Document

advertisement
KÜRESEL TERÖRİZMLE MÜCADELE:
İSLAM DÜNYASI, BATI VE SOSYAL BİLİMCİLER NELER YAPABİLİR?
Nejat DOĞAN 
Özet
Bildiri küresel terörizmle mücadelede izlenmesi gereken bazı temel politikalar üzerinde
durmakta ve özellikle İslam dünyası, Batı ve bilim insanlarının terörizme çözüm bulmak ve
uzun vadede bu sorunu ortadan kaldırmak için üstlenmesi gereken sorumluluklara
değinmektedir. Bu amaca yönelik olarak Müslüman devletler kendi vatandaşlarına İslam’ın
bazı temel konulardaki yaklaşımını öğretmesi gerekirken, daha geniş bir açıdan hem eğitime
önem vermeli hem de bilimsel bilgiyi üreterek yeni alanlara (teknolojiye) uygulamalıdır. Tüm
bunlar ise toplumsal yaşama rasyonel bir yaklaşımı gerekli kılmaktadır. Diğer taraftan Batı ise,
İslam dünyasının sorunlarına iyi niyetle yaklaşmalı ve uluslararası toplumu Müslümanları da
içine alacak şekilde genişletmelidir. Bu çözüm teklifi bir ekonomik paylaşım sürecini
beraberinde getireceği için, Batı’nın hem bölüşüme daha açık olması hem de uluslararası
kuruluşlarda reforma olumlu yaklaşması gerekmektedir. Batı’nın bu açılımı yapabilecek felsefi
birikimi aslında mevcuttur. Sosyal bilimciler ise bu amaçlara ulaşmak için uygarlıklar
çatışmasını veya uluslararası çatışmaları vurgulamaktan ziyade, işbirliğinin yollarını
araştırmalı ve bilime objektif yaklaşmalıdırlar.
Anahtar Kelimeler: Küresel Terörizm, İslam Dünyası, Batı, Uluslararası Toplum, Çevre
Amaçları.
Fighting Global Terrorism:
What Can the Islamic World, the West, and Social Scientists Do About It?
Abstract
The article touches on some basic policies to be followed for fighting global terrorism;
especially it urges the Islamic world to reeducate its community regarding the true teachings of
Islam on critical issues such as salvation and jihad while it also suggests that Islamic states must
give due attention to education, science, and technology. The article, however, also suggests
that the West has critical responsibilities, one of which is to enlarge the international community
in an effort to help Islamic nations participate in global economic development process. This

Prof. Dr., Anadolu Üniversitesi, İktisat Fakültesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü, nejatdogan@anadolu.edu.tr
1
will require reforms at some economic institutions such as the World Bank and the IMF. The
West, in fact, has philosophical tools such as pluralism and milieu goals to accomplish this
responsibility, if only it wishes to do so. Social scientists too can help fighting international
terrorism; they can choose to stress international cooperation rather than promoting the clash
theories and adopt a relatively objective approach to social science.
Keywords: Global Terrorism, the Islamic World, the West, International Society, Milieu
Goals.
2
I. Giriş
11 Eylül 2001’de ABD’ye yönelik terörist saldırıların ardından, uluslararası terör akademik
tartışmaların merkezine oturmuştur. Uluslararası terörle mücadele sürecinde İslam dünyasına,
Batı’ya ve bilim insanlarına önemli görevler düşmektedir. İslam dünyası vatandaşlarını
İslam’ın belirli konulardaki gerçek görüşleri doğrultusunda yeniden eğitmelidir. İslam dünyası
aynı zamanda genel olarak eğitime önem vermeli, bilim ve teknikteki gelişmeleri hem takip
etmeli hem de uygulamalı, ekonomik alanda ise reel üretime yönelmelidir. Batı ise, bir taraftan
terörist örgütler ve bunları destekleyen devletlerle mücadele ederken, diğer taraftan da çoğulcu
bir uluslararası toplum yaratmak amacı doğrultusunda, İslam dünyasının Amerikan ve Batı
değerlerine beslediği kuşkuyu anlamaya çalışmalıdır. İslam dünyasının içinde bulunduğu
olumsuz ekonomik ve sosyal şartlar düşünüldüğünde, bu kuşkunun doğal karşılanması gerekir.
Daha güvenli bir dünya yaratılması için bu kuşkunun da ortadan kaldırılması gerekmektedir.
Bu nedenle, Batılı toplumlar Müslüman devletlerin küresel ekonomiyle bütünleşmesine
yardımcı olmaları, bu devletlerin uluslararası sistemde kural üretme süreçlerine yaptığı
itirazlara kulak vermeleri ve sürüncemede bırakılmış birçok önemli politik ve güvenlik
sorununun çözümüne katkı sağlamaları gerekmektedir. Kısaca, adalet ilkesini dikkate almadan
uluslararası toplumun barışçıl bir dünya düzeni yaratması olası görünmemektedir. Bilim
insanları da ayrımcı ve kışkırtıcı bir yaklaşımı benimsemekten ziyade, birleştirici ve barışa
katkıda bulunan teorilere ve öğretilere destek vermelidir. Bu görüşler ve politika önerileri,
izlenmesi gereken politikalar başlığı altında aşağıda üç bölüm halinde irdelenecektir.
II. İzlenmesi Gereken Politikalar
1. Küresel Terörizmi Önlemek İçin İslam Dünyası Ne Yapabilir?
a) Terörist olaylar İslam’ın bazı öğretilerinin yanlış anlaşılmasından kaynaklanmış ve
teröristler özellikle “cihat,” “dinlerarası ilişkiler” ve “kişinin hidayete ermesi” ile ilgili İslami
gerçekleri yanlış yorumlayarak yandaş toplamaya çalışmışlardır. O halde İslam dünyasını
oluşturan devletlerce yapılması gereken en önemli şey, vatandaşlarını İslam’ın gerçek öğretileri
konusunda yeniden eğitmeleridir. Bugünkü İslam, Peygamberimiz Hazreti Muhammet’in
açıkladığı ve Kuran’da yazılı olan İslam’dan ziyade, bir gelenekler ve görenekler bütünüdür.
Kuran’ın ve diğer önemli İslam kaynaklarının önyargısız ve nesnel incelenmesi gösterecektir
3
ki, İslam bir barış dinidir. İslam devletlerinin İslam’ın insan yaşamına ve akla verdiği önemi,
kurtuluşa giden yolun toplumda ve bireysel yaşamda iyi işler yapmaktan geçtiğini ve şiddete
başvurmanın yanlış olduğunu vatandaşlarının kalbine işlemesi gerekmektedir. Bu, yalnızca
uluslararası terörizm sorununun çözümü için değil, İslam dininin kendi geleceği için de oldukça
önemlidir.
Uluslararası toplum, askeri bir strateji izlemekle değil ve fakat (hangi dinden olursa olsun)
radikal kişilerin kalplerini ve görüşlerini değiştirmekle terörizmi kurutmayı umabilir. Çünkü
ancak bu durumda, uluslararası sistem de dâhil olmak üzere her sosyal düzeyde şiddet sorunu
çözülecektir. İslam’ın gerçek öğretileriyle Müslümanlar, Allah’ın insan yaşamına verdiği
değeri yeniden keşfedebilir ve diğer toplumlarla aralarındaki her sorunu barışçı yollardan
çözmeye yönelebilirler. İslam’a göre bir insanı haksız yere öldürmekle bütün insanlığı
öldürmek birbirinden farklı değildir. Hatta Allah’ın bugüne kadar yarattığı en kusursuz ve en
güzel şeyin insan olduğunu Kuran’dan öğreniyoruz. İslam’da insan meleklerden dahi üstün
tutulmuştur. “Hani biz meleklere ve cinlere: Âdem’e secde edin, demiştik. İblis hariç hepsi
secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu” (Kuran, 2: 34).
Teröristlerin bugünkü durumu İblis’ in ilk insanın yaratılışına tanıklık ettiği andaki durumundan
farklı değildir. Hangi dine bağlı olursa olsun, radikal kişiler bu ilahi mesajı anlayıp İslam
insanseverliğini (hümanizmasını) takdir ettiklerinde, terörizmi ortadan kaldırmaya doğru
önemli bir yol alınmış olacaktır (Doğan, 2005). Bu nedenle son yıllarda tanık olduğumuz
çekişme, sadece İslam ve Hıristiyan uygarlıkları ya da Müslüman toplumlarla Batı arasında
değil, aynı zamanda İslam’ın kendi içindedir- yani rekabetin bir boyutu da İslam’ın gerçek
mesajı ile baskıcı/radikal İslam’ın politik gündemi arasındadır.
b) Ortadoğu ülkelerinin ekonomilerinin kabuk değiştirmesi gerektiği ortadadır. Yeni enerji
kaynaklarının bulunmasıyla birlikte özellikle petrol ihraç eden ülkelerin ekonomilerinin zor
durumda kalacağı açıktır. Belki yeni enerji kaynaklarının tam kullanılmamasının ve
uygulamada fazla yer almamasının bir nedeni de bu ülke ekonomilerinin tamamen çökertilmesi
siyaseti olabilir. 2050 sonrasında petrole olan bağımlılık azalacaktır. Dolayısıyla, kısa vadede
terörizme çare bulunması ve orta ile uzun vadede şiddet sorununun çözümlenmesi için
Ortadoğu ekonomilerinin çeşitlenmesi ve canlanması gerekmektedir. Bu ise, ekonomide reel
üretime geçilmekle olacaktır. Bugün için Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Katar ve
Bahreyn gibi ülkelerin petrol gelirlerini lüks mallara harcadığı, fakat yatırıma yöneltmediği
açıktır. Ayrıca silah alımları İslam ülkelerinin ulusal bütçelerinde önemli bir yer tutmaktadır.
4
Her hâlükârda Ortadoğu devletleri arasındaki kısır siyasal çekişmelerin aşılarak, gelirlerin
yatırımlara ve insani kalkınmaya ayrılması gereklidir (Doğan, 2011). Ortadoğu devletleri
aslında oldukça zengindir, ancak bu zenginlik verimli alanlara kaydırılmamaktadır. Türkiye
Ortadoğu devletlerine ekonomik yatırım ve çeşitlenme için öncü olabilir. Ekonomik kalkınma
ve demokrasi arasında da genellikle teorik bir ilişki kurulmaktadır (Przeworski, 1991). Hem
Ortadoğu devletlerinin demokratik yönetimleri benimsemesi hem de Türkiye’nin bu bölgede
demokrasiyi desteklemesi tabii ki faydalı olur. Ama demokrasinin özünün, seçimler ve
sandıktan ziyade, insanlara belirli bir yaklaşım tarzı ve bir sosyolojik olgu olduğu İslam
dünyasında ve Ortadoğu coğrafyasında kabul edilir. Demokrasi belki de en iyi yönetim şekli
değildir ve demokrasi deyince sadece parlamenter demokrasi anlaşılmamalıdır. Ancak
Ortadoğu’da demokrasi tartışması yönetim şekilleri üzerinden yapılmaktadır. İngiltere,
İspanya, İsveç, Danimarka, Hollanda gibi krallıkla yönetilen demokrasilerin de olduğu hatırda
tutulmalıdır. Dolayısıyla, nasıl tanımlanırsa tanımlansın ve ne şekilde uygulanırsa uygulansın,
21. yüzyılda bu bölgede demokrasinin özde gelişimi önemli olacaktır ve bu da bir süreç işidir.
Bölge dışından demokrasi ihracı olumlu olmadığı gibi, demokrasi üretilmesi için silahlı
müdahaleler de faydalı sonuçlar doğurmayacaktır. John Stuart Mill’in vurguladığı üzere, bir
toplum kendi üyelerinin ürünü olacaktır. Aksi halde demokrasi veya iyi yönetimin değeri
bilinmeyecek ve demokratik rejimler uzun vadede korunamayacaktır (Mill, 1962).
c) Çağımızda bilim ve teknoloji hızla ilerlemektedir. Özellikle, yapay zekâ ve robotik, genetik
ve biyogenetik, bilgisayar-iletişim, nanoteknoloji ve uzay mühendisliği alanlarında çok önemli
gelişmeler ve buluşlar kaydedilmektedir (Kaku, 2011).
Bilimsel gelişmeler, tarihin her
döneminde olduğu gibi bugünlerde de savunma ve güvenliğe uygulanmaktadır. Uzaydan bilgi
toplanması, insansız hava ve kara araçlarının kullanılması, haber alma ve istihbarat alanında en
gelişmiş teknolojinin uygulanması nedeniyle bugünlerde Ortadoğu devletleri şiddetin
önlenmesinde yetersiz kalmaktadırlar. Dolayısıyla savunma sanayii açısından bilimsel ve
teknolojik gelişme ve uygulamaların Ortadoğu devletlerince takip edilmesi, aslında takip
edilmekle kalınmayarak savunma sanayilerinin en azından asimetrik savaş durumunda
kullanılacak teknolojik ürünler üretmesi gerekmektedir. 21. yüzyılda şiddet ve terörizme karşı
Ortadoğu’da 50 yıl-100 yıllık bir strateji oluşturulacaksa İslam devletlerinin bilim ve
teknolojiyi önplana alması gereği açıktır. Bilgiyi bizzat üretip teknolojik yeniliklere yol açan
bir Ortadoğu, şiddet ve dolayısıyla terörle mücadele edebilecektir. Aksi takdirde terörist
örgütlere yardım etmemesi konusunda üçüncü devletler nezdinde diplomatik girişimlerde
bulunmaya devam edecek ve böylece güvenliğini bu ülkelerin politikalarına endeksleyecektir.
5
2. Küresel Terörizmin Çözümüne Batı Nasıl Katkıda Bulunabilir?
Uluslararası terörizmin doğmasında ve çözümünün zorlaşmasında Batı toplumlarının da çok
ciddi payı olduğu yadsınamaz. Batı dünyası da yanlış politikalarıyla bazı Müslüman ülkelerin
teröristlere “açık çek” vermesine yol açmış olabilir. Terörist örgütlere kızgınlık duymada ve
onlara karşı cephe almada bazı devletler haklı görülebilir; ancak Batılı devletlerin elindeki tüm
kaynakların ve çabaların tamamen bu tür örgütleri ortadan kaldırmaya harcanması, Don
Kişot’un yel değirmenleri ile savaşmasından farklı olmayacaktır. Terörist örgütlerden ziyade
asıl düşman, cehalet, fakirlik, siyasal propaganda, ekonomik çöküntü ve umutsuzluktur. Bu
nedenle Batı, askeri stratejiler yanında yapıcı politikalar izlemek durumundadır.
Öncelikle Batı, geri kalmış Müslüman devletlerin kalkınması ve dünya ekonomisi ile
bütünleşmesi için üzerine düşen yükümlülükleri yerine getirmelidir. Unutmayalım ki, terörist
örgütler Suudi Arabistan, Katar, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri gibi milli geliri yüksek
Müslüman ülkelerde değil ve fakat Suriye, Irak, Pakistan, Afganistan gibi ekonomik açıdan
dezavantajlı yerlerde yandaş ve sığınak bulabilmektedir. Bu nedenle, birçok uluslararası
ekonomik kuruluşun yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Bu kuruluşlarda oylar sadece
ekonomik, askeri ve politik açılardan güçlü devletler tarafından değil, vatandaşlarına yiyecek,
iş ve barınak bulmaya çabalayan ülkeler tarafından da verilmelidir. Bugünkü uluslararası
sorunların çözümüne giden yol yüksek faizle kredi vermekten değil, uluslararası kuralları
belirleyen kuruluşlarda yapısal değişiklikler yapmaktan geçmektedir.
Stephen Krasner gibi bilim adamları “Üçüncü Dünya” ülkelerinin uluslararası kurumlarda
değişiklik talebini, dünyadaki ekonomik dengeyi bozmaya ve Batı’yı ayrıcalıklı politik
statüsünden mahrum etmeye yönelik bir girişim olarak görmektedir (Krasner, 1985). Fakat
uluslararası toplum bu değişiklikleri ne kadar geciktirirse, “Üçüncü Dünya” devletleri de
vatandaşlarının durumunu iyileştirmek ve uluslararası sistemde kendi geleceklerini garanti
altına almak için o kadar radikal kararlar almak durumunda kalabilecektir. 1 Gelişmemiş ve az
gelişmiş ülkelerin dünya ekonomisine nasıl kazandırılacağının ayrıntılarını vermek ekonomi
uzmanlarının uğraş alanına girer; yalnız şu kadarını söylemeliyim ki, ekonomi ve güvenlik
arasında çok yakın bir ilişki, bir ortak yaşam olduğu gerçeği uluslararası çevrelerce daha iyi
anlaşılmalıdır. Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası, G-8 ve Dünya Ticaret Örgütü gibi
Uluslararası kurumlar son yıllarda rejim teorisi altında incelenmiştir. Uluslararası kurumlarda
değişiklik yapılmasını önerirken kastettiğim, uluslararası ilişkilerdeki mevcut rejimlerde değişikliğe
gidilmesidir. Rejim teorisine giriş için örneğin bkz. Krasner (1983).
1
6
kuruluşlar birçok ülkeyi tehdit eden politikalar izlerken, Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü
(NATO) ile Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gibi kurumların dünya güvenliğini
sağlayabileceğini ve kişisel özgürlüklerin bekçisi olabileceğini düşünemeyiz.
Yoksulluk ve gelecek için duyulan umutsuzluk hem uluslararası hem de toplumsal düzeyde
daha çok şiddete yol açacaktır. Aslında İslam bu ilişkiyi görmüştür; İslam açısından sosyal
adaletin önemini ne kadar vurgulasak azdır. Unutmayalım ki, cihat kişinin kendisini ve içinde
bulunduğu toplumu geliştirebilmek için yaptığı mücadeledir. Ekonomik gücün yokluğunda bu
mücadele büyük bir olasılıkla kaybedilecektir. Belki de bu, Müslümanları şiddet kullanmaya
iten önemli nedenlerden biridir.
İkinci olarak Batı toplumları, dinlerarası ilişkileri zedeleyen politik ve güvenlik sorunlarının
çözümüne doğru yaptıkları katkıları artırmalıdır. Örneğin Filistin sorunu, 1940’ların sonundan
beri Batı ile Müslüman toplumlar arasında gerginlik yaşanmasına neden olmuştur. Filistin’de
yaşayan Araplara da kendi devletini kurma hakkı tanınmadan bir İsrail devletinin oluşturulması,
bu süreçte Birleşmiş Milletler ve özellikle İngiltere ile Amerika Birleşik Devletleri’nin
Müslümanlarca suçlanmasına yol açmıştır. Bu durum, Filistin’de şiddet kullanımının hemen
her Müslüman toplum tarafından desteklenmesine neden olmuştur.
Keşmir, Kafkaslar ve Balkanlar da dinlerarası diyalog açısından önemli diğer bölgelerdir.
Örneğin, Rusya’nın uluslararası terörizmle mücadele konusunda verdiği desteğe karşılık
Batı’nın bu ülkeye Çeçenistan’da yardım etmesi Müslümanlarca “kutsal ittifak” olarak
görülecektir. Benzer bir şekilde, Sırbistan ve Makedonya’daki Arnavut azınlığın korunması ve
Bosna ile Kosova savaşlarında insanlığa karşı suç işleyenlerin adalete teslimi gibi birçok
konuda Balkanlarda işbirliğine gidilmesi dinlerarası ilişkiler açısından önemlidir. Bu
politikalarla, bütün güvenlik sorunlarının Müslümanlar lehine çözülmesine değil ve fakat
Müslüman toplumların Batı’nın bu sorunlara bakış açısına yaptığı itirazların dikkate alınması
gerektiğine işaret etmekteyim. Örneğin Müslüman toplumlar; Azerbaycan, Irak ve
Balkanlardaki çatışmaların nasıl sonuçlanacağını Batılı devletlerin önceden planladıklarını
düşünmektedir. Önemli olan, güvenlik sorunlarının çözümünde birlikte hareket etmeye
çalışmak ve bu sorunların dinlerarası ve mezhepler arası çatışmaya dönüşmesini engellemektir.
Tüm bu çatışma alanlarının yanında,
bugün için daha da önemli olan bizzat İslam
coğrafyasında süregiden çatışmalar ve kargaşalardır. Irak, Suriye, Afganistan, Yemen gibi
ülkelerdeki fiili savaşlar yanında, Mısır, Lübnan, Libya, Sudan gibi ülkelerde huzursuzluk
7
devam etmektedir. Hem gerçek hem de sanal birçok terör örgütü İslam ve diğer dinler adına bu
coğrafyada savaşmaktadır. İslam dünyasında eğitime önem verilmesi, rasyonel düşüncenin
savunulması gibi politika ve yöntemler zaman geçirilmeden uygulanmadır. Ancak Batı’nın ve
uluslararası toplumun da bu coğrafyadaki savaş, çatışma ve huzursuzlukları önlemede görevleri
vardır. İçişlerine karışmama, kırılgan konuların üzerine gitmeme, silah satışında ve
sevkiyatında bulunmama, çatışan gruplar arasında taraf tutmama, haber alma elemanlarını ve
milis güçlerini uzakta tutma, azınlık-çoğunluk grupları yaratma sürecini terk etme, millet ve
devlet yaratma sosyal mühendisliğinden vazgeçme gibi görevler bunlar arasında sayılabilir.
Üçüncü olarak ve diğer noktalardan daha da önemlisi, Müslümanların sadece dünya ekonomisi
ile değil, uluslararası toplum ile de bütünleşmesi gerekmektedir.2 Bu bildiride “Batı” ve
“Müslüman toplumlar” gibi bir ayrıma istemeden de olsa gidilmiştir. Bunun nedeni, böyle bir
ayrımın varlığı gerçeğidir. İslam dünyası uluslararası toplumdan genel olarak dışlanmıştır. Bu
nedenle yapılması gereken, uluslararası toplumun genişletilerek İslam dünyasını da bu topluma
dâhil etmektir. Bu düşüncenin temel hedefi, tek bir dünya toplumu oluşturmak değildir; bilakis
hedef, ortak amaçların vurgulanmasıyla dünya uygarlıklarının yakınlaşmasını sağlamaktır.
Aslında Batı, bu amacı gerçekleştirebilecek felsefi birikime sahiptir. Bu birikimde özellikle
çoğulculuk konumuz açısından önemlidir. Kuzey Amerikalı ve Avrupalı devletler çoğulcu
yapılarını korumayı bilmişler ve kendilerini oluşturan değişik topluluklar arasındaki sorunları
barışçı yollardan çözmeyi başarmışlardır. Ancak bu çoğulcu yaklaşımın küresel olarak
uygulanabilirliğini görme konusunda isteksiz olmuşlardır. Ne politikacılar ulusal sorunların
çözümüne öncelik vermek zorundadır ne de devletler kaynaklarını diğerleriyle paylaşmak gibi
Uluslararası toplum düşüncesine giriş için bkz. Bull (1995). Uluslararası toplumun genişlemesi
konusunda bkz. Bull ve Watson (1984). Burada “toplum” teriminden kasıt, “community” değil,
“society”dir. Yabancı kaynaklardan Türkçe ’ye çevrilirken her iki terim de “toplum” kelimesiyle
karşılanabilir. Aslında “toplum” kelimesi İngilizce’ deki bu ayrımı iyi yansıtmamaktadır. “Cemaat” ile
“cemiyet” arasındaki farka dikkat edilirse belki de bu yazıdaki “toplum” kavramı daha iyi anlaşılabilir.
Cemaat (community) cemiyete (society) göre daha küçük bir grubu ve böylece daha fazla ortak
değerlerin bulunduğu birlikteliği ifade eder. Uluslararası sisteme baktığımızda birbirinden o kadar farklı
değerlere sahip uluslar görüyoruz ki, bunların ne bugün ne de yakın bir gelecekte bir cemaat
(community) oluşturabileceği düşünülemez. Ancak temel bazı ilkelere (yaşam, mülkiyet, insan hakları
gibi) saygılı ve aralarındaki ilişkileri barışçıl yoldan çözmeye azimli bir devletler grubu düşünebiliriz
ki, bunu da uluslararası toplum (international society) kavramıyla karşılıyoruz. Aşağıda değineceğim
gibi, bugün böyle bir oluşum vardır; ancak genel olarak Kuzey Amerika ve Batı Avrupa devletlerinin
oluşturduğu ve demokrasi gibi politik değerlere önem vermekle birlikte, uluslararası ilişkilerde sosyal
adaleti benimsemeyen ve temelde İslam dünyasını dışlayan bir gruplaşma sözkonusudur. Osmanlı
İmparatorluğu’nun 1856’da resmen uluslararası topluma kabul edildiği ve böylece halefi Türkiye
Cumhuriyeti’nin de bu toplumun bir üyesi olduğu savunulmuştur (Bull ve Watson, 1984). Ancak,
Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin gelişimine baktığımızda bu tez pek de doğru görünmemektedir.
2
8
yasal bir zorunluluk altındadır; ancak her gün çoğalan ve çözümü zorlaşan dünya sorunlarına
etik bir yaklaşımın gerekliliği de ortadadır. Bu nedenle uluslararası toplum, Hıristiyanlığın ve
İslam’ın sınırdaş olduğu Balkanlarda bitmemeli ve fakat genişleyerek Ortadoğu, Afrika ve
Asya’daki Müslüman toplumları da içine almalıdır. Uluslararası toplumun sağlıklı bir şekilde
genişleyerek dünya barışını sağlaması, bir yandan Müslümanların politik sorunların çözümünde
şiddet kullanmasından vazgeçmesi, diğer yandan da Batı’nın uluslararası alanda sosyal adalete
önem vermesiyle gerçekleşecektir.
3. Küresel Terörizmle Mücadelede Akademisyenlerin Katkısı Ne Olabilir?
Daha güvenli bir dünyanın oluşturulmasına akademisyenlerin bir katkısı olabilir mi? Özellikle
ABD’ye yönelik terörist saldırılardan sonra birçok siyaset bilimci, Samuel Huntington’un
(1996) “uygarlıklar çatışması” tezini eleştirmiştir. Huntington’un birçok konuda bizi uyardığı
düşünülse de, bu tür “çatışma” teorilerinin eksikliği, dinler ve uygarlıklar arası yanlış
anlamaların nasıl giderileceği konusunda yapıcı politikalar ortaya koyamamasıdır. Bu nedenle,
çatışma teorileri daha çok radikal politikacıların ve teröristlerin işini kolaylaştırmaktadır.
Akademisyenler, tarihi ve politik gerçeklere dikkat çekmekle birlikte, bu tür “çatışma” teorileri
üretmek yerine devletlerin politik, sosyal ve ekonomik sorunlarını birlikte çözebilmelerine
yardımcı olacak düşünce ve idealleri ortaya koymalıdırlar.
Örneğin, Arnold Wolfers tarafından ortaya atılan ve Inis L. Claude, Jr. tarafından savunulup
geliştirilen, “çevre amaçları” (milieu goals) tezi iyi bir başlangıç noktası olabilir (Wolfers,
1962: 67-80; Claude, 1964). Bu teze göre güçlü devletler, etrafındaki politik ve ekonomik
açıdan dezavantajlı devletlere el uzatmakla yalnız bu devletlerin çıkarlarına değil, aynı
zamanda kendi ulusal çıkarlarına da hizmet etmiş olacaklardır. Çünkü bir devletin sorunu,
özellikle karşılıklı bağımlılığın giderek arttığı son dönemlerde, rahatlıkla diğer devletlerin
sorunu haline gelmekte ve uluslararası istikrarı bozmaktadır. Bu nedenle, diğer ülkelerin
kalkınmasına, modernleşmesine ve dünyadaki payını almasına yardımcı olunması ulusal
ekonomilerden bu ülkelere kaynak aktarımı olarak algılanmamalıdır.
Aynı zamanda, Ortadoğu ve İslam konuları üzerine çalışan Batılı bilim adamları “Müslüman
toplumlar demokrasiyi benimseyecek mi” sorusundan başka sorular da sormaya başlaması
gerekir. Demokrasinin benimsenmesi sorusu önemlidir ve sorulması da gerekir; ancak kapsamı
o kadar dar bir sorudur ki, uygarlıklar arasındaki sorunların kaynağına inmeyi ve bu sorunların
9
çözümüne yardımcı olacak politikalar oluşturmayı mümkün kılmamaktadır.3 Batı özellikle
Ortadoğu’da tüm sorunun demokrasinin varlığı ve geleceği şeklinde algılanmasını istemektedir.
Fakat dört-beş yılda bir seçim yapmakla uluslararası sorunların çözüleceğine Müslüman
toplumlar haklı olarak inanmamaktadır. Yukarıda değindiğimiz gibi, İslam toplumları için belki
de en önemli konu sosyal adalettir. Bu nedenle Batı’nın demokrasinin gelişmesi ve demokratik
rejimlerin yaygınlaşmasıyla sağlanabileceğini düşündüğü dünya düzeni planına sosyal adaleti
de eklemesi gerekmektedir.4 Son olarak “adil savaş” teorisi ile uğraşan Batılı akademisyenler,
dünyada herhangi bir sorun çıkar çıkmaz veya bir terörist saldırı olur olmaz askeri harekâtı
destekleyecek fikirler üretmek yerine, diğer toplumların da inanç ve değer sistemlerini dikkate
almalıdırlar. Çünkü ancak adil bir dünyada adil savaşlardan söz edilebilir.
Akademisyenler açısından değinilmesi gereken bir diğer konu ve çatışmacı yaklaşımlara karşı
da bir önlem olarak, özellikle sosyal bilimlerde üretilen teori ve metotlara daha temkinli bir
yaklaşımın gerekliliğidir. Önemli hususlar şu şekilde özetlenebilir: öncelikle ayırıcı ve
çatışmacı bir sosyal bilimden birleştirici ve yapıcı bir sosyal bilime geçilmesi gerekmektedir.
Örneğin, etnik çalışmalar, kültür çalışmaları gibi alanlar oldukça yapay ve politika hedefli
alanlardır. Türkiye ve Ortadoğu coğrafyasında üniversite müfredatlarının etnik çatışmalar, etnik
çalışmalar ve kültür çalışmaları gibi derslere boğulduğunu gözlemlememize rağmen, Batı
üniversitelerinde her nedense bu çalışmalara hemen hiç rastlamıyoruz. Yani sosyal bilimin asıl
konuları şeklinde İslam dünyasında ilan edilen konulara aslında başka coğrafyalarda neredeyse
hiç değinilmiyor. Bu nedenle özellikle üniversite müfredatlarında ve genelde sosyal bilim
eğitiminde bu gibi noktasal saldırı içeriğine sahip alanlardan ziyade, sosyal bilimlere daha
yapıcı yaklaşan alanlar vurgulanmalıdır. Sosyal bilim yöntemi açısından da kültür ve kültür
çalışmalarının zayıf kaldığı açıktır. Nedeni, kültürün çok geniş bir kavram olması ve her şeyin
kültür değişkeni ile açıklanabileceğidir. Diğer bir ifadeyle, eğer bir değişken her şeyi
açıklıyorsa, bilimsel olarak hiçbir şeyi açıklayamıyordur. Fakat hem olumlu hem olumsuz, hem
pozitif hem negatif olay ve unsurlar ve görüşler kültür değişkeni ile rahatlıkla açıklanabilir.
Örneğin “x” ulusunun hem çalışkanlığı hem de dış politikada 20. yüzyıl boyunca saldırganlığı,
“x ülkesinin kültürü” ile rahatlıkla açıklanabilir.
Sosyal bilim alanındaki bir diğer önemli konu, post-pozitivizmin etkisidir. Aslında kültür
çalışmalarının ana yöntemi olan post-pozitivizm adeta bir “nihilist” felsefe haline gelmiş ve
Demokratik barış teorisine giriş için bkz. Brown, Lynn-Jones ve Miller (1996).
Dünya istikrarı ya da dünya düzeni (world order) literatüründe sosyal adalet ile ilgili çalışmalar hiç
yok denecek kadar azdır. İyi bir giriş çalışması olarak bkz. Beitz (1979).
3
4
10
radikal bir görecelilik (rölativizm) pompalamaya başlamıştır. Dolaysıyla hem eğitim/öğretim
çağındaki gençlerde hem de genel olarak toplumda gözlemlenen bu nihilist yaklaşım, “hiçbir
şey önemli değildir; çözümler ve öneriler arasında fark yoktur; hiçbir şey fark yaratmaz” gibi
düşünceleri her zaman karşımıza çıkarmaktadır. Kabul edilmesi gerekir ki, 1990 sonrasında
vurgulanan bu post-pozitivist ve rölativist yaklaşım kültür çalışmalarıyla da birleşince, sosyal
yaşamda ve dış politika konularında “her görüş aynı değerdedir,” “farklı yaklaşımların önemi
yoktur” noktasında durmaya bizi zorlamaktadır. Dolayısıyla bu felsefi ve metodolojik
yaklaşımlar gençler üzerinde belirli bir etkiye sahip olmaya devam etmektedir. Gençler 19601970’li yıllarda yaşamını adayacağı bir amaç peşinde koşarken, bugün ise uğrunda öleceği bir
amaç aramaktadır.
Dolayısıyla, sosyal bilimlerde ve bu bilimlerin sosyal yaşamdaki uygulamalarında
nihilist/rölativist yaklaşımla düşünsel düzeyde rekabet edilmesi ve farklı yöntemlerin
vurgulanması önemlidir. Bazı şeyler önemlidir, değerlidir, her görüş aynı nitelikte ve değerde
değildir. Aktif siyasete, dış politikaya ve sosyal programlara İslam dünyasını ve Ortadoğu’yu
taşımak bu tür yöntemlerle mümkündür. Belki 17. yüzyıldan sonra “duraklama” dönemine
girdiği kabul edilen özellikle Ortadoğu toplumlarının ve kültürünün bu nihilist yönteme dikkat
etmesi gerekmektedir. Türkiye gibi bölgesel bir güç ve dünya gücü olmayı hedefleyen devletler
içinse bu konu daha da önem kazanmaktadır.
III. Sonuç
Uluslararası toplum; bireylerin birbirlerine saygı duyacağı, birlikte barış içinde yaşayacağı, bu
dünya ve gelecek dünya hakkındaki kararlarını özgürce verecekleri bir ortam yaratmaya
çalışmalıdır. Bu amacı gerçekleştirmek için hem Batılı hem de Müslüman toplumlara büyük
görevler düşmektedir. Müslüman toplumlar; insan yaşamının önemi, dinlerarası ilişkiler ve
cihat gibi birçok konu ve kavram hakkında İslam’ın gerçek görüşlerini üyelerine öğretmek
zorundadırlar. Birey, cihat kavramını çarpıtıp terörist saldırılar düzenlemekle değil, kendini ve
toplumu geliştirmek için iyi işler yapmakla hidayete erecektir. İslam ancak diğer dini
toplumlara iyi bir örnek olmakla mesajını yayabilecektir. Ayrıca Ortadoğu devletleri ve genel
olarak İslam coğrafyası, bilim ve tekniğe ve bunların öğretimine önem vermelidir.
Müslümanların bilim ve teknolojiye yaklaşımı, özellikle oryantalist yazarlar tarafından sürekli
eleştirilmesine ve hatta İslam dünyasına bilimsel bir saldırı metodu olarak benimsenmesine
rağmen, (Lewis, 2002; Lewis, 2004) her nedense İslam dünyasında yöneticiler ve politika
yapımcıları konuya gereken ilgiyi göstermemişlerdir. Ancak 21. yüzyılda bilgiyi üretip
11
teknolojik alanlara uygulamayan devletlerin sadece terörle mücadelede değil kendi varlıklarını
devam ettirmede de sorun yaşayacakları açıktır. Dolayısıyla, eğitim-bilim-teknoloji gibi
konular yaşamın her alanında da rasyonel bir yaklaşımı gerekli kılmaktadır.
Diğer taraftan Batı, her ne kadar terörist örgütlere karşı önlemler almaktaysa da, kalıcı bir dünya
barışı için Müslüman toplumların kalkınmasına, küresel ekonomiyle bütünleşmesine,
uluslararası güvenlik ve ekonomi konularında daha fazla söz sahibi olmalarına yardım etmek
durumundadır. Bu ise ancak, uluslararası kuralların oluşumuna karar veren kuruluşlarda yapısal
değişikliklere gidilmesiyle olur. Bunun da ilk şartı, dünya düzeni için sosyal adaletin gerekliliği
konusunda Batı’nın ikna olmasıdır. Batı çoğulcu felsefesini sadece yerel değil, uluslararası
düzeyde de uygulamalıdır. Dünya barışı ve istikrarı, çoğulcu ve sosyal adalete önem veren
uluslararası bir toplumun oluşmasıyla sağlanacaktır.
Fakat gerek Ortadoğu devletlerinin ve İslam dünyasının gerekse Batılı devletlerin ilgili
önlemleri alıp almayacaklarını bilemeyiz. Bugüne kadarki siyasi gelişmeler fazla iyimser
olmamıza engel olmaktadır. Ancak hep birlikte umalım ki bu bildirideki düşünceler ve
tavsiyeler kütüphanelerin tozlu raflarında kalmasın. Umalım ki insanlık bugüne kadar olduğu
gibi ancak büyük felaketlerden sonra önlem alma politikasını seçmesin. Umalım ki insancıl
yaklaşım, küresel politik ve ekonomik çıkarlara galip gelsin.
12
Kaynakça / References
Beitz, C. R. (1979). Political Theory and International Relations. Princeton, NJ: Princeton University Press.
Brown, M. E., S. M. Lynn-Jones, S.E. Miller (eds.) (1996). Debating the Democratic Peace. Cambridge,
Massachusetts: M.I.T. Press.
Bull, H. (1995). The Anarchical Society: A Study of Order in World Politics. Basingstoke: Macmillan, 2nd edition.
Bull, H., A. Watson (eds.) (1984). The Expansion of International Society. New York: Oxford University Press.
Claude, I. L., Jr., (1964), “National Interests and the Global Environment: A Review of Arnold Wolfers, Discord
and Collaboration,” Conflict Resolution, 8(3), 292-296.
Doğan, N. (2005). “Fighting International Terrorism: Combining Sic Semper Tyrannis with E Pluribus Unum,”
3.Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Kongresi, (Kongre Kitabı) Cilt: 1, Celalabat/ Kırgızistan,
269–278.
Doğan, N. (2011). “Demokrasi ve Ortadoğu’nun Geleceği,” 38. International Congress of Asian and North African
Studies (ICANAS) [ Ankara, 10-15 Eylül 2007]. International Relations, Bildiriler. Ankara: Atatürk
Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu, 2011, II. Cilt, 601-620.
Huntington, S. P. (1996). The Clash of Civilizations and the Remaking of World Order. New York: Simon and
Schuster.
Kaku, M. (2011). Physics of the Future: How Science Will Shape Human Destiny and Our Daily Lives by the
Year 2100. New York: Anchor Books.
Krasner, S. D. (ed.) (1983). International Regimes. Ithaca: Cornell University Press.
Krasner, S. D. (1985). Structural Conflict: The Third World Against Global Liberalism. Berkeley: University of
California Press.
Kuran-ı Kerim ve Açıklamalı Meali (1993). Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı.
Lewis, B. (2002). What Went Wrong?: Western Impact and Middle Eastern Response. London: Phoenix.
Lewis, B. (2004). The Crisis of Islam: Holy War and Unholy Terror. London: Phoenix.
Mill, J.S. (1962). “A Few Words on Non-Intervention,” Gertrude Himmelfarb (Ed.), Essays on Politics and
Culture. New York: Doubleday, 396-413.
Przeworski, Adam (1991). Democracy and the Market: Political and Economic Reforms in Eastern Europe and
Latin America. Cambridge: Cambridge University Press.
Wolfers, A. (1962). Discord and Collaboration: Essays on International Politics. Baltimore: The John Hopkins
Press.
13
Download