaz, itibar kazanamaz (125). Divan'ı âleme hizmet
için böyle bodur, dört köşe, kısa bacaklı bir adamı geti-rirsem gülünç
olurum. Bu görev oturaklı, boy-bos sahibi olmayı gerektirir (126).»
Türklerin uzun boya ne kadar önem verdiğini de gösteren
sadrazamın bu sözleri, eski meslekdaşının oğluna memuriyet kapısmı
kapamıştı. Fakat Râgıp Paşa'nın ölümünden hemen
(125) Vâsıf şöyle diyor : «Ancak insana nuzf-u devletten mâdud olan cesamet-İ
vücuttan mahrum... (C II, s. 195).
(126) Kendisi de kısa boylu bir insan olan Vâsıf, insanları akıllarına, kabiliyetlerine göre değil de boylarına boşlarına göre değerlendirmenin yanhşhğma
işaret ediyor ve Kuran-ı Kerim'den bir âyete çağrışım yaparak, Hz. Süleyman'ın çok küçük olmasına rağmen karıncayı eline alması olayını hatırlatıyor.
Hİ^^^HMHH^^^^^^HI^^^^^^^^^^^H
^■:m)
m
OSMANLI TARİHİ
483
sonra, Abdürrezzak Efendi sırasiyle tezkireci, sadaret mektupçusu ve
nihayet Reisefendi, yani Reis-ül Küttap olmuştu.
Belgrad valisi Halil Paşa, Karadeniz kıyılarını koruyacak ve
Rusları Kırım'dan çıkaracak kuvvetler için serasker tayin edildi.
Niğbolu muhafızı Kaymakam Ahmet Paşa ise Vidin seraskeri oldu.
'Vidin'in eski valisi Mehmed Paşa da Belgrad'a tayin edildi.
Bir süre önce kasaları tamtakır görerek üzüntüsünden vefat eden
defterdar El-hac İsmail Efendi'den boş kalan bu göreve maliye
tezkirecisi getirildi, öte yandan, Kaymakam Ahmet Paşa Niğbolu'dan
Vidin'e giderken yolda öldü. Dindar bir adam olarak bilinirdi ama
içkiye de düşkündü. Onun için orduda hem evliya hem de serhoş
lâkaplarıyla anılırdı. Sadrazam onun yerine Rusçuk seraskeri îzzet
Mehmet Paşa'yı tayin etti. izzet Mehmed Paşa’nın yerine de Vezir
Dağıstanlı Ali Paşa getirildi. Dağıstanlı, Rusçuk seraskerliği ile
birlikte Silistre valiliği unvanını da aldı (127).
Ziştov beylerbeyi Arnavut asıllı Süleyman Paşa kendi kesesinden yaptığı harcamalarla bin kişilik piyade ve altıyüz kişilik
süvari birliği kurmuştu. Bu hizmetinin mükafatı olarak kendisine üç
tuğlu vezir beratı verildi. Anadolu'da soygun hareketine girişen
ayaklanmış levendleri yola getirdiği için Kütahya mütesellimi de
ayni şekilde ödüllendirildi, ayrıca Emir-ül hacc'ın ve Mekke şerifinin
ricasiyle Cidde beylerbeyliğine getirildi. Eski sadrazamlardan Topal
Osman'ın oğlu, iki tuğlu beylerbeyi oldu.
AVUSTURYA VE PRUSYA'NIN
ATEŞKES İÇİN GAYRETLERİ
Şimdi burada, Avusturya ve Prusya'nın Bâb-ı Âli ile diplomatik
müzakerelerini anlatmaya devam edeceğiz. Hatırlayacağınız gibi bu
konuyu, Bâb-ı Âli ile Avusturya arasında gizli yardım anlaşmasının
imzalanmasından sonra kesmiştik. Bu konuda?) Yer değiştirme ve diğer
tayinlerle ilgili listeyi Vâsıf Tarihi'nin 200, 204, 233 ve 234- sayfalarında görebilirsiniz.
<r;
m
484
HAMMER
yu, savaşm iki devlet arasında kesin bir barış için ilk ateşkesin
imzalanmasına kadar kesintisiz olarak anlatmak istiyoruz.
Söz konusu gizli yardım anlaşmasını ilk defa İngiliz elçisi Lord
Murray öğrendi. Bunu, Belgrad'a gönderdiği çok mikdarda para
sayesinde başarmıştı. Bu elçi, idarenin çok bozulmuş olmasından
yararlanarak, anlaşmanın bir kopyasmı da elde etmişti. Ele geçirdiği
belgenin çok önemli olduğunu anlayınca, bunu, Berlin ve SaintPetersbourg saraylarma da bildirdi.
İkinci Frederik, Osmanlı Devleti ile Rusya arasındaki savaşın
sona ermesini çok istiyordu. Çünkü, yapılan bir anlaşmaya göre
Rusya'ya her yıl bir milyon ekü ödemek zorundaydı ve bu ödeme ona
ağır gelmeye başlamıştı. Onun için, Bâb-ı Âli ile Viyana arasmdaki
anlaşma, onu, împaratoriçe Katerina'dan daha az endişelendirdi.
Frederik bu anlaşmanın Rusya'yı barışa mecbur edeceğini
düşünüyor, Katerina ise, ayni anlaşmayı, kendisinin Frederik ile
yaptığı yardım anlaşmasmı yenilemek için bir gerekçe olarak
görüyordu.
Kont Panin, Viyana elçisine verdiği bir nota ile, hükümdarının,
barış için daha önce ileri sürdüğü ilk iki şarttan vazgeçtiğini bildirdi.
Bu şartlar, Eflâk ve Boğdan prenslikleri ile Kırım Türklerinin
bağımsızlığı şartları idi (128) (17 Aralık 1771).
Ayni günlerde Prusya elçisi Zegelin de sadaret kaymakamına
uzun bir muhtıra verdi. Bununla, tam yetkili bir Rus murahhası ile
tam yetkili bir Türk murahhasının Boğdan’ın bir şehrinde buluşarak
gelecekteki barışın esaslarını tartışmalarını Bâb-ı Âli'nin kabul
etmesi, buna rıza göstermesi isteniyordu (129).
Bâb-ı Âli bu muhtıraya şu kısa cevabı verdi: «Eğer murahhas,
çariçenin iki prenslik ile Kırım Hanlığı’nın bağımsızhğmı istemekten
vazgeçtiğini bildirecekse ve bu murahhas iki arabulucu devletin
elçilerinin de katılacağı müzakerelerde tam yetki ile bulunacaksa,
buyursun gelsin» (130).
(128) Bunu açıklayan belge Ferrand Tarihi'ndedir: C. I, s. 264.
(129) Traduzione della memoria presentata dal Sig. înviato di Prussia a S.E. Caimacam, novembre 1771.
(130) Traduzione della memoria data della fulgida Porta al S. înviato di Russia
questo di 3 dec 1771. TTıugut'un 3 Aralık tarihli raporu. Orijinalinin Türkçe
kopyası Viyana Arşivi'ndedir.
m^mım^^mmm
İ^H
f^^M
OSMANLI TARİHÎ
485
Rusya ve Prusya tarafından yapılan Polonya'nın paylaşıl-masiyle
ilgili tekliflere Avusturya'nın da kabul edilmesi, Viyana hükümetinin
durumunu hem Rusya ve Prusya'ya karşı, hem de Bâb-ı Âli'ye »karşı
tamamen değiştirmiş bulunuyordu. Prens Kaunitz (Kaniç)
Avusturya'nın İstanbul'daki elçisine gizli yardım anlaşmasiyle ilgili
talimatını verdiği günlerde, Prusyalı Prens Henri SaintPetersbourg'da idi ve II. Katerina'nın meşhur «Polonya koparılmaya
hazırdır, el uzatıp almaktan başka yapılacak bir şey yoktur
(131)» sözü, Avrupa'nın bütün saraylarında yankılanıyordu. Bu söz,
Polonya'nın paylaşılması fikrini kuvvetlendiren ilk açıklama
olmuştur. Zaten çok önce Zips (NOT: 9) sınır belirleme komisyonu
toplandığı zaman, Avusturya Polonya'dan Zips bölgesindeki onüç
köyü istemişjti. Komisyona başka ülkelerden temsilci katılmamıştı.
Bir süre sonra Prusya ile Rusya arasında gizli bir anlaşma
imzalandı. Buna göre, kendisine Polonya topraklarının bir bölümü
vaadedilen II. Frederik, Avusturya Rusya'ya saldırdığı takdirde, bu
ülke ile savaşmayı kabul ediyordu (132). Daha sonra, Rusya ve
Prusya, Polonya'nın paylaşılmasına Avusturya'yı da davet edince,
Viyana bu teklifi kabul etti. Bu yeni durum karşısmda da
İstanbul'daki Avusturya elçisine yeni talimat verildi. Buna göre,
Avusturya elçisi Bâb-ı Âli'yi bir kongrenin ve ateşkesin zaruretine
ikna etmeye çalışacaktı.
KARADA VE DENİZDE ATEŞKES
Elçi Thugııt ve elçi Zegelin (133), Bâb-ı Âli'ye bir nota vererek,
hükümdarları adına karada ve denizde ateşkes teklif ettiler. Böylece,
Allah'ın yardımı ve kendi hükümdarlarının da gayreti ile barışın
sağlanacağını bildirdiler (134).
(131)
;(132)
(133)
(134)
Ferrand, C. I, s. 142: Prens Henri Saint-Petersbourg'tan 30 Ocak'ta hareket
etti. Prens Kaunitz'in talimatının ve yardım anlaşmasının tarihi ise 27 Ocaktır. Prens Kaunitz'e Ferrand ve Schoell tarafından yöneltilen 'kötü niyetli olma' suçlamasının bu tarihler karşısında haksızlığı anlaşılıyor. Wichmann ve
Schoell'de bu konvansiyonla ilgili en küçük bir belirti ve kelime yok. Prens
Kaunitz'in 22 Ocak 1772 tarihli talimatında bu konu üzerinde uzun uzun
duruluyor. 17 Şubat 1772 tarihli konvansiyondan önce Polonya'nın
paylaşılması üzerinde mutabık kaldıkları anlaşılıyor. Kaunitz'in 22 Ocak
1772 tarihli talimatı. Thugut'un 17 Şubat 1772 tarihli raporu.
486
HAMMER
O güne kadar dost ülkelerin bütün arabuluculuk tekliflerini
reddeden Katerina, Viyana'daki elçisinin aracılığı ile, Avusturya
imparatorunun arabuluculuk hizmetini kabul etmeye hazır olduğunu
bildirdi (135). Avusturya ve Prusya elçilerinin sözünü ettiğimiz
notayı vermeleri bundan sonra olmuştur. Birkaç gün sonra bu elçiler
feld-mareşal Romanzov'a, Bâb-ı Âli'nin ateşkes şartlarıyla ilgili
isteğini bildirdiler (136). Ayni zamanda sadrazam, Rus generaline bir
yazı ile, ateşkesle ilgili kararı almak için yetkili kılındığını haber
verdi (137).
Bâb-ı Âli, feld-mareşalin teklifini, yalnız bir noktayı istisna
tutarak kabul ediyordu. Romanzov ateşkes süresini kongre süresi ile
sınırlıyordu. Sadrazam ise, kongre bir anlaşmaya varmadan dağılsa
bile ateşkesin dağılma tarihinden itibaren üç ay daha devam etmesini
istiyordu (138). Sonunda, sadrazamla Romanzov, Bükreş'in hemen
yakınında bulunan Yergöğü'ne birer murahhas göndermeye karar
verdiler. Bâb-ı Âli bu görev için divan hocası Abdülkerim Efendi'yi,
Romanzov ise Simolin'i seçti (139). Karadeniz trafiği ve ateşkesin
süresi ile ilgili bazı anlaşmazlıkların halli murahhaslara bırakılmıştı.
Sadrazam ve feld-mareşal bu hususlarda mutabık olduklarını yazılı
olarak bildirdiler (10 Haziran 1771).
Ateşkes anlaşması on maddeden ibaretti (140) ve bütün Boğdan,
Eflâk, Basarabya, Kırım, Kuban, Karadeniz, Akdeniz ve Adalar'da
uygulanacaktı.
Rus donanmasının üslendiği Paros'ta (Nakşepare'de), Mart
ayında, amiral Spiritov bir manifesto yayınlamıştı. Buna göre
(135) Kaunitz'in Thugut'a talimatı ve Ferrand, I, s. 251.
(136) Baron Thugut'un Kont Romanzov'a yazdığı ve Bâb-ı Âli'nin ateşkes isteğiyle
ilgili 6 Mart 1772 tarihli mektubunun kopyası; feld-mareşal Kont Romanzov'un ortaelçiye yazdığı 'Yaş, 13 Mart 1772* tarihli ve ateşkes şartlarını bildiren mektubun kopyası.
(137) Thugut'un 17 Nisan 1772 tarihli raporu; sadrazamın 5 Zilhicce 1185 (10 Mart
1772) tarihli feld-mareşale yazdığı mektubun tercümesi.
(138) Ortaelçinin feld-mareşale yazdığı 11 Nisan 1772 tarihli mektubun kopyası.
(139) Mareşal Romanzov'un sadrazama yazdığı mektubun İtalyanca tercümesi;
Thugut'un 4 Mayıs tarihli raporu ve feld-mareşal Romanzov'un ortaelçiye
yazdığı 28 Nisan tarihli mektup. Thugut'un 21 Mayıs 1772 tarihli raporuna da
bakınız.
(140) Feld-mareşal Kont Romanzov'un sadrazama yazdığı mektubun İtalyanca
tercümesi ve Thugut'un 3 Haziran 1772 tarihli raporu.
OSMANLI TARİHİ
487
tarafsız ülkelere ait gemiler, Çanakkale Boğazı abluka altında
bulunmasına rağmen erzak, mühimmat ve silah dışında her türlü eşya
nakledebileceklerdi (141).
Denizlerde ateşkes, Yergöğü'nde kabul edilen kara ateşkesinden
altı hafta sonra, ünlü deniz paşası Canım Hoca’nın oğlu olan Türk
murahhası Mustafa Bey ile Rus amirali Spiritov arasında imzalandı.
Yergöğü'ndeki anlaşma gibi bu da on maddeden oluşuyordu (142)
(13 Temmuz).
Yergöğü müzakereleri sırasında Fransız elçisi Saint-Priest,
ateşkesin Polonya'da da uygulanması için çok gayret etti (143). Fakat
Bâb-ı Âli bu konuda çok soğuk davrandı. Elçi Thu-gut (144),
Reisefendi ve Osman Efendi ile yaptığı gizli bir görüşmede, Divan'ın
Polonya'ya ve gizli yardım anlaşmasına karşı tutumunu anlamak
istemiş ve Türk hükümetinin yeni durumlardan sonra Polonya’nın
kaderiyle ilgilenmekten tamamen vazgeçtiğini anlamıştı. Padişahın
murahhasları (145), ortaelçiye, Bâb-ı Âli'nin anlaşma gereği
Avusturya'ya verdiği üç milyon kuruşluk yardımı geri
istemeyeceğini, hattâ Rusya ile yapılacak barış anlaşmasında Boğdan
ve Kırım Osmanlı hâkimiyetinde kalırsa, gizli anlaşmanın beşinci
maddesine de uyacaklarını, yani Avusturya'ya Küçük Eflâk'i
terkedeceklerini, geri kalan yedi milyon kuruşu ödeyeceklerini ve
Avusturya gemilerini korsan saldırılardan koruyacaklarını
bildirmişlerdi (146). Bu
_
o
(141) Ateşkes anlaşması, Vâsıf Tarihi, n, s. 208 ve 209'da aynen vardır. Fakat
imza tarihini yanlış olarak 7 Safer (22 Mayıs) olarak gösteriyor. Doğrusu 26
Safer olacaktır.
(142) Thugut'un 4 Mayıs 1772 tarihli raporu; Martens Rec. IV, 70'te: Prens Aleksandre Orlov'un manifestosu, 1 Mayıs 1772. Rus amirali Spiritov'un manifestosu (ttalyançası). *
(143) Martens ve Wichmann tarihlerinde deniz savaşlarındaki ateşkesten söz edilmiyor, fakat maslahatgüzar Jenisch'in 3 Eylül 1772 tarihli raporuna bu anlaşma da eklidir.
(144) Thugut'un 23 ve 26 Mart tarihlerinde yapılan gizli görüşmelerle ilgili rapora
(145) Bir kere daha anlaşılıyordu ki, Bâb-ı Âli artık Polonya meselesiyle pek az
ilgilenmektedir ve Polonya ile ilgili olarak alınacak tedbirlere veya taleplere
kolayca rıza gösterebilecektir. Thugut'un 8 ve 11 Mayısta yapılan gizli görüşmelerle ilgili raporu.
(146) Ferrand ve Schoell, gizli yardım anlaşmasından önceki müzakereler hakkında bir bilgiye sahip değillerdi. Schoel (XTV, s. 417'de) şöyle diyor: «Avusturya Sarayı 6 Temmuz anlaşmasını onaylamadı». Oysa bu anlaşma geçici
olarak askıda bırakılmış, ama mutabık kalındıktan altı hafta sonra Prens
Kaunitz ve sadaret kaymakamının karşılıklı mektupları ile onaylanmıştır.
488
HAMMER
konferans ve bu konferansta konuşulanlar o kadar gizliydi ki, Bâb-ı
Âli'nin temsilcileri ismail Raif ve Osman Efendiler, ulemâya bu
anlaşmadan ve verilen üç milyon kuruştan hiç söz etmeyecek, ser
verip sır vermeyeceklerdi. Onun içindir ki Osmanlı tarihinde bu
anlaşma ile ilgili hiçbir belge yoktur.
önemli devlet işlerinde bu şekilde hareket çok yeni idi ve bu
usulü Pera'ya (İstanbul'da sefaretlerin bulunduğu bugünkü
Beyoğlu'na) ilk getiren Thugut olmuştur. Maslahatgüzar olarak
gelişinden az sonra, Türk yetkililerle birçok gizli görüşme talep
etmiş ve yapmıştı. Bu görüşmeler geceleri bazen Osman Efendi'nin
evinde, bazen padişahın Kuzguncuk veya Tarabya'-daki yazlık
saraylarmda oluyordu (147). Görüşmeler genel olarak güneşin
batışından birkaç saat evvel başlıyor, sabahın üçüne, dördüne kadar
devam ediyordu. Daha da uzarsa, bir afyonkeş olan Reis-ül küttap
ismail Raif Efendi buna dayanamıyordu. Bu durumda afyonun
dozunu arttırıyor ve onunla daha uzun zaman konuşmaları
sürdürmek imkânsız oluyordu. Buna karşılık, meslekdaşı Osman
Efendi yorulmak bilmeyen çok gayretli bir insandı ve çok
konuşuyordu. Fakat kongrede murahhas olması söz konusu edilince,
bu işi tek basma kabul edemeyeceğini söylemiş, şimdiye kadar
müzakerelerde bulunan İsmail Raif Efendi'nin de kendisine refakat
etmesini şart koşmuştu. İs(147) Thugut, 17 Şubat 1772 tarihli raporunda bu konuda şunları söylüyor: «..Olağanüstü olaylar bugüne kadar görülmeyen şekilde, görüşmelerin gizli yapılması usulünü getirdi ve benim durumumda büyük değişikliklere sebep oldu- Özellikle şu son yıllarda, yağmurlu, fırtınalı gecelerde Boğaz'ı geçmek
zorunda kaldım. Kılık değiştirerek, katillerin kol gezdiği karanlık sokaklarda
dolaştım. Çevremi saran bütün tehlikeleri unutmak, Türkleri ziyaret ettiğim
için başıma gelecek beklenmedik sıkıntıları göze almak, meseleleri onların
usulünce tartışmak, sınırsız bir sabır göstermek suretiyle çalıştım. Çünkü
âdet ve usulleri bize uymayan bu milletle az bir şey yapabilmek ancak bu
şekilde mümkün olabiliyor..».
Tkugut'un ayni raporunda, kongreye murahhas seçildiği için Prens Kaunitz'e teşekkür ettikten sonra, onun bazı sorularına cevap veriliyordu. Prens
ona Baron Rivizki'nin bir meslekdaş olarak, Jenisch'in de maslahatgüzar
olarak atanmalarından memnun olup olmayacağını sormuş, Thugut ise, Rivizki'ye övgüler yağdırmasına rağmen rızasını belirtmemiştir. Çünkü onun
«becerikli olduğu kadar da korkak olduğunu, kötü havalarda Boğaz'ı geçmeye
cesaret edemeyeceğini» söylemiştir. Ama Jenisch'in tayinini hiç itirazsız
kabul etmiştir.
ftr£&*fliHI
OSMANLITARİHÎ
mBsmmmmmBB®
489
mail Raif tayinini kabul etmiş, onunla gitmeyi istiyor görünmüş, ama yine
de İstanbul'da kalmıştı (148).
AVUSTURYA ELÇİSİ THUGUT VE ŞEYH YASİNCİ
TAM YETKİLİ MURAHHAS OLUYORLAR
Bâb-ı Âli, Rus murahhasları Kont Greguar Orlov (149) ve onun
müşaviri Aleksi Mihayloviç Obreskov'un Yaş şehrine geldiklerini
öğrenince, kendi murahhaslarını da göndermek üzere harekete geçti.
Birinci Türk murahhası yukarıda sözünü ettiğimiz Nişancı Osman
Efendi, ikincisi ise Ayasofya Camii Kürsü Şeyhi ve İstanbul kadılığı
payesi de verilmiş olan Yasincizâ-de Osman Efendi idi. Yasincizâde,
özellikle dinî konuların tartışmasını üstlenecekti. Divan-ı Hümâyun
hocalarından Küçük İbrahim Efendi de, bütün harcamaları
karşılamak üzere defterdar olarak onlara katılmıştı,
Thugut, daha önce de ortaelçi olarak, bu unvanı taşıyanlara
mahsus bir törenle huzura kabul edilmişti. Şimdi, gereksiz masraf
olmasın diye törensiz kabulünü istemişti. Aslında, şatafat ve
gösterişin düşmanı olduğu için istiyordu merasimsiz kabul edilmeyi.
Onun için temaslarını sadaret kaymakamı ile yapıyor, onun
tarafından kabul ediliyordu. Prusya elçisi Ze-gelin de başlayacak
kongre için tam yetkili murahhas seçilmişti. Bu elçilerin ikisi de
arabulucu olarak görüşmelere katılacaklarını umuyorlardı. İkisine de
birer samur kürkten başka, yol masraflarını karşılamak üzere
yirmibeş biner kuruş verilmişti C150) (2 Haziran 1772).
Üçüncü Mustafa'nın tasarruf maksadiyle çıkardığı yeni talimatnameye göre, Avrupalı elçilerin olağanüstü kabullerinde, ancak
birer kaftan giydirilecekti. Ama Avusturya ve Prusya elçileri için bu
kural bozulmuştu. Thugut'a da, Zegelin'e de birer samur kürk
giydirildi. Benzer hallerde aynı karşılığın gösteril(146) Vâsıf, II, s. 319'da «Acayiplik» başlığı altında. Feld-mareşal Romanzov'un
Sadrazam'a yazdığı 14 Mayıs 1772 tarihli mektubunun İtalyanca tercümesi.
(149) Capo supremo della Artiglieria di S.M.F.I. ajutante Generale. Capo del Corpo dei Cavallieri di guardia, ecr.
(150) Vâsıf (II, s. 218 ve 219'da): Yaklaşık olarak altmış iki bin beş yüz frank,
diyor. Ayrıca Thugut'un raporu.
490
HAMMER
mesi istenmişti. Kısa bir süre sonra Bâb-ı Âli iki îsveç elçisine de
ayni itibarı gösterdi. Biri ülkesine çağrıldığı için, veda ziyareti
yapmak üzere huzura kabul edilmiş ve kendisine samur kürk
giydirilmişti. Diğeri ise, aynı hediyeyi itimadnâmesini takdim için
geldiği zaman almıştı. O zamanlar samur kürk giydirmenin Bâb-ı Âli
için özel bir anlamı vardı: Samur kürk giydirmek, Avrupalı yüksek
rütbeli diplomatların Bâb-ı Âli tarafından kesin olarak akredite
edildiğini, itimadnâmesinin kabul edildiğini gösteriyordu.
Yakında başlayacak olan müzakerelerde arabulucu olarak hizmet
vermeye çalışacak olan iki elçi, Şumnu'da, sadrazam tarafından
merasimle karşılandılar ve hükümdarlarının mektuplarını takdim
ettiler. Sadrazam Muhsinzâde Mehmed Paşa iki elçinin herbirine
kırmızı bir ipek kese içinde otuz mis-kal (151) amber, yüz dirhem
ağırlığında sarısabır, üzerleri meyve dolu kıymetli siniler, şerbet dolu
kıymetli vazolar hediye etti. Birkaç gün sonra da onları
müzakerelerin yapılacağı yere gitmeye davet etti.
Zegelin iki Türk murahhası ile birlikte hareket etti. Thugut ise
birkaç gün daha bekleyerek, meslekdaşına Tuna kıyısında yetişti.
Jenisch, İstanbul'da maslahatgüzar olarak kalmıştı.
Türk murahhası Osman Efendi'nin karakteri hakkmda yukarıda
biraz bilgi vermiştik. Avusturya elçisinin bu kitabın yazarına sık sık
anlattığı bir olay, meslekdaşı Yasincizâde'nin kapasitesi hakkında bir
fikir verecek ve onun, Orlov, Obröskov gibi kurt Rus diplomatları ile
mücadelede ne kadar zayıf kalacağını gösterecektir: Tuna
boylarından Yaş şehrine kadar süren yolculuk sırasında, vaktini,
elinden hiç bırakmadığı bir kitabı okuyarak geçirmişti. Thugut ise
Türkçe ve Arapça'yı çok iyi biliyor, çok kuvvetli bir hafızaya sahip
bulunuyordu. Doğu müelliflerinin eserlerini incelemeyi elli yıl önce
bırakmış olmasına rağmen, Kur'an-ı Kerim'in bütün surelerini ezbere
söyleyebili-yordu. Kürsü şeyhi Yasincizâde'nin dikkatle okuduğu
kitabın ne olduğunu merak etmiş, sormuş. Yasincizâde cevabında,
Bâb-ı Âli'nin kendisini murahhas seçtiğine göre, böylesine önemli bir
işde, sultanın güvenine lâyık olmak için hiçbir şeyi ihmal
(151) Bir miskal, birbuçuk dirhem ağırlığında idi.
OSMANLI TARİHİ
491
etmemesi gerektiğini, onun için, Avrupalıların hak ve hukuk
anlayışmı oluşturan prensipleri öğrenmeye çalıştığını, böylece Rus
murahhaslarının kurnazlıklarına ve inceliklerine aldanmadan daha
başarılı bir mücadele verebileceğini söylemiş. Bu cevabı alınca,
Thugut, şeyhin okuduğu kitabın Hugues Grotius'-un ya da
Makyavel'in bir tercümesi olacağını zannetmiş. Fakat şeyhin
okuduğu kitabın Yeni Ahit'in bir tercümesi olduğunu hayretle
görmüş.
Bir süre önce, padişahın hekimbaşısı Sub'hi Efendi, maslahatgüzar Jenisch'ten tercüman Herbert'e, II. Frederik'in «Askerlik
Sanatı» adlı eserini tercüme etmesine izin vermesini padişah adına
rica etmişti. Herbert daha önce Boerhave'nin Afo-rizmalar'ım da
tercüme etmişti. Padişahın bu isteği, onun milleti için hangi eseri
okumasının faydalı olacağım çok daha iyi bildiğini, murahhasının ise
diplomasi konusunda hangi eseri okuması gerektiğini bile bilmediğini
çok iyi gösteriyor. Fakat Herbert, şimdilik işlerinin pek çok olduğunu
bahane ederek, «Askerlik Sanatını Türkçe'ye tercüme etmesi teklifini
reddetmişti.
FOKŞAN KONGRESİ
i
Avusturya ve Prusya elçileri Rusçuk'a 26 Temmuz'da 'geldiler.
Burada onları serasker Ali Paşa derecelerine lâyık bir merasimle
karşıladı. Bu karşılama töreninden sonra da hep birlikte
müzakerelerin yapılacağı yer olan Fokşan şehrine hareket ettiler.
Az sonra, Türk ve Rus murahhasları arasında ilk görüşme oldu
(19 Ağustos 1772 - 9 Cemazielevvel 1186) (152). Rus murahhasları
çadırlarına, galip durumda olmanın verdiği bir gururla, büyük şatafat
ve tantana ile geldiler. Bindikleri arabanın önünde bir hafif süvari
bölüğü ve kıyafetleri çok süslü yüzel-li uşak yürüyordu. Arabanın
gerisinde dört hizmet ekibi daha vardı.
Osman Efendi at üstünde ve sadece altmış kişilik hizmet
ekibinin refakatinde geldi. Giyitni sade idi. Üzerinde kakum
(152) Vâsıf yanılarak 7 Cemazielevvel diyor, doğrusu 9 Cemazielevverdir.
492
HAMMER
kürkle kaplı yeşil bir üstlük vardı. Ayırıcı özelliği ise altın bastonundan ibaretti (153).
İlk görüşmede Prusya ve Avusturya murahhasları davet
edilmediler ve bu murahhaslar şaşkına döndü. Thugut, Rus murahhaslarından bu konuda bir açıklama isteyince, Ruslar hiçbir şey
anlamamış göründüler. Rusya'nın bu iki devletten arabuluculuk talep
etmediğini, kendi tekliflerinin de kabul edilmediğini, böyle bir
yardım istemediklerini kesin olarak açıklamış bulunduğunu
söylediler. Bu, hiç beklenmedik, çok can sıkıcı bir durumdu. Çünkü
iki elçi İstanbul'dan Fokşan'a tantana ile gelmiş, arabulucu
olduklarını cümle âleme duyurmuşlardı. Şimdi ise onları konferans
salonuna bile almıyorlardı. Bu durum Türk murahhasları da çok
şaşırttı. Ama onlar iki elçiyi bırakmadılar. Onların fikirlerini almak
için sık sık yanlarına geldiler.
İlk toplantıda ateşkesin 21 Eylül'e kadar uzatılması kararlaştırıldı. İkinci görüşmede Rus murahhaslar, müzakerelerde üç
hususun esas olarak kabul edilmesini ileri sürdüler: Birincisi, iki
devlet arasında yeni anlaşmazlıklara yol açmamak için karşılıklı
olarak bütün çabaların gösterilmesi idi. İkincisi, Türklerin
anlaşmaları bozup savaşı başlattıklarına göre tazminat ödemeyi
peşinen kabul etmeleri; üçüncüsü ise, her iki taraf için önemli
sayılacak avantajlar sağlayacak şekilde sonuçlandırılmasına
çalışmaktı.
Ruslar, birinci hususun tabii sonucu olarak Kırımlılara bağımsızlık verilmesini istediler. İkinci şartları, Türkiye'de kıyısı olan
bütün denizlerde ticaret serbestisi ve Rus tüccarların en imtiyazlı
devletlerin tüccarları gibi himaye görmesi idi.
Türk murahhaslar, Kırımlıların Osmanlı devletinden koparılması
şartına şiddetle karşı çıktılar. Bunun, müslüman dininin esasma da
aykırı bir istek olduğunu söylediler. Çünkü padişahın halife sıfatiyle
bütün sünnilerin ruhanî reisi olduğunu; Hindistan, Buhara ve Fas gibi
sünnî ülkelerde idarenin başka sünnî prenslere verilmiş olmasının
tek sebebinin, buraların
(153) Bu bilgiler belki fazla ayrıntı sayılır ama o andaki durumu, tarafların menfaatlerini savunacakları zaman hangi halet-i ruhiyede olduklarını veya olacaklarını göstermekte idi. Essais de Geographie, Neufchatel, 1784.
OSMANLI TARİHİ
493
uzaklığı olduğunu ileri sürdüler. Eğer padişah Kırımlıları yönetmekten vazgeçerse, halifelik sıfatının ona yüklediği sorumluluğu
ihlal etmiş olacağını bildirdiler.
Murahhasların çok saygı gösterdiği ama Kont Orlov'un arabulucu, olarak kabul etmediği Avusturya temsilcisi Thugut, reddedilişi dolayısiyle mâruz kaldığı istiskal durumundan usta bir
diplomat olarak sıyrılmasını bildi: Ancak kendisiyle ayni derecede ve
ayni
yetkilere sahip murahhaslarla müzakere masasma
oturabileceğini (154) açıkladı. Fakat, murahhasları, Avusturya ve
Prusya saraylarının müzakerelere dostça katılmaları teklifine (155)
tam bir sükûtla karşılık vermeye devam ettiler.
Bu anlayışla hareket eden Thugut, Kont Orlov'un kendisine
arabulucu olarak kabul edilmeyişinin sebeplerini açıklayan bir
deklarasyon sunma teklifini) reddetti. Osman Efendi ise, elçinin
hükümdarı tarafından müzakerelere katılmak için gerekli gayreti
göstermemekle itham edilmesi ihtimaline karşı bir savunma
gerekçesi ve himaye olması için bir sertifika vermesi teklifini de
kabul etmedi. Fakat Osman Efendi Thugut'a bir nota göndererek, iki
elçinin konferansa alınmama sebeplerini büyük bir samimiyetle ve
ayrıntılı olarak anlattı. Osman Efendi bu notasında şöyle diyordu:
«...Rus murahhaslar, kendilerine verilen görev ve yetki belgesinde, Avusturya ve Prusya saraylarının arabuluculuğu ve aktif
olarak katılmaları konusunda tek bir kelime bulunmadığını (156), iki
elçinin konferansa yardımcı olarak katılmalarını kendi murahhaslık
haklarma ve amme hukukuna aykırı bulduklarını söylüyorlar
(157)...»
Osman Efendi Kırımlıların bağımsızlık meselesini cansiperane
ve bıktırıncaya kadar çekişti. Bazen etkili konuşması ile
(154)
(155)
(156)
(157)
Thugut'un yetki belgeleri, saraydan aldığı talimatlara ilişiktir.
Rus yetki belgelerinin kopyası. Thugut'un 16 Ağustos 1772 tarihli raporu.
Bu deyim Türkçe'ye «inzimam-ı himmet» şeklinde tercüme edilmişti.
Şöyle ifade edilmişti: «Beyn'ed düvel mütearif ve mütedavil olan kavanine
muhalif...» Bu notanın tercümesi Thugut'un 16 Ağustos 1772 tarihli raporuna eklidir. Burada Osmanlı diplomatik lisanında ilk defa rastlanan bazı deyimler de yer alıyor: İstikşaf i ma fi-z-zami; beri-z-zimmet; himem-i hakkaniye... gibi.
494
HAMMER
Rus murahhaslarını susturdu (158), bazen de çok aşağıdan aldı.
Ruslar ona dâhi ya da deli dememek için şöyle bir ifade kul-' landılar:
«Osman Efendi şüphesiz çok zeki bir insan, ama bu zekâ ve
düşünceleri pek anlaşılmıyor.»
Rus murahhaslar Kırım Türklerinin bağımsızlığı konusundaki
son düşüncelerini Türk murahhasından yazılı olarak bildirmesini
istediler. Bunun üzerine Osman Efendi onlara 'bir ültimatomla cevap
verdi ki, bu yazı onun tumturaklı ama dağınık üslûbuna bir örnektir
(159).
Osman Efendi ve meslekdaşı Bâb-ı Âli adma verdikleri yazılı
cevapta, Kırımlıların bağımsızlığına razı oluyor, idarelerine
karışılmayacağım, fakat Kırım Hanı'nın ve kadıların tayinlerinin
padişah tarafından yapılmasını istiyorlardı. O ana kadar harp
tazminatı ödemeye hiç yanaşmadıkları halde, bu cevapla Rusya'nın
zararlarını karşılamak için Basarabya'dan bir kısım toprağın Ruslara
bırakılabileceğini söylüyor, ama buradaki Tatarların da Kınmdakiler
gibi hür ve bağımsız olmaları şartmı ileri sürüyorlardı. Bütün
bunların kabulü için de padişahın onayı gerektiğini bildiriyorlardı.
Rus murahhaslar, buna, Avusturya ve Prusya murahhaslarına
hitaben yazılmış bir nota ile cevap verdiler. Kırım'ın bağımsızlığını
Türk ültimatomundaki kısıtlamalara göre kabul edemeyeceklerini,
çünkü bir toplumu yönetecek hükümdarı yabancı bir devletin tayin
etmesi halinde o toplumun bağımsız sayılamayacağını bildirdiler
(160). Bu notaya başka bir nota daha eklenmişti ki, bunda Osmanlı
murahhaslarının Kırımlıların bağımsızlığını nasıl kısıtlamak
istedikleri anlatılıyor ve impara-toriçenin "barışın ilk şartı olarak
Kırım'ın 'tam bağımsızlığını is(158) Vâsıf da onu Ahmet Resmî Efendi gibi tarif ediyor: Fenni mugalata ve muhaverede yekta ve semt-i cedi-ü muarazada bir dahi ye-i dehâ...
(159) Thugut raporunda şöyle diyor: «..Rus murahhaslar Osman Efendi'nin karışık
üslûbunu anlamakta güçlük çektikleri bahanesiyle, ciddî bir incelemeden
sonra cevap vermeleri için birkaç gün müsaade istediler. Bu notanın tercümesi Thugut'un 5 Eylül 1772 tarihli raporuna eklidir.
(160) Şöyle demişti: «Şu hususu kesin olarak bildirmeyi görev sayarız ki, nasıl
adlandırılırsa adlandırılsın, bu şekil, Kırımlıların bağımsızlığı ile bağdaşmaz. Eğer bir milletin hükümdarı başka bir devletin tebası ise ve hükümdar
olabilmesi o devletin tayini ve onayı ile oluyorsa, o milletin bağımsızlığından
söz edilebilir mi?»
OSMANU TARİHİ
495
tediğini, bu şart kabul edilmediği takdirde diğer konuları görüşmemek emrini aldıklarını belirtiyorlardı. Yine bu notaya,
Kırımlıların hürriyet ve bağımsızlığını tespit edecek maddenin
tasarısı eklenmiş bulunuyordu (161).
Türk murahhasları geri çağrılınca ve Kont Orlov da Yaş şehrine
dönünce, feld-mareşal Romanzov sadrazama bir mektup yazarak
müzakerelerin kesilmesinden duyduğu üzüntüyü belirtti. Bu
mektubunda, Kont Orlov'un Kırım meselesinde özellikle onun
müslüman dininin kabul etmeyeceği şartlar ileri sürmüş olmasını
kınıyordu.
Gerçekten feld-mareşal Romanzov, Kont Orlov'a göre çok daha
makul bir insandı. Orlov ise barış değil savaş istiyordu. Çünkü yeni
bir sefer başlarsa kardeşi Aleksi Orlov Adalardaki Rus filosuna
kumanda edecek, küçük kardeşi Teodor Karadeniz filosunun
amiralliğine tayin edilecek, kendisi de Kırım kumandanlığına
getirilecekti. Osmanlı Devleti'ne üç ayrı cepheden saldırmak,
yüzyıllardan beri Avrupa'ya dilediğini yaptıran bu devleti dize
getirmenin gururunu kardeşleriyle paylaşmak istiyordu. Bu onun
ihtirasla istediği bir şeydi. Romanzov, Prusya murahhası Zegelin'in
ateşkesin uzatılmasiyle ilgili teklifini kabul etmeyip böyle bir talebi
imzalamadığı için Osman Efendi'-den de şikâyetçi idi.
VÂSIF EFENDİ ATEŞKESİN UZAMASINI SAĞLIYOR
Sadrazam, Romanzov'un bu mektubunu aldıktan sonra, yakın
gelecekte vakanüvis ve reis-ül küttap olacak divan hocalarından
Vâsıf Efendi'yi feld-mareşal Romanzov'a gönderdi ve ondan
ateşkesin altı ay daha uzatılmasını istedi. Vâsıf Efendi sadrazama
veda edip yola koyulacağı zaman, çadırın önünde bekleyen Kethüda
Resmi Ahmed Efendi, ona, ateşkesi uzatmak için her türlü
fedakârlığı yapmasını, sadece on günlük bir uzatma için bile
fedakârlıktan çekinmemesini söyledi. Ne pahasına olursa olsun bu
zamana ihtiyaç vardı. Osman Efendi'nin karargâha dönüşünden beri
ordunun üçte ikisi firar etmişti, üçte biri ise firar etmek için fırsat
kolluyordu.
(161) 5 Eylül 1772 tarihli rapor
496
HAMMER
Vâsıf Efendi Şıımnu'dan Rusçuk'a yedi saatte ulaştı. Burada
Dağıstanlı Ali Paşa'nın temin ettiği bir salla Tuna'nın karşı sahiline
geçti. Vâsıf Efendi bu paşadan, askerlerinin Rusları tahrik edecek bir
harekette bulunmamalarını istemiş, paşa da ona, sadrazamın bu
emrinden hoşlanmadığını söyleyerek ve Resmî Ahmet Efendi'nin
görüşünün aksini ileri sürerek şöyle demişti: «Askerlerimin sayısı
çok, onların savaş isteklerini frenleyemiyorum, sadrazam Tuna'yı
geçmeme izin verirse, bu nehirden Ki-ov'a kadar bütün toprakları ele
geçiririm.»
Yergöğü (162)'nde Vâsıf Efendi, Rus kumandanınm emrine
verdiği bir kaleşe (163) bindi ve Yaş şehrine hareket etti. Yergöğü'ne
üç fersah mesafede, İstanbul'a dönmekte olan Türk murahhaslarıyla
karşılaştı. Yolda, "Osman Efendi'nin bindiği arabaya sokularak, ona
görevinin ne olduğunu özetledi. Osman Efendi de şöyle dedi: «Feldmareşalin ateşkesi uzatmaya niyeti yok, bu teşebbüs müslümanın
şerefini zedelemekten başka bir işe yaramaz, imkânsız bir şeyi
istemek, aşağılayıcı bir şekilde reddedilmeyi göze almaktır.»
Vâsıf, Osman Efendi'nin kendi görüşüne aykırı olanları hiç
bağışlamadığını, nüfuzunun da geniş olduğunu bildiği için, onun
görüşlerine uyacağını söyledi. Gerekli görüyorsa görevini yapmak
için yoluna devam edeceğini, gereksiz görüyorsa kendisiyle birlikte
karargâha döneceğini bildirdi. Vâsıf Efendi'nin kendisine tâbi
olmasından memnun kalan Osman Efendi, ona, birlikte karargâha
dönmelerini söyledi.
Dönüş yolunda Osman Efendi, meslekdaşı Yasincizâde'den dert
yandı: «Müzakereler sırasmda bana hiç yardımcı olmadı,» diyordu,
«sadece kümes hayvanı tedarikinde işe yarıyor.» Bu şekilde konuşa
konuşa Yergöğü yakınına gelmişlerdi. Osman Efendi, işaret
parmağını ileri doğru uzatarak, «İnanmazsan şuraya bak» dedi. İşaret
ettiği yerde, piliç dolu çok sayıda kafes vardı ve Yasincizâde bunları
barış müzakereleri sırasında toplamıştı. Vâsıf, bir murahhasın bu
basitlikte oluşundan utanç duydu.
(162) Diğer adlan Giurgevo ve Surska olan 'Yergöğü'nü Hammer *Yerköy' şeklinde yazıyor ve 'y^kök' şeklinde izah ediyor (Ç.N.).
(163) Vâsıf, bindiği arabaya 'kaleska' diyor. Bu, yanm karoserli küçük bir faytondur.
sera
OSMANLI TARİHİ
wm
HHHB
497
Bir saat kadar sonra Yergöğü ovasına gelmişlerdi. Osman
Efendi, çadırında onu, Avusturya ve Prusya elçilerine, sadrazam
tarafından Ruslara ateşkesi uzatma teklif etmekle görevlendirilen
hoca-yı divan olarak takdim etti. Sonra da Avusturya elçisine,
Romanzov'un bu uzatmayı kabule yetkisi olup olmadığını ve bunu
isteyeceğine inanıp inanmadığını sordu. Thugut kaçamak bir cevap
verdi: «Romanzov hükümdarmdan gerekli yetkiyi aldığına göre,
ateşkesi uzatmaya yetkisi olmadığını söyleyemem». Prusya elçisi ise
dobra dobra konuştu: «Efendi, gerçekleri görmenize engel olan ve
sadece tahminlere dayanan inadınız daha ne kadar devam edecek?
Bâb-ı Âli'nin gönderdiği bir adamı görevini yapmaktan nasıl
alıkoyarsınız? Bu teşebbüsün başarılı olmayacağına sizi kim temin
edebilir? Başarılı olursa, amaca ulaşılmış demektir. Başarılı olmazsa
yine de bir faydası olur, düşmanın tavrını ve ordusunun durumunu
anlamış olursunuz. Bunu bilmenin hükümetinize sağlayacağı avantaja niçin mâni oluyorsunuz?»
Bu sözler karşısında Osman Efendi epeyce rahatsız oldu ve
yüzünün ren'gi değişti. Sonra Vasıf Efendi'ye dönerek şöyle dedi:
«Efendi, mademki böyle, gitmelisin, elçiler de böyle istiyor.
Gitmezsen beni kaybedersin.»
Vâsıf Efendi gitti ve feld-mareşal tarafından iyi karşılandı.
Hemen o akşam, Obreskov'un (164) da katıldığı toplantıda ilk
konuşmayı yaptılar.
Romanzov, sadrazamın mektubundaki barışçı ifadenin samimiyetini biraz şüphe ile karşıladı ve onun için de ateşkesin uzama
süresinin yedi ay olmasını kabul etmedi. Sadece kırk gün
uzatılmasını, bu süre içinde ateşkesin yedi veya sekiz ay uzatılması
konusunda Petersbourg'tan, yani kendi hükümdarmdan bir cevap
alınacağını söyledi. Hattâ bu hususta yazılı bir taahhütname
verebileceğini de bildirdi ve kendisinin de böyle bir taahhütname
vermeye yetkili olup olmadığını sordu. Vâsıf Efendi önce,
sadrazamın bu kadar kısa bir süreye razı olmayacağını sandığını
söyledi, daha doğrusu o kanaatte imiş gibi göründü. Sonra da f eldmareşale bu konuda on gün içinde kesin cevap
(164) Vâsıf burada Obreskov'u şöyle tarif ediyor : «Obreskov, cihandide bir maslahata
nazar eden pâyân bir şahıs olub...»
Hammer Tarihi, C: VIII. E: 32
I
498
HAMMER
verebileceğini söyledi. Obreskov, on günün az olacağına dikkati çekti
ve oniki gün olmasını tavsiye etti. Vâsıf bu tedbiri uygun buldu.
Vâsıf Efendi, söz verdiği cevabı getirmek için ikinci gün Yaş
şehrinden ayrıldı. Tekrar Rusçuk'tan geçerken, serasker Dağıstanlı
Ali Paşa ona, huzursuz bir çehre ile, teşebbüsünün sonucunu sordu.
Vâsıf Efendi de «Dört-beş gün içinde Tuna'yı aşmaya hazır olun»
cevabını verince, Dağıstanlının yüzü sapsarı oldu ve adetâ titreyerek
şöyle dedi: «Efendi, bu imkânsız, Bosna birliklerinde dizanteri
salgını var, asker sinek gibi ölüyor, geri kalanlar da göçmen kuşlar
gibi yuvalarına dönüyorlar. Kasalar boş ve erzak yok. Allah aşkına
sadrazama söyle, bana asker, para ve mühimmat göndersin. Yoksa
Rusçuk'u ancak bir mucize kurtarabilir!»
«Peki ama, birkaç gün önceki asil gururunuza ne oldu? Haşmetmeaplarının tavrındaki bu değişikliğin sebebi ne?» dedi Vâsıf
Efendi.
«Heyhat,» diye cevap verdi serasker, «buradan önceki geçişinizde durumum bugünkünden farklı değildi. Fakat herkesin
arasında başka türlü konuşamazdım, Osman Efendi'yi kızdıracak
şekilde hareket edemezdim. Çünkü o her tarafta feldmareşalin
ateşkesi beş gün bile uzatamayacağını, Rus ordusunun hastalıktan
kırıldığını, çıkacak ilk çatışmada bizim Hotin surlarına kadar kolayca
ilerleyebileceğimizi söylüyor.»
Osman Efendi o sırada İstanbul yolunda idi ve padişah nezdindeki itibarı yüzünden herkes ondan çekiniyordu. Razgrad'a
gelince, Vâsıf Efendi'yi Nail Paşa’nın kardeşi Bekir Bey karşıladı ve
teşebbüsünün sonucunu öğrenmek istedi. Çünkü o da Osman
Efendi'nin her yerde, ateşkesin uzatılamayacağı yolundaki
nutuklarını, gerek Rusçuk'u savunmak için, gerekse Tu-na'yı aşmak
için bu şehre gitmek gerektiğini durmadan tekrarladığını duymuştu.
Vâsıf Efendi sadrazamın karargâhına geceleyin ulaştı. Gün
doğarken de sancak çadırma gitti ve orada sadaret kaymakamı ile
reis-ül küttabı buldu. Oradan sadrazamın çadırına geçerek görevini
başarı ile yaptığını ve bu arada Bekir Bey'in endişesini gidermek için
de bir hayli güçlük çektiğini anlattı.
M
H^^fl^H^^HI^^^^I^B
0SMAN12 TARİHÎ
499
Sadrazam, Osman Efendi'nin düşüncesiz telkinlerine rağmen
Vâsıf Efendi'nin yoluna devam etmesine, görevini başarı ile
yapmasına o kadar memnun oldu ki ona nasıl teşekkür edeceğini
bilemedi. Hemen üzerindeki bütün altınları ona verdi. Ayrıca onu
amedciliğe, yani mektupçubaşı yardımcılığına terfi ettirdi. Fakat
Vâsıf, bu görevi uzun zamandır başarı ile yürüten, yaşı ilerlemiş
olmasına rağmen devlete en iyi şekilde hizmet vermekte olan Nuri
Efendi'yi kırmamak için amedciliği kabul etmedi. Sadrazamdan bu
lûtfunu fırsat olursa daha başka şekilde kullanmasını rica etti.
Vâsıf Efendi sadrazamın yanmdan henüz ayrılmıştı ki, Muhsinzâde maiyetindeki subaylardan birini göndererek ona Anadolu'da
Karahisar yakınlarında büyük bir zeamet (165) verdiğini bildirdi
(166).
Feld-mareşal Romanzov'un sadrazama kırk günlük ateşkes için
mutabakatını bildiren mektubu divanda okundu. Ateşkes, divanda
bulunan herkes tarafından sevinçle kabul edildi. Sadrazam tarafından
imzalanmış ateşkes anlaşmasının bir an önce Rus karargâhına
gönderilmesi kararlaştırıldı. Çünkü o sırada firar eden beş yüz
yeniçerinin Çalık-Kavak muhafızını öldürdükleri haberi alınmıştı.
Bunu duyan Osman Efendi, kendini tutamayarak, «Böyle bir şey
olacağına hiç inanmazdım» dedi. O zaman, onunla hiç geçinemeyen
Yasinci Efendi ayağa kalkarak cevap verdi: «Sen zaten her zaman
yanılırsın, senin saçma, kestirip atan her zaman menfi tavırlarına
rağmen, Allah'ın seni haklı çıkardığı bir tek olay yoktur!»
Bundan sonra divan dağıldı.
Üç hafta sonra, sadrazam Rus karargâhından yeni mektuplar
aldı. Romanzov bu mektuplarında imparatoriçenin istenen ateşkese
razı
olduğunu,
Obreskov'un
müzakereleri
başlatmakla
görevlendirildiğini, kongrenin yapılacağı şehrin Fokşan yerine
(165) Zeamet, yılda 20.000 aspros (çok küçük değerde akçe)'den fazla bir gelir
temin ediyordu. Zeamet sahibi buna karşılık savaş zamanında istenilen sayıda bir süvari birliği çıkarır ve donatırdı.
(166) Vâsıf, I. Abdülhamid'in padişahlığında ve sadrazam Muhsinzâde'nin ölümünden sonra, Esma Sultan’ın tahriki ile zeametin ondan alındığını esefle anlatıyor.
İ
500
HAMMER
Bükreş olmasma karar verildiğini bildiriyordu (17 Ekim 1772 9Recebll85).
BÜKREŞ KONGRESİ DE DAĞILIYOR
Osmanlı karargâhında ateşkes ilân edildikten sonra Muh-sinzâde
barış görüşmeleri için yeni murahhaslar seçti. Başmu-rahhas olarak
bu işlerde oldukça tecrübeli ve padişahın da güvenini kazanmış
bulunan reis-ül küttap Abdürrezzak Efendi'yi görevlendirdi.
Başmuhasebeci Süleyman Penan Efendi ile si-lâhdar kâtibi Ataullah
Bey de ona yardımcı tayin edildiler. Bey-likçi (yani Reisefendi'nin
muavini) Seyyid Mehmed Hayri Efendi murahhas kâtibi, Vâsıf
Efendi ise konferans kâtibi olarak görev aldılar. Bunlara da sadaret
kâtiplerinden iki kişi yardımcı olacaklardı. Abdürrezzak Efendi'nin
toplantıya, katılamadığı zamanlarda ona, birinci tezkireci İbrahim
Münib Efendi vekâlet edecekti.
Bu defa, Avusturya ve Prusya elçileri kongre veya konferansa
davet edilmediler. Bunların Fokşan kongresine davetleri Bâb-ı Âli'ye
üçyüz bin kuruşa mal olmuştu. Bu elçiler İstanbul'da kaldılar.
Padişahın da onayı ile tam yetkili murahhas olan Abdürrezzak
Efendi, Sumnu'dan hareket ederek Rusçuk ve Yergöğü yoluyla
Bükreş'e geldi (2 Kasım 1772 - 25 Receb 1185). önce,
başmurahhaslar tercümanlar vasıtasiyle birbirlerine iltifatlarını
sundular. Sonra Obreskov Abdürrezzak Efendi'yi bizzat "ziyaret etti
ve 'hoşgeldiniz' dedi. Reisefendi, Obreskov'u ziyaret edeceği günün
arifesinde, ona, çok zengin koşumu ile güzel bir at hediye etti.
Onunla gelen oğlu Ahmed Hamid Efendi de, Rus el-çisiyle Bükreş'e
gelen Romanzov'un oğluna güzel bir at gönderdi. Romanzov'un oğlu
ise atı getiren görevliyle Ahmed Hamid Ef endi'ye kakum ve samur
kürkler yolladı.
Murahhaslar ilk toplantıyı 20 Kasım (13 Şubat) günü yaptılar.
Hayri ve Vâsıf Efendiler aralarında işbölümü yapmışlardı: Hayri
Efendi Rus konuşmacıların, Vâsıf Efendi ise Osman-, lı
murahhaslarının konuşmalarını kaleme alacaklardı.
Yetki belgelerini teati eden murahhaslar önce ateşkesin uzaması
konusunu ele aldılar. Abdürrezzak Efendi ateşkes süre-
■■■■■
OSMANU TARİHİ
501
sinin yedi veya sekiz ay olmasını istiyor, Ruslar ise ancak bunun
yarısı kadar bir süreye razı oluyorlardı. Sonunda, bu süreyi yakm
yerler için dört ay, Gürcistan, Çerkezistan gibi uzak bölgeler için beş
ay olarak tespit ettiler. Abdülkerim Efendi ile Si-molin arasmda
imzalanan birinci ateşkesin bütün şartları bu ikinci anlaşma için de
geçerliydi ve ateşkes 21 Mart'a kadar uzatılmış oluyordu. Bu yeni
anlaşma da yazıldı, imzalandı, teati edildi.
Bu anlaşmanın bir kopyası kendisine ulaştırılan sadrazam o
kadar memnun oldu ki, sevincinden, Vâsıf’ın deyimi ile (167)
«silahlarını unutma çivisine astı ve bıraktı».
İkinci görüşmede Obreskov, konuya Kırım'ın bağımsızlığı
meselesi ile başlamadı. Çünkü, Fokşan görüşmesinde kendisi ve
Orlov müzakereye bu konu ile başlamışlardı ve bu konuya takılıp
kaldıkları için müzakereler kesilmişti. Obreskov, Kırımdın
bağımsızlığından tek söz etmeden, harbi başlatanın Bâb-ı Âli
olduğunu söyleyerek harp tazminatı taleplerini ortaya getirdi.
Abdürrezzak Efendi bu suçlamaya, Rusya'nın tehdit eden tutum ve
hareketlerini hatırlatarak cevap verdi. Rus birlikleri barış halinde
iken Balta'da Türklere saldırdığı ve birçok zarara sebep oldukları
için, Bâb-ı Âli'nin de tazminat istemek hakkı olduğunu söyledi ve
sözlerine şöyle devam etti: «Harbe karar veren hükümetlerin en az üç
yıl hazırlık yapmaları âdettir. Fakat Bâb-ı Âli bu savaşa sebep olan
Polonya meselesinde baskına uğradı. Üstelik, Rus sefareti bütün bu
durumlarm barış yoluyla çözüme ulaştırılacağı teminatını verdiği için
Osmanlı devleti buna güvenerek harp hazırlığını ihmal etti. öyle ki,
ordusunun yiyeceğini bile hazırlamadı. Müslüman ordusunun
Bender'e geldiği zaman yiyecek sıkıntısı çektiğini siz de
biliyorsunuz. Bu şehrin halkı bizi, mademki Bâb-ı Âli hükümeti
harbe karar verecekti, uzun zamandan beri erzak anbarlarını niçin
doldur-madı, diye itham etti. Bunu herkes biliyor. Bizim bu
ihmalimizin sebebi, Rusya'nın mütemadiyen tekrarladığı barış
ümidine kapılmamızdır. Demek ki, harp tazminatı istemek Ruslardan
çok bizim hakkımızdır.»'
Bu konuda uzun ve hararetli bir çekişmeden sonra Obreskov,
Fokşan'daki görüşmede olduğu 'gibi, konuyu sonuca bağlamadan
başka bir maddeye geçti.
(167) Cümle şöyle: «Alât-ı harbiyeyi avihtei misınar-ı nisyan...»
502
HAMMER
Murahhaslar bir süre, haftada iki gün düzenli olarak toplantılara
devam ettiler. Düzenli toplantılardan başka, hararetli ama sonuçsuz
tartışmalarla geçen olağanüstü toplantılar da yapıldı. Nihayet
Obreskov Türk murahhaslara on maddelik bir nota verdi ki bunda
Rusların bütün istekleri yer alıyordu.
Bu on maddede özetle şunlar vardı:
1 — Bâb-ı Âli, kendisine karşı silahlı olarak harekete geçen
Boğdan ve Eflâk halkma yumuşak davranacak ve tam bir genel af
ilân edecektir;
2 — Gürcistan'ın bütün kaleleri Osmanlılara geri verilecek, fakat
Osmanlılar bundan böyle Gürcistan'dan köle almayacak, köle ticareti
yapmayacaklardır.
3 — Bâb-ı Âli nezdindeki Rus elçileri huzura kabul edilişlerinde, en yüksek derecede itibar göreceklerdir;
4 — Elçilerin servislerindeki bütün personel ve bunların
tercümanları her türlü vergiden muaf tutulacaklardır;
5 — Dinini değiştirip müslüman olanlar, tercümanların huzurunda kendilerine tekrar tekrar sorulduğunda, müslüman kalmakta
ısrar ederlerse, Rusya elçileri bunları isteyemeyecek-lerdir;
6 — Hırsızlık yapmış olan herhangi bir dönme, çaldığı şeyi iade
etmek veya ödemek zorunda olacaktır;
7 — Büyük ve Küçük Kabartaylar Bâb-ı Âli tarafuıdan Ruslara
bırakılacaktır;
8 — Kırım Hanı'nı gelecekte Kırımlılar seçecektir;
9 — Esirler karşılıklı olarak, fidye ödenmeden, mübadele
esasına dayanmadan, teşekkür eder* tarzda iade edileceklerdir (188);
(168) Hiç fidye almadan bütün esirlerin serbest bırakılması ile ilgili protokol maddesi şöyle idi: cBundan böyle yalnız Rus esirler değil, Polonyalılar, Moldavlar, Ulahlar, Gürcüler, Osmanlı eyâletlerinde bulunan her mezhepten
esirler, Bâb-ı Âli nezdindeki Rus elçisinin ilk isteğinde serbest bırakılacaklardır».
Rusya, işte bu cümledeki kelime oyununa dayanarak, Polonyalıları, Moldavları, Utanları, çeşitli hıristiyan mezheplerinden olanları himaye etme
hakkına sahip olmuş, Bâb-ı Âli de bunu kesin olarak kabul etmiştir. Bir ülke-
ı^mmg&^$mm
OSMANLI TARİHİ
503
10 — Son barış anlaşması (1643'te imzalanan), geleceği olmadığı için, yürürlükten kaldırılacaktır.
Uzun ve hararetli çekişmelerden sonra Türk murahhaslar, on
maddelik bu mutabakat belgesini imzaladılar. Obreskov bundan
sonra, yavaş yavaş, Kırım'ın bağımsızlığı meselesini ortaya atmaya
başladı. Barışın olması veya olmaması bu meseleye bağlı idi.
Nitekim bu mesele büyük çekişmelere yol açtı. Sonunda kısmen bir
çözüme varıldı. Mutabık kalman noktalar şunlardı: 1 — Kırım'daki
bütün camilerde imamlar Cuma hutbelerinde, eskiden olduğu gibi,
padişahın adını zikredeceklerdir; 2 — Kırım Hanı'nı Kırımlılar
serbestçe seçecek, padişah da seçilen hana, hanlık beratlarını
göndereceklerdir; 3 — Şer'i işleri yürüten Kırım ulemâsı, tstanbul
kadısmdan (meşihat makamından) izin alacaklardır.
Türk murahhasların kabul etmedikleri tek nokta, Kerç ve
Yenikale'nin Ruslara terkedilmesiydi. Obreskov bu yerlerin Ruslara,
Reisefendi ise Kırımlılara verilmesi üzerinde ısrar ediyorlardı.
Görüşmelerin yeniden anlaşmazlıkla sonuçlanmaması için,
murahhaslar hükümdarlarından son emirleri almak üzere,
müzakerelere kırk gün ara verildi.
Bu mühletin sonunda, yirmiyedinci oturumda, Obreskov, Türk
murahhaslara, hükümetinin şartlarını bildiren yedi maddelik bir
ültimatom verdi (4-15 Şubat 1773). Imparatoriçe, Türklerin bu
şartları kabul etmeleri halinde, hakkı olan savaş tazminatını
istemekten vazgeçeceğini bildiriyordu. Ültimatomda yer alan
maddeler özet olarak şöyle idi:
1 — Rusya, Kırımlıların bağımsızlığını garanti eden devlet
olarak kabul edilecek; Kerç ve Yenikale Ruslara bırakılacak;
2 — Rus savaş ve ticaret gemileri Karadeniz'de ve Adalar
denizinde (Ege'de) serbestçe dolaşabilecekler;
de diplomasinin zayıf olduğu zaman uğranılacak zararlı duruma bu olay bir
örnek sayılabilir; gelecekte, iki devlet arasında, diğer devletleri müzakerelerden habersiz ve uzak tutarak yapılacak bir anlaşmanın, pek çok ülkeyi çok
önemli derecede ilgilendirebileceğini düşünmek gerekir. Böyle bir anlaşma
yalnız Türk imparatorluğunun geleceğini değil, genel olarak bütün dünyanın
geleceğini etkiliyor. Thugut'un Mayıs 1773 tarihli raporundan.
504
HAMMER
3 — Kırım'ın bütün diğer kaleleri Kırımlılara verilecek;
4 — Halen Rusların elinde esir bulunan Boğdan voyvodası
Gregor Gika (Gregoire Ghika) ülkesine dönecek ve prensliğini
babadan oğula geçer şekilde sürdürecektir, fakat İstanbul'a her üç
yılda bir vergi verecek, bu verginin mikdarı, Raguza prensliğinde
olduğu gibi, bir yıllık gelirine eşit olacaktır.
5 — Rusya İstanbul'da devamlı olarak bir temsilci (elçi)
bulundurabilecektir.
6 — Kılburun tamamen ve her şeyi ile Ruslara terkedile-cek, özi
kalesi ise yıkılacaktır.
7 — Osmanlı devleti Rus hükümdarlarını Rusya padişahı olarak
kabul edecek, ona, Osmanlı împaratorluğu'nun tebası olan
Yunanlıları (Ortodoksları) himaye hakkını tanıyacaktır.
Reisefendi bu ağır şartlara itiraz etti. Bâb-ı Âli'nin bu maddelerin bir tekini bile kabul etmeyeceğini, bunları kabul etmektense
kanının son damlasını akıtmcaya kadar savaşacağını söyledi. Ama,
Obreskov'un da teklifine uyarak, görüşmeleri bu şekilde sona
erdirmeden, şartları bir defa da Bâb-ı Âli'ye bildirerek talimat
beklemeyi kabul etti. Bu maksatla, yardımcısı Ataullah Bey'i
Şumnu'daki kış karargâhında bulunan sadrazama gönderdi.
Sadrazam divanı topladı. Divana bütün birliklerin paşaları da
davet edildi. Rusların yeni şartlarını bildiren notaları okundu. Bu
nota hakkında divanın ortak görüşü şu oldu:
«Rusların asıl gayesi Kerç ve Yenikale limanlarını ele geçirmektir. Diğer hususların hepsi mugalatadır, safsatadır. Rus
gemilerinin Osmanlı denizlerinde serbestçe dolaşmaları hususunda
anlaşmaya varılabilir; Kırım'ı bugünkü karışık durumunda bırakırı ak
tansa bağımsızlığını kabul etmek daha iyidir ve zamanla bazı
kayıplar tekrar elde edilebilir. Notadaki şartların kabul edilmemesi
halinde Rusların istediği elli bin kese tazminatı temin etmek de
mümkündür. Daha on yıl uzaması ihtimali olan bir savaştan sonra,
daha avantajlı bir barış elde etmek de zor olacaktır.»
Ataullah Bey divanın bu fikrini îstanbu'a ulaştırmakla görevlendirildi.
OSMANLI TARİHİ
505
Divan-ı Hümâyun'un bazı üyeleri ve özellikle Osman Efendi, öne
sürülen bu şartlara şiddetle itiraz ettiler ve uzun müzakerelerden
sonra, şartların ve notanın reddine karar verdiler.
AtauUah Bey bu cevabı alarak Bükreş'e hareket etti. Fakat
karargâhta, sadrazamın yanından ayrılmadan önce, sadrazam
kendisine gizli olarak, işi hemen bitirmemesini, görüşmeleri mümkün
olduğu kadar uzatmasını tenbih etti.
Reis-ül küttap Abdürrezzak Efendi, Rusları bazı şartlardan
vazgeçirmek için elinden geleni yaptı. Fakat, üç saat süren bir
çekişmeden sonra Obreskov, Bâb-ı Âli bu şartların tamamını kabul
etmezse müzakerelere devam etmeyeceğini, zaten bu durumda
çekilme emri aldığını açıkladı.
Ertesi gün, Abdürrezzak Efendi, Obreskov'u bir defa daha ziyaret
etmeye karar verdi. Yanma Beyltkçi AtauUah Bey'i ve Vâsıf
Efendi'yi alarak Obreskov'un ikametgâhına gitti. Burada
anlaşamadıkları konularda eski görüşlerini tekrarlayarak birkaç saat
kaldüar, ama hiçbir anlaşma olmadı. Fakat, bir yenilik olarak
Obreskov, Bâb-ı Âli son şartları kabul ederse, Türklerin Taman
kıyısında bir kale ya da müstahkem mevki yapmalarına Rusya'nın
karşı çıkmayacağını bildirdi. Aksi halde müzakerelerin tamamen sona
ereceğini, Bükreş'te sonuç almadan daha uzun kalamayacağını,
emrini yerine getirmediği için hükümdarmı üzmüş olacağmı söyledi.
Reis-ül Küttap Abdürrezzak Efendi'ye padişah da gizli bir
mektup göndermişti. Bunda, eğer Ruslar Kerç ve Yenikale'yi istemekten vazgeçerlerse, onlara yetmiş milyon kuruş tazminat teklif
etmesine izin veriyordu (169).
(169) Vâsıf, 15.000 kese yani 80 milyon kuruş olduğunu söylüyor, Obreskov'un mektubunda ise 70 milyon olarak belirtiliyor: «Ayin 21'nde ikametgâhına gittim.
Abdürrezzak Efendi bana, o günden önce Bâb-ı Âli'den kesin kararla ilgili
hiçbir talimat ve malûmat almadığını söyledi. Ama o gün postacının
kendisine bir ültimatom getirdiğini, bunda şunlarm bulunduğunu açıkladı:
«İşgal edilen bütün Osmanlı topraklarının geri verilmesi, Kırım'a bağımsızlık verilmesinden, Kerç ve Yenikale'yi ve Karadeniz'de Rus donanmasının
serbestçe dolaşmasını istemekten vazgeçmesi halinde, Rusya'ya yetmiş bin
kese akçe para verilebilir». Ben ise cevabımda, bütün dünyanın hazineleri
verilse Rus sarayının şu dört esastan feragat etmeyeceğini bildirdim: 1 —
Kırım'a, teklifimde bildirdiğim şekilde bağımsızlık verilmesinden; 2 —
rm
HAMMER
Obreskov bu teklifi dinledikten sonra şöyle dedi:
'«Sizi temin ederim ki, iflas halinde sandığınız devletimiz,
son notadaki dört şartı kabul etmeniz halinde, ayni mikdar parayı size derhal ve hiçbir zorluk çıkarmadan verebilecek durumdadır!.»
Bu dört madde, Kırım'ın bağımsızlığı, Kerç ve Yenikale'nin
terkedilmesi, Kılburun'daki tahkimatın kaldırılması ve kalelerin
yıkılması, ticaret serbestliği ile ilgili maddelerdi.
Reisefendi, Beylikçi ve Vâsıf Efendi bu cevap karşısında
şaşırdılar, ümitleri iyice kırıldı.
Hararetli geçen tartışmalardan birinde Türk murahhas, Obreskov'a, Pruth barışından, bu barışta Türk paşasının I. Petro'-yu
kurtaran cömertliğinden söz ederek şöyle demişti:
«Hükümdarınız Petro, en korkunç bir duruma düşürüldüğü,
ağaç kabuklarından başka yiyeceği kalmadığı zaman, Bâb-ı Âli
onu Öldürmek ya da esir almak yoluna gitmemişti. Sadece, Azak
kalesini almakla yetinmişti. Siz Azak'ı geri verme vaadini de
unuttunuz ve ancak yeniden ciddî bir harp tehdidi ile karşı
karşıya kalınca bu anlaşma hükmünü yerine getirdiniz. O
taahhüdünüzü yerine getirmeyisiniz sizi kötü niyetli olarak suçlamamıza hak kazandırmıştı.»
Obreskov buna şu karşılığı verdi:
«Generaliniz Baltacı Mehmed Paşa, bu davranışı ile akıllı ve
tedbirli olduğunu göstermiş bulunuyor. O, savaşmaktan başka
hiçbir çaresi kalmayan bir orduyu buna mecbur etse idi, kaYenikale ve Kerç'in ve bunlara bağlı köy ve kasabaların alınmasından; 3 —
Rus filolarının, her çeşit gemilerinin, bütün denizlerde hiçbir tahdide uğramadan serbestçe dolaşmasından; 4 — Karadeniz iskelelerinde öbür devletlerle serbestçe ticaret yapmaktan.
Ayrıca, ateşkes süresi sona erdiği, Bükreş şehri ise silah ve mühimmat
deposu halinde bulunduğu için, burada hiçbir surette daha fazla kalınamayacağını söyledim. Dundan dolayı birbirimizden ayrılmaya, o Tuna'nin öbür
yakasına geçmeye, ben Boğdan'da herhangi bir şehire gitmeye karar verdik.
Ama müzakereleri kesmeyecek, elçilik ulaklarının getirip götüreceği
mektuplarla, taraflardan birinin kesin ve son sözünü bildirmesine kadar devam edecektik.-» (Obreskov'un ortaelçiye mektubu. Bükreş, 11 Mart 1773).
OSMANLI TARİHÎ
507
zanmış olduğu zaferi elden kaçıracağını anlamış bulunuyordu
(170)>
Abdürrezzak Efendi Bükreş'ten ayrılmadan önce, Obres-kov'la
onun ikametgâhında son bir görüşme daha yaptı (171). Fakat bu da
öncekiler gibi sonuç almamadan geçti. îki murahhas birbirine veda
etmeden, kabul edilmiş maddelerin onaylanmış nüshalarını teati
etmek üzere, Yergöğü adasında veya başka bir yerde buluşmak için
anlaştılar (172).
Reisefendi, sadrazamın karargâhına gitmek için, bütün maiyeti
ile, ilkbaharın ilk gününde Bükreş'ten ayrıldı (22 Mart 1772 - 28
Zilhicce 1186).
Ateşkes süresi bitmişti. Şimdi yeniden savaşa hazırlanmak
gerekiyordu. Bu arada Bâb-ı Âli uzun bir beyanname ile barış
konferansmın başarısızlıkla sona ermesinin sebeplerini Avrupalı
elçilere izah etti (173),
Reisefendi'nin dönüşünden önce toplanan divan-ı hümâyunlarda,
Kerç ve Yenikale'nin verilip verilmemesi konusu uzun uzun tartışıldı.
Barışı kurtarmak için padişah ve vezirler şart(170) Vâsıf, II, s. 245'te, buna benzer birçok konuşma olduğunu, ama bunların
tarafları kızdırmaktan başka bir şeye yaramadığını söylüyor.
(171) Vâsıf bunu 'nihayet-ül nihayet' şeklinde ifade ediyor.
0J2) Obreskov, Thugut'a Bükreş'ten yazdığı 31 Mart 1773 tarihli mektubunda şöyle diyor: €..Abdürrezzak Efendi ile müzakereleri kesmemek hususunda yaptığım anlaşma sadrazam tarafından memnuniyetle karşılanmış ve istenildiği
şekilde onaylanmıştır. Böylece yazışmalar devam edecek ve bu yazışmada
söylenenler, yüzyüze söylenmiş, kongrede konuşulmuş gibi kabul edilecektir.
Buna göre, sayın elçi, bu meseleyi mutlu bir sonuca ulaştırmak üzere, bütün
imkânlarınızı kullanmanız ve gayret göstermeniz için vakit geçmiş değildir».
Obreskov, iyi niyetli aracılar olarak gayretlerini devam ettirmek isteyen
Thugut ve Zegelin ile sık sık yazışmak suretiyle haberleşmiş, fakat bunun bir
yaran olmamıştır. Thugut ve Obreskov arasındaki yazışmaların belgeleri
Thugut'un raporlarına eklidir.
(173) Bâb-ı Âli'nin 16 Nisan 1775 (23 Muharrem 1187) tarihli bir beyannamesi Thugut'un 20 Nisan tarihli raporuna eklidir. Bu beyanname, Rusya'nın ültimatomu ile birlikte, İstanbul'da akredite Avrupalı bütün elçilere dağıtılmıştır.
Rus murahhası Obreskov'un tercüman Pini vasıtasiyle Osmanlı murahhası
Reis-ül Küttap Abdürrezzak Efendi'ye verdiği (orijinali İtalyanca olan ve
Türkçe tercümesi bulunan) metinde, Kırım'ın bağımsızlığı üzerinde duruluyor, bu esasın kabul edilmesi halinde, bağımsızlığın sınırsız ve şartsız olarak
tespiti isteniyor ve bu «sine qua nem» şartı olarak ileri sürülüyordu.
Thugut'un Nisan ayında yazdığı rapor. Avusturya İmparatorluk Arşivi.
508
HAMMER
lara razı idiler, ama ulemânın inatlarını yenemediler. Ulemâ bu iki
mevkiin feda edilmesi pahasına barış istemiyor, bunların Osmanlı
devletinin elinde kalmasını, Kırım'ın bağımsızlığı meselesinden çok
daha önemli görüyordu. Daha sonra devlet va-kanüvisi bu olayları
anlatırken, Reisefendi Abdürrezzak’ın kardeşi olan bir mollanın
ağzından, o sırada ulemânın ne kadar güçlü, mutlak hâkim görünen
ve tek basma yönetmeyi seven padişahm da gerçekte ne kadar güçsüz
olduğuna dikkati çekiyor.
İki kazaskerden biri, muhtemelen Mehmed Molla, padişaha körü
körüne bağlı idi ve daha sonra şeyhülislâm olmuştu. îşte bu kazasker,
bir gün Reisefendi ile karşılaşınca ona şöyle dedi: «Kardeşin ne
yapıyor? Padişahın ağzından bizzat duydum, eğer Abdürrezzak bütün
şartları kabul edip barışı sağlarsa devlete büyük bir hizmet etmiş
olacağını, ama halk bu sonucu beğen-meyip homurdanmaya başlarsa,
onu bütün ailesi ile birlikte adalara süreceğini söyledi.»1
Bu konuşmayı duyan Abdürrezzak Efendi, ondan beklenenin
tersi bir tepki gösterdi. Adalara sürülmek korkusu karşısında paniğe
kapıldı, cezalandırmayı hiçe sayıp barış sorumluluğunu üzerine
alamadı.
SAHİB GİRAY, ALİ BEY ve ŞEYH TAHİR
Silah seslerinin kesildiği, Bâb-ı Âli'nin Fokşan ve Bükreş'te
barışı kurtarmaya çalıştığı dönemde, o mağlubiyetler arasmda,
padişah, Kırım'dan ve Mısır'dan bazı iyi haberler de almıştı. Ama
bunlar, diğer cephelerdeki yenilgileri telâfi edecek kadar önemli
değildi. Mısır'da Rusların kışkırttığı Ali Bey isyan bayrağını çekmişti,
öte yandan Kırımlılar Han olarak Sahib Gi-ray'ı seçmiş, o da
kalgaylığa Rusların Peterstoourg'a götürdüğü kardeşi Şahin Giray'ı,
nureddinliğe ise Bahadır Giray'ı (174) getirmişti. Han’ın tahta
çıkışından az sonra, Kırım ricalinden
(174) Muhsinzâde Mehmed Paşa'nın Osman Efendi ve Bucak Tatarlarından Hıdırağa vasıtası ile padişaha sunduğu bir raporun tercümesinden. Hıdırağa
Kırım'dan özi'ye, oradan da 2 Şevval 1183'te (7 Ocak 1772'de) başkent İstanbul'a geçmişti (Thugut'un 3 Şubat 1772 tarihli raporu).
IHfl
OSMANLITARİHİ
İ^Hİ
509
yüzelli kişi, padişaha bir mektup yazarak, Ruslara boyun eğdikleri, teslim
oldukları için özür diliyor, kendilerini terketme-mesi için ricada
bulunuyor, yalvanyorlardı. Sonraki yıl, bir Rus generali çarın bir
buyruğu ile Kırım'a gelip, Han'a, îsveç üzerine yürüyecek on bin
kişilik bir ordu çıkarmasını emredince, hoşnutsuzlukları daha da
artmıştı. Mirzalar Rus generaline, ancak kendi topraklarını savunmak
için silâha sanlabileceklerini söyleyerek dileğini yerine getirmeyince,
Saint-Petersbourg hükümeti, zaman ve ortamın uygun olmadığını da
düşünerek, daha fazla ısrar etmedi.
Bu savaşın başlamasiyle Rusya, Osmanlı devletine kuzeyden,
güneyden, doğudan, batıdan, her taraftan saldırıya geçmişti. Ordulan
Tuna'da, Kınm'da, Kuban'da, Gürcistan'da, Mo-ra'da savaşıyordu.
Donanması Karadeniz'de, Akdeniz'de dolaşıyor, Peloponez, Suriye,
Mısır kıyılarını tehdit ediyordu.
Yukarıda adı geçen Ali Bey, Mısır'ın güçlü bir şeyh-ül be-led'i
idi. Kardeşi Ebu Zeheb (175) Şam'da ona karşı bir ayaklanma tertip
etmişti. Ali Bey ise, sadece kendi otoritesine dayanarak Mekke
şerifini azletmişti. önce sahte bir fermanla Yen-bu'yu ele geçirmiş,
Cidde'ye kendi adına bir muhassıl tayin etmiş, Suriye ve Mısır'da
âyetler katarak ve Kur'an üslûbunu taklide çalışarak beyannameler
dağıtmaya başlamıştı (176). Bu beyannamelerle Bâb-ı Âli'nin Kahire
ve Şam'daki valilerini suçluyor,' halkı esaret boyunduruğunu atmaya,
eskiden olduğu gibi Memlûklerin idaresinde bağımsız olmaya davet
ediyor, kışkırtıyordu. Akkâ'da Bâb-ı Âli'nin emirlerini hiçe sayan
Şeyh Tahir, Ali Bey'in kendisi ile birleşmesi teklifini kabul etti. Böylece, Suriye ve Mısır, Osmanlı idaresine karşı birleşmiş oluyorlardı.
İsyanı bastırma ve âsileri tenkil emrini alan Şam valisi mağlup
oldu. Bu durumda Ali Bey Mısır'ın bağımsızlığını sağladığı(175) 'Zeheb' Arapça'da 'altın' demektir; 'zehab* ise 'adım' veya 'yürüyüş' anla
mına gelir. Şu Arapça vecize, aradaki farkı çok iyi anlatır:
Ustur zehebek ve zehabek ve mezhebek. Yani:
Altınını, adımını ve mezhebini belli etme (sakla).
(176) Vâsıf, II, s. 217'de, bu bildirilerden birini aynen naklediyor ki, bu daha
sonra Napolyon Bonapart’ın Mısır ve Suriye'de dağıttığı kışkırtma bildirile
rine örnek olmuştur.
510
HAMMER
nı zannetti. Bundan sonra Bedevilerin şeyhi Hammam'ın kuvvetlerini
de kırınca Arabistan'ın fethine girişti. Daha sonra da Suriye'nin hâlâ
padişahın emrinde ve ona bağlı olan bölümüne saldırdı. Bu ülke,
kaderini her zaman Mısır'ın yanında yer almaya bağlamıştı. Şimdi ise
devlet olarak güçlenmek istiyordu.
Bir Rus savaş gemisi Dimyat (177) açıklarında birkaç sivil
gemiyi ele geçirmişti. Bu olaydan sonra Şeyh-ül beled Ali Bey,
Rusya'nın Akdeniz donanmasına kumanda eden Kont Aleksi Orlov
ile temasa geçti, ikisi arasında yapılan anlaşmaya göre, Rusya,
Osmanlı devletine karşı girişeceği savaşta ona asker, silah ve
mühimmat vermeyi taahhüt ediyordu.
Şeyh-ül beled, kısa zamanda Gazze, Remle, Nablus, Kudüs,
Yafa ve Sayda'yı ele geçirdi. Şam da kapılarını açmakta gecikmedi.
Ama bundan sonra yenilgiler başladı. Tam Osmanlı sınırlarına doğru
harekete geçmeye hazırlanırken, kayınbiraderi Ebu Zeheb de ona
karşı harekete geçti. Bu rakibine yenilen Ali Bey Kahire'ye çekildi ve
bu şehrin kalesine kapandı. Daha sonra da, hazinesini ve haremini
toplayarak, Suriye'de sadık dostu ve müttefiki Şeyh Tâhir'in (178)
yanına gitti.
Şeyh Tâhir, Cezzar Ahmet Paşa’nın selefi idi. Cezzar Paşa,
günümüzde, hem uranlığı hem de Akkâ'da Fransız ordusuna karşı
kahramanca savunmasıyla meşhur olan paşadır.
Ali Bey ve Şeyh Tâhir, Şam valisi Osman Paşa'nın ve onun
müttefikleri olan Dürzîlerin şiddetli baskısı ve kuşatması altında
bulunan Sayda'ya yardım için kuvvetlerini harekete geçirdiler. Bu
sırada Akkâ koyunda bir Rus filosu görüldü. Bunlar, isyan eden Şeyh
Tâhir'e yardım için gelmiş gemilerdi. Tâhir, al-tıyüz kese para
karşılığında, Rusların kendisiyle birlikte Sayda'ya saldırmaları
vaadini aldı. Şeyh Tâhir'in ordusu, Saffet ve Mütavelli'nin altı bin
süvarisi ile Ali Bey'in sekiz yüz Memlûk piyadesinden oluşuyordu.
Türkler ve Dürziler de on bin süvariden oluşan bir orduya sahiptiler.
Ayrıca yirmi bin köylüyü de silah altına almışlardı.
Tâhir'in ordusu ile yaklaştığını Öğrenen Osman Paşa, Say(177) Volney, Voyage adlı eser, I, s- 8, bölüm: «Ali Beğ Tarihi•.
(178) Tâhir (temiz) kelimesini Mısırlılar 'dâhir' şeklinde telâffuz ederler ki bu
da 'parlak, muhteşem' demektir.
OSMANLI TARİHİ
511
da kuşatmasını kaldırarak bu şehrin yakınında ve deniz kıyısında
onları savaşa mecbur etti. Bir R
Download